Professional Documents
Culture Documents
• • •
ET1 ��ENiNı .
KEMIGI BENiM
(ÖYKÜLER- YAZILAR)
Dördüncü Basım
ETi S ENİN, KEMLGi BENİM
191
Girit'te okul a başlatıldım. Altı yaşında İstanbul'a
geldim . Yakup Ağa okuluna verildim. Burası okul de
ği l , o zamanın zavallı çocukları için falakaları , h ez a
ranU) değnekleri , sopal arı, sırıklarıyl a bir cezaeviydi .
Büyüdükten sonra bile kapı sının önünden geçerken
ürpermelere tutulmaktan.ken dimi alamazdım.
Bina taş, Asya tarzı ufak bir m edre se mimari
sin de, duvarl arı kalın , pencereleri küçük, sağırı<2 ) çok,
merdiveni yok, toprakla bir . . . ·Bu türbem si lo şluğun
kasveti içinde boğulurduk.
Dı ş kapıdan d�r bir bahçeye girilir .. Yüksek du
varların arasın dan güneşsizlik sı skasi, yaprakları tır
tı llı , boynu bükük bir ağaç sizi karşılar. Biraz ötedeki
çatal taşlı ilkel helanın ağır kokusu, gelenlere buranın
sağlık durumunu anl atır.·
Bu dikdörtgen yapının bir küçük kenarı sokağa
bakar. · Karşı küçük kenarı büsbütün sağırdır. Büyük
ken arl arından birinde yalnız kapı vardır. Karşıki ya
nın p en cereleri yine o addaki cami mezarlığına açıl
mı ştır. Biz yavrular ölülerle aynı yüzeydeyiz . Hemen
pen cereden elini uzat, ,bu ahret bahçesin den bir dal ·
(1) Bambu.
(2 ) Üz�rfode kapi ve pencere.'açılmamış duvar.
(3) Zehirli bir bitki; ağı otu.
192
Bey küsün benni, bey ke sa binni, bey kütün
bünnü,
.. . . . vb .» (1)
Tey k..usum
şamatasıyla dolup taşmaya ·başlar.
FALAKA
( 1) Tutanakları.
(2) Kur'an öğretiminde kullanılan çeşitli cüzler.
(3 ) Kur'an'ın sayfa bakımından ayrıldığı otuz eşit bölümden her
biri. Basılı Kur'an'ın her fasikülü .
(4) Din kurallarını öğreten kitaplardan biri.
(5 ) Tecvid dersinde okunan konular.
(6) Uzun hecelerin.
(7) Dört elif (Arap alfabesinin ilk harfi) uzu nluğunda.
( 8) Cinsel ilişkiden ve adet görmeden sonra yıkanma.
( 9) Abdest alırken ağzı çalkalama.
·
19 4
Okuma bitiminde balmumu e ski dersten kaldırı
lır, yenisine yapıştınlır<l ) .
All ah Allah , «kı sas»a bakınız ki, bizim evvel za
m anda yediğimiz dayakların acısını bugünkü öğrenci ,
öğretmenlerden çıkarıyor.
*
(1) Eskiden, derste oku nan kitabın ders sonu nda kalınan yerine
balmumu yapıştınlırdı.
(2) Sekiz cennetten biri.
(3) Yardım ettiği yoksullar.
195
- Amin . . .
Başka bir gün cami tabutluğundaki eski teneşiri
yüklenmiş bir hamalın geçtiği görülür.
Hoca merakla:
-. Hayri Efen di , yine kim?
- Şurada yatalak fakir bir �dam vardı . . .
- Kurtulmuş...
İmam bugün neşesiz ve gündelik kıhğıyladır.
196
kötü bir felaket olacağını anlar. Aşağıdan yukarı dan
sıza sıza yerine döner. Bu kazaların sayı sını ancak
kirli don yıkayan an alar bilir.
197
larl a çok mürekkep yutturmuşlardır. Olur a� manevi
yatı da maddiyat gibi mideden almak anlayışı . . .
Okula başlayışım, yılı geçti . B u kasvetli, falakalı ,
sopalı, belalı çatı altı, mizacıma< l ) uygun gelmedi. Sı
kılıyordum . Hele ak şamları okunur sel at-ü selam
larla< 2 > dolu bir azat{ 3 ) duası vardır. Bir hoy goy
goycu<4 > makamıyla okuruz., Tam bir saat sürer. Zih
nime yaban cı gel en bu uzun ilahinin hemen tek bir
cümlesini ezberleyemedim . Am a dayak korkusuyla
ben de çocukların çıkardıkl arı gen el m akamın içine
güftesiz kuru şamata sesimi katarak -i şi harazaya< 5 >
boğuyordum . Aman All ah , hoca bu kalpazanhğı mın
farkın� vardı . O koca incir l alesi birdenbire beynim
den aşağıya indi. Fes bir tampon i şini gördüyse de sı
rığın ucu en seme kaydı .. Orasını kikiştirerek akrep so
kar gibi h aşl adı . Elimde yokladım . Parmaklarıma
kan bulaştı . Ah, yaralanmı ştım.
199
H aminnem devam etti:
- Bir iki aşır< l) ezberlemiş olmaktan başka n e
meziyetin var? Etrafındaki şu falakalara, sopal ara,
sırıklara bak, bir de şu bir.er damlacık yavruların ma
sum yüzlerin e bak. Sarıklı haydut! Okul hocasından
çok Büyücü< 2 ) oyununun kavuklusuna< 3 ) benziyorsun .
Bu yaşta çocukl ara guslün farzları ve onu gerektiren
şer'i sebepl er okutturulur mu? Çocuk bizden bazı şey
ler soruyor, cevap vermeye utanıyoruz. Çocuk terbiyesi
nerede , siz nerede? Kavukla, sopayla adam korkutu-
yorsunuz. Tulumbacı bozuntuları. . .
·
(1) Ayet.
(2) Bir ortaoyunu.
(3) Ortaoyu nunda bir tip .
. 200
O h afta okulu değiştirdfler. Çıngıraklı Bostan'ın
yanındaki taş mektebe verildim . Sonra Pertevniyal
Vali de Rüştiyesi<!) . . . Bü okulun falakası , adının sul
tan lığına uygun bir gösterişte gümüş kapl am alı; kır
macı da; yine sapı gümüşlü fil organındandı. Kurucu
suna rahmet, am a bu dayak aletinin gümüşlendiril
mesindeki alay nedir? Falakaya yatan , dayak yedim
ama gümüşlü kı rbaçla yedim diye övünebilirse de bu
lüksün acıyı daha az duydurduğuna kim seyi in aı:ıdı
ram az.
(1) Ortaokulu.
(2) En küçük.
20 1
- Azadı sizin gibi avallar bekler. Benim cami av
lusu kumarbazlarından B eyazıt'taki Papağanlı A
cem'e k adar bin türlü dalaverem var. Bu dört duvar
arasında kapana tutulmuş fare gibi üç saat durabilir
miyim hiç? Siz burada müzakere havyan kesiniz? Ben
şimdi hocadan yalnız izin değil, biraz da cep harçlığı
alır, öyle giderim . . .
Muhtar kalktı . Önünü kavuşturdu. Fe sini bas
tırdı. Biraz yanpiri külhani duruşuyla hocanın karşı
sına dikildi. Kuş uykusu uyuyanO > mübarek Mevlevi
dervi ş gözlerini açtı . Muhtar pek gizli bir sır söyleyen-
1.�re özgü, çekingen bir suratla hocanın kulağına eğildi.
Onemli bir şey fısıldadı . Şekerlemesi pi ç olan zavallı
adamın hemen kaşları çatıldı. Havaya uzan an iki
eliyle, Muhtar'a «Defol, git . . . » emrini verdi. Ama muzip
oğlan , bu sefer çarpıttığı boynuyla daha çavanozlaşa
rak h ocanın kul ağına bir ikinci fı s ge çti . . . Mübarek
adam lahavle çekerek başını sağa sol a sallaya sal
laya elini cebine daldırdı. Çıkardığı püsküllü bir ibri
şim keseden Muhtar'ın eli n e bir gümüş para sundu.
Bizim h ayta, teşekkür p atileri çakarak ( 2 ) tığ gibi
dersh ane kapı sından fırl adı.
Biz, kapalı oyn ayan bu acayip kom edi karşısında
meraktan kıvranıyoruz. Muhtar, mübarek adamı ka
fese koydu. Bu, kuşkusuz, ama ne dedi?
Ertesi günü okulda sabırsızlıkla çapkını bekliyo
ruz. Nih ayet geldi. Yakaladık. Hep bir ağızdan soru-
yoruz: .
- Anlat bize bre imansız, hocaya ne dedin?
O ahmaklığımıza güler bir alayla cevap veriyor:
- Bu kadar enayi, hiçbir şey anlayamadınız ha?
- · Vallahi anlamadık . . .
- İlk eğili şimde: «Affedersiniz efendim, gençlik
h ali bu .. . Su iktiza etti»< 3 > dedim . Hoca öfkeyl e :
«Haydi, defol hamama git» dedi. İkinci eğili şimde de :
«Başüstüne efendim, ama param yok» dedim . . .
i LK ORUCUM
203
B abam tiryalik titizliğiyle yaptığına pişman oldu.
O da beni susturmak için yalvaranlara katıldı. Ama
iftarın tadı kaçtı . Top patladı. Hep si oruç bozmasını
unutarak benimle uğraşıyorlardı.
Anamın, babamın önceki çocukları hep havale il
letinden<!) gitm�ş oldukları i çin ben pek kıymetliydim.
İşte bu ilk dayak ban a hatırl ayabildiğim birinci
ramazanı zih nimde tutmaya yaradı .
Bu olaydan altı ay kadar son ra, annemi ebediyen
kaybettim . O , pek sevdiği oğl unu başkalarının kucak
ların a bırakarak hayat derıilen bu bilm ecenin göksel
sırların daki gittikçe uzaklanan ve gidenlerden hiçbiri
nin ne olduğu bilinmeyen yerlere karıştı.
204
Vadisin den dalıp da edebiyatını kıvamlan dır
maya başladı mı , karşı sında insan değil, çocuk değil,
taş olsa utancın dan kızarırdı.
Bilmiyorum o zam an edepsizlikle tuhaflık niçin
birbirin den ayırt edilmiyordu? Özellikl e biz yaşta
yavruların karşı sınaa . . . O kaba, o hi çbir şeyden çe
kinmeyen , o pek iğrenç sövüp saymalara, kabalıkl ara,
o yüz süzlüklere , Karagöz'ün ayrı gayrı gözetm eden
kadına erkeğe koyu koyu sulanmalarına, nasıl müsa
ade . ediliyordu? «�ragöz'ün Ağalığı>, oyun un da, hala
yığı Cemalfer'e diz uğdurmasını terlemeden seyretmek
mümkün müydü? İki delikanlı nın müsteh cen bir ko
nuşmayla tavla oyn amaları ve bütün rezaletin, tas
vire ruh ve doğruluk vermek için ıslatılan o yarı say
dam bez arkasında ba ştanbaşa olup bitm e si . . . Ve
daha . . . Ve daha . . .
O zaman , resmi gayriresmi, kim sede san sür fikri
olmadığını şimdi anlıyofl:lm. Biz küçük seyirciler, yal
nız oğlan çocuklar değildik. Aramızda irili ufaklı kızlar
da vardı.
İğren çlikle rezaleti ayırt' edecek bir yaşa gelip de
Karagöz'ün bu iğrenç yönlerin den yakın dığım zaman
benden dah a yaşlı olanları n :
- A çocuk, sen n e gördün? Birkaç yıl daha ön ce
doğaydın herkesin örtülmesi zorunlu tutulduğu bir or
ganın gen el saklanış kuralın dan Karagöz'ü muaf\ 1 )
bul açaktın . Ve bu imtiyaz onun tuh aflığı na o kadar
büyük bir etki eklerdi ki . .. gülmeden bayılırdık.
Oh , ne mutlu bana ve göremeyenlere . . . Ulusal
san atımızın bu geleneğini görmekten yoksun kalı şıma
hiç üzgün değilim.
Abdülmecit zamanın da İstanbul 'a gelmi ş olan ,
Fran sa'nın ünlü edebiyatçılarından Theophile Gautier
«Constantinople» ( 2 ) adlı e serin de bu rezaletten üstü
kapalı , pek temiz bir ele ştirme il e söz . ediyor. Gözleri
taze açılmı ş siyah çiçeklere benzeyen kızların , güzel
melekçağızlann, bu arsız perdenin tuh aflığı önünde el
çırparak güldüklerini şaşarak anlatıyor.
*
(1) Bağışık.
(2) İstanbul .
20 5
tık orucumu dokuz yaşında tuttum. Bu da öm
rümde hiç unutamayacağım günlerden biridir. Oruç,
ben yaşta çocukların i şlenme sin e dayanamadıkları
büyük bir sevaptı. Eğer bir gün tutmaya dayanabilir
sem Hacı Ninem , büyükbabamın anası, bu orucu ben
den bir mecidiyeye satın al acaktı . Çünkü küçüklerin
oruçl arının büyüklerinkinden daha makbul olduğunu
söylüyorlardı.
Ben yirmi kuruşun , bu büyük kazancın tamahıyla
tutmaya karar verdim . Ama büyük ann emle teyzem,
«Zayıftır, dayan amaz» diyerek karşı koyuyorlar. Yal
varıyordum , yakanyordum , beni sahura kaldırmıyor
lardı . Kaldırsalar da elimden tutup sofra başına götü
rün ceye kadar yeniden uyuyormuşum. Nasılsa bir ak
şam Hacı Nin emle an l aşmayı sağlaml adık. Sahur
yemeğin e yeti şebildim. Sofradan kalktık. Beni kıbleye
karşı durdurdular, yarının orucunu niyetl endirdiler.
Ben o günü iftar topu patlayın caya kadar bir şey ye
memeye, Allah a ve kullarına karşı söz verdim. Bu söz
verişimin yerin e getirilmesinin benim gibi mi desi z a
yıf, çelimsiz bir çocuk için ne zor, ne korkunç olduğunu
bilmiyordum.
·
20 6
biliyordum. Helecanlar i çinde sahana uzandım. Ar-
kamdan menhus<!) bir ses çıktı:
·
(1) Uğursuz.
(2) Bir tür tatlı (?).
207
Gözlerim karşım da, ayakta duran Nezahet' e
kaydı. Arap iri dudaklarını yutacak gibi ağzının içine
alarak boynunu yana çarpıttı. Kahkahalarını birer bi
rer içine sindiriyordu.
Top gümledi. Hacı Ninem zemzem fincanını ilkin
beni m dudaklarıma uzattı . Sonra ken di ağzın a gö
türdü.
20 8
HAYAT VE ÖLÜM
210
miyiz? Kaymakta olduğumuz bayıra tırnaklarımızı ge
çirerek tutunuyoruz.
Bir filozof söylüyor: «Devasız h a stalıkl arın · so
n unda i şkenceyi uzatan bugünkü tıp ile tabiplerdir.
