Professional Documents
Culture Documents
Nİyazi Mısri - Irfan-Sofralari - - 5ФА229
Nİyazi Mısri - Irfan-Sofralari - - 5ФА229
İRFAN SOFRALARı
NOTLARLA çeViREN
Dr. Süleyman ATEŞ
EMEL MATBAASı
1971 - ANKARA
içiNDEKİLER
Sahife
ÖN SÖZ I-II
NtYAZ-İ MISRI'NİN HAYATI VE ESERLERİ 1
BİRİNCİ SOFRA: Kitabın yazılmasındaki hikmet,
faknn manası 8
İKİNCİ SOFRA: İki deniz olan zahir ve batın ilim-
lerinin birbirine kanşmaması 10
ÜÇÜNCÜ SOFRA: «Ey iman edenler zandan sakını-
mz.» ayetinin tefsiri 12
DÖRDÜNCÜ SOFRA: «Gece ve gündüzü iki ayet kıl-
dık» ayetinin tefsiri: 14
BEŞİNCt SOFRA: Ruhun cesetlere girmesi ve bu şe-
killerde görünmesi 18
A L TINCI SOFRA: «O gün yer, başka bir arz olur»
ayetinin tefsiri: 20
YEDİNCl SOFRA: «Allah selamet evine çağınr» aye-
tinin tefsiri: 22
SEKİzİNCİ SOFRA: Riyakar ve gerçek alimin
temsili: 24
DOKUZUNCU SOFRA : «Herkesin yöneldiği"bir ciheti
vardır» ayetinin tefsiri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..
. 26
ONUNCU SOFRA : «Yaptığından sorulmaz.» ayetinin
tefsiri: . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . ... . . . . . . . . . . 30
ON BİRİNCİ SOFRA : Günahkarlar hakkındaki
görüş: 32
ON İKİNCİ SOFRA : «Ey insanlar sİzi bir tek nefis-
ten yarattık» ayetinin tefsiri : 34
ON ÜÇÜNCÜ SOFRA : «Biz İbrahim'e göklerin ve
yerin melekııtunu gösterdik» ayetinin tefsiri : 36
ON DÖRDÜNCÜ SOFRA: Hal Tercemesi : 38
ON BEŞİNCİ SOFRA : Allah'a varan yollar : 41
ON ALTINCI SOFRA : Kaside-İ Bürdenin Tesbii ve
görülen Ruya: 44
i
Sabife
ON YEDiNCİ SOFRA: Müttakilere va'dedilen cen-
net...» ayetinin tefsiri: 46
ON SEKİzİNCİ SOFRA : «Allah, kendisine şirk ko
şulmasını affetmez, bunun dışında dilediğini affeden>
ayetinin tefsiri: 48
ON DOKUZUNCU SOFRA: Zaman 51
YİRMİNCİ SOFRA: «Rabbinden sana indirileni
tebliğ et» ayetinin tefsiri: 56
YİRMİ BİRİNCİ SOFRA : «Hiçbir hayvan yoktur ki
Allah onu almndan yakalamasın» ayeti hakkındadır. 58
YİRMİ İKİNCİ SOFRA: «İnsanların hesaplan zama-
m yaklaştı» ayetinin tefsiri: 59
YİRMİ ÜÇÜNCÜ SOFRA: Ay'ın güneşe ve halka
karşı yüzleri: 61
YiRMİDÖRDÜNCÜ SOFRA: Peygamberlerin ve veli
lerin kendi zamanlarında takdir edilmeyip sonradan
takdir edilmeleri: 63
YİRMi BEŞİNCİ SOFRA : Rüsum ve tarikat alimle-
rinin kış ve bahar ile temsili : 66
YİRMİ ALTINCl SOFRA: İnsan vücudu, Kafilelerin
gelip geçtiği dört yol ortasında bulunan bir şehirdir. 67
YİRMİ YEDİNCİ SOFRA: Kadir Gecesi 70
ii
Sahife
OTUZ ALTıNCı SOFRA: «Bana ve anana babana
şükret» ayetinin tefsiri : 85
OTUZ YEDİNCİ SOFRA: «Daima ürnmetimden bir
taife hakkı yüceltmek için savaşacaktır» Hadisinin
izah ı :. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . . .... .... .. . . . . . 86
OTUZ SEKİziNCi SOFRA : Bahar, Sevgili ve Ne-
dimi : 88
OTUZ DOKUZUNCU SOFRA : «Siz, dünya işlerinizi
benden iyi bilirsiniz.» Hadisinin tefsiri : 91
KIRKlNCI SOFRA: Halvetiyye Silsilesi : ...... . . . ... . . . 93
KıRK BİRİNCİ SOFRA : «Biz dünya semasını yıldız-
larla süsledik.» ayeti . . .. . . . . .
. . . . . ........... . . . . . . . . . . .. . . 97
KıRK İKİNCi SOFRA : «De ki: babalarınız, Allah
yolunda savaştan hayırlı ise bekleyin . . . » ayetinin
��: �
KıRK ÜÇÜNCÜ SOFRA: «Bana salat getiriniz, Allah'-
tan benim için vesile isteyinizıı Hadisinin izahı : 101
KıRK DÖRDÜNCÜ SOFRA : «Zamanınız günlerinde
Rabbinizin nefhalan vardırD Hadisinin izahı : 103
KıRK BEŞiNCİ SOFRA : «Ey iman edenler Allah'tan
korkunuz, O'na vesile isteyiniz.» ayetinin tefsiri: 104
KıRK ALTINCI SOFRA: İlmin nevileri ve efdali : 107
KıRK YEDiNCi SOFRA : Vahdet ve kesret göziyle
cihan 111
KıRK SEKiziNCİ SOFRA: Nefis merhaleleri: 113
KıRK DOKUZUNCU SOFRA : İslam askerlerinin ga
zasına tefe'ül 117
ELLİNCİ SOFRA: Enfüsİ kıyamet alametleri . . . . . . . . . 119
ELLi BİRİNCİ SOFRA: "Allah bir adamın karnında
iki kalb yaratmamıştır 121
ELLi İKİNCİ SOFRA: «Görmüyorlar mı ki biz on
lann arzını etrafından eksiltiyoruz» ayetinin izahı : 123
ELLi ÜÇÜNCÜ SOFRA: Allah'm, her peygamberden
bir zelle izhar etmesindeki hikmet : 125
ELLİ DÖRDÜNCÜ SOFRA : «O, her an başka bir şan-
dadır» ayetinin tefsiri : 127
iii
Sahife
hakkında 191
Ö N S Ö Z
---,1-
san olarak kabul edilmektedir. Tezkireciler Vt. biografya mü
ellifleri, onu cak öğmekte ve menkibelerinden bahsedip ke
rametlerini anlatmaktadıriar. Şair ve münşi Ebubekir Kani,
on rediflik bir manzume ile onu methetmiştir.
-II-
NİYAZİ-İ MISRİ (l61S-1694)'NİN HAYATI ve
ESERLERİ
ı
Mısri, yine bir ru'ya üzerine Uşak/a giderek Halve
tiyyenin Elmalı'lı Yiğitbaşı Ahmed Efendi kolundan
ve Ümmi Sinan halifelerinden Şeyh Mehmed'e ve
bu sırada Uşak'a gelen Ümmi Sinan'a intisabedip
tecdid-i biat eyledi. Ümmi Sinan ile Elmalı'ya gide
rek şeyhinin dergahında imamlık, hatiplik ve şeyhi
nin oğluna öğretmenlikte bulundu. Bir aralık İs
tanbul'a bir seyahat yaptı. 1065 (1654/1655) te ken
disine Ümmi Sinan tarafından hilafet verilmesini
müteakip Uşak'a ve Kütahya/ya, Ümmi Sinan'ın
ölümünden sonra tekrar Uşak'a oradan Bursa'ya gi
dip Hacı Mustafa adlı birinin kızı ile evlendi. Bir
kız çocuğu oldu. Abdal adlı bir tüccar, Niyazi'ye bir
dergah yaptırdI. Bu dergah, 1080 (1669/1670) tari
hinde merasimle açıldı. Sadrazam Köprülüzade Fa
zıl Ahmed Paşa'nın daveti üzerine Edirne'ye giden
Niyazi, fazla değer verdiği cıfra dayanarak bazı söz
ler söylediğinden 1087 (1 673) te Rodos'a sürüldü.
Dokuz ay sonra affedilerek Bursa'ya döndü. 1087
(1676) tarihinde sürüldüğü Limni adasında 1103
(1691) senesine kadar sürgün hayatı yaşadıktan son
ra affedildi. TabIizade, onun dönüşüne MAHZ-I NÜR
terkibini tarih düşürmüştür.
3
rir. Bu dahi malumun ola ki enbiyada ve evliyada
kizb ve hilM ve müdahene olmaz. Bizim sana su-İ
kasdımız yoktur, Dediğimize itimad edin. Ve nüde
madan birisini şunu azı veya katleyle demem. Bu
senin hizmetine layık değildir. Ancak umum üzre
adleyle deyu nasihat ederiz, kabul edersen senin
izzetin ziyade olur; aziz olursun; kabul etmezsen za
rarı kendinize edersiniz. İsa nüzul etmesün deyu.
ferman verüp ger.u reddedemezsin. Ancak bir mik
tar ta'ciz edersen, me'yus olunca sonra nazarı Hak
erişüp 01 me'yusa necat verir.
«el"Hasll enbiyaya muhalefette olmaktan men
ederim. Nasihati kabul edersen, tahtında sabitka
dem olursun. İsa Aleyhisselam, kendi hakkında ala
mele'innas haza mehdiyyüzzeman deyu şehadet eder.
Şehadetini Allah taala kabul eder, cümle halk dahi
kabul eder. Ve illa muhalefetin zararı kenduye aido
lur, bilürsün. Nasihatim budur. Bu mektubu kendu
şeyhine gösterme ve re'yiyle amil olma. Şeyhu-I-İsla
ma ve ulemaya göster, anların re'yiyle amil ol
"�\r�\���./\�Y�� �\�f
�\ u���: alim kavli şey-
4
araba, dervişler için de para gönderdiğine ve onti
Tekfur Dağında karşılattığına bakılırsa Niyazi'yi çok
saydığı anlaşılır ( Reşid, Tarih, 11,216).
Niyazi-İ Mısri'nin Edirne'ye yaklaşması ve pa
dİşaha, İş başında bulunan hainleri keramet ile bİ
rer birer haber vereceği şayiası, pek çok kimselerin
de şeyhi sabırsızlıkla beklemeleri devlet adamları
arasında telaş uyandırdı. Sadrazam Bozok'lu Mus
tafa Paşa, Mısri Efendi'nin duasını almak istiyen ve
sonra sefere çıkılmasını münasip gören Ahmed ii yi,
bu zat geldiği takdirde büyük bir fitne zuhur ede
ceği yolundaki telkinleriyle fikrinden vazgeçirdi. Ni
yazi, 26 Şevval, 1104 ( 3 0 Haziran 1693 ) Salı günü
Edirne'ye gelip va'zetmek üzere Selimiye Camiine
indiği zaman, halk camiin etrafını almış, kalabalık
tan içeriye girilemez olmuş idi. Bu durum karşısın
da Sadrazam, Mısri Efendi eğer derhal sürgün edil
mezse büyük bir karışıklık çıkacağını padişaha tel
kin ederek Şeyhin Limni'ye gönderilmesi hususun
da bir ferman aldı. Şeyh Efendi hemen Tahtıreva
na bindirilip Boğazhisarında.ki Kaptan Paşa'ya sevk
olunarak Limni'ye gönderildi. 20 Recep 1105 ( 16
Mart 1694) Çarşamba günü Limni'de vefat etti '.
Eserleri:
1 - Terceme ve neşrettiğimiz Mevaidu'ı-trfan
ve Avaidu'ı-thsan
2 -Tefsir-i Fatiha-i Şerife : Arapça muhtasar
ve müfid bir eserdir. Umumi Kütüphane 'de vardır.
3 -Devre-i Arşiyye : Mebde, ve meaddan bah
seden üç bab, bir hatime üzre tertibettiği Arapça
kıymetli bir risaledir.
(1) Abdulbaki Gölpınarlı, İslam Ansiklopedisi, c. 9, s.
305-306; Mevaidu'l - İrfan kenarındaki notlar.
5
« Devre-i Arşiyye'den her kim haberdar oldise
ol bilür ancak Niyazi ilm-ü irfanım benim» diye bah
settiği risaledir.
tefsir risalesidir.
8 - Es'ile ve Ecvibe-i Mutasavvifane.
9 - Şerhu Nutk-i Yunus Emre : Yunus'un :
6
15 - Risale-i Hıdriyye-İ Atik.
17 - Risale-İ Hüseyniyye.
18 - Tefsiru'l-Cüz'il-Kebiri'n-Nebevi.
20 - Risale-i İade.
7
BİRİNCİ SOFRA
BİsMİLLAHİRRAHMANİRRAHiM
8
sunluk) tamam olmayınca perdesiz, doğrudan doğ·
ruya Hak kın yuzune bakması mumkın olmaz. Ni·
tekım iuce AHah buyurmuştur: «O gün bazı yüz·
ler sevinçli, rablarına nazırdır.» ı Varlığı atmazsa,
Allah'ın göklere ve yere arzettiği, o'ö:ların kabulde
i I , sa ece ınsanın yu endiği vücut emane·
tini ödememiş olur. Ve bu suretle büsoürÜrriltlyane ·
ten kurtuİamaz. Allah'ı da sevmez olur. Çünkij Al
lah Taala: «Aııah hainleri sevmez»2 ayetiyle ifade
ettiği üzere onu sevmez.
9
Peygamber'in: «Nefsini bilen Rabbım bilir.»
sözunün manası da budur. 3 Çünkü nefsinin vü
cudu olmadığım bilirse, kendisinde olan vücudun
Anah'a aidolduğunu anlar. Yani kendisinin, mahiy
yeti itibariyle Rab, görünüş itibariyle nefs olduğunu
bilir. Yahut: «o, aynen (zat itibariyle) Rab, taay
yünen (görünüş) itibariyle nefstin>. diyebilirsin.,
«Fakirlik küfür olayazdı.» sözüne gelince bu,
nafile ibadetlerle Anah'a yaklaşmanın sonucudur.
Ama benim söylediklerim, farz ibadetlerle Analı'a
yaklaşmanın sonucudur.' «Aııah gerçeği söyler, O,
yola iletir.» 4
İKİNCİ SOFRA
10
Öyle ki şeriatte bulunan her ilim ve amel hakikat
te de bulunur. Hiçbiri o ilim ve amelden ayrılmaz
lar. Fakat yine de aralarında Allah'ın hikmeti ve
kudreti icabı birbirlerine karışmalarına engel bir
berzah vardıg \Bu engel sebebiyle biri diğerine ge
çemez. Bu mani, iki taraf adamlarının vehimleridir.
Yani bu iki ilim, aslında tek bir ilimden ibarettir.
İki ilim itibar edilir. Bu itibardan dolayı, iki taraf
erbabı arasında daimi bir ihtilaf vardır. Bunun za
hirde misali dağ'dır. Dağ, dağ olması dolayısiyle tek
tir. Çıkışı ve inişi dolayısiyle ikidir. Çıkışı şeriate
misal, inişi hakikate misaldir. Dağda yürümek, çıkan
için zordur; inen için kolaydır. Ama dağın zirvesin
de olan kimse çıkış ve iniş zahmetinden kurtulmuş
tur.
Bu engelden dolayı iki taraf ehlinden gizli kalan
bir hikmet gereğince biri, diğerinin hükmünü kal
dırmaz. Zira bu engel, iki cihanın imarı için konul
muştur. Bunun içindir ki tamamen birbirine geçip
karışmazlar. �Şeriat ehli, hakikat ehlinin ilmini bil
mediklerinden ve onları şeriate aykırı sandıklarından
dolayı hakikat ehline karşı koyarlar. Tam kemale
ermiş muhakkikler müstesna, hakikat ehli de şeriati
hakikate aykırı görerek onu terk· etmekte bir sa
IÔnca görmediklerı ıçİn şeriat ehline kar ı ko ar-
ar .. a at agın zırvesıne u aşan en yüksek kulelerde
oturan arifler, A'RAF ehlidirler. Bu iki ilmin, bir
tek ilim olduğunu, iki taraf erbabının gözlerindeki
illet örtüsünden dolayı iki ilim gibi göründüğünü
bilirler. Ve iki taraf ehlinin de haklarını verirler.)
İki tarafın benzerliklerini açıklayarak, müşkille
rini çözerek bu iki ilim erbabının arasını mümkün
mertebe düzeltmeğe çalışırlar.
II
Her asırda b unların aralarını b ulan kimseler
mevcuttur. Eğer aralarını b ulan kimseler olmasay
dı, aralarında savaş olur, düzen b ozulurdu. Bundan
dolayıdır ki «Ahlak güzelliklerinin en iyisi, iki kişi
arasını ıslah etmektir.» denilmiştir. Bu iki ilim, sulh
ile karışacak, b irleşecek gib i olur, lakin aralarında
ki b erzah ile ayrılırlar. Ve böylece daimi olarak hal
leri b irb irine tecavvüz etmez. Ta ki b irinin hükmü
diğerini yenerek iki cihanın dengesi b ozulmasın.
ÜÇÜNCÜ SOFRA :
12
Güneş, ari f-i billah olan muvahhid mü'mi ni n
mi sali di r. Bu zaten bütün eşyada, kendi i rfanının,
tevhidi nin i manının ve ayftnının «Hiçbir şey yoktur
ki Aııah'ı hamd ile tesbih etmesin. Lakin siz onla
rın tesbihlerini anlıyamazsınız.» 7 ayeti ni n i fade et
ti ği gibi aksini, nurunu görür. Halbuki aslında eş
yanın bi r kısmında cehalet, küfür ve i syan zulmeti
yaraır. Fakat o mü'mının bakışının nuru, bütün eş
yayi- "k aplar da o, hepsinde sadece nur görür. Bütfuı
insanlara ıyı zan besler. Bu sıfat, bir i nsana, :i'iiCak
kemale eriştıren bır mürşıd-ı kamlIın terbİy esi altın
da ıç tasfıyesiyle II1t1mktiİ�_ olar. 8
, Zulmet i se cehalet i le kalbi kararmış cahi le ben
zer. Bu adam, bütün eşyada bir eksiklik görür, her-
13
keste bir ayıp arar. Cahil neye baksa, cehaletinin ve
aybının siyahlığı o şeye akseder)J3aktığı şey ne olur
sa olsun onda muhakkak bir ayıp ve noksan bulur.
Fukara bilmez ki o, kendi ayıp ve noksanıdır, ora
dan kendine aksetmiştir.
Binaenaleyhf. ey Ehlullah yolunda sü1uk eden
talip, Allah'ta mticahede et ki ruhunun güneşi bat
tığı yerden doğsun, tutulduğu yerden açılsın, kalbi
nin alemleri nurlansın, nuru yüzüne vursun ve se
nin yüzünden karşında bulunanlara yansıyarak hep
sini aydınlatsın. Karşında bulunanlar, senin ilim ve
irfanının nurundan istifade etsin, senin gölgende, ya
ni cisminin ve bedeninin gölgesinde istirahat etsin
ler� İşte güzel huyun kemali budur. Allah, bizi de si
zi de bu vasıflarla vasıflananlardan, Allah indinde ve
insanlar indiİlde razı olunmuş ve sevilmiş olan bu
huylarla huylanmış bulunanlardan eylesin amin.
DÖRDÜNCÜ SOFRA :
14
kendi nefsinde nursuz, karanlık kılmak, yahut nu
runu ay sonuna yaklaştıkça yavaş yavaş eksiltip ta
mamen gidermek demektir. Gündüzün ayetini-ki gü
neştirogösterici kılmak ise onu, ışığiyle eşyayı göste
ren ışın sahibi yapmaktır. «Ta ki Rabbınızın kere
mİni arayasınız.» yani gündüzün aydınlığında geçim
sebeplerinizi arayasınız ve onunla işlerinizin zaman
larını bilrneğe tevessül edesiniz, gece gündüzün de
ğişmesiyle yahut hareketiyle senelerin sayısını, hesa
bı, hesap cinsini bilesiniz. «Din ve dünya işlerinde
muhtaç bulunduğunuz her şeyi açık açık izah ettik. »
Şüpheye yer kalmayacak şekilde açıkladık. (Kadi-i
Beydavi)
Ben derim ki: Ayette geçen mahvetmekten,
Ayın nurunun, Bedre (dolunaya) doğru gitgide art
masiyle gece karanlığının yavaş yavaş azalması da
kasdedilmiş olabilir. Burada izafet, yine adedin ma'
duda izafeti gibidir. Ya da Kamer nurunun ay so
nuna doğru yavaş yavaş azalması da muradedilmiş
olabilir. O zaman izafet lam veya fi manasınadır.
Her iki mananın da kasdedilmiş olması muhtemel
dir. Gündüzü gösterici kılmaktan maksat, onu ke
mal nurunda daima aydınlatıcı, parlak kılmak de
mektir. Bu misal, telvin (kesret) ehli ile temkin
(hakikat) ehlini temsil etmektedir. , Telvin ehline
ilim, ma'rifet, ibadet ve taat tahsilinde iki günün
den hiçbiri diğerine eşit olmayacak şekilde daima
ilerlemek gerektiğini tenbih eder. Çünkü Hz. Pey
gamber «İki günü birbirine eşit olan aldanmıştır.»
buyurmuştur. Keşif ve ayan günesi doğup yakin ha
sıl oluncaya kadar ilerlemelidir.
«Ta ki Rabbınızın keremini, nimetini arayası
nız.» demek, ilim ve maarifin zikir ve güç riyazat ile
15
çoğalmasım talebedesiniz «Tevhid-i zat» hakikatinin
doğmasiyle «senelerin sayısım ve hesabı bilesiniz.»
demektir. Zira her yöniyle O'nu bilmek, ancak, Allah
Taalc1'nın, gündüzünün ayetini keşfederek vücudunu
gösterici kıldığı kimseye nasibolur. Halkın günü,
haftaları, aylan ve yılları olduğu gibi hesap günü
nün de günü, haftaları, aylan ve seneleri vardır.
Halkın günü gece ve gündüz olarak yirmi dört saat
tir. Rabbın günü bin senedir( «Muhakkak Rabbın
indinde bir gün, sizin saydığınız bin yıl gibidir.»
( 10 ) Allah'm indinde miktarı elli bin yıl olan gün de
vardır ki o, hesap günüdür. Herbirinin kendine uy
gun haftaları, ayları ve yıllarivardır. Bunun sayısıfiı
bilmek;--SÜgia{Küçük), vusta (orta), kübra (büyü;)
devrelerini bilmeğe bağlıdır. Bu devrelerin hepsini
Arş devresİ İçme alır. Fakat Arş devrelerinin sayısı:
"m bilmek-ne""'ffiümKıİlÔİr. ne de zapta sığar. çünl(ı)
şOiIlCyo-:KTur. Zira Ahiret ebedidir. «Ta ki Rabbınızm
�ini arayasmız.» sözü, telvin ehlinin haline işa
rettir. «Senelerin sayısını ve hasabı bııesiniz.» sözü
ise temkin ehlinin haline işarettir. Bu ayette telvin
(kesret) ehlini, temkin (hakikat) ehli olmağa teş
vik vardır,
İnsanlar arasında öyle insan vardır ki Allah
onun ilim. iman ve yakinini artırarak cehalet gece
sinin ayetini yok eder, ömrünü nur üzerinde geçirip
bitirir. Öyle insan da var ki Allah onun. örrı.rünün
sonuna doğru günden güne günahlar zulmetiyle kal·
binin kararmasından meydana gelen gecesinin gece
ye mahsus aydınlatıcı ayetini yok eder de o kimse
ömrünü böyle karanlık içerisinde geçirir. Bundan AI
lah'a sığınırız. Öyle insan da vardır ki isyan zulmeti
16
ile kalbi kararmış olup, Allah, kalbini kül1iyyen mü
hürliyecek iken, sonra günahtan tevbe ile imanının,
amelinin ve ihlasının nuru doğar; o nur ve yakin, AI
lah'ın dilediği kadar artar, o insanı karanlıktan kur
tanr. Bu hal bazılarında birkaç defa tekerrür eder.
Eğer bir kimse: «Bizden iyilik geçmiş kimselerden»
ayetinin mazharı ise ömrünü, iman ve amelinin nu
ru arttığı zaman saadet üzre bitirir. Fakat, ezelde
şekavete mazhar olanlardan ise-İhsandan sonra yüz
üstü düşmekten Allalı'a sığınırız-ömrünü, isyan zul
metinin arttığı sırada şekavet üzre bitirir. Ve öyle in
san da vardır ki Allah onun gündüzünün ayetini gös
terici kılmış ve kah eksilen kah artan bir durumda
bulunan telvinden kurtarmıştır. Çünkü sabah oldu
ğu zaman lambaya ihtiyaç kalmaz. Bunlar peygam
berler, sıddikler, şehidler ve salihlerdir. «Bunlarla
arkadaşlık ne güzel şey.» 11
Bu haller, sözünü ettiğimiz ihtiyari olaylarda gö
rüldüğü gibi insanın tabii bünyesinde de görülür.
Mesela tabii vücudumuzda bulunan güzellik ve kuv
vet gibi. Güzellik çocukta yirmi yaşa veya daha yu
karı çağa varıncaya kadar artar. Ondan sonra ek
silmeğe başlar. Kuvvet de böyledir. Ömür ortaları
na kadar artar, sonra eksilmeğe başlar� Ta ki insan,
bunların, Allah'ın kendine vermiş bulunduğu bir
emaneti olduğunu, tekrar AlIalı'a döneceğini «Bütün
işlerin de O'na döneceğini» bilsin. Ve güzelliğiyle
kuvvet ve kudretiyle böbürlenmesin. Zira dellalin,
kendisinde bulunan emanet ve ariyetlerlerden dolayı
halka kibretmesi, ahmaklık ve beyinsizliktir. İnsan
da daha buna benzer haller çoktur. Lakin sözü bu
17
risaleye uygun gelmiyecek şekilde uzatmayı gerek
tireceğinden dolayı kısa kestik. «Allah gerçeği söy
ler, O, yola iletir.» 12
BEŞİNCİ SOFRA :
18
zer Mesela Zeyd b ir şehirden çıkıp b aşka b ir şehre
yerleşse, b ir zaman sonra çıktığı o şehir halkını es
kiden gördüğü gib i şahıslar ve görüntüler olarak ta
savvur etse yanılmış olur. Çünkü o şehir halkı ölüm
ve doğum ile, kuvvetlenme, zayıflarna ve b üyüme ile
değişmiş, halden hale, sıfattan sıfata geçmişlerdir.
Bundan dolayı onun b u düşüncesi gerçeğe uygun
değildir . Ama o şehir halkını, şahıslariyle, görünüş
leriyle değil de türleriyle ve cinsleriyle düşünürse
onun bu düşüncesi, gerçekıere uygun düşer.
İşte b irinci düşünce sahipleri acı b ir azap içeri
sindedirler. Çünkü onlar kalb Ierini durmadan deği
şen gölgelere b ağlamışlardır. Onlar, erişilemiyen bir
gölgen in peşinden koşmaktadırlar. İşte dünyaya ve
dünya adamlarına gönül bağlıyan da böyledir. Öteki
tasavvur sahipleri ise daimi b ir rahat ve eb ed! b ir
huzur içerisindedirler.} Çünkü onlar, kalb Ierini de
vamlı olan elhiretin salih amellerine vermişlerdir. Bu,
öyle sağlam b ir iptir ki ona tutunan kopup düşmez.
İşte avam, daima serap gib i yalancı, süslü b atıl su
retler le uğraşarak, letafet taraflarını kesafet taraf
larında mahvettiklerinden dolayı, sanki bu aslın
da olmayan aldatıcı şahsiyetlerin ve görünür heykel
lerin kendileri haline gelmişlerdir. {Havass (seçkin
ler) e gelince bunlar da daima hakikatlere uygun su
retlerle uğraşmak dolayısiyle kesafetlerini letafetle
rinde kayb ettiklerinden, sanki o hakikatlerin ve o
vücudun kendisi olmuşlardır. Çünkü insan, düşündü
ğünün aynıdır. �3 Bunun için biri Arapça, biri Fars
ça, b iri Türkçe olan üç beyit söylenmiştir:
söylemiştirJ
19
A «Ey FazıI kardeşim, sen düşüncenden iba
retsin, yoksa büyüttüğün et ve kan değilsin.»
F «Ey kardeş, sen düşüncesin, kemik ve akıl
değilsin. Eğer düşüncen gül ise gülsün; diken ise
külhansın. »
T «Ademi dedikleri endişedir, gayr-i adem us
tuhan-ü rişedir (Adam olmıyan kemik ve tüydür.)
Ademin endişesi olsa latif, Şüphesiz zatı olur
anın şerif.»
Ey kardeşim, görüntüler zindanından gözünü
kald�r da yukarıya bak. Çünkü bunlar, Kur'an'da
Esfel-i Safilin diye adlandırılan aşağıların aşağısıdır.
Mutlak külliler alemine bak ki o alemin dereceleri
nİn en aşağısı nevi'ler-alemidİr:-Bunun üstünde cins
ler, cinslerın usfuriae-yükSeK""C'insler, bunların üs
(unde Cinslerın cınsı vardır. SonIa cevherler,---araZ
lar, vucup ve ımkan;--sonra�'rnui1ak vücut gelir ki
burana varlık dairesı tamamlanır ve sen rahatla:r-eie
If ve ebedi sevİnce erersin. Muhakkak bil ki gözünü
@Zıeraleminden ka�adıkça, külliler ile Üıfet et,
medikçe bütün neş'elerde devamlı olan ilahi işlerde
ki rah�t, bulamazsın. «Allah gerçe�i söyler, O, yola
iletir.>:
ALTıNCı SOFRA
20
14, «O'nun yüzünden başka her şey helik olacaktır.
Hüküm o'nundur ve O'na döndürüleceksiniz.» u
Bil ki insan neden lezzet alıyor, nede rahat edi·
yorsa mutluluğu ondadır. Her şeyin lezzeti tab'ı (ya
ratılışı)na göredir. �r şeyin yaratılışının gereği, o
şeyin mahulika lehi(ne İçİn yaratılmış ıse o) diı�
'Eşya;"yanitılmış buluİidugugayeyekavuşmak ister.
ÇünKu on�an � parçaclır. Nasıl kı parçalar bütüne
kavuşmak tale· eder, neillrler denize ulaşmak ister
se, Her şey de böyle küllüne (bütününe) kavuşmak,
onda fani olmak ister.
Gözün lezzeti, güzel şeylere bakmada, kulağın
lezzeti makamları, güzel sesleri duyınada, kalbin lez
zeti yaratıldığı şeye nail olmada yani umuru (işleri)
bilmededir. Kalbin gıda sı bilgidir. Gıda sevilir ve is
tenir.
Bil ki insanlığın saadeti, Allah Taala'yı bilmede
dir. Çünkü bu, lezzetlerin ve rahatların en son mer
tebesidir. Lezzetlerin en bayağısı da sanatları bilmek
tir. Fakat yine de bu, çocuklann oyunları bilmesin
den daha tatlıdır. İlmİ bilmek de oyunu bilmekten
lezzetlidir. Sonra şeriat ilmini bilmek, diğer ilim
leri öğrenmekten daha lezzetlidir. Tarikat ilmi de
şeriat ilminden daha tatlıdır. Ama hakikat ilmini
bilmek, hepsinden lezzetlidir. Çünkü hakikat ilmi,
fiiller tevhidi, sıfatlar tevhidi ve zat tevhidine vakıf
olarak Allah'ın sırlarına ermektir) Allah'ı bilmek ise
elb.Çtte lezzetlerin ve rahatlann sonudur. Bu, kalbin
yani padişahın gıdasıdır. Diğerleri duyulann, organ
ların, uzuvlann ve hizmetçilerin gıdasıdır. Tabü pa
dişahın gıdası ve lezzeti hizmetçilerin gıda ve lezze
tinden daha üstündür.
( 14) İbrahim Suresi: 48
(15) Kasıis Suresi: 88
21
Bil ki sen, kalb padişahının lezzetine, diğer du
yuların lezzetind'en vaz geçmedıkçe ulaşamazsın, Zi
fa yolctı birinei kOIlakran Çilrniaoan ikinci konağa
-
YEDİNCİ SOFRA :
22
hidine davet eder. Bunların tevhidi, bütün afetler
den selamet evidir. 0, fiiller tevhidine kelime-i Tev
hid, namaz, zekat, oruç, Hac gibi şeriatçe 'em redi
len; şirk, adam öldürme, zina, haram yemek ve bu
nun gibi şeriatçe yasak kılınan şeylerden menetmek
gibi çeşitli ibadetler ve nehiylerle davet eder. çüı:ıkü
kuL, emirleri tutmak, nehiylerden kaçmak ile fiiUe
rin selamet evine girer. Yani hiç kimse yaptığı bu
ib adet fiilleri için «Bunlar caiz değildir» diye itiraz
edemez, bu suretle zahirde bir müdahelednin sataş
masına uğramaz.
Göğüslerind.eki aldatina, tecavüz, kin, hased, ki
bir, kendini beğenme, işittirme, riya gibi kötü duy
guları kalbIerinden çıkaran sıfatlar tevhidine de çe
şitli güç riyazetlerle nefs-i emmarenin arzusunu öl
dürmek, nefsin dediğini yapmamak, alışkanlık hali
ne getirdiği şeyleri terk etmek gibi şeyleri yapmayı
emrederek davet eder. Bu suretle nefis itmi'nane
ulaşır. Nefis itminana kavuştuğu takdirde güzel huy
lardan ibaret bulunan sıfatların selamet evine girer.
KÖfü-atııaK zindanında, kalbiere sıçrayan kötülük
a�ştfiOen kurUllmuş _?��u_kÖf!tlı�ylaİın aza·
ii1
b fıidaİiaa� a rahat iı;e!�sinde olur.)
İnsanlardan ve her e den vücudu. (varlığı) kal
dıran zatı tev ide de: «Aııah'ı çok zikrediniz.» 17
ayetiyle zıkrı, «Goklerin ve yerin yaratılışı hakkında
düşünürler.» 18 ayetiyle düşünceyi emrederek ça
ğırmaktadır. Ta ki bu suretle zikir ve fikir çakma
ğından doğan ateşin nuru çıkSın, benlik perdelerini
yaksın, Ralb ftlemleIİnİ aydııılatsI1I, onlara Allah'tan
başka varlık olmadiğını göstersin ve onları varlık
( 17) Ahzab S. 41
( 18) Al-i İmran: 191
23
azabından ve günahından kurtarsın. «Varlığın öyle
bir günahtır ki onunla hiçbir günah mukayese edi
lemez. >I(Hadis) . Keza varlık azabiyle de hiçbir azap
mukayese edilemez. Çünkü kendine varlık tanımak,
V
yüklendiği emanete hiyanet demektir. nsan, vücu
du emanet olarak almıştır. Kim emaneti öderse ken
disinden daha lezzetli, daha rahat, ve daha zevkli
bir selamet olmayan ebedi, zati selamete girer. Zira
bu, bütün selametlerin ruhudur. :şu selametin ebe
di olması u demelftit..;...�
. bir kimse oraya bir an
i erisinde girerse artık bütün neş'elerde (anlarc!a)
Orada kalır, çıkmaZ,--Zira ezeli isti'dad bunu gerek
tmr. «Allah gerçeği söyler, O, yola i1etir.Jl
SEKİzİNCİ SOFRA
25
dışında ilim ve ameli ni insanlardan gizle.tÇ ünkü arı,
Yüce R abbın vahyiyle ö yle bir ev yaptı ki ö rümce
ği nki gibi mühendi sler o nun da sanatından hayrete
düştüler , aciz kaldılar. Hatta bununki o ndan d� gü
zeL . Arıların karını arından ç eşi tli renklerde şarap ç ı
kar ki bunda insanlara şifa vardır. Arı tadı ağızlar
da kalan o saf bal i le e" inin hücreleri ni do ldurur,
o nunla kendini n ve i nsanların aç lığını ve ç eşit li has
talıkları savar. Yani tenhayı ve uzleti sevmekte ilim
i le amel etmekte arı gibi o l ki sana veraset ilmi ha
sıl o lsun.) Ahlak-i hamide meyvasım ver si n, kalbi n,
Allah'ın ilhamına ko nak o lsun, bö ylece va' z- ü nasi
hat ve irşadda sö ylediği n her kelimen, içi nde insan
lara şifa bulunan ç eşi tli renklerdeki şarap (bal) 01-
sun. \.Bi r vaiz bir şeyhe yazıp o na « halkın, bizi de
ği l de si zi dinlern eğe meyletmesinin sebebi nedi r?»
diye so rdu. Ş eyh cevabında dedi ki : «Ey kardeşim,
bizim ağızlarımızda tevhid balı, zikir balı; kalbIeri
mi zde Allah aşkı var. Bizi m kalbleri mi zden do ğup
ağızlarımıza gelen her sö z, iç inden ç ıktığı ve üzeri n
den geç tiği şeyin (yani kalbin ve dilin) tadiyle ka
rışmıştı r. Bunun iç indi r ki bi zi m sö zümüzden ağızlar
ve kulaklar tath lam r. »
DOKUZUNeu SOFRA
26
Bin y etmiş al tı senesi Şe vval ay ının onuncu gü
ı
nü idi, r icası benim y anımda far z dere cesinde ol an
ihvandan bir i, tar ikat ve h akikat er babı nokta- i na
zarı ndan bu ay etin işare tini aç ıkl amarnı r ica e tti. Şi
fahe n bu r icay ı kabul e ttikte n sonr a bütün ,k emal
ler i zatı nda topl ay an All ah 'a y önel dim. Ar aştır ma
y apm adım. Hiç bir kitaba bakmadım. Tamame n O 'na
y önel ip il hamını be kle dim. Nihaye t Y üce All ah sır
nm a bu sofr ay ı indir di . Ye di m, iç ti m ve bize lu tfe t
tiği nime tlere ve h idaye te kar şı All ah' a h amd ve şük
re ttim: «Allah bize hidayet etmeseydi, biz hidayete
erişemezdik.» 22 M uvaffakiye tim Allah ile dir . O 'na da
y anır ım, O' na güve nir im. İste dim ki «İnsanların en
şerIisi yalnız yiyendir_» te hdidinde n kaç mak «Rab
bınm nimetini söyle.» 23 emrine uy mak iç in sofr a
y ı kağ ıtl ar a y azıp ser ey im de hazrne trneğe kabi
l iyetl i ol an kar de şler ondan ye sinler ve Y üce AI
l ah' a şükre tsiriler ki O da onl ar a nime tler ini ar tır
sın, h uyl ar ını , vasıfl ar ını güzelle ştir sin. İşte All ah'ın
tevfi ki ve ir şadiy le aye tin bey anına başl ıy or um. Ba
şar ıy a ul aştır an ve ir şade de n O 'dur .
Al lah Taal a buy ur du «Herkesin bir yönü var
dır.» Ü mme tler de n her bir inin. fer tl er de n her fer
din, ulU\71a:r'aaI]. .h�Luzyun.,-ı:ıefis--ve ruh 1ctıvvetieri n
ae n herbh·iıti� bir y önü, maksadı ve bel irl i bir kıb
le�drf:'-'Bli Kil5te�Ve:ya·19.IT�::�:Jıanln ıs ırnlerinde n
bır'-i sim dir . O k işi ona y önel ir . MüvelI i, ismi fail dir.
Yo ne le n manasına ge lir . G ör ünüşte insan "yönel me k
ted ir ama hakikatte y öneld iğ i maksadın ce zbe si ken
dını çe kmek tedir. Amel insan ı An alı' a çeker NıteırnTI
Ail ah T aM a şöyle buy ur muştur : «Güzel kelime Ona
27
çıkar ve salih amel O'na yükselir.)) 24 Artık anla. Bu
nu bildinse bilirsin ki insanlardan hiçbiri maksadm
dan ve kıble;inden sapmaz. Ancak kendisini o cihete
döndüren ve önce kendisine maksad olan isme, Al
rah'ın dıger bir ismi galip gelirse o zaman ilk mak
s�dından dôner. Allah'ın ismi onu, birinci maksadı
nın elinden alırsa ona : «Yüzünü Mescid-i Haram ta·
rafına çevir,)) 25 der. Bütün veciheri döndüren isim
lerle, insanların hoş görüp yöneldikleri maksatlan
kasdediyorum. Yani bu maksatlar, onların yüzlerini
miknatıs gibi cezbe ile çeker, ona yönelirler. Bun
dan dolayı «ilim, malCtma tabidin)) dÇ!mişlerdir. İn
san bir şeyi hoş görürse ona yönelir. Sonra başka
bir şeyi birinci maksadından daha hoş görse, haddi
zatında o şey birincisinden hoş olmasa da o adam
birinci maksadını bırakır, ikinci maksadı kendisine
maksat edinir. Çünkü ikincisi kendine göre birin
cisinden daha güzeldir. Ona bakmaktan, ona yönel
mekten zevk alır. Bir şeyin peşinden giden kimse,
ondan daha cazip bulduğu başka bir şeyin peşine
gider, ikincisi birincisinden daha cazip göründüğü
için birincisinin yerine bu defa onu maksad edinir.
Çünkü o şey kendisini çeker. «Allah işini yerine ge
tirendir.» 26 Allah güzeldir, O maksad olmak ve bi
linmek ister.
Bunu bildinse bil ki, yüksek maksat, alçak mak
sattan daha tatlıdır. Zira onda güzellikler, alçakta
kinden daha toplu ve daha tamdır. Çünkü yükseklik
tarafında letafet daha çoktur. Alçaldıkça kesafet ar
tar. Her latif, letafeti oranında kesifi kuşatır. Her
28
şey, yüksekliği oranında latiftir. Bir şey ne derece ke
safetten kurtulursa o derece daha kuşatıcı, rahat, iç
açıcı, sevinç verici ve lezzetli olur. Kimin yüksekle
re bağlılığı daha çok olursa, rahatı daha çok, bilgisi
daha tam ve kalbi daha geniş olurl Mesela iman tat
hdır ibadetle iman yalnız imandan daha tatlıdır.
Zuhd yalnız ibadetten daha tatlıdır. Nefsi bilmek, tek
başına zühdden daha tatlıdır. Nefsi bilmek de de
recelere ayrılır : Nefsi Levvameyi bilenin lezzeti, Em
mareyi bileninkinden çoktur. Çünkü Nefs-i lev
vame, yükseklik itiba,:ı:'iyle nefs-i emmarenin kıb
!esindedir . Nefs-i mülhimeyi bilenin lezzeti, bu
nun aşağısında olan nefs-fıevvameyi bileninkin
deri çoktur. Çünkü o da kendi altında oIai:üilYani
levvame'nİn kıblesindedir. NefS-lMUtirui1nneyi bile
mn lezzetı, müIhimeyi biIeninKinden çoktur. Çliİıkü
mutmainne, mülfiımenin kıblesindedir. Nefs::rRazi
ye'yi bilenin lezzeti, mutmainneyi bileninkınden çok
tur. O da mutmainnenin kıblesindedir. Nefs-i Marziy
yeyijJ.geni!l,,���etjı raziyyeyi bi�S9k� r.
Çliİ1kü o da Raziyye'nin kıblesindedir. Nefs-i Safiy
ye'yiôtlenlIrtezzeti-de hepsinden çoktur. İşte bu nef
si bılmek" aynıyle Hakkı bılmektır. Çunku Pey'gam
ber AleyhısseIam buyurmuştur:«Nefsini bilen Rabbı
nı bilir.)) yani nefsini bilen, o marifetle Rabbını da
bilmiş olur. Yoksa nefsi bilmeden ayrı bir marifetle
değiL. Nefsi bilenin kıblesi Allah Taaıa'dır. Bu ma
rifet anında kendisine : «Nereye yönelirseniz orada
Allah'm yüzü vardır.)) 27 ayetinin sırrı açılır. Allah
kullarını bu bilgiye teşvik ederek buyuruyor : «Hayır
işlerinde yarışınız.)) 2S yani ey Muhammed ümmeti
29
isimlere ve sıfatlara bağlı bütün belirli maksatların
menşeine, dünyevi ve uhrevi bütün arzuların kay
nağına koşunuz\Oikat ediniz o, Zat-i ilahi ve mutlak
vücut'tur. O öyle-Sir v�rlıktır ki o beli�li maksat
rar, görünüşü ve itibarı yönünden Sırf Vücut'tan baş
Ka bır şey koklamamışlardır. Belirli isimlerin ve sı
{atların gereğine öre nerede olursa llah size e-
r. ani bütün sıfatları tamamen kendinde tophyan
Zat-İ Buht (Allahranların maksat ve gayeleri
....
.. ._ . -
�tanJ�u
_---
----
isim ve sıfatlardan doğan görüntüleri kaldırdıktan
MIlI a tecellı eder.«(},11er şey üzerinedir. » Başlan
. gıç ve goru� itibari le her ekilde görünür. Fa-
at zatını da gizler. Ama Maad (ahir�uhur
ve zati tecellisi itibariyle de bütün görüntüleri ve
çoklukları ortadan kaldırmağa « kadir'dir. » «Allah
gerçeği söyler, O, yola iletir.»
ONUNeu SOFRA
30
kü O, he r şe yi hikme tiyle yapar. Ama b u hikme ti ke
şif e hl inde n başkalar ının aklı anlı yamad Ne zaman
ki H ak Taı1Iı1'nın: «Yaptığından sorUıma�)) hikme
ti- ı nsanl ara acıhr sa a nc ak o zama n a nlıyabjljde r.
Çünkü soru kal maz ki. Zira O' nun hi kme ti, bütün
mahlu katına ol an rahme tini, se hası nı , ke re mini ve
lu tfun u e ksil tme z.tŞ öyle ki : All ah Taaıı1 mahlu kati
yaratmış, he r şe yi tam ye rli ye rince koymuştur. Bir
..---
kuL , Allah' ın fiil le rinde n ke ndi il mine , ze vkine ve
taFinaaYKı rı olan bir e i sonrı ak iste rse All ah
aa la onun basire t gözünü aç ar ve kul All ah' ın o
şeyockı hıkmetınıg-örür,j3;-s ure tle kuL, �ol a
r� k kalbinde n niçin, nasıl sorular ını ç ıkarır ve � r
tıK ond an hayre t e tme z. O nu ye rine la yı k gör ür. Ar·
tiK hi çbir şe yin sine k kanaeri k adar fazl a yahut e k
si1f t arafı nı d ahi R abbı n a sor mayı ke n dine yakı ştıra
ffi az. E lbe tte bir hastalığ ın, bi r k usurun, bir e ksi kl i
ğfri, bir fakirl iğ in, bir zararın, biı:--cehn n, b ir küf rün
@aı rıl ması nı doğ ru bulmaz. All ah'ı n insanl ara e zel
ere t aksi m e ttiği rı zkı , e celi , k udre ti, aczi, taati ve ma
siyetı de gı ştı rme yi iste me z. Eşyayı ol duğ u gibi görür.
B unl arı n he psini, i çinde hiç zul üm olmıyan, sırf � a
ıa ve e ksiksiz sırf ke mal , hiç bozukl uğ u, eğ ril iği
btigrülüğ ü ol mıyan tam doğ ru kabul ede r. Herşer
simdıtt ını n alt ında" bi r h ay ır vardır ve he r zarar san
dIğI şeyri1sO nunda bir fayda vardır . Bir -�-am � ul
me tı n kapl ao ığ ı birşey i, başka bir zaman nur kapl ar
All ah cöme rt, ke rim ve me rhame tlidir. Ya ratı kları
na asl a cimril ik e tme z. Onl arın yararı n a ol an bir
şe yi ke ndine alı koymaz. İ şte bu, i kinci bir sor u da
ha me ydana çıkarırki ke ş� e rb ab ı bunu sormaktan
ve buna ce vap ve rme kte n me nedi lmişle r, bil gin le r
bunda hayre te dü şmüşle rdir.,
31
«Bizi buna' ileten Allah'a hamdolsun. Aııah bize
hidayet etmeseydi, biz hidayete eremezdik.» 30
«Muvaffakiyetim Allah'a bağlıdır.» O'na yapışırım.
* *
ON BİRİNCİ SOFRA
32
il me, başk a bi r anl ayışa, b aşk a bi r k ul ağ a, gö ze ve
yefenekle re değ ışti. Günüm, «Arzın başka bir arza,
gökleriırbaşkifgöklere değişip herkesin tek kah·
redici Allah'ın huzurunda duracağı gün» oldu. Ve :
«O'nun vechinden başka her şey helak olacaktır.»
aye ti nin manası me ydana çık tı. Bi ldi m k i R abbımın
bana gi ydi rdi ği e lbi se , Hakk anı �varlık tır. SO:Qra..._. o
haIi mIe yaratıl mışlara bak tım. Gö rdüm k i be nim
zannımd a abid, zahi d, ve liyyullah olanların ç oğ u Al·
la:li'"t an ve O'nun rahme ti nde n uzak tır. Onunl a Allah
a'i=.a sın da gö ste rişte n, i şitti rme de n, ke ndi ni be ğe ndi r
me de n, ne fsi ni te mi ze çık armadan, böbürle nme de n.
ke ndi ne fsi hakk ında yahut insanlar hakk ında Al
l ah'a kö tü zan taşımak tan, ya da zahi re n ke ndi nde n
aşağ ı olana hak are t gö zi yle bak mak tan me ydana ge
le n bi r pe rde vardır. Halbuki ke ndi si iyi yaptığını sa
nıyor. Ve zannımda fasık , asi, ri ak ar, sapk ın, bi d'at
çi, mülhi d, zındık olan ların çoğunu da Alla a yak ın,
Alfalı' m dostu, o' nun se vg ilisi gö rdüm. B unlar, k alb
lennde bulunan üzüntü, zille t, hulus, Allah'ı bi lme
ke ndi ne fsi ve di ğe r k ullar hakk ında Allah' a i yi zan
be sle me , he rke se te vazu gö ste rme gibi sebe ple rde n
bi r sebe ple Allah'a yak laşmışlardı) Ve gö rdüm ki
uzaklaştırıc ı sebe ple rin e n k uvve tli si kibir ve şö h
re t; A ll ah'a yak laştırıc ı sebe ple ri n e n k uvve tli si de
te vazu, ve mahvi ye tti r. Aslında yak ınlık ve uzak lık
varlığ ı olmıyan me vhum şe yle rdi r ya. Sonra bana:
« Benim velilerim, benim kubbelefim altındadır, onla
rı benden başka kimse bilmez.» K udsi Hadi si ni n sır
rı açı ldı. Al lah Taala'nın ö rtüsi yle ayıp k ubbe le ri
ni n altında gi zli ol an vel ile ri kim se bil me z. B unl arı,
i zaH v arl ığı atanlar bili rle r. Pe ygambe r Ale yhi sse lam
buyur muştur: « Varlığın öyle bir günahtır kı onun
la hiçbir günah mukayese edilmez.»
33
Sonra Hakkant vücudu giydim , ve öylece ikinci
defa halka baktım. Bu defa butun mahlukati::Süce
Allah'a yakın goroum. Gözüm önceki bakışında al
dimmış olduğundan üzüntü içerisinde bana döndü.
İmam Şatıbi bu görüş makamında bir beyit söyle
miş :
«Bütün insanlar mevla sayılır; Çünkü onlar Al
lah'ın kazasına göre bir iş yapıyorlar.»
,-,----�-�"-'--'---'�'-'-"----'-
ON İKİNCİ SOFRA :
34
Bil ki sen, İnsanlara melaike göziyle bakarsan,
onları yer yüzünde fesat çıkaran, kan döken varlık
lar görürsün. O halde onların sohpetinden, arka
daş1ığından sakınmalısın. Çünkü onlar hatayı kabul
etmezler, kusuru affetmezler, bir aybı örtmezler, na
kirin ( zerrenin) kıtmirin ( köpeğin) hesabını sor�
lar. Azı da çoğu da kıskanırlar. Acınmak isterler
ama kendileri acımazlar. Hata ve unutmayı ceza
landırırlar, affetmezler. Koğuculuk ve iftira ile ihva
nı ihvandan kaçırırlar. Çoğunun sohpeti dinde ziyan
dır. Onlardan uzaklaşmak, insanın dinini muhafaza
bakımından tercihe şayandır. Razı olsalar, yüzden
gülerler. Kızsalar, içleri kin dolar. Zahirler�iyab
( elbise) batınları ( içleri) ziyab ( düşmanlık) tır. Zan
larla keserler, arkanda seni gfuleriyle kaşlariyle çe
kiştirirler. Dostlarına dahi hasedden, şüpheden ve ko
ğuculuktan geri durmazlar. Şöyle bir evde, bir yer
de bir müddet rastlayıp sohpet ederek iyice sınama
dığın kimsenin sevgisine güvenme. Senden uzak kal
dığında ve dost olup yaklaştığında, zenginliğinde fa
kirliğinde iyice tecrübe et; yahut onunla yolculuk et
veya dinar ve dirhem ile (para ile) alış veriş et veya
dara, ihtiyaca düş: , eğer bütün bu hallerde ondan
razı oldu isen onu büyükse baba, küçükse oğul, ak
ran ise kardeş et.
İnsanlar, birbirleriyle muamelelerinde dört hal
üzeredirler : Bir kısmı iyilik edene iyilik eder. Bu,
eşek huyludur. Bir kısmı kötülük edene kötülük
eder. Bu da köpeklerin ve yırtıcı hayvanlarılı hu
yundandır. Bir kısmı iyilik edene kötülük eder. Bu
da yılan huyludur. Bir kısmı da kötülük edene iyi
lik eder. Bu da peygamberlerin, veIilerin ve salihlerin
ahlakındandır. Şimdi bu söylenenleri duydunsa ar-
35
tık kendine hangisini uygun görürsen onu seç. Eğer
dördüncü kısımdan olamıyorsan, bari insanların ah
valini araştırmamalısın ki onlara iyi zan besliyesin
ve onlarla iyi geçinebilesin. Bu da olmazsa onları
bırak, onlardan kaçın ta ki onları kötü sanıp eziyet
etmiyesin, akrabayı terk edenlerden, insanların hu
kukunu çiğniyenlerden olmıyasm.
Ama insanlara Allah'm nuriyle bakarsan, zul
mette nur, zehirde panzehir, düşmanlarda dost, ka
hirde lutuf ve o kadar çok çeşitli ve zıt aynalar içe
risinde bir tek yüz ve bir cemal görürsün. «O'nun
gibi hiçbir şey yoktur.» Nitekim Gazali ( Ks. S.)
demiştir : «KainaHa olduğundan daha güzeli yok
tur.» Kendi kendine şu beyti tekrar et:
«Alemin nakşmı hep hayal gördüm; Ol hayal içre
bir cemal görürüm,
Heme alem çü mazhar"i Hak'tır; Anın içün ka·
mu kemal gördüm.;
O zaman sana insanların şerIileri ile hayırlıları
bir olur. her ikisiyle de karışıp konuşman eşittir.
Hatta şerlileri arasına katılırsm ki sana eziyet et
sinler de onların eziyyetlerine tahammül edesin bu
nun yanında onlara iyilik edesin. Çünkü sevgilinin,
aşıka celal ile muamelesi, cemal ile muamelesinden
daha tatlıdır. İşte bu 'bakış sırasında melaikenin ba·
kışı, utancından mahvolur.
ON ÜÇÜNCÜ SOFRA :
36
dedi; yıldız batınca, «Batanları sevmem.» dedi. Ayı
doğarken görünce, «İşte bu benim Rabbim» dedi, ba·
tınca, «Rabbim beni doğruya eriştirmeseydi and ol
sun ki sapıklardan olurdum» dedi. Güneşİ doğarken
görünce, «İşte bu benim Rabbim, bu daha büyük»
dedi; batınca, «Ey milletim! Doğrusu ben ortak koş
tuklarınızdan uzağım» dedi. «Doğrusu ben yüzümü,
gökleri ve yeri yaratana, dosdoğru çevirdim, ben pu
ta tapanlardan değilim.» 3�
B u fakir kula da AIlah' a süluküm sırasında sü
lu kün i stikame ti ber eketiy le AIlah' a şükür, ay nı şey
vaki ol du . B en o günler de on iki konak' tan beşinci
k onak t a idim.' Hiç k aran m kalmamıştı. Bir y andan
Ö bür y ana kaç ıy or, mücahede şiddetinden dol ayı
bi!:J.c r de ve b ir h ald e duraJE ad ığım için kendimi
mi nare den, y ahut da dağlar dan aşağı atacak oluy or
d um. S üluk gÜnl eri min ekser isi nd e gİdam, yirmi dir
n em ar pa ek meği idi. Nihayet bin altmış senesi M u
li arrem Ay ının so n on gününde d ör düncü Cumage
ce sin ge su!ük e�l1, asın<ia uy anıIZ1Keri bir d e gordü m
ki evi n iç inde kar şımda bir y ıldı�_ Onu baş g özümle
iÖrdU� ümü z annettim de göz ümü y umdum. Baktım
�l hay ır , yi ne öyl e-g� üyor . G§zümü açtım, yine
k
önceki gib i ar şı md a {) zaman anladım k i bu, k arb
.
37
bundan sonra cesetle mücadele ve riyazet yapama
d'im. Kalb ve ruh ile bunlann durumlarına uygun şe
kilde mücahedeye devam ettim. Bu hali, şeyhim, göz
bebe�İm Elmalı'lı Ümmi Sinan ( Ks.S.)a söyledim.
Dedi ki : « İbrahim Aleyhisselam'dan kalan be;illıci
menzilin halibudur. Bu menziİ onun ilk makamı
idı. Onun i"Ik"�nzili, ittiba bereke!i,Yle Muham��d
ATeyhisselam'ın ümmetı İçİn beşinci menzıl oldu. Fa
kat Allah'ın Resulü için bir makam yoktur. Bütün
makamlar onun ayaklan altında bir tek adımdan iba
rettir.»' Sonra buyurdu: «Seni İbrahim Aleyhisse
lam'a lutfettiği Sırat-ı Müstakime ileten, ve seni onun
izinde gittiğin için O'na varis kılan Allah'a hamdol
sun.» Sonra şu ayeti okudu : «Gece onu örtünee bir
yıldız gördü."
ON DÖRDÜNCÜ SOFRA :
38
yüzünde yürürnediler mi kı kalbIeri olsun da onun
la d üşünsünler yahut kulakları olsun da onunla işit
,
39
tarafında tereddüd içerisinde duruyor, bana kızaca
ğından korkuyorum. Oradan çıkacak bir yer de bula
madım. Beni gördü, çağırdı : « Ey sufi». Hemen ken
disine döndüm. Ve önünde durdum. Hadimlerinden
birine : «Buna bir kese getir.» dedi. Hizmetçi çabuk
çabuk birkaç adım gidince «gel, dedi, ona kendi ce
birnden vereyim.» Elini cebine soktu, bir kese çıkar
dı ve bana uzattı. Huzurunda keseyi açtım. İçinde
taze sikkeli dirhemler vardı. Başka bir kese daha
gördüm, onu da açtım. Onda da taze sikkeli dinar
lar vardı. Ben : «Efendim, bu iki kesenin manası ne
dir?» diye sordum. Cevaben dedi ki : «Dirhemler za
hir ilimdir, öğren ve onunla amel et. Dinarlar tarikat
ilmidir, ona ancak sana takdir edilmiş bulunan kim�
senin ( mürşidin) yüzünden kavuşabilirsin» ve ba
na : «Senin şeyhin bu şehirde değildir.» diye işaret
etti. Söylerneğe muktedir olamıyacağım bir ferah ve
sevinç ile uyandım-
Ru'yayı şeyhime söyledim. Bu ru'ya üzerine be
ni halife yapmak istedi. Dedim ki : « Efendi beriim
kalbirn hilafete kahmaz. Artık bundan sonra seyahet
etmek istiyorum. Çünkü hiçbir yerde durağım kal
madı. Eğer bana izin vermezsen helak olmaktan kor
kuyorum.»
tzin verdi. Bana yüzünden ilim mukadder olan
zatı bulmak arzusiyle yola çıktım. Senelerce dolaş
tım. Arap ve Rum (Anadolu) şehirlerinde çok şeyh
lerin sohpetine eriştim. Akibet şeyhim, göz bebeğim,
kalbimin devası Şeyh Ümmi sinan Elmalı (Ks.S.)
nın hizmetine ulaştım. Kalbimin şifasını onun hiz
meti şerefinde buldum. Mübarek nefesi kimyasiyle,
bana Hz. Şeyh Abdu'I-Kacl,İri Geylani (Ks.S.) nın
bahsettiğim ru'yada bana işaret ettiği her şey hasıl
40
oldu. Allah'a hamdolsun, Allah'ın lutfiyle telvin git·
ti, temkin hasıl oldu. «Allah gerçeği söyler, O, yola
iletir.»
ON BEŞİNCİ SOFRA :
Abdullah İbnu Mes'ud ( R.A.)ın şöyle dediği ri
vayet edilmiştir : «ResulCıllah bir çizgi çizdi ve bi
ze : «Bu, Allah'ın yoludur.» dedi. Sonra sağında so
lunda birtakım çizgiler çizdi ve dedi ki; «Bunlar
da yollardır. Bu yolların her birinde bir şeytan otur
muş kendisine davet eder.» ve okudu : «İşte benim
doğru yolum budur, ona tabi olun.», «Muhakkak
sizin sa'yiniz (yani ameliniz) çeşididir.» Kiminiz ilim
ve amel ile sa'yeder, Cennet'e gider. Kiminiz ceha
let ve nefis arzusiyle zulmete koşar da Cehennem'e
gider. «Herkesin uyduğu bir ciheti vardır. Hayır iş
lerine koşunuz. Nerede olursanız Allah hepinizi top
lu olarak bir araya getirecektir.»33
Bil ki insanın sa'yinin çeşitli oluşu, insanların
dört tavır ( merhale)de bulunuşIarından dolayıdır.
Bu dört tavır ( merhale) ile hayvanlar alemini, yırtı
cılar alemini, şeytanlar alemini ve melekler alemini
ifade etmek istiyorum. Her alemin mahiyyeti, insa
nı öteki alemin aksi yöne iter. LOoğumdan hemen
sonra insanın ilk alemi başlar ki hayvanlar alemi
dir. Bu alem onu yemeğe, içmeğe, helal ya da ha
ram birleşmeğe sevkeder. İnsan orada sehat eder,
imana ve amele dönmezse dünya sevgisi ona gale
be çalar, dünyadan her istediğini de pek tabii elde
edemez, neticede yırtıcılar alemine girer. Kibir, kin,
(33 ) Bakara Suresi: 148.
41
hased, intikam, mukadderse katil ile vasıflanır ve o
Insanın sireti yırtıcı hayvanlara döner. Eğer bun
dan da imana ve arnele dönmezse mevki hırsı ga
lebe eder, muradına ancak hilelerle erişir ve sonun
da devler ve şeytanlar alemine girer. Hile, hud'a ya
lan, gıybet, koğuculuk ve iftira ile İblis gibi halk
arasına fitneler düşürmek gibi huylarla vasıflanır.
Orada kalırsa Esfel-i safilin (aşağıların aşağısın)da
kalmış ve insanların en sapkını olmuş olur� Ama
saadete ulaşıp da melekler alemine dönerse ki bu
alem zikir, tesbih, tehlil ve istiğfar alemidir; bü
tün insanlar ile iyi geçinir ve güzel ahlaklı olur ki
güzel ahlak insanın kemalidir. Bununla ötekilerden
( meleklerden) üstün olur. Çünkü böyle insanlar
oraya hayvanlar, yırtıcılar, dev ve şeytan alemlerin
den ilim ve amel ile yükselmişlerdir. Mücadele ede
rek oraya geçmişlerdir. «Güzel söz O'na çıkar, sa
lih amel O'na yükseıır.»34 İnsanlardan bazılan bi
rinci mertebede, bazıları ikincide, bazıları üçüncü
de ve bazıları da dördüncüdedir. Bazılan da mer
haleden merhaleye seferini tamaladıktan sonra dai
mi olarak bir halden diğer hale geçmek üzere bu
lunurlar.
Şimdi bak gör, senin nefsin bu otlaklardan han
gisinde otlamaktadır. Onu aşağılardan yukarılara
döndürmek için çemirlen ki helak badirelerinde
ilimler suyundan-ki si'tih amellerin neticeleridir-su
suz kalmayasın. Eğer insan isen himmetini hay
vanların, yırtıcılann ve İblisin gittiği yönden çevir.
Allah'a koşman, yolların en yükseğinde olsun. Çün
kü Allah'a giden yollar, mahlukatın nefesleri sayıSJ
kadar çoktur. Nefsi bilrneğe çalışmak, insanı Allah'ı
42
ve gayelerin en yükseği olan tevhid mertebelerini
bilrneğe götürür.
Bil ki güzel ahlak imandır, am eldir, ihlastır, zi
kirdir, ihsandır, tevazu'dur, öğüttür, tasavvuftur, cö
mertliktir, mürüvvet etmedir, rızadır, sabırdır, AI
lah'ı sevrnedir, Allah'tan korkmadır. Bunlar, ancak
Adem Aleyhisselam'm ilmi kendisinde zuhur eden
insanlara vergidir. Bu ilim, esma ilmidir. Yani le
dünnİ ilimdir, ve amel-i salihin netieesi olan vera
set ilmidir. Çünkü Peygamber Aleyhisselam şöyle
buyurmuştur : «Her kim bildiğiyle amel ederse Al
lah onu bilınediği şeylerin ilmine varis kılar.)) Na
sıl ki melekler de önce Adem'e itaat etmediler. An
cak Allah Taala Adem'e esma ilmini ilham ettikten
sonra ona secde ettiler ve hürmetle onu başlannın
üstüne kaldırdılar. Ahlak-i Hamide de böyledir. An
cak Allah'ın veraset ilmini lutfettiği kimsede bulu
nur. O (iyi insa)nlar bu ilmi arzu ederler, çünkü
bu ilim, peygamberlerin ve velilerin ilmidir. İşitil
medi mi ki bizim Peygamberimiz okuma ilmiyle de
ğil, veraset ilmiyle bir veli idi. Ama İblis'e gelince :
kimdeki cin, dev ve şeytanın sıfatları olan hile,
hud'a yalan bühtan ile insanları azdırma huyları zu
hur ederse bu sıfatların sahibi; ahlak-i Hamide me
leklerinin itaat ettiği ikinci ilim erbabına iemalen ve
tafsilen düşman olmakta devam eder. Bu sıfatlar
onu beşeri sıfatların hükmüne düşürmek suretiyle
mahvetmeye ramak kalır. Artık sen anla. Binaena
leyh Adem hilafetinde olan kimsenin, halk ile mua
melesinde halin icabına göre ahlak-ı hamide melek
lerini kullanması ve daima kötü ahlak şeytanından
kaçınması, ledünni ilim talibi bulunan melaikeyi ir
şadedip onları da bu ilimde otlatması, mülhidler
den ve münkirlerden daima kaçınması gerekir.
43
ON ALTıNCı SOFRA :
(3S) Tahmis: İkili beyti üç mısra' ilave ile beş mısra'a Çl
karmaktır.
(36) Tesbi': İkili beyti beş mısra' ilave ile yedi mısra'a Çl
karmaktır.
44
Resu1ullah ( S .A.V.) bana arkadaşlarından bi
rini - göndermiş. Kendisi şark tarafından garp ta
rafına geçiyormuş. Bana dedi ki : Allah'ın Resulü
( S .A.V.) sana diyor ki : «Beyaz at bizden ayrıldı, ar
kamızdaki otlakta kaldı. Onu alsın, bize getirsin. »
O gelen zat, bana atın nerede bulundu�unu v e oraya
gidilecek yolu gösterdi. «Resulullah'ın sözü başım
üstüne! » dedim. Hemen ata koştum ve onu denilen
yerde buldum. Yularını elime aldım, çabuk sürdüm,
Allah'ın Resulü ( S .A.V. ) Hazretlerine yetiştirdim.
Yanında yedi kişi vardı. Bir dağın ete�inde, nehir
kenarında, bir a�aç gölgesinde konaklamışlardı.
Aralarında Resulullah ( S.A.V.) de bulunuyordu.
Baktım namaz kılıyorlar. Ben yetişinceye kadar na
mazlarını bitirdiler. Resul-i Ekrem'e kavuşunca sab
rım tükendi, utanmayı bir yana bıraktım, hemen
boynuna sarıldım, öptüm, Resulullah ( S.A.V. )in iki
du dağını emdim. Ben mübarek dudaklarını öptü·
�üm sırada : « İşte bu, ilimler ma'denidir; bu, bil
giler kayna�ıdır; bu, Allah'ın vahiy hazinesidir.» di
yordum. ResuIullah (S.A.V') beni bir müddet bun
dan menetmedi, sonra bana : «Namaz kıldın mı?�
buyurdu. «Hayır, ya Resulallah.» dedim. « İşte SH.
dedi, abdest al ve namaz kıl.» «Baş üstüne.)) de
dim. Namaz kılmak için abdest alma�a başlayınca
ferahımdan sevinç ve a�lama ile tatlı bir şekilde
uyandım�
Derhal tesbi'e başladım. O gün otuz yedi beytin
tesbi'i mümkin oldu. Ertesi gün kırk beyit tesbi, et
tim. Hasılı on gün içinde bitti. Yüce AIIah'a ham
dolsun. Allah ve Resulü daha iyi bilir, ru'yanın ta'
biri bu idi : Ameller sahi�inin bine�idir. Onu iste
ğine ulaştırır. Tasnifler ve di�er hayırlı işler de böy-
45
le (sahibinin bineği) dir. Demek at Kaside-i Bürde
idi, onu Allah'ın Resulüne götürmemiz için bize
olan emir, onu, Muhammed Aleyhisselam'ın ismine
kavuşturmağa işaret idi. Çünkü isim, ehl-i hakikat
indinde müsemmanın kendisidir. Onların yedi kişi
olmaları da tesbi'e işaret idi. Abdest almakla emir
ise, tesbi'e başlama emrine işaret idi. Vefatından
sonra, kardeşlerimden bu m'yayı, Tesbi'-i Muham
medi'nin başına yazmalarını rica ederim.
