Professional Documents
Culture Documents
Bir Siyasal Örgüt Olarak Osmanlı İttihad Ve Terakki Cemiyeti - M. Şükrü Hanioğlu
Bir Siyasal Örgüt Olarak Osmanlı İttihad Ve Terakki Cemiyeti - M. Şükrü Hanioğlu
M.SUKRU HANIOGLU
İletişim Yayınları
Beniz ve Sedef
HanioğlnVa
K itapta yer alan bazı belge
lerin orijinalleri çok uzun ve
farklı boyutlarda idi. Ayrıca
belge fotokopilerinden film al
dığımızda b ir kısm ı okunabi
lirliğini tam am en yitirdi. Bu
nedenle bazı belgelerin aslım
veremezken, kimi belgelerin
başlangıç bölüm lerini vermek
le yetinm ek zorunda kaldık.
İletişim Yayınları
ÖNSÖZ
VII
Gene bu çalışm alar sırasında İstanbul Üniversitesi ve Boğaziçi Üni
versitesi A raştırm a Görevlilerinden M ehmet Ulucan, Aydın B abuna, B ir
sen Hekim oğîu ve ayrıca Melih Sabanoğlu ve Gülden Ayman'ın büyük
yardım larını gördüm , kendilerine teşekkür ederim .
İncelem enin genellikle evraklara dayandırılm aya çalışılması, b u alan
da da pek çok yardım a ulaşm aya çalışm am ıza neden olm uştur, B aşta
Sayın .Muzaffer Akalın ve Niyazi Ahmed Banoğlu olm ak üzere Gül K ar-
hdaf, N urşen Mazıcs. Dr, Em el Esin, Benâl Nevzad Ammaii ve Aslan
Kayrsardağ'm bu alanda h içbir m addî karşılık sözkonusu olmaksızın
Düyük destek, yardım ve ilgileri görülm üştür.
Tasnifli evraklara ulaşabilm e konusunda ise, en önce çeşitli konu
lara ilgimi çeken değerli araştırm acı H ayıi M utluçağ’a teşekkür etm ek
isterim . Bunun yam sıra, bilhassa B aşbakanlık A rşivinde N ecati Akiaş,
Veli Tola başta olm ak üzere, tüm personelin büyük yardım larını gör
düm. A ynı ş c k ıiu ^ Sıusynısnıyc rvilıupiictncsı ’ndekl çalışm alarım a Doç.
Dr, Gimay K ut, i, ercum an Gazetesi Arşivi'ndeki çalışm alarım a da Atilâ
Çetin yardım lar sağlam ıştır.
Yurt dışındaki arşiv çalışm alarında ise, genellikle araştırılan konu
nun önem li olduğu kanaatine varan çeşitli k u ram ların burs sağlam ak
yolu ile gösterdiği yardım lara teşekkür etm ek isterim , i
Kış ve İlk b a h a rın d a T irana'da Arnavutluk Sosyalist H alk Cumhuriye
ti m erkez arşivlerinde, T.C. Dışişleri Bakanlığı kanalıyla sağlanan b ir
bursla çalışına im kânı buldum . Sayın Büyükelçi B erhan E kinci ile Ti
ran a Büyükelçisi M etin K araca bu alanda b irer tarih araştırm acısının
duyacağı heyecanla, bana büyük yardım larda bulundular. Bu arşivlerde
araştırm a yâpıi^iin slii'ccg ^uiuiı^uiii ç o b ü y ü k KOiiütseveıligin yanı-
sıra, tarih uzmanı Elen! Duka ile arşiv i.uuduru x Hvsiiıa M urzaku ve m ü
dür yardım cısı F Aİıs, nın yat'dım laım ı belirtm ek isterim . Bunun
yam sıra, arşiv yetkilileri bana, hiçbir m addî karşılık kabul etmeksizin
istediğim tüm doküm anların fotokopilerini de hediye etm işlerdir.
1984 Yaz’ında Ingiltere’de B ritish Councirin sağladığı im kânların
da yardım ıyla, arşiv ve kütüphanelerde konu ile ilgili kaynaklar taran
m ıştır. B uradaki doküm anların bazılarının fotokopilerinin sağlanm ası
hakkında ise Fakültem iz eski dekanı Prof, Dr, Vakur versaıı, Dr, R auf
Versan, Almanya’dan Doç, Dr, Nezhun Ateş, Levent Güneş ve A.B.D.'den
Dr, H aşan K ayalı'm n yardım larım zikretm ek isterim .
Diğer arşivlerdeki çalışm alarda; A vusturya'da Dr. Arma Benna ve
Dr, E rn st Petrisch, Cenevre K antonu arşivlerinde M lchelme Tripet, Al
m an Dışişleri Arşivi’nde Dr. M aria K eîpert ve Y unanistan'da Prof, Dr.
N. S arris’in büyük yardım ları görülm üştür. F ransa'daki çalışm alarda
ise dostum , değerli araştırm acı Dr. F raaçois Georgeon’un h er bakım dan
sağladığı yardım lar ile kaynaklanıl çoğuna ulaşm ak m üm kün olahil-
V III
m istir. Gene; Osm anh Im p arato rlu ğ u ’nun son dönem leri üzerinde geniş
b ir araştırm ayı yürüten Dr. E sth er B enbassa - Budan/ney İsrail'deki m uh
telif arşiv kaynaklarından derlediği geniş kütüphanesini incelememize
açm ıştır. Bu ülke arşivlerindeki kaynaklara yapılan, atıflar; kendisinin
fotokopilerinden alınm ıştır.
B unların yam sıra, fakültem izde bulunan olum lu araştırm a ortam ının
da, araştırm anın oluşum unu sağladığını zikretm ek isterim . Bu alanda
çok sayıda m ikrofilm okum a sorunu ile karşı karşıya kaldığım da, ta
lebim üzerine b ir h afta gibi sürede, bir m ikrofilm m akinesinin odam
da hizm etim e verildiğini belirtirsem , gördüğüm yardım ları daha yi be
lirtm iş olurum . B undan dolayı fakültem izin eski ve m evcut dekanları
P rof, Dr. V akur V ersan ile Prof. Dr. C um hur Ferm an'a teşekkürlerim i
sunm ak zevkli b ir görev olacaktır.
A raştırm anın yayın ve basım ı için h er tü rlü yardım ı gösteren
İletişim Y ayınlan yöneticileriyle Teknografik M atbaacılık A.Ş, değerli
personeline teşekkürü de borç bilirim .
B ütün bu çok değerli yardım ların yam sıra, kuşkusuz en büyük min
nettarlığım . uzun b ir dönem m üddetince, her şeyden önce îttih a d ve
Terakki ve Jön T ürklerle uğraşan b ir aile reisini büyük b ir anlayışla
karşılayan ve o'na sürekli destek veren eşim Deniz Hartioğlu ile kızım
Sedef H anioğlu'na olacaktır.
Bu çok sayıda yardım a, ilgiye ve desteğe karşılık kitabın tüm h a la
larının ve daha iyi b ir inceleme yapam am a sorum luğunun da gene ta
rafım dan kaynaklandığını belirtm ek isterim .
M. Şükrü HANİOĞLU
Kanlıca, 1985
IX
Prof, Dr, T a n k Zafer Tunaya’m n Sunuşu :
XI
tif’tir. Araştırm acıya göre eğer sın ırlan belli (çizili) b ir toplum sal me
kanizm anın dinam iklerim ortaya çıkarm ak istiyorsak, -«ikili çatışm a ve
basit neden - sonuç ilişkisi» ile yetinm eyerek «çok yönlü b ir ilişkiler
sistem ini» kurabilmeliyiz. Bu aynı zam anda bir keşiftir. Düzenli b ir k ar
maşıklığın, bulunan parçalarla saptanm asıdır. -Şu anlam daki anıl sorun,
bize göre, olaylarla (eylemsel ve örgütsel yapı) fikirler (ideolojik yapı)
- kendisi zihniyet diyecektir- arasındaki çoğa ilk bakışta görünmeyen
sayısız bağlantıların b ir b ir meydana çıkarılm asıdır. B ir kuyum cu işi
dir bu. Ve Dr. Haeıioğiu tüm çalışm asını bu tem el görüş üzerine «inş:ı.->
etm iştir. Şablon uygulam ası ve d ar yorum lam a usullerini b ir yana bı
rakarak, insan kafasını rah atlatarak yapm ıştır bu n u . Bulgularım fev
kalâde bol b ir arşivle ve doküm anla da beslem iştir,
Teknik zorunluluklar sonucu çalışm alarının tüm ünü sunam am ıştır.
Birinci cildi Jö n T ürlder dönem inin b ir kilom etre taşı olan *1902
Kongresi»ne k ad ar getirm esi tartışılabilir. Ama bu seçiminde haksız ol
duğunu ileri sürm ek de pek doğru sayılamaz. Konu üzerinde çalışmış
olanlar, çok daha ilginç sorunlara b ir an önce kavuşabilm enin aceleci
liği içindedirler.
Şimdi sıra yeni araştırm acılardadır. Bu -doyurucu eser geleceğin
doğuruculuğunu da taşıyor. Bilinmezler tartışm aya açılm ıştır.
Eski günlerin övgüsü içinde yeni kuşağın verimsizliğim İleri süren
ler, haksız eleştirilerine bu k itap ta yanıt bulacaklardır,
Genç bilim adam ı Dr. M. Ş ükrü Hanioğlu. Jön Türk'ler konusunda,
şimdiye kadarki bilgilerimizin dışında bize yepyeni bilgiler vererek, ger
çek aydınlıklar getirm iştir.
Kutlam aya değer sorun da budur.
T an k Zafer Tımaya
X II
İ Ç İN D E K İL E R
Sayfa
önsöis VII
İçindekiler XIII
X III
sayfa
XIV
Bölüm V ; 1889 -1902 Döneminde İttihad ve Terakki Cemiyeti ve
Jön Türklerin Siyasal Düşünceleri 804
Seçkine! Teoriler ve Jön Türklük 813
Dinin Toplumsal Roiü Karşısında Jön Türk Düşüncesi 619
Jön Türkler ve Siyaset 626
XV
i
GİRİŞ
1
zer sonuçlan vermiştir. Daha evvelce, Osmanlı toplumunu «Asya Tipi Üre
tim Tarzı» ile açıklama gayretlerinin sınırlılığı ve sathiliği de açıkça görül
müştür.
Burada söylenilmek istenilen, bir toplumsal yapının özelliklerinin her tür
lü teorik çerçeveden uzak bir yaklaşımla ele alınarak incelenmesinin gerek
liliği değildir. Bu yaklaşımın ortaya çıkartacağı sonuçlar açıktır. Ama tari
himizi ve toplumumuzu, son derece mekanik ve o toplum hiç düşünülmeksizin
ortaya atılmış olan teoriler ile incelemekte de bir suıır koymak; köşeleri bu
teoriler ile belirlenebilecek sahada, özgürce, ilk elden kaynaklara inerek yo
rum yapmamız gerekmektedir. Gerçekleştirilmesi gereken diğer bir önemli
nokta da, incelediğimiz olay ile düşünce çerçevesi olarak aldığımız teorilerin
uyuşmayan yanlarını açıkça belirtmektir.
Yakın tarihimizi inceleyen eserlerde de aym yaklaşımlar ağırlıklı olarak
görülmektedir. Bu dönemi inceleyen eserlerin büyük çoğunluğu, yaklaşık bir
asırlık dönemi, 1838 Osmanlı-İngiliz ticaret anlaşması sonucunda ortaya çı
kan bir ezilen-ezen ilişkisi ile açıklamaktadırlar. Bunun ne kadar yetersiz ol
duğunu açıklamaya dahi gerek yoktur. Sonuçta yine aym kategoriler def’atle
karşımıza çıkmakta, bunun dışında ise hiçbirşey açıklanmış olmamaktadır.
Burada belirtilen ezilen-ezen ilişkisinde olduğu gibi, ortaya çıkan diğer
sonuçlar da son derece basittir, Birbiriyle çatıştığı varsayılan ve hemen ikili
bir biçime dönüştürülen gruplar ortaya çıkmakta ve toplumsal yaşam ile tari
hî gelişmeler; bunlar ile, gayet mekanik bir biçimde açıklanmaktadır, Örne
ğin; asker, ûlema, eşraf, âyân, Saray, halk bu çatışmaların aktörleri olmak
ta; sonunda birbirine karşı çatışan ittifaklar içinde bulunan ikili gruplar ge
liştirilmekte ve sorunlar çözülmektedir.
Sözkonusu yaklaşımın; her türlü iç dinamiği gözardı etmesinin ve açık-
layıcılığınm çok zayıf olmasının yanısıra; bir problemi daha bulunmaktadır.
Burada sözedilen aktörlere dikkat edersek, bunların pek çoğunun kendi iç di
namiklerinin de ihmal edilemeyecek kadar önemli olduğu görülür. Örneğin;
ûlema çok parçalı bir bütündür. Aynı durum tarikatlar için de sözkonusudıır.
Bu durumda; onların tekil ittifaklar içinde yerlerini alabilmeleri son derece
güçtür. Çalışmamızda da örneklerini izleyebileceğimiz gibi; bunları, çeşitli
durumlara göre birbirine karşıt oluşumlar içinde görebilmek mümkün olmak
tadır.
Bunların yanısıra; gerek birinci, gerekse de ikinci kategoride tasnif et
tiğimiz, tarihimizi açıklamaya çalışan yaklaşımların bir diğer ortak noktası,,
teoriler veya geliştirilmiş olan sınıflamalar dışında kalan ve açıklanamaya-
cak kısımları tamamen ihmâl etmeleri ve âdeta olağandışı bir sapma olarak
algılamalarıdır. Abdülhamid î î dönemini açıklamaya çalışan eserlerin çoğun
da bu eğilimi görmek mümkündür. Burada işlenen kurgu; toplumda hiçbir
desteği olmayan baskıcı bir iktidarın, ışık taşıyıcıları tarafından mağlub edil
mesi ve eski, iyi çizgiye dönülerek tarihin gidişindeki sapmanın önlenmesi
şeklindedir. Bu açıklama biçimi, kesinlikle suçlu olarak kabul edilen bir me
kanizmanın, toplumsal bir anlamsızlık veya izah edilemeyen olağanüstü bir
2
durum nedeniyle ortaya çıktığım belirterek; onun, açıklanmaya dahi değecek
durumunun olmadığım varsaymaktadır.
Bu dönemdeki yönetimi beğenmek yahut beğenmemek tamamen ayrı bir
keyfiyettir; ancak olayı açıklamak istiyorsak, yukarıdaki biçimde bir yakla
şımın bize faydası bulunmamaktadır. Nitekim Tanzimat'ın uygulanmasını in
celeyen bir araştırm a, bunun toplumda hiç de zannedildiği kadar olumlu des
tekler görmediğini; aksine, önemli sosyal tepkilere neden olduğunu bize gös
termektedir.1
Bu arada, aynı alanda kendi kategorilerimizle tarihi açıklama alanında
ortaya çıkan diğer bir özellikten de bahsetmemiz gerekiyor. Bu da; tarihi ve
sosyal gelişmeleri, şahıslar etrafında açıklama arzusudur. Kuşkusuz bu ar
zu; ciddî psikolojik yaklaşımlarla desteklenmiş olsaydı; belki de, bize konu
yu izah etmek için önemli bir kapıyı açabilirdi. Ama; bunların, büyük çapta
bir övme-yerme ile kişilerin rollerinin abartılmasından öteye gitmediğini be
lirtmemiz gerekiyor.
Her iki tipteki araştırm alarda tesadüf edilen bir diğer sorun ise; belirli ve
yeni bir düşüncenin kökeni olarak kabul edilen fikirlerin keşfedilmesi ala
nında ortaya çıkmaktadır. Klâsik Siyasal Düşünceler Tarihi (Siyasal Teori)’
nin de böyle bir yöntemle çalıştığı doğrudur. Örneğin bu yaklaşım; Rousseau’-
yu anlatırken, onun kişiye değerlerini veren kurum olarak topluluğu ka
bul etmesinin Aristo’dan mülhem olduğunu işleyerek, konuyu izaha çalışır.
Ancak, bu alandaki benzetmelerin çok hassas yapılması gerekmektedir. Na
sıl, Winstanley’in düşüncelerini okuyan bir okuyucu, onunla modern sosyaliz
min fikrî alandaki ilk öncüsünün ortaya çıktığını iddia edemezse; biz de, bu
alanda dikkatli olmayıp, genellikle düşünce tarihinde çokça varolan benzeyiş
leri zorlayarak yorumlara tabi tutarsak; anlamlı görünebilen, fakat hiçbir
açıklayıeılığı olmayan benzetmeler yapmış oluruz. Nitekim; sözkonusu yakla
şımların dışında olarak, Türkiye’de belli bir düşünce eğiliminin gelişimini in
celeyen bir eserde, II Meşrutiyet’in ilk dönemindeki sosyalist hareketler ile
onun temsilcisi Osmanlı Sosyalist Fırkası ve reisinin, gerçek anlamda bu ku
ram ile hiçbir ilişkilerinin bulunmadığı gösterilmiştir.2
Nihayet; tarih araştırm aları yapılırken karşılaşılan en büyük sorun bizim
yakın tarih incelemelerimizde de karşımıza çıkmakta olan; incelenen dö
nemin koşulları gözönüne alınmaksızın, onun içinde yaşadığımız gerçekliğin
değer ve inanç sistemleri ile değerlendirilmesidir.
Nasıl ki; günümüzde sürekli yerilen bir durum olmasına karşın; Eski Yu-
nan’da, sosyal gerçekliğin bir parçası olarak kabul edilen köleliğin, Yunan
düşünürlerince neden eleştirilmediğini (ya da Platon’un yaptığı gibi, ondan
bahsetmeye bile gerek görmediğini) kınayarak, anlamsız bir tutum içine gi
rersek; belli bir dönemin Osmanlı yöneticilerine de, milliyetçi bir politika izle-
3
medikîeri için eleştiriler yöneltmekle aynı hataya düşmüş oluruz. Osmanlıcı
lık siyaseti; bugün, bize çok saçma ve sonucu zaten belli olarak görünebilir.
Ama; o dönemin yöneticileri açısından, bunun son derece mantıkî ve yegâne
çözüm olarak algılandığına da kuşku yoktur. Buna karşılık, Tanzimat olayını
incelemek amacıyla yazılan çok ciddî bir eserde dahi, temel problematiğin
«Neden Tanzimat, Cumhuriyet’in yaptıklarını gerçekleştiremedi?» olması, bi
ze bu yaklaşımın yaygmlığını göstermektedir,®
Yakın tarihimizin özel bir kesiti olan inceleme konumuz, daha önce çeşit
li yaklaşımlarla ele alınmıştır. 1950’lere kadar konu, harekete katılanların ha
tıraları ve Ahmed Bedevi Kuran’m, üstün bir gayretle topladığı çeşitli dokü
manları neşretmesinden öteye gidememiştir. Kuran'in teorik bir problemati-
ğinin bulunmayışı ve harekete katılan karşıt gruplardan birisinin temsilcisi
olması, eserlerinin gücünü etkilemektedir. Ancak; tartışılamayacak durum,
ortaya gerçekten önemli belgelerin çıkarılmış bulunmasıdır. Kuran’m bu ikin
ci sorunu; Kâmil P aşa’nın torunu olmasından dolayı, konuya çok taraflı ola
rak yaklaşan Hikmet S a y a rd a da bulunmaktadır.4
Daha sonra Tunaya’nm, bu alandaki öncü çalışmalarından bahsetmek ge
rekiyor, Konu üzerindeki özgün bir makalesinin yanısıra;5 mevzu, kendisinin
çeşitli kitaplarının bölümlerinde de, iç dinamiğe ağırlık verilerek ve siyasal
düşünceler tahlil edilerek incelenmiştir.
Ardından, konu Ramsaur'ın çalışması ile ciddî bir biçimde ve özgün ola
rak ele alınmıştır. Bu eser; gerçekten de, konunun önemli klâsiklerinden biri
haline gelmiştir. Üstelik, o dönemde yaşayan bir kısım Jön Türklerin, konu
hakkındaki hatıralarının derlenmesi de büyük önem taşımaktadır. Ancak;
bunun dışında, eser genellikle batı kamuoyunun Jön Türk hareketini değer
lendirmesini yansıtmaktadır.8
Bunu takiben; Mardin’in çalışmaları ile konu, siyasal düşüncelerin ana
lizi bakımından gerçekten çok mükemmel bir biçimde incelenmiştir. Jön Türk
lerin siyasal düşüncelerinin analizi bakımından, bu araştırm alarda tespit edil
miş olan sınırları zorlayabilmek bir hayli güçtür.
Bundan sonraki çalışmalarda ise, konu daha ziyade belirli teorik çerçe
velerin kullanılması ile birlikte, genellikle yabancı araştırm acılar tarafından
ele alınmıştır. Bu çalışmalar da temel varsayımları olarak; Türk araştırm acı
ların, olayı kendi kendilerince koydukları kategoriler ile incelediklerini, halbu
ki konunun mutlaka bir teorik perspektifinin bulunması gerektiğini aimışlar-
4
dır. Fakat, burada ağırlığın daha ziyade teorik çerçeveye kaydığı gözlenmek
tedir. Petrosyan’ın çalışması; bu alanda yapılan zorlamalar ile belli bir top
lumsal hareketi, bir teorinin kalıplarına uydurmak yolundaki yaklaşıma gü
zel bir örneği teşkil etmektedir.7 Bu yaklaşım; taşıdığı sorunların yamsıra,
âdeta orientaiism dediğimiz bakış açısmda olduğu gibi, yabancı bir toplum
sal gelişmeyi başka bir toplumsal gözlükle okumaya çalışma yaklaşımına
da yöntem açısından büyük bir benzerlik göstermektedir.
Daha yakın dönemde konuya Q uataert’m, olayın ekonomik yönünün de
araştırılması gereğini vurgulayan çalışmalarıyla yaklaşılmıştır. Araştırmacı,
bu yaklaşım çerçevesinde Jön Türk hareketinin incelenmesini dahi, eski ve
yeni yaklaşımlar olarak tasnif etmiştir.8 Sözkonusu yaklaşım; Jön Türk ha
reketinin içinde geliştiği İktisadî iklimi araştırdığı sürece bize önemli bir ko
nuyu açıklamış olmaktadır.8 Ancak, bu alandaki yaklaşımın 1908’in ekono
mik koşullarının ihtilâle doğrudan neden oldukları şeklindeki bir neden-sonuç
ilişkisine çevrilmesi, biraz talî bir eksenin ana bir çizgi haline getirilmesi
olmaktadır.
Böyle bir yaklaşnîı; en azından 1895’den itibaren, her yıl çeşitli bölgeler
de veya merkezde başlayan ve başarıya ulaşamayan, çok çeşitli gruplara
mensup kimselerin aktif roller oynadıkları girişimleri açıklamakta bize ta t
minkâr bir çerçeve sunamamaktadır. Aynı şeküde, ,1908 İhtilâlinin neden Se-
lânik'de örgütlenen bir cemiyetin organizasyonu ile gerçekleştirildiğini açık
lamaya çalışan ve büyük bir emek mahsûlü olan bir çalışma da benzer so
runları taşımaktadır,10 Bu çalışma da bize 1906 sonrasındaki teşkilâtın küçük
bir bölümünün organizasyon koşullarının anlaşümasında yardımcı olabilmek
tedir, ama aynı örgütün daha önce tarikatlar aracılığı ile Hama ve Humus’da
nasıl kurulduğu ve örgütlenebildiği sorusunu cevaplayamamaktadır.
Burada; kuşkusuz, söylemek istediğimiz sosyal çevre ve ekonomik koşul
ların hiçbir etkisinin bulunmadığım belirtmek değildir. Ama, bunları şimdiye
kadar yapılanlardan çok daha geniş bir perspektifte ele almak ve iç dinami
ğin diğer belirleyicüerini devre dışı bırakmadan; ikili bir çatışma veya basit
neden-sonuç ilişkisi yerine, çok yönlü bir ilişkiler sisteminin özelliklerini or
taya koyabilmektir.
İttihad ve Terakki ve Jön Türklük konusunda bir çalışma yapmaya gay
5
ret ederken; yaklaşım olarak; yukarıda belirtilenler ışığında bir yol tutulma
ya çalışılmıştır. îlk olarak soruna bir zihniyet problematiği çerçevesinde yak
laşılmış11 ve iç dinamiğin ayrıntılı bir incelemesinin yapılmasına gayret
gösterilmiştir. Ayrıca; Jön Türklüğün ortaya çıkışında önemli etkisi olan Ab-
dülhamid Tl yönetimi ve onun toplumsal dayanaklarının da bu alandaki özel
liklerinin tespiti ile konuyu daha fazla aydınlatmaya çaba sarf edilmiştir. Bu
bölümde Weber’in ifade ettiği düşünce sistematiğinden etkilenildiği açıktır.
Ancak; sözkonusu etki, yalnızca bir mekanizma kullanımı olarak ele alınmış
tır. Yoksa: araştırmanın, Osmanlı toplumsal düzeninin «patrimonyal» olduğu
gibi bir sonucu ispata çalışmak şeklinde bir gayesi bulunmamaktadır. Böyle
bir tanımın da yukarıda sayılan örneklerdeki hataları içermediğini söylemek
mümkün değildir.
Başka bir deyişle; «patrimonyal» tanımı, bize belirli bir toplumsal yapının
sınırlarım belirtmekten öteye bir açıklama getirmemektedir. Burada yapıl
ması gereken; patrimonyalliği ispat değil, sınırları çizili toplumsal mekaniz
manın dinamiklerini ortaya çıkartabilmektir.
İttihad ve Terakki ve Jön Türklük daha ziyade; ya 1908 öncesinin koşulla
rını ve örgütlerini incelemek ya da bu tarihten sonra Cemiyeti (ve fırkayı)
iktidarda tahlü etmek biçiminde ele alınmışlardır.12 Araştırmamız da; buna
uygun bir çerçeveyi kendisine temel alarak, 1889-1909 arasında örgütün faali
yetlerini ve etrafında oluşturduğu düşünceleri incelemeye çalışacaktır. Kuşku
suz, bu tarihler içinde titizlikle kalabilme imkânı yoktur. Ama; Cemiyet’in
iktidara geçtiği ilk dönem sonrasındaki evreleri, araştırmamız dışında kal
maktadır. Bunun oldukça zor ve ayrı bir çalışma alanı olduğu kanaatinde
yim.
Şimdiye kadar konumuzda yapılan araştırm alar; Kuran’m, özelliği belge
leri sunmak olan çalışmaları bir yana bırakılırsa; birinci elden kaynakları
oldukça sınırlı olarak kullanmışlardır. Ramsaur’ın çalışması; belirttiğimiz gi
bi; harekete katılanlarm mektupları dışında yabancı kaynakları kullanmış
tır. Turnaya ve Mardin; ağırlığı, daha ziyade yayın organlarındaki siyasal dü
şüncelerin analizine vermişlerdir. 1908 sonrasını inceleyen yayınlar arasında
sivrilen Ahmad’ın eseri1*; genellikle, İngiliz vesikalarına dayanılarak yazıl
mıştır. Bunun yararı açıktır; ama, bu vesikalar İttihad ve Terakki’nin orijinal
ve Türk arşivlerindeki önemli vesikalar ile desteklenmedikçe, beklenen açık-
layıcılığa sahip olamazlar. Özellikle ele aldığımız birimin gizli bir teşkilât
6
ııil İliHılI IIİIİIİİIIIIIMIİIIİİIIİİIIİII
oluğu; onun resmî gazetelerinde açıkladığı hususlar ile dahi farklı politikalar
izleyebilmesi sonucunu doğurmuştur. Örneğin; Cemiyet Türkçü politikalara
yönelmeye başladığı zamanlarda; sürekli olarak; resmî yayın organlarında
Osmanlıcılığın savunmasını yapmıştır. Bu alanda ilk elden kaynaklara inmez
sek, yapacağımız yorumlar gerçeği aksettirmeyebilme tehlikesiyle karşı kar
şıya kalırlar.
Bundan dolayı araştırmamızda; özellikle örgütsel yapı ve faaliyetler ala
nında ilk elden kaynakların kullanılmasına çalışümıştır. Bu alanda en çok;
«Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti Merkez A rşivlerindeki belgelerden
yararlanılmıştır, Burada; 1889 da ki kuruluşun 1/1 numaralı üyesi İbrahim Te-
mo’nun sınırlı evrakı ile, çok daha büyük önem taşıyan İshak Sükûti’ye ait
evrak bulunmaktadır. Sükûti’nin organizasyon sorumlusu olarak; hemen
hemen her üye ile düzenli muhaberatının bulunması ve Cemiyet’in arşivcisi
göreviyle de önemli vesikaları toplaması neticesi olarak; gerçekten bize çok
konuda ışık tutan bir belge yığını, bu açıdan değerlendirümeye çalışılmıştır.
Ayrıca; Ahmed Rıza Bey gibi, Cemiyet’in ilk faaliyetlerinden itibaren sürekli
önemli roller oynayan bir Jön Türk ile Bahaeddin Şakir Bey gibi 1906 sonra
sında örgütü yeniden şekillendiren bir liderin evraklarmdan da yararlanıla
rak, dönem aydınlatılmaya çalışılmıştır. Özellikle çalışmanın ikinci cildi; Ba
haeddin Şakir Bey’in evraklarına dayanılarak yazılacaktır. Ayrıca; bu alan
da diğer bazı Jön Türklerin de evraklarından yararlanılmıştır. Bunun yanın
da; başta «Başbakanlık Arşivi» olmak üzere, yerli ve yabancı arşivlerden
yararlanılarak, açık kalan noktalar ve bilhassa, olayın bir diplomasi problemi
haline geldiği evrelerdeki boşluklar doldurulmaya çalışılmıştır. Doğal olarak;1
böyle bir konuda, belgeler bakımından tüketici olmaya imkân bulunmamakta
dır; ama, elde edebildiğimiz evraklar, bize anlamlı ve tutarlı olarak kabuj
edilebilecek bir çerçeveyi çizdirebilmektedir.
Çalışmanın iki cilt olarak hazırlanması, yalnızca genişliğinden kaynaklanan
teknik bir zorunlulukdur. Bunun için ‘İttihad ve Terakki ve Jön Türklük’ ko
nusunun bölünebileceği en anlamlı yer olarak görünen 1902 kongresi, iki cilt
arasındaki sınırı oluşturmuştur.
Ancak; her iki cildin de, tek bir incelemenin parçaları olarak kabul edil
meleri gerekmektedir. Aynı şekilde; araştırmanın bir bibliyografyası bulun
duğundan ve bunu bilhassa arşiv materyali bakımından bölmek imkânsız ol
duğundan, birinci cüdin sonunda bibliyografya verilmemiştir. Çalışmanın tü
münü kapsayan bir bibliyografya, ikinci cildin sonunda verilecektir.
Birinci cilt; giriş bölümünden sonra, Jön Türklüğün bir zihniyet proble-
matiği çerçevesinde incelendiği ikinci bölümle devam etmekte, bunu şimdiye
kadar önemli yanılgılara yol açan ve «Jön Türk hareketi» şeklinde İttihad ve
Terakki Cemiyeti’ne atfedilen hareketlerin ortaya çıkarılmasının amaçlandı
ğı üçüncü bölüm izlemektedir. Daha sonra; cildin en geniş bölümü olan ve
1889-1902 arasındaki siyasal faaliyetler ve örgüt organizasyonunun incelendiği
dördüncü bölüm gelmektedir. Bu bölümün genişliği nedeniyle, okunmasını
7
kolaylaştırmak için konu ile ilgili belgeler, bölüm sonunda toplanmıştır. An
cak; diğer bölümlerde az miktarda gerçekleşen bu duruma karşılık, belgeler
metinle paralel olarak gözden geçirilmezse, anlama boşlukları doğabüecek-
tir. Nihayet; 1889-1902 arasında İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin etrafında
oluşan siyasal düşüncelerin analiz edildiği beşinci ve 1889-1902 dönemindeki
faaliyet ve düşüncelerin genel bir değerlendirilmesinin yapıldığı altıncı bölüm
ler ile ilk cilt sona ermektedir. Ancak; bu son bölüm genel bir sonuç değil
dir. Kitabın genel sonucu ikinci cildin sonunda verilecektir. Bu açıdan, bunu
bir ara değerlendirme olarak kabul etmek gerekmektedir.
ıiiiiiimimıiıııiııHıiıiuHiHi
Et
9
yayınlanan yerli3 ve yabancı* yazarlara ait eserleri incelediğimizde; karşımıza
ilginç bir nokta çıkmaktadır ki, bu da Jön Türklüğün Osmanlı İmparatorlu
ğundaki modernleşme hareketlerinin bir halkası olarak görüldüğüdür. Salt
Jön Türklerin siyasal organizasyonlarını incelediğimizde pek tutarlı görün
meyen bu tutum, konunun derinliklerine inildiğinde ilginç ve anlamlı bir bağ
lantıyı karşımıza çıkartır.
Batıya doğru yönelimin başlamasından elli sene sonra yazılan ilginç bir
eserde; bunun nedeninin, «hüsn-i tedbir âsârımıdır, yahud mecburiyet nedeni
midir» şeklinde bir soru ile, ne olduğu ortaya atılmıştı.4 Aslında cevap bunla
rın her ikisine de doğrudur demek şeklinde beliriyor.
Osmanlı yöneticilerinin Batıya ilk yönelimleri; kuşkusuz, bir zorunluluk
sonucu olmuştu. Bu konu; yâni devletin probleminin «yeni usubu bilen «küf-
far»a yenilmekte olduğu kanaatinin yaygınlaşması,5 en azından Rus Çarlı
ğının yaptığı gibi, çevreye farklı ve alıcı bir bakışın gerekliliği görüşlerini or
ya çıkartm ışta. Mehmed Emin Behic’in ifadesiyle :
(2) Örnek clarrk bkz. Dukaghin-zadeh Basri Bey, Le M onde Oriental et L 'A v e -
n ir De La Pavxt Libraire Academique, (Paris:1920), ss. 3-10.
(3) Bkz. Paul Fesch, L es ‘Jeu n es-T u rcs\ Paul Paclot, (Paris: [1909]), ss. 15 v.d.
(4) A v ru p a ’dan D üveî-i M uazzam adan A ddolunan Fransa ve R usya ve İngiltere
v e A v u stu ry a ve P rusya D evletlerinin ve Sair Z a y ıf ve Sagir Düvelini A h
vâl ve K e y fiy e t-i M iilkiyelerine... [Dair] B ir K ıt’a Risalenin Tercüm esi,
Topkapı Sarayı Kütübhanesi R. 1615, v. 2. Aynı şekilde eser Osmanlı yöne
timinin Avrupa hakkında artan boyutlara varan bilgi toplama isteğinin de
güzel bir örneğidir. Bu yönüyle krş. îcm âl-i A h v â l-i A vrupa, Topkapı Sa
rayı Kütüphanesi, R.1648, passim.
<5) Bkz. İbrahim Müteferrika, U sûl-iil h îk e m î n izâ m -ü l âlem, İÜK-TY. 66S4,
v. 19-20. Cevdet Paşa ise durumu şöyle yorumlamaktadır. «Bir vaktden berü
vaki olan seferlerde asakir-i İslâmiyenin m ütevaliyen zuhura gelen peri
şanlığı erkân-ı devlete badi-i telâş ve endişe olarak... T arih-i Cevdet, Cild-i
Sâdis, matbaa-i Osmaniye, (Dersaadet: 1309) s. 4.
10
şöyle dursun edî bedevisi taife-i efrancirı en âkilinden müstaidd ol
duğu....»*
(6) Mehmed Emin Behic (51. 1224/1818-9), Sevanih el-Levâyilı, Topkapı Sarayı
Kütüphanesi, H. 370, v. 85/a-b. Krş. L âyih â-i Tatarcıkzâde A bdullah Molla
Efendi, (1228), İÜK-TY, D. 2 6930 (v. 200-300 arası), v. 202.
(7) [Rasih Mustafa Paşa], Sefûretnâm e-i R asih E fendi, İÜK-TY, 3887, v, 7/b,
8/a, Paşa, Yaş Muahedesi sonrasında (1792) ikili ilişkilerin tesisi çerçeve
sinde Rusya’ya gönderilmiştir. Kuşkusuz, daimî elçilik tesisi fikri bile «Av
rupa Kaidesi» çerçevesinde hareket etme gibi bir zihniyet değişikliğine işa
ret eder: «Avrupa’nın terakkiyat-ı eedîdesi ve D evlet-i Aliyyenin vaktü
hali iktizasmca düvel-i Avrupa ile peyda olan revabıt-ı adîde-i düvel-i A v
rupa kaidesince sefaret usûlünün vaz’ ve te ’sisini...» Faik Reşit Unat, Os
m a n lI S efirleri ve Sefaretnâm eleri, TTK. Yayınları; (Ankara: 1968), s. 168.
(8) Çarpıcı bir örnek için bkz. T a ife-i Nasâranın Sefer ve Harb ü Darb ve
H ıfz-ı M em lekete M üteallik Bası Tedbirleridir ki Tercüm e O lunub İşbu
Sefahata Ş eb t Olundu, İÜ K -T Y t 3984 (içinde v.1-11 arası). Askerlerin na
sıl olması gerektiği, sayısının nasıl saptanacağı gibi hususların başta Fran
sa olmak üzere yabancılar örnek alınarak verilmesi için ise bkz. Tahrir-i
A sker M addesine Dair Lâyihadır, Süleymaniye, Hüsrev Paşa, no.807-10 m.
v. 29-32.
11
batılılaşma çabalarının bağlamasından itibaren konuya; çeşitli yeniliklerin İs
lâmî olduğunu belirten ifadeler ile birlikte;8 Batı’yı öğrenerek üstün olma şek
linde yaklaşılmaya başlandığını görüyoruz.10 Konuya bu şekilde yaklaşım, git
gide bir üstünlüğün; kendi geriliğinin de farkına varan bir biçimde; anlatım
larım karşımıza çıkartmaktadır:
(9) Hedif teşkilâtı için belirtilen bu açıklama hakkında bkz. D evlet-i A liy y e -
n in A h v â l-i Hâztrasına Dair Risâledir, (1253), Süleymaniye Hüsrev Pa
şa, no,851, v. 2.
(10) Bkz. İngiltere Seyahatnam esi İM ir’a t-ı Z afer Sefinesi Z iyareti], İÜK-TY,
C.7-5083 v. 5/a.
(11) E bubekir Râtib E fe n d in in S ey a hatnâm e sidir, ÎÜK-TY, D.2-6096, V .13/b,
14/a-b. Konu hakkında verdiği bilgiler için bkz. v. 20-23. Elçi (1205) tari
hinde Avusturya’ya gönderilmiştir.
(12) M ühendishâne-i S u lta n î’n in T e’sisi ve K üşâdını Â m ir Sultan Selim Hân-s
Sâlis Ferm anı, Matbaa-i Bahriye, ([İstanbul]:1328), s. 1.
12
Batının zararlı olarak algılanan kültür ve değerleriyle hiçbir ilişkiye geçme
den, birer teknoloji ithalâtçısı olarak ülkeye döndürmeyi amaçlayan13 Osman
lI yöneticilerini şaşırtan gelişme, Osmanlı aydınlarının büyük bölümünde k ar
şı karşıya bulunulan bu yeni yapı hakkında gizlenemeyecek kadar büyük bir
şaşkınlık ve hayranlığın ortaya çıkmasıdır:
«...Hâsılı Avrupa’da meşhud olan servet-i tabiîye ve smaiyenin ek
serisi ahalisinin himmetiyle kitaat-ı saireden naklü celb kılındığı
azâde-i kaydü beyân bir keyfiyetdir. Fakat bâlâdan beri zikrü be
yân olunduğu üzere Avrupa kıt’ası... zaten çıblak ve hâli bir arz-ı
gayr-ı ma’mûr iken insanın 'kuvve-i aklhjesi ve terbiye cihetiyle hâ
sıl olan vatan muhabbeti ve gayreti semeresi olarak arzı mezkûr
büsbütün suret-i diğere mütekamil ve mütebeddil olmıışdur... Ha
sılı Avrupa zaten sairleri yanında bir kıt’a-i sagira iken fünûn ve
ulûmun ilerlemesi cihetiyle şimdi bütün kuvvet-i insaniyetin mer
kezi olmuş yâni rûy-i arzda mutavattun kâffe-i milel ve ümem... Av
rupalIların hükm-i kavaninine itbâ’ ve ittisal eylemindir... A vru p a lI
lar havayı dahi zabt ve teshire çalışub her ne kadar su üzerinde
keyf-i maişâ-i seyr-i seyahate muktedir değil iseler de kürre-i arzdan
dahi infikâk ve inf isâl ile eflâk ü semâvatı bizzat seyr ü seyahate
bir tarik ve çâre bulamamışlar ise de usûl-i felekiyyeyi bayağı ve
bizzat görmüş gibi kuvve-i ilm ü san’atlarıyla feh m ü idrâk eylemiş
lerdir. Hâsılı kelâm, ulûm ve fünûnu Avrupahlar teksir edüb bun
dan böyle ulûm-i hâztra-i mevcûdenin muhafazasıyla beraber nice
ulûm ve kemâlâta ve sanayiin zuhuruna muvaffak olacakları derkâr-
dır...»H
Sonuç olarak bu kimseler; sözkonusu gelişimin son evresini gerçekleştiren-
lerin deyimiyle; ona karşı çıkanları yakacak bir oîgu karşısında bulundukları
nı, mevcut yapı ve düşünce sistemlerinin onun karşısında son derece zayıf ol
duğunu açıkça kabul etmek zorunda kalmışlardır. «Ehl-i îslâmın kefereye tak
lidi yakışmaz denür ise»15 şeklinde başlayan ifadeler, daha sonra zorunluluk
(13) Topkapı Sarayı Müzesi A rşivi, no.E. 1518-1/XIX y.y. Paris’te bulunan ta
lebelere din dersi verm ek için hoca tayini hakkında bkz. B B A -îrade — Da
hiliye, 6 C 1273/no.24340. Özellikle Fransız ihtilâli, ve onun düşüncelerde
yaptığı değişiklik ile onu izleyen hareketler, imparatorluk yöneticilerince
büyük bir kuşku ile karşılanmıştır. Bkz. Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi,
E.9321/32 (25708)/1265(1849). Bu belgede olduğu gibi 1848 ihtilâllerinin
tehlikeli gelişmeler olarak ele alınması için bkz. B B A - Bâb-ı Asâfî:Mesâil-i
Mühimme: 129:VIII A vrupa İhtilâlinden Dolayı M em âlik-i Şâhânede Bâzı
tedabir İcrasına Dair,.
(14) A vrupa M edeniyeti ve TJmrânı Hakkında Bisâle, İÜK-TY, C.7-6623, v. 3/b,
4/1). 6’dan derlenmiştir.
(15) Enver Ziya Karal, «Nizam-ı Cedide Dair Lâyihalar,» Tarih Vesikaları, C.II
(1943). s. 12. İfade şöyle devam etmektedir: «...D evlet-i Aliyyenin ihtidada
donanması olmayub efrene taifesine taklid ile tanzim etdiği cümlenin ma
lûmudur. Ve halâ tersanede istim al olunan tabîrât ve ıstılâhat cümle frenk
tabir atıdır...»
13
nedeniyle Batıya yönelmenin gerekeceği şeklinde sözlerle sona ermektedir.
Osmanlı yazarlarının, kendi toplumsal yapı ve özellikleri dışındaki sistemleri
küçük gören yazma biçimleri ise bütünüyle değişmiştir.16 Dışarıdan aktarı
lan fikirler çerçevesinde de olsa, «Devlet-i Aliyye bîtaraflık usûlünü ihtiyâr
edecek kadar kuvvet ve kudreti olmadığından nâşi İngiltere ile Rusya bey
ninde tehiyyesi derkâr olan muharebenin ilânı anda Devlet-i müşarileyhin
uzakdan seyirci kalması adem-ül-imkândır...»17 şeklinde bir düşüncenin açık
ça söylenebilmesi, değişmenin çapım bize göstermektedir.
Cambridge Üniversitesinde incelemeler yapan bir Osmanlı aydım, benze
ri bir eğitim sistemini İmparatorluğa uygulamaktan başka bir çareleri olma
dığı kanaatine varmıştı.18 Kendisinin bu gelişmenin sonuçlarına duyduğu öz
lemi dile getiren Osmanlı Bayrağı takmış balonların1®uçabilmesi için, sözko-
nusu üstün yapının her alanda uygulanması gerektiğine hemen bütün yazılar
da işaret edilmektedir. Bir Osmanlı zabiti, üzülerek belirtmesine karşılık, bu
işi Batılılardan öğrenmekten başka bir çözümün olmadığım belirtirken:
(16) Örnek olarak bkz. İcm â l-ü l-S a fa in # tüccar-ül-âlem , Süleymaniye Es’ad
Efendi 2062/2 (v. 33 -5 3 arasmda)> v. 48/b. «...M em alik-i İngiltere m uhit-i
garbî içinde biri birine muttasıl itibarda iki cezire hakikatde bir büyük
cezire olub ve etrafında vaki’ cezair-i sagira dahi buna mülhak olmağla
büyük bir krallık olmuşdur. Deryada kuvvet ve miknetleri bu zamanda
cüm leye gaiibdir...». Gene benzer bir risalede AvrupalIların geniş sömür
gelere sahip bulunmaları büyük bir hayranlıkla anlatılmaktadır. Bkz. îe -
rtıâl-i A h v â l-i A v ru p a , Süleymaniye Es’ad Efendi, 2062/1, v. 29/b,
(17) D evlet-i A liy y e n in A h v â l-i P olitikasına Dair Bâzı M alûm at, Topkapı Sara
yı Kütüphanesi, Y.242, v. 1.
(18) [Namık Paşa], İngiltere M em leketiyle Londra Şehrinin Bazu Usûl ve N i
zâm â h m B ildiren Seyahatnam e, ÎÜK-TY, C.7,5085. v. 27/adan itibaren (İn
giltere devletinin medreselerinin vasf ve ta’rifi ve Cambridge m edresele
rinde yirmi gün ifa-yı ta’îim esnâsmda görülen nizâmât-ı mütenevvîası
bervech-i âti beyân olunur) başlıklı bir bölümde geniş izahat ve çok övü
cü bir anlatımdan sonra: «...Bu misillû m ekteb[lerin] adem -i zuhuruyla
cümle eh l-i İslâm çocuklarını âdi mekteblere virüb on on beş yaşma ka
dar fakat kendi tabiatıyla kıraat-ı Kur’an ve şerait-i imân ile meşgul olub
ba’de bâzısı san’ata ve bazısı kitabete hâsılı her biri âdi bir hidmete sülük
edüb kitabet yolunda bulunanlar on beş yaşından yirmi beş/otuz yaşına
kadar bir kaleme devam ile müstaidd olanları fakat bulunduğu kalemde
usûlünü ve kitabetin yolunu öğrenib ancak tedabir-i um ur-i mülkiye ve
tertîb-i askere dair bir tedbir-i dilpezîri matlûb olunsa bir re’y -i sevâb
bulamayub nihayet hükm -i kadere... havale ve ta lik edeceği âşikârdır.
Böyle olmakdan ise...s- şeklindeki bir ifade ile karşılaştırma cihetine git
mektedir. İngiltere’nin sanayii, bilgi sağlama metodları hakkında benzer
şekilde bilgi verilmesi için bkz. v. 16-18. Krş. Journal du voyage de M atı-
m oud R a if E fendi en A ngleterre âcrit par lûy m em e, (1793), Topkapı Sa
rayı Kütüphanesi, İÜ. Ahmet 3707, s. 63 v.d.
(19) İngiltere M em leketiyle.... v. 62-63.
14
«...Eyyâm-ı tufuliyetimden bu ana dek tarik-i cihad-ı gazâda sarf-t
nakdine-i ömr-gir emekdâr idüb... Ancak tavaif-i nasaranm cenk ve
harbde olan maharet ve tarz ve tam ü âdet ve imâl etdikleri edevat
ve âletlerde maharetleri ne veçhiledir haric-i hayyita-i idrâkim ol-
mağla ânâ dahi tahsîl-i vukuf murad ederim...»25
Dört sene Viyana’da kaldıktan sonra bir İsviçreli’ye ait matematik kitabım
Türkçeye çeviren Osmanlı matematikçisi de; saygı dolu sözlerinin yanısıra;
bu alanda görülen üstünlüğün artık tartışılmaz bir boyutta olduğunu itiraf et
mekten kendisini alamamaktadır:
(20) B ir O smanlı Zabiti ile B ir Ecnebi Zabitanın M ükâlem esi, İÜK-TY, C.7-
6623, v.23/b -24/a, IS u a l-i O sm anî ve Cevâb-ı N asranîl Topkapı Sarayı
Kütüphanesi, H.1634, v. 2/a-b.
(21) Hamdi, B eyân -1 Faide-i C edide:Bera-yı H all-i M uadelât-ı Â d id e -i [Adedi -
y e -i? l  liy e Tercüm esi (1266), Atatürk Kütüphanesi Muallim Cevdet Yaz
maları, K.51, v .l/a . Eski bilginin yetersiz görülmesi açısından krş. Hüseyin
Rıfkı-Mübendis Salim, Usûl-i H endese CTercüm esi], Atatürk Kütüphanesi
Muallim Cevdet Yazmaları, K.118, v. 2-3: «...Lâkin fenn-i mezkûrda te lif
ve tasnif olunan kütüb-i mütekaddimin ihtilâl-i terakib ve ibare hasebiy
le ifade-i merâmda kasır ve kütüb-i müteehhirin dahi ekser zikri lâzım
ve terki elzem olmak zannıyla iltizam...».
(22) Z am an-ı K adîm de U m ûr-i  lem in N izâm Üzerine Olub Ş im di İhtilâl Üze
rine O lduğunun H ik m e t v e Sebeblerini Beyân Z ım nında Risaledir, (1191),
ÎÜK-TY, D.2-6939, Eser tamamen içsel sorunlar etrafında çözümlemeler ya
par. Sorunun reâya ve tımar sistemi ile ilgilerini göstermeye çalışır, ver
gileri ve kapusuz eşkiyasım anlatır. Sırasıyla bkz. v. 14-15, 4-6, 7, 6.
(23) Sarı Abdullah (01,1071/1660), T edbir en -n eş’eteyn ve ıslâh en-nüshateyn
Topkapı Sarayı Kütüphanesi, E.H. 1359, passim.
15*
iax sonuçta ahlakî bir çözümlemeye bağlanırlar ve yalnızca maddî âlemi açık
lamaya çalışmazlar.24 Düşünce sistematiği, bilinen bir ideal yapıdan (asr-ı sa
adet) ne ölçüde sapıldığmı ve ortaya çıkan sorunun, kaideler bütününün hangi
kısmının bozulmasından kaynaklandığını tespit biçiminde şekillenir. Bilinen
ideal yapı her zaman asr-ı saadet olmayabilir, buna Osmanlı yükselme döne
minin koşulları da monte edilebilir; ama, düşünce sistematiği, belirttiğimiz gi
bi, daima sapmanın tespiti şeklinde karşımıza çıkar.25 Bir sorunu ele alan eser
bu sistematik çerçevesinde onu çözümlemeye gayret gösterdikten sonra, ek
olarak verilen eski îslâm ve başarılı Osmanlı yöneticilerinin benzer bir sorun
ile karşılaştıklarında, onu nasıl çözümlediklerini anlatan bir «hatırât» bölü
mü üe yöntemini daha açık biçimde ortaya koyar.26
İşte Batı ile karşılaşma ve onun üstünlüğünün nedenlerinin araştırüm ası
çabası, Osmanlı düşünce tarihindeki dönüm noktasını karşımıza çıkartmakta
dır. Kuşkusuz aynı şekilde düşünen ve Batıya yönelimi toplumun çöküşü ola
rak gören bir grubun da varlığından söz etmeliyiz. Nitekim, «Avrupa’nın es-
bâb-i terakkisine dair meşhudâtma müteallik Sefaretnâmeler tarzında»37
sefaretnâme yazma bir moda haline gelmişti; ama, bunun yamsıra Halet Efen
di gibi Avrupa’dan iyi bir biçimde söz etmeyen temsilciler de görülebilmek
tedir.28 Ancak Halefin bu kötüleyici anlatımında bile, üzerindeki Batı etkisi
görülmektedir.23
16
rinin' anlatılmasında, bu nedenin «felsefe» ve <dlm ü kemâl»31 olduğu belirtili
yorsa da, Osmanlı Devleti ile yapılan kıyaslamaların hepsinde gerilik ve Ba
tının üstünlük nedeni «ulûm ve fünün» kelimeleriyle ifade edilmeye başlan
mıştır. Sadık Rıfat P aşa’nm ifadesine :
ve çok benzeri bir anlatımı tekrar etmekte olan Mustafa Sami Efendi; özel
likle, bu kelimeler etrafındaki çözümlemeye gitmektedirler:
17
kuvvetiyle biltecrube kâr ü san’atlarına terakki nihade olub... gele
lim bunların bu kadar âşinâ olmalarının sebeb İl bâdisine çünki Av-
rupahlar dünyada en büyük ar ve hacalet cehalet olduğuna hükm ü
imza eylemiş olduklarından artık bu babda devlet ve milletçe kemâ
liyle takayyüd ve ihtimâm ve hâlâda güzâr edildiği veçhile... bir de
Um ziyadeleş dikçe ihn-i cebrin dahi tezayidine vesile olarak vapur
âlâtlan icâd ve bu alâtlâr ile dahi bir senede imâl olacak eşya bir
günde işâd ve sair bu misittû meselâ kimya fenninin tezayidiyie
litografya hakk-ı fenni bulunarak bu vasıta ile bir kitab kalem ile
yazılacak nıt'iddetde iki bin cüz kitab tab’ olunub böyle böyle her
dürlü suhuletler,.,»33
Kısa süre içinde «Avrupa ahalisi Amerika’yı imâr etdikleri misiilû kıta-
at-ı saireye dahi münteşir olmuşlardır. Milel-i saire kendü memleketleri sa
hilinden müfarekât edemeklerî halde AvrupalIlar rehber-i ulûm ve sanayi’ ile
kürre-i arzın bir kutbundan diğer kutbuna seyr ü sefer etmektedirler..»34 gibi
fonksiyonları üstlenmiş olarak kabul edilen «ilim ve fünûn»un ne olduğunun
farkına varan yenileşme taraftarları, İmparatorluk aydınları içinde çığ gibi
büyümeye başlamışlardır. Bir vilâyetin nasıl ıslâh olunacağı konusundaki
diyalogları ele alan anlatımlara yeni bir tipin, «mühendis»in dahil olduğu
nu;33 temei sorunun «ilim ve fünûn»un farkına varmak olarak ortaya konul
maya başlandığım görmekteyiz:
«...Bu kıyâs yalnız efrad-ı nâs hakkında cari olmayub mîlel ve ta~
vaif-i âlim dahi bu kaideye dahildir. Afrika ve Amerika ve kitaat-%
rairede a mâ-yı cehl ve bedeviyetde bulunan akvam en ziyade zaruri
ve tabiî olan ihtiyaçların definde âciz ve esbab-ı temettü’ ve hoş-
güzerâniden pek az şeye malik oldukları halde milel-i mütemeddine |
ulûm ve sanayi’-i müktesebeleri semeresi olarak arazilerini güzelce §
ziraat ve ham nıahsûlatlanm işlerine yarayacak surete ifrâf eldik- I
den başka berten ve bahren memalik-i baîd-eye azimet ve onlara
mahsus olan her düdü eşyanın celbiyle mütemettü’ olurlar. İşte re- |
fah-ı hâl ve ferağ-ı bâl cihetiyle âlim ve câhil beyninde şu fark-ı
âzım şöyle dursun tauaif-i câhile hemen daima milel-i mütemeddi- I
nenin mağlûb ve esiri olub îngilterelû gibi bir taife-i sagiranm mü- §
cerred fünûn ve sanayide yed’-i lûlâsı olmak hasebiyle memleketle- §
18
rinin yirmi katından mütecaviz memâlik-i ecnebiyeyi zabt ve istilâ
ve dünyanın her tarafında az çok nüfzunu icra eylediği sıdk-ı müd-
deaya delîl-i vazıhdır... Bâzı adamlar bedeviyet ve sadelik halini
medeniyete tercih ederler. Sübhanallah bu ne fikr-i fâsiddir. işbu
da’va-yı bâtıla tasaddi edenler hakkında garazkâr veya muhtell-iil-
şııur olmakdan başka birşey denilemez... Hele bâzı ciihelânm ilim
fesad itikadı müntecdir demeleri mahz-ı hatadır. Ancak dinin akıl
sız dostlan bu makule tefevvuhatda tasaddi ve za’mlarmca diyane
ti istishab murad edüb halbuki hakikatde esasından tdhrib ederler.
Azıcık nıiilâhaza olunsa bundan dindarlık cehl ve sehl-ül-iğfâl ol
mağa muhtacdır demek olmazını... Bir milletin ulûm ve maarif de
ilerü bulunmaları metbularına fahrü şeref olduğundan Avrupa’nın
en küçük hükümdarlarından birisi bilâşübhe Afrika’nın en büyük
hükkâm-ı vahşhjesinden birisiyle becayişe kail olmayub muvafakat
etse dahi mücerred teb’a-i cedidesini tarik-i medeniyete sevk ile
iktisâb-ı şeref ve şân maksadıyla eder. Yirmi otuz bin kadar Avru
palI bir kaç aylık mesafe-i baîdeyi kat’ ederek vüs’at-t memleket ve
kesret-i ahalice dünyada naziri olmayub üç yüz elli milyondan mü
tecaviz nüfusu ve birkaç milyon askeri şâmil bulunan Çin devletine
kemâl-i suhûlet ile galebe ve pây-i tahtına kadar giderek istedikleri
veçhile akd-i muahede etdiklerinde Çin İmparatoru olan zât aske
rinin usûl-i cedide-i harhiyede cahil bulunmalarından elbette mem
nun olmamışdır. Eğer Çinliler usûl-i kadime ve medeniyet-i gayr-ı
mükeınmelelerinm muhafazasında ısrar etrriemif olsalar idi bir kaç
bin ecânîbin şu hakaretine diiçâr olurlar mıydıP..,»36
Kuşkusuz, Münif P aşa yirmi yıl sonra kendi görüşlerinin çok daha açık
ve basit; fakat, korkunç çarpıcı bir biçimde dile getirildiğini gördüğünde, bü
yük bir memnuniyete kapılmıştır. Şemseddin Sami Bey; bu iki grup arasın
daki farkın, toplumdaki temel bölünme olduğunu dahi ifadeden kaçınmamış
tır :
«.Bu günkü günde ulûm ve fünûna âşinâ olan adam ilm ve fenden
başka bir şeye minnet etmez. Bu gün fünûn bir dereceye gelmişdir
kî artık el ile tutulması muhali bir hayâlden bir gölgeden bir vehm-
den ibaret kalmayııb gözle görünür, el ile tutulur, çiçeğinin kokusu,
semeresinin lezzeti duyulur maddî ve zahir şeyler hükmüne geçmiş
lerdir... Vaktiyle Mısır ve Hindde ahali sınıfa münkasim bulunmuş
olduğu gibi bugün dahi memalik-i mülemeddinede ahalinin başlıca
bu üç kısma münkasim bulunduğunu görüyoruz: mütefenninler, san’
atçılar, işçiler,..»37
(36) Münif (Reis-i Sânî-i Ticaret), «Mukayese-i îlm ve Cehl,» M ecm ua-i Fü
nûn, [no, 1], [1279], ss. 21, 22; 25, 29-30’dan derlenmiştir.
(37) [Şemseddin Şami Fraşeri], «Semerât-ı İlm,» Hafta, Aded: 19, 4 Safer 1299,
ss. 291-292.
19
İşte, aydınlar arasında hızla çoğalan bu kimselerin,38 eski ve yeni bilim
arasındaki farkı, etkileyici bir biçimde okurlarına anlatmayı birincil amaçla
rı haline getirdiklerini görüyoruz. Kimya, dönemin büyük merakı haline gel
di. Okurlara yönelik kimya dersleri mecmualarda önemli yerler kaplamaya
başladı.29 Bir süre sonra her konunun içine kimyayı sokmak moda halini al
dı.40 Olay büyük çapta yeni bilimin ve onun kullanımının «büyü» etkisine sa
hip olması, eski bilgilerin ise tamamen hurafat oldukları biçimindeki anlatı
ma dönüştü :
20
rekkeh olduğunu görünce zahire çikarmışlardır. Ve şimdiye kadar
keşf olunan ecsâm-ı basitenin adedi altmış ikiye baliğ olmuşdur.. ,»41
21
«...Adam bulunduğu- hanenin vaz’ ve binasından ve aguş-i terbiye
sinde neşv ü nemâ bulduğu dâyenin suret-i hâlinden bihaber olma
sı lâyık olmadığı misillû ilm-i mezkûrdan [jeolojiden1 gaflet insana
mucib-i ar ü hacalet olmalıdır.
İlm-i tarih vasıtasıyla nihayet iki bin sene mukaddeme kadar
'ümem-i salife ve edvâr-ı sabıka ahvâline kesb-i ıtiûâ olunabildiği
halde ilm-i jeoloji nice bin kurunlar mukaddem zuhura gelen halât
ve inküâbât-ı günvyeyi arzın sahaif-i tabakalında irae ve isbât eder
ve birde ilm-i tarih selef den halefe mütevâtîren intikal etmiş bir ta
kım rivâyât ve hikâyâtdan ibaret olub halbuki ilm-i jeolojinin meb-
ni-i aleyhi o makûle sıdk ü kizme ihtimâli olan rivâyât. ve ihhâr ol
mayub. .,.»47
Burada üstünlüğün kıyaslama aracının jeoloji olması bir hayli ilgi çekici*
dir ve akla kendiliğinden Charles Lyell’in, aynı konuda yaptığı araştırm a ve
yayınladığı yapıtı sonrasında doğan tartışm aları getirir. Kısa bir araştırma
sonrasında kuşkumuzda fazla haksız olmadığımızı anlıyoruz. Gerçekten yeni
bir işlevi yerine getirmeye başlayan ve bu acıdan Apter’in siyasal gelişme
literatürüne kazandırdığı «consummatory» bir değer haline gelen «bilincin,43
aynı zamanda yerini aldığı din kurumu ile çatışan bir muhtevaya sahip oldu
ğunu görüyoruz. Sadık Rıfat Paşa «her ne kadar umûr-i diniye ve mezhebi-
yede salâbet ve metanet tavr-ı memduh ise de taassub hal tahsin olunacak
meslek değildir. Çünki riyâ ve taassub sıfat-ı makbûleden olmadığından baş
ka taassub zât ü maslahat ve meslek ve milletçe nice m azarrat ve dürlü dür-
lü hasârâtlara sebeb ve badi olduğu bedihidir.»48 derken Münif P aşa «ilmin
fevâid-i âzimesinden birisi[nin] dahi insanı itikâdât-ı bâtıladan vikaye etme
si...»50 olduğunu belirtmişti. Kısa süre içinde «itikâdât-ı bâtıla» eleştirileri,
yayın organlarında en çok rastlanan yazı biçimlerinden birisi haline geldi.51
Bunların önemli bir bölümünde, doğal olarak üstü kapalı biçimde, «itikâdât-ı
bâtıla», «dîn» ile aynı anlamda kullanılmaktaydı. Bunun sonucu olarak, bir
(47) Münif, «Mukaddeme-i İlm -i Jeoloji,» M ecm ua-i Fünûn, [no.2], [1279], s.
65. Paşa, «...Fenn-i tarih ırıücerred eğlence olmak üzere mütalâa olunur
emsâl ve hikâyât kabilinden addolunur ise filhakika o halde ilm ü eehl
müsavî olub tedrisine hacet kalmaz...» diyerek bu düşüncesini pekiştir
mekte, ancak Avrupa usûlü tarihin bir değer ifade edebileceğini savun
maktadır. Bkz. Münif, «Tarih-i D evlet-i Osmaniye Dersi,» M ecm ua-i F ü
nû n t no.25-36, (Cild-i sâlis), (1281), s. 158.
(48) Bkz. David Apter, The Polities of M odemization, (Chicago: 1965), ss. 83-
87. Konu üzerinde M. Şükrü Hanioğlu, «Osmanlı Aydınındaki Değişme ve
'Bilim’.» T oplum ve Bilim , no. 27, (Güz: 1984), ss. 183-190’a bakılabilir.
(49) [Sadık Rıfat Paşa], Z eyl-i Pdsâle-i A hlâ k:A sâr-ı R ıfa t Paşa, Takvimhâne-i
Âmire, ([İstanbul]:1275), ss. 21-22.
(50) Münif, «Mukayese-i İlm ve Cehl, «M ecmua-i Fünûn, s. 53.
(51) M. Nadir (Tercüme Eden), «İtikâdât-ı Bâtıladan,» M ir’a t-ı A lem , C.I. no.15,
[1882], ss. 236 v.d.
22
yandan teknolojik buluşları topluma anlatmayı amaçlayan risaleler,52 bilimsel
konulara sahifelerinin büyük bölümünü ayıran dergiler43 ortaya çıkarken, bun
dan daha önemli bir gelişme olarak, çeşitli olayları açıklamakta tamamen
ahlâkî bakımdan bir kayıtsızlığın gelmiş olmasıdır. Bir dergide anlatılan «in-
lihar» konusunun her din ve mezhepte yasaklandığının belirtilmesinden son
ra ahlâkî boyutuna hiç değinmeksizin incelenmesi54 ve Ahmed Midhat Efen
dinin :
«...İşte size bir mesele; Diyorlar ki çocukları günde on beş saat ça
lış dimimi. Şimdi bu meseleyi ahlâk, ve ekonomi ve siyaset nokta-i
nazarlarınca halledelim. Ahlâk der ki on bir yaşında bir çocuğu on
beş saat çalışdırmak onun vücûdunu harab edeceğinden hâl insafa
sığmaz. Ekonomi der M vakıa çocuğu çalışdırmak husûl-i servete
yardim ederse de istihsâl servet evvelce sermaye tedarikine vâbeste
olub.. ,»53
<52) İlginç örnekler olarak bkz, Elhac Mustafa Hamdi, Telgraf Risalesi, Matba-
a-i Amire, ([İstanbul]: H.1273), Yüzbaşı Ali, Paratoner Risâlesi, Topçu
M ekteb-i Hümâyûnu Litografya Destgâhı, ( [İstanbul]: H. 1283), Ebüzziya
Tevfik, Benjamin Franklin, Kütüphane-i Meşâhir, A ded-i Kitab:5, (Kostan-
tiniyye:1299).
<53) Ahmed Reşad, «Tarih-i Tabiî,» Asâr-ı Perâkende, no.2, Muharrem 1290,
ss. 40-48, Tabib Hafız Hüseyin, M ecmua-i Sanayi’, Muhibb Matbaası, ([İs
tanbul]: 1285), Yusuf, M ukaddem e-i Fünûn: M ukaddem c-i İlm -i Cebir,
([İstanbul]: 12 87).
<54) Aziz (m uavin-i emraz-ı dahiliye der m ekteb-i tıbbiye-i şâhâne), «İntihar,»
M ecmua-i Fünûn, no.39[?], (1283), ss. 218-228 v.d, tek dinî atıf için bkz.
s. 223.
<55) Ahmed Midhat, Ekonomi Politik, Kırkanbar Matbaası, (İstanbul: 1296),
3. 13.
<56) Şerif Mardin, «İncelemeler:Tanzimat Fermanının Manâsı: Yeni Bir İzah
Denemesi,» Forum, C.VIII, no.90, 15 Aralık 1957, s. 13.
23
isnad ile irae ve talim edenleri mertebe-i ulûhiyete es’ad etdiler. Bit
tarik ile zülâm-ı sevk-i tabiîye nûr-i tecârübe tebdil ve bu dahi
mebde-i fenn-i tıb itibâr olunarak terakki ve ıslâh-t hakikî zuhura
gelmişdir.. ,»57
(57) Mehmed Emin Fehmi, İlm -i H ıjz-t Sıhhat, mukaddeme bölümü, M ekteb-i
Tıbbiye-i Şâhâne Matbaası, ([İstanbul]: 1289), s. 15.
<58) Bkz. Frederick Albert Lange, The H istory of M aterialism and itş Present
Im portance! (London:19ö7) [İlk Almanca baskı:1865], V.I, ss. 297 v.d., V.II,
ss. 3 v.d.
(59) Bernard Lewis, «The Impact of French Revolution On Turkey: Some Notes
on the Transmission of Ideas.» Journal of W orld H istory; 1, Ocak 1953, s.
109.
(80) «...Milâdın on sekizinci asrı yâni bundan evvelki asır, daha parlak ve şan
lı bir suretde göründü. Deseartes, Newton, Herschel, Kant, Bacon gibi hü-
kemânın keşfiyat-ı fenniye ve efkâr ve mütalâat-ı hakîmânesi sayesinde
halkın ezhâm günden güne açılmağa ve taassub bertaraf olub rüesâ-yı ru-
haniyenin kuvvet ve nüfuzuna halel gelmeğe başlaımşdı. V o lt a ir e ...« M e
deniyet,» H afta, A ded:ll, 3 Zilhicce 1298, ss. 164-165.
(61) «Voltaire ile Rousseau iki adam değildir. Tecessüm etmiş iki kuvvet te -
şahhus etmiş iki fikirdirler. M edeniyet-i hâzıra, efkâr-ı cedide, Avrupa’
nın ve belki âlemin şimdiki ahvâli bu iki adamın işidir, bunların elinden
çıkmıştır. Ne yaptılar? Buharın, elektriğin kuvvetini bulan bunlar mıdır?...
Hayır, lâkin başkalarının hazırladıkları veya istikbâlde hazırlanacak böyle
ma’nevî mahrukata onlar birer kıvılcım atdılar, onların atdıkları kıvılcım
lar sayesinde âlemde bir ziya hasıl oldu. Gözler kör idi o iki adam hal
km gözleri önünden perde-i amayı ve gafleti kaldırdılar, halkın gözleri
açıldı... On ikinci asr-ı hicrî Voltaire ile Rousseau denilen iki garıb şah
sın daha doğrusu iki fikrin çiçek açdıkları bir ilkbahardır. Asr-ı hâzır o
çiçeklerin semerelerini toplamağa başlamışdır. Voltaire felsefe ve fünuna
âlemin hakim -i mutlakı sıfatını vererek bütün nev’-i beşeri bunların hük
müne râm etmeğe çalışdığı halde Rousseau hükemânın bu istibdad ve ta
24
nedenle tercih edildiği kitap ve dergilerde sıkça belirtilmektedir.® Bunun
. -mısıra Heraklit, Anaxagoras, Demokritos gibi eski maddecilerin de derin
lemesine işlenerek anlatılması,63 isin genişlemeye başladığının bir gösterge
sidir. Kuşkusuz, Spinoza’nm yetiştirmesi olan bir düşünürün kitabı hakkında
Avrupa’da yazılmış olan bir «reddiye»yi Türkçeye çevirtmekte yarar görmüş6*
olan Osmanlı yöneticisi, bir süre sonra bir Osmanlı dergisinde aşağıdaki yo
rumların yayınlanabileceğini hiç akimdan geçirmemiştir:
25-
ka toplayan konularından birisi olmuştur.68
Artık tamamen yeni bir tip ile karşı karşıya bulunduğumuzu belirtmemiz
gerekir. Bu eski tipin tamamen ortadan kalktığı anlamına hiçbir zaman gel
mez; ancak, çoğunluk ve etkinlik artık bu yeni tipin elindedir. Bunu toplum
sal yaşamın çeşitli alanlarında belirgin biçimde gözlemek mümkündür. E.J.
W.Gibb’in anlatımıyla:
«...Siyasal ve ticarî ilişkilerin ve karşılıklı haberleşme imhânlarımn
gelişmesi sonucu Türkiye ile Batı Devletleri arasında oluşan yakın
bağlar, sahiplerine çok değişik yönlerde parlak başarılar sağlayan
bir medeniyeti tanımak hevesini uyandırmıştır. Yeni eğitimin etki
leri sadece edebiyata münhasır kalmamış, bunun yarattığı değişim
gücii başta fen ve siyaset olmak üzere, tüm entellektüel sahalarda
duyulmuştur. Hakikaten de, Abdülmecid saltanatının ilk yıllarında
Fransızca çalışmalarına eğilen birkaç kişi bunu tamamıyla diploma
si ve fen ve hizmet amaçlarıyla öğrendikleri halde, bu çabaların aç
tığı edebî imkânlar bir-iki önemli örnek dışında gözardı edilmiştir.
Böylece Abdülaziz’in tahta çıktığı sıralarda kaleme alınan Cevdet’in
ve Münif Paşa’mn ilk tarihî ve ilmi çalışmaları çağdaş bilgilerin
ışığında fakat klâsik uslûbda sunulmuşlardır. Fende yeni düşünce
Türkiye’yi ortaçağlardan bugüne çıkartmış, siyasette ise Genç Tür
kiye Partisinin doğuşuna neden olmuştur. Amaçlarının hürriyet ve
terakki olduğunu savunan bu parti, yeni bir edebî ekol yaratan bir
kişi tarafmd-an ihdas edilmiştir; ki, bu iki (çaba) arasında tarihî bağ
lantılar vardır... Ana (vatan), millet, hürriyet Genç Türkiye’nin aç
mış olduğu baıjrakda yer alan üç efsanevî kelimedir. Temsil et
tiği fikirler, uyanan halkın yaşayan ve gerçek inançlarının ana fik
rini oluşturmaktadırlar. Irkının en asil temsilcilerinden oluşan bir
güçlü azizler ord,usu meydana getiren iyi öğrenim görmüş genç nes
lin tümü tarafından benimsenen bu inancın çok dinamik ve bu ilâhı
günlerde radikal değişimlere neden olacak bir dürtü olduğu kuş
kusuzdur. Eğitimin cinsiyet ve sınıf farkı gözetilmeksizin yaygınlaş
ması ile birlikte, bu manâ eski dogmatik Hıristiyanlığın ilmin halka
indirilmesi ile Batı Avrupa’da ikincil bir düzeye düşmesinde oldu
ğu gibi bir işlevi Müslümanlık için de oynamaktadırlar. Çağdaş
Türk aydınları kendilerini hâlâ (dindar) Müslüman olarak telâkki
etmektedirler. Fakat onların İslâm’a yaklaşım açısı ile bugünkü A v
rupalI bilim adamımn Hıristiyanlığa bakışı arasında çok az fark
vardır..... .»6S
(68) İnsan: «Diinya’da İnsanın Zuhuru,» Dağarcık, Cüz: 4j (1288), ss. 109-117. Ko
nunun dinen ve ilmen (fennen) önemli bir konu olduğu belirtildikten son
ra (s. 109), üstü kapalı anlatıma geçilmektedir, (ss. 110-117 özellikle, s. 110.).
(69) E.J.W. Gibb, A H istory o} O ttom an Poetry, Vol.V, (London:1907), ss. 5-7 ve
19-20’den derlenmiştir.
26
MODERNLEŞME TARAFTARLARI, BAĞDAŞTIRICILAR VE
KARŞITLARI ÎLE KONUMLARI :
(70) Bu kimselerin eleştirilerine bir örnek olarak bkz. [Em in], Kethüdâzâde
E fen d i’nin . T ercüm e-i Hâli ve Z e y l-i  cizidir: M enâkıb-ı K ethüdâzâde-E l-
hac M ehm ed A r if E fendi H azretleri, ([îstanbul]:1305), ss. 241-242: «Hikâ-
yât: Sultan Selim Hân-ı Sâlis nizâm askerini yapdığı vaktde hendesehâne
dahi yapar. Bu hendesehâneye bir Frenk hoca ile Gelenbevî Hoca mer
humu ta’yin ederler. Frengin aylığı altı yüz guruş, Gelenbevî Hoea’nm
aylığı altmış guruş. Frenk, Gelenbevî Hoca ile görüşür, konuşur bakar ki
Gelenbevî Hoca riyâziyede Eflâtun gibi, Gelenbevî’den Frenk utanır. Siz
de böyle adam varsa beni ne getürdünüz der birakur gider...»
(71) Erwin Isak Jacob Rosenthal, İslam in the M odem National State, (Camb-
ridge:3965) ss. 28-29.
(72) Şerif Mardin, Din ve İdeoloji, 2. Baskı, (îstanbul:1983), s. 98.
(73) Şerif Mardin, The Genesis of Y o u n g O ttom an Thought: A S tu d y in the
M o dem ization of T urkish Political ldeası (Princeton;1962,) ss. 254, 260 v.d.
27
den madûddur. Bütün âleme muhalif olarak bizim bu halde beka
mıza imkân olamaz....»'14
(74) Z iyâ Paşa’nın Riiyânâm esi, (12 Reeeb 12[86]), İbnülemin Mahmud Kemâl
înâl Yazmaları, ÎÜK-2461, v. 2.
(75) [Namık Kemâl]. «Bizde Adam Yetişmiyor,* H ürriyet,1 no.25, 17 Aralık 1868-
30 Şa’ban 1235, ss. 1-2. Bu düşünceye tam uygun bir şekilde daha sonra
İttihad ve T era kki C em iyeti’nin merkez yayın organı İzmir’de tutuklanan
arkadaşları için yazılan makaleye şu baslığı uygun görmüştür: «Zekâ Bu
Ahdde m üstelzim -i Ceza Oluyor!,» Osmanlı, no.44, 15 Eylül 1899- 1 Cema-
ziy’ülevvel 1317, s. 7.
(76) «Türkistan’ın Esbâb-ı Tedennisi,® H ü rriyet,1 no.5, 27 Temmuz 1868-7 Re-
biy’ülevvel 1285, s. [1].
(77) İbid, s. [4],
(78) Nuri, «Bâtıl Zehab,» îb ret, no.10, 14 Haziran 1288-20 Rebiy’ülâhir 1289, s. i.
(79) Kemâl, «îzâh~ı Merâm,» İbret, no.10, s. 2, Krş. Kemâl, «Mukabele,» İbret,
no.12, 12 Haziran 1288-23 Rebiy’ülâhîr 1289, ss. 1-2.
(80) Kemâl, «Maarif,» îb ret, no.16,22 Haziran 1288-28 Rebiy’ülâhir 1289, s. 1.
28
«...Terakki eylemek, medeniyetde ilerlemek içim Frenklerin tasdi
kine ihtiyacımız yokdur. Doğrusunu söyleyince biz bu yolda olan
dostlardan çokdan usandık. Lâkin onlar bizi bırakmıyorlar. Artık
illallah.
Biz medeniyetimizi ilerletmek içtin Avrupa’dan mahsûl-i akl
olan terakkiyat-ı ilmiye ve smaiyeyi almaya çalışacağız. Sokak balo
ları. ahlâk serbestliği, açlıkdan ölenlere acımamak, insaf ve merha
mete lüzûmsuz iki lügat-1 garibe nazarıyla bakmak gibi beliyyât-%
şeytaniyesini istemiyoruz... .»8l
(81) Reşad, «Frenklerde Bir Telâş,» İbret, no. 13,19 Haziran 1288,25 Rebiy’ülâ-
hîr 1289, s. 1.
(82) Celâl Nuri, «Şime-ı Husumet,» İçtihad) no.88, 9 Kânûn-i sânî 1329, ss. 1949-
51. Bu konu için M. Şükrü Hanioğlu, B ir Siyasal D üşünür Olarak Doktor
Abdullah C evdet ve D önem if (İstanbul: 1981), ss. 357-385’e bakılabilir.
(83) «Atûfetlû Kemâl Bey Hazretlerinin Bir Mektublarından Alınub Makabli
Dere Edilen Fıkranın Ma’badıdır,» G ayret,1 no.33, 19 Eylül 1302, s. 1.
(84) Siyasal düşüncelerinin tahlili için bkz. Şerif Mardin, The Genesîs of Y o -
ung O ttom an T h o u g h t ss. 385 v.d.
<85) Hayreddin Paşa, M ukaddem e-i A k v a m -ü l-m e sâ lih ji ma’rife t-i ahvâl-ül-
me&âlih Tercüm esi, Mütercimi: Ceride-i Askeriye Muharriri Abdurrahman
Efendi, Elcevaib Matbaası, (îstanbul:1296), ss. 79-80.
29
terek, bunların önüne geçilebileceğini anlatmakta, «cahil ûlema-î=.lâmdan an
lamayan siyasetçi»8®örneklerinin mahzurlarını vurgulayarak, tam feir bağdaş
tırıcı modeli karşımıza çıkarmaktadır.
Ancak, gerek gerçek anlamda İslâm ile modern düşünceleri bauuasnrm a-
ya çalışanlar, gerekse İslâmî daha ziyade bu düşünceleri kullanırken kendi
lerine çerçeve olarak kabul edenler ve ondan toplumsal ilerleme için yarar
lanma düşüncesini savunanların çabaları, bir sonraki dönem için fa sla bir
açıklayıcılığa sahip görülmemiştir. Şemseddin Sami Bey’in açık, eski düşünür
ler için de son derece acı, ifadesi değişmeyi ortaya koymaktadır:
(86) İbid, s. 4: «...m ukteza-yı vakt ü hâle riayet müfevvız-ı uhde-i kifayet ü
dirâyetleri olan ûlem a-yı Islâmiye arasında umur-i hâriciyeye müteallik
malûmatdan bîbehre olarak m esâlih-i dâhiliyenin tedkik ve istikşafatın-
dan yüz çevirecek bâzı zevatın bulunduğunu görmek nasıl güce gidiyorsa
umur-i idare-i devlet kendilerine tevdi’ olunan siyasıyyûnumuz arasında
dahi bu dekikadan gafil veyahud riyaset-i îslâmiye hiçbir kayd ile mu-
kayyed olmayarak müstebidâne hükm sürmek arzusunu tervice hidmet
eden bir takım mütegaffil zevatın bulunması dahi fevkalâde güce gidecek
mevaddardır...» Krş. a.g.e., ss. 8-9. Paşa, Voltaire hakkmdaki kanaatini ise
şöyle özetlemektedir: «...On sekizinci asrın meşahirinden biri ‘Voltaire’ dir
ki sahra-yi vasi ’-ül-enhâ-v ı şiir ü inşâda ilm-i ifraz-ı fesâhât ve beynel
milel iktisâb-ı sît ve şöhret ederek gerçi akide bozukluğundan dolayı ken
disi ahkâm-ı şer’iye ve diniyeye hürmetsizlikde bulunmamış olsa idi şöh
reti bir kat daha tezyid edüb herkes âsâr-ı İlmiyesinden daha ziyade m üs-
tefîd olurdu...» Bkz. a.g.e., s. 107.
30
lınmış taklidden ibaret ve nakıs bir şey nazarıyla bakub o medeni
yeti tahkir ile medeniyet-i hakikiyenin bizde bulunduğuna zahib
olan ve bu veçhile yeni bir taassuba düşenlerin adedi de o nisbet-
de terakki etmişdir. Bir gayretli tabibin müdâvâtdaki mübalâğasın
dan tevellüd etmiş bir illet hükmünde olan bu yeni taassubu kırmak
dahi ümem-i îslâmiyenin temeddününe hidmet etmek isteyenler içün
pek büyük bir vazifedir. Bu vazifeye boyun eğmekdeki Ucasıyla bu
yeni taassuba düşenlere deriz ki: Avrupalılar bizden yâni sekiz on
asır evvelki ecdadımızdan daha doğrusu dindaşlarımızdan, çok şey
ler aldılar. Lâkin bugün ellerinde bulunan şeylerin hiçbiri ecdadımız
dan alınmış değildir. Avrupa âlem-i İslâmdan bir medeniyet tohumu
aldı, O tohumu ekdi. Tohumun ise semere vermek içün toprağın
içinde çürümesi tabiîdir. O tohum çürüdü verdiği mahsûl dahi d e f
atle tecdid olunarak cimi bile değişmişdir. Avrupa’nın ûlema-yı Is-
lâmdan aldığı malûmat o vakte göre pek çok idi. Şimdiki hale göre
hiçdir, O vakit bulunduğu zulmet-i cehlden çıkmak içün bizden bir
kandil aldı. O kandilin ışığıyla aydınlık mahalle vâsıl olunca o kan
dile lüzumu 'kalmadı. Elinden atdı. Biz bununla iftihar edebilirmi-
ıjiz? Bunda bizim içün iftihar olunacak bir şey de yokdur. Bundan
utanmamız iktiza eder. Çünkü biz kandili elimizden düşürüb sön
dür dükden sonra gözümüzün önünde tulu* edüb parlamakda olan
bir medeniyet güneşinden dahi istifade etmek istemiyoruz. Kimimiz
«o bir güneş değildir, bir seherdir» ve kimimiz «O bizim sönen kan
dilin taklididir» diyerek gözlerimizi kapayııb karanlıkda kalmağı ih-
tiyâr ediyoruz... Medeniyet Avrupahların eline geçinceye kadar pek
çok ellerden geçmiş ise de o eski medeniyetler yine daima muahha
rı mukaddiminden ekmel olmağla beraber şimdiki Avrupa medeni
yetine nisbeten âdeta ressam-ı meşhur Rafael’in bir resmi yanında
bir çocuk tarafından duvara kömürle çizilmiş resimler gibidir. Bun
dan başka artık o eski medeniyetler zaten mahvolmuşdur. Onlarla
uğraşmak ancak tarihe ve asâr-ı atika ilmine aid bir vazifedir. Eski
medeniyetlerin en muahharı olan medeniyet-i îslâmiye ile onun se
lefi olan Medeniyet-i Yunaniyenin bir çok âsârı hâkidir. Lâkin me
deniyet-! hâzır anın günden güne artmakda olan asar ve envârı du
rurken, o eski âsâra müracaat veyahud onlarla iktifa etmek âdeta
güneşin envârı önünde bir kandilin fitilinden istifade etmeğe ça
lışmak gibidir. ...Biz bugün İbn-i Sina’nın tıbbim, İbn-i Rüşd’ün
hikmetini, Cahiz’in kimyasını yeniden ihya ve bunların krtahlarım
kütüphanelerin tozları altından çıkarub Arabiden elsine-i saire-i İs-
lâmiyeye tercüme ile meydan-ı intişara vaz’ ve onların tedrisine
mahsus mekteb ve medreseler birıa etmek içün ne 'kadar himmet ve
ve mesârife muhtaç isek en mükemmel fen kitdblannı dahi beyni
mizde tedavüle çıkarmak içün o kadar himmet ve masrafa muhta
cız. Halbuki İbn-i Sina’nın tıbbıyla sıtmayı bile kesmeğe muktedir
olamıyocağımız gibi Cahiz’in kimyası ve İbn-i Rüşt’ün hikmetiyle
de ne demiryolu lokomotifiyle vapuru yürütebiliriz, ne telgraf kul-
31
lanabiliriz. Bunun içün biz ûlema-yı Islâmın âsârıyla uğraşmağt ta
rih ve âsâr-ı atika ulemasına bırakarak temeddün etmek ister isek
ulûm ve fünûnu Avrupa medeniyet-i hâznasından almalıyız,.. Av
rupa’da dahi birçok vakit medeniyetin yolu üzerine bir sedd olub
ûlema-yı Islâma sehhâr nazarıyla bakılmış ve ilm ü fenn ile uğraşan
lar rüesâ-yt rûhaniye tarafından ba’d-el-tekfîr rnücâzât-ı şedideye
uğradılmış idi. Orada dahi ihtida taassubu okşayarak iyilikle yolun
üzerinden d e f etmeğe ve kiitüb-ü diniyeyi fünûn ile banşânmağa
çalışmış bâzı ûlema zuhûr etmişdir. Lâkin taassub öyle lûif ü mü-
lâyimetle kandırılabilir canavarlardan olmadığından kendisini okşa
yanları tepeliyordu. Nihayet ûlema el ele vererek taassuba karşı
balta ile küliing ile barut ile çıkdılar taassubu hedm etdiler, o va
kit medeniyet ileriye gitmeğe başladı. Bizde dahi medeniyet ileri git
mek, ümem-i îslâmiye-mahvlarma mucib olan- cehlü bedeviyetden
kurtarılmak içün taassuba âdeta ilân-ı harb olunarak taassub kuvve
-i cebriye ile hedm ve d e f olunarak medeniyetin yolu açık bırakıl
mak iktiza eder.,.»*’’
Gelişmekte olan bu yeni felsefe, yeni tipin dünyayı algılama biçimini oluş
turmaya başlamıştır. Evvelce de değindiğimiz, geleneksel kesimden gelen
.32
eleştirilerin hiçbir değer ve aniam içermemesi en temel özellik haline gel
miştir. Eski düşünce tarzı hiçbir şeyi açıklamaya muktedir değildir. Bu yeni
tipe göre tek yol gösterici maddeci yeni düşünce tarzı olmaktadır. Bir dergi
okuyucularından, kendi kütüphanesini oluşturmak için, kitap bağışı talebinde
bulunduğunda ve üst düzey yöneticilerinden üçü toplam yüz yirmi altı cilt tu
tan kitaplarını bağışladıklarında; Bacon, Shakespeare, Montesquieu, Helve-
tius külliyatlarından; Adam Smith, La Fontaine gibi yazarların eserlerine ka
dar pek çok yabancı kitabı içeren bu kolleksiyonda İbn-i Haldun’un mukadde-
mesi ile bir cilt Kavaid-i Osmaniye dışında tek bir yerli veya Doğu klâsiğine
rastlanmadığı görülmüştür.80 Bir süre sonra i se Osmanlı aydınlarınla kütüpha
neleri Schopenhauer, Isnard, Büchner çeviri veya orijinalleı'inin doldurduğu
mekânlar haline gelmeye başlayacaktır. Ahmed Midhat Efendi, «...maişet-i
beşeriyeye tatbiki buraca değil Avrupaca bile kabil olmayan materyalizm
mesleğine...»51 eleştiriler getiriyordu ama Schopenhauer’in mesleğine duyduğu
ilgiyi de belirtmeden geçemiyordu.92 Hemen arkasından John Draper çevirile
ri piyasaya çıktı.33 Draper’in ana fikri toplumda çatışan temel unsurların
«din» ile «bilim» olduğu ve bunun aynı zamanda tarihî bir karakter taşıdığı
idi. Gerçi çeviriyi yapan Ahmed Midhat Efendi, Draper’i eleştiren bir önsözü
kitaba eklemekten geri kalmamıştır ama; sorun, Midhat Efendi’nin reddiye
sinden ziyade,84 neden böyle bir konunun Osmanlı aydınlarının temel proble
mi haline geldiğidir. Burada D raper’in konuyu ele alış şeklinden95 çok temel
problematik üzerinde durmak uygun olur. Benzer şekilde, kendi toplumlan-
<90) «Bâzı Zevat larafm dan Cemiyete Verilen Hedeya,» M ecm ua-i Fünûn. no.
22 Şevval 1280, bd. 432-435. Kitapları hediye edenler sırasıyla, Saadetlû
Hayrullah Efendi Hazretleri, Tereüman-i D ivan-ı Hümâyûn Saadetlû Arif
Bey Efendi Hazretleri, Topçu Mutasarrıfı Saadetlû Raşid Paşa Hazretleri,
İzzetlû Kadri Bey Hazretleri, M ektubî-i Seraskerî Hülefâsmdan îzzetlû
Tahsin Efendidir. Üçüncü M ahkeme-i Ticaret Reisi Vahan Efendi’nin he
diye ettiği kitaplar, verdiğiniz örneğin dışında tutulmuştur.
<91) Ahm ed Midhat, Beşir Fuad, (İstanbul:1304), s. 13. Krş. [Ahmed Midhat],
M ü nt°habât-ı A h m ed M idhat, Cild-i Sâlis, (Der?aadet:1307); ss. 14-15.
f92) Ahmed Midhat, SchopenhaueT’in H ik m e t-i Cedidesi, (İstanbul: 1304), pas-
sim.
(93) John W.Draper, N iza-i fim ü Din, Tercüme Eden : Ahmed Midhat, (Dersa-
adet:1313).
<94) Adıvar, dikkatimizi daha çok Draper’e yazılan reddiyeye çekmekte ve onun
ile Ahmeı Midhat’m İslâm ile bilimin eş anlamlı olduğunu ispata çalıştı-
ğını ileri (irmektedir, Bkz. Abdulhak Adnan-Adıvar, «Interaction of Is-
lamic and Western Thought in Turkey,» (der.) T. Cuyler Y otng, Near
E astern C ulturc ınd Society : A S ym p o siu m on the M eeting of East and
W est, (Princeton:1951), s. 124.
<95) Bu hususun ve Draper’in İslâm’a yaklaşım biçiminin ona duyulan ilgiyi
arttırdığı tezi için bkz. Cyru s Hamlin, A m ong The Turks, Robert Carter
and Brothers, (New York:18'8), s. 347. Aynı fikir daha sonra Osmanlı Meb’-
usanınd.ı ileri sürülmüştür 1333 yılı Maarif b ü fe s i sırasında yapılan bu
yorum için bkz. M eclis-i M eb’usan Zabıt Ceridemi, 1332, III, 50/3., s. 771.
33
nın çöküşü ile Batı toplumlarındaki ilerleme ve gücü karşılaştıran diğer bir
müslüman aydın grubunun —toplam aydınların önceleri çok ufak bir parça
sını oluşturmakla birlikte— «cedidcilik» adı verilen bir hareketi haşlattıkla
rını görüyoruz.96 Nitekim, o dönemi bizzat yaşamış olan bir Türk aydını, ya
şamının Rusya’da geçen bu gençlik döneminde ilgisini çeken kitapların ba
şında, Draper ile Schopenhauer’in eserlerini zikretmektedir.97
Bu açıdan Ahmed Midhat Efendi’nin:
«...Hattâ Avrupaca bir taktm bâtıl ve muzir fikirler île âlemi rahat
sız eden isafiün bilhassa aleyhinde bulunduğunu kimsede şübhe bı
rakmayacak suretde gösterüb yalnız kendi efkâr-ı hakîmiyesi ^ma
teryalizm» yâni maddiyatdan başka hiçbir şeyi tanımamakâan iba
ret idüğünü anlatdı ki bu esas-ı hikmetinde olan hataları kendisine
kabûd etdirmek içün serdeylediğim berahini redd hususunda îeeddüb
etmekle beraber yine sözlerini kabûl edemediğini görür idim..,nw
diye tarif ettiği Beşir Fuad, çok istisnaî bir tip olmaktan çıkmıştı. Gerçi ar
kadaşları bu öncü materyalist gibi intiharında bile notlar tutarak «intihar
larını fenne tatbik»99 gibi davranışlar içine girmiyorlardı ama yazılarına bü
tünüyle katıldıklarına herhangi bir kuşku yoktur.
Artık, «bilim» sistemde yeni rolünü almıştır. Geleneksel kesim dergilerin
de bile «fennî sütunlar» sık rastlanan bir yazı şeklini oluşturmaktadır.1® An
cak, gerek bunlar ve gerekse «bilim»in üstünlüğünün İslâmî bir gözle vurgu
lanması,101 yeni görüşün buralara sirayet ettiği anlamına gelmez. Her ikî
grubun «bilim» sözünden anladığı en azından Liberaller ile Marksistlerin «öz
gürlük» tanımı kadar birbirinden farklıdır. Benzer şekilde gene Ahmed Mid
hat Efendi’nin «herkesin ağzında otuz kırk senedir lâfı» olduğunu belirttiği
34
«alafranga» büyük bir yaygınlık göstermekteydi; ancak, bir süre sonra; ilk
dönemlerin aksine; en karşıt kimseler bile yaşamlarının belli kesimlerinde
bu tür davranışlar içine girmek zorunda kalmışlardı.102
Jön Türkler ilk olarak böyle bir düşünsel mirasın sahibi olarak ortaya
çıkmışlardır. İlginç bir nokta, buraya kadar gelişimini izlemeye çalıştığımız
tartışmaların, toplumu «ilerleme taraftarları-karşıtları» şeklinde ikiye bölmüş
olması ve her iki tarafın da kendilerini böyle birer grup olarak algılamaları
dır. İÜ. Selim’in ıslahatçı kadrosundan103 Tanzimat liderlerine104 kadar, bü
tün yenilik hareketlerini savunanlar kendilerinin böyle bir topluluk oldukla
rım belirtmişlerdir. Jön Türk dergilerinden birisinin, ölen bir arkadaşları için
yazılan taziyede kendilerini :
35
«Ne mümkün zulm ile bîdad île imha-yı hürriyet
Çalış idraki kaldır muktedirsen ademiyetderı»105
36
essir olmamak kabil değildir»112 biçiminde bir anlatımla karşılaşıyoruz. Gene
«Bin sene-i hicrıyesinden sonra Osmanlı Padişahları içinde gayret ve icraat
ile fevkalâde bir mevki’-i mahsus kazanmış olan padişâhân-ı âzâmdan birisi
[nin] de Sultan Mahmud Han ı Adlî hazretleri...»113 olduğunu belirten bir yazı
dizisinin Jön Türk yayın organlarından birisinde gözükmesi, «kurun-i vusta-
mıza nihayet veren Tanzimat-ı Hayriyenin te ’sısi»114 biçimindeki tanımlama,
Mustafa Reşid P aşa’ya yapılan büyük övgüler,115 1840-1876 arasının terakkinin
hızlı olduğu bir dönem olarak anlatımı,116 Midhat Paşa Kanün-i Esasisine sa
hip çıkma çabaları,117 pek çok yerde Mustafa Fazıl P aşa’dan, Jön Türk parti
si lideri olarak bahsedilmesi118 ile Yeni Osmanlılarm eserlerinden özellikle ha
reketin ük dönemlerinde geniş olarak yararlanılması118 veya doğrudan kulla
nımı120 bize bu eğilimi göstermektedir.
İşte, bizzat Jön Türk hareketine katılmış olan bir yazarın «...(İttihad
ve Terakki) Cemiyetini vücûda getiren kuvvet işte mutlakiyetle meşrutiyet
idarenin bu daimi cidalidir. Resmen o cemiyete dahil olmayan ahrar bile,
kalben tarafdar idiler...»321 diyerek anlattığı bu gelişme, Jön Türklüğe katü-
ma davranışının da belirleyicisi olmuştur. Harekete katılan, çoğunluğu yük
sek okul öğrencisi kimseler siyasal çizgisini tam olarak tammlayamadıklan,
efsanevî ve daha ziyade karşıt olduğu yönetim ile nitelikleri belirlenebilen
37
I
Jön Türklüğün bir üyesi olmuşlardır. Bu gruba oluşumundan bir süre sonra
katılan ve daha ziyade yakın dönemdeki siyasal rolleri ile tanınan bir Jön
Türk, harekete duyduğu ilginin başlamasını şu şekilde anlatmaktadır:
38
netim taralından önemli bir suç olarak kabul edilen «hür fikir yayıcıbğı»’*25
yapan bu kimselerin; sözkonusu özelliklerinin Devletin temellerini sarsacağı
Eneümen-i Mahsus üyeleri tarafından da belü’tilmektedir:
«...Istitlâat-ı vakıaya nazaran tasavvurat-ı mevcudenin hülâsası
esas-ı idare-i devlet-i Aliyyenin tebdil-i kaidesi maksadından ibaret
olub bunun ne gibi mülâhazat-ı adiyeye mübteni bulunduğu sade
ce bir nazarla anlaşılıyor ise de olbabda miyâne-i çâkerânemizde gü-
zerân eyleyen ebhâs-ı hakayık intiha bervech-i âti marûz-i huzur-u
hikmet-nüşûr-i cenâb-ı zilluîlahî kılınmak feraiz-i ubudiyet ve mem-
lûkiyetden addedilmişdir.
Şöyle ki, bu devlet-i ebed-müddet-i aliyye cami’-i hilâfet ve sal-
tanat-ı İslâmiye olmasıyla makam-ı ma’ali ittisam-ı hilâfetpenâhî
min kabl-el-hak din-î mübm-i Muhammedinin hâmi-i zîşâm bulun
duğundan mebna-yı âzîm-i hükümet-i seniye işte o asıl mukaddese
ImaksadoA göre teessüs ve takarrür etdiği ruz-i meymenet-efruzdan
beri her smuf ahali ve beraya o melce-i muhierem-saye-i ma’delet-
vâye-i müstazil bulunduğu ve biavnullah-ı teâlâ hayat-ı devletin ilâ
kıyam, üs saa temadi ve tealisi ancak ö esas-ı güzînin himayet ve ha-
rasetine merbut olduğu halde muvazene-i hakayık müzahir-i umura
kifayet edecek fikr-i sakib sahibi olmayanların kendi pişe ve endi
şelerince bir takım âmâl-i tama’kârâneye mebni ortaya atdıklan ve
za’mlannca pazar-ı revaca çıkarmak istedikleri kumaş-ı tezvirin ne
kadar kasid ve fasid olduğu bundan evvel destgâh-ı tecrübeden ge
çirilmiş yâni hükûmet-i seniye-i hilâfetpenâhî usûl-i mevzuasım bir
hiikûmet-i avam şekline ifrağın gerek mahfuzat-ı üss-i esas-ı hey’
et-i îslâmiye ve gerek idame-i şân ü şükûlı-u saltanat-ı seniyece ve
âmâl-i mütebâyine-i teh’anın yekdiğeriyle müsademesinden çıkacak
ve memalik-i Osmaniyeyi here ü merc edecek vekayi’-i mahufe mel-
huzatınca ne kadar hevl-nâk ve rnüdhiş birşey olduğu nezd-i deka-
ytk vefd-i velinimet-i â'zâmide ta’rif ve tavzihden âzâde ve her
emr-i miicerreb hikmeten yeni bir tecrübe vareste bulunmuş olmağ-
la usûl-i merkeziye-i saltanat-ı seniyenin bilcümle asdıka-yı atabe-i
ûiya-yı cenâb-ı tacdarı indinde eâzz-ı mefahir ve mekasıd olduğu
veçhile..,.»12*
Burada Jön Türklerin; özellikle dini, toplumsal gelişmenin önünde bir en
gel olarak gören ve ileride geniş olarak inceleyeceğimiz düşüncelerinin; İslâ-
<125) Reji müdiri’nin halka «hür fikir neşretmekle» olduğuna dair, Üsküp Mu-
tasaırıfı Necib Paşa’dan alman telgrafın takdimine dair Derviş Paşa’nm
yazısı buna güzel bir örnek olarak verilebilir, Bkz. B B A -Y /M ü te n e v v î
(G ü n lü k) M arûzat, 21 M 1305/no.l58.
(126) Encümen-i M ahsus-i Vükelâ’nın 1563/Gurre-i Receb 1313/5 Kanun-i ev
vel 311 tarihli kararı. B B A -Y /S a d a re t R esm î M arûzat, 2 B 1313/no.l563,
Leff.3. Müsveddesi için bkz. B B A -T e za k ir-i Sam iye Dosyaları, (Mazbata),
1536/1563, 5/6 Kânûn-i evvel 311. Belgenin tümü verilmiştir. Bkz. ss. 416 -
417.
39
mın sosyal yapıyı belirlediği bir toplumda oluşturabilecekler; tehlikelere de
açıktan işaret edilmektedir. Bunun yaraşıra yönetim onlarır. ken-i; nkkalan
doğrultusunda «tarihî»127 ve ayrı bir grup oldukları düşüncesini sab-J e f e k
tedir ve bu nedenle de Jön Türk sıfatının kullanımını da yasak-H—
Ancak, bütün bu tedbirlere rağmen, bu kimselerin idealime eniği değer
lerin toplumda; onlardan bahsetmenin bile yasak olmasına ksriikk: belli et
kiler bıraktıklarını görüyoruz. Nitekim, Meşrutiyetten kısa bir s lr s önce;
ihtilâlci hareketin gelişiminden hiçbir şekilde bilgisi olmayan ve ak-
des-i hümayûnla hazret-i hiiâfetpenâhiye karşı perverde eıdişl menviyât-ı
mahsusa-i mel’unânesini izhara çalısdığı ve erbab-ı mel’anet ve rnetsedetin
pişvasmdan bulunduğu...»139 şeklinde suçlamalara muhatap olan Muşhı Mûfti-
zâde Reşid adlı bir zât «muamelât-ı keyfiye»nin ve işkencenin Gulhsre Hattı
ile yasaklandığım belirterek, bu belgenin devletin hayat ve saadetin sağla
yan bir vesika olduğunu ileri sürmüştü.130
Gene 1901 yılında Zor’a sürülen bir posta müdürünün sorgula masır-a bak
tığımızda, kendisinin velâdet-i hümâyûn günü konu ile ilgili bir telgrafı aldı
ğında «...Vah Sultan Hamid, vah milletin başına... Kanun-i Esasî nerede kaldı
diyerek bir takım şütûm-i galize ilâvesinden başka neüzibillâh Censb-- Hak
kın elinden birşey gelmiyor...»1*1 şeklinde bir ifade kullandığım görüyoruz.
Kuşkusuz bu ikinci konu yâni Kanun-i Esasî romantisizmi; çok daha yay
gın bir hale gelmişti ve kendisini ahrar zümresinin mensubu olarak kabul
eden herkes bu gruba ait olmanın simgesi olan sözkonusu belgenin savunucu
su durumuna geliyordu. Kuşkusuz kitle açısından bu normal bir durumdur,
ancak Doktor Nâzım gibi 1895 den itibaren, merkezin en önemli görevlerinde
bulunmuş bir kimsenin dahi Kanun-i Esasî’ye ne olduğunu bilmeksizin böyle
(127) «...Jön Türk fırka-i mePunesi bu aralık bir takım vesait-i gayr-ı mc'mûle
ile entrikalara başladıklarını ve vücûd-i kemterânemi mekasıd-ı müret-
tebeîerine mani’-i kavî addetdiklerini...» belirten Halil Rıfat Paşa bunun
nedeni olarak Tuna mektupçusu iken Midhat Paşa ile olan tartışmalarını
göstermektedir. B B A -Y ıldız Esas Evrakı, (Sadrıazâm Halil Rıfat Psşa Ev
rakı), 31/1709-3/110/87.
(128) BBA-BEO/M ahremâne M üsvedât, no,129. Aynen verilmiştir. Bkz. B. I. Fran
sızca muhaberatta da «agitator» sıfatının kullanılması karar altına, alın
mıştır. Bkz. Münir B ey’den, Müfid Bey’e 37/11 Temmuz 1901, Müfid Bey’-
den, Münir B ey’e 30/17 Temmuz 1901. Paris Büyükelçiliği A rşivi. D.244.
(129). B B A -B E O /V G G (2), Kastam onu V ilâyeti Re/t, 157,25 (15 Mayıs 3 2 4 ),/
249177.
(130) B B A -B E O /V G G (2), Kastam onu V ilâyeti Gelen, 153,98 (telg. 25,22 Ma
yıs 324)/249177. Kastamonu Valisi İsmail Fuad’m Sadaret’e 23 Mayıs
324 tarihli yazısı.
(131) Metin; Karesi Posta ve Telgraf Müdiri Süleyman Efendi hakkında, me
mur Ahmed Hamdi’nin ifadesinden alınmıştır. Bkz. BBA-İrade~Dahiliye,
Rebiy’ülevvel 1319/no. 8/436. Konunun ayrıntıları için bkz. BBA-BEO /G e-
len-G iden, 125905.
40
bir bağımlılık duyması, olayın seçkinler açısından da fazla farklı olmadığını
bize göstermektedir.152
Kendilerini modernleşme taraftarı gören bu kimseler, pek çok yerde Av
rupa’ma üstünlüğüne, Batı’nm mutlaka örnek alınmasının gerektiğine de işa
ret etmişlerdir, ileride, bir tek medeniyet olduğunu, onun da Avrupa medeni
yeti şeklinde ifade edildiğini ve bunu gülü ve dikeni üe almaktan başka çâre
bulunmadığını belirterek, büyük tartışm alara yol açacak bir düşünürün İtti-
faad-ı Osmanî Cemiyeti’nin ilk dört kurucusundan biri olduğunu unutmamak
gerekir.133 Sabahaddin Bey daha açık bir ifade ile «...medeniyet-i garbiye ile
münâsebete girişdiğimizden beri memleketimizde bir intibah-ı fikrî gözükü
yor, bu münâsebetden evvel cemiyetimiz bir hayat-ı fikrî ihtiva etmiyor
du...»134 durumu vurgulamaktadır. Gene, merkez yayın organında bir jurnal
cinin kötülükleri anlatıldıktan sonra «...bu gibilere acımamak elden gelmiyor
sa da ne çâre ki Frenkler fenni lüzûm derecede kemâle isâi edemediklerin
den kolayı bulunub da adama namus ve haya bir dürlü telkin olunamıyor...»1"5
denilmektedir. Nihayet, Jön Türkleri düşünce bakımından fazla tanımayan
bir kimseyi oldukça şaşırtabilecek bir Avrupalı tanımını da aynı gazeteye
Anadolu’dan gönderilen bir mektupta görüyoruz :
Aynı şekilde Şerafeddin Mağmumî, Ali Kemâl gibi Jön Türklerin, Paris
ve diğer Avrupa şehirlerinden İstanbul gazetelerine isimsiz olarak gönderdik
leri mektuplar incelendiğinde; bunların, gördüğümüz «Avrupa usûlü sefaret-
(132) Şevket Süreyya Aydemir, Doktor Nâzım ile aralarında geçen muhavereyi
şöyle nakletmektedir :
«— Biz 1293 (1878) Mithatpaşa Kanunuesasisinin iadesini istiyorduk.
— Bu Kanunuesasinin (Anayasanın) ana hatları neydi?
— Vallahi doğrusunu isterseniz ben bu kanunuesasiyi görmedim. İçinde
ne olduğunu da hiç bir zaman öğrenemedim. Ama bizim gençliğimiz
de, yani biz, Paris’te çalışırken, Ahmet Rıza B ev’in. onu gördüğüne ve
okuduğuna inanırdık.» Bkz. Şevket Süreyya Aydemir, S u y u A rayan
A dam , (İstanbul:1979), s. 277.
(133) Abdullah Cevdet, «Şim e-i Muhabbet: Celâl Nuri Bey’in Geçen Nüshada
ki (Şim e-i Husûmet’ Makalesine Cevab,» İçtihad, no.89,16 Kânûn-i sânî
1329, s. 1984.
(134) M[ehmed] Sabahaddin, «Gençlerimize Mektub: İntibah-ı Fikrîmiz,» T e
rakki, [no. 1], [Nisan 1906], s. 1.
(135) «Havadis,» Osmanlı, no.84, 15 Mayıs 1901-25 Muharrem 1318, s. 8.
(136) «Anadolu Mektubları: 3,*- Osmanlı.... no.114, 15 Tâşrin-i evvel 1902, s. 4.
41
nâme» uslûbundaıı fazlaca farklılık göstermediği de kolaylıkla gözlenebilir.151
Burada Avrupalı olmanın özel bir anlam taşıdığına da mutlaka işaret et
memiz gerekmektedir. Yoksa, ‘Avrupa usûlu’ şeklindeki kullanım, Abdülha-
mid II ve yönetim kademelerinin de tercihi durumundadır. Nitekim, Şehre
maneti kayıtlarını incelediğimizde «Avrupa’da olduğu gibi»138 veya «Avrupa’
nın bazı şehirlerinde olduğu gibi»138 şeklindeki anlatımlar sayılamıyacak ka
dar fazlalık göstermektedirler. Kendilerini, Jön Türk veya ahrar olarak ta
nımlayan kimselerin ise sözkonusu ifade ile Avrupa’da gelişen düşünceler
çerçevesinde, yeni bir sosyal ve siyasal yapı oluşturmayı kastettikleri açık
tır. Ahmed Saıb Bey’in ifadesiyle «...çünkü Devlet-i Aliyye, idaresini Avru
pa usûl-i cedidesi üzere tanzim ve medeniyet-i haziranın üss-i esası olan ulûm
ve fünûn-i mütenevvîayı bir kere ta ’mim eylerse...»140 mesele çözümlenmiş
olacaktır.
Görüldüğü gibi, ‘Bilim’ in Jön Türkler üzerindeki etkisinin devamlılık ar-
zeden bir konu olduğunu farketmek pek de zor değildir. Ancak, artık —istisna
lar haricinde—141 Yeni Osmanlılar tarafından yapıldığı gibi bir bağdaştırıeılık
fikri görülmez. Ve bu gibi teoriler âdeta Thomas Moore’un, Utopia’sımn da
ha sonra gördüğü tepki benzeri «güzel» fakat «realiteye uymadığı için acına
cak» kuramlar olarak yorumlanmışlardır. Maddî anlamıyla «bilim» herşeyin
temeli olarak kabul edilmeye başlanmıştı ki bu yaklaşımın Jön Türkler ta ra
fından ulaştırıldığı nokta kolay kolay tasavvur edilebilecek gibi değildir. İle
ride kuruluşunu inceliyeceğimiz «İttihad-ı ösmanî» Cemiyetinin çok az yazan
Mehmed Reşid ve daha ziyade siyasal örgütleyici olarak ön plâna çıkan îs-
hak Sükûti dışındaki iki kurucusunun; yâni İbrahim Temo ve Abdullah Cev
det Beylerin Mecmua-i Fünûn'un devamı sayılabilecek ansiklopedisi dergile
rin başyazarları olduğu unutulmamalıdır.
42
Bu alanda kuşkusuz en çarpıcı örnek olan Abdullah Cevdet, evvelce M'ec-
mua-i Fünûn’da gördüğümüze benzer; fakat daha açık şekilde; «Herkes İçün
Kimya» dersleri yayınlarken,142 İbrahim, Temo’nun katıldığı ilk yazın tartış
ması sözkonusu dergilerde kendilerinden çok daha fazla yazan bir diğer
önemli İttihatçı; Şerafeddin Mağmumî’nin aşk olayını kalbe atfederek fiz
yolojik bir cinayet işlemekte olan şairlere karşı yazdığı bir yazının1'*3 savunu
su ile olmuştu.144 Mağmumî’nin bir başka yazısından alman aşağıdaki örnek;
sözkonusu yaklaşımı bize göstermesi bakımından oldukça yararlıdır:
44
kim hayalâtdan ibaret bulunan mesalik-i felsefesinden hiçbirini te
rakki;/at-1 fenniyeye ve bu sebeble terakkiyat-ı medeniyeye velev
dolayısıyla olsun bir hidmet edememişdir.
45
Ey bu kürremizi kaplıyan nesimi
Ey güneşden gelen ziya-i besim!
Dürlü dürlü hesaisde mihroblar,
Ki her zîhayaiı eder şûre-zâr!
Sîzsiniz bizlere menba’-i hayat,
Sîzsiniz bizlere dâî-i memat.»11*’
(147) Abdullah Cevdet, Ma’sûm iyet, Istepan Matbaası, (îsta n b u k lS ll), ss. 18-19.
(148) Bkz. M. Şükrü Hanioğiu, A bdullah C evdet ve D önem i..., ss. 5-25.
(149) Rıfat Osman H ayatım ve Hatıratım , C.I, Cerrahpaşa Tıp Fakültesî-Tıp
Tarihi ve Deontoloji Enstitüsü Yazmaları, no.213/69, (1921-), ss. 48 v.d.
(150) Paris Sefaretinden 38/22 Nisan 96, Münir imzalı, yazı. P arislSefaretiyle
M uhabere D efteri], B B A -Y ıld ız Esas E vrakı, 36/2468/141/XII,
(151) Lûtfullah Bey için «dinsiz» sıfatının kullanımı için bkz. Âsim B ey’den-
tımiiuumuuumOiMHMHii
46
«....Benim Nazik Karındaşım Fahirem,
Hazret-i Muhammed’in güzel sözlerinden biri de ‘Beşikten me
zara kadar ilmi taleb ediniz’ kelâm-ı hikmetidir. Halbuki bu büyük
nasihati o bizim kahrolacak cahil imamlar, softalar: (İlimden murad
Kur’an, ilm-ihâl okumakdır) diye tağyir etdiklerinden vaktiyle yâni
Hazret-i Muhammed zamanında ve biraz sonra Arablar beyninde
hendese, cebir, hey’et, coğrafya. tıb gibi fünûnda mahir birçok meş
hur âlimler yetişmişken bin sene sonra Ümmet-i Muhammed üç bu
çuk guruşluk alış verişin hesabını bakkal Yorgi’nin çırağına yay
dırma derecelerine tenezzül etdi. çünki o garb âlimlerinin fenne da
ir yazdıkları birçok kitablan kimse eline almadı. îhn-yukanda de
diğim gibi- mızrakli ilm-ihâldir denildi, Lâ’net olsun, üm-ihâllerinin
mızrağı....... girsin. Alçak herifler koca ümmetin mahv ii perişan
olmasına sebeb oldular! Şirvan, Türkistan tarafındaki İslâmî Rusya
bitiriyor; Hindistan’ın ahali-i müslimesi İngilizler elinde azalıyor,
Cezayir ve Trablusgarb’da vaktiyle birkaç yüz cami’ varmış. Fran
sız terbiyesiyle büyüyen İslâm çocukları cami’ semtine uğramadık-
larmdan nihayet camilerde sıçanlar cirit oynamağa başlamış. îngi-
lizler henüz M mr’ı zabtetmedilerse de birkaç sene sonra onlar ora
nın, Fransızlarla İtalyanlar da Sııriya ile tekmü Arabistan’ın sahibi
olacakları gün gibi görünüyor. İslâmlar bugün Ydhudiler derecesine
indiler. Bana sorarsan: Maarif ve malûmat nokta-i nazannca Yahu
dilerden elbet aşağıdırlar. Ümmet dağıldı, zayıfladı, bundan sonra
toplanması, kesb-i kuvvet etmesi mümkün değildir. Bir başda hu
rileri, soğuk şerbetleri, akarsuları olan cennetin yolcuları gitdikçe
azalmaktadır. Ben kadın olsaydım dinsizliği ihtiyar ederde İslâm
oltasını istemezdim: üzerime üç karı ve istediği kadar odalıklar ab
masına cevaz veren kocama cennetde huriler hazırlayan, başımı, yü
zümü dolab beygiri gibi örtdürdükden ma’ada beni her bir eğlence
den'm en’ eden kocamı boşayamamak, döğerse sesimi çıkarmamak
gibi daima erkeklere hayırlı, kadınlara muzir kanunlar vaz’ eden bir
din benden uzak olsun derdim.
Tuhaf! Bu da bir nev’ sinir hastalığı olmalı, dine dair bahs açıl
dı mı kendimi zabta muktedir olamıyorum... Zaman böyle kalmtya-
cüme reside-i hadd-i hitâm oldu. Bakalım nasıl basılacak. Cemiyet ken
di hesabına basdırmak içün imlâsının bâzı Muhammediyete dokunan yer
lerinin ta’dil ve tayym ı isteyecekdir. Buna benim gönlüm razı olmaz. B u
nun içün reyin nedir?....» Cemiyet fikirlere kuşkusuz iştirak etmekle bir
likte halktan gelebilecek tepkileri gözönüne alarak bu bölümlere savunu
cu notlar ilâve ettirmiştir. Bkz. V. Alfieri, îstibdad, Tercüme Eden: Abdul
lah Cevdet, Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti Matbaası, (Cenevre:
1317), ss. 115-118/n.
47"
cak Fahirec 'ığim, ne faidc ki biz erken veyahud bahtsız bir memle
ket de doğmuşuz!...»154
48
3 — Midenin üstüne yânı yüzükoyun yatmamalısın. Yatakta göğüs
daima serbesi kalmalı. Hem mide rahat etmeliL hem göğüs ra
hat nefes almalıdır. Daima yan yatılmalıdır.
4 — Yalnız bir dürl-ü yemek yememeli...
5 — Karnınızı sıkı sıkı doyurmamak...
6 — Günde mutlaka bir kerre büyük su dökmelidir....
8 — Vücut, fikir hareketsiz 'kalmamalıdır. Daima hem vücut, hem
dimağ biraz yorulmak........
Vücut, bir çok hücrelerden (celinle) yâni ufak hayvanlardan
mürekkebdır. Biz nasıl sıhhatimizi seversek onlarda öylece
sıhhatlerini isterler. Chmn içün çalışırlar. Demek ki vücûdu
muzda iyiliğimize çalışan o kadar mahlûk bulunduğu halde,
bizim hasta olmamız dikkatsizliğimizdendir...,»158
(161) Örnek olarak alınabilecek, Siya set-i M edeniye H akkında Risâle (Abdül-
hamid. I dönemi yazılm ıştır), İÜK-TY/6950, v.22/a-b de şu şekilde bir tas
nif yapılmaktadır: 1. Kalem erbabı, erbab-ı ulûm ve maarif, fukaha, kuz-
zat, 2. Miiceddidân ve gazagân, 3,Tüecar, bezirgan, erbab-ı hırfet ve er-
bab-ı sınaat, 4.Ziraat,... Daha sonra ise bunların birbiri içinde uyumlu ol
ması, hiçbir şekilae birisinin diğerine hakim olmaması istenmektedir. Krş.
A bdülaziz D önem inde Y azılan B ir Risâle, Topkapı Sarayı Kütüphanesi,
M.R. 925 passim.
(162) Abdülhak Adnan Adıvar, Tarih Boyunca İlim ve D in; C. I, İptidadan XI X.
A sra Kadar, (İstanbul:1944), C.II, XIX. ve X X . Asırlar, (lstanbul:1944),
C.I, s. IV'deki ithafta yazar şöyle bir ifade kullanmaktadır: «...Tıp talebe
si iken, modaya uyarak L[udwig] Büchner’in Force et M atiere’i ile Jean
Jacques Rousseau’nun Confessionslarmı okuduğumu hatırlıyorum. Gör
düm ki bu okuduklarımın en büyük kısmını unutmuşdum; fakat hatırım
da kalan bir şey vardı: Onlan okuduğum zamanlar fikren en rahat za
manlarım id i......
(163) «îfade-i Mahsusa,» Ş û ra -yi Ü m m et, no.133, 15 Nisan 1908, s. 1.
50
rinin nedeni zannedildiği gibi onların Avrupada gelişen çeşitli düşünce sis
temlerinin farkında olmamalarından kaynaklanmaz. Nitekim 19G8 Meşrutiyeti
gibi siyasal bir olay gerçekleştiğinde, tıbbiye talebeleri yirmi yıllık düşleri
nin kutlanması için yapılan törenlere «Le salut de la Nation, c’est la Scien
ce»164 yazılı bir bayrakla katılmışlardı. Bu da onların beklenti ve algılamala
rım bize ilginç bir biçimde gösterir.
51
fiyat ve ihracat-ı cedide ile fıkr ü nazarın tevsi’i müdavele-i tasav
vur olan lisanın da tağyir ve ıslâhına sebeb oldu...»ım
bu yaklaşım 1906 yılma kadar, Jön Türklerin ileri gelenlerinin düşünce ola
rak ihtilâl kavramına neden pek de olumlu yaklaşmadıklarını gösterir. Bu
(168) İstanbul’da Akadem i Te’sisine Dair Ahm ed Rıza’nın Arizası, Paris, (22
M uharrem 1311-6 Ağustos 105) B B A -Y ıldız Esas Evrakı, 14/1234/126/9.
(169) «Esoab-ı Teşekkül,» Hak, no.32,15 K ânûn-i evvel 1900-23 Şa’ban 1318,
s. 1.
(170) M [enmed] Sabahaddin, «Gençlerimize Mektub: Rus İhtilâlinin Ma’na-yı
İçtimaîsi,» Terakki, [no. 1], [Nisan 1906], ss. 7-8.
(171) George H. Sabine, A History o/ the Political Theory, 4.Baskı, Dryden
Press. (Illinois:1973) s. 687.
(172) «ihtilâl,» Şûra-yi Ümmet, no.55,15 Temmuz 1904-1 Cemaziy’ülevvel 1322,
s. 3.
52
yaklaşım onları ‘mutedil’ muhalifler sınıfına sokar;173 ancak Jön Türkler a ra
sında süreç içinde, bu düşünceden farklı bir ihtilâlcilik fikrinüı de geliştiğini;
şimdilik belirtmekle yetinelim.
Fakat, Jön Türklerin bu çeşit bir terakki fikrinin peşinde koşmakla dü
şünce sisteminde önemli bir değişikliği gerçekleştirdiklerini görüyoruz. He
men hemen her fırsatta değinilen terakki fikri174 fazlaca müphem bir kavra
mı tavsif için kullanılmaktadır. En azından bu fikir ileriye yönelik gelişmeyi
tanımlamaya gayret gösterir. Halbuki; geleneksel düşünce temel olarak, sı
nırları belli bir idealden sapmanın tespiti şeklinde bir yöntem kullanmaktay
dı. Gerçi, Türk Siyasal Düşüncesi daha sonra yeni ideal dönemler üretmemiş
ve sorunları bu yeni ideal dönemlerden sapmalara bağlamamış değildir; ama
terakki fikrinin, düşünce sistematiğine önemli bir değişiklik getirdiğinden, de
kuşku yoktur.
İleride göreceğimiz gibi, Jön Türkler genellikle pozitivizm gibi, bireyin
toplum içindeki rolünü fazla önemsemeyen kuramlara büyük ilgiler duyacak
lardır; ancak bir yandan da bireyin toplumdaki gelişmeye daha çok müdaha
le etmesi gerektiği yolundaki fikirlere artan bir ilgi göstereceklerdir. Doğal
olarak bu iki fikrin nasıl bağdaştırılabildiğini anlamak pek kolay değildir. An
cak, Schopenhauer’e duyulan büyük ilgi, Sabahattin Bey ve taraftarlarının
1906 tarihinden itibaren «teşebbüs-i şahsî» fikri etrafında yoğun bir propa
gandaya başlamaları, Samuel Smiles’ın «self-help» düşüncesinin geniş çapta
tartışılması bu konuya da değinmemizi gerektirmektedir.
Schopenhauer’e duyulan ilgiyi daha evvelce inceledik. Ancak, kendisinin
felsefesine duyulan bu ilginin yamsıra, Kant moralini yıkan ve temel olarak
tek bireyi ele alan ona Weltüberwinder şeklinde bir nitelik veren bu düşünü
re alâka büyük çapta kişinin toplumsal yaşama müdahale etmesi gerektiği
fikrinden kaynaklanmaktaydı Bir Jön Türk. Büchner ile beraber kendine ör
nek aldığı Schopenhauer’in bu rolüne açıktan işaret etmişti.176 H atıraları eli
mizde bulunan Jön Türk ve dönemin aydınlarının çoğunun Schopenhauer’i bü
yük bir ilgiyle okuduklarını belirtmeleri,177 bu açıdan ilginç bir göstergedir.
Nihayet, Teşkilât-ı Mahsusada görev alan bir İttihatçı yazdığı küçük hatıra
kitabına Schopenhauer’in «İnsanın bütün hayat boyunca elde edeceği en yük
sek vasıf kahramanlıktır» ifadesiyle başlamayı uygun görmüştü.178
53
Doktor Bahaeddin Şakir’e gönderilen bir mektupta ise, bu kez Nietzche’
nin volonte fikrinin ilginç bir yorumunu görmekteyiz:
(179) Bahaeddin Şâkir Bey’e gönderilen imzasız, 22 Mayıs 323 tarihli, Hamiyet -
perver Kardaşım» başlıklı mektup. M ektuptaki bazı ifade benzerlikleri
Çanakkale şubesinden gönderildiği izlenimini uyandırm aktır. Bahaeddin
Şâkir Bey Evrakı/Özel Arşiv Doktor Nazım B eyde «...Renan hiçbir dini
sevmez her fırsatda din m ani’-i terakkidir diyerek insanda terakkinin
esaslı şartı olan initiative kuvvetini söndürür der. Bu eser hakkında en
doğru muhakemedir...» şeklindeki yorumuyla sözkonusu bağlantıya işa
ret etmektedir. Nazım Bey’den- îshak Sükûtî’ye [Paris], 20 Teşrin-i sânî
1901, A rkivi Qendror, 19/106-5//48/1385.
(180) Samuel Smiles, «Sebat ve Mahâsin-i Ef’al Tasvirleri ve Avn-ı Nefs: Self-
Help,» îştihad, no.90-1, 23 Kânûn-i sânî 1329, s. 2010 v.d,
(181) Ahmet Hamdi Tanpmar, 19 uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Beşinci Bas
kı, (İstanbul: 1982), s. 130.
54
yılan ‘bilim’in, yönetim konusunda da devreye girmesi gerektiği yolunda idi.
Uzun süre önce Münif Paşa bize bilime dayalı olarak çağdaş yönetici tipini
çizmişti :
dizeleriyle belirttiği gibi; artık, Bayie, Jean Baptiste Rousseau veya Münif
P aşa’mn Türkçeye çevirdiği135 Fenelon’un işledikleri şekilde toplumdaki kah
raman tipinin de değiştiğini vurgulamaktadır. Yönetici (kahraman) ise:
yukarıda Reşit P aşa’ya sunulan övgülerdeki gibi âdeta doğa yasası niteliğin
deki güce sahip bir yasa ile iş görmekte, Sultanlara haddini bildirmektedir.
Jön Türkler tarafından ise yönetimin artık çağdaş-bilimsel bir çizgide ol
masının gerekliliği sürekli işlenen bir tema olarak karşımıza çıkmaktadır.
Çünkü, «...Bu cihan âîem-i terakkidir. Her şeyde terakkiyat meşhud olduğu
(182) Münif, «Darülfünûn Dersleri,» Mecmua-i Fünûn.. no.8, Şa’ban 1279, s. 332.
(183) [Abru Sahak], [Avrupa Tarihinin 5 Büyük Şahsiyetinin Tercüme-i A h
vâli], Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar, no.2265, v.l.
(184) Zikreden, Ahmet Hamdi Tanpm ar, 19 uncu Asır..., s. 201.
(185) Münif Paşa, Yusuf Kâmil Paşa tarafından çevirilen, F6nelon’un, Telema-
que adlı romanı dışında kendisinden çeşitli parçalar aldığı, Münif Efen
di (ez hülefâ-yı Oda-i Tercüme-i Bâb-ıâli), Muhaverât-ı Hikemiye: Fran
sa Hükemâ-yı Bînâmından Voltaire ve Fenelon ve Fontenelle’in Te’lifa-
tmdan, Ceriaehâne Matbaası, (Dersaadet: 1276) eserinde bu tanıtım ı yap
mıştır
<186) Ahmet Hamdi Tanpmar, 19uncu. Asır..., 196. Tanpm ar’m yorum u için
bkz. s. 2Q2/n.20.
55
gibi usûl-i düveliyece de terakkiyat-ı muntazama ve inkılâbât-ı tedriciye lü
zumu meydandadır...»187
Daha açık bir ifade ile :
Osmanlı aydınının temel problemi olan devleti kurtarmanın artık başka çare
si kalmamıştır. Nedeni ise, Sabahattin Bey’in belirttiği gibi:
56
tüm toplumlar için geçerli olabilecek bir kuralın Osmanlı toplumu için de uy
gulanmak istendiğini görüyoruz. Doğal olarak, bu düşünce tarihimizdeki di
ğer önemli dönüşümlerden biridir. Jön Türklerle ortaya çıkan yeni düşünce
biçimi artık yalnız «Osmanlı» veya «İslâm» toplumları gibi çerçeveler için
geçerli çözümler önermek yerine, daha global kuramlara yönelmeye başla
mıştır. Burada, sözkonusu evrensellik iddiasuıdaki kuramlara duyulan ilginin
gitgide arttığını ve belli bir sürecin sonunda bu kez içsel özelliklerin fazla
önemli olmadığı şeklindeki bir fikrin Türk düşüncesine yerleşmeye başlaya
cağım belirtmemiz gerekir.
57
«...hiçbir ehliyet ve istihkak-ı ubeydanem olmadığı halde mahza
eser-i atıf et-i ûlya olarak min gayr-i liyâken Dahiliye Nezareti hid-
metiyle kâm-kâr olmuş bir abd-i mem lûk bulunduğuma müteşehki-
ren mülâhâzat-ı kemterânemin saika-i ubudiyet ve sadakatle pâye-i
şerh-i i'lâya arz ü takdimine ictisar kılındığı....»1113
sadakati çok aşırı şekilde belirtici ifadelerle karşılaşıyoruz. Aynı kişinin baş
ka bir lâyihasını gözden geçirdiğimizde:
şeklinde bir cevap vermeyi münasip görmüştü. Tahsin P aşa’nın Mabeyn Baş
kâtipliğine atanışı sırasında Sultan ile arasında geçen muhavere de bekle
nen ilişkiyi göstermesi bakımından ilginçtir:
58
Aym dönem içinde sadakatlerinden dolayı Sultan’dan özel ihsanlar iste
yen devlet ricaline baktığımızda —tespit edebildiğimiz kadarıyla— oldukça
büyük rakam larla karşılaşıyoruz.197 Bu durum bize jurnalcilik olayının nasıl
59
toplumsal bir hareket haline geldiğini açıklamakta da yardımcı olmaktadn’.
Jurnallerin tümünün elimizde bulunmaması, hattâ önemli bir kısmının yok
edilmiş bulunması nedeniyle bu konuda genelleme yapmak tam olarak müm
kün değilse de, elde bulunan jurnal veya benzeri yazılar ilginç bir durumu
karşımıza çıkartmaktadırlar. Bunların bir bölümü ciddî sayılabilecek hiçbir
olayı veya tasavvuru ihbar etmezler. Ve tamamen kendilerinin aslında doğ
rudan farkedebildikleri durumları bildirecek düzeyde bir sadakata sahip ol-
60
duklarını ispat amacını taşırlar.138 Jurnallerin açıklanması sözkonusu olduğun
da kendisinin de jurnal vermiş olması kuvvetle muhtemel olan bir şahıs bu
konuyu açığa kavuşturan bir mektup ile:
«...Jurnallerin kamilen neşr edilmesinde ısrar etm ek iyi bir netice
hâsû etmez. Çünki idare-i menhuse-i Hamidî zamanında her jurnal
vermiş olan hain-i vatan, hain-i mutlak değildir. Bunların içinde
yaptığını bilmeyen âdeta modaya ta’biyet eden, m evkileri, memuri
yetleri dolayısıyla jurnal vermeğe mecbur tutulan küçük rütbeliler
pek çoktur. Eğer o veçhile hareket etmese idiler bu adamların m ev
ki’ ve memuriyetlerini muhafaza imkân dahilinde olmadığı gibi nefy
ve tagrib ihtimali yüzde doksan dokuz idi...»199
jurnalciliğin kişisel ahlâksızlıktan öte toplumsal bir boyutu olduğuna işaret
etmişti. Bahriye Nezaretinde Saray için casusluk yapan bir şahıs, Saray’a
61
ihbar edildiğinde Sultan yapılan işin «fariza-i ubudiyet» olduğunu belirterek,
bu şahıs için «casus» diyenleri cezalandırma yoluna gitmişti.200 Gene, Tahsin
Paşa hatıralarında herhangi bir P aşa’nm veya ileri gelen bir şahsın «ada
mı» olmanın ve onlar için bilgi toplamanın çok doğal kabul edilen bir durum
olduğunu bize nakletmektedir.201 İşte bu nokta «medeniyet-i frengâne»yi arzu-
lamamakla beraber202, batı tipindeki kurum lan geliştirmekten başka bir çâre
göremeyen ve bununla övünen Sultan’ın603 en zayıf noktalarından birini oluş
turuyordu. Mardin, dikkatimizi soyut değerler peşinde koşan bu kimselerin,
mevcut sistemin belirmeye çalıştığımız özellikleri ile olan çatışmasına dikka
timizi çekmektedir.804
Gerçekten de Jön Türk yayınlarım incelediğimizde temel eleştiri noktala
rının başında gelenlerinden bir tanesinin de, yönetim mekanizmasının teme
linin sadakate dayanması olduğunu görürüz.
Nitekim, Cemiyet’in merkez yayın organında Sultan’a yönelik eleştiriler
ve bunların yöneltilmesi sırasında sadakat belirtici sıfatların istenilmeden
kullanılmasının nedeni şöyle açıklanmaktaydı :
62
Gene, Jön Türklüğün en önemli merkezi olan Mekteb-i Tıbbiye’de öğren
cilere en zor gelen hususun törenlerde «padişahım çok yaşa» şeklinde bağır
mak olduğunu görüyoruz/206 Çok sayıda olayın çıkışına neden olan bu hare
ket357 soyut ideallere bağlanan kimselerin, kişiye bağlılık fikrine karşı duy
dukları tepkiyi gösterir,a08 Buna paralel olarak Jön Türk neşriyatının üzerin
de durduğu temel konulardan birisinin de çeşitli görevlere getirilmekte «liya
kat» yerine «sadakat»in temel olarak alınması ve yöneticüerin bu nedenle me
muriyet kontenjanlarına sahip olmalarıdır:
(206) Bkz. «Havadis,» Mizan, no.174, 17 Zilkade 1313-30 Nisan 1896, s. 4280, Y.K.
Tengirşek, Vatan Hizmetinde..., s. 59, Tevfik Sağlam, Nasıl Okudum,
Açıklamalı İkinci Baskı, (îstanbulrlOSl), ss.43-44.
(207) M ekteb-i Tıbbiye-i Şâhâne’nin, yönetim tarafından endişeyle karşılanılan
durum u nedeniyle okula Askerî Okullar Nazırı olarak gelen Zeki Paşa öğ
rencilere bu konu ile ilgili olarak şunları söylemiştir: «...Efendiler! Bize
sizin ilminiz değil, yalnız uğur-i hum ayûnda sadakatiniz m atlûbdur... *
Şerafeddin Mağmumî, «ifadem,» Kamus-i Tıbbi, Osmanlı Matbaası, Mı-
sır[el-Kahire]:191Û/1328), s.IV.Tunalı Hilmi ise konuyu şöyle nakletm ek
tedir: «...Ah o m ektebin üzerimizde pek çok hafî, hatırımızda bir çok
acı yadigârları vardır. (1308) senesi Haziranının sekizinci Pazarertesi gü
nü idi. Zeki Paşa oraya da pençesini atdı. Şakirdan, Nazır Ali Saib P a
şa, etibba-yı Osmaniyenin en müm tazlarından müteşekkil hey’et-i idare
ve muallimin muvacehesinde ne söylese beğenirsiniz: ‘Şimdiye kadar ah
lâksız doktor çıkıyordu. Bundan sonra halûk etibba yetişdireceğiz'...».
Tunalı Hilmi, «Anarşizm Nedir mi, dediniz?,» Mizan, no.172, 16 Nisan
1896- 3 Zilkade 1313. s. 2460. Aynı okula m eşrutiyetten kısa bir süre önce
duvarlara yazılan yazıları tahkik için gelen Zülüflü İsmail P aşada ta
lebelere karşı şöyle konuşmuştur: «...Bu yaptığınız nankörlüktür, bu h a
reketiniz, velinimet-i bîminnetimiz padişahımıza karşı küfran-ı nim et
tir...» Bkz. Hüseyin Enver Sarp, «Türk Gençliğine İthaf: Türk Ocağı Na
sıl Kurulmuştu?,» Türk Yurdu, no.242, M art 1955, s. 666.
(208) Bu fikir üzerinde M ardin bilhassa durm aktadır. Bkz.Şerif Mardin, Jön
Türklerin Siyasi Fikirleri 1895-1908, ikinci Basılış, (Istanbul:1983), s.16.
Mardin, Batı tipi eğitim müesseselerinin temel etkisinin de daha derin
olan böyle bir tesir yaratm ak olduğunu belirtm ektedir. Bkz. Şerif Mardin.
«L’Alienation Des Jeunes Turcs: Essai D’Explication Partielle D’Une
Conscience Revolutionnaire,» Colloques internationaux du CNRS, no. 6ÖI-
Economie et Societes dans VEmpire Ottoman (fin du XVIIIe-debut ou
XXe siecle), ss. 161 v.d.
63
ne ubudiyeti olmazsa velev Reşid Paşa iktidarında olsun bir me
muriyete nail olmak ihtimâli uokdıır...»290
64
Ali Paşa- Efendiler! Siz zabitsiniz, askersiniz! Niçün böyle ya
pıyorsunuz, aklınızı başınıza alınız, şu hareketden sarfı nazar edi
niz.
Bir Zabit- ...Sana ve sairlere fazla maaş veren millet ve devlet
bizim gibi ziyade çalışacak evlâd-t vatana niçün vermesin... Biz
millet devlete hidmet içün mahlûkuz. Fakat müstebidlere esir olmak
içün değil!
Ali Paşa- Lâ havle ve lâ kuvvet ilâ billâh. Ben sizin gibi zabit
görmedim.
Bir Zabit-Her sözünüz yalan fakat bu sözünüz doğrudur. Haki
katen bizim gibi zabit şimdiye kadar görmediniz. Çünki millet hu
kuku nedir bilir, haklarım istemek içün paşalara değil daha yüksek
makama cesûrâne ve namûskârâne bilâperva söz anlatır, iz’anlı za
bıtan daha yeni yetişmeğe başladı. Binaenaleyh biz maaşsız, hay
siyet ve şeref-i asker iyelerini payimâl ile kullandığınız diğer zabita-
na makis değiliz! Biz şeref-i askerî nedir idrak ve tahsil etmiş za
bitler iz... »$1L
n il) «Mekâtıb: Şam ’dan: Hicaz Şimendüfer Ameliyatı ve İnşaat Taburları Gene
Zabitanm m Namûskârâne İstifa ve îfa-yı Vazifeleri,» Osmanlı, no.75,1
K ânûn-i sânî 1901-9 Ramazan 1318, ss. 6-7.
<212) (Tevcihat ve taltifatm Bâb-ıâlinin vesatetine m üm anaat olunmaksızın
def-udan doğruya atabe-i hilâfetpenâhîye arz suretiyle istihsali tariki ih
tiy ar olunduğuna, bunun evvelce bu hususda sâdır olan iradeye uygun
düşmeyeceğine dair ariza müsveddesi), B B A -Y ıldız Esas Evrakı, (Sadr-
tâzâm Cevad Paşa Evrakı), 31/111-26/111/86.
(213) Zabitaniri terfi’inde kıdem esasına itina olunmasına dair. Seraskerlik tez
keresi, B B A -Y /M ütenevvî(Günlük)Marûzat, 22 Ca.l314/no.3885. Tekidi için
bkz. B B A -Y/M ütenevvî(G ünlük)M arûzat, 6 Za 1317/no.8195. Tahsin P a-
ga’da aynı, konunun M eşrutiyet hareketi üzerindeki tesirine dikkat çek
mektedir. Tahsin Paşa, Abdülhamit...., ss. 98-99.
<214) B ir telgrafnâm enin giriş bölümünden vereceğimiz örnek, özel ifadeler ta-
şımayıp ortalama uslûbu belirtir :
«...Efendim, biz elhamdülillah Islâmız, şevketmeâb efendimiz hazretleri
em ir-ül-m üm inin ve halife-i resulullah-ı rabb-ül-âlem in olduğundan do
layı her veçhile iradât-ı zıllullahîlerine m uti’ ve münkadız. Gece gündüz
evkat-ı hamsede dua-i vâcib-ül-dâî-i padişâhîyi icra ederiz. Yalnız bâzı
istirhâmâtımiz vardır...». Bkz.BBA-Îrade-Hususî, Cemaziy’ülâhîr 1326/no.
83- (m ükerrer) 581. Telgraf Selânik’de topçu birinci ferik Şükrü Paşa ta
rafından gönderilmiştir.
65
rin peşinde koşan kimselerin yönetim ile en azından tasarlayabildikleri ideal
düzen bakımından büyük bir değer çatışmasının ortaya çıkmasından normal
bir gelişme olamazdı,sls ve Jön Türklüğün önemli belirleyicilerinden biri de
bu etken olmaktadır.
Saray ile aralarındaki ilişkiyi değerlendirdiğimizde de aynı olgunun baş
ka bir yönü ile karşılaşıyoruz. Saray bakımından Jön Türkler ile uğraşma
nın yolu onları «meslek-i sadakat ve ubûdiyet»#16 bağlamaktan ibaretti. Ni
tekim, Jön Türklerle yapılan anlaşmalarda af için onlardan «sadakat ve
itaatden ayrılmıyaeaklarma dair vallahi ve billahi ve tallahi» şeklinde yemin
etmeleri1217 veya eski kötü yollarından vazgeçerek «dehalet» ettiklerini218 bildi
rir bir vesika imzalamaları isteniyordu. Saray açısından anlamlı görünen bu
hareketler ise bu tür anlaşmaları tamamen bir para sızdırma faaliyeti ola
rak gören komiteler açısından hiçbir değer ifade etmemektedir. Ancak, Jön
Türkler üzerinde soruşturma yapan yabancı görevlileri fazlasıyla şaşırtan
bu durum018 iki tarafın aynı olayı çok farklı iki yönden değerlendirmesi so-
Sultan’a belirtilen amaçla yazılan risalelerden ise örnek olarak aşağıdaki
parça seçilmiştir :
«...Saltanat-ı seniye-i Osmaniyenin tarih -i tesisinden takriben altı yüz
sene m ürür idüb, m uhtac-ı ıslâh bir hayli şeyler var idi. Vakta ki küçük
bir aşireti büyük bir devlete ifrağ eden tevfik-i samedânî Devlet-i Aliy-
ye~i Osmaniye’nin tensik ve ıslâhı vazife-i mühimmesini zât-ı hazret-i
tacdâr-i uzmâya tevdi’ eyledi...». Aristokli (Nalbandzâde), Ş evketlû İzzet ~
lû Gazi Sultan Abdülham id H an-t Sânî, İzmir, 1317, Topkapı Sarayı K ü
tüphanesi, M.R.599, v. 17, Krş. v. 60-61.
(215) Şerif Mardin, Jön Türklerin,.,, s. 16.
(216) îfade, Halil Halid ve Kâzım Bey adlı iki Jön Türk hakkında kullanılm ış
tır. Bkz. Antopulo Paşa’dan-Tahsin Bey’e, 5 Teşrüı-i evvel 13Î2-İ89S.
Londra Büyükelçiliği A rşiv i , K.319(2).
(217) Bkz. BBA-BEO fD ahiliye Giden, 97-3/46,(21 Temmuz 1314), 1341(2459 ce-
vabı)/86822, BBA-îrade-H usust, Safer 1316/no.69-308, BBA-BEO /D ahilîye
Giden , 97-3/46, (25 Haziran 1314), 1269-574/86444, BBA-İrade-Hususî, Sa
fer 1316/no. 34-187.
(218) Mısır Şu’besinin teslim protokolünde kullanılmıştır. 2 Kânûn-i evvel [18]
97-7 Receb 1315, B B A -Y ıldız Esas Evrakı, 15/74-31-e/74/15. Jön Türkle
rin «taltifle daıre-i ubudiyete girmek» olarak tanım ladıkları bu tü rlü
davranışları eleştirmeleri için bkz. «Asâr-ı Acz,s> Osmanlı, no.84,15 Ma
yıs 1901-25 M uharrem 1318, s. 6. I
(219) Cenevre Siyasî Polisi’nin bir raporunda durum §u şekilde belirtilm ek- I
tedir: «...30 Ekim 1899 tarihli raporunuzda da belirttiğiniz gibi Jön T ürk
lerin Cenevre’deki başlıca m aksatları davranışlarıyla Türk hüküm etinden I
ve Sultan’dan para ve maddî çıkarlar koparabilmektir. B unların bedeli
bazen Osmanlı’nın kısa süre çıkmaması oluyor. Gözlemlerimiz şu kanaate
varmamızı güçlendiriyor ki: Eğer Türk hüküm eti bu adamlarla m uhatap |
olmasaydı ‘bu oyun’ kendiliğinden sona ererdi...» Bkz. «Geht zum Dos- f
sier Mechveret (Jung-Türken) al s. no.2, S.B/10 Mai 190Ü-P.P.17/66» B un- i
desarchiv-BERN, 21/14*250. Krş. Hocazâde Mehmed Ubeydullah’m - S ul- |
tan’a, Paris, 9 Temmuz 1313 tarihli mektubu, B B A -Y ıldız Esas Evrakı» I
15/74-17-e/74/15. f
86
fi’inınıın
67
larıyîa anılırken,235 Jön Türk örgütleri arasında para sızdırmak amacıyla ku
rulmuş olan «Reşadiye Komitesi»226 adındaki bir örgüt dışında böyle bir eğili
me rastlanmamıştır.
Bu konuda işaret edilmesi gereken son bir nokta. Jön Türklerin propa
gandada bulundukları çevrede ortaya çıkan ve mahallî Jön Türk olarak ad
landırabileceğimiz grupların bu hususta Avrupa’daki arkadaşları ile ters bir
tutum içinde olmalarıdır. Bu bölgedeki muarızları tarafından «küfran-ı ni
met eden»227 kimseler olarak suçlanan, kendilerine «...halife-i muhteremin şev
ket ve kudretini, millet-i İslâmiyenin necat ve selâmetini şehrâh-ı sadakatde
arayalım. Zira sadakatdan inhiraf edenler kâbe-i saadete vasıl olamazlar ves-
selâm.»228 şeklinde nasüıatler verilen, yahut daha açık biçimde :
«....Bir nankör hidmet eylediği efendinin n a n ü nimetiyle perverde
olduğu halde o nimete karşu irtikâb eylediği nankörlük gibi bir
denâatin gerek indallah ve ind-en-nas ne derece m ezm ûm ve mak-
dâh olduğunu bilse şüphesiz o sıfatla muitasıf bulunduğunu arzu et
m ez... Yekdiğeriniiz hakkında vuku’bulan nankörlük şöyle dursun
öyle hainler vardır ki: Sâye-i adalet ve merhametinde yaşadığı met-
bu’-i m uf ahkamına. karşu ne kadar nankörlük ve bununla beraber
ne derece hainlik etmeğe cesaret ediyorlar...
tenkit edilen bu kimseler de yazılarında büyük çapta yeni bir yöneticiye hağ-
ler, B uhara Emiri, Tunus Bey’i, Mısır Hidivi, Hind Racası gibi müstakil
olmayan küçük em aretler tarafından m etbu’ bulundukları büyük hüküm
darlara tatbik olunuyor...» Otorite tipinin, Jön Türkleri büyük kızgınlı
ğa sevkeden davranışlarından «işe alınma» konusunda güzel bir örnek için
bkz. Bazı Hıtsus? İradeleri Havî Defter, B B A -Y ıldız Esas Evrakı, 24/11/
162/VII, 50/11 Teşrin-i sânî 316: «Hülâsa-i Madde: Bugün selâmlık resm -i
âlisinden avdet-i hüm ayûnda m abeyn-i hüm âyûn yapuşluğuna kadar ara
banın yanm a gelerek şevketmeâb efendimizin arabadan ineceği bir sırada
arzuhal takdim eden Dramalı yirm i bir yaşında Mehmed Efendi’nin bir
memuriyetde istihdamına dair. Mülâhazat: Mümaileyh Mehmed Efendi’nin
taşraca hale-i eisbân bir hidmetde istihdam olunması hususu Dahiliye
Nezaret-i Celilesine tebliğ buyurulm uştur.s>.
(225) fBâb-ıâli ve Mahal'l-i Saireden M evrud Evraka Mahsus Defterdir], B B A -
Y ıldtz Esas Evrakı, 24/150-3/162/VIII. Belge olarak verilmiştir. Bkz. B. II.
(226) Bundesarchiv-BERN, E.21/14’248 ve E.21/14’249. Bd. 1.
(227) «Güfran-ı Nimet,» Tart!c[îskenderiye], 31 K ânûn-i sânî 1901-12 Ramazan
1318, s. 1. Yazı Jön Türklerin, teb’a -i Osmaniyeden ihracı konusunda k a
leme alınmıştır.
(228) Aym.Hâdi, «Liverpooî’dan Bir Sada: Hakkaniyet Bâdi-i Selâmetdir,» Bed-
rika-i Selâmet, [Filibe], no. 17, 17 Temmuz 1313-29 Safer 1315, s. 1.
(229). «Makale-i Mahsusa:Nankörlük,» Zaman,[Lefkoşe], no.138,12 Şubat 1895-
27 Şa’ban 1312, s. 1. Bu tutum una rağmen gazete «müftü ve zevat-ı sai-
rece», «neşriyat-ı bedhâhane ve mefsedetkârâne» yaptığı gerekçesiyle bir
mahzarla şikâyet edilmiştir. Bkz. BBA-BEOfDahiliye Giden, 99-3/50, 47/
2341 (30 Eylül 1316) (mümtaze kalem inden- Şûra tezkeresi: 15).
68
îanmak fikrinin dışına çıkamamışlardır-230 Bu da büyük çapta mahallî Jön
Türklüğün ileride göreceğimiz gibi ulusal Jön Türklüğe göre değişik değer
kalıplan kullanmasının bir sonucudur.
Yönetim özellikle yüksekokul öğrencilerinde ortaya çıkan bu problemi
kavrayabildiği andan itibaren, bu okullarda okuyan öğrencilerin manevî yön
den takviyesi231 anarşistlik olarak nitelendirilen bu fikirlerin yayılmasını ön
lemek için ıslah projelerinin yürürlüğe konması gibi2312 tedbirler almaya ça
lışmıştır. Ancak, bu tedbirler yönetimin beklediği yâni değer uyuşmazlığını
azaltıcı yönde bir sonucu sağlamaya hiçbir zaman muvaffak olamamışlar
dır.
(230) «Garib Bir Tesadüf,» Feryad* [Lefkoşe], no. 2, 25 Kânûn-i evvel [18]99,
3.1: «...Bir yevm -i menhus addedilen geçen Salı günü kabl-el-zuhr
çarşuda oturuyordum. Kulağıma bir top sedasıdır gürledi... H ayırdır inşal
lah tali’-i dûn~i millet sefil, millet said oldu. Muradımıza erdik. Acaba,
Sultan M urad Hazretleri yoksa Sultan Reşad hazretlerim i çıkdı? diyerek
hem an elimi bargâh-ı ehadiyyete kaldırüb, Sultanıma devletime, ham i-
yetmend kardaşlarım a yana yakıla sadıkâne duaya başladım. O aralık Za
man müvezzi’i geçiyordu. îşte eülûs ilâvesi ilân ediyor dedim... Elimiz©
nüshayı aldık... Bu olsa olsa ‘Müeeddidin’ fırkasının yapdıkları gibi Dev-
let-i Osmaniye’nin ıslahına dair Padişaha takdim olunmak üzere lâ
yihadır... Yanlışmış yanlış. Merak etdiğim şey (yaldızlı velâdete!)
yaldızlı dua imiş...». Bu gazetenin «katiyyen m en’i» için alm an tedbirler
konusunda bkz. B R A -İrade- Hususî, Receb 1317/no.52-675, B BA-BEO /
V G G (2), Dersaadet Müteferrik,ası-Gelen, 404. 616/(Maarif Evrak Müdiri
Galib Bey’in tezkeresi), B B A -B EO /D ahiliye Giden, 98-3/47, 3015 (18 K â
n û n -i evvel 1315), 118/mümtaze kaleminden.
(231) Askerî m ekteblerde talebenin m a’nen takviyesi hususuna dair. Tophane
Müşirliğinden, B B A -Y /M ü ten evvî (Günlük) Marûzat, 27 C 1313/no, 4488.
M ekteb-i H ukuk’da talebenin harekâtının incelenmesi ve tedrisatının ta h
kiki için Meşihattan seçilecek kişiler için bkz. B B A -Y /M ü ten evvî(G ü n -
lük)M arûsat, 4 N 1317/no, 1255-6043.
(232) Harbiye Mektebinde anarşist fikirlerin yerleşmemesi hususunda alınması
gereken tedbirlere dair, Seraskerlik yazısı, B B A -Y /M ütenevvî(G ünlük)
M arûzat, 26 S 1313/no. 61-1460.
69
man özgürlük olmamıştır.333 Buna paralel olarak «Kanun-i Esasî» kelimesinin
altında yatan manâların da biraz farklı olduğunu görürüz. Bir kere anayasa-
cılık Aron’un haklı olarak belirttiği gibi, Jön Türklerin böyle bir fikrin taraf
tarı olarak göründükleri dönemde modernleşmenin ölçütü idi ve bugün bizim
daha ziyade sanayi bacasıyla eş anlamlı tuttuğumuz gelişme sözkonusu dö
nemde yönetim biçimi ve parlâmento varlığı ile ifade ediliyordu.®* Fakat, Jön
Türkleri bu açıdan da cezbeden bu kurumun Osmanlı ülkesinde uygulanma
sının arzu edilmesinin temelinde bambaşka bir neden yatıyordu.
Osmanlı İmparatorluğunun, içinde barındırdığı çok çeşitli unsurları yö
netmek için kullandığı «millet sistemi», yâni bu unsurların birer dinî cemaat
olarak tasnifi 1789 sonrası gelen milliyetçilik fikrinin etkisiyle kullanıkşlılığmı
yitirmişti. İmparatorluk teb’asınm kendisini ortodoks olarak değil de Yunan
lı veya Bulgar şeklinde tanımlamaya başlaması hattâ bu çeşit kimlik kazan
manın Arap235 ve Arnavutlar236 gibi Müslüman unsurlar arasında da yayılma
ya başlaması sistemi tamamen çökme tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştı.
Bu durumda sistemi çöküntüden kurtarabilmek için iki imkânın varolduğu
açıktır.
Her ikisi de ortaya çıkan ve milliyetçiliğin sonucu olan yeni kimlikleri
aşan birer üst-kimlik yaratmayı amaçlayan bu imkânlardan birincisi, bir Os-
manlı vatandaşmın yaratılmasıydı. Modernleşme taraftarları, ancak anayasa
çerçevesinde böyle bir vatandaş yaratmakla mevcut gidişin önlenebileceğine
inanmışlardı. Kanun-i Esasî ve parlâmentonun da Osmanlı Devletinin, batı
lılaşma çabaları sonrasmda bile kırıntı düzeyinde kalan237 temsil fikrinin ge
lişmesi veyahut yeni beliren grupların iktidardan pay almaya çalışması gibi
bir nedenden değil de, yukarıda belirttiğimiz «Osmanlı vatandaşı» yaratmak,
böylece devleti kurtarmak fikrinden kaynaklandığım belirtmemiz gerekir. Ni
tekim, anayasacılık hareketi üzerindeki ilk risalelerden birinde bu husus üstü
kapalı bir biçimde belirtilmiştir.258
70
Yusuf Kâmil P aşa’nın, Telemaque tercümesi kuşkusuz tek kişinin yöneti
mine karşı acı eleştirileri dile getiren diyaloglarla doluydu j338 ama, bu alanda
etkili olan hususun yönetimin «bilimsel» olması gerektiği fikri ile bağlantılı
olduğunu da belirtmekte yarar vardır. Bununla paralel olarak Jön Türklerin
yazılarında az miktarda toplumsal bir sözleşmeye Rousseau’dan yararlanıla
rak atıfta bulunulmasıyla beraber,240 ilginç bir şekilde özgürlüklerin sınırlan
ması, yasaların ortaya çıkışı gibi hususların doğal durumdan türetilmesidir:
«...İnsan ibtida-yı halikinde elbetde hayvanat gibi yalnız geçirdik
leri bir devr olmuş ve o devirde ahret zoru nefsini idrak edecek
■menzilede değildi. Yalnız muhafaza-i nefs içün çalışıyordu. Fakat ya
vaş yavaş karı koca blrlikde yaşamağa başlamışlar. Bir gün karısı
hasta bulunan bir adam ava giderse hayvanat-ı vahşiyeye karşı refi
kasını müdafaa edecek bulunmadığını hissetmiş sonra bir çoklarında
da bu hiss hâsıl olmuş üç beş kabile birleşmiş hirleşdîği gibi birkaç
gün sonra te’min-i intizam içün birşey in noksan olduğu hissolunmuş
beynlerinde bir karar vermişler. İşte ilk kanun-i beşeriyet. Sonra
bu kanun-i ma’nevî ve kanun-i maddî kısımlara ayrılmış... îşteazi-
73
dat-ı îâzımaya bilâistisnâ müsaraaten ve acilen ah zü giriftiyle muamele-i
muktaziyenin icrası zımnında heman zikr olunan Divan-ı harbe teslimi huşu-
sunun himmet-i mahsusa-i asâfaneye tefviz ve havalesi mukteza-yı em rü
fermân-ı hazret-i padişâhîden olmağîa olbabda emr ü ferman. 13 Muharrem
D6.
Bkz. [Bâb-ıâli ve Mahall-i Sair eden Mevrnd Evraka Mahsus D efterdir], BBA-
Yıldız Esas Evrakı, 24/150-3/162/Vm, s. 240.
74
İÜ
(1) Bu makaleler, Elie Kedourie, «Young Turks, Freemasons and Jews,» M idd-
le E astem Siudies, VII, no.l, (Ocak 1971), ss. 89-104, Paul Dumont, «La
Turauie Dans Les Archives Du Grand Orient De France: Les Loges Ma-
çonniques D’Obedienee Française â İstanbul Du Milieu Du XIXe Siecle a La
Veille De La Preroiere Guerre Mondiale,» Colloques in tem ation au z du
CNRS, no.601-economie et Societes dans l’Em pire O ttom an..,, ss. 171-201,
ve Paul Dumont, «La Frane-M açonnerie D’Obedience Française k Salonique
Au Debut Du XX* Siecle,» Turcica, T.XVI, (1984), ss. 65-94’dür. B unlar
75
şimdiye kadar en derin şekilde inceleyen kitapta® özellikle büyük önem ar~
zeden 1885-1902 döneminin üzerinde çok az durularak (veyahut hiç durulma-
yarak) temel araştırm a ekseni 1906 yılında teessüs eden Hürriyet Cemiyeti
Ue bu gruplar arasındaki ilişki ve 1908 sonrası bu alâkanın Cemiyet’in örgü
tü ve Türk Siyasal Hayatı üzerindeki etkileri tartışılmaktadır. Gerçekten,
Mahmud Şevket P aşa’ya düzenlenen suikast ile ilgili iddianâmeye baktığımız
da komployu düzenleyenlerin amaçlarının; kendi ifadelerine göre; Masonla
rın elinden iktidarı almak olarak sunulduğunu görüyoruz.3 Bu açıdan belir
tilen eserlerdeki araştırm a son derece yararlı olmakla beraber, en azından,
bunun kadar üzerinde durulması gereken bu ilişkinin 1906 da başlamadığı ve
özellikle 1878 tarihinden itbaren Jön Türklüğe atfedilen siyasal eylemlerin ço
ğunun bu grup tarafından gerçekleştirilmiş bulunduğudur.
Tanzimat ricâli arasında Mason örgütüne üyeliğin yaygınlığı daha evvel
üzerinde durulmuş olan bir konudur."4 Nitekim, bizzat Masonların çıkartmış
içinde konumuza en yakın olan ikinci makale olup, yazar genel olarak tüm
locaların faaliyetleri özerinde durm akta ve çok ince bir araştırm a sonucu
olarak bilgiler vermekle birlikte, konuya bizim önemsediğimiz açıdan bak
mamaktadır, İlk makale, tam am en iktidardaki İttihad ve Terakki ve ilişki
leri incelemekte, son araştırm a ise belirttiğimiz 1906 bağlantısı özerinde
durm aktadır.
(2) Em est Edmonson Ramsaur, Jr, Jön Türkler ve 1908 İhtilâli, ss, 122-127.
ss. 122-127.
(3) Mahmud Şevket Paşa Suikasti İddianâmesi, El Yazması İddianâme S ureti/
Özel Arşiv, s. 30: «...Maznun-i aleyhümden Ziya’nm biraderi olub Anaaolu-
hisarı’nda, Küçüksu’da, biraderi m erhum Ârif Bey’in hanesinde K antar İda
resinden kadro harici olduğunu söyleyen Âsitâneli, otuz beş yaşında H ak
kı Efendi Bin Haşan dahi söyletdirildiğinde: Memleketde şimdiye kadar pek
çok inkılâb icra edilmiş olup... görüştüğü Kâzım Efendi kendilerine bu fik r
ü kanaati te ’yid edecek suretde ifadât ve telkinatda bulunarak ve memleke
ti ve îttih ad ve Terakki Cemiyeti’ni ellerine almış olan bir takım siyonist
ve m asonların ellerinden kurtarm ak üzere yine ordunun bir inkılâb yapa
cağından bahisle...®.
Bu iddiaların yabancı basın tarafından da dile getirilmesi için bkz. «The
Young Turkish Organization: Committees Warning Influence: Hostility to
Jewish Freemasonary,s> The M om ing Post, 7. Ekim. 1911 ve «Nationalism in
Turkey: Salonica Committees Arms Jewish Freemasons and Turkifieation.s»
The M oming Post, 11. Ekim, 1911.
(4) Ebüzziya, «Farmosonluk.» Mecmua-i Ebüzziya, Cüz-i Aded: 100,18 Cem a-
ziy’ülâhir 1329, ss. 681-682: «...1869 senesinde L’Union d’Orient’a mensub
olan âzânın sülsanmı ricâl-i mühimm e-i Osmaniye teşkil etmekde idi. H at
tâ hanedân-ı saltanatdan bir de prens dahil idi. Âh ve Fuad ve Fâzıl Mus
tafa ve Raşid ve Tolçu m utasarrıflığında vefat eden Süleyman Paşa ve E d -
hem Bey ve Münif Paşalar ve şâir emsâli ekâbir bu cemiyete intisâb eyle
mişlerdir. Az çok efkâr-ı m ünevvere sahibi olub da rahîk-i serbesti ile ser-
mest olan terakkiperverân-ı İslâm kâm ilen bu cemiyete dahil olmuşlar
d ır...... Makalede M eşrutiyetin yemden ilâm olayı da bu gelişmelere şöyle
bağlanıyor: «...Bugün vücûduyla mübâhi olduğumuz M eşrutiyet ise o ce
m iyette selik olan urefâ-yı İslâmm m ezraa-i efkâra saçdıği tohum -u ser
76
■'.dakları yayınlarda kendi üyeleri bulunan Sultan V. Murad’ın tahta geçiril
mesi için yaptıkları girişimler açıkça anlatılmaktadır. Bu anlatımlar arasın
da karşımıza kilit bir isim çıkmaktadır. Bu isim Cleanthi Scalieri’dir. 1865
tarihinde Fransız Mason locası L’Union d’Orient da görev alan Scalieri, 1875
tarihinde Paris örgütünde en yüksek mevkilere kadar yükseldi.5 Scalieri, Sul
tan Murad ile kurduğu ilişki ile, özellikle Doğu Masonluğunda yaygın hale
gelmiş olan bir isteği,® yâni Sultan’ın yönetiminde ve Yunan ve Türk unsur
larının kaynaşması sonucu kurulacak yeni bir Bizans Devletini gerçekleştir
me çabasına girişti :
«...[Scalieri] ilişkileri ve yumuşak karakteri nedeniyle de veliaht olan Mu
ra t Efendi’nin güven ve arkadaşlığını kazanmıştı.. İstanbul’da yaşarken iki
büyük halkın, Türklerin ve Yunanlıların arasında, her iki halkın da ilerleme
sini engelleyen ikiliği ve savaşı görüp, izliyordu. Mason ideolojisinden etkile
nerek (bu ideoloji ile dolu olarak) ancak bu iki unsurun (halkın) işbirliğinin
büyük Doğu Sorununu çözeceği sonucuna varıyordu.
Bu iki halk arasındaki işbirliği ve kardeşlik ve buna bağlı olarak yeni
bir Bizans devletinin doğuşu büyük bir çabanın harekete geçip ilerlemesini
somut hale gelmesini gerektiriyordu. Bunun için ise Murat Efendi’den daha
uygun biri yoktu. O özgürlükçü fikirlere ve asil duygulara sahip her türlü
iyi işi yapma yeteneği olan ve halkına Anayasal Belge bağışlayarak her çeşit
özgürlüğü vermeye hazır birisiydi. M urat'ın iyi özelliklerine masonluğu da
eklenmeliydi. Bu nedenle arkadaşı Cleanthi Scalieri onu önceden gereken şe-
küde hazırlamakta güçlük çekmedi ve sonunda Fransız obedyansıyla anlaşma
sından sonra kendisinin başkanı olduğu «Proodos» locasına 20 Ekim 1872’de
yalnız en güvenilir üyelerin huzurunda girmesini temin etti. Daha sonra
Prens Nureddin Efendi’yi ve Türk toplumunun seçkin şahsiyetlerinden çoğu
nu da cemiyet üyesi yaptı. 14 Mayıs 1872’de «Proodos» Fransız obedyansın
dan izin alarak 1 Haziran 1872’den itibaren iki Yunanca yayından başka
üçüncü ve Türkçe bir yayın için izin aldı. Bu arada, Sultan Aziz’in yeğeni
olan Murat V. ayaklanma sonucunda 18 Mayıs 1876’da tahta çıktı.
78
ile P ire’ye kaçmaya muvaffak olabildi.14 Scalieri, Yunanistan’da yargılandığı
bir mahkemedeki ifadesinde, İstanbul’a dönmesi için kendisine bizzat Sultan
tarafından önemli teklifler yapıldığım, kendisinin ise buna yanaşmadığını an
latıyor, Gene bu ifadede belirtilen kaçak binbaşı Ahmed Esad Efendi ile Sca-
îieri’nin ilişkisi olduğu ve Yunanistan’da Teşvik adı ile çıkan yayın organının
arkasında bu eski asker aracılığıyla onun bulunduğu anlaşılıyor. Ancak, Esad
Efendi daha sonra sözlerinde durmayınca Scalieri’nin bu faaliyeti uzun sü
remedi.1*
Scalieri’nin bundan sonraki çabaları, büyük devletlerin, özellikle İngilte
re’nin ilgisini Sultan Murad V’in liberal hareketi yeniden başlatmak üzere
tahta geçirme sorununa çekme yolunda gerçekleşti.16 İstanbul’daki Mason
teşkilâtı ve Sultan Murad kanalıyla sağlanan özel evraklar ile İngüizlere
yaptığı müracaatları17 sonuçsuz kalan Scalieri, 1891 tarihinde öldü.
Mason Örgütü’nün belirttiğimiz amaç için bir faaliyeti de, Stefanos Sku-
ludis adlı diğer bir liderinin aracılığıyla kurulması düşünülen yeni Bizans
devleti için en büyük tehlike olarak görülen Slav yayılmacılığına karşı örgüt
lenmek oldu.18 Bundan sonra bir süre Mason teşkilâtının fazla bir faaliyetinin
görülmediğini izliyoruz. Bunda, her türlü Mason faaliyetini izleyen ve onlara
karşı sert tedbirler alan yönetimin farklı tutumunun da büyük payı vardır,1*
Özellikle Avrupa kamuoyu nezdinde Sultan Murad V yanlısı hareketler bu
dönemde de yönetimin büyük tepkisine yol açmaktaydı ve «âdeta bir fesad
79-
menba V olarak görülen bu teşkilâta karşı büyük bir mücadele başlatılmıştı.
Buna karşılık, bizzat kendisi üzerinde de yürütülen baskılara21 rağmen,
İstanbul'daki Rumların egemen olduğu Mason locaları tekrar yoğun bir faali
yete geçtiler :
Her ne kadar, burada 1894 tarihi yeniden örgütlenme için başlangıç ola
rak belirtiliyorsa da, 1891 sonundan itibaren siyasal masonluğun, Abdülhamid
II aleyhine yayın faaliyetini hızlandırdığmı görüyoruz. Bu alanda ilk önemli
çıkış, Londra’da La Tnrquie Libre adlı ilk anda fazla önemli gözükmeyen bir
derginin yayınlanmaya başlaması idi.2S Osmanlı yönetimini büyük telâşa sev-
keden124 bu yayın organı, F ransa’da benzer faaliyetlerde bulunmağa çalışır
ken kamu düzenini tehlikeye düşürdüğü gerekçesi ile sınır dışı edilen25 Justin
Marengo admda bir şahıstı ve kendisinin ifadesine göre bu olay Suitan’m bas
kısı sonucunda ortaya çıkmıştı.26 Aslında, bu şahsın adına daha evvel rastla
mamız mümkün olamadığı gibi, kendisinin faaliyetini daha sonra görebilece
ğimiz şekilde kişisel muhalefet hareketleri kategorisinde de incelememize im
kân bulunmamaktadır. Derginin, ilk önce P arti ConsdtntİGnnel Ottoman adın
da bir fırkanın organı olduğu kapak kısmında ilân edilmiştir. Ancak, daha
sonra derginin Comite Liberal Ottoman admda bir cemiyetin ilginç beyannâ-
melerini yayınladığı gözleniyor.27 Bu birazdan göreceğimiz gibi, mason teşki
lâtının siyasal alanda kullandığı bir isimden başka birşey değildi.
Dergide gözlenen diğer bir olgu Sultan Murad V yanlısı haberlerin bol
81
luğudur.28 Nihayet; bir süre sonra yayın organı baklayı ağzından çıkartmak
ta ve Grand Orient’ın hapis yaşamı süren şehzâde ile ilgili düzenlediği bir
konferansı oldukça memnun bir ifade ile ve konferansçıların isimleri yanında
mason işaretlerini koyarak vermektedir.28 Bir süre sonra bu derginin sessiz
bir biçimde yayın yaşamından çekildiğini görüyoruz.
Bu kez 1893 sonlarında yazıldığı belirtilen ve İstanbul’daki Jön Türk ko
mitesinin matbaasında yayınlandığı iddia edilen bir kitap karşımıza çıkıyor.
Bu da sözkonusu örgütün kitap şeklindeki ilk yayım olmaktaydı.30 Osmanlı yö
neticilerinin de farkına vardıkları gibi31 geniş dağıtımı yapılan ve Batı bası
nında «İstanbul'daki Jön Türk komitesinin çok ilginç bir eseri»32 olarak yo
rumlanan bu risâle, kısa süre sonra ortaya çıkacak İttihad ve Terakki neşri
yatından tamamen değişik bir uslûb taşır, özellikle Hıristiyanlar ile ilgili so
runlara yaklaşımı büyük farklılıklar gösterir.33
Bu kimselerin yayınlayacaklarını vaat ettikleri yeni neşriyat34 ortaya çık
mamışsa da, artık daha yoğun bir siyasal faaliyetin başlatıldığını görüyoruz.
Daha ortada hiçbir resmî Jön Türk yayın organı bulunmadığı bir dönemde,
yabancı dilde yayınlanan ve Batı kamuoyunda bu tür faaliyetlerin yürütücü
sü olarak nitelendirilen gazetelerde Comite Liberal Ottoman adındaki cemi
yetin yayınladığı çeşitli beyannâmeleri gördük.
25 Kasım 1895 tarihinde ise İstanbul'daki yoğun muhalefet eylemleri için
de bir beynnâmenin duvarlara asıldığım izlemekteyiz.35 Batıdaki yayın organ
larınca bir Jön Türk eylemi olarak değerlendirilen bu hareket, Comite Libe
ral Ottoman veya diğer adıyla Osmanlı Hürriyetperverân Cemiyeti’nin ilk
(28) Bkz. «La Dynastie Ottoman,» La Turquie Libre, no. 2s 1 Ocak 1892, s. 8, «Les
Osmanlis et Abd-ul-Ham id 11,5 La Turquie Libre, no. 5, 17 Şubat 1892, s. 2, ve
no.6, 18 M art 1892, s. 1, Dergi, Sultan Murad yanlısı bir komplonun ortaya
çıkarılmasını da ince ayrıntıları ile vermektedir. Bkz. «Arrestations & Cons-
tantinople,» La Turquie Libre, no. 4, 5 Şubat 1892, s. 8.
(29) «Mourad V et la Franc-Maçonnerie,» La Turquie Idbre, no,15,13 Ekim 1892.
ss. 6-7.
(30) La Turquie Sous Abd-ul-H amid, Im prim erie Du Comite De La Jeune T ur-
quie â Constantinople, [1893].
(31) Livourne Konsolosluğundan-Roma Sefiri Mahmud Nedim Paşa’ya 332-38/28
Kasım 1893, Roma Büyükelçiliği Arşivi, K.52(1).
(32) «La Turquie et Abdul Hamid,» L ’Italie, 28 Kasım 1893.
(33) La Turquie Sous..., özellikle, ss. 13-15.
(34) îbid, arka kapak. Vaadedilen iki kitap (Türkçe ve Fransızca olarak)) Com-
m ent on Ruin un Erapire ve (özet olarak), De La Presse Anglaise et Fran-
çaise Le Sultan Abd-ul-H amid, başlıklarını taşımaktadır.
(35) Bkz. «A Turkish Manifesto,» The Times, 26 Kasım 1895. Gazete ilânı, «ken
dilerini Osmanlı Liberal komitesi adı ile biçimlendiren anonim kişilerin*
ürünü olarak belirtm ektedir. Aynı faaliyetleri nedeniyle komite hakkında
kısa süre önce yayınlanan haberlere örnek olarak bkz. «Les Affaires de
Turquie,s. Le Temps, 19 Kasım 1895, s. 2.
82
açık propaganda faaliyeti idi.36 Kısa bir araştırm a ile, bu cemiyetin İstanbul’
daki mason örgütünün siyasal kanadından başka bir kuruluş olmadığı anla
şılmaktadır.37
Comite Liberal Ottoman, bu tarihten itibaren tamamen ayrı bir organizas
yon olarak faaliyet gösterdi ve çeşitli vesilelerle yenilikçi bir programı oldu
ğunu, yönetimin her türlü özgürlüğü ortadan kaldırdığı yolundaki propagan
dasını sürdürdü.38 Ayrıca belirttiğimiz çerçeve dahilinde ilginç beyannâmeler
yayınlanmasına da önayak oldu.3*
Burada bizim için önemli olan husus Mason localarının tamamen ayrı bir
siyasal faaliyet içine girmiş bulunmalarıdır. Bu dönem içerisinde Jön Türkler
ile masonlar arasında köprü teşkil eden yalnızca bir kişi ve onun çıkarttığı bir
yayın organından bahsetmek mümkündür. Scalieri’nin kurduğu locada yer
alan Ali Şefkati,40 1881 tarihinden itibaren hemen hemen tüm yazılarını ken
disinin yazdığı İstikbâl adlı bir gazeteyi Napoli’de neşre başlamıştı.41 Saray
Şefkati’nin faaliyetinden endişe duymakta ve bazen uzlaşma teklifleriyle42
bazen de baskılarla43 onun faaliyetlerini önleme çabaları içindeydi. Çeşitli Av
83
rupa kentlerinde faaliyetlerini sürdüren Şefkati,44 bir süre sonra eski Mısır
Hidivi’nin hizmetine girdi..45 Bu dönemde nisbeten düzenli bir yayın faaliye
tini sürdüren tek kişi olan Şefkati’nin dergisi okullarda büyük bir ilgi ile
okunmaktaydı.46 Fakat, onun masonlar ile olan ilişkisi konusunda en ufak bir
imada bile bulunmayan dergisini çıkartışı özel bir uğraş olarak kabul edil
melidir. Saray üe sürdürdüğü çeşitli pazarlıklarda47 başarı sağlayamayan Şef-
kati’yi, 1895 Haziranında İstikbâl’i yemden neşrederken görüyoruz.48 Ayrı bir
cemiyetin yayın organı olan Hürriyet bir kenara bırakılırsa, bu dergi düzenli
çıkan tek mecmua durumuna geliyordu. Gizlice yurda sokulan bu dergiyi48 ön
leyebilmek için Osmanlı yöneticileri büyük çabalar içine girdiler.50
Sözkonusu yayın organında masonlar ile ilgili en ufak bir noktaya rastla
ma imkânı yoktur. Kuşkuları çeken nokta, İttihad ve Terakki’nin merkez ya
yın orgam olarak Meşveret’i çıkarmasına kısa bir süre kala, Ahmed Rıza
84
Bey'in Londra’ya gelerek Şefkati ile görüşmeler yapmasıdır.51 Fakat bu mü
nasebet, çeşitli belgelerden anlaşıldığına göre, Avrupa’daki muhalif neşriya
tın alabileceği şekil üzerine cereyan etti.32 Zaten aym dönemde Saray’a çeşit
li af dilekçeleri veren Şefkati aniden ölünce, İttihad ve Terakki ile masonlar
arasında görünen tek bağ da kopmuş oldu.54
Bunun dışında Ramsaur’ın artık bir klâsik haline gelen eserinde naklet
tiği 55 çeşitli kaynakların da ondan yararlanarak tekrarladıkları®8 başka bir
iddiaya da değinmemiz gerekir, Bu da İbrahim Temo’nun, İttiiıad-ı Osmanî
Cemiyeti’nin kuruluşundan bir sene önce gittiği İtalya’da mason, örgütleri ile
temas kurması ve onların görüşlerini alması şeklindeki savdır. Ancak, bunu
teyit edecek başkaca bir delil veya kaynak mevcut değildir ve masonların
1902 tarihine kadar açık biçimde ayrı bir siyasal komite şeklinde politik faali
yetlerini sürdürmeleri de bu görüşü doğrular. Bu durum masonların, ileri ge
len Jön Türkieri kendi örgütlerine kazandırma çabaları içine girmelerini ön
lememiştir. 1892 tarihinde Ahmed Rıza Bey’in kendisine mason cemiyetlerine
85
katılma yolunda yapılan bir öneriyi; hareketin dinî inançlara karşı tutumu
ile kendisinin pozitîvist görüşleri arasında uyuşma sağlayamayacağı gerek
çesiyle; reddettiğini görüyoruz.67
1902 Kongresine kadar adını çeşitli vesilelerle Avrupa basın organları ve
devlet yönetimleri nezdinde duyurmaya muvaffak olan Comite Liberal Otto-
man’ın bu toplantı öncesinde üç önemli girişimi oldu. Bunlardan en önemlisi
1901 Nisanında eski bir Mason lideri olan İngiltere Kralı’na, Sultan Murad’ın
kurtarılması için başvurmak, diğeri aynı başvuruyu İnsan Hakları Örgütü
nezdinde tekrarlam ak ve üçüncüsü de Fransız yönetimine siyasal içerikli bir
mektup göndermek oldu ki bunlardan en çok birincisi Osmanlı yöneticileri
nin dikkatini çekti.58
Saray’ın büyük telâşına neden olan bu harekete karşı Osmanlı yöneticileri
tedbir almaya çalıştüarsa da59 sözkonusu başvuru Avrupa ve Amerika yayın
organlarında neşredildi.60 Bunun üzerine Osmanlı yönetimi, İngiltere Kralının
(57) Ahmed Rıza Bey’in teklifi yapan mason ileri gelenlerine yazdığı, 17 Kasım
103J^1892]tarihli mektup. Ahm ed Rıza Bey Evrakı/Özel Arşiv. Metin aynen
verilmiştir, Bkz. B. IV.
(58) Mason Localarının bu başvurusu için bkz. B B A -Y ıldtz Esas Evrakı, 17/952/
63/22. Bu belgedeki m etin Fransızca’dan tercüm e olduğundan sözkonusu
m ektubun m etni İngiliz basınındaki suretten tercüme edilerek verilmiştir.
İnsan hakları örgütüne yapılan başvuru için bkz. «Protestation de la Lique
de Droits de I’Homme: En Faveur Du Sultan Mourad, 5/18 Mars 1901;» Mech
veret Supplement Français, no.114, 1 Mayıs 1901, ss.2-3. Fransızlara yazılan,
mektup için bkz. Affaires etrangeres-Nouvelle Serie-Tvrquie, VoI.III(1899-
1901), ss. 270-271. Metni verilmiştir. Bkz. B. VI-A.
(59) Londra Sefiri’ne-Kulları yazılı, imzası okunamayan (ancak arşivdeki diğer
evraklardan istihbarat m em uru olduğu anlaşılan) bir şahsın 15 Nisan 1901
tarihli m ektubu Londra Büyükelçiliği Arşivi, K.383(6). Krş. Antopulo Paşa’
ya-avm şahıstan 18 Nisan 1901 tarihli mektup. M ektubun kopuk son sahi-
fesinin arkasında latin harfleri ile yazılmış «liberal ottoman» ifadesi görül
mektedir. Londra Büyükelçiliği Arşivi, K.383(6). Bu konu için bkz. B. V. Ge
ne aynı konu ile ilgili olarak sefire hitaben yazılan «Devietlû Efendim Haz
retleri» başlıklı, Hüseyin[?] imzalı, 13 Mayıs 1901 tarihli m ektupta «...Dünkü
Cumartesi akşamı Mason Cemiyetine mensub avukat ile görüştüm. Oldukça
zihnini çeldim....» ifadesi görülüyor. Bkz. Londra Büyükelçiliği Arşivi, K.362
( 1).
(60) «Turkish Masons To The King: An Appeal For Mourad V,» Daily Mail, 9 Ni
san 1901. Aynen verilmiştir. Bkz. B.VI-B. Amerikan basınında ise konu ile
ilgili haberler görülmektedir. Bkz. «Abdul’s Imprisoned Brother: Turkish
Free Masons Send an Appeal on Behalf of ex-Sultan M urad to King Edward
VII,» The New York Times, 9 Nisan 1901, s. 1. İlginç ve tezlerimizi destekleyen
nokta bu başvurunun evvelce Jön Türklerin benzer amaçla yaptıkları baş
vurudan (bkz. Arçhives du Ministere des Affaires Etrangeres-Nouvelle Serie:
Turquie, Vol. 22 (1898), 9 Nisan 1898 damgalı, mektup, ss. 52-53. Krş. «Sul
tan M urad-ı Hamiş Hakkında Düvel-i Muazzama Hüküm darânına Cemiyeti
miz Tarafından Gönderilen M ektubun Suret-i Mütercemesidir,» Osmanlı,
no. 12, 15 Mayıs 1898-26 Zilhicce 1315, s. 1.) tamamen ayrı olduğu ve Jöntürk
86
bu başvuruya cevap vermemesini sağlayabilmek için yoğun eyleme geçti.61
Sonuçta, sorunun diplomatik ilişkileri bozacak bir dereceye geldiğini gören
İngiltere yönetimi, Osmanlı talebini olumlu karşıladı.82 Bütün bu hareketler
ise Comite Liberal Ottoman’m bu dönemdeki en etkin çıkışını oluşturdu.
1902 Jön Türk kongresinden itibaren ise mason cemiyetlerinin siyasal faa
liyetleri âdeta bitti ve muhalefet hareketi içindeki uzun süreli uğraşları sona
erdi. Bu kuşkusuz Osmanlı yönetimini de sevindiren bir görüntüydü. Fakat, in
celemelerimizi sürdürdüğümüz zaman karşımıza çok daha hassas bağlantı
ların çıktığını görüyoruz. 1902 kongresinden sonra; ileride niceleyeceğimiz
gibi; çoğunluğu elinde bulunduran ve Sabahattin Bey ile İsmail Kemal Bey’in
etrafında örgütlenen grup merkez yayın organı olan Osmanlı gazetesini de
ele geçirerek üyeleri Türk ve Yunanlılardan oluşan83 yeni bir örgütün kurul
duğunu ve amacının kısa dönemde darbe yaparak yönetimi ele geçirmek ol
duğunu açıklamıştı, ilginç bir rastlantı olarak örgütün adı da Osmanlı Hür-
riyetperverân Cemiyeti idi.84 Fransızca isim olarak da ilk önce Le Comite
Central De La Ligue Ottoman adının kullanıldığım,65 ama Paris Siyasî Poli
sine verilen başvurularda66 ve daha sonraki kullanımlarda, cemiyetin Comite
87
Liberal Ottoman adının tercih edildiğini görmekteyiz. İleride göreceğimiz gibi
yapılacak darbe için İngiliz desteğinin yamsıra Yunan ilerigelenleriyle de
görüşmeler sürdürülmüştü. Bütün bu özellikler bizde bu defa mason örgü
tünün bu Jön Türk teşkilâtına sızmış oldğu kanaatini uyandırmaktadır. Gerçi
elimizde Prens Sabahattin’in îsicdos adlı Yunan mason locasında 12 EyJüî
1908 tarihinde yaptığı «coşkulu alkışlarla karşılanan»87 ve «masonları meşru
tiyet hareketine yaptığı katkılardan dolayı öven»68 konuşması dışında bu çev
reler ile olan ilişkisini kanıtlayabilecek başkaca bir delil yoktur ama gördü
ğümüz kaynaklar, vurguladığımız hassas bir bağlantıyı ileri sürebilmemizi
kolaylaştırmaktadır.
Bu cemiyetin kovaladığı amaçların fazla gerçekçi olmayışı, göreceğimiz
gibi onun uzun süre yaşamasını önledi ve bir süre sonra Osmanlı dergisi ye
niden İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin organı olarak çıkmaya başladığı gibi
Comite Liberal Ottoman adı da unutulmaya yüz tuttu. Bu cemiyetin çöküşü
ile birlikte Osmanlı’yı yeniden ele geçiren grubun hareket içinde çok küçük
bir azınlığı temsil eder durumda kalması da bildiğimiz bir gelişmedir ve bu
tarihten itibaren gene izleyeceğimiz gibi kendilerine Terakki ve İttihad Cemi
yeti adım veren ve Ahmed Rıza Bey’in etrafında toplanan bir grubun hare
ket içinde ağırlık kazandığı görülür. İşte, masonların siyasal faaliyet alanın
da bu noktada Jön Türklere bir kez daha yöneldiklerini ve Ahmed Rıza Bey’in
kişiliğinde ortak bir harekete çağrı çıkarttıklarını görüyoruz :
(67) Sözkonusu locanın, 12 Eylül 1908 tarihli oturum zaptı. Îsîodos, n0.49: Penti-
kontaetiris: 1908-1958, (Atlıma: 1958), s. 1.
(68) İsiodos...t s. 1.
olabileceğini değil, iki yıl boyunca, hattâ şimdi de hukukî açıdan
böyle olduğunu söylüyorlar...
Hümaniter ve Fransız yurtseverleri olarak Farmasonlar, Jön
Türklerin tasarımlarının başarılı olmasını, 1876 Kanun-i Esastsinin
yeniden mer’iyete konulmasını ve bilhassa Rum ve Rus kışkırtmala
rının Hıristiyan dimağlarda filizlendirdikleri kindar duyguların ya
tışmasını, en azından yumuşamasını, bu durumun gerçekleşmesini
arzuluyorlar...
Jön Türk lideri Ahm ed Rıza Bey yurtsever bir devlet adamı gi
bi davranıyor. Gazetesinde olsun, katıldığı kongrelerde — özellikle
1900 Barış Kongresinde — olsun yaptığı konuşmalarda şu veya bu
Hıristiyan m ezhep yanlılarının geçersizliğini iddia etmelerine kar-
sın Osmanlı İmparatorluğunun bütünlüğünü savunuyor...
Biz de bunu istiyor ve bir sakınca görmüyoruz. Ahm ed Rıza
Bey dindaş ve vatandaşlarına anayasal düzeni kabûl ettirmek için
onlara içinde bulundukları mantık düzeyindenuslâm dininin top
lumsal içeriğinden yararlanarak] sesleniyor. Başarılı olursa, ki Tür
kiye’de yaşayan halkların menfaati ve cihan sulhu için bunu dile
m ek gerekir , muhtemelen her yerde görüldüğü üzere iki tane parti
kurulacak ve gene her yerdeki gibi bu partilerden birisi, diğeri lâik
ve ilerlemeci ve büyük bir olasılıkla farmason olduğu sürece, dinî
ve muhafazakâr olacak.... Görüldüğü gibi Doğu sorunu hakkında
Farmasonlar yerinde bir kavrama kabiliyetine sahiptirler ...»G®
89-
kalmadığından masonların bir kısmı hııricde cereyân eden umur-i
siyasiyeye yabancı durmamak ve kuvvetlerini zulm ü istibdadın her
taraf da d e f ü izalesine sarf etmek azmindedir... Abdülhamid ma
son cemiyetinin ehemmiyetini ve hakan-ı mazlum Sultan Murad
Hazretleri hakkında hissiyât-ı ihtiramkârânesini bildiğinden bu ce
miyetlere yerleşdirdiği birçok hafiyeler vasıtasıyla efkâr ve harekât-ı
cemiyeti tecessüs etdirmekdedir... Franmason cemiyeti Abdülha-
m id’in bu gibi tedabir-i tecessüskârânesine vakıf oldular, bundan
böyle yapacakları işleri hüsn-i neticeye isal içün ihtiyata riâyet eder
ler ümidindeyiz ,..»71
Kuşkusuz Ahmed Rıza gibi Jön Türkler içinde düşüncelerini büyük bir
katılıkla sürdüren ender kişilerden birisinin, pozitivist görüşleriyle bağdaş-
tıramadığı mason cemiyetlerine bu dönemde girdiğini ya da onların progra
mını uygulama kararım aldığım belirtenleyiz, ama kendisi etrafında topla
nan grubun Jön Türk hareketi içinde etkinliği ele alışından sonra, bu kimse
ler içinde önde gelen masonların da bulunduğu görülmektedir. 1906 «yeniden
örgütlenme»si sırasında uzun süredir Ahmed Rıza Bey ile ilişkisini sürdüren
Prens Mehmed Ali Bey’in önemli bir göreve getirildiğini göreceğiz. Bu şahıs,
1901 yılından beri Sultan’m sürekli olarak kendisi aleyhinde faaliyet göster
dikleri kanaatinde olduğu72 Mısır Masonlarının lideri idi.73 Gene Ahmed Rıza
Bey ile 1903 döneminde dahi muhaberatım sürdürdüğünü göreceğimiz Talât
Bey, 4 Temmuz 1903 tarihinden itibaren «Macedonia Risorta» locasının üyesi
durumundaydı.71
Aynı tarüılerde mason örgütlerinin de Jön Türkler yanlısı yayın faaliye
tini sürdürdüklerini görüyoruz. 1905 yılında Çanakkale’de tutuklanan Rum
asıllı Rus vatandaşı bir şahsın üzerinde yurda sokulması yasak olan Skrip
adlı gazetenin bir nüshası bulunmuştu.75 Sözkonusu sayıda, Jön Türk yanlısı
<71) [Ahmed Rıza], «Franmasonlar,» Ş û ra-yi Ümmet, no.27, 29 Nisan 1903-1 Sa-
fer 1321, s. 3.
(72) B B A -Y ıldız Perâkende, 3 B 1306/no.mükerrer 925/1 ve B B A -Y ıldız Perâ
kende, 1 Za 1318/no.l549. Krş. M uhtar Paşa tahriratı, 220(Dosya:120)-557/
4 Şa’ban 1315 B BA-BEO /M ısır Hülâsa Defteri, (26) -1040- 68/12.
(73) Paşa bu göreve 1901 Eylülünde Ragıp Bey’in yerine getirilmiştir. Bkz, «Free-
masonry in Egypt,» The Crescent, Vol. XVIII, no.454, 25 Eylül 1901, s. 203.
(74) Marinos Pollatos, Ellinuku Tektonism u..., s.138. Osmanlı H ürriyet Cemiye-
ti’nin ilk kurucularından Ahmed Naki Bey de 26 Ocak 1904’de aynı locaya
girmiştir.
(75) Umum K ayda Mahsus D efterdir, Aded: 4, B B A -Y ıldız Esas Evrakı, 36/139-
74/139/X IX no.79, [1321]:
Asım Bey’e :
Mahremdir,
Yunanistan’da m ünteşir ve Memâlik-i Şahaneye duhûlü memnu’ olub Kai’e-i
Sultaniye’de Rum m illetinden ve Rusya teb’asm dan Aleko nâm şahsın üze
rinde vürûd ederek bugün elde edilen 28 Teşrin-i evvel 1905 tarihli ve 9946
90
bir haber hemen dikkati çekerek ihbar nedenini oluşturacaktı. Aslında bu ga
zete bu tavrım devamlı sürdürüyordu ve yöneticisi araştırılınca, onun da uzun
süredir masonların siyasal programını yeniden derlemeye çalışan78 oğul Sca
lieri olduğa görülmektedir. Gene Saray istihbaratının 1906 yılında Atina’dan
Türkiye’ye masonların gelişinin hızlandığını tespit etmesi,77 kuşkuları arttır
mıştı. Aynı tarihte Selânik’de masonların faaliyeti konusunda Saray ile Ru
meli Müfettişliği arasındaki muhaberatın da hızlandığım görüyoruz.78
Bütün bu şüpheler, 1906 yılında Selânik’de kuruluşunu ve daha sonra «Te
rakki ve İttihad Cemiyeti Dahilî Merkez-i Umumîsi» şekline dönüşümünü in
celeyeceğimiz Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’nin, iki önemli mason locası içinde
örgütlenmesine dayanmaktadır.
Fakat, burada değinümesi gereken önemli nokta şudur. Bu tarihten iti
baren Jön Türkler açısından mason örgütlerinin rolü; kolay ve gizli örgütlen
Sözkonusu gazete haberi için bkz. «Ke i Neoturki Zituu Sintagma,» Skrip,
28 Ekim 1905, s. 4. Haberde, kanunî ve gayr-ı kanunî bütün yolların denene
ceği belirtilmektedir.
(78) Marinos Pollatos, Elliniku Tektonismtı.., ss. 131-32. Bu kimsenin Jön Türkler
le olan ilişkisi için ayrıca bkz. Şerif Mardin, Jön Türklerin..., s. 32/n. 12. Re
şid Bey de Scalieri’nin oğlu ile görüştüğünü ve kendisi ile elinde bulunan
Sultan Muradsm m ektupları konusunda bir şantaj plânı etrafında fikir tea
tisi yaptığını naklediyor. Reşid Bey’d e n — îshak Sükûti’ye tarihsiz mektup,
[Paris?], A rkivi Çendror, 19/106-1//834/1853.
(77) Mason cemiyetinde hazır bulunm ak üzere Atina’dan gelen şahıslar için bkz.
B B A -Yıldız Perâkende, 17 Z 1322/no.2855/845-2S58.
91
meyi sağlayacak mekânları temin etmeleri olmuştur.73 Gerçekten de, ileri de
göreceğimiz milliyetçilik fikirlerinin egemen olduğu bu yeni Jön Türk grubu
ile mason örgütünün on dokuzuncu yüzyılın ortalarında belirledikleri Doğu
sorununu çözümleyecek siyasal görüşlerinin uyuşması olanaksızdı.
Nitekim, bu cemiyetin üyelerinden biri, daha sonra amaçlarının milliyet
çilik olduğunu ve bu nedenle amacı Yunan milliyetçiliği olan localarla temas
etmediklerini, belirten biz* mektubu Avrupa basınında yayınladığında,80 mason
teşkilâtı bunu kendilerinin ihtilâlin arkasındaki güç olduğunu savunmak için
kullanmıştı.81 Daha sonra aynı şahsa Yunan locası tarafından tekzip ettiri
len82 bu yazıdaki temel fikir Jön Türkler açısından localarm câzibesinin ken
dilerine sağlanan rahatlık olduğunun belirtilmesiydi. Masonların, Jön Türk-
leri desteklemesi, Meşrutiyetin yeniden ilânının bu çevrelerde oluşturduğu
memnuniyet83 bir gerçektir ama yeni beliren Türk milliyetçiliği fikirlerinin
harekete geçirdiği bu kimselerin yeni bir Bizans devleti oluşturma veya çe
şitli unsurların, masonların siyasal programları çerçevesinde düşünülen has
sas dengeleri sağlama gibi programlar çerçevesinde hareket etmeyecekleri
ve edemeyecekleri açıktı. 1906 dan itibaren mevcut ilişkiyi, özellikle çeşitli
örgütlerle kendi amaçları için ittifaklar yapan bir grubun davranışı olarak
yorumlamak mümkündür. Aynı kimseler 1907-1908 döneminde gene izleyeceği
miz gibi; Ermeni, Bulgar, Arnavut komiteleri ile de çeşitli ittifaklara girmiş
lerdir; ama, onların daha sonra çizdikleri yol kuşkusuz bu örgütlerin düşün
düğünün çok dışında olmuştur.
92
OSMANLI ISLAHAT FIRKASI (PARTİ CONSTITUTIONNEL EN TUR-
QUÎE VE İTTİHAD VE TERAKKİ İLE OLAN İLİŞKİLERİ :
Konumuz 1895 öncesi Jön Türk eylemleri olarak adlandmlan hareketle
rin arkasındaki örgütleri ortaya çıkartmak ve İttihad ve Terakki’nin sözko
nusu tarihe kadar olan gelişimini belirlemek olmasına karşın, mason görgüt-
lerinin faaliyetinin sürekliliği ve çok spekülâsyona neden olması, bizi, anla
tımı daha sonraki dönemlere de taşırmağa mecbur bırakmıştır. Ama hemen
belirtilmesi gereken, mason teşkilâtının çok aktif olmasına karşılık 1895 ön
cesi Jön Türk olarak nitelenen tek grup olmadığıdır. Burada gene karşımıza
İttihad ve Terakki’den daha önce yayın faaliyetine başlayan ve kendisini
Parti Coastitutionnel en Turqnie, veya Islahat ya da Osmanlı Meşrutiyet Fır
kası olarak takdim eden bir örgüt çıkmaktadır.
Bu örgütün lideri ve yayın organı olan Hürriyet gazetesinin nâşiri olan
Selim F aris’in muhaüf nitelikli çeşitli faaliyet ve yayın girişimlerinden do
layı Osmanlı yönetiminin tepkisini üzerine çeken bir kişi olduğunu belirtebi
liriz.84
İttihad ve Terakki’nin kuruluşundan birkaç yıl önce F aris’i bu kere çe
şitli kitaplar yayınlarken görüyoruz. Bunların arasmda İngiltere’nin, Doğu
daki rolü hakkında ciddî çalışmalar ile85 Sultan’ı yeren hicviyeler88 ve onu
dinî açıdan eleştiren eserlerin87 bulunması, amacı hakkında tereddütlere ne
den olmaktadır. Ama bunlar biraraya getirildiğinde F aris’in amacının başlı
ca iki temele dayandığı görülüyor. Bunlardan birincisi, Arap unsuru arasm
da başlayan ayrılık isteklerinin düşünce çerçevesini oluşturmak ve İngiltere’
nin bu alandaki politikasını arzulama isteği; İkincisi ise, incelediğimiz mason
localarının faaliyeti dışında; örgütsüz durumda bulunan muhalefet hareketini;
üst derece memurlar arasında; yeniden düzenleme gayretidir.
Faris bu amaçla 1890 tarihinde faaliyetlerini yoğunlaştırdığında, Osman
lI yönetimi de onun takibini yoğunlaştırdı,88 Osmanlı temsilcilerinin bu tarihli
93
raporlarında F aris’in bir komite oluşturma çabası içinde olduğu belirtilmek
tedir.89 Nitekim, Faris bu tarihlerde Cemiyet-i Cedide-i Osmaniye admda ye
ni bir örgüt kurmuştu ve P aris ile Londra’da teşkilâtlanma çabası içine gir
mişti.90 Bu örgütün Londra’daki çeşitli muhalifler ile temasa geçtiği ancak
büyük bir başarı sağlayamadığı anlaşılıyor.91 Ancak, F aris’in başarısı kendi
sinin de beklemediği bir alanda gerçekleşti. Bu da yönetime muhalif olan çe
şitli üst kademe yöneticilerinin beklediği bir örgütlü muhalefet kıvılcımının
kendisi tarafından ortaya atılmış olmasıydı.82 Nitekim bu kimseler 1892 de
Gladstone’un seçim başarısı üzerine faaliyetlerini daha da arttırm ışlar ve
İstanbul’da önemli bir muhalefetin doğduğunu ve İngiliz yönetiminden ikti
dar değişikliği için yardım beklediği havasını uyandırmaya muvaffak olmuş
lardı. Bir İngiliz gazetesinin yorumuyla:
94
s
pusuda bir kıvılcımın parlamasını bekleyen grup harekete geçmişti. Gerçi
1894 yılı îttihad ve Terakki Cemiyeti’nin özellikle okullarda faaliyetini arttır
iilıH lıU tlim iiiilU liH H İllIlU lU ilU illU lıÜ ılU llU lU ülH lIıiı
dığı bir tarihti ama, yüksek kademe yöneticilerinin talebe örgütlerinden zi
yade Avrupa’da muhalefet çabalarını sürdüren F aris’in grubuna ilgi duyduk
ları anlaşılmaktadır. 25 Receb 1311(1894) tarihinde, F aris’in bu kez Hürriyet
adında bir gazeteyi neşre başladığını görüyoruz.94 Gazetenin adı çoğunlukla
üst düzey bürokrasiden destek gören Yeni OsmanlIların eski yayın organı
ile aynı adı taşımaktaydı. Gazetenin çıkış nedenini belirten ük yazı tamamen
İmparatorluktaki genel bozukluklar üzerinde duruyor ve herhangi bir örgüt
ile bağlantısının olduğunu belirtmiyordu.95 Gazetenin, gene ilk sayılarından
birinde çıkan bir yazıdaki anlatımdan, 1876 darbesi benzeri bir harekâtın
arzulayıcılarmm hislerine tercüman olduğu anlaşılıyor:
Gazetenin ilk sayüarmda gözlenen diğer bir özelliği bilhassa Suriye ile
ilgili haberlerin bolluğudur.97 Fakat, gazetenin bu konudaki ölçüyü kaçırma-
95
dığmı ve bu özelliği ile Osmanlılık arasında hassas bir denge kurduğunu da
belirtmemiz gerekiyor. Gazetenin on ikinci sayısında ise resmî yayın organı
olduğu cemiyetin adının belirtildiğini görüyoruz. Buradaki ifadeye göre ga
zete, P arti Constitutionnel en Turquie adında bir örgütün yayın organı haline
gelmişti. Ancak, aym sayıda ne bu durum ne de sözkonusu cemiyet ile ilgili
hiçbir habere tesadüf edilmemektedir. Çünkü gerçekte cemiyet belirttiğimiz
gayr-ı memnunlara tercüman olmaktan öte bir teşkilâta hiçbir zaman sahip
olmamıştı. Nitekim gazetenin hoşnutsuz destekçisi olan98 Halil Halid Bey,
günlüğü şeklinde tanımladığı kitabının Jön Türklere ait bölümünde hareke
tin, örgütsel bir yapının bulunmamasından dolayı başarısız olduğunu belirt
mekte ve hareketi Yeni Osmanldar mücadelesinin bir devamı olarak sun
maktadır.93 Nitekim gazetenin de yüksek kademeli Osmanlı bürokratlarına
gönderilmesi bu eğilimin kamtlayıcısı olarak kabul edilebilir.100 Aym tema
yülleri, «İstanbul’da Bulunan Meşrutî Hükümet Taraftarları» adına Selim Fa~
ris tarafından yazılan101 ve gerek İngiliz postasıyla yurt içine1® ve gerekse
geniş ölçüde yurt dışına103 dağıtılan bir beyannâmede de görmek mümkün
olabilmektedir.
Bu faaliyetleri üzerine Osmanlı yönetiminin Selim Faris, onun sözde par
tisi ve Hürriyet gazetesi aleyhine büyük bir kampanya başlattığını izliyoruz.
İlginç olan nokta, gazeteye Osmanlı yönetimi tarafından büyük önem veril
mesidir. Nitekim, dahilde gazetenin dağıtımının önlenebilmesi için bütün ön
lemler alınırken,104 İngiltere nezdinde yoğun girişimlerde bulunulduğunu,109
97
gördüğü ilgi109 veyahut ayrılıkçı örgütlerin onu yararlı bulması değil,110 gaze
tenin etkili yöneticiler ile temasının bulunmağıydı. Zararlı yayınların yaka
landığı yerlere bakarsak, bunların her zaman okullar veya camilerde de
ğil bazen de konaklarda bulunduğunu görüyoruz.111 Bu Saray içi bir darbe
korkusuyla yaşayan yönetimin en çekindiği nokta idi. İşte bundan dolayı F a
ris ile olan mücadelenin yoğunluğunun duyulan büyük telâşa112 bağlanması
mümkündür.
1895 Ocağmda aym cemiyet bu kez Comite da P arti Constitutionnel ötto-
man Ottoman â Constantisıople ûnvamyla ve Sultan'a hitaben yazılan bir be
yanname ile tekrar ortaya çıktı.113 Tam anlamıyla, Yeni OsmanlIların kale
minden çıkan yazılara benzeyen bu beyannâme sözkonusu grupların beklen
tilerini ortaya koymaktadır. Yaklaşık bir yıl sonra ise, aym cemiyetin ma
sonların cemiyetiyle karışıklığa yol açabilecek bir adla Hörriyetperverân F ır
kası ve hemen sonrada Islahatperverân-ı Osmaniye Fırkası nâmıyla yeni be-
yannâmeler neşrettiğini görüyoruz.114 Bu beyannâmelerde dikkati çeken hu
99
yet üyesi olduğu belirtilen kimselerin yazılarının; azalmakla birlikte; sürdü
ğünü görüyoruz.118 Ancak bu, yalnızca bir gösterişten ibaretti ve ileride gö
receğimiz gibi üst kademe yöneticilerinin; 1895 krizinin atlatılmasından sonra;
iktidar değişikliğinden ümidi kesmeye başlamaları, F aris’in çabalarının iyice
temelsiz hale gelmesine yol açmıştı. Ayrıca, F aris’in iki önemli yazarı Halil
Halid ile Kâzım Bey’in, Osmanlı yöneticilerinden ük önce gizli olarak para
almaları113 daha sonra ise ciddî pazarlıklara oturmaları ve sonucunda Saray
açısından büyük bir ehemmiyet atfedilen bir yemin suretini imzalamaları so
nucunda gazete de büyük bir sarsıntıya uğramıştı.120 Nihayet 1897 Yunan za
ferinin gene göreceğimiz etkileri çerçevesinde, Faris eskiden reddettiği121 yö-
100
netim tekliflerini bu kez geri çevirmeyerek pazarlık masasına oturdu.122 Yapı
lan pazarlıklar sonucunda Selim Faris, yabancı gözlemciler tarafından bile
ilginç bulunan bir bedelle,123 Beyrut şehri su imtiyazını alarak muhalefetten
vazgeçmeyi kabul etti.124
Selim Faris, daha sonra F ransa’ya geçerek burada yeni bir muhalefet ör
gütü oluşturma çabası içine girdi.125 Ancak, Osmanlı yönetiminin sürekli baş
vuruları ve Fransızların da konunun üzerine düşmeleri sonucunda, bu çaba
larında başarı sağlayamadı.126 Bu tarihten sonra kendisinin faaliyetlerini da
ha ziyade Türk-Suriye Komitesi ve Arap ayrılıkçı hareketi çevresinde incele
mek gerekir. Bu çeşitli adlarla belirtilen komitenin tekrar canlandırılması
çabalarından addolunabilecek bir hareket ise Halil Halid Bey’in taş basma
olarak 1901 yılında yeniden bir Hürriyet gazetesi neşretmeye çalışmasıdır.127
Ancak, konu ile ilgili vesikalar bize bunun daha ziyade bir şantaj faaliyeti ol
duğunu göstermektedir.
Buraya kadar kendisine P arti Constitntionneî en Turqnie (Ottoman) adı
nı veren örgütün faaliyetleri üzerinde durduk. Anlatımımızdan, bu cemiyetin
İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin tamamen dışında bir organizasyon olduğu
açık biçimde anlaşılmaktadır. Şimdi de bu örgütün İttihad ve Terakki ile olan
ilişkilerini inceleyelim.
Selim F aris’in, gazetesini neşrettiği dönemde Ali Şefkati gibi İttihad ve
Terakki örgütüne oldukça yakın bir kimse ile temasını sürdürdüğünü görüyo
101
ruz.523 Ancak, cemiyetin iki ayrı ucunun liderleri durumunda bulunan Murad
Bey ve Ahmed Rıza kendisiyle ortak hareket etmek konusunda hiçbir temas
ta bulunmadıkları gibi, her ikisinin de F aris’i «kendi şahsî çıkarı peşinde
koşan» bir şahıs olarak tanımladıkları ve arkasında varolduğu ileri sürülen
cemiyet hakkında yorumda bulunmaktan kaçındıklarını görüyoruz.128 Ahmed
Rıza, daha sonra kendi örgütünün resmî yayın organında kendilerinden evvel
çıkan iki cyrı gazete ile beraber Hürriyet’i de «Türk» ve «Osmanlı toplumu-
nun sözcüsü» olarak tanımadığım belirtmişti,130 Bu tavra karşılık, Hürriyet ya
zarlarının; Ahmed Rıza nâmına diğer örgüte gazete göndermeye devam et
tiğini, ancak bu gazetelerin dağıtılmadığım görüyoruz.131 îttihad ve Terakki
içinde liderlik çekişmesi ortaya çıkmak üzereyken; sırf Ahmed Rıza’ya mu
halefet için; Murad Bey, F aris’i ve gazetesini öven bir yazı kaleme aldığın
da,™ o bunu büyük bir memnuniyetle karşılamıştı.132 Ancak hiçbir zaman bir
örgütsel ittifak gerçekleşmedi.
1897 Krizi sırasında da cemiyet mensuplarının, Faris ve gazetesine karşı
(128) Bu iki şahıs hakkm daki ortak rapor için bkz. B B A -Y /Sadaret Hususî Ma
rûzat, 22 S 1313/no,457. Hayal gazetesi de, H ürriyet’den alıntılar yapm ak
tadır. Bkz. «İstitrad,» Hayal2^ no. 6, 15 Eylül [18395, s. [4]
(129) Ahıiıed Rıza Bey, Murad Bey’e, kanatini şu şekilde belirtm iştir:
Ben—Selim Faris ne âlemde? Konuşdunuz mu?
Rıza—Könuşdum. O da kendi menfaati arkasındadır.
Bkz. Mehmed Murad, Mücahede-i Milliye:Gurbel ve A vdet Devirleri, s. 166.
Ahmed Rıza Bey, bir m ektubunda ise olumsuz ilişkileri şöyle anlatm akta
dır: «...Selim Faris güruhu beni rahat bırakmıyor. Melfuf bendi yazmak
içün büyük bir bağçeye kaçırdım.» Ahmed Rıza’dan—Nazım Bey’e, «Arka
daşım Nazım Efendi» hitaplı, Cuma [Temmuz 1897], [Londra], Bahaed-
din Şâkir Bey Evrakı/Özel Arşiv. M urad Bey ise. kanaatini şöyle özetle
mektedir: «...Böyle bir sırada Londra’da (H ürriyet) gazetesi çıkdı. Bu gi
bi bir feryadcı âkil ve vakıf ve hamiyetli olursa te ’siri m atlûba muvafık
olur. Olmazsa bilakis iyilikden ziyade fenalığı dokunur. Selim Faris içün
din, vatan, hamiyyet, namus hep m enfaat-i şahsiyesinden ibaret olduğuna
göre..» Mehmed Murad, Mücahede-i Milliye: Gurbet ve A vdet Devirleri,
ss. 28-29.
(130) Ahmed Rıza, «Osmanlı îttihad ve Terakki Cemiyeti ve Avrupa Matbuatı,»
Meşveret, no.2Q, 8 Teşrin-i evvel 1898-27 Rebiy’ülâhir 1314, s. 2. Buna k a r
şılık Faris de gazetesinin son sayısında en sürekli çıkan gazetenin kendile-
rininki olduğunu belirtm iş ve kapalı olarak Ahmed Rıza’yı eleştirmiştir.
Bkz. «Avrupa’da Türkçe Matbuat,» Hürriyet?, no.82, 15 Eylül 1897-15 Re-
biy’ülâhîr 1315, s. 1.
(131) Halil Halid Bey’in, Hilmi Bey’e yazdığı 5 Temmuz 1896 tarihli mektup.
Ahmed Bedevi Kuran, Osmanlı- İmparatorluğunda İnkılâp Hareketleri ve
Millî Mücadele, (İstanbul: 1959), s. 220. Murad Bey’in, bu konudaki anla
tımı da aynı durum u teyit etmektedir. Bkz. Mehmed Murad, Mücahede-i
Milliye:Gurbet ve A vdet Devirleri, ss. 183-186.
(132) «Havadis,» Mizan, no.183, 1 Temmuz 1896-21 M uharrem 1314, s. 2552.
(133) «Hürriyet, Mizan, Meşveret,» Hürriyet2, no.55,1 Ağustos 1896-19 Safer 1314,
s. 3.
102
olan düşüncelerinin pek olumlu olmadığını görüyoruz,134 Aym eğilim Hürri-
yet’in tekrar yaklaşma çabalarına ve kendisine İttihad ve Terakki üyeleri ta
rafından gönderilen mektupları dahi neşretmesine135 rağmen değişmedi.
Bu tulumun nedenini araştıracak olursak, en önemli etken olarak Selim
Faris’in Arap ayrılıkçılığına olan ilgisi karşımıza çıkmaktadır.138 Nitekim,
F aris’in bu eğilimi, çok daha açık olan ve üst kademe yöneticilerine yönel
me çabasını bir kenara bırakan Hilâfet gazetesinin çıkışma karıştığında net
biçimde görülünce kendisine sözkonusu eleştiriler çok daha açık biçimde yö
neltilmiştir.137 Kuşkusuz, 1890-1897 arasında İttihad ve Terakki mensupları
henüz Türk milliyetçiliği fikrine açık biçimde yönelmemiş olduklarından, on-
103
la n rahatsız eden nokta Faris’in mensup olduğu unsurun önemine değinme
sinden çok kendisinin bu çabalarının ardında o unsur için bağımsızlık fikrini
taşıdığı kuşkusu idi.
İkinci olarak; Faris ve sözde partisi, İttihad ve Terakki içinde yeni zih
niyeti temsil eden ve çoğunluğu elde tutan öğrenci grupları tarafından mo
dası geçmiş Saray darbecileri olarak yorumlanırken, 1898’e kadar İstanbul
merkezini ellerinde tutan ve benzeri bir darbeyi düşleyen, gelenekçı-bürok-
rat-askerı grup tarafından ise aynı tabanı ele geçirmeğe çalışan rakip ola
rak görülüyordu. Nihayet, Faris’in partisinin sanıldığı kadar güçlü olmadığı
Saray mehafilinde anlaşıldığında, sorunları parti kurmak değil, muhalefet
odağı aramak olan ileri gelen yöneticiler de ondan ümidi keserek ya kendi
lerince gerçekleştirilecek bir Saray darbesi plânlamışlar ya da İttihad ve Te-
rakki’ye yaklaşmayı yeğlemişlerdir.
104
Müslüman olan ve bizim gibi İmparatorluğun bütünlüğünü koruma
ya çalışan ve bunu tüm te}/a için gerçek reformlar yaparak sağla
maya uğraşan Jön Türkler arasında aracıdır. Am acımız reformlar
yolu ile Osmanlı İmparatorluğunun biitünliiğünü sağlamaktır.
— Yâni anlaşıldığı kadarıyla bu M idhat Paşa’nm eski programı
mıdır?
— Evet, tamamen öyle . ..»I3S
105
îe ita t’m (Genç Türkiye) bu kimselerin tezlerini açık biçimde işleyerek1® ve
özellikle Lr.paratorluğun, Araplarla meskûn bölgelerine gönderildiğini görü
yoruz.1'13 Selim Faris’in bu yeni çabaları yönetimin telâşma neden olmuştur;144
ama, kendisinin açıktan Tiirk-Suriye Komitesi ile olan münasebetini tespit
edebilmek mümkün değildir.
1893 yılında bu kez Beyrut bölgesinde önde gelen Arap ailelerinden biri
nin temsilcisi olan14S Emir Emin Arslan’ın, P aris’e gelerek Yusuf Elhac ve
diğer Arap muhalif liderleriyle temasa geçtiğini izliyoruz. Arslan’m kardeşi
nin, Suriye’de yönetim tarafından mahallî asayişi bozmakla itham edilen bir
cemiyetin lideri olduğunu,146 bu kimselerin aralarında bir kolağasmm da öl
dürülmesi olan pek çok olaya karıştıkları147 gözönüne alınırsa bu yeni hare
ketin önemi hakkında daha iyi karara varılabilinir.
Arslan, 1893 tarihinde P aris’de yalnızca Arapça olarak Keşf-ül-Nikab
adında bir gazete neşretmeye başladı.148 Keşf-ül-Nikab’m çıkışının149 ve da
ğıtımının150 Osmanlı yönetimince büyük bir telâşla karşılandığım görüyoruz.
Kısa süre içinde Emin Arslan’ı bu faaliyetinden vazgeçirmek için Osmanlı vö-
105
seticileri ona çeşitli vaadlerde bulundular.151 Uzun pazarlıklardan sonra, Ars-
İan bu gazetenin y a y ı n ı n ı durdurdu.152
Aynı tarihlerde, Halil Ganem admda İlk Osmanlı Parlâmentosunda Su
riye meb’usu olarak görev yapmış bir diğer Arap muhalifin de faaliyetini
izlememiz mümkün olmaktadır. Ganem bir süre Fransız gazetelerinde ve
özellikle Joarnaî de Debats’ya, politik yazılar yazdı.153 1893 tarihinde ise ken
disi Le Croissant-Hilâî admda Türkçe-Fransızca bir gazete yayınlarken gö
rüyoruz.1*4 Bu gazetede de gene Osmanlılık temaları ağır basmaktadır.15'5 An
cak, zaten düzenli bir şekil alamayan bu gazetenin faaliyeti de çok uzun sür
medi. Yönetimin ilgisini ve pek doğal olarak tepkisini çeken bu gazete156 bu
şekliyle sessizce yayın yaşamından çekildi.
Bu yayınlardan bir süre sonra ise kiliseden afaroz edilen «sabık bir pa
paz» olan Kateb adlı bir diğer Hıristiyan Arab’ın bu kez Ei-Raca adlı bir ga
zete neşrine başladığı gözlemlenmektedir.157 Bu gazete, diğer iki gazeteden
çok daha fazla şantaj amacım taşımaktaydı.158 Nitekim, bu şekliyle onun İtti
had ve Terakki’y e yakın kaynaklar tarafından ağır suçlamalara maruz bıra-
küdığım görüyoruz.159 Bu gazetenin bir diğer önemli özelliği sahibinin onu
(151) Bkz. Esad Bey’den-M abeyn’e, 30 Teşrin-i evvel [18] 93, Ziya Bey’den-M a-
beyn’e 27 Teşrin-i sânî [18]94, Paris ve Viyana Sefaret-i Seniyesiyle Muha
berata Mahsus Defter, B B A -Y üdız Esas Evrakı, 36/2585/148/XVI.
(152) Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü A rşivi, 82-18] 12. Bunda Fransızların da pek
olumlu olmayan tutum unun da rol oynadığı anlaşılıyor. Bkz. Emin Ars-
lan’tn 19 Ocak 1895 tarihiyle, İngiliz yöneticilerine yazdığı yazı, (no.491),
P.RO/F.O, 78/4646.
(153) H [abib] Antony Salmone, The Fail and Resurrection..., s. 250.
(154) H ilâl’in çıkışı için bkz. Hariciye Nazırından-Esad Paşa’ya, 193/25 Teşrin-i
evvel 309 tarihli yazı, Paris Büyükelçiliği Arşivi, D. 176. Ganem’in daha
evvel de El-Bassir admda bir dergi çıkarttığı anlaşılıyor. Bkz. Proces Cont-
re Le Mechveret et La Jeune Turquie, Libraire Marescq, (Paris:1897), s.
80.
(155) Halil Ganem, «Hatt-ı Hareketimiz,» Hilâl, no.?, [Kânûn-i evvel? 1893],
s. [2 ]
(156) BBA-trade-Hususî, Rebiy’ülâhîr 1311/no.98-1105, B B A -Y ıldız Perâkende,
5 L 1311/no. 1313, BBA-İrade-Hususî, Cemaziy’ülâhîr 1311/no.4. Hilâl’in
kapatılması da daha sonra pazarlık konusu olmuştur. Bkz. B B A -Y/Sadaret
Hususî Marûzat, 3 Ca 1311/no.!536, 7 N 1311/no.3143, 16 L 1311/no.3606, 3
Za I311/no.3890, 25 Ca 1311/ııo.l879. Yönetimin gazeteyi kapattırm ak için
yaptığı soruşturm alar konusunda bkz, Esad Paşa’ya, 24 Nisan 1894 tarihli
rapor, Paris Büyükelçiliği Arşivi, D.176. Ingiliz postasıyla dağıtımı için
bkz. BBA-BEO/Hariciye Reft, 183-5/39, 1175, (11 Teşrin-i evvel 310)/37536.
(157) K ateb’in bu özelliği için bkz. «Note eoncernant M.A[lexis] Kateb,» [Paris],
30 Temmuz 1899, Affaires etrangeres-Nouvelle Serie-Turquie, Vol. 3(1899-
1901), ss 140-141.
(158) Nabi Bey’in [Paris Sefareti Müsteşarı], 17 M art 1899 tarihli mektubu. A ffa
ires etrangeres-Nouvelle Serie-Turquie, Vol.3(1899-1901), s. 25 Krş. Yuka
rıdaki not, s. 141.
(159) [El-Raca Gazetesi], Hayâl2, no.6,15 Eylül [18]95, ss.3-4. Krş. Şerif Mar
din, Jön Türklerin..., s. 39.
107
Fransa’nın bölgedeki çıkarlarına hizmet eden bir organ haline getirecek ol
masıydı.160 Kendisinin bu hususu belirten çeşitli müracaatları sonucunda bu
dergi151 tamamen Fransız desteğinde bir organ haline geldi.182
1895 tarihinde bu üç şahıs ve çeşitli Arap muhaliflerin örgütlü bir hare
ket konusunda anlaşmaya vardıklarını görüyoruz. İlk olarak, başta Ganem
olmak üzere yurt dışında ve Mısır’da yayınlanan Arap gazetelerinin editörleri
Sultan’a saygılı, fakat onu basın özgürlüğünü tanımaya ve dolayısıyla rejimi
değiştirmeye davet eden bir bildiri kaleme aldılar.163 İçindeki hürmetkâr ifa
deye rağmen, bildirinin yalnızca Arap editörler tarafından hazırlanmış olma
sı üstü kapalı bir ayrılıkçı tavın ortaya kovmaktadır. Aym şekilde gene bu
ifade, bildirinin yönetim tarafından «hükümet-i seniye aleyhine bir takım neş-
riyat-ı muzirra ve bedhâhâne» olarak tanımlanmasını önleyememiştir.104 Bu
hareket, pek doğal olarak Sultani ikna etme gibi bir gayretin değil de söz
konusu grubun yeni bir örgütlenme çabası içine girmiş olduğunun bir göster
gesidir. Bir süre önce de gene bu grubun liderlerinden Emin Emir Arslan’m,
Şeyh Ebu N adarra’mn desteğinde «Doğu’da Kadın» ünvanlı bir konferans ver
diğini ve gerek sözkonusu Şeyh’in yardımının gerekse Arslan’m konuşmasının
Osmanlı yönetimini pek memnun etmediği görülüyor.165 Bu sözkonusu çevrenin
faaliyetini genişletme eğiliminde olduğunun diğer delillerinden birisiydi.
Nihayet, 1895 sonlarında bu grubun Halil Ganem’in önderliğinde Türk-Su-
riye komitesinin yayın organı La Jenne Turquie-Tiirkiya-el-Fettat adında bir
dergiyi neşre başladıkları izleniyor.166 Bu Arapça-Fransızca gazete de yöne-
108
..rin çeşitli kuşkular içine düşmesine ve önlemler almasına neden olmuş-
:_r.:‘7 Ancak, bizim açımızdan en ilginç olay gazetenin editörü durumunda
-:-Lan Halil Ganem’in, aym dönemde neşre başlanan İttihad ve Terakki Cemi-
" r i i 'n İ G ilk resmî merkez yayın organı Meşveret’in de bir Osmanlılık gösteri-
r. şeklinde şekillenecek olan başyazar kadrosunda ikinci sırada gelen kimse
■İmasıdır.
Aym şeküde daha önce Ganem tarafından çıkartılan Hiiâl ve Arslan’m
-.eşrettiği Keşf-ül-Nikab\ F aris’in Hürriyet’i ile aynı kefeye koyarak onları
Türk» ve «Osmanlı» kamuoyunun sözcüsü olarak kabul etmediğini açıkla
yan1®3 Ahmed Rıza Bey bu yeni organı farklı sözlerle övmektedir:
«... Paris’de bir tarafı Arabca diğer tarafı Fransızca neşr edilen Tür-
kîya-el-Fettat gazetesinde Halil Ganem Efendi nin îslâmiyete dair
bir bendi var. Bu makale pâdişâha hulûs çakmak içün menfaatpe
r e s ttim bazı papaz gazetelerine ve kimsenin okumadığı âdi mec
mualara dere etdikleri hezeyannâmelere benzemiyor ...»î69
; î 67)
BBA-BEO /Dahiliye Giden, 94-3/43,2662, (6 K ânûn-i evvel 311), BBA-İra-
de-Hususî, Reeeb 1313/no.ö9, BBA-B EO /Zaptiye Giden, 662-21/13, (6 K â
nûn-i evvel 31D/53773 ve BBA-BEO/Hariciye Reft, 183-5/39, 1496, (7 K â
nun-i evvel 311-Tezkere-i Hususiye:mükerrer:69)/53790.
^168) Ahmed Rıza, «Osmanlı ittihad ve Terakki Cemiyeti ve Avrupa Matbuatı,»
Meşveret, no,20, s. 2.
(169) «Evrak-ı Havadis: Türkiya-el-Fettat,» İlâve-i Meşveret, no.7, 17 Ramazan
1313-1 Mart 108, s.3. Erm enilerin bu yayın organına kargı olumlu tutum
larının da Ahmed Rıza’yı etkilemediği anlaşılıyor. Bkz. «Miscellaneous
News.» Arm eniay no.88, 1 Şubat 1896. Belirtilmesi gereken husus bu olum
lu davranışın tam desteklemeye dönüşmediğidir. Nitekim, Arslan K eşf-ül
Nikab’ı yayınladığı zaman Abdülhamid II’ye yazdığı bir arizayı Minas Çe-
raz’a göndermiş ama onun grubu «Müslüman vatandaşlarına hürriyet
m ücadelelerindeki Ermeni sempatisini göstermek için» sütunlarını bu ya
zıyı neşre açmakla birlikte bu beyannâmeyi imzalayamayacaklarını be
lirtm iştir. Bkz. «Vox Clamantis in Deserto,» Armenia, no.83, 1 Eylül 1895,
ss. 2-3.
1170) «Teşekkür ve Memnuniyet,» Mizan, no. 167,12 Mart 1896-27 Ramazan 1313,
s. 2424.
109
derece özel bir Arap hareketi ile karşı karşıya bulunduğumuzu belirtmek ge
rekir.
Bütün bu özelliklerine karşılık komite, İttihad ve Terakki ile bütünleşme
ye muvaffak olmuştur. 1888 yılında, Kanun-i Esasî’nin yirminci yılı nedeniyle
verilen bir «Jön Türk Ziyafetinde konuşan Emin Arslan, Jön Türk Partisi ûn-
vanıyla kastedilen İttihad ve Terakki için «partimiz» sıfatım kullanmıştır.171
Gene, dış basında Jön Türk P artisi’nin plânlarının Türkiya-eü-Fettat’dan nak
len ortaya konulduğunu ve Jön Türk Partisi içindeki Arapların liberal Türk
lerle örgütte «uyum» içinde hareket ettiklerinin belirtildiğini görüyoruz.172
Nihayet 1897 başında; ki bu tarihte komite İttihat ve Terakki içinde erimişti;
İngiltere Dışişleri Bakanrna, Türkiye’de genel reformlar için çalışan partiler
adına gönderilen bir müracaatta, dört İttihat ve Terakki lideri (Ahmed Rıza,
Kaymakam Şefik Bey, Mizancı Murad Bey, Çürüksulu Ahmed Bey) dışında
üç Türk-Suriye Komitesi liderinin (Emir Emin Arslan, Halil Ganem ve Lond
ra ’daki temsilcileri Habib Antony Salmone) imzalarının bulunması bize bu eği
limi göstermektedir.173
Bu dönemde Jön Türkler ile Suriyelilerin birleşmekte oldukları yolundaki
yazılarla, Osmanlı yönetimine de arzedilen bu gelişmenin174 iki nedeninin ol
duğu belirtilebilir. Bunlardan birincisi; Türk-Suriye Komitesi’nin, herşeye
111
ne bir aktif organizatör olarak görebiliyoruz, ne de Türk-Suriye Komitesi’nin
sesini duyabiliyoruz. Bu grupların artık yeniden F aris’in etrafında fazla et
kin olmayan bir biçimde toplandıklaruıı görüyoruz; ki, onların da İttihad ve
Terakki ile olan ilişkileri; 1907 Kongresine kadar; bir önemsenmeme düzeyini
aşamamıştır.
112
terdiği bölünmüşlük bu* yana, zaten birbirine muhalif çok sayıda grubu kap
sayan haikislâmı temsilcileri arasında da farklı eğilimler gözlenebilmekte
dir. Kuşkusuz, yönetimin çevrede etkinliğini sürdürebilmek için haikislâmı
temsilcilerinden geniş olarak yararlanmaya çalışması bu durumu daha da
karmaşık hale getirmektedir.
Jön Türklerin sık sık ortodoks İslâm ûlemasından aldıkları fetvalar ile
Suîtan’ın yönetimden alınmasının caiz olduğunu iddia ettiklerini ileride göre
ceğiz. Bu zaman zaman yönetimin meşruiyetinin İslâmî açıdan yitirilmiş ol
duğunu açıklamak için fetva kitaplarının derlenmesi şeklinde de karşımıza çı
kabilmektedir 185 İttihad ve Terakki 1895 öncesi örgütünü talebe topluluğu ha
linden kurtarmak için çeşitli toplum kesimleriyle ilişki kurma kararı aldığın
da ilk olarak bu gruba yönelme ihtiyacını duymuştur. Örgütlenme görevini
üstlenen ishak Sükûti ve Hüseyinzâde Ali Beylerin; bu nedenle; önde gelen
bir temsilci olan Ubeydullah Efendi ile temasa geçtiklerini ve onlardan des
tek vaadi aldıklarım biliyoruz.186 Ancak, bu vaad ve olumlu ilişkilere rağmen
1897 başlarına kadar ûlemanm aynı zamanda kendi faaliyetini sürdürdüğünü,
bu tarihten itibaren geniş olarak cemiyete katıldığı gözden kaçırılmamalı
dır.
Henüz Meşveret yayma başlamadan Antalya’da bu kimselerin teşviki ile
komiteler kurulmaya başlandığı yolunda bir belgeye rashyoruz.
Bu bilgileri, daha sonra İttihad ve Terakki Mısır şubesini bir süre kont
rolü altında tutacak olan fakat 1897 yılma kadar bu cemiyet ile olan ilişkisini
açıklamayarak kendilerinin ayrı bir Cemiyet-i İlmiye kurmuş olduklarım be
lirtecek Haca Muhiddiıı Efendi’nin hatırâtmdaki anlatımıyla birleştirdiğimiz
zaman işin altmda hangi grubun yatmakta olduğu konusundaki kuşku perde
si ortadan kalkmaktadır :
(185) [A bdullah C evdet-H oca Ş â k irl, U lem a-yı İslâm Enârallahu Berahirıihum
Tarafından Verilen F eteva -yı Şerîfe, M eşveret M atbaası, (Cenevre: 1314),
passim.
<186) H üseyin Zade Ali, « ittih at ve T erakki Nasıl K uruldu: U beydullah E fendi
nin O ynadığı Roller,» Tan, 4-5 M art 1938. Krş. T. N adirEH aydar R ıfat],
Beyn-el~m ilel İhtilâl Fırkaları, ss. 70-71: «...C em iyetin ta rih -i teşekkülün
den b ir buçuk sene sonra cem iyete m ek teb -i tıbbiye talebesi haricinden
m e r’î-iîl-h â tır zevâtdan iltih ak edenler bulundu. B ahusus bu zevat-ı m u h
terem e m eyanm da başta İzm irli Hocazâde m uallim -i hakîm U beydullah
Bey Efendi v a r idi ki, b u büy ü k adam ın vücûdu b ir hüccet-i selâmet, be-
ra t- ı fazilet ve m uvaffakiyet dem ek idi.,..»
(187) B B A -İrade-H ususî, Şevval 1312/no.38-73.
113
«...O sırada hu abd-i okrar da memurininden olduğum Antalya’dan,
Rodos şu b esi vasıtasıyla celh etdirdiğim iz evrak-ı hamiyetle Konya
merkezine kadar bütün vilâyeti başdan başa dolduruyorduk. H attâ ,
burada ikamete m e’mur Sultan A bdülaziz’in başmabeyncisi H afız
M ehm ed Bey ve Hüseyin Avni Paşa merhumun kayınbiraderi Liva
Haşan Paşa'yı da bu ittihada teşrih etdirm işdik.,.»m
«...Ü lkedeki umumî vaziyetin ıslah edilmesinin tek yolu Saray çete
sinin ortadan kaldırılması ve ülkede hükümet (etm e) görevinin; güve
nilir, sorumluluk taşıyan vekillere tevdi edilmesidir. Molla, Midhat
Paşa anayasasının gündeme gelmesine pek taraftar değil. Parlâmen
tonun halkın bünyesine uygun olmadığını düşünmekte; ancak baş
langıçta bazı suistimallerin doğmasına yol açsa da parlâmenter ya-
114
şartım halen sürüp gitm ekte olan Uranlıktan çok daha iyi olacağı
nı ileri sürm ektedir...»ısı
«...IP ar is’del kırk gün Ahm ed Rıza Bey ve efrad-ı cem iyetle bihnü-
şâvere bera-yı neşr Mısır’a giderek milletin hissiyât-ı dindarânesini
bu yolla tahrik maksadıyla ve ûlemâ-yı İslâm, vekâleti ûnvamyla
mecüs-i m eb’ıısanm diyaneten dahi liizûm-i küşâdından bâhis edil-
le-i şer’tye ve hakîmeyi cami’ padişâh-ı zamana hitaben bir risâle
kaleme alarak takdim etm iş ve Gazi Muhtar Paşa ile bu maksadı
görüşdükden sonra Kanun-i Esasî ceridesini neşre başlamış dm...'a™
115
ilmiye mensuplarının gazete sütunlarında görünmeye başlamasına183, üzerinde
Meşveret yakalanan talebe-i ulûm temsilcilerinin sık rastlanan bir durum ha
line gelmesine,180 bir medrese dersiamının İttihad ve Terakki irtibat görevlisi
haline gelmesine200 bunun yamsıra Murad Bey başta olmak üzere Mısır ûle-
masına dahi çağrılar düzenlenmesine rağmen,201 Muhiddin Efendi’nin gazeteyi
ûlemamn ayrı bir organı olarak yayınlamak fikrinde ısrar ettiğini görüyo
ruz. Kendisine gönderilen bir mektuptan, bu eğilimin çevrede de olumlu ola
rak karşılandığı anlaşılıyor :
(198) M üntesibin-i İlm iyeden Biri, «E fradından B ulunm ağla M üftehir O lduğum
(O sm anlı İttih a d ve T erakki C em iyetinin) M ısır Ş u ’besi T arafından Neş
rolu n an (U lem ayı D in-i İslâm a D a’v et-i Ş e r’iye) Nâm R isâle-i M ergube-
ye Zeyl İttih az Edilm ek Üzere M eşveret Gazetesine,» M eşveret, no.21,
23 Te§rin-i evvel 1896-22 Cem aziy’ülevvel 1314, s. 4,
(199) T ü rk İnkılâp Tarihi E nstitü sü A rşivi, 82/18423.
(200) Bkz. Edirne V ilâyetiyle M uhaberat K aydına M ahsusdur. B B A -Y ıld ız Esas
E vrakı, 36/139-32-IV /139/X V lII:
E dirne Vali V ekâletinden
F atih civarında K oravanla M edresesinde dersiâm dan Hacı A li Rıza
Vasfi E fendi’nin, Ş um nu’da on ik iler nâm ıyla Yeni Osm anlı İttih a d K o-
m itesi’nin m erci’i olduğu bu k e rre elde edilen varakadan anlaşılm ış Dimağ
la m ezkûr v arak a ile ham ilinin istievabnâm esi ve H areket nâm ındaki m a t
b u ’ hezeyannâm enin nüshası birlikde takdim kılınm ış olmağla olbabda.
16 K ân û n -i sânî 312.
M üşir A rif
(201) «Mekâtib.» M izan, no.171, 9 N isan 1896-26 Şevval 1313, s. 2454. Bu kim se
lerin, daha y ak ın b u ld u k ları F aris kanalıyla yaptık ları b ir protesto için
bkz. «Ûlema ve M eşayih-i İslâm iyenin İhtaratı.» H ürriyet2, no.78,15 Tem
m uz 1897-15 Safer 1315, s, 2. K urulm aya çalışılan bu ilişkinin yönetim de
uyandırdığı derin k uşku için bkz. Ş erif [ Pa şa ] ’d a n -M abeyne, 139/17 H azi
ra n [18J99, Tahran, Petersburg, S to kh o lm S efa ret-i Seniyeleriyle M uhabe
rata M ahsus D efterdir, B B A -Y ıld ız Esas Evrakı, 36/139-44/139/XVIII.
(202) «İstanbul’dan,» K a n u n -i Esasî, no.4, 11 K ân û n -i sânî 1897-8 Şa’ban 1314, s. 7.
116
lan olmak üzere bir gazete neşri zımnında içlerinden Şeyh AUzâde
Hoca Muhiddin Efendi Hazretlerini tevkil eylemişlerdir,»203
(203) «T ebşir:K anun-i Esasî,» H akikat, no.8,15 K ân û n -i sânî 1897-3 K ânûn-i sânî
1312. s. 3.
(204) «İttihad ve T erakki C em iyetinin Mesleği C em iyetim izin Mesleğine T eva
fuk Edegeldiğinden E fradından ‘F.Ş’ İm zasıyla Aldığımız V arakayı Aynen
Dereediyoruz,» K a n u n -i Esasî, no .1,21 K ân ûn-i evvel 1896-16 Reeeb 7314,
ss. 5-6.
(205) Jön T ü rk h arek etin e katılışı ve kısa biyografisi için bkz. Politisches A rchiv
des A usıuartigen A m tes, Türkei;198/die Ju n gtürken, 733/3s rapor:A . 334, 7.L
1902 (pr. 7 Ocak 1902).
(206) Hoca M uhiddin, H ürriyet M ücadeleleri..., s. 3.
(207) Hoca M uhiddin. H ürriyet M ücadeleleri..., s. 5.
(208) Bkz. Füzeîâ-yı M üderrisinden B ir Zât, Û lem a-yı D in-i İslam a Da’v e t-i
Şer’iye, [M ısır], 1314, özellikle, ss.12-16. D ağıtım ı için bkz. B B A -Y ıld ız
M ü ten evvî/G ü n lü k)M a rû za t, 15 Ra !314/no.2222-248.
117
fete zaten yakm olan bu kimselerin’09 çeşitli Jön Türk ve nihayet İttihad ve
Terakki örgütü ile ilişkiler kurdukları ve en sonunda bu müessese içinde eri
dikleri oldu. Bunun yamsıra en az bunun kadar önemli olan diğer bir ilişki
çeşitli tarikatların bu örgütler ile olan ilişkileridir. Abdülhamid II nin tarikat
liderleri üzerinde etkili olmaya çalıştığı konusu üzerinde çok durulmuştur.
Ancak, burada bir genellemeye gitmeye; incelediğimiz konunun tabiatı açı
sından; imkân bulunmamaktadır. Çünkü, tarikatlar; özellikle dönemin toplum
sal yapısı gözönüne getirildiğinde; çok önemli toplumsal rolleri oynamaktay
dılar ve birçoğu arasında çeşitli konular üzerinde derin ayrılıklar vardır.
Yapabileceğimiz tek sınıflama; 1826 sonrasında iktidar ile çok yakm iliş
kilere giren tarikatlar ile bu tarihte cezalandırılan tarikatların ve onlar ile
birlikte etkileri sınırlı olmakla beraber yönetim ile olumlu ilişkilere gireme
yenlerin bu konudaki tercihleri alanında olabilir.
1894 tarihinden itibaren çeşitli tarikatlar ile ilişkiler kurmaya çalışan İt
tihad ve Terakki örgütü, bu açıdan zaten siyasal sistem tarafından muhale
fete itilmiş tarikatlara yönelmiştir. Bunun tespit edilebilen nadir istisnaların
dan birisinin Köstence’de Jön Türklere katıldığı ileri sürülen Nakşibendi Şey
hi Şevki Efendi’nin olduğu belirtüebüir.210 Bunun dışında, siyasal sistemde
merkezî bir etkiye sahip olan bu tarikatın Jön Türkler ile ilişkilerinin olumlu
olmadığı anlaşılıyor.
Siyasal rejime muhalif tarikatlara baktığımızda, bunların başında 1826
da büyük bir darbe yiyerek, muhalefet hareketleri ile yakın temasa geçmiş
bulunan Bektaşiler’i görürüz. Bu tarikat üe Jön Türklerin ilişkilerinin, hare
ketin başlarından 1908 e kadar gayet sıkı bir biçimde gerçekleştiği görülmek
tedir.211 Bazı araştırmacılar, Bektaşüerin fazla ortodoks olmayan tutumları
nın liberal Jön Türklerle ilişki kurmalarını kolaylaştırdığım ve bu tarikat üye
lerinin; evvelce anlattığımız gibi Jön Türk olarak yorumlanan; mason teşki
lâtıyla da ilişkileri olduğunu, hattâ mason teşkilâtında çalıştıklarını ileri sür
müşlerdir.212 Bizzat Jön Türklerin, 1908 hareketi sonrasında önde gelen lider
leriyle birlikte bu ilişkinin gerçekleştirildiği yer olarak ileri sürülen213 Rumeli
118
Hısarı’ndaki tekkede kutlama fotoğrafları aldırmaları bize tam olarak nüfûz
edilmesi çok zor olan; bu ilişkinin varlığını göstermektedir.214
Aym ilişkiyi özellikle daha sonraki dönemde ve Balkanlardaki örgütlenme
sırasında Melâmiler ile İttihatçılar arasında görmemiz mümkün olacaktır. İn
giliz elçiliğinin; istihbarat faaliyetini de yürüttüğü anlaşılan; tercümanı Ryan,
Sadık Bey ile kendisi Hürriyet ve İtilâf lideri iken yaptığı temaslarda, onun
kendisine Makedonya’daki ordu mensupları arasında bu tarikata taraftar olan
ların sayısının fazlalığından ve bu tarikatın Meşrutiyet hareketi içinde önem
li bir rol oynadığından bahsettiğini anlatıyor.215 Gene, Selânik’deki Osmanlı
Hürriyet Cemiyeti’nin ilk ve önde gelen kurucularından olan Bursalı Tahir
Bey’in de bu tarikatın mümtaz simalarından birisi olması; Bektaşilik gibi ya
kın bir dönemde değü, çok daha eski dönemlerden itibaren muhalif bir özel
lik taşıyan bu grup ile de İttihatçıların önemli ilişkilerinin bulunduğunu bize
gösteriyor.214
Benzer bir ilişki, Mevlevîler ile İttihatçüar arasında da tespit edilebilmek
tedir. Kuşkusuz veliaht Reşad Efendi’nin de bu tarikata olan yakınlığı sözko
nusu ilişkiyi daha anlamlı bir hale getirebilmektedir. İttihatçı faaliyetinin yo
ğun bulunduğu bir dönemde, ileri gelen Jön Türklerin yazı yazdıkları217 bir
derginin kapatıldığını görüyoruz.218 Neden olarak ise, «...Resimli Gazete’yi çı
karan kitabcı Karabet ve de vazıfe-i tahririyesinin hüsn-i ahlâk eshabmdan
olmayan bazı eşhasa muhavvel bulunduğu...»219 nun gösterildiğini müşahede
ediyoruz. İlginç bir şekilde Yenikapı Mevlevihânesi dervişlerinden Tahir De
119
de adlı birinin, bu dergiyi çıkartmak istediği ve bunun Sarayın büyük kuşku
suna neden olduğu göze çarpan bir nokta oluyor,220
Benzer şekilde, yurt dışına şahsî olarak ilk firarlardan birini gerçekleş
tiren ve orada İttihatçılar ile ilişkiye geçtiğini göreceğimiz Tevfik Nevzat
Bey’in, İzmir’de kurmaya çalıştığı bir hücrenin, olayı izleyen yabancı temsil
cilerin de dikkatini çeken bir şekilde221 Mevlevi Şeyhi Reşad Efendi’nin evin
de toplandıklarını ve yakalanarak sürgüne gönderildiklerini gözönüne alır
sak,222 aradaki bağlantıyı daha iyi tespit edebilmiş oluruz.
Şimdiye kadar kurduğumuz üç bağlantı dışında; İttilıad ve Terakki’nin
1895-1898 tarihleri arasında gerçekleştirmeye çalıştığı iki darbede de gene iki
tarikat ön plâna çıkmaktadır.
Bunlardan Suriye’de gerçekleştirilmeye çalışılacağını ayrıntılarıyla göre
ceğimiz birinci darbe teşebbüsünde, örgütlenme ve propaganda faaliyetinde
cemiyetin bölgede genişleyen Rüfai tarikatının diğer tarikatların aleyhine
tutum alan Kadirilerden yararlandığı ve tutuklananlarm bir kısmının bu ta
rikat üyesi olduğu görülüyor.®3 Bu şekilde başlangıçta belirttiğimiz husus
yâni tarikatların birbirine karşı olan tutumlarının da bu örgütlenmede geniş
çapta rol oynadığı anlaşılıyor.
İkinci olarak payitahtta yapılmaya çalışılan ve bastırılmasıyla İttihad ve
Terakki’nin dahilî faaliyetlerinin büyük çapta çöküşü sonucunu doğuran dar
bede hareketin liderlerinden birisinin Bedevi Şeyhi Naili Efendi olduğu görül
mektedir. Tekkeleri basılarak224 sürgüne gönderilen Şeyh Naili, 1908 Meşruti
yeti sonrasındaki tutumu ile tarikat çevrelerinde oldukça etkili olduğunu gös-
120
termişür.®25 Kısa süre sonra öldüğünde cenazesi, m asrafları İttihad ve Terak
ki Cemiyeti tarafından karşılanarak, büyük bir törenle kaldırılmıştır
İttihatçılarla birlikte ve onlarla ortak hareket etme suçundan sürgüne
gönderilenler arasında Halvetiye Şeyhleri,227 Sünbüliye Şeyhleri,228 Uşşakiye
tarikatı şeyhinin oğlu229 gibi kimseleri» bulunması, bize sözkonusu ilişkiler
hakkında bilgi verebilmektedir. Hangi tarihte yazıldığı kesin olarak tespit edi
lemeyen, fakat 1895 da kaleme alındığını düşündürecek özellikleri taşıyan bir
îttihad ve Terakki sirküleri; yeni üye kaydı ve propaganda faaliyetlerinin ke
sinlikle tekkelerde yapılmasmı emretmektedir.230 Bütün bunlar, bize İttihat
çılar ile belirttiğimiz özellikleri taşıyan tarikatların yoğun bir alâkası bulun
duğunu göstermektedir. Ancak tarikatların özellikleri ve bu konudaki
kaynakların oldukça sınırlı oluşu bizi 1895 öncesi çeşitli tarikat mensupları
tarafından gerçekleştirilen fakat Jön Türklere atfedilen hareketleri kesinlik
le tespit imkânından yoksun bırakıyor. Yapabildiğimiz ancak, bu grupların
İttihatçılar ile ilişkilerinin olup olmadığının saptanması olmaktadır.
Buraya kadar yaptığımız anlatıma eklenmesi gereken son bir konu, bun
dan evvelkilere göre değişik özellikler arzeden bir dinî grup ile îttihad ve
Terakki arasındaki bağlardır. Bu da evinde kendilerine konferanslar verdiği
Jön Türkler-31 ile yaptığı görüşmelerde onları fazlasıyla etkileyen,232 buna
karşılık önceleri olumlu ilişkilerini sürdürdüğü Sultan ve çevresi tarafından
(225) M ustafa K ara: Din, H ayat, Sanat A çısından T ekkeler ve Zaviyeler, (İstan-
bul:1980), ss, 283 v.d. K endisinin, ilişkileri açısından krş. K laus K reiser,
«Derwischscheiche Als Publizisten:E in Blick in Die T ürkische Religiöse
Presse Zwischen 1908 u n d 1925,» Z eitsch rift der Deutschen M orgenlân-
dischen Gesellschaft. S upplem ent VI (1983), ss. 213-214.
(22-6) Bkz. «Teessüf-i Azîm.» Ş û ra -y i Ü m m et, no.71/140,15 K ânûn-i evvel 1908-
21 Zilkade 1326, s. 5: «Bedevî dergâhı post-nişîni gazi-i h ü rriy et Şeyh Naili
Efendi bu gece geç vakit v efat etm iştir. Ş ehid-i h ü rriy et, bu gün saat y e
dide Fevziye Caddesindeki hanesinden ih tilâfa t-ı lâyıka ile k aldırılarak
Koca M ustafa Paşa civarındaki Bedevî dergâhı hezîresine vedîd-i ra h m et-i
güfrân edilecekdir. R ahm etullah-ı aleyh,*. Cenazeye k atılan İttih atçılar ve
m asrafların cem iyet ta ra fın d a n tesviyesi için bkz. «Şeyh Naili M erhum un
Cenaze Alayı,» Ş û ra -yi Ü m m et, no.72/140, 16 K ânûn-i evvel 1908-22 Zil
kade 1326, s. 4.
(227) E dhem Ruhi, «Yine B ir N evha-i Dil-sûz,* R um eli, no.14, 3 M art 1322-24
M uharrem 1323, s. 3. Yazar, kendisi ile b eraber sürgüne gönderilen H alveti
ye şeyhi H üseyin Necm eddin E fendi’nin ölüm ü üzerine yazdığı yazıda, ko
nu ile ilgili h a tıra la rın ı nakletm ektedir.
(228) Sözkonusu Şeyh, T a rik a t-ı S ünbüliye m eşayih ve ricâlinden olup, îm ra h o r
derg âh -ı şerifi post-nişînidir ve kardeşiyle b irlik te önce B ursa’ya oradan
da R z a n ’a sürgün edilm iştir. Bkz. «Havadis,» Osmanlı, no.68,15 Eylül 1900-
18 Cem aziy’ülâhir 1318, s. 8.
(229) Bu şahıs 1901 yılında ölen H üsam eddin Bey’dir. Bkz. «Şüheda-yı H ü rri
yet,» Osmanlı, no.83, 1 M ayıs 1901-10 M uharrem 1318, s. 4.
(230) A rk iv i Qendror, 19/60//445-30-1. M etni ileride verilm iştir. Bkz. ss. 446-447.
(231) Eth em R uhi Balkan Hatıraları -Canlı Tarihler( IV, (lstanbul:1947), s. 11.
121
sıkı gözetim altına alınarak:233 âdeta sürgün hayatına mahkûm edilen Cemaled-
din Efganî’nin önde gelen bir üyesi olduğu Babîler ile İttihatçıların ilişkisidir.
Jön Türkler ve diğer muhalefet teşkilâtları ile irtibatı olduğunun iddia edüdi-
ğini görüyoruz. Aynı suçlamada Efganî’nin, fesatçılardan olduğu iddiası ile
Dersaadet’den, sürgüne gönderilen Abdullah Nedim adlı bir şahsın akıl veri
cisi olduğu ve Trablusgarb'da bu özelliğe sahip üç kişi ile irtibatının bulun
duğu ileri sürülmektedir.235 Babîlerin, Jön rürklerin gizli eserlerinin dağıtımı
na olan yardımları ve Ali Şefkati tarafından yayınlandığım gördüğümüz İstik
bal1 ve Hayal adlı gazetelerin bu kimseler tarafından, İttihad ve Terakki’nin
ilk lideri durumuna geçmiş olan İbrahim Temo’ya ver ilmesi,2rs ilişkilerin ni
teliğini göstermektedir. Babîlerin, İran’daki meşrutiyet hareketinin destekle
122
yicileri arasında bulunması,337 îbrahim Temo’ya gizli neşriyatı sağlayan Ba
bının, Nasreddin Şah’ı öldürmesi,2® yönetiminin kuşkularını büsbütün arttır
mıştır. Daha sonraki dönemlerde bile faaliyetleri büyük bir kuşku ile izlenen
Sabiler239 oldukça küçük bir grup olduklarından onların Jön Türkler e atfedi
len bazı hareketlerin yapıcısı olduklarını söylemek mümkün değildir. Ancak,
belirtebileceğimiz nokta, bu kimselerin özellikle İttihatçılar ile birlikte hareket
etmekten kaçınmayan bir muhalefet grubu olduğudur. Ayrıca Jön Türk yayın
organları, Nasreddin Şah’m öldürülmesini tasvip etmediklerini açıklamışlarsa
da,240 İbrahim Temo’nun «Dansı Abdülhamid’in Başına» ünvanlı bir kaside ha
zırlatarak bunu İttihad ve Terakki adına çeşitli yerlere astırması,241 İshak Sü-
kûti’nin Babî eserlerini büyük bir ilgi ile okuması,2® Merkez komite içerisinde
(237) «Les Behais et le M ouvem ent A ctuel eıı Perse,» La R evue du M onde M u-
sulm an, V. I, (A ralık, 1906), no.2; ss. 198-206. Krş. A rm inius V am bery, W es-
tern Culture in Eastern Lands, Jo h n M urray, (London:1906), ss. 334-337.
(238) İb rah im Temo, îttih a d ve T era kki..., s. 67. H alil R ıfat Paşa işin Efganî’den
kaynaklandığını belirtm ektedir. Bkz. A y n ı Yazı. B urada işaret edilm esi ge
reken husus E fganî’n in B abîlerin h arek etin d e oynadığı roldür. Osm anlı İm -
. p arato rlu ğ u n d ak i B abîler üzerindeki bu etkisine karşılık, E.G. Brow ne, onun
B abî olm adığını yalnızca b ir sem patizan olduğunu ileri sürm ektedir. Bkz.
E dw ard G [ranville] Broıvne, The Persian R evolution of 1905-1909, 2. B as
kı, F ra n k Gass, (London:1986), s. 45 ve s. 94/n.7. K itap ta E fganî’nin İsta n
bul faaliyetleri, suikastteki rolü ve konu ile Osm anlı yönetim inin ilgisi de
derin olarak araştırılm ak tad ır. Bkz. ss. 401-405, 94-97. Osmanlı yöneticileri
nin Cem aleddin E fgani’nin Ş ah’m k atlindeki rolü, hakkında hassasiyetleri
konusunda bkz. Tahsin Bey’d en -T ah ran A teşem iliterliğine 3/8 Mayıs[18]96
ve T ah ran A teşem iliterliğinden-M abeyn’e 4/9 M ayıs [18196, Ahm ed Bey
imzalı, Tahran A teşem iliteri ile M uhaberat K aydına Mahsus D efter, B B A -
Y ıld ız Esas E vrakı, 36/139-44/139/XVIII ve B B A -Y ıld ız Perâkende, 18 Za
1313/no. 1338, 24 Za 1313/no. 1348, 23 Z 1313/no. 1490, 3 M 1314/no.64.
(239) Bkz .B B A -B E O /D a h iliye Giden, 107-3/56, 863, (6 H aziran 324)/250391 ve
B B A -İrade-H ususî, Cem aziy’ülevvel 326,/no. 65-472. B abîlerin Jön T ürk
neşriyatı dağıtım ına karışm ası için bkz. Şam ’da Şem ’a z â d e A hm ed Refik
P aşa’d an-M abeyn’e, 1153/31. K ân û n -i evvel 314, M em urin-i M üteferrikaya
M ahsus K a yd D efteridir, B B A -Y ıld ız Esas E vrakı, 36/139-84/139/XX.
(240) eö lm ü şe R ahm et, B akilere Selâmet,» Mizan, no. 175, 7 M ayıs 1896-24 Zilka
de 1313, s. 2484. B una k arşılık A hm ed Rıza Bey aynı görüşleri dile g etird ik
ten sonra şöyle b ir y orum u eklem ektedir: «...K ırk sekiz sene evvel zulm
gören B abîlerin intikam ı İra n ’a b ir teceddüd ve te ra k k i kapusu açdı. Os
m anlI İttih a d ve T erakki [C em iyetinin] k u rb a n ların ın da ah ü figanı te ’-
sirsiz kalm az üm idindeyiz...» A hm ed Rıza, «İcm âl-i Ahvâl,» M eşveret, no.
11, 20 Zilhicce 1312-23 M ayıs 108, s. 2.
(241) A r k im Qendror, 19/80//814/8. Y anına Tem o’nu n el yazısıyla —m uhtem elen
sonraki b ir ta rih te — şöyle bir not düşülm üştür: «İran Şahı N asreddin’in
katli üzerine B ükreş’de ta ş basm asıyla n eşr edilüb ecnebî postalarıyla İs
ta n b u l’a yollanan m anifestdir.».
(242) D oktor M ehm ed Z iyaeddin’d en -İsh ak S ü k û ti’ye, Londra, 24 M ayıs [18]98
ta rih li m ektup. A r k iv i Qendror, 19/106-4//520/1173.
123
sürekli önemli rollerde bulunmuş olan Doktor Nazımın, öldürme olayını ger
çekleştiren Babî’yi övmesi,3+3 İttihatçıların da onlara yakm bir ilgi duyduğu
nu göstermektedir.2-4
SARAY DARBESİ 'PLÂNCILARI VE İTTİHAD VE TERAKKİ İLE İLİŞ
KİLERİ :
Buraya kadar, Jön Türk hareketi olarak yorumlanmakla birlikte İttihad
ve Terakki Cemiyeti tarafından gerçekleştirilmeyen başlıca dört grup hare
ket üzerinde durduk. Bunlar kadar organize olmasalarda resmî bir adı ve
programı bulunmamakla beraber; bunlardan çok daha önemli faaliyetleri
gerçekleştirmeye çalışan beşinci bir grup olarak karşımıza, Saray darbesi
plânlayan üst kademe yöneticileri çıkmaktadır.
Fesatçı olarak kabul edilen hareketleri gerçekleştiren topluluklara deği
nen bir yabancı gözlemci; dört kategoriye ayırdığı bu organizasyonların ilki
ve yönetim tarafından en büyük tepkiyle karşılananı olarak Jön Türk parti
sini göstermektedir.245 Kendisine göre, hareket yalmzca bir takım öğrenci ve
softa topluluklarına münhasır kalmayıp; aynı zamanda, Osmanlı aristokrasisi
şeklinde tanımladığı Sarayla yakın ilişkisi bulunan kimselerden de destek gör
mektedir.216 İşte, 1895 sonuna kadar Saray’ın Jön Türk hareketine karşı gös
terdiği büyük tepkide; ancak, bu tür kimselerin de; İttihad ve Terakki Cemi-
yeti’nden tamamen bağımsız olarak; komplo faaliyetlerinde yer almasına bağ
lanabilir. Gerçekten de ileride Saray’ın uzun süre farkında olduğu öğrenci ha
reketlerinin fazla üzerinde durmadığını; bunları oldukça yumuşak cezalarla
geçiştirmeye çalıştığını göreceğiz. Ancak, yönetimin belirttiğimiz 1895 krizi
nin atlatılmasına kadar temel korkusu üst düzey yöneticilerinin gerçekleştire
bilecekleri 1876 darbesi gibi bir girişim olmuştur.
Kuşkusuz, muhalefeti çok değişik bir zemine oturtan yeni bir zihniyetin
temsilcilerinin faaliyetinin arttığı bu dönemde, eski sistem darbe taraftarla
rının tamamen ortadan kalktığını söylemek mümkün değildir. Nitekim, 1895
sonuna kadar bu kimselerin tamamen bağımsız olarak böyle bir girişimde bu
lunduklarını görüyoruz.
Gene yabancı bir gözlemci, İstanbul duvarlarının on mil dışında alelâde
Türklerin, Jön Türk partisi veya softalar konusunda hiçbirşey bilmediklerini
söyleyerek,247 hareketin daha ziyade Saray çevresinde geçtiğini ima etmeye
124
çalışmıştı. Nitekim, bu dönemde Saray'ın çeşitli klikler arasında büyük bir
savaş alanına döndüğünü görüyoruz. Hattâ, Sultan’m muhalifi olarak Avru
pa’da çeşitli gazeteler çıkartan bir yazar; Abdülhamid’in, "Saray içinde Lâ
İlâSıe İllallah Cemiyeti adı altında bir örgüt teessüs ettirdiğini iddia ediyor.248
Kendisine göre Sait P aşa’nın organizasyonunda büyük katkısı olan bu cemi
yetin, masonluk benzeri gizli kuralları ve yirmi yedi maddelik bir nizamna
mesi bulunmaktadır. Bu nizâmnâmenin ilk maddesi ise üyelerin Sultan’m şah
sî güvenliğini sağlayıcı çabalarda bulunmaları ve diğer tüm gizli cemiyetlere
karşı amansız bir savaş içinde olmalarını gerektirmektedir.243 Yazarın, biraz
abartmaya kaçtığı kabul edilmekle beraber, doğru olduğu nokta; Sultan’m da
kendisini Saray içinde güvence altında görmeyerek, muhalif kliklere karşı ted
bir alma gereğini duymasıdır.
Bu kliklerin ilkini muhtelif şehzadelerin taraftarları şeklinde eskiden beri
görülen gruplar oluşturmaktaydılar. Gene yabancı bir gazetede Jön Türk
gruplarının bu kimselerin desteğini sağlayabilmek için faaliyet gösterdikleri
ve F aris’in örgütünün Reşat Efendi; buna karşılık Meşveret gazetesi etrafın
da toplananların ise Sultan Murad yanlısı olduklarını belirten bir haber yayın
lanmıştı.2*0 Ancak, sözkonusu şehzade taraftarı kliklerin rollerini fazla ab art
mamak gerekir.
Bunlara karşı çok daha ehemmiyetli bir grubu Bâb-ıâli bürokrasisinin
oluşturduğu açıktır. Sait P aşa’nın, Jön Türklerin büyük eleştirilerine neden
125
olan251 tavsiyeleri sonucu gerçekleştirildiği iddia olunan, iktidarın yeniden
Saray’da ve komisyonlarında merkezileştirilmesi operasyonu ile Bâfa-ıâli bü
rokrasisi kırk yıldan beri sürdürdüğü büyük etkinliği tamamen kaybetmişti.252
Kuşkusuz, bu kimselerin bir bölümü açısından sorun, tekrar gücü Bâb-ıâli’ye
kaydırabilmek olarak görünmekteydi.
Ancak, bu kimseler yapılması düşünülen bir Saray darbesinin; en azından
önemli bir kısım askerî paşaların desteğinin alınmaması halinde ölü doğaca
ğının da farkındaydılar. Nitekim 1895 başlarından itibaren, Saray mensupla
rından bir kısmı, eski önemli bürokratlar ve bir kısım paşalar arasında 1876
koşullarını tekrar oluşturma konusunda fikir birliğinin sağlandığı gözüküyor.
F aris’in bu grupların hislerine tercüman olmaya çalıştığını görmüştük. Ama.
bir yandan çeşitli grupların hareketlerini istedikleri ortamın koşullarının sağ
lanması için memnuniyetle karşılayan bu kimselerin; hareketi, Faris gibi kim
selere bırakmaya pek niyetleri olmadığı görülüyor.
Yabancı raporlarda, İstanbul’da artan olaylar için genellikle bu hareket
lerin «-.Saray’dan kuvvet ve destek aldığı» şeklnıde ifadeler kullanümakta-
dır.253 Aynı tarihlerde, İngiliz Sefareti’nin memurlarından Max Müller,
mabeynde görevli bir kimse aracılığıyla Saray’da geniş çaplı dağıtımı yapılan
ve gizlice okunan Sultan aleyhtarı bir risâleyi ele geçirmeğe muvaffak olmuş
tu.254 Buradaki uslûb, kesinlikle İttihad ve Terakki’nin ortaya çıkmaya başla
yan ilk beyannamelerindeki anlatıma benzememektedir. Üstelik Max Müller,
risale üe ilgili olarak «...Bu mevcut hükümet sisteminin oldukça şiddetli bir
biçimde aşağılanmasını ve Ermeni ve Müslüman teb’amn birleşmesini ve Tür
kiye’de daha iyi bir düzen kurmak için Ermenilere yapüan bir başvuruyu da
içermektedir...»255 yorumunu yapmakta ve eserin Softaların kaleminden çık
mış olabileceğini tahmin etmekteydi.
Fakat, eser kısmen ûlema tezlerini içermekle birlikte onların yaklaşımı
nın tamamen dışında temaları da ihtiva etmekteydi; ki, buradaki anlatım a y
nı dönemlerde bir İngiliz gazetesinin; yönetimde önemli bir mevki’i bulundu
ğu anlaşılan; bir Jön Türk ile yaptığı uzun röportajdaki ifadelendirme üe bü
(251) «Sadr-ıâzâm Said Paşa..» Osmanlı, no.99, 1 K ân û n -i sâni 1902-20 Ram azan
1319, ss. 1-2. K rş. «M akale-i Mahsusa,» Ş û ra -yı Ü m m et, no.31. 27 H aziran
1903-1 R ebiy’ü lâhir 1321, s. 3.
(252) B ürokrasinin b u değişim inin tah lili için bkz. C arter V. Fİndley, Bureauc-
ratic R eform iti The O ttom an Empire: T h e Sublim e Porte 1789-1922, P rin -
ceton Univ. Press, (Princeton:1980), ss. 227-239. A ynı konu hakkında Jön
T ü rk lerin k an aatleri için bkz. «Meslek-i Tahrib,» Sancak, Aded. 7.30 K â
n û n -i evvel 1899-27 Ş a’ban 1317, s. 2.
(253) M. C am bon’dan-D ışişlerine, 191/31 E kim 1895 (eonfidentiel), A ffa ires e t-
rangeres-Correspondance P olitique-Turquie: 524(Octobre 1895). [234-239],
(254) Philip C u rrie’den-M arquis of S alisbury’e, C onstantinople, 831/29 K asım
1895 ta rih li ya& nm eki, M ax M üller’den-P . C u rrie’ye 29 K asım 1895. PRO f
F.O. 78/4623.
(255) M ax M üller’in sözkonusu yazısı, PRO/F.O. 78/4623.
126
yük bir paralellik gösteriyordu.256 Büyük bir ihtimâlle, risâle Saray darbesi
kışkırtıcılarının kaleminden çıkmıştı ve 1876 koşullarının oluşturulması operas
yonunun parçalarından birisi idi. Ama bizim açımızdan, yapıtın kaleme alınış
yeri ve yazarının niteliği kadar önemli olan bir husus, onun Saray’da büyük
bir ilgi ile okunması ve taraftar bulmasıdır. Nitekim, bir süre sonra Saray’
dan aldığı para ile The Times, Daily Mail gibi gazetelerin yazılarını cevap
layan bir yayın organında bilhassa bu hususa işaret eden bir makalenin yayın
landığım izliyoruz :
«...G enç Türkiye Partisi, neredeP Kimse söyleyem ez; fakat herkes
onun m evcut olduğunu ve sadece m evcut olduğunu değil, fakat ol
dukça etkisi ve gücü bulunduğunu iddia etm ektedir... O tu z yıl ön
ce, saçma fakat güzel yazan, edebiyatla ilgili birkaç şikâyetçinin
başkanlığını yaptığı bir Genç Türkiye Partisi hakkında bazı sözler
olduğu doğrudur. Bununla beraber, o fikirlerinden vazgeçtiler. Çoğu
hükümeti desteklem eye razı oldu ve düzeldiler... Bu günlerde ol
dukça hatalı bir şekilde Yıldız köşkünün kapıları içinde tehditler sa
vurduğu söylenen «parti»nîn önemsiz başkanlarmm şansları olsaydı
aynı yolu izleyeceklerine inanmak için her sebeb bulunmaktadır....
Jeune Turqm e’nin önemsiz taraftarlarının saldırılarını yönelttikleri
kişi, Sultan’m kendisi idi. Şu anda Sultan dünyada en çok suistimal
edilen hükümdardır. Gürültücü çete sesini yükseltm e cesaretini gös
term eden çok önce yaptığı tedricî reformlar, saltanatının başlama
sından itibaren halkının refahı için başlattığı veya kabûl ettiği ıs
lahat ,..»257
(256) «Young T urkey:A n In terv iew W ith a Young Türk.» Pall Mail Gazette, 2
Tem m uz 1895. Jö n T ü rk şu görüşleri ileri sürm ektedir: « ...T ürkiye’deki
M üslüm an kitle, h erhangi b ir Erm eni k a d ar rejim d en bıkm ıştır. Ve İn g il
te re ’n in m akûl ve akıllı b ir şekilde m üdahalesini m em nuniyetle karşılardı.
F akat, ıslahat İm p arato rlu ğ u n içindeki h e r vilâyet ve h er sınıfa k a d ar yay
gın laştırılm alı ve k ay n ağ ın başı olan İstan b u l’dan başlam alıdır... Şu an,
T ürkiye için gerekli olan şey, İn g iltere’de güçlü b ir hüküm etin T ürkiye
soru n u n u ciddî b ir şekilde ele alm ası ve ılım lılık ve k a ra rlılık ile en ge
rek li olan y erd e ıslahat için ısra r etm esidir. F akat T ü rkiye’deki ıslahat ve
tire si İstan b u l’da başlam alı ve Sultan, b u saltanatın ve kendi m evcudiye
tin in A v ru p a’n ın ikazlarını dinlem esine ve İm paratorluğun adına y araşır
b ir h üküm eti m eydana getirm ek için çaba sarfetm esine bağlı olduğuna
inandırılm alıdır. Bugün, ırk ve inanç ay rım ı yapılm aksızın, S ultanın her
te b ’ası taşın acak oldukça ağ ır b ir yük ü n altında inlemektedir.s-, Bu m ü -
lâk atm y arattığ ı telâş konusunda bkz. B B A -B E O /H ariciye Âm ed, 155-5/11,
1690, (23 H aziran .311; Tereüm e:583). M orning A d vertiser ile tekzibi çalış
m aları için bkz. 2635, (13 Ağustos 311; Tercüme:688).
(257) «The T urks and T heir Troublers» The M orning A dvertiser, 7 K asım 1895.
127
general tarafından desteklendiği yolunda bir biigi elde etmişti.253 1876 daki
rolleri nedeniyle çok sıkı gözetimde bulundurulan259 bu kimselerin özellikle ba
zı prestiji yüksek paşaların etkisiyle bu eğilim içine girdikleri anlaşılıyor.
Nihayet, Saray darbesi liderini bulmuştur. Bu lider de, 1877-78 Osmanlı-
Rus harbinde kazandığı büyük prestiji kullanmasından korkulduğu için; Mısır
Fevkalâde Komiserliği görevinde istihdam edilen Gazi Ahmed Muhtar P aşa’-
dır. Kendisinin ve oğlunun Jön Türkler ile ilişkisi olduğu diplomatik yazışma
ların önemli bir konusunu teşkil eden260 Paşa; bu nedenle uzun süre ikili oyna
dığı şekilde bir suçlamaya maruz kalmıştır.
Kendisine, Jön Türk grupları tarafından sürekli teklifler yöneltilen P a
şa,261 uzun süre bu çevrelerde bir ümit olarak görülmüştür. Nitekim, kendisi
nin yaveri iken Jön Türklere katılan Ahmed Saib Bey’in de, gazetesinde ken
disi ile ilgili haberlere ağırlık verdiği ve onu daha önemli roller oynamağa ça
ğırdığı görülüyor.262 P aşa’nm, damadı olan Şevki Bey’in de Brindizi kongre
si için Jön Türk grupları iİe pazarlıklarda bulunması,263 ilişkinin çok çabuk
kopmadığını bize gösteriyor. Bir süre sonra ise Jön Türk muhaberatında P aşa’
mn ikili oynamak suçlamalarına hedef olduğunu ve kendisinden ümidin kesil
meye başlandığım görüyoruz :
(258) Mr. H erb er’den; Decypher, Pera, 1245, 10 Kasım[1895], no.650. PRO/F.O.
78/4629.
<259) Dolm abahçe S aray ı’n ı m uh asara eden asker ve üm erânın çok sıkı takibi
için bkz. H ususî ve M ühim E vraka M ahsus Olan Birinci D efterdir, B B A -
Y ıld ız Esas E vrakı, 24/150-2/162/VIII. S ultan M urad V dönem inin gözde
subaylarının görevden alınm aları iddiası için bkz. «Entourage Du Sultan:
İsm ail Pacha;» O smanlı S u p p lem en t Français, no.4; 10 M art 1898, s. 4.
(260) M. C am bon’dan-D ışişleri B akanı B arth elot’a, Pera, 18 Ş ubat 1898/'no.38.
' A ffa ires etrangeres-Correspondance P olitique-Turquie: 526(Jan,-Fev. 1896).
[292- ]. M uhtar P aşa’nm oğlu M ahm ud M uhtar hakkında bu iddianın yo
ğunlaşm ası için bkz. Clive Bigham , W ith The T urkish A rm y in Thessaly,
M acmillan and Co. (London:1897), ss. 64-65. Gene yabancı bir y azar M ah
m ud M u h tar’ı M eşrutiyetin yeniden ilânını tak ib en p arlam en ter olan Jön
T ü rk ler listesine koym aktadır. Bkz. W.E.D.Allen, The T urks in Europe: A
S keich S tu d y . C harles S crib n er’s Sons, (New York: 1920), s.207.
(261) Ali Falıri, S erasker M erhum Receb Paşa’n m Y a veri Ş ehid-i H ürriyet Ş e v
k et B e y ’e: K andil ve M uhtar Paşa, îkinci T ab’, H ilâl M atbaası, (Mısır:1324),
ss. 6-7, 13 v.d.
<262) Bu, çok sayıda çağrılara örnek olarak bkz. «Gazi A hm ed M uhtar Paşa ve
Taleb-i Islahst,» Sancak, A ded.26, 2 H aziran 1900-4 Safer 1318. ss. 1-2. Bu
örnekdeki çağrıya neden Gazi A hm ed M uhtar P aşa’nın, yerel basında da
yay ın lan an b ir ıslahat projesidir. Bkz. E l-M ukattam , 30 M ayıs 1900, Bu
yabancı gözlemcilerce de P aşa’n ın m uhalefete göz kırpm ası olarak yorum
lanm ıştır. Bkz. M. C ogordan’d a n - Delcasse’ye, Le Caire 6 H aziran 1900/no.
120, A ffa ires etrangeres-N ouvelle Şerle - Turquie, Vol.3 (1899-1901). D i
ğer b ir çağrı için bkz. «Gazi [A hm ed] M uhtar Paşa,» Sancak, A ded.22,28
N isan 1900-28 Zilhicce 1317, s. 1.
(263) H alil M uvaffak’d a n -îsh a k S ü k û ti’ye. tarihsiz[1899] m ektup. A rk iv i Qend-
ror, 19/106-3//44/S75.
128
«...Şu İttihad-ı Osmanî gazetesini Muhtar Paşa’nm çıkarışı doğru
su hayretimi celb e t d i... İngiltere, Mısır’a girdiği zaman bu adam
«Zaman» isminde gazetesiyle D evlet-i A liyye aleyhinde o derece şid
detli lisan istim al eylem iş ki H idivîyet-i Mısriye en nihayet gazete
yi kapatmağa mecbur olmuşdur. Şimdi böyle bir adamı ele alarak o
güzel İttihad-ı Osmanî nâmı altında M ahmud Paşa’nm ve Jön Türk
lerin aleyhine yazı yazdırm ak sonra Jön Türklerle iyi geçinmek öbür
taraf dan H am id’i okşamak Paşa’mn iki yüzlülüğünün en büyük d e
lilidir u.»26*
«Sevgili Sandersoncığım,
Bu m ektup elbette Lord Kim berley için hazırlanmıştır. Ancak
size iletilmesinin daha iyi olacağı kanaatindeyim.
Lord Northbrook dün gece Cromer’den kızgın bir şekilde beni
görmeğe geldi. Kendisi Kahire’den de bildirdiği, Muhtar ve sanır
sam Binbaşı W ingate ile kendisi arasında geçen bir görüşmeyi bana
tekrar anlattı.
Muhtar, onda düşüncelerinde de m evcut olan suikastın, (fesa
dın) her an m eydana gelebileceği izlenimini bırakmış. Fikrini doğru
layan olaylar m eydana gelmedikçe bir Türk paşasının çok açık bir
şekilde konuşup konuşmayacağından emin olmadığım için benim iz
lenimim de budur. Kendisi sadece Cromer’in raporunda bulunduğu
nu sanmadığım bir hususu belirtti, bu da Sultan’m tahttan indiril
(284) Necm eddin  rif’d e n -îsh a k S ü k û ti’ye, fK ah ire], 18 Nisan 901 ta rih li m ek
tup, A r k iv i Qendror, 19/108-5//244/1719.
(265) B ir O sm anlı, M ısır Fevkalâde Kom iseri D evletlil Gazi A h m e d M uhtar Pa
şa H azretlerine, (lstanbul:3 M ayıs 1322), B B A -Y ıld ız Esas Evrakı, 30/1468/
51/78, ss. 1-2.
129
mesi halinde M idhat plânındaki çoğunluğunu sürdürebilmesi için,
Sultan’m desteksiz kaldığı sürede yeterli istikrarı sağlayabilecek bir
anayasal usûlün bir an önce başlatılabilmesi için İngiliz büyükelçi
liğinin, onun yerine geçecek tâli bir kişinin seçileceğine dikkat et
mesi gerektiğidir.
Elbette, önerilen anayasa henüz haber aldığım ız görüşme ra~
porunun özünü teşkil etmektedir. Fakat, güvence sağlanması bana
çok güç gözüken tâli şahıs konusuna teması hatırlayamıyorum.
Bütün bunları yazm aktaki maksadım, krizin kaçınılmaz olduğu
dur. Bugün veya yarın bir suikast (fesad) olabilir. Aynı zam anda
aylarca olmayabilir de, fakat Muhtar’ın dobra dobra sözleri bunun
daha geç d eğ ild e daha erken zamanda olacağım düşünmeme neden
oldular.
Sanırım Currîe, Cromer’in raporuna normal yolla ulaşacaktır.
Eğer ulaşmazsa böyle bir suikastin (fesadın) mümkün ve hattâ muh
tem el olduğunu düşünmemize neden olan hadiselerin bize ulaştığım
ve bîr çeşit anayasacı parti baskısı ile şimdiki Sultan’m yerine tâli
birisini geçirmeyi amaçlayan görünümdeki hareketi anlatan ve bi
zimkileri doğrulayan herhangi bir bilgisi olup olmadığını soran bir
telgrafı bu koşullar altında bugün kendisine çekmelisiniz ,.,»26S
130
mayişini hazırlamışlardı.287 Fransızların da benzer niyetlere sahip oldukları
görülüyor.268 İstanbul politik ve ticarî mehafüinde panik yaratan268 bu geliş
meler realize edilebilseydi, talebeleri yalnızca bir araç olarak gören bu kim
seler amaçlarına ulaşmış olacaklardı. Gerçekten de, bir muhaberatında Mısır
Hidivi için«...Hidiv Paşa'm n ahvâline gelince genç bir zât olarak Sa’di merhu
mun bir adamın tecrübesi altmış senede ancak tama m olabilir kavl-i hakimâ-
nesi ise malum idüğünden...» şeklinde bir ifade kullanan Ahmed Muhtar P a
şa270 ve arkadaşları için Jön Türk eylemleri yalnızca böyle bir değere sahipti.
Fakat, dört bir tarafından kuşatılmış durumdaki Sultan; bu vaziyetten
kurtulmayı başarınca; Saray darbecilerinde iki tür davranış görüldü. Bunla
rın bir bölümü; bu çeşit davranışların artık başarı şansı bulunmadığı kanaa
tine vararak, sadakat gösterilerine giriştiler. Bir diğer bölümü ise 1895 sonra
sı yurt içinde ve dışında sesini duyurmağa muvaffak olan İttihad ve Terakki
ile ilişkileri arttırm a kararı aldılar. Nitekim, bu kimselerin de desteğiyle İtti
hatçıların 1896 da benzer bir darbeyi deneyeceklerini göreceğiz. Bu darbenin
de başarısızlıkla sonuçlanması, sözkonusu çevreyi büyük bir hüsrana uğrat
tığı gibi İttihad ve Terakki Cemiyeti içinde bu tür bir eyleme taraftar olma
yanların üstünlüğü ele almaları neticesini doğurmuştur.
Sonunda oldukça az sayıda kalan bu tür kimseler için, ilişkilerini sürdü
rebilecek tek muhalefet örgütü yine İttihatçılar olmuştur.271 Nitekim onlar da
kendilerinin «bütün ahalice değil Saray-ı Hümayûnca dahi fevkâlâde mazhar-ı
takdirat» olduklarını belirterek bu hususa işaret etmişlerdir.212 Ama, bu ilişki
ler, hiçbir zaman 1896 koşullarını bile ortaya çıkartamamıştır ve bu irtibatın
tek yararı bir süre İttihatçıların önemli memurlar ile teması sürdürmeleri ol
muştur.273
131
1899 sonrasında tekrar yurt dışına kaçan önemli görevliler ile karşı karşı
ya kalacağız. Fakat; artık Sultan’m yakın çevresinden destek sağlayabilme,
ütopik bir düşünce hab'ne gelmiştir. Zaten, 1906 sonrasında harekete ağırlığı
nı koyacağını göreceğimiz Terakki ve İttihad Cemiyeti’nin çok değişik amaç
ları içeren organizasyonu; bu tür ilişkilerin anlamını da ortadan kaldıracak
tır.
132
yay m organını yayınladı. 1880-1881 yıllarındaki bu faaliyetlerinde Hakkı
Bey’in bu tarihten sonraki faaliyeti hakkında fazla bir bilgimiz yoktur. Ama
çeşitli vesikalar arasında kendisiyle ilgili kayıtlara rastlanmayışı; onun da
ha sonra fazla bir etkinlik göstermediğinin kanıtı olarak kabul edilebilir.
Kendisini bu kez 1898 yılında Cür’et adlı bir gazeteyi yayınlarken izliyoruz.
Bu gazetenin, İttihad ve Terakki matbaasında basılmasına218 bakılırsa, Hakkı
Bey bu cemiyet ile sıkı ilişkilere girmişti. Nitekim, kendisinin sözkonusu örgü
te levhalar hazırlamasına219 ve Ahmed Rıza Bey’i eleştirdikten, Cenevre gru
buna yakınlığını belirttikten sonra «...Evet! Ben Jön Türküm, vatan zulm için
de boğuluyor, devlet bitiyor, beni daha ziyade sıkmayın, beni daha ziyade
söyletmeyin...»280 gibi bir ifade kullandığına bakılırsa, ilişkilerini bir hayli art
tırmıştı. Gene, ölümünden sonra hakkında çıkan yazılarda bu duruma işaret
edilmektedir.281 Bu şekilde Hakkı Bey, tamamen şahsî bir firar hadisesinin
ertesinde, İttihad ve Terakki üe ilişki kuran ilk ve en belirgin şahıs olmakta
dır.
Aynı tarihlerde, Fransa ve Belçika’da muhalif yayınlarda bulunan eski
Hidiv İsmail P aşa’nm sabık sekreteri Mulhi İbrahim Bey’in; bu kez, İngil
tere’ye gelerek daha yoğun faaliyetlerde bulunmayı arzuladığını; ancak, Os
manlI yönetiminin çabaları sonucunda bu isteğini gerçekleştiremediğini gö
rüyoruz.288
(278) [H a k k ı], «M ütaliin-i K iram a,» Cür’et, no.4, 25 T eşrin -i sânî 1898-15 R e-
ceb 1316, s.l: « C ü re tin üçüncü num erosunda, dördüncü num erosım un (Ce
n ev re) şehrinde O sm anlı İttih a d ve T erakki Cem iyeti m atbaasında, yâni
O sm anîılar içün h e r d ü rlü ikbâl ve istik b âlin m ir’atı, h er dü rlü hissiyât-ı
insaniyenin m e r’î-i m uhassesatı, h u b b -ü l-v atan , m in -ü l-im an hadisinin
m ırsadı, itlak m a b ihakken şâyân olan m atbaada h u ru fa t ile ta b ’ etdirece-
ğimi vaad etm işdim ...». G ene sözkonusu gazetede «İstanbul Şubemiz» şek
linde ifadelendirilen Ş u ’be îttih a d ve T era kki örgütüdür. Bkz. «Dersaadet
Şu’bem iz A za-yı M ütehayyizan ve H am iy etperveranından B ir Z ât-ı Â licâ-
h m m ek tu b u n a T araf-ı Âeizîden Cevab,» Cür’et, no.7, 28 Ş ubat 1899- 16
Şevval 1316; ss. 1-2.
(279) H akkı B ey’d e n -îsh a k S ü k û ti’ye, [P a ris ], 15 F evrier 1899: «...Y arın size
iki levha göndereceğim . B iri ûlem adan d ört zât ile askeriyeden m üteaddid
zabit ve alıali-i m ütenevviadan b ir tak ım sam iîn takdim eder. Û lem adan
b iri A bdülham id’in d e n a a t-i zatiye ve id a re -i m eş’um elerini ta ’dad eder.
D iğeri keza A bdülham id’in, E bülhüda zm dıkına boncuklarla kol açdırdı-
ğını ve ahalinin h a l’e m uvaffak olub olam ayacağı m uhaverelerini takdim
ve izbar eder...» A r k iv i Qendror, 19/106-3/732/9776.
(280) H akkı B ey’d en -İsh ak S ü k û ti’ye, P aris, 27 T eşrin-i sânî 1901, A rk iv i Q end-
ror, 19/106-3//80/972. Bu kim senin m erkez yayın organına gönderdiği ben
zer tem aları işleyen b ir m ektub için bkz. «Cür’et Gazetesi S ahib-i H am i-
y etp erv eri H akkı Beyefendi H azretleri ta rafın d an Mektub,» Osmanlı, no.54,
15 Ş u b at 1900- 15 Şevval 1317, s. 4.
(281) «Teessür-i Azîm,» Osmanlı, no.l27s 1 K ân û n-i evvel 1903-12 R am azan 1321,
s. 2.
(282) n iO jîl.O . Registarated Papers: 45: 9650-A-38025b. İngilizlerin, bu şahsın
faaliyetlerini d u rd u rm ak için eski H ü rriyet’e k arşı aldıkları tedb irlere baş-
133
Bir süre sonra ise, İsmail P aşa’nm diğer bir sekreterinin İtalya’da mu
halefet çevreleriyle temas ettiğini ve Midhat P aşa ile ilgili bir broşür yayın
layarak, Osmanlı yönetimini bir hayli uğraştırdığını müşahede ediyoruz.283 Bu
da eski Hidiv’in olaylarla ilgisini göstermektedir. Ama, Jön Türk hareketleri
olarak nitelendirilen bu eylemlerin, bizim incelediğimiz gruplar ve İttihad ve
Terakki ile alâkası bulunmamaktaydı.
Bu arada göze çarpan diğer bir gelişme, Avrupa’da muhalif ve Jön Türk
olarak nitelendirilen ve Osmanlı azınlıklarına mensup kimselerin çıkarttıkları
yayın organlarmuı sayısında hızlı bir artışın görülmesidir. Ancak, en önde
gelem L’Orient’m, doğrudan ve Georgiades tarafından çıkartılıyor gibi gözü
ken Le Yıldız’m da, dolaylı naşiri olan Nicolaides’in bu faaliyeti Yunan millî
amaçlarına hizmet için yaptığı anlaşılıyor.284 Ama, bu kendisinin Saray ile çev
rede Jön Türk eylemi olarak yorumlanan hareketi konusunda pazarlığa otur
masına engel değüdi ve sözkonusu anlaşmalar sonucu kendisi Saray’ın savu
nucularından birisi haline geIdi.2S5 Benzer bir şekilde, George Badis adlı bir
kişinin P aris’de neşretme tehditinde bulunduğu Genç Türkiye gazetesi ile ay
nı çeşit bir pazarlık yaptığını izliyoruz.289 Bu tür faaliyetler kuşkusuz İttihad
ve Terakki’nin etkinliğini yoğunlaştırmasından sonra da sürdü. Fakat, doğal
olarak iki hareket arasında hiçbir bağlantı kurulmadı.
1890 tarihinden itibaren firar hadiselerinin ve bunlara bağlı eylemlerin
çoğaldığı görülmektedir. Bunları iki kısımda mütalâa edebiliriz. Birinci grup;
olayı tamamen bir şantaj vasıtası olarak görmekte, para koparmak için, mu
halefet hareketi örgütleyeceği şeklinde tehditler savurmakta287, bazen birkaç
134
kişi biraraya gelerek örgütlü bir eylem izlenimini vermeye çalışmakta,263 da
ha sonra ise yapılan bir pazarlık sonucu; uygun bir para veya memuriyet kar
şılığı, sözde muhalefet bir kenara bırakılmaktadır. 1893-1895 döneminde özel
likle Atina’nın bu tür bir muhalefet üssü haline geldiğim görüyoruz. Çeşitli
şekillerde buraya ulaşan bu kimseler uygun şartlar sonunda tekrar yurda
dönmektedirler.288 Bu durum, Meşrutiyetin yeniden ilânına kadar süren bir
özellik olmuştur. Ancak, çok sayıda örneğine rastlanabilecek bu kimseler
ile2®0 ittihad ve Terakki örgütü arasında herhangi bir ilişkiden sözedebilme
imkânı bulunmamaktadır ve dışarıda Jön Türk eylemi olarak değerlendirilen
bu eylemler ile sözkonusu örgütün Saray ile yürüttüğü pazarlıklar arasında
da hiçbir ilinti bulunmaz.
İkinci gruba gelince bunlar gördüğümüz Hakkı Bey benzeri şahsî fakat
ciddî niyetlerle Avrupa’ya veya Mısır’a firar eden kimselerdir. Bunların bir
kısmı Saray ile uyuşarak yurda dönmüştür; ama, amaçlarının bu olduğu söy
lenemez.
Bu duruma ilk örnek olarak, İzmir’in tanınmış gazetecisi Tevfik Nevzad
Bey ile Maarif Müdürü Emrullah Efendi’nin beraberce Cenevre’ye firar ede
rek; Hidınet adında bir gazeteyi neşre başlamaları gösterilebilir.291 Yurt için
deki muhaliflere güç verdiği bizzat onlar tarafından belirtilen bu ilk önemli
firar,282 Saray tarafmdan büyük bir telâşla karşılanmış ve İsviçre hükümeti
(288) H idiv’den de destek olan b u tü r h arek etlere örnek olarak, Fevzi Bey ile
F a h ri Bey ve R ianez Paşa’m n k ita p basm a şeklindeki b ir eylem leri gösteri
lebilir. Bkz. M ilano Konsolosu Je a n S ilv estre’den-M ahm ud N edim Bey’e,
M ilano, 15 E ylül 1894, Rom a B üyükelçiliği A rşivi, K .51(l).
(289) B ir örnek olarak, böyle b ir d av ran ışta b u lu nan M ülâzım M ahm ud Bey gös
terilebilir. Bkz. Cevad Paşa M erhum un Z am an-ı Sadaretinde T a kd im O lu
nan T eza kir-i H ususiyettin Suretlerini H avt D efter, B B A -Y ıld ız Esas E vra
kı, 36/419/146/XV. 4606-7 Mayıs 311.
(290) Ö rnek olarak, P a ris’den dönen ve askerde bulundurulm ası sakıncalı görü
lerek civar b ir vilâyette m ülkiye tab ab etine getirilen Rıza B ey’i v erebili
riz. Bkz. B B A -B E O / Serasker R eft, 257-6/65, 450 (6 M ayıs 313) ve B B A -
BE O /D ahiliye Giden, 96-3/45,649, (6 M ayıs 313)/71339 ve 1035(16 H aziran
313)/72708. F ira r o laylarının olağanüstü b oyutlara varm ası sonucunda a lı
nan te d b irle r için bkz. B B A -Y jS a d a re t H ususî M arûzat, 13 Za 1316/no.l708
ve B B A -Y ıld ız Perâkende, 12 Za 1318/no. 1537.
(291) G azetenin n eşri için bkz. M aarif N ezareti Tezkeresi, B B A -Y /M ü te n e v v i
(G ü n lü k) M arûzat, 20 Ş 1311/no.3257. T evfik Nevzad Bey’in daha evvel
de aynı adla İzm ir’de çık arttığ ı gazete cu m huriyet fikrini yaydığı g erek
çesiyle ta k ib ata u ğram ıştır. Bkz. B B A -Y jS a d a re t H ususî M arûzat, 18 Ra
1304/no.2. C enevre’deki faaliyeti aynı çabaların devam ı o larak y o rum lan
m ıştır. Bkz. B B A -Y /S a d a re t H ususî M arûzat, 21 Ş 1311,/no.2958. D iğer fa
aliyetleri için bkz. Said P aşa’dan-M ahm ud N edim Bey’e, 7/7925, 1 M art
1894 ve M ahm ud N edim B ey’d en -S aid P aşa’ya, 90/19567, 14 N isan 1894. Ro
m a B üyükelçiliği A rşivi, K.50(2). K rş. PRO/F.O. 800/114: Private Papers
o f S ir Philip Currie (Reports: 1893-95), 135/5 (33b), 19 Nisan/94,
(292) Hoca M uhiddin, H ü rriyet M ücadeleleri..., s. 2.
135
ile çeşitli pazarlıklar yapılarak12®3 malî bakımdan da zorluklar içinde bulunan
bu kimselerin birer suçlu olarak yurda iadeleri sağlanmıştır.
136
tinden kaçmadı ve İzmir’de teşkilâtlanmaya çalışan bu kimseler tutuklana-
rak,®83 Bitlis’e sürgüne gönderildi.
Bu gerçekten de İstanbul dışında oluşan önemli örgütlenmelerden biri
siydi ve tutuklananlar arasında vilâyet tercümanı Abdülhaiim Memduh Bey’in
bulunması --ki kendisini daha sonra İttihad ve Terakki ile yakın ilişkilerde
göreceğiz— ve Tevfik Nevzad'm 1895 tarihinde yazdığı bir mektupta Ahmed
Rıza Bey’e selâm iletmesi300 hareketin şahsî boyuttan çıkarak Hakkı Bey’de
gördüğümüz gibi bir ilişkiye dönüştüğü şeklinde yorumda bulunmamızı kolay
laştırıyor.
Nitekim, çeşitli arkadaşlarının serbest bırakılmasına karşılık Tevfik Nev
zat301 Adana Hapishanesinde öldüğü 1906 tarihine kadar hapis ve sürgün şek
linde yaşamını sürdürmek zorunda kaldı. Böylece de şahsî teşebbüs sonucu
başlayan ancak daha sonra örgütsel boyuta dönüşen önemli bir örnek oldu.302
İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin merkez yayın organını çıkartışmdan önce
Avrupa’ya firar eden şahıslar arasında; Londra’da faaliyet gösteren Arif Bey
ile gene bu şehire gelerek eylem imkânlarım araştıran Ahmed Fevzi B eyler
göze çarpıyor. Arif Bey, Ali Şefkati ile ilişki kurmaya çalışmış,3"3 ama daha
sonra Saray ile anlaşarak yurda dönmek zorunda kalmıştır.304 Fevzi Bey’in
de Atina’da, yönetimi telâşa düşüren305 Vatan gazetesinin neşrine karıştıktan
sonra bu şehire geldiği,306 ancak istediği ortamı bulamadığı müşahede edili
yor.
13?
Aym dönemde Tarsusizâde Münif Bey adlı eski bir Mülkiye talebe
sinin Atina’ya firar ettiği ve orada Hakikat adlı bir gazete çıkarttığını gö
rüyoruz,307 Bir süre sonra bu şahıs, Cenevre’ye gelerek gazetesini orada neş
retmeye başladı.308 Her ne kadar bu yayın organının bir örgütün fikirlerini
temsil ettiği şeklinde kayıtlar bazı arşivlerde göre çarpıyorsa da,309 bu örgüt
îttihad ve Terakki Cemiyeti değildi ve Münif Bey’in olumlu ilişkilerine rağ
men hiçbir zaman sözkonusu organizasyona bağlı bulunduğu belirtilemez. Ni
tekim, kendisi Hakikat dergisini İttihad ve Terakki neşriyatı sonrasında da
devam ettirdiği gibi, daha sonra Osmaırh ve Yıldız adında iki gazete neşrede
rek ayrı bir faaliyeti sürdürmeyi yeğledi.®0 Bu şekilde sözkonusu örgüt dı
şında, fakat bir Jön Türk eylemi sayılacak hareketin örgütleyicisi olmuş
oldu.
Böylece 1895 öncesinde faaliyette bulunan beş örgütlü grup ve şahsî ha
reketler ile bunların îttihad ve Terakki Cemiyeti ile olan ilişkilerini tamam
lamış oluyoruz. Görüldüğü gibi, mason teşkilâtı, Osmanlı Islahat Fırkası (P ar
ti Constitutionnel en Turquie), Türk-Suriye Komitesi’nin açık ve örgütlü bir
şekilde ayrı bir faaliyeti organize etmeye çalıştıklarını ve daha sonra İttihad
ve Terakki ile ilişkiler kurmaya çalıştıklarını gördük. Dördüncü grup olan ûle-
ma bir süre bağımsız hareket ettikten sonra, belirtilen örgüte geniş çapta ka
tılmıştır. Ama ûlema, tek parçalı bir yapı olmadığından, onun herhangi bir
hareketin tam arkasında veya tam karşısında olduğunu belirtmek mümkün
olamamaktadır. Benzer açıklama, tarikatlar içinde ileri sürülebilir. Beşinci
grup, Saray darbecüeri olarak karşımıza çıktı. Bunların özellikle 1895
de yoğun faaliyette bulundukarını, daha sonra îttihad ve T e r a k k f y e meylet
138
meye başladıklarını izledik. Nihayet son bir kategori olarak şahsî hareketler
olmakla beraber, örgüte maledilen eylemler üzerinde durduk. Bu son grubun
diğerlerine göre önemi çok azdır. Ama, basit polisiye olayları bile bu şekilde
Jön Türk faaliyeti olarak yorumlayan batı basını,511 bu şekilde sonu gelmeyen
bir eylemi sürekli olarak işlemiştir. Ancak, İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin de;
bütün bu kendisi dışında gelişen ve ona atfedilen faaliyetler dışlandığında bi
le önemli ve can alıcı eylemleri ortaya koyduğu ve bütün bu grupları gölge
de bırakacak güce ulaştığı da bir gerçektir. O halde yapılması gereken; bu
örgütün yapısını, faaliyetlerini ve düşünce sistematiğini incelemek olmalı
dır.
<311) Bkz. «Un Com plotto contro il Sultano,» II Corriere della Sera, 7 Ekim 1894.
O layın tam am en polisiye boyutlu oluşu için bkz. Said Paşa’dan-T evfik F a -
ga’ya, 44/10949,11 E kim 1894. Benzer b ir örnek için bkz. M ahm ud Nedim
B ey’d en -S aid P aşa’ya, 27 H aziran 1893. îlk vesika, R om a B ü yükelçiliği A r
şivi, K.71{3). İkincisi ise gene, Rom a B ü yükelçiliği A rşivi, K .5 0 (l)’de k a-
yıtlıdir.
139
BELGELER — AÇIKLAMALAR
140
İmparatorluğun çeşitli eyaletleri için bir home rııle sisteminin mutlak zarure
tini gördüğü müddetçe en samimi dostları olarak kabul edeceklerdir.
Osmanlılar Graad old Man’a Türk milletinin bütün namuslu ferdlerinin
Ermenistan’daki Hristiyan kardeşlerine karşı girişilen iğrençliklerin yanın
da, Saray tarafından tayin edilen yiyicilerin yönetimine karşı bir seneyi a-e-
kın bir süredir isyan halinde bulunan Arabistan’daki Müslüman kardeşlerinin
yok edilmelerine karşı çıktıkları teminatını verebilirler.
(İzleyeceği) politikayla, onları her türlü insanlık ve vatandaşlık hakların
dan mahrum kılan ve bu şekilde, Müslümanlığın en kutsal buyruklarına teca
vüz eden cani oligarşiden kurtulmalarına katkıda bulunursa M. Gladstone’a
ebediyen minnettar kalacaklardır.
Türkiye’de dürüst ve modern insani ilkelere uygun bir idare rejiminin te
sisi için ortaya çıkmış olan Osmanlı hareketi gizli devresinden çıkıp aktif saf
haya girmenin arefesindedir. Açıkça Yıldız anti-Hilafet’i tarafından yönetilen
baskı ve ahlaksızlık fırkası artık (aydınlık yerine) karanlık (saçan) son ışık
kırıntılarını harcamaktadır. Onu destekleyen genel siyasi durum, özellikle İn
giliz Parlamentosundaki dün akşamki oylamadan sonra, Tanrının izniyle,
önemli değişikliklere uğramıştır. Oyun artık saray paşaları ve beyleri, mille
tin bu arlanmaz sömürücüleri için kaybedilmiş sayılabilir.
İşte bu sebeple, ırk ve din farkı gözetmeksizin bütün Osmanh vatanse
verlerini, bütün mazlumları yakın geleceğe tam bir güvenle bakmaya ve ka
zanılması mutlak bir zaferi, müşterek düşmanlarımızın halkın haklarına ve
hürriyetine karşı ustaca kötüye kullanmaktan geri durmayacakları münferid
ve düşüncesiz hareketler yüzünden tehlikeye atmamaya davet ediyoruz.
Osmanlı tahtının şerefini lekeleyen zındıktan ümid edilecek hiçbir şey ol
madığını biliyoruz. Vatan ve kendisini çevreleyen bir avuç necis vicdansız
arasında tercih yapmaya zorlandığı per çok defa, her keresinde, edepsizce
ve hayasızca, onları yeğlemiştir. Meşhur sadrıazam Midhat P aşa’ya hitab et
tiği 3 Zilhicce 1293 tarihli Hattında millete verdiği şatafatlı vaadleri de bu
yüzden tutmamaktadır.
Ancak bu iyiniyetli vatanseverler için, yürekten sahip çıktıkları selamet-i
amme ve insanlık davasına zarar verebilecek şiddet ve ihtiyatsızlıklarda bu
lunmaları için yeterli bir sebep teşkil etmez. Maruz kaldıkları bütün tahrikle
141
re rağmen, amaca yaklaştığımız ve hiçbir şeyin hiçbir suretle bizi ondan uzak-
laştıramayacağı şu sırada her zamankinden daha sakin davranmalıdırlar,
OsmanlIlar! Tiran Abdülhamid ektiğini biçemeyecektir, ve hasat da kendi
ni artık fazla bekletmeyecektir. Tırpanlar hazır ve sağlam ve güvenilir adam
lar ve on altı senedir bütün vatanseverlik ve dürüstlük ruhunun tamamen or
tadan kaldırıldığı bu yerde bile tetiktedirler. Zamanı geldiğinde bu insanlar
vatandaşlarının hakkettikleri adalet ve medeni ve siyasi haklan ve ülkeyi ta
miri mümkün olmayan bir felaketten kurtarabilecek yegane (çare) olan sağ
lam bir rejimi sağlama fırsatım kaçırmayacaklardır.
Le Comitfe Liberal Ottoman
Constantinople
27 Kasım 1895
no. 891
Lordum,
Size Osmanlı Hürriyetperverân Cemiyeti (Ottoman Liberal Committee) ta
rafından hazırlanan ve cemiyetlerinin görüş ve'am açlarım ortaya koyan bir
beyannâmenin tercümesini ilişikte sunmakla büyük bir onur duymaktayım.
Yüksek Saygılarımın kabûlünü arzederim
Sayın Lordum
Lordluğunuzun abd-i memlûkleri
Philip Currie
Marquis of Salisbury
[Dışişleri Bakanı],
Bkz. PRO/F,0.78/4623.
Suret.
Osmanlı Hürriyetperverân Cemiyeti Beyannâmesi
142
kın geçmişten başka hiçbir şeyi hesaba katmaz iken cemiyetimizin kuruluşu
1875 e kadar gitmektedir.
Memleketin huzurunu kalpten arzulayan cemiyetimiz, bütün mühim âzâ-
larmın durumu idame ettirebilmek için cebir ve gösterişe dayanan Abdülha-
mid saltanatının ilk senelerinde birbiri ardınca memleketi terk ettiklerini mü
şahede eylemiştir.
Nazarlarınızı son yirmi sene üzerinde sabitleştiriniz. Tarihimizin bu son
merhalesi ahlâkî değerlerimizin inkırazına ve temel kanunlarımızın dayanak
larının yıkılışına şahit olmuştur. Erkânın fikirleri satılmıştır, âmme varida
tı yağmalanmış başta Sultan olmak üzere bütün gasıblar iktidara ve ülkenin
idaresine hükmeder olmuşlardır. Akılalmaz zenginlikler bir kaç kişi tarafın
dan toplanmış, intihal tertipli mahiyette tatbik olunmuş, ordu ve donanma Sul-
tan’rn maiyetine terk olunmuş, binlerce insanın kanı akıtılmıştır. Bütün bun
lar yakındaki felâketin habercisidir.
Bu kötü gidişi durdurmak için kendilerini vatana feda edenler, uzun za
mandan beri pek lâfı edilmeyen Osmanlı Hürriyetperverân Cemiyeti’ni yeni
den tesis etdiler. Cemiyetimizin sebeb-i vücûdu ise bervech-i âtidir:
1. Hukuk-u Siyasiyede müsavat.
2. Türkiye’de ikamet eden herkesin şeref, hayat ve mülkiyetlerinin temi
natı.
3. 1876 Kanun-i Esasî’sinin ve Sultanlarımızın bahşettikleri, fakat Zât-ı
Şâhâneleri şanlı Abdülhamid II sayesinde sönük kelimelere tahavvül
etmiş olan hürriyetlerimizin yeniden mer’iyete vaz’edilmesi.
4. Beşeri hürriyetlerin ilânı ve Kanun-i Esasî’nin 6, 9 ve 10. hükümleri
nin tatbik olunması.
Osmanlı Hürriyetperverân Cemiyeti
Şiarımız: İttihad ve Müsavat.
Bkz. PRO/F.O. 78/4623.
BELGE: III — Cem iyetin bu kez Dam ad Mahmud Paşa’nm yurt dışına fira
rından sonra yayınladığı bir beyannâme, özellikle dış müdahale konu
sunda dengeli bir tutumu gözler önüne sermektedir. M etin aynı zaman
da; sözkonusu örgütün ilk beyannâmesinde görülen temaları da tek
rarlamakla beraber, diğer muhalefet teşekküllerine göre değişik bir üs-
lûb kullanmayı tercih etm ektedir:
Suret
Sirküler.
Comite Central Liberal Ottoman
Constantinople, 21 Haziran 1900
Kâm nâ kâm cemiyet hayatı ve idareye de teşmil olan görülmedik fena
durum son aylarda haksız keyfî idare ve idareciler vasıtasıyla çok şiddetli
143
bir merhaleye duhûl etti. İdareciler, cebr ile topyekûn bir sükûta itmek iste
dikleri cemaat içinde münakaşa kabûl etmez hareketler müşahede edince hay
rete düştüler.
Yüksek tabakadan mühim zevat, ûlemaya mensup muteber faal âzâlar, si
yasî yazarlar ve kanun yapıcılar gibi faziletlerle meşhur olan müşavirler,
mevcut idarenin tahripkâr icraatından meftûr olanlar lüzûmlu olan safvet-i
vicdana başladılar ki, tevkif edilen bazıları Sarayda bile hür kanaatlerini sa
rih olarak beyân etmekte tereddüt etmediler.
Türkiye’nin geleceğinin umudu olan genç insanlar henüz nihayete erme
miş mücadele sebebiyle bağımsızlık özelliğinin emaresini tespit ettiğimiz an
cak onlara hapis veya sürgüne mâlolan mertçe tutumlarıyla cesaretlendiler.
Nihayet hanedân mensubu bir zât, Sultan’ın eniştesi Avrupa’da aile bağları
nın mezun kıldığı oranda iğrenç idare hakkında şikâyetlerini beyân etti.
Pâyitahttakilerin gözlerini açmalarını ve faydalı ıslâhat yapma cihetine
gitmelerim lüzûmlu kılan bu olayların yeni baskıları, hapisleri, sürgünleri ve
belki yok etmeleri tahrik etmekten başka sonuçlan olmadı. Sultanın arlanmaz
şirretlikteki idaresi eski cinayetlerini yeni cinayetlerle kapatma cihetine gi
diyor. Konuşan, tartışan ve karşı çıkanları hapsediyor, sürüyor ve öldürüyor.
Ancak cemaatin bilinci tartışma kabûl etmez, ağırlaşan baskıya karşı halk
keyfî idarenin hudutsuz iflâs, kokuşmuşluk ve yüz karası durumunun onda
uyandırdığı tiksintiyi açığa vuruyor ve harekete geçiyor.
Üzücü sonuçlara yol açan bu durumun devam etmesi karşısında Osman
lI teb’asının muhtelif kavim ve mezhepleri, Ermeniler ve Rumlar ile beraber,
umumî sulhperver olan bizler insanlık ve vatanperverlik duygusu içinde bir
birimizle tesanüt içinde olmalıyız.
Osmanlı Hürriyetperverân cemiyeti Merkez-i Umumisi, ülkeyi kana bu
layan son olaylardan sonra kaçınılmaz gerekliliğini düvel-i muazzamamn da
anlamış bulundukları, dost ve müttefik devletlerin yardımına sırtını dayamış
olan hükümeti dost ve müttefik devletlerin destek ve müzaheretim Türkiye’
nin temeddününe yarayacak umumî ıslâhatın yapılması yönünde kullanmadı
ğı için suçlamaktadır.
Osmanlı Hürriyetperverân Cemiyeti Merkez-i Umumisi, düvel-i muazza-
manın Elçiliklerinden bu beyannâmenin ciddî olarak gözden geçirilmesini
saygıyla rica ve bütün harcıâlem mülâhazatın karşısında kaybolacağı mute
ber ve mukaddes gâyemiz olan ‘Vatanın Selâmeti’nden hangi şartlar cari olur
sa olsun vazgeçilemiyeceğini beyân eder.
Bkz. PRO/F.O.78/5060.
BELGE: IV — Ahm ed Rıza Bey kendisi ile temasa geçen mason ileri gelenle
ri ile görüştükten sonra onlara ait nizâmnâmeleri ve ilkelerine ait eser
leri incelemiş ve iki açıdan olumsuzluğu ağır basan bir cevap vermiş
tir. Bunlardan birincisi, bu örgütün dinî, konulara yaklaşımı ile kendi
sinin pozitivist görüşleri arasındaki uyuşmazlıktır, İkinci olarak Ah
m ed Rıza Bey, mason örgütlerindeki hiyerarşik yapı hakkında fazla
144
ca olumlu bir kanaate sahip olamamaktadır. Bütün bunların dışında
mektup Ahm ed Riza’nm bilim hakkmdahi kanaatlerini belirtmesi bakı
mından da son derece ilginçtir. M ektupta herhangi bir hitap cümlesi
kullanılmamıştır t
146
Üzerinde durduğum sakıncalar konusunda tam aydmlanamadığını sürece
kuşku duymam zorunludur hattâ bir ödevdir.
Saym başkan, açık yürekliliğimi hoş göreceğinizi umarım. Ben hiçbir su
rette size bir hasım değilim. Zaten siz de sizinle aym fikirleri paylaştığımızı
ifade ediyorsunuz. Bununla beraber, açıkça husumetini belirtenin kuşkulu bir
yandaşdan daha tercihe şayan olduğu kesindir.
Mason düşüncelerinden daha net ve açık olan bilimsel gerçeğe inanmak
la kendimi daha özgür hissediyorum.
Mason düşüncesi ve amaçları konusunda belki yanlış düşünüyorum. Bel
ki de yeterli bilgiye sahip değilim, ve öğrenmek istiyorum. Zira hiçbir şey si
zinle çalışmak, sizlerle birlikte insanların entellektüel gelişmesine katkıda bu
lunmak kadar bana bir şeref veremez.
Ben Masonluğa birşeylere faydalı olmak ve görevimi lâyıkıyla yapabil
mek için girerim. Sadece üyelik unvanına sahip olmak neye yarar?
Bu mektubu kardeşlerinize göstermenizi ve üzerinde durduğum görüşler
hakkında ne düşündüğünüzü Öğrenmek isterim.
Saygılarımla
17 Kasım 103[1892]
Bkz. Ahmed Rıza Bey Evrakı/Özel Arşiv.
BELGE: V — Konunun Saray tarafından büyük bir ehem m iyetle ele alınmasın
dan sonra, Antopulo Paşa’nm Ingilizler nezdinde yoğun girişimler baş
lattığım görüyoruz:
1.
S. Ex. Anthopulos Pacha
â
S. Ex. Tahsin Bey
Yıldız
Le 13/26 Avrii 1901
Mahremâne
Mabeyn-i Hümayun Cenâb-ı Mülûkâne Başkitabet-i Celilesine
147
duhûlü derhal Hariciye Nezaret-i Ceiiîesme iş’ar olunmuş olduğu gibi şayed
böyle bir mektub kendüerine tebliğ olunacak olur ise dere ve ilân etmemele
ri zımnında bura gazeteleri ııezdinde dahi teşebbüsât-ı iâzımada bulunulmuş
ve mamafih böyle bir mektubun İngiltere kasabalarından birinde bir gazete
vasıtasıyla neşr edildiği ve hattâ bunun üzerine Manehester şehrinde bulunan
İngiliz Franç Maçonları tarafından bir miting ictima’ı mutasavver olduğu is
tihbar edilmiş olmağla derhal tahkikat-ı lâzunaya bilibtidar mahsusan Mane
hester şehrine göndermiş olduğum emin bir zât vasıtasıyla mezkûr mektub
hakikaten şelır-i mezkûrdan demiryol ile bir saat mesafede bulunan «Gordon»
nâm şehirde çıkan bir gazeteye dere etdirildiği tebeyyün eylemesiyle birkaç
nüshası tedarik olunmuş ve. mezkûr cemiyetin adem-i ietima’ma dahi muvaf
fakiyet hasıl ölmüş ve mâr-el-zikr henüz dest-res olmazdan evvel böyle bir
mektub gelib gelmediğinin ve gelmiş ise kral-ı müşarünileyh hazretleri ta ra
fından ne cevab verilmiş olmâsmın anlaşılmasıçün Foreign Office ııezdinde
edilen teşebbüsât-ı hususiye-i hatırâneme cevaben Hariciye Nezaretince buna
dair asla malûmat olmadığının beyânıyla beraber işin hususiyeti cihetiyle sa-
ray-ı kralîden sual ve istizâh-ı madde edilmek dahi usûl ve vazifesiyle teva
fuk edemiyeceği ifade olunmuş ise de bervech-i arz muahhar en istihsâl eyle
miş olduğum mezkûr gazete nüshalarının birisini bundan bir hafta evvel Ha
riciye Nazırı Lord Lansdowne cenâblarına bilirae tekrar teşebbusata mühade-
ret ve kendisine gerçi vehle-i evvelide bu işler sıfat-ı hususiyeti inkâr oluna
maz ise de doğrudan doğruya İngiltere devleti ile münasebât-ı muhalesetleri
derkâr olan metbu’-i mufahhamım zât-ı şevketsımât cenâb-ı mülûkâne ve bi
naenaleyh min ciheten politikaya taallûk eder bir madde olduğunu müşari-
leyhe beyânıyla böyle bir mektubun vürûd edüb etmediği vürûd etmiş ise bu
babda ne muamele cereyân eylemiş olduğunun bilinmesi nezd-i çâkerîde bega-
yet müstelzim olduğundan bu babda tensîb edeceği suretle tahkik-i madde
ile câkerlerine malûmat ita eylemesini suret-i hususiyede rica ve iltimas ey
lemiş olduğumdan müşarileyh nüsha-i mezkûreyi kabûl ile bendelerini mem
nun etmek içün çalışacağmı vaad eylemiş ve filvaki’ bundan iki gün evvel
kendisiyle görüşdüğümde hakikaten ve imzasız olarak saray-ı kralîye böyle
bir mektubun vürûd etdiğini ve fakat nazar-ı ehemmiyete almmayub ahz ü
kabzına dair cevab verilmemesi içün kral-ı müşarileyh hazretleri tarafından
icab edenlere emir verilmiş olduğunu beyân eylemiş olmasıyla bu babda iz
har eylediği nezaketden dolayı Lord-u müşarileyhe beyân-ı teşekkür olunmuş
olduğunu ve bir de tahkikat-ı çâkerâneme göre böyle bir mektubun Londra’ya
gönderildiği, mevaddını buraya Atina’dan verilerek Londra gazetelerinden
birisine dere edilememiş olmasıyla öyle ehemmiyetsiz bir kasaba gazetesine
dere etdirilebilmiş olduğu ve mektubun imzasız olarak gönderilmiş olmasına
nazaran bunun İstanbul Frane Maçon locası tarafından gönderilmeyüb bir
fikr-i mel’unâneye mebni bunun desayis ve müfsidin tarafından ihtira’ ve ta
savvur edilmiş bir şey olduğu derkâr olduğundan keyfiyetin arz ü beyanıyla
ve mektub-i mezkûrun bir nüsha-i matbuasının aynen ve leffen takdimine mü-
saraat kılınmış olmağla olbabda.
Bkz. Londra Büyükelçiliği Arşivi, K.383(6),
148
Antopulo P aşa’mn konu üzerindeki çalışmasını yoğun biçimde sürdürdü
ğünü bu arada Lord Salisbury’nin rahatsızlığı nedeniyle gerekli girişimlerde
bulunmamasının Saray üzerinde doğuracağı tepkilerden çekindiği görüyoruz.
(Bkz. Antopulo P aşa’dan-Tahsin Bey’e, Mahremâne telgraf, 4 Mayıs "1901,
Londra Büyükelçiliği Arşivi, K. 383(6).) Saray ise Antopulo’nun bu konudaki
faaliyetini ve Ingilizlerin tutumunu büyük bir sevinçle karşılamıştır. (Bkz.
Tahsin Bey’den-Antopulo P aşa’ya, 3 Mayıs 1901, Londra Büyükelçiliği Arşivi,
K.383(6).) Ancak, Antopulo P aşa’nm olayın ehemmiyetini azaltmak için gay
ret gösterdiği açıkça belli olmaktadır. Ayrıca bu konudaki bügileri, Paşa, özel
istihbarat memuru aracılığıyla toplamıştır:
Z.
Devletlû Efendim Hazretleri,
Mazrufen Freemason Cemiyeti tarafından haşmetlû Kral Hazretlerine ir-
sâl olunan mektubun sureti bura gazetelerinde neşr olunduğunu haber alır al
maz mazruf bulunan suretinin elde edilmesine muvaffak oldum. Halbuki han
gi gazetede olduğunu el’an anlayamadım. Sâye-i devletlerinde muvaffak ola
cağıma eminim. Bu mes’ele bura ahalisi nezdinde bir te’sir [icra! etmiş işbu
mazruf bulunan evrakı iade etmek şartıyla aldım. Halbuki bugün herhalde
hangi gazetede olduğunu anlayarak birkaç nüsha iştira’ edeceğim... Olbabda
emr ü ferman hazret-i men leh ül emründür.fî. 15 Nisan 901
Kulları.
Bkz. Londra Büyükelçiliği Arşivi, K.383(6),
3.
Devletlû Efendim Hazretleri,
Mâh-ı hal 9 tarihli Daily Mail gazetesinin nüshası İngiltere’ye mahsus ol
mayub Manchester’e mülhak Gorton nâm mahalde tab’ olunan Dersaadet ma
son cemiyeti tarafından İngiltere Kralı Haşmetlû Edv/ard Hazretlerine Sultan
Murad Hazretlerinin tahlisi hakkında merhamet-i kralıye iltica etmelerini ha
vı görülen mektub üzerine Manchester’de bulunan mason cemiyeti bir miting
yapmak cemiyet-i mezkûre lodge m aster’i bulunan Duke of Kenetth’e bildi
rilmesi dahi dermeyan edilmiş ise de Manchester’de mukaddema vücûdu olub
sâye-i devletlerinde feshedilen mülga Murad Cemiyeti bu gibi şeylerin lüzû-
mu olmayub zât~ı hazret-i şehriyârîye karşu böyle bir teşebbüsün lüzûmu ol
madığım her tarafa bildirerek miting-i mezkûr geriye kalmışdır. Keza Lond
ra şu’besi dahi sarf-ı nazar etmişdir... Olbabda ve her halde emr ü ferman
hazret-i men leh ül emründür. fi. 18 Nisan 901.
Kulları.
Bkz. Londra Büyükelçiliği Arşivi^ K.383(6).
150
4.
BELGE: VI - A
Comite Central Liberal Ottoman
Osmanlı Hürriyetperverân
Fırkası Hey’eti Merkeziyesi
Sayın Bakan,
151
Durumun 1398’den beri daha kötüye gitmesiyle [söylediklerimiz] özellikle
Fransa için açıklık kazanmıştır. Memorandumumuzda belirttiğimiz mülâhâzâ-
tımızın yalnızca ziyadesiyle güçlendiğini ve celbetmek cüretinde bulunduğu
muz Ekselanslarının nazar-ı dikkatini çektiğini düşünüyoruz. Doğu’da çok cid
dî olayların arifesinde ülkemizin sayısız kötülükleri def’atle yaşamış bedbaht
halklarının, arzu ettiği barışçı ve İnsanî vasıtalarla acılarını izale etmenin
tam vaktidir.
Ekselânslarmca yüksek saygılarımızın kabulünü istirham ederiz.
Constantinople
4 Ekim 1901.
Bkz. Affaires etrangeres-Nouvelle Serie, Vol.III (1899-1901), ss. 270-271.
152
153-
154
mektubun m etni aşağıdaki gibidir;
156
hürriyetini de kaybeden talihsiz bir imparatorun bahsedilen insafsız muha
kemelerinin hafifletilmesinde sadece daha iyi muamele taleb etmek için bu
tedbiri almaktadırlar.
Majestelerinden, bir siyasî görüş açısından değil, fakat bir insanlık mese
lesinde ricada bulunma cüretini göstermekteyiz. V. Murad için hasta olsa da
hi hür bir insanın daimî haklarını talep etmekteyiz.
Majestelerinin, kendi saltanatlarım yükseltirken, majesteleri gibi veliaht
iken dostu olduğu ve acımasız kaderin kendisine bu asrın şehitler menkıbesin
de oldukça üzücü bir yer ayırdığı bir kardeşin talihsizliğini hatırlayacağım
büyük bir arzu ile ummaktayız.
Bu umut ile majestelerinin en âciz ve müteşekkir kulları olmanın onuru
nu taşımaktayız.
Bkz. Daily Mail, 9 Nisan 1901, s. 5.
L
Rumeli Vüâyât-ı Şâhânesi
Müfettiş-i Umumiliği
Aded
Selânik Vüâyetrnin 5 Teşrin-i sânî 323 tarihli tezkeresi suretidir.
21 Teşrin-i evvel 323 tarihli tezkere-i samiyeleri cevabıdır. Mason cemi
yetinin kırk elli seneden beri Dersaadet ile memalik-i şâhânenin bir hayli şe
hirlerinde ve yirmi beş seneden beri de Selânik’de mevcud olduğu cümlenin
malûmu bulunduğu gibi beş seneden beri bu havalide bulundukları cihetle ce
miyet-i mezkûrenin vücûdu zât-ı âli-i asâfânelerince dahi malûm olmak lâzım
gelüb ancak bunun müntesibleriııin kimler olduğu hakkında kanaatbahş-i vic
dan olacak hiçbir emare olmadığı muhakkak ve fakat burada Yahudilerden
bir mikdarımn bu mesleğe salik oldukları ve Selânik eşrafından Rahmi ve
Midhat Beylerle Fazlı Necib Efendi’nin de mason oldukları rivayet kabilin
den mesmu’ ve mübâlât-ı diniyesi olmayanlara mason denilmek öteden beri
müttehiz bir âdet olduğu ve birçoklarma da bera-yı istihfaf masonluk isnad
edildiği cihetle bunların hakkındaki isnadatm hangi nev’e dahü olduğu gayr-ı
malûm....
Bkz. BBA-Yıldız Esas Evrakı, 30/1190/51/78(1).
157
2.
Rumeli Vilâyât-ı Şâhânesi
Müfettiş-i Umumiliği
Aded
907
Mabeyn-i Hümayun Cenâb-ı Mülûkâne Başkitabet-i Celüesine,
Devletlû Efendim Hazretleri,
Cevaben arz ü takdim kılınan 4 Teşrin-i sânî tarihli ve 798 numerolu ari-
za-i çâkeriye lahikadır. Varaka-i ihbariyede mason oldukları münderie bulu
nan Selânik eşrafından Rahmi ve Midhat Beylerle mektubî muavini Fazlı Ne-
cib Efendi’nin hâl ve siretleri hakkmdaki malûmat ve mütalâaları Selânik va
lisi devletlû Paşa hazretlerinden bâtezkere-i mahremâne isti’lâm olunmuş idi.
Mümaileyhümanın erbâb-ı sadakatdan olduklarına ve muhall-i sadakat hiç
bir hareketleri görülmediğine dair cevaben alınan tezkerenin sureti leffen
huzûr-i samî-i fahimanelerine takdim kılınmış olmağla olbabda emr ü ferman
hazret-i men leh ül emründür. 12 Şevval 325 —6 Teşrin-i sânî 323.
Rumeli Viiâyât-ı Şâhânesi
Müfettiş
Hüseyin Hilmi
(Mühür)
Bkz. BBA-Yıldız Esas Evrakı, 30/1190/51/78 (II).
158
sonluğun gelişen olaylarda oynamış olduğu rol üzerine bir soru sordum. Beni
şöyle cevapladı :
Farmasonluğun, özellikle İtalyan Farmasonluğunun desteğini arkamızda
hissetmiş olduğumuz doğrudur. Selanik’te bir çok loca mevcut: Bunlar* F ran
sız Grand Orient’ma bağlı Veritas, İspanyol Grand Orient’ma bağlı Perseve-
ranza, ve Yunan Grand O rjentina bağlı Philippos’dur ki bu sonuncusunun yal
nız milliyetçi bir amacı vardır. Gerçeği söylemek gerekirse yalnızca ilk ikisi
bize yardımcı olup dayanak oluşturdular. Çoğumuz mason olduğu için bu lo
calarda masonlar gibi toplandık, ancak aslında amacımız örgütlenmekti. Ayrı
ca üyelerimizin büyük bir bölümünü bu localara aldık ki bunlar hem localar
için bilgi topluyorlardı, hem de cemiyetimiz [İttihad ve Terakki] için bir kal
bur görevi görüyorlardı. Bir keresinde İstanbul’da, orada yürütülen gizli ça
lışma hakkında önemsiz kuşkular belirmişti. Gereksiz yere, hafiyelerin oldu
ğu sanısına varılmıştı. Localar, gerektiğinde, İtalyan Elçiliği aracılığıyla gi
rişimde bulunacağı umulan İtalyan Grand Orient’ma başvurmuşlardı, İşte,
olayla ilgili olarak, zaten çok faydalı olan Farmasonluğun desteği.»
Biz uzun zamandan beri, dördü aynı zamanda bir çok üyesiyle bizim abo
nemiz olan bu çeşitli locaları tanıyoruz. Ayrıca İspanyol Grand Orient’ma
Ob.. altında bağlı Perseverancia locasına kuruluşundaki katkılarımızı yeniden
anımsıyoruz.
Öte yandan, Türkiye’de güncel olarak gelişen olayların, bizim «Farmason
luk ve Doğu Sorunu» başlıklı makalede geliştirdiğimiz programın uygulanması
olduğunu <?özönünde tutuyoruz. Biz, eğer, P aris’te mülteci olarak yaşayan Jön
Türk önder Ahmed Rıza Bey’den esinlenmemiş olsak «kahince» diye nitelendi
rilebilecek bu makaleyi, yeniden okuduk. Biz bu makaleyi, temel ilkelerimize
uygun Masonik bir bakış açısından hareketle, tüm dini ve kavmi düşünceleri
göz önüne almaksızın Makedonyadakileri, bölünmüş ve Türkler, Rumlar, Bul-
garlar, Sırplar ve Romenler adları altmda birbirlerini boğazlayan insanlar
olarak görmek istemediğimiz için yazmış ve demiştik ki; Bizans İmparatorlu
ğunun Türklerce fethinden kaynaklanan kinlerin beş asır sonra varolma hak
kı olamaz. Irklar kaynaşmışken dini ayrımları körüklemek, insanları gruplara
bölerek, gruplardan her birinin iktidarı ele geçirerek diğerleri üzerinde dik
tatörlük uygulamak istemelerinin bahanesinden başka bir şey değildir. Katık
sız bir Masonik Doktrin çerçevesinde, sonunda, tüm Osmanlılara artık tut
saklık içinde değil, fakat özgürlük içinde eşitlik dilemiştik.
L’Acacia, çoğunluğunun Rum veya Bulgar yandaşı olduğu ve hiç birisinin
Türkiye’nin bütünlüğünü sürdürecek adalet fikrini desteklemediği Paris ba
sınında bu tezi alçakgönüllü olarak savunan tek aylık dergiydi. Biz haklı çık
tık, ancak kendimize ihtilalde en ufak bir pay atfetmiyoruz. Sadece sorunu
doğru olarak görmenin onurunu ve önceden gerçekleşmez bir son peşinde ko
şan ve boş düşleri savunan ayaktakımı olarak tasavvur edilen Jön Türk P a r
tisini desteklediğimizi üstleniyoruz.
(*) İtaly an G rand O rien t’m a bağlı M acedonia R isorta ve Labor et Lux,
153
Öte yandan L’Acacia Yönetimi 8-2-1903’te, Doğulu Hıristiyanlar yararına
düzenlenen gösterinin Düzenleme Komitesi başkanı Bay d’Estournelles de
Constant’a bir mektup göndermiş ve burada, Avrupa için Türkiye’nin parça
lanmasından kaynaklanacak tehlikeli sakıncaları ortaya çıkaracağı ve Hıris-
tiyanlardan daha az ezilmeyen Müslümanların da Hıristiyanlar kadar ilgiyi
hakettikleri belirtilerek bu gösterinin ayrılıkçı özelliği kınanmıştı. Daha sonra
şu cevabı aldık :
160
Le Temps’a göre bu niteleme, Macedonia Risorta locası üyesi Refik Bey
tarafından ileri sürüldü. Biz Masonluk Saygısı gereğince Refik Birader’den,
locamızı ilgilendiren ve kendisine mal edilen sözleri, resmî olarak yalanla
masını rica ettik.
Aşağıda konuyla ilgili olarak, isteğimiz üzerine Macedonia Risorta locası
aracılığıyla bize ulaşan Refik Birader’in metne uygun beyanını sunuyoruz:
«Ben mülâkatımda, ikisi İtalyan, biri Fransız, biri İspanyol ve birisi de
Rum olmak üzere Selanik’te beş adet locanın bulunduğunu söyledim. Fakat,
locadaki toplantı ve siyasî meselelerle ilgili tartışmalarımız hakkında konuş
madım. Bütün beyanatımı, Farmasonluk Komitesi mensubu olarak hepimizin
de kolaylıkla kabul edeceğimiz bu anlam ile mahdut tuttum. Çünkü, biz, bü
tün üyelerin (aday) diğerleri (FF.:) tarafından çok titiz bir sınava konu oluş
turduklarını düşünmüş ve onların ahlâkî zihniyetlerine güvenmeyi gerekli gör
müştük. Kesin olarak denilen budur ve arzu ederseniz sonuç itibariyle, bunu
neşredebilirsiniz.»
Sayın Yazı İşleri Müdürü, Refik Birader’in bu sarih beyanatını dergini
zin gelecek sayısında neşrederseniz size minnettar kalacağız. Önceden tüm
samimî teşekkürlerimizle.
Philippos R .: L.: adına
Dr. D. MARGARITTI, Ven.:
Bkz. L’Acacia, no.71, Kasım 1908, ss. 321-322.
Lettres Ouvertes.
Birinci Mektub
Comite
du
P arti Constitutionnel Ottoman
â
Constantinople
Paris, 25 Ocak 1895.
Efendimiz,
Bilâtereddüd, kendi kendimizi aldatmadan kabul etmemiz gerekir ki, Tür
kiye hâl-i hazu’da zât-ı şâhânelerinin tahta cülûslarından evvel emsali names-
/ bûk bir buhran ile karşı karşıyadır.
161
Bu vaziyetten telâşa düşen İstanbul’daki «Comite du P arti constitution-
nel» derin bir vatanseverlik hissine tabi’ olarak, zat-ı şâhânelerini bu vahim
durum hakkında ve memleketin karşı karşıya bulunduğu mehalik hususunda
tenvir etmek gayesiyle, dikkatle okumak lûtfunda bulunacağı ve çâre bul-
makda çok geç kalınmadan tehlikenin bertaraf edilmesi için gerekli tedâbiri
alacağı umuduyla, zât-ı şâhânelerine birkaç mektub takdim etmeği vazife ad-
detmişdir.
Avrupa bugün İmparatorlukda vuku’buîan hadisâtm seyrini ve bilhassa
pâyitahtta câri olan idareyi çok yakından takib etmektedir; olayların günlük
seyrine çok özel bir dikkat yöneltmekte ve Türkiye’nin işlerine bir kere daha
müdahale etmek için sadece uygun zamanı kollamaktadır.
Memleketin halen marûz kaldığı bu kaygı verici vaziyet, çekinmeden ifa
de etmek gerekirse, on sekiz senedir süregelen otokratik ve mutlak bir reji
min yarım asırda meydana getirilen reformları ortadan kaldıran ve İm para
torluğun bütün İdarî birimlerinde kargaşa ve düzensizliği doruğa çıkartan bir
rejimin neticesidir. İşte, on sekiz sene önce ortaya çıkan ve gittikçe yayılan
bu rejim 1878 de İmparatorluğumuzun paylaşılmasına sebeb olmuştur ve gele
cekte de memleketi uğursuz olduğu kadar tehlikeli bir takım hadisâtın kuca
ğına itecektir.
Zât-ı Şahaneleri atalarının tahtına çıkdığı vakit kendisinden evvelki iki
selefi Sultan Murad ve Sultan Abdülaziz’in bilgelikleri sayesinde çok zengin
bir İmparatorluk, kalabalık, iyi eğitilmiş ve tam teçhizatlı bir ordu, sınırsız
savaş levazımatı ihtiyatı, organize ve memlekete yaraşır bir filo, kusursuz
çalışan bir İdarî mekanizma, iyi hazırlanmış kanunlar, kulları arasında sa
mimî bir ittifak, tek kelime ile mükemmel bir huzuru yaşayan bir İm para
torluk bulmuştur.
Efendimiz, yeri geldikçe, istatistikler ve kesin resmî rakkam lar ile hem
İmparatorluğun, zât-ı şâhâneierinin tahta çıktıkları gündeki durumunu orta
ya koyacağız, hem de bugünkü halini gözönüne sereceğiz. Zât-ı şahaneleri böy
lece Türkiye’nin ne kadar toprak, insan ve kuvvet kaybı olduğunu ve Avrupa
nazarında ve hattâ Müslüman ülkeler nazarında prestijinin nasıl silindiğini
görebileceklerdir.
Her şeyden önce Sultan Abdülaziz ve Sultan Murad’ın iktidardan düşme
lerine yol açan esbaba majestelerinin nazar-ı dikkatlerini çekmekte fayda
vardır.
Halkın, bu iki hükümdarın şanlı saltanatları zamanında serbesti içinde
yaşamasına rağmen, bütün Osmanlılar yarım asırdan beri özellikle Abdülaziz
zamanında Türkiye’de icra edilen ıslahatın yetersiz olduğu diğer Avrupa güç
leri ve hattâ bir zamanlar Bâb-ıâli’ye tabi’ olan devletlerle aynı seviyede ola
bilmek için getirilecek daha başka yenilikler olduğu, asrımızın ieâbatıyla da
ha uyumlu halde radikal bir ıslahat sisteminin, bütün halka adalet ve müsa
vatı yayan, mutluluğuna katkıda bulunan ve milletin yüceliğini ve refahını
sağlamlaştıran liberal kanunların temellerini atmak gerektiği konusunda bir-
162
leşiyorlardı. Hükümdarın, mutlak kudretini ve memleket -işlerine karışması
nı, vükelânın mütekabil mesuliyeti ve milletin kontrolünü sağlayarak kısıtla
mak gerektiği kabul ediliyordu. Tek kelime ile, her OsmanlInın hayatım ve
şerafini garanti altına alan, namussuz görevlilerin zulümlerine ve suistimal-
lerine ve bilhassa hükümdarın kendisinin kapris ve tutkularına karşı koru-
yan kanunlar çıkartmak tarikiyle bu gerçekleştirilmelidir.
<*
Memleketin mümtaz simaları Türkiye’nin asırlık müesseselerinin halkın
ihtiyaçlarına cevap vermediklerini, devletin istiklâlinin ve hattâ mevcudiye
tinin tehdit altında olduğunu görmenin sıkıntısıyla medeniyetin icâbatına uy
mak gerektiğini uzun zamandır anlamış bulunuyorlardı. Vatansever duygular
la ve bu duruma bir çâre bulmak için, Abdülaziz’in diğer Avrupa güçlerim
misâl alarak memleketi bir Meclis-i Meb’usan ile donatmasını istemek ama
cıyla bir cephe meydana getirdiler.
Şeriat-ı garra-i Muhammediyeye aykırı hareket etmemek için ileri gelen
zevat-ı müşarirünileyha bu yeni müessesatm Şer’i şerifin icâbatına halel ge
tirmeden teessüs edilip edilemiyeeeğini öğrenmek üzere ûlema-yı kirâma da
danıştılar. Bu aydın adamlar, mevzu’bahis yeni kanunlarda İslâmm kanun-i
mukaddesecine aykırı birşey bulmadıkları gibi, Şeriatın, Hükümdar-Halife’nin _
memleketin bütün mesaili hususunda milletin temsilcileri ile müşâveresini ve
hukuk-i şahsiyeyi tanımasını bildirdiğini beyân ederek bu ıslahatın ve hürri
yetin yanında vaziyet aldılar.
Dinî ve askerî zevatın tasvibini elde ettikten sonra, Türkiye’nin ileri ge
len yüce diplomatları müteaddid defalar bu ıslahata hükümdarın dikkatini
çekmişlerdi. [O Reformlar ki], hükümete hem yönetilenlerin minnet ve sada
katim, hem de Osmanlı İmparatorluğunun bütünlüğünü garantilemiş ve varlı
ğı Avrupa muvazenesinin korunması ve sulhun devamı için vazgeçilmez olan
Türkiye’nin prestij ve gücünün muhafazasını daima yürekten dilemiş, Berlin
andlaşmasmm imzacıları Düveli- Muazzama’nın sempatilerini sağlayacak bir
teminattır.
Cennetmekân Abdülaziz, herkül yapılı, sarsümaz bir cesaret ve Türkiye
tarihinde parlak hatırâlar bırakacak, yiğitlik sahibi bir hükümdardı. Kelime
nin geniş manâsıyla meşrutî bir hükümdar olmamakla beraber, yine de liberal
zihniyete sahipti. Vekillerine icraatlarında ve bütün devlet işlerinin yürütül
mesinde tam bir serbesti tanırdı. Buna mukabil, vekiller ise birbirlerine da
nışırlar ve ittifakları olmadıkça hiçbir icraat yapılmazdı. Abdülaziz vekille
rinin kararlarını hiçbir zaman engellemediği gibi kararnamelerinde de ‘veto’
hakkını kullanmamıştı.
Bununla beraber Bâb-ıâli’nin ileri gelenleri bu tavizleri yeterli bulmaya
rak, mevcut düzenin ortadan kaldırılmasını ve Osmanlı pâdişâhının diğer Av
rupa hükümdarlarıyla aynı düzeye getirilmesini sağlayacak, kendisine sadece
yürütme gücünü bırakarak imtiyazlarını sınırlayacak ve memleketi yavaşça
fakat kaçınılmaz uçuruma götüren mutlak bir gücün istibdadından kurtara
cak bir anayasanın ilânını istediler.
163
Öte yandan Abdülaziz, en aydın insanların kendisine mütemadiyen ver
dikleri telkinata kulaklarım tıkıyor ve kendisinde bulunan yüksek sağduyuya
rağmen halkın ihtiyacâtmı anlamıyor, isteklerin meşruiyetini kavrayamıyor
du. Kendi itibarım ve şahsım lekelemeden (tehlikeye düşürmeden) hareket
edebileceğinin mümkün olduğunu düşünemiyordu. Sivil askerî ve din! ileri
gelenlerin herşeye rağmen memleketin muhtaç olduğu temel kanunları yap
mak hususunda alınması gereken tedabir üzerinde hemfikir bulunduklarım
da unutmuştu.
Abdülaziz’in orduyu kendi tarafına çekme çabalarına rağmen, halk mut-
lakiyet karşısında zafer elde ederek millî iradeye karşı koyan hükümdarın
haFini ilân etti. Bu hayırlı ihtilâl hiç kan dökülmeden ve İmparatorluk yıl
lıklarında unutulmaz bir hatıra bırakacak bir kolaylıkla gerçekleştirildi.
Efendimiz,
Abdülaziz’in tahttan indirilmesiyle Türkiye’de yeni bir devrenin başlama
sı gerekirdi. Hiç kimse, en saf olanlar bile Abdülaziz’in hal’ine yol açan ne
denlerin Osmanlı pâdişâhlarınca dikkate alınacağı ve onların bütün bir halkın
isteklerine karşı çıkmaya cesaret etmiyecekleri hususlarında şüphe beslemi
yordu.
Sultan Murad, bu fikirde olan ilklerdendi, liberal ve âdil atalarının şeref
li adına lâyık, kalbinde halkı için yücelik ve iyilik dolu duygular besleyen bir
hükümdardı. Bütün millet, müslim ve gayr-ı müslim, tahta çıkışım sınırsız
bir coşku ve sevinçle karşıladı. Bu hükümdarın meziyetleri ve geniş fikirli
oluşu tahta çıkışından önce de herkes tarafından takdir ediliyordu.
Halk, onun saltanatının mutluluk ve refah ve memleketin son derece muh
taç olduğu huzuru getireceğini ümid ediyordu, fakat Allah’ın takdiri bu te-
menniyatm gerçekleşmesine müsaade etmedi. Bu sevilen hükümdar, kendisini
mutlak bir istirahata mahkûm eden asabî bir hastalığa yakalanınca, Bâb-ı
âlinin ileri gelenleri İmparatorluğun çıkarlarının korunması için ne yapılması
gerektiği hususunda müdavele-i efkâra başladılar.
Murad yeniden tamamen iyi oluncaya kadar, yerine bir naibin tayini
taht-ı karara alındı.
Majesteleri bu duruma muttali bulunduğunda hemen Bâb-ıâli vükelâsı ile
münâsebâta geçerek, kendisine cülûsunun mutlak şartı olarak ileri sürdükle
ri «Millî Meşrutiyet Programı»nı kabûl ettiğini bildirdi. Bu program herkesin
bildiği gibi, bir «Meclis-i Meb’usan-> kurulması ve vaadedilen reformların
gerçekleştirilmesi temel prensibine dayanıyordu. T a’yini için memleketin ileri
gelenlerinin nezdindeki teşebbüsâtının yanısıra, Düvel-i Muazzamanm İstan
bul’daki temsilcilerinin de muavenetini sağlamış, ve onlardan bu desteği ta-
leb ederken, tahta çıkışının onaylanması durumunda memleketi vükelânın
kendisine şart koştuğu yeni te ş riî.müessesâtla donatmaya söz vermişti.
Sonuç olarak, Majesteleri sadece halkına karşı değil, fakat aynı zamanda
Berlin Andlaşmasmı imzalayan güçlere karşı da, milletin kendisine hediye et
164
tiği tacın karşılığı olarak memlekete Kanun-i Esasî’yi vereceği hususunda
açık bir taahhüt altına girmişti.
Bu andlaşma mucibince, Majesteleri seçimlerin yapılmasını ve daha son
ra da Millî Meclisin (Meclis-i Meb’usan’m) toplanmasını irâde buyurdular ve
Bâb-ıâli memlekete getirilen yeni müessesâtı yabancı güçlere bildirdi.
Oysa, hükümdarın hareketlerinin millet tarafından kontrol edildiği meş
rutî bir rejim sadece hükümetin dizginlerini değil, fakat özellikle mâliyesini
de ele geçirmek isteyen mutlak ve despot bir hükümdarın hoşlandığı birgey
olmazdı.
Haşmetmeâb,
Gücünüze gitmesin, saltanatınızın büyük kara lekesi, en alçakça, en acı
masız ve en iğrenç hareketi olan 1878 hükümet darbeniz Türkiye tarihinde acı
bir hatıra olarak kalacaktır.
Memleket bugün Meclis-i Meb’usanın payitahtınızda toplanmasını hangi
esbaba mebni irade buyurduğunuzu bilmektedir. Bu majestelerinin yeniden
millî iradeye rağmen memleketin mutlak hakimi olabilmesi için milletin en
mümtaz ve liberal insanlarını tutuklatmak onları Avrupa’nın gözlerinden uzak,
İmparatorluğun en ücra köşelerine nefyederek, sefil ve acımasız bir ölüme
terketmek amacıyla yapılmıştı.
Majestelerine takdimle şerefyâb olacağımız müteakkib mektubta, Sir
Henry Layard’m, 27 Nisan 1880’de hükümetine yolladığı ve Mavi Kitap’da
neşredilen, Türkiye’nin kötü gidişâtmdan ve zât-ı şâhânelerini İmparatorluğun
içine düştüğü çöküş durumundan ve marûz kaldığı felâketten kurtarmak için
tek çâre olan teşriî müessesatm memlekete yeniden kazandırılmasına zorla
mak için Berlin Andlaşmasım imzalayan güçlerin müdahelesi gereğine deği
nen mesajından bahsedeceğiz.
Böylece Majesteleri, İstanbul «Comite du parti constitutionnel» in dikkat
lerine sunduğu, memleketin kritik durumu hakkında hiçbir mübalâğaya kaç
madığına kesinlikle kani olacaklardır.
165
BELGE: XI — Saygılı bir dille kaleme alınan sözkonusu m ektup, m etinde çe
şitli yerlerde basılan gazeteler adına kaleme alındığı şeklinde bir ifade
taşıyorsa da, altındaki imzalar bunu tekzib edici ve işaret ettiğim iz eği
limi ortaya koyucudur:
Efendimiz!
Millî istiklâlin, büyük haricî müdahale dalgalarının suları altında kalmak
tehlikesiyle karşı karşıya olduğu, uzun zamandır ihmâl edilmiş olan Ermeni
mes’elesinin vahim bir mahiyet kazanarak Zât-ı Şahanelerini haklı olarak
meşgul ettiği şu sıralarda aşağıda imzaları bulunan [biz], Paris, Londra, Ce
nevre, Bulle, Atina ve Mısır’da Arapça, Türkçe, Ermenice, Fransızca, İngi
lizce olarak yayınlanan serbest ve müstakil Osmanlı gazetelerinin yöneticisi,
yazar ve kollaboratörlerine İslâmın yüce halifesine saygı ve hürmet dolu bir
ifade ile imparatorluk idaresinin çâre bulunmaz zayıflığı, vicdanlardaki karı
şıklık, yüksek memurların sükut-i ahlâkı, umumî asayişsizlik, eyâlâtda cari
olan kargaşa, Zât-ı Şâhânelerinın kendilerine devrettiği yetkiyi bize zulmet
mek için isti’mâl eden idarecilerin istibdadı, her derece ve seviyedeki memu
rinin dillere destan tefessüh etmiş hâli, yüce tahtınızın ayaklarına kadar her
yeri kırıp geçiren keyfilik ve nihayet sadık kullarınızın menafi’ini tehlikeye
düşüren, Avrupa sulhunü rahatsız eden, Majestelerinin huzurunu kaçıran ve
Osmanlı memâlikinin istiklâli ve âtisini ciddî biçimde tehdit eden gelişmeler
nokta-i nazarından acınacak hâli ifade etmek müseadesini lütfetmenizi arz
ederiz.
Bu haklı şikâyetleri yüce Halife’ye iletirken ve sefaletin yükünü ve ida
recilerin zorbalığım hiç yakınmadan taşıyan bahtsız halklarının sitem ve ız-
dırablarmı dile getirirken, Zât-ı Şâhâneleri için Allah’a dua eder ve Cenâb-J
Hak’dan «Hanedân-ı âliyenize sadakatlarınm duygulandırıcı nişanesi olarak»
mutluluğu için dileklerde bulunurken, serbest basın sadece âmme menfaatini
ve Devletin azametini düşünmektedir.
Bu, son derece zeld ve son derece sadık, fakat bütün dünyanın en terke
dilmiş ve yüzüstü bırakılmış halkları zorbaları ele vermek için seslerim dahi
yükseltmeye cesaret edemezken, hükümet yetkilileri ise zalim boyunduruk
larına tam bir teslimiyetle boyun eğmeyen ve eiııaî icraatları karşısında ağzı
nı açmaya kalkışanlardan öç almada son derece hızlı davranmaktadırlar.
Diğer cihetten, en ağır mücâzata maruz kalmadan kuramayacağı bir baskı
altında bulunan mahallî basın mecburî olarak ses çıkartamamaktadır. Bu
[durum], biz âcizâne kullarınızı haric-i memlekette kavuştuğumuz hürriyetin
himayesinde hayırlı mücadeleye devam etmek ve İmparatorluğun tealisi ve
bahtsız vatandaşlarımızın kaderinin ıslâhı yolunda istekle çalışmak amacıy
la vatanımızı terke mecbur etmiştir.
166
îçinde bulunduğumuz, acı şartlar altında Zât-ı Şahânelerine belirtmemize
izin verilsin ki, yüce amaçları istikametinde, saltanatlarının bidayetinde ilân
edilen Kanun-i Esasfnin hayırlı te’sirini askıya almayı uygun gördüklerin
den beri bütün hürriyetlerimizi, Seleflerinin zamanında sahib bulunduğumuz-
ları dahi kaybettik. Bunun neticesinde uygunsuzluklarda artış oldu ve kendi
başlarına kalan memurlar, Zât-ı Şâhânelerinin kullarına karşı olan hüsnini-
yetlerini tanımazlıktan gelerek zayıflara karşı her zamankinden daha şedid
davrandılar. Halbuki Kanun-i Esasî, itimadınızı bu şekilde kötüye kullanmak
cür’etini gösterenleri ele geçirmek ve suiistimallerine ve kanlı sömürülerine
karşı kendimizi müdafaa etmek için sahib olduğumuz yegâne vasıtaydı.
Gazetelerin gerçeği neşrine müseade edilmeyen bir memlekette, halk ka
nunların m eriyette bulunması halinde ciddî biçimde mücazata maruz kala
cakları icraata böyle bir durumla karşılaşmaksızm girişen bir avuç küstahın
insafına bırakılmıştır. Fakat, idarede hiçbir kontrolün olmayışı Majesteleri
nin de kabûl edecekleri gibi en kavî kanunları dahi hükümsüz kılar ve halkı
müdafaasız bırakır.
Bu kritik duruma iyi gelecek tek çâre, âciz fikrimizce idarenin muntazam
işleyişinin vazgeçilmez yolu, hükümetimizin kudret ve teâlisinin ana prensibi
ve halklarımızın, mutluluk, haysiyet ve emniyetinin tükenmez kaynağı Kanun-i
Esasî’rin yeniden tesisi ve Osmanlı Parlâmentosunun açılmasıdır.
Milletin temsilcileri, Zât-ı Şâhânelerinin tahtı etrafında biraraya gelerek
huzur içinde kendilerini işlerine verebilecekler vc Devletin tealisi inin vüke
lâmız ile işbirliği yapabileceklerdir.
işte bu inançladır ki doğrudan doğruya Zât-ı Şâhânelerinden, hayatımızı
adadığımız, her zaman sarsılmaz bir cesaretle müdafaaya devam edeceğimiz
ve vatanımızı kalkındıracağına inandığımız davayı ele almak lûtfunu göster
mesini dilemekteyiz.
İnanıyoruz ki, bütün Avrupa devletlerinin azametlerini ve gelişmelerini
borçlu oldukları meşrutî rejimin yardımı olmadan, haricî müdahale ülkemiz
de durmaksızın kendini gösterecek ve son kurtuluş şansımızı da yok edecek
tir. Çünkü, Efendimiz istilâlimizi kaybettiğimiz gün herşeyimizi kaybetmiş
olacağız!
Zât-ı Şahaneleri bütün bedbahtlıklarımızın mebdei olan bu uğursuz rejimi
sürdürerek şanlı atalarının mirâsınm çürümesine elbette izin vermeyecektir.
Allah, Zât-ı Şâhânelerine, hürriyet aşkını ilham etsin ve İmparatorluğumu
zun kurtuluşu yolunda harcayacağı çabaları kutlu olsun.
İMZALAR
167
Civanpir [Selim Faris] • Emin Emir Arslan
Hürriyet’in Yöneticisi Keşf-üI-Nikab’m, Yöneticisi
Lübnan’da eski kaymakam
Londra Paris
Alexandre Schahine
L’Opinion Pubîique’in Yöneticisi
Kahire (Mısır)
S.S.Sarkis Negeeb Al Jawiche
Al-Machir’in Yöneticisi d’An-Nabrass’ın Yönetici ve M uharriri
Kahire (Mısır) İskenderiye (Mısır)
Kendilerine Katılan :
Cleaanthes Phüippes Michel Hakim Nessib Philippides
Helowan-les-Bains (Mısır) Kahire (Mısır) İskenderiye (Mısır)
M.J. Gabriel D.E.Yakub S. Attieh E.S. Vitai
Kahire (Mısır) Kahire (Mısır) Kahire (Mısır) Kahire (Mısn’>
Bkz. Paris Büyükelçiliği Arşivi, D.176.
BELGE: X II — 19 Ocak 1897 tarihinde Sir Philip Cttrrie ile «.sınıfının seçkin
bir siması» olarak nitelendirdiği bir molla arasında yapılan görüşme bu
kritik tarihte sözkonusu grubun düşüncelerim yansıtması bakımından
son derece önemlidir :
Suret
Memorandum
Bu memorandumda zikredilen görüşler; Türkiye’de muhtemelen kendi sı
nıfının seçkin simalarından, ünlü bir mollaya aittir. Kendisi, babası gibi «ve
zir» rütbesine müsavi bir statüye sahip olup, dedesi de (bir) Şeyh-ül-Islâmdı.
Liberal görüşlere sahip olması, Sultan tarafından sakıncalı ilân edilmesine,
sıkı gözetim altına ahnmasma neden olmuş, ancak, belli bir kesimde yarat
tığı ün ve tesir nedeniyle hükümet onu tutuklamayı göze alamamıştır. Bu ara
da, bu molla ile önceki memorandumda görüşlerini aktardığım kişinin görüş
melerinin irade-i seniye ile engellendiğini de belirtmek isterim.
Molla ülkenin geleceğinin, tamamen Saray ve Bâb-ıâli arasında geçmek
te olan mücadelenin sonucuna bağlı olduğuna işaret etmektedir. Şu anda hü
kümetin yönetimi devletin bilinen nezâretlerince icra edilmez. Bununla bera
ber yaratüan her saçma sorun Sultan’a yüklenmektedir. Oysa nazırların hep
si beş para etmez insanlardır. Bundan başka ülke istibdat altında olup, hür
riyet ateşi ile hareket eden kimseler ise ya derhal sürgüne gönderilmekte ve--
ya İstanbul’da zararlı faaliyette bulunmamak koşulu ile çok sıkı şekilde göz
altında tutulmaktadır.
168
Sultan Abdülhamid’in te’sis etmiş olduğu gibi bir mutlak otokrasi, hükü
met etmeyi halkoyuna bırakan İslâmiyetin ruhuna da aykırıdır. Ûlema hal
kın sözcüsü durumundadır ve hattâ Sultan’m iradesi, Şeyh-ül-İslâm’ın fetvası
karşısında önemsenmemektedir. Bugün dahi geçerli olan bir gerçek, Saray’ın
kontrol edemediği tek kurum Fetvahânedir.
Sultan Mahmud döneminde, mücadele Sultan ve ûlema arasındaki çelişki
şeklinde biçimlenmişti ve İkinciler, çok güçlü bir hale gelerek Sultan tarafın
dan imha edilmelerine kadar Yeniçeriler tarafından kontrol edildiler.
Saray’ın yetkileri, Sultan Abdülmecid tarafından ilân edilen Gülhane
Hatt-ı Hümâyûnu ile kat’î bir. şekilde tahdit edildi. Onu beynelmilel bir vesi
ka haline getirmenin ve Saray’ın keyfî yönetimine karşı bir tehdit unsuru
olarak kullanmanın ehemmiyetine vakıf olan Reşid P aşa’mn isteği ile bu ve
sika büyük devletlere bildirildi. O dönemden, Âli ve Fuad Paşaların ölümle
rine değin geçen sürede ve hattâ Sultan Abdülaziz’in saltanatının ilk yılların
da hükümet etme ilkesi, Sultan ile Sultanca onaylanan sorumlu bir hükümete
dayanmaktaydı ki, halk bu karşılıklı ikbâlden hoşnut kalmıştı. Ancak, Fuad
P aşa’mn ölümü ve Mahmud Nedim’in iktidara gelişiyle başlayan fesat, Ab-
dülaziz idaresini tedricen hoşgörüsüzlüğe itti ve kendi haPi ile neticelendi.
Saray tarafından yönetim sistemi, Küçük Said P aşa’nm Sultan’m baş da
nışmam olduğu dönemden bu yana mevcut saltanat tarafından geliştirilmiş
tir. O döneme kadar nazırların raporlarının Saray’a gönderilmesi Sultan'm
bilgisine arz ve irade biçiminde beliren onayını almak için gerekirdi. Ancak,
Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu ile birlikte yönetim sorumluluğu devletin nazırla
rı üzerindeydi ve Sultan’m iradeleri nazırlar için formalite ve tavsiye niteliği
ne büründü. Özgün bir kişiliğe ve müteşebbis bir ruha sahip olan Said, na
zırların kararlarını değiştirmeye yönelik sistemin temellerini attı.
Kendisi sadr-ıâzâm olduğunda, önceden oluşturduğu sistemin mahzurla
rım gören Said’in sistemi değiştirme çabaları sonuçsuz kaldı ve bu sistem
şimdiki Sultan’m bizzat müdahalesi ile Bab-ıâli’nin fonksiyonları asgarî dü
zeye gelene dek olgunlaştırıldı.
Şimdi Sultan çevresini rüşvetçi, ahlâksız, sahtekâr bir zümre ile çevrele
miştir, Devletin tüm işleri Saray içinde görülürken, her mesele Sultan’a et-
rafmdakilerin bekleyişlerine uygun bir biçimde anlatılmakta, bu şahıslar Sul
tan üzerindeki nüfûzlannı sürdürebilmenin bir yolu olarak d a ; onun endişeleri
ni deşmekte ve kendisini ülkenin gerçek durumundan bihaber bırakma husu
sunda dikkatli davranmaktadırlar. Şu an için mutlaka ve mutlaka yerine ge
tirilmesi gereken şey; Sultan’ın etrafından kendisine etkide bulunanların uzak
laştırılmasıdır. Yönetim görevi mutlaka sorumluluk sahibi nazırlara tevdi edil
meli ve Saray çetesinin beli kırılmalıdır. Ancak, böyle bir sonuç Türklerin
kendi başlarına yapacakları çabalarla gerçekleşemez.
İdare-i Örfiye (istibdad) ve tenkil şu anda öyle bir dereceye vâsıl oldu
ki, şu anda Müslümanlar kıpırdayacak durumda değiller.
169
Şu anda ortaya çıkan fırsat, Türk toplumunun daha aydın kısmı tarafın
dan verilecek yardım olmaksızın belirebilir. Eğer bu fırsat kaçırılırsa ve hoş
nutsuzluğun yayılmasına seyirci kalınırsa; sorunun barışçı çözümü güçleşe
cektir. Ülema, seslerini duyurabilme imkânına şu anda sahip değilse de; yi
ne de ülkede önemli bir güce sahip. Ülkede varolan, anarşik ortamın yarat
tığı tehlikenin bilincinde olup, ülkenin yeniden inşası, refahın, huzur ve em
niyet ortamının yeniden tesisi için özellikle İngiltere’nin; bir çıkara dayan
mayan; yardımlarının gerekliliğine inanıyorlar ki, bu yardımı başka bir güç
yapamaz.
Molla bu duyguların tüm medreselerde hakim olduğunu belirtti ve 1895
de Sultan’m baskıları ifade edildiğinde İngiltere’nin İstanbul’a bir filo gönder-
' memesinin üzüntü ile karşılandığım ifade etti. Halbuki bu bütün meseleleri
halletmiş olacaktı.
İngiltere’nin bu fırsatta Ruslarca aldatıldığı izleniminde olduğunu, Sul-
tan’ın kafasında en kötü etkileri yaratan bu «iki arada bir derede» siyaseti
nin başka türlü izah edilemeyeceğini söyledi.
Ülkedeki umumî vaziyetin ıslah edilmesinin tek yolu, Saray çetesinin or
tadan kaldn’ilması ve ülkede hükümet (etme) görevinin; güvenilir, sorumlu
luk taşıyan vekillere tevdi edilmesidir. Molla, Midhat Paşa anayasasının gün
deme gelmesine pek tafraftar değil. Parlâmentonun halkın bünyesine uygun ol
madığım düşünmekte; ancak başlangıçta bazı suistimalierin doğmasına yol
açsa da parlâmanter yaşamın halen sürüp gitmekte olan tiranlıktan çok da
ha iyi olacağını ileri sürmektedir.
Eğer bu umumî hoşnudsuzluğun daha fazla yayılmasına seyirci kalınacak
ve yakında gelecek olan dış yardımlar sistemin değiştirilmesini sağlamaya
caksa, Sultan tam zamanında tahttan indirilmelidir. Mamafih, bu büyük cefa
ve kan dökümü olmaksızın gerçekleştirilebilecek gibi değildir ve Mollanın
kanaatince bir ihtilâl için yapılacak plânda Rusya her halükârda bazı protes
to edebileceği noktalar bulacaktır. Ulema Türkiye’ye Rus müdahalesinin an
lamının farkındadır ve bundan dehşet duymaktadır, fakat onlar, Osmanlı İm
paratorluğunun bekasım istediği ve de Kraliçenin, Hintli tebasmdan dolayı îs-
lamın kaderiyle ilgilendiğini düşündüklerinden İngiltere’nin müdahalesini
memnuniyetle karşılayacaklardır. Türkiye’de yönetimi gerçekten ıslah ede
cek kapasitede adamlar vardır. Diğerleri içinde Kâmil Paşa, Said Paşa, Muh
tar Paşa, Sadık Paşa öne çıkarlar, fakat Saray, hareketlerini kontrol altına
aldığından beri hiçbir şey başaramayan en muktedir Nazırlar ancak Düvel-i
muazzamanın yardımı ile kırdabilecek Sarayın gücüne karşı; faaliyetleri, Rus
istilâsını doğuracak bir iç savaşa neden olabileceğinden bu yardım olmaksızın
hiçbir iş yapamazlar.
İstanbul
19 Ocak 1897
Bkz. PRO/F.O. 78/4806.
170
BELGE: X III — Salisbury'e gönderilen sözkonusu mektup bîr broşür niteliğin
de olup; Hürriyet - bunun önemli parçalarım neşretmiştir. Özellikle, İn
giliz müdahalesinin beklendiğinin belirtildiği kısımlar B. X U ’de verilen
raporda mollanın fikirleri olarak anlatılan düşüncelerle büyük bir para
lellik göstermektedir. Bu derlemenin önemli kısımlarının transkripsiyo
nu aşağıdaki g ib id ir:
171
Bu noktayı dahi tedkik içün sabakatı bâid olmayan vukuata rücu’ etmeli
yiz. Ermeniier, Kiirdlerin yağmakârlıklarından ve hususan memurin-i hükü
metin cerr-i nükûd etmesinden şekva ediyorlardı. Bu şikâyetler tamamıyla
haklı idi. F akat acaba zât-ı âsilâneleri bu taaddiyatdan ehl-i îslâmın masun
olduğu zehabında mıdırlar? Müslümanlar, Hıristıyanlar kadar muztarib olduk
ları halde yalnız Müslümanların tazallümü [mu] hükûmât-ı mahalliye tarafın
dan kapadıhveriyordu? Ve her ne zaman Bâb-ıâli’ye Saray a o yolda bir
şikâyet geldi ise Pâdişâh istima’ma veya bunların bir kimse tarafından tetkik
ve rü ’yetine mümanaat etdi, Müslümanlar ise ecânibe müracaat etmediler.
Bu da ancak, arzu etmemelerinden değil ecârrib ile muhaberatın vesatetine
malik olmadıklarında ve kendi şikâyetlerinin ânlar tarafından istima’ edil*
miyeceğini zannetmelerinden idi....
Lâkin Lord Hazretleri, bizim meşrutiyetimiz yokdur ve Memâlik-i Osma-
niyemize ânı verenler pâdişâh tarafından Mekke’ye sürdürüldü ve orada......
Pâdişâhın hep korkusu edyân-ı muhtelifeden olan teb'ası arasında bir itila
fın vücûda gelebilmesinden ibaretdir. Her bir namuslu hükümetçe matlûb
olan böyle bir itilâfdan padişah niçün korkmuş olsun? Çünki, Ermeniier, Müs-
lümaıılardan daha ziyade vesaite ve Avrupa ile daha ziyade revabıta malik
olduklarından dünyanın en güzel kıt’asmdan birisini cehenneme döndüren bu
tarz-ı mülevves hükümeti ifnaya medâr olacak esbâbı istihsâlde yekdiğeriyle
ittihad edebiliyordu. Zât-ı âsilânenize arz etdiğimiz bu hakayıkı bir.gün gelüb
bitaraf tevarih tasdik edecek ve gösterecek ki memâlikimizin Asya cihetinde
bir seylâbe-i hûn hâsü eden bu «kardaş kavgası» İslâm taassubundan değil
ancak tac-ı hilâfeti tezlll ve telvis eden bu m a’kûs ve mecnun hükümdarın
tedâbir-i gaddarânesinden neş’et etdi...
Bugün ahvâl o kerteye vardı ki ahali müdahalât-ı ecnebiyeye karşı kendi
sinde mevcud olan hissiyât-ı miiliyeyi artık berteraf edüb pâdişâhın âmâl-i
müdhişesini tevkif içün İngiltere’nin müdahale-i m a’neviyesini arzu etmeğe
başlıyorlar. Ama, bu yolda hiçbir şey yapılmadı. Ve Lord Rosebery bir mes-
lek-i mukaddimâne ittihaz eylediği zaman zât-ı âsilâneniz «bir kimse ilerü ha-
reketden evvel nihayetine- isâl eden esbâbm noksansızlığından emin olmalı
dır» diyerek istihfafda bulunmuşdunuz.
Biz yalnız olduğumuzu biliyoruz. Ama Allah-ı azîm-üş-şandan olan ümidi
miz ve vatanımız hakkında muhabbetimiz uhdemize terettüb eden tedbirin ic
rasında bize daha ziyade kan bahasına oturacak ve fakat şürûru daha Avru-
paca lâyıkıyla bilinmeyen veya bilinmek istenilmeyen mütegallib hükümdarı
mızın ümmetimize celb etdirdiği ârdan bizi tathir edecekdir.
Bkz. Hürriyet-, no.56, 16 Ağustos 1896-4 Rebiy’ülevvei 1314, ss. 1-3.
172
IV
(1) Ö rnek olarak bkz. Bazı H ususî İradeleri Havt D efter, B B A -Y ıld ız Esas E vra
kı, 24/11/162/V Iî. no.13. 15 Tem m uz 316. Ü zerinde b irb irlerin e yazdıkları
m uzir m ek tu p lar b u lu n an idadî talebelerinin sorgulam alarıyla ilgilidir.
(2) Leslovikli M ehm ed Rauf, îttih a d ve T era kki C em iyeti N e İdi?, A hm ed Saki
M atbaası, (D ersaadet:1327), ss. 12-13.
m
konunun tartışılması okulda genel bir yaygınlık kazandı.3 Daha sonra İbrahim
Temo ile îshak Sükûti’nin yaptığı ön görüşmeler4 sonrasında; bu talebeler
konuyu kendilerine yakın olarak gördükleri iki talebeye; Abdullah Cevdet ve
Mehmed Reşid ile onlara hemen katılan Konyalı Hikmet Emin’e açınca ce
miyetin kurulması konusunda ilk karar alınmış oldu.5 21 Mayıs 1305 (3 Hazi
ran 1889) tarihli bu toplantıdan sonra İttihad ı Osmanî adını alan cemiyet kı
sa sürede okul mehafilinde bir efsane niteliğine büründü. Dönemi anlatan bir
mektuptan nakledersek:
(3) C evrî [M ehm ed R eşid], İnkılâb Niçün ve Nasıl Oldu?, M atbaa-i îçtihad,
(M ısır:lU09). s. 26.
(4) Sâî [Şerafeddin M ağm um i], «Tohum ve Sem ereleri,» M eşveret, no.6, 6 R a
m azan 1313-15 Ş ubat 108, s. 3.
(5) Bu to p lan tın ın ta rih i (21 M ayıs 1305) bizzat İbrahim Temo tara fın d an v e
rilm ektedir. Bkz. İb rah im Tem o’d a n -K arl Süssheim ’a tarihsiz m ektup m üs
veddesi, A r k iv i Qendror, 19/31//108-110. Bu konuda ilk to p lan tılard an iti
b a re n işin içinde olan îsh a k S ü k û tı ise k u ru lu ş y a da ilk görüşm elerin b a ş
langıç ta rih i olarak 1306 (1890) ta rih in i vererek durum u şöyle an la tm ak ta
dır: «-...Bu cem iyet bin üç yüz altı senesi M ekteb-i Tıbbiye’de teşkil olun-
m uşdur. Teşkil edenler beş, d ö rt kişi idi. B irisi bendeniz, diğeri Rom anya’
da b u lu n an D oktor A rnavud İb rah im Efendi,, üçüncüsü Isp artalı H ikm et
E fe n ii ism inde birisi olub m üteverrim en vefat eylem işdir. B ir diğeri de A b
d ullah Cevdet Efendi idi...». îsh a k S ü k û ti’nin, D ahiliye N azırı M em duh
P aşa’ya gönderm ek üzere kalem e aldığı, ariza m üsveddesinin kopuk birinci
sahifesi, A rk iv i Qendror, 19/104//214/1, Buna karşılık, 21 M ayıs 1305 ta r i
hinin k u ru cu lard an birisi tarafın d an yazılan ilk k ita p ta da kabul edildiği
görülüyor. Bkz. Cevrî [M ehm ed R eşid], İn kılâ b ..., s. 26.
(6) D oktor M ekkeli S abri Bey’d en-A bdullah C evdet’e, Le Mans, 27 H aziran
1931 ta rih li A rap harfli m ektup, s. 3. A bdullah C evdet B ey E vrakt/Ö zel A r
şiv. Sayın Gül K arlıd ağ ’dan sağlanm ıştır.
(7) Leslovikli M ehm ed Rauf. İttihad ve T erakki C em iyeti..., ss. 13-14.
(8) B kz.K farl] Süssheim , «‘Abd A llah Djewdet,s> Encyclopaedia of İslam2 -Su p p -
lem ent (1938), s. 56.
174
Nihayet, örgütün bu şekildeki faaliyetinin fazla bir anlam taşımadığının
farkına varılması üzerine; çeşitli gruplar ile temasa geçme ve mektep dışın
dan üye kaydına başlama konusunda eyleme geçildiğini görüyoruz. Bu çevre
den sınırlı katılımın sağlanmasından sonra yeni durumu görüşmek üzere İn
cir Ağacı İçtimai adı verilen ve oniki kişinin katıldığı bir toplantının organize
edildiğini izliyoruz.8 20 Temmuz 1891 tarihinde İbrahim Temo’nun girişimleri
ile Edirnekapı dışındaki Midhat P aşa bahçesinde yapılan bu toplantının ilgi
çekici noktası, yüksek dereceli bir memur ile bir gazetecinin de bu toplantı
ya katılmasıdır.so Adliye Nezaretinde görevli olan Ali Rüşdü Bey’in toplan
tı başkanlığına getirildiği11 bu içtima sonucunda «...her hafta muntazaman ve
fakat muhtelif mahallerde bilictima’ müzâkere etmek, mükemmel bir nizâm
nâme-! dahilî kaleme almak üzere bir hey’et-i idare teşekkül etdi. İânelerin
muntazaman cem’ı, âzânm mensub oldukları şu’be ile şu’bedeki sıra nume-
rosunu göstermek üzere deftere kaydı, her bir âzâya bir numero veril..»meşi
nin karar altına alındığını müşahede ediyoruz.11
Görüldüğü gibi, bu toplantıdan itibaren İttihad-ı Osmanî Cemiyeti, artık
örgütsel bir yapıya kavuşma çabası içine girmiştir. Ortak emelleri paylaşan
şikâyetçiler durumundan, aralarında statü farklılığının bulunduğu hiyerarşik
bir örgüte doğru gelişmenin varlığı, açık bir biçimde gözlenmektedir. Kuru
culardan İbrahim Temo'nun «..biraz sonra yâni şubeler kuvvetlendikde on
ikiler içtimai denilen ilk içtima’» şeklinde bir ifade kullanmasına bakılırsa13,
özellikle diğer okullardaki destekleyici hareketlerin geliştiği tahminini yürüt
mek kolaylaşabilir. Çünkü, bu tarihte henüz yurt dışı ile bir temas kurulmuş
olmadığı gibi, İstanbul içinde mahallî teşkilât da sözkonusu değildi.
Bu toplantı sonrasında üyelere şube ve sıra numaraları verildiğini görü
yoruz. Temo’ya verilen 1/1 şeklindeki koda bakarak ,14 az da olsa bir statü
farklılaşmasının yaratılmaya çalışıldığını söyleyebiliriz. Hücreler ve numara
dağıtımındaki özellikler gözönüne alındığında; bazı araştırmacılar tarafından
ileri sürülen 15 «Carbonari» örgütlenme modelinin temel olarak alınmış olma
175=
sının kabul edilebilirliği yüksek olmaktadır. Ancak; bu görüşlere karşılık; ce
miyetin gizli bir örgüt kurulmasında oldukça yararlı bir rol oynayan ve he
men hemen kurulan tüm gizli örgütlerce uygulanan bu model dışında, ittihad-)
Osmanî Cemiyeti kurucularının; teorik açıdan; bu örgüte herhangi bir ilgi
duyduklarım söyleyebilecek verilerden yoksunuz. Daha evvelce muhalefet
örgütü-kuran Yeni OsmanlIların, en az model kadar felsefî alanda da bu ör
gütten yararlanmalarına 15 karşılık, bu konuda gerek Tıbbiyelilerin gerekse
onlara katılanlarm fazla bir bilgi sahibi bulunmadıkları gözlenmektedir. Ay
nı şekilde, Petersburg Üniversitesindeki tahsili sonrasında Mekteb-î Tıbbiye'-
ye gelen Hüseyinzâde Ali Bey’in, kuruculara Rus nihilistlerinin örgüt model
leri konusunda bilgi vermesine bakılırsa17, özel bir örgütün düşünsel çerçeve
sine ve modeline ilgi göstermekten ziyâde, mümkün olabildiği nispette giz-
liliği temin edebilmek için; şartların elverdiği oranda; malûmat toplama fa
aliyetiyle karşı karşıya bulunduğumuzu kabul etmek gerekiyor. Benzer şekil
de, kurucuların aralarında Etniki Eterya cemiyetinin faaliyetlerini tartış
malarına bakarak 13 kurmaya çalıştıklarının, benzeri örgütler ile yakından alâ
kadar oldukları belirtilebilir. Bu açıdan 1889 tarihinde Mekteb-i Tıbbiye’de
kurulan örgütün, herhangi bir diğer teşkilâtın örgütsel yapısından ve düşün
ce sistematiğinden fazlaca etkilenmediğini zikretmemiz gerekir.
Incirağacı îçtim aı’ndan sonra, diğer okullardaki örgütlenme faaliyetine
büyük bir hız verilmiştir. îlk olarak, daha sonra Türk-Suriye Komitesi adlı
örgütte oynadığı rollerle İttihad ve Terakki ile arasına belirli bir mesafe koy
duğunu izlediğimiz Emin Arslan Bey kanalıyla ,19 Mekteb-i Mülkiye öğrencileri
nin konu etrafında tartışm alara başladığı izleniyor. Sözkonusu okulda, daha
evvelce de bu konu etrafında tartışm alar sürmekteydi. Nitekim, ittihad-ı Os-
manî’nin önayak olduğu faaliyetlerden önce, bağımsız olarak Ali Kemal Bey’in
Cenevre ve P aris’e yaptığı seyahatlar sonrasında, orada gördüğü gibi bir ta
lebe cemiyeti örgütlemeye çalıştığım ;20 ancak toplantılarının basılması ve
üyelerden birisinin üstünde Rousseau’nun bir bendinin bulunması üzerine ,21
176
yedi kişinin gözaltına alındığını izliyoruz.22 Ali Kemal tutuklanma nedenlerini
«serbesti-i efkâr» olarak tanımlamaktadır .23 Bu öğrencilerin Arabistan vilâ-
yatma gönderilmesi kararının alınması ve ilk olarak Ali Kemal Bey’in Ha
leb’e sürgünü ile24 mesele kapatılmış gibi gözüktü. Ancak, kısa müddet son
ra bu kez mektepte muhalefet hareketlerini yakından incelemekte olan grup,
Tıbbiyeliler ile belirttiğimiz temasa geçti. Aynı dönemde Erkân-ı Harb sını
fında bulunan Batumlu Binbaşı Mustafa Efendi ve arkadaşları sayesinde Mek
teb-i Harbiye'de de şube benzeri bir teşkilâtın doğduğunu görüyoruz.120
Kısa süre sonra bu iki okuldaki militanların, Emin Arslan aracılığı ile
Tıbbiye grubuna başvurduklarını görüyoruz.28 Bu kimselerin cemiyetin duru
munun yeniden düzenlenmesi isteklerine karşı; Tıbbiye örgütü, özellikle ge
nişleme sonucunda cemiyetin varkğmdan haber alınması kuşkusuyla çekim
ser davranınca; Emin Arslan, onlara bu gelişme organize edilmediği takdir
de kendisinin yeni bir cemiyet kurup, iâne toplayacağı tehdidinde bulunmuş
tur .27 Bunun üzerinde, On ikiler içtimama katılan kimseler ile bu iki okul
temsilcilerinin iştirakiyle Rumelihisarında yeni bir toplantının yapıldığını gö
rüyoruz .28 İbrahim Temo, bu iki toplantı arasındaki okul içtimalarının fazla
ehemmiyetli olmadığını belirtmektedir.29
Rumelihisarı toplantısında, Tıbbiye grubu hazırladığı bir lâyihayı daha
sonra İttihad ve Terakki’den bağımsız muhalefet hareketlerini örgütleyecek
olan iki Mülkiye talebesinden Ali Münif ve Mehmed Rauf Bey’e vermiş, on
lar da bu metin üzerinde çeşitli düzeltmeleri yaparak, ilk nizamnameyi hazır
lamışlardır .30
177
Bu toplantıdan sonra; belirginleşmeye başlayan bir örgütsel yapının or
taya çıkmasıyla; çabalar daha fazla kimseyi üye kaydetmeğe ve nüfuzlu ki
şileri kazanmağa hasredilmiştir. Ancak, bu genişleme çabaları, haber alma
yeteneği oldukça fazla olan yönetim tarafından tespit edilerek özellikle Tıbbi
ye için tedbirler alınması cihetine gidilmiştir. Okulun yöneticiliğine; Saray'a
bağlılığı ile tanınan; Zeki Paşa getirilmiş; kendisi bu göreve gelir gelmezr
dokuzuncu sınıf talebelerinin dolaplarında yaptırdığı genel aram a sonucunda
özel bir mahkeme kurarak, öğrencileri yargılatmış ve ele geçen delillere da
yanarak dokuz öğrencinin okuldan tardı ve kalebendliklerine karar verilmiş
tir .31 Ancak, Saray henüz olayı bir öğrenci hareketi olarak değerlendirdiğin
den cezaları affederek öğrencilerin yeniden okula dönmelerini temin etmiş
tir .32
1894 sonlarında bu kez Mekteb-i Tıbbiye ve Hukuk öğrencilerinden bir
bölümü; gizli bir cemiyet kurdukları gerekçesiyle tutuklanmışlar ve konu
Avrupa basınına da yansımıştır.33 Telâş yaratan bu olay sonrasında İsviçre’
ye kaçan öğrencilerin dahi bulunması yönetimin dikkatini çekmiştir.34
Nitekim, bu tarihten itibaren Cemiyet faaliyetlerini hızlandırdı, îshak Sü
kuti Bey, bir yandan Ubeydullah Efendi ve Hoca Kadri gibi ûlema temsilci
lerini harekete kazandırırken, diğer yandan İsmail Kemal, Mizancı Murad
Bey ile temasta bulunarak, onları kazanmağa çalıştı.35 Murad Bey’in bu ha
reketleri ilgiyle karşılamakla birlikte, daha ziyade Saray kanalından iş yap
mağa taraftar olması ve tüm muhalif grupların üstünde bir t a r a almak ar
role geçm esinden çok önce cem iyetin b ir program ının h azırlan arak halk a ra
sında dağıtıldığını belirtm ekte ve konu hakkında şu yorum u yapm aktadır:
«...C em iyetin küçük b ir program ı vardı. M addeleri 21 idi sanırım , h a tırım
da öyle kalm ış. B u p rogram h ak k ın d a elim deki dağınık kâğ ıtlard a pek az
m alûm at var. Sende p rogram ın aslı v ar mı, veya hiç olmazsa onun ru h u
hükm ünde bu lu n an esaslı m addeleri h atırlayabiliyor m usun?» Bilgiler, zik
rettiğim iz m ek tu p tan alınm ıştır. A bdullah C evdet B ey E vrakı/Ö zel A rşiv,
s. 8 ve s. 13. C em iyetin şim diye k a d a r ilk nizam nam esi olarak kabul edilen
m etnin 39 m addeden m üteşekkil olduğu ve 1895 yılında çeşitli vesikalarda
sözünün edildiği gözönüne alınırsa; b u yapılan ilk nizâm nâm eydi.
(31) C evrî[M ehm ed Reşid], İnkılâ b ..., s. 29 ve 29/n . 2. Sözkonusu öğrenciler şu n
lard ır: Şefik Ali, A hm ed, A bdullah Cevdet, M ehmed Reşid, Rıza Servet, Ş e
rafeddin M ağmumî, M ikail Oseb, T ekirdağlı M ehmed, N aki Celâleddin.
(32) İb rah im Temo, C TF -Tıp Tarihi ve Deontoloji E nstitüsü A rşivi, I-1935'de
kendisinin ik n a ediciliğinin bu alanda önemli rol oynadığını iddia ediyor
sa da (s.4), yönetim in olayı önem sem em esi görüşü (C evrî [M ehm ed R eşid],
İnkılâb , s. 30) daha kabul edilebilir b ir görüştür. Krş. T. N adir [H aydar R ı
fa t], B eyn -el-M ilel İhtilâl Fırkalarıt ss. 71-72.
(33) H ab erler için bkz. L ’ltalie, 16 Eylül 1894 ve M oniteur de Rome, 17-18 Eylül
1894
(34) B B A -B E O /Z a p tiye Giden, 662-21/13,113(327/247)/35774. Krş. Cevad Paşa
M erhum un Z am an-ı Sadaretinde T a kd im Olunan T ezakir-i H ususiyenin
S u retlerini H avi D efter, B B A -Y ıld ız Esas Evrakı, 3S/419/146/XV.
(35) Sükûti, bu kim selerin cem iyete kaydedildiğini ark ad aşlarına söylem iştir.
Bkz. Leslovikii M ehmed Rauf, İttihad ve T era kki..., s. 17.
178
zusu36 kendilerinin cemiyete girdiği kanaatine vardıkları bu kimsenin önem
sedikleri tesirini ortaya çıkartmadı. Gene, Cemiyet üyelerinden Adanalı Hil
mi Bey’in çabaları ile eski M aarif Nazırı Münif Paşa Cemiyete kaydolun
du .37 Özellikle ûlernanm cemiyete duymağa başladığı ilgi bu kimselere önem
li bir avantaj sağlıyordu. Hoca Kadri’nin, Lâleli1'de softalara Avrupa’dan ge
tirtmekte olduğu Le Temps gazetesini okuduğu, onlara muzir fikirler aşıla
dığı ve Avrupa’daki ehl-i fesad ile irtibatı olduğu şeklindeki bir ihbardan ,33
bu ilginin önemini çıkartabilmek mümkün oluyor.
Ama aym yıl içinde en önemli olay, hızlanmaya başlayan yurt dışnıa fi
rar hadiseleri içinde cemiyete mensup gençlerin oranının artış göstermesi
dir. Nitekim, yönetim; kaçakların dış ülkelerdeki faaliyetlerini önlemek için,
çeşitli ülkeler nezdinde teşebbüslere girişmeğe başlamıştır ,39 Ayrıca, Cemiyet,
P aris’de bulunan Ahmed Rıza Bey ve Kahire’de bulunan Ahmed Verdanî Bey
aracılığı ile bu iki merkezdeki muhalifler ile temasa geçmeye çalışmıştır .40
Temo’nun evrakı içindeki vesikalardan, 1891 sonu veya 1892 başında ilk ni
zâmnâme taslağının Ahmed Rıza Bey’e gönderildiği ve onun bu konuda bazı
eleştirilerde bulunduğu anlaşılıyor .41 Ancak, Ahmed Rıza Bey’in ,42 yönetim
(36) M urad Bey kendisine reislik tek lif edildiğini, kendisinin hazırlanm ış bir
y a fta n ın tash ih in i yapm akla b irlik te kesin b ir k ab u l cevabı verm ediğini
iddia etm ektedir. Bkz. M ehm ed M urad, M ücahede-i M illiye:G u rbet v e A v
d e t Devirleri, ss. 25-28. M urad’m , Faris aleyhine gördüğüm üz düşüncelerine
rağm en, İzzet Bey ve diğer ta ra fta rla rı ile evinde toplantılar yapm ası bu
alanda oynam ak istediği rolü daha iyi ortay a koym aktadır. Bkz.Philip C ur-
rie ’den-D ışişleri B ak an ı’na, Cons., 28 Ocak 1896, no.71 (Confidential) yazı
n ın eki; Ju stin A lvarez’d en -P h ilip C urrie’ye, Bengazy, 23 K asım 1895. Bil
gileri, D ağıstanlı M irliva H aşan Bey, İngiliz tem silcisine verm iştir. PRO/F.O.
78/4701
(37) Leslovikli M ehm ed Rauf, İttihad v e T erakki..., s. 18.
(38) Kolağası İhsan B ey’in, 12 T eşrin -i evvel 1311 ta rih li jurnali. Asaf Tugay,
İbret: A b d ü lh a m id ’e Verilen Jurnaller v e Jurnalciler, C.I, Okat Yayınevi,
[İstanbul :t.y], s. 83.
(39) B B A -B E O /H a ric iye Reft, 183-5/39,97, (30 M art 310)/28623, S efaretlere ve
rilen d ire k tifle r için bkz.328. (7 N isan 310), tekidi için bkz. 203 (24 Nisan
310)/29747, İcra k ılm an ta h k ik a t cevabları için bkz. 1288 (5 T eşrin-i sânî
310)/38S74.
(40) Bu faaliyet için bkz.Z.D. Im hoff, «Die E ntstehung und Der Zweck Des Co-
m ites F ü r E inheit u nd Fortschritt,» Die W el t des Islams, B,I(1913), H.3-4,
s. 172.
(41) Temo, A hm ed R ıza’nın, «1304 den iki buçuk sene sonra... yazdığım ız pro g
ram ın bazı n o k taların ın t a ’dili h akkında bilm uhabere m ünakaşada bile b u
lun...»duğunıı belirtm ek ted ir. A r k iv i Ç endror, 19/31 //179-180.
(42) Ahmed Rıza’m n y u rd a döndürülm esi h akkında M abeyn’e, P aris S efaretin’-
den, 12/24 H aziran 1892 ta rih li yazı. Paris Büyükelçiliği Arşivi, D,176. B u
na k arşılık yönetim in bazı P aris gazetelerine yazdığı yazılardan şüphelen
m eye başlam ası için bkz. B B A - Y /S a d a r e t Hususî Marûzat, 13 L 1309/no.
3938. A ynı şekilde Ahm ed Rıza B ey’in m em leket kadınları hakkında v erd i
179
den talebeliğini sürdürebilmesi için maaş talebinde bulunduğunu43 gözönüne
alırsak, kendisinin bu tarihlerde hareketin başarıya ulaşabileceğine fazlaca
ihtimal vermediğini varsayabiliriz. 1894 tarihinde ise; herhalde; kendisi P a
ris’de bir anda, bir muhalif Türk kolonisinin oluştuğunu farketmişti .44 Nite
kim, bu gençlerden birisi olan Doktor Nazım Bey, Cemiyetin merkez komi
tesi adına Ahmed Rıza Bey’e kendilerine katılmasını teklif etti .45 Ahmed Rı
za Bey; bu teklifi kabul ettiği gibi, Cemiyetin adı konusunda, İstanbul mer
kezi ile bir pazarlığa girişti ve sonuçta kendisinin Auguste Comte’dan mül
hem teklifleri etrafındaki tartışmalardan sonra Osmanlı İttihad ve Terakki
Cemiyeti nâmı kabul edildi.40
Bu anlaşmadan sonra Cemiyet’in, yurt dışı faaliyetinin aniden bir sıçra
ma gösterdiği görülüyor. Nitekim, Ahmed Rıza ve diğer Cemiyet kökenli fi
rarilerin, Avrupa kamuoyundaki faaliyetleri öylesine fazlalaştı ki, yönetim
180
Osmanlı hükümeti lehine yorumlarda bulunmaları için Fransız gazetelerine
verilen ödeneğin beş yüz Frank arttırılmasına karar verdi .41
Gene, bu temaslar çerçevesinde, yurt dışında ilk kez cemiyet adına bir
risale basıldı.48 1895 yılı ortalarında çıkan bu risâle yönetimin büyük telâşına
neden oldu.49 Çünkü, bu şekilde zaten çeşitli hareketler ve Ermeni komiteleri
nin artm a temayülü gösteren eylemleri karşısında bunalmış ve Saray darbe
sini ’n er an korkuyla bekleyen yönetim, karşısında bir de çoğunluğu Türk
unsurundan oluşan bir cemiyeti buluyordu. Aynı tarihlerde Mekteb-i Harbi-
ye’de, Cemiyetin faaliyetleri çerçevesinde bazı huzursuzlukların başladığı
gözleniyor. Mayıs ayında, bir sene evvel Harbiye’den mezun olan bir Cemi
yet mensubu Atina’ya firar etmişti50 ve bu da yönetimi bir hayli telâşlandır-
mıştı.st Bir arama sırasında, okul kütüphanesinde Sultan Murad’m resmi bu
lundu .82 Yönetimin artan baskısı ve cemiyetin faaliyetlerini yoğunlaştırması
sonucunda Harbiye'de Cemiyet mensubu olmalarından şüphe edilenlerin tu
tuklanmasına başlandı. Bu soruşturma doksan bir öğrencinin Zabtiye Neza
retine şevki ile sonuçlandı.53 Yönetim bu olayı gizli tutmağa çalıştıysa da,
olay Avrupa basınına yansıdı.34 Bu gerçekten önemli bir gelişmeydi. Çünkü,
181
Harbiye gibi bir okulda doksan bir tanesi yakalanan taraftara sahip bulun
mak, küçümsenemeyecek bir başarıydı.
Bu sırada, Mülkiye’de de çeşitli öğrenciler üzerinde muzir hicviyeler
bulundu.w Burada yapılan tahkikatta, Cemiyetin bu okulda da yayıldığı or
taya çıktı. Ancak bu olaylar, tamamen yönetimin olayların üzerine gitmesi
sonucunda doğmuştu. Cemiyetin, yurt içinde giriştiği eylem bulunmamaktay
dı. Belirttiğimiz gibi tek faaliyet ülke dışında idareyi eleştiren bir risalenin
basımından ibaretti. Ancak, burada karşımıza 1895 tarihinin evvelce belirtti
ğimiz olağanüstü koşulları çıkıyor. Sultan, öğrencilerin herhangi bir harekete
girişebileceklerine ihtimâl vermemekle birlikte, onları bir araç olarak kulla
nabilecek Saray darbecilerinin işleri hızlandn’dığı kanaatine varmıştı.
Nitekim, 189-5 sonbaharmda ve olayların en yoğunlaştığı dönemde İngiliz
Sefareti üçüncü kâtibi .Max Müller, önde gelen iki İttihad ve Terakki men
subu ile bir mülakat yapmıştı .55 Bu mülakat su’asında iki ileri gelen üye,
Müller’e iktidar değişikliği hakkmdaki fikirlerini belirtirken:
311), 1828, (2 H aziran 311), 1684, (21 H aziran 311), 1673, (22 H aziran 311),
1717, (25 H aziran 311), 1726, (26 H aziran 311), 1750, (27 H aziran 311), 1934,
(4 Tem m uz 311), 1951, (5 Tem m uz 311), 1975, (5 Tem m uz 311), 2116,
(6 Tem m uz 311), 2132, (8 Tem m uz 311), 2708, (19 Ağustos 311), BBA-BEO/
Hariciye R eft, 183-5/39,619, (18 H aziran 31D/48518. T u rh an P aşa’dan-M ah-
m ud Nedim Bey’e, 51/1 Tem m uz 1895, Rom a B üyükelçiliği A rşivi, K.51(2).
G azetelerdeki yazılara örn ek olarak bkz. «Una Sm entita,» O pinione(Rom a),
5 Tem m uz 1895, «Turchia: Una Cospirazione alla scuola m ilitaire,» Corriere
di Napoli, 26 H aziran 1895, «Une Conspiration,» L ’ltalie, 27 H aziran 1895.
(55) B B A -B E O fV G G (2 ), Jurnal: no.3-M ühim m e! no.?, 28 Şevval 1313/11 N isan
311 (S alı), M ekteb -i M ülkiye talebesinden Rüşdi E fendi’n in yaptığı hicvi
yeye d air M aarif tezkeresi.
(56) Sir Philip C u rrie’den-M arquess of S alisbury’e, Cons., 27 K asım 1895/no.87û
(C onfidential), ta rih ve n u m aralı yazının eki, W.G. M ax M ülier’in, 26 K a
sım 1895 ta rih li M em orandum u, PRO/F.O, 78/4623. Y azının m etni aynen v e
rilm iştir. Bkz. B.I. Bu arad a İngiliz S efaretinin Jön T ürklerle en fazla iliş
ki k u ra n m ensubu o larak görünen W.G.Max M ülier’in, eşinin İstanbul'dan
yazdığı m ektuplarda daha 1893-1894 y ıllarında Jön T ürklerden bahsetm esi
dikkati çekm ektedir. Bkz. Mrs. [G eorgina] M ax M üller, L etters From Cons-
tantinople; Longm ans G reen and Co; (London:1897), ss. 194-195: «...S ultan
biliyor ki, herhangi b ir şekilde g a y r-ı m üslim teb ’asım him aye ederse M üs
lüm an te b ’ası kendisine k a rşı ayaklanabilecek ve bu İm p aratorluğunun A v
ru p a ’da sonu dem ek olabilecektir ve h a ttâ şim di ortada kendi yönetim i için
E rm enilerden daha tehlikeli bir Jö n T ü rklük vardır...».
182
Cemiyetin âzâları tüm sınıflardan hattâ Sultanın her vakit gö
rüştüğü adamlardan dahi alınmaktadır.
Bıı cemiyetin müstacel amacı Sultan ın tahttan indirilmesi ve
Kanun-i Esasî’nin ilâmdır.
Dediklerine göre Sultanın tahttan indirilmesi, padişahın etra
fındaki habis adamlardan bazılarının mahkeme ile idam edilmeleri
dışında hiç kan akıtılmasını intaç etmeyecektir.
Kararlaştırılan bir günde subayları davaya kazandırılmış bir
alay Seraskerliğin önündeki meydana yürüyecekler, Seraskeri yaka
layacaklar, onun yerine tercih ettikleri bir adamı tayin edecekler
(muhtemelen Deli Fuad olarak adlandırılan Fuad Paşa) Y ıldıza
bir haberci göndererek Sultana tahttan indirildiğini bildirecekler
ve haberi çeşitli eyâlâta telgrafla iletecekler.
Bıı benim işaret ettiğim gibi acayipçe basit bir plândı....
Ben onlara, şimdiki Sultan ın tahttan indirilmesi ve Kanun-i
Esasi-nin ilâm garanti edilse dahi Türkiye’de bunun gibi İmpara
torluğun taleb edilen ihtiyaçlar çerçevesinde tamamen yeniden dü
zenlenmesi için gerekli adamları bulup bulamıyacaklarına işaret
ettim. Onlar zorluğu itiraf ettiler fakat adam bulunabileceğini söy
lediler. Genellikle en önemli mevkiler için teklif edilen adamlar şun
lardı, Sadrıâzam Muhtar Paşa, Hariciye Nazırı Karatodori Bey
— şimdiki Belçika Sefiri—, Serasker Fuad Paşa ...»57
(57) îbid,
<58) Sözkonusu m em orandum un eki, «Regulations of the T urkish Society of
Union and Progress,» PRO/F.O. 78/4623. Bu program , T.Z. Tunaya, T ü rkiye ’
de Siyasî Partiler, (İstanbul:1952), ss. 117-122’de verilen nizâm nâm edir.
Program , İngiliz kabinesinde tartışılm ış ve D ışişleri B akan yardım cısı, Tho-
m as Sanderson, çok ilginç b u lu n an vesika için M ax M üller’e teşekkür e t
m iştir. Bkz. Thom as S anderson’d a n -S ir Philip C urrie’ye, no.402(C onf.)/Fo-
reign Office, 14 K asım 9o(D raft), PRO/F.O. 78/4606, E vraka, K raliçe Victo
r ia ’nın tetk ik in d en sonra düştüğü not şöyledir: «Bu vesikalar çok ilginç,
özellikle birinci vesikadaki birinci ek (M ü ller’in M em orandum u) Kraliçe.*.
PRO/F.O. 78/4623.
459) Program la ilgili haber, ilk olarak W iener Politische Correspondenz gazete
sinde yayınlanm ıştır. Bkz. B B A -B E O /H ariciye  m ed, 155-5/11, 4100(22 Teş
rin -i sânî 311). H aber, İstan b u l’daki kom ite üyelerinden b iri tarafın d an
183
Nizâmnâme incelendiğinde, onun hem genel düşünce çerçevesini amaç
lar şeklinde ortaya konduğunu, hem de dahilî düzenlemeyi gerçekleştirdiğini
görmemiz mümkün olmaktadır.
Girişlerin, kooptasyon usûlü60 ve yemin ile gerçekleştirildiği61 Cemiyet;
bu açıdan; merkeziyetçi bir yapıya sahiptir. Cemiyet üyelerinin teklifte bu
lunabilmek serbestisine 62 karşılık, kararların oluşturulması ve üyelere görev
verilmesi konularında63 yetkinin tamamen merkezde temerküz ettiği görülü
yor. Merkez yöneticileri dışındaki üyeler arasındaki hiyerarşinin belirleyici
sinin Cemiyetteki kıdem olması ise diğer ilginç bir noktayı teşkil etmekte
dir .64 Bu nizâmnâmenin sözkonusu noktaların ışığında Cemiyetin siyasal çer
çevesini yansıttığını belirtebiliriz.
184
Bey, Halep’ten firar ederek 67 P aris’e gelmiş ve muhalefete katılmıştır ,53 Yurt
içinde ise. Cemiyet ilk olarak Ermenüerin 30 Eylül 1895 tarihinde yaptıkları,
Bâb-ıâli yürüyüşünü takiben bir beyannâme hazırlayarak bunu, Yıldız civarı
da dahil olmak üzere, İstanbul’un çeşitli semtlerine dağıtmıştı.69 5 Ekim 1895
tarihinde gerçekleştirilen bu hareket ile Cemiyet, ilk kez varlığını açığa vur
muş oluyordu. Yabancı temsilcilerin de çok ilgisini çeken bu beyannâme™ ile
örgüt, Müller’in belirttiği darbe plânı için ortam oluşturması işlevini de baş
latmış olmaktaydı. Nitekim, yaklaşık bir ay sonra; Cemiyet, çok sıkı güven
lik tedbirlerine rağmen amaçlarını ve Cemiyetin üyelerinin hangi toplum ta
bakalarından oluştuğunu bildiren ikinci bir beyannâmeyi çeşitli yerlere ve
özellikle camilere dağıtmaya muvaffak oldu.71
Bütün bunlara ilâveten; bir de o zamana kadar Sultan’a danışmanlık yap
mak gibi bir göreve heveslenen Mizancı Murad Bey’in, «Jön Türkî fırkasını
nefs-i hümâyûnlarına hasm ittihaz etmekden ise o fırkanın riyasetine geçüb
devlete bir taze hayat vermeğe sây etmek zamanı..» geldiğine dair öğütleri,72
Saray tarafından fazla anlamlı bulanmayarak, sonunda kendisi mabeynden
geri çevrilince firar etmesi durumu büsbütün ağırlaştırdı .73 Gerçi gördüğümüz
gibi; Murad Bey açıktan Cemiyete katılmamıştı ama kendisini Jön Türklük
185
kategorisinin önde gelen isimlerinden birisi olarak telâkki edilmesi yolunda
davranışlarda bulunmuştu ve yurt dışına firar ettiği andan itibaren ilişki ku
rabileceği tek örgüt, Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti idi. Nitekim, ken
disini bir süre sonra örgütün Mısır sorumlusu olarak göreceğiz.
Tüm bu çabaların amacı ise, darbe için gerekli ortamın hazırlanmasın
dan ibaretti. Nitekim, 1895 Ekim ve Kasım’ıııda siyasal hava son derece ağır-_
laştı, yalnızca Payitahtta değil, çevrede de hoşnutsuzluk çok üst boyutlara
ulaştı. Bir İngiliz temsilcinin anlatımı ile:
186
önemli rol oynayan Eczacı Mülâzımı Mustafa Efendi olmak üzere merkezin
hemen bütün önemli üyeleri sürgüne gönderildiler.” Cemiyetin Mısır şubesi
müdürü olacağını belirttiğimiz İsmail İbrahim Bey de sürgüne gönderilenler
kafilesine katıldı.7e Kuruluşta, baş rolü oynadığını gördüğümüz Doktor İbra
him Temo ise; hakkında gıyabî tutuklama kararı bulunduğu halde; Roman
ya’ya firara muvaffak oldu.78 Bu şekilde, îshak Sükûti dışında merkezde bi
rinci derecede durum hakkında bilgi sahibi olan kimse kalmamış oluyordu.80
Onun da kısa süre sonra yakalanarak Rodos’a sürülmesi sonucunda, artık
İstanbul merkezi çökmüş oluyordu. Nitekim, bu noktada organizasyon göre
vini üstlenen Mekkeli Doktor Sabri Bey, bu işe başladığında çeşitli semt şu
beleri bulunduğunu; ancak, kendisinin yalnızca Şeyh Naili’nin yönettiği Sa-
matya Şubesi’ni bildiğini belirtiyor,81 Kendisinin anlatımıyla verecek olur
sak :
(77) B B A -frade-D ah iliye, Reeeb 1313/no.63/1409. K onu ile ilgili ev raklar için
bkz. B B A - Y jS a d a r e t Resm î Marûzat, 2 B 1313/no.1563, B B A - T e z a k ir -i S a-
rrJue D osyalan, (M azbata), 1536/1563, 5/6 K ân û n -i evvel 311, B B A - Y ıld ız
Perâkende, C 1317/no.955-11 (4702). T üm ünün suretleri verilm iştir. Bkz.
B. III.
(78) B B A -îra d e -D a h iliy e , Ş a’ban 1313/no.l5/1705.
(79) B B A - Y ıld ız Perâkende, C 1317/no.955-11(4702), İb rahim Temo, İttihad üe
T erakki..,, ss. 58-60.
(80) M ekkeli Doktor S a b ri’d en-A bdylîah C evdet’e, Le M ans 27 H aziran 1931, s. 8.
(81) î b i d , s- 8,
(82) [S ab ri], «Osmanlı T arihinin Yeni B ir Safhası A ydınlanıyor: 1312 de N üm u-
nei T erakki M ektebinde T oplananlar K im lerdi, Ne Y apacaklardı,» Vakit,
19 M ayıs 1930? s. 3. B urada  k k a’ya sürüldüğü belirtilen K aym akam Şefik
Bey 1896 yılı başında üzerinde <Mizan » gazetesi bulunduğu için nefyolun-
m uştur. Bkz. «Turkey,» The Times, 27 Ş ubat 1896.
187
Kısa süre içinde, Cemiyetin İstanbul merkez şubesine Nadir Bey’in de
kâtip olarak katılması sağlanmış ve örgüte Müşir Fuat Paşa (1895 komplosun
da Seraskerliğe getirilmesi plânlanan), Müşir Kâzım Paşa (Merkez komuta
nı), Şeyh Abdülkadir Efendi, Şeyh Naili Efendi ve biraderi Hakkı Bey (Şu-
ra-yı Devlet âzâsı); Necib Paşa (eski sefirlerden) ve Esad Bey (Nafıa mu
hasebecisi)’in de girmeleriyle oldukça önemli kişileri kapsayan bir merkez
komitesi ortaya çıkmıştı.83
Bu yeni yapının, oldukça değişik bir kompozisyonu ortaya çıkarttığı açık
tır. Artık Tıbbiyelilerin önderlik yaptığı ve ileride göreceğimiz gibi kendile
rini toplumun marjinalinde gören kimselerin yerini ûlema temsilcilerinin ağır-
lıklı olduğu ve yüksek memurlar ile askerlerin diğer mevkileri paylaştıkları
bir heyet almıştı. Nitekim, arada düzenli muhaberatın olmasına karşüık; İs
tanbul merkezi,8-1 âdeta ayrı bir birim gibi hareket etmeye başlamıştır,ss Ger
çi, Nizâmnâmeye göre örgütün karar organı İstanbul merkezi oluyordu;
ama, 1895’de Cemiyetin yaşadığı kriz ve bu birimin çöküşü sonrasında; bu
kural Paris, Cenevre ve Mısır’da toplanan önemli mensuplar açısından her
hangi bir değer taşımamakta idi. Gerçekten de, İstanbul merkezine gelen ya
zılarda; Avrupa merkezinin emredici ve düzenleyici bir uslûb kullandığı gö
rülmektedir .86 Üstelik, bu tarihlerde yaptığı muhaberatta İbrahim Temo’nun
da örgütün lideri şeklinde ifadeler kullandığı gözlenmektedir.87 Kabul edil
mesi gereken İstanbul merkezinin tamamen Saray darbecilerinin elinde bu
lunduğu, Paris şubesinin eski önemli üyelerin de katılması ile bundan bağım
sız bir merkez, haline geldiği ve İbrahim Temo'nun da Balkanlarda kurul
maya çalışılan mahallî teşkilâtın de facto lideri durumuna geçtiğidir.
İlginç bir nokta, kendilerinin İttihad ve Terakki mensubu olarak nitelen
dirilmelerinden korkan ve bir süre bağımsız hareket etmeye çalıştıklarını
gördüğümüz ûlemamn, merkez komitede oldukça etkin bir duruma geçmesi
dir. Kendilerinin anlatımıyla:
188
gösterir ve ahalinin bunların isimlerini o nâmla yâd etmesini arzu
eder idi. Milletin kısm-ı âzâmı da o itikadda bulunur ve öyle der
idî. Hâlâ, ilân-ı hürriyete kadar avamın bile pek sevgilisi, pek m uh
teremi bulunan Saib Molla merhum İttihad • ve Terakki C em iyeti
ne mensubiyeti anlaşıldıktan sonra, seksen senelik bu dervişe dinsiz
lik isnâd olunmuş, eski teveccühün yüzde yirmisi kalmamış idi ...»8S
189
yönetimin şiddet kullanılmadan devrilmesi94 fikrini en uç şekliyle işlediğini gö
rüyoruz :
(94) Güzel bir örnek için bkz. A T urkish P atriot, «A Study in T urkish Reform.»
The F ortnightly R eview , Vo].LXI(N.S), no.CCCLKV, 1 Mayıs 1897, s.658.
(95) A hm ed Rıza, «İhtilâl,» M eşveret, no.29, 14 K ân û n -i sânî 1898-21 Şa’ban 1315,
s. 2. K rş, A hm ed Rıza, «îcm âl-i Ahvâl,» M eşveret, no.6, 15 Ş ubat 108-2 R a
m azan 1313, s. 1: «...O sm anlı İttih ad ve T erakki Cem iyeti kıtal ve ihtilâlin
k atiyyen aleyhindedir. Bu cem iyetin efradı bugün h e r ta rafd a m ünsalib
olan em niyet ve ra h a tı ihlâle değil belki iade ve istirdada çalışıyor. İh ti
lâl fik rin i b u aralık m illet hakkında m uzir gördüğü içün reddediyor. Y ok
sa k an u n ve şeriat ahaliye b u ihtilâl h akkını ç-okdan verdi...».
(96) Ahm ed Rıza, «îcm âl-i A hvâl,* M eşveret, no.18,27 R ebiy’ülevvel 1314-8
Eylül 108. s. 2.
190
İslâmî çevrede etkisi bir hayli fazlaydı.97 Kendisi, darbecilik eğilimlerinin
içinden geliyordu ve yabancı müdahalesi konusunda son derece olumlu bir
tavır ortaya koyuyordu:
«...Tebdil-i hükümet vaki’ olursa müdahale-i ecnebiyeye hacet kal
m az ise de tebeddül vaki’ olmadığı takdirde gaile-i hâzıra ancak
Avrupa’nın müdahalesiyle tesviye-pezîr olabilecekdir .. .»98
Bu eğilimleri iie Murad Bey; liberal görüşlerin temsilcisi olarak tavsif
edilmekle birlikte ;90 Avrupa’da Ahmed Rıza’ya muhalif gruplar ve ûlema-yük-
sek bürokrat ağırlıklı İstanbul merkezi ile Balkanlarda göreceğimiz mahallî
Jön Türklük ve Ahmed Rıza çevresi arasında bir denge unsuru olarak ortaya
çıktı.
Murad Bey sorunu ancak yabancı müdahalesi ile ve siyasal düzeyde hal
ledilecek bir mesele olarak gördüğünden, firarının akabinde bu konuda te
maslara girişti. Ermeni komiteleri ile Londra’da yaptığı temaslardan bir so
nuç sağlayamayan Murad Bey ;100 kendisine bu şehirde önerilmesi plânlanan
teklifleri reddetti .101 Osmanlı büyükelçisinin bu alandaki çabaları da ke
sin ve belirgin bir sonuç vermeyince;10- tekrar P aris’e dönen Murad
Bey, muhalif çevrelerle olan görüşmelerini sürdürdü. Ahmed Rıza Bey’e kar
şı faaliyet gösterenlerin kendisine ilettikleri, başlarına geçmesi yolundaki ta
leplere, fazla iltifat etmeyerek fiilî lider ile görüştü .103
(97) Bu etki konusunda bkz. G ulam M ehm ed Ali, «H aydar-âbâd 21 Şevval 1313:
(Farisiden T ercüm e), Ey Din K arındaşı,» Mizan, no.177, 21 M ayıs 1896, s.
3001, «Evrak ve M ekâtib: S er-efrâz-ı Û lem a-yı M ütehakkikinden B ir Zât-ı
 li’n in İm zasıyla D ersaadet’den A lınm ışdır:M a’el-teşek k ü r T ezyîn-i Sehaif
Eyliyoruz5» M izan, no.165, 27 § u b a t 1896-13 R am azan 1313, ss. 2406-2407.
(98) M ehm ed M urad, Y ıld ız S a ıa y rı H üm ayunu ve Bâb-ıâli Y ahud Şarkın Derd
-i Asli si, ([K ah ire] :1313), s. 94.
(99) ' C am bon’d an -B erth elo t’ya, Pera, 26 A ralık 1895/no.219, A ffaires etrangeres
-Correspondance P olitique-Turquie: 525(Nov.-Dec. 1895), [353—54].
(100) M ehm ed M urad, M ücahede-i M illiye: G urbet ve A v d e t Devirleri, ss. 104-
105.
(101) «Firari M urad Bey’in b u ray a avdeti halinde m azh ar-ı ta a ttu fâ t-ı seniye
olacağına şübhe olm adığından öyle gazete ihracı gibi külfetlerine k en d i
sini sevketm eğe lüzûm yokdur. İm di b u k ad ar te ’m in ât-ı seniyeye m az-
h ariy etd en sonra yine avdetden ictinâb ve im tin a ’ eder ise a rtık çıkarm ak
istediği M izan gazetesinin serbestî-i in tişârın a ve m em âlik-i m ahruse-i şa
hane ile ecza-yı m ütem m im eşine d uhûlüne m üm anaat p ek tab iîd ir...» A h
m ed İzzet P a şa ’d an -L o n d ra S efaret-i Seniyesi C ânib-i Âlisine, 17 Receb
1313, Londra B üyükelçiliği A rşivi, K.339(8).
(102) K endisine yöneltilen tek lifler için bkz. B B A -Y /S a d a re t H ususî Marûzat, 1
B 1313/no.1552, B B A -Y ıld ız Perâkende, 13 C 1313/no.796. Londra Sefiri
A ntopulo P a şa ’nm , P aris’de M urad Bey ile yaptığı görüşm e için ise bkz.
«14 K ân û n -i evvel 311 T arihiyle M abeyn-i H üm âyûn B aşkitabet-i Çelilesi -
ne Yazılan M ektubun Suretidir,» Londra B üyükelçiliği A rşivi, K .303(3).
A ynen verilm iştir. Bkz. B. VI.
(103) M ehm ed M urad, M ücahede-i M illiye: G urbet ve A v d e t Deınrleri, s. 106.
191
üu görüşmede Murad Bey; Mizan’ı, kendisi için daha elverişli bir muhit
olarak kabul ettiği, Mısır’da çıkartmak niyetinde olduğunu belirtti ve P aris’-
den ayrıldı.104
<104) P aris’den, M ısır’a gidişi için bkz. A ntopulo P aşa’dan-T ahsin B ey’e, Lond
ra. 14 K ân û n -i sânî 1896, Şifre telgraf. Londra B üyükelçiliği A rşivi, K.
303(3).
<105) L ondra S efiri’n d e n -[îz z et P aşa’y a ], 24 K ân û n -i evvel 1895: «12 K ânûn-i
evvel 311 tarih iy le M abeyn-i H üm âyûn B aşkitabet-i Celilesine Yazılan
M ektubun Suretidir,» Londra B ü yü kelçilim A rşivi. K.303(3). A ynen v eril
m iştir. Bkz. B. V II.
(106) Bkz. Philip C u rrie’d en-D ışişleri’ne, Constantinople, 23 Nisan 1896, PRO/F.O.
78/4706. «Nouvelles de l’E tran g er: Turquie,» L e Tem ps, 15 N isan 1896. Jön
T ü rk lerin olayı an latım ı için bkz. Fuad, «Le R appel des etısdiants O tto-
rnans,» M echveret S u p p lem en t Français. no.15, 15 Tem m uz 1896, s. 2. F ira ri
ler h ak k ın d ak i girişim ler için bkz. B B A -îrade-H ariciye, Ş a’ban 1313/no.5-
1643, Fuad, «Une Q uestion au G ouvernem ent Ottom an,» M echveret Sııpp-
lem en t Français, no.4, 1 Ş ubat 1896, ss. 1-2. Bu konudaki taleplerin bizzat
S u ltan ’dan gelmesi, Fransızların üzerinde P aris’deki yayın faaliyetinin çok
önem li olduğu şeklinde b ir k an aat uyandırm ıştır. Bkz, C am bon’d an -B e rt-
helo t’ya, P era, 5 Ş ubat 1896/no.24, A ffa ires etra.nge-res-Correspondan.ce Po~
litique-T urquie: 526(Jan-Fev. 1896), [204-207], Osm anlı Elçiliğinin bu
alanda yaptığı ta h k ik a t ve geri gönderm e çabaları için bkz. B B A -îra d e-
Hususî, Zilkade 1313/no, 38-1266 ve no.44/1273.
(107) «İlân.» M eşveret, no.5, 17 Ş a’ban 1313-1 Ş ubat 108, s. 4. Ö ğrenciler ayrıca
sefarete b a şv u rarak kendilerine belirtilen nedenlerle verilm eyen m aaşları
nın tesviyesini istediler. Osm anlı yönetim i ise öğrencilerin özellikle F ra n
sa’da fena yollara saptığı k an aatin e varm ıştır. Bkz. B B A -İrade-H ususî,
Şevval 1313/no.55-1206. A ynen verilm iştir. Bkz. B. VIII.
(108) Fııad «Une Question.s> M echveret S u p p lem en t Françaisj no.4, ss. 1-2.
(109) La Redaction, «Rem ereiem ents,» M echveret Su p p lem en t Français, no.5, 15
Ş ubat 1896, s. 1.
192
di.110 Gerekli finansal koşulların yaratılmış olduğu sık sık tekrar edilmeye
başlanarak, Osmanlı yönetiminin bu alandaki kuşkuları büsbütün derinleşti
rildi .311 Bu gelişmelerin sonucunda, payitahttaki bir kısım ileri gelen yönetici
lerin dahi 1895’de gerçekleşemeyen darbenin, artık kaçınılmaz olduğu şeklin
deki düşüncelerle Cemiyet’e yaklaştıkları görülüyor:
Her ne kadar Cemiyet yayın organları üye sayısının ulaştığı oran olarak
korkunç büyüklükteki rakkamları ileri sürmekteyseler113 ve bunları kabul et
menin imkânı bulunmamaktaysa da, örgütün gelişimi bir hayli belirgin hale
gelmişti. Harbiye ve Tıbbiye Mekteblerinde Cemiyet taraftarları büyük bir
çoğunluğu sağlam aktaydılar.”4 Cemiyet, kurmuş olduğu seyyar memurluk
kurumu ile çeşitli bölgelerdeki faaliyetleri hızlandırmış115 ve yurt dahilinde çe
şitli şubeler oluşturmaya muvaffak olmuştu.
193
lânik, Şam, Taşlıca, Trablusgarb, Trablusşam, Trabzon örgütleri ve Bulgaris
tan, Suriye, Girid merkez şubelerinin kurulduğu anlaşılıyor. Taşlıca ve Kıb-
rıs’da fiili Osmanlı hakimiyeti bulunmadığmdan, örgütlenme daha rahattı. An
cak diğer bölgelerde kısa zamanda bu kadar hızlı bir yayılma ilgi çekicidir.
Bunlara; elimizdeki belgelere dayanarak; Edirne, Erzurum, Adana, Mersin.
Ankara şubeleri ile Humus, Hama gibi mahallî örgüt birimlerini, İbrahim Te-
mo’nun kurduğu Balkan teşkilâtı ve İstanbul merkez şubesi ile Paris, Berlin,
Cenevre, Mısır gibi yurtdışı şubeler ve şube varlığı iddia olunan117 Kafkasya,
Belgrad gibi merkezleri gözönüne alırsak, geniş bir organizasyon ile karşı
karşıya kalıyoruz. Ayrıca elimizde daha sonraki dönemlerine ait vesikalar
bulunan Berberistan Şubesi, Buhara Şubesi ve İşkodra Şubesinin bu dönemde
de varlığını sürdürdüğü, sözkonusu vesikalardaki ifadelerden tahmin edile
bilmektedir.
Yurt içindeki bu teşkilâtın özellikle 1897 sonbaharına kadar büyük bir
canlılık gösterdiğini belirtmeliyiz. İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin yalnızca
blöften ibaret olduğu konusunda; özellikle Murad Bey’in oluşturmaya çalıştı
ğı imaj fazla gerçekçi değildir118 ve bu örgüte karşı duyulan tedirginliğin Sul-
tan’ın özel psikolojik durumu ile anlatılmaya çalışılması, bize fazla anlamb
bir çerçeve çizmemektedir.
Nizamnameye göre, İstanbul merkez olmakla birlikte, ek bir yönetmelik
ile kendisine İstanbul’un 1895 başarısızlığı sonrasındaki özel durumu göze alı
narak vekâlet yetkisi verildiği anlaşılan”9 Paris Şubesine bağlı bulunan yurt
içi teşkilâtta temel olarak iki tip şube müşahede edilmektedir.
Bunlardan birincisi; Cemiyetin o bölgede bir şube oluşturma gayretinden
tamamen bağımsız olarak, sözkonusu mahalle sürgün olarak giden kimsele
rin oluşturdukları organizasyonlardır. Bunların bir bölümü, çevrenin koşulla
rı nedeniyle fazla bir etkinlik sağlayamamışlardır. Nitekim, daha sonra orta
ya çıkartılan ve ikamete mensup şahısların içtimaları nedeniyle dikkati top
layan bu gruplar, Mamur et-el-Aziz120 ve Kastamonu’da121 ortaya çıkartılmış
ve Ankara’da bu kimselerin ikametgâhlarında tab’ makineleri, nizamnâme-
194
1
îer, muntazam varakalar da ele geçirilmiştir .1'22 Fakat belirttiğimiz gibi, çev
re koşulları burada etkinliği önlemiş ve bu şubeler önem kazanamamışlar-
Aynı durumda olan kimselerin oluşturduğu bir kısım şubeler ise, çevrenin
olumlu koşulları ve bölgede askerî birlikler bulunması sonucunda önemli et
kinlikler kazanabilmişlerdir. Örneğin, Erzurum’da bu koşullar altında oluş
turulan şube, Paris merkezi ve Murad Bey’den aldığı talimatlar çerçevesinde
faaliyete geçmiş, ordu mensupları ile yakın temas kurmuş ve gene aldığı
emirler doğrultusunda Ermeni komiteleri ile temas imkânı aramaya başla
mıştır .123 Ancak, gerek bu kimselerin muhaberatının ve gerekse Erzurum
Ermeni ihtilâl komitesi nâmına gelen bir evrakın ele geçmesi üzerine ,1124 uzun
dönemdir Anadolu’da görülen ilk müslüman unsuruna dayalı hareket ortaya
çıkartılmıştır .125
Bunun dışında, ikinci tipe örnek olan en önemli organizasyon, Suriye mer
kez şubesine bağlı olarak teşekkül ettirilmiş ve bu teşkilât 1897’de çok geniş
bir ihtilâl hareketini gerçekleştirmek üzere iken su yüzüne çıkartümış ve çö-
kertilmiştir. Bu önemde olmamakla beraber sürgün ve görevle gelen subay
lar tarafından tohumları atılan Diyarbakır Şubesi, daha sonra gelişmişse de
faaliyetlerine imkân bulamamıştır.
Diğer şubelerin gelişimini özetleyecek olursak; başta Cemiyetin kurucu
larından Doktor îshak Sükûti olmak üzere, çok sayıda Cemiyet ilerigeleninin
gönderildikleri Rodos, diğer Ege adalarına ve Anadolu sahillerine propagan
da araçlarının ulaştırıldığı bir şube haline gelmiştir. 1896 başında buraya sü
(122) A nk ara V ilâyetinde b ir süre önce bu tü r evrak ele geçirilm iş (bkz. A nka
ra Valisi M em dulı B ey’den-M abeyn’e, 9 Ş ubat 310, A nkara V ilâyetiyle M u
haberat K aydına M ahsusdur, B B A -Y ıld tz Esas Evrakı, 36/139-35/139/
X V III) ancak daha sonra çeşitli sü rgünlerin b u ray a varışıyla (bkz. Sir
Nicolas 0 ’Conor’dan-M arquess of S alisbury’e Therapia, 28 Eylül 1899/no.
462(Confidential) yazının eki, H .S.Shipley’den-N .O ’Conor’a, Angora, 19
Eylül 1899, no.30. (conf.), vesikada son on günde dokuz M üslüm an sürgü
n ün geldiği b elirtilm ektedir. PRO/F.O. 78/4995) faaliyet artm ış ve b e lirtti
ğimiz d u ru m ortaya çıkm ıştır. Bkz. A n ka ra lV ilâ yetiyle M uhaberata M ah
sus D efter], B B A -Y ıld tz Esas E vrakı, 36/2470-12/147/XVI. Vali Tevfik
Bey’den-A sım B ey’e, 11 T eşrin-i evvel 316.
(123) E rzurum V ilâyetiyle M uhabereye M ahsus D efterdir, B B A -Y ıld ız Esas Ev
rakı, 36/2470-3/147/36: 4 5/E rzurum V ilâyeti’nden (Rauf B ey’d en )-M a-
b ey n ’e, 12 Tem m uz 312, 26/Vali R auf B ey’den-M abeyn’e, 28 K ânûn-i sânî
312, Vali R auf Bey’den-M abeyn’e, 67/2 Ş u b at 312, 68/7 Ş ubat 312 Vali R a
uf Bey’den-M abeyn’e, M ehm ed K âm il B ey’den-E rzurum V ilâyet-i Celile-
sine, 72/26 Ş ubat 312, Vali R auf B ey’den-M abeyn’e, 74/22 M art 313.
(124) Vali Rauf B ey’den-M abeyn’e, 76/21 M art 313. K onu ile ilgili belge dizisi
aynen verilm iştir. Bkz. B.X. E rzurum V ilâyetiyle M uhabereye M ahsus D ef
terdir, B B A -Y ıld tz Esas E vrakı, 36/2470-3/147/36.
(125) [P. C u rrie’den]-D ışişlerine, 107/Constantinople 16 Ş ubat 1897 ta rih ve n u
m aralı yazının eki, R.W. G raw es’den -P h ilip C urrie’ye, E rzourum 5 Ş ubat
1897/no.4, PRO/F.O. 78/4798. İlgili kısım ları verilm iştir. Bkz. B. XI.
195
rülen Sükûti328 kısa sürede bu adada teşkilâtı düzenli hale getirmiş127
ve Cezair-i Bahr-i Sefid Valisinin, «Rodos'da dört beş kişinin Jön Türk
lük sevdasında bulundukları»1^ şeklinde belirttiği bu örgüt; Batı Anadolu’ya
evrak ulaşımında çok önemli bir görevi üstlenmiştir.
Üyelerinin büyük çoğunluğunun cemiyet tarafından firarının sağlanması
sonucunda, bu şube gitgide önemini yitirmiş ve 1897 sonbaharında tamamen
faaliyet dışı kalmıştır.
Aynı çerçevede ele alınması gereken Edirne Şubesi, İbrahim Temo’nun
faaliyetleri dışında bir örgütlenmeye tabi olmuş ve Manastır merkezi ile ir
tibatı sağlayarak Balkan teşkilâtı ile teması sürdürmüştür. Ancak, üzerinde
Selânik Posta şubesi mührü bulunan ve Edirne İttihad ve Terakki Şubesi
damgasını ihtiva eden evrakların ele geçirilmesinden sonra,129 bu konuda de
rinlemesine bir araştırma yapılmıştır. Bu araştırma sonucunda merkez ya
yın organının acıklı bir ifade ile belirttiği gibi:
(126) İshak S ü k û ti’n in yakalanışı ve faaliy etleri için bkz. [Rıza N u r], «M eşruti
yet U ğrunda Ö ldüğü İçün H ay at-ı M eşrutiyetle Y âd-m âm ı D irilen B ir Ölü;
Saint Rem o’da îsh ak S ükût i,» Şehbâl, Aded.14, 15 T eşrin-i sânî 1325, s. 270.
(127) Bkz. Y unus Nadi, «İshak S ük û ti Bey,» Y e n i T a svir-i Efkâr, no.127, 5 Teş
rin -i evvel 1909-20 R am azan 1327, s. 2.
(128) C ezair[-i B ah r-i Sefîd],
250(1951)
Tafsilâtı m ukaddem a arz olunduğu üzere Rodos’da d ö rt beş kişinin
Jön T ü rk lü k sevdasında b u lu n d u k ları ve hafiyen e v ra k -ı m uzirra eelb ve
k ıra a t eyledikleri h ab er alınm ası üzerine b u n lar ta h t-ı tevkife alınarak
hak ların d a ta h k ik a t ve istievabât da icra edilm iş ve fakat ih b a r-ı vaki'ayı
isbat eder delâil istihsâl edilem em esine m ebni b ir m üddet sonra sebilleri
tahliye edilm iş idi....» B a h r-i Sefîd Valisi, Abidin, 5 Tem m uz 313.
Bkz. B B A - B E O / V G G ( 2 ) , Â nadohilT elgra fı D efte ri1; 903, (M art 312-313)/
Rodos: 4(18). B u iddialara karşılık 1896 tarih in d e adadaki faaliyetler göz-
önüne alınarak; burada, hafiye istihdam ı k ararlaştırılm ıştır. Bkz. B B A - îr a -
de-D ahiliye, S afer 1314/no.ll-493. K rş. B B A -B E O /D a h iliye Giden, 95-3/
44, 1527, (22 Tem m uz 312)/61493.
(129) M anastır V ilâyeti’n den (F erik K erim B ey’den)-M abeyn’e, num arasız/15
K ân û n -i sânî 311, Manastır Valisi A b d ü lk e rim Paşa Kullarına İhsan B u y u
rulan Şifre M iftahı i v e Şifre Hailiyesini H avi D efte r ], no.2, B B A - Y ıld ız
Esas E v ra k ı , 38/2470-8/147/X V I. Vesikada, E dirne’den Selânik şehrine de
gazete ve evrak dağıtım ının yapıldığı belirtilm ektedir.
196
sinden, Kosova Vilâyeti ahali-i m u’teber e sinden, A m avud Beylerin
den, meşayihinden, hocadan hemen tanımayanı yokdur,..»130
asker ağırlıklı bu şubenin çöküşü, Cemiyet için önemli bir sorun teşkil etmiş
ti .131 Bu askerî personelin yamsıra, Edirne merkez Posta Müdürlüğü kâtiple
rinden Talât Efendi [daha sonra Sadr-ıâzam Talât P aşa], Nüfus Müdürlü
ğünde Pasaport kâtibi Faik ve Mehmed Şeref Bey ile Hâver ve Necib adla
rında iki genç üstlerinde Cemiyetin şifreli evrakı ve subaylar tarafından ya
zılmış muzir bendler bulunduğundan dolayı tutuklanmışlardı.132 Bu şubenin,
Cemiyetin iâne makbuzları içinde önemli bağışlar yaptığını açığa vuran ko
çanlara sahip oluşu, üye miktarının aslında oldukça fazla olduğunu düşündü
rüyor .133 Ancak, daha sonraki tarihlerde yapılan temaslardan bir sonuç alı
namadığı ve bu bölge ile Cemiyetin bağlantısının koptuğu anlaşılıyor .134
Aynı şekilde Osmanlı İmparatorluğunun Avrupa topraklarında oluşturu
lan ve İbrahim Temo’nun kurduğu Balkan teşkilâtından ayrı faaliyet göste
ren diğer bir şube de, Selânik Şubesi olmuştur. 1896 ortalarından itibaren
merkez yayın organında bu konuda yayınların başladığı izleniyor. Daha son
ra Selânik’de kurulan şubede aktif rol oynadığını belirtecek olan Leslovikli
Mehmed Rauf Bey’in de belirttiği gibi,135 bu neşriyat daha ziyade Cemiyete
bu bölgede önemli ilgi gösteren «dönmeklere yöneltilmişti:
(130) «Edirne’den M ektub,» llâ v e -i M eşveret, n o .9 ,18 Şevval 1313-1 N isan 108,
s. 4. B u konuda bilgi için ayrıca bkz. «Edirne’den,» Mizan, no.2, 28 K ânûn-i
evvel 1896-23 Receb 1314, ss. 4-5. Krş. «H avadis-i, Siyasiye,» M eşveret, no.8,
1 Şevval 313-15 M art 108, s. 4.
(131) Bkz. A bdullah C evdet’den-İsh ak S ü k û ti’ye, T rablusgarb 29 N isan 1896, A r
kivi Qendror, 19/106//153/440. (St. III) ve gene A bdullah Cevdet’den-A h-
m ed R ıza’ya, 30 Mayıs 1896 T rablusgarb, A h m ed R ıza B ey E vrakı/Ö zel A r
şiv.
(132) E bubekir Hâzim T epeyran Hatıraları: 1, Canlı Tarihler I, T ürkiye Y ayın
evi, (İstanbul:1944), ss. 144-145.
(133) İâne m akbuzu no:1144, A rk iv i Qendror, 19/62//113/1.
(134) Â m edi[Ishak S ü k u ti]’d en -İb rah im Tem o’ya, C enevre 23 Mayıs [ 18]97
«...E dirne şu'besi reisi şu sırada yakayı ele verdiği içün m ektubum uza ee~
v ab gelm edi...» A r k iv i Qendror, 19/106//?/?.
(135) Leslovikli M ehm ed Rauf, îttih a d ve T era kki..., ss. 79-82.
(136) N âzım «Vilâyetlerimiz,» M eşveret, no.5, 17 g a ’ban 1313-1 Ş ubat 1084 s. 3.
197
vermemek gibi ve ondan müteveUid bîr takım teferruat âdâiı terk
etmeyişleri kendülerim ayrı bir mezheb tutar süsü vermiş ve bitta
bi zaman ile arada bu ayrılık, gayrdık peyda olmuşdur. Yoksa ha-
miyyet-i millîye ve gayret-i vaiamyece bu cemiyet epeyce emsâl-i
hasene gösterinindir. Ale-l-husus son zamanlardaki terakkileri şâ-
yân-ı takdirdir...»13'
Mehmed Rauf Bey’e göre; muhtemelen 1896 sonlarına doğru; kendisi ile
muharrir Kudret Bey ve reis olarak da Binbaşı Ahmed Bey’in katılmasıyla
şube teşekkül etmiştir .128 Şube mührü yaptn’ilmış, ancak Cemiyet uzun süre
evrak tevziinden başka bir faaliyet gösterememekle birlikt-e; askerlerin ce
miyete katılmasını sağlamaya muvaffak olmuştur.138 Daha sonra şube icraat
isteğiyle P aris’e başvurmuş; olumsuz cevap üzerine bir fedaî bulunmuş ise
de, bu çabalar sonuçsuz kalmıştır .140 Rauf Bey, çabalarının Osmanlı-Yunan
harbi sonrasında sona erdiğini belirtiyor .141 Saray'ın; kendisine uslandığı
umuduyla yeni bir görev vermesine bakılırsa, bu çabalar fazla bir kuşku
uyandırmamıştır .142 Ancak, bu kimselerin bu başarısız çabalarının yamsıra.
Meşveret’in abone kaydında bulunduğu anlaşılan ,143 fakat Murad Bey grubu
nun iktidara gelmesi sonucunda onlar ile muhabereye geçen, Ferdinand
Efendi başkanlığında ayrı ve merkezce resmî olarak tanınan bir şubenin ku
rulduğunu görüyoruz. Şubenin ilk evrakına göre kuruluş tarihi 29 Aralık
1896 (16 Kânûn-i sânî 1312) dir. Müdürlüğe Ferdinad Efendi, Sandukkârlığa
Fikretî Bey. Kâtibliklere ise V. Archbolo ve Enver Bey getirilmişlerdir .144 Ce
198
miyet merkezine gönderilen ikinci muhaberattan ise, şubenin oldukça düzen
li çalıştığı ve faaliyet taraftarı bulunduğu anlaşılmaktadır.145
Görüldüğü gibi, burada iki ayrı şubenin varlığından bahsetmemiz müm
kün olmaktadır. İlk şube; daha Murad Bey Avrupa’ya gelerek taraftarlarının
desteği ile yönetime el koymadan kurulmuştu. Zaten fedaî tutup, 1897 Os-
manlı-Yunan savaşı öncesinde Paris’e başvurmasını başka türlü anlamlandır
mak imkânsızdır. Bu aynı zamanda yetkilerinin elinden alınmasından sonra
da, Ahmed Rıza’mn bir takım şubelerle lidermişçesine muhaberatta bulundu
ğunun da bir kanıtıdır.146 Diğer şube ise, Murad Bey yönetimindeki yeni mer
kez zamanında kurulmuş ve irtibatını bu kanal ile sürdürmeğe çalışmıştır.
Elimizde 1897 sonrasına ait evrak veya mektuplarının bulunmamasından, bu
şubenin de 1897 krizi sonrasında faaliyetini bir hayli azalttığını tahmin etmek
mümkündür. 1901 yılında; o dönemki merkez yayın organında çıkan bir ha
berde, Saray’ın Selânik Şubesi hakkında bilgi toplamak için memurlar gön
derdiğinden bahsedilmesine bakılırsa, etkinlik azalmakla birlikte faaliyet bir
dönem daha devam etmiştir.147 Bu şehirde daha sonra meydana gelen ve
1908 hareketinin temel taşını oluşturacak olan organizasyon üzerinde ileride
duracağız.
Benzer bir şube de Girid’de oluşturulmuştur. Evvelce atıfta bulunduğu
muz örgüt şemasında Girid’e de yer verildiğini biliyoruz. Bu şubenin o dö
nemdeki faaliyetleri hakkmda belgelere dayanan bilgimiz bulunmamakla be
raber, bu dalın bir süre Girid İttihad-ı Osmaniyan Cemiyeti, nâmım kullandı
ğı anlaşılıyor.14® Daha sonraki dönemde Girid’deki askerî personelin üzerin
de cemiyete ait evrakların yakalanması148 ve yasaklanan gazetelerin Girid’de
açıkça okunması bize faaliyet hakkında bazı bilgiler veriyor.150 1897 krizi son
dım larda bulunm uştur. Bkz. «İlân», M eşveret: no.23, 22 T eşrin-i sânî 1896-
27 Cem aziy’ülâh îr 1314, s. 8.
<145) Selânik Şubesi’nden-O sm anlı îttih a d ve T erakki Cem iyeti P aris Ş u ’besi
M üdiriyeti C anib-i Alisine, [1897], A r k iv i Qendror, 19/59//32/484, Bkz.
B. X III.
<148) Bu idd ialar için bkz. Şerafeddin M ağmumî, H a kika t-i Hal, N aşiri: K ü rd i-
zâde A hm ed R âm iz; (Kostantiniye:133Q), s. 19. (E serin ilk baskısı 1897 ta
rih lid ir).
(147) «M ekâtib: Selânik’den İkinci M ektub,» O sm anlı, no.86, 15 H aziran 1901-26
S afer 1318, ss. 5-6.
0 4 8 ) Zeynel A bidin B ey’den-M izan C eride-i Fahiresi îdarehânesine, G irid -H an -
ya, 17 Tem m uz 1313, A rk iv i Qendror, 19/92//643/1.
(149) E vraklar, T abib B inbaşı M ustafa E fendi’n in evinde ele geçirilm iştir. G irid
U m um K u m an d an lığ ın d an (İb rah im Edhem B ey’den)-M abeyn’e 28 A ğus
tos 313, G irid F ırka-i H ü m ayun K um andanlığıyla M uhaberat K aydına
M ahsus D efterdir, no.21, B B A -Y ıld ız Esas Evrakı, 36/139-45/139/XV!IL
(150) G irid Vali M üşavirliği’ne 28/1 Tem m uz 313 ve G irid Vali M üşaviri İsm ail
B ey'den M abeyn’e 29/2 Tem m uz 313, H udud-u Y u n a n iye K um andanı Neş’-
et Paşa ile [M uhaberat] Kay d D efteridir, no.31, B B A -Y ıld ız Esas E vrakı,
.36/2470-9/147/XVI.
199
rasında burada da faaliyetlerin azaldığını belirtmemiz mümkündür, 1906 tari
hinden itibaren ise, bu dalın yeniden büyük bir çaba içine girdiğim görece
ğiz.
Suriye teşkilâtının gelişimi üzerinde; özellikle, bu şubenin darbe girişimi
nin anlatımı sırasında duracağız. Bu şube, ikinci tipe uygundur. Yâni cemiyet
tarafından o bölgede özellikle tesisine gayret gösterilmiştir. Böyle bir gayret
olmamakla birlikte çok sayıda sürgünün gönderilmesi sonucunda; Trablus-
garb’da da devamlı bir şube kurulduğunu ve ilk kurucular da dahil olınak
üzere pek çok kimsenin burada Receb P aşa’nın yarattığı olumlu koşullar
içinde faaliyette bulunduğunu görüyoruz.
Balkan Teşkilâtı :
200
Jön Türk mehafilinde büyük ilgi ile karşılanmıştır.15® Bu şekilde Balkanlarda
ilk önemli muhalefet hareketi gerçekleşmiştir,
Temo’nun da teması sonucu, Murad Bey’in İstanbul’dan firarına yakın
günlerde, Bulgaristan’da bir merkez şubesinin kurulması da karar altına
alınmıştır. Bulgaristan Şu’besi tarafından Murad Bey’e hitaben yaznan bir
resmî yazıda; «...Siz İstanbul’dan firarınızdan evvel bizim şu’bemiz te’sis et
di. Yâni siz Rus mektebinin peykeleri üzerinde dirseğinizi sürüklediğiniz sıra
lardan evvel hürriyet-i İslâmiye ve saadet-i Osmaniyenin tefekkür ve temen-
niyatda bulunduğunuz gibi biz de belki o peykelerde süründüğünüzden daha
evveleeki tarihlerden saadet ve hürriyet-i milliyemizi düşünüyorduk...»157 şek
linde bir ifadenin kullanıldığını görüyoruz.
Merkezin oluştuğu Ruscuk’un yaraşıra; Varna, Şumnu, İslimiye, Yanbo-
lu, Filibe ve Vidin’de şubeler veya taraftar grupları organize edilmiştir. Bul
garistan’da bu genişlikte bir yayılmanın sağlanması ve faaliyetin de arttırıl
ması Osmanlı yönetimini çok tedirgin etmiştir.158 Bu gruplar doğrudan Temo
ile temasa geçmişlerdir.159 Bu teşkilâtta çalışan kimseler bir Avrupa merkezi
nin bulunduğunu bilmektedirler; ancak, mahallî lider olarak Cemiyetin ilk
kurucusunu tanımaktadırlar.
Temo’nun, Ruscuk’da kendisiyle temas kurduğu Tıbbiye firarilerinden
Mustafa Ragıb,160 Rusçuk merkezinin oluşumunda büyük çabalar sarfetmiş-
tir, Mustafa Ragıb, örgütü oluşturur oluşturmaz, bu şehirde hükümet aleyh
tarı bir tiyatro oynatmaya çalışmış,161 Vidin’de Mizan ve Meşveret dağıtımı
büyük boyutlara varmış,162 Şumnu’da Talât Bey propaganda faaliyetini üst-
lenmiştir.ÎM Bütün merkezlerde Cemiyete ait gazete ve risâlelerin yoğun bir
202
AVRUPA ÖRGÜTÜNÜN 1896 BAŞLARINDAKİ FAALİYETİ VE MISIR DA
YENİ TEŞKİLÂTLANMA :
Avrupa Faaliyeti :
203
rine Ahmed Rıza Bey’in Cenevre’ye giderek Türkçe Meşveret’i burada bas
maya başladığım 177 görüyoruz. Olay, Jön Türklerin, Ahmed Rıza’nın ve ya
yın organlarının tanıtımı bakımından Cemiyet’e büyük bir fayda sağlamış
tır.
Bunun yamsıra, İttihad ve Terakki; belki istememekle birlikte; Avrupa'
daki yaygın ve çoğunlukla anarşist eğilimler taşıyan muhalif gruplarınca,
kendilerine yakın bir örgüt olarak kabul edilmiştir. Cemiyet’in, kendilerinin
muhafazakâr olduğu yolundaki açıklamalarla, bu alandaki söylentileri nasıl
önlemeye çalışacağını ileride göreceğiz. Ama, çoğunlukla bu eğilimdeki ya
zarlar tarafından Jön Türklüğü tanıtan yazıların bazı önde gelen Avrupa mec
mualarında neşri de; Cemiyet’e oldukça geniş bir tanıtım çevresi yaratmış
tır. Bunların önemlilerinden biri, Mazzini ve Garibaldi üe birlikte ihtilâlci
hareketlere karışmış olan,178 Kari Blind’m bu konuda neşrettiği ve bazı bilgi
lerin kendisine Jön Türkler tarafından verildiği anlaşılan uzun yazısıdır .159
Meşveret hakkındaki tartışmalardan sonra bu konudaki yazıların çoğaldığım
görüyoruz.
Bu alandaki diğer bir çaba da; Paris merkezine ünlü kişilerin çağırıla
rak cemiyete katılmalarım sağlamak konusunda yapılan girişimler olmuştur.
Bu şekilde cemiyeti ziyaret eden Prenses Nazlı Hanım, cemiyete üye olmuş.
204
kendisine Paris merkezince 6/17 numarası verilmiş ,180 kendisi de cemiyete
sürekli bir yardımı bağlatmıştır.181
no.5s 15 Ş ubat 1896, ss. 1-2, M izan M uharriri M ehmed M urad, «Londra
6/18 K ân û n -i evvel 1315, Aziz Rıza Bey,» M eşveret, no.3, 15 Receb 1313-
j K ânûn-i sânî 1313, ss. 1-2.
(188) Osmanlı İttih ad ve T erakki Cem iyeti M ısır Ş u’besi, 139/29 Nisan [18]96,
ta rih ve num arasıyla Ş u ’be reisi M urad Bey’den, A hm ed Zeki Bey’e gön
derilen resm i yazı, M izan (İstan b u l), no.43, 28 Ağustos 1324-14 Ş a’ban
1326, s. 187. A ynen verilm iştir. Bkz. B. XV.
(189) Gördüğü ilgi için bkz. «M izan-Teşekkür.» H akikat, n o .l, 1 K ân û n -i sânî
1897-19 K â n û n -i evvel 1312, s. 3.
(190) M ekteb-i T ıbbiye-i Şâhâne talebesinden M ehmed R ıfat bin A rif’in ith a
m ında kullanılan ifade şu şekildedir: «...A sayiş-i dahiliyi ihlâl m aksad-1
denaatkârânesiyle teşebbüsât-ı m üfsidetkârâneye c ü r’e t eyiem eleım aen do
layı adliyece m üebbeden ve idam cezalarıyla m ahkûm Ahm**l Rıza ve M u
ra d nâm şahıslarla ic ra -y ı m u haberât ve ta rafla rın d an gönderilm iş olan
e v ra k -ı m uzirrayı leyle-i m ukaddese-i K adirde Ayasofya Cam i’-i Şerifine
atm ağla ilânâta ictisâr eyledikleri...* Bkz. A r k iv i Q endror, 19/106-5//593/
3148.
(191) «...İstan b u l’d an alınan m alûm ata n azaran efkâr-ı a h rârân e şiddetle in tişâr
ediyorm uş. B ir gece İstanbul’a M izan yağm ış...» A bdullah C evdet’d en-İs-
h ak S ü k û ti’ye, 29 Nisan 1896 T rablusgarb, A rk iv i Oendror, 19/108//153/
440 (St. III). A ynı m ektubun zeylinde «Bugün H azret-i M urad’dan m ektub
aldım . ...m ücahedeye devam etdîğini yazıyor» şeklinde b ir ifade k u llanıl
m ası da dik k at çekicidir.
(192) MeK+eb~i B ah riy e’den b u sene n eş’et eden b ir zabit im zasıyla-N azım ve
Ş erafeddin Beylere gönderilen m ektup, [İstan b u l], 17 Ş ubat 312. M ektupta
diğer y ay ın lard an yapılan sınırlı talebe karşı bol M izan talep edilm ektedir.
A r k iv i Çendror, 19/135//16/222.
(193) «Osmanlı’n m Beşinci S ene-i İntişârı,s Osmanlı, no.97,1 K ânûn-i evvel 1901
-19 Ş a'ban 1319, s. 2.
206
Nitekim, Murad Bey’in yurda avdetine kadar geçen dönemde, yurdun çe
şitli yerlerinde ele geçen Jön Türk neşriyatı arasında, bu derginin öncülüğü
nü elinde bulundurduğunu görüyoruz.194
Bu gelişmelerden kuvvet alan Murad Bey, tamamen bir lider pozisyonu
na sahipmişçesine faaliyetini arttırdı. Çeşitli Osmanlı yöneticilerine yazılar
yazarak, onların hareketine yardımcı olmalarını talep etti.195 Bu kimselerin
durumu Mabeyn’e bildirmeleri neticesinde, belirtilen gelişmeleri takip ede
biliyoruz. Sözkonusu yaklaşım, Murad Bey’in halâ üst kademenin yoğun bas
kısı ile bir yönetim değişikliği sağlanması yolundaki düşüncelerinde sebat et
tiğini bize göstermektedir.
Kaçışından itibaren onun durumunu ilgiyle izleyen Osmanlı yöneticileri,
belirttiğimiz gelişmeleri gözönüne alarak, bu kez Murad Bey’i çeşitli yol
larla sıkıştırmağa başladı. Osmanlı yöneticilerinin:
(194) M ısır’da yayınlandığı zaman yak alan an M izan n ü shalarına örnek olarak
bkz. B B A -B E O /T elg ra f ve Posta Nezareti Giden, 585-17/10,2, (7 M art 312)
Z56443, [C ezair-i] B ah r-i Sefid Valisi A bidin B ey’den-M abeyn’e, 18/Rodos
2 M art 312, B B A -B E O /V G G (2 )-A n a d o lu [T elgrafı D efteri]: 903, (M art:311-
313). B urada Dervişzâde H üsni adlı b ir şahsa gelen Sabah gazeteleri için
den M izan çıktığı anlaşılm aktadır. Bu konuda M ısır Fevkalâde K om iser
liğinin u yarılm ası için bkz. M ısır Fevkalade K om iseri D evletlû Gazi A h
m ed M uhtar P aşa H azretlerine, S ıra 13, E vrak 5,13 M art 312, B B A -B E O /
M ısır H id iviyet-i Celilesinin M uharrerat D efteri, (71)-1032-68/4.
M izan’ın y u rt içine sokulm asının önlenm esi için alm an te d b irle r için bkz.
B B A -İrade-H ususî, Ş a’ban 1313/'no.87-1079, B B A -B E O /H ariciye Reft, 185-
5/39, 1774, (1 Ş ubat 311), B B A -B E O /Z a p tiye Giden, 662-21/13,519, (1 Ş u
b at 311)/55733.
(195) Bu konudaki b ir belge aşağıdaki gibidir:
Bu Dahi
[C ezair-i B ah r-i Sefid V ilâyetinden]
13
Osm anlı İttih a d ve T erakki Cem iyeti M ısır Ş u ’besi Reisi M urad im za
lı ve yirm i b ir Nisan tarih li şim di aldığım bir m ektubda m uavenet taleb
eyler. Bu m ektubu derhal, a ta b e -i felekm ertebe-i cenâb-ı eihanbânîye arz
etm ek sadakat ve u b u d iy et-i kem terânem dendir. M ezkûr m ektubun aynen
tak d im i irad elerin e m enûtdur. Ferm an
1 M ayıs 312 Abidin.
bkz. C ezair-i Bahr-i_ Sefid ile M uhaberat K aydına M ahsusdur, (1310/1311),
B B A -Y ıld ız Esas E vrakı, 36/139-46/139/XVIII. Gene, M ekke-i M ükerrem e
V ekâletinden gönderilen 23/19 M art 312 ta rih li ve A vnülrefik imzalı yazıda,
bizzat M urad Bey ta rafın d an gönderilen M izan’m iade edildiği ve durum un
ih b a rı iletilm ektedir. Bkz. Haleb ve Adana K um andan Vekâletine Mahsus
[D efter], B B A -Y ıld ız Esas E vrakı, 36/2470-18/147/XVI.
gibi mechûl-ül-neseb bir şahsın buradan Avrupa’ya ve oradan M ı
sır’a firar ederek teb'a-i Devlet-i Aliyyeyİ isyana da’vei ve tahrik
edici bir takım neşriyât-ı hezeyan..,»196
208
lemelerinden dolayı desteklediği205 gözönüne alınırsa; mümkün olabileceği dü
şünülebilir. Aslında, Murad Bey’in yönetimde etkili bir duruma geçebilmesi,
ancak asıl merkezin bulunduğu Avrupa’ya geçmesi ile mümkün olabilirdi; ki,
bu da kendisini bu yöndeki gelişmeleri hızlandırma gibi bir tavır içine sok
muştu. Nitekim, belirttiğimiz koşulları ileri süren Murad Bey, 4 Temmuz
1898 tarihinde Paris’e geldi. Böylece Cemiyetin tarihinde yeni bir sahife açıl
mış oldu.
(205) E arl of C rom er, Abbas II, M aem illan and Co., Lm t, (London:1915), s. 76.
(206) F uad Ş ü k rü B ey’d e n -îb ra h im Tem o’ya, [P aris], 26 Haziran 1896. A rk iv i
Çendror, 19/135//136/1081,
209
halde bu tevazu’muzu hamiyetimizden bilecek iken bunu m îıdûm
olan meziyât-ı zâtiyesine vererek hayvanların en beyinsizi olan hin
di gibi kabardı, O yükseldikçe biz hâke doğru eğildik o yine yük
seldi ...»**1
210
az yaklaşabilecekleri kimse Ahmed Ri2a idi. Daha sonraki kongrelerde de bu
durumun devam ettiğini göreceğiz. Daha sonra 16 Eylül 1896’da Paris merke
zi, faaliyetlerini yoğunlaştırmaya çalıştığı ve yardımlarını beklediği açıkla
ması ile, başta İstanbul Merkezi olmak üzere önemli şubelere bir sirküler
gönderdi.212 Bu. biraz ileride göreceğimiz darbe girişimleri konusunda, Ahmed
Rıza’mn etkisiyle merkezin aldığı olumsuz tavrı unutturma çabasının bir p ar
çası görünümündeydi. Ama bu çabaların İstanbul merkezini tatmin etmekten
uzak olduğunu belirtmek gerekiyor.
Ayrıca Cemiyet, bu dönemde önce Akkâ’da kalebend bulunan Şefik
Beıy’i ,213 daha sonra ise Rodos’da bulunan İshak Sükûti, Çürüksulu Ahmed, Sa
lih Cemâl Beylerle, ikinci plândaki bazı üyeleri kaçırtmaya muvaffak oldu.214
Bunlardan İshak Sükûti, Beyrut üzerinden214 Avrupa’ya, Salih Cemâl Bey ise
örgütü düzenlemek için doğrudan Mısır’a gönderildüer .216 Bu şekilde, ilk de
fa kurucu heyetten bir kişi Avrupa merkezine firar etmiş oluyordu ve İshak
Sükuti’nin; İstanbul’da yakalanana kadar; organizasyon görevini üstlenmiş
211
olması, Cemiyet için büyük bir ehemmiyet taşıyordu, Nitekim, Ahmed Rıza’-
nıtı, firarı üzerine Sükûti’ye gönderdiği mesaj 217 bu durumu kanıtlamaktadır.
Ancak, bu gelişmelerin Ahmed Rıza Bey tarafından olumsuz bir yanı, firar
edenlerin çoğunun cemiyetin ilk mensupları olmaları ve dolayısıyla Ahmed
Rıza’ya karşı P aris’de talebe iken karşılarına çıkan hürriyet lideri hissini
duymadıkları idi. Kendisine karşı varolan hoşnutsuzluğa, bu kimselerin geli
şi de eklenince, artık olağanüstü toplantıda kararın kendisi aleyhine çıkaca
ğı kesindi.
Kasım 1896 ortalarına doğru yapıldığı anlaşılan bu toplantıda, İstanbul
merkezine karşı sorumlu olmakla birlikte; «cemiyetin kâffe umurunu nizâm
nâmenin ahkâmı dahilinde ve kendi mes'uliyeti tahtında idare» edeceği be
lirtilen bir «Hey’eti- Teftiş ve İcra» kurulmasına karar verildi.238 Bu orga
nın bir reisi, bir reis yardımcısı ve üç üyesi bulunacaktı. İlginç bir yöntemle
yapılan seçim sonucunda; ilk önce «Hey’et-i Teftiş ve İcra» oluşturuldu, daha
sonra bu kurulun yaptığı gizli oylama ile Murad Bey başkanlığa getirildi. Mu
rad Bey, yalnızca kendisinin Ahmed Rıza için oy kullandığını, bunun dışında
ki reylerin kendisine verildiğini belirtiyor .218 Ancak, gerek Murad Bey’in baş
kan seçiminde, gerekse daha evvel yapılan oylamalarda çoğunlukla sonuç
alınması dikkat çekicidir. Bu, daha ilerde de örneklerini göreceğimiz gibi, ör
güt içindeki en ufak bir anlaşmazlığın bile dışarıya sızdırılmaması konusun
da gösterilen çaba ile bağdaşmamaktadır.
«Hey’et-i Teftiş ve İcra»nın reis muavinliğine Çürüksulu Ahmed Bey, üye
212
liklerine ise Doktor Nâzım, Şerafeddin Mağmumî ve İshak Sükûti getirildi
ler .220
Daha evvelce P aris merkezine verildiği anlaşılan ve Ahmed Rıza’mn bu
na dayanarak liderliğini sürdürdüğü anlaşılan vekâlet kaldırılarak, bu mer
kez tamamen normal bir şube düzeyine indirildi.-1 Şube müdürlüğüne de, ku
rulun başkan yardımcısı Çürüksulu Ahmed Bey tayin edildi. Toplantıya lider
olarak giren Ahmed Rıza ise, oturumdan yalnızca Fransızca Mechveret’in ;
belli bir kurulun denetiminden geçmesi şartı ile; düzenleyicisi olarak ayrılı
yordu .222 Türkçe gazete konusunda önce Meşveret’in, Murad Bey yönetiminde
çıkması kararlaştırıldı. Ancak, gazetenin Ahmed Rıza’ya mı, yoksa Cemiyet’e
mi ait olduğu konusunda karşılıklı iddialar sonucunda ;1325 Mizan’m yalnız başı
na merkez yayın organı olarak çıkartılması karar altına alındı.
Ahmed Rıza Bey durumu:
(220) İsim ler, İsm ail Edhem B ey’den-İsh ak S ü k û ti’ye, 1 A ralık 1896 m ek tu p tan
çıkartılm ıştır, A r k iv i Qendror, 19/106-3//637/1111, Resmî açıklam ada ise
M urad B ey’in başkanlığa, İshak S ü k û ti’n in sandık em inliğine, Nâzım B ey’in
ise m uhabere ketebesine getirildiği b elirtilm iştir. Bkz. «Tebligat,» M izan,
n o .l, ss. 1-2. Yazılacak yazıları denetleyecek heyete ise, Ali Kemâl, Ş era -
fedaiıı M ağmumi, Şefik ve Ş erif Beyler seçildiler. Bkz. M ehm ed M urad,
M ücahede-i M illiye: G urbet ve A v d e t Devirleri, s. 193. Bu gelişm elere
y u rt içinden gösterilen ilgi için bkz. «Ahmed Rıza Bey,» H ürriyet, no.66, 15
K ân û n -i sânî 1897 - İ Ş a’ban 1314, s. 2.
(221) Bkz. Y ukarıda not. 119.
(222) M ehm ed M urad, M ücahede-i M illiye:G urbet ve A v d e t Devirleri, s. 193.
(223) İbid. ss. 195-196.
(224) A hm ed Rıza, «İhtar,» M eşveret, no.23, 23 T eşrin-i sânî 1896-27 Cem aziy’ü -
iâh îr 1314, s. 1. İlginç olan daha b u tarih le rd e n itibaren her iki gazetenin
o k u rların ın —diğer gazeteye m uhalif d urum da— ayrılm ış olm alarıdır. Bkz.
A hm ed Rıza’ya, İn g iltere’den gönderilen 21 K ânûn-i evvel [18196 tarih li
ve -rMir-i M uhterem im Efendim» başlıklı m ektup: «...M eşveret’in son
Fransızca ilâvesini aldım . M ahzuziyetle görüyorum ki H alil G anem E fen
di iştirak edeli M eşveret’in kuv v e-i siyasiyesi teali etm ekdedir. M üm aileyh
A v ru p a’da n eşriy at içün C em iyetin m uhtaç olduğu b ir zatdır. Bu defaki
ilâvede C enevre gazetesine m ukabeleyi üm id ederdim ...» A h m ed Rıza B ey
E vrakı/Ö zel A rşiv.
şeklinde açıkladıysa ve muhaberatında cemiyetin faaliyetinin olumlu bir bi
çimde geliştiğini iddia edip ;225 diğer muhalif gazeteler de olaydan duyulan
memnuniyeti220 veya durumun bir anlaşmazlık neticesi olmadığı görüşü
nü227 ilân ettilerse de; yönetimin belirli bir değişikliğe uğradığı açık biçim
de görülüyordu. Bu değişiklikle birlikte; İstanbul merkezi ve Balkan Teşkilâ
tı’nın yamsıra; Avrupa’da da iki uzlaşmaz grup ortaya çıkmıştı. Murad Bey’in
ayrılışından sonra, Mısır merkezi oldukça farklılık göstererek ûlema dene
timinde bir vaziyet arzetmeğe başladı. Bu grubun gelişimi üzerinde de dura
cağız. Bütün bu gruplan birarada tutan tek neden, çok kısa vâdede bir ikti
dar değişikliğinin gerçekleşeceği yolundaki beklenti idi. Murad Bey’in kale
minden çıktığı aşikâr olan ve «Hey’et-i Teftiş ve İcra» imzası yayınlanan ilk
beyânnâmede, sorunun İslâmiyetin de kurtarılması olduğu yolunda; kendisi
nin bildiğimiz; tezi ile beraber, böyle bir değişikliğin çok yakın olduğu tema
sı da özellikle işlenmişti.228
214
Avrupa grubunun da temasta bulunduğu Bâb-ı Seraskerî, İstanbul mer
kezinin en kuvvetli olduğu yer olarak beliriyordu. Diğer taraftan, 1896 da
artan ve kanlı boyutlar alan Ermeni tedhişi nedeniyle; evvelce var olan eleş
tiriler 380 tekrarlanmaya başlanmıştı. Avrupa kamuoyundan darbecilerin edin
dikleri izlenim; yabancı müdahalesi olmasa bile; en azından kendilerince
gerçekleştirilecek bir ihtilâlin büyük bir memnuniyetle karşüanacağı biçimin
de idi.
İstanbul merkezi bu koşullar altında. Galata Mevlevi tekkesi aracılığıy
la; Veliaht Reşad Efendi ile temasa geçerek, ondan olumlu cevap aldı.2® 1 Şim
di, bütün iş askerlerin desteği ile darbeyi gerçekleştirmeye kalıyordu. Darbe
nin örgütleyicisi Sabri Bey’in anlatımıyla:
a,,.Hüseyin Avni Beyle beriden mürekkeb teşkil etdiğim hey’et-i
merkeziye, 1312 (1896) da Müşir Kâzım Paşa’nm kumandası altında
ki askerî kuvvetlerle Abdülhamid’i hal’e karar verdiği vakit fedaîle
ri, nazar-ı dikkate almışdı. Zira Abdülhamid mukavemete kalkışır
da mabeyndeki Arab ve A m avuâ taburlarına miüî kuva-yı askeri
ye üzerine ateş ağdırmak isterse o vakit bu fedailer in d is in i öldü
receklerdi. Heyetimiz buna müttefikan karar vermişdi... Veliahd
Reşad Efendiyle muhabere edilmişdi. Hattâ, Bâb-ı Seraskerî’de biat
odası bile hazırlanmışdı.. Arttk Abdülhamid haTedilecek ve Kanun-i
Esasî İlân edilecekdi,..»Jî2
•ayrıntılı bir darbe plâm hazırlanmıştı. Gördüğümüz yönetim değişikliği ger
çekleşmemiş bulunduğundan, Cemiyet darbe hakkmdaki görüşünü Paris mer
kezine bildirdi ve onay istedi. Ancak, Paris merkezi buna Nâzım Bey aracı
lığıyla gönderilen bir mektup ile müphem bir cevap verdi. Tekrar yapılan
başvuru sonrasında Ahmed Rıza Bey’den ikinci bir müphem cevap alındı:
(230) Bu e leştiriler ve y arattığ ı ted irg in lik için bkz. B B A -îrade-H u su sî, Receb
1312/no.30, B B A -îrade-H u su sî, Receb 1312/no.8-1353. İngilizlerin b u dö
nem de y ap tık ları aşırı sert suçlam alar (bkz. «Mr. Gladstone: The A rm enian
Question,s> The T im e s , 31 A ralık 1894 ve «The A rm enian H orrors: D e-
m o nstration a t Chester; G reat Speech by M r.G ladstone,» L iverpool Daily
Post, 7 Ağustos 1895, s. 5) 1896 olayları üzerine te k ra r şiddetlenm iş ve m ü
dahale söylentileri yoğunlaşm ıştır. Bkz. «Constantinople: T urks A w aiting
Reforms,» The Daily Telegraph, 22 E kim 1896, s. 7. B uradaki tem alarla
krş. «Jolie civilisation,» La Justice, 22 Ocak 1896.
(231) A hm ed Bedevi K uran, İnkılâp T arih im iz v e İttihad ve Terakki, s, 65.
(232) D oktor Sabri B ey’den-A bdullah C evdet’e, Le Mans, 27 H aziran 1931, s. 5.
(233) Parça, K adri Raşid B ey’d en -S ab ri Bey’e yazılan b ir m ektuptan alınm ıştır.
Bkz. K an D em ir, Zindan Hatıraları..., s. 153.
215
Bu ikinci belirsiz cevap üzerine; İstanbul Merkez şubesi Ahmed Rıza
Bey’i Cemiyetten ihraç kararı aldı. Ancak, kendilerinin bu ihraç kararını
uygulayacak siyasal ömürleri, olamayacaktı. Bunun sonrasında ise, darbe gi
rişimleri hızlandırıldı. Bu yeni hızlanmanın nedeni, Sabrı Bey’in ifadesiyle
Cemiyet içindeki askerî kanadın darbe yapılması hususundaki aşırı baskısı
dır. Gene kendi ifadesiyle belirtecek olursak:
(234) Doktor Sabri B ey’den-A bdullah Cevdet'e, Le Mans, 27 H aziran 1931, ss. 7-8.
(235) Ö rnek olarak bkz. B B A -T e za k ir-i Sam iye D osyalan, 400 (Cemaziy’ülâhîr
313), no 1360/18 T eşrin-i sânî 321-13 Cem aziy’ülâhîr 313.
(236) Arkivi Qendror, 19/60//445-30-1. C em iyetin düzenlenm esi hakkında çok
ilginç bilgiler veren b u .sirkülerin m etni aynen verilm iştir. Bkz. B. XX.
(237) Şeyh K ocam ustafapaşa’daki tekkesini o tu ru m lar için C em iyet’in hizm eti
ne sunm uştur. A yrıca, 1895 sonlarından itib aren çeşitli tekkelerin b u lundu
ğu K asım paşa’da propaganda ilânlarının yoğun görüldüğü gözönüne a lın ır
sa arad a b ir bağlantı k urulm ası m üm kün oluyor. Bu konudaki h ab erle r
için bkz. «Latest Intelligence: The S ituation in Turkey,» The Tim es, 11 A ra
lık 1895, s. 5, M ahm ud Nedim Bey’den-T evfik Paşa’ya, Roma, 356/10839,
17 A ralık 1895. Rom a B üyükelçiliği A rşivi, K,51(3).
(238) Sir P hilip C u rrie’den-M arquis S alisbury’e, C onstantinopie, 9 A ralık 1896,
no.1030 (S ecret), PRO/F.O. 78/4720. İlginç b ir şekilde C urrie’n in darbe ile
ilgili olarak verdiği bilgiler ile S abri Bey’in anlatım ı âdeta aynı kişi ta
rafın d an yazılm ışeasm a b irb irin i tu tm aktadır.
216
X
217
S
Abdülkadir ve Şeyh Naili de eklenince,246 İstanbul merkezinin hemen hemen
tümüyle çöktüğünü belirtmek gerekiyor. Mekkeli Sabri Bey gibi; İstanbul
teşkilâtını yeniden örgütlemiş bir şahsın da sürgün kafilesine katılacak ol
ması, bu merkezi, örgütsel faaliyet bakımından da toparlanamaz bir duruma
sokmuştur.
Bir süre durumu açıklığa kavuşturulmayan Fuad P aşa’nm yakalanması
da, üst kademede askerî personelle olan bağların çöküşü anlamına gelmek
teydi.247 Nitekim, bundan sonra bir daha bu kadar üst rütbeli personelle irti
bat imkânı tesis edilemedi. Saray, tutuklular için kademeli bir sürgün plânı
nı uygulamaya koydu. Askerî bir hareketten çekirüldiği için başta Kâzım P a
şa olmak üzere; bu kimseler görünüşte görevlere atanmış olarak sürüldüler
ve yeni vazifelerinde sıkı gözetim altmda tutuldular .244 Diğer önde gelen kim
seler ise, derhal vapura bindirilerek uzak bölgelere; bâzıları da Anadolu vi
lâyetlerine gönderildiler. Bu işlerin olağanüstü tedbirler ile gerçekleştiril
mesinden, Saray’ın büyük bir tedirginliğe kapıldığı anlaşılmaktadır .249 Ancak;
218
bu işlemlerin gerçekleştirilmesi ile îstanbul merkezi büyük bir darbe yemiş
oluyordu. Bu merkez kısa süre sonra tekrar toparlanacak ve bir kısım faa
liyet plânları üzerinde çalışacaktır. Ancak, hiçbir zaman 1896 daki gücüne
tekrar ulaşamayacaktır. Zaten Cemiyet; bir daha bu merkezdeki kadar üst
düzeyde yöneticileri örgütü içinde görevlendiremiyecektir.
Bütün bu darbelere karşı Cemiyet üyelerinin yapabildiği tek faaliyet,
«insaniyet nâmına» başta İngiltere Sefareti olmak üzere ,250 yabancı temsilci
liklerden yardım talebi oldu. Subaylar aracılığı ile gerçekleştirilen bu baş
vuruya yabancı sefaretler olumlu bir cevap veremediler. Karışıklığı fırsat
bilen Liberal Komite bu esnada tekrar su yüzüne çıktı ve Fransız hükümeti
ile Jaures’e ülkedeki genel durum ve tutuklamalardan şikâyet eden bir be-
yannâme gönderdi.251 Ama, bütün bunlar yaşanmakta olan gerçekliği değişti
rebilecek gelişmeler değüdi. Artık zorunlu olarak Cemiyet’in faaliyeti Avru
pa’ya kaymak zorundaydı.
Murad Bey, iktidara belirtüen şartlar altında geldi ve ilk andan itibaren
çok zor bir göreve başladı. Kendisinin, ihtilâl girişimi hakkındaki fikirlerini
açık olarak bilmiyoruz. Ayrıca hatıralarında da bu konuya değinmeyişi, onun
bu gelişmenin dışında olduğunu kanıtlamakta bize yardımcı olmaktadır. Kuş
kusuz kendisi;. bu iktidar değişikliği sözkonusu darbe neticesinde gerçekleş
miş olsaydı; büyük bir memnuniyetle ve muhalefetin muzaffer lideri olarak
ülkeye avdet edecekti; ama, onun çözüm olarak siyasal bir halli yeğlediği
açıktır. Murad Bey de; pek çok kimse gibi; gerek 1895, gerekse 1896 hareket
lerinde tüm koşulların hazır olmasına karşılık başarısızlık ile karşılaşılmış
olunmasını, yabancı müdahalesinin eksikliğine bağlamaktaydı. Nitekim, Mu-
219
rad Bey’in Ermeniler’e yaptığı çağrıların 252 temel nedeni, onların da yer ala
cağı bir siyasal başvuru ile sorunu başta İngiltere nezdinde çözümlemekti.
Osmanlı yöneticilerinin ağzından dinleyecek olursak:
(252) «Erm eni V atandaşlarım ıza B ir Da’vet,» M izan, no.162, 6 K ân û n -i sânî 1898
-22 Şa’ban 1313, s. 2384: «Ey E rm eni V atandaşlarım ız! Ey dahil ve haricde
b u lu n an m illet kom iteleri! «Osmanlı İttih a d ve T erakki Cemiyeti» nâm ına
olarak §u d a ’veti size h itab eyliyoruz. Maziyi unu d arak , istikbâle h a sr-ı
gay ret edelim. V atan -ı m ukaddes ve m üştereki uğradığı beliyyeden k u r
ta rm a k üzere el ele verelim ...».
(253) T ahsin Bey’den-A ntopulo P aşa’ya, 23/11 Tem m uz [18]96, Londra B ü y ü k
elçiliği A rşivi, K.319(2).
(254) Şerif M ardin, Jön T ü rklerin ..., s. 83.
220
sât-ı fi’iliye-i ciddiye hakkmdaki mekasıdını telâkki-i bilkabûl eyle
mişlerdir. . .»•25s
güç büyük çapta eylem taraftarlarının eline geçmişti. Kuşkusuz, çok kısa bir
süre önce, akamete uğramış olan darbe teşebbüsü, bu kimseler için büyük
bir dezavantaj oluşturuyordu; ancak, Tunalı Hilmi Bey’in başını çektiği faa
liyet taraftarları kendi ifadelerine göre «...vuku’bulan musirrâne müracaat
lara nazaran efkâr-ı umumiyeyi teşkil edenlerin yüzde sekseni icraat taraf-
darı» olduğu halde faaliyete geçmeleri engellerle karşılaşan bu kimseler özel
bir şube kurmaktan geri kalmadılar .2® 8
Organizasyonu gözönüne alınırsa, tamamıyla icraata yönelik olduğunun
belirtilmesi gereken bu teşkilât; Tunalı Hilmi İttihad ve Terakki Cemiyetin
den 1899 yılı başında istifa ettiğine; ve o tarihten sonra bile merkez yayın
organında aktif olarak çalıştığına göre ,257 tamamen Cemiyetin içinde teşek
kül etmişti. Bu kuruluşun düşüncelerini:
şeklinde ifade edenlerin hislerine tercüman olduğuna şüphe yoktur. Ama, Mu
rad Bey’in bu konuda açık bir tavır ortaya koymamasına karsın, Ahmed Rı
za Bey’in anlatımı ile bu hareket:
221
«...On ay evvel burada icraat tarafdan -unvanıyla ve daha doğrusu
icraat bahanesiyle teşkil eden komite-i müteferrika cemiyetimizi tef
rikaya düşürmüş, inkıta a uğratmış[dı '].., O vaktden beri cemiyet-
de münaza’a eksik olmadı. Ama gürültü beynimizde kalıyordu , ha
rice sır verilmiyordu,,.»259
(259) Ahm ed R ıza’d an-O sm anh İttih a d ve T erakki C em iyeti Rom anya Şu’besi
Riyasetine, P aris, 22 H aziran 109, A r k iv i Çendror, 19/59//35/30-16(St.I).
(260) T unalı H ilm i’d en -İsh ak S ü k û ti’ye, A r k iv i Ç endror, 19/106-1//635/571.
(261) Bu gru b u n ilginç iki beyannâm esi ay n en verilm iştir. B unlar, A r k iv i Ç en d
ror, 19/59//35/1 deki m ufassal b ir beyannâm e ve A rkivi Q endror, 19 /6 0 //
350/73 deki küçük b ir ilândır. B. XXIV. C em iyetin sözkonusu —fırk a ad ı
n ı taşıy an — kanad ın ın yayınladığı beyannâm eler çeşitli y erlerde asılm ış
ve b ü yük telâş uyan d ırm ıştır. Bkz. B B A -Y tld ız Perâkende, 4 M 1315/no.59r
«Adana V ilâyetinden Şifre, Ü zerinde O sm anlı İh tilâl F ırkası ve k e n a rın
da ‘ya h a k ya ölüm ’ ib arelerin i h a v î y arım ay şeklinde b ir m ü h r ile mera -
h û r olarak D ersaadet'de, kırm ızı m ürekkeble ve el yazm asıyla basılm ış y e
di küçük sahifeden ib a re t ‘İkinci B eyannâm e’ ûnvam yla b ir v a ra k a -i m ü f-
sidetkârâne diğer e v ra k ve resâil-i m u zirra m eyânm da bugün ele geçirilüb
m ündereeatm m gâyet m el’unâne olduğu m arûzdur. Ferm an. 4 M uharrem
315-24 M ayıs 313. Hilmi.». S ureti için bkz. H ilm i B ey’den-M abeyn’e, 24
222
tir.2® Aynı dönemde Cemiyet’e gelen mektuplarda «bedenen hizmet etmek is
teyen» şahısların bolluğu, bu hareketin oldukça geniş destek bulduğunu gös
teriyor .263 Ancak, Ermeni komiteleri ileli ortak bir zemin oluşturulamaması
ve Cemiyet içinde bu hareketi fazla tasvib etmeyen liderlerin bu gruplara
hiç güvenmemeleri sonucunda ;s6i bu plân da başarısızlıkla sonuçlanmış ve
kısa sürede ortaya biı- eylem koyması gereken komite, bunu beceremeyince
kendiliğinden erimiştir .265
İçindeki bu icraatçı grupla birlikte yönetimi devr alan Murad Bey; ken
disi de bu şekildeki eğilimlere bir dönem gazetesinde yer vermiş olmakla be
raber ,266 mevcut siyasal çözüm temayülleri ile bunlar arasmda orta bir yol
bulmaya çalışmıştır. Belirttiğimiz gibi yönetimde askerlerin ağırlığının art
masının yamsıra, bu kimselerin ifadesine göre ordu içinde de Jön Türklüğe
223
•olan ilgi büyük artış göstermişti .267 Ancak, bu artış genellikle küçük rütbeli
subayları ihtiva ettiği için; bunların hareketiyle, Murad Bey’in siyasal çö
zümünün ortak noktası bulunmuyordu. Bu açıdan Murad Bey bir yandan, yeni
kadrolara yönelik tezleri işlerken ,268 diğer yandan da yabancı desteği ve bü
yük devlet adamları kanalıyla iç darbe tezini gündemde tutmaktaydı:
Nitekim, Murad Bey aynı yazıda seçime dayanan geniş bir parlâmento
konusunda istekleri olmadığını belirterek; sadece Avrupa parlâmentolarının
.yetkilerine haiz bir «müşavere hey’eti» kurulmasını önermekteydi; ki,270 bu
nun Jön Türk mehafilinde ortaya atüan tezlerle ne kadar çatışdığı meydan
dadır.
224
Gene aynı kesim üzerinde etkili olma çabasının bir ürünü olarak, Mizan
gazetesi Cemiyet adına halâ ses çıkartmaksızm görevlerine devam eden
yüksek memurların, bu tutumlarını değiştirmemeleri durumunda kısa sürede
gerçekleşeceğini iddia ettiği devirden sonra, bir daha devlet hizmetinde ça
lıştırılmayacaklarım ilân etti .271 Aynı şekilde gazete kendilerine yüksek bağış
larda bulunan önemli şahısları örnek göstererek, tüm «ekâbir»i bu şekilde
davranmaya çağırdı.072
Bu çabalar üzerine zaten yurt içine yönelik geniş dağıtımından çok ra
hatsız olduğu273 bu gazeteyi kapatmak ve Murad Bey’i pasifize etmek için çe
şitli heyetleri onun nezdine gönderdiler. Önce, Murad Bey’in akrabaların
dan birinin de bulunduğu bir heyetle; kendisi, bu konuda ikna edilmeye ça
lışıldı. Ancak, onun üç şart üzerinde diretmesi üzerine, bir sonuca varüama-
dıja?4 pKi„Cji olarak, Yusuf Ziya Paşa ve Ebüzziya Tevfik Beylerden oluşan
yeni bir heyet; kendisine bu teklifleri tekrarladıysa da; gene bir sonuç alı
<271) « îh ta r-ı Mahsus,» Mizan, no.12, 22 M art 1897-18 Şevval 1314, s. 4: «Teati
olunan m uhabere neticesinde eem iyetim izce k a ra r v ak i’ olm uşdur ki bu
günlerde, vükelâlık, sefirlik, valilik gibi m üstakili m esnedde bulunub ses
çıkarm aksızm devam eden rical, m u h rib -i devlet olduğu aşikâr olan m es-
lek -i hâzırı bilerek kabûl etm iş olacaklarına m ebni tebeddül-i devirden
(ezcüm le) itib a re n m em u riy et-i devletde bulunm ak h a k k ü seiâhiyetle-
rin d e n m ah ru m kalm ış olacaklardır.».
<272) «Şükran,» M izan, n o .ll, 15 M art 1897-11 Şevval 1314, s. 1: «(Osm anlı İ tti
had ve T erakki) C em iyeti’nin teşebbüsât ve m ekasıdını teshile henüz iş
tira k etm em iş olan ekâbire şu zât-ı âliyi b îr m isâl-i vâcib-ül-im tisâl ol
m ak üzere ira e eyleriz.». Bu kişi cem iyete k ırk beş fransız lirası bağışta
bulunm uştur.
(273) G azetenin geniş dağıtım ı ve b ü tü n vilâyetlerde m em urlar ta rafın d an okun
duğu yolundaki ih b a rla r yönetim i çok endişelendirm ektedir. Ö rnek ola
ra k Selânik’i alırsak, V ali’ye oğlunun da pek çok kim se gibi M izan oku
m ak ta olup olm adığı sorulduğunda, kendisi çok sayıda gazetenin geldiğini
kabul etm iş ancak oğlunun sadık b u lunduğunu iddia etm iştir. Bkz. M eh
m ed K âm il B ey’den-Selânik V ilâyet-i Celilesine, 76/11 H aziran 313 ve V a
li Rıza B ey’den-M abeyn’e, 77/12 H aziran 313, Musul, Van, K astam onî, S e
lânik V ilâyetlerine [M ahsus M uhabere D efteri], no.33, B B A -Y ıld ız Esas
E vrakı, 36/2470-16/147/XVI. Gene, İstinaf M ahkemesi Reisi Reşad B ey’e
aynı sual yöneltildiğinde kendisi okum am akla b irlik te gazetenin çok sayı
da gönderildiğini itira f etm iştir. Bkz. M ehmed K âm il Bey’den-S elânik’de
İstin af M ahkem esi Reisi Reşad Bey’e, 167/1 H aziran 313 ve Reşad Bey’den-
M abeyn’e, 168/3 H aziran 313 ve 180/13 H aziran 313, M em urin-i M ü tefer
rikaya M ahsus K ayd D eften d ir, B B A -Y ıld ız Esas Evrakı, 36/139-84/139/
XX. G azetenin önlenm esi çabaları için bkz. B B A -B E O /H ariciye R eft, 184-
5/40, 1466,(11 K ân û n -i evvel 312)/66315 ve B B A -B E O /D ahiliye Giden,
96-3/45, 1278, (6 Tem m uz 313)/73451.
(274) «M akale-i Mahsusa; Yüz ve A star: Osm anlı E rb âb -ı D ikkat ve H am iyetine
M aruzdur,» M izan, no.4, 11 K ân û n -i sânî 1897-7 Ş a’ban 1314, s. 2. M urad
B ey’in talepleri, ilk o larak genel af, ikinci olarak «malûm olan zevatdan
birine» dilediğince h üküm et k u rm a yetkisinin verilm esi ve üçüncü ola
rak, sansürün yerin e m ahkem e k o n trolünün getirilm esidir.
225
namadı .-75 Ancak, ilginç olan, Murad Bey’in bu tür yaklaşımlara karşı kate
gorik bir red tavın almamasıdır.
Diğer Jön Türklere nazaran Murad Bey, değişimi ancak böyle bir pazar
lık sonucu gerçekleştirebileceğine inanıyordu. Onun bu pazarlıklarım daha
sonraki komitecilik anlaşmaları ile karşılaştırmaya imkân yoktur ve kendisi
nin bu görüşmelerdeki maddî önerileri de göze almadığı bir gerçektir, F a k a t
kendisinin özellikle 1896 hareketi sonucunda Cemiyetin üst derece yönetim ka
demelerindeki müttefiklerini kaybetmesi sonucunda darbe imkânının ortadan
kalktığını düşündüğü belirtebilir, Murad Bey’in nazarında cemiyetin organi
zasyonu, çoluk çocuk eğlencesinden fazla bir anlam taşımıyordu .'276 Bu açı
dan tüm çözüm, kendi ağırlığı ile gerçekleştirilecek bir uzlaşma zeminini bul
maya dayanıyordu.
Kuşkusuz bütün bu tutumların; üstelik reva görülen muamele sonunda;
yalnızca bir gazete editörü durumuna düşen Ahmed Rıza Bey tarafından
onaylanmasına imkân yoktu. Nitekim ilk andan itibaren, onun:
şeklindeki anlatımına karşılık Cemiyet içinde iki taraf birbirine karşı bir ta
vır içine girmişlerdi.
En önemli muhaliflerinden birisinin anlatımıyla :
(275) «Hey’e t-i Fevkalâde,-» M izan, no.8, 22 Ş ubat 1897-20 Ramazan 1314, s. 3 ve
«Yeni B ir H ey’e t-i M urahhasa,» H ürriyet2, no.69,1 M art 1897-28 R am azan
1314, s. 3. K rş. «Une Mission E xtraordinaire,» M echveret Supplem ent Fran
çais, no,29, 15 Ş ub at 1897, s. 6. Ebüzziya T evfik Bey’in, Jö n T ürkleri ılım lı
davranışa ve anlaşm aya çağıran m ektubu için bkz. Ebüzziya Tevfik B ey’-
den-Ş efik Bey’e, Paris, 16 Ş ubat [18]97, A rkivi Çendror, 19/135//217/192.
(276) M ehmed M urad, M ücahede-i M illiye: G urbet ve A v d e t Devirleri, ss. 154-155.
(277) A hm ed Rıza’dan-O sm aniı İttih a d ve T erakki Cem iyeti Rom anya Şu’besî
Riyâsetine, 22 H aziran 109, A r k iv i Qendror, 19/59//35/3û-16(St.I).
226
kereler edildi. Zabıtnâmeler tutuldu. Neye yarar? Ekseriyet-i ârâ üe
fakat yalnız Rıza Bey muhalif olmak üzere verilen kararlar keerı-
lemyekûn hükmünde tutuluyor, icra olunmuyor. Leıjte laalle ile ge-
çişdiriliyor. Rıza Bey’in teklif etdiği lâkin ekseriyetin tensib etmedi
ği vıesâil yine tatbik ve icra olunuyordu.,,,»^*
227
«..Şapka indinde- h-aşâ. pek mukaddes, pek mübârekdir. Şefkati
Bey’in cenazesinde umum Türkler gibi kendisinin de fes giymesini
ısrar eden refiklerinden biri naû-i emel olamayınca, «İstanbul’a gi
derseniz ne yapacaksınız diye sual etmiş » ve Rıza Bey’den, «Sirkeci
garından Silindir şabka ile serbestçe inilüb gezilecek bir hâl olma
yınca dönmem» cevabım alrnışdır. Kezalik yevm-i mahsus münâse
betiyle ekâbir-i ecânibe cemiyet tarafından keşide olunan ziyafei-i
resmiyede kırka karîb vatandaşlar fesle isbat-ı viicûd etdilderî hal
d e hmımlar her dürlü ricalara karşu yüksek şabkasıyla arz-t etıdâm
etmiş ve âlemi kendine güldürüp, maskara ve kepaze olmuşdıtr. El
hasıl sersem- Ahm ed Rtza’m n fes giyersem (dindar) olacağım diye
ödü kopuyor. Fesin yüzünü bile görmek istemiyor ...j»282
İttihad ve Terakki Cemiyeti gibi bir cemiyet içinde, bir şahsın dinsizlik
suçlamasına muhatap olduğunu görüyoruz. Kuşkusuz, bu satırların yazan
olan Mağmumî’nin, sosyal Darvdnist eğilimleri en belirgin şekilde ortaya ko
yan makalelerin yazarı olduğunu gördüğümüzden, olaya bu şekilde bakama
yız. Burada söz konusu oian mevcut anlaşmazlıklar ve kişisel geçimsizlikleri
belirgin şekilde sunabilmek için, siyasal farklüıklar yaratmak girişiminden
başka birşey değildir. Yoksa özellikle bu dönemdeki kadrosuyla Cemiyet için
de bir kimsenin dinsizlikle suçlanmasından garip bir şey olamaz.
Bunun üzerine, Murad Bey tavrını açıkça ortaya koydu. Ahmed Rızanın
ziyafette yaptığının çok dışında bir metni kendisini önemsetmek için bastığı
nı; buna karşılık, onun yaptığı konuşmayı hiç dikkate almadığını belirterek,
cemiyetten istifaya karar verdi .2*5
Aslında her iki olayın da mizansen olduğu hemen anlaşılıyor. Çünkü, Ah
med Rıza, kendisinin biri giriş ve teşekkürü havî üç paragraflık; son derece
genel ve kasıtlı değiştirilmesi imkânsız; konuşmasının284 arkasında, iki sahife-
228
de; verilebilecek en geniş şekliyle; Murad Bey’in konuşmasını yayınlamış
tır .285
Murad Bey’in istifasını yazarak; Çürüksuîu Ahmed Bey’e göndermesin
den sonra ,286 Ahmed Rıza aleyhtarları harekete geçtiler. Murad Bey’in ifade
sine göre, ona «vicahi» tecavüzlerde bile bulunuldu.287 Fakat, bu dönemdeki
cemiyet muhaberatında, Ahmed Rıza’ya karşı oldukça saygılı bir lisan kul
lanıldığı gözleniyor. Örneğin, Ahmed Rıza, Alman İmparatoruna gönderilen
bir mektubu, cemiyetin resmî gazetesi olarak nitelediği Mechveret’de tekzîb
edeceğini açıkladığı zaman, İshak Sükûtî tarafından kendisine yazılan mek
tupta, bu karara karşı çıkılmakla birlikte, normal takvimin yamsıra poziti-
vist takvimin kullanılması ve mektubun «Olbabda emr ü ferman» ifadesiyle
nihayete erdirilmesi dikkat çekiyor.288
Bu koşullar altında Murad Bey’in yeni teklifleri çerçevesinde, Ahmed
Rıza Bey’i P aris’de yalnız bırakmak için yeni bir formül bulundu. Önce, bir
ilân yaymlanarak, Cemiyetin verdiği resmî adres dışındaki mahallere; tabiî
Ahmed Rıza’ya; gönderilecek olan evrak üe ilgilenümeyeceği açıklandı.289
Daha sonra, bir süre önce tamamen Cenevre’ye taşınmış olan290 Mizaa’ın yara
şıra «Hey’et-i Teftiş ve İcra»nın da bu şehre taşındığı açıklandı.291 Murad
229
Bey’in anlatımından ,232 plânın bir parçasmm belirli bir süre içinde; denetimsiz
bırakılmamak koşulu ile; Paris Şu'besinin Ahmed Rıza’ya devrini de içerdiği
ortaya çıkıyor.®3 Nitekim, muhalif ve iktidar olan grup Cenevre’ye giderken,
Ahmed Rıza da kendi açısından büyük bir fedakârlıkta bulunarak; Mechveret
de kullandığı «Ordre et Progres» şeklindeki kelâm-ı kibarı kaldırdığını ilân
etti .294
Bütün bunlara karşılık, ilişkilerin beklenen uzlaşma zeminini bulduğunu
da belirtmek mümkün değildir. Gerçi, 1897 Şubatının sonlarında, Avrupa ba
sınına yönetimi eleştiren bir notun takdimi konusunda işbirliği temin edile
bilmişti.295 Aynı şekilde, gizli mürekkep üe yurt içindeki çeşitli adreslere mek
tup yazma görevinin de Cenevre’ye taşman grup adına, Nuri Ahmed Bey ta
rafından, P arıs’de ise Ahmed Rıza, Nâzım ve Şefik Beyler tarafından yapüa-
rak paylaşılması; zeminin yoksunluğuna rağmen bazı asgari müştereklerin
bulunduğunu gösteriyor.206
Fakat, bunlara karşılık, aynı Şubat ayının bu kez ortasında Ahmet Rıza
Bey’in, muhaliflerini çılgına çeviren297 «Ordre et Progres» ibaresini, kendile
rinin ihtilâlci olmadığını kanıtlamak için kullandığı bir «Jön Türk Programı»
yayınlaması; her iki tarafın da kendi yolunu çizmeye çalıştığının delili idi.294
İsviçre yönetiminin yaptığı istihbaratdan; Murad Bey’in, Cemiyetin o an
230
daki yönetiminde etkin bütün üyelerini Cenevre’ye götürdüğünü 299 ve orada
eskiden beri Paris merkeziyle anlaşamayan ,300 kendisinin deyimiyle ‘küskün’
azâlarm da katılmasıyla teşkilâtlandığını anlıyoruz .301
Bu gelişmeler karşısında Avrupa merkezinde bulunan ve yönetimi ele
geçirme kavgası dışında kalan gruplar genellikle bir* ilgisizlik göstermişler
dir. Daha da ilginç bir durum, İstanbul merkezinin ilk müessislerinin, Ah
med Rıza ve Murad Bey arasındaki çatışma karşısında oldukça kayıtsız bir
durum almalarıdır. Daha sonra değişecek olan bu kanaati iki mektuptan izle
yecek olursak ;
«....Söylediğin doğrudur. Bu gün Cemiyetimiz efradından hiçbir ma
zarrat görmemiş değil, şübhesiz Cemiyet sayesinde kendini tanıt
mak gibi bir şerefe mazhar olmuş bir kul varsa o Rıza’dır.... Hele
senin buradan Paris’e gitmekliğin pek isabet olmuş. Ahm ed Bey yal
nız kalmış olsaydı, o biçâre de şaşırtb kalaeakdı. Ne Rıza’nm inadı
na ve Murad Bey’in kusurlarına bakacak sırada değiliz...™2
«...M eşveret’in ıslâhı mümkün olmadığı takdirde, kâmilen lâğvı da
ha iyidir. Çünkü şimdiye kadar iki marifetden başka birşey göstere-
memişdir. Her nüshada aynı düdüğü çalmak. Bir nüsha evvelinde
yazdığım sonraki nüshada nakz etmek. Bunu burada bulunan ec
nebiler de anlamışlar. Geçende birisi bana söyledi. Ahm ed Rıza’yı
şahsen tanımadığım içün lehinde veya aleyhinde bulunamam. Fa
kat, lâyihasıyla, mektubuyla ve evvelce arkadaşlarımız tarafından
yazılan takdirat ve medhiyat sayesinde burada pek çok mazhar-t
teveccüh olmıışdıır. Murad Bey’den sonra herkes onu tanıyor ve
takdir ediyor. Teveccüh-i umumî , nâreva olsa bile hidmetimize na-
fi olduğuçün ifa olunacakdır.,.y>m
231
eski yöneticiler, her iki grubun liderini de gerçekten hareketin önderi olarak
görmemektedirler. Nitekim, bu İçimseler açısından îshak Sükûti yegâne mü
racaat mahalli olarak kabûl edilmektedir ve Mizaıı’m yeni bir mahalde bası
mı faaliyetini de bir süre organize edecek olan bu şahıs ,®04 bir süre sonra fi
ilî bir lider durumuna geçecek, durumunun belirginlik kazanması ise 1897 so
nunda gerçekleşecektir.
Komite içi tartışm alar bu şekilde devam ederken, beklenmedik bir ge
lişme cemiyetin durumunu bir hayli etkiledi. Girit sorunu nedeniyle tırmanan
Osmanh-Yunan gerginliği ve bunun sonrasında ortaya çıkan savaş, Cemiyeti
gerçekten çok zor durumda bıraktı.
Cemiyet merkezi, gerginliğin başlarında olayın Şarki Rumeli krizi ben
zeri bir gelişme göstereceğini umduğundan, yönetimi aktif davranmamakla
suçlayan bir tutum takındı. Merkez yayın organının özel olarak yayınladığı
ilâvelerde işlenen tema, Yunanistan’ın faaliyetini arttırmasına karştfık, Os-
manlı yönetiminin gösterdiği durgunluk ve bundan dolayı yeni bir toprak kay
bının gündeme geleceği şeklinde idi.50"
İkinci bir beklenti ise; Avrupa kamuoyunun çok üzerinde durduğu gibi,
bu gelişme sonunda İngiltere’nin, Alman ııüfûzunun Osmanlı eliyle gelişimini
önlemek gerekçesiyle krize müdahale edeceği;306 en azından bu sorun®0'*' ve
safahate göre; belki de tüm doğu meselesi için ;308 uluslararası bir konferans
toplanmasını temine çalışacağı yolunda idi.
Gerçi Murad Bey ve çevresindeki grup ile cemiyet üyelerinin olaya mil
liyetçi bir gözle bakmadıklarım söylemeye imkân yoktur ve bir kısım men
supların, bu konuda bir özel gazete çıkartmayı teklif edecek kadar ileri git
tikleri görülmektedir.308 Ancak, Murad Bey ve arkadaşları daha doğrusu Ce
miyet yönetimi açısından bu kriz; kendilerinin devamlı olarak bekledikleri;
uluslararası müdahalenin doğurucusu olmak özelliğini de taşımaktaydı.
Ama her iki beklentiden de istenilen sonuçlar alınamadı. îlk olarak, bek
lenenin tersine, kriz savaş ile sonuçlanınca, hükümeti pasif kalmak ile eleş
tirmek anlamsız hale gelmiş oldu. Gerçi Cemiyet, son bir gayret olarak Yu
nanistan ile olan savaşın çok ağır gittiği yolundaki bir protestonâmeyi, baş
kent sokaklarına yapıştırmaya muvaffak olduysa da ,310 savaşın gelişimi bü
tün bu iddiaları ve yabancı müdahalesi ümitlerini çürütecek şekilde cereyan
etti.
(306) V index, «A Plot A gainst B ritish In terests in the Levant,» The F ortnightly
Review , Vol. L X I (N .S), no.CCCLXVI, 1 H aziran 1897, ss. 813-824.
(307) H enry N orm an, «The Globe an d th e Island.» Cosmopoüs, Vol. VI, no. 17,
M ayıs 1897, ss. 394-406.
(308) Bu alandaki görüşler için bkz. F rancis de Pressense, «The Pov/ers and
th e E ast in th e Light of th e War,» The N ineteenth C entury, Vol. XLI, no.
243, M ayıs 1897, s. 686 ve Ferdinando N unziante, «La questione d ’O riente
e l’A rbitrato Internazionale,» La Rassegna Nazionale. Vol. XCV, l M ayıs
1897, ss. 153-162.
232
Jön Türklerin de bu gelişimden büyük bir memnuniyet duydukları anla-
şılmaktadır.311 Fakat; uzun süredir görülmeyen böyle bir askerî başarının ka
zanılması ve yönetimin bunu gerçekten ustalıkla propagandaya tahvili,312 Ce
miyeti çok zor durumda bıraktı. Kamuoyu zafer coşkunluğu içinde, Saray ta
rafından fesatçılık olarak lânetle belirtilen hareketlere karşı bir tavra doğru
kayarken, Cemiyetin iddia ettiğinin tam tersine bir siyasal gelişmenin ol
ması, durumu; onun açısından; kötüleştirdi.
Nitekim, bu durumu fırsat bilen Saray, muhaliflere karşı bir uzlaşma ta
arruzuna geçecektir; ki, bu faaliyetleri ileride izleyeceğiz.
Bu savaşın Cemiyet açısından görülen zararı yanmda, bir de beklenme
yen bir etkisi oldu. Bu da; Paris ve Cenevre merkezleri arasındaki ilişkile
rin, savaşı konu alan yazılar nedeniyle tamamen kopması idi.
Savaş nedeniyle Mechveret’de G. Umid imzasıyla yayınlanan ve gazetenin
yazı kadrosundan Artistidi Bey’e ait olan bir makale; Girid’de ayaklanan
Rumları haklı göstermeye çalışan temaları işleyince; zaten pamuk ipliğine
bağlı bulunduğunu gördüğümüz ilişkiler, kopma noktasına geldi.313 Makale o
(309) Ali Zühdi Bey’in, C enevre 6 M art 1897 tarih li m ektubu, A r k iv i Çendror,
19/135//31/254. Krş. H acı Ali B ey’in, tarihsiz m ektubu: «...G irid hâli pek
karışıyor. H er ta ra fd a n zırh lılar gönderiliyor, Y unanistanm b ü tü n zırhlı
la rı gitdi. H alâ bizden birşey gitm edi. B uradan K ralın oğlu P rens Jo rj
dahi torpido kum andanlığıyla gitdi. H alâ bizden h arek e t yok... Geçen
h a fta k i M izan’da yazılan bendi b u ra h ariciye nazırı gördü, beğendi. G a
zeteler ilân etailer. Jö n T ü rk lerin h er b iri T ü rkiye’n in en büyük adam
la n olduğunu ahaliye bildirdiler. F ak at yalnız G irid üzerine olanları pek
kab û l etm iyorlar. Sebeb veren S ultan olduğunu söylüyorlar...». A rk iv i
Qendror, 19/135//105/941.
(310) A r k iv i Çendror, 19/60//821/12. M etni aynen verilm iştir. Bkz. B. XXVI.
(311) K âm il Bey’d en -îsh ak S ü k û ti’ye, [1897] m ektup, A rk iv i Çendror, 19/106-
'6//92/1778. Cem iyet dışındaki. Jö n .T ü rk g ruplarının tu tu m u için bkz. «[T e
fek k ü r],» H ü r r i y e t no. 80, 15 Ağustos 1897-15 R ebiy’ülevvel 1315, s. 1.
(312) Bu propaganda yay ın ların a örnek için bkz. M üstecâbizâde îsm et (Cam i’ ve
M üntehibi), M u v a ffa k iy e t-i O sm aniye Y a h u d Yâdigâr-ı Zafer, Sahib ve
N aşiri: A hm ed F arukî, K arab et Matbaası,, (Dersaadet:1315) ve Vecihi ve
R üfekası, M usavver T arih-i Harb, T abi’ ve N aşirleri: Ahm ed Cevdet, H aşan
Ferid, İkdam -M atbaası, (Dersaadet:1315).
(313) G, U m id [A ristid i], «Illusions et RĞalites,» M echveret Supplem ent Frart-
eais, no. 35, 15 Mayıs 1897, ss. 1-2. Bu kim senin sorun konusunda daha
ılım lı olm akla b irlik te C enevre g ru b u n u rahatsız ettiği kuşkusuz olan di
ğer b ir yazısı da daha evvelce neşrolunm uştu. Bkz. G. Um id [A ristid i],
«Au Feu!,* M echveret S u p p lem en t Français, no.29, 15 Ş ubat 1897, ss. 1-2.
K rş. G U m id [A ristid i], «Affaires D’Orient,» M echveret Supplem ent Fran
çais, rıo.31, 15 M art 1897, s. 1. A hm ed Rıza Bey’in de buna paralel ve d u ru
m u daha da ağ ırlaştıran y azılarına örnek olarak bkz. A hm ed Rıza, «Girid.»
M eşveret, no. 14, 27 M uharrem 1313-8 Tem m uz 108, s. 1: «...G irid H ıristi-
yan ları haklı veya haksız b ir şey istem işler, verilm edi. Isra r etdiler; asker
gönderildi, k an döküldü. G iridlilerin lıakkı varsa m etalibi vaktiyle ne içün
reddedildi. H akkı yoksa şim di niçün k ab û l olundu?...»
233
derece, ayrılıkçı bir hava taşıyordu; ki, bir Ermeni dergisi onu aynen ya
yınladı.®14 Cenevre grubu bu gelişmeler üzerine resmî bir ilân yayınlayarak:
yazının herhalde Ahmed Rıza Bey’in gözünden kaçması nedeni ile neşredil
miş olabileceğini; dolayısıyla hemen tekzibini beklediğini ilân etti .315 Böylece
birkaç aydır çevreye hissettirümemeye çalışılan 316 büyük anlaşmazlık da,
saklanamaz bir hale gelmiş olmaktaydı. Mağmumî’nin ifadesiyle:
Cenevre grubu; Ahmed Rıza Bey’i kozmopolit bir çevrenin. Cemiyeti yan-
bş tanıtacak fikirleri benimsemiş bir mensubundan başka birşey olarak dü
şünmemekteydi.
Ahmed Rıza Bey, daha sonraki Mechveret’lerde istenilen tekzibi yayınla
mayınca, bu kez Cenevre’de toplanan «Hey’et-i Teftiş ve İcra» ekseriyetle:
Nâzım Bey haricinde; toplandı. Oturum sonrasında, gelişmeleri anlatan ve
son bir teminat vermemesi ve gazetesini iki kişinin kontrolü altında neşret
<314) [A ristid i], «Illusions et Realites,» L'A rm enie, no.104, 1 H aziran 1897, ss.
3-4.
(315) Bu ilân d an evvel yazıyı h ab er alan P aris Şubesi M üdürü aşağıda a k ta rı
lan girişim lerde bulunm uştur: «...B ütün sinirlerim ayaklandı. Bu sahte
p a trio t ile ne yapacağız... Protesto etdim . G avgalar etdik. H alil G anem ’e
de başvurdum . O da bendenize h a k v erd i... C um aertesi gazetenin çıkm ası
na k ad ar beklem eğe m ecbur oldum. İnadında devam ile yine basar ise
k a t’-ı m ünâsebât edeceğim ...» Bkz. Ç ürüksuîu A hm ed Bey’in 2 Mayıs 1313
tarih li m ektubu. M ehm ed M urad, M ücahede-i M illiye: G urbet ve A vd et D e
virleri, s.216. İlân için bkz. «İlân-ı Mahsus,» Mizan, no,21. 24 M ayıs 1897-
22 Zilhicce 1314, s. 2. M etni verilm iştir. Bkz. B. XXVII.
(316) N itekim , kendilerine b u yolda gelen m ektuplara (bkz. «İstanbul M ektubu:
T ab ak a-i Bâlâ M uhabirim izden.» M izan, no.6, 25 K ânûn-i sânî 1897-21 Ş a’
b an 1314, s. 3.) M urad Bey şu cevabı verm iştir: «...Rıza Bey ile aram ız
da ih tilâf ve b ü rû d et olduğu rivayetine gelince b u n u iddia etm ek ik i
mizi de kasden ta h k ir etm ekdir...» M urad, «İzhar-ı H akikat.» M izan, no.
10, 8 M art 1897-4 Şevval 1314, s. 1.
<317) Şerafeddin M ağmumî, H a kika t-i Hal, s. 33.
234
meyi kabul etmediği taktirde; Ahmed Rıza Bey’i Cemiyetten ihraç eden bir
mazbata kaleme alındı.318 Fakat, sorun bu kadarla da bitmedi. Belirttiğimiz
gelişmelere diğer arkadaşları kadar sinirlenen313 ve hattâ sözkonusu tutumu
«Rıza Bey’in milleti sayılan pozitivistlerin» Yunan taraftarlığına bağlayan 520
Murad Bey, ortaya çıkan yeni gelişmeler karşısında istifasını verdiğini açık
ladı .221
«Hey’et-i Teftiş ve İcra» bu istifayı reddettiyse de; Murad Bey, kendisi-
nin İstanbul’dan ayrıldığı zaman rieâl-i devletten birçoğunun vekâletlerini al-
dığmı ve şimdi bu vekâlet çerçevesinde bir takım çalışmalar yapacağını be
lirterek, istifasında ısrar etti .323 Bunun üzerine, merkez komitesi riyaset-i fah
riye Murad Bey’de kalmak üzere, başkanlık görevini üç kişilik bir komiteye
devrettiğini açıkladı.323 Daha sonraki Cemiyet muhaberatından; bu üç kişinin
Çürüksuiu Ahmed Bey, Şerafeddin Mağmumî ve Reşid Beyler olduğu anla
şılıyor.
Ancak, görünürdeki bu duruma karşılık; gene Cemiyetin muhaberatın
dan, Murad Bey’in örgütle bütün ilişkilerini kesmediği anlaşılıyor .*24 Büyük
ihtimalle Saray’ın ajanları devreye girmeseydi, bir süre sonra kendisi tekrar;
zaten; fahren bulunduğu başkanlık görevine tekrar getirilecekti.
Cemiyet içindeki anlaşmazlık gene hissettirilmemeye çalışıldıysa da, bu
sefer durumun kapatılması pek de kolay değildi. Gerçi Osmanlı yönetimini de
telâşa düşüren bir biçimde,*5 aslında herhangi bir sorunun olmadığı yolunda
ki açıklamalar, kamuoyuna yöneltilmeye başlandı. Bilhassa, İstanbul’dan,
Osmanlı yönetiminin de tesiriyle, Cemiyetin dağıldığının açıklanması üzerine,
faaliyetlerinin eskisi gibi devam ettiği hakkında Avrupa basınına açıklama
(318) «Mazbata.» M izanf no.22, 31 Mayıs 1897-29 Zilhicce 1314, s. 2. M etni aynen
verilm iştir. Bkz. B. XXVIII.
(319) Bu konuda güzel b ir ö rnek için Şerafeddin M ağm um î’nin sözkonusu çev
re n in görüşlerini dile getiren 22 M ayıs 1897 ta rih li m ektubuna bakılabi
lir. Bkz. M ehmed M urad, M ücahede-i M illiye: G urbet ve A v d e t Devirleri,
ss. 217-220.
<320) İbid, s. 214. M urad Bey’in b u konudaki tu tu m u d a .p e k tu ta rlı değildir. N i
tekim , pozitivistlerin liderleri, savaşın özellikle b ir din çatışm ası şeklini
alm asını C am bridge-O xford Ü niversiteleri arasındaki rek abete benzet
m ekte ve eleştirm ektedirler. Bkz. E ditör [E dw ard Spencer B eesly], «The
T urco-G reek War,» T he P asitivist R eview ) Vol. LIX, 1 H aziran 1897/12 St,
Paul 109, s. 117.
(321) İstifa m etn i için bkz. «Aynen,» M izan, no.22, 31 M ayıs 1897-29 Zilhicce
1314, s. 2. M etin verilm iştir. Bkz. B. XXIX.
(322) «İlân-ı Mahsus,» M izan, no.22, ss. 2-3. A ynen verilm iştir. Bkz. B. XXX.
(323) İbid,
(324) M urad Bey'in, k â tib -i hususîsi sıfatıyla, T unalı H ilm i’den-O sm anlı îttih a d
ve T erakki C em iyeti R om anya g u ’besi H ey’e t-i İdaresine, 24 H aziran 1897,
Cenevre, A r k iv i Qendror, 19/59//188/6. A ynen verilm iştir. Bkz. B. XXXI.
(325) M ehm ed K âm il Bey’d en -P aris S efareti’ne, 74/29 H aziran [18]97, Paris
S efa ret-i S eniyesiyle M uhabereye M ahsus D efterdir, B B A -Y ıld ız Esas E v
rakı, 36/2468-2/141/XII.
235
larda bulunuldu.326 Gerçekten de faaliyetin devamı konusunda herhangi bir
engel sözkonusu değildi. Fakat, özellikle Saray’ın da aym dönemde Ahmed
Rıza Bey’e karşı bir dava başlatması;®7 merkez komiteyi çok müşkül durum
da b ıra k tı:
Ancak, yeni durum karşısında Ahmed Rıza Bey’e karşı yumuşatıcı bir tek
lifte bulunuldu :
236
sır şu’besi; ki, merkez komitesi özellikle pozitivistlik suçlamaları nedeniyle
en fazla ûlema kontrolündeki bu şubeden destek sağlayacağmı ummaktaydı;
çok sert bir şekilde bu karara karşı çıktı.831 Berberistan Şubesi, doğrudan Ah
med Rıza Bey’e yaptığı bir müracaatla gelişmeyi protesto etti.352 Makale ola
yına Cenevre grubunun gözüyle bakan İbrahim Temo’ya karşılık,833 Romanya
Şubesi, herhangi bir tavır ortaya koymaktan çekindi. Bunlar dışında başta
bir süre sonra Ahmed Rıza’nm en büyük eleştiricilerinden birisi olacağını gö
receğimiz Abdullah Cevdet Bey olmak üzere; çeşitli Cemiyet üyelerinden ge
len mektuplar, sözkonusu eğilimi ortaya koymaktadır:
«...Rtzfl Bey şöyle imiş, böyle imiş, olsun hattâ isterse hafiyelik et
sin, Fakat yârâ da ağyâra da bu müstekreh yarayı göstermek ...izah
-t hakikat nâmıyla tekrar tathir-i rezalet etmek lâzım mı, câiz m iy
di. O racasını bilmezsem de buraca bu hareket pek kötü oldu. Pek
utandık, o kadar fena ediliyor ki tamiri güç. Size selâmet-i millet nâ
mına rica ediyorum. Hakikaten itilâf yoluna gidin , m üm kün olmaz
ise ağyâra karşu ‘Rıza Bey üe aramızdüki ihtüâf-ı fikrî bertaraf ol-
m u şd u f suretinde bir fıkra — yalan olsun— ile ihvan ve muhibba-
nın yüreğine su serpiniz...»m
«...Asıl meseleye gelince: Herhalde Rıza Bey’in tardı meselesi pek
fena neticeler kılmıştır... Evet Rıza Bey belki Cemiyetden çıkarıl
mağa müstehak olabilirdi. Lâkin hiç etrafa hissetdirihnemesi lâzım
dı. Siz ise aksini ihtiyar etdiniz. O makalenin haksız şiddeti Rıza
Bey’in her kabahatini hattâ bize dahi unutdurdu. Gösterilen sebeb
âdidir: Meşveret’in evvelki potları dikkati bile celb etmiyordu. Hay
(330) Süleym an Nazif B ey’d en -lsh ak S ü k û ti’ye, S aint G erm ain, 4 H aziran 1897,
A rkivi Qendror, 19/106-5//280/1434.
(331) A. R ıfat B ey 'den-îshak S ü k û ti’ye, tarih siz m ektup, A rkivi Çendror, 19/108
Z/72/738. M ektup y azarının y orum u da şöyledir: «...K anun-i Esasî’nin M u
ra d Bey h ak k m d ak i şiddet-i lisanı ve Rızayı m edheylem esi şâyân-ı h a y -
re td ir. M ısır Ş ubesinin önde gelen üyelerinin b u konudaki m üracaatı
için bkz. A rkivi Çendror■' 19/106-4//309/1170. A ynen verilm iştir. Bkz.
B. XXXII.
(332) B erberistan Ş u ’besi ve Ş u ab ât-ı m uhtelifede bulunan b ir hayli efrâd-ı h ü -
rendiş nâm ına, Sam an B ey’in yazısı, 26 H aziran 1897. Ahm ed Rıza Bey
Evrakı/Özel Arşiv. A ynen verilm iştir. Bkz. B. XXXIII.
(333) Tem o’n u n tarih siz m ektubu, A rkivi Qendror, 19/135//134/270.
(334) A bdullah Cevdet Bey’in, 10 Temm uz 1897, T rablusgarb, m ektubu, A rkivi
Qendror, 19/106//158/1. K rş. A bdullah Cevdet Bey’d en -İshak S ü kûti’ye,
T rablusgarb, 3 Tem m uz 1897, A rkivi Çendror, 19/106//160/310: «...G erek
bu m ektubunuz, gerek içtim a’ notası, sizin h arek et-i vakıanızı katiyyen
m eşru ' gösterem em işdir. Z ira siz, 21 nei nüshanın neşriyle Rıza Bey’den
değil belki M ekteb N âzırı Zeki P aşa’dan ziyade m aksadı yaraladınız. Ç ün-
ki evet, ‘kolum uz kırılm alı, kopm alı da yine yenim iz içinde k alm ak ’ ...k a r-
daşım m etanet edin, h er şeyi h a ttâ fik r ve m eslek-i şahsiyem izi de feda
ederek ağyâra düşkünlüğüm üzü gösterm eyelim ...».
237
di etsin: M izanda. Meşveret’in Cemıyet’in vasıta-i neşriyatı olmadı
ğım ilân ile Franstzca(Mizan) çıkarıverin olur biter... Halbuki siz
öyle yapmadınız... Rıza Bey’i Cemiyet’den tard etdiniz. İşin içyüzü
nü bilnıeyenlerce bu muamele ile o zâtın cemiyete mebâdîinden beri
etdiği hidmetler kıyas olununca daima Mizan onun tarafına temâ-
yül ediyor... Selânik’den, Bulgaristan’dan, İstanbul’dan alınan mek-
tublar böyle hattâ Bulgaristan resmen istifsar bile etmiş? Bele Kıb
rıs falan şiddetle bu kararın aleyhinde. Burada bile Doktor M eh
diler, Suad Beyler filân hiç söz dinlemiyorlar ...»331
«...Eminiz ki bizi ziyadesiyle ye's-i ızdırâba düşüren bu hâl seni de
muzdarib kılmışdır.... Mizanla neşretdiğiniz [_üânla] bütün ahran
meyus etdiniz ...»ÎM
238
îşte, bu koşullar altında Cemiyet’e son darbeyi vurmaya hazırlanan Sa
ray, Serhafiye Ahmed Celâleddin P aşa’yı; komite ile bir anlaşma yaparak,
üyelerinin ülkeye geri dönmelerini sağlamak ve böylece onu çökertmek gö
reviyle Avrupa’ya gönderdi.
Bu hareket Cenevre merkezince haber alınmıştı ve Paşanın gelişi; büyük
ümitsizlik içindeki üyeler tarafından, heyecanla bekleniyordu .840 Kendi anla
tımına nazaran, Murad Bey, Paşanın çeşitli aracılar göndererek kendisi ile
görüşme tekliflerini önceleri reddetti.^ Ancak, merkezin 24 Haziran 1313 (6
Temmuz 1897) tarihli bir kararı ® 42 ile kendisine başvuran Reşid Bey ile P a
şanın tercümanı İskender Efendi’nin bir de kendisine hitaben yazılmış özel
bir mektup getirmeleri üzerine 5143 Onntrexeville’de görüşmelere katılmaya ra
zı oldu.
Burada Ahmed Celâleddin Paşa ile çeşitli müzâkereler yapıldı.’*'44 Murad
Bey’in müzâkerelerin baş aktörü ve Saray’ın ilk hedefi görünümünde
olması, ilgi çekici bir husustur. Cemiyet merkezi; bu gelişmeler üzerine, şu
belere başvurarak onların yapılacak pazarlıklar hakkında görüşünü istedi.
Şubelerin bu konuda verdikleri cevapların tümünü bilmiyorsak da; elimizde
olanlar oldukça ihtiyatlı bir tutumun izlenmesini tavsiye etmektedirler .348 Ay
rıca, Paris grubu adına Nâzım ve İstanbul merkezinden Lâli imzasıyla gön
derilen iki mektup da bu konudaki davranışları teyit etmektedir:
(340) Salih Cemal B ey’d en -İsh ak S ü k û ti’ye, tarihsiz m ektup, A rkivi Çendror.
19/106-7//833/1972. K rş. Şefik Bey’d en-İshak S ü kûti’ye, Paris, 25 Eylül
["18] 97 ta rih li k art, A rkivi Çendror, 19/106-7//121/2024.
(341) M ehm ed M urad, Mücahede-i Milliye; Gurbet ve A vdet Devirleri, ss. 231 v.d.
(342) İbid, ss. 248-249.-A ynen verilm iştir. Bkz. B. XXXVI.
(343) İbid, s. 250.
(344) Bkz. M ehm ed M urad, Mücahede-i Milliye: Gurbet ve A vdet Devirleri, ss.
251 v.d.
(345) Ö rnek olarak bkz. R om anya Ş u ’besinin, tarih siz yazısı, A rkivi Çendror,
19/31//181/5Ö4. A ynen verilm iştir. Bkz. B. XXXVII.
239
s
katinizi celb ederim. Hülâsa, Sultan Hamid:den lâakal beş bin lira
almadan siikût etmeğe rıza göstermemenizi musirrâne rica ederim
azizim...»34*
«...Ahm ed Celâleddin Paşa edebsiziyle ne yolda müzâkere olunuyor.
Sakm vaadlerine aldanmayınız. Millet ye’sden mahvoluyor. Yarım
da birkaç kişi varmış, Ermeni imişler. B irde M ekteb-i Mülkiye li
san muallimi bir Ermeni oralara gitmişler. Maksadlan Cemiyetin
esrâınna vakıf olmak. İhtiyatlı olunuz. Hırsızlık da yaparlar. Hele
İstanbul adreslerini dikkat altında bulundurunuz. Sonra çok kişinin
canı yanar...»w
<346) D oktor Nâzım Bey’d en -îsh ak S ü k û ti’ye, [1897], Cuma, A rkivi Çendror,
19/135//152/50.
(347) L âli'den [M ehm ed R eşkî] -İshak S ü k û ti’ye, 19/7 Tem m uz 313, A rkivi
Çendror. 19/108-4//298/1132.
(348) BBA-İrade-Hususî, M uharrem 1315/no, 29-312 ve BBA-İrade-Hususi, S aîer
131 S/no. 4-91.
(349) M ehm ed M urad, Mücahede-i Milliye: Gurbet ve A vdet Devirleri, s. 241:
«...A hvâl-i h âzıradan dolayı m e’yûs idim. N am ûskârâne te rk -i n eşriyât e t
m ek canım a m innet raddesine gelm iş bulunduğum un buna az çok dahli
olabilir...».
(350) Bkz. İzzet Paşa tarafın d an yazılan şifre telgrafnâm e m üsveddesi, B B A -Y ıl-
dız Esas Evrakı, 11/1194/120/5.
(351) M ehm ed M urad, Mücahede-i Millîye: Gurbet ve A vdet Devirleri, ss, 266-270.
(352) İbid, s. 268.
(353) P azarlık lar için bkz. Ş erafeddin M ağm um î’d en -tsh a k S ü k û ti’ye, 20 Tem
muz 1897, A rkivi Çendror, 19/106-7//307/2023-2, ve gene aynı şahıslar a ra
sında konu h akkında daha sonraki ta rih te bilgi veren, 20 Ağustos 1898 ta
rih li m ektup, A rkivi Çendror, 19/108-4//577/1116.
'(354) Şerafeddin M ağmumî’den -Îsh ak S ü k û ti’ye, 30 Tem m uz [18]97, Cuma,
C ontrexeville, A rkivi Ç endror, 19/108-7//295/2004. K endisi gelişm eleri d a
h a sonra şu şekilde özetlem ektedir: «...Ve nihayet (bunu ister veriniz, is
.240
Üşmeler üzerine Cemiyet merkezi bu kez gelişmeleri tekrar açıklayan bir ya
zı ile şubelere başvurarak, onların anlaşma için fikirlerini aldı.3® 5 Ancak,
dana 15 Temmuz 1897 tarihinde Cenevre merkezi neşriyatı durdurmak üzere
Çürüksuîu Ahmed Bey’e yetki verilmesini kararlaştırm ıştı .358 10/22 Temmuz
1897 tarihinde Paris Sefareti bir resmî tebliğ neşrederek, yurt dışına kaçan
firarilerin yurda dönmeleri halinde affolunacaklarını ilân etti .®57 Nihayet, 8/
20 Temmuz 1897 (1313) tarihinde, Murad Bey’in reformlar karşılığı yurda
dönmeyi kabul eden yazısı sonrasında ;353 Cemiyet de resmen Ahmed Celâled-
din Paşa ile anlaşarak afv-ı umumî ve reformların uygulanması mukabilinde,
neşriyatı tatil ederek gelişmeleri beklemeye razı oldu. Avrupa’ya kaçışından
itibaren bu kamuoyu içinde büyük bir ilgi ile karşılanan 359 ve dönüşü olduk
ça yankılar uyandırarak 360 yabancı ülke temsilcileri tarafından hareketin ru
hu sayılan bir kişinin avdeti ile örgütün çöküşü 381 şeklinde yorumlanan Mu
rad Bey anlaşmaya uydu.
Her ne kadar Cemiyet yöneticileri bu anlaşmayı yalnızca bir mütareke
olarak gördülerse3® 3 de, etkisi hiç de bu şekilde gerçekleşmedi.363 Yayın faali
te r verm eyiniz. V erirseniz hesab k a t’ olunur. Verm ezseniz Cem iyet dağı
lıyor, V erm ezseniz hesab kesilemez. F akat Cem iyet verdiği sözü almaz.
Biz ahdim izde d u ru r, ıslahata in tizaren yalnız ta ’til-i neşriyat eder ve
defterim izi kapayaım yacağı içün şu ’belerle m u h ab erata devam ederek
m üm kün m ertebe p a ra celbine çalışır) diyerek işi kesdirdim . Paşa’dan
(kahûl olundu) veya ( b u [n u ] tesviye edem eyiz) gibi b ir cevab-ı k a t’i al
sam hem en h er iki halde de C enevre tarikiyle P a ris’e dönecekdim. Fakat,
(Lâ) ve (nim ) dem eksizin İstan b u l’dan cevabın v ü rû d u n a teeh h ü r etdi.
Ben de tem dîd-i ikam ete m ecbûr oldum. Bugün y a rın diye bekliyoruz...
E ğer biz olmasak, A llahın zır delisi M urad aksi b ir h alt yiyecek. İşi olub
b itd ik d en sonra bozacak...».
(355) B ir sureti, R om anya şubesine gönderilm iştir. Bkz. A r k iv i Çendror, 19/58//
655/7. S u reti verilm iştir. Bkz. B. X X XVIII.
(356) Şerafeddin M ağm um î ve Reşid im zalı 15 Tem m uz 97 tarih li k a rar, A r k iv i
Qendror, 19/59//102/16. A ynen verilm iştir. Bkz. B. XXXIX.
(357) M etni için bkz. T ürk İnkılâp Tarihi Enstitüsü A rşivi, 82/19875.
(358) M ehm ed M urad, M ücahede-i Milliye: G u rbet v e A v d e t Devirleri, ss. 282-283.
(359) Ö rnek olarak bkz. «M ourad B ey’s Condem nation: He A dvocate Reform s
in T urkey and is now an exile,» The N e w Y o r k Times, 11 M art 1896, s. 5.
(360) Bkz. «The Young T urkey Party,» The Times, 12 ve 14 A ğustos 1897 ve
«M urad Bey Returns.s» The N e w Y o r k Times, 18 Ağustos 1897, s. 5.
<361) K ont Goluchow ski’y e-İstan b u l Elçiliğinden, B üyükdere, 7 Ekim 1897/no.
42d (Pr. 17/X /97), Haus-. Hof-u. Staatsarchiv, P A X II 168 T ürkei Berichte
1897(VI-VII) (6793182).
(362) Bkz. Ş erafeddin M ağmumî, Hakikat~i Hal, s. 34.
<363) Sarayla anlaşm a ve M urad Bey’in dönüşünün uyandırdığı tepki için bkz.
Süleym an Nazif Bey’d en -İsh ak S ü k û ti’ye, 17 Tem m uz 1897, 4 Tem m uz
1897, 4 A ğustos 1897, A r k iv i Çendror, 19/106-5//293/1441, A r k iv i Qendror,
19/106-5//59/1549 ve A r k iv i Çendror, 19/106-5//216/1449. İlk m ektupta
d uyulan büyük um utsuzluk ve en azından M urad B ey’in dönm em esi a r
241
yetinin durdurulması emrine bütün şubeler uydu .384 Ancak, bu şubelerin pek
çoğunun anlaşmaya büyük tepki gösterdiği de gözden kaçmamaktadır ,®55
Pazarlıklar sırasında dahi Mizan; bir Paris gazetesine verdiği demeç do
layısıyla ;3®
6 Ahmed Rıza Bey’i kınayan ihtarlar yayınlamaktan çekinme-
di.Mr îşte, Murad Bey, P aris’den İstanbul’a gitmek üzere trene bindiğinde ve
kendisini uğurlamaya gelenlere itidal tavsiye ettiğinde, Cemiyetin Avrupa
merkezinin durumu böyleydi. Murad Bey’in ardından dönmek için harcırah
larını bekleyen Cenevre Şubesi mensupları,368 Mechveret ve yazarları aleyhi
ne Sultan tarafından açılmış olan bir dava, hepsi susmuş durumda olan res
mî yayın organları ve reform ümitleri, ki bu dengenin alacak tarafının bir
hayli zayıf olduğu açıktır.
Mısır Şubesi :
Murad Bey’in ayrılışından sonra, Mısır Şubesinin kısa bir bocalama ge
çirdiği görülüyor. Onun Mısır Şubesi reisliği, bu merkezin aym zamanda âde
ta bir yönetim odağı durumuna geçmesini sağlamıştı. Kendisinin; merkez yö
netiminde etkili roller oynamak üzere Avrupa’ya gitmesiyle, şube tekrar eski
hüviyyetine dönmede, bir geçiş dönemi yaşamak zorunda kalmıştır. Ancak,
Mısır Cemiyet için hiçbir şekilde bırakılması mümkün olmayan bir merkezdi.
Bir kere buradan ülkeye neşriyat gönderilmesi son derece kolaydı. İkinci ola
242
rak burada Osmanlı yönetimine karşı pek çok grup, Hidivin ve îngilizlerin
koruması altında faaliyette bulunuyordu. 1894’den itibaren, Mısır’da muha
lif yayınlar o kadar fazlalaşmış ve bunların Osmanlı yönetiminin fiilen de
gerçekleştiği topraklara girişi o derece de artmıştı; ki, sonunda Sultan bu
yayınları bulunduran ve yurda sokulmasına yardımcı olanların da; onları ya
yınlayan komite üyelerinden kabul edilerek cezalandırılacaklarını açıklamak
zorunda kalmıştı.369 Hidiv ve İngilizlere bu alanda yapılan müracaatlar ise;
Mısır’da matbuat nizamnamesinin bulunmadığı ve bundan dolayı; bu gazete
lerin yayımının önlenmesinin imkânsız olduğu şeklinde bir cevapla karşılaşı
yordu.3™Bunun yamsıra Mısır; ûlema ile ilişkiler bakımından büyük bir önem
taşımaktaydı ve ayrıca Mısırlı zenginler de; başlarda, Jön Türkler e maddî
destekte bulunuyorlardı.
Murad Bey şubeye bir anlamda tepeden inme bir şekilde Paris merke
zinden aldığını gördüğümüz Mısır müdürlüğü yazısıyla gelmiş ve orada Jön
Türklerin başına geçmişti. Her ne kadar kendisinin iddiasına göre, Cemiyete
resmen girişi üç ay sonra gerçekleşmiş ise de,3” bu dönemdeki muhaberatta
dahi onun şube reisi olarak imza attığını görüyoruz. Bu durum; doğal olarak;
orada bulanan ve fazla birşey yapmamış olmakla birlikte, kendilerini Cemi
yetin kurucularından kabul eden Cemiyet mensuplarım, hiç de memnun et
memişti. Bunlar bir ara, Mizau’a karşı Paris merkezinden izin alarak, diğer
bii’ şube gazetesi dahi çıkarmaya çalıştılarsa da; gerekli müsaadeyi alama
dıklarından, bu eylemi gerçekleştiremediler,372 Mısır şubesinin eski müdürü
İsmail İbrahim Bey ile Eczacı Mustafa Beylerin yönetimindeki bu kadro; Mu
rad Bey’in, kamuoyundaki prestiji ve İngilizler nezdindeki itibarı nedeniyle,
ikinci plânda kalmayı tercih etti. Dolayısıyla bu merkez, doğal gelişiminin
dışında bir durumu yaşadı.
Onun Avrupa’ya geçişinden sonra ise; İsmail İbrahim Bey tekrar liderliği
ele aldı ve kısa sürede Mısır’a önemli muhalif liderlerin gelişi başladı. İlk
olarak, Mechveret’deki yazılarıyla büyük ilgi toplayan Hoca Kadri Bey, daha
sonra Cemiyet tarafından Rodos’dan kaçırılışım ve Mısır’a gönderilişini izle
diğimiz Salih Cemal ve P aris’deki temaslarını gördüğümüz Hoca Muhiddin
Efendi bu şubeye katıldılar. Özellikle iki ûlema temsilcisinin gelişi ile ve bu
radaki El-Ezher talebelerinin de bunlara katılmasıyla, Mısır’daki eğilim bu
yana doğru kaymağa başladı. Yeniden teşkilâtlanıldı ve şube, Murad Bey
zamanında olduğu gibi; kendi, bir merkezmişçesine tutumlar içine girdi. Ni
tekim, Bulgaristan merkez şubesine, Cemiyetin dahilî örgütlenmesi bakımın
dan da çok ilginç bilgiler veren yazısında; şubenin yetkilerini bir hayli aştığı
gözleniyor ki, yazının yedinci maddesinde durum açıklığa kavuşuyor :
243
«...Nizâmnâmemizin dokuzuncu bendi ahkâmı İstanbul’un muvafa-
kattyîa tebdil olunarak şu’âbât-ı umumiye altıya iblâğ olunmuşdur
ve (Mısır-İParis} şubeleri m üttehidin altıncı şube ittihaz ohmmuş-
dur...»™
Paris ile arası zaten pek iyi olmayan İstanbul merkezi, gördüğümüz yetki
devrinden önce, nizâmnâmeye dayanarak Mısır’ı da merkez durumuna geçir
meye muvaffak olmuştu. Aym yazıda gördüğümüz İslamcı temalar, bu yetki
nin neden verildiğini bize gösteriyor. Bu kuşkusuz Ahmed Rıza Bey’in hoşuna
giden bir durum değildi ve onun herşeye rağmen sözkonusu değişikliği dik
kate aldığını da söylemek mümkün değildir. Ama, Mısır merkezinin de bu yet
kiyi kullandığı açıktır.
Bu problemlerin önüne geçmek için Rodos’dan yeni firar ettirilmiş olan
İshak Sükûti, örgütü yeniden düzenlemek üzere Mısır’a gönderildi. Cemiyet
muhaberatında Sükûti’nin bu görevini mükemmel bir biçimde yaptığı ve
örgütü dağılmaktan kurtardığı belirtilmektedir.374
Bir süre sonra, Mısır’da bir gazete çıkarılması sorunu gündeme geldi.
Esasen Paris merkezi ile aym haklara sahip bulunan bu şube, kimseye da
nışmaksızın böyle bir gazeteyi çıkartma hakkına da malik bulunmaktaydı. Bu
noktada muhalifler arasında ikiliğin ortaya çıktığı gözleniyor. Hoca Muhid
din; daha evvelce de gördüğümüz gibi; Cemiyet ile yakın ilişkiler kurmakla
birlikte, tamamen ortak hareket etmeye yanaşmamıştı. Kendisinin Hoca Kad-
ri’den bahsedişine bakılırsa; o da, bu konuda ondan taraf olmuştu.375 Niha
yet bu koşullar altında, Kanun-i Esasî gazetesinin çıkarılmasına karar veril
di. Fakat; bu tarihte yapılan olağanüstü toplantı sonucu, «Hey’et-i Teftiş ve
İcra»mn kurulması ile Mısır Şubesinin kısa süren merkezliği de sona ermiş
oluyordu. Sözkonusu gazete, yeni merkezin de belirttiği gibi bir ûlema gaze
tesi olarak takdim edildiğinden,378 izin sorunu da çıkmamıştı.
Bu gelişme ile Hoca Muhiddin ve ûlema grubu, Mısır muhalifleri üzerin
de tam bir hakimiyet kurmuş oluyorlardı. Nitekim, bu kontrol altında Mısır
Şubesi, çok kısa aralıklarla merkeze iki rapor vererek oldukça ilginç bir ta
244
vır ortaya koydu. İlk olarak bu şube, Hıristiyanların kesinlikle Cemiyete alın
mamasını istiyordu. İkinci olarak, yabancı müdahalesine karşıtlığı; Murad
Bey’e ihtarda da bulunarak; çok kesin bir biçimde dile getiriyordu ve niha
yet son olarak îslâmcı bir tavrı olabildiğince net bir şekilde ortaya koyu
yordu :
Biraz ileride ise Mısır Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti Şubesi şekline
dönüşmenin maliyeti açıkîanmaktadır :
Aynı şekilde; Mısır Şubesinin yayın organı durumuna geçen gazete de;
yabancı gözlemciler tarafından, İslâm teorisi ile anayasacüık arasında has
sas bir dengeyi oluşturmaya çalışan bir periyodik olarak yorumlanıyordu .379
245
Daha gazetenin çıkışı sırasında Hoca Muhiddin, bu yolda bir başvuruda bu
lununca, Osmanlı yönetimi dahi bu kimselerin asıl amaçlarının ne olduğunu
tam olarak anlayamamıştı.380 Doğal olarak gazetenin işlediği temalar, Saray
tarafından büyük bir endişe ile karşılandı .381 Bir süre sonra; Avrupa merke
zinin de farkedeceği gibi, bu alandaki eleştirilerle yönetimi en zayıf nokta
sından vurmaktaydılar.
Bu gelişim sürerken Hoca Muhiddin ile diğer üyeler arasında anlaşmaz
lık yoğun bir hale gelmiş ve kendisinin ifadesine göre, ona gelen mektuplar
gösterilmemeye başlanmıştır ,382 Bunun üzerine Hoca Muhiddin, gazetenin yö
netimini yeni bir heyete bırakarak Mısır'daki faaliyetten çekildiğini açıkla
dı.383 Beklenen tekrar îsmail İbrahim Bey’in reisliğe gelerek, örgütün yapı
sını değiştireceği idi. Ancak, aynı sırada bu kimse Hıdiv ile Jön Türklerin
ilişkilerini kuvvetlendirmek ve ondan daha fazla maddî kazanç temin etmek
amacıyla, onun Paris seyahatine katıldı. Fakat, çabalar tamamen boşa çık
tı. Huzura kabul edilme sorunu yüzünden, Murad Bey ve Hidiv’in ya
nındaki bazı kimselerin Ahmed Rıza’nın pozitivist tutumlarıyla ilgili telkinle
ri nedeniyle, Mechveret yöneticisi Mısır idarecisi nezdindeki itibarlarını kay
bettiler .384 İsmail İbrahim Bey; cemiyetin ilk teşkilâtında görev almış olma
sından dolayı; Hidiv’e her ikisinin de lider pozisyonlarına rağmen, aslında
önemli kimseler olmadığını belirttiyse de başarı sağlayamadı.383 Bunun üze
245
rine, uüyük bir üzüntüye kapılarak istifaya karar verdi. Osmanlı yönetimi
de, bir süre sonra kendisini yurt içinde bir doktorluk görevine getirdi .288
Beklenmeyen bu durum üzerine Hoca Kadri, Mısır Şubesinin lideri du
rumuna geçti ve böylece şubedeki İslamcı tutum devam etti. Bu sıralarda
hazırlandığı anlaşılan Mısır şubesine ait bir evrakta önemli üyelerin Hoca
Kadri, Doktor Cazım, Doktor Bahaeddin, Doktor Ermenak Efendi, Salih Efen
di, Safvet Efendi, Mehmed Efendi Ferc-el-Sûdanî, Ahmed Efendi, Cami-el-
Ezher ulemasından Abdullah Efendi, Mevlevi ve Cemiyetin İran ve Hamend
ile bağlantısını temin eden Hacı Mirza Esfehânî ile Yusuf Efendi’den oluş
tuğu anlaşılıyor.387
Bu şekliyle Mısır Şubesi ûlema ağırlıklı konumunu, Murad Bey’in ülke
ye dönüşünden sonra da, bir müddet devam ettirecektir. Fakat, bu dönemde
de gözden kaçırılmaması gereken husus, bu şubenin özellikle yabancı müda
halesi konusunda çok hassas ve bu oluşuma en sert biçimde karşıt oluşudur.
Cenevre ile aralarındaki anlaşmazlığın388 temelinde de, bu neden yatmakta
dır ki, Murad Bey bu noktayı, yâni ûlema ağırlıklı bir şubenin, neden pozi-
tivist Ahmed Rıza’yı kendisine tercih ettiğini hiçbir zaman anlayamamıştır.
İstanbul Merkezi :
İstanbul merkezinin 1898 darbe girişiminden sonra ne kadar güç bir du
rumda kaldığını gördük. Örgütün dağıtılmadan evvelki kuvvetinin fazlalığı
ve halka nüfûzu hakkında ihbarlar o denli korkunçtur ki & Osmanlı yönetimi
merkeze darbeyi indirirken sempatizanlar ve onları koruyan devlet büyük
lerine de ilişmekten çekinmemiştir ki, bu durum yabancı basma da yansımış
tır.390
Fakat, özellikle mekteplerdeki teşkilât vasıtasıyla, bu darbeden kısa bir
süre sonra cemiyet tekrar eyleme geçmiştir:
«... İstanbul’da Şubat R um fnin dördüncü Pazar akşamı saat birle
üç arasında ilânlar dağıtılmıştır. îttihad ve Terakki Cem iyetinin İs
tanbul M erkez Şu’besi mührünü hâmil olan mezkûr Hânlar fevkâlâ-
de te’sir hâsıl ederek hükümeti ziyade telâşa sürüklemişdir... Gala
ta, Beyoğlu, Beşiktaş, Üsküdar, Beylerbeyi, Ortaköy. Kadıköy’de da
hi bu ilânlar mebzûliyetle tevzi ’ olunmuş dur. Yine cemiyetin mer
247
kez şu’be sinin süferâya bir beyannâme verdikleri ve bunun üzerine
Yıldız’ın pek ziyade telâş etdiğini Avrupa gazeteleri yazıyor...»™*
Aynı tarihte, gene Cemiyet mensuplarının camilerde hükümet aleyhine
toplantılar yaptıkları da, resmî gazetelerde dile getirilmektedir.3® Gene, mer
kez tarafından yayın organlarına gönderilen yazılarda, yakında faaliyete ge
çileceği yoluda tehditler ileri sürülmektedir :
«...Henüz ateş edilmemiş ise de kesdimıe bir yol tutulmak üzere
çatılan silah-i kıyamın çattrdısıykı yüreği büsbütün yerinden uya
nan Yıldız’daki «sersem» yıldırım uğramışa döndü, Etrafındaki si-
per’i saikalara (!) güvenerek var kuvvetiyle gûya üzerimize saldırdı!!
Fakat henüz pusudakilerimizin gölgesini bile seçemedi. Çünki tepe
sinde bulunuyor ,,.»303
Ancak, bu iddialı anlatıma karşılık; gerçekte, örgüt yalnızca talebe mu
hitinde kuvvetli bir durum göstermektedir. Bilhassa Harbiye mektebinde çe
şitli kollar kurularak ,394 eski hocaları Çürüksulu Ahmed Bey aracılığıyla, Av
rupa merkezi ile yeniden temas sağlandı. Cemiyete ait bir marş dahi hazır
landı.395 Ama artık, 1896 darbe girişimi öncesi merkezde bulunan askerî kad
248
ro hayal dahi edilemeyecek bir durumdu. Bu konudaki fikirlerin resmî gaze
telerde de kapalı olarak belirtildiğini görüyoruz :
(396) «İstanbul'dan,® K anun-i Esasî, n o ,6 ,25 K ânûn-i sânî 1897-22 Ş a 'h a n İS 14,
ss. 3-4.
(397) K onstantin D im itri’den -İsh ak S ü k û ti’ye, [C en ev re], 22 M ayıs [18]97:
«...B ayram gecesi b u rad an gönderdiğim iz ilânları d ıv arlara yapışdırm ış-
lar. Zabıta nazırı duym uş, M abeyn’e yazmış. Gece saat yediden sonra yâ-
verler, zabıta, polis ve hafiyeler hem an bilcüm le esvâkı dolaşm ışlar. Bu
sebeble M ekteb-i T ıbbiye’den; Rıza, Galib ve diğer iki c-err’an dört kişi
tev k if olunm uş....». A rkivi Qendror, 19/106-4//1148/271. İshak S ü kûti’d en -
D oktor Nâzım Bey’e, Cenevre, 11 H aziran 1898 ta rih li m ektupta da ta le
b eler arasındaki örgütlenm enin çok geliştiği ve M ühendishanede de yirm i
kişilik b ir Cem iyet hücresi k u ru ld u ğ u belirtilm ektedir, Bkz. Bahaeddin
Şâkir Bey Evrakı/Özel Arşiv.
2A&
Hep müşkilât, hep işi uzatmak. Zaten böyle şeyler birkaç sene ev
velsi içün olabilirdi. Şimdi vakit var. Başka ciddî şeyler yapmak
mümkünse onu göstersinler...»m
(398) . L. Lâli [M ehm ed R e şid ]’den -İsh ak S ü k û ti’ye» 18/7 Temmuz 313, A r k iv i
Çendror, 19/İ06-4//298/1132. İstanbul m erkezi bu durum a rağm en M urad
B ey’in dönüşünü onaylam am aktadır; «...B uraya avdeti şim dilik h a tıra ge
tirm eyiniz. İşkence altın d a inleyen adedi gûya pek azmış gibi gelüb pençe
lerine boyun uzatm alık pek abesdir. Orada siz elden geldiği m ertebe ça
lışınız. Biz de burad a çalışırız. Siz son dereceye gelir ve m uvaffakiyetden
b ü sbütün k a t’-ı üm id ederseniz elbetde dilediğiniz veçhile harek etd e m uh
tarsınız...».
(399) A hm et Bedevî K uran, İnkılâp T arih im iz v e Jön Türkler, s.36. O kullarda
ki sıkı denetim e b ir ö rnek o larak M ekteb-i M ülkiye’ye ait b ir ilân örnek
gösterilebilir. A r k iv i Ç endror, 19/135//221/26. A ynen verilm iştir. Bkz.
b. xxxxvr.
(400) B ir örnek olarak bkz. Birinci F erik Reşid, Taşktşla D ivan -t H arbi M u kar-
r e ra tm a D air H a k a y ık -t M ühim m e, H anım lara M ahsus Gazete M atbaası,
(İstanbul: R. 1324), ss. 4-9 içinde Tıbbiye beşinci sınıf talebesi, Y enişehir
F enerli A tıf B ey’in yazısı.
(401) Bu tu tu k lam aları yaşayan AU F a h ri’nin olayları h a tıra biçim inde nakli
için bkz. Emel Yolunda, ss. 5. v.d,
(402) «Turkey,» The Times, 5 Ağustos 1897. B urada on iki tu tu k lu subaydan
bahsedilm ektedir. Philip C urrie ise on dö rt subay için idam k a ra rı v eril
diğini ancak b u n u n bazı b ak an ların a ra y a girm esi ile veto ettirilebildiğini
belirtm ektedir. Bkz. Philip C urrie’den-D ışişleri B akam ’na, Therapia, 26
Ağustos 1897/00.517-572 (Conf.), P RO/F .O, 78/4808.
(403) «Une nouvelle C our m artiale en Turquie,* L ’Independance Belge, 14 A ğus
tos 1897.
(404) Bu konuda bilgi olabileceği düşünülen; N ezaret-i U m u r-i T icaret ve Nafıa,
İsta tistik -i U m um î İdaresi, D e v le t-i A l i y y e - i O sm a n iye’nin Bin Üç Y ü z On
Üç Senesine Mahsus îsta tis tik -i U mumisidir, (1315), İÜK-TY, 9184/6, ss.
65-66’da :
M em alik-i M ahruse-i Şâhânede..... D evletin em niyet-i dâhiliyesini ihlâl
250
Bu malûmatımızın eksikliğine karşılık; kesin olarak bildiğimiz, İstanbul’
daki hareketin en büyük darbeyi yediğidir :
«...En sağlam kökümüz olan Tıbbiye’de bile bir ye’s ve fütûr hâsıl
oldu, işte bunca ihvan tevkif olundular. İşkence görüyorlar, sürü
lüyorlar. Bir taraftan kazanılan Teselya iade olunmak üzere, Cemi
yet mevcûdiyetini şimdi göstermezse ne vakit gösterecek. Niçün bir -
şey yapılamıyor. Yoksa esassız bir kuru patır dıdan mı ibaretdir. A v
rupa’da oturup feryâd etmenin modası geçdi. D efatle yapışdtnla-
mayan tehdîd-âmiz ilân ve yaftaların hani netaic-i ameliyesi gibi
şikâyetler çoğaldı. Bunlara ne cevab verilecek!.. Hattâ Avrupa’dahi
ler gelsinler birleşelim, yekvücûd olarak bir kıyam-ı umumî yapa
lım diyenler de bulunuyor.... Hiç olmazsa bir meclis günü Bâb-tâli’-
yi basmak içün yüz kişi lâztm ki o d a m eikuddur..y>m
251
Saray’ın sıkı takibi ve soruşturmalar sonucunda, talebelerin kurduğu ör
güt dışında, resmen tanınan Cemiyet temsilcisi olarak İstanbul faaliyetim sür
düren 408 Mehmed Reşid Bey; ki kendisi kurucular içinde, dahilde kalan tek
şahıstı; tutuklular arasına girmiştir .409 Jön Türklerle ilişkisi bilinen kimseler
değişik görevlere tayin edilerek İstanbul’dan uzaklaştırılmışlardır. Saray bu
kez sorunun üzerine oldukça acımasız bir biçimde yaklaşarak, îngilızlerin ko
ruması altında bulunan bazı Jön Türk sempatizanlarını dahi bu kategoriye
sokmuştur.410 Bu da, sorunun ne kadar önemsendiğini bize göstermektedir.
Gene, okullarda denetim faaliyeti alabildiğine sıkılaştırılmış ve Harbiye Mek
tebinden iki sınıf, olaylara karışmaları gerekçesiyle tard edilmiştir. Öğrenci
lere karşı alman tedbirler, bu dönem ve sonrasında öyle yoğunlaşmıştır ki;
sonunda, onların şehir içinde istedikleri gibi dolaşmalarını önleyecek faali
yetler başlatılmıştır .411 İşte, Murad Bey, Cemiyet adma anlaşma yaparak İs
tanbul’a dönmeyi kabul ettiği zaman, eski merkezin durumu bu görünümde
dir.
252
si ,413 bu faaliyeti çok kolaylaştırmaktaydı. 1895 tarihinde, başkentten uzaklaş
tırılmak için geçici görevle bölgeye gönderilen ve burada bütün merkezleri
dolaşan414 Doktor Şerafeddin Mağmumî, burada önemli şubeler kurmaya mu
vaffak olmuştur. Kendisinin daha sonraki bir anlatımından:
(413) B elirttiğim iz gibi b u ted ricen gerçekleşm işti. M urad B ey’in y u rd a dönüşü
üzerine A hm ed Rıza gru b u n a y ak ın lık ların ı b elirten ve eski lideri k ın a
y an b ir m ek tu p tan b u kom itenin görünüşte varlığım devam ettirdiği a n
laşılıyor. Bkz. «Nous recovons de nos am is du Comite T urco-Syrien des
reformes.s- Mechveret Supplement Français, no.40, 1 Ağustos 1897, ss. 5-6.
Gazete çıkışı ile ilgili problem ler çerçevesinde «...A rnavud, Suriye [A yrı
lık çı] ve E rm eni kom itelerinin.... alenen teveccüh...»ünden bahsedilm ek
tedir. Bkz. H ey’e t-i T ahririye, «Tebşir,» Meşveret, no.10, 18 Zilkade 1313-
1 M ayıs 108, s. 2.
<414) B u gezilerin, örgütsel faaliyete işaret edilm eksizin anlatım ı için bkz. Ş e ra
feddin M ağmumî, Seyahat Hâtıraları: Aded 1, Anadolu ve Suriye’de> M at-
b a a -ü l-F ü tu h . (M ısır-el-K ah ire: 1327-1909).
(415) Ş erafeddin M ağ m u m fd en -îsh ak S ü k û ti’ye, 10 Tem m uz [18]97, Paris, A r
kivi Qendror, 19/106-7//292/1950-2023-6. Şam m erkezinden C em iyet’e ge
len m ek tu plard a çok sayıda yeni adresin verilm esi için ise bkz. N uri A h
m ed B ey’in; C enevre, 9 Ş ub at 1897 ta rih li m ektubu, Arkivi. Qendror, 19/
135//175/188.
1416) M. A, «Suriye’den M ektub: 28 Ş ubat 1311,» İlâve-i Meşveret-, no.9, 28 Şevval
1313-1 N isan 108, s. 3.
(417) M.A, «Suriye’den M ektub,» İlâve-i Meşveret, n o .5 ,17 Ş a’ban 1313-1 Ş ubat
103, s. 3.
<418) M.A, «Suriye’den M ektub,» Meşveret, no.22, 8 T eşrin-i sânî 1896-12 C em a
ziy’ülâhîr 1314, s. 6.
298
Buna paralel olarak, bu bölgeden merkez yayın organına yazılan yazıla
rın bolluğu419 ve diğer bazı yazılarda icraat fikirlerinin işlenmesi dikkati çek
mektedir .420
Bu da kuşkusuz, içinde muhalifleri barındırdığından dolayı, bir hayli hu
zursuz bir durumda bulunan Beşinci Ordu personeli421 içinde cemiyetin yayıl
masının bir sonucu idi. Muhalif yayın organlarının belirttiği gibi, bu askerî
birlikdeki durum, Saray’ı da yakından ilgilendiriyor ve onun endişesine ne
den teşkil ediyordu :
254
"M U T
nan bâzı mensubin ile meselâ Hama Sancağında, Mecîis-î İdare ile
mahkemede memur olan aile erkânının azli içün Sadnâzâmdan bir
emr-i telgrafî istihsâl eylemişdir. İstihsâl eden aczim icra etmek is
temiş, bunu bir dereceye kadar anlayabiliyoruz. Fakat, Sadr-ıâzâ-
rnın kör âlet-i agrâz olmasına bir dürlü ma'nâ bulamıyoruz...»42*
255
yanı sıra Suriye Şubesi, ûlema desteğini de geniş şekilde arkasında bulmuş
tur. Bunda bir ölçüde Mısır Şubesinin yakınlığının ve belirttiğimiz yöndeki
etkinliğinin rolü büyüktür. Nitekim merkez yayın organında Suriye hakkın
da mektup yazan kimselerden birinin niteliği ve bazı yazılan dikkati çekmek
tedir .428 Bu kimse, daha sonra Berberistan Şubesi reisliği de yapacak oîan
Saman Bey’dir. Gene, uzun süre sonra ancak 1901 tarihinde yakalanarak
Şam’da hapsedilen Abdülhamid el-Zehravi adındaki bir âlimin suçunun, örgü
tün önemli kollarından birisinin bulunduğu Humus’da, Al-Munir admda fesat
çı bir gazete çıkartmak ve bununla İttihad ve Terakki Cemiyeti’ne hizmet et
mek olduğunu görüyoruz.429 Buna ilâveten Valinin ihbarı üzerine m utasar
rıf görevden alınmaya çalışıldığı zaman; buna karşı bir yazı hazırlayanların
önemli bir kısmının ûlema olması dikkati çekiyor.430
Bu gelişmede göze çarpan diğer bir husus, bölgedeki memurların da ör
güte duydukları ilgidir. Tutuklamalar sonrasında, Haleb Posta merkez müdü
rü Osman Efendi, Haleb Meclis-i İdare kâtibi Halil Efendi, Hama Müdde-i
Umumî Muavini Vasfi Efendi, Tahrirat Müdürü Kadri Efendi, Dir M utasar
rıfı gibi görevliler başta olmak üzere, çok sayıda memurun işe karıştığı gö
rülüyor .431 Daha sonraki bir mektuptan, ele geçirilemeyen Musul Valisi Ca
zım Bey’in de Cemiyet üyelerinden bulunduğunu öğreniyoruz.432
Aym şekilde, Vali tarafından yapılan bir müracaata bakılırsa, Suriye İs
tinaf Mahkemesi Müdde-i Umumisi, Beyrutlu Abdülkerim Bedran’ın da «ef
kâr»! faside eshabmdan» olduğunu belirlemek mümkün oluyor.4*3 Bütün bun
lar da; bize, sözkonusu yaygınlığı kanıtlıyor.
(428) Bkz. Sam an, «Suriye’den M ektub,» İlâve-i Meşveret, no.9, 18 Şevval 1313-
1 N isan 108, s. 1, İlm iyeden Sam an, «Suriye M ektubu: Vilâyet,» Meşveret,
no.10, 1 Nisan 108-18 Zilkade 1313, ss. 3-4, İlm iyeden Sam an, «Suriye’den
M ektub: 2, 10 M art 312, «Padişahlık Ç obanhkdır,» îlâve-i Meşveret, no.10,
s. 1.
(429) Elie K edourie, Arabic Political Memoirs and Other Studies, F ra n k Cass,
(London:1974), s. 126. Bu şahsın faaliyetleri için bkz. ss. 127-129.
(430) S ad aret’e gönderilen, 484-11860/29 M art 313 tarih li telgrafda, - otuz beş
tüccar ve dokuz ûlem am n im zası görülüyor. Buna karşılık, Ş am ’dan gelen
2 N isan 313 ta rih li b ir telgrafnâm e bu faaliyetin h alkın zorlanm ası sonu
cu o rtaya çıktığını iddia ediyor. Bkz. B BA-BEO /VG G (2), Suriye Giden:
352, 7. (27 M art 313)/69883,
(431) BBA-BEO/Dahiliye Giden, 101-3/50,50, (o M art 318)/135853, Bu m ahkem e
k a ra rı ve ekleri aynen verilm iştir. Bkz. B. XXXXIX, B urada kendisinden
bahsedilm eyen Zor M utasarrıflığı m aiyetinde çalışan B urhaneddin B ey’in
cezasının üçte b irin i çekm esi ile ilgili b ir yazıdan, Z o rd a k i şubenin de
m em u rlar arasında yaygınlık gösterdiği anlaşılm aktadır. Bkz. Haleb ve
Adana Fevkâlede Kumandanlığı Vekâletine Mahsus Defterdir, (İkinci D ef
te r), 19/39/139/X V III, A dana Fevkâlede kom utanlığm dan-M abeyn’e, 31/
29 M art 315, F erik Ali M uhsin.
(432) N ecm eddin A rif B ey’d en -İsh ak S ü k û ti’ye, [P a ris ], 17 M art [ 18]99, A rkivi
Çendror, 19/106-5//169/1691.
(433) BBA-BEO /VG G (2), Arabistan Telgrajı: (956), Suriye:(8158)/105, 30 H azi
ra n 313. Suriye Valisi Haşan.
256
Tarikat, ûlema, askerler dışında Cemiyetin buradaki örgütlenmesinde
dördüncü bir grup daha ortaya çıkıyor. Bu da Cenevre’de Murad Bey’in et
rafında oluşan merkezin, çeşitli şubelere gönderdiği mesajlarda belirttiği
gibi :
(434) «Açık M uhabere: K astam oni’de (Lâ..)B ey’es» Mizan, no.24, 14 H aziran 1897
-14 M uharrem 1314, s. 4.
(435) Bu aileye m ensup idam m ahkûm u b ir m uhalifin fira rı için bkz. BBA-BEO
jHariciye Âmed, 155-3/11,1275, (31 M ayıs 311). A ynı aileye m ensub bir
diğer m uhalif olan Ali Bey de M ısır’da, Şem s-ül-İslâm adlı m uhalif b ir ce
m iy etin k urulm asına önayak olm uştur. Bkz. B eyrut V ilâyetinden-M a-
b eyn’e, 216/8 Eylül 315 Vali Reşid, Beyrut Vilâyetiyle Muhaberata Mahsus
Defter, no.27, BB A -Yıldız Esas Evrakı, 36/2470-8/147/XVI.
(436) Jön T ü rk lü k ten m ahkûm olan Azimzâde A bdülkadir Bey hakkında, H am i-
diye Kazası K aym akam ı Şevket Bey’in D ahiliye N ezaretine telgrafı, H a
m a, 711/26 Eylül 312, BBA-BEO/VGG(2), Arabistan Müteferrikası: 211.
D iğer şikâyetler ve so ru ştu rm alar için bkz . BBA-BEO/VGG(2), Suriye
Gelen: 345, 95 (telg raf), (12 T eşrin -i evvel 313)/77Q18-(365), 96-100(7 Ş u
b at 313)/81066 ve 73423, 2702, 5029 (Şûra M azbatası), (22 T eşrin-i sânî
313)/78528, 76789, 73423.
<437) G eylânizâde M ehmed Reşid’in başını çektiği, Jan d arm a yüzbaşısı h ak k ın
da S ad aret’e yazılan yüz yirm i im zalı yazı için bkz . BBA-BEO/VGG(2),
Arabistan Müteferrikası: 211, İl/H a m a , 8 M art 313.
<438) Şam F ransız K onsolosundan-D ışişleri B akanı H anotaux’ya, Damas, 18 A ra
lık 1897/no.29, Affaires etrangeres-Politique Interieure, (Syrie-Liban) -
Dossier General II, (Juil-D ec, 1897):105, [116-167].
257
gelen Mısırlıların faaliyetleri ve olaylarla ilişkileridir,439 Bütün bu organizas
yon çerçevesinde Cemiyet, faaliyetini Suriye bölgesinde gerçekleştirebilmek
için, çabalarını yoğunlaştırmıştır.
Ancak, haber alma kanalları inanılmayacak kadar geniş olan Saray da.
olayın vahametini kavrayarak üzerine gitmeye başlamıştır. Önce, gelişmeler
den çekinerek görevinden bir süre önce ayrümak isteyen 440 Hama M utasar
rıfı Bedri Bey441 ile Şam Valisine40 «Vilâyetde devam-ı mübâyeneti muci’o
ahvâlden tevakki» edilmesi yolunda bir uyarıda bulundu. Bu kuşkusuz hare
kete katılan memurlara yapılmış açık bir uyarıydı.
Cemiyet bölgede faaliyetini yoğunlaştırmak için Arapça nizamnamelerini
gönderirken 443 de, soruşturmalar yoğunlaştı. Önce Halep Kumandanlığı yap
tığı bir araştırm a ile harekete katılan subayları belirledi.444 Aynı tarihlerde,
Adana Şubesinde bulunan Cudizâde Sabit Hoca adındaki bir fedaî yakalan
dı.448 Saray bunun üzerine derhal bir divan-ı harb kurularak tutukluların bu
rada yargüanmalarını emretti .448 Bevrut’da yapılan tahkikat sonucunda iser
258
gerek burada, gerekse Şam’da etkin faaliyet gösteren üyeler; başta Ali Suavi
Vak’asma karışmış olan Esad Bey ve askerî personel olmak üzere; belirlen-
di.44’ Beyrut Postahanesinin uzun zamandan beri tuttuğu, kendilerine evrak-ı
muzirra gelen şahısların defteri değerlendirilerek, tutuklamalar genişletil
di.448 Bunun sonucunda subaylar desteğinde ihtilâl plânları yapan, çok geniş
bir kadro ortaya çıkartıldı. Bunlar içinde, şeyhler, ileri gelen memurlar, su
baylar bulunuyordu.443 Bunların sorgulamaları sonucunda faaliyetin çok geliş
miş olduğu, Ermeni örgütleriyle temasın bulunduğu460 ve İngiliz temsilcüeriyle
ilişkilerin dikkati çektiği tespit edildi.451
Tutuklularm bir kısmı derhal sürgüne gönderildi.442 Özellikle subaylara
mahkemeleri sonrasında ağır sürgün cezaları verildi.453 Böylece, yurt içinde
259
ki en büyük örgütlenme tamamen dağıtılmış oluyordu. Yabancı temsilcilik-
ler olayın genişliğine dikkati çekiyorlar .454
Bu darbelerden sonra dahi, Cemiyetin bölgede faaliyetini sürdürdüğüne
işaret etmek gerekir. Nitekim; Hama’da daha somaki tarihlerde önemli me
murların tekrar görevlerinden alınmaları455, ikamete memur şahısların Ha-
leb’de gizli cemiyetler kurmaları ,488 bunun göstergesidir. Yabancı basında;
Beşinci Ordu’daki çeşitli huzursuzluklar ve tutuklamalar ile ilgili haberler,
daha sonra da devam etmiştir .457 Ordu içindeki gelişmeleri çok yakından iz
leyen Alman gözlemcüer ve Goltz Paşa da, bu bölgedeki askerî birlikler için
de Jön Türk eğilimlerine dikkati çekmiştir.458 Bütün bunlara ilâveten, tekrar
yayın faaliyetine başlanması şube müdirlerinin «...Sultan Abdülhamid her dür
lü ıslahatı şâhâne olarak ita edeceğini ve bu üısana karşı cemiyetin ta ’til-i
neşriyat ile ıslahata intizar eylemesi muvafık-ı hikmet ü hamiyyet görülmüş
tür »459 biçimindeki açıklamalarına karşı hoşnutsuzluk ve yeniden faaliyete
geçilmesi hakkmdaki memnuniyetin en önce Haleb’de görülmesi, köklerin tam
sökülemediğini gösteriyor. Ancak, Cemiyetin artık, ûlema, eşraf, asker grup
larını tekrar birleştirerek bir darbe ümidiyle ortaya çıkabilmesi, hayâl dahi
260
edilemlyecek bir durumdur ve Suriye teşkilâtı artık normal bir yurt içi şube
faaliyeti şekline dönüşmüştür.
Bu dönemde yurt içindeki diğer şubelerin faaliyetlerine bakacak olursak,
hiçbirisinin önemli bir farklılık göstermediğini görüyoruz. Farklılık daha ev
velce Mizan gazetesinde :
261
lemeye çalışan istibdad taraftarları ve İngiliz polisiyle çatışmalar yapılmış4®*
ve canlı bir faaliyet gösterilmiştir. Aynı zamanda mahallî bir muhalefet ga
zetesi olan «Kokonoz» un çıkışıyla, basın yaşamında Jön Türklük taraftarları
yeni bir girişimde bulunmuşlardır.437
Balkan Teşkilâtı :
262
kullanan Mustafa Ragıb ve Arif adıyla dolaşan mahallî komite mensubu Tah
sin Bey’ler; Mecidiye’ye giderek, Temo ile irtibat kurup; ondan emir almış
lardır.47" Daha sonra ise suikast hareketi için çeşitli faaliyetlere girişmiş
ler ve Calais’ye giderek dinamit teminine çalışmışlardır.471 Osmanlı yönetimi
ni dehşete düşüren bu girişimlerine karşılık, Mustafa Ragıb Bey mahallî ko
mitenin etkinliği sayesinde Vidin’de bir okulda Fransızca muallimliğine atan
maya muvaffak olmuştur.4’2
Bölgeye o kadar geniş çapta Osmanlı yönetimi tarafından yasaklanan ya
yın ulaşmaktadır ve bunlar yurt içine mahallî teşkilâtça gönderilmektedir473
ki, sonunda Osmanlı Komiseri, Bulgar Nazırına başvurarak, bu konuda ilti
mas vaadi almıştır .474
Bu arada Paris merkezi, seyyar memurlar aracılığı iîe Rusçuk merkez şu
besi ile irtibatını devam ettirmiş ve yazılı emir dışında, bu şekilde de temas
<470) V idin’de bulunup, M ecidiye ile irtib a tla rı için bkz. Niyazi Bey’in, 15 M a
yıs 313 ta rih li ta h rira tı, 91/270, (25 Mayıs 313), 368/1484 ve 175/500 (22
Tem m uz 313), A MTZ HR (04). 1315 15.21, A MTZ HR (04) 1315 3.7.;2671
770 (6 T eşrin-i evvel 313), A MTZ HR(04) 1315 5.21, 844/305(4 T eşrin-i
sânî 313) A MTZ HR(04) 1315 6.20. B B A -B E O /B u lgaristan Hülâsası, <41),
941-60/5. K rş. B B A -B E O /H a ric iye Reft, 184-5/40, 500 (m üm taze)-740, (24
Tem m uz 313) (B ulgaristan K om iserliği T ah riratı: 175) ve 1318(mümtaze),
(6 Tegrin-i evvel 313), B B A -B E O /H a ric iye  m ed , 157-5/13,2671, (2 Teş
rin -i evvel 313) (B ükreş Sefareti T ah riratı: 205-Kom iserlik T ahriratı: 175).
Bkz. H ariciye N ezaretine 175/500,24 Tem m uz 313 ve 305/844,4 T eşrin-i
sânî 313 ta rih ve n u m aralı yazılar. B B A -B E O /B u lgarista n Masasının T e z
kere K a y d Defteri, (73), 959-60/23.
(471) Z abtiye N ezaret-i Behiyesine, 1184/368 (ve B ahriye N ezaret-i Celilesine),
(19 H aziran 313), B B A -B E O /B ulgarista n Masasının Tezkere K a y d D e f
teri, (73), 959-60/23.
(472) BBA-BEO /Bulgaristan Hülâsası, (41)-941-60/5, no.368/1484.
<473) N itekim Osm anlı yöneticileri, R um eli’deki m em urlarına verdikleri ta li
m atta b u d u ru m u n önüne geçilmesini em retm ektedirler. Bkz. Selânik, K o -
sova, M anastır Cihetine î ’zûm B u yurulan Y â v e râ n -ı H a zret-i Şeh riyâriden
Miralay Bahaedâin, K a y m a k a m R efik v e T im u r v e Binbaşı Nuri Beylere
verilen T alim at Suretidir, B B A - Y ıld ız Esas Evrakı, 13/112-47/112/6.: «...A v
ru p a ’da ve B ulgaristan’da neşrolunan fesad-âm iz e v rak -ı m uzirram n de-
ru n -i m em lekete idhal olunub olunm adığı ve m em urin-i hüküm etin bu
babdaki d ik k at ve itin aların ın derecesi ve m üm kün olduğu k ad a r gayet
h a fi suretde...,». Bu teşkilât aracılığıyla özellikle M anastır’a yayın ve d e r
gi gönderilm esi için bkz. A hm ed Zeki Bey’den-M ustafa B ey’e, [R usçuk],
tarih siz m ektup bkz. A r k iv i Ç endror, 19/135//18/184(St.I).
(474) B B A -B E O /B ulgarista n K o m iserliği Gelen, 672-24/1,130,(13 H aziran 313).
B ir ay sonra b u konudaki talep te k rarlan m ıştır. Bkz. B B A -B E O /B u lgaris
tan Hülâsası, (41), 941-60/5, 1136/252, (10 M ayıs 313). B undan başka te
şebbüsler için bkz. 93/276, 1 M uharrem 1315, A MTZ DH(04) 1314 12.26, A
MTZ DH(04) 1314 12.14,130/364, 28 M uharrem 1315, A MTZ DH(04) 1315
1.24 ve B B A -B E O /B ulgaristan K om iserliği Gelen, 672-24/1, 44, (14 N isan
313) ve 93, (16 M ayıs 313).
263
ta bulunmuştur 475. Rusçuk merkezinde mahallî kadronun aktif üyeleri; Emin,
Teftiş Mehmed, Yorgancı İbiş Beyler faaliyeti daha ziyade mahallî sorunlar
üzerinde yoğunlaştırmışlardır .'’70
Murad Bey ile temasta bulunduğunu gördüğümüz Rusçuk merkez şube
başkanı Ahmed Zeki Bey ve mahallî teşkilât sekreteri İskender Bey aracılı
ğıyla da desteklenen bu kampanya ile Ruscuk’da, Osmanlı Tüccar Vekili aley
hine bir dilekçe477 ve Şumnu mahallî teşkilât sorumlusu Talât Bey aracılığıy
la da, Şumnu mahallî mekteb-i rüşdî eski muallimi ve Jön Türk Cevat Bey’in
görevde kalmasını sağlamak için bir yazı halka imzalatılmaya çalışılmıştır.
Rusçuk merkezi, bu dönemde de diğer Balkan komiteleri ile temasım sür
dürmüştür. Nitekim, kısa süre sonraki bütün muhalefet fırkalarının katıldığı
mitinglere, Jön Türk komitesini temsüen Ahmed Zeki Bey’in katılması ve nu
tuk ir ad etmesi bunu gösteriyor.479
Gerek Ahmed Rıza döneminde ve gerekse daha sonraki yönetim değişik
liği akabinde merkezin bu bölgedeki faaliyeti yakından izlediği görülmektedir.
Ahmed Rıza'nın bir mektubunda:
264
raddeye varamadı. Mısır Şu’be si Ârif Efendi’yi ne şartla Bulgaristan’a
göndermiş tahakkuk etdi mi? .....»m
şeklinde bir ifadeye rastlarken; Mustafa Bey adlı bir üyeye yazüan «Vatan
perver Kardeşim» hitaplı bir diğer mektupta; Bulgaristan’daki durum hak
kında Murad Bey’in yazacağı bir makalenin vaadinden sonra:
Bıdgarya’da, îttihad ve Terakki hakkında gösterdiğiniz gayret-i
milliye ve vatanperverânenize memnun ve müteşekkirim. Tarafınıza
bir adet Yıldız risalesiyle on bir adet Mizan gönderiyorum ve sizi abo
ne defterine kaydediyorum. Çtkdtkca Jurfta-be-hafta gönderilecek-
dir
biçiminde bir anlatımla karşılaşmamız; bize duyulan memnuniyeti gösteri
yor. Yalnız bu faaliyetin Osmanlı yönetimini çok tedirgin etmekle beraber, ik
tidar değişikliği bakımından doğrudan bir etkisinin olamayacağı açıktır. Gör
düğümüz tepkilerine karşın, bu bölgedeki şubeler 1897 anlaşması sonrasında
da etkinliklerini sürdüreceklerdir. Gerçi 1897 Yunan Savaşının etkisi ve pa
zarlıkların doğurduğu hayal kırıldığı, bu ilgiyi etkileyecektir; ama, Mechveret
ve Osmanlı’ya ait olduğu belli olan yurt dışı abone listelerinde Bulgaristan,
Romanya ve Bosna-Hersek’de üginç isimlerle karşılaşıyoruz .4® 2 Bu, faaliyetin
sözkonusu bölgelerin mahallî koşulları ile de ilgili olduğu açıktır.
265
vurmak hem- de senevi şu kadar milyonu israf edilen beyt-ül-mal-ı
müslimînden şu kadar m ikdan almağa muvaffak olmak .,. Yoksa ma-
kina duracak. Bir daha işlememek şartıyla. K um , yaş, bu kadar ef-
rad-ı felâketzede aileleri de ilânihaye bu felâket içinde kalmak şar
tıyla.... »m
Ahmed Celâleddin Paşa; bir anlamda, kurtarıcı rolü oynamıştı. Tabiî bu
rada zor olan; Cemiyetin gerek içinde bulunduğu durumu, gerekse anlaşma
nedenlerini dahildeki şubelere anlatabümesiydi.
Olayla yakından ilgilenen yabancı temsilcilerin de gözlemlediği gibi; Ah
med Celâleddin P aşa’mn faaliyeti sonucunda Avrupa’daki muhalefet, Ahmed
Rıza Bey ve Meehveret’in yazı kadrosu dışında, durmuş izlenimi veriyor
du .484 Her ne kadar bir süre Hürriyet* ve Selim Faris Avrupa’daki yegâne
muhalif Türkçe gazetenin kendileri olduğunu ileri sürdülerse de ;485 Sultan’ı
bir süredir İttihad ve Terakki Cemiyeti kadar olmasa da rahatsız eden4® 8
Londra Jön Türklerine karşı da pazarlık taarruzu başlamıştı.4® 7 Nitekim bu
nun sonucu da; gördüğümüz gibi; F aris’in sağladığı çıkarlar karşılığında, neş
riyatı durdurması olmuştu.
Bu koşullar altında Ahmed Rıza Bey, tekrar faaliyeti canlandırma teşeb
büsünde bulundu. İlk olarak, Avrupa gazetelerinde Cemiyetin yaptığı müta
rekenin koşullarını anlatan yazılara 488 sert cevaplar verilerek; bu anlaşmanın
tamamen bir kandırılmadan ibaret olduğu belirtildi.489 Yayımını sürdürmekte
olan Fransızca Mechveret de, bu temaları şiddetli bir biçimde tekrarladı,4*
266
Ahmed Rıza Bey’in bu faaliyeti, ona Jön Türk mehaf ilinde büyük bir kredi
sağladı. Yurda dönmek üzere olan Cenevre grubu üyelerinin bile ona yazdık
ları mektuplarda duydukları hayranlık ve kendi hareketleri nedeniyle his
settikleri nedamet, belli olmaktadır.491 Nâzım Bey’in anlatımıyla :
açıklandığı gibi Ahmed Rıza’nm, dinsizliği dahi prim yapar bir duruma gel
mişti.
Sultan’ın; Serhafiyeyi Cenevre’ye göndermesinden, anlaşmak istediği asıl
grubun Murad Bey ve çevresi olduğu anlaşüıyor; ki, çeşitli ifadelerinden en
çok bu kimselerden rahatsız olduğunu da anlamak mümkün oluyor.4®4 Yalnız,
(491) Süleym an Nazif B ey’den-A hm ed R ıza’ya, S aint G erm ain, 13 Ağustos 1897:
M uhterem vatandaşım Efendim : Sizinle yarım saat k a d ar sohbet-i hususi-
yede görüşm ek isterdim . K abûl ederseniz, vakit ve m evki’i tayin ve iş’a r
buyurunuz. T alebim red d ile görüşülm ekden im tina edildiği halde sizi m a’-
zur, belki m uhikk göreceğim e em in olunuz. Ç ünki şu aralık insanlardan
sâdır olan e f’al ve rezâili gördükçe bu günkü insaniyete nefret etm em ek
kabil olm uyor...» Ahm ed Rıza Bey Evrakı/Özel Arşiv.
(492) Nâzım B ey’d en -İsh ak S ü k û ti’ye, C um aertesi. [1897], A rkivi Çendror, 19/
1Ö6-5//121/1416.
(493) «Kardeşim» hitaplı, 16 H aziran tarih li, «Kardeşin» im zalı m ektup. Baha-
eddin Şâkir Bey Evrakı/Özel Arşiv.
(494) Ali Vehbi Bey. Pensees et Souvenirs de Vex Sultan Abdul-Hamid, (Paris:
1910), ss. 28-29. Y önetim in C enevre’de b ir Ş ehbenderlik açm ak için g iri
şim leri başlatm ası da b u d u ru m u kanıtlıyor. Bkz. B BA-B EO /VG G (2), De-
vair Mühimme: 1347, (6 )/Hriciye, 19 T eşrin-i sânî-12 Receb 1312/1314. no.
3892/116(31.
267
Saray’ın plânının son kısmı; yâni anlaşma zemininin bulunması bir hayli güç
olan Ahmed Rıza Bey’i diğer kanallardan sıkıştırma düşüncesi, istenilenin
tam tersine bir sonuç doğurdu.
Sözkonusu mahkeme çöküş durumunda olan Jön Türklüğün yeniden Avru
pa kamuoyunda büyük ilgi toplamasını sağladıktan başka, Ahmed Rıza Bey’i
de tekrar fiilî bir lider durumuna geçirdi. Clemenceau da dahil olmak üze
re ;493 pek çok ünlü entellektüelin savunduğu Ahmed Rıza ve arkadaşları, mah
kemeyi bir anda bir özgürlük savaşı şekline getirdiler .486 Sonuçta mahkeme
on altı Frank gibi komik bir para cezası verdi ve bunu da tecil etti.49’ Niha
yet mahkeme heyeti Mechveret’in eski sayılarında kullanılan ve Sultarı’ı
tezyif edici mahiyette görülen sıfatları sayarken, bunları büyük bir zevkle
dinleyen Paris Jön Türkleri, yargılamanın sonucunu «Yaşasın Fransa, Yaşa
sın Mahkeme, Yaşasın Jön Türklük, Sultan İktidardan Düşsün!» tezahüratıy
la karşılayarak, kendilerinin siyasal sonları olarak düşünülen bir mahkeme
den, muzaffer özgürlük savaşçıları olarak çıkmayı başarmışlardır .488
Ahmed Rıza Bey ve arkadaşları bu gelişmenin sevincini yaşarken, İstan
bul’dan gelen acı haberlerin de, onları; kendi görüşlerinde haklı çıkmaları
bakımından; mutlu ettiğine kuşku yoktur. Zaten, uzun bir süredir, Hürriyet2
ve Mechveret’de çıkan haberlerde görüldüğü gibi, yönetim Cemiyet tarafın
dan mütareke olarak kabul edilen anlaşmayı hiçbir şekilde dikkate almadığı
gibi, tutuklamalarını sürdürmüştü .459 Cemiyetin, İstanbul askerî temsilcisinin
durumu Murad Bey’i kınayan ifadelerle (Ahmed Rıza Bey’in durumuna hiç
değinmeden) bildirmesi, çevredeki kanaati göstermesi bakımından dikkat çe-
(495) Bkz. Proces Contre Le Mechveret et La Jeune Turquie, ss. 24-29. Bu olum
lu bakış daha sonraki dönem de de devam etm iştir. Bkz. A hm ed Rıza B ey’in,
M eşveret’in yeniden basım ı için verdiği dilekçeye, C lem eneeau’nu n düş
tü ğ ü not: «İçişleri B a k a n rn ın b ü tü n saygıdeğer arkadaşlarına bu dilekçeyi
tavsiye etm ekten şeref duyarım .* 2 A ralık 1899. ta rih li dilekçe ve n o t için
bkz. Affaires etrangeres-Nouvelle Serie-Turquie, Vol.III. (1899-1901), s. 165.
A ncak, C lem encau’n u n k âtib i ta ra fın d a n yazılan h ay at hikâyesinde bu
konudan hiç bahsedilm em ektedir, Bkz. Jea n M artet, Le Silence de M. Cle
menceau, A lblin Michel, (Paris: 1929).
(496) Proces Contre Le M echveret..., ss. 6 v.d. M ahkem enin genel b ir değerlen
dirm esi için bkz. «Nötre Proces,» Mechveret Supplement Français, no.44,
15 Ağustos 1897, s. 5 ve B ir K ü rd [A bdullah C evdet!, «M eşveret A leyhine
Edilen İkam e-i D a’va,» Meşveret, no.24, 23 Eylül 1897-25 R ebiy’üîâhîr 1315,
ss. 1-2.
(497) Proces Contre Le Mechveret, s. 92.
(498) İbid, ss. 91-92. Bu hava için krş. Un am i de la T urquie [A lbert F ua], «Vive
La France.» Mechveret Supplement Français, no.44, s. 5.
(499) P azarlık lar sırasında da y ü rü tü len bu yazı kam panyası için bkz. «İstan
b u l’da D evam -ı A hz-ı Girift,» Hürriyet2, no.80,15 Ağustos 1897-15 R ebiy’-
ülevvel 1315, s. 2. Gazete aynı sahifede M urad Bey’in p azarlıkları kabûl e t
tiğ in e işaret etm ektedir. Bkz. «M urad Bey ve Rüfekası.s- s.2. Krş. «İstanbul
M uh b ir-i M ahsusum uzun M ektubu,» Hürriyet J, no,82, 15 Eylül 1897-15 Re
b iy ’ü lâhîr 1315, s. 3.
268
iÜ U U lililUU ıÜ u.u
kicidir.580 Buna bir de İstanbul gazetelerinin Murad Bey ile yaptıkları küçük
düşürücü röportajlar ve hakkında yazdıkları yazılar 501 eklenince, halâ müta
reke koşullarını ileri süren merkez yönetimi çok zor durumda kaldı.
Sonunda Osmanlı yönetimi, Murad Bey’in dönüşüyle af ümidine kapılan
tutuklu ailelerini502 üzüntüye boğan kararını uygulamaya koydu. Taşkışla’daki
mahkeme sonucunda, kendileri hakkındaki uygulamayı bekleyenlerden çoğun
luğunu 1896 darbe girişimi sonrasında İstanbul’daki örgüte hakim olan talebe
lerin oluşturduğu yetmiş yedi kişilik bir kafile ;503 9 Eylül 1897 (27 Ağustos
1313) tarihinde Şeref adlı bir vapurla ve olağanüstü güvenlik önlemleriyle Fi-
zan ve Trablusgarb’a gitmek üzere yola çıkarıldılar .504 Tutuklular sürgün yer
lerinde affedilmeleri için bir dilekçe hazırladılarsa da, yönetim bunu gözönü-
ne almadı.503 Böylece Murad Bey’in yurda dönüş nedenlerinden en önemlisi,
tam tersi bir gelişme göstermiş oluyordu.506 Doğal olarak reformların adı bile
ortada yoktu.
269
Şimdi gözler mahkeme galibi Ahmed Rıza Bey’e çevrilmişti. Kendisinin
faaliyete devamım göstermek için yapacağı en çarpıcı hareket; kuşkusuz,
yeniden bir Türkçe gazete çıkartmak -olacaktı. Ama bunu hisseden Osmanlı
yönetimi Cenevre’de, kapanmadan önce Mechveret’in basıldığı m atbaaları sa
tın aldı .507 Cemiyet merkezi, eski merkez yayın organının basıldığı matbaayı
Ahmed Rıza Bey ve arkadaşlarının bütün itirazlarına ve onun Cemiyetin malı
olduğundan satılamıyacağı görüşlerine rağmen ,5®5 Ahmed Celâleddin P aşa’ya
devretmişlerdi.
Bütün bu olumsuz koşullara rağmen Ahmed Rıza, 23 Eylül 1897 tarihinde
aşağıdaki çarpıcı önsözle :
270
milletin şan ve namusuna halel getirmiyeceği gibi Gene Türkler
zümresine kazaen dahil olmuş beş on m alûlün İstanbul’a avdetleri
de Osmanlı ittihad ve Terakki Cemiyeti’nin kuvvet ve mesleğine za
rar gelmez {getirm ez]... Millet, mezheb ayırmıyarak bütün Osman-
hlan hattâ hayırhah âlicenâb ne kadar insan varsa hepsini düşman-ı
insaniyet olan gaddar ve hunhar bir hükümdara karşı ittihada da'
vet etmek lâzımdır. Bu da ancak neşriyatla olur
C509) Ahm ed Rsza, «İfade-i M ahsusa,» Meşveret, no.24,23 Eylül 1897-25 R ebiy’
ü lâh ir 1315, s. 1. Türkçe yayın organı da M urad Bey aleyhine, kandırıldığı,
tevkiflerin anlaşm adan hiç etkilenm ediği ve rö p ortaj y aparak küçük düş
tü ğ ü şeklindeki eleştirileri sürdürm üştür. Sırasıyla bkz. H alil Ganem, «İe-
m âl-i Mesâib,» Meşveret, no.28î 4 K ân û n -i evvel 1897-29 Receb 1315, s. 1.
«Tevkifat,» Meşveret, no.28, s. 3, «Mazi ile Hâl,» Meşveret, no.24, s. 4. Son
m akale ile krş. «Une Interv iew De M ourad Bey,» Mechveret Supplement
Français? no. 42, 1 Eylül 1897, ss. 6-7.
(510) F ira rı için bkz. B B A -Y /M uhtelif Marûzat, 5 Ca 1315/no.586/3074.
(511) Ş erafeddin M ağmumî, Hakikat-ı Hal adlı kitabını bu gelişm eler üzerine
yayınlam ıştır. Ancak, b u faaliyeti üzerine dahi Sefir kendisini çağırarak,
onu m evcut anlaşm a koşullarını bozm akla suçlam ıştır. Bkz. Şerafeddin
M ağm um î?d e n -Îsh a k 'S ü k û ti’ye, 25 ? Ç arşanba [1897] tarihli m ektup, A rk i
vi Çendror, 19/106-7//831/2021.
(512) A [hm ed] Süheyl [Ü nver], «Doktor Şerafeddin Mağmumî,» CTF-Tıp Tarihi
ve Deontoloji Enstitüsü Arşivi, s. 3.
(513) BBA-BEO/Hariciye Âmed, 157-5/13,2367, (6 Eylül 313-Bükreş:191), B B A -
YjSadaret Hususî Marûzat, 21 R 1315/no.570.
2-71
Bu gelişmeler, resmî Cemiyet merkezinin belirttiğimiz gibi; uğradığı si
yasal başarısızlık sonucunda; çöküşüyle neticelenince, buradaki kadroya kar
şı itirazlar yükselmeye başladı. Nâzım Bey bir mektubunda :
«...Burada garib garib havâdisler işidiyoruz, Gülmekden ziyade ağ
lamak lâzım. Cemiyetin hastalandığım bilirdim. Fakat terekesi satı
lacak derecede olduğunu yeni işidiyorum. Cemiyetin vârisi olmadı
ğı içiin tereke ve tâlib olanlardan ziyade hiicûma kalkışarâann al
danacaklarına şübhe yokdur. Nazar-ı dikkatinizi celh ederim__»SM
kullandığı yukarıdaki ifadeyle, hem bu boşluğa değinmiş ve hem de mütareke
adı altında susmayı tercih eden grubun Cemiyet üzerindeki tekelini tanıma-
yabileceklerini belirtmişti. Ahmed Rıza Bey ve resmî Cemiyet merkezine bu
yolda gelen protesto mektuplarını ise, yayın faaliyetinde bulunamadıkları için
cevaplandıramayan bu kimseler, meydanı; hiç istememekle birlikte; tama
men eski fiilî lidere bırakmışlardı.
Fakat, kuşkusuz Osmanlı yönetimi tamamen kapanmış bir olay olarak
baktığı Jön Türklüğün tekrar canlanmasına karşı kayıtsız kalmadı ve Meşve
ret’in yayın faaliyetini önleyebümek için büyük bir çaba içine girdi. Bir yan
dan gazetenin yurt içine sokulmasını önleyebilmek için yoğun tedbirler alır
ken ,515 diğer yandan da basımını durdurmamak uğraşı içine girdi.
Ahmed Rıza Bey gazeteyi, İsviçre’de tanıdığı arkadaşları bulunmadığı
şeklindeki bir açıklama çerçevesinde ,816 Brüksel’de yayınlamaya başlamıştı.
Burada sosyalist eğilimli ve Osmanlı yönetimince anarşist olarak nitelenen
Lor and admda bir milletvekili, gazetenin sorumlu müdürlüğünü üzerine ala
rak onu yayınlamaya başladığı317 için, bir süre yayına muvaffak olunduysa
da, Osmanlı yönetimi derhal gazete aleyhine girişimlerde bulundu .618 Osmanlı
yönetimi ile Belçika hükümeti arasmdaki uzun pazarlıklardan sonra 518 Belçi
(514) D oktor Nâzım Bey’d en-İshak S ü k û ti’ye, 30.7 1897 tarih li k a rt, A rkivi Çend
ror, 19/106-5//257/1426.
(515) Bkz. BBA-İrade-Hususî, Cem aziy’ülevvel 1315/no.10-464, BBA-BEO /H ari
ciye Reft, 184-5/40,1040(18 Eylül 313)/76104, BBA-BEO/Posta ve Telgraf
Nezareti Giden, 585-17/20, 108, (13 Eylül 313).
(516) A hm ed Rıza, « [İh ta r],» Meşveret, no.25, 9 T eşrin-i sânî 1897-11 Cem aziy’
ülevvel 1315, s. 4. Açıklam a, C enevre grubuna yönelik b ir tam m am azîık
anlam ına gelm ektedir.
(517) Bkz. B B A -Y /M ütenevvî (Günlük)Marûzat, 17 B 1315/no.2129 ve 20 B 1315/
no.5038, M ünir Paşa’dan-M abeyn’e, 137/19 T eşrin-i sânî 1313, Paris Se
faretiyle Muhabereye Mahsus Defter, no.42-2, B B A -Yıldız Esas Evrakı,
36/2468/141/XII. A hm ed Rıza Bey, L orand ile B rüksel’deki b ir pozitivist
aracılığıyla tanışm ıştır. Bkz. «İlk Meclisi M ebusan Reisi A hm et Rıza Beyin
H atıraları:... (2),» Cumhuriyet, 27 Ocak 1950, s. 2.
Bu yayın faaliyeti özellikle F ransızlar tarafın d an da ilgiyle izlenm ektedir,
Bkz. Poiis M üdüründen-D ışişleri B akanı’na, 10 Ocak 1898, Affaires etran
geres-Nouvelle Serie-Turquie, ¥01.11(1898), s. 10.
(518) Tevfik Bey’in, Padişah’a yazısı, B B A -Y ıldız Esas Evrakı, 15/74-19-ç/74/15,
(519) Bkz. BBA-BEO/Hususî İrade-i Seniye, 378-8/100, 100-675(8169)/78201.
272
ka tarafı gazeteyi kapatmanın mevcut kanunlar çerçevesinde çok zor oldu
ğunu, fakat anarşist faaliyetleri gerekçe gösterilerek Ahmed Rıza Bey’i sı-
nırdışı etmenin mümkün olduğunu bildirdi.520 Bu koşullar çerçevesinde anla
şılması üzerine, Belçika basınının521 ve parlâmentodaki muhaliflerin bütün
protestolarına karşılık ;523 Ahmed Rıza Bey, 12 Aralık 1897 tarihinde, Belçika’
dan smırdışı edildi.823
Jön Türkler hakkmdaki en ilginç kitaplardan birinin sahibi tarafından
«Türklerin alışık olmadıkları bir eylem» olarak nitelendirilerek; Ahmed Rıza
Bey’in «Avrupa kökünden gelme»sine bağlanılmaya çalışılan bu faaliyetler 524
ve Sarayın önleme çabaları, eski fnlı lideri yeniden aynı statüsüne oturtmuş
tur.
Kazandığı prestijden istifade etmeyi de kararlaştıran Ahmed Rıza Bey,
273
muhaliflerine iki açıdan saldırmıştır. Bunlardan birisi devamlı olarak işlediği.
Saray’a satılma temasıdır :
İkinci olarak Ahmed Rıza Bey, dahilde faaliyet taraftarları şubeler ve on
larla aynı kanaatleri paylaşan Jön Türkler tarafından;. Sarayla uzlaşma ola
rak nitelendirilen soğukkanlı yazı yazmak 326 şeklindeki davranışını da bıraka-
rak, gazetede bu çevrelerce beklenen bir uslûbu kullanmaya başlamıştır :
274
i nilâi. Ben hiçbir vakit meşru bir ihtilâlin lüzumunu, fâidesini âsâ-
rtnt inkâr etm edim ... Beni dinsiz, m m tebid ve icraata mani’ gibi
göstermek isteyenlerde din kaygımı olsa herşey den evvel bu evd
in ir-i şer’iyeyi icra ederlerdi. Bunlar heb İtirâza bahaneden, terbi
yesizliğe nişanedir. İcraatın ne içün aleyhinde bulunduğumu yuka
rıda arz etdim. Lâkin bununla beraber kimsenin kolunu tutmadım.
(Filânı utacağız ne dersin) mealinde aldığım mektublara vakıa ce
vab vermedim. Çünki o işi becerecek bir kişinin benden izin almağa
tenezzül eylemiyeceğini biliyordum ...»İ2S
Böylece Ahmed Rıza Bey bir yandan, çok sonraları dahi bir silah olarak
kullanacağı; «Saray’a satılmamış lider» imajının 529 yamsıra; yurt içi şubelere
icraat taraftarları ile de beraber çalışabileceği şeklinde bir mesaj göndermiş
oluyordu.
Bu çabalar sonrasında, Abdullah Cevdet Bey’in başını çektiği bir grup;
liderliği yeniden Ahmed Rıza Bey’e vermek girişiminde bulundu. Haber Jön
Türk mehafilinde âdeta bir bomba tesiri yaratmıştır:
(528) Ahm ed Rıza, «İhtilâl,» Meşveret, no.29.14 K ânûn-i sânî 1898-21 Ş a’ban
1315, ss. 2-3.
(529) D aha sonra A hm ed Rıza B ey’in b u ta v rı şu şekilde b ir propaganda u n su
r u o larak k ullanılacaktır: «...Eski C em iyet’in dağılm asına sebeb Ahmed
Rıza Bey değil M urad B eylerin, S ükûtilerin, A bdullah Cevdet edepsizleri
n in p aray a ta m a ’ı ve ahlâksızlıkları olm uşdur. Bu m ü rted leri S ultan H a-
m id bin beşer yüz F ran k m aaşla satın aldığı zam an A hm ed Rıza B ey’e se
firle r gönderiyor, sefaretler vaad ediyordu...», «Kızanlık Şu’besi M üdıri»-
ne, P aris, 2 H aziran 1906, N âzım -B ahaeddin, İttihad ve Terakki Cemiyeti
Merkezinin 1906-1907 Senelerinin Muhaberat Kopyası, î. A tatü rk K ü tü p h a
nesi, Belediye Yazma, 0.30, s. 49.
(530) S üleym an Nazif Bey’d en -İsh ak S ü k û ti’ye, Beyoğlu, 17 T eşrin-i evvel 1313,
A rkivi Qendror, 19/106-5//208/1445.
275
«...Bugün m ektubunuz geldi. Bize kızmışsınız. Fakat bu hiddetdeki
haksızlığı anlamak içiin buranın (raisons) lartnı, mütalâalarını işit
meksiniz. Yahu s-iz gideli üç ay oldu. Siz kaç gün gitmiş idiniz. H a
len vadi-i iğfâlde sürüklendiğimizi anlamadık mı? Sizin orada bulun
manız, hasta olmanız, gevşek davranub kalmanız Cemiyet’e büyük,
rahneler açdı... Şubelere , yârâ, ağyâra karşı hu sükût-i medidemiz
bizi berbâd ediyor. Sultan Ham id tahribde, tagribde devam, üzre-
dir. Erkân-ı harb ümerâsından iki üç kişi ahiren Arabistan’ın m eç
hul bir semtine tagrib olundu, Ma’sum çocuklardan gelen m ektub
insanı çıldırtıyor. Bu cinayetlere, bu tecavüzlere halâ muhafaza-i
sükût etdiren ancak sîzsiniz. Lâ’net olsun bu mel’unların mevâidinc
de parasına da bırak gel. Teşrin-i sânî efreneinin on beşinde mut-
kık-be-mutlak gazete çıkacakdır. Meğer ki arkadaşlarımızdan ajv-ı
umumî-i hakikiyi musaddtk mektublar alalım. Bunu böylece büin.
Bu benim fikrim benim mütalâamdır. Lâkin arkadaşlar da hu bah-
da müttefikdirler. Yazıklar olsun Sultan Hamid ahrarı bâzice-i iğ-
falât ediyor. Teşrin-i sânının lâakal onunda burada bulunmanızı ri
ca ve istirham ederim ...»531
(531) A bdullah Cevdet Bey’d en -İsh ak S ü k û ti’ye, [P a ris], 27 T eşrin-i evvel [18]
97. K rş. A bdullah Cevdet Bey’d en -İsh ak S ü k û ti’ye, C enevre 17 'T e şrin -i
evvel 1897: «..Bu ayın nihayetinde n eşriy ata ib tid a r etm ek içün k a ra r v e r
dik. Bu k a ra rı bozm ak lıarikûlâde b ir v ak ’am n zu huruna m evkuf k ü ın -
m ışdır...» (A bdullah C evdet Bey b u m ek tubu um um nâm ına yazdığım b e
lirtm ek ted ir.). M ektuplar için bkz. A rkivi Çendror, 19/106//157/211 ve
19/106//155/1.
(532) Bu ilk ictim a’daki konuşm aların m etni, Şûra-yi Üm m et-Ali Kemâl Da’-
vası, (İstanbul:1325), ss.96-97 de verilm ektedir: A ynen verilm iştir. Bkz.
B. LIV.
(533) Bu etki özellikle M urad Bey’in tesirinde bulunan üyelerden gelm ektedir.
N itekim , onunla yazışm asında kendisi de ik i ta raflı oynayan Ali K em âl
Bey, C enevre’deki g ru b u n yeni b ir gazete çıkartm ak ihtim âlinden e n d i
şeyle bahsetm ektedir. Ali K em âl B ey’in-M urad B ey’e, 21 T eşrin-i sânî
1897 ta rih li m ektubu, Birol Emil, Jön Türk'lere Dair Vesikalar I..., ss. 38-39.
(534) Bkz. B B A -Yıldız Esas Evrakı, 15/74-32-b/74/15.
276
Fakat merkezdeki yöneticiler de «Ali Kemâl’in malına hizmet»525 ettiği ka
naatine vardıkları bu teşebbüse ilgi göstermediler.
îshak Sükûti, icraatın finansman kuvvetiyle yürütülebileceği kanaatinde
bulunduğundan, Cemiyetin durumunu bu açıdan daha da kuvvetlendirmek için
Mısır’a gitti. Buradaki şubenin faaliyetinin durdurulması ve elindeki eski ga
zete kolleksiyonlarıyla, risâleler için Ahmed Celâleddin Paşa ile pazarlığa
oturuldu .538 Pazarlık sonucunda Paşa; şubenin kapanması ve evrakların ken
disine verilmesi karşılığında Sükûti’ye bin İngiliz lirası vermeye razı oldu ve
anlaşma imzalandı.®37 Sükûti, paranın iki yüz altmış lirasını yeni faaliyet dö
nemi için Mısır Şubesine devretti .580 Kalan paranın bir bölümü ile Avrupa’ya
gönderilmek istenilen Cemiyet mensuplarının yol paraları karşılandı.539 Geri
kalan kısmı da, Cenevre merkezince yönetilmek üzere bir Mısır Bankasının
tahvillerine yatırıldı.540 Böylece finansman sorunu büyük çapta çözülmüş olu
yordu.
Maddî durumu düzeltmek için Mısır’da taraflar anlaşma masasında otu
rurlarken, Sükûti’nin direktifi ile merkez, Cenevre’de yeni resmî yayın or
ganı olarak Osmanlı gazetesini yayınlıyordu. İlk sayısı 1 Aralık 1897 tarihinde
yayınlanan bu gazete ile Cemiyetin yaşamında yeni bir dönem başlıyordu.
Sultan; Avrupa kamuoyuna karşı, Jön Türklerin yaptıkları anlaşmaya uy
madıkları tezini işlemeye çalıştıysa d a ;541 buna Cemiyet merkez yönetimi ge
rek kendi gazetelerinde ,542 gerekse Avrupa ülkelerinin temsilcilikleri nezdinde
(535) «Ali K em âl B ey:Şahsm a H ürm et ve İtim adım ız O lan Bir Zâtdan Gelen
V arakadır,* Şûra-yi Ümmet, no.67/140, 11 K ânûn-i evvel 1908-27 Zilkade
1326, s.2. Bu arad a aynı dönem de Osm anlı yöneticileri çıkacağı ih b arın ı
aldıkları Taavvün adlı b ir gazetenin önlenm esine çalışm aktadırlar. Böyle
b ir gazete tesp it edilem idiğine göre b u n u n Ali K em âl B ey’in girişim i ol
duğu tah m in edilebilir. Bkz. B B A -B E O /Posta ve Telgraf Nezareti Gelen,
579-17/4,69, (9 Ağustos 313). K endisine Jö n T ü rk ler arasında duyulan
tepki için gene bkz. Ali Fahri, A çık Mektub: Ali PinhanlKemâl ] Bey’e ,
(M ısır:1322), ss. 8-10. Y önetim le irtib a tı için bkz. BBA-İrade-Hususî, Ce-
m aziy’ülevvel 1315/no.64-52.
(536) Bu pazarlık lar için bkz. Salih Cemâl Bey’den -İsh ak S ü kûti’ye, 3 T eşrin-i
sâni ta rih li m ektup, A rkivi Çendror, 19/106-7//47/1963.
(537) A nlaşm a m etni için bkz. B B A -Y ıldız Esas Evrakı, 15/74-31-e/74/15. Aynen
verilm iştir. Bkz. B. L-V.
(538) Bkz. A rkivi Çendror, 19/102//156/2. Aynen verilm iştir. Bkz. B. LVT.
(539) Bkz. A rkivi Çendror, 19/106-7//155/1991. A ynen verilm iştir. Bkz. B. LVII.
(540) A rkivi Çendror, 19/1Û6-6//201/1939. A ynen verilm iştir. Bkz. B. LVIII. Krş.
A rkivi Çendror, 19/1Ü2//83/1.
(541) Bkz, Paris[ve Viyana Sejaret-i Seniyeleriyle Muhaberata Mahsus Dejter ],
B BA -Yıldız Esas Evrakı, 36/2468/141/X II-l, M ehm ed K âm il B ey’den ge
len yazı, 37/29 Ağustos 1898.
(542) C em iyet’in yeni resm î yayın organındaki ilk yazısında bu konuya işaret
edilm iştir. Bkz. «İfade-i Mahsusa,» Osmanlı, n o .l, 1 K ânûn-i evvel 1897-5
Receb 1315, s. 1, T ek rarı için bkz, [A bdullah C evdet], «Teessüf m ü Edelim,
İftih a r mı?,» Osmanlı, no.24, 15 T eşrin -i sânî 1898-1 Receb 1316, s. 1.
277
yoğun açıklamalar ve anlaşmayı uygulamayanın aslında padişah olduğu ce
vabıyla karşılık verdiler / 43 Bu sırada, Cenevre merkezinde önde gelen isimler
olarak Abdullah Cevdet, îshak Sükuti, Tunalı Hilmi, Nuri Ahmed, Reşid, Ha
lil Muvaffak, Âkil Muhtar, Refik Bey’ler göze çarpıyor .544
Saray bu durum karşısında büyük bir telâşa kapılmıştır. Çünkü, ilk ola
rak Jön Türklerin anlaşmaya uymadığı iddiası hiçbir etki uyandırmadığı gibi ;■
oı^ların bu alandaki çabaları Avrupa kamuoyunda kendilerine destek sağla
mıştır.545 İkinci olarak, Mısır satışlarına ilâveten, yönetim pek çok Jön Türk’e
bu faaliyetin bittiği kanaatine vararak maaş bağlamıştır 546 ve nihayet Cont-
rexeville anlaşması ile Cemiyete önemli bir para verilmiştir .547 Bu açıdan Sa
rayın, onları uzun bir süre malî bir tehditle sıkıştırabilmesine de imkân bu
lunmamaktadır.
Yeni bir merkez yayın organının yayınlamaya başlanması, yurt içinde
varlığını çok zor koşullar altında yürütmeye çalışan teşkilât tarafından, büyük
bir sevinçle karşılandı.51®Fakat; Cemiyetin atılımı bu kadarla da kalmadı.
(543) Bu id d iaların İsviçre yönetim inin d ik k atin i çekmesi için bkz. 8 Ocak 1898
/v o n G enf-6 Ocak 1898/no.l2-98’2 ve 19 Ocak 1898/von Genf-17 Ocak 1898
/no.29-98’2. Bkz. Bundesarchiv-BERN, 21/14’248. Yazı m etni için bkz. A r
kivi Çendror, 19/60//22/266, Affaires etrangeres-Nouvelle Serie~Turquie,
Vol.II(1898), s. 13. PRO/F.O, 78/4943, 24 Ocak 1898, Bundesarchiv-BERN ,
21/14’248. M etin, resm i y ay ın o rganının ilâvesinde de yayınlanm ış; «Lettre
adressee â LL. EE.M inistres e t A m bassadeurs des G randes Puissances,»
Osm anlı Supplement Français, no.3, 5 Ş ubat 1898, s. 1 ve bu nüsha da özel
olarak b ü yük devletlere gönderilm iştir. Bkz. Philip C urrie’den-D ışişleri
B ak an ı’na, yazı eki, PRO/F.O. 78/4912.
(544) İsim ler için bkz. A bdullah Cevdet, Hadd-ı Te’dib..., s. 53. B u kim seler g a
zetenin de yazı k adrosunu oluştu rm ak tad ırlar. G azetenin çıkışı için bkz.
21 A ralık 1897/von G enf 20 A ralık 1897/no.653. Bundesarchiv-BERN, 21/
14*248.
(545) Bkz. [Edm ond L a rd y ], «Un A gent T urc â Gene ve,» Journal de Geneve,
20 M art 1898. K arşılaştırm ak için gene Jö n T ürklere yakm bir yazarın
etkili olm ası için ik i dergide b ird e n yay ın lan an şu m akalesine bakılm alı
dır: Comtesse Colonna, «La Jeu n e Turquie,» Dimanches Litemires, 23 N i
san 1898 ve L ’Union Republicaine du Havre, 11 N isan 1898.
(546) Listesi için bkz. Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Arşivi, 82/18343.
(547) N itekim , bu d u ru m bizzat kom ite ta rafın d an da belirtilen bir husustur.
Bu anlaşm a sayesinde sağlanan m addî kazançların yeni m erkez yayın o r
ganının çıkarılm asına etkisi için bkz. «A vant-Propos,» Osmanlı Supple
m ent Français, n o .l; 5 A ralık 1897, ss. 1-2. Osm anlı D evieti’n in P aris Sefiri*
M ünir Paşa da yayın organının çıkışını tam am en bu kazançlara bağlam ak
tadır. Bkz. M ünir P aşa'dan-M abeyn’e, 25 T eşrin-i sânî 313/no.l39, Paris
Sefaret-i Seniyesiyle Muhaberata Mahsus Defterdir, B B A -Y ıldtz Esas E v
rakı, 36/2468/141/XII-2.
(548) H alep Şubesinin, d u ru m u algılayışını daha önce görm üştük. Diğer y e rle r
den gelen m em nuniyet belirtiei yazılar için bkz, «İstanbul’dan,» Osmanlı,
no.2, 15 K ânûn-i evvel 1897-22 Receb 1315, s. 6, «Üsküb’den,» Osmanlı, no.
3, 1 K ân û n -i sânî 1898-9 Receb 1315, s. 6.
278
Mısır Şubesinin teslimi protokolünün üzerinden daha beş hafta civarında bir
vakit geçmişken, bu merkez altı aylık bir aradan sonra:
279
darbelere rağm en; tekrar kurulan merkez aracılığıyla dağıttı.” 1 Daha sonraki
tarihleri taşıyan yabancı raporlardan, bu beyannamelerin; ve özellikle Girid
temasım işleyenlerin; aynı yıl içinde sürekli dağıtıldığını anlıyoruz,552
Arkasından; hükümetin çok çekindiği bir konudaki çabaları tekrarlaya
rak, Cenevre’de bulunan Ermeni komiteleri ile ortak hareket zeminini araş
tırmaya başladı.553
Daha evvelce; 20 Ocak İ897’de; yalnızca beyannâme yayınlamakla suç-
ladığı Jön Türkleri ihtilâlci hareketlere çağıran ve 24 Temmuz 1897’de bu çağ
rısını tekrarlayan Taşnaksutyun Komitesi; yeni yöneticileri, 31 Mayıs 1898 ta
rihinde resmî merkez yayın organı Droşak gazetesi aracılığıyla, Sultanın kat
li ve meclisin açılması konularında ortak harekete davet etti. 30 Temmuz
1898’de ise, tekrar Osmanlı gazetesi etrafındaki grubu aynı bayrak altında
toplanmaya çağırdı.554 Merkez yayın organı ilâvesinde, bu tekliflere ılımlı bir
cevap verildiği görülüyor.565 Ancak; bu konudaki girişimler, Cemiyetin hitap
ettiği çevrede sert bir şekilde «siz orada Droşaklar ile ittifak etmişsiniz!»*5*
şeklinde eleştirileri doğurunca; bu alandaki işbirliği yeraltına kaydırılmıştır.
Bir süre sonra tekrar bu alanda ortak hareket girişimlerinin başladığını gö
receğiz.
Bunların yanısıra; Cemiyet Avrupa kamuoyunu etkileyebilmek için ünlü
280
Avrupa gazeteleri ile temasa geçmiş, onlara amaçları konusunda sık sık açık
layıcı metinler göndermiştir.557
Cemiyet, Ahmed Rıza Bey’in eski idarecilere karşı kullandığı silâhı ele
geçirebilmek için, bu ilk yayın döneminde yönetim ile anlaşanları sert biçim
de kınamış ve onların gönderdiği açıklamalar, bu konudaki kazançlarını daha
da fazlalaştırmıştır .558
Dahilî organizasyon alanında ise, İshak Sükûti’nin önerisiyle yeni bir dü
zenleme yapılmıştır :
281
mühim ve daimî vezaifden olmak hasebiyle kitabet ve sandukkârhk
vazifeleri re’sen içimizden iki kişiye havale olımmuşdur.
4 — Sermuharrir yokdur.
Elhasıl buraca gerek şu’be umuru, gerek merkez-i haricî sıfa-
ttyla bilciimh muamelât nezaret-i müştereke tahtında cereyan et-
mekdedir....»m
282
Cemiyetin bu hızlı atılımları Saray’ı çok korkutmuş ve karşı tedbirler alın
ması cihetine gidilmiştir. Doğal olarak yönetim merkez yayın organının ya
saklanması için her ycla başvurmuş; önce, onun564 ve Mısır Şubesinin resmî
gazetesinin 565 yurt içine girmemesi için sıkı tedbirler almıştır. Daha sonra Ce
nevre’de Jön Tiirklerlel uğraşması için566 bir konsolosluk açılmış567 ve bu tem
silciliğe önemli hafiyelik fonları kaydırılmıştır .5®
8 Her ne kadar buraya özel
görevle gönderilen Necip Melhame «Jön Türk partisinin çok önemsiz olduğu
nu» belirterek, onları takip gibi bir amacının olmadığını açıklamışsa da ,569 ko
(564) B u konuda alm an te d b irle r için bkz. H ariciye N ezareti’ne, tezk ere-i D ahi
liye, 28 Ş ubat 314, Tevfik P aşa’dan -Â tıf B ey’e, 31943-48/13 M art 1899 ve
 tıf B ey’den Tevfik P aşa’ya, 16 M art 1899, D ışişleri Bakanlığı Hazine-i
Evrak A rşivi, Siyasî: 178, BBA-BEO/Zaptiye. Giden, 663-21/14,323, (24
T eşrin -i sâni 313)/78629, BBA-BEO/Dahiliye Giden, 96-3/45,2720, (24 Teş-
rin -i sânî 313)/78629, B B A -Y ıldız Perâkende, 11 Safer 1315/no.267.
(565) O nun h akkında alm an te d b irle r için bkz. BBA-BEO/Hariciye Reft, 1697,
(31 K ân û n -i sânî 313)/80888. Gazete alm an tü m tedb irlere k a rşı sigara
p ak etleri şeklinde y u rd a sokulm aktadır. Bkz. BBA-BEO/M ısır H idiviyet-i
Celilesinin Tezâkir Defteri, (62), 1036-68/8, 1090/162, 8 M art 314.
(566) Y abancı gözlem cilerin kesin k an aati budur. Bkz. Fransız İçişleri B akanlı
ğından-D ışişleri B akanı’na, Paris, 13 Ağustos 1898:«Creation d ’une Con-
sulat O ttom an â Geneve,» başlıklı rapor. Affaires etrangeres-Nouvelle
Serie-Turquie, Vol.II(1898) s. 88 ve eki. Cenevre m erkezi de aynı k a n a a t
tedir. Bkz. «A Propos de l ’installatio n du Consulat T urc â Geneve,» Os-
manh Supplement Français, no.5, 5 N isan 1898, ss. 2-4 ve D.E, «L’A ctivite
ConsulaireH.» Osmanlı Supplement Français, no.7, 15 H aziran 1898, ss. 2-3.
Bu gelişm eler daha sonra b ir A lm an gazetesi tarafın d an ilginç b ir şekilde
değerlendirilm iştir. Bkz. «Schweiz: Das Turkische G eneralkonsulat in
Genf.» Frankfurter Zeitung, 28 A ralık 1900.
(567) «C enevre’de O sm anlı konsolosluğunun k u rulm ası ile ilgili olarak P aris’teki
İsviçre konsolosunun k ardeşi L ardy eleştirilerini yoğunlaştırdı. İsviçre’de
k i sürgün T ürklere karşı ilk casusluk girişim inde b u tü r girişim leri açık
layacağını bildirdi. Konsolos b u konudaki girişim in T ürkiye ile İsviçre a ra
sındaki tic a rî ilişk ilerin artm ası nedeniyle başlatıldığını söylüyor...» Bkz.
<rLe Com m issaire special de surveillance adm inistrative au M inistre de
l ’In terieu r, Annem asse, 10 Ağustos 98,» Affaires-etrangğres-NouveUe Serie
-Turquie, Vol.II(1898), s. 89.
(568) BBA-İrade-Hususî, Zilkade 1315/no,18-1140.
(569) Affaires etrangeres-Nouvelle Serie-Turquie, Vol. 11(1898), s. 89. M elham e
daha önce de M isak E fendi ile b erab er, 1897 Tem m uzunda E rm eni ve Jö n
T ü rk kom itelerine karşı uzlaşm acı olarak gönderilm iştir. Bkz. Philip C ur
rie ’d en -S alisb u ry ’e, C onstantinople, 9 Tem m uz 1897(m em orandum )/no.464.
PRO/F.O. 78/4804.
P aris S efareti M üsteşarı û nvanıyla C enevre kom itesi nezdine gönderilen
M elham e’n in diplam atik görevi F ransızlar ile bir anlaşm azlığa da neden
olm uştur. Bkz. B B A -Y /Sadaret Hususî Marûzat, 7 S 1315/no.l61, 24 S 1315
/no. 250. 29 S 1315/no.282, 29 S 1315/no.286, 8 Ra 1315/no.341,28 C 1315/
no.839. F ransızlara göre gösterilen çabalar sonucunda kom iteye, Jacob H a-
ja n (İspanyol asıllı), A rp iar K irk o r (T ü rk u y ru k lu ) ve Joseph Pergow ski
283
mite içine yeni ajanlar sokma gayretleri; Fransızların da tespit ettiği gibi; bu
çabaların oldukça önemsendiğini bize gösteriyor.
Bunun üzerine Saray, gazetenin basımım sağlayan mürettibleri teker te
ker satın aldı. Buna rağmen; komite üyelerinin baskı işini gerçekleştirmeleri
sonucunda, gazete tekrar yayınlanmaya muvaffak olundu .570
Cemiyet açısından kazanç hanesine yazılabilecek bu başarılara karşılık;
ustalıkla dışlanan Paris merkezi ile arada yeniden bozuk ilişkilerin ortaya çı
kışı, eski sorunların yeniden gündeme gelmesine neden olmuştur. Bu manev
ra Ahmed Rıza Bey aleyhtarlan tarafından :
«...Rıza Bey meselesi içün dahi ayrıca teşekkür ederim. Bu işi çok
güzel yapdımz. Hariç içün böyle yapmak lâzım... Yâni Cemiyeti
mize mensub olan şu’beler m esuliyetini üzerlerine alarak kendi baş
larına hareket etmelidir zannederim. Çünki en iyi tarik budur... Ce
miyet içün şimdilik ayrıca reise dahi ihtiyaç yokdur. Cenevre’nin,
Mısır ile olan münâsebeti ise gayet ciddî olması behemâhâl matlub-
dur, ve şübhesiz olacakdır ...»5' 1
«...Nâzım bile bana eğer Ahm ed Rıza ile ittihad olunmaz ise biz
den ayrılub bu mahud ile çalışacağını söylemez mi? ...Buradaki
Türklerin cümlesi Cenevre’den nefret ediyor. Kimisi Hilmi’yi, kimisi
de seni itham edüb duruyor... Asü sana söylemek istediğim şey Ah
m ed Rıza üzerinedir. Ahm ed Rıza ile ittihad etmemiz onun Avru
pa’daki şöhreti hasebiyle lüzûmlu ve aksi hareket de vatana karşu
bir hıyanet imiş....»572
ipler kopma noktasına gelmişti. Gerçi, Ahmed Rıza bir makale gönderdiği za
man Cenevre merkezi onu başmakale olarak Osmanlı’ya koyuyordu; ama,
bu yazıların günden güne seyrekleştiği görülüyor.5“
284
Başkanlık makamı kaldırılmakla beraber, Cenevre’de fiilen yönetimi ele ge
çirdiği anlaşdan İshak Sükûti ise bu konuda :
oldukça açık bir tavır ortaya koymuştur. Bu ifade; özellikle Cemiyetin yeni
merkezinin icraat eğilimini de ortaya koyması bakımından, enteresandır. Ni
tekim, yeni merkezin belirttiğimiz satışlar sonrası kazandığı paranın önemli
bir kısmım Bulgaristan ve dahildeki memurlarına gönderdiği görülüyor.675 Ay
nı dönemde ortaya çıkarak büyük devletlere bir muhtıra sunan Osmanlı Icra-
KÜ LTÜ R
t :c .
PAT ' NJLfGî 285
f
at Komitesi admda bir teşekkül de müşahede edilmekle beraber ;576 bunun, Ce
miyetin tamamen dışında geliştiğini belirtmek gerekir. Tunalı Hilmi Bey’in
başım çektiğini gördüğümüz bu grup; şimdi, Cenevre merkezinde etkisini sür
dürmektedir.
Merkez yönetimini fiilen eline olan Sükûti’nin de desteği ile, bu alanda h a
rekete geçilmiştir. 1898 sonlarında ösmanlı’mn aniden Saray’a karşı ciddî bir
tehdit yönelttiği görülüyor ;
Bunun üzerine Saray da İstanbul’da yeniden bir Jön Türk tevkif atını baş
lattı. Zaten.Nisan ayında sivil bir Jön Türk grubu gözaltına alınmıştı.080'An-
286
cak, bu sefer olayı evvelden haber alan Saray’ın askerî bir tutuklama kani'
panyasım başlattığı izleniyor.581
Cenevre merkezinin bu dönemdeki diğer önemli bir eylemi, karşılaşılan
tüm zorluklara karşuı ;M2 ilk defa olmak üzere; İngilizce ilâve yayınlamaya
başlamasıdır. Saray’ı endişelendiren bu hareket ;583 kuşkusuz, 1895’den beri
müdahale taraftarlarının gemilerini Boğazda görmeyi arzuladıkları süper gü
ce yapılan bir çağrıdır. Nitekim ‘amacımız’ başlıklı giriş yazısında; bu anlama
gelebilecek ince ifadeler kullanılmakta ,584 daha sonraki bir yazıda ise; İngil
tere’nin, Osmanlı Devletinin anayasal bir idareye kavuşmasının en büyük des
tekçisi olduğu belirtildikten sonra, Sultan taraftarlığı İngüiz aleyhtarlığı; bu
na karşılık, Jön Türklük ise İngiltere’nin destekleyiciliği olarak gösterilmek
tedir .5®
5 Bu kanaati besleyen geniş ve ağırlıklı bir grubun; yaklaşık bir sene
sonra, İstanbul’da eyleme geçtiğini de göreceğiz.
Mısır Şubesi :
Merkezin Paris dışı şubelerle bulunan ilişkilere gelince, bu dönemde
önemli bir diğer sorunun Mısır Şubesi olduğunu görüyoruz. Belirttiğimiz gibi;.
(581) Konsolos Rom els’den-D ışişleri B akam ’na, Salonich, 19 Ekim 1898/no,50(pr.
29/X 98), Ha us-, Hol-u.Staaisarchiv, PA X X XVIII 406 Konsulat Saloniki ,
1898. A ynen verilm iştir. Bkz. B. LXIV.
(582) R eşid Bey’d en -S ü k û ti’ye, P aris 21 Ş ubat 1898, A rkivi Çendror, 19/106-6//
590/1826. Yazar şu görüşünü de eklem ektedir: «İngiliz[ler] bizim fırkaya
ziyade ehem m iyet verm eğe başlam ışlar...».
(583) Ö nlenm esi çabaları için bkz. BBA-BEO /Zaptiye Giden, 663-21/14, 178, (3
Ağustos 314)/881 99 ve BBA-BEO/Hariciye Reft, 185-5/41, 767, (3 Ağustos
314J/881 99.
(584) «Our Aim,» English Supplement to the Osmanlı, n o .l, 15 Tem m uz 1898,
ss.5-9.
287
bu şube heyeti yeniden düzenlenmiş ve şube müdürlüğüne de; yeni nizâmnâ
me gereğince yalnızca oraya karşı sorumlu duruma geçen; Salih Cemal Bey
geçir ilmiş ti .538 Osmanlı yöneticilerinin Salih Cemal ile uğraşmaları ve onu, as
ker kaçağı olduğu gerekçesiyle geri getirmeye çalışmaları ,587 kendisinin ör
güt içindeki prestijini daha da arttırm aktan başka bir işe yaramamıştı. An
cak bir süre sonra, bu uygulamayı Mısır Şubesi bağımsız hareket şekline dö
nüştürdü. Bunun üzerine Cenevre merkezi bu teşkilâtı tanımadığını açıkladı:
Mısır teşkilâtının başına geçen Salih Cemâl Bey de, bu konudaki itirazla
rım tekrarlayarak, Cenevre merkezini Cemiyetin paralarını sefahat peşinde
yemekle suçlamaya devam etti .588 Bunun üzerine merkez, Mısır’a müfettiş
sıfatıyla Tunalı Hilmi Bey’i gönderdiyse de, Salih Cemâl işi mahkemeye götü
receğini açıkladı .590
(585) «England an d Turkey,» English Supplement to the Osmanh, no.l, ss. 10-17.
(586) «Tashih,» K anun-i Esasî, no.2 (İkinci S ene), 5 K ân û n -i sân! 313-23 Ş a'ban
315, £>. 1: «K anun-i Esasî, ikinci sene-i intişârı olm akla berab er u m u r-i ta h -
ririy esi diğer b ir h ey ’ete havale edilm iş bulunm ak ve O sm anh İttih a d ve
T erakki C em iyeti’nin M ısır Ş u ’besi resm î gazetesi ittih a z e d ilm ek -cih e t
leriyle...».
{587) BBA-BEO/M ısır H idiviyet-i Celilesinin Tezakir Defteri, (62)-1036, 68/8,
H ariciye’ye, no.1068-160, (4 M art 314) ve Seraskerliğe, no.805-17, (29 M art
314). BBA-BEO /Serasker Reft, 257-6/65, 25 (4 M art 314-m üm tazeden), 162,
(29 M art 314-M üm tazeden).
■(588) Salih Cem âl Bey’d en -İsh ak S ü k û ti’ye, M ısır-el-K ahire, 28 Ş u b at 898, A r
kivi Çendror, 19/106-7//586/1975.
(589) Salih Cemâl B ey’den-O sm anlı İttih a d ve T erakki C em iyeti erkânından
İsh ak S ükûti B ey’e, tarihsiz m ektup, A rkivi Çendror, 19/106-7//85/1974.
(590) ibid, K endisinin T unalı Hilm i B ey’in gelişi ile ilgili yorum u da şu şekilde
d ir : «...H ilm i’yi gönderm işsiniz. B u ran ın hesâbatm ı görmeğe, u m u ru n u d ü
zeltm eğe m em u r etm işsiniz. Pekâlâ yalnız insaf etm iyorsunuz m u ?... R es
m en azlim e hük ü m ler ısdar edecek k ad ar şahsınıza verilen ehem m iyet n e
red en geldi? O rada b ir hük ü m et m i teşkil etdiniz?...>. A rkivi ÇSndror,
19/106-7//586/1975.
Ancak, Mısır Şubesi 1898 sonlarında kesinlikle iş göremez hale geldi.591
Gazetenin neşri için; Cenevre’den, her ay kırk frank yardım gönderilmesi
gerekmekteydi.592 Ancak merkezin bunu vermeye hiç de niyeti bulunmadığın
dan; aynı teklifi tekrarladıysa da, Salih Cemâl Bey bunları yemden reddetti:
Tunalı Hilmi Bey, resmî Cemiyet müfettişi sıfatım taşımasına karşılık, Mı
s ır’da şube evrakının incelenmesi konusunda, büyük problemlerle karşılaştı ve
bu gelişmeler sonucunda çok uzun süre burada kalmaya mecbur oldu. Zaten
Mısır Şubesinden bağımsız hareket eden Hoca Kadri’de, Hevatır adıyla Saray’ı
çok endişelendiren ,594 İslâmî temaları işleyen bir gazete neşrine ®95 başlamıştı.
Şubenin karışık durumu ve Cenevre’nin de baskıları neticesinde, gazete (Ka-
nun-i Esasî) yayınını bir süre durdurmak zorunda kaldı.598 Bu yayın durdurma
faaliyeti karşılığında da, her zaman olduğu gibi, yönetimden bir kısım para
alınması ihmâl edilmemişti. Sonunda Salih Cemâl Bey üe matbaanın kime
ait olduğu konusunda mahkemelik olundu ve yeni yayın organının çıkışına ka
dar, Mısır şubesi bu karışık durumunu muhafaza etti .597
<591) P ertev T ahsin B ey’d en -İsh ak S ü k û ti’ye, 28 T eşrin-i sânî [18]98 tarih li
m ektup A rkivi Çendror, 19/1Û6-6//280/1765.
(592) P e rte v T ahsin Bey’d en -İsh ak S ü k û ti’ye, 27 K ân û n -i evvel 98 ta rih li m ek
tup. A rkivi Çendror, 19/ÎÛ6-6//297/1766.
(593) Salih Cemâl B ey’den -İsh ak S ü k û ti’ye, 17 E kim [ 18198 tarih li m ektup, A r
kivi Çendror, 19/106-7//268/1979.
{594) Bkz. BBA-BEO/Hariciye Reft, 185-5/41, 888/88998. Gazete «gayet m uzir»
şeklinde b ir sıfatla anılm aktadır.
{595) G azetenin, O sm anlı D evleti’nin, T ürk, A rab A rnavud gibi İslâm u n su r
larıy la ay akta d u rd u ğ u n u belirten ve M ısır Şubesinin eski dönem de o rta
ya koyduğu ta v ra benzeyen tu tu m u n a örnek olarak bkz. [Hoca K ad ri],
«M em alik-i O sm aniye ile A kvam ına B ir Nazar,» H evatır , n o .l,5 Ağustos
1314-30 R ebiy’ülevvel 1316, ss. 3-4.
{596) «Ağyara İ ’tizâr, E şrâra İnzâr,» Kanun-i Esasî} no.76, (İkinci Sene), 24 K â-
n û n -i evvel 1314-23 Şa’b an 1316, ss. 1-2.
(597) M ısır Şubesinde geçen b u olaylar gerçeğe oldukça y ak m b ir şekilde, B e
k ir F ahri, Jönler: Mısır’da, M atbaa ve K ü tü b h an e-i Cihan, (İstanbul: 1328
[1327?]) içinde rom an üslubunda anlatılm aktadır.
<598) A hm ed R ıfat Bey’d en -İsh ak S ü k û ti’ye, Berlin, 15 K ânûn-i evvel [18]98,
A rkivi Çendror, 19/106//40/1.
289
Nisan ayında yapılan tutuklamalardan sonra, eski merkezin çok zayıfladığını;
buna rağmen; başkentte sürekli olarak; zayıf da olsa; bir merkez bulundu
rulduğunu göreceğiz.
Yurt içindeki şubelerden bu dönemde önemli gelişmeler gösteren bir ta
nesi, Mersin Şubesi olmuştur. Bu şubenin aktif faaliyetinin görülmesinden
yaklaşık bir yıl evvel, Murad Bey’in dönüşünden önce kurulmuş olduğu an
laşılıyor .599 Ancak, yeni merkez yayın organının ortaya çıkışı ile buradaki f a
aliyet çok hızlandı. Merkeze gönderilen bir yazıdan, bu şubenin ösm aniryı dü
zenli alarak dağıttığı ve geniş çapta evrak ve risale dağıtımı için de başvu
ruda bulunduğu görülüyor.1600
Ancak, yönetim de bu durumu farketmekte gecikmemiştir. Gelen ihbarlar
üzerine, Mersin Müdde-i Umumî Muavini Memdulı, Mukavelât muharriri Ga-
lib, Tabur kâtibi Mustafa Beylerin Jön Türklük faaliyetinde bulunup bulun
madıklarının tahkiki talep edilmiş,601 yapılan tahkikat sonucunda ise gerek
Mersin gerekse uzun süreden beri Cemiyet organlarının gelişinden şikâyet edi
len8®2 Adana Şubeleri büyük çapta ortaya çıkarılmıştır.60* Daha sonraki mu
(599) B urada, Şubeyi örgütleyen şahsın, İb rah im Tem o’ya* 11 H aziran 314/23-98
ta rih li mektubu^ İb rah im Temo, İttihad ve Terakki..., ss. 74-76.
(600) A rkivi Qendror, 19/135//111/135.
(601) S erk âtib -i H azret-i Ş eh riy âri T ahsin Bey’den-H aleb ve A dana Fevkalâde
K om utanlığı’na, 140/9 Ağustos 314, Haleb ve Adana Kumandan Vekâletine
Mahsus [Defter}, B B A -Y ıldız Esas Evrakı, 36/2470-18/147/XVÎ.
(602) Osmanlı gazetesinin A dana’ya geniş çapta gelişi için bkz. A dana V ilâye-
ti’nden-M abeyn’e, 160/18 T eşrin -i evvel 314, Vali B ahri, Girid Fırka-i H ü
mâyûn Kumandanlığıyla Muhaberat Kaydına Mahsus Defterdir, no.21,
B B A -Y ıldız Esas Evrakı, 36/139-45/139/XVIII.
(603) H aleb ve A dana Fevkalâde K o m utanlığından-B aşkitabet’e, 147/29 A ğustos
314, F erik Ali M uhsin, Mersin Şubesinde y ak alan an lar :
— D oktor B inbaşı Abdülhalim ,
— Y em en’e giderken M ısır’a fira r eden D oktor Necmeddin.
— M ahkem e-i Ş er’iye kâtib i Ahmed.
-— R üşdiye m ektebi m uallim -i evveli İbrahim .
— K ıbrısiı m arangoz Aziz.
— E rm eni K ayserili Kilim eiyan.
K arabet.
— T ekeyan M urad.
— Setrak.
— M üdde-i U m um i m uavini M emduh.
— M uhakem at m u h a rriri Galib.
—- T abur kâtibi M ustafa.
Adana’da y akalananlar:
— Sürm elizâde M ustafa.
— K arahasanzâde M ustafa.
—- Ömer.
— A lem darzâde Bekir.
—• Said.
290
haberattan Mersin Şubesinin yediği darbeye rağmen varlığını sürdürdüğü;
ancak 1898’de ulaştığı durumun çok altında bir kuvvet gösterdiğini anlıyo
ruz. Aynı durum, Adana için de sözkonusu olmaktadır .604
— Ali.
-— M ahkem e-i Ş e r’iye ketebcsinden Tekelizâde A bdullah.
— Sabık E v rak M üdiri Bâki.
— Y anlı Ahmed.
— K aym akam zâde H akkı.
— Şeyh G aribzâde Fuad.
— M ektubî ketebesi Said,
— Belediye âzâsı Süleym an.
— B ey ru tlu doktor Boros ve b iraderzâaesi dava vekili B abayan Pîaçik.
—• Eczacı K arabet.
olm uşlardır. B unun yam sıra ev rak ları sağlayan ve irtib a t kurulm asını te
m in eden M ücâvirzâde Y usuf S am i ile toplan tıların yapıldığı Süleym an
B ey’in evinde ev rak ele geçm iştir.
Bkz. Haleb ve Adana Kumandan Vekâletine MahsuslDefterl, B B A -Y ıldız
Esas Evrakı, 36/2470-18/147/XVI.
B unun yam sıra b ir sorgulam a da A dana Vilâyetince yapılm ıştır. Gene to p
lan ılan bilgiler çerçevesinde A dana, Halep, S uriye ve B eyrut’da güçlü ve
A vrupa ile tem asta bulunan kom itenin ortaya çıkarılm asını em retm iştir.
(bkz.M abeyn’den-A dana V ilâyet-i  liyesine, 25/8 E ylül 313 M ehmed K â
m il,) Zaten kendisi de sorunun üzerine gitm eğe niyetli olan (bkz. A dana
V ilâyeti’n d en-M abeyn’e, 24/26 Tem m uz 313 Vali H aşan H ilm i) yaptığı so
ru ştu rm a sonrasında geniş b ir kom ite bulunduğunu am a ancak evrak sev-
kedeıı E tib b a-y ı N izam iyeden Binbaşı A bdülhalim ve Kolağası N eem ed-
d in ’in tesp it edilebildiğini b elirtm iştir. Bkz. A dana V ilâyeti’nden-M abeyn’e,
26/9 Eylül 313, H aşan Hilmi, Gümülcine Mutasarrıfıyla, Adana, Diyar-ıbe-
kir Vilâyetleri Muhaberat Kaydına Mahsus Defterdir, no.48, BB A -Yıldız
Esas Evrakı, 36/139-54/139/XVIII.
(604) N ecm eddin A rif Bey’den-İsh ak S ü k û ti’ye, 1 K ân û n -i sânî [18]99 ta rih li
m ektup, A rkivi Çendror, 19/106-5//1S8/1696 da şu ifadeye rastlan m ak ta-
dır: « ...ik i aydan b erü M ersin’deki şu’b en in nâm ına olarak (M ikado) n â
m ıyla yüz F ra n k yollam ışlar aldım...:», A dana’da ise tu tu k lam alard an son
ra b u kez e v ra k dağıtıcılığım yeni üstlenen H üseyin Efendi yakalanm ış
tır. Bkz. A dana V ilâyeti’nden-M abeyn’e, 62/5. T eşrin-i sânî 314, Vali B ah
ri, Girid Fırka-i Hümâyûnu Kumandanlığıyla Muhaberat Kaydına Mah
sus Defterdir, no.21, B B A -Y ıldız Esas Evrakı, 36/139-45/139/XVIII: «...Ah>-
vâîi delâletiyle Jö n T ü rk g ü rû h -i m el’anetine m ensub olduğu anlaşılan H a-
m idiye T elgraf m em uru H üseyin E fendi’nin» hanesinde çok sayıda yasak
yayın yakalanm ıştır. T utuklam alardan sonra bu kez M ısır Şubesi k a n a
lıyla M eşveret ve K a n u n -i Esasî gazetelerinin gönderilm esi için bkz. A da
na V ilâyeti’nden-M abeyn’e, 28/15 Eylül 313 H aşan Hilm i, Gümülcine Mu
tasarrıfıyla, Adana- Diyar-ıbekir Vilâyetleri Muhaberat Kaydına Mahsus
Defterdir, no.48, BBA-Yıldız Esas Evrakı, 36/139-54/139/XVHI, B u arada
Vali ta rafın d an m ahkem eye sevkedilen b ir Jö n T ü rk ’ü m ahkem enin delil
yetersizliğinden serbest bırak m ası V ali’yi kızdırm ıştır. Bkz. A dana V ilâ
y e ti’n d en-M abeyn’e, 31/26 K ân û n -i sânî 314 Vali Bahri, Trablusgarb Vi-
291
Benzer bir gelişme Diyar-ıbekir Şubesi için karşımıza çıkmaktadır. Bu
şubenin ilk tohumlarını atan ve bölgede faaliyette bulunan kimse, yöredeki
kolera salgını nedeniyle geçici görevle Kasım-Ocak 1894-1895 dönemiyle bu
şehre gönderilen, Doktor Abdullah Cevdet olmuştur. Kendisi bu bölgedeki yo
ğun faaliyetleri nedeniyle, yönetime sadık subaylar tarafından öldürülmek
dahi istenmiştir .605 Onun tekrar pâyitahta dönüşünden sonra, şube vasat bir
şekilde faaliyetini devam ettirmiş ve bölgeye Cemiyet’in gazetelerini dağıt
mıştır .636
Ancak, başta Baytar mektebi talebesi Ziya [Gökalp] olmak üzere, bu
kimselerin faaliyeti yönetimce haber alınmış ve teşkilât ortaya çıkarılmış
tır .807 Daha sonra ise bu kimseler çeşitli cezalara çarptırılmışlardır .8®
8 Buna
karşılık sonraki evraklardan, bu şubenin de varlığını çok zayıf da olsa, 1900
sonuna kadar koruyabildiği anlaşılıyor. Ancak, bu daha sonraki darbe sonu
cunda Cemiyetin faaliyetleri; bölgede son derece zayıflamıştır .609
Cemiyetin, kendisi bir zorlama yapmadığı halde, en hızlı gelişen şubesi
ise Trablusgarb’daki teşkilât olmuştur. Şeref Vapuru’nun, tutukluların büyük
kısmını bu şehre bırakmasıyla, eski İstanbul merkezinin birçok üyesi Afrika’
daki yedinci şubenin üyesi durumuna geçmişlerdir. Bu şubenin eski reisi olan
ve kendisine mahsus evraklardan Murad Bey’in reform projeleriyle ilgilen
292
diği anlaşılan Şevket Bey ,610 bu durumunu devam ettirmiştir. Ancak, buraya
sürgün olarak gelen ilk kuruculardan Mehmed Reşid Bey, burada fiilî bir li
der durumuna geçmiştir.611 Özellikle, Tıbbiyeli Edhem [Ruhi Balkan] aracı
lığıyla Avrupa ile muhaberat ve gazete tevzii sürdürülmüştür.612 Bunun üze
rine kendisinin özel olarak cezalandırılmasına gidilmişse de ,613 tutuklu durum
da bulunan şube âzâları tekrar bir isyan çıkartmışlar 614 ve bu hareketin so
nuçlarından korkan yönetim de «merkuminden mümanaat edenlerin pranga-
bend edilerek zindana konulması ve asker üzerine hücûm haklarında nizamen
müslelzim-i muamel olacağından ve icabında süah dahi isti’mal olunabilece-
ğinden ona göre icra-yı icabı. ,»615nı emretmiştir.
Bu rahatlığı özellikle, «ubudiyet ve sadakata mugayir»616 durumundan şi
kâyet edilen ve bu nedenle Bağdad’dan Trablusgarb’a komutan olarak gönde
rilen Receb Paşa ile onun, şube müdürlüğüne getirildiğini gördüğümüz, yâve-
ri Şevket Bey sağlamışlardır .617
Trablusgarb bu koşullar çerçevesinde, tutuklularm bulunduğu kale dışın
da, oldukça rahat bir merkez durumuna gelmiştir. Hattâ tutuklularm, hapis
hanenin iki bölümünde, birisi dışarıdan temin edilen ilkel malzemelerle ve ço
ğaltma yöntemi ile Hâtıra; diğeri yazma ile Merhale adında iki gazete basa-
bilmeleri dikkati çekmektedir.618
Bu çerçeve içinde; bir süre sonra yönetimin dahi şüphelenerek, nasıl ol-
(611) T unalı H ilm i B ey’d en -İsh ak S ü k û ti’ye, 3 K ânûn-i evvel [1898], Arkivi
Çendror, 19/106-3//592/99.
(612) T rab lu sg arb ’da M iralay M ustafa B ey’den-M abeyn’e, 283/21 T eşrin-i sânî
[18]97, M emurin-i Müteferrikaya Mahsus Kayd Defteridir ; BBA-Ytldız
Esas Evrakı, 36/139-84/139/XX.
(613) M ehm ed Kâm il B ey’den-M iralay M ustafa ve Yüzbaşı Hasani Beylere,
285/11 T eşrin -i sânı 313 ve b u şah ıslardan-M abeyn’e, 289/13 T eşrin-i sânî
313, ibid , Bölgeye C enevre’den Osmanlı ve M ısır’dan K anun-i Esasî gön
derilm ektedir. K. A ’d a n -lsh a k S ü k û ti’ye, T rablusgarb, 22 N isan 314, Arkivi
Çendror, 19/106-6//569/1785.
(614) İbid, 286/12 T eşrin -i sânî 313.
(615) B aşk itab etten -T rab lu sg arb ’da Y av erân -ı H azret-i Şehriyâriden M iralay
M ustafa Bey’e, 291/18 T eşrin -i sânî 313. İbid,
(616) B ağdad’da K aym akam Esad Bey’den-M abeyn’e, 601/23 H aziran 314 ve 603/
24 H aziran 314, İbid,
(617) B ağdad’da K aym akam Esad B ey’den-M abeyn’e 695/5 Tem m uz 314. İbid,
Y orum şöyledir: Receb P aşa’ya Bağdad’da «...bâzı e v rak -ı m uzirranm cel
biyle B ağdad’da n eşr ü ta ’m im ine en ziyade yardım edenlerden birisi de
b u k e rre p aşa-y ı m üşarileyh h azretlerin in biriikde götürdüğü yaver B in
başı Bağdadlı Şevket Bey...».
(618) Ali F ahri, Emel Yolunda, ss. 227-228.
(619) Bu sorgu için bkz. M abeyn’den-T rablusgarb V ilâyeti ve K u m an d an lığ ın a
şifre, 5312/225, 17 T eşrin -i evvel 315, Mabeyn’âen Devâir ve Vilâyetlerle
Bâzı Zevata Yazılan Tezkere ve M uharrem i Müsveddelerini Hâvi Dosya
Defteri, (İkinci D efter:C em aziy’ü lân ir 1317), B B A -Y tldız Esas Evrakı, 36/
398/146/XÎV.
293
duğunun açıklanmasını isteyeceği618 firarlar başlatılacaktır .6-10
Görüldüğü gibi, Trablusgarb sürgünler sayesinde âdeta bir Jön Türk şeh
ri durumuna gelmiştir. Ama bunun; Cemiyetin eylemleri açısında bir yararı
olmadığı gibi, siyasal tutuklularm bir pazarlık aracı olarak kullanılması, mer
kezi göreceğimiz anlaşmalara zorlayacaktır.
Cemiyetin yurt içindeki diğer faaliyeti oldukça durgun bir şekilde cereyan
etmiş ve kişisel hareketler veya küçük grupların eylemleri düzeyini aşama
mıştır. Bunlar içinde Rodos Şubesiyle irtibatta' bulunan Kanun-i Esasî mu
harrirlerinden birisinin, Cezair-i Bahr-i Sefid Velisi Âbidin Bey’den tehditle
para almaya çalışması ;621 Aydın Vilâyeti®2 ve İzmir merkezi623 ile Beyrut-
ta fi;4 sempatizanlar aracılığıyla neşriyatın dağıtılmasından ibaret kalmıştır.
Dahildeki teşkilâtın gerçeklen inceleyeceğimiz Balkan örgütü dışında; büyük
bir baskı altında kaldığı ve sık sık çökertüdiği açıktır. Tunalı Hilmi Bey’in
ifadesiyle 3898 sonunda :
«....Ne yapacağız bilemiyorum. (Numunelik) olmak üzere meydan
da kalmış olan bir tek (Trablusgarb Şu’beşinden) de haber alamtyor-
(620) Vali N am ık Bey fira rla rı, polis azlığı ve T unus’a olan yakınlığa bağlam ak
tadır. Bkz. T rablus V ilâyeti’nden-M abeyn’e, 23/8 Ağustos 314, Trablusgarb
'Vilâyeti ve Kumandanlığı, Haleb Vilâyet ve Adana Vilâyet, Basra Vilâyet
ve Kumandanlığı, Selânik Vilâyeti [ile Muhaberata Mahsus Defter], BBA -
Yıldız Esas Evrakı, 36/139-42/139/XVIII. Ancak bu eylem lerde özellikle
vilâyette görevli ik i subay Câmi B ey ve H üseyin Tosun’un b ü yük y a rd ım
la rı olm aktadır. H üseyin Tosun Bey 1895 S akarya v ap u ru kafilesi ile b u
ray a gelm iştir. Bkz. A bdullah Cevdet, «Hüseyin Tosun’u G aybettik: S al
ta n a tla M ücadele T arihim izden B ir Sahile,» İçtihat, no.2-89, 15 K ânûn-i sâ
n î 1930, s. 5323.
(621) Cezair-i B a h r-i Sefîd V ilâyeti’n d en-M abeyn’e, 76/30 T eşrin-i sânî 314,
Abidin, Cezair-i Bahr-i Sefîd ile Muhaberat Kaydına Mahsusdur, B B A -Y ıl-
dız Esas Evrakı, 36/139-46/139/XVIII.
(622) A ydın V ilâyeti’n d en-M abeyn’e, 212/3 H aziran 313 ve 220/9 H aziran 313
(zeyl-9 H aziran 313-2092), BBA-BEO/VGG(2), Anadolu ITelgrafî D efte
r i ]: 903, (M art 312-313). K rş. A ydm V ilâyeti Vali M uavinliği’nden-M a-
b ey n ’e, 449/10 N isan 314, M emurin-i Müteferrikaya Mahsus Kayd D efte
ridir, B B A -Y ıldız Esas Evrakı, 36/139-84/139/XX.
Gene, A ydm Vali M uavinliği’n d en-M abeyn’e; 761/22 Tem m uz 314, ibid,
gönderilen b ir diğer yazıda H aşan Bey «...m uzir ev rak ın şim di ziyade te k
sirini görüyorum ...?, şeklinde b ir ifade ku llan m ak ta ve Milas’ta k i b ir İn
giliz aracılığıyla Meşveret, Osmanlı ve K anun-i Esasî gazetelerinin dağı
tıldığını ih b a r etm ektedir. A ynı yazıda h alk arasında E rm eniîer ile Jö n
T ü rk lerin birleşecekleri yolunda söylentiler olduğundan söz edilm ekte
dir.
(623) Bkz. İzm ir K um andanlığm dan-M abeyn’e, 840/8 Ağustos 314, F erik Osman,
ibid,
(624) B eyrut V ilâyeti’ne-M ehm ed K âm il Bey’den, 100/16 H aziran 314 ve 101/17
H aziran 314, B ey ru t V ilâyeti’n d en-M abeyn’e, Reşid, B eyrut Vilâyetiyle.
Muhaberata Mahsus Defter, no.27, B B A -Y üdız Esas Evrakı, 36/2470-6/
147/XVI.
294
dıık. As daha patlayacakdım. Hamdolsun geçen Cumartesi günü
mektub aldık selâmetde imişler. Hakikat bir de oradakiler perişân
olurlarsa işler fena. Bahusus (Lâli) gibi değerli bir arkadaş da gider.
Cemiyetin beş kişilik devrini gördüğü içün hiçbir vakit münâsebet-
sizlik elinden gelmeyeceğini yazan odur. Eğer bir de onu kaybeder
sek işimiz var...»625
durum hiç de olumlu bir gelişme göstermemişti. Onun için de Osmanlı grubu,
aynı dönem içinde pazarlığa o turacakta; ki, bunu da ileride inceleyeceğiz.
Baîkan Teşkilâtı :
295
Ayrıca Tatlıcak köyünde de bir şube kurulmuş ve Köstence’de, şehrin ileri ge
lenlerinden Ali Kadir ve Çelebi Veliullah Beylerin yardımıyla bir gazete çı
karılmaya çalışılmışsa da, Osmanh yönetiminin müdahalesi üzerine başarı
sızlıkla karşılaşılmıştı .®29 Romanya’nın diğer merkezlerinde de, başta ûlema
olmak üzere çeşitli kesimlerden destek sağlanmıştı. Bunun yanısıra Temo’
üun «hasbetenlillâh millet için çalışırlardı» şeklinde tavsif ettiği İbrahim Na
ci (Derviş Hima-Maksud İbrahim), Ahmed Vehbi, Ali Şâkir gibi genç ilkokul
öğretmenleri, Cemiyetin Balkan teşkilâtında gönüllü faaliyetini üstlenmişler
dir.®**
Temo; daha sonra Şefik Bey ve diğer arkadaşlarının yardımıyla; önsö
zünde «şimdilik (Sabahî) perdesinden aheng-i saz olacak., ileride icab eder
ve mecburiyet dahi elverirse her ma’nâsıyla makamı değiştirece»ğini belirtti
ği Sada-yı Millet631 admda bir gazete neşrine başladı. Temo çok ince bir us-
lûb kullanarak Jön Türklerle olan irtibatını belirttiyse de;6® Saray, hemen
gazetenin gerçek amacını'tespit ederek; hem yurda girmesini önlemek,1633 hem
de basımını durdurtmak için tedbirler aldı.634
Cenevre ve Paris merkezleri tarafından resmi nitelik atfedilen gazete ,635
bölgedeki tutuma uygun olarak, daha çok mahalli sorunlar üzerinde durmuş
tur. Ancak, Osmanlı yönetiminin sürekli baskıları neticesinde, Romen makam
ları, gazeteyi çıkaranlardan Kadri ve Kemâl Beyleri smırdışı etme kararı al
296
mış*36 ve hüküm Osmanlı yönetimince büyük bir memnuniyetle karşılanarak,
bu kimselerin İstanbul’a iadeleri talep edilmiştir,637 Bunun üzerine gazete, do
kuz numaralı ve 1 Mayıs 1838 tarihli son sayısıyla yayın faaliyetini durdur
mak zorunda kalmıştır.
Temo’nun faaliyetlerini büyük bir endişeyle izleyen yönetim, Necib Mel
hame aracılığıyla onu durdurmaya çalışmışsa da; kendisi, bu vesileyle çıkart
tığı olayla, kamuoyundaki prestijini kuvvetlendirmiştir.®38
Fazla önemli olmayan Romanya'da Cemiyet faaliyeti bu şekilde gelişir
ken, eylemlerin asıl önemli kısmı Bulgaristan’da gerçekleştirilmiştir. Filibe’
de, Cemiyet ile irtibatta bulunan*49 Ali Fehmi Bey, Muvazene dergisini yayın
lamaya başlamıştır. Bu dergi de aynen Temo’nun gazetesi gibi Jön Türkler
ile olan irtibatını ince bir anlatımla belirtmektedir .640 Şehirde faaliyetin a rt
ması üzerine Saray bölgeye hafiyeler göndermiş, ayrıca bu dergi ve Sofya’
da paralel yayıîı faaliyetinde bulunan İttifak gazetesini, matbaalarım satm
alarak kapatmaya çalışmış; fakat, başarıya ulaşamamıştır .641 Gene, fırka
aleyhine vaazlar vermek üzere Bulgar Müslümanları nezdine hocalar gönde
rilmiştir.8® Bu kimselerin etkisi ve muhafazakâr grupların da aktifleşmesi so
(836) «H avâdis-i Dahiliye,» Sada-yı Millet, no.9, 1 M ayıs 1898-10 Zilhicce 1315,
ss. 1-2. Rom en hasının konuya bakışı ve tep k ileri için bkz. «Explusarea hıi
C ad ry -B ey :Svom ü despre expulsare.» Epoea, 23 N isan 1898, «O nouâ isp ra
y â a d -lu i D .Sturdza, «Tim pui, 23 N isan 1898. G azete son sayısında, İsta n
b u l'd a basılam ayan Jö n T ü rk eğilim li kitap ların m atb aaların d a ucuz ola
ra k basılacağım belirten b ir de ilân verm iştir. Bkz. «İlân,» Sada-yı M illet ,
no.9, s. 2.
(637) BBA-BEO/Hariciye  m ed , 157-5/13, 62, (7 M art 314~Bükreş:39). C enevre
m erkezinin b u gelişm elere tepkisi için bkz. «Les Jeunes T urcs et la Rou-
manie.î- Osmanlı Supplement Français, no.10, 5 Ocak 1899, s. 7.
(638) Temo kendisine sataşan M elham e’y i düelloya davet etm iş ve onun kaçm ası
ile büy ü k b ir sem pati toplam ıştır. Bkz. «A vâne-i H avene-i Ş ehriyârîden
M elham eler,» Osmanlt, no.21,1 T eşrin-i evvel 1898-15 C em aziy’ülevvel
1316, s. 6/n.
(639) G azetede şu ilginç m esaj dikkati çekiyor: «Açık M ektublar: Mağmumî
B ey’e: Em in olunuz. T eşekkürler.» Muvazene , no.11, 5 T eşrin-i sanî 313-22
R ebiy’ülevvel 315, s. 4.
(640) Bkz. «H avadis-i H ariciye,s Muvazene, no.23, 28 K ânûn-i evvel 1313-18 R a
m azan 1315, s. 4: «Genç T ü rk ler M em alik-i Osm aniyede ıslahat icrasını ta -
leb m aruzunda düv el-i m uazzam a m inisterlerine m üracaat etm işlerdir.
V erdikleri beyannam enin b ir su retin i gazetelere dahi gönderm işlerdir.
(İrav o n k ) gazetesi aynen dere etm işdir. Biz n ak l ve iktibas edemeyiz!».
(641) «B ulgaristan Havadisi,» Muvazene, no. 11, 5 T eşrin-i sânî 313-22 R ebiy’ü
levvel 13-15, s.2, «Açık M ektublar: İttifa k Gazetesi S ah ib -i K em âletperver-
lerine,* Muvazene, n o .ll, s.4. İttifa k gazetesi için Osm anlı yönetim inin
tepkisi için bkz. BBA-BEO/Bulgaristan ve §arkî Rumeli Hülâsa Defteri
(43), 942-60/6, 888-244, (17 M ayıs 314) A. MTZ (04) DH 1314 4.G.
(642) «Havadis,» O sm anlı, no.ö, 1 Ş u b at 1898-8 R am azan 1315, s,8. M ahallî ga
zeteler ayrıca hafiyeler de geldğini iddia etm ektedirler. Bkz. «Bulgaristan
H a v a d i s i , Muvazene, no. 16, 10 K ân û n-i evvel 1313-28 Receb 1315, s. 2.
297
nucu; bir süre sonra; Filibe’de bir kahveye Ali Suavi’nin resminin asılması
nedeniyle büyük bir çatışma çıkmış ve resmi yapan Yunus Bekir Bey ile di
ğer Jön Türkler Makedonya komitesine sığınmak zorunda kalmışlardır.®43
Şumnu’da daha evvel açüan ve Cemiyetin yayınlarını okutan «Millî Türk
K ıraathanesinin644 yaraşıra, Vidin’de Haşan Azîz Bey ve arkadaşları ta ra
fından aynı amaçla «Şefkat» adıyla bir kıraathane açılmıştır.645
Mustafa Ragıb Bey; Rusçuk, Vidin, Mecidiye üçgeni içinde hem seyyar
memurluk ve hem de propaganda görevini üstlenmiş; kendisinin İstanbul’a
iadesi için yapılan tüm uğraşlar başarısızlıkla neticelendiği gibi,648 Vidin’de
mekteb muallimliğine devamı da önlenememiştir.547
Osmanlı yönetiminin; Rusçuk merkezini örgütlemesinden büyük rahatsız
lık duyduğu Ahmed Zeki Bey,048 aynı kentte faaliyet gösteren Makedonya
Komitesi delegesi Avukat Doçkof ile beraber, Sofya’da tertiplenen Osmanlı
aleyhtarı mitinglere katılmış ve burada irad ettiği nutukta Jön Türklerin
amaçlarım izaha gayret göstermiştir.649 Kendisini bir süre sonra Balkan adlı
bir gazeteyi neşrederken görüyoruz. Bu gazete de Jön Türkler ile olan ilişki
leri konusunda son derece tutarlı bir davranış içindedir.890 Rusçuk merkezinin
Cenevre ile olan muhaberatı gözönüne alındığında551 gazetenin Paris ile ilgi
298
sinin olmadığım belirtmek mümkündür. Ama belirtildiği gibi, gazetede bıı
konularda herhangi bir yoruma rastlamanın imkânı yoktur. Yayın organı ma
hallî sorunlar üzerinde durmayı tercih etmektedir. Rusçuk müftüsü aleyhine
açılan kampanyayı destekleyen gazete,052 bunun yamsıra yayınları ile Rusçuk
Tüccar Vekili Halid Bey aleyhindeki oluşumlara da yardımcı olmuştur.853
Bu faaliyetleri üzerine mutasarrıf ve müdde-i umumî tarafından çağrı
lan Ahmed Zeki Bey, «gayr-ı resmî» şekilde uyarılmıştır.654 Buna ilâveten; Os
manlI yönetiminin gönderdiği kimseler aracılığıyla gazete aleyhine kışkırtılan
Rusçuk Müslüman halkı, gazete sahibi ve gazetesi aleyhinde gösteriler yap
mışlardır.655
Osmanlı yönetimi bu durumu destekleyici girişimlerle, birçok defa Bulgar
yönetimine başvurmuş ve gazeteyi önlemek için her teşebbüsü yapmıştır.850
Sonuçta, karşı karşıya kaldığı yoğun baskının zorlaması ile, Ahmed Zeki Bey
gazetesini kapatmak zorunda kalmıştır.657
Varna’da; komite, çabalarını Tüccar Vcküi’nin görevden alınması kam
panyası üzerinde yoğunlaştırmıştır. Bu faaliyete geniş çapta katılım sağlan
mış ve Osmanlı yönetimi durumdan çok rahatsız olmuştur.658
Komite üyelerinden Rıza, Süleyman ve Cenevre’ye gelerek merkez yayın
organı Osmanlı’nm mürettibliğini üstlenen Nazmi Beylerin aleyhte tezahürat
299
r
300
donya Komitesi liderlerinden Kapçef, komite barakalarında OsmanlI’nın okun
masına yardımda bulunmaktadır.693
Nihayet merkezin emriyle Ruscuk’da en önemli eylemde bulunulmuş ve
Rusçuk Müftüsü aleyhine, Rusçuk Camiinde bir toplantı tertiplenmiştir. Mer
kez yayın organı :
(865) Bu şahsın yardım ı için bkz. BBA-BEO /Hariciye Âmed, 157-5/13, 3325, (1
K ânûn-i evvel 313-Ruscuk Tüccar V ekâleti S ureti, İlginç olarak Osmanlı
yönetim im endişelendiren (bkz. BBA-BEO/Hariciye Âmed, 157-5/13,3482,
(15 K â n û n -i evvel 313-Ruscuk) Yorgi K apçef’in dav ran ışların ın m erkez
yayın organınca eleştirilm esi ve ona k u rtu lu şu n O sm anlıcılıkta olduğu yo
lu n d a n asih atlar verilm esidir: «...B üyük, serbest, h ü r b ir im p arato rlu k d a
hilinde yaşam ak, u fak b ir id a re -i m üm tâzeye m âlik olm akdan b in k a t fa i-
deli olduğu e rb â b -ı iz’ana h a îî değildir...» Bkz. «M akedonya Komitesi,» Os-
manlı, no.29, 1 Ş ubat 1899-15 R am azan 1316, s. İ.
(866) «Tebşir ve İbret,» Osmanlı, no.29, s. 7.
(667) «M ekâtib:Tarafım ızdan Açık M ektub,» Osmanlı, no.11,1 M ayıs 1898-11 Zil
hicce 1315, s. 3. Buna p aralel olarak R usçuk’dan m erkeze gelen m ektuplarda
«...O sm anlı İttih a d ve T erakki C em iyeti[nin] v ata n ve m illet bahusus
301
Daha sonra merkeze gelen :
şân-ı hilâfetin m uhafazası içün teşkil edilm iş...» bir cem iyet olduğu b e
lirtilm ek ted ir. Bkz. «M ektub: R usçuk’dan,» Osmanh, no.6, 15 Ş ubat 1898-24
R am azan 1315, s. 4.
(668) Deîi O rm anlı, B ir Molla: K östence’den. «Osmanlı, no,24, 1 T eşrin-i sânî
1898-1 Receb 1316, s. 8. Bölgede yönetim i eleştiren b ir hoca da «ilâ-yı h a
k ik a t içün ûlem am ıza ne güzel b ir n û m û n e-i imtisâl!» olarak gösterilm ek
tedir. Bkz. «Ûlemamıza, Vaizlerim ize N um ûne-i İmtisal,» Osmanlı, no.32,
15 M art 1899-3 Zilkade 1316, s. 8.
(669) A hm ed Bedevî K uran, İnkılâp Tarihimiz ve İttihad ve Terakki, s. 128’de
İshak S ü k û ti’nin, T unalı H ilm i’ye, 20 Eylül 1899 ta rih li m ektubu. Sükûti
b u tavsiyeyi: « ...B ulgaristan’dan gelen ressam Y unus B ekir E fendi’n in ve
M uvazene M üdürü Ali Fehm i B ey’in m ütalâaları» çerçevesinde yap m ak ta
dır.
(670) M akbuz no. 1150, D erviş H im a vasıtasıyla D rae’dan, 58 F ran k , 23 K ânûn-i
sânî [18]97, Cem iyetin P aris Ş u’besi Sandıkkârı: D oktor Sükûti, Arkivn,
Çendror. 19/62//109.2.
(671) T unalı H ilm i B ey’d e n -îsh a k S ü k û ti’ye, 3 K ân û n -i evvel [1898], A rkivi
Çendror, 19/106-3//592/99.
(672) D aha evvel de b u ilginin görüldüğü A rn av u d lu k ’dan, (bkz. «A rnavudluk’-
302
Bunun dışında zikredilmesi gereken bir hareket, Cemiyet ile ilişkisi bulu
nan Avukat Nuri Bey’in Yanya’da yazdığı ve dağıtımını yaparken yakalandığı
Kukuk-ıı Milliye ve Şahsiye adlı bir risâle hazırlamasıdır.673 Hükümet; bu
rada olduğu gibi, Avrupa merkeziyle irtibatı olan ve Manastır "da da bir Ko
lağası ile muhaberatı bulunduğu anlaşılan İbrahim ve Hacı Haşan Beyleri
de Selânik’de ele geçirmiştir.674 Selânik’de gerek Avrupa’da yayınlanan Jön
Türk, gerekse yasaklanan yabancı gazetelerin şehre çok rahat girdiği ve
kahvelerde açıkça okunduğu yolundaki ihbarlar üzerine; bu bölgedeki de
netim sıküaştırılmıştır.675 Merkez yayın organının sürekli olarak gönderildi
ği ve bu gazete paralelinde faaliyet göstermeye çalışan Yenişehir Belediye
Başkanı Haşan Bey ve Yaşasın Hürriyet isimli bir risaleyi propaganda için
kullanan Binbaşı Süleyman Efendi de; kötü sondan kendilerini kurtarama-
mışlardır.676
Bölgedeki son hareket; gene Temo tarafından gerçekleştirilmeye çalışıl
mıştır, Temo, bölgede Cemiyetin çalışmalarını daha kolay örgütlemek için bir
maarif cemiyeti kurmuş; ülke dahilinde de faaliyet gösterebilmek için, kuru
luşun «velinimet-i âzâm-ı şevketmeâb efendimiz hazretlerinin himayeleri al
tında siyasetden âri olarak» faaliyet göstereceği açıklamasıyla, çeşitli valilere
başvurmuştur. Ancak, valilerin Saray’a sormadan bu tür hareketlere kalkış
dan,» Meşveret, no.23, 23 T eşrin -i sânî 1896-27 Cemaziy’ülâhîr 1314, ss. 4-5)
«H eyet-i İctim aiye-i O sm aniyenin v asıta-i neşriyatı olan O sm anlı İttih ad
ve T erakki C em iyeti...» şeklinde an latım ları içeren m ektuplara bir örnek
o larak bkz. «A rnavudluktan M ektub-u Mahsus,» Osmanlı, n o .l5,1 Temmuz-
-1898-10 Safer 1316, s. 3.
(673) M ehm ed K âm il B ey’aen -Y an y a V ali ve K um an d an lığ ın a, 83/10 K ân û n -i
sânî 313, Y anya Vali ve Kumandanlığıyla Muhaberata Mahsus Defterdir,
no.54, B B A -Y ıldız Esas Evrakı, 36/139-56/139/XVIII.
(674) Selânik T icaret M ahkem esi  zâsm dan  tıf B ey’den, 456/15 N isan 314, Me
murin-! Mûtefarrikaya Mahsus K ayd Defteridir, BBA-Yıldız Esas Evrakı,
36/139-84/139/X X .
(675) Selânik İstinaf Ceza Reisi  tıf Bey’den-M abeyn’e, 390/17 Ş ubat 313, A ynı
kişinin diğer b ir ih b a rı üzerine de A hm ed Rıza ile m uhaberede bulu n an
Dedeağaç m u tasarrıfı H azım Bey su yüzüne çıkarılm ıştır. 778/26 Tem m uz
314. İbid,
(676) Golos’da T elgraf M üfettişi N iyazi B ey'den-M abeyn’e. 413/23 Ş ubat 313,
Memurin-i Müteferrikaya Mahsus Kayd Defteridir, B B A -Y ıldız Esas E v
rakı, 36/139-84/139/XX. T u tuklanm aları, soruşturm anın genişletilm esi ve
diğer bazı destekçilerinin yakalanm ası için bkz. Üçüncü O rdu-yu H üm â
yûn M üşiriyet V ekâletin’den -M abeyn’e, 46/15 M art 314, 50, 21 M art 314,
M üşir H üseyin Fevzi, Üçüncü O rdu-yu Hümâyûn Mü§iriyet-i Celilesiyle
Muhaberata Mahsus Defterdir, no.18, B B A -Y ıldız Esas Evrakı, 36/2470-11
/147/X V I, ve Döm eke’de M iralay İsm ail Bey’den-M abeyn’e, 19 M art 314
(no.4) ve S elânik’de Binbaşı M ehm ed Ali Bey’den-M abeyn’e, 7/21 M art
314, M emurin-i Askeriyeye Mahsus Altıncı Muhaberat Defteridir, no.53,.
B B A -Yıldız Esas Evrakı, 36/139-43/139/XVIII.
30&
maları imknsız olduğundan, hareket yurt içinde hedeflenen amaca ulaşama
mıştır.677
Böylece Osmanlı yönetiminin uzun süredir yaygınlığından telâşa kapıldığı
Bulgaristan87® ve diğer Balkan teşkilâtının yabancı gözlemcilerce de ilgiyle
karşılanan gelişimine karşın;679 Osmanlı Avrupasmda faaliyetin oldukça zor
laşması arzulanan durumu önlemiştir. Balkan teşkilâtı; ancak, bu böige ile
temas sağlandığı zaman bir anlam taşıyabilirdi. Bunun dışındaki faaliyet ise;
iktidar değişikliği açısından kendi kendini tatminden öte bir anlam taşıma
maktaydı.
Balkan teşkilâtının yamsıra; fiilî Osmanlı hakimiyetinin bulunmadığı bir
diğer bölge olan Kıbrıs’ta da, bilhassa Hoca Muhiddin tarafından başlatıldı
ğını gördüğümüz gelişmeler sürmüştür.
Ekim 1897’den itibaren burada görevi, Doktor Burhan Bahaeddin Bey üst
lenmiştir. Kendisi bu tarihten itibaren Mısır şubesi kanalıyla merkez ile te
masa geçmiş; başta Cemiyet tarafından tercümesi yayınlanan -Guii!aııme Teîl
tercümesi olmak üzere; çeşitli neşriyatın dağıtımını yapmıştır.630 Ancak, Kıb
rıs’ta da aleyhte faaliyet bir hayli güçlenmiş ve Burhan Bahaeddin Bey*m
ifadesine göre; bazı şahıslar Sultan’m iltifatlarına mazhar olabilmek için,
Cemiyet aleyhtarlığım gösteri şekline sokmuşlar;681 daha sonra ise, adadaki
şube mensuplarına karşı «anarşistlik» suçlamalarında bulunmuşlardır.®2 Fa
aliyetin nisbeten daha az olduğu Kıbrıs için de; Balkan teşkilâtı için belirti
len hususları tekrar etmek gerekmektedir.
(677) Tem o’n u n gönderdiği yazının b ir su reti C ezair-i B a h r-i Sefid Valisi  bi-
din Bey ta ra fın d a n S aray ’a iletilm iştir. Bkz. 77/6 K ânûn-i evvel 314, C e
za ir -i B a h r-i S efîd ile M uhaberat K a y d ın a M ahsusdur, B B A -Y ıld ız Esas
E vrakı, 36/139~46/139/XVIII. Bu yazı aynen verilm iştir. Bkz. B. LHTVTI,
(678) B B A -Y [S a d a re t H ususî M arûzat, 7 N 1314/no.2174.
(679) A lm anya’nın B ulgaristan Başkonsoiosluğu’ndan-D ışişleri’ne, Sofla, 26 E kim
1899 (pr. 29 E kim 1899, p.m ), no.97, A.12746, A u sıva rtig es A m t: 732/3, die
Ju n gtü rken , 198 (Bd. 1-2).
(880) B urh an B ahaeddin B ey’d en -İsh ak S ü k û ti’ye, Lefkoşe, 19 T eşrin-i evvel
[18]97, A r k iv i Çendror, 19/106-1//212/495,
(681) B urh an B ahaeddin B ey’d e n -îsh a k S ü k û ti’ye, Lefkoşe, 3 Ş ubat [18J98, A r -
k iv i Q endror, 19/10S-1//497/59.
(682) B urh an B ahaeddin Bey’den -İsh ak S ü k û ti’ye, 9 N isan [18]99, A r k iv i Q en d -
ror, 19/106-1//205/501.
:304
lltlIHİllUltftlIllllHIIIII.............. ..................
.(683) M elham e b u konuda yayın faaliyetinin başlam asından itib aren yoğun fa
aliy ette bulunm uş ve bilhassa «Doktor A bdullah Cevdet B ey[’e]m usallat
ol...»m uştur. Bu faaliy etler için bkz. «Paris’de M ünteşir C eraid-i M u’tebe-
red en (La D iplom atie) Gazetesine İstanbul M uhbiri T arafından Y azılan
M ektubun Sureti,» Osmanh , no.9, 1 Nisan 1898-9 Zilkade 1315, ss. 6-7/n.
(684) [A bdullah C evdet], «Teessüf m ü Edelim İftih ar mı?,» Osmanlı, no.24, 15
T eşrin -i sânî 1898-1 Receb 1316, s. 2.
(685) U zun dönem dir yapılan bu m ü racaatlara tip ik b ir örnek için bkz. M. Sa-
m im B ey'd en -g erafed d in M ağm um î’ye, 27 M ayıs ?, A.rkivi Qendror, 19/135
//226/1
<(6RS) Bkz. BBA-Îradc-Hususî, S afer 1316/no.34-167 ve BBA-İrade-Hususî, Safer
13î8/no.69-308. Ancak, bu irad eler tam anlam ıyla uygulam aya konm am ış
ve yönetim ta rafın d an tu tu k lu la rm T rablusgarb’da dolaşm alarının sağlan
m ası olarak k ab û l edilm iştir. Ancak, bu uygulam a dahi yabancı tem silci
ler ta ra fın d a n «Sarayla, Jön T ü rk P artisi arasındaki ilişkilerde ciddî bir
detant* o larak yorum lanm ıştır. Bkz. F ran sa’nın T rablusgarb Konsoloslu-
ğundan-D eleasseye, 37/Tripoli, 2 Tem m uz 1898, Affaires etrangeres-Nou
velle Serie-Turquie, V olJI(1898), s. 86. K rş. T rablus’daki A lm an V ice-Con-
sulünden-D ışişleri B akanına, Tripoli, 4 Tem m uz 1893(pr. 17 Tem m uz 1898,
p.m ), no.204, A.8359. Auswârtiges Arat, 732/3, die Jungtürken, 198(Bd. 1-2).
<687) «Son H aber,? Osmanlı, no.16. 15 Tem m uz 1898-15 S afer 1316, s. 8: «Şu’bele-
rim iz yazdılar rCemiyetimize m ensubiyet m aznuniyetiyle m ahbus ve m enfî
olan m a’sûm inden p ek az kısm ının sebilleri ah iren h ü küm et tarafın d an
tah liy e olunm ağa başlam ıştır. M a’m afih şu ic raa tın d a ire-i h ü k m ü şüm ûlü
henüz .m echûldur.s. C em iyetin p azarlıklara ön koşul olarak tu tu k lu la rm
bırakılm asını ileri sü rerek başlam ası şubelerinden kendisine gelen bu alan
daki istek lerd en k ay n aklanm aktadır. Nitekim , T rablusgarb Ş u ’besinin fii
lî lid eri d u ru m u n a geçtiğini gördüğüm üz M ehm ed Reşid B ey’in daha yeni
nferkez yayın organını yayınlam aya başlam asından itib a re n bu konudaki
305
İkinci aşamada; bu kez Saray memurları, Cemiyet ilerigelenierins bir
teklif paketi sundular. Bu pakette, İshak Sükûti’nin Bombay, Abdullah Cev
det’in Paris, Tunalı Hilmi’nin Bükreş veya Beîgrad Sefaretlerinde görevlere
getirilmelerini ve diğer Jön Türklerinde; benzer hizmetlere sevkediîerek;
muhalefetten uzaklaştırılmalarını içeren hükümler bulunmaktaydı.683
Doğal olarak amaçları hareketi bırakmak değil de; finansman sorununu
çözmek ve tutuklu üyelerini kurtarmak olan Cemiyet yöneticileri, bu teklifi
reddettiler. Zaten kendilerine; bu konuda çıkan söylentiler üzerine, matbaa
nın hiçbir surette satılmayarak, yayının durdurulmamasını isteyen müracaat
lar yağmaya başlamıştı.6®9
Bu sefer pazarlıkların üçüncü aşamasına geçildi. Saray memurları Cemi
yet idarecilerine; merkez yayın organının kullandığı lisanın yumuşatılması
karşılığı olarak, bir anlaşma yapılmasını önerdiler. Komite ise; bunu büyük
bir fedakârlık olarak algıladığından,600 pazarlık beklenenden zor oldu. Niha
yet 21 Ağustos 1898 tarihinde bir irade ile sorun çözüldü. Abdullah Cevdet, İs
hak Sükûti ve Tunalı Hilmi Bey’e ömür boyu olmak kaydıyla ayda on ikişer
lira maaş bağlanıyor;691 buna karşılık, bu kimseler yayın lisanını yumuşatma
yı kabul ediyorlardı. Maaşların ödenmesinde bazı aksaklıklarla karşılaşıldıy
sa da, Eylül başından itibaren sözkonusu meblâğ komite liderlerine ödenmeye
başlandı.692
Ancak, sözkonusu paraları almaya başladıktan sonra; Osmanlı yönetimi
temsilcileri, aslında fiilî hiçbir değişikliğin olmadığını Saray’a bildirmeye baş
ladılar. Münir Paşa konu ile özel olarak ilgilenerek, bir süre sonra maaşları
kestirdi.®3 Yalnızca, Paris’e giderek görünüşte yayın faaliyetine ara vermiş
görünen Abdullah Cevdet Bey’e maaşı ödenmekte devam edildi.694
görüşleri m erkeze ilettik lerin i izliyoruz. Bkz. L,Lâli[M ehm ed R eşid j’den-
İshak S ü k û ti’ye, 18 K ân û n -i sânî 1313, A rkivi Qendror, 19/108-4//2Û0/1139.
(688) Bu üç yönetici dışında, Şefik E fendi’nin, T ulon veya Nice B aşşehbender-
liğine, Refik B ey’in B erlin sefareti başkitabetine, İzm irli M ühtedi İrfa n S a
dık B ey’in bin beş yüz k u ru ş m aaşla İstan b u l’da M atbaa-i A m ire’ye ta y in
leri ve N uri ile  kil E fendilerin Rhone, Nevzad, Sâib ve Cemil Efendile
rin de P a ris’de üç yüz F ran k m aaşla kontrol altın d a tahsillerine devam e t
m eleri de plân ın h ü k ü m leri arasındadır. Bkz. BBA-BEO/Hususî Îrade-î
Seniye, 378-8/101, (9 Ağustos 314)/88428.
(689) Güzel b ir örnek olarak bkz. K .G ’d en -îsh ak S ü k û ti’ye, 14 Temmuz [18]98,
A rkivi Qendror, 19/106-4//220/1335.
(690) «...O sm anlI’n ın tah fif-i lisanı parasız olamaz m ı dedi. H ayır bu kabil d e
ğildir dedim . Esbab olm ak üzera de pek çok şeyler söyledim.» Bkz. Reşid
Bey’den -İsh ak S ü k û ti’ye, 20 H aziran [18198, A rkivi Qendror, 19/100-6//
519/1834.
(691) BBA-îrade-Hususî, R ebiy’ülâhîr 1316/no.24~372.
(692) A ksaklıklar için bkz. BB A -Y/Sadaret Hususî Manlzat, 12 R 131S/no.S35.
(693) M ünir P aşa’dan-M abeyn’e, 12 T eşrin -i sânî [18199, Paris Sefaretiyle Muha
berata Mahsus Defterdir, BBA.-Yûdız Esas Evrakı, 36/2468/141/XII.
(694) İbid, D urum ayrıca A bdullah Cevdet Bey’e m ahsus m aaş bordrosundan da
anlaşılm aktadır. Bkz. P arts Büyükelçiliği Arşivi, D.287,
306
1898’in son eylemi; merkez yönetiminin, kullandıkları gazete lisanını ye
niden sertleştirmesidir. Yalnızca Abdullah Cevdet Bey; gördüğümüz gibi; açık
biçimde yazı yazmadığından para almayı sürdürdüğü için, duruma Osmanlı
temsilcilerinin herhangi bir müdahalesi de gerçekleşememiştir. Bu tutumun
ürünü olarak; önce, Midhat Pasa'nm katline ait ellerinde bulunan doküman
lardan yararlanılarak yazıldığı ileri sürülen bir kitap hazırlanmıştır.703 Bunu
takiben cemiyet merkezi; tüm şubeler adma (Umum:8 koduyla) bütün vüke
lâya bir açık mektup göndererek, kendilerini yönetime karşı mücadeleye ça
ğırmıştır.704 Bu şekilde bir yandan yeni pazarlıklar için materyal hazırlanır
ken, diğer yandan Saray darbecileri kalıntılarına işaret verilmiş olunuyordu.
İşte 1899 gibi; Jön Türk hareketinin en kritik yıllarından birine, Cemiyet bu
koşullar altında giriyordu.
309
Jön Türk faaliyeti böyle bir gelişim çizgisi izlerken, Sultan da çok önem
sediği bu harekete karşı artık kesin bir saldırıya geçme kararı aldı. 1899 yı
lının hemen başında yabancı basında Jön Türkler tarafından hazırlanan ve
Sultan’m hayatına kasteden bir komplonun ortaya çıkartıldığı; bunun üzerine
çok sayıda tutuklamanın yapıldığı yolunda haberler yayınlandı.708 Ancak, Sa
ray derhal bu iddiayı tekzip etti.™ Böyle bir hareketin hangi grup tarafından
gerçekleştirilmeye çalışıldığı konusunda bilgimiz yoksa da; bu hareketlerin
Sultan’m Jön Türklere karşı duyduğu kuşkuları arttırdığı kesindir.
Sultan hücumunu bu sefer başka bir platforma kaydırmayı uygun görmüş
ve Jön Türk hareketine karşı diplomatik taarruza geçmiştir. Bu noktadan iti
baren; Jön Türklük olayının;'artık, Avrupa diplomasisinin sorunlarından bi
risi haline geldiğini görüyoruz. Kaiser üe gelişen ilişkilere güvenen Sultan’ı.
Alman diplomasisi bu alanda açıkça desteklemeye başlamıştır. Bu ise; devam
lı müracaat ettikleri İngiltere’den umduklarını bulamayan™ Cemiyet’i çok
güç durumda bırakmıştır.
Mart 1899 da Alman yetkililerin başvurması üzerine, İsviçre Elçiliği açık
layıcı bir yazı ile :
310
mek için çok çeşitli tekliflerde bulunmuş, fedakârlıkları göze almış; ancak,
kendisi bu önerilere yanaşmamıştır.®59
Gene; aynı dönemde, İstanbul’da dağıtılmak üzere hazırlanan binlerce
Cemiyet ilânnâmesi, bir mektep talebesinin evinde ele geçmiş,8*0 yabancı pos
talarıyla gelen yasak yayınlarda artış görülmüştür.861
Hemen arkasından, Şûra-yi Devlet Bidayet Mahkemesi Reisi Said Bey,
Şûra-yi Devlet üyelerinden Ziya Molla ile iki kardeşi862 ve daha sonra, aynı
olayla ilgili elli yedi kişi tutuklanmışlardır.8WJön Türk Cemiyetleri ile ilişki
sini sürdüren bir Sefaret yöneticisine göre :
338
leşmişler ve Cemiyetin, Yunanistan Şubesini oluşturmuşlardır. Bunlardan
Cemiyet üyesi olan îhsan Adlî Bey’in girişimleri ile Pire’de resmî olmayan
Seyf-i Hakikat gazetesi çıkartılmış ve Cenevre ile irtibat sürdürülmüştür .8;-
Kısa süre sonra; bu gazete yayın faaliyetine son vermekle birlikte, Yunanis
tan merkezi katılan kaçaklarla daha da güçlenmiş, Osmanlı yönetimini bir
hayli rahatsız etmiş376 ve daha ziyade yurt içine gizli yayınların sokulması fa
aliyetini yürütmüştür.
Bunların yanısıra Cemiyet, iki uzak bölgede, biri kendi memurunun ça
baları, diğeri ise bölgedeki Müslümanların ilgi ve katkıları ile, şubeler kur
maya muvaffak olmuştur.
îlk olarak, daha evvelce 1397 sonuna kadar faaliyet gösteren Berberistan
Şubesi’nin faaliyet alanı genişletilerek; Tunus, Fas ve Cezayir’i kapsayan bir
alanda irtibat noktalarından oluşan, yeni bir şube oluşturulmuştur. Merkez
yayın organının bölgede iane toplayanların bir kısmının Cemiyet üyesi olma
dan, onun adını kullanmalarına işaret ederek, bu şubelere yardımda buluna
cakların mutlaka, özel mühürle damgalı itimatnâme talep etmesi dikkati çek
mektedir.877
Bölgede sürekli geziler yapan, Haydarpaşazâde Arif Bey, Merakeş yöne
timi nezdinde temaslarda bulunmuş ve burada askerî hizmete girmiştir.878
Kendisi buradaki faaliyeti yeniden düzenlemiş ve yabancı temsilcilerin de
dikkatim çekecek bir biçimde,878 propaganda faaliyetini yoğunlaştırmıştır. Da
ha sonraki tarihlerde, onun aracılığıyla bölgede çeşitli beyannâme, ilânlar,
resmî gazetelerin dağıtımı ve propaganda gerçekleştirilmiş,83® mahallî yayın
(875) Bkz. [İhsan Adlî], «Âsâr-ı Manzûme,» S e y f-i H akikat, Nüsha. 2, 20 Teş
rin-i evvel 1315, s.2.
(876) Daha sonra göreceğimiz faaliyetleri nedeniyle, büyük rahatsızlık yaratan
bu şube ile yönetimin mücadelesi ve onların durumu için bkz. «Les Jeunes
Turcs â Athenes.» M ech veret S u p p le m en t Français, no.99,1 Haziran 1900.
s.4.
(877) «İhtar,» Osm anh, no.48, 15 Teşrin-i sânî 1899-12 Receb 1317, s.7.
(878) Haydarpaşazâde Arif B ey’den-îshak Sükûti’ye, Marsilya, 17 Ağustos 1899,
A r k iv i Qendr.or, 19/106—
3//144/969. Kendisinin bölge ile ilgili yorumu şöy-
ledir; «Merakeş hükûmeti’nin asâkiri gayr-ı muntazam bir halde olduğu
nu Cezayir’de seyahatim esnâsmda tahkik etmişdim. Eğer bu hal böyle
müsmiren bir zaman daha devam edecek olursa, bu hükûm et-i İslâmiyeyi
AvrupalIlar, bilhassa Fransa yutacakdır...».
(879) Fas’daki Alman Elçisi’nden-Von Bülow'a, 84/Tanger, 15 Temmuz 1902 (pr.
21 Temmuz 1902 a.m.), A.11117, ve Tanger, 15 Ağustos 1902, (pr. 23 Ağus
tos 1902 a.m ), A. 12636. A u sw â rtig e s A m t, 733/3, die J«ngtürîcen.'198(Bd.
4-5).
(880) «Le Comite Musulman de la JEUNE-TURQUIE,s> C orrespondance O riental
(Gibraltar), 20 Kasım 1901. Fransız’lar da aynı şekilde yönetimleri altında
bulunan Tunus’da 1900 yılı başından itibaren yayınlanan beyannâmeler ve
Jön Türk faaliyetinin yoğunlaşmasına dikkat çekmektedirler. Bkz. Fransa’
nın Tunus’daki, Residenee Generale’inden-Delcasse’ye, 71/Tunis, 7 Şubat
341
rad’m Cem iyet’e etmiş olduğu ihanet. Saniyen, Arab İzzet mel’unu-
nun meş’um efendisine karşu komitenin kredisini lâcil-ül-tenzîl, küll
-yevm etdiği ihtarât-ı riyâkârânesi. Fikrimce bir üçüncü sebeb daha
var ise de kardaş gibi sevdiğim, Siikûti Efendi’yi müteessir etmemek
içün beyânından sarf-ı nazar ederim ...s 886
liderlerin anlaşması Cemiyet’in, daha önemli bir pazarlığa girebilmesini
önlemekteydi. Paris merkezi, aynen 1897 sonrasında olduğu gibi, mücadeleye
devam etmekteydi. Ancak, onlarm kadro ve imkânlarının darlığı, bu alanda
etkin olabilmelerini imkânsız kılmaktaydı. Her şeye rağmen Ahmed Rıza Bey,
artık Cenevre grubundan tamamen ümidini kestiğinden, Meşveret’i yeniden
çıkartabilmek için, Clemenceau’nun gördüğümüz desteği ile, Fransız makam
larına başvurdu.887 Ancak, Fransızlar konuyu bir hayli oyaladıkları gibi, Ah
med Rıza’ya bu alanda olumlu bir cevap da vermediler.888
Karşılaşılan durum belki de Cemiyet’in düştüğü en kötü vaziyetti ki, bek
lenmeyen bir hareket Jön Türk faaliyetini yeniden canlandırdığı gibi, Batı
kamuoyunda onlara karşı duyulan ilgiyi de büyük çapta arttırdı.
Bu gelişme ise Sultan’m eniştesi Damad Mahmud Paşa’nın, iki oğlu ile
beraber, yurt dışına kaçması idi. Bir anda Batı kamuoyunun ilgisi olaya yö
neldi. Çeşitli gazeteler firar hadisesi889 ile ilgili geniş yazılar yayınladılar.890
Damad Mahmud Paşa da gazetelere verdiği beyanatlarda, liberal fikirleri ne
deniyle bu hareketi gerçekleştirmek zorunda kaldığını işledi.891
Olayın bundan sonraki gelişimi iki yönde oldu. İlk olarak konu bir anda
Osmanlı devletinin, Avrupa diplomasisi ile ilgili en önemli sorunu haline gel
di. Yabancı elçilerin raporlarında olayın onlar tarafından da çok önemsen
diği görülüyor.893 Bunun nedeni, olayın İngiltere yanlısı Jön Türk gösterisinin
343
«...Ülkemizi çok seviyoruz. Türkiye'ye getirmek istediğimiz reform
larda ülkenizdeki bazı kurumlan örnek olarak aldık. Kaçışımızdan
kısa bir süre önce babam Sultan’a idaremizdeki tslah kabul etmez
aksaklıkları ihtiva eden sekiz rapor sundu. Ortada açıkça ifade et
mek gerekirse organize edilen bir yağmacılık var ve herkes buna
bir çare bulunmasını istiyor.... içinde bulunduğumuz hareket bir
millî hareketdir. Eskiden nazır olan babam bunu organize etmek
için en müsait kişiydi ve tutuklanmamak için ülkesini terketti. A v
rupa’ya yaptığımız bu seyahatin amacı güvenebileceğimiz kişileri
tespit etmektir. Sultan reform hareketinin istekleri karşısında di
renmekten vazgeçerek tahtından çekilmek zorunda kalacaktır... C e
sur insanlar var. Ancak, bir kimsenin liderliği altında toplanmanın
dışında bu nifak ortamında kararlı bir icraat partisi oluşturula
nı az. . .»9?0
349
çabasıyla932 bir Almanca merkez yayın organı ilâvesi neşretmesiydi.333 Bu
girişimin iki nedeni bulunmaktaydı. İlk olarak; burada yayınlanan ve Alman
ya’yı överek ordunun Goltz Paşa sayesinde düzeldiğini, Osmanlı entelektüel
lerinin Goethe, Schiller gibi Alman ediplerinden etkilendiğini anlatan bir ön
söz ile334 üzerlerindeki diplomatik baskıyı hafifletmek gayesi güdülmüştü. Der
ginin uslûbu o kadar parlaktı ki, Berlin’deki Osmanlı Sefiri Ahmed Tevfik
Paşa, ondan Türk-Alman dostluğu örneği olarak istifade etmeye bile kalktı.835
İkinci olarak, dergi bir şantaj aracı olarak kullanılacaktı,936 ki, ikinci sayısını
takiben Doktor Abdullah Cevdet tarafından yürütülen bir pazarhk sonucu
onun yönetim temsilcilerine devredilmesi, bu durumu kanıtlamaktadır.937
Ama Cemiyet üyeleri tarafından bile kızılan933 bu dergideki temaların ak
sine, yayın organı tam anlamıyla İngiliz taraftarlarının eline geçmiştir. Özel
likle Alman diplomatik baskısının sözkonusu olamayacağı İngiltere’ye nakil
den sonra, Alman aleyhtarı tutum çok açık olarak ortaya konulmaya başla
nılmıştır.839
351
emi olarak algılamıştır .m Nitekim, merkez komitesinin İsmail Kemal Bey’in
firarı sonrasında İngiliz elçisine gönderdiği telgraf, bü eğilimleri bize göster
mektedir :
. Bu firarın ikinci bir önemi ise; İsmail Kemâl’in önde gelen Arnavut lider
leri arasında bulunması ve yurt içinde bulunduğu dönemde bile, bu alandaki
çabalarından kuşkulanılmasıdır,850
Bütün bu gelişmeler sonunda eski yöneticiler, şube muhaberatını Edhem
Ruhi aracılığıyla kontrol etmek ve Ahmed Nuri Bey aracılığıyla da gazete
nin düzenlenmesini denetlemek koşuluyla gazete ve cemiyette daha arka bir
353
plâna geçmeyi kabul etmişlerdir .951 Artık beklenen; eski devlet adamlarının
desteğini alan bir hareket ile gerçekleştirilecek, yeni bir darbedir.
Saray ise bu harekete, merkez yayın organının basıldığı matbaayı tehdit
ederek ve ona para vererek cevap vermiştir ,932 Gerek bu, gerekse İsviçre hü
kümetinin Cemiyetin önde gelen üyelerine yayınları dolayısıyla bir ihtar ver
mesi ,953 artık merkezin buradaki faaliyetini imkânsız kılmıştır.
Yeni kadronun da etkisiyle, İngiltere’ye geçilme kararı alındı ve yaban
cı gözlemciler tarafından da İngiliz yanlılığına bağlanan854 bu kararın uygu
lanması sonucunda; OsmanlI’nın 62. sayısı, 15 Haziran 1900 tarihinde Lond
ra’da yayınlandı. Saray da gazetenin buraya taşmmasını ve İngilizlerle olan
ilişkileri aynı şekilde büyük kaygıyla izliyordu.955 İsmail Kemal Bey’in, Kra
354
liçenin yanında hükümet aleyhinde konuşmalar yaptığı iddia edilmiş; fakat,
bunların dedikodu olduğu Sefir tarafından bildirilmişse de ,956 kimse onun et
kisini yalanlayamamaktadır. Londra’da bulunan diğer muhalifler de, yeni
oluşuma katılma eğilimi göstermişlerdir .957
Bu yeni merkezin etkisinde kalan Osmanlı’da görülen bir eğilim de, ga
zetenin büyük çapta dinî eleştirilerle muhalefet yapan bir yayın organı duru
muna getirilmesidir.
Bu yazıların bir bölümünün bizzat Damad Mahmud Paşa tarafından ya
zılması,958 olayın yeni bir gelişme olduğunu gösteriyor. Kuşkusuz, yeni mer
kezin üyeleri, eskilere ve halen onların bıraktıkları temsilcilere ®9 göre, çok
daha geleneksel muhalefete yakın kimselerdi. Ama bunun en azından bir ne
deni daha vardı ki, gene bir Fransız istihbarat raporundan aktarırsak:
(956) Asım B ey’den-Antopulo Paşa’ya, 14 Teşrin-i evvel 1900 tarihli yazı ve onun
yalanlayıcı 17 Teşrin-i evvel 1900 tarihli cevabı, Londra B ü yü k elçiliğ i A r
şiv i, K.348(2). İsmail Kemal hakkında İngiliz basınındaki övücü ifadelere
örnek olarak bkz. A Diplomatist, «The Sultan’s Entourage: To the Editör
of the Standart.» The S tan dart, 18 Mayıs 1900. Merkez yayın organı ise
kendisinin temaslarım şu ifade ile anlatmaktadır: «...müşarileyh hazretle
rinin Londra’ya vüsûlleri mülk ve milletçe matlub birçok mekasıd-ı âli—
yenin husûlüne bâis olacağı m e’m ul-i kavidir... «Havâdis,» O sm anlı, no.66,
15 Ağustos 1900-18 Rebiy’ülâhîr 1318, s. 8.
(997) Bunların başında, Halil Halid Bey gelmektedir. Antopulo Paşa’dan-Tahsin
Bey’e, 28 Mayıs 1900, L ondra B ü yü k elçiliğ i A rşivi, K.348(6). Kendisi bir
süre sonra yeni grubun görüşlerine uygun bir şekilde Sultan’m Alman ta
raftarlığını eleştiren yazılar kaleme almıştır. Bkz. [Halil Halid], «The Sul
tan’s Gifts,» T he R evieıo of th e W eek, 1 Mart 1901, s.490. Aym şekilde, es
ki İstanbul merkezi üyelerinden firara muvaffak olanlar bu yeni gruba il
tihak etmektedirler. N u m û n e-i T era k k i olayı sonrasında sürgüne gönde
rilmişken Avrupa’ya kaçan Nureddin Bey bu duruma örnektir. Bkz. «Ha
vâdis,» O sm anlı, no.63, 1 Temmuz 1900-20 Safer 1318, s. 8.
(958) Örnek olarak bkz. «Müslimine Hitab,» O sm anh, no.59, 1 Mayıs 1900-30 Zil
hicce 1317, ss. 1-2.
(959) Örneğin Edhem Ruhi Bey, ûlemaya karşıt düşüncelere sahiptir. Bkz. Ed
hem Ruhi B ey’den-İshak Sükûti’ye, 19 Ağustos 1901, A r k iv i Ç en d ro r 19/
106-2//143/683.
(960) Londres, 11 Ocak 1900, A ffa ires etra n g eres-N o u velle S erie -T u rq ııie, Vol.
III (1899-1901), ss. 166-167. Bu dönemde sözkonusu gruplar ile ilgili jurnal-
355
temaslar sürdürülmüş,964 diğer yandan da çeşitli yollar865 ve gazete çıkartma,
tehditleri ile bu alanda sonuç alınmak istenmiştir.956
Cemiyetin, yurt içine yönelik faaliyetleri ise, daha ziyade, Damad Mah
mud Paşa’mn Sultan’a hitaben yazdığı yazıların gönderilmesi şeklinde cere
yan etmiştir .967 Bunun yamsıra; uzun bir aralıktan sonra, küçük bir el ilânı
hazırlanmış ve İstanbul’da dağıtılmıştır .968
Bu arada; etkinliklerini gördüğümüz softalar camilerde «İttihad-ı İslâm»
mührünü taşıyan ve önemli ûlemamn imzaladığı bildiriler dağıtmaya çalış
mışlardır.368
1900 sonlarına doğru; faaliyet tekrar Damad Mahmud Paşa’mn çabaları
na bağlı kalmış ve o da, önce bütün muhalifler adına bir protestoyu kaleme
357
alarak bunu neşretmiş ,970 ayrıca 1895’den beri gerçekleşemeyen bir ittifakı te
sis edebilmek ümidiyle, Ermeni örgütlerine çağrıda bulunmuştur.871 Bunun;
bir süredir Cemiyet’e yönelen Ermeni taleplerine, bir cevap olduğu açıktır .812
Bu alanda, Manchester’deki Ermeni Mıırad Cemiyeti ile ilişki sağlanmaya ça
lışılmışsa da; aym zamanda, fetvalar basarak Şeyhülislâma da mektuplar ya
zan bu komitenin973 Saray temsilcileri tarafından satın alınması sonucunda;
bu teşebbüs suya düşmüştür.874 Sefaret, Saray’ın İngiltere’de bu alanda bir
birleşme olacağı yolundaki kuşkularına973 karşı yaptığı soruşturma sonrasın
da; bunun esası olmadığı kanaatine varmıştır .876 Kısacası bu alanda yeni bir
358
re ii.5me olmamıştır.
.15 Eylül 1900 tarihinde merkez; daha rahat hareket imkânı veren Fol-
kestone’a nakledilmiş,®77 bundan kısa bir süre önce de, Cemiyet yeni üyelerin
uslûbuna uygun bir protestonâme neşretmiştir. Abdülhamid ü ’nin yirmi be
şinci cülûs yılı dolayısıyla yayınlanan bu metinde; büyük devletlere yapılan
çağrı, ilk dikkati çeken nokta olmakta ve Ahmed Rıza Bey’in ileride görece
ğimiz gibi, bu grupla da neden mesafeli olduğunu bize göstermektedir .878
Kısa bir süre sonra; Damad Mahmud Paşa, Mısır’a geçerek Hidiv ile te
maslara başlamıştır .878 Devreye Cromer de sokulmak istenmiş880 ve olay, Sa
ray’ın kuşkulandığı İngiliz desteğinde eylem görünümüne getirilmiştir. Osman
lI yönetimi iki kez Mısır makamlarına başvurarak firari damadın iadesini is
temiş; fakat, karşı taraftan olumlu cevap alınamamıştır.881
Buradaki faaliyetleri açısından olaya baktığımızda karşılaştığımız durum,
konunun tamamen Mısır-Osmanlı-İngiiiz ve Alman ilişkileri çerçevesinde bir
diplomatik sorun haline gelmesidir. 19 Nisan 1901 tarihine kadar; yaklaşık
yedi ay süre ile, burada Paşa ve oğulları ile Hidiv arasında pazarlıklar yapıl
mış, Osmanlı Sultanı ile ilişkilerini düzenlemeye çalışan Mısır yöneticisi, on
ları önce himayesine almış8®2 ve ülkeye geri dönmeye iknaya çalışmıştır. Ni
san 1901 başlarında bunda başarı sağlar gibi olmuşsa da ;883 daha sonra, oğul-
359
rarla, gıyabında idama mahkûm edilmiştir.302
Yeni grubun liderlerinin, neşriyat merkezinden uzaklaşmaları, Edhem Ru
hi ve eski üyeleri bir hayli rahatlatmıştır. Folkestone’da yeni kadrodan yal
nızca Ali Haydar Midhat Bey bulunmakta ve yazıları çok saçma bulunması
na karşılık,993 ayda otuz İngiliz liralık bir maddî destek sağladığı için yayın
lanmaktadır.994
Bu durumda; İshak Sükûti, Edhem Ruhi Bey aracılığıyla Cemiyet’e yeni
bir dinamizm verme çabası içine girmiştir. Bu amaçla halâ temasın sürdürül
düğü şubelere başvurulmuş, yeni bir nizâmnâme hazırlanması için görüşleri
sorulmuştur.983
Ancak Cemiyet’i yeniden eski gücüne döndürmek açısından birçok sorun
bulunmaktaydı. Birinci sorun elemandan kaynaklanıyordu. Bu dönemde mer
kezde son derece tecrübesiz bir kadro vardı. Her ne kadar İshak Sükûti ve
Abdullah Cevdet hem faaliyetlere katılmaya, hem de yazı göndermeye çahş-
maktaydılarsa da;996 bu durum, eskisi kadar rahat gerçekleştirilemiyordu.
Osmanh’mn yazı kadrosundaki isimlere baktığımızda; yazarların oldukça ikin
ci plânda kalan Jön Türkler olduğu görülüyor.997 Birçok kereler görülen yazı
361
İkinci büyük sıkıntı malî kaynakların yetersizliğinden doğuyordu. Mısırlı
Paşalardan sağlanan paralar,1001 eski yöneticilerin gönderdikleriyle birleştirili-
••r: fakat bununla gerekli finansman sağlanamıyordu. Durumun farkına va
ran Osmanlı yönetiminin de; görev alan eski yöneticilerin maaşlarım sık sık
kesmesi, vaziyeti büsbütün ağırlaştırıyordu.1002 Ayrıca; büyük ümit Damad
Mahmud Paşa, Hidiv’den her ay aldığı 800 liranın 25 lirasını düzenli olarak
Oemiyet’e vermeyi taahhüt etmekle birlikte;1003 bu sözünde tam olarak dur
maması önemli bir mesele yaratıyordu. Nitekim; Halil Muvaffak’m, İngilte
re'de tuttuğu Cemiyet hesaplarında örgütün 158.10 liralık varidatının; ancak,
20 lirasının Mahmud Paşa tarafından karşılandığı görülüyor.1044 Bu problemi
halletmek ise, çevrede ahlâksızlık olarak nitelendirilen girişimlerde bulunul
masını gerektiriyordu. Bunun için bir süredir konuşulan yeni bir gazete pro
jesi gündeme geldi ve Dolab adıyla bir mizah gazetesi çıkartıldı. Bu yeni ya
yın organı geniş ilgi toplamayı başardı.1003 Eski yöneticilerin de karıştığı1006
bu para sızdırma operasyonu sonucunda, gazete devredilerek az da olsa
bir kaynak temini cihetine gidildi.1007 Daha sonra da, çevredeki eleştirileri ön
leyebilmek için, gazetenin örgüt ile herhangi bir ilişkisinin bulunmadığı ilân
(1001) Mehmed Ali Paşa ve Mehmed İbrahim Beylerden alman bu paralar için
sırasıyla bkz. Eahem Ruhi-İshak Sükûti’ye, Cenevre, 14 Ağustos 1900,
A r k iv i Ç endror, 19/106-2//182/643 ve Hüseyin Tosun’dan-İshak Sükûti’
ye, Paris, 25 Haziran 1901, A r k iv i Ç en d ro r, 19/106-3//894/1019.
(1002) Bu tür kimselerin maaşlarının kesilmesi için bkz. B B A -B E O [H a riciye
R e ft , 185-5/41,1291, (22 Kânûn-i sânî 316)/121097 ve 1273, (24 Kânûn-i
sânî 316)/120896, B B A -îra d e -H u su sî, Safer 1319/no. 38-104
(1003) Celâleddin Ârif Bey’den-îshak Sükûti’ye, Cenevre, 26 Temmuz 1901, A r
k iv i Ç en d ro r . 19/106-7//166/1901-2055.
(1004) «Halil Muvaffak Bey’in Londra’daki Hesâbâtı,» A r k iv i Ç endror, \§ /Q 2 //
103/29. Arada gönderilen 15-20 lira arası meblâğlar için bkz. Nuri B ey’
den-İshak Sükûti’ye, Folkestone, 2 Teşrin-i sânî 900, A r k iv i Ç endror, 19/
106-5//407/1599 ve Londra, 1 Haziran 900, A r k iv i Ç en dror, 19/106-5//
138/1566 ve Londra, 22 Mayıs 900. A r k iv i Ç en d ro r, 19/106-5//158/1562.
(1005) Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti Folkestone Şu’besi’nden-Londra’da
Todoraki Efendi’ye, 7 Kânûn-i evvel 900, L ondra B ü yü k elçiliğ i A rşivi,
K.361(3).
(1006) Baron de Riehtofen’den-Paris Sefiri Münir B ey’e, 3/Geneve, 13 Aralık
1900, «L’espionnage ture â Geneve: Quelques Documents,» L a Silisse, 30
Mayıs 1902. 3e edition, da gazetenin basımında Abdullah Cevdet’in oyna
dığı rol anlatılmaktadır. Edhem Ruhi’nin ilişkisi için bkz. Antopulo Pa
şa’ya - Tahsin Bey’den, 21 Nisan 1901 tarihli şifre telgrafın lef fi. L ondra
B ü yü k elçiliğ i A rşivi, K.362(10),
(1007) Nuri B ey’den-İshak Sükûti’ye, Folkestone, 5 Mart 1901, A r k iv i Ç endror,
19/106-5.//274/1525: «...Esas mesele Dolab üzerine dönmeli Osmanlı mü
him bir para olmadıkça işin içine girmemeli...». Krş. Aynı şahıslar ara
sında, 12 Mart 1901, Londra, A r k iv i Ç en dror, 19/106-5//190/1521.
363
-=r>, daha da artmış ve iki ülke ilişkilerini bozabileceği İngilizlere ihtar edil
miştir.1014 Bunun üzerine İngiliz Polisi bir soruşturma başlatmış1015 ve liderler
Izerinde baskı yapmıştır.1016
1014) Mr. de Bunsen’e draft, 9/Foreign Office, 8 Ocak 1901, kendisi bu gazete
lerden dolayı İstanbul’daki çıkarlarının zedelenebileceği kanaatini belirt
mektedir. PR O /F .O . 78/5119.
(1015) «Memorandum for the Turkish Ambassador» P R O /F .O . 78/5140. Yazı 14
Ocak tarihlidir. Krş. Sir Thomas [Sanderson]’a iletilen 6 Mart 1901 ta
rihli not, P R O /F .O . 78/5140.
(1016) Edhem Ruhi’den-İshak Sükûti’ye, Folkestone, 3 Kânûn-i evvel 1900, A r
k iv i Ç en dror, 19/106-2//277/728: «...Sefaret dehşetli hakkımızda uğraşı
yor. Polis Nazırı evim ize geldi. Müdir-i mes’ul taleb etdiler. Bura m at
buat kanununca gazetede bir isim bulundurmak zarurî ve kanunîdir de
diler, pusulayı şaşırdık...». Krş. Nuri B ey’den-İshak Sükûti’ye, Folkesto
ne, 1 Kânûn-i sânî 1901, A r k iv i Ç en dror, 19/106-5/yi8/1548 ve Folkesto
ne, 4 Kânûn-i sânî 1901, A r k iv i Ç en dror, 19/106-5//23/1546. tarihli m ek
tuplar. İngiliz yöneticilerin haklarındaki fikirlerine örnek olarak bkz.
Francis J.S. Hopwood’dan-İçişleri’ne, 14 Mayıs 1901, P R O /F .O . 78/5141.
Belirtilm esi gereken bir husus, Kraliçe Victoria’nın ölümü nedeniyle Ce
m iyet’in KraPa gönderdiği taziyet mesajın (bkz. «Ziya’-ı Azîm,» O sm anlı,
no.77, 1 Şubat 1901-10 Şevval 1318, s. 1) ile buna verilen cevabın (bkz. H.
O. 9 Mart 1901, P R O /F .O . 78/5141) komite tarafından kendilerine veri
len bir prim olarak algılanm asıdır.. (Bkz. Nuri B ey’den-İshak Sükûti’ye,
Folkestone, 25 Kânûn-i sânî 1901, A r k iv i Ç endror, 19/106-5//22/1540)
«...Şim di İngiltere Kralına çekdiğimiz taziye telgrafına cevab aldık. A lı
nan cevaba çok memnun oldum. Bu telgrafnâme bizim içün -yâni Cemi
yet içün- bir nev’ pasaport demektir. Herhalde Hamid’i oldukça kuşkulan
dıracak birşey..». Bu arada İngiliz gazeteleri, Jön Türk lideri olarak ta
nımladıkları, İsmail Kemal B ey’in Kraliçe’nin ölümüne, kendi vatandaş
larından fazla üzüldüğünü belirtmektedirler. Bkz. «Sultan and Our Fri-
endship.» D a ily M ail, 14 Şubat 1901. İsmail Kemal Bey açıklamasına Os
manlIların bu üzüntüyü paylaştığını eklemektedir.
(1017) Bkz. «Fetva,» O sm anh, no.58, 15 Nisan 1900-15 Zilkade 1317, s. 1, «İsti’-
Iâm-ı Şer’i,» O sm an lı> no.66, 15 Ağustos 1900-18 Rebiy’ülâhîr 1318, s. 1.
(1018) K etebe-ül-fakîr-ül hakir m üftî-ül-m ü’minin Esseyid Şeyh Mehmed el-
merakeş, «İslama Tebşir,» O sm anh, nö.75, 1 Kânûn-i sânî 1901-9 Rama
zan 1318, s. 1.
(1019) Çevrede doğurduğu tartışmaya örnek olarak Cemiyet’e İsmail Hakkı B ey’
den, Girid-Kandiye, 7 Şevval 1318 tarihinde gönderilen bir mektup ay
365
Cemiyet, Yunanistan Şubesi yöneticisi Yaşar Bey aracılığıyla, sözkonusu
fetvaları içeren gazeteleri yurt içine göndermeye muvaffak olmuş, 1020 bölgede
Türkiye’de bir ihtilâl olduğu şeklinde yorumlanan1**21 bu eylem; doğurduğu
büyük tartışmalara karşılık; bir kısım tutuklamalar dışında bir sonuca ula
şamamıştır.1022
Aynı konudaki bir diğer ilânnâme de Mısır’da hazırlatılmış ve özellikle İm
paratorluğun Arap Vilâyetlerinde dağıtımı yapılmıştır.1023
Artık hiçbir gücü olmayan merkez; eski devlet adamı, yeni firarilerin fa
aliyetlerini izlemekten başka bir çaresi olmadığı kanaatine varmıştır. İshak
Sükûti «fevkâlâde umur-âşinâ ve cidden siyasî bir adam» olduğu kanaatine
vardığı İsmail Kemal Bey ile görüşmüş;1024 daha sonra da, onu Cemiyet lider
liğine geçirmeye çalışmıştır.10-"’ Ancak, İsmail Kemal’in hatıratından, kendi
sinin temel sorununun Osmaalı gazetesinin yayınından ziyade, Arnavutluk
otonomisi olduğu anlaşılıyor.'1028
Damad Mahmud Paşa da Fransa’ya gelince diplomatik temaslarda bulun
muştur. Oğulları da soruna benzer bir açıdan yaklaştıklarından, muhalifleri
nin çok eleştirdikleri :
366
« ...A b d ü lh a m id l i n i n n ezd in d e T ürkiye’nin hiçbir değ eri yoktur.
Türkler sessizlik içinde acı çekm ekten başka birşey yapam azlar.
..D olayısıyla, âlicenâb sadık, dostluklarına v e sözüne bağlı bir halkt
kendisine her gün baskı yapan, işkence eden Sultanın sapıklıkları ve
su çlan yü zü n d en itham e tm e y e h akkım ız yoktur. 1895-1896 büyük
E rm eni katliam larında eğer Sultan A bdü lh am id en haklı bir şekilde
bir öfke doğurm uşsa... hiçbir evren sel affı hakketm em ektedir...y>m 7
367'
Merkez yayın organında yayınlanan yeni bir programın firari devlet
adamlarına yakm kaynaklarca ortaya atılması, tıbbiyelilerin kendi çabaların
dan büsbütün ümidi kestiklerini gösteriyor. Bu program uslûbu, muhafaza
kâr yaklaşımı ve hattâ aşırı yönleriyle Murad Bey’in eski projelerini andır
acaktadır.1039
Merkeze yakın atılımlarla ortaya çıkan kimseler de; bu duruma güzel bir
örnek teşkil ederler. Bunlar içinde açık tavırlar ortaya koyanlar arasında,
kendilerine malzeme olarak Damad Mahmud Paşa’mn kaçışım alan Ali Nuri
Bey1040 ve hakkında en iyi yorumu bir Fransız diplomatının «fakat katıldığı
dava böyle bir avukattan hiçbirşey kazanamayacak»1041 diyerek yaptığı Alfred
Rüstem Bey1042 sayılabilir. Daha kapalı bir ilişki tesisine çalışan1043 Madrid
Sefiri İzzet Paşa’yı da buna eklersek; artık, okul kaçaklarından ziyade, sefa
ret mensubu muhafazakâr muhaliflerle karşı karşıya bulunduğumuzu belirt
mek gerekir.
Merkezin; özellikle gençlerden oluşan kanadının elinde ise, eski Cemiyetin
mührü ve resmî gazetesinden başka birşey kalmamıştır ki, bu güçsüzlükleri
1902 kongresinde ve onun sonrasında çok daha açık biçimde ortaya çıkacak
tır.
(1039) «Ivîekâtib: Saray Muhbir-i Mahsusumuzdan Aynen Mektub,» Osm anlı, no.
58, 15 Nisan 1900-15 Zilhicce 1317, ss. 3-4. Aynen verilmiştir. Bkz. B.
LXXXXI.
(1040) Kendisinin mizah dergisinde bu alandaki bir yazısı için bkz. «S. A. Damad
Mahmoud Paeha;* Daoul, no.2, 26 Ekim 1900-2 Receb 1318, s. 2. Sarayı en
dişeye düşüren ancak gerçekte tamamen blöf olan hareketleri için bkz.
B B A -Y /M ü te n e v v î ( G ün lü k ) M arûzat, 14 L 1318/no.ll61-7519, 24 M 1319/
no.207-1691. Buna karşılık diplomatik mehafilde gördüğü ilgi için bkz.
Von Büîow’a, Rotterdam, 14 Mayıs 1901 (pr. 17 Mayıs 1901 a.m), no.1310,
A.7326, Haag, 30 Mayıs 1901 (pr. 1 Haziran 1901 a.m), no.59, A.8167, Rot
terdam, 1 Haziran 1901 (pr. 5 Haziran 1901, a.m), nö.1456, A.8333, Rotter
dam, 2 Ağustos 1901 (pr.?), no.2030, A u sw d rtig e s A m t, 733/2, die J u n g tü r
ken, 198(Bd. 3-4). Avrupa basınında gördüğü ilgi için bkz. N ieu ve R o t-
terdam isch e C ourant, 26 Mayıs 1901. Hakkmdaki bir değerlendirme yazısı
için bkz. Şahin Alpay, «Siyonizmin Babası Theodor Herzl’e Filistin’i El
de Etmek İçin Abdülhamit’i Devirmeyi Öneren Bir Osmanlı Vikingi: Herr
Gustaf Noring ya da Ali Nuri Bey.» T arih v e T oplum , no.3, (Mart 1984),
ss. 70-73.
(1041) Delcasse’ye, Berne, 29 Mayıs 1901, A ffa ires etra n g eres-N o u velle S e rie -
T urquie, Vol. III (1899-1901), s. 238.
(1042) Kendisinin aniden bir yazıyla ortaya çıkışı için bkz. Alfred Rustem Bey,
«La Jeune Turauie,? L a G a zette de Lausanne, 25 Mayıs 1901.
(1043) Bkz. İzzet Paşa’dan-Londra’da tab’ olunan Osmanlı nâm Türkçe gazete
muharrirliğine, 21 Kânûn-i sânî 1901, A r k iv i Ç en dror, 19/93//588/6. Ken
disiyle yapılan muhaberat açısından krş. Nuri B ey’den-İshak Sükûti’ye,
25 Kânûn-i sânî 901, A r k iv i Ç endror, 19/106-5//59/1539. Paşa’nın duru
muna muhalefet gazetelerinin de işaret ettiklerini görüyoruz. Bkz. «A
Yıldız,» P ro A rm en ia, no.9, 25 Mart 1901', s. 71.
369
ra yardımı yapmaya başlamaları, bu çabalarının çok da boş kalmadığım gös
teriyor.1046
Fakat, belirttiğimiz eksiklik bu çabaların özellikle yurt içinde yaygın so
nuçlar verebilmesini önlüyordu; ki, bu da değişik bir ilişki ile çözümlendi.
Mısır’da Gazi Ahmed Muhtar Paşa’mn yaveri iken, muhalefete katılma
ya karar vererek;1047 Sancak adında, ilk sayısında îttihad ve Terakki ile ilgi
sinin bulunmadığını açıklayan bir gazete1048 yayınma başlayan Ahmed Saib
Bey; eski fiili lider ile temas kurmuş ve onun görüşleri çerçevesinde hareket
etmeyi kabul etmiştir.1049
Kendisinin, Mayıs ayında Ahmed Rıza ile yaptığı görüşmeden hemen son
ra; Saneak’m Ahmed Rıza Bey’in eski eserlerini tefrikaya başlaması;1050 eski
fiili liderin; bir anlamda, Türkçe bir gazeteye kavuşması anlamına gelmiş
tir.
371
«...A hrar-ı Osmaniye'nin m ü rem ic-i efkârıdır ifadesini v a z eyledik
ki bunun sebeblerin den biri d e kariben tezahür e d e cek d ir . . . » ms9
(1059) Ahmed Saib, «Enzâr-ı Dikkate,* Sancak, Aded. 36, 1 Teşrin-i sânî 1900-8
Receb 1318, s. 2.
373
resi kararları çerçevesinde tavizler vaadedilerek çözmeye çalışan1062 kimsele
re karşılık, yabancı müdahalesine karşı1068 ve benzeri çabaları milliyetçi bir
gözle eleştiren1034 fikirlere sahip olmalarından kaynaklanacaktır. Ki, 1902
kongresi ve sonrasında; onların da bu durumları açıkça ortaya çıkacaktır.
Paris merkezinin bu gelişiminin yamsıra; aynı yerde bulunan, fakat, Ah
med Rıza Bey ile ilişkilerini belli bir mesafede tutarak, daha ziyade eski
merkezle irtibat sağlamaya çalışan Jön Türkler ise, bu dönemi oldukça ha
reketsiz geçirmişlerdir. Kendilerinin hazırlayarak yurda göndermeye çalıştı
ğı beyannâmeler, diplomatik problemlere neden olmuş ve önlenmiştir.1063 On
lar ise 1901 Ekiminde Tahsil Cemiyeti admda paravan bir örgüt kurarak, fa
aliyetlerini basit düzeyde sürdürmek zorunda kalmışlardır.106®
375
V
604
Bu görüşleri tahlil edecek olursak; ilk olarak karşımıza; insanların kur
duğu toplumsal düzenin organisist bir dengesi olduğu fikri çıkıyor. İkinci ola
rak; bu dengenin belirli bir doğal çizgiyi izlediğidir. Üçüncü olarak ise; be
lirli durumlarda bu doğal çizgiyi geriye döndürmeye çalışan kimselerin orta
ya çıkabileceği gibi baht ya da talih gibi anlaşılmaz nedenler sözkonusu den
geyi bozabilirdi. Ancak, unutulmaması gereken; bunun, doğal olanın dışında
bir gelişme olmasıydı. İşte bu alanda gerçekleri görebilenlerin, ortaya bir
muhalefet koymaları gerekirdi. Bunun ise dayanacağı temeller; fizik kanun
ları derecesinde bir netlikle ifade olunabilirdi.
Mardin, Jön Türklerin bu noktada kendilerine «İçtimaî tabib» rolünü at
fettiklerine dikkat çekmektedir.8 Kendisinin belirttiği gibi; böyle bir düşün
ce tarzı aynı zamanda «statik, ‘katlı’ sosyal evrim fikrine yer vermeyen» bir
yaklaşımdır.9 Bunun yanında bu düşünce sistematiği ile, Türklerin neden as
ker olduklarını:
(8) Ş erif M ardin, Jön Türklerin..., s. 17. Şerafeddin M ağm um î’n in bu alandaki
ilginç b ir y orum u şeyledir: «Doktor, tab ib bir m illetin hekim i ve en âlim i
dir, s-. Bkz. Başlangıç, s. 80.
(9) İbid. s. 17.
(10) «Askersiz, Donanmasız,® Osmanlı, no.113, 1 T eşrin-i evvel 1902, s. 2.
(10) A hm ed Rıza, Lâyiha, s. 9.
(12) A hm ed L ûtfullah-M ehm ed S abahaddin, «Umum Osmanlı V atandaşlarım ı
za,» Osmanlı, no.Sl, s. 4. '
607
Bir Siyasal Örgüt Olarak
OSMANLI İTTİHAD VE
TERAKKİ CEMİYETİ VE
JÖN TÜRKLÜK (3889-3902)
M.SÜKRÜ HANİOGLU
Müslümanlar!
Dinimizce A bdülham id pâdişâh ve halife değildir.
İnanm ayanlar kitab ve sünnete baksunlar. Cemiye
timiz âyetlerle, hadislerle hakkın, peygamberin hü
küm ete, ahaliye olan emirlerini gösterdi, A bdülha
mid bundan yüz çevirdi ezâlim olduğunu, A llah’a
karşı gelmekden çekinmediğini isbat etdi. Bunun üze
rine halkımız silaha sarılacakdı, sarılmadı kendisinin
de A bdülham id gibi ezâlim olduğunu ortaya koydu.
İletişim : 52
Bir Siyasal Ö rgüt O larak
OSMANLI ÎTTİHAD VE
TERAKKİ CEMİYETİ VE
JÖN TÜRKLÜK (1889-1902)
M.SÜKRÜ HANİOGLU
Müslümanlar!
Dinimizce Abdülham id pâdişâh ve halife değildir.
İnanm ayanlar kitab ve sünnete baksunlar. Cemiye
timiz âyetlerle, hadislerle hakkın, peygamberin hü
kümete, ahaliye olan emirlerini gösterdi, A bdülha
mid bundan yüz çevirdi ezâlim olduğunu, A llah’a
karşı gelmekden çekinmediğini isbat etdi. Bunun üze
rine halkımız silaha sarılacakdı, sarılmadı kendisinin
de Abdülham id gibi ezâlim olduğunu ortaya koydu.
İle tiş im : 52