Professional Documents
Culture Documents
1980’DEN GÜNÜMÜZE
TÜRKİYE’DE GÜLDÜRÜ SİNEMASININ DEĞİŞİMİ
Oylum Çağan
20096239
Danışman:
Yrd. Doç. Dr. Sibel Yardımcı
İSTANBUL – 2009
İÇİNDEKİLER Sayfa No.
ÖNSÖZ .................................................................................................................. II
ÖZET .................................................................................................................... III
SUMMARY ......................................................................................................... IV
1. GİRİŞ ................................................................................................................. 1
2. CUMHURİYETİN KURULUŞUNDAN 1980’E TÜRKİYE
SİNEMASINDA GÜLDÜRÜ ............................................................................... 5
2.1. 1923 – 1953 Dönemi .................................................................................. 5
2.2. 1953 – 1970 Dönemi .................................................................................. 11
2.3. 1970 – 1980 Dönemi ................................................................................ 20
3. 1980 DARBESİNİN TOPLUMSAL ETKİLERİNİN GÜLDÜRÜ
SİNEMASINA YANSIMASI ............................................................................. 29
3.1. 1980-1983 Döneminin Ekonomik ve Siyasal Özelliklerinin
Toplumsal Etkilerinin Güldürü Sinemasına Yansımaları ............................... 29
3.2. 1983-1993 Döneminin Ekonomik ve Siyasal Özelliklerinin
Toplumsal Etkilerinin Güldürü Sinemasına Yansımaları ............................... 38
3.3. Türkiye’de Muhalif Güldürü Sineması Ve Kemal Sunal Olgusu ............ 47
3.4. İlyas Salman Filmlerinde Köylünün Temsili ........................................... 54
3.5. Şener Şen Filmlerinde Egemen Değerlerdeki Değişimin İzleri ............... 58
4. 1990’DAN GÜNÜMÜZE DEĞİŞEN YAŞAM TARZLARININ
TÜRKİYE’DE GÜLDÜRÜ SİNEMASINA ETKİLERİ .................................... 66
4.1. Mizah Dergilerinin Dönemin Güldürü Sineması Üzerine Etkileri ........... 69
4.2. Yeni Mizahın Sinemayla Buluşması ve Güldürü Sinemasında
Cem Yılmaz Dönemi ....................................................................................... 75
4.3. Magandanın Film Kahramanı Olarak Kabulü Ve
Recep İvedik Filmleri ...................................................................................... 79
5. SONUÇ ........................................................................................................... 85
6. EKLER ............................................................................................................ 91
7. KAYNAKLAR ................................................................................................ 102
8. ÖZGEÇMİŞ ..................................................................................................... 105
II
ÖNSÖZ
ÖZET
SUMMARY
After 1980 Turkish coup d'état, oppressive governmet menality and new
economic politics caused a deep social changing in Turkey. Consequences of
migration from villages to big cities, especially to İstanbul, effected this change.
During these years preeminent values like reputation, honesty, benevolence began to
decline. Social situation was reflected in this period’s comedy cinema. In this period,
audiences preferred to watch the movies which satirized the social changing.
Güldürü, hem izleyiciye vaat ettiği eğlence hem de yapısı itibariyle insanları,
olayları, durumları karikatürize ederek çok farklı formlarda sunma imkanı tanıması
nedeniyle en baskıcı dönemlerde bile sinemada kendine yer bulabilmiş, birçok
zamanda ve coğrafyada sinemanın kurtarıcısı olmuş bir türdür. Bu nedenledir ki bir
toplumun yaşadığı olaylara verdiği tepkileri, yaşam tarzlarındaki değişimi, farklı
sosyal kodların değişik yorumlarını güldürü sineması üzerinden incelemek, inceleyen
kişiye geniş bir alanda, çok malzemeyle çalışarak zengin bir yorum yaratma imkanı
tanımaktadır.
sevildiği bu coğrafyada, güldürünün her dönem toplum tarafından talep edilen bir tür
olmasıyla açıklanabilir. Ancak bu açıklama, güldürünün otoriteye karşı tavrını
kapsamadığı için eksik kalacaktır. Güldürünün en önemli işlevlerinden biri olan
hiciv, farklı zamanlarda, farklı coğrafyalarda, birçok sanatçı tarafından otoriteye
karşı “yasak delici” olarak kullanılmıştır. Osmanlı’dan bu yana, bu coğrafyada da
güldürünün bu işlevinden yararlanılmış; çoğu zaman iktidar tarafından sansüre
uğrasa, sanatçılar cezalandırılsa da güldürü ve hicivden asla vazgeçilmemiştir.
Tezde, genel ve kabul görmüş bir ifade olan “Türk sineması” yerine,
Türkiye’nin toplumsal altyapısını oluşturan ve Cumhuriyet’in kuruluşundan
günümüze kadar geçen süreçte sinemanın şekillenmesinde rol oynayan farklı
kültürlere daha kapsayıcı yaklaşmak amacıyla “Türkiye sineması” ifadesi
kullanılacaktır.
1
Giovanni SCOGNAMİLLO, Türk Sinema Tarihi, 58, 93, 94.
2
A.g.k., 59.
6
Nijat Özön’ün de işaret ettiği gibi aslında bir tiyatro insanı olan Ertuğrul için
sinema ikincil önemde bir iştir. Özön Türk Sinema Kronolojisi adlı kitabında
Ertuğrul'un, tiyatro mevsimi kapandığında Şehir Tiyatrosu oyuncularını kamera
karşısına geçirerek, onlara sezonda oynadıkları bir oyunu tekrarlattığını ya da
herhangi bir yabancı filmi alıp uyarladığını aktarmaktadır. 4
3
A.g.k., 59.
4
Nijat ÖZÖN, Türk Sinema Kronolojisi, 18.
5
Bkz. (1), SCOGNAMİLLO, 69.
6
Agah ÖZGÜÇ, “Türk Güldürü Sineması Tarihi”, Modern Zamanlar (Güz 2008)
7
başlanmıştır. 1922-1929 yılları arasında imza attığı yedi filmden, sadece ikisi
yabancı kaynaklardan uyarlamadır. 7 Ancak burada önemli olan çektiği eserler
arasında uyarlamaların oranı değil, hem yabancı ve yerli tiyatrodan hem de yabancı
ülkelerin sinemasından Türkiye sinemasına taşıdığı etkiler ve yöntemlerdir. Aldığı
karmaşık etkiler, Ertuğrul’un sinemasında bulvar ve “grand guignol” 8 yaklaşımının
ağır basmasına, sinema kuramının kurucuları olarak da kabul gören, sinemanın ilk
döneminin önemli yönetmenlerinden Sergei Eisenstein ile Vsevolod Poudovkin’in
kuramsal bakış açısına yüzeysel olarak yaklaşmasına neden olmuştur.
Bu dönemde adından söz ettiren diğer güldürü oyuncuları ise Aziz Basmacı,
Settar Körmükçü, Zeki Alpan, Zıt Kardeşler (Mehdi-Osman Zıt), Vahi Öz, Orhan
Erçin, Toto Karaca, Kenan Büke’dir. Ayrıca Aziz Basmacı’yla Tamer Balcı’nın Ali
ile Veli, Zeki Alpan’la Osman Alyanak’ın Memiş ile İbiş, Münir Özkul’la Vasfi Rıza
Zobu’nun Edi ile Büdü gibi komedi çiftleri de bu dönemde ortaya çıkmıştır. 11
9
Bkz. (6), ÖZGÜÇ, Modern Zamanlar (Güz 2008)
10
A.g.m., Modern Zamanlar (Güz 2008)
11
A.g.m., Modern Zamanlar (Güz 2008)
12
Bkz. (1), SCOGNAMİLLO, 83.
13
A.g.k., 86.
9
14
Bkz. (1), SCOGNAMİLLO, 108.
15
Bkz. (4), ÖZÖN, 21.
16
Bkz. (1), SCOGNAMİLLO, 107-119.
17
A.g.k. 131.
10
Geçiş döneminde en çok ilgi gören filmlerden biri Amerikan tarzı polisiye
filmlerin taklidi olan, Faruk Kenç’in yönettiği Yılmaz Ali adlı Türk tipi dedektif
filmidir. Kenç’in en önemli özelliği, çektiği bu filmde hareketli kamera kullanarak 18
sinema ile tiyatro arasındaki anlatım ayrılığını vurgulamış, her ne kadar Batı
etkisinde de olsa kendine özgü bir sinema dili yaratma kaygısı gütmüş olmasıdır.
Kenç daha sonraki filmlerinde de benzer bir kaygıyla hareketli kamera kullanmaya
devam etmiştir. Kenç ayrıca Çakırcalı Mehmet Efe adlı kahramanın başrolde olduğu
Çakırcalı Mehmet Efe (1950), Çakırcalı Nasıl Vuruldu (1950) ve Çakırcalı Mehmet
Efe’nin Definesi (1952) adlı filmlerle Türkiye sinemasında daha önce denenmemiş
bir tür olan dizi filmi deneyen ilk yönetmendir. 19 Batı’da yetişmiş, ufkunu açık
tutmaya ve sinemada yeni sınırlar çizmeye istekli bir yönetmen olan Kenç,
çağdaşlarıyla birlikte, Ertuğrul’un egemenliğindeki sinema sektörüne yeni bir yön
çizmiştir. Geçiş döneminin tiyatro kökenli olmayan sinemacıları, tiyatrodan farklı bir
sinema yaratmaya çalışmışlar, her ne kadar Batı etkisinde de olsa Türkiye’de yeni bir
sinema dili yerleştirme amacıyla hareket etmişlerdir. Ayrıca yeni sinemacıların
yetişmesine katkıda bulunarak, Türkiye’de sinema geleneğinin, kültürünün ve
pratiğinin gelişmesi için gerekli zemini hazırlamışlardır.
18
A.g.k., 113.
19
A.g.k., 114.
11
Türkiye sinemasının ilk renkli film olan Halıcı Kız, 1953 yılında çekilmiştir.
Filmin yönetmeni olan Muhsin Ertuğrul, 1951 yılında Devlet Tiyatroları Genel
Müdürlüğü’nden ayrılarak İstanbul’da Küçük Sahne adlı özel tiyatroyu kurmuştur.
Halıcı Kız’ı da bu tiyatronun oyuncularıyla çekmiş; yine tiyatro dilinden, anlatım
tekniklerinden uzak kalamamıştır. Türkiye sinemasının ilk renkli filmi, çağdaş
sinemaya uyum göstermeyen, geri kalmış bir anlayışın ürünü olarak görülebilir. Bu
filmin başarısızlığı, Ertuğrul’un sinemayı kesin olarak bırakmasına neden olmuştur.20
Böylece Türkiye sinemasında tek adam dönemi tamamen kapanmış; geçiş dönemi
tamamlanmıştır.
Her ne kadar 1940-1960 yılları arasında özgün birkaç eser, yaratıcı birkaç
isim çıkmışsa da 1960’lı yıllara gelene kadar öz, biçim, oyunculuk bakımından
özgünleşme çabası içinde olan bir Türkiye sinemasından bahsetmek mümkün
değildir. Geçiş döneminde gerçekleşen en önemli olaylar, Lütfi Ö. Akad, Orhon
Murat Arıburnu, Metin Erksan, Atıf Yılmaz, Memduh Ün ve Osman Seden gibi
Türkiye sinemasında uzun yıllar izleyiciye ulaşmayı sürdüren filmler üreten
yönetmenlerin sinemaya girmesidir.
20
A.g.k., 92.
21
A.g.k., 8.
12
22
A.g.k., 189.
23
A.g.k., 203.
24
A.g.k., 203.
25
A.g.k., 206.
26
A.g.k., 346-347.
27
A.g.k., 207.
13
1960 yılından itibaren Türkiye sineması çok sayıda ürün veren bir piyasa
haline gelmiştir. Bu yıllarda birçok ticari tür denenmiş ve sinema piyasası içerisinde
uzun yıllar varlığını korumuştur. Bunların en önemlilerinden biri Memduh Ün’ün
Ayşecik adlı filmle başlattığı ve Atıf Yılmaz’ın Ayşecik Şeytan Çekici adlı filmle
sürdürdüğü çocuk filmleri serisidir. Bu filmlerle sinema dünyasına adım atan Zeynep
Değirmencioğlu’nu, İlker ve Sezer İnanoğlu, Parla Şenol, Menderes Utku gibi çocuk
yıldızlar izlemiştir. 28 Çocuk yıldızların filmleri Türkiye sinemasına melodram-
güldürü karışımı bir türün girmesini sağlamıştır. İzleyiciler bu çocukların
maceralarıyla hem gülmüş, hem hüzünlenmiş ama her filmde mutlu sona
ulaşmışlardır. Türkiye sinemasının tiyatronun etkisinden tam olarak kurtulamadığı
yıllarda vazgeçemediği iki tür olan melodram ve güldürünün müşterisinin hiç
azalmadığı, çocuk yıldız filmlerinin izleyici tarafından büyük ilgi görmesinden
anlaşılabilir.
Atıf Yılmaz’ın 1957 tarihli Gelinin Muradı adlı filmi kasaba güldürülerinin
ilk örneği olarak gösterilebilir. 30 Salon güldürüleri dönemini ise yönettiği Ne Şeker
Şey (1962), Badem Şekeri (1963) ve Beş Şeker Kız (1964) filmleriyle Osman F.
Seden başlatmıştır. 31 Bu dönemde, aynı türde eserler veren bir diğer yönetmen ise
Hulki Saner’dir. Bu iki yönetmen de Hollywood’dan çok etkilenmiştir. Özellikle,
1920’li yıllardan itibaren çok sayıda komediye imza atmış, dönemin parlak
yönetmeni Frank Capra’dan etkilendikleri söylenebilir. Yine Batı’dan alınan bir
anlatım diliyle yerli konuları harmanlamaya çalışan sinemacılar, bu dönemde daha
28
A.g.k., 195-196.
29
Bkz. (6), ÖZGÜÇ, Modern Zamanlar (Güz 2008)
30
Bkz. (1), SCOGNAMİLLO, 170.
31
Bkz. (6), ÖZGÜÇ, Modern Zamanlar (Güz 2008)
14
akıcı, yalın bir anlatım dili kullanmaya başlamış, izleyicinin daha fazla özdeşlik
kurabileceği tipler yaratmışlardır. Artık Türkiye’de de yönetmen sineması
kavramından söz etmek mümkün olmuştur.
1960’lı yıllara damgasını vuran bir diğer güldürü karakteri ise Adanalı
Tayfur’dur. Osman F. Seden’in Cilalı İbo dizisinin ardından yarattığı bu karakter,
dönemin yeni oyuncusu Öztürk Serengil tarafından canlandırılmıştır. 33 Aslında o
32
http://www.imdb.com/name/nm0438793/
33
A.g.m., Modern Zamanlar (Güz 2008)
15
Halk tarafından çok sevilen Adanalı Tayfur sayesinde ünü kısa sürede yayılan
Serengil’in Seden’le yolları 1964 tarihli Adanalı Tayfur Kardeşler filminden sonra
ayrılır. Serengil, Adanalı Tayfur serisine Ertem Eğilmez’in ilk yönetmenlik denemesi
olan, serinin üçüncü filmi Fatoş’un Fendi Tayfur’u Yendi güldürüsü ile devam eder.
Ancak bu film, Seden’in çektiği versiyonları kadar ilgi görmez, ticari olarak da
başarısız olur. 35 Bu film ile Adanalı Tayfur serisi sona erer.
34
A.g.m., Modern Zamanlar (Güz 2008)
35
A.g.m., Modern Zamanlar (Güz 2008)
16
Kariyerine 1944 yılında Günahsızlar adlı drama ile başlayan Alışık, 1960’lı
yılların başında Küçük Hanım ve Ayşecik gibi hem güldürü hem melodram öğelerini
bünyesinde barındıran filmlerde rol alarak drama oyunculuğunun yanına
komedyenliği de eklemiştir. Alışık, bu filmlerde iyi yürekli, duygusal ve saf
karakterleri canlandırarak Turist Ömer’in altyapısını hazırlamaya başlamıştır.
36
A.g.m., Modern Zamanlar (Güz 2008)
17
hayat mağduruyum, yaptıklarımın hiçbiri aslında benim suçum değil” mesajını içerir.
Halk Turist Ömer’de kendisini bulur, ihtiyacı olduğu için çaldığını, insanları
kandırdığını düşünerek onu hoşgörür.
Yılmaz Güney’in oyuncu olarak ilk filmi, başrolde oynadığı, Atıf Yılmaz’ın
1958 tarihli Bu Vatanın Çocukları filmidir. Güney, filmin senaryosuna da katkıda
bulunmuştur. 43 1966 yılında At, Avrat, Silah’la ilk yönetmenlik denemesini
gerçekleştiren Güney 44, Türkiye sinemasına gerçekçiliğin ve epik anlatımın farklı bir
örneğini sunmuştur.
40
A.g.k., 201, 202.
41
A.g.k., 201.
42
A.g.k., 324.
43
A.g.k., 361.
44
A.g.k., 365.
20
1970’ten 1980’e kadar geçen süreçte, Türkiye güldürü sineması yenilikçi bir
kimlik kazanmış; 2000’li yıllara kadar gelen döneme damgasını vuracak yönetmenler
21
45
A.g.k., 325.
46
Bkz. (6), ÖZGÜÇ, Modern Zamanlar (Güz 2008)
22
Toplam altı filmden oluşan dizinin ilk filmi 1975 tarihli Hababam Sınıfı’dır.