Çünkü 'çıkm adık canda umut vardır' örneğine takıla
rak sönmesi . yaklaşmı ş hayat ocağına hala kömür atı
yorlar. Bilgiler ilerledikçe «con damne» ( l ) hükümle sona
ermi ş hastalıkl arda, belki tıp uzattlğı i şkenceyi kı sa
kesecek çareler düşünecektir.»
Erhamerrahimin'in< 2) , sevgili kulları ·i çin uygun
gördüğü ha stalık i şken celerinin çe şitl eri saym akl a
bitm ez. Kuduzdan , kan serden başlayarak p atoloj i
sayfalanna bir göz atınız. Bunl ara tutulmuş olanların
ölüme kavuşun caya kadar çektikl eri can acı sına hiç
tanık ol dunuz mu? Veremin kurbanını ne acı çırpın
malarla boğduğu faci asın da bulun dunuz mu? Tanı dı
ğım bir ana, devasız bir dertle debelen erek hırıldayan
yavrusu için döşeği başında, eller havada şöyle h aykı
rıyordu:
- Allah'ım, bu masumun ne günahı var ki çekti
riyorsun? Yeti şir artık, al emanetini ! . .
·*
Gizli kuvvetin� iki cinsi _ şi ddetle üreme hizmetine
zorladığın a göre, onda dünyayı yaratıkl arıyl a doldur
maya çalı şır bir amaç seçiliyor. Ve yine n eden , sayı sız
ölüm un surlarıyla ekin biçer gibi, bu yeti ştirdiklerine
tabii ·ölüm sınırına varmadan tırpan atıyor? Bu den
sizliklerin acı sını biz zavallı kullar çekiyoruz. Onda ne
sorumluluk, ne de acıma duygusu var. Çünkü o, birini
öl dürürken birini yaratmak gücünde pek büyük bir
din amodur. Bu yaratma bolluğu içinde bizim tek tek
hayatı mızın· bir karınca kadar önemi xok . . . Yaratan
aynı kimliği yeniden diriltmek " ihtiyacında değildir. Bu
batıl in anç,. bizim için doğaya, gerçeğe karşıt bir di
renmedir. Olüm süzce yaşam ak istediğimizin bir deli
lidir. Böyle bir yargıya kapılmak gücün d e olmayan
hayvanlar bu n oktada bizden üstün dür. Doğanlar ne
reye gideceklerini düşünmeden ölürler.
Ki şisel, tekil hayat için evrende bir ölümsüzlük
örneği göremiyoruz. Gen el hayat, evet bu, ezeli ve
ebedidir. Ama tek olarak kalmak, yaratan güce özgü
dür. Madde kuvvetin, isterseniz maneviyatın , elinde
demirbaş eşya gibidir. Ebedi oluşlarında daima biçim
deği ştirirse türlü beliri şler gösterir. Ama maya hep
odur. Bir kadavranın dağılan parçalarından yeni h a
yatlar fışkırır. Şu anda vücutlarımızı meydana getiren
unsurlar, bu evren fabrikasinda bize gelinceye kadar
kimbilir n e çe şit imalatta kullanılmıştır. Yaratana
şöyle bir soru sorulabilir:
(1) Güdümleri.
212
- Aman Allahım , ölüleri çürütüp dirileri bu ko
kuşmuştan mı yaratıyorsun? Biz göçmüşlerin mirasçı
sıyız . Ama onlar kimlikleriyle bizde yaşamıyorlar, biz
de bu kalıbı bırakıp gittiğimiz zaman parçalarına mi
rasçı olacaklarda yeniden kimliğimizi bulamayacağız.
Maya bir ama hayatın «identite»si< l ) başka: Ne onlar
bizdirler, n e biz onl arız. Doğanın bize bağı şl adığı ha
yat bir def�hktır. Biz gi tmez sek gelecekl ere nöbet
düşm ez< 2 > . Ol ünün kalıntı sı di riye dönüyor. Diri aldı
ğını yeni den ölüm e geri veriyor. Bu devamlı dol aşımı
herh an gi bir yerinde durdurmak kabil değil dir. Bu do
ğal deği şmez sebebiyle dünya ve ahrette aynı kimliğin
kesilmez, ebedi hayat sürm esine imkan yoktur. Do
ğanın kitleden ayrı imtiyazlarıyla öncü bilinen pey
gamberler, Tan rılaşmaya yelten en cihangirler ölümün
herkes için mukadder biçimin den başka türlü, i sti snai
olarak can vermemi şlerdir. İçin de yaşadığımız şu mu
sibet aleme kazık kakan bir tek in san görülmüyor.
Aynı kişinin ikinci hayatta dirilmesi konusun a gelince·,
anlatandan çok akl a inan anları kandırmak zor olu
yor. Ruh konusu i se , bu küçücük yazıya değil , kitap
lıkl ara sığdırıl am ayacak bir karı şıkhktadır. Yalnız
be den siz ruhun , ne teşrih <3) ma sasın da, ne de me
zarda hiçbir belirme şekli görülmediğini kı saca söyl e
mekle yetin ebiliriz.
(1) Kimliği.
(2) Sıra gelmez.
(3 ) Otopsi.
(4) Bedende.
213
]ayarak dinlendirmiyor. Yüzyılların yı k _ tığı ihtiyar bir
meşe ağacının çürümüş kalıntılarından saçılan oksi
jen m olekülü, yeni doğan bir �ocuğun -körpecik sarı şın
başının te şkilin e -karı şıyor. O lüm döşeğine uzan m ı ş
bir can çeki şenin sıkı şık göğsünden dağılan asit kar
bonik molekülleri has bahçenin güzel tarhında kırmı-zı
gül olup açılıyor. Hayat yasalarını böylece bir birlik,
bir kardeşlik yön etiyor.
Ebedi hayat ebedi ölüml e uzuvlanıyor< l ) . Tozl ar
yine tozlara dönüyor. Son suz uzaylardaki dünyalar bu
son suz h ayatın nur ve neşesiyl e durmayıp yenilenerek
dolaşıyorlar.»
214
gibi oldum . Toprak bu yalvaran saldırı şları merha
m etsiz bir inatla hep geri çeviriyor. Bu sahne ne .dir?
Can sız sandığımız varlıklarda gizli bir ruh belirti si
midir? Hareket var . . . S e si var . . . Beni derin düşün ceye
daldıran ifade var . . . Yazık ki Doğayla konuşacak bir
erginlikte değiliz. Onlar h er şeyi söylüyorlar gibi ; biz
anlamıyoruz.
Gözlerimiz, kul akl arımız h ayatın sır sakl ayan
kabusu ile bulanık dalgaların bu çırpıntılarında belki
geçirdikl eri sayısız deği şiml erin bin bir hikayesi var . . .
Ken dini yerlere çarpa çarpa yayılan bu matem töreni
belki �şlenmiş bir günahın kefaret<!) ibadetidir. Bugün
şu görünen bu dalgalar belki i şte odur. Hakkı , kull a
rını gücen dirmi ş günahkar.
"\
215
ÇOCU KL:A RA YASAK
216
- Ey, ne dediler? _
(1) Türlü .
(2) Boğazını .
·217
Hanım - Daha?
Recep - Dahası efendim , girenin abdesti bozulu
. yormuş . . . Ne bileyim ben . . .
*
Pencereden :
-- Kom şu Hanım, hu! . . . ,
- A canım . . .
- Efendin evde mi?
- Evde . . . Şehzadebaşı'n a o maskaral ar geleli bi-
.zimkini geceleri bir yere sahvermiyorum ki. . .
·
Hanım - . . .
Bey - Bir cevap verecek kadar da h aliniz yok
mu?
Hanım - . . .
Bey - Bilmeyerek bir kusurda mı bulunduk?
H anım - (Büyük bir e da ile) Estağfurullah ! Siz
kusurda bulunur musunuz hiç! Siz erkekler ne yap sa-
218
nız aynı keramettir, kusur ol sa olsa bizden . . . kadın
lardan çıkar . . . · Hem en azıcık _benzimi donuk görseniz
hemen hastalığıma yorarsın ız. Niçin bilmem ki? İnsa
nın biraz canı sıkılırsa hasta olması gerekmez ya!
Bey - Ne var, can sıkıl acak bir şey m i ol du?
. Hanım - Hayır, sizinl e ilgili değil. . . Kadınca bir
ı ş. . .
Bey - Can sıkın tısının kadıncası , erkekçesi olur
mu? Söyleyiniz, ben de anlayayım .
Hanım - Bizim oğl an . . . Şekip canımı sıktı . Tut
turdu ağladı . . . ağladı . . .
Bey - Hay yaramaz hay . . .
Hanım - Sizin le beraber oyun a gittiydi . Niçin
geri gönderdiniz bilmem ki?
B ey - İ şte aksi ol acak, bu ak şam oyun a çocuk
almıyorlar . . .
Hanım - Neden?
Bey - Ben de bilm em . . . İ şte münasebetsizlik bu
ya . .. Gürültü etmesinler diye galiba?
Hanım - Sokakl ara yapı ştırdıkları ilanlarda bu
gece i çeri çocuk alınmayacağını yazmı şlar da . . . S ebe
bini bildirmemişler mi?
Bey-Hayır . . .
Hanım - Siz içeri girdikten son ra sebebin ne ola-
cağını keşfedemediniz mi?
Bey - (Biraz gülümseyerek) Hayır. . .
Hanım - Neye gülüyorsunuz?
Bey - Gülmek suç mu?
Hanım - Ama anlamlı bir gülüş . . .
Bey - Haydi bakalım . . . B u gülüşten de bir an
· 1am çıkarınız.
Hanım - (Davranı şını birdenbire pek ci ddile şti
rerek) Bu gece sinemada size ne gösterdil er Allah aş
kına?
Bey - Hiç canım . . . Saçma sapan şeyler . . . Kırlar,
denizler, memleketler . . .
Hanım - Bu saçma sapan şeyleri çocuk da si
zinle birlikte seyredemez miydi?
B ey - Ederdi ama, n e bileyim ben , i şte onları
koymadılar . . .
Hanım - Siz istediğiniz kadar saklayınız. Bizim
kom şu efendi gitmiş. Ne gördüyse eve gelince h anı-
219
mına anlatmış. İşte bir daha erkeğini öyle yerlere sa
lıvermiyor�
B ey hanımın kızgınlık sebebini şimdi anlayarak :
- Çatkınhğınızın sebebi bu muydu?
Hanım - Bundan büyük bir sebep daha n e olabi-
lir.?
.
B ey - Ha, büyütünüz bakalım . . .
Hanım - Büyütm eye gerek var. m ı? 11ert bi r
adam sanız ne gördüğünüzü anlatınız bakalım . . .
Bey - Her· şey kadın a anlatılır mı ya?
Han1m - Kadına anl atılmaz, çocuğa gösterilmez,
kim bilir ne kepaze şeyler . . .
B ey - . . .
Hanım - Niye susuyorsunuz?
B ey - Aman ·H anım, sıkma beni . . .
·
,
. . .
2 20
- Söyleyiniz . . .
- Perdede bir kadın soyun du. Banyoya girdi. Bir
erkek de paravanın üstünden seyretti . . .
Hanım bayılır gibi bir halde:
-. Siz de seyr�ttiniz mi?
.
- Tabii . . .
- (Kı pkırm ızı bir yüzl e ) Tuuu utanm az! (İki
. eliyl e yüzün ü örterek ) Sus , sus , yeti şir artık . . . Fena
oluyorum . .
Hemen oda kapısın dan dı şarı fırlar. Bey, neye uğ
radığını bilm eyerek ahkl aşıp karı sı nın arkasından
bakakalır.
221
Ü FÜRÜ KÇÜ LÜ G ÜM
( 1) inandıracak .
(2) Fransa'da kutsal tanınan böyle bir mucize yeri. Emile Zola'nın
bu adla bir romanı vardır.
·
224
da dünya yüzün de yapılan iltimas ve rica ile iş görme
zaafına tutulmuş insanlara özgü bir huyçla mıdır? Ş a
şılacak şey . . . İyilik ve kötülük ondan geldiğine göre
çokluğun ıstırap · feryatlarına karşı bu tınmazlık Er
hamürrahimin yani merhametlilerin en merhametlisi
sıfatın a yaraşır mı? Uluhiyeti n< l ) saniyede geçirm ek
gücüne inandığımız bu zalim hastalıkları yeryüzünden
büsbütün yok etmesi gücüne de iınan getirm ek i ster-
. sek de . . . Bazı filozofları koyu koyu söyl eten karanlık
işler . . . Her zam an da hikmetinden sual olunmaz de-
yip geçilemiyor. · .
Ö teki d_ü ny.a daki cenn et, cehen nem . ilanın dan
sonra dünyada kull arı n a sayı sız hastalık azapları
çektirmekte ne hikmet var? İnanmakta ne kadar iyi
niyet göstersek de çekilen . h er ill etin bir günahın ce
za sı olduğunu kabulde vi cdanl ar baş kal dı rıyor.
Çünkü çok günahkarları, sağlık ve rahatlıkta; sayısız
masumları, sefalet ve azapta görüyoruz.
226
Şimdi kendi püfçülük serüvenime geliyorum. Hey
beli'deki evim yapılıyor. Büyük bir kaya parçasını oy:..
mak için külünklerle< l ) dokuz Kürt çalı şıyor. Ben de
bazen bir ken ara çekil erek dağ yaran bu Ferhatları
seyrediyorum . Gide gide artık onlarla dost olmuştum.
Hepsinin adını biliyorum. Bir salaş< 2) odal arı var. Ge-
· celeri orada yatıyorlar. Bazen ak şam paydosların dan
sonra o.nlarla görüşm eye geliyor, çoğu Birinci Dünya
Savaşında bulunmuş bu saf in sanların sohbetlerinden .
hoşlanıyorum .
Veli adın da sempatik bir Kürtl e özellikle do stum.
Veli yapı çalışm alarından başka aşağı m ah alleye de
uğruyor. Ufak tefek ev -i şlerimi de görüyor. Bir iki gün
başka işlere tutuldum. Yapıya çıkamadım . Veli de gö
zükm edi . M.e ydan da yok. Sordum . Hastal andı , çalı
şamıyor, ·dediler. Salaşa girdim . Veli yatıyordu.
- Nen var? dedim . ..
Ki rli bir m endille bağlı somtin gibi üfürmüş yan a
ğını gö sterdi . S onra da paçavral ara sarılı ayağını
uzattı . Büyük . bir tem el çivi si batmı ş, kemiğe k adar
derin i şlemiş. «Antisepsie»nin<3 ) ne olduğunu bilmeyen
bu zavallı Kürt, yarayı tam iki gün eskitmiş.
Eve dön düm . Veli 'nin halini anl attı m . Bizde ha
zi n e yağı var, sürünüz, bir· şeyi kalmaz, dedi ler. Bir
dalgınlığı m a rastladı . İyi düşün em edi m . Tem iz bir
sargıyla hazine yağını aldım . Tekrar kapıya çıktım .
Bu ilacı yaraya iyice sürüp bağladık. ·
Veli bel bel yalvarı şla ba�arak·:
- Yüzüm çok ağrıyor. Okumuş adam sınız, Beye-
fendi , ban a bir nefes ediveriniz . . . diye yalvardı�
Bu saf gönülü kırmamak için :
- Peki, otur karşıma, dedim .
