You are on page 1of 28

ATSIZ

MECMUA
Yarım
asırdan beri
ATSIZ MECMUA
İşçisi H er a y ın o n b e ş in d e ç ık a r

Sermayesi
Türkçülük ve Köycülük
Müstahdimi
Müstehliki Mefkuresi etrafında birleşenlerin
T ürk olan ve mecmuasıdır.
bütün manasiyle
Yerli Malı olan Onu O kuyunuz
ve O kutunuz
PERTEV MÜSTAHZARATI
Avrupa müstahzara tiyle cidden reka­ Elalı 15, yıllık abonesi 180 kuruştur.
bet kabul etmez bir nefaset ve ehve-
niyettedir.
Bazı müstahzaratı: Eski sayılarımızı:
Krem (yağlı ve yağsız), briyantin, Ankara caddesinde Orhan Bey hanı
Pudra, Ruj, esans, losyon, ve saire zemin katında, Umum gazeteler ve mec­
ve saire... mualar müteahhitliğinde bulabilirsiniz.

VATANDAŞ:

II BÜTÜN İHTİYAÇLARINI
ucuz BİR SURETTE TEMİN EDECEĞİN
SAĞLAM VE

MAĞAZA

YERLİ MALLAR
PAZARI dır.
Hereke, Beykoz, Feshane, Bakırköy ve diğer Millî
!i ' \
fabrikaların mamulatını bu müessese de bulacaksın.
Kostümlük kumaşların envai, en nefis ipekliler, sağlam ve zarif kundu­
ralar, her çeşit seyahat levazımı, halis yün battaniyeler, hazır elbiseler, ipek
kravatlar ve saire....
İstanbul, Bahçekapı birinci vakıf han. Beyoğlu, İstiklâl caddesi
r— ------
Adres
ATSIZ f
Abone şartlan
*\

I
Türkiye için
Ankara caddesi, 27 No. j Ydİığı 180 kuruş
birinci ini hususi daire j Altı aylığı 9t) t
M E C M U A Yabancı memleketler için
Yillığı 1 dolar

Sayı: 1 Aylık Fikir Mecmuası 15 Mayıs 1931

ÇİN A R ALTI

Bilmem kaç sene oldu, Istanbulda, beynelmilel ahlâklarına göre kıymet bi­
hayat mücadelesinin heyecanlı gürültü­ çerdi. Camilerimizin kubbeleriyle mina­
lerinden, ferdî ihtilâtlann bitmez tüken­ relerini, evlerimizin saçaklarıyla cumba­
mez dedikodularından bıkmıştım. Ruhu­ larım, çeşmelerimizin çinileriyle kitabe­
mu dinlendirecek bir istirahat köşesi, lerini anlatmaya doymazdı.
kalbime teselli verecek bir gönül arka­ Halk dilinin güzelliğine, halk masal­
daşı anyordum. Aradım, aradım; nihayet, larının inceliğine, halk şiiriyle musikisi­
yeşil çamlar arasında bir istiğrak yurdu: nin rübabîliğine âşıktı. Halkın düşünüş-
bir “Çmaralh” buldum. Burası iş dün­ süz felsefesine, halkın tefahürsüz kahra­
yasının zihin yorucu uğultularından uzaktı. manlığına, halkın sekinetli vecdine hay­
Buraya, cihanın gürültüsünden kaçan randı. Gâh bunlardan dem vurur, gâh
tek tük münzevilerden başka kimse uğ­ tarihimizin şanlı maceralarım naklederdi*
ramazdı. Bu münzeviler uğrağında, be­ Çocukların, kadınların, ümmilerin açık,
nim gibi huzura, feragate muhtaç bir güzel, doğru türkçesiyle söyler, söylerdi.
ruha rasgeldim. Bununla arkadaş oldum. Ben, bu tatlı sözleri cennetten gelen
Bu arkadaş bana hiç nefretlerden bah­ sesler gibi dinlerdim. Mefkûreler âlemine
setmezdi; yalnız sevgilerini anlatırdı. Bana yükselerek, ruhanî bir inşirah içinde ya­
hiç çirkinlikleri, fenalıkları göstermezdi. şardım.
Her şeyde benim henüz Bezemediğim giz­ Şimdi, belki bu Çınaraltının nerede
li güzellikleri, meçhul iyilikleri meydana olduğunu, bu gönül arkadaşının kim ol­
çıkarırdı. Azacık ye si olsa bile gizlerdi. duğunu soracaksınız. Söyleyim: Çınaraltı,
Ben onu daima ümitvar görürdüm. Aza- «•Yeni Mecmua» atlı bir haftalıktı; gönül
cık bedbinliği olsa bile saklardı; ben onu arkadaşım da bu mecmuanın ferdî ihti­
her sabah daha nikbin bulurdum. Sev­ raslardan nezih olan ruhu idi.
diği güzellikler, ekseriyetle vatanımızın Bugün de şu mecmuacığm küçük
güzellikleriydi. Yabancılara mensup be- yapraklan altında, bir sükûn yuvası yap­
dialardan ancak blrûnl (exotique) bir mak istiyoruz. Bilmem, muvaffak olabi­
zevkle hoşlanırdı. Tebcil ettiği iyilikler, lecek miyiz ? ..
bilhassa milletimizin faziletleriydi. Ecne­ « 1 3 3 8 : K ü ç ü k M ecm ua: sa y ı: 1; D iy a r b e k ir »
bilere ait meziyetlere de, sahiplerinin G ök A lp
Sayfa: .2 ATSIZ MECMUA Sayı: 1

Bir kuş bakışı


Büyük harp, milletlerin iktisadi men­ kün, asırlardan beri, canı istedikçe kurup,
faatlerinden doğan ve bu menfaatlerin ih­ kendinden geçtikçe yıktığı imperatorluk-
tirası ile yaşıyan kanlı bir tarih sahnesi lardan birini daha devirdi. Bütün bunlara
oldu. Dünya medeniyetini temsil eden bü­ rağmen daha son facianın dekorlarım kal­
yük sanayi milletleri bu haileyi dört yıl dırmaya, sahne levazımını yerli yerine koy­
oynadılar. Bu haileyi hazırlıyan ve yaşatan mağa, bir cümle ile, yabancı topraklara
milletler dört yıl kendi benliklerinden gömdüğümüz yavrularımızın hesabım çıkar­
geçerek daha kanlı vasıtalar ve daha canlı maya vakit kalmadan canevimize taarruz
vak'alarla sahnenin renk ve hareketini te­ edildi.
ndim çalıştılar. İngiliz sermaye ve siyasetinin elinde
Nihayet her fevkalbeşer cehtin sonun­ ücretli bir tabur askerden farkı olmıyan
da olduğu gibi sinirlerinin kuvveti tükendi. bir millet, kuduz bir ihtiras ile Anadolu-
Her millet bitik bir halde gevşedi. ya saldırdı. Medenî Avrupa?., esirlerini
Büyük harp, birkaç imparatorluğu yı­ hayvanlara parçalatırken seyreden bir Ro­
karak tarihe birkaç yeni millet ve hükü­ malı zevkiyle bizi seyre daldı. Herşeyimiz
met hediye etti. Tarihin eski esirleri olan kayboldu sanıyorlardı. Hatta biz de ken­
şarklılar, yalınız efendisini değiştiren dimizi tanımıyor, halkımızın tarihî asa­
uşaklar gibi kaldılar. Mağlûp milletlerin letini tnımıyor, böyle sanıyorduk.
hepirinde idare rejimi değişti. Cemiyetlerin İzmire medeniyeti temsil eden sözde
ahlâk telekkileri, İçtimaî fikirler ve mües­ büyük milletlerin teminatı ile çıkan Yunan
seseler büyük istihalelere uğradı. Her tarafta askerleri ne olduklarını daha kordonda
bir harp düşmanlığı dile geldi. Yeniyeni gösterdiler. Aynı asker yeni bir hile ile
tarikatlar, meslekler, mefkûreler belirdi. Ayvalık sahillerine ayak basmak isterken
Biz de bu hailenin en kanlı sahnelerine henüz kam yabancı propagandaların zehi-
iştirak etmiş, hatta Çanakkalede ateş ve riyle uyuşmamış olan bir alay kumandaı
demir tufanlarına karşı nasıl yılmadan ilk ateşi açtı. Bu ateşi Aydm ve Akhisar-
göğüs gereceğimizi göstermiştik. Onun da Türk köylüsünün açtığı ateşler takip
içindir ki harp en çok bizi yormuş, ordu­ etti. Türkün istiklâl harbi Ayvalık ve A y­
dan seçilip gönderilen kurbanlık yiğitleri­ dında tutuştu. Sivasta düşündü. Ankarada
mizi yok etmiştir. irade ve iş haline geçti. Nihayet Dumlu-
Her milletten daha çok yıpranmış, her pmarda muzeffer oldu.
milletten daha çok aç kalmış, her millet­ Son eserimizin müspet hakikati karşı­
ten daha çok varımızı yoğumuzu vermiştik. sında anlıyoruz ki faciaları kanıyla boyıyan
Peygamberimizin mezarını korumak için Türk, her şeye rağmen türklüğünü kayb­
hilkattenberi susuz kalmış kızgın çöllere etmemiş, ruhundan ve ebediliğinden bir-
Türk kanını içirmiş, bir dost imparatorluk şey sarfetmemişti.
uğurna Galiçya dağlarındaki karları kanı­ Büyük harbi kazanan kumarbazlar
mızın ateşiyle eritmiş, yanlış hesaplı bir yeni yeni müstemlikeler arıyor ve kâğıt
taarruz yolunda binlerce kardeşimizi Kaf­ üzerinde paylaştıkları Anadolumuzu mâle-
kas yaylasına gömmüş, eksik irtibatlı bir dinmeğe çalışıyorlardı. Onlara satılık bir
sevkuidare yüzünden Dicle gurupunu İngi- millet olmadığımızı anlattık. Harp vesaiti
lizlere esir ettirmiştik. Bu büyük haile Tür­ şekline sokarak gönderdikleri sermayeyi
Sayı: 1 ATSIZ MECMUA Sayfa: 3
ammaSi 8 ■ ı ssss s

Anadolu topraklarına maden yaptık. Yıl­ Türk köylüsünün damarlarım bir Terkos
lardır bakımsız kalan vatan tarlaları ku­ çeşmesi gibi akıtmaktan ve Türk köylü­
duz bir sfirflnfin cesetleri ile gübrelendi. sünün kesesini yabancı kasalara boşalt­
Herşeye ve her şeye rağmen ölmez bir maktan çekinmeliyiz. Hergün yeni yeni
millet olduğumuzu 20 nci asır tarihlerine müstemlikeler ve esirler ariyan KIZIL,-
de yazdırdık. BEYAZ, SİYAH EMPERYALİSTLER kar­
Bu son hayat hamlesi bize yeniden şısında İçtimaî uzviyetimizle İktisadî mev­
birçok şey kaybettirdi. Asırlardanberi cudiyetimizi kuvvetlendirmeğe ve bunların
sonsuz bir kaynak gibi . israf ettiğimiz en sağlam temeli olan Türk köylüsünü
Türk kanı biraz daha aktı içinde sefil ya­ ve işçisini yükseletmeğe memur ve mec­
şadığımız harabeler arttı. Çok şey kay­ buruz.
bettik. Fakat İstiklâlimizi kazandık.
Anadolu asırlardır refah yüzü görmi-
Yery&zündeki bütün mukaddes şey­
yen bir harabedir. Bu harabeler de sefa­
leri kasalarına tıktığını zanneden patron
lete eş, hastalıklara kardeş olan ve en
ruhlu milletlerin İktisadî felsefesi, dünyaya
iptidaî şartlar ve vasıtalar içinde çalışan
hür yaşamak için gelen Türkün imanlı
hamlesi karşısında geri döndü. köylüdür.
S erm a ye im a n e m a ğ lu p o ld u M efku re
Anadoludaki İçtimaî kesafeti arttır­
m e n fa a tıb o ğ d u . Müstemlike ihtirasının hakkı mak, damarlarımıza alnının terini ve
vatan ve istiklâl aşkının kudreti ve ateşi midemize emeğinin ekmeğini ' veren köy­
karşısında eridi. Mazlum zalimi yendi. lümüzün iztırabma katışmak borcumuz.
Bu itibarla 20 nci asır filozoflarına, Onunla bir olmak, onunla bir yaşamak
iktisat ve içtimaiyat âlimlerine ve nihayet onunla beraber gülmek ve ağlamak ve
büyük ordular erkânıharplerine, tetkik nihayet onunla beraber ölmek vazifemiz­
olunacak yeni bir mevzu ve yeni bir örnek dir. Demokrasiye inanıyor ve Cumhuriye­
verdik. Ellerindeki kitaplara, kaidelere ve timizi yvkseltmek istiyorsak halkımıza
beyinlerindeki sistemlere uymıyan bir millet tapalım ve dediklerimizi yapalım.
olduğumuzu gösterdik. Yalınız bunlarla da İşte bu mecmua halkın içine girecek
kalmadık. onun iztırabma ve sefaletine katışarak,
Türk tarihi son asırlarda öksüz ve köylümüzü ve köylerimizi kurtarmaya ve
mütehassir kaldığı bir Türk Dahisine ka­ yükseltmeğe çalışacak gençlerin mecmuası
vuştu ve onu ölmez bir “şaheser» olarak olacaktır. Turancılıktan Anadoluculuğa ve
sinesine aldı. Türkün Tunç iradesini tem- Marksizmden Faşizme kadar hangi içtima!
eden bir deha doğdu. Gabin ilim metotları akideye temayül edersek edelim, üzerinde
Türk kafasına girerse ne harikalar doğaca- çalışılacak bir saha vardır: Anadolu. Yük­
cağını bütün dünya öğrendi. Fakat artık selmesi artması ve kuvetlenmesi lâzımgelen
irademizin kudretinden emin olarak kendi bir kütle vardır. Türk köyü ve Türk
içimize ve işimize bakmaya mecburuz. Artık köylüsü.
Boz kurt
Sayfa: 4 ATSIZ MECMUA Sayı: 1

*Türk destanının tasnifi


Millî destanlar, tarihî vak’alan tasvir­ 2) Kendisinde hakiki destanq)ık (Epik)
den ziyade milletin yüksek millî duygu­ tekâmül edene kadar bu millet, ciddi me­
larım in’ikâs ettiren, - tamamile ve yahut denî tesire kapılmamış olduğu bir devirde
azçok tarihe müstenit bir ideal âlemi gös­ kendisinin bütün kısımlarını alâkadar eden
teren halk edebiyatı eserlerinden ibarettir. büyük tarihî maceralar; ahlâkî, fikrî mü
Millî destanlar ( epopee ) meselesini ciddî cadele sarsıntıları geçirmiş olmalıdır ki
surette tetkik [edenler fransız ( Roland) , onun evvelce husule getirmiş olduğu des­
alman (Nibelungen Lied), rus ve hintlilerin tan parçalan bu son büyük vakayün hatı­
destanlanndan ziyade Eski Yunan (Odys- ratı etrafına toplanmaya başlasın .
sâe ve İliade), İran (Şehname), En (kale- 3 ) Millette destancılık (Epik)m tam
vala), Türk - kırğız (Manas) destanlarını inkişaf ettiği bu sırada bu vakayi dolayı­
esas edinmişlerdir. Çünkü bu sonuncular sıyla büyük bir medenî hareket vâki olmalı
destanların en epik olanlarıdır. Bu yoldaki ki bununla cemiyetin bir kısmı evvelce
tetkiklerden alman âlimlerinden Niese'nin tasavvur olunmıyan medenî seviyeye bir­
yunan destanlarına, Steinthal’in finlere, den yükselmiş olsun ve o devirde münev­
Radloffun Türklere ve bu yıl ölen Th. ver bir halk şairi, lâvhalan miUet efradı­
Nöldeke’nin de İran destanlarına ait eser­ nın zihinlerinde temerküz etmekte ve bir
lerini nazarda bulunduruyorum. Bunların kül şeklini almaya temayül göstermekte
tetkik ettikleri destanlar (Türk müstesna) olan millî destanı muayyen bir plân dahi­
mezkûr kavunlarda millî vahdetin idrak linde tertip ve tanzim edip [ona yazdı ,
edildiği bir devirde bir millî şair tarafın­ muayyen bir şekil versin.
dan tanzim edilip tam ve muayyen bir İşte Homer, Firdevsî ve Lönnort ancak
kül şeklini almış olan eserlerdir. Homer, bu yeni büyük millî kültür hareketinin
Firdevsî, Finli Lönnort zamanının münev­ doğurduğu şahsiyetlerdir. Bunlar yazıp te­
ver adamları olmakla beraber asırlarının yit ettikleri destanların mucidi değil, belki
ileri gelen millî halk şairleri idiler. Des­ evvelce dağınık kalan halk edebiyatı,
tanların bu zikrolunan üç millette görülen destan parçalarının bu vekayi, millî birlik
mükemmel ve muayyen şekli umumiyette duygusunun inkişaf ve medeniyet dolayı­
bu gibi destanların teşekkülünde geçirilmesi sıyla hasd olan merkezleşmek temayülü­
icap eden tekâmül safhalarının mahsu­ nün kuvveden fiile çıkmasında bir vasıta­
lüdür. dırlar.
Destancılık tab’ma malik olan bütün
1) Destan tertibine tab'an mütemayil
olan bir millet muhtelif devirlerde ve mUletlerde geçirdikleri, büyük vâkıalar,
halk şairleri tarafından destan parçalan
yahut o milletin daha birleşmiş olmıyan
şeklini alıyorsa da bütün bu parçaların
muhtelif kısımları uzun zaman zihinleri
muntazam millî destan şeklinde toplanma­
işgal eden vakıalar, maceralı dahilî hayat sına uygun şerait ancak müstesna millet­
geçiliyor. Yahut heyecan verici bir dinî lere nasip oluyor.
ve fikrî hayat an’anelerine malik oluyor. Bazdan ikinci devreye girmeden me­
Bütün bunlar da o cemiyetin halk şairleri deniyet tesirine kapılarak ilk devrede-
(M Aöde„ler) tarafından büyük ve yahut husule getirdikleri muhtelif destan parça-
ufak destan eczası (Episode lieder) şeklî lannı azçok yaşatabiliyorlar (Ruslar gibi)
verilerek söyleniyor. ve yahut umumiyetle destanların yaşama­
Sayı: 1 ATSIZ MECMUA Sayla: 5
sına uygun şeraiti kaybedip unutuyurlari İran destanı şarkî İranda tanzim edildi.
Diğerleri ancak ikinci devrede kalıyor ve Firdevsîden evvel orada bu işle Ebû Mü*-
üçüncü devreye geçemediğinden toplanmak eyyed el Belhî, Ebû Ali el Belhı, Ebû Man-
temayülünü gösteren destan parçalan sûr ve Daqîqî gibi İran milliyetperverleri
tamamÜe toplanarak muntazam, mükem­ meşgul oldular. Firdevsî onlardan istifade
mel bir millî destan şeklini alamıyor. Kır­ etti. Hatta “Daqîqî„ nin yazdıklarını ismi­
gız Türkleri Radloff’a göre işte bu ikinci ni tasrihle tamamen nakledip destana
devrededir. Bunlar Radloffun zamanında bildiğimiz şeklini verdi, ve haklı olarak ta
“işte Acem milletini farshk esasında di­
(1865) hakiki epik devrini geçiriyorlardı.
Hatta destan parçaları muyyen bir mihver rilttim,, diye bağırabildi. Bu gurur Sâsânî
İran siyasî hakimiyetini diriltmek ümitle­
etrafına toplanmış bulunuyordu. O, Kırgız rinden uzaktı. Araplarla alay etmekle
" Manasçı,, larını Yunan aöde’lerine muka­ beraber destanın sonu matem şeklinde­
bil tuttuğu halde Kazak - Kurguları ha­ dir. Bu destan tranm eski mefâhirini soy
kiki epik devrine girmeden medeniyet lemiş ve İram medenî bir kül olarak gös
tesirine kapılmış bir kavım sayıyor, ve terebilmiştir.
onlarda destan parçalan soyliyen “Âkın,, uKalevala„ ya gelince, Steinthal’a
lan Rapsode tesmiye ediyor. Fakat bizim göre 1832 yılında Lönnort bu destanı
bildiğimize göre Türkler bu ikinci devreyi meydana koyuncaya kadar Finlerde böy­
birkaç defa geçirmişlerdir. Yalnız Kırgız­ le bir destan kül olarak meydanda yok
ların değil bütün Türk milletinin mefkû- idiyse de milletin ruhunda yaşıyordu. Halk
resini ve düşüncelerini bir yere toplıyan destancı şairleri, bu destanın esasen bir
destanlar bütün Türk milletini birleştiren olduğunu duymakla beraber ancak ayn
Oğuz ( = Hun, Kun) ve Çingiz vekayii- ayrı parçalarını biliyorlardı. Lönnort on­
gibi hâdiseler dolayısıyla husule gelmiş, ları halktan öğrenerek anladığı veçhile
toplayıp birleştirdi. Eserde dağınık levha­
fakat üçüncü devreye giremiyip büyük bir
ların raptı ancak Lönnort’a ilham edilen
millî halk şairi tarafından tespit edilerek bir keyfiyettir. Lönnort bu işi pek kolay­
muntazam mili! destan şeklini alamamış
lıkla yapmış değildir. Hatta diyorlar ki
vejüful edip gitmiştir. Bizde bu büyük des­ eğer Lönnort eserin yarışım yazıp tespit
tanların ancak enkazı vardır.
etmemiş obaydı destanın bütününü vere­
Üçüncü devirde hakiki ve millî destan mezdi. Gerek Homerin, gerek Firdevsî
teşkilinin en güzel misalleri İran Şehnâ- ve Lönnort’un zemanında mensup oldukları
mesiyle Fin kalevala’sıdır. Bunlar da bir­ milletin birliğini ve mazisini anlayış husu­
den vücude gelmiş değildir. Sâsânî Devle­ siyeti hakkında bütün cemiyet efradında
tinin başına gelen ve onu inkıraza uğratan umumî kanaat vardı.
vekayi İran millî ruhunu öldüremedi. O ruh Bizdeki eski büyük destanların enkazı
İslâmiyet unvanı altında yaşadı. Horasan­ yeni baştan mükemmel bir destan şekline
da yerli İranlı ve Türk sülâlelerinin, Sa- gelebilmek için kâfi mevat teşkil edebi­
mânî ve Gaznevîler devletinin teşekkülü liyor mu? Bizim geçirdiğimiz ve bugün
İran milliyetperverlerine çok ümitler ve geçirmekte olduğumuz sarsıntılar eksik
ilhamlar verdi. Bunun ne derecede kyvvtli değil» Gerek garp (Türkiye ve Azerbay­
olduğunu biz yalnız Şehnameden değil oza- can) Türklerinde ve gerek orta (Türkis­
mana ait kayıtlardan da anbyabiliyoruz* tan) Türklerde muayyen bir kültür sevi­
Ezcümle Fırdevsînin muasırı olan El-Bîrûni, yesine inkılâp suretiyle yükseliş ve do­
layısıyla geçirilen derin buhranlar ve izb-
zamanındaki münevverlerin Arap diline
raplar meydandadır. Fakat o eski destan
istihza nazarıyla baktıklarından, farisîye enkazı bir millî şair taralından işlenerek
temayüllerinden şikâyet ediyor. Bunun ihya edilip yeni, muayyen ve mükemmel
dediğine göre Sultan Mahmûd Gaznevî bir şekil alabilir mi? Destan zamanı geç­
bunlardan birsisiydi. Zaten Sâmânîler ve miş değil midir? Bu meselelere ilerki ma­
Gaznevîler devrinde husule gelen acemce kalelerimizde cevap vermeğe çalışacağız.
•debî, dinî, tarihî eserler bunun şahididir. Prof. Ahmet-Zeki Valfdf
Sayfa: 6 ATSIZ MECMUA Sayı: 1

Türkler hangi ırktandır?


Son zamanlarda bazı gazete ve mec­ lerin ise medenî olduğu hakkındaki eski­
mualarda, Türklerin mensup olduğu ırk miş telekkiler buna sebep oldu. Bu telek-
hakkında bazı yazılar çıktı. Bunların hü­ ki bazan okadar garip şekiller aldı ki,
lâsası şudur: Kürtler hakkında bir seri makale neşre­
w Türkier Sarı Moğol ırkından değil, den bir zat, kendisine göre saydığı bir
beyaz ayran! ırkındandır. „ takım delillerden sonra MKürtlerin de
İlim yolu ile söylenmek istenen ve Türlder gibi Aryan! ve Türk cinsinden
fakat objektif esaslara istinat etmiyen olduğunu» ilân etti.
bu hükümler hakkında düşündüklerimizi Bu mes’eleyi yalnız hissi düşüncele­
ve bugün bilinen şeyleri söylemek is­ rin mahsulü de telekki edemeyiz. Vahşi
tiyoruz: Moğollarla akraba olmamak için, Turan-
1 — Bugün insan zümreleri artık lılık inkâr ediliyorsa, Çingenelerin de
renklere göre değil, dillere göre tasnif mensup olduğu Aryan! ırkına girmek his­
olunuyor. Eskiden beyaz ırk namı altında lerimizi daha çok incitmez mi?..
toplanan Aryanîlerle Sâmîlerin , birbirin­ Moğol, ne kadar medeniyetsiz ve
den çok uzak olduğu, keza eskiden san barbar olursa olsun, hiç olmazsa hakiki
ırktan sayılan Türk ve Moğollarla Çinli- bir askerin meziyetlerine maliktir. Halbu
erin hiç bir ırkî yakınlığı olmadığı artık ki, Türk — Moğol akrabalığı bugün ilmi
bugün herkes tarafından kabul edilmiştir. bir hakikattir. Bunların tarihleri ve kan­
2 — Eskiden Türkier, sarı ırkın U- lan okadar birbirine kanşmıştır ki, ayrı
ral — Altay zümresinden sayılır ve bu ayrı tetkik edilmelerine imkân yoktur.
zümreye, Türkier, Moğollar, Tonguzlar. Aynı adı taşıyan bir kabilenin yansı
Finler ve Macarlar sokulurdu. Bugün Fin Türkçe, yansı Moğolca konuşuyor. Hatta
ve Macarlann yakın akrabalığı isbat olun­ bazan tarihin bir devresinde Türkçe ko­
muş ve hatta Fin, Eston, ve Macarlardan nuştuğu halde bir zaman sonra Moğolca
mürekkep bir Fin — Ogur zümresi teşek­ konuşan ve yahut her iki dili birden kul­
kül etmişse de Türk, Moğol ve Tonguzla- lanan kabileler görüyoruz. Netekim, Çin-
nn bunlarla akrabalığı ispat olunamamıştır* giz Han Moğollaşmış bir Türktü. Aksak
3— Diğer taraftan Türklerle Moğolla­ Temür ise, Türkleşmiş bir Moğoldu.
rın bir asıldan geldiği kat’î surette isbat *
* *
olunmuş ve Tonguzlann bu zümreye ilti­ Tarih tetkikatı ilerledikçe, Türklerin
hâkı için, muvaffakiyetli mesaiye başlan­ ve Moğolların barbarlığı hakkındaki te-
mıştır. Hatta şimdiye kadar sadece Türk lekkilerin çok mübaleğalı olduğu meydana
sayılan Çuvaşların da Türklükle Moğolluk çıkıyor. Bunlann yaptıkları fütuhatın da
arasmda olduğu anlaşılmıştır. büyük medeni neticeleri olduğu anlaşılı­
4 — Türkier ve Moğollarla Aryanıler yor.
arasmda ise şimdiye kadar |ıiç bir yakınlık Türklerin Aryan! sayılması neticesin­
gösterilmemiş v isbata kalkışılmamıştır. de meydana çıkan telekkilerden biri de
*** Hititlerin Türk olmasıdır. Bunu ileri sü­
Türklerin Aryan! ırkından olduğu ren nazariyeciler, Türklerin Anadoludaki
hakkındaki yanlış düşüncelerin niçin eskiliklerini isbat etmek ve bir veraset
kabul edilmek istendiğini bilmiyoruz. Sanı­ hakkı bulmak istiyorlar. Şüphesiz hissi
rız ki, Moğolların vahşi ve barbar, Aryanî- cihetten bunu hepimiz isteriz. Fakat orta-
Sayı: 1 ATSIZ MECMUA' Sayfa; 7
daki hakikat şudur: Hititlerin âbideleri Türk tarihi ile yakından ve derinden alâ­
okunmuş re bunların» Türk değil, Aryam kadar olmıyan kardeşlerimizin fikirlerini
oldukları anlaşılmıştır. Hititiere intisap bulandırır. Mazimize karşı, itimat hislerini
için Aryaniliği kabul ise, bizim için çok azaltır. Mevcut hakikatlere de şüphe ile
tehlikeli bir yoldur. Bir defa ırkımızın bakmasına sebep olur. Bunun için Türk
antropolojik hususiyetleri hiç te Aryanî- yavrularına gayet açık olarak söylemeliyiz
lere uymaz. Hatta bizim antropolojik ki: “Senin ataların çorak topraklarda, sert
hususiyetlerimizi inkâr ederek Anadolu iklimlerde ve kalabalık milletlerin arasında
Türkünü eski Yunanlıların bekayası diye yaşadığı için, mükemmel asker olmuş ve
göstermek istiyenlere faydalı bir zemin ömrü tabiatla ve milletlerle savaşarak geç­
hazırlamış oluruz. Bugünün ilmi hakikat­ miştir. Buna rağmen fırsat bulduğu zaman,
lerine dayanarak, düşüncelerimizi şöyle yüksek medeniyetler kurabilmiştir. Fakat
hulâsa edebiliriz: askerlikte kazandığı yüksekliği, henüz me­
Türkler için yabancı kavmlarm me­ deniyet sahasında göstermeğe vakti olma­
deniyetine sahip çıkmaya lüzum yoktur. mıştır.,,
Biz, bizzat kendi yarattığımız medeniyeti Bu halde, bizim anamız olan ırkın adı
tamamen meydana çıkarabilirsek vazife­ nedir?.. Buna Altay veya Turan ırkı di­
mizi yapmış oluruz. yorlar. Biz bu ana ırktan türiyen ve sonra
Bugün medeni bir millet olarak yaşa­ onun ayrıldığı şubelerden birini teşkil eden
mak için, Isadatı önceki asırlarda bir me­ bir koluz. Aryan! olmadığımız ise, şarkı-
deniyet'yaratmış olmaya lüzum yoktur. Türkistanda bulunan resimler ve elde edi­
Netekim, bugünkü Avrupa milletlerinin len Türk heykelleri ile de meydana
hiç biri böyle eski bir medeniyete sahip çıkmıştır. Bu resimlerden mühim bir kıs­
değillerdi. Garbın medeniyette şarka üs­ mı Alman âlimleri tarafından neşredilmiş­
tün gelmesi 16 acı asırda başlamıştır. Eğer tir. Onlarda, Türk, Çinli, İranlı ve Hintli
bilmediğimiz vesika ve deliller mevcut da simaları gayet karakteristik bir surette
bunlara müstenit yeni ve original bir tez birbirinden ayrıdır. Bu mukayese de Arya­
müdafaa edilmek isteniyorsa, şüphesiz bu­ nı olmadığımıza son ve müsbet bir delil
nun da yeri gazete sütunları değiUK teşkil eder.
Böyle yazılar gençlerimizin ve henüz H. Nihâi
Sayfa: 8 ' ATSIZ MECMUA Sayı: 1
StyaUBk

Soviyet ülkelerinde yaşıyan Türk kavunlarına dair


istatistik malûn ât

Rusya Sovyetler ittihadı cumhuriyetin­ şaman dinindedirler.


de 1926 yılında umumî nufus tahriri yapıl­ 5 — Teleutlar: Telengitlerin bir ka­
mıştı. Bunun neticeleri 1927 denberi “Sov- bilesidir. Oyrat muhtar ülkesinde ve kıs­
yefler ittihadı merkez istatistik müdürlüğü» men Koznitsk havalisinde bulunurlar. Nü­
tarafından neşrolunmaya başladı. Bu eser­ fusları 1,898 kişi olup şaman dinindedir­
lerden Türk kavımlanne ve Türk ülkeleri­ ler.
ne dair malumatı ihtiva eden 4, 5, 7, 8, 6 — Nogaylar: Kırım Türklerinin bir
15, 21, 22 nci ciltler neşrolunmuştur. Bun­ kısmıdır. Büyük bir kısmı Kafkasyadadır.
lardan başka “istatistik komisyonu mesa­ Nüfusları 36,244 kişi olup islâmdırlar.
ileri» adıyla neşrolunan külliyatın da birçok 7 — Leh Tatarlan: “Bela Rusya» cum­
cüzüleri Türk kavunlarına dair malûmatı huriyetinde (ve kısmen Lehistanda) yaşar­
ihtiva eder. lar. Eski zamanlarda Kırımdan hicret et­
İşte bu istatistik mesailerinin neticesini, miş olan Tatarlardır. 2,614 nufus olup
kısaca, mecmuamızın okuyucularına tanıt­ millî dillerini kaybetmişlerdir. Bugün bela-
mak istiyoruz, önce Rusyada yaşıyan bü­ rusça konuşurlar. İslâmdırlar.
tün Türk kabilelerinin nufusunu gösterdik­ 8 — Karayımlar: Kırım cumhuriyetin-
ten sonra ayrı ayrı Türk - Sovyet cumhu­ dedirler. Nüfusları 8,324 kişidir. Eski kıp-
riyetlerinin bugünkü vaziyetine ve nüfus­ çak Türkçesinde konuşurlar. Musevî dini­
larına dair malûmat vereceğiz. nin müstakil Karayım mezhebindedirier,
r 9 9 — Kınmçaklar: Kırımdadırlar. 7,500
1 — Çuvaşlar: Çuvaş cumhuriyeti aha­ nüfusturlar. Musevî dinindedirler.
lisinin esas unsurunu teşkil ederler. İşleri 10 — Karaçaylılar: Kafkasyada “Ka-
güçleri ekinciliktir. Nüfusları 1,117,403 raçay Muhtar Ülken» nde yaşarlar. Nüfus­
İrişidir. Eski Bulgarların bakiyesidirler. ları 55,124 kişi olup islâmdırlar.
Kısmen hınstiyan ve kısmen eski şaman 11 — Balkarları “Kabardı - Balkar
dinindedirler. Muhtar Ülkesi» nde yaşarlar. Lehçe iti­
2 — Kumandiler: Tom vilâyetinde barıyla Karaçaylılara yalandırlar. Nüfus­
“Bey» ırmağı havzasında yaşarlar. Ekinci­ ları 33,307 kişi olup islâmdırlar.
lik ve davar beslemekle geçinirler. Nüfus­ 12 — Komuklar; Şimalî Dağıstanda
ları 6,335 kişi olup şaman dinindedirler. yaşarlar. 94,542 kişidirler (1925 hesabında
3 — Altaylılar: Kendilerine “Altay bunlar 160,000 gösterilmişlerdi). İslâmdır-
kişi» derler (Ruslar bunlara M Ak Kalmuk,, lar.
te diyorlar). Katun ırmağı havzasındadır- 13 — Mişerler: Dahilî Rusyada ve muh­
lar. İnkılâptan sonra “Muhtar Oyrat Ül­ telif Türk ülkelerinde yaşarlar.242,640 ki­
kesi» ni teşkil etmişlerdir. Nüfusları 37,645 şi olup islâmdırlar.
İrişidir. Yan göçebedirler. Şaman dinin­ 14 — Başkurtlar: Ural Türkleri olup
dedirler. “Başkırdıstan Muhtar cumhuriyeti» nde
4 — Telengitler: Altay Türklerinin bulunurlar. 713,884 kişi olup islâmdırlar.
bir kabilesidir. Altay Dağlarının cenubu- 15 — Tipterler: Başkırdistanda yaşar­
şarkl yamaçlarında “Teles» gölü havali­ lar. 27,414 kişidirler.
sinde yaşarlar. Nüfusları 3,415 kişi olup 16 — Tatarlar (Kazan Türkleri): Esas
Sayı: * ATSIZ MECMUA Sayfa: 9

kütlesi merkezi Kazan şehri olan Tataris- te teşekkül etmiş olan Türkmenistan ül­
tan cumhuriyetinde ve Rusyanın muhtelif kesinde yaşarlar. 676,068 nüfusturlar.
vilâyetlerinde yaşarlar. Nüfusları 2,264,853 28 — Özbekler: Türkistanda teşekkül
kişi olup islâmdırlar. etmiş olan Özbekistan cumhuriyeti ahali­
17 — Tobul Türkleri: Garbi Sibirya- sinin asıl kütlesini teşkil ederler. 3,955,230
da İrtiş ve Tobul havzasında bulunurlar. kişidirler (“ Kurama,, ve “Türk,, kabileleri
37,637 nüfusturlar. de buna dahildir).
18 — Sibirya Buharalılan: Tobul Türk- 29 — Şarkî Türkistan Türkleri (Ta-
• teriyle beraber yaşarlar. 12,012 kişidirler. rançı, Uygur, Kâşgarlılar): 108,555 nüfus­
19 — Karakalpaklar: Kazakistan ve turlar.
Özbekistan cumhuriyetlerinde yaşarlar. 30 — Hıristiyan Tatarlar (eski zaman­
146,217 kişidirler. larda hıristiyanlığı kabul etmiş olan Vol-
20 — Kazak ( Kazak-Kırgız ) 1ar: ,g a Türkleri). Tataristan cumhuriyetinde-
Esas kütlesi Kazakistan cumhuriyetinde dirler. 112,685 nüfusturlar.
yaşar. 3,959,839 kişidirler. 31 — Orman Türkleri: Kendilerine
21 — Kırgız (Kara Kırgız) 1ar: Kır- “Tuba - kişi,, yahut uYış - kişi,, derler. Şi­
gıristanda, Kazakistan ve Özbekistan cum­ malî Altay yamaçlarında bulunurlar. 12
huriyetlerinde yaşarlar. 768,763 kişidirler. kişiden ibaret bir aile kalmıştır. Şaman
22 — Kıpçaklar: (Bunlar Özbek ve dinindedirler.
Kırgızlar arasında bulunan büyük bir 32 — Şorlar: Sibiryada Tom vilâye­
müstakil kabiledir). Özbekistanda yaşar­ tinde yaşarlar. Nüfusları 12,601 kişi olup
lar. Nüfusları 33,502 kişidir. şaman dinindedirler.
23— Gagavuzlar: Besarabya vilâye­ 33 — Sibıryadaki ufak kabileler: “Sa-
tinde bulunurlar. 848 kişi olup hırıstiyan- gay„ , “Kaç,, , “Koybal„ , “Karagas,, 1ar
dırlar. 3,138 kişi olup Şaman dinindedirler.
24 — Azerî Türlder: Azerbaycan 34 — Suyutiar ve Hakaslar: Ürenha
cumhuriyeti ahalisinin asıl kütlerini teşkil üikesindedirler. 45,878 nufus olup şaman
ederler. 1,706,570 kişidirler. dinindedirler.
25 — Karapapaklar: Kafkasyada bu­
35 — Yakutlar ( = Sakalar): Yakutis-
lunurlar. 6,317 nüfusturlar. #
tanda yaşarlar. 214,774 kişidirler. Resmdn
26 — Osmanlı Türkleri: Batum vilâ­ Hıristiyan iseler de hakikatta şamanîdirler.
yetinde , Acaristanda ve Ermenistanda,
§
Şimalî Kafkasyada ve sair vilâyetlerde Demekki bugün Rusyada yaşıyan bü­
bulunurlar. 8,563 kişidirler. 1897 tarihinde tün Türklerin sayısı 16,452,381 kişidir-
bunlar 139,304 kişiydi. Kars vilâyetinin En çoğu müslüman olup az bir kısmı da
anavatana kavuşmasıyla bu sayı 8,563 e şamanî, hıristiyan ve musevîdir.
indi.
27 — Türkmenler: Türkistanda 1924 A b d ü lk a d ir
Sayfa: 10 ATSIZ MECMUA

Yaz tatilinde talebe seferberliği ve bunda muallimlere


düşen vazife
............... — l l l l l — mini

Yaz tatili yaklaşıyor; ben, talebenin


ve muallimlerin bu günleri naaıl geçire­ Şimdi ben işin daha tatbikî tarafları­
ceklerini düşünüyorum. na geçecağim; bunda muallimlere düşen
Yaz tatilleri, Avrupa milletlerinde, vazife mühimdir, fakat kaçacak kadar da
halkın büyük şehirlerden deniz sahillerine, zor veya tatsız değildir.
dağlara, köylere dağıldığı aylardır. Türki- Muallimler, ders yılı içinde, çocuklara,
yede biz, bu haraketin aksini görüyoruz. gençlere gezmek, yürümek zevkini verme­
İstanbul, yazın, tatil yapan memurları, ve lidirler. jBu, muallimlerin, cuma ve tatil
bilhassa muallimleri toplar. Bunu biraz günleri talebesile yapacakları gezintilerle
Istanbulun müstesna vaziyetine, onun bir olacağı ğibi, her talebeye ayrı ayrı vere­
yaz şehri olmasına verelim; fakat asıl, cekleri M gezme vazifeleri,, ile de olur.
bunda başka bir sebep var: biz uzaklık­ Ders yılı içinde yapılacak bu küçük gezin­
tan, yalnızlıktan korkuyoruz. Meselâ, Is- tiler, yaz tatilindeki büyük gezintilere
tanbulu alalım: bu şehirde, yazm yer de­ teşvik edecek şekilde olmalıdır.
ğiştirme cereyanı vardır, fakat bu nihayet Bilhassa bunda, talebenin bir netice
Istanbulun kendi civarına münhasır kalır. elde etmesini gözetmelidir. Yeni şeyler
Dediğim gibi, bunda kısmen İstanbul ci­ öğrenen genç, kendi kendine de yürümek,
varının müstesna vaziyeti sebepse de, asıl koşmak isteğini duyacaktır. Yaz tatilinde
sebebi uzun gezintilerin, şehir halkımızın muallim, hiç olmazsa tatilinin küçük bir
gözlerini korkutması teşkil eder. İstanbul kısmını, talebesine gezintilerinde rehberlik
muallimleri, talebeleri, senelerce hep ayni etmekle geçirmelidir.
Boğaziçinde, ayni Adalarda gezerler de, Talebeye verilecek vazifelere gelince:
Bursaya kadar olsun gidemezler. Hatta her muallim kendi dersine ait vazifeler
bazı Şişli sakinlerinin, çocuklarını İstanbul verebilir; bunda en büyük semereyi coğ-
tarafına gezmeğe yollamaktan ürktükleri rafiya muallimi alabilir: gezilecek yerlerin
mübalâğa değildir. İktisadî, beşerî hususiyetlerini tesbit ettir­
Anadolu şehirlerinde de az çok aynı mek, bilhassa bunu, rakamlar üzerinde
zihniyet hâkimdir: şehirli çocuklar, şehir­ yaptırmak coğrafiya hocasının geniş por-
li gençler, sırf iş için etrafı gezerler; ve gurammı teşkil eder. Tarih muallimi âbi­
yahut ta, bazı beğlik gezinti yerleri var­ deleri, harabeleri ve tarihî halk rivayetle­
dır ki oralara, herkes gibi onlar da sık rini tesbit ettirir: edebiyat hocası gezinti
sık giderler; gezecek, görecek yer icat notlan yazdınr, halk edebiyatım, halkiyat
etmek, bizim Anadolu evlâtlarında da yok­ mahsullerini, masalları, destanları, halk
tur. İnsan sade eğlenmek için, ve yahut an'ane ve itikatlarını toplattırır; tabiiyat
muayyen bir iş için gezmez, yeni şey­ muallimi, arziyat, müstehasat, hayvanat,
ler öğrenmek için de gezer. nebatat kolleksiyonları, ve iklim .bahisleri
Bunun için vasıta yok diyeceksiniz. üzerinde tatbikat yaptırır. Hatta resim
Yazm, her taraf, yürüyen, yorulmasını bil- muallimine bile, memleket yazm, zengin
miyen bacaklar için yoldur. Anadolu köy­ modelleri içinde saklıyan bir atelye olma­
lülerinin misafirperverliğini bir tarafa bı­ lıdır: talebeye memleket krokileri çizdir­
rakalım, yaz gecelerinde, bir genç vücut mek, fotoğraf toplatmak onun vazifesi
için gök kubbenin altında her yer yatak- dir.
Sayı: 1 ATSIZ MECMUA Sayfa: 11
Eğer muallimler bir sistem dahilinde, Rahatın ve saadetin bulunmadığı yer­
daimî ve muayyen bir plânla bu işleri da­ den kaçmak kolay şeydir; marifet o yeri
ğıtacak olurlarsa, her sene yaz tatilinde, saadete ve rahata eriştirmektir. Halbuki
her mektep mükemmel istatistikler mer­ bu, bizi müteessir eden, sözüm ona mede­
kezi haline girer. Fakat her şeyden evvel nî hislerimizi inciden muhitlerden kaçmak­
talebeyi usule iyi alıştırmak, onları ürkü­ la ve uzaklaşmakla olmaz. Yürümenin
tecek büyük işlerden ziyade, küçük fakat zahmetini duymiyan memleketini demir
tamam başarılabilecek vazifeler vermek yolu'ağlarile örmek iştiyakını da hiç bir
lâzımdır. zaman lâzım olduğu kadar duyamaz.
Talebenin eldeedecekleri şeyler böyle Müstemlikeci milletlerin, bir memle­
kalırsa ertesi sene için neşeleri kalmaz, keti istilâ ettikleri zaman ilk yaptıkları
veya azalır: bunlar ertesi sene tedrisâtın­ iş; o memleketin maddî ve manevî bütün
da kullanılmalıdır; bu suretle talebe mü­ muhteviyatını tanımak çarelerine baş vur­
cerret mefhumları anlamadan geçeceği maktır. Bunun için oralarda, idari ve as­
yerde, kendi elile topladığı maddeler, ken­ kerî teşkilât kadar, belki daha fazla, mu­
disine yakın şeyler üzerinde çalışacaktır. azzam İlmî teşkilât yaparlar. Türkiye ise
Ve yahut, mektepte ve şehirde münteşir bizim ana yurdumuzdur. Bu günün genç­
gazete veya mecmualarda bu maddeler leri, yarın memleketi saracak olan İlmî
neşredilmelidir. Bunlardan en mühimlerini teşkilât ağlarının plânlarını şimdiden çiz-
bu ikinci şekilde kullanmak çok faydalı melidirler. İşte onun için, kardeşlerime,
bir iştir. Ben başka bir yazımda, memle­ ağabeylerime, bütün gençlere tavsiyem:
ket gazetelerinin faaliyetine döneceğim. elinizde değnek, sırtınızda azık torbanız,
Onun için burada, sadece, bugünkü vazi­ ayağınızda çivili ayakkaplannız ve gön­
yette memleket gazetelerinin ekserisinin lünüzde, memleketinize ve hemşehrileri­
istenilen faydalan vermediğini söylemekle nize sunacağınız sevginin bitmez tüken­
iktifa edeyim. Bunlar çok defa ya ayni mez kaynağı, yalnız veya arkadaştı, saat­
kuru havadisleri tekrarlıyorlar veyahut ta lerce, günlerce yürüyünüz. Memleketini­
lüzumsuz ve faydasız bir edebiyat yapı­ zin güzelliğini, çirkinliğini, kardeşlerini­
yorlar, ve müsbet işlere yanaşm ıyorlar;^ zin iyilik ve fenalıklarını, sevinç ve acıla­
halbuki memleket gençlerinin el emeği ve rını, topraklarımızın zenginliğini ve fakir­
alın teri mahsullerine sahifelerini açabilir­ liğini görünüz; ve hepsini kâğıda, fotoğraf
ler. Benim muallim ve mektepli, arkadaş­ camına ve nihayet gönlünüze ve kafanıza
larım ve kardeşlerim şuna inansınlar ki kakmız. Ancak o zaman önümüzdeki uzun
eğer yorulmak ve bıkmak bilmiyen bir yıllarda sizi bekliyen vazifenin büyüklü­
intizam ile çalışırlar, sonra, basitliğini is­ ğünü anlıyacak, ve o vazifeye imanla sa­
tihfaf etmiyerek ufak işler üzerinde iyi rılacaksınız.
usullerle uğraşırlarsa, bütün topladıkları Tatiliniz yaklaşıyor, büyük seferberli­
ve işledikleri maddeler, sade kendilerini ğe koşunuz, kardeşler!
değil mutahassıslan, darülfünun ve yüksek Dede Korkut
mektepleri de besliyecektir. İstanbul - 3 - 4 - 1931
Fikirlerimi kısaca toplıyayım: Türki­ Bu makaleyi yazarken, genç kar­
ye hepimizin memleketidir; bu köşesinde deşlerime, cToros» mecmuasının 20 mart
duran öbür köşesinde duranın yabancısı 1931 tarihli 8 inci sayısında çıkan «memle­
değildir. Bu topraklarda ne vahşiler ne de ketimizi kendimiz için sevelim ve onu baş­
bizden farklı insanlar oturuyor. Belki biz­ kalarından evvel kendimize tanıtalım» atlı
den daha az veya çok cahil, daha az veya makaleyi tavsiye etmeyi kendim için bir
çok aç, daha az veya çok çıplak kardeş­ bore* bildim.
lerimiz... D. K.
Sayfa: 12 ATSIZ MECMUA Sayı: 1

H ik â y e:

Birdenbire sönen
kandilin hikâyesi
Naşir, tesadüfen bulduğu bu eski ları vardı. Kuru bir havuzun kenarında
el yazısının nerede ve ne zaman yazıl­ devrilmiş mermer saksılar duruyordu.
dığını tayin edememiştir: Ve onların arasında nasılsa kalmış olan
Hasta sinirlerim için tavsiye ettikleri beyaz bir kasımpatı buraları örten siyah
bu tenha ve âsude
havalide uzun bir
r Bugünün gençlerine...
bir perdenin üze­
rinde maziyi gör­
akşam gezintisin­ Yer bulmasın gönlünde ne ihtiras, ne haset. mek için bırakılmış
den dönüyordum. Sen bütün varlığınla yurdumuzun malısın. bir delik gibiydi.
Sıcak bir son Sen bir insan değilsin; ne kemiksin ne de et» Yanma yaklaş­
bahar gününün ni­ Tunçtan bir heykel gibi ebedi kalmalısın. tıkça insana se­
hayeti idi. Gecenin bepsiz bir ürkeklik
yaklaştığım gören iştirak çek, inleme., ses çıkarmadan aşmt veren binanın hiç
tabiat serin bir ne­ Bir damlacık aksa da, bir acizdir, göz yaşın: bir mimarîye uy­
fes almak için kı­ Yan yolda ölse de en yürekten yoldaşın mayan acayip bir
mıldıyordu. Tek başına dileğe doğru at salmaksın. tarzı vardı: nısıf
Biçilmiş tarla­ kutru altı metreyi
ların ortasında - ıs­ Ezilmekten çekinme... Gerilemekten sakm! geçmiyen bir üstü­
lak bir halat gibi- İradenle olmak, bütün uzaklar yakın, vane şeklinde epiy-
parlıyarak uzanan Dolu dizgin yaparken gayene doğru akın ce yükseldikten
patikaya giderken Ateşe atılmalı, denize dalmaksın. sonra {birden bire
karşı tepelerin bi­ daralıyor ve böyle-
rinde yüksek bir Ölümlerden sakınma, mesyus olmaktan utan ce kule gibi bir
bina gözüme ilişti. Bir kere düşün nedir seni dünyada tutan? miktar daha uza­
Perdesiz pençe- Mefkuresinden başka her varlığı unutan narak üzeri came­
relerine akseden Kahramanlar gibi sen, ebedi kalmalısın... kânlı küçük bir
güneş ona kırmızı kubbe ile niha­
Atsız
gözlü bir canavar yet buluyordu .
şekli veriyordu; ve yıkık duvarlı bir bahçe­ Kaidesini kaim bir taş çenber kuşak gibi
nin ortasında harap bir kaleyi veya bir ma­ ihata etmekte idi. Ve bütün bina bu ha-
likâne bakayasını andıran hazin bir ihti­ lile eski bir yağ kandilini andırıyordu.
şamı vardı. Tam kapının üstündeki odanın dışa­
Vakıtm daha erken olduğunu düşüne­ rıya doğru cumba şeklinde yaptığı bir
rek bu binayı yakından görmek arzusuna çıkıntı da bu kandilin kulpu idi.
kapıldım. Binanın niçin bu şekilde yapıldığını
Kurumuş tarlaların ortasında yürü­ ve sonra hangi cehennem nefesinin bura­
dükten, hafif bir sırtı tırmandıktan sonra larda estiğini tahmin etmek imkânsızdı*
yarısına kadar açık duran paslı bir demir Keskin bir bıçakla açılmış hissini veren
kapıyı geçtim, aralarından otlar fışkıran ince uzun pençereler, korkutucu bir ka­
çakıl döşeli bir yoldan yürümeye başladım. ranlıktan başka hiç bir şey ifşa etmiyor­
İki tarafımda vahşileşmiş ağaçlar, artık lardı.
birer tümsek halini almış eski çiçek tarh­ Taş çenberin üzerinde oyulmuş bir
Sayı: 1 ATSIZ MECMUA Sayfa: 13
kaç ayak merdiveni çıkarak paslı, çivili, karanlık çukurların nihayetinde birer mah­
büyük kapıya geldim. Senelerdenberi zen kapağını hatırlatan bu gözler, hiç
insan eli dokunmamış zannedilen çürü­ ama hiç birşey ifade etmiyorlardı...
meye yüz tutmuş tahtalara yaslandım. Sırtında siyah, resmî ve harap olmuş
Yarı yerine kadar batan güneşin s a ra r ­ bir elbise ve ayağında eskimiş rugan po­
m ış çayırlara ve küçük bulut kümelerine tinler vardı. İnsan onu bir cenaze dönü­
— birer yılan dili gibi — kıvırarak uzat­ şünden sonra hiç soyunmıyarak senelerce
tığı son kırmızı ışıkları uzun uzun sey­ ayni halde kalmış zannedebilirdi. Ve şim­
rettim. di kuru vücuduna bol gelen bu siyah es­
Etrafımda hiç bir hareket yoktu* vaplar ona bir korkuluk mahiyeti veri­
Kertenkeleler bile yosunlu taşların üzerinde yorlardı.
akşamın alaca karanlığına bakarak yavaş­ Elini bana doğru uzattı. — Ah... But
ça ilerliyorlardı. Yalnız ıslak tahtaların dünyada gördüğüm şeylerinrbelki en kor-*
güneşte çıkardıkları sese benziyen bazı kuncudur —. Bu da aynı kırmızı çilli, çü­
çıtırdılar vakit vakit duyulmakta idi. rük beyaz deri ile kaplı idi; ve bir insa-
Gittikçe koyulaşan sükûnetin içinde nınkinden ziyade, ince bir eldiven geçiril­
derin bir kuyuya muntazam fasılalarla miş bir iskeletin eline benziyordu. O ka­
taşlar atılıyormuş gibi boğuk sesler işit­ dar zayıf; o kadar hayattan uzaktı. Ve
tim. Evvelâ istikametini tayin edemediğim gecenin karanlığından pek farkedilmiyen
bu gürültünün biraz sonra evin içinden siyah bir ceketin kolundan fırladığı için
geldiğini anladım.. Sesi, aynı muntazam üzerime muallakta imiş gibi geliyordu.
fasılalarla mütemadiyen yaklaşmakta idi. Omuzuma bir gece kuşu gibi kondu­
Nihayet büsbütün vuzuh kesbederek taş ğu zaman haşiyyetle bağırdım ve silkin­
merdivenlerden ağır ağır inen adımlara dim:
inkılâp ettiler ve dayanmakla olduğum “Ah, ne istiyorsunuz?..,.
kapının arkasında durdular. Fakat tRi el, bu kadit el oraya bir
Doğrulmuş, korku, merak, hayretten yengeç kıskacı gibi yapışmıştı. Ve o sü­
ibaret bir halina haliede kas katı kesilmiş­ kûnetle eğildi, göğsünden değil yalaız ağ­
tim. Başımı arkaya çeviremiyordum, fakat zının içinden gelen hatif bir seslfe bana
ufak bir gıcırtı bile yapmadığı halde— sordu:
kapının yavaşça açıldığı ve soğuk, buz “Siz birdenbire sönen kandilin hikâ­
gibi bir nefesin ensemi yalıyarak dağıldı­ yesini biliyor musunuz?..,,
ğını hissettim. “Hayır, dedim, oh... Hayır!
Şiddetle döndüm... Ve o zaman akşa­ “Öyle ise geliniz!.,,
mın sür’atle artan karanlığı arasında bu Mukavemet etmek mümkün değildi.
taş kulenin esrarlı sakiniyle karşılaştım; Parmaklarım omuzuma batırarak çekiyor
bu,büyük bir baştan, — kadit halinde bir ve acıtıyor, acıtıyordu...
vücudun üstüne konulmuş — büyük ve Ayaklarımızın altından kayan bir ze­
kırmızı bir kafadan ibaretti. Bir cehen­ mini geçerek minarelerin esrarlı merdi­
nem nebatının elyafına benziyen kıp kı­ venlerini andıran dar ve taş merdivene
zıl saç ve sakallarının arasında, beyaz fa­ tırmanmağa başladık; korkuyu şimdiye
kat saçların renginde çillerle kaplı bir kadar içimde böyle madde halinde his­
deri görünüyordu. Ve bunların hepsini çü­ setmemiştim •••
rümüş bir meyvenin donuk rengi bir toz Karanlık, bir gece kuşu kanadı gibi
tabakası halinde örtmekte idi. yüzüme sürünen, kokusu beynime kadar
Ve sonra gözleri... Kırmızı çilli kapak­ işliyen bir karanlık vardı; etrafımızdaki
lar arasında, bir gıranit yosununa benzi­ duvarlardan biz yürüdükçe dökülen sıvala­
yen soluk yeşil gözler! vardı... Derin ve rın gürültüsü adımlarımızın boğuk Seri­
Sayfa: 14 ATSIZ MECMUA Sayı: 1
ne karışıyordu. “Nereye gidiyoruz, niçin gidiyoruz?,,
Ve ben bütün korkuma rağmen ne­ Fakat cevap hep aynı idi:
rede ve nasıl biteceğini bilmediğim bu “Siz birdenbire sönen kandilin ne ol­
merdiveni kıvrıla kıvrdâ çıkıyordum... San­ duğunu biliyor mıısunz? O halde yürüyünl.»
ki onun parmaklarından benim omuzuma Cehennemi çıkış tekrar başlıyordu..
geçen bir irade beni sevkediyor, ayakla­ Nihayet nerede olduğumu, nekadar zaman­
rımı daracık basamaklar üzerinde — ona dır bu yükselişin devam ettiğini, hatta
yetişmek için — çabuk çabuk hareket et­ kendimi bile büsbütün unuttuğum bir za­
tiriyordum. manda birdenbire durduk... Önümdeki
Her kata yaklaştığımızda beni sfirük- adam, eliyle bir kapağı kaldırdı ve oradan
liyen adamın evvelâ karışık saçlı başı girdik.. Kapağı tekrar kapamak için omu­
belli oluyor, sonra hafif bir aydınlık yavaş zumu bıraktığı zaman derin bir rü­
yavaş butun vücuduna yayılıyordu. Eyvah... yadan uyanıyormuş gibi oldum ve etrafı­
Gece, bu merdivenlerden çok aydınlıktı. ma baktım..
Her katta yarısına kadar açılmış oda Burası yuvarlak bir odaydı ve kule­
kapılan vardı, bomboş odalara açılan nin en tepesinde olduğunu tavandaki ca­
kapılar... Ve dar pencerelerden nur halin­ mekânlı, küçük kubbeden anlıyordum..
de giren gece, bu kapılardan bize kadar Oda ötekilerin büsbütün aksine olarak
uzanıyordu. Ve pencerelerin dışında silû- çok güzel döşenmişti... Karanlık duvar
et halinde ağaçlar, kanşık şekilli dağlar... kenarlarında muhteşem koltukların göl­
Hayat ve ziya âlemi vardı. Ben bu yarım geleri belli oluyordu. Tam camekânlı
aydınlığın verdiği cesaretle ona soruyor­ kubbenin altında, yani odanın ortasında
dum: yuvarlak bir masa ve onun üzerinde ha­
“Nereye gidiyoruz, niçin gidiyoruz?..,, reket etmiyen bir alevle hafif hafif ya­
Eğiliyor, buz gibi nefesi yüzümde do­ nan bir yağ kandili vardı.. Aynen içinde
laşarak yavaşça tekrar ediyordu: bulunduğumuz binanın şeklinde bir
“Siz birdenbire sonen kandilin hikâ­ kandil...
yesini okudunuz mu?..„ Uzaktaki köşede, içersinde biri yatı­
“Hayır!..,, yormuş gibi kabarık duran bir yatak var­
“Pek alâ yürüsetıize!..,, dı. Bana nazaran mail olduğu için kimin
Parmaklar etlerime büsbütün geçiyor, yattığım göremiyordum. Dayanılmaz bir
bir külçe halinde tekrar sürükleniyordum... merakın dürtmesiyle yaklaştım...
Bu sefer de merdivende evvelâ başı Ve orada yatanı gördüm... Gördüm...
kayboluyor, önümde, siyah ve geniş pan­ Ve boğazına şişler sokulan bir hayvan gibi
tolonun içinde kuru bir dal gibi duran ve feci bir çığlık kopardım...
basamakları çabuk çabuk atlıyan iki Orada bir iskelet yatıyordu... Kuru­
ayak kalıyordu... Sonra yine o mayi ha­ muş ve siyahlaşmış etleri yanak kemikle­
lindeki karanlık, yine kopup düşen mey- rine yapışmış ve sarı saçlan çürük bir
valann haykırışı, ayak seslerimiz ve hep­ yastığa küme küme yığılmış bir kadın is­
sinin yerden toprak altından gelen bir keleti
feryat halinde yaptıkları korkunç uğultu... Bu anda kırılan bir camın şangırtısını
Sonra ikinci ve üçüncü bir kat geli­ andıran bir kahkaha kulağımın dibinde
yor; kapılar yan açık boş odaları, bıçak patladı* Siyah elbiseli adam:
yarası gibi ince uzun pencereleri, ve artık “Pek mi korktun?., diyordu, niçin,
tepelerindeki birkaç yaprağı farkedilen niçin korkuyorsun?.. Senden, yani hayat­
siyah ağaçları tekrar görüyordum. Her tan büsbütün ayrı bir şey diye mi?.. Fakat
katta, daha kuvvetsiz olarak dudaklanm bu aptallıktır. Onun bizden farkı, bizim
kımıldıyordu: ondan farkımız nedir ki?.. Hiçi.. Bak...
Sayı: 1 ATSIZ MECMUA Sayfa: 1$
Eğil de bak... Bu dişler yok mu... Bu mun­ "Gel.» dedi, seninle birdenbire sönen
tazam dişler... Oraların arasından şimdi kandilin hikâyesini okuyalım » O zaman
bizim konuştuğumuz şeylere hiç benzemi- bu kadını hangi ölümün götürdüğünü an-
yen ne tatlı sözler çıkardı bilsen.. Düşü­ hyacaksm!»,,
nüyor musun ki bakmaktan ikrah ettiğin Orta yerdeki masaya doğru yürüye­
bu dişleri görebilmek için onun tebessüm rek orada, kandilin önünde açık duran
etmesi nasıl sabırsızlıkla beklenirdi? Tah­ siyah kadife kaplı ince kitabı aldı:
min edebilir inisin ki buğazına dolanarak "Bunu, dedi, yanımızdaki kadının
seni boğacakmış gibi korktuğun bu saçların yüzlerce sene evvelki ecdadından biri
güneş altında ne hayat dolu parlayışları yazmış-,,
vardı?. Geniş bir kanapeyi masanın kenarına
Hem bu kadın benimdi» Şu ellerim, sürükledi, üzerine yan yana oturduk. Ve
sana lâf soyliyen ağzım nasıl benimse ben kurumuş yapraklar üzerindeki san ve
o da öyle benimdi, fakat biliyor musun kol­ kalın sahifelerde eski fakat keskin bir el
larımın arasından sıyrılıvermesi ne kolay yazısını, gözlerimi ara sıra uzaktaki iske­
oldu» Onunla aramızda hiç bir mesafe lete çevirerek ve yanımda — başına akse­
yoktur. Bizim onun haline geçivennemiz den kırmızı ışıkla akşamı seyreden bir
için bir sebep bile lâzım değil». Ve bu isfenks gibi sakit duran — adama bakarak
iskelet bize okadar yakındır ki ondan merak ve sonra hayretle okudum:
korkmak için ancak bir insan kadar kör "Yüzlerce eser yazdım» Her eserime
ve düşüncesiz olmalıdır »„ kalbimin veya dimağımın bir parçasını ko­
Şimdi sedası pirinç havan - gibi ötü­ yuyordum» Ve bunlar hakikata çok yakın
yordu. Sanki bu adamın boğazında bir şeylerdi» Fakat hiç bir yazımda bizzat
perde vardı ve bazen içinden şiddetle ge­ hakikatin bulunmadığım biliyordum. Her
len sedalar bunu kaldırarak kulaklarını güzel yazan gibi idim: Konuştuğum
çınlatıyor, sonra şiddet azahnca perde şevler benden ğpvel yüzlerce defa tekrar
tekrar düşerek sesler bir duvar arkasın­ edilen lüfların değiştirilmiş şekilleriydi..
dan söyleniyormuş gibi kısılıyordu- Halbuki ben, kulaklara aşina olma­
Verecek cevap bulamamaktan doğan dıkları şeyleri söylemek, göz hudutlarının
bir ürkeklikle sordum: maverasına geçmek istiyordum.. Ve bunun
"Sizi bu kadar sarsan fakat hakikata için çenemi kollarım vasıtasıyla dizlerime
yaklaştıran bu ölümün sebebi ne idi.» de­ vasleder, gözümü yere veya ufka çevire­
dim- Nesi vardı?-,, rek gördüklerimin daha arkasındaki şey­
’ “Hiç, diye cevap verdi, hiç bir şeyi leri de bilmek isterdim..
yoktu, senin kadar hayata merbut, bu taş Fakat toprağın müstehzi bir sükûtu,
bina kadar sağlam, —eliyle camekân kub­ ufkun lâkayt bir firarı vardı..
beyi işaret etti — ve şu yıldızlar kadar Bana: "Senin gözlerin, diyorlardı,
nurlu ve zarifti. Saadeti eramızda bir alev açık bıraktığımız şeyleri görmek için
gibi hissediyor, bu alevden ısınıyor ve bile çok küçük ve zayıftırlar, sakladığı­
aydınlanıyorduk»- Fakat--,, mız hakikatlan nasıl bir cesaretle anla­
Ses yine — uzaktan geliyormuş gibi — mak istiyorsun?.,.
yavaşlayıverdi Fakat ben arıyor, mütemadiyen arı­
"Fakat biliyor musun o kuvveti ki, hiç yordum... Yine bir gün odamda, masamın
bir şeyi eksik olmıyan yağ kandillerinin başında çenemi defterlerime dayamıştım,
alevlerini çekip alarak onları birdenbire beyaz kâğıtların üzerine yayılan sakalla­
karartır?.,, rımın kıvırcıklarına bakıyordum, istiyor­
Ne demek istediğini anlamıyarak yü­ dum ki bu beyaz tellerin her biri ince bir
züne baktım. kalem olup bu sahifeleri bugün bilmedi­
Sayfa: 16 ATSIZ MECMUA Sayı: 1
ğim şeylerle doldursunlar... Ve ben... On­ denbire sönen kandillerin alevlerini
ları ilelebet okuyayım... Okuyayım... arıyorum»,,
Fakat birdenbire kâğıtlar ve sakalla­ Kitabın gayrımuntazam fasılalarla
rım görünmez oldu, odam ansızın karalı­ yazılan diğer kısımları bir kazana hapse­
vermişti. Başımı kaldırınca Önümde sene- dilen buhar gibi cidarlarını tazyik eden bir
lerdenberi aynı intizamla yanan kandili­ kafanın, görünmiyen, işitilmiyen .ve lemse-
min sönmüş olduğunu gördüm.. Hiç bir dilmiyen bir hayaleti takip ediyormuş
rüzgâr ve hareket olmadığına göre yağı­ gibi etrafıma nasd hamleler yaptığım gös­
nın bitmiş olması lâzımdı. Lâkin elime teriyordu»
alıp bakınca yağının dolu ve kandilinin Bataklık kenarlarındaki çürük sazların
kusursuz olduğunu gördüm» Hâzinesinde ratıp ve ekşi kokusunu neşreden kalın sa-
bir delik, buğazmda bir sakatlık yoktu... hifeler parmaklarımın altından bahtiyar bir
Benim farkına varamadığım bir rüz­ günün saatları gibi süratle geçiyorlardı»
gâra hamlederek tekrar yakmak istedim, Ve sebepsiz yere sönen yağ kandille­
fakat hayret, yanmıyordu... Yaklaştırdığım rinin hazin hikâyelerini bir İbranî pey­
alevler yalnız fitili kızartıyor ve oradan gamber huşuuyla okuyordum:
nahoş kokular çıkarıyordu» Alev, sene­ “Beraber yanmak için imal edilmiş
lerdenken devam eden kırmızımtırak alev iki tane kandil vardı.» Alevlerini birleş­
artık yoktu ••• mek istiyor gibi birbirlerine eğerlerdi» Ve
Hangi sebebin bu ihtiyar şamdanı birisinin yetişemediği yeri diğeri aydınla­
kararttığını düşünürken kaybolan aleve tırdı.»
benziyen bir ışığın kafamın içinde parla­ Aralarında ipek kumaşlar gibi kıvrı­
mağa başladığını hissettim... Ve karşımda­ lan ve parlıyan ziya huzmeleri gidip gelirdi.
ki kandilin arkasında ona benziyen da­ Okadar müşabih ışıklarla yanarlardı
ha namütenahi kandiller sıralandığını gör­ ki etrafa dağıttıkları aydınlığın ayrı yer­
düm» Kimisi benimki gibi sönmüştü, ve lerden geldiğine ihtimal vermek imkân­
kimisi halâ kırmızı ve sabit bir alevle sızdı»
parlıyordu. Fakat bir gün, yağı çok, fitili
Fakat arasıra bunlardan biri, hiç bir muntazam ve hâzinesi sağlam olan bu
rüzgâr hiç bir üfleyiş olmadığı halde ya­ kandillerin biri, en ümit edilmedik zaman­
vaşça karanveriyorlardı» Ve bu sönük da yavaşça kararıverdi»
kandillerin bir daha aydınlanması da müm­ Titrek bir ışıkla matem etmek istiyen
kün değildi.. diğeri ise onu takipte gecik
Silkindim, bunu kendime ihtar telek- ... Ve ben, dört beş tanesi bir arada
ki ettim; artık bulmak istediğim hakikati birçok kandiller daha gördüm, içlerinde
burada arıyacaktım. harptan çıkmış bir kılıç gibi parlıyan
Yağlan çok, fitilleri kusursuz, ve her yenileri olduğu gibi, mahzenlerdeki yosun­
şeyleri tamam olan kandillerin sebepsiz lu küplere benziyen eskileri de vardı.. Ve
yere niçin söndüklerini ve kaybolan alev­ büyük kandillerin yanmda civciv gibi
lerin nereye çekilip gittiklerini bulmalı duran küçükler oynak alevlerle çıtırdıyor­
idim». lardı».
Bunun için aynen kandilimin şeklinde Ve bunlar, adeta ses çıkaran bir şe­
bir bina yaptırarak oraya yerleştim, etra­ taretle beraberce yanarlarken aynı his-
fımda dolaştığım hissettiğim büyük haki­ sedilmiyen rüzgâr, hiç bir müşabehet silsi­
kate burada kavuşacağımı biliyordum» lesine bakmıyarak hepsini birer birer
Şimdi en yakınlarımı bile sokmadığım bu söndürüverdi»
odada, ğözierimi tepedeki camekândan Yağlan daha bitmemişti yarabbi, da­
geçirerek yukarılara bakıyor, orada, bir­ ha uzun müddet yanabilirlerdi... Ben artık
Sayı: 1 ATSIZ MECMUA Sayfa: 17
aplımalt istiyorum, bu alevleri alıp götü­ bu alevlerin nereye gittiklerini öğrenmek
ren hangi hâkim kudret, hangi mukave­ üzereyim. Ey her tarafımdan yavaş yavaş
met edilmez sebep, hangi hilkat mantığı­ çekilen hayat, yalnız kafama ve gözlerime
dır?»» birik l .. .„
... Ve ben altından yapılmış yeni ve Son sahifeye gelmiştim. . . Burada
çok güzel bir kandil gördüm» Usta bir yazı artık okunmaz bir şekil alıyordu...
kuyumcu elinden çıktığı, kenarlarını süs- Cinnete yakın bir merakla gözlerimi büs­
liyen göz akçı tezyinattan belli idi» bütün yaklaştırdım ve devam ettim :
Okadar tatlı bir ziyası vardı ki, kan­ " . . . Gerçe ellerim kımıldamakta güç­
dilin parlak madenine su halinde akan bu lük çekiyor ve gözlerim yazdıklarımı gör­
ışık çıplak omuzlara dökülen kumral saç­ müyor, fakat ne ehemmiyeti var? Artık
ları andınyordı. hakikatin pek yakınındayım. . . Konacağı
Ve alevi okadar beyaz, okadar ha­ dalın etrafında uçan bir kuş gibi başımın
yat doluydu ki, yanacağı müddeti namüte­ üzerinde kanat çarpışlarım duyuyorum...
nahi ile ifade etmek, onun ömrünü kısalt­ Önümde sıralanmış birçok kandiller
mak olurdu. var, parlak ışıkları birdenbire yokolau
Fakat bu da, göz kapakları açıldığı zavallı kandiller.
zaman kaybolan bir rüya gibi, kendisine Onların üzerine doğru uzanan siyah
iştiyakla bakanların önünden çekiliverdi. bir heyulâ görüyorum . . .
A h . . . Yanmak istiyen kandilleri se­ Ve alevler titreşerek hep bir istika­
bepsiz yere ve birdenbire söndüren kuv­ mete uçuyorlar. Fakat nereye gidiyorlar
vet, bu alevi saklıyacak kadar küzel yer­ yarabbi ve o heyulanın mahiyeti nedir?...
lere malik miydi acaba?..» Bazan açılır gibi olduğu halde gözle­
Artık sonlarına yaklaştığım kitabı rimin üzerine tekrar düşen bu perde ne
avucumun arasında sıkıyor, isyandan ve zaman tamamile kalkacak ? . . .
infialden vazgeçerek bir iman ve gönül Lâkin artık bir hakikat âlemi görmek
ifade etmeğe başkyan satırları kandillerin üzere olduğum m^ıakkak... Gittikçe kuv­
kızıl ışığına uzanarak okuyordum: veti artan bir ışıfrbana doğru yaklaşıyor,
"Arzularıma yetişebilmek için haricî yaklaşıyor.
âlemle alâkamı azaltmak lâzım geldiğini Etrafım gittikçe daha aydınlandı. A h...
hissediyorum, vücudumda vaki olan her işte, işte o kandilleri birdenbire söndü­
inhidam, kafamda yeni bir parlaklığa yol ren kuvvet 1.. .„
açıyor. . . Eyvah.. Kitap burada bitmişti..
Ellerimin titremesi arttı. Fakat ben Okuduğum müddetçe hiç ses çıkarmadan
baktığım şeyleri daha sabit ve muntazam yanımda oturan adama çılgın gibi sarıldım..
görmeğe başladım. Ah, ey peşinde koştu­ “Söyleyinizl.. Bu adam niçin yazmamış,
ğum hakikat, nihayet seni yakalıyacağım.„ niçin devam etmemiş?..»
Diğer sahifeler, gittikçe kanşan bir Siyah elbiseli adam yavaşça ayağa
yazıyla şöyle devam ediyordu: kalktı, hatiften gelen sesiyle:
"Görüyorum... Parlak alevlerin üzerine "Bir gün, dedi, onu kalemiyle bu ma­
uzanarak onları alıp götüren siyah eli sada ve bu kitabın başında ölü bulmuş-
artık farketmeğe başladım. Yazdığım ya­ lar!...»
zılan seçmekte güçlük çeken gözlerim bu Birdenbire tepemizdeki camlan sarsan
alevleri çok uzaklara kadar takip edebi­ bir kahkaha attı:
liyor. Belki yakında onların nereye saklan­ "Fakat, dedi, yağları çok, fitilleri mü­
dıklarını Büyüyebileceğim... Hiç bir şeyleri kemmel, hâzineleri kusunuz olan kandil­
eksik olmadığı halde birdenbire sönüve- leri birdenbire ve sebepsiz yere söndüren
ren kandilleri hangi kuvvetin kararttığım ve kuvvet, o âdil ve müşfik kuvvet bu adamın
Sayfa: 18 ATSIZ MECMUA Sayı: 1
mesaisine acıdı; ancak son dakikada bul­ madan en parlak zamanlarında böylece
duğu ve ifade ,edemediği büyük sırrın sönüverdiler
kaybolup gitmesini istemiyerek bu haki­ Kadit halindeki başının neresinden
kati onun ahfadında muntazaman devam çıktığına hayret ettiğim iki damla yaş,
ettirdi.» gözlerininin derin çukurlarından aşağıya
Kolumdan tutarak yatağa doğru yürü­ doğru yuvarlanıverdi.
dü, ve orada bir şikâyete devam etmek Kemikten ibaret kolunu onları sümek
istiyorumuş gibi ağzı aralık duran iskeleti için kaldırırken oda birdenbire karardı.
gösterdi, kurumuş dalların rüzgârda çıkar­ Masanın üzerindeki kandilin kırmızı
dığı iniltiye benziyen bir sesle: alevi, hiç küçülmeden ve titremeden yavaşça
“İşte, dedi, ozamandanberi bu adamın yokoluvermişti•••
neslinden gelen herkes, hiç bir sebep ol. 9 • şubat 1931
Sabahattin Ali