Sonuncusu ise 1981 tarihli Hababam Sınıfı Güle Güle’dir. 47 Ertem Eğilmez’in
tümünün yapımcılığını üstlendiği ve 1978 tarihli Hababam Sınıfı Dokuz Doğuruyor
hariç 48, diğer beş filmini yönettiği Hababam Sınıfı serisi, Türkiye sinemasına yeni bir
boyut kazandırmış, tiplerden ziyade karikatürize edilmiş gerçeklerle insanları
güldürmeyi başarmıştır. Bu seride, tiplerin bireysel özellikleri ön planda olsa da,
onların bütün içerisindeki rolleri, meydana getirdikleri yapının parçası olarak var
olmaları önemlidir. Zira bu karakterlerin tümünün dışarıda herhangi bir insanken,
izole bir ortam olan okul içerisinde farklı bir kimliğe ve gerçekliğe büründükleri
filmlerin alt metni incelendiğinde görülmektedir. Hababam Sınıfı filmleri Cilalı İbo,
Adanalı Tayfur, Turist Ömer gibi güldürü tiplerinin cazibesini yitirdiği dönemde
ortaya çıkan; anlatılan hikayenin ve münferit karakterlerin güldürünün yapısını
birlikte oluşturduğu, hicve dayalı güldürü sinemasının başlangıcıdır.
Hababam Sınıfı serisinin bir diğer özelliği ise, Münir Özkul’un canlandırdığı
müdür yardımcısı Kel Mahmut tipiyle doğruculuk, dürüstlük ve vicdan gibi
değerlerin önemini izleyiciye sürekli aktararak mesaj veren güldürü yaklaşımının
Türkiye sinemasındaki öncüsü olmasıdır. Kendisiyle sürekli çatışan ve onu
kandırmaya çalışan öğrencilere karşı her zaman hazırlıklı olan, onların oyunlarına
hiçbir zaman kanmayan Kel Mahmut, verdiği şiddetten uzak cezalar ve öğretici
konuşmalarıyla sinemamızda sağduyunun, vicdanın ve babacan yaklaşımın temsili
olmuştur. Özkul’dan önce sinemamızın babacan tipi, “tonton ve zengin ihtiyar”
Hulusi Kentmen’dir. Ancak Kentmen’in burjuva babancanlığına karşı, Özkul hem
47
Bkz. (1), SCOGNAMİLLO, 325.
48
Serinin bu filmini Ertem Eğilmez’in yetiştirdiği yönetmenlerden biri olan Kartal Tibet yönetmiştir.
23
Hababam Sınıfı serisiyle öne çıkan bir diğer isim ise İnek Şaban tiplemesini
canlandıran Kemal Sunal’dır. Bu filmlerde durgun zekalı, arkadaşlarının eğlence
unsuru olan fakat onlar tarafından dışlanmayan, köylü bir öğrenciyi canlandıran
Sunal, Hababam Sınıfı ile sinema kariyerinde başarılı bir çıkış yapmıştır. Fakat asıl
ününü daha sonraki filmleriyle kazanmıştır. 1970’lerin sonuna gelindiğinde, başrolde
yer alabilecek kadar popüler olmuştur. Bu yıllarda Türkiye’de yaşanan ekonomik
zorluklar, sokağa taşınan siyasi çatışmalar, yolsuzluklar toplumsal bir travma
yaratmış; toplum ülkenin geleceğinden endişe duymaya başlamıştır. Ülkenin içinde
bulunduğu kargaşa ortamında kanunsuz yöntemlerle servet kazanan yeni zenginler
ortaya çıkmıştır. Bu sağlıksız ortam, Türkiye’deki güldürü sinemasına da yansımış;
Sunal bu süreçte yaşanan olumsuzlukları hicveden filmlerin aranan aktörü olmuştur.
49
Bkz. (6), ÖZGÜÇ, Modern Zamanlar (Güz 2008)
24
miras şaşkın bir yüz ifadesi, geniş bir gülümseme ve her filmde tekrarlanan benzer
esprilerle yapmıştır. Bu tekrarlar izleyici sıkmaya başladığında, espriler küfürlerle
desteklenmeye çalışılır. Kendini tekrar etmesine, arka arkaya birbirinin benzeri
filmlerde rol almasına karşın Sunal, toplumun geniş bir kesimi tarafından kabul
görmüş ve sevilmiş, filmleri hâlâ televizyon kanallarında yayınlanan ender
oyunculardan biridir.
Alasya ve Akpınar’ı, yan rollerden başrole taşıyan ilk dönem filmlerinden biri
Aram Gülyüz’ün yönettiği 1974 tarihli Mirasyediler’dir. Ancak büyük çıkışlarını
Osman F. Seden’in filmleriyle yaparlar. 5 Milyoncuk Borç Verir Misin?, Nereden
Çıktı Bu Velet, Herkesin Gönlünde Bir Aslan Yatar gibi Seden filmleriyleizleyicinin
vazgeçilmezleri arasında yer almışlardır. Ancak onları yıldızlaştıran film, yine
Seden’in imzasını taşıyan 1976 tarihli Nereye Bakıyor Bu Adamlar’dır. 50
50
A.g.m., Modern Zamanlar (Güz 2008)
25
Eğilmez’in filmleriyle öne çıkan isimlerden biri diğeri ise Adile Naşit
olmuştur. Eğilmez’in filmlerinin birçoğunda başrolde olan Naşit’ten önce Mualla
Sürer, Suna Pekuysal, Mahmure Handan, Mürüvvet Sim, Uğur Kıvılcım gibi kadın
güldürü oyuncuları genellikle yan rollerde yer almıştır. 51 Basma elbiseli ve yemenili
kenar mahalle kadını tiplemesiyle sevilen Naşit, Hababam Sınıfı serisindeki Hafize
Ana karakteriyle izleyicinin vazgeçilmezlerinden biri haline gelmiştir.
1974 yılında, Oksal Pekmezoğlu’nun Beş Tavuk Bir Horoz adlı filmiyle
Türkiye sinemasında beş yıl sürecek seks güldürüleri dönemi başlar. Ali Poyrazoğlu,
Sermet Serdengeçti, Aydemir Akbaş, Hadi Çaman, Alev Sezer, Bülent Kayabaş,
51
A.g.m., Modern Zamanlar (Güz 2008)
52
A.g.m., Modern Zamanlar (Güz 2008)
26
İlhan Daner, Mete İnselel, Yüksel Gözen gibi tiyatro çıkışlı oyuncular ve Behçet
Nacar bu filmlerde en çok rol alan isimlerdir. 53
Bu dönemde ticari kaygılarla yaratılan filmlere diğer bir örnek ise, Ertem
Göreç’in Pamuk Prenses ve Yedi Cüceleri’yle başlayan, Süreyya Duru’nun
Keloğlan’ıyla devam eden masal filmleridir. 56
53
A.g.m., Modern Zamanlar (Güz 2008)
54
Bkz. (1), SCOGNAMİLLO, 408.
55
A.g.k., 215.
56
A.g.k., 208, 210.
57
A.g.k., 368-369.
27
ticari açıdan büyük bir başarı sağlamıştır. Arkadaş, 1 milyon 200 bin TL brüt gelir ile
İstanbul bölgesinde o güne kadar en çok iş yapan film olmuştur. 58
göçün sonuçları, zenginleşme ve sınıf atlama merakı gibi konuların çoğu zaman
derinlikten uzak, düz bir üslupla işleneceği filmlerin altyapısı da 1970’lerin
sonlarında oluşmuştur.
29
12 Eylül 1980 sabahı “Bayrak Harekatı” adı verilen askeri müdahale ile Türk
Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetimine el koymasıyla
başlayan ve 1983 yılında, Turgut Özal’ın başkanlığını yaptığı Anavatan Partisi’nin
iktidara gelmesine kadar geçen süre, Türkiye’nin bugünkü toplumsal yapısının
şekillenmesinde önemli rol oynayan bir geçiş sürecinin başlangıcı olarak kabul
edilebilir. Darbe sürecini, darbe öncesinde hazırlanan ve sonrasında uygulanmaya
devam edilen 24 Ocak kararlarının etkilerini ve Turgut Özal’ın iktidara gelmesinden
ölümüne kadar geçen sürede merkezinde yer aldığı ekonomik, siyasal ve toplumsal
liberalleşme çabalarını, bunların toplum üzerindeki etkilerini anlamak, bu tezin
konusu olan 1980 darbesi sonrasındaki süreçte güldürü sinemasının değişimini
incelemek ve varılan noktayı yorumlamak açısından gereklidir. Bu bölümde
1980’den 1990’ların ortalarına kadar geçen sürede yaşanan ekonomik, siyasal ve
toplumsal gelişmeler, sinemanın değişimiyle karşılaştırmalı olarak incelenecektir.
Emin Çölaşan, 24 Ocak Bir Dönemin Perde Arkası adlı kitabında 14 Ekim
1979 tarihinde yapılan ara seçimlerden önce döviz olmadığına, enflasyonun hızla
arttığına, döviz gelirlerinde belirgin bir gelişmenin sağlanamadığına, üretimin düşük
olduğuna ancak fiyatların sürekli artması ve pek çok malı bulmanın mümkün
olmaması nedeniyle üretilen her malın iç piyasada hemen alıcı bulduğuna,
karaborsanın arttığına; anarşi 61, terör, siyasal belirsizlikler, parlamento transferleri ve
siyasal çekişmelerin yoğunlaştığına dikkat çekerek, daha önceki siyasal iktidarların
getirdiği ekonomik, sosyal ve siyasal sorunların üstesinden gelemeyen Ecevit
hükümetinin tedirgin olduğunu belirtmektedir. 62
60
Kamil KARAVELİOĞLU, Bir Devrim İki Darbe, 294.
61
Anarşi kelimesi burada “anarşizme” gönderme yapmamaktadır. Burada kullanıldığı anlamıyla
anarşi kelimesi, Türk Dil Kurumu sözlüğündeki karşılığı olan “kargaşa”yı işaret etmektedir.
62
Emin ÇÖLAŞAN, 24 Ocak Bir Dönemin Perde Arkası, 16.
63
A.g.k., 101.
31
“Darbe, emir ve komuta zinciri içinde, yukardan aşağı, yani hiyerarşik bir
düzen içinde gerçekleşmişti. Bu yönüyle de, orta rütbeli subay çoğunluğuna dayalı ve
hiyerarşi dışı hatta ona karşı bir nitelik göstermiş olan 27 Mayıs 1960
müdahalesinden farklıydı. Asıl temel farklılık ise, her iki müdahalenin itici güçleri ve
programları açısından ortaya çıkacaktı.” 66
64
A.g.k., 104.
65
William HALE, 1789’dan Günümüze Türkiye’de Ordu ve Siyaset, Çev. Ahmet Fethi, 205.
66
B. TANÖR - K. BORATAV - S. AKŞİN, Türkiye Tarihi 5. Cilt Bugünkü Türkiye, 26.
32
67
Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki görev ve yetkileri tanımlayan yasalar bütünü. Bu kanunun 35.
maddesine göre Türk silahlı kuvvetlerinin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan
Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumaktır. 1980 darbesinin dayanak noktası da bu maddedir.
68
Bkz. (66), TANÖR - BORATAV – AKŞİN, 28.
33
72
Bkz. (66), TANÖR - BORATAV – AKŞİN, 34.
73
A.g.k., 35.
35
74
A.gk.k., 37.
75
Teoman ERGÜL, Sosyal Demokraside Ayrışma Yılları, 138.
76
N. ILICAK – A. KEKEÇ, Generallerin Gecesi Yazı Dizisi 12, Yeni Şafak Gazetesi 23.09.2000
77
Mareike SPIESS-HOHNHOLZ, , “In diesem Land wurde immer gefoltert”, Der Spiegel
(19.10.1981), 174.
78
Bkz. (69), KAZGAN, 407.
36
Bu dönemde dikkate değer az sayıdaki filmin büyük bir kısmını ise güldürüler
oluşturmaktadır. Kartal Tibet’in Aziz Nesin’in aynı isimli romanından sinemaya
uyarladığı, Kemal Sunal’lı Zübük politik bir taşlama olarak dönemin dikkat çeken
79
Bkz. (1), SCOGNAMİLLO, 191.
37
filmi olarak karşımıza çıkmaktadır. 1980 yılında öne çıkan diğer iki film ise İlyas
Salman’ın rol aldığı Talihli Amele ile Kemal Sunal’ın rol aldığı, Orhan Kemal
uyarlaması Devlet Kuşu’dur.
80
Gordon MARSHALL, Sosyoloji Sözlüğü, Çev. Osman Akınhay - Derya Kömürcü, 392,393.
38
Türkiye’de toplumsal içerikli güldürü filmleri, yoğun olarak 1980’li yıllar ile
1990’lı yıllar arasında üretilmiştir. Bu döneme ait filmlerin incelenebilmesi için,
dönemin ekonomik, siyasal gelişmelerinin toplumsal etkilerinin yorumlanması
gerekmektedir.
81
Kişileri ve olayları karikatürize ederek sunan, taşlamaya dayanan abartılı güldürü.
82
Yavuz GÖKMEN, Özal Sendromu, 137.
39
83
Süleyman Demirel, Bülent Ecevit’in başbakanlıktan istifa etmesinin ardından, 12 Kasım 1979
tarihinde azınlık hükümeti kurmuş; “Yüz Gün Planı”nı açıklayarak anarşiyi ve enflasyonu 100 günde
çözeceğini iddia etmiştir. Demirel, Özal’ı başbakanlık müsteşarlığına atamış ve IMF ile bu kapsamda
bir anlaşma imzalanmıştır. 24 Ocak 1980 günü kamuoyuna duyurulan ve tarihe “24 Ocak Kararları”
olarak geçen bu yeni yapılanma ile Türkiye karma ekonomiden serbest piyasa ekonomisine geçmiştir.
84
Emre KONGAR, 21. Yüzyılda Türkiye, 197.
85
Bkz. (77), Der Spiegel (19.10.1981), 174.
40
Kısa sürede demokrasiyi yeniden inşa etme iddiasında olan yeni yönetim,
yeni partilerin kurulmasına izin vermiş ancak bunların bazıları eski partilerin
uzantıları oldukları gerekçesiyle kapatılmıştır. Kurulan ve kapatılan partiler, veto
edilen kurucu üyeler nedeniyle yaşanan sancılı bir dönemden sonra 6 Kasım 1983
tarihinde yapılan milletvekili genel seçimlerine 3 parti katılabilmiştir; askeri rejimin
veliahtı olarak görülen emekli Org. Turgut Sunalp’in Milliyetçi Demokrasi Partisi
(MDP), Turgut Özal tarafından kurulan Anavatan Partisi (ANAP) ve Necdet Calp
tarafından kurulan Halkçı Parti (HP).
86
Bkz. (66), TANÖR - BORATAV – AKŞİN, 51,52.
41
Evren ile MGK’nın Özal’a bakış açısı ve seçmenin neden ANAP’ı tercih
ettiği konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Hasan Cemal kitabında “Bülent
Ecevit’e göre Evren, Özal ve ANAP konusunda ‘oyun içinde oyun’ sergilemişti.
Ecevit, ANAP’ın hem askeri yönetimin hem de Amerika’nın iktidar adayı olduğu
kanısındaydı.” 88 diyerek bu görüşlerden birini ortaya atmaktadır. Hasan Cemal
görüşü ise şöyledir: 12 Eylül askeri yönetimi ve lideri Evren, Turgut Özal ile partisi
ANAP’ı iktidarda görmek istemiyordu. Evren, yüzde 92’lik referandum oyundan
kaynaklanan karizmasına çok güveniyordu; ancak hem Sunalp’a karşı bir denge
olsun diye, hem de Batılı odaklardan özellikle Washington’dan gelen telkinlere kulak
vererek, iki partili rejime bir de ‘buçuk’un eklenmesini sakıncalı bulmamıştı; bu
nedenlerle ANAP’ın grafiğinin yükselmesi üzerine yaptığı Özal’ı yeren konuşması,
bir senaryonun değil, içtenlikli bir tutumun sonucudur. ... Sunalp Paşa’nın yanında
Özal ister istemez sivil gözüküyordu. Danışmanlarının da ustaca yönlendirmesiyle
Özal, aydın kamuoyu karşısında liberal bir görüntü çizmeye başlamıştı. Serbest Pazar
ekonomisi ile demokrasi bağlantısı kuruyor; millet devlet için değil, devlet millet için
vardır diyor, her alanda sloganlara dayalı yenilikçiliği özellikle ön plana çıkarıyor;
belediyelerin önemini vurgulayarak demokrasi ile yerel yönetim bağlantısını
kuruyordu. Bunların tümü ve Özal’ın yumuşak üslubu, Evren’in bangır bangır
bağırdığı bir dönemde kulağa hoş geliyordu.” 89
87
Hasan CEMAL, Özal Hikayesi, 47.
88
A.g.k., 47.
89
A.g.k., 49.
42
90
A.gk., 346.
91
Ali Şeref TURAN, Türkiye’de Seçmen Davranışı, 132.
92
A.g.k., 133.
93
Bkz. (84), KONGAR, 330.
43
1984 tarihli Kemal Sunal filmi Sosyete Şaban’da bu durumun açık bir
örneğini görebiliriz. Filmde, Mersinli toprak ağası Şaban, İstanbullu beşik kertmesi
Peri ile evlenir. Peri, dönemin filmlerinde sıkça işlenen “zengin kız” tipine uygun
94
Emre KONGAR, 12 Eylül Kültürü, 256
44
olarak Amerika’da okumuş, sürekli Avrupa seyahatlerine çıkan “sosyetik” bir genç
kızdır. Babasının fabrikasını iflastan kurtarmak için evlendiği Şaban’dan düğün
günü, “Senin gibi görgüsüz bir ayı ile evleneceğime ölürüm daha iyi.” yazan bir not
bırakarak kaçar. Bunun üzerine Şaban, kahyasının İstanbul’da okumuş yeğeninden
kendisini görgülü bir insan haline getirmesi için yardım ister. Kahyasının yeğeninin
“Size İstanbul’dan en iyi hocaları getiririm. Sanırım bir yıl içinde tam istediğiniz gibi
olabilirsiniz.” sözleri üzerine Şaban “Yani bir yıl sonra görgülü ayı mı olacağım?”
der. Şaban’a göre “ayı her zaman ayıdır”. Kemal Sunal’ın Şaban karakterini
canlandırdığı çok sayıda filmde benzer cümlelere rastlayabiliriz. Şaban, bu sözleriyle
1980 sonrasında yaygınlaşan kısa yoldan zengin olup sınıf atlayarak geçmişinden
kopma, yeni bir kimlik edinme çabasına gönderme yapmakta, insanların
geçmişlerinden ve özlerinden kopmaya ne kadar uğraşırlarsa uğraşınlar başarılı
olamayacaklarını söylemektedir.