ON YEDiNCi SOFRA :
46
sahibi olmasa da - tevazuu esİrgememesİ lazımdır.
İlmi de kendi ruhunu ve başka ruhları besliyecek
faydalı bir ilim olmalıdır. Nasıl ki süt vücutları
besler. İlim ve ameliyle bir mürşid-i kamile koşma
lıdır ki şarap gibi sakisini de, içenini de sarhoş eden
bir ma'rifete (bilgiye) erişebilsin. Ahlakı da kalbIe
re şifa veren süzme bal gibi olmalıdır. Bir kimse
bunları yani ilmi, ameli, ma'rifeti ve güzel ahla
kı kendinde toplarsa onun meclisi cennet olur.
47
arzusudur ama ona herkes giremez. Ancak mek�
rihine ( sıkıntılarına) katlananlar girebilirler. Çün
!(ü Cennet mekruhlarla ( Sıkıntılarla) çevrilmiştir.
Bu meziyyetler bir insanda kolay kolay toplanmaz.
Ancak çok yorulmak, güçlük çekmek, belaya kat
lanmak, erbabına tevazu göstermek suretiyle elde
edilebilir. Çünkü Cenabı Hak şöyle buyurmuştur :
«Yoksa siz, Aııah aranızdan mücahede edenleri ve
sabredenleri bilmedikçe Cennete gireceğinizi mi
sandınız?»38 «Beyit Aşkın yaşayışında safa rahat
lık nereden olacak? Çünkü Cennet mekOırihle bezen
miştir.»
* *
ON SEKİzİNCİ SOFRA :
48
rnek gibi. Gerçek Vücut (Varlık) ta şirk : Halka doğ
rudan doğruya vücut nisbet etmek gibi. Kalb bu
dört türlü şirkten ne kadar bozulursa, şirkin fe
sadı insana sirayet eder ve o kişi o miktar azaba
çarptırılır.
i\llah, her şirkin karşısında onu gideren bir tev
hid 'olmak üzere dört tevhid ile selamet evine ça
ğırır. Birinci şirkin karşısında bulunan tevhid : Al·
lah Taala'nın: «Bil ki Allah'tan başka ilah yoktur.,,40
sözüdür. Yani Allah'tan başka tapılacak varlık
yoktur demektir. Bu tevhid ile mü'min kafir ayn
hr. ikinci şirke karşı tevhid; Allah'ın Hud Aleyhis
selam'dan naklen söylediği : ((Hiç bir canlı yoktur
ki Allah onun alnından yakalamamış (ona el koy
mamış ) bulunsull),41 sözüdür. Bu tevhid ile havass
( seçkinler) , işi bizzat Allah'a nisbet etmekle avam
dan ayrılırlar. Bu görüşte olan şöyle der :
«Bütün insanlar mevla sayılırlar, çünkü onlar
Hak'km kazasına göre bir fi'il yapıyorlar.»
Üçüncü şirke mukabil tevhid; Yüce Allah'ın :
((Hamd alemlerin rabbına mahsustur.» sözüdür. Bu
tevhid ile ahassu'l-havass (Seçkinlerin seçkinleri)
bütün hamidIeri hlzzat Allah'a nisbet etmekle ha
vasstan ( seçkinlerden) ayırılırlar. Bu görüşte olan
şöyle der : «Her güzel şey O'nun cemalinin yankısı
dır. Belki her güzelin güzelliği O'dur.»
Dördüncü şirke karşılık olan tevhid; Allah Ta
ala'nın : ( O'nun vechinden başka her şey helak ola
caktır.» 42 sözüdür. Bu tevhid ile Hak'kın vücudu
(41 ) Hud Suresi: 56.
(42) Kasas Suresi: 88.
49
ile halkın vücudu ayrılır. Bu görüşte halkın vücu
du yok görülür. Baki olan, var olan yalnız O'nun
varlığıdır. Tevhidin bu dört mertebesinden her biri,
kendi miktarınca sahibini selamet evine sokar.
50
yurmuştur « Sıddiklerin başından en son çıkan şey
mevki hırsdır.» Yani insan mevkii kendi nefsi için
isterse kötüdür. Yok eğer Allah için isterse iyidir.
Nebilerin ve Resullerin mevkiinden daha büyük
mevki hani �
"Alemin nakşını hep hayal gördüm
Ol hayal içre bir Cemal gördüm
Heme alem çü mazhar-ı Hak'tır
Anın içün kamu kemal gördüm.»
Bil ki tevhidin kemali, dışiyle birincinin ehlin
den, içiyle sonucunun ehlinden görünmektir.
ON DOKUZUNCU SOFRA :
51
çıkmıştır. Bunun müddeti yedi bin yıldır. Bizim
�
P gamberimız ( S.A:VS Tn zuhuru Sünbüle dev
rinin sonuncu binindedir. Bu zuhur Sünbüle devri
hükümleriyle ahirete mahsus mizan devri arasını
toplayan berzahi (aracı) cüzlerdedir. Him erbabının
burçlar hakkında söylediklerinin benzeri Zevatü'l- ---'
Cesedeyn (İki cesetliler) dir. Çünkü bu zama-
nın yarısı da istikbal faslının özelliğiyle karışıktır�
;Nebi Aleyhisselamı'n bi'seti (gönderilmesi) zamanı
ki bu zaman dünyanın ahiretle karışma zamanıdır
tıpkı şer'i gündüzün evveli olan sabahtan, güneşin
doğmasına kadar olan zaman gibidir. Sabahla güne
şin doğması arasındaki zaman ne ise Resul'ün gönde
rilmesiyle kıyamet arasındaki zaman da odur. Nasıl
şafak attıktan sonra ışık yavaş yavaş artarsa, ahi
ret ahkamının zuhuru da bi'setten, güneşin battığı
yerden doğmasına kadar artar. İşte buna Peygam
berimiz şu sözüyle işaret buyurmuştur : «Ben o za
manda gönderildim ki benimle kıyamet şu iki (par
mak) gibi (birbirine) yakındır. Az daha o beni ge
çecek)). Bu hususta daha sayılamıyacak kadar çok
işaretler vardır.)) Sonra Konevi izahının sonlarında
şöyle diyor : Ama insan nev'inin zuhur zamanı, bu
yedi bin yıla münhasır sanılmasın. Öyle değiL. Bun-
_ .
dan maksad şunu anlatmaktır : «Yüce Allah, külli
nevrehın başında adı geçen şeyleri yarattı. Hukurri
'Ve-emr�İ nalir-Siiiiliüle::B:Xff€tiITa gelince Adem'i ya�
----:::--....
- _-- .
rattı. Devirlerin " saYismrve--·s.ü[[oille....hw:ı ı lIra --inti- ..
�Aıiah bilir. Bir de Allah bunları kul
brından bazılarına bildirir. Onlar bilir ama söyle
mezler.))l Sadreddin Konevi (Ks.S.) nin sözü bitti.
52
[Aşağıdaki daire, Arşlık ve felekler devrelerini
içine alan külli devreyi göstermektedir. Aziz Mıs
ri, daireyi kendi eliyle çizmiştir. Kendi şerefl� hat
tından buraya nakledilmiştir.]
53
Allah, kftinattan önq�",Jl8,I: idi, bil@B Ge yine Öyle var
dır. Zatı, asla de�işmez. Ancak tecellileri değişir. İş�e
O'nun degışık tecelluen , kaınattaki varlıklan, şekilleri
�eydana getırır. Allah'ın uzerıncten zaman geçmez. Za
'filan DIZ ınsanlar içindir. Allah kaınatı o�a bir mad
eleden değil, kendınden yaratmıştır. Kftinatı yaratmak
�ıce, ısım ve sıfatlarİnı açl�a- çikanılı�tıi"1Ş��AI
lah!nı İsİIil ve sıfatları, bu kaiiiaffilk'i ş'illİleri meydana
g�tlrmıştır. Yani kftinat, O'l!� isi��fatlarırun gö
runuşunden başka"< ,, !?rr�_ş�y_değildiı:. Varlığl�!Qlşjz
IlaH Allah'tır. Buna Gayb-i Mutlak mertebesi de denir.
���� ----- �
Bünun . mahiyyetini kendisinden başkası bilmez Bu-
mfiıaltında derece derece varlı ın ekil almı
u h�li '
d .
�������
-- _..
Allah ilk tecellisiyle _alsı·ı küll yeya Akl-ı Evvel'i IiLL:Y-
dana getırmiştir. Akl·ı Külden taşan tecellilerle de de
rece derece diğer yaratıklar hasH olmuştur. ŞekiTsiz
V'dIil�lfi, bu şekıller alemini meydan.a getirmesUade
me kademe olmuştur. Mutasavvıflara... öre
.g. varlık beş
{
'ilıerteDeye aynİII1lştır Iık mer-tebe Gayb-i Mutlak mer
tel5esıdir.""SOIlMertebe ise Madde alemıdır. Varlık ilk
mertebeden başlayarak yaratıkları meydana getirir, çe
şitli varlıklar ve şekiller halinde görünür, döne döne
tekrar ilk haline gelir. Yani Akli Külden başlayan ya
ratıklar alemi tekrar Aklı Küll<!'Ve sonunda Allah'a ka
vUşur. Bu süreİİe vamIC'hir daıre teşkiİ eder. Daire
mn----bitti�ı nokta, başladığı noktadır. B � e ,�( � !fş '
�
ı�gıç O'ndandır, donuş O'nadih aye ıin sırrı meyüa
n� çıkAr. Işte Niyazi, çizdiği bu daıre i e Konevi'nin bu
fikrini izah etmektedir.
Müellifin talebesi, Kari-i Mısri de daire kenarına
Sadreddin Konevi'nin Fatiha tefsirİnden bir parça al
mıştır. Orada bu gerçek izah edilir
'«Mertebe, her şeyin hakikatinden ibarettir. Fakat o
şeyinsoyut varlıgı yönunden degıl, o şeyle, onu meyda
na getiren birleştirici nisbet ve o şeye tabi olan haki
katler yönünden. Önce de açıkladığımız gibi hakikat-
54
ler birbirine tabidir. Tabi, metbuun halleri ve gerekli
sıfatlandır. . .
., Hakk'ın zatı v e mertebesi vardır. Hakk'ın mertebesi,
O'nun ilah olması nisbetinin düşünülmesinden ibaret·
tir. Bu nisbete mahiyeti itibariyle Üıo.hiyyet denmiştir�
«Hak'ın zatı, bütün bağlılıklardan, itibardan tecerrilı
dii, Keiıdisinin hiçoii şeye; hiçbirşe" in de kendisjne ruii
n e ı o madığı mertebe hakkında hiçbir şey söylene
mez. Hakklın halka. halkın cı:� H;akk'a bağlı bulundl,!ğu
mertebede ise Allah'ın zatına haller ve sıfatlar nisbet
edılır. Çunku halk, Rakk'ın· gorunme ve meydana çıkma
yerleridır. Rıza, .gaz!p. i�iIlet. ,.se'lİne. ve saıre gibı �ey
ler ki bunlara şuun denmıştir. Her müessirde birtakım
sıfatlar vardır kı bunlar, O'ndaki ülfrhiyyet mertebe
sidir. Bu merte,bemn kabz, bast, yaşatma, Öldürme,
k�eyleıe lfiahsus halleri vardır. Bunlar
mer=tebemn hükümleridir. Bu genel mukaddimeyi bil
ki, Allah'ın izniyle yararlanasını )«Sadrcddin Konevi'nin
Fatiha Tefsirinden.»
55
YİRMİNCİ SOFRA :
56
Fakir der ki : Bu zikredilen alim o kimsedir ki
Onun ilminin cevherlerini, sadeflerin alimleri, hat
ta meşayihin de çoğu anlamaz. Nitekim Şeyh Akşem
seddin, Risale-i Nuriyyesinde şöyle diyor : Bir kı
sım da var ki ehl-i hakikatten olmayan şeyhler onu
inkar ederler. Bu alim tıpkı şu denize benzer : Halk
arasındaki şüphe ve ihtilaf rüzgarlarının eSınesi ne
ticesinde üstünün dalgalanmasından dibi etkilenip
hareket etmez. Onlar varlık Arşının gölgesi altında
oturmuş, .oradan korkusuz ve hüzünsüz insanların
hallerini seyrederler. : «Do�rusu Allah'ın velilerine
korku yoktur, onlar üzülmezler de.» 45
Hikaye olunur ki tüccarlardan biri, dirhemler
le, dinarlarla dolu bir gemi ile bir padişahm mem
leketine gitmiş. «Bu şehirde ticarette bana kim
denktir?» diye dellal çağırtmış. Hiç kimse bulun
mamış. Yalnız bir kişi çıkmış ama elbisesinin es
kiliğinden ve isminin küçük görülmesinden dolayı
onun zengin olduğu bilinmezmi.ş. Meğer bu zata ba
balarmdan, dedelerinden bitmez tükenmez hazineler
kalmış imiş. Kendisi her gün o kalan cevherlerden
bir cevher döğer, onu yemeğe katar, yanındakilerine
yedirirmiş. Onların kuvvetleri günden güne artar
mış . Tacir bunu duyunca hemen ona· misafir olmak
istemiş. O da bunu misafir kabul etmiş. Yine adeti
vechile önüne bir cevher koymuş, döğmek istemiş.
Tüccar : «Bunu bana ver, gemidekilerin hepsini sa
na vereyim.» demiş. O zat : «Hayır», demiş, senin
geminde olanları ben ne yapayım? Ben hama! d�
ğilim. Bana bu yeter. Senin geminde olanlara ihtiya
cım yok benim.» Tüccar demiş ki : «O halde bana
57
hibe e t.» O zat : «Bizim ade timiz, de miş, cev her i
döğme de n müstahak olanlar a ve rme mek tir. Ç ünk ü
ce vher i büt ün alırsa bu nu zapte de me z, fazla yer bu
y üzde n he lak olur. Onu n için döğer ler , ye me ğe k a
tar lar ve o su re tle y iye nler in önüne k oy ar lar . On
lar da bu nu yer ler se ak ıllan , zihinler i ve fik ir ler i
nur lanır, zek aı arı artar , bu nu n gibisini k azan may a
muk te dir olu rlar .
YİRMİBİRİNCİ SOFRA :
58
da daha çok olarak çeşitli taraflardan geldiler, sana
kondular ve seni menzillerinden bir menzil yaptılar.
Sonra geldikleri gibi seni bırakıp ne için yaratılmış
ve fenaları nerede mukadder ise onu aramak maksa
diyle gittiler.
Eğer bunu bilmezsen, kalbini bunlardan birine
yahut çoğuna bağlarsın veyahut sen istemeden elin
den çıkmış, başkasının eline geçmiş olan şeyin, yine
senin olmasını temenni edersin veya arzu ettiğin
şey olmazsa tasalanırsın ve buna sebebolana kin bes
lersin işte bütün düşmanlık, buğuz hased, kibir, ken
dini beğenme ve benzeri şeyler, hep fiiller tevhidi
ni bilmemekten ileri gelir. Ama bunu bilen ve elini
ister kendi tasarrufundan ister başkalarının tasar
rufunda bulunsun, kendisinin olmıyana uzatmıyan
ve onun sevgisini kalbinden söküp atan kimse, zik
redilen ıstıraplardan kurtulur, rahat bulur:
S9
faydalı ve zararlı her çeşit ağaç dikmiştir. Zararlı
ağaçlan da yine gizli bir hikmet icabı dikmiştir. O
hikmeti Allah'tan ve Allah'ın öğretmesiyle ilimde rü
suh bulanlardan başkası bilemez. O bahçede ne
hirler ve göller akıtmış, şehir halkını 'tamamen ora
ya davet etmiştir. Davet edenlere, bahçede bulunan
faydalı ve zararlı olan şeyleri bildirmiş ve onlara
davet edilenlere bunlan öğretmelerini emretmiştir
ki davetliler, kendilerine zararlı olanlara yaklaşma
sınlar. Zararlı şeylerden yeyip hasta olanlan tedavi
etmek için davet edenlere panzehir ve ilaçlar vermiş
tir. Bu zararlı şeylerden kimi aklı giderir, kimi kör
eder, kimi sağırlaştırır, kimi oturtur (kötürüm
eder) , kimi hasta eder, kimi de öldürür. Faydalı
olanlardan da kimi aklı artırır, kimi körü açar, sa
ğırı işittirir; kimi deliyi akıllı eder, kimi hastayı iyi
leştirir, kim ölüyü diriltir.
60
lemezler, helak olurlar. O bahçede bu üç zümre her
zaman mevcuttur.
* *
61
tamlığına zarar vermez. O halde senin de Hakk'a
doğru olan Hak nazargahı olan kalb yüzün, imanla,
yakinle ve O'na güzel zan beslemekle tam olsun.
Halkın baktığı taraf olan dış yüzünün eksikliği, giz
li ( iç ) yüzünün tamlığına zara� vermez. Buna da
şu hikaye uygun düşer : Ömer ile Ali (Allah her iki
sinden de razi olsun) Yemen tarafında Üveys'ül-Ka
rani'yi bulup kendisine ResuI-İ Ekrem'in (S.A.V.)
vasiyyet ettiği hırkasım teslim ettikleri zaman ona :
62
o siyah adam su üzerinde yürüyüp o adamları kur
tardı. Hasan Basri'ye dönüp şöyle dedi : «Ya Ha
san, Allah indinde sen benden efdalsen, sen de be
nim gibi suda yürü ve boğulanlardan birini kurtar»
Ve ilave etti : «Bu yanımda bulunan kadın anarndır.
İçtiğimiz Zemzem suyudur. Biz burada, senin basir
( Kalb gözün açık) olup olmadığını anlamak için
böyle oturduk. » Hasan onun ayaklarına düştü : «On
ları boğulmaktan, beni de mü'mine kötü zan bes
lemekten kurtardın» dedi. O zat Hasan'a şöyle dua
etti « Yarabbi, Hasan'ı içinde bulunduğu halden
kurtar. Zira Hasan senin Katında benden yüz dere
ce daha efdaldir.»
İnsanların çoğu halkın baktığı yüzlerinin bir
Bedir ( Ayın on dördü) olmasını isterler de kalb
yüzlerine aldırmazlar. Bundan dolayı bazılarında ke
fere gibi Muhak ( ay sonu Ayın görünmemesi) , bazı
larında fasıklar gibi hilM, bazılarında salih mü'min
gibi Bedir vardır.
63
sarsacak sözler söyleyip gezerler. Ama veliler ölün
ce haset de ölür, sırf menkıbeleri kalır, bundan do
layı insanların çoğu onlara inanır ve onları sever.
64
daha iyi bilir. » Varidat sahibinin sözü burada bit
ti .
Fakir der ki : İnkarın beşinci bir sebebi daha
var, o da şudur : Arkadaşlığı gerektiren şey aynı
cinsten olmak ve tabii münasebettir. Nitekim denil
miştir ki : Allah'ın yeryüzünde ehli ehle sevkeden
melekleri vardır. Tab'ında peygamberlerin ve veli
lerin tabiatında bulunan kemanerden bir parça mev
cut olan kimse, onları görüp işittiği zaman hemen
onlara meyleder. Onların bilfiil mevcut keı;nalleri,
kendisindeki bilkuvve kemali çeker. Bunun kemali
nin onlara kapılması ( incizabı) aşık ve maşuk mi
sali gibidir. Mayasına bu kemalden katılmamış kim
se, onları gördüğü zaman yarasa güneşten nasıl ka
çarsa o şekilde onlardan kaçar. Nitekim yüce Allah
şöyle buyurmuştur : « Habis kadınlar, habis erkek
ler içindir; habis erkekler de habis kadınlar içIn
dir. İyi kadınlar iyi erkekler içindir, iyi erkekler de
iyi kadınlar içIndir.»50
Fakat insan ölünce aradaki nefret de ölür, asl
olan muvafakat kalır. Çünkü varlık bütün mer
tebeleriyle birdir. Münaferet, yüzyüze gelmekten
doğar. Mukabele ( karşılaşma) ölümle yok olunca
muvafakat hasıl olur. Artık anla.
65
konaktır. Kova, insanlara inen Allah kitabıdır. Ker
vancıların ( yani peygamberlerin ) kovayı sarkıtmala
rı, insanları Allah'ın kitabına davet etmeleridir. Ona
yapışmak, o kitabı getiren kimseye inanıp onu ka
bul etmektir. Ama kuyuda olan; kurbağa, çiyan, ak
rep, yılan ve daha kuyuda yaşıyan diğer haşereler
den bir ise o, sarkıtılan ipe asılmaz, ona yapışıp ku
yudan çıkmak istemezse ( kim ne yapsın ? ) . Çünkü
insanlardan bazılarının ruhları güzel, yüksek meşrep·
lidir. Alçak kimselerle ünsiyyet etmez. Yüksek vata
nına gitmesine aracılık yapacak sadık bir arkadaş
arar. Bazılarının ruhları da habistir, alçak meşrep
lidir. Ancak kendi meşrebinde olanlarla ünsiyyet
eder. Tabiat aleminde vatan tutar. Alem-i A'la (yük
sek alem)ya çıkan sefer ehlini ve seyyahları sev
mez. Hiç davet kabul etmez. Yüce Allah buyurmuş
tur : «Biz insanı en güzel bir surette yarattık, Son
ra onu aşağılann aşağısına attık. Ancak iman edip
salih ameller işliyenler müstesna.)) SI
66
emin olmadan çıkarmazlar. İşte rüsum uleması ve
tarikat uleması da böyledir. Çünkü birinci kısım ule
ma, birtakım davalardan, varlıktan, gösterişten, ci
dalden kurtulamaz. Zira ilimIeri onlarla meydana
çıkacak da ondan. Ama ikinci kısım alimler tevazu
dan, varlığı, gösterişi, cidali terk etmekten hali de
ğildir. Çünkü onların ilimIeri de bunları terk etmek
le kalbierinin bahçelerinde bilgi çiçeklerini verir ve
o çiçeklerden varidat meyvalarını, çeşitli ilim ve
müşahedeleri çıkarırlar. Bunlar, rüsum ilimIeri er
babiyle gösteriş ve cidal ile karşılaşsa, hatta bu sı
fatlardan yalnız birisi kalbIerine girse bu, onların
kalbIerinde, kış, baharın çiçeklerini gidermek için
ne yaparsa onu yapar. KalbIerine soğukluk düşürür.
Keza tarikat alimleriyle hakikat alimleri arasında
da aynı durum mevcuttur.
67
an ıkar.
ma unu insanlardan pek azı hissedebilir. İnsan
tıpkı buyük bir şehir gibidir. Ortasında 'bÜymc SuT
tan:m'"ütur"dü]Ubllyu"Kbir taht vardır. Bu tahtct-otu
ran sultan, Tanrı'nın huk üdür. Ruh onun mülkü,
a azınesi, akıl ölçücüleri-tartıcıları, fehim ölçe-
�. ve.Jeiazisidir..;_]3u ,ş�hrin ._��r..!,.!c.apısı vardır. Göz,
Kulak, dil ve eL. Bütün mahlukat bir taraftan girer,
öbfrrtaraftan çıkar.:J\Şehre girenler, aklın önünden
geçmeden çıkamazlar. Fehim, bunların kıymetçe, öl
çü ve tartıca iyisini kötüsünü seçer, beğendiğini alı
kor, beğenmediğini salıverir. Bu kafilelerden kimi
göz kapısından girer, el kapısından çıkar. Yanİ gö
rülerek girer, fiil, amel ve sanat olarak çıkar. Kimi
kulak kapısından girer, dil kapısından çıkar. Yani
işitilmek suretiyle girer, söz halinde çıkar. Akıl da
önünden geçenlerin resimlerini çeker, hayale verir.
HayaL, akıl defterlerinin sahibidir. Akıl da çektiği re
simlerden beğendiklerini alıkor, beğenmediklerini sa
lıverir
Bunu bildinse, bil ki : Görme ve işitme yoliyle
kafilelerin vücut şehrine girişlerinde mü'minle mü
nafık arasında bir fark yoktur. Fakat gelen serma
yeyi alıp fiilde ve sözde kullanma bakımından ikisi
arasında çok farklar vardır. Mü'min, kulak ve göz
yoliyle gelenlerden Allah indinde hayırlı olanlarını
alır, iyi yapar, iyi konuşur. Bir iyiliği bin, hatta da
ha çok yapar. O mü 'min, ((Her başakta yüz tane bu
lunan yedi başak bitiren bir bahçe gibidir. Allah,
dilediğine kat kat verir.»52 Münafık ise kulak ve
göz yoliyle gelen kafilelerden Allah indinde şerH
68
olanlarını alır, şer yapar, şer konuşur. Hatta o, mü'
minin aksine, bir şerri bin ve daha fazla yapar. O,
birçok dallar veren, her dalında birçok dikenler bu
lunan kötü bir tane gibidir.
Mü'min, imanına kuvvet veren, ilmini ve irfa
nını artıran amellerini halis yapan, ahlakını düzel
tenlerden başkasına rağbet etmez. Münafık da nifa
kını kuvvedendiren, şeytanlığını artıran, kalb cemi·
yetini ( huzurunu ) dağıtan, vesvesesinİ toplıyandan
başkasına kuvvet vermez. i'tibar ru'yete değil, gör
düğünü alıp onunla amel etmeğedir. İşitmeğe değil,
ahlaka ve konuşmağa itibar olunur. Güzeli işitmeğe
itibar yoktur; itibar, onu kabul etmeğe, güzel mey
vasının zuhurunadır. İyi olana bakmak mühim de
ğil, fakat o iyi şeyin, senin amellerini hayra çevir
mesi mühimdir.
İnsan, önünden her şey geçen bir ayna gibidir.
Bazı aynada eşyanın surederi doğru, güzel görünür,
bazılarında da eğri büğrü görünür. Mesela dev ay
nasında her şey, dev gibi görünür. Yahut insanlar
Cenab-ı Hak'ın buyurduğu üzere iyi veya çorak ye
re benzerler «Güzel toprak, bitkisini Rabbinin iz
niyle verir. Kötü olan da ancak kavrok bitki çıka
rır.» 53 İyi toprak, kötü tohumu ıslah eder. İki üç
devrede onu iyi yapar. Kötü toprak da iki üç dev
rede iyi tohumu bozar. Gerçek söz dinlernede insan
kalbi de böyledir. Nitekim yüce Allah buyurmuş
tur «Allah onlarda bir hayır görseydi, elbette onla
ra işittirirdi. Onlara işittirse bile elbette yüz çevi
rir, geri dönerler.»54 Ama bunların hepsinde hü-
(53) A'raf Suresi: 58.
(54) Enfal Suresi: 23.
69
küm, yine Hak Taala'nın hükmüdür. « İnsanların
hepsi mevla sayılır, çünkü onlar, Allah'ın kazasına
göre bir fiil İCra ediyorlar. »
70
bet edildi. ( Kadir denildi) . Yoksa kadir, mücahede
ile hasıl olan maarifin (bilgilerin) dir. Mücahede bir
ağaçtır, maarif onun meyvasıdır.
Sonra sülliki mücahedenin kadrini üç vechile
beyan ederek buyurdu: «Kadir gecesi bin aydan ha
yırIıdır.» Burada da şuna işaret vardır: Maarif-i ila
hiyye'nin husulü ile sonuçlanan Allah'ta mücahede,
sahibinin, değirmen eşeği gibi eseri etrafında dolaş
tığı bin ay ibadetten hayırlıdır. Sonra Yüce Tanrı
buyurdu: «Melekler ve ruh, o gecede her emri yükle
nerek inerler.» Bu da şuna işarettir: Sülliki mücahe
dede kendilerine müşkil olan her hususta meleki
ilhamlar, Rabbani varidat iner, bununla mücahede
edenlerin müşkilleri çözülür, onlar kalb şehirlerinin
fethine, görmedikleri birtakım askerlerle giderler ki
bu askerler gizli padişahlardır. Bunun içindir ki:
«Hüküm, Allah'ın yer yüzünde askerleridir. Onlarla
müddIerin ruhlarını takviye eder.» denilmiştir. Ne
rede ordularla bir şehri fethe giden, nerede tek ba
şına giden!
,«Şafak atıncaya kadar selamet.» Bu ayet de işa
ret ediyor ki : Bir mürşid.i kamilin mürakabesi al·
tında sülliki mücahede, ta hakikat güneşi doğuncaya
kadar her türlü yol afetlerinden selamette olmaktır.
Çünkü sultan, askerleri, harb aletleri çok olduğun
dan dolayı yoldaki hırsızlardan, �şkiyalardan, düş
manlardan emindir. Yöneldiği beldeyi emniyet içeri
sinde fethedebilir_ Ama kendi kendine bir şehri fet
hetmek veya hücum eden askerlerden savunmak için
mücahede yoluna çıkan, o hususta tek başına kalır.
Allah daha iyi bilir
�
71
derse mücahede kadrini nasıl bilebilir? Hele maarif-İ
İlahiyyeden ibaret olan mücahede meyvasını tadma
mış ise. Mücahede gecesinde kadir ( şan, şeref) sahi
bini şaşırtmaz, azdırmaz. O zat, kadrine kibir ekle
mez. Yani onunla başkasına kibirlenmez. Ama bunu,
sülfıki mücahedenin gayrinde bulan kimse bununla
başkasına kibreder ve o takdirde bu kadrin, ne ken
disine, ne de başkasına faidesi olmaz.
Önce kemaline güvendiği ve o kemale ehil oldu
ğunu iddia ettiği için yüksek kadr ( şeref) e ulaşamaz.
Çok cahil vardır ki, Allah indinde alimlerin, kibirleri
ve ehliyyet iddiaları yüzünden ulaşamıyacakları mer
teberlere ulaşmışlardır.
Sonra: Bu kemaL, üzerine yılan dolanmış bir
ağaç gibidir. Bundan dolayı insanlar ondan kaçarlar.
Bayezid Bistami (Ks. S . ) şöyle demiş: «Kadri bulan,
kadir sahibinin kadrini bilmekle, babalar, analar ve
şeyhler gibi kadirli kimselere hürmet etmekle onu
bulmuştur. » Allah indinde mahlfıkattan birini küçük
görmek kadar büyük bir günah yoktur. Kendi meş'
um nefsinin azizliği için, Allah'ın, kadrini yücelttiği
kimselerin zelil olmasını istiyor. Miskin bilmiyor ki:
«İzzet tamamen Allah'ındır.»!! onu kullarından dile
diğine verir.
72
hakkındadır. Birincisi zeginin malından doğuyor. Bu
çocuk, malını Allah yolunda sarfediyor, mescid, med
rese, köprü, yol ortasında kervan saray, ribatlar, için
de Allah'ın adının anılması için tekkeler yaptırıyor.
Bu oğul, sağ kaldıkça daima babasını hayr ile anar,
ona hayır dua eder.
ikincisi, onun sulbünden doğuyor, babasına iyi
halef oluyor. Bu da babasını hayr ile anar ve ona
hayr ile dua eder.
Üçüncüsü ahbaptan, irfan talebesinden olan soh
pet evladından olan ruhtan teveııüdediyor. Baba
ölür, o da babasını yadeder.
73
YİRMİ DOKUZUNCU SOFRA
74
lar. Oysa onlar ağlarken, mü 'min dünyadan çıkışına
sevinir. Ölüm, onlar için en korkulu ve acı bir şey
dir. Ama ölümü tadan mü'min için ölüm, Yusuf
Aleyhisselam'ın zindandan çıkması kadar sevinçli bir
hadisedir. Zira Yusuf, zindana köle olarak girmiş,
melik olarak çıkmıştı. Mü'min de dünyaya aşık ola
rak girer, maşuk olarak çıkar. Muamele, ölmiyen
melikten, ölmiyen melike olur. Artık anla ve dünya
zindanında köle ol ki oradan efendi olarak çıkasın.
Ey mü'min, Yusuf çıkınca Mısır mülkünü ve hü
kümranlığını buldu ise, mü'min de dünya zindanın
dan çıktığında Cenneti ve onun hükümranlığını bu
lur. İbnu Ömer (R.A.) den Resulullah ( S.A.V . ) in şöy
le dediği rivayet edilir: «Cennet ehlinin, bahçesine,
zcvcelerine, nimetlerine, sevincine bakan kimseye en
yakın mesafede bulunan, bin senelik yol (uzaklığın
da) dır. ( En aşağıda bulunanın, bu kadar geniş bir
muhite tasarrufu vardır) . Allah'a göre en çok kerim
olanı da sabah akşam Rahman'ın yüzüne bakandır.
(Tirmizi) . İşte Cennet ehlinden en düşük alanının
hali ve işte en yüksek derecede bulunanının hali. Ar
tık i stediğini kendine seç.
OTUZUNCU SOFRA
75
ce ilmi, sonra ruhi mertebelerdeki tanışmaS8 hüküm
lerinden biri, kalb-i selim yularını aşk ile çekip
nefs yokluğu kamçısiyle ou dosdoğru sevgi yolun
daki dostlarla ülfet için sevk etmiş olmasın. (O dost
ları görmek iştiyakını duydum daima) . Onlarla üJ
fete sevk etti ki ayrılık kalksın, ruhlar aleminde ol
duğu gibi şu gölgeler aleminde de birleşme olsun.
Özellikle sıcak dost, aziz ve kerim, şeyyid, yüce
şeyh, hal ve makam erbabının medar-ı iftiharı, alim,
arif, Allah'a yürüyen, (O 'nun kapısında) duran, ön
�e sabur, sonra şekur isminin mazharı, her ikisinde
de ğafur kardeşi görmek arzusu içindeyim. Allah, onu
vahdette kesreti, kesrette vahdeti görmekten perde
lememiştir. Çünkü erbabı indinde V��LY_L�şFet
hiçbir zaman birbirlne zıtdeID.--ıcr-rr.- Asıl kemaL, vah
det-ve-ke'srerıciFilefılıektir Zira bL! Makam-ı .Mah
mUd'dur. )
76
Bismillahirrahmanirrahim. Hamd Allah'a, Ai
lah'ın selamı bütün seçtiği kullarına, Efendimiz Mu
hammed'e ve onun kuşatıcı ilmine, Cem' ve fark'ı ha
vi haline varis olan seçkin ashabına ve aline olsun.
Sonra bütün metrebeleriyle selam, mükafatlarla
aziz, Şeyh Mustafa ismiyle müsemma temizlik ve ve
fa ile vasıflanmış kardeşimin, hali ve zevki ile tatlı
lanmış güzel mektubunu aldım. Şiir
Allah içün kardeşimden bir mektup geldi, Mana
sı sır gelini, lafzı da onun peçesi.
Öyle bir hazine ki cem'-ü fark'ı ve ikinci farkı
cem 'eder, Öğülmüş, doğru bir mektup .
Ben de cevap olarak birkaç söz yazmak istiyo
rum ama ne mümkün.
Zira irfamnın etrafı ma'murdur. Onun irfanı bir
bulut gibidir.
Yağdıran bir bulut ki kalbIeri diriltiyor, hitabı
mn tadı kulakları okşuyor.
Fakat ben yine de sevgimden dolayı cevaba
etir' etettim. Sevap almak ve Kalbimdekini size aç
mak üzere örtülü olandan perdeleri kaldırmak iste
dim .
Bundan sonra fakir der ki: ilimler denizinin er
babı dört kısımdır. Nasıl ki zahir denizi de bilenlerce
dört kısımdır : Zira insanlardan kimi denizi görme
miş sadece işitmiş, kimi uzaktan görmüş, kimi sahil
den görmüş, kimi de içine girebiimiştir. Birinci in
san , denizi ömründe pek az hatırlar. ikincisi, günle
rinin pek azında hatırlar. Üçüncüsü vakitlerinin yarı
sında denizi görür ve hatırlar. Dördüncüsü ise de
nizi hiç unutmaz ve unutamaz. Çünkü gözü devamlı
olarak ona bakmakta, kalbi de ebediyyen onu an-
77
maktadır. Birincisi iman sahiplerine benzer. İkincisi
ihsan sahiplerine, üçüncüsü yakin sahiplerine dör
düncüsü keşf ve ayan sahiplerine benzer. Birincisi
ancak iştittiğini ve öğrendiğini yahut kitaplardan
okuduğunu söyler. İkincisi, kalbine nadiren gelen
şeyler ( varidat) la ondan bahseder. Üçüncüsü, bir ta
kım insanlardır ki lisanları varidat-i İlahiyye ve Ma
arif-i Rabbaniyye ile doludur. Bildiklerinden ziyade
ilham edildiklerini söylerler. Çünkü onların kalbIe
ri, fehimlerin kabları, ilimIerin kaynaklarıdır. Maa
rif-i İlahiyye kalbIerinden dillerine akar. Onlar İlahi
mevhibeleri söylemeden duramazlar. Onlar irfan
bahçelerinin bülbülleri, Süleyman'ın Esrar hüdhüd
leridir. Dördüncüleri öyle insanlardır ki bildiklerin
den dilleri tutulmuştur. Ruhlarının zevklerinden ötü
rü bildiklerini söyliyemezler. Onlar daima muhatap
olanların zevklerine göre konuşurlar. Çünkü onların
zevkleri, kendilerinden aşağı olanlar şöyle dursun,
ekseri ariflerin zevkine de uymaz. Salih insanların
iyi zanlarında ehlüllah kabul edilenler dahi onları
duysa onların katline hücum ederler. Nasıl ki CÜ
neyd de Mansur'un katline hücum etmiştilCelalü'd
din Rumi demiştir ki: «Eğer Mansur benim keşfet
ti�m (sırları ) esrarı duysaydı vaIlahi benim katlime
sür'at ederdi.» Bu esrar, ihata edilerniyecek kadar
geniştir. Ulum ve maarif öğrenilemiyecek kadar çok
tur. İnsan alıcı, kabiliyetlidir, Allah hadidir' İnsana
çalışmaktan başka bir şey yoktur. Meclisinizde zikir
ve tevhid nurunu alanlara, tecrid ve tefrid ayırma ve
birlerne) yolunun saliklerine selamlan Halkın en fa
kiri, fakrın hadimi Bursa'da sakin Şeyh Muhammed
Mısrı.
78
OTUZ İKİNCİ SOFRA
79
Alimlerin, bilgileri derecesinde mertebelerini
yükselten Allah'a hamdolsun. Zira her bilenin üstün
de bir bilen vardır. Kullarının olgunlarını ayırınış,
onlara zatından ve Kerim vechinden başka gaye koy
mamıştır. SaMt ve selam en güzel bir surette güzel
ahlakiyle halkı Sırat-ı Müstakime irşadedene;
onun al ve ashabına, güzel ahlak ve kalb-i se
lim ile onlara tabi olanlara olsun. Allah'ın sela
mı, rahmeti ve rızası; nimetlerimizin velisi, him
metleri yüksek, ahlakı olgun, keremi yüce olan Şey
himiz, İslam ve müslümanların şeyhi (Allah onun
şerefli vücudunu izzet ve şerefiyle daim eyleyip biz
leri faydalandırsın, Allah onu daha yüksek mertebe
lere ulaştırsın, kıdemini ümidinin de üstüne ulaş
tırsın) , Oğlun gelmesiyle gözlerimiz sevindi. Onun
medhiyle kalbler ve diller süslendi. Nasıl olmasın ki
onun övdüklerinden bazısının tarihine Allah Taala'
nın şu sözü işaret etmektedir: « Ağırlıklannızı ancak
güçlükle gidebileceğiniz bir beldeye taşır.» 59 ve bu
yurmuştur: «Ne yaş ne kuru her şey apaçık bir ki
taptadır.»60 Büyük Allah doğru söyledi. Halkın en fa
kiri, fakrın hadimi, du3.cı fakir, Şeyh Muhammed
el-Mısn.
80
yulur. Fakat geldikleri zaman önu düşmanla çevrili
gqrürler, öyle ki her düşmanın elinde ötekinin
kine benzemiyen bir mızrak vardır; o mızrakla
rı bu kamile aşık olanlara atarlar, iftiralar eder
ler, onu ondan çevirmeye çalışırlar. Bu, Adem
Aleyhisselam'dan günümüze kadar böyle gelmiş
tir. Hakikatte kamilin etrafında bulunan bu düş
manlar, istidath olmıyan kimseleri kemal sahipleri
nin yanına sokmamak için vazifeli bekçilerdir .İşte
kemal sahibi olan zat, böylece mekarihle ( kötülük
lerle) çevrilmiş bulunur. Onun yanına ancak kuvetli
ler girebilir. Nitekim o kamil de maarif Cennetine ve
kendisine muvafık ihvanla toplanma zevkine; düş
manların verdikleri ıstıraplara, hasetçilerin sebebol
duğu üzüntülere sabretmek suretiyle erebilmiştir.
Çünkü ariflerin meclisi, Cenne gibidir. Zira Peygam
ber Aleyhisselam buyurmuştur: «Eğer Cennet bahçe
Ierine uğrarsanız, meyvalarından yeyiniz.» Fakat Cen
net mekarihle çevrilidir. Kamil kimseler, zikir sohpe
tine muvafık olan ihvanla toplanma meclisine ancak
sabr ile nail olabilmişlerdir. Büyüklerden biri Bel
grad'dan bizi ziyarete gelmişti. Önce fakirin hasetçi
lerinin ve düşmanlarının çokluğunu görerek bana
acıdı. Fakat Cuma gecesi toplanan ihvanı görüp, onla
rın Vecd ile, birtakım İlahi haller ile zikretmelerinİ
görünce çok ağladı ve şöyle dedi: «Bırak onları iste
dikleri kadar hainlensinler, düşmanlık etsinler. Onla
rın ezalarına sabret. Çünkü bu nur, onların üflemele
riyle sönmez, artar. Sonra Allah Taala'nın: «Allah'm
nurunu ağızlariyle söndünnek istiyorlar. Halbuki Al
lah, kafirler istemese de, nurunu muhakkak tamamlı
yacaktır.» 61 ve «Allah'ın nurunu ağızlariyle söndür-
(61) Saff Suresi: 8.
81
rnek istiyorlar. Kafirlerin hoşuna gitmese de Allah
nurunu tarnambyacaktır.» 61 sözlerini okudu v e ilave
etti: « Bu Cennetin, hasetçilerden ve düşmanlardan
hali kalmayıp onlarla sarılmış bulunması icabeder.
Bu insanlar bunun etrafındaki mekarihi yarıp bura
ya girrneğe kudretleri olmadığından dolayı hasedleri
ve düşmanlıkları artmaktadır. Fakat onların hasedle
ri ne kadar artsa bu nur da o kadar artar. Onlann
senin hakkındaki davranışlarına üzülme.»
Hasılı kamil, kemal cennetine cehd-ü gayret ve
sabr-i cemil ile vasıl olabilir. Onun hasetçilerin kö
tülükleriyle çevrili bulunan sohpeti cennetine de an
cak kamilin zatında veya meclisinde bulunan meka
rih ayıplarına gözlerini kapatan, o hasetçilerin söz
lerine kulak asmıyan kimselerden başkaları giremez.
Fakir der ki: Mısır'a gidip Şeyhuniyye'de şeyhi
me bey' at ettiğim zaman oranın fukarası sayı1amıya
cak kadar çoktu. Bunlardan bazıları şeyhime, kendi
şeyhi zamanından kalmış idiler. Şeyhin selefinden
kendisine intikal eden müridlerden biri bana yaklaş.
tı ve gizlice dedi ki:\« Ben seni, iradende sadık, sa
mimi arkadaş biliyorum. Ama bu şeyh, senin bildi
ğin gibi yetişmiş bir şeyh değildir. Ben sana nasihat
ediyorum. Senin aradığın bunda yoktur. Beni dinler
sen bunu bırak ve kendine başka bir şeyh ara. Belki
muradına erersin.» ve şeyhin birçok ayıplarını saydı.
Ona dedim ki: « Şimdi onun kamil olduğuna yaki
nen inandırn.» Gerçekten üç yıl hizmetine devam et
tim ve onu Kadiri Tarikatinde kamil bir şeyh bul
dum. Allah'a hamdolsun, ona hizmet sayesinde mu
radımın özetine nail oldum. Teferrnatına da başka
82
bir şeyhin, şeyhler şeyhi eş-Şeyh Ümmi Sinan EImalı
( Ks. S . ) nın hizmetinde eriştim. Ama bunun mekarİ
hini, ötekinin mekarihinden çok buldum. Tabii zevk
leri de farklı idi:
83
ifade ettiği üzere Süleyman'dan getirdiği : «Bismil
lahirrahmaıurrahim Bu ( mektup ) Süleymandandır
ve Rahman ve Rahiın olan Allah'ın adiyledir. Bana
böbürlenme ve bana müslüman olarak geI.» 64 sözü
nün manasını anladıktan sonra Hüdhüd'ü tahkir et
medi. Çünkü o, her biri 'makabline ( öncesine) nis
betle cami'ü'l-kehlm (veciz) olan bu üç kelimenin
manasını anlamıştı. Zira birinci olan BilmilIahirrah
manirrahim, öncesine nisbetle zata ve güzel sıfatlara
delalet eder. İkincisi, bütün kötü sıfatlann kökü
olan böbürlenmeyi terk etmeyi emretmektedir. Üçün
cüsü bütün iyi sıfatlann kökü olan teslim ve itaat
tir. «Bana böbürlenme.» sözü şuna işarettir : «Be
nim Hüdhüdümü küçük görerek bana böbürlenmeğe
kalkma. Onun cisminin küçüklüğüne bakma, fakat
ağzındaki mektubun manasının büyüklüğüne bak.»
Bil ki : Mü'mindeki saadet alameti, çocuktan
da, ondan daha küçüğünden de çıksa hakkı kabul
etmektir. Nasıl ki Belkis, Hüdhüd'ün Süleyman'dan
getirdiği haberi kabul etti de bu yüzden selametle
eriştiği şerefe erişti. Süleyman'ın zevcesi oldu. Ahi
rette erişeceği nimetlerden ayn olarak dünyadaki
saltanatı da elinde kaldı. Resulullah ( S .A.V. ) e gelin
ce onun : « Gözü kaymadı ve azmadı» eşyayı olduğu
gibi gördü. Hatta evlerin en ehveninde bile Kadir'in
kudretini gördü. Bunun içindir ki : Allah taala onu,
küffarın gözlerinden sakladı.65
Şaka alameti de, şerefli bir kimseden dahi çık
sa hakkı kabul etmemektir. Nasıl ki Nemrud, Ha
lin kendi gözünde küçük gördü de hakkı kabul et-
(64) NemI Suresi: 30-31
(65) Hz. Peygamber, mağarada iken örümcek mağaranın
ağzına yuva yapmış ve o Hazret'i kendini ta'kibe ge
len düşmanlarının gözlerinden gizlemişti.
84
medi. Allah Taala da onu, mahlukatın en küçüğü
olan sinekle helak etti. Sinek dimağına girdi, onu
öldürdü. İ şte her iki tarafın da cezası, hareketine
böylece uygun düşmüş oldu. O halde Nemrud gibi
kibirli olmaktan kaçın, kemal sıfatlariyle vasıflan.
Her ne kadar Allah'ın Resulü ( S .A.V.) nün, kemalin
zirvesine ulaşan evsafiyle vasıflanamazsan da bari
Belkis'in sıfatlariyle vasıflan ki erkek olduğun hal
de kadınlardan da geri kalmıyasın, Kemalsiz ve edep
siz kalıp çocuklardan sayılmaktan sakın, çünkü on
lar mazurdur, sen mazur değilsin.
'it *
85
siyle zina etmek, falanı öldürmek gibi şer ve fesat
niyyetleri bulunursa kalb aleminde olanlann hepsi
onun gibi olur. O takdirde onun kalbi, padişahının
zulmünden fitneler kopan bir ülke gibidir. Eğer o
kimse o halde ölse, nefsini kalb aIemine göre bir
alemde görür. Bütün güzel ahlakı da çirkin bir su
rete bürünmüş olur. Nefsi bu iki alem arasında dai
ma azap içerisinde kalır.
Ama kalbinde, fırsat bulduğu takdirde mescit
ler, camiler yapmak, ribat kurmak, köprüler yap
mak, su akıtmak, kuyu çıkarmak ve bunlara benzer
hayırlar yapmak ve herkese iyilik etmek niyyeti bu
lunursa onun kalbi, bu niyyeti gibi olur. Yani kalbi,
sultanının adaletiyle ma'mur ve muntazam bir ülke
gibi olur. O insan o halde ölürse, nefsinin suretini,
kalb alemine muvafık bir surette görür. Kur'an'dan
alınmış güzel ahlakı, kendine sevimli, güzel bir su
rete bürünür. Kendi orada onunla arkadaş olur, dai
ma zevk içerisinde yaşar. Hasılı Jn.sanın kalbi. ya
Cehennem veya Cennettir.
ahalde Kur'an'ı ve' dünyayı gözünden uzak tut
ma, nefsini bunlarla kemale ulaştır ki bunlar sende
dosduğru görünsünler. Ve sende bulunan Kur'an
ahlakı, sultanlar Sultanı'na ulaşsın, yaratılmış bu
lunduğu belli evini bulsun. Her şey düzenine kavuş
sun. Kalb alemin intizama girsin. Ebedi rahat bu
lasın. Ama bunları ihmal edersen, Cennete giremez
sin. Çünkü senin cennetin, onların ayakları altında
dır.
87
ra göre on iki merhale, bir hibara göre kırk mer
!iate, bır ilmIira gore yuz merliale vebır ıfıbara gö
re de bın :rii:'er1iaeı dir. Her merhalenin kendine has
imarcıları vardır : � çünkiI "-msanner"i�fnaıı kabul
edıcıdır (aliCiaır), Allah ise kadirdir. Iç alem ge
niştir. Aşk pazarı ma'murdur. Hakk'ın meta'ı me
zaddadır. Dellal her tarafa koşup durmaktadır. Müş
teri de kıyametin kopmasına kadar rağbetlidir,
O halde ey insanları irşadeden alim, insanları
bütün dini erHmın ta'mirine, bilhassa bunlar ara
sında tevhid rüknünün i'marına teşvik et. Tevhid,
her şeyi ihya eden su gibidir. İnsanları soğutarak,
tevhid ehlinin yolunu güçleştirerek, daraltarak tev
hidi yıkanlardan olma. Tevhid ehline kolaylık ol
sun, tevhid yolu genişlesin diye Alah ve Resulü, tev
hid için çok zikirden başka şart koşmamıştır. O hal
de Kur'an ve Hadisle halka öğüt ver ki hepsini imar
edenlerden ve aleme birbiri peşinden girenlerden ola
sın. «Allah gerçeği söyler, O, yol iletir.»
* *
88
kalır. Onun için sevgilinin aklı kendisini ayıplıyarak
der ki : «Her koğuculuk yapan alçaktır» Yani sev
gili kendi kendine der ki : « Eğer sen bu sırrı ifşa
edersen alçaksın. Kimseye açma, yoksa kederin ar
tar, ifşa ettikten sonra pişman olsan da artık fay
da vermez.» Bu mahzur ile beraber o ( sevgili) bi
rini o halinde kendine nedim alırsa, o sırrın nedimi
olan mürid, kazançlıdır.
89
lıdır ki irfanının ve esrarının şarabı, salıki sarhoş
edebilsin.�
,Sonra salik, sırrı saklamalı, onu ruhunun san
dığına koymalı, lisanını tutmalı o hususta ölü gibi
olmalıdır.) Ahmed, Buhari, Müslim ve Tirmizi Ebu
Hüreyre ( R.A. ) den Peygamber ( S .A.V.)in şöyle de
diğini rivayet etmişlerdir : «Salih kullanma, ( yani
Hak'kın ve halkın kendi üzerlerinde bulunan ödev
lerini yerine getiren kimselere) (gözlerin görmediği,
kulakların duymadığı ve hiçbir beşerln hatırına gel
miyen ni'metler hazırladım.» Yani O, kullarına Cen
nette hiç kimsenin görmediği nimetler, hayırlar ve
lezzetler saklamıştır.
Ariflerden biri şöyle demiş : Şuradaki nimetler
den maksat, Allah'ın, ahirette se kin kullarına lut-
ettıgi i ahi tecellilerdir. Çünkü bunlar yaratıcılık
nımetleridir. Yaratılmışlara mahsus nimetleri Pey
gamber Aleyhisselam haber vermiştir. Kur'an'ın ha
ber verdiği üzre gözler onları görmüş, kulaklar işit
miştir. Bunu Kur'an tasrih etmiştir. Daha sonra Pey
gamber Aleyhisselam şöyle demiştir : «İsterseniz
( hiçbir nefis, kendileri için ne göz sevindirici nimet
ler hazırlanmış olduğunu bilemez) ayetini okuyu
nuz.)) Bu nimetlerle gözlerin içi. güler, ruhlar huzur
bulur i Mana şöyledir.
Hiçbir nefis, ne seçkin bir melek, ne de mürsel
bir peygamber, kim olursa olsun hiç kimse onların
yaptıklarına karşılık kendilerine hazırlanmış sevabı
bilemez. Ameller içinde de öyle bir amel vardır ki
ona da kimse vakıf olamaz. Yalnız Allah bilir ve
buna uygun olarak sahibini mükafatlandırır. .J Hz.
Peygamber Aleyhisselam buyurmuştur : «Benim Al
lah ile öyle bir vaktim · vardır ki onda bana ne bir
90
seçkin melek, ne de mürsel bir peygamber yetişe-
mez.»
91
arasında bu iki ilmi cemeden veliler vardır. O hal
de nebi ile veli arasında ne fark var?
( Fakir der ki : Bunun tam cevabı şudur : Allah'
ın Resulü ( S.A.V. ) nefs-i şerifini daima yenmek is
ter ve büyük kemalatından hiçbiriyle iftihar etmez
di. Fakriyle iftihar ederdi. Resulullah'ın : «Bana ve
size ne yapıldığım bilmem.» 67 ve : «Seni tesbih ede
rim. Seni sana yaraşır şekilde gerçek mahiyyetinle
bilemedik.», ve: «Siz dünya işlerinizi benden daha
iyi bilirsiniz.» gibi sözleri, O'nun fakr ile iftihar et
mesi dolayısiyle söylemiş bulunduğu sözlerdir. Hatta
kendisine, mübarek düşüncesine uygun olarak : « İş
lerinde onlarla müşavere et.»68 ayeti dahi gelmiştir.
Binaenaleyh O, bununla nefsini küçük görmek, üm
metinin hatınm hoş etmek ve şerefli olanlara, yük
sek mertebelere erişseler dahi kendilerinden aşağı
olanlardan sarf-ı nazar etmemelerini, kendisi gibi
onlara yönelmelerini işaret etmek istemiştir. Ta ki
Allah Taala'mn ince imtihanlarından emin olalad
Çünkü kendini beğenmek, bizzat helak edici sebep
lerdendir. Bununla beraber bu güzel tasavvur, O'nun
başlangıç halinde idi. Sonra bu hali geçti. Buna :
«Allah'ın yardımı geldiği zaman . » Suresi delalet et
. .
92
de olmuştur. Lakin iftihar etseler de yine Resul-İ
Ekrem'e uymak için iftihar etmişlerdir. Resulün o
hususta övündüğünü işittiklerinden dolayı öğünmüş
lerdir. Binaenaleyh bunların iftiharı, ona uymak
içindir.
Bu kemal, ister bizzat, ister teba'an olsun, iyi
de olsa yine de halkın sıfatlarındandır. İzafetleri
düşürmek ve davetten maksad hasıl olduktan sonra
Rabba hamd ve tesbih ile bütün tabii sıfatlardan
Rahman sıfatlarına sığınmak kemalin zirvesidir. Bu,
ancak Hatem-İ Risalet ( S .A.V.) de tam ifadesini bul
muştur. Haddi zatında sadırlarda ( kalbIerde) öyle
sırlar var ki ifşası haramdır. Allah daha iyi bilir.
* *
KIRKlNCI SOFRA
BİsMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM. Bu sofra,
Halvetiyye sı1fiyyesi Efendilerinin silsilesidir. Bu sil
in
silen son halkası Fukaranın hizmetçisi Muhammed
el-Mısri el-Malati'nin elindedir. Şeyhi üstadı ve mür
şidi Şeyh Ümmi Sinan Elmalı el-Halveti'den me'zun
dur. O da Eroğlu diye meşhur şeyhinden mezundur.69
O da kamil şeyhi Şeyh Abdulvahhab Elmalı el-Hal
veti' den me'zundur. O da alim, arif, kamil, mükem
mil, Yiğitbaşı denmekle ma'ruf şeyhinden me'zun
dur. O da şeyhi mükemmil, mürşid, Allah'a sevk
eden, Şeyh Alau'd-din Uşşaki'den me'zundur. O da
şeyhi ve üstadı Şeyh Tacü'd-din al-Kayseri'den me
zundur. O da şeyhi, üstadı Şeyh Molla Pin el-Er
zincani'den me'zundur. O da şeyhi, üstadı, ehl-i Tari
kin çoğunun mürşidi, herkesin kabul ettiği Şeyh Sey-
93
yid Yahya el- Badgllhi eş-Şirvani el-Halveti'den me'
zundur. O da şeyhi ve üstadı Şeyh Sadru' d-din Pir
Ömer el-Halveti'den me'zundur. O da şeyhi ve üs
tadı Şeyh Hace İzzed'din el-Halveti'den me'zundur.
O da şeyhi ve üstadı Pir Ahi Mirem (Bayram olma
lı) el-Halveti'den me'zundur. O da şeyhi ve üstadı
Şeyh Ömer el-Halveti'den me'zundur. O da şeyhi ve
üstadı Şeyh Ahi Muhammed el-Halveti'den mezun
dur. O da şeyhi ve üstadı Şeyh İbrahim ez-Zahidi
el-Geylani el-Halveti'den me'zundur. O da şeyhi ve
üstadı Şeyh Cemalüddin et-Tebrizi (Bu zata Cela
lüd'din et-Tebriz! de denmiştir) den me·zurıdur. O
da şeyhi ve üstadı Şeyh Şihabüd'din et-Tebrizi el
Halveti'den ( Şeyh Muhammed et-Tebrizi de denmiş
tir) me'zundur. O da şeyhi ve üstadı Şeyh Rüknü'd
din Muhammed es-Sincani' den ( Şeyh Muhammed
en-Necaşi el-Halveti'den de denildi) mezundur. O da
şeyhi ve üstadı Şeyh Kutbu'd-din el-Ebheri el-Hal
veti'den me'zundur. O ,da şeyhi ve üstadı Şeyh Ebu
Necib es-Suhreverdi el-Halveti'den ( Abdu'l-Kahir
Necmu'd-Din el-Halveti'den de denildi) me'zundur.
O da şeyhi ve üstadı Şeyh Ömer el-Bekri el-Halveti'
den ( Şeyh Abdu'l-Kahir el-Halveti'den denildi) me'
zundur. O da şeyhi ve üstadı Şeyh Vasiyyü'd-Din el
Halveti'den mezundur. O da şeyhi ve üstadı
ve babası Şeyh Muhammed el-Bekri el-Halveti'den
( Muhammed Kesri de rivayet edildi) me'zun
dur. O da şeyhi ve üstadı Şeyh Ahmed ed-Dine
veri el-Halveti'den me'zundur. O da şeyhi ve üstad!
Mümşad ed-Dineveri al-Halveti'den me'zundur. O da
şeyhi ve üstadı Şeyh Ebu'l-Kasim el-Cüneyd el-Bağ
dadi el Halvetiden me'zundur. O da şeyhi ve üstadı
Şeyh Seriyyü's-Sakati el-Halveti'den me'zundur. O da
şeyhi ve üstadı Şeyh Ma'ruf el-Kerhi' el-Halveti'den
94
me'zundur. o da şeyhi ve üstad. Şeyh Davud et-Taİ
el-Halveti'den mezundur. O da şeyhi ( ve üstadı) Ha
bibul-Acemi el-Halveti'den me'zundur. O da şeyhi ve
üstadı Şeyh Hasan el-Basri el-Halveti'den me'zundur.
O da şeyhi ve üstadı Zevcü'l-Betul ( Hz. Fatıma'nın
kocası) ve Resul'ün Amcası oğlu, İlim şehrinin ka
pısı Ali ibnu Ebi Talib ( R.A.V.K.V. )den me'zundur.
O da amcası oğlu Resul-i Ekrem ( S.A.V.) , evvelerin
ve ahirlerin Efendisi, Rabbulalemin'in sevgilisin'den
me'zundur. O da Ruh'ul-Emin Cibril vasıtasiyle Ra
bu'I-Alemin Hazretlerinden almıştır. Allah, Efendi
miz Muhammed'e ve O'nun aline ve ashabına salat
ve selam etsin. Ecmain.
95
Şeriatten tarikatten
İçerisi sır elidir
Akıl ona arif olmaz
Mülhime'ye vicdan gerek
Dördüncüsü Mutmainne
Mansur bilür bu menzili
Pir yüzünden ulaşmağa
İkrar eder bir can gerek
İhtiyarım elde değil,
Uzun geldi söylemesi
Beşincisi keramettir
Ayan değil, nihan gerek
Yol erının tevhidini
Arif gerek anlamağa
Altıncısı Mardiyye'dir
Bunda burhan, Kur'an gerek
Yedincisi Safiyye'dir
Halka ayan etmek olmaz
Andan geçüp ulaşmağa
Can Hazrete kurban gerek,
Sekizinci budur makam
Ayne'l-yakin HakkaIyakin
Gerçek aşık bu meydanda
(jayrullah'tan uryan gerek
Dokuzuncu sıfattan içeril
Bir sır diyem anlar isen
İnsan adı bunda koyup
Mahv-ü ğarkte pinhan gerek
Vehhılb Ümmi'nin tevhidi
Hatırına güç ge1mesün
Bu ma'nayı fehmetmeğe
Safi nurdan insan gerek
1 ) Bu mısra'da vezİn bozuluyor. Belki de şöyledir
Dokuzuncu sıfat içre.
96
KıRK BİRİNCİ SOFRA
rüce Allah'ın «Biz dünya semasını yıldızlarla
süsledik.»70 Sözü hakkındadır. Bil ki : Zikirlerle do
lu !isan, kandillerle dolu olan bir cami gibidir. O
zikirle kalbde hasıl alan bilgiler ise, yıldızlarla do
lu semaya benzer. Nasıl ki yıldızlar sekizinci felek
tedirler, fakat nurları dünya semasında görülür ve
insanlar onlarla yollarını bulursa, kalb kürsüsün
deki maarif de tıpkı böyle nurları güzel ahlak, ef'
al-i cemile, a'mal-i seniyye ve güzel sözler şeklinde
kamilin zahlrinde tecelli eder de halk onunla yolu
nu bulur. Nasıl ki Alah dünya semasını yıldızlarla
süsleyip onu kovulmuş şeytanın ulaşmasından koru
muş olduğundan dolayı şeytanlar yüksek alemden
( Mele-i A'la) bir şey işitemezlerse-zira yüce Tanrı
buyurmuştur ki : «Biz dünya semasını yıldızlarla
süsledik ve onu her türlü kovulmuş şeytandan ko
ruduk. Mele-i A'la'dan bir şey işitemezler.»71 -kami
lin de batınını irfan ve zahirini amel ve güzel ahlak
nuriyle süsleyip onu, kindar düşmandan ve haset
çiden korumuş ve onun irfanını hidayet ve saadet
ehline nücum (yıldızlar) , şekavet ve dalalet ehline
rücum ( taşlarnalar) yapmıştır �\Onlar hiyanet kasdiy
le kamile yaklaşarnazlar. Böyle bir şeye teşebbüs et
miş olsalar dahi o kamilin irfanının ve ibadetinin
nurları kendisini savunur. Nasıl şeytan her taraftan
ateşlerle karşılaşırsa onlar da öyle olur. Bak, en
füs, afak'a nasıl uyuyor ve birinde zuhur eden, di
ğerinde de nasıl zuhur ediyor.
Allah dünya'yı peygamberlerle velilerle, alimler
le, salihlerle süslemiştir. Onları hidayet ehline yıl-
(70) Saffat S. 6.
(71) Saffat S. 7-8.
97
dızıar, dalalet ehline kendilerini uzaklaştırıcı taş
lar yapmıştır. Hatemü'l-Enbiya (S.A.V.) Efendimi
_
zi de hidayet güneşi yapmıştır. «Çünkü O, fazilet
güneşidir, ötekiler de yıldızları; Yıldızlar karanlık
ta nurlarını gösterirler» (Kaside-i Bürde)
Allah Taala buyurmuştur : «Ölü olup, bizim
kendisini dirilttiğimiz, kendisine insanlar arasında
yüriiyeceği bir nur verdiğimiz kimse, içinden çıka
mıyacağı karanlıklar içerisinde bulunan kimse gibi
midir ? »7Z
Şimdi insanın haline bak. İnsanlardan bazıları,
yıldızlarla süslenmiş sema gibidir. Bazı insanlarda
bunlarla hidayete kavuşmuşlardır. Bazıları da ne
yıldızlar gibidirler, ne de yıldızlarla hidayet bulmuş
lardır. Onlar, içinden çıkamıyacakları karanlıklarda
bulunan kimseler gibidirler.
O halde sen, ilimIerinin nurlarını alarak birin
cileri gibi ol. Yalıut onlara uyarak ikincileri gibi ol.
Ama üçüncüleri gibi olma ki yarın pişm�n olmıyasın
fırsat geçtikten sonra bu pişmanlığın, sana faide ver
mez. Zira gençlik günlerinde ilim ve amel tahsilin
den yüz çeviren kimse, ömrünün sonunda pişman
olur. Bunları elde etmek ister ama ömrü vefa etmez,
hasret ve üzüntü içinde kalır. Allah Taala böyle in
sanların halini şu söziyle haber vermiştir : «O gün
mü'minleri görürsün ki nurIan, önlerinden ve sağ
larından koşuyor. «Bugün size müjde, altlarından
ırmaklar akan, içinde temelli kalacağınız cennetler
sizindir» denecek. İşte bu büyük kurtuluştur. İki yüz
lü erkek ve kadınlar mü'minlere «Bizi de gözetin;
ışığınızdan faydalanalım» dedikleri gün, onlara :
98
«Ardınıza dönün de ışık arayın» denir; inananlarla
iki yüzlüler arasına, kapısının içinde, rahmet ve dı
şında azap olan bir sed çekUir.»13
Kemali tahsil et, yoksa ömrünün sonunda piş
man olursun. Dünya'ya da geri dönernezsin artık.
Merkez zindanından muhite çık. Zira «Allahın Arzı
geniştir.»74 O Peygamberler ve veliler hep hicret et
mişlerdir. Allah doğruyu söyler o yola Uetir.
99
plan meydana çıktı. Çünkü Adem iki � sene �
dı, sevgilisi tevbesini kabul edlnceye kadar kalbinin
ıstırabı dinmedi. Ama İblis kovulur kovulmaz der
hal Adem oğullarım önlerinden, arkalarından, yan
lanndan yörelerinden, sağlarmdan sollarından girip
saptırmağa razı oldu. Kovulduktan sonra hiçbir za
man ağlamadı. İşte, bu onun önceki ibadetinin altın
da neyin gizli olduğunu gösteriyor. Adem'in de sev
gilisi kendisini bağışlayıp kendisinqen razı olunca
ya kadar durmadan ağlaması, sevgilisine nasıl k".lb
den bağlı bulunduğunu gösterir. Adem'in benzeri Al
lah'ın şu sözünde de geçmektedir : «Bütün genişli
ğine rağmen, yer onlara dar gelerek nefisleri kendi
lerini sıkıştınp, Allah'tan başk� sıgmacak kimse ol
madığını anlıyan, savaştan geri kalmış tiç kişinin tev
besıni de kabul etti. Allah, tevbe ettikleri için onla
nn tevbesini kabul etmiştir. Çünkü, O, tevbeleri ka
bul eden, merhametli olandır.»T1 İblis'in benzeri de
şu ayette var : «Allah'm Resulü'nün hilı1fına, geri ka
lanlar, oturup kalmalanna sevimiller. Allah yolunda
mallariyle ve canlariyle cihad hoşlanna gitmedi. « Sı
cakta savaşa çıkmayın» dediler. De ki «Cehennem
ateşi daha sıcaktır.» keşki bileselerdi.»78
100
rek başkalarını da çalışmayıp oturmağa teşvik eder.
Hatta kasden aşıkların kalbIerini süliıkten soğutma
ğa çalışır ki onlar da kendileri gibi olsunlar. Birinci
nin hali, iIiabe zamanında sıdkına delalet eder. İkin
cinin hali de inabe zamanında sadık olmadığını gös
terir. Birincinin şeyhine hizmeti, Adem'in sevgideki
hali gibidir. İkincinin hizmeti. de İblis'in zoraki yap
tığı ibadette ve Allah'ın teklifi karşısındaki hali gi
bidir. Kıyamete kadar her ümmette onun dengi mev
cuttur. Bina temelsiz durmaz. Temeli sağlam yap ki
bina sağIam oIsun. Beyit «ok öIdürmediyse ilaç ko
laydır. Yayın inhinası eğrilik değil, rükiı'dur.»
* *
101
sile olmaz. Peygamber Aleyhisselam'ın «Allah'tan
benim için vesile isteyiniz.» sözü, kendisine itaatle
emirdir. Ta ki o zat-i Risaletpenah'ın o adam hak
kında vesileliği tahakkuk etsin. Yüce Allah'ın :
«Doğrusu Allah ve melekleri peygambere salat eder·
ler. Ey iman edenler O'na salat ve selam ediniz.»79
sözü de böyledir. Dediler ki Allah'ın salatından mu
rad, rahmettir. Melaikenin salatı istiğfardır. Mü'·
minIerin salatı duadır. Duadan maksat da O'na
(S.A.V.) vesile istemektir. Ayette dua, mutlaktır.
Hadis onu kayıtlamıştır. O'na vesile istemekten
maksat da ümmetinin çoğalmasına dua etmek, Hak
Kelimesinin i'lasına ve Ehl-i İmanın salah-ı halinin
artmasına ve nefsinin ıslahına dua etmektir. Ta ki
Resul-i Ekrem'in vesileliği bütün halka şamil olsun
ve kendisine de hesapsız ecir hasıl olsun. Çünkü O .
buyurmuştur : «Bir kimse iyi bir adet koyarsa onun
için sünnetin (adetin) ecri ve onu işliyenlerln ecri
vardır. O sünneti işliyenlerin ecrlnden de bir şey ek.
silmez.» Bundan anlaşıldı ki Allah'ın rahmeti Hz.
Peygamber't:: hem vasıtasız, hem de vasıta ile (ve
sile ile) iner. Vasıtasız nazil olan şey nasıl külliyen
nazil oluyor idiyse vasıta ile nazil olanın da icma
len inmesini istedi ki icmal tafsile mutabık olsun.
Artık sen anla.
Nasıl şefaat ehlinde en yüksek mansıp mutlak
vesile ise; onun menzili de cennette en yüksek
derecedir. Bunu bildinse bilirsin ki mü'minlerin
O'na salatı, ümmetinin çoğalmasına ve salahlarına
duadır. Hadisin tam manası şudur : Benim için ve
silenin tamam olması hakkında Allah'a dua ediniz
ki ben, ahir zamanda Allah'a iman yolunda bütün
(79) Ahzab Suresi: 56.
102
insanların Allah'a aracısı (vesilesi) olayım. Ta ki
alemde hiç kafir kalmasın. Bu, diğer peygamberler
de değil, sadece Hatemü'l-Enbiya'da bulunan bir
meziyyettir. Onun işi mehdi ile hatmolunur.
103
vakti de uşşaka (aşıklara) nefha-i Rahmaniyye'dir,
ve Yüce Allah'ıIi'" huzuruna yaklaşma sebebidir. Bu,
ancak bütün vakitleri kaplayan çok nafile ibadet
yapmakla olur. Çünkü yüce Allah bir kudsi Hadiste
Kulum nafilelerle bana yaklaşmağa devam eder o
kadar yaklaşır ki kendisini severbn. Ben onu sever
sem, onun kulağı, gözü . . . olurum.» buyurmuştur. İş
te bu segiye meyletmek, İlahi nefhalere meylet
mektir.
Keza nefhaler, meşayihin telkinidir. Nefehat,
meşayihin kalbIerinin istidatlı kimselere yönelmesi
dir. Bu da hizmet, teslim-i tam ve merhametlerini
cezbedecek derecede itaat etmekle olur. Bundan do
layıdır ki Peygamber ( S .A.V. ) : «Kendinizi onlara
arz ediniz.» buyurmuşlardır. Müridde arz, şeyhte de
acıma ve merhametle birlikte tam teveccüh has ıl
olursa mürid o nefhaleri bulur. Alem, bu nefhalerle
doludur. Ama nezleli burunlar, oıtnJilaı:erihlh
yamailat� ---Burunıann nezlesini Allah'ın yardımiYle
.
şeyh, telkıllI ve teveccüıiÜ Ü� giderir.
� ---..,.
Nefehat, aynı zamanda yetimler, dullar, fakir-
ler, zayıflar, mazlumlar gibi kırık kalbIeri ta'mir et
mekle de bulunabilir. Bütün ibadetler, bu nefhalere
vesiledir. Fakat bunlara en yakın yol, ehl-İ tarik yo
ludur ki o da tevhiddir.ı
* *
104
Bil ki ahiret yolcusuna iki ilim lazımdır : Zahir
ilim, batın ilim. Zahir ilim; sarf, nahiv, mantık, maa
ni ve diğer alet kitaplanm okumak veya erbabından
dinlemekle öğrenilebilir. Batın ilim : halis amel, teh
zib-i ahlak, zikir, riyazet ve gece gündüz Allah yo
lunda mücahede ile kalbi temizliyerek elde edilebi
lir. Birinci ilim kalbin cehaletini giderir ama, nefs-i
emmarenin kibir, kendini beğenme, kin, hased gibi
kötü sıfatlanm bitirir. İkinci ilim, nefs-i emmare
sıfatlanm giderir, ruhun, af, ezziyete tahammül, kö
tülük edene iyilik, herkesin iyiliğini isternek gibi sı
fatlanm bitirir.
Cehlin giderilmesiyle yol bilinir. Nefis sıfatlan
mn izalesi ve ruh sıfatlarının ispatiyle Hak kabul
edilir, O'na koşulur, Allah'tan korkulur. Birinci ilim
ne kadar artsa, cehalet de o kadar gider; ikinci ilim
ne kadar artsa kibir o kadar zail olur. Her ikisi de
en mühim din işlerinden ve en kuvvetli dini vesile
lerdendir. Zira kötü ahlak olmasa, iyi ahlak olmaz
dı. Mesela kibir, tevazu'un sadefidir. Tevazu' tam ol
sa Allah.tır. (Allah tecelli eder) . Kendini beğenme
(ucup ) , kendini ayıplamamn; cimrilik (buhl) , seha
nın (cömertliğin) sadefidir. Hasılı her beşeri sıfat,
vasıtasız veya vasıtah olarak olumlu bir sıfatın sa
defidir. Birinci ilim sadefteri kuvvetlendirir. İkinci
ilim, incileri semizleştirir. Onlan sadefterinden çıka
nr. Eğer bu iki deniz birleşirse, sahibi Mecma'ul
Bahreyn ( İki denizin birleştiği yer) olur. Musa Hı
dır Aleyhisselamı Mecma'ul-Bahreyo'de bulmuştu.
Artık anla ve bil ki bir kimse ümmi olsa fakat işite
rek öğrendiğiyle amil olsa, ikinci ilme nail olur. Çün
kü Hz. Peygamber Aleyhisselam şöyle buyurmuş
tur : «Bildiğiyle aınel edeni Allah, bilmediAfnin il-
105
mine varis kılar)) ve buyurmuştur : «Bir kimse kırk
sabah halisane ibadet etse, kalbinden lisanma hik
met pınarlan fışkınr.)) ve ikinci ilim sahibine ister
ümmi, ister alim olsun fakih denilir. Avarifte şöyle
deniliyor «Allah'ın Resulü (S.A.V.) «Zerre kadar
hayır işliyen haYfinl görür, zerre kadar şer işliyen
şerrini görür.)) ayetini okuduğu zaman A'rabi «Bu
bana yeter» demişti. Hz. Peygamber: «Adam fakib
oldu ( anladı) », buyurdu. O halde daha iyi anlıyan
kimse dini emirlere daha çabuk itaat ve icabet eder.
Ve yakin nurundan daha çok nasip alır. Peygamber
( S.A.V.) «Aııah bir kimseye hayır dilerse onu din
de fakih yapar.» buyurmuşlardır. Yani onun kalb gö
zünü açar, o gözle hakkı ve batılı görür. Onunla az
gınIıktan rüşde ulaşır.))
Bil ki bütün amellerden maksat, Allah'ı bilmek,
O'ndan başka bir gaye olmadığına O'na dönüleceği
ne yakinen inanmaktır. Binaenaleyh bütün ameller
bu bilgiye vesiledir.(Bu bilgiye ulaşmanın en yakin
yolu da bir mürşid-i kamilin murakabesinde zikir
ve tevhid ile nefis mücahedesi yoludur. Fakat bu,
yolların en zorudur. Bu yolda ancak kuvvetliler yü
rüyebilirler. Sen o kuvvetlilerden değil isen, ihlas ile
salih ameller ile iktifa etmelisIn. Çünkü bunlar da
Allah'a vesiledir) Nasıl olmasın ki acuzelerin dini
dahi kafidir. Peygamber Aleyhisselam şöyle buyur
muştur «Acuzelerin dinine devam ediniz.)) Zira İs
lam dininin kapasitesi geniştir, dar değildir ki. Hat
ta «Aııah'ın, mahlUkatın nefesleri sayısınca yoIlan
vardır.)) denilmiştir. Bizim dediğimiz, bunların en
kısası ve en şümuııüsüdür. Peygamberler, veliler ve
Allah'ı bilen alimler bu yolda gitmişlerdir. «Hiçbir
canlı yoktur ki O, onun alnından yakalamış olma
.sm. Şüphesiz Rabbim dosdoğru bir yol üzerindedir.»
106
«Bütün insanlar mevla sayılır çünkü onlar, AI
lah'ın kazasına göre bir fiil İCra ediyorlar.»
Nasıl su, necisi, pisliği, çeri çöpü temizlerse birin
ci ilim de öyle kalbi üzerine çöken cehaletten te
mizler. Ateş nasıl altuncu, gümüşü karışımlardan, sa
fiyyetini bozan şeylerden yakarak, eriterek temizler
se ikinci ilim de tıpkı öyle nefsi, ona yerleşen kötü
sıfatlardan temizler. Cenab-ı Hak buyurmuştur :
«Gökten öyle bir su indirdi ki miktariyle vadiler
çağladı. Sel, üzerindeki köpüğü, çeri çöpü taşıdı. Süs
veya meta (kap kacak) yapmak için ateşte yakıp erit
tiğinizi (altun, gümüş ve bakır gibi yer cevherleri )
de onun gibi köpüktür. Allah hak ile batılı böyle
misaller vererek anlatır. Selin (ve yakılan cevahirin)
köpüğü boşa gider. Atılır. Fakat (sudan ve cevahir
den ) insanlara fayda veren, yer yüzünde bir zaman
kalır. (Batıl da böyle perişan olur gider. Bir zaman
lar hakkın üstüne çıksa da sonunda mahvolur, gider.
Hak sabittir, bakidir; Allah böylece misaller verir. ) >>8!
Birinci ilim, evin duvarına çizilen nakış gibidir.
İkincisi, birinci duvann karşısındaki duvarda bulu
nan cila gibidir. Bundaki nakış onda görünür. On
da, :llernde olan her şey görünür. Hatta onda Allah'
ın cemali de görünür. «Allah hakkı s·öyler, O, yola
f
iletir.»
107
her ilmin kendine mahsus semeresi bulunduğunu be
yan etmektedir. Allah TaaUt şöyle buyurmuştur :
«AIlah, Isimlerin hepsini Adem'e öğretti, sonra on
lan meleklere arz ettl (sordu ) . « Şunların isimlerini
bana haber verin, e�er sözünüzde do�m iseniz» de
di.82 ve İblis'in ağzından hikaye olarak şöyle dedi
«Beni azdırdı�ından dolayı do� yolunda onların
önüne oturaca�m (yollannı vuracağım) . Sonra on
lann önlerinden, arkalarından, sa�larından soIIann
dan sokulup (onlan azdıracağım ) . Çoklannı şükre
dici bulmıyacaksın.»13
Bil ki dünya .ağacının meyvası olan insan, mah
lukatın özüdür. Bundan dolayı arzuların en üstünü
nü talebetmesi gerekir. Dünyada ilimden üstün bir
gaye yoktur. O halde insan, en kıymetli malı olan
aziz ömür parasının tamamını ilme saıf etmelidir.
Zira o yüksek derece, ilim ile kendisine mülk olur.
Ahirete intikalinde de ilim kendisiyle beraber ge
lir, yine orada da kendisinin mülkü olur. Bir insan
ilme malik olduktan sonra, ömrünün sonuna ka
dar günden güne derecesi artar. Çünkü Cenab-ı Hak
şöyle buyurmuştur : «Allah sizden iman edenleri ve
ilim verilmiş olanlan derecelere yiikseltir.»84 tbnu
Abbas (R.A.) «Alim (mü'min) , (cahil) mü'm' n
yedi yüz derece cİa a ustündür. �derec€l arasında
yerl eJ?k arası kadar mesafe vardı�
Bil ki ilmin nevi'leri çoktur. En üstünü, öğren
mek istiyen kimseyi Allah'a yaklaştıran ilirridir. Bu
ilim de çok çeşitlidir. Salik için en iyisi, en faydalı
olanından, yolunda kendisine azık olacak kadar al-
lOS
maktır. Bunu okuyarak, dinliyerek ö(trenir. Bundan
sonra salih amel ile, nefis ve heva mücahedesiyle
en yüksek gayeye yönelmelidir ki, bu veraset ilmi
dir. Çünkü Peygamber Aleyhisselam : « Bir kimse
bildiğiyle amel ederse Allah onu bilmediğinin ilm1-
ne varis kılar.» ve : «Klın kırk sabah halisane iba
det ederse kalbinden diline hikmet pınarlan fışkı
nr.» buyurmuşlardır. Bu ilim peygamberlerin ve ve
lilerin ilmidir. Çünkü nebiler ve veliler okuyup öğ
renme ( dj[aset) ilmiyle de(til, veraset ilmiyle yani
amel ve mücahede neticesinde elde edilen ilimle
Peygamberliğe veya velili(te ermişlerdir. Bu ilim, ku
lun kalbine Allah korkusunu sokar. Kul, bu ilim
sayesinde Allah'ın nuriyle işitir, görür, konuşur ve
yürür. Allah Taala şöyle buyurmuştur : «Kulum ba
na nafilelerle de yaklaşır o kadar ki onu severlm.
Ben onu seversem, onun kulaAı, gözü. . . olurum.»
İşte Adem'in ibadetleri de böyle idi. Yani az bir za
manda kendisinde mahabbetullah (Allah aşkı) zu
hur etti. Sonra kendisinden küçük bir günah çıkın
ca sevgilinin ayrılığına dayanamadı. Kalbinden piş
manlık, dilinden tevbe eksik olmadı. Daima şöyle di
yordu : «Ey Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik,
eğer bizi bağışlamaz, bize merhamet etmezsen elbet
te ziyan edenlerden oluruz»" Öyle üzüldü ki iki yüz
sene ağladı. Tevbesi kabul edilinceye kadar kalbi ra
hat etmedi.
Bir de İblis'in haline bak ki, Allah'a bin sene
şöyle, bin sene böyle ibadet etti de yine Allah'ın
muhabbetine nail olamadı. Çünkü muhabbetinde sa
dık değildi. « Beni azdırdığından dolayı do� ...yaLı·
da onlann önüne oturacağun.»16 demesi, onun, sam -
(85) A'raf: 23.
(86) A'raf: 16
109
mi olmadığını gösterir. Adem oğullarını saptırmak
karşılığında sevgilinin aynlığına razı oldu. Bulun
duğu kötü halden dönmedi ve hiçbir zaman haline
pişman olup ağlamadı. Bunda ibret alanlara çok ib
retler vardır. Bunun içindir ki Hz. Peygamber Aley
hisselam buyurmuştur : «İhlas ile yapılan az amel,
ihlassız yapılan çok amelden hayırlıdır.»
Bil ki : Adem Aleyhisselamın ilminin semeresi,
kendisi melekle�den daha bilgili olduğu halde «Ey
Rabbimiz, nefislerimize zulmettik» 87 sözüyle açığa
vurduğu tevazu'udur. Meleklerin ilminin semeresi
de Adem'i görmeden önce itiraz şeklinde tecelli eden
sualleri ve hakikati anladıktan sonra onu kabul et
meleridir. İblis'in ilminin semeresi de bin sene iba
det ettiği halde Allah Taala'ya i'tirazıdır.
Bil ki : zahir ilim güzeldir, amellerin tohumu
dur. Ama zahir ilmin güzelliği, Adem'in ilmi olan
ilm-i esma ile olur ki bu, batın ilmidir. Çünkü tek
başına zahir ilim, sahibini melek de olsa katı kalb
li, kaba kılar. Nasıl ki Adem'in hilafeti sırasında me
lekler Allah'a itiraz etmişlereli. İblis de «Beni az
dırırsan, » demişti. Bu, Allah ile konuşmada böy
. . .
(87) A'raf: 23
1 10
Çünkü şöyle dediler: «Seni tesbih ederiz, bizim senin
bize öğrettiğin ilimden başka i1mimiz yoktur.»88 Nere
de kaldı o «Orada fesat çıkaracak, kan dökecek kim
seleri mi halife yapacaksın? Halbuki biz seni hamd
ile tesbih ediyoruz ve seni takdis ediyoruz» sözleri
ve nerede kaldı «Bizim senin bize öğrettiğin ilimden
başka ilmimiz yoktur») sözleri. Artık anla. Çünkü me
leklerin ilmiyle Adem'in ilmi arasında ve ikisinin,
ilimIerinden hasıl olan ahlakı arasında büyük fark
vardır. Bwıunla beraber yine de biri, ancak diğeri
sayesinde güzel olur. Bu iki ilim, ruh ile ceset gibi
dir. Bunun içindir ki Musa AleyhisseHim'a, Hıdır
Aleyhisselam'ı bulması ve ondan (manevi ilim) öğ
renmesi emredilmişti ki kendisinden «Dünyada en
bilgin benim.» sözü gitsin. İmam Şafii, Ümmi olan
Şeyban-i Ra'i'nin yanında, okuldaki çocuk gibi otu
rurdu. Batın ilim erbabı da zahir ilmin şerefini in
kar etmezler. Nitekim Serıy, Cüneyd'i ilm-i zahiri
öğrcnmeğe teşvik ve onun muvaffakiyeti için kendi
sine şöyle dua ederdi : « Allah seni Hadisi bilen mu
tasavvıf eylesin.»
111
( Önceki nafile ibadetlerle kulun Al1ah;a yaklaşması·
nı ifade eden) Hadisin mefhumuna bakarsan : Bü·
tün kuvvelerin ve uzuvların; kulun aynı olduğunu
görür ve kula izafeti dolayısiyle bunlara halk der·
sin. Hakkın da o kuvvetlerin ve uzuvların aynı oldu
ğunu görürsen bunlara «Hak» dersin. Vahdetin (tek·
liğin) çokluğa oranını düşünürsen ( çoğun bire bağlı·
lığını göz önünde tutarsan) « İlah» dersin. Tek ha·
kikatten ibaret olan gerçek varlığın dış göriinlişh.
Jün, iç varlıgın daima bir aynası olduğunu dUşü.
ıiürsen « O, tecelli eden ve tecelli edilmış» dersın. Bu,
'en çok şaşılacak şeylerdendir k:Cbir tek hakikate bu
kadar itibarlar girer. Ve hakkında bütün itibarlar
da doğru olur.)lt Bir tek varlık bu kadar isim. alır).
�
O, akikatiYle, ilelebed sonsuz suretlerde tecelli t·
me tedir. O tek a ikat, belirli bir surette tecelli
€derse diğer bütÜn · suretlerde görünenin de o oİdu.
gunuiiiiiiIiilll,Ügörünüşüyle beraberdir. Her ayiı.
Oa (varlıkt
... � O �ru=rn�ryarlıktan görünei1O'aUr.
Bi!:. şeyde görünüşü, mutlakiyetini bozmaz.O bir şe·
y� hasredİlemez. Herşeyin özü O'dur. Ama bu ayn
(varlık) larda, eşyada tecelli-- eden suretler, O'nun
� ;" ;'-:i:T:r;:-:::';""'i"-;:-:-:1-::-;-: :::-':::-�'=-=-::-:-::':-'-'��'
fffi=
,
u""
tıC="k· =:
a1': za::-;tC'ı�de ildir. MutIak zatı, her surett .
en n;ü·
ezi:ehti:s,. Onun zahirt ' her aynda ve her ayn içı:n.
dir: Bütün bUbIar, O'nun mahiyeti '!..e_itibar.>d�in
ittffiri ına göredir. (Mahiyeti mutlaktır, şekilsiz, za·
inansız ve mekansızdır, ama taayyünü, yani görü·
nüşü şekiHere ve suretlere bağlıdır)
Bundan hayret et; iyice bunda yerleştin ve an·
Iadınsa hayret etme; Zira O, zatında kendinden baş
ka varlık bulunmaktan münezzehtir. « O'ndan başka
ilah yoktur. Her şey yok oIueudur. yalnız O;nun
1 12
vechi bakldır. Hüküm O'nundur ve O'na döndürü
leceksinlz.»89
O halde ey veli, içinle Allah ile birleşmenin art
masına çalışırken, dışınİa da ayrılıgını bilmelısin.
tanı içinle cem' tarafmda, dışınla fark
olmalısın. vaI1cfet ile kesretten' kesret
etten perdelenmemeli, kulluki
i tehlikelerden kurtulasm
Mutasavvıflar dilindeki cem', tefrika ve cem'ul
cerll'in manası şudur : Tefrika, sana-nlsbet edilen
·-
dir. Cem', senden soyuluprumafiarr.-:Sii; şu demek
tir : Yani kulun, kulluk�Yfele�in�heş.eÖy�t icap
larına göreYaPtırıa �eller tefrika�ır. Hak tarafın
dan onagelen manalar, lütuf ve ihsım ise Cem'dir.
ırer-ı.-Klsi de kula lazımdır. Çünkü tefrikası olmıy�n
kimsenin kulluğu olmaz; cem'i olmıyan kimsenin
de marifeti olmaz. Kulun «ancak sana ibadet ede
riz » sözü, kunuğu göstermek suretiyle tefrikayı is
battır )lAncak senden yardım dileriz» sözü de cem'i
istemedir. Tefrika,
. iradenin başlangıcı, cem' sonu-
--
dur. Cem'uJ-cem' daha tam ve daha yüks� bir ma-
kamdır. Cem', eşyayı Allah ile beraber görmek, kuv
veıvekudretin Analı'a aidolduğunu bjlme.ktjr. Cem'
uI-cem'3 tamamen helak olmak ve Allalı't � ş
ka her şeyden fena bulmaktır ki bu, alıadivvet mer
teoesraır.
Çalışıp mücadele etmelisin. Vücudunu gözün
den kaybetmeli, Zat'a yönelmeli, hakikatle uğraş
rilaIlSln-ki, bütün varlıklar, �iı. cemalinin cevlan
gahı ve butun Ramat, O'nun kemalinin aynasıdır.
R�hunu bu mertebeye yükseltmeye cıddıyetle çalış
malı, mucahede etmelısın. Varlığını oyIesıne kay-
1 13
betmelisin ki sana bakman O'na bakman olsun; sen
�ri bahsetmen, O'ndan bahsetmen olsun. (Nerede" ve
ne zaman olursa olsun, yemede, içmede, konuşma
da, susmada, gidip gelmede, hareket ve sükunda her
an O'ndan boş kalmamalısın. Bunun için : «��fi ib
nu'l-vakt (vaktin oğlu) olmalı» denilmiş. Yani vak�
tini kaybetmemeliı ..geçene iiziilerek, geleceği düşü
n:erekşimdiki vaktini zayi etmemelidir. Çünkü ge
leceği düşünmek, ihtirastır. Vaktini o vakitte ken
dine gerekli olan teveccühte, kalbi tasfiyede ve te
fekkürde geçirmelidir. Bunun manalarından biri de
o kimsenin artık herhangi bir tarik ve adet peşinde
gitmemesi, her zaman ve her halde Allah ile olma
sıdır. Hak'tan başkasına bakmaz. Mesela bir defa
halkın kalbini Hak'ka yöneltmekle uir"aşır, bir defa
ırenar--kenaiiie-Hak Üe m:eşgul olur; halk ile ugraş:
makta tefrika görür. O, daimaiıalcnedIr�lkiSi-ara
sımta-zıdôıyyef olsa da. Çünkü «Ameller niyyet ile
dir.» Sufi vaktin oğludur
1 14
eder. Bazan hidayette ( doğru yolda) gider, bazan
sapar. yanr --once--KaIOcfeiiyıı:aızKaai:ti-T:m·-pencere
açılır'-- So"llra beşerıyyet galebesiyle kapanır. Sonra __
1 15
ları ıaz:ı.m.gelirdi. Onlar, Nefs-i Mutma'inne'den sü
luk edip peygamberlik makamına ulaşmışlardır.
RüşG ile yolların güzelinden en güzeline çİkan kim
seye « sapıktır» da denilemez. Sapık o kimsedir ki
açık yolu bırakır da başka yola girer. Fakat açık
yoldan daha açık yola giren kimse ne kadar yükselse
sapık olmaz.'Bu, Allah'ın, şu sözüyle bütün yarat
tıklarına vaz' ettiği bir iüoneti ( adeti) dir : «Sizden
hiç kimse yoktur ki, oraya (Cehenneme) uğrama
sın. Bu, Rabbinin yapmayı üzerine aldığı kat'i bır
:11
hükümdür.» 9o Böyle oluyor ki bilgileri tam ol Eğer
salik, bütün makamlardan geçmezse, kemali tam
olmaz. Keza peygamberler için « Sülftkleri MUTMA'
İNNEden başlarsa ilkinki halleri ne olacak;' onu gör
memişlerdir?» şeklinde bir sual da sorulamaz. Çün
kü onların ümmetleri, kendi nefisleri durumunda
dır. (Ümmetleri ilk halleri geçmekle kendileri de
geçmiş, o halleri ümetleri.. vasıtasiyle görmüş olur-
lar) . Artık anla.\\Bu mesele başka bir tarzda On
Üçüncü Sofrada da geçmişti.
Şeyh Mahmud el-Üsküdari, Mecalis'inde şöyle
demiştir: «Bizim şeyhimiz (Ks.S.) şöyle derdi: Tevhi
din on iki kapısı (yolu) vardır. Celvettiyye, �
rı tevhid ile geçerler. Çunkü onların seyirleri yakin
&�aır.Ha1VetiYY�nlan . C::�?J:�:..g� J�e�erler. çı1ıikü
,
onlar berzahte seyrederler. Halvetiyyenin seyr ettiği
«Fi'ıIIer cenneti, sıfatıar cennetı, zat cenneti»Clir
Çiliikiı lbnu Abbas (R.A.)den rivayet edildiğine gö
re cennet yedidir. Bunlardan dördü yakin ehli için
olursa celvetiyyeye mahsustur. üçü de berzah eh
line yani Halvetiyyeye kalır ki ffiller cenneti, sıfat
lar cenneti ve zat cennetidir.»
1 16
EI-Es'ile ve'l-Ecvibe risalesinde : Şeyh Mahmud,
şeyhinden, izafetleri düşürmenin ne olduğunu sor
duğunda şeyhinin cevaben : « İnsanlar bu hususta
çok şeyler söylerler. Fakire göre bunun manası, ubu
diyyetin kemalidir.» demesine gelince:
Bu fakir der ki : «O gün vezin (ölçü) Hak'tır.))9
Eğer basiret sahibi isen, mizanı ağır ·gelenle hafif
geleni bilirsin. Bil ki : H�r kim izafetleri düşürüp
dar beşeriyyet yurdundan Allah/ın Genlş- Arz'! uza ı-
a ıcre e erse - i bütün nebiler, resuller ve kamil
veTıler suluk ıle yavaş ava ora a hicret etmişler-
.
ır- ona ya resul, ya neb! a veli ve a ari _. �h
denır. a at icret edip de henüz oraya kavuşmıy�n,
yoma bt1lunan kımseYeya--·· Hai�cti,--Ya . Celvet!, �
Kadırl, ya Gulşeni, ya MevIevi, ya NakŞlbendL9:�!!i
lir. y anar mahlukatın nefesı say�sınc�--ç�-ktur. Ehl-i
tarik-eğer yürüdüklerİ yolun ilk vazı'ı Allah ise-bir
birine tercih edilmez. Mutlak vücut fezasına vasıl
olan saliklerin tam misaırhacilardır. Hacılar da her
tc1'raftan Kabe'ye geH-rler. Şıiiidibunlardan bir kıs
mına Hacı denip, ötekilerine haccında noksan mı
denir? Bunu anladınsa Şeyh ( Ks.S. ) in maksadını da
anlamış olursun.
1 17
tefe'ül ettim (fal açtım) . Şu ayet geldi : «And olsun
ki Tevrat'tan sonra Zebur'da da yer yüzüne ancak
iyi kullanının varis olaeaimı yazmıştık»9Z
(Bil ki : bin seksen üç sayısında inşaallah küffar
memleketinin fethine işaret vardır. Ulvi harflerin
süfli harflere; nurani harflerin zulmani harflere ga
lebesi de keza müslüman askerlerinin kafirlere ga
lebesine delalet eder. Zulman! harflerin, birbiri üze
rine düşmesi de küffarın uzak yerlere sürüleceğine
işarettir.) ibadın ( kulların) mütekellim ya'sına iza
feti, onlara şeref vermek içindir. Kulları salih diye
nitelemek de onların şerefini gösterir. Ayette bulu
nan Arz'ı Cennet ile de tefsir etmişlerdir. Eğer : «Bu
rada lafzan da müslümanların galibiyetine işaret var
mı?» denilirse deriz ki: « Evet, inne'l-Arza
sözü yedi harften müteşekkildir. Müdgam harf ile
sekiz olur. Dat, sayı itibariyle sekizyüzdür. Bu
Cennet derecelerine tekabül eder. Çünkü ibnu Ab
bas'tan rivayete göre Ceriİıet, yedidir, bir de kalbi
sekiz eder. Bu harfler de zahirde yedi, batında se
kizdir. Sekiz harf, adetlerine vurulsa Ramazan'ın
sayısı gibi olur. Şevval'de bMm harfin zuhuriyle AI
lah'ın Salih kulları Arza varis olurlar. (Yani müs
lümanlar Şevval Ayında galip geleceklerdir) . Anla.
Ayet-i Celilede hükmü geçmişte vaki' olan bir başka
hadiseye de işaret vardır. O da «Zikirden sonra sa
lih kullanın ona varis olurlar» sözüdür. Bu, dokuz
yüz yirmidir. Mısır, Halep, Şam, Hicaz toprağı Sin
( Sultan Selim) eliyle fethedilmişti. Bu, Allah diler
se Sin ona varis olur, demektir. Ramazan sayısında
olan batm harf o senenin şevval ayında zuhur et
mekle Arza varis olur inşaallah. Kur'an-İ Azİm'in ru-
118
muzuna ve mu'ciz, sahih, İnce işaretlerine bak. Nite
kim denmiştir: Beyt «İnsanlar onun manasını anla
maktan acizdirler. Onun mu'ciz beyanı karşısında
hayrette kalmışlardır.»
ELLİNCİ SOFRA
119
nın, sağ gözü şaşı olur, ahireti hiç görmez. DAbbetııJ
Arz (Yer Hayvanı )ın çıkması, kalbde Nefs-i Levva
IDeııin zuhurundan ibarettir. Yanİ kalbin kabrinde
cennetlere bir pencere açılır ve kendisinde Aıiah
rya;ı�'ya �
Dır meyıl beliı;ır. İsa ey�Serarii'inlnme
sı, A I-İ Maad'ın ( ahiret aklının ) , yakin nuriyle I®Y
d�na çıkması, insanın dünyaya meyletmekten vaz
geçerek ahırefe yonelmesınden ıDarettır. O çıkınca
-
Deccal ôldürÜıür. çünkü yakın nuruıiun zuhuri,.l.le
cehalet karanlığı gider..Mehdı'nin çıkması, tam f�a
ile Akl-i Kül'lün ve Büyük Ruh'un çıkmasından iba
·
iettir� Onun hü�ümranlıkça�mda meznepler birle
şit ve onun zamanında yer yüzünde asla kafir kal
maz. Güneşin batıdan doğması, hakikat güneşipin,
arifin fiatı sırrının matla'ından ( tan yerinden) doğ
masıdır. Bundan dolayı ariflerin hayvanlannın nal
ları ters çakılmıştır denilir)�İvayet edilmiştir ki :
Allah'ın Resulü (S.A.V.) ahirette Rahman Suresini,
tefsir ettiği zaman aliniler tefsirlerinden utanacak
lardır. Bir görüşe göre de Güneşin, battığı yerden
doğması, ruhun bedenden aynıması demektir. Çün
kü insandaki hayvanı ruh, dün adaki güneş duru
mun a ır. Be ene girince orada atmıştır. e en
den ayrılınca battığı yerden doğmuş olur. Tevbe Ka
-
pİsınıİl kapanması, insıimın ömrünün sonu geldiği
ne "İş'arettir. Bu Kapının genışlığıhin yetmış senelık
ıflesafe olmasına geIınce : bu kapı, güneş battığı yer
deR doğuncaya kadar kapanmaz. Yanı bu kapı, ın
san ömrü kadar geniştir. Ömür bitip, güneş (ruh)
fiattığı yerden doğunca (bedenden ayrılınca) bu ka
pı kapanmış oluy Bu hususa Hz. Peygamberin şu
Hadisinde de işaret vardır : «Üınınetimin ömürleri
nin çoğu, altmış ile yetmiş arasındadır.» ve: «Allah
Taala, kulunun tevbesini, can boğaza gelmemiş 01-
120
dukça kabul eder.» Tevbe kapısının genişliğinin zik
redilip, uzunluğunun söylenmemesi de şu sebepten
dolayıdır : Genişlik, da ima uzunluktan azdır.
Allah Taala'nın haber verdiği üzere insanın iki
eceli vardır. Biri sonlu eceldir ki dünyadaki ömür
sidresidir. Diğeri de SQınsuz eceldir ki bu da uhrevi
ömrüdür. Bil ki : Sen. bu alametleri geçip büyük kı
yamette· durmadıkça cennete girip açıkça Hak'kı
görmedikçe önce dediğimiz gibi bin kere de dünya
ya gelsen ve her gelişinde bin sene yaşasan, yine
Cennete girip Hak'kı :;ifahen göremezsin. Allah-ü Ta
ala bizi ve sizi Kıyamet-i Kübraya (Büyük Kıyame
te) ve Büyük Müşahedeye ve yakınlığa erişenlerden
eylesin amin!
121
Bunların her birinin bir misali vardır : Su, rüz
garın dalgalandırmasiyle dal ga adını alır. ıialbuki
l1akikatte dalga da sudan 15tışka bır şey değildir.
KaIbın de zikirle olan duruııl u aynıdır. Zikir kalbin
taffiaii1inİ kap1aaiğı takaıraeKaIo,� tamamen zikir
kesrrmlş-öTui-� Tfsana' geIen ri1'dr� kalbde olan zikrin
suretidir. KaIJ?, _1i!ı: zıkd!.1_�U?etine (şekline) girer.