Deli
1914; Şömen Dedam’ın üstünde top­ açılıyor. Küçük fransız Ş eh rin in üstünde
lanan kara yağmur bulutlarından bu kü­ bahar kokularına karışan fabrika duman­
çük şehre sicim gibi yağmur boşamyor. ları-
Sokaklarda kimseler yok. Arada sı­ Sokaklarda yeni yeni yapılar-
rada bu pis havaya lânet savuran hasta İmanlı ve neş’eli ameleler-
köpekler kendüerine daha kuytu bir yer *
arıyor. Koğulan düşmanın bozgun hikâyeleri-
Yağmur küçük fransız şehrinin cam­ Küçük mezarlıkta sıra sıra harp ölü­
larına kamçı gibi inerken, mezarlık tara­ leri. Aralarında Şömen Dedamm en güzel
fından nal sesleri geliyor. Bir Alman sü­ kızının çiçekler içinde mezarı ve kara bir
vari müfrezesi mızraklarını yere eğmiş salibin dibinde insan kılığından çıkmış,
bir halde dört nala ileriiyorlar- gözleri çukurlarından fırlamış sefil bir
1914. Şömen Dedamda kara yağmur mahlûk.
Bulutlan!... Bu, günlük dumanından göz gözü
* görmiyen mabedin kapısı önüne, Merihin
Almanlar çekiliyor- Şömen Dedam’ın maslup şekli karşısında, ihtiyarların Ahdi
kubbesi yedi yerinden delinen kilisesinde Atiki okudukları anda yıkılan Fransız za­
sağ kalan yedi ihtiyar, almanlann elinde bitidir.
Can veren şehrin en güzel kızının ruhu 1918. Sulh-.. Fransa Galiptir.
için Ahdi Atikin en güzel yerlerini oku­ *
yorlar- 14 Temmuz günü- Bütün halk sokak­
Günlük dumanından göz gözü görmi- lara dökülmüş Cumhuriyeti tes’it ediyor­
yen mabedin kapısı önünde genç bir za­ lar. 1870 tenberi ilk zafer bayramı. So­
bit yüzü koyun kapaklanmış yatıyor- kaklarda sevinç dalgalan var. Büyük mey­
* danda Askeri muzika çalıyor. Sıcak bir
1918- Sulh- Fransa Galiptir- Yıkılan yaz güneşi sarı saçlarım şehrin üstüne
ocaklar yapılıyor. Kapanan fabrikalar yaymış; genç kızlar renk renk elbiseler
, Sayul ATSIZ MECMUA Sayfa: 19

içinde canlı bir çiçek bahçesini andırıyor. diye bağınlıyor. Şehirdeki Alman Kolonim
Meydana açılan sokakların birinde kapısı ezeli dostluğa alâmet olarak “Doyçiand
yarıya kadar yanmış harap bir evin eşi­ Über Alles„ i haykırıyor.
ğinde kara saçları şakalarına yapışmış *

biri oturuyor. Yanan, yakılan, kan kusan Fransa tarihe


Can taşıdığının kendisi bile farkında gömülmüştür. Yaşasın Almanya!
değil; başka bir âlemde yaşıyor. Yırtık Şimdi yalnız yaşasın Almanya!
mavi ceketinin üstünde çiçeği kopmuş bir Soğuk, dundurucu bir gece. Sokaklar­
harp madalyası parlıyor. Arada sırada ora­ da bekçiler bile uyumuş. Arada hasta bir
dan geçen bir çocuk kafilesi sefilin karı­ köpeğin inlemesi çeşmelerin su şırıltıla­
şık sakalını, yağlı saçlarını elleriyle işaret rına karışıyor. Ay, bulutların arasından
ederek bir ağızdan: bazen sıyrılıyor. Eski ordu kumandan­
D eli! Deli 1 diye bağırıyorlar. lığı şimdiki Hukuk mektebi binasını ay­
Bu, bir Fransız şehrinde Almanların dınlatıyor. Binanın sağında misafirler
kollarında ölen ejı güzel kızın sevgilisidir.. şerefine dikilen Alman bayrağı hafifçe dal­
*
galanıyor.
14 Temmuz; bütün halk Cumhuriyeti Mermer büyük methalde yüzü koyun
kahkahalar içinde, sevinç’e tes’it ediyor. kolları gerilmiş bir vücut kaskatı uzan­
Gazeteler aylardanberi Fransız-AIman mış yatıyor. Bir gece bekçisi müsterih
dostluğundan bahsediyorlar. Geçen günle­ adımlarla saatim kurmaya ğeldiği vakit
rin, kanıyan yaraların sönen ocakların yerde yatanı görüyor ve ilerliyor.
üstüne, Kan, Dovil, Sen Refael’de banyo Eğilen bekçi bu gece serserisini uyan­
yapan, Montekarlo’da rulet çeviren, Viya- dırmak için ayağıyla dürtüyor, nafile» ses
nada gençlik aşısı yaptıran diploması ka­ yok. Biraz daha eğiliyor, elleri kaskatı
ra, kapkara perdeler çekiyor-. kesilen vücude temas ediyor, güçlükle
Cenevrede Akvam Cemiyeti sarayın­ döndürebiliym\
da harp aleyhinde ciltlerle felsefe kitap­ Siyah kmı bir sakahn çerçevelediği
ları basılıyor.
sapsarı bir yüz. Şömen Dedamın zararsız
Artık diploması diplomatları ile birlik­ Delisi; sağ eli yumulmuş ve ölü»
te üıtiyarlamıştır* Acılardan ziyade top Bekçi hayata veda eden delinin yüzü­
tüfek seslerinden rahatsız olmamak isti­ ne bakmadan bu yumulu eli zorla açıyor.
yor. Doktor Voronof Akvam Cemiyeti sa­
rayının görünmiyen hakiki perisidir. Bu elde bir harp madalyası ajan sol­
Ve doktorun tavsiye listesinde sükûn gun ışığında parlıyor.
en baş yeri işgal eder. Birbirini boğan Bekçi şapkasını çıkarıyor, karşıda
eller samimiyetle birbirinde uzanıyor. Mü­ otelin barında Alman talebesinin bir ağız­
nasebetler artıyor v e - Şömen Dedama dan söylediği millî marş soğuk mermer­
bir .Alman darülfünunla kütlesi ziyarete lere çarparak akisler yapıyor.
geliyor. Sokaklar tenha ve sessiz.
Sokaklar yine hıncahınç, Ellerde gö­ Yalnız çeşmelerden sızan su damlaları
ğüslerde talebeler Alman bayraklahnı ta­ şehrin sokaklarında hafif akislerle hasta
şıyorlar. Geceleyin belediyede ziyafetler bir köpeğin inlemesine karışıyor».
veriliyor Nutuklar söyleniyor; ve gırtlak­
lar yırtıkncaya kadar; Yaşasın Almanya! Şakir Ziya
Sayfa:20 ATSIZ MECMUA Sayı: 1

Fikir Hayah
------ « l a g t » -------
Edebiyat Fakültesi talebe cemiyetinin rıstiyan ve müslüman dinlerinde Allah te­
konferansları: lekkisinin teşekkül ve tekâmülün mevzu-
Edebiyat talebesi cemiyeti, yavaş ya­ lanndaki hasbıhallerini yaptılar.
vaş müsbet ve faydalı işler yapmaya baş* Bu konfernslar münakaşalı bir şekle
Sıyarak öteki birliklere nümune olduğu sokulsaydı, şüphesiz, Darülfünun yeknasak
için iftihar edebilir. Ben, bu nevi faaliyet­ ders usullarından talebeyi kurtarmak, baş­
lerin asıl kıymetini, bunların sırf talebenin ka bir âleme götürmek, münfeilliken fa'al-
kendi düşünüşleri ile meydana gelmesin­ liğe çıkartmak itibarile bir kat daha fay­
de buluyorum. Bence, ısmarlama hareket­ dalı olurdu- Bilhassa, meselâ İsmail Hakkı
lerin hiç bir faydası yoktur: belki, kuvvet­ Beyin hasbıhali gibi, şahsî fikirlerin daha
leri israf ettiği için birçok zararları bulu­ bol olduğu ve bugünün canlı meslelerine
nabilir- Bizim birliklerimiz ne zaman kud­ temas eden mevzularda dinleyicilerden
retlerini kendi kaynaklarından almağa çoğu bu ihtiyacı duydu sanırın- Bu suretle
başlarlarsa o zaman hakiki ihtiyaçları te­ müderrisler talebeyi İlmî münzkaşaya,
min etmek kabiliyetini göstereceklerdir- hakiki samimi samimî hasbıhale alıştırmış
Edebiyat fakültesine canlılık vermek, olurlardı.
talebenin kültür boşluğunu doldurmak İşittiğime göre talebe cemiyeti bu
maksaüarile, tertip, edilen bu konferanslar konferansları neşretmeği düşünüyormuş
nisan iptidasında başladı, ve beş tanesi konferansları dinlemiyenler ve fakültenin
verildi- Birincisin, Köprüluzade M- Fuat müstakbel talebeleri için bu çok hayırlı
Beyin MTarih tetkiklerinde yeni telekkiler,, bir iş olurdu.
İsmindeki musahebesi teşkil ediyordu, {kin­ Bu konferanlarm. canlılığı artırmak
cisi, terbiye müderrisi İsmail Hakkı Beyin suretilc gelecek senelerde de devam etme­
“Sanatta milliyet telekkisinin tetkiki,» idi- sini temenni ederken, bunun talebeye de
Bunların, genişlik itibarile şüpesiz en mü­ teşmilini, talebeyi fa’al bir şekilde öğren­
himi, Zeki Velidi Beyinki olup, “İslâmiyet- meğe, öğrendiği şeylerden arkadaşlarım
ten evvelki Türk medeniyeti,, ismini taşı­ da istifade ettirmeğe, bu suretle İlmî tesa-
yordu- Zeki Velidi Bey, bir buçuk saat nüdü, hakiki darülfünun hayalım yarat­
kadar az bir zemana: 1 - Şehir hayatı. mağa yardım edecek talebe konferansları
2 - Resim ve sanat- 3 - Sanayi, ziraat ve tertibini de talebe cemiyetininin ilerdeki
ticaret- 4 - Göçebe hayatı- 5 - Din ve ayin­ faaliyetleri sırasında görmek isterim.
ler- 6 - İlim ve yazı- 7 - Musiki, tiyatro ve Türkistam öğrenme Derneği: Zeki Ve­
oyunlar. 8-Halk edebiyatı 9-Sima ve kıyafet. lidi Beyin reisliği altında dört seneden beri,
10- Ahlâk ve âdetler- 11- Devlet teşkilâtı, tatil zamanı müstesna, her ay muntazaman
bahislerini ihtiva eden bu mevzuu sığ- mütevazı ve ağır başlı İlmî içtimalarını
dıramıyacağı için, nihayet ana hatlarını yapan bu derneğin nisan içtimamda, Zeki
çizmekle iktifa etti, ve daha şümullü bah­ Velidi Bey, Türkistamn tabiî coğrafyası,
se değen bazı kısımlarını, meselâ musiki, ve bir cihetten de medeniyet tarihi için
tiyatro, oyunlar, halk edebiyatı ve destan- ehemmiyetli malûmatı ihtiva eden “Tür-
an başka konferanslara bıraktı. kistanda göller,, atlı eserden bahsetti.
Bundan sonraki iki haftada, Mustafa Sonra, azalardan bir kısmı, Türkiye
Şekip Bey, «Garp medeniyetini tahlili„, ve ve hariç memleketler matbuatında Türk
Mösyö Georges Dumezil de “Yahudi, hı- dünyasına dair umumî mahiyette yazıların
Sayı: 1 _________ ATSIZ MECMUA Sayfa: 21

«n ehemmiyetlilerim hulâsa ettiler* liyeti, bugünkü imkânsızlıklar yüzünden


Sade Türkistan: değil, Türkiyeyi ve içinde kapanmak mecburryetinde kaldığı
bütün Türk âlemini, bilhassa Türk memle­ mahdut muhitten fırladığı zaman şüphesiz
ketlerinin yekdiğerile olan münasebetlerini çok semereli alacak, ve çok daha fazla
maddî ve manevî vahdetlerini öğrenmeyi alâka uyandıracaktır.
kendine mevzu edinen bu cemiyetin faa­ A .K.

Mecmular ve Gazeteler
Türkiyenin muhtelif şehir ve kasaba­ nm hepsinden ayn ayrı bahsetmek ister­
larında yıllardan beri bir çok mecmnalar dim; bunâ imkân olamadığı için, görebil­
çıkmakta, bir çok gençler bunların etra­ diğim sayılarında dikkatimi celbeden bazı
fında çabalamaktadırlar. Ne yazık ki bu yazılardan bahisle iktifa edip daha ziyade
mecmualar birbirinden habersiz çalışıyor­ geçen ay içinde çıkan sayılarım gözen ge­
lar. Bizim gayelerimizden biri de, bu sü­ çireceğim.
tunlarda her ay, Türkiyenin dört buca­ Nisana kadar mecmuada çıkan fayda­
ğında, kendilerini okutmak emelile çıkan lı İktisadî makaleler şunlardır: Sayı 5 den
bu mecmua ve gazetelerin bir kaçından itibaren M Pamuk müşterimiz Sovyetler»
bahsetmek olacak. Biz istiyoruz ki, işleri­ ismile M. Seida Beyin yazılan Sayı 8 de,
mizi yaparken birbirimizden haberimiz bu meseleye dair, ayni mimjüifin Rus Tek­
okun; memleket, şimdiye kadar, her ka­ stil impart heyetinin reisi r . F. AleksıevTe
fadan bir ses çıktığı için rahat yüzü gör­ mûlâkatı. Ayni sayıda, “Avrupa ile por­
medi, bundan sonra bu sesler bir ahlak takal ticaretimiç» adı altında, şimalî Av­
yaratmalıdır; bu ahengin fikrî tarafı, hiç rupa konsoloslarımız ve büyük tüccarlan-
şüphe yok ki, maddî taraf kadar mühim­ mızın raporları saplanmıştır,
dir çünkü onu itmam eder. Mecmuanın edebiyat ve fikir tarafın­
Atsız Mecmua, bütün Türkiyede, ve da da özlü yazılar var. “Müsahabe„ ve
Türkiye hudutları haricindeki Türkler ara­ “tesbitler» sütunlarından başka bunlardan
sında çıkan mecmuaları toplamağa teşeb­ M. Vedat Beyin yazıları şayanı dikkat..
büs etti; fakat bu teşebbüs başlangıcında­ Sayı 2 de hulâsa olarak, “Beklenen sanat­
dır. Biz çok istiyoruz ki, bizim bu arzu­ kâr*» isimli makalesindeki bazı fikirleri
muzu haber alan bütün arkadaşlarımız, bu nakledeceğim. Makalenin genç muharriri
teşebbüse iştirak etsinler, ve Türkiyenin diyor ki: “Anadolu şimdiye kadar söylen­
her mecmua veya memleket gazetesi ida­ memiş, tasvir edilmemiş mevzudur» bu
rehanesi, bütün diğer gazete ve mecmu­ mevzu: «Saffetle ıztırabm, kinle cuşişin,
aların toplandığı, okunduğu yerler okun gamla ümidin kucak kucağa yattığı,, Ana-
TOROS - Mersin, Gençler Mecmuası: doludur. “Anadolu evvelâ kendisine sana­
Türk inkılâbına yeni bir mâna vermek tın gelmesini, sonra sanatkâranm çıkma­
kteğiyle yanan gençlerin, 1 Kânunevvel- sını bekliyor.»
den beri, her nüshası zengin ve basım iti­ Bu sanatkârın. — beklediğimiz sanat­
bariyle mükemmel olarak çıkardıktan bu kârın — çıkmamasını, Vedat Bey “ulvî
mecmuayı hürmetle selâmlamak borcu- ve ılık idealin kalplerimizi sarmamış» ol­
tnuzdur. masında buluyor. Bıigünkü romancılarımı­
Burada, şimdiye kadar çıkan sayılan- zın en kuvvetti ikisini tahlil ediyor: Aka,
Sayfa: 22 ATSIZ MECMUA Sayı: 1
vesikalanmış hayat sahifelerini veriyor: bitiyor- Bu makaleler, musiki halkiyatı­
halbuki biz, hayat dalgalan yapacak eser­ nın ehemmiyetini ve en basit usullerle
lere muhtacız* Peyamı Sefa sanatkârdır; toplanma tarzlarım öğrettiği için, Anodo-
fakat oda, maddesini bizden aldığı zaman luda ğezen ve oturan gençlere okumala­
beklediğimiz eseri verecek*,, ’* rını tavsiye etmeliyim* Yine 9 Marttan
Nihayet Vedat Bey, bu beklenilen sa­ beri, Ahmet Baha Beyin “Köroğlu,, na
natkârı tarif ediyor: “biz, diyor, cihan öl- dair mühim malzemeleri çıkıyor- Şimdiye
çüsile ölçülen sanatkârı değil kitaplart kadar sade Safranbolu ICöroğlu oyunların­
birkaç defa 14 milyon olan Türk ırkının dan bahseden muharrir, 23 Nisanda, maka­
ellerinde dolaşacak sanatkân bekliyoruz,,, le silsilesini bitirirken, daha başka mad­
Bir kaç sayıdan beri mecmuanın aç­ deler neşredeceğini vadediyor- Bu malze­
tığı anket devam ediyor- Anketin biraz meler, son zamanlarda Türk halk edebi­
uzun, ve suallerinde fazla çeşitli olduğuna yatı müdekkikleri arasında derin bir alâka
itiraz etmek mümkünse de, çıkanlacak uyandıran, efsanevî kahraman Köroğlunun
mühim neticeleri beklemeliyiz- Cevaplara etrafında toplanmış büyük Türk destanını
göz gezdirince, çoğunda, duyulan hislerin biraz daha ,aydınlatacağı için mühimdir.
tebellür etmemesinden doğmuş bir iztirap Bartın gazetesi, daha bir çok faydalı
var; maamafi, ümitlerimizi kuvvetlendiren, memleket haberlei içinde, böyle yazılara
bu ankette, gençlerin birliğe, müşterek da ehemmiyet verirse, şüphesiz kıymetini
bir gaye uğrunda birliğe ve mücadeleye her gün biraz daha artıracaktır,
can attıklarının görülmesidir- Nisap 12 tarihli 9 uncu sayısında, Av-
BARTIN: Altı yıldan beri muntazam rupanın bugünkü vaziyetini tahlil eden, ve
çıkmakta olan bu gazeteye son zamanlarda» “Avrupaya dün hâkimdir, fakat onıin ço­
gazetenin daimî muharrirlerinden Ahmet cukları yarına koşuyorlar,, diyerek, beşeri­
Baha Beyin tavassutile, Istanbuldan da yet için nikbin bir hükümle biten musa­
kalem yardımları vuku buluyor- Bunu habe ve Türk Ocakları hakkında verilen
ben iki taraftan'faydalı görüyorum: evvelâ son kararlar münasebetiyle yazılmış “Genç­
daha tecrübeli olan bu İstanbullu muhar­ lik iş başına çağrılıyor,, atlı bir makide
rirler, hiç şüphe yok ki, taşralı arkadaş­ var. Yalnız sahibi yeni gençlik teşkilâtlan
larına iyi mümineler verecekler, ve yol gös­ hakkında çok isabetli temennilerde bulu­
tereceklerdir- Netekim Mahmut Ragıp nuyor, ve makalesini, memlekekette mev­
Bey, bir silsile teşkil eden “Musiki hal­ cut muhtelif mefkûreleri birbiriyle konuşup
kiyatı» altı makalelerinin birincisinde bu anlaşmağa davet eden şu sözlerel bitiriyor:
meseleye temas etmiştir- Sonra, bu yazılar “İçi büyük ve müttehit Türkçülük için tu­
memleketin okuma ihtiyacını kısmen olsun tuşan eski ocaklı mevcutsa&onlan selâmlı­
temin edecektir. yor ve diyoruz ki: yirmi sene evvel ortaya
İnsan çok ister ki, İstanbul, Ankara atılan kıvılcım bugün bir aydınlıktır. Bu
gibi ilim merkezlerimizdeki yazıcılanmıtz, ışığın ardından müstakil Anadolu Türk
diğer vilâyetlerdeki muallimlerimiz, vakit­ cumhuriyetini görüyor ve seviniyoruz. Fa­
lerinin bir kısmının da, memleketin uzak kat hâlâ bir Türk dünyasına inanıyor-ve
bucaklarındaki bu neşriyata yardıma has­ mesafeler ötede, hudutlar haricinde bekli-
retsinler- Ben Bartin gazetesinde yazan yen, ümit eden ırk için yeni bir istikbal
Mahmut Ragıp ve Abdülkadir Beyleri teminini bir hayatî ve siyasî problem ha­
-bildiğime göre bu işte öncü oldukları linde görüşmek istiyorsanız, açık açık ko­
için - çok takdir ediyorum. nuşmak şerefli bir istikamettir».
“Bartin„ın 6 Nisan nüshasında Mahmut Bu sayının İktisadî kısımlarında, “yeni
Ragıp Beyin yukarda söylediğim ve 9 doğan Mersin portakalcılığına hayat temi­
Marttan beri devam eden makale sırası ni» adıyla, İktisat vekiline mektup, Dört yol
Sayı: 1 ATSIZ MECMUA Sayfa: 23
Mersinin beynelmilel portakal pazarına nesillerin kusurlarının belki en büyükle­
girmesi yakın olduğunu izahtan sonra, üı-, rinden olan, ağır, bol teşbihli ve mecazlı
racatın teşkilâta bağlanması lüzumunu bir edebiyat lisanından çekinelim- Yazıla­
şerhediyor. rımızı az fakat öz yazalım. Belâğatini fi­
kirlerinin kuvvetinden alan yazılar en gü­
Karilerinden, mecmuanın muhteviyatı
zel yazılardır. “Toros„ ta ise kuvvetli ve
hakkındaki düşünüşlerini, ve daha mükem­ müsbet fikirler bol bol var, ve bizi de en
mel olması için vasıtaları soran MToros„a çok sevindiren gençliğin bu yep yeni te­
ben şimdilik şu kadarcık tavsiyede bulu­ mayülüdür.
nacağım: müsbet fikirlerin yoksulluğunu Bu kadarcık tenkidime genç arkadaş*
örtmek için kullanılan, ve bizden evvelki larım gücenmezler sanırım.

Spor
1932 Olimpiyadı yaklaşıyor. Olimpi­ Bunun için bu şerait dahilinde en doğru
yat bir eğlence ve bir gezinti olmadığına hareket 1932 olimpiyadma hiç atlet gön-
göre bu meseleye millî bir alâka göster­ dermemektir.
mek gerektir. Amerikalılar, Almanlar, 2) Fudbolda hakiki kuvvetimizin ne
Fransızlar olimpiyat hazırlıkları için yüz olduğu malûm değildir- Son zamanlarda
binlerce liralar sarfediyorlarmış ta biz hâlâ İstanbula gelen bir Bulgar ve bir Yugos­
stadyomu bile yapamamışız. Olabilir... Pa­ lav takımı karşısında aldığımız neticeler
ra sarfetmek hususunda biz onlarla aşık kuvvetimizin derecesini iyi tartmamıza
atamayız. Fakat en aşağı para ve vesaitle mâni oluyor- Bizce Yuguslavlarla olan
en çok netice alacak şekilde çalışmak ve oyunu atügan fakat nisbeten az tecrübeli
hazırlanmak daima mümkündür. Yoksa, oyuncular kazanmıştır - Cihafl^ takımları
olimpiyat diriğine yetmiş iki milletin bay­ arasında bizim yenebileceğimiz birçok ta­
rağı çekilirken bizimki hiç çekilmiyecekse kımlar olduğu ve kenarda kalmış fudbol-
oraya gitmemek en doğru harekettir. Yal­ cular arasında da epey kıymetlileri olduğu
nız başka milletlerin bayrağını selâmlamak için bizce fudbol tekımımız olimpiyada işti­
ve millî marşlarını ayakta dinlemek için rak edebilir. Fakat bu taktirde takım genç
yapılacak seyyahat bir “Montekarlo„ ge­ atılgan ve sert oyunculardan seçilmeli ve
zintisinden farksız olur. başlarına sporcu bir asker (meselâ muha­
1) Bizim en geri olduğumuz şube at­ fız taburu kumandanı) geçirilmelidir. Bu
letizmidir. İştirak ettiğimiz 1924 ve 1928 takıma askerî kulüplerden mutlaka oyuncu
olimpiyatlarında atletlerimiz daima en fe­ alınmalıdır- Takımda en kuvvetli haflardan
na dereceleri aldılar- Seçme müsabakala­ beş kişi bulunmak ve karşımıza çok kuv­
rında bile en geride kalarak henüz hazır­ vetli takımlar isabet ederse iç oyuncuları­
lanmamış olduklarını gösterdiler. Hatta nı da haflardan koyarak sıkı bir müdafaa
Atina olimpiyadında bile, iştirak eden beş (her muhacimi bir hafla işgal sistemi) ta-
millet arasında en sona kaldılar. Atina biyesi yapılmalıdır- Askerî takımların kuv­
olimpiyadında yalnız iştirak ettiğimiz mü­ vetini anlamak için de şimdiden İstanbul
sabakaları nazara alarak sayı versek bile, askeri liseler muhtelitini Fenerbahçe ve
ne yazık ki atletlerimiz yine sonunculuk- Galatasarayla çarpıştırın alıdır. Askerî ta­
tan kurtulamıyorlar. Bundan başka atlet­ kımların çok kuvvetli olduğunu son Muha­
lerimizle başka milletlerin atletlerinin (ara­ fız gücü-Altay maçı da göstermiştir.
da büyük fark olan) rekorları malûmdur. 3) Güreş bizim en kuvvetli olduğumuz
Sayfa: 24 ÂTS1Z MECMUA Sayı: 1
spordur. Millî güreş takımımıza girmiyen köşesinde çalışan bu sporcumuzun* bu
kıymetli alaturkacılarımızı şimdiden ser­ olimpiyatta* bayrağımızı direğe çektirmesi
best güreş takımına alarak çalıştırmalıdır. çok muhtemeldir.
Bizce spor federasyonu bütün emek ve 5) İslerime gelince, bilhassa orduda iyi
gayretini güreşçilelrimiz üzerine teksif et­ kılıç kullanan birçok zabitlerimiz varsa
melidir: Çünkü bu millî bir spor olduğu da resmî müsabakalara iştirak etmedikleri
gibi yüzümüzü ağartan sporcularımız da için bunda da hakiki kıymetimizi bilmiyo-
güreşçilerimiz oldu. ruz.Eğer kılıca iştirak edeceksek takımı­
4) Kıymetli haltercimiz Cemal Bey mızı hazırlıyarak şimdiden çalışmağa baş­
hakkında bir şey aöylenuyeceğiz. Kendi lamalıdır. Bunun tam zamanı gelmiştir.
M. Ekrem

m*
İmtiyaz sahibi ve raes’ul müdürü
H- Nihâi
Sis» Matbaası
Yanm
asırdan beri ATSIZ MECMUA
İşçisi Her ayın on beşinde çıkar
Sermayesi
Müstahdimi Türkçülük ve Köycülük
Müstehliki
Mefkûresi etrafında birleşenlerin
T ü rk olan ve
mecmuasıdır.
bütün manasiyle
Yerli Malı olan Onu O k u y u n u z
PERTEV MÜSTAHZARATI ve O ku tu n u z
Avrupa müstahzaratiyle cidden reka­ Fiatı 15, yıllık abonesi 180 kuruştur.
bet kabul etmez bir nefaset veehve-
niyettedir.
Bazı müstahzaratı: Eski sayılarımızı:
Krem (yağlı ve yağsız), briyantin, Ankara caddesinde Orhan Bejr ham
Pudra, Ruj, esans, losyon, ve saire zemin katında, Umum gazeteler ve mec­
ve saire... mualar müteahhitliğinde bulabilirsiniz^

Pul M eşheri
Aylık Türk Fîlâtelist Mecmuası
İstanbul da çok zarif ve nefis, ayni zamanda her pul meraklısı için tetkiki
lâzım bir mecmua var. O da PL'L MEŞHERİ ısnile ayda bir defa neşredilen bil*
mecmuadır, Mecmuanın kapağında görünmeğe başliyan nefaset en son sahifeye
kadar bütün eseri ihata etmiştir. Münderieatı itibarile Pul Meşheri kadar pul
meraklılarının bütün arzularını tatmin edecek bir eser yoktur, diyebiliriz. Fiatı 25
kuruş, senelik abonesi 300 kuruştur.
_1982
TÜRK PULLARI KATALOĞU
PUL MEŞHERİ sahibi Ali Nusret Bey, yorulmak bilmiyen a/„miye 1931-1932 için
bir katalok hazırlamaktadır. Bu katalok, tab’l biter bitmez neşredilecektir. Katalok
PUL MEŞHERİ ne abone olanlara forma forma olarak ta gönderilmektedir.
Katalok gayet nefis bir kâğıda basılmaktadır. Bütün pulculara hararetle tavsiye
ediyoruz. İzahat almak istiyenler Beyoğlu _ Tüneibaşı, Galipdede Caddesinde
430 No. ya PUL MEŞHERİ ne müracaat edebilirler.

Remzi kitaphanesi
Ankara caddesi 93
VATANDAŞ:

I BÜTÜN İHTİYAÇLARINI SAĞLAM VE


U CU Z BİR SURETTE TEMİN EDECEĞİN
MAĞAZA

YERLİ MALLAR
PAZARI dır.
Hereke, Beykoz, Feshane, Bakırköy ve diğer Millî I
fabrikaların manıulâtım bu müessesede bulacaksın. I
Kostümlük kum aşîarm envai, en nefis ipekliler, sağlam ve zarif kundu- ■
raîar» her çeşit seyahat levazımı, halis yün battaniyeler, hazır elbiseler, ipek ■
kravatlar ve saire__

İstanbul, Bahçekapı birinci vakıf han. Beyoğlu, İstiklâl caddesi

Bir Türk m üessesesini korum ak


ister m isiniz ?
NAUMANN Üikiş-Nakış maki ııaları
NAUMANN yazı maki ııaları (Erlka, İdeal)
NAUMANN Bisikletle!*! (G erm aııia)
NAUMANN E lektrikli G ram ofonlar (Portatif)

TER C İH EDİNİZ
T A K S İT L E S A T IŞ
NAUMANN MAKİN A GARI S A T IŞ TÜRK Gİ.MTGT ŞİRKETİ
Tiirkiyenin her tarafında mümessil ve şubeleri vardır.
Merkezi: Galata, Hezaren sokağı 19-21

You might also like