Professional Documents
Culture Documents
İsmâililerin lideri olarak Hasan Sabbâh, Büyük Selçuklu Devleti sınırları içe-
risinde faaliyet gösterip 1256 yılına kadar varlığını devam ettirecek bir dev-
lete dönüşen Bâtınîlik hareketini başlatmış oluyordu. Esas itibariyle burada
Bâtınîlik olarak isimlendirdiğimiz İran Nizârî İsmâilîliği4 483/1090 yılında
hırslı ve muktedir bir kişiliğe sahip olan Hasan Sabbâh’ın Alamut’u ele geçir-
mesiyle fiilen başlamıştı.
Selçuklu sınırları içerisinde Bâtınîlik faaliyetleri parlak bir zekâya, yeni-
likçi ve teşkilâtçı bir yapıya sahip basiretli ve kabiliyetli, cebir, geometri, sihir
ve dinî ilimlere vakıf bir kişi olan5 Hasan Sabbâh’a kadar gizlilik içerisinde
sürdürülmüştü. Hasan Sabbâh, 473/1081 yılında Mısır seyahatinden, İsfa-
han’a döndükten sonra dokuz yıl boyunca dâvanın hizmetinde Kirman, Yezd,
Huzistan, Damgan, Deylem vb. İran coğrafyasını dolaşarak halkı İsmâilîliğe
davet etti.6 Gezdiği bu coğrafyalarda pek çok taraftar toplamakla kalmadı,
farklı bölgelere dâîler göndererek halkı kendi mezhebine davet politikasını
devam ettirdi.
Bu sırada Hasan Sabbâh’ın yürüttüğü faaliyetlerinin farkında olan Nizâ-
mülmülk, Rey Valisi Ebû Müslim Razî’ye onu tutuklaması talimatı vermişti.
Ebû Müslim’in başlattığı takibat nedeniyle Rey ve çevresinde tutunamayan ve
kendisi için güvenli bir yer arayan Hasan Sabbâh, bu amaçla Kazvîn civarın-
da muhkem bir mevkide bulunan Alamut Kalesi’ni7 ele geçirmek için tedrici
Ayrıca bkz. Mustafa Öz, “Dâî”, DİA, VIII, İstanbul 1993, s. 420-421; İlyas Üzüm, “Hüccet”, DİA, XVIII,
İstanbul 1998, s. 451-452; Ömer Tokuş, “Arslan el Besâsîrî ve İbrahim Yınal İsyanlarının Gizli Kahra-
manı Fâtımî Dâîsi “el-Mü’eyyed fî’d-Dîn Hibbetullah eş-Şîrâzî”, Tarih İncelemeleri Dergisi, XXXI/2,
İzmir 2016, s. 570.
4
Bir önceki dipnotumuzda da işaret ettiğimiz gibi Fatimî Hilafeti’nde el-Mûstansır’ın vefat etmesiyle
Fatimîlik ya da İsmâilî hareketinde kesin bir bölünme oldu. Bu bölünmede el-Musta‘lî’yi halife kabul
edip destekleyenlere Musta‘lîye -ki bunlar Fatimî Hilafeti’ni devam ettirmişlerdir- ve en-Nizâr’ı imam
kabul edip onun savunuculuğunu yapanlara ise Nizârîler denilmiştir. İşte bu Nizârî İsmâilîliği hareketi
daha çok İran merkezli olmuştur. Ayrıntılı bilgi için bkz, İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fî’t-târîh, thk. Muhammed
Yusuf el-Dukak, VIII, Beyrut 1987, s. 497-498; el-Kâmil fi’t-târîh tercümesi, çev. Abdülkerim Özaydın, X,
İstanbul 1989, s. 200-201; el-Cüveynî, s. 530-532; Ferhad Daftary, İsmaililer, Tarihleri ve Öğretileri, çev.
Erdal Toprak, İstanbul 2005, s. 377, 379, 459; Abdülkerim Özaydın, “Nizârîyye”, DİA, XXXIII, İstanbul
2007, s. 200.
5
Özaydın, s. 349; Murat Ağarı, Kazvînî’nin Âsâru’l-Bilâd ve Ahbâru’l-İbâd’ı (İnceleme ve Değerlendir-
me), İstanbul 2009, s. 251.
6
Cüveynî, s. 536-537. Damgan ve Mazendaran’daki Şehryarkuh’da kurduğu geçici karargâhlardan,
aralarında İsmâil Kazvinî, Kiya Ebü’l-Kasım Laricanî ve Muhammed Cemal Razî’nin de bulunduğu çok
sayıda dâîyi davet için bu bölgede görevlendirdi. Yine bazı emîr ve yerel yöneticileri kendi tarafına çek-
meyi de başarmıştı. Girdkûh’da Emîr-i Dâd Habeşî b. Altuntak’ın nâibi, Reis Muzaffer, Kuhistan’da ise
Hüseyin Kâinî bunların başında gelmektedir, bkz. Cüveynî, s. 538; Ebü’l-Kâsım Kâşânî, Târîh-i İsmâilîyye,
tash. Muhammed Taki Dânişpejûh, Tebriz 1343/1964, s. 125-126; İbrahim Kafesoğlu, Büyük Selçuklu İm-
paratoru Sultan Melikşah, İstanbul 1973, s. 124; Daftary, İsmaililer, s. 478.
7
Alamut, İran’da Elburz dağları üzerinde Kazvin’in yaklaşık 35 kilometre kuzeydoğusunda yer alan müs-
tahkem bir kaledir. Ortaçağ’da Rûdbâr vadisinde bulunan kalelerin en meşhurudur. Âluh ve âmût kelime-
lerinden meydana gelen Alamut ismi, eski Fars dilinin Taberistan şivesinde “kartal yuvası” veya “kartal
eğitimi” (ta’lîmü’l-ukâb) anlamına gelmektedir. Kale, Deylem merkezli Cüstanî meliklerinden biri tarafın-
dan 246/860 yılında yaptırılmıştı, bkz. İbnü’l-Esîr, IX, 38; Türkçe çev. X, 260; Cüveynî, s. 573; Daftary,
İsmaililer, s. 479; Kafesoğlu, s. 124; Abdülkerim Özaydın, “Alamut”, DİA, II, İstanbul 1982, s. 337; Abdül-
kerim Özaydın, “Alamut Kalesi”, Türk Kültürü, 281/XXIV, Ankara 1986, s. 53-54; Ağarı, s. 368.
bir plan hazırladı. Önce kalenin çevresinde bulunan Endicurd ahalisini kendi
tarafına çekti. Sonra da kaleye kendi örgütçülerini yani dâîlerini yolladı. 6
Recep 483/4 Eylül 1090 tarihinde bizzat kendisi kaleye girdi ve bu vesileyle
kaleyi, Sultan Melikşah adına yöneten Alevî-yi Mehdî’den almaya muvaffak
oldu.8
Hasan Sabbâh, kontrollü bir şekilde ele geçirdiği kalede kademeli tadilât
çalışmaları başlattı. Duvarlarını onarıp sağlamlaştırdı. Büyük hacimli su de-
poları, çeşitli sıvı ve katı yiyecekler için ambarlar ve mahzenler inşa etti. Su
kanallarını genişletip suların toplanması için kalenin dibinde havuzlar yaptır-
dı. Alamut vadisinde sulama sistemini yenileyip tarımsal üretimi artırmaya ça-
lıştı.9 Hasan Sabbâh, bu tarihten itibaren beldetü’l-ikbal10 adını alan Alamut’u
muhkemleştirip lojistik anlamda destekledikten sonra ölümünü müteakib
davet-i cedîde adını alacak olan İsmâilî-Bâtınî davasını yaymak maksadıy-
la her yana dâîler ve propagandacılar gönderdi. Bunun için öncelikli olarak,
Alamut’a sınır bölgelerin ve oraya yakın yerlerin ele geçirilmesi için büyük
çaba harcadı. Davete icabet etmeyenleri zor kullanarak ve kan dökerek kendi
tarafına çekti. Ele geçirdiği kalelerle yetinmeyip bina yapmaya elverişli taş
bulduğu her yere bir kale inşa ettirdi.11
Bütün bu hazırlıklarıyla Selçuklu Devleti’nin merkezinde, ona karşı dinî-
siyasî mücadelesini başlatmış oldu. Asıl gayesi olabildiğince çok taraftar
toplayarak ele geçirdiği şehir ve kaleler ağıyla müstakil bir siyasî teşekkül
oluşturmaktı. Her ne kadar bunu tam olarak başaramazsa da Nil’den Ceyhun
havzasına kadar uzanan coğrafyayı dehşet içinde bırakan azılı bir düşman ha-
line geldi.