Ama kalb esasında şekilden nıilnezzehtir. Gelen dü
ŞQ ncey�����_ş�_�!La1ır. B �dal ı dolayıdır ki iki mar,
aynı zamanda kalbde buluriıiiiız. Çünkü kalb tama
ıi'ieii, gelen fikdn suretine gireil. Kalb, gelen o düşün
cenın kendısi kesilir. Artık brşka hir duşünce Ôna
sığmaz. Denİz suyu gibi.�su:-adlgalandıgı zaman bir
dalga, başka bir dalganın şekli�ıde düşünülemez. Bir
anda aynı yerde iki dalga olamhz. Anla. Bazan kalb,
oır deniz olarak görülür. Dalg�ların çokluğu ve ka
la15aIığı ona İzdiham vermez. A�\a bu haC her zaman
aT maz , bazı anlarda olur. itlak 'takyide ( mutlak vü
cut, ozel vücuda) galebe çaldigi'Zaiiian olur. ı:Jyku
da kendini aV aç gören tane gıbi. ller karında bir tek
kalb vardır. Bu kalb, ister ir lfrn'a liMa), ister
b!fçok tayyünata ' (görliniişlere) J'önelsin,...Neye . yö
nelirse onun şeklini alır;
Daima «nerede olursanız Allah'ın vechl orada
dır»- sırrını hatırda tut. Bu, en yüksek görüş nokta
sıdır. Burada bulunan, bir göz a ciıP yumuneaya ıa
dar bır zamanda bütün görülenleri görür. Bu haL,
şö,le diyenİII göruş makamıdır : «Biz en yüksek ku
lelerin tepesinde yüksek harfler idjK�dBir gece bana
bır gune çarptı ve benı toz halıne gt�[rdL Zerrelerim
gôklere ve yerın derınIikIerIne uçü{ffil. öyle oldu ki
alem benim �erreled��_A9.�4.!:':: _ Ş.Q:!!F.� zerreler ya
_
_
123
ve her an ruhu feda etmek vardır. Nefis baş kaldır
dıkça hemen onu öldürmek gerekir. Aksi takdirde
nefis bir ejderha olur, ruhu ısırıp derhal öldürür.
Ama bu işi yapmak öyle kolay değildir. Bu, 2;.a
yıfların yapabileceği bir iş değildir. Yakin nuriyle
kuvvetlenmiş, şüpheden ve yalandan kurtulmuş olan
ların işidir.
Lakin bunun başlangıcı, amellerin kolayından
gücüne doğru gide gide amelleri düzeltmektir ta ki
nefis memleketlerinin etrafı eksilsin ve ruh mem
leketlerinin etrafı artsın. Eğer salik böyle yaparsa el
bette Allah'ın yardımiyle nihayet nefsi yener. Nite
kim Cenabı Hak buyurmuştur : «Görmüyorlar mı
ki biz arzı getirip uçlarından eksiltiyoruz? Onlar mı
üstün geliyorlar?»94 Bu ayet, her iki cihadın, tama
men üstün gelmek için ilerlediklerine deıaıet eder.
Fakat elbette küçük muharebede askere bir ku
mandan lazımdır. Böyle olduğuna göre elbette bü
yük Muharebe olan nefis mücahedesinde de bir ku
mandana ihtiyaç vardır. Çünkü nefis mücahedesi
birçok bakımıardan ötekinden zordur. Nitekim Aley
hissalatü Vesselam Efendimiz: �(Küçük muharebe
den büyük muharebeye dönüyoruz.» buyurmuşlar
dır. Bu mücahedenin kumandam mürşid, en kuvvet
li aleti (silahı) de şeyhin verdiği TEVHİD'dir. Son
ra talibin istidadına göre şeyhin emrettiği diğer
ameller gelir. Fakat avam için Büyük Cihad, kamil
iman, riyasız, işittirmesiz, kendini beğenip kendini
temize çıkarma olmadan şeriatle amel etmektir. Faz
lasını yapmakla da Allah'a yaklaşmağa devam eder
�
ler Nitekim bir Hadis-i Kudsi'de Cenab-ı Hak şöyle
1 24
buyurmuştur : «Kulum bana nafilelerle o derece
yaklaşır ki onu severim. Onu seversem, onun gözü,
kulağı olurum . )) Kul, bununla Allah'ın nuruna na
. .
1 25
pişman olup mağfiret dilesinler ki O da onlan af
reylesin.»'5
Bil ki : Celal, cemal, kahir, lutuf şeklinde görü
nen şey, varlık kemalinin tezahürüClür. Eğer Adem
ugunarı olmasaydı o Kemal varlığın yarısı gizli ka
lırdı. İsımlenn cemıyeb ( tamamı) insanliiiKfkatlo
� meydana çıkmıştır.
Nükte : Bil ki Allah Taala Cenneti, amellerin
karşılığı yapmıştır. Mübarek yüzüne bakmayı da
amel karşılığı değil bir lıltuf ve keremi olarak ver
miştir. Şöyle buyurmuştur : «İyilik edenlere iyllik
ve fazlası var.»% Cemalüllah'ı görme, ihlasm netice
sidir. İhlas Cenabı Hakk'm Kutsı Hadisle ifade bu
yurduğu üzere Allah'm sırlarından bir sırdır: «İhlas
benim bir sırrımdır. Onu sevdiğim kimsenin kalbi
ne koyanm.» O'nun mübarek yüzüne bakmak, O'nun
kadim sevgisinin eseridir. İhlas da sevginin netice
sidir. Sevgi ezelidir. Kulun onda bir rolü yoktur.
Ameller, sevginin neticesidir. Kim Allah'ı severse, Al
lah onu, salih amele muvaffak kılar. Salih amele mu
vaffak olan kimseye ma'rifet nuru tecelli eder. Ma'
rifet kötü ahlakı ıslah eder. Ve onu iyi ahlaka çe
virir. Çünkü ilim, ameli gerektirir. Ma'rifet de güzel
ahlakı gerektirir. Her ikisiyle amel eden arifin cema
li zuhur eder de o, Hak'km cemalini şifa'hen görür.
Artık anla. Buna götüren sebep ihlastır. İhlas, is
ter amelden, ister pişmanlıktan doğsun, kulu tama
men AHah'a cezbeder (çeker) . «Allah gerçeği söyler,
O, yola iletir.»
1 26
ELLİ DÖRI 'ÜNCÜ SOFRA
127
Filozoflara göre zamalIl : Atlas Feleğinin hare
ketinden ibarettir. Bize göre Atlas Feleği," Arştır: De
'rnek ki filozoflara göre zanıan, mevhum bir sUredir.
Bunu büyük feleğin hareketleri meydana getirir. Gü
neş, devrenin kemalinde Mr alarnettir. En yüksek
_
128
ler, tavırlar meydana gelir. He�alemin bir anı, şanı,
�Ifiu vardır. Şehadet (dunya) ehlinin kesif bir günü
vardır:" Uar, sıkışık bır mekAnı vardır. Aynı yerde
i1(ı: cısım bır anda "beraber bulunamaz. Bır de Hitif
brrzamaIi"iV'e'·l)ünunlc1tübir mekanı vardır. Orada
iMıham ve sllÜşikli"k, darlık yoktur. Onun. kesif za
:ımrnm. hük.ÜiiıferlIiden tamamen ayrı hükümleri var
dır.iTzın1mm:hrıayy (bır anda bır yerden dıger bir
yere gıtmek), Kabz (dirıik5:l)ast ( açılmak, genişle
mek) vardır. Yani orada aynıanda bütün zıd şey-
ler beraber bulunabilir. - ,
129
bilgisi, bilgilerin en yüksek ve parlakıanndandırJa�
manın ve mekanın sırnna vakıf olan kimseye Zat
ve Sıfat Tevhidinin sırrı açılır. Bil, ve bunu yaşa,
AHalı başarıya ulaştırıci"ve feyiz verici�lir. . ......
130
Çünkü o, Am!'dır . (Hakikatlerin hakikatildir. Ne
üs'Ttinde ne ahında heva yoktur. O, yer, gök y�ratı1-
mazdan onte oyle ıdı, şımdı de oyledir. Daima da
ôyıe olacaktır. Zamanın aeğışmesİyle AN değişme.,b
MeKanların değışmesiyle de MEKAN deVi mez. «Al-
L , yo a etir.»
* *
131
dirdir. Bunun büyük bir aslı vardır ki o da şudur :
Alemin zerrelerinden beJ.: biri zıdlarını cami'dir (ken
di�de t am.
) . Çünkü Allah Taala'nın Cemal ve Celal
(sıfatları) vardır. Allah ZüleeMI, her zerrede tecelli
eder. Her zerrede O'nun bütün sıfatlarının eseri vat
dır. Ma'siyetler -Ve aşağı derekeler de böyledir. Al
lah, o ma'siyetin kötü tarafını örter, ve onu işleme
nin iyi tarafını gösterir ve İnsan da onun içine dü
1(ıı
şer erkesin, uyduğu bir yönü vardır»98 «Allah bir
adam Için iki kalb yaratmamıştır.»99 Artık kalbler
şöyle dursun, her bir kalbi, bakılan şeyin güzelliği
ne çeviren O' dur. Kalb her an, eşyadan biriyle be
raber, ötekilerden gafildir. Huzuru Allah ile, gafleti
masivadan olduğu bir sırada kalbinin ötesinden (ve
rasından) onu Allah'tan başka bir düşünce aldatır,
meşgul ederse o kimsenin hasmı Allah'tır} Bu, tıpkı
şuna benzer :
Mesela padişahın meclisinde, yüzünü padişaha
çevirerek oturmuş bulunan bir kimseyi, arka tara
fından birisi meşgul ediyor. Bu takdirde padişah o
adamın laübaliliğine kızmaz mı? ( İşte kendisiyle yüz
yüze iken bir başkasının sözüne, bir başka düşün
cenin izine kapılan kimseye de Allah kızar). Fakat
intikam zamanını uzatarak o kimseye fırsat verir ki
bu onun için büyük bir mekir (burada ceza)dir. İşte
ehlfıllah'ın hali budur. Senden fariğ ve gafil her kalb
sahibi de böyledir. Sen hatırına gelsen, senin zara
rına çalışmaz. Sen ona hile yapsan, o bunu bildiği
zaman üzÜıür. Bu takdirde de Allah senin hasmın
olur. İntikamını geciktirse de ihmal etmez, akibet
yine bir cezaya çarptırır o hileciyi. Özellikle herifin
132
yaptığı kötülüğü beğenmesi, cehalet ve ahmaklığın
dan dolayı ben şöyle böyle yaptım deyip öğünmesi,
Allah'm gazabını celbeder. Onun için birine kötülük
kurmaktan sakın. Ama birinin senin zararına uğraş
tığını kesinlikle biliyorsan, senin de onunla uğraş
manda bir beis yoktur.
"Fakire göre en iyisi şudur : Huzursuz bir hal
de Allah'a yöneIsen, Allah Taala'ya gayret düşer.
Hasılı seni ve sana hile yapmayı hatıra getirmiyen
kalble uğraşmaktan sakın. İster bu kalb Allah ile, is
ter iyi veya kötü şeylerden biriyle meşgul olsun. Sen
kimsenin içinde değilsin. Allah onları içlerinden ku
şatmıştır. İçlerinde olanı O bilir. «Allah gerçeği söy
ler, O, yola iletir.»
* *
133
lince her biri hayali bir suret giyinir. İşte o zaman
birbirinden ayrıldıklarını hissedersin. Hayali suret
lere büründükleri zaman diğer görülen şeyler gibi
onlar da görÜıürler. Sonra bunlar dışarı çıkarsa tam
görünmüş olur.
Bu işaret �ğneni Qildinse ilmi sübutla. harici
__
134
ler meşiyyet ( dilerne) iledir. Meşiyyet de iç ve dış
sebeplerle mertebelerin ve suretlerin gereklerinden
dir. Bu sebeplerin birleşmesinden zaruri olarak me
şiyyet doğar. Sebepler mevcudolunca fiiller zuhur
eder. İnsan dazanneder ki onu yapmaga ya da terk
etrrre"ğe kadırdır. Halbuki değildir. Fiil zuhura gelin
ce fı'Im çıktığı kimse, sadece onu hissetmekten baş
ka bir şey yapmaz. Hayvandan zıt fi'illerin doğması,
ona bir irade ve ihtiyarı bulunduğu hissini verdirir.
Gerçek bu işittiğindir. Bu, irade-i cüz'iyyeye aykın
değildir. Artık anla. Allah daha iyi bilir.
135
bir uzuv kalmasın. Şark tarafına gitmesi, sülfrk eh
linin, nefislerinde Allah v.e Resulünün ahlakına mu
halif bir huy, alçak bir sıfat kalmaması için güç ri
yazetler yaparak ahlaklarını düzeltme cihetine git
melerine misaldir. Bu suretle nefis temizlenmiş olur.
Sonra batı ile doğu arasındaki şimal (kuzey)
f
tara ına gitmesi, kendi kavmi ile Ye'eue, Me'cuc ara
sına sed yapması; enhl-i sü1frkün kalb hatıralarını
(kötü düşüncelerini, vesveselerini) ıslah tarafına
gitmelerine misaldir�; Çünkü bu, her iki tarafın salah
ve fesad kaynağıdır'. Yani kalbin düzelmesiyle ce
sedin amelleri ve nefsin ahlakı düzelir. Kalbin bo
zulmasiyle eesed ve nefis de bozulur. Çünkü Hz. Pey
gamber : «A,dem oğlunun cesedinde bir et parçası
vardır ki o düzelirse bütün cesed de düzelir, o bo
zulursa bütün cesed de bozulur. O, kalbdir.)) buyur
muşlardır. Ye'cuc-Me'cuc'dan maksat, şer'an kötü
sözlerin, işlerin ve kötü hu ların ka nağı olan kö
tlı uşunce er İr. Sed'!len maksat, Ehli Sü u ün
zÜhd, takva ve ihlas ile sül�ini tamamlamaları
ve onda devam etmeleridir. Kalbde bu üç şey (Zühd,
T-akva ve İhlas), baKi kaldık a eesed salih amel i e,
ne ıs guze uy ı e sı at bulur. Ye'�Ec-Me'cE�'un,
her gün sed'di kazmaları ve ertesi gün İskender'in,
Sed'dı yenılemesındekı mamı-şUôü'r: l\itü'm� bazı
amelleri terk eder, bır gunah ışler, ya da ne Sin ga
leoesiyle kötli bir ahlaka tevessü1 eder de nefse
maglubolacak hale gelir. Sonra bunları bağışlattıran
aıiıeIler yapar. Zira dyillkler, kötülükleri giderir
ler.))laz tki namaz, iki Cuma, iki Ramazan ve emsali
iki ibadet arasında işlenmiş glinahları bu ibadetler
affettirirler. Tevbe de böyledir. Çünkü Hazreti Resul
136
Aleyhisselam: «Günahtan tevbe eden; günahı olmı
yan gibidir.» buyurmuşlardır. Bu üç amel (zühd, tak
va ve ihlas ) , kalbde devam ettiği müddetçe heva as
keri cisme ve nefse saldırmağa fırsat bulamaz. Ama
bunlar olmazsa saldırır, kalbi, nefsi ve cismi istila
eder; amelleri ve ahlakı mahveder, cismi amelden
alıkor. Nefis ifrit (ejderha) , nefis kuvvetleri şeytan
kesilir. O insan, şer ve fesad kayna� olur. Bu adam,
Allah'ın halifesi olmaktan çıkar da şeytanın halifesi
olur.@u üç şey, kalbde bulunduğu müddetçe kalb,
mur�kebesinde, cisim amelinde, nefis de meskenet
tevazuunda devam eder. Ama bu sed yıkılırsa heva
askeri çıkar bu üç kuvvet tarafına saldırır, bunları
yener. Oraya dolar ve fesat İcrasına başlar. Ye'eue
Me'cue'un seddi kazıp, kıyamet yaklaştığı zaman
Sed'di aşıp çıkmaları deliler, ve mülhidlerin haline
göredir. Mü'minlere çıkıp saldıramazlar. Zira yer
yüzünde Allah, Allah diyen kimse bulundukça kıya
met kopmaz. Artık anla.
* *
137
her iki ilme sahip bulunmasına; Allah'ın Musa Aley
hisselam'ı Hıdır'a göndermesi, insan kemalinin an
cak ledünni ilimle tamam olacağına; birinci ilim her
ne kadar ülü'l-azm peygamberlerde, ikinci ilim rüt
be itibariyle onlardan aşağıda olanlarda ise de ikin
cisinin arandığına, ledünni ilim sahibine Aıiah'a iba
det edecek kadar şeriat öğrenmesinin kafi olduğuna
işarettir.' Bunun içindir ki Hz. Peygamber Aleyhis
selam amel edeceğini söyliyen insana «Adem tefak
kuh etti : anladı?)) buyurmuştur. Zilzal Suresini gö
rünce adam öğrenimi terk etmişti. Avarif'te ve di
ğer eserlerde de böyle yazılıdır.
Hıdır Aleyhisselam'ın Musa'ya : «Sen benimle
sabredemezsin . Haberin olmıyan bir şeye nasıl sab
redebilirsinhlO4 demesi, ilk çarpışmada hakikat il
minin şeriat ilmine mukavemet edeceğine işarettir.
Velev bu şeriat ilminİn sahibi zamanında insanların
en bilgini olsa da. Hatta Musa Aleyhisselam dahi ol
sa. Musa'nın ilk itirazı, ilmi icabı, dini gayretinden
ileri gelmişti. Sonra özür dilernesi, ledünni ilmi ka
bule istidatlı olduğunu gösterir.
(Ey kardeşim, ilminle hakikat erbabına karşı ge
Hyorsan, itiraf- (i kusur) edip özür dilernede de Mu
sa gibi ol. Münkir ve muannid olma ki onlann ilim
leri bereketinden mahrum kalmayasın. Sefineyi del
mek, halka, şeriatle amel etmede daima noksan yap"
tıklarını düşünmeye işarettir. Ta ki kendini beğen
me meliki gemiyi zaptetmesin
Bil ki : alim, her şeyden önce ilminde amelinde
ve ahlakında halkın sevgi ve itaatini kazanmalıdır.
Sonra şeriat ve hakikat denizlerini (ilimIerini) ken-
138
dinde toplamış bir mürşid aramalıdır. Böyle bir
mürşidin alameti, o alimin başına toplanmış bulu
nan halkı usuliyle kaçırmasıdır. Kendini beğenme
melikinin zaptından kurtulmak için emir ve nehiy
leri çok sık yapmaz. İrşadı o aHmin arzusuna muva
fik olan kimse, mürşid-i kamil değildir. Öyle kim
senin zaran, faydasından çoktur. Çünki eğer o şe
kilde irşad mümkün olsaydı, Hıdır Musa Aleyhisse
lam 'ı irşadederdi. Öyle bir gemi lazım ki Hıdır'la
Musa o gemide bulunsun ve Hıdır o gemiyi yarala
sın. Yara olmıyan gemide Hıdır'ın bulunması umul
maz. Hıdır'ın çocuğu öldürmesi, çok şekillerde gö
rünen cüz'i ruh makamından görüntülerin birleştiği
Külli Ruha yükseltmesine işarettir. Beyt :
«Her güzelin güzelliği, (O'nun) cemalindendir; Her
güzelin güzelliği O'ndan ariyetdir. Hatta her güzel
O'dur.»
Hıdır'ın, duvarı yıkıp sonra , yapması, Musa'nın
tabii vücudunu yok edip Hakk'ın varlığı ile baki kıl
masıdır. Gemiyi delmekle fi'iller tevhidine ulaştı; ço
cuğu öldürmek ile Sıfatlar Tevhidine vasıl oldu; du
varı yapmakla da Zat Tevhidine kavuştu. Bu suretle
Musa Aleyhisseam'ın irşadı tamam oldu. Bu konuda
çok şeyler söylemişlerdir ama gerçek böyledit
139
Aişe'ye de iftira ettiler.�Cenabı Hak çeşitli ayetlerle
bunları temize çıkardı ve savundu. İki denizi ken
dinde toplıyan her peygamber ve veli de böyledir.
Elbette onun gemisi delinmiş, çocuğu öldürülmüş,
duvarı yıkılıp yapılmış olmalıdır. Artık anla:
Allah Taala, onlardan kiminin beraetini vahiy
ile, kiminin mu'cizelerle, kiminin kerametlerle gös
termiş, kimini de suçsuz olduğu halde halleri üze
rinde (zanlı) bırakmıştır. Hepsi de suçsuzlukta eşit
tir. Şayan-i hayrettir ki Cenabı Hak'kın, Hıdır'ın
Musa'ya söylediği sözü nakleden «Sana sabredeme
diğin şeylerin te'vilinl söyliyeceğim.))lDS ayeti de tıp
kı iki denizin birleştiği yer gibi Kur'an'ın tam or
tasında bulunmuş ve iki yansını birleştirmiştir. He
le Nazm-i Şerif'in güzel tertibine ve bu Kıssa'nın,
iki ayrı denizinin birleştiği yerde bulunmasına bak.
Ey halkn nzasını kazanmış mürşid, eğer sen,
bir �ihetten onların sevgilisi, bir cihetten de onlann
nefret ettiği isen, bil ki sen, MECMA'ULBAHREYN'
sin. Vaktin Hıdırını arayan, seni Hıdır bulur. Yani
ne kendisinden tamamen nefret edilen alim, n�....9.e
k . ndisinden tamamen razı olunmuş alim irşa�a la
yık de�ildir. Zira ırıncisı mu ı , ıman an anc;
ikincisi cahil ve müraidir. Cami olan (her iki ilmi
birleştiren) de, her iki tarafın hükmü ruhura gelme
lidir. Yani ( iki tarafta da) Allah'ın emri ve iradesi
demek istiyorum) Nitekim Allah Tarua Hud Aleyhis
selam'dan naklen : «Hiçbir canlı yoktur ki O, onun
alnından yakalamış olmasın.» demiştir. Artık anla.
Çünkü bu, kılın kırkta birinden daha incedir.
Ben Mısır'da Nil ile Denizin birleşti�i yerde bu
söylediğime uy� bir şeye şahidoldum. O da şu
140
idi : Nil, denizin tuzluluğundan yarım mil kadar
ya da daha çok içine almıştı. Deniz de Nil'in tatlılı
ğından kapırtış ve yarım mil kadar, ya da biraz da
ha fazla içine çekmişti. Şimdi ikisinin MECMA'I
(birleştiği yer) sanki Nil idi, deniz değildi; ve san
ki denizdi, Nil değildi. «Acı ve tatlı sulu iki denizi
birbiriyle buluşmak üzere salıvermiştir. Ama arala
rında bir engel vardır; birbirinin sınırını aşamaz
lar.» lo6 hakikatine ne tamamen aykırı, ne de tama
men uygun idi.
Ey salik, mürşid yanında, denizin yanındaki Nil
gibi ol. Deniz kenarında bulunan sahil taşları gibi
olma. Ki sertliğinden dolayı uzun zaman beraber
kaldığı halde denizin letafetinden ve rikkatinden bir
şey alamaz. Nehirlerin tatlılığı ve denizlerin tuzlu
luğu yaşıyanlara (ehillerine) göredir. Yani deniz,
içinde bulunan hayvanlar için tuzludur. Nehir de
karada yaşıyanlar için tatlıdır. Ama birleşimde her
ikisi de tatlıdır.
Bil ki : Bu iki ilmin misali, ve birbirine lüzumu
Adem ile Havva gibidir. Çünkü eğer bunlar birbiri
ne muhalif kalsalardı çocukları olmaz, dünya in
sanlarla dalmazdı. Keza biri diğerinde tamamen
cem'olup yok olsaydı Adem'in kalbinde Allah'ın :
«De ki : Rabbin kelimelerin! yazmak için denizler
mürekkep olsaydı, Rabbin kelimeleri tükenmeden o
(nlar) tükenirdi. Bunun bir mislini daha getirsey
dik, yine ( Rabbin kelimeleri) bitmezdi.» ayetiyle ifa
de edilen Allah'ın kelimelerine ait bilgiler hası1 ol
mazdı. Ama bunların cem'i, irşad için ve bilhassa
peygamberler için çok mühim olduğundan Allah Mu
sa'yı Hıdır Aleyhisselam'a gönderdi.
141
Bil ki : ltavvft, nasıl Acİem Aİeyhissel§.m'ın ka
burga kemiğinden yaratıldı ise şeriat ilmi de tıpkı
böyle hakikat ilminden doğmuştur, onun yankısı
dır. Ona zıt görünür ama hakikatte onun aynıdır.
Çünkü bir şeyin yankısı, onun aynıdır. «Allah gerçe
ği söyler, O, yola lletir.»
142
ya ahd-İ zihnİ için olabilir. Burada böyle bir şey ol
madığına göre demek cins içindir. Buna göre Ha
san'la Hüseyn, esbat'ın şümulüne girer. 109 Bunu in
kar, cehalet, hased ve ina d eseridir. Yüce Allah :
143
Ayet şunu gösterir ki : İki Hasan (Allah'ın sa
lat ve selamı her ikisine) ın risalet derecesinde ol
dukları bir nefiste meydana çıkarsa- bu şahıs kim
olursa olsun, ister alimlerden, ister cahillerden ol
sun-onların bu mertebelerine inanmıyan insana bi
rinci imanı fayda vermez.IU Çünkü Risalet, Allah'ın
ayetlerinden bir ayettir. Hisanu'I-Mesabih'te Ya'la ib
nu Murre yoliyle Hz. Peygamber (S.A.V.) den şu Ha
dis rivayet edilir : �<Hüseyin bendendir; ben Hüse
yindenim. Hüseyni seveni Allah sever. Hüseyin, Es
battan bir sibttir.» Buna göre o, nebilerden bir ne
bidir. Hasan da ( Aleyhissalatü vesselam) böyledir.
Elhamdülillah, elhamdülillah eğer Mısri'nin iti
kadını sorarsanız, o yetmiş altı yaşına gelmiştir. Bü
tün ömründe sahih bir itikad bulmağa çalıştı. Niha
yet şuna inandı ve dedi : «Allah'tan başka ilah olma
dığına, Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna, Ha
san'la Hüseyin'in, O'nun torunları ve Allah'ın e ·
gam er erın en iki peygamber olduklarına şeh�et
edeıim. Allah'ın saİat ve selamı her ikisine, salatla
iiilen efdali dedeleri olan Peygamberlerin Hatemi
Muhammed'e, bütün peygamberlere ve resullere, on
ların aline ve ashabına, hamd de alemlerin Rabbine
olsun.»
Peygamber'in : «Benden sonra e amber elmi
yecek ır» sözü ise şu anlamı taşır : Benden sonra
beIiirşeriatime
rl muhalif bir şeriat elmi ecektir.
On ar evve ve a ır e e erinin şeriatleri üzerinde
idiler. Her ikisi de dedelerinin yolunda gitmişler
dir. Binaenaleyh onlar ile taaddüt ve tekessür lazım
1 44
gelmez. Nitekim Allah Taala : «Her başağında yüz
tane bulunan yedi başak bitiren bir tane gibidin>
buyurmuştur. Ayetteki Habbetin sözü, teklik ifade
eden nekredir. Yedi başak, habben parçalarıdır. İki
dal ile son peygamber çoğalmış olmaz. Allah buyur
muştur : « Bunların misali Tevrat'ta ve İncil'de var
dır. Yanını yarıp çıkan, kökü üzerine dikilip kuvvet
lenen, ekenlere zevk veren, küffarın ekenl�rine kin
duyduğu bir tane gibidirler.» l13,l (Allah feazerehu
( kuvvetlendirdi) dedi, fekesserehu (çoğalttı) deme
di. Bundan anlaşıldı ki onlar, dedelerinin son pey
gamberliğini bozmazlar. Hatm birdir. Onlar da tek
olan son peygamberin iki dalıdır. Allah Taalanın :
«De ki Allah'ın fazı ve rahmetiyle sevinsinler.» *
Bu, onların topladıklarından hayırlıdır.» ayeti de
böyle onların şerefine delildir. «Kul bifadlillah» sö
zünde lamların tekerrürü nazara alınmazsa şu harf-
lerden teşekkül eder: ��\ ..'> • 'u I'" Lam Ba, fe, elif,
he Bunların sayısı yüz onsekizdir ki Hasan'ın ismi
dir. Rametihi harflerinin isimleri de ye, hı, mim, ye
dir. Bundan bilindi ki Allah'ın fazlı Hasan, rahmeti
de Hüseyin'dir. Yani onlara imanla sevinsinler. On
lara iman, mal ve faydasız ilim yığmaktan hayırlıdır,
demek oluyor. Hasılı onların veraseten risaletlerine
şehadet eden ayetler çoktur. Biz bunlarla iktifa et
tik. Allah gerçeği söyler, O, yola iletir.»
145
ğine hükmetmek ne demek ? Ebced hesabiyle Allah
kelamının ne münasebeti var? Peki ismi Hasan veya
Hüseyin olan bir başkası da bu takdirde peygamber
olur o halde. Sonra bir kere bu ebced hesapları da
hi tutmuyor, yanlıştır. Kaf yüz iken seksen bir ka
bul edilmiş. Bazı yerde aynı kelimeyi yüz on sekiz,
bazı yerde yüz yirmi sekiz çıkarıyor. Evirip çeviri
yor. Bir müdgam isim katıyor, bir müdgam isim çı
karıyor. istediği gibi oynuyor:
1 46
la r) d em ek ti r. B ütün torunla rı iç ine a lma z. Her pey
ga mber in oğl u veya torunu muhakkak peyga mber
olac aktı r diye bir ş ey de yokt ur. N itek im Nuh'un
büyük oğl u k endisine ina nma mış, k afir ka lmış v e
Tufa nda boğul up gitmiş ti.
Ebc ed hesa bına da ya na n c ıfır ilmine gel inc e:
Kendisi buna ç ok k ıymet verir. Ha rflere birer ra
kam t ayin edip onla rda n ma nala r ç ıka rmak usulü,
ç ok esk ilere, Mil adda n önc e Fisa gor'a ha tta onda n
da öncel erine ka da r gider. Ta ma men ha yal idir. Hiç
bir ilmi yönü yok tur. Bu ha ya li ş eyleri getiri p Kur'
a n- i Ke rime ta tbik etmek güna htır. Ç ünk ü ne Hz.
Peygamber ebc ed hesa bında n ba hsetmiş , ne de sa
ha bil er böyle bir ş eyden ha berda r olmuş la rdır�lAI
la h kelamının ebc ed hesa biyle, fal la rla remill ed e
bir mü na sebeti yok tur. C ıf ır mesel esine i bnu Ara
bi de ç ok değer verir. Hai ta o. harfleri de ins;;;]ar
gilJTlJlrertopl ul uk ka bul eder, bunla rın da p eyga m
berl eri, velı:lenoid��r . Bunla rda n ç e� itl i
teviller ya pa ra k ç eş ıtlı ma nalar ç ık";;: rır. Ama bütün
btffil a r I" nd i tevill erden öteye geç emez. Ç ünk ü Ku r'
ai1ii-e-cifir'klta:1Yi, ne fal k ita bıdır. O Ahl ak k ita bı ve
il im kita bıdır.
.tE ya zi , Alla h'ın Adem Al eyhisselam'a öğretmiş
bul un duğu esma yı c ıf ır ilmi ola rak a nla r. Ne ka da r
şa ya nı ha yret! i simle rin bil gisi dern ek , ha rfl erin, in
sa nla r ta ra fında n uydurula n raka mla rını bil mek de
mek midir? i siml erin il minin ne ol duğu bizc e meç
hul dür. Ancak biz bunu: Kıya mete ka da r gelec ek
ola n va rlıkla rın ( isiml erin) L evh- i Ma hfuz'dak i su
retl erini bil me ş ekl inde a nh ya bil iriz. C ena bı Hak,
Aderrı'i bu ga yb bil gisine muttal i' k ıl mış ola bil ir.
Y ok s a bun da n ta ma men insa nla rın uydurma sı olan
1 47
harflerin sayılarını çıkarmak çok gariptir. Hele bu
nu getirip, hiçbir esasa dayanmadan Hz. Hasan'la
Hz. Hüseyin'nin peygamber olduklarını isbatta kul
lanmak düşüncesi çok yanlıştır. Kaldı ki herkes is
tese Kur'an'da kendi isminin sayısına uygun kelime"
ler bulabilir. Gayet kolay. Demek bu adam kalkıp :
« Ben peygamberim» mi demelidir? Mesela Kur'an'
da ( Süleyman) ismi geçiyor. Süleyman isimli biri
« İşte benim adım. Allah benden bahsediyor» mu di
yecek?
Ehl-i Beyt hakkında burada zikredilen hadisle
rin çoğu uydurmadır. Ehl-i Beyt muhibleri veya İs
lama fitne sokmak istiyenler tarafından uydurulmuş
tur. Bunlar o kadar basittir ki mevzu oldukları da
ha lafzından ilk nazarda belli olmaktadır.
1 48
hata yapabilir. Hatadan salim olan yalnız Allah'tır.
Bunlar, vecd ve ruhi bir heyecan içerisinde artık
sevdiklerini nasıl medhedeceklerini bilemiyar ve ba
zan tamamen hakikatle alakasız şeyler söyliyebiliyor
lar. Binaenaleyh, veli olsun, olmasın, kim olursa ol
sun her insanın muhakkak hata edebileceğini unut
mamalıyız. Beri taraftan böyle söylemiş diye onu
küçültmek de doğru değildir. Yine büyük insandır,
ama peygamberlerden bile küçük günah sadir olur.
Hasılı onların yaptıkları bu gibi aykırı hareketleri,
aşırı sevgi ve heyecan sarhoşluğuna hamletmeli, di
ni bir düstur kabul etmemeli, aynı zamanda onla
rı bu yüzden dinden hariç de addetmemeliyiz. Bizim
için mi'yar Şeriat-i Carra'dır�
s. Ateş
* *
""
ALTMıŞINCI SOFRA
149
leri yanında sürülürken ona binmedi de yaya gitti.
Keza İmam Hasan (Allah ikisine de selam etsin) da
develeri yanında güdülür iken Allah'a karşı teva
zuundan dolayı yaya olarak on defa Hacca git
ti. Hazret-i Hüseyin ( Allah . ona salat ve selamet et
sin) şöyle diyordu : «Biliniz ki : halkın ihtiyaçları,
Allah'ın sizin üzerinizdeki nfmetleri cümlesindendir.
O ni'metlerden usanmayınız, yoksa Allah'ın intika
mına uğrarsınız. » ve derdi ki., «Cömert olan efendi
olur, cimri olan zelil olur. Kardeşine bir hayır yap
makta acele eden, yarın Rabbine geldiği zaman o
yaptığı hayrı orada bulur.»
