You are on page 1of 263

RENKLİ

ÇEVİRİLİ
KELİMELER-2

Bu doküman ERKAN ÖNLER kurs veya kitaplarından birini


alanlar için hediyedir. Harici olarak kullanılamaz,dağıtılamaz; tüm hakları saklıdır.
www.ydsenglish.tv

KELİME-255

ROUND UP
(raund ap)
tamamlamak

As the President Yeltsin rounded


up his visit to Italy, Gazprom,
Russia’s national gas company,
signed a $2 billion contract with
the Italian energy group ENI.

Başkan Yeltsin İtalya’ya yaptığı


geziyi tamamlarken, Rusya’nın
ulusal gaz şirketi Gazprom da
İtalyan enerji grubu ENI ile 2
milyar dolarlık bir sözleşme
imzaladı.

1
www.ydsenglish.tv

KELİME-256

COMPLETION
(kımplişın)
tamamlama,bitiş

According to the asylum policy


currently practised by Britain and
urgently in need of improvement,
refugees are detained on arrival in the
country, and the completion of legal
procedures takes quite a long time.

İngiltere tarafından halen


uygulanmakta olan ve iyileştirilmesine
acilen ihtiyaç duyulan sığınma
politikasına göre, mülteciler ülkeye
varışlarında gözetim altına alınmakta
ve yasal işlemlerin tamamlanması
oldukça uzun sürmektedir.

2
www.ydsenglish.tv

KELİME-257

RELISH
(rıliş)
hoş karşılamak,beğenmek

Concerning the current crisis with


Iraq I want to assure you that we
do not at all relish the thought of
inflicting casualties on the Iraqi
people.

Şu an Irak’la yaşanan bunalıma


ilişkin olarak sizi temin etmek
isterim ki biz, Irak halkına kayıp
verdirme düşüncesini kesinlikle hoş
karşılamıyoruz.

3
www.ydsenglish.tv

KELİME-258

TACKLE
(teekıl)
baş etmek,üstesinden gelmek

The Security Council is one of the


few international bodies for
tackling global threats, such as the
spread of weapons of mass
destruction.

Güvenlik Konseyi, kitle imha


silahlarının yayılması gibi küresel
tehditlerle baş edebilecek birkaç
uluslararası kuruluştan biridir.

4
www.ydsenglish.tv

KELİME-259

COLLIDE
(kıllayd)
çarpışmak,çatışmak

Various studies have shown that in


America today a train collides with
a vehicle almost every two hours.

Çeşitli araştırmalar göstermiştir ki,


bugün Amerika’da, hemen hemen
her iki saatte bir, bir trenle bir
motorlu taşıt çarpışmaktadır.

5
www.ydsenglish.tv

KELİME-260

APPROVE
(epruuv)
onay,onaylamak

I would like to make it absolutely


clear at the outset that I do not
approve of the measures proposed
by the consulting firm.

Başta şunu kesinlikle belirtmek


isterim ki danışmanlık şirketinin
önermiş olduğu önlemleri
onaylamıyorum.

6
www.ydsenglish.tv

KELİME-261

COMPLICATED
(komplikeytıt)
karmaşık,çetrefilli

In his talk he stressed that


economic relationships are
complicated and changeable, since
everything happens at once.

Konuşmasında, herşey bir anda


olup bittiği için ekonomik ilişkilerin
karmaşık ve değişken olduğunu
vurguladı.

7
www.ydsenglish.tv

KELİME-262

INTERVENTIONAL
(intırvenşınıl)
müdahaleci

In Latin America and Eastern Europe,


where interventional methods in the
past were put into effect most
susterely, it is governments, not
outside economists, that today speak
most favourably in support of market
economics.

Geçmişte müdaheleci yöntemlerin en sert


şekilde uygulamaya konulduğu Latin
Amerika’da ve doğu Avrupa’da, bugün
pazar ekonomisi lehinde en olumlu
konuşanlar yabancı ekonomistler değil,
hükümetlerdir.

8
www.ydsenglish.tv

KELİME-263

PRIVATISE
(pırayvɪtayz)
özelleştirmek

Two months ago the Czech finance


minister told his people that the
country’s four biggest banks would
be fully privatised by the end of
this year.

Çek maliye bakanı iki ay önce


halkına, ülkenin en büyük dört
bankasının bu yıl sonuna kadar
tümüyle özelleştirileceğini söyledi.

9
www.ydsenglish.tv

KELİME-264

HEADQUARTER
(hedkotır)
merkez

Our company, a partner in an


international consortium and
headquartered in Istanbul, is looking
for water resources engineers who
have at least ten years of experience
in irrigation engineering and land
development.

Uluslararası bir konsorsiyumun ortağı olan


ve merkezi İstanbul’da bulunan şirketimiz,
sulama mühendisliği ve arazi ıslahında en
az on yıl tecrübesi olan su kaynakları
mühendisleri aramaktadır.

10
www.ydsenglish.tv

KELİME-265

SURFACE
(sörfıs)
yüzey

In the Renaissance, the discovery


of perspective gave artists the
power to put onto a flat surface the
world as it is seen by the naked
eye.

Rönesansta, perspektifin
bulunması sanatçılara dünyayı
çıplak gözle görüldüğü şekliyle düz
bir yüzeye aktarma gücü vermiştir.

11
www.ydsenglish.tv

KELİME-266

IMPLEMENTATION
(implımınteyşın)
uygulama,uyarlama

At a press conference today the Prime


Minister of Yemen announced that his
Government had been granted a loan by
the World Bank to assist the
implementation of the Rural Development
Project started two years ago.

Bugün bir basın toplantısında, Yemen


Başbakanı iki yıl önce başlatılmış olan Köy
kalkınma Projesi’nin uygulanmasına
katkıda bulunmak amacıyla Dünya Bankası
tarafından hükümete kredi verildiğini
açıkladı.

12
www.ydsenglish.tv

KELİME-267

CURRENT
(körınt)
1.akıntı,akım,2.şimdiki

Oceans not only absorb carbon


dioxide and other gases from the
atmosphere but also hold and
transport vast amounts of heat
through a network of currents.

Okyanuslar sadece atmosferdeki


karbon dioksidi ve diğer gazları
emmekle kalmaz, aynı zamanda
muazzam miktarlarda ısıyı tutarlar
ve bir akıntı şebekesi aracılığıyla
taşırlar.

13
www.ydsenglish.tv

KELİME-268

SACRIFICE
(sekrifayz)
özveride bulunmak,feda etmek

Prince Sihanouk has always voiced


his firm commitment to one
principle: he is prepared to make
any sacrifice necessary for the
people of Combodia.

Prens Sihanouk bir ilkeye kesin


bağlılığını hep ifade etmiştir: o
Kamboçya halkı için gerekli her
türlü özveride bulunmaya hazırdır.

14
www.ydsenglish.tv

KELİME-269

GROSSLY
(gırosli)
tamamen,oldukça

It is grossly unfair to blame the


recent economic crisis in Asia on
investors, bankers and politicians.

Asya’daki son ekonomik bunalımın


suçunu yatırımcılara, bankacılara
ve siyasetçilere yıkmak tamamen
haksızlıktır.

15
www.ydsenglish.tv

KELİME-270

POPULOUS
(popılıs)
kalabalık

Zurich, the most populous city of


the country and the heart of Swiss
banking, set up an advisory
committee for the improvement of
language teaching in its own
schools.

Ülkenin en kalabalık kenti ve


İsviçre bankacılığının kalbi olan
Zürih, kendi okullarında dil
öğretiminin iyileştirilmesi için bir
danışma kurulu oluşturdu.

16
www.ydsenglish.tv

KELİME-271

COMPLAIN
(kımpleyn)
şikayet etmek

British exporters complain to their


government as much about the
speed with which sterling has
climbed as about the level it has
reached.

İngiliz ihracatçılar, hükümetlerine,


sterlinin ulaştığı düzeyden olduğu
kadar, tırmandığı hızdan da şikayet
etmektedir.

17
www.ydsenglish.tv

KELİME-272

INFLATION
(infleyşın)
enflasyon,şişkinlik

In the late 1960s in Britain, the


Wilson government tried to win the
Unions’ support in order to control
the effect of wage increases on
inflation.

1960’ların sonlarında İngiltere’de


Wilson hükümeti, ücret artışlarının
enflasyon üzerindeki etkisini
kontrol edebilmek için sendikaların
desteğini kazanmaya çalıştı.

18
www.ydsenglish.tv

KELİME-273

OPINION
(opinyın)
kamuoyu,fikir

Opinion polls vary, but about two-


thirds of the Australians openly say
that they want a republic.

Kamuoyu yoklamaları farklılık


gösterir, ancak Avusturalyalıların
yaklaşık üçte ikisi cumhuriyet
istediklerini açıkça söylemektedir.

19
www.ydsenglish.tv

KELİME-274

PLAGUE
(pıleyk)
hastalık,bela,veba

Ever since the Soviet Union


collapsed, capital flight has been
one of post-communist Russia’s
chief economic plagues.

Sovyetler Birliği çöktüğünden beri,


sermaye kaçışı, kominizm sonrası
Rusya’nın başlıca ekonomik
hastalıklarından biri olmuştur.

20
www.ydsenglish.tv

KELİME-275

MISLEADING
(mislıding)
yanıltıcı,yanlış

The idea that crime is becoming a


less significant problem in India is
completely misleading.

Hindistan’da suçun giderek daha az


önemli bir sorun olduğu düşüncesi
tamamen yanıltıcıdır.

21
www.ydsenglish.tv

KELİME-276

ENCOURAGE
(inkarıç)
teşvik etmek,cesaretlendirmek

Since the great oil crisis of the 1970s,


the International Energy Agency has
encouraged and supported research
carried out to discover alternative
energy sources.

1970’lerdeki büyük petrol


bunalımından beri, Uluslararası Enerji
Kurumu alternatif enerji kaynakları
bulmak için yapılan araştırmaları
teşvik etmiş ve desteklemiştir.

22
www.ydsenglish.tv

KELİME-277

DRAFT
(dıreft)
(tasarlamak,planlamak,tasarı)

It was J. W. Beyen, a former Dutch


foreign minister, who as early as
1943-44, drafted the first plan for a
common market in Europe.

Avrupa’da ortak bir pazar için ilk


planı daha 1943-44’lerde
tasarlayan, eski Hollanda dışişleri
bakanı J. W. Beyen idi.

23
www.ydsenglish.tv

KELİME-278

DISCOUNT
(diskount)
indirim

Since ours is only a small transport


company, I’m afraid it is impossible
for us to make a discount on the
sea freight.

Bizimki sadece küçük bir nakliye


şirketi olduğu için navlunda indirim
yapmamız maalesef mümkün
değildir.

24
www.ydsenglish.tv

KELİME-279

WITHSTAND
(witsiteend)
dayanmak,karşı koymak

The new rock-fill dam, constructed


on the Tigris, is strong enough to
withstand the most severe
earthquakes.

Dicle üzerinde yapılan kaya dolgu


yeni baraj, en şiddetli depremlere
dayanacak kadar sağlamdır.

25
www.ydsenglish.tv

KELİME-280

IMMIGRANT
(imigrınt)
göçmen

The first colonial immigrants began


to arrive in Britain in the early
1950s to work in the
manufacturing industry.

İlk sömürge göçmenleri,


İngiltere’ye, imalat sanayiinde
çalışmak amacıyla, 1950’lerin
başlarında gelmeye başlamıştır.

26
www.ydsenglish.tv

KELİME-281

FAIRLY
(feili)
adilce

The issue under discussion is


whether or not British newspapers
are fairly priced.

Tartışılmakta olan konu, İngiliz


gazetelerinin adil olarak
fiyatlandırılıp fiyatlandırılmadığıdır.

27
www.ydsenglish.tv

KELİME-282

REPROCESS
(ripırosıs)
yeniden işlemek

Greenpeace activists failed to stop


a ship carrying reprocessed nuclear
fuel through the Panama Canal.

Yeşilbarış eylemcileri, Panama


Kanalı’ndan yeniden işlenmiş
nükleer yakıt taşıyan bir gemiyi
durdurmayı başaramadılar.

28
www.ydsenglish.tv

KELİME-283

RUN FOR
(ran for)
aday olmak

Alexander Lebedev, Russia’s


former national security adviser,
said he would run for the
governorship of Central Siberia.

Rusya’nın ulusal güvenlik eski


danışmanı Alexander Lebedev, Orta
Sibirya valiliği için aday olacağını
söyledi.

29
www.ydsenglish.tv

KELİME-284

MERGER
(mörcır)
birleşme

It has been announced that the


merger between the two banks is
set to go ahead after approval from
their boards.

İki banka arasındaki birleşmenin,


kendi kurullarının onayından sonra
gerçekleşeceği açıklandı.

30
www.ydsenglish.tv

KELİME-285

DEVASTATE
(devısteyt)
tahrip etmek,harap etmek

Rescuers estimate that up to 5000


people may have died in a remote
province of northern Afghanistan
after an earthquake completely
devastated the area.

Kurtarma görevlileri, Kuzey


Afganistan’ın uzak bir eyaletinde,
bölgeyi tamamen tahrip eden bir
depremden sonra 5000 kadar
insanın ölmüş olabileceğini tahmin
ediyorlar.

31
www.ydsenglish.tv

KELİME-286

RESOLUTION
(rezıluşın)
karar

At the bilateral talks last week,


Iraq was told bluntly that unless it
complied with the Security Council
resolutions, there could be no
lifting of sanctions.

Geçen haftaki ikili görüşmelerde,


Irak’a, Güvenlik Konseyi
kararlarına uymadığı takdirde
yaptırımların kaldırılmasının söz
konusu olmayacağı açıkça ifade
edildi.

32
www.ydsenglish.tv

KELİME-287

RIGID
(ricıd)
katı,sert,kesin

The rigid and hierarchical corporate


structure that provided the basis
for business growth until the 1980s
has now become a thing of the
past.

İşlerin büyümesi için 1980’lere


kadar temel oluşturan katı ve
hiyerarşik şirket yapısı, bugün artık
geçmişte kalmıştır.

33
www.ydsenglish.tv

KELİME-288

INDICT
(indayt)
(suçlamak,itham etmek)

The Serbian justice minister stated


that the Serbians indicted for war
crimes would not be sent to the
Hague for trial by the war-crimes
tribunal.

Sırp adalet bakanı, savaş suçları


sanığı olan Sırpların, savaş suçları
mahkemesi tarafından yargılanmak
üzere Lahey’e gönderilmeyeceğini
ifade etti.

34
www.ydsenglish.tv

KELİME-289

CONSEQUENCE
(konsekoens,konsikıyns)
sonuç

The project we have undertaken will


explore the political, social, and economic
consequences of new information and
communication technologies, particularly
relating to issues such as the changing
role of the state and new security threats.

Üstlendiğimiz proje, özellikle devletin


değişen rolü ve yeni güvenlik tehditleri
gibi konulara ilişkin olarak, yeni bilgi
ve iletişim teknolojilerinin siyasal,
toplumsal ve ekonomik sonuçlarını
araştıracaktır.

35
www.ydsenglish.tv

KELİME-290

PERMIT
(pömit)
izin vermek

In Britain, over two million people


drink tap water which contains
aluminium well over the maximum
level permitted by the European
Union.

İngiltere’de iki milyondan fazla


kişi, Avrupa Birliğince izin verilen
en yüksek düzeyin çok üstünde
alüminyum içeren musluk suyu
içmektedir.

36
www.ydsenglish.tv

KELİME-291

ENDORSE
(indoos)
onaylamak

In 1990 and again in 1996, through


the election of centre-left
coalitions, the Chilean electorate
endorsed the process of transition
to democracy.

Şili’li seçmenler, 1990’da ve tekrar


1996’da, orta-sol koalisyonların
seçilmesi ile demokrasiye geçiş
sürecine onay verdiler.

37
www.ydsenglish.tv

KELİME-292

TALENT
(telınt)
yetenek

Today, despite a lot of promising


young talent, I don’t think we are
producing comedies of the
standard of American ones.

Bugün, gelecek vaat eden pek çok


genç yeteneğe karşın, Amerikan
komedileri düzeyinde komedi
ürettiğimizi sanmıyorum.

38
www.ydsenglish.tv

KELİME-293

SWELTER
(siveltır)
sıcaktan bunalmak

Two years ago, at the beginning of


a sweltering summer, a special and
most interesting exhibition was put
on in Hyde Park in London to
promote the Britain’s food and
farming.

İki yıl önce bunaltıcı bir yaz


başında, İngiltere’deki gıda ve
tarımcılığı tanıtmak amacıyla,
Londra Hyde Park’ta özel ve son
derece ilginç bir sergi düzenlendi.

39
www.ydsenglish.tv

KELİME-294

RANGE
(renç)
çeşitlilik

The success of the film lies not just


in the force and range of the acting
but in the director's creation of a
sensitive epic.

Filmin başarısı, sadece


oyunculuğun gücünde ve
çeşitliliğinde değil, aynı zamanda
yönetmenin duygulu bir destan
yaratmasında da yatmaktadır.

40
www.ydsenglish.tv

KELİME-295

LATER
(leydır)
daha sonra

When Mozart died two hundred and


seven years ago this month, he had
been unable to finish his Requiem,
which was later completed by his
student Süssmayr.

Mozart iki yüz yedi yıl önce bu ay


öIdüğünde, daha sonra öğrencisi
Süssmayr tarafından tamamlanan
Requiem'ini bitirememişti.

41
www.ydsenglish.tv

KELİME-296

BACKBONE
(bekboun)
belkemiği,omurga,temel

Among less developed countries,


the most active one in road
construction is Brazil, for road
transportation constitutes the
backbone of the country's
economy.

Az gelişmiş ülkeler içinde, karayolu


yapımında en faal olanı Brezilya’dır,
çünkü karayolu taşımacılığı, bu
ülkenin ekonomisinin belkemiğini
oluşturur.

42
www.ydsenglish.tv

KELİME-297

IMPOTENCE
(impıtıns)
iktidarsızlık,zayıflık

Sexual impotence can be as much a


natural sign of growing old as the
symptom of a serious development
in the body, such as diabetes or
hypertension.

Cinsel iktidarsızlık, yaşlanmanın


doğal bir işareti olabileceği kadar,
bünyede şeker veya yüksek
tansiyon gibi ciddi bir gelişmenin
belirtisi de olabilir.

43
www.ydsenglish.tv

KELİME-298

CITE
(sayt)
atıfta bulunmak,bahsetmek,
alıntı yapmak

Citing recent statistics, The


President stated that, over the last
decade, the crime rate in some
cities of America had risen rapidly.

Başkan, son istatistiklere atıfta


bulunarak, Amerika'nın bazı
kentlerinde suç oranının son on yıl
içinde hızla artmış olduğunu ifade
etti.

44
www.ydsenglish.tv

KELİME-299

MONITOR
(monitıa)
izlemek,gözlemek

Will Hutton, editor-in-chief of The


Observer, was appointed chair of
an independent commission set up
to monitor the state of the British
press.

Observer gazetesinin genel yayın


yönetmeni Will Hutton, İngiliz
basınının durumunu izlemek üzere
kurulan bağımsız bir kurulun
başkanlığına atandı.

45
www.ydsenglish.tv

KELİME-300

PROSE
(purouz)
düzyazı

William Carlos Williams is known


primarily as a poet, but he
occasionally wrote prose in the
form of short stories, novels and
essays.

William Carlos Williams öncelikle


bir şair olarak tanınmaktadır;
ancak zaman zaman kısa öyküler,
romanlar ve denemeler biçiminde
düzyazılar da yazmıştır.

46
www.ydsenglish.tv

KELİME-301

OVERALL
(ovırool)
genel,kapsamlı

From the late eighteenth century to the


mid-nineteenth century, the overall trend
in the West was towards the freeing of
economic activity and the lifting of
restrictions on the movement of labour,
capital, goods and resources.

Onsekizinci yüzyılın sonlarından


ondokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar,
Batı’daki genel eğilim, ekonomik
faaliyetlerin serbest bırakılması ve işgücü,
sermaye, mal ve kaynak hareketleri
üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması
yönündeydi.

47
www.ydsenglish.tv

KELİME-302

BOLSTER UP
(bolstır ap)
güçlendirmek,desteklemek

According to the author, even though


economic reforms may involve painful
sacrifices in the initial stages, the long
term benefits and rising prosperity will
bolster up political freedom in the
country.

Yazara göre, ekonomik reformlar


başlangıç aşamasında acı özveriler
gerektirse bile, uzun vadeli yararları
ve artan refah, ülkedeki siyasi
özgürlüğü güçlendirecektir.

48
www.ydsenglish.tv

KELİME-303

CEDE
(siid)
terk etmek,vazgeçmek

With the Versailles Treaty, signed


in 1919 to end the First World War,
Germany was forced to cede
Alsace-Lorraine to France, and her
colonies were shared out among
the Allies.

Birinci Dünya Savaşı’nı sona


erdirmek üzere 1919’da imzalanan
Versailles Antlaşması ile, Almanya
Alsace-Lorraine’i Fransa’ya terk
etmek zorunda bırakıldı ve
sömürgeleri Müttefikler arasında
paylaşıldı.
49
www.ydsenglish.tv

KELİME-304

FLOW
(fılov)
akmak,akıntı

Aqueducts are conduits in which


water flows or is conveyed from its
source to the place where it is to be
used.

Su kemerleri, suyun içinde aktığı


veya kaynağından kullanılacağı
yere taşındığı su yollarıdır.

50
www.ydsenglish.tv

KELİME-305

SUSTAIN
(sasteyn)
sürdürmek

But it has become increasingly hard


to sustain the idea that Britain has
the best television in the world.

Ancak, İngiltere'nin dünyada en iyi


televizyona sahip olduğu görüşünü
sürdürmek giderek zorlaşmıştır.

51
www.ydsenglish.tv

KELİME-306

FEATURE
(fiıçır)
1.göstermek,belirtmek
2.özellik
A new stamp, issued by the United
Nations for use on its mail,
features the typhoon Abby as it
travelled over the Pacific towards
China in September 1986.

Birleşmiş Milletler tarafından, kendi


postasında kullanılmak üzere
çıkarılan yeni bir pul, Abby
tayfununun Eylül 1986’da Pasifik
üzerinde Çin’e doğru yol alışını
göstermektedir.

52
www.ydsenglish.tv

KELİME-307

IN TUNE (WITH)
(in tüun vith)
uyum içinde

Medical research has established that


certain natural food products like
garlic are in tune with our bodies and
can be taken regularly without causing
adverse reactions.

Tıbbi araştırmalar, sarımsak gibi bazı


doğal gıda maddelerinin bünyemiz ile
uyum içinde olduğunu ve olumsuz
tepkilere yol açmadan düzenli olarak
alınabileceğini ortaya koymuştur.

53
www.ydsenglish.tv

KELİME-308

PLANT
(pilent)
tesis

Americans today are far more


sceptical about the value of new
roads, bridges and sewage-
treatment plants especially when
they are located in their own
immediate environment.

Bugün Amerikalılar, yeni yolların,


köprülerin ve arıtma tesislerinin
değeri konusunda, özellikle bunlar
kendi yakın çevrelerinde yer
alıyorsa, çok daha şüphecidirler.

54
www.ydsenglish.tv

KELİME-309

CONTROVERSIAL
(kontrovöşıl)
tartışmalı

Martin Scorsese’s controversial film


takes its story from Edith Warton’s
novel, which appeared in 1920 and
made her the first woman to receive
the Pulitzer Prize for literature.

Martin Scorsese’nin tartışmalı filmi,


öyküsünü, Edith Warton’nun 1920’de
yayımlanan ve onu Pulitzer Edebiyat
Ödülü’nü alan ilk kadın yapan
romanından almaktadır.

55
www.ydsenglish.tv

KELİME-310

UNION
(yünyın)
sendika,birlik

With the rise of the post-industrial


economy and the decline in the
importance of heavy industry,
workers' unions in America wield less
power than in other industrialized
countries.

Amerika'da işçi sendikaları, sanayi


sonrası ekonominin yükselişi ve ağır
sanayinin öneminin azalması sonucu,
diğer sanayileşmiş ülkelerde
olduğundan daha az güce sahiptir.

56
www.ydsenglish.tv

KELİME-311

UNAVOIDABLE
(anevoydıbıl)
kaçınılmaz

The strikes in the former East


Germany over wage equality are an
example of how industrial conflict
is sometimes unavoidable.

Eski Doğu Almanya’da ücret


eşitliğine ilişkin grevler, bazen
endüstriyel çatışmanın nasıl
kaçınılmaz olduğuna örnektir.

57
www.ydsenglish.tv

KELİME-312

YIELD
(yiıld)
1.sağlamak,2.teslim olmak

If light aircraft or helicopters were


available, low altitude flights over
the disaster area would yield rapid
information on the geographic
extent of the damage.

Eğer hafif uçaklar veya


helikopterler mevcut olsaydı,
felaket alanı üzerinde bunlarla
yapılacak alçak uçuşlar, hasarın
coğrafi boyutları hakkında hızlı
bilgi sağlayabilirdi.

58
www.ydsenglish.tv

KELİME-313

BOARD
(boord)
yönetim kurulu,heyet

The board made it clear that there


would be no wage increase
whatsoever in the near future.

Yönetim kurulu yakın gelecekte


hiçbir ücret artışı yapılmayacağını
açıkça belirtti.

59
www.ydsenglish.tv

KELİME-314

ANNUAL
(enyıl)
yıllık

In whatever way the European


countries have organized their health
services, they have all seen their costs
rise over the past three decades at an
annual average rate of 4,1 percent.

Sağlık hizmetlerini ne şekilde


düzenlemiş olurlarsa olsunlar Avrupa
ülkelerinin hepsi son otuz yıl içinde
masraflarının yıllık ortalama yüzde 4.1
oranında arttığını görmüştür.

60
www.ydsenglish.tv

KELİME-315

ESPIONAGE
(espineaj)
casusluk

Since he has published extensively


on the Cold War era, we asked him
to give a lecture on the Soviet
espionage activities in the 1980s in
the West.

Soğuk savaş dönemi ile ilgili pek


çok yayın yapmış olduğu için,
kendisinden 1960’larda Batıdaki
Sovyet casusluk faaliyetleri üzerine
bir konuşma yapmasını rica ettik.

61
www.ydsenglish.tv

KELİME-316

TIMBER
(timbır)
kereste

The tropical timber trade has been


a major focus of international
concern because of the role it plays
in rain forest destruction.

Tropikal kereste ticareti, yağmur


ormanlarının tahribinde oynadığı
rol nedeniyle, uluslararası kaygının
önemli bir odağı olmuştur.

62
www.ydsenglish.tv

KELİME-317

ACQUIRE
(akuayr)
kazanmak,elde etmek

Adam Smith claimed that at least


60 years of experience were
needed for a country to acquire the
necessary skills to turn out high-
quality products.

Adam Smith, bir ülkenin yüksek


kaliteli ürünler üretmede gerekli
becerileri kazanması için en az 60
yıllık deneyime ihtiyacı olduğunu
iddia etmiştir.

63
www.ydsenglish.tv

KELİME-318

PROSPERITY
(pırosperiti)
refah

We all know by now that many


things which constitute the basis
of our future health and prosperity
are in dire jeopardy.

Artık hepimiz biliyoruz ki


gelecekteki sağlığımızın ve
refahımızın temelini oluşturan
pekçok şey korkunç bir tehlike
içinde.

64
www.ydsenglish.tv

KELİME-319

GRANT
(gırent)
vermek,bağışlamak

According to the "capitulations"


generously granted by the Ottoman
sultans, the foreigners operating within
the Empire could import and sell goods at
any price they chose and were largely
exempt from taxes.

Osmanlı padişahlarınca cömertçe


verilen kapitülasyonlara göre,
imparatorluk içinde faaliyet gösteren
yabancılar, malları, tercih ettikleri
herhangi bir fiyattan ithal edip
satabiliyorlardı ve büyük ölçüde vergiden
muaftılar.

65
www.ydsenglish.tv

KELİME-320

ACCESS
(eksıis)
erişim,giriş

The guest speaker pointed out that


by 1880 European powers had
access to most of the markets in
Asia's coastal regions.

Konuk konuşmacı, Avrupalı


güçlerin, 1880'e kadar Asya'nın kıyı
bölgelerindeki pazarların çoğuna
giriş hakkını elde etmiş olduğunu
belirtti.

66
www.ydsenglish.tv

KELİME-321

CONTEMPORARY
(kıntempırori)
çağdaş,modern

The word “development" was first


used in its contemporary context by
the American President, Harry
Truman, in 1949 when he referred to
the poorer countries of South America
as "underdeveloped areas".

“Gelişme" sözcüğü, çağdaş bağlamda


ilk kez 1949'da Amerika Başkanı Harry
Truman tarafından, kendisi Güney
Amerika'nın yoksul ülkelerinden "az
gelişmiş bölgeler" olarak söz ettiğinde
kullanılmıştır.

67
www.ydsenglish.tv

KELİME-322

SEPARATE
(seprıt)
ayırmak

At the heart of our problems is an


economic system that separates
producers from consumers,
alienates people from nature, and
undermines those values on which
we truly depend.

Sorunlarımızın özünde, üreticileri


tüketiciden ayıran, insanları
doğaya karşı yabancılaştıran ve
gerçekten bağlı olduğumuz
değerleri zayıflatan ekonomik bir
sistem vardır.

68
www.ydsenglish.tv

KELİME-323

SUSTAINABLE
(sısteynibıl)
sürdürülebilir

Sustainable development is a key


concept that needs to be analysed
and debated before it can be
implemented by the
underdeveloped countries in the
world.

Sürdürülebilir gelişme, dünyadaki


az gelişmiş ülkelerce
uygulanmadan önce, irdelenmesi
ve tartışılması gereken bir
kavramdır .

69
www.ydsenglish.tv

KELİME-324

CONTAIN
(kınteyn)
içermek,kapsamak

The last issue of the journal


contains all the arguments one
could think of against globalisation.

Derginin son sayısı, küreselleşmeye


karşı düşünülebilecek tüm
görüşleri içermektedir.

70
www.ydsenglish.tv

KELİME-325

DESCRIBE
(diskırayb)
tanımlamak,anlatmak

In his article, the author, who is a


noted economist, describes why
the economic decline in South
America in the 1980s was
inevitable.

Bu makalede, tanınmış bir iktisatçı


olan yazar, 1980'lerde Güney
Amerika’da ekonomik gerilemenin
niçin kaçınılmaz olduğunu
anlatmaktadır.

71
www.ydsenglish.tv

KELİME-326

RETRIEVE
(ritrıiv)
kurtarmak,geri almak

What retrieved the country from


bankruptcy and spun it into an
economic boom was the massive
inflow of foreign capital.

Ülkenin iflastan kurtuluşu ve hızlı


bir ekonomik büyümeye yönelişi,
muazzam bir yabancı sermaye
girişi ile sağlanmıştır.

72
www.ydsenglish.tv

KELİME-327

WET
(vet)
ıslak,nemli

In the first place, we should ask


how it is possible for a wet
rainforest to be ruined by fire.

Her şeyden önce, nemli bir yağmur


ormanının yangınla tahrip
edilmesinin nasıl mümkün
olduğunu sormamız gerekiyor.

73
www.ydsenglish.tv

KELİME-328

APPEAR
(eppiır)
belli olmak,görünmek

Viewed from the moon, the earth


appears as an oasis of life in the
dark emptiness of space.

Aydan bakıldığında, dünya, uzayın


karanlık boşluğunda bir yaşam
vahası olarak görünmektedir.

74
www.ydsenglish.tv

KELİME-329

LEND
(lend)
ödünç vermek

Today, the West has perfected the


technique of lending money to the
Third World countries as a means
of controlling them.

Bugün Batı, Üçüncü Dünya


ülkelerine borç para verme
tekniğini, onları kontrol altında
tutma aracı olarak
mükemmelleştirmiş bulunmaktadır.

75
www.ydsenglish.tv

KELİME-330

CONVERT
(kınvört)
dönüştürmek

In the post-war period, under


World Bank influence, vast areas in
the poorer tropical countries were
converted to sugarcane
plantations.

Savaş sonrası dönemde, Dünya


Bankası'nın etkisiyle, yoksul
tropikal ülkelerde çok geniş
alanlar, şekerkamışı tarlalarına
dönüştürülmüştür.

76
www.ydsenglish.tv

KELİME-331

APPROXIMATELY
(eprooksimıitli)
yaklaşık olarak

Ours is a plant biotechnology


company with approximately
eighty employees carrying out
advanced research into the genetic
improvement of vegetable and field
crops.

Bizimki, yaklaşık seksen çalışanı ile


sebze ve tarla bitkilerinin genetik
iyileştirilmesi üzerine ileri düzeyde
araştırma yapan bir bitki
biyoteknolojisi şirketidir.

77
www.ydsenglish.tv

KELİME-332

DISTINGUISH
(distinguiş)
ayırt etmek

One can travel the length and


breadth of Japan by train and feel,
when stopping at a station, that it
is almost impossible to distinguish
between one provincial town and
the next.

İnsan, Japonya’yı boydan boya


trenle gezebilir ve bir istasyonda
durduğunda bir taşra kentini
ötekinden ayırt etmenin hemen
hemen imkansız olduğunu
hisseder.

78
www.ydsenglish.tv

KELİME-333

POSSESS
(posees)
sahip olmak

In his autobiography, the novelist


Thomas Hardy describes his father
as "one of those rare people who
possessed most of the arts and
skills needed in thriving rural
communities.

Romancı Thomas Hardy, özyaşam


öykusünde babasından, "kalkınmakta
olan kırsal topluluklarda gereksinim
duyulan sanat ve becerilerin çoğuna
sahip ender insanlardan biri" olarak
söz eder .

79
www.ydsenglish.tv

KELİME-334

COLLAPSE
(kıleeps)
çökme(k),çöküş

According to some economists, one


of the reasons for the collapse of
the communist economic system is
that too little was produced at too
high a cost.

Bazı iktisatçılara göre, komünist


ekonomik sistemin çöküş
nedenlerinden biri, çok yüksek
maliyetle çok az üretim yapmış
olmasıdır.

80
www.ydsenglish.tv

KELİME-335

CONFIRM
(kınförm)
teyit etmek,tastiklemek

The proceedings in the English


Parliament during the past decade
confirm the opinion that scientific
issues are becoming more
important in political decision
making.

İngiliz Parlamentosu’ndaki son on


yıllık süreye ilişkin tutanaklar,
bilimsel konuların siyasi karar
almada giderek daha çok önem
kazanmakta olduğu görüşünü teyit
etmektedir.

81
www.ydsenglish.tv

KELİME-336

BALANCE
(belins)
denge,dengede tutmak

The question we have to answer is


how the 60 trillion cells composing
the human body communicate with
each other and keep the body as a
whole in balance.

Cevaplamamız gereken soru, insan


vücudunu oluşturan 60 trilyon
hücrenin birbiriyle nasıl iletişim
kurduğu ve vücudu bir bütün olarak
nasıl dengede tuttuğudur.

82
www.ydsenglish.tv

KELİME-337

INFINITY
(infiniti)
sonsuzluk

Today the more we learn through


science and technology, the farther
the limits of what we don’t know
spread out towards infinity.

Bugün bilim ve teknoloji vasıtasıyla


ne kadar çok öğreniyorsak,
bilmediklerimizin sınırları da o
kadar çok sonsuzluğa doğru
uzanmaktadır.

83
www.ydsenglish.tv

KELİME-338

RECEIVE
(rısiiv)
almak,teslim almak

In sunny days, plants receive far


more energy through
photosynthesis than they can use.

Güneşli günlerde bitkiler fotosentez


yoluyla harcayabileceklerinden çok
daha fazla enerji alırlar.

84
www.ydsenglish.tv

KELİME-339

FINANCIAL
(faynenşıl)
mali,finansal

Over the years, magazines like The


Economist have spread the idea
that financial growth means
“developmental’’ and that this
“development” is good for the
Third World.

Yıllar boyunca, The Economist gibi


dergiler mali büyümenin ‘kalkınma’
anlamına geldiğini ve bu
‘kalkınma’nın Üçüncü Dünya için
yararlı olduğu düşüncesini yaydılar.

85
www.ydsenglish.tv

KELİME-340

DISPUTE
(dispiut)
çekişme,anlaşmazlık

It is well known that regional


political disputes over scarce
natural resources may cause
troubles that go beyond the
boundaries of a single region.

Gayet iyi bilinmektedir ki kıt doğal


kaynaklara ilişkin bölgesel politik
anlaşmazlıklar tek bir bölgenin
sınırlarını aşan sorunlara yol
açabilir.

86
www.ydsenglish.tv

KELİME-341

DETERMİNED
(ditörmınd)
kararlı

Many people think that


multinationals are more powerful
than nation states and that they
are determined to destroy anything
that reduces their profits.

Birçok insan, çok uluslu


şirketlerin ulus devletlerinden daha
güçlü olduğunu ve bunların
kârlarını azaltan her şeyi yok
etmeye kararlı olduğunu
düşünüyor.

87
www.ydsenglish.tv

KELİME-342

INVEST
(invest)
yatırım yapmak

Most of the developing countries,


with rapidly growing populations in
Asia, Africa and Latin America, find
it difficult to invest enough in
education.

Asya, Afrika ve Latin Amerika’da


nüfusu hızla artan gelişmekte olan
ülkelerin çoğu, eğitime yeterli
yatırım yapmakta güçlük çekiyor.

88
www.ydsenglish.tv

KELİME-343

REPRESENT
(reprizent)
temsil etmek

The European Molecular Biology


Council, which represents the
member states of the European
Union, will co-ordinate advanced
research into genetics.

Avrupa Birliği’ne üye devletleri


temsil eden Avrupa Moleküler
Biyoloji Konseyi, genetik alanındaki
ileri araştırmaların eşgüdümünü
sağlayacaktır.

89
www.ydsenglish.tv

KELİME-344

ANNUAL
(enuyıl)
yıllık

According to a report published last


week, annual stipends for British
graduate students should be
increased by more than a third.

Geçen hafta yayımlanan bir rapora


göre, İngiliz lisansüstü
öğrencilerinin yıllık bursları üçte
birden daha fazla artırılmalıdır.

90
www.ydsenglish.tv

KELİME-345

PROBABLY
(pırobıbli)
muhtemelen,galiba

The disappearance of fish from


many lakes in Scandinavia has
probably been the result of
pollution caused by acid rain.

İskandinavya’da pek çok gölde


balıkların yok olması, muhtemelen,
asit yağmurundan kaynaklanan
kirliliğin bir sonucudur.

91
www.ydsenglish.tv

KELİME-346

DISTINCT
(distink)
ayrı,farklı,belirgin

The first European to recognize the


Pacific Ocean as distinct from the
Atlantic Ocean was the Spanish
explorer Vasco de Balboa.

Pasifik Okyanusu’nun Atlantik


Okyanusu’ndan ayrı olduğunu ilk
fark eden Avrupalı, İspanyol kaşifi
Vasco de Balboa idi

92
www.ydsenglish.tv

KELİME-347

ISSUE
(işiu)
mesele,konu

Villette, first published in 1863, is


Charlotte Bronte’s second novel to
deal with emotional issues.

İlk kez 1863’te yayınlanmış olan


Villette, Charlotte Bronte’nin
duygusal konuları ele alan ikinci
romanıdır.

93
www.ydsenglish.tv

KELİME-348

RELATIONSHIP
(rileyşınşip)
ilişki,alaka

Religion, among American-Indian


people, is not regarded as personal
relationship between the deity and
each individual, but rather as a
covenant between a particular
deity and a community.

Kızılderililer arasında din, bireyle


tanrı arasındaki kişisel bir ilişki
olarak değil, daha çok belirli bir
tanrıyla bir toplum arasındaki
sözleşme olarak görülür.

94
www.ydsenglish.tv

KELİME-349

DISASTER
(dizestır)
afet

According to these statistics, global


economic losses as a result of
natural disasters have doubled
every decade since the 1960s.

Bu istatistiklere göre, doğal


afetlerin sonucu olan küresel
ekonomik kayıplar, 1960’lardan
beri her on yılda bir ikiye
katlanmaktadır.

95
www.ydsenglish.tv

KELİME-350

EXPENDITURE
(ekspendiçıur)
gider,harcama

The priority for the new Belgian


government, which is a previously
untried coalition of Liberals,
Socialists and Greens, is to bring
public expenditure under control.

Liberaller, Sosyalistler ve Yeşiller’in


daha once denenmemiş bir
koalisyonu olan yeni Belçika
hükümetinin önceliği, kamu
harcamalarını denetim altına
almaktır.

96
www.ydsenglish.tv

KELİME-351

RELEASE
(rıliz)
yayımlamak,piyasaya sürmek

According to the new report


released by the European Union, in
the majority of the member
countries, the economy will grow
rather slowly but will become more
competitive and transparent.

Avrupa Birliği tarafından


yayımlanan yeni rapora göre, üye
ülkelerin çoğunda ekonomi oldukça
yavaş büyüyecek; ancak daha
rekabetçi ve saydam olacak.

97
www.ydsenglish.tv

KELİME-352

ANCIENT
(enşiınt)
antik,eski

It is apparent from historical


documents that artesian wells were
known in ancient Egypt and China
and that they have existed in the
Sahara since earliest times.

Artezyen kuyularının eski Mısır ve


Çin’de bilindiği ve Büyük Sahra’da
en eski çağlardan beri var olduğu,
tarihi belgelerden anlaşılmaktadır.

98
www.ydsenglish.tv

KELİME-353

COMPRISE
(kımprays)
içermek,kapsamak,oluşmak

The Spanish Armada sent against


England in 1588 by King Philip II of
Spain comprised 129 ships and
carried 19,000 soldiers and more
than 2,000 cannons.

İspanya Kralı II. Philip tarafından


1588’de İngiltere’ye karşı sevk
edilen İspanyol Armadası, 129
gemiden oluşuyor ve 2,000’den
fazla top ile 19,000 asker
taşıyordu.

99
www.ydsenglish.tv

KELİME-354

FUNCTION
(fankşın)
işlev,fonksiyon

The form which a building takes


depends upon the function for
which it is to be used, the
architect’s aesthetic sense and the
structural method adopted.

Bir binanın aldığı biçim, hangi işlev


için kullanılacağına, mimarın
estetik anlayışına ve benimsenen
yapı yöntemine bağlıdır.

100
www.ydsenglish.tv

KELİME-355

EXPANSION
(ekspenşın)
genişleme,yayılma,büyüme

As it was also pointed out by one of


the speakers this morning, the colonial
history of America is in part the story
of the expansion of Europe and of the
rivalries of European nations for
territorial gains.

Bu sabah konuşmacılardan biri


tarafından da belirtildiği gibi,
Amerika’nın koloni dönemi tarihi, bir
bakıma, Avrupa’nın yayılmasının ve
toprak kazanımı için Avrupa
devletlerinin rekabetinin bir
öyküsüdür.

101
www.ydsenglish.tv

KELİME-356

AVOID
(aevoyd)
kaçınmak,uzak durmak

Japan’s Prime Minister, Yoshiro


Mori, has warned Japanese
researchers to avoid a proposed
international project to clone
humans.

Japonya Başbakanı Yoshiro


Mori, insanları klonlamak için teklif
edilmiş olan uluslararası bir
projeden uzak durmaları
konusunda Japon araştırmacıları
uyarmıştır.

102
www.ydsenglish.tv

KELİME-357

RECOMMEND
(rekımend)
tavsiye etmek

In a report prepared by a bipartisan


committee, it is recommended that the
President should give his science
adviser more authority to set research
objectives and co-ordinate the
budgets of the 20 or so research
agencies.

İki partili bir kurul tarafından hazırlanan


raporda, Başkan’ın, araştırma hedeflerini
belirlemede ve 20 kadar araştırma
kuruluşunun bütçelerinin eşgüdümünü
sağlamada kendi bilim danışmanına daha
çok yetki vermesi tavsiye edilmektedir.

103
www.ydsenglish.tv

KELİME-358

ESSENTIAL
(essenşıl)
gerekli,esas

A balanced diet containing correct


amounts of the basic food substances
is essential, but there is no evidence
that when, or at what intervals, one
eats makes the slightest difference.

Temel gıda maddelerini doğru


oranlarda içeren dengeli bir beslenme
gereklidir, ancak yemeğin ne zaman
veya hangi aralıklarla yenmesi
gerektiği konusunda en ufak bir
farklılık oluşturduğunun kanıtı yoktur.

104
www.ydsenglish.tv

KELİME-359

COASTAL
(koustıl)
kıyı (ile ilgili),sahil

The Beni-Israel is a Jewish


community of some thousands,
known as the White Jews and
found chiefly in Bombay and the
coastal towns of South-West India.

Birkaç bin kişiden oluşan Beni-


İsrail Yahudi topluluğu, genellikle
Beyaz Yahudilerden oluşur ve
bunlar Güneybatı Hindistan’ın
Bombay ve öteki kıyı kentlerinde
toplanmıştır.

105
www.ydsenglish.tv

KELİME-360

MEDICAL
(medikıl)
medikal,tıp,tıbbi

The German poet Gottfried Benn,


who was born in Prussia, spent
most of his life in Berlin as a
medical specialist.

Prusya’da doğan Alman şair


Gottfried Benn, yaşamının büyük
bölümünü tıp uzmanı olarak
Berlin’de geçirmiştir.

106
www.ydsenglish.tv

KELİME-361

SHIFT
(şıift)
değiştirmek

As some columnists have also


pointed out, the year 2000 was a
year in which the world shifted its
balance.

Bazı köşe yazarlarının da


vurguladığı gibi, dünya dengesinin
en çok değiştiği yıl, 2000 yılıdır.

107
www.ydsenglish.tv

KELİME-362

ENOUGH
(inaf)
yeterli,yeter

Ten years ago, there was not


enough electricity available in the
region to support the extraordinary
growth we have experienced over
the last two years.

On yıl önce, bölgede son iki yılda


yaşadığımız olağanüstü büyümeyi
destekleyecek yeterli elektrik
mevcut değildi.

108
www.ydsenglish.tv

KELİME-363

CONDUCT
(kondakt)
yürütmek,sürdürmek

At the end of World War I the great


powers felt that international
relations should be conducted
solely on the basis of justice.

I. Dünya Savaşı sonunda, büyük


güçler uluslararası ilişkilerin
sadece adalet temeli üzerinde
sürdürülmesi gerektiğini
düşünüyorlardı.

109
www.ydsenglish.tv

KELİME-364

CO-OPERATE
(koopereyt)
işbirliği yapmak

Some psychologists are of the


opinion that self-interest is the
basic reason why humans tend to
co-operate.

Bazı psikologlar, insanların işbirliği


yapmaya eğilimli olmalarında temel
nedenin, kişisel çıkar olduğu
görüşündedirler.

110
www.ydsenglish.tv

KELİME-365

ACCELERATE
(ekselıreyt)
hızlandırmak,hızlanmak

Because of the thermal expansion


of ocean water and the accelerated
melting of glaciers, sea levels are
likely to rise by approximately half
a metre by the year 2100.

Okyanus sularının ısınarak


genişlemesi ve buzulların artan bir
hızla erimesi nedeniyle, 2100 yılına
kadar deniz seviyelerinin yaklaşık
yarım metre yükselmesi
muhtemeldir.

111
www.ydsenglish.tv

KELİME-366

JUSTIFY
(castifay)
haklı göstermek,meşrulaştırmak

Most of the wars in European


history have been justified on the
grounds that they helped to restore
the balance of power.

Avrupa tarihindeki savaşların çoğu,


güç dengesinin yeniden
kurulmasını sağladıkları
gerekçesiyle haklı gösterilmiştir.

112
www.ydsenglish.tv

KELİME-367

NOTABLE
(noitıbıl)
göze çarpan,dikkate değer,ünlü

David Ben-Gurion, the first prime


minister of the state of Israel, was
not only a notable orator and
prolific writer but also a serious
student of the Bible and
philosophy.

İsrail devletinin ilk başbakanı olan


David Ben-Gurion, sadece ünlü bir
hatip ve verimli bir yazar değil,
aynı zamanda ciddi bir İncil ve
felsefe araştırmacısıydı.

113
www.ydsenglish.tv

KELİME-368

BATTLE
(betıl)
savaş

In his recently published book


entitled The Price of Admiralty, the
historian John Keegan analyses
some extraordinary naval battles to
discover just why the winner won.

Yakın zamanda yayımlanan The


Price Of Admiralty adlı kitabında,
tarihçi John Keegan, sadece
kazananın niçin kazandığını ortaya
koymak için bazı olağanüstü deniz
savaşlarını irdelemektedir.

114
www.ydsenglish.tv

KELİME-369

ESPECIALLY
(espeşıli)
özellikle

According to a report on climate


change, within the next 25 years,
millions of people especially in
Africa, around the Mediterranean,
and in Central Asia, will be affected
by serious water shortages.

İklim değişikliği üzerine hazırlanan


bir rapora göre, önümüzdeki 25 yıl
içinde, özellikle Afrika, Akdeniz
çevresi ve Orta Asya’da milyonlarca
insan ciddi su kıtlığından
etkilenecek

115
www.ydsenglish.tv

KELİME-370

TENDENCY
(tendınsi)
eğilim,meyletme

Considered from the point of view


of social psychology, the spread of
culture among humans can be
related to the tendency in human
nature to imitate the majority and
the most successful individuals.

Sosyal psikoloji açısından


bakıldığında, kültürün insanlar
arasında yayılması, insan
doğasındaki, çoğunluğu ve en
başarılı kişileri taklit etme
eğilimiyle ilişkilendirilebilir.

116
www.ydsenglish.tv

KELİME-371

LEAD
(lıid)
yönlendirmek, yol açmak,sebep
olmak

Malthus claimed in essence that, if


a population increased faster than
the means of subsistence, this
would lead to lower living
standards.

Malthus, öz olarak, eğer nüfus


geçim imkanlarından daha hızlı
artarsa, bunun daha düşük bir
yaşam düzeyine yol açacağını iddia
ediyordu

117
www.ydsenglish.tv

KELİME-372

WEALTH
(velth)
zenginlik,varlık

When new routes to the East were


discovered in the sixteenth
century, the power and wealth of
Italian cities like Genoa and Venice,
which dominated Mediterranean
trade, began to decline.

On altıncı yüzyılda Doğuya yeni


yollar keşfedilince, Akdeniz
ticaretine hakim olan Cenova ve
Venedik gibi İtalyan şehirlerinin
gücü ve zenginliği azalmaya
başladı.

118
www.ydsenglish.tv

KELİME-373

LANDSCAPE
(lendsikeyp)
manzara

When we finally got to the edge of


the forest, we stood there for a
long while and looked at the
landscape that stretched out before
us.

Sonunda ormanın kenarına


ulaştığımızda, uzun süre orada
durduk ve önümüzde uzayıp giden
manzarayı seyrettik.

119
www.ydsenglish.tv

KELİME-374

TRAVEL
(tiıravıl)
yolculuk yapmak,seyahat etmek

In this short story, the writer


describes the feelings of a man
who wanted to travel through
every country in the world and
read every book, but who could not
achieve this impossible ambition.

Bu kısa öyküde yazar, dünyada her


ülkeye seyahat etmek ve her kitabı
okumak isteyen, ancak bu imkansız
ihtirası gerçekleştiremeyen bir
kişinin duygularını anlatmaktadır.

120
www.ydsenglish.tv

KELİME-375

IMPRESSIVE
(impresiv)
etkileyici,muazzam

Old Istanbul, enclosed within the


still impressive walls, largely
retains the air of an ancient city,
with clusters of picturesque old
houses, historical monuments and
the splendour of the Ottoman
period.
Muazzam surlarla çevrili eski
İstanbul, yer yer renkli eski evleri
ve tarihi anıtlarıyla Osmanlı
döneminin ihtişamını anımsatan
eski bir kent havasını büyük ölçüde
sürdürmektedir.

121
www.ydsenglish.tv

KELİME-376

EXPLICIT
(ekspilisıt)
aşikar,açık

Since the British Factories Act of 1961


does not give an explicit statutory
definition of the term “accident”, the
courts have defined “accident” as “any
unintended and unexpected
occurrence which produces hurt or
loss”.

1961 İngiliz Fabrikalar Yasası “kaza”


sözcüğünün açık bir mevzuat tanımını
vermediği için, mahkemeler, “kaza” yı,
“zarara veya kayba yol açan kasıtsız
ve beklenmedik bir olay” olarak
tanımlamışlardır.

122
www.ydsenglish.tv

KELİME-377

CHANGE INTO
(çeynç intu)
-e dönüşmek,dönüştürmek

One of the most important facts to


know about energy is that any form
of energy can be changed into any
other form.

Bir enerji türünün başka bir türe


dönüşebilmesi konusu, enerji
hakkında bilinmesi gereken en
önemli gerçektir.

123
www.ydsenglish.tv

KELİME-378

AGRICULTURAL
(egrikalçırıl)
tarımsal,zirai

In the article, it is pointed out that,


between World War l and World
War ll, Hungary exported up to
20% of its total annual agricultural
output.

Makalede, I. Dünya Savaşı ile II.


Dünya Savaşı arasında,
Macaristan’ın tarımsal ihracatının,
toplam yıllık üretiminin % 20’sini
aşmadığı iddia edilmektedir.

124
www.ydsenglish.tv

KELİME-379

CONTRIBUTE
(kınribuüt)
katkı yapmak, katkıda bulunmak

The enormous number of tablets,


discovered since 1906 at Boğazköy,
which is the site of the ancient
capital Hattuşaş, have contributed
greatly to a better understanding
of Hittite history.

1906’dan beri, eski başkent


Hattuşaş’ın yerindeki Boğazköy’de,
Hitit tarihini daha iyi
anlayabilmemize çok büyük katkı
sağlayan çok sayıda tablet
bulunmuştur.

125
www.ydsenglish.tv

KELİME-380

WIDE
(vayd)
geniş,bol

The word “intelligence”, when used in


its military sense, has a wide
application and covers the collection
of all information likely to be required
by the government of a country in
time of war.

Bir ülkenin hükümetince savaş


esnasında gereksinim duyulabilecek
her türlü bilginin toplanması, askeri
anlamda kullanıldığında geniş bir
uygulama alanına sahip olan
“istihbarat” sözcüğüyle ifade edilir.

126
www.ydsenglish.tv

KELİME-381

MAJOR
(meycır)
büyük,asıl

In 1719, Daniel Defoe, who is


regarded by most people as being the
first major English novelist, published
Robinson Crusoe which is based upon
the actual adventures of the famous
mariner Alexander Selkirk.

Birçok kişinin ilk büyük İngiliz


romancısı olarak kabul ettiği Daniel
Defoe, ünlü denizci Alexander
Selkirk’ün gerçek maceralarına
dayandırdığı Robinson Crusoe
romanını 1719 yılında yayımlamıştır.

127
www.ydsenglish.tv

KELİME-382

EVENTUALLY
(ivençuli)
eninde sonunda,sonuçta

Taxes imposed by governments on


goods and services are called
“indirect taxes” because they are
in some form eventually paid by
consumers

“Dolaylı vergiler”, hükümetler


tarafından mal ve hizmetlere
konulan vergilere denir, çünkü
sonuçta bunları tüketiciler ödemek
zorundadır.

128
www.ydsenglish.tv

KELİME-383

SUBJECT
(sabcekt)
maruz bırakmak,uğratmak

The present surfaces of the Moon,


Mars and Mercury clearly show
that, like other planets, these have
also been subjected, since their
formation, to bombardment by
meteorites.

Diğer gezegenler gibi, Ay’ın,


Mars’ın ve Merkür’ün de
oluşumlarından sonra meteor
bombardımanına uğradığı,
yüzeylerinin bugünkü durumundan
açıkça görülmektedir.

129
www.ydsenglish.tv

KELİME-384

DEFICIENCY
(dıfişınsi)
yoksunluk,eksiklik

According to a report released by


the World Health Organisation,
vitamin A deficiency is one of the
major nutrition problems in less-
developed countries

Dünya Sağlık Örgütü tarafından


yayımlanan bir rapora göre, az
gelişmiş ülkelerdeki en önemli
beslenme sorunu A vitamini
eksikliğidir.

130
www.ydsenglish.tv

KELİME-385

OTHER
(adır)
başka.öbür,diğer

Meat, milk, cheese, eggs and many


other foods, which contain fat and
cholesterol, also contain high –
quality protein as well as all the
necessary vitamins.

Yağ ve kolesterol içeren et, süt,


peynir yumurta ve diğer birçok
gıdalar, aynı zamanda yüksek
nitelikli proteinleri ve gerekli
vitaminleri de içerir.

131
www.ydsenglish.tv

KELİME-386

REMARKABLE
(rimarkıbıl)
dikkate değer

One of the most remarkable


aspects in the growth process of a
living being is that each part of the
organism continues to function as
it grows.

Bir canlının büyüme sürecinde en


dikkate değer yönlerden biri,
organizmanın her bir parçasının,
büyürken, bir yandan da işlevini
sürdürmesidir.

132
www.ydsenglish.tv

KELİME-387

INNOVATION
(inoveyşın)
yenilik

The “pointed arch”, which was


invented at the beginning of the
twelfth century and has been
recognised in architecture as an
important technical innovation, was
used in the Middle Ages primarily in
the construction of cathedrals.

On ikinci yüzyılın başlarında bulunan


ve mimaride önemli bir teknik yenilik
olarak kabul edilen “sivri kemer”,
Ortaçağ’da öncelikle katedrallerin
yapımında kullanılmıştır.

133
www.ydsenglish.tv

KELİME-388

CREATIVE
(kıreytiv)
yaratıcı

The other creative activities of the


human mind are in many respects
actually not very different from the
scientific one.

İnsan aklının diğer yaratıcı


etkinlikleri, aslında, pek çok
bakımdan bilimsel olanlardan çok
farklı değil.

134
www.ydsenglish.tv

KELİME-389

NEGOTIATE
(negoaşıeyt)
müzakarede bulunmak,arabuluculuk
yapmak

Dag Hummarskjöld, the Swedish


statesman who had been Secretary
– General of the United Nations
since 1953, died in a plane crash in
Africa in 1961 while negotiating for
peace there.

1953’ten beri Birleşmiş Milletler Genel


Sekreteri seçilmiş olan İsveçli devlet
adamı Dag Hammarskjöld, 1961’de
Afrika’da barış için arabuluculuk
yaptığı sırada bir uçak kazasında öldü.

135
www.ydsenglish.tv

KELİME-390

GLANCE
(gılaens)
göz atmak

On entering a library and glancing


at the books on the shelves, we
cannot help being bewildered by
their number and variety.

Bir kütüphaneye girip raflardaki


kitaplara göz attığımızda bunların
sayısı ve çeşitliliği karşısında
şaşırmadan edemeyiz.

136
www.ydsenglish.tv

KELİME-391

EXPERIENCE
(expiryıns)
deneyim,tecrübe

A novel, a short story, a play or a


poem are means by which we can
come to a better understanding of
others experiences in addition to
our own.

Bir roman, bir kısa öykü, bir oyun


veya bir şiir okurken, sadece
başkalarının deneyimlerini
tanımakla kalmıyoruz, aynı
zamanda kendi deneyimlerimizi
daha iyi anlıyoruz.

137
www.ydsenglish.tv

KELİME-392

ROUGHLY
(rafli)
yaklaşık olarak,tahminen

Through the 1980s, all the less –


developed countries suddenly
increased their export of
manufactured goods from roughly
15 Per cent of their total exports to
nearly 50 Per cent.

1980’lerde, tüm az gelişmiş


ülkelerin toplam ihracatındaki
mamül eşya oranı, birdenbire
yaklaşık yüzde 15’lerden yüzde
50’lere yükselmiştir.

138
www.ydsenglish.tv

KELİME-393

SELF-INTEREST
(self-intrest)
çıkar

The self-interest of consumer and


producer countries alike resulted in
the break – down of the
International Coffee Agreement, in
1989.

Üretici ve tüketici ülkelerin


çıkarları benzer şekilde 1989’da
Uluslararası Kahve
Antlaşması’nın çöküşüyle
sonuçlanmıştır

139
www.ydsenglish.tv

KELİME-394

IMPROVEMENT
(impruvmınt)
iyileşme,gelişim

After the war, the World Bank


made an impressive contribution to
improvements in the infrastructure
of developing countries by
encouraging investments in power,
irrigation and transport.
Savaş sonrası dönemde Dünya
Bankası, enerji, sulama ve ulaşım
yatırımları teşviklendirerek
kalkınmakta olan ülkelerin
altyapılarının iyileşmesine büyük
katkı sağlamıştır.

140
www.ydsenglish.tv

KELİME-395

SPREAD
(sipreed)
yayılmak,saçmak

Biological warfare is the use for


destructive purposes of bacteria,
viruses, fungi, or other biological
agents in order to spread disease or
death among the enemy’s people or
livestock.

Biyolojik savaş, düşmanın halkına


veya hayvanlarına hastalık veya ölüm
saçmak için bakterilerin, virüslerin,
mantarların veya başka biyolojik
ajanların tahripkar amaçlarla
kullanılmasıdır.

141
www.ydsenglish.tv

KELİME-396

PARTICULARLY
(pitikılırli)
özellikle

Alsace is one of the most densely


populated regions of France, the
rural population being particularly
high in the Rhine plain.

Alsas, Ren Ovası’nda özellikle


yüksek olan kırsal nüfusla,
Fransa’nın en yoğun nüfuslu
bölgelerinden biridir.

142
www.ydsenglish.tv

KELİME-397

DESTRUCTION
(distrakşın)
yıkım,yok etme

According to some historians, the


destruction in about 1750 B.C. of the
Assyrian merchant-colony at Kanes
near Kayseri, probably marks the
arrival of the Hittites in that area.

Bazı tarihçilere göre, M.Ö. 1750


civarında, Kayseri yakınındaki
Kaneş’te Asur ticaret kolonisinin yok
edilmesi, muhtemelen, Hititlerin o
bölgeye gelişlerine işaret etmektedir.

143
www.ydsenglish.tv

KELİME-398

ESTABLISHMENT
(establışmınt)
kurulum,kurulma

In Egypt today, nearly all the Nile


water is utilized through the
building of huge dams and
reservoirs and the establishment of
intricate systems of irrigation.

Bugün Mısır’da muazzam barajların


ve göletlerin yapılması ve karmaşık
sulama sistemlerinin kurulmasıyla
Nil’in neredeyse tüm suyundan
yararlanılmaktadır

144
www.ydsenglish.tv

KELİME-398

CONVENTIONAL
(kınvenşınıl)
geleneksel

In some countries, where the


terrain is not suitable for the use of
conventional equipment, aircraft
are used to spread fertilizers.

Geleneksel donanımın kullanımı


için arazinin elverişli olmadığı bazı
ülkelerde, gübre atmak için uçaklar
kullanılır.

145
www.ydsenglish.tv

KELİME-399

STRENGHT
(sitrengh)
güç,kuvvet,daynıklılık

Galileo laid the foundations of


modern physics with his
mathematical studies on motion
and the strength of materials.

Galileo, hareket ve maddelerin


dayanıklılığına ilişkin matematiksel
çalışmalarıyla modern fiziğin
temellerini atmıştır.

146
www.ydsenglish.tv

KELİME-400

ASPECT
(aespekt)
taraf,yön

During the 4th century B.C.,


Aristotle studied almost every
aspect of science and summed up
each as best he could.

M.Ö. 4. yüzyılda, Aristoteles,


bilimin hemen hemen her yönünü
araştırmış ve her birini elinden
geldiğince özetlemiştir.

147
www.ydsenglish.tv

KELİME-401

MINORITY
(maynorıti)
azınlık,azlık

The communists turned social


democrats have triumphed in Poland’s
recent general election, but the
populists and the extreme right have
become a surprisingly large minority.

Sosyal demokratlara dönüşmüş


komünistler, Polonya’nın son genel
seçiminde zafer kazandılar, ancak
halkçılar ve aşırı sağ şaşırtıcı bir
şekilde büyük bir azınlık haline
geldiler.

148
www.ydsenglish.tv

KELİME-402

GOVERN
(gavırn)
yönetmek

Charles de Gaulle once said of


France, “How can you govern a
country which has 246 varieties of
cheese?”

Bir tarihte Charies de Gaulle,


Fransa hakkında “246 çeşit peyniri
olan bir ülkeyi nasıl
yönetebilirsiniz?” demişti.

149
www.ydsenglish.tv

KELİME-403

DENY
(dinay)
reddetmek,kaçınmak

Whenever governments use


globalization to deny responsibility,
democracy suffers another blow and
prospects for growth in the developing
countries are set back a little further.

Ne zaman ki hükümetler
sorumluluktan kaçınmak için
küreselleşmeyi kullanır, demokrasi bir
darbe daha alır ve kalkınmakta olan
ülkelerdeki büyüme ümitleri biraz
daha geriye atılır.

150
www.ydsenglish.tv

KELİME-404

APPROVE
(aprıuuv)
onaylamak,kabul etmek

In our country, any international


treaty that is approved by
Parliament, acquires the status of a
law.

Ülkemizde parlamento tarafından


onaylanmış olan herhangi bir
uluslararası antlaşma, yasa statüsü
kazanır.

151
www.ydsenglish.tv

KELİME-405

COMMUNICATE
(ko’münikeyt)
haberleşmek,iletmek

Advertisers use music to


communicate meanings that cannot
be effectively put into words.

Reklamcılar, müziği, sözcüklerle


etkili bir şekilde ifade edilemeyecek
anlamları iletmek için kullanır.

152
www.ydsenglish.tv

KELİME-406

INADEQUATE
(inedıkuıt)
yetersiz,eksiklik

This report emphasizes the fact


that as a result of inadequate
medical care, many children in
developing countries die before
they reach even one year old.

Bu rapor, tıbbi bakım eksikliği


sonucunda, gelişmekte olan
ülkelerde birçok çocuğun bir yaşına
bile gelmeden öldüğü gerçeğini
vurguluyor.

153
www.ydsenglish.tv

KELİME-407

MEASURE
(mejı(r))
önlem

By the term New Deal is meant the


measures taken by President
Roosevelt in the United States of
America in 1933 to overcome the great
economic crisis which broke out at the
end of 1929.

New Deal sözüyle 1929’un sonunda


patlak veren büyük ekonomik bunalımı
aşmak için 1933’te Amerika Birleşik
Devletleri’nde Başkan Roosevelt’in
aldığı önlemler ifade edilmektedir.

154
www.ydsenglish.tv

KELİME-408

CLAIM
(kıleym)
iddia etmek

Many economists claim that, as


capitalism develops in the
countries that are in the process of
industrialization, small businesses
will eventually disappear.

Pek çok iktisatçı, sanayileşme


sürecinde olan ülkelerde kapitalizm
geliştikçe, küçük işletmelerin
sonunda yok olacağını iddia
etmektedir.

155
www.ydsenglish.tv

KELİME-409

GOAL
(gool)
hedef,gaye

Analysis of data is the first step in


directing events towards a chosen
goal.

Verilerin irdelenmesi, olayları,


seçilmiş olan bir hedefe doğru
yönlendirmede ilk adımdır.

156
www.ydsenglish.tv

KELİME-410

LABOUR
(leybır)
işçi,işgücü

The term “proletariat” was


originally used to refer to the poor
labouring classes of ancient Rome.

Başlangıçta, “proletarya” terimi,


eski Roma’nın yoksul işçi sınıflarına
atıfta bulunmak için kullanılıyordu.

157
www.ydsenglish.tv

KELİME-411

LEGITIMATE
(lecıtımıit)
meşru

A child is “legitimate” if its parents


are married when it is born.

Bir çocuk, doğduğu zaman


annesiyle babası evliyse
“meşru”dur.

158
www.ydsenglish.tv

KELİME-412

LEADERSHIP
(lidırşip)
liderlik

Before World War II, Winston


Churchill didn’t strike one as
having any remarkable leadership
qualities.

II. Dünya Savaşı’ndan önce


Winston Churchill göze çarpan
liderlik özelliklerine sahip biri
olarak görünmüyordu.

159
www.ydsenglish.tv

KELİME-412

IMPLY
(implay)
ima etmek,anlamına gelmek

The expansion of the universe


implies that all the galaxies have
rapidly been receding from each
other.

Evrenin genişlemesi, tüm


galaksilerin birbirinden hızla
uzaklaştığı anlamına gelmektedir.

160
www.ydsenglish.tv

KELİME-413

TURNING POINT
(törning point)
dönüm noktası

The past few years, in which many


nations have moved towards
democracy and a market economy
may be considered an important
turning point in world history.

Pek çok ulusun demokrasiye ve


Pazar ekonomisine yöneldiği son
birkaç yıl, dünya tarihinde önemli
bir dönüm noktası olarak
düşünülebilir.

161
www.ydsenglish.tv

KELİME-414

PRICE
(pırays)
fiyat,ücret

Journal prices have risen 400


percent in twenty years while the
price of books has increased only
40 percent in five.

Kitap fiyatları beş yılda sadece


yüzde kırk artarken, dergi fiyatları
yirmi yılda yüzde 400 artmıştır.

162
www.ydsenglish.tv

KELİME-415

NEIGHBORHOOD
(neybırhuud)
bölge,yöre,mahalle

If Russia is to reform and


eventually prosper, it will need a
secure and stable neighborhood,
and new investments.