B aş parm aklarımla iki şakağına bastırarak ah
tepeta patküta< 4 ) bir şeyler okudum . Ama Kur'an'dan
bir sure değil. Üç defa yüzün e püfledikten sonra:
- All ah şifalar versin , haydi gökyüzüne bak . . .
dedim.
(1) Cerahatli.
228
Belki aptalım. Bizde . romancılığı , şairliği tutul
maya değer bir meslek sananlar derecesinde aptal bir
adamım. Ama Tanrıya söz geçirecek güçte veliliğe
yükselmişlerden değilim. Böyle bir maneviyat gücüne
ermi ş olaydım, en önce dünyadaki bütün zekileri ap
tallaştırması için Hakk'a yalvarırdım. Sonra da tut
kulu ruhların düşündüklerinin karşıtı yeni bir düzen
kurardım.
Çok akıllılar Tanrısal sırları kurcalamayı i ş güç
edinmi şler. Aptallarsa gökten gelen buyrukları· ince
lemeden .geçerliklerine uydukları için Hakk'a daha_ ya
kındırlar.
.
Yeryüzünü rahatsız etmek için Halik-i Taaıa.< l )
Hazret�eri bile yaratmakta çok eli sıkı davranmakta
dır. Milyonlarda ancak tek tük bir azlıkta; ne yapalım
ki bu kadarı da dünyayı alt üst etmeye yetişiyor!
·
( 1) Yüce yaratıcı.
229
iNSAN Ç EKiŞTi R E N ESKi VAIZLE R
23 0
.
yasanlı<l ) tutu< 2 ) yeşili sarık, ipekli eflatun minta n,
turuncu geziye kaplı vaşak kürk ... Kanarya · sarısı çe-
dik<3 ) pabuç. . . ·
23 1
yok? Eyüp Al eyhi sselamın sağlığında vücudunu kurt
lar, böcekl er yermi ş . . . Yaralarında kaynaşan bu bö-
. cekler yere döküldükçe Nebi-i Mübarek, ecrinCl) en üs
tün noktasına ermek için onları eliyle toplar, yine vü
cut tarl asına salıverirmi ş . . . Yunus Aleyhi ssel amın ba
lığın karnında üç gün zikretmesi ( Bu balığın balin a
�
oldu nu İncil yorumcul arı yazıyorlar) . . . Elbette izma 1
ı
ritin ) karnına bir in san sığm az a . . . Tufan hikayesi ve
dah a bun l ara benzer · ibret alınacak kutsal olaylar
şeyhi n başlıca vaaz sermayesiydi . • �
1
(1) Sevabın.
(2) Küçük bir balık.
(3) Esirgeyen ve bağışlayandır.
(4) Bütü n.
(5) Gü nahkarlığa.
2 32
Dünya fani , ahret baki ( l ) . . . Vadeler erişip de AZrail
pençesini uzatınca karası kaybolmuş - gözleriniz ta-.
van a dikildikte, o zaman müminler cen netteki yerle
rini görürler, günahkarlar, n euzübillah<�> cehennemi . . .
Melekler cennete gideceklere yol gösterirken zebaniler
cehenn emliklere kızıl topuzlarını sallarlar. O zaman
aklınız başınıza gelir. Eyvah, dersiniz amma i ş i şten ·
geçmi ş olur. Ruhumuzu al an l ar canımızı al ı n ca iç"i
mizde imanını kurtarabilecek kaç ki şi var? Haram ye
diniz. Başkasının arkasın dan söyledin iz. Orucu, sala
tı unuttunuz . Üç dört kadın bir araya gelince h emen
kom şunuzu çeki ştirirsiniz. Bugün Ayşe Han1 mın evine
gi dip Fatma Hanımı çeki ştiri rsiniz . Yarın Fatma Ha
nımın evine gi der Ayşe Hanımın arkasın dan söyl er
.sin i z . Birin in arkasıl) dan söylem ek in san eti çiğne
mektir. ' Büyük günahlardan dır. Yarın ceza günü arka
dan konuşanların , tiyatrocunun dilleri!li zebanil er kız�
gı n maşalarla en selerine çekecekler . . . ille aktörl erin ,
ille o şan oda ( 3 ) karı, erkek alenen öpüşen maskara
lann Arap, Acem , Frenk, Çıfıt< 4 > , Çin gene kılığın a girip
de taklitle seyircileri güldüren lerin vücutl arı ebediyen
ateşte yan m aya mahkum dur. Onların küfürl eri n e
gül en l er de, gül dürenl er gibi , cehen n emde cayır . cayır
yan acaklar . . . Allah cüml emizi ı slah eyl e sin, şerden
küfürden korusun . . . Han ı m , sen -o ruca niyetl i sin
amm a kocan , kardeşin, oğlun ramazan d a oruç yer
ler . . . O mübarek gün de sen bu gün ahkarl ara öğle ye
m eği hazırlarsın . Hazırlam a gafil kadın , bu menfur
i şe el sürme . . . Darıl, kavga et . . . Lanet et . . . Hazırlar
san onların gün ahlarına katılmı ş olursun . Sen de bir
likte yanar.sın . Onl ar cehennemin· dibine, esfel-i safi
line< 5 ) inecekler. Bari sen ken dini kurtar a kadın ! . .
Zenginlerimiz daha küçükken Frenk terbiye si al sın
diye çocukların a paravana ( ! ) tutarlar. Daha minimini
yaşında gavurluğu iliğine işletmeye uğraşırl ar. Kırk
yaşına gelir, namaz surelerini bilmez. Fan fin fonu su
(1) Kalıcı.
(2) Tann korusun.
(3) Sahnede.
(4) Yahudi.
(5 ) En dibine.
23 3
gibi konuşur. Frenkçe konuşanl ar yarın ahrette dille
rinden kızgın çengele asılacaklar. '
23 5
Tövbeler, i stiğfarlarla, salavatl arla vaaz . son a
erer. Cemaatten olgun iki ki'şi arasında:
- Vaizi methettiler de geldim . Ama Hoca efen di
kendisi vaazına sermay� edindiği arkadan konuşucu
lardan daha çok in san eti çiğnedi< U . Tiyatron un , bi
lardonun , mösyönün , kokon anın bu kürsüde yerilip
kötülenmesin e ne gerek var? Bu çatının kutsallığına
hiç yaraşm ayacak hezeyanl arda< 2 ) bulundu� Resmi
yetki si ol an bir memur olaydım , dah a ilk sözleri n de
)
onu kürsüden indirirdim.
- Evet, doğru bastın, yan bastı n , sağa baktı n ,
sol a baktın günah . . . H e r davranı şımızın altın da bir
ceh ennem kaynıyor. Sözleri yukardan aşağıya h ep kö
tüleyi cilik, şöhretinin asıl sebebini de, camide, kür
süde değil ; onun hamamda, külhanda söyl enemeyecek
ağız bozukluğunda aramalıdır . . .
1
1
23 6
MI RNAV ... MI RNAV
23 7
parayla değilmiş . . . Söyletme beni , gözlerimden yaşlar
· geliyor . . .
Bu mektubu sana; torunum Seher'e yazdırıyorum.
Pek iyi beceremiyorsa kusura bakma yavrum. Kal a
kala o çocuğun eline, idaresine kal dık. An ası, yani ge
linim Emine, öyle m �nkafa oldu ki adını çağırsan ne
dem ek olduğunu anlamıyor. Kuçu kuçu desen köpek
ler gel ir. Pi si pi si de sen kediler ko şar. Adını işitince
bu, ters tarafa gidiyor.
AJ:'ı efendizadem , derdi m e neresinden başl aya
yım? Oyle bir mektuba . . . üç, dört kitaba sığmaz ki . ..
Allah ne verir de kul götüremez?
·
23 8
Sabah leyin başım kazan gibi şi şer. Tekrar tek
rarl arım : Hani mangal? Hani ate ş? H ani kahve? Cı
gara? Ken dimizi aldatmak için bu isimlerde birtakım
şeyler kullanıyoruz. Ama hi çbirisi o değil. . .
Bak dinl e : Ahbaptan biri «Mezarlıktan kozalak
toplayınız. Üç kozal akla iki fincan kahve pişer!» dedi.
Sabah karanlıkları kabri stanl�ra gittim . Kozalak de
ğil, mezarhkl anmızda yavaş yavaş selvi bil e bul am a
yacağız. En ufak ot parçasına kadar silmişler, süpür
müşler . . .
Yine ahbaptan birisi salık verdi . Bir bütün gaze
teyi ufak ufak yırtm alı. Sekize bölmeli . Birer birer kul
lanmalı. Bir ga.z etenin aleviyle böyle bir fin can kahve
pi şiyor, dedi . Den edim , sahi m altız< !) ocağında, i spir
todan iyi, güzel pi şiyor ama gazeteyi n erede bulmalı?
Tan esi kırk paraya çıkmı ş . Her şey çıkıyor. B en den
başka kıymeti on misli artmayan şey kalmadı ki .
Bizim komşu Nezihi Bey vardır. Gümrük üzerin
den tekavüt< 2 ) . Allah versin, vaktiyle tutmuş< 3 ) Ken • . .
yaşıyor ama bir deri , bir kemik kaldı . Eskiden biz onu
ciğersiz, mancasız ( 3 ) bırakmazdık. Şimdi sabahl arı
ayaklarimın arasında dolaşır. Birlikte mutfağa kadar
gi deriz. Tel dolap tamtakır. Kal aysız ten cereler sim si
yah ağızlarını açmı ş, öyle bomboş beklerler. Ekmek
çömleğin den bir iki kırıntı bulur, kedinin önüne ko
rum . Hayvan ocak sıvasından dökülmüş sa�ı lan bu
kara parçal arı i stemeye i stemeye kokl ar , koklar,
sanki, «Bu yenir mi? Benimle eğleniyor musunuz?» der
gibi yüzüme bakar. Ben bunun yenecek şey olduğunu
kediye inandırmak için bir parça alır, ağzıma atarım.
Boğazım yırtılır.
Tekir eskiden kamını doyurmak için delik, kovuk
başları bekler, Rabbim . n e rızık ih san ederse avla
nırdı . Şimdi kıtlıktan ötekiler de kalmadı . Açlıktan
birbirilerini mi yediler? Yoksa insanların ellerine geç
mekten korktukları için mi çekildiler? Ne tavan ara
sında bir tıkırtı, ne mutfakta bir gezinti. ..
Beyefendi, dikkat ediyor musun? Kı ş aylan ._g eldi,
bu yıl kediler daha kızm adı . Bilmem . . . Ak saray'daki
lerde yılbaşı naraları , · dam cümbüşleri başlamadı.
Ada' dakiler miyavlıyorlar mı? Ah, kırk yıl kıtlık ve kı
ran olsa bir kedi vardır ki on iki ayında kı.z ma zama-
nını bir dakika şaşırmaz . . . Kimler? Anladınız . . . Bu
havada ajurlu< l ) çoraplarla yan dekolte gezenler .. .
Zavallı parasız erkekler . . . Benim gibi di şsiz koca
.karılar . . . Basın Kanununda buna bir ceza yoktur ya?
Onların yerine bari ben bağırayım:
- Yar bana bir eğlence. Mırnav . . . Mırnav ...
243
lara vurulmuş · eski bir bin a h alinde o yığınl arın ara
sında kukumav< ! ) gibi otururum . Torunzadelerim ku
luçka . altın a sokulan civcivler gibi etrafımı alı rlar. O
kara n lıkta ben onlara masallar söylerim. Hepsini bir
bir öper, koklarım .
. . Derken küt . . . küt . . . küt . . . kom şu tarafın dan bi
zim sofanın kapl ama tahtal arı vurulur. Hani yine ne
var? diye yüreklerimiz ağızla !ım 1za gelir. Çoluk çocuk
koşarlar . . . Biti şik kom şu Zehra Hanım h aykırır:
- All ah rızası i çin . . . Bir limon kabuğunuz olsun
yok mu? Dam adı m Bozdoğankemeri'nde bir eve güvey
. gi rmiş . . . Klzım Hafize duydu , bayıldı .
Yediği n an eye bak ! Limon yirmi kuruşa çıkalı biz
onun kokusun u değil , rengini bi le u .n uttuk. B öyle
gün de bayı l m am anın bi r ç are sine bakmalı . . . Am an
yarabbi , azam etine . sığındım ! Harp , kıtlık, hastalık,
ölüm , hiçbir şey. . . Hiçbir afet bu gen çleri azgınlığından
durduramıyor.
Sevi şm e, mektupl aşma . . . . Aşiftelik, fingirti gırla
gidiyor. · sen gül gibi karının üzerine git de, bilmem ne
rede güvey gir . . . Cebi delik müsibet . . . On dan on para
m asraf istemediler. Hazır ev, h azır yiyecek, hazır giye
cek , h azır k arı . .. Kollarını sall aya sallaya gel . . . sal
laya sallaya gi t . . . Yüz verdil er. o·ğl an ı şım arttılar!
Şımarttılar! Şım arttıl ar! Ken dini.. m atah san dı . Gitti ,
bir daha evlen di. Ama ona varan kadının aklı var mı?
Dünyanın hal i , düzeni deği şti . Şimdiki zamanda er
kek kalm·adı . Kimya oldu, kimya<� ) . . . Karıdan bol n e
v�r? Erkek olsun " " . da kör ol sun , topal olsun, zürriyete
. ( )
k a d ır 3 ya, b ı ttı . . .
'
.
Beş karı bir erkeği bulsal ar öpüp başlarına koya
cakl ar. Sokak kapımız çal ın dı. Mücellidin<4 > kızı Nu-·
riye üç gecedir menzil üzerinde< 5 > ağrı çekiyormuş. Bir
avazı yerde, bir avazı gökte . . . Rabbim ruh sat verme
yince kurtulması kabil mi? Ebe, hekim, lavta< 6 > hiçbiri
para etmemiş. Kur'an-ı Keri'm okuması için oğlum Sü-
24 4
l eym an Efendiyi çağırıyorlar. Öyle zam anda bilmem
h an gi sure-i şerife okunursa Rabbim kolaylık h azır-·
l arm 1 ş. Mahallenin haline bakınız ki , benim cahil oğ
lan d an başka okuyacak in san kalm amı ş . Şun u de
m ek i stiyorum ki kan. tufan ı. olsa yine i n sanlığın bu
gibi ol ayl arını durdurmak kabil ol amıyor. Gen çler se
vi şecek, erkekler evlenecek, kadınl ar doğuracak, kü
çükler büyüyecek, benim gibi kocakarılar h ayzın dan(!) ,
feyzin den kesilecek, çenel eri düşecek , böyl e söylene
cekl er, gen çl er e·ğlen ecek . . . İ şte dünya böyle bir d evir.
Ben n eler bi lirim am a söylesem kocakarı tan dırn a
nı e si diye zekl en irsiniz. Si ze lakı rdı söyl eye cek ada
m ın başın da ya bohça kadar sarığı olm alı , ya da soba
borusu uzun luğun da şapkası . . . Büyük kafadan çıkan
l akırdı elbette büyük olur, din leniT . . .