Hasan Sabbâh ve kurduğu örgütün doğu İslâm dünyasının neredeyse
tamamına hükmeden Büyük Selçuklu Devleti içerisinde böyle dinî-siyasî
bir yapılanma gerçekleştirmesi, esas olarak örgüt içinde oluşturduğu katı
kurallar sistemine12 ve seçtiği mücadele stratejisine dayanmaktadır. İşte bi-
zim bu çalışmamızın esas konusunu da mücadele için seçtiği usûllerden
biri olan suikast sistemiyle Selçuklu devlet adamları, dönemin âlimleri ve
din adamlarına yönelik gerçekleştirdikleri cinayetler oluşturmaktadır. Ha-
san Sabbâh ile dâva yolunda bir araç-vasıtaya dönüşen suikast-cinayet yön-
temiyle mevcut siyasî otorite olan Büyük Selçuklu Devleti’ni yıpratarak
devlet adamları-yöneticileri bezginliğe ve karamsarlığa sürükleyip halkı
ise korku ve baskı ile sindirerek söz konusu coğrafyada İsmâilî-Batınî bir
8
İbnü’l-Esîr, IX, 38-39; Türkçe çev. X, 261; Cüveynî, s. 537; Kâşânî, s. 126; Lewis, s. 64; Daftary,
İsmaililer, s. 478-479; Kafesoğlu, s. 124-125.
9
Cüveynî, s. 574; Kâşânî, s. 128; Daftary, İsmaililer, s. 480.
10
Cüveynî, s. 540; Kâşânî, s. 130.
11
Cüveynî, s. 540; Kâşânî, s. 128-129, 130; Lewis, s. 65-66.
12
Nitekim kendi eşi ve çocukları başta olmak üzere mezhebe-örgüte mensup her bir bireyin bir şekilde dâva-
ya yardım ve katkı sunmalarına özel ihtimam göstermekteydi. Buna dair örnekler için bkz. Cüveynî, s. 545.
görevleri için değişik dillerin, dövüş sanatlarının vb. öğretildiği özel bir eği-
timden geçtiklerine dair bir kanıt yoktur. Her ne olursa olsun, çok farklı ırk,
bölge ve statüden İsmâilî yandaşların bulunması ve yine askerlik mesleğinin
popüler oluşunun dönemin toplumsal bir gerçekliği olması gibi etkenler göz
önüne alındığında, bu özelliklere sahip kişilerin örgüt içerisinde bulunması
pekâlâ mümkündür.
Kuşkusuz, kendi dâvalarına-mezheplerine düşman kimselere özellik-
le yöneticilere yönelik gerçekleştirdikleri suikastlarda kurtulma şansları
düşük olduğundan bu vazife, İsmâilîler tarafından kahramanca bir eylem
olarak yüceltiliyordu. Nitekim imamlarının düşmanlarına karşı kendilerini
hiçe sayan bir sadakat ve cesaretle savaşan bu fedâîler, o kadar yüce bir
dava için savaştıklarına inanıyorlardı ki, bu uğurda ölmeyi kendileri için
büyük bir şeref ve saadet olarak görüyorlardı. Bu konuda sadece fedâîler
değil onların aileleri de kesin ve mükemmel bir şekilde ikna edilmişti. Bu
durumu Musul emîrine yapılan bir suikastta gayet açık müşahede edebi-
liyoruz. Musul emîrini öldürmeye gönderilen sekiz fedâîden yedisi emî-
ri öldürdükten sonra yakalanarak öldürülmüş, birisi kaçarak kurtulmuştu.
Kurtulan fedâînin annesi bu durumu bilmediği için kendi oğlu da öldürül-
müş diye bayramlık elbiselerini giyerek oğlunun şehit olmasına sevinmişti.
Sonradan kendi oğlunun kurtulduğu anlaşılınca, bayramlık elbiselerini çı-
karmış ve kederinden saçını, başını yolmuştu.18 Bu aslında örgüt içerisinde
ne tür bir inanç ve dayanışma bilinci sergilendiğini ortaya koyan önemli bir
örnektir. Aynı zamanda İsmâilîler için dâva düşmanlarına karşı mücadele
etmenin ve bu uğurda ölmenin dinî bir vazife addedildiğini de gösterir. Bu
eylemcileri harekete geçiren saiklerin anlaşılması açısından da önemlidir.
Buna karşın kendilerine verilen haşhaşın etkisiyle korkusuzca bu eylemleri
gerçekleştirdiklerine dair rivayetler olmasına rağmen bu konuda kesin bir
bilgi bulunmamaktadır.19
Şimdi de İsmâilîlerin Selçuklu devlet adamlarına yönelik suikastları ve
bunları ne şekilde işledikleri mevzuuna geçelim.
İsmâilîlerin Selçuklu ülkesinde gerçekleştirdikleri ilk cinayet muhte-
melen Alamut’un ele geçirilmesinden önce meydana gelmişti. Bir grup
Bâtınî, İsfahan’da ikamet eden Save’li bir müezzini kendilerine katılmaya
davet ettiler. Fakat o, bu daveti kabul etmeyince, ihbar etmesinden kor-
karak onu öldürdüler.20 Ancak bu planlanmış bir eylem değildi ve Nizâ-
18
Ocak, s. 227.
19
Bkz. Hodgson, Fedâ’î, s. 882; Daftary, İsmaililer, s. 495; Shakib Saleh, “Usu of Bâtınî, Fidâ’î and Has-
hîshî”, Studia İslamica, 82, 1995, s. 35-43; Abdülkerim Özaydın, Muhammed Tapar Devri Selçuklu Tarihi,
Ankara 1990, s. 74; Arayancan, s. 335.
20
İbnü’l-Cevzî, el-Muntazâm fî târîhi’l-mulûk ve’l-ümem, thk. Muhammed Abdulkadir Atâ-Mustafa Ab-
dulkadir Atâ, XVII, Beyrut 1992, s. 63; Telbîs, s. 98; İbnü’l-Esîr, IX, 37; Türkçe çev. X, 258; ez-Zehebî,
Şemseddin Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Osman b. Kaymaz, Târîhü’l-İslâm ve vefeyâtü’l-meşâhîr
ve’l-‘alâm, thk. Beşşar Avvâd Me‘ruf, X, Beyrut 2003, s. 673.
sebeple onu takip eden Bâtınîler, Hemedan’da üzerine hücum ederek öldürdü-
ler. Vezir Nizâmülmülk’ün damadı olup bizzat vezirin talimatıyla başta Hasan
Sabbâh ve yandaşlarına karşı takibatı başlatanlardan biri olan Rey reîsi Ebû
Müslim Razî de 488/1095’te Hudâdâd-ı Razî isimli fedâînin suikastına kur-
ban gitti.32 Bir yıl sonra da Atsız el-Melikşahî ve Siyâhpûş denilen iki emîr
katledildi.33
Yine 490/1096 yılında Sultan Berkyaruk’un annesinin veziri Abdurrah-
man es-Sümeyremî bir Bâtınî tarafından hile sonucu öldürüldü, ardından
ona saldıran Bâtınî de öldürüldü. Aynı yıl Nizâmülmülk’ün memlûklarından
Erkuş (Erğuş- ) en-Nizamî de Rey’de Abdurrahman Horasanî nâm
fedâînin hançerli saldırısında canından oldu (490/1096-1097). Erkuş, Sultan
Berkyaruk’un amcası Yakutî’nin kızıyla evlendiği için büyük bir mevkie sa-
hip olmuştu.34 Ondan bir yıl önce de kendi damadı ( ) fedâî İbrahim
Dâmavendî’nin saldırısında hayatını kaybetmişti. Büyük emîrlerden Por-
35
edilen bir unsur haline geldi. İbnü’l-Esîr’in40 kaydettiğine göre Sultan Berk-
yaruk, Vasıt’ta bulunduğu sırada Bâtınîlerden bir grubun saldırısına uğradı,
ancak başarılı olamayan fedaîler yakalandılar. Sultanın huzuruna çıkarılınca
İsfahan şahnesi Emîr Sermez tarafından kendisini öldürmek üzere görevlendi-
rildiklerini itiraf ettiler (493/1099-1100).
Bir yıl sonra ise Emîr Sermez Bilge Bey’in kendisi, Bâtınîlerin suikastı
sonucu can verdi. Emîr Sermez, Bâtınîlerden çekindiği için onlara karşı son
derece tedbirli davranıyordu. Elbiselerinin altında daima zırh giyer ve mu-
hafızsız dolaşmazdı. Ama o gece zırh giymeyi ihmal etti. Sultanın sarayına
gitmek için çıktığında Bâtınîler hançer ile onu sırtından vurdular. Kâşânî’nin41
naklettiğini göre Bilge Bey, Sultan Berkyaruk’un huzurunda fedâîler tara-
fından bıçaklanmıştır. Aynı gece emîr ile birlikte iki adamı ve çocuklarından
bazıları da öldürüldü, bu şekilde Emîr Sermez’in evinden beş cenaze çıktığı
kaydedilmektedir (27 Ramazan 493/10 Ağustos 1100). Onu öldüren Bâtınîler-
den biri öldürüldü, diğeri ise kurtuldu.42
Ayrıca Muhammed Tapar’ın eniştesi ve onun taraftarlarından olup Niza-
mülmük’ün gulâmlarından olan Gümüş en-Nizamî de Bâtınîler tarafından
suikasta uğrayan emîrlerdendi (494/1100-1101).43 Yine bu yıl ileri gelen emîr-
lerden biri de Rey’de Fahrülmülk b. Nizâmülmülk’ün sarayında bir Bâtınî
tarafından suikasta maruz kaldı. Fahrülmülk yakalanan Bâtınî’yi önce ya-
zık sana! utanmaz mısın? bana hürmetsizlik ve edepsizlik ettin, onu benim
sarayımda öldürdün diyerek azarladı, ardında da konuşturmak için bir süre
eziyet çektirdi ancak itirafta bulunmayınca öldürdü.44
Bâtınîlerin büyük emîrlere bu şekilde suikastlar tertiplemelerine rağmen,
Berkyaruk güç dengesinin kendi aleyhine bozulduğu bu dönemde ordusuna
Bâtınîleri kabul etmekten çekinmemişti. 493/1100 yılında Berkyaruk, kardeşi
Sencer ile Girdkûh yakınlarında giriştiği savaşta Emîr-i Dâd Habeşî’nin 20
bin kişilik ordusu içerisinde 5 bin kişilik Bâtınî askerleriyle Muzaffer b. Ah-
med el-Müstevfî de bulunuyordu.45
Bu mücadele sırasında Bâtınîlerin Berkyaruk’un ordusu içerisindeki sa-
yıları gittikçe artmaya başladı. Çok sayıda askeri aldatıp kendi taraflarına
çektiler. Neredeyse üstünlüğü ele geçireceklerdi. Ordu içinde Bâtınîlerin
ileri gelenlerinden müteşekkil bir grup oluştu, böylece etkinlikleri de arttı.
Kendi görüşlerine karşı çıkanları ölümle tehdit etmeye başladılar. Muhalifle-
ri de onlardan korkmaya başladı; hatta ileri gelen asker ve kumandanlar zırh
40
el-Kâmil, IX, 25; Türkçe çev. X, 242; Özaydın, Muhammed Tapar, s. 16.
41
Târîh-i İsmâilîyye, s. 106, 155.
42
İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, XVII, 54; İbnü’l-Esîr, IX, 30; Türkçe çev. X, 248; İbn Kesîr, XII, 308; Sey-
fullah Kara, Büyük Selçuklular ve Mezhep Kavgaları, İstanbul 2007, s. 142.
43
İbnü’l-Esîr, IX, 42; Türkçe çev. X, 265.
44
İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, XVII, 55.
45
İbnü’l-Esîr, IX, 27; Türkçe çev. X, 245.
yılında Rey’de öldürüldü. Camide halka vaaz ettikten sonra, kürsüden iner-
ken Ebü’l-Feth Siczî isimli fedâî tarafından hançerlendi; bu arada fedâî de
katledildi.55 Hakeza Selçuklu iktidarındaki otorite boşluğundan da zaman
zaman istifade eden Bâtınîler bu anlamda eylemlerini daha da artırmak-
taydılar. Söz gelimi 498/1104-1105 yılında Sultan Berkyaruk’un vefatının
akabinde vuku bulan hâdiseler dolayısıyla Bâtınîler faaliyetlerini yoğun-
laştırarak Beyhak ve benzeri pek çok yörede güçlenip üstünlük sağladılar.
Muhammed Tapar’ın iktidarını sağlamakla uğraşmasından da faydalanarak
diledikleri kimselere karşı suikast tertiplemekten kaçınmadılar. Bu babdan
Bâtınîler, Şafiîlerin ileri gelen reîslerinden Ebû Cafer b. el-Meşşât’ı bu yıl
öldürdüler. Rey’de dersler verip halka vaaz eden el-Meşşât da Ebü’l-Muzaf-
fer b. el-Hocendî gibi kürsüden indiği sırada fedâî Muhammed Demâven-
dî’nin hançerli saldırısına uğradı.56 Yine Hanefî mezhebine mensup Kadı
Ebü’l-Alâ‘ Said b. Ebû Muhammed en-Nişâburî de 499/1105-1106 yılında
İsfahan Camii’nde bir Bâtınî tarafından öldürüldü.57 Benzer şekilde İsfahan
kadısı Ubeydullah b. Ali el-Hatibî’yi ise Hemedan şehrinde öldüren Bâtınî-
ler (Safer 502/Eylül-Ekim1108), güçlü bir düşmanlarını daha ortadan kaldır-
mış oldular. Zira İbnü’l-Esîr’in58 haber verdiğine göre “el-Hatibî, Bâtınîler
aleyhinde çok çalışır, onlardan çok korktuğu için de ihtiyaten zırh giyinir ve
adamlarıyla birlikte dolaşırdı.” Ancak Cuma günü bir Bâtınî, adamlarıyla
arasına girerek onu hançerledi. Yine zamanın önde gelen imamlarından olan
Nişâbur müftüsü Said b. Muhammed b. Abdurrahman Ebü’l-Alâ‘ el-Buhârî
el-Kadî el-Hanefî de aynı yıl Ramazan bayramı günü Camiü’l-Atik’te bir
Bâtınî’nin suikastıyla canından oldu (502/1108-1109).59
Bâtınî tehlikesinin hangi boyutlara vardığını anlayan ve “eğer Şâfiî’nin
bütün kitapları yansa, hafızamdan onları yeniden yazdıracak kadar gücüm
vardır”, diyen ve bu nedenle zamanın Şâfiî’si olarak kabul edilen büyük
âlim İmâm Ebü’l-Mehâsin Abdülvahid er-Rûyânî de Bâtınîlerin cinayeti-
ne maruz kalanlardandı. Taberistan kadısı olan er-Rûyânî, 11 Muharrem
502/21 Ağustos 1108 Cuma günü Âmul Camii’nde sabah saatlerinde şehid
edildi.60
55
İbnü’l-Cevzî, XVII, 83; İbnü’l-Esîr, IX, 69; Türkçe çev. X, 297; Kâşânî, s. 155; Özaydın, Berkyaruk
Devri, s. 88; Kaya, s. 51; Arayancan, Suikaste Uğrayan Devlet Adamları, s. 340.
56
İbnü’l-Esîr, IX, 84; Türkçe çev. X, 318; ez-Zehebî, X, 689; Kâşânî, s. 155.
57
İbnü’l-Esîr, IX, 97-98; Türkçe çev. X, 333.
58
el-Kâmil, IX, 133; Türkçe çev. X, 377.
59
448/1056-7’de doğdu, Isfahan, Bağdad ve Mekke’de hadis dinledi ardından Hanefî fıkhını tahsil etti.
Salih ve mütedeyyin bir zat idi. İbnü’l-Cevzî, XVII, 113; İbnü’l-Esîr, IX, 133; Türkçe çev. X, 377; Sıbt
İbnü’l-Cevzî, s. 18; ez-Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XI, 33; Kâşânî, s. 156; Kara, s. 146-147.
60
İbnü’l-Cevzî, XVII, 113; İbnü’l-Esîr, IX, 134; Türkçe çev. X, 378; Sıbt İbnü’l-Cevzî, s. 18; İbn Kesîr,
XII, 328; ez-Zehebî, Târîhü’l-İslâm, XI, 9; Ebû Bekr Şemseddin Muhammed b. Abdullah İbn Nasıruddin,
Tevdihü’l-müştebih fî dabti esmâi’r-ruva ve ensabuhum ve elkabuhum ve kunahum, thk. Muhammed Naîm
el-Arakusî, IV, Beyrut 1993, s. 240. İbn Kadi Şühbe, Tabakatü’ş-Şâfiîyye, thk. Hafız Abdülhalim Han, I,
Beyrüt 1987, s. 287; Lewis, s. 82; Ateş, s. 232; Taşkıran, s. 109.
Bunların haricinde iki kardeş fedâî tarafından öldürülen ismini tespit ede-
mediğimiz bir kadı, Abdurrahman Kazvînî (490/1096-1097), [Hâdî] Kiyâ-yi
Alevî, İskender Sûfî-yi Kazvînî, Dıhistan valisi Sungurca (Âmûl’de), Ebü’l-
Fadl Ebû Usâme-yi Râzî, Ebû Naîm Müstevfî, Kazvîn müftüsü Ebü’l-Kâsım
Gürcî, Beyhak reîsi Ebü’l-Hasan, Abdurrahman Kazvînî (499/1105-1106’da
Rey’de), Ebü’l-Ferec Karategin (Rey’de), Kerrâmîlerin lideri Muhammed-şâd
(496/1102-1103’te Rey’de), Ebû Ahmed Devletşahî (505/1111-1112), kadı Ab-
dullah İsfahanî, Cürcan müftüsü Müntehî-yi Alevî, Horasan hâkimi (Merv’de)
bir emîr, Damgan valisi Tuğrul, Kirman kadısı, Dıhistan kadısı ve Muhammed
Türkî ( ) gibi emîr ve din adamlarının da mevzu bahis dönemde Batınî
suikastlerini maruz kaldıkları kaydedilmektedir.88
Sonuç olarak kaynaklarda İsmâilîlerin öldürdüğü binlerce kişinin yer
aldığı cinayet listelerinden bahsedilse de Selçuklu devlet adamları ve dö-
nemin ulemâsına yönelik kayıtlara geçmiş yaklaşık 70’e yakın suikast söz
konusudur. Bunlardan üçü sultan (ikisi Sultan Berkyaruk biri de Muhammed
Tapar’a karşı), biri melik olmak üzere yedisi vezir ve diğerleri de devle-
tin hemen her kademesinden devlet adamı-emîr ve âlim, kadı, müftü, vaiz,
müezzin vb. din adamlarına yöneliktir. Muhammed Tapar’a karşı akîm bir
teşebbüsün yanı sıra Berkyaruk, Vezir Nizâmüddin Ebû Nasr Ahmed b.
Nizâmülmülk ve Şahdiz kuşatması sırasında ileri gelen emîrlerden birine
yapılan suikast dışındakiler başarıyla sonuçlandı. Bunlardan Sultan Mu-
hammed Tapar’a zehirli neşterle suikast dışında (ki bunu Bâtınî olan Vezir
Sa‘dülmülk planladı) diğerlerinin tamamı hançerle gerçekleştirildi. Bütün
bu cinayet eylemlerinde Bâtınî fedâîlerinin belli bir plan çerçevesinde hare-
ket ettikleri ve buna göre de bazen bir seyis veya hizmetçi, mektup getiren
bir elçi, bir dilenci, sufî veya zulme uğramış bir mazlum gibi farklı kılıklara
bürünerek öldürecekleri kişilere yaklaştıkları görülmektedir. Ayrıca cinaye-
tin başarısız olma ihtimalini düşünerek kimi fedâîlerin pusuda bekledikleri
de gözden kaçmamaktadır.
Hasan Sabbâh ile başlayan Selçuklu ülkesindeki Bâtınî-Nizârî İsmâilî
hareketi, farklı taktik ve metotlarla geniş halk kitlelerinden Selçuklu Devle-
ti’nin en üst makamlarından vezirlik mertebesine kadar pek çok sınıftan ta-
raftar toplayabilmiştir. Bir yandan bu şekilde sosyal ve siyasî hayatın içinde
yer edinirken bir yandan da hançerli fedâîlerle alenî bir şekilde gerçekleştir-
dikleri suikastlarla devlet adamlarını ve halkı sindirmeye çalışmışlardır. Öyle
ki, sultanın sarayı dâhil olmak üzere insanların kendilerini güvende hissede-
bilecekleri neredeyse hiçbir yer bırakmamışlardı. Söz konusu bu mücadele
stratejileriyle ciddi bir sonuç elde edememiş olsalar da pek çok kaleye sahip
olarak Selçuklulara karşı ayakta kalmayı başarmışlardır. Hasılıkelâm 1090 yı-
lından başlamak üzere Bâtınîler, emîr ve din adamlarına karşı suikastları ve
halka yönelik kıtalleriyle yalnızca Selçuklu topraklarında değil aynı zamanda
88
Kâşânî, s. 154-157, 182.
Kaynaklar