You are on page 1of 28

Alpha Hukuk notları, güncel (çevrimiçi) derslerde anlatılmış

olan konuların, derste verilmiş örnekler ve önerilmiş olan


kitaplardaki ilgili kısımlar ile kanun maddelerinin
birleştirilmesinden oluşmaktadır.

Tamamı güncel (çevrimiçi) derslerin birebir yansıması olan


bu kitapçıklar ile gereksiz ayrıntı kalabalığından
uzaklaşılarak konuların özünün kolayca kavranabilmesi
amaçlanmıştır. Ancak bununla birlikte hukuk nosyonunun
kavranıp “gerçek hukukçu” olmaya yaklaşılabilmesi adına
derslere gidilmesini ve ders kitaplarının okunmasını önemle
rica ederiz.

Özverili bir şekilde mütemadiyen, büyük bir emekle


düzenlenen Alpha’larımızdaki hatalarımızdan yalnızca Alpha
Grade sorumludur, hiçbir şekilde herhangi bir kuruma veya
şahsa sorumluluk yüklenemez.

Düzeltme gruplarımız veya instagram üzerinden iletişime


geçildiği takdirde esastan hatalar hızlıca düzeltilecek ve
iletişime geçen arkadaşımıza bir sonraki Alpha’sında indirim
yapılacaktır.

Tüm Alpha Hukuk notlarının (alphalarımızın) Fikri-Sınai


hakları zaman damgası yoluyla korunmaktadır.

Alpha Grade, sağlıklı bir hayat ve daimi başarılar diler…

1
İÇİNDEKİLER

FELSEFE ..................................................................................................... 3
ÖZ KAVRAMI ............................................................................................... 5
KRİTER, KRİTİK VE KRİZ .................................................................................. 7
TEZ, ANTİTEZ, SENTEZ ................................................................................... 8
Diyalektik .......................................................................................... 10
Epistemoloji ve Ontoloji .................................................................... 11
Erdem Öğrenilebilir mi Sorunsalı ...................................................... 12
FELSEFE ................................................................................................... 13
DEĞİŞİM, DÖNÜŞÜM VE OLUŞUM.................................................................. 13
ÖZ KAVRAMI ............................................................................................. 14
NİHAİ OLUŞUM .......................................................................................... 16
Yeryüzü ile Dünyanın Ayrımı Meselesi .............................................. 16
Doğayı Anlamlandırma ..................................................................... 17
Ahlakın Felsefi Dönüşümü ................................................................ 19
Etik ile Metafizik İlişkisi ..................................................................... 23
Dönüşümün Başlangıcı ..................................................................... 26

2
23.11.2020

FELSEFE

Filozof bilginin kaynağıdır. Batılı bilgi kavrayışı denen bir


kavrayış vardır ve bu evrenseldir. Bu nitelikte düşünmenin
kaynağı Platon’dur. Platon ve Aristoteles birbirinden iki
şekilde ayrılabilir; biri felsefi düşünmenin kaynağı diğeri
felsefi düşüncenin kaynağıdır. Düşünme bir faaliyet, düşünce
ise o faaliyetin ürünü olan bir şeydir. Dolayısıyla düşünmenin
hatları oluşturulurken sorduğu sorularla, kimi zaman teoloji
gibi oluşturduğu disiplinle düşünmeyi ve bilgiyi belli bir
istikamete doğru yönelten kişi Platondur. Platon vahiy alan
biri değildir, bunu yaparken kendi geleneği içerisinde bütün
özellikleri sentezlemeye çalışmıştır. Büyük filozofların yaptığı
iş bu sentezlemedir.

Bu sentezlerden ilki Pisagor’dan alınan doğanın, kozmosun,


âlemin matematiksel ve geometrik bir düzen içinde hareket
etmesidir. Matematik ve geometri arasındaki fark, bir
tanesinin biçimin zorunluluğuna ilişkin bilgi vermesiyken,
diğerinin hareketin zorunluluğuna ilişkin bilgi vermesidir.
Dolayısıyla biçim ve hareket, her maddede olmak zorunda
olan bir şeyse bu ikisi kullanılmak durumundadır. Hareketi
sağlayan ilkenin ne olduğu buradan çıkarılmaktadır.
Filozoflar bunu alıp ahlaka yansıtmaya çalışmaktadır. Burada

3
normal hesap yapmaktan ziyade, doğaüstü halin
hareketindeki mantık kavranırsa –örneğin Harmonia veya
denge- onun topluma yansıtılması gerekir.

Metafiziğin de yönlendirici olmasının sebebi budur. Yani


metafizik, fizik alanındaki ilkeye karşılık gelmektedir. Bu
tanrıyla ilgili olabilir, bazı üst nedenlerle, gayelerle ilgili
olabilir. Bu noktada metafizikten hareket edilmesi gerekir. Bu
tanrıyla ilgili doğanın, âlemin, hareketin gayesini anlamak
için metafiziğe yaslanmak gerekmektedir. O zaman, metafizik
ahlaka da dayatmalarda bulunma gücünü elinde tutacaktır.
Metafizik bize, çok büyük bir alan olan evreni kontrol eden
ilkeyi kendine uygulamak zorundasın demektedir. İşte bilinçli
olmak böyle bir gerçekliği kişinin kendisine yansıtabilmesidir.
Öncelikle bilinçli, sonra iradeli olmak gerekir. Bilince eğitim
yoluyla, iradeye ise devlet-hukuk yoluyla ulaşılmaktadır.

Burada dikkat edilmesi gereken nokta, Platon’un bunu felsefi


anlamda nasıl gerçekleştirdiğidir. Platon, “Neyi, nasıl
biliyoruz?” sorusunu sormaya başlamıştır. Bu soru, felsefi
sorgulamanın diğer sorgulamalardan farkını yansıtmaktadır.
Korkarak, arzulayarak, ihtiyaçlar doğrultusunda düşünmek
değil bizatihi düşünmenin kendisinin nasıl gerçekleştiğini
açıklamaya çalışır. Bu felsefenin işidir. Bu türden bir resim,
hangi türden bilimin alanında olursa olsun felsefecinin de
alanıdır. Fizik hareketin gerçekten olup olmadığını sormaz,

4
hareketi kabul eder. Ama “gerçekten hareket var mıdır, nasıl
gelişmektedir, ortaya konan teorilerin yapılan gözlemlerle,
doğayla bağlantısı nedir” türünden soruları felsefe
sormaktadır.

Fizik bilimi bir teori oluşturarak hareketi açıklamaya çalışır,


ancak “teori oluşturmak nedir” sorusunu felsefe sorar. Keza
hukuk bir teori oluşturur, ama “bu teori nasıl oluşturulur”
sorusunu felsefe soracaktır. Hukuk kavramları nelerdir, bu
kavramlar hukuk tarihi içerisinde nasıl gelişim
göstermektedir soruları hukuk felsefesinin sorunlarıdır.

Alpha Notu: Platon tarafından yazılan “Menon Diyaloğu”


önemlidir, hakkında bilgi sahibi olunmalıdır. Sınavlarda
gelebileceği belirtilmiştir.

Öz Kavramı

Menon diyaloğunda özün ne olduğu sorgulanır. Erdem gibi


çok temel bir problemden hareket edilmektedir. Çünkü erdem
hem ahlakı hem pragmatiği içinde barındıran bir kavramdır.
İnsanın iki yönü vardır: diğer insana nasıl davrandığı ve diğer
insanlara nasıl katkıda bulunduğu. Kişi diğer insanlara dürüst
olarak davranarak ve kendisinde bulunan yetenek ne ise onu
geliştirerek erdemli davranışta bulunmuş olacaktır. Antik
yunandaki erdem anlayışı budur. Giderek bize miras kalan
ahlaki erdemin en önemli sorusu, ahlaki erdem iyi olmazsa

5
kişideki her şey suiistimal edilebilecektir. Bu suiistimal
edilmesi sadece kişiye değil, diğer insanlara da zarar
verecektir. Örneğin, kişi zekâsını suiistimal ederse, topluma
yalan söyleyerek bu yeteneğini kendisi için kullanmış
olacaktır, aynı zamanda toplumu da kullanmış olacaktır.

Din de bu bakış açısının gelişmesine büyük rol oynamaktadır.


Ahlaki anlamda gelişmişliği ön plana çıkardığı için, bu
özellikle pragmatik anlamdaki analitiğin, kişinin hangi
yeteneklere sahip olduğundan ziyade hangi ruhsal yeteneklere
sahip olduğuna odaklanır.

Dinin bakış açısıyla kazandırılmak istenen ahlak, baskı kurma


yoluyla oluşturulur. Hristiyan dünyasında baskının kiliseye
bırakılması, daha sonra batı dünyasının ciddi bir tepkisiyle
karşılanmıştır. İslam dünyası ise bu baskıyı kişinin kendisine
bırakmıştır.

Doğrunun ne olduğu konusunda sofistlerin şüpheci yaklaşımı


hâkimdir. Doğrunun tek bir şey olmasını kabul etmezler.
Hâlbuki bir şeyin bilgisinden bahsedilecekse akıl bu bilgiyi bir
kritere dayandırmak isteyecektir. Kriter, ölçüt demektir.
Birden çok şey varsa, bir ölçüte göre o çok şeyin ne olduğunu
belirlemek mümkündür. Etrafta pek çok kitap varsa, o kitabın
ne olduğuna ilişkin bir kriterin varlığı, o kitap nesnelerinin
kitap olarak tanımlanmasını sağlayacaktır. Kavramsallaştırma

6
budur, bir kriter çerçevesinde indirgeme, sıkıştırmadır.
Önceki ders konuşulduğu gibi, hayatın tek bir bilgiye
indirgemek doğru olmayacaktır, bu hayatı küçük bir resme
sıkıştırmaktır. İnsanı hayatta tutan en kuvvetli şey, bu resmin
çekilmesini sağlayan bilgi ve onun ardındaki akıldır.

Platon, erdemin bir öze göre olması, doğruluğun ne olduğunu


bilmek gerektiğini söyler. Bunu matematik ve geometriye
dayandırarak yapmaktadır. Fakat böyle olduğunda bazı
eksiklikler ortaya çıkmaktadır. Pisagor evrenin matematiksel
bir düzene göre oluşturulduğunu söyler, fakat bu
matematiksel düzeni başlatan, bunu dönüştüren ve bunu iyi
çalıştıran unsurun ne olduğu hakkında sessiz kalmaktadır. Bir
makinenin nasıl çalıştığını biliriz, ancak onun nasıl çalıştığını
bilmemek bir yetersizliktir. Doğada aklın almayacağı
boyutlarda bir düzenlilik, bir koordinasyon bulunmaktadır.

Kriter, Kritik ve Kriz

Bu üç kavramın birbiriyle ilişkileri incelenmelidir. Kritik


Türkçeye eleştiri olarak çevrilir. Kriz de aslında kritikle dirsek
teması içinde bir kavramdır. Düşünme ilk önce bir krize girer
–doğru nedir, kötü nedir, iyi nedir, kötü nedir- bunun
sonucunda düşünme kritikte bulunarak kriterleri oluşturur ve
bu krizden böylece çıkmış olur. Bu kriterlerin
somutlaştırılmasına yardımcı olmak amacıyla, onları ilkeler

7
olarak adlandırmak gerekebilir. Kişilerin hayatlarında ilkeler
varsa veya ilkeleri hayatlarına sokabiliyorlarsa, hayatlarını ne
yönde götürebileceklerini bilirler. Bu disiplinlere de entegre
edilebilir, örneğin hukukta kriterler/ilkeler belliyse, alt
hükümler/maddeler de bu kriterlere dayalı olarak
oluşturulacaktır. Önemli olan, düzenlenmesi gereken şeylerin
kriterlere göre düzenlenmesidir. Her şeyde bu kriter hesabı
yapılabilir, örneğin kişi odasının düzenlenmesini belli
kriterlere göre yapabilecektir. Daha fazla güneş almasını,
daha iyi ses yalıtımına sahip olmasını, mobilya olarak ne
koyacağını kriterlerine göre belirler. İşte felsefe, daha özelde
de antik yunan felsefesi bizlere bunu, yani hangi aşamalarda
hangi kriterlerin kullanılacağı hususlarını hediye etmiştir.

Tez, Antitez, Sentez

Hipotez, bir şeyi açıklamakta daha ziyade bilimde kullanılan,


daha rasyonel olan bir görüştür. “bu konudaki hipotezin
nedir?” sorusu, spesifik bir konuya ilişkin olarak bir bilim
insanının açıklamasını sormaktadır.

Tez, antitez ve sentez ayrımına gelindiğinde, bunun aslında


doğanın işleyişindeki bir düzen ama her nasıl oluyorsa
düşünmenin de bir düzenidir. Bilimde diyalektiğin olduğunu
söylenemese de, diyalektik olmaksızın bir düşünme söz
konusu olamayacaktır. Bir şeyi karşıtıyla beraber

8
anlamlandırır, onunla tanımlarız: geceyi gündüzle, siyahı
beyazla gibi.

Varlık, varlık olma halini, yoklukla ilgili olduğunda açığa


çıkartır. Bir şeyin var olduğunun ayrımına tam olarak
varabilmek, bir şeyin yok olduğunun ayrımına varabilmekle
ilgilidir. Örneğin, insan ölümle ilgili çok fazla düşünür çünkü
esasında varlığı, varoluşu üzerine düşünmeye
yoğunlaşmaktadır. Yokluk ile bitecek bir varlığı kabul
etmeyerek, doğada kendisini gösteren bir varlığın da üstüne
gelecek şekilde bir cennet, sınırsız mutluluk tahayyülüdür.
Çünkü kişi vardır ve ölecektir, bütün bunlar birbirine zıt ve
fiziksel durumlardır. İşte kişi, burada sentez olarak cennet
hayalini yaratır. Hayal gücü insanın sınırlılığını,
imkânsızlığını aşma denemesidir.

Hareket, değişim olmadan durmanın ne demek olduğu,


dinlenmenin tadı bilinemeyecektir. Karşıtlıklar birbirini
anlamlı kılmaktadır. Bu birbirini anlamlı kılma durumu,
düşünme ile en üst aşamasına diyalektik ile ulaşacaktır.
Madde karşıtını doğada fark edip, onu aşmaya çalışır.
Örneğin, bir bedene sahip olan kişi onun üstüne bir şeyler
koymak, manevi bir varlık olmak isteyecektir. Çünkü salt
bedenle bir hayvandan farkı olmayacaktır. Hatta bedenini bile
estetize ederek, ruhundan bir şeyler katarak diğer canlılardan
farklı olduğunu anlatmaya çalışacaktır.

9
Diyalektik
Diyalektik bizlerin en temeldeki anlama biçimimizde
mevcuttur. Bardak demek, onu fincandan, insandan,
masadan, tabaktan ayırmaktır, yani karşıtından yola çıkarak
tanımlamaktır. Kelime kökü olan dia legein, karşılıklı
konuşma anlamına gelmektedir. Karşılıklı konuşmada, bir kişi
diğerinin ortaya koyduğu teze antitez getirir ve bunların
arasında olası bir uyuşma durumu sentezi ortaya çıkarır.
Böylece diyalog denen karşılıklı konuşma bilgiye götürür.
Platon’un Diyalogları bunun için vardır. Bu diyaloglarda
diyalektik yöntem kullanılmıştır; Sokrates bir şey söyler,
karşısındaki tezini ortaya koyar, Sokrates bu tezi çürütmek
için antitezini ileri sürer, ulaştığı sentez ise elinde bilgi denen
şey olarak kalır. Bilgi, diyalektik yöntemle diyalog faaliyeti
içerisinde oluşturulur.

Bunun farklı aşamaları vardır. En yoğun düşünme faaliyeti,


kişinin kendi kendine düşünmesidir. Burada kast edilen
derinlemesine düşünme, belirli yöntemlerle okulda kazanılan
bir yetenektir. Kişi ne kadar zeki olursa olsun, bilgiyi bilimsel
bilgiye, hakikate dönüştürme imkânına sahip olamayacaktır.
O halde düşünmenin kaynağı nereden gelmiştir? Burada yine
dini açıklama devreye girecektedir, bu dini açıklama aynı
zamanda kültürel olandır.

10
Epistemoloji ve Ontoloji
Alpha Notu: Bu iki kavram derste sadece konuyla ilgili olduğu
ölçüde işlenmiştir, kendi başına ayrı başlıklar olarak değil.

Okulda üretilen bilgi üzeri disipline epistemoloji denir.


Episteme bilgi anlamına gelir, Latince science. Epistemoloji
ise bilgi teorisi demektir. Bu bilginin sıradan bir bilme,
malumatla karıştırılmaması gerekir. Science dendiğinde, akla
daha teyitli bir bilgi olduğu, yöntemi olan, kavramlarının
belirli olduğu, sistemi olan bir şey gelmektedir. Yönteminin
olması, kavramının belli bir sistem içinde olması, insanlığı
sofistlerin yarattığı kaotik/göreceli alandan uzaklaştırmıştır.

Epistemoloji kelimesi, Yunanlı kullanmamıştır, bu John Locke


tarafından kurulan bir disiplindir. Antik Yunanlı, epistemoloji
yerine ontolojiyi kullanmıştır: yani varlık olmak bakımından
varlığın bilimi.

Üç türlü varlık vardır;


• Fizik varlıklar: gerçekten vardır ve değişime tabidirler,
ezeli, ebedi değildirler. Bu varlıkları fizik bilimi inceler

• Matematik varlıklar: yoklar ama değişime de tabi


değildirler. Bu varlıkları matematik bilimi inceler
• Gerçekten var olup aynı zamanda değişmeyeni metafizik
inceler

11
Ontolojinin, yani varlık biliminin amacı bu üç varlığı
anlayabilmektir. Bu üç varlık arasında hiyerarşi vardır: İlk
seviyede fizik varlıklar bulunur, ikinci seviyede matematik
varlıklar, üçüncü seviyede ise bunların hepsini kuşatan
metafizik bulunur. Varlığın ne olduğunun nihai cevabını
metafizik verecektir. “Tüm bu var olanlar niçin var oldu, ne
zaman var oldu, nasıl var oldu, nasıl var olmaya devam
edecekler” bu türden nedensellikle ilgili sorulara yine
metafizik cevap verecektir.

Erdem Öğrenilebilir mi Sorunsalı


Bilgi öğrenilir, neyin iyi olduğu öğrenilir fakat ahlaklı olmak
öğretilebilir bir şey değildir. Platon, ahlakın değil bilginin
öğretilebileceğini iddia eder, fakat bilgiyi topluma öğretmek
istemez. Bilgiyi öğrenciye okulda öğretir, öğrenci kâmil hale
gelir, halkı yönlendirir. Bilgi yayıldıkça niteliği bozulur. Bu
aradaki dengeyi korumak bu sebeple gereklidir. Bilgiye
varmak disiplinli olmayı gerektirir, burada kasıt ruhun
disipline edilmesidir. Örneğin günümüzde bireyler
üniversiteye dek eğitilir, üniversitede ise öğretim alırlar.

12
30.11.2020

FELSEFE

Alpha Notu: Bu hafta konular, kitabın anlaşılmasına yardımcı


olabilmek adına kitaptan işlenmiştir. Sınav kitaptan olacaktır.

Teoria kelimesi yunanca, kuş bakışı bakmak demektir. Teori,


düşünmenin algılamanın üstüne çıkarak bize varlığa ilişkin
bütün bir resim verme denemesidir. Gözlerimizle yatay
olarak bir şeyi görürüz, yukarı çıktığımızda düzgün görürüz.
Teori içsel bir yukarı çıkmadır.

Spekülatif, yüksekten bakma. Fildişi kule o yüzden saf ilmin


olmazsa olmazdır, fildişi kuleye akademia adı verilir. Bilgi
artık popülerleşme, herkese yayılma kaygısındadır, bu yüzden
bu tür kavramlar kötüleştirilmiş, anlamsızlaştırılmıştır.
Bilginin metafizik teorik boyutu kötü bile değildir,
anlamsızdır.

Değişim, Dönüşüm ve Oluşum

Varlığa ilişkin olarak düşünmek için kaçınılmaz olarak


değişim olmalıdır. Değişmeyen sabit bir duvara bakıldığında
bir süre sonra afallar, aptallaşır. Düşünceyi harekete geçirecek
bir şeyle muhatap olunduğunda kişi donar. Kişi, varlığın

13
varoluşa dönmesi ve bundan ders çıkarması için düşünme
olmazsa olmazdır. Hep aynı olan şey anlamsızdır. Anlam
hareketin olmasıyla kazandırılması gereken bir değerdir.
Neden hareket ediyor, nereye varmak istiyor, ne zaman
harekete geçti. Bu soruyu varlıkla ilgili her şeye sorabiliriz.
Kendimize de varlığa ilişkin de sorabiliriz. İşte bu soruyu
sormamızın nedeni, zeminindeki neden, varacağı neden,
değişimdir.

Neden değişiyor diye sorulduğunda dönüşüme geçilmiş olur.


Bebek olgun insana, kabile şehre, şehir devlete, fidan ağaca
dönüşmek için. Dolayısıyla değişim ve dönüşüm
toplandığında bu bir oluşumdur. Olmak başlangıcı itibariyle
değişmekle ilgili iken, sonucu itibariyle dönüşmekle ilgilidir.

Öz Kavramı

Değişimin anlamlı olması için bir öze göre değişmesi,


dönüşmesi gerekir. Bu anlamlılığı çeşitli şekillerde
değerlendirmek mümkündür, sanatsal bilimsel anlam
denebilir. Felsefenin aradığı ise her şeyin kaynağındaki
anlamdır. Bu da tanrıya bağlanmak zorundadır, tanrı olsun ya
da olmasın. Einstein “Tanrı zar atmaz” derken, Heisenberg
“Tanrı ne yapacağını bilir, ne yapacağını Tanrıya bırak”
demiştir. Kaynak olanın tanrısal olması gerekir. Bu tanrının
ne olduğuna ilişkin Yunanlıların verileri sınırlı, ama platon ve

14
Aristo tek olduğunu ortaya koyar. Dinler, tek olmasının
ötesinde tanrıya bir isim-şahsiyet verir. Elbette burada din
tanrıdan geldiği için bu ismin tanrıdan geldiği kabul edilir.
Kişiler bu ismi oluşturmaz, bir dine inanıldığı için o ismin
bizzat tanrı tarafından verildiğine inanır. Bu ayrıma dikkat
edilmelidir.

Öze göre dönüşüm söz konusudur, örneğin bir bebek özünde


bir şeyi arzular: dönüşümü arzular. Tüm metabolizmamız,
içsel hareketimiz, tüm çabamız insan olmaktır. İnsan olmanın
özünün ne olduğuna farklı yanıtlar verilebilir. Örneğin, akıllı
olmaktır denilebilir. Aslan olmanın özü güçlü kuvvetli olmak,
soyunu devam ettirmektir. Türlerin birbiri arasındaki dengesi
doğayı oluşturur. Tür zayıflar ve yok oluşa giderse doğanın
dengesi bozulmaya başlayacaktır. Aslan türü ortadan kalkarsa
otçullar artacak, otlar azalacak ve kademeli olarak bu denge
bozulacaktır.

İnsanda bu çok daha dengeli şekilde mevcuttur. İnsandaki özü


açığa çıkarmak için bilim, sanat, ahlak, din vs. vardır. İnsanın
konumu hem biricik hem de çok zorludur. Çünkü tüm bunları
gerçekleştirmek için çabalamalı, mücadele etmelidir. Düşünce
tarihine bakıldığında, gerek bilim gerek insanlık tarihinin
bunlarla dolu olduğu görülür. Bilim tarihi maceralarla
doludur, ama daha yoğun maceralar politik alanda vardır.

15
Nihai Oluşum

Yeryüzü ile Dünyanın Ayrımı Meselesi


Planet ile earth farklı şeylerdir, felsefeci bu ayrıma dikkat
etmelidir. Earth, bu dünyanın mekânsallığını ifade eder. Fakat
planet pek çok yer için kullanılabilir.

Fiziksel olarak yeryüzündeyizdir ama dünya bizim anlamlı


kıldığımız ve kılındığımız yerdir. Doğada tiyatro yoktur,
anlamlandırma her zaman mevcut olmayacaktır. Ama
anlamlandırmanın zihinsel olan her şeyde olduğu üzere iyiye
ve güzele doğru evrilmesi beklenir. İnsan bunu yapmadığını
bilir. İnsan neyi yapması gerektiğini bilmesine rağmen
yapmayan varlıktır. Dünyanın farkı budur. Dolayısıyla tek bir
kişinin anlamlandırmasına bağlı olarak tek bir kişiye ait
dünya da olabilir. İnsanın duygusal dünyası vardır, bu da bir
dünyadır ve her şeyi orada anlamlandırır. Her insan egosu
bütün varlığın kendi için olduğunu düşünme gibi bir meyle
sahiptir. “Herkes ölebilir ama ben ölmem” düşüncesi herkeste
mevcut olabilir ve bu bizim kendi dünyamız olduğunu ve
bunu doldurmamız gerektiğini gösterir. Bunun nasıl
doldurulacağı kişiden kişiye değişecektir, kimi televizyonla
dolduracaktır, kimi de sanatla.

İşte felsefe bunların, kendi duygusal dünyamızın metafizikle


evrensel mutlak değişmez, asıl olana dönüştürmek ister.

16
Sofistlerin göreceli dünyası, şiirlerin dünyasıdır. Ama hakikat
dendiğinde metafizikle asıl olan dünyayı kavramak şeklinde
olur. Örneğin, öte dünya kavramları, görünüşler dünyasının
ötesindeki ruhlar âlemi kavramları ortaya çıkmıştır çünkü
burada tüm gerçekliğe haiz bir hakikatten bahsedilir. Bu da
ister istemez tanrısal olana ve tanrıya doğru bir yöneliş
demektir. Bunun çeşitli şekilleri vardır. Yunanlı tanrısal
olanın yansıması olarak doğayı ve insanı görmüştür. Esasen
bu çok da yanlış değildir. Örneğin, dinler de –özellikle
İbrahimî dinler- insanı tanrının bir yansıması olarak görmeye
meyillidir. Hristiyanlar bunu daha ileri götürerek, Hz. İsa’nın
tanrının oğlu olduğunu söylerler. İslam’da da insan, Allah’ın
halifesi olarak nitelendirilir. Bu niteleme siyasi bir anlamda
değil, ahlaki bir eylem anlamındadır ki en zor ahlaki eylem
kişinin kendini düzeltmesidir.

Doğayı Anlamlandırma
Türlerin mükemmelliği, doğanın düzenliliğiyle
anlamlandırılır. Bu kavrandığı zaman tanrısal işleyiş
kavranmış olur. Hakikatin penceresi doğayı teori yoluyla,
bilim yoluyla iyi izlemekle açılır. Teorinin hülasası bilimdir,
nerede teori var dersek ahlaktan ziyade bilimde olduğu
söylenebilir. Çünkü doğaya ilişkin resim düzgün biçimde
çıkarıldığında tanrısal yansımanın anlaşılacağı düşünülür.
Filozof, o tanrısal yansımayı anladığı zaman bunu politika ile
devlet kurmayla topluma yansıtır. İşte platonun devlet

17
kurması, filozofun kral olmasının gerekleri buradan ortaya
çıkar.

Bunun hukukla bağlantısına gelinecek olursa, haklar öğretisi


adaleti bilmeyi gerektirir. Adaleti bilmek için öncelikle
doğadaki hakikati kavramak ve bu hakikati kavrayış
durumuna gelen asıl olanı gören kişinin adaletin nasıl tecelli
edeceğini bildiği varsayılır.

Bugün en önemli sorunlardan birisi, adaletin öğretilmesidir.


Adalet, kişinin potansiyelinde olan gücü aktüel hale
getirmesine izin vererek öğretilir, bu adalet gereğidir. Yani
adalet sadece mahkemede olmaz. Adaletin bu anlamda iyi
kavranması, kanunları yapanların da adil olanı bilmesi
metafizikten faydalanması bu anlamda çok önemlidir. Aksi
takdirde sürekli olarak kültürel bir görelilik söz konusu olur.
Bir yerde bir türlü, bir yerde başka türlüdür denmek
durumunda kalınır. ancak hakikatle haşır neşir olan akıl
devamlı olarak değişmeyen bir adalet ve değişmeyen bir
kaynak arayışındadır.

Felsefe nihayetinde bu kaynağı aramaya çalışmaktadır ve


bunu özle ilgili olarak değerlendirmektedir. Platonun erdem
nedir diyaloğunu düşünelim. Farklı erdem türleri varsa bu
örneklerin hepsine erdem deme imkânını sağlayan temel,
özsel bir erdemliliğin olması gerekir.

18
Hepimiz insanız, deriz. Acaba neye göre bu farklı olan
biçimler, karakterler, milletler insanlık paydası altında
toplanmaktadır? İşte bu bize aklın söyleyeceği, yani akılla
ulaşılabilecek bir alandır.

Acaba buradaki sorun nedir, akıl bize her şeyi söylüyorsa


tartışılan nedir? Bu konuda pek çok şey söylenebilir. Öncelikle
tarihsel dönemlere bakmak gerekmektedir. Temel problem
şurada ortaya çıkmaktadır: Akıl, mutlak olanı belirleme
gücüne sahip olduğunda baskıcı olmaya çok müsait olmuştur.
Kaynağa gitmek, düşünmenin zorunlu bir sürecidir ancak o
kaynağın bulunduğu iddia edildiğinde, onun kaynak olduğu
iddia edildiğinde fanatiklik ortaya çıkar. Bu da kaçınılmaz
olarak beliren bir durumdur. Dengenin nasıl sağlanacağı ayrı
bir tartışma konusudur.

Ahlakın Felsefi Dönüşümü


Mit, hikâye demektir. Bugünün hala aşılamamış post modern
düşüncesi her şeyin, insan düşünmesinin hikâye formatında
olduğunu söyler. İnsan düşündüğü zaman gerçekliğe
vardığını zanneder, fakat hikâyede yazılan bir şeydir bu. Bu
kadar farklı gerçeklik iddiaları varsa ve birden fazla gerçeklik
olamayacağına göre aslında olan gerçeklik adı altında farklı
hikâyelerin yazılmasıdır. Einstein teorisi bir hikâyedir. Ancak
kullandığı kavramlar, üsluplar, biçiminin farklı olması
sebebiyle edebi hikâyeden farklıymış gibi görünmektedir.

19
Einstein görecelik teorisiyle zamana ve mekâna ilişkin
teorisiyle doğanın/tüm fizik biliminin böyle hareket ettiğine
ilişkin bize bir hikâye anlatmıştır. Hâlbuki bu yanlışlanabilir
ve bunun hikâye olduğu anlaşılabilir.

Modern dünya insanları Aristoteles’e çok fazla tepki


göstermişlerdir. Hâlbuki dönemiyle kıyaslandığında
Newton’dan da Einstein’dan da çok daha bilim insanı
formatına uygun bir kişidir. O zamanki rasyonalite
seviyesinin, bilim imkânların durumuna göre
düşünüldüğünde bu gerçek ortaya çıkmaktadır. Buna rağmen
çok kuvvetli bir gözleme, son derece realist bir bakış açısına
sahiptir. Düşünce tarihi böyledir, Hristiyanlıkla birleşmiş bir
Aristoculuk kabul edilemez bir hale gelmiştir. Her şey
tüketilmektedir. Bazen bir şey yanlış olduğundan değil, doğru
olduğundan kullanılmak istenmeyebilir, çünkü insan böyledir.
200-300 sene sonra terkedilmiş doğrulara dönülebilir. Dünya
tarihine bakıldığında, yönetim biçimleri sürekli değişmiştir ve
değişecektir.

Mit, aynı zamanda başlangıç demektir. Homeros’un


kullanımına göre her şeyin başı Okeanos’tur. Sadece insanla
ilgili değil, her şeyin en geniş dinamik özüyle ilgili olan
maddesi sudur. “İnsan bu su misali kıvrım kıvrım akar”
insanın özü de su misali dönüşmektedir. Homeros önündeki
nehre bakarak bunu söylüyor, okyanus kelimesine sonradan.

20
Thales de bunu açıklar fakat bilimsel bir biçimde. Okeanus
doğada olan bir şeyi, örneğin bir tanrı ismiyle söyleme
kullanımı o zamanlar yaygındır, çünkü sıradan insanlar bunu
böyle kişileştirilmiş bir olay içinde gördükleri zaman anlamlı
kılabilmektedirler.

Ancak Thales, bunu söylerken bir bilim insanı gözlemiyle


yapar. Denizin olması, insanın kökeni, devamlı olarak
dönüşmeye müsait olması bunlar doğanın hem başlangıç hem
de çeşitliliğini açıklamak için önemli verilerdir. Giderek bir
rasyonelleşme olmuştur. Bu rasyonelleştirme kolay
gerçekleşmemiştir. Bunu bugün retoriğe dayandırırız. İki eşit
kişi tartışırken rasyonellikten uzaklaştıklarında kavga
edeceklerdir. Bu iddiayı neye dayanarak ileri sürdün, rasyonel
bir tartışmadır. Ancak Babil’de, mısırda üst sınıf ne derse
odur, burada retorik değil, emir vardır. Dolayısıyla rasyonalite
gelişmez. Donmuş bir rasyonalite vardır, dinamik bir
rasyonalite yoktur. Örneğin, sarayın, rahibin, askerin,
kahramanın, şamanın rasyonalitesi vardır.

Diyaloglarda, retorik bir tartışma zemini görürüz. Bir mantıki


zeminde bu kez Okeanus tanrıları anlamaya çalışır. Sokaktan
okula geldiğimizde, okul çok daha rasyonel yöntemlerle
geliştirilmesi gerekir. Artık karşımıza retorik değil bilim
çıkmaya başlamaktadır. Felsefe olgunlaşıp, adına metafizik
denen yöntemi olan, matematiğe, geometriye, mantığa dayalı

21
olan bir disiplin ortaya çıkmıştır. İşte bu noktadan sonra
hakikat metafiziğin işi haline gelmiştir. Çünkü neye
dayanarak ortaya koyulduğu sorulduğunda, Mısır veya Babil
medeniyetleri kaynaklarını sadece kendilerine dayandırırken,
bilginin belli zümrelere özgü olmaması gerektiği. Bilgi
herkese açık olmalı, eleştirilmeli, açıklanmalı, makul görüşler
kabul edilmelidir.

Dialoge, karşılıklı konuşma, diyalektiğin kelime köküdür.


Diyalektik derinlemesine düşünmedir, okulda yapılan
diyalektik saf düşünmedir, karşılıklı düşünmenin bir üst
kademedir. Burada artık kavramların zorunluluğundan
hareket edilir.

Televizyon programında pek çok konu tartışılır. Tartışmanın


amacı bir sonuca varmaktır, sonuca varmak için akıllar
konuşup düşünerek iş birliği yapmalıdırlar. Kişinin kendi
bulunduğu konumu, karşıdakinin konumunu açarak ondan
kişinin kendine katacağı bir şeyler olup olmadığını
sorgulamasıdır diyalog. Ancak bugünkü tartışmalarda
diyalog, kendi konumunu mutlak biçimde savunup karşı
tarafı çürütmek şeklinde meydana gelmektedir. Bu cedeldir
(düşmanlık veya tartışmada çetin olmak, cephe almak).
Sofistlerin yaptığı bununla ilişkili olarak değerlendirilebilir.

22
Etik ile Metafizik İlişkisi
Historia, araştırma demektir. Geçmişin araştırılması geçmiş
ile hakikat arasında bir bağlantı olduğu düşünüldüğü için
önemlidir. İnsan değişmeyenin, bir biçimde geçmişte
olduğunu düşünmeye meyillidir. Historia bu anlamda,
insanlığın gerek kendisiyle, gerek tüm varlıkla ilgili olarak
kaynağını düzgün bir biçimde anlamak için geçmişe nesnel
bakmayı ister. Mitlerde olduğu gibi hayal gücüyle değil.

Empodekles adlı antik dönem filozofu aynı zamanda bir


histor’dur, fosillere bakarak canlıların bundan yüzyıllar önce
nereden geldiğini anlamaya çalışmıştır. Daha sonra Historia
denen şey, insanlık olaylarıyla ilgili bir şeye dönmüştür. Ama
yunan düşüncesi rasyonelleşmeyi historiada bulmuştur. Bir
tarafta Mitçiler –Homeros gibi- vardır, mit uzmanları,
kaynağını mitte bulmuş kişiler vardır, felsefe ise historiadan
daha fazla rasyonel olmak durumundadır. Çünkü neye
dayanılarak geçmişte olanların böyle olduğunun ortaya
konduğu sorusu yöneltildiğinde, historlar ya yeterli cevap
verememiş ya da cevap verme yeterliliğine ulaştıklarında
zaten filozofa doğru evirilmişlerdir.

Historlar ağırlıklı olarak doğada kalmaya çalışırlarken,


filozoflar matematiği, mantığı, geometriyi, etik soruları
sormaya başlayarak hem yöntemi hem alanı
genişletmişlerdir. Historlar doğanın kaynağının ne olduğunu

23
bulmaya çalışırlarken insanı göz ardı etmiştirler. Aynı
zamanda, matematik ve geometriyi henüz istenen biçimde
fiziğe ekleme başarısı gösterememişlerdir. Platon gibi biri,
Academia’nın kapısına “geometri bilmeyen giremez” yazmış,
insanı dert edinmiş, devleti kurmak için bir yöntem
geliştirmeye çalışmıştır. Yani histor’da kaynağa ilişkin bir
bilgi olmakla beraber bu kaynağa ilişkin söylediği fikirleri
desteklemek için kullandıkları yöntemler eksiktir. Aynı
zamanda doğaya insanı ekler, fakat hakikat resmi

Hakikat resmini insana giydirmekte doğadan faydalanmak iyi


bir yoldur, tüketilemez. Eksik gelebilir, Kızılderililerin yaptığı
gibi doğa üzerinden insan anlamlandırılabilir. Bu halde de
medeniyet kısmının eksik olması problemi karşımıza çıkar.
Medeniyetin ilerlemesi ise, insanı doğadan uzaklaştırır.

Bugünkü sunileşmiş medeniyetin sıkıntılarından bir tanesi de


doğadan bu kadar çok uzaklaşmasıdır. Daha önemlisi ise,
İbrahimî dinlerle gelen tanrıyla baş edememesidir. Baş
edemediğinde farklı tepkilerde bulunmaktadır. Kendisini,
şehrini, teknolojisini ortaya çıkarmaktadır. Ancak önemli
nokta, mit Historia felsefenin antik yunandaki bu durumudur.
Filozof bu yüzden doğayı gözlemler ve onu insana giydirmeye
çalışır. Âlemi/doğayı kozmos olarak telakki eder ki bu makro
kozmostur. İnsan ise mikro kozmostur. Mikro alan makroya
bakmak, kendisini göre düzenlemek durumundadır.

24
Thales örneğindeki gibi doğadaki öz, su şekilde belirlenebilir.
Miletli Anaksimenes bu özü hava olarak tanımlarken,
Anaksimandros buna apeiron olarak belirlemektedir. Apeiron
sınırsız, biçimsiz olan temektir. Anaksimandros’un kafasında
öyle bir kozmos tasavvuru vardır ki, bu inanılmaz büyüklükte,
her şeyi kapsayan bir alandır. Kaotik bir biçimde hareket
etmektedir, ateş, su, toprak ve hava biçimsiz ve sınırsız olarak
bulunmaktadır. Buradan çıkan bir ateş parçası güneşe
dönüşür, toprak parçası dünya haline gelir,
Anaksimandros’un âlem tasavvuru budur. Devamlı olarak
kaynağın ne olduğuna ilişkin fikirler ortaya atılmaktadır.
Doğanın kaynağı nedir sorusunun topluma yayılmasını
istemişlerdir. Toplumsal olanın, etiğin kökenini metafizikte
bulmaya çalışmışlardır.

Thales’in verdiği cevap bir metafizik cevap olmasına karşın,


bu aslında olgunlaşmamış bir metafizik cevaptır. Zaten Thales
bir filozof değil, fizikçidir. Olgunlaşmış metafizik cevaptan
kasıt ise, her şeyin sudan geldiğini söyledikten sonra buna
göre düzeni sağlayan varlığın ne olduğu, bu varlığın öyle değil
de böyle dönüştürdüğüne, amacına dair bir takım savlar
ortaya koymaktır. Böylece varlık pek çok açıdan tasvir edilir
ve resim daha anlamlı bir hale dönüşür. Bir resim var
karşımızda, boyası şu, resimde şu anlatılmak istiyor, bu resmi
kimin yaptığı sorularında Thales bu sorulara yalnızca boyası
şu şeklinde cevap vermiştir. Niçin yapıldığı, kim tarafından

25
yapıldığı, nereye varacağı soruları Thales tarafından
sorulmamıştır. Düşüncenin kaynağı, bu soruları soranlar
Aristoteles ve Platon olmuştur. Bu yüzden etik sorular
metafiziğe yönelir. Sokrates ve platon, şunu yapmaya
çalışırlar, fizikçilerden kaynak sorununu ve yöntemini, özünü
alarak insan sorununa aktarmaya çalışmışlardır. Meseleyi
doğayla sınırlı tutmadan, insanın ne olduğuna da
götürmüşlerdir. Demek ki etik sorunlar, metafizik gibi sağlam
cevapların verildiği yerde cevaplanabilecektir. Sorun,
başından beri ve asla bitmeyecek şekilde, etiktir.

Bir evrenin nasıl başlayacağı görülmüş olsa, yine bundan


daha büyük bir soru, yani bununla ne amaçlandığı sorusu
ortaya çıkacaktır: amaç sorusu. Amaç ise her zaman iyi ile
ilgilidir. İyi nedir sorusunun cevabı aranmaktadır. Çünkü asıl
kaynak bununla ilgilidir. İyi nedir gerçekten, tanrı mı
yaratmıştır, platona göre iyi her zaman tanrıyla beraber
vardır. İbrahimî gelenek iyinin her zaman tanrının kendisi
olduğunu söylemektedir ki burada iyinin çapı farklı bir şekilde
değerlendirilmektedir.

Dönüşümün Başlangıcı
Bilmek, ortak olmak ve varlığı ele geçirmek 3lü tasnif var.
Varlığı bilmek bilgiyle ilgili bir şeydir ve antik dönemde
ortaya çıkmıştır. Varlığa ortak olmak yine antik dönemde
karşımıza çıkar ama bu ortak olmak çeşitli idrak veya bilgi

26
biçimleri üzerinden yapılabilecektir. Örneğin, Kızılderililer
yunandakinden farklı bir biçimde varlıkla ortak olurlar. Doğa
resmi onlarla çok animisttir (canlandırmacı). Ama bir de bilgi
üzerinden varlıkla ortak olmak vardır ki okulda yapılan
budur. Modern dönemde karşımıza çıkansa, varlığı ele
geçirmektir. Varlığı ele geçirmenin farklı versiyonları vardır.

Özellikle modern nesne, tüm varlıkların kendisi için olduğunu


düşünmekte ve bu anlamda kendisini merkeze almaktadır.
Unutulmamalıdır ki, dinler de insanın kendisini merkeze
almaktadır ancak bu merkeze almayı insanın kendisine
sorumluluk yüklemek şeklinde formüle eder. Yani tanrı,
insana bu dünyayı ona iman etmesi için vermiştir, imar
etmesi için, gökdelenler yapması için değil, çünkü bunlar
dünyanın ruhuna aykırı hareketlerdir. Fiziksel olarak yukarı
çıkılamaz.

Dağın tepesine çıktığında kişi kendisini küçük hisseder, bu


yerinde bir duygudur. Duymak, duygulanmak bütün varlıkla
ortaklaşa bir dil içerisinde olmaktır. Yani varlığın kendisini
bir duygu durumuna sokması, özellikle sanatçıda kendisini
gösterir. Bütün bir musiki içerisinde varlığın şeması
yakalanabilir. Bu yakalanan şey kelimelere dökülemez, çünkü
varlık kelimelere sığmaz, insan bu yüzden sürekli varlığı
tanımlamaya çalışmaktadır. Ancak duyguda kendisini bir
anda gösteren bir yoğunluk vardır; dağa çıkıldığında, varlığın

27
da kendisinin de ne olduğunu anlayan insan gökdelene
çıktığında bunu anlamaz. Gökdelende, göğü delen, sınırlarını
bilmektense sınırlarını aşmak isteyen bir zihniyet vardır.

28

You might also like