, A, dur . . . sahi . . . söyleyin . . . Kocakarı deyip d e beni
zam an ın h alin den habersiz mi sanıyorsun uz? Sek sen
yıl yaşadım . Ama o geçmi ş ömrüm meğer hiçm i ş . Bu
son dört . beş yıl .içinde görüp öğren diklerim beni adam
mı etti? Adamlıktan mı çıkardı? Bil emiyorum . Herkes
de benim gibi oldu.
B i r parça zeyti nyağı bul aqi ldi ğimiz ak şam l ar
pam uktan softa fitili yapıyorum . Kan dil yakıyoruz .
Güya evde donanma( 2 ) varmı ş gibi sevin çle çoluk çocuk
etrafına topl an ıyorl ar. Baba Cafer türbesinden daha
loş am a her gece zifir gibi karanlıkta oturd�ğumuz
dan , bu bize şenlik gibi ·geliyor.
Çocuklarla başa çıkamıyorum . Hep si aç . . . Toru
numun bir tan esi geçen akşam eline bir dilim ekmek
geçirmi şti . Kan dilin yağına batırdı, batırdı , yedi . Se
si mizi çıkaramadık. Çünkü oğl an ın yağlı yem ek gör
düğü yok ki. . . Utanmasam kan dil yağını ekmeğe ka
tık etm ek n asıl oluyor diye ben bile den eyeceğim.
· B en den b öyle bir ders görürlerse sonra çocuklarla
başa çıkamam diye korkuyorum.
Hey Beyefendi h ey, biz şöyle böyle geçiniyorduk.
lttih atç.ı çapkınl arı bizim gıdarnızdan ç aldıkl arını
bankalara yatırqılar. Geceleri evlerimizde yakacak bir
24 5
kör kandi l bulamadığı mız şu sıral arda hala onların
otomobillerine kullandıkları benzinlerin m asrafı kim
bilir kaça varıyor?
Bizi bu hale getirenlerin biraz utanm aları ol sa
öyle fort fort otomobil tantan asıyl a değil , yüzü açık
· sokağa çıkm aktan bile ar e derler. Hangi suratla h al
kın yüzüne bakıyorlar? O servetin on lara babaların
dan kalmadığını v e kanun i, medeni bir ticaretle . ka
zanılmad1ğln1 bilmeyen var mı? Rabbim on ların yüzle
rin e duygulu deri yerine sahtiyan geçirmiş. Utanm a
yanın neden çekinmesi olur?
246
HOROZ Ai LESi -Sİ N İ R Lİ HA N I M I N M E KTU B U
(1 Çok eşlilik .
247
böyledir. Bu yargının alınm asında oyu alınm ak üzere
kadı n da toplantıda bul un mu ş ol s aydı , kendisi ne
dünyada ve ahrette n e kada.r sevap ve armağan vaat
edilirse edilsi n , hiçbir kadın aile ocağına, kendi sinin
bütün hakların� yarı yarıya sahip bir ortak getirilme
sine rıza gösteremezdi .
Kalbini üç dört kadın arasın da parçalayarak bö
lüştürmeye uğraşan bir erkekten n as1l aile samimiyeti
beklersin iz? Erkeğin sevgi sini ç oğaltmadaki sebebi
nedir? Çoğunlukl a sırf. şehvani zevkidir. Bu gerçek bü
tün açıklığıyla görünüyor.
Bütün te'viller<l ) bo şun adır. Bun da, erkeğin zev
kini oburca tatmin den başka aile saadetini sağl aya�
cak bir fayda, bir hikmet seçemiyorum.
Bir çiftlik sahibinin seksen in eği olabilir. Aile ör
gütü büyük baş hayvanlar h esabı üzerin e yürütüle
mez. Bir ail e babasın ın s eki z karı sı olm amalı dır.
Böyle horoz yaratılı şın da bir kocaya· eş olan m utsuz
· kadınl arın. di şilik kıym etince · k ümesteki �avuklardan
ne farkları kalır? Erkeğe oran l a kadını bu derece bol
sayı şta hak ve · adaletle i lgili hiçbir nokta görünmüyor.
Dünya yüzün de erkeğin sayı . ca k adı n d an dörtte bir
oranında az ol duğun u han gi i stati stikl t ispat e· debi
lirsiniz? D ört beş kadınla evl en m ek sünn et-i seniye
sine<2 ) uyarak, eğer her erkek kesesini müsait bulaydı ,
ey erkekler, sizden sorarım , sayıca eşit olarak doğdu
nuz kadınlan aranızda nasıl bölüşeceksiniz?
Kı skan çhğınız pek aşırı dır. �üzyıll arca pen cere
leri sık · kafesler, hareml eri kale duvarlarıyla örerek
kadını dünyadan ayırdınız. Karılarınız, kaşaneleri
nizde altın kafesle:rde çırpın an kan aryalardan, gözleri
gön ülleri eğlendiren o süs kuşlarından farkları yoktur�
Kadın hayatı bileydi, özgürlüğü elinde olaydı, o yaldız
lı hapishan elerde acaba bir saat durur muydu?
Siz bu kadar kı skan çsınız da kalbinizin dörtte,
beşte, onda birini sunduğunuz kadından ne vicdanla
tam bir sevgi ve samimiyet i steyebilirsiniz? Kıskan ç
lık, erkeğinki kadar kadının da yüreğini yakan bir
ateştir. Niçin kendi n·efsinizle ölçmüyorsunuz? Kadının
25 0
E R K E G i N Ü STÜ N LÜ K R EÇ ETES i
Şeh suvar · Bey kadın deyi miyle dalyan gibi bir de
likan h . . . Boy bos, vücut, en dam , k aş, göz yerin de . . .
Akı 1 , zeka, görgü, tah sil parlak . . . İki yı lhk evli . . . Ha-
nım da her yönden Beyin hemen küfvü< 1 ) , den gi . . . İ s-
tanbul' da benz erin e çok rastlanmaz bir . çift. Durumun
dış yüzü böyle . Bir de bunun i ç yüzü var. Yekta Ha
nım çok asabi, kocasına düşkün ve kı skanç. Ama el
den geldiğin ce renk vermemeye, derdini h azma ·uğra
şıyor.
Kadının erkeğe üstünlüğü üzerin e kitapl arda,
okuduğu; yaşlı , t'e crübeli h anımlardan i şittiği kural
ları topluyor, kendi evlilik hayatına uygulamaya çaba
hyor. Şeh suvar Bey, karı sının birçok garip ve e srarlı
davran1 şl arın a, gi zl i uğraşl arın a, · tuh af tuh af dalgın
hkl arına dikkat ediyor, ama o da bu dikkatlerin i sez
dirmemeye çalışıyor.
Son zam anları nda üç şey Şeh suvar Beyin pek
dikkatini çekmi şti . Masraf pusulasında gördüğü pı
rasa sarfıyatının çokluğu, bir . . . Gece yatakta Hanı.
mın , ba şı altı n a içi ot dolu küçük bir yastık koym ası ,
iki . . . Al çak ökçeli ayakkabıyla ken di başına köşkten
çıkarak tenh a yerlerde bir iki saat dolaşması, üç . ..
B eyefen di , bu üç m erakını halle debilm ek i çi n
başvurulması gereken çareleri denemekten geri dur
mamı ştı. Uşağı çağırdı :
- Hasan , biz evde o kadar çok pırasa yemiyoruz.
Pusulada görülen günde bu okkalarla pırasal ar nedir?
H asan kızardı, bozardı, kekeledi. Sonun da:
- Efendi m , sebebini bildireyim . Ama laf ara
mızda kalsın. H animefendi duyma sın . . .
- Peki , öyle olsun. Söz veriyorum.
( 1) Eşi; dengi.
25 1
Uşak başını arkaya çevirdi . Oda kapı sına b ak
tıktan sonra iki adım daha Beye yaklaşarak:
- Efen dim , H anımefen di ı smarlıyor. Bu pırasa
he sabının masraf pusulasında gö sterilmemesini de
emretmi şti . Ama n asıl olmuş da geçmiş, bilmem?
- Hanımefendi bu kadar pırasayı ne yapıyor?
- Galiba ilaç yapıyor efen dim . . ..
- Peki , h_a di çık . . .
Okkalarl a pırasadan n e il aç yapılır? Acaba Yekta
Hanım o zeka ve tah siliyl e üfürük çül ere, büyücülere
mi gidip gelmeye başladı? Kadın aklı bu . .. En yüksek
olanın ın ciddiliğine i n anılmaz. ·
·
252
Şehsuvar Bey h afif bir baş ağrı sı bahanesiyle bir
gün adeti olmadığı hal de kalemden erken dön dü. Ka
rı sı nı evde bulamadı . · Soyunm ak içi n yatak odaların a
çıktı . Bakışları öyle bir şeye ili şti ki gözlerine in an a
mayacağı gel di . Karısı , yazıh anenin anahtarını üze
rin de un utmuştu� Küçük, z arif . anahtar, kırmızı kur
dele bağıyla ki lide sokulu kalmı ştl . İn san en çok ihti
yatı gerekti ren 'ş eyl � rde bazen öyle deh şetli faka ba
sar.
Şim di koca, karı sının bu sır mahfazası önünde
durdu. Evet, açm ah mı? Açm am alı mı? Karı s\nın sır
ları nı öğrenm ek i çin fırsat bulmuş bir kocayı h angi
vi cdan en di şesi bu araştırm adan alıkoyabi lir? Nika
hıyl a bağlanmış, tek vücut olmuş iki yaratığın birib.i
rin·e karşı kesin ve ci ddi sakhhğı gerektiren n e sırları
olabilirdi? Dünyada kanlık kocalıktan büyük ne gizli
lik olur?
Şeh suvar Bey, aklın a gelen bu yol da sorulara hep
ken din'tl en yan a karşılıklar bul du. Vi cdanının pek de
rin1ni eŞel eyerek an ahtarı çevirdi. Yazıhaneyi açtı .
Karı sının bütün özel " evrakını karı ştırdı . T a okul
öğren cilik hayatından kızlık zamanın a kadar olan bir
çok rn asum sı rl arını öğren di . Yazıh an esinin gi zli bir
gözü olması gereki rdi . Onu aradı buldu� Eline geçen
kağıtlardan işte bir tanesi : ·
«Gülfem Hanım tertibi :
«�ütün Türk kadınlan , kardeşlerim, size sesleni- ·
yorum. Sizi istibdatları altında tutmak için erkekl eri n
bin silahı vardır. Sizjn se onlara karşı üstün gelmek
için al et ve savun m anız sadece gen çliğiniz, güzelliği
nizdir. Biricik uğraşınız, bu aletin pastan· , bozulmak
tan korunm asına sarfedilmelidir. Sabahleyin kalkınca
hemen aynaya koşunuz. Çünkü ömrünüzün üzerinden
geçen bir gece, yılın üç yüz altmış bu kadar günlük bir
aşamasını daha yürümüş olmanızı gösterir. Bir kadın
için bir gün ; bayatlamak, ihtiyarl amaktır. Çünkü on
dört yaş ı nda körpecik bir kız dakikaların birikm e siyle
acuze · olur. İ n safsız zamanın saniyeden saniyeye sizi
uğrattığı yıkıcı deği şm eyi .on armaya koşmakta bir · an
gecikmek, güzellikçe intihar etm ek demektir. Bugün
ayna yüzünüzde dün olmayan fazla bir çizgi gösterin ce
hemen onu yok etmenin çaresini aramalısınız.
25 3
«Size verecek O n Emrim yani on tenbihim var.
Bunlar bana güze.l lik tahtında yıllarca saltanat süre
rek dünya h akimi olmuş bir k adından miras kaldı.
Hep sini kendinize uygul am akta başarı gösterirseniz
dünyanın sevgilisi, kocanızın Tanrıçası olursunuz.
«Birinci si : Hafif mide ile erken yatınız, içi şerbet
çiotu çiçeğiyl e doldurulmuş bir yastığın üzerinde uyu
yunuz.
« İkin cisi : Gece döşekte kitap okumayınız, gözleri
nizi sarı yonca çiçeğiyle yıkayınız.
«Üçün cüsü : Kl şın sabah leyin kalkınca altı porta
kalın suyunu ve sonbaharda bir bardak taze ve hali s
şıra ıç1nız.
. . .
(1) Alçalc.
254
defa beğen dirmi ş olmak gururuyla a sl a başın ız dön
mesin . Evlilik döşeğinden yorgun, doygun kalkan bir
erkek, dı şarda rastl ayacağı güzellikçe sizden aşağı
kadınlan d ah a çekici görmek tehlike siyle yan ınızdan
uzaklaşır.
·
25 5
«Yedincisi: Hafif gülsuyu banyosuyla gözl erinizin
genç, çekici ve parlak b. akışını koruyunuz.
«Sekizinci si : Kocanıza ken dinizi pek sevdirmeyi-
nız.
.
25 6
�Kadın sizi çekiciliğiyle zehirlemeden önce kanı
nızı buna direnecek panzehirle aşılayınız. Onların si
lahlarına karşı siz de silahlarınızı çekiniz. Aynı aletle
savaşınız.
«Güzide Hanım düzenlediği reçetede «Ülkeleri yö
neten siyaset dehası göstermiş kraliçelerin bazen çe
kici bir çift kumral bıyığın önünde dirençsiz kaldıkla
rını» söylemiyor mu? İşte bu Hanımın . kendi cin sine
verdiği dersten biz de kendimize bir ders çık�ralım.
Avrupa edebiyatçılarından biri diyor ki: «Kadın kedi
. tabiatlıdır. Sevmek istediğiniz . zaman - sizden kaçar.
İstemediğiniz bir anda gelir, sürünür.»
«Yüzlerce kadının gönülleri üstünde her zaman
üstün bir başarıyla sultanlık etmiş, aşk zaferleriyle
ün yapmış, tecrübeli bir erkekten dinlediklerimi kendi
kadınlık hakkındaki görüşlerimle karıştırarak aşağı-_,
daki emirleri ilgililere arz ediyorum :
«Birincisi : Evlenişinizin ilk günlerinde kadının
üzerinize açtığı büyüleme ate şi ne kadar şiddetli
olursa ol sun yenik görünmeyiniz, erkekçe vakar ve
ciddiliğinizi koruyunuz . Hatta cinsel isteğe karşı eli
nizden gelebildiğince perhiz yapmaya çalışınız. Çünkü
evlenmenizin ilk günlerinde kadınla karşı karşıya ku
rulacak duygu ilişkinizin, evlenmenizin daha sonraki
günleri üzerine etkisi büyük olur. İlk günlerde kadına
dandini bebek hoppalığı gösterir ve onun her istediğini
yapma fedakarlığına hazır olduğunuzu anlatırsanız
çok çekersiniz. .
«İkincisi: Kadına karşı daima siz etkin olmayınız.
Onun bu isteğinizi kabule hazır · olduğunu gözlerinde
okuduktan sonra buna cesaret ediniz. Ve bırakınız,
bazen okşayışlarınızı sizden Ö dilensin. Bazen de bu
dilenciliğini anlamazlıktan gelerek onu üzünüz. Hırçın
ve isteksiz zamanlarında kadın dan lütuf beklemek
onu şımartmak ve itaatsizliğe alıştırmaktır. Bir kere
ters geri çevrilen erkek ikincisine uğramamak için
tedbir almazsa en zayıf damarlarından yakalanmış,
dizginlerini kadına kaptırmış olur.