95
Nurdan GÜRBİLEK, Vitrinde Yaşamak 1980’lerin Kültürel İklimi, 26.
45
yandan da, bu toplumun daha az tanışık olduğu bir başka iktidar biçiminin, ilk
bakışta kendini kurumsuzluk olarak sunan, yasaklayıcı değil oluşturucu, kışkırtıcı,
içerici bir iktidarın etkili olduğu yıllardı. Bu iki özelliğe, 80’lerin bu iki ayrı yüzüne
ilk bakışta bir öncelik-sonralık sorunu olarak bakılabilir; 80’lerin ilk yarısına
darbenin, baskının, şiddetin; ikinci yarısına görece özgürleşmenin, daha modern,
daha sivil bir iktidarın damgasını vurduğu söylenebilir. ... İlkinin bastırdığını ikincisi
kışkırttı, dönüştürüp içermeye çalıştı. İkincisinin kışkırttığını ilki bastırmaya çalıştı.
İki strateji, iki iktidar olma biçimi, iki farklı söylem –devletin yasaklayıcı söylemiyle
daha modern, özgürleştirici vaatlerle dolu, daha sivil bir söylem– 1980’lerde adeta
çakışmıştı. 80’lerin kültürel iklimini belirleyen, 80’leri önceki baskı dönemlerinden
ayıran da bu çakışmaydı.” 96
96
A.g.k., 13.
46
97
Nurdan GÜRBİLEK, Ben de İsterem, Defter Dergisi (Yaz 1999), 27,28
98
Mina URGAN, Bir Dinazorun Anıları, 248,249
47
99
David HARVEY, Postmodernliğin Durumu, Çev. Sungur Savran, 326
48
Şaban, öteki gibi toplum tarafından dışlanmaz, onun gibi yalnızlık yaşamaz. Toplum
Şaban’ı garip de bulsa olduğu gibi kabul eder, yalnız bırakmaz. Zaten Şaban da
kendi başına olmaktan, yalnız hareket etmekten rahatsızlık duymaz. Saftır ancak
bazen tesadüflerin yardımıyla, bazen de pratik zekası ve uyanıklığı sayesinde zor
durumlardan kurtulacak kadar şanslı ve akıllıdır. Şehirli Şaban ise dürüst, şehrin
getirdiği uyanıklığa ve farkındalığa sahip, yaşadığı maddi zorluklarla dalga
geçebilen, dürüst, şanstan çok aklı sayesinde zor durumlardan kurtulabilen, hatalı
gördüklerine, kendisine ya da yakınlarına zarar verenlere ders verebilen, daha güçlü
bir karakterdir. Şaban karakteri Sunal’ın imzası gibi olmuştur. Oyuncunun
canlandırdığı çok sayıda farklı karakterde de Şaban’ın izlerini görmek mümkündür.
Bu durum, oyuncunun tercihi olabileceği gibi, izleyiciye daha önce sevdiği, ticari
başarısı garantilenmiş filmleri sunmak isteyen yapımcıların ve yönetmenlerin
kaygılarından da kaynaklanmış olabilir.
Sunal, ister bir köylüyü canlandırsın ister şehirde yaşayan birini, her zaman
iktidarı ve ezilenler üzerindeki keyfi uygulamalarını hicvetmiştir. Bazen bir köy
ağasında, bazen kızı için çok yüksek başlık parası isteyen babada, bazen veresiye
vermeyen esnafta, bazen kirayı ölçüsüzce artırmak isteyen ev sahibinde, bazen de
hükümette tezahür eden iktidarın, alt sosyo-ekonomik grubu, yani ezilenleri
düşünmediği, daha da çok ezmekte sakınca görmediği Sunal’ın filmlerinde sık
rastlanan bir ana temadır.
Dünya, Gülen Adam gibi filmler, toplumsal değişimlerin izlerini taşıyan, yaşanan
olumsuzlukların hicvedildiği, izleyici tarafından büyük ilgi gören yapımlar olarak
karşımıza çıkar.
çıkaracak.” diyerek para için her şeyi yapmaya hazır bu insanları küçük gördüğünü
anlatmaktadır.
düzene ait zevklere itibar eden bireylerin toplum tarafından hakir görüldüğü,
dışlandığıdır.
Filmde çok kez “köylü, ayı, hanzo” olarak tanımlanan Bayram, yeni toplum
düzeninin önyargılarının hedefi olarak karşımıza çıkmaktadır. Yalnızca köylü
olması, şehrin vatandaşlarının çoktan doyduğu, artık gelmelerini, kamusal alanlarını
işgal etmelerini istemedikleri bir kitleye mensup olması değil, toplumun her
kesiminden insanı birleştiren ortak değer olan paraya itibar etmemesiyle de
ötekileştirilmeye müsait bir karakterdir Bayram. Para ile yaratılan illüzyona
kanmayan Bayram, yeni düzenin insanı olarak kabul görmemektedir. Bu insan için
tek çare, yeni düzenden uzakta bir hayat kurmasıdır. Mahkemede lehine karar verilen
ve akıl hastanesine gitmekten kurtulan Bayram’ın, Suna’yı da alıp köyüne, eski
yaşamına dönmesi bu duruma gönderme yapmaktadır.
bile okumuyor çoğu. Biz yarı aç yarı tok dolaşırken elindekini avucundakini bu
süprüntülere vermen doğru mu?” diyerek Kerim’in kitap okumasını eleştirmesidir.
Orta sınıf için okumanın para kazanmaya doğrudan bir etkisi olmadığından, okuyan
bir koca değil, eve daha çok para getiren bir koca daha makbul duruma gelmiştir.
Ayrıca Kerim bu noktada davul çaldığı için yadırganan Bayram karakteriyle de
benzerlik göstermektedir. İki karakter de kendi yaşam tarzlarına uygun birer uğraş
içinde olmalarına rağmen, kendilerine maddi kazanım sağlamayan şeylerle
ilgilendikleri için garipsenmektedirler.
100
Korkut BORATAV, 1980’li Yıllarda Türkiye’de Sosyal Sınıflar ve Bölüşüm, 18,53
54
Bilo karakteriyle çok sayıda filme imza atan Salman, 1980’lerin güldürü
sinemasında dikkat çeken az sayıdaki oyuncudan biridir. Saf, temiz, namuslu
köylülerin “kötü insanlar” tarafından istismar edilmeleri ve “kötüleştirilmeleri”
Salman filmlerinde ortak bir ana tema olarak karşımıza çıkar. Göç sorununu,
taşradan büyük şehirlere ve Almanya’ya göç eden kişilerdeki değişimler açısından
değerlendirmek için Salman’ın 1980 tarihli Banker Bilo ve Adalet Ağaoğlu’nun
Fikrimin İnce Gülü adlı romanından uyarlanan 1987 tarihli Sarı Mercedes (Mercedes
Mon Amour) filmleri burada birer örnek olarak incelenecektir.
Bilo ve Maho’nun burada da iki zıt seçeneği tercih ettiği görülmektedir. Bilo,
önce inşaat işçiliği, sonra da seyyar satıcılık yapar. Bu sırada hayatında ilk kez rüşvet
kavramıyla karşılaşır; inşaattaki ustabaşına kendisini seçmesi için yevmiyesinden
komisyon, zabıtaya da tezgahına el koymaması için rüşvet vermesi gerektiğini
öğrenir. Bilo namus konusunda çok hassastır. “Namussuzluk” olarak nitelendirdiği
bu kadar çok şeyi bir arada görmek onu çok şaşırtır, tepkisini ise “Bu memlekette hiç
namuslu adam kalmadı mı?” sorusuyla dile getirir.
en temiz adamı. Yalnız bir tek kusuru var çok namuslu kerata.” demesi Maho’nun
konuya bakışının en net örnekleridir. Filmde, her karşılaştıklarında Bilo’yu
kandırmayı başaran Maho’nun bir kez bile vicdan azabı çektiğine dair herhangi bir
gösterge sunulmamıştır. Aksine, her defasında yine kendini kurtarmış olmanın
mutluluğunu yaşadığı görülmektedir.