150
mişlerdir.1I3 Bu, onun nebiliğine ve resullüğüne de
Hldir. Çünkü veli peygamber rütbesine eremez. tlal
bukL H�_ _:gti����_·onun iki misHiieÇı1Cnışı tir:
MeI'un Yezid'e la'netin caiz olduğunu da al-Ma
sabih Hadisi gösterir. Hz. Aişe (R.A. )in şöyle dedi
ği rivayet edilmiştir: «Allah'ın Resulü ( S .A.V. ) bu
yurdu : Altı kişi vardır ki ben de, Allah da ve her
peygamber de onlara lanet etmiştir : Allah'ın kita
bına katma yapan, Allah'ın kaderini yalanlıyan, AI
lah'ın zelil ettiğini aziz etmek ve aziz ettiğini zelil et
mek için cebr ile saldıran, ahfadımdan Allah'ın do
kunmayı haram kıldığı kimselere dokunmayı helal
sayan ve sünnetimi terk eden.»
Sa'deddin at-Taftazani Akaid Şerhinde şöyle di
yor : «Muaviye oğlu Yezid hakkında ihtilaf ettiler. »
Hulasa'da ve diğer kitaplarda : «Yezid'e ve Haccac'a
lanet doğru değildir. Çünkü peygamber Aleyhisse
Him, müslümanlara ve ehl-i kıbleye lanetten menet
miştir. » diyor. Allah'ın Resulü ( S .A.V.) in kıble eh
linden bazılarına lanet ettiğine dair nakledilen sözü
ise ({O, insanların başkalarının bilmediği hallerini
bilir. Bildiği iç hallerinden ötürü onlara lanet et
miş olabilir» diye tefsir ediyor. Bazıları, Hz. Hüse
yin'i kaltetmeği emrettiği için kafir olduğu gerekçe
siyle Yezid'e Ianeti tecviz etmiş, onu katleden, katli
ni emreden ( kumandan) ve buna izin veren veya ra
zı olan kimseler hakkında lanet etmenin caiz oldu
ğunda birleşmişlerdir. Hakikat şudur ki : Yezid'İn,
Hz. Hüseyin'in katline razı olması ve bununla se
vinmesi ve Ehl-i Beyte ihaneti tevatüren sabit olan
gerçeklerdendir. Her ne kadar tafsilat (teferruat)
151
aM.da dayanıyorsa da. Binaenaleyh biz, artık onun
hakkında sükfrt edemeyiz. Allah ona ve ona yardım
edenlere lanet etsin.
Biliniz ki : Yezid, Allah Düşmanlannın en büyü
ğüdür. Çünkü o, İmam Hüseyn'i, Haram aylannın
sonunda, susuz olarak, uzaktan soğuk suyu göstere
rek katletmiştir. Allah ve Resulü ona lanet etmiştir.
Biz nasıl ona lanet etmiyelim? Allah'ın laneti ona,
taraftarlarına, yardımcılarına, dostlanna ve onu sev
diğinden ötürü ona lanet etmiyen herkese. Fakat
İmam A'zam onlardan korktuğu için ona lanet et
memişti, yoksa inancından dolayı değiL. Bu da idare
icabıdır. Zalimlere karşı zulümleri korkusundan ida
re caizdir, '
* *
152
sıfatlan içine aldığına işaret ediyor. Cemi' lMzı sı
fatlara işarettir. Sıfatlann çokluğu, zatın birliğine
aykırı değildir. Mana : «Ya Muhammed, biz seni, bü
tün sıfatları cami' olan zat isminin mazharı kıldık.
Sana mahsus olan kevser, bu sıfatlann birleşimin
den yaratılmıştır.»
Şerhu'l-Anka'da şöyle deniyor : «O, zahirde pey
gamberlerden sonra gelmiştir ki, onların sonu 01-
sun. » Derin alimlerden bazıları : «Sonra gelmiştir
ki şeriati nesh olunmasın« demişlerdir. Ben derim
ki : «O, dünya neş'esinde son idi ki bütün peygam
berler O'nun nurunun feyzinden istifade etsinler.
Çünkü hepsinin aslı O'dur. Ötekiler O'nun fer'idir
ler. Ası olmasa fer' olmaz. Ve o fer'in bir meziyyeti
de olmaz. O, büyük babadır. « Şerhu'l-Anka'nın sözü
burada bitti.
Rivayet ediliyor ki : dört yaşında olan oğlu İb
rahim Aleyhisselam vefat ettiği zamanIIS Allah'ın Re
sulü (S.A.V.) kederlendi. Müşriklerden biri Hz. Re
sul (S.A.V.)e Kabe Haremi kapısında rastlamıştı.
Hz. Peygamber onunla konuştu. Sonra müşrik, Ha
reme girdi, Resulullah oradan çıktı. Müşrikler, o
müşrike : «Seninle kapının yanında konuşan kim
di ?» diye sordular. Müşrik : «O ebter ( sonu kesik)
idi.» diye cevap verdi. Resulullah ( S .A.V.) bunu du
yunca çok üzüldü. İşte o sırada bu sure nazil oldu.
Allah Taala buyurdu ki : «Ya Muhammed, biz sa
na Kevseri vermiş iken sen nasıl ebter olursun?
Kevser : Cennette öyle bir nehirdir ki kıyılan altun,
ç�iliari ınci mercandır.: Suyu, kardan beyaz ve bal-
(115) Hz. Peygamber'in o�ıu İbrahim, 10 aylık iken vefat
etti.
153
dan tatlıdır. Ondan içen, hiç s�s�II1�z. « Kevser, çok
hayır demektlr» de deii.ildi. Hakikatt� Kevser, bırak
Musa'yı, Hıdır Aleyhisselam'ın dahi muhtaç bulun
duğu İlahi ilimlerdir. Cenabı Hak o ilme, bütün en
biya arasında bizim Peygamberimizi seçmiştir. Yani
« Sen nasıl ebter olursun ki, ümmetin, senin manevi
evladlarındır? geçmiş bütün peygamberler, Adem'
den ta son peygambere kadar hepsi sana ümmet ol
muşlardır. Sen onların büyük babasısın. Adem, ci
simlerin babasıdır, sen, ruhların babasısın ? Ruhani
neş'e ( çağ ) da sen, hepsinden öncesin . O halde Rab
bin için namaz kıl ve kurban kes. Biz enbiya arasın
da Kevser için seni seçtik. Binaenaleyh, bütün va
kitlerini namaza vermeli, her vakit Rabbine yönelme
li, Allah'tan başka her şeyden : ehil, evlat ve sair
bağlardan ve engellerden ilgini kesmeli Cümdan ya
rışında tek kalmalısın. » Hz. Peygamber Aleyhisse
lam buyurmuştur « İşte Cümdan. Müferridler, ileri
geçtiler. »
154
o, unutulup gidecektir.»116
Kevser Suresinde çocuğunu kaybeden yahut fa
kir düşen kimse için büyük müjde vardır. Çünkü bu
zat, çocuğunun fevtinden, ya da fakrinden dolayı Re
sul Aleyhisselama intisabetmiş (bağlanmış ) olur.
Ayette kurban kesmeğe gücü yetmiyen fakirler için
teselli vardır. Çünkü Cenabı Hak onlar için kudret
eliyle kurban kesmiş, onları fakir kılmıştır. Zira
maksat, dünyevi alakalan tamamen kesmek, ve ta
mamen Allah'a yönelmektir. Allah Taala herkesi is
temez. Allah ancak kullarından dilediğini İster. Fa
kirlik ve çocuğun öım'esi, Allah'ın en büyük ihsan-
155
Ianndandır (Birirı.in çocu� ölürse, yahut biri fakir
dü�"!rse sevinsin, çünkü eğer Allah onu istemeseydi,
çocuğu ölmez, yahut fakir düşmezdi. çocuğunu ve
ya malını Allah'a sattığından dolayı sevınsin.
* *
156
bet istiyorum.» 1I9 Sözünde geçen Kurba kelimesi,
karabet manasına masdardır. Yakınlık taşıyan kim
se muradedilmiştir. Yani : «Ya Muhammed, ümmeti
ne söyle, size getirdiğim hakikat karşılığında sizden
bir ücret istemiyorum, sadece yakınlanmı sevmenizi
ve onlara eziyyet etmemenizi istiyorum.1t
157
yamaz»120 Ve Peygamberimiz ( S.A.V.) şöyle buyur
muştur : «Bizim kapımıza gelenin hakkı, üzerimize
vacibolur». Bu Hadisin söylenişine sebep şudur :
«Tarikus-Salat bir adam, Hz. Peygamber zamanında
ölmüştü. Ashab, Resul-i Ekrem'in: «Namazı kasden
terk eden kafir olur.» Hadisinin dış manasına da
yanarak bu adam üzerine namaz kılmamak ve onu
Yahudi kabristanına gömmek istediler. Ali ( R.A. )
geldi, « Ya Resulallah bu adam: «Ya Ali Allah'ın Resu
lünü ve evladını seviyorum. » diyerek beni bu sözüne
şahid tuttu.» dedi. O zaman Hz. Resul yukarıdaki
Hadisini söyledi. Hz Ali de o adamın namazını kı1-
dırdı.l21 ve müslüman kabristanına defnetti.
Hikaye olunur ki Ali ( Kr. V. R.A) Peygamber
Aleyhissalatü Vesselam'a geldi ve insanların kendi
sine çok hased ettiklerinden şikayet etti. Aleyhisse
lam buyurdu ki : «Cennete ilk giren dört kişinin dör
düncüsü olmak istemez misin? Ben, sen, Hasan ve
Hüseyn. Zevcelerimiz sağımızda solumuzda, zürriy
yetlerimiz zevcelerimizin arkasında olduğu halde
Cennete gireceğiz.»
Muhibbu'd-din at-Tabari Ebu Hüreyre'nin şöyle
dediğini rivayet ediyor « Ebu Leheb'in kızı Sebia :
«Ya Resulallah, selam sana, bana « Sen Hatabu'n
Nar Ateş odununun kızısın . » diyorlar diye şekva
etti. Resulullah buyurdu ki : «Benim akrabama eziy
yet eden bir kavrnin hali nice olur? Benim akraba-
1 58
ma eziyyet eden, bana eziyyet eder. Bana eziyyet
eden de Allah Taala'ya eziyyet etmiş olur.» Şifa-i Şe
rifte şu Hadise kaydedilmiştir: «Muhammed'in ali
ni ( evladını) tanımak, Cehennemden kurtulmadır.
Muhammed Evladını sevmek, Sırat ( köprüsün) den
geçmeğe ruhsattır. Al-i Muhammed'e dostluk, azap
tan emandır.» Yine orada deniliyar ki : «Ulemanın
bir kısmı : onları tanımak yerlerini ve peygambere
yakınlık cihetlerini bilmek demektir. Bir insan on
ları bu şekilde tanırsa onlar hakkında neler yapıl
ması gerektiğini bilir ve bu bilgisi sebebiyle onlara
hürmet ve mahabbette kusur etmez. » Yine Orada
şu söz de var « Ebu bekir Sıddik demiştir ki Mu
hammed'i, Ehl-i Beytinde gözetleyini�.» ve demiş
tir ki « Nefsim, elinde olan ABah'a yemin ederim
ki Benim için Resulullah'ın akrabası, benim kendi
akrabamdan daha sevgili ve ileridir.»
Hayret, hayret ki insan, Allah'ın Resulü ( S .A.V. )
in evladını sevmez, hatta onu kötüliyerek, hasede
derek ona eziyyet ederse Allah katında nasıl mer
tebe, makam ve şeref talebedebilir? Sadece yeme
rnek , içmernek, aÇ' kalmak, uyumamak ve ibadet va
zifelerini yapmakla bir makam elde edilemez. Za
vallı bilmiyor ki göklerle yer arası kadar ibadeti ol
sa Allah'a kavuşamaz. İblis'e bak ki bu kadar ibadeti
varken Allah'ın lanetine uğramıştır.
Rivayet ediliyor ki : Resulullah ( S .A.V.) in şeh
rinde kendisine komşu olup orada elde ettiğini et
miş bulunan İmam Malik (Allah ona rahmet etsinH
Ca'fer ibnu Süleyman döğmüştü. İmam Malik, da
yaktan bayıldı. İnsanlar gelip kendisini ayılttıkları
vakit şöyle dedi : «Beni döğene hakkımı helal etti
ğime sizi şahid tutarım. » Sonra kendisine bunun se-
1 59
bebi sorulduğunda şöyle dedi : «Öldüğüm zaman AI
lah'ın Resulü ile karşılaşırsam, benim yüzümden ev
lad-ı Resulullah'tan birinin Cehenneme gitmesinden
utanırım. » « Kim bir iyilik ederse, onun iyiliğini artı
rırız.»ııı Süddi'den rivayet edildiğine göre bu ayet
te geçen hasene ( iyilik) Allah'ın Resulünün Ehl-i
Beytine mahabbettir. Bu ayet, Ebubekir Sıddik
( R.A.)in Ehl-i Beyti çok sevmesi hakkında nazil ol
muştur. Zahir olan umum iyiliktir. Hangi iyilik olur
sa olsun. Ama şu var ki «Yakınlara sevgiden» sonra
zikredilmesi, bu sevginin, ayetin işaret ettiği iyilik
olduğu düşüncesini kuvvetlendirir. Diğer iyilikler,
buna tabi'dir. «Allah tevbe edeni Affeder. İtaat ede
ne şekur'duf) sevap verir, nimet ve keremini artırır.
Kurtubi ve başkaları Süddi'nin şu ayet hakkında
şöyle dediğini naklederler : «Allah bağışlayıcıdır,
şekCırdur» yani Al-i Muhammed'in günahlarını ba
ğışlayıcıdır. Onların iyiliklerine teşekkür edicidir.
Sa'lebi de: «Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden kötülüğü gi
dermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.»lz3 ayetindeki
Ehl-i Beyt ile bütün Haşim oğullarının kasdedildiği
ne kanidir. Savaiku'l-Muhrika da bunu zikretmiş ve
demiştir ki, « İmam Malik'e göre Ehli Beyte farz ve
nafile sadakanın haram oluşu da onları temizleme
içindir. Çünkü sadaka ve zekat, insanların kirleridir.
Aİan insanı küçük düşürür. Vereni üstün yapar.» ve
demiştir ki: « Müfessirlerden bir cemaat «Selamün
ala İlyasin : Selam İLYAS'a» ayetinden maksad, Mu
hammed evladı olduğuna kail olmuşlardır.» Kelbi de
böyle demiştir. Yine Kelbi'den gelen bir kavilde O
(S.A.V.) de evla bittarik ayetin şümulüne dahildir.
1 60
Fahrüd'dİn Razi şöyle diyor : Hazreti Peygamberin
Ehli Beyti, beş şeyde kendisine müsavidir : Selamda.
Çünkü «Esselamü aleyke eyyühannebiyyü: Selam
sana ey peygamber» ve : « Selamün ala İlyasin : İl
yas'a selam olsun.»124 buyurmuştur, O'na salatta,
şehadette ve taharette. Allah buyurmuştur : « Ta ha :
yani ey tahir» ve buyurmuştur : «Yuridullahu li yuz
hibe ankumu'r-ricse: Allah sİzİ temizlemek istiyor».
Sadakanın hürmetinde ve mahabbette : « Bana tabi
olun ki Allah sİzİ sevsin »lıs « Sizden bir ücret bek
lemiyorum, ancak yakınlara mahabbet etmenizi is
tiyorum. » ayetleri bunu amirdir. Resul-i Ekrem de:
«Yıldızlar gök ehline emandır. Ehli Beytim, ümmeti
me emandır.» demiştir. Sawaik sahibi bu hususta
şöyle demiş : « Cenabı Hak dünyayı Resulullah için
yaratmıştır. Onun devamını Resulullah'ın devamına
ve Ehl-i Beytinin devamına bağlı kılmıştır. Çünkü
onlar, Fahr-i Razı'nin zikrettiği hususlarda onunla
müsavidirler. Ve çünkü Peygamber Aleyhisselam :
«Allah'ım, onlar benden, beIt onlardanım. » demiştir.
Ve çünkü onlar, Hz. Peygamberin bir parçası olan
Hz. Fatıma'dan doğmaları sebebiyle Resulullah'ın
bir parçasıdırlar.» (Sawaik)
Resul-i Ekrem şöyle buyurmuştur : «Aranızda
Ehl-i Beytim, Nuh'un gemisine benzer. Binen kurtu
lur.» ( Müslim'in rivayetinde : geri kalan boğulur)
bir rivayette helak olur Cümlesi de vardır. Bu Ha
disin manası şudur : Onları seven, onlara hürmet ve
tazim eden, onların alimlerinin gösterdiği yolda gi
den muhalefet etme karanlığından kurtulur. Bundan
geri kalan, küfür denizinde boğulur, azgınhkta helak
161
olur. Yine bu hususta Hz. Resul Aleyhisselam'ın :
«Allah'ın üç hürmeti vardır : Allah, bunlara riayet
edenin dinini, dünyasını korur. Bunlara riayet etmi
yen kimsenin Allah ne dünyasını, ne ahiretini koru
maz : İslama hürmet, bana hürmet, ve benim rah
mime ( soyuma) hürmet.»
«Ben, tevbe eden, inanan, salih amel işleyip hi
dayete eren kimseyi elbette bağışlıyanım.» 126 ayetin
de Sabitü'l-Benna.ı : «Yani Hz. Peygamber Aleyhis
selam 'ın Ehl-i Beytinin vilayetine erdi.» demiştir.
Sawaik'te zikredilmiştir bu. Kurtubi orada ibnu Ab
ba,s'tan : «Rabbin sana razı oluncaya kadar verecek
tir.» ayeti üzerinde şu tefsiri yapmıştır : «Muham
med ( S.A.V. ) in rızası, Ehl-i Beytinden hiçbirinin Ce
henneme girmemesidir.» . Hakim şu Hadisi çıkarmış
ve sahih görmüştür: « Rabbim, Ehl-i Beytimden AI
lah'ın birliğine inanan ve benim peygamberliğimi
kabul edene azabetmiyeceğini bana va'detti.» Yine
bu hususta Resul-i Ekrem şöyle demiştir : «Rabbim
den, Ehl-i Beytimden hiç kimseyi ateşe sokmama
sını niyaz ettim; bunu bana verdi.»
Ahmed, Menakibinde Peygamberin şöyle dediği
ni kaydediyor : « Ey Haşim oğulları, beni hak pey
gamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki
Cennet halkasını tutsaydım, önce sizinle başlardım.»
Tabaranı Ali (R.A. ) den şu sözü derlemiştir.
« Resulullah ( S .A.V. ) den işittim, diyordu ki : Havz
(-ı Kevsere) ilk gelenler Ehl-i Beytim ve ümmetim
den onları sevenlerdir.» ve demiştir : « Ehl-i Beytim
ve onları sevenler, Cennette şu iki (parmak) gibi
(yan yana) dır.» Ve buyurmuştur : «Biriniz beni ken-
162
disinden fazla sevrnedikçe, bana kendisinden çok
hürmet etmedikçe, Ehl-i Beytimi kendisinden çok
sevmedikçe, onları kendine tercih etmedikçe iman
etmiş olmaz.)" ve buyurmuştur : « Evladınızı üç huy
üzerine yetiştiriniz : Peygamberinizin sevgisi, Ehl-i
Beytinin sevgisi ve Kur'an okumak.» ve buyurmuş
tur : «Benim, Ehl-i Beytimin, Ansar'ın ve Arabın
hakkını itiraf etmiyen ya münafıktır, ya şiddet ve
sıkıntı içindedir, ya da annesi kendisine cünüp iken
hamile kalmıştır.»127 ve buyurmuştur « Ehl-i bey
timi ancak mü'min ve müttaki olan kişi sever.
Onlara ancak münafık ve şaki olan buğzeder.»)
ve buyurmuştur : «Ehl-i Beytime buğzedeni Allah ce
henneme atar.)) ve buyurmuştur: «Haşim oğullarına
ve Ansara buğz küfürdür. Araba buğz ise nifaktır.»128
163
maktadır. Beyhaki, Bağavı Ehl-İ Beyte mahabbetın
lüzumunu tasrih etmişler, Şafii de şu sözüyle bunu
ifade etmiştir : « Ey Resulullah'ın Ehl-i Beyti, sizi
sevmek, Allah'ın inzal buyurduğu Kur'an'da bize farz
kılınmıştır. Size şu büyük şeref yeter ki size salavat-i
şerife getirmeyen kimse namaz kılamaz ( zira nama
zın her oturuşunda Hz. Peygamberle beraber aline
salavat getirilir. Hz. Peygambere ve soyuna rahmet
istenir.)
Bundan dolayı Ehl-i Beytten, bir bid'at ve sair
şeyi işleyip fasık olan kimsenin zatına değil, fiilleri
ne buğzedilir. Çünkü o, aralarında zaman olsa da yi
ne Allah Elçisinin bir parçasıdır. an-Nakiyyu'l-Mak
rizi şöyle diyor : « Onlara dil uzatmaktan sakın. Çün
kü salih de olsa, facir de olsa yine evlad evladdır»
Şeyh Muhyiddin Arabi ( Ks.S.) Fütuhatında şöyle di
yor : « Bana Mekke'de inanılır bir kimse dedi ki :
Ben, Mekke' de şeriflerin halka yaptıkları işleri kö
tü görürdüm. Ru'yamda Allah'ın Resulünün Kızı
Hz. Fatımatuzzehra ( R.A.)yı gördüm. Benden yüz çe
virdi. Selam verip, yüz çevirmesinin sebebini sor
dum. « Sen şeriflere dil uzatıyorsun.» dedi. « Ey Sey
yidem, dedim, onların insanlara neler yaptıklarını
görmüyor musun ?» «Onlar benim oğullarım değil
midir?» dedi. «Bu andan itibaren tevbe ettim.)) de
dim.»
Peygamber Aleyhisselam buyurmuştur ki : « Kim
bana kavuşmak ve kıyamet gününde kendisine şe
faat elimi uzatmamı isterse, Ehl-i Beytime saMt et
sin, onları sevindirsin.)) ( Sawaik) . Şafii şöyle demiş:
«Peygamber Evladı, benim vesilerndir. Onlar benim
için Allah'a vesiledir. Onlar yüzü hürmetine kıyamet
gününde sahifemin sağ tarafımdan verilmesini uma
rım. « Rivayet edilir ki İbnu Ömer ( R.A. ) Zübeyr'e
1 64
« gidip Hasan ibnu Ali'yi ziyaret edelim» dedi. Zübeyr
biraz ağır aldı. İbnu Ömer : « Bilmiyor musun ki Ha
şim Oğullarının halini sormak farzdır. Ziyaret na
filedi r. » ( Sawaik) Hatib, bu konuda merfu'an şu
Hadisi çıkarmıştır : « Bir adam diğerine kıyam eder
( önünden kalkar) ; ancak Haşim Oğulları müstesna
dır. Onlar, hiç kimseye kıyam etmezler.» Hikaye olu
nur ki Kurra' ( İyi Kur'an okuyanlar) dan biri boş
kaldıkça Timurlenk'in mezarına gider, başı ucunda:
« Tutunuz onu, bağlayınız, sonra Cehenneme atınız,
Sonra boyu yetmiş arşın olan Zincirlere vurunuz. » I29
ayetini okurmuş. Bu adam demiş ki : « Birden uyu
muşum. Bir de baktım ki Resulullah (S.A.V.) otur
muş, Timurlenk de yanında. Kendisini azarladım :
« Ey Allah'ın düşmanı buraya da mı geldin? » dedim.
İstedim ki elinden tutup Peygamber (S.A.V. )in ya
nından kaldırayım. Peygamber Aleyhisselam : « Bı
rak onu, dedi, çünkü o benim zürriyetimi seviyor
du. » ağlıyarak uyandım. Artık o ayeti Timur'un kab
rinde okumaktan vaz geçtim.
Cemalü'l-Mürşidi veş-Şihabu1-Kuzanl haber ver
miştir ki : Timur'un oğullarından biri şöyle naklet
miş : Timur, ölüm hastalığına yattığı zaman birkaç
gün ıztırap çekmiş, yüzü simsiyah kesilmiş, rengi
değişmiş. Sonra uyanmış. Kendisine o halini haber
vermişler. Demiş ki : «Azap melekleri bana gelmiş
lerdi . Resulullah (S.A.V.) gelip onlara : «Onu bıra
kın gidin, çünkü o , benim akrabamı sever ve onla
ra iyilik ederdi.» dedi. Onlar d� bırakıp gittiler.
İbnu Hacer diyor ki :. «Onların hakkına riayet,
insanların en zalimi olan Timurlenk'e bile fayda ve
rirse artık başkasına nice olur?» Hikaye olunur ki
165
Yemen salihlerinden biri çoluk çocuğiyle beraber
deniz yoliyle Hacca gitmiş. Ciddeye kavuştuklan za
man mekkaslar (gümrükçüler) , kadmIann iç çama
şırlanna var�aya kadar hepsini aramışlar. O salih
adam bu muameleye çok kızmış. Mekke Şerifi es
Seyyid Muhammed ibnu Berekat (Allah ona rahmet
etsin) i Tann'ya şikayet etmiş. Ru'yasmda Hz. Pey
gamber Aleyhisselam'ı görmüş. Peygamber kendisin
den yüz çevirmiş. « Niçin ya Resulallah?» diye sor
muş. Buyurmuş ki : «Benim şu oğlumdan daha za
lim hiç kimse görmedin mi?» Adam hemen korku
içerisinde uyanmış. Şerif hakkmda Allah'a Tevbe et
miş ve artık ne yaparsa yapsın, hiçbir şerife dil uzat
mamağa ahdetmiş.» (al-tkdu'I-Lai)
Ey Allah'ın Resulünün Ehl-i Beyti, ey kendileri
ni methetmek için Kura'an ayetleri inen kimseler!
Ey Resulullah'ın Ehli Beyti, sizi sevmek farzdır. Siz
bütün ümmetlerden üstünsünüz. Ey Resulullah'm
Ehli Beyti, sizi Kur'an öğmüştür. 4rtık benim öğme
min, benim sözümün ne kıymeti kalır?
Şiir « Peygamberler, Resul'ü alarnet yaptılar.
Alarnet, meşhur olmayanm işidir. Nü
büvvet nuru, o Ehl-i Beytin güzel yüzle
rindedir. Onlar Tıraz-ı Ahderden daha
şereflidirler. »
* *
166
maz. Ey inananlar! İnkarcılar istemese de, dini yal
nız Allah'a has kılarak O'na yalvarın. Dereceleri yük
selten, Arş sahibi Allah, kavuşma gününü ihtar et
mek için kullarından dilediğine emriyle vahyi indi
rir. O gün onlar meydana çıkarlar; onların hiçbir
şeyi Allah'a gizli kalmaz. » Bugün hükümranlık ki
mindir?» denir; hepsi : « Gücü her şeye yeten Allah'
ındır. » derler. »l30
Rivayet olunur ki : Allah kıyamet günü yaratıl
mışları, gümüş sikkesi gibi beyaz, güzel bir yerde
toplıyacaktır. Öyle bir yer ki orada hiç kimse Allah'a
isyan etmemiştir. Orada ilk konuşulan şey, bir ün
leyicinin : «Bugün mülk kimindir? Kahredici tek AI
lah'ındır.» sözü olacaktır. Dereceleri yükselten Arş
Sahibi (Allah) O'nun samediyyetine, Tanrılığında
tekliğine deLilet eden iki haberdir. Kemali üstün
de başka bir kemaL, derecesi üstünde başka bir
derece olmıyan; Cismanİ alemin aslı olan Arş'ın,
Kudret Elinde bulunduğu, ortağı olması mu
hal alan Yüce varlık O 'dur. «Dereceler, mahlukatın
mertebeleridir. Veya meleklerin Arşa çıkış basamak
larıdır, yahut göktür veya sevap dereceleridir» de
nilmiştir. « Emriyle Ruh'u, kullarından dilediğine in
dirir» medh için refi' nasb ile de okunmuştur. Dör
düncü haberdir. tuhanilerin de O'nun emrine bağlı
bulunduklarını ifade eder. Ruhaniler, eserlerini gös
termek suretiyle emri yerine getirirler. Vahiy taşır
lar. Ruh, vahiydir. «min emrihi» vahyi açıklamakta
dır. Çünkü vahiy, iyiliği veya iyilik kaynağını emre
der, hayrın kaynağıdır. Emir ise : Peygamberliğe se
çilmiş zata tebliğ edici melektir. Bunda peygamber
liğin Allah vergisi olduğuna delil vardır. «Uyunzira:
167
ta ki uyarsın» sözü, ilkanın gayesini ifade etmekte
dir. «Liyunzira»nin altındaki zamir, Allah'a yahut
Limen'e veya ruha raci'dir. « Telak günü : Buluşma
günü )), yani kıyamet günüdür. Çünkü o gün ruhlarla
cesetler; gök ehli ile yer ehli, ma'budlarla abidler,
amellerle amiller buluşacaktır.
«O gün onlar çıkarları) yani insanlar kabirlerin
den çıkacaklar, ya da görünecekler, onlan hiçbir şey
gizlerniyecek. Yahut nefisleri açığa çıkacak; beden
örtüleri nefislerini, amellerini ve sırlarını gizlemiye
cektir. «Onlardan hiçbir şey Allah'a gizli kalmıyacak
tır.)) Gerek kendilerinden, gerek amellerinden ve
hallerinden hiçbir şey gizli kalmıyacaktır.» Bu ayet
«O gün onlar çıkarları> ayetinin manasını kuvveden
dirmektedir. Ve «Bugün mülk kimindir? Kahredici
tek Allah'm.» ayeti, bu dünyada o günün ahvali hak
kmdaki sorunun cevabı olduğu kanısını savmakta
dır. Ayet, tamamen ahiretteki bir olayı canlandır
maktadır.
Gerçek hali şu ayet-i Kerime ifade ediyor: «O gün
her nefis, kazandığı amelle cezalandırılacaktır. »131
sanki bu ayet, önceki ayetin bir neticesidir. Bu
nun derin manası : Nefisler ( ruhlar ) , inançlan kaza
nır. Nefsin yaptığı amellerden kimi tatlı, kimi acı
dır. Lakin birtakım engellerden dolayı insan, amel
lerinin Iezzetini ve acılığını burada duymaz. Ama kı
yamette bu engeller kalktığı için amellerinin lezzet
ve elemini duyacaktır. «O gün sevabı eksiltrnek veya
cezayı fazlalaştırmak suretiyle zulüm yoktur. Allah'
m hesabı çabuktur.» Çünkü O'nu bir şey alıkoymaz.
İnsanlara layık olduklan cezayı derhal verir. (Kadi
Baydavi)
1 68
« Rafiu'd-Derecat Dereceleri yükselten» ayeti
nin tefsirinde Kadi şöyle diyor Denildi ki bun
dan murad, mahlukatın mertebeleridir. Belki de Al
lah bu manayı kasdetmiştir. Çünkü yaratıkların
mevkilerine ve derecelerinin başka başka oluşuna
göre mertebeleri, mahsusat (dünya) alemindeki pa
dişahlıktan makulat �Hemindeki Arş'a kadar her şey
ve bütün bilgiler Allah'a mahsustur.» Dereceler, ruh
suz cesetler gibidirler. Sahipleri de ruhlarıdır. Sa
hibinden ayrılan her derece, ruhundan ayrılmış bir
ceset gibidir. Ona bir sahip tayin edilince, sanki Al
lah o derece cesedine ruh atmış olur. Ta ki o adam
kendi seviyesinde olanları kıyamet azabından uyar
sın ve madunu olanlara öğüt versin.
İşte her makam sahibinin böyle olması icabe
der. Fakat insanları dünya sevgisi alıkoymuş ve ço
ğunu dünya malı yığmaya tutkun yapmıştır. Bu su
retle derece itibariyle kendilerinin üstünde olanlara
kin giidmeğe hased etmeye başlamışlardır : «Bu
adam, insanların en alçağıdır. Ne sebeple bu derece
ye gelmiş ? Bu, en aşağı derecenin adamıdır. » derler.
Bu gibi hasetçilerin düşmanı bizzat Allahtır.
O halde derece sahiplerinin kendi aralarında ve
ellerinin altında olanlara merhametli olmaları ge
rekir. Daha aşağı derecelerde bulunanların da üstle
rinİ kıskanmamaları icabeder. Şayet böyle olmazlar
sa onların hasımıarı Aııah olur. Çünkü en yükseğin
den en aşağısına kadar her mevki, yüce Allah'ın bir
ihsanıdır. Bütün mevki sahipleri, makamlarında hal
kın ihtiyaçlarını karşılamakta adalet ve istikametle
emredilmişlerdir. Nasıl ki İmam Hüseyin (Salava
tullahi ve seıa:muhu aleyhi) şöyle demiştir : «İnsan
ların ihtiyaçları, size Allah'ın nimetlerinden bir ni-
1 69
mettir. Ondan usanmayınız, yoksa gazaba uğrarsı
nız.» Cenabı Hak'kın Taha Suresinde { «Wala Teni
ya fi zikri: Benim zikrimde vani (zayıf) olmayın» 132
ayetiyle işaret buyurduğu üzere hasedeilerin en bü
yüğü VANİ'dir133 Çünkü o, büyü yaparak padişaha
yaklaştı, padişah, saltanat yularını onun eline verdi,
ona itaatkar oldu. Sultan onun emriyle Mısri'yi
hapsettirdi. Onyedi sene Rodos'ta, on altı sene Lim
ni'de. Sultan ve çok mevki erbabı, Mısri'yi geçim
sıkıntısiyle tazyik edip Vani'ye tabi etmek istiyorlar
dı�Halbuki Mısri, açlık ve susuzluktan ölse dahi ona
tabi olmaz. Mısri'nin onlara son cevabı işte şu idi :
Allah'ın seçtiği Hasan ve Hüseyin'e razı olma
yan; bilakis İmam Hüseyin (Allah'ın Salat ve sela
mı ona olsun) i katledenlerden razı olan kimse, AI
lah'ın en büyük düşmanıdır. Ve bugün bu mezhebin
reisi Sihirbaz Vani'dir. Allah bizi ve sizi Muhammed
Evladının sadık dostlarından eylesin .
