You are on page 1of 111

FARABi

- -

FUSULO'L- MEDENi
(SiYASET FELSEFESINE DAIR GÖRÜŞLER)

Ce vir e n

YRD. DOÇ. DR. HANiFi ÖZCAN


FARABI

-

FUSULÜ'L - MEDENI
(SIYASET FELSEFESINE DAIR GÖRÜŞLER)

Giri§ ve Notlarla Ne§reden

D. 'M. DUNLOP

Çe vire n

Yrd. Doç. Dr. Hanifi ÖZCAN

iZ M iR

1 9 8 7
0907 - YK - 87 - 012 - 031
Üniversite Yayın Komisyonu
Karar Tarih ve No: 16.6.1987 - 29/4

Bu Eserin Bilim ve DU Bakınundan


Sorumluluğu Yazanna Aittir.

Baskı Adedi : 2500


Baskı Sayısı : ı. Baskı
Basım Tarihi ve Yeri : Aralık 1987 - İstikHH Matbaası- İZMİR
iç İ N DEK İLER

Giri§ ... ... ... .. .


ı

İçindekilerin AnaHzi 23

FusO.lü'LMedeni 27

Notlar 78

İndeks 99

- V -
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
GiR iS

1 . ARAPLAR ARASINDA FELSEFE

Son zamanlarda önem;j katkılar yapılmış olmasına rağmen, Araplar


arasında felsefenin doğuşunun ve gelişmesinin incelenm��i, hala, pek çok
güçlüğü de birlikte getirmektedir. Kaba hatlanyla bu gerçekler oldukça
açıktır. İslam'ın yayı:ması.ridan sonra, Araplar, kısmen yeni dinin deği§­
tirici etkisinden ve hatta belki, daha d a çok, zaptedilen memleketlerdeki
daha yüksek kültürlerle temaslarmdan doiayı, İbn Halltun'a göre. daha
Halife Abdü'l·Melilr (685-705) zamamuda başlamış olan bir uygariaşma
sürecinden geçtiler. (1 >

Araplar'ı, baçlangıçta, mirasçıları olarak bizzat hizmet etmiş_ olduk ­


lan eski medeniyetlerin maddi yönlerinin etkilediğini düşünmemiz müm·
kündür. İlgilenilen illmler, Oni:arın ilkin değerini kavradı:klan daha pra.
tik (ilim) dallarıydı.

Tıp, islam'ın ilk günlerinden itibaren, Cündişapür'dıaki Sasaniler'e


ait tıp okulunda tahsil yapmış olan İbn Kelede <2> ve Haccac'ın doktoru
(olan) Hıristiyan Tayazük (? Teodoks) gibi kişiler tarafından temsil edi­
liyordu (3). Simya'dan (el-kimya), Şam'da Emevi hükümdan Haltd b. Ye­
zid <4> (M.S. 683'te çocukluk çağındaydı) ve Irak'ta B:J§f b. Mervan (5)
( 694'ten önce) münasebeti ile sözedilir.

(1) İbn Haldün, Mukaddime, s. 244, Kah J ire baskısı; İnıg. Çev. F. Rosenthal
(Londra, 1958), c. II, s. 22. ,
(2) Bak. İbn Cul Cul, Tabakatü'LEtibba ve'1-Hukema, neşr. Fuad Seyyid
(Textes et Traductions d'Auteurs: Orientaux, X, Kahire, 1955). s. 54 ve orada
zikredilen eserler.
(3) İbn Ebi Usaybia, Uyun eLAnba, c. I, s. 121..3, A Müller neşrL
..

(4) Bilim Tarihçisi Julius Ruska'nın, Arahische Alchemisten (!:feidelberg, 1924),


c_. l'de Halid b. Yezid hakkınd a yersiz birtakrm şü!)heleri vardı; bununla
beraber, O, (İbn Haldun), Halid b. Yezid'e atfedilen hünerleri o çağda im•
kansız bulmaktadır. (Mukaddime, s . 505; lng. Çev. F. Rosenthal, c. III, s.
229-30) Buna rağmen, Halid, hayabnın ilk dönemlerinde babasının-yakın
arkadaşı olan, meşhur alim Yuhanna et-iDımeşki'nin çağdaşıydı [ (Filip K.
Hitti, History of Syria (London 1951) s. 499) J ve Bişr b. Mervan'la ilgili
bilgiler de (bundan sonraki nota bak), aynı zamanda Irak'ta, Simya'nın bu­
lunduğunu gösterir.
(5) Bk. !b ı n Kuteybe, Ii. ALMa'arif, �. 180, nşr. Wüs:tenfeld; El-İmame Ve's-SL
yase (Kahire tarihsiz), c. II, s. 55.
- 2-

Hem :IJrıan'ın hem de Bizans'ın fikri gelenekleri, yeni dururnlat


vahiy <6> ile Hg.ili her tür soruyu ortaya çıkardığı için, ilk önce hiç şüphe­
siz, kelami araştınnalar biçiminde gelişen ve bazı Arap lar' ın dikkatlerini
yöneltıneye b aşlad ıkları felsefi unsurları da iç ine alıyordu. Yabancı ki­
tapların Arapça'ya çevirisini arzu edilebili r bir hale koymak için pratik
ve te ori k i lgiler b irleşti ve böyle ç ev : ri leri n yap ı lması uzun süre g ecikti­
rilmedi. Görünüşe göre, daha Mervan (Hilafeti 683-5) zaman ında, Basra'lı
bir Yahudi olan Masa rce veyh, İ skender iye ' li Aaron adında bir kişin:i n
tıbbi Kanunlannı (Kunnash) Süryanic e'den çevirdi. (7)

Nisbeten daha sonraki bir rivayet e (8) gü veni lebi lirs e, bu çevırı,
müttıaki Halife ömer b. Abdü'l·Aziz (717�20) tarafından Emevi arşivlerin­
de bulunmuş ve muh temel en dindışı bir eserin Müslümanlarca bilinme­
sinin uyg un olup olmadığını düşünerek, ancak kırk gün namaz kıldıktan
sonra, yine O'nun tarafından yayımlanmıştır. Son E me viler ve ilk Abba­
siler döneminde , bilhassa Meymun (813-33) zamanınd a, fikri hareket
hız kazandı. Miladi onuncu asırda, yani Farabi'nin yaşadığı asır da, Bağ·
dad'ta felsefe yüksek bir seviye ye ulrr�mış ve bu veya daha sonraki zaman­
larda 1se İs lam Dünyasının diğer bölgelerinde de geliştirilmişti. İ spanya'·
da felsefi bir okul ortaya çıktı. Bu okulun onikinci yüzyılda en önemli
temsi lcileri olan Av empace (İbn Baceh) ve Averroes (İbn Rüşd) Doğu'da
daha önce yaşamış olan büyük şahsiyetlerle boy ölçüşebilirlerdi.

(6) En azından, daha II. Muaviye zamanında (M.S. 683). Karş. Hitti, aynı yer.
(7) İbn Ebi Usaybia, adı geçen eser , c. I, s. 163-4.
(8 ) İspanya'lı İbn el1Kı1tiye taraf�ndan İbn CulCul'e nakledilir. Bkz . Tabakatü'l·
Etibba ve'l-Hukema, s. 62.
2 . SİY ASİ FELSEFENİN DOGUŞU

956'da yazan Mes'ftdi, Istahar (Persepolis)'da, galiba mahalli kay­


nakLardan derlenen, İran Kralları'nın ve onların siyasetinin tarihiyle bir·
li.h.-te İran bilim:erinin de bir açıklamasını içeren, 73l'de Emeviler'den
Hişam b. Abdü'I-:Melik için çevrilmiş, Arapça geniş bir eser gördüğünü,
eşi bulunmayan bir gerçek olarak, zikreder. (9)

Mes'ftdl'nin bize naklettiğine göre, kendisi tarafından görülen bu


eser, aşağı yukan bu ta.rihlerde (759'da Mansur'un idam ettiği) meşhur
İbnü'I-�ukaffa tarıafından Arapça'ya çevrilen, İran tarihi ve yönetimi
hakkında yazılmış Pehlevi kitapları Hudiii Name ve A'in Name'den fark­
lıydı. Kuşkusuz Aııa:pça'da siyas: felsefe haline gelen şeylerin doğuşunu
bu gibi eserlerde görmek zorundayız. Öyle görünüyor ki, neticede daha
önemli olmakla birlikte, Yunanlı'ları n katkısı ancak daha sonra olmuş­
tur.

Eflatun'un Cumhur�yet'i ve diğer Grek eserleri, meşhur müterclm


Huneyn b. İshak (IX. asır) tarafından Arapça'ya kazandırılmış ve Kfndi
(Yaklaşık 800>-66)slyasl ohrak nite,cnen bir düzine kısa risaleler yazmış­
tır. (10) Bunlann adı şöyledir : <<Yönetim üze ri..'1e >>, «Fazilet YoHarnu Ko­
laylaştırına Hakkındaı·,., <<Üzüntillerin Giderilmesi Hakkında,,, <<Avam Ta­
bakasının Idaresi Hakkinda», «Ahlük Halunnda>>, «Fazilete Yöneltme
Hakkında>>, «Sokrates'in Faziletine Dair Risale», «Sokrates'in Sözleri. Hak.
kındaı>>, «Sokrates ve Archigenes Arasındaki Müzakere Hakkınd·a» <11>,
<<Sokrates'in Ölümü Hakkında Risale>>, «Sokrates ve Harraniler, Arasmda
Ge�enler Hakkında>> (12), «Akıl Hakkında Risale>>

Bunlann çoğunun Yunan'dan esinlenerek kaleme alındığı açıktır (13).


Öyle görünüyor ki, Kinili'nin bu adları taşıyan siyasi eserlerini (ki onların

(9) Mes'üdi, Tenbih, s. 106.


(10) Bu eserleri İbn Nedim Fihrlslt'inde siyasi olarak nitelemektedir. Orada, O,
bu eserlerin başlıklarını verir. (Neşr. Flügel s. 260).
ll) Eğer bu Apaımea'lı doktorsa, bu eser, açıkça , ciddi bir yanılgıya dayaı-unak­
tadır. Aparnca'lı Archigenes Trajan zamanında yaşadı. (Krş, Hitti, History
of Syria, s. 321)
(12) Yine açıkça bir tarih hatasıdır. Tarihi Sokrates ile, Mezopotamya'daki
Harran (Carrhae) halkı arasındaki ilişki inandırıcı değildir.
03) Kindi'nin öğrencisi olan Seraıhsi de Kitab e8Siyasetü'l-Kebir ve Kitıih
es.Siyıisetü's-Sağirl adlı kitapları yazdı. rF. Rosenthal, Ahmed b. et-Tayyib
es..Şerahsi, American Oriental, c. x::vı (1943), s. 56]
-4-

ik isi, Prof. Ritter tarafından ortaya çıkarılau Ayıasofya_ el yazmasından


henüz neşredilmiştir) (14) ah laki olarak nitelernek de yerinde olur P5).

Aynı şey. genel siyasi türden bir başka eser iç in , yani Ebft"I-Hasaıı
b. Ebi Zer'in son zamanlarda Prof. Arberry tarafından tetkik edilen,
Kiııdi'den iktibıaslar yapan ve galiba, bir çağdaşı olarak, Farabi'yi de zik­
reden Kl.tabü'S-Sa'Me vc'l-!s'ad'ı («Mutluluk ve Mutlu Kılma Kital:n») için
de sö ylenebilir (16) Şimdi Sör Chester Beatty'nin elindeki tek el yazmasın­
.

da buiunan bu kitaptan başka, şimdiye kadar, yazarı hakkında hiç bir şey
bilinmiyordu Şu ıanda, onun kimliği, Prof.
. M� Mlnovi <17) tarafından, Ah­
med b. Sehl el-Belhi (ö�ümü 322/934)'nn öğrencisi olan ve 381/922'de
ileri bir yaşta ö�en Niş<tbur'lu Ebü'l-I-Iasan Muh a mmed b. Ehi Zer Yusuf
el-Amiri olarak be lirlen m:ş ti r <18>: Amiıi'nin, Yunan felsefesini, bilhassa
Eflatun felsefesini geniş bir b içimde bildiği ,anlaşılmaktadır. Bu arada. o,

(14) H. Ritter ve R. Walzer, «Kinui'nin neşrooilmemiş Ach lii,ki bir Ri:sal esi (Te­
mi sti o ) », R. Accad emia nazionale dei Lincei, Memorie
della Closse di Scienze morali, storiche e filologiche, ser. vı, vol. vııı (1938-9),
fasc. ı, pp. ı-p3 («Üzüntüyü Uzaklaştırilla Hakkında») ve M uhammed Ebu
Ride, Resall el-Kindi el-Felsefiyye içeri:sindeki Risaletü'LKindi fn-Akl
(Kah ire , 1369/1950) s. 553-58 <= «Akıl Hakkında Risale»)

(15) Veya, «Akıl Hakkında Risale» göz önüne alındığı taktirde, Psikolojiktir.
Gerçek şudur ki, Arapça'da her zaman, Siy ase'nin kullanılışı değişkenlik
gö&terir ve bizim siya s et adını verdiğimiz şeyle sı�ırlanmaz. Karşıl aştır,
«Giriş»te 3. paragrafta bah sedil en, Farıl!bi'nin Risale fi'�·Siyase' si ve Hii..
seyin b. Ali eLMağribi'nin Kitab fi's-Siyase, .bu eser, yayımlayanı, yani
Dr. S ami Dahan tarafından tercıü!rD.e edildi, De l'Etlıique (İnstitut Fra nç ai s
de Damas, 1949).

(16) A. J. A rb erry , «Siyaset Hakkında Arapça Bir Risale» , (An Arabic Treatise
on Politics), İslamic Quarterly, c. ıı (1955). s. 9�2.

( l7l m�z. Shester Beatty el yazmasından çıkardığ)ı kopye, EsıSa ade ve'l-ls'ad,
'

Tahran Üniversitesi Yay ını, No. 435 (Mahdevj Fund Series No 5) Wiesıba..
den, 1957-8, «Giriş», s. iv ve daha e ski 'Ez Hazayin-i Turkiyah' Kıısım, II,
BuUet in of Telıran Fa cult y of Letters, Yıl, 4, No, 3, (a ymba sım , s. 9 vd.).

(18) el-Amiri için karş. Muntehab Sivanü'LHikme ( Murad Molla el Ya zmas ı


1408, 67b-68b); Miskeveyh, Cavidan Hirad (Sapientia Perennis), nşr. Abdur·
ralıman Bedevi, CKahire, 1952), s. 347 vd; Ebu Hayyan at..Tevhidi, Muqa­
basat nşr. Hasan es_Serırdübi, s. 202, not ve indek sler ; ıvr. Minovi'nin, önceki
,

not'ta zikredilen uzun makalesi; F. Rosenthal, «Ebfı'I-Hasan el-Amiri'ye gör�,


Devlet ve Din>>, İslamic Quarte rly c. iii, (1956), s. 42..52.
,
-5-

Eflatun'un Cumhuriyeti'nin özetinden uzun bir parça, nakleder ki, bu par­


ça, onun oriHnal diyalog §eklini koruduğu için dikkate değer. (19)

Aynı zamanda Amiri, öyle görünüyorki, genellikle, İbn el·Mukaffa


tran alimlerini rle
(bkz. yukarıya) tarafından yapılan çevirilerden ·bir çok
zikreder. Bütün bunlar, Huneyn b. İshak-Kindj:-Farabi'nin temsil ettiği
farklı bir geli§me çizgisini gösterir ki, bunlardan en sonuncusunun, yani
Farabi'nin Fu sftlü' l.M edeni'de geçtiği için biraz sonra ele alacak old uğ u­
muz ( Farabi 'yle ismi verilmeyen «modern filozofların» (30) aynı k işi ol­
duğunu varsaya cak olursak) ideal (f:ıziletli) idare ci ni n tebeası hakkındaki
teorilerini Amiri anlamadığım itiraf eder. Herhalde, Farabi'nin karakte­
ristik fikirleri yaygınla§tıktan sonra yazılan Kitab es-Saade ve'I-ls'ad'ın,
AQliri'nin geli§mesi üzerinde her hangi bir etkiye sahip old uğu nu zannet­
mek için hiç bir sebep y okt ur. Daiha ön ce gösterildiği gibi, b u durum,
Kindi'nin <<Siyasi>> yazıları için bir dere ceye kadar farklıdır.

(19) A. J. A�berry, <<Some Plato in an Arabic Epitome» (Bir Arapça Özette


Platon'un Bazı Görüşleri), İs<lan:ıic Quarterly, c. II, (1955), s. 86-99.
(20) Arberry, «Arabic Treatise», s. 15, 16; krş. Minovi, Es-Sa'ade, s. 194.
3 . FARABI'NİN SİYASİ FELSEFE HAKKINDAKI ESERLERİ

Araplar arasında siyasi felsefenin gerçek kurucusunun Farabi oldu­


�. son yıllarda gitt ikçe artarak, açıklığa kavuşmuştur. Onun, Yunanlı­
lar'a ve onların Arapça müter cimlerine olan bor cu, gerçekten, onlar ol­
maksızın çalışması imkansız ola cak dere cedeydi. Fakat siyasi filozof olarak,
onun, yakın selefiere sahip olmadığı ortıadadır. Kindi'nin Farabi üzerinde·
.
ki etkisinin sınırlı olduğu anlaşılıyor. Daha ön ce zikredilen kitaplarının ad·
larına bakıla cak olursa, Kindi, So!�ratcs'in şahsiyetiyle ilgilenmekteydi.

Fıa.kat onun, Yunan düşünür!eri tarafından ileri sürülen siyasi ve


benzeri problemler, sorular ve çözümler hakkındaki değerlendirmesi gö­
rülmemektedir. Bununla beraber bu konuda verile cek son bir karar, yerti
el yazmalarının bulunmasına bağlıdır. (Belki Kindi'nin gerçek yeteneği
tabii bilim alanındaydı.). Farabi'nin, <<herkeste bulunan ve her yerde
buluna cak olan» Kindi'nin eserlerini bilmemesi mümkün değildir. <21) Fa­
kat kendi siyasi yazılarında, onlara olan borcunun, risale tarzının kullanı­
lışı gibi, bazı zahir� şeylerle smırlandırıldığı anlaşılıyor. <22>· Bu iki yaza­
zarın «Risale fi's-Siyase>>lerl'nde bir ad uygunluğunun bulunduğunu ve
Farabi gibi, Klııdi'nin de Bir «Tenhih»c sahip olduğunu da kaydedebili­
riz. <23>. Farabi'ye Kitab Sulilk el-Malik fi-Tedbir el-Memalik'in yazarı lbıı
er-Rabi'nin öncülük ettiği ihtimali de asla mevcut değildir. Bununla bera­
ber bu kitabın, siyasi felsefe hakkında Arapça en eski eser olduğu
Brockelmann tarafından ifade edilmiştir. <24) Başlık sayfasında ve eserin
iç kısımlarında, Iüııdi'nin çağdaşı olan ve Farabi'den çok ön ce yaşayan
Halife Mu'tasım (833-42 ) için yazıldığı iddia edil en Kitab Sülfik e ıM a ·

lik fi·Tedbir el-M emalik'in bu ilk zamanlara ait olamıyaoa.ğı Cur ci Zeydihı
tarafndan ikna ede cek şekilde ispatlandı. <25) Curci Zeydan, bir saygı

(21 ) (Ebıl Süleyunan es·..Sicazi'nin Muntehab Siviin el.Hikme, Murad Molla el


yazması, 1408, varak 59a. Krş. D. M. Dunlop, «Biographical Material from
the Siwan eb'lllikmeıı, Proceedings of the 23 rd international Con gre�s of
Orientalisıts s. 352-3; Journal of the Royal Asiatic Society (1957). s. 82..9.
,

(22) Muntehab Sivıinel-Hikme'ye göre (önceki not'a bak), Ki!ld� bu ilmi risa­
leyi tan ıtt ı
.

(23) Farabi'nin bu eserleri için aşağıya bak. Kindi'nin Tenbih 'alii'LFada'il adlı
eserinden, «Direction to the Virtuesıı <Fazilote Yöneltme) olarak daha önce
söz edilmiştir.
(24) Brockelmann, Geschichte der aralıisehen Li tter atur ı. bsk, ( We iım ar, 1898),
,

c. I, s. 209.

(25) Curci Zeydfm, Tarih Adab el-l..ughah el-Arabiye (Kahire, 1912), c. II, s. 214.
-7 --

ifadesi olan «Ş!:habü'd·Din»in İbn er-Rabi için kullanılmasının, IX. yüz yıl
için, mümkün olmadığını gösterdi.

Çünkü bu hitap şekl i çok daha sonraları ortaya çıktı ve son Abbasi
Hafifesi 'Mustasim (1242r58) tle «Mu'tasım'm biribirine karıştınldığı sonu·
cuna varılmıştır. Eserlerin erken bir tarihte (26) yazılmasına karşı diğer
düşünceler Martin Plessner tarafından ileri sürüldü ve Brockkelmann'ın
daha sonraki cilteleri bu düzıeltmeleri içermekted:r. Bu mesele, Curci Zey­
dan'ın iddialarına cevap verme ve IX. asır tarihini yeniden belirleme giri ·

şiminde bulunan Prof. H.K. Servani tarafından tekmr şüpheli hale getiril­
di.. (27) Buna karşı daha önce söylenmiş olanlara, sadece, İbn er-Rabi'ın,
bir ideal (faziletli) yöneticiden bahsederek ve sonra Farabi'ye göre «ilk
reisin.» ve�a ideal ( faziletli) yöneticinin sahip olması gereken on iki veya
on üç özelliği hemen hemen harfi haı�.fine vererek Farabi'yi naıklettiğ'i ila­
ve edilebilir. (28) Bunları, İbn er-Rabi, devrin Halifesine, aşın övgü ifade­
leriyle, maleder. (29) Bu durumda orijinalliğin hangi tarafta bulunduğu­
na dair hi'ç bir kuşku mevcut o1amaz.

Ibn ed-Daye (3") (öl. 951)'nin yanlışlıkla Eflatun'a atfedilen «Kitab


es-Siyase li-Eflatftn .. adlı eseri, Farabi'den başka, o sırada siyaset ile ilgi·
lenenlerin bulunduğuna işaııet eder ki, biz Anıiri meselesinde zaten bunun
farkına varmıştık. Birçok konularda yazan değerli bir yazar olan roı.ı
ed-Daye'nin (31), siyasi fe
, ısefeye çok önemli veya etkili bir katkısı hemen
hemen hiç olmadı ve Onun daha sonraki yazarlar tarafından da nakledil­
mediği görülüyor. (32)

Farabi'nin siyasetle ilgili eserleri daha -sonraki nesiller tarafından

(26) Plessner, Der Oikonomikos des Neupythagoaers Bryson (Heidelberg, 1928),


s. 31 vd.
(27) Şarvani, «A Müslim Political Thinker of the Ninth Century A. C .; Ibni (me.
tinde de böyle) Ebi'r .,Rebi , » İslamic Culture, c. XV (1941) s. 143,-56.
(28) Aşağ}ya, 54. paragrafla ilgili not'a bak.
(29) ilin er.Rebi, Kftib Suliık el•Mftlik fi Tedbir el-Memalik (Kahire, A. H .
1329), s. 8 vd.
(30) Bu, Cemi! Bek el-'Azm (Beyrut tarihsiz) (Brockelmann, aynı eseri, supp.
I, s. 229, galiba yanlışhkla, Cemil Bek el-Aziz şeklinde verir) ve Abd eLRah­
man Bedeıvi tarafından, El-Usfı.I eLYii.naniyah li'n..Nazariyat es-Siyasiyah
fi'I-isiam (Kahire, 1954), I, '3. 3-64, Kitab eLUhii.d el-Yiınaniyah el·Mustnh_
rece min Rumiız Kitab es.Siyase li-Eflatun başlığı altında neşredilmiştir .
(31) Yakut, Mu'cem el•Udeba, nşr . D. S. Margoliouth (Gibb Memorial Series),
.

II, s. 157-60.
(32) 8.jı4,y.y. da, İbn el-Hatib el -Gamati istisna olarak, Bkz. D . M. Dunl op ,

«A llttel-known work on politics by Lisan ed.Din b. el-Ha.tib» in Miscel�mea


de Estudios Arabesy Hebraicos'da, Üniversidad de Granada, 1960.
-8-

takdir edildi (33) ve şimdi görebileceğimiz gibi, o, ölümünden sonraki asır.


larda tspanya felsefe okulu üzerinde uyarıcı bir etki yapıtı. <34) Bizzat e­
&erlere gelince, onlardan bazılarının, bilhassa, gerçekten onunsa, aslında
Mantık tahsiline bir çağın o�an Tenb ih 'in (35) ve adına rağmen, aşağı yu­
karı alışılmış bir örneği izleyerek, bir insanın, toplumdaki üstün mevkili ki­
şilere, eşit kişilere vs.'ye karşı davranışlarını ele alan Risale fi's•Siyase
(«Yönetim Hakkında R1siHe>>) 'nin (36) hiç önemli olmadığı anlaşılıyor.

Daha önemli eserlerde, yani Tahsil (37), Kitab es-Siyase el- Medeni (3ll)
ve Medinitü'l-Fadıla'da, P9) biz, Farabi'nin gerçek ve kendis[ için açıkça
merkezi olan bir f·elsefi proıblemi ele aldığını görürüz. Çünkü o, bu hmm­
sa, yani siyasi birleşmenin amacına tekrar tekrar döner.

Platonik ı:Iham altmda yazılan bu eserlerde, O, bu amacın aslında ay­


nı anlama gelen �yi, yani faziletli veya mutlu hayat olduğunu ve onun, biz­
zat iyi olan ve bu sebepten tebeası için fazilet ve saadeti temin etmeye
tek başına muktedir olan bir yöneticinin himayesi altmda elde edilmesi

(33) Krş. Said b. Said, Tab illclt eLUmam, nşr. Cheikho, 54=R. Blachere'nin
Fransızca çevirisi, Livre des Categories des Nations, 109. Asıl eser, 460/
1068'de yazıldı ve İbn ebi Usaybia taraflından bu esere Farabiyle ilgili atıf­
lar yapılır. (Müller tarafından neşredilen Uyun el•Enba, II, ii. ı36) .
(34) Karş. «�Giriş», 4 (c).
(35) Tam başlığıyla Kitab et-Tenbih ala Sebil es_Saade (= <<Direction to the
Way to Happiness»), (Haydaraıbad, ı346/ı927)
(36) Cheikho tarafından neşredilen, eLMe:�rik, ıv (ı90ı), s. 648-53, 689.700.
(37) Tam başlığıyla, KiHtb Tahsil es-Saade (<<Attainınent of Happiness>>), (Hay_
darabad, !345/1926). Bu önemli metnin yeni bir baskıısının yapılması arzu
edilir. Haydarabad baskıları, ancak birbirinden uzak çeşitli kütüphanelerde
elde etmek zorunda kalacağımız eserleri kolayl'lkla kullanılabilir hale ge­
tirme gibi üstün nitelikleri bulununasma rağmen, kullanılan el yazmaları
hakkında okuyucuya bil'gi sağlamaktan, farklı okunuşları vs.'yi vermek­
ten uzaktır ve bu, onların ilmi değerlerini büyük ölçüde kçültıür.
(38) Dieterici..iBrönnle tarafından yapılan çeviri, Die Staatsleitung von Alfarabi
(Leiden, 1904); metin, Ki'Ul.b es-Siyasat (yerinde de b öyledir) eLMedeniyeh
(Haydarabad, 1346/1927). Bu, galtba eski bir hatadır. Ibn Ebi Usaybia (geç­
tiği yerde, II, 139) zaten bir 1\:itab es-Siyasat el-Medeniyeh ve.yu'rafu bi­
IUahil.di el-Mevcudat adlı eserden bahseder. Fakat o, iki kez kayıtlıdır. Bu
esere elverişli olsun diye Siyase olarak atıflarda bulunulur.
(39) Tam adıyla, Kitab Era 'Eh!ü'LMedinetü'I·Fadıla («Faziletli Şehir Halkının
Görüşleri>>), nşr. Dieterici (Leiden, 1895), (orada bir risale, fakat başka yerde
bir kitab olarak tanımladı); Dieterici tarafından çevirisi, Der Musterstaat
(I...eiden, 1895), daha sonralan RP . Jaussen, Youssef Karam ve J. Chlala
tarafıından çevirisi, Idees des Habitants de la Cite Vertueuse (Textes et
Traductions d'Auteurs Orientaux, ıx, Kahire, 1949). Bu Fransızca çeviri çok
daha iyidir .
9-

gerektiğini ilerıi sürer. Buna eklenen, Aristo'dıa,n önemli Ö1çüde alınan


hususlardır. örneğin Fa:rabi nin, ahlaki olduğu kadar akli olan ve doğru­
'

dan doğruya insan aklı üzerinde faaliyet gösteren ve aklın objelerini (makfi­
lat) ortaya çıkaran «faal akıl» da dahil bütün şeylerin, her şeyin ilk hareket
ettiricisi ve ilk sebeb� olan Tanrı'dan çıktığını gösterıneyi amaıçlayan, (bil­
hassa rson zikredilen iki eserdeki) Yeni Eflatunculuk'tan türetilen dik­
katlice hazırlanmış bir metafizik yapı ile birl�kte, zıt uçlar arasında orta
olan faziletler hakkındaki tah1ili. Söz konusu olan fikirler, Psikoloji,
bilgi teorisi, ahlak ve metiifizikle ilgilidir ve aslında bjr felsefi sistem o­
luşturur. Bu sistemde yer alan unsurlar, bir dereceye kadar, uyu§maz gö•·
rünüyorsa da, (onların birleştirilmeleri, Arapça'da bulunabilen da­
ha s onraki Yunan metinlerln�n etkisiyle olabilir, ancak daha bü­
yük bir ihtimalle, o, Farabi'nin kendirsine aittir.), onlardan, o, insanın
dünyadaki yeri ve cemiyette hala bir hayli ilgi toplayan fi:illeri hakk1nda
bir açıklama getirebildL Farabi'nin siyaset hakkındaki ba§lıca eserlerin­
de ifade edilen bu fikirlerin, daJ:ıa önce Arapça'da bir bütün halinde asla
görülmemiş olması, hemen hemen hiç şüphe götürmez.

İşte bundan dolayıdır ki, zamanla biz ona, İslam'da ilk ve belki ye­
ganeı sistem-kurucu nazarıyle bakmaya gerçekten yetkili değilsek de,
onun, Araplar arasında siyasi felsefenin ku�ucusu olma iddiasının sağlam
bir temele dayandığını söyleyebiliriz.
4. «FUSÜLÜ'L. MEDENI,

( a) Eserin Mahiyeti v� Yazıldığı Tarih :

Uygun bir başlıkla adlandırmak gerekirse, Fusülü'l·Medeni, (4o) gö­


rünüşe göre, ancak, Farabi'nin, siyaset hakkındaki filülerini ve siyasetle
ilgili olduğunu düşündüğü şeyleri özellikle Kitab es-Siyase ve Medinetü'l·
Fadıla paralelinde diğer bir ifade etme girişimini gösterir.

Fikirlerin si}silesi, diğer eserlerindekinin aynısıdır. Mutluluğun ta­


nımı, onun, faziletli bir sultanın yönetimi altında hiç olmazsa kısmen ye::­
yüzünde araştırılması ve gerçekleştirilmesi, fazilete (ideal> erişmeyen
yönetimlerin ve yöneticilerin vasıflanıdrılması ve ayın metafizik yapı,
daha büyük veya daha az genişlikte ve daha çok veya daha az vurgulana·
rak burada tekrar ele alınır. Diğer eserleri arasındaki ilişkiyi kesin ola­
rak bilseydiık, herhalde Fusül'ün yerini tayin etmek daha kolay olurdu.
Bu son eserdeki tek farklılığın, önemli ayrıntılarıyla işlenen ve ba§tan
sona bütün kitapta görülen, hekimlik istiaresin1n, yönetim sanatına daha
geniş bir uygulanması olduğu anlaşılıyor. Yine metaıf.izik konu birinci ya­
nda değil, ikinCi yarıda gelir. Bu yeni eserin en beli1.1gin özelliği, eseri,n
isimini kendisinden aldığı bölüm!e r (fusül) 'dir.

(40) Sadece el yazması B'de böyledir. El y azma sı A, el·Fusiil eLHikmiyye (varak


ı a) şe klindedir Bu başlıklardan hiç birisi, ne el..Kif ti'n in Tarihu'J.�Hiikema
.

(Lippert baskısı 279'\30) ve Ibn ebi Usıa.ybia'nın Uyfuı el-Enba' (Müller neşri,
,

II, 138-40),sındaki, Farabi'nin eserlerinin listesinde ve ne de Fihrist (Flil;gel


neşri, 263) ve Tetimme Sivan el-Hikme (Muhammed Şafi neşri 17)'deki nis­
,

beten kısa bir U.cıtede bulunur. El yazması A'da, İbn Usaycbia tarafından bah­
sedilenlerden biri veya diğeriyle ilişkisi olabilen, FusiH rnuntaza'ah min ekiivil
el-kudema fi tedbir el• 'mnd un ve ma taslihu bihi şeklinde diğer bir başhk
..

bulunur. İbn ebi Usaybia taraf ın dan bahsedilenler şunlardır: Muhtasar fusül
felrefiyye muntaza'alı min kı.ıtub eHelasife; Kitab fi'l-füsul el.Müntem'ah
ll'Lictinıi'at; Fusül lehu ıninıma c emaahii min kelam e l kudema. Bunlai,
belki, tek bir eseri göstermiş olab il i r. Yani bizim Fusfı.lü'l-Medeni, ki !buna da,
eLKıfti'nin listesindeki en son b aşl ık uygun gelebilir: el-Fusiilü'J,Munteza'ah
min ellahbar, ki bunu Dieterici «Einzelne geschichtliche Abschnitte>> [Alfa_
rabi's Philosophis:clıe Abhandlungen (Leiden, 1982), s. 192)J olarak y an l ı ş
çevinni-ı görünüyor. Fusôlü'I-Medeni, el yazması X'de Peraqim li-Abii Nasr
v s. ve el yazmaS1] Pirqe Ebô Nasr vs, yani sadece, Ebu Nasr'ın Bölümleri
veya hikmetli sözleri vs. olarak adlandınlan mevcut bir nüshad a İbranice'_
ye geçti. Karş. İbranice varyantlar.
- ll -

Fusül biçimindeki eser ler, daha sonra olduğu gibi, Farabi zamanın­
dan önce de Arap literatüründe karşımıza çıkar. Nitekim lfıı, İbn Mase­
veyh (öl. 857)'in ünlü Razi (öl. 925)' ni n ve lbn el-Cezzar (öl. 1004)'ın.
tıbbi açıdan kaleme alınmış Fusftl'üne sah:�biz. Bu eserlerin hepsinin aslı,
şüphesiz, Hiıx>krat'a atfedilen ve da ha önce Huneyn b. İ shak tarafından
çevrilmiş bulunan FusiH veya «hikmetli sözler» (Aphorisms.) dir. Bu Arap­
ça k elime , doğru olarak , <<hikmetli sözler» (Aphorisms) veya «aıksiyomlar»
(axioms) kelimelerinin karşılığıdır. Mey monides (Musa b. Meymun)
(1139�1204). k en di tıbbi Fusfi.Iü'nün girıişinde, bu terimin Arap meratü­
ründeki anlamını açıklar ve aşağıdaki parçada Farabi'ye doğrudan doğ­
ruya atıfta bulunur. (41)

«Bu konuya en az önem veren he rhangi bir kişi bile açıkça bilir ki,
her hangi bir bi lirnde fusftl yazan herkes, bu fusul 'l eı:ıin o bilirnde yeterli
olduğunu veya o bilimin bütün prensipler-ini <usul) i·çerdiğini düşünerek
bu yola başvur ma mıştır. Bu meto da uyara:k fusfil yazmış ol an heTik es, hep­
sinin zihinde bulunması gerekti ğini , fakat ihmal edildiğini, ya dıru gerekti
şey:e rden çoğunu verdiğini dü§ündüğü anla mlar doğrul_tusunda yazmı§­
tır. Ve genelhlkle fusftl yazmı ş olan herkesin zihninde taşıdığı amacın, be­
lirli bir bi1imde g·ereken her şeyi yazmak olmadığı gibi, ne fusülü'nde Hi ­
pokrat'ın, ne fusftl şeklinde yazdığı her eserde Ebu Nasr el-F arabi'nin (42)
ve ne de başka herhangi bir kişinin amacı budur.»

Bir konu h<rkkmda fusfil yazmanın. var olan bir bilgi grubunun belli
başlı noktalarını teori•k olarak uygun bıir işleme tarzı olduğu bundan açık­
ça anlaşılır. Farabi'nin siyasi fusftlü'nün durumunda olduğu gibi, Onun,
yukarıda bahsedilen diğer eserlerinin bir kısmı veya tamamı her halü­
karda da ha önce yaıJlmıştı.

Zaten bahsedildiğri gibi, lmhu bakımından Fusftlü'l-Medeni, Medine·


tü'l-Fadıla.'ya ve Kitab es-s:yase'ye ve aynı za manda , hiç olmazsa bir kere
naklettiği Tahsil'e yakı n bir benzerlik göst erir <43) İbn ebi Usaybia'da ge­
çen, aşağıdaki gibi, önemli bir parça sayesinde bu eserler araısındaki iliş·
k iyi bir ölçüde aydınlat mayı ümid edebiliriz. C44l>

(41) Maymonides, Fusul, nşr. P. Kahle, in Galeni in Platonis T:imaeum Com­


montarii Fraıgmenta (Corpus Medicorum Graecorum Supplementuın (1934),
!1., 94).

( 42) Ffm1bi, M ant ık hakkında fusiH yaz dı. Bunu ıben, bir İngilizce tercümeyle
.birlikte, "ALFarabi's Introductory Sections on Logic>>, o larak neşrettinı. ıs­
larnic Ouarterly, ll, (1955), :!). 264-82 Karş, keza ll, ı, s. 9.
(43) Bkz. 89, 90. paragraflarla ilgili not'lar_
(44) Uyun el-Ehba'da nşr. Müller, ll, 138�9.
-12-

<<Faziletli Şehir (Medinetü'l-Fadıla), Cahil Şehir <Medinetü'l-Cah1:liy­


ye), Fasık Şehir (Medinetü'l-Fasıka>, Değiştirilmiş Şehir (Medinetü'l-Mü­
tebeddele) v.e Saprk Şehir <Medinetü'd-Dalle ) Kitabı <45) Farabi, bu ki·
tabı yazmaya Bağdad'da başladı ve onu H. 333/M. 941-2 yılımn sonunda.
kendisiyle Suriye'ye götürdü. O, bu kitabı 331/942"3 yılmda Şam'da taı­
mamladı ve temize çekti; sonra bu el yazmasını inceledi ve onu bablanı
(ebvab) ayırdı. Daha sonra biris< i, Farabi'den, onu konulannın bölümleri­
ni gös: rterir fasıllara (fusiH) a1yırmasını istedi. Böylece 0,337/9489� yılında
Mısır'da bu fasılları meydana getirdi. Onların sayısı altıdır.»

«Faziletli Şehir, Cahil Şehir, Fasık Şehir , Deği§rtirilmiş Şehir ve Sa­


pık Şehir Kitabı», görünüşe göre, Medinetü'l-Fadıladır. - veya, belki daha
kesin olıarak, son zamanlarda Dr. ömer Ferı:ıuıh tarafından iddia edilen
Medinetü'I·Fadıla'mn, çeşitli parçaların biraraya getirilmesiyle oluştuğu
görüşü doğru ise, -(46) Medinetü'LFadıla'nın siyasetle ilgili olan ikinci kıs�­
mıdır. Aslında bu husus kesindir. ÇünkıÜ «Cahil Şehir, Fasık Şehir, Değiş­
tirilmiş Şehir ve Sapık Şehir>>, ancak Medinetü'l-Fadıla:'daki Faziletli Şe­
hirden ayrılma tem el tiplerdir <47) Tabii olarak şöyle bir tahminde bulu­
nulabilir: İbn Ebi Usaybia'mn burada bahsettiği fusftl, şerriati:k şeroilde
Medinetü'l-Fadıla ile aynı konuyu ele aldığı içiın, malkul olarak, daha son­
ra yazılmış olduğu düşünülebilen ve diğer sebepler de gözönüne alımnca
Farabi'nin eski bir eseriymiş gilbi görünen Fusftlü'l-Medeni'nin fasıl1rurı·
dır. <48)

Bununla beraber bu görüşe ciddi itirazlar olmuştur. İlk önce, şim­


diki Arapça metinlerde fusfi. l'ün sayısı, İbn Ebi Usaybia'mn bildirdiklerin­
de olduğu gilbi a1tı değil, doksan beştlr. Bu farklılık, aşılmaz bir güçlük
göstermektedir. Bu doksan beş bölümün heps i , her ha:nıgi bir el yazma­
smda görülmez; bazısı ilave olabilir; fakat yuvarlak hesapla ifade eders�k,
doksan v eya o miktara yakındır. B1z gerçekten (bunun el yazması kaydı
bulunmadığı halde) «doksan>>'ın, her nasılsa, lbn ebı..Usaybia'ın metni.n­
den silinmiş olduğunu ve dor{san altının amaçlandığını düşünebUiriz. Fakat
bu fikir pek inandırıcı değildir. FusiHü'l-Medeni'nin hiç bir Arapça veya
İbranice el yazması bu sayıda fasıl ihtiva etmez. Orijinal sayının doksan
altı olduğuna dair hiç bir kamt da: yoktur.

Fakat bundan başka.. İbn Hallikan'da aşağıdaiki metni buluruz: «Ebü


Nasr (yani Farabi) , Siyasetü't.Medeniyye adı verilen eserinde. onu yaz-

(45) Bu terimler için 25. paragrafın not'una bak.


(46) ö. Ferruh, EI-Farabiyan (Beyrut, 1369 jl950) s. 13.
(47) Karş. 25. paragrafla ilıgili not.
( 4S) Aşağıya bak. s. 13 vd.
- 13 -

maya Bağdad'da başladığını ve M1sırda tamamladığını söy�edi·» <49) Bu cüm­


le, ne Siyase'nin Dieterici tarafından yapılan çevirisinde, ne de Haydara:bad
metninde bulunur. İbn ebi Usa:ybia'dan az önce nakledilen parça g.i:bi" bu.
nun da, sonrada.n tekrar istinsah edilmemiş olan eski bir el yazmasınn
sonuç kısmından alındığı anlaşılıyor.

Bağdad'da başlanan ve Mısır'da tamamlanan bu eser, Bağdad'da baş­


lanan ve sonradan Mısır'da altı fıaısl'a bölünen eseri n ayn1sı mıdır?
Eğer böyleyse, İbn ebi' Usaybia tarafından ifade edilen_ işlemin, hac.dt
zatında Fusülü'l-Medent ile doğrudan doğruya hiçbir ilgi-si olmadığı ve
Medinetü'l·Fadıla'nın ve Sllyasetü'I-Medeniyye'nin, aynı eseııin farklı şe­
killerini gösterdiği sonuçlarını elde ederiz. Elimizde bulunduğu şekliyle
Medinetü'l-Fadıta (yani her ikisinin birliikte çıkarı}ı:ı.n ve 956'da yazılan
bir özetini vermiş gibi görünen Mes'udi'deki (50) bir paragrafa göre, Meta­
fizik ve Politik bölümler de dahil olmak üzere) 942-3'de veya daha sonra
Şam'da tamamlandı ve Siyaset'ül-Medeniyye, görünüşe g�öre, 948.9'da Mı.
sır'da ondan meydana getirildi. Hiıç olmazsa, bu iki eser1n genel muhıteva
ve tertibinıin bir birine çok benzer olduğu ve Siyasetü'l-Medeniyye'nin
Medinetü'l-Fadıla ile yakınlığının, örneğin Farabi'nin düşüncesinin diğer
bir safhasına ait olduğu anLaşılan Tahsil ile yakınlrklarından, çok dıaha
yaıkın olduğu konusunda Mç bir şüphe mevcut değHdir. Aynı zamanda,
eserin başlangıcında bulunan bir ifadeden dolayı, Siyasetü'l-Medeniyye'nin
İbranice çevirisine «Altı Prensip» (Shesh Hathhalôth) (51) adı verildiği de
ilave edilmelidir.