Salman’ın filmlerinde, kazandıklarıyla yok olan bir diğer karakter ise Sarı
Mercedes filmindeki Bayram’dır. Bayram, Bilo’nun aksine Almanya’ya gitmeyi
başarmış, çalışıp kazandığı tüm parayı hayallerini süsleyen sarı bir Mercedes’e
yatırmıştır. Bayram’ın arzu nesnesi de Balkız adını verdiği Mercedes’idir. Bayram’ın
inancına göre, Mercedes onun kim olduğunu tanımlamakta, kendisine saygı
duyulmasını, hayran olunmasını sağlamaktadır. Bayram, çok hasta olan amcasını
ziyaret etmek için Mercedes’iyle Almanya’dan Türkiye’ye doğru yola çıkar. Hedefi
amcasını ziyaret etmek olsa da niyeti daha çok Mercedes’i sayesinde köydeki herkesi
101
Jacques LACAN, Écrits: A Selection, Çev: Alan Sheridan, 292-293, 356-357.
57
Her iki filmde de karşımıza çıkan ortak argümanlar ise şunlardır: Göç,
köylünün kendi isteğiyle değil dışardan gelen etkiler nedeniyle gerçekleşmektedir.
Göç edilen yerdeki yaşam tarzı, bu yaşam tarzına daha çabuk uyum sağlayan
hemşehrilerin ve yabancı şehrin insanlarının negatif davranışı, namuslu ve dürüst
yaşamak isteyen insanların hayatta kalmasına imkan tanımamakta; onları da
58
Şener Şen de, Ertem Eğilmez’in Hababam Sınıfı filmiyle dikkat çeken
oyunculardan biridir. O güne kadar filmlerde figüranlık yapan ya da çok küçük
rollerde oynayan Şen, Hababam Sınıfı filminden sonra Kemal Sunal’la ikili olarak
izleyiciden büyük ilgi gören Süt Kardeşler, Tosun Paşa, Kibar Feyzo, Çöpçüler
Kralı, Davaro gibi filmlerde rol almıştır. Sunal’ın saf, temiz, iyi niyetli karakteri
canlandırdığı bu filmlerin tümünde Şen, kurnaz, ikiyüzlü ve sahtekar olanı
canlandırır. İlyas Salman’la oynadığı Erkek Güzeli Sefil Bilo, Banker Bilo, Çiçek
Abbas gibi filmlerde de benzer rollerde görülmektedir.
Şen, 1984 yılına kadar yardımcı rollerde oynamıştır. Anadolu izleyicisinin Şen’i çok
beğenmesi üzerine dağıtımcılar Şen’in başrolde olduğu bir film yapılmasını
istemiştir. Ancak Şen’in başrol oynamak için şartı halkın istediği tiplemeyi
canlandırmak yerine kendi istediği filmi çekmektir. Bunun üzerine Ertem Eğilmez’in
yönettiği Namuslu filmiyle ilk kez başrolde izleyiciyle buluşmuştur.
Namuslu’da, mutemet olarak görev yapan, çalışkan, dürüst devlet memuru Ali
Rıza Bey’in değerlerini kaybetme hikayesi anlatılmaktadır. İş arkadaşları “işini bilen
memur”lar olmasına karşın Ali Rıza Bey, dürüstlüğünden ödün vermez. İşe hiçbir
zaman geç kalmayan, rüşvet almayan, itibarını her şeyden üstün tutan bir karakterdir.
Rüşvet almadığı için kendisini eleştiren karısına “Bugüne bugün koskoca bir devlet
memuruyum ben, itibarım var.” diyerek tavrını gösterir. Ancak ailesi ondan itibarlı
olmasını değil, kendilerini rahat yaşatması için ne gerekirse yapmasını
beklemektedir. Zaten artık itibar da parayla satın alınabilen bir şey haline gelmiştir.
Karısının nalburluk yaparak zengin olan kardeşi Mustafa, ailede de mahallede de Ali
Rıza Bey’den daha fazla itibar görmektedir. Can Kozanoğlu’nun da söylediği gibi
toplum iyi kazanmanın değil, büyük kazanmanın, iyi isim değil büyük isim yapmanın
peşindedir. 102
102
Can KOZANOĞLU, Yeni Şehir Notları, 71.
60
önem, yükselme çabası, toplumsal hareketliliğe ulaşma çabası bir yandan global
olarak izlenen neoliberal rüzgarla uyumlu olsa da Türk toplumu açısından bir kırılma
noktasına işaret ediyordu. Şerif Mardin’in başarıyla gösterdiği gibi Osmanlı
toplumundan itibaren Türk Toplumu hiçbir zaman tüccar bir toplum olmadığı gibi,
para da hiçbir zaman statü kazandıran bir obje değildi. … Böylece 1980’lerle beraber
özel sektörün atağa geçmesi, zenginliğin başlı başına bir değer olarak Türk
toplumunda yerini alması aslında 1950’lerden beri başlayan ekonomi politikalarının
bir sonucuydu ve ‘80’lerle beraber bu süreç son noktasına ulaştı ve Türk toplumunun
kültürel kodunda önemli bir değişim yarattı.” 103
Ali Rıza Bey’in talihi, bir gün bankadan çalışanların maaşını çekip iş yerine
dönerken çantasının çalınmasıyla değişir. Herkes hırsızlığı Ali Rıza Bey’in yaptığını,
paraları sakladığını, seri numaraları belli olduğu için hemen harcamaya
başlayamadığını düşünmektedir. Ali Rıza Bey kimseyi hırsızlığı kendisinin
yapmadığına inandıramamaktadır. Paradan pay almak isteyen herkes ona saygı
göstermeye başlamıştır. Mahallede kahraman gibi karşılanır. Apartmanın önünde
kurban kesilir. Hatta bir komşusu bayrak asar. İş yerinde terfi ettirilir. Çalınan
paraların seri numarası belli olduğundan, onları harcamaması için genel müdürü
sürekli Ali Rıza Bey’e kendi cebinden para vermektedir. Bütün bunlara karşı çıkmaya
çalışsa da Ali Rıza Bey kimseye derdini anlatamaz.
103
Demet LÜKÜSLÜ, Türkiye’de “Gençlik Miti” 1980 Sonrası Türkiye Gençliği, 124, 125.
61
kabul etmeye başlar. Kendisine yeni kıyafetler alır, lüks bir otelde kalmaya başlar.
Tabii mizacı da ani bir değişim geçirir. Sakin, güleryüzlü, saygılı, terbiyeli bir
insanken birden sinirli, saygısız biri haline gelir. Kendisini değişmeye zorlayan,
değerlerinden vazgeçmesine neden olan herkesten intikam almaya karar verir. İş
kuracağız diyerek iş arkadaşlarını istifa ettirir. Paraya ihtiyacı olduğunu ama
kendisindekileri harcayamadığını söyleyip müdürlerin şirketin kasasından para
almasını sağlar. Sonunda bir eğlence düzenleyerek Çarıklı Milyoner’de Bayram’ın
yaptığı gibi herkesin karşısına geçip göbek atmasını ister. İnsanların ikiyüzlülüğüne
bakarak eğlenir. Ertesi sabah gerçek hırsızların yakalandığı gazete manşetlerinden
öğrenilir. Herkes “Namusluymuş meğer namussuz.” diyerek Ali Rıza Bey’in peşine
düşer. Bu sırada o, gemi ile yurtdışına kaçmaktadır.
Filmin sonu, Ali Rıza Bey ile temsil edilen egemen değerlerin tamamen
yitirildiğinin vurgulanması açısından önemlidir. Toplumlarda radikal değişimlerin
yerleştirilmeye çalıştığı dönemlerde vazgeçilen değerleri taşımakta ısrar edenlerin
dışlanması, pasifize edilmesi sık rastlanan bir durumdur. O dönemde Türkiye’de
yaşanan durumu da bu şekilde özetlemek mümkündür. Bu olgu, bu çalışmada
incelenen Çarıklı Milyoner, Kiracı, Banker Bilo, Sarı Mercedes ve Namuslu filmleri
haricinde Sunal, Salman ve Şen’in diğer filmleriyle de güldürü sinemasına
yansımıştır.
Arabeskin adından bile nefret eden Muhsin Bey için arabesk söyleyen şarkıcılarla
çalışmamak prensip meselesidir. Ancak prensipleri nedeniyle para
kazanamamaktadır. Piyasadaki rakipleri, eğlence mekanlarının sahipleri, hatta
yardımcısı Osman da neden prensiplerini paradan önce tuttuğunu anlamamaktadır.
Müzik piyasasında iyi tanınan, sevilen bir isim olan Muhsin Bey, arabesk söyleyen
birkaç şarkıcıyla anlaşsa, çok para kazanma şansı vardır. Burada da, daha önce
incelenen filmlerdeki gibi kahramanın değerlerinin parayla kıyaslanması ve
küçümsenmesi olgusu karşımıza çıkmaktadır.
Piyasada tutunmaya çalışan Muhsin Bey’in hayatı Urfalı türkücü Ali Nazik’in
gelişiyle değişir. Muhsin Bey, askerlik arkadaşının yeğeni olan Ali Nazik’i önce geri
çevirir. Ama Ali Nazik hemşehrisi İbrahim Tatlıses gibi meşhur olmakta kararlıdır.