170
Vani Sultan Mehmed'e yaklaşma imkanı bulun
ca Sultan Mehmed, Camide, mescitte ve tekkelerde
bulunan bütün zikir ehlini cehri zikirden kesti. Zikir
ehlini darmadağın etti. Zikir yerlerini ehlinden bo
şalttı. O kadar ileri gitti ki zikir nuru insanların kal
binden tamamen sönmeğe yüz tuttu. Bunun için Al
lah bizi de onun gibi olmaktan, Fir'avn'ın yasaklan
altında kalan Musa ve Harun Aleyhisselam gibi
onun yasağı altında kalmaktan menetti. Eğer : « Na
sıl edelim ki onun gibi olmıyalım? » dersen, derim
ki : Fazıl alimlerden ve mü'minlerin büyüklerinden
naklen Cehri zikrin caiz olduğunu söyliyen Mecali
sü'z-Zuhri'nin ifadesine göre amel ediniz. İşte bu
meselenin hakikati :
B il ki Sırri ( gizli) ve Cehri (açık) zikirde ule
ma ihtilaf etmişlerdir. Fakat ihtilaf, Cehri zikrin caiz
olup olmadığında değil de hangi zikrin efdal oldu
ğundadır. Bezzaziyye'de şöyle diyor: « Zikirde sesi
yükseltmek caizdir.» Hidaye sahibi, Tecniste şöyle di
yor: « Hamamda okumak iki türlüdür. Sesi yükselt
mek, veya yükseltmernek suretiyle okumak. Birincisi
mekruhtur, ikincisi mekruh değildir. Muhtar olan
budur. Tesbih ve tehlile gelince bunda bir beİs yok
tur' Sesini yükseltse dahi zararı yok.» İmam Ekmel,
Meşarik Şerhinde Hz. Peygamber Aleyhisselam'ın :
« Kendinize geliniz. Çünkü siz, bir sağıra ve gaibe
değil, işiten ve size yakın olan Allah'a dua ediyor
sunuz. O sizinle beraberdir.» Hadisini zikrediyar.
Hadiste gizli zikrin müstehab olduğuna işaret edil
mektedir. Fakat Meşarihu'l-Keşşaf, bunun maka
ma göre olduğunu söylüyor. Mürşid, müptedi müri
de, kalbine sokulan kötü vesveseleri kesrnek için
sesini yükseltmesini emredebilir. Mecma'ul-Fetava'-
171
da şu var : Hadiste sesi yükseltmemek emri, bir
maslahata bağlıdır. Rivayet edildiğine göre bu, bir
gazada söylenmiştir. Gazada sesi yükseltmek, bela
getirir. Harb hiledır. « Sözü yükseltsen de O, gizliyi
de daha gizlisini de bilir. »135 ayeti ise, kulları şu ima
na getirmek içindir : Cehri zikir, O'na işittirmek
için değil, başka bir sebep içindir. Bu sebep, nefsi,
zikirle meşgul etmek, başka şeylerle ilgilenmekten
alıkoymak, nefsi vesveselerden kesrnek ve tazarru
ile nefsi yenmektir.
Hasılı, gizli zikir, riyadan uzak olduğu için ef
daldir. Lakin riyadan ve bahsedilen diğer yollardan
sakıncalardan uzak olursa; başkalarını da zikre teş
vik eder, yardımlaşmaya sebebolursa Cehri zikir ef
daldir. Dört mezhep kitaplarının bazılarında Cehri
zikrin haram, yahut mekruh oluşuna dair kayıtlar,
dışarıda bir harama veya mekruha sebep olmasına
göredir. Yoksa Sırf Cehri zikrirı- kendisi haram veya
mekruh değildir. Mişkat sahibi şöyle diyor : «Denil
di ki zakir eğer havastan ise onun hakkında gizli zi
kir evladır. Eğer avamdan ise cehri zikir evladır. Fa
kat toplu zikir ediyoriarsa evla olan, sesi yükselt
mektir. çünkü cehri zikrin nefis perdelerini kaldır
ma hususunda etkisi büyüktür. Sevap yönünden de
herkese, yaptığı zikrin karşılığı verildiği gibi, bir de
dinlemesinin sevabı verilir. Zakir, kalbinde bir kas
vet bulursa Allah Taala'yı dil ile kalbine vura vura
kuvvetle zikretsin çünkü şiddetli zikir, katı kalbe
kavuşursa, kalbden bir ateş çıkar, perdeleri yakar
ve kalbini ins-ü cinnin amellerine denk olan Hak
cezbelerine götürür. Allah Taala . gerçe�i daha iyi bi
lir.
( 135) Taha: 7.
172
Allah Taala lütuf ve keremiyle bizleri, İİabibi ve
Resulü ( devreden felek durdukça ve gece gündüz
devam ettikçe O'na ve al-ü ashabına salat ve selam
etsin) yüzü hürmetine Allah'ı gece gündüz, gizli ve
açık tazarru ve niyaz ile çok zikredenlerden eylesin.
* *
173
eden mü/mın, ınsanlar arasında taat nuriyle gezer.
Fasık ise fısk zulmetiyle gezer. Fasıka fıskı böyle
süslendirilmiş, itaatkara da itaati süslendirilmiştir.
Şimdi bunlar bir olur mu? Hayır, ilim nuru cehalet
karanlığı gibi değildir ama alim ilmiyle cahil de ma
lı ve cehaleti ile iftihar eder. Bunlar bir olurlar mı?
Peygamberler, veliler ve şehidIerin nuru diğer mü
minIerin nuru gibi değildir. Çünkü onlar tabii ölüm
le öldükleri zaman Allah onları diriltir, onlara nu
ranı bir vücut ve ruh giydirir. Onunla dünyada in
sanlar arasında berzahte ve ahiret aleminde gezerler.
Onları, insanlardan ve meleklerden keşif ehli olan�
lar bilirler. Ama insanların çoğu öldükleri zaman
taşla toprak arasında karanlıklar içinde kalırlar. Bir
olurlar mı bunlar mesela? Hayır avam mü'minlerc,
kendi amelleri hoş gösterilir; peygamberler, veliler
ve şehidIere de kendi amelleri, nurani, ruha�i suret
ler halinde süslü gösterilir.
Peygamber Aleyhisselam, bu nurani, ruhani su
retleri yeşil kuşlar şeklinde ifade ederek şöyle bu
yurmuştur : «Şehidlerin ruhlan, yeşil kuşlar şeklin
de,Cennetin nehirlerine gelir, meyvalarından yer,
Arş'm gölgesinde asılı bulunan kandillere asılırlar.»
Biliniz ki : Bu hadisin manası biraz kapalıdır.
Bizim sözümüz, onun izahı mahiyetindedir. Şehid
Iere ( şüheda) denmesinin sebebi, öldürüldükleri za
man Hak/kı gördüklerinden dolayıdır. Enbiya ve ev
liya'nın gördükleri de hem ·hayatlarında, hem de
ölümlerinde Hak/tan başkası değildir. Bundan dola
yı, onlar, şehidIerin efdalidir (üstünüdür) .
Sultana yakın olan münkir1erden bazısı d a var
ki ölmediği halde ölmüş görünüyor ve halk arasında
falan ölmüştür şayiasını yayıyor. Halbuki ölmemiş-
174
tir, diridir, gizlenmşitir. Sırtını Sultana dayamıştır.
Sultan da ona uymuşt.ur. Mesela Vani. Ona uyanlar,
halk arasına Vani'nin öldüğünü yaydılar. Halbuki
herif ölmemiş, Sultanın yanına gidip orada saklan
mıştı. Sultan ve ileri gelen nedimleri de onu, hamay
him gibi ceplerinde taşıdılar. O cİa gizli gizli onlara
kan dökmenin ve fesad çıkarmanın yollarını öğreti
yor. Nitekim Vezir Ali Paşa'yı ve daha kırk emiri
gayr-i meşru olarak katlettiler.
* *
175
caktır. Kıifir1er bunu hoş görmeseler dahi. O, öyle '
Allah'tır ki Res�lünü hidayet ve hak din lle gönder
di ki müşrikler istemesler de o nuru, bütün diğer
dinlere üstün kılsın.» 137
Nisa Suresinde şöyle buyurmuştur : «Elıl-i Ki
tap'tan hiç kimse yoktur ki ona ( İsa'ya) ölümünden
önce İnanacak olmasın» yani kitap ehli olan bir kim
se ölüm meleklerini gödüğü zaman, inanması ona
fayda vermez. Yahut kıyamete yakın İsa geldiği za
man, o ölmezden önce Ehl-i kitap tamamen ona ina
nacaktır. Hadiste' de varidolduğu üzere «Kıyamet gü
nünde» İsa gönderildiği vakit, onların yaptıklarına
«şahid olur.»
Ben derim ki : Bu ayeti Kerime, İsa Aleyhisse
lam'ın ineceğini göstermektedir. Sıhahu'l-mesabih'te
Ebu Hüreyre yoliyle Resulullah ( S.A.V.)in şöyle de
diği rivayet edilmiştir : «Nefsim elinde olan Allah'a
yemin ederim ki Meryem oğlu İsa'nın sizin aranıza
hakim ve adil bir imam olarak inmesi zamanı yak
laştı. O inince Salibi (haçı) kıracaktır. ( Salib : Hı
ristiyanlar dilinde üçgen bir tahtadır. İsa'nın tahta
üzerinde bu şekilde asıldığını çarmıha gerildiğini id
dia ederler. Bazan bunun üzerinde İsa'nın resmi
olur, bazan olmaz. İsa'nın Haçı kırması, hı
ristiyanlığı kaldınp İslam şeriatiyle hükmetmesi de
mektir.) Domuzu öldürecektir. (Yani domuz besle
meyi haram kılacak ve öldürmeyi mübah sayacak
tır ) . Cizyeyi bırakacaktır (Yani Kitap Ehlinden ciz
ye kabul etmiyecek, onları müslüman edecektir) .
Malı çoğaltacaktır. (O kadar k i hiç fakir kalmadı
ğından, kimse mal ( sadaka) kabul etmiyecektir.)
Malı öğle çoğaltacak ki, müslümanlar indinde bir sec·
176
de, dünyadan ve onun içinde bulunan her şeyden da
ha hayırlı olacaktır. ( Yani müslümanlar, Allah'a iba
det etmeğe rağbet edecekler, malın çok olmasından
dolayı dünyadan yüz çevireceklerdir. Çünkü artık
malı sadaka vermek, bir ibadet olmaktan çıkacak
tır.) Ebu Hüreyre ( R.A.) diyor ki : «İsterseniz Kitap
Ehli hep ona inanacak.» ayetinde ona zamirini ( İsa'
ya) veya ( Muhammed'e) diye okuyunuz. Çünkü o
zaman İsa Aleyhisselam da Muhammed Aleyhisse
lam'ın dini üzeredir. Yahut ( İsa ölmezden önce Ehl-i
Kitap ona inanır veya Ehl-i Kitap ölmezden önce
İsa'ya inanır) manası anlaşılabilir. Mesabih'te bu
lunan rivayete İbnu Melek'in yaptığı şerh burada bit
tL»
Meşarik'in üçüncü babı başlarında Cabir ( R.A. )
den ş u Hadis rivayet edilmiştir: «Daima ümmetim
den bir cemaat, kıyamete kadar hakkı yükseltmek
için çarpışacak, nihayet Meryem oğlu İsa Aleyhis
selam inecek. Emirleri ona « Kalk, bize namaz kıl
dır» dedikleri zaman : «Hayır, diyecek, sizler birbiri
nize emir ( imam) siniz. Bu, ümmet-i (Muhammed) e
Allah'ın bir nimetidir.»
Şerhu'l-Mesabih'te de şöyle diyor : «İsa Aley
hisselam, halife makamında olacaktır.» Bu da gös
teriyor ki İsa Aleyhisselam, ümmet-i Muhammed'
den olmayacak, fakat O'nun dinini yerleştirecek, ve
O'nun ümmetine yardım edecek.»
Mezkfır Hadisi, Anka' daki şu Hadis de teyide
diyor: İsa Aleyhisselam, vali değil veliyyu'l-muvel
ıadır. Yani o imameti ve mansıbı kabul etm� fakat
Mehdi'yi vali yapar ve imameti ona teslim eder.
Hadiste olduğu üzere.
Ayet gösteriyor ki : bütün milletler ve fırkalar
İsa'nın inmesine inanacaktır.
177
ALTMıŞ YEDİNCİ SOFRA
178
radediI miş olmazY9 M adde ilimIerin in öğretmeni in
san, e sma ilimI erinin öğretmeni All ah'tır. İş te AI
lah'i n şu sözü bu ilme göre açıkl anmalıdır: «Rabbın
bazı ayetleri geldiği gün, daha önce inanmamış veya
imanında bii" hayır kazanmanıış kişiye artık Iman
etmesi fayda vermez. De ki : «Bekleyin, biz de bek
li yoruz. » 140
Di ğer bir cihet daha var : Yı ldızlar, yedi göğü
idare eder. Al lali ın iş.i.m.l�!"jA� .y�!<:ıı�I�ri ia-� re ede r.
.
179
hiyde, va'dde, vaidde, mev'izelerde, hükümlerde, kıs
salarda makarnın ve halin gereğine göre bu vecih
lerin tafsilatı çoktur. Burada bu kadarlık kafidir.
Allah daha iyi bilir ve her şeyi yerli yerince yapar.
* *
I SO
nur.» deyu Habibine bu iki ilmi minnet eder. İmdi
Kur'an-ı Azim'in, bütün kelimelerinin isimlerini Al
lah Subhanehu Ta'lim eylemiştir. Adem zamanında
Kur'an yok idi. Habibine esma'yı Seb'ul-Mesanide
öğretti. Beyt : «Alem-i Gaybden sana ilimIerin kendi
si, Adem'e de sadece isimleri verilmiştir.» tlimlerin
zatı, maddeler ilmidir. Esma, ilm-i esma'dır. «Adem'e
isimlerin hepsini öğretti, sonra onlan meleklere arz
edip eğer doğru iseniz şunların isimeIrini bana söy
leyin' dedi.»
Cümle ulema efendilere, ilm-i melekiyyet tahsil
eden fudalaya, malıım ola ki Allah subhanehu,
Adem'e esma'yı ta'limden murad-i şerifi odur ki
ilm-i esma ile hasıl alan mana dahi muradullalı ola.
Ve illa ta'lim abes olmuş olur. Allah subanehu abes
ten münezzehtir.
181
da iki ordu karşılaşmış ve savaşa ilkin Farslar baş
lamıştı. «Ve hüm Onlar» yani Rumlar «m.in ba'di
ğalebihim: yenilmelerinden sonra.» Burada masdar
mef'ulüne muzaf olmuştur. Yani Farsların RumIara
galip gelmesinden sonra «seyağlibun yenecekler
dir» Yani Farsları yeneceklerdir. «Fi bid'i sinin : bir
kaç yıl içinde. » Bid', üçten dokuza veya ona kadar
sayılan gösterir. Gerçekten ilk karşılaşmadan yedi
yıl sonra iki ordu tekrar karşılaşmış ve bu defa Rum
lar Farsları yenmişlerdi. «lilhihi'l-emru min kablu
Ye min ba'du : Önce de sonr-a da emir Allah'ındır. »
Yani RumIarın ikinci defa galip gelmeleri, Allah'ın
iradesiyledir. «Ve yevme'izin yefrahu'l-mu'minune bi
nasrillahi : O gün mü'minler, Allah'ın yardimiyle se
vinirler. » Farslara karşı RumIara yardımına. Bunun
la sevinmişler ve Bedir savaşında Cebrail'in inip
kendilerine yardımını görerek Allah'ın va' dinin ger
çekleştiğini anlamışlardı. «Yensuru men yeşa'u ve
huve'l-aziz : O, dilediğine yardım eder. Azizdir,» ga
liptir. « er-rahim» mü'minlere merhametlidir. «Va'
dallah : Allah'ın va'di». Va'd masdardır. Fi'linden be
deldir. Aslı Vaadehumullahu'n-nasra va'den : Allah
onlara yardım va'di yaptı demektir. «Utyuhlifullahu
va'dehu Allah va'dine aykırı yapmaz.» «ve lakinne
eksera'n-nasi la ya' lemftn Fakat insanların çoğu
( yani Mekke kafirleri) bilmezler.» Allah'ın mü'minle
re yardımını bilmezler. « Ya'lemune zahiren mine'l
hayati'd-dünya : sadece dünya hayatının zahirini bi
lirler.}) Yani ticaret, ziraat, ev yapma, ağaç dikme
vs. gibi şeyleri bilirler. «Ve hum ani'l-ahirati hum
ğafilun Onlar ahiretten onlar ga:fildir1er». Hum'un
tekrarı, tekid içindir. (Ceıaleyn.)
Bu ma'na, Kur'an'ın zahir anlamına göredir. Ek
ser bilginler bunun esmaı manasından ğafilftn ( gafil-
182
dirler) . Bundan dolayı ömürlerini dünya sevgisi, mal
yığma ve mevki sahibi olma sevdasiyle geçirirler.
Bu, onların ahiretten son derece gafil olmalarında:
ileri gelir.
Bil ki Gafilun'un mazisı ğafele'dir. Gafele'nin
mücerred isimleri hemziyyedir. Şöyle : 1.. , \ l........
183
ri» kavl-i kerimiyle Vani'nin yenilgisini isbat etti,
«e'l-esbat» kavl-i celiliyle de Haseneyn'in gali
biyetini meydana çıkardı. El-esbat daki elif la
mın cins için olduğunu (yani bütün torunlara şamil
bulunduğunu) Hadis teyidetmektedir. Çünkü Hz.
Peygamber ( S.A.V.) , « Hüseyn esbattan bir sibttır»
buyurmuştur.
Van! milleti ise Kur'an'la merdudolan Vani'yi
peygamber edindiler de Kur'an'ın nassiyle risaletle
ri tamamen sabit olan Haseneyn (Allah'ın salatlan
ve selamı her ikisine olsun) in risaletlerini inkar et
tiler.
Allah Taala'nın «fi bid'i sinin» kavline gele
lim Bid' sekizyüz yetmiş ikidir al-Hasan al-Huseyn es
ması da sekizyüz yetmiş ikidir. Buna göre bid' al-Ha
san, al-Hüseyndir. Yani onların risaletleri al-Ahir
de zuhur ettiği zaman Fars (Vani) yenilecektir.
Anka'da şöyle diyor : Beyt : « Serd'in üçte
birinin başına Racebu'l-ferd girinceye kadar? »
Bil k i Allah'ın yardım va'di ilk defa Farsın, Ru
mu yenmesinden yedi yıl sonra Rumun Farsı yen
mesiyle çıktı. Sonra müslümanların, Mekke kafirle
rini yenmeleriyle tahakkuk etti. Daha sonra da el
hamdülilIah Hasan'la Hüseyn'in (Allah'ın salatları
ve selamı her ikisine olsun) risaletlerinin bin yüz üç
veya bin yüz dörtte isbatiyle gerçekleşti. Yani bun
ların risaletlerinin ruhurunun başı Recepte, sonu da
Muharremu'l-Haram'da oldu.
Bil ki Tanrı'nın: «ve huva'l-azızu'r-rahim» sözün
den sonra va 'di uzatması, bu va'din uzun zaman son
ra gerçekleşeceğini gösterir: «O gün mü'minler, Allah'
ın yardımyile sevinirler.» Bu tam sevinme, Allah da
ha iyi bilir ya,' inşaaIlah bu mübarek senede iki ima
mın (Allah'ın salatları ve selamı onlara) risaletinin,
1 84
kesin Kur'an deliliyle ortaya çıkmasiyle mümkün
olacaktır. O delil Allah'ın şu sözüdür : «De ki : AI
lah'a , bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a,
Ya'kub'a ve el-esbata indirilene inandık». El-Esbat,
bütün peygamberlerin torunlarını içine alır. Çünkü
eHf lam cins içindir. Bunu Resul Aleyhisselam'ın
«Hüseyn, esbattan bir sibttır» sözü de gösterir. Me
sabih'te de böyledir. 143
Sadreddin Konevi ( kds.S. ) Fatiha Tefsirinde
şöyle diyor : « Peygamberin Hadisleri, Kur'an'ın sır
larını açıklayıcı ve onlara tenbih edicidir.» bitti.
Ey mü'minler, insaf edin, alimleriniz ve emir
leriniz Kur'an'ın «vela teniya fizikri» ayetile red
dettiği bir kimseyi peygamber edindiler. Kur'an, Ha
seneyn (Allah'ın salatları ve selamı her ikisine ol
sun) risaletine dair açık nass getirmiş iken siz ule
manızIa, ümeranızla, ağalarınızIa onu inkarda bir
leştiniz. Bu, iman ahlakından değildir. «Ben işimi
Allah'a bırakıyorum, Allah kullarını görür. »
185
Mısri'nin bu hususta itikadı şöyledir : «Eşhedu
en laihıhe illallah ve eşhedu enne Muhammeden re
sulullah, ve eşhedu enne'I-Hasene va'l-Huseyne sib
tahu, resulani min rusuımahi salavatullahi ve sela
muhu aleyhima va afdalu's-Salavati ala eeddihima
Muhammedin hatemi'n-nebiyyin, ve ala'l-enbiya'i ve'l
mürselin ve alihim ve sahbihim eeme'in ve'I-ham
du lillahi rabbi'ı-aıemin.»
Ey kardeşler, ben inatçı zorba değilim, hasetçi
münkir de değilim. Ben gökler gibi yüksek değilim.
Yerin de en aşağısıyım. Beni hor görmeyin, Hasan
ların (Allah'ın salatları ve selamı ikisine de olsun)
risaletleri hakkındaki şüphelerinizi gelip bana so
run. Eğer hak sizde zuhur ederse ben yüz üstüne
hakkı kabul ederim. Şayet bende zuhur ederse ar et
meyin, kabul edin. Zira « Hikmet mü'minin yitiği
dir, nerede bulursa alır.» Bu, en mühim itikadi me
selelerdendir. Bunu arayıp bulmak, mü'minler için
her şeyden daha önemlidir. Siz onu ( Mısr1'yi) hiçe
saydınız, İlmi ve eehli sizee birdir. Bundan dolayı
eehline aldırmadınız. «Rabbımız, bizimle kavmimiz
arasını hak ile aç, sen açanların hayırlısısın.» Bizi,
senin peygamberlerinden hiçbirini diğerinden ayır
mıyanlardan eyle.''ıf< Kıyamet günü yüz üstü bırakma.
Sen va'dine aykırı gitmezsin.»
Bil ki kısa lafız içinde manayı tamamen ifade
etmek beıagettendir. Kur'anı Kerim'de bunun çok
örnekleri vardır. «Ve lekum fi'l-kısası hayatun: Kı
sasta sizin içİn hayat vardır;) ayeti bunlardan biridir.
fi'l-kısası hayatun de on iki harf vardır. Okunan
harfler ise sadece dokuzdur. Bütün alimler bu ka
dar kısa bir söz söylemekten aciz kalmışlardır. Bü
tün çabalarına rağmen sadece şunu söylemekten
1 86
öteye geçememişlerdir «al-katlu anfa'l-katli : katl,
katli yok eder.» Bu sözün harfleri on dörttür. Oku
nan harfleri ise on üçtür. Ayetin manasını da tam
ifade edemez. Yani hem lafzı ayetten uzun, hem de
manası ondan kısadır.
Fakat yerin iktizasına göre Allah kelamında it
nab (uzatma) vardır. İşte burada da va'd ayetini
«ve hum ani'l-ahireti hum ğafilun» a kadar uzat
mıştır. Eğer burada iktiza nedir diye bir soru so
rulursa derim ki : Va'd ayetini uzatmakla, va'din,
bin yüz üç veya bin yüz dörde kadar uzayacağını, an
cak o zaman gerçekleşeceğini göstermiştir. Allah da
ha iyi bilir ve her şeyi yerli yerince yapar. Zira bu
va 'dİ n «O azizdir, rahimdir» sözünden sonra gelme
si, bu va'din mü'minler için yapıldığını gösterir.
Çünkü yüce Tanrı mü'minlere rahimdir, diğer kitap
ehline değil (Rahim sıfatı yalnız mü'minlere mah
sustur. Rahman sıfatı ise bütün mahlukata şamil
dir ) . Bundan anlaşıldı ki va'd mü'minler içindir.
Va'din uzatılması da bunun, uzun zaman sonra ger
çekleşeceğini gösterir. al-Ahiret söziyle de buna işa
ret vardır. al-ahiret'teki harflerin isimleri şöyledir :
eHf, lam, elif, hı ra. Hesabedin, doğru bulacaksınız.
Zira el-ahir, ahirette gizlidir. İnsanlar bundan gafil
dirIer.
Bil ki her sözde icaz (kısalık) matlubtur. İt
nab, yerin gereğine göre olur.
Celaluddin ed-Oevvani, al-Havra va'z-Zavra ad
lı kitabında şöyle diyor :
« Sanma ki biz zahiri reddediyor, kitap ve sünne
tin işaretlerini sırf tevile hasrediyoruz. Hayır, biz
zahiri ikrar eder, her şeyden önce onu «Allah'ın ve
Allah resulünün muradına göre» kabul ederiz. 1s-
187
lam ve müslümanların imamları yani büyük mÜfes
sirler, muhaddisler (Allah onların sırlarını takdis
etsin ) nasıl tesbit ve takrir etmişlerse öylece kabul
ederiz. Ondan sonra seçkin bilginlere, yüksek arifle
re mahsus olan remiz yoliyle kitap ve sünnetten in
ce manalar, yani büyük zahir ehlinin söyledikleri an
lamlardan başka anlamlar, arap kaidesine göre laf
zın medlulünden ayrı iç manalar çıkarırız. Bu batın
manalara Allah'ın Resulü ( S .A.V.) « Hiçbir ayet
yoktur ki onun bir zahrı ve batm olmasın. Her har
fin bir haddi ve her haddin bir matla'ı vardır.» 144 ve
«Kur'an'ın bir zahrı, batm vardır. Batnın da yedi
batna kadar batm vardır.» ( Hadisin çeşitli varyantla
rı mevcuttur) sözleriyle buna işaret buyurmuştur.
Yine Allah'ın Resulü ( S.A.V. )in : «Allah şu adamın
yüzünü güldürsün ki benim sözümü işitti, onu belle
di ve işittiği gibi başkalarına söyledi. Nice işiten var
ki kendine söyliyenden daha iyi beller. » sözünde bu
manaya ima mevcuttur.
«Yani Hadislerin ve Kur'an ayetlerinin bir dışı,
bir içi vardır. İçinin de içi vardır. Böyle Allah'ın di
lediği kadar gider. Yine Resul Aleyhisselam'ın «Ba
na, çok manaları içinde toplayan kelimeler verildi»
söziyle, yüce Allah'ın «Ne yaş, ne kuru hiçbirşey yok
tur ki ap açık bir kitapta ( çok müfessirlere göre
Kur'an-ı mübinde) mevcudolmasın. » sözü de bu ma
naya açıkça delalet eder. Kur'an ayetlerinden ve pey
gamber sözlerinden her biri kıyısı olmıyan ( sonsuz)
bir denizdir.» Celalu'd-Din Devvani'nin sözü burada
bitti.
188
«Hz. Peygamber'den sonra İ sa'nın gelmesi, Hz.
Peygamber'in hatmiyyetine ( son peygamber oluşu
na) zarar vermez. Çünkü İsa, indiği zaman onun di
ni üzere olacaktır.» Kadı tefsıri.
Ben de diyorum ki : Hasaneyn'in risaletleri de,
dedelerinin dini üzerinde olacaktır. Bunun için onun
hatmiyyetine zarar vermez.
YETMİşİNCİ SOFRA
189
ratmış, sonra ona ol, demiş, o da oluvermişti». Ar
tık şüphecilerden olma.» Celaleyn.
Ben derim ki : İsa da Adem gibi olunca Adem' e
öğrettiği gibi İsa'ya da Esma ilmini Öğretmiştir. Şüp
hecilerden olma. İsa Adem gibi olunca iki Hasan'ın
risaletlerinin ahir zamanda doğması da güneşin, bat
tığı yerden doğması gibi oldu. Beyt :
«O, fazilet güneşidir, ötekiler de onun yıldızla
n. Karanlıkta insanlara ışık saçarlar.»
Hatipler minberIerde Hasan'la Hüseyin'i tavsif
ederken : « İki güneş, iki ay, iki bedr-i münır» diyor
lar. Hasılı Allah'ın Resulü fazilet güneşidir, onlar da
onun iki cüz'üdürIer. Onların risaletlerinin, mağri
binden doğması, güneşin battığı yerden doğması gi7
bidir.
Ben demiyorum ki Güneşin batıdan doğuşu sırf
bundan ibarettir. Diyorum ki onlann ahir zamanda
doğuşlan, güneşin, ahir zamanda batıdan doğması
na benzer. Bunun için risaletlerinin son zuhuru, ahir
zamandadır. Nitekim şöyle denmiştir : «Gizli bir hik
metten dolayı nice önce olacak şey, sona bırakılmış
tır.»
Süyuti İtkan'ın altmış sekizinci nev 'inde İbnu
Abbas (R.A.) den şunu naklediyor : «Kur'an şücun
(yollar) , fenler ve yüzler ve içler sahibidir. Onun
acaib manalan bitmez. Gayesine varılamaz. Ona rifk
ile dalan kurtulur. Şiddetle giren boğulur. Kur'an'
da haberler, darb-i meseller, helal, haram, nasih,
mensuh, mulıkem, müteşabih, zahr ve batn vardır.
Zahri ( dışı) tilavet, batnı te'vildir. O hususta alim
lerle oturunuz, sefihlerden kaçınız.»
ibnu Seb'in Şifaus' Sudur'da şöyle diyor : Ebud
der da (R.A.)in şöyle dediği rivayet edilmektedir :
1 90
« İnsan Kur'an'ın birtakım vecihleri olduğunu bilme
dikçe tam fakih olamaz.» İbnu Mes'ud (R.A.) de şöy
le demiştir « Evvel ve sonra gelenlerin ilmini öğ
renmek istiyen kimse Kur'an okusun. »
Ama b u sırf zahir tefsir ile olmaz. Bazı alimler,
her ayetin altmış bin anlamı olduğunu söylemişler
dir. Bu da gösteriyor ki Kur'an ma'nalarını anla
makta geniş bir dolaşma alanı vardır. « Süyuti'nin
sözü burada bitti. »
Hz. Ali ( R.A. ) i n şöyle dediği rivayet edilmekte
dir « İsteseydim Ümmü'l-Kur'an tefsiri ile yetmiş
deve yükliyebilirdim. »
191
ki Cenabı Hak şöyle buyuruyor : «Ey peygamberler,
size diyorum, ey ümmetler siz anlayın» Ayette geçen
«Dinden ayrılmayınız. » nehyi, ümmetlerini dinde ay
rılığa düşmekten kaçındırmalan hususunda enbiya
yı teşviktir. Burada maksat, Muhammed ümmetini,
dinde aynlığa duşmekten kaçındırmaktır. Çünkü Hz.
Peygamber Aleyhisselam : «Yahudiler yetmiş bir fır
kaya ayrıldılar. Benim ümmetim yetmiş üç fırkaya
ayrılacaktır. Hepsi Cehennemdedir. Ancak biri müs
tesna.» dedi. Dediler ki : « Kimdir onlar ya Resulaı
lah? » buyurdu ki : «Bugün benim ve ashabırnın üze
rinde bulunduğu yolda olanlar.» (Şifa ) .
Biliniz ki : din itikadında « dini ayakta tutunuz
( ikame ediniz» > sözünün bu şekilde anlamı, maddeler
ilmine göredir. İlm-i Esmaya göre dinin dört direği
ve bir damı vardır. Esma ilmini bilen kimse, bu dört
direği ve bunlar üzerine oturan damı ve bu damın
direkler üzerine nasıl oturduğunu bilen kimsedir.
Çünkü «Adem'e isimleri öğretti» ayetinden murat,
Esmau'd din ilmidir. Kulluha mücerred isimlerdir.
Din her şeyin aslı olduğu gibi esma ilmi de bütün
eşyadır. «Adem'e bütün isimleri öğretti.» ayeti bu
nu teyidetmektedir. Din harflerinin isimlerini bilen,
her harfin Baiyye, Elifiyye, Hemziyye ilh'den oldu
ğunu bilendir. Keza bun]ann İctima'ından ve ayrıl
masından ne lazımgeldiğini de bilir. Çünkü gerçek
Hacı, Haccın menasikini sonuna kadar bir, bİr bilen
dİr. Din isimlerinin ilmi, bütün isimlerin ma'denidir.
Anka'da şöyle bir beyit var : «Derim ki Ruhu'l
Kudüs, nefse üfler ki Hak'kın beş adedindedir.» Çün
kü ed-din beş harftir. Din bilgisi bütün esma ilminin
ma'denidİr.
Bil ki : Maddeler ilminin sahibi, zühd ve takva
ehlinden de olsa, dinde istikamet üzre de bulunsa o,
192
Musa Aleyhissehlm gibidir. ilm-i Esma sahibi ise se
fine (gemi)yi delip çocuğu öldürse de, kendilerini
müsafir etmiyen bir kavrnin duvarını yapsa da yi
ne o Hıdır Aleyhisselam gibidir. Her ikisi de dini
ikame ( ayakta tutma) ile me'murdurlar. Ama her
biri kendi ilmine göre dini ikame eder. Çok defa bi
rinin yaptığı diğerine aykırı görünür. Bu iki ilmi
cemedip bir tek ilim haline getiren insan, kendileri
ni müsafir etmekten imtina da etseler, şehirden şe
hire de sürüIseler yine de muhaliflerin nefislerini
çevirip düzeltmekte iksirdirler. Kehif Suresindeki
Musa ile Hıdır Aleyhimasselam hikayesinde kalbIere
şifa vardır. Hasılı din evinin dört direği ve bir ta
vanı vardır. Sorulana cevap veren Adem'dir. itirafı
kusur eden melektir. Mağrur münkir de iğva veren
şeytandır. Allah bizi ve sizi inkardan ve gururdan
muhafaza buyursun. «Allah gerçeği söyler, O , yola
iletir. »
Ümmet-i Muhammed'den olan şu kavme ne ka
dar hayret ki Allah bütün şeriatlerin peygamberleri
ni, kendileri için seçip razı olduğu dinin imarcısı
yapmıştır ve kendilerine bu dinin emirlerini yerine
getirmeyi emretmiş, dinde tefrikaya düşmekten ken
dilerini mentemiş olduğu halde, kendileri dinlerinin
yıkılması şöyle dursun, yok olmasına ,dahi aldırmı
yarlar. Bu, imanlarının za'fından ileri geliyor. Dün
yayı ve dünya mevkiini aşırı derecedt; sevmeleri, on
ları delilere döndürmüştür. Bu zamanda Allah'ı ger
çekten bilen alimler için onlarla beraber yaşamak
tansa ölmek daha iyidir. «Allah gerçeği söyler, O, yo
la iletir.»
Biliniz ki : Din evi, büyük, çok büyük bir saray
dır. Hatta Arş'tan bile büyüktür. Onun dört direği
ve bir tavanı vardır. Kapısında bir bekçi bulunmak-
1 93
tadır. Padişahın huzuruna ginnek istiyen herkes, an
cak bekçinin izniyle veya bekçinin iznini gösteren bir
delille girebilir. Bu, gerçek bir meseledir. Söyliye
nin (yani müellifin) zannı değildir. ŞahidIeri ve de
lilleri de Kur'an'da olduğu üzere bütün şeriatlerin
peygamberleridir. ((Allah gerçeği söyler, O yola ile
tir. »1<16
1 94
VAZARıN DiGER ESERLERi