«Üçüncüsü: Onların den sizliklerine meydan ver
memek için ara sıra siz, hiçten bir mesele çıkararak
hırçınlanınız.
25 8
riyorsunuz . Sil ah düşman · için i cat edilmi ştir. Dosta
yöneltilemez. Erkeklerin yalnız sevgil erini . değil, . saygı
l arını da kazanmayı bilmelisiniz. Güzellik çabuk ge
çer. Yürek güzelliği devamlıdır. Güzelliğe olan aşk
onunla birlikte yıkılmaya mahkumdur. Samimilikten,
saygı dan doğan gerçek aşk kalple birlikte yaşar. Her
kadın otuzundan sonra · güzelliğinin sönmesiyle koca
s1 n1n sevgi sini kaybedecek se in sanhğl n h alin e · yaz1k
olm az mı? Hanımlar, yaşl arınız ilerleyip de herkesin
kay1ts1 zhğıyla karşı karşıya kaldıkça, yürekleriniz faz
l a tutkul ardan temizlen dikçe karı koca ruhunun birbi
rin e samimiyet ihtiyacı o zaman artar.
«Yıpratıci , yıkıcı yılların yüzümüzde yapacağı çiz
giler masajla giderilemez. Aldanmayınız . Gözlerimiz
den sön en gençl ik ateşin i hiçbir gül suyu banyosu ye
n i den alevlen direm ez . Yüzlerimizden kaçan gen çlik
tazeliğini hiçbir Lokman ilacı geri getiremez. Ağzınızın
gülmesine ka.tılmaktan gözlerinizi ne kadar · alıkoysa
nız da vakti gelin ce onlar yin e buruşur. Yaşayan ihti
yarl ar. Doğa yasası
. böyledir. Bu alemde aynı h alde
kalan hiçbir şey yoktur. Gen ç kalmak i stiyorsanız ne-
fes almayınız.
·
25 9
«Analık büyüktür. Çünkü evrenin temelidir. An
nemi düşündüğüm zaman hep bir minnet titreyişi ve
saygıyla sarsılırım.
·
26 0
H A N I M LA R I N ÖKÇ ESi - B EY L E R i N Ö FK ES i
26 1
aile fertleri hep birden köpürüyor. «Çıldırmış bu herif!»
diye şaşılm·akl a birlikte her ağızdan bir ayıpl am a fır
lıyor. İskarpin sahibi hanım :
- A, büyük sözüme tövbe . . . Yalınayak gezerim
de · yine bir ökçenin yapı ştırılmasına bir lira vermem . . .
Sözleriyle öfkesini açıklıyor. Öfke ile savrulan söz
lerin söylenmeleri , tatlı oldukları oran da gerçekten
yapılm alan kabil değildir.
Ne evde mahpus kalınır, n e de yalın ayak sokağa
çıkılır . . . Kun duracıya bir h aber daha gönderilir. «Fiyat
n1 aktu»Cl) kesin cevabı gelir. Ail e ar&sın da bir ikin ci
· öfke sağn ağ1 kopar. Yen i i skarpin al ınmasına karar
verilir. Ama üç aydan beridir fiyatlarda yan yanya bir
yüksel me görülür. Kopuk ökçenin yerin e konması i çin
bu kez bir başka kunduracıya baş vurulur. Ücret h ep
o . . . bir lira . . . Herifl er sanki birbirl er1nin ağızlarına
tükürmüşl er. Am a bu seferki kun duracı İngiliz parl a
mento üyel eri gibi açıkl am akta h asi slikte bulunm az .
Şu tafsilatı verir:
- Ökçe birkaç parçaya ayrılmı ş. Sağlam · i sJ<,ar
. pinde�j ökçe örn eğine uygulanarak bir yeni si yapıl a
cak . . . Uzeri , ayakkabının cin sine göre, glase, podösüet
vb. i l e kapl an acak. Bu ökçe yapılın caya kadar onu
·yapan kaç defa acıkır? Ve sika ile bin şükür, ekm ek
buluyoruz. Am a duyuyor musunuz? Okkası 150'den
aşağı var mı? Hani ya bu ökçenin kerestesi , çivisi, de
risi? Hep bunlar ateş pahası . . .
He.rif haklı gibi. Yelkenini suya indjren hanım :
- Aman usta, bu sefer iyice yapıştır da bir daha
kopm asın . . .
Herif bu konuda kuvvetli güvence vermez. Yalnız
ökçenin nazik kullanılması tavsiyesinde . bulunur.
Bu, ökçenin ekonomik yönü. . . Bunun bir de sağlık
yanı var. Sanki bu ökçeler zavallı kadınların nazik a
yaklarına işkence edilmek için düşünülüp de öyle icat
olunmuş . ..
Moda hazretleri ·i radesini ferman buyurunca buna
karşı akıl ve mantık, sağbeğeni yok oluyor. Fakiri,
ze;ngini , güzeli, çirkini h ep onun esiri, haraç vericisi.
Bu despot, herkesi güzel , acayip biçimlere sokmak cü -
262
retini , kuvvetini ken din de buluyor. Ama önün de yine
boyun eğiliyor, çoklarını çirkin, bazılarını gülünç edi
yor. İcat edilen i şken ce_ aletlerini herkes başına, ayağı
na, vü cuduna memnunlukl a giyiyor. Ne ekonomi, ne
sağlık bilgi si bunun önüne geçebiliyor.
·
26 3
baskıyla n e biçim aldığını h ekimler türlü resimler, fo
toğrafl arla gösterdiler. «Yaradan bu organl arı sebep
siz yere in sanın · göğsün e, karnına doldurmamı ştır.
Bunl arın · h ayatı sürdürme e·m rinde yap acak pek
· önemli görevleri vardır. Korse onl arın bu görevlerini
serbestçe yapmalarını engelliyor» diye bar bar bağırdı
lar . . . Büyük · şikayetler karşı sında kadınl ar korsel erini
birkaç numara dah a sıktıl ar, gevşetmediler.
Bugün korseler gevşerse bu, yine modanın emriyle
olur. Sağlık bilgilerinin buyruğuyla değil . ..
Sekiz on yıl ön ce si birer küçük ·k azan biçiminde
çırkin , gudubet< l ) şapkalar m o d a olmuştu. B unlar
başlara, kebap şi şl eri ka. d ar boylu ve birer uçl arı to
puzlu, uzun iğnelerle tutturuluyor ve sivri uçları birkaç
parmak şapkadan dışarı da duruyordu. Vapur, tün el ,
tiyatro gibi kalabalık yerlere girip çıkarken bu moda
mızrakları ne kadar kişinin burnunu, yüzünü, ağzını ,
gözünü şi şledi? Ne üzücü kaz alara sebep ol du. Gaze
teler n eler yazdıl ardı? Ne yapalım ki cinayeti yapan
kadın , cin ayet al eti de onundur. Bu - ikisinin karşı-
sında akan sular durur. ·
Ayakkabılara ökçe konulması Milattan sonra XV.
yüzyıhn sonların a doğru başlamı ş. Kadınların bu tek
ayaklı nalın üzerin e binm eleri yeni değil , pek eski ve
tarih sel bir ol ay . . . Bu yüksek ökçe m odasının Fransa
kralların dan XV. Louis zam anına götürülmesine bakı
lırsa bunun yüz otuz , yüz kırk yıllık bir gariplik ol
duğu anlaşılıyor. Demek o vakitten beri bu m oda za
m an zaman parlamı ş, sönmüş XV. Loui s zam anına
kadar ökçeler koni biçimindeymiş, sonra o zamanın
modasına uygun biçimi almı ş. Ve kim ne derse desin,
bu hayat bütün facia ve gözyaşl arıyla birlikte baştan
başa bir komedidir. İnsan mutsuz ve elemler içinde de
olsa yine bu hayatın gülünçlüğü içinde dir. Çünkü
mutsuz olmayan tamamıyla arif olamaz.
Yaşadığı sürede «Le bien-aime» yani «Sevgili» diye
anılan bir hükümdarın 1774'te ölümünde kötü yöne
timinden pek yılgın ve usanmış kal an h alkın bu
ölümü bir bayram günü saydığını tarih yazıyor� Bütün
Fransa türlü felaketler .i çinde yüzer, savaşl arda mem-
(1) Biçimsiz.
264
leketin bazı bölgeleri elden. giderken kralın hesapsız
metresi ve hizmetçil eri son suz israfl ar yapıyorl ar ve
modal ar i cadıyla uğraşıyorl ar,. bu uz un ökçelerin üze
rinde Fransa'yı da, hüküm darını da uçuruma yuvarlı
yorlardı.
Kötü ahlak çirkefinin bir kaza taşkınlığı gibi tah
tın ilk basamakl arına kadar çıktığını yazan zamanın
Voltaire, Mon tesquieu , Rousseau gibi büyükl eri XV.
Louis aleyhinde hep birden kalem e sarılıyorl ar. Ama
sonra kabak XVI. Loui s'in başına patlıyor.
Bir buçuk yüzYJl sonralara kadar in sanhğın garip
lik düşkünlüğün den kurtul amadığı bu uzun ökçeler
bize gerçekten XV. Loui s'den kalma yadigarsa �en de
onu çeki ştiren kal abalığa katılmaktan kendimi ala-
mayacağım. .
Geçenlerde en usta h ekim ve hünerli operatörl e
rimizden birinin elinde bir kroki gördüm :
- Paşam, bu nedir?
- Uzun ök çeyle salına sahna gezen hanımların
vücutça anatomi bakımın dan al dıkları an ormal , aca
yip biçim ...·
- Bu ökçelerin vücuda zararları var mı? .
- Büyük . . . Doğaya ve n orm ale karşı olan h er şey
qir zarardır. Bunu biliriz . . . Topukların altında böyle
çıkıntıya gerek olsaydı doğa orada birer kemik yetişti
rirdi. İnsan vücudu hiçbir in san mühendisin akıl erdi
rem eyeceği kan şıkhkta, pek . in ce bir makin edir. Hal
kın bir ihtiyacını modacının akıl etm e sine ihtimal
vermek budal aca bir küfürdür. Tanrının bizim oyla
rımıza göre insan yaratması gerekseydi, Avrupalıları,
baz en korseli, bazen lal akoklu, b�zen uzun ökçeli ;
Çinlileri m atruş bir kafa ortasında yalnız bir örgü
saçlı; Afrikalıları kulakları , burunları, dudakları hal
kalı, küpeli, çivili, boncuklu . . . yaratm ası ; her hafta
yaratılış faturasının in sanları moda cinn etlerine göre
değiştirmesi gerekirdi. Oyları eri şebildiği şeyleri hep
çorbaya çeviren insanl arın işe burunlarını sokmala
rından yaratılışımızın korunmuş kalacağını ne kadar
i stesek azdır . . . Doğa elinin vücudumuzu düzenleme
sin deki biçime razı olam ayarak biçim değiştirmeye
uğraşanlardan birtakımları da böcek gibi kara kaşlı,
26 5
kara gözlüyken saçlarını altın san sına boyayan esmer
kadınlardır. Boya ile, yaldızla hiç hindi tavus olur mu?
Doktorun önüme koyduğu kadın kroki sine dik
katl e baktım . Yüksek ökçe üzerin de duran bir vücut
gerçekten normal dikey duruşunda değildir. Hem en
hemen bizim dört rakamına benzer birkaç açılı hele
zoni bir biçim almı ştır. Yüksek ökçe üzerine bin en ba
cağın . topuktan dize kadar olan il� bölümü (baldı r) ve
kav�] kemikl eri öne doğru çarpılmış ve dizden yukarı
tarafı (uyluk kemiği) geriye bükülmüş, vücut bel kı s
mın dan son ra tekrar öne · eğilmiş. Alın size m odanın
«kambure vücut» adını verdiği bir insan; kargacık bur
gacık . . .
Modanın delice merakı , vücudun biçim ce daima
norm alliğini doğru yoldan saptırmaktır. Sağlığa uygun
ökçe, al çak ve topuğun eğikliğiyl e uyuşacak geni şlikte
olmalıdır. Erkek ökçelerinin· topuğu böyle ise de kadın
ların kil er bunun tersidir. Yüksek ökçe modasının ka
dın l ar arasın da bu dere ce h o ş karşılanm ası · kı sa
boylu kadınl arın çokluğundan ileri geliyor. Dikkat
e.diniz, en uzun ökçel eri en kısa kadınlarda görürsü
nüz. Kadın ökçeleri topukl arın geni şliklerine uyacak
biçimde yapılsa upuzun birer silindir şeklin de, pek bi
çim siz bi rer görün tü alacağın dan , bunları in celti p z�
rifle ştirm ek ve sonra da «lui - kenz» ( l ) , yok «fran suva
promile», bilmem ne gibi adlarla modadaki ö nemle
rine birer şatafat vermek gerekiyor.
Yüksek ökçeler ayağı pek çok ön e bastırıyor. Vü
cut denklemini bulmak için eğri büğrü bir biçim alıyor.
Beden eğiliyor. Her sarsıntıda omurilik burkuluyor.
Bir başka sakınca da pek fazla gerginleşen çorap
ların çabuk yırtılmalandır. Bisikletçilerin l astik pat
laması kazasına karşı çantalarırıda onarım aletleri
bulun durm al arı gibi hanımlar da yanlarında iğne ip
lik taşıyorlar. Çorap açılır açılmaz, tramvayda, va
purda hemen yırtığı kapatıyorlar.
26 6
Tarih haber veriyor ki, bir zamanlar Avrupa sa
raylarında kırmızı ökçe modası varmış. Bu bir belirti
dir ve asillik sayılırmı ş. Bizim hanımların bun dan
haberleri yok. Onlar şimdilik ökçeleri değil , burunla
rı n ı kı rmızıya boyuyorlar. Koyu koyu sürmelerle �Ih
morlu ucubeye dönüyorlar.
Uzun ökçe dol ayı sıyl a cin si latif üstün e yergileri
m izde biraz il eri vardık. İşte onl ardan birini, h em de
pe.k kızgın ol arak karşımda gö rüyorum . Bu zarif i s
karpinlerden bir tekini elin e alıp sivri ökçesiyle sura
tım a doğru öfkeyl e sallayarak:
· -
· Görüyor mu sun bun u? Vallahi şimdi fı rl atı
rım . . . Susacak mısın?
- Aman efen dim , m erh am et. . . İşte susuyorum . . .
Ama çorabınızın �rtığı görünüyor!
267
B İ R AÇI N G Ü N LÜ G Ü N D EN B i RKAÇ YAP R AK
26 8
kasaba, fırına giden , düzcesi evin uşaklığını eden hep
ben . . . Yaşamak için diploma değil, vücutta kuvvet, bi
raz da utanmamak lazım . ..