Ancak Muhsin Bey, açıkça söylediği gibi, onu adam yerine koymamaktadır. Çünkü
Ali Nazik onun karşı çıktığı, İstanbul’da görmek istemediği, müziği ve şehir
yaşamını yozlaştıran her şeyi temsil etmektedir. Fakat sonunda Ali Nazik’in iyi
niyetli olduğuna inanır ve onunla çalışmayı kabul eder. Muhsin Bey’in tek şartı
arabesk değil kendi türkülerini söylemesidir; ancak o zaman içten ve güzel
söyleceğine inanmaktadır.
Muhsin Bey ve Ali Nazik, İstanbul’da önce çarpışan, sonra birbirine karışan
iki kültürün temsilcisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Muhsin Bey’in Ali Nazik’i önce
reddedip sonra kabul etmesi de İstanbul’da yaşanan değişimle paralel bir özellik
göstermektedir. İflasın eşiğinde olan Muhsin Bey, umudunu Ali Nazik’e bağlamış,
onunla ortak bir kader çizmiştir kendine. Aynı şekilde İstanbullular da göç
sonrasında oluşan yeni yapıyı önce reddetmeye çalışmış, ancak ekonomik olarak da
birliktelik kurmak zorunda kaldıkları insanlarla zaman içerisinde ortak bir yaşam
tarzı kurmaya mecbur kalmıştır. Filmde, Muhsin Bey’in “Güzelim İstanbul’u kebapçı
salonu haline getirdiniz.” sözü üzerine Ali Nazik’in “İstanbul istemese bu kebapçılar
açılır mı?” demesi de bu fikre gönderme yapmaktadır.
104
Bkz. (95), GÜRBİLEK, 106.
64
olmayanlardan söz etmek mümkündür. 105 Herkesin buluştuğu ortak paydanın tüketim
olduğu yeni yaşam tarzında, bireyler arasındaki farkı yaratan da sahip olduklarıdır.
107
Mikhail BAKHTIN, Karnavaldan Romana, 101
66
Söz konusu değişim, Türkiye’de 1980’li yıllarda oluşan alt yapının üzerine
oturmuş; bu yapı özellikle 1985 sonrasında doğanları etkilemiştir. Türkiye’de
108
Anthony GIDDENS, Elimizden Kaçıp Giden Dünya, 28.
109
Bkz. (99), HARVEY, 58,59.
67
110
Bkz. (103), LÜKÜSLÜ, 186.
111
O. IŞIK – M. M. PINARCIOĞLU, Nöbetleşe Yoksulluk. Sultanbeyli Örneği, 95.
68
112
Adı, pahalı bir kalem markası olan Rotring’ın 1990’larda popüler olan “Tikky” serisinden gelen bu
kavram, dış görünüşüne çok önem veren, marka giymeye özen gösteren, pahalı eğlence mekanlarına
gitmeyi seven, marjinal fikirlerden ve davranışlardan uzak duran, tüketim toplumuna tam entegre
olmuş gençleri tanımlamaktadır.
113
Reşat ÇALIŞLAR, Tikilik ve Tiki Karşıtlığı, Radikal İki, 23.06.2002
114
Bkz. (103), LÜKÜSLÜ, 152, 153, 154, 155.
69
115
A.g.k., 161, 162, 163.
70
116
Ayşe ÖNCÜ, İstanbullular ve Ötekiler - İstanbul Küresel İle Yerel Arasında, Haz. Çağlar
Keyder, 122.
117
Levent CANTEK, Türkiye’de Çizgi Roman, 265.
118
A.g.k., 248
71
119
A.g.k., 247
120
A.g.k., 261
72
mümkündür. Bu değişim, 1990’lı yılların başından itibaren çizgili pijama giyen, ince
belli bardakta çay içen, ortayaşlı, bıyıklı amcaların, televizyon müptelası haline gelen
evkadınlarının yanı sıra punk’lar, heavy metalciler, eşcinseller, travestiler gibi
toplumun marjinal olarak görülen kesimlerinin mizah dergilerinin sayfalarında sıkça
görülmesinin nedenlerinden biridir. Bir diğer neden ise dönemin genç mizah
sanatçılarının yakın olduğu, sıkça gözlemleme fırsatı bulduğu farklı tipleri, yaşayış
tarzlarını kendi üsluplarıyla ifade etme istekleridir. Mizah tarafından uzun yıllardır
kullanılan bu tipler, güldürü sinemasında ancak 2000’lerden sonra yer bulabilmiştir.
Mizah gibi güldürü sineması da bu yıllarda temiz, ütülü, ucuz takım elbisesi,
yana taralı düzgün saçları, yorgun, üzgün yüzü, düşük omuzlarıyla izlemeye
alıştığımız dürüst, çalışkan memur tipinden vazgeçmişti. Memuriyet de, temsil ettiği
yaşam tarzı da 1980 sonrasında hızla aşınıp yok olunca, beyazperdeden de silinmişti.
121
Can KOZANOĞLU, Pop Çağı Ateşi, 95.
122
A.g.k., 95.
73
1990’larda değişime uğrayan bir diğer tip ise esnaftır. 1980’lerde güldürü
filmlerindeki esnaf tipiyle mizah dergilerindeki birebir örtüşmektedir. Ortayaşlı,
kaytan bıyıklı, kötü kötü gülen, merhametsiz, sürekli zam yapan, borçululara acıması
olmayan bu esnaf tipi, 1990’lara gelindiğinde yaşlıca, temiz yüzlü, iyi kalpli,
kanaatkâr, süpermarketlere karşı varlığını korumaya çalışan bir tipe dönüşmüştür.
Kozanoğlu’nun da işaret ettiği gibi ne eski esnaf o kadar kötüydü, ne de yeni esnaf
bu kadar masum... Bu radikal değişimin nedeni süpermarketlerin açılmasıyla
esnafların da “kaybedenler bölgesine” geçmesidir. Tabiatında ezilenin yanında
durmak olan mizah, bu yıllarda esnafın yanında tavır almıştır. 123 Esnafın
süpermarketlere yenilmesi, veresiye borcunun yerini kredi kartı borcunun almasıyla,
sinemada esnaf tipinden neredeyse tamamen vazgeçilmiştir.
123
A.g.k., 96.
74
Memur tipine yabancılaşan, esnafı nostaljik bir öğe haline getiren, cinselliği
daha pervasızca ele alabilen yeni kuşak mizahçıların okuyucularıyla kurdukları ilişki
de farklılık göstermektedir. Tiki tanımına uygun, eğlenmeye meraklı ama siyasete,
toplumsal konulara daha ilgisiz bir gençlik tipi 1990’lardan itibaren karikatür
dergilerinin sayfalarına yerleşmiştir. Olumsuz bir “yeni” tanımının öznesi olan bu
gençlik, aslında kendilerini eleştiren dergilerin okuyucusudur da. Kozanoğlu
“Kuşağını ve kendisini tam olarak nereye koyacağını bilemeyen, takvim haneleri
birbirine girmiş, eskiyle de yeniyle de problemli, mutluluğa da mutsuzluğa da tam
cepheden açık, güldüğü, kızdığı, eleştirdiği kendisi mi başkaları mı tam kestiremeyen
genç insanlar” olarak tanımladığı bu kitleyi de daha politik, daha umutsuz, mutluluğa
ve hayatın nimetlerine o kadar açık olmayan bir başka grubu da, yeni mizahın iyi
yakaladığını söylemektedir. 124
124
A.g.k., 97.
75
2000 yılında vizyona giren Kahpe Bizans filmi ise hem 2,4 milyon127
izleyiciye ulaşması, hem de döneminin mizah anlayışını sinemaya taşıması açısından
125
http://tr.wikipedia.org/wiki/E%C5%9Fk%C4%B1ya_(film)
126
http://www.fidafilm.com/ff_topten03.asp
127
http://www.sinematurk.com/film_genel/1023/Kahpe-Bizans
76
önem taşır. Gırgır kökenli bir mizahçı olan Gani Müjde’nin yönettiği, senaryosunu
da Gani Müjde’yle birlikte dönemin mizahçılarından Kemal Kenan Ergen ve Fatih
Solmaz’ın yazdığı film, bir yandan 1970’li yılların Bizans konulu filmlerinin
parodisini yaparken, diğer yandan da yeni mizahın dilini ve tiplerini sinemaya
taşımıştır.
128
Bkz. (121), KOZANOĞLU, 104,105,106.
78
1980’li yılların sonunda rol aldığı Muhsin Bey, Selamsız Bandosu, Zengin Mutfağı
filmleriyle yapısal özellikler göstermektedir.
Taşralı, üçkağıtçı, agresif, amacı çok para kazanmak olan, bunun için
kurmaca UFO fotoğrafları çekerek satmaya çalışan bir karakter olan Arif, yana taralı,
briyantinli saçları, ince bıyığı, parlak gözlükleri, taklit saati ve giyim tarzıyla da bir
karikatürden çıkmış gibidir. Ayrıca, dış görünüşü ve hareketleriyle 1970’lerin
popüler tipi Turist Ömer’i de anımsatmaktadır.