Dieteıici'nin çevirisindeki Siyasetü'l-Medeniyye kolayca altıya dü­


§iirülemiyen on bir bölüm halinde bulunduuğ halde, bu «altı prensip» ile !bn
ebi Usaybia tarafından bahsedilen altı fusfil arasında, zaruri olarak açık
olmayan, bir tür ilişki bulunabilir.

Fusftlü't�Medeni'ye gelince, bu duruma göre, onun tarihini henüz tat-

(49) H. 1275 neşri, c. n, s. 113.=De Slane'ni:n çevirisi, c. ııı, s. 308.


(50) 'Mes'udi, Tenbih, s. 117-119. Bu parça, (Dieterici tarafından neşredilen )
Medinetü'l..Fadıla'nın Arapça metninin başlangıcındaki «içindekiler » tab­
losuyla karşılaştırılmalıdır, 1-4, ki bu metin şöyle başlar: Ihtisarü'Lebvab
elleti fi kitıib el·Medinetü'l�FadılıUı te'lif ebi Nasr Muhammed b. Muhanı­
med b. Tarlııin b. Uzlagh eLFarıibi et.Turki ve görünüşe göre, eseri ta­
mamlayan bir parçayı oluşturur. Eğer bu bizzat Farabi'nin elinden çık­
mışsa, bu taktirde orada görülen on dokuz baba bölünme, (Dieterici'nin
metninde işaretlenmiştir) lbn ebi Usayıbia'ın, onu, Farabi'nin, 942 veya 943
den bir süre sonra, bizzat kendisi tarafından yapılmış olduğuna ilişkin ola­
rak ka:ydettiği bölümleırnedir.
(51) M. Steinseihneider, AI-Farabi, Memories de l'Acadeınie Imperiale des Scien.
ces de St._Petersb ourg, VIIe serie, tome xuı, 4 (1869), p. 64.
- 14 -

minldir bir şekilde tesbit edemedik. Daha önce kaydedilen Medinetü'l·F3-


dlla ve Siyasetü'l.Medeniyye'ye yakın benzerlikten başka, faziletli (ideal)
devlete zıt olan devlet veya şehirlere atıflannın kapalı niteliğinde, tari­
hinin eski olduğuna dair belirtiler mevcuttur. ( Fas! 25, 28, 88) . (Özellikle
90. fasl'daki , bütün el yazmaJannda bulunan Tahsil'den aktanlan parçalar
da kaydedilmelidir. BununLa, beraber onların daha sonraki ilaveler olması
da ihtimal dahilindedir.) Bundan başka Fusfil el Me deni'de FarabL görünü­
-

ş e göre siyasi yazılarmda başka hiç bir yerde bulunmayan ve yeni olduğu
anlaşılan iki önemli terimi tanıtır. Fasl 54'de o, <<')lk reis'> veya f,aziletli (!de­
al) yönetici hakkında, <�onun kutsal savaşta bizzat savaşacak ( cihada katıla­
cak ) güce>> sahip olması gerektiğini ve aynı zamanda görünüşe göre, bir to­
toloji ile birlikte, «bedeninde, kutsal savaşa (cihad·a) ait işlerle meşgul ol­
masını önleyeoek hiç bi r şeyin bulunmaması gerektiğini» de söyler. «İlk
reisill>> bu «Özellik» ve «Şartları» Medinetü'l-Fad'ıla'da verilir. Fakat ora­
da onun görevleri, özellikle askeri olanak tasavvur edilmez. Bunun1 a be­
raber, onun uzuv1arı sağlam olmalı ve o , görevini yerine getirmesi içi'1
gemkli o!an fiziki güce sahip bulunmalıdır <Medinetü'l·Fadıla, s. 59) . Ay­
nı zamanda fasl 54'de, faziletli (ideal) sultanın ve gerçek aristokrasinin
yokluğunda yönetecek olan <-kanuna göre sultan» ( Melik es·Sünneh) 'a ,
Medinetü'l-Fadıla (60-ü 'da zikredilen, birisi, onun cihada devam edebil­
mesini öngören, «ikinci reis» in «altı ş1a:rtı» ile ilgili olanlara b enzer özel·
likler verilir. Medinetü'l·Fadıl-a'ya göre, <<ikinci reiS>>, daha basit (Simpli­
citer) bir savaşın (harb) görevleriyle meşgul olacak beden! kuvvete s:ıhip
olmalıdır. Fusfilü'l-Medeni'de, Farabi'nin zihni nde bu c:hadın açıkça bu·
lunduğu, orada mücahid <iman için savaşan ) hakkında bahsettiği II. Kı­
sımdaki uzun bir parça'dan açıkça: anlaşılır. Clliad'a yapılan bu çarpıc ı
atıflar, şüphesiz. sadece rastgele yapılmış atıflar değildir; fakat daha doğ­
rusu, esas itibariyle, farklı bir görüş noktasına dayanır. Biz, taıbii olarak,
Farabi'nin hayatı boyunca, alışılmış anlamı içerisinde, cihad'la kastedile!l
olduğu tahm1n edilebileni araştırırız. Bunun gibi, biz, Farabi'nin, Eflatun'­
un Kanunlan' nın veya Politi.cus'unun incelemesinden elde ettiği anlaşı­
lan diğer, «kanuna göre sultaU>> teriminin ( aşağıya bakınız) , aynı zaman­
da, o yüz yılda bir karşı1ığının bulunup bulunmadığını araştırabiliriz.

Bu sorular, anoaik, olaylann akışını göz önünde bulundurmak sure­


tiyle cevaplandırılabilir. Eğer onlar doyurucu bir şekilde cevap1andırılabi­
lirlerse, Fusfilii'l-Medeni için, şimdiye kadar gözüroüzden kaçmış olan bir
tarih e�de edebiliriz.

Bu ·eserin, T·ahsil'den ve belki Medinetü'l-Fadıla'dan da son.tıa gelen


yeni bir eser olduğu zaten taihmin edilmiştir . İbn Ebi Usaybia'ya göre,
Farabi, 330/942'de Bağdad'ı terketti ve Suriye'ye gitti. Bu tarihte İslam
İmparatorluğunda büyük karışıklık �ardı ve aynı yılda Halife el-Müttaki
- Hi -

yardım için Musul Hemdanlarına başvurmak zorunda kaldı. Nasr ed·Devle


ei-Hemadani ve kardeşi Seyf ed-Devle, Musul'dan Bağdad'a kadar Halife'ye
refakat ettiler ve böyle yaptıklan içinde şeref payeleri aldılar. Bir süre
Wasıt'ta valilik yapan Seyf ed-Devle, 333/944•5'de sırayla Halep'i, Humus
ve ertesi yıl da Sam'ı zaptetti ve böyle yapmak suretiyle kuzey Suriye'de
en önemli siyasi şahsiyet haline geldi. Daha önce o, Yunanlı'lara kar�ı
savaşınıştı ve 337j948-9'daki bir duraklamadan sonra, 339/950'de Yunan
topraklarına baskın yaptı. tsHlm' İmparatorluğu'nun çökme durumunda
son derece alışılmamış olan bu saldırıya yöne lik sefer, daha şiddetli başka
bir savaşın başlangıcıydı ve neticede 9 62'de, daıha sonraki bir tarihte
-
tmparator olan Nicephorus'·un yönetimindeki Yunanlılar Halep'i aldılar
ve Seyf ed-Devle'yi kaçmak zorunda bıraktılar (5:') Aralık 950 (Receb 339 )
de öldüğü için Farabi, bu felaketi görecek kadar yaşamadı. (53) Onun ölü­
müyle ilgi li hususlar, bir kaynakta şu şekilde belir.tilmektedir. (54)

<<Farabi, Sam'dan Askalan'a gidiyordu ve «Gençle� (fityan) denilen


.

bir hırsızlar topluluğuyla karşılaştı. Farabi, onlara, «binek hayvanı, silah


ve giyecek neyim vaırsa alınız, ama beni bırakınıZ>> dedi. Fakat onlar red·
dettiler ve onu ö:dürmeyi kararlaştırdılar. Kurtuluş olmadığını anlayınca,
Ebu Naısr (Farabi) atından indi ve arkadaşlarıyla birlikte ölünceye kadar
dövüştü. Bu olay hırsızları taıkip edip, Ebu Nrusr'ı defneden Suriye yöneti­
cilerini (yani Hemdanlı'lan) çok gücendirdi ve onları, onun mezarının ba­
şında bir ağaç gövdesi üzerinde idam ettiler.»

Bir baş�a; rivayete göre, Seyf ed-Devle ve onıbeş saray ,erkanı Farabi
için cenaze namazı kılmışlardır. (5G)
Bu olaylar, Fusfrlü'l-Medeni'de bahsedilen çeşitli rneseleı:in kolayca
sokulabileceği bir ç erçeve meydana getirir. 88. fasl'ın sonunda, Farabi,
şüphesiz, Müttald ve hemen ondan sonra g.elenler zamanındıa Bağdad'da
yeter derecede örneğini görmüş olması gerektiği , kötü yönetimle dünyaya
getirilen felaketlerden bahsettikten sonra, şöyle devam eder: <<Bu sebep­
ten, b ozuk idarelerde kalmak, faziletli kişi için haramdır_ ve eğer yaşadı­
ğı zamanda gerçekten varsa onun, fazletli (ideal) şehirlere hicret etme.
si gerekir. Eğer faziletli §ehirler yoksa, o zıaman fa2ı:Ietli kişi bu dünyada
bir yabancıdır; hayatta bedbahttır ve onun ölmesi yaşamasından daha iyi­
dir.» Buna benzer fikir1er Farabi tarafından Medinetü'l�Fadıla'da ve

(52) Marius Canard, Histoire de la Dy nastie des H'amdanides de Jazia et de


Syrie, I, ( Paris, 1953 ) , s. 809-817. Seyf ed-Devıeınin hayatındaki diğer ta..
rihler, İbn el-Esir'den alınmıştır ( Tornberg neşri), VIII.
(53) İbn ebLUsay:bia, adı geçen eser, c. II, s. 134.
(54) Tetimnıe Sivan el.Hikme, nşr. Muhammed Şafi, s. 19.
(55) İb n ebi Usaybia, Uyun el"Enbac, c. II, s. 1 34 .
-1 6 -

De Platoms Philosophia (56) CEflaıtun Felsefesi) da da ifade edilir. Fakat


burada Fusftl'da, Farabi hicret görevinden kesinlikle bahseder. Bu kelime­
nin, her müslüman için önemli dini çağrışımları vardır. Farahi'nin, Bağ­
dad'dan çıkışını kendisinin kişisel hicreti olarak kabul etmesi pekala müm­
kündür.C57>

Şüphesiz, Fariilbi'nin, varlıklarına, Fusftl'l"Medeni'de ve ancak hiWi


var olan siyasi yazıları iarasında kapalı bir biçimde d eğ·indiği din (faith l
düşmanlarının da Bizans'lı Rumlar olduğu anlaşılıyor. Nitekim daha önce
görmüş olduğumuz gibi, Farabi'nin hayatının s on yıllarında,Seyf ed-Devle'­
nıin güçlü yönetimi zamanında Müs:ümanlar bunlara karşı yenide n saldı­
rıya geçmişLerdi. Onun Seyf ed-Devle i le ilk defa ne zaman tanıştığı kesin
değiLdir (beLki daha önce, Hemadanller'in girişinden sonra Bağdad'da ta­
nışmıştır) (58 ) . Fakat, onun ölüm zamanında, Farahi'nin. o hükümdarın
(kendisine gö,sterdiği) yüksek sayg�dan zevk aldığı açıktır. Bilhassa , eğer
«kanuna göı;e sultan», «Kanunlar»m Arapça özetinde zikredilen, filozofun
tasvibiyle devlette ilahi kanunu zorla tesis eden diktaıtör (otokrat) ile eşit
sayılab:ilirse, Fusftlü'l-Medeni'ye göre, bazı durumlarda <<iLk :ııeisin» yerini
almaısı gereken <<kanuna göre sultan»ın Seyf ed-Devle olduğu hiç bir su­
ııetle ihtimal dışı deği1dir.(59) Diğe r Hemdanlılar gibi, büyük bir ihtimall�
bir Şii olarak, Seyf ed-Devle'nin melik es-'sünne lakabını nasıl hak ettiği
tam olarak açık olmayabilir. Fakat, bunu bir yana bırakırsak, Suriye'de ,
Halife'nin kullanımadığı güce sahip olan ve İslam'ın f,aal savunucusu ha­
li ne gelen Seyf ed•Devle, «ikinci reis» rolüne fevkalade uygun düşmek­
tedir.

Medinetü'l-Fadıla ve Siyase tamamlanmış olup, Seyf ed-Devle ile


Yunanlı'lar arasındaki uzun savaşın ilk çarpışmalan devam ederken, bu
ve bundan önceki düşüncelerin, Fusftlü'l-Medeni'yi, Farabi'nin yazarlık
mesleğinin &on yınarına koymamıza izin vermeye yeterli oldıuğu anlaşılıyor.
Tahsil'in daıha sonra yazıldığı kaibul edilemez. Sonraki Arap yazarlar ta­
rafından hemen hemen hiç zikredilmediği halde, Fusftlü'l-Medeni'de (fasl

(56) F. Rosenthal ve R. Walzer tarafından yay ımlanan, Corpus Platonicuın Medü


Aevi, Plato Arabus, II, (Londra, 1943)
(57) Avempace ( İbn B acce ) bir yerde ( Tedbir el-Mütevahhid, nşr. Asin Pala­
cios, 78), her halde Faxahi'nin etkisi altında, tek «ıbilge»sinin göçe zorlan­
dığından söz eder. Aşağıyla krş. 4 ( c) .
(58) Daha önceki notta bundan sıöz edilmiştir.
(59) Krş. F. GabrieL Al-Farabius: C ompendium Legum Platonis, Plato Arabus,
ı:ıı Arapça metin, 22 (E.I.J. Rosenthal tarafından nakledilir, «The Place of
,
Politics in the Philosophy of Al-Fara'bi», isa.amic C ulture, xxıx (1955), s.
178, n. D .
- 17 -

89, 90 ) aıktarılaiı Tahsil, her halde Medinetü'l·Fadıla'nın gölgesinele Kal­


mıştır ve Faril:bi'nin fikri gelişiminin daha önceki bir dönemine ait olauğu
anlaşılmaktadır. Tahsil'de Fa rab i , Eflatun ve Aristo 'nun felsefesini ayrıca
anlatacağını vaaıdeder. (6o) O, bu niyetini De Platonis Phllosophia (Fe lse­
fetu Eflatun ) da v e Aristo h akkındaki diğer bir risalede gerçekleştirmiştir.
Bu risalenin her ikisi de hala mevcuttur. ( * ) Bütün bu edebi faaliyetl er için,
çok tabii olarak,. Fusftlü'l-Medeni'nin tertibinin ortaya çıkmış gibi görürıı­
düğü, 337 / 948•: ,9 ' dan sonraki dönemde keSıinlikle yer yoktur. Bir öneri ola­
nk Farabi'nin b aşlıca siyasi yazıların aşağıdaki düzene göre sıralayabiliriz:
Tahsil, Bağdad'da yazıldı (De Platonis Phi:l.osophia ve dah a sonra Aristo
hakkında yazılan risale de ihtimal kıi. Bağdad'da yazıldı) ; İbn ebi Usaybia'nıD
bize anlattığı gibi, Medinetü'l-Fadıla'ya Bağdad'da başlandı ve 331j942-3'de
Sam'da tamamlandı; Siyaseh, 337/948·9'da Mısır'da tamamlandı; FusfiJü'l­
M edeni, Farabi'nin Receb 339 (Aralık 950) 'da ö lümünden önce yazıldı.
Eğer bu şema d oğru ise, Fusfilü'l-l\1edeni, Farabi'nin şu anda vıar olan s i ya ­
si eserlerinin en 1sonuncusu olarak kabul edilmelidır ve belki, onun (mes­
lek) hayatı ansızın ve umulmadık bir anda sona ermeden önce, yazdığı en
son eseridir.

(b) Etıatun'un «Politicus�>u: tıe İlişkisi :

Farabi, lJe Platonis Philosophia'da aşağıdaki gibi anlattığı Politi·


rus'un genel muh tevaiSını şüphesiz b iliyordu : ( 61 )
-<Daha sonra (Eflatun) , arzuLanan hayat tarzını veren, fiilieri doğru
biT b i çi mde düzenleyen ve insanların ruJ:ıunu (nefsini) mutluluğa götür en
vratik sanatı inceledi . O, bu sanatın,, sultanlık ve devlet adam11ğı sanaH
olduğunu ve sulıtaının ve devlet aıd:ı:!Tluıın ne anlama geldiğini gösterdı.
.,onra o, filozof ve sultanın aynı olup, her ikisini n de tek bir hüner ve ye
teneıde mü'kemmelleçip, yine her ikisinin de baçlangıçtan itib �ren arzu
edilen bilgi ve hayat tarzını verenı tek bir hünere s ahip olduğunu ve onu11
da , ona sahip olan kişHerde ve diğAr bütün insanla:Dda gerçek mutıuıugu
meydana getiren şey olduğunu cra g ö s terdi .» (* * )
Burada diyalog adının zikredilmemesi dikkate şayandır. Belki de
Farabi onu b ilmiyovdu . Bununla b eraber Politicus adı, Farabi'den daha
önce, Aııapça'da, Huneyn b. İshak' ın ( çe vi rd iği ) , Galen'in Synopse s of the

(60) Haıydarabad neşri, s . 47.


( * ) Burada sözü edilen bu iki risa.le ve yuıkanda geçen <�Ta:hsih, Farabi'nin Ü ç
E seri: Mutluluğu Kazanma ; Eflatun Felsefesi ve Aristo Felsefesi adı altın­
da Prof. Dr. Hüseyin Atay tara:fı.rıdan dilimize çevrilmiş ve Ankara Ürıiver­
sitesi ilahiyat Fak. yayınları arasında çılmuştır. ( Çevr. )
C61 ) F. Rosenthal ve R. Waizer neşri, paragraf 18.
( * * ) Krş. Farabi'nin Üç Eseri, çev. Prof. Dr. H. Atay, Ankara 1 974, s. 74 (madde:
21, 22) ( Çev.)
- 18 -

Platonic Dialogues'e ait, bir parçasında bulunur. (6!!) Bizzat PoiWcus'un


her hangi bir Arapça çevirisinin bulunduğuna dair bir kayda rastlanma­
maktadır .
Biz, Politicus'un sistematik bir açıklamasına benzeyen her hangi bir
şeyi FusO.lü'l-Medeni'de boşuna ararız. Buna rağmen, açıkça söyleyebiliriz
ki, Farabi, onun muhtevasımn, az önce nakledilen eserinde gösterilenden
daha derin bir bi:gisine sahipti . Fusftlü'l-Medeni'de (Faısl 3 , 4, krş. l l )
anlatılan «devlet adamı ve sulta!l>>ın, Politicus (266 E, karşılaştır 3 1 1 C )
d a geçen . .' . . . . . . . . . . . . . . . . . . . oldığu şüphe götürmez blr gerçektir. De
Platonis Philosophia benzer bir ifadeye sahiptir. F�akat orada, PoJüicus 259
B'nin meşhur duygululuğu gibi bir şey bulunmaz.
Bu husuıs, Fusftlü'l-Medeni'nin 29. fasl'ında geçmekte ve orada bu
· konuda 0yle denilmektedir: «Sultan, ister halka hükmetsin, ister etmeSiin;
ister saygı görsün, ister görmesin; ister zengin, ister fakir olsun, sultanlık
sana tınuı faziletiyle sultandır.»
Doğrudan doğruya veya kapalı bir biçimde (kaırşılaştır, fasl 17, 89
.
vıı: ) ve alışılmamış bir terim olan «Ölçücülei>> veya «Vergi tahakkuk me­
murJarı» ( mukaddirun) terimi111in, «muhasipleri, geometri uzmanlarını ,
doktorlan, müneccimleri vb.lel"ini» ihtiva ettiği 53 . fasl'da geçen faıziletli
(ideal) şehirdeki ikinci derece sımflardan bil'iyle münasebetinden dolayı ,
idareciye uygulanan ölçme fikdnin, Eflatun tarafından Potticus 283-287
B'de anlatılan «Ölçme sana.tı»na bağlanabd.leceği görülmektedir. Bundan
başka, 62. fasl'da göze çarpan, katipierin ve din görevlilerinin tertibi,
PolitLcus 290A-E'deıki benzeri b ir tertipten alınmış olabilir.
O�duğu ş ekliyle açıklanmaısı zor olan ve daha önce bahsedildiği gibi,
Farabi'nin siyasi eserlerinde başka hiç bi r yerde b ulunmadığı anlaşılan,
54. fasl'daki «kanun sultam, yani kanuna göre sulta!l>> (Melik es·Sünneh)
sözü, ihtimal ki, Politicus 301• A-B'den alınmıştır: <<Fakat bir insan, bilgi­
ye sahip ol.an kişiyi, [yani faziletli (ideal) kralı] taklit ederek, kanunlara.
göre yönettı:ğinde, biz bu kişiye, yalnız bilgiyle yöneten kişi v e yalnız ka­
nunlara göre bir görüşle yöneten kişi arasında ismen ayın� yapmaksızın,
kral adını veririz.» (63)
İdeal olan bir tarafa bırakıldığında, «ikinci derecede en iyi» olarak
kanuna itaatı öngören aynı fikir, Politicus 297 E'de teıkr:ar geçer.
Fusftlü'l-Medeni'nin, Eflatun'un diyalog'u i le temas noktalarım gö3-
terdiği örneklerden haırekeıt ederek, biz, Farabi'nin, onu� doğrudan doğ­
ruya olmaksızın, fakat belki, yukarıda bahsedilen Galen'inki gibi böyle
bir özetten öğrendiğini i lerıi sür,ebiliriz .
(62) G. Bergstrasser, Huneyn b. İshak über die Syrl.schen und arabischen Ga..
len-Ü bersetzungen, Abhandlungen für die Kunde des Morgenlandes, XVII
( 1925) , Arapça metin , s. SO.
(63) Bu metin, Plato'nun Kanunlar'ının Arapça Özetindeki p arçadan daha yakın
gö:ııünüyor; s. 16'daki not I'de geçti.
- 19 - .

( c)l Daha Sonraki Etkileri

Farabi'nin siyasi eserleriyle ilgili daha sonraki bilgirrf,z hakkında


zaten bazı ş eyler söylenmişti. Fusfilü'l-Medeni söz konusu olunca i lave
edilecek fa�la bi r şey yoktur. Ona her hangi bir zamanda, d iğerlerinden
bazıları kadar Ü�Stün bir değer verilmediği anlaşı�maktaıdır. Yine de bu
eser, muhakkak, üikunmuş ve i sıtinsah edilmiştir. O, Meymonides'in (İbn
Meymftn) öğ rencisi olan Joseph b. Aqnin tarafından zikredilir<64) ve <<Hik­
metli sözler» ( Aphorisms ) inde, bizzat Meymonides tarafından ona taıma­
mıyla atıfta bulunulur. C65)
Fusfılü'l·Medeni, dah a önce Dr. E .I.J. Rose nth al tarafından gösteril­
miş olduğu gibi, Paraphrase of Plato's Repuplic (Eflatun'un <<Cumhuriyet- -i·
· nin Ş erhi ) nıde Averr:oes ( İbn Rü§d) un kullandığı kaynakları arasında da
görülür. (66) İspaıtı güç o:sa da bu eser hakıkında Avempace ( İbn Bacce ) nin
l)i1gisi olmuş olabilir. Fusftlü'l-Medeni'nin iiki metni burada konuyla il­
g; !i dir. Bunlardan birincisi l l . fasl'dadır:
<<Eskiler, ibu insana (yani bütün faziletierin saıhibi olan insana) ilahi
(insan) adını verdiler. Zıddına ise . . , , bazen vahşi hayvan (sabu') adını ver­
d i l er.» Bu aynı zıtlık, Tedbir el-Mütevahhld («Tek'in İdare.si»)de geçer. C67)
O, belki ortak bir kaynailrt:an dolayıdır. Karşılaştır, Ari1stote:es, Eth. Nic.
V II, I ( 1 145 a) . Fusftlü'l-lVledeni'nin 88. fasl ' ının sonunda bulunan ikinci
parça, daha önce [4 ( aı) ] 'ya atfedilmiştir. Burada, Farabi1 b ozuk yönetim­
leri terketmenin faziletli kişinin görevi ve gideceği l:t\ç b i r yer olmadığı
taktirde (bu kişinin) dü§eceği beğenilmeyen durumdan: vurgula.yarak,
bahseder. Tedbir el·Mütevahhid'ıin, hatta meveuıt duruml(!rda bile, iYi ha ­
yata bir vasıta olara;k, bütün toplumdan geııi çekilmeyi tavsiye etmeik su­
Tetıyl e, böyle bi r ki§inin kendisini içeılısinde bulacağı kötü durumun
bir çözü münü gösterdiği söylenebilir. Bir yerde Avempace (İbn Bacce) ,
bunda (88. fas'da) ki gibi göze çarpan aynı ifadeleri kullanmak suretiyle,
içinde ilimierin bulunduğu yönetimlere hicreti ( siyer) (68) öngörür.
Sonra bu eser, uzun bir süre okundu. Aşağıda listesi verilen el yaz ­
malarını bir tarafa bırakırlsak, tbranice çeviriden Joseph b . SMm Tôb ta.
rafındaıı daha on beşinci yüz yıl gibi geç b ir taı:ıihte söz edilir.(69)

(64) Steinschneider, Al Fariibi, s. 70.


(65) Yukanda nakledilen parçada.
(66) Cihad (Fas!. 54) ve << K . .göre sultan» veya «kanun sultanı» (ibid) ile ilgili
olarak «The Place of Politics,» s. 174 vd. Dr. Rosenthal'ın, Averroes' Com­
mentary on Plato'S\ 'Republic' (Cambridge, 1956) , 208, 283.
(67) Asin Palacios neşri, 16.17, hpanyolca Çeviri, 47-9, yine D.M . Dunlop, <<Thin
Bacceh's Tedbiru'l�Mutavahhid (Tek'in YöneHmi) >>, Journal of Royal AsL
atic Society ( 1945 ) , s. 71-2, İngilizce çeviri, 80-1.
(68) Yukarıda s . 15, n. 3'de zikredilen Tedbir eLMütevahhid, 78.
(69) Steinscrhneider, Hebriüsche Übersetzungen, 292.
5. EL YAZMALARI

Bu b asikıyı hazırlaırıken,aşağıdaki el yazmalan kullanılmıştır: B =


Bodlein el yaızması Hunt. 307 = Uri 102, vıaraklar 9 1 b-109 a . Bu e l yaz­
ması, Medinetü'l-Fadıla'nın (saıyfa VII) Dieterici tarafınıdan yapılan neşri
için Margoliouth tarafından toplandı. O, Bodleian fotokopilerinde kulla­
ruldı. Oxford'da Prof. Beeston, bu e l yazmasının tarihsiz olduğu veya ya­
zarının ya da istirJsah edildiğ,i yerin adının bulunmaıdığı, fakat kağıt ve
mürekkebin görünümünden, onun, hemen hemen VII./XIII. asırdan daha
sonra yıazılmış olamıyacağı şeklindeki bilgiyi verıme mceliğini göste:rdi.
Bu el yazması, eserin sadece ilk bölümünü, yani bugünkü metinde 61.
Fasl'ın sonuna kadar olan kısmı içerir. Ondan, 1952'de yayımlanan, bir
ç eviri yapıldı. Bak., D.M. Dunlop, «Al-Farabi's Aphorisms of the States,..
man», Irak, XIV, 93-11 7. Bu çeviri; orada sadece Bodleian el yazması (B)nı­
dan verilir ve bu sebepten çok eksiktir. )

A = Chester Beatty el yazması 3714. Ohester Beatty koleksiyonunda


Prof. Arherry taırafmdan tesbit edildi. Bu el yazmasının, Ekim 1304'e te­
kabül eden Rabiu'hEiVvel 704'de, İbrahim b . Muhammed b. Yahya tara­
fından Buhayra bölgesindeki, yani kuzey-batı Nil deltasındaki Damanhür' ­
daı tamalanmış olduğu anlaşılıyor. O, (26, 27 ve 47. fasılları atlayıp 25
ve 28. fasılla·ra geç,erek) bu metnin I . bölümünü ve buradaki gibi tam ola­
rak, yani tamamı 2 9 yaprak olan doksan bir faslın bir yekO.nu olarak,
II. bölümü içerir. Bu el yazmasının içerdiği başka hiç bir şey yoktur. I. ve
s
II. bölümlerin ayrı başlıklan ve sonuçla.ırı vardır. O, a ıl el y:aızniasınd::t
kullanılmıştır.

Bunlar, yegane bilinen Arapça el yazmalarıdır.

X =Bodleian el yazması. Mich. 370= Neubauer, Bodleian Kütüphane·


sindeki İbranice el yazmaları Kataloğu, No. 1424, varak 102b-120a. Ta'rih
konmamıştır, fakat görünüşe göre, ] =Bodletan el yazması Poc. 280=Neu­
bauer, No. 1270, varak 69b-9:l:a:'dan daha eskidir. Var.ak 91a'nın tarihi: A.
M. ( Mus.adan sonra) 5223 = M. S. 1 463 olarak konmuştur_.

Son zikredilen bu iki el yazması, bilinmeyen bir mütercim tarafın·


dan yapılan, Bodleian el yazması Mich. (X) de daha iyi korun8m. aynı İb­
ranice çeviriyi içerir . Bodleian El yazması Mich . (X) tamamen, Bodleian
el yazması Poc ( ] ) kısmen, Bodleian fotokpilerinden dedenmi§tir . Bıod­
leian yazması (X) , (A ile 2 6, 27 ve 47. fasılları atlayarak) I. bölümü (89
ve 92. fasılları atlayarak da ) II. bölümü, yani doksan faslı i!,;erir. O, I. bö...
- 21 -

lüm için ayrı bir sonuc'a v eya II. bölüm için ayrı bir başlığa sahip değil·
dir. Bodleian yarzması Po c. ( ] ) , aynı zamanda (fasıl 89 ve 92'yi atlayarak)
her iki bölümü de, yani seksen dokuz faslı içerir. (X için zikredilen diğer
ayrmtılar kontrol edilmemiştir.)

Benimsenen metot, mümkün olan her yerde, bu iki Arapça el yaz­


masının daha iyisi olduğu için, Chester Beatty el yazması'na (A) bağlı
kalmak, fakaıt a.çıkça daha iyi olduğu anlaşıldığı yerde, okunuşları Bod­
leian el yazması Hunt. (B) dan almaık olmuştur. Süphesiz, II. bölümde ,
Chester Beatty el yazması (A) metnin esasıdır. Genellikle Bodleian yaz­
ması Mich. (X) deki İb ranice çeviri, iki yönde yani fasılların :aısli sayıla­
nın hesaplamada ve II. bölümdeki Chester Beatıty el yaızması (A) nın
kontrolünde yardımcı olmuştur. Bazısı büyük önem taşİyan, hemen he­
men hepsi II. bölümde bulunan, İb ranice'den yapılan ilaıveleri n sayısı özel
bir açıklamayı gerektirir. Birçok okunuşlarda olduğu kadar, büyük atla­
malarda da teıkrar tekrar takip ettiği, İhr:aınice metin her halükarda
Chester Beatty el yazması (A) na daha yakın olduğu halde, onun bazen
Bod�eian el yazması Hunt (B) un okuyuşlarıru göstermesi burada kay­
dedilebilir. Büıtıün bu e l yazmalarının yaygın hatası, isıtinsah hatasından
dolayı sebepsiz artlamalardır. Son zikredilenin, karşüaştırılmış olan bir­
kaç yaprağına bakarak hüküm çıkaracak olursak, Bodleian el yazması
Hunt. (B) ve Bodleiaın yazması Poc. (] ) hatada en çoık. katkısı olanlardır.
Fakat diğerleri de, İb ranice varyanUar listesine bi·r göz atmak suretiyle
Bodleian yazması Mich . (X) in durumunda kolayca görülebiJieceği gibi,
bu noMaıda h atadan asla yoksun değildirler. Asimda Chesıter Beatty el yaz­
ması ( A) biraz daha iy1dir. Bu el yazmalarının her bkisinin, genellikl�
farıklı bir metin ortaya koyduğu açıktır. Farabi'nin yazdıklarım bulmak
için yapılan bu girişimde, derlemecilil\:, başvurul:acak yegane yol olarak gö'­
rülmüştür.
6 . TEŞEKKÜR BORÇLU OLDUGUM KİŞİLER

Bu eseri n hazıdanmasında yararlı telkinleri için olduğu kadar, ken­


disi tarafından bulunan ( b ak . ; 5: «El Yazmalari>>,) Fusü!ü'l-Medeni'nin
tam me:tnini kullanmam a izin veroi8i için de Prof . A. J. Arherry'e ve E l
Yazması Huntington 307 hakikındaki bir çok soruya cevap verirken olduk­
ça müşfik davranmış olan Oxford'da Pııof. A. F . L. Beeston'a teşekür et­
mek zevkli bir görevdir. Farwbi' nin siyasi feisefesini n daha iyi an laşılma
­

sı için yardımlannı esirgemeyen Dr. E. I. J . Rosentihal'a teşekkür etmeyı


özel bk borç bilirim . Kendim devamlı onunla aynı fikirde olmamış isem
de, b ana i stişare etme fırsatı vermesinin b ir sonucu olaraK, kendisiyl�
yapmış olduğum oldukç a s:k istişareden süreıkli yarar göııdüm. T'enkit
edilmemiş olısary�dı, dikkatten kaçacak olan, hatalar ve eksiklikler için,
birçok yerinde ele ştiriLerinden dolayı Oxford'da Prof. Dr. Richard Walze r'e
de müteşekkirim. Dr. J. L. Teicher, e l yazması ]'nin s onuç kısmındaki de­
ğişik ifadelerin (bkz. İbranice Varyantlar) açıklamasını, nezaket göstere­
rek, sağlamıştır. Bu eseri neşretmek için, bir oııtam ararken, uzun bir
süre harcayan ve zahmet çe:ken, 011iental Tetkikler Fakültesi'nin yayım
komitesine Bodleian ve (Dublin) Chester Beatty Kütüphanesi ma:kamla­
,

nna ve son olarak da, azami titizlikle b asımı gerçekleştirmiş olan Üniver­
site Matbaasına da teşekkür etmek zorundayım.

D . M. Dunlop
İ Ç İ N D E K İ L E R İ N A N A L İ Z İ

I. BÖLÜM

Fasl no. Sayfa no.

1. Nefs (ruh) - Beden Analoj isi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 27


2 . Faziletler ve kusurlar, nefsin (ruhun) durumlarıdır. . . . . . . 27
3 Devlet adamının doktora b enzetilmesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 27
4. 3 ' de ki benzetmenin devamı; devlet adam ım n bilmesi gereken
§eyl e rin derece ve sınırları (Bu fasl, eserin geri �alan kısmının
proğramını ver:r niteliktedir ) . . .. ... ... ... ... ... ... 28
5 . Madde v e süret. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 29
6- Nefs ( ruh)in parçaları veya melekelen (kuvvetleri) 29
7 . Ahlaki ve akli faziletler ve a§ağılıklar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 31
8 . Ahl aki faziletler ve a§ağıl ıkl ar, alı§kanlık sonucudur. . ... · . . 31
9. B i r fazilet veya eksikliğin geli§mesinin P,sJkolojik izahı . . . . 31
10 . Faziletin v e sanatıerin bi rb i rleri ne benzetilmesi. . . . . . . 32
l l . Alı§kanlığın etkileri; fazilet ve a§ağılığın a§ırıları. . . . 32
12. » » ; tabii istidadlar deği §tirilebilir- . _. . . 33
13- Fazilet ve kendi kendini frenleme birbirinden farklıdır. 33
14. (Onlardan) herbiri sinin devletlerde kullanılı§ı. . . . . . 34
.
1 5 . Ah laki zıtlıklar, fertte mü mkündür. . . . . . . . . . . . . . , . . . . . 34
16. Faziletler zıt uçlar arasında ortadır. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 34
17. Kendi zatıyla orta v e i zafi orta. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 35 ,
18. Ah1a:k ile tıp ilmi arasındaki benzerlik. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. 36
19. Devlet adamının doktora benzetilmesi konusunun tek rarı. 36
20. Sehir ve ev (aile) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. 36
21· Ev ( aile ) in kısımları . . . . . . . . . . . . . . . . '. . . . . . . . . . . . . . 36
22. S ehir veya ev (aile ) in bedene benzetilmesi. . . . . . . . . . . . . 36
23. Aynı b enzetmenin devamı; parça b ütünü etkiler. . . . . . . . . . . . . . . . 37
24. » » ; tıbbi veya siyasi sanatın kısmi uygu-
laması. 38
... ... ... ... ... ... ... ... ...
25. Fazi letli (ideal) devlet ve mutlak iyi, yani mutluluk. . . . 38
26. O rta, mutluluğa ula§mayı amaçla r . . . . . . . . . . . . . 39
27. Sultanlıkla ilgili gerçek gö rü §- . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 40
- 24 -

Fasl no. Sayfa no.

28. Sultanlık ve devletle i lgili yanlış görüşler. . . . . . . . . . . . . . . . 40


29. Sultanlık mahareti veya sanatı. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
41
30. Nefsin (ruhun) akli k1smının taksimi. . . . . . . . . . . . . . . . . . .
41
3 1 . Nazari ıakıl. 42
32. Nazari akıl için b ilgi. . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 42
33 . Gerçek, yani doğru , b i l gi . . .. . . .. . . . . . . . . . . . . . .
42
34. H ikmet. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
43
35. Arneli akıl. 44
3 6. Arneli hikmet ve diğer akli melekeler 44
37. Tıptan benzetme .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
45
38. Arneli hikmet çeşitleri . . . . . . . . .
. . . .. .. .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . 45
39. Doğru görüş (zan) . . . . . . . . . . . . . . . . . . 46
40. Z ihin . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
46
41. Fikir ( lerin) mükemmelliği. . . . . . . . . . . . . . . . . . . 46
42. Teemmül prensi!pleri . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . 46
43 . Besitlik = tecrübe noksanlığı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 46
44. Ş aşkınlık = muhayyile noksanlı,ğ ı. . . . . . . . . . . . . . . . 47
45. Ahmaklık = teemmül eksikliği. . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . 47
46. Anında kavrayış (sürat-i intikal) , (zeka) . . . . . . . . . . . . . . . . . 47
47 . Arneli hikmet doğru şekilde kullanılmalıdır. . . . . . . . .
vs . , .
47
48. Arneli hikmet, hikmet değildir. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
47
49. Hikmet v e arneli h:ikmetin hedki si de insanın yetkinliği için ge>-
reklidir. . . . . . . . .
. . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . .
48
\ a
50. H t bet . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
48
51. H ayal gücüne dayanan bir etki meydana getirme ve ikna etme
mükemmelliği (yani iyi hayal ettirme ve iyi ikna etme) 48
52. Ş iir . .
. .. .
. .
. .
. . . . .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
49
53. Faziletl i (ideal) şehirde beş sınıf. . .. . . . . . . . . . . . . . . .
49
54. Dört tip anayasa ( constitution) (Dört çeşit yönetici) . . . . . . .
50
55 . Yöneticiler ( Hükümdarlar) ve tebaalar. . .. .. . . . . . . . . . . . . . . . . 51
56. Faziletıli (ideal) şehirde sınıfların (derecelerin) tesbiti. 51'
57 . Sevgi türleri; faziletli şehirde karşılıklı sevgi. 52
58. Faziletli şehirde adalet. . . . . . . . . . . . . . . . . . . 53
59. Adaletsizlik ve ceza hakkında görüşler. . . . . . . . . . . . .
54
60. Genel ve özel adalet. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ,. . . . .
54
61. Faziletli (ideal) şehirde fonksiyon farklılığı . . . . . . . . . ... . . . . . . 55
- 25 -

Fasl no. Sayfa no.

'II. BÖLÜM

62. Şehirde kazanç elde etmeyen ( kamu yararına çalı�an) sınıflar


için yapıLan hazırlık (kurulan fon) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
56
63. Haklı ve hakıSız sava�. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
56
64. Metafizik kategoriler. . . . . . . . .. . . . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . . 57
65. Üç çe�it ( üç cins) varlık. . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
57
66. Metafizik kategorilerin yeniden gözden geçirilmesi . . . . . . . . . . . .
58
67. Eksik varlık. . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 58
6S. Bir zıt'a sahip olmak, varlık b akımından bir eksikliktir . . . .
59
69. Kötülük ve iyiliğin mahiyeti. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
59
70. Tutkular ( ihtiras1ar) , ne iyidir, ne de kötüdür. . . . . . . . . . . . . . . . 60
71. Mutluluğun gerçek mahiyeti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
61
72. Faziletli insan ölümden korkmaz . . . . � . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
62
73. Ölümle ilgili yanlış gö rü�ler. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
63
74. Faziletli Li.nsanın,1 hayat�i:n' tehlikeye atttıran sebepler (m{)ti-
ves) .
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 63
75. Böyle bir insanın ölümüyle ilgili ge rçek görü�i . . . . . . . . . . . .
63
76. Ruhun (nefsin) bedenden ayrılması hakkında görü�I>er. . . . . . .
64
77. Bile�ik olmak, varlığın bjr eksikliğidir (varlık hakımından bir
eksikU:ktir) . .
. . . . . . : . . .
. ... ...
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . • .
65
7S. Ba�ka Bir�eyi meydana g etirirken hareket ettirilmek, bir eksik_
li:ktir. 65
79. Geciktirilmi� bir i�i yapmak, failde bir eksiklrktir. .. ... .. 65
.
.
so. Akıl (Akıllı) hakkında görü�ler. . . . . . . . . . . . . . . . . . • . . . . . .
66
sı. İlk Sebep'in nasıl aklettiği konusunda görü�ler. . . . . . . . . .
67
S2. lnayete dair görü�ler; hususi inayet d oktrininin reddi . . . . . . .
68
S3. Yönetim (siyase)., kesin olarak bir cins değildir. . . . . . . . . . 69
S4. Faziletli yönetim (es-Seyasetü'l-fadı.lah) 'de, hem yönetenin,
hem de yönetilenin durumu, mümkün olan en iyi durumdur. . . .
69
S5. Mevcut cahil yönetimler,. (siyasetler) saf halde değildirler. . . . 69
S6. Sadece saf olan yönetim (siyaset) çeşitleri, ideal teoriyi doğu-
rur. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 69
87. Fıarklı cahil yönetim ( siyaset) tipleri; tıp He mukayese . . . . . . . 70
ss. Bozuk yönetimlerd e en asil melekeDin bozulması. . . . . . . . . . . . � 70
S9. Nefsin(ruhun ) nazari kısmı. arneli kısım için gereklidir. Bil;..
ginin daha a�ağı dereeleri vaısıtasıyle, nazari bilgiy� yükseliş,
Nazari bilgi, vahy'den farklıdır. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
72
- 26 -

Fasl no. Sayfa no.

�0 .Fikri fazilet. 74
91 .Tababetle mukayese. Faziletli idarecinin görevinin sınırı. 71
92. Beşeri yaradılış (t.abiat)., çeşitli unsurlardan oluşur. . . . 75
93 . Nazari bilimler, tek ba§ma, hir insanı filozof yapmıyacaktır. 75
94. Toplanmalar (birleşmeler) . fazllet, topluluğun amacı olmadı:k•-
ça, uyuşmazhkla sonuçlanır. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. 76
95. Dikkatsiz insan (gafil) ve dikkatsizlik tasıayan (gafil görünen)
insan (mtitegafil ) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 76
-

FU S U L Ü ' L - M E D E l i
(SİYASET FELSEFES!NE Dı\İR GÖRÜŞLER)

I. BÖLÜM

Bunlar, şehirlerin nasıl yönetilmesi, nasıl ımaır edilmesi, ş ehir hai­


kının yaşantısının nasıl iyileştirilmesi ve şehir halkının mutluluğa (es­
sa'ade ) doğru nasıl sevkedilmesi gerektiği hakkında eskiletin söızlerinden
alınan birçok prensipleri kapsayan <<b ö lüm ler>> (fusfil) (1 > ( �<hikmetl i söz­
ler>>) dir.

[1] Beden için sağlık ve hastalık olduğu gibi, rfi.h (en·nefs) için de sağ·
lık ve basıtalık vardır. Nefsin sağlığı, kendisinin ve parçalan (ecza) 'nın
durumlan (hey'at) nın, ona devamlı iyi şeyler, iyi işler v e güzel fiiller
( eı.ef'iH el-cemile) yaptıran durumlar olması; hastalığı ise, yine onların,
ona devamlı kötülükler, kötü işler ve çirkin iiiilt:i' {�!�f'al el kabiha ) ·

yaptıran durumlar olmasıdır. Bedenin sağlığı, kendisini n veya parçaları'­


mn durumlarının, onlarla nefsin, fiilierini (ki beden veyıa; parçaları tarafın­
d.andan yapılan o fiiller ister iyi , ister kötü olsun) en tam ve en mükem­
mel tarzda yaptığı durumlar oLmasıdır. Bedenin hastalığı ise. kendisinin
veya parçalarının durumlarının, onlarla nefsin, beden veya parçaları ta .
.rafından yapılan fiil1eri yapamadığı, ya da gerektiğinden daha noksan ve­
ya yapılmaması gerektiği şekild e yaptığı durumlar olmasıdır.

[2] İnsanın, kendisiyle iyi şeyler ve güzel fiiller yaptığı nefsi durum .
lar ( el-hey'at en.nefsaniyye) , faziletle rdi r; kötülükler ve çirkin fiiller
yaptığı nefsi durunüar ise alçaklık, noksanlık ve aşağılıklardır.

[3] Bedenleri tedaviı eden kişi doktor, nefsleri tedavi eden kişi ise,
aynı zamanda sultan (el·melik) ad ı da veri len devlet adamı (el-medeni)
,

dır. Fakat dokıtorun bedenle·ri tedavi etmedeıki amacı, onların durumları-


- 28 -

nı, nefsin, kendileriyle iyi veya kötü işler yaptığı durumlar haline getir­
mek değildir; bilakis o, on!arın durumlarını, beden ve parçaları tarafın­
dan yapılan nefsin fiilierinin - ki bu fiiller, kötü veya iyj olalıili rler -,
kendileriyle en mükemmel olduğu durumlar haline g eürmeye amaçlar.
Zira elleri tedavi eden doktor, bunu, ancak, onlarla insanın yakalama gü­
cünün mükemmel hale gelebitmesi için yapar; bu müıkemme} yakalama
gücünü ise, o, ister iyi, ister kötü işlerde kullanabilir. Gözü tedavi e deni n
yegane amacı ise, o, ister gerekli ve güzel, isterse gereksiz ve çirkin yer­
de kullanılsın, onunla, görmenin mükemmel hale geleıbilmesidir. Bu ba·
kı:mdan, nefsin sağlığını ve hastalığını bu şekilde tetkilk etmek ( ve dü­
şünmek, bir doktor sıfatıyla, doktorun Işi olmayıp, bila!ki:s devlet adamı­
nın ve sultanın işidir. Çünkü devlet adamı, siyasi sanatıyla · (es-sana'a
el-medeniyye) , sultan sultanlık sanatıyla (es-sana'a el-melik) , sanatınm
,

nerede ve kimin üızerinde kullanılması, kimin üzerinde kullanılmaması


gerektiğini ve beden için hangi tür sağlığın elde edilmesi, hangisinin elde
edilmemesi gerektiğini belirler (yukaddim.) (2) Bu bakımdan, şehirdeki
diğer sanatlar arasında sultanlık sanatının ve siyasi sanatın durumu, mi­
marlar arasında başmimarın durumu gibidir. Çünkü mimarların sanat­
larının, başmima·rın sanatının amacını tamamlamak için kullanıldığı gibi ,
şehirlerdeki diğer sanatlar da, sadece siyasi sanatın <3> ve sultanlık sana­
tının amacının tam olarak elde edilmesi için iş yapar ve kullanılır.

[4] Bedenleri tedavi eden doktorun bir bütün olarak bedeni, bedenin
parçalarını, onların bütün bedenle ilişkisi, bütün bedende ve onun par­
çalarının herbirinde meydana gelen hastalıkları, bu hastalıkların nereden
ve bir hastalığın ne miktarda meydana çrktığını, bunları giderme meto­
dunu, bedende ve parçalarında bulunduğunda, bedende var olan fiilierin
tam ve mükemmel olduğu durumları bilmesi gerektiği gibi, nefsleri tedaı­
vi eden devlet adamı (el-medeni ) ve sultan (el-melik)ın da, bir bütün o­
larak nefsi, nefsi n parçaları (ecza) 'nı, nefsde ve onun p arçalarının her­
birinde meydana gelen noksanlık ve aşağı1ık1arı, bunların nereden ve bi­
rinden ne miktarda meydana g:e�diğini, i nsanın, kendileriyle iyi jşler yap­
tığı nefsin durumlarını neler olduğunu ve s ayılarını, şehir halkından aşa­
ğılıkların nasıl uzaklaştınlması gerektiğini, Ş,eilıtr ha}kının (4) nefsinde
onları (yani faziletleri) <5> yerleştirecek ustalığı ( el-hile) , onların, şehir
halkı arasında, yok olmayacak şeıkilde, korunmasını sağlayacak muamele
metodu <vechü't-tedbir)nu bilmesi gerekir. Fakat sadece sanatında ihtiya­
cı kadar doktorun beden, marangozun tahta, demircinin demir hakkınd:ı
bilmesi gerektiği gibi, devlet adamı ve sultanın da n efs hakkında bilmesi
gerekir.
- 29 -

[5] Fiziki cisimler ya sun'idir, ya da tabiidir. Divan, kılıç, cam vb.


sun'i olanlara; i nsanlar ve diğer hayvanlar da tabii olanlara örnektir. Bun­
lardan herıbiri, madde ve maddenin sftreti olmak üzere iki şeyden olU§ur.
Sandalyeni n tahtası maddeye, şekli, yani kareliği, yuvarlaklığı vs. de su­
rete örnektir. Madde , kuvve halinda «bi'l-kuvve) bir sandalyedir; suretle,
gerçekten (bi 'l-fiil) bir sandalye haline ge:ir.

[G] Nefsin (nıhun) parçaları (el-ecza' ) ve meleke1eri (el-kuva) beş­


tir: {6) Beseleyici ( el-ğazi), hisseden ( el-hasse) , tahayyül eden ( el-müte­
hayyil) , arzu ile ilgili ( arzu eden) ( en-nüzft'i) ve düşünen (en-natık) .

A ) Besleyici meleke (besleyici kuvvet) , genellikle, besinde veya


besinle, ya da besinden kaynaklıanan belli bir fiili yapan melekedir. Besin
ilk (evvel) orta ( evsat) ve son (ahir) olmak üzere üç tiptir. Birincisi ek­
mek, et, henüz sindirilmeye başlanılmamış olan her şey vb . Sonuncusu,
kendisiyle beslenen organa benzer hale gelecek derecede, sindirilen
besindir. Eğer organ et ise, bu besin, (veya: o, bu besin vasıta:sıyle) et ha­
line, (7) kemikse, kemik haline gelir. Orta tip ise, kan meydana g etirrneğe
hazır duruma gelinceye kadar, midede ve bağırsaklarda işlenen (8) (ve
sindirilen besin ve kan olmak üzere ikiye ayrılır. Ayrıca_ sindiren ( el-ha­
dıme) , büyüten ( el-münmiye) , meydana getiren (el-muveliide), çeiken
(el-cazibe), tutan (el-masiiike), ayırd eden (el-mumeyyize) ve def eden ( dı·
§ları atan) (ed-dafi'a) yardımcı melekeler de, besleyici meleke içinde
yer aLmaktadır. Aslında besleyici meleke, organlarda meydana gelen ka­
nı, o organa benzer hil.le gelinceye kadar, parçalayan melekedir. a ) Sindi­
rim melekesi ( el.kuvve el-hadıme) , birinci tip besinleri, kan meydana ge­
tirmeğe haiZlr hale gelinceye kadar, mide ve bağırsa!klarda parçlayan, son­
ra da bu hazırlanan şey1eri, mesela, kan haline dönü§ene kadar, karaci·
ğerde işleyen {9) (hazırlayan) (yatbah) melekedir. b) Büyütme meleke­
si (büyütücü kuvvet) (el-kuvve el-ır..::nmiye) , her organ için mümkün o·
lan en yüksek miktara ulaşıncaya kadar, gelişme esnasında, bütün kısım·
larında organların sa,yısını besin vasıtasıyla artıı:ıan melekedir. c) üret­
me melekesi (el-kuvve el-muvellide ) , son tip besine, yani kana, yakın ola':l
besinin fazlasından, beslenmesi dolayısıyla fazlalığın ortaya çıktığı cisme
(tür bakımından) benzeyen diğer bir cisim meydana getiren (tef'al) me­
lekedir. Bu d a iki çeşittir: Biri , ye::i doğan canlının maddesini veren
dişi, diğeri de, suretini veren erkektir. Bu ikisinden, tür bakımından ken­
disine benzer diğer bir canlı (el-hayevan) meydana geli r. d) Çekici me­
leke (el-kuvve el-cazibe), besini, beslenen bedenle �temas edebileeerk ve
onunla karışabilecek şekilde, ona ulaşıncaya kadar (t o) bir yerden bir ye-
- 30 -

re çeken melekedir. e ) Tutucu meleke (el-kuvve el-masike ) , bes�ni, içeri­


sinde meydana geldiği bedenin damarında koruyan meleıkedir. f) Ayırd
e dici meleke ( el-kuvve el-mumeyyı:ze), her organa, kendisine uygun ola­
nın nüfuz edebilmesi için, besinin fazlasını ve (besinin türlerini ayırd
eden melekedir. g) Def edici ( dr§!a.rı atan) meleke (el-kıiwe ed-dafia ) ise,
farklı fazla besin türlerini bir yerden diğer bir yere atan me!ckedir.

B) Duyu meıe.kesı.: (duyma kuvveti) (el-kuvvetu'l-hasse) , beş duyu­


dan birisi vasıtasıyle herkesçe bilinen şeyleri idrak eden ( a1gılayan) me­
lekedir.

C) Muhayyile kuvveti (hayal gücü) (el-mütehayyile) , duyularla al­


gılanabilen nesnelerin ( mahsüsat) izlerini ( rusüın ) , duyuların işleminden
geçtikten sonra, koruyan mel�kedir. Hem uyanıkken, hem de uykudayken
onlardan bazılarıyla, çeşitli bileşikle r halinde , birleştitir _ve bazısı doğru,
bazısı yanlış ( kazibe) olarak, onların bazısını bazısından, birçok farklı
şekillerde de, ayırır. Bu ve besleyici meleke, diğer melekelere benzemi­
yerek, uyku esnasında da faaliyet gösterirler.

D ) Arzu etme melekesi ( el-kuvve en-nuzft'ıyye) , hayvanın bir ş eye


cezbedilmesini ve neticede ona kıarşı isıtek veya nefret duymasını; talep
ve kaçma, tercih ve kaçınma, öfke ve memnunluk, korku, cesaret ve kor­
k a'kbk, zulm ve merhamet, sevgi ve nefret, hıııs,. şehvet ve nefsin diğer a ­
razlarının meydana gelmesini sağlayan melekedir. Bu melekenin vasıtaı­
ları, kendiLeriyle bütün organ1ıarın ve genel olarak bedenin hareketleri­
nin kolaylaştırıldığı diğer bütün melekelerdir. Örneğin ellerin yakalama,
hacakların yürüme melekesi olması V�.

E ) Düşünme melekesi (el-kuvve en-natıka), kendisiyle, insanın dü­


§Ündüğü (y'akılu) meJ ekedir. Düşünce, onunla meydana gelir; insan ilim
ve sanatlı onunla elde eder; fiilierin güzel ve çirkinini birbirinden onunla
ayırdeder. Bu, kısmen ameli, kısmen de nazaı1dir. <11 > . Arneli olan da kıs­
men beceriyle ilgili (mehni), kısmen de düşünceyle ilgili (fikı1) 'dir. Na·
zarl olan ise, kendisiyle, insanın, bizim yapabileceğimiz ve bir halden
diğer bir hale değiştirebileceğimiz cinsten olmayan vıarlıkları, örneğin
üç'ün tek, dörd'ün çift olmasını, bildiği ( meleke) dir. Çünkü bir tahta par­
çasını, heriki durumda da tahta olarak ka:ldığı halde, kare olduktan
sonra yuvarlak hii.le gelecek şekilde değiştirmemiz mümkün olduğu gibi,
ne üç sıayısını, hala üç olarak kaldığı halde, çift hale gelecek şekilde de .
ğirtirmemiz. ne de dört sayısını, hala dört olarak kaldığı halde tek hale
ge1ecek şekilde değiştirmemiz mümkündür. Arneli olan ise, bizim yapabi­
leceğimiz ve bir halden diğer hale değiştirebileceğimi.z cinsten olan şey­
ler, kendisiyle ayırd edilcndir. Beceri ve sanatla ilgili olan ise, kendi-
- 31 -

siyle marıangozluk, çiftçilik, hekimiik. deni zcWk gibi mallaretler elde e­


dilendir. Fikri olan ise, yapmak istediğimiz �eyin yapılmasının mümkün
olup olmadığını, eğer mümkünse. o i§i nasıl yapmamız gerektiğini bilmek
isteğimizde, kendisiyle , o §ey üzerinde etraflıca düşündüğümüz (meleke ) ·
dir.

[ 7] Faziletler. ahlaki (hulkıyye) ve ıakli (nutkıyye) olmak üzere


iki çeşittir. (l:ı> Akli faziletler hikmet, akıl, akıHılı1k , ze�a, anlayı§ mü­
kemmelliği ( cevdetu'l-fehm) gibi akli kısmın faziletleridir. Ahlaki fazilet­
ler ise. iffet. §ecaat, cümertlik, ıadalet gibi arzuyla ilgili kısmın (el-ciiz­
ü'n-nüzfti ) faziletleridir. A§ağılıklar da, bunun gibi , iki kısma ayrılır. .

[8] Ahlaki faziletler ve ( ahlaki) aşağılıklar ( ahlak bozuklukları ) ,


ancak , belırli bir mizaç (el-hulk)tan doğan fiillerin belli b i r zamanda de­
fıalarca tekrar edilmesi ve ona alı§ık hale gelinmesiyle nefste meydana g�
lir ve yerleşir. Eğer bu fiiller iyi iseler, nefste meydana gelen §ey, bir fazi­
let; kötü iseler, bir aşağılık olacaktır . Tıpkı yazma gibi sanatların duru­
munda olduğu gibi. Çünkü yazma fiilini defalarca t�kııar ettiğimiz ve bu­
na alışık hale geldiğimiz taktirde, buna bağlı olarak, bizde yazm a sanatı
meydanıa gelir ve yerleşir. Eğer tekrar ettiğimi·z ve alışkanlık haline ge­
tirdiğimiz bu yazma fiilieri kötü fiiller iseler . btzde kötü_ yazma, t'i fiil­
ler iseler, iyi yazma ( alışkanlığı) yerleşir.

[9] Bir insamn, tabii olarak, doğuştan, bir dokumacı veya bir katip
olarak yıaratılması mümkün olmadığı gibi, ta başlangıçta n itibaren bir fa­
zilet veya bir eksikliğe sahip olarak yaratıhnası da mümkün değildir. Arı­
cak, tıpkı yazma sanatı veya diğer bir sanatla ilgili fiilieri yapmak, ona1
ba§ka herhangi bir şeyle ilgili fiilieri yapmaktan daha kolay gelmesinden
doLayı, onun bu fiilleri yapmağa, tabii olarak, mütemayil (ve hazır) olma­
sı mümkün olduğu gibi, fazilet veya aşağılıkla ilgili fiillerin, ona, başka
herhang i bir §eyle ilgili fiillerden, daha kolay olmasından dolayı , onun,
fazilet veya a§ağılık durumLa.rına, (13) tabii olarak, mütemayil olması da
mümkündür; o halde. in,s,an, zıt yönde çalı§an bir dı§ güç bulunmadığı tak
tirde, daha ba§langıçten itibaren, kendisine tabii olarak daha kolay gelen
bir fiili yapınağa sevkedilir. Dokumacı lık fiilierine karşı ( doğuştan mevcut
- 32 -

olan) tabii eğilim ( eMstidad et - tabii ) den dokumacılık olarak söz edne­
miyeceği gibi, bu tabii eğilimlerden de, fazilet olar,ak sözedilemez.

Fakat tabii bir istidad, nefste bizzat faziletle Ugili :f'ilerin kendisin .
den sudur edeceği bir durum (hey' e) ortaya çıkıncaya kadar, bir faziletle
i lgili fiillere yönelir ve bu fiiller de, tekrar edilerek, mutad hale gelir ve
adet halinde yerleşirse, işte adet (haline gelmesin) den dolayı yerleşen bu
durumdan bir fazilet olarak söz edilebilir. iBu tabii duruma, hernekadar
kendisinden sadece te:k tip fiiller meydana gelse de, ne bir fazilet, ne de
bir noksanlık adı verilir. Bu taıbii durumun adı yoktur. Eğer herhangi bjr
kimse buna bir fazilet veya eksiklik adım verirse, bu, birinin anlamı ,
diğe.rinin anlıamı olmasından dolayı (verilmiş bir isim) olmayıp, bilakis
o, sadece <söylenişi aynı, anlamı ayrı) ortak bir isim olmuş olur. İşte bir
insanın övülmesi, ya da yerilmesi, alışkanlığın sebep olduğu bu durumdan
dolayıdır; yoksa başka birşeyden d olayı, insan ne övülür, ne de yerilir.

.....

[10] Tabii olıa.rak ( doğuştan) bütün sanatlara mütemayil (ve hazır)


olan bir kimsenin mevcut olması zor <'asir> olduğu gib�, ahlaki ve akli
( en-nutkıyye) bütün fazileti ere, tabii olarak, tamamıyle ha:zır bulunan
bir kimsenin mevcut olmas� da zor ve uzak (bir ihtimal) dir. <14> Bunun
gibi, doğuştan bütün kötü fiillere mütemayil olıan bir kişinin bulunması
da zor ve uzak (bir ihtimal) dlr. Buna rağmen heriki durum, imkansız de­
ğildir. Çok yaygın olarak, her insan belli bir fazilete veya mahdud sayıda
belli faziletlere, ya da belli bir sanata veya mahdud ( say�da ) belli sanat­
lara mütemayil (ve hazır)dır. O halde bu insan, bir ilk fazilete veya sa­
nata; diğer biri, diğer birine ve bir üçüncüsü de, bir üçüncü sanata veya
fazilete mütemayil <ve hazır) olur.

( l l ] Fazhlet ve a§ağılığa meyilli olan tabii durumlara ve istidadlara,


kendilerine benzeyen ahlaki nitelikler ilave edilir ve onlar adet halinde
yerleşirse, insan onların içeris,inde olguulaşır ve ister iyi, ister kötü olsun,
bir defa insanda yerleşmiş olan böyle durumlar (hey'at)ın ortadan kalk­
ması zor olur. Herhangi bir zamanda, bütün faziletlere, doğuştıan ( bi't-tab') ,
tamamen mütemayil <ve hazır> olan bir insan mevcut olur v e bu fazileıtler,
onda adet haline gelirse, bu insanın fazileti, çoğu insanlarda mevcut olıan
faziletten daha üstün ( faik) olur. Hatta o bşi, hemen h emen, beşeri fazi­
letierin ötesine, insandan daha üstün b:ir sınıf (tabaka ) a yükseltr. Eskiler,
bu kişiye ilahi (insan) adını veriyorlardı. Bununla beraber, bu kişinin tam
- 33 -

zıddı durumda olan insanı, yani bütün kötü fillere (el--ef'al eş·şurfir) mü­
temayil (ve hazır) olan ve kendisinde bu kötülüklerin durumları adet
halinde yerle§ en insanı, hemen hemen, be§eri kötülüklerden daha kötü olan
bi.r duruma çıkarıyorlardı. Kötülüğünün a§ırılığından dolayı, bu ki§lnin,
eskiler arasında hiçbir adı yoktu. Bununla beraber, bazen onlar, bu ki§iyi
<<vahşi hayvaD>A15) (essebu' ) vb. ad1a adlandırı rlardı. Bu iki aşın U!:, in·­
sanlar arasında na.dir bulunur. Birincisi, bulunduğunda, onların görü§le�
rine göre, onun derecesi (mertebe) , şehirlere hizmet eden bir devlet ada-
. mı olmaktan daha yüksek olurdu; hatta onun, gerçek sult1ıı,n ( el-melik )
olarak, bütün şehtrleri yönetmesi gerekirdi. İkincisine gelince; eğer onun
mevcut olması vukub ulsaydı, asla ne herhangi bir §ehri yönetirdi, n e de
ona hizmet ederdi; hil.akis o, bütün §ehirlerden çıkarılırdı . ( 1 6 )

[12] Bir fazilete veya aşağılığa meyleden durumlardan ve tabii isti­


dadlardan bazıları, nefste, onların yerine, onlara zıt olan durumlar ko­
nulmak s uretiyle, adet ile tamamen yok edilebilir ve değiştirilebilirler.
Bazılarının gücü, tamamen yol� olmaks:zın, kırılabilir, zayıflatılabili:·,
azaltılabilir. Bazılarının ise, ne yok edilmesi ve değiştirilmesi, ne d e kuv­
vetinin azaltılması mümkündür. Ancak, insan, devamlı onların fiillerinin
zıtlarını yapıncaya kıadar, direnmek, onların fiilierinden nefsi alıkoymak,
çarpı§maık ve uğra§mak suretiyle onlara karşı gelinebilir. Tıpkı bunun
giıbi, nitelikler (el-ahlak)
kötü olduğunda ve nefste adet- halinde yerle�-
tiğinde de aynı bölümlerneye tabi tutulur.

[13] (17) (Kötü § eyler yapmaktan) kendini alıkoyan ( nefsini zapte­


den ) kişi ile, faziletli kişi arasında b ir fark vardır, yani kendisini frenle­
yen kişi, iyi işler yapmak1a, faziletli fHller yaptığı halde, kötü fiilieri de
sever; onlarr da arzular; dolayısıyle o, :arzusuyla çarpışır ve ( fiilinde) du·
rumunun ve arzusunun kendisini te§vik ettiği §eyin zıddını yapar. O , iyi
filleri yapar, fakat onları yaparken eziyet çeker. C1 8) F1aziletli kişi ise, C19)
fiilinde, durumunun ve arzusunun kendisini teşvik ettiği şeya uyar ve acı
çekerek değil, bilakis zevk alarak, severek, isteyerek iyi işler yapar. Bu,
insana acı veren şiddetli bir ağrıyıa sabretmeyle, asla acİ duymama veya
hissetmeme arasındaki farka benzer. Mütedil kişi ile, n e fsini frenleyen
kişi de bunun gibidir. Mütedil kişi, kanun ( es-sünne) un koyduğundan <ge ­
rektirdiğinden) başka herhangi bir şey istek duymaksızın veya onun hasre.
tini çekmeksizin yeme, içme ve seks <el-menkfih> konusunda sadece kanun
- 34 -

<es-sünne )un gerektirdiğini yıa.par. Nefsini frenleyen kişi ise, bu şeylere


karşı aşırı ve kanunun koyduğuna zıt bir istek duyar. O, zıddını arzuladığı
halde, kanuna ( es-sünne> uygun fiiller yapar; ancak nefsini f,renleyen
kişi, çoğu işlerde faziletli kişinin yerine geçer.

•••

[14] Kötülükler şehirlerden, ya insanıann nefslerine yerleştirilen


faziletlerle, ya da inanlann, kendi kendilerini frenlemeğe maruz bırak:J­
malarıyla uzaklaştırılır. Kendisinden gelen kötülük, ne nefsine yerleştiri­
len faziletle, ne de nefsini zaptetmesiyle giderilmesi mümkün olan her­
hangi bir kişi, şehirlerin dışına çıkarılır.

[15] Doğuştan, (bazı belli) fiiliere kıa.rşı mütemayil (istidadlı ) olarak


yaratılmış bir kişinin mevcut olması zordur ve imkansızdır; eğer bu müm­
kündür, denilirse; o kişi, bu fiillerin zıddını yapınağa muktedir olamaz.
Daha doğrusu, doğuştan fazilet veya aşağılı:kla ilgili fiiliere yönelen bir
durum (hey'e) ve istidad üzere yarıatılmış olan herhangi bir kişi, ona kar-
şı gelrneğe ve o istidadları n zıddından kaynaklanan bir fiHi yapınağa muk­
tedir olur. Fakat alışkanlık halinde yerleşen şeyin durumunda olduğu gi­
bi, bu da alışkanlık haline gelip, yıaıpılması kolay bir duruma gelinceye
kadar, bunu yapmak onun için zor olur. Zira, söylemiş olduğumuz gibi,
kendisini ona alıştırıncaya kıadar zor olduğu halde, onun alışkanlık haline
getirmiş olduğu bir şeyi terketmesi ve onun zıddını yapması mümkündür.

[16] (2o) !yi (işler) olan fiiller, biri aşırı, diğeri eksik olduğu i�·n her­
ikisi de kötü olan iki aşırı uç arasındaki orta ve mfttedil fiilleı:ıdir. Faznetler
de buna benzer. Çünkü onlar, biri çok aşın, diğeri çok eksrk olduğu i çin
herikisi de aşağı obam diğer iki durum arasında nefsin orta ( mutavassıt)
durum ve melekeleridir. Örneğin (yemekte) öl�ülülük, �irisi çok aşın
olan oburluk, diğeri çok eksik o}an lezzet hissinin yokluğu arasında orta;
cömertlik, cimrilik ve israf arasında orta; cesaret, < düşüncesizce) atılgan­
lık ve korkaklık anasında orta; nükte, alay, oyun vs. ile, arsızlık, ahmaklık
ve durgunluk a rasında orta bir durumdur. Tevazu, kibir ile, adi davranış
ve laübalilik arasında orta bir nitelik (hulk) tir. Nezaket, gurur, övünme
ve kendini üstün görme ile, kendini alçaltma arasında o rta ; yumuşak huy.
- 35 -

luluk ( eHnlm) , aşırı öfke ve insanın bir şeye hiç kızınama durumu ara­
sında ortıa; haya, utanmazlık ile, sıkılganlık ve şaşkınlık arasında orta;
dostluk, asrk suratlılık <hırçınlık) ve dalkavıukluk arasmda orta bir du­
rumdur. Diğerleri de böy:edir.

[17] O rta ( el-mutavassıt) ve mütedil kelimeleri iki tarzda söylenir:


a) Kendi zatıyla orta (el·mutavassıt fi.nefsihi ) , b) Kıyasla ve başkasım
izafetle (olan) orta (yani izafi orta) . On ile iki arasında orta olan altı,
kendi zatıyla orta olana (a) bir örnek teşkil eder. Çünkü on'un altı'ya
nisbetle faz�alığı, altı'nın iki'ye nisbetle fazlalığına benzer. Bu, iki tar:oıf
arasında bulunan bir «kendi zatıyla orta>>dır. Buna benzeyen her sayı böy­
ledir. O, bir ortadır, ne artar, ne de eksilir; çünkü on ile iki arasında orta
olan ( sayı) , altı'dıa.n başka bir sayı değildir. İzafi (rıelative ) orta (b)., ken­
disine izafe edilen şeylerin değişmesine bağlı olarak, çeşitli zamanlarda
artan ve eksilen ortadır; bir (erkek) çocuk ve çalışan yetişkin bir erkek
için mütedf.I gıda buna bir örnektir; çünkü bu, onların bedenlerinin duru­
munun değişmesine bağlı o�arak değişir. Onların birinde mütedil olan gı­
da, miktarı v e adedi, kabalığı, düzlüğü, ağırlığı ve hafifliği bakİmından,
genel olarak ifade edersek, kemiyeti ve keyfiyeti bakımından diğerinde
orta olandan farklıdır. Bedeniere izafetle (olıan) mütedil sıcaklık da bu­
nun gibidir (yani o da bedeniere göre değişir. ) Aynı zamanda besin ve
ilaçlardaki mlitedil ve ortanın durumu da buna benzer; <21) çünkü onlar,
kendileriyle tedavi edilen bedenlere, hasıtanın önceki adetlerine, yılın
mevsimine ve bizzat ilacın kuvvetine göre nicelikleri ve niteliklel1i bakı­
mından değişirler; hatta bir hastada. bir ilacın miktarı bile, yılın mev­
siminin değişmesine bağlı olarak değişir. Fiilierde ve ahlakta kullamlan
i§:te bu ( sonraki) ortadır. Çünkü fiilierin kemiyetlerinin1 sayı ve miktar
bakımından; keyfiyetlerinin, şiddet ve zayıflık bakımından fiilin faili,
objesi(22) ve sebebiyle münasebetine, zaman ve yere göre takdir edilmesi
gerekir. Mesela öfke ; çünkü öfkede mu'tedil, öfkelenilen kişinin durumu­
na, öfkeye seibep olan şeye, ilgili zaman ve y·e re göredir. Bunun gibi, dövme
ve cezalar da, kemiyet ve keyfiyetieri bakımından, döven ve dövülene,
dövmeye sebep olan .suga ve dövmede kullanılan alete göre takdir edilir.
Diğer fiilierde de değerlendirme böyle yapılır. Her fülde orta, fiihı şart·
larına (23) göre takdir edilendir. Takdir edilmek amacıyle, farklı fiilierin
kendileriyle karşılaştırıldığı şeyler, her fiilde, miktar bakımından aynı
değildir. Bilakis, örneğin, bu fiil beş şeye nisbetle, diğer l:ü fiil ise beş'­
ten daha az veyıa. daha fazla şeye nisbetle ölçülür.
- 36 -

[18] Gıd?..: ve ilaçlardaki orta (el-mutavassıt) , çoğu zaman, çoğu


kimseler :1çin orta ve mütedil olduğu gibi, bazen belirli bir zamanda, bir
grubun dışında diğer bir grub için ve bazen de, ister uzun, ister kısa olsun,
ayrı ayrı zamanlarda ayrı ayrı bedenler için mütedil olur. Bunun gibi, fi ·
i llerdeki orta ve mütedil de, bazen çoğu zaman veya her zaman bütün in­
sanlar veya çoğu imıanlar için; bazen belirli bir zamanda, bir grubun dı­
şında diğer bir grup için ve bazen de herhangi bir zamanda değil, beliir­
li bir zamanda bir insan için mütedil olur.

[19] Hertür ilaç ve gıdalarda orta ve mütedil olanı ortaya Çl!karan


ve ortaya koyan kişi, dor{tordur. Doktorun bunu kendisiyle ortıaya koy­
duğu (şey) ise, tıp'tır. Ahlak ve fiilierde orta ve mütedil olanı ortaya
çıkaran kişi, şehrin yöneticisi ve sultandır. Sultan'ın bunu kendisiyle
ortaya koyduğu sanat ise, siyasi sanat ( eS-sana'atu'l-medeniyye) ve sul­
tanlık mıalıareti ( elmihnetu'l-mei:kiyye) dir.
,,
ıı;:.::

[20] Eskiler <<şehir ( el-medine ) >> ve «ev <el-menzil)» terimleriyle


sadece meskeni kas:tetmediler. Fakat. hernetür mesken olursa olsun,
maddesi herneşeyden olursa olsun, her nerede bulunurs� bulunsun-ye..
rin altmda veya üstünde-ister tahtadan, i�ster çamurdan, ister yünden ve
kıldan, <24) isterse kendisinden, insanları i:çinde bıarmdıran evlerin yapıl­
dığı başka bir şeyden yapılmış olsun insanlan barındıran (yahvi ) mes·
keni ve meskenlerin barındırdığı insanlan kıastettiler.

.,*..

[21 ] (25) E:v (aile) , birtakım unsurlar (ecza') dan ve belirli ortaklık­
lar (i§tiıdkat ) dan oluşur ve onlarla meydana gelir. Bunların sayısı dört' .
tür: 1 ) Karı-koca, 2 ) Efnedi ve köle, 3 ) Anne-bıaba ve çocuklar, 4) Mal·
mü�k ve sahibi. (Evi oluşturan) bu unsur ve ortaklıkların yöneticisi, bir
bütün olarak onların ortak işler yapmalarını, tek bir amacın gerçekleş­
mesi ve evin, iyi şeylerle tam olarak, tesisi ve iyi şeylerin kendfleri
için korunması yolundıa onların karşılıklı yardımlaşmalarını sağlayacak
şekilde onların bir kısmını diğerleriyle birleştiren ve herbirini diğer;ne
bağlayan, evin efendisi (rab) ve yöneticisidir. Buna aile reisi (el-men­
ziliyyu ) denir ve evdeki bu kişi, şehirdeki şehrin
yöneticisine benzer.

[22] Şehir ve evden herbirisi, bir insan bedeni ile karşılaştırılaibilir.


- 37 -

Tıpkı insan bedeninin, bazısı daha üstün, bazıısı daha aşağı, birbirine
b itişik ve dere<:elere ayrılmı�, herbirisi belirli bir fiili yapan, bütün fiille­
ri, insan bedenindeki amacın tamamlanması için, karşılııklı yardımla§ma­
da birleşen belirli sayıda çeşitli kısımlardan meydana �geldiği gibi, şehir
ve evin herbirisi de, b azısı da:ha aşağı, bazısı daha üstün, birbirine bitişik
ve farklı derecelere sahip, herbiri si bağımsız olarak belirli bir fiili ya­
pan, fiilleri, şehrin veya evin amacının tamamlanması için karşılıklı yar­
dımlaşmada birleşen belirli sayıda farklı kısımlardan meydana ge:ir. An­
cak ev, bir şehrin parçasıdır ve evler şehrin içerisindedir. O halde amaç­
lar iiarklıdır. Bununla beraber, mükemmel bir hale getirilip birleştirildik­
lerinde, bu farklı amaçlardan, şehrin amacının tamamlanması için, karşı­
lıklı yardımlaşma olU§ur. Bu, yine bedenle karşılaştırılaibilir: Qünkü baş ,
göğüs, karın, sırt, eller ve ayakların bedenle ilişkisi, şehrin evlerinin şe­
hirle ilişkisi gibidir. Büyük organların herbirinin fiili, diğerinintkinden
farklıdır ve bu büyük organlardan herbirisinin parçaları, o esıas organın
amacının tamamlanması için, farklı fiilieriyle b irbirlerine yardım eder­
ler. Sonra mükemmel hale geldiklerinde , büyük organların farklı amaç ve
fiillerinden , bütün bedenin amacının tamamlanması için, karşılıklı yar­
dımlaşma oluşur. Evlere nazaran evleri n parçalıarının ve ş ehre nazaTan
evlerin durumu da bunun gibidir. O halde, bedenin organlarında olduğu
gibi, şehrin bütün parçala:rı, bu b i rleşmeleriyle , şehre ve bir kısmı vası­
tasıyle diğer bir kısmının varlığının devamına yıararlı olur.

[23 ] Doktorun hasta olan her organı, bütün bedene, çevre organıara
ve onunla i'rtiba:tlı olan organıara yarar sağLayan bir sağlığa kavuştura­
cak bir yönıtemle tedavi ettiği için, o organı, ancak, onun bütün bedenle ,
çevre organlarla ve onunla irtibatlı olan orgıanlarla münasebetine göre
tedavi ettiği gibi; aynı şekilde §ehrin yönet(ci&�nin de, şehrin parçaların­
dan herbi'rine iyilik kazandıran şeyi, ne bütü n şehre, ne de şehrin parça­
lanndan herhangi birine zıa,rar veren, bilakis genel olarak şehre ve şehre
yararlılık derecesine göre bu pa·rçalardan hebirine yararlı olan bir iyilik
haline getirmeyi araştırmak suretiyle, ister bir �nsan gibi :küçük, ister
b� r aile gibi büyük bir parça olsun, şehri n parçalarından herbirinin iŞ�­
ni idare etmesi onu tedavi etmesi; bütün şehirle ve ş ehrin diğer parça·
larından herbiriyle münasebetine göre, onu iyiliğe kavuşturması gerekir.
Yine doktorun, bu durumu dikkate almayıp, organlardan birini sıhhaıte
kıavuşturmayı amaçlayarak, onu, çevresindeki organların durumlarını
gözönünde bulundurmaksızın, tedavi ettiğinde veya onu, diğe r bütün or­
ganlara zararlı olan şeyle tedavi ederek (onu) sağlığa kavuşturup, ancak
- 38 -

(bu münasebetle) ne genel olarak bedene, ne de o organa yıakın ve onunla


iigili olan diğer organıara yarar sağlayan bir iş yaptığmda, o ve onunla
ilgili diğe r organların bozu1duğu ve bütün beden hozuluncajıa. kadar za­
rarın diğer organ1ara da nüfUz ettği gibi, (şehrin yöneticisinin de aynı
durumları gözönünde bulundurmadığında, ) şehir de böyle olur.

[24] Bizzat kendisini ilgilendirdiği kadarıyla fiillerde ve ahlakta o r­


ta olanı bulma gücüne sahip bir insanın varlığı kabul edilir. Tıp­
kı bunun g ib i bir insanın yalnız kendi beslenmesini sağlayan
yiyecek hususund� orta ve mütedil olanı ortaya çıkarma gücüne sa­
hip olduğu da kabul edilir. Onun bu fiili ise, tıbbi bir fiild'1r ve o, tıp sa­
natının b i r kısmı üzerinde bir güce sahiptir. O halde, ib·izzat kendisini il­
gilendirdiği kadıanyla, ahlak ve fiiller hususunda mütedil olanı ortaya ko­
yan kimse de, onu, ancak siyasi sanatın (es--sana'ati'l-medeniyye) b i r kıs­
mı üze ri nde bir güce sahip olduğu için başarabilir. Bununla beraber, or­
ganLarından (belli) birl için mütedil olanı ortaya çıkarma gücüne sahip
bir kiş i , ortaya çıkardığı ş eyin, b edenin diğer kısımlarına zararsız ol­
masına dikkat etmediğinde ve onun, bütün beden ve parçalarına yararlı
olması sağlanmadığındıa:, o , bozulmuş bir tıp sanatının b i � kısmıyla iş yap­
mış olur. Tıpkı bunun gi:bi, ahlak ve fiiller hususunda, b i lhassa kendisi
için mütedil olanı ortaya çıkarma gücüne sahip bir insa n da, kendisinin
ortaya koyduğu bu şeyde, eğe r hem ş ehri n , hem de onun diğer kısımla­
rının yarıa.rını gözönünde bulundurmaz ve hatta onun farkına varmoız
veya farkına vardığı halde onlara dokunacak zarara aldırış etmezse. bO­
zuk b ir siyaset sanatının bir kısmıyla iş yapmış olur.

[25] Ş eh i r b azen <<zarftri», bazen de «faziletli>> ( i deal) o1ur. <26) Za­


rurı (veya en küçük) şehir, ferdierinin karşılıklı yardımları, sadece, in­
sanın varlığının d evamı , geçinmesi ve hayatının korunması için zarüri
olan şeyi elde etmeye hasredilen Faziletli §ehir, sakinleri ,
şehirdir.
i nsanı n gerçek varlığı, varlığının devıa.mı, geçinmesi ve hayatının korun­
ması için gereken şeylerin en mükemmelinin elde edilmesi hususunda
birb i rine yardım eden şehirdir. Bazıları, bu en mükemmel §eyin, zevk ve­
re n şey�erden yararlanma; b azıları da zenginlik olduğunu dü§ünür. Bu­
nunla beraber, b azıları da, bu en mükemmel şeyi, onlıarın herikisinin
b ileşimi olarak düşünür. <27) Fakat Sokrat, Eflatun ve Aristo insanın iki
hayatı olduğunu düşündüler . Onlardan birincisinin varlığının devamı, beS­
lenıneye ve varlığımızın d evamı için bugün ihtiyaç duyduğumuz diğer dı�
- 39 -

ş eylere bağlıdır. Bu bizim ilk hayatımızdır. Diğeri ise, öz (zat)ünü n de­


vamı için kendi dışındaki ş eylere ihtiyacı olmayıp, bilakis korunmuş ola ­
rak varlığını d evam ettirmesi için kendi kendine yeterli olarak, devamı
kendi özüyle o�an hayattır. Bu da, ahiret hayatıdır. Onlara göre, insan, :Ik
ve son olmak üzere iki yetkinliğe sahiptir. Biz�m için son yetkinlik, bu ha­
yatta değil, ancak bu hayatımızda ilk yetkinliği yaşadıktan sonra, ahiret
hayatındıa meydana �elir .

İlk yetkinlik (el-kemal el-evvel) , insanın, faziletıc ilgili fiilieri yap­


maksızın, sadece fazilet sahibi olması değil, bilakis bütün faziletierin fiil­
leıini yapmasıdır. Katibin yetkinliği, onun yazma s·anatını elde etmesi ol­
mayıp, bizzat ya�ır.a fi.:Iini yapması ve doktorun yetkinliği, onun sadec�
tıp sanatını elde etmesi olmayıp, bizzat tıpla JgJi fiilieri yapması ve diğer
. bütün sanatlarda da aynı §eki:de olduğu gibi, yetkinlik, insanın fiilieri
meydana getiren melekelere sahip olmasındıa, değil, bizzat o fiilleri yap ­
masıdır. Bu yetkinlik, bizim için, son mutluluk (es-sa'ade el-kusva ) , yani
mutlak iyi olan son yetkinliği<�8 > meydana getirir. Bu bakımdan, o, herne­
zaman olursa olsun, başıka bir şey için değil, sadece kendisi için tercih
edilen ve istenendir. Oysa (tercih edilen) diğer herşey, _ıancak mutluluğa .
ulaşmadaki yararı için tercih edilir. Mutluluğun eld e edilmesinde yararlı
olduğunda , her şey, iyi ve herne şekilde olursa olsun, ona engel olan her
şey, kötüdür. O nlara (adı geçen fi1ozoflara) göre, faziletli ı:eh:r, son yet­
kinliğe, yani en son mutluluğa erişmek için, sıs.kinleri arasında lmrşi!ıldı
yardımla§nı..-ı bulunan şehirdir. Bu bakımdan, bilhassa onun sakinleri, di­
ak,
ğer ş ehirlerin üstünde faziletiere sahip olur. Çünkü s inlerinin amacı,
zenginliğe erişmek ve zevk veren şeylerden yararlanmak için, kıarşılık1ı
yardımlaşma olan şehirde amaçlarına erişmek için onlar, bütün fazilet­
Iere değil, daha doğrusu, belki tek hir fazilete bile ihtiyaç d uymazlar.
İşte bundıan dolayı, zaman zaman aralarında uygulayabilecekleri uyum
(i'tilaf) ve adalet, gerçek adalet olmaıyıp, ancak adalet olmadığı halde,
adalete benzeyen bir şeydir. <29> Onların aralarmda uyguladıkları diğet
sözde fiazilet!er de bunun gibidir.

[26] İlgili oldukları durumlara göre değerlendirilmiş olan orta, mil­


tedil fiiller, mutluluğa erişmede, diğer şartlarla birlikte _yararlı olmaları
ve onları ortaya koyan kişilerin, mutluluğu kendisine ana hedef yapması
gerekir. <30> Nasılki doktor, kendisiyle bedeni tedavi ettiği yiyecek ve ilaç­
larda mütedil olanı göstermeye çalışırken, bütün dikkatini sağlığa çeviri­
yorsa, o kişi de, mutluluğu elde etmede ya bütün ş ehir halkına, ya da on-
- 40 -

lar arasından tek tek kişilere yararlı olabilecek şekilde, fiilieri nasıl tak­
dir etmesi gerektiğini teemmül etmelidir.

t27] Gerçek sultan, kendisiyle şehir!eri idare ettiği sanatmdaki ama­


cı ve maksadı, bizzat kendisine ve diğer şehir hıtı.lkına gerçek mutlulu�u
vermek olan sultandır . Bu ise sultanlık maharetinin (el-mihne el-melildyye )
yegane hedef ve amacıdır . Faziletli şehirlerin sultanının� mutlulukta şe­
hir halkının en mükemmeli olması kesinlikle zaruridir. Çünkü şehir hal­
kının mutluluğunun sebebi odur.

[28] Bazıları, sultanlık ve şehir yönetimindeki ıamaç ve maksadın


büyüklük, şeref, hükmetme, emir ve nehyin yerine getiri1mesi, itaat edil­
me, önem verilme ve övülme olduğunu düşünürler(31) ve onlar şerefi,
onunla elde edilen başka heı.ıhangibir şey için değil, sadece kendis i için
tercih ederler. Onlar, kendileriyle şehirleri idare ettikleri fiilleri , kendile­
riyle bu amac a ulaşabilecekleri fiiller haline ve şehrin kanunLannı (es­
sunen) da, kendileriyle, şehir ·halkından, bu amacı elde edebilecekleri
kanunlar haline getirirler. Onlardan bazıları, bu amaca, şehir halkı için
fazileti kullanmak, onlara iyilik yapmak, onları kendilerince iyi kabul
edilen şeylere kavuşturmak, iyi şeyleri onlar için ko rumak ve orada on ­
ları kendilerinden üstün tutmak suretiyle ulaşırlar. Böylece onlar, büyük
şeref elde ederler. Onlar şerefli reisler ve reisler!n en üstünüdürler. (32)
Onlardan bazılan da, zenginlikler ( in) den dolayı, şerefe kendilerinin la­
yık olduklarını düşünürler ve şehir halkının en zengini olmayı, dolayısıyle
şeref elde edebilmek için, zenginlikte tek olmayı ıamaç edinirler. Onla­
rın bir kısmı da, şerefin sadece soya bakılarak verildiğini düşünürler. (33)
Diğerleri ise, şerefi, şehi r halkını zorlamak, onları tahakküm altına aı­
mak, küçük düşürmek ve korkutınalk suretiyle elde etmeye çalışır.(34)

Bununla berıaıber, diğer şehir yöneticileri, şehirleri yönetmedeki


amacın, zenginlik olduğunu düşünürler. ( 3 5 ) Onlar, kendileriyle şehirleri
idare ettikleri fiillerini, kendileriyle zenginlik elde edebilecekleri fiiller
haline ve şehir halkının kanunlarının (es-sünen ) (3 6 ) da, kendileriyle şe­
hir halkından zenginlik elde edebilecekleri kanunlar haline getirirler va
bir iyiliği tercih edecek veya o türden bir şey yapacak olur�arsa, bunu
kendilerine zenginlik gelsin diye tercih ederler ve yaparlar_ Zenginlikten
dolayı saygı görebilmek için zenginliği tercih eden kişi ile, zengin ola.bil­
mek ve servet elde edebilmek için şerefi ve itaat edilmeyi tercih eden
- 41 -

kişi arasında büyük bir fark bulunduğu malumdur. Bu sonrakilere adi Ii .


derlik ehli adı verilir. <37>

Diğer şehir yöneticileri, şehir yönetimideki amacın zevik veren şey­


lerden yıa.rarlanmak olduğunu düşünürler. <38> Yine diğer bir kısmı ise ,
onun, bunların,. yani şeref, zenginlik ve zevkin herüçü olduğunu düşünür­
ler; onları inhisar altına alırlar ve şehir halkını, zevklere ve zenginliklere
ulaşa!bilmelerinde kendilerinin aletleri haline koyarlar. Bunlardan hiçbi­
ri, eskiler tarafından sultan o�arak adlandırılmadı .

*
**

{29] Sultan, sanatıyla meşhur olsa da, olmasa da, kullanacak aletler
bulsa da, bulımasa da, kendisini k<�ıbul edecek toplum bulunsa da, bulun­
masa da, itaat edilse de, edilmese de, herhangibir zamanda bir şehre reis
olması vaıki olduğunda, sultanlık maharetc, <39) şehirleri yönetme sanatı
ve sultanlık sanatını kullanma gücüyle sultandır. Doktorun, insanlar onu
tanısın veya tanımasın, onun içi n sun'i aletler hazır olsun veya olmasın,
işlerini yerine g etirirken kendisine hizmet edecek halıkı bulsun veya bul­
masın, sözlerini ka:bul edecek hasta kişilerle karşılaşsın veya karşılaşma­
sm, tıbbi maharetinden (el-mihne et - tıbbiyye) dolayı doktor olduğu ve bu
şeylerden hiçbirine sahip olmasa da. hekimliğinin eksilmediği gibi; sultan
da, halilm hükmetsin veya etmesin, saygı görsün veya görmesin, i ster zen­
gin, ister fakir olsun, bu sanatı kullanma mahareti ve gücünden dolayı sul­
taındır.

Bazı kimseler, sultanhk maharetine sahip olan kimseye, bir ş ehirde


itaat edilmeden ve saygı gösterilmeden, sultan adı verilmemesi gerektiği
görüşündedirler. Bazıları, buna zenginlikleri de ilave eder. Bunanla bera­
ber, diğer b azıları da, bunlara, zo r kullanarak, boyun eğdirerek, dehşet
ve korku saçarak yönetmeyi de ilave etme görüşündedirler. Halbuki bun­
lardan hiçbirisi, sultanlığın (ayrılmaz) şıa.rtlarından değildir; fakat on­
lar, sultanlık mahareti için bazen yararlı olCJJb ilen şeyle11dir ve bu sebep­
ten dolayı, onların sultanlık ( i çin gerekli şartlardıa.n) olduğu sanılır.

[30] (40) Nefsin nazari (en- nazari) ve fikri ( el-fikri ) kısımlanndan


herbirine karşılık olan birer fazileti vardır. ! 41 ) . Nazari kı-smın fazile­
ti, nazari (teorik) aıkıl, ilim ve hikmettir. Fikri kısmın fazileti ise , arneli
( pratik) akıl, arneli hikmet (et-ta'akkul) (4:ı ) , zihin, fikir mükemmelliği
ve görüş (zan) doğruluğudur.
..
'"*
- 42 -

[31] Narıari akıl, araştırma ve kıyas yoluyle değil, (bimat) doğuş­


tan, ilimierin prensipleri olan külli zarüri öncüllerin (el-mukaddemat) ,
örneğin <<bütün parçadan daha büyüktür.», <-ıbir (aynı) miktara eşit ola!!
miktarlar, birbirlerine eşittirler» (bir şeye eşit olan iki şey, bi.ı;bi.ri:ne e·
şittir» vb.'lerinin, kesin bilgisi kenG-is:i için meydana gelen bir melek�
( kuvve ) dir. İşte bunlar, insanın, kendilerinden başlayarak, insan (ın) yap­
ması (sun') 'Olmaksızın var olma durumunda olan d iğer nazari varlıkların
bilgisine ulaştığı şeylerdir. Bu akıl, bu ilk prensipler ( el·evaill ) kendisinde
vukubulmadığında, bazen bi'I-kuvve (akıl) olur. F-akat onlar onda vukw­
bulduğunda, o, bi'l- fiil akıl olur ve istidadı, kendisi için hazır olan şeyi
ortaya çıkarmaya yetecek kadar kuvvetlenir.. Bu melekenin, kendisinde
vukubulan şeyde hata yapması mümkün değildir .. Bilakis ona ulaşan bü­
tün bilgiler doğru ve kesindir; başka türlü olması mümkün değildir ..

[32] «Bilgi>, (el-'ilm ) adı, birçok şeye verilir .. Fakat nazari ( teorik)
kısmın bir faızileti olan bilgi, varlığı ve varlığının devamı asla insan kat­
kısına bağlı olmayıan varlıkların varlığı , onlardan herbirisinin ne olduğu;
zarfiri ve külli doğru öncüllerden - kendisinde kesinlik ibulunan ve do­
ğuştan, bilgi olarak ( m'alümeten) akılda bulunan ilk prensiplerden (43)
oluşan delillerden (onlarla i�,gili bilginin) nasıl (elde edildiği konusunda)
nefsde kesinlik (el-yakin) in meydana gelmesidir.. Bu bilgi iki kısımdır�
i
a) Birincisi, bir şeyin varlı ı, varlığının sebebi ve ne kendisinin, ne de se­
beibinin, şu veya b u şekilde, farklı olabileceği hakkında kendisinde ke­
sinlik bulunan bilgidir. b ) İkincisi ise, varlığının sebebi üzerinde durmak .
sızın, birşeyin varlığı ve onun farklı olamıyacağı konusunda kendisinde
kesinlik bulunan bilgidir.

..
(-*

[33] Gerçek bilgi ( el-'ilmu'l-hakiki) , belirli bir zamanda değil,


he r
zaman doğru ve kesin olan (bilgidir) ve belirli bir zamanda var olup, da ­
ha sonra var olaınıyan bilgi değildir. Çünkü bunun aksi olursa, biz birşe­
yin şimdi mevcut olduğunu bliriz; fakat biraz ızaman geçince, artık o bel­
ki yok olmuş olabiLir; o taktirde biz onun mevcut ol:up, olmadığını bile­
meyiz ve bizim «kesinliğimiZ>> (yani kesin b ilgimiz) de, şüphe ve yalana
dönüşür. O bakımdan, böyle olabilen şey, ar:tık ne bilgidir, ne de kesinli.k­
tir. Bundan dolayı eskiler, bir halden diğer bir hiile değişebilen şeyin id­
rakini (algısını), bilgi olarak kabul etmediler. örneğin ibu insanın şimdi
oturduğuna d air <�bilgimiZ>>. Çünkü onun deği§mesi ve oturduktan sonra
- 43 -

ayağa kalkmı§ olması mümkündür. Daha doğrusu, eskiler, deği şmesi


müm kü n olmayan bir şeyin varlığıyla, örneğin «üç'ün tek bir sayı o lma­
S I.>>yla iigili kesinliği, bilgi olarak kabul ettiler. Çünkü «tiç'ün tek olu§U-"'
değişmeız. Yani herhalükarda üç'ün çift, dört'ün tek olması mümkün de­
ğildi r. Adı geçen örnek, bil gi ( 'ilm) veya k esinlik (yakin ) olaııak adlandı­
rılırsa, bu , m e dizi olur .

[34] (44) Hikmet, (geri kalan) diğer bütün varlıkların varlığına ve


sebebi bulunan şeylerin yakın sebeplerini n varlığına sebep olan uzak se�
beplerin b il:gi si dir. �ani onların varlığı hakkı llida kesi nlik vıardır ; (45) biz
onları n ne ve nasıl olduklannı, he rnek ada r çok olurlarsa olsunlar, o uzak
sebeplerin ve onların altın daki y akın s ebeplerin var lığının sebebi olan
<<bir Varlık>>a do ğru, bir düzen içe risinde, yük se�dik leri İıi b iliyoruz. Bi.z
şunları da biliyoruz : Bu «Bir (varlık)», gerçeklikte tık'tir ve
Onun varlığının devam etmesi, başka hir şeyin varlığına bağlı değildir;
bil§!kis O, başkasından varlık kaza nmaksızın, kenıdi kendine yeterlidir;
O'nun baş@ası ndan varlık kaza nm ası , bir cis im olması veya bir c isim de
bulunması, asla mümkü n değildir; O ' nun varlığı, diğer varlıklann varlığı
dışı nd a , farklı bir varlıktır; a nlam bakımı ndan o nlarla, O 'nun arıasında
asla ortak bir yö n yoktur; aralarında bir ortak yön vıarsa, o da, sadece
ishn bakımındandır ; yok s a o isimden a nlaşılan anlam bakımından değil ,
O, ıancak bir olabi lir ; hakikatte Bir'dir ve diğer varlıklara «birlik» veren
O 'dur ; bu birlik, bizi , neticede her varlığın <�hir» olduğu yargısına götü­
rür; O, İlk Hakikat ( el-Hakku'l-Evvel) 'tir ve diğer §�ylere gerçeklik
( el-hakika) kazandırır ; başkasından ge:rıçeklik almaksızın, geTçeklik ba·
kımı ndan, Ken di k endi ne yeter lidir ; O 'nu nki nde n dahıa. !büyük bir olgun­
luk (kemal)un var o lması bir ya na, düşünülmesi bile mümkün değildir;
hiçhir varlık, O'nun varlığından daha tam, hiçbir hakikat, O 'nun g e rçek­
liğinden daha gerçek ve hi çb i r <�birlik» (vahde), O 'nu n birliğinden daha
tam olamaz. Aynı zam anda (hikmet vasıtasıyle) biz, gerikalan diğer var ­
lıkların O 'ndan nasıl vıarlık (el-vücfid) , gerçeklik (el-hakika.) ve <<birlik>>
( el-vahde ) aldıklarını; o nlardan her biri s i ni n varlık, gerçekl ik ve birli k­
teki paylarının ne o lduğu nu ve diğer şeylerin an lamlarını (�·§eyiyye) (46)
O 'nda n nasıl kazan dık la.rı m bi li riz. (47> Bütün varlık dereceleri (merati­
bu'l-mevcudat) ni b iliyo ruz: İlk ( evvel) , orta (evsat) v e son (ahir) bun·
lardandır. Sonuncular ( el-ahira ) ın (bi rtakım) sebepleri var dır ; faka t ken ı­
dileri daha a§ağıdaki. bi r şeyi n sebepleri değildirler. Bununla! beraber, or·
tad akile r (el-mutavass'ıtat) , ke ndiler ini n üstünde bir sebebe sahiptir ler
ve ke ndi leri de , ke ndilerinde n daha aşağıdaki ş eyle ri n s elbepleridirler. İlk
( el-Evvel ) ise, kendinden a§ağıda olan şeyin sebebidir, faıkat kendisi, ken-
- 44 -

dinin üstünde başka bir sebebe sahip değildir. Aynı zamanda biz, yine, so­
nuncuların ortadakiler (el-mutavassıtat)e, ortadakilerin de İlk'e ula§ın­
caya kıadar çeşitli şekillerde nasıl yükseldiğini, s onra İlk'ten tedbir'in
nasıl başladığım ve en sonuncular ( el-evahır) a ulaşıncaya kadar. bi'r dü­
zen içerisinde, diğer varlıklardan kk tek şeylere nasıl nüfuz ettiğini d e
biliyoruz. Bu, hikmet'in gerçek ıanlan:ııdır v e bu isim bazen mecazi olarak
kullanılır. O halde, sanatlarıda üstün ve mükemmel olan kimselere <<hu.
kema' adı verilir.

[35] Anıeli akıl, insamn, çoğu şeyler (umftr) in tecrübesinden ve his­


s olunan şeyler (el-eşya' el-mahsfts·a )in uzun uzı::ı.dıya müşahedesinden,
gücümüz dahilindeki bireysey ş eylerde tercih edil.mesi veya kaçınılması
gerekeni bireysel şey lerde tercih edilmesi veya kaçınılması gerekeni
nazar·ı dikkate almayı insan için mümkün kılan bazı öncüller ( el·mukadile­
mat) elde etmesine vasıta olan bir meleke (kuvve)dir. (48) Bu öncülleı··
den bazıları, tercih edilmesi veya kaçınılması gereken şeyleri kapsa)'larak,
külll hale gelir. Bununla beraber, diğerleri, insanın müşahede etmediği,
fakat üzerinde durmak istediği şeyler için örnek olarak kullıanılan münfe­
rid ve cüz'i önermelerdirler. Bu akıl, tecrübe meydana gelmediği sürece,
ancak b i'l- kuvve akıldır. Tecrübe bulunduğunda ve hatırda tutulduğunda,
:
o, bi'l-fill akıl olur. Bi' l-fiil oLan bu akıl, her vesileyle, insanın hayatın­
_
da tecrübelerin artmasıyla artar.

[36] Arneli hikmet (49) ister mutluluk olsun, isters e mutluluk elde
etmek için gerekli olan bir şey olsun, bir insan için gerçekten büyük bir
iyilik, faziletli ve şerefli bir amaç meydana g etirmek için yapılan şeyde
en mükemmel ve en iyi şeyleri ortaya çıkarma ve mükemmel düşün­
me (50) gücü ( el-kud(atu)dür. Zekilik, dah a küçük bazı iyilikleri elde et ­
mede en üstün ve en iyi olanı mükemmel olarak ortaya ç�karma gücüdür.
Kurnazlık, iyi olduğu zannedilen zenginlik, zevk veyıa şerefin gerçekleŞ­
tirilecek büyük bir miktarı için, en mükemmel ve en iyinin ortaya çıka­
rılmasında doğru düşünme gücüdür. Hile, sinsilik ve riyakarlık, iyi zanne­
d ilen adi kazanç veya adi zevkin gerçekleştirilecek kötü bir miktarı için,
en etkili ve en iyi olan şeyi ortaya koyma mükemmelliğidir. Bütün bunlar
sadece amaca götüren şeylerdir; f,akat amaç değildirler. Bu konulardaki bü­
tün düşünceler bunun gibidir. Çünkü .insan, düşüncesini n hedefi olarak,
arzu ettiği ve özlediği amacı sadeec ortaya koyar ve ondan s onra, kendi-
- ·15 -

sının o amaca ulaşmasına vıaısLta olan şeylerin syısı, mahiyeti ve niteliği


üzerinde düşünür.

[37] Hasta be-denlerin, duyularının borulmasından dolayı, tatlı olanı


acı, acı olanı tatlı tahayyül ettikleri (zannettikleri) ve bir şeyi, sağlığa ya·
rarlı iken yararlı olmaıyan, yararlı değilken yararlı tasavvur ettikleri gi·
bi, (51) kötü ve kusurlu kimseler de, nefsleri hastalandığında, kötü fiilieri
iyi, iyi fiilleri kötü zannederler. Ahlaki faziletlerle faziletli olan insan, da­
ima, gerçekten iyi olan amaçları arzular, özler ve onlan n kendini n amacı
ve maksadı haline getirir. Kötü kişi ise, daima, gerçekten kötü olan amaç­
ları arzular, fakat nefsinin hastalığından dolayı, onların iyi olduğunu
zanneder. Bu b akımdan arneli hikmete sahip olan kişinin,_ kendisinde bulu­
nan faziletle, bu amacı doğru olarak elde edebilmesi ve düşünce mükem·
melliğiyle de bu amaca; sevkeden şeyi doğru bir şekilde kazanabilmesi
için, ahlaki faziletlerle faziletlenmiş olması gerekir; <52) (zeki insan, kötü
ve kusurlu olan kurnaz ve hilekar insan da bö,yledir) (53).

[38] Arneli hikmet <et-ta'akkul) in birçok çeşidi vardır. Aile (el-men­


zil) nin yönetilmesinde rol oynayan şey üzerinde düşünme mükemmelliği
bunlardandır. Bu, aile ile ilgit arneli hikmettir. Şehi rleıin yönetiminde
başvurulan en etkili m2bd üzerinde düşünme mükemmelliği de bunlar·
dan biridir; bu da,siyasetle ilgili arneli hikmettir. Mutluluğu elde etmede
iyi ve gerekli olan zenginlik, büyüklük <celale) vb. beşeri iyilikleri eld3
etmek suretiyle, üstün bir maişete kavu�mak için ge�ekli olan en iyi ve
en üstü:q. şey üzerinde düşünme mükemmelliği de bunla�dan b iridir. Diğer
bir tür de, tsti§are ile ilgilidir. Y1ani ortaya çrkarılan şey, bir ı'ınsan tara...
fından b izzat kendi yararına kullanılmak iç in değil, bilakis ya bir ev, bir
§ehir idaresi veya başka bir konuda diğer birine öğüt vermek içindir. D'­
ğer biri de özel bir türdür. Yani genellikle eliişınana ve muhalife kar�ı
koymad a veya onu uzaklaştırmada rol oynayacak doğru ve mükemmel bir
fikir ortaya koyma gücüdür. İster az, ister çok olsun, bir insanın ilgilen­
diği her şeyde bir arneli h'kmete ihtiyaç duyması da buna benzer. B u,
insanın yaptığı işe bağlıdır. Çünkü eğer o, çok veya önemliys e, insan daha
kuvvetli ve daha tam bir arneli hikmete ihtiyaç duyar. Halbuki o, az veya
Arneli hikmet, aynı zaman­
önemsizce, insan b inaz arneli hikmetlz yetinir.
da, halk (cumhur) ınakıl olarak adlandırdığı şeydir. Bu meleke <kuvve)
bir insanda bulunduğunda, o kişiye akıllı ( akıl) adı verilir.
- 46 -

[39] Doğru görü� (ez-zannu's..savab) , bir inısarun bir�eyi her müşa·


hede edi�inde, görüşünün, daima, müşahede edilen o şeyin, olduğundan
başkıa �ekilde olmasının imkansızlığının doğruluğunu bulmasıdır.

[40] Zihin, alışılagelen (el-m'utad) görüşlerin ihtilaf halinde bulun­


duğu konuda doğru hükmü bulma gücü ve tashih etme kabiliyetedir. Bu
da, d oğru görü�ü ortaya çıkarmada mükemmellik. ( el·cevde ) tir. O halde
bu da, bir çeşit arneli hilmıettixı.

•••

[41] Fikir mükemmelliği ( cevdetu'r.r'ay) , bir insanın, fikirlere ve­


ya mükemmel fikirlere sahip olması, yani fiillerinde iyi ve faziletl i olma­
sı; (siOnra fikirlere s ahip olması ve) sözleri, fikirleri, isti�arelert. defalar·
ca denenmiş, onları kullandığında, kendisini övülmüş sonuçlara götüren,
sağlam ve doğru sözler, fikirler ve isti§areler olarak bulunmuş olması ve
bu bakımdan, yani onda genellikle görülen doğruluktan dolayı, sözünün
_
makbul (söz) olması ve neticede de, onun me�hur fazileti, sağlam yargı
ve isti�aresi, onu, söylediği veya gösterdiği bir şeyde, delil ve kanıta ih­
tiyaç duymaktan alıkoymasıdır. Bir insarun, düşünceyi (fikri) doğru ha­
le getirip, onun doğruluğu üzerinde durmasının, ancak arneli hikmet vası­
tasıyle olduğu aşikardır. O ha}de bu da, bir tür arneli hikmettir.

[42] üzerinde düşündüğü şeyi ortaya koyıarken, düşünen şahıs tar:ı­


fından kullanılan prensipler ( el-usftl) iki kısımdır:
Bunlardan b:rincisi,
bütün halktan veya çoğunluktan alınmış meşhur şeylerdir_ İkincisi, tec­
rüibe ve müşahede ile elde edilen şeylerdir.

[43] Basit insan (el-ğuınr) , tercih edilmesi veya kaçınılması gere­


ken meşhur şeyler hakkında sağlam hayal gücüne sahip olan, fakat tec­
rübeyle bilinmesi gereken arneli şeyler hakkında hiç tecrübesi olmayan
insandır. İnsan, bir sınıf işte bazen basit ( el.ğumr) olur, fakat diğer b ir
sınıfta basit olmaz.
- 47 -

[44] Şa§kın insan (el-Hayran ) , tercih edilmesi vey,a, kaÇJmlması ge·


reken §eyler hakkında, daima, me§hur olan ve adet haline gelen §eylerin
zıddını taıhayyül eden i nsandır. Bundan ba§ka, bazen onun, algılanabikn
şeyler ( el-mahsitsat) in çoğunda, mevcut olan diğer §eylerde me§hur
olıa.nın zıddım ta.lıayyül ettiği de olur.

[45] Ahmak insan ( el-humk) , me§hur şeylerle ilgili tahayyülü sağ­


lam olan, edinilmiş tecrubeleri bulunan, arzu ettiği ve özlediği amaç­
larla ilgili tahayyülü sağlam olan insandır. o. devamlı, kendisini bu ama­
ca ulaştırmayan §eyin, ona ula§tıracağını veya o amaca ula§tırıa.n şeyin,
ulaştırmadığım zannetmesine sebep olan ibi:r göıiişe sahiptir. O halde
onun işi ve isti§aresi, daima, bozulmuş göıiişünün tıahayyül ettirdiği §eye
bağlıdır. Bu sebepten dolayı, ahmak, ilk bakı§ta zeki ( akı�) insan görünü­
müne sahiptir ve amacı doğru bir amaçtır, fakat kendisi sıkıntıya düşme­
yi amaçlamadığı hıalde, genelliıkle onun bu görüşü onu sıkıntıya düşürür.

•••

[46] (54) Zeka (sür'at-i intikal) , bir şeyi, zamanla ifade edilemiyen
bir süratle veya kısa bir zaman içerisinde, çabukça sezme (hads) mükem·
melliğidir.

[47] Hem arneli hikmetin, hem de zekiliğin, bir insanın doğuştan


getirdiği, tabii kullani§a ihtiyacı vardır. Bir insan, tam bir arneli hikmet
için hazır olarakı yaratılıp, sonra ·a§ağılıklara alıştırılırsa, o insan deği§ti­
rilir, farklı bir ıkarektere sahip olur ve arneli hikmet yerine, kurnazlık,
riyakarlık ve hilekarlık ortaya çı.kıa.r.(55)

[48] <56) Bazıları, insanların arneli hikmetiiierine hukema adını ve­


rirler. mkmet, en mükemmel (faziletli) varlıkların en mükemmel (fazi­
letli) hilgisidir. <57) Zira arneli hikmet ile sadece beşeri_ şeyler elde edil­
diği için, insan, dünyadaki şeylerin ve varlıklann en üstünü ( faziletiisi }
olmadıkça, <58) hikmetn bulunmasına gerek yoktur. İnsan böyle olmadığı
için, arneli hikmet de, hikmet değildir; ona bu ad, ancak mec8!z ve te§!bihle
verilmiş olabilir.
- 48 -

[49] Hikmet, bilhassa, her en son varlığın<59) en son sebebini bildi­


ğine; insamn, kendisi için var olduğu en son ama� mutluluk olduğuna , ( 6 ')
ve bu amacın, o sebeplerden biri olduğun:a <61 > göre, o halde hikmet, in­
sana gerçek mutluluğu bildiren şeydir. Yine hikmet, geri kalan diğer var­
lıkların, fazilet ve yetkinliği (el-kemal) kendisinden aldıkları ilk Bir (el­
vah':d el-evvel) 'i, tekba§ına bildiğinc ; bu varlıklardan herbirinin, bunları
O'ndan nasıl aldıklarını; onlardan herbirisinin, yetkinlikten ne kadar pay
aldıklarını ve insanın da, ilk Bir'den yetkinlik alan varlıklardan biri oldu­
ğunu bildiğine göre, o halde hikmet, insanın İlk'ten aldığı en büyük yet­
kinliği, yani mutluluğu da bilir.

Öyleyse hikmet, insana gerçek mutluluğu, arneli hikmet de mutlu­


luğu eldeı etmek için yapılması gereken şeyleri bildirir. O halde bu ikisi,
insanın yetkinliğe erişmesinde (rolü olan) iki temel unsurdur. Öyle ki ,
hikmet, en son amacı ve arneli hikmet ise, kendisiyle bu amaca ulaşılan
şeyi verir.

[50] Hitabet, tercih edilmesi veya kaçınılması gereken mümkün


şeylerin her:birisinde, (başkaLarını, ) en mükemmel olarak ikna edebile ­
cek şekilde konuşma gücüdür. Falkat bu güce sahip olan faziletli. kişi, onu
iyi işler için kullamr. Kurnaz Itiş:Ier onu kötü işler için kullandıkları hal­
de, arneli hikmete sahip olan kişi, onu hem iyi, hem de kötü şeylerde kul­
lanır.

:�.

[51] Hayal gücüne dayanan bir etki meydana getirmedeki mükem­


mellik (yani iyi hayal ettirme) , ikna etme mükeınmelliği (yani iyi _!kna et .
me ) değildir. Bunlar arasındaki far şudur: lkna etme mükemmelliği, duyan
kimsenin, (bir gerçeği) tasdik ettikten sonra, birşeyi yapmasını amaçlar.
Bununla beraber, bir insanın, gerçekten nefrete sebep olan şeye benze­
yen bir şeyi gördüğünde, bunun nefrete yol açan şey olmadığından emin
olduğu halde, ondan nefret ettirildiği gibi, bu tür bir etki meydana ge­
tirme mükemme1liği de, gerçeği tasdik etmeden bile, işiten kimsenin nef­
sinin hayal edilen şeyi aramaya kalkması veya ondan kaçınması, ona doğ­
ru sürüklenmesi veya ondan nefret etmesini amaçlar. Hayal gücüne da-­
yanan etki meydana getirmede mükemmellik, öfke ve zevke, korku ve
güvene sebep olan, nefsi yumuşatan ve sertleştiren hususlarda ve nefsin
bütün tutkularında kullanılır. (62) Hayal gücüne dayanan bir etki meydana
getirmede mükemmelli�iyle, bir insanın bir şey hakkındaki bilgisi, her-
-
,.. ....
�_ . ;

nekadar o şeyle ilgili tahayyülünün zıddını gerektiriyorsa da , onun, o şe­


yi yapmak için hıaırekete geçirilmesi ve ona doğru çeki!mesi amaçlanır.
Birçok insan, ya doğuştan bir (şeyle ilgili) düşünceleri olmadığı veya
işlerinde düşünmeyi reddettikleri için, o şeyi, düşünmeyle değil, ancak
tahayyül ile ya sever, ya ondan nefret eder, ya onu trcih eder, ya da on­
dan kaçınır.

[52] ( 63) Bütün �iirlerle, ancak, biırşeyin hayal gücüne dayanan mü­
kemmel bir etkisinin meydana getirilmesi amaçlanır. Onlar altı çe§itt:iı·:
Üçü, övülmüş; üçü de, kötülenmiştir. Övülen bu üçten biri, kendisiyle,
düşünme melekesinin ( el-kuvve en-natıka) islahı, onun fiilierinin ve dü­
şüncesinin, mutluluğa doğru ( mutlaka) yöneltilmesi; ilahi şeylerin (umfir)
ve iyi fiilierin hayal gücüne dayanan bilr cikisinin meydana getirilme&i;
faziletierin hayal gücüne dayanan bir etkisini meydana getirmede ve on­
ları tasvib etmede, kötü işleri ve eksiklikleri kötülernede ve onları küçük
düşürmede mükemmellik amaçlanandır. İkincisi, kendisiyle, nefsin kuv­
vetle ilgili arazlarının i slah edilmesi ve düzeltilmesi ve onların, mütedil
hale, gelip, a§ırı olmaktan çıkıncaya kadatr kırılması ıamaçlanandr. Nefsiıı
bu arazları: öfke, k�bir, zulüm, küstahlık, şeref ve tahakküm sevgisi, hırs
vb. dir. Bu özelliklere sahip olanlar, bu tür �.iiirler vasıtasıyle, onları kötü
işlerde değil, iyiliklerde kullanmnya seVikediliırler. Üçüncüsü, kendisiyle,
nefsin zaaf ve gevşeklikle ilgili arazlarının, yani ş ehvet, adi lezzetler, nef·

sin yanlışlık ve gevşekliği, merhamet, korku, endişe, keder, mahcubiyet,


lüks, yumuşaklık vıb . nin, mfitedil hale gelinceye timdar hastınlması ve
aşırılıktan vazgeçmesi için, iyileştirilmesi ve düzeltilmesi amaçlanandır.
Bu özelliklere sahip o lanlar, onları, kötü işlerde değil, iyiliklerde kullan­
maya sevkedilirler. Kötülenen üç tür ise, övülen diğer üç türün zıddıdır.
Çünkü bu, diğerinin düzelttiği şeyin hepsini bozar ve onu mütedillikten
a�ınlığa götürür. Melodi (elhan) ve şaı.rıkıların (eğani) (farklı) türleri,
şiirin (farklı) türlerine uyar ve onunla aynı bölümlere sahiptir.

...

[53] Faziletli §ehrin bölümleri beştir; En faziletli olanlar müteırcim­


ler (lisan sahipleri) ölçüm işleriyle uğraşanlar, mücahidler ve zenginler.
O halde en faziletli olanlar, hukema, arneli hikmete sahip olanlar ve büyük
meseleler hakkında gö1rüş sahibi olanlardır. Bundan sonra din temsilcileri
(taşıyıcılan) (64 ) ve mütercimler, yani hatipler, edipler, şe;ıirler, müzisyen­
ler, katipler ve sayıları bunlara ulaşan diğeır kişiler gelir. Ölçüm i§leriyle
- 50 -

uğraşanlar, muhasebeciler, mühendisler, doMorar müneccimler vb . dir.


Mücahidler ordu, b ekçileır ve bunlardan sayılan diğer kişilerdir. Zengin­
ler ise, çiftçiler, çobanlar, tüccarlar vb. şehirde servet k��anan diğer ki·
şilerdir.

[ 54 ]
(66) Bu şehrin reisieri ve yöneticileri dört çeşittir: (67 ) A) Gerçek
sultan. Bu, ilk reistir(6 8 ) ve şu altı §artı haizdir. ( 69) a) Hikmet, b ) Tam
pıratik hikmet, c) (Başkalarını) ikna edebilme mükemmelliği, d) Hayali
bir etki meydana getirme mükemmelliği (iyi hayal ettirme) , e) Bimat
cihada l\Jatılma gücü, f) Bedeninde, cihil.d'la ilgili i şlerde hazır bulunma­
sını engelleyen bir şeyin bulunmaması. Kendisinde bütün bunlar birleşen
kişi, örnek (insan) dır, yani bütün gidiş ve fiilierinde taklid edilecek, söz­
leri ve tavsiyeleri kabul edilecek bir insandıır. Şehirleri, kendi düşünce ve
arzusuna göre yönetmek bu kişinin hakkıdır. B) lkinc.:. duııım şudur: Ken­
disinde ,bu şartların h epsi toplanan hiçbirkişi bulunmaz; fakat bu şartLar,
bir top1uluğu oluştuıran kişilerde ayn ayrı bulunur, (70) yani onlardan biri,
amacı, ikincisi, bu amaca götüren �yi verir;: üçüncüsü, başikaLannı) ikna
etme ve hayali bir etki meydana getirme mükemmelliğine sahip olur; di­
ğer biri ise ciha:d etme gücüne sahip olur. !şte o zaman, bu topluluk , hep
beraber, sultanın yerini alıır. Onlar, en iyi reisler, faziletli kişiler adı ile
anılırlar. Onların idare sistemi de, en .faziletlilerin idaresd adını alır.

C) Üçüncüsü, bunların da bulunmadığı durumdur. Bu taktilrde, şeh­


rin reisi, kendisinde şu şartlar bulunan kişidir. (71> a ) İlk imamların ka­
bul ettikleıri ve şehri yönetirken uyguladıkları eski kanun ve adetler (es.
sünen) i bilmek; b ) Daha öncekilerin bu adetlerdeki amaçları gözönünde
bulundurulduğunda, onların, uygulanmaları gereken yerleri ve duııımlan
mükemmelce ayırd edebilmek; c) Sözlü (el�mahffiza) ve (ya) yazılı ( el-mek .
tfibe) olan eski adetlerde kapalı bulunan kısımları yine oıradaki eski adet .
lerin ( es-sünen) örneğini taJdid ederek, açıklığa kavuşturabilme gücüne
sahip olmak; d) Şehrin imarını korumak için, zaman zaman meydana ge­
len ve eski adetlerde bulunduğu gibi olmayan olaylarda mükemmel bir fi­
kir ve anıeli (pratik) hikmet sahibi olmak; e) Hitabet, (başkalarını) ik­
na ve hayal gücüne dayanan bir etki meydana getirme mükemmelliğine
( cevde) sahip olmak; f) Aynı zamanda, cihada katılabilme gücüne de sa­
hip olmak.(72) İşte böyle birine, kanuna göre sultan (melik es-sünne) ve
onun yönetimine de kanüni sultanlık (mülken sünniyyen) adı verilir.

D ) Dördüncü durum, bütün bu şartları kendisinde toplayan hiçbir


kişinin bulunmadığı, fakat bu şartların bir topluluğu oluşturan ferdierde
- 51 -

aıyn ayn bulunduğu ve bu topluluğun.. hep beraber, kanuna göre sultan'ın


yerini aldığı durumdur. Bu topluluğa, kanuna göre reisler (ruesa' es-si.in­
ne) adı verilir. (73)

[55] Ş ehlrin bölümlerinden herbirinde : ( a ) O grubun fertleri ara­


sında üzerinde başka hiçbir rei sin bulunmadığı bir rels, Sb) Asla hiçbir
kimse üzerinde yönetİm (hakkı) bulunmayan bir tebea, ( c) Kendisinden
aşağıda bulunanların reisi ve kendisinin üzerinde bulunanların teb�ası
olan biri vardJJr.

[56] Fazi:letli şehirdeki sınıfla r (el-mera1?1> ) , birb irleri üzerinde


farklı ş ekillerde öncelikiere sahiptirler.

A) Bitr iman, yaptı,ğıyla bir amaca ulaşınaik için bin iş yapar; fakat
· onu yaparken, bir fiilin sonucu olaili bir şeyi kullanır; o sonuç ise, daha
önce diğer bir in�nın düzenlediği ve ortayıa koyduğu iyli bir şeydir. Bu
durumda birinci kişi, rehıtir ve ş ehirde ikinci kişj d�n önce gelitr.
Bi.nicilik ( sanatı) bunun bir örneğidir. Bu sanatın amacı. silah kullanma­
da üstünlüktür. Bunun örneği, diz.gin yapma sanatının sonucu olan d i�in­
leri ve eyeri kullanan, bir binicidir. Buna göıre, bu binici, eyer us.tasm(}1an
v e aynı zamanda da atın terbiye edicisinden önce gelen bir reistir (yani
onun rütbesi, eyercinin ve at eğiticisinin üstündedir) . Diğer işler ve sa­
natlarda da dwrum böyledi r.

B) Ayın amaca sahip olıan iki i nsandan birisi, bu amacın h ayal gücü­
ne dayanan bir etkisini meydana getir�bilmede (yani o amacı iyi hayal
ettirmede) daha iyi, fazilet ba·kımından daha mükemmel, kendisinin, bu
amaca ulaştıracak her şey ortaya çıkarmasına v;asıta olacak arneli hik­
mete sahip ve bU amacı geırçekleştirirken diğer şeyleri kullanmaya; daha
iyi adapte olmuş olursa, o zaman bu kişi, bunlara sahip olmayan ikinci ki­
Şi ü�erınde reistir, yani rütbesi ondan üstündür. Amacı kendiliğinden ta­
hayyül eden, fakat am:tcın, kendisiyle elde edileceği her şeyi başaracak
mükemmel düşüneeye sahip olmayan kişi ( ni n derecesi) de onun altın­
dadır. Bununla beraber, ona, yapması geıreken bazı şeylerin bir taslağını
çizmek (örneğini göstermek) suretiyle, bir dü§ünme ba§langıcı verildi­
ğinde, o , kendisi için taslağı çizilen şeyin verilen örneğini ta:klid eder ve
gerisini çıkarır. Amacı kendiliğinden tahayyül edemeyen, aynı zamanda
hiçbir görüşü de bulunmayan, fakat ona amaç verilip ve bu amaç, mu­
hayyilesine sunulduktan (yıani ona tahayyül ettirildikten) sonra, bir dü-
- 52 -

şünme ba§lanıgıcı verildiğinde, geri kalan §eylerde, kendisi için taslağı


çizilen §eyin örneğini taklid edebilen ve işi yapan veya ondaki diğer bir
işe giri§en kişi (nin derecesi) de onun altındadır. Amacı, tahayyül ede­
meyen, hiçıbir dü§üncesi olmadığı giıbi, bir düşünce başlangıcı verilse
bile gerisini çllkJaramayan kişi (nin derecesi) de, ondan aşağıdır. Fakat
bu (kişi), bu amacı elde etmek için yapması gereken şeyle görevlendirili r.
se, bu fiilin, kendisini hangi amaca götüreceğini bilmesi b',le, bu görevle­
ri illatırlar ve daima mütevazi, terıbiyeli, görevlendirildiği bütün şeyleri
yerine getirmede süratli ve bu şeyi, göırevlendirildiği şekilde yapmaya
iyice yatkındır. Diğer kişiler, tebea ve (ya) efendi (reis) oldukları hıald8,
bu kişi, şehirde daima bir efendi değil, bir hizmetçi, daha doğrusu, doğuŞ­
tan bir köledi.r� Köle ve hizmetçinin, yapmakta maharetli olduğu herşey­
de, reisin de, ondaki, başka birşeyi kullanmadaı mahıaretli olması gerekir.

C) Üçüncü durum ise şöyledir: İki kişiden he:rtbirisi bir fiili. yapar­
ken, orada, üçüncü biır şahıs, bir amacı tamamlamada onların füllerini
kullamr; fıaikat bu iki kişiden birisi, üçüncü kişinin amacım tamamlamak
için, bu şeyi daha şerefli veı daha gerekli olarak yapar. İşte fiili daha şe­
refli ve daha gerekli olan bu adamın derecesi, o amaçla ilgili daha basit
ve daha az gerekli olan fülden sorumlu kişinin derecesinden daha üstün·
dür.

[57] Şehrin kısımları ve kısımlarımn dereceleri (meratib) sevgi


(bağı)yle birbirleriyle birleştirilir ve birbirlerine bağlanır. Onlar, ada Let
ve adil fiillerle kontrol edilir ve korunur. Sevgi , bazen tabii (doğuştar.)
olur; anne ve babamu çocuğu için olan sevgisi gibi; bazen d e başlangıcı,
kendisini s.evginin izlediği iradi şeyleırde bulunmasından dolayı iradeyle
olur. İradeyle olan sevgi, üç şekilde olur: Biı1:ncisi, fazilete iştirakle,
ikincisi, menfeat için; üçüncüsü, zevk için. Adalet, sevgiye tabidir. Bu şe­
hirde sevgi, önce fazilete iştirak nedeniyle meydana gelir. Bu iştirak, dü­
şünce ve fiillerle ilgilidir. lştiırak edilmesi gereken dܧÜnceler üçtür:
a ) Başlangıç ( el.mebde') ile ilgili düşünceler, b) Son (el-munteha) ile
ilgili düşünceler ve c) Başlangıç ile son anasında bulunaula ilgili düşünce­
ler. Başlangıç hakkında görüş birliği (a) Allah, ruhani varlıklar, <74> ör
nek olan iyi insanlar� dünyanın ve onun parçaLarının nasıl ba}·
ladığı, insanın nasıl meydana geldiği, sonra, alemin parçalarımn
dereceleri, onların karşılıklı münasebetleri, Allah'a ve ruhani var­
lıklara göre yerleri ve Allah'a ve ruhani varlıklara göre insanın
yeri vb. konular hakkında görüşlerinin birleşmesidir. lşte bu, baş­
_
·

langıçtır. (75) Son ise, mutluluktur (b). Bu ikisi arasında bulunan şey
de, kendileriyle mutluluk elde edilen fiillerdir (c). Bu şehrin sa:kinlerinia
görüşleri, (76) bu şeyler üzerinde b irleşip, kendileriyle karşılıklı olarak
mutluluk elde edilen fiilleırle tamamlandığında, orada zaruri olarak ,
karşılıklı sevgi ortaya çıkar. Sonra, onlar aynı yerleşme yerinde birıbirle­
rinin komşusu oldukları , bazıları diğerlerine muhtaç olduğu ve bazılan
değerlerine yararlı oldukları için. oı·ada çıkwra dayalı bir sevgi ortaya
çıkar. Sonra onların faziletiere iştiraklerinden,. hazılarının diğerlerine ya­
rarlı olmalarından ve bazılarının diğerlerinden zevk almalarından dolayı ,
orada yine zevke dayaılı bir sevgi meydana gelir. Öyle kL. bu sevgi vasıta­
sıyle onlar b irleşider ve birbirlerine bağlanırlar.

[58] Adalet, herşeyden önce, şehir halkının ortak ( el-müştereke)


olduğu iyi şeylerin, onların hepsini n ıarasında paylaştı!rılmasında ve son­
ra da, onlara arasında bölüştürülen bu şeylerin korunmasında olur. (77)
Bu iyl şeyler güven, servet, şeref, rütıb e ve şehiır halkının ortaık olması
mümkün olan diğer şeylerdir. Çünkü şehir halkından herbirisininin, hak­
kettiğine eşit bir ölçüde, bu iyi şeylerden birer payı vardır. O halde onun,
ondan az veya çok olması adaletsizlik ( cevr) .tir. Az olması, kendi aleyhi­
ne; çok olması, şehir halkının aleyhine ve b elki onun yine az olması, aynı
zamanda şehir halkının da aleyhine bir adaletsizliktir. Taksim edilip her­
kesin payı kararlaştırıldıktan sonra, yıa bu payı onun (yani sahibinin)
elinden çıkarmamak suretiyle, veya eğer çıkarılacaksa , çıkarılan paydan
dolayı, ne ona, ne de şehre bir zarar dokunmasını temin eden şartlaJr ve
durumlar vasıtasıyla, herkesin payının kendisi için korunması gerekir. İn
sanın iyi şeylerdeki payı elinden çıktığında, o, ancak, ya satış, bağışlama
ve değiştirmede olduğu gibi, kişinin kendi isteğjyle ya da soyıulmada ve
gaspedilmede olduğu gibi, kişinin isteği dışında olwr. Heriki durumda dıa,
şehir halkının elinde bulunan iyi ş eylerin, onlar için korunmuş olarak
kalmasını sağlayan garantiler ( Şerait ) mevcut olması gerekir. Bu da, an­
cak, onun gönlü o!ıa,rak veya olmayarak e linden alınan şeyin bir bedelinin;
ya onun e linden alınanla aynı cinsten, ya da başka bi!f cinsten ( kıymetçe
eşit olan diğer) bir benzerinin, ona Hidesiyle olur ve iade edilen şey ise,
tek kişiye, ya da şehir halkına iade edilir. <Kıymetçe) eşit olan, bu her
iki tarzdan hangisiyle iade edilirse edilsin, adalet, daha önce paylaştırıl­
mış olan iyi şeylerin, şehir halkı için korunmuş o larak baki kalmasını sağ­
layan şeydir; adaletsizlik ise, bir insanın iyi ş eylerdeki payının, ya bızzat
o kişiye, ya da şehir halkma onun ( kıymetçe eşit olan)t bir bedeli iade e­
C.i lmeksizin e linden çıkarılmasıdır. Bundan başka, iade, kişiye yapıldığında,
o, ya şehre yararlı olmalı, ya da ona zararlı o lmamalıdır. lyıi şeylerdeki
payının, bizzat kendi elinden veya başkasının elinden çıkarılmasna sebep
- 54 -

o�an kişi de, şehre zararlı olduğunda, adaletsizilir ve engellenir. Birçok en­
gelleme durumLannda kötülük etmek ve ceza vermek gerekir. (Kişiye uygu­
lanacak) kötülükler ve cezalar, her adaletsizlik, uygun b i r ceza ile karşı­
lanabilecek şekilde, takdir edilmelidir. Adaletsizlik yapan kişiye, yaptığı
adaletsizliğe eşit ibitr kötülükle karşılık verildiğinde, adalet uygulanmış
olur. (Ona , yaptığından) daha fazla bir şeyle karşılık veıildğinde, bir ferd
olarak onun aleyhinde, daha az bir şeyle karşılık verildiğinde ise, şehir hal­
kının aleyhinde ve belki daha fazla bir şeyle karşılık verildiğinde de, şehir
halkının aleyhinde bitr adaletsizlik ( cevr) olur .

....

[59] Bazı şehir yöneticileri, şehirde meydana gelen bütü n adaletsiz­


likler (cevr) in, şehir halkı aleyhine bir adaletsizlik olduğunu; diğer bazı­
ları ise, adaletsiiZliğin, bilhassa sadece kendisine adaletsizlik yapılan kişi­
yi i lgilendirdiğni düşünürler. Bazıları, adaletsizliği iki kategor �e ayırrır:
Birincisi, bilhassa ferdieli ilgileı:diren adaletsizlikt'ır; bununla bir­
likte, onlar bunu, aynı zamanda, şehir halkı aleyhine bir adaletsizlik ha­
li ne getirrmişlerdir. İkincisi, özellikle ferdi ilgilendiren ve ( onun üze­
rinden) şehir halkına geçmeyen adaletsizlik olarak ka:b ul edilendir. Bu
bakımdan bazı şehir yöneticileri, kendisine adaletsizlik yapılan kişi affet­
se bile, suçlunun affedilmesi gerektiğini düşünmezler. Bazıları ise, ken­
disine actaletsizlik yapılan kişi affettiğinde, suçlunun affedilmesi gerekti...
ğini düşünürler. Diğer bazıları da, bazısının affedilmesi, bazısının affedil�
memesi görüşündedirler. Yani suçlu gruba verilmesi gereken cezanın ,
şehir halkından do1ayı değil, bizzat kendisine adaletsizlik yapılan kişiden
dolayı olduğu düşünüldüğünde, ve kendisine a daletsizlik yapılan kişi d·�
adaletsizlik yapanı affett.iğinde, başka herhangi bir kişi tarafından bu ceza
talep edilemez; bu cezanın, şehir halkı ve bütün insanlardan dolayı olduğa
kabul edildiğinde ise, kendisine adaletsizlik yapılan kişinin affetmesi naza­
rı dikkate alınmaz.

*
••

[60] «Adalet» terimi, bazen daha genel bir ıanlamda söylenir, yani
bi:r insanın, herne fazilet olursa olsun, faziletli fiilleıi, başkalarıyla ilgi­
li olarak, kullanması an!amındıa kullanılır. Bölüştürmedeki ve bölüştürül
müş olanı korumadaki adalet, da:ha genel bir adalet türüdür ve daha özel
olan , daha genel olanın adıyla anılır.

*
••
- 55 -

[61] tster hizme� sınıfında (mertebe) olsun, ister efendi (ruase)


sınıfında olsun, faziletli şehi�rdeki her insan, kendisine, sadece bizzat kea­
disinin meşgul olduğu bir tek sanat ve uğraştığı bir tek iş tahsis etmiş ol­
malı ve bunun öıt esine de geçmemelidir. Şu üç sebepten dolayı, fazilet­
li şehirdeki insanlardan hiçbirinin, birçok i Ş,j n ve teık bj r sanattan daha
fazla bir sanatın peşinden gitmesine müsade edilmez : a) Her insan, her
zaman, her iş ve sanat için elverişli değildir. Daha .doğrusu, bir insan,
bazen, diğer bir işten ziyıa:de, belirli bir iş için. diğer bir insandan da­
ha elverişli olur. b ) Bir iş veya bir sanatla uğraşan her i nsan, kendisini
ona vakfecHp, çocukluğundan itibaren, başka herhangi bir şeye değil, sa .
dece ona yöneldiğinde, onu daha mükemmel, daha tam olarak yapar ve
o işte daha ehHyetli, daha b ecerikli hale gelir. c) Birçok işlerin belirli za·
manları vardır. Bunlar ertelendiğinde, bu işler yapılmaz. Bazen. aynı za­
manda yapılacak iki işin bulunduğu da olur; eğer bir insan onlardan biri­
siyle uğraşırsa, diğer birisi için hiç vakti olmaz ve ikinci bir fırsat da bu·
lunmaz. Bu sebept-en dolayı, herbi r işe, bir insan tahsis edilmelidir ki,
onlardan her:birisine, :lla:manında, yetişilsin ve yapılması b aşarılahi1sin.

•••
U. BÖLÜM

[62] Şehrin tedıbir (li olmak için yaptığı) ha'zı:rlık ('udde), (kurduğu
fon ) , işi, servet ikazanmak olmayan grupLar için yapılan bir hazırlıktır.
Böyle olan kimseler, yani herşeyden önce ve bütün şehir yöneticilerinin gö·
rüşüne göre, paranın, kendilerine sarfedilmesi gerektiği kişiler, şehrin,
mesleklerinin amacı, ilk fırsatta, para kazanmak (ve zenginlik elde et.
mek) olmayan kısımlarıdır. Mesela, din görevlileri (hamelete'd-din ) katip­
ler (küttab) vb.leri ( 1 ) (Çünkü bunlar, şehrin en önemli kısırnlarındandır··
lar ; paraya ihtiyaçları vardır) ve bunlardan başka, bazı şehir yöneticileri­
nin görüşlerine göre, sakatlar ve para kazanmaya gücü olrnayanLa.r . Bazıları,
şehirde, hiçbir sakatın ve herhangi bir şekilde herhangi bir yararlı iş göre­
meyen hiçbir kimsenin terkedilmemesi gerektiğini düşünürler. Bazı şehir
yöneticileri de, şehirde, birisi, mesleklerinin ıamacı ilk fırsatta para kazan ­
mak olmayan kişiler için, diğeri de sakatlar vb.leri için olmak üzere, iki
fon ( 'uddeteyn) kurımaları gerektiği görüşündedirler. Bu paranın, nere­
den veı hangi yollarla elde edilmesi gerektiğinin de araştırılması gerekir.

[63] Savaş, ya (a) ş ehre dışarıdan gelen düşmanı uzaklaştırmak ve­


ya (b ) şehrin dıştan hak ettiği bir iyiliği, onu elinde bulunduranlardan
almak, (2 ) y1a da (c) bir kavmi, başkaları için değil, kendileri için en iyi
ve e n yararlı olanı kendiliklerinden hilmey,ip. onu bilen ve kendilerini ona
sözle davet edenlere itaat etrnediklerinde, ona sürüklernek ve zorlamak
için olur. Veya (d) savaş, kendileri için en iy ve en yararlı şeyin dünya­
daki rütbelerinin, kölelik olması gerekenlerden, kulluğa ve köleliğe boyu�ı
eğmeyenlerle; ya da (e) şehir halkından olmayan ve ikendilerine karşı şeh­
rin kazanılmış bir hakka sahip olduğu ve bu ha:kkı, onlardan esirgeyen
kişilerle yapılır. (3) Bu, şu iki şeyden herikisi için gerekli olan bi.r şeydtr ·
Bunlardan biırisi, şehrin iyiliğini elde etmedir (b ) . Diğeri.. tse, onların
adalet ve insafı ( en.nasafe) yerine getirmeye yöneltilrneleridir (yani c
veya d. ) İşiemiş oldukLarı bazı suçlardan dolayı cezalandırmak için, on­
larla savaşmaya gelince, bu, on1arın aynı suçu tekrar etmemeleri diğerL
le:rinin de şehre karşı tehlikeli i·şe girişmemeleri ve onların hakkında-a
gelmeyi ümid etmemeleri içindir. Bu, şehir halkı için bir riyôltğin elde e­
dilmesi (b) ; o insanları, kendi payıarına ve kendileri _için en iyi o1ana
sevketme (c) ; ve dü§rnanı, kuvvet kullanarak def etme (a) 'yi birleştirir .
- u l --

Onların varlıklarıını devam ettiırmelerinin, şehir halıkına zararlı olma­


sın<:Lan dolayı, onları tamamen yok ve imha etmek için onlarla savaşma­
ya gelince, bu da, aynı şekilde şehir halkı için bir iyiliğin elde edUme­
sidir (b) .

Reis'in herhangi bir toplulukla, başka bir şey için değil, sırf onlar
arasında buyruklannın geçerli olmasını ve kenddsine itaat etmelerini sağ­
mak için, onlanru kendisine boyun eğdirilmeleri ve saygılı davrandırılma­
ları veya başka bir sebepten dolayı değil, sırf saygılı davranmalarını sağ­
lamaıki için saygılı davrandırılmaları, ya da kendisinin onla:rın reisi olma­
st onları uygun gördüğü gibi yönetmes i ve oların, herne olursa olsun,
onun memnun olduğu herhangi bir şeydeki bütün emirlerine rıza gös­
termeleri amacıyla yaptığı savaş, haksız bir sav,a.ştır. Bunun gibi, o, ba§­
ka biri ş ey için değil, sırf gahbiyeti kendisine amaç edinq iği için sava­
şırsa, bu da, haksız bir savaştır. Eğer o, baş�:ı bir şey için de,ğil, sadece
gazabı teskini etmek için veya zaferde aldığı zevk için savaşıı-sa veya öl­
dürürse, bu da haksızlıktır. Eğer bu insanla:r, onu haksızilik yıaparak kıı­
dırırlarsa ve bu haksJ.zlıktan dolayı hak ettikleri ceza, savaşı ve öldürmeyi
gerektirmiyorsa, �üphesiz bu savaş ve ö�dürme de, haksı'zlık,tır. Öldürmek
suretiyle öfkeyi gidermeyi amaçLayan insanların çoğu, kendilerini kızdı­
rırlarsa ve bu haksızlıktan dolayı hakkettikler:i ceza savaşı ve öldürme·
yi gerektirmiyorsa, şüphesiz bu savaş ve öldürme de, haksızlıktır. Öldür­
mek suretiyle öfkeyi gidermeyi amaçlayan insıanla:rın çoğu, kendilerini
kızdıran kişileri öldürmezler; bilakis kızdınnayanları öldürürler. Çünkü
böyle bir insan k endisinde öfkenin sebep olduğu sıkıntıyı gidermeyi amaçL
lar.

....

[64] İlk kısımlar, üçtür : a) mevcut o1maması, mümkün olmayan­


Lar, b) Mevcut olması, asla mümkün olmayanlar, c) Mevcut olması veya
olmaması mümkün olanlar. Bunların ilk ikisi, iki uçtur. Üçüncüsü, bun­
ların arasmda bir ortadır. O, bu iki uçla çelişen bir gruptur. Bütün var­
lıklar, bu üçten iki,sine girer. Çünkü varlıklardan bazısı, asla mevcut ol­
maması mümkün olmayandır; ba:zısı ise, mevcut olması veya olmaması
mümkün olandır.

[65] Mevcut olmaması mümkün olmayan, cevheri ve ta:biatı bakı­


mından böyledir. Mevcut olması ve (ya) olmaması mümkün olan da, cev­
heri ve tabiatı bakımından böyledir. Çünkü mevcut olmaması mümkün
- 58 -

olmayanın, varlık haline gelmesi mümkün değildir. Bu şey, ancak, cevhe­


ri ve tabiatı başka olduğu ve böyle olması kendisine arız olduğu için böy­
le olur. Var olması veya olmaması mümkün olan �ey de, böyledir. Varlık­
ların cinsleri üçtür : a ) Maddeden yaratılanJa;r, b ) Sem�vi cisimler (var­
lıklar) , c) RüharJ cisimler (varlıklar) . ( 4 ) Mevcut olmaması mümkün ol­
mayan iki kısımdır : Bunlardan birıi, tabiatı ve cevherinde, belirli bir za­
manda mevcut olacak ve orada ba�ka bir �ekilde vuku bulması mümkün
olmayacak � ekilde olandır. İkincisi.. herhangi h�r zamanda, m evcut olma­
ması asla mümkün olmayandır. Var olmaması mümkün olmayanlar sını­
fından ikinci, sınıf, ruhani olana aittir; birinci sınıf ise, semavi olana ait·
tir; var olması veya var olmaması mümkün olan kısım ise, maddi (heyu.
lani ) olana aittir. Üç çe§it alem vardır : RO.hani, semavi, heyülani ( maddi) .

[66] İlk kısımlar, dörttür : a ) Mevcut olmama:sı, asla mümkün


(5)
o1mayan, b) Var olmasL. asla mümkün olmayan, c) Belirli bir zamanda
vıa,r olmaması mümkün olmayan, d) Var olması ve var olmaması mümkün
olan. Belirli bir zamanda mevcut olması mümkün olmayan şeyin diğer bir
zamanda varlık kazanması mümkündür. O halde birincisi, iki zıt uçtur.
Var olması mümkün o1an şeyin,. belirli bir zamanda, va:r olmaması da
mümkündür. Varlıklar, �u üç kı:sımdandırlar : a ) Mevcut olmaması, asla
mümkün olmayan, b) Bir zamanda var olmaması, mümkün olmayan fakat
diğer bir zamanda var olması mümkün olan c) Var olması ve var olma­
ması mümkün olan. BunLann en faziletlisi, en şerefiisi ve en mükemme..
li, var olmaması, asla mümkün olmayandır. Bunların en aşağısı ve en
noksanı, var olmasL ve var olmaması mümkün olandır. Belirli bir zaman­
da var olmaması mümkün olmayan, sadece onlar arasında bir ortadır.
Çünkü bu,, birinciden daiha eksik ve Hçüncüden daha mükemmeldir. Var
olması ve var olmaması mümkün olan da üç kısımdır : a) En yüksek de­
'
recede oı ması, b) En aşağı derecede olması, c)ı Orta ( et-tesavi) bir de­
recede: yer alması. Bunların en üstünü, en yüksek derecede var olan; en
aşağısı, en; aşağı derecede var olandır. Orta derecede ( et-tesavi) olan ise
Onlar arasmda bir orta (Mutavassıt) dır.

[67] Eğer bir şey, bir yokluğa ('adem) sahipse, o, onun varlığında bir
eksikliktir. Eğeri o, varlığında başka herhangi bir �eye muhtaç olursa, o
da varlıkta bir noksanlıktır. Türünde (en-nev') benzeri ibulunan her �ey,
- 59 -

varlıkta eksiktir; çünkü bu sadece, türü içerisinde tek ba§ına var olmak i�i n
yeterNliğe sahip olmayan §eyde ve kendis;yle tek ba§ına o varlığın tamam·
lanmasında yeterli ol mayan §eyde mümkündür; öyle ki, insanın durumun·
d..ı uıduğu gibi, onunla, sadece, o varlığın bir parçası tamamlanır ve (ken­
d�sıyle), bir bütün (külliyye)ün tamamlanması için onda yeterlilik mev­
ct�� deği�dir. (6) . Çünkü herhangi bir ,,lJ.iT>e> ile (b�'-vahid bi'I-aded) insanın
varlığını gerçekle§tirmek mümkün olmadığı iç·in, bir zamanda <�bir» den
daha fazlasına; ihtiyaç vardır. O takdirde, bir §eyi .tamamlamak için kenrl'. .
sinde yeterlilik bulunan her §ey , o §eyde, kendisinde kendisi için ikinci bir
§eyin bulunmasına ihtiyaç duymaz. Eğer bir §ey, kendi varlığının, mah� ­
yetinin ve cevherinin tamamlanması için yeterlüiğe sahipse, kendi türün­
den, kendisinden başka diğer herhangi bir §eyin bulunması imkansızdır
ve eğer o, onun fiili gibi olsaydı, ondan bıaşka herılıangi birisi fii.linde ona
ortak olmazdı.

[68] mr zidda sahip olan her §ey, varlık bakımından noksandır.


Çünkü bir zıdda sahip olan her §ey, bir eksikliğe ( 'adem) sahiptir. İki zıd­
dın anlamı bu olduğu için, onlar kar§ıla§ırsa: veya birle§tiriliı.ıse, onlanı1
her birisi, diğerini iptal eder. Bu bakımdan o , kendi varlığı için, zıddınm
yokluğuna (zeval) muhtaçtır. Aynı §ekilde. onun varlığı için bir engel
mevcuttur; dolayısıyle, o , bi:zzat tek ba§ma. kendi varlığı bakımından ye­
terli değildir. Hiçbir eksiği ('adem) bulunmayanın, hiçbir zıddı da yok­
tur. Kendi zatı dı§ında her hangi bir §eye asla ihtiyacı olmayanın da hiçbir
zıddı yoktur.

[69] Kötülük (e§·§err) , asla mevcut değildir; bu e�:ııendeki herhangi


bir şeyde de yoktur; genel olarak if,::ıde edecek olursak, kötülük, varlığı
insan iradesiyle olmayan herhangi bi r §eyde aslaı mevcut değildir; bilakis
onların hepsi, iyilik (hay1r:) tir. Kötülük ikl çe§ittir: {a) Birinct:si mutlu­
luğun (sa'ade) zıddı olan bedba:htlık (e§·§eka' ) tır. (b) lkinııCsi, kendisiy­
'
le bedbahtlığa ula§ılan her şeydir. Bedbahtlık, ulaşıLan amaç anlamında,
bir kötülüktür kL. onun ötesinde, onunla ula§ılacak daha büyük bir kötülük
mevcut değildir. İkinci kötülük, bedbahtlığa sevkeden iradeli fiillerdir.
Bunun gibi , bu i ki köıtülğün zıddı, iki iyiliktir. Bunlardan birisi. mutlu­
luktur (a) ki, o, ötesinde, mutlulukla, istenecek başka amaıç bulunma-
- 60 ·-

yan bir amaç anlamında, iyiliktir. İkinci iyilik, mutluluğun elde edıl·
mesinde, herhangi bir §ekilde yararlı olan ye,r §eydir (b ) . Bu, kötülüğü n
zıddı olan iyiliktir ve bu, onlardan herbirinin mahiyeti (tabia) dir. Bah­
settiğimiz bu mahiyet (tabia) ten ba§ka, kötülüğün diğer bir mahiyeti
yoktur. O taktirde bu iki kötülük i::.·fıdidir ve o i kisinin zıddı olan iki
iyilik de, bunun gibidir. Alemlerdeki iyiliğe geljnce, o, lik Sebep'ti.r ve
her§ey O'na bağlıdır; bir başkasının varlığı da , O'na bağlı olana bağlıdır. . .
ve her ne olursa olsun, bu bağlılıklar (eJi..levazım ) zinciri, sonuna �adar,
böylece devam eder (gider) . Çünkü bunların hepsi, liyakette, bir nizarn
ve adalete göredir. Liyakat ve adaletten ( doLayı) meydana gelenin ise,
hepsi iyidir.

Bazı ki§iler, herne tür olursa olsun, varlığın iyi, yokluğun kötü oldu­
ğunu zannederler. Onlar, kendi kendilerine, hayali varlıklar şekillendirir­
ler ve sonra onların iyi olduklarını kabul ederler; yokluklar şekillendirir­
ler ve sonra da onların kötü olduğunu kırubul ederler. Diğer bazıları da ,
henretür olursa olsun zevklerin iyi, acının ( eziyetin) , bilhassa dokunma
duyus.una etki eden acının, kötü olduğunu zannederler. Bunların hepsi ya­
nılıyorlar. Çünkü varlık, a ncak, liyakatiyle birlikte olduğunda, iyidir ve
yokluk, liyakatten yoksun olduğunda (kötüdür) . Zevkler ve ıacılar da bu­
nun gibtdir. Liyakati bulunmaksızın, va r olan ve van olmayan §ey kötü­
dür. Bu §eylerden hiçbi:risi, rUhani alemlerde hiç bir §eyde mevcut değil­
dir. Çünkü hdçbir kimse , ruhani ve semavi ( alemler) de herhangi bir §e­
yin liyakate zıt olarak vukubulduğunu dü§ünmez. Zira mümkün olan ta­
bii §eyler, tabii olmaları dolayısıyle, liyrukat ile, onlarda korundukların­
da, liyakate zıt olarak vuku bulmazlar, hem de 'İnsan, orada, ira.cti liyakat­
leri (isti'halat) aramaz. Çünkü mümkün olan tabii liyakatler, yıa §ekille,
ya da maddeyledir. Her (hangi, bir) §ey, layik olduğuna ya en yüksek, ya�
en a§ağı, ya da o rta (et·tesavi ) bir derecede (7) layik olur ve ondan aldıkları
da buniıa.rın ötesine geçmez; o taktirde onların hepsi iyidir. O halde iyi, iki
türdür: (a) Birisi, hiçbir kötülüğün, asla, kendisinin zıddı olamadığı;
( b ) diğeri ise , kötUlüklerin, kendisinin zıddı olduğu türdür. Bunun gibi.
ba§langıcı, iradeli b ir fiil olan her tabii şey, bazen iyi, bazen de kötü o!ur .
Biz, burada, iradi olanın asla karı�rr.adığı, s1rf tıaıhii olandan söz etmekte­
yiz.

�·.

[70] Bazıları, nefs:in bütün tutkuları ( avanz)nın yani nefsin sebevi


kısmından ileri gelenlerin kötü! (§er) olduğunu zanne.ttiler. Diğer bazıia­
rı da, yalnız §ehevi ve gazabi melekelerin kötü olduğunu dü§ündüler. Bu­
nunla beraber, diğer bazıları ise, kdcançlık, zulüm, cimrilik, makam a§kı
- 61 -

vb. gibi, kendis.inde psikoloj ik, arzu ve heyecan (el·infiaHit en-nefsaniyye )


bulunm diğer melekeleri de böyle dü�ündüler. (Yukarıdakiler gıi bi) bun­
lar da yanılıyorlar. Çünkü hem iyilikte, hem de kötülükte kullanılmak üze­
re uygun hale getiri�en �ey, ne iyidir, ne de kötüdür. Zira. birisi için, c,
diğerinden daha uygun değildir, ya da hem iyi, he mde kötüdür veya h�ç­
biri değildir. Daha doğrusu, bunların hcpt:i, kendisiyle bedbahtlığın e1de
edildiği ş eyde kullanıldıklarında köti.idürler. Fakat onlar, ken­
disiyle mutluluğun elde edildiği şeyde kullanıldıklarında kötü olmayıp, bi·
lakis hepsi iyidirler.

[71] Gerçekten bazılannın söylediğine göre : Mutluluk (es.sa'ade ) ,


kendisiyle mutluluk elde edilen fiilerin bir karı�ılığı değildir; mutluluk,
öğrenme vasıtasıyle elde edilen hikmetin, bir önceki öğrenmenin bir kar§ı·
lığı olmadığı gibi, kendisiyle mutluluk elde edilmeyen fiillerden terkedil�n­
lerin bir kar�lığı da değildir; yine> mutluluk, eğer insan onu öğrenmerni �,
onu terketmemiş ve onun yerine zahmeti tercih etmemiş olsaydı, insanın
h�lanacağı rahatlığın da bir kar�ılığı değildir; mutluluk, lezzetin, öğrennle
(ta'allum) den meydana gelen bilgiyi takip ettiği taktirde, öğrenmenin bir
kar�ılığı olmadığı, onun, insan, öğrenmeyi tercih edip, rahatlığı terkettiğin
de, insanın çektiği zahmet, güçlük v e acının da bir karşılığı olmadığı; an ­
cak lezzetin, insanın, onun yerine bu diğerini karşılık olarak almak üzere
terkettiği bir ba�ka lezzetin karşılığı olduğu gibi de değildir. Bilakis mut­
luluk, öyle bir amaçtır ki, bu amaca, (bilginin , öğrenim ve tahsdlin ; sa­
natların, bu sanatları öğrenmenin ve onları yapmakta sehat gösterme·
nin bir netices.i olması gibi) , faziletli fiillerle ulaşılır. Bedbahtlık ( eş·§eka­
ve) ise,1 ne faziletli fiilierin terki dçin verilen bir ce·zıadır (8), ne de hata·
lı fiilerin i�lenmesinden dolayı verilen bir karşılıktır.

Bu bakımdan\ eğer herhangi b ir ki�i, bunun mutluluk olduğuna ina­


nır (ll) ve aynı zamanda terkettiğin(:ı karşılığı olarak kabul ettiği şeyin,
terkettiğiyle aynı cinsten olduğunu dü�i.inürse, o ki�.inin fazileti eksiklikle·
re y1akın olacaktır. örneğ:in sadece, terkettiğinin yerine, _terkettiğiyle ay ·
nı cinsten, fakat daha büyük başka bir lezzetle karşılanmak üzere, duyu
lezzetlerini tamamen veya kısmen terkeden mfttedil insan, terkettiği şeyi
terketmeye, kendisinin lezzeti artırma hırsı ve arzusuyla sevkedilir. Aynı
zamanda o, terkettği lezzetin, kendi lezzeti olduğunu, sadece, onun bir
benzerine ve elde edeceği lezzetin hir fazlasına ula�mak için terketmiş ol­
duğunu da dü�ünmelidir. Aksi taktirde ona, kendisinin sahip olmadığı
bir şeyin karşılığı nasıl kar§ılık olarak verilir ? Onun malı terketmtdc
' .

ve (onu) alınamada uyguladığı adaletteki durum da buna benzer; o da ,


- 62 -

sadece, elde edeceği ve onu terkettiği için kendisiyle mükafaatlandırılaca­


ğı şeye ka;qı hırs ve arzudur. O, onu, sıa:dece, terkettiği şeyin yerine, terk
ettiğinden çok daha fazla bir şey ka;zanma ve karşılık olarak alma arzu­
sundan dolayı terk ediyor. Sanki o, ister bizzat kendisin:ln olsun, isterse
bütün insan�ıa.rdan diğer birinln olsun, bütün malın kendisine ait olduğu­
nu, fakat onları bu servetten yoksun bırakma güç ve fırsatına sahipken,
mükafaat yoluyle, çok kere daha fazlasını elde edebilmek amacıyla.. onu
onlara terkettiğini düşünmektedir. Bu, şehir yöneticilerin.:n yıaptıkları şe­
ye bir örnektir. O halde o, adalet ve itidali bizzat iyi oldukları için eld-e
etmediği gibi, kötü ve kusurlu fiillerden terk ettiklenini de, bizzat onların
kötülükleri için terk etmiyor. Çünkü o, çirkindir ve o, ondan nefret ede r.
Onların arasındaki. cesur i nsanın durumu da buna benzer. (lo) O , ken·
dileri için bu geçici (el- acil ) hayatı arzuladığı lezzetleri., aynı cinsten
ve çok daha büyük başka zevklerle mükafaatlandırılmak amacıyla, k:a;y ­
bettiğini ve d aha büyük bir kötülükten korktuğu için de, nefret ettiği
kötülüğe karşı çıktığını düşünür. O, ölüm e karşı çıkmanın da bir kötü­
lük olduğunu düşünür, fakat ondan daha büyük bir kötülükten hala kor
kar. Bu sebepten dolayı,1 görüyorsunuz ki, onların fazilet olduğunu zan­
uettikleri şeyler, alçaklıklar ve aşağılıklar olmaya, fazilet olmaktan dana
yakındırlar. < 1 1 ) Çünkü onların cevher ve tabiatı,. gerçek faziletlerin tabi ­
atı olmadığı gibi,. ona yakın da değildir. Bilakis onlar, eksiklikle'.'
ve aşağılıklar türündendirler.

[721 Faziletli insan, ölümle, sadece ölümden sonııa.ki mutluluğunun


artırılınasına vasıta olan filleri çoğa1 Labilmeyi kaybeder. _ Bu sebepten, o­
nun ölüm hakkındaki endişesi, ölümle kendisine gerçekten çok büyük bir
kötülüğü n ulaşacağını düşünen kişinin endişesi olmadığı gibi, daha önce
kendisine gelmiş olan ve şimdi, ölüm vasıtasıyla, elinden çıkacak olan bü­
yük bi r iyiliği kaybedeceğini düşünen kişinln em.l.işesi de de?-�ldir. Bt1a­
kis o . ölüm vasıtasıyla kendisine hiQbir kötülğün asla ul:a§mayacağını v�
ölümü anına kadar kendisine gelmi� olan iyiliğin kendisiyle beraber oldu­
ğunu ve ölümle kendisinden ayrılı:.� ::ı.ya cağını düşünür. Daha doğrusu ,
onun endişesi, kaybettiği şeyin, kendis-ine gelmektE) olan bir kazanç oldu­
ğunu. fakat o kendisine katılsaydı, daha önce kendisine ulaşmış olan iyiye
eklenen bir fazlalık gibi olıa.cağını düşünen kiş:inin endişesidir ve kaybet ­
tiği şeyin kendisinin sermayesi, olmayıp, ancak hesaplamakta ve ümid et­
mekte olduğu,. bir ·kar olduğunu düşünen kişinin endişesine yakındır. Bu
bakımdan, o asla korkmaz; bilakis mutluluğu artırmasına vasıta olan iyi
fii lleri, gittikçe daha da artırabilmek için, hayatta kalmayı sever.
- 63 -

[73] Farıiletli ins·a n, ölümde acele ·etmemeli; bilakis o, kendisine mut­


luluk veren şeyleri. gittikçe daha da artırabilmek için ve fazileti vasıtasıy­
le şehir halkına dokunan yararını, onların ( şehir halkının) kaybetmeme­
leri için, mümkün olduğu kadar hayatta uzun süre kalmanın yolla­
rını aramalıdır; ancak ö:ümü, şehir halkına, hayatta kalmasında n daha
y;a:rarlı olduğunda, ölüme koşarak gitmelidir. Kendisi istemediği halde,
ölümle kaırşılaşırsa, endişe etmemeli , bilakis faziletli ol�alıdır. Çünkü o,
ölüm hakkında asla endişe etmez, hatta görevini ihmal etmiş bile olsa,
ölüm, ona korkutma:z. Ölüm hakkında, ancak cahil §ehirlerin halkı ve fii­
sık1ar <12) endişe eder. Cahil insanlar, bu dünyanın, ölüm vasıt•asıyle, ge­
ride bıraktıkları iyiliklerinden, yani zevk veren şeyler, servet, mevki veya
diğer cahillik iyiliklerinden,, kaybedeceği şeyler için endi§e ederler. Fasık
insan ise, birisi dünyevi iyiliklerden geride bıraktığı şeylerin kaybı, diğerj
de, ölümüyle mutluluğu kaybedeceğ i düşüncesi olmak üzere, iki sebepte n
dolaıyı ölüm hakkında endişe eder. Bu sonuncusu fasık insanın, cahiller tara­
fından duyulandan daha fazla acı duymasına seb-ep olur. Çünkü cahiller,
ölümle, onu kay;b eceklerini düşündüklefli Için, ölümden sonraki mutlu�uk
h akkında asla hiçihir şey bilmezler. (13) Ancak onlar mutlaka biHrler ve
kaybetmekte olduklarını zannettikleri şeyler için -endşe ve eseften do�ayı
ölümleri esnasında, hayatlarında daha önce yapmış olduk1an <14> şeyler içi n
büyük bir pl§manlıtkla müteessk edilirler ve neticede birçok yönden gam
!;ekerek ölürler.

[74] Faziletli mücahid < 1 5 ) kendisini tehlikeye attığında, bunu, ken­


disinin o fiili vasıtasıyla ölmeyec-eği düşüncesi bulunmaksızın yapmaz; ak­
si halde o, ahmaklık olur; yine o ya�ayıp yaşamayacağını gözönünde bu­
lundurma:ksızın da kendini tehlikeye atmaz; aksi halde, bu dı>. atılganlık
olur. Bilakis o, ölmeyeceği ve kurtul::cağı ihtimalini n bulunduğunu düşü·
nür. Fakat o, ölüm• hakkında endişe etmediği gibi, ölümle karşılaştığında
da endişe etmez; hem de o, arzu ettiğini, tehlikesiz olarak, elde edeceğini
bilerek veya: zannederek kendisini tehlikeye atmaz. Daha doğrusu o biz­
zat tehlikeye girmedikçe istediğini kaybedeceğini ve elde edemiyeceğini
bildiğind-e, kendisini tehEkeye atar ve eğer böyle yaparsa, belki onu ka­
zanacağını veya kendisi ölse de,. yaşasa da, onun bu fiilinde n dolayı şehir
halkını n onu şüphesiz elde 'edeceğini, eğer yaşarsa, kendisinin de bunu
onlarla paylaşacağını, ölürse şehir halkının onu kazanacagını, kendisini n
de, şimdi kendini feda etmiş olduğu için, önceki bu faziletinden dolayı mut­
luluğa ulaşacağını düşünür.
*
**

[75] Faziletli insan öldüğünde veya öldürüldüğünde, onun


-··-- G4 · -

ıçın değil, bilaids onu n §ehirdeki gerekliliği ölçüsünde, § ehir


halkı için yas tutulmalı ve mutluluğunun ö lçüsüne göre, elde ettiği du­
rum için ona gı:bt·a edilmelidir. Aynı zamanda, §ehir halkı yerine kendisi­
ni feda etmesinden ve ölüme gitmesinden dolayı övü1mek, sava§ta öldü­
rülen mücahid e mahsus (bir durum) tur.

[76] Bazı insanlar, hikmet sahibi (hakim) olmayan insanın ancak,


beden ruh (nefs ) su:z halde kalarıa1k, ruhun bedenden ayrılmasıyle - k:i
bu, ölüm halidir - hikmetli hale ge�eceğinl <16) (ha:kim olacağını ) ve eğer
o. ruh bedenden ayrılmadan önce hikmetliyse, ruhun bedenden ayrılma.­
sındıan dolayı hikmetinin artırılacağın ı Jamalanıp mükemmelle§eceğini
veya dahaı mükemmel ve daha tam haie geleceğini düşünürler. Bu sebep­
ten, onlar ölümün bir yetkinlik ( kemal) ve ruhun bedenden ayrılmasının
da, bir zarüret olduğunu düşünürler.

Diğer bazıları da .. kötü insanın, ancak ruhun bedenle hirle§mesi se­


b ebiyle kötü olduğunu ve ondan ayrı' masıyle de iyi hale geleceğini düşü­
nürler. O halde bu insanlar, kendileıı.ini ve rüh (en-nefs ) u öldürmeye <17>
mecbur olaca:k}aırdır. Bu sebepten, bundan sonra, şöyle demek zorunda
kalırlar: <�Biz, yüc Allah melekler ve Allah'ın velileri ( evliya) <18) tara
fından idare ediliriz ve bizzat kendinıiz ne ruhu (bedenle) birleştirme, ne
de ayırma gücüne sahibiz . Bu bakımdan, onları Birleştiren'in ayırmasını
beklemeliyiz ve onları ayırma görevini üzerimize almamalıyız. (19) Çünkü
bizi idare edenler, işlerimizi en iyi şekilde bib'ırler>>.

Diğer bazıları da di.işünüyorlar ki : Ruh ve bedenin ayrılması, yer ve


anlam b akımından bir ayrılık değildir; beden telef olup, ruh baki veya
ruh telef olup, beden ruhtan yoksun olarak baki kalamaz; bilıaik:is ruh
(nefs) un ayrılması demek, onun, varlığını devam ettirmesi için, bedenin;
kendisinin maddesi olmasına ve fiilierinin herhangi biris'ınj yıaparken ya
cisim olan bir aleti (bedenin bir organını) ya daı elsimdeki herhangi bir
kuvveti (bedenin herhangi bir melekesini) kullanmaya asla muhtaç olma­
ması demektiq çünkü bu şeylerden herhangi !birisine muhtaç olmaya de­
vam ettiği müddetçe ayrılnu§ olamaz. Bu, •ancak, insana özgü olan ruh
(nefs ) , yani nazari akıl için olur. Çünkü o, bu duruma ulaştığında, ister
beden beslenen ve hisseden bir canlıya ait olsun, isterse onun, beslenme
ve hi:ssetme kaıbiliyeti daha önce batıl olmuş olsun, o, bedenden ayrılır.
Çünkü o, fiillerinin he,rhanıgi birisinde, artık his ve taihayyüle muhtaç ol­
madığında, o, zaten ahiret hayatına ulaşmıştır ve o zaman (onun) , lik
Prensip 'in mahiyeti (zatı) hakkındaki tasavvuru daha mükemmel olur;
zira akıl, bir anaJoji veya bir misal yoluyla O'nu tasavvur etmeye ihtiyaç
duymaksızın, İlk Prensip'in ma:h iyetini yaıkalar; İnsana özgü olan ruh, bu
duruma ancak, kendi fiilierini yaparken, cismani kuvvetin ve onun fi ilie ri ­
nin yardımını i stemeye, önceden olan ihtiyacı vasıtasıy1ıa ulaşır. İşte bu ,
orada, insanın Rabbım göreceği ve O'nu görmede aidatılmayacağı (2o)
ahirit hayatıdır.

•••

[77] Herne anlamda olursa olsun, vaırlığı terkip ve bi rleşme (t'elif)


olan her şey, varlık bakımından ekı.:iktir. Çünkü bu terıkib i ste r sayısal
olsun, ·isterse madde ve suretin birleşmesi veya diğer herhangi bir tür
birleşme (teırkib) olsun, varlık, devamı için kendisin i oluştura n şeyelere
muhtıaıçtır.

[78] Eğ er bir şey başkasını yaparsa (yef'ale) , bu, onun, zarfiri olarak,
o şeyden aynimaması yani o şeyin onun için gerekli olması (en-yelzeme )
(veya onun, o şeyden' çıkması) demektir ve başkasının bir şey tarafından
yapılması, onun, o şey tarafından gerektirilmesi ( lüzum) dir. Yapılan bu
şey, zarfiri olarak, o şeyden ayrılmadığında (yani o şey,. onun için gerek1i
o ld uğunda) . o şey, onun faili olur ...- � bir şeyin faili kendisinden o ş eyin
zarfiri olarali çıktığı [veya kendisinden dolayı, o şeyin gerekli ( lazım) ol­
duğu] şeydir. Başkası kendisi tarafından yapılan şey, hareket etmedil{çe
o nun, ondan zarfiri o la rak çıkamadığı (veya onun, ondan dolayı
gerekli olması mümkün olmayan) şeydir. O, hareketiyle. (orada)
tek başına iş yaptığı bir durum meydan a getire n veya önce s ahi p olduğu
şeye eklenen başka bir durum meydana getiren h erşeyi -ihtiva eder.
O halde, o, ikind. (durumun) bi.rin c iyle birleş mesiyle , o şeyi yapar ve o
şeyi yapan, bu ikisinin toplamı olur. O, ıancak, önce, (ona) başka birş ey
eklenmeksizin (onunla) iş yapmada kendisi için yetersizlik bulunan bir
şeyde olur ve ancak hareket ettirilınek suretiyle başkasını yapan, kendi­
sinin zaruri neticesi olma durumunnda bulunan ıb a�aı ıbir şeyin, kendisi­
nin zaruri neticesi olması ; kendisinden meydana gelme durumunda bulu ­
nan ş eyin, kendisinden meydana gelmesi ve yapılm a durumunda bulunan
ş eyin, yapılması için, cevherinde bir i htiyaç ve yetersizlik durumu içeri­
Srindedir. O talkdirde, b aşkasını yapmak için, cevherinde ve varlığında ye­
terli olan her şey, hareket ettiri1mesiyle, asla yaptığını yapama z ve ken­
disinden zarfiri olarak meydana gelen şey de •zaruri olarak çıkamaz.

[79] Herhangi bir şeyin faili , belirli bir zamanda k endisinin o şeyi
yapmasının, i� veya en iyi, ya da en iyi olmadığım veya kötü olduğunu
bilir. Onun, onu yapmasını geciktiren şey, onun onu yapmasına engeldir ve
- 66 -

eğer o, bu şeyi o zamandaı yaparsa, onun vukubulacağını dü�ündüğü ve


bildiği başarısızlıık, onun, onu yapmasın önleyen engeldir. O, o zamanki
başarısızlığın ve daha sonraki başarının sebebinin ne olduğunu bilmelidir.
Eğe r başansızlığın herhangi bir sebebi yoksa, onun yokluğu, varlığına.
tercih edilmez. O halde o ni çin vuku bulmadı ? Bununla b eraber, yapan
(es-sani ), o zaman onu yapmasında vuku bulan başarıstz1ığı giderecek
güce sahip midir veya değil midir? Eğer o, bu güce sahipse, o zaman, onun
vuku bulması, Vuku bulmamasma t ercih edilmez ve herhangi bir zaman­
da bu şeyin var olması da yapıcısı için imkansız değildir. Fakat eğer o, bu
başarısızlığı giderecek güce sahip olmazsaı, o zaman başarsızlığın sebebi
daha kuvvetlidir ve yapıcı, bu şeyin mutlak a kendisinin olması için, ken­
di:sıinde tam yeterliliğe sahip değildir ve aynı zamanda fiilinde bi r zıtlık
ve ona bir engel vardır. O taktirde, her halükarda o, bu fiili t�amamlamak
için tek başına yeterli değildir; bilakis o, başarısızlığın sebebinin bulun­
maması ve başarısınn sebebinin hazr bulunınasdır. Çünkü eğer o, bizzat,
başarının yegane sebebi olsaydı, bu fiilin başarısının, zamanında ertelenme­
mesi, bilakis herikisinin de beraberce vuku bulması gerekirdi. Bu bakım ­
dan fall, kendisinden bir şeyin meydana gelmesinde tek başına bizzat ye ­
terli olduğunda,, bundan, bu şeyin var:ığının failin varlığından daha son­ ,

ra olmaması neticesi çıkar.

[80] Bir insanın, (a) birisi, terdh edilmesi veya kaçınılması gere­
ken fiiller husunda ayırdı etme mükemmelliğine ( 2 1 ) sahip olması. diğeri
. .

( b ) ise, ayırd etme mükemmeHiğiyle fa·rkına vardığı her şeyin en üstü-


nünü kullanması olmak üzere, kendisinde iki şey birleşti ( rildi ) ğinde akıl­
lı ( el-'akıl) olduğu ve aklı kullandı�ı (y'akılu ) söylenir. Çünkü o, ayırd
etme mükemmel1ine sahip oldu,ğunda ve kötü ve aşağı olanı, incelediği ve
gözetiediği şeyde kul� andığında, onun, alay eden, alda:tıa1n veya ayartan ol­
duğu söylenir. Bazen bizim, «ihmal c�tiği şeyi, artık dikkate almıştıı>> sö­
zümüz yerine, «falan kişi, şimdi artık akla sahiptir» sözümüz kullanılır ve
o, «kendisine hitap eden şahsın imaısının işaret ettiği şeyi anlamıştıı» veya
«Zihninde bırakılan bir etkiye sahip o1muştur» sözümüz yerine de kulla­
nılır. Bazen b iz, «düşünülen şeyler (makfilat) ona tasvir edilmiş ve onun
zihninde tesir bırakmıştır» anlammda «a, aklı kullanmıştıı>> deri:z. Yin�
b iz, «O akıllıdlf>> deriz; bu sözümüıle de, «düşünülen şeyler ( m'akfilat) in
onun zihnine ulaşmış olduğunu», yıa'Ili «Onun, düşünülen şeyleri bildiğini->
kastederiz. Çünkü burada <<O, aklı kullaır» sözüyle, «O, biliı>> s,özü; «akıllı•>
( el.'akıl ) kelimesiyle, <<bilen» (ali m ) keHmesi ve «düşünülen şeyler
(m'akfilat)» ile <<bilinen şeyler (m'alfimat) » arasında hiçbir fark yoktur.
Aristo'nun görüşüne göre, arneli hikmete sahip olan kişi, icabında fazilet­
le i lgili fiillerden yapılma1sı gerekeni ortaya çıkarmada düşünce mükem-
- G7 -

melliğine sahip olan kişidir; <22) ki o zaman, o, aynı zamanda ahlaki fazilet­
te de üstün olur. <23)

Bunun akıl tarafından gerektirileceği veya akıl tarafından inkar edi­


leceğini söylemek suretiyle, cedlecilerin, kastettikleri şeye gelince, onlar,
herkesin görüşünde, ilk bakışta iyice bilinen şeyi kastederler. Çünkü her­
keste veya çoğu kişide müşterek olan «ilk bakış» (badi er-r'ay) 'a onlar
akıl adını verirler.

[8 1 ] Bazı kişiler, lik Sebep 'in ,. zatı dışında, heı:ıhangi bir şeyi aklet ­
mediğini veya bilmediğini söylerler. Bazıları da, aklın bütün külli objeleri
(M'akfilat-ı külliye) 'nin O 'nun için hep birden hazır olduğunu; O'nun,
onları zamana bağlı olmaksızın, bütün olarak, bildiğini ve aklettiğini ve
oniann hepsinin O 'nun tarafından, eze1iyetten ebediyete kadar, devamlı ,
bil - fiil bilinerek, O'nun zatında toplandığını ileri sürerler.

D:ğer bazıları da , m'alddat O 'nun için hazır bulunmakla birlikte,


O 'nun, duyular tarafından idrak edilen cüz'i v·arlıkları ( cüz'iyyat )
da bildiğini, tasavvur ettiğini ve onların O'nda irz bıraktığım; şim­
di var olmayan, fakat gelecekte var olacak şeyleri, geçmişte var
olup. şu anda artık yok olanları ve şimdi var olanları tasav­
vur ettiğini ve bildiğini ileri sürdüler. Onl,ar burada şu sonuca varır·
lar : Doğruluk, yalan ve biribirini nakzeden itikadlar, onun bütün düşün­
dük�eri (m'akfiHlt)ne göre, sıra halinde b:rbirlerini takip eder; düşündü­
ğü nesneler (m'akfilat) sonsuzdur ve onlardan olumlu (mficib) olanlar
olumsuz (salib) hale gelir ve yine, başka Ib ir zamanda, olumsuz olanlar da
olumlu hale gelir; geçmişteki sonsuz, şeyleri bilir; öyle ki, onun (geçmiş­
te) b ildiğinin : gelecekte olacağı, şimdi var olduğu ve olmuş olduğu , son­
Ta, o andan önceki sonsuz zamanlarda, (yani farzedilen zamanda) var ol­
ma-sı ve daha sonra, sonsuz zamanlarda, onun m'alfimatı, başka hir za­
manda, bu aynı şeylerden büdiklerine1 göre farklı şekillerde bilmesi de o
bildikleri a ı:ıasındadır. Bunun için verilecek bir örnek ne demek istediği..
mi gösterecektir. Hermes C!4) veya İskender (:.!5) zamanını örnek olarak
alalım. O, İskender zamanına nisbetle «ŞU ana» daha yakın, olan, şimdiki
zamanda, İskender zama<nında var olduğunu bildiği şeyin olacağını birçok
yıllar önce biliyordu. Ö yleyse bundan sonra, onun olmuş olduğunu O, baş­
ka bir zamanda da bilir. Zira O, İskender zamanında olan o şey,i, bu zamarı­
dıa, ilmin üç haliyle üç zamanda var olarak bilirt yani O, onun olacağını
İskender zamanından önce bilir; yine O' onun şimdi mevcut (hadıirı) oldu­
ğunu bizzat İskender zamanında da bHir ve ondan sonra da, onun olmuş
olduğunui şimdi bittiğ.ini ve geçtiğini bilir. Sonra sayılarl.nın çokluğuna'
- 68 -

durumlarının farklılığına rağmen, tek tek zıa1manların, yılların, ayların


veya günlerin durumu tetkik edildiğinde de durum buna benızer;, yJne şa­
hısların ve onların herbirinde meydana gelen ard arda değişikliklerin du­
rumu da böyledir. Örneğin Onun, Zeyd(26>in, kendi velilerine itaatlı ve
yararlı olan,. Allah'ın bir velisi olduğunu bilmesi, daha sonra da onu, veli­
lerine itaatsız ve zararlı olan, Allah'ın bir d�manı olarak bilmesi gib i , . .
Ve yine, çeşitli yerlerin durumları , yerle i lgili cisimelerin hareketleıli ve
birinin diğerine geçmesi için de durum böyledi r . . . Bu g.ö rüşün taraftar­
ları, çirkine, nefret edilen fiiliere sığınırlar <7:ı) ; bu durumun çirkinliği
ve bundan zaruri olarak doğan alimin nefsindeiri çeşitli değişmeler, olay ­
ların birbirini izlemesi vb. ile birlikte . büyük kötülüklerin nedeni olan
yanlı§ fikirler. işte bundan doğar.

*
••

[82] <28) Yüce Al1aıh'ın, yaratıklarına inayeti hakkında, birçok kişi


tarafından farklı inançlar benimsenir. Bazıları, bir sultanın, tebeasmdan
herhangi birini n i şini bizzat idare etmeksizin,. onunla ortağının veya eşi­
nin arasmda v•asıta olmaksızın, (!!9) bu görev için, yaru onu üzerin e alacak,
ifa edecek, onun hakkında hak ve adaleti gerektiren şey( yapacalı;: birini
tayin etmek suretiyle, (30) halkım ve on1an n refahını düşündüğü gibi ,
O ' nun da yaratıklarına ihtimam gösterdiğini iddia ederler (31> .

Diğer bazıları da, O , yaratıklarının fiililerinin her b i risinde, onların


tek tek idaresi (tedbir ) ni , onları doğruya yöneltıneyi üstıenmedikçe ve ya­
ııaıtıklarından heııbirisini diğerlerinin inayetine terkettikçe bunun yeterli
o lmad1ğını düşünürler. Aksi takdirde, bunlar, O 'nun kilinat (el-halika) ı
yönetmesinde (fi-tedbirllii ) ortakları ve yardımcıları olurlardı . Halbuki.
O'nun ortak ve yardımcılar.a ihtiyacı yoktur (32) .

Bütün bunlardan O 'nun, eksik, ayıp, çirkin birçok füllerden, hata


yapan kimsenin hatasından ve fahiş ( utandırıcı) söz ve işlerden sorumlu
olacağı sonucu çıkar; yaratıklanndan herhang·i birisi, onun velileri'nden
birine saldrmaya: niyet ettiğinde - ki bu, delil göstermek suretiyle ger­
çek bir sözüm iptalidir - O, onun yardımcısıdır veı onu sevketme ve ona
yol gösteırmeden sorumludur; bu adam zina, katı, hırsızlık yoluna sap­
tırılabili r v e ç ocukların, ayyaş ve delilerin fillerinden daha çir�in olanla­
rına yöneltilebilir. Bu durumda., eğer onlar, onu, O 'nun yönettiğini ve bazı
§Cylerde ona yardım ettiğini inkar ederlerse, onların bütün doktrini inkar
etmeleri gerekir. Böyle prensipler, yanlış fikriere yol açar ve kötü ve fa­
hi§ yollar (mezalıib ) ın sebepleridir .

•••
-- 69 --

[83] Mut!aık anlamdıa yöneti m (es-siyaı>e) , d�ger yönetim tipleri'"'


(esııafu's-siyase) nıln bir cinsi değildir. Fakat esasla r ( z�vat ) ında ve ma­
hiyetler (tabai') inde ihtilaf bulunduğu halde, kendileıinde ittifak edilen
birçok �eyler için bir çeşit ortak isimdi:r . Faziletli yönetim ile, diğer
cahil yönetim tipleri arasında ortak bir şey yoktur.

•••

[84] Faziletli yönetim, onunla, hükümdar (es-sails) 'ın, ondan ba§ka­


sıyla elde edebilmesi mümkün olmayanı bir tür fazileti - yani nsan tara,­
fından elde edilebilecek e n yüksek fazileti - elde edeceği yönetimdiır.
Yönetilenler ( el-me'sfisO.n) dünyevil hayatlarmda ve ahiret hayatında, on­
dan başkasıyle elde edilebilmesi mümkün olmayıan famletleri onunla elde
ederler. Onların dünyevi h ayatına gelince, onların bedenleri, tek tek tabi­
atların sahip olması mümkün olan en üstün ş ekilde, nefsleri de, tek tek
nefsler için ve ahlret hayatında mutluluğun sebebi olan fruziletler
arasında elde ed�lmesi onların gücü dahilinde olan için, mümkün olan en
üstü n durumda olur . Onların yaşayi§l da, başkalarının sıaihip o�duğu bü­
tün hayat ve yaşayış türlerinin en güzeli ve en hoş olanı olur.

•••

[85] Cahil (halkın) başkanlar ( nı ) dan ( ruesa' ) birinin fiilleııinin, di­


ğer tipierin katılma:sı olmaksızın, saf bir cahil devlet (sıiyase) tipini ge.
rektirmesi ihtimal dışı ve imkansızdır. Çünkü onların herbirisinin fiille­
ri , bilgiden ve elde edilen sanattan değil, ancak kendilerinin za n, flkir v�
nefslerini n tahriklerinde n meydana gelir. Bu bakımdan mevcut olan yö .
netimler ancak bu cahil yönetimler ( es-siyase ) 'den veya çınların çoğundan
oluşan ( mumtezice ) yönetimlerdir.

•••

[86] E:skiler. sadece bu cahil yönetimleri (es-siyasat el-cahiiliyye)


tesbit ettiler.Çünkü hernekadar cahil yönetimlerden mevcut olanlar, ge­
nellikle birleştirilmiş ( mürekkeb ) yönetimlerse d e , ilim ancak genel ka­
nunları ihtivıa: ve tesbit eder. Zira tek tek yönetimlerin mahiye ti (et-tab')·
n i bilen kişi, mevcut yönetimi oluşturan unsurlardan {min·terkibiha ) bul­
duğuna ve daha ö nce her tür basit yönetimin mahiyeti konusunda bildi­
ğine göre, onun haldnnda karar vererek, mevcut yönetim (es-siyase) i ve
uıu oluşturan unsurları belirlemeye ve bilmeye muktedir olur. Hitabet,
- 70 -

safsata., cedel ve ş�ir.. sanatı gibi bütün ilmi ve arneli §eyler için de durum
buna benzer. Çünkü sadece delil (burhan) kulllandığını dü�ünerek ve
Z3n�ıederek, onlar hakkında bilgisi olmaksızın, onlarla b!zzat meşgul oran
ki�in\n, genellikle, de!ili farklı �ekillerde karı�ık kullandığı �örülür.

[87] Cahil yönetim (es-'siyase ) 'tiplerinin herbi:risi, çeşitli ve çok


farklı tipleri i·çerir. Bunlardıa:n bazısı oldukça kötü, bazısının zararı az (33)
ve bazı ki�ilere gör·e, yararı çoktur. Çünkü yönetimJel'in durumu ve nefs­
lerle münasebeti, mevsdmler (el-ezman ) in durumları ve onların, çeşitli
ıni:z açlara sah:p bcdeı::l�rle münasübetler i g:bidir. Bazı b edenlerin, mizaç
ve durum bakımından, son baharda; bazılarının da yaz mevsiminde iyi
o�ması; bununla beraber, diğer bazılarının, kendileri i·Ç'in, kışı, en ıyı
ve en uygun bulması ve yine bazılarının da, durumlarını, gerçekten ilk­
baharda iyi bulması tıpkı bunun gibidir. Nefslerin durumu ve yönetimler­
le münasebeti d e buna: benzer. Bununla beraber, bedenle ri oluşturan te­
mel unsurlar (usftl) , durumlar (hey'at) ın ve hayat tarzları (es-siyer) nın
esasları (usftl) ndan daha çok sınırlı olma eğilmindedirler. Çünkü durum -
lar ve hayat tarzları, sonsuz olma eğiliminde o1an ve bazıları tesadüfi olan
iradeli ve tabii şeylerden olu�turlurlar ve çeşitli h ayat tarzıarına sahip
olan insanlardan çoğu, onu bilmeksizin bedbaht (eş·şeka') tırlar; halbuki
hastalar ve kötü mizaçiara sahip o1a:n kişiler, durumlarını araştıran kişi·
ler kadar, onun farkmda olmayı, hemen hemen hiç ba�aramazlar.

[88] Yıazma sanatı (sana'atu'I-Iritabe ) 'nın, kullanıldığı sanatlara ve


onu kullananlara göreı değiştiği g;bi, tercübeye dayanan kuvvet tipleri de
kullanıldıkları değiışik yerlere, ilg:ili olduğu sana:t lara ve onu kullananara
göre deği�ir. Durum böyle olunca, faziletli §ehirlerin yönetiminde (34 ) ,
heriki türden kullanılanlar, gerçekten çok üstündürler. Tecrübeye day::ı­
nan kuvvete gelince, arneli Mkmete sahip olan kişi, kendisi faziletli ida­
rede (es·siyase) eğitilirken, onu ilk reisin huzurundaık� g eli�me ve fıaali­
yetinde kullanır. Ö yle ki, ondan, faziletli i dareye yararlı olan çok asil bir
_
kuvvet meydana gelir ve sonunda, bu, onun bil-fiil idaresi (ru'asa) haline
ge�inceye kadar, o, kendisinde kuvve halinde f,a,ziletli yönetim ihtiva eden
kişinin ş-aıhsında bir yönetim (er-ru'asa) e ulaşır. En asıil (eşref) ya:zma
türü, ilk reisin ve faziletli sultanın hizmetinde kullanılandır; fakat o, asil­
lik ve üstünlük bakımından, ilk reisin kullandığı tecrübe_ye dayanan kuv·
vet (el-kuvve et·tecribiyye) in altındadır. Tecrübeye dayanan kuvvetin ke-
- ll -

sinlikle asil olanı, yazma sanatının asil ( eş-şerif) olanından daha üstün·
dür .
Tecrübeye dayanan kuvve t , cahil yönetimlerin en aşağısmda, yani
tahakküme (zorbalığa) dayanan idare (siyasetü't-tağa.llüb ) de <35) kulla­
nıldığında, o, diğe r yerlerdekinden daha aşağı ve daha kötüdür. Yine bu ­
nun gibi , tahakküme (zorbalığa ) dayalı hayat tarzları (seyyir et·tağal­
lüb ) nda kullanılan yazma sanatı da, diğer idare ve sanatlarda kullanılan di ­
ğer yazma; türlednden daha kötü ve daha aşağıdır. En aşağı kişilerin kul­
landığı ya:zma sanatı da, tahakkümün. hizmetinde kullanıla n yazma'dan
daha şereflidir. Tıpkı faziletli sultanın ve faziletli yönetimin hizmetinde
kullanılan yıa;zma'nın şerefinin, şehirde kullanılan diğer yazma tiplerinin
şerefinden daha üstün olduğu gibi, tahakkümün hizmetinde kullanılan yaz­
ma'nın aşağılığL zararı, kötülüğünü n çoğalmas:ıı v e belası da, diğer yazm:ı.
tiplerininkinden daha: büyüktür; yine aynı şekilde tecrübeye dayanan kuv­
vet,arneli hilemete sahip kişi ve ilk reis tarafından kulla�ııldığında, onun
şerefini n' onun kullandığı yazma ( el-kitabe ) 'nı n şerefinden daha üstün
olduğu gibi, (tecrübi kuvvet) tahakküm sah�bi kişi (zorba) (el -müteğallib )
tarafında n kul1a:nıldığında, ( onun aşağılığı) da, onun tarafından kulla­
nılan yazma'nın aşağılığından daha aşağıdır. Genellikle; faziletli yönetim
(er-ruase el-fadıla ) de kullanıldığında, kendi türünden (olup ta) kendisin­
den aşağıda olandan daha üstün olan her şeref tahakküme (zo rbalığa) da­
yalı yönetim (es-si.yase et-teğallübiye ) de kullanıldığında, aşağı v e zararlı·
dır ve kendi türünden olan diğerlerine nazaran aşağlığı ve zararlılığı daha
da ıa:rtar. İ nsanın asil olmasına vasıta olan, iyi insanlarda bütün iyiliklerin
sebebi ( ki bu, gerçekten çok şerefli ve üstündür) , fakat kötü bir insanda
bütün kötülük ve bozukluklar (fesad ) ın sebehi olan ( iylyi, kötüden) ayırd.
etme ( et·temyiz ) vb. gibi bütün psikoloj.ik yetiler (el-kuvye en-nefsaniyye )
de buna benzer. Bu şeyler, tahakkümle yöneten (zorba) b ir sultan (me­
liki'l-müteğallib ) da bulunduğunda, çok kere,. yönetmeyen kişilerde (kötü­
lüklere) sebep olan kötülüklerin bir sebebidir. Bu sebepten, eskiler, kötü
bir amaç doğrultusunda. yararlı olan şeyin ortaya çıkarıla;bUmesine vasıta
olan fikri meleke( el-kuve el-fikriyye)ye (36) f�kri fazilet adını vermediler;
fakat onu aldatma, hile ve desis e gibi diğer isimlerle adlandırdılar. İrade­
ye dayanan iyiliklerin enbüyüğü olan bu insani şeyler ve sanatlar, tahak­
küme (zorbalığa) dayanan devlet(ınedinetü't-tağallübiyYe ) te (Zorba şe­
hirde) kötülük�erin veya afetierin ve dünyada vuku bulan afetierin sebep­
leri olmaya müsaittirler. Bu sebepten faziletli bir kişinin b ozuk idareler·
( es-siyase el·faside ) de <37) kalması haramdır ve eğer kendi zamanında
bU-fiil m evcutsa, faziletli şehirlere hicret etmes,� gerekir. (38) Eğer bun­
lar (faziletli şehirler) yoksa, o zaman faziletli kişi, bu dünyada yabancıdır
ve yaşantısı sefil (radi') dir; d olayısıyle , bu kişi için ölüm, hayattan daha
iyidir. ,.,<;;,
--- 72 -

[39] (3V) Bu bölüm ( fasl) , fe:sefede nazari kısmın yararları ve bunun ,


birkaç yönden, anıeli kısım için gerekliliği hakkındadır. Bunlardan birisi,
bir işin, ancak i nsıanın, a slında öyle olmadığı ·halde, fazilet zannedilen fa·
ziletleri <40) doğru olarak b ildiğ1nde ve kendisi için belli bir durum (hey'c)
ve liyakat (ist'ihalat ) meydana gelip, onların hepsini yerli yerine koyup
(enzele) , . . . . . . olan hakkını ve varlık mertebelerindeki derecelerini tayln
edip. tercih edilmesi gerekeni seçip, kaçınılması gerekenden de kaçınınca­
ya kadar, gerçek fıaziletli fiil�ere kends.ini alıştırdığında, doğru (savab )
ve bir fazilet olmasıdır. Bu, insan, neticede gerçek saadetin bilgisine ula­
şmcaya kadar, tecrübeden ve bilginin deli l (burhan ) ile mükemmelleşmeı­
sinden ve bir terUb ve nizarn içerisinde, tabii ilimiere uyan ve onlardan
sonra gelen ile tabii ilimlerdeki mükemmellikte n sıonna ancak meydana
gelen ve tamamlanan bir durumdur. O, herhangi bir zamanda, başka bir
şey için değil, bizzat kendisi için i stenen bir şeydir.

Nazari ve fikri fazUetler, (41) bazen, arneli fazilet ve arneli sanaıtların


meydana gelmesi için bir sebep ve başlangıç (mabde') olur. Bütün bunlar,
ancak düşünce (en-nazar) yle temasta b ulunmak ve bir dereceden diğer
bir dereceye, bir yeııden diğer bir yere geçmek suretiyle meydana gelir.
Çünkü nazari felsefeyi öğrenmek isteyen kişi, (önce) sayılardan başlar;
sonra daha büyüklüklere (a'zam) geçer; daha sonra da, Perspek­
tifler ( el-manazır), hareket eden büyük gök cisimleri ve mO.sıki gtbi. zo­
runlu olarak sa:yıların ve büyüklükler (a'zam) in aid olduğu iliğer şeyle..
re ; ağırlıklara ve ( mekan�ık) düzenlere (el-:hıyal) geçer. Bunlar, madde­
si2 olarak anlaşdan ve tasavvur edilen şeylerdir. O kişi, semavi cisıhnlerre
gelinceye kadar, <42) aniaşılmak ve tasavvur edilmek için. maddeye muh­
taç olan §eylerde azar azar ilerler. Bundan sonra o, madde haline gelmek­
sizin, anlaşılması zor veya imkansız olan şeyleri kullanmasına yardımcı
olması için, «ne>�, «ne i!e» ve «nasıl» dışında kalan diğer ilkeler (el!.ımeba­
bi ' ) in başlangıcına <43) ulaşır ve daha sonra, <<UC>� dışında hiçbir varlık il­
kesi bulunmayan cins ile, türleri için dört prensip bulunan cins arasında
orta bir yere <44) ulaşır. Orada , o kişi için,. bir sıra halinde, tabii prensip­
ler ortaya çıkar ve o varlığın prensiplerine gelinceye kadar tabii varlıkları
ve onlara ait olan matematik prensipleri (mebadi' et-teaJi m ) tam olarak
araştırır. Onun varbk prensiplerinden elde ettiği şey, kendisi için, bir b asa.
mak ve öğretim (t'alim) prensipleri h aline gelir ve onu11: elde etmiş oldu­
ğu varlık prensipleri, sadece,. iki şey ınünasebetiyle öğretim prensipleri
olur . . .

Sonra o. tabii dsimlerin varlığının sebeplerinin ilimlerine ve onla�


rın zatlarının, cevherlerinin ve sebeplerinin aııa§tırmasına geçer. S emavi
cisimlere, nefs-! natıka'ya ve faal akla ulaştığında, o yine diğer bir dere-
- 73 -

ceye geçer <45) ve onların varlığının prensiplerinin tetki'k!i, onu, tabii


olmayan prensipleri tetkik etmeye zorlar. Onun, bu üçüncü dereceki var­
lıgın sebeplerinden elde etmiş olduğu, şey, yine, varlık bakımından, tabii
olandan daha mükemmel olan bu variıklar için pedagojik ilkeler ( rneba­
di' t'alimiyye) haline gelir. Böylece o, yine, .a:raştırma ve öğretim düzenin­
de, iki ilim, yani tabii (fiziki) şeylerin ilm: ve tabiat (flztk) - ötestnde­
kiler (metafizik va rlıklar ) in ilmi arasında orta bir yere geçer. O, aynı za­
manda, onların, var edilmelerine s ebep olan, prensiplerini; insanın var e•­
dilmesine sebep olan amaç ve mükemmelliği d e tetkik eder ve insanda ve
dünyada bulunan tabii prensiplerin, insanın, kendisine ulaşmasından do­
layı (veya ulaşmak için) var edildiği yetkinliğe erişmesine vasıta olmada
yetersilz olduklarını ve insanın, orada, o yetkinliğe doğru hızla ilerleyebil­
mesine vasıta olan, akli prensipiere muhtaç olduğunu bilir.

Böylece insan artık (·orada ) saadete ulaştıgı bir nazari i lim mevkii
(menzile ) ne ve derecesine yakınlaşmıştır. Nazar, onu; bu prensiplerden
hiçbirisine sahip olamayan; f·a:kat İlk Varlık ve daha önce bahsedilmiş olan
bütün varlık1arın İlk Prensib i olan; (46) (onların) varlığının, onun ile
bihi) , ondan dolayı ( 'anhu) ve onun için (lebft) olduğu;_ hiçbir kusuru
olmayan tarzlarda, daha doğrusu, bir şeyin, v·a:.rlıklara ilke o lduğu en mü­
kemmel tarzda b ulunan bir varlığa ulaşıncaya kadar, he�iki yönde ilerleı­
tir. (Buna bağlı olanak) , ona, e n uzak sebepleriyle (birlikte) , varlıkların
bilgisi hasıl olur ve bu, varlıklardaki ilahi görünüş ( en-nazar) tür. O.. aynı
zamand a, insanın var edilmesine sebep olan amacı, yan i insanın ulaşması
gereken mükemmelli,ği v2 insanın bu yetkinliğe ulaşmas�na vasıta o�an
bütün şeyleri devamlı araştırmaktadır. O taktirde. o, arneli kısma geçe­
bihr ve onun yapması gereken şeye ulaşması ve yapması mümkündür.

Tercih edilmesi veya kaçınılması gerekenin her ayrı noktasını değer­


lendirmeye (doğru ) sevkeden bir vahy ile kendisine arneli kısım verilen
kişiye gelince, <47) ki o, farklı bir tarz (nahv) dır ve onların herikisine de
«alim» adı verilirse, «İ1ill1>> ismi_ tabii mm salıib i Için ve mümkinattan
olaca·k şeyleri (kehanetle ) haber veren kahin için ortak bir ad olduğu
gibi, onların herikisi için de ortaktır. Zira kahin, bütün bireysel mümkün­
leri hilecek güce sahip değildir; çünkü mümkün şeylerin sayısı sonsuzdur
ve b!lginin, sonsuz sayıdaki şeyleri kuşatması düşünülemez. (Kahin, an­
cak, kendi zihninde veya ona soru soran kişinin zihninde vuku bulan müm­
kün şeyin ibilgisini açıklama gücüne sahiptir) . Çünkü mümkün olan şeyin
bilgisi, mümkünün tabiatma ( mahiyetine) zıt bir bilgidir. Bu bakımdan
kahin, mümkünün tabiatının bilgisine sahip değildir. Bi1ırkis mümkünün
tabiatının bilgisine,. ancak, tabii iılim sahibi sahiptir. Bu_ sebepten, her.
ikisinin bilgisi de aynı cevıh erden d2ğilcHr; bilakis bu ikisi, blribifine zıt-
- 74 -

tırlar. Nazari ilmi tamamlamı§ oLan kişinin ve nazari ilmin herhangi bir
bi:gisine sahip o lmaksızın, bi:r veya daıha faızla şehir ha�ının fiilierinin
takdir e dilmesi kendisine· vahyedilm:§ kişinin durumu da buna benzer. Na·
zari ilirnde tam olduğu halde, kendisine bir vahy gönderilmiş olan kişiyle ,
nazari ilirnde tam olmadığı halde, kendis,ine bir vahy gönderilmiş olan kı;;&i a·
rasında aslında ne bir ili§ki, ne de bir ittifak vardır; bilakis bu ittifak
sadece sözdedir.

[90] <48) F�kri fazilet, (49) bir kişinin, ortak bir zaruret halinde, bir
veya daha fazla millet, ya da bi:ı� şehrin ortaklaşa sahip olduğu faziletli
bir ama,ç için en yararlı olanı, mükemmelce ortaya kıoyma gücüne sahip
olmasına vasıta olan fa;zilettir. Onun bir türü, kısa sürelerde değişen şey,
kendisiyle ortaya çıkarılandır ve bu, milletiere veya tek bir mi·llete, ya
da bir şehre zaman zaman gelen şeylerin vuku bulması sırasında: cüz'i,
geçici türlerden yönetim gücü adını alır. Kötü bir amaç için en yararlı o­
lan şey, kendisiyle ortaya çıkarılan fikri melekeye gelince; bu, fikri fazilet
değildir.

[91] Bedenler arasında:, ya miza,çları, ya bünyeleri (h·alkıha) , ya


adetleri veya özel durumları, ya da in::: anların geçimlerini kazanmalarına
vasıta olan sanatlar vıb . leri sebebiyle, kendi:l erinde bütün sağlık türleri­
nin mümkün olmaıdığı b azı bedenler - ki bu, çoğu b edenierin durumu,.
dur - bulunduğu; ve yerler arasmda da, sakinlerinrn, sağlık türlerin­
den sadece ibirazını kazanabilmelerinin mümkün olduğu bazı yerler bu­
lunduğu giıbi, nefslerde de aynı durum sözkıonusudur; çünkü onlarda, fa­
ziletleri veya çoğu faziletleri kazanmalarını i mkansızlaştıran bir şey var­
dır ve o, fazi:letlerden, ancak çok az birşey.i gerçekleştir�bilir. Nefsinin ta�o
bia.t ve cevheri, faziletleri kabul etmeyecek şeki1de olan kişinin faziletle­
rini mükemmelleştirmek. faziletli idareci (es-ıSais el- fad'ıl) nin ve İlk Reis'·
in görevi değildir. O'nun amacı, nefsleri, sadece, mümkün olduğu kadıaır,
bunlara benzer (hale) ve o şehir halkının yararıy1a uyuşan bir fazilet
noktasına getirmektir. Tıpkı bunun gi:b i, faziletli doktorun görevi de, du­
rumu. daha önce anlattığımız gibi olan, bedenleri, sağlığın en mükemmel
seviyeleri ( menazil) ne ve en yüksek derecelerine ulaştırmak değildir. On··
ları sadece, sağlık b akımından, mümkün o lduğu kadar, kendi taıbiat ve
cevherleriyle ve nefsin fiilleriyle uyumlu bir h ale getirmek onun görevi­
dir. Çünkü beden, nefs (ruh) için, nefs ise son mükemmellik, yani fazilet
olan mutluluk < 50) içindir. O halde nefs, hikmet ve fazilet içindir.
- 75 -

[92] ( 3 1 > Hiçbir insan,. ilk andan itibaren mükemmelliği haiz olara:\:
var olmaya (yaratılmış olmaya) müsait değildir, (52) ki, onda asla ayrılık
bulunmasın ve herhangi bir tarafa m eyletmeksizin veya hir zıddın diğeri­
ne üstünlüğü sözkonusu olmaksızın, onun bütün fiilleri, hayat tarzı ve ah­
lMd özeilkleri adalet ve insafa uygun o1sun. O, (be§eri) yaradılış ( el-fıt·
ra) , (bir bedende ) birle�me ( et.t'elif) nin. toplanma ( el-icti:ına') ya (bera­
berliğe ) z<jrladığı zıtlardan meydana getiri! diği ( masnft') içindir; eğe r
onun tabii özellikleri ayırılsa ve eşitleştirilseydt, hiçbir uyum var olmaz­
dı; zira onlar çok f,arklı, çok zıt ve ayrıdırlar ve ( onların) zorla birleşme­
lerine rağmen, çok az veya biraz f1a,zla bk gerilim (münafere) , yaratılışta
denge (i'tidal) eksikliğine kolayca sebep olabilir. Unsurları arasındak ge­
rilim daha az olan herhangi bir yaratılış (fıtra) , dengeye daha yakın ve
bunun aksi ise, dengeden daha uzaktır. O halde (tabii) huy ( el-hulk) , ta.
biatların zıtlık (et-tenafür) ve dengesindeki eşit zıtlık ve denge oranına
b:a,ğlıdır.

[93] C33) Biz iki: tür insamn varlığı kanısındayı� : Birisi. Aristo'nun
tabii ilim, mantık, teoloji, siyasi felsefe ( el-medeniyye) ve matematik
( et.te'alim) hakkındaki bütün kitaplannda bulunanın hepsini bilir n
onun bütün fiilieri veya çoğu fiilleri. herkesin görüşüne . göre. ilk bakış­
ta ( 54) iyi ( cemil) olana zıttır; h erne kadar b1!rinci kişinin bildiği ilimle­
ri bilmese de, diğer kişinin fiille:rinin hepsi, herkese göre ilk bakışta
iyi olana uygundur. Öyleyse bu ikinci kişi. filozof olmaya, fiillerinin hepsi,
herkesin görüşüne göre, ilk bakışta, iyi olana zıt olan biriinci kişiden daha
yakındır ve birinci kişinin sah�b o�duğu şeye sahip olma;ya, birinci kişi­
nin, ikincinin sahip olduğu §eye sahip olmasından çok daha muktedirdir.
Felsefe, ilk bakışta ve gerçekte, bir insan için, nazari ilimierin vuku bul­
ması (bir insanın nazari ilimiere sahip olması) ve onun bütün fiillerinin,
genel görüş ve gerçeğe göre. ilk ba!:ı§ta, iyi olana uymasıdır. Eğer bir in�
san, bütün fiilieri genel görüşe göre ilk bakışta, iyi olana uygun olmaksı­
zın, kendisini nazari ilimiere hasrederse, kendisinin yerleşmiş Meti. ken..
disinin, herkesin ortak fikrine: göre ilk bakışta, iyi olana uygun olan fül­
leri yapmasına engel olur. Bu sebepten, onun adetinin, fiillerinin, ger­
çekten iyi olana uygun olmasına engel olması daha muhtemeldir. Alışkan·
lık haline geUrdiği fiilleıi henkesin müşterek düşüncesine göre, ilk bakış..
ta, iyi olana uygun olan kişinin adeti, onu ne nazari ilimlevi öğrenmek­
ten, ne oo fiillerini, gerçekten iyi olana uygun gelmekten alıkoyacaktır.
Çünkü iH{ bakış (badi er-r'ay ) , onun, iLk bakışta eleştirilmemiş görüş o­
lanı yapmaktan çok, gerçekten iyi olanı ve yapılması zarü.ri olanı yapması-
- 76 -

nı gerekli kılar. �r!,;ek görü§, tenkit edilmiş ve tenkitten sonr·a destek•


lenmiş olan görüştür. İlk bakış, eleştiriimiş olan görüşün, ilk bakıştan da­
ha doğru olmasını gerektirir.

[94] (55) Fazilet için toplanmış (ict�ma) bir toplulukta hiçbir ayrı­
lık ve uyuşmazlık vuku buLmaz. Çünkü faziletin amacı birdir, yani ba�ka
bir şey için değill bizzat kendisi i!,;in istenilen iyi.'dir. Bu ikisinin arzu ve
amacı. sadece, aslında iyi olan amaca yönelik olduğu için;, ona götürea
yollarıı da1, bizzat o şey için olan sevgileri de birdir. Onlar, amaçları bir
olduğu sürece, asla ayrılığa düşmezler. Anla§mazlık, sadece arzuların fark­
lılığından ve amaçların zıtlığından dolayı vuku bulur. O zaman� birleşme
(el-ictim'a ) yi imkansız kılan davranış ortaya çıkar; çünkü herbirisi, ayrı
bir amaç ve ayrı bir yola sahiptir. Bunlar, b enzerleri de dahil� <56) zararlı
ve kötüdürler; ilk amaç gibi, gerçeği arama� saadete ulaşma. ilim ve fazi­
letli şeyleri� sevgisi üzerinde ilk birleşme gibi iyi değildirler. İkinci . bir­
leşme (el-idim'a ) , ticaret ve ticari işlerde kazanç ve karşıhklı yardım içi�
yani ·zararlı ve kötü bir ( şey için) birleşmedir; çünkü birleşenlerde n ve
ortaklardan herbJrisi, diğerininkinden daha çok şeye sahip olmak için, diğe­
rinin payını gaspetmek ister; bunun gibi diğeri de, birincinin aynısını arzu
eder ve ona inanır; işte o zaman ayrılık başlar. llık ikisl ne kendileri dı­
şında bir şey için, ne de başka herhangi birinde ihtiyaç hissettikleri bir
şey için birleşmişlerdir ve ne de diğer herhangi biriyle bir birleşme• bağı
mevcuttur. Tıpkı, amaçları farklı olduğu sürece, diğer ikisi arasında hiç­
bir birleşme zuhur etmediği gibi, amaçları bir olduğu süreceı, onlar ara­
smda da hiçbir ayrılık meydana gelmez. Yine. gerçek (el-hak ) , herşeyde
aranan ıamaç olduğu ve iyi ve fazilet de ona benzed!ği içi n , geı:ıçeği arayan­
laı:i, kendi amaçlarını anladılar. onu bildilerı ve o hususta ayrılığa düşme­
diler. Geı:ıçek ve fazilet o�mayan şey yürünebilecek bir yol değildi·r ve bir
insan onun üzerinde yürüdüğünde, yolunu sapıtır ve şaşırır. Başkalıarı.o,
onların amacını anlamaz; amaçlarının farklılığından dolayi da aniaşa­
mazlar ve hernekadar ondan haberdar olmasalar da, amaçlarına götürme­
yen bir yolda yürürler. Çünkü:, yeteniz kalsa btle. gerçeği arama, nefste
(bulunan) tabii (bir özellik) dir; eğer onların herbirisinden gerçek ve bil­
ginin faziletini kabul etmesini isteseydiniz kendi noksanlığından ve ken­
disinde b ulunan ihtiraslardan do1ayı. (onu ) kullanmamış bile olsa�, ( onu)
bilerek, onu kabul edeceğini görmüyor musunuz ?

[95] <57) Dikkatsiz insan (ğafH) ın ve dikkatsizlik tasıayan (gafil gö­


rünen) insan (müteğafil) ın elde e ttiği sonuç ( mahsül) aynıdır. Çünkü dik-
- 77 -

katsizHk, dikkatsiz insanı, başarısız1ığa (fesada) götürü! ve dikkatsizlik


taslam a (teğafül) da, ona meyleden ki§i, (el-müteğafil) yi başarısızlığa sü­
rükler; böylece bu iki kişi, ba§arısız olan bu sonuçta birle§ir:er. Dikkat­
sizlik tasıayan kişi, gerekeni yapmadığında, farkmda olmadığı şeyi bilme­
s�, kendisine yarar sağlamadığı gi1b i, gerektiği gibi hareket etmediğinde,
b ilmedigi şeyin farkında o lmayışı da dik1katsiz insana zarar vermez. Çün­
kü onların herkisi, bu yakınlık ( el.idafe) ta birlc,� i rLJr; ilim ve cahillik­
te ayrılırlar.
N O T L AR

(1) --«Hikmetli sözler» (aphorisnıs), Arapça fusftl («bölümler>>, sec­


tions) kelimesiyle k arşılanmıştır. Arapça'da fasl («bölüm») , (bö­
lüm başlarında) başta yazılır. Aynı kelime, bilhassa da­
ha önceki devirlerde, birçok Arapça kitabın başlıklarında görüı­
lür. Razi ( Muhammed b. Zekeriya er-Razi) 'nin e l-F usftl fl't-Tıh
adlı eseri ve Maymonides ( Müsa b. Meymfın el-Kurtubi) 'in aynı
başlıklı bir eseri örnek alarak gösttrilebilir. Bu iki duruma göre,
Hipokrat'a atfedilen «hikmetli sözler» ( aphorism) (fusül) şüp­
hesiz aynı başlığı ima eder. Bu, Arapça'da sadece (el-Fusftl ola­
rak kullanışlıydı (Fihrist, nşr. Flügel, 288 ) . Razi ve Meymün'un
bu eserleri, Latince'ye kendi yazarlarının Aphorisnı'.i («hikmet­
H sözleri») olarak geçti (Brockelmann; Geschichte der arabischen
Litteratur, I, 232,234) . Suhalde ! hoş bir sesle söylenen bir başlık
elde etmeyi düşünmek bir yana; buradaki tercüme de ve b':lş
sayfada, yani <<hikmetli sözler>> ( aphorisms) de tereddüt etme­
memiz gerekir. Bkz. Giri§ 4 (a) .

I. B Ö L Ü M

(2) -takdir eder (estimates) veya <<Ölçer>>. Krş. [17],, [89].

(3) - siyasi sanatın amacı, harfi harfine if·ade edersek, <<Siyasi &anatta­
ki amaÇ>> demektr. Krş. [22] . <'Sehirdeki amaç» = <<Şehrin amacı».

(4) -Sehirliler ( citizens) kelimesi, burada, medeni (devlet adamları )


kelimesinden ziyade, medeniyin (medeni 'nin çoğulu) kelimesinin
tabii tercümesi olarak görünüyor. Yani medenr kelimesi, Yunan-
ca . . . . . . . . . . . . . . . kelimesine k arşılık olduğu kadar, . . . . . . . . . . . . . . .
kelimesinin de k·arşılığıdır.

(5) -Onlan ( yani faziletleri) yerle§tinnek için u:stalık, Bu metne göre,


«Onlar>>dan maksat, aşağılıkla r olmalıdır, k i bu doğru olmaz. lb ­
ranice nüshada bu durum açıktır : «O iyi işlerin yerleştirilmesi va
tesisi için ustalık ( maharet)» vs.

( 6 ) -Nefsin (rfthuıı) (esas ) Paırçaları ve melek eleri be§tir. Krş. Aristo,


Eth, Nic. I, 13 ( 1 102 a-b) . Farabi, faziletn akli ve ahlaki olarak
ikiye Bölümünü (Krş. [7] ve takip eden bölümler), ;kendisinin da-
- 79 -

ha iileri götürdüğü, melekelerin bölümlenmesine dayandırmada Aris·


to'ya uyar (Aıisto, loe. cit., akıldışı unsur içerisinde, sadece b esleyici
ve iştah açıcıyı ayırt eder) . Yine krş. Medinetü'l-Fadılah, 34-6; Siya·
seh, 43. Burada Farwbi'nin, nisbeten uzun süre, tartışma gerektir­
miyen , besleyici melekeden bahsetmesi,. şüphesiz, ilgisini çeken şey­
den vaz geçmey.L istemeyişinden dolayıdır.
w. Bu ter­
( 7 ) - Eğ'er organ et ise, (o, bu besin vasıtasıyle ) et haline gelir
cüme gerekli görünüyor; (b! en ya..o;;ira, heriki el!-yazmasında da
açıkça görülmektedir) , fakat <<eğer organ et ise, bu besin et haline
gelil'>> şeklindeki tercüme, o bağlam içeri'sinde dah� tabii olur. Çün­
kü Farabi, az önceki metinde, belirli bir besin türünün, hazmedildi­
ğhıde, onun1a beslenen «organ>> gibi olduğunu söylemiştir. Onun
dikkati, şimdi kendisinin, alınmış olan besinden �olayı olduğunu
söylediği «UZUV»a, yani organ veya vücudun bi'r parçasına yönelmi�
görünüyor. Şüphesiz. bu, Onun bahsetmek istediği sürecin bir açık­
lamasıdır; fakat görüş açısı, bir dereceye kadar beceriksiz bir şekilde
değiştirilmiştir.

(8,9) - işlenen (sindir!Jen) ; işleyen (hazırlayan) veya <<pişirilen>> pişiren>>,

( 1 0 ) - beslenen bedene ulaşmcaya kadar. Herikl el yazmasında da böyledir.


Fakat biz, <<beslenen organ» ifadesini de muhtemel görüyoruz.

( l l ) - o, kısmen almeli, kısmen de nazaridir. Krş. Medinetü'LFadılah, 47 .


Bu ayırım, Aristo'ya aittir. Krş. Eth. Nic. VI, ! ( 1 1 � 9 a) , orada, rt1-
hun (nefsin) rasyonel kısmının yeniden bölünmüş bu iki parçası,
Sir David Ross tıarafmdıan «the scientific» ve «the calculative» ola-
rak tercüme edilen . . . . . . . . . . . . . . . ve . . . . . . . . . . . . . . . lerdir. Fakat bu.
paralellik, burada, Farabi ile, genellikle Arapça'da kullamşlı ol­
madığı düşünülen Politics deki bir pasaj arasında daha yakındır.
Orada (Pol. VII, 14... l O = 1333 a) akıl ( , . . . . . . . . . . . . . . . . , ) , burada-
ki gibi:. pratik ve teorik veya spekülatif (nazari) Ölarak i'kiye bö-
lünür . ( , . . . . . . . . . . . . . , ) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ın Arapça karşılığı (na·
zari ) , başka yerlerde «Spekülatif» kelimesiyle karşıiandığı halde bu­
rada, «teorik» kelimesiyle karşılanmıştır. - Aynı ayırım, Tenbih 'ata
SebU es-Sa'adeh 'de tekrar ortaya çıkar (ki bunun için Giriş 3'e bak ) ,
Hayderabad neşri, 1346 A.H., 20: sarat sına'at el-felsefeh sınfeyn
. . . . . . . . . en-nazariyeh . . . . . . . . . ve'l-'ameliyeh.
( 12 ) - Faziletler alılaki ve akli o�mak üzere iki �eşiUfr. J5:rş. Aristo, Eth.
NCe. , IL I ( 1 103 a ) . Takip eden fusül (8-ol9) ahlaki, fazilet v e gü­
nahlarla ilgilidir. Akli faziletler ve günahlar [30]-[49]'larda ele
alınır.
- �----

- 80 -

( 13) - bir fazilet veya aşağılık durumianna mütemayil olması. Belki «du­
rumlal'>> yerine «fiiller>> demek doğrudur ve böyle okunmalıdır . Her­
halükitrda, ef'al veya ahval fadılalı ifadesindeki, fadılalı kelimesi ,
bir sıfat değil, bağımsız bir tamlayandır.

( 14)- Doğuştan bütün faziletiere tamamen hazır bulunan bir ki§�nin var
olması zor ve uzak bir ihtimald i r. Kr�. [92] .

( 15) - Eskiler, bu adama ilahi insan adını verd�ler; halbuki onlar, bunun
karşıtma hi�bir isim vermemişlerdir; bununla beraber bazen ona
«vah§i hayvan>-> adını vermi§Ierdir. «İlahi insan>>ın ve «Vah�i hayvan»­
ın zıddı, daha sonra Avempace ( Ibn Bacce) 'de, Tedbir el:-Mütevah­
hid'de görülür; n�r . Asin Palacios ( Madrid-Granada, 1946) . 16-17,
Kr� . D. M. Dunlop, «lbn Bajjah's Rule of the Solitary», Journal of
the Royal Asiatic Sociaty ( 1945) , 72 , orada aynı Arapça keli;me kul­
lanılır. Aristo'daki bu muhtemel kaynağa, daha önce zaten atıf ya­
pılmı�tır; Giriş, 4 ( c ) . Vah�i hayvan ve Tanrı'yle ilgili ifadeler,
Aristo'nun me�hur sözünde (Pol. ı, 2, 14 = 1253 a) de �u �ekildedir:
Cemiyette ya�ama.ya muktedir olaınıya n veya kendi kendine yeterli
olduğu için hiçbir �eye ihtiyacı olmayan ki�i biri, ya da diğeri. ol­
malıdır.

( 16) - iıkincisi.ne gerınce, ( eğer o var olsaydı) , hi�bir zaman ne bir § ehri
yönetirdi , ne de oııa hizmet ederdt vs. B'nin okunmasına uyulmu�­
tur. Farabi, �ehri yöneten kral (sultan) ile hizmet eden devlet ada­
mı arasmda az önce ayırım yapmı�tı; uygun olan bir �ey varsa. o da,
Onun bu ayırımı devam ettirmesidir. O, başka yerde de, bu ikisi11i
bir tutar. Fakat Onun görü� noktası, çok az değişir, Krş. [3], <�devlet
adamı siyasi sanatıyle ve sultan sultanlık sanatıyle>>, orada bu ö:zJ­
de�le�tirme tam değildir.

(17) Bu fasl'da tartı�ılan bu ayırım, Aristo'nun bahsettiği nefsine hakim


ki�i ( . . . . . . . . . . . . . . . . . . ) ile, mütedil ki� i ( . . . . . . . . . . . . . . . . . . ) arasın�
daki ayırımın aynısıdır. Bk . , Eth., Nk VIt 2 = 1 14.6 a.

( 18 ) - 0, iyi fnler; yapar, fakat onları yapa.rJı:en eziyet çeker. <�Cl çek­
me>> (ta'azza) kelimesinin kar�ılığı olarak kullanılan aynı kelime,
cahil dervletlerle ilgili fiilleri yapmaya zorlanan faziletli ki�i hak­
kında da kullanılır,. Medinetü'l-Fadılah, Dieterici ne�ri, 68.

( 19 ) - fatziletli kişi pratik olarak = mutedil ki�i, daha a�ağıda gelen kısım­
lada kr� . Farabi, hikmete ilaveten, faziletierin mütedillik, adalet ve
cesaret �eklindeki Platonik s ınıflandırmasına uyar. Bu, bu kitapta
hiçbir yerde açıkça görülmez; fakat krş. [71].
- sı -

(20) Orta ( olma) doktrini, §Üphesiz, Aristo'ya aittir. (Kr§. bilhassa, Eth .
Nic., IL 6, 7 ) Bu bölümdeki örneklerin çoğu, zaten Aristo'da vardır,
loc. cit. Farabt bu doktrini ba§ka yerde de kia:bul eder. Bk- Kitab
et-Tenbih 'ala Sebil es.Se'adeh (Hyderabad, 1 346 A. H.) , 1 1-12 ve
14. Son zikredilen parçada , buradaki aynı örneklerin birçoğu verilir.
(21 ) � yiyecek ve ila�lardaki mfttedtı ve ortanın durumu da buna benzer vs .
Kr§. Tenbih 'ala Sebil es- Sa'adeh, 1 0, orada tı:bbi kar§ıla§tırma ya�-<
pılır-
(.22 ) - obje, Arapça.'da ellezi ileyhi'l-fil, krş . Tenbrh, İbid, men ileyhi'l-fi'l,
bunun hemen pe§inden men minhu'l-fi'l, yan fail gelir.
(23) - fülin §artları, eı.ıeşya' el-mutife hi'l-fi'I. Aynı ifade [26] da gelir.
Kr§. Tenbih, 10, el-ahval el'-mutifeh b:ha ( yani el-ef'al ) .
( 24 ) ı- yün ve kıl ( dan) . . . meskenler. Tabiidir ki, Farabi. bedevilerin ça ­
dırlarını dü§ünmü§ olmalıdır. Bununla beraber. onun ifade ettiğ,i
gibJ, bunlar, eski yazarLar tarafından hemen hemen hiç tasvir edil ­
mez.
( 2 5 ) Farabi, «mal ve ma1-:sahiibh> ili§kisini ilave etmek! suretiyle, Aristo'­
nun efendi ve köle, koca ve karı� anne-ibab a ve çocuk olıarak aileyı
olu§turanların ili§kileriyle ilgili görü§ünü (PoI. L 3 = 1253 b ) ge­
ni§letir. Bryson'un Oikonomikos'unun Arapça nüshası, servet ( mal)
ten, hizmetçiler, e§ ve çocuklarla birlikte ev halkın!n gereklerinden
biri olarak söz eder ( kr§. Martin Plessne�. Der Oikonomikos des
Neu.pythagoraers Bryson, (Heidelberg, 1928, 214) ; fakat Farabi'nin
bu eseri gördüğünü b ilmiyoruz. Farabi'deki gibi, aynı bu dört tür
analiz daha sonra, yani onüçüncü asırda Nasır ed�Din Tüsi'nin
Ahlak-'I Nasiri sinde görülür (Plessner, op. cit. 60 ) .
'

(26) - Şehir bazen «zarurb vs. Kq . , I:flatun, Cumhuriyet, II, 369· D : . . . . . •

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . Burada, <<Zarüri şehir ( el- Medinetü'z•-Zarür!lyye


ideal şehre ( el..!Medinetü'l-Fadılah ) tamamen tezat teşkil eder gibi
görünüyor; fakat bu , sadece görünü§tedir. Farabi, en azından üç sı­
nıf devleti , yani «cahil» §ehri (el-Medinetü'l-Cahiliyyeh ) ; S�yase'ye
göre, 57. elt-Medinetü'l-Cahileh, Krş. Medinetü'l-Fadılah, 71, el-Me­
netül'- Cahileh) ; «fasık» §ehri ( el-Medinetü'l-Fasıkah ) ve «Sapık·>
veya <<kandırılmış» §ehri ( el-Medinetüd'-Dalleh; Dieteri ci' nin Medi­
netü'l-Fadlla'ya ilişkin metnindeki, 61 ve 63 , ed·Darreh, Onun varı­
yanUar listesinde, 'S . XIII'de düzeltilen bir hatadır) ideal şehre zıt
olarak te!akki etti (Bk. Medinetü't-Fadılah, n§r· · Dieterici, 61 - 3 ;
Kitabu's-Si·yasetü'l-Medeniyye, Hyderabad neşri ., 57-74) . Bunlardan
başlıcaları, yani «Cahil» §ehir, gerçek iyiyi bilmeksizin, onun yerine
(onu zannederek) yanlış şeyi ko,yar; <<fasık» §ehir, gerçek iyiyi bilir,
- 82 -

f a�at ona uymaz; <<Sapık» şehir, bozuk bir görüşe sahiptir. «Cahil>>
şehrin, e n önemli şehir olduğu ve diğerlerinden farklı olarak, birçok
fıa:rklı tipler ihtiva ettiği, ( kitapta) ona tahsis edilen nisbeten olduk­
ça geniş yerden açıkça anlaşılmaktadır (Krş. [87] ) . Medinetü'l-Fa­
dılah'da ( Dieterici neşri , 63 ) , Farabi, pek önemli olmayan dördüncü
bir s ınıftan, yani eskiden doğ : :ı düşüneeye sahip olup, fakat sonra
onu terketmiş ol.an «değiştirilmiş» şehirden, Medinetü'l-Mübeddele'­
den (keza, Ibid, ·611 eli-Medinetü'l-Mütebeddeleh) b ahseder, FusiU'de,
bu dört ve üçüncü sınıf (şehir) le, yani «Medinetü'd-Dalle» i le ilgili
hiçbir iz yüktur, fakat «Medinetü'l-Fasıkah>>nın varlığı, [73] 'de zım­
nen ifade edilir. Diğer taraftan, birkaç tip «Cahil» şehirde n sözedilir
veya açıkça gösterilir (Krş. [28], [73] ve notlarla birlikte [ 88 ] ) ;
bununla beraber sınıflama gösterilmez. Bu bakımdan, Farabi, [25]
de, faziletli şehre zıt olarak <<Medinetü'd-Darüriyye>>den sözettiğin:­
de, O, başka yerde açtklana.n teorisine göre, ideal şehre zıt olan birı­
çok şehi r çe şidinin sadece birini - birincisi, Krş. 'Medinetü'l-Fadılah,
62 ; Siyaseh, 58, - tanıtıyor . Bütün bunlara, [88] 'deki genel <�büzuk
idareler» (Siyasetü'l-Fasideh ) terimi açıkça uygulanabilir ve biz
şüphesiz, Fusitl'deki farklı tip şehirlerle ilgili müHihazaların ima
eden karekterinde eski tarihin diğer bir belirtisini göreceğiz. KI'§ .
Giriş, 4 (a) .

( 2 7 ) - zevk veren §eylerdeıı yararlanma . . . zenginlik . . . herikisinin birleş.�­


mi. Kı-ş. [28] .

(28) - son yetkinlik Krş. [91].

(29) ,.. ger!;ek adalet olmayıp., ancak adalete benzemediği halde sadece
·
ona
benzeyen bir �ey . Krş. [71] 'in,sonu, [89].

(30) - mutluluğu, kendisi.ne ana hedef yapması gerekir. Krş . Medinetü'l­


Fadılah, 47 ve buradaki [27].

( 3 1 ) - Bazılal'ı. sultanlık ve şehir yönet.�mindeki amaç ve maksadın, büyük­


lük, şeref ve hükmetme olduğunu düşünürlev, vs. Bu, aslında , Fa,.
r§..b i'ye göre, «cahil» şehir tiplerinden biri olan «şerefli» şehrin (Me­
dinetü'l-Kerameh) hükümdarlarının bir nitelendirilişi. Krş. Medi­
netü'lr-Fadılah, 62 ; Siyaseh, 59 ( orada el-Medinetü'l-Keramiyeh} ve
Eflatun'un fikrine göre. şeref ve azametin halörn olduğu devleti-:-�
(tiınocracy} karşılığıdır. Bununla beraber, diğer bir «cahil>> §ehi r
türünün, yani «ZO�ba>> (ta:hakküme dayanan) şehir (J.Ued.inetü't-Te­
ğallüb, Medinetül'-Fadıla, 62; el-Medinetü'�Teğallübiyye, Siyaseh,
58; Siyaseh 64'e göre. Medinetü't-Teğallüb ) in ba§lıca karekteristJği
olan tahakküm (ğalebeh ) , burada bahsedilir; o, sadece bir raslan�
- 83 -

tıd1r ve hiçbir kanşıklık ihtimal i yoktur. ( <<ZOrba>> şehir veJıa yö­


netim için, krş. [88] . )

( 32 ) - Onlardan bazıl?.lr! bu . . . . . kcmlilednce iyıi: kabul ed1en §CY"'


nm.1 ca .
lere kavuşturmak suretiyle ula§tdar . . . Bunlar, rcislerlıı en ü:stü­
nüdürler. F arabi, Eflatun'a uyarak, «şerefli>> şehri veya şeref ve aza­
metin hakim olduğu şehri (�fmocracy) , «Cahil» devletlerin en iyisi
olarak ka;b ul etti (Siyaseh, 63) ve O, burada, onun liderleri için,
( 54 ) 'de aristokrasinin önderleri için kullanılana benzer bir ifade
kulLanır. Krş., keza, Siyaseiı, 62 .

( 33 )•· Sadece soya bakılarak . . . Krş . • Siyaseh, 61 .

( 34 ) - Diğerleri, onu, şehir halkını zer.lamak suretiyle elde etmeye çalı§tr,


vs. Bu, «Zorba>> şehrin hükümdarlarına uygun bir harekettir. (Krş.
Siyaseh, 64) . Ve bu fikir, F arabi'nin, şeref aşkı aşın olduğunda, ( ya ·
ni en iyi olan şehir doğrudan doğruya en kötü hal e geldiğinde, krş.
biri hariç en son not ve [88] ) «Şerefli» şehir, <<Zorba,> şehri haline
gelir, şekli ndeki görüşüne uyar.

(35) - Bununlaberaber, diğer şehir yönetiCiilert, §Chirlerl yönetmedeki


amacın zenginlik o lduğunu düşünürler, vs. Burada Farabi, kendi teo­
risine göre, diğer bir <<cahil» ş ehir tipi olan ve Yunan Oligarşi·sine
tekahül eden «Değlştirilmiş» şehrin ( Dieterici bunu eJ..il\ledinetü'l-
Baddaleh olarak tercüme eder, l\iad. Fad., 62 (Verwechslungsstaat ) ;
Medinetü'n-Nezaleh, yani «alçak ( rezil) » şehir, S iyaseh, 58. 59 doğ­
ru olması muhtemel g�bi görünüyor) hükümdarlarını karakterize
eder.

( 36) - Şehir halkının kanunları. Heriki yazma da böyledir; fakat belki <<§eh­
_
rin kanunları» doğrudur; yukarıdakiyle karşılaştır.

(37)- adi lideırlik ehli, yani ehl·i hasasetü'l}ıiıyaseh. Krş., F arabi , llisa' el­
Ulftm, O sman Emin neşri. Kahire 1 350/ 1931, 65 ( = Gonzalez Palen­
cia neşri, 2 . bak., Madrid• Grana'da, 1 953, 94) : fe'in kanet teltemisu
el-yesar sununiyet r'asetü'l-hisseh. Bu atfı kendisine borçlu oldu­
ğum, Dr. S . M nan, bana, Paris elyazmasmdıaı Aristo'nun Rhetorlc . . ' .

nin ( 1365 b 30) Medinetü ( Siyasetü ) 'l-Hisseh olarak tercüme edil­


diğini söyler. Başka yerde (krş., gelecek not) , aşağılık, başka bir şe­
hir tipine atfedilir ve bu, bir karışıklık ortaya çıkarır.
( 38) - Diğer şehir yönet�cilerc� §ehir yonet:ırıjndeki
amacın zevk veren
.
§eylerden yararlanmak olduğunu dü§ünürler Bu, <·'adi ve sefil» şehir
( Medinetü'l-Hisseh ve'l-Şekvah, Medinetü'l·Fadılah, 62; krş Siyaseh,
.•

58·9, el-Müdün, el-Medinetü'l-Hasiseh) hükümdarlarının karekterls-


- 84 ·-

tiği ve bir cephesine göre, Grek demokrasisinin Farabi tarafından


belirlenen bir karşılığı ( eşiti) dir. Onun başka yerde geliştirilen teo­
risine göre, O, özel b ir «Cahil» şehir tipidir.

(39 ) - Sultan, sultanlık maha,retiyle suıtandır, vs . Zaten Giri§ 4 (b) 'de söz
edilmiş olduğu gibi, bu, Eflatun'un Politicus'undaki, 259 B, meşhur
bir fikri tekrar eder : . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . � . . . .. . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . «Öyleyse, krallık sanatının veya biliminin


sahibi, ister gerçekten güçlü olsun , isterse sadece · özel bir şehirli
statüsüne sahip olsun, O'nun bu sanatla ilgili bilgisi, şartları her ne
olursa olsun, O'nu bu ünvana layik görüyor diye, O, haklı olaııak mü­
kemmel adını alacak mıdır? Evet , O, şüphesiz o isme layıktır» (J. B .
Skemp'in tercümesi. Plato's Statesman, Londra, 1952, s. 125, biraz
değiştirilmiştir) Krş., Tahsil, 46-

( 40) Farabi, zaten daha önce ( [7] ) akll ( intellectual ) faziletierin geçici
b ir listesini vermiş,ti . Şimdi daha geniş bir sınıf içerisinde, spekü­
latif (nazari) , reflektif (fikri) faziletleri birbirinden ayırmıştır.
(Krş-, [89], [90] ) . Bundan sonra gelen fusül, akli faziletleri tefer­
ruatıyla ele alır; önce nazari (spekülatif) (311-4) , sonra fikri fıazi­
letler (35-41 ) . Eth . Nic., VI, 3•-JI ile mukayese edilehllir.

(41 ) - Nazari düşünen kısım . . ve fik' ;1 düşünen kısım, vs Krş . , [6] . Oradq,
.

fikri, arneli'nin bir parçasıdır. (yani bir a ltbölümüdür) , ( subdivl­


sion) .

( 42 ) -ameli htkmet. Arapça ta'akkul 'akl'dan ayırdedilmelidir; fakat o ,


«akılll>> ( «intelligence») yı karşılamaya uygun olmayacak ve 'akl için
akıl ( «intellect» karşılığını koruyacaktr. Kullanıldığı parçalardan
anlaşılacağı gibi, Fusül'da ta'akkul'un anlamı, başka yerdeki gibi ,
ne akıldır, ne de <<anlama fiili»dir; fakat Gerekçe . . . . . . . . . . . . kelime-
si. Sir David Ross tarafından «ameli hikmet>> olarak tercüme edildi,
ki, burada o kabul edilmiştir. Diğer taııaftan, 'akl ( kelimesi ) , her
yerde, akıl ( «intellect») olarak, bazen de akıllı («intelligence») ola­
rak tercüme edilmiştir- Bu kökün beşinci şekli _ 'yi karşılamak . . . . .

için fevkalade tercih edilir. (0, harfi harfine, «kendini akıllı yap­
mak, aklını göstermek» demektir) .

(43 ) - ilk prensipler (evaH) Bunlar, açıkça önceki fasl'da bahsedilen «pren­
sipler» (mebadi ) 'in aynısıdır. Aslında orada bu a yırım zaten yapılır.

( 44) Varlığın hiyerarşisi ile ilgili bu tanımın ciddi lirikliği c''ıkkate şayan-
- 85 -

dır. Krş., [89], orada buı sUbjektif yön ele alınır ( daha aşağı bilgi
dereceleri vasıtasıyla en yükseğe çıkış ) .
( 45) Onların va:rlığı hakkında kesinlik, vs. Krş . [32] .
·

( 46 ) - ·anlam, <<Ş ö.3Y»de n b i r ya1ın ş elcil olan §ey'i,yye Kr�., A. M . Goichon,


Lexique de la langue philosophhique d'Ibn Sina (Avicenne ) , Paris,
1 938 , 172. Fakat bellki, sebebiyeh, yani «nedensellik» ima eden, lb­
ranicesinin okunınası tercih e dilebilir.

(47 ) - Veya : <<Ve diğer nedenlerin, nedenseiliklerini ondan nasıl kazandık·


larıni>>. Krş ., lbrani varyantlar.

(48) · Gücümüz dahiEndeki bireysel şeylerde, tercth edilmesi veya ka�ınıl·


ması. Krş . , [50 ] . «Tercih edilmesi ve kaçınılması gereken mümkün
şeyler». «Gücümüz dahilindeki» ifadesi burada, harfi harfine tercU­
me edildiğinde, «Onların fiili (yapılması ) bize aittir>> anlamına ge;­
len, Arapça fa'luha ileyna ifadesinin yerini tutar; Krş . , [54] ve haza
ileyhi en yüdebbire, «yönetilmesi bu adam içindir (bu adama aittir ) •>.
Bu, [ 1 7]' deki ifadeden, yani <<fiili n kendisine yöneldiği kişi, fiilin
kendsine yöneldiği şey» yani fiilin objesi anlamına gelen, ellezi
ileyhi'l-fi'l ifadesinden oldukça farklıdır.

( 49) - Arneli hikmet, ta'akkul. [30]'la ilgili nota b k.


( 5 0 ) - mükemmel dü�ünme, cevdet er-reviye, Krş., Tenbih, 1 6.

( 5 1 ) - birşeyi, sağlığa yararlı değilken yararlı tasavvur ederler, vs. Harfi


harfine tercüme edilirse, («yararlı olmayanı, yararlı; ) yararlı olanı,
yararlı olmayan şeklinde düşünürler>>, vs.

( 52 ) - arneli hikmet sah,:bi kiş.' , ahlaki faziletlerle faziletle nmiş olmalıdır,


krş . [80] .

(53) .zeki insan, köta ve kusuru olan kurnaz ve hilekar insan da böyledir.
Farabi, [36] da, tekrar melekelerin veya «güçler>>in sınıflandırılmıı­
sına başvurur.
(54) - [7] 'de, akli (incellectual) fazilet olarak geçen, fakat f30) 'da
yer almayan zeka (veya anında kavrayı ş) , burada (yani fikri eksik­
liklerin açıklamasının sonunda ve zaten bahsedilen faziletlerle ilgili
tartışmanın yeniden başlamasından önce ) yersiz görünüyor.
Bunlar yukarıda [36] ve [37] 'de sözedilen niteliklerdir.
( 5 5 ) � arneli hikmet yerine, kurnazlık, riyakarhk ve hilekarlık odaya çıkar.
( 56) Bu ve bundan s onra gele n fasl, Aristo'yla, Eth. Nic., VI, 7 ( = 1 141 a
ve b ) ile yakından ilgilidir.
(57) - en mükemmel varlıklann en mükemmel bilgisi. Eth. Nic., loc. cıit; 'e
- 86 -

göre , hikmet, gerç-ekten <<Onun uygun tamamlamasını olduğu gibi


kabul etmiş olan, en yüksek şeylerin ilmi bilgisi» değildir, fakat onu
ihtiva eder ( Ross.) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

(58) - insan, dünyadaki §eylerin en üstünü olmadıkça. Bu hemen hemen


harfi harfine Aristo'dur : . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . (Eth.
Nic. , VI, 7,3 ) .
( 59 ) - her en son varlık. «En son v·arlıklal'» iç,in krş.; [34] .
( 6 0 ) - inı;anın kendisi i �'lı var olduğu en son amaç, mutluluktur. Krş., [69] .

( 6 1 ) - bu amaç, sebeplerden blı'idlı·. Aristo'ya ait dört sebep doktrinine bir


atıftır.
( 62 ) - Hayal gücüne dayanan bir etki meyd·ana geti:rmede mükemmelı:k
.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . kullanılır, vs. Farabi'nin buradaki açıklaması,
hayal gücüne dayanan dtmenin, dıştan değil içten olduğu keyfiyeti­
ni gizler.

( 63 ) Aristo'ya, burada söylenilenden açıkça çok daha yakın olan şiirle il­
gili bir açıklama için, bk., A.J. Arberry, <<Parabi's Canons of Poetry»,
Rivlsta degli Studi OliientaJi, XVII ( 1 937ı-8 ) , 266-78.
( 64)- din taşıyıcılart, (din görevlileri) Krş .• [62].
( 65 ) - ölçilın işlertyle uğnı§anlar Krş., Giriş 4 (b).
( 66) - Bu önemli f·asl'da, Farabi'nin, devletteki otoritenin kaynağı mesele -
siyle i lgi li görüşleri,, sadece Platon'unkinin ötesinde değil, fakat ay­
nı zamanda başka bir yerde, belki daha önceki eserlerde, başka şe­
kilde ifade edilen kendisininkinin de ötesinde geliştirilmiş gibi.. _gö­
rünüyor. Platon·a göre, bkz. Cumhuriyet, IV- Kitab, VIII. kitapta tar­
tışılan bozulmuş dört hükumet şekliyle, yani taymokrasi (timoc­
r�y) ; oligarşi, demokrasi ve tran (tyranny) ile birlikte, bir doğru
hükumet şekli, yani monarşi vey.a arlstokrasi vardır. Farabi. de­
vamlı olarak, bu dördünü, kendisinin esas <-·cahil» §ehir veya devlet
tipleri olarak gözönünde bulundurur ve daha önce de görmüş olduğu­
muz gibi, bu görüş, Fusftl'da ima edilir ( Krş. , bilhassa [28] ve orar­
daki notlar. ) Fakat, O'nun faziletli hükümet §ekliyle ilgili anlayı§ı · ·

deği§ir.
(67) - Bu §ehrin reisieri ve yönefielleri dört çe�lttir. Farabi'nin, orada döıt
mümkün otorite kaynağını kabul ettiği, kendisinin faziletli devle-­
tinden söz etmekte olduğu kaydedilmelidir ( Krş. , [53 ] ) . O, Medi­
netü'l-Fadıla'da sadece şu üçünü [M. FacWa'nın Fusftl'dan daha ön-
ce olduğu görü§ü için, Krş . , Giriş 4 (a) ] ,. yani faziletli hükUmdan,
ikinci derecede en iyi bir hükümdan ve (iki ve:yıa daha fazla kişide:ı
olu§an) bir grubun yönetimini kabul etmişti . Krş . aşağısı.
-- 3 7 -

( 68) - ilk reis, Faziletli hükümdar bu §ekilde adl andırılır, Medinetü'l-Fa­


dıla, 57, 59; S iyaseh, 49, Kr§. , [88], [91 ] ·

( 69 ) - altı §artı haizdir. M . Fadıla'da ( Dleterici ne§ri, 60 ) , F'arabi. faziletli


hükümdarda bulunan altı veya en ,azından be§ §art (§erait) tan, bir
dereceye kadar belirsiz olarak söz eder. Bunlar, «ilk re is» veya fazi­
letli hükümdarın sahip olması gereken oniki özellik ( hasiah ) ( M.
Fadıla, 59, 60) ten en azından farklıdırlar ve onlar, Farabi tarafın­
dan verilen daha sonrakilerin listesinin bir kısmını b asitce olu�­
turmazlar; çünkü bu özellikler fıtridirler ( kad futira 'a!eyha, 59) ,
halbuki bu §artlar, olgunluk sonrasına (ba'de en yekbm'a., 60) k adar
meydana gelivermezler. Farabi'nin bize anlattığı bu §artlardan, daha
önce bahsedilmi§tir ve Onun, «Onların hayal gücüne dayanan suret­
leri» (el- endad min cilıet e1-kuvveh el-rnütehayylle) §eklindeki adlan­
dırmasından soyutlandırıldığında . onlar, galiba, sayı bakımından altı
değil, be§tirler. Bütün bunlar, M. Fadıla, 57'-9 'dıa izah edilene i§aret
etmelidir; yani faziletli hükümdar, §Ümul1ü bir sanata (yönetme
sanatına) sahip olmalıdır; aynı zamanda filozof ve peygambe r olma
,anlamında mükemmel olmalıdır (yani Farabi'nin açıkladığı gibi;
hem zeka ve hem de muhayyile hesabe katılır) ; bildiğini kelimele!'­
le anıatma gücüne sahip olmalıdır; insanları mutluluğa yöneltme
gücüne sahip olmalıdır ve fiilieri ifa etme gücüne sahip olmalıdır.
Ne yazık ki, Farabi, bu §artları, kendisinin <<Oniki özelliği»ni (hatt3..
Fransızca tercümenin yazarları tarafından kaydedildiği gibi, onüç
özelliğ i ) belirttiği kadar açık o larak belirtmez ve aslında onlaru
ne oldukLarına dair farklı görü§ün yeri vardır. Nitekim, bir hususta,
O, mutluluğu elde edebiimenin, faziletli hükümdarın ilk §artı o ldu­
ğunu ifade eder ( [59] ) . Bununla bera:ber, bu, sadece, Onun, yuka­
rıda kaydedilen ikinci §art ( mutluluğa ula§manın, mükemmel ins-:ı.­
nın ayrıcalığı olması) la ilgili tartı§masını tıamamlar görünüyor ve
«ilk>> belki, «en önemli» den daha fazla bir anlam ifade etmez . Eğer
<�birinci §art» kesinlikle kabul edilirse, bize. beş veya altı ( §art)
yerine, sadece bu ve bundan sonra gelen üçü k!alır. Bundan ba§ka,
o, faziletli §ehrin hükümdarının, iki şeyden dolayı böyle olduğunu ,
yani onun yönetime intibak ettirilmesinin önce tabli durum ve mi­
zaçtan (b�'l-fıtra ve't-tab' ) ikinci olarak da, dış şart ve iradesinin du­
rumu veya özelliği (hi'l·hey'eh ve'rı-:meleke el-iradiyeh)nden dolayı
olduğunu söyler ( [57] ) . Bu iki niteUk, bu pa:sajla ilgili açıklama­
sında. (Al-Farabiyan, 2. bsk . , Beyrut 1 3 69/'1 9<50, 28) Dr. ömer Far­
ruh tarafından, yukarıda kaydedilen §artlarla birlikte. yani daha
önce görınü§ olduğumuz gibi, Farabi tarafından daha sonrıa bahsec.
dilen altı veya be§ şart arasmda alınır. Bununla b eraber, öyl e görü -
- 88 -

nüyor ki , onlar, tartı�masının ba�ında Farabi tarafından ortaya ko­


nulıan ve tartı�ma esnasında, biri onun fıtri nitelikleri , diğerl de dı�
veya kazanılmı� şartları halinde geli�tirilen genel mütalaa kabiilin"
dendirler. Böylece M. F adıla daki bu altı şartın, yukarıda verildiği
'

gibl olduğu, yani iki olarak sayılan, fakat zarfiri olmayan hayali ve"
ya peygambere ait Allah vergisi olan zeka ve tahayyül mükemmelliği
olduğu kabul edilebilir. Netice oarak ortaya çıkan bu faziletli hü­
kümdar tanımı, Siyaseh'dekinden daha açık olduğu halde, ( Krş .,
bunun peşinden gelen «ilk n:�is», 49 ve bunu takip eden «SUltan olan,
şehrin yöneticisi», 54- 55) sistematik olmayarak ifade edilen bu şart ­
lar, ( muntazam olarak) düzenlenmiş tabii nitelikler listesiyle bir
dereceye kadar gölgede bırakılmı�tır; ilave edilmelidir ki, bu fıtri
özellikler ve şartlıar, M. Fadıla'da , galiba, oldukça ayrı tutulmamı�·­
tır ve çe�itli yerlerde bu altı şart biraz farklıdır.

(70)i- ikinci durum , kend;"l5:nde bu şartıann hepsi toplanan hi�bir ki•nıse


bulunmaız., faıkat bu şartlar, bir topluluğu oluşturan ki·şilerde ayn ay­
n bulunur, vs. Fa r a:bL M. Fadıla'da, «tek>> bir kişinin,_ yönetim için ge'­
rekli olan bütün şartlan tıaşıyamıyacağı, bu durum�a otoritenin pay­
laştırılması\ gerekeceği ihtimalini açıkça anlar: «Ve kendisinde bu
�artları taşıyan 'tek' bir kişi asla bulunmaz da, birisi hikmetli. di·
ğeri d e geri kalan şartlıara sahip olan iki k işi bulunursa, onların
herikisi de bu şehirde (yani faziletli şehirde) yöneticiler olacak­
lardır. Eğer bu şartlar, bir topluluk arasında paylaşılırsa, yani biri ­
si hikmete,. bir ikincisi önceden gerekli olan diğer şartlara, diğer
biri başka bir şarta sahip olursa, ve bu böyle devam ederse, ve on­
lar da karşılıklı anlaşma içerisinde bulunurlar:s1a, onlar, en mükem­
mel yöneticiler olacaklardır ( Medinetü'l-FadıJ.ah, 6 1 ) . Bununla b e­
raber, o, bir topluluk tarafından yönetmenin, Fusül'da kesin olarak
ifıad e edildiği gibi, faziletli hükümdarın yönetiminin yer(.ne geçip
geçemiyeceğini açıklığa kavuşturmaz. Metin, bu bağlam içerisinde,
daha ziyade, onun, «ikinci reis»in yönetiminin yerine geçebilece..
ğini ima eder ( aşağıya bk. ) ; fakat şüphesiz, bu iki durum birb irin-
den ayırdedilmemiştir. Siyaseh'den iktihas edilen (50) aşağıdaki par-
çadıa da O, <<faziletli, iyl ve mutlu halk» (en-nas el-fadılün ve'l-ahyar
ve'sı-su'ada' ) tan olu§an bir topluluğun yönetimini tasavvur eder:
«Ve bir zamanda, ya b ir şehirde veya bir millette ya da birka�
millette, bu sultanlar ( mülük) dan olu�an bir topluluk ( cema'ah) un
varlığına tesadüf edildiğinde , onların plan ve amaçlarının, irade ve
yaşanti>> vs.lerinin uyuşmasından dolayı, onların (bÜtün) grubu tek
bir sultan (melik) gibi olur. Fakat, aristokrasi, hiçbir eserde, bu pa­
sajdaki kadar, yani faziletli hükümdann yönetiminin diğer en iyi
·- 89 · -

ıalternatirfi kadar açık bir §ekilde tasvir edilmez ve elde edilebilir


olmamasından dolayı meydana getirilemiyeceğ,i belirtilmez. - Fara ..
bi. M. Fadıla ( 62 ) 'da, «topluluk>> §ehri (veya: toplumcu §ehir) (el.
Medineh el-cemaiye ) 'nden bir cahil §ehir olarak S•ÖZ eder ve SLyaseh' ,
de, bu tipi" dikkate değer geni§likte (69 •· · 7 1 ) ele alır. O, Eflatun dc ­
mokrasisinin b ir karakteristiği ni ayrı bir devlet halinde geli§tirmi§­
tir ( Kr§., [28] ) : Bu «topluluk>> § ehr ini n sakinlerinin amacı hürriyet­
tir ve §Üphesiz, bu fasl'da bahsettiği ar:stokras.iyle onun hiçbir ilgi­
sinin bulunmadığı açıktır.
( 71 ) - üçüncüsü, bunların da bulunmadığı durumdur. Bu taktirde, §ehrin
reisi kendisind.e . . . vs. Bu, kendisi için, «Olgunluk ya§ından sonra ·>
(Ba 'de kibarihi), (görünüşe göre, <<ilk reis»le paylaşmı§\ gibi görün·
düğü oniki özelliğe ilave olarak) burada bu Fusfi.l'da bahsedilenlere
yakından benzeyen altı §art konan, M. Fadılalı ( 60�1 ) nın «ikinci re'"
is»idir. Ba§lıca fark, üçüncü alternatifle ilgisi olan bu Fusfi.l'da hik­
met hakkında hiçbir §ey söylenınediği halde, <<ilk reis» gibi, 'M. Fa·
dıla'daki «ikinci reis�>in de hikmete sahip olması gerektiğidfr (yu­
karı kısımla kr§-) ıBilhassa gayri mü•slimlere kar§ı kutsal sava§ olan
buradaki cihad §artı, daha önce açıklanmı§ o!ian daha basit . . . . . . . . .
sava§ın yerine geçer [Giri§ 4 ( a,).] Fakat, belki, Fusfi.l'un bu parça·
sındaki en önemli özellik, üçüncü alternatifi temsil eden ki§iyi
nıelik esı-sünneb, <<kanun sultant. yani kanuna gör� su ltan, me§ru
sultan» olarak adlandırmasıdır. Galiba bu adlandırma. Farabi'de ,
ba§kaı hiçbir yerde görülmez ve öyle göl'ünüyor ki. Fusul'da o rtaya
çıkı§ı ile ilgili açıklama, §Üphesiz, Platon'un Politi<;us'unda da ara­
nacaktır. Cumhuriyet'e göre, O, şehrin kammlarının korunduğu,
doğru monar§i ve aristokrasi idaresinin karekberistiğidir (IV. Kf�a­
bın sonu) O, Politicus'ta b a§ka §Ckildedir; o rada, filozof·-ıdevlet ada­
mının idaresi bütün kanunlardan üstündür. ( Kr§:. J . B. Skemp,
Pl·ato's Statesman, 211 ) . Biz orada bilh assa §U cümleyi okuruz ( 301
B ) : «Fakaıt 'bir' adam, bilen ki§iyi (yani filozıof-devlet adamını vey'l
faziletli kralı) taklid ederek, kanuna göre yönettiğinde, biz ona, bil ­
gisiyle tek ba§ına yöneten ki§ ile, kanunlara uygun görü§e göre tek
ba§ına yöneten ki§i arasında ismen ayırım yapmaksızın, kral adını
veririz». Farabi'nin «kanuna göre sultan>>ının orijinali, i§te bu son
zikredilendir. Farabi'yi ilgilendirdiği kadarıyle, M. Fadılalı ( 60 ) 'd:ı
bu fikrin tasıağının zaten çizildiğini söyleyebilir:z; ki, bu esere göre,
faziletli hükümdarın eksikliğinde, şehirde bir ba§kası onun yerine
geçerse, <<bu reisin ( yani faziletli hükümdarın) ve onun benzerinin
koyduğu kanun ve gelenekler alınır ve desteklenir» ve «ikinci reiS>>
tayin edilir; ve onun, daha sonra, Arap felsefesinde açıkça bir yeri
vardı [kr§ . Giriş 4 (c) ] .
- 90 -

( 72 ) - cihada katılabilme gücüne de de sahip olmak. Bu, <<gerçek sultan»ın


bir şartıdır [Krş. , yukarısı ve Giri§ 4 (a) ] .
( 73 ) - B u topluluğa, kanuna göre r.:;isler adı verilir. Öyle görünüyor ki bu,
.

Farabi için orijinal bir gelişmedir. Krş., yukarısı, <'kanun sultanı,


kanuna göre sultan».
( 74 ) ;. on1ann, Allah ve ıfthani varhklar hakkındaki görüşlerinin birl�me­
si- Kr§ M. Fadılah, 69 : <<Faziletli şehrin bütün halkının bilmesi
.•

ge:reken müşterek şeyler şu n lardır: önce İlk Sebei! ve onun bütün


sıfatlarının bilgisi; sonra, ma;ddeden ayrı olan şeyler ve herbirisinin
özel ntelikleri ve (yukarıdan aşağı inen bir sıra içerisinde) faal alda
gelinceye kada:r onlardan herbirisinin derecesi» vs. Bütün parça,
bu fasl'ın açıklayıcısı dır. «Ra1al akl>> ( el-aklü'l-fa'al) ın da, kendile'­
rinin bir çeşidi olduğu, «rühani varlıklar»a veya gayri madLli şey­
lere [65] 'de «rı1hani cisimler>> adı verilir.
( 7 5 ) - bu, başlangıçtır. Burada, Farabi'nin, siyasi eserlerinde metafiziği
uzunuzadıya işleyişinin sebebini gtlrüyoruz. Fazileti şehrin sakinl'2-
rinin, bu metafizik meselelerle ilgili doğru görüşe sahip olmaları
gerekir ve bilhassa, önceden gerekli olan ilk şartı: hikmet (bilgelik)
( Krş. , [54]) , yani kesin olarak bu türün bilgisi olan faziletli kralın
sahip olması gerekir ( [34] ) . Böyle biJgi olmaksızın, insanın var
oluşunun amacı mechı11 kalır ( [ 49] ) ve faziletli şehir gerçekleş­
tirilemez.
{76) - bu şehrin sakinlerinin görüşleri, (ara' ehl el-medineh ) , Krş. , kitab m
başlığı, Ara' Elıl'e.I\-Medineh el-Fadılah (Giriş, s. 8 , n . 1 . )
( 77)>.. onlar arasmda bölüş türülen bu şeylerin korunması. Krş., aşağısı,
Farabi, iyi şeylerin korumnasından, aile reisinin fonksiyonunun bir
parçası olarak, zaten söz etmiştir ( [2 1 ] ) . Hatta, ilk defa [28] 'de
bahsedilen «Cahil» şehir (yani taymokrasi, <<şerefli» ş ehir ) deki «bu
şehi r halkının görüşüne göre iyi olan iyi şeyler>> �endileri için ko­
runur.

l l . B Ö L Ü l\1
( 1 ) - din temsilcileri, (din görevliler:) ,kat5plcr, vb .
Heriki kategori de,
ideal ( faziletli) devletteki ikinci sınıfa ait olarak r53] 'de bahsedi­
lir. Buna benzer bir düzenleme ( katipler ve rahipler) Politicus 290
A - E'd e vardır.
{2) - şehrin dıştan haliett;ği bir iyiliği onun el:nde bulundumnlardan al-
mak, Krş., Aristo, Politics, ı,, 8, 1 2 = 1 2 5 1 b : . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

( 3 ) - ya da (e) kişilerle savaş, vs- İbranice varyantıara bak .


- 91 -

( 4 ) - maddeden ya.rıatılanlar; semavi cisimler; ruhani cisimler. Varlıklar


burada, a§ağıdan yukanya doğru giden bir düzen içerisinde sıraJa­
nır. Krş. , [57]'yle ilgili not.
( 5 ) Metafizik katagoriler, [64] 'de üç olarak verilmiştir. Şimdi , Belirli
bir zamanda va r olmaması mümkün olmayanla, mevcut olmaması
asLa mümkün olmayanlar arasında bir ayırımın yapıldığı daha ön­
ceki fasl'daki tartı§manın ı§ığında, onlar, sayı bakınından dört ola­
rak verilir.
( 6 )�o, o varlığın bir pal'Çası . . . . onda yeterlilik . . . . . . . yani mevctid, «var
. .

olaD>> yerine vücftd «varlık» olarak okumak suretiyle.

( 7) � ya en yüksek veya en a.§a�i ya da orta bir derecede. 1Bu Lfade için!


kr§ .. [66].
(8) - bedbootlık ise, n e faziletli fiilierin terki için verilen bir cezadır,
vs. Farabi'nin, daha önce ifade etıni§ olduğu gibi, onun zıddı olan
mutluluk giıbi, bedbahtlık da bir amaçtır [69].
(9) - Bu bakımdan, eğer herhangibir kişi bunun mutluluk olduğuna inanır,
vs . Platon'a ait itidal, adalet ve cesaret faziletlerıi a§ağıdaki pa l"­
çada aıçıkça ta savvur edilir; bununla beraber, Farabi, burada. ger­
çekten mutedil vs. olmayan ki§ilerden söz eder. Kr§. Plato, Phaedo ,
68 D-E .

( 10 ) - Onlann arasındaki cesur insan, yani mükemmel olmayan §ehirlerde­


ki; ki bunların hükümdarlarından az önce söz e dilmiştir.
( l l ) - Onların fazilet olduğunu zannettikleri şeyler, rezilUkler ve aşağılık­
lar olmaya daha yakındırlaır, vs. Sahte faziletler için, kr§., [25]'in
sonu.
( 1 2 ) •- cahil şehirlerin halkı ve fasıklar, [25]'in notuyla kr§· Farabi'nin «Ca­
hil>> şehri birkaç tiptir, yani buradaki ve başka yerdeki «Cahil şe­
hirler>>. «Fasıklar>>, açıkça, O'nun «fasık» şehrinin sakinleridirler.
( 1 3 ) - Ölümüyle mutluluğu kaybedeceği düşüncesi. Bu sonuncusu, fasık in­
sanın, cahiller tarafından duyulandan daha fazla 'acı duymasına se­
bep olur, . . . çünkü cahiller, ölümden sonraki mutluluk hakkında. hiç­
bir şey bilmezler, vs. Krş. M. Fadıla� 6 1 , 62 («Cahil» şehir halkı, mut­
luluğu bHmez. Ve kendilerini , ona doğru yöneltmez}er. Halbuki «far
sık» şehir ha,lkı faziletli şehirle ilgili görüşlere sahiptir ve mutlu­
luğu, Allah'ın varlığını ve diğer meseleleri bilir. Fakat onların fiil­
leri, <<Oahil>>şehir halkının fiilleridir) ve keza Siyaseh, 73 = Dieterici'·
nin tercümesi, Die Staatsleitung, 88.
( 14) - hayatlarinda, önceden yapmı§ oldukları (harf harfine tercüme edi-
- 92 -

lirse, «ileriye doğru göndermi� olduklari>> ) . Bu fikir ve ifade Kur'ani•·


dir; Krş. Süre : 2, 89; 3, 1 78; 36, 1 1 ; 78, 41. vs.
( 1:5 ),. Faziletli mücahid,. el-mücahid el-fadıl. Krş. cihad [54] ve Giriş 4 (a) .
( 16 ) - Bazı insanlar, hikm.et sahibi olr.!ayan jnsan'ln, �ncak, rfthun bedenden
ayrılmasıyle hikmetli hale geleceğini düşünürler., vs. Farabi, veya
daha ziyade Ibn et-Teyyib, Plato'nun Phaedo'suna dayanan, Arapçası
mu'anat et-mevt olan, felsefe, ölümün araştırılma:sı ( study) veya
uygulanması (Practice) (Krş .• Phaedo , 81A) şek­
. . . . . . . . . . . . . . . . . .

lindeki görüşü ele§tirir; eğer bununla, <<form'un (�eklin) maddeden


aiy'rılıŞI>> olan, t aıbii ölüm kastedilirse, ben «ruhun bedenden ayrılı­
şını kastederim». Bak., D. M. Dunlop, «The Existence ıand Definition
of Philosophy, from an Arabic text ascribed to a}-Farabi», Irak, XIII
(1951 ) , 86, 88-9 ; S . M. Stern «lbn et-rrayyıb's Oommentary on the
Isagoge», Bulletln of the School of Oriental and African Studies,
XIX (1957) , 419'-425.
( 17 ) � kendilerini ve ruhu öldürmeye . Bu anlam doğru gibi görünüyor.
. .

Krş., yukarıdaki. «ruhun bedenden ayrılması, beden ruhsuz halde


kaLarak» ve aşağıdaki, «ruh telef olup, beden, ruhtan yoksun ola .
rak . . ,» şeklindeki ifade.
( 1 8 ) Allah'ın velileriı (yani dostla,r:ı) , aslında, Müslüman velilerdir. Farft..
bi'nin bu eserinde onlardan birkaç defa sözodilmesi dikkate şayan­
dır. Krş [81], [ 82 ] .
.•

( 1 9 ) - Onlan birleştiren kiş:. 'nfn ayırmasını beklemeliy:ı'Z v e onları ayırnıa


göinevini üzerimize almaınıalıyız. Krş., Dunlop, «The Existence and
Definition of Philosophy>>, 88·9 , «bU bağı çözmemi �e müsaade edil­
mez, ruhla beden a rasındaki bağı kastediyorum, fakat onun çözül­
mesini onu bağlayan O (Kişi) 'ye bırakmalıyıZ>>.
,

(20) - O'nu görmede aldatılmayacağı. Farabi� burada, bir hadis i (hadis)


kullanır. Krş. , Lane, Arabic - English Lexicon, 1817 a.
(21)- tercih edilmesi veya, kaçın'ı.lma�ı gereken fl:iller hususunda ayır etme
mükemmelliği, Krş., [35], vs.
(22) Arneli hikmete sahip olan kişi, düşünme mükemmelliğine sahip olan
·

kişidir, vs, Krş. [36], [38 ] .


(23) :.. O, aynı zamanda , ahlaki fazilette de üstün olur. , Kr§., [ 37] .

(24 ) - Hermes, yani Farabi'nin, açıkça, bir tarihi şahsiyet olarak kabul et�
tiği Trismegistus, Araplar arasında Hermes Trismegistus'un, gö­
rüşleri için krş. Ibn ebi Usaybiah, Uyftn el.Enba', nşr. Müller, I; 1 6ff.
- 93 -

(2·5) ,.. Alexander, yani Büyük İskender .


(26) - Zeyd, çokkere olduğu gibi, burada da, özel biıi ıatıf olmaksızın. «fa�
!anca>> yerine kullanılır.

(27)- Bu görüşün tarafta;rlan, ..:irkin, nefret edileni fiHiere s'ığ1nırlar, vs.


Eğer İlk Sebep <<duyu!arla idrak edilen cüz'i varlıkları» herzaman bi­
lirse, bütün şeyler, aslında, önceden takdir edilmiş olur. Örneğin
Zeyd'in itaatsiz olması; eğer Zeyd buna inanırsa, itaam kalmak için
hiçbir çaba sarfetmeyecektir.

(28) özel inayet doktrini, Farabi'ye göre, hatta Allah'ın önceden bilme
doktrininden daha zararlıdır. Çünkü O, O'nun kötü fiillere kiatılma�­
sını gerektirir.

(29 ) - Onunla eşinin vey·a ortağının arasında vasıta olmakSızın. Krş .•

Kur'an; Sure : 6_ 1 63 ; ı 7, l l l ; 72, 3 vs.

(30)� bu görev i..:in birini tayin etmek suretiyle. vs., yani Sünni görüşe gö­
re, Halifeyi tayin, fakat Farabi, belki o zamanda, Bağdad'daki otorite­
lerle ilişkisini kasmiş olduğu içi n [krş., Giriş 4 (a ) ]. kastedilen şey,
daha ziyade, yasal olarak tayin edilmiş herhangibir Müslüman oto·
rite olmalıdır.

(31 ) - iddia ederler . . vs . . Bu azçok -Sünni ( sağlam inançlı) Müslümanların


.

görüşünü temsil eder ve verilen yegane alternatif kesin olarak. red�


dedildiğine göre, O, muhtemelen Farabi'ninkidir.

(32) - O'nun ortak ve yardımcılara ihtiyacı yoktur, Krş . , Kur'an, Sure : 6,


100; 7, 190 vs.
( 33 ) - bazısının zaran az, vs . <<şerefli» şehir, [28]'in notunda bahsedild;ği gi­
bi, Siyaseh , 63 'e göre «Cahil» şehirlerin en iyisidir ve «topluluk>> şeh ­
rinde (krş . , [54] 'ün notu ) , zamanla, faziletli insan ttpinin ortaya çık­
ması bile mümkündür. (Siyaseh, 70..1 ) .

( 34) - faziletli §elıirlenn yönetiminde . Krş . , bu fasl'ın sonu. Faziletli şeh ri n


çokluğu da kabul edilir [27 ] .

(35)- cahil yönetimlerin en aşağısında, yan� zorba idarede. Yani tiran


(tranny) . Krş. , [28] 'in notu. Aristo'da, Platon'u (Ör. Republic, IX,
576 E, Krş., Politicus, 302 E) takip ederek aynı şeyi söylemişti (Eth.
Nic. VIII, 10-l l 60 b) : .
. . ..
(yani . . . . . . . . .
. .
. . .
. . j'.'.' .'.'.'.'.'.'.'.".".'.".'.'.'
. .'.'.'.' · · · · · · · ' · · · · · · · · · · ·

( 3 6 ) - fikri meleke, Krş . [90 ] . Bu, Farabi'nin bahsetmekte olduğu «tecrübi


- 94 -

kuvvet>>in bir e§anlamlısı değildir. Fa�aıt ruhun bütün fkri kısmının


faaliyetini kapsayan bir terimdir ( [30] ) .

(37) ,.. bozuk yönetimler, ( e S-siyasat ei-faside ) . Genel bir .. terimdir; Kr§ .•

[25] 'le ilgili not.


( 38)i- hicret etmesi gerekir. Bu, Farabi'nin daha önce bahsetmiş olduğu yö·
netime, yani kötü adamın şehirlerden sürülmesi ( [ l l ] ) , ( [14] )
yönetimine zıttır. Kullanılan ifade (vecebet 'aleyhi elı-hicreh ) dikka­
te değer. «Hicreh» kelimesi, şüphesiz, devamlı olarak, Hz. Muham·
med'in Mekke'den Medine'ye göçüne tahsis edilmi§ bir terimdir ve
okuyuculara, bu dini olayı hatırlatmaya yeterli olabilir. Bu etki, §ÜP..
hesiz. kastldir ve bu parça, Farabi'nin hayatındaki, hakkında bize ek­
sik olarak bilgi verilen, bazı krizle'ri göstermeye yarar. Bu parça\..
nın, Ibn Bacce (Avempace) 'nin «tek'in yönetimi» (tedbir el-müt�­
vahhid) teorisinin hareket noktası olduğu dü§üncesi için, krş. Giri§
4 ( c) .
(39 ) - Bu f·asl'm esası, [ikinci paragraftaki, «çünkü nazari ( spekülatif) fel­
sefeyi öğrenmeyi arzu eden ki§i, sayılardan ba§lar>> cümlesinden. döt­
düncü pa:ragrafın hemen hemen sonunda yeralan «insanın, kendileri
vasıtasıyle o mükemmelliğe ulaştığı bütün §eyler» cümlesineı kadar]
Farabi'nin Kitab Tahsil es-Sa'adeh'sinin A. H. 1345pp. 1 0 - 15 Hydera­
bad baskısındaki birkaç sayfasının bir kısaltma'sıdır (Krş . Giriş, 3 ,
s. 7, n. 7 ) . Bu, daha tam metnin buradaki ve bunu takip eden fasl
( [90] ) har.iç, Fusfil'ün II. kısmının tamamı için çok kere bağlı k aldı­
ğımız ( kr§., Giriş 5 ) , el yazması A'nın okunmasına ( kaynaklarda
hakkıyle kaydedilen) bir veya iki gelişme temin ettiği kadarıyle.
Fusul'ün metninin tesbiti bir avantaj olduğu halde, elde edilen
bu fayda büyük değ.i Jdir; çünkü ( metnin anlamını daha açık hale ge­
tiren küçük değişikliklerle yetinilen ) bu kısaltına biraz dikkatsizce
yapılmış gibi görünüyor ve metnin bu kısa şeklinin takip edilmesi
istisnai olarak zordur. Keza, Ta.hsil'e dayanan, bu ve bunu takip eden
fasl, orijinal «Fusfil'ün bölümünü güçlükle oluşturdu . Bak, Giriş
4 (a) .
(40)- aslında öyle olmadığı halde, fazilet zannedilen faziletler. Kr§ · , [25] ,
[71].
( 41 ) - fikri faziletler, krş.' [90 ] .
( 42 ) - semavi cisimlere gelinceye kadar. Görünüşe göre, tekrar vardır; çün ­
kü Farabi, bize az önce, araştırıcının, perspektifler, müzik vs . ile bir­
likte semavi cisimleri gözönünde bulundurduğunu söyledi. Aslında,
elyazması A'da aUanılmış olan «anlaşılan ve tasvip edilen>> den sonra,
Tahsil'de araya giren satırlard::m açıkça anlaşıldığma göre, O , semavi
- 95 -

cisimleri n şimdi farklı bir tarzda, yani maddeyle birlikte, bir ha§ka
deyişle matematiki olarak değiL fiziki olarak düşünülmesi gerektiği­
ni ifade eder.

(43) ..ııe?, ne He? ve nasıl? dışında kalan diğer ilkelerinbaşlangıcı. Bu, Tah­
sil'in okunmasıdır ve gerçek olar,ak kesindir. O, görünüşe göre, par­
çaya bir uygunluk görünümü kazandırmak için, elyazması A'da <<ne? ,
ne ile? , ve nasıl? ilkelerinin başlangıci>> şeklinde değiştirilmiştir. Fa­
kat, <<ne, ne ile ve nasıl prensipleri», araştırıcının ilk görevi olan ma­
tematiğin formel muha.keme şekline tekabül eder. ( Krş., aşağıdaki
not) ve parçanın anlamını ortaya koymak i çin, daha önce söz edilmiş
olmalıdır. Bu metnin Tahsii'deki tam şeklinde, ( 7 . satırdan itibaren)
Fusftl'da ikitbas edilen kısım bşalamadan biraz önce, asıında onlar­
dan bu şekilde sözedilmiştir (s. 10, satır 2) .

{ 44) - <<ne?» dışmda hiç bir varlık ilkesi bulunmayan «ins Ue, türleri için
dört prensip bulunan c ins arasmda orta bir yere. Bu parça, Tahsil'�
den harfi harfine alınır, fakat Fusftl'deki bağl,antısı içerisinde anla­
şılmaz görünüyor. «Varlığın dört prensihi>>nden daha önce sözedil­
memiştir. En fazla üç prensip ( ne?, ne ile?, nasıl? ) ' ten söz edilmi�­
tir. ö nceki durumda olduğu gibi, bu zorluk, Tah:Siil 'deki (Hayderabad
neşri s. 5) nakledilmemiş daha önceki bir parçaya başvurmak sw-
retiyle karşılanır : . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . «Varlığın prensipleri dörttür: Bir şeyin


varlığı: nedir? , ne iledir?, ve nasıldır? (bunla•r tek bir şeyi i fade
ederler) ve onun varlığı: nedendir? ne içindir?, «Onun varlığı ne­
dendir?» sözümüz, bazen aktif prensipleri ve bazen de materyalleri
ortaya koyar; şu halde, varlığın seheplen ve prensipleri dörttür>>.
Aslında bu analiz, Aristo'nun dört sebebini ( foırmal, fail. m addi ve
nihai) verir ve Fusfil'daki paTçada zikredilen «Varlığın dört preıı­
sibi» işte bunlardır. Bundan başka, «ne? , ne ile? ve nasıl?» prensipleri;
üç prensip olmayıp. bir prensiptir. Krş. (önceki notta atıf yapılan)
Tahsil s. 10, satır 2. : . . . . . . . . . . . . . . . . . . «Ve O , (diğer) üçünü hariç
tutarak, varlığın, onun varlığı : nedir? , ne iledir? ve nasıl dır? şek­
lindeki prensiplerini kullanır>>. Bu tek prensip, Fusfil'ün bu parç'l­
sında sadece, ne ? ola1r.ak zikredilir. Açıktır ki, O, formel sebeptir ve
Farabi'nin kastettiği şey, sadece formeı sebebin araştırıldığı mate·
matikten tutun da, eğer anlaşılacaklarsa, formel seb ep kadar, bütün
bu dört sehebin, yani maddi, fail, ve nihai sebeplerin de hesaba
katılması gerektiği tabii olaya kadar araştıırma yapacak kişiyle ilgi­
li parçadır.

(45 ) '- Ve o , tabii varlıklan tam olarak araştınr . . . O, yine diğer bir de:re-
- 96 -

ceye geçer. Bu parça Tahsil'de açıklığa kavuşturulmaz. ( s . 1 1-12 ) ,


ve orada bulunmayan birkaç ifade ihtiva eder.

(46) - ın, Varlık ve . . .


... İlk Prensibi olan Krş . , [34] ( ilk varlık) , [76]
( lık Prensi p ) .

(47) - vahiy ile. kendisine arneli kısır.� verilen ki§iye gelince, vs. Bu pa­
rağraftaki zıtlık, gelişmesi azönce tasvir edilmiş olan filozof ile, vahy
alan filozof-olmayan kişi arasındadır. Diğer çift, yani tabii bilim
adamı ve kfıhin. bu farkı belirtmek için gösterllmiştir . (Bir anlam-
da) son zikredilenlerden herbirisi şunları bilir: Kahin, bazı mümkün
şeyleırin bilgisine sahiptir; fakat sadece, taıbii ( müsbet) bilim ada'­
mı, mümkünün mahiyetini bilir. O halde, vahy almış kişi bir top ­
lumun işlerini idare etmede ne yapılacağını bilir; fakat filozofun
hikmeti, (kesin olarak [94] ) amaç edinilmesi gereken iyinin mahı­
yetini bilir.. ö rneğin Hz. Muhammed gibi, kendisine vahy gelmi�
bir kanun koyucunun pozisyonu, böylece, korunduğu halde, filozo­
fun, pratik alanda olmasa bile, teorik alanda. işwret edilen üstün·
lüğünün kolayca gözardı edilebileceğinden şüphe edilemez ve bu pa­
ragrafın son satırlarında, filozofun da, kendisine vahy gelen din ada'-
ınından hiç de az olmayan bir vahy aldığı şeklinde ileri sürülen iddia
da böyledir. Bu hususta [76]'r...: n en son cümlesini karşılaştır. Bura­
da ifade edilen görüşler, Farabi'nin başka yerlede, belki daha önceki
eserlerde başka şekilde söylediğıinden büyük ölçüde farklı değil­
dir. M. Fadılalı ( 5'2 ) 'da O, bize. ilahi şeylerle i lgili kehanetin, hayal
gücünün (imaginative f.aculty) elde edebileceği ve insanın kendi hal­
yal gücüyle ulaşabileceği en mükemmel derece olduğunu ve yine
( sayfa ( 58-9 ) 'da) vahyin, faal aklın a•racılığı ile geldiğini söyler.
Faal aklın pasif akıl üzerine etkisiyle, bir insan bilge (wise ) , bir fi­
lowf ve tam anlamıyle arneli hikmet sahibi haline gelir; halbuki,
onun hayal yetisi (hayal gücü) üzerine etkisiyle, o kişi, bir p eygam­
ber, geleceğin bir uyarıcısı ve (duyularla idrak edilen ve açık olan
şeylerden farklı olan, Krş., Ibid, 50- 1 ) cüz'i şeylerin halihazırdaki
durumunun bir habercisi olur. ( Siyaseh, 49 ve keza, 50'de, vahyin,
faa l aklın aracılığı ile geleceği söylenir, fakat onun faaliyeti ayırd
edilmez; bu sebepten filozof ile peygamber arasında ayırım belirtil­
mez) . Tahsil ( 4�l ) 'de, bir şeyin anlaşılması (tefhim eş-şey)nın,
ya onun kavranan özü ( mahiyeti) , ya da onun muhayyileye gösteri­
len bir benzeri vasıtasıyle ol·acağı söylenir. ( = bir şeyin, ya özünün
�avranılmasıyle, ya da bir benzerinin muhayyilede canlandınlmasıy-
le anlaşılacağı söylenir. )

Böylece elde edilen bu iki tür bilgiye, felsefe ve galiba melekeh,


- 97 �

«habitus, (sevk edilmiş) durum» adları verilir. Herikisi de, İlk Pren­
sip'in, İlk Sebeb'in ve insanın kendisi için yaratıldığı nihai ,amacın
bir ,atçıklama ( inter alia) sını verir (Fusül ( [49]'a zıttır.) Fakat fel.
sefe, tek başına, deliller ortaya koyar (beırahene) v� biz meleke'nin,
gerçek iyi, mutluluk, «amaçlar olduğu düşünülen diğer iyiler» ye­
rine amaçlar olarak tammlandığını okuduğumuzda, Farabi'nin gö­
rüşündeki, meleke'nin en aşağı durumu açıkçru gö1rünür ve «mutlu­
luk olduğu düşünülen şey vasıtasıyle gerçekten mutluluk olan mut­
luluğu taklid eder>>, yani aslında, cahil şehir hükümdarları gibi, aynı
tür hatayı yapar (Krş., [28] ve notları) . Sağlamlıklan şüpheli ola­
bildiği halde bu fasl'da, geliştirilmekten ziyade ima edilen görüşler,
etkili olarak kaldı ve - İb n Haldun'un <<hulrema' el-EndülüS>> ola­
rak adlandırdığı ('Mukaddime, 414 - F . Rosenthal'ın tercümesi. ll,
371 ) - Arap felsefesinin dikkate değer ölçüde Avempace ( Ibn Bae­
ceh) ve Averroes ( lbn Ru§d) felıs efelerinin «İ spanya okulu»nun ça­
lışmasının önemli bir kısmını belirledi. Benzeri bir ifade için bak. ,
E . J. Rosenthal, «The Place of Politics in the Philosophy of Al-Fara­
bi», Islaınic Culture, XXIX ( 1955) , 161, n. 5 .

(48)- Bu fasl, Farabi'nin Tahsil (Hyderabad neşri, 21 ·2 ) 'inde hemen heı­


men tamamen bulunur; fakat Fusftl'da bu tertip değiştirilir. Kr§.,
[89].
(49 ) - fikri fazilet, vs. Bu. arneli faaliyeti içine alır, bk. [6]'mn sonu ve 30,
keza [88] , [89].
(50 ) - son mükemmellik, yani fazilet olan mutluluk. Krş. [25].

(51)... Bu fasl, elyazmasında şöyle başlar: <<Ebu Nasr (yani Farabi) 'ın, bir
kitabın dış tarafına Hattabi'nil1 elyazısıyle yazılmış olarak bulunan
faslıdır>>. O. orUinal Fusftl'a ilave gibi görünüyor. Garibü'l-Hadis,
el-Beyan fi l'cazü'1-Kur'an (nşr. Dr. Abdul 'Alim, Aligarh 1372/1953)
ve diğer eserlerin yazarı olan Hamd (Ahmed) b. Muhamed b. İb-
rahim el-Hattabi,. (Brockelmann, Geschiete der aralıisehen L:ttera­
tur, 1, 165 ) , daha ileri yaşlarda Sicistan'daki Bust'da dini bır cemaat�
cezbedilen, Farabi'nin genç bir çağdaşıydı; fakat O'nun bu nisbet'le
söylendiğini gösterecek hiçbir şey yoktur.
( 52) - hiçbir insan, ilk andan Wbaren, mükemmelliği haiz olarak var ol­
maya müsait değildir. Krş., [10] .
( 5 3 ) Bu fasl elyazmasında şöyle başlar: <Ne Ebu Nasr -Allah ondan ra­
zı olsun-ın sözlerinden».
( 54) - ilk baki§· Bu ifade için (zaten Supra [80] ) ve hassah'nın, y.ani «en
- 98 -

mükemmel>>i n veya <<faziletli»nin, aslında «aklı selim>>e, en azından


«ilk reiS>>e hasredilmediği görüşü için, krş., Tahsil, 37 .

( 55 ) - «Ve y;ine Ebü Nasr -Allah'ın rahmeti O 'nun üzerine olsun-'ın söz­
lerinden .. » şeklinde b aşlanır.

('56) - benzerle� de dahil . . vs. Yan· rr,örünüşe göre, ( onLarın) kar§ılığıyla


.

birlikte ortaklarıdan birinin amacı ve yolu, artık onların aynısı ol­


mayan bir diğerinin amacı ve yolu. Cümlenin geri kalanının tercü­
mesi, cümlenin ilk kısmında «zararlı ve kötü»ye dayanan <<Çünkü
birle§enlerden herbiri» vs. sözleriyle birlikte («Ve ikinci birleşme . . .
ticari: işler») (şeklinde) bir parentezin bulunduğunu vamayar.
Bu biraz gariptir, fakat alternatif,, az değil, daha çok itiraz edilebilir
görünüyor: Hem A'da, hem de İb ranice nüshada, <-mükemmel şey­
ler» de bir nokta ile birlikte, «ticari işler>>den sonra, bir eksiklik ol­
duğunu farzetmek gerek:iyor.

( 57) Yukarıda anılan fusftl'un büyük çoğunluğu gibi, yine sadece «Fasl»la
başlanır, fakat onun, eserin orijinal şekline ait olup olmadığı şüp­
helidir.
İ N D E K S

- A - - B -

Aaron; 2 Bağdad ; 2, 1 2 , 13, 14, ıs� 16, 17, 93

Abbasiler; 2 Basra ; 2
Abdü'l -Melik (Halife ) ; 1 «başlangıç» ; S2, 90
adalet; 39, 52, 53, 54, 56, 60, 68, 80, 91 beden ; 27, 28, 37 , 4S , 64, 6S; 70, 74, 7S ,

adaletsizlik; 53, 54 79, 92

adi liderlik ehli; 41 , 83 bedbahtlık ; S9, 6 1 , 70, 91 .

ahiret hayatı; 39, 65 Belhi (Ahmed b. Sehl) ; 4

ahlaki; 4 , 38 besin ; 29

ahmaklık ; 63 besleyici meleke ; 29, 79.

aile; 37, 4S, 8 1 bilen ; 66

aile reisi; 90 bilgi ; 42, 43, 6 1 , 96


gerçek bi Lgi ; 42
A'in Name; 3
biLgi teoris i ; 9
alal; 4S, 84
ameli akıl; 41 , 44
binicilik ; sı
bir ; S9
b i'l•· fiil akıl; 42, 44
birlik ; 43
bi'l-ikuvve akıl; 42 , 44
Bizans ; 2
faal a.kd; 9, 72, 90, 96
nazari akıl; 41 , 42, 64 Bizanslı Rumlar ; 1 6

Pasif ak1l; 96 bozuk idare ; 7 1 , 94

akıl hakkında risale; 3,4 Byrson ; 8 1 .

ak·ıllı; 4S, 66 büyütme melekesi ; 29

aldatma; 7 1
alem ; S8 - C -

Allah ; S2, 68, 93


cahil ; 9 1
Allah'ın velileri. ; 92
cahil devlet ; 69, 83, 86
Alla:h ver,gisi ; 88
cahillik ; 77
!llmeli sanat ; 72
eectel ; 70
Amiri ; 4, 5 , 7
cedelciler; 67
anlam ; 43
cesaret ; 34, 80, 92
anlaşmazlık ; 76
ceza ; S4
anlayış mükemmel_liği ; 31
ciMd ; 14, SO , 89, 91
Ara�a ; 2 , 3 , 6 , 9, 1 2 cisiımler ; 29
Arap felsefesi ; 89 97 cömetlik ; 34
Aristo ; S
9, 1 7 , 19, 3 , 66 , 7S , 78, 78, 19, Ourci Zeydan ; 6,7
80, 8 1 , 83, 8S, 86, 90, 93, 95 . Cündişapur ; 67
aristokrası; 14, 83, 88
arzu etme melekesi, 30
C -
Askalan; 1 S
aşağılık ; 32 çekici meleke ; 29
atıiganlık ; 63 çirkin fiiller ; 27, 30
- 1 00 -

- D - ameli fazilet ; 72
fikri fazilet ; 71, 72 , 74, 84
<�erlemecilik» ; 2ı nazari fazilet ; 72
desbe ; 7 ı nazari fazilet ; 72
devlet adamı ; 27, 28 faziletin amacı ; 76
din ; ı, ı6 faz iletli devlet ; 14, 90
dindışı ; 2 faziletli idareci ; S, 7, 1 4, 18, 74
din görevlileri ; 1� , S6, 90 en faziletlilerin idaresi ; SO
diyalog ; 17 faziletli hayat ; 8
diııgin yapma sanatı ; sı faziletli kişi ; 1S, 19 , 33, 48 , 62, 63;

doğru görüş ; 46 80; 88.


Doğu : 2
felsefe ; 1, 2, 7S , 79, 96
nazari felsefe ; 72, 79, 94
doktor ; 27, 28, 36, 37, 39, 4 ı
·dyasi felsefe ; 3, 6 , 7, 9, 7S
faziletli doktor ; 74
fikir mrükemmelliği ; 46
dokumacılık ; 3 1 , 32
nkri meleke ; 71, 74 , 93
dostluk ; 3S
ftlozof ; ı7, 96
dört sebep ; 9S siyasi filozof ; 6
duyu melekesi ; 30 <<fityam ; ıs
düşünme başlangıcı ; sı fon ; S6
düşünme melekesi ; 30, 49 fusfıı ; 10, 1 1 , ı2, 78, 98
düşünülen şeyler ; 66, 67 swasi fusftl ; ı ı

- E - G -
Ebi Zer (Ebu'LHasan b.) ; 4 g<Hil ; 76
efendi ; SS , 8 1 gilfil görünen ; 76, 77
Eflatun ; 7, 1 4 , ı 7 , ı 8 , 38, 82 , 8 3 , 89, geçic hayat ; 62
91, 83. geçici türden yönetim gücü 74
Eflatun felsefesi ; 4, 16, 17 gerçek ; 76
Efla1ıuını(un «Cu:mhıuriyet),i» 3', 4 , gerçek görüş ; 76
1 9, 81, 89, 92, 83 , gerçekl ik : 43
Emevi ; ı , 2 göz ; 28
en son amaç; 48 güna!h ; 79
ev ; 36 güzel fiiller ; 27, 30
ev idaresi ; 4S
evin reisi ; 36 - H

F - Haccac, ı
Halid b. Yezid,
fail ; 6S, 66 Harraniler ; 3
Farabi; 2, 4, s , 6, 7, 8, 9, 10, ı ı , 1 3, Hattabi ; 97
1S, 17, 1 8, 79 ,80, 87, 83, 94, haya ; 3S
9S, 97 hayal gücü ; 48 , 87, 96
fasık ; 63, 9ı hekimlik istiaresi ; 10
fazilet ; 10, 27, 28, 31, 32, 34, 4 1 , sı, Hemdanhlar ; l S, 1 6
72, 74 , 76, 79, 80, 91 , 94. Hermes ; 67, 92
ahlaki fazilet ; 3ı , 32, 67, 78, 79 heyı1lani ; S8
akli fazilet ; 31, 32, 78, 79, 8S hicret ; 1 6, 19, 71, 94
- 101 --

hikmet ; 43, 44, 47, 48, SO, 61 , 74, 80, insan 37, sı. ss, S9, 71, 7S, 76. ııo,
;
92, 96 . 94, 92, 96, 97
arneli hikmet ; 41, 44, 4S, 46, 47, ahmak insan; 47
48, so, 66, 70, 71 , 84, 8S, 92, %. basit insan ; 46
hik:net sahibi; ; 64, 92 cesur insan ; 91
hile ; 44, 7 1 şaşkın ins an ; 47
hilm ; 3S İran ; 2, 5

Hişam ib. Aıbdu'l�Melik, 3 İran biUmleri ; 3

Hipok rat ; l l , 78 İra.'l kraları ; 3


İran tarihi ve yöneti:mi ; 3
hitabet ; 48, SO, 69
İskender ; 67, 83
hizmetıçi ; S2, SS ·
·

İslam ; ı , 9
Hudai Name ; 3
İslam Dünyas1 ; 2
hukema ; 44, 47
İslam İmparatorluğu ; ı s
Huneyn b. İshak ; 3,S, l l , 17
İspanya ; 2 , 97
Hz . Muhammed ; 96
İspanya felsefe okulu ; 8
İsti ş§.re ; 4S
1
iyı ; 60, 6S, 76
- -

Irak ; ı gerçek iyi ; 8 1


Istaıhar ; 3 iyi fiiller ; 80
iyi hayal ettirme ; 48, SO
iyi hayat ; 8
iyi ikna etme ;
İbn Baceh ; 2, 19, 80, 97 iyilik ; 59, 61
İibn ebiı.Usayibia ; lL 12, 13, 14, 92.
İbn el..Cezzar ; l l K -
İbn er_Rabi ; 6, 7
kfıhin ; 73, 96
İbn et-Tayyib ; 92
kainat ; 68
İbn Haldıln, ı, 97
kanun ; 33, 34, 40, SO
tbn Kelede ; 1
« kanunlar» ; ı6
İbn Maseveyh ; l l katipler ; ıs, S6, 90
İlbn Meyım1n ; ı 9 kelami araştırmalar 2
tbn Rü.şd ; 2, ı9, 97 kesinlik ; 42, 43
İlbnü'1.(Mıı:ka:flfa ; 3, 4
kıl ; 8 ı
tbranice ; ı2, 13, 19 kırk gün namaz 2
ilim ; 69, 77 kimya ; 1
ilmin üç hali ; 67 Kindi ; 3, 4, 5, 6.
nazari i lim ; 74, 75 köle; 52, 56, 8 L
Hk ; 43, 44 kötü ; 6 0 6S, 76, 98
ilk ibakış ; 67, 7S, 76, 97 kötü fiiller ; 33
ilk hakikat ; 43 kötülükler ; 34, S9, 6 1 ,
ilk hareket ettirici, 9 kral ; ı 8
ilk hayat ; 39 kurnazlık ; 44
İlk Prensipler ; 42, 64, 73, 84, 97 kurna:z kişiler : 48
iLk sebep ; 9, 90, 97, 67, 60; 93
ilk şart ; 87 L
iııayet ; 68, 93
insaf ; 56 liyakat ; 6S, 72
- 1 02

- M - nefs in tutkuları ; 48, 49, 60


nefsini frenleyen kişi ; 33, 34
madde ; 29, 58, 91 nezaket ; 34
mahiyet ; 60 Nicephorus ; lS
makıllat ; 67 nitelikler ; 34
makıliat-ı külliyye 67 nükte ; 34
Mansur (Halife) ; 3
mantık tahsili ; 8
0 -
Masarceveyh ; 2
Matematik ; 75 Olgunluk ; 43
matematik prensipler ; 72 orta ; 34, 3S, 36, S8, 38
<<lffielik es..sünneh» ; ı4. ı6, ı8 ahlaıkta orta : 38
melodi ; 49 orta fiiller 34, 3S, 38
mıltedil ; 35, 80 ortadakiler ; 44
mıltedil fiiller ; 34, 39
mıltedil gJda ; 35 -ö-
mıltedil kişi ; 33, 6ı, 80
öfke ; 3S, S7
mıltedil sıcaklık ; 35
öğrenme ; 6 ı
mutlu hayat ; 8
ölQiicüler (mukadd.irii.n) 18
mutluluk ; ıo. 48, 97, 59, 6ı; 69; 74
ölçülülük ; 34
82; 86; 91
ölçme sanatı ; ı8
gerçek mutlu.lıuk ; 40
ölüm ; 62, 63, 71, 91
son mutluluk ; 39
Ömer b. Abdu?LA.ziz ( Halife) ; 2
mücahid ; 14
öncüller ; 42, 4
faziletli mücahid ; 63, 92
mümkün ; 73 - P -
Müttaki (Halife) ; 14, 1S
Mes'ıldi ; 3, 1 3 Persepolis ; 3
metafizik ; 9 , 1 3 perspektif ; 72, 94
metafizik ; 9, 13 Pey·gamber ; 96
metafizik kategoriler; 9 ı Platonik ; 80
Mervan ; 2 platon�k ilham, 8
mevsimler ; 70 «politicus>> ; ı7, ıs, 79, 84, 89; 90
<<politik» ; 13
Meymıln (Musa b.) ; ll, 78
Psikoloji ; 9
Mısır ; 13
Psikolojik yeti ; 71
muhayyile ikiuvveti ; 30
mılsiki ; 72, 94 - R -
Mus.tasım (Halife) 7
,

Mu'tasım (Halife) , 6, 7 Razi ;


ı ı , 78
mutavassıt ; 3S, 58 reis ;
s ı , S2, S7, 86
cahil reisler ; 69
- N - en iyi reisler ; SO
ikinci reis ; ı4, ı6, 88, 89.
Nasr ed-IDevle, ı s ilk reis ; 7, ı4, ı6, SO, /0, 7 1 , 74,
naz ar ; 73 87, 9Ş ,
nefs ; 27, 38, 33, 34; 4S , 74, 76, 78 kanuna göre reisler ; s ı
fikri nefs ; 4 ı rbale ; 6
nazari nefs ; 4 ı ruh ; 27, 29, 64, 92
nefs_i natıka ; 72 rUhani cisimleri ; S8, 8 ı , 90
-- 103 -

- S - şehir yönetiııni ; 40, 45, 82, 83,


Şervani (Prof. H.K.) : 7
8asaniler ; 1
ştir ; 49
savaş ; 56, 57
şiir sana1tı ; 70
saYı ; 72
seks ; 33
- T -
semavi cisimler, 58, 72, 94
sevgi ; S2 tabii bilim ; 6, 72, 73, 96
Seyf ed-Devle ; ıs, ı 6 tahii cisimler ; 72
sezme mükemmelliği ; 47 tabii eğilim ; 32
Sicistan ; 97 tabii prensipler ; 72, 73
Simya ; ı Tanrı, 9
sindirim melekesi ; 29 tebea; s ı ' 52
« siyaset» ; 7, 9 «tecrübeye dayanan kuvvet» 70, 71,
siyasi sanat ; 28, 36, 38 93
Sokrates ; 3, 6, 38 tedbir» ; 44, 68
son ; 52 eTek'in İdaresi» ; 19, 94
Sultan ; ı7, ı8, 27. 28, 33; 36; 41, 84, «temryiz» : 71
88 Tenbih ; 6, 8
fa.z.iletli sultan ; ı o, ı4. ı8, 87 , Teodoks ; 1
88, 89 tevazü ; 34
gerçek sultan ; 40, 50, 90 tıbbi ; ll
akanuna göre sultan» ı6, ı8, SO, tıbbi kanunlar ; 2
s ı , 89. t;lbbi maharet 41
zorba sultan ; 71 tıp ; ı , 36
sultanlık ; 40 tı:p sanat� ; 38
sultanlık sanatı 28, 36, 40, 4ı , ticaret ; 76, 88
82, 84, timocracy : 83, 86, 90
sılret ; 29, 6S tran ; 86, 93
Suriye ; ı2. ı4, ıs Tüsi (Nasır ed. ıDin ) 81
Süryanice ; 2 tutucu meleke ; 30
-Ş -
Şam ; ı , ı2, 13, ı s - U
şarkı ; 49
usUl ; l l , 46
şehir ; 36, 38, SO, s ı ; S2 ; S3; S6; 64, 78
uyum ; 39
80, 8ı
alçak şehir ; 83 - ü
cahil şehir ; ı2, 63, 81, 82, 83 , 86,
üretme melekesi ; 29
90, 91, 93
deği ştirilmiş şehir ; ı2, 92, 93
- V
fasık şehir ; 12, 81, 82, 9 ı
faziletli şehir ; ı2, ıs. ı8, 38, 39, vahiy ; 2, 73, 96
49, s ı , 52, 70, 71, vaıhşi hayvan ; 80
8ı, 86, 90, 93 varlık ; 43, 58, 60, 65 , 91
sapık şehi r ; ı2, 8 1 bir Varhk ; 43
şerefli şehir ; 90, 93 fiziki varhklar : 73
zarılri şehir ; 38 ilk Varhk ; 73
zorba şehir ; 7 1 , 82, 83 metafizik varlıklar ; 73
şehir ha1kı ; 64, 83, 90 varlık dereceleı:i ; 43, 95
şehrin yöneticisi ; 38, 62, 83, 87, 89. varlık ilkeleri ; 72, 95
104 -

y Yunan oligarşisi 83
yün ; 81
yaradılış ; 75
yaz:ma sanatı ; 3 1 , 39, 70, 71
-Z -
yeni eflatunculuk � 9
yetkinlik ; 64 zeka ; 47
ilk yetkinlik ; 39 zekilik ; 44, 47
son yetkinlik ; 39 zevk ; 57
yokluk ; 85, 59, 60 zıd ; 59
yönetim � · 69, 70 Zihin ; 46
cahil yönetim ; 69, 70, 7 1 , 93 Zorba ; 71
faziletli yönetim ; 69, 71. 86 ,,zorbalığa dayanan hayat tarzları>>
Yuhanna ed_Dımeşki ; 1 71
Yunan ; 9 eZorbalığa dayanan idare >> ; 71
Yunanlılar ; 3, 6, 15, 16 Zorba idare ; 93
T ü r k i s tan'da doğan v e «ikin­
ci Muallim» ( << B irinci M uallim »
olarak Aristo k abul e d ilmişti )
olarak tanınan büyük T ü r k filo.
zofu E b fı Nasr E I - F a ra b i
genç yaşta B a ğ da t ' a ge l erek za·
m a nın bü tün i l imleri i le u ğ raş­
tı. Özellikle gramer, mantık v e!

fels efe de derinleşt i . O ldukça


münzev i bir hayat y aşayan f i lo_
zof, ö m r ünün son y ı l larını Ha .
lep'te S eyfu ' d -D evle' n i n him a­
yesinde geçird i ve yaklaşık
339 j950 y ı l lar ında Ş am' d a vefa t
etti.

Kaynak l a r , bu büyük filozo ­

fun y ü zün ü s t ünde eser kaleme

a l d ı ğ ını kaydetmektedir. Bu e­
serl e r i n ö nemli b ir kısmı man­
tık , m etafiz i k ve ahlak hakkında­
d ı r . Anca k o, sade c e b u alanlar­
da deği l , ayn ı zamanda siyaset
fel!;: efe:inde de ö nemli eserler
verm i ş t i r .

B u nlardan b i ri de F u s fı l ü ' l ­
Medeni ( S i yaset Felsefesine
Dair G ö r ü ş ler ) ' dir Bu e ser, Fa­
rab i ' nin şu a nda var o l an siya­
si e�e r lerin i n en sonuncusu ola­
rak kabul edi leb ilir. Eserde, F a ­
rab i ' n i n s iyase t ha kk ında kale­
me aldığ ı y a z ılarının h i çb i r in­
de b u l unmayan g örüşlere de
ra.s tlanılmak tadır. İ ncelenen si­
yas i ve ah laki konular, eserin
adından da a n laş ı l a c a ğ ı gibi,
« b ölüm bölüm» ele alı n m ı ş t ı r .
D. M. D unlup'un y a z d ı ğ ı gi riş,
eseri , t arihi ve fikri zeminine
yerleştirmektedir.

You might also like