İşe biraz ağır davran sam , «Tahir, sen de amma
tembelleştin ! Sana in sanlık olsun diye kutu gibi mah�
fuz( l ) oda ayırdık. Ayda beş lira kirayla oraya birkaç
i stekli var. Gözlerini aç, sonra sokakta kalırsın h a!»
teh di di hazırdır. Bu sokakta kalmak Sözünün korku
sunu ancak onu maddeten denemiş olanlar bilir. Yıl
dızl arı sayarak gökyüzü tavanı altında yattığım gece
ler çok ol du. Ne kadar n amuslu ol sal ar, böyle yersiz
yurtsuz kalanların hallerin den zabı ta ve herke s kuş
kul anı r. Namus, değerli mücevherler gibidir. O mah
fazal ar i çinde saklanır. Açıkta kalınca itibarı bozulur.
Onun sağlamlığına güven kalmaz. Açıkta kalanlar,
kovuğun dı şında uyumuş yıl anlar gibi muzur< 2 ) sayılır
lar. Onları herkes yakalamak, tepelemek i ster. Sizi iz
leyecek bakışlardan gizlenmeli, kaçmalı , tilki, sansar
gibi tetikte olmalı . . .
Ben bu genel işlemde açıkta kal dım . Her tarafta
hayatın pahalılığından şikayet ediliyor. Ama az çok
h em en bütün ailelerin ocakları tütüyor. Tencereleri
kaynıyor. Lokantal ar müşteri alm�yor. Bu· yen en , içi
len, giyil en şeyl erden ben im ve benim gibilerin hisse-
• miz yok . ..
Bu rızıksızhğı mızdan dol ayı kimden ve ne dava
sına hakkımız olabilir? «Kısmetimiz yok» teve�ülü ile
ağzımızı kapamalı. Ama içerden mide durmuyor, ba
ğırıyor, bağırsaklar açlıktan beni ezerek, ölümle tehdit
ederek, i stiyor. Onun bu istemeye yetkisi var da, be
nim bu davayı dı şarıya duyurmaya ve yardım a �cü
olanlara dinlettirm eye neden hakkım olm asın? ihti
yaçlarından fazla maaş alanların değerleriyle benim
ehliyetim, dürüstlüğüm karşılaştırılsa, noktası n okta
sın a h akkıma tecavüz gözetilerek bir yarı ş meydanı
açılsa kazan acağımdan yüzde doksan eminim . Ama
görünüşte böyle yarışmalar açıldığı vakit bunları n et
rafı h emen bir sürü koruyucular ve iltimascılarla ku
şatılır. B aşarınızı , gücünüz ve hakkınız değil koruyu-
27 0
lü, yaltakçı oluyor. As alak bir yaşama alı şıyor.
D alkavuklaşıyor. İyilik umduğu kimselere yağcılık ya
parak yanaşmak için onların zihinl erinde dolaşan dü
şünceleri öğrenmeye uğraşıyor. Dudakların da beliren
her boş şeyi gerçek diye kabulleniyor. İşte in san, böyle
böyle mesleksiz ve ahlaksız oluyor . . .
Daima hak yerini bul sa haklılar güven içinde ve
gönül rah athğıyla yaşarl ar. Haksızl ar hakka sal dır
m ak küstahhğı n a kalkı şamazlar. Her yerde önün de
sonunda hakkın üstün geleceği söyl en iyor. Doğru ama,
milyonlarca haklı, haksızların zulmü al tında ezildik
ten sonra . . .
Yok sulluğum dan yan ıp yakıl arak h al im e acı n
dırmak i stediği m kimsel er ban a şi şiyorlar. İ stanbul
gibi bir memlekette, yirmi sekiz yaşında, güçlü kuv
.
vetli ve de diplomalı bir delikanlı hiç aç kalır mıymı ş?
Ben de i şte bu tuh af hayrete şaşıp kalıyorum . Istan
bul 'da bulun m ak, gen ç, dinç ve de diplomalı olmak se
fal et� karşı bir sigorta mıdır? Yoksullukta bana yakıri
bulunan diplomalı, yüksek fikirli aç gen çler n erde si
niz? Sıkıntılarını gizlediğiniz sefal et kovuklarından
benim çıkı şl arıma katılarak bağırs'anıza . . . Varlığınız
dan şüph e eden lere diplomalı, gen ç, zeki ama aç oldu
ğunuzu ve bu üç faydanı n size verdiği ayrıcalığı kötü
lükten kurtulm ak içi n nasıl kull an acağı_n ızı bil emedi
ğinizi, çünkü bu memlekette itibar ve zenginlik kuşu
nun hemen h ep diploma sız, adi düşüncel i ya da büs
bütün düşünce den yoksun ahm akl arın başına kondu
ğunu ve her işte bu haksızlardan haklılara yer kal
madığını, bugünkü düşüşümüzü hazırlayan sebepler
den başlıcasının da i şte bu ill etimiz olduğunu isp at
etsenize . . . . .
27 1
· v AZA R LA R N·A S I L ÖLÜ R ?
(1) Hayaletlerinden.
272
lü, yaltakçı oluyor. Asal ak bir yaşam a alı şıyor.
Dalkavuklaşıyor. İyilik umduğu kimselere yağcılık ya
parak yanaşmak için onların zihinl erinde dolaşan dü
şün celeri öğrenmeye uğraşıyor. Dudaklarında beliren
her boş şeyi gerçek diye kabulleniyor. İşte in san, böyle
böyle mesleksiz ve ahlaksız oluyor . . .
Daima hak yerini bul sa haklılar güven içinde ve
gönül rah atlığıyla yaşarl ar. Haksızl ar h akka sal dır
m ak küstahlığına kalkı şamazlar. Her yerde önün de
sonun da hakkın üstün geleceği söyl en iyor. D oğru ama,
milyonlarca haklı , haksızların zulmü altında ezildik
ten sonra . . .
Yok sulluğum dan yanıp yakıl arak hal ime acı n
dırmak i stediği m kim seler ban a şi şiyorl ar. İ stanbul
gibi bir memlekette, yirmi sekiz yaşı nda, güçlü kuv
vetli ve de diplomalı bir delikanlı hiç aç kalır mıymı ş?
Ben de i şte bu tuh af hayrete şaşıp kalıyorum . I stan
bul 'da bulunmak, gen ç, dinç ve de diplomalı ol�ak se
falete karşı bir sigorta mıdır? Yoksullukta ban a yakın
bulunan diplomalı , yüksek fikirli aç gençler n erde si
niz? Sıkıntılarını gizlediğiniz sefal et kovukl arın dan
benim çıkı şlarıma katılarak bağırs.'anıza . . . Varlığınız
dan şüphe eden l ere dipl omalı, gen ç, zeki ama aç ol du
ğunuzu ve bu üç faydanı n size verdiği ayrıcalığı kötü
lükten kurtulmak için n asıl kullanacağı.nızı bil emedi
ğinizi, çünkü bu memlekette itibar ve zenginlik kuşu
nun hemen hep diplomasız, adi düşün celi ya da büs
bütün düşün ceden yoksun ahmakl arın başına kondu
ğunu ve her işte bu haksızl ardan haklılara yer kal
madığını, bugünkü düşüşümüzü hazırlayan sebepl er
den başlıcasının da i şte bu ill etimiz olduğunu ispat
etsenize . . .
Yalnız. iki sözc�ğünü - değiştirerek diplomamın al
tına Sabit'in 'şu ikiliğini yazdım :
27 1
nnı Seine nehri suları üzerinde yüzerken gördü. Yüre
ğine indi , öldü.
«Etienne Psaume adında değerli bir bibliyograf 1>
Hazois ormanında iki damadının baston vuruşlarıyla
öldürüldü.
«Kendini Talihsiz Davetli adıyla anan Moreau
Gilbert (ama tarih bunun asılsızlığını söylüyor) · götü
rüldüğü Hotel Dieu hastanesinde, içine paralarını bi-
. riktirdiği · çekmecenin anahtarını yuttu. Dar, mundar
Vieille Lanterne sokağında bir sabah Gerard de Ner
val'i asılmış buldular. Kafa yorgunluğu ve türlü suiis
timal ( 2) sonucunda ölenlerin li stesi uzar gider. Bu acı
sönüşlerin yanı11da yine tekrarlıyorum, Francis Jam
mes'ın nurlu ölümü ne güzeldir.
«Anatole France seksen yaşında hayattan ayrılışı
anında gülümserken annesinin hayalini görmüş, son
sözü «Maman» (3 ) kelimesi olmuş, çocukluğunun . bütün ,
masumluğunu şakıyan bu tatlı anı ile ölmüştür.»
*
Diyor ki:
«Biz hep okurlarımızın yararına çalışırız. Onlara
görülecek hizmetlere hazırız. Burada değerli bir gerçek
söyleyeceğim. · Bu sözümü de okurlarımız için büyük
bir hizmet sayıyorum. Onlardan bazılarını boş düşlere
kapıl�a�tan kurtarmak çok yararlı olacaktır.
«Matbaamıza her yıl binlerce, binlerce müsvedde
gönderiliyor. Bu acemiler ailelerince yazdıkları kut
lama ve başsağlığı mektuplarıyla kendilerinin mesleki
bir ustalığa ulaştıkları kuruntusuna düşebilirler. Ama
gerçek bu değildir. Henüz bir meslekte tutunamayıp
da geçim sıkıntı sı çekenler hemen bu yolda kazanç
arayanlar, yazarlığı, ona her isteyenin keyfine bağlı
olacak kolaylıkta bir me slek sanmamalıdır. İlkin ona
doğuştan bir istidat gerektir. Bu meslek dehası ile
doğmuş olanlar bile sayısız güçlük ve sıkıntı ağlarının
ilmiklerine dolaşıp kalıyorlar. Bu işe giri şirken he
mencecik ekm ek parası çıkarmayı asla hatıra getir
memelidir. Bugün en büyük edebiyatçılarımızdan ki
şisel zenginliği olmayanlar, yazıya başlamazdan önce
başka bir sanatla geçimlerinin sağlanması çare sini
düşünmüşlerdir. Şöhrete erinceye kadar kalemlerini
bu uğraşıdan fırsat buldukça kullabiliyorlardı. Geor-
. ges Duhamel hekimdi. Jean Giraudoux ve Paul Mo
rand bugün bile Dışişleri Bakanlığı memurlarıdır. An
dr6 Maurois endüstri adamıdır.
(1) Olgunlaşmamış.
274
«Çalışan san atçı, esere kendi ruhundan can vere
.
bilmek için öldürücü, aşılmaz zorluklarla savaşarak
yılmaz bir cerasetle silahlanmalıdır. Yaşam didinme
lerine ayrılan gündüzlerden sonra bu ikinci çalışma
· gece uykularınızı yutar.
«Ru�unuzda bu kutsal ate şin son suz meşalesi
yanıyorsa hayatınızı ona dayayarak işe. giri şebilirsi
. niz. Edebiyat her özenen yeni hevesliye kar ve zevk
verecek oyuncak işlerden biri değildir.»
*
275
fener tutmaya gerek yok. B�zimkilerin içinde h enüz
mezarlarında ot bitmemiş olanları var. Feci sönüşle
. dünkü olayların taze sütunları arasında bulabili-
rini
nz.
Yazarlar nasıl ölürler? Bazen bir eli kalemde bir
eli kadehte . . . Onların ölümlerine en çok ağlayanlar
al_a caklılarıdır. Bir türlü barışamadıkları gerçek
. maddi alem den yüzlerini suni cennetlere çevirirler ...
Zehirin öldürücü neşesiyle toprağa çökerlerken sana
tın doruğuna yükseldikleri kuruntusuna düşerler.
Fransız edebiyatı bu uğurlu şaheserlerle hayli zengin
dir.. Verlaine'in, Beaudelaire'in, Rimbaud'nunU> alko
lik, felçli, çılgın, hezeyanlar içinde ölüşleri ulusal sa
nat yüksekliğinin birer onuru sayılıyorsa bu alanda
bizim de övünülecek sanat fedaiJerimiz yok değildir.
27 6
«Mehcure» romanını yazmış olan Vecihi'yi bir gece .
277
Beybaba Bedrettin her gün sütunlar dolusu yaz
dıklarının yorgunluğunu m eyh an e . köşelerinde dinlen
dirirdi. Bir kadeh rakı , verdiği m arazi n eşe karşılı
ğında sağlığımızdan neler eksiltiyor? Halkı aydınlat
mak için yazıp çi zenler bu sorunun önünde kendi he
sapl arın a biraz düşünmeyi bilsel erdi . . . Sonunda Bedri
de pek ihtiyar den emeyecek bir yaşta bütün bütün
dinlen di. . ·
Kokainoman Sadettin . . . Bu genci savaş yılların da
«İk dam» matbaasında tan ı dı m . Bu tutkunluğun un
mahmurluğuyl a gözleri h ep süzgün dü. Bu yumuşak
huylu, sempatik çocuğa acıyarak bazen sorardım :
- Ne o Sadettin , galiba yine� ha?
·
27 8
zim de Verlaine'lerimiz, Baudelaire'lerimiz , Rimba
ud'larımız yok değildir. Bunl arın destanlarını şimdilik
geriye bırakıyorum. Benim ömrüm yetmese de bu ka
deh kurbanları için birer «elegie»< n yazacak elbette
hayırsever kal eml er bulunur, yin e her halde Rabbim
uzun ömürl .e r versin . . .
( 1) Ağıt.
27 9
H EY B E Lİ YAN G I N I
- Ne diyorsun?
- Başınızı çevirip b ak sanıza . . .
bir görünüm . .. -
280
pi spos, fos . . . çat . . . pat . . . bozuk düzen bir i şl eyi şle
gürültü yapıyor. Bu çabalamalara karşın hortumun
şiştiği sezilmiyor.
- Kuzum, ne oluyor? diye sordum .
- Ne olacak, pomp a bozuk, suyu n e alıyor, n e ve-
riyor, dediler.
Tepemizde alevler rüzgardan al dıkl arı yönle . kor
kunç, feci kıvrıntılar yaparak yükseliyor. Bir saatten
çok bir çalı şm adan sonra su gelmeye başlıyor. Bu se
fer de başka bir sakınca başgö steriyor. Meğerse hor
tum delik deşikmi ş, her yanın dan sti fı şkırıyor. Bahçe
göllen di. Yangına suyun . daml ası gitmiyordu. Büyük
yangın kazaların da uzun ih mallerden doğan bu türlü
sakıncaların kaldırılma sı tam am tehlikenin ortaya
çıkma saatin de mi düşünülür? Arasıra bir al eti kont
rolla görevli denetmenler yok mudur? Ateşe kim karı
şır, bilmiyorum . Hala Rufail er< l ) mi? Böyle çüruk ça
rıkça al etlerin hi ç olm am ası -olmasın dan iyi dir. Her
saniye büyüyen tehlike karşı sın da böyl ece boşuna uğ
raşmalarla vakit kaybedilmemiş olur.
Büyükada, Burgaz ve telefonla çağrılan İstinye it
faiyeleri de yetişiyorl ar. Asıl şaşılacak şey, ateşin, su
suz, kuru kuruya sön dürülmüş olm asıdir. Su ortasın
dayız. Ama suyu ateşe götürecek aracımız yok. İtfaiye
ve asker erleri . . . Binlerce halk, ellerinde sopalarla gö
ğüs göğüse yangınla savaşıyorl ar ve afeti yeniyorlar.
Bu deney ban a böyle çetin durumlarda Türk'ün sa-
· vaştaki yüksek yeteneğini bir dah a ispatl adı . · Ama
bundan onur duyduğum kadar bu uygar yüzyılda, şek
lin ilkelliğinden sıkılıyorum.