Kara Türkleri tanımlamak için, aşağılayıcı özelliğe sahip kıro, hanzo, zonta,
maganda gibi kelimeler üretilmiştir. Bu kelimeler aynı kesimi işaret etse de, bu
kesimin içinde farklı grupları tanımlamak için kullanılmaktadır. Kıro ve hanzo
kelimeleri gelir düzeyi düşük, eğitimsiz kişileri tanımlamak için kullanılırken, zonta
ve maganda ise gelir düzeyi yüksek, eğitimsiz, eğitimli bile olsa şehir hayatına uyum
sağlayamayan kişileri tanımlamaktadır. Bu farklı kelimelerin tümü, gündelik hayat
içerisinde maganda kelimesi altında birleştirilmiştir. Bunun nedeni Beyaz Türkler’in
ekonomik güce sahip olsalar dahi kendileri gibi gibi estetik zevke, görgüye ve
kibarlığa sahip olmadıklarına inandıkları kişileri farklı bir tanım ile kendilerinden
ayırma ihtiyacından kaynaklanmaktadır.
129
Bkz. (117), CANTEK, 268-267
81
130
Bkz. (116), ÖNCÜ, 136.
131
A.g.k., 137.
132
A.g.k., 137-138.
82
4 milyon 300 binden fazla izleyiciye ulaşan Recep İvedik’in devam filmi,
2009 yılında Recep İvedik 2 adıyla vizyona girmiştir. İkinci film de 4 milyondan
fazla izleyici çekmiştir. Ard arda skeçlerden oluşmuş izlenimi veren, Recep İvedik
dışındaki karakterlerin ağırlığının bulunmadığı her iki film de, Cem Yılmaz’ın
G.O.RA. ve A.R.O.G filmleri gibi, bütünlükten uzak bir hikaye ve kurgu yapısına
sahiptir. Ancak bu filmlerinin başarısı, G.O.RA. ve A.R.O.G’taki gibi bu yapının
günümüz izleyicisinin beklentilerine uygun olmasından, ayrıntıların ön planda
olduğu mizah tarzını sinemaya taşımasından çok bugüne kadar sinemada bir
kahraman olarak yer bulamamış magandanın ana karakter olarak konumlanmasından
kaynaklanmaktadır.
“Bir halk kahramanı” olarak lanse edilen, “hayvanım ama evcil değilim”
diyen, merdivene çıkan bir adamın pantolununu aşağı çeken, buluştuğu kızın yüzüne
ağzındaki suşileri fırlatan, golf sahasında piknik yapan, yaşlı bir adamı kaldırıp
kaldırımın bir tarafından diğer tarafına koyan, iş anlaşması yapmak istemeyen Japon
iş adamlarına kaba kuvvetle anlaşma imzalatan, kendisini beğenip beğenmediğini
soran kıza “Senin kaporta dağılmış. Ruhun güzel olabilir ama ruhlar aleminde de
yaşamıyoruz değil mi?” diyen bir karakter Recep İvedik. Onun güldürme gücü bu
rahatsız edici, tepki yaratıcı kaba davranışlarından, el hareketlerinden ve çekinmeden
sarf ettiği küfürlerden gelmektedir.
83
Golf, suşi, jimnastik, tatil köyü gibi Beyaz Türklerle ilişkilendirilebilecek her
şeyi küçümseyen, alaya alan, bozan, çaycıyla da patronla da aynı şekilde konuşarak
herhangi bir otoriteyi tanımadığını gösteren Recep İvedik’in halk kahramanlığı da
buradan kaynaklanmaktadır. Şahan Gökbakar’ın “Herkesin bilinçaltındakini yapıyor
bu adam.” 133 sözleriyle açıkladığı gibi Recep İvedik, kendisine tepki duyulmasını,
kendisinden rahatsız olunmasını, ayıplanmayı, dışlanmayı önemsemeden içinden
geldiği gibi davranmaktadır. Konuşma yaptığı toplantıda, yüzlerce iş adamının
karşısına geçip “İstanbul’da bu kadar kodaman olması beni şaşırttı.” dediğinde,
yabancı müzik çalınan bir partide DJ’in yerine geçip herkese göbek attırdığında,
Öncü’nün savındaki gibi renkli, parlak, temiz ve düzenli dünyanın antitezi haline
gelmektedir. İzleyici, uyum sağlamak zorunda olduğu ancak kendini çoğu kez
yabancı hissettiği bu dünyadan, antitezine gülerek intikam almaktadır.
Her zaman insanı ve ona ait kodları yeniden yorumlayan, dönüştüren mizahın
bu antitezi kendi konusu yapmaması nasıl mümkün değilse; hem mizahtan hem de
mizahla benzer şekilde hayattan beslenen, onu yeniden yorumlayarak farklı bir
formda sunma amacında olan sinemanın da magandayı bir kahraman olarak kabul
etmemesi mümkün değildir. Recep İvedik’in sinemada ortaya çıkışı, tıpkı memur
tipinin mizah dergilerinden silinişi gibi, “sinema öyle istediği için değil, hayat öyle
istediği için” gerçeklemiştir.
Her şeyi kullan-at ürün olarak gören zihniyet, tecimsel bir mal olması
nedeniyle sinemaya da bu bakış açısıyla yaklaşmaktadır. Çevresinde kendisini tatmin
ve mutlu edecek çok sayıda alternatifle karşı karşıya olan birey, güldürü
sinemasından da kendisini güldürmekten fazlasını beklememekte; muhalefet yapan
güldürü sineması istememektedir. 1980’li yıllarda ve 1990’lı yılların ilk yarısında
altın çağını yaşayan toplumsal içerikli güldürüler, 1990’ların ortasından sonra yerini
“mesaj kaygısı gütmeyen”, ard arda skeçlerden oluşmuş izlenimi veren, senaryo
133
Tuba DENİZ, Her yöne argonun dakikası kaç para İvedik?, Aksiyon Dergisi, Sayı: 741,
16.02.2009
84
5. SONUÇ
çalışmada, dönemin popüler güldürü filmlerine örnek olarak, birbirinden farklı konu
ve karakterlere sahip Çarıklı Milyoner, Kiracı, Banker Bilo, Sarı Mercedes,
Namuslu ve Muhsin Bey filmleri incelenmiş; dönemin ekonomik ve siyasal
gelişmelerinin toplumsal yapıda meydana getirdiği değişimlerin filmlerdeki
yansımaları tespit edilmiştir. İzleyicinin bu filmlerde yer alan karakterlerle kurduğu
ilişki bu tespitler üzerinden açıklanmıştır.
kurgu yapmaya imkan vermemesi; kısıtlı zamanda çok fayda sağlamak isteyen
izleyicinin herhangi bir noktasından yakalasa da, bir bölümünü kaçırsa da kopmuş
olmayacağı etkinlikleri tercih etmesinden kaynaklanmaktadır.
karakter değil, hayattaki birçok olumsuzluğu bünyesinde barındıran bir özet tip
olduğu belirtilmiştir. Magandanın sinemadaki varlığının ise filmleri yaratanlardan
çok, izleyicinin tercihi olduğu ifade edilmiştir. Her iki filmin de kazandığı gişe
başarısı bu duruma işaret etmektedir.
EK -1
EK – 2
Kiracı (1987)
EK – 3
EK – 4
EK – 5
Namuslu (1984)
EK – 6
EK -7
G.O.R.A. (2003)
EK -8
A.R.O.G. (2008)
EK -9
EK -10
KAYNAKLAR
KİTAPLAR
SÜRELİ YAYINLAR
İNTERNET SİTELERİ
www.fidafilm.com/ff_topten03.asp
www.imdb.com/name/nm0438793/
www.kultur.gov.tr/TR/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFF71BE64510F6C8BC9
9E71E2320F284E32
http://tr.wikipedia.org/wiki/E%C5%9Fk%C4%B1ya_(film)
105
ÖZGEÇMİŞ
Oylum Çağan, 1979 yılında İstanbul’da doğdu. 2002 yılında Marmara Üniversitesi
İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü’nü bitirdi. Üniversite eğitimi
sırasında Marmara İletişim Haber Ajansı’nda (MİHA) sırasıyla muhabir, kültür sanat
editörü ve istihbarat şefi olarak görev yaptı. MİHA’da çalıştığı süre boyunca
Cumhuriyet Dergi, Hürriyet İstanbul, Milliyet Cafe Pazar, Medyavizyon, Goldaş gibi
dergiler için haber, röportaj, yazı ve fotoğraf üretti. Mayıs 1999’da çalışmaya
başladığı Öküz dergisinde, derginin kapandığı 2001 yılının Kasım ayına kadar
muhabir olarak görev yaptı. 2002-2004 yılları arasında Weblebi.com’da, 2004-2005
yıllarında Hayvan dergisinde editör olarak görev yaptı. Ağustos 2006 tarihinde
Milliyet gazetesinde editör olarak göreve başlayan Çağan, bu görevini 2009 yılının
Mart ayına kadar sürdürdü. Mart 2009’da Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi
Gazetecilik Bölümü Basın Yayın Teknikleri Anabilim dalında Araştırma Görevlisi
olarak çalışmaya başlayan Çağan, halen bu görevini sürdürmektedir.