Eğer Rusya reform yapacak ve


sonuçta müreffeh olacaksa, güvenli
ve istikrarlı bir bölgeye ve yeni
yatırımlara ihtiyaç duyacaktır.

163
www.ydsenglish.tv

KELİME-416

BARBARIC
(barberik)
vahşi,barbar

The civil war in Sierra Leone was


so barbaric, and the injuries it left
so grave that a swift return to
normality is out of the question.

Sierra Leone’deki iç savaş o kadar


vahşiydi ki ve bıraktığı hasarlar o
kadar ağır olmuştur ki normal
düzene hızlı bir dönüş imkansızdır

164
www.ydsenglish.tv

KELİME-417

HAVEN
(heyvın)
sığınak,barınak

When states collapse, they not only


become havens for terrorists and
drug smugglers but also prompt
multitudes of refugees to head for
richer countries.

Devletler çökünce, sadece


teröristlere ve uyuşturucu
kaçakçılarına sığınak olmaz, aynı
zamanda mülteci yığınlarının
zengin ülkelere yönelmesini teşvik
ederler.

165
www.ydsenglish.tv

KELİME-418

ZONE
(zuon)
bölge,kuşak

The brightest development in


Kuwait is the creation of a free
zone, a practice that is common in
the Gulf, especially in Dubai.

Kuveyt’teki en parlak gelişme,


Körfez’de, özellikle Dubai’de yaygın
bir uygulama olan serbest bölgenin
yaratılmasıdır.

166
www.ydsenglish.tv

KELİME-419

CURRENCY
(körınsi)
para birimi,döviz

A common language can be far


more useful than a common
currency to integrate different
economies, as is the case between
the US and Canada.

Amerika Birleşik Devletleri ile


Kanada arasında olduğu gibi, farklı
ekonomileri bütünleştirmede ortak
bir dil, ortak para biriminden çok
daha yararlıdır.

167
www.ydsenglish.tv

KELİME-420

FUNDAMENTALLY
(fandımentıli)
esasen,aslında,özünde

The type of bridge needed for cars


and trucks is fundamentally
different from that needed for
railways.

Otomobiller ve kamyonlar için


gerekli olan köprü türü,
demiryolları için gerekli olandan
esas itibariyle farklıdır.

168
www.ydsenglish.tv

KELİME-421

EARNING
(örning)
gelir,kazanç

Under a new resolution passed by


the Security Council, Iraq will once
more have to place all its oil
earnings under UN control.

Güvenlik Konseyi’nce kabul edilen


yeni bir karar gereğince, Irak, yine,
tüm petrol gelirlerini BM
denetimine bırakmak zorunda
kalacaktır.

169
www.ydsenglish.tv

KELİME-422

EXERT
(egzört)
ortaya koymak,yapmak

The great works of Latin literature


have exerted a potent influence on
European thought and literary taste
through the centuries and still form
an important element in our
common culture.

Latin edebiyatının büyük eserleri,


yüzyıllar boyunca, Avrupa
düşüncesi ve edebi zevki üzerinde
güçlü bir etki yapmıştır ve hâlâ
ortak kültürümüzün önemli bir
öğesini oluşturmaktadır.

170
www.ydsenglish.tv

KELİME-423

MILITARY
(militari)
askeri,ordu

The budget President Bush


submitted to Congress included the
biggest rise in military spending
since 1982.

Başkan Bush’un Kongre’ye sunmuş


olduğu bütçe, 1982’den bu yana
askeri harcamalarda en yüksek
artışı içeriyordu.

171
www.ydsenglish.tv

KELİME-424

OUTERMOST
(autımost)
en uzak

Pluto, which is the outermost


planet of the solar system, has a
mass ten times smaller than
hitherto supposed.

Güneş sisteminin en uzak gezegeni


olan Plüton, bugüne kadar
sanıldığından on kat daha az bir
kütleye sahiptir.

172
www.ydsenglish.tv

KELİME-425

PARTNERSHIP
(partnışip)
ortaklık

At the 1994 Brussels NATO summit a


“partnership for peace” programme was
formally launched, enabling the old
Warsaw Pact members and former Soviet
republics to take part in a wide range of
military cooperation with NATO.

1994 Brüksel NATO zirvesinde, eski


Varşova Paktı üyelerine ve önceki Sovyet
cumhuriyetlerine NATO ile geniş kapsamlı
bir askeri işbirliğine katılmalarını sağlayan
“barış için ortaklık” programı resmen
yürürlüğe kondu.

173
www.ydsenglish.tv

KELİME-426

ISSUE
(işuu)
konu,mesele

One of the issues covered by the


Maastricht Treaty, which took
effect on 1 November 1993, is the
European Union’s decision-making
process.

1 Kasım 1993’te yürürlüğe giren


Maastricht Antlaşması’nda
kapsanan konulardan biri, Avrupa
Birliği’nin karar alma sürecidir.

174
www.ydsenglish.tv

KELİME-426

TRY
(tıray)
1.denemek, 2.yargılamak

At a UN conference held in Rome in


July 1998, an agreement was reached
to set up a permanent International
criminal court to try individuals
accused of war crimes and crimes
against humanity.

Temmuz 1998’de Roma’da


yapılan bir BM konferansında, savaş
suçları ve insanlığa karşı suçlarla
itham edilen kişileri yargılamak
amacıyla bir uluslararası daimi ceza
mahkemesinin kurulması için
anlaşmaya varıldı.

175
www.ydsenglish.tv

KELİME-427

DISRUPTION
(disrapşın)
tıkanma,aksama,bozulma

The European Monetary System


was established in 1979 in the
wake of the 1974 oil crisis, which
brought growing disruption to
European economies because of
floating exchange rates.

Avrupa Para Sistemi, dalgalı


döviz kurları nedeniyle Avrupa
ekonomilerinde giderek artan bir
tıkanmaya yol açan 1974 petrol
bunalımının arkasından, 1979’da
kurulmuştur.

176
www.ydsenglish.tv

KELİME-428

DESIGN
(dizayn)
tasarlamak,düzenlemek

“Project Skylab” was designed to


demonstrate that men can live and
work in space for prolonged
periods without its effects.

“Skylab Projesi”, insanların


kötü sonuçlarla karşılaşmadan
uzayda uzun süre
yaşayabileceklerini ve
çalışabileceklerini göstermek için
tasarlanmıştır.

177
www.ydsenglish.tv

KELİME-429

SOLAR POWER
(solır pavır)
güneş enerjisi

Americans use a variety of energy


sources, from natural gas to solar
power, to heat their homes.

Amerikalılar, evlerini ısıtmak


için doğalgazdan güneş enerjisine
kadar çeşitli enerji kaynakları
kullanmaktadırlar.

178
www.ydsenglish.tv

KELİME-430

ABOLISH
(eboliş)
yürürlükten kaldırmak,feshetmek

As soon as the government had


abolished entrance charges, many
more people started to visit the
museums and art galleries.

Hükümet giriş ücretlerini kaldırır


kaldırmaz, çok daha fazla kişi
müzeleri ve sanat galerilerini
ziyaret etmeye başladı.

179
www.ydsenglish.tv

KELİME-431

AS REGARDS
(es rigards)
hakkında,konusunda

The question everyone wants


answered as regards the explosion
of the space shuttle Columbia and
the deaths of its astronauts is very
simple: why?

Uzay mekiği Columbia’nın


patlaması ve astronotlarının ölümü
konusunda herkesin
cevaplanmasını istediği soru çok
basit: neden?

180
www.ydsenglish.tv

KELİME-432

PARTITION
(partişın)
bölünme,bölme,ayırma

Upon the United Nations’ approval


of the partition of Palestine into
Jewish and Arab territories, the
stale of Israel was proclaimed on
14 May 1948.

Birleşmiş Milletlerin, Filistin’in


Yahudi ve Arap bölgelerine
bölünmesini onaylaması üzerine,
14 Mayıs 1948’de İsrail devleti ilan
edildi.

181
www.ydsenglish.tv

KELİME-433

LAUGH
(laaf)
gülmek,kahkaha atmak

Crying, as opposed to laughing


which is uniquely human, is a
characteristic that humans share
with many other animals.

Ağlama, yalnızca insana özgü olan


gülmenin tersine, insanın başka
birçok hayvanla paylaştığı bir
özelliktir.

182
www.ydsenglish.tv

KELİME-434

EAGERNESS
(igırnıs)
istek,heves,şevk

Since September 11th, 2001,


America’s eagerness to project its
power unilaterally, has affected the
foreign policy of most countries in
the world.

11 Eylül 2001’den beri


Amerika’nın tek taraflı olarak
gücünü ortaya koyma isteği,
dünyadaki çoğu ülkenin dış
politikasını etkilemektedir.

183
www.ydsenglish.tv

KELİME-435

LINK
(lıink)
bağlamak,eklemek

High-speed trains, known in Spain


as the AVE, have linked Madrid
southward to Seville since 1992.

İspanya’da AVE olarak bilinen hızlı


trenler, 1992’den beri Madrid’i
güney yönünde Sevilla’ya
bağlamaktadır.

184
www.ydsenglish.tv

KELİME-436

ABUSE
(eabyuuz)
suistimal,kötüye kullanma(k)

Amnesty International says that


Iraqis have made many - so far
mostly unsubstantiated – charges
of abuse against both British and
American soldiers.

Uluslararası Af Örgütü, Iraklıların,


hem İngiliz hem de Amerikan
askerlerine karşı bugüne kadar
çoğu kanıtlanmamış pek çok
suistimal suçlamasında
bulunduklarını söylemektedir.

185
www.ydsenglish.tv

KELİME-437

ELECTION
(ilekşın)
seçim,tercih

Nobody in Britain not even the


Conservatives themselves thinks
that the Conservatives can win the
next election.

İngiltere’de hiç kimse, hatta


Muhafazakarların kendileri bile,
Muhafazakarların gelecek seçimi
kazanabileceklerini sanmıyor.

186
www.ydsenglish.tv

KELİME-438

RANK
(renk)
sıraya koymak,yer almak

Once inside the EU, Poland will


rank immediately below Britain,
France, Germany and Italy in
voting power.

Polonya, AB içinde olunca, oylama


erkinde, İngiltere, Fransa, Almanya
ve İtalya’nın hemen altında yer
alacak.

187
www.ydsenglish.tv

KELİME-439

UNROOT
(anruutıt)
kökünden sökülmüş

Over six million trees were


unrooted when Tanzania’s Ol
Doinyo Lengai volcano erupted in
1960.

1960’ta Tanzanya’nın Ol Doinyo


Lengai yanardağı patladığında, altı
milyonun üzerinde ağaç
köklerinden söküldü.

188
www.ydsenglish.tv

KELİME-440

PUT FORWARD
(put forvıd)
ortaya koymak,öne sürmek

The plans for economic reform put


forward by Germany’s chancellor,
Gerhard Schröder, were
unanimously endorsed at the Social
Democratic Party’s congress.

Almanya’nın başbakanı Gerhard


Schröder tarafından ortaya konan
ekonomik reform planları, Sosyal
Demokrat Parti’nin kongresinde
oybirliği ile onaylandı.

189
www.ydsenglish.tv

KELİME-441

JOIN
(cooin)
katılmak,dahil olmak

By the end of this year, all ten


countries waiting to join the EU
next year, will have voted on the
accession treaty which they signed
in April.

Gelecek yıl AB’ye katılmayı


bekleyen on ülkenin hepsi, bu yıl
sonuna kadar, Nisan’da imzalamış
oldukları katılım antlaşmasını
oylamış olacaklardır.

190
www.ydsenglish.tv

KELİME-442

ARTIFACT
(artifekt)
eşya,yapı,eser

It is easy to imagine how the


Titanic really looked once one has
seen its artifacts exhibited at the
Science Museum.

Titanik’in gerçekte nasıl


göründüğünü hayal etmek, Bilim
Müzesi’nde sergilenen eşyalarını
gördükten sonra kolay oluyor.

191
www.ydsenglish.tv

KELİME-443

PRETTY
(piriti,piredi)
çok,oldukça

In many ways, the London of 1753


was pretty similar to the way it is
today; huge and noisy and
overcrowded.

Birçok bakımdan, 1753’ün


Londra’sı, bugün olduğu duruma
oldukça benziyordu; büyük,
gürültülü ve fazla kalabalık.

192
www.ydsenglish.tv

KELİME-444

BATTLE
(bedıl)
savaş

The Battle of Midway, which took


place in 1942 and lasted from June
3rd to June 6th, has been regarded
by historians as a turning point in
World War II.

1942’de gerçekleşen ve 3
Haziran’dan 6 Haziran’a kadar
süren Midway Savaşı, tarihçiler
tarafından 2. Dünya Savaşı’nın bir
dönüm noktası olarak görülmüştür.

193
www.ydsenglish.tv

KELİME-445

PROBABLY
(pırabıpli)
muhtemelen,galiba

After ten million years, the world


as we know it today will probably
be completely unrecognizable as a
result of some continents drifting
away from each other.

Bugün bildiğimiz dünya, bazı


kıtaların birbirinden uzaklaşması
sonucu on milyon yıl sonra,
muhtemelen tamamen tanınmaz
olacaktır.

194
www.ydsenglish.tv

KELİME-446

ILL
(iıl)
olumsuz,aksi,ters

“Project Skylab” was designed by


NASA to demonstrate that people
can live and work in space for
prolonged periods without any ill
effect at all.

“Uzay Laboratuvarı Projesi”,


insanların uzayda hiçbir olumsuz
etki olmadan uzun süre
yaşayabileceğini ve çalışabileceğini
göstermek için NASA tarafından
tasarlanmıştır.

195
www.ydsenglish.tv

KELİME-447

PERSONAL
(pörsınıl)
kişisel,şahsi,özel

In a televised speech President


Bush told the American people that
the war against terrorism would be
a long struggle requiring high costs
and personal sacrifice.

Başkan Bush, bir televizyon


konuşmasında Amerikan halkına,
terörizme karşı savaşın yüksek
maliyetler ve kişisel özveri
gerektiren uzun bir mücadele
olacağını söyledi.

196
www.ydsenglish.tv

KELİME-448

BORDER
(bordır)
sınır,hudut,kenar

Oman’s border dispute with Yemen


came to an end upon the signing of
an agreement in October 1992
between the two countries.

Umman’ın Yemen’le olan sınır


anlaşmazlığı, iki ülke arasında Ekim
1992’de antlaşma imzalanması
üzerine sona erdi.

197
www.ydsenglish.tv

KELİME-449

DUTY
(düuti)
görev

Most people in the world today


recognize that it is the duty of a
government to develop a policy
with regard to the conservation of
the environment.

Bugün dünyada pek çok insan,


çevrenin korunmasına yönelik bir
politika geliştirmenin, hükümetin
görevi olduğunu kabul etmektedir.

198
www.ydsenglish.tv

KELİME-450

EMIRATE
(emirıt)
emirlik

Abu Dhabi may be the largest and


wealthiest of the seven emirates
that constitute the United Arab
Emirates, but it is Dubai that has
come to the fore.

Abu Dabi, Birleşik Arap


Emirlikleri’ni oluşturan yedi
emirliğin en büyüğü ve en zengini
olabilir, ancak öne çıkmış olan
Dubai’dir.

199
www.ydsenglish.tv

KELİME-451

SUITABLE
(süitıbıl)
uygun,elverişli

In some parts of the world, many


believe that politics is not a
suitable job for women, but
eventually such opposition seems
likely to disappear.

Dünyanın bazı bölgelerinde pek çok


kişi siyasetin kadınlar için uygun
bir uğraş olmadığına inanmaktadır;
ancak bu tür muhalefet zamanla
ortadan kalkacak gibi
görünmektedir.

200
www.ydsenglish.tv

KELİME-452

ESTABLISH
(establiş)
kurmak,yerleştirmek

The strategic importance of Malta


was first recognized by the
Phoenicians, who occupied it and
established a trade colony there.

Malta’nın stratejik önemi, ilk


kez, orayı işgal eden ve orada bir
ticaret kolonisi kuran Fenikelilerce
anlaşılmıştır.

201
www.ydsenglish.tv

KELİME-453

SOIL
(soyiıl)
toprak

Analysis of the reddish surface soil


of Mars points to the presence of
oxidized iron, indicating that the
planet’s surface is rusting.
Mars’ın kızılımsı yüzey
toprağının analizi, gezegenin
yüzeyinin paslanmakta olduğunu
gösteren oksitlenmiş demirin
varlığına işaret etmektedir.

202
www.ydsenglish.tv

KELİME-454

PERMISSION
(pörmişın)
izin,ruhsat,müsade

Iraq is making efforts to rebuild its


shattered financial system by
granting three foreign banks
permission to operate in the
country.
Irak, ülkede faaliyet
göstermeleri için üç yabancı
bankaya izin vererek, paramparça
olmuş mali sistemini yeniden
kurmaya çaba gösteriyor.

203
www.ydsenglish.tv

KELİME-455

MIGRATE
(maygıret,maygrit)
göç etmek

The Celts, who were later called


"Gauls" by the Romans, migrated
from the Rhine valley into the
region that is now France.

Daha sonra Romalılar tarafından


"Galyalılar" olarak adlandırılan
Keltler, bugün Fransa olan bölgeye,
Ren vadisinden göç etmişlerdir.

204
www.ydsenglish.tv

KELİME-456

OPPOSITION
(opozişın)
muhalefet,aykırılık

The German government and the


opposition are expected to agree
on a new law to make it easier for
qualified foreigners to settle in
Germany.

Alman hükümeti ile muhalefetin,


nitelikli yabancıların Almanya'ya
yerleşmelerini kolaylaştırmak için
yeni bir yasa üzerinde anlaşmaya
varmaları bekleniyor.

205
www.ydsenglish.tv

KELİME-457

RESISTANCE
(rezistıns)
direniş,karşı çıkma

When the Mongol invasion started,


the Uygurs, realizing that
resistance was futile, submitted
willingly to Gengis Khan.

Moğol istilası başlayınca direnişin


boşuna olduğunu anlayan Uygurlar,
Cengiz Han'a isteyerek teslim
oldular.

206
www.ydsenglish.tv

KELİME-458

TROOP
(tıruu)
asker,birlik,topluluk

According to the UN observers in


the region, Rwandan troops have
re-entered Congo in violation of the
peace treaty signed between the
two countries last year.

Bölgedeki BM gözlemcilerine göre,


Ruanda askerleri, geçen yıl iki ülke
arasında imzalanan barış
antlaşmasına aykırı olarak, yeniden
Kongo'ya girmiştir.

207
www.ydsenglish.tv

KELİME-459

INTERVIEW
(intirviıv)
mülakat,görüşme

Nicholas Gane's newly-published


book The Future of Social Theory
brings together a series of
interviews held with the world's
leading social theorists.

Nicholas Gane'in yeni yayımlanan


kitabı Toplum Kuramının Geleceği,
dünyanın önde gelen toplum
kuramcıları ile yapılan bir dizi
mülakatı biraraya getirmektedir.

208
www.ydsenglish.tv

KELİME-460

FORCE
(fors)
zorlamak

The entrance, on 1 May 2004, of


ten new countries to the European
Union symbolizes the coming-
together of a continent forced
apart by the Iron Curtain.

1 Mayıs 2004'te on yeni ülkenin


Avrupa Birliği'ne girişi, Demir
Perde ile zorla bölünmüş bir kıtanın
bir araya gelişini simgelemektedir.

209
www.ydsenglish.tv

KELİME-461

CRIMINALIZE
(kıriminilayz)
suç saymak

The UN Security Council has


unanimously passed a resolution
calling upon countries to
criminalize the possession,
manufacture and trafficking of
weapons of mass destruction.

BM Güvenlik Konseyi, kitle imha


silahlarına sahip olmayı, bunları
üretmeyi ve bunların kaçakçılığını
yapmayı suç saymaları için ülkelere
çağrıda bulunan bir kararı
oybirliğiyle almıştır.

210
www.ydsenglish.tv

KELİME-462

INFLUENTIAL
(influenşıl)
etkili,etkileyici,güçlü

Mary Williams, who has written a


new book on literary criticism, is
one of the most influential and
original literary critics and feminist
thinkers of our time.

Edebiyat eleştirisi üzerine yeni bir


kitap yazmış olan Mary Williams,
günümüzün en etkili ve özgün
edebiyat eleştirmenlerinden ve
feminist düşünürlerinden biridir.

211
www.ydsenglish.tv

KELİME-463

TRADER
(tireydır)
tüccar

It was British tobacco and cotton


traders who organized the first
football match in the city of
Salonika during the period of the
Ottoman Empire.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde,


Selanik şehrinde ilk futbol maçını
düzenleyenler, İngiliz tütün ve
pamuk tüccarlarıydı.

212
www.ydsenglish.tv

KELİME-464

ASSET
(aasıt)
varlık,mal,mülk

Despite the explosion of stock-


market wealth over the last
decade, the most valuable asset
most Americans own is their home.

Geçen on yıl içinde borsadan


edinilen servet patlamasına
rağmen, çoğu Amerikalının sahip
olduğu en değerli varlık evidir.

213
www.ydsenglish.tv

KELİME-465

WELL
(vel)
1.kuyu,2.iyi

During the Gulf War in 1991, the


Iraqi troops caused the worst ever
man-made environmental disaster
by setting fire to 650 of Kuwait’s
950 oil wells.

1991’deki Körfez Savaşı sırasında,


Irak birlikleri Kuveyt’in 950 petrol
kuyusundan 650’sini ateşe vererek
insan tarafından şimdiye kadar
oluşturulmuş en kötü çevre
felaketine neden oldular.

214
www.ydsenglish.tv

KELİME-466

PRESSURE
(pirejır,pireşır)
basınç,baskı

A barometer measures air pressure,


and if you watch the weather forecasts
you will see that an increase in air
pressure often signals fair weather,
whereas a drop in air pressure may
mean that a storm is on the way.

Barometre hava basıncını ölçer ve


hava tahminlerini izlerseniz, hava
basıncındaki bir artışın çoğu kez iyi
havaya işaret ettiğini, ancak hava
basıncındaki bir düşmenin ise
fırtınanın yolda olduğu anlamına
gelebildiğini görürsünüz.

215
www.ydsenglish.tv

KELİME-467

ADVANCED
(edvıenst,edvanst)
ileri,gelişmiş

The Aryans who invaded India from


the northwest in about 1500 B.C.
found a land there that was already
home to an advanced civilization.

Hindistan’ı M.Ö. 1500 dolayında


kuzeybatıdan istila eden Ariler,
orada, ileri bir uygarlığı zaten
barındırmakta olan bir ülke
buldular.

216
www.ydsenglish.tv

KELİME-468

FACTORY
(fektıri)
fabrika,atölye

In contrast to the majority of


American astronauts, Valentina
Tereshkova, the first woman
cosmonaut who went to space, was
a textile factory worker when she
entered the Soviet space
programme.

Amerikalı astronotların çoğunluğunun


tersine, uzaya giden ilk kadın
kozmonot Valentina Tereskhkova,
Sovyet uzay programına girdiğinde bir
tekstil fabrikası işçisiydi.

217
www.ydsenglish.tv

KELİME-469

PAINSTAKING
(peinsteyking)
sıkı süren,özenli

After two years of painstaking


negotiation, Britain and the
People’s Republic of China agreed
that Hong Kong would return to
Chinese sovereignty on 1 July
1997.

İngiltere ve Çin Halk Cumhuriyeti,


iki yıl sıkı süren müzakerelerden
sonra, Hong Kong’un 1 Temmuz
1997’de Çin egemenliğine dönmesi
hususunda anlaştılar

218
www.ydsenglish.tv

KELİME-470

DISTRIBUTE
(distribüut)
dağıtmak,paylaştırmak

Since individuals in different


positions have different interests
and attributes, they naturally have
differences in option about how
resources and rewards should be
distributed.

Farklı konumdaki bireylerin farklı


ilgi alanları ve özellikleri
olduğundan, kaynak ve ödüllerin
nasıl dağıtılacağına ilişkin
görüşlerinde de doğal olarak
farklılıklar vardır.

219
www.ydsenglish.tv

KELİME-471

CRIPPLE
(kıripıl)
felç etmek,sakatlamak

As gold is Ghana’s largest source of


foreign exchange, fluctuating gold
prices have crippled the country’s
economy.

Altın Gana’nın en büyük döviz


kaynağı olduğu için, dalgalanan
altın fiyatları ülkenin ekonomisini
felç etmiştir.

220
www.ydsenglish.tv

KELİME-472

GIANT
(caynt,cayınt)
dev,kocaman

About 20% of the oxygen in the


atmosphere is produced by the
giant trees of the Amazonian rain
forests, and this amount is much
more than the same area of grass
would produce.

Atmosferdeki oksijenin yaklaşık %


20’si Amazon yağmur
ormanlarındaki dev ağaçlar
tarafından üretilir ve bu miktar,
aynı alandan çimenin
üreteceğinden çok daha fazladır.
221
www.ydsenglish.tv

KELİME-473

ROTATION
(roteyşın)
dönüş,dönüşüm,rotasyon

The rotation of the Earth produces


a 0.3% reduction in weight for
those living at the equator
compared to those in England.

Dünyanın dönüşü, ekvatorda


yaşayanların ağırlığında,
İngiltere’dekilere göre % 0, 3’lük
bir azalma meydana getirir.

222
www.ydsenglish.tv

KELİME-474

ESTIMATE
(estımıt)
tahmin etmek,değerlendirmek

Though still controversial,


astronomers have estimated that
the universe could contain 40 to 50
billion galaxies.

Hâlâ tartışmalı olmasına rağmen


gökbilimciler, evrenin 40 ile 50
milyar galaksi içerebileceğini
tahmin etmişlerdir.

223
www.ydsenglish.tv

KELİME-475

PACT
(pekt)
antlaşma

Despite a ten-year nonaggression


pact signed in 1934, the Nazis
attacked Poland on 1 September
1939.

1934'de imzalanmış olan on yıllık


saldırmazlık antlaşmasına rağmen,
Naziler Polonya'ya 1 Eylül 1939'da
saldırdı.

224
www.ydsenglish.tv

KELİME-476

FAMILIAR (with)
(femiliyır)
tanınan,bilinen,aşina

Volcanologists fear that a future


volcanic eruption at Yellowstone
will be thousands of times more
powerful than the eruptions we are
familiar with.

Volkanbilimciler, Yellowstone'da
gelecekteki bir yanardağ
patlamasının, bildiğimiz
patlamalardan binlerce kat daha
güçlü olacağından korkmaktadır.

225
www.ydsenglish.tv

KELİME-477

REIGN
(reiyn)
hükümdarlık,saltanat

The Palace of Versailles, containing


the famous "Hall of Mirrors", was
built during the reign of Louis XIV
and served as the royal palace until
1793.

Ünlü "Aynalı Salon"nun bulunduğu


Versailles Sarayı, XIV. Louis'nin
hükümdarlığı sırasında inşa edilmiş
ve 1793'e kadar kraliyet sarayı
olarak hizmet vermiştir.

226
www.ydsenglish.tv

KELİME-478

INITIATE
(inişieyt)
başlatmak

The "Mercury Project" initiated in


1958 and completed in 1963, was
the US's first "human-in-space"
programme.

1958'de başlatılan ve 1963'te


tamamlanan "Mercury Projesi",
ABD'nin ilk "uzayda insan"
programıydı.

227
www.ydsenglish.tv

KELİME-479

RECESSION
(riseşın)
durgunluk,gerileme

In an economic recession, most


companies know what they need to
do.

Ekonomik bir durgunlukta, çoğu


şirket ne yapması gerektiğini bilir.

228
www.ydsenglish.tv

KELİME-480

SLAVE
(sıleyv)
köle

When slave ships took thousands


of Africans to the Caribbean, these
people were deprived of a link with
their own native history.

Köle gemileri binlerce Afrikalıyı


Karayiplere taşıyınca, bu insanlar
kendi yerel tarihleriyle bir bağ
kurmaktan yoksun kaldılar.

229
www.ydsenglish.tv

KELİME-481

INCREASINGLY
(inkrısingli)
giderek artan,gittikçe

Around the world today, a house is


increasingly viewed not just as a
place to live in but at the same
time as a high-return investment.

Bugün dünyada ev, giderek, sadece


içinde yaşanacak bir yer olarak
değil aynı zamanda yüksek getirili
bir yatırım olarak görülmektedir.

230
www.ydsenglish.tv

KELİME-482

STAGNATION
(sitegneyşın)
durgunluk,kesatlık

A key problem throughout Japan's


long years of economic stagnation
has been that the government and
the central bank have been at odds.

Japonya'nın uzun yıllar devam eden


ekonomik durgunluk dönemindeki
temel sorunu, hükümet ile merkez
bankasının arasının açık olmasıdır.

231
www.ydsenglish.tv

KELİME-483

WIDESPREAD
(vaydsipred)
yaygın

Even though there are widespread


doubts among EU members about
the new candidates, no
government has been prepared to
veto enlargement.

AB üyeleri arasında yeni adaylara


ilişkin yaygın kuşkular bulunsa da
hiçbir hükümet genişlemeyi veto
etmeye hazırlıklı değildir.

232
www.ydsenglish.tv

KELİME-484

LABOUR
(leybır)
işçi,işgücü

Last fall, Tony Blair announced that


he would serve a full five-year term
if the Labour Party won.

Geçen sonbaharda, Tony Blair, İşçi


Partisi kazandığı takdirde, beş yıl
tam dönem hizmet edeceğini ilan
etti.

233
www.ydsenglish.tv

KELİME-485

MINORITY
(maynoriti)
azınlık,azlık

Minority representatives in any


political establishment must be
made to feel that their interests are
sufficiently protected.

Herhangi bir siyasal kuruluştaki


azınlık temsilcilerine, çıkarlarının
yeterince korunduğu
hissettirilmelidir.

234
www.ydsenglish.tv

KELİME-486

UNNECESSARY
(ennesısseri,annasısseri)
gereksiz,faydasız

The Pentagon has estimated that


about 25 per cent of the military
facilities in the country are
unnecessary.

Pentagon, ülkedeki askeri tesislerin


yaklaşık yüzde 25’inin gereksiz
olduğunu hesaplamıştır.

235
www.ydsenglish.tv

KELİME-487

UPSET
(apset)
üzmek,canını sıkmak

Germany’s far-right National


Democratic Party upset the other
parties by winning nearly 10 per
cent of the votes in the
economically depressed state of
Saxony last year.

Almanya’nın aşırı sağ Ulusal


Demokratik Partisi, geçen yıl,
ekonomik olarak geri kalmış Saksonya
eyaletinde, oyların hemen hemen
yüzde onunu kazanarak diğer
partilerin canını sıktı.

236
www.ydsenglish.tv

KELİME-488

ENGAGED IN
(engeyçt in)
ilgilenmek

The European Union is engaged in a


variety of programmes all around
the world to promote and protect
the rights of children, particularly
in countries where children are
affected by war.

Avrupa Birliği tüm dünyada,


özellikle çocukların savaştan
etkilendiği ülkelerde, çocuk
haklarını desteklemek ve korumak
için çeşitli programlarla ilgileniyor.

237
www.ydsenglish.tv

KELİME-489

PRESERVE
(pirizörv)
korumak,sürdürmek

The epics about the Trojan War


written down by Homer in about
the 8th century B.C. may have been
preserved orally for several
centuries.

Yaklaşık olarak M.Ö. 8. yüzyılda


Homer tarafından kaleme alınan
Truva Savaşı hakkındaki destanlar,
birkaç yüzyıl boyunca sözlü olarak
korunmuş olabilir.

238
www.ydsenglish.tv

KELİME-490

MEDIEVAL
(midivıl,medivıl)
ortaçağ

Medieval maps show nearly half of


the Netherlands under water, but
since then large areas have been
claimed from the sea.

Ortaçağ haritaları Hollanda’nın


neredeyse yarısını su altında
gösterir, ama o zamandan beri
denizden geniş alanlar talep
edilmiştir.

239
www.ydsenglish.tv

KELİME-491

INNATE
(inneyt)
doğuştan,doğal

At the turn of the last century, it


was common to consider prejudice
to be an innate and instinctive
reaction to certain races.

Geçen yüzyılın başlarında,


önyargıyı, bazı ırklara karşı
doğuştan ve içgüdüsel bir tepki
olarak düşünmek yaygındı.

240
www.ydsenglish.tv

KELİME-492

GAIN
(geyn)
kazanmak,elde etmek

As children gain more


independence, their genes can
operate in a more active manner to
produce environments that suit
them.

Çocuklar daha fazla bağımsızlık


kazandıkça, onların genleri
kendilerine uyan çevreler yaratmak
için daha aktif bir tarzda işleyebilir.

241
www.ydsenglish.tv

KELİME-493

IMPRESSED
(imprest)
etkilenmiş

Katherine Mansfield was


particularly impressed by the short
stories of the Russian writer
Chekhov, and, like him, she wrote
stories which depend more on
atmosphere and character than on
plot.

Katherine Mansfield, özellikle Rus


yazar Chekhov’un kısa hikâyelerinden
etkilenmiş ve onun gibi, konudan çok
çevre ve karaktere dayalı hikâyeler
yazmıştır.

242
www.ydsenglish.tv

KELİME-494

INTERFERE (with)
(intırfiır)
engellemek,çatışmak

A person’s health history may


reveal a disease that interferes
with the body’s use of nutrients or
that affects the person’s eating
habits.

Kişinin sağlık öyküsü, bedenin


besinlerden yararlanmasını
engelleyen veya kişinin yemek
yeme alışkanlıklarını etkileyen bir
hastalığı açığa çıkarabilir.

243
www.ydsenglish.tv

KELİME-495

SPONGE
(sıponç,sıpanç)
sünger

As we learn from the works of


many biologists in the past, since
sponges did not move from one
place to another, they were
thought to be plants.

Geçmişteki pek çok biyoloğun


eserlerinden öğrendiğimiz
kadarıyla, süngerler bir yerden bir
yere hareket etmediği için onların
bitki olduğu sanılıyordu.

244
www.ydsenglish.tv

KELİME-496

OVERRUN
(ovırran)
işgal etmek,istila etmek

Overrun by the Austro-German armies


in World War I, Poland declared its
independence on November 11, 1918,
and on June 20, 1919, was recognized
as an independent state by the Treaty
of Versailles.

Avusturya-Alman ordularınca I. Dünya


Savaşı’nda işgal edilmiş olan Polonya,
11 Kasım 1918’de bağımsızlığını ilân
etmiş ve Versailles Antlaşması’yla 20
Haziran 1919’da bağımsız bir devlet
olarak tanınmıştır.

245
www.ydsenglish.tv

KELİME-497

IMPACT
(impekt)
etki,etkilemek

James Joyce, whom Samuel


Beckett knew in Paris in the 1920s,
had a great impact on Beckett’s
thinking regarding the art of
writing.

Samuel Beckett’in 1920’lerde


Paris’te tanıdığı James Joyce’un,
Beckett’in yazma sanatıyla ilgili
düşünceleri üzerinde büyük bir
etkisi oldu.

246
www.ydsenglish.tv

KELİME-498

STOVE
(sıtov)
soba

When the Sirkeci train station went


into service on November 3, 1890,
the waiting room was heated with
stoves brought from Austria and lit
by coal-gas lamps.

Sirkeci tren istasyonu 3 Kasım


1890’da hizmete girdiğinde,
bekleme salonu Avusturya’dan
getirtilen sobalarla ısıtılıyor ve
hava gazı lambalarıyla
aydınlatılıyordu.

247
www.ydsenglish.tv

KELİME-499

INTEGRAL
(intigrıl)
ayrılmaz,tüm

Northern Ireland is an integral part


of the United Kingdom, but, in
accordance with the provisions
made in 1920 in the Government of
Ireland Act, it has a semi-
autonomous government.

Kuzey İrlanda, Birleşik Krallığın


ayrılmaz bir parçasıdır; ancak,
1920’de İrlanda’nın Yönetimi
Yasası’na konmuş olan hükümlere
göre, yarı özerk bir yönetime
sahiptir.

248
www.ydsenglish.tv

KELİME-500

SPLENDID
(siplendıd)
görkemli,ihtişamlı,muhteşem

Although in Patara there are many


pensions and a few splendid hotels,
traditional village life still
continues.

Patara’da pek çok pansiyon ve


birkaç görkemli otel olmasına
rağmen, geleneksel köy yaşamı
hâlâ devam etmektedir.

249
www.ydsenglish.tv

KELİME-501

EMPEROR
(empirır)
imparator,hükümdar

François I, the king of France in the


first half of the sixteenth century,
dreamt of making his country a
leading power in Europe but was
prevented by Charles V, emperor of
Austria.

On altıncı yüzyılın ilk yarısında


Fransa kralı olan I. François,
ülkesini Avrupa’da önde gelen bir
güç yapmayı düşlemiş, ancak
Avusturya imparatoru V. Charles
tarafından engellenmiştir.

250
www.ydsenglish.tv

KELİME-502

INTENSIVE
(intensiv)
yoğun,şiddetli

When X-rays were discovered in


the late nineteenth century,
scientists immediately set out on
intensive research to find other
similar types of rays.

On dokuzuncu yüzyılın sonlarında X


ışınları keşfedildiğinde, bilim
adamları benzer tür başka ışınlar
bulmak için hemen yoğun
araştırmalara giriştiler.

251
www.ydsenglish.tv

KELİME-503

FALL
(fool)
yıkılış,çöküş

After the fall of the Roman Empire,


Austria, which had been a part of
the Empire, was invaded by various
nations of Slavic origin.

Roma İmparatorluğu’nun
yıkılışından sonra, İmparatorluğun
bir parçası olan Avusturya, Slav
kökenli çeşitli milletlerce istila
edilmiştir.

252
www.ydsenglish.tv

KELİME-504

UNIQUE
(yünik)
emsalsiz,benzersiz,tek

More than any other factor in


human history, culture has made
homo sapiens a unique force in the
history of life on Earth.

Kültür, insanlık tarihindeki başka


herhangi bir etkenden daha fazla,
homo sapiens’i, yeryüzündeki
yaşam tarihinde emsalsiz bir güç
yapmıştır.

253
www.ydsenglish.tv

KELİME-505

FUNDAMENTAL
(fandımentıl)
temel,ana,esas

It is time to recall that the


European Union was founded on
the basis of human rights,
fundamental freedoms and the rule
of law, including the right to a fair
trial.

Avrupa Birliği’nin, insan hakları,


temel özgürlükler ve, adil
yargılanma hakkı dahil, hukukun
üstünlüğü temeli üzerine
kurulduğunu anımsamanın
zamanıdır.

254
www.ydsenglish.tv

KELİME-506

VIBRANT
(vaybrınt)
dinamik,canlı,hareketli

Do you think there is anywhere in


the world where the left remains a
vibrant and progressive force?

Dünyada, solun dinamik ve ilerici


bir güç olarak varlığını sürdürdüğü
herhangi bir yer olduğunu
düşünüyor musunuz?

255
www.ydsenglish.tv

KELİME-507

TEMPLE
(tempıl)
tapınak

Temples were the most important


public buildings in ancient Greece,
because religion was a central part
of daily life.

Eski Yunan’da tapınaklar en önemli


kamu binalarıydı; çünkü din,
günlük yaşamın temel bir
parçasıydı.

256
www.ydsenglish.tv

KELİME-508

ATTENTION
(etenşın)
ilgi,dikkat,özen

In the last century, much attention


was given to the language of
literature and the question of
whether there was in fact a
separate literary language.
Geçen yüzyılda, edebiyat
diline ve gerçekte ayrı bir edebî dil
olup olmadığı sorusuna çok ilgi
gösterilmiştir.

257
www.ydsenglish.tv

KELİME-509

RECENTLY
(risıntli)
son zamanlarda,geçenlerde

Linguistics is a young social


science, which has recently had a
massive expansion in almost all
areas.

Dilbilimi, son zamanlarda hemen


hemen tüm alanlarda muazzam bir
genişleme sağlayan, genç bir
sosyal bilimdir.

258
www.ydsenglish.tv

KELİME-510

GO BACK
(go bek)
geriye gitmek,dönmek,dayanmak

Shakespeare’s family goes back to


the Warwickshire robber William
Sakspere, whose hanging was
recorded in the mid-13th century.

Shakespeare’in ailesi, idamı, 13.


yüzyıl ortasında kayda geçmiş olan
Warwickshire’lı eşkiya William
Sakspere’e dayanmaktadır.

259
www.ydsenglish.tv

KELİME-511

FEARFUL
(fiırful)
korkak,korkan,korkunç

Fearful of a future in which the


elderly outnumber the young,
many governments are doing
whatever they can to encourage
people to have children.

Yaşlıların gençleri sayıca geçeceği


bir gelecekten korkan pek çok
hükûmet, insanları çocuk sahibi
olmaya teşvik etmek için her ne
gerekiyorsa yapmaktadır.

260
www.ydsenglish.tv

KELİME-512

EXQUISITE
(eksküzıt)
muhteşem,seçkin

Diamonds are much coveted for


their exquisite beauty, but the
simple truth is that they are just
compressed crystallized carbon.

Elmaslar, muhteşem güzellikleri


için çok şiddetle arzu edilir, ancak
basit gerçek şu ki onlar sadece
sıkıştırılmış kristalize karbondur.

261
www.ydsenglish.tv

KELİME-513

OFFICIALLY
(ofişıli)
resmi,resmen

The USA is officially committed to


the use of any means necessary,
including military force, to ensure
the free flow of Arab oil.

ABD, Arap petrolünün serbest


akışını sağlamak için askerî güç
dahil gerekli her vasıtayı
kullanmaya kendini resmen bağımlı
kılmıştır.

262

You might also like