Evi bırakıp gidemiyorum .· Olay yerinden gelenler
den soruyorum :
- Nasıl?
- Bakmaya in sanın yüreği dayanmıyor. O züm-
rüt çamlar bir anda çalı süpürgesine dönüyor. Heybeli
de Kınalıada'ya benzemek tehlikesinde . . .
- Yangın alanı büyük mü?
28 1
- Çamlimanı'n dan başlamı ş, gen işleye genişl eye
tepeye yükselmiş. Yanan çamları binlerce tahmin edi
yorlar.
Yangın söndü. Bahçemizin kapılarını halka ka
padıktan sonra ben de görmeye gittim . Bu gözl ere
safa, dertlere deva yeşil ormanın bir kül, kömür vira
nesine dönmüş olmasını görm ek üzüntüsü benim de
yüreğime çöktü.
Yangı n neden çıkmı ş? Bu, son soruşturmada an
laşıl acak. Bunun meçhul bulunması , . yangın çıkaran
ların gözl ere · görünm eden sıvı ştıklarını an latıyor. Bu
kaçı rma da, çevrenin ih malini gö sterdiği için, in san�
ayrı ca üzüntü veriyor. Her yıl bu mevsimlerde ada or
manları uygarhktan ·y'oksun kim sel erin yasadı şı kasıt-
. larıyla karşılaşıyor. Bu seferki . kaza her öl çüyü geçti .
Sıkı bi r lodos esip de alevler tepeyi aşmı ş olaydı bo
zuk pompa, delik hortuml arla karşılanan azgın ateş
bir an da orm an ı sarabilirdi . H eybeli halkı ev, m al
kaygı sı değil , canl arını zor kurtarm ak tehlike sine
düşmüş olacaklardı .
Orman yangınlannda ·en tehlikeli si çamlıklardır.
Reçineli ağaçların tutuşn1 ak istidadı tıpkı barutu an
dırır. Bu korkun ç kaza tekrar olursa yine pompa bo
zukmuş, hortum patl akm.1ş deyip geçecek miyiz? Böyle
tehlikeli ihmallerin ortada sorumlusu yoktur. Ço cuk
bilmecelerinde olduğu gibi onu arayıp bulmalı. Sağlam
bir m otörpompla deliksiz hortum bedeli , kül olan çam� ,
hk al an ının değeriyle ölçülemez. Halkın geçirdiği heye
cana, iki erin atl attıkları boğulma tehlikelerin e _de
caba mı diyeceğiz? Ada yangın ları başlangıçl arında
sön dürülemezlerse sert bir havayla anbale1U olun ca
sopaya, taşa karşı ıslık çal arak sardiğı yerleri ceh en-
. .
nem e çevınr.
Kınah'nın da daha önce çamhkh bir ada iken her
yanını saran büyük bir yangın sonucunda yeşil giysi
sinden soyunarak bugünkü çorak görünümü almış ol
duğu tarihte bir söylenti olarak bilinir. Bu korku öteki
adalar için de geçerlid�r.
*
.
Geçirdiğimiz facia dol ayı s1yl a gözümde gerç.e kl e-
şen bir halden çok .memnunum . Bu da aletleriyle' bah
çeye dolan bir bölük itfaiye grubunun gösterdikleri dü
zenli hareketlerdir. Bu mert, yiği t erler; cesur, daya
n1kh, yorulmaz , yılmaz , gözlerini budaktan sakınmaz
oldukları kadar da meslek terbiyesin e sahiptirl er. Bu
oğull ardan , onlar bana, ben onlara karşılıklı te şek
kürlerle aynldık.
283
B ÜY Ü K B i R PIŞ MAN LI K
I
28 4
Bu iki külhanbeyi, kocakarı ile su dolu koca fıçılı
arabasını çekmek için son kuvvet ve çabasını kulla
nan eşeğin yokuş yukarıya çıkı şlarını görünce, bunla
rın hallerine acıyıp arkadan arabaya dayanarak biraz
yardım etmek gibi bir in sanlık duygusu gö sterecekleri
yerde, şu iki z avallı ile eğlenmek için bir muziplik dü
şünm eye başlarlar.
Zaten muziplik bunl arın .san atl arı ol duğun dan
uzun uzadıya düşünmeye y er kalm adan kocakarıya
oyn ayacakları oyunu o an da bulurlar. Külhanin in biri
yavaş yavaş arabaya yakl aşıp fı çının �rkasın daki
musluğu açtıktan sonra usulca oradan çekilirler.
Zavallı kocakarının ihtiyarlıktan kul akl arı bile
i şitmediğin den musluğun açıldığını hiç anlamaz . Yine
o eski tempoyla yolun a devam eder. Musluktan su şı
rıl şırıl aka aka bir hayli zaman yolda giderler. Yal
nız, fı çının gittikçe hafiflem esinden dolayı eşek, eski
gidi şi bozulup daha hızlı yürüm eye başl ar. Kocakarı
h ayvan ın yürüyüşünün artm asından kuşkulanarak,
ne olduğunu anlamak üzere arkasına dönünce suyun
son damlalarının dökülüp gitm ekte olduğunu görür.
Gördüğü şey yalnız bununla da kalm az � O iki külha
ninin , keyifl erin den yerlere yatıp kasıklarını tuta tuta
.
gülmekte olduklan nı da görür. ·
285
lanma ne olduğunu bilmeyen bu iki yaratık, utançla
rından biribirinin yüzüne bakamaz olurlar.
İçlerinden biri der ki :
-· Ben bu muzipli ği yapacak değil_d im ya bun a
sen sebep oldun ;. .
- Hayır, buna sebep sen sin !
Böyl e sen sin , ben dim den başl ayan konuşma so
nunda şi ddetli bir kavga olur. İki si de boğaz boğaza
gelirler. Kocakarı yeniden fıçıyı dol durup da dön düğü
zam an bun ları n h er iki sinin de, yüzl eri gözleri kan
için de, bir yan a serilmiş olduklarını görür. Yanın daki
küçük maşrapaya, fı ç1d.an taze su dol durup , öfkele
rinden şi ddetlerinden bayılmak derec.e sine gelmiş bu
lunan bu iki azgın delikanlının yüzl erini gözlerini yı
kar, · akıllarını başların a getirmeye çalı şır. Yaptıkları
kötülüğe karşı kocakarıdan böyle bir iyilik görmeleri
bunları o kadar duygul an dırır ki duydukları bu pi. ş
manlık kendileri için en büyük ceza yerine geçer.
286
KAN I MI Z I EM E N L E R
maktan ibaret. . .
Eski dil ustaları «haşerat;>ın tekili «h aşere»yi kul
lanmaktan vazgeçmi şl er. Ni çin? Bu soruya kar şılık
yetki si sayın Dil Kurumu'nun dur. S ayın diyorum , ama
. ihtiyarl ayamadı ki . .. Arkadan gelenl erin uzun ömürlü
olmasına dua edelim ·. . .
·.
(1) Tanılama.
(2) Böcek'i.
(3) Eksik anlamlı.
287
biçim alır. Bombaları yoktur ama emdikleri vücudu
ateş gibi yakıp kabartırlar. Kendilerine kanun yoluyla
bir ceza verilmez. Hepimizin kanları onlar i çin mu
bahtır<! ) . En korkun ç h astalıkl arı biz e a şıladıktan
sonra semirerek sazlarını çala çal a cümbüşlerini sür
dürürler. Bir sivri sinek, i n san öl dürmekte en yabani
büyük can avarlardan daha korkunçtur.
Yeryüzündeki böceklerden ön celik ve sereriıoni< 2 )
sırasıyla ilkin h angi si gelir? Bazı evlerde felaket şek
lini al arak in sanl arı en çok t'e dirgin edeni, tahtakuru
sudur sanırım.
B u böcekten canı yan an B ektaşi, iki elini Yara
dan'a kal dırarak:
- Ey Allah 'ım, bunu yarattın, ama ezip de bir
kere koklamadın mı ?
Şikayetiyle haykırmış. Ne ala . . . Bektaşi olmak,
Allah'a ve kullarına karşı kabaca her itirazda bulun
mak i çin bir mazerettir. Gerçekten , tahtakurusunu
yaratanın estetik bir övünmeye h akkı olabilir mi?
Böcek bu pis kokuyu bizim kanımızdan mı alıy9r?
Kuşkusuz. Çünkü başka şey yediğini gören yok ki . . .
Bu min i mini can avarın ufacık tefecikl iğine bakıp da
kana susamışlığını ön em sememeye gelmez . İn sanoğlu
açtığı son suz savaşında dünya yüzünden henüz onun
ırkıriı kesmeyi başaramamıştır.
Üç dört ay durur. Sırtı karnına yapışır. Ölmez .
Eğer oruç tutmak bir sevap sa bu böceğin cennetlik ol
duğuna im an etmeliyiz. Bir de kanlı canlı bir insan
vücudunda kendine bir şöl en sofrası kurarsa doymak
bilmez. O takır takır böcek, yarım dakika sürmeden
cüssesince kırmızı bir tulum olur. Dokunan eli kan a
boyar. Açken çabuk koşar. Kurnazdır. İğnesini batır
dığı bir bedende bir hareket hissederse hemen bir kıv
rımın arasına saklanır. Tutmak isterseniz usta bir
hokkabaz gibi parmaklarınızın arasında sır olur. Du
rup dururken ensenize bir iğne batar. Yanan yere he
men el atarsınız . Bir şey yok . . . C eketi ni zi, yeleğinizi
çıkarır, iç fanilanıza kadar soyunursunuz, o üzerinizde
28 8
. saklanacak yeri sizden iyi bilir. Tetik caniler gibi en
der olarak ele geçer.
Mösyö Costier böceklerden söz eden bir kitabında
şöyle bir fıkra anlatıyor:
. General de Galife, bir kışlayı geze.rken· askerden
sorar:
- Bir şeyden şikayetiniz var mı?
Şu cevabı alır:
- General hazretleri , yiyip içmemiz yolundadır . .
Yalnız bir şeyden şikayetçiyiz. Kışlada tahtakurusu�
nun çokluğundan pek tedirginiz.
·
290
K A R I N C A L A R L A SAVAŞTAY I M
(1) Doğabilimcilerin.
29 1
nın dan çok büyüktür. Bu hayvanlar kendi aralarında
da savaşçıdırlar. Ordu orduya savaş_ı rlar. İn sanı da
ı sırırlar. Zehirli cin sleri de vardır. Uşüştükleri bazı
canlı.. hayvanlann vücutların da tehlikeli yaralar· ·a çar
lar. Oldürünceye kadar kem irirler. Filler, boğalar, bü
yük yılanlar o korkunç büyüklükleriyle bu küçücükle
rin saldırıların a karşı pek zavallı kalırlar.
292
Bir başkası da şu hikm eti savurdu:
- Süph anallah, düğünleri var galiba!
Can acı sından gelen bir öfkeyle bağırdım :
- Saçmalam ayınız. Burda düğün e, derneğe ben
zer şenlik yok . . . Hücum ettikleri yerlere bak sanıza . . .
Evi, boyaları aşınmış kırk yıllık keleş �i nal ara çevir
mi şler . . . Benim bacakl arı mı da çi çek çıkarm 1 şa dön
dürdül er.
· İhtiyarı da şu hezeyanı ( l ) savundu:
- B elki nümayi şl eri , mitingleri , konferan sl arı
var . . . Belki beyleri nutuk söyleyecek . . .
Ben :
- Daha neler, kuzum? Bunl ar d a m l siyasete ka
rı şmı şlar? Üçl er paktına girerlerse karadan -Britanya
'ya hücum i şi ol du bitti demektir!
Bir başkası :
- Am an1n , am anın , b al dı rlarım a ·ç uval dı zl ar
saplanıyor !
Ben :
- Hadi , durmayınız . Süpürge ci al ay.1 bu kara or-
duyu balkon dan aşa� akıtm alı.. . .
·
İh tiyarı : .
- A Beyefendi ciğim , yeri temizl emeden önce sizin
üstünüzü süpürelim. Pijam anızın boyunca yol yol oluk
olmuşl ar. Bakınız yakanızdan içeri dalıyorlar.
Bu uyarm an ın son un da arkamda da bir avaz- ·
lam a nl du. En se köküme kızgın kıvılcıml ar gömülü
yordu.
Üstüm süpürülürken ihtiyar kadın şöyle söylü-
yordu:
·
( 1) Saçmalığı.
293
nık( l ) bırakmazl ar. Biz in sanlar kendi aramızda uyu
şamıyoruz. da · bir de onlarla mı ortaklaşa yaşayaca
ğız? Her gün milyonlarca z ararlı böcek, mikrop n a sıl
öldürülüyorsa bu karıncal arı da aynı yok etme işl e
min e tutmak zorun dayız. Karınca kendi çevre ve yu
vasındaki doğal hayatında karıncadır. Mesken e sal dı
rarak boyal arı kemirmeye, vücutlarımızı dal am aya
kalkı ş1 nca düşman , küçük büyük h er ne boyda olursa
ol sun karşı karşıya savaşçı durumun a girmi ş oluruz .
Ve savunma durumun da mazeretli sayılırız . Her za
rarlıyı öl dürünüz diye Arapça bir söz vardır. İşte fet
vayı verdim. Bunun günahı yokt.ur. . Her in sanlık gere.
ğinde olduğu gibi in safa göz yumarak i şinizi görünüz.
Önce bu kadar cana nasıl kıyılır yufka yüreklili
ğiyle tereddüt gö sterdiler. Ama sonra vücutl arı h aşır
haşır h a şl anın ca bu can acısı on ları gayrete getir
mekte benim sözlerimden çok etkili oldu. Suyu basar,
süpürgeyi çalarken acı haykırışlarla söyleniyorlardı :
- Aman Yarabbi� bilemezdik. Ne korkun ç h aşe
ratm ı ş bunlar . . . 'İn sanı akrep gibi sokuyorl ar. Koca
man iğneli cin sleri� küçük sin sileri , kanatlıları da var.
Bu flkır f1kır kayn aşan siyah istil adan evi , vücut
lanm1zı kurtarm ak i şlemi başladı . İlk tahminim izde
al danmışız. Öyle dört beş kova su, birkaç s�p ürge vu
ruşuyla başa çıkılacak bir iş değilmiş bu ... Uzerlerin e
kovalar boşaltıl arak süpürgelerle balkon dan a şağı
akıtılanların yerine bir kaynaktan fı şkırır gibi çarça
buk yen i bir ordu daha saldırıya geçiyordu. Eri çok
balkonla binanın ek· yerin den kaynaşıyorlardı . Yarım
saatten çok uğraşıl dı . B u sayı sız böcek ordusunun
hakkından gel ememek üzüntüsün e kapıl acak der·e
ceye düştük. Çünkü çamlığın bütün karıncalan balko
nun alt kaplamalarından akın halinde bir yol açmı ş
lardı. Saldırıyı durdurmak için bir Maginot hattı kur
mayı düşündüm.
Düşüşünü imkan sız gösteren, büyük önemi ay
larca kulaklarımızı dolduran bu istihkam Fransızlara
yaramadı. Belki bu velveleli şöhretin maneyiyatından
karıncalara karşı yararlariabilirdim. Gardroba s aklı
beş altı kilo n aftalin vardı. He�en getirttim. Kayn ak
294
yerinin önüne aşağı yukarı üç buçuk metre uzunluk,
yirmi beş santimetre enliliği nde beyaz bir set çektim.
Saldırıcılar bu zehirli tozun içine dalar dalm az ser
seml eyerek bir iki debelenmeden sonra artık kımılda
yamıyorlardı.
Un ün den m_anen yardım dil ediğim bu _zehirli sa
vunma hattı saldırıyı- durdurdu. Beş on dakika bu be
yaz istihkam siyah ordunun verdiği sayı sız kayıpl arla
kapkara kesildi . Diri kal an İtalyan ruhlu karın cal ar
geri sin geriye kaçışıyorlardı . Balkon i stil adan temiz
lendi . Bu üstün lüğün verdiği n eşeyl e açılır kapanır
san dalyeye · kuruldum . Bir zafer kahve si ısmarl adım.
Aç di şlerinin i ştah hı rsını evden sonra vücutlarımızda
deneyen bu cüretkarl arın şimdi önüme . serilmi ş ceset
leri karşısında Yl:ldum yudum kahvemi içerken ken
dimi Dara'n ın< l ) mücevher tahtın da sanmak gururuyla
şi ştim. Ben bir devdi m. Çevremde evren ufak tefek bir
kannca dünyası kesil di. · İskender'in , Napoleon 'un tat
tıkl arı yenmek zevkinin ululuğun dan bu bir damla
mıydı?
Hayatın sürdürülmesi yenmek, yenilmek yasası
üzerine kuruludur. İn sanın in sanla olan i şlemleri n de
al ttan alta bir savaş gizl idir. Bu sürekli kavgad a ye
n erek ya şıyoruz. Yenil erek ölüyoruz. D oğada adalet
yoktur. Bu kavramı in sanl ar -bir zorunluk yüzün den
kurtarm aya çah şıyorlar. Hakla kuvvetin ebedi düel- ·
]osu bu çarpı şmadan çıkıyor. Hak gözetmek kaygısın
dan çok \lZak, ezerek , çiğneyerek işleyen duygusuz bir
hayat dolabının< 2 ) çarkları arasındayız . Adal et sözü
toplumu oyalayan , ismi var, cismi yok lüks bir Anka< 3 )
durumun da kalıyor.
Bir h ak �ız , sırf kuvvetin in öfke siyle ·bir h aklıyı
ezerken insanlık·, seyirci kalmanın cezasını çekiyor.
Çünkü adil in sanlar an cak kendi çıkarların a uygun
san dıkları adaletl�ri yapmakla meşguldürler.
296
- İşe yarar mı?
- Ne diyorsun? Mandayı öl dürür. D ört beş defa
in san vücudun a gir.m iş n etameli şeydir. İşte bu aletle
işe · başl ayalım .
- Ulan , öyle bir söylüyorsun ki lafını duyan hır-
sızhğı meşru bir sanat sanır.
·
- Elbette . . .
· .
297
.
- Şim di ben hırsız olurum , sen de soyulacak
adam. Ceplerindekilerini almak için ben senin üzerine
çullanırım, sen de vermemeye çabalarsın.
Ahmet, arkadaşından g�lecek cevabı beklemeden
onun üzerine atılır, sustalı çakıyı boğazına dayaya-
rak: ·
- Çıkar paraları . . .
Birden bire neye uğradığını pek anlayam ayan
Hasan :
- Yok.
- Nasıl yok? Ben şimdi bulurum .
Hasan bu baskının altında debelen erek :
- Ulan , çakıyı çek, şim di boğazıma girecek� . .
- Elbette girecek. Çıkar paraları.
- Ulan , çekil �stümden, sahiden gibi yapıyorsun .
-· Şaka m1 sanıyorsun , hayvan? Çıkar ...
- Ne çıkaracağım?
- Dün Çarşıkapı'da z avallı köylüden dolandırdı-
ğın on bir lirayı .
- Kim demi ş onu?
- Ben: diyorum.
- Vallahi aslı yok !
- Aslı var mı, yok mu, şimdi anl arsın . . .
Ahm et kuvvetli iri dizini Hasan'ın göğsüne bastı-
rarak, bütün ceplerini taramaya. başlar.
Hasan boğuk boğuk:
- Yapma, gıdıklanıyorum !
- Gebersen bu gece seni soym adan bırakmam.
- Şaka yeti şmez mi?
- Ne şakası ul an?
- Vallahi çakının ucundan boğazım yaralan dı.
Yenen yenilenin en derin cebinden cüzdanı çekip
alarak:
- Zayıf ve miskinin malı, kuvvetli ve zekinindir.
Hasan , sıkılan boğazının boğuk sesiyle feryada
başlar:
- Can kurtaran · yok mu?
- Yok . . . Hırsız yakalanmadan kaçarsa çarptığı
şey ona kalır.
298
Ahmet, Hasan'ı pek hırpalanmış, hamur gibi bir
halde bırakıp elin de cüzdanla kaçarak bağırır:
- Malı koruyacak bilek ve zeka gücü gerekir. Bu
kuvvetler kimdeyse mal onun olur . . .
· Hasan , kendini toplamaya uğraşarak :
- Paramı çarpıp da n ereye kaçıyorsun? Alçak hır
sız . . .
- Becerebilen için hırsızlık en me şru sanatl ardan
biridir. Çalan galip, çaldıran mi skin dir . . .
- Vall ahi seni yakalatırım .
-· Zeka gücü in san ların adalet kuvvetlerine da-
i m a üstün gelir. Aciz_l er, ahm akl ar, hep okkanı n al-
tın a giderler. .
- Hezeyan . . . Hezeyan . . . .
- İşte, akıllı geçin en çok in sanlar da böyle senin
gibidirler. Çıkardıkları nazariyel er, verdikleri hüküm-·
ler, ken di aleyh lerine uygulanınca yalvarıp yakarmaya
kalkarl ar.
29 9
D ÖŞ E KrEN B İ R S ES L E N İ Ş
300
)
. onları kıvamın da kavurdu. Şimdi i aşe< l ekmeklerin
, · den çok pişkin bir adam oldum .
301
Ateşin şiddetind en yin e birden bire kendimi kay
bederek sayıklam aya başl amışım. Babalı Araplar(l)
gibi sözlerime yin e kendim cevap vererek sanki İspan
yol'la atı Şıyormuşum . O nunla ettiğim mücadel e yi ,
kendime geldikten sonra ban a anlattılar. Aramız da
şöyle hir konuşm a geçmiş :
·
(3) Ur.
(4 ) Gününü.
302
- Bu zavallılar m emurlar lokantasından yarar
lan amıyorlar mı?
- Hayır . . . Ara sıra bir basın haşlaması onlar i çin
yeter!
·
·
3 03
- Saatlerden beri bir kalıba dökemediği o tek
deyim nedir?
- «Su-i istimal»i yalı n bir bi çimde anlatmak i çin
didin iyor, kafasını alt üst ediyor, başaramıyor.
- Bu, o kadar zor mu?
· . - Fran sızca «abus»<l ) sözcüğünü Türkçeye çevir
mek zorunda ,kaldığınız zam an n e yaparsın1z? Terkip
kul l anm ası .yeni edebiyatçıl ar arasında şi ddetle ya
sak . Bun dan ötürü «su-i i stim al» diyemezsiniz. S öz
cükl erin - Arapça,' Farsça olm asın dan pek söz edilmez,
yalnız terkip yapılm ayacak . . .
- Kolay . . . Benzerlerine uyarak hareket. ederim .
- Nasıl? ..
- «Hal et-i ruhiye» (2) ve benzerlerini bozup «ruh
h aleti» vs. yaptıkları gibi ben . de « su-i i sti m al»i
«istim al-i su» biçiminde kullaıpnm . . .
· - A, hi ç olur mu? Dili «su-i i stimal» i şte · buna de-
·
nır.
- Olmazsa başka türlüsünü bul .b akalım . . .
.
- Ayol, bu an siklopedi değil. . . Bir İngiliz kütüp
han esi fihristinin ikinci cildi ...
3 04
· - Sen öyle sanırsın . . . Buraya dil bilen ne bilgin
efendiler gelir. Bu cildi ell erine sunanın. Akşama ka
dar okuya okuya bitiremezler. Onun içinde neler var
dır . . . Sen Frenkçe okumasını bilmiyorsun galiba . . .
Gazetelerde, dergilerde, broşürlerde tutuşul�n bahis
ler hep ·bu kitaba baş vurmakla çözümleniyor. . .
- A efendim, bu cildin içinde kitap adlarından
başka bir şey yok . . .
- Ya ne olacaktı san1yorsun? Biz de bah si kaza
nanlar hep kitap adı sayarak kazanırlar. Ep çok ki
tap �dı haber verenler en bilgin sayılırlar. Bizim mem
lekette kitapların içini okuyanlar var sanıyorsan· al
danıyorsun. Adlarından söz ettiğiniz eserlerin içinde
kilerden sizi kim imtihan edip de gerçeği anlayacak?
( 1) Bir besteci.
(2) Kulağın yanından sarkan saç.
306
V A R D A< l) , iS PA N Y O L G E L i YO R !
Bu kötü hastal ığın başl an gıc1n dan, ilerl eyi şin den,
son ucun dan, tehlikesin den söz edecek deği ]im . Hekim
e debiyatç1 larım1z, ili şkil eri dolayı s1yla bu görevi h ak
kıyl a yerin e getirdiler, biraz ötey e bile geçtiler. Çünkü
son h aftada yazıl an İspanyo l tıbbi yazı s1n da, bun dan
bir h afta önce yazıl anlardan, kel imelerde bi raz rötuş,
biraz il eri geri alma ve an cak bir iki cümleden b aşka
· büyük bir fark görülmedi.
Bu usul, gazetecil erin e ski den beri izledikleri bir
kurnazlıktır. Herhangi bir sorun aktüalite yan i şi mdi
l ik çerçevesi n e girerse, geveleye gevel eye ancak ·o n un
po sasın ı çıkarırl ar, ama dikk at ederseniz h ep odur o . . .
307
Seyr-i Sefajn'in<l ) hırdavat vapurlarından iki tane
tıknefes, Köprü dubasında karın karına ince bir hırıl
tıyla uyuyorlar. Memur efendi kalkacaklarını h aber
vererek bunlann qüdük kordonundan çektiği vakit:
- Bırak , uykum var!
Diye ağl ayan n ezleli ihtiyarl ar gibi be ş dakika
salya döktükten sonra ancak ses çıkarabiliyorlar.
-:l\1akin e dairesin de iki ki şi arasın da:
- Kaz anın hangi borusu istim kaçırıyor? gibiler-
den bi r fı sıltı . . . Tornistan ı tammış, değilm.iş yol lu teh
likeli bir iddia . . . Ama varak-ı mihr-i vefayı kim okur,
kiın diril er?(2) Kalabalık, çamurlu, kara bir ırm ak gibi
bu ölüm beşikl eri n e akıyor, akıyor, akıyor . . . Güverte
salonu ağzın a kadar dolu. Alt kat kamara merdiveni
basamakı"a rın a kadar yin e öyle . . . İn san oturması de
ğil, düzgün bir e şya istifi de değil. Birbiri üzerine yı
ğıntı . . . «Altında kalanın c·a nı çıksın» sözün e tam canlı
bir örnek . . .
Hava soğuk, dı şarda titreyen titreyene . Ama alt
kat kamarada ell erde mendiller, gaz etelerden , kitap
lardan yelpazel er, h alk buram buram ter i çi n de . . .
Çünkü merdiven aralığı in san tıkaçlarıyla sım sıkı ka
palı . Lombozl ar açılırsa kapan maz. Kap an ırsa açıl�
maz . . . Islak elbi selerden kabaran hava, n efes, ter ko
kularına karı şarak ağır bir koku beyninizi eritir. Ka
nınızı bozar, midenizi bulandırır.
İn sanlara temiz ahırl arda oturan hayvanların
·
308
sormalı . Kamaranın h avasını ağırlaştıran bu pislik
lerden masum yolcul arın çoğu haberli değildir. O z a
vallılar da tertemiz kadife m inder üzerinde oturuyoruz
sanırl ar . . .
309
-. Tahir Bey, yan kamarası sayıklama birader,
üç ki şilik yere sekiz on ki şi tıkılmış . . . Vapurun içi öyl�
komple ki, hel alara girenler bil e rahat soluk alm ak
için dı şarı çıkmıyorlar. Hem sana bir şey . . .
Tahir Bey göğsüne sert bir dirsek yedi . Vücudu
nun uğradığı sarsıntıdan sözünü tamaml ayamadı . Bir
ken ara çekilip . durm ak ihtim ali yok gibiydi . Herke s
ol duğu yerde kalmı ştı . Arif Bey, ken din den iki adım
ötede ihtiyar bir adamın o mzun a dokunarak:
- Baba efen di, keyifler?
· Elh amdülillah .
-
- Siz enfiye �ümbüşlenir< l ) misiniz?
- Eyvallah evlat.
- Ban a bir tutam lütfeder misiniz?
- B aş üstüne . . .
İhtiyar hayli zorl ukl a elini cebin e soktu. Kutuyu
çıkardı . Kapağını açarak gence uzattı . Arif Bey, bu si-·
yah tozdan bir çimdik aldı . Bir küçük kağıdın içine
katl adı . Cebine soktu. O nun enfiye kullan mak alış
kan lığı yoktu. Kendisi pek şakacı , doğuştan· arti st bir
gençti . Bu enfiyeden bir oyun çıkaracaktı. Arkadaşları
işi an lamak için merakla yüzün e b�ktıl ar. O gülerek :
- Şimdi görürsünüz , cevabı nı verdi . Biraz dah a
beklediler. Vapur, Sarayburnu a çı k ların da iri dalgalar
üzerinde sallanıyordu. Arif Bey ağzını iki arkadaşının
başl arı arasına sokarak:
- Ben şimdi bu kalabalığı bir burgu gibi delmeye .
3 10
Süklüm püklüm bir tavır alarak kapıyı açtı. İçe
riye daldı .. Kam arada oturacak yer yoktu. Hatta bir
ki şi de ayakta duruyordu. Arif Bey kapının yanına di
kilip özür dileyerek, içi titreye titreye : ·
3 12
- D on uy orum . . . Üzerim e bir palto dah a örtü
nüz . . . Hasan Efen di, kaç . . . Otomobil geliyor, çiğn ene
ceksiri . . .
- Elmasım, . iÇerde Hasan Efendi yok. Vapurda
yız. B_u rada otomobi l ne arasın?
- · - Sayıklıyor galiba?
Hasta ağlar gibi bir sıkıntı içinde yalvara yalvara
haykırarak : .
- B ekçiye söyl eyiniz, o ten eşirle tabutu geri gö-
türsün !
·
313
ada sın a yaklaştığı sırada Mehm et'le Tah ir , s ahte
hasta Arifin koltukl arına girerek:
- Varda, İ spanyol nezlesi geliyor ! . . narasın ı sa-
vurdular.
·
3 14