You are on page 1of 280

ALAMUT

EFSANELERİ
FARHAD DAFTARY
Annem ve Babamın Anısına..
İÇİNDEKİLER

Transkripsiyon ve kısaltmalar .............................6


Önsöz 9

Giriş 11
Tarihte ve O r t a ç a ğ İslam Eserlerinde İsmaililer 21
O r t a ç a ğ Avrupa'sının İslam'a ve İsmaililer'e Bakışı...85
Efsanelerin Kökleri ve İlk O r t a y a Çıkışları 143

EK:
Silvestre d e S a c y ' n i n Haşaşiler Üzerine İncelemesi 2 0 3
Haşaşiler Hanedanlığı ve İsimlerinin
Kökeni Üzerine Bir Deneme 209
A n t o n i e I. Silvestre de S a c y
(Ingilizceye çeviren Azizeh Azodi, düzelten Farhad Daftary)
İndeks 285
TRANSKRİPSİYON ve KISALTMALAR

Bu kitapta, A r a p ç a ve Farsça yazılar için kullanılan tran­


skripsiyon, h e m e n h e m e n The Encyclopedia of islam'ın yeni
baskısından aynen uyarlanmıştır. Sadece şu eklemeler
yapılmıştır: dj için j, k için q ve c için c h .
Metinde Hıristiyan takvimi kullanılmıştır. Sacy'nin
araştırmasında karşımıza çıkan bazı tarihler ve İslam
d ü n y a s ı n d a yayınlanmış olan kitapların basım tarihleri ise
İslami t a k v i m e göredir. Bunların yanlarına Hıristiyan takvi­
m i n d e karşılık g e l e n tarihler yazılmıştır.
Notlar ve Bibliyografya bölümlerinde sıklıkla karşımıza
çıkacak olan bazı süreli yayın ve ansiklopedi isimleri için ise
aşağıdaki kısaltmalar kullanılmıştır:

BSO(A)S Doğu (ve Afrika) Araştırmaları Enstitüsü Bülteni


EI2 İslam Ansiklopedisi (yeni basım)
EIR İran Ansiklopedisi
JRAS Royal Asiatic Society Dergisi
Nizarì İsmaililerini, gizemli Dağın Şeyhi tarafından yönetilen
şeytani Haşaşiler örgütü olarak gösteren bu resim, Ortaçağ
Avrupa'sına ait az bilinen bir efsane tasviridir. Avrupalıların, Ismaili
Müslümanları üzerine kurdukları efsaneler ve hayali kurguların
kökü Haçlılar dönemine dayanmaktadır ve Dağın Şeyhi ile temsil
edilen Ismaili lideri etrafında örülmüştür. Bu hayal ürünü masallar,
zamanla uyuşturucu güdümlü vahşet efsanelerine dönüşmüş ve
haşhaş kullanan manasına gelen "assassin" kelimesinin, Avrupa
dillerinde katil anlamında kullanılmaya başlanması yüzünden
günümüze kadar gelmiştir.
"Dağın Şeyhi ve O'nun cenneti "ni gösteren yukarıdaki tasvir,
Paris Halk Kütüphanesinde bulunan, Odoric of Pordenone nin
(öl. 1331) seyahatlerini anlattığı el yazması Livre des Merveilles
isimli eserden alınmıştır. Eser 15. yüzyılın başlarında, Burgonya
Dükü Korkusuz John için hazırlanmıştır.
ÖNSÖZ

nemli bir M ü s l ü m a n Şii t o p l u l u ğ u olan Nizari İsmailile-


Ö ri, O r t a ç a ğ Avrupa'sında Haşaşiler ismiyle n a m salmış­
lardır. Çirkin bir şekilde haşhaş kelimesinden türetilen bu
yanlış isim, 12. yüzyılın başlarında O r t a d o ğ u ' d a k i bu g i z e m ­
li tarikatın üyeleriyle ilk olarak t e m a s a g e ç e n Haçlılar ve y a n ­
larında g e l e n batılı yazarlar s a y e s i n d e g e n i ş bir kitleye yayıl­
mıştır. İslam inancına ve yaşayışına karşı t a m a m e n ilgisiz
olan O r t a ç a ğ A v r u p a halkları da bunun s o n u c u olarak, H a ş a -
şilerin gizli faaliyetleri ve onların g i z e m l i liderleri D a ğ ı n Ş e y ­
hi ile ilgili bir dizi hikâyeyi kulaktan kulağa aktarmışlardır. Z a ­
m a n içinde, M a r c o Polo'nun kalemiyle zirveye ulaşan H a ş a -
şi efsaneleri hiçbir t e m e l e d a y a n m a d a n oraya buraya çekil­
mişler ve "Haşaşi"nin karşılığı olan " A s s a s i n " kelimesi, ih­
malkâr bir etimoloji ile Avrupa dillerine "katil, suikastçı" an­
lamına g e l e n bir kavram olarak girmiştir.
Avrupalıların yaydıkları bu efsaneler ve O r t a ç a ğ d ö n e ­
mindeki M ü s l ü m a n yazarların d ü ş m a n c a k a l e m e almış ol­
dukları eserler, Nizariler k o n u s u n d a çalışan ve değerlendir­
m e l e r d e bulunan Silvestre d e S a c y v e 19. yüzyılın diğer ö n ­
d e g e l e n d o ğ u bilimcilerinin yaptıkları çalışmaların temelini
oluşturmuştur. Nizariler hakkında edinilen eksik bilgilerle d o ­
lu ve saptırılmış bu imaj, ç o k yakın z a m a n a kadar Batı'daki
a k a d e m i k ç e v r e l e r c e kabul görmüştür. A m a güvenilir İsma-
ili kaynaklarına erişilmesiyle birlikte İsmaililer konusundaki
çalışmalarda yapılan m o d e r n atılımlar, g e ç de olsa Nizari
t o p l u m u n u n tarihinde g e r ç e k l e masalın birbirinden ayrılma-

9
sını sağlamıştır. İsmaililer konusundaki m o d e r n bulgular ışı­
ğ ı n d a hazırlanan bu kitap, bir dizi Haşaşi efsanesinin kökleri­
nin ve ilk ortaya çıkışlarının izini sürme, aynı z a m a n d a da bu
efsanelerin saptırılarak d i l d e n dile aktarıldıkları d ö n e m i n ta­
rihsel koşullarını i n c e l e m e amacını gütmektedir.
Silvestre de S a c y ' n i n bu kitabın ek b ö l ü m ü n d e yer alan
meşhur denemesi Haşaşiler Hanedanı ve İsimlerinin Etimo­
lojisi Üzerine Bir Deneme eserini son d e r e c e ustalıkla İngiliz-
c e y e çeviren A z i z e h A z o d i ' y e gerçekten çok şey borçluyum,
iradj B a g h e r z a d e ve A n n a Enayat da kitabın basımına farklı
şekillerde katkıda bulundular; onlara minnettarım. U y g u n bir
kapak resmi için İngiliz Kütüphanesi'nin ve d i ğ e r A v r u p a kü­
tüphanelerinin O r t a ç a ğ d ö n e m i n e ait koleksiyonlarını büyük
bir dikkatle araştıran ve en s o n u n d a Paris Halk Kütüphane-
s i ' n d e , O r t a ç a ğ Avrupa'sına ait bir el y a z m a s ı e s e r d e , belki
d e D a ğ ı n Şeyhi v e O ' n u n cennetinin tek dişe dokunur tasvi­
rini bulan Farhad H a k i m z a d e h ' e özel bir teşekkür borçluyum.
Kitabın çeşitli taslaklarını bilgisayara aktaran Caroline K e -
a n e ' y e d e teşekkür e d i y o r u m .

10
GİRİŞ

E dward FitzGerald'ın, Ö m e r H a y y a m ' ı n rubailerini İngiliz-


c e y e çevirdiği eserin giriş b ö l ü m ü n ü okuyanlar, " Ü ç O k u l
Arkadaşının Ö y k ü s ü " n ü anımsayacaklardır. Ö y k ü d e , İranlı
gökbilimci-şair Ö m e r H a y y a m ile Selçuklu veziri N i z a m - ü l -
M ü l k v e s ö z d e "Haşaşi Ö r g ü t ü " n ü n kurucusu H a s a n S a b b a h
arasında bağlantı kurulmuştur. Ö y k ü d e iddia e d i l d i ğ i n e g ö r e
bu üç meşhur İranlı, gençliklerinde N i ş a p u r ' d a aynı h o c a ta­
rafından eğitilmiş sınıf arkadaşlarıdırlar. Üç arkadaş birbirleri­
ne bir s ö z verirler. Buna g ö r e , içlerinden hayatta ilk kim ba­
şarıya ulaşırsa, d i ğ e r ikisinin y ü k s e l m e s i n e yardımcı olacak­
tır. Selçuklu vezirliğine yükselen Nizam-ül-Mülk, aralarında
m a k a m ve kudrete ilk erişen olur ve H a y y a m ' a düzenli bir
ö d e n e k , H a s a n ' a d a Selçuklu D e v l e t i ' n d e ö n e m l i bir m e v k i
teklif e d e r e k s ö z ü n ü tutar. A n c a k bir süre sonra H a s a n , N i -
z a m - ü l - M ü l k ' e rakip olur ve s o n u n d a Nizam-ül-Mülk hile ile
H a s a n ' ı sultanın ö n ü n d e küçük düşürerek bu rekabetten g a ­
lip çıkar. H a s a n intikam yemini eder. Mısır'a gider, orada İs-
maili inancının sırlarını öğrenir ve sonra İran'a d ö n ü p , su-
ikastçılarıyla Selçukluları yıldıran bir tarikat kurar. H a s a n ' ı n
suikastçılarının ilk kurbanı da Nizam-ül-Mülk olur. Bu öykü,
O r t a ç a ğ A v r u p a ' s ı n d a "Haşaşiler" olarak tanınan Nizari İsma-
ilileri ile ilişkilendirilen D o ğ u kökenli efsanelerden biridir.
12. yüzyıldan başlayarak Nizariler, Batıda da p e k ç o k ef­
sanenin kahramanı olmuşlardır. Avrupalılar d a h a d o ğ r u s u
Kutsal Topraklar'ı e l e g e ç i r m e k a m a c ı y l a Haçlı hareketini or­
taya çıkaran Katolik C e r m e n l e r ile Şii Müslümanların arasın-

11
daki ilk t e m a s 12. yüzyılın başlarında S u r i y e ' d e gerçekleşti.
O sırada Nizari İsmailileri, Selçuklu Türklerinin M ü s l ü m a n
toprakları üstündeki hâkimiyetine m e y d a n okuyarak, y ü c e
H a s a n S a b b a h ' ı n önderliğinde, yeni bir bölgesel d e v l e t kur­
muşlardı. S u r i y e ' d e y a ş a y a n bu Nizari İsmailileri, bir z a m a n
sonra b ö l g e d e k i çeşitli M ü s l ü m a n liderlerin aralarındaki itti­
faklar ve düşmanlıklardan oluşan karmaşık bir a ğ ı n ve İsma-
ili komşuları hakkında d o ğ r u bilgiler e d i n m e z a h m e t i n e ken­
dilerini s o k m a y a n , hatta D o ğ u Latin topraklarında bulunan
hiçbir M ü s l ü m a n t o p l u l u ğ a karşı ilgi d u y m a y a n Hıristiyan
C e r m e n l e r i n ortasında kaldılar. Ç o k g e ç m e d e n , Haçlılar v e
beraberlerinde g e l e n batılı gözlemciler, s ö z d e Haşaşiler, di­
ğ e r bir deyişle g i z e m l i "Vetus d e M o u n t a n i s " yani D a ğ ı n
Ş e y h i n e kendilerini a d a m ı ş müritler hakkında bir dizi hayal
ürünü hikâyeler ortaya attılar. Haşaşi efsaneleri d e n e n bu hi­
kâyeler, İslam ile ilgili her k o n u d a son d e r e c e bilgisiz olan ve
seferlerden geri d ö n e n Haçlıların anlattıkları hayal ürünü ve
çarpıcı d o ğ u masallarına karşı büyük merak d u y a n Avru­
p a ' d a kısa s ü r e d e popülerlik kazandılar.
Köklerini, Müslümanların g e n e l olarak İsmaililere karşı
duydukları düşmanlıktan v e Avrupalıların D o ğ u ' y u masalsı
bir â l e m şeklinde algılayışlarından alan Haşaşi Efsaneleri, e s ­
ki çağlar b o y u n c a sürekli ve sistematik olarak değişikliğe u ğ ­
radı. S ö z konusu çarpıtılmış efsaneler, ciddi Batılı araştırma­
cılar tarafından bile, bu esrarengiz D o ğ u t o p l u m u n u n faali­
yetlerini anlatmak için kaynak olarak kullanıldı.
Haşaşi efsaneleri b ö y l e c e d a h a da hızlı yayıldı ve bu y a ­
yılış, sonraki yüzyıllarda A v r u p a ' d a , İslam ve İslam dünyası
içindeki gruplar hakkında d a h a güvenilir bilgilere sahip olun­
m a y a başlandığında dahi, bu konunun tekrar değerlendiril­
m e s i n e e n g e l oldu. A m a İslam hakkındaki çalışmaların d a h a
da ilerlemesi ve İsmaililerin tarihleri ve doktrinleri konusun-

12
daki çalışmalarda yapılan ö n e m l i m o d e r n atılımlar, özellikle
13. yüzyılın m e ş h u r g e z g i n i M a r c o Polo adıyla en popüler
haline ulaşan, çarpıtılmış Haşaşi efsanelerinin bazılarının son­
s u z a kadar ortadan kaldırılmalarına imkân verdi. Nizari İsma-
ilileri'ni kapsayan en ünlü ortaçağ efsanelerinin köklerini bul­
mak, aynı z a m a n d a da efsanelerin böylesine g e n i ş bir alana
yayıldığı z a m a n ı n tarihsel koşullarını i n c e l e m e k bu kitabın te­
m e l amacıdır.
Milyonlarca insandan oluşan ve dünyadaki İsmaili nüfu­
sunun büyük kısmını oluşturan Nizari İsmailileri, g ü n ü m ü z d e
A s y a , Afrika, A v r u p a ve K u z e y A m e r i k a ' d a 2 5 ' t e n fazla ülke­
y e yayılmışlardır. Ş u a n d a Kerim A ğ a H a n ' ı 4 9 . imamları,
başka bir deyişle ruhani liderleri olarak kabul etmektedirler.
Kendi başlarına, nüfusu bir milyarı bulan Müslümanların %
10'unu oluşturan İsmaililer, Şii Müslümanları içinde ö n e m l i
bir azınlık topluluğu temsil etmektedirler.
İsmaililerin, 12 yüzyılı aşan uzun ve maceralı bir g e ç m i ş ­
leri vardır ve bu süre zarfında ç o k sayıda irili ufaklı gruplara
ayrılmışlardır. 8. yüzyılın ortalarında, ayrı bir Şii topluluğu
olarak ortaya çıkmışlar ve tarihte iki k e z devlet kurabilmişler­
dir; bunlardan biri Fatimi Halifeliği, diğeri Nizari Devleti'dir.
İsmaililer aynı z a m a n d a İslam dünyasında, politik ve bilimsel
alanlarda da ö n e m l i bir role sahip olmuşlardır. İçlerinde din
bilginleri, filozoflar ve devlet görevlileri bulunan m e ş h u r İs­
maili Daileri, başka bir deyişle propagandacıları, çeşitli alan­
larda sayısız bilimsel incelemeler ortaya koyarak, O r t a ç a ğ İs­
l a m d ü ş ü n c e s i n e katkıda bulunmuşlardır.
Fatimi d ö n e m i n i n başlarında birlik oluşturmayı başaran
İsmaili hareketi, 1094'te Nizariler ve Mustaliler olarak iki bü­
y ü k kola ayrıldı. Bu araştırmanın t e m e l amacı olan Nizariler
İran'da, Suriye b ö l g e s i n d e de ayrı bir toprağı olan bir d e v l e t
kurmayı başardılar. M e r k e z i , Kuzey İran'daki A l a m u t D a -

13
ğ ı ' n d a bulunan bir kale olan bu toprakları dağınık devlet,
Sünni İslam'ın ve Sünnilerin Bağdat'taki i s m e n sözcüsü ko­
n u m u n d a k i Abbasi halifesinin koruyuculuğunu üstlenen, sa­
y ı c a kendisinden ç o k d a h a g ü ç l ü ve Şii karşıtı Selçuklu Türk­
lerinin ortasında bütünlüğünü muhafaza edebildi. Suriye N i -
zarileri, bu koşullar altında bir d e , Hıristiyanlığın kutsal t o p ­
raklarını Müslümanların (ya da yanlış da olsa, kendi araların­
da y a y g ı n bir şekilde kullandıkları isim olan Sarazenlerin)
e g e m e n l i ğ i n d e n kurtarma amacıyla 1096'dan itibaren böl­
g e y e başarılı seferler d ü z e n l e y e n Haçlılarla m e c b u r e n karşı
karşıya kaldılar ve yeni bir d ü ş m a n e d i n m i ş oldular. Dağlara
kurulmuş p e k ç o k kalenin çevresindeki köyleri ve bazı kasa­
baları kontrol altında tutan Nizari İsmaili devleti, en s o n u n d a
1 2 5 6 ' d a M o ğ o l istilasıyla yıkıldı. İran'da, S u r i y e ' d e ve başka
coğrafyalarda yaşayan Nizariler, bundan sonra birbirlerinden
b a ğ ı m s ı z Şii azınlıkları olarak, ö n e m l i bir politik etkinlik g ö s ­
termeksizin hayatlarına d e v a m ettiler.
Nizari İsmailileri'nin batıda Haşaşiler olarak tanınmaları­
nın sorumlusu olarak, Haçlılar ve onların Katolik vakanüvisle-
ri ile D o ğ u A k d e n i z ' d e k i bu m e z h e p l e ilgili birinci a ğ ı z d a n
bilgiler e d i n m i ş olan batılı g ö z l e m c i l e r gösterilebilir. Uyuştu­
rucu bir m a d d e y i tanımlamak için kullanılan A r a p ç a kökenli
haşhaş kelimesinden t a m olarak anlaşılmayan koşullar altın­
da türetilen ve sonrasında Nizari İsmailileri için kullanılan bu
isim d a h a d o ğ r u s u bu yanlış kullanım, ç o k g e ç m e d e n Avru­
pa dillerinde yeni bir a n l a m kazandı; Haşaşi (assasin), katil
kelimesinin karşılığı olarak kullanılmaya başlandı. Aynı za­
m a n d a , bu son d e r e c e küçük düşürücü ismin Nizari İsmaili­
leri için kullanılmasına da d e v a m edildi ve bu t u t u m , İsmaili-
ler hakkındaki ilk bilimsel çalışmaları ortaya çıkaran Silvestre
d e S a c y v e 19. yüzyılın d i ğ e r g ö z e çarpan şarkiyatçıları tara­
fından da desteklendi.

14
G ü n ü m ü z e ç o k d a h a yakın z a m a n l a r d a d a pek ç o k batılı
İslam bilimcisi, belki de bu yanlış etimolojinin ve şüpheli k ö ­
kenin farkında o l m a d a n , Haşaşi kelimesini Nizari İsmailile-
ri'ne atfetti. Suriye Nizarileri'nin tarihi k o n u s u n d a en ö n d e
g e l e n m o d e r n otoritelerden olan, aynı z a m a n d a d a Haşaşi
kelimesinin etimolojik kökeni konusuyla özel olarak ilgilen­
miş bir u z m a n olan Bernard Lewis çalışmalarında sürekli bu
ismi kullandı; hatta Nizari İsmailileri üstüne yazdığı tanınmış
1
monografisinin isminde d e y i n e b u kelime g e ç t i . K o n u y a
ortalama bir u z m a n g ö z ü y l e yaklaşan Marshall H o d g s o n d a
2
kelimeyi, çalışmasının başlığı olarak kullandı. Dolayısıyla,
1930'da A l a m u t ' u ziyaret e d e n ünlü İngiliz g e z g i n Freya
Stark (1893-1993) gibi u z m a n vasfı taşımayan birinin, hâlâ
o l d u k ç a popüler olan romantik seyahatnamesinin başlığı
olarak bu kelimeyi s e ç m e s i n e ş a ş ı r m a m a k gerekir ki; e s e r d e
aslında İran'daki d a h a ç o k A l a m u t dışında kalan b ö l g e l e r d e n
3
bahsedilmektedir. Kuzey İran'daki ortaçağdan k a l m a Nizari
kalelerinde, en g e n i ş çaplı arkeolojik araştırmayı o r g a n i z e et­
m e k üzere 1 9 6 0 ' d a İran'a g i d e n O x f o r d ' l u bir g r u p u z m a n
kaşif d e , yanlarında tarih danışmanı olarak tanınmış İsmaili
uzmanı S a m u e l Stern (1920-69) o l m a s ı n a r a ğ m e n benzer bir
4
s e ç i m yapmışlardır. G e r ç e k t e , bahsettiğimiz halk uzun za­
mandır, d o ğ r u bir şekilde Nizari İsmailileri olarak biliniyor ol­
sa da, batıda d a h a ç o k Haşaşiler ismi akıllarda yer etmiştir ve
hâlâ da öyledir. Ş ü p h e s i z Haşaşi isminin yayılması, taşıdığı
g i z e m l i h a v a v e çarpıcılığı s a y e s i n d e kendiliğinden v e ç o k
d a h a kolay olmuştur.

Nizari İsmailileri ile ilgili ortaya çıkan ve Haşaşi isminin


akılda kalıcılığıyla yüzyıllar b o y u n c a kuvvetlenen efsane ve
mitlerin de bu i s m e b e n z e y e n bir tarihleri vardır. 12. yüzyılın
sonlarından başlayarak, liderleri " D a ğ ı n Ş e y h i ' n e s o r g u s u z
sualsiz bağlı olan müritleri o l d u k ç a ilgi uyandıran bu g i z e m -

15
li tarikat ile alakalı bir dizi efsane D o ğ u Katolik topraklarında
v e A v r u p a ' d a y a y ı l m a y a başladı. " Ş e y h ' i n emriyle tehlikeli
g ö r e v l e r üstlenen müritlerin kendilerini s o r g u s u z sualsiz kur­
ban edişleri, bir süre sonra batılı g ö z l e m c i l e r tarafından uyuş­
turucu bir m a d d e olan haşhaşın etkisine bağlandı. B ö y l e c e ,
p e k d e mantıklı g ö r ü n m e y e n kendini kurban e t m e e y l e m i n e
akılcı bir açıklama getirilmiş o l d u . Bunun y a n ı n d a g ö z l e m c i ­
ler, Nizarilerin ç o k sayıdaki M ü s l ü m a n düşmanlarından ve
D o ğ u A k d e n i z ' d e k i Hıristiyanlardan, kendileri ile ilgili anlatı­
lan hayal ürünü detayları can kulağıyla dinlediler ve doğrulu­
ğu belli o l m a y a n bu masalları iyice saptırdılar. Tarikat ile haş­
haş bağlantısının kurulmasıyla birlikte, d a h a fazla sayıda uy­
d u r m a efsane için d e bol m a l z e m e ortaya çıkmış oldu. G ü y a
" Ş e y h " s ö z d e suikastçılarını, sistematik olarak ve düzenli bir
şekilde onlara içirdiği, haşhaştan e l d e edilen bir iksirle kont­
rol altında tutuyor, haşhaşla zihinleri uyuşan müritler " C e n ­
net B a h ç e s i " adı verilen gizli m e k â n d a , y e r y ü z ü n d e kurul­
m u ş bu cennetin zevklerini bir süreliğine olsun t a t m a imkâ­
nı buluyor ve b ö y l e bir m u t l u l u ğ u s o n s u z a kadar yaşayabil­
m e k için liderlerinin verdiği tehlikeli g ö r e v l e r e gözlerini kırp­
m a d a n atlıyorlardı.scanned by darkmalt1
Efsanelerin t a m a m ı y l a yayılması ve artık Avrupa'nın g e ­
nelinde, uyuşturucu kullanan ve insan öldüren gizli örgüt
Haşaşiler olarak tanınan Nizarilerin gizli faaliyetlerini anlatan
s a ğ l a m kaynaklar olarak kabul edilmeleri ç o k uzun z a m a n al­
m a d ı . Bu popüler efsaneler nesilden nesle aktarıldılar ve H a -
şaşi ile haşhaş kelimeleri arasındaki bağlantıyı keşfederek, bu
alandaki ö n e m l i bir etimolojik sırrı ortaya çıkaran Silvestre de
S a c y ' y l e başlayan 19. yüzyıl şarkiyatçıları tarafından k a l e m e
alınan, d a h a bilimsel eserlerde bile, t e m e l başvuru kaynakla­
rı oldular. Nizari İsmailileri üzerine A v r u p a dilinde ilk bilimsel
incelemeyi yazan Avusturyalı d i p l o m a t v e şarkiyatçı J o s e p h

16
v o n Hammer-Prugstall (1774-1856), Haşaşi efsanelerinin
5
güvenirliğine derinden inanmıştır. Ve bu eser 1930'Iara ka­
dar, A l a m u t d ö n e m i Nizarilerini anlatan t e m e l başvuru kay­
n a ğ ı olmuştur.
Aynı d ö n e m d e , 19. yüzyılın başlarındaki M ü s l ü m a n y a ­
zarlar da İsmaililer hakkında kendi hikâyelerini yaratmışlar ve
d a h a ç o k İsmaili hareketinin kökleri ve amaçları üzerine
odaklanmışlardır. Özellikle, g e n e l d e Şiiliğin alt grupları hak­
kında eksik bilgilere sahip olan ve muhalif Karmatiler İle İs-
mailileri ayıramayan Sünniler, İsmaililere karşı diğer M ü s l ü ­
m a n gruplardan d a h a ç o k sayıda eleştirel risale k a l e m e aldı­
lar; ayrıca Karmatilerin Bahreyn'deki yaptıkları kötülükler için
İsmaili hareketini suçladılar. İsmaili karşıtı bu yazılar z a m a n ­
la, İslam âleminin büyük kısmının İsmaililere karşı düşmanlık
b e s l e m e s i n e ö n e m l i katkılarda bulundular.
M ü s l ü m a n yazarlar, İsmaili hareketinin itibarını sarsmak
a m a c ı y l a yazdıkları aleyhte eserleri S e m e r k a n t ' t a n K u z e y Af­
rika'ya kadar yayarak, dinsizlik ve nihilizmle ilişkilendirilen
gizli ve şaibeli şahıslarca kurulmuş bir tarikat olarak resmet­
tikleri İsmailizm'in, kendi yarattıkları "karanlık e f s a n e ' y i p o -
pülerleştirdiler. M o d e r n zamanlara kadar İsmaililer üzerine
yazılmış bütün İslami eserleri etkilemiş olan bu İsmaili karşı­
tı yazarların ortak özelliği, İsmailizm'i İslam'ı içten ç ö k e r t m e k
için kurulmuş din karşıtı bir hareket olarak göstermeleriydi.
S o n r a d a h a da ileri giderek, özellikle Fatimi halifelerinin için­
de bulundukları İsmaili imamlarının, Peygamberin kızı Fatima
ile kocası ve ilk Şii i m a m ı A l i ' d e n g e l e n Fatimi Ali s o y u n u n
d e v a m ı n a haksız y e r e sahip çıktıklarını iddia ettiler. Tabii bu
yazarların ortaya attıkları fikirlerin, İsmaililer ve öğretilerini
k ö t ü l e m e k için en ufak bir fırsatı bile kaçırmayan p e k ç o k or­
t a ç a ğ İslam tarihçisinin, din bilginin ve hukukçunun y a z d ı ğ ı
eserlerde d e yer b u l d u ğ u n u özellikle anlatmaya g e r e k yok-

17
tur. M ü s l ü m a n yazarların ortaya attıkları İsmaili karşıtı bu "ka­
ranlık efsane" ve İslam t o p l u m u n u n g e n e l olarak İsmaililere
karşı beslediği düşmanlık, z a m a n içinde Batı'daki Nizari İs-
mailileri ile ilgili anlatılan hayal ürünü masallara katkıda bu­
lunmuştur.
İsmaililer ise yazınsal birikimlerini koruyarak v e y a öğreti­
lerinin başka insanlar tarafından saptırılmasına izin v e r m e y e ­
rek, bu oluşumlara kendileri o l m a y a çalışmadılar. Tam tersi,
yaşamlarını m e c b u r e n saklanarak d e v a m ettirdiler. Ç ü n k ü İs­
maililer, O r t a ç a ğ İslam d ü n y a s ı n d a belki de en şiddetli zul­
m ü g ö r m ü ş topluluktur; ç o k sayıda b ö l g e d e katliamlara m a ­
ruz kalmışlardır. İlk zamanlarından başlayarak, bir insanın
tehlikeli bir o r t a m d a , ö n l e m olarak g e r ç e k inançlarını sakla­
ması ve farklı g ö s t e r m e s i anlamına g e l e n ve takiyye adı v e ­
rilen Şii ilkesi ile kendilerini özdeşleştirdiler. D o ğ r u s u , İsma­
ili doktirinlerinin Fatimi e g e m e n l i ğ i altında açıkça dile getiril­
diği Fatimi d ö n e m i n i n dışında, İsmailizm h e p büyük bir g i z ­
lilik içerisinde g e l i ş m i ş ve İsmaililer, tabiri c a i z s e yeraltında
gizli bir şekilde varlıklarını s ü r d ü r m e y e m e c b u r tutulmuşlar­
dır. Bunlara ek olarak, İsmaililerin yazılı eserlerinin p e k ç o ğ u ­
nu k a l e m e almış olan dailer d a h a ç o k din bilginlerinden oluş­
t u ğ u için, bu insanlar tarihsel gerçeklerin anlatımına odaklan-
mamışlardır. S o n u ç t a bütün bu etkenler, İsmaililerin ç o k sa­
yıdaki rakiplerinin, g e r ç e k İsmaili inancını ve uygulamalarını
saptırıp, d ü n y a y a yanlış bir şekilde aktarmaları için m e y d a n
vermiştir.

Paris ve d i ğ e r A v r u p a ülkelerindeki büyük kütüphaneler­


de saklanan orijinal M ü s l ü m a n yazmalarına ilk k e z u l a ş m a
şansını yakalayan 19. yüzyıl şarkiyatçıları, bilimsel o l m a iddi­
asıyla y o l a çıktıkları İsmaili çalışmalarına, işte bu koşullar ve
t e m e l altında başladılar. Ne yazık ki onlar da ç o k yetersiz s o ­
nuçlar e l d e ettiler, ç ü n k ü orijinal İsmaili eserlerine ulaşama-

18
dılar ve bununla birlikte, k o n u y a O r t a ç a ğ d ö n e m i Haçlılarının
dar ve hayalci bakış açılarından ve İsmaili karşıtı M ü s l ü m a n
yazarların küçültücü yazılarından y a k l a ş m a k z o r u n d a kaldılar.
Bunlar arasında, s ö z konusu birikimin varsayımlar ve ş ü p h e ­
li çıkarımlardan oluşabileceği düşüncesini v e r e b i l e c e k tek ki­
şi, zamanının en büyük şarkiyatçısı olan ve Nizari İsmailileri
üzerine görüşlerini, bu kitabın s o n u n d a çevirisini bulacağınız,
Memoire sur la dynastie des Assassins adlı eseriyle k a l e m e
almış olan Silvestre d e Sacy'dir (1758-1838). G e n e l olarak
İsmaililerin ve bunun içinde özellikle Nizari İsmaililerinin s a p ­
tırılmış kimlikleri 2 0 . yüzyılın başlarına kadar şarkiyatçılar ara­
sında kabul g ö r m e y e d e v a m etmiştir. İsmaililerin g e r ç e k a n ­
l a m d a bilimsel olarak değerlendirilebilmeleri için, ç o k sayı­
daki orijinal İsmaili eserlerinin üzerine çalışılmaya karar veril­
m e s i n e kadar b e k l e m e k gerekti; s ö z konusu atılım Silvestre
d e S a c y ' n i n ö l ü m ü n d e n n e r e d e y s e y ü z yıl g e ç m e s i n e rağ­
m e n ne yazık ki h e n ü z başlamamıştı. Ş i m d i artık nihayet, İs-
maililer ve özellikle ç o k sayıda Haşaşi efsanesinin kahramanı
olarak gösterilmiş A l a m u t d ö n e m i Nizari İsmailileri ile ilgili
g e r ç e k ve hayal ürünü olanı ayırabilecek durumdaysak, bunu
m o d e r n bilimsel çalışmaların bulgularına borçluyuzdur.
Bu kitap, s ö z konusu bulguların ışığında, özellikle haşhaş
ve gizli " c e n n e t bahçesi"nin g e ç t i ğ i Haşaşi efsanelerinin as­
lında Avrupalılar tarafından uydurulup etrafa yayıldığını iddia
etmektedir. Ö y l e g ö r ü n ü y o r ki; özellikle İslam v e O r t a d o ğ u
hakkında ç o k az bilgiye sahip o l u p da Nizari İsmaililerini in­
c e l e m i ş olan batılılar, 11 ve 12. yüzyıllarda a ş a m a a ş a m a ve
sistematik olarak özellikle Suriye Nizarilerini konu e d e n bu
efsaneleri ortaya çıkarmışlar, z a m a n l a bunlara kendi d ü ş ü n ­
celerini ifade e d e n parçalar ilave etmişlerdir. Haçlılar z a m a ­
nında romantik ve hayal ürünü d o ğ u masallarına zaten bü­
y ü k ilgi d u y a n batılılar, bu g e l i ş m e l e r sebebiyle, g e n e l olarak

19
M ü s l ü m a n t o p l u m u n u n İsmaililere karşı besledikleri önyargı
v e düşmanlıktan büyük ö l ç ü d e etkilenmişlerdir. Aynı düş­
manlık d a h a ö n c e d e n Sünni kalemler arasında İsmaili karşıtı
"karanlık efsane"nin ve İsmaililer hakkında birtakım y a y g ı n
yanlış anlamaların d o ğ m a s ı n a da n e d e n olmuştur. Nizarileri
de içine alan bu ç o k y a y g ı n yanlış anlamaların, kulaktan ku­
l a ğ a aktarılarak Haçlılar d ö n e m i D o ğ u Katolik topraklarına
kadar ulaşmış olması m ü m k ü n d ü r ; Haçlılar, d o ğ u toprakla­
rında yaşayan Hıristiyan topluluklardan öğrenebildikleri bil­
gilere ilave olarak, yollarına çıkan, tarlalarında çalışan M ü s l ü ­
m a n köylülerden ve kasabalardaki eğitimi kısıtlı kişilerden
de bu yanlış izlenimleri e d i n m i ş olabilirler. Bu temastan bah­
sederken, Suriye kökenliler de dâhil o l m a k üzere, aynı d ö ­
n e m d e k i İslam kaynaklı eserlerde, benzer efsanelere rastlan­
m a d ı ğ ı n ı n altını ç i z m e k gerekir. Doğrusu, tarihçilerin de için­
d e b u l u n d u ğ u eğitimli Müslümanlar, Nizariler'e düşmanlık
duysalar d a , onların gizli faaliyetleri üzerine fanteziler kurma­
mışlardır. Benzer şekilde, uzun yıllar D o ğ u Katolik toprakla­
rında y a ş a m ı ş olan Sur'lu William gibi, sayıları az da olsa N i -
zari İsmailileri hakkında d o ğ r u bilgiler e d i n m i ş olan bazı ba­
tılı g ö z l e m c i l e r i n de Haşaşi efsanelerine hiçbir katkıları o l m a ­
mıştır.
Ö z e t olarak şunu diyebiliriz ki; bu efsaneler, kaynağını
b ö l g e d e k i yerel toplulukların edindikleri eksik bilgiler ve
yanlış anlaşılmalardan alıyor olsa da, bir şekil almaları ve g e ­
niş kitlelere aktarılmalarının asıl sorumlusu k o n u y u mantıkla
değil de hayal güçleriyle algılayan Haçlılar ve Nizarileri ince­
leyen d i ğ e r batılı gözlemcilerdir. Yani efsaneler esasen, işte
bu gözlemcilerin hayal güçlerinin bir ürünüdürler.

20
TARİHTE ve ORTAÇAĞ
İSLAM ESERLERİNDE İSMAİLİLER

I smaililer islam dünyası içinde ö n e m l i bir Şii tarikatını t e m ­


sil ederler ve diğer Şii toplulukları gibi onlar da tarihlerinin
başlangıcını Hazreti M u h a m m e d d ö n e m i n e dayandırırlar. İs­
lam'daki iki a n a c e p h e olan Şiilik ile Sünnilik arasındaki b ö ­
lünmenin temelinde, Hazreti M u h a m m e d ' i n 8 Haziran
6 3 2 ' d e ö l ü m ü n ü n ardından, d a h a yeni o l u ş m a y a başlayan
İslam t o p l u m u n a kimin önderlik e d e c e ğ i k o n u s u n d a çıkan
anlaşmazlık yatar. İslam dinine g ö r e , M u h a m m e d p e y g a m ­
berlerin s o n u n c u s u y d u ve bu y ü z d e n halefi başka bir pey­
g a m b e r o l a m a z d ı . Bununla birlikte Hazreti M u h a m m e d ' i n ,
p e y g a m b e r l i k d ö n e m i n i n özellikle son on yılında e s a s olarak
ortaya çıkan, M ü s l ü m a n c e m a a t i v e devletinin yöneticisi ol­
ma vasfını üstlenmesi g e r e k e n bir halefe ihtiyaç vardı. H z .
M u h a m m e d kendisinden sonra yönetimi devralacak herhan­
gi birini işaret e t m e d i ğ i için d e , bu ö n e m l i g ö r e v ç o ğ u n l u ­
ğ u n g ö r ü ş ü n e u y g u n olacak birine verilmeliydi. Ö n d e g e l e n
M ü s l ü m a n cemaatleri arasında yapılan kısa mütalaanın ar­
d ı n d a n , görüşler Ebu Bekir'in üzerinde birleşti ve Ebu Bekir
Allah'ın Resulü'nün Halefi sıfatına sahip oldu. İslam toplu­
m u n u n ö n d e r i n e verilen bu isim d a h a sonra "halife" olarak
sadeleştirildi ve batı dillerine "calipti" olarak g e ç t i . 6
Ebu Bekir M ü s l ü m a n l a r a s a d e c e iki yıl kadar liderlik etti.
A r d ı n d a n g e l e n 3 lider, H z . Ö m e r (634-44), H z . O s m a n
(644-56) v e H z . Ali (656-61) d e O ' n u n gibi, çeşitli seçimler­
d e n g e ç e r e k lider oldular. Bu dört halifenin hepsi, M e k k e ' n i n

21
etkili kabilelerinden K u r e y ş ' e mensuplardı ve ayrıca İslam'ı
ilk kabul e d e n l e r ve İslam d ö n e m i n i n başlangıcı olarak kabul
edilen, Hazreti M u h a m m e d ' i n M e k k e ' d e n M e d i n e ' y e g ö ç ü
esnasında O ' n a yoldaşlık e d e n l e r (sahabeler) arasında ö n e
çıkan kişilerdi. A m a bunların içinde s a d e c e , d ö r d ü n c ü halife
olan ve Şiilik tarihinde ayrı bir yeri olan Hazreti Ali, p e y g a m ­
berin kendi sülalesi Banu H a ş i m ' d e n g e l m e k t e y d i ; bunun ya­
nında p e y g a m b e r i n amcasının o ğ l u olması ve kızı Fatma ile
e v l e n m e s i y l e birlikte d a m a d ı olması sebebiyle de yakın ak-
rabasıydı.
Hazreti Ali'nin halifeliği çekişmeler ve iç savaşlarla g e ç ­
ti ve bunların s o n u c u n d a İslam dünyası içinde bir d a h a o n a -
rılamayacak dini-politik bölünmeler ortaya çıktı. Sonrasında
7
bu b ö l ü n m e Sünniler, Şiiler ve Hariciler olarak belirginleşti.
Olaylar, M e k k e ' n i n varlıklı ailelerinden Banu E m e v i ' y e m e n ­
sup olan Suriye'nin g ü ç l ü valisi M u a v i y e ' n i n , Hazreti Ali'nin
liderliğine başkaldırmasıyla başladı. Ali 661 yılında öldürül­
d ü ğ ü n d e , kurnaz M u a v i y e h e m e n halifelik unvanına el koy­
du ve sonrasında ilk İslam hanedanlığı olan ve liderliğin ba­
badan o ğ l a g e ç t i ğ i Emeviler Devleti'ni (661-750) kurdu.
Hanedanlıkları d ö n e m i n d e , kurdukları İslam imparatorlu­
ğ u n u zirveye taşıyan Emeviler, Hazreti M u h a m m e d ' i n a m c a ­
sı A b b a s ' ı n , Haşimi Banu A b b a s ailesinin s o y u n d a n g e l e n
Abbasiler tarafından, iyi o r g a n i z e edilmiş bir a y a k l a n m a ile
devrildiler. Abbasiler, İran'daki Nizari İsmaili devletinin M o ­
ğollar tarafından yıkılışının h e m e n ardından, 1258 yılında ay­
nı şekilde M o ğ o l l a r c a ortadan kaldırılmalarına kadar, yaklaşık
b e ş y ü z yıl b o y u n c a başkentleri Bağdat'tan, çeşitli İslam t o p ­
luluklarını, değişik d e r e c e l e r d e ve birbirlerinden b a ğ ı m s ı z
halifelik sistemleriyle idare ettiler.
İslam'ın verdiği mesajın, M ü s l ü m a n dünyasının ç o ğ u n l u ­
ğu tarafından kabul g ö r e n bir y o r u m u olan ve ayrıca halifelik

22
sisteminden de y a n a olan Sünnilik öğretisinin temelleri, tıp­
kı Şiilik gibi a d ı m a d ı m gelişti. A b b a s i d ö n e m i n i n başlarından
itibaren, M ü s l ü m a n t o p l u m u n ç o ğ u n l u ğ u n u temsil e d e n v e
"Ehl-i Sünnet ve el-cemaat" olarak adlandırılan Sünni M ü s l ü ­
manları gibi çeşitli Şii grupları da kutsal kitap Kuran ve Pey­
g a m b e r i n söyledikleri, yaptıkları a n l a m ı n a g e l e n S ü n n e t i te­
m e l alarak oluşturdukları kendi dinsel öğretilerine ve kural­
larına sahip ç ı k m a y a başladılar.
Hazreti M u h a m m e d ' i n ö l ü m ü n ü n h e m e n ardından M e ­
d i n e ' d e , O ' n u n yerini a l m a hakkının hukuki olarak, p e y g a m ­
berin y e ğ e n i ve d a m a d ı olan Ali bin Ebu Talib'e ait o l d u ğ u ­
na inanan küçük bir g r u p ortaya çıkmıştı. Z a m a n l a bu azınlık
g r u p büyüyerek Ali Şiası (Ali yandaşları) v e y a kısaca Ş i a adı­
nı aldı. İslamın ilkyüzyılıyla ilgili, o d ö n e m d e k a l e m e alınmış
kaynakların m e v c u t o l m a m a s ı n e d e n i y l e Şiiliğin ilk ortaya çı­
kışı ve gelişimi karanlıkta kalmıştır ve konu ile ilgili d a h a s o n ­
raları ortaya çıkmış eserler de güvenilir değildirler. Ç ü n k ü ya
önyargılı Sünniler, ya da Şii sempatizanları tarafından taraflı
olarak k a l e m e alınmışlardır. Kaynaklar o l m a s a da bilinen ger­
ç e k şudur ki; İsmaililer de dâhil o l m a k üzere t ü m Şia'nın te­
m e l inancı, Hazreti P e y g a m b e r i n aslında Ali'yi vâsii olarak
işaret e t m i ş o l d u ğ u d u r ; inanışa g ö r e bu, kutsal a y e t l e r d e
8
açık olarak yer almaktadır.
H z . A l i ' d e n sonra Şia, İslam âleminin liderliğinin, H a z r e ­
ti P e y g a m b e r i n ailesine yani ehli b e y t e dâhil olan Ali'nin s o ­
y u n d a n gelenlerin hakkı o l d u ğ u fikrini savunmuşlardır. Bu
s e b e p l e , ilk üç halife yanında, d a h a sonra başa g e ç e n E m e -
viler v e Abbasilerin liderlikleri d e , Ali v e O ' n u n s o y u n d a n
gelenlerin ve sonrasında kabul g ö r e n imamların haklarının
alıkonulması olarak görülmüştür, ç ü n k ü Şiiler kendi önderle­
rini her z a m a n İslam âleminin lideri olarak görmüşlerdir. Bu
g ö r ü ş , Hazreti M u h a m m e d ' i n sahabelerinin pek ç o k Şii g r u p

23
tarafından yozlaşmışlıkla suçlanmasının nedenini açıklamak­
tadır ki aynı s e b e p t e n ötürü Şiiler, ilk üç halife tarafından da
kötü m u a m e l e görmüşlerdir. H z . Ali'nin s o y u n d a n gelenleri
İslam dünyasının başına geçirerek adaletin yerini bulmasını
s a ğ l a m a arzusu, E m e v i d ö n e m i n d e k i v e Abbasi d ö n e m i n i n
başlarındaki ç o k sayıdaki Şii ayaklanmasının itici g ü c ü o l m u ş ­
tur. Ö b ü r y a n d a n Sünniler de Şii karşıtı tedbirler almışlardır.
M u a v i y e ' n i n başlattığı bir politika olan, C u m a namazlarının
ardından Hazreti Ali'yi c a m i minarelerinden l a n e t l e m e g e l e ­
n e ğ i bunun bir örneğidir. Değişik Şii topluluklarından pek
ç o k H z . Ali yandaşı ve onların destekçileri, Sünni idareler al­
tında z u l ü m görmüşlerdir.
Burada g e n e l olarak anlatılan Şii bakış açısının ortaya çı­
kışında kendilerine has bir dini otorite anlayışı da etkili ol­
muştur ve bu anlayış Şii ruhu ve düşüncesindeki en t e m e l
ö ğ e l e r d e n biri olarak kalmıştır. Buna g ö r e , Hazreti P e y g a m ­
berden sonra İslam t o p l u m u n u n karşısındaki en ö n e m l i s o ­
run, İslami öğretilerin ve ilkelerin d o ğ r u olarak aktarılabilme-
siydi.
Ç ü n k ü İslam'ın v e r d i ğ i mesaj sıradan insan aklının alabi­
leceğinin ö t e s i n d e bir kaynaktan gelmişti. Hazreti P e y g a m -
ber'in ö l ü m ü n ü n ardından d a h a en başlarda Şia, öğreticilik
vasfı taşıyan dini bir otoriteye ve ruhani bir lidere v e y a ima­
ma ihtiyaç d u y u l d u ğ u n u fark etmişti. Yani Şia, liderliğe aynı
z a m a n d a İslami aydınlanmanın d o ğ r u bir şekilde açıklanma­
sı ve yorumlamasını sağlayacak kutsal bir fonksiyon da yük­
lemişti. Kuran'ın h e m g ö r ü n e n h e m d e g ö r ü n m e y e n a n l a m ­
larını ve İslam'ın öğretilerini eksiksiz bilen kişide, sıradan in­
sanlarda o l m a y a n kutsal bir ışık ve bilgi yani ilim olmalıydı ve
b ö y l e insanlar ancak Ali ile başlayan ve P e y g a m b e r ' i n h e n ü z
t a m olarak berraklaşmamış öğretilerinin tek varisleri olan
ehl-i beyt'ten çıkabilirdi.

24
Şia sayı olarak küçüktü a m a Ali ve ardından g e l e n l e r e
olan sarsılmaz bağlılıkları ve azimleri, ş e k i l l e n m e sürecinde
Şiiliğin, Ali'nin şahsına yapılan v e sonrasında d a d e v a m
e d e n saldırılara r a ğ m e n nasıl ayakta kalabildiğini açıklamak­
tadır. Şia, kısa bir z a m a n sonra K u z e y Irak'ta k o z m o p o l i t bir
nüfusa sahip olan Kufe şehrinde kuvvetli şekilde kök saldı.
Şiilik tarihinin başlangıcındaki en ö n e m l i olaylar da y i n e Ku-
f e ' d e ya da Kufe yakınlarında m e y d a n a gelmiştir. Bu olaylar
değişik şekillerde, Şii t o p l u m u n u n g e n e l karakteristik özellik­
lerinin ortaya çıkmasına ve Şiiliğin farklı bir ideoloji ile dina­
mik bir hareket kazanmasına katkıda bulunmuşlardır.
Ali'nin ö l ü m ü n ü n ardından Şia, en büyük o ğ l u olan H a -
san'ı yeni imamları olarak tanıdı. H a s a n aynı z a m a n d a Ali'nin
ardından K u f e ' d e halifelik m a k a m ı n a da sahip o l m u ş t u . Bu­
nunla birlikte M u a v i y e , derhal harekete g e ç e r e k H a s a n ' ı n
halifelikten v a z g e ç m e s i n i sağladı. H a s a n ' ı n 6 6 9 ' d a ö l ü m ü ­
nün ardından, H z . Ali v e H z . Fatma'nın ikinci çocukları v e
H a s a n ' ı n öz kardeşi olan sonraki i m a m H ü s e y i n ile Şia'nın,
Emevi y ö n e t i m i n e karşı başkaldırı umutları y e n i d e n canlandı.
H ü s e y i n s o n u n d a Kufe'den g e l e n davetlere o l u m l u yanıt
verdi ve H i c a z ' d a n Irak'a yaptığı kader y o l c u l u ğ u n a çıktı.
P e y g a m b e r ' i n torunu Hüseyin'in v e akrabaları v e arkadaşla­
rından oluşan küçük grubun 10 Ekim 6 8 0 tarihinde Kufe y a ­
kınlarındaki Kerbela'da, bir E m e v i ordusu tarafından katledi­
lerek şehit olmaları, onların Şiilik tarihindeki en y ü c e şehitlik
mertebesine konmalarını sağladı. Bu olay Şia içinde yeni ve
g ü ç l ü bir ateşin tetiklenmesine n e d e n oldu ve Ali yandaşları
ile ehl-i beyt arasında radikal eğilimlerin ortaya çıkmasına yol
açtı. Bu radikal eğilimlerden biri olan ve Şiilik tarihinde iz bı­
rakan el-Muhtar hareketi birkaç yılın ardından belirgin bir şe­
kilde bu eğilimi su üstüne çıkarmıştır.
Ebu U b a y d o ğ l u El-Muhtar, y ö n e t i m karşıtı hareketini,

25
H ü s e y i n ' i n öldürülmesinin intikamını a l m a çağrısı ile ortaya
attı. 6 8 5 yılında, K u f e ' d e başarılı bir şekilde isyan başlattı ve
H z . Ali'nin ü ç ü n c ü o ğ l u M u h a m m e d ' i y e n i i m a m olarak d u ­
yurdu. M u h a m m e d , H z . Fatma'dan olmamıştı v e annesinin
ismiyle, İbn-el-Hanefiya olarak tanınıyordu a m a yine de el-
M u h t a r ' ı n hareketinin i s m e n önderi O o l d u . El-Muhtar, M u ­
h a m m e d ' i aynı z a m a n d a M e h d i yani g e l e c e k t e n haber v e r e n
tanrısal g ü ç olarak ilan etti ve O ' n u İslam'daki karmaşayı s o ­
na erdirecek, zalimlerin hükümranlığını ortadan kaldırıp,
d ü n y a y a adaleti g e t i r e c e k olan kurtarıcı i m a m olarak göster­
mişti. O r t a y a çıkan bu yeni eskatolojik i m a m - m e h d i kavramı,
İslam'ı kabul e d e n A r a p o l m a y a n halkların ilgisini çekti ve bu
topluluklar El-Muhtar'ın tarafına g e ç e r e k kendilerini Şia el
Mehdi yani M e h d i Yandaşları olarak adlandırdılar. Ç o k kısa
z a m a n d a K ü f e y i kontrol altına alan El-Muhtar'ın başarısı
uzun ö m ü r l ü o l m a d ı y s a d a başlattığı hareket M u h t a r i y e v e
d a h a sonra Kaysaniya adı altında d e v a m etti.
Şia'nın A r a p halkı içinde bir birlik olarak ortaya çıktığı ve
tek bir i m a m silsilesini (sırayla Ali, H a s a n ve Hüseyin) tanı­
dıkları, Şiilik tarihinin ilk yarım yüzyılından farklı olarak, takip
e d e n d ö n e m d e Araplar v e A r a p o l m a y a n halkların dâhil ol­
dukları birbirinden farklı Şii toplulukları b e l i r m e y e başladı.
Bununla birlikte, Şii imamları artık s a d e c e H z . Ali s o y u n d a n
g e l e n üç a n a kol olan Hanefiler (700 yılında ö l e n M u h a m ­
m e d bin Hanefiya'dan sonra gelenler), Hüseyniler (Hüseyin
bin A l i ' d e n sonra gelenler) ve son olarak Hasaniler'den (Ha­
san bin A l i ' d e n sonra gelenler) çıkmıyor, P e y g a m b e r ' i n Banu
H a ş i m ailesine ait diğer kollardan da çıkıyordu; çünkü Şiile­
rin g ö z ü n d e ç o k kutsal olan P e y g a m b e r ' i n ailesi, kabileci an­
layışa u y g u n olarak hâlâ g e n i ş bir kesim tarafından tanınıyor­
d u . Şiilerin ehl-i beyt kavramını biraz d a h a sınırlandırarak,
buna s a d e c e Fatımiler olarak bilinen ( h e m H a s a n , h e m d e

26
Hüseyin s o y u n d a n gelenleri içine alan) v e P e y g a m b e r i n H z .
Fatma (ve Ali) s o y u n d a n g e l e n birinci d e r e c e d e n akrabaları­
nı ihtiva e d e n grubu almaları, Abbasilerin s a h n e y e çıkmala­
rıyla olmuştur ve İsmaililer de dâhil o l m a k üzere Şiilerin ç o ­
ğ u Hüseyni silsilesinden g e l e n imamları tanımaya başlamış­
lardır.
Bu b ö l ü n m ü ş ve o y n a k yapı içerisinde Şiilik iki farklı a n a
k o l d a y a d a e ğ i l i m d e gelişmiştir. D a h a sonra, Z e y d i y a isimli
bir Şii tarikatının o l u ş m a s ı n a yol a ç a n bir başka Ali yanlısı ha­
reket d a h a ortaya çıktı. İlk olarak El-Muhtar hareketinden,
h e m öğretileri h e m de politikaları açısından radikal olan bir
kol d o ğ d u ve Abbasi ayaklanmasından kısa bir z a m a n sonra­
sına kadar Şii bütünlüğünün bozulmamasını sağladı. İlk Küfe
Şiilerinin içindeki, dinsel açıdan ılımlı görüşlere baskın g e l e ­
rek üste çıkan ve tarihçiler tarafından g e n e l olarak Kaysaniya
olarak isimlendirilen bu kol, Haşimi ve Hanefi Ali s o y u n d a n
g e l e n birtakım kişileri imamları olarak kabul e d e n , birbirleriy­
le bağlantılı ç o k sayıda değişik topluluktan oluşmaktaydı.
Emevi d ö n e m i n i n sonlarında, Kaysaniya'yı oluşturan büyük
ç o ğ u n l u k , özellikle de Haşimiler, bağlılıklarını Abbasilere y ö ­
nelttiler. Bu y ö n e l m e y l e birlikte Abbasiler, Emevilerin en so­
n u n d a t a m a m e n ortadan kaldırılmalarını sağlayan insan ç o ­
9
ğ u n l u ğ u n a v e p r o p a g a n d a araçlarına kavuşmuşlardı.
Kaysaniya, g ü c ü n ü n büyük kısmını, Emevi idaresi altın­
daki diğer b ö l g e l e r d e ikinci sınıf M ü s l ü m a n m u a m e l e s i g ö ­
ren ve yüzeysel bir şekilde İslam'ı kabul etmiş olan, Kuzey
İrak'taki A r a p o l m a y a n halklardan alıyordu. A r a p o l m a y a n
bu Müslümanlar, Şiiliğin kısıtlı bir A r a p nüfusundan ve katı
bir doktrine! y a p ı d a n , dinamik bir tarikat hareketine d ö n ü ş ­
m e s i n d e etkili rol oynadılar. Kayşanı Şiileri, bazı inanç ve ö ğ ­
retileri kendilerine g ö r e değiştirdiler ve bu d e ğ i ş i m z a m a n l a
Şiiliğin radikal kanadının karakteristik yapısını oluşturdu. Pek

27
ç o k Kaysani düşüncesi, sonraları ılımlı Şiiler tarafından dinsel
meseleleri abartmakla suçlanan gulat (abartanlar) tarafından
ortaya atıldı. İlk Şii gulatları pek ç o k k o n u d a o l d u k ç a keyfi şe­
kilde fikirler uydurdular ve kıyamet, ruhun y e n i d e n dirilişi,
c e n n e t v e c e h e n n e m i n açıklanması d a dâhil o l m a k üzere p e k
ç o k öğretinin d e ğ i ş m e s i n d e n sorumluydular. Ayrıca dinler
tarihini, p e y g a m b e r l e r e g ö r e bölümlere ayırarak periyodik
bir bakış açısı da geliştirdiler. Kaysaniya'nın yarattığı bu e n ­
telektüel birikiminin büyük kısmı, sonradan ortaya çıkan bel­
li başlı Şii topluluklarının öğretilerinin içinde yer aldı.
A y n ı d ö n e m d e , sonradan İ m a m i y e adını alan, Şiiliğin
ikinci büyük kolu ya da başka bir dille kanadı ortaya çıktı.
Başlarda kısıtlı sayıda destekçisi bulunan bu kol her tür rejim
karşıtı politik faaliyetin dışında kaldı. Merkezleri Kufe olan
İmami Şiileri, Z e y n - e l Abidin yani Allah'ı Sayanların S ü s ü is­
m i y l e şereflendirilen, H ü s e y i n ' i n hayattaki tek o ğ l u Ali bin
H ü s e y i n ' i imamları olarak kabul ederek, H z . Ali, H a s a n v e
Hüseyin'i izleyen tek bir i m a m silsilesini tanıdılar.
H ü s e y n i silsilesinden g e l e n imamların v e İ m a m i y e ' n i n ,
bir kimliğe sahip olmaları ve Şia İçerisinde t a n ı n m a y a başla­
maları, Z e y n - e l Abidin'in o ğ l u M u h a m m e d el-Bekir (Bakr) ile
olmuştur. Emevi d ö n e m i n i n son yıllarında, farklı görüşleri
d e s t e k l e y e n ve yasal olan değişik din okullarının sayılarının
artmasıyla, Şiiler her k o n u y a hâkim, öğreticilik vasfı taşıyan
bir i m a m ı n rehberliğine ihtiyaç d u y m a y a başladılar. El-Bekir,
H ü s e y n i silsilesinden g e l e n imamlar arasında, bu rolü t a m
olarak yerine getiren ilk kişiydi ve kendisini, zamanının tek
meşru dini otoritesi olarak kabul e d e n ve sayıları gittikçe ar­
tan bir taraftar kitlesine sahip o l d u . Sakin yapısına u y g u n ola­
rak El-Bekir ayrıca, ö n e m l i bir Şii ilkesi olan ve tehlikeli bir or­
t a m d a insanın ö n l e m olarak g e r ç e k inançlarını g i z l e m e s i n i
ifade e d e n takiyye kavramının da yaratıcısıdır. Bu ilke, On iki

28
İ m a m ve İsmaili Şiileri tarafından u y g u l a n m ı ş ve özellikle İs-
mailileri yüzyıllar b o y u n c a z u l ü m g ö r m e k t e n kurtarmıştır.
A r d ı n d a en büyük Şii topluluklarından olan On İki İ m a m ve
İsmaili Şiilerini bırakarak İmami Şiiliğinin kökleşmesini sağla­
y a n M u h a m m e d El-Bekir, p e y g a m b e r i n ö l ü m ü n d e n yaklaşık
yüzyıl sonra, 7 3 2 ' d e hayata v e d a etti.
İ m a m i y e , El-Bekir'in o ğ l u ve halefi olan ve Hüseyni silsi­
lesinden g e l e n imamlar arasındaki en başta g e l e n âlim ve
hocalardan biri sayılan Cafer el-Sadık y ö n e t i m i n d e büyük öl­
ç ü d e genişledi ve ö n e m l i bir dini topluluk haline g e l d i . El-
Sadık'ın uzun ve olaylarla dolu, o t u z yıla yakın süren i m a m ­
lık d ö n e m i n i n başlarında, amcası Z e y d bin Ali'nin hareketi
ortaya çıktı. Emevi karşıtı bir a y a k l a n m a y a önderlik y a p a n
Z e y d , bu s a y e d e Kufeliler tarafından saygın bir y e r e sahip ol­
muştu. 7 4 0 yılında Kufelilerin Emevilere olan bağlılıklarını
reddettiklerini ilan etmeleriyle K u f e ' d e başlayan Z e y d ' i n
ayaklanması s o n u ç s u z kaldı. A m a bununla birlikte bu hare­
ket, İmamilerden farklı olarak, babadan o ğ l a d e v a m e d e n
i m a m silsilesini tanımayan bir başka Şii tarikatının, Z e y d i -
ya'nın ortaya çıkmasına n e d e n o l d u . Zeydiler, ilk Kufe Şiile-
rinin dinen ılımlı ve politik açıdan savaşçı yaklaşımlarını be­
nimsediler. İmamlarının (ki bu imamlar Hasan'ın da H ü s e ­
yin'in de s o y u n d a n gelebilirlerdi) dini açıdan konumlarını ta­
n ı m l a m a k o n u s u n d a d a h a sınırlı idiler ve ayrıca H z . A l i ' d e n
önceki halifeleri v e d i ğ e r M ü s l ü m a n cemaatleri, Ali v e O ' n u n
s o y u n d a n gelenlerin yasal haklarını tanımamakla suçlamak­
tan kaçınmıyorlardı. Zeydiler politik açıdan m ü c a d e l e c i bir
duruşa sahip oldular ve o d ö n e m i n meşru saymadıkları ida­
relerine karşı silahlı başkaldırılar düzenlediler. 9. yüzyılın
ikinci yarısında iki ayrı d e v l e t kurmayı başardılar; bunların bi­
ri Taberiye'de ve K u z e y İran'da, Hazar Denizi'nin g ü n e y kıyı­
larına yakın b ö l g e l e r d e idi, diğeri ise Y e m e n ' d e y d i . Her iki

29
b ö l g e d e d e , Zeydiler v e k o m ş u İsmaili cemaatleri arasında
s o n u g e l m e y e n rekabetler v e askeri m ü c a d e l e l e r yaşandı.
Bu sırada Abbasiler, Emevi d ö n e m i b o y u n c a g e r ç e k l e ş e n
ve s o n u ç s u z kalan ayaklanmalardan ö n e m l i dersler almışlar­
dı. Kendi gizli isyan hareketlerinin o r g a n i z e e d i l m e s i n e özel
bir dikkat g ö s t e r e n Abbasilerin dini-politik misyonlarının, di­
ğ e r bir deyişle davalarının, ehl-i beyt adına o l d u ğ u duyurul­
d u v e b u s a y e d e d a h a ç o k Şii tabanından destek aldı. V e A b ­
basiler 7 5 0 yılında, bir şekilde kendi hanedanlarını ve hilafet
düzenlerini kurmayı başardılar. Bu, uzun zamandır Ali y a n ­
daşlarının Emevilere üstün gelerek, İslam t o p l u m u n u n y e n i
idarecileri olmasını bekleyen Şiileri büyük d ü ş kırıklığına u ğ ­
rattı. Şiilerin d ü ş kırıklıkları Abbasilerin zaferlerinden h e m e n
sonra Sünni İslam'ın sadık taraftarları haline gelerek, Şii d e s ­
tekçilerine ve Ali yandaşlarına karşı sert ö n l e m l e r almalarıy­
la birlikte öfkeye d ö n ü ş t ü .
Bu koşullar altında Cafer el-Sadık, Şii bütünlüğünün t o ­
parlanmasında ana faktör olarak ortaya çıktı. Her tür isyankâr
hareketten uzak durmayı düstur e d i n e n İmami g e l e n e ğ i n i
d e v a m ettiren Cafer el-Sadık, bir âlim ve h o c a olarak z a m a n ­
la büyük bir ü n e kavuştu ve kendi yandaşlarının dışında, ç o k
sayıda M ü s l ü m a n d a O ' n d a n dersler aldı, O ' n a danıştı. Cafer
el-Sadık, d ö n e m i n en büyük âlim ve din bilginlerinden olu­
şan bir İmami kurulu kurmayı da başardı. Bizzat el-Sadık ta­
rafından idare edilen bu kurulun y o ğ u n bilimsel uğraşları s o ­
n u c u n d a İ m a m i y e seçkin bir okula sahip o l d u ve teolojik d ü ­
şüncenin belkemiği haline g e l d i .
İ m a m i felsefesinin temeli, el-Sadık d ö n e m i n d e şekillen­
dirilen imamlık anlayışıydı. Bu öğreti, Hazreti M u h a m m e d ' i n
ardından insanlığın her z a m a n , her tür dini ve ruhani ilişkile­
r i n d e kendilerine ö ğ r e t m e n v e ö n d e r olacak, y ü c e , saf v e
m a s u m bir lider ya da i m a m a ihtiyaç d u y a c a ğ ı inancına d a -

30
y a n m a k t a y d ı . Bu i m a m , Allah'ın kendisine lütfettiği y ü c e bir
ilme sahip olacak v e Kuran v e İslam'ın insanlara verdiği g ö ­
rünen v e g ö r ü n m e y e n bütün mesajları m ü k e m m e l d e r e c e d e
iyi anlayabilecekti. H z . M u h a m m e d ' l e noktalanan p e y g a m ­
berler d ö n e m i n d e n sonra d ü n y a b ö y l e bir i m a m o l m a d a n var
o l a m a z d ı . D o ğ r u i m a m ı tanımak v e o n a bağlılık g ö s t e r m e k
her inananın asal g ö r e v i y d i ve b ö y l e bir imamı r e d d e t m e k
imansızlık anlamına g e l e c e k t i . Peygamberin bizzat kendisi,
Allah'ın emriyle Hazreti Ali'yi halefi olarak ilan etmişti. H z .
Ali, H a s a n ve H ü s e y i n ' d e n sonra imamlık, Hüseyni silsilesin­
d e n gelenlerle d e v a m etmişti v e Cafer el-Sadık'tan sonra d a
çocukları aracılığıyla s o n s u z a kadar d e v a m e d e c e k t i .
H e m O n iki İ m a m Şiileri h e m d e İsmaililer tarafından ta­
nınan son i m a m olan Cafer el-Sadık 7 6 5 yılında ö l d ü . Halefi­
nin kim olacağı konusundaki g ö r ü ş ayrılığı, İmami Şiiliği için­
d e onarılmayacak b ö l ü n m e l e r e yol açtı. Aynı z a m a n d a da,
birkaç küçük Kufeli gruptan oluşan İsmaililiğin, b a ğ ı m s ı z bir
dini-politik hareket olarak ortaya çıkmasına etken o l d u .
8. yüzyılda ilk İsmaili hareketinin ortaya çıkmasından,
9 0 9 yılında Fatımi halifeliğinin kurulmasına kadar süren Fatı­
mi ö n c e s i İsmaililik, bütün İsmaili tarihi içindeki en belirsiz
10
d ö n e m d i r . Varlıkları Abbasilerin z u l m ü altında sürekli teh­
dit altındayken, İsmaililiğin entelektüel temelini atan ve dini-
politik mesajlarını yani davalarını Müslümanların yaşadıkları
topraklara y a y m a y ı başarabilmiş olan Fatımi öncesi İsmailile-
rin öğretileri ve tarihleri hakkında ç o k az güvenilir bilgi m e v ­
cuttur. G ö r ü n d ü ğ ü kadarıyla ilk İsmaililer çok az yazılı bilim­
sel çalışma yapmışlar, bunun yerine öğretilerini d a h a ç o k ku­
laktan kulağa y a y m a y ı tercih etmişlerdir. On İki İ m a m ve İs­
mail'i topluluklarının o l u ş m a y a başladığı, Abbasi d ö n e m i n i n
ilk yıllarındaki Şii tarihi hakkındaki bilgi kıtlığı, araştırmaların
z o r l u ğ u n u d a h a d a artırmaktadır.

31
S o n u ç olarak, O r t a ç a ğ İsmaili yazılı kaynakları üzerine ya­
pılmış m o d e r n çalışmalara r a ğ m e n , ilk İsmaililer konusunda
yapılacak incelemeler, ç o ğ u n l u k l a İsmaili o l m a y a n kaynakla­
ra d a y a n m a k zorundadır ki; bunların h e m e n hepsi İsmaili
d ü ş m a n ı kaynaklardır. Yapılan tarih çalışmaları, bu kaynaklar
arasında özellikle İmami ( O n İki İmamcı) uzmanlardan el-
N e v b e h t i ve e l - K u m m i ' n i n yazdıklarını diğerlerine nazaran
ö n e m l i bir kaynak kategorisine s o k m a m ı z ı sağlamıştır. Şiili­
ğ i n alt grupları hakkında o l d u k ç a bilgili olan bu iki u z m a n ,
yazdıklarında g e n e l d e İsmaililer v e d i ğ e r O n İki İ m a m c ı ol­
m a y a n Şii gruplar tarafından tanınan imamların iddialarını
reddederek, kendi i m a m silsilelerinin m e ş r u l u ğ u n u kanıtla­
11
m a y a uğraşmışlardır.
İ m a m Cafer el-Sadık, halefi olarak en büyük o ğ l u İsmaili
ilan etmişti. A n c a k İsmaili o l m a y a n kaynakların ç o ğ u n a g ö r e ,
İsmail babasından ö n c e ö l d ü ve el-Sadık başka bir o ğ l u n u
i m a m olarak ilan e d e n net bir açıklama y a p m a d ı . Bu durum,
el-Sadık'ın ö l ü m ü n ü n ardından, aralarında M u s a ' n ı n (sonra­
ları On İki İ m a m Şiası tarafından 7. i m a m olarak tanınmıştır)
d a b u l u n d u ğ u diğer ü ç o ğ l u n u n v e hatta e n büyük torunu
olan M u h a m m e d bin İsmail'in aynı a n d a imamlık m a k a m ı
üzerinde hak iddia etmelerinin sebebini açıklamaktadır. Bu
y ü z d e n , merkezi Küfe olan İmami Şiası 7 6 5 yılında bir şekil­
de altı farklı gruba ayrıldı. Bu gruplardan ikisi, ileride İsmaili-
y e ' n i n ortaya çıkmasını sağlayacaktı.
İlk İsmaili toplulukları olan ve biri İsmail bin Cafer El-Sa-
dık'ı, diğeri O ' n u n o ğ l u M u h a m m e d bin İsmail'i i m a m ola­
rak kabul e d e n bu iki g r u p artık İ m a m i y e ' d e n ayrılmıştı.
Gruplardan biri İsmailin, babası hayattayken ö l d ü ğ ü n ü red­
dediyor, O ' n u n El-Sadık'ın g e r ç e k halefi o l d u ğ u n u savunu­
yor ve bir g ü n M e h d i olarak geri d ö n e c e ğ i n e inanıyordu, "is-
mailiye" isminin ortaya çıkmasından e s a s e n sorumlu olan

32
İmami karşıtı yazarlar bu gruba, " S a f İsmailiye" m a n a s ı n a g e ­
len el-İsmailiye el-halis adını taktılar. İlk İsmaililerden olan
ikinci bir g r u p d a h a vardı ve bu g r u p , İsmail'in babası yaşar­
ken ö l d ü ğ ü n ü kabul ediyor v e e n büyük o ğ l u M u h a m m e d ' i
yeni imamları olarak tanıyordu. Bu ikinci g r u p , İsmail'e y a ­
kıştırılan sıfatlardan biri olan m ü b a r e k kelimesinden g e l e n ,
M ü b a r e k i y e adını aldı. Küfe merkezli olarak ortaya çıkan ve
ö n e m l i sayılara ulaşarak diğerlerine g ö r e ö n e çıkan bu iki
g r u p arasındaki ilişkinin şekli hakkında p e k fazla ş e y bilinme­
mektedir. M u h a m m e d bin İsmail'in, 7 9 5 yılından kısa bir sü­
re sonra ö l m e s i y l e , M ü b a r e k i y e kendi içinde iki g r u b a ayrıl­
dı. M ü b a r e k i y e ' n i n ç o ğ u n l u k kısmı M u h a m m e d bin İsmail'in
ö l ü m ü n ü kabul e t m e y e r e k , O ' n u n bir g ü n M e h d i olarak geri
d ö n m e s i n i b e k l e m e y e başladılar. İlk üç İsmaili g r u b u içinde­
ki en büyük topluluk olan bu tarikatın üyeleri için M u h a m ­
m e d bin İsmail y e d i n c i ve en s o n i m a m d ı . Bu durum, İsma-
iliye'nin d a h a sonraları Sabiya ve Yedi İmamcılar olarak a d ­
landırmalarının nedenini de açıklamaktadır. Bu sırada, M ü b a ­
rekiye içindeki küçük, belli belirsiz bir g r u p M u h a m m e d bin
İsmail'in ö l ü m ü n ü kabul etti ve O ' n u n neslinin üzerinden d e ­
v a m e d e n bir i m a m silsilesini takip etti.
İsmailileri kötülemeyi a m a ç e d i n e n İmami ( O n İki İ m a m -
cı) tarikatının ö n d e gelenleri, yeni o l u ş m a y a başlayan İsma­
iliye'yi, radikal Şii gulatı, özellikle de Kitabiye ile aynı kate­
g o r i y e soktular. O y s a d a h a sonra ortaya çıkan Fatımi İsmaili
kaynaklarında, Kitabiye'nin kurucusu olan Ebu-Kittab bir kâ­
fir olarak tanımlanmakta, k u r d u ğ u topluluk da kötülenmek-
tedir. G e r ç e k t e , Cafer El-Sadık tarafından ortaya atılan i m a m ­
lık silsilesini ve İ m a m i öğretisini b e n i m s e y e n ilk İsmaililer ile
imamların tanrısallığına ve bunun y a n ı n d a başka uç fikirlere
inanan Kitabilerin bakış açısı arasında öğreti alanında derin
farklılıklar vardı. A m a politik a l a n d a ilk İsmaililer, Kitabilerin

33
ve İ m a m i çatısı altında v ü c u t bulan d i ğ e r uç grupların, d e v ­
rimci düşüncelerine katılıyorlardı. Kufe'deki İmami c e m a a t i
içinde, politik açıdan e y l e m c i kanadı temsil e d e n bu grupla­
rın hepsi Abbasi idaresinin yıkılması için çalıştılar ve böyle­
c e , İ m a m i y e öğretilerince benimsetilen pasiflik politikasın­
d a n ayrıldılar.
Babasından farklı olarak M u h a m m e d bin İsmail şahsen
herhangi bir isyankâr hareketin içinde yer almadı. Buna rağ­
m e n O da, Abbasilerin Şii liderleri ve Ali yandaşları üzerin­
deki z u l m ü n d e n k a ç m a k için, Cafer El-Sadık'ın ö l ü m ü n d e n
kısa bir süre sonra, Hicaz'daki Ali ailesinin reislik koltuğunu
bırakıp, saklanmak zorunda kaldı. Bu olay, ilk İsmaililerin ta­
rihinde, Fatımi Halifeliği'nin kuruluşuna kadar süren, uzun
g i z l e n m e d ö n e m i n i n başlangıcını simgeler. B u d ö n e m Orta­
ç a ğ d ö n e m i İsmaili karşıtı yazarların, İsmaililiğin kökleri üze­
rine d ü ş m a n c a öyküler uydurmaları için ideal ortamı sağla­
mıştır.
8 5 0 yılından kısa bir süre sonra birdenbire şahlanan bir­
leşik İsmaili hareketinin ortaya çıkışına kadar, ilk İsmaililerin
bundan sonraki tarihleri hakkında p e k fazla şey bilinmemek­
tedir. Bu yıllardan sonra İsmaililik artık, iyi o r g a n i z e o l m u ş ,
tek m e r k e z d e n yönetilen ve öğretiler a n l a m ı n d a d a h a detay­
lı bir altyapıya sahip, e y l e m c i bir hareket olarak ortaya çık­
mıştı. Mesajları, dailer (haberciler) adını taşıyan misyonerler­
d e n oluşan ağ sayesinde, İslam cemaatinin büyük bir kısmı­
na hızlı ve gizli bir şekilde yayıldı. M e s a j d a artık hareketin,
h e n ü z ortaya ç ı k m a m ı ş , beklenen M e h d i , M u h a m m e d bin
İsmail adına yürütüldüğü söyleniyordu. M u h a m m e d bin İs­
mail'in bir süreliğine saklandığına, yakın bir z a m a n d a tekrar
ortaya çıkışıyla birlikte d ü n y a y a adaleti g e t i r e c e ğ i n e ve in­
sanlık tarihinin yedinci ve en son çağını başlatacağına inanıl­
maktaydı. İlk İsmaililer kendilerine has bir kozmolojik sistem

34
12
ve dinler tarihine d ö n e m s e l bir yaklaşım g e l i ş t i r m i ş l e r d i .
Bu arada, Fatımi devri ö n c e s i İsmaililerin, kendilerini kesinlik­
le hiçbir z a m a n İsmaililer şeklinde adlandırmadıklarını belirt­
m e k t e de fayda vardır. Bunun yerine, hareketlerini herkes ta­
rafından kolayca anlaşılabilecek şekilde el-dava yani d a v a , ya
da el-dava el-hidaye yani hak olarak y ö n l e n d i r e n d a v a şek­
linde tanımlamışlar, b ö y l e c e tarikatlarının seçkinci bakış açı­
sını ve diğer Müslümanları da aralarına d a v e t e t m e y i kutsal
bir g ö r e v saydıklarını belli etmişlerdir. Kısa z a m a n içinde İs­
maililer, aynı d ö n e m d e yaşayan diğer topluluklar tarafından
kötüleyici bir tabir olan malahida yani kâfirler olarak anılma­
ya başlanmıştır.www.cizgiliforum.com
M u h a m m e d bin İsmail'in ö l ü m ü n d e n başlayarak 9. y ü z ­
yılın ortalarına kadar süren İsmaili tarihinin ilk d ö n e m i bo­
y u n c a , bir g r u p liderin, birleşik ve g e n i ş l e m i ş İsmaili hareke­
tinin oluşması için sabırla ve gizli bir şekilde çalışmış o l d u ğ u
belli olmaktadır. Hareketin liderliğinin babadan o ğ l a g e ç m e ­
sini sağlayan kişilerle aynı aileden olan bu liderler, köken ola­
rak ilk İsmaili gruplarından birine bağlı idiler ve m u h t e m e l e n ,
M u h a m m e d bin İsmail'in ö l ü m ü n ü n ardından b ö l ü n e n M ü -
barekiye tarikatının alt gruplarından birinin imamlarıydılar.
Hangisi olursa olsun, kendilerini korumak için takiyye pren­
sibine g ö r e hareket e d e n b u liderler, s ö z konusu d ö n e m d e
açıkça imamlık iddiasında bulunmadılar; bunun yerine h o c a ­
lık ya da M u h a m m e d bin İsmail'in temsilcisi kavramlarını b e ­
nimsediler. Ç o k g ü v e n i l e n üyeler dışında kimsenin bilmedi­
ği kimliklerini d a h a iyi koruyabilmek için "Kutsanmışlar" gibi
birtakım isimler de kullandılar. Bu g i z l e n m e durumu, s ö z ko­
nusu liderlerin s o n u n c u s u ve Fatımi halifeliğinin kurucusu
olan A b d u l l a h (Ubeydullah)'ın Y e m e n ' d e k i İsmaili t o p l u l u ğ u ­
13
na y a z m ı ş o l d u ğ u bir m e k t u p t a açıkça anlatılmıştır.
S ö z konusu liderlerin çabaları nihayet 8 7 3 yılı civarında

35
Abbasi Halifeliği'nin ç ö z ü l m e y e başladığı d ö n e m d e m e y v e ­
sini verdi. Bu d ö n e m b o y u n c a Irak'ta, Y e m e n ' d e , d o ğ u Ara­
bistan'da ve İran'daki pek çok b ö l g e d e sayısız dailer ortaya
çıktı ve onlar sayesinde sayıları g ü n g e ç t i k ç e ç o ğ a l a n yan­
daşlar edinildi. İsmaili davasının başarılı bir şekilde yayılıyor
oluşu, Bağdat'taki halifelerin ve onların Sünni destekçilerinin
d a v a y a karşı besledikleri düşmanlığı artırdı; bu durum aynı
z a m a n d a , sonraları İsnaasariye v e y a On İki İmamcılar adla­
rıyla tanınacak olan İmami Şiilerinin de kıskançlık duymaları­
14
na n e d e n o l d u . Bunun tek sebebi, bu iki Şii topluluğunun
el-Sadık'tan sonra farklı i m a m silsilelerini tanımış olmaları
d e ğ i l , bunun yanı sıra aynı öğretinin savunucuları olan bu
toplulukların, kendi imamlarını İslam âleminin tek ve gerçek
lideri olarak görmeleriydi. İlk İsmaililerin başlattığı, geri g e ­
lecek olan bir M e h d i ' y i işaret e d e n ve e y l e m c i bir nitelik ta­
şıyan bu hareket özellikle, kendi liderlerinin sessizliklerinden
ve politik alandaki pasifliklerinden hoşlanmayan İmami Şiile-
ri arasında büyük ilgi uyandırmıştı. Bütün bunlar, 8 7 3 yılında
ölen Nişapurlu büyük İmami âlimi el-Fadıl bin Ş a d a n ' ı n , ne­
d e n İsmailileri kötüleyen ve tezlerini çürütmeyi a m a ç e d i n e n
ilk eseri y a z a n kişi o l d u ğ u n u da açıklamaktadır.
Irak'ta yürütülen İsmaili davası, H a m d a n Karmat ve baş­
yardımcısı A b d a n ' ı n bölgesel otoritesi altında ortaya çıkıp
yerleştiğinde g e n e l durum bu şekildeydi. H a m d a n Irak'ta,
kendi adıyla yani Karmati olarak tanınan p e k ç o k y a n d a ş t o p ­
ladı. Kısa bir süre sonra bu isim, H a m d a n Karmat tarafından
o r g a n i z e e d i l m e y e n ve başka b ö l g e l e r d e yürütülen ismaili
hareketleri için de kullanılmaya başlandı. 870'li yıllarda İs­
mail'i davası Irak dışında da pek çok b ö l g e y e yayılmıştı. Dai
A b u S e y i d el-Cenabi, İran'da başarılı g ö r e v l e r g ö r d ü k t e n
sonra, H a m d a n tarafından Bahreyn'e yollandı ve 8 9 9 yılında
burada bir devlet kurdu. 8 7 9 yılında ismaili hareketinin mer-

36
kezi yönetimi, Y e m e n ' e iki dai yolladı ve bu dailer b ö l g e d e
e l d e ettikleri kuvvetli kabile d e s t e ğ i sayesinde kalıcı bir ba­
şarıya imza attılar. İsmaililiğin, K u t a m a Berberileri arasında
başarılı bir şekilde yayıldığı ve Fatımi Halifeliği'nin kurulması
için gerekli z e m i n i n hazırlandığı M a ğ r i p ' t e hareketi başlatan
dai Ebu Abdullah el-Şii de buraya Y e m e n ' d e n yollanmıştı.
8 7 3 yılında İsmaili davası, orta ve kuzeybatı iran'ın p e k ç o k
noktasında ve dailerin bölgesel karargâhlarını R e y ' d e kur­
dukları Jibal b ö l g e s i n d e de ortaya çıkmıştı. Yaklaşık o t u z yıl
sonra, aşağı yukarı 9 0 3 yılında, d a v a resmen H o r a s a n ' a ve
M a v e r a ü n n e h i r ' e taşındı ve kısa bir süre içinde Buhara'daki
15
S a m a n i hanedanlığının d a içine s ı z d ı .
9. yüzyılın ortalarından 8 9 9 yılına kadar İsmaililik, M e h d i
M u h a m m e d bin İsmail'in adı altında, tek vücut bir hareket
olarak boy gösterdi. H a m d a n Karmat ve diğer baş dailer, ha­
reketin başlamasından kısa bir süre sonra Suriye'deki Salami-
y a h şehrine yerleşen ve kimlikleri son d e r e c e gizli t u t u l m a y a
d e v a m e d e n liderlere olan bağlılıklarını sürdürdüler. 8 9 9 yı­
lına g e l i n d i ğ i n d e ise İsmaili hareketi, gelecekteki Fatımi hali­
fesi Abdullah'ın (Ubeydullah) b ö l g e s e l otoritesini kurmasın­
16
d a n kısa bir süre sonra büyük bir b ö l ü n m e y a ş a d ı . A b d u l ­
lah'ın, kendisi ve 9. yüzyıl b o y u n c a İsmaili hareketini organi­
ze e d e n ve y ö n e t e n selefleri için imamlık iddiasında buluna­
cak kadar ö z g ü v e n i artmıştı. Ç o k g e ç m e d e n Abdullah, H a m ­
d a n ve farklı bölgelerdeki diğer baş dailere, bundan böyle
davalarını M e h d i M u h a m m e d bin İsmail'in adı ile d e ğ i l ken­
di adı ile yaymaları konusunda talimat verdi.
Abdullah (Ubeydullah) e l - M e h d i ' n i n açıklamaları, birleşik
İsmaili hareketinin 8 9 9 yılında birbirine rakip iki kola ayrılma­
sına n e d e n o l d u . Bu kollardan d a h a ç o k Y e m e n , Mısır ve Ku­
z e y Afrika'daki İsmaili cemaatlerini kapsayanı, A b d u l l a h ' a
olan bağlılığını d e v a m ettirdi ve imamlık makamının aslında

37
hiç k e s i l m e d e n O ' n u n soyundan g e l m i ş o l d u ğ u n u kabul et­
ti. Ayrıca Cafer el-Sadık ve Abdullah e l - M e h d i arasında, ad­
ları İsmaili hareketini gerçekten ortaya çıkarmış ve y ö n e t m i ş
liderlerle birlikte anılan bir "gizli imamlar" silsilesi yaratıldı ve
tanındı. Bundan sonra da imamlık silsilesi, ileride Fatımi ha­
lifeliği m a k a m ı n a sahip olacak olan A b d u l l a h e l - M e h d i ' n i n
torunlarının s o y u n d a n d e v a m etti. Yani aslında, Fatımi halife­
lerinin aynı z a m a n d a İsmaililerin imamı olarak kabul e d i l m e ­
leri kuralının yerleşmesi için g e r e k e n zemini hazırlayanlar,
Fatımi İsmailileri olarak tanınan bu sadık topluluktu.
Ö t e y a n d a H a m d a n v e A b d a n g ü d ü m ü n d e olan, d o ğ u
bölgelerindeki bazı grupların baş daileri, Abdullah'ın i m a m ­
lık iddiasını reddettiler; bununla birlikte davayı y a y m a faali­
yetlerini d e askıya aldılar v e M u h a m m e d bin İsmail'in M e h -
diliğine olan inançlarına bağlı kaldılar. Olaylı 8 9 9 yılında Bah­
r e y n ' d e idaresini kurmuş olan Ebu Sayid el-Cenabi de H a m ­
d a n Karmat'ın tarafında yer aldı ve A b d u l l a h ile olan ilişkile­
ri gerginleşti. Karşıt g ö r ü ş ü temsil e d e n bu kol, z a m a n l a Irak
ve Bahreyn'deki İsmaili topluluklarının yanında, d a h a çok
C e b e l , Horasan v e Maveraünnehir bölgelerinde yaşayan
grupları da içine aldı. Bundan dolayı, Karmati terimi, A b d u l ­
lah e l - M e h d i ve O ' n u n ataları ile birlikte Fatımi hanedanı
içindeki torunlarını da i m a m olarak kabul e t m e y e n , g e n e l
olarak Bahreyn ve diğer b ö l g e l e r d e yaşayan t ü m karşıt grup­
lar için kullanılmaya başlandı. A n c a k uzun z a m a n b o y u n c a
karşıt kanadı y ö n e t e n Bahreyn Karmatilerinin, İsmaili düşün­
c e s i n e zarar veren, ahlaksız hareketleriyle birlikte, hareketi
k ö t ü l e m e y e çalışan M ü s l ü m a n yazarlar, aşağılayıcı bir bakış
açısıyla, Karmati terimini t ü m Ismaililer için kullanmaya baş­
ladılar.
B ö l ü n m e d e n kısa bir z a m a n sonra karşıt g r u p Karmatiler,
Fatımi Ismaililerine ve imamlarına olan düşmanlıklarını açık-

38
ç a dile g e t i r m e y e başladılar v e A b d u l l a h e l - M e h d i ' y i 9 0 2 yı­
lında Salamiyah şehrinden k a ç m a y a ve K u z e y Afrika'ya olan
uzun ve tarihi y o l c u l u ğ u n a ç ı k m a y a zorladılar. A b d u l l a h el-
M e h d i burada, dai Ebu A b d u l l a h el-Şii'nin ve O ' n u n İsmaili-
liğe inandırdığı K u t a m a Berberilerinin y o ğ u n çabalarıyla, ö n ­
c e d e n Tunus'taki Ağlebilerin başkenti olan Rakkada'ya bir
muzaffer olarak girdi ve 9 1 0 yılının O c a k a y ı n d a halifeliğini
ilan etti. Kurulan bu yeni hilafetin ismi, A b d u l l a h e l - M e h d i ve
torunlarının, s o y u n d a n geldiklerini iddia ettikleri H z . M u -
h a m m e d ' i n kızı F a t m a ' d a n alınarak el-Fatımiyun o l d u .
Fatımi d ö n e m i (910-1171) İsmaili hareketinin altın ç a ğ ı
o l d u . Bu d ö n e m d e , meşhur dai yazarlar tarafından İsmaili li­
teratürünün klasik yapıtları k a l e m e alındı. Aynı z a m a n d a İs-
maililer ilk k e z ö n e m l i bir d e v l e t e sahip olmuşlardı. Fatımi
halifeliği zirveye ulaştığında, K u z e y Afrika, Sicilya, Mısır, Kı­
zıl Deniz'in Afrika kıyısı, Y e m e n , kutsal şehirler M e k k e ve
M e d i n e de dâhil olmak üzere Hicaz, Suriye ve Filistin'i içine
almıştı. Fatımi e g e m e n l i ğ i n i n h ü k ü m s ü r d ü ğ ü ve İsmaililerin
artık takiyye y a p m a y a ihtiyaç duymadıkları b ö l g e l e r d e İsma­
il'i öğretileri rahatça yayılıyordu. 9 7 3 yılında tahtlarını Tu­
nus'tan Mısır'a taşımalarından sonra, e k o n o m i k ve kültürel
alanlardaki faaliyetlerinin yanı sıra, İslami ilimlere de dikkate
d e ğ e r bir ö z e n gösterdiler ve Hindistan başta o l m a k üzere
p e k ç o k b ö l g e ile gittikçe g e l i ş e n ticari faaliyetlerde bulun­
dular. Yeni kurulmuş olan Fatımi başkenti Kahire, İslam d ü n ­
yasının uluslar arası d ü z e y d e baş şehri o l m a k o n u s u n d a A b -
basilerin B a ğ d a t şehrine rakip çıktı. Fatımi öncesi d ö n e m d e
varlıklarını gizlice sürdürmüş olan İsmaililer artık s a k ı n m a d a n
başarılarını artırıyor, yayılıyorlardı. 1 7

Abbasilerden farklı olarak Fatımiler, kesin zaferlerini ilan


ettikten sonra d a v a çalışmalarını bırakmadılar. Tam tersine
d a v a faaliyetleri d a h a da kuvvetlendi çünkü bütün İslam âle-

39
m i n e h ü k m e t m e konusundaki isteklerini hiçbir z a m a n yitir-
mediler. Bu d u r u m , Fatımi halifelerinin misyoner faaliyetleri­
ni el-dava el-hidaye olarak adlandırmaya yani İsmailileri ta­
kip e t m e n i n insanlığa Allah tarafından verilen çağrı o l d u ğ u ­
n u s a v u n m a y a d e v a m etmelerinin nedenini d e açıklamakta­
dır. Bu n o k t a d a Fatımilerin, g e n e l İsmaili anlayışına u y g u n
olarak, hiçbir z a m a n kitle halinde ya da zorla kendi dinlerine
a d a m s o k m a çabasına girmediklerini belirtmekte d e fayda
vardır.
Fatımi davasının teşkilatlanması, gelişimi ve ayrıca bu
karmaşık teşkilat içindeki kapsam ve aşamalar, Fatımi İsma-
ililiğindeki en belirsiz noktalardan biridir. Hiyerarşik olarak
teşkilatlanmış olan İsmaili d a v a faaliyetleri z a m a n l a gelişti ve
dailerin eğitimi ve İsmaili öğretilerinin yayılması için Mısır'da
p e k ç o k okul açan Fatımi halifesi İ m a m e l - H a k i m ' i n d ö n e ­
m i n d e (996-1021) net bir g ö r ü n ü m kazandı. Fatımi daileri
g e n e l d e ç o k iyi e ğ i t i m g ö r m ü ş din bilginlerinden oluşmak­
taydı ve Fatımi d ö n e m i n d e k i İsmaili eserlerinin pek ç o ğ u bu
kimseler tarafından k a l e m e alınmıştı. İsmaililiğe y e n i insanla­
rı kazandırmak ve onları e ğ i t m e k için ne tip u y g u l a m a l a r d a
bulundukları hakkında hiçbir şey b i l i n m e m e s i n e rağmen,
farklı d i n d e n ve sosyokültürel yapılardan g e l e n insanları fark­
lı metotlara tabi tuttukları kesindir. Anlaşıldığı kadarıyla da-
iler, karşılarındaki d u r u m a g ö r e hareket tarzı belirmekteydi­
ler ve t o p l u l u ğ a y e n i dâhil olan insanların eğitimleri ve d u ­
rumları k o n u s u n d a bir d e r e c e l e n d i r m e yapmaktaydılar. A m a
İsmaili karşıtı kaynakların s a v u n d u ğ u gibi, İsmaililiğe girebil­
m e k için kesin olarak belirlenmiş y e d i ya da d o k u z aşamalı
bir d e r e c e l e n d i r m e n i n o l d u ğ u n u g ö s t e r e n hiçbir kanıt yok­
tur.18
A y n ı d ö n e m d e Bahreyn Karmatileri, tıpkı Irak, M a v e r a -
ünnehir ve İran'daki Karmati toplulukları gibi geri g e l e c e k

40
olan M e h d i M u h a m m e d bin İsmail'i b e k l e m e y e d e v a m etti­
ler. Ebu Tahir el-Cenabi'nin Bahreyn'deki liderliği e l e geçirdi­
ği 9 2 3 yılından itibaren D o ğ u Arabistan'daki Karmatiler,
uzun yıllar sürdürecekleri Kuzey Irak'a akınlar d ü z e n l e m e ve
M e k k e ' d e n d ö n e n h a c kafilelerini y a ğ m a l a m a işine başladı­
lar. Bahreyn Karmatileri, 9 2 7 yılında Abbasilerle girdikleri bir
muharebenin ardından n e r e d e y s e B a ğ d a t ' ı zapt edecekler­
di. Ebu Tahir'in yıkıcı faaliyetleri, h a c d ö n e m i n d e Karmati or­
d u s u n u n başında M e k k e ' y e girip şehri y a ğ m a l a m a s ı ile son
buldu. Karmatiler hacılara g ü n l e r c e işkence uyguladılar ve
sayısız kez kutsal varlıklara saygısızlık gösterdiler. En s o n u n ­
d a da, m u h t e m e l e n İslam çağının s o n a erdiğini s e m b o l i z e
e t m e k amacıyla kutsal K a b e taşını yerinden alıp başkentleri
el-Aksa'ya götürdüler. Karmatilerin M e k k e ' y i y a ğ m a l a m a s ı
t ü m İslam dünyasını şok etmişti.
Ebu Tahir 931 yılında, B a h r e y n ' d e kurduğu devletin ida­
resini geri d ö n e n M e h d i olarak tanıdığı İranlı bir g e n c e d e v ­
retti. A m a bu, Karmati hareketini felakete sürükleyen bir ka­
rar o l d u . M e h d i , ileri d e r e c e d e A r a p karşıtı ve g e n e l ahlak
anlayışına ters fikirler ö n e sürerek, tuhaf törenler ortaya çı­
kardı v e bunlara ilave olarak H z . M u h a m m e d v e d i ğ e r pey­
gamberleri lanetleyerek Müslümanları d a h a da şaşkına çevir­
di. İranlı M e h d i Bahreyn'in ö n d e g e l e n isimlerini i d a m ettir­
m e y e başlayınca, Ebu Tahir M e h d i ' n i n bir hilekâr o l d u ğ u n u
kabul e t m e y e zorlandı ve nihayet başa geçirilmesinden aşa­
ğ ı yukarı seksen g ü n sonra O ' n u ö l d ü r d ü . İranlı M e h d i d ö n e ­
mi, Bahreyn Karmatilerinin imajını ciddi ö l ç ü d e z e d e l e d i ve
D o ğ u ' d a k i Karmati toplulukları üstündeki etkilerinin zayıfla­
masına n e d e n o l d u .
İranlı M e h d i ' n i n ardından Bahreyn Karmatileri eski inanç­
larına geri döndüler. Ebu Tahir de bir k e z daha g i z l e n m i ş
M e h d i ' n i n emirlerini yerine getirdiğini iddia e t m e y e d e v a m

41
etti. Kısa z a m a n içinde acımasız akınlarına yine başladı, h a c
kafilelerini y a ğ m a l a d ı ve g a n i m e t e l d e e t m e k için Irak ve g ü ­
ney iran'a seferler d ü z e n l e d i . 9 4 4 yılında öldü. Karmatiler ni­
hayet 951 yılında, bazı İsmaili karşıtı kaynakların iddia ettiği
gibi Fatımi halifesi el-Mansur'un (946-53) talebine c e v a b e n
d e ğ i l , Abbasiler tarafından ö d e n e n yüklü miktardaki tazmi­
nat karşılığında kutsal Kabe taşını iade ettiler.
Bahreyn Karmatileri ile Fatımiler arasındaki düşmanlık,
Fatımi halifesi e l - M u ' i z z (953-75) d ö n e m i n d e Fatımilerin 9 6 9
yılında Mısır'ı zapt etmelerinin ardından karşılıklı çatışmaya
d ö n ü ş t ü . İşin g e r ç e ğ i Bahreyn Karmatileri, Suriye'nin kısa za­
m a n d a zapt e d i l m e s i n e ve ayrıca Fatımi e g e m e n l i ğ i n i n , S u ­
riye'nin ötesindeki d o ğ u Abbasi topraklarına yayılmasına
ciddi e n g e l teşkil etti. 10. yüzyılın sonlarına g e l i n d i ğ i n d e ,
Bahreyn Karmatileri zayıflamış ve mahalli bir g ü ç haline g e l ­
mişti. Bundan sonraki tarihleri hakkında pek fazla şey bilin­
memektedir. 11. yüzyılın ortalarında, Irak, İran ve M a v e r a ü n -
nehir'deki İsmaili toplulukları büyük oranda Fatımilerin tara­
fına geçti v e y a bütünlüklerini kaybettiler. 1077 yılında, böl­
g e s e l bir lider, Bahreyn'deki Karmati devletine kesin olarak
son noktayı koydu ve d o ğ u Arabistan Uyuni hanedanını kur-
1 9
du.
M o d e r n ç a ğ d a Karmatiler ile Fatımiler arasındaki ilişkiler
konusunda pek çok şey yazıldı. 19. yüzyıl Avrupa'sında kay­
nak olarak bulunabilen İsmaili karşıtı M ü s l ü m a n yazarların
eserlerinden çıkarım yaparak, iki topluluk arasında yakın iliş­
kiler bulunduğu s o n u c u n a varan ilk şarkiyatçı M i c h a e l jan de
G o e j e (1836-1909) idi. O ' n u n p e ş i n d e n başka uzmanlar ta­
rafından d a benzer görüşler ö n e sürüldü. A m a g ü n ü m ü z e
d a h a yakın z a m a n d a yapılan ve İsmaililiğin ilk dönemleri ko­
n u s u n d a daha iyi veriler sunan çalışmalar, Fatımi İsmailileri
ile Karmatiler arasında herhangi bir yakınlık izine rastlama-

42
mışiardır. Artık açıkça bilinmektedir ki; Karmatiler ile Fatımi
İsmailileri arasında ciddi farklılıklar bulunmaktaydı ve bu fark­
lılıklar 8 9 9 yılındaki b ö l ü n m e ile başlamıştı. G i z l e n m i ş M e h -
di'nin geri d ö n ü ş ü n ü b e k l e m e y e d e v a m e d e n Bahreyn v e
diğer bölgelerdeki Karmatiler hiçbir z a m a n Fatımi halifeleri­
ni i m a m olarak tanımamışlar ve Fatımi hanedanı içinden hiç
kimseyi de beklenen M e h d i olarak kabul etmemişlerdir. Bah­
reyn Karmatilerinin felaketle son bulan İranlı M e h d i d ö n e m i ­
nin ortaya çıkma nedeni de budur. Tüm bu gerçeklere karşın
Karmatiler d e , Fatımiler de Abbasilere karşı aynı düşmanlık
duyguları içindeydiler. Belki bu durum onların müttefik bir
strateji izledikleri d ü ş ü n c e s i n e yol a ç m ı ş olabilir.
Bu g e r ç e k l e r e r a ğ m e n , s a d e c e İsmaili hareketini kötüle­
m e y e o d a k l a n m ı ş olan ve Şiilik ile İsmaililiğin içyapıları hak­
kında çok yetersiz bilgilere sahip, Fatımi d ö n e m i n d e ve d a ­
ha sonraki d ö n e m l e r d e y a ş a m ı ş Sünni M ü s l ü m a n yazarlar,
Bahreyn Karmatilerinin marifetlerini ve rezilliklerini, g ü y a
onların gizli efendileri olan Fatımilerin çevirdikleri dolapların
bir sonucu olarak g ö s t e r m e k t e n çekinmediler. Benzer şekil­
d e , Bahreyn Karmatilerinin M e k k e ' d e k i kutsal d e ğ e r l e r e
yaptıkları büyük saygısızlıklar ve İranlı M e h d i fiyaskosu ile
son bulan İslam karşıtı ve başına buyruk faaliyetleri y ü z ü n d e n
de hiç ç e k i n m e d e n Fatımileri suçladılar. Sünni yazarların bu
asılsız ithamları, O r t a ç a ğ d ö n e m i İslam toplumundaki İsma­
ili karşıtı d ü ş ü n c e n i n şekil almasına büyük etki etti; ayrıca bu
suçlamalar, h e m d a h a sonraki Sünni yazarların h e m de 19.
yüzyıl şarkiyatçılarının vardıkları pek ç o k yanlış çıkarım için
de kaynak teşkil etti.
İsmaililiğin Sünni İslam'a m e y d a n okuyuşunun en başarı­
lı aşaması olan Fatımi halifeliğinin kuruluşu, Sünni ç o ğ u n l u k
tarafından entelektüel d ü z e y d e sistematik v e ç o ğ u z a m a n
örgütlü bir İsmaili karşıtı tepkinin d o ğ m a s ı n a davetiye çıkar-

43
mıştı. İsmaili Şiilerinin kazandıkları bu büyük başarı, On İki
İmamcı ve Z e y d i Şiilerinin de kendilerine besledikleri düş­
manlığın iyice su y ü z ü n e çıkmasına n e d e n oldu. S o n u ç ola­
rak, İsmaililer artık M ü s l ü m a n din bilimcileri ve tarihçileri ta­
rafından kâfirler ve dini saptıranlar olarak şiddetle suçlanıyor­
lardı. Özellikle Sünni polemikçiler, bu suçlamaların belli ö ğ ­
retiler t e m e l i n d e yoğunlaşmasını sağlayacak kanıtlar uydur­
m a y a başlamışlardı. Ve her yere yayılmış olan bu İsmaili kar­
şıtı k a m p a n y a , O r t a ç a ğ d ö n e m i İslam toplumundaki e g e ­
m e n hanedanlıklar tarafından h e p d e s t e k görecekti.
İsmaili karşıtı kitapçıklar ve broşürler y a z ı p duran Sünni
polemikçilerin kafalarında belli bir a m a ç vardı; İsmaili hare­
ketini temellerinden sarsmayı hedeflemekteydiler. Buna pa­
ralel olarak, bir y a n d a n kötü niyetli amaçlar, ahlak dışı ö ğ r e ­
tiler ve sapıkça faaliyetler içeren u y d u r m a hikâyeler üretir­
ken, öbür y a n d a n da her fırsatta İsmaili imamlarının H z .
Ali'nin soyundan geldiklerini r e d d e d e n tezler sunuyorlardı.
Polemikçiler kurnaz bir taktikle bu hikâyeleri her y e r e d a ğ ı ­
tarak, en s o n u n d a İsmaililiği İslam'ın sapkın bir kolu olarak
g ö s t e r e n ve H z . Ali karşıtı bazı sahtekârlarca v e y a M ü s l ü m a n
gibi görünerek, İslamı içten çökertmek isteyen Yahudi dü-
zenbazlarca dikkatlice şekillendirilen bir "kara efsane" yarat­
tılar. Kısa z a m a n sonra bu maksatlı yazılarda anlatılanlar, İs-
maililiğin amacı, inancı ve faaliyetleri k o n u s u n d a kesin ger­
çekler olarak kabul e d i l m e y e başlandı ve İsmaili karşıtı tartış­
maların d a h a da ileri g i t m e s i n e , İslam cemaatinin g e n e l i n d e
İsmaililere karşı bir nefretin oluşmasına yol açtı.
Sünni polemikçilerin yanında, başka e d e b i türlerde eser­
ler ortaya koyan M ü s l ü m a n yazarlar da bu iftira kampanyası­
na katkıda bulundular. Özellikle, egemenlikleri Fatımiler tara­
fından oldukça şiddetli d e r e c e d e tehdit altında bulunan A b ­
basiler, İsmailiye ya da kendilerince kâfirlik olarak adlandır-

44
dıkları bu akımı kötüleyen yazıların düzenli bir şekilde oluş­
turulmasını desteklediler ve finanse ettiler. İsmaililerin Batı-
niler olarak adlandırıldıkları d ö n e m l e r de o l d u . Bu adlandır­
m a d a , İsmaililiğin öğreti a n l a m ı n d a Kuran'da yazılanları ve
verilen emirleri g ö r ü n e n yani zahiri ve gizli yani Batıni olarak
ayırmasına atıfta bulunuluyordu. Bu isim d a h a ç o k ahlaksız­
lık ve dinsizliği i m a e t m e k için kullanıldı çünkü kolaylıkla
yanlış yorumlanarak, ismaililerin zahiri olanın yanında Batıni
olanın ö n e m i n e aşırı v u r g u yaptıkları yani Kuran ve şeriat ile
açıklanmış olan dini yükümlülükler y a n ı n d a insanların oluş­
turduğu kanunlara d a h a fazla ö n e m verdikleri düşünülebilir­
di.
S ö z konusu İsmaili karşıtı k a m p a n y a n ı n bir parçası olarak,
Abbasi halifesi el-Kadir (991-1031) Bağdat'taki tahtının etra-
fina bir kısım Sünni ve On İki İmamcı alimleri topladı ve o n ­
lara, d ö n e m i n Fatımi halifesi el-Hakim ve atalarının, g e r ç e k
Fatımi Ali s o y u n d a n gelmediklerini açıklayan bir beyanat
yazmalarını emretti. 1011 yılında yayınlanan bu manifesto,
Abbasilerin e g e m e n o l d u ğ u bölgelerdeki camilerde o k u n d u .
El-Kadir buna ilave olarak, İsmaililer ve öğretilerini kötüleyen
eserler yazmaları için p e k çok din bilginini de finanse etti.
1017 yılından başlayarak, ortaya sürdükleri pek ç o k uç
görüşlerle birlikte el-Hakim'in kutsal önderliğine olan inanç­
larını da y a y m a y a başlayan ayrılıkçı Dürzi hareketi İsmaililik-
ten ayrıldı. Kahire'deki Fatımi " d a v a " teşkilatının merkezi,
resmi olarak Dürzi öğretilerini reddetse ve Dürziler Mısır'da
Fatımilerce bastırılsa da, bu hareket m e v c u t İsmaililer ile ilgi­
li kafa karışıklığının ve karalama kampanyalarının d a h a da
artmasına n e d e n oldu. 1052 yılında Abbasi halifesi el-Kaim
(1031-1075) Bağdat'ta, Fatımi hanedanının Ali s o y u n d a n
g e l d i ğ i inancını silmeyi amaçlayan bir manifesto d a h a yayın­
lattı.

45
Bütün bunlara r a ğ m e n , Fatımi Ismaili davası Abbasi top­
raklarında gizlice y a y ı l m a y a d e v a m etti; ve Türk komutan el-
Basasiri'nin Fatımi yanlısı faaliyetleri sayesinde 1058-9 yılla­
rında kısa süreliğine d o ğ u d a hakimiyeti sağladı. Fatımi e g e ­
menliği kısa süreliğine d e olsa Bağdat'ı ele geçirmiş v e A b ­
basi halifesi el-Kaim'i g e ç i c i bir süre için B a ğ d a t ' t a tutsak et­
mişti. İsmaililik, Fatımi halife-imamı el-Mustansır'ın (1036-
94) uzun süren liderliği d ö n e m i n d e başarılı bir şekilde Irak
ve İran topraklarında y a y ı l m a y a d e v a m ederken karşısında
Selçuklu Türklerini, yani Abbasilerin yeni koruyucuları olan
ve Sünni İslam'ın ateşli savunucuları olarak İsmailileri ve Fa-
tımileri İslam dünyasından silmeyi a m a ç l a y a n zorlu bir d ü ş ­
m a n buldu. Yirmi yıldan uzun bir z a m a n Selçuklu e g e m e n l i ­
ğ i n d e k i toprakların g e r ç e k yöneticisi olan yetenekli vezir N i -
zam-ül M ü l k S i y a s e t n a m e isimli eserinde, kendi fikrine g ö r e
amaçları "İslam'ı y o k e t m e k , insanlığı yanlış y o l a saptırmak
ve onları c e h e n n e m azabına m a h k û m e t m e k " olan İsmailile-
re g e n i ş yer a y ı r m ı ş t ı . 2 0 N i z a m ül-Mülk'ün açıkça İsmaili kar­
şıtı bir tavır sergilediğini özellikle aşağıdaki paragrafta ç o k
net görebiliriz:

"Duvarların ardında yurdumuza zarar verecek planlar ya­


pan ve dinimizi yok etmenin yollarını arayan bu insanlar ka­
dar kötü, doğru yoldan sapmış ve günahkâr hiçbir toplum
yoktur... ve ellerinden geldiği sürece, ahlaksızlık, başıbozuk­
luk, öldürme ve inançsızlık adına her şeyi yapmaya devam
21
edeceklerdir. "

Bütün bunlar olurken, Abbasiler de İsmaililer aleyhine ya­


zılan yazıları d e s t e k l e m e y e d e v a m etmekteydiler. Bu çalış­
malar içinde en ünlüsü, meşhur Sünni din bilimci, filozof, hu­
kukçu ve g i z e m c i Ebu H a m i d e l - G a z a l i ' y e (öl. 1111) aitti. El-
G a z a l i , 1091 yılında Bağdat'taki meşhur N i z a m i y e M e d r e s e ­
s i ' n d e Nizam-ül M ü l k tarafından ö ğ r e t m e n olarak g ö r e v l e n -

46
dirilmiş, sonrasında Abbasi halifesi el-Mustazhır (1094-
1118) tarafından Batınileri yalanlayan bir bilimsel ç a l ı ş m a
y a z m a s ı istenmişti. D a h a çok el-Mustazhiri adıyla bilinen bu
çalışma, el-Gazali'nin 1095 yılında B a ğ d a t ' t a n ayrılmasından
kısa bir süre ö n c e t a m a m l a n d ı . D a h a sonra el-Gazali, İsmaili-
ler a l e y h i n d e p e k çok kısa çalışma k a l e m e aldı ve bu çalış­
malarda kendi imamlarının geçerliliğini savunarak, Abbasi
halifeliğinin İslam âleminin lideri o l d u ğ u tezini kanıtlamaya
çalıştı.
O r t a ç a ğ d ö n e m i M ü s l ü m a n yazarlarının yazdıkları İsmaili
karşıtı çalışmalar üzerinde en büyük ve kalıcı etkiyi sağlayan,
eser el-Mustazhirı"dır. İsmaili karşıtı "kara efsane"nin oluş­
masına ön ayak olan kişi ise, 10. yüzyılın ilk yarısında yıldızı
parlayan ve B a ğ d a t ' t a halk içindeki sıkıntıların ç ö z ü m ü için
çalışmalar y a p a n mezalime liderlik e d e n Ebu Abdullah M u -
h a m m e d bin Rizam el-T'ai el-Kufi idi. İbn Rizam, Fatımi hali­
feliğinin kurulmasından kısa bir süre sonra, ismaililiği yalan­
layan u y d u r m a bir çalışma k a l e m e aldı. G ü n ü m ü z e ulaşma­
y a n bu çalışma, d a h a sonra Ş a m ' d a y a ş a y a n Ali yandaşı bir
polemikçi ve ş e c e r e u z m a n ı tarafından 9 8 0 yılında yazılan İs­
maili karşıtı bir kitap için büyük ö l ç ü d e kaynak teşkil etti.
Bahsi g e ç e n u z m a n , A k h u M u h s i n (Muhsin'in kardeşi) t a k m a
adıyla bilinen, Ebul-Hüseyin M u h a m m e d bin Ali idi. İçinde
tarihsel v e doktrinel a l a n d a bölümler barındıran A k h u M u h ­
sin'in kitabı da kayboldu a m a bazı alt bölümler d a h a sonraki
d ö n e m l e r d e g e l e n M ü s l ü m a n tarihçiler, özellikle el-Nuvayri,
İbn el-Davadari ve el-Makrizi tarafından muhafaza edildi.

G e n i ş kesimlerce tanınan İbn R i z a m - A k h u M u h s i n ' i n e s e ­


ri basitçe İsmaililiği, Fatımi halifelerinin atası olarak r e s m e d i ­
len Ali karşıtı A b d u l l a h bin M e y m u n e l - K a d d a h tarafından İs­
lam'ı y o k e t m e k için kurulmuş gizli bir tuzak olarak gösteri­
y o r d u . Esere g ö r e M e y m u n e l - K a d d a h , Ebul-Kittab'ın müri-

47
di olan ve M e y m u n i y y a isimli bir tarikat kuran bir Yahudiydi.
İslam'ı içten çökertmek isteyen o ğ l u Abdullah, inançsızlık ve
ateizmle son bulan y e d i (ya da dokuz) aşamalı bir d e r e c e l e n ­
d i r m e y e sahip İsmaililiği kurmuştu. A m a Abdullah bu kötü
emellerini g i z l e y e b i l m e k için, beklenen M e h d i M u h a m m e d
bin İsmail adına çalışan bir Şii gibi davranıyordu. En s o n u n ­
da Abdullah'ın torunlarından biri Kuzey Afrika'ya giderek Fa­
tımi Hanedanlığını kurmuş ve M u h a m m e d bin İsmail'in so­
y u n d a n geldiğini iddia etmişti.
İ m a m el-Bekir (Bakr) ve El-Sadık'ın sadık dostları olan ve
İsmaili hareketinin ortaya çıkışından ç o k ö n c e y a ş a m ı ş olan
el-Kaddah ve o ğ l u Abdullah'ın g e r ç e k hayat hikâyelerini su
y ü z ü n e çıkaran m o d e r n çalışmalar nihayet İbn Rizam-Akhu
M u h s i n eserinin aşağılayıcı görüşlerinin geçerliliğini ortadan
kaldırmış ve W. Ivanow tarafından İbn el-Kaddah masalı ola­
rak tanımlanmıştır. Aynı z a m a n d a İsmaililiğin ilk d ö n e m l e r i
üzerine yapılan çalışmalardaki ilerlemeler, ilk olarak İbn Ri-
z a m ' ı n , m u h t e m e l e n Karmatiler tarafından yayılan İsmaili
karşıtı düşüncelerin etkisi altında kalarak k a l e m e aldığı bu
g e r ç e k dışı hikâyeler ile ilgili akla yatkın açıklamaların da or­
22
taya çıkmasını sağlamıştır. A m a n e yazıkki o d ö n e m d e
M ü s l ü m a n yazarlar, bu masalları g e r ç e k olarak kabul etmiş­
ler ve ibn el-Kaddah'ın soyu ve d ü ş t ü ğ ü dalalet masalına
kendileri de eklemeler yapmışlardır. 2 3
İbn Rizam-Akhu M u h s i n ' i n eseri, al-Farq bayn al-firaq
isimli eseriyle İsmaililer üzerine en d ü ş m a n c a iddialarda bu­
lunmuş olan el-Bağdadi (öl. 1037) gibi pek ç o k ünlü tarihçi
tarafından geliştirilmiştir. El-Bağdadi eserinde, İsmailileri (Ba-
tınileri) İslam dünyasından dışlamakta ve ö z e t olarak şunu
söylemektedir:

"Batıniye'nin Müslüman tarikatlara vermiş olduğu zarar,


Yahudilerin, Hıristiyanların ve Zerdüştlerin verdiklerinden

48
çok daha büyüktür; dahası onların üstünde materyalistlerden
ve Allah'a inanmayan tarikatlardan daha derin yaralar açmış­
lardır; dahası dünyanın sonu geldiğinde ortaya çıkacak olan
Deccal'in açacağı yaralardan daha derin yaralar açmış ola­
24
caklardır. "

Bu eser, 1011 yılında B a ğ d a t ' t a yayınlanan Fatımi karşıtı


manifestoyu ve N i z a m - ü l M ü l k ' ü n Siyasetname isimli eserin­
d e İsmaililere ayırdığı b ö l ü m ü d e etkilemiştir. A y n ı z a m a n d a
Zeydiler de k a l e m e aldıkları eserlerde bunu kullanmışlardır.
Bunlardan biri de Hazar Zeydileri'nin i m a m ı olan el-Haruni
el-Hüseyni'nin (öl. 1020), Fatımi e l - H a k i m ' i n imamlığını red­
d e d e r e k , İbn e l - K a d d a h ' ı Fatımilerin atası olarak g ö s t e r d i ğ i ,
dini görüşlerini s u n d u ğ u eseridir. El-Hakim d ö n e m i n i n en
ö n d e g e l e n daisi ve en büyük İsmaili filozoflarından bir olan,
aynı z a m a n d a yeni bir N e o p l a t o n i k İsmaili kozmolojisi de
geliştiren el-Kırmani bu tip Z e y d i saldırılarına c e v a b e n , ö z e l
25
bir çalışma k a l e m e almıştır. Dürzi hareketinin ilk yıllarında,
Dürzilerin düşüncelerinin çürütülmesi için bir dizi ç a l ı ş m a or­
taya k o y m a k üzere Kahire'ye çağırılan yine el-Kırmani ol­
muştur.
İbn Rizam ve A k h u M u h s i n ' i n uydurdukları yıpratıcı m a ­
sallar, İsmaili öğretileri ve uygulamalarının saptırılarak yazıl­
ması için esin kaynağı olmuşlardır ve bu yazılanlar yüzyıllar
b o y u n c a g e r ç e k İsmaili metinleri olarak kabul edilmiş ve
sonraları İsmaililerin diğer M ü s l ü m a n topluluklarınca "kâfir­
ler" olarak tanınmalarına büyük etki etmiştir. 2 6
S o n u ç olarak, 10. yüzyıl ö n d e g e l e n İsmaili karşıtı yazar-
larca icat edilmiş olan "kara efsane", sonradan g e l e n M ü s l ü ­
m a n yazarlar ve halklar tarafından su g ö t ü r m e z gerçekler
olarak kabul edilmiş, M ü s l ü m a n l a r artık her kötü kavramı İs-
maililerle özdeşleştirmişler, İsmaililer böylece Nizari İsmaili-
lerinden bile ö n c e karalama kampanyalarının hedefi haline

49
gelmişlerdir. Haçlılar ve daha ileri d ö n e m l e r d e k i Avrupalılar,
Nizari İsmailileri üzerine yazdıkları yarım yamalak araştırma­
larına başlamadan ö n c e durum böyleydi; onlar da m e v c u t
h a v a y a uyup İsmaililere atfedilen, ahlaksız ve dine aykırı ha­
reketlerle dolu efsanelere yenilerini eklediler. H e m d o ğ u l u
h e m de batılılar tarafından yaratılan bu uyduruk ve d ü ş m a n ­
ca kaynaklar d a h a sonraki d ö n e m l e r d e , 19. yüzyıl şarkiyatçı­
larının İsmaililer üzerindeki çalışmalarına temel teşkil etti.
Yanlış tanınmak ve haksız yargılanmak, neredeyse her
z a m a n İsmaililerin kaderi olmuştur. A n c a k başta Fatımi d ö n e ­
mi o l m a k üzere, tarihleri b o y u n c a İsmaililerin ortaya koyduk­
ları m u a z z a m bilimsel çalışmalar g ö z ö n ü n e alındığında, bu
27
d u r u m o l d u k ç a tuhaf g e l m e k t e d i r . Aslında, İbn Rizam, A k -
hu M u h s i n , el-Bağdadi ve başka pek ç o k İsmaili karşıtı yazar
harıl harıl hayal ürünü efsaneler yaratıyorlarken, öbür tarafta
İran ve diğer bölgelerde, el-Sijistani, el-Kırmani ve Nasır-i
H ü s r e v gibi meşhur İsmaili din bilimcileri ve düşünürleri ta­
rafından da g e n i ş çapta bilimsel çalışmalar yürütülüyordu ki;
bu şahıslar aynı z a m a n d a Fatımi halife-imamlarının mesajla­
rını ve dini-politik "dava"larını oldukça etkili biçimde çevre­
y e y a y m a görevini d e görüyorlardı. Aynı d ö n e m d e Fatımiler
sayesinde, ö n d e g e l e n Fatımi hukukçusu Kadı e l - N u m a n ' ı n
(öl. 974) yaptığı çalışmalarla başlayan İsmaili Şii hukuk siste­
mi oluşturuldu. Bu hukuk sisteminde Fatımiler, Kuran'ın ve
İslam'ın dini buyruklarının d o ğ r u d a n anlamları yanında, ka­
palı ve d a h a ruhani boyutlarına da eşit ö n e m verdiler.

Fatımi devletine h ü k m e d e n ve hanedanlarının yönettik­


leri devletin güvenilir yazarlar tarafından kayıt altına alınma­
sını arzu e d e n İsmaili imamları, o d ö n e m d e ender rastlanılan
bir davranış sergileyerek, tarihin periyodik olarak kaydedil­
m e s i n e özel ilgi gösterdiler. Özellikle 9 7 3 yılında halifelik
makamını Mısır'a taşıdıktan sonra, Fatımi hanedanı ve Fatımi

50
devletinin tarihi ile ilgili yazılı kaynaklarını bir araya toplan­
masını desteklediler ve finanse ettiler. Geçici bir süre devam
e d e n bu g e l e n e ğ e p e k ç o k yazar katkıda bulundu. Bir kıs-
mı parçalar halinde g ü n ü m ü z e g e l e b i l m i ş ya da daha sonra
ki d ö n e m l e r d e g e l e n tarihçiler tarafından içlerinden alıntı ya-
pılmış bu yazılı eserler, o d ö n e m i n Fatımi e g e m e n l i ğ i altında
olan v e o l m a y a n bölgelerinde y a ş a y a n d i ğ e r M ü s l ü m a n ya­
zarlar tarafından da kolayca ulaşılabiliyordu.
A n c a k 1171 yılında Fatımi hanedanlığının yıkılmasının ar­
dından g e l e n Eyyübi v e M e m l û k d ö n e m l e r i n d e , Mısır'daki
İsmaililer ve inançları sert bir baskı altına alındı ve m e y d a n a
getirdikleri değerli entelektüel birikim y o k edildi. A m a h a n e ­
danlığın yıkılmasından yaklaşık o t u z yıl kadar ö n c e , Fatımi
d ö n e m i n d e ortaya çıkmış İsmaili yazılı eserlerinin ö n e m l i bir
kısmı Y e m e n ' e götürülmüştü. Bir süre sonra da oradan H i n ­
distan'a taşındı. Bu durum, değişik zamanlara ait Fatımi v a ­
kayinameleri g ü n ü m ü z e kadar u l a ş a m a z k e n , felsefi ve dini
alanda yazılmış p e k ç o k Fatımi İsmaili eserlerinin kaybolma­
m ı ş olmasının nedenini bize açıklamaktadır.
Fatımi devleti hakkında bilgi v e r e n edebi o l m a y a n p e k
ç o k kaynağın yanında, z a m a n ı n d a Fatımi devleti için oluştu­
rulmuş değerli arşiv niteliğindeki belgeler de her z a m a n ula­
şılabilir olmuştur. Buna r a ğ m e n tarihçiler, tıpkı O r t a ç a ğ d ö ­
n e m i M ü s l ü m a n yazarların yaptığı gibi, köklerini İsmaili kar­
şıtı yanlış anlamalar ve saptırmalarla d o l u kaynaklardan alan
d ü ş m a n c a yaklaşımlarına d e v a m e t m e y i tercih ettiler.
1094 yılında İsmaili hareketi, g e l e c e k t e ciddi sonuçlara
y o l açacak büyük bir b ö l ü n m e yaşadı. Fatımi halife-imamı el-
Mustansir'in uzun süren saltanatı (1036-94) sırasında ö z e l ­
likle 1050'Ii yıllardan sonra, halifelik ç ö k ü ş e g e ç m i ş bulunu­
y o r d u . El-Mustansir'in yerini kimin alacağı konusundaki an­
laşmazlık, 1094 yılında İsmaili hareketini, Nizariler ve M ü s ­
tafiler olarak iki rakip kola böldü.

51
El-Mustasnir, en büyük o ğ l u Ebu M a n s u r Nizar'ı kendisin­
d e n sonra g e l e c e k kişi olarak işaret etmişti. A n c a k e l - M u s -
tasnir'in ö l ü m ü n d e n ö n c e , babası Bedr el-Cemali'nin yerini
alarak Fatımi devletinin en g ü ç l ü veziri olan ve askeri bir dik­
tatör haline g e l e n el-Afdal ismindeki şahsın bu k o n u d a fark­
lı planları vardı. Devletin dizginlerini e l e g e ç i r m e y i h e d e f
alan el-Afdal, t a m a m e n kendisine bağlı olacağını bildiği, El-
Mustasnir'in en küçük o ğ l u Ebul-Kasım A h m e d ' i n tahta g e ç ­
m e s i n d e n yana tavır aldı. Bir süre sonra g e n ç A h m e d , el-Af-
dal'ın kız kardeşi ile evlendi. Ardından da bir nevi darbe ile
el-Afdal, A h m e d ' i Fatımi tahtına oturtarak, O ' n a el-Mustali
Billah ismini verdi ve kısa bir süre içerisinde Fatımi devleti­
nin ö n d e gelenleri ve Kahire'de bulunan İsmaili d a v a teşkila­
tının önderlerinden bu konuda onay aldı.
Babasının, kendi halefi olarak işaret e t m e s i n e ve ö l ü m ü ­
ne kadar da aksi y ö n d e bir görüş belirtmemesine r a ğ m e n
hakkı elinden alınan Nizar, olanların ardından h e m e n İsken­
deriye'ye kaçtı ve burada büyük bir destek bularak isyan baş­
lattı. Bazı ö n e m l i başarılar kazanılmış olsa da, isyan 1095 yı­
lında bastırıldı. Nizar yakalanarak Kahire'ye götürüldü ve el-
Mustali'nin emriyle idam edildi. Bu gelişmelerin s o n u c u n d a ,
son olarak el-Mustasnir'in idaresi altında bir bütün olarak ya­
şayan İsmaili hareketi, ilerleyen yıllarda rakip iki kola ayrıldı
ve bu iki kol g e l e c e k t e birbirlerinin azılı düşmanları haline
geleceklerdi. Sertlikle de olsa Fatımi halifeliği m a k a m ı n a sa­
hip olan El-Mustali'nin imamlığı, Mısır ve Suriye'deki İsma-
ililerin ç o ğ u , Y e m e n ' d e k i l e r ve Gujarat'daki Hintli topluluğun
t a m a m ı tarafından kabul edildi. Mustailiye olarak tanınan bu
İsmaililer, Kahire'deki merkezi d a v a teşkilatı ile aralarındaki
bağı koparmadılar. Ö b ü r yanda, Hassan Sabbah liderliğinde­
ki İran İsmailileri tarafından idare edilen D o ğ u Müslümanları
içindeki İsmaili toplulukları ile birlikte S u r i y e ' d e yaşayan

52
a z ı m s a n m a y a c a k sayıdaki İsmaililer, Nizar'ın haklarını savu­
narak, O ' n u babasından sonraki 19. i m a m olarak kabul etti­
ler. Nizariye olarak tanınan bu İsmaililer ile Fatımiler ve artık
Mustalilerin davalarının merkezi haline g e l m i ş olan Kahire
arasındaki ilişkiler g ü n g e ç t i k ç e gerildi.
Haçlılar, Hıristiyanlığın kutsal topraklarını ö z g ü r l ü ğ e ka­
vuşturmak a m a c ı y l a ilk olarak D o ğ u A k d e n i z ' d e ortaya çık­
tıklarında (1097), kısa saltanatı b o y u n c a el-Afdal'ın elinde bir
kukla gibi hareket e d e c e k olan el-Mustali (1094-1101) Fatı-
milerin başında idi. Haçlılar ö n c e 1099 yılında, b ö l g e s e l bir
Fatımi g a r n i z o n u n u kolayca ortadan kaldırdılar ve ardından
a n a hedefleri olan K u d ü s ' e yöneldiler. 1 100 yılında g e l i n d i ­
ğ i n d e , Haçlılar g ü ç kullanarak Filistin'e yerleşmişler, sonra da
Kudüs ve Filistin ile Suriye'deki diğer ö n e m l i merkezler etra­
fında pek ç o k eyaletler kurmuşlardı. Fatımilerin, Haçlıları böl­
g e d e n d e f e t m e k için başlattıkları m ü c a d e l e n i n ortalarında,
1011 yılında el-Mustali ö l d ü . Bunun üzerine el-Afdal, el-
Mustali'nin beş yaşındaki o ğ l u n u yeni Fatımi halifesi olarak
ilan ederek, O ' n a el-Amir bi-Ahkamullah ismini verdi ve
bundan sonraki yirmi yıl boyunca, 1121 yılında tutuklanışına
kadar devletin dizginlerini elinde t u t m a y a d e v a m etti.

Nizarilerin İran ve S u r i y e ' d e başarılı bir şekilde güçlerini


birleştirmeye başladıkları el-Amir d ö n e m i n d e , el-Amir v e el-
Mustali'nin İsmaili imamlığı üzerindeki haklarını her y e r e ya­
y a b i l m e k v e Nizar v e O ' n u n s o y u n d a n gelenlerin aksi y ö n ­
deki iddialarını g e ç e r s i z kılabilmek amacıyla, 1122 yılında
Kahire'deki Fatımi sarayında bir toplantı d ü z e n l e n d i . Bu top­
lantıdan e l d e edilen çıkarımlar, el-Hidaye el-Amiriye yani
"el-Amir'in G ö s t e r d i ğ i Y o l " adı ile bir m e k t u p haline getiril­
di. Mısır Fatımi topraklarındaki minberlerde okutulan bu
m e k t u p , Mustalilerin resmi olarak ilk k e z Nizarilerin imamlık
29
iddialarını yalanlayışını temsil e t m e k t e d i r . Hidaye, Suri-

53
y e ' y e d e yollandı v e Ş a m ' d a k i Nizariler tarafından büyük
tepki topladı. Suriye Nizarilerinden birisi el-Amir'in mektu­
bunu liderine g ö t ü r d ü ve bu lider tarafından s ö z konusu
m e k t u b a bir y a l a n l a m a yazıldı. Bunun h e m e n ardından da el-
Amir, ek bir m e k t u p yazdırarak, Nizarilerin Hidaye'yi yalan­
30
lamasına karşı ç ı k t ı . İsmaililer artık kendi içlerinde çatışma­
ya girmişlerdi ve bu d u r u m diğer M ü s l ü m a n topluluklar ta­
rafından m e m n u n i y e t l e karşılanıyordu. Bu arada ilginç bir
noktaya d e ğ i n m e k gerekir ki; El-Amir'in, 1123 yılında yazı­
larak S u r i y e ' y e yollanan ikinci m e k t u b u n d a Nizari İsmailileri,
herhangi başka bir açıklama y a p ı l m a d a n ilk k e z " H a ş a ş i y e "
31
adıyla anılmışlardır.
El-Amir'in 1130 yılında, bir grup Nizari fedaisi tarafından
tutuklanmasının ardından Mısır Fatımi devleti hızlı bir inişe
g e ç t i ve çok g e ç m e d e n Mustali İsmailileri kendi içlerinde bir
b ö l ü n m e y l e karşı karşıya kalarak, Hafızi ve Tayyibi olarak iki
hizbe ayrıldılar. Kahire'deki merkezi d a v a teşkilatı ve Mısır
ve Suriye'deki Mustali İsmaililerinin büyük bir kısmı ile, Y e -
men'li Mustalilerin bir kısmı, El-Amir'in halefi e l - H a f ı z ( 1 1 3 0 -
49) ve O ' n u n s o y u n d a n g e l e n Fatımi halifelerini imamları
olarak kabul ettiler. A m a Hafızi İsmaililiği, Fatımi hanedanı­
nın yıkılışından sonra fazla uzun y a ş a y a m a d ı .
Fatımi hükümranlığının son d ö n e m i n d e Mısır, Kudüslü
Kral I. A m e l r i c komutasındaki Haçlı orduları tarafından p e k
ç o k k e z işgal edildi. A y n ı d ö n e m d e Sünni Z e n g i hanedanı­
nın önderi Halepli Nur el-Din d e , Mısır'ı kendi hükümranlığı
altına almak ve Fatımi Şiilerinin kökünü kurutmak a m a c ı y l a
ortaya k o y d u ğ u planları u y g u l a m a y a başlamıştı. S o n u n d a
Nur el-Din M ı s ı r ' d a üstünlüğü ele g e ç i r m e y i başardı ve Suri­
y e ' d e n başlayan ü ç ü n c ü Z e n g i seferinin komutanı Shirkuh
1169 yılında Kahire'ye girerek, kendisini son Fatımi halifesi
e l - A d i d ' i n veziri olarak tayin etti. Bu olayın üzerinden ç o k

54
g e ç m e d e n Shirkuh aniden ö l ü n c e , torunu S e l a h el-Din Yusuf
bin Eyyub v e y a Avrupalı kaynaklara g ö r e S e l a h a d d i n vezirlik
g ö r e v i n e tayin edildi.
S o n Fatımi veziri ve Eyyubi hanedanının kurucusu S e l a ­
haddin, Eylül 1171 ' d e el-Adid'i tahtan indirip, Abbasilerin
hükümranlığını ilan e d e r e k Fatımi e g e m e n l i ğ i n i s o n a erdirdi.
Fatımi hanedanlığının ç ö k ü ş ü n ü n h e m e n ardından, ç o ğ u n l u ­
ğu Hafızi koluna m e n s u p olan Mısırlı İsmaililer şiddetli bir
z u l ü m l e karşı karşıya kaldılar ve Hafızi imamlığı iddiasında
bulunan Fatımi ailesinden hayatta kalanlar ile birlikte g ö z a l ­
tında tutuldular. Fatımi esirler, bir yüzyıl sonra 1272 yılında
serbest bırakıldıklarında, İsmaililik M ı s ı r ' d a t a m a m e n ortadan
kalkmıştı.
Ö t e y a n d a Tayyibi İsmaililiği'nin durumu d a h a iyi gitti ve
Tayyibiler, İsmaililiğin Mustali kolunun tek temsilcileri olarak
g ü n ü m ü z e kadar g e l m e y i başardılar. El-Amir'in ö l ü m ü n ü n
h e m e n ardından, Y e m e n ' d e tam yetkilere haiz bir dai yani
bir da'i mutlak tarafından b a ğ ı m s ı z Tayyibi d a v a teşkilatının
kurulmasıyla Y e m e n , Tayyibi İsmailiierinin g ü ç merkezi v e
kalesi haline g e l d i . El-Amir'in küçük o ğ l u el-Tayyib'in 1130
yılında kayboluşuna kadar, Tayyibi imamları gizleniyorlardı
ve kendilerine erişilemiyordu. Tayyibi davası z a m a n l a , batı
H i n d i s t a n ' d a ticaretle g e ç i n e n bir topluluk içinde p e k ç o k
y a n d a ş edinerek başarıya ulaştı; bu b ö l g e d e k i Tayyibiliği se­
çenler Bohralar olarak adlandırıldı. Bir süre sonra Gujaratlı
bohralar tarafından temsil e i d l m e y e başlanan Tayibiler, 1591
yılında Davudiler ve Süleymaniler olarak, farklı dai silsileleri­
ni takip e d e n iki hizbe ayrıldılar. D a h a çok Davudi koluna
m e n s u p olan Hintli Tayyibiler, tarihleri b o y u n c a birkaç küçük
b ö l ü n m e d a h a yaşadılar. Merkezleri Y e m e n olan azınlık S ü -
l e y m a n i t o p l u l u ğ u ise, bunun t a m tersi bütünlüklerini m u h a ­
faza ettiler.

55
Aynı d ö n e m d e , politik açıdan İsmaililiğin aktif kanadını
temsil e d e n Nizariler, hareketlerini başarılı bir şekilde d o ğ u ­
ya, Selçuklu toprakları boyunca genişletmekteydiler. D a h a
ö n c e d e değinildiği üzere, el-Mustansir'in imamlık d ö n e m i ­
nin sonlarına d o ğ r u , İran ve diğer D o ğ u İslam bölgelerinde­
ki İsmaililerin büyük bir kısmı Fatımi davasından yana g e ç ­
mişlerdi ve bu sırada Sünni Selçuklular da büyük bir gayret­
le bu topraklarda pek çok bölgesel hanedanlık kurmuşlardı.
A n c a k kısa süreliğine de olsa İranlı İsmaililer 1070'lerin ba­
şında, Orta İran'da bulunan İsfahan'da karargâhını kuran İbn-
A t t a ş adındaki bir baş dai tarafından yönetildi. İbn A t t a ş ay­
nı z a m a n d a , Nizari İsmaililerinin ilk lideri olan Hasan Sab-
bah'ı ortaya çıkaran kişidir.
Hasan S a b b a h , O r t a İran'daki K u m şehrinde On İki
İ m a m c ı bir ailede d ü n y a y a geldi, g e n ç l i ğ i n d e İsmaililiğe
g e ç t i ve 1072 yılından itibaren İsmaili davasına hizmet et­
m e k üzere Rey'deki bir g a r n i z o n a atandı. Daha sonra 1076
yılında, Mısır'a g i d e r e k burada üç yıl geçirdi ve eğitimini
ilerletti. 1081 yılında İsfahan'a d ö n e n H a s a n , sonraki d o k u z
yılını gizli bir İsmaili daisi kimliğiyle İran'ın değişik bölgeleri­
ne seyahat ederek geçirdi. Bu d ö n e m d e aslında, bir y a n d a n
İran'daki İsmaililiği y e n i d e n canlandırmaya çalışıyor, ö t e y a n ­
d a n zalim Selçuklu hükümranlığına karşı d o ğ r u d a n bir ayak­
lanma başlatmak için planlar kuruyordu ki bu durum o d ö n e ­
min İran halkının g e n e l bakış açısını da yansıtıyordu. Hasan
seyahatlerinde, bir y a n d a n başlatacağı ayaklanma hareketi­
nin merkezi olabilecek nitelikte u y g u n bir b ö l g e ararken,
öbür y a n d a n Selçukluların değişik bölgelerdeki siyasi ve as­
keri g ü c ü n ü de d e ğ e r l e n d i r m e şansı buluyordu. S o n u n d a
dikkatini, Kuzey İran'daki Hazar vilayetlerinde, Ali yandaşla­
rının her z a m a n güvenli bir sığınağı ve Z e y d i Şiiliğinin kale­
si o l m u ş olan tarihi D a y l a m bölgesi üzerinde yoğunlaştırdı.

56
Hasan burada, Kazvin şehrinin k u z e y d o ğ u s u n d a k i Elbruz
dağlarının orta bölgesindeki büyük bir kayanın t e p e s i n d e bu­
lunan A l a m u t kalesini seçti ve bu d a ğ kalesine sahip o l m a k
ç o k fazla zamanını a l m a d ı . A l a m u t ' u n 1 0 9 0 ' d a Hasan S a b -
bah tarafından kuşatılması, İran'lı İsmaililerin açık bir şekilde
Selçuklu karşıtı faaliyetlere başlamasını temsil eder. Aynı za­
m a n d a da, ileride Nizari İsmaili devleti halini alacak olan olu­
32
ş u m u n ilk tohumlarının atıldığı tarih olarak kabul edilir.
H a s a n S a b b a h , 1256 yılında M o ğ o l l a r tarafından z a p t
edilene kadar Nizari hareketinin merkezi o l m a vasfını sürdür­
m ü ş olan A l a m u t ' a yerleşir y e r l e ş m e z , bu eski k a l e d e aşa­
malı olarak y e n i l e m e l e r yaptı ve o n u t a m anlamıyla zapt edi­
l e m e z hale getirdi. Bunun y a n ı n d a su kanalları açarak ve çok
sayıda a ğ a ç dikerek, A l a m u t vadisindeki tarım ve s u l a m a sis­
temlerini büyüttü ve geliştirdi. M a r c o Polo'nun k a l e m e aldı­
ğı masallardan birinde anlatılan, İsmaililerin lideri tarafından
yapılan "gizli c e n n e t bahçesi" bu b ö l g e d e b u l u n m a k t a d ı r . 3 3
H a s a n , buradan başka Kuzey İran'da ve başta, sonraları
Kuhistan olarak tanınan, İsmaililerin birkaç kasabayı e l e g e ­
çirmiş oldukları g ü n e y Horasan o l m a k üzere birkaç değişik
b ö l g e d e çok sayıda d a ğ kalesi inşa e t m i ş ya da ele g e ç i r m i ş ­
tir. 1092 yılına g e l i n d i ğ i n d e , H a s a n Sabbah'ın faaliyetleri o
kadar dikkat ç e k m e y e başladı ki; Selçuklu Sultanı M e l i k ş a h
(1072-92), m u h t e m e l e n veziri Nizam-ül M ü l k ' ü n tavsiyesi
ile, Kuzey İran ve Horasan'daki İsmaililerin üzerine bir o r d u
y o l l a m a y a karar verdi. Bu, İranlı İsmaililer ve Selçukluların
askeri alandaki sayısız karşılaşmalarından ilkidir.
H a s a n S a b b a h İran'daki d u r u m u n u güçlendirdiği sırada
İsmaililik, tarihindeki en büyük iç b ö l ü n m e olan Nizari-Mus-
tali ayrımı ile karşılaştı. D a h a ö n c e de bahsedildiği gibi H a ­
san S a b b a h , Nizar'ın i m a m l ı ğ ı n d a n y a n a tavır aldı ve bu ka­
rarı, İran'daki tüm İsmaili halkı, bunun yanında Iraklı ismaili-

57
ler ve tıpkı İran'lı dindaşları gibi ileride Selçuklu hükümranlı­
ğı altına girecek olan Suriye'li Ismaililerin ç o ğ u tarafından hiç
muhalefet o l m a d a n onaylandı.
B u n d a n kısa bir süre sonra, 12. yüzyılın başından itibaren
H a s a n Sabbah, bölgedeki Nizarileri o r g a n i z e etmeleri v e
yönlendirmeleri için S u r i y e ' y e dailer y o l l a m a y a başladı. O
d ö n e m d e , her tür Şii ve Sünni t o p l u l u ğ u n u n b u l u n d u ğ u S u ­
riye'deki politik ve dini bölünmüşlük, Nizari davasının yayıl­
masını kolaylaştırdı. Suriye'deki b ö l g e s e l rakiplerin g ü ç l e n ­
m e s i n e ve el-Mustansir'in halefleri tarafından idare edilen
Fatımi hükümranlığının yıkılışına n e d e n olan Haçlıların D o ğ u
A k d e n i z seferi, Nizarilerin bu b ö l g e d e k i nihai başarısına da
34
katkıda b u l u n d u .
Suriyeli Nizarileri o r g a n i z e e t m e k ve y ö n l e n d i r m e k için
A l a m u t ' t a n yollanan İranlı ajanlar, en başından itibaren H a ­
san S a b b a h ' ı n İran halkı için verdiği m ü c a d e l e d e uyguladığı
planların aynısını uyguladılar. Yani, askeri operasyonlara
m e r k e z vazifesi g ö r e c e k g ü ç l ü kaleleri e l e g e ç i r m e y e çalıştı­
lar ve siyasi suikastlara başvurdular, g e ç i c i ittifakların işe ya­
racağını düşündükleri yerlerde de b ö l g e s e l liderlerle m ü t t e ­
fik oldular. A n c a k Nizarilerin Suriye'deki m ü c a d e l e s i , İran'da
o l d u ğ u n d a n d a h a zorluydu. Yapılan askeri operasyonların ni­
hayet ü ç ü n c ü s ü n d e (1130-51) O r t a Suriye'deki C e b e l Bahra
adını taşıyan dağlık b ö l g e d e bulunan kaleleri e l e g e ç i r m e l e ­
rinden ö n c e , ilk olarak H a l e p ' t e ardından da Ş a m ' d a , nere­
d e y s e bir yüzyıl b o y u n c a savaşmak z o r u n d a kaldılar. Y o ğ u n
olarak Suriye'deki Nizari liderine karargâh vazifesi g ö r e n ,
K a d m u s , Kahf ve M a s y a f d a n oluşan bu kaleler, bir bütün
olarak kala el-dava, yani davanın kaleleri olarak adlandırıldı-
lar. 3 5

Nizar'ın 1 0 9 5 ' d e ölmesinin ardından, peşlerine d ü ş e n ­


lerden korunmak a m a c ı y l a yıllarca saklanan Nizari imamları-

58
nın y o k l u ğ u n d a H a s a n Sabbah ve ardından g e l e n iki halefi,
Nizari t o p l u m u ve davasının en büyük önderleri olarak kabul
edildiler; onlar saklanan imamların baş temsilcileriydiler
(benzer şekilde, İsmaili hareketinin ilk d ö n e m l e r i n d e k i mer­
kezi liderler de g i z l e n e n M e h d i M u h a m m e d bin İsmail'in
temsilcileri olarak hareket etmişlerdi). Bunun y a n ı n d a ilk N i -
zariler, d a h a militer bir yaklaşım sergileyerek, Fatımi İsmaili
hareketi ö n c e s i n d e k i asi tavrı ve kurtuluşun ö n ü n d e s o n u n ­
da g e l e c e ğ i n e inanan coşkuyu m u h a f a z a ettiler. H e r iki d u ­
rumda da İsmaililer, Şiiler içinde siyasi açıdan en aktif kanat
oldular ve her z a m a n kendilerini, yaşadıkları d ö n e m i n hük­
m e d e n hanedanlarını, özellikle Abbasileri ve d a h a sonraları
onların korumacılığını üstlenen Selçukluları d e v i r m e y e a d a ­
dılar.

H a s a n S a b b a h artık yeni bir dini-politik m i s y o n başlat­


mıştı ve bu hareket diğer topluluklar tarafından "yeni v a a z "
olarak adlandırıldı. Nizarilerin isyan arzuları ve kendilerini ru­
hani açıdan değerlendirmeleri, d a h a en başlarda öğretilerine
de yansıdı. H a s a n S a b b a h , Cafer el-Sadık d ö n e m i n d e , talim
adı verilen ve Şia inancının temeli olan, insanlığın kutsal bir
ö n d e r e , bir öğreticiye ihtiyaç d u y d u ğ u inancını yineledi. H a ­
san bu eski Şii öğretisini, geliştirdiği bir dizi ö n e r m e ile tek­
rar ortaya k o y d u ve insanlığa yol g ö s t e r e c e k tek meşru lide­
rin ancak İsmaililerin imamı olabileceği sonucunu çıkardı; bu
öğreti teolojik ve felsefi açıdan, Bağdat'taki Abbasi halifesi­
nin ve İsmaili o l m a y a n imamların benzer iddialarını ç ü r ü t m e
a m a c ı da g ü d ü y o r d u . Nizari İsmaililerinin aynı z a m a n d a Tali-
m i y e olarak da adlandırılmalarının nedeni, bu öğretinin baş­
langıç d ö n e m i Nizari düşüncesinin temeli olmasıdır.

Yukarıda d e ğ i n i l d i ğ i üzere, siyasi alanda Hasan S a b b a h ,


A b b a s i Halifeliğinin sembolik liderliği g ü d ü m ü n d e k i Sünni
t o p l u l u ğ u tarafından d e s t e k l e n e n Selçuklulara karşı silahlı

59
ayaklanma yanlısı bir politika g ü t m e k t e y d i . Nizarilerin isyan­
cılığı ve savaş teknikleri, onları d i ğ e r gruplardan ayıran en
belirgin özellikleriydi ve bunların ortaya çıkmasına, Selçuklu­
ların m u a z z a m askeri g ü c ü ve merkezci o l m a y a n yapıları et­
ken olmuştu. Bu koşullar altında Nizari isyanı çeşitli d a ğ ka­
leleri tarafından birbirinden b a ğ ı m s ı z olarak idare edilen ya­
pılara büründü ve her bir kale, Nizariler için s a v u n m a y a m ü ­
sait ikametgâhlar ve sığınaklar olarak, aynı z a m a n d a da si­
lahlı güçlerin bölgesel operasyonlarını idare e d e n karargâh­
lar olarak hizmet ettiler. Aynı z a m a n d a , bu şekilde teşkil olan
bütün İsmaili grupları, A l a m u t ' t a bulunan merkezi y ö n e t i m
tarafından çok iyi bir şekilde koordine ediliyorlardı. Selçuklu
g ü c ü n ü n âdem-i merkeziyetçi yapısı, H a s a n Sabbah'ın aske­
ri hedeflere u l a ş m a d a kendisine yardımcı olacak önemli bir
tekniği yani suikast yöntemini geliştirmesini sağladı. Elbette
bu y ö n t e m , değişik b ö l g e l e r d e kendilerine rakip olanları öl­
düren v e b u y ü z d e n d e O r t a ç a ğ d a Haşaşi Efsanelerinin d o ğ ­
masına neden olan Nizari fedailerinin kendilerini d a v a adına
kurban e t m e özelliklerinden d o ğ m u ş t u . A l a m u t d ö n e m i N i -
zarileri, M ü s l ü m a n t o p l u m u n d a , dini-politik alandaki rakiple­
rini suikast yolu ile öldürmeyi icat e d e n ne ilk ne de son
gruptu a m a m ü k e m m e l ve tüyler ürperten bir tarzla gerçek­
leştirdikleri suikast yöntemini, faaliyetlerinin en temel faktö­
rü olarak benimsemişlerdi. Ve bunun s o n u c u n d a , A l a m u t
d ö n e m i n d e işlenen, dini, politik ya da askeri alanda ö n e m i
olan suikastların h e m e n h e p s i n d e n Nizariler sorumlu tutul­
d u . Bu durum, nasıl olsa her suikasttan Nizarilerin sorumlu
tutulacağını bilen bazı insanlar v e y a gruplar için, d ü ş m a n l a ­
rını ortadan kaldırabilmeleri için b u l u n m a z bir p e r d e g ö r e v i
gördü.
Nizari suikastları, bu intihar eylemlerine d a v a adına ken­
dilerini kurban e t m e y e hazır olan, a d a n m ı ş g e n ç fedailer ta-

60
rafından gerçekleştiriliyordu. D o ğ a l olarak muhafızlarla koru­
nan, d ö n e m i n ünlü askeri ve sivil şahsiyetlerinin ö l d ü r ü l m e ­
leri d a h a ç o k c a m i l e r d e ve halkın y o ğ u n o l d u ğ u d i ğ e r yerler­
d e gerçekleştiriliyordu. Ç ü n k ü b u y ö n t e m i n bir a m a c ı d a
düşmanların içine korku salmaktı. Dindaşları tarafından, ken­
dilerini d a v a y a adamaları ve cesaretleri n e d e n i y l e birer kah­
raman olarak görülen Nizari fedailerinin seçimleri ve e ğ i t i l m e
36
şekilleri hakkında pek az ş e y b i l i n m e k t e d i r . İsimlerini ve
gerçekleştirdikleri suikastları şereflendirmek için listeler ha­
zırlanmış v e A l a m u t v e d i ğ e r Nizari kalelerinde saklanmıştır.
Suriye'deki Nizari fedailerinden, bir süreliğine de o l s a orga­
nize özel bir birlik oluşturulmuşsa da, İran'da fedailerden
oluşan özel birlik teşkil edildiği bilgisi şüphelidir. Haçlıların
v a k a y i n a m e l e r i n d e n v e d a h a sonraki d ö n e m l e r d e Avrupalı­
lar tarafından kaleme alınan eserlerdeki abartılı yazılarda
bahsedildiği üzere, fedailerin dil ve bazı başka alanlarda e ğ i ­
tim aldıkları konusu pek g e r ç e k gibi g ö r ü n m e m e k t e d i r . A m a
A l a m u t d ö n e m i b o y u n c a bazı z a m a n l a r d a , tarikatın en azılı
düşmanlarının korundukları mekânların içine değişik kılıklar­
da sızdırılan suikastçı adayları elbette d u r u m u n gerektirdiği
şekilde eğitilmişlerdir. Sızdıkları y e r d e suikastı gerçekleştire­
bilmek için en u y g u n z a m a n ı bekleyen bu ajanlarla ilgili a n ­
latılan söylentiler her y e r e korku salmıştı.
ileride g ö r e c e ğ i m i z üzere, haşhaş kullanan anlamına g e ­
len ve M ü s l ü m a n rakipleri tarafından Nizarileri k ö t ü l e m e k
a m a c ı y l a maksatlı olarak çıkarılmış olan haşişiye, haşişiyin
veya haşişin gibi isimler, suikast e y l e m i n e ilk k e z tanık olan
batılılar tarafından, fedailer için kullanılmaya başlandı. M a k ­
satlı olarak çıkarılmış olan bu terimlere ve eksik bilgilere sa­
hip g ö z l e m c i l e r ve yazarlar tarafından uydurulmuş masallara
r a ğ m e n , tehlikeli görevlerini yerine getirecek fedaileri moti­
v e e t m e k v e y a şartlandırmak amacıyla haşhaş y a d a başka

61
bir uyuşturucu maddenin kullanıldığına dair ortada hiçbir ka­
nıt yoktur. Tam tersi, h e m İran h e m de Suriye'de inanılmaz
bir birlik ruhu ve kendini adamışlık örneği gösteren bu feda­
iler, görevlerini başarıyla yerine getirebilmek adına u y g u n fır­
satı yakalayabilmek amacıyla, çok uzun süreler b o y u n c a sa­
bırla b e k l e m e k zorunda kaldıkları için sürekli tetikte ve ayık
d u r u m d a olan insanlardı. Elde bulunan kanıtlar g ö s t e r m e k t e ­
dir ki; g e r ç e k t e Nizari fedaileri, dinlerine ve ait oldukları top­
l u m a hizmet e t m e k amacıyla, inançlarının bir göstergesi ola­
rak kendilerini feda e t m e y e gönüllü olan g e n ç ve a d a n m ı ş
insanlardı.
Nizarilerin silahlı ayaklanması, kendilerine atfedilen ve
g e n i ş ç a p t a yankı bulan suikastlarla birlikte Sünni teşkilatına
y ö n e l e n tehditlerin en tepesine yerleşti ve hızlı bir şekilde
Sünni çoğunluk tarafından, öncelikli olarak bastırılmaları ve
o r t a d a n kaldırılmaları g e r e k e n t o p l u m haline geldiler.
1 0 9 2 ' d e vezir Nizam-ül M ü l k ' ü n m u h t e m e l e n bir Nizari fe­
37
daisi tarafından ö l d ü r ü l m e s i , zaten Selçuklu yönetimini
İranlı İsmaililerin yükselen g ü c ü n ü n yol açtığı yaklaşan tehli­
ke k o n u s u n d a harekete geçirmişti. Aslında Nizam-ül M ü l k
S i y a s e t n a m e isimli eserinde, olabilecek en kötü yakıştırma­
ları kullanıp İsmailileri kötüleyerek, İsmaililerin g ö r e c e ğ i zul­
m ü n ve entelektüel alanda İslam â l e m i n d e kendilerine karşı
yürütülecek kampanyanın işaretlerini vermişti. Nizari d e v l e ­
tinin ilk yıllarından itibaren Selçuklular, kuzey İran ve Hora­
san'daki Nizari topraklarına seferler düzenlediler. A n c a k üs­
tün askeri güçlerine rağmen Nizarileri savaş alanında y e n ­
m e k t e başarılı olamadılar. Bunun sebebi Nizarilerin göster­
dikleri inanılmaz birlik ruhu ve farklı b ö l g e l e r d e konuşlanmış
kalelerinin zapt e d i l e m e z oluşuydu. Selçuklular ve Sünni
yandaşları da bunun s o n u c u n d a başka bir politikaya başvur­
dular: Nizari İsmaililerini toplu halde katletmek. Bu y ö n t e m

62
kent bölgelerinde y a ş a y a n ve İsmaili olmaları n e d e n i y l e suç­
lanan insanların, ateşe atılarak ya da kılıçtan geçirilerek ö l d ü ­
rülmeleri şeklinde uygulandı ve özellikle Nizarilerin g e r ç e k ­
leştirdiğinden şüphelenilen suikastlardan sonra d a h a da şid­
detlendi. H a l e p , Ş a m , Kazvin ve İran'daki Selçuklu başşehri
İsfahan başta o l m a k üzere, g ü n e y Horasan'daki kasabalar ve
diğer bölgelerdeki şehirlerde ç o k sayıda Nizari bu şekilde
katledildi ve mallarına el konuldu. İleride İran Nizari toplu­
m u n u n tamamını y o k e d e c e k olan M o ğ o l l a r , Selçuklu d ö n e ­
m i n d e yapılan katliamları d a h a da vahşi boyutlara taşıyacak­
lardı. Bunlar olurken Nizariler, H a s a n S a b b a h (öl. 1124) ve
kendisinden sonra g e l e n iki halefi Kiya B u z u r g - U m m i d
(1124-38) v e M u h a m m e d bin B u z u r g - U m m i d (1138-62)
idaresinde konumlarını k u v v e t l e n d i r m e y e ve d a ğ kaleleri
aracılığıyla oluşturdukları ağlarını g e n i ş l e t m e y e d e v a m etti.

G e n e l olarak İsmaililere karşı olan düşmanlık duyguları


şimdi d a h a da kuvvetlenen Sünni rakipler, Nizari karşıtı kam­
panyalarında artık d a h a başarılıydılar. D a h a en başlarda orta­
ya çıkan İsmaili karşıtı "kara e f s a n e ' y e odaklanmış yazarları,
vakanüvisleri, din bilginlerini, hukukçuları ve tarihçileri kap­
sayan bu y o ğ u n ve yarı resmi k a m p a n y a , O r t a ç a ğ d ö n e m i İs­
lam t o p l u m u içinde Nizari karşıtı düşüncenin y e r l e ş m e s i n d e
ö n e m l i bir yol almıştır. K a m p a n y a , Nizarileri O r t a ç a ğ İslam
d ü n y a s ı n d a belki de en korkulan topluluk haline g e t i r m e y i
başarmıştır.
Abbasiler, tıpkı Fatımilere yaptıkları gibi, Nizari İsmailile-
rini ve öğretilerini etkisiz kılmak için d e , karşıt görüşte yazı­
lan tezleri finanse ettiler. Bu s a y e d e , Nizarilerin dinsizlikleri
ve ahlaksız davranışları ile ilgili s o n d e r e c e gerçek dışı eser­
ler p e ş p e ş e g e l m e y e başladı; bu eserlerde gözlerini kan bü­
rümüş liderlerinin istediği her tür yıkıcı eylemi v e y a her tür
suçu i ş l e m e y e hazır kâfir suikastçılardan oluşan bir tarikat

63
resmediliyordu. Bu d ö n e m d e yazılan İsmaili karşıtı eserlerin
ilklerinden ve en ç o k itibar görenlerinden biri de e l - G a z a -
li'nin, Nizarilere ve öğretileri talime karşı k a l e m e aldığı el-
Mustazhiri isimli eseriydi. El-Gazali bu eserinde, kendi aklın­
d a n u y d u r d u ğ u ve ateistliğin en son aşamasına ulaşana ka­
dar, akla g e l e b i l e c e k her tür dinsiz davranışların izin verildiği
38
k a d e m e l i bir Nizari e ğ i t i m sistemini ortaya a t t ı . EI-Gaza-
li'nin İsmaili karşıtı karalamaları, A l a m u t d ö n e m i n d e diğer
Sünni yazarlar tarafından da b e n i m s e n d i ve geliştirildi ki bu
yazarların hepsi aynı z a m a n d a , d a h a ö n c e d e n Ibn Rizam ve
A k h u M u h s i n tarafından uydurulan çeşitli efsaneler konusun­
da da bilgi sahibiydiler.
Şiiler ise kendi içlerinde ayrı bir Nizari karşıtlığı çabasına
düşmüşlerdi. 16. yüzyıla kadar İranlı Sünnilerin h ü k m ü altın­
da sessiz bir azınlık olarak yaşayan İmami v e y a On İki İ m a m -
cı Şii yazarlar, Nizarileri yalanlamak ve Şii imamlığı üzerinde
hak iddia etmelerinin yanlış o l d u ğ u n u ispatlamak a m a c ı y l a
pek ç o k t e z k a l e m e aldılar. A l a m u t d ö n e m i n d e yaşayan İma­
mi âlimleri Nizarileri genellikle, kâfir a n l a m ı n a g e l e n malahi-
da ismiyle anıyorlardı. Bu çalışmalara ö r n e k olarak, 12. y ü z ­
yıldaki meşhur İ m a m i âlimlerinden sayılan A b d el-Celil Kaz-
vini Razi, Nizarileri yalanlayan g e n i ş çaplı ancak g ü n ü m ü z e
ulaşamayan bir eser ortaya koymuştur. A y n ı şahsın g ü n ü m ü ­
ze ulaşabilen tek eseri olan ve kendi z a m a n ı n d a n ö n c e yaşa­
y a n bir Nizari tarafından İmami Şiiliğine karşı k a l e m e alınmış
bir eserdeki iddiaları çürütmeyi hedefleyen Kitab el-nagd
isimli kitabında, Nizarilere y o ğ u n bir şekilde saldırılmaktadır.
Ibn Rizam ve A k h u M u h s i n ' i n İsmaili karşıtı görüşlerinin pek
ç o ğ u n u y i n e l e y e n A b d el-Celil bu eserinde, İsmaililerin kâfi­
lerden de kötü oldukları s o n u c u n a v a r m ı ş t ı r . 3 9 K ö t ü bir etki
yaratmış olan bu yargı, o d ö n e m d e Nizarilere karşı yazılmış
d i ğ e r eserlerde d e yinelenmiştir.

64
Kuzey İran'da, Nizarilerin en yakınlarındaki rakipleri olan
ve uzun bir süre H a z a r b ö l g e s i n d e onlarla askeri alanda kar­
şı karşıya g e l m i ş olan Z e y d i Şiileri de entelektüel a l a n d a ay­
rı bir Nizari karşıtı k a m p a n y a başlatmışlardı. S o n d ö n e m l e r ­
de ortaya çıkmıştır ki; 13. yüzyılın başlarında kendileri tara­
fından k a l e m e alınmış eserlerden anlaşıldığı ü z e r e Hazar
bölgesi Zeydileri d e , İranlı Nizariler için "Haşişiler" ismini
40
kullanmışlardır.
Bu g e n i ş çaplı d ü ş m a n c a tutumlar, Sünni tarihçililerin ç a ­
lışmalarına d a değişik d e r e c e l e r d e yansıdı. A l a m u t d ö n e m i
İran Nizarilerinin tarihleri k o n u s u n d a başta g e l e n otoriteler,
İlkhan d ö n e m i (1256-1353) İranlı tarihçilerinden olan ve d ö ­
n e m i n Nizari vakayinamelerine v e g ü n ü m ü z e u l a ş m a y a n di­
ğ e r kaynaklara d o ğ r u d a n erişme şansına sahip o l m u ş C ü v e y -
ni, Raşid el-Din Fadl Allah ve Kaşani'dir. Bu üç kişiden biri
olan ve 1256 yılında A l a m u t ve d i ğ e r İran Nizari kalelerine
karşı yapılan seferlerde efendisi H ü l a g ü ' n ü n y a n ı n d a y e r alan
C ü v e y n i , ş ü p h e s i z Nizari t o p l u m u n u n kökünü kazımayı h e ­
deflemiş olan efendisini m e m n u n e t m e y i arzulayarak, ö z e l ­
likle Nizarilere d ü ş m a n kesilmişti. İranlı Nizariler, azılı d ü ş ­
manları Selçukluların yazılı eserlerinde de aynı nefrete maruz
kalmışlardı. Ç o k azı g ü n ü m ü z e kadar ulaşabilmiş bu eserler­
d e n , 1183 yılında İ m a d el-Din M u h a m m e d el-Katib el-İsfa-
hani tarafından yazılmış olan ve 1226 yılında el-Bundari ta­
rafından tamamlanarak, g ü n ü m ü z e g e l e b i l m i ş bir ö z e t çalış­
m a d a y e r alan, bu k o n u d a bilinen yazılı ilk Selçuklu eseri di­
y e b i l e c e ğ i m i z Nusrat el-fatra'da. Suriye Nizarilerinden, " H a -
41
şaşiye" ismiyle bahsedilmesi ilginçtir.
A l a m u t d ö n e m i Suriye Nizarileri d e , h e m yaşadıkları d ö ­
n e m d e h e m d e sonraki d ö n e m l e r d e , Suriye bölgesindeki ta­
rihçiler tarafından aynı şekilde a ş a ğ ı l a n m a y a maruz kaldı­
l a r . 4 2 Bu kategori içinde, Sünni Eyyubiler ve M e m l ü k l e r d ö -

65
n e m i n d e y a ş a m ı ş olan Ebu Ş a m a (1203-67), Suriye Nizarile-
43
ri'ni "Haşişiler" olarak adlandırmış tek vakanüvistir. Ebu
Ş a m a , Silvestre d e S a c y ' n i n , "assassin" kelimesinin e t i m o l o ­
jik kökenini açıklamasında ana kaynak olarak kullanılmıştır. O
d ö n e m d e , Suriyeli Nizariler için haşişiye adını kullanan ç o k
az A r a p tarihçiden biri d e , 13. yüzyılın ikinci yarısında M e m -
lüklülerin e g e m e n l i ğ i altında Mısırlı Fatımilerin tarihi üzerine
g e n i ş çaplı bir çalışma ortaya k o y m u ş olan İbn M ü y e s -
44
ser'dir (öl. 1278). Suriyeli Nizariler ve bir ö l ç ü y e kadar da
İranlı dindaşları, analitik İslam tarihçiliğinin zirvesini s i m g e l e ­
y e n , İbn el-Athir'in Tarih adlı meşhur kitabımda içine alan
A r a p ç a v a k a y i n a m e l e r d e d ü ş m a n c a duygularla işlenmişler­
dir. S o n d e r e c e d ü ş m a n c a tutumlara ve istismarlara h e d e f ol­
m u ş Nizariler için, malahida v e y a haşişiye gibi aşağılayıcı
isimlerin kullanılması ç o k şaşırtıcı değildir. Yukarıda anlatılan
gerçekler, haklarında hayal ürünü hikâyelerin ve masalların
uydurulmasına da z e m i n hazırlamıştır.

A l a m u t d ö n e m i Nizarileri, İslam âlemi içindeki kötü imaj­


larını d ü z e l t m e k adına özel bir çaba sarf etmediler. A m a m o ­
dern çalışmalar, Nizariler'in, islam dinini y o k e t m e y e çalışan
bir "suikast ö r g ü t ü " olmadığını da açıkça ortaya koymuştur.
Bu topluluk, başlarda dailer tarafından ve 1164 yılından son­
ra da bizzat Nizari imamları tarafından idare edilen bir Şii
M ü s l ü m a n t o p l u l u ğ u n d a n başka bir şey d e ğ i l d i ve öyle kal­
m a y a d a d e v a m etti. Mensupları S u r i y e ' d e n D o ğ u İran'a ka­
dar uzanan topraklara d a ğ ı l m ı ş olan bu son d e r e c e disiplinli
topluluk, aşılması g ü ç e n g e l l e r e r a ğ m e n A l a m u t merkezli
olarak idare edilen birleşik bir d e v l e t kurmayı ve varlığını
sürdürmeyi başardı. Nizariler, öğreti anlamında, merkezleri
olan imamlarının etrafında Şii öğretilerine bağlı kaldılar.
İmamların y o k l u ğ u n d a ise, onların baş temsilcileri son dere­
ce özveri ve bağlılıkla bu görevi üstlendiler. Buna ilave ola-

66
rak, kendilerine sığınan İsmail'i o l m a y a n p e k ç o k â l i m e de ka­
pılarını açtılar ve onları desteklediler.
Topluluğun ve devletin kurucusu olan Hasan S a b b a h her
ş e y d e n ö n c e , y a ş a m ı b o y u n c a s o n d e r e c e s a d e bir hayat tar­
zını b e n i m s e y e n ve tarikat içinde İslam'ın kurallarının büyük
hassasiyetle uygulanmasını s a ğ l a y a n bir stratejist, yol g ö s t e ­
rici ve fikir a d a m ı y d ı . H e r h a n g i bir rekabetçi anlayışa sahip
o l m a y a n S a b b a h ' a karşı, kendisini sayyidna yani e f e n d i m i z
ismiyle çağıran Nizariler tarafından büyük saygı duyuluyor­
d u . A l a m u t ' t a k i mezarı, 1256 yılında M o ğ o l l a r tarafından yı­
kılana kadar bir h a c m e k â n ı vazifesi g ö r d ü . H a s a n , Nizari İs-
maili halkının dini temellerini belirlediği bilimsel eserler de
ortaya k o y d u . A m a y o ğ u n bir t e m p o içinde silahlı ayaklan­
malarını idare e t m e k ve düşmanlarıyla d o l u çeşitli muhitler­
de hayatta kalmak için uğraşan Nizarilerin karmaşık dini ve
felsefi spekülasyonlarla uğraşacak p e k vakitleri yoktu. Bir an­
l a m d a , Nizarilerin entelektüel alandaki faaliyetleri genellikle
d a h a öncelikli olan, devletlerinin v e verdikleri m ü c a d e l e n i n
gereksinimleri y ü z ü n d e n y a v a ş ilerlemek d u r u m u n d a kalı­
y o r d u . Nizari daileri, değişik bölgelerdeki kalelerde d a h a
ç o k birer askeri lider olarak çalışmaktaydılar. Bunun s o n u ­
c u n d a Nizariler hiçbir z a m a n g e n i ş bir dini eser birikimine sa­
45
hip o l a m a d ı l a r . B u çalkantılı d ö n e m d e ortaya k o n m u ş v e
tarikatın öğretilerinin tartışıldığı az sayıdaki Nizari metinleri­
ne ise başka insanların ulaşması p e k kolay d e ğ i l d i . B ö y l e c e
Nizariler, b i l m e d e n de olsa u y d u r m a Nizari efsanelerinin or­
taya çıkmasına ve tarikatlarının fütursuzca suçlanmasına yar­
d ı m c ı o l m u ş oldular.
A l a m u t ' u n İranlı efendileri, tıpkı kendilerinden önceki Fa­
tımi liderlerinin yaptıklarını d e v a m ettirerek, İran Nizari d e v ­
letinin ve halkının detaylı tarihini yansıtan resmi vakayina­
melerin d e r l e n m e s i n e destek oldular. D a h a çok H a s a n S a b -

67
bah'ın d ö n e m i ve hayatını anlatan Sergüzeşt-i Sayyidna ile
başlayan ve A l a m u t ' u n başarılı efendilerinin yaşadığı d ö ­
n e m l e r d e k a l e m e alınan, sayıları p e k fazla o l m a y a n bu vaka­
y i n a m e l e r İsmaili tarihçiliğinin e n d e r ve kalıcı o l m a y a n ör­
46
neklerinden bir başkasıdır. Resmi Nizari vakayinameleri ile
imamların kararnameleri ve mektupları da dâhil o l m a k ü z e ­
re diğer Nizari kaynakları ve belgeleri, adlarından d a h a ö n c e
de bahsettiğimiz C ü v e y n i (öl. 1283), Raşid el-Din Fadl Allah
(öl. 1318) ve Kaşani (öl. 1337) başta o l m a k üzere, llkhan d ö ­
n e m i İranlı tarihçileri tarafından incelendi ve g e n i ş ö l ç ü d e
kullanıldı. C ü v e y n i İran'daki M o ğ o l istilasına tanık olmuştu
ve s o n u n d a Nizari devletinin yıkılışına yol açacak olan, Hüla-
gü ile d ö n e m i n Nizari idaresi arasındaki son g ö r ü ş m e l e r e
şahsen katılmıştı. C ü v e y n i , H ü l a g ü ' n ü n izniyle A l a m u t ' t a k i
ünlü İsmaili kütüphanesini incelediğini ve k ü t ü p h a n e alevle­
re teslim o l m a d a n ö n c e , oradan p e k ç o k s e ç m e kitap aldığı­
nı söyler ki; O ' n a g ö r e bu eserler İsmaililerin imansızlıkları ve
yanlışlarından bahsetmektedir. C ü v e y n i , A l a m u t ' u n d ü ş m e ­
sinden kısa bir süre sonra, elindeki Nizari kaynaklarını kulla­
narak, M o ğ o l l a r ı n tarihini ve fetihlerini anlattığı eserinin s o ­
n u n a Nizari d e v l e t i n d e n b a h s e d e n bir b ö l ü m e k l e m i ş t i r . 4 7
Anlatımını bir dolu hakaret ve küçük düşürücü sıfatlarla süs­
leyen C ü v e y n i , Nizarileri ve liderlerini hakir g ö r d ü ğ ü n ü anla­
tabilmek için hiçbir fırsatı kaçınmamıştır.
M e ş h u r Sünni vezir, h e k i m ve tarihçisi Raşid el-Din ile On
İki İ m a m c ı Şiilerden olan ve Raşid el-Din'in g e n i ş kâinat tari­
hi çalışmasının (Jami el-tavarih) d e r l e n m e s i n e iştirak e t m i ş
olan Kaşani'nin eserleri, C ü v e y n i ' n i n yazdıklarından d a h a d e ­
taylı bilgiler içermektedir ve d a h a az d ü ş m a n c a k a l e m e alın­
48
mışlardır. Bu iki tarihçi d e , A l a m u t d ö n e m i Nizari vakayi­
n a m e l e r i n d e n g e n i ş ç e b a h s e t m e k t e ve sıklıkla yararlandıkla­
rı kaynakların ismini de vermektedirler. Bu tarihçiler tarafın-

68
d a n faydalanılan Nizari kaynaklarının hepsi M o ğ o l istilasında
y o k edilmiştir; bu n e d e n l e , s ö z k o n u s u tarihçilerin, A l a m u t
d ö n e m i İran Nizari devleti ve t o p l u m u hakkında yazdıkları,
k o n u m u z açısından en değerli kaynaklardır.
D a ğ d a yaşayan insanlar, köylüler ve küçük kasabalarda
oturan gruplardan oluşan A l a m u t d ö n e m i Nizari t o p l u m u ,
her ş e y e r a ğ m e n kültürel bir bakış açısı ve yazınsal bir g e l e ­
nek sürdürmeyi başarmış, bunun dışında entelektüel ve bi­
limsel faaliyetlere de d e ğ e r vermiştir. H a s a n S a b b a h bizzat
kendisi A l a m u t ' t a eşsiz bir k ü t ü p h a n e kurmuş, burada topla­
nan İsmaili ve Ismaili o l m a y a n çalışmalar, M o ğ o l l a r y o k et­
m e d e n ö n c e m u a z z a m bir b ü y ü k l ü ğ e ulaşmıştır. Nizariler,
Horasan v e S u r i y e ' d e d e kütüphaneler kurmuşlar, buralarda
her tür dini ve tarihi çalışmaların yanında, arşiv niteliğindeki
belgeler, bilimsel yazılar ve gereçler de bulundurmuşlardır.
B ö y l e c e , Selçuklular ve d i ğ e r düşmanları ile aralarındaki
uzun süren askeri m ü c a d e l e l e r e r a ğ m e n , değişik dallarda
ö ğ r e n m e y e ve İslam ilimlerine karşı g e r ç e k t e n ilgili oldukla­
rını ortaya koymuşlardır. Bu d u r u m , Sünni olsun On İki
İ m a m c ı olsun, p e k çok M ü s l ü m a n âlimin hatta Yahudi ilim
adamlarının n e d e n Nizari kütüphanelerinden yararlandıkları­
nı ve Nizari h i m a y e s i n d e çalışmalar yürüttüklerini açıklamak­
tadır. Nizari t o p l u m u n u n entelektüel alandaki faaliyetlerinde
aktif rol almış, dışarıdan g e l e n bu âlimlerin içinden bir kısmı
en azından g e ç i c i bir süre için de olsa, İsmaililiğe g e ç i ş bile
yapmıştır. Bu grubun içinde en başta g e l e n i , ö n c e d e n On İki
İ m a m c ı Şiiliğe m e n s u p olan f i l o z o f , din bilimci v e g ö k b i l i m ­
cisi Nasır el-Din el-Tusi (1201-74) idi. El-Tusi yaklaşık 30 yı­
lını (1227-56) H o r a s a n ' d a ve kuzey İran'da Nizariler arasın­
d a geçirdi v e b u d ö n e m d e İsmaililiği benimsedi. D a h a s o n ­
ra M o g o l l a r a teslim olacak olan A l a m u t ' u n son efendisi ile
birlikteydi. Bu d ö n e m d e el-Tusi, Ahlak-i Naşiri (Nasır'ın A h -

69
lak Anlayışı) gibi en m e ş h u r yapıtlarını ve bunun y a n ı n d a İs-
maililik k o n u s u n d a sayısız bilimsel incelemeler ortaya koydu
ki bu yapıtlar A l a m u t ' u n s o n d ö n e m l e r i n d e k i Nizari öğretile­
ri hakkında hâlâ en t e m e l kaynaklardır. A l a m u t ' u n düşüşü ile
birlikte el-Tusi, H ü l a g ü ' n ü n h i z m e t i n e girdi ve M o ğ o l İlkhan-
larının veziri o l d u .
Ayrıca Nizariler, kaleleri ç e v r e l e y e n köylerden oluşan ve
h e m s o s y o - e k o n o m i k h e m d e askeri y ö n d e n varlıklarını sür­
dürmelerini sağlayan, ileri d e r e c e d e beceri abidesi su teda­
rik ve s a v u n m a sistemlerine sahip d a ğ yerleşkeleri kurmuş­
lardır. Yani aslında Nizarilerden g ü n ü m ü z e kalanlar, s a d e c e
ya da en başta, işledikleri s e s getiren dini-politik suikastlar
ve bununla bağlantılı olarak ortaya çıkan Haşaşi efsaneleri ol­
mamalıydı.
Bir d ö n e m Nizariler Selçuklularla, her iki tarafın da birbi­
rine üstünlük s a ğ l a y a m a d ı ğ ı bir periyoda girdiler; bu d ö ­
n e m d e n e H a s a n S a b b a h ' ı n yönettiği isyan n e d e Selçuklula­
rın saldırıları etkili o l a m a d ı . A m a Nizariler siyasi m ü c a d e l e l e ­
rinin a n a hedefinden v a z g e ç m e d i l e r v e Suriye v e iran'daki
kaleleri ellerinde tutmaya d e v a m ettiler. Bu s a y e d e Nizarile-
rin, S e l ç u k l u toprakları içine d a ğ ı l m ı ş küçük devletçikler ve
bölgesel eyaletlerden oluşan kırılmaya müsait yapısı, artık
d e v a m l ı bir d e v l e t yapısına d ö n ü ş t ü . Aynı z a m a n d a Nizari­
ler, Nizar'ın ö l ü m ü n d e n beri, önderlik vazifesini üstlenecek
ve bu belalı dönemde kendilerine yol g ö s t e r e c e k olan
imamlarının ortaya çıkmasını hâlâ sabırla b e k l e m e y e d e v a m
ediyorlardı.
Bu sırada, Nizarilerin ala dikrihil-selam olarak adlandırdı­
ğı A l a m u t ' u n d ö r d ü n c ü efendisi II. H a s a n (1162-6), topluluk
içinde dini bir a y a k l a n m a başlattı. 8 A ğ u s t o s 1 1 6 4 ' d e 2. H a ­
san, farklı Nizari topraklarının temsilcilerinin de b u l u n d u ğ u
Alamut'taki görkemli bir t ö r e n d e , A l a m u t d ö n e m i Nizari is-

70
mailileri için yeni bir safhanın başlangıcını s i m g e l e y e n Kıya­
met yani Yeniden Diriliş'i d u y u r d u . Kıyamet yani t ü m insan­
ların yargılanacağı v e s o n s u z a kadar c e n n e t e y a d a c e h e n n e ­
me gideceklerine karar verileceği s o n g ü n , İsmaililerin bili­
nen ezoterik y o r u m y ö n t e m i ile y e n i d e n yorumlandı. Buna
g ö r e kıyamet, aslında Nizari imamının üstü kapalı g ö s t e r d i ğ i
g e r ç e ğ i n a ç ı ğ a çıkacağı g ü n d ü . İlahi gerçekliği, dinin buy­
ruklarının ardında gizli olan d e ğ i ş m e z gerçekleri g ö r e b i l m e
y e t e n e ğ i bu hayatta s a d e c e Nizarilerde vardı. Bu y ü z d e n
c e n n e t onlara bu d ü n y a d a bağışlanmıştı. Ö b ü r y a n d a başka
herkes, yani bütün İsmaili o l m a y a n M ü s l ü m a n l a r ve bütün
gayrimüslimler s o n s u z c e h e n n e m i n içindeydiler v e aslında
ruhen yoklardı. S o n u ç olarak Nizariler bu y o r u m ile birlikte
d ü n y a d a y k e n c e n n e t e girmiş oluyorlar, diğer insanlar ise var
o l m a m ı ş ve d e ğ e r s i z sayılıyorlardı. Bu olaydan kısa bir süre
sonra Nizariler II. H a s a n ' ı ve d a h a sonra da halefi ve o ğ l u Nur
el-Din II. M u h a m m e d ' i (1166-1210), Nizar'ın s o y u n d a n g e ­
len imamları olarak kabul ettiler. II. M u h a m m e d , Nizariler'in
dağlardaki kalelerine kapanıp, İslam dünyasının kalanından
kendilerini g i d e r e k d a h a fazla soyutladıkları uzun saltanat
d ö n e m i b o y u n c a kendini kıyamet öğretisinin geliştirilmesine
a d a d ı . C ü v e y n i ve d i ğ e r İranlı tarihçiler, bu d ö n e m d e Nizari
t o p l u m u n u n kendi kıyamet g ü n ü inanışlarının s o n u c u olarak,
islam'ın ilahi buyruklarını hiçe saydıklarını söylerler. C e n n e t e
z a t e n bu d ü n y a d a kavuştuklarına inanan bu insanlar, dini
buyruklar arkasındaki gizli anlamları çözdüklerini d ü ş ü n d ü k ­
leri için, buyrukların gerektirdiklerini y a p m a y a g e r e k d u y m u ­
yorlardı. Raşid el-din ve Kaşani'ye g ö r e , Nizariler bu buyruk­
ları kendilerince ortadan kaldırarak, dinsiz imansız m a n a s ı n a
g e l e n malahida terimini kendi kendilerine ortaya çıkarmışlar­
dır.

Nizari tarihindeki kıyamet safhası Suriye'de, b ö l g e n i n en

71
bilinen önderi Raşid el-din Sinan'ın d ö n e m i n e d e n k g e l d i .
Haçlılar tarafından " D a ğ ı n Ş e y h i " olarak anılan Sinan, Suriye
Nizari t o p l u m u n u y e n i d e n organize etti ve kaleleri g ü ç l e n ­
dirdi. D ö n e m i n gereklerine u y g u n politikalar g ü t t ü . Haçlılar
ve ileride Haçlılar ile M ü s l ü m a n l a r arasındaki savaşın önderi
olacak S e l a h a d d i n Eyyubi de dâhil o l m a k üzere bölgesel
güçlerle ve yöneticilerle anlaşarak d ö n e m s e l ittifaklar kurdu.
Sinan, çeşitli kalelerin ç e v r e s i n d e z a m a n z a m a n Nizariler
ile ç a t ı ş m a y a giren Haçlılarla barışa dayalı bir ilişki kurdu.
A m a aynı d ö n e m d e Suriye Nizarileri, 1142 yılında Trablus-
garp'ın efendisinin elinden, C e b e l Bahra'nın g ü n e y ucundaki
Krak d e s Chevaliers kalesini alan Hospitaller şövalyeleri gibi
d a h a azılı bir Frenk d ü ş m a n ile karşı karşıya kaldı. Nizariler,
D o ğ u Katolik topraklarında o l d u k ç a b a ğ ı m s ı z bir şekilde fa­
aliyet g ö s t e r e n Tapınak Şövalyeleri ve Hospitaller Ş ö v a l y e l e ­
ri örgütleri ile çeşitli d ö n e m l e r d e çatışmalara girdiler. Ku­
düs'teki Latin krallığı ile resmi bir uzlaşma y o l u arayan Sinan
1173 yılında I. A m a l r i c ' e bir elçi yolladı. A n c a k A m a l r i c h e ­
m e n sonra 1174 yılında ö l d ü ğ ü için, Frenkler ile D a ğ ı n Ş e y ­
hi arasındaki g ö r ü ş m e l e r d e n bir s o n u ç ç ı k m a d ı .
Bu olaylardan birkaç yıl ö n c e 1171 yılında H a l e p Z e n g i -
leri, S e l a h a d d i n Eyyubi sayesinde Fatımi H a n e d a n l ı ğ ı n a son
verdiler. Bundan sonra Selahaddin, Sünniliğin v e M ü s l ü m a n
birliğinin kahramanı o l d u ve bu y ü z d e n Suriye Nizarilerinin
bağımsızlığı üzerinde Haçlılardan d a h a büyük bir tehdit hali­
ne g e l d i . Sinan'ın S e l a h a d d i n ' i tutuklamaya kalkışmasının ar­
kasında bu n e d e n yatmaktadır. A n c a k fedailer, Selahaddin'in
Suriye'deki seferleri yönettiği 1174-6 arası d ö n e m d e iki k e z
d e n e m e l e r i n e r a ğ m e n bu girişimlerinde başarılı olamadılar.
Sonraları Selahaddin, Sinan ile ateşkes yaparak bu m ü c a d e ­
leye son verdi ve Eyyubiler gerektiği z a m a n l a r d a Suriye N i -
zarilerine hayati ö n e m e haiz yardımlarda bulundular.

72
Kıyamet safhasını Suriye Nizari t o p l u m u içinde y ü r ü t m e
işi de S i n a n ' a d ü ş m ü ş t ü . Sünni tarihçilerin yazdıklarına g ö r e
Sinan, 1164 yılından kısa bir süre sonra Suriye Nizarilerinin
y e n i d e n dirilişini ilan etti. A n c a k kıyamet öğretisinin bütün
Suriye Nizarileri tarafından, özellikle de C e b e l e l - S u m m a k ve
H a l e p ' i n g ü n e y i n d e k i kasabalarda yaşayanlarca t a m olarak
anlaşılamadığını belli e d e n işaretler vardır. 1176'da, bu böl­
g e l e r d e yaşayan Nizariler içindeki bir hizip, resmi olarak aşa­
malı bir şekilde özerkliğe k a v u ş m a talebinde bulunarak, tari­
kat dışındakilerin ve İbn e l - A d i m (öl. 1262) gibi Suriyeli ba­
49
zı tarihçilerin dikkatini çektiler. Sinan, kendilerine ait d a ğ
kalelerinde korunan ve isyancı faaliyetlere artık katılmayan
bu ayrılıkçılarla bizzat görüşerek anlaştı. İranlı Nizariler için­
de de bu tarz davranışlar g ö s t e r e n gruplar herhangi bir suç­
l a m a y a maruz kalmadılar. C ü v e y n i de bu y ö n d e bir ş e y d e n
bahsetmemektedir. Sinan 1192 ya da 1193 yılında, Suriyeli
fedailerin Frenkler içindeki en ses g e t i r e n suikastlarından, ya­
ni K u d ü s kralı C o n r a d de Montferrat suikastından kısa bir sü­
re sonra öldü.scanned by darkmalt1
A l a m u t d ö n e m i n i n üçüncü v e e n son safhasında, kendi­
lerini islam dünyasından soyutlamış bir halde yaşamaktan ar­
tık bıkan Nizariler, Sünni dünyası ile uzlaşma girişiminde bu­
lundular. A l a m u t ' u n altıncı efendisi Celal el-Din III. H a s a n
(1210-21), 1210 yılında tahta gelir g e l m e z kıyamet safhası
ile birlikte açıklanan öğretileri tanımadığını açıkladı ve halkı­
na Sünnilerin İslam anlayışını benimsemelerini emrederek,
S ü n n i l i ğ e bağlılığını ilan etti. Kusursuz imamlarının bu ben­
zeri g ö r ü l m e m i ş açıklamalarını, takiyye prensibinin tekrar
harekete geçirilmesi olarak değerlendiren Nizari t o p l u m u ,
III. H a s a n ' ı n emirlerini itirazsız kabul etti. Dış d ü n y a da III.
H a s a n ' ı n açıklamalarını m e m n u n i y e t l e karşıladı ve Selçuklu
hükümranlığının ç ö z ü l m e y e başlamasıyla Bağdat'taki halife-

73
ligin g ü c ü n ü ve prestijini y e n i d e n toparlayan Abbasi halifesi
el-Nasır (1180-1225), Nizari liderinin yeni politikasını tanıdı­
ğını beyan e d e n bir kararname yayınladı. III. Hasan'ın dış
d ü n y a ile açıkça uzlaşması, d e v a m e d e n Sünni z u l m ü n ü n bir
süre ortadan kalkmasını sağladı. A n c a k III. Hasan'ın o ğ l u ve
halefi A l a el-Din III. M u h a m m e d ' i n d ö n e m i n d e (1221-55),
Sünni e g e m e n l i ğ i n i n baskısı büyük ö l ç ü d e zayıfladı ve Niza­
ri t o p l u m u g i z l e n m e d e n eski geleneklerine geri d ö n d ü .
III. M u h a m m e d ' i n uzun hükümranlığı, O r t a ç a ğ d ö n e m i
İran ve D o ğ u M ü s l ü m a n topraklarının, ilk M o ğ o l yıkımlarının
h i s s e d i l m e y e başlandığı çalkantılı periyoda d e n k g e l d i . III.
M u h a m m e d bazı zamanlar u m u t s u z c a da olsa M o ğ o l l a r ile
sıcak ilişkiler kurmanın ve halkını onların g a z a b ı n d a n koru­
manın yollarını aradı. A m a Moğollar, çevrelerindeki Sünni
âlimler y ü z ü n d e n , çoktan Nizari İsmaililerini karşılarına al­
mışlardı; Kazvin ve diğer İran şehirlerindeki Sünni makamlar
tarafından Büyük Hakanın M o ğ o l i s t a n ' d a k i tahtına Nizariler
hakkında sürekli şikâyetler y a ğ ı y o r d u . Bunun s o n u c u n d a ,
Büyük Hakan M ö n g k e (1251-9), Batı A s y a ' d a k i M o ğ o l fethi­
ni s o n u c a ulaştırmaya karar v e r d i ğ i n d e , önceliği İran'daki N i ­
zari t o p l u m u n u n ortadan kaldırılmasına verdi. 1252'de,
M ö n g k e görevini kardeşi H ü l a g ü ' y e devretti v e H ü l a g ü d e
İslam topraklarını ellerinde tutan iki büyük g ü ç olan, Nizari
kalelerine ve Abbasi halifeliğine karşı g e n i ş çaplı bir sefer d ü ­
zenledi.

A l a m u t ' u s a d e c e bir yıl idare e d e n Rükn el-Din Kurşah,


1255 yılında babası A l a el-Din III. M u h a m m e d ' i n yerine tah­
ta g e ç t i ğ i n d e , M o ğ o l l a r özellikle Horasan'dakiler o l m a k ü z e ­
re, İran'daki Nizari kalelerine saldırmaya başlamışlardı. Bazı
şiddetli çatışmaların ve Nizari idaresi ile Büyük M o ğ o l sefe­
rinin başında İran'a g e l e n H ü l a g ü arasında uzun süren görüş­
melerin ardından Kurşah en s o n u n d a 1256 yılının Kasım
ayında M o g o l l a r a teslim oldu. B u n d a n bir ay sonra A l a m u t
kalesinin de teslim olması, İran Nizari devletinin ve Nizari ta­
rihinde A l a m u t d ö n e m i n i n bitişini simgelemektedir. Kısa bir
süre sonra d a M o ğ o l l a r XXVII. Nizari i m a m ı Kurşah'ı öldür­
düler ve İran Nizari İsmaililerini karşılarına çıkan her y e r d e
katlettiler. İran'daki olaylar y ü z ü n d e n moral b o z u k l u ğ u n a uğ­
rayan Suriye Nizarileri, M o ğ o l hışmından uzak kalmış olsalar
da bağımsızlıklarını d a h a fazla d e v a m ettiremediler. 1273 yı­
lında Kahf, Mısır ve Suriye M e m l û k sultanı I. Baybars'a tes­
lim olan son Suriye kalesi oldu. M e m l ü k l e r ve onlardan s o n ­
ra b ö l g e y e hâkim olan Osmanlılar, M o ğ o l l a r ı n İran'da yaptık­
larından farklı olarak, Suriye Nizarilerinin kalelerinde barış
içinde yaşamalarına izin verdiler.
İran'da, M o ğ o l kıyımlarından kurtulan Nizarilerin ç o ğ u
Afganistan, Hindistan, Badakşan v e O r t a A s y a ' d a k i çeşitli
b ö l g e l e r e sığındılar. Nizari imamlık m a k a m ı da Rükn el-Din
Kurşah'ın s o y u n d a n d e v a m etti. A m a A l a m u t sonrası d ö n e ­
min ilk başlarında Nizari imamları, değişik b ö l g e l e r d e yaşa­
y a n müritleri gibi gizlice yaşadılar ve sonraları İran'da da iler­
leyecek olan Sufilik kisvesi altında saklandılar. 15. yüzyılın
sonlarından itibaren, artık O r t a İran'daki Anjadan b ö l g e s i n e
yerleşmiş olan imamlar, Nizari d a v a faaliyetlerini tekrar c a n ­
landırmaya başladılar. İmamlar, kısa bir z a m a n içerisinde, ç e ­
şitli b ö l g e l e r d e kendi dailerinin bölgesel hanedanlıkları altın­
da birbirlerinden b a ğ ı m s ı z olarak gelişmiş olan Nizari toplu­
luklarının kontrolünü e l e aldılar. Artık yazınsal çalışmalar ve
y a n d a ş b u l m a faaliyetleri de canlanmıştı ve bunların sonu­
c u n d a öğretiler alanında çeşitli eserler ortaya çıkarıldı ve
özellikle Hindistan b ö l g e s i n d e p e k ç o k taraftar kazanıldı. 18.
yüzyılın ikinci yarısından itibaren Nizari imamları, b ö l g e s e l
valilik görevlerini üstlenerek siyasi alanda da varlık göster­
m e y e başladılar. Bu sırada g e n e l olarak Hocalar adıyla bilinen

75
Hindistan Nizarileri, t ü m Nizari t o p l u m u içerisinde büyük bir
50
topluluk haline g e l d i .
4 4 ' ü n c ü Nizari i m a m ı H a s a n Ali Ş a h (1817-81), İran hü­
kümeti ile arasında askeri çatışmalar neticesinde, 1841 yılın­
da ata y u r d u n u terk e d i p , İngiliz hakimiyeti altındaki Hindis­
tan'a sığınınca, Nizari imamlık m a k a m ı İran'dan kalıcı bir şe­
kilde taşınmış o l d u . 1848 yılında Hasan Ali Ş a h , Hocalar ta­
rikatına m e n s u p müritlerinin içine, B o m b a y ' a yerleşti. O r t a
İran'da kaldığı d ö n e m d e kendisine onur olarak Mahallati is­
mi verilmişti. Buna ilave olarak, İran'daki ilk Kaçar monarşi­
lerinden biri tarafından kendisine A ğ a Han unvanı da verildi.
A ğ a H a n unvanı. H a s a n Ali Ş a h ' ı n s o y u n d a n g e l e n sonraki
Nizari imamları tarafından da taşındı. Nizari imamlarının son
ikisi olan III. A ğ a H a n Sultan M u h a m m e d Ş a h (1885-1957)
v e g ü n ü m ü z d e k i 4 9 . i m a m olan torunu V . A ğ a Han Ş a h K e ­
rim el-Hüseyni'nin idaresi altında Nizari İsmailileri, sürekli
gelişen ve başarılı bir Şii topluluğu olarak m o d e r n d ü n y a y a
a d ı m attılar.

76
BÖLÜM DİPNOTLARI

1 B.Lewis, The Assassins: A Radical Sect in Islam (Londra, 1967), Türkçesi:


Haşaşiler: İslam'da Radikal bir Tarikat (2004, Kapı Yay., 1st.), çev. Kemal
Sarısözen
2 Marshall G.S. Hodgson, The Order of Assassins: The Struggle of the
Early Nizari Isma'ilis against the Islamic World (Lahey, 1955).
3 F.Stark, The Valleys of the Assassins and other Persian Travels (Londra,
1955).
4 Peter R.E. Willey, The Castles of Assassins(Londra, 1963).
5 Bknz. Joseph von Hammer-Prugstall, Die Geschichte der Assassinen
(Stuttgart-Tubingen, 1818), s. 211-14. İngilizce tercümesi. The History
of the Assassins, çev. O . C . Wood (Londra, 1835; tekrar basım. New
York, 1968), s. 136-8
6 Halife deyişinin, Islamın ilk zamanlarında halifenin dinsel yetkilerinin
değişmesiyle eş zamanlı olarak nasıl evrim geçirdiği üzerine ilginç
düşünceler için, bknz. God's Caliph: Religious Authority in the First
Centuries of Islam, P.Crone ve M. Hinds (Cambridge, 1986). Ayrıca
bknz. Authority in Islam: From the Rise of Muhammad to the Establish­
ment of the Umayyads, H. Dabashi (New Brunswick, NJ, 1989).
7 İslam'ın ilk yıllarındaki bu bölünmelerin altında yatan nedenler ve grup­
ların özellikleri için bknz. The Religio-Political Factions in Early Islam, J.
Wellhausen, çev. R.C. Ostle ve S.M. Walzer (Amsterdam, 1975)
8 Şiiliğin kökleri ve ortaya çıkışına Şiilerin bakışı, ortaçağ döneminde
yaşamış olan bazı Şii yazarlar ve din bilginleri tarafından kaleme alınmış
çalışmalardan görülebilir. Örneğin, bknz. Kitab al-lrshad, Ebu Abd Al­
lah Muhammed bin Muhammed el-Müfit, çev. I.K.A. Howard (Londra,
1981). Ingilizcede bu bakışın modern anlatımları için bknz. Shi'ite İs­
lam, Seyyit Muhammed Hüseyin Tabataba'i, ed. ve çev. S.H.Nasr
(Londra, 1975), özellikle s. 39-50 ve s. 173. Şiilik üzerine genel in­
celemeler için bknz. Origins and Early Development of Shi'a Islam, S.
Husain M. Jafri (Londra, 1979), An Introduction to Shi'i Islam, M.
Momen (New Haven, 1985), bu kitap özellikle On İki Imam Şiiliğine
eğilmiştir; son olarak bknz. Shiism, H. Halm, çev. J. Watson (Edinburgh,
1991).

77
9 Claude Cahen, "Points du vue sur la Revolution Abbaside", Revue His-
torique, 230 (I960), s. 295-338, yeniden basım, aynı yazar, Les peup-
les Musulmans dans l'histoire medievale, (Şam, 1977), s. 105-60;
T.Nagel, Untersuchungen zur Entstehung des abbasidischen Kalifates,
(Bonn. 1972), s.45-92, 116-50; ve M. Sharon, Black Banners from the
East: The Establishment of the Abbasid State - Incubation of a Revolt
(Kudüs-Leiden, Î983) ,s. 73-I5İ.
10 Ismaililiğin ilk dönemleri üzerine yapılan bazı modern bilimsel çalış­
maların sonuçları için bknz. S . M . Stern, L'Elaboration de l'lslam eserin­
de, "Isma'ilis and Qarmatians", Colloque de Strasbourg (Paris, 1961),
s. 99-108, tekrar basım S . M . Stern, Studies in Early Isma'ilism eserin­
de (Kudüs-Leiden, 1983), s. 289-98; ve W. Madelung, Der Islam
eserinde "Das İmamat in der frühen Ismailitischen Lehre", 37 (1961),
özellikle s. 43-86. Ayrıca bknz. F. Daftary, The Isma'ilis: Their History
and Doctrines (Cambridge, 1990), s. 91-143, 593-614.
11 Bknz. El-Hasan bin Musa el-Nevbehti, Kitap firak al-Shia. ed. H. Ritter
(Istanbul, 1931), s. 57-64; Sa'd bin Abdullah el-Aşari el-Kummi, Kitab
el-makalat vel-firak, ed. M.J. Meşkur (Tahran, 1963), s. 79-87; İngilizce
çevirisi için S.M. Stern, "The Account of the Ismailis in Firaq al-Shia",
Stem, Studies, s.47-55. Bknz. F. Daftary, "The Earliest Ismailis",
Arábica, 38 (1991), s. 214-45.
12 İlk Ismaililerin gnostik öğretilerinin, özellikle de kozmoloji anlayış­
larının özellikleri için, bknz. S . M . Stern'in Studies isimli eserinde, "The
Earliest Cosmological Doctrines of Ismailism", s. 3-29; H. Halm, Kos-
mologie und Heilslehre der frühen Isma'iliya (Wiesbaden, 1978) ve
Mediaeval Isma 'ili History and Thought isimli eserde, "The Cosmology
of Pre-Fatimid Isma'iliya", s.75-83, ed. Farhad Daftary (Cambridge,
1996).
13 Bu önemli mektubun Arapça metni ve İngilizce tercümesi için, bknz.
Husayn F. Al-Hamdani, ve F. De Blois, "A Re-examination of al-Mahdi's
letter to the Yemenites on the Genealogy of the Fatimid Caliphs", JRAS
(1983), s. 173-207, metinde aynı zamanda Fatımi halifelerinin Ali
sülalesi ile bağları hakkında yeni bir hipotez de bulunmaktadır.
14 Kesin olarak 10. yüzyılın ilk yarısında belirginleşen, 12 imamdan oluşan
silsileye olan inanç, On İki Imamcı Şiilik ile ilk dönem Imamiye'yi bir-

78
birinden ayırır. On iki Imamcıların ağırlık kazanmalarıyla birlikte,
imamiye ve Isnaasariye terimleri neredeyse eş anlamlı hale gelmişler­
dir. Bu dönemde, İsmaililer de kendilerini imami Şiileri olarak adlandır­
maya devam etmişlerdir. Bknz. E. Kohlberg, "From Imamiyya to Ith-
na'ashariyya", BSOAS, 39 (1976), s. 521-34, aynı yazarın "Belief and
Law in Imami Shi'ism" isimli eserinde tekrar yayınlanmıştır, (Londra,
1991), makale XIV.
15 Bknz. Nizam-ül Mülk, The Book of Government or Rules for Kings, çev.
H. Darke (2. baskı, Londra, 1978), s. 208-18, 220-6; ve S . M . Stern,
"The Early Isma'ili Missionaries in North-West Persia and in Khurasan
and Transoxania", BSOAS, 23 (1960), s. 56-90, Studies isimli eserinde
tekrar yayınlanmıştır, s. 189-233.
16 Bknz. Madelung, "Das Imamat", özellikle s. 56-90; ve F. Daftary, "A
Major Schism in the Early Isma'ili Movement", Studica Islamica, 77
(1993), s. 123-39.
17 Fatımiler ve Fatımi dönemindeki ismaili tarihi için bknz. F. Dachraoui,
Le califat Fatimide au Maghreb, 296-365 (Tunus, 1981); T. Bianquis,
Damas et la Syrie sous la domination Fatimide, 359-468/969-1076, 2
bsm. (Şam, 1986,89); L.S. al-Imad. The Fatimid Vlzierate, 969-1172
(Berlin, 1990); Y. Lev, Srafe and Society in Fatimid Egypt (Leiden,
1991); H. Halm, "Die Fatimiden" isimli, U. Haarmann'ın Geschichte der
arabischen Welt eserinde (Münih, 1987), s. 166-99, 605-6; ve Das
Reich des Mahdi, 875-973: Der Aufstieg der Fatimiden (Münih, 1991);
Daftary, The Isma'ilis, s. 144-255, 615-54; ve M. Canard, "Fatimids",
EI2, 2. bsm., s. 850-62.
18 Bknz. S . M . Stern, Colloque international sur l'histoire du Caire isimli
eserde, "Cairo as the Centre of the Isma'ili Movement" ( Kahire, 1972),
s. 437-50, Studies isimli eserinde yeniden basım, s. 234-56; ve A.
Hamdani, "Evolution of the Organisational Structure of the Fatimi
Da'wah", Arabian Studies, 3 (1976), s. 85-114.
19 Bahreyn Karmati devletinin tarihine klasik dönem yaklaşımı için -ki
varılan bazı genel sonuçlar ve çıkarımlar artık geçerli değildir-, M. De
Goeje, Memoire sur les Carmathes du Bahrain et les Fatimides (2.
bsm., Leiden, 1886). Modern dönem çalışmalarının sonuçları için bknz.
W. Madelung, "Fatimiden und Bahrainqarmaten", Der İslam, 34

79
(1959), s. 34-88, İngilizce versiyonu Daftary (ed.), Mediaeval Isma'ili
History and Thought s. 21-73; W. Madelung, "Karmati", EI2, 4 cilt s.
660-5; ve F. Daftary, Xarmatians", EIR, 4. cilt, s. 823-32.
20 Nizam ül-Mülk, The Book of Government, s. 231.
21 A.g.e., s 188.
22 Daftary, The Isma'ilis, s. 106-15.
23 Bknz. W. Ivanow, The Alleged Founder of Ismailism (Bombay, 1946),
özellikle s. 28-103; ve Ibn al-Qaddah (3. baskı, Bombay, 1957); S . M .
Stern, "Heterodox Isma'ilism at the Time of al-Mu'izz", BSOAS, 17
(1955), s. 10-33, aynı yazarın Studies isimli eserinde yeniden basım, s.
257-88; ve H. Halm, "Abdallah bin Maymun el-Qaddah", EIR, Sayı 1,
s. 182-3.
24 Ebu Mansur Abd el-Kahir bin Tahir el-Bağdadi, Moslem Schisms and
Sects, Bölüm 2, çev. A . S . Halkin (Tel Aviv, 1935), s. 107.
25 Bknz. M. Ghalib tarafından hazırlanan Majmu'atrasalial-Kirmani(Bey­
rut, 1983), isimli eserde s. 148-82, Hamid el-Din el-Kırmani, el-Risale
el-Kaflya. Ayrıca bknz. S . M . Stern, "Abu'l-Qasim al-Busti and his
Refutation of Isma'ilism", JRAS (1961), s. 14-35, Studies isimli eserin­
de yeniden basım, s. 299-320.
26 Stern Arapça olarak yazılmış böyle bir metini toparlamıştır. Metin Ki tab
al-balagh al-akbar (En yüksek Derece Kabulün Kitabı) veya Ki tab al-
siayasa (Siyaset Kitabı) gibi değişik isimlerle adlandırılmıştır ve Is-
maililiğe değişik dâhil olma dereceleri yoluyla dinsiz düşünceleri anlat­
maya çalışan, el-Bağdadi, el-Nuwayri ve el-Daylami de dâhil olmak
üzere pek çok Ismaili karşıtı yazardan alıntılar yapıldığı görülmektedir.
Bknz. S . M . Stern, Studies isimli eserinde "The Book of the Highest
Initiation and other anti-lsma'ili Travesties", s. 56-83.
27 Daha detaylı bilgi için bknz. Ismail K. Poonawala, Biobibliography of Is­
ma'ili Literature (Malibu, C A , 1977), özellikle s. 47-132
28 Bknz. A.F. Sayid, "Lumières nouvelles sur quelques sources de l'his­
torié Fatimideen Egypte", Annales Islamologiques, 13 (1977), s. 1-41;
ve M.J.L. Young, The Cambridge History of Arabie Literature: Religion,
Learning and Science in the Abbasid Period isimli eserinde A. Ham-
dani, "Fatimid History and Historians", (Cambridge, 1990), s. 234-47.
29 Al-Amir, el-Hidaya el-Amiriyya, ed. Asaf A.A. Fyzee (Bombay, 1938),
s. 3-26, yeniden basım Jamal al-Din al-Shayyal, MAjmu'at al-watha'iq
al-Fatimiyya (Kahire, 1958), s. 203-30. Bu mektup S . M . Stern'in, "The
Epistle of the Fatimid Caliph al-Amir (al-Hidaya al Amiriyya)- its Date
and Purpose", JRAS (1950) eserinde (s. 20-31) kapsamlı olarak analiz
edilmiştir, yeniden basım S . M . Stern'in, History and Culture in the
Medieval World (Londra, 1984), makale X'de yapılmıştır.
30 Iqa' sawa'iq al-irgham başlığı taşıyan ilave mektup, e/-Hidaye'ye ek
olarak konulmuştur, (s. 27-39), ayrıca el-Shayyal'ın editörlüğünü yap­
tığı Majmua'at al-watha'iq isimli eserde yeniden yayınlanmıştır, (s.
231-7). ,
31 Iqa', s. 27, 32; düz. el-Shayyal, Majmu'at el-watha'iq, s. 233,239.
32 Nizari devletinin tarihi ve Alamut dönemi Nizari toplumunun genel
durumu ve dava faaliyetleri için bknz. Hodgson, Order of Assassins, s.
37-278; ve The Cambridge History of Iran: sayı 5, 77ıe Saijuq and Mon­
gol Periods''da, "The Isma'ili State", düz. J.A.Boyle (Cambridge, 1968),
s. 422-82: Lewis, The Assassins, s. 38-140, 145-60, ve Daftary, The Is-
ma'ilis, s. 324-434, 669-99.
33 Alamut kalesi ve çevresi hakkında daha detaylı bilgi için bknz. W.
Ivanow, Alamut and Lamasar: Two Mediaeval Ismaili Strongholds in
Iran (Tahran, 1960), s. 30-59; ve Willey, Castles of the Assassins, s.
204-26.
34 Bernard Lewis, Alamut dönemindeki Suriye Nizarileri konusunda en
önde gelen modern uzmandır; bknz. söz konusu uzmanın A History of
Crusades, isimli eserde, (düz. K.M. Setton) "The Isma'ilities and the As­
sassins" isimli yazısı, The First Hundred Years, düz. M.W. Baldwin (2.
bsm., Madison, Wl, 1969), s. 99-132; ve The Assassins, s. 97-114. Ay­
rıca bknz. Charles F. Defremery, "Nouvelles recherches sur les Is­
maéliens ou Bathiniens de Syrie", Journal Asiatique, 5 série, 3 (1854),
s 373-421, ve 5 (1855), s 5-76, bu eser değindiği tarihsel detaylar
nedeniyle hâlâ değerlidir.
35 Bu Suriye kaleleri ve İran'daki Nizari kalelerinde bulunmayan ancak bu
kalelerde bulunan değerli eski yazıtlar için, bknz. Max van Verchem,
"Epigraphie des Assassins de Syrie", Journal Asiatique, 9 série, 9
(1897), s. 453-501, yeniden basım aynı şahsın, Opera Minora isimli
eserinde, (Genova, 1978), 1. Basım, s. 453-501.

81
36 Bknz. W. Ivanov, "An Ismaili Poem in Praise of Fidawis", Journal of the
Bombay Branch of the Royal Asiatic Society. Yeni Basımlar, 14 (1938),
s. 63-72.
37 Bknz. M. Th. Houtsma, "The Death of Nizam al-Mulk and its Con­
sequences", Joournal of Indian History, 3 (1924), s. 147-60; ve H.
Bowen ve C.E. Bosworth, "Nizam al-Mulk", EI2, Cilt 8, s. 69-73.
38 El-Gazali'nin el-Mustaziri isimli eserinden seçkiler, belli bölümlerden
yapılan alıntıların yorumlarıyla birlikte ilk olarak Ignaz Goldziher'in
Streitschrift des Gazaligegen die Batinijja-Sekte adlı eserinde yayınlan­
mıştır. (Leiden, 1926); ama bu kitabın tam Arapça metni, Fada'ih al-
Batiniyya adıyla Abd el-Rahman Bedevi tarafından basılmıştır. (Kahire,
1964).
39 Abd el-Celil Kazvini Razi, Kitab el-nagd, düz. Mir Celal el-Din Muhad-
dit (2. bsm, Tahran, 1980), özellikle s. 80, 1 19, 206, 301-17, 411-30,
433-4, 448, 462. 469-70, 475-80, 586.
40 Bknz. W. Madelung (düz.), Arabic Texts Concerning the History of the
Zaydi Imams ofTabaristan. Daylaman and Gilan (Beyrut, 1987), s. 146,
329.
41 El-Fath bin Ali el-Bundari, Zubdat el-nusra, düz. M. Th. Houtsma'nın
Recueil de textes relatifs a Thistoire des Seldjoucides II (Leiden, 1889),
s. 169, 195.
42 Bknz. B. Lewis, "The Sources for the History of the Syrian Assassins",
Speculum. 27 (1952), s. 475-89, tekrar basım Studies in Classical and
Ottoman Islam (7th-16th Centuries) isimli eserinde, (Londra, 1976),
makale VIII.
43 Ebu Şama, Kitab el-ravdatayn fi ekber el-davlatayn (Kahire, 1287-88 /
1870-71), cilt 1, s. 240, 258.
44 Ibn Müyesser, Ekber Misr. düz. A.F. Sayyid (Kahire, 1981), s. 102.
45 Bknz. Poonawala, Biobibliography, s. 251-63, 287
46 Bknz. F. Daftary, "Perişan Historiography of the Early Nizari lsma'ilis",
Iran, journal of the British Institute of Persian Studies, 30 (1992), s. 91
47 Ala el-Din Ata-Malik Cüveyni, Ta'rikh-i jahan-gushay. düz. M. Kazvini
(Leiden-Londra, 1912-37), Cilt 3, s. 186-278; İngilizce tercümesi, 7he
History of the World-Conqueror, çev. J.A. Boyle (Manchester, 1958).
Cilt 2. s. 666-725.

82
48 Raşid el-Din Fadl Allah Tabib, Jami el-tavarih; KismaN Ismailiyan va
Fatimiyan va Nizariyan va dai'yan va rafikan, düz. M.T. Danishpazhuh
ve M. Mudarrissi Zanjani (Tahran, 1959), s. 97-195; ve Ebu'l-Kasım
Abd Allah bin Ali Kaşani, Zubdat el-tavarih; bahs-i Fatimiyan va
Nizariyan, düz. M.T. Danishpazhuh (2. bsm., Tahran, 1366/1987), s.
133-237.
49 Bknz. B. Lewis, "Kamal al-Din's Biography of Rasid al-Din Sinan",
Arabica, 13 (1966), s. 225-67, tekrar basım Studies isimli eserinde,
makale X.
50 Alamut sonrası dönemi Nizari Ismailileri tarihi için bknz. Daftary, The
Isma'ilis, s. 435-548, 699-724.

83
ORTAÇAĞ AVRUPA'SININ
İSLAM'A ve İSMAİLİLERE BAKIŞI

H aşaşi efsanelerinin ortaya çıkışına d o ğ r u bir perspektif­


ten yaklaşabilmek için, öncelikle O r t a ç a ğ Avrupa'sının
İslam dinini ve İslam'ın alt gruplarını, özellikle Şii İslam'ın İs-
maili kolunu nasıl algıladıklarını ve İslam ve tarikatları hak­
kında ne d e r e c e bilgi sahibi olduklarını d e ğ e r l e n d i r m e k g e ­
rekir. S o n u ç t a , efsanelerin ortaya çıkıp, yaygınlık kazandıkla­
rı 12. ve 13. yüzyıllarda, Avrupalıların İsmaililere bakışı m u h ­
t e m e l e n büyük ö l ç ü d e , İslam ve Müslümanların dini inançla­
rı ve yaşayışları hakkındaki üstünkörü bilgilerinin etkisiyle şe­
killenmişti.
Hazreti M u h a m m e d ' i n 6 3 2 yılında ö l ü m ü n ü n üzerinden
ç o k g e ç m e d e n , M ü s l ü m a n ordularının Arabistan yarımadası
dışındaki topraklarda fetihlere başlaması ve yeni d o ğ m u ş İs­
lam devletinin, sınırlarını d e v a m l ı olarak d o ğ u ve batıda hız­
lı bir şekilde g e n i ş l e t m e s i sebebiyle İslam, topraklarını g e n i ş ­
l e t m e y e o d a k l a n m ı ş tehlikeli bir askeri g ü ç olarak algılanma­
ya başlandı. Müslümanların ardı ardına g e l e n zaferleri ile d e ­
rin bir şok g e ç i r e n ve toprakları ilk fethedilenler, Sasani ve Bi­
zans hâkimiyetinde yaşayan k o m ş u halklar oldu a m a toprak­
larının yeni sahipleri bu halkları hiçbir z a m a n İslam'a geçir­
m e k için zor kullanmadı. Bununla birlikte, M ü s l ü m a n kabile­
lerinin ordularının, 7. yüzyılda Bizans İmparatorluğu'nun S u ­
riye ve diğer bölgelerdeki topraklarını işgal etmeleri, Hıristi­
yan âlemi tarafından küçük düşürücü bir yenilgi olarak algı­
landı. Hıristiyan Avrupalılar, Müslümanların 8. yüzyılda hâki-

85
miyetlerini K u z e y Afrika'dan İspanya'ya ve sonrasında 9.
yüzyılda Sicilya ve d i ğ e r A k d e n i z adalarına yayması ile birlik­
te d a h a fazla p a n i ğ e kapıldılar.
B ö y l e c e , Hıristiyan ve M ü s l ü m a n toplumları arasındaki
uzun z a m a n sürecek olan husumetin tohumları atılmış o l d u
ve İslam yani "öteki d ü n y a " , batılı Hıristiyanlar tarafından
ö n e m l i bir sorun olarak algılanmaya başlandı. Siyasi ve aske­
ri yönlerine ilave olarak, sorunun z a m a n l a dini ve entelektü­
el boyutları da ortaya çıktı. A m a Hıristiyan A v r u p a ' d a büyük
bir korku ve e n d i ş e yaratan bu karmaşık sorunu kolay bir y o l ­
la ç ö z m e k pek m ü m k ü n g ö r ü n m ü y o r d u ki; ileride ortaya çı­
kacak v e O r t a ç a ğ b o y u n c a d e v a m e d e c e k olan Hıristiyan-
M ü s l ü m a n çatışmaları bu tahmini doğrulayacaktı. İslam artık
51
A v r u p a için sürekli bir travma halini a l m ı ş t ı ; M ü s l ü m a n l a ­
rın tutkularını ve kazandıkları zaferleri tekrar canlandıran O s ­
manlı Türklerinin kurdukları m u a z z a m imparatorluğun, 17.
yüzyıl ortalarına kadar Hıristiyanlık ve batı dünyasındaki hu­
zur ve barış ortamı üstünde büyük bir tehdit oluşturması yü­
z ü n d e n , İslam'ın bu şekilde negatif algılanışı bin yıldan d a h a
uzun bir z a m a n sürdü.

Peki, Müslümanların gittikçe büyüyen güçleri ve askeri


zaferleri nedeniyle bir panik havasına giren Hıristiyan Avru­
pa, kendilerine m e y d a n okuyan İslam'a karşı nasıl tepki ver­
di? Birkaç yüzyıl sonra Haçlı seferleri ile askeri alanda reaksi­
y o n gösterilse de başlarda Avrupalılar, sınırlarına d a y a n a n
yeni düşmanlarına karşı silahlanma k o n u s u n d a h e m isteksiz­
lerdi h e m de bunu y a p a c a k kuvvetleri y o k t u . B ö y l e c e nere­
d e y s e dört y ü z y ı l kadar bir süre Avrupalılar İslam'ı, h e m as­
keri h e m d e entelektüel y ö n d e n g ö r m e z d e n geldiler; bunun
y a n ı n d a tektanrılı dinler olarak bilinen Hıristiyanlık ve Yahu­
diliğe bir yenisinin eklendiği gerçeğini reddettiler. Durum
böyle olunca, Avrupalıların İslam'ı algılayışı korku ve gör-

86
m e z d e n g e l m e temelli oldu v e batılı zihinlerde, son d e r e c e
saptırılmış ve g e r ç e k dışı bir İslam anlayışının o l u ş m a s ı n a y o l
açtı. O l u ş a n bu imajın O r t a ç a ğ b o y u n c a bu şekilde d e v a m
ettiğini ve bundan sonra Avrupalılar İslam hakkında d o ğ r u
bilgi veren değişik kaynaklara eriştikleri z a m a n l a r d a bile ba­
tıda aynı anlayışın e g e m e n kaldığını hatırlatmakta fayda var­
dır. Batının İslam'ı g ö r m e z d e n gelişi ve gerçekdışı bir anlayı­
ş a sahip oluşları O r t a ç a ğ b o y u n c a gelişti. A m a bunun yanın­
d a , sayıları pek fazla o l m a y a n insan tarafından, karşıt g ö r ü ş ­
lerde yazılmış olsalar da d a h a ciddi bir tarzla İslam'ı incele­
m e y e kalkışan yapıtların ortaya k o n d u ğ u nadir anlar da y a ­
şandı. S o n yıllarda bir kısım u z m a n , özelikle N o r m a n Daniel
(öl. 1992) ve Richard Southern O r t a ç a ğ d ö n e m i n d e k i kar­
maşık Hıristiyan-Müslüman çatışmalarını incelediler ve Avru­
palıların İslam'ı algılayışlarının g e ç i r d i ğ i gelişmeleri ve evre­
leri t a n ı m l a m a y a çalıştılar. Kitabımızın bu b ö l ü m ü n ü n hazır­
lanmasında, s ö z konusu uzmanların y a p m ı ş oldukları çalış­
52
maların payı büyüktür.

Hıristiyanlık ve İslam arasında temasın başlamasından,


Haçlı seferlerinin başladığı 11. yüzyıl sonlarına kadar süren
birkaç yüzyıl boyunca, A v r u p a ' d a İslam konusundaki bilgi
ç o k sınırlıydı ve çeşitli dağınık kaynaklara dayanmaktaydı. Bu
kaynaklar arasında, Emevi d ö n e m i n d e Suriye'de y a ş a m ı ş ,
D o ğ u Kilisesi'nin en büyük din bilimcilerinden biri olan Ş a m ­
lı A z i z J o h n ' u n k a l e m e aldığı çalışmaları ve Bizanslı din bil­
ginlerinin yazdıkları eserleri, bunun y a n ı n d a Mustariblerin,
yani İspanya'da M ü s l ü m a n e g e m e n l i ğ i altında yaşayan Hıris­
tiyanların y a z m ı ş oldukları çeşitli d ö n e m l e r e ait kayıtları sa­
yabiliriz. S o u t h e r n tarafından " g ö r m e z d e n g e l m e d ö n e m i "
olarak adlandırılan, Hıristiyan-Müslüman çatışmalarının ilk
birkaç yüzyılı b o y u n c a Avrupalılar, İslam'ı en büyük d ü ş m a n ­
larından birisi olarak gördüler ve İslam'ı dini açıdan a n l a m a k

87
ve y o r u m l a m a k için s a d e c e İncil'i kullandılar. Müslümanların
ya da O r t a ç a ğ A v r u p a ' s ı n d a yanlış bir isim olarak kullanılan
Sarazenlerin kökleri ısrarla Eski A h i t ' t e arandı. M ü s l ü m a n l a ­
rın Sarazenler y a d a H z . İbrahim'in H z . H a c e r ' d e n d e v a m
e d e n s o y u olarak isimlendirilmelerini ve bu ismin yayılması­
nı s a ğ l a y a n kişi, O r t a ç a ğ d ö n e m i n i n başlarında K u z e y Avru-
pa'daki en büyük İncil uzmanı olan B e d e (öl. 735) idi. İsmin,
Sara'nın oğulları m a n a s ı n a g e l e n Sarazenler olması ilginçtir;
ç ü n k ü s ö z konusu s o y H z . İbrahim'in diğer eşi Sara'dan d e ­
ğil, H z . H a c e r ' d e n o l m a oğulları aracılığıyla d e v a m etmiştir.
Ne olursa olsun s o n u ç t a M ü s l ü m a n l a r bu s a y e d e , İncil'de bi­
53
le Hıristiyanların karşısında bir halk olarak gösterilmiştir.
B e d e aslında Müslümanları inanmayanlar olarak kabul etmiş­
tir.
İslam'ı anlamak için İncil tarihine değil, İncil'deki keha­
netlere dayanan Avrupalılar da olmuştur. 9. yüzyılın ortala­
rında, aralarında Eulogius (öl. 859) ve T o l e d o piskoposunun
da b u l u n d u ğ u pek ç o k Hıristiyan din bilgini, İslam'ı Hıristi­
y a n l ı ğ a karşı gizli bir k o m p l o olarak görmüştür. O n l a r a g ö r e
H z . M u h a m m e d bir Hıristiyan düşmanıydı v e İslam'ın y ü k s e ­
lişi, dünyanın sonsuza kadar y o k olacağının habercisiydi. Her
ne kadar öncüleri Müslümanların arasında y a ş a m ı ş ve istese­
ler bu din hakkında d o ğ r u bilgilere erişebilecek olsalar da, İs­
l a m ' a kehanetler g ö z ü n d e n bakan bakış açısı büyük bir c e h a ­
letin ürünüdür.
11. yüzyılın sonlarından itibaren Avrupalılar, M ü s l ü m a n ­
ların e g e m e n l i ğ i altında bulunan İspanya'daki Yeniden Fetih
(Reconquista) hareketi ve Haçlı seferleri yoluyla M ü s l ü m a n ­
lara askeri alanda m e y d a n o k u m a y a başladılar. Emevi b ö l g e ­
deki idaresinin 1031 yılında çökmesinin ardından, İspan­
ya'nın siyasi olarak bölünmesi, kuzeydeki b a ğ ı m s ı z Hıristiyan
krallıklarının, topraklarını g ü n e y e yaymalarına imkân s u n d u .

88
Bunun s o n u c u olarak 1085 yılında T o l e d o ' n u n Hıristiyanlar­
ca fethedilmesi, Y e n i d e n Fetih hareketinin başlangıcını sim­
geler. Yeniden Fetih'in erken başarısı, K u z e y Afrika'dan g e ­
len M ü s l ü m a n Almoravilerin v e onların s o y u n d a n g e l e n M u -
havvidler H a n e d a n l ı ğ ı ' n ı n müdahalesi ile bir yüzyıldan uzun
bir süre durduruldu. A m a Muhavvidlerin İspanya'yı terk et­
meleriyle birlikte, C o r d o b a da dâhil o l m a k üzere pek ç o k
M ü s l ü m a n şehri 13. yüzyılda Hıristiyanların eline g e ç t i . Bu­
nunla birlikte, Nasırilerin elindeki M ü s l ü m a n idaresi, İslam
kültürünün z e n g i n bir merkezi haline g e l e n G r a n a d a vilaye­
tini iki y ü z elli yıla yakın bir süre elinde tutmaya d e v a m etti.
İspanya'daki birliği sağlayan Kastilya ve A r a g o n ' u n birleşme­
siyle, 1492 yılında İspanya'daki son M ü s l ü m a n kalesi G r a n a ­
d a d a Hıristiyanların eline g e ç t i .
Aynı d ö n e m d e , Papa II. Urban'ın (1088-99) Fransa'daki
C l e r m o n t K o n s e y i ' n d e Kasım 1095'te yaptığı çağrıyla birlik­
te A v r u p a ' d a , Hıristiyanlığın d o ğ u d a k i düşmanlarıyla savaş­
mak için oluşturulan Haçlı Hareketi başladı. Papanın yaptığı
çağrı, M ü s l ü m a n idarelerinin s ö z d e baskılarına maruz kalan
d o ğ u d a k i Hıristiyanların ihtiyaç duydukları askeri d e s t e ğ i
vurguluyordu; ayrıca Avrupalıların, Filistin'deki Kutsal Top­
rakların ve h a c yollarının Müslümanların kontrolü altında ol­
masını kesinlikle istemediklerini ifade ediyordu. Hıristiyan-
M ü s l ü m a n çatışmasında, Kutsal Topraklara sayısız Haçlı sefe­
rinin d ü z e n l e n d i ğ i ve Haçlıların burada e l e geçirdikleri üsle­
ri iki y ü z yıl b o y u n c a ellerinde tuttukları yeni bir d ö n e m baş­
54
lıyordu.
Papanın 1095'teki çağrısıyla birlikte, Batı Avrupa'daki ç e ­
şitli prensler ve şövalyeler tarafından birçok Haçlı birliği oluş­
turuldu. Çeşitli birliklerden oluşan, Birinci Haçlı Seferi'ni ger­
çekleştirecek Hıristiyan hacı-askerleri 1096 yılında Bizans
başkenti Konstantinopolis'e ulaştılar; 1097 yılına gelindiğin-

89
de ise çoktan S u r i y e ' y e girmişlerdi. A r d ı n d a n , nihai hedefle­
ri olan ve bir yıl ö n c e bir k e z d a h a Fatımilerin eline g e ç e n Ku­
d ü s ' e yöneldiler. Haçlılar, bölgedeki Fatımi birliğini kolayca
yenerek, T e m m u z 1 0 9 9 ' d a K u d ü s ' e girdiler v e kazandıkları
zafer için kutsal K a m a m e Kilisesi'nde d a h a tanrıya şükranla­
rını s u n m a d a n , Kudüs'teki tüm M ü s l ü m a n ve Yahudileri kat­
l e t m e y e giriştiler. Artık K u d ü s Hıristiyanlar için kurtarılmıştı.
Birinci Haçlı Seferi'nin (1096-9) ulaştığı hızlı zaferde,
M ü s l ü m a n c e p h e s i n d e k i b ö l ü n m e ve siyasi çöküşün etkisi
büyüktü. B u d ö n e m d e ö n d e g e l e n M ü s l ü m a n güçleri, sahip
oldukları askeri kuvvetlere büyük zararlar veren, kendi iç ç a -
tışmalarıyla meşguldüler. D o ğ u A k d e n i z , Selçuklular ile böl­
g e s e l g ü ç l e r arasında hizip çatışmalarına sahne olmaktaydı.
Suriye ve Filistin, Yakın D o ğ u ' d a k i en büyük iki g ü ç olan S ü n ­
ni Abbasiler ile İsmaili Fatımiler arasında paylaşılamıyordu.
Bu k a v g a y a bölgesel hanedanlıklar ve kabileler de dâhil
o l u n c a b ö l g e siyasi bir karmaşanın içine girdi. 1097 yılında
Haçlılar S u r i y e ' y e geldiklerinde muhalif Fatımi hanedanlığı,
ö n c e d e n D o ğ u A k d e n i z ' d e sahip o l d u ğ u siyasi üstünlüğü ar­
tık kaybetmişti ve 1094 yılında y a ş a n a n Nizari-Mustali bö­
lünmesi y ü z ü n d e n Fatımi varlığı tehlikeye g i r m i ş , Fatımilerin
Mısır'ın d o ğ u s u n d a k i topraklar üzerindeki kontrolü sarsılma­
ya başlamıştı. Ö b ü r tarafta Abbasi halifeleri, hâlâ Sünni İs­
lam'ın resmi sözcüleri olmalarına r a ğ m e n , kendi rızalarıyla
Selçuklu sultanlarının g ü d ü m ü n d e k i kuklalara dönüşmüşler­
di. Selçuklu Sultanlığı da artık zirvesinde d e ğ i l d i ve Sultan
Melikşah'ın 1092'de ö l ü m ü y l e birlikte, kendi taht kavgaları
ve iç anlaşmazlıklarıyla uğraşmaktaydı. Bir nevi b a ğ ı m s ı z bir
Selçuklu vilayetine d ö n ü ş e n Suriye'de, 1095 yılında b ö l g e ­
nin Selçuklu amiri Tutuş'un ö l ü m ü y l e birlikte, biri H a l e p ' t e
diğeri Ş a m ' d a bulunan iki o ğ l u arasındaki rekabet, uzun sü­
recek bir siyasi istikrarsızlığı başlatmıştı. Artık kendi b a ğ ı m -

90
sıklıklarını ilan e t m e a m a c ı y l a harekete g e ç e n b ö l g e s e l h a n e ­
danlıklar n e d e n i y l e d e , d u r u m iyice karmaşıklaştı.
Bütün bunlar, kuvvet açısından m u h t e m e l e n d a h a üstün
olan M ü s l ü m a n güçlerinin, Haçlıların Kutsal Topraklara girişi­
ni engelleyememesinin nedenini açıklamaktadır. Bundan
yaklaşık seksen yıl sonra, M ü s l ü m a n kuvvetlerini cihat çağrı­
sı ile Haçlılara karşı tek bir çatı altında t o p l a m a y ı , Eyyubi H a ­
nedanlığının kurucusu S e l a h a d d i n başardı. S e l a h a d d i n , 1171
yılında Fatımileri y o k ettikten sonra, Suriye ve Mısır'ı kontro­
lü altına aldı; h e m e n ardından Türkler, Araplar ve Kürtlerden
oluşan tek bir a m a ç için bir araya t o p l a n m ı ş o r d u s u n u H a ç l ı ­
lara yöneltti ve 1 1 8 7 ' d e Müslümanların K u d ü s ' ü geri a l m a ­
larını sağladı. Frenkler ya da M ü s l ü m a n l a r tarafından Haçlılar
ve d i ğ e r Batı Avrupalılar için kullanılan isimle el-Faranj en
azından g e ç i c i olarak artık ortada yoktu; birkaç kıyı kasabası
dışında, D o ğ u A k d e n i z ' d e sahip oldukları tüm topraklar elle­
rinden gitmişti.

Birinci Haçlı Seferi'nin h e m e n ardından, seferin Frenk li­


derleri Yakın D o ğ u ' d a k i fethedilen b ö l g e l e r d e dört küçük
eyalet kurdular ve bu b ö l g e O u t r e m e r yani "denizin ötesin­
deki toprak" olarak anılmaya başlandı. Sırasıyla B o l o g n a ' l ı
Baldwin ve B o h e m o n d tarafından kurulan Frenk eyaletleri
Urfa v e Antakya, S u r i y e ' y e k u z e y d e n v e k u z e y d o ğ u d a n g e ­
lebilecek saldırılara karşı koruyordu. Kıyıda ve yüksek b ö l g e ­
lerde bulunan birkaç küçük kasaba ile birlikte Kudüs, K u d ü s
Latin krallığı adıyla anılan bir diğer eyaletti ve Kutsal Toprak­
ları elinde b u l u n d u r m a ayrıcalığıyla, d i ğ e r Frenk toprakların­
d a n üstün o l m a onuruna sahipti. K u d ü s ' ü n ilk önderi, Haçlı
Seferinin liderleri arasından, yine onlar tarafından seçilen ve
Advocatus Sancti Sepulchri, yani "Kutsal K a m a m e ' n i n koru­
y u c u s u " adını alacak olan Bouillon'lu Godfrey'di (1099-
1100). Ç o k kısa bir süre sonra G o d f r e y "in yerini, ö n c e d e n Ur-

91
fa eyaletini kurmuş olan Bologna'lı Baldwin aldı (1100-18).
Tortosa limanının 1102 yılında ele geçirilmesiyle, ö n c e d e n
Haçlı Seferi'nin ilk liderlerinden olan St Gilles'li R a y m o n d (öl.
1105) tarafından, Trablusgarp merkezli d ö r d ü n c ü Frenk eya­
55
leti k u r u l d u .
Bir süre sonra, sırasıyla 1113 ve 1119 yılında, Hospital­
ler ve Tampliye adıyla iki ayrı manastır ş ö v a l y e örgütü kurul­
muştur. S a d e c e p a p a d a n emir alan özerk g ü ç l e r olarak hare­
ket e d e n bu örgütler, Haçlıların Frenk eyaletlerine askeri d e s ­
tek sağlamışlar, aynı z a m a n d a Kutsal Topraklara g i d e n h a c
yollarını korumuşlardır. Varlıkları ve sayıları gittikçe artan bu
askeri örgütler, büyük ve iyi teşkilatlanmış her an harekete
hazır savaşçı topluluklardı ve b ö l g e d e , g ü ç l ü surlarla çevrili
pek ç o k kaleye sahiplerdi; bu kaleler d a h a sonra Nizariler'in
eline g e ç e c e k t i .
O u t r e m e r ' d e k i Frenk topraklarının, 13. yüzyılın sonların­
da y o k olmalarına kadar, kendilerine has renkli bir tarihleri ol­
d u . Batı A v r u p a ' d a ç o k y a y g ı n olan feodal düzeni kendileri­
ne m o d e l olarak alan Frenk eyaletlerinin liderleri, z a m a n l a
kendi içlerinde sonu g e l m e y e n ittifaklar ve çatışmalar süreci­
ne girdiler; ayrıca Suriye'deki Nizari İsmaili t o p l u m u n u n li­
derleri de dâhil olmak üzere, bölgelerindeki M ü s l ü m a n lider­
lerle de değişik şekillerde ilişkilerde bulundular. Bölgenin
politik ve diplomatik yapısı, rakip Hospitaller ve Tampli-
y e ' n i n serbest faaliyetleri y ü z ü n d e n iyice karmaşıklaştı. Bu
örgütlerin ikisi de îsmaililere d ü ş m a n d ı ve ç o ğ u z a m a n İs-
mailileri kendilerine vergi ö d e m e y e m e c b u r bırakıyorlardı.
Latin eyaletlerinin d ö r d ü n c ü s ü olan Urfa en kısa ömürlü
olanıydı ve 1144 yılında Iraklı ve Suriyeli Zengilerin eline
g e ç t i . Bu olay İkinci Haçlı Seferi'nin de (1147-8) başlaması­
na n e d e n olmuştu. B o h e m o n d ' u n torunu Tancred 1101 yı­
lında A n t a k y a vilayetinin liderliğine oturdu. Tancred (öl.

92
1112), Suriye'nin kuzeyinde kendilerine g e ç i c i bir y a ş a m ala­
nı kuran Nizari İsmailileri ile ilk iletişime g e ç e n Haçlı prensiy­
di. Bundan sonra A n t a k y a , 1270'lerin başında Suriye Nizari
İsmaililerini boyunduruk altına almış olan M e m l û k sultanı 1.
Baybars tarafından ele geçirilene kadar, Hauteville meclisinin
prensleri tarafından idare edildi. Trablusgarp ise 1187 yılına
kadar St Gillesli R a y m o n d ' u n soyu tarafından idare edildi ve
bu tarihten sonra orası da Hauteville meclisinin kontrolü al­
tına girdi. Trablusgarp s o n u n d a 1289 yılında M e m l ü k l e r ta­
rafından e l e geçirildi ve Frenklerin elinde s a d e c e K u d ü s kral­
lığı kaldı.
Kudüs krallığı, S e l a h a d d i n ' i n K u d ü s ' ü 1 1 8 7 ' d e fethetme­
sinden kısa bir süre sonra y e n i n d e n yapılandı ve yeni baş­
kenti A k k a o l d u . Krallığın yönetimini aralıklarla, Kral I. A m a l -
ric'in kızları Sibylla ve Isabella ile aralarında Lusignan'lı G u y
(1186-92), Montferraflı C o n r a d (1192) ve C h a m p a g n e ' l i
Henry (1192-7) gibi birkaç ismin o l d u ğ u kocalarından bazı­
ları üstlendi. Bunların bir kısmı, en bilinen Suriye Nizari İsma-
ili lideri Raşid el-Din Sinan ile g ö r ü ş m e l e r d e bulundu. 1291
yılında Memlükler, Kudüs krallığından geriye kalan tek şehir
olan Akka'yı e l e geçirdiler ve O u t r e m e r ' d e k i Frenk idaresine
son verdiler.
Haçlı Seferlerinde yaşanan olaylar ve O u t r e m e r ' d e k i dört
Frenk eyaleti, 12 ve 13. yüzyılda yaşayan batılı vakanüvisler
tarafından kayıt altına alındı. Bu vakanüvislerden bazıları ger­
çekten D o ğ u Latin topraklarında yaşadılar ve yazdıkları olay­
lara bizzat tanık oldular. Bu y ü z d e n s ö z konusu vakanüvisle-
rin yazdıkları, Haçlıların M ü s l ü m a n l a r ve İsmaililer hakkında­
ki bilgilerinin derecesini ö ğ r e n m e k o n u s u n d a en önemli kay­
naklardır.
D o ğ u Latin topraklarında y a ş a m ı ş ve çalışmış olan Sur
başpiskoposu William, Haçlı tarihçilerinin en büyüğüdür. A y -

93
rica Suriye Nizari İsmailileri hakkında bilgi v e r e n ilk Haçlı se­
feri vakanüvisidir. M e ş h u r eseri Historia, Haçlı seferleri ve
Haçlıların fethettikleri bölgelerin, özellikle de 1095'den
1 1 8 4 ' e kadar Latin krallığının tarihi hakkında detaylı bilgiler
56
içermektedir. Eserinde ayrıca Fatımiler ile Haçlılar arasın­
daki ilişkiye p e k ç o k k e z g ö n d e r m e l e r yapmıştır. William'ın
Historia si, D o ğ u Latin topraklarında y a ş a m ı ş olan bir Hıristi­
y a n tarafından b ö l g e hakkında yazılmış tek yazılı kaynaktır.
B u n a ilave olarak, halkla ilişkileri kuvvetli ve ö ğ r e n m e y e açık
yapısıyla, O u t r e m e r ' d e bulabileceği t ü m yazılı ve sözlü kay­
naklara ulaşmış ve k o n u s u n d a çok iyi bilgi sahibi olmuştur.
Surlu William 1 1 3 0 yılında ya da bu tarihe yakın bir za­
m a n d a K u d ü s ' t e d o ğ d u . Yaklaşık yirmi yılını Fransa ve İtal­
y a ' d a ö ğ r e n i m g ö r e r e k geçirdi. 1165 yılında D o ğ u Latin
topraklarına d ö n d ü ğ ü n d e k a m u h i z m e t i n d e ç a l ı ş m a y a başla­
dı. 1170 yılında Kral I. Amalric'in h i z m e t i n e girdi (1163-74)
ve 1174 yılında kral O ' n u Latin krallığının y ö n e t i m binasında
görevlendirdi; William ayrıca Amalric'in o ğ l u ve halefi IV.
B a l d w i n ' e (1174-85) de ö ğ r e t m e n l i k yaptı. William 1175 yı­
lında Sur başpiskoposu olarak seçildi ve bu s a y e d e Latin
krallığında K u d ü s patriğinden sonra kilisenin ikinci a d a m ı ha­
line g e l d i . William yıllarını, analitik tarihini d e r l e m e k l e geçir­
di ve 1184 yılında ö l ü m ü n d e n kısa bir süre ö n c e çalışması­
nın son kısımlarını yazıyordu. William A r a p ç a biliyordu a n ­
cak kendi yazdıklarına g ö r e , ç o ğ u n l u k l a s ö z l ü hadislere g ü ­
v e n s e d e y i n e d e hiçbir yazılı A r a p ç a kaynaktan faydalanma-
mıştır. 5 7 A s l ı n d a sözlü hadisler ve insanların anlattıkları, bu­
nun y a n ı n d a kendi deneyimleri ve İlk Haçlı seferi ile ilgili hi­
kâyeler, William'in Historia'sının başlıca kaynaklarıydılar. 5 8
D i ğ e r batılı vakanüvisler gibi O da özellikle a n o n i m olarak
yazılmış olan Gesta Francorum'ı59 güvenilir buldu. Bu eser
İlk Haçlı Seferi k o n u s u n d a otorite olan Aguilers'li R a y m o n d

94
ve Chartres'li Fulcher tarafından da kullanıldı ve William e s e ­
rini yazarken bu iki şahısın yazdıklarından da faydalandı. O r ­
tadaki bulguların gösterdiklerine g ö r e William, M ü s l ü m a n
topraklarının tarihi üzerine de bir çalışma y a z m ı ş ancak bu
eser g ü n ü m ü z e ulaşmamıştır. Historiada bir din olarak İs­
l a m ' a ö n e m l i bir yer ayırmaması ilginçtir; belli ki İslam p e k
ilgi alanında d e ğ i l d i . William, Haçlıların ilk tarihçilerinin baş­
lattığı g e l e n e ğ e uyarak, yazdıklarında d a h a ç o k Haçlı sefer­
lerini, dinsiz Sarazenlere karşı yapılan bir kutsal savaş olarak
g ö s t e r m e y i ve kazanılan zaferlerin aslında Cesta Dei per
Francos yani tanrının Frenkler aracılığıyla kazandığı zaferler
o l d u ğ u n u anlatmayı a m a ç l a d ı .

Haçlılar, M ü s l ü m a n l a r ve dinleri hakkında d o ğ r u bilgiler


e l d e e t m e k için p e k ç a b a sarf etmediler. H e m Haçlıların h e m
de Surlu William ve Vitryli j a m e s (öl. 1240) gibi eğitimli ta­
rihçilerin, uzun süreler b o y u n c a M ü s l ü m a n l a r l a askeri, d i p l o ­
matik, sosyal ve ticari boyutlarda ilişkide bulundukları g ö z
ö n ü n e alındığında, bu ilgisizlik g e r ç e k t e n ilginç g ö r ü n m e k t e ­
dir. Birinci Haçlı Seferi'nin ardından, Fransa, Provans, Lorra-
ine ve Batı Avrupa'nın d i ğ e r bölgelerinden g e l e n Haçlılar,
O u t r e m e r ' d e k i Latin topraklarına y e r l e ş m e y e başladılar. Ba­
tıdan dalgalar halinde yeni insanların g e l m e y e d e v a m e t m e ­
siyle, b ö l g e d e k i Latin devletleri de gittikçe geliştiler. H a ç l ı ­
lar, kendileriyle birlikte O r t a ç a ğ Avrupa'sının feodal toplu­
m u n u n düşüncelerini v e geleneklerini d e getirdiler v e D o ğ u
Latin topraklarına ö z g ü g e r ç e k l e r e p e k dikkat e t m e d e n bun­
ları aynı şekilde u y g u l a m a y a başladılar. Bunun s o n u c u n d a ,
bir g r u p Frenk soylusu tarafından idare edilen Latin devletle­
rine ait topraklarda ç o k karmaşık bir yapı kurulmuş o l d u . 6 0
B ö l g e d e Haçlı şövalyeleri ve soylular sınıfı dışındaki Frenkler,
kasabalarda oturan ve küçük çaplı ticari faaliyetlerle y a ş a m ­
larını sürdüren insanlardan oluşuyordu. D a h a büyük çaplı

95
uluslar arası ticaret, Venediklilerin ve Akka, Sur ve diğer O u t -
remer limanlarındaki A v r u p a kökenli oluşumların elindeydi.
D o ğ u Latin topraklarının yerlisi olan Hıristiyan, M ü s l ü m a n ve
Yahudi toplulukları ise, t o p l u m u n d a h a alt katmanına aittiler.
A r a p ç a konuşan ve içlerinden ç o ğ u , adına Haçlı Seferlerinin
başlatıldığı Yunan O r t o d o k s Kilisesi'ne bağlı olan sayıca üs­
tün Hıristiyanlar, Frenk devletlerinde ikinci sınıf v a t a n d a ş ko­
n u m u n a düştüler. Bu topraklarda yaşayan ve ç o ğ u n l u ğ u ,
Haçlı efendileri için toprak ekip b i ç m e ile uğraşan M ü s l ü ­
manlar ise d a h a da d ü ş ü k bir statüdeydiler ve Frenklere özel
bir vergi ö d e m e k l e yükümlüydüler.
Bu karmaşık soysal d ü z e n içinde Latin devletlerinin fe­
odal yapısı, bölgenin yerlisi olan halklardan o l d u k ç a kopuk­
tu; o y s a aslında aralarında y o ğ u n bir ilişki de m e v c u t t u .
Frenk idareciler ve b ö l g e y e yerleşen Haçlılar, ç o ğ u n l u ğ u
M ü s l ü m a n l a r d a n oluşan bu yerli halk sayesinde yaşamlarını
sürdürüyorlardı. Frenklerin pek ç o ğ u z a m a n l a Arapçayı ö ğ ­
rendiler ve M ü s l ü m a n kâtiplerin hizmetlerinden faydalandı­
lar. B ö y l e c e Haçlılar, Latin devletlerinde yaşayan M ü s l ü m a n ­
lar ve k o m ş u M ü s l ü m a n devletler ile aralarındaki ilişkiyi ar­
tırdılar ancak tıpkı M ü s l ü m a n e g e m e n l i ğ i altındaki İspanya
ve Sicilya'da o l d u ğ u gibi, burada da ilişkinin kültürel boyutu
zayıf kaldı. Bunun s o n u c u n d a Haçlılar, bir m e d e n i y e t ya da
bir d i n olarak İslam hakkındaki bilgisizliği a y n e n sürdürdüler.
Ö z e t l e Birinci Haçlı Seferi ve sonrasında Frenkler ile M ü s ­
lümanlar arasında kurulan d o ğ r u d a n ilişki, ne A v r u p a ' d a ne
de D o ğ u Latin topraklarında, batının İslam'ı algılayışı konu­
s u n d a bir g e l i ş m e s a ğ l a m a d ı . A m a bununla birlikte Haçlı ha­
reketinin s o n u c u n d a Avrupalılar, İslam g e r ç e ğ i n i n farkına
vardılar ve ilk Haçlı seferiyle kazanılan askeri zaferlerden
sonra, ö n c e d e n İslam'a karşı duyulan korku, g e ç i c i bir süre­
liğine de olsa yerini u m u t verici hayallere bıraktı.

96
B ö y l e c e İslam ve İslam'ın kurucuları, 12. yüzyılın başla­
rından itibaren A v r u p a ' d a d a h a bilinen kavramlar haline g e l ­
diler a m a bu kavramlar d a h a ç o k hayal g ü c ü n e dayanıyorlar­
dı. Bu hayali yaratan yazarlar, S o u t h e r n ' i n deyişiyle kazanılan
zaferlerin sarhoşluğuyla gerçekleri olabildiğince saptırmışlar­
61
dı. Kulaktan d o l m a ve eksik bilgiler esas alınarak ve sefer­
d e n geri d ö n e n Haçlıların anlattıkları ateşli hikâyelerden bü­
y ü k ö l ç ü d e etkilenerek oluşturulan bu İslam imajı, belli bir
süre içinde Batı A v r u p a ' d a iyice abartıldı ve bu s a y e d e Char­
l e m a g n e Efsaneleri, Virgil'in efsaneleri ve Britanya'nın efsa­
nevi tarihi gibi çeşitli Avrupa kaynaklı hayali masallar ortaya
çıktı. A n c a k , en azından 13. yüzyılın ortalarına kadar İslam
hakkındaki g e r ç e k bilgiler olarak kabul edilen, M ü s l ü m a n l a r
hakkındaki bu hikâyelerin kolayca saptırılmalarına ç o k da şa­
şırmamak gerekir. Tıpkı aynı d ö n e m d e ortaya çıkan Haşaşi
efsaneleri gibi bir süre sonra kendine has bir yazınsal biriki­
me ulaşan bu hikâyelere g ö r e Sarazenler (Müslümanlar) y a n ­
lış bir ü ç l e m e y e inanan şuursuz bir halktı ve M a h o m e t (Hz.
M u h a m m e d ) ise bir büyücü idi. H a t t a H z . M u h a m m e d R o ­
ma Kilisesi'nde bir kardinalken başkaldırmış ve Arabistan'a
62
kaçarak burada kendisi bir kilise k u r m u ş t u .
Bu sırada, asıl amaçları İslam'ı r e d d e t m e k ve kınamak ol­
sa da, A v r u p a ' d a birkaç şahıs tarafından, İslam'ı d a h a ciddi
bir şekilde i n c e l e m e k için, g ö z l e m l e r e ve metin i n c e l e m e l e ­
rine biraz da romansı bir hava eklenerek hazırlanmış dağınık
a m a çok kıymetli bazı girişimler de olmuştur. A v r u p a ' d a İs­
l a m hakkında ilk g e r ç e ğ e dayalı g ö z l e m l e r i n oluşmasını sağ­
lamış olan bu değişik yaklaşım ç o ğ u n l u k l a İspanya'da ortaya
çıktı. Yaklaşımın öncülerinden biri de asıl ismi M o s e s Sefardi
(öl. 1130) o l u p , 1106'da Hıristiyanlığa geçtikten sonra Ped­
ro de A l f o n s o ismini alan ve d a h a sonra İngiltere'ye g i d e r e k
Kral I. Henry'nin doktoru olan İspanyol bir Yahudi'dir. P e d r o

97
d e A l f o n s o , íspanya'daki Müslümanların arasında yaşadığı
için A r a p ç a y ı biliyordu ve M ü s l ü m a n topraklarına ait hikâye­
leri L a t i n c e y e ilk k e z O çevirdi. Anlaşıldığı kadarıyla, Kuran
hakkında da o l d u k ç a iyi bir bilgiye sahip o l m u ş ve M ü s l ü ­
manların öğretileri ve ibadetleri ile ilgili birinci ağızdan bilgi­
ler edinmiştir. Bir Hıristiyan ile bir Yahudi arasındaki konuş­
malardan oluşan Dialogi isimli eserinin 5. kısmı, İslam ve H z .
M u h a m m e d hakkındaki ilk yazılı kaynak o l m a özelliğini ta­
63
şır. P e d r o d e A l f o n s o ' n u n , sözlü kaynaklar yanında, g ü n ü ­
m ü z e u l a ş m a m ı ş bazı yazılı kaynaklardan da yararlanarak
1108 yılında hazırladığı İslam incelemesi, 12. yüzyıl hatta
belki de O r t a ç a ğ ı n sonraki dönemleri b o y u n c a , konu ile ilgi­
li en g e r ç e ğ e dayalı yazılı eser o l m a özelliğini taşımıştır. A m a
bu eserin, Avrupalıların İslam'ı algılayışları üzerinde büyük
bir etkisi o l m a d ı .

İslam hakkında g e r ç e k l e r e d a y a n a n bilgiler e d i n m e a m a ­


cı taşıyan, çok d a h a tutkulu bir proje, 1 1 2 2 ' d e n 1156 yılın­
da ö l ü m ü n e kadar Fransa'da C l u n y ' d e k i ö n e m l i bir Benedik-
tin manastırının başrahipliğini y a p a n M u h t e r e m Peter'in
azimli çalışmaları s a y e s i n d e ortaya çıktı. M u h t e r e m Peter,
Hıristiyanlığı sapkın inançlardan korumaya büyük ilgi d u y u ­
y o r d u ; O ' n a g ö r e bu sapkın inançlar arasında en başta İslam
g e l i y o r d u . Ayrıca M ü s l ü m a n l ı ğ ı n askeri harekâtlar yerine,
misyonerlik faaliyetleri ile kolayca alt edilebileceği d ü ş ü n c e ­
sine derinden bağlıydı. Bu nedenlerle, kendini İslam hakkın­
da, özellikle d e İslam'ın e n zayıf yönleri hakkında d o ğ r u v e
detaylı bilgiler t o p l a m a y a adadı; b ö y l e c e İslam'daki yanlış
inanışların herkes tarafından açıkça g ö r ü l m e s i sağlanacaktı.
Bu a m a ç l a 1 1 4 2 ' d e İspanya'ya yaptığı seyahatte, Kuran da
dâhil o l m a k üzere pek çok İslami metnin A r a p ç a d a n Latince­
ye t e r c ü m e edildiği m u a z z a m bir proje başlattı. S o n r a d a n bu
işi T o l e d o ' d a bulunan bir g r u p ç e v i r m e n e devretti ve burası

98
z a m a n l a , bilimsel d e ğ e r taşıyan A r a p ç a metinlerin L a t i n c e y e
çevrildiği bir m e r k e z haline g e l d i .
Batının İslam konusundaki araştırmalarında bir d ö n ü m
noktası olan, Kuran'ın Latinceye çevrilmesi, ilk k e z K e t t o n ' l u
Robert tarafından üstlenildi ve çeviri über legis Saracenorum
quem Alcoran vocant adıyla 1143 yılında t a m a m l a n d ı . M u h ­
t e r e m Peter, kendi d e s t e ğ i y l e ortaya çıkan çevirileri, İslami
öğretileri anlatan ö z e t bir çalışma (Summa totius haeresis
Saracenorum) ve eleştirel nitelikte İslam karşıtı bir eser ( U b e r
64
contra sectam sive haeresim Saracenorum) kaleme almak
için kullandı. Bu projenin s o n u c u n d a ortaya çıkan bir dizi La­
tince m e t i n g e n e l olarak Culniac C o r p u s v e y a T o l e d o Külliya­
65
tı adıyla a n ı l d ı ve bu külliyat O r t a ç a ğ A v r u p a ' s ı n d a İslam
k o n u s u n d a yapılan araştırmalar için başvurulan ilk bilimsel
kaynak haline g e l d i . M u h t e r e m Peter'in kendisi tarafından
sentezlerle oluşturulmuş bu eserlerde, A v r u p a ' d a sonradan
çıkan eserlerdeki kaba v e s a ç m a yorumlar yoktu. A m a o l ­
d u k ç a g e n i ş bir k e s i m c e tanımış o l m a s ı n a r a ğ m e n C u l n i a c
C o r p u s da, Avrupalıların İslam'a bakışları üzerinde pek etkili
o l a m a d ı . İslam üzerine yapılan ciddi çalışmalar, 12. yüzyılın
ikinci yarısında hâlâ Haçlıların Müslümanları ortadan kaldıra­
cakları u m u d u n u t a ş ı m a y a d e v a m e d e n Hıristiyan Avrupalı­
lar için p e k ilgi çekici nitelik taşımıyorlardı. Bu s e b e p l e , D o ­
ğ u l u M ü s l ü m a n l a r hakkında çıkan efsaneler, O u t r e m e r ' d e k i
Hıristiyan ç e v r e l e r d e o l d u ğ u kadar, batıda da rağbet g ö r m e ­
y e d e v a m etti. İslam hakkında d o ğ r u v e güvenilir kaynaklar
olarak g ö r ü l e n efsaneler, artık t a m a m e n kontrolden çıkmış
v e kendi k e n d i n e g e l i ş m e y e başlamışlardı.

12. yüzyılın sonlarından itibaren, Müslümanların felsefe


alanındaki çalışmaları k o n u s u n d a g e r ç e k bilgiler, A v r u p a ' d a
en azından eğitimli Latinler tarafından e l d e e d i l m e y e başlan­
dı. El-Kindi, el-Farabi ve İbni Sina'nın (Latince Avicenna) da

99
içinde o l d u ğ u en tanınan M ü s l ü m a n düşünürlerinin yazdıkla­
rı, C r e m o n a ' l ı G e r a r d (öl. 1187) tarafından ilk k e z olarak
A r a p ç a d a n Latinceye çevrildi ve diğer eserlerin tercümeleri
de T o l e d o ' d a k i ünlü ç e v i r m e n l e r grubu tarafından yapıldı. Bu
s a y e d e batılı düşünürlere yeni bir bakış açısını tanıma fırsatı
60
verilmiş o l d u . B ö y l e c e , R o g e r Bacon (öl. 1292) gibi e ğ i ­
timli Avrupalılar s a d e c e Müslümanların ilgi çekici düşünsel
başarılarına tanık olmadılar; bunun y a n ı n d a M ü s l ü m a n düşü­
nürlerin bazı fikirlerini ve metotlarını da kendi teolojik ve fel­
sefi çalışmalarına a d a p t e ettiler. A m a Müslümanların düşün­
sel alandaki bu başarılarının farkına varılışı bile, İslam hakkın­
daki A v r u p a efsanelerinin ortadan kalkmasını s a ğ l a y a m a d ı .
A y n ı d ö n e m d e Hıristiyan Avrupalıların Müslümanları as­
keri g ü ç l e ortadan kaldırma umutları y e n i d e n canlanmıştı ve
bu umut, M o ğ o l l a r ı n ortaya çıkmasıyla d a h a da arttı. C e n g i z
H a n ' ı n 13. yüzyılın başlarında kazandığı inanılmaz zaferler,
Avrupalıların A s y a ' d a İslam'ın ö t e s i n d e ayrı bir putperest
dünyanın varlığını fark etmelerini sağladı. Batıda g e n e l ola­
rak Tatarlar (klasik mitolojide Latince c e h e n n e m a n l a m ı n a
g e l e n Tartarus kelimesinden türemiştir) adıyla tanınan M o ­
ğollar, Hıristiyan batının dini ve coğrafi a n l a m d a isteklerinin
ö n e m l i ö l ç ü d e g e n i ş l e m e s i n e n e d e n o l d u . Bunun ayrıca H ı -
ristiyan-Müslüman ilişkileri üzerinde de etkisi o l d u . İlk baş­
lardaki kısa süreli kararsızlığın ardından Avrupalılar, M o g o l ­
lan Müslümanların ortadan kaldırılması için kullanabilecekle­
rinin farkına vardılar ve bu a m a ç l a M ü s l ü m a n l a r a karşı ittifak
oluşturmak için bir dizi diplomatik girişimlerde bulundular.
Bu sırada, çoktan M o ğ o l z u l m ü n d e n nasibini a l m a y a başla­
mış olan M ü s l ü m a n l a r da, g e l e c e k t e k i felaketleri ö n l e m e k
adına M o g o l l a r a barışçı öneriler sunmaktaydılar. Bağdat'taki
Abbasi halifesinin ve Alamut'taki Nizari İsmaili liderinin
1246'da, Büyük Han G u y u k ' u n tahta geçişi n e d e n i y l e M o ğ o -

100
listan a gitmeleri bu yaklaşımın bir s o n u c u y d u . M ü s l ü m a n l a r , ,
M o g o l l a r a karşı Hıristiyanların d e s t e ğ i n i alma konusunda ilk
başta yaptıkları girişimlerde başarısız olmuşlardı. İngiliz Be-
nediktin rahibi ve tarihçi M a t t h e w Paris'e (öl.1259) göre
Abbasi halifesi ve Alamut'taki İsmaili lideri, M o ğ o l l a r ' a karşı
Fransa kralı IX. Louis ve İngiltere kralı III. Henry'nin d e s t e ğ i ­
ni alabilmek a m a c ı y l a A v r u p a ' y a ortak bir h e y e t yollamışlar­
dı. A m a elçilerin anlattıkları A v r u p a kralları tarafından o l u m ­
67
lu karşılanmamıştı. Ö z e t l e bu d ö n e m , önemli bir s o n u c u
o l m a y a n Hıristiyanlarla M ü s l ü m a n l a r arasındaki d i p l o m a t i k
görüşmelerin yanında, Avrupalılar ile M o ğ o l l a r ve M ü s l ü ­
manlar ile M o ğ o l l a r arasındaki y o ğ u n diplomatik mesajlaş-
malar v e g ö r ü ş m e l e r l e g e ç t i .
Yukarıda anlatılanların bir g ö s t e r g e s i olarak, d a h a ç o k
A z i z Louis adıyla bilinen Fransa kralı IX. Louis, 7. ve s o n bü­
y ü k Haçlı seferini (1248-54) başlattı ve M o ğ o l l a r l a da d i p l o ­
matik alanda g ö r ü ş m e l e r e girişti. D a h a seferin başlarında,
1250 yılında D a m i e t t a ' d a y e n i l m e s i n e r a ğ m e n A k k a ' y a gitti
ve 1254 yılında kadar dört yıl süreyle Filistin'de kaldı. Bu d ö ­
n e m d e Suriye'deki Nizari İsmaililerinin bölgesel lideri D a ğ ı n
Ş e y h i ile Louis arasında karşılıklı hediyeleşmeler ve elçi ziya­
retleri gerçekleşti. IX. Louis M o ğ o l l a r ı n , Hıristiyanlığın N e s ­
turi m e z h e b i n e yakınlaştığı haberlerinden cesaretlenerek,
M o ğ o l l a r ile M ü s l ü m a n l a r a karşı ittifak kurmanın yollarını da
aradı. Bu a m a c a u y g u n olarak, Rubruck'lu William adındaki
bir Flaman Fransisken rahibini M o ğ o l i s t a n ' a , Büyük H a k a n
M ö n g k e ' n i n huzuruna yolladı. William 1254 yılında M o ğ o l
başkenti Karakurum'a vardı v e burada M ö n g k e ' n i n ö n ü n d e ,
M ü s l ü m a n , Budist ve Nesturi temsilcilerinin katıldığı büyük
bir dini tartışmaya iştirak etti. Rubruck'lu William bu tartış­
mayı ve İran İsmaililerinden de b a h s e d e n , M o ğ o l i s t a n seya­
hatinde karşılaştığı ö n e m l i konuları k a l e m e alarak, değerli bir

101
68
kaynak ortaya k o y d u . Ayrıca eserinde, kardeşi H ü l a g ü ' n ü n
k o m u t a s ı n d a İran'daki İsmaili kalelerine büyük bir ordu y o l ­
layan M ö n g k e ' y i ö l d ü r m e k için, 1254 yılında Karakurum'a
değişik kılıklarda ç o k sayıda İsmaili fedaisinin girdiğini anlat­
tı.»
Kısa bir z a m a n içinde Moğollar, hiçbir grubun etkisinde
k a l m a d a n t a m a m e n kendi inisiyatifleriyle, 1256 yılında
İran'daki İsmaili devletini ve 1258 yılında da Abbasi Halifeli-
ğ i ' n i yıkarak, Batı A s y a ' y ı fethettiler. D a h a da ileriye g i t m e l e ­
ri, S u r i y e ' d e M ü s l ü m a n l a r tarafından başarılı bir şekilde e n ­
g e l l e n d i . Bu s a y e d e O u t r e m e r ' d e k i Latin devletleri de
yaklaşık o t u z yıl kadar d a h a hayatta kalabildiler. M o ğ o l l a r
1285 ve 1290 yılları arasında kendiliğinden Avrupa'ya elçi­
ler y o l l a m a y a başlayınca, batılıların M ü s l ü m a n l a r a karşı Hıris­
tiyanlar ve M o ğ o l l a r ı n ortak bir saldırı gerçekleştirmesi u m u ­
d u g e ç i c i d e olsa y e n i d e n canlandı. A m a b u g ö r ü ş m e l e r d e n
bir s o n u ç çıkmadı ve Akka'nın 1291 ' d e Müslümanların eline
g e ç m e s i , Müslüman-Hıristiyan ilişkilerinde yeni bir d ö n e m i
başlattı. Bu olay s a d e c e O u t r e m e r ' d e k i Frenk hâkimiyeti ve
askeri varlığının ç ö k m e s i n e n e d e n o l m a d ı ; bunun y a n ı n d a
Hıristiyanların Müslümanları t a m a m e n ortadan kaldırma ha­
yallerinin de y o k olmasını sağladı. Yaklaşık iki yüzyıl süren
Haçlı hareketi (1096-1291) artık sona ermişti ve İslam'ın ta­
rih sahnesindeki yeri y a v a ş y a v a ş Avrupalılar ve Hıristiyan
dünyası tarafından fark e d i l m e y e başlanmıştı.
Bu sırada Avrupa'da, İslam'ı k ö t ü l e m e k amacıyla yürütü­
len s ö z d e bilimsel nitelikli birtakım bireysel girişimler halen
d e v a m ediyordu; bu girişimler R a y m o n d Lull (öl. 1315) ve
Ricoldo de M o n t e C r o c e ' n i n (öl. 1321) çalışmalarında zirve­
sine ulaştı. Hıristiyan bakış açısını yansıtan bu şahıslar, Haçlı
seferlerinin yerini, M ü s l ü m a n l a r arasında yürütülecek m i s y o ­
nerlik faaliyetlerine bırakması ve bu faaliyetlerin başarıya

102
ulaşması için de İslam inancı ve yerel diller üzerinde ciddi
70
çalışmalar yapılması gerektiğini s ö y l ü y o r l a r d ı . Lull bizzat
kendisi 1276 yılında, g e l e c e k t e k i misyonerlik faaliyetleri için
M a j o r c a ' d a A r a p ç a eğitimi v e r e n bir okul kurmuştu ve Vien-
ne Konseyi'nin 1311 yılında, A v r u p a ' d a k i b e ş üniversitede
d o ğ u dilleri k o n u s u n d a e ğ i t i m v e r e n bölümlerin kurulmasını
tavsiye e t m e s i n d e büyük payı vardı. 14. yüzyılın s o n u n d a ,
A v r u p a ' d a A r a p ç a bilen insanların sayısı m u h t e m e l e n yirmi­
d e n azdı ve 1234 yılında Haçlılar tarafından v a i z olarak g ö ­
revlendirilen Fransisken ve D o m i n i k a n rahiplerinin yürüttük­
leri misyonerlik faaliyetlerine baktığımızda, bunların hiçbir
etkisi o l m a d ı ğ ı n ı görürüz.
14. yüzyılda ve O r t a ç a ğ ı n sonraki d ö n e m l e r i n d e , İslam'ı
ö ğ r e n m e v e a n l a m a k o n u s u n d a duyulan istek n e r e d e y s e ta­
m a m e n y o k o l d u v e ö n c e d e n yaratılan popüler imaj y e n i d e n
hareketlendi. Özellikle M a r c o P o l o ' n u n renkli d o ğ u hikâye­
leri, Avrupalıların İslam ve D o ğ u M ü s l ü m a n toprakları üstün­
deki fantezilerine yeni bir i v m e kazandırdı. 15. yüzyılın s o ­
n u n a g e l i n d i ğ i n d e , Hıristiyanlığın M ü s l ü m a n l a r üzerindeki
bu sabit g ö r ü ş ü R o m a Kilisesi tarafından onaylandı ve böyle­
ce cahillikle hayalciliğin karışımı olan bu bozuk imajın etkile­
rinin g ü n ü m ü z e kadar ulaşmasını sağlandı. W . M . Watt'a g ö ­
re, 19. yüzyıla kadar Avrupalıların anlayışının temelini oluş­
turan bu imajın dört ana özelliği şunlardı: (1) İslam yalan
üzerine kuruludur ve maksatlı olarak doğruları saptırmakta­
dır, (2) İslam, şiddet ve savaşın hâkim o l d u ğ u bir dindir, (3)
İslam, zevk d ü ş k ü n l ü ğ ü n ü n hâkim o l d u ğ u bir dindir, (4) M u -
71
h a m m e d bir Hıristiyan d ü ş m a n ı d ı r .

Bizans başkenti Konstantinopolis'in 1453 yılında İslam


dünyasının yeni süper g ü c ü olan Türklerin eline g e ç m e s i y l e
birlikte, Hıristiyan din bilimcilerinin İslam'a olan ilgileri kısa
bir süre için tekrar canlandı; S o u t h e r n bu kısa d ö n e m i "bir

103
72
anlık kavrayış" olarak adlandırmıştır. A m a yine d e O r t a ç a ğ
sonlarına g e l i n d i ğ i n d e , Avrupalıların İslam hakkındaki bilgi­
leri hâlâ şaşırtıcı d e r e c e d e kıttı.
Sonraki d ö n e m l e r d e Avrupalıların İslam algılayışlarında
yaşanan gelişmeler, şarkiyatçılığın ilk dönemleri ve batıdaki
İslam çalışmalarının g e l e c e k t e k i seyri gibi konular bu kitabın
kapsamının dışındadır. Bununla ilgili olarak, İslam dini ve ta­
rihi k o n u s u n d a g e r ç e k a n l a m d a sistematik çalışmaların baş­
langıcının, Paris'teki C o l l e g e de France'da düzenli olarak
A r a p ç a eğitimi v e r i l m e y e başlandığı, 16. yüzyılın yani Re­
form yüzyılının son d ö n e m l e r i n e dayandığını ve ancak 1613
yılında L e i d e n ' d e v e 1630'larda C a m b r i d g e v e O x f o r d ' d a
A r a p ç a kürsülerinin kurulmasından sonra, A v r u p a ' d a A r a p
dilindeki kaynaklar üzerinde ciddi çalışmaların g e r ç e k anlam­
da başladığını bilmek yeterli olacaktır. Bu g e l i ş m e l e r e rağ­
m e n , O r t a ç a ğ b o y u n c a Hıristiyanların İslam araştırmalarına
hâkim olan dar ve k ö t ü l e m e y e o d a k l a n m ı ş bakış açısı, ancak
17. yüzyılın sonlarından itibaren k o n u y a bilimsel y ö n t e m l e r ­
le y a k l a ş m a tavrına d ö n ü ş m e y e başlamıştır. Yanlış ve mak­
satlı olarak ortaya çıkmış değerlendirmeleri tercih e d e n g e ­
nel eğilimin y o k o l u p , yerini orijinal metinlerden çıkan bul­
gularla e l d e edilen tarafsız bilgilere bırakması ve Kraliyet Kü-
t ü p h a n e s i ' n d e ve Avrupa'nın diğer bölgelerinde bulunan kü-
tüphanelerdeki sayıları g ü n d e n g ü n e artan z e n g i n orijinal İs­
lam el yazmalarına g i t g i d e d a h a kolay ulaşılabilinmesi, m o ­
dern ç a ğ ı n başlarında şarkiyatçılığın açtığı g e n i ş alanda İs­
lam'ın d a h a bilimsel bir şekilde i n c e l e n m e s i n e z e m i n hazır­
lamışlardır.
H e m batıdaki h e m d e O u t r e m e r ' d e k i O r t a ç a ğ d ö n e m i
Avrupalıları, İslam'ın en temel unsurları k o n u s u n d a bile bil­
gisiz olduklarına g ö r e , elbette ki büyük Sünni-Şii ayrımı da
dâhil o l m a k üzere, İslam'ın içindeki bölünmeler ile İslami ta-

104
rikatlar ve karmaşık inanış şekilleri hakkında hiçbir şey bilme­
mekteydiler. İşin g e r ç e ğ i , D o ğ u Latin topraklarında uzun yıl­
lar geçiren ve b ö l g e d e k i M ü s l ü m a n l a r l a sürekli ilişki içinde
bulunan en bilgili Haçlı tarihçilerinin bile, M ü s l ü m a n toplu­
lukları k o n u s u n d a detaylı bilgiler e d i n m e k için ç a b a sarf et­
tiklerini g ö s t e r e n bir kanıt yoktur. Ne tuhaftır ki; bu tarihçiler­
d e n Surlu William ve Vitryli J a m e s gibi bazı din bilimciler,
Haçlı devletlerinde rahip ve başrahiplik g ö r e v l e r i n d e bulun­
muşlar ve bir y a n d a n da bölgelerindeki M ü s l ü m a n topluluk­
larını Hıristiyanlığa g e ç i r m e y e çalışmışlardır. Aynı d ö n e m d e
hatta d a h a önceki d ö n e m l e r d e k i İsmaili dailerinin benzer uy­
gulamalarına bakıldığında, güttükleri politikanın g e r e ğ i ola­
rak, kendi taraflarına g e ç i r m e y e çalıştıkları halkların dilleri ve
inanışları k o n u s u n d a bilgi sahibi o l m a k için uğraşmaları ve
Dar el-Hikma ve Fatımi Kahire'deki d i ğ e r eğitim kurumların­
da bu konularda y o ğ u n eğitimler almaları dikkat çekici bir te­
zat oluşturmaktadır. M o d e r n çalışmaların e l d e ettiği bulgula­
ra g ö r e , ö r n e ğ i n meşhur bir İsmaili düşünürü ve Fatımi d ö ­
neminin en büyük dai din bilimcilerinden biri olan el-Kirma-
ni, Yahudilerin ve Hıristiyanların kutsal kitapları k o n u s u n d a
o l d u k ç a bilgi sahibiydi ve İbranice ile bazı Suriye dillerini de
73
b i l i y o r d u . El-Kirmani 1021 yılında ö l d ü ğ ü n d e , Hıristiyan
din bilimcileri hâlâ İslam'ı İncil t e m e l i n d e anlamlandırmaya
çalışıyorlardı v e H z . M u h a m m e d ' i n ismi, İspanya v e Sicilya
dışında, Avrupa'daki Hıristiyanların ç o ğ u tarafından bilinme­
mekteydi.www.cizgiliforum.com
İslam'ı yanlış bir inanış hatta Hıristiyanlığın saptırılmış bir
hali olarak algılayan Haçlılar ve tarihçileri, İslam hakkındaki
gerçekleri ve ilk a ğ ı z d a n alabilecekleri bilgileri ö ğ r e n m e y e
p e k ilgi duymadılar. T a m tersine, kendilerine şeytani bir şey
gibi g e l e n bu o l g u y u kötülemeyi ve inkâr etmeyi amaçladı­
lar. Durum b ö y l e olunca, bu amaçlarına hizmet e d e n sanki

105
g e r ç e k m i ş gibi gösterilen hayali ve u y d u r m a hikâyelere,
bunlara ilave olarak Müslümanların v e y a Haçlıların büyük il­
gisini ç e k e n Haşaşiler gibi alt grupların inanışları ve y a ş a m ­
ları hakkındaki yanlış g ö z l e m l e r ve abartılmış yarı d o ğ r u ger­
çeklere inanmaları d a h a da kolaylaştı.
12. yüzyılın başlarında Haçlıların, Suriye'deki Nizari İsma-
ilileri ve Mısır'daki Fatımiler tarafından temsil edilen Şii t o p ­
luluklarıyla t e m a s a g e ç m e l e r i n e r a ğ m e n O r t a ç a ğ Avrupalıla­
rı, Şiilik ve Şiiler ile Sünni ç o ğ u n l u k arasındaki temel öğreti
farklılıkları konusundaki bilgisizliklerini d e v a m ettirdiler. Bel­
li ki Haçlılar, Suriye Nizarileri ile Mısır Fatımilerinin, kendi ba­
şına Şiiliğin büyük bir kolunu temsil e d e n İsmaililiğin birbiri­
ne rakip iki alt grubu olduklarının farkına varamamışlardı. Ş i ­
iliğin bir diğer büyük kolunu oluşturan ve Suriye ile Yakın D o -
ğ u ' d a k i diğer bölgelere yayılan On İki i m a m a Şiilik hakkın­
da da hiçbir şey bilmiyorlardı.
A m a hiç yoktan Haçlılar, Şii (İsmaili) Müslümanları ile gir­
dikleri temasın s o n u c u n d a , t a m net olarak a n l a m a m ı ş olsalar
da Şia'yı İslam t o p l u m u n u n kalanından ayıran farklılıklar k o ­
n u s u n d a biraz olsun bilgi sahibi oldular. Ö r n e ğ i n bu k o n u d a
s ö y l e y e c e k bir şeylere sahip ilk Haçlı tarihçisi olan Surlu Wil­
liam 1180'de, Şia inancına g ö r e tanrının İslam'ı, tek g e r ç e k
p e y g a m b e r olan Hali (Hz. Ali) aracılığıyla d ü n y a y a y o l l a m a
niyetinde o l d u ğ u n u , ancak Cebrail'in hata y a p ı p , g ö r e v i M e -
h e m e t ' e (Hz. M u h a m m e d ) verdiğini söyleyerek, Şiilik konu­
74
sundaki tüm bilgisini g ö z l e r ö n ü n e sermiştir. Sonraki H a ç ­
lı tarihçileri de O ' n u n bu saptamalarını e s a s almışlardır.
1216'dan 1228'e kadar A k k a başrahipliği y a p a n bir d i ğ e r
ö n e çıkan tarihçi Vitryli J a m e s , Sünniler ile Şiiler arasındaki ri-
tüellerdeki farklılıklar k o n u s u n d a biraz olsun bilgili o l d u ğ u n u
g ö s t e r m i ş a m a s ö z konusu farklılıkları yanlış anlayarak, H z .
Ali yandaşlarının H z . M u h a m m e d ' i kötüleyerek, O ' n u n kur-

106
d u ğ u d ü z e n d e n farklı bir düzeni benimsediklerini belirtmiş­
75
tir. Sonradan İslam hakkında d a h a ciddi bir çalışma ortaya
koyan v e g ö r ü n d ü ğ ü kadarıyla Yakın D o ğ u y a yaptığı seya­
hatte Irak'taki On İki İ m a m c ı Şiilerle de g ö r ü ş e n Ricoldo de
M o n t e C r o c e bile Müslümanların ç o ğ u n u n , H z . M u h a m -
m e d ' i n y a n ı n d a yer aldığını v e H z . M u h a m m e d ' i n , H z .
Ali'nin hakkını yediğini d ü ş ü n e n azınlığın ise O ' n u n tarafına
76
geçtiğini söyleyerek g e r ç e k l e r d e n sapmıştır.
B ö l g e y e seyahat e d e n Avrupalıların d a h a d o ğ r u bilgiler
e d i n m e y e başlamaları, ancak On İki İ m a m c ı Şiiliğin İran'daki
Safevi D e v l e t i ' n d e resmi devlet dini olarak kabul edildiği
1501 yılından sonra m ü m k ü n olabilmiştir. Safevi d ö n e m i n d e
ve sonraki d ö n e m l e r d e İran'ı ziyaret e d e n Portekizli, İspan­
yol, İtalyan ve d i ğ e r Avrupa milletlerine m e n s u p casuslar,
tüccarlar, diplomatlar ve seyyahlardan g ü n ü m ü z e kalan yazı­
lı kaynaklar gösteriyor ki; bu ilerleme bile yavaş olmuştur.
İşin d o ğ r u s u , m o d e r n zamanlardaki Şii araştırmaları bile, İs­
l a m ' a hâlâ genellikle Sünniler ve Arapların bakış açısında
yaklaşan Batılı İslam çalışmalarının etkisinde kalmaya d e v a m
etmektedir. Ö y l e y a d a böyle Haçlıların, O n İki İ m a m c ı v e İs-
maili kolları da dâhil o l m a k üzere, g e n e l olarak Şii İslam hak­
kında t a m a m e n bilgisiz olduklarını g ö z ö n ü n e aldığımızda,
Nizari İsmaililerinin g e r ç e k inançları ve y a ş a m şekilleri hak­
kında da h e m e n h e m e n hiçbir şey bilmediklerini tahmin et­
m e k mantıklı olacaktır. Bu b ö l ü m ü n d e v a m ı n d a , 12. ve 13.
yüzyıllardaki "Haçlı-Haşaşi" karşılaşmaları ve Haçlıların Niza­
ri İsmailileri hakkındaki bilgilerinin boyutu konularındaki
m e v c u t bulgular değerlendirilecektir. O r t a ç a ğ d a Haşaşi efsa­
nelerinin nasıl oluştuklarını ve yayıldıklarını tam olarak anla­
m a k ancak bu d e ğ e r l e n d i r m e y l e g e r ç e k anlamda m ü m k ü n
olabilir.

K u d ü s ' ü n Haçlıların eline g e ç m e s i n d e n birkaç yıl sonra,

107
H a s a n Sabbah'ın Iran'lı casusları, Nizari İsmaili hareketini
bölgesel olarak o r g a n i z e ve idare e t m e k için Kuzey Suriye'ye
y o l l a n m a y a başladılar. Ö n c e d e n d e değinildiği üzere b u N i ­
zari daileri'nin Suriye'deki işleri ç o k d a h a çetrefilliydi ve
amaçlarına ulaşabilmek için bir g r u p d a ğ kalesini kontrol al­
tına almaları gerektiğini anlayana kadar, yarım yüzyıl kadar
y o ğ u n ç a b a sarf etmeleri gerekti. Suriye'deki Nizari daileri
d a h a en başlardan itibaren, çoktan b ö l g e d e k i askeri varlığını
g e n i ş l e t m e y e başlamış olan Haçlılarla t e m a s ve çatışmalara
başladılar. 1113'e kadar çatışmalarla süren bu ilk aşamanın
ardından, Suriye'deki Nizari faaliyetleri H a l e p ' i m e r k e z seçti;
şehrin Selçuklu idarecisi Rıdvan, tarikat üyelerini g e ç i c i ola­
rak koruması altına almıştı. El-Hakim e l - M ü n e c c i m adıyla bi­
linen, Suriye Nizarileri'nin ilk bölgesel liderinin, H i m s ' i n ida­
recisi ve Rıdvan'ın baş düşmanlarından biri olan C e n a h el-
Davla'yı öldürmesi için bir g r u p fedaiyi g ö r e v l e n d i r m e s i n i n
sebebi belki de bu karşılıklı işbirliğinin bir s o n u c u y d u . Bu fe­
dailer t a m iş üstündeyken C e n a h el-Davla'nın muhafızları ta­
rafından öldürülmüşlerdir. 1103 yılının M a y ı s ayında H i m s ' i n
görkemli camiindeki C u m a namazı sırasında yaşanan bu
olay, Suriye Nizarileri tarafından halka açık m e k â n l a r d a yapı­
lan ve kendilerini feda e t m e y ö n ü y l e Haçlı çevrelerinde bü­
yük ilgi uyandıran suikast girişimlerinin ilkiydi.
Nizariler H a l e p ' t e n organize ettikleri operasyonların s o ­
nucunda, 1106'da H a l e p ' i n ileri karakolu vazifesi g ö r e n ve
kaleyle korunan A p a m e a ' n ı n idarecisini bir g r u p fedai ile öl­
dürerek şehri kolayca e l e geçirdiler ve etki alanlarını g e n i ş ­
lettiler. A m a A p a m e a ' y ı Suriye'deki ilk Nizari kalesi y a p m a
girişimi kısa ömürlü o l d u . Birkaç ay sonra Eylül 1106'da, ci­
vardaki önemli merkezleri ö n c e d e n e l e g e ç i r e n A n t a k y a ' n ı n
yetenekli kralı Tancred A p a m e a ' y ı başarılı bir şekilde kuşattı
ve şehri teslim o l m a y a zorladı. A p a m e a ' d a kalan yeni Niza-

108
ri lideri Ebu Tahir ve en yakınındaki yardımcıları şehri teslim
ederek, m a h k û m olmaktan kurtuldular v e H a l e p ' e geri d ö n ­
düler. A p a m e a ' d a k i bu olaylar, Suriye'deki Nizari İsmailileri
ile Haçlıların ilk olarak karşılaşmalarını simgeler. Bundan bir­
k a ç yıl sonra 1110 yılında, C e b e l e l - S u m m a k ' d a k i d a h a az
ö n e m e haiz Kafarlahta'nın d a Tancred'in eline g e ç m e s i n e
mani olamadılar.
1111 yılından itibaren, b ö l g e d e k i ç o ğ u n l u k İmami Şii ve
Sünni topluluklarının Nizariler'e karşı tavır a l m a y a başlamala-
rıyla, Halep'teki d u r u m g ü ç l e ş m e y e başladı. Dahası, İran'da
şiddetli bir İsmaili karşıtı politika g ü t m e k t e olan bölgenin y e ­
ni Selçuklu lideri, H a l e p ' t e k i Selçuklu liderine, aynı politika­
ları b ö l g e d e k i Nizarileri üzerinde de uygulaması için baskı
y a p m a y a başladı. Rıdvan'ın o ğ l u ve halefinin 1113'te kendi
b ö l g e s i n d e g e n i ş çaplı bir Nizari karşıtı k a m p a n y a başlatma-
sıyla Halep'teki Nizari varlığı onarılamayacak şekilde tersine
d ö n d ü . Ebu Tahir ve iki y ü z kadar ö n d e g e l e n Nizari yakala­
narak idam edildi; b ö y l e c e Nizarilere karşı g ü n d e m d e olan
öfke, H a l e p ' t e büyük bir kıyımla patlamış oldu. Buna r a ğ m e n
Halepli Nizarilerin ç o ğ u civardaki bölgelere kaçtı. Bir kısmı
Frenk topraklarına sığındı, küçük bir g r u p ise gizli bir şekilde
K u z e y Suriye'deki birkaç kasabada varlıklarını s ü r d ü r m e y e
d e v a m ettiler.
Halep'teki çöküşlerinin ardından Nizariler, yeni önderle­
ri, başka bir iranlı dai olan Bahram tarafından Suriye'de y e n i ­
d e n o r g a n i z e oldular. Bu ikinci d ö n e m d e merkezlerini g ü n e y
Suriye'deki Ş a m ' a taşıdılar ve burada önemli bir destek bul­
dular. Ş a m ' ı n Haçlılar tarafından tehdit altına d ü ş m e y e baş­
ladığı 1125 yılına g e l i n d i ğ i n d e Nizariler, ilerleyen Frenklere
karşı savaşacak Ş a m ' ı n Türk lideri Tuğtigin'in ordusuna aske­
ri bir birlikle katılacak kadar güçlenmişlerdi. 1126 yılında
Bahram T u ğ t i g i n ' d e n K u d ü s Latin Krallığı'nın sınırında yer

109
alan Baniyas kalesini istedi ve isteği kabul edildi. Bahram Ba-
niyas'ı güçlendirdi ve burayı karargâhı olarak kullandı. Bun­
d a n kuvvet alarak, Nizari öğretilerini Ş a m ' d a açıkça y a y m a ­
ya başladı, şehirdeki Sünnilerin öfkesini çekti. Artık Suri­
y e ' n i n dört bir yanına Nizari daileri yollanıyor, kasabalarda ve
kırsal b ö l g e l e r d e ç o k sayıda y a n d a ş kazanılıyordu.
Nizarilerin g ü n e y S u r i y e ' d e e l d e ettikleri bu başarı da kı­
sa ö m ü r l ü oldu. 1 1 2 8 ' d e Bahram bölgesel bir A r a p kabilesi­
ne karşı yapılan bir savaşta hayatını kaybetti ve aynı yıl Niza-
riler'in Ş a m ' d a k i koruyucusu Tuğtigin de ö l d ü . 1129 yılında,
Tuğtigin'in o ğ l u ve halefi Buri, Nizarilere yönelik g e n e l bir kı­
y ı m hareketi başlattı; 6 bin kadar Nizari, Ş a m ' d a k i ç o ğ u n l u ­
ğu oluşturan Sünniler tarafından destek g ö r e n şehir kuvvet­
lerinin elinde can verdi. Bu olaylardan kısa bir süre sonra,
Baniyas'taki k o n u m u n u n zayıfladığının farkına varan Bah-
ram'ın halefi ismail e l - A c a m i Ş a m ' a ilerlemeyi planlayan Kral
II. B a l d w i n ' e (1118-31) bir m e k t u p yazdı ve kendisine sığın­
ma hakkı verilmesi karşılığında Baniyas'ı Frenklerin kontrolü­
ne v e r m e y i teklif e t t i . 7 7 Bundan sonra, dai İsmail, yanına yar­
dımcılarını da alarak K u d ü s Latin Krallığı'na sığındı ve kısa bir
süre sonra, 1130 yılının başında ö l ü m ü n e kadar burada y a ­
şadı. Buri ise d a h a sonra, hareketlerinin d e v a m e t m e s i n e izin
v e r m e m e s i n i n ö c ü olarak iki Nizari fedaisi tarafından öldürül­
d ü ; a m a Nizariler bundan sonra Ş a m ' d a v e g ü n e y S u r i y e ' d e
e l d e etmiş oldukları k o n u m u bir d a h a geri kazanamadılar. Bu
arada Nizari ve Mustali ismailileri arasında kızışan rekabet,
Suriye'deki Nizari unsurlarının kesin bir zafer e l d e etmelerine
kadar sürdü.

1120'lerin başı olarak n i t e l e y e b i l e c e ğ i m i z bu d ö n e m d e ,


Fatımi halifesi el-Amir, Nizarilerin ilk k e z olarak aşağılayıcı bir
şekilde " H a ş a ş i y e " ismiyle anıldığı Nizari karşıtı m e k t u b u n u
yayınladı. D a h a ö n c e d e bahsedildiği gibi el-Amir 1 1 3 0 ' d a

110
bir g r u p fedai tarafından öldürüldü ve bundan kısa bir süre
sonra S u r i y e ' d e Mustali Ismaililiği y o k o l d u .
12. yüzyılın ilk yarısında, Frenkler ile Fatımiler arasında
da pek ç o k ç a t ı ş m a vuku bulmuştur. Başta Haçlı tehdidini ha­
fife alan g e l m i ş g e ç m i ş en kudretli Fatımi veziri el-Afdal, ya­
pılan g ö r ü ş m e l e r d e n h e p eli boş çıktı. Ö n c e d e n de bahsedil­
diği üzere, Haçlılar K u d ü s ' ü kolayca Fatımilerin elinden aldı­
lar ve ayrıca bizzat el-Afdal'ın komutasındaki Fatımi ordusu­
nu da y e n i l g i y e uğrattılar. El-Afdal'ın, Haçlılarla d a h a etkili
bir anlaşmaya v a r m a amacıyla bundan sonra sarf ettiği çaba­
lar da başarısızlıkla sonuçlandı. Sur'un Haçlıların eline g e ç t i ­
ği 1124 yılında, D o ğ u A k d e n i z ' d e ö n c e d e n beri Fatımilerin
e l i n d e olan şehirlerden geriye s a d e c e A s c a l o n kalmıştı v e
Fatımilerin kıyıdaki son kalesi olan bu şehir de 1153 yılında
kaybedildi. Aynı d ö n e m d e 1117 yılında, Mısır dahi g e ç i c i bir
süre Kral 1. Baldwin tarafından işgal edildi. 1121 yılında el-
Afdal halife el-Amir'in kışkırtılmasıyla ö l d ü r ü l d ü ğ ü n d e , Niza-
ri suikastlarının ünü artık o kadar yayılmıştı ki, bu cinayet de
h e m e n onlara atfedildi. Çünkü 1 0 9 4 ' d e Nizar'ın halifelik hak­
kının elinden alınmasına n e d e n olan el-Afdal, Nizarilerin baş
düşmanlarından biri olarak görülüyordu.

Ç ö k e n Fatımi idaresinin son yıllarında, Fatımiler ile Haçlı­


lar arasında başka çatışmalar da o l d u . Fatımi e g e m e n l i ğ i n d e ­
ki toprakları Latin krallığına dâhil e t m e konusunda kendine
h a s y ö n t e m l e r e sahip olan ve bu k o n u d a Halepli Zengilerle
rekabet içinde bulunan Kudüs kralı I. Amalric, 1 1601ı yıllar­
da Mısır'a üç ayrı sefer düzenleyerek, Fatımi devletini res­
78
m e n h i m a y e altında bir d e v l e t e d ö n ü ş t ü r d ü . Fatımi halife­
liğinin ç ö k ü ş e gittiği aynı d ö n e m d e , 1167 yılında Amalric
son Fatımi halifesi e l - A d i d ' e (1160-71) bir heyet yolladı ve
Fatımi hazinesinden kendisine d o l g u n miktarda yıllık vergi
ö d e n m e s i n i O ' n a kabul ettirdi. Başlarında C a e s a r e a ' l ı

111
H u g h ' u n b u l u n d u ğ u bu heyette yer alan Frenk şövalyeleri,
Fatımi krallığının d ü z e n l e d i ğ i görkemli törenden çok etkilen­
79
mişlerdi.
Bu arada Suriyeli Nizari Ismailileri, 1129 yılında Ş a m ' d a ­
ki çöküşlerinin ardından g e ç e n o t u z yıla yakın d ö n e m i tem­
sil e d e n , başlangıç dönemlerinin ü ç ü n c ü aşamasını yaşıyor­
lardı ve bu d ö n e m içinde nihayet C e b e l Bahra'nın (modern
ismiyle C e b e l Ensariye) g ü n e y kısmında birbiriyle bağlantılı
d a ğ kalelerine sahip olmuşlardı. D a h a ö n c e Frenkler aynı
b ö l g e y e kendileri y e r l e ş m e k istemişler ancak başarılı o l a m a ­
mışlardı. Suriye Nizarileri 1133 yılında, bundan birkaç yıl ö n ­
ce bölgeyi Frenklere karşı korumuş bir M ü s l ü m a n liderinden
ilk kaleleri olan K a d m u s ' u satın aldılar. 1137 yılında bir Frenk
g a r n i z o n u olarak kullanılan Kariba kalesi bölgedeki Nizarile-
rin eline g e ç t i . 1140'da Nizariler, Suriye'deki en önemli ka­
leleri olan ve sonradan d o ğ a l olarak Suriye Nizarilerinin baş
daileri için karargâh vazifesi g ö r e n Masyaf'ı ele geçirdiler.
H e m e n h e m e n aynı zamanlarda, A n t a k y a v e Trablusgarp'ta-
ki Frenk topraklarına ç o k yakın olan Kahf ve C e b e l Bahra'da-
ki birkaç başka kale d a h a Nizarilerin o l d u . Suriye Nizarileri
ileride bu b ö l g e d e Frenklerle, özellikle de 1142 yılında Trab-
lusgarp'ın idarecisinden C e b e l Bahra'nın h e m e n g ü n e y
u c u n d a yer alan büyük bir kaleyi alan Hospitaller şövalyeleri
ile sayısız çatışmalara gireceklerdi. Şövalyelerin sahip oldu­
ğu bu büyük kale Krak d e s Chevaliers adıyla tanındı.
Suriye Nizarilerinin, C e b e l Bahra'daki konumlarını g ü ç ­
lendirdikleri d ö n e m d e k i harici ilişkileri k o n u s u n d a p e k fazla
şey bilinmemektedir. A n c a k adı Ali bin Wafa olan bir şahsın
önderliğindeki bir g r u p Nizari'nin, Şii karşıtı zalim hareketle­
ri ile İsmaililerin de düşmanlığını artırmış olan H a l e p ' i n Z e n -
gi idarecisine karşı Antakyalı R a y m o n d ' u n d ü z e n l e d i ğ i hare­
kâtta kendisine katıldıkları bilgisi mevcuttur. H e m Ali h e m

112
d e R a y m o n d 1149 yılında Inab'da m u h a r e b e m e y d a n ı n d a
80
hayatlarını kaybettiler. Birkaç yıl sonra 1152'de, bir fedai
takımı Trablusgarplı kont II. R a y m o n d ' u şehrin kapısının
ö n ü n d e öldürdüler; olay esnasında kontun y a n ı n d a olan v e
O ' n u kurtarmaya çalışan bir d i ğ e r şövalye, Merle'li Ralph de
81
aynı şekilde ö l d ü r ü l d ü . Suriye Nizarilerinin ilk Frenk kurba­
nı olan II. R a y m o n d ' u n n e d e n ö l d ü r ü l d ü ğ ü hiçbir z a m a n bi­
linemedi. D a h a sonra Trablusgarp'a g i d e n K u d ü s kralı III.
Baldwin bu olaydan dolayı büyük ü z ü n t ü y e kapıldı ve akra­
bası için büyük bir c e n a z e töreni o r g a n i z e edilmesini emret­
ti. A r d ı n d a n Frenkler y o ğ u n bir öç a l m a d u y g u s u y l a M ü s l ü ­
manlara yönelerek, büyük katliamlar yaptılar ve Tampliye ş ö ­
valyeleri Suriye Nizarilerine k o m ş u toprakları işgal e d e r e k ta­
rikat üyelerine yıllık iki bin altın tutarında vergi ö d e m e y e
m a h k û m ettiler.
1160'ların başında Suriyeli Nizariler, Haçlıların " D a ğ ı n
Ş e y h i " dedikleri, en büyük liderleri Raşid el-Din Sinan idare­
sinde yeni bir d ö n e m e girdiler. Sinan Nizari kalelerini g ü ç ­
lendirdi, Suriye Nizari t o p l u m u n u n k o n u m u n u sağlamlaştırdı
v e ayrıca her d a i m halkının güvenliğini v e bağımsızlığını g ö ­
zeterek, Frenklere ve çevredeki M ü s l ü m a n g ü ç l e r e karşı
d o s t ç a politikalar izledi. Bunlara ilave olarak, Nizari fedaile­
rinden oluşan birliği y e n i d e n o r g a n i z e etti ve seçtiği hedef­
lere ulaşmak için onlardan azami ö l ç ü d e faydalandı.
Sinan Suriye Nizarilerinin önderi o l d u ğ u n d a , Trablusgarp
ve Antakya'daki Frenkler ile Nizariler arasında aralıklarla
u z u n z a m a n d a n beri d e v a m e d e n sınır çatışmaları v u k u bul­
maktaydı. S ö z konusu çatışmalar 1160ların sonunda, K u d ü s
kralı I. Amalric'in, Tampliye ve Hospitaller şövalyelerinin hiz­
metlerine başvurup, onlara ç o k sayıda kale ve etrafındaki
toprakları v e r m e s i y l e d a h a da şiddetlendi. Bu arada Nizari­
ler, artık Tortosa ve kuzeyindeki pek çok bölgeyi kontrolleri

113
altına almış olan Tampliye şövalyelerine yıllık vergi ö d e m e ­
y e d e v a m ediyorlardı. B u d ö n e m d e ayrıca M ü s l ü m a n birliği­
nin kahramanı S e l a h a d d i n ' i n yükselişine tanık olundu ve S e -
lahaddin özellikle Fatımileri ortadan kaldırıp, Z e n g i l e r d e n
ayrılarak bağımsızlığını ilan ettikten sonra, Suriye Nizari top­
l u m u n u n varlığı üzerindeki en büyük tehdit haline g e l d i .
Bu koşullar altında Sinan kral I. Amalaric ile yaptığı g ö ­
rüşmeler yoluyla, k o m ş u s u Hıristiyan Frenklerle d o s t ç a bir
ilişki kurmaya çalıştı. Bu diplomatik çabaların göstergesi ola­
rak 1173 yılında, Latin krallığı ile resmen uzlaşarak, Nizarile-
rin Tampliye şövalyelerine ö d e m e k zorunda oldukları ağır
v e r g i d e n kurtulmasını s a ğ l a m a k u m u d u y l a A m a l r i c ' e Boab-
d e l l e (Abd Allah) a d ı n d a bir elçi yolladı. Nizari heyeti A m a l -
ric tarafından olumlu bir tepki aldı ve A m a l r i c kendisinin de
Nizari liderine bir elçi yollayacağını ve ö d e m e k zorunda ol­
dukları verginin yakında kalkacağını söyledi. A n c a k bu g ö ­
rüşmelerden d o ğ a l olarak rahatsız olan Tampliye şövalyele­
ri, Sinan'ın elçisini d ö n ü ş y o l u n d a Mesnil'li Walter adındaki
şövalyelerine yakalatıp, öldürttüler. 1171-9 yılları arasında
Tampliye'nin önderliğini y a p m ı ş olan büyük St. A m a n d ' l ı
O d o ' n u n emriyle gerçekleştirilen bu suikastı d u y a n A m a l r i c
çok öfkelendi; O d o katilin cezalandırılması talebini de red­
detti. Amalric bizzat k o m u t a ettiği bir birlikle S i d o n ' a yürüdü
ve buradaki Tampliye k o n a ğ ı n d a kalan Walter'ı yakalatarak,
O ' n u Sur'daki h a p i s h a n e y e yolladı; ayrıca S i n a n ' a d a özürle­
rini iletti. Surlu William, bu elçilik görüşmeleri esnasında Si­
nan'ın Amalric'e, kendisinin ve halkının Hıristiyanlığa g e ç m e
niyetinde olduklarını, bu a m a ç l a kendilerine Hıristiyanlığı
ö ğ r e t e c e k ö ğ r e t m e n l e r yollamasını u m u t ettiklerini ifade et­
tiğini s ö y l e r . 8 2 Belli ki Surlu William, Sinan'ın Hıristiyan
Frenklerle ilişkilerini geliştirme arzusunun ardında yatan d e ­
hayı kavrayamamıştır. Ö y l e y a d a böyle 1174 yılında A m a l -

114
ric'in ö l ü m ü y l e , K u d ü s krallığı ile Nizari lideri arasındaki g ö ­
rüşmeler kesilmiştir. Bundan kısa bir süre sonra Nizari feda­
ileri, hâkimiyetini Suriye üzerinde g e n i ş l e t e n S e l a h h a d d i n ' e
yönelik çok sayıda başarısız suikast girişimlerinde bulundular
a m a d a h a sonra Sinan ile Eyyubi sultanı arasında kalıcı bir ba­
rış sağlandı.
Batılı seyyahların ve vakanüvislerin bölük pörçük detay­
ları bir araya g e t i r m e y e çalışarak, Nizari İsmailileri hakkında
y a z m a y a başlamaları da y i n e 12. yüzyılın ikinci yarısında o l ­
d u . 1166-71 yılları arasında Yakın D o ğ u ' d a y a ş a y a n İspanyol
h a h a m ı Tudelalı Benjamín m u h t e m e l e n Nizariler hakkında bir
şeyler y a z a n ilk Avrupalı seyyahtır. 1 1 6 7 ' d e S u r i y e ' d e n g e ­
ç e n Benjamín, K a d m u s ' d a n idare e d i l e n , Haşasın adındaki
b ö l g e d e y a ş a y a n ve kendi hayatları pahasına kralları öldüre­
rek, komşuları arasında korku salan bir halktan b a h s e t m e k t e ­
dir. D o ğ u A k d e n i z ' d e k i Yahudi toplulukları hakkında g e n i ş
bilgiler sunan H a h a m Benjamin'in, ö t e y a n d a bahsettiği S u ­
riyeli tarikat üyelerinin g e r ç e k t e M ü s l ü m a n olduklarını fark
e d e m e m i ş olması ilginçtir. B e n j a m i n ' e g ö r e bu insanlar;

İslam dinine inanmıyorlar a m a peygamberleri olarak ka­


bul ettikleri ve ö l ü m kalım m e s e l e s i bile olsa emirlerini har­
fiyen uyguladıkları, kendi içlerinden bir şahsın g ü d ü m ü n d e
hareket ediyorlar. Bu şahsa Ş e y h el Haşaşin olarak hitap edi­
yorlar ve bu şahıs onların Ata'sı olarak biliniyor. Bu dağlılar,
O ' n u n Iafryla yatıp O ' n u n lafıyla kalkıyorlar. 8 3

D i ğ e r batılılar gibi Benjamín de tarikat üyelerinin önder­


lerine olan bağlılıklarından açıkça etkilenmişti. İranlı Nizari is-
maililerinden b a h s e d e n ilk Avrupalı seyyah da O o l d u ve ay­
rıca iranlı Nizariler ile Suriye'deki dindaşları arasındaki b a ğ ­
lantının bir ö l ç ü d e farkına vardı. Benjamín kuzey İran'da,
A r a p ç a mulhid kelimesinin yanlış bir aktarımı o l d u ğ u belli
olan "Mulahid topraklarında y a ş a y a n ve M u h a m m e d ' i n dini-

115
ni kabul e t m e y e n a m a dağlarda, Haşaşin b ö l g e s i n d e yaşa­
84
y a n y ü c e önderlerine t a p a n " insanlardan b a h s e t m e k t e d i r .
Suriye Nizarileri hakkındaki ilk Avrupalı kaynaklardan bir
diğeri d e , sonradan bizzat bir Haçlı seferi organize e d e n ve
Kutsal Topraklara g i d e r k e n 1109 yılında ölen A l m a n y a ' n ı n
Hohenstaufen imparatoru I.Frederick Barabarossa'nın
(1152-90) bir elçisi olan Strasburglu Burchard'ın diplomatik
raporudur. İmparator Frederick S e l a h a d d i n ile de birtakım
diplomatik ilişkiler içine girmiştir. 1 1 7 3 ' d e Eyyubi sultanı, en
g ü ç l ü Hıristiyan hükümdarının d o s t l u ğ u n u kazanmak a m a ­
cıyla A l m a n y a ' y a bir heyet g ö n d e r d i . S e l a h a d d i n ' i n elçileri
Strassburg'da, şehrin başrahibinin yardımcısı olan vice-do-
minus Burchard ile görüştüler. Bundan kısa bir süre sonra
Frederick karşılık v e r m e adına Burchard'ı kendi elçisi olarak
85
Selahaddin'e yolladı.

Burchard, Nizarilerin Selahaddin'i ilk k e z ö l d ü r m e y e kal­


kıştıkları ve Sinan ile I. A m a l a r i c arasındaki görüşmelerin ba­
şarısızlıkla sonuçlandığı 1175 yılında, kısa bir süreliğine kal­
m a niyetinde o l d u ğ u Suriye'ye vardı. Burchard'ın, sonrasın­
da Frederick Barbarossa'ya s u n d u ğ u raporunda yer alan N i -
zariler hakkındaki yazılar, Lübeckli A r n o l d ' u n Chronicle isim­
li eseri sayesinde g ü n ü m ü z e kadar u l a ş t ı . 8 6
Burchard'ın yazdıklarında şöyle d e m e k t e d i r :

" Ş a m , A n t a k y a v e H a l e p ' i n ç e v r e s i n d e , kendi dillerinde


Heyssessinive R o m a dilinde segnors de montana olarak anı­
lan, d a ğ l a r d a yaşayan ayrı bir Sarazen ırkı bulunmaktadır. Bu
insanlar hiçbir kurala bağlı o l m a d a n yaşıyorlar; Sarazenlerce
yasak olan d o m u z etini yiyorlar... D a ğ l a r d a ikamet ediyorlar
ve n e r e d e y s e y e n i l e m e z durumdalar, ç ü n k ü etrafı surlarla
çevrili kalelere sığınıyorlar. Arazileri pek verimsiz sayılmaz,
bu n e d e n l e kendilerine yetmektedirler. Efendileri, y a k ı n d a ve
uzaktaki diğer Sarazen prensleri, hatta k o m ş u Hıristiyan

116
efendileri üzerinde büyük korku salmış d u r u m d a ; ç ü n k ü ç o k
87
çarpıcı bir ö l d ü r m e tekniği k u l l a n ı y o r . "

Burchard anlatımını, s ö z d e fedailerin eğitimlerini anlatan


bir hikâye ile bitirmektedir ki bu hikâye m u h t e m e l e n Nizari
fedailerinin sadık davranışlarını g ö s t e r m e k için ortaya ç ı k m ı ş
Haşaşi efsanelerinin ilk yazılı örneğidir. Burchar kaynakların­
d a n bahsetmemiştir a m a bu bilgileri sözlü olarak D o ğ u A k ­
d e n i z ' d e yaşayan Haçlı v e Hıristiyan ç e v r e l e r d e n e d i n m i ş g i ­
bi görünmektedir.
Surlu William birkaç yıl sonra 1 1 8 0 ' d e bizzat kendisi S u ­
riyeli Nizariler k o n u s u n d a ö z e t bir anlatım k a l e m e alan ilk
Haçlı tarihçisidir ve yazdıklarını Chronicle isimli eserinin, S i ­
nan'ın 1173 yılında Kral A m a l r i c ' e yolladığı heyet k o n u s u n a
88
d e ğ i n d i ğ i yerin h e m e n ö n c e s i n e k o y m u ş t u r .

[William'a g ö r e ] Phoenicia'daki Sur vilayetinde v e Tortosa


piskoposluk b ö l g e s i n d e , ç e v r e s i n d e köylerle birlikte on ka­
dar kaleye sahip bir kabile yaşamaktadır. Nüfusları ç o ğ u n l u k ­
la d u y d u ğ u m u z üzere, altmış bin ya da d a h a fazladır. Lider­
lerini s o y a g ö r e d e ğ i l , liyakat d e r e c e s i n e g ö r e seçmektedir­
ler. Liderleri s e ç i l d i ğ i n d e , d a h a y ü c e bir isim k o y m a k yerine,
O ' n u Yaşlı A d a m [ S e n e m ] olarak adlandırmaktadırlar. O ' n a
olan bağlılıkları ve itaatkârlıkları o kadar fazladır ki; e m r e t t i ğ i
en tehlikeli görevleri bile z o r l u ğ u n a ya da sıkıntısına bak­
maksızın büyük bir istekle kabul ederler. Ö r n e ğ i n , bu insan­
ların nefretine ya da g ü v e n s i z l i ğ i n e yol açan bir prens olur­
sa, lider müritlerinden birinin eline bir hançer verir; g ö r e v i
alan mürit, y a p a c a ğ ı e y l e m i n sonuçlarını ve eylemi g e r ç e k ­
leştirdikten sonra kaçıp kaçamayacağını düşünmeksizin
a n ı n d a işe koyulur. Liderin v e r m i ş o l d u ğ u g ö r e v i g e r ç e k l e ş ­
tirebileceği fırsatı yakalayana kadar, büyük bir sabırla ne ka­
dar gerekiyorsa o kadar bekler. Ne Hıristiyanlar ne de Sara-

117
zenler bu Haşaşiler [Assissini] kelimesinin n e r e d e n geldiğini
bilmemektedirler.
Burchard'dan farklı olarak konu hakkında o l d u k ç a bilgi
sahibi olan ve tarikat üyelerinin bağlılıklarından aynı şekilde
etkilenen Surlu William'ın, Yaşlı A d a m ' ı n müritlerinin ş a ş m a z
sadakatlerini açıklamak için özel bir g a y r e t g ö s t e r m e m i ş ol­
ması ilginçtir. Bunun y a n ı n d a Haçlı çevrelerinde p e y d a ol­
m a y a başlayan Haşaşi efsanelerinin ortaya çıkışları konusuna
d a değinmemiştir.
Surlu William eserinin sonraki bölümlerinde, bu halkın
yaklaşık dört yüzyıl b o y u n c a Sarazenlerin kanun ve g e l e n e k ­
lerine bağlı kaldıklarını a m a sonradan liderlerinin d ü ş ü n c e l e ­
rinde değişimler m e y d a n a geldiğini anlatmaktadır. O ' n a g ö ­
re, Haşaşi lideri bir şekilde İncil ve apostoller kanunları hak­
kındaki Hıristiyan kitaplarını e l d e etmiş ve bunları büyük bir
ilgiyle okuyarak, Hıristiyan öğretisini kavramaya başlamıştı.
Bunun s o n u c u n d a da bağlı o l d u ğ u d i n d e n v a z g e ç e r e k halkı­
na, bu dinin batıl inançlarını ve ibadetlerini bırakmalarını bu­
y u r m u ş , bunun y a n ı n d a şarap ve d o m u z etini de serbest bı­
rakmıştı. D a h a sonra kral A m a l r i c ' e bir elçi yollayarak, halkı­
nın ve kendisinin toplu olarak Hıristiyanlığı kabul e t m e y e ha­
zır olduklarını duyurmuştu.
Bu saptamalar William'in, Suriyeli Nizari Ismaililerinin ya­
ş a m tarzları ve inançları k o n u s u n d a ç e v r e s i n d e n d u y d u ğ u
hatalı yorumların bir yansımasıdır. Bilge bir İsmaili lideri olan
Sinan, Hıristiyan ve Sünni komşuları ile de barışa dayalı iliş­
kiler kurmaya özel ilgi duymuştur; b ö y l e c e bir a n l a m d a Is-
maililerin insanlığın dini tarihine d ö n e m s e l açıdan yaklaşma­
larının bir göstergesi olan evrensel bakış açısını göstermiştir.
Bu d ü ş ü n c e y e g ö r e Ismaililer, İslam'ın kendisinden ö n c e g e ­
len bütün dinlerin yerine g e l d i ğ i n e inansalar da, Hıristiyanlık
ve Yahudilik de dâhil o l m a k üzere tek tanrılı dinlerin ortaya

118
çıkışlarını kabul ediyorlardı. Buna bağlı olarak H z . İsa'nın,
dinler tarihinin 5. d ö n e m i n i n yani Hıristiyan çağının duyuru­
cusu olarak, İsmaili d ü ş ü n c e s i n d e ö n e m l i bir yeri vardı. Wil-
Iiam'ın bahsettiği gibi, tıpkı d i ğ e r eğitimli İsmaili daileri gibi
Sinan da elbette Hıristiyanlığın kutsal kitabı hakkında bilgi
sahibiydi. A m a g ö r ü n e n o ki; William bunu yanlış anlamış,
buna bir de tarikat üyelerinin s ö z d e kural tanımayan y a ş a m ­
ları hakkında anlatılan karmaşık söylenti ve raporları eklemiş­
tir. Kendisinden ö n c e g e l e n Burchard'ın da yararlandığı bu
raporlar, Suriye Nizari t o p l u m u n u n K ı y a m e t Bildirisi ile ilgi­
liydi. Bilindiği üzere, 1160'ların ortasında ortaya çıkan bu bil­
diri, Suriye Nizarilerinin bir kısmı tarafından bile yanlış anla­
şılmıştı. Yoldan sapan bu grupların keyfi yaşamları konusun­
da detaylar aktaran M ü s l ü m a n kaynaklar da bulunmakta­
89
d ı r . Bütün bunları bir y a n a bırakırsak, Surlu William Suriye
Nizarilerinin liderinin ve kendilerini O ' n a adamış olan feda­
ilerin g i z e m l i yaşamları k o n u s u n d a hiç fantezi üretmemiştir.
Bu iş d a h a az bilgili diğer batılı g ö z l e m c i l e r tarafından icra
edilmiştir.

1187'de, K u d ü s ve diğer pek ç o k Frenk kalesi ve şehri


S e l a h h a d d i n tarafından zapt edildi; çok sayıda Haçlı prensi
ve şövalyesi de yakalanarak, esir edildi. Ö r n e ğ i n I. A m a l -
ric'in kızı Sibylla ile e v l e n m e s i s a y e s i n d e sonradan K u d ü s
kralı da olan, Tampliye ve Hospitaller şövalyelerinin büyük
efendisi Lusignanlı G u y , yapılan barış anlaşmasının ardından
S e l a h a d d i n tarafından serbest bırakılana kadar bir yıl kadar
hapiste tutuldu. 1189 yılına g e l i n d i ğ i n d e , Montferratlı C o n -
rad'ın özel çabalarıyla s a d e c e Sur şehri kurtulabildi; bunun
y a n ı n d a A n t a k y a ve Trablusgarp da hâlâ Frenklerin elindey­
di. Bu sırada, II. Philip (Augustus/1180-1223) ve I. Richard
(Aslanyürekli/1189-99) komutasında kutsal topraklara 3.
Haçlı Seferi başlatıldı. D ö n e m i n Fransa ve İngiltere krallarına,

119
Fransa'nın en g ü ç l ü baronu olan aynı z a m a n d a da annesi her
iki kralın üvey kız kardeşi olan kont C h a m p a g n e l i Henry de
katıldı. Bu yeni Haçlı seferi T e m m u z 1 1 9 1 ' d e Akka'nın zapt
edilmesiyle ilk başarısına ulaştı ve A k k a tekrar toparlanan
K u d ü s Krallığı'nın başkenti olarak h i z m e t e t m e y e başladı.
Haçlılar her d a i m içlerinde anlaşmazlıklara ve rekabetle­
re düşmüşlerdir. 3. Haçlı Seferi'nin (1189-92) başarıya ulaş­
m a s ı n d a büyük rol sahibi olan Montferratlı Markiz C o n r a d ,
Lusignanlı G u y ' ı K u d ü s kralı olarak tanıma konusunda istek­
sizdi ve Ekim 1 1 9 0 ' d a karısı Sibylla'nın ö l ü m ü y l e G u y ' ı n d u ­
rumu d a h a da zorlaştı. Kasım 1 1 9 0 ' d a Sibyyla'nın kız karde­
şi ve Kral Amalric'in d i ğ e r kızı Isabella ile e v l e n e n C o n r a d ,
bir şekilde Latin krallığı üzerinde hak iddiasında b u l u n m a y a
başladı. Bir y a n d a n kendini seçilmiş kral gibi g ö s t e r e n ve biz­
zat S e l a h a d d i n ' l e yapılan g ö r ü ş m e l e r e katılan Conrad'ın bu
hak iddiası, hâlâ O u t r e m e r ' d e Kral Richard ve K u d ü s ' ü n ileri
gelenlerince Nisan 1 1 9 2 ' d e resmi olarak kabul edildi. Ve bu­
nun h e m e n ardından, o d ö n e m d e S u r ' d a bulunan C o n r a d
için A k k a ' d a taç g i y m e töreni hazırlıklarına başlandı. A m a
birkaç g ü n sonra 28 Nisan 1 1 9 2 ' d e Montferratlı C o n r a d ,
kendilerini Hıristiyan rahipler gibi g ö s t e r e n iki suikastçının
hançerleriyle, Sur'un dar bir s o k a ğ ı n d a can verdi.
Pek çok kaynak, görevlerini yerine g e t i r m e k için 6 ay b o ­
y u n c a fırsat kollayan bu suikastçıların, Sinan tarafından yolla­
nan Nizari fedaileri o l d u ğ u k o n u s u n d a hemfikirdirler. A m a
bu suikastın azmettiricisinin kim o l d u ğ u k o n u s u n d a farklı g ö ­
rüşler mevcuttur. Ç o k sayıda M ü s l ü m a n kaynağın yanında,
bazı Avrupalı (özellikle Fransız) kaynaklarda da, sonradan
markiz ile ç e k i ş m e y e giren İngiltere kralı Richard'ın bu cina­
yeti tertip ettiği ifade edilmektedir. Richard g e r ç e k t e n de bu
cinayetten ötürü suçlanmış ve kısa süreliğine A v u s t u r y a ' d a
hapiste tutulmuştu. A m a hakkındaki iddiaları r e d d e t m i ş v e

120
kefaret ö d e y e r e k serbest kalmıştı. Buna r a ğ m e n İngiliz y a ­
zarları yine d e , g ü y a D a ğ ı n Şeyhi tarafından yazılmış ve biri
Avusturya L e o p o l d ' u n a , diğeri ise Avrupa'daki t ü m prensle­
re yollanan iki m e k t u p icat e t m e y i gerekli görmüşler, bunun
s o n u c u n d a da Richard'ın C o n r a d suikastıyla hiçbir ilgisi ol­
90
m a d ı ğ ı fikri iyice kanıksanmıştır. D i ğ e r taraftan S e l a h a d d i n
ile arası iyi o l m a y a n ünlü M ü s l ü m a n tarihçisi Ibn el-Athir ise,
Eyyubi sultanının h e m C o n r a d ' ı h e m d e Richard'ı ortadan
91
kaldırması için Sinan'ı finanse ettiğini iddia e d e r ; ama
planlar u y g u l a n m a y a başladığında, Richard'ın öldürülmesi­
nin m ü m k ü n o l m a d ı ğ ı ortaya çıkar. S o n olarak, d a h a sonraki
d ö n e m e ait bir Suriye İsmaili kaynağı ise cinayet kararını biz­
92
zat Sinan'ın kendisinin aldığını s ö y l e m e k t e d i r .
D ö n e m i n O u t r e m e r ' d e k i baronlarının görüşlerinden fay­
dalanan belli başlı Avrupalı kaynakların, Nizari liderinin C o n -
rad'a olan d ü ş m a n l ı ğ ı k o n u s u n d a bazı açıklamalar y a p m ı ş ol­
maları ilginçtir. Bu kaynaklara g ö r e C o n r a d , Suriye Nizarileri-
ne ait o l d u k ç a yüklü bir g e m i y e el koyarak, ardından da g e ­
mideki malları sahiplerine v e r m e y i reddedip, tayfaların h e p ­
sini d e n i z e atarak Sinan'ı taciz etmişti.
Ö y l e y a d a böyle, Montferratlı Conrad'ın öldürülmesi
Frenk çevrelerini o l d u k ç a etkilemiş ve 3. Haçlı Seferi'ne katı­
lan batılı gözlemcilerin ç o ğ u tarafından, genellikle "Haşaşi-
ler" hakkında yazılanlar üzerinden konunun tartışmaya açıl­
93
m a s ı n a yol a ç m ı ş t ı r . Lübeckli A r n o l d ' u n anlatımları Haşaşi
efsaneleri açısından özel bir ö n e m e sahiptir ve ileride de g ö ­
r e c e ğ i m i z üzere bu anlatımlar, s ö z d e Nizari fedailerine D a ğ ı n
Ş e y h i tarafından verilen sarhoş edici bir iksirden b a h s e d e n ilk
batılı kaynak o l m a özelliğini taşır. Bu öykülerin etkisiyle,
Fransa kralı Philip A u g u s t u s üstünde k o m p l o kurmakla suç­
lanan I. Richard gibi Latin D o ğ u ' d a k i pek çok Avrupalı soylu,
Haşaşilerle birlik olmakla ya da düşmanlarıyla hesaplaşmak

121
için D a ğ ı n Şeyhi'nin taktiklerini kullanmakla suçlanmıştır. Bü­
tün bunlar, Nizariler ve savaş tekniklerinin O r t a ç a ğ Avru­
pa'sında ne kadar g e n i ş ç a p t a bir üne sahip o l d u ğ u n u n g ö s ­
94
tergesidir. D a ğ ı n Şeyhi ve fedailerinin görevleri uğruna
kendi hayatlarını feda edişlerinin ünü yayıldıkça, "Haşaşiler"
ile ilgili çıkan ilk efsaneler de d a h a hayali ve vahşi bir g ö r ü ­
n ü m a l m a y a başladılar.
C o n r a d ' ı n ö l ü m ü n d e n birkaç g ü n sonra, dul karısı Isabel-
la, Kral I. Richard ve Frenk baronları tarafından Kudüs tacını
takması için teşvik edilen C h a m p a g n e l i Henry ile evlendi.
Henry, evlendiği M a y ı s 1192'den, 1197'de ö l e n e kadar La­
tin Krallığı'nın başında kaldı. Eylül 1192'de bir süredir görüş­
m e l e r d e bulunan S e l a h a d d i n ile Richard arasında en sonun­
da bir barış anlaşması imzalandı ve Selahaddin'in talebiyle,
Frenkler mutabık kaldıkları bu anlaşma şartlarını Suriye'deki
Nizari toprakları için de geçerli saydılar. Bundan kısa bir süre
sonra 1192'de ya da bir yıl sonra, 30 yıllık liderlik d ö n e m i
b o y u n c a Suriye Nizarilerini h e m g ü ç h e m d e ü n açısından
zirveye taşıyan Sinan, Kahf Kalesi'nde y a ş a m a v e d a etti. S e ­
lahaddin'in ö l ü m ü de 1193'de gerçekleşti. İngiltere kralı I.
Richard ise, nihayet Ekim 1192'de A k k a ' d a n d e n i z e açılarak,
Kudüs Krallığı'nın y e n i d e n toparlanmasıyla başarıya ulaşan
3. Haçlı Seferi'ni s o n a erdirmiş oldu. Bu gelişmelerin ardın­
dan, Suriye Nizarileri, Haçlılar ve Eyyubi devletinin kurucusu
S e l a h a d d i n arasındaki karşılıklı ilişkiler de s o n buldu.
Selahaddin'in ö l ü m ü n d e n kısa bir süre sonra Antakyalı
Latinler, Kilikya Ermenistan Prensliği ile aralarındaki sınır an-
laşmazlıklarıyla uğraştılar; prensliğin ç o ğ u n l u k Yunan ve Er­
meni halkları arasında da derin ırk ve din çatışmaları oluyor­
d u . Bunun s o n u c u n d a A n t a k y a prensi III. B o h e m o n d (1163-
1201) ile Ermenistan'ın Ruben prensi II. L e o n (1187-98) bir
süre sonra silahlı çatışmalara varan bir m ü c a d e l e y e girdiler.

122
A n t a k y a üzerinde bir ö l ç ü y e kadar h e g e m o n y a sahibi olan
C h a m p a g n e l i Henry, B o h e m o n d ' u n talebiyle, kuzey vilayet­
lerinin Ermenilerin eline g e ç m e s i n e y o l açabilecek bu tehli­
keli ç e k i ş m e d e araya g i r m e y e karar verdi. Batılı kaynaklara
g ö r e , 1194 yılının baharında Henry, A n t a k y a y o l u n d a y k e n
ya da A k k a ' y a yaptığı seyahatten geri dönerken, Nizari t o p ­
raklarından g e ç t i ve burada, bir süre ö n c e Sinan'ın ardından
"Haşaşi" liderliğine getirilen yeni D a ğ ı n Şeyhi'nin elçileri ta­
rafından karşılandı. Montferratlı C o n r a d suikastı ve S e l a h a d -
din'le imzalanan barış anlaşmasından sonra, Frenklerle arala­
rındaki ateşkesin d e v a m etmesini arzulayan D a ğ ı n Ş e y h i ' n i n
davetiyle, Henry Kahf Kalesi'ni ziyaret etti. Henry u ğ r u n a
son d e r e c e c ö m e r t e ğ l e n c e l e r d ü z e n l e n d i v e aslen Nasr v e ­
ya Ebu M a n s u r adıyla çağrılan bir İranlı dai olan Nizari lideri
tarafından kendisine son d e r e c e değerli hediyeler sunuldu.
95
Bu ziyaretle ilgili olarak, Surlu William'ın y a z d ı k l a r ı başta
o l m a k üzere p e k çok batılı kaynakta, liderlerinin bir emriyle
Nizari fedailerinin kendilerini kaleden aşağı atışları üzerine
çeşitli öyküler yer aldı. Bu olay aslında, müritlerin tarikatları­
na olan bağlılıklarını göstererek, Frenk kralını etkileme a m a ­
cı taşıyan, kasıtlı olarak hazırlanmış bir gösteriydi.

Suriye Nizari halkının liderliğini üstlenen Sinan'ın halefle­


ri, Frenklerle ilişkilerinde bir d e r e c e y e kadar inisiyatif kullan­
m a y a d e v a m ettiler a m a içlerinden hiçbiri Sinan gibi, A l a -
m u t ' t a n tam b a ğ ı m s ı z bir hayat sürdüremedi. Nizariler artık
S e l a h a d d i n Eyyubi'nin Suriye'deki halefleri ile d o s t l u ğ a d a ­
yalı bir ilişki içindeydiler a m a ö t e y a n d a Haçlılar ve bir kısmı
hakkında hâlâ net bilgiler bulunmayan askeri örgütler ile kar­
maşık ilişkiler ve çatışmaları aynen d e v a m ettirdiler. Ö r n e ğ i n
A n t a k y a kralı IV. B o h e m o n d ' u n o ğ l u , 1213 yılında Tortosa ki­
lisesinde öldürüldü ve eylemin Nizari fedaileri tarafından ya­
pıldığı rapor edildi. Ertesi s e n e B o h e m o n d , öç almak a m a -

123
cıyla Nizarilerin Khawabi Kalesi'ni kuşatınca, H a l e p ve
Ş a m ' d a k i Eyyubi idarecileri h e m e n Nizarilere y a r d ı m a koştu­
lar ve Frenkleri geri ç e k i l m e y e zorladılar. R a y m o n d suikastı­
nın nedenleri hâlâ bilinmemektedir a m a bu e y l e m i n B o h e -
m o n d ' a karşı yapıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu b a ğ l a m ­
d a , B o h e m o n d ' u n hareketlerinin, O ' n u n Haçlı çevrelerinde
ve Antakyalı Latinler arasında da kötü bir ü n e sahip olması­
na n e d e n o l d u ğ u n u belirtmek gerekir. H a t t a 1208 yılında Pa­
pa II. Innocent'in (1198-1216) emriyle, K u d ü s Patriği Albert
tarafından kiliseden aforoz bile edilmiştir. 1204 yılında A k -
k a ' d a n Papa II. I n n o c e n t ' e yollanan resmi bir raporda aynı
patrik Albert, Asasileri aracılığıyla suikastlar d ü z e n l e y e n Ni-
zari liderine karşı, M ü s l ü m a n ve Hıristiyanlar arasında duyu­
96
lan büyük korkudan da b a h s e t m e k t e d i r . B o h e m o n d ayrıca,
bölgedeki askeri örgütlerin nefretini de üzerine çekmiş,
1209 yılında kendisine karşı verilen savaşta Nizariler H o s p i -
taller şövalyelerine y a r d ı m etmişlerdir. Bu n e d e n l e , B o h e ­
m o n d ' u n küçük o ğ l u n u n öldürülüşünü tertipleyenler H o s p i -
taller şövalyeleri de olabilir.
Bu arada Suriye Nizarileri, bir şekilde bazı Hıristiyan ida­
relerinden m a d d i d e ğ e r i olan hediyeler almayı başarabilmiş­
tir. Kendi başına Kutsal Topraklara bir Haçlı Seferi (1228-9)
d ü z e n l e y e n A l m a n y a ' n ı n H o h e n s t a u f e n imparatoru II. Fre­
derick (1211-50), 1227 yılında d ö n e m i n Suriye Nizari lideri
M e c d e l - D i n ' e bir heyet yolladı. Montferratlı Conrad ile Isa-
bella'nın torunu ve Latin krallığının mirasçısı ile evlenerek,
ismen de olsa sonradan Kudüs kralı olan Frederick'in elçile­
ri, yaptıkları ziyarette beraberlerinde seksen bin dinar d e ğ e ­
rinde m u a z z a m hediyeler getirdiler. Frederick 1228 yılında
A k k a ' y a vardı ve Mısır'ın Eyyubi sultanı ile imzaladığı anlaş­
mayla, on yıllık süreyle (1229-39) K u d ü s ve Frenklere ait di­
ğ e r bölgeleri e l i n d e tuttu. İmparator Frederick'in de papanın

124
politikaları ile ters d ü ş t ü ğ ü noktalar vardı ve bunun s o n u c u n ­
da Papa IX. G r e g o r y (1227-41) tarafından aforoz edildi. Fre-
derick'in Suriyeli Nizarilere yaklaşımı ise, sonraları tarikatı
v e r g i y e b a ğ l a m a y a t e ş e b b ü s e d e n Hospitaller'in h o ş n u t s u z ­
l u ğ u n a yol açtı. Nizariler Hospitaller'in taleplerini r e d d e d i n ­
c e , ö r g ü t e m e n s u p şövalyeler Suriye Nizari topraklarına bir
kuvvet yolladılar v e yüksek miktarda g a n i m e t toplayıp g ö ­
türdüler. 1228 yılına g e l i n d i ğ i n d e Suriye Nizarileri, bir y a n ­
dan T a m p l i y e ' y e vergi ö d e m e y e d e v a m e d e r k e n , işbirliğine
dayalı anlaşmanın şartlarına u y g u n olarak Hospitaller'e de
vergi ö d e m e y e başladılar. Nizarilerin bu askeri örgütlere, La­
tin devletlerinin Hıristiyan idarecilerine karşı düzenledikleri
seferlerde aralıklarla destek sağlamaları d a b u d ö n e m e d e n k
gelmektedir. Hospitaller de en azından, Nizarileri huzursuz
e d e n A n t a k y a v e Trablusgarp güçlerini e n g e l l e y e r e k b u n a
karşılık vermiştir. 1230 yılında Krak d e s C h e v a l i e r s ' d e n A n -
takyalı IV. B o h e m o n d ' a karşı başlatılan sefere Nizarilerin de
iştirak e t m e s i bu işbirliğinin g ö s t e r g e l e r i n d e n biridir.
Yukarıda anlatılanlara bağlı olarak, R a y m o n d ' u n erkek
kardeşi ve A n t a k y a ' n ı n bir sonraki prensi V. Bohemond
(1233-57), P a p a IX. G r e g o r y ' e bir şikayet m e k t u b u yazarak,
Hospitaller'in büyük efendisinin "Haşaşiler" ile müttefik o l ­
d u ğ u n u anlattı. 26 A ğ u s t o s 1236'da P a p a G r e g o r y bu şikâ­
y e t e c e v a b e n , Sur b a ş p i s k o p o s u n a v e S a y d a v e Beyrut pis­
koposlarına bir m e k t u p y a z m ı ş ve ısrarla Hospitaller'in H a ş a ­
şiler ile ittifaka dayalı ilişkisini kesmesini talep etmiştir. M e k ­
tuptan bir b ö l ü m şöyledir:

Haşaşiler... Önceden Raymond'u [IV. Bohemond'un oğ­


lu] haince öldüren, tanrının ve Hıristiyanlığın düşmanları...
Bunun yanında pek çok büyük insanı ve Katolik prenslerini
de öldürmüşlerdir ve şiddet kullanarak kaderimizi engelle­
meye çalışmaktadırlar. Çok daha vahim olan ise, bu bahse

125
konu Haşaşilerin, kendilerini Hıristiyan saldırılarına karşı ko­
ruması ve savunması karşılığında, önceden adı zikredilen
efendi ve din kardeşimize [Hospitaller efendisi] her yıl belli
bir miktar para ödüyor olduğudur. Bundan dolayı kendileri­
ne, Haşaşileri korumaktan vazgeçmeleri yönünde bir talimat
yazıp, gönderdim. Eğer söz konusu efendi ve din kardeşi­
miz, kendisine verilen emirlere uymazsa, sizin göreviniz ge­
rekli uyarıları yaptıktan sonra, kilisenin kınamasına dayanarak
97
onları zorla bu anlayıştan vazgeçirmek olacaktır.

O d ö n e m d e T a m p l i y e ile "Haşaşiler" arasında olması


m u h t e m e l ilişkiyle ilgili d e , p a p a tarafìndan benzer bir mek­
t u p yazıldığı bilinmektedir.
Haçlılar ile Suriye Nizarileri arasındaki t e m a s bu şekilde
gittikçe arttı. D u r u m böyle olunca, 12. yüzyılın sonlarından
itibaren O u t r e m e r ' d e , h e m Haçlılar h e m d e b ö l g e d e yaşa­
y a n yerli Hıristiyanlar arasında büyük ilgi uyandıran Nizari İs-
mailileri hakkında, Frenklerin d a h a g e r ç e ğ e yakın bilgiler
edinmeleri zor o l m a m a l ı y d ı . A m a Suriye Nizarilerine yakın
olmak, Nizarilerin inançları ve yaşamları konusuna d a h a d o ğ ­
ru bir yaklaşımın oluşmasını s a ğ l a m a d ı ve 13. yüzyılın ilk ya­
rısında yaşayan Haçlı tarihçilerinin, Avrupalıların tarikat hak­
kında sahip oldukları sınırlı ve saptırılmış bilgilere hiçbir
o l u m l u katkıları o l m a d ı . Bu durum, d ö n e m i n en bilgili yaza­
rı Vitryli J a m e s ' i n konu hakkındaki söylemlerini inceleyince
iyice belirgin hale gelmektedir.
Vitryli J a m e s (Jacques) Parisli bir rahip ve ateşli bir konuş­
macıydı v e y a ş a m ı b o y u n c a Haçlı hareketinin destekleyicisi
o l d u . 1216 yılında P a p a III. Honorius (1216-27) tarafından
A k k a piskoposu olarak a t a n m a d a n ö n c e bile Haçlı hareketi
k o n u s u n d a vaazlar veriyordu. A k k a ' d a papazlık g ö r e v i n d e y ­
ken (1216-28) ve Tusuculum kardinal-piskoposu olarak A v ­
rupa'ya d ö n d ü k t e n sonra da misyonerlik faaliyetlerine d e -

126
v a m etti. J a m e s ayrıca, uğruna canla başla m ü c a d e l e ettiği 5.
Haçlı Seferi'nde (1217-21) aktif rol aldı. O ' n a g ö r e , d i n d a ş ­
larının hiddetinden korktukları için o z a m a n a kadar Hıristi­
yanlıktan uzak duran Sarazenler, Haçlıların s a h n e y e ç ı k m a ­
98
sıyla h e m e n Hıristiyanlığa g e ç e c e k l e r d i . J a m e s ayrıca H a ç ­
lılar d ö n e m i n d e , D o ğ u A k d e n i z ' d e y a ş a y a n M ü s l ü m a n l a r a
azimle v a a z v e r e n ilk Katolik'ti. Suriye'nin her yerine seya­
hatler düzenleyerek, Hıristiyan kasabalarında ve kalelerinde
nutuklar verdi; Hıristiyan-Müslüman sınırında da vaazlar ver­
di ve sınırın h e m e n ö t e s i n d e y a ş a y a n M ü s l ü m a n l a r a A r a p ç a
99
mektuplar y o l l a d ı . 5. Haçlı Seferi sırasında J a m e s , Haçlılar
tarafından esir olarak tutulan çok sayıda M ü s l ü m a n ç o c u ğ u
vaftiz e d i p , Hıristiyanlık eğitimi vererek nüfuzu altına aldı.
A m a şevkle giriştiği v e z a m a n l a hızını kaybeden misyonerlik
faaliyetleri sırasında Müslümanları ait oldukları dinsel altya­
pıdan uzaklaştırmanın ne kadar zor o l d u ğ u n u g ö r d ü .

Vitryli J a m e s İslam'a karşı büyük düşmanlık b e s l e m e s i n e


ve o n u n hakkında bir şeyler ö ğ r e n m e k için özel bir ç a b a g ö s ­
t e r m e m i ş gibi g ö r ü n m e s i n e r a ğ m e n , O u t r e m e r ' d e k i M ü s l ü ­
manlarla ilişkiler k o n u s u n d a Surlu William'dan sonra en bil­
gili batılı gözlemcidir. Dolayısıyla, Nizari İsmaililerini anlatır­
ken, n e r e d e y s e t a m a m e n Surlu William'ın yazdıklarını e s a s
alması şaşırtıcı değildir. G e r ç e ğ e u y g u n bir bilgi olarak y a p ­
tığı tek katkı, Suriye ve İran Nizarileri arasındaki iç ilişkiler k o ­
100
nusunda yazdıklarıdır.

Fenike vilayetinde, şimdi artık Tortosa olarak bilinen Antara-


d e n s i a kasabasının yakınlarında, her tarafı kayalar ve dağlar­
la çevrili, dar yollar ve aşılamaz kayalıklar y ü z ü n d e n z a p t
e d i l m e s i imkânsız v e ç o k g ü ç l ü o n a d e t kaleye sahip, kalele­
rin y a n ı n d a her çeşit m e y v e ve mısır yetiştirilebilen verimli
vadiler ve y a ş a m şartları o l d u k ç a rahat yerleşim birimleri de

127
olan bir halk yaşamaktadır. Haşaşiler [Assasini] olarak tanı­
nan bu insanların sayılarının kırk binden fazla o l d u ğ u söylen­
mektedir. Liderlerini s o y a g ö r e d e ğ i l , sahip o l d u ğ u faziletle­
re bakarak kendileri s e ç m e k t e ve o n u Yaşlı A d a m (Veterem
seu senem) olarak adlandırmaktadırlar. A m a buradaki yaşlı
kelimesi yaştan çok, O ' n u n akıl ve saygınlık k o n u s u n d a sa­
hip o l d u ğ u yüceliği ifade etmektedir. S u r i y e ' y e sonradan g e ­
len bu insanların ait oldukları bahtsız dinin ilk ve en büyük ra­
hibi ve köklerinin b u l u n d u ğ u yer, d o ğ u n u n uç kısımlarında
İran vilayeti içinde, B a ğ d a t yakınlarında bir bölgededir. D o ­
m u z eti y e m e y i y a s a k l a m a y a n , dünyevi olanla ilahi olan ara­
sında bir ayrım y a p m a y a n bu insanlar, s o n s u z hayata kavuş­
m a k için efendilerine kayıtsız şartsız bağlı kalmaları gerekti­
ğ i n e inanırlar. Bu y ü z d e n Yaşlı A d a m adındaki efendilerine
d e r i n d e n bağlıdırlar. Bağlılık ve itaatkârlıkları ö y l e kuvvetlidir
ki; efendilerinin emrettiği her tür zorlukta ve tehlikede g ö r e ­
ve şevkle ve h e v e s l e , hiç korkmadan atılır ve g ö r e v i n üste­
sinden g e l m e y e çalışırlar.
J a m e s , bir sonraki b ö l ü m d e i n c e l e n e c e k olan, Nizari fe­
dailerinin Yaşlı A d a m tarafından nasıl eğitildikleri k o n u s u n a
d e ğ i n d i k t e n sonra, "Haşaşiler" hakkında yazdıklarını aşağı­
daki paragrafla bitirmektedir.

Tüm farklı dinleri inceleyen, bu işe Hıristiyan kuralları ve


İncil'i büyük bir sabırla inceleyip okumakla başlayan ve mu­
cizeler ile mukaddes öğretilerden çok etkilenen, doğuştan
deha sahibi liderlerinin zamanına kadar Haşaşiler, Maho-
met'e ve O'nun öğretilerine, tüm Sarazenlerin ötesinde de­
rin ve şaşmaz bir bağlılık gösterdiler. İncelediklerini kıyasla­
yan dahi lider, zamanla Mahomet'in saçma ve akıldışı öğre­
tilerinden uzaklaşmaya başladı ve bir süre sonra gerçeği kav­
rayınca, maiyetindekileri aşamalı olarak bu yanlış yoldan çı­
karmaya çalıştı. Bu bağlamda, müritlerini ölçülü olmak kay-

128
ciıyla şarap içmeye ve domuz eti yemeye teşvik etti. Bir sü­
re sonra, yol göstericilerinin sayısız söylev ve uyarılarının ar­
dından hepsi Mahomet'in gaddar dininden vazgeçerek, vaf­
tiz olup Hıristiyan olmaya karar verdiler.

A ç ı k ç a g ö r ü l d ü ğ ü üzere Vitryli J a m e s , tıpkı Surlu William


gibi, Nizarilerin K ı y a m e t öğretisi ile ilgili kafa karıştıran söy­
lentilerle büyük o r a n d a gerçeklikten s a p m ı ş , Sinan'ın O u t r e -
mer'deki Frenklerle karşılıklı bir barış ortamı tesis e t m e arzu­
sunun yanlış algılandığı eksik bilgileri kullanarak iyice konu­
yu karıştırmıştır.scanned by darkmalt1
Tarikatın Suriye ayağının politik g ü c ü n ü kaybetmesinden
ö n c e Nizariler ile Frenkler arasındaki son ö n e m l i karşılaşma,
kral IX. Louis'in (1226-70) diplomatik girişimleri sırasında
yaşandı. Hıristiyan dünyasının Kutsal Toprakları y e n i d e n elle­
rine g e ç i r m e çabalarından biri olan kendi Haçlı Seferi'ni dü­
z e n l e y e n v e ç o k ç a b u k m a ğ l u p olan IX. Louis (Aziz Louis),
sonrasında teslim olarak Mısır'daki m a h k û m i y e t i n d e n kurtul­
d u v e dört yıl b o y u n c a (1250-4) A k k a ' d a yaşadı. A k k a ' d a
b u l u n d u ğ u süre içerisinde, Suriye Nizari t o p l u m u n u n lideri
ile birbirlerine karşılıklı hediyeler ve elçiler yolladılar. Bu sa­
y e d e onların inançları hakkında da bazı bilgiler e d i n m e şansı
buldu. Ailesi h e p C h a m p a g n e kontlarının h i z m e t i n d e çalış­
mış olan m e ş h u r Fransız vakanüvisi, Joinville lordu J o h n ' u n
(Jean de Joinville) yazdıkları sayesinde, bu d ö n e m d e gelişen
olaylar hakkında detaylı bilgilere sahibiz. Joinville, Haçlı se­
ferinde Fransız kralının y a n ı n d a yer aldı ve sonra da yakın ar­
kadaşı v e sekreteri olarak A k k a ' d a O n u n y a n ı n d a kaldı.
1254 yılında A z i z Louis ile birlikte Fransa'ya geri d ö n d ü a m a
kralın Mısır'a y a p m ı ş o l d u ğ u seferden bile çok d a h a büyük
bir felaketle s o n u ç l a n a n , 1270'deki Tunus seferinde O ' n u n l a
birlikte olmayı reddetti. Joinville (öl. 1317) Fransa'da, özel­
likle kralın kötü s o n u ç l a n a n Haçlı seferi ve O u t r e m e r ' d e ver-

129
diği uğraşlara d e ğ i n d i ğ i Aziz Louis'in Tarihi ismindeki en d e ­
ğerli yapıtını ortaya k o y d u .
Nizari İsmaililerini, Assaciler ve ayrıca Bedeviler olarak
da adlandıran Joinville eserinde, kral A k k a ' d a y k e n m u h t e ­
m e l e n 1250-51 yılları arasında vuku bulan teması şöyle an­
latmaktadır: "Bedevilerin D a ğ ı n Yaşlı A d a m ı adındaki prensi­
nin elçileri O ' n u n huzuruna geldiler ve krala efendilerini ta­
nıyıp tanımadıklarını sordular. Kral O ' n u tanımadığını, hak­
kında ç o k fazla k o n u ş u l d u ğ u halde d a h a ö n c e hiç g ö r m e d i ­
ğini söyledi." A r d ı n d a n elçiler krala, "tıpkı A l m a n y a impara­
torunun, Macaristan kralının, Babil [Mısır] sultanının ve baş­
ka pek çok prensin yıllarca yatıkları g i b i " efendilerine vergi
ö d e m e y e başlaması gerektiğini söylediler. Ç ü n k ü " d a h a ö n ­
cekiler iyi biliyorlardı ki, e ğ e r bu vergileri ö d e m e s e l e r d i ,
efendilerince bağışlanan hayatları ve tahtlarını kaybedecek­
lerdi." jonville ayrıca, elçilerin buna ilave olarak e ğ e r kral
kendilerinin her yıl T a m p l i y e ve Hospitaller'in büyük efendi­
lerine ödedikleri verginin kaldırılmasını sağlayabilirse, Yaşlı
A d a m ı n kendisine v e r g i ö d e n m i ş gibi m e m n u n olacağını
söylediklerini belirtmektedir. 1 0 1

joinville b u n d a n sonra, kralın cevabını ikinci toplantıda


v e r m e y e s ö z verdiğini v e Tampliye v e Hospitaller'in büyük
efendilerinin de hazır b u l u n d u ğ u bu toplantının aynı g ü n y a ­
pıldığını a m a kralın s ö z ü n ü tutmadığını, o n u n yerine eski ta­
leplerini y i n e l e y e n büyük efendiler Vichierlı Reginald ve C h a -
teauneuflu William'ın elçileri baskı altına aldıklarını anlatır.
Ertesi g ü n yapılan üçüncü toplantıda, joinville'in aktardığına
g ö r e büyük efendiler Nizari elçilerini, Fransa kralına böyle
mantıksız bir mesaj ilettikleri için kınadılar ve a d e t a alay e d e ­
rek elçilerin geriye d ö n ü p , " O n beş g ü n içerisinde liderlerin­
d e n , kralın içeriğinden m e m n u n kalacağı bir m e k t u p " getir­
melerini istediler. Bu toplantıların bir kısmına bizzat iştirak de

130
e t m i ş olması m u h t e m e l olan Johnville, Nizari elçilerinin veri­
len süre içerisinde A k k a ' y a geri döndüklerini ve liderlerin­
d e n , içlerinde kristal bir fil, çok sayıda a m b e r d e n heykel, al­
tından y a p ı l m a çeşitli süs eşyalarının y a n ı n d a bir g ö m l e k ve
y ü z ü ğ ü n b u l u n d u ğ u değerli hediyeler getirdiklerini aktarır.
S o n iki h e d i y e ile ilgili olarak elçiler krala şunu söylemişler­
dir:

Majesteleri, efendimizin yanından huzurunuza geri dön­


dük Efendimiz size, gömleğin bir kıyafette vücuda en çok te­
mas eden parça olduğunu söylüyor ve kendi gömleğini size
bir hediye ya da şimdiye kadar en çok etkilendiği ve dostluk
kurmak için büyük arzu duyduğu kral olduğunuzu ifade eden
bir sembol olarak veriyor; bunu daha iyi vurgulamak için de,
size saf altından yapılma ve üstünde isminin işlenmiş oldu­
ğu yüzüğünü veriyor; bu yüzükle efendimiz sizi kabul ediyor
ve bundan böyle sizi elindeki parmaklardan biri kadar yakın
bulduğunu ifade ediyor.

Nizari İsmailileri ile d o s t l u ğ a dayalı bir ilişki kurmayı ar­


zulayan A z i z Louis, bu barış girişimine c e v a p olarak D a ğ ı n
Yaşlı A d a m ı ' n a , kendi hediyeleriyle birlikte elçilerini yolladı.
B u g ö r e v d e , A r a p ç a konuşan bir p a p a z olan v e M ü s l ü m a n
idarecilerle yapılan başka görüşmeleri de Fransız kralı adına
idare e d e n Bretonyalı Y v e s d e yer aldı. M a s y a f kalesinde N i ­
zari lideri ile yapılan toplantıda, anlaşıldığı üzere Y v e s " B e ­
devilerin prensi ile inançlarının t e m e l noktaları" üzerine s o h ­
b e t etti. joinville, Bretonyalı Y v e s ' i n sonradan krala, Nizari İs-
maililerinin öğretileri hakkında kendisine anlattıklarından an­
ladıklarını iletmesi ile ilgili ilginç detaylar aktarır. 1 0 2
P a p a z Y v e s ' i n ilettiklerine g ö r e D a ğ ı n Yaşlı A d a m ı ;

Muhammed'in değil Muhammed'in amcası Ali'nin dini­


ne inanıyordu. Muhammed, sahip olduğu tüm itibarı Ali'ye

131
borçluydu ve bu sayede insanlar üzerinde büyük etki sahibi
oldu ve Ali ile çekişmeye girerek, O'ndan ayrıldı. Muham-
med'in ulaştığı itibarı gören ve bu itibarı yok etmek isteyen
Ali de, kendi öğretileri etrafında toplayabildiği kadar insan
topladı ve Mısır'ın çöl ve dağlarla kaplı bir bölgesine çekile­
rek, çevresindeki insanlara Muhammed'inkinden farklı bir
inanç sistemini aşıladı. Ali'nin dinini destekleyenler, Mu-
hammed yandaşlarını inanmayanlar olarak, Muhammetçiler
de benzer şekilde bu Bedevileri kâfirler olarak görmektedir­
ler.

Johnville, Yves'in Nizarilerin inançları ile ilgili d a h a detay­


lı a m a aynı şekilde karmakarışık ve yanlış olarak anlattıkları­
na da yer vermiştir. Y v e s ' i n aktardığına g ö r e , "Ali öğretisin-
deki t e m e l noktalardan biri, e ğ e r bir k i m s e efendisinin emri
ile ölürse, bu kişinin ruhunun d a h a yüksek rütbeye sahip baş­
ka birinin v ü c u d u n a g i r e c e ğ i ve b ö y l e c e ç o k d a h a rahat bir
hayat s ü r d ü r e c e ğ i n e duyulan inançtır." Y v e s , Nizari fedaile­
rinin, liderlerinin emriyle ö l ü m e atlamaya bu kadar istekli ol­
malarının nedeni olarak, ruhun başka b e d e n e g i r e c e ğ i n e d u ­
yulan bu s ö z d e Nizari inancını göstermiştir. Bununla birlikte
İsmaililerin d ö n e m s e l tarih yaklaşımlarını da yanlış anlayan
Y v e s bu yaklaşımın, peygamberlerin ve mirasçılarının ruhla­
rının başka vücutlara g e ç i ş i ç e r ç e v e s i n d e o l u ş t u r d u ğ u eksik
bir halini aktardı.
Y v e s ayrıca Yaşlı A d a m ı n ikametgâhında, H z . İsa'nın A z i z
Peter'e söylediği bazı sözleri içeren kısa bir Hıristiyan eseri
buldu. Nizarilerin Hıristiyanlığa duydukları ilgiyi g ö s t e r e n bu
kanıtı bulmaktan o l d u k ç a mutlu olan Y v e s Yaşlı A d a m ' a , "kı­
sa da o l s a m u h t e ş e m bilgiler içeren" bu eseri sürekli o k u m a ­
sını söyledi, johnville'in yazdıklarına g ö r e Yaşlı A d a m , bu
eseri z a t e n sürekli o k u d u ğ u n u ve A z i z Peter'e büyük saygı
d u y d u ğ u n u söyledi.

132
Ç ü n k ü : Z a m a n ı n başlangıcında, kardeşi Kabil'in kendisini
ö l d ü r m e s i n d e n sonra Habil'in ruhu N u h ' u n b e d e n i n e , g ö ğ e
yükselişinden sonra N u h ' u n ruhu İbrahim'in b e d e n i n e ve İb­
rahim'den sonra da şimdi artık toprağın altında y a t m a k t a
olan A z i z Peter'in b e d e n i n e girmişti.
Johnville, Aziz Louis'in Tarihi isimli eserine, Bretonyalı
Y v e s ' i n anlattıklarının d e v a m ı niteliğinde, Nizariler hakkında
103
kendisi d e bazı bilgiler e k l e m i ş t i r . O ' n a göre de Bedevi­
ler (Nizariler):

Türkler gibi Muhammed'e değil, Ali'nin dinine inanmak­


tadırlar. Bu insanlar eğer efendilerinin emriyle ya da iyi bir
amaç uğruna ölürlerse, ruhlarının daha yüksek ve eskisinden
çok daha rahat şartlara sahip bir bedene gireceğine ikna edil­
mişlerdi. Bu da onların liderlerinin ya da büyüklerinin emriy­
le ölmeye hazır bir halde olmalarını sağlıyordu.

Johnville, Suriye Nizarileri hakkında yazdıklarını, "Bu in­


sanların t a m olarak nüfusları bilinmemektedir. Ç ü n k ü K u d ü s
Krallığı'na, Mısır'a ve Sarazenlerin ile kâfirlerin yaşadıkları
bütün b ö l g e l e r e dağılmışlardır" diyerek noktalar.
N e Johnville'ln n e d e Latin D o ğ u ' d a yaşayan v e Suriye
Nizarileri ve liderleri ile iletişimde bulunan kaynağı Breton­
yalı Y v e s ' i n Haşaşi efsanelerinin o l u ş m a s ı n d a bir rol almadık­
larını belirtmek önemlidir. Başka bir deyişle bu şahıslar Niza-
rilerin gizli yaşamları üzerine hayal ürünü hikâyeler uydur­
mamışlar y a d a g ü y a fedailerin adanmışlıklarını v e liderlerine
olan bağlılıklarını anlatan, ortalıkta dolaşan bu tip hikâyeleri
desteklememişlerdir.
Haçlı çevrelerinde ve Avrupa'daki çağdaşları, fedailerin
bu hallerine, sarhoş edici iksirler içeren zevk m a d d e l e r i n e
olan bağımlılıkları ç e r ç e v e s i n d e mantıklı bir açıklama getir­
m e y e çalıştıkları araştırmalarına son d e r e c e güvendikleri bu
d ö n e m d e , aslında Johnville ve Bretonyalı Y v e s 13. yüzyılda,

133
fedailerin adanmışlıklarını tarikat inançları t e m e l i n d e anlama­
ya çalışan tek batılı Nizari g ö z l e m c i l e r d i .
D a h a ö n c e d e bahsedildiği üzere A z i z Louis, M ü s l ü m a n ­
lara karşı M o ğ o l l a r l a ittifak kurmaya da kalkışmıştı. Bu a m a ç ­
la Rubrucklu William'i Büyük Hakan M ö g n k e ' y e elçi olarak
yolladı. William, M o ğ o l i s t a n ' a yaptığı ziyaretle ilgili olayları
anlattığı eserinde, pek çok kez Nizarilere yer ayırmıştır. Bir
g r u p Haşaşi'nin Büyük Hakanı ö l d ü r m e k amacıyla, değişik
kılıklar altında Karakurum'a geldiğini anlatmasının yanında
William, İranlı Nizarileri "Haşaşiler" olarak adlandıran ilk Av­
rupalılardan biridir.
William M o ğ o l i s t a n ' a olan y o l c u l u ğ u n a 1253 yılında çık­
tı. S e y a h a t i n d e , Hazar Denizi'nin kuzeyine yönelirken, " g ü ­
n e y e d o ğ r u Hazar sıradağları v e Iran, d o ğ u y a d o ğ r u ise M u -
lihet (Haşaşiler a n l a m ı n d a kullanılmış) dağları uzanmakta"
104
şeklinde not a l m ı ş t ı r . D a h a sonra, büyük bir g r u p H a ş a ­
şi'nin Karakurum'a yollanışından bahsederken William, "Bü­
yük H a k a n , karındaşlarından birini, kendilerinin M u l i h e t ola­
rak adlandırdıkları, Haşaşilerin topraklarına, onları t a m a m ı y l a
ortadan kaldırmak üzere yolladı" şeklinde bir ifade kullan­
105
mıştır. Büyük ihtimalle William "Haşaşiler" terimini ya da
bu terimin s e y a h a t n a m e s i n d e rastlanılan "Haksasiler" ve
"Hacsasiler" gibi şekillerini Haçlılardan d u y m u ş ve Vitryli Ja­
m e s gibi bir ö l ç ü y e kadar Suriye ile İran Nizarileri arasındaki
b a ğ hakkında bilgi e d i n m i ş olmalıdır. William Haşaşiler ve
M u l i h e t (Arapça malahida deyişinin bozuk bir hali) kelimele­
rini birbirlerinin yerine kullanmış, h e m İran Nizari t o p l u m u n u
h e m de Nizari fedai grubunu tanımlarken Haşaşiler ismine
başvurmuştur. Ö y l e ya da böyle Rubrucklu William kendisi­
ne verilen diplomatik g ö r e v d e başarıya ulaşamadı ve 1256
yılında Avrupa'ya geri d ö n d ü . O u t r e m e r ' d e kaldığı süre b o ­
y u n c a Hıristiyanlık adına kurduğu hiçbir planı u y g u l a m a y a
k o y a m a y a n A z i z Louis ise bundan bir yıl ö n c e Fransa'ya d ö n -

134
d ü . Bu arada M ö n g k e ' n i n , M ü s l ü m a n g ü ç l e r üzerine kurdu­
ğ u planlar şiddetle u y g u l a m a y a k o n m u ş t u .
1258 yılında M o ğ o l l a r , İran'daki Nizari devletini ve A b ­
basi Halifeliği'ni yıkarak iki hederlerini de gerçekleştirdiler.
A r d ı n d a n M o ğ o l orduları Suriye'ye yöneldiler v e başta bazı
ö n e m l i başarılar e l d e etseler d e , 1260 yılında Filistin'de, Ey-
yubilerden sonra Mısır ve Suriye üzerinde kendi e g e m e n l i k ­
lerini kuran M e m l u k l a r c a kesin olarak b o z g u n a uğratıldılar.
Suriye Nizari İsmailileri bu s a y e d e , İranlı dindaşları gibi
feci şekilde y o k e d i l m e k t e n kurtuldular. A m a tarikatın
İran'daki ana merkezinin politik g ü c ü n d e n m a h r u m kalan S u ­
riye Nizarileri, kırılgan ve başsız bir hal aldılar ve bir süre s o n ­
ra onlar da güçlerini kaybettiler. 1267 yılına g e l i n d i ğ i n d e S u ­
riye Nizarileri, M o ğ o l l a r ı Suriye'den kovan ve Haçlıları kesin
bir şekilde b o z g u n a uğratan M e m l u k sultanı I. Baybars'a
(1260-77) vergi ö d e m e y e başlamışlardı. Bu arada M e m l u k
sultanı ile Hospitaller şövalyeleri arasında imzalanan anlaş­
mayla, Hospitaller o z a m a n a kadar Nizarilerden alıyor olduk­
ları v e r g i d e n vazgeçtiklerini açıkladılar. Suriye Nizarileri artık
kendilerini M e m l u k devletinin şemsiyesi altına sokmuşlardı
ve 1273 yılına g e l i n d i ğ i n d e bu sınırlı bağımsızlıklarını dahi
kaybettiler. Bununla birlikte C e b e l Bahra'daki kalelerinde,
M e m l u k askerlerinin sıkı g ö z e t i m i altında yaşamlarını sür­
dürmelerine m ü s a a d e edildi. Nizarilerin artık politik güçleri­
nin t a m a m e n ortadan kalkmasına ve ö n e m l i bir politik düş­
manlarının olmayışına r a ğ m e n , fedailer ve eylemleri hakkın­
daki masalsı yazılar y a y ı l m a y a d e v a m etti. Baybars v e M e m ­
luk hanedanındaki haleflerinin kendi düşmanlarına karşı Suri­
ye Nizarilerinin hizmetine başvurduklarını söyleyen bazı d a ­
ğınık notlar mevcuttur. Ö r n e ğ i n Sur lordu ve önemli bir Ku­
d ü s baronu olan M o n t f o r d l u Philip'in 1270 yılında öldürülü­
şü ve 1 2 7 2 ' d e İngiltere prensi E d w a r d ' a karşı d ü z e n l e n e n
başarısız suikast girişiminin, Nizari fedailerinin yardımlarıyla

135
Baybars tarafından tertiplendiği yazılı kaynaklarda yer almak­
tadır.
Nizariler, bağımsızlıklarını ve siyasi güçlerini kaybettikten
sonra artık Yakın D o ğ u ' d a k i politik olaylar üzerinde hiçbir et­
kin role sahip olmadılar ve Frenklerle aralarında bundan s o n ­
ra hiç d o ğ r u d a n bağlantı kurulmadı. D u r u m böyle olunca,
Frenkler O r t a ç a ğ ı n sonraki d ö n e m l e r i n d e Nizariler hakkında
yeni hiçbir şey öğrenemediler. Bu s a y e d e M a r c o Polo ve di­
ğ e r batılıların son d e r e c e süslü ve hayal ürünü masallarının
yayılması için g e r e k e n z e m i n hazırlanmış oldu. Bundan son­
ra da, s ö z d e mantıkçılık ve nesilden nesle aktarılan d ü z m e ­
ce tarihçiliğin eseri olan Haşaşi masalları çıktı.
Ö z e t l e O r t a ç a ğ d ö n e m i Avrupalıları İslam v e M ü s l ü m a n ­
lar hakkında çok az ş e y öğrendiler ve Ismaililer hakkında
edindikleri bundan da az olan bilgiler ise, Haçlı ve d i ğ e r ba­
tı kaynaklarında dağınık olarak yer alan birkaç abartılı g ö z ­
l e m l e v e yanlış algılamalarla kendini g ö s t e r d i . A m a 13. y ü z ­
yılın ortalarına g e l i n d i ğ i n d e bu kaynakların ç o ğ u Ismaililer ve
liderleri D a ğ ı n Yaşlı A d a m ı ' n ı n gizli yaşamları konusundaki
su g ö t ü r m e z gerçekler olarak kabul edildi. B u n d a n sonra da
Haşaşi efsaneleri g e r ç e k a n l a m d a o l u ş m a y a başladı.

136
BÖLÜM DİPNOTLARI

51 Buna örnek olarak bknz. Edward W. Said, Orientalism (Londra, 1978),


s. 59 ff.
52 N. Daniel, İslam ve Bati: The Making of an Image (Edinburg, 1966); ve
R.W. Southern, Western Views of Islam in the Middle Ages (Cambrid­
ge, M A , 1962). Ayrıca bknz. M. Th. d'Alverny, L'Occidente e I'Islam
nell'alto medioevo (Spoleto, 1965), isimli eserinde, "La Connaissance
de I'Islam en Occident du lXe au milieu du XHe siecle", s. 577-602; M.
Rodinson. 77je Legacy of Islam (2. bsm., Oxford, 1974) isimli eserinde,
"The Western Image and Western Studies of Islam", düz. J. Schacht ve
C.E. Bosworth, s. 9-62; A. Hourani. Europe and the Middle East (Lond­
ra, 1980), s. 1-73; ve Islam in European Thought (Cambridge, 1991),
s. 7-60; ve W.M. Watt, Muslim-Christian Encounters (Londra, 1991),
özellikle s. 59-88.
53 İslam'ın Yahudi-Hacer köküne modern bir bakış için bknz. P. Crone ve
M. Cook, Hagarism: The Making of the Islamic World (Cambridge,
1977), adı geçen eser, çeşitli ilginç görüşler ve hipotezler içeren tartış­
malı bir çalışmadır.
54 Bknz. Steven Runciman, A History of the Crusades, 3 cilt (Cambridge,
1951-54).
55 Frenk eyaletlerinin ilk dönemi, Setton'un editörlüğünde, A History of
Crusades, adıyla farklı uzmanlar tarafından incelenmiştir. Cilt 1, s. 368-
462, 528-61.
56 William'in Latince kaleme aldığı Historia rerum in patribus transmarinis
gestarum isimli eserinin farklı basımlan bulunmaktadır; burada R.B.C.
Huygens tarafından hazırlanan en güncel ve en iyi basımı kullanılmıştır
ve ismi basitçe Chronicon olarak konmuştur. (Turnhout, 1986)
57 Bknz. Surlu William, Chronicon, s. 100.
58 Daha fazla detay için, bknz. Peter W. Edbury ve John G. Rowe, William
of Tyre: Historian of the Latin East (Cambridge, 1988), s. 32-58.
59 Gesfa Francorum et aliorum Hierosolimitanorum, ed. ve çev. R. Hill
(Londra, 1962).
60 Bknz. Runciman. A History of the Crusades, Cilt 2. s. 291-324; Urban
T. Holmes, A History of the Crusades isimli eserinde, 'Life among the

137
Europeans in Palestine and Syria in the Twelfth and Thirteenth Cen­
turies', düz. K.M. Setton: Cilt IV, The Art and Architecture of the
Crusader States, düz. H.W. Hazard (Madison, Wl, 1977), s. 3-35; ve
P.M. Holt, The Age of the Crusades (Londra, 1986), s. 31-7.
61 Southern, Western Views, s. 27-8.
62 Bu konu ile ilgili olarak bknz. Compiegne'li Walter, Otia de Machomet-
te, ed. R.B.C. Huygens'in Sacris Erudiri isimli eserinde, 8 (1956), s.
286-328.
63 Pedro de Alfonso, Dialogi in quibus impiae Judaeorum confutantur, J.P.
. Migne (ed.), Patrologia Latina isimli eserinde, Bölüm 157, s. 527-672,
(Paris, 1844-64).
64 Bknz. M. Th. d'Alverny, "Deux traductions latines du Coran au Moyen
Age", Archives d'historié doctrinale et littéraire du Moyen Age. 22-23
( 1947-48), s. 69-131 ; ve James Kritzeck, Peter the Venerable and Islam
(Princeton, 1964).
65 Bu külliyatı oluşturan eserlerin listesi için bknz. Daniel, Islam and the
West, s. 399-400.
66 Bknz. M. Th. d'Alverny, "Notes sur les traductions médiévales
d'Avicenne", Archives d'historié doctrinale et litteaire du Moyen Age,
27 (1952), s. 337-58; M. Fakhry, A History of Islamic Philosophy (2.
bsm., Londra, 1983). s. 66-94, 107-62; ve H. Corbin, History of Islamic
Philosophy, çev. L. Sherrard (Londra, 1993).
67 Bu elçi ziyareti hakkında bknz. Matthew Paris, Chronica Majora, düz.
Henry R. Luard (Londra, 1872-83), Cilt 3, s. 488-9; İngilizce çevirisi
Matthew Paris's English History, çev. John A. Giles (Londra, 1852-54),
Cilt 1, s. 131-2.
68 Rubruck'lu William, The Mission of Friar William of Rubruck : His Jour­
ney to the Court of the Great Khan Möngke 1253-1255, çev. P. Jack­
son (Londra, 1990), s. 226-35.
69 A.g.e, s. 222.
70 Haçlı hareketinin misyonerlik faaliyetleri hakkında bknz. Benjamin Z.
Kedar, Crusade and Mission: European Approaches toward the Mus­
lims (Princeton, 1988), özellikle s. 97-203.
71 Watt, Muslim-Christian Encounters, s. 85-6; ve The Influence of Islam
on Medieval Europe (Edinburgh, 1972), s. 73-7.

138
72 Southern, Western Views, s. 103.
73 Bknz. P. Kraus, "Hebraische und syrische Zitate in isma'ilitischen Schrif-
ten", Der Islam, 19 (1931), s. 243-63; S . M . Stern. "Fatimid Propagan­
da among jews according to the Testimony of Yefet b. AM the Karaite",
Studies in Early Isma'ilism (Kudüs-Leiden, 1983), s. 84-95; ve J.T.P. de
Bruijn, "al-Kirmani", EI2, Cilt 5, s. 166-7.
74 Surlu Williami Chronicon, 1. Kitap, 4. Bölüm, s. 109-10, ve 19. Kitap,
21. Bölüm, s. 890-2; İngilizce tercümesi, A History of Deeds Done
Beyond the Sea, çev. Emily A. Babcock ve A . C . Krey (New York, 1943),
2. Cilt, s. 323-5.
75 Vitryli James, Historia Orientalis, Gesta Dei per Francos isimli eserinde,
düz. J. Bongars, (Hanover, 1611), 1. Cilt, s. 1060-1. Ayrıca bknz.
Daniel, Islam and the West, s. 318.
76 Ricoldo da Monte Croce, Itinerarium, Peregrinatores medii aevi
quatuor isimli eserinde, ed. J . C M . Laurent, (2. bsm., Leipzig, 1873), 8.
bölüm, s. 127; ve // Libro della Peregrinazione nelle parti d'Oriente di
frate Ricoldo da Motecroce, ed. U. Monneret de Villard (Roma. 1948),
s. I l l ; Daniel, Islam and the West, s. 319; ve E. Kohlberg, "Western
Studies of Shi'a Islam", ed. M. Kramer, Shi'ism, Resistance and
Revolution isimli eserinde, (Londra, 1987), s. 31 ve devamı, yeniden
basım aynı yazarın Belief and Law isimli eserinde, makale II.
77 Bknz. Surlu William, Chronicon, 13. Kitap, 26. bölüm, s. 620-2 ve 14.
kitap, 19. bölüm, s. 656-7; çev. Babcock ve Krey, 2. cilt, s. 40-3, 77.
78 Bknz. Runciman, A History of the Crusades, 2. cilt, s. 362-400; ve
Marshall W. Baldwin, A History of the Crusades isimli eserinde, "The
Latin States under Baldwin III and Amalric I, 1143-1174", ed. Setton,
1. cilt, s. 548-61.
79 Surlu William, Chronicon. 19. kitap, 18 ve 19. bölümler, s. 887-9; çev.
Babcock ve Krey, 2. cilt, s. 319-21; William, heyetin raporundan sonra
Sünni ve Şii İslam arasındaki farkları anlatmaktadır.
80 A.g.e., 17. kitap, 9. bölüm, s. 770-2; çev. Babcock ve Krey, 2. cilt, s.
196-8.
81 A.g.e., 17. kitap, 18 ve 19. bölümler, s. 785-7; çev. Babcock ve Krey,
2. cilt, s. 212-5.
82 A.g.e., 20. kitap, 29 ve 30. bölümler, s. 954-6; çev. Babcock ve Krey,
2. cilt, s. 392-4. Ayrıca bknz. J. Hauzinski, Folia Orientalia isimli eserin-

139
de "On Alleged Attempts at Converting the Assassins to Christianity
in the Light of William of Tyre's Account", 15 (1974), s. 229-46.
83 Tudela'li Benjamin, The Itinerary of Benjamin of Tudela, düz. ve çev.
Marcus N. Adler (Londra, 1907), orijinal metin s. 18-19, çev. s. 16-17.
84 A.g.e., orijinal metin s. 50, çeviri s. 53-4.
85 P. Scheffer-Boichorst, Zeitschrift fur die Geschichte des Oberrheins
isimli eserinde, "Der kaiserliche Notar und der Strassburger Vitztum
Burchard", 43 (1889), s. 456-77.
86 Lübeckli Arnold, Chronica Slavorum, G . H . Pertz'in Monumenta Ger-
maniae Historica: Scriptores isimli eserinde (Hanover, 1826-1913), 21.
cilt, s. 235-41.
87 A.g.e., s. 240; ingilizce tercümesi, Lewis'in Assassins isimli eserinde,
s. 2-3.
88 Sur'lu William, Chronicon, 20. kitap, 29. bölüm, s. 953-4; çev. Babcock
ve Krey, 2. cilt, s. 391.
89 Bknz. Bustan ei-cami, ed. Claude Cahen'in "Une chronique Syrienne
du Vle/Xlle siècle: Le Butsan" isimli eserinde, Bulletin d'Etudes Orien­
tales, 7-8 (1937-38), s. 136; Ebul-Fadail Muhammed el-Hamavi, al-
Tarikh al-Mansuri, ed. P.A. Gryaznevich (Moskova, 1963), s. 176; ve
Lewis, "Kamal al-Din's Biography of Rasid al-Din Sinan", s. 230, 241-
2, 261.
90 Örnek olarak bknz. Joseph F. Michaud, Michaud's History of the
Crusades, çev. W. Robson (Londra, 1852), 3. cilt, s. 434-5.
91 Ibn al-Tahir, Kitab al-kamil fi'ta'rik, ed. Cari J. Tornberg (Leiden, 1851-
76), 12. cilt, s. 51.
92 Bknz. Abu Firas, Fasl min al-fatz al-sharif, S. Guyard'm Journal Asiatique
isimli eserinde "Un Grand Maître des Assassins au temps de Saladin"
isimli makalesi, 7. sayı, 9 (1877), çeviri 408-12, orijinal metin 463-6;
İngilizce çevirisi, F. Gabrieli'nin Arab Historians of the Crusades isimli
eserinde, çev. E. J. Costello (Berkeley, 1969), s. 242-5.
93 Örnek olarak bknz. ilerleyen bölümlerinde Conrad'ın Nizari gemisine el
koymasından da bahseden, Ambroise, L'Estorie de la Guerre Sainte,
ed. ve çev. G. Paris (Paris, 1987), s. 235 ve devamı; Recueil des His­
toriens des Croisades: Historiens Occidentaux (Paris, 1844-95), 2. cilt,
s. 192-4; Chronique d'Emoul et de Bernard le Trésorier, ed. L.de Mas

140
Latrie (Paris, 1887), s. 298-9; Newburghlu William, Historia rerum
Anglicarum, ed. H. C. Hamilton (Londra, 1870), 3. cilt, s. 181;
Itinerarium peregrinorum et gesta régis Ricardi, ed. W. Stubbs,
Chronicles and Memorials ofthe Reign Richard I (Londra, 1864), 1. cilt,
s. 337 ve devamı; ve Chronicles ofthe Crusades; being Contemporary
Narratives ofthe Crusade of Richard Coeur de Lion and ofthe Crusade
of Saint Louis (Londra, 1848), s. 276-7.
94 Bknz. Charles E. Nowell, Spéculum isimli eserinde, "The Old Man of
the Mountain", 22 (1947), s. 508 ve devamı; ve L. Hellmuth, Die As-
sassinenlegende in der ósterreichischen Geschichtsdichtung des Mit-
telalters (Viyana, 1988), s. 9-22, 116-65, Burada özellikle Jans
Enikel'in, 13. yüzyılın ikinci yarısında üne kavuşan yazılarında geçen,
Ortaçağ'da 11. Frederick hakkındaki Avusturya efsaneleri gibi öykülerin
kökleri, doğudan alınan örneklere ve Nizari etkisine dayandırılmaktadır.
95 Bu konuda bknz., L'Estoire de Eracles. s. 216, 230-1; ve Chronique
d'Ernoul, s. 323-4.
96 Bknz. Chroniques greco-romanes inédits ou peu connues, ed. C. Hopf
(Berlin, 1873), s. 31.
97 Papa tarafından 1236 yazılan ve Hospitalier ile Haşaşiler arasındaki iliş­
ki hakkında görüşler aktaran bu mektubun İngilizce çevirisi, E.J. King'in
The Knights Hospitaliers in the Holy Land (Londra, 1931 ) isimli eserin­
de yer almaktadır, s. 234-5.
98 Vitryli James, Lettres de Jacques de Vitry. eveque de Saint-Jean d'Ac­
re, ed. R.B.C. Huygens (Leiden, 1960), s. 88-9, 95.
99 A.g.e., s. 91-4.
100 Vitryli James'in "Haşaşiler" ile ilgili yazdıklarının Latince metni, Gesfa
Dei per FRancos isimli eserinin Historia Orientalis başlıklı bölümünde
yer almaktadır, 1. cilt, s. 1062-3; İngilizce tercümesi Secret Societies of
the Middle Ages (Londra, 1846) isimli eserde, s. 117-19.
101 Joinville'in, Nizari lideri ile Aziz Louis arasındaki elçi ziyaretleri ile il­
gili yazdıkları Historié de Saint Louis isimli eserinde, ed. N. De Wailly
(Paris, 1868; yeniden basım, Lille, n.d.), s. 218 ve devamı; İngilizce ter­
cümesi Jean de Joinville, Memoirs of John Lord de Joinville. çev. T. Joh-
nes (Hafod, 1807), 1. cilt, s. 194 ve devamı, yeniden basım Chronicles
ofthe Crusades isimli eserde, s. 470 ve devamı.

141
102 Joinville, Histoire, s. 222-4, ve Memoirs, s. 195-7, yeniden basım
Chronicles of the Crusades isimli eserinde, s. 472-4.
103 Joinville, Histoire. s. 121-3, ve Memoirs, s. 148-9, yeniden basım
Chronicles of the Crusades isimli eserinde, s. 420-1.
104 Rubrucklu William, The Mission, s. 128.
105 A.g.e., s. 222.

142
EFSANELERİN KÖKLERİ ve
İLK ORTAYA ÇIKIŞLARI

Ismaililer, Şia'nın g ö z ü n d e , tıpkı kendilerinden önceki E m e -


viler gibi H z . Ali s o y u n d a n gelenlerin İslam t o p l u m u n u n üs­
tündeki liderlik haklarını g a s p e t m i ş olarak görülen Abbasile-
re karşı faal ve isyankâr bir hareket o r g a n i z e ettiler. İsmaili
davası yani dini-politik propagandası, 9 0 9 yılında, H z . Ali ve
p e y g a m b e r i n kızı H z . Fatma'nın s o y u n d a n g e l e n İsmaili ima­
mı tarafından yönetilen ilk Şii devleti olan Fatımi Halifeli-
ği'nin kurulmasıyla ç o k önemli bir başarıya ulaştı.
G e n e l olarak h o m o j e n bir topluluğun üyeleri olarak algı­
lanan Ismaililer, çeşitli M ü s l ü m a n yazar gruplarının d ü ş m a n ­
ca kampanyalarının hedefleri haline geldiler. Z a m a n l a , g e l e ­
cekteki d ü ş ü n c e yapısına esas teşkil e d e c e k olan "kara efsa­
n e " Müslümanların ç o ğ u n l u ğ u tarafından, İsmaililerin öğreti­
leri ve yaşamlarını b e t i m l e y e n g e r ç e k bilgiler olarak kabul
e d i l m e y e başlandı. A n c a k öte y a n d a İsmaililerin politik alan­
daki varlıkları b ü y ü m e y e d e v a m etti ve hareket 1094'deki
Nizari-Mustali ayrımından sonra da hayatta kalmayı başardı.
Nizari İsmailileri, kendilerinden önceki Fatımi İsmaililerinin
isyankâr ruhunu ve ideallerini kısa bir s ü r e d e y e n i d e n topar­
ladılar ve Suriye ve İran'daki Sünni Selçuklu Türklerine karşı
silahlı bir a y a k l a n m a başlattılar. Selçukluların â d e m i merkezi­
yetçi ve kendilerinden s o n d e r e c e üstün askeri g ü c ü y l e kar­
şılaşan Nizari İsmailileri, belli bölgelerdeki önemli d ü ş m a n l a ­
rına suikastlar d ü z e n l e m e y ö n t e m i n e de başvurdular. Bu
y ö n t e m s o n d e r e c e etkili oldu v e ç o k g e ç m e d e n , özellikle

143
M ü s l ü m a n topraklarındaki ö n e m l i ö n e m s i z bütün suikastlar,
görevlerini yerine getirdikten sonra nadiren hayatta kalan
Nizari fedailerine affedilmeye başlandı. Fedailer tarafından
tertiplensin tertiplenmesin, A l a m u t d ö n e m i n d e d o ğ u d a ger­
ç e k l e ş e n suikastlar, M ü s l ü m a n t o p l u m u n d a Nizari karşıtı d ü ­
şüncenin yayılmasında ö n e m l i rol oynadı. D ü ş m a n c a k a l e m e
alınan yazılar ve Nizarilerin s ö z d e şeriatı kaldırmaları ile ilgi­
li yanlış anlamalar da Nizarilerin hakkında edinilen o l u m s u z
imajı d a h a da kuvvetlendirdi.
Nizarilere atfedilen suikastlar k o n u s u n d a yazılanlar za­
manla Haçlılar ve tarihçilerinin de ilgisini çekti. Batılılar özel­
likle Nizari fedailerinin kendi hayatlarını feda e t m e davranış­
larından etkilenmişlerdi. 12. yüzyılın sonlarına g e l i n d i ğ i n d e
Haçlılar ve batılı gözlemciler, Haşaşiler tarikatına m e n s u p fe­
dailerin sarsılmaz bağlılıklarının ardında yatan nedenleri an­
latmak için, keyfi bir hareketle hayal g ü c ü n e başvurdular.
Nizariler, kendilerinden önceki ismaililere karşı yapılan
karalamaların mirasçısı olmalarının yanında, Sünni toplumla­
rın resmi e l d e idare edilen gaddarlıklarının da hedefi haline
geldiler. O r t a ç a ğ d ö n e m i M ü s l ü m a n yazarlarının bir kısmı,
İsmailiye v e y a Nizariye isimlerinin ortaya çıkmasından ö n c e
Nizarileri dini açıdan, Batıniye ve Talimiye şeklinde isimlen­
106
dirmişlerdir. A m a Nizariler A l a m u t d ö n e m i n d e v e sonra­
sında özellikle 12. yüzyılın ikinci yarısından sonra, d i ğ e r Is-
maililer gibi g e n e l d e M ü s l ü m a n düşmanları tarafından " m a -
lahida" (veya "mulhidun") şeklinde adlandırıldılar. Nizarilerin
d a h a nadir olarak, "el-Haşaşiye" ya da haşhaş kullanan t o p ­
lum manasına g e l e n " c e m a a t el-Haşaşiye" gibi aşağılayıcı
kavramlar ve anlatımlarla da isimlendirildikleri olmuştur.
Haşaşiye teriminin ilk kez yazılı olarak Nizariler için kulla­
nılışı, İslami kaynaklarda bu ismin bilindiği kadarıyla ilk k e z
ortaya çıkışını temsil e d e n , sonradan Mustali İsmailileri tara-

144
fından i m a m olarak tanınan halife e l - A m i r adına Mısır'daki
Fatımi sarayında 1123 yılında k a l e m e alınan son d e r e c e N i -
zari karşıtı, eleştirel bir m e k t u p l a olmuştur. D a h a ö n c e de
bahsedildiği ü z e r e Suriye'deki Mustalilere gönderilen bu
m e k t u p , ö n c e d e n k a l e m e alınan ve bir y a n d a n el-Amir'in
a m c a s ı Nizar'ın İsmaili imamlığı üzerindeki hak iddiasını ya­
lanlarken diğer y a n d a n da Mustali i m a m silsilesinin meşrulu­
ğ u n u savunan el-Hidaye el-Amiriye den sonraki ikinci giri­
şimdi. Bu m e k t u p t a , Haşaşiye terimi hiçbir açıklama yapıl­
107
m a d a n , Nizarileri t a n ı m l a m a k için iki k e z kullanılmıştır. Bu
durum, s ö z k o n u s u terimin d a h a 12. yüzyılın ilk d ö n e m l e r i n ­
d e İslam dünyasında, e n azından Mısır v e S u r i y e ' d e g e n e l
olarak bilinen bir terim o l d u ğ u n u göstermektedir.
Yazdığı Nusrat el-fatra isimli tarih kitabının, 1226 yılında
el-Bundari tarafından yapılan bir d e r l e m e d e s a d e c e kısaltıl­
mış bir haliyle g ü n ü m ü z e ulaşabildiği Imad el-Din M u h a m -
m e d el-Kâtip el-İsfahani tarafından 1183 yılında k a l e m e alı­
nan, bilinen ilk Selçuklu v a k a y i n a m e s i n d e Suriye Nizarileri
ikinci olarak " H a ş a ş i y e " ismiyle a n ı l m ı ş l a r d ı r . 1 0 8 Bu ilk S e l ­
çuklu vakanüvislerinin Haşaşiye, malahida ve batiniye terim­
lerini birbirlerinin yerine kullanmış olmaları da dikkat çekici
bir n o t t u r . 1 0 9 A y n ı d ö n e m d e y a ş a m ı ş olan çok az sayıdaki
M ü s l ü m a n yazar da, özellikle Ebu Ş a m a ve İbn Müyesser,
Haşaşiye (tekil hali Haşaşi) terimini genellikle Suriye (Şam)
Nizarilerini t a n ı m l a m a k için kullanmışlar a m a bu yazarların
hiçbirisi s ö z k o n u s u terimin n e r e d e n türediğine dair bir açık­
l a m a yapmamışlardır. Ö r n e ğ i n İbn M ü y e s s e r s a d e c e , bu in­
sanların S u r i y e ' d e " H a ş a ş i y e " , A l a m u t ' t a Batıniye v e " M a l a ­
hida", H o r a s a n ' d a Talimiye ve g e n e l olarak da ismaililer ola­
rak bilindiklerini belirtmekle y e t i n m i ş t i r . 1 1 0 Sonradan Haşaşi­
ye isminin kullanımı kalkmış gibi görünmektedir. İbn H a l d u n ,
bir zamanlar "el-Haşaşiye el-İsmailiye" olarak adlandırılan

145
Suriye Nizarilerinin, kendi z a m a n ı n d a Fidaviye olarak tanın­
111
dıklarını anlatan nadir 13. yüzyıl yazarlarından birisidir.
A l a m u t d ö n e m i İran Nizari t o p l u m u n u n tarihi konusun­
daki a n a kaynaklar olan, C ü v e y n i ve Raşid el-Din'in de içle­
rinde o l d u ğ u İlhanlı d ö n e m i İranlı tarihçiler, Haşaşiye terimi­
ni İranlı Nizarileri tanımlamak için kullanmamışladır. Aslında
bu satırların yazarının bilgisinin dâhilinde, A l a m u t ve A l a m u t
sonrası d ö n e m l e r d e Nizarilerden b a h s e d e n hiçbir İran kay­
naklı m e t i n d e Haşaşi ya da onun değişik şekilleri kullanılma­
mıştır. O r t a ç a ğ d ö n e m i İranlı yazarlar, aşağılayıcı bir terim
kullanmak istediklerinde Nizarileri genellikle malahida ya da
mulahida olarak adlandırmışlardır. A m a İsmail iler ve Z e y d i -
ler k o n u s u n d a ö n d e g e l e n batılı otoritelerden biri olan W.
M a d e l u n g yakın z a m a n d a , 13. yüzyılın ilk yarısında Hazar
b ö l g e s i n d e A r a p ç a dilinde k a l e m e alınan o d ö n e m d e k i Z e y -
di kaynaklarında, İranlı Nizarilerin "Haşaşiler" olarak adlandı­
rdıklarını keşfetti. D ü ş m a n c a bir tutumla k a l e m e alınmış
olan bu Z e y d i metinlerinde, İsmaili t o p l u m u ç o ğ u n l u k l a
" M a l a h i d a " olarak anılmakta, " H a ş a ş i " terimi ise d a h a ç o k
A l a m u t ' t a n suikast işlemek için yollanan fedailer için kullanıl­
maktadır. 1 1 2 B ö y l e c e Bernard Levvis'in, Haşaşi teriminin sa­
d e c e S u r i y e ' y e has o l d u ğ u ve hiçbir z a m a n İranlı Nizarileri
adlandırmak için kullanılmadığı y ö n ü n d e k i iddiasının hatalı
o l d u ğ u ortaya ç ı k m ı ş t ı r . 1 1 3 Bununla birlikte Haşaşi teriminin
A r a p ç a konuşan M ü s l ü m a n toplumlarından türediğini, a m a
mulhid (çoğul malahida) teriminin aksine, İran Nizari toplu­
m u n u n dini dili olarak seçilen Farsça'da yaygınlık kazanama­
dığını s ö y l e m e k tedbirli bir yaklaşım olacaktır.

H a ş a ş v e y a haşaşa, Latince ismi cannabis sativa olan ve


ekilip biçilebilen bir bitki olan kenevirden e l d e edilen bir ürü­
nün A r a p ç a ismidir. Bu bitki, ya da d a h a bilinen şekli olan
Hint kenevirinin (cannabis Indica), eski ç a ğ l a r d a n beri Yakın

146
D o ğ u ' d a uyuşturucu etkisi olan bir ilaç olarak kullanıldığı bi­
linmektedir. Kenevirin yaprakları ile tohumları ve k e n e v i r d e n
e l d e edilen ürünler, Hindistan, Iran ve A r a p d ü n y a s ı n d a ban],
şahdanaj, kinnab ve kîf gibi değişik isimler ve a r g o tanımla­
114
malarla a n ı l m ı ş l a r d ı r . Ama "kuru ot" manasına gelen
A r a p ç a haşaş kelimesinin, kenevir bitkisini v e y a kenevirin
asıl etkili olan reçinesini ifade e d e n bir t a k m a ismi olarak kul­
lanılmasıyla tanınmıştır. Bir şekilde bu sarhoş edici ilacın yay­
gınlaşması ile Haşaşin t a k m a isim olarak kullanılmaya başla­
ması eş z a m a n d a vuku b u l m u ş olmalıdır. S o n r a d a n bu t a k m a
isimden, o n u kullanan ya da o n a b a ğ ı m l ı olanlar için kullanı­
lan Haşaşi (çoğul hali Haşaşiye, k o n u ş m a dilindeki ç o ğ u l hal­
leri Haşaşişiyin ya da Haşaşin) ve d a h a nadir olarak kullanı­
lan haşhaş (çoğul hali haşhaşın) isimleri türemiştir. D a h a ö n ­
ce de belirtildiği üzere, Haşaşiye teriminin ilk olarak Suriye
Nizarileri için kullanılışı, 1123 civarında yayınlanan M u s t a l i
m e k t u b u ile olmuştur. Bu b e l g e , s ö z konusu ismin n e d e n N i -
zariler için kullanıldığını açıklamamaktadır a m a buradan, N i -
zarilerin g e r ç e k o l m a s a da haşhaş bağımlısı oldukları iddi­
asından kaynaklandığı s o n u c u çıkarılabilir. Ö y l e y a d a b ö y l e
bu d u r u m , Haşaşiye teriminin 11. yüzyılın başından itibaren
bir süreliğine, en azından 11. yüzyılın ikinci yarısına kadar,
Nizari-Mustali ayrımından ö n c e M ü s l ü m a n l a r için bilinen bir
terim o l d u ğ u n u g ö s t e r m e k t e d i r . w w w . c i z g i l i f o r u m . c o m

12. v e 13. yüzyıllarda haşhaş kullanımı, Suriye, Mısır v e


Müslümanların yaşadıkları d i ğ e r b ö l g e l e r d e , özellikle alt ka­
d e m e y e m e n s u p kişiler arasında büyük oranda arttı. M ü s l ü ­
m a n d ü n y a s ı n d a haşhaş kullanımın zararlı etkilerinin y a y g ı n
olarak tartışılmaya başlaması da bu d ö n e m e d e n k gelir. 13.
yüzyıldan itibaren, M ü s l ü m a n yazarlar tarafından, haşhaşın
etkilerini fiziksel, ruhsal, ahlaki ve dini açıdan e l e alan pek
ç o k yazı k a l e m e a l ı n m ı ş t ı r . 1 1 5 M ü s l ü m a n yazarlar endişeli bir

147
şekilde, yaygınlaşan haşhaş kullanımının, insanların İslam'ın
kutsal kanunlarında belirtilen d u a e t m e k ve oruç tutmak gibi
bazı vecibeleri gerçekleştirmelerini engelleyerek, kullanıcıla­
rın inançları ve ruhi dünyası üzerine son d e r e c e büyük zarar­
116
ları olacağını s ö y l e m e k t e y d i l e r . H a ş h a ş kullanan bir insan
en s o n u n d a , bir mulhid ya da kâfire benzer bir sosyal ve ah­
laki k o n u m a d ü ş m e y e kurbandı. M ü s l ü m a n hukukçularının
haşhaş kullanıcılarının aleyhlerine konuşmaları ve suçlu ve
dinsiz bireyler olarak cezalandırılmalarını şiddetle arzu e t m e ­
lerinin arkasında da bu anlayış yatmaktadır.
Profesör Franz Rosenthal'in de g ö z l e m l e d i ğ i üzere, O r t a ­
ç a ğ d a M ü s l ü m a n yazarların haşhaş üzerine yaptıkları t ü m
tartışmalardan şu ortak nokta ö n e çıkmaktadır:

Bağımlı oldukları bilinenlerle diğer insanlar arasında be­


lirgin bir sınıf ayrımı vardı. Haşhaş kullanıcılarının düşük sınıf­
tan insanlar olduklarına inanılıyordu. Bu insanlar, ister do­
ğuştan bu sınıfa mensup olsunlar, isterse insanın bütün iyi
özelliklerini, özellikle de bireyin toplumdaki konumunu belli
eden ahlaki ve kişilik özelliklerini yok eden bu alışkanlık yü­
zünden sonradan bu sınıfa alçalsalar da fark etmezdi.117

H a ş h a ş kullanıcıları b ö y l e c e net bir şekilde, sosyal olarak


dışlanmış ve suçlu insanlar olarak kabul edildiler. Ayrıca Ha-
şaşiye de İslam'a karşı bir tehlike olarak d a m g a l a n d ı ve en
azından 11. yüzyılın ikinci yarısından sonra ç o ğ u n l u k tarafın­
d a n bu şekilde kötülendiler.
12. ve 13. yüzyıllarda Haşaşiye teriminin Nizari İsmailile-
ri için kullanılması, haşhaş kullanıcılarını "düşük sınıf insan
sürüsü" ve "dinsiz sosyal dışlanmışlar" olarak g ö r e n kötüle­
yici anlayıştan çıkarılan bir metafordan kaynaklanmış gibi g ö ­
rünmektedir. Yoksa Nizarilerin ve fedailerinin düzenli olarak
haşhaş kullandıklarını g ö s t e r e c e k hiçbir kanıt yoktur. G ö r e v ­
lerini yerine g e t i r m e fırsatını yakalamak için, uzun süreler

148
b o y u n c a sabırla tetikte bekleyen fedailerin, bilhassa haşhaş
gibi insanı g ü ç t e n düşüren bir ilaca bağımlı olmalarının, ba­
şarılarını son d e r e c e kötü bir şekilde etkileyeceğini s ö y l e m e ­
ye de aslında hiç g e r e k yoktur. Tarikatın isyankâr politik y a ­
pısını bizzat oluşturan H a s a n Sabbah'ın dünyevi z e v k l e r d e n
uzak, s a d e kişiliği bir yana, Nizari fedailerinin bağlılıkları ve
disiplinleri, ilk Şii gruplarında yer alan atalarının seçkincilik ve
benzersiz bir birlik ruhu ve adanmışlıkla d o l u hayat felsefele­
rinden g e l i y o r d u . Benzeri yaklaşımlar, şehitlik inancını be­
n i m s e y e n belli M ü s l ü m a n gruplar tarafından, m o d e r n za­
manlarda d a sergilenmiştir. Ö y l e y a d a böyle, n e b u g ü n e ka­
dar ortaya çıkarılan Nizari metinlerinde, ne de aynı d ö n e m ­
de genellikle Nizarilerin aleyhinde k a l e m e alınmış İsmaili ol­
m a y a n M ü s l ü m a n l a r a ait metinlerde, Nizarilerin g e r ç e k t e n
haşhaş bağımlısı olduklarını g ö s t e r e n bir bulgu yoktur. D a h a ­
sı, İsmaililere karşı ortaya çıkan her tür kötü d ü ş ü n c e ve inan­
cı eserlerinde kullanan C ü v e y n i gibi Nizariler k o n u s u n d a
araştırma y a p m ı ş olan M ü s l ü m a n yazarların ç o ğ u , Nizariler
için Haşaşi ismini bile kullanmamışlardır. Nizarileri "Haşaşi-
ler" olarak adlandıran birkaç A r a p ç a m e t i n d e ise, bu ismin
haşhaş kullanımından geldiğini belirten bir açıklama bulun­
mamaktadır; o y s a bu metinler Nizarilere yönelik her tür z a ­
rar verici suçlamayı bir araya g e t i r m e amacıyla hazırlanmış­
lardır.

Şiilerin şehitlik inancını iyi bilen d i ğ e r M ü s l ü m a n halkları,


Nizari fedailerinin kendilerini feda e t m e davranışlarına bir
açıklama g e t i r m e g e r e ğ i duymadılar. Yani M ü s l ü m a n yazar­
lar batılı meslektaşlarının aksine, tarikatın gizli yaşamı üzeri­
ne hayali öyküler kurmadılar. M e v c u t bulgular, Haşaşiye is­
minin, Nizarilerin ve fedailerinin düzenli olarak haşhaş kul­
landıkları y ö n ü n d e k i hiçbir temeli o l m a y a n bir inanışın orta­
ya çıkmasına yol açtığını göstermektedir. Bu yanlış inanış,

149
O r t a ç a ğ d a g e r ç e k olarak kabul edilmiş v e Silvestre d e S a c y
ve 19. yüzyıldaki diğer şarkiyatçılar tarafından da onaylan­
mıştır. H a ş h a ş l a ilgili kurulan bu bağlantının, m u h t e m e l e n
Nizari fedailerinin davranışlarına bir anlam v e r e m e y e n ve bu­
na basit bir açıklama g e t i r m e y e çalışan, O r t a ç a ğ d ö n e m i n ­
deki batılı g ö z l e m c i l e r tarafından kurulduğu kesin olarak bi­
linmektedir.
Koşullar böyle o l u n c a , 12. yüzyılın ikinci yarısının başla­
rında, M ü s l ü m a n l a r hakkındaki bilgileri d a h a çok sözlü kay­
naklardan alan Haçlılar, S u r i y e ' d e Haşaşi teriminin A r a p ç a
dilindeki değişik söyleniş şekillerini d u y m a y a ve k a y d e t m e ­
ye başladılar. Edinilen bu bilgiler, Haçlılara ait Latince kay­
naklarda v e değişik A v r u p a dillerinde, Assassini, Assissini v e
Heysessini gibi terimlerin, Suriye'deki Nizari İsmailileri için
kullanılmasına yol açtı ve s o n u n d a d a h a tanıdık bir isim olan
" A s s a s s i n s " kelimesi ortaya çıktı. "Assassin" kelimesinin ba­
tı dillerinde katil a n l a m ı n d a kullanılmaya başlamasıyla birlik­
te, Nizari "suikastları" p o p ü l e r batı bilim ve edebiyatında da­
ha da abartıldı. 14. yüzyılın sonlarından itibaren Haşaşinin İs­
lam t o p l u m u n d a aşağılayıcı bir terim olarak kullanılışı s o n a
ermişti. Kahire'nin eski çağlarını anlattığı ünlü kitabında, "fa­
kirin haşhaşı (hasisat el-fukara)" a d ı n d a bir b ö l ü m bulunan
tanınmış Mısırlı tarihçi El-Makrizi (öl. 1442), bu d ö n e m d e
haşhaş kullanımının en üst noktaya vardığını, bu m a d d e n i n
Kahire ve Suriye'deki yüksek sınıfa m e n s u p insanlar arasında
bile, hiçbir yasak o l m a d a n açıkça konuşulabildiğini ve kulla­
nıldığını a n l a t m a k t a d ı r . 1 1 8 Bunun y a n ı n d a el-Makrizi de haş­
haş ve İsmaililer hakkında bir a n e k d o t aktarmakta, anekdot­
ta " H a ş a ş i " d e ğ i l " M u l h i d " olarak adlandırdığı İranlı bir İsma-
ilinin 1392 yılı civarında, haşhaş, bal ve çeşitli baharatlardan
bir m a c u n hazırladığını ve b u n u ukda adı ile Kahire'deki üst
sınıfa m e n s u p insanlara sattığını anlatır.

150
Haşaşi efsanelerinin hiçbir türüne, 12. ve 13. yüzyılda or­
taya çıkan M ü s l ü m a n kaynaklarında rastlanılmaması şaşırtıcı
değildir ki; bu d ö n e m , Suriye ve İran'daki Nizari'lerin siyasi
alanda isimlerini duyurdukları v e A v r u p a ' d a o r a y a çıkan e f -
sanelerin abartılmaya başlandığı zamandır. İsmaililer ile sos-
yo-kültürel v e dini açıdan bağlantıda olan M o ğ o l d ö n e m i
öncesi M ü s l ü m a n yazarları, Nizari fedailerinin gizli yaşamları
k o n u s u n d a hayali efsaneler u y d u r m a y a g e r e k duymamışlar­
dır. Efsanelerin asıl ortaya çıkışları, Suriye Nizarilerinin faali­
yetlerinin ve ünlerinin Haçlılar ve d i ğ e r batılı gözlemcileri et-
kilemesiyle olmuştur. Haçlıların, İran'daki Nizari t o p l u m u ile
hiçbir bağlantıları o l m a d ı . Bu n e d e n l e de A l a m u t d ö n e m i
İran Nizarileri hakkında, Suriye'dekilere yaptıkları gibi hayali
bir tablo çizmediler. D a h a önceki d ö n e m l e r e ait bazı batılı
kaynaklarda, İranlı Nizarilerin Suriyeli dindaşları üzerindeki
egemenliklerinin farkına varılmış o l d u ğ u görülse d e , Haşaşi
efsanelerinin İran'daki Nizari merkezine yayılışı, M a r c o P o ­
lo'nun yazdıklarıyla başlamıştır.

A ş a ğ ı d a açıklanan ve Haşaşi efsanelerini kendilerine has


o popüler tarzda süsleyip, bunları Latin D o ğ u ve A v r u p a ' y a
y a y m a k t a n sorumlu olanların batılıların kendilerinin o l d u ğ u ­
nu savunan t e z bana aittir. O r t a ç a ğ Avrupalılarının "hayalci
cehalet'leri ile ortaya çıkmış olan bu efsaneler, parçalar ha­
linde bazı ö n e m l i bilgi kırıntılarına ve yanlış bilgilere, bunun
y a n ı n d a da yanlış anlaşılmış söylencelere, d ü ş m a n c a suçla­
malara ve yerel ağızlardan edinilmiş abartılı yarı g e r ç e k an­
latımlara d a y a n m a k t a y d ı . Ö n c e d e n d e bahsedildiği gibi, sa­
d e c e M ü s l ü m a n l a r l a d o ğ r u d a n girilen temaslar d e ğ i l , Haçlı
d ö n e m i n d e M ü s l ü m a n l a r l a kendi bağları olan d o ğ u l u Hıristi­
yanlar ile aralarında var olan yakın ilişkiler sayesinde d e ,
Frenklerin bu sözlü kaynaklara erişmeleri ç o k kolay o l d u .
D ü ş m a n c a bir ortamın içinde, küçük ve s a v u n m a s ı z bir

151
d e v l e t e sahip olan Suriye Nizarileri, siyasi güçleri ve küçük
nüfuslarına nazaran, Latin D o ğ u ' n u n bölgesel politikası üze­
rinde ç o k büyük bir etki yaptılar. Bu etki d a h a çok, en büyük
liderleri ve g e r ç e k D a ğ ı n Ş e y h i olan Raşid el-Din z a m a n ı n d a
o l d u . Suriye Nizari t o p l u m u n u y e n i d e n teşkil edip, onu g ü ­
cünün ve ününün zirvesine taşıyan O'dur. Haçlıların Suriyeli
Nizarilerden e t k i l e n m e s i n d e elbette başka faktörlerin de et­
kisi vardı. M ü s l ü m a n komşularının ç o ğ u n u n nefret ettiği bu
tarikat, her tür a ş a ğ ı l a m a y a maruz kalmıştı ve M ü s l ü m a n
düşmanlarınca maksatlı olarak bu insanlara isim takıldığı
Haçlıların g ö z ü n d e n k a ç m a d ı . Haçlılar, ç o k nadir yaptıkları
bir şey olarak Haşaşiye gibi kelimeleri kendi dillerine a d a p t e
ederek, bunlara b e n z e y e n Assassins kelimesini Nizariler için
kullanmaya başladılar. Ö t e y a n d a , M ü s l ü m a n rakipleri tara­
fından büyük ö l ç ü d e abartılmış ve Nizarilere atfedilen su­
ikastlar de vardı; aslına bakılırsa Haçlıların O u t r e m e r ' d e bu­
lundukları d ö n e m i n t a m a m ı n d a g e r ç e k t e n de fedailer tara­
fından öldürülen Frenklerin t o p l a m sayısı m u h t e m e l e n beş­
ten bile azdı. Yine d e , s ö z d e Nizari suikastları ile ilgili abar­
tılmış raporlar ve görevlerini d a h a ç o k k a m u y a açık alanlar­
da icra e d e n ve nadiren başarısız olan fedailerin g ö z ü p e k
karakterleri, bu d ü n y a y a ait o l m a y a n bir ö d ü l e ulaşmak için
hayatlarını tehlikeye a t m a fikrine o l d u k ç a yabancı olan H a ç ­
lıları derinden etkiledi. Bu durum, Haşaşi efsanelerinin t a m a ­
m e n fedailer hakkında, özellikle de seçilişleri ve eğitimleri
üzerinde d ö n m e s i n i n nedenini açıklamaktadır.
Sinan'ın 12. yüzyılın ikinci yarısındaki liderlik d ö n e m i n ­
d e n itibaren başlayan ve şarka ya da İslam'a ait her şeyi m a ­
salsı g ü ç l e r e bağlayan batılı zihinlere mantıksız ve insanüstü
g e l e n davranışlara tatminkâr açıklamalar s u n a n Haşaşi efsa­
nelerinin ilk ortaya çıkış safhası b ö y l e c e t a m a m l a n m ı ş o l d u .
Ayrı ayrı a m a birbirleriyle bağlantılı hikâyelerden oluşan H a -

152
şaşi efsaneleri m u a z z a m bir şekilde gelişti a m a gittikçe ger­
çekten uzaklaşmaya e ğ i l i m g ö s t e r s e de bu g e l i ş i m net ola­
rak tanımlanabilecek aşamalarla g e r ç e k l e ş m e d i . S ö z konusu
gelişim, bu tip efsanelerin bir kısmını bir araya getiren ve
bunların üstüne t a m a m e n kendi ürünü olan, fedailere d ü n y e ­
vi zevklerin s u n u l d u ğ u "gizli c e n n e t bahçesi" hikâyesini de
ekleyerek katkıda bulunan M a r c o Polo sayesinde p o p ü l e r bir
şekle büründü. Pek ç o ğ u g e n e l yaklaşım olarak, yeni ekle­
meler y a p m a k için kendisinden ö n c e gelenlerin yazdıklarını
t e m e l almış olsa da, farklı yazarlarca, b a z e n öncekilere para­
lel olan bazen de bunlardan t a m a m e n b a ğ ı m s ı z olarak kale­
me alınan yeni efsaneler ve belli bazı yeni bölümler " u y d u ­
ruldu." 12. yüzyılın sonraki d ö n e m l e r i n d e , Haşaşiler hakkın­
da s ö y l e y e c e k bir şeyleri olan bütün batılı vakanüvisler, sey­
yahlar ve d o ğ u Latin topraklarına g i d e n elçilerin hepsi, a d e ­
ta aralarında s ö z s ü z bir anlaşma yapmışçasına, Haşaşi efsa­
nelerinin süslenmelerine, yayılmalarına ve meşruluk kazan­
malarına katkıda bulundular. Bir yüzyıl sonra efsaneler artık
büyük yaygınlık kazanmışlar v e d a h a ö n c e M ü s l ü m a n yazar­
lar tarafından oluşturulan İsmaili karşıtı "kara efsane"nin, İs­
l a m â l e m i n d e z a m a n l a İsmaili inancı ve öğretileri hakkında­
ki gerçekler olarak kabul edilmesi gibi, Nizarilerin yaşamları­
nı anlatan güvenilir gerçekler olarak kabul e d i l m e y e başlan­
mışlardı.
Haşaşiler konusundaki ortaçağ d ö n e m i Avrupalı kaynak­
ların farklı kategorileri hakkında kapsamlı bir i n c e l e m e y a p ­
119
m a k bu kitabın amacının d ı ş ı n d a d ı r . 12. yüzyılın ikinci ya­
rısından 14. yüzyıl başlarına kadar süren d ö n e m d e , Haşaşiler
hakkındaki belli başlı efsanelerin köklerini, ilk ortaya çıkışları­
nı ve belli d ö n ü m noktalarını i n c e l e m e k bizim a m a c ı m ı z a
h i z m e t e t m e k için yeterli olacaktır.
Fedailerin kendi hayatlarını feda e t m e davranışlarını an-

153
latmak amacıyla yazılmış, bilinen ilk Avrupa hikâyesi, 1175
sonbaharında S u r i y e ' y e g i d e n Strasburglu Burchard'a aittir.
Burchard'ın bu hikâyesi, kendisini diplomatik bir g ö r e v için
S e l a h a d d i n Eyyubi'ye yollayan I. Frederick Barbarossa'ya
y a z d ı ğ ı raporun, " H e y s s e s s i n i ' y i (Haşaşileri) anlattığı bölü­
m ü n içinde yer almaktadır.
Burchard Haşaşilerin, Sarazen prensleri ve komşu Hıristi­
y a n efendileri üzerinde, onları feci şekillerle ö l d ü r m e y e e ğ i ­
limi o l d u ğ u için büyük korku salan bir prense ya da efendiye
sahip olduklarını anlattıktan sonra, raporuna şu şekilde d e ­
v a m etmektedir:

Bu öldürme tekniklerini uygulayanları şöyle açıklayabili­


riz: Bu prens dağlarda, etrafı yüksek duvarlarla çevrili olduğu
için, çok iyi korunan küçük kapısı hariç, hiçbir yerden girile-
meyen dünya harikası mekânlara sahiptir. Bu mekânlarda,
küçük yaşlardan itibaren eğitilmeye başlanan, çok sayıda
köylü çocuğu bulunmaktadır. Prens onlara, Sarazence, Roma
dili, Yunanca ve Latince gibi pek çok dil eğitimi verdirmek­
tedir. Hocaları taralından bu küçük çocuklara ilk gençliklerin­
den yetişkin bir erkek olana kadar, topraklarının efendisinin
her sözüne ve emrine kayıtsız şartsız itaat etmeleri, eğer
böyle yaparlarsa, dünyevi tüm güzelliklerin sahibi olan efen­
dilerinin onlara cennetin güzelliklerini de sunacağı söylen­
mektedir. Bunun yanında, eğer O'nun isteklerine karşı çıkar­
larsa öldürülecekleri söylenmektedir. Çocuk yaşta alıkonma-
larından itibaren bu çocukların hocaları ve efendilerinden
başka kimseyi görmemelerine ve birini öldürmek için prens­
lerinin huzuruna çıkana kadar, dünya hakkında başka hiçbir
şey bilmiyor oluşlarına dikkatinizi çekerim. Prenslerinin hu­
zuruna çıktıklarında, prens onlara verdiği emri uygulayıp uy­
gulamayacaklarını, eğer uygularlarsa onlara cenneti bağışla­
yacağını söyler. Bunu duydukları anda hiçbir direniş ya da te-

154
reddüt göstermeden kendilerini O'nun ayaklarına atarak, bü­
yük bir coşkuyla ne emir verirse uygulamaya hazır oldukları­
nı söylerler. Bunun üzerine prens her birine altın bir hançer
120
verir ve sıradaki kurban kimse onun üzerine yollar.

Burchard 1 1 7 5 ' d e S u r i y e ' d e g e ç i r d i ğ i kısa d ö n e m esna­


sında, h e n ü z kısa bir süre ö n c e v u k u b u l m u ş Nizarilerin ba­
şarısız S e l a h a d d i n suikast girişiminin hatırası hâlâ yerel halk
arasında taze o l d u ğ u için, büyük ihtimalle Nizariler hakkında
dilden dile dolaşan söylentileri d u y m u ş olmalıdır. Bu durum,
diplomatik raporunda n e d e n Nizarileri anlatmayı tercih etti­
ğini d e açıklamaktadır. A m a Burchard'ın yerel kaynaklardan
sözlü olarak e d i n d i ğ i bu bilgileri ne kadar doğrulukla raporu­
n a yansıttığı bilinmemektedir. Ö y l e y a d a böyle, D o ğ u hak­
kında pek bilgisi o l m a y a n bir g ö z l e m c i olarak, S u r i y e ' d e
m u h t e m e l e n Frenklerden ve b ö l g e n i n yerlisi Hıristiyanlardan
e d i n d i ğ i bilgilerin d o ğ r u l u ğ u n a inandığını ve bu konudaki
yazılı kaynakların y o k l u ğ u n d a , hayal g ü c ü n ü kullanarak şah­
s e n parçaları birleştirip ve hikâyesinde g ö r ü n e n resmi oluş­
turup, b ö y l e c e konuyu toparladığını d ü ş ü n d ü ğ ü n ü varsay­
m a k mantıklı olacaktır. Burchard'ın yazdıkları ile Kutsal T o p ­
raklarda o t u z yıla yakın z a m a n y a ş a y a n ve m u h t e m e l e n böl­
gedeki Nizarilerle şahsen t e m a s a g e ç e n Surlu William'in
b u n d a n birkaç yıl sonra k a l e m e aldığı, ç o k d a h a d o ğ r u olan
Nizari tanımı karşılaştırıldığında, bu varsayım çok d a h a m a n ­
tıklı hale gelmektedir. D a h a ö n c e bahsedildiği gibi Surlu Wil­
liam, 1 1 7 3 ' d e Sinan'ın elçilerinin K u d ü s kralı I. Amalric'i zi­
yaret ettiklerine bile şahsen tanık olmuştur. Burchard'a g ö r e
ise Sinan s a d e c e , z a p t e d i l e m e z d a ğ l a r d a yaşayan tuhaf bir
halkın g ö z l e r d e n uzak efendisiydi. S o n u ç olarak, Nizarilerin
liderlerine olan adanmışlıklarından aynı şekilde etkilenen
William, ne d a h a sonra Haçlı çevrelerinde yayılacak olan y e ­
rel masallar üretmiş, ne de hiçbir g e r ç e ğ e bağlı k a l m a d a n

155
hayal g ü c ü n ü kullanıp, uzun süre Frenklerin bu k o n u d a zihin­
lerinin bulanmasına s e b e p olmuştur. Benzer şekilde, Yakın
D o ğ u ' y a g e n i ş çaplı bir seyahat gerçekleştiren ve 1167 baş­
larında S u r i y e ' d e kalan bir İspanyol h a h a m ı olan Tudelalı
Benjamin de Nizarilerin gizemli yaşamları üzerine fanteziler
üretmemiştir. Esasen birkaç istisna dışında, Haçlı d ö n e m i n d e
Kutsal Topraklarda uzun süre kalmış Avrupalılar, Haşaşi efsa­
nelerinin oluşmasına ö n e m l i bir katkı sağlamamışlardır.
Burchard'ın Nizariler hakkında yazdıklarında, burada
" e ğ i t i m efsanesi" olarak adlandırabileceğimiz, Nizari fedaile­
rinin seçilmeleri ve eğitimlerinde kullanılan gizli tekniklerle
ilgili ilk yazılı d e ğ e r l e n d i r m e l e r e rastlamaktayız. S ö z d e feda­
iler g ü y a ç o c u k k e n seçiliyor ve g ö r e v e yollanmak için hazır
olana kadar, dış d ü n y a d a n t a m a m e n soyutlanarak özel h o c a ­
lar tarafından eğitiliyorlardı. Eğitim, seçilen çocukların efen­
dilerinden g e l e c e k her e m r e kayıtsız şartsız uymalarını sağ­
layacak şekilde hazırlanmıştı. Bununla birlikte Burchard, ödül
şeklinde teşvik edici bir e t k e n d e n de bahsetmektedir. Bu
ödül Nizari liderinin, bağlılıklarını d e v a m ettirme şartıyla fe­
dailerine vaat ettiği cennetin anahtarıydı. Bu da, çeşitli şekil­
lerle Haşaşi efsanelerinde önemli bir y e r e sahip olacak olan,
eksik bilgilerle d o l u "cennet efsanesf'nin ilk yazılı d e ğ e r l e n ­
dirmesi olarak kabul edilebilir.
B u g ü n e kadar g ü n ışığına çıkmış orijinal Nizari kaynakla­
rının hiçbirinde, A l a m u t d ö n e m i n d e fedailerden oluşan bir
teşkilattan ya da herhangi bir eğitim tekniğinden bahsedil-
memektedir. Böyle bir şey gerçek olsaydı, en azından, o d ö ­
n e m d e Nizarilerle uğraşan Sünniler ve d i ğ e r İsmail'i karşıtı Şi­
ilere ait kaynaklarda bu tip detaylar bulunurdu. İran'da feda­
ilerden oluşan özel bir grubun teşkil e d i l d i ğ i n e dair bir işaret
yokken, Suriye'de Sinan'ın z a m a n ı n d a , g e ç i c i bir süreliğine
de olsa böyle bir organizasyonun kurulduğu bilinmektedir.

156
Bu nedenle, sonraki d ö n e m l e r d e k i batılı yazarlar tarafından
hiç araştırılmadan kullanılan v e y a uyarlanan Burchard'ın sıkı
eğitim programı hakkında anlattığı detaylar, özellikle de fe­
dailerin küçük yaşta aiıkonmaları ve izole bir şekilde uzun sü­
re e ğ i t i m e tabi tutulmaları, belki g e r ç e k t e n o l m u ş bir şeyin
son d e r e c e abartılmış ve masalsı bir hava verilmiş hali olarak
kabul edilebilir. Bunun yanında, fedailerin yabancı diller üze­
rine özel eğitim aldıkları k o n u s u n d a da herhangi s o m u t bir
kanıt yoktur. Suriye fedaileri herhangi bir k o n u d a eğitilmiş
olsalar bile, bu büyük ihtimalle, ç o c u k yaştan itibaren zihin­
sel yapılarını şekillendirmek ve belirlemekten çok, s a h a d a
başarıya ulaşmalarından e m i n o l m a k için hazırlanmış teknik
bir e ğ i t i m olabilirdi. Ve ne olursa olsun, fedailerin faaliyetle­
ri ile ilgili bütün meseleler, Nizarilerin en üst s e v i y e d e gizli­
likle korudukları bilgiler olurdu. Bu n e d e n l e , g e r ç e k bilgilerin
Hıristiyanlar ve M ü s l ü m a n l a r gibi harici unsurlardan saklan­
dığını varsayabiliriz. Dolayısıyla Burchard'ın, fedailerin seçi­
lişleri ve eğitimleri üzerine y a z d ı ğ ı detaylı rapor, söylentiler­
d e n y o l a çıkılarak hazırlanan hayali ve abartılı bir d e ğ e r l e n ­
d i r m e olarak g ö z ö n ü n e alınmalıdır.
Hayali eğitim p r o g r a m ı anlatımının tersine, Burchard'ın
fedailere vaat edilen c e n n e t e d e ğ i n d i ğ i kısa bölüm, uydur­
ma değil büyük ihtimalle o d ö n e m d e k i sapkın Nizari inanç­
ları e s a s alınarak yazılmıştır. Ç ü n k ü bu konudaki kaynaklara
ulaşmak o d ö n e m d e d a h a kolaydı. 12. yüzyıla g e l i n d i ğ i n d e
M ü s l ü m a n l a r artık uzun z a m a n d a n beri Kuran'ın ilkeleriyle
y a ş a m a y a alışmışlardı v e Kuran'da Allah'tan korkan v e O ' n a
inanıp, d o ğ r u yolu seçenlerin, tıpkı İslam adına şehit olanlar
gibi öteki d ü n y a d a s o n s u z a kadar c e n n e t t e y a ş a m a hakkıyla
ödüllendirecekleri vaat ediliyordu. C e n n e t Kuran'da ç o k net
olarak tarif edilmişti. Şii Müslümanları tarafında ise imamlar,
kıyamet g ü n ü n d e üstlenecekleri aracılık vazifeleri sayesinde,

157
kendi y o l u n d a n gidenleri c e n n e t l e ödüllendireceklerini vaat
ediyorlardı. G e r ç e k i m a m ı n y o l u n d a n gitmeyi seçtiklerini
d ü ş ü n e n Nizari Ismailileri ise kendilerini, d o ğ a l olarak ö l ü m ­
d e n sonra cenneti hak etmiş ayrıcalıklı bir halk olarak görü­
yorlardı.
Bununla birlikte, bütün Nizarilerin ve fedailerinin cenneti
hak e t m i ş olmalarının, kendilerince belli başka sebepleri de
vardı. İ m a m H ü s e y i n v e yandaşlarının 6 8 0 ' d e şehit olmala­
rından beri, şehitlik teması Şii inanç sisteminde önemli bir
y e r e sahipti ve şehitlik, tıpkı d o ğ r u yolu seçenler ve inançla­
rının ya da imamlarının h i z m e t i n d e hayatlarını feda e d e n
adanmışlar gibi ayrıcalıklı bir mertebeydi. A l a m u t d ö n e m i n ­
de fedailerin Nizari halkının g ö z ü n d e k i yeri de buydu. İster
görevlerini tamamladıktan sonra g ü v e n l e geri dönsünler, is­
terse hayatlarını kaybedip şehitlik mertebesine ulaşsınlar;
yüksek bir itibara sahip oluyorlar, isimleri A l a m u t ve d i ğ e r
belli başlı Nizari kalelerinde bulunan şeref listelerine yazılı­
y o r d u . D a h a ö n c e yer verdiğimiz, 13. yüzyıl başında y a ş a m ı ş
İranlı bir Nizari tarihçisi, şairi ve devlet görevlisi olan Rais H a ­
san tarafından yazılan ve türünün nadir örneklerinden olan
bir şiirde, bir Türk emirini öldüren ve öteki d ü n y a d a c e n n e ­
tin güzelliklerine kavuşmalarını sağlayacak olan, inançları y o ­
lunda kendilerini feda e t m e fırsatı için şükreden üç fedaiden
121
bahsetmektedir. M ü s l ü m a n kaynaklarda bulunan v e feda­
ilere atfedilen bir kısım dağınık ve kısa y a z ı d a da benzer fi­
kirler sergilenmektedir; örneğin fedailerin annelerinin umut­
la oğullarının şehit o l u p , c e n n e t e gitmelerini beklediklerin­
d e n bahsedilmektedir. Burchard'ın, Nizarilerin c e n n e t e gir­
me umutlarıyla ilgili inanışlarını d u y m u ş olması ç o k normal­
dir.

Burchard'ın yazdıklarında c e n n e t e k a v u ş m a ile ilgili d e ­


ğerlendirmelerin yer almasının d a h a belirgin nedenleri de

158
vardır. Burchard S u r i y e ' y e 1175'de, yani Nizari t o p l u m u n d a
kıyamet safhasının ilan edilişinden birkaç yıl sonra gitmiştir.
1164 yılında İran'da ortaya çıkan bu beyanat, kısa bir süre
sonra Suriye'de Sinan tarafından da açıklandı. K o n u ile ilgili
M ü s l ü m a n kaynaklar Sinan'ın 1176'da, nasıl o l d u y s a kıya­
m e t öğretisini yanlış anlayan ve hiçbir ahlak kuralına bağlı ol­
m a d a n y a ş a m a y a başlayan bir g r u p Nizari ile bizzat uğraş­
m a k zorunda kaldığından bahsetmektedir. Bunlar, Nizari kar­
şıtı M ü s l ü m a n yazarlara hazır bahaneler v e r m i ş , b ö y l e c e N i -
zariler İslam hukukunu r e d d e t m e k l e ve ahlaksız bir y a ş a m ı
b e n i m s e m e k l e suçlanmışlardır. Bazı Suriyeli tarihçiler tarafın­
d a n kayıt altına alınan bu suçlamaların izleri, Nizarilerin "ka­
nunsuz yaşadıklarını, Sarazenlerin kurallarına aykırı olarak
d o m u z eti yediklerini ve herkesin her kadınla birlikte olabil­
diğini" söyleyen Burchard'ın yazdıklarına esin kaynağı ol­
muştur. Surlu William'ın yazdıklarında da benzer suçlamalar
bulunmaktadır. Bütün bunlar, kıyamet safhasının ilanını y a n ­
lış anlayarak ahlaksız davranışlar s e r g i l e m e y e başlayan Suri­
ye Nizarilerinin, 1170'lere g e l i n d i ğ i n d e uzun z a m a n d a n be­
ri d i ğ e r M ü s l ü m a n l a r tarafından suçlanıyor olduklarını ortaya
koymaktadır. S u r i y e ' d e kaldığı kısa süre içerisinde, kıyamet
safhasının ilanından h e m e n sonraki yıllarda ortaya çıkan bu
suçlamaların, Burchard'ın dikkatini ç e k e c e k kadar y a y g ı n ol­
ması da aynı şekilde çok mantıklıdır.

Burchard yarım y a m a l a k da olsa, Suriye Nizari t o p l u m u ­


na ilan edilen kıyamet öğretisinin en t e m e l fikirlerinden biri
hakkında da bazı şeyler d u y m u ş gibi görünmektedir. D a h a
ö n c e d e bahsedildiği üzere, beklenen kıyamet g ü n ü , ç o k bi­
linen bir İsmaili m e t o d u olan ezoterik anlamlandırma t e m e ­
linde Nizarilerce y e n i d e n yorumlanmıştı. Buna g ö r e , g e r ç e k
i m a m ı tanıyan ve doğrulara inanan tek toplum olarak s a d e ­
ce Nizarilerin bütün dinlerin ruhani gerçekliğini ve d o ğ r u an-

159
lamını anlayabilecek d ü z e y d e o l d u ğ u , b u n e d e n l e d e c e n n e ­
tin onlara bu d ü n y a d a s u n u l d u ğ u savunuluyordu. Başka bir
deyişle, diğer bütün M ü s l ü m a n ya da gayrimüslim dini t o p ­
lulukların aksine Nizariler, toplu olarak c e n n e t e bu d ü n y a d a
kabul edilmişlerdi ve " d a v a l a r ı n ı n a m a c ı bu c e n n e t e davet­
ti. Burchard, Nizarilerin bu çok önemli c e n n e t y o r u m u hak­
kında mutlaka bir şeyler d u y m u ş olmalıdır. Yazısının içeriğin­
d e , bunu temel nokta olarak almasından bu anlaşılmaktadır.
İslam hakkında sınırlı ve saptırılmış bilgilere sahip olan d i ğ e r
Avrupalılar gibi Burchard da, d ö n e m i n Hıristiyan çevrelerin­
de y a y g ı n olarak bilinen, M ü s l ü m a n l a r a vaat edilen cennetin
d o ğ u r d u ğ u hissi yapı hakkında büyük ihtimalle bazı şeyler
d u y m u ş t u . 1143 yılında tamamlanan Kuran'ın Latince tercü­
mesi, İslam'daki c e n n e t inancının ortaçağ Avrupalıları tara­
fından öğrenilmesini sağlamıştı ve 12. y ü z y ı l d a Pedro de A l -
fonso ile O ' n u n izinden gidenler, İslam'daki " c e n n e t bahçe-
si"nin s u n d u ğ u dünyevi zevklere eleştirel bir dille v u r g u ya­
parak, İslam'ın ruhani bir din olmadığını, bu n e d e n l e de H ı ­
ristiyanlıkla karşılaştırılamayacağını savunmuşlardı. Avrupalı­
ların Kuran'daki b e t i m l e m e l e r d e n esinlenerek oluşturdukları
İslami c e n n e t kavramı, bir z a m a n sonra Haşaşi efsanelerine
de nüfuz etti ve bunun s o n u c u olarak M a r c o P o l o ' n u n detay­
lı olarak tasvir ettiği Nizarilerin " c e n n e t bahçesi" ortaya çıktı.
Bu arada, c e n n e t kavramının Burchard'ın anlatımında
son d e r e c e masalsı ve g e r ç e k ötesi bir tarzda e l e alındığını
belirtmek önemlidir. Burchard, bu insanlar için c e n n e t e giri­
şin t a m a m e n , insanüstü bir varlık olarak resmettiği Nizari li­
derinin kontrolü altında o l d u ğ u n u s ö y l e y e c e k kadar ileri git­
miş, d a h a ö n c e hiçbir kaynakta dile getirilmeyen bir tarz uy­
durmuştur. Burchard'a g ö r e , Kuran'da y a z d ı ğ ı üzere inanan­
ların tanrıdan korkmaları ve onun her b u y r u ğ u n a itaat e t m e ­
leri gibi, fedailer de liderlerine karşı aynı t u t u m u takınıyorlar-

160
di. Burchard'a ait bu kaynağın amacının, liderleri tarafından
büyük bir baskı altında tutulan fedailerin şaşırtıcı bağlılıkları­
nı açıklamak o l d u ğ u g ö z ö n ü n e alındığında yukarıdaki ifade­
ler aslında ç o k da şaşırtıcı değildir. Bu b a ğ l a m d a , Burchard'ın
raporunda bahsettiği Nizari liderinin, Suriye Nizari toplu­
m u n d a d a h a ö n c e hiç k i m s e y e nasip o l m a y a n bir ü n e ve iti­
bara sahip olan Raşid el-Din Sinan o l d u ğ u n u hatırlatmakta
fayda vardır. Bu y o r u m , 1 1 8 7 ' d e ö l ü m ü n d e n kısa bir süre
ö n c e Suriye'den g e ç e n Endülüs g e z g i n i İbn C ü b e y r tarafın­
122
d a n da ç o k açık bir şekilde ifade e d i l m i ş t i r . Hayatı hakkın­
da pek fazla ş e y bilinmeyen ve Ebu Firas olarak tanınan bir
Nizari yazarı tarafından k a l e m e alınan biyografik bir çalışma­
da Sinan, aziz bir kahraman olarak g ö k l e r e çıkarılmakta, O ' n a
atfedilen çeşitli mucizeler ve insanüstü hareketler anlatıl­
123
maktadır. M e m l u k d ö n e m i n d e k i birkaç Sünni yazar da,
m u h t e m e l e n sözlü kaynaklara dayanarak S i n a n ' a atfedilen
124
bazı insanüstü g ü ç l e r d e n ve hareketlerden b a h s e t m i ş t i r .
Bütün bunlar Sinan'ın m u a z z a m ününün göstergesi olarak
kabul edilebilir. Ö y l e bir ün ki; d a h a hayattayken bütün Suri­
y e ' y e yayılmış, saptırılmış bir şekilde de olsa Burchard'ın ra­
porunda kendisine yer bulmuştur.
Ö y l e y a d a b ö y l e " c e n n e t efsanesi" Burchard'ın raporun­
d a , saptırılmış bir h a l d e de olsa o l d u k ç a dikkat çekici bir şe­
kilde anlatılmış, bu s a y e d e Haşaşi efsanelerinde sürekli ola­
rak yer bulmuştur. Efsanelerin ilk ortaya çıkışlarından itibaren
gittikçe abartılan bir seyir izlemelerine paralel olarak, " c e n ­
net efsanesi" de Nizarilerin c e n n e t l e ilgili gerçek inançların­
d a n d a h a da uzaklaştı. Başta s a d e c e tarikat üyelerinin ilahi
c e n n e t e k a v u ş m a k için verdikleri uğraş anlatılırken, sonra­
d a n bu anlatım vaat edilen cenneti teşvik e t m e k için Nizari
lideri tarafından kurulan dünyevi c e n n e t bahçesinde sunulan
ş e h v e t dolu zevklere duyulan arzuya dönüştü. Burchard'ın,

161
fedailerin eğitimleri ve seçilmeleri üzerine anlattıkları da ay­
nı şekilde Haşaşi efsanelerinin bir diğer t e m e l noktası haline
g e l d i ve yeni nesil Avrupalı yazarlar tarafından değişik şekil­
lerde uyarlandı, geliştirildi ve süslendi. B ö y l e c e 1175 itiba­
riyle, Haşaşi efsanelerinin ortaya çıkıp, Haçlı çevrelerinde ve
Avrupalı kaynaklarda y e r bulma aşaması t a m a m l a n m ı ş oldu.
1170'lerin s o n u n d a Burchard'ın imparator I. Frederick'e y a z ­
dığı raporda y e r alan Haşaşi b ö l ü m ü artık t ü m A l m a n y a ' y a
yayılmıştı v e özellikle Lübeckli A r n o l d o l m a k üzere K u z e y
Avrupa'daki pek çok araştırmacı tarafından rahatlıkla ulaşıla-
biliniyor ve kullanılıyorlardı.
Haşaşiler hakkında s ö y l e y e c e k bir şeyleri olan, Burc-
h a r d ' d a n sonraki Avrupalı yazarların n e r e d e y s e hepsi, Burc­
hard'ın anlatımında y e r alan detaylara ufak e k l e m e l e r y a p a ­
rak, fedailerin seçimleri ve eğitimleri üzerine hayali hikâyeler
kurmuşlardır. Bütün bu yazılı kaynaklar, özellikle fedailerin
davranışlarının disiplin altına alınması için c e n n e t v a a d i te­
m e l i n d e , beyin y ı k a m a ile hileyi akıllıca birleştiren D a ğ ı n
Şeyhi tarafından kullanılan d â h i y a n e teknikleri a n l a t m a a m a ­
cıyla k a l e m e alınmışlardır. D a h a ö n c e d e değinildiği üzere,
Surlu William s ö z d e fedailerin eğitimleri k o n u s u n d a n hiç
bahsetmemiştir a m a Surlu William'in Historia isimli eserinin
d e v a m ı niteliğinde k a l e m e alınanlar d a dâhil o l m a k üzere,
12. yüzyılın sonlarındaki ve 13. yüzyıldaki bütün d i ğ e r Avru­
palı kaynaklar, ufak tefek değişiklikler ekleyerek, Yaşlı A d a ­
mın g e l e c e k t e k i fedailerini çok erken yaşta, hatta ç o c u k k e n
bazen ailelerinden zorla alarak seçtiğini, sonra da onları ken­
di sarayında v e y a dış d ü n y a d a n soyutlanmış belli yerlerde
ö z e l hocalar vasıtasıyla eğittiğini ve c e n n e t i n zenginliklerini
vaat ederek, sürekli onları aldattığını a n l a t m ı ş t ı r . 1 2 5 Bu b a ğ ­
l a m d a Vitryli J a m e s ' i n yazdıkları, Haşaşi efsanelerinin ilk or­
taya çıkışlarından sonraki g e l i ş m e y i v e y a bir sonraki a ş a m a ­
yı temsil e t m e s i n e d e n i y l e özel bir ö n e m arz etmektedir.

162
Vitryli j a m e s ' i n anlatımı aşağıdadır:

Efendileri Yaşlı Adam, bu halkın çocuklarını gizli ve zevk


dolu yerlerde [locis secretis et delectabilibus] büyütmekte ve
onları özenle eğiterek çeşitli dilleri öğrettirmekte, sonra da
ellerine hançer vererek değişik vilayetlere yollayıp, Hıristi­
yanların ve Sarazenlerin önemli isimlerini öldürmelerini em­
retmektedir. Eğer emrini yerine getirirlerse, öldükten sonra,
daha önce yaşadıkları zevk dolu mekânlardan bile güzel,
sonsuz ve muazzam zevklerle dolu bir cennete [in paradiso
post mortem] kavuşacaklarını vaat etmektedir. Eğer bağlılık­
larını kanıtlayacakları bu görevlerde ölürlerse, yandaşları ta­
rafından şehit addedilirler ve bu halkın azizleri arasında yer­
lerini alarak, en büyük onura sahip olurlardı. Anne ve baba­
ları Yaşlı Adam [Senex] olarak çağrılan efendileri tarafından
değerli hediyelere boğulurdu... İşte bu yüzden bu zavallı,
beyni yıkanmış delikanlılar ölümcül görevlerine zevk ve ne­
126
şe ile atılırlardı.

Ö n c e d e n d e bahsedildiği gibi A k k a piskoposu Vitryli J a ­


m e s , Surlu William'dan sonra Latin D o ğ u ' d a Müslümanlarla
ilişkiler konusundaki en bilgili Frenk g ö z l e m c i l e r i n d e n biriy­
di. K e n d i n e ait birkaç s ü s l e m e katmış olsa da, Nizari İsmaili-
leri konusundaki çalışması ç o ğ u n l u k l a yaklaşık o t u z yıl ö n c e
William'ın yazdıklarından esinlenerek k a l e m e alınmıştı. 13.
yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan J a m e s ' i n çalışması, Burc-
hard'ınkinden farklıdır ve gerçeklik derecesi açısından Sur
b a ş p i s k o p o s u n u n ç o k d a h a d o ğ r u y a yakın tasviri ile Burc­
hard'ın son d e r e c e hayali anlatımının arasında bir yerdedir.
William'dan farklı olarak J a m e s , yerel kaynaklardan d u y d u ğ u
hikâyelerden daha fazla etkilenmiş görünmektedir ama
Burchard'la karşılaştırıldığında, o d ö n e m d e k i Nizari inancının
t e m e l noktaları v e fedailer konusu O ' n u n çalışmasında d a h a
n e t ve d o ğ r u bir şekilde anlatılmıştır. James, Nizarilerin
"efendilerine gösterdikleri kayıtsız şartsız bağlılığın ödülü
olarak s o n s u z hayatla ödüllendirileceklerine inandıkları"nı ve
g ö r e v l e r i n d e n geri d ö n e m e y e n fedailerin, halk tarafından şe­
hitlik mertebesine yükseltilerek, en büyük onura sahip o l ­
duklarını söyleyerek d o ğ r u bir anlatım yapmıştır.
M u h t e m e l e n yerel ağızlardan yararlanan Vitryli James'in
de fedailerin e ğ i t i m p r o g r a m ı k o n u s u n d a s ö y l e y e c e k bazı
şeyleri vardı. A m a Burchard'ın çalışmasında bulunan saptırıl­
mış detayların ç o ğ u n u kendi çalışmasına katmayarak, yerel
kaynaklardan edindiği bilgilere körü körüne inanmadığını or­
taya koymuştur. Surlu William hariç kendisinden ö n c e g e l e n
bütün Avrupalı yazarlar gibi j a m e s de fedailerin s o n s u z sada­
katini, kendilerine vaat edilen ö l ü m d e n sonra c e n n e t e ka­
v u ş m a u m u d u y l a ilişkilendirmiştir. G e r ç e k Nizari inançların­
dan esinlenerek oluşturulan bu ilişkilendirme şeklinin, Burc-
hard'dan M a r c o P o l o y a kadar, Nizariler üzerine yapılan t ü m
batılı çalışmalarda yer aldığını v u r g u l a m a m ı z gerekir. Bu d ö ­
n e m d e s a d e c e Surlu William ve Thietmar, fedailerin bağlılı­
ğını c e n n e t vaadi ile ilişkilendirmemişlerdir. 13. yüzyılın baş­
larında Kutsal Toprakları ziyaret e d e n ve j a m e s ' i n ç a ğ d a ş ı
olan A l m a n g e z g i n Thietmar s a d e c e Haşaşilerin ö l e n e kadar
efendilerinin emirlerini dinlediklerini belirtmekle yetinmiş­
127
tir. Dahası, M a r c o P o l o ' d a n önceki hiçbir batılı çalışmada,
fedailerin eğitildikleri yerlerle, kendilerine b e d e n s e l zevkle­
rin s u n u l d u ğ u dünyevi c e n n e t arasında belirgin bir bağlantı
bulmak m ü m k ü n değildir.
Vitryli James'in çalışması, ö n e m l i bir y ö n ü y l e M a r c o Po­
l o ' d a n ö n c e k a l e m e alınmış diğer bütün batılı çalışmalardan
ayrılmaktadır. S ö z d e fedailerin eğitildikleri mekânları, locis
secretis et delectabilibus yani gizli ve z e v k d o l u mekânlar
olarak adlandıran ilk batılı yazar O ' d u r ve bunu yaparak bir
şekilde M a r c o Polo tarafından iyice abartılarak yaygınlaştırı-

164
lan "gizli c e n n e t bahçesi" kavramına önayak olmuştur. Aslın­
da James bu anlatımında, g e l e c e ğ i n fedailerinin eğitimleri
esnasında belli bazı zevklerin tadını çıkarttıklarını, bu s a y e d e
s o n s u z bir ödül olarak kendilerine v a a t edilen öteki d ü n y a y a
ait zevkleri tatmak için d a h a hevesli olmalarının sağlandığını
kastetmiştir. Bununla birlikte J a m e s , bu s ö z d e "gizli ve z e v k
d o l u yerler" hakkında ve g e l e c e ğ i n fedailerine, eğitimleri es­
nasında sunulan dünyevi zevkler k o n u s u n d a herhangi bir
d e t a y vermemiştir. Bu tip fikirlerin ve imaların, sonradan d o ­
ğu Latin topraklarındaki Haçlılar arasında da yayılan, yanlış
anlaşılmış ve hayal g ü c ü y l e g e r ç e k t e n uzaklaşmış yerel söy­
lentiler t e m e l i n d e gelişmiş olması o l d u k ç a muhtemeldir. Bu
b a ğ l a m d a , Suriye'deki Nizari topraklarına yakın bir b ö l g e d e
bulunan A k k a ' d a k i uzun yıllar süren g ö r e v i esnasında Vitryli
J a m e s ' i n , Masyaf, K a d m u s , Kahf ve Suriye'deki d i ğ e r Nizari
kalelerindeki z e n g i n bahçeler ve suyolları hakkında bilgiler
edinmiş olması ç o k doğaldır. A s l ı n d a J a m e s i n c e l e m e s i n d e
s a d e c e , "çevresindeki yerleşim birimleri ve her tür m e y v e n i n
ve mısırın yetiştirilebildiği verimli topraklara sahip vadileriy-
le, büyük bir konfora sahip o l a n " Suriye Nizari kalelerinden
bahsetmektedir.
H a s a n S a b b a h ' ı n , A l a m u t vadisine çok sayıda a ğ a ç dik­
tirdiği ve b ö l g e d e k i tarım ve s u l a m a sistemlerini geliştirdiği
bilinen bir gerçektir. G e l e c e k t e k i halefi B u z u r g - U m m i d de
benzer gelişimler gerçekleştirmiş ve kuzey İran'daki L a m a -
sar kalesini yönettiği uzun d ö n e m d e , burasını t a m a m e n d e ­
ğiştirerek, "zevk dolu bir yer" haline getirmiştir. Sinan da d â ­
hil olmak üzere d i ğ e r Nizari liderleri de bu tip konularla ilgi­
lenmişler, b ö y l e c e belli başlı Nizari kalelerini konforlu ve
uzun süreli kuşatmalarda hayatta kalmalarını sağlayacak d e ­
r e c e d e kendilerine yetebilecek bir tarım olanağına sahip yer­
leşim birimleri haline getirmişlerdir. Bu n e d e n l e j a m e s ' i n ,

165
"gizli ve zevk dolu mekânlar" sözüyle s a d e c e Nizari kaleleri­
ni kastetmiş olması muhtemeldir. D o ğ r u s u ne olursa olsun
net olan şudur ki; J a m e s ' i n anlattığı z e v k d o l u mekânlarla, fe­
dailere bağlılıklarının ö d ü l ü olarak vaat edilen c e n n e t arasın­
da kesin bir ayrım vardır. Diğer yazılı kaynaklarda o l d u ğ u g i ­
bi burada da fedailerin motivasyonlarını sağlayan, d ü n y a
ötesi ilahi c e n n e t e kavuşmak için duyulan arzudur ve "zevk
d o l u " e ğ i t i m mekânları, ö l ü m d e n sonra kavuşacakları c e n n e ­
tin sunacağı zevklerin birazını onlara tattırmak amacını taşı­
maktadır, james'in, fedailerin kavuşmayı arzuladıkları d ü n y a
ötesi zevklerin, eğitimleri esnasında tattıkları zevklerden çok
d a h a fazla o l d u ğ u n u vurgulamasının n e d e n i d e budur. O ' n a
g ö r e fedailerin bağlılıkları, M a r c o Polo'nun anlattığı gibi es­
kiden yaşadıkları z e v k d o l u eğitim mekânlarına v e y a "bah­
ç e " lere y e n i d e n k a v u ş m a arzusundan d e ğ i l , d a h a çok hayat­
larını feda e d e n fedailer için hazırlanmış ilahi cennetin suna­
c a ğ ı s o n s u z m u t l u l u ğ a k a v u ş m a arzusundan g ü ç alıyordu.
Yukarıda anlatılan belli başlı noktalar ışığında, Vitryli ja­
m e s ' i n Nizari inanışları k o n u s u n d a yazdıklarının, kendisinden
ö n c e konu hakkında bilgiler aktaran Burchard'dan ç o k d a h a
d o ğ r u bir anlatım o l d u ğ u ortaya çıkmaktadır. Ayrıca j a m e s ,
tıpkı diğerleri gibi Nizari liderini hilekâr birisi olarak göster­
m i ş s e d e , O ' n u insanüstü g ü ç l e r e sahip biri olarak resmet-
memiştir. Yine de Vitryli j a m e s , "gizli ve z e v k dolu m e k â n ­
lar" fikrini ortaya atarak ve böylece, sonradan M a r c o Po­
l o ' n u n yazdıklarında o l d u k ç a abartılacak olan D a ğ ı n Şey-
hi'nin dünyevi "gizli c e n n e t bahçesi" kavramına ön ayak ola­
rak, aslında Haşaşi efsanelerinin o l u ş u m u n a önemli katkılar
sağlamıştır. Bu n e d e n l e Vitryli J a m e s , Haşaşi efsanelerinin ilk
destekçilerinin en önemlilerinden birisi olarak kabul edilir ve
incelemesi, efsanelerin ilk ortaya çıkışlarında ö n e m l i bir d ö ­
n ü m noktasını temsil eder.

166
Bir diğer d ö n ü m noktası, Bosaulu H e l m o n d ' u n Slavların
Tarihi isimli eserinin d e v a m ı niteliğinde 1210 yılından ö n c e
k a l e m e aldığı Chronide isimli eseriyle, A l m a n yazar Lübeck-
li A r n o l d ' a (öl. 1212) aittir. A r n o l d 1192*deki Montferratlı
Conrad suikastını aktarırken, d i ğ e r y a n d a n da "Heissessin"
(Haşaşiler) tarihine de değinmiştir. Bu noktada, Lübeckli A r -
n o l d ' u n , vatandaşı Strassburglu Burchard'ın diplomatik ra­
poruna ulaşabildiğini ve bunu ana kaynaklarından biri olarak
kullandığını vurgulamakta fayda vardır. Bununla birlikte,
1 1 7 2 ' d e Latin D o ğ u topraklarına kısa süren bir seyahat ger­
çekleştirmiş gibi de g ö r ü n e n A r n o l d ' u n , d o ğ r u d a n kendi el­
d e ettiği kaynakları d a mevcuttur.
A r n o l d m e t n i n d e , "Yaşlı A d a m " hakkında duyduklarının
ilk başta kulağa s a ç m a g e l e b i l e c e ğ i n i söyledikten sonra, şa­
hitlerinin güvenilirliklerini anlatarak şüpheleri ortadan kaldırır
v e şöyle d e v a m eder:

Bu Yaşlı Adam, sahip olduğu büyücülük güçleri sayesin­


de ülkesinin insanlarının beynini öylesine yıkamıştır ki; halk
başka hiçbir tanrıya değil sadece O'na inanmaktadır. Aynı
şekilde tuhaf bir tarzda halkını sonsuz mutluluk vaatleriyle
kandırmakta, bu sayede insanlar yaşamaktan çok ölmek iste­
mektedirler. Pek çoğu, O'nun bir sözüyle ya da ufak bir ha­
reketiyle bile çıktıkları yüksek duvarlardan kendilerini aşağı
atabilir ve kafataslarının parçalanmasıyla feci şekilde ölürler.
O'na göre, görevleri gereği birini öldüren ve karşılığında in­
tikam için hayatlarına kıyılanlar en kutsal mertebeye ulaşırlar.
İçlerinden, bir başkasını öldürmeyi ve bunun karşılığında in­
tikam için kendi hayatının da son bulmasını kabul edip, bu
yolu seçenlere Yaşlı Adam kendi eliyle bir hançer uzatarak,
bu şekilde onları kutsamakta, ardından verdiği iksirle onları
kendilerinden geçirip uyuşturarak, büyü yeteneğiyle türlü
zevklerle dolu ama gerçekte bir hile olan fantastik rüyalar

167
görmelerini sağlamakta ve ardından eylemlerinin ödülü ola­
rak bu gördüklerine sonsuza kadar sahip olacakları sözünü
128
vermektedir.

Lübeckli A r n o l d ' u n yazdıkları p e k ç o k y ö n ü y l e çok ö n e m


arz etmektedir. İlk olarak A r n o l d , sözlü kaynaklardan kendi­
sine aktarılan bilgilerin d o ğ r u l u ğ u konusundaki şüphelerini
ortadan kaldırıp, bu kaynakların güvenilirliğini tasdik ederek,
Haçlı çevrelerinde d o ğ r u l u ğ u y a y g ı n bir şekilde kabul edilen
ilk Haşaşi efsanelerini de kabul etmiştir. Bu d u r u m elbette ef­
sanelerin ortaçağ Avrupa'sına aktarılıp, abartılmalarına bü­
yük bir imkân sağlamıştır. İkinci ve ç o k d a h a önemlisi, Yaşlı
A d a m tarafından fedailere verilen uyuşturucu iksirden bah­
s e d e n ilk batılı kaynak budur. Başka bir deyişle, sonradan
M a r c o P o l o v e d i ğ e r batılı kaynaklarda kullanılacak olan v e
"haşhaş efsanesi" olarak adlandırılabilecek y e n i bir efsanenin
d o ğ u ş u A r n o l d sayesinde olmuştur. Fedailerin haşhaş kulla­
narak daldıkları rüyalarla ilgili bu y e n i efsane, besbelli ki o
d ö n e m d e Suriyeli Nizarileri tanımlamak için karşıt M ü s l ü m a n
unsurlarca kullanılan aşağılayıcı tanımlamalardan d o ğ m u ş ­
tur. Bu tanımlamalar A r n o l d sayesinde harfiyen yazılı kay­
naklara aktarılmıştı. Ü ç ü n c ü olarak A r n o l d ' u n yazdıkları, fe­
dailerin kutsal cennetin s u n d u ğ u zevkleri bu d ü n y a d a yaşa­
yabilecekleri aldatıcı ortamı anlatan " c e n n e t efsanesi " n e de
yeni bir boyut kazandırmıştır.
Lübeckli A r n o l d ' u n yazdıkları, Burchard ve Vitryli Ja-
m e s ' i n yazdıklarından bile g e r ç e k dışıdır. D i ğ e r Frenk yazar­
lar gibi A r n o l d da Nizarilerin Yaşlı A d a m ı ' n ı , fedailerin bey­
nini yıkayan bir d ü z e n b a z , ö l ü m d e n sonra kavuşacakları c e n ­
neti vaat ederek, saf fedailerin aklını ç e l e n bir hilekâr olarak
göstermiştir. A m a Yaşlı A d a m ' ı n d ü z e n b a z l ı ğ ı A r n o l d ' u n an­
latımında y e n i ve d a h a sinsi bir şekle bürünerek, h e m uyuş­
turucunun h e m de cennetin zevklerinin hileli bir şekilde g ö s -

168
terilmesini sağlayan büyü güçlerinin etkisiyle, fedailerin ken­
dilerini kurban etmeleri için iki şekilde m o t i v e edildikleri bir
hal almıştır. B ö y l e c e fedailerin kavuşmayı umdukları öteki
dünyadaki ödüller, A r n o l d ' u n yazdıklarında halüsinasyonlar
g ö r m e y e n e d e n olan uyuşturucu bir m a d d e ile cennetin g ö ­
rüntüsünü ve zevklerini tattıran, bu y o l l a fedailerin aldatıldık-
lan dünyevi bir boyut kazanmıştır. Bununla birlikte A r n o l d ,
Yaşlı A d a m tarafından özellikle bu a m a ç için oluşturulmuş
" c e n n e t bahçesi"ndeki zevkler k o n u s u n d a detaylara p e k gir­
memiştir; bu detaylar Vitry'li J a m e s ' i n anlatımında gösterilen
ve M a r c o Polo tarafından yazılan Haşaşi efsanelerinde a y n e n
kullanılan " c e n n e t efsanesi"nin bir başka yönüdür.
S o n olarak, A r n o l d ' u n yazdıklarının bir diğer m e ş h u r H a ­
şaşi efsanesi olan, " ö l ü m e atlama efsanesi"nin de ilk t o h u m ­
larını attığını belirtmek gerekir. Nizari fedailerinin, bağlılıkla­
rını g ö s t e r m e k ve liderlerinin düşmanlarına g ö z d a ğ ı v e r m e ­
sini sağlayabilmek için, O ' n u n bir tek s ö z ü y l e yüksek kuleler­
d e n ya duvarlardan aşağı atladıklarını anlatan ve en etkileyi­
ci hikâyelerden biri olan bu efsane, küçük farklarla o r t a ç a ğ
d ö n e m i n d e k i Avrupalı kaynakların p e k ç o ğ u n d a kullanılmış­
tır. Bu olay ilk olarak, 1 1 9 4 d e D a ğ ı n Ş e y h i n i ziyaret e d e n
C h a m p a g n e l i Henry'nin raporuyla bağlantılı olarak Surlu Wil-
liam'ın yazdığı vakayinamenin Fransızca uyarlamalarında
129
geçmektedir. Hatırlanacağı üzere Kont Henry, Montfer-
ratlı Conrad yerine Latin Krallığı'nın başına g e ç m i ş t i . Batılı
kaynaklara g ö r e Nizari lideri bu intihar gösterisini Henry'nin
ö n ü n d e , Suriye Nizari t o p l u m u n a karşı herhangi kötü bir
plan tasarlamasını e n g e l l e m e k için düzenlemişti. Bu efsane
13. yüzyılın sonlarında A v r u p a ' d a o l d u k ç a büyük bir ün ka­
z a n d ı . Ö r n e ğ i n , defalarca d o ğ u y a seyahatler gerçekleştiren
v e y a z d ı ğ ı Latin tarihini 1321 ' d e P a p a XXII. John'a (1316-34)
s u n a n Venedikli tarihçi Marina S a n u d o ' n u n eserinde de bu

169
efsane g e ç m e k t e d i r . Nizari liderini Rex Arsasidarum olarak
adlandıran M a r i n o , C h a m p a g n e l i Henry'nin ö n ü n d e gerçek­
130
leşen intihar gösterisinin 1 1 9 3 ' d e o l d u ğ u n u ifade e d e r .
Efsanenin farklı versiyonlarında; ö r n e ğ i n y ü z eski hikâyenin
toplandığı m e ş h u r İtalyan eserinde, C h a m p a g n e l i Henry'nin
yerini, ö n ü n d e Yaşlı A d a m ' ı n (İl Veglio) fedailerinin kayıtsız
şartsız bağlılıklarını kanıtlamak için d ü z e n l e d i ğ i gösterinin
yapıldığı yüksek rütbeli bir Avrupalı olarak, A l m a n imparato­
131
ru II. Frederick a l ı r . Lübeckli A r n o l d ise efsaneyi, Nizari
t o p l u m u n d a sadakati g ö s t e r e n g e l e n e k s e l bir gösteri olarak
anlatır.
Bununla birlikte, ş ü p h e s i z C h a m p a g n e ' l i Henry ya da
herhangi başka ö n e m l i bir Avrupalının ö n ü n d e böyle bir in­
tihar gösterisi yapılmamıştır. Bu efsane, fedailerin haşhaşın
etkisiyle m u h t e m e l e n hiç d ü ş ü n m e d e n ö l ü m e atlayacakları
varsayımı üstüne geliştirilmiş olabilir. S e b e b i ne olursa olsun,
kendi anlatımında herhangi bir Avrupa kralının adını kullan­
m a y a n Lübeckli A r n o l d , kısa bir z a m a n içinde A v r u p a ' d a p o ­
pülerlik kazanan bu efsanesine çok derinden inanmış gibi
görünmektedir. A r n o l d gibi Ibn Cübeyr de bu hikâyeyi, Sinan
d ö n e m i n d e Suriye Nizari t o p l u m u n d a icra edilen g e l e n e k s e l
bir gösteri olarak a n l a t m ı ş t ı r . 1 3 2 Diğer birkaç Avrupalı kay­
nakta d a ö l ü m e a t l a m a efsanesi g e ç m e k t e d i r . 1273'te ö l e n ,
A r a p ç a konuşan Kıpti tarihçi G e o r g i u s Elmacin (Cirgis e l - M a -
kin), efsanenin bu sahnesini H a s a n S a b b a h d ö n e m i n d e k i İran
Nizari t o p l u m u n a bile taşımıştır. E l m a c i n ' e g ö r e , Nizari t o p ­
l u m u n u n kendisine bağlılığını ilan etmesini isteyen Selçuklu
sultanı Melikşah'ın elçisinin g ö z ü n ü korkutmak için bazı fe­
dailerin intihar etmelerini e m r e d e n kişi H a s a n ' ı n o ğ l u y d u . 1 3 3
Elmacin'in çalışmasının t a m a m ı bu tip tarihsel hatalarla d o l u .

L. H e l l m u t h , ö l ü m e atlama efsanesinin kökleriyle ilgili


olarak ilginç bir h i p o t e z ortaya a t m ı ş t ı r . 1 3 4 Bu efsanenin d o -

170
g u l u versiyonlarının, büyük ihtimalle D o ğ u ' d a o l d u ğ u kadar
Batı'da da y a y g ı n olarak bilinen antik İskender destanından
d o ğ r u d a n aktarıldığını ya da destandaki popüler hikâyeler­
d e n alıntı yapıldığını iddia etmektedir. İskender destanının
en son versiyonlarından birine g ö r e Büyük İskender, sonra­
d a n ülkelerini işgal e d e c e ğ i Yahudilerin elçilerinin gözlerini
korkutmak için, askerlerinden bazılarına derin bir v a d i y e at­
135
lamalarını e m r e t m i ş t i r . Batılı yazarlar her z a m a n yaptıkla­
rı gibi buna kendi eklemelerini yapmışlar ve Avrupalı izleyi­
cilerinin g ö z ü n d e yazdıklarını d a h a etkileyici kılabilmek için,
Nizarilerin ö l ü m e atladıkları s a h n e y e , Avrupa'nın ö n e m l i
şahsiyetlerini sokmuşlardır.
Frenkler ile Suriyeli Nizariler arasındaki ilişki 13. yüzyılın
ilk yarısında da d e v a m etti. A m a Fransa kralı IX. Louis ile D a ­
ğın Şeyhi arasındaki g ö r ü ş m e l e r d e d o r u ğ u n a çıkan bu ilişki,
yayılmaya d e v a m e d e n Haşaşi efsanelerinin ortadan kalkma­
sına hiçbir şekilde etki e t m e d i . Joinville ve kaynak olarak kul­
landığı, Suriyeli Nizarilerinin liderleri ile doktrinleri üzerine
bizzat tartışmalar y a p a n Bretonyalı Y v e s belki d e , Haşaşi ef­
sanelerine hiçbir katkı y a p m a d a n tarikat hakkında bir şeyler
y a z a n tek 13. yüzyıl batılı yazarlarıydılar. D a h a ö n c e de bah­
sedildiği üzere her ikisi d e , s a d e c e fedailerin bağlılıklarını,
şehit o l m u ş bir fedainin ruhunun, d a h a yüksek sınıfa m e n s u p
birinin v ü c u d u n d a y e n i n d e n hayata d ö n e c e ğ i ve bu s a y e d e
d a h a rahat ve keyifli bir hayata kavuşacağına dair s ö z d e N i -
zari inanışına b a ğ l a m a k l a yetinmişlerdi.

1256 yılında, İran Nizari devleti M o ğ o l istilasında yıkıldı.


A l a m u t ' u n d ü ş ü ş ü n d e n h e m e n sonra, 1270'lerin başında,
Suriye Nizarileri ellerinde kalan bağımsızlıklarını ve otoritele­
rini kaybederek M e m l u k devletinin e g e m e n l i ğ i n e girdiler.
1277 yılında M e m l u k orduları, O u t r e m e r ' d e k i Haçlı e g e ­
menliğini de S u r i y e ' d e küçük bir kıyı şeridine kadar düşürdü-
ler ve 1 2 9 1 ' d e Hıristiyanlığın Kutsal Topraklardaki son kale­
si A k k a kendi isteğiyle M e m l u k l a r a teslim oldu. D a h a ö n c e
de anlatıldığı gibi bu gelişmeler, Nizari İsmailileri'nin siyasi
varlıklarının v e güçlerinin y o k oluşuna, bunun y a n ı n d a d a
Haşaşi efsaneleri ile ölümsüzleştirilen, Latin D o ğ u ' d a k i
Frenk-Nizari ilişkilerinin son bulmasına n e d e n o l d u .
Nizariler, siyasi varlıklarının son bulmasıyla birlikte tarih
sahnesinden silindiler ve bundan sonra barışçı dini bir unsur
olarak hayatlarına d e v a m ettiler. Bunda, Suriye, İran ve d i ğ e r
bölgelerdeki Nizari topluluklarının varlıklarını garanti altına
almak için gizli bir şekilde y a ş a m a y a özel dikkat g ö s t e r m e ­
lerinin de payı büyüktü. S o n u ç olarak, A l a m u t sonrası yüzyıl­
larda İslam yazılı tarihinde Nizarilere s a d e c e birkaç dağınık
küçük b ö l ü m d e yer verildi. Bu koşullar altında Avrupalıların,
artık hiçbir ilişkilerinin kalmadığı Nizariler hakkında y a z m a k
ya da hayali hikâyeler türetmek için çok d a h a az nedenleri
vardı. İşin doğrusu batılılar 13. yüzyıldan sonra Nizarilerin
d e v a m e d e n varlıklarından bihaberdiler v e Avrupalıların N i -
zarileri bir k e z d a h a S u r i y e ' d e keşfetmeleri ancak 19. yüzyı­
lın ilk yıllarında m ü m k ü n o l d u . Avrupalıların O r t a ç a ğ ı n s o n ­
raki yıllarında ve sonraki yüzyıllarda Nizarileri unutmamaların
tek nedeni, g e ç m i ş t e sahip oldukları ü n d ü ve aslında d a h a
ç o k Haşaşi efsanelerinin A v r u p a ' d a y a y g ı n olarak bilinmesin­
d e n kaynaklanıyordu.
13. yüzyılda değişik söyleniş şekilleriyle "Haşaşiler" ismi
ve bu ismi taşıyan uzak diyarlardaki insanlar hakkındaki ç e ­
şitli hikâyeler, D o ğ u y a seyahat e d e n Haçlılar ve d i ğ e r Frenk-
ler tarafından tüm Avrupa'ya yayıldı. D a h a çok fedailerin
bağlılıkları ve D a ğ ı n Şeyhi'nin gizemli davranışları hakkında­
ki bu hikâyeler ö y l e büyük etki yaptılar ki; Provans şairleri
sıklıkla sevgililerine duydukları bağlılığı, Haşaşilerin Yaşlı
A d a m ' a d u y d u ğ u b a ğ l a karşılaştırdılar. 1 3 6 Haşaşi efsaneleri

172
artık, özellikle bu tip efsanelerin D o ğ u A k d e n i z ' d e k i V e n e ­
dikli ve diğer İtalyan ticari toplulukları tarafından sürekli ola­
rak aktarıldığı İtalya'da g e r ç e k a n l a m d a kendi başlarına ve
serbestçe g e l i ş m e y e başlamışlardı.
Nizariler ile Avrupalılar arasındaki d o ğ r u d a n bağlantının
s o n a ermesinin ardından, Haşaşi efsaneleri d a h a da fazla
süslendi; "hayalci c e h a l e t " t e n kaynaklanan masallar artık t a m
anlamıyla s a h n e y e çıkmıştı. Hal b ö y l e iken, O r t a ç a ğ Avru­
pa'sının en ünlü g e z g i n i Venedikli M a r c o Polo (1254-1324),
bizzat kendi gayreti ile Haşaşi efsanelerine yeni bir soluk ka­
zandırdı.
M a r c o P o l o ' n u n babası N i c c o l o v e a m c a s ı M a f f e o
1260'larda, 7 yıl b o y u n c a D o ğ u ' d a seyahat ettiler ve Ç i n ' d e ­
ki Büyük H a n Kubilay'ın (1260-94) sarayına kadar gittiler.
Ö n c e d e n de bahsedildiği gibi Kubilay, bu ziyaretten birkaç
yıl ö n c e İran'daki Nizari kalelerinin yıkılmasını e m r e d e n
M ö n g k e ' n i n (öl. 1259) erkek kardeşi ve halefiydi. Ç i n ' e y a p ­
tıkları ikinci seyahatte Polo kardeşler, N i c c o l o ' n u n on y e d i
yaşındaki o ğ l u M a r c o ' y u da yanlarında g ö t ü r m e y e karar ver­
diler. Pololar 1271 y a z ı n d a Venedik'ten ayrıldılar ve Kasım
1271 ' d e D o ğ u seyahatleri için A k k a ' d a n y o l a çıktılar. Üç Ve­
nedikli g e z g i n , Kirman ve Horasan üzerinden, 1273'te yani
buradaki Nizari devletinin yıkılışından yaklaşık on y e d i yıl
sonra İran'dan geçtiler. Pololar İran'dan, Belh, Badakistan ve
bir zamanlar ö n e m l i Nizari topluluklarına ev sahipliği y a p m ı ş
olan A m u d e r y a ' n ı n yüksek kesimlerindeki Pamir'e ilerlediler.
Pamir Dağları'nı g e ç e r e k , az nüfuslu Nizari topluluklarının
y a ş a d ı ğ ı Kaşgar ve Yarkand'a indiler. A r d ı n d a n g e z g i n grubu
Büyük G o b i Ç ö l ü ' n ü g e ç t i v e nihayet M a y ı s 1275'te Kubi­
lay'ın yazlık sarayına ulaştı. G e n ç M a r c o Polo kısa z a m a n d a
Kubilay'ın sevgisini kazandı ve Ç i n ' d e kaldığı on yedi yıl bo­
y u n c a değişik şekillerde Büyük H a k a n ' a hizmet etti. S o n g ö -

173
rev olarak, bir M o ğ o l prensesinin İran'daki İlhanlı sarayına
y a p a c a ğ ı seyahatte kendisine refakat etmeleri istenen M a r c o
Polo ve d i ğ e r iki Venedikli g e z g i n 1292'de d ö n ü ş y o l c u l u ğ u ­
na başladılar ve üç yıl sonra 1295'te, yirmi b e ş yılın ardından
V e n e d i k ' e geri döndüler.
M a r c o P o l o ' n u n onurlu ve varlıklı bir v a t a n d a ş olarak Ve­
nedik'te sakin bir şekilde geçirdiği son yılları içinde, s a d e c e
bir büyük olay oldu. 1298 yılında, Venedik kadırgalarından
birinin komutasını aldı ve bu kadırga aynı yıl, Venedikliler ile
Cenevizliler arasında sonradan sürekli y i n e l e n e c e k olan sa­
vaşlardan birine katıldı. Bu savaşta Cenevizliler Venedik filo­
sunu kesin bir y e n i l g i y e uğrattılar ve aralarında M a r c o P o ­
lo'nun da b u l u n d u ğ u 7 bin Venedikliyi esir aldılar. C e n o v a ' d a
kaldığı h a p i s h a n e ' d e M a r c o Polo, ö n c e d e n yaptığı seyahat­
leri y a z ı y a g e ç i r m e y e heveslendi ve biraz e d e b i y e t e n e ğ e
sahip ve g ö r ü n d ü ğ ü kadarıyla profesyonel bir hikâye yazarı
olan hapishane arkadaşı Rusticiano ya da d i ğ e r adıyla Pisalı
Rustichello'ya, " D o ğ u ' n u n krallıkları ve harikaları" hakkında­
ki incelemesini yazdırdı. A ğ u s t o s 1 2 9 9 ' d a M a r c o Polo ha­
p i s h a n e d e n serbest bırakıldığında Rustichello, M a r c o P o ­
lo'nun seyahat hatıralarının orijinali olarak kabul e d e b i l e c e ğ i ­
m i z çalışmasını tamamlamıştı. İtalyancayla karışık tuhaf bir
eski Fransızca ile yazılan bu orijinal çalışma g ü n ü m ü z e kadar
korunamadı a m a yazılışından kısa bir z a m a n sonra bazı İtal­
yan lehçelerine, bunun y a n ı n d a Latinceye de çevrildi. Bu
meşhur seyahat hatıratının m e v c u t metinlerinin orijinal o l u p
olmadıkları ile ilgili karmaşık problemler, S ö r Henry Yule
(1820-89), H . Cordier (1849-1925), Arthur C . M o u l e (1873-
1957) ve diğer m o d e r n ç a ğ uzmanları tarafından e l e alınmış­
tır. Bu araştırmalarla ilgili olarak burada s a d e c e , 14. yüzyıla
ait ilk orijinal M a r c o Polo metinlerinin, atlama, değişiklik
y a p m a v e yeni ifadeler e k l e m e d e dâhil o l m a k üzere pek ç o k

174
değişik şekilde tahrip edildiğini s ö y l e m e k yeterli olacaktır.
Anlaşıldığı kadarıyla M a r c o Polo sonradan V e n e d i k ' e d ö n ü n ­
ce metinlerde kendisi de bazı değişiklikler yapmıştır. Bu sı­
rada hiç ş ü p h e y o k ki; Rustichello da orijinal Fransızca-İtal-
y a n c a metin üzerinde kendi düzeltmelerini y a p m ı ş ve bu re-
v i z e edilmiş metinler sonradan Venedik diline ve d i ğ e r leh­
ç e l e r e çevrilmiştir.
M a r c o Polo seyahat hatıratında, D o ğ u İran'daki yolculuk­
larını anlattığı b ö l ü m d e durur ve b ö l g e d e k i pek ç o k yerliden,
burada o t u z yıl kadar ö n c e s i n e kadar var olan D a ğ ı n Yaşlı
A d a m ı v e Haşaşiler hakkında duyduklarını a n l a t m a y a baş­
137
lar. Venedikli g e z g i n i n d a h a d o ğ r u s u yazıcısı Rustichel-
l o ' n u n anlatımı şöyledir:

Yaşlı Adam kendi dillerinde Alaodin şeklinde söylen­


mektedir. .. Bu adam, iki yüksek dağın arasında bulunan ve
dünyada görülebilecek en büyük ve güzel bahçe haline ge­
tirdiği yüksek bir vadide yaşamaktaymış... Burada, görülebi­
lecek en güzel evleri ve sarayları inşa ettirmiş. Öyle ki; her
biri gök mavisi rengine kaplanmış, dünyanın en nadide süs-
leriyle donatılmış, üstlerinde canavar ve kuş figürleri işlenmiş
ipekten perdelere sahip bu mekânlar birer dünya harikasıy-
mış. Bunların yanında bahçeye çok sayıda muhteşem güzel­
likte çeşme inşa ettirmiş ve bu çeşmeler küçük kanallar vası­
tasıyla değişik cephelerden saraylara bağlıymış. Çeşmelerin
bir kısmından şarap, bir kısmından süt, bir kısmından bal ve
bir kısmından da tertemiz su akmaktaymış. Bu çeşmeler, her
tür müzik aletini çalabilen ve dünyadaki bütün kadınlardan
çok daha hoş dans edebilen hanımlar ve genç kızların güzel­
leşmeleri için yapılmış. Hanımların görevi, burada her tür
zevk ve lezzetin kendilerine sunulduğu delikanlıları memnun
etmekmiş. Delikanlılara, çeşit çeşit giysiler, yataklar, yiye­
cekler ve bunun gibi pek çok zevk sunulmaktaymış. Burada

175
hiçbir üzücü konuşma yapılmaz, eğlenceden, aşktan ve ke­
yiften başka hiçbir şey meşru kılınmazmış. Altın ve ipekten
yapılmış elbiselere bürülü genç kızlar sürekli bahçede ve sa­
raylarda neşe içinde koşturur, kendilerine hizmet eden ka­
dınlar gibi hiç konuşmaz ve başka hiçbir yerde görünmezler-
miş. Ve bu sayede Yaşlı Adam, adamlarının cennetin bu bah­
çede olduğunu düşünmelerini sağlarmış. Yaşlı Adam deli­
kanlılara, Muhammed'in kendi döneminde, tüm isteklerini
yerine getiren Sarazenlerin öldüklerinde, dünyadaki tüm
zevk ve mutlulukları bulacakları, diledikleri kadar güzel kadı­
na sahip olacakları ve güzel bahçeler ve içinden şarap, bal,
süt ve su akan muhteşem çeşmeler içinde yaşayacakları cen­
nete kavuşacaklarını vaat ettiğini anlatır, kendisinin de onla­
ra Muhammed'in Sarazenlere vaat ettiği güzelliklerin bulun­
duğu cennete benzeyen bu muhteşem bahçeyi sunduğunu
söylermiş. Böylece bu ülkenin Sarazenleri, tüm güzelliği ve
zevkleri ile bu bahçenin gerçekten cennet olduğuna inan­
mışlar. Bunu yaparak Yaşlı Adam, halkının kendisini bir pey­
gamber ve Muhammed'in yoldaşı olarak görmesini ve kimi
isterse onun cennete gireceğine inanmasını sağlamış.

Ve bu bahçelere, Yaşlı A d a m ı n birer kukla ve Haşaşi ha­


line g e t i r m e k istediği a d a m l a r d a n başka hiç kimse g i r e m e z -
miş. Ç ü n k ü vadinin a ğ z ı n d a , bahçenin girişinde, dünyadaki
hiçbir g ü ç t e n korkutmayacak kadar g ü ç l ü v e zapt e d i l e m e z
bir kale v a r m ı ş ve bu kaleye büyük bir dikkatle korunan g i z ­
li bir kapıdan girilebilirmiş ve başka bir y e r d e n g i r m e k m ü m ­
kün değilmiş. Ve Yaşlı A d a m , bu d a ğ l a r d a yaşayan halktan
on iki ile yirmi yaşlan arasındaki erkek çocuklarını tahtının et­
rafında tutarmış. Yiğit, cesur birer savaşçı olmaları b e k l e n e n
bu erkek çocukları, M u h a m m e d ' i n Sarazenler'e vaat ettiği ve
O ' n u n onayıyla girebileceklerine inandıkları c e n n e t e , efendi­
lerinin isteklerini yerine getirerek, y i n e efendilerinin onayıy-

176
la girebileceklerine inanıyorlarmış. Yaşlı A d a m her g ü n onla­
ra M u h a m m e d ' i n c e n n e t bahçesi ve onları bu b a h ç e y e nasıl
sokabileceği hakkında vaazlar verirmiş. Bütün bunların n e d e ­
ninin ne o l d u ğ u n u d ü ş ü n ü y o r s u n u z ? Bazen Yaşlı A d a m , ken­
disine savaş ilan e d e n ya da d ü ş m a n ı olan bir lideri öldür­
m e k istediğinde, ö n c e bu çocuklardan d ö r d ü n ü , altısını,
o n u n u ya da on ikisini; kaçını istiyorsa o kadarını kendi kur­
d u ğ u c e n n e t e koyarmış. Kendilerine verilen afyonu İçerek
uyuyakalan delikanlılar, afyonun etkisiyle sanki yarı ölü gibi,
ü ç g ü n ü ç g e c e u y k u d a kalırlarmış. Yaşlı A d a m uykudayken
onları alıp, b a h ç e s i n d e farklı odalara koyar ve delikanlılar
uyandıklarında kendilerini b a h ç e d e bulurlarmış.
D a ğ ı n Yaşlı A d a m ı ' n ı n , Haşaşilerin m ü k e m m e l d e r e c e d e
sadık hale g e l m e l e r i için onları nasıl eğittiği ile ilgili detayla­
r a d e ğ i n e n M a r c o P o l o şöyle d e v a m etmektedir:

Delikanlılar uyandıklarında kendilerini öyle muhteşem bir


yerde bulurlarmış ki; etraflarındaki tüm bu güzellikleri, Mu­
hammed'in kitabında anlattıkları gibi görürler, gerçekten
cennette olduklarına inanırlarmış. Hanımlar ve genç kızlar
bütün gün onların yanında kalır, şarkı söyler, onlara büyük
zevkler yaşatır ve delikanlılar bu kadınlarla istediklerini ya-
parlarmış. Böylece diledikleri her şeye kavuşan bu delikanlı­
lar artık kendi rızalarıyla oradan çıkmayı hiç istemez/ermiş.

S i z e bahsettiğim Yaşlı A d a m ' ı n sarayı inanılmaz güzellik­


lerle d o l u y m u ş . Şatafatlı bir y a ş a m ı v a r m ı ş ve bu haliyle,
d a ğ d a s a d e bir y a ş a m süren halkının, kendisinin büyük bir
p e y g a m b e r o l d u ğ u n a inanmalarını sağlarmış. Yaşlı A d a m
Haşaşilerinden herhangi birinin bir y e r e g i d i p , birini öldür­
mesini istediğinde, bir süre sonra bu delikanlılardan kendisi­
ni en m e m n u n e d e n l e r e y e n i d e n afyon verip, onları uyutur,
u y k u d a y k e n saraydan ve b a h ç e d e n dışarı çıkarırmış. S e ç i l e n
delikanlılar uyandıklarında, kendilerini bahçenin dışındaki ka-

177
lenin içinde bularak büyük bir şaşkınlığa kapılırlar ve kendi rı-
zalarıyla hiçbir z a m a n ayrılmak istemeyecekleri c e n n e t t e n
ayrıldıkları için büyük üzüntü duyarlarmış. Yaşlı A d a m onları
huzuruna çağırır, onlar da derhal O ' n u n huzuruna gelir, bü­
yük bir p e y g a m b e r o l d u ğ u n a inandıkları bu insanın ö n ü n d e
hayranlıkla d i z çökerlermiş. Yaşlı A d a m onlara n e r e d e n g e l ­
diklerini sorar, onlar da c e n n e t t e n geldiklerini söylerlermiş.
V e orada M u h a m m e d ' i n , atalarına anlatmış o l d u ğ u c e n n e t t e
olan t ü m güzelliklerin var o l d u ğ u n u söyleyerek, gördükleri
harikaları bir bir tekrar eder ve y e n i d e n oraya geri d ö n m e y i
ne kadar arzuladıklarını anlatırlarmış. Bu sırada orada bulu­
nan, bahçeyi hiç g ö r m e y i p , dinledikleri harikalardan derin­
d e n etkilenen diğerleri, ö l m e y i ve bu s a y e d e anlatılan c e n ­
n e t e kavuşmayı arzular, o beklenen g ü n ü n kendileri için ne
z a m a n g e l e c e ğ i n i sorarlarmış. Ve Yaşlı A d a m onları şöyle c e -
vaplarmış: "Evlatlarım, M u h a m m e d kendisine içtenlikle hiz­
m e t edenleri c e n n e t l e ödüllendireceğini buyurmuştur v e ba­
na sadık kalırsanız, sizler de aynı şansı e l d e edeceksiniz." Bu
sözleri dinleyenler, ö l ü p c e n n e t e g i t m e y i öylesine arzularlar-
mış ki; Yaşlı A d a m ' ı n ö l ü m e yolladığı kişiler, isimlerini duy­
duklarında büyük bir m u t l u l u ğ a kapılırlarmış. Bu s a y e d e p e k
çok lider v e Yaşlı A d a m ' ı n pek ç o k d ü ş m a n ı , müritler v e H a -
şaşiler tarafından öldürülmüş. Ç ü n k ü ancak Yaşlı A d a m ı n is­
tek ve emirlerini yerine getirdiklerinde c e n n e t e kavuşacakla­
rına inanan bu insanlar, ö l ü m d e n hiç k o r k m a d a n çılgınlar gi­
bi kendilerini ateşin ortasına atar, yaşadıkları hayatı k ü ç ü m ­
seyerek, kurbanları ile birlikte ö l m e y i arzularlarmış. İşte bu
g ü c ü sayesinde zalim Yaşlı A d a m bütün ç e v r e ülkelerde bü­
yük bir korku salmış.

Yaşlı A d a m ne z a m a n bir liderin ya da ö n e m l i bir kişinin


ölmesini istese, Haşaşilerinden birini alıp, istediği g ö r e v e
yollar ve meleklerinin onları c e n n e t e g ö t ü r m e s i n i dilediğini,
görevlerini yerine getirdikten sonra ölürlerse h e m e n c e n n e ­
te gideceklerini söylermiş. Yaşlı A d a m ' ı n emrini alanlar bü­
y ü k bir h e v e s l e atılarak g ö r e v e gider, ö n c e d e n yaşadıkları
c e n n e t e tekrar kavuşacakları ümidiyle Yaşlı A d a m ' ı n emrini
yerine g e t i r m e k için ellerinden g e l e n i yaparlarmış. Bu y ü z ­
d e n Yaşlı A d a m ı n ölmesini istediği birinin kurtulduğu görül-
mezmiş.
M a r c o Polo, hatıratının s o n u n d a , Yaşlı A d a m ' ı n Ş a m v e
Kürdistan'da t ü m bu anlatılan uygulamaları ve hareketleri
aynen tekrar e d e n iki yardımcısının o l d u ğ u n d a n bahseder.
Ve M o ğ o l l a r tarafından üç yıl kuşatma altında tutulduktan
sonra, A l o a d i n olarak bilinen Yaşlı A d a m ' ı n s o n u gelir; ken­
disi ve bütün Haşaşiler öldürülür, kalesi ve c e n n e t bahçesi de
yakılıp y o k edilir.
M a r c o P o l o ' n u n , Dağın Yaşlı A d a m ı ve Haşaşiler tasviri,
Haşaşi efsanelerinin en abartılmış halini temsil eder; burada
eksik olan s a d e c e ö l ü m e atlama efsanesidir. Polo, D a ğ ı n Yaş­
lı A d a m ı ' n ı n gizli c e n n e t bahçesi hikâyesini ortaya atarak, ef­
sanelere kendi d e katkıda bulunmuştur. M a r c o P o l o y a g ö r e ,
Yaşlı A d a m g e l e c e k t e k i fedailerinin gözlerini b o y a m a k a m a ­
cıyla ikametgâhındaki c e n n e t bahçesini özellikle inşa ettir­
mişti. Ç ü n k ü onlara vaat edilen öteki dünyadaki c e n n e t za­
ten bir a l d a t m a c a d a n başka bir şey değildi. Bu n e d e n l e , bu
y o l d a n çıkarılmış ve kandırılmış delikanlıların, şatafatlı bir
tarzla kendilerine sunulan türlü b e d e n s e l zevklerin birer ba­
ğımlısı haline geldikleri c e n n e t b a h ç e s i n d e geçirdikleri kısa
süre, fedai eğitiminin son ve en ö n e m l i safhasını oluşturu­
y o r d u . Bu hatıratta haşhaş bağlantısı ya da efsanesi, d ü n y e ­
vi bir g ö r ü n ü m l e karşımıza çıkan " c e n n e t efsanesi"ne yar­
d ı m c ı bir unsur rolü görmektedir. Fedailer, Lübeckli Ar-
n o l d ' u n incelemesindeki gibi c e n n e t e dair gördükleri hayali
görüntülerle aldatılmak yerine, c e n n e t bahçesine taşınırken
ya da oradan çıkarılırlarken, uyuşturucu etkisi olan bir m a d ­
de ya da ilaç ile uyutulmaktadırlar. Bu gizli b a h ç e ile Ku-
ran'da tasvir edilen y a d a M u h a m m e d (Hazreti M u h a m m e d )
tarafından inananlara vaat edilen c e n n e t arasında büyük ben­
zerlikler vardır. M a r c o P o l o y a g ö r e , aslında Yaşlı A d a m , kö­
tücül entrikalarını d a h a kolay uygulatabilmek için kendini
Hazreti M u h a m m e d ' i n yerine k o y m a y a çalışmıştır.
S o n u ç olarak, fedailerin öteki dünyadaki c e n n e t e kavuş­
ma umutları, M a r c o P o l o ' n u n hatıratında dünyevi bir z e m i n e
oturtularak, bu dünyadaki türlü bedensel zevklere s o n s u z a
kadar sahip o l m a arzusuna dönüşmüştür. Fedailer, Yaşlı
A d a m ' ı n sadık müritleri haline gelirler ç ü n k ü s a d e c e Ku-
ran'da tasvir edilen öteki dünyadaki c e n n e t t e olabilecek,
akıllarına bile getirilemeyecekleri zevkleri, kısa a m a y o ğ u n
bir şekilde tattıkları o b a h ç e y e geri d ö n m e y i çok istemekte­
dirler. Fedailer Yaşlı A d a m ' ı n bahçesindeki zevkleri tattıktan
sonra, artık öteki dünyanın cennetini d ü ş ü n m e m e k t e , s a d e ­
ce Yaşlı A d a m ' ı n kalesi ve saraylarının içinde bir y e r d e g i z ­
lenmiş olan bahçesine k a v u ş m a arzusuyla y a n ı p tutuşmakta­
dırlar. Bu b a h ç e y e g i r m e k Yaşlı A d a m ' ı n kesin kontrolü altın­
dadır ve ikinci k e z yani s o n s u z a kadar buraya girebilenler, sa­
d e c e O ' n u n adına cinayet eylemlerini gerçekleştiren Haşaşi-
ler ya da fedailerdir. Haşaşilerin hiçbir tehlikeden k o r k m a m a ­
ları ve ö l e n e kadar Yaşlı A d a m ' ı n sadık hizmetkârları olarak
kalmalarının sebebi budur.
Haşaşi efsanelerinin d a h a eski Avrupalı versiyonları, M a r ­
co P o l o ' n u n senteziyle net bir şekilde toparlanmış, çok g e ç ­
m e d e n standart ve en popüler halini almıştır. Venedikli g e z ­
g i n , kendisinden ö n c e bu k o n u d a y a z a n Avrupalılara herhan­
gi bir atıfta bulunmamış, Haşaşi efsanelerine kendi yaptığı
katkıyı g ö s t e r e n bir bilgiye de değinmemiştir. A m a bu m e ­
tin, seyahatnamesindeki pek ç o k not gibi, konu dışı bir not

180
olarak karşımıza çıkmaktadır ve bu da metnin başka kaynak­
lardan yapılan alıntılar ile o l u ş t u ğ u n u göstermektedir. D a ğ ı n
Yaşlı A d a m ı ve Haşaşiler ile ilgili metin hakkında M a r c o P o ­
l o , hikâyeyi İran'daki yerel kaynaklardan e l d e ettiğini iddia
etmektedir. G e r ç e k ne olursa olsun, o z a m a n a kadar s a d e c e
Suriye Nizarileri ile ilgili olarak ortaya çıkmış olan Haşaşi ef­
saneleri, M a r c o P o l o ile birlikte artık İran'a taşınmış ve efsa­
neler ilk k e z olarak A l a m u t d ö n e m i İran Nizari t o p l u m u n a da
atfedilmeye başlanmıştır. Dahası bu d ö n ü ş ü m ü n , Asyalı kral­
lıklar ve onlarla ilgili olaylara "tanıklığı" Avrupalı okuyucuları
tarafından son d e r e c e c i d d i y e alınan bu y e n i y e t m e Venedik­
li g e z g i n i n kabul g ö r m e s i n i sağladığını da g ö z ö n ü n d e bu­
lundurmak önemlidir.scanned by darkmalt1
M a r c o P o l o ' n u n , Ç i n ' e yaptığı yolculuk esnasında, eksi­
d e n Kuhistan olarak bilinen Nizari toprağından, yani d o ğ u
İran'da yer alan Horasan'ın g ü n e y i n d e n g e ç t i ğ i bilinmekte­
dir. Burada harap o l m u ş bir kaleye d e n k gelir; s ö z konusu ka­
le bu b ö l g e d e eskiden İranlı Nizarilere ait olan pek ç o k kale­
d e n biriydi. A m a yolculuk g ü z e r g â h ı üzerinde, hatıratında
üstü kapalı olarak bahsettiği A l a m u t kalesi bulunmamaktadır.
Eğer bu m e t n i n t ü m ü y l e M a r c o Polo tarafından k a l e m e alın­
dığını kabul edersek, bu d u r u m d a bölgenin yerlilerinden es­
ki A l a m u t ve İran Nizari t o p l u m u hakkında bilgiler d u y m u ş
olabileceğini, dolayısıyla da Haşaşiler üzerine yazdığı metnin
kişisel g ö z l e m l e r e d a y a n m a d ı ğ ı n ı farz edebiliriz. İran Nizari
t o p l u m u n u n liderini A l o a d i n olarak i s i m l e n d i r m e s i v e
İran'daki Yaşlı A d a m ' ı n Suriye'de bir yardımcısı o l d u ğ u n d a n
b a h s e t m e s i d e , aynı şekilde g e n ç M a r c o Polo'nun İran'dan
g e ç e r k e n d u y d u ğ u detaylardan olmalıdır. A m a buradaki Yaş­
lı A d a m A l o a d i n gerçekte, İran'daki Nizari devletinin s o n d a n
bir önceki lideri olan III. A l a el-Din M u h a m m e d ' d e n (1221-
55) başkası değildir. S o n lider ise, 1256'da M o g o l l a r a teslim

181
olan ve bundan birkaç ay sonra da M o ğ o l i s t a n ' d a öldürülen,
A l a el-Din'in o ğ l u Rükn el-Din'dir. 1256'da, kalenin M o ğ o l -
larca yıkılmasından kısa bir süre ö n c e A l a m u t ' u ziyaret e d e n
g ö z l e m c i C ü v e y n i , burada M a r c o P o l o ' n u n anlattığı "bah-
ç e " y e dair bir ize rastlamamıştır. Aynı şekilde ne Raşid el-Din
ne de başka M ü s l ü m a n l a r a ait kaynaklar tarafından iran'da,
İsmaililere ait böyle bir bahçenin varlığından bahsedilmemiş­
tir. A m a C ü v e y n i , A l a m u t ' t a karşılaştığı su kaynaklarından,
sarnıçlardan ve d e p o l a m a tekniklerinden çok etkilendiğini
ifade etmiştir.
M a r c o P o l o ' n u n , Strassburglu Burchard, Lübeckli A r n o l d
ve Vitryli j a m e s ' e kadar varan çeşitli o t u r m u ş bilgilerin etki­
lerinin açık olarak g ö r ü l d ü ğ ü hatıratının, Avrupalıların kalıp­
laşmış görüşünü yansıttığını inkâr e t m e k m ü m k ü n değildir.
Dolayısıyla M a r c o Polo, o t u z yıl ö n c e İran'da, buradaki Niza-
ri lideri hakkında topladığı bilgilerle, A v r u p a ' d a yayılan ve
m u h t e m e l e n 1295'te seyahatinden d ö n d ü ğ ü n d e kendisinin
de V e n e d i k ' t e d u y d u ğ u , Suriye Nizarileri hakkındaki efsane­
leri farkında olarak birbirine karıştırmış gibi görünmektedir.
M a r c o Polo'nun, C e n o v a ' d a k i hapishaneden çıktıktan sonra,
seyahatinde k a l e m e aldığı bazı notlar üzerine Dağın Yaşlı
A d a m ı v e O ' n u n Haşaşileri metnini inşa etmiş olması d a
muhtemeldir. D a h a ö n c e de belirtildiği üzere, hayatının son
yirmi yılında, s e y a h a t n a m e s i n d e bu tip revizyonlar ve ekle­
meler yapmıştır. Bu b a ğ l a m d a Rustichello ve diğer yazıcılar
da rol o y n a m ı ş olabilirler. Bütün bu göstergeler, Venedikli
g e z g i n i n s ö z konusu metni t a m a m e n İran'daki kaynaklardan
duyduklarıyla k a l e m e almadığı s o n u c u n a varmaktadır. M e ­
tinde yazdığı belli başlı noktaların, bazı Avrupalıların Suriye
Nizarileri ile ilgili yazdıklarından izler taşımasını bir y a n a bı­
raktığımızda bile bu y o r u m u m u z u doğrulayan pek çok kanıt
bulunmaktadır.

182
M a r c o Polo, kendisinden önceki Rubrucklu William gibi,
İranlı Nizariler için g e n e l olarak, o d ö n e m d e k i M ü s l ü m a n ra­
kiplerin İran'daki Nizarileri tanımlamak için kullandıkları
" M u l h i d " (çoğul M a l a h i d a ) isminin " M u l e c t e " v e " M u l e h e t "
gibi b o z u l m u ş hallerini kullandı. Ö r n e ğ i n , metnin giriş c ü m ­
leleri şu şekildedir:

Önceden de bahsedildiği gibi Mulecte, Dağın Yaşlı Ada­


mı olarak bilinen kötü yürekli bir prensin uzun yıllar önce ya­
şadığı ülkenin adıdır. Bu ülkede, Sarazenlerin kanununa gö­
re dinsiz olarak görünen bir halk yaşamaktaymış. Sarazenle­
rin dilinde Mulecte, dinsizlerin yaşadığı yer anlamına gel­
mektedir. Burada yaşayan insanlara da Mulehetici yani tıpkı
Hıristiyan alemindeki Patariler gibi, kurallara aykırı yaşayan­
138
lar denmektedir.

M a r c o Polo m e t n i n d e , İtalyanca söylenişi "Askiskin" gibi


değişik şekillerde g ö r ü n e n " H a ş a ş i " ismini de İranlı fedaileri
yani Yaşlı A d a m ' ı n Haşaşilerini t a n ı m l a m a k için kullanmıştır.
D a h a ö n c e de belirtildiği gibi Haşaşiler terimi, Haçlı ç e v r e l e ­
rinde Suriyeli Nizarileri tanımlamak için kullanılıyordu ve
A r a p ç a d a Nizarileri tanımlamak için maksatlı olarak çıkarıl­
mış haşişhi kelimesinin değişik s ö y l e n m e şekillerinden türe­
mişti. Bununla birlikte, haşişhi kelimesi ya da değişik s ö y l e ­
niş şekilleri Farsçada ya da İran'da hiçbir z a m a n yaygınlık ka­
z a n a m a d ı ; burada Nizariler, M ü s l ü m a n karşıtları tarafından
malahida adıyla çağırmıyorlardı. Dolayısıyla M a r c o P o l o ' n u n
"Haşaşiler" ismini İranlı kaynaklardan d u y m u ş olması m ü m ­
kün değildir.
Bunun yanında, M a r c o Polo'nun İran Nizari liderini " D a ­
ğ ı n Yaşlı A d a m ı " olarak adlandırmasında da gariplikler var­
dır. D a h a ö n c e de belirtildiği gibi bu tabir Suriye'deki Nizari
lideri için Frenkler tarafından kullanılıyordu. İranlı dindaşları
d e ğ i l a m a Suriyeli Nizarilerin liderlerine, g e n e l olarak M ü s l ü -

183
manlıkta saygı ifade e d e n bir isim olarak kullanılan şeyh ya
da efendi şeklinde hitap ettikleri bilinmektedir; bu isimler ay­
nı z a m a n d a "büyük" "yaşlı" anlamlarına da geliyordu. Bu­
139
nunla birlikte, Bernard Lewis'in g ö z l e m l e d i ğ i ü z e r e , Haç­
lılar bu terimi Latinceye, eski Fransızcaya ve İtalyancaya ç e ­
virirlerken, ikinci anlamı olan "yaşlı a d a m " ı alarak, vetus, ve-
tulus, senex, viel, veglio gibi kelimeler kullanmışlardır. O y s a
senior, segnors ve dominus gibi kelimler bu terimin g e r ç e k
karşılıklarıdırlar. S o n r a d a n , şeyh kelimesinin bu yanlış tercü­
mesi ile Suriye Nizari liderinin yaşadığı d a ğ kalesi arasında
bağlantı kurularak, " D a ğ ı n Yaşlı A d a m ı " manasına g e l e n Ve­
tus de Montanis v e y a Viel de la Montaigne terimleri ortaya
çıkarılmıştır. Dolayısıyla, Suriye Nizari liderine verilen bu
isimler, Haçlıların kendisi tarafından çıkarılmış gibi görün­
mektedir; çünkü o d ö n e m d e k i A r a p ç a ve Farsça hiçbir kay­
nakta bu ismin A r a p ç a d o ğ r u karşılığı olan Şeyh-ül C e b e l te­
rimi g e ç m e m e k t e d i r . 1 1 6 7 ' d e S u r i y e ' d e n g e ç m i ş olan İs­
panyol h a h a m ı ve g e z g i n i Tudelalı Benjamin, Suriye Nizari li­
d e r i n d e n " Ş e y h el-Haşaşin" adıyla bahseder ve halk arasın­
da büyük (zagen) olarak tanındığını da e k l e r . 1 4 0 Bütün bun­
lardan, bazı m o d e r n d ö n e m e ait tarihi hikâyelerde yer alan
A r a p ç a Şeyh-ül C e b e l teriminin, Haçlılar ve onların batılı va-
kanüvisleri tarafından konulan ismin A r a p ç a y a çevrilmiş hali
o l d u ğ u n u farz e t m e k mantıklı olacaktır. D o ğ r u s u ne olursa
olsun, ne Nizariler ne de rakipleri, Nizari halkının merkezi li­
deri için şeyh, şeyh-ül c e b e l ya da bunun t a m Farsça karşılı­
ğı olabilecek pir-i kuhistan gibi isimler kullanmazken, M a r c o
P o l o ' n u n bu ismi İran'da d u y m u ş o l m a s ı m ü m k ü n değildir.
M a r c o P o l o ' n u n , D a ğ ı n Yaşlı A d a m ı v e O ' n u n Haşaşileri
ile ilgili y a z d ı ğ ı metnin, İran'da d u y d u ğ u bazı detaylar ile
A v r u p a ' d a yayılmış olan Haşaşi efsanelerinin bir karışımı o l ­
d u ğ u n a ve bunun üzerine t a m a m e n kendi hayal ürünü olan

184
Yaşlı A d a m ı n gizli c e n n e t bahçesi hikâyesini de e k l e d i ğ i n e
pek ş ü p h e yoktur. M a r c o P o l o ' d a n önceki hiçbir Avrupalı
kaynakta yer a l m a y a n bu " b a h ç e " , aslında Kuran'daki c e n n e t
tasvirinden esinlenerek yaratılmıştır. İranlı ve Suriyeli Nizari-
ler arasındaki bağın farkında olan M a r c o Polo, belki de Rus-
tichello ve sonraki yazıcılarının da yardımıyla s e y a h a t n a m e ­
sini derlerken, harap o l m u ş bir kale g ö r d ü ğ ü ve b ö l g e d e k i
Nizari İsmailileri hakkında yerel hikâyeler d u y d u ğ u İran'da
yaptığı y o l c u l u ğ a , ayrı bir not olarak Haşaşi efsanelerinin
" t a m " halini e k l e m e fırsatını kullanmıştır. Ve İran'da bu m a ­
salları d u y d u ğ u n u iddia ettiği yıl 1273 yani buradaki Nizari
devletini yıkılışından s a d e c e on y e d i yıl sonradır ve P o l o , N i -
zarileri ve Yaşlı A d a m ı , sanki ç o k uzun z a m a n ö n c e y a ş a m ı ş
gibi anlatmaktadır.www.cizgiliforum.com

S e y a h a t n a m e n i n Latince, eski Fransızca ve pek ç o k İtal­


y a n lehçesine çevrilmiş halleri 14. yüzyılın ikinci yarısından
itibaren bütün A v r u p a ' y a yayılmış, M a r c o Polo'nun ç a ğ d a ş ­
larının zihinlerini bulandırmıştır. Yaşlı A d a m ı n c e n n e t b a h ç e ­
si hakkındaki hikâyesi A v r u p a ' d a o kadar ilgi g ö r m ü ş t ü r ki,
konu ile ilgili önceki metinleri g ö l g e d e bırakmıştır. Ve M a r c o
Polo'nun Haşaşi efsaneleri, sonraki nesillerle ait Avrupalı ya­
zarlar tarafından "Haşaşiler"in g e r ç e k tarifi olarak kabul edil­
miştir.
Kuzey İtalya b ö l g e s i n d e n bir Fransisken rahibi ve 1323-7
yıllarında Ç i n ' e seyahat gerçekleştiren bir başka meşhur sey­
y a h olan Pordenoneli O d o r i c ' i n (öl. 1331) çalışması, yazdık­
larının kendi g ö z l e m l e r i ve tecrübelerinden çıktığını iddia et­
s e d e , "Haşaşiler" hakkında v e n e r e d e y s e t a m a m e n M a r c o
P o l o ' d a n esinlenerek yazılmış ilk Avrupa metnidir. O d o r i c
1 3 2 8 ' d e İtalya'ya geri d ö n ü ş y o l c u l u ğ u sırasında, Melistorte
adını verdiği kuzey İran'ın Hazar kıyısında, m u h t e m e l e n A l a -
m u t vadisinin yer aldığı b ö l g e d e n g e ç t i . O d o r i c , seyahatna-

185
meşinin bu kısmı ile bağlantılı olarak D a ğ ı n Yaşlı A d a m ı n d a n
141
bahseder.-

Ve bu ülkede Senex de Monte [Dağın Yaşlı Adamı] adın­


da, iki dağı duvarla çevreleyen yaşlı bir adam varmış. Duvar­
ların içinde dünyada görülebilecek en güzel ve billur çeşme­
ler akarmış. Bu çeşmelerin yanında çok sayıda güzel bakire­
ler, sağlıklı atlar bulunurmuş. Yaşlı Adamın tek bir sözüyle,
insan bedeninin arzulayacağı her tür zevk oradakilere sunu-
lurmuş ve bu yüzden bu ülkenin insanları burayı cennet ola­
rak adlandırmışlar. Bahsettiğimiz yaşlı Senex gözüne kestir­
diği yiğit gençleri inşa ettirdiği bu cennete alırmış. Bazı çeş­
melerden bol bol şarap ve süt akarmış.

Yaşlı Senex, intikam a l m a y a ya da bir baronu ya da kralı


ö l d ü r m e y e karar v e r d i ğ i n d e cennetin efendisi olarak, seçtiği
gençleri c e n n e t i n e alır, hedefindeki kral ya da baron hakkın­
da bilgi sahibi olmalarını sağlar, bu sırada da bir süreliğine
mekânın keyfini sürmelerine izin verir, ardından da onlara
hiçbir şey hissetmemelerini sağlayacak bir iksir verir, t a m a ­
m e n uykuya daldıklarında onları c e n n e t t e n dışarı çıkarırmış.
Delikanlılar uyanıp c e n n e t t e n dışarı çıkarıldıklarının farkına
vardıklarında, ö y l e üzülürlermiş ki oraya geri dönmelerini
sağlayacak her şeyi y a p a c a k d u r u m d a olurlarmış. S o n r a Yaş­
lı A d a m ı n huzuruna çıkarılırlar, Yaşlı A d a m da onlara, O ' n u n
a d ı n a birini ö l d ü r m e görevini ü s t l e n m e d e n c e n n e t e geri
dönmelerinin m ü m k ü n olmadığını anlatır, başarıya ulaşsınlar
ya da ulaşmasınlar herhangi bir g ö r e v i kabul ederlerse, onla­
rı c e n n e t e geri alacağını ve o r a d a s o n s u z a kadar yaşamaları­
na izin v e r e c e ğ i n i söylermiş. B ö y l e c e büyük bir h e v e s l e g ö ­
revi üstlenen bu g e n ç delikanlılar, Yaşlı A d a m ı n g ö z ü n e kes­
tirdiği hasmını kesinlikle öldürürlermiş. Bu y ü z d e n D o ğ u n u n
t ü m kralları Yaşlı A d a m d a n çok korkarmış ve o n a yüksek ver­
giler öderlermiş.

186
Tatarlar dünyanın büyük bir kısmını egemenlikleri altına
aldıklarında, büyük bir öfkeyle u m u t s u z c a c e n n e t i n d e n pek
ç o k hevesli g e n c i dışarıya yollayarak, ç o k s a y ı d a Tatar büyü­
ğ ü n ü öldürten Yaşlı A d a m ' ı n cennetini e l e geçirmişler. Yaşlı
A d a m ı n yaşadığı şehri kuşatıp, O ' n u y a k a l a m ı ş ve feci bir şe­
kilde öldürmüşler, bu s a y e d e de intikamlarını almışlar.

Haşaşi efsanelerinin, M a r c o P o l o ' n u n yazdıklarına çok ben­


zer bir şeklinin, Fatımi halifesi e l - H a k i m ' i n (996-1021) krono­
lojik bir biyografisini de içeren A r a p ç a şaibeli bir ö y k ü n ü n bir
kısmında karşımıza çıkması ilginçtir. Avusturyalı şarkiyatçı j o -
seph von Hammer-Purgstall, bu ö y k ü n ü n Sırat amir el-
mü'minin el-Hakim bi-Amr Allah başlığı taşıyan tek kopyası­
nı keşfedişini 1 8 1 3 ' d e Viyana'daki İmparatorluk K ü t ü p h a n e ­
s i n d e (bugünkü Milli Kütüphane) açıkladı v e Haşaşi efsane­
lerini içeren bu metni, Fransızca t e r c ü m e s i y l e birlikte kısa bir
142
not olarak y a y ı n l a d ı . 1430'da t a m a m l a n a n bu çalışmanın
sahibi, m u h t e m e l e n yayınlanan eserin prestijini ve ününü ar­
tırmak amacıyla, yanlış a m a maksatlı bir şekilde m e ş h u r
M ü s l ü m a n biyografi yazarı İbn Kallikan (öl. 1282) olarak g ö s ­
terildi. Bu çalışma m u h t e m e l e n Suriye M e m l u k d ö n e m i n i n
sonlarında, Haşaşi efsanelerini özellikle d e M a r c o Polo v e
Pordenoneli O d o r i c ' e ait versiyonlarını bilen Sünni ya da d a ­
ha büyük bir ihtimalle Hıristiyan bir A r a p tarafından k a l e m e
alındı.
Bahse konu ö y k ü y e g ö r e , İsmaililerin lideri olan İsmail
adındaki şahıs, y a ğ m a l a d ı ğ ı b o l c a m ü c e v h e r v e etrafındaki
fidavileriyle (fedai) ilk başta Trablusgarp'ta ortaya çıkmıştı.
A r d ı n d a n S u r i y e ' y e , b ö l g e d e k i kale şehirlerinde yaşayanlar
tarafından büyük bir konukseverlikle karşılandığı M a s y a f a
gitmişti. Burada d a h a fazla fedai kazanabilmek için, ortasın­
da dört katlı m u h t e ş e m bir köşk bulunan, g ü z e l ç e ş m e l e r l e

187
d o l u k o c a m a n bir b a h ç e inşa ettirmişti. Köşkün pencerelerin­
d e altın v e g ü m ü ş l e işlenmiş yıldız f i g ü r l e r i vardı v e odaların
içi her tür lüksle d o l u y d u . Bu odalar, Mısır'dan kendisiyle bir­
likte getirdiği g ü z e l kıyafetler içindeki, mis gibi kokan erkek
ve kadın köleler İçindi. Bahçeyi en g ü z e l bitkiler, çiçekler ve
m e y v e l e r l e , bunun y a n ı n d a en g ü z e l hayvanlar ve kuşlarla
d o l d u r m u ş t u . Ayrıca İsmail'in burada kendisi için inşa ettir­
diği, çevresi duvarlarla kaplı patikalarından b a h ç e y e gidilebi­
len iki katlı bir evi vardı. İsmail e v i n d e halkına g ü n boyu e ğ ­
lenceler düzenlerdi. Ve a k ş a m o l d u ğ u n d a , karakterlerinin
s a ğ l a m l ı ğ ı n d a n e m i n o l d u ğ u g e n ç delikanlıları seçer v e y a ­
nına oturturdu. Bu g e n ç l e r l e İ m a m Ali'nin m ü k e m m e l ö z e l ­
likleri üzerine sohbet ederken onlara, g i z l i c e içkilerine kattı­
ğı ve bir süre sonra derin bir uykuya dalmalarına n e d e n ola­
cak bang ya da buna benzer uyuşturucu bir ilaç verirdi. Ar­
d ı n d a n İsmail uykuya dalmış g e n ç l e r d e n birini bahçeli köşke
taşır, g e n ç delikanlıya her tür keyfi tattırmaları e m r e d i l e n er­
kek ve kadın kölelerin g ö z e t i m i n d e o n u orada bırakırdı. U y ­
kudaki a d a m kafası karışmış bir şekilde u y a n d ı ğ ı n d a , köleler
o n a ş u a n d a c e n n e t t e o l d u ğ u n u v e öldükten sonra oraya
tekrar geri d ö n e c e ğ i n i , çünkü kaderinin böyle yazıldığını
söylerlerdi. G e n ç a d a m ı n , köşkün g ü z e l l i ğ i n d e n v e o r a d a
tecrübe ettiği zevklerden öylesine g ö z ü kamaşırdı ki; uyanık
mı y o k s a rüyada mı o l d u ğ u n u a n l a y a m a z d ı . Bir süre sonra
köleler o n a şu a n d a rüyasında cenneti g ö r ü y o r o l d u ğ u n u
söylerlerdi. G e c e yarısını iki saat g e ç t i k t e n sonra, İsmail geri
d ö n e r ve g e n ç a d a m a bu b a h ç e d e yaşadıklarını bir sır olarak
saklamasını emreder, ayrıca bu g ö r d ü ğ ü t ü m güzelliklerin,
A l i ' n i n kendisine bahşettiği bir m u c i z e o l d u ğ u n u söylerdi.
A r d ı n d a n altın v e g ü m ü ş l e kaplı tabaklarda g e n ç a d a m a lez­
zetli yemekler, bunların y a n ı n d a da y i n e bang katılmış içkiler
ikram ederdi. G e n ç a d a m tekrar uykuya dalar d a l m a z , bah-

188
ç e d e n dışarıya taşınarak, İsmail'in e v i n e taşınır, o r a d a uyan­
dıktan sonra kendisine, gördüklerinin rüya d e ğ i l g e r ç e k t e n
c e n n e t o l d u ğ u anlatılırdı. H z . Ali'nin bundan böyle kendisini
yandaşı olarak kabul ettiği ve e ğ e r sırrını saklar ve İsmail'e
hizmet eder, O ' n u n e m r i n d e şehit olursa, c e n n e t t e g ö r d ü ğ ü
o yerin aynısına s o n s u z a kadar k a v u ş a c a ğ ı söylenirdi. A m a
bu sırrı herhangi birine anlatırsa, i m a m ı n d ü ş m a n ı olur ve
ö m r ü n ü n s o n u n kadar bu bela peşini bırakmazdı. İşte İsmail,
kendisini ü n e kavuşturan a d a n m ı ş fedailere bu şekilde sahip
oluyordu.
Birkaç yıl sonra Nizariler üzerine kendisi de d ü ş m a n c a bir
çalışma k a l e m e alan v o n H a m m e r - P u r g s t a l l ' u n bu hikâyeyi
c i d d i y e aldığını v u r g u l a m a k gerekir. S ö z konusu hikâyeyi,
M a r c o P o l o ' n u n yazdıklarıyla ilişkilendirerek, Suriye ve İran'­
da g e r ç e k t e n Nizari bahçelerinin b u l u n d u ğ u n a dair bir kanıt
143
olarak kabul e t m i ş t i r . Ki bu çıkarımın g ü n ü m ü z d e artık ta­
m a m e n t e m e l s i z o l d u ğ u a ç ı ğ a çıkmıştır. Tam tersine, Yaşlı
A d a m ' m "gizli c e n n e t bahçesi" M a r c o P o l o ' d a n önceki hiç­
bir kaynakta yoktur ve M a r c o P o l o Haşaşiler hakkındaki bu
bilgiyi Suriye'deki A r a p ç a kaynaklardan e d i n m i ş o l a m a z .
Dolayısıyla bu A r a p ç a hikâyenin kendisinin, özellikle M a r c o
P o l o v e O d o r i c ' e ait Avrupa kökenli efsanelerden belki d e
d o ğ r u d a n etkilenilerek k a l e m e alındığını varsaymak çok da­
ha mantıklı olacaktır. Bu kaynaklardan d a h a sonraki z a m a n a
ait olan bu A r a p ç a hikâye aynı z a m a n d a , Latin D o ğ u ' d a k i H ı ­
ristiyan ve Haçlı çevrelerinde yayılan Haşaşi efsanelerinin,
d o ğ u n u n p o p ü l e r bilim v e edebiyatı üzerinde, özellikle d e
Nizarilerin z a m a n ı n d a politik bir g ü c e sahip oldukları ve ha­
len Nizari kalelerinde ikamet e t m e k t e olanların, tarikatın
g e ç m i ş zaferlerini hatırlattığı S u r i y e ' d e dolaylı olarak etki sa­
hibi o l d u ğ u n u n da kanıtıdır. Bununla birlikte M a r c o P o l o ' n u n
metninin ve Sırat'ın, Nizarilerle alakalı o l m a y a n d a h a eski

189
d o ğ u l u kaynaklardan, ö r n e ğ i n m e ş h u r Binbir Gece Masalları
kitabından en azından kısmen de olsa etkilenmiş olması im­
kânsız değildir. G e r ç e k ne olursa olsun, şu anki bulgularla
masalsı Sırat el-Hakim'de y e r alan Haşaşi efsanelerinin köke­
ni ile ilgili kesin bir ş e y s ö y l e m e k t a m olarak m ü m k ü n d e ğ i l ­
dir.
O r t a ç a ğ ı n sonlarından itibaren 19. yüzyıla kadar, Avrupa­
lıların Nizari İsmailileri hakkında sahip oldukları bilgiler, H a ç ­
lıların ve vakanüvislerinin konu hakkında aktardıklarının ö t e ­
sine g e ç e m e m i ş t i r v e m e y d a n başta Haşaşi efsaneleri o l m a k
üzere, çeşitli abartılı yorumlar ve masalsı metinlerin hâkimi­
y e t i n e kalmıştır. R ö n e s a n s d ö n e m i n d e , Kutsal Topraklara g i ­
d e n bir g e z g i n ya da bir hacı adayı tarafından yazılan metin­
lerde ara sıra Nizarilerden bahsedilse de y e n i bir bilgi ortaya
çıkmamıştır. Ö r n e ğ i n 1480 ve 1484'te Kutsal Toprakları iki
k e z ziyaret e d e n Dominikli p a p a z Felix Fabri, b ö l g e d e k i halk­
lardan biri olarak Haşaşilerin adını zikreder ve s a d e c e aşağı­
daki gibi bazı eski öyküleri tekrar eder:

Burada, sadakatlerinin s o n u c u n d a s o n s u z m u t l u l u ğ a eri­


şeceklerine inandıkları için liderlerine d e r i n d e n bağlı olan
Haşaşiler adında M u h a m m e t ç i bir halk b u l u n u y o r m u ş . Lider­
leri bu halkın g e n ç delikanlılarına çeşitli diller öğretir ve o n ­
ları krallarına h i z m e t e t m e k üzere çeşitli krallıklara yollarmış.
B ö y l e c e gerektiği z a m a n , herhangi bir kralın hizmetkârı tara­
fından zehirlenerek ya da başka bir şekilde öldürülmesi
m ü m k ü n o l u y o r m u ş . Eğer hizmetkâr, kralı öldürdükten son­
ra kaçmayı başarır ve ülkesine geri d ö n e r s e , zenginlik, onur
ve itibarla ödüllendiriliyor, ölürse ülkesinde en y ü c e m e r t e b e
olan şehitliğe y ü k s e l t i l i y o r m u ş . 1 4 4

A y n ı d ö n e m d e yani 14. yüzyılın ortaları itibariyle "assas-


sin" kelimesi, Suriye'deki bir tarikatın ismi yerine, İtalyanca,
Fransızca ve diğer A v r u p a dillerinde y e n i bir anlam kazan-

190
mis, profesyonel bir katil için kullanılan bir isim halini almış­
tı. G ü n ü m ü z e kadar g e l e n bu kullanımın Avrupa'daki ilk ör­
n e ğ i İtalya'da ortaya çıktı. M e ş h u r İtalyan şairi D a n t e (1265-
1321), La Divina Commedia isimli eserindeki Inferno isimli
şiirin 19. kıtasında kalleş bir suikastçıdan (le perfido assassin)
bahseder ve Floransalı tarihçi G i o v a n n i Villani (öl. 1348) L u c -
ca lordunun, bir d ü ş m a n ı ö l d ü r m e s i için Pisa'ya suikastçıları­
145
nı (i suoi assassini) yollamasını a n l a t ı r . Dolayısıyla, aslında
Avrupalıları derinden etkileyen ve "assassin" kelimesinin A v ­
rupa dillerinde yerleşmesini sağlayan, Nizari İsmaililerinin fe­
dailerinin sadakatleri ve kendi hayatlarını feda edişlerinden
çok, "Haşaşiler"le özdeşleştirilen ö l d ü r m e tekniğiydi. Bu kul­
lanımın iyice yaygınlaşmasıyla birlikte, "Haşaşiler" teriminin
kökeni y a v a ş ç a unutuldu a m a ö t e y a n d a özellikle Haşaşi ef­
sanelerinin etkisiyle, tarikatın A v r u p a ' d a g ö r d ü ğ ü ilgi gittik­
çe arttı.
T a m a m e n Nizarilerin tarihini inceleyen ilk batılı ç a l ı ş m a
1603 yılında Fransa'da yayınlandı; yazarı Fransa kralı IV.
Henry'nin y a n ı n d a çalışan bir d e v l e t görevlisi olan D e n i s L e -
b e y de Batilly i d i . 1 4 6 Yazar, Jakoben bir rahibin ellerinde c a n
v e r e n Fransa kralı III. Henry'nin öldürülüşü başta o l m a k ü z e ­
re, "un religieux assasin porte-couteau" olarak telaffuz ettiği
Avrupa'daki politik cinayetlere büyük ilgi d u y u y o r d u . Hıris­
tiyan örgütler tarafından d ü z e n l e n e n bu suikastlardan e n d i ş e
d u y a n Batilly, Fransa'da yeni yeni yaygınlık k a z a n m a y a baş­
layan "assassin" kelimesinin kökeni ve "les anciens Assa-
sins" olarak adlandırdığı tarikatın tarihi üzerine 1595 yılında
kısa bir çalışma k a l e m e almıştı. Bu çalışma, kronolojik ve kar­
makarışık bir üslupla M a r c o Polo'nun tarzıyla yazılmış bir di­
zi batılı kaynakla birleştirildi ve 13. yüzyılda A v r u p a ' d a H a ­
şaşiler hakkında edinilen bilgilere hiçbir yeni e k l e m e y a p m a ­
dı.

191
A s l ı n d a , L e b e y de Batilly'nin d ö n e m i n d e "assassin" keli­
mesinin kökeni Avrupa'da çoktan unutulup gitmişti ve
O ' n u n kelimeyi bu şekilde etimolojik açıdan e l e alışı, hayali
öykülere bir son v e r m e d i a m a yeni bir akım başlattı. Bundan
sonra, gittikçe artan sayıda Avrupalı dil bilimcisi ve leksikog­
raf, bu kelimenin batılı kaynaklarda yer alan arsasini, assassi­
ni ve heysessini heysessini gibi türlerini t o p l a m a y a başladı
147
ve bunun y a n ı n d a yeni etimolojiler ö n e r d i l e r . Bu sırada,
d ' H e r b e l o t (1625-95) tarafından ortaya konan ö n c ü bir şarki­
yatçı çalışma ile birlikte İsmaililer İslam içinde gittikçe d a h a
d o ğ r u bir şekilde t a n ı m l a n m a y a başladılar. Bu Fransız şarki­
yatçı, İsmaililerin Şii İslam içindeki başlıca tarikatlardan biri
o l d u ğ u n u , İsmaililerin de kendi içinde Afrika ve Mısır (Fatı­
mi) Ismailileri olarak ikiye ayrıldıklarını ve tarikatın A s y a ko­
lunun (Malahida olarak adlandırılan) merkezlerinin A l a m u t
o l d u ğ u n u v e H a s a n S a b b a h tarafından kurulduğunu açıkça
148
ortaya k o y d u . 18. yüzyılla birlikte, "Assassin" kelimesinin
pek ç o k ilginç versiyonu belirmişti; öbür y a n d a n d a d o ğ u y a
g i d e n g e z g i n l e r ve misyonerlerin kalemlerinden tarikat ile il­
gili birkaç metin d a h a ortaya çıkarılmıştı. 1743 yılında Fran­
sız u z m a n Camille Falconet (1671-1762) tarafından A c a d e -
m i e Royale d e s Inscriptions et Belles Lettres ö n ü n d e okunan
iki i n c e l e m e , A v r u p a ' d a y a y g ı n olan son d e r e c e kafa karıştı­
rıcı Nizari portresini g ö z l e r ö n ü n e sermektedir. 1751 yılında
Paris'te yayınlanan bu i n c e l e m e yazılarında Falconet, Tule-
da'lı Benjamin, Surlu William, Lübeckli A r n o l d , Vitryli J a m e s
ve tabii ki M a r c o Polo gibi kendisinden ö n c e g e l e n Avrupa­
lı yazarların kayıtlarını g ö z d e n geçirdikten sonra, Suriye ve
İran "Haşaşileri"nin öğretileri ve tarihi hakkındaki kendi kısa
değerlendirmesini sunar. S ö z konusu d e ğ e r l e n d i r m e asılsız
tespitler ve Haşaşi masallarıyla doludur. Bunun y a n ı n d a " A s ­
sassin" kelimesine başka bir absürt etimoloji anlayışı da g e ­
tirir.149

192
"Assassin" kelimesindeki g i z e m i n ortaya çıkarılışı, 19.
yüzyıl şarkiyatçılarının duayeni Silvestre de S a c y ' e (1758-
1838) düştü. Bu kitabın ekinde ilk defa İngilizceye çevrilen
Memoir isimli e s e r i n d e S a c y ilk k e z olarak, kelimenin A r a p ­
ça haşhaş k e l i m e s i n d e n türediğini ortaya çıkarmıştır. Nizari-
lerin " H a ş h a ş h i " (çoğul Haşhaşiya) olarak adlandıran Suriye­
li tarihçi Ebu Ş a m a başta o l m a k ü z e r e A r a p ç a m e t i n l e r d e n
alıntılar yapmıştır. Bu meşhur Memoir eserinde S a c y , başta
g e l e n batılı kaynaklar yanında, o d ö n e m d e Paris'te bulunan
M ü s l ü m a n vakayinamelerini de kullanarak, Nizari İsmailileri
üzerine yapılan ilk m o d e r n bilimsel i n c e l e m e olarak kabul
e d e b i l e c e ğ i m i z bir çalışma ortaya koymuştur. Bununla birlik­
te, Nizarilerin H a ş a ş i y a olarak adlandırmalarının nedenleri
üzerine giderken, öbür y a n d a Haşaşi efsanelerinde yazanları
da kabul etmiş, b ö y l e c e efsaneler Avrupa'daki şarkiyatçı
çevrelere y e n i d e n sunulmuştur.
İsmailileri inceleyen 19. yüzyıl batılı şarkiyatçıların çalış­
malarında Nizariler hakkındaki o r t a ç a ğ hikâyelerinin ve H a ­
şası efsanelerinin y e n i d e n ortaya ç ı k m a y a başlaması bu şekil­
de olmuştur. Bu çalışmalar arasında en ç o k o k u y u c u y a sahip
olanı 1 8 1 8 d e Avusturyalı bir şarkiyatçı-diplomat olan J o ­
s e p h v o n H a m m e r - P u r g s a t l l ' u n (1774-1856) y a z d ı ğ ı kitaptır.
A l a m u t d ö n e m i Nizarilerini anlattığı kitabında v o n H a m m e r ,
M a r c o P o l o ' n u n metnini v e Nizarilere atfedilen şeytani v e
g ü n a h k â r davranışların d o ğ r u l u ğ u n u a y n e n kabul etmiştir.
Nizariler konusundaki u z m a n l ı ğ ı n a son d e r e c e g ü v e n e r e k ,
büyük bir rahatlıkla aşağıdaki paragrafı k a l e m e alabilmiştir.

Bizanslıların, Haçlıların ve Marco Polo'nun onlar hakkın­


da yazdıkları, uzun bir süre asılsız hikâyeler ve klasik doğu
masalları olarak görüldü. Bu yazılanlar, Herodot'un antik za­
mana ait ülkeler ve halklar hakkında yazdıklarından daha az
şüpheli ve gerçekdışı değillerdi. Ama dil üzerinde yapılan

193
çalışmalar ve düzenlenen seyahatlerle birlikte doğunun git­
tikçe berraklaşması, bu tarihi ve coğrafi metinlerin doğruluk­
larının kanıtlanmasını sağladı ve modern seyahatlerin doğru­
luğu, tıpkı bu eserlerde yazanlar gibi bütün gerçekleri apaçık
150
ortaya koydu.

A n c a k v o n H a m m e r ' ı n bu kadar hayali ve saldırgan bir


bakış açısına sahip o l m a s ı şaşırtıcı değildir; çünkü eserini
Haçlı vakanüvisler ve O r t a ç a ğ d ö n e m i Sünni yazarların konu
hakkında derledikleri ve uydurdukları bilgileri esas alarak
yazmıştır. Bu arada v o n H a m m e r ' ı n kitabının A v r u p a ' d a bü­
yük bir başarı kazandığını da e k l e m e k gerekir. Kitap kısa bir
z a m a n içinde Fransızca v e İngilizceye t e r c ü m e edilmiş olan
kitap, s o n o t u z yıla kadar O r t a ç a ğ d ö n e m i Nizari tarihinin
g e r ç e k anlatımı olarak kullanılmıştır.
19. yüzyılda A v r u p a ' d a ortaya çıkan Şarkiyatçılık akımı,
Haşaşi efsanelerinin y o k olmasını engellemiştir. D o ğ u ' d a da,
bir kısmı Avrupalı kaynaklardakilere ç o k b e n z e y e n Nizari hi­
kâyeleri, ortaya çıkan bazı eserler y o l u y l a yaygınlık kazan­
mıştır. Kökleri hakkında hiçbir bilgi b u l u n m a y a n bu efsaneler,
değişik şekillerde Müslümanların kendileri tarafından da O r ­
t a ç a ğ d ö n e m i Nizarilerinin gizli yaşamları konusundaki ger­
ç e k anlatımlar olarak kabul e d i l m e y e başlanmıştır. S o n u ç t a
bu hikâyeler yedi y ü z yıldan uzun bir süredir varlığını sürdür­
mekteydi.
Bu arada, islam konusundaki çalışmalarda g e r ç e k l e ş e n
g e l i ş i m l e birlikte orijinal İsmaili kaynaklarının da temin edilip
incelenmesi, İsmaili araştırmaları üzerinde m o d e r n uzmanlı­
ğın d o ğ u ş u için g e r e k e n z e m i n i hazırlamaktaydı. Bu orijinal
el y a z m a s ı ismaili kaynakları o z a m a n a kadar, Y e m e n , H i n ­
distan, İran, Suriye ve O r t a A s y a ' d a k i çeşitli m e k â n l a r d a g i z ­
li bir şekilde muhafaza edilmekteydi. Bu İsmaili metinlerinin
pek ç o ğ u incelenip, geliştirildi, basıldı ve araştırmacıların

194
hizmetine sunuldu. 1930'lara kadar k e s i l m e d e n d e v a m e d e n
İsmaili araştırmalarında yaşanan m o d e r n gelişim, g e r ç e k İs-
maili tarihi ve O r t a ç a ğ ' d a oluşturulmuş kanıya dair fikirleri­
m i z d e radikal değişimler y a p m a m ı z a n e d e n o l d u . Ayrıca bu
g e l i ş i m uzmanlara, Haçlı kaynakları da dâhil o l m a k üzere, İs-
maililer konusundaki İsmaili o l m a y a n kişilerce k a l e m e alın­
mış kaynakların d o ğ r u l u ğ u n u d e ğ e r l e n d i r m e fırsatı da verdi.
İsmaili araştırmalarından atılım özellikle, tarihleri hakkın­
da ç o k fazla bilgi edinilemediği için, hayal g ü c ü n e d a y a n a n
ö y k ü v e efsanelerin oluşmasına z e m i n hazırlayan A l a m u t d ö ­
nemi Nizarileri k o n u s u n d a m e y v e l e r verdi. Nizarilerin m o ­
dern y ö n t e m l e r l e tekrar ele alınmaları s o n u c u n d a Wladimir
I v a n o w (1886-1970), Marhall G . S . H o d g s o n (1922-68) v e
Bernard Lewis'in ö n c ü l ü ğ ü n d e ortaya çıkan eserler sayesin­
d e , e ğ i t i m e ö n e m v e r e n v e misyonlarına manevi bir d e ğ e r
katan A l a m u t d ö n e m i Nizarilerinin artık d u y g u s u z cinayetler
ve kötülükler işlemek için eğitilen uyuşturulmuş suikastçılar­
d a n oluşan bir örgüt o l m a d ı ğ ı anlaşıldı.
Korku, düşmanlık, bilgisizlik ve fanteziden y o l a çıkarıla­
rak yaratılmış olsa da, haşhaş, hançerler ve c e n n e t bahçesi
ile ilgili e g z o t i k hikâyelerin, m o d e r n zamanlardaki d a h a aklı
başında araştırmalar sayesinde t a m a m e n u y d u r m a ve hayal
ürünü masallar olduklarının ortaya çıkması çok sarsıcı oldu.
A n c a k bu efsanelerin p e k çok neslin hayal g ü c ü n ü derinden
etkilemiş olması ve hâlâ bazı çevrelerce inandırıcı bulunma­
sı h e m batı h e m de d o ğ u d a , g e r ç e k ile hayali olan ve d o ğ r u
ile yanlış arasındaki sınırların her z a m a n kesin olarak belli o l ­
m a d ı ğ ı g e r ç e ğ i n i üzücü bir şekilde g ö z l e r ö n ü n e sermekte­
dir. Ş i m d i nihayet, Haşaşi efsanelerinin s a ç m a bir masaldan
başka bir şey olmadığını, bilgisiz ve d ü ş m a n c a bir hayal g ü ­
c ü n ü n ürünü olduklarını, dolayısıyla yüzyıllar b o y u n c a d o ğ ­
ruları g ö s t e r e n güvenilir kaynaklar olarak kabul edilmiş olsa-

195
lar da aslında ciddi bir şekilde ele alınmaya d e ğ e r olmadık­
larını anlamanın vakti gelmiştir. Nizari fedaileri gerçekten de
bu efsanelerde anlatıldığı gibi, ö n c e onları kolayca bedensel
z e v k l e r e bağımlı hale getiren sonra da kendi bencil ihtirasla­
rı uğruna hayatlarını feda etmelerini isteyen d ü z e n b a z bir li­
d e r e körü körüne bağlı olan saf insanlar olabilir m i ? Ve Niza­
ri isyanının kurucusu H a s a n S a b b a h için çizilen portrenin
d o ğ r u o l m a ihtimali g e r ç e k t e n nedir? Hasan S a b b a h , o t u z
yıllık liderlik y a ş a m ı b o y u n c a A l a m u t ' t a n dışarı a d ı m a t m a ­
mış, şarap i ç m e k l e suçlanan o ğ l u n u tereddüt e t m e d e n idam
ettirmiş ve karısıyla kızlarını uzaktaki başka bir kaleye yolla­
yarak, orada ö r g ü örerek kendi hayatlarını i d a m e ettirmele­
rini istemiş s a d e ve son d e r e c e dindar bir M ü s l ü m a n ' d ı . O l ­
d u k ç a d ü ş m a n c a bir ortamın içinde kurduğu birleşik devleti
ve b a ğ ı m s ı z hareketi, Şii ideolojisi ve katı prensipler üzerine
oturtmuştu.
H a s a n Sabbah ile ortaya çıkarılan ve Iran ve Suriye'deki
d i ğ e r Nizari liderler tarafından da d e v a m ettirilen isyan d o ­
ğ a l olarak, M ü s l ü m a n t o p l u m u n u n büyük bir kısmının Isma-
ililiğe olan düşmanlığının hedefi haline g e l e n Nizarilere kar­
şı h e m askeri h e m de yazınsal alanda bir tepkinin oluşması­
na yol açtı. Ve z a m a n l a , İsmail'i karşıtı tavırlar s o n u c u n d a ilk
İsmaililer hakkında çıkan u y d u r m a hikâyeler, İslam hakkında
ç o k az şey bilen ve Nizariler hakkında ise h e m e n h e m e n hiç­
bir şey bilmeyen Haçlılar tarafından oluşturulan Haşaşi efsa­
neleri ile hayal g ü c ü n ü n doruklarına taşındı. Bir a n l a m d a H a ­
şaşi efsaneleri, Hıristiyanlar ile Haçlı d ö n e m i n d e M ü s l ü m a n ­
lar arasındaki s ö z s ü z bir işbirliğinin s o n u c u olarak ortaya çı­
karıldı.
O r t a y a atılan u y d u r m a hikâyelerin y o l c u l u ğ u b ö y l e c e
B a ğ d a t ' t a İbn Rizam'la ile başladı ve Ç i n , İran, Suriye ve baş­
k a p e k çok b ö l g e d e n g e ç e r e k M a r c o Polo tarafından C e n o -

196
v a hapishanesinde t a m a m l a n d ı v e M ü s l ü m a n yazarların or­
taya attığı İsmaili karşıtı "kara efsane", Hıristiyan Haçlıların
"Haşaşi efsaneleri"ne dönüştü. G e r ç e k tarihçilikten y o k s u n
Haşaşi efsaneleri aslında söylentilerle oluşturulmuş bir tarihin
mirasıyla ortaya çıkmıştı.

197
BÖLÜM DİPNOTLARI

106 Örnek olarak bknz. Muhammed bin Abd el-Kerim el-Şahrastanl, Ki tab
al-milal ve al-nihal, ed. W. Cureton (Londra, 1842), s. 147; kısmi İn­
gilizce tercümesi, Muslim Sects and Divisions, çev. A.K. Kazi ve J.G.
Flynn (Londra, 1984), s. 165.
107 El-Amir bi-Ahkam Allah, Iqa' sawa'iq al-irgham, s. 27,32.
108 Bknz. el-Bundari, Zubdat el-nusra, s. 169, 195.
! 0 9 A . g . e . s. 144. 145, 146, 177, 180.
110 Bknz. Ebu Şama, Ki tab el-ravdatayn H ekberel-devleteyn, 1. cilt, s.
240, 258 ve Ibn Müyesser, Ekber Misr, s. 102.
111 Ibn Haldun, Mukaddime (3. bsm., Beyrut, 1900), s. 68; İngilizce ter­
cümesi, 77ıe Muqaddimah: An Introduction to History, çev. F. Rosent­
hal (2. bsm., Princeton, 1967), 1. cilt, s. 143.
112 Bknz. Madelung (ed.), Arabic Texts, s. 146, 329.
113 Bknz. Bernard Lewis, Accademia Nazionale dei Lincei, Atti del con-
vegno internazionale sul tema: Persia nel medievo isimli eserinde, "As­
sassins of Syria and Isma'ilis of Persia", (Roma, 1971), s. 574, yeniden
basım Studies in Classical and Ottoman İslam isimli eserinde, XI. Kısım;
ve "Hashishiyya", EI2, 3. cilt. s. 267-8.
114 Bknz. F. Rosenthal, 777e Herb: Hashish versus Medieval Muslim
Society (Leiden, 1971), s. 5-18.
115 Bu konudaki en bilinen çalışmalardan bazılarıyla ilgili detaylar için
bknz. Rosenthal, The Herb, s. 5-18.
116 Bu sorun örneğin, el-Zarkaşi (öl. 1392) tarafından yazılan Zahr el-arish
fi tahrim el-haşiş isimli eserde uzun uzadıya anlatılmaktadır. Bu çalışma
Rosenthal'ın 77je Herb isimli eserinde de yer almaktadır, s. 176-97.
117 Rosenthal, 7he Herb, s. 140.
118 Bknz. Taqi el-Din Ahmad bin Ali el-Makkrizi, Kitab al-mava'iz ve el-
itibar bi-dikr el-kitat ve el-athar (Bulak, 1270/1853). 2. dit. s. 126-9; ay­
rıca Silvestre de Sacy'nin Chrestomathie Arabe isimli eserinde Fransız­
ca tercüme ve açıklamasıyla birlikte edit edilmiştir. (Paris. 1806), 1. cilt,
s. 121-131 (orijinal metin), ve 2. cilt, s. 120-55 (tercüme ve açıklama).
119 Polonya dilinde kaleme alınmış, bu konu hakkındaki tek çalışma için
bknz. J. Hauzinski, Muzulmanska sekta asaynow w europejskim pis-

198
mlennictwie wiekov srednich (Ponzan, 1978). Konuyla ilgili daha fazla
bilgi için bknz. L. Hellmuth, Die Assassinenlegende in der österreic-
hischen Geschichtsdichtung des Mittelalters.
120 Strassburglu Burchard'ın raporu Lübeckli Arnold'un, Chronica
Slavorum isimli eserinde yer almaktadır, s. 240; sonradan Hauzinski'nin
Muzulmanska isimli eserine de konmuştur, s. 148; İngilizce tercümesi
Lewis'in, Haşaşiler isimli kitabında yer almaktadır, s. 3.
121 Bknz. Ivanow, "An Ismaili Poem in Praise of Fidawis", s. 66-72.
122 Ibn Cübeyr, Rıhla, ed. W. Wright, 2. düzeltilmiş baskı M.J. de Goeje
tarafından yapılmıştır, (Leiden-Londra, 1907), s. 255; İngilizce ter­
cümesi 777e Travels, çev. R.J.C. Broadhurst (Londra, 1952), s. 264.
123 Şihab el-Din Ebu Firas, Fasl min el-lafz el-şerif, ed. ve çev. S. Guyard,
"Un Grand Maître des Assassins au temps de Saladin" isimli
makalesinde, Journal Asiatique, 7 série, 9 (1877), s. 387-489.
124 Örnek olarak bknz. Ibn el-Davadari, Kanz el-durar, ed. S.A. Ashur
(Kahire, 1972), 7. cilt, s. 120-1.
125 Örnek olarak bknz. Mount Sionlu Burchard, Descriptio Terrae Sanc-
tae, J.C.M. Laurent'in, Peregrinatores medii aevi quatuor isimli eserin­
de, (Leipzig, 1864), s. 88-9; İngilizce tercümesi, A Description of the
Holy Land, çev. A. Stewart (Londra, 1897), s. 105-6; Ambroise, L'Es-
tolre de la Guerre Sainte s. 235-7; Continuation de Guillaume de Tyr,
dite du Manuscrit de Rothelin, Recueil des Historiens des Croisades:
Historiens Occidentaux isimli eserde, 2. cilt, s. 523 ve devamı;
Itlnerarlum peregrinorum et gesta regis Ricardi, Chronicles and
Memorials of the Reign of Richard I isimli eserde, 1. cilt, s 339;
Itinéraire de Londres a Jérusalem, H. Michelant ve G. Raynaud'un (ed.)
Itinéraires a Jérusalem et descriptions de la Tere Sainte isimli eserlerin­
de Matthew Paris'den alıntı yapılmıştır, (Cenova, 1882), s. 128-9.
Burada belirtilen ve diğer tüm konuyla ilgili metinler Hauzinski'nin
Muzulmanska isimli eserinde toparlanmıştır, s. 149 ve devamı, s. 161
ve devamı.
126 Vitryli James, Historia Orientalis, s. 1062-3; Hauzinski'nin Muz-
lumanska isimli eserinde yer verilmiştir, s. 159-61 ; İngilizce tercümesi
Secret Societies isimli eserde, s. 118-9. Bknz. von Hammer-Purgstall,
History of the Assassins, s. 125-6, bu eserde, Haşaşi efsanelerinin

199
modern zamanlara kadar Nizariler üzerine yapılan batılı çalışmalar
üzerindeki etkisi kanıt gösterilerek, Ortaçağa ait bu Avrupalı kaynak-
lann doğruluğu onaylanmaktadır.
127 Thietmar, Magistri Thietmari Peregrinatio, ed. J.C.M. Laurent (Ham­
burg, 1857), s. 52.
128 Lübeckli Arnold, Chronica Slavorum, s. 178-9; Hauzinski'nin Muzul-
manska isimli eserinde yeniden basılmıştır, s. 88; İngilizce tercümesi
Lewis, 7?ıe Assassins, s. 4-5.
129 L'Estoire de Eracles, s. 216; ve Chrnoqiue d'Emoul, s. 323-4.
130 Marino Sanudo Torsello, Gesfa Dei per Francos isimli eserinde, Liber
Secretorum Fidelium Crucis.ed. J. Bongars (Hanover, 1611), 2. cilt, s.
201.
131 Cento novelle antiche (Floransa, 1572), s. 92 ve // Novellino, ed. G.
Favati (Cenova, 1970), s. 532. Ayrıca bknz. Leonardo Olschki, Storia
letteraria dele scoperte geografiche (Floransa, 1937), s. 215-16.
132 Ibn Cübeyr, Rihla, s. 255; çev. S. 264.
133 Georgius Elmacin, Historia Saracenica, ed. ve çev. Th. Erpenius
(Leiden, 1625), s. 286 ve Hammer-Purgstall, History of the Assassins,
s. 135.
134 Hellmuth, Die Assassinenlegende, s. 113-16.
135 Bknz. Alexandri historia fabulosa, ed. C. Mueller (Paris, 1867), 2. cilt,
s. 24.
136 Bknz. F.M. Chambers, "The Troubadours and the Assassins", Modern
Language Notes, 64 (1949), s. 245-51.
137 Marco Polo, Marco Polo: The Description of the World, ed. ve çev.
A . C . Moule ve P. Pelliot (Londra, 1938), 1. cilt, s. 128-33; bu, Latin-
ceden Ingilizceye çevrilmiş önemli bir çalışmadır ve metnin diğer belli
başlı parçalarından harmanlanmış bölümler de içermektedir. Ayrıca
bknz. Marco Polo, The Book of Ser Marco Polo, ed. ve çev. H. Yule,
düzeltilmiş 3. baskı H. Cordier tarafından hazırlanmıştır, (Londra,
1929), 1. cilt, s. 139-46, bu çalışmada da Dağın Yaşlı Adamı ve
Haşaşiler hakkında kısa bir bölüm bulunmaktadır.
138 Marco Polo, Marco Polo: The Description of the World, 1. cilt, s. 128.
139 Lewis, The Assassins, s. 8; ve "Assassins of Syria", s. 575.
140 Tuledalı Benjamin, The Itinerary, orijinal metin s. 19, çeviri s. 17.

200
141 Pordenoneli Odoric, The Travels of Sir John Mandeville isimli eserde,
The Journal of Friar Odoric.ed. A.W. Pollard (Londra 1915) s. 356-7;
ayrica Cathay and the Wat Thither: Being a collection or Medieval
Notices of China, ed. ve çev. H. Yule, revizyon H. Cordier (Londra,
1911-14), 2. cilt, s. 257-8; ve Marco Polo'nun çagdaşlarından Rubruck
lu William'in dünya seyahatinin doğu kısımları, ed. M. Komroff (New
York, 1928), s. 246-7.
142 J. Von Hammer-Purgstall, "Sur le paradis du Vieux de la Montagne",
Fundgruben des Orients, 3 (1813), s. 201-6. Ayrıca bknz. Secret
Societies, s. 74-8.
143 Bknz. von Hammer-Purgstall, History of the Assassins, s. 136-8.
144 Felix Fabri, Evagatorium in Terrae Sanctae, ed. C D . Hassler (Stuttgart,
1843-49), 2. cilt, s. 496-7; İngilizce tercümesi The Book of the Wan­
derings of Brother Felix Fabri, çev. A. Stewart (Londra, 1897), 2. cilt, s.
390.
145 Lewis'in The Assassins isimli eserinden alınmıştır, s. 2.
146 Denis Lebey de Batilly, Traicte de l'origine des anciens Assasins por­
te-couteaux (Lyon, 1603), yeniden basım C. Leber'in Collection des
meilleurs dissertations, notices et traites particuliers relatifs a l'histoire
France isimli eserinde (Paris, 1838), 20. cilt, s. 453-501.
147 Bknz. Daftary, 777e Isma'ilis, s. 15 ve devamı.
148 Barthélémy d'Herbelot Molainville'nin, Bibliothèque orientale isimli
eserinde, "Bathania", "Fathemiah", "Ismaelioun", "Molahedoun" ve
"Schiah" kelimelerinin geçtiği bölümleri inceleyiniz.
149 C. Faiconet, "Dissertation sur les Assassins, peuples d'Asie",
Memoirs de Littérature, tires des Registres de l'Académie Royale des
Inscriptions et Belles Lettres, 17 ( 1751 ), s. 127-70; İngilizce tercümesi,
"A Dissertation on the Assassins, a People of Asia", çev. T. Johnes,
Joinville'in, Memoirs ofjohn Lord de Joinville isimli eserinin ekinde yer
almaktadır, 2. cilt, s. 287-328.
150 Von Hammer-Purgstall, History of the Assassins, s.2.

201
SILVESTRE DE SACY'NİN
"HAŞAŞİLER" ÜZERİNE İNCELEMESİ

Çeviri: Azİzeh Azodi


Düzeltme ve Sunuş: Farhad Daftary

SUNUŞ

Baron A n t o i n e Isaac Silvestre de S a c y 19. yüzyılın en ünlü


şarkiyatçısıydı ve aslında m o d e r n Şarkiyatçılığın Avrupa'da-
kl kurucusuydu. U z m a n l ı ğ ı ve seçkin çalışmaları sayesinde,
de S a c y ' n i n ismi şarkiyatçı araştırmaların her alanında g e ç ­
mektedir v e g e n i ş ö ğ r e n c i kitlesi sayesinde d e zamanının
ö n d e g e l e n şarkiyatçılarının hocası o l m a ayrıcalığına d a sahip
151
olmuştur.
21 Eylül 1 7 5 8 ' d e Paris'te d o ğ a n de Sacy, bir Benediktin
manastırında özel olarak eğitim g ö r d ü ve burada klasikleri
ö ğ r e n d i . İncil ö ğ r e n i m i görürken Şark konusuna merak sar­
dı. İçlerinde Süryanice, Arami dili, İbranice, Farsça ve A r a p -
çanın da dâhil o l d u ğ u m o d e r n ve eski d o ğ u dillerinin büyük
bir kısmını kavraması S a c y ' n i n ç o k zamanını almadı. O t u z
yaşına g e l d i ğ i n d e , coğrafya, antik abideler ve yazıtlar, tarih,
din v e edebiyat dâhil o l m a k üzere ilahi v e dünyevi t ü m y ö n ­
leriyle şarkla ilgilenmekteydi. Z a m a n l a tüm bu alanlarda ö n ­
cü niteliği taşıyan eserler yayınladı-, bunların pek ç o ğ u uzun
i n c e l e m e yazılarından ve orijinal metin düzenlemeleri ve an­
tolojilerinden oluşmaktaydı. D e S a c y ' n i n özellikle A r a p ç a v e

203
Farsça'ya hâkimiyeti k o n u s u n d a A v r u p a ' d a o d ö n e m d e raki­
bi yoktu ve bu dillerin ö ğ r e n i l m e s i için o k u m a parçalarından
oluşan derlemeler, g r a m e r kitapları da hazırladı ve bu saye­
de A v r u p a ' d a bu diller üzerine bilimsel araştırmalar yapabi­
lecek oluşumların ortaya çıkmasına z e m i n hazırladı.
D e S a c y , 1795'te D o ğ u Dilleri A k a d e m i s i ' n i n kurulmasıy­
la buradaki ilk A r a p ç a profesörü oldu ve 1806'da C o l l è g e de
France'da Farsça kürsüsüne sahip o l d u . S o n r a d a n bu iki olu­
ş u m u n da yöneticisi oldu-, aynı z a m a n d a A c a d é m i e d e s Insc-
riptions'un daimi başkan ve sekreteri ve Kraliyet K ü t ü p h a n e -
s i ' n d e şark el yazmalarının sorumlusu idi. S o c i é t é Asiati-
que'nin kurucularından biriydi ve 1822'de kurulan Avru­
pa'nın en eski şarkiyatçı topluluklarından biri olan bu kuru­
m u n ilk başkanı olarak a d a y gösterildi. Bir y a n d a n da toplu­
luğun Journal Asiatique isimli dergisinin düzeltmelerini yapı­
yor, bu yolla da d a h a kısa çalışmalarını y a y ı n l a m a şansı e l d e
e d i y o r d u . Bundan d a h a ö n c e de Sacy, 1809-18 yılları arasın­
da yayın hayatını sürdüren ve Avrupa'nın ilk şarkiyatçı peri­
y o d i k yayını olan Fundgruben des Orients"in de yayınlanma­
sına d e s t e k olmuştu. Silvestre d e S a c y ' n i n k o n u y a hâkimiye­
ti ve ünü, hayatı b o y u n c a t ü m ç e v r e l e r d e kabul g ö r d ü . 1832
yılında Fransa'nın yeni soylularından biri o l d u ve o d ö n e m d e
N a p o l é o n Bonaparte tarafından yeni ortaya çıkarılan L é g i o n
d ' H o n n e u r madalyasına layık görüldü; bunun y a n ı n d a dış ül­
kelerden kendisine pek ç o k onur ödülü v e unvan verildi. D e
S a c y 21 Şubat 1838 yılında öldü ve Paris'teki Pere Lachaise
mezarlığına g ö m ü l d ü .
De S a c y ömrü b o y u n c a Dürzîlerin dinleri konusundaki
araştırmalara ilgi d u y d u ve bu, Dürzî hareketinin köklerini
d a h a iyi anlamak için kendisine bir alt yapı oluşturacak olan
İsmail'i tarihi konusu üzerinde de çalışmalar y a p m a s ı n a yol
açtı. Hatırlanacağı üzere Dürzî dini olarak bilinen kavram,

204
başlangıçta Fatımi halifesi e l - H a k i m ' i n (996-1021) saltanatı­
nın son d ö n e m i n d e el-Hakim'in ilahiliği gibi bazı uç öğreti­
ler ortaya atan bir kısım ayrılıkçı dai tarafından o r g a n i z e edi­
len hizipçi bir Ismaili hareketiydi. A m a z a m a n l a Dürziler, Is-
maililiğin hatta belki de Şiiliğin bile ö t e s i n d e , ayrı bir dini
topluluğun temsilcisi haline geldiler.
De Sacy'nin Dürzîler üzerine çalışmaya başlaması
1790'lara, Fransız İhtilali'nin gerçekleştiği d ö n e m d e g e ç i c i
olarak Paris'in dışında bir köy e v i n e taşındığı z a m a n a d a y a ­
nır. S a c y t ü m d i ğ e r ilgi alanları gibi, Dürzîleri de kendi yazılı
kaynakları üzerinden inceledi v e başta H a m z a v e e l - M u k t a -
na o l m a k üzere, Dürzî dininin kurucularına ait yazılar ve
mektuplardan m e y d a n a g e l e n kutsal bir el yazması üzerinde
çalıştı. Bu tip Dürzî metinleri, Ismaili metinlerinden farklı ola­
rak, 1700'den itibaren A v r u p a ' d a m e v c u t t u ; bu, Fransa'ya
g e l e n ve Kral XIV. L o u i s e (1643-1715) dört a d e t Dürzî el
y a z m a s ı sunan Suriyeli bir hekim s a y e s i n d e m ü m k ü n o l m u ş ­
tu. De S a c y ' n i n Dürzî yazılı kaynakları ile ilk teması, Paris'in
dışında geçirdiği yıllarda A r a p ç a d a n Fransızcaya çevirdiği bu
dört el y a z m a s ı s a y e s i n d e oldu. B u n d a n sonra Dürzî yazını
v e öğretileri k o n u s u n a yoğunlaştı. D e S a c y ' n i n Dürzîler üze­
rine yaptığı kırk yıl süren araştırmalar ve k a l e m e aldığı ç o k
sayıda i n c e l e m e yazısı ve kısa yazı s o n u c u n d a , ö m r ü n ü n son
yılı olan 1 8 3 8 ' d e yayınlanan iki ciltlik m u a z z a m eser Expose
de la religion des Druzes ortaya çıktı. De S a c y ' n i n başlıca
eserlerinden biri olan bu çalışma, Dürzîlerin tarihi ve öğreti­
lerini klasik tarzda e l e almakta ve bunun yanında Avrupa kü­
t ü p h a n e l e r i n d e var olan Dürzî metinlerini incelemektedir.
£ x p o s e ' n i n u z u n sunuş b ö l ü m ü n d e S a c y , Ismaili hareke­
tinin tarihi ve öğretileri konusundaki düşüncelerini detaylan-
dırır; bunların arasında Karmatiler hakkında derlediği bilgiler
d e b u l u n m a k t a d ı r . 1 5 2 A n c a k m e t n i n d e , Sünni yazarların y a z -

205
dıklarına son d e r e c e g ü v e n e r e k , onların ismaili karşıtı tavır­
larını benimsemiştir. Ö z e l l i k l e İsmaililerin kökeni ile alakalı
olarak kötüleyici "kara e f s a n e " d e n alıntılar yapmıştır. Hatırla­
n a c a ğ ı üzere bu efsane İbn Rizam ve A k h u M u h s i n tarafın­
d a n yayılmış, yazdıkları kötüleyici düşünceler, başta e l - N ü -
veyri o l m a k üzere sonradan g e l e n birkaç yazar tarafından
g ü n ü m ü z e kadar ulaştırılmışlar. De Sacy, özellikle Kraliyet
K ü t ü p h a n e s i n d e bulunan el-Nüveyri'nin el yazmalarından
e s a s alarak, A b d Allah bin M e y m u n e l - K a d d a h ' ı İsmaililiğin
g e r ç e k kurucusu olarak gösterir. Dahası, el-Nüveyri'nin Isma-
ililik d i n i n e girişle ilgili iddia ettiği, en nihayetinde a t e i z m l e
son bulacak olan d o k u z aşamalı süreci d e m e t n i n d e a y n e n
153
tekrar e d e r .

A n c a k ö t e y a n d a S a c y ' n i n İsmaililer üzerine yaptığı bu


hatalı çalışma ç o k ö n e m l i bir etimolojik keşfe yol açtı. İsma-
ililik y a n ı n d a dil bilimine de d u y d u ğ u ilgi sayesinde, kendi­
sinden önceki Avrupalı uzmanların pek ç o k başarısız girişim­
lerinin ardından " H a ş a ş i " kelimesinin ardındaki g i z e m i ç ö z ­
d ü . De S a c y "Haşaşiler" ve onların isimlerinin kökeni üzerine
ö n e m l i bir İnceleme hazırladı; ö n c e 1809'da bunu I n s t i t u t d e
154
France ö n ü n d e o k u d u v e sonra d a 1 8 1 8 ' d e kapsamlı ha­
155
lini y a y ı n l a d ı . S a c y ' n i n incelemesinin bu t a m hali ilk k e z
olarak bu kitabın ek b ö l ü m ü n d e İngilizceye çevrilmiştir. Yu­
karıda anlattıklarımıza ek olarak S a c y ' n i n , İ n c e l e m e s i n d e
kendisinden önceki bütün etimolojik anlatımları incelediğini
ve bunları reddettiğini, sonra da Haçlıların aslı Latince olan
d o k ü m a n l a r ı n d a ve değişik Avrupa dillerinde haşaşi kelime­
sinin değişik şekillerinin A r a p ç a haşhaş kelimesiyle ilişkili ol­
d u ğ u n u gösterdiğini söyleyebiliriz. A r d ı n d a n da assissini,
assassini gibi değişik söyleniş şekillerinin g e n e l olarak keli­
m e n i n A r a p ç a iki farklı şeklinden, haşişi ( ç o ğ u l u haşişiya ve
haşişiyin v e y a haşişin) ve haşhaş (çoğulu haşhaşin) kelimele-

206
rinden türedisini ortaya koymuştur. De S a c y hipotezini kuv­
v e t l e n d i r m e k için, A r a p ç a m e t i n l e r d e n özellikle de Nizari İs-
maililerini g e r ç e k t e n de "Haşişi" ( ç o ğ u l u Haşişiya) olarak a d ­
landıran Ebu Ş a m a y a ait m e t i n l e r d e n alıntılar y a p m ı ş , ancak
haşhaş kullanıcısı a n l a m ı n a g e l e n ve d a h a m o d e r n bir tanım­
l a m a olan haşhaşi (çoğulu haşhaşin) kelimesiyle ilgili aynı
d e r e c e d e s a ğ l a m kaynaklar ö n e sürememiştir. B u n d a n d o l a ­
yı, Bernard Lewis'in de bahsettiği gibi, S a c y ' n i n etimolojik
156
anlatımının ikinci kısmı bütünüyle dikkate a l ı n m a m a l ı d ı r .
De Sacy, Haşası Hanedanlığı Üzerine Bir İnceleme isimli
çalışmasında, İslami kaynaklardan ve Haçlı vakayinamelerin­
d e n edinebildiği bilgiler doğrultusunda, A l a m u t d ö n e m i İran
ve Suriye Nizarilerinin ö z e t tarihini de sunar. Ö n c ü niteliği ta­
şıyan i n c e l e m e s i n d e S a c y "Haşaşi"lerin Nizari İsmailileri ol­
duklarını söyleyerek, onları İslam tarihinde t a m olarak d o ğ r u
y e r e oturtmuş, bu s a y e d e Haçlıların z a m a n ı n d a n beri g e l e n
Avrupalı yazarların bu konu hakkındaki p e k ç o k fantastik te­
ze s o n vermiştir. A m a batılı kaynaklarda yer alan "Haşaşi ef-
saneleri"ni telaffuz e t m e hatasına O da düşmüştür. S o n u ç t a ,
Nizarilerin "Haşaşiler" olarak adlandırılmalarının nedenlerini
irdelerken D e S a c y d e Nizarilerin haşhaş y a d a haşhaş içeren
bir iksir kullandıkları s o n u c u n a varmış, ö t e y a n d a fedailerin
bu uyuşturucuya bağımlı o l m a ihtimallerine değinmemiştir.
İ n c e l e m e s i n d e anlattığı üzere D e S a c y , haşhaş y a d a haşha­
şın içki haline getirilmiş halinin Nizari liderinin gizli bir silahı
o l d u ğ u n a ve fedailerin büyüleyici c e n n e t rüyaları g ö r m e l e r i ­
ni ve liderlerinin emirlerine riayet ederlerse onları bekleyen
s o n s u z m u t l u l u ğ u n biraz olsun tadını almalarını s a ğ l a m a k
için düzenli ve gizli bir şekilde O ' n u n tarafından kullandığına
inanıyordu. B ö y l e c e D e S a c y etimolojik anlatımı ile g e n ç fe­
dailerin d ü z e n b a z liderlerince nasıl kandırıldıklarını anlatan
başta Lübeckli A r n o l d , M a r c o Polo v e Pordenonelu O d o r i c

207
o l m a k üzere, ortaçağ d ö n e m i n d e k i çeşitli batılı yazarların hi­
kâyeleri arasında bağlantı kurdu.
De S a c y ' n i n incelemesi Nizari araştırmalarında bir d ö ­
n ü m noktası oldu; v e başta Etienne M . Q u a t r e m e r e (1782-
1857) ve Charles F. Defremery'e (1822-83) ait eserler o l m a k
üzere, sonradan ortaya çıkacak d a h a gerçekçi çalışmalara
ö n c ü o l d u . A m a 19. yüzyıl şarkiyatçılarının duayeninin H a ş a -
şi efsanelerini onaylamış olmasını da d a h a bir pekiştirdi. De
S a c y gibi ünlü ve kaliteli bir araştırmacının, h e m Sünni eleş­
tirmenlerin Ismaili karşıtı kampanyalarının h e m de Haçlıların
"Haşaşiler" üzerine kurdukları fantezilerin kolayca kurbanı
oluşu, İsmaililerin son zamanlara kadar n e r e d e y s e tamamıy­
la düşmanlar v e y a bilgisiz g ö z l e m c i l e r tarafından sunulan uy­
d u r m a bilgiler t e m e l i n d e incelendiklerini bir kez daha g ö z l e r
ö n ü n e sermektedir.

208
HAŞİŞİ HANEDANLIĞI ve İSİMLERİNİN
157
KÖKENİ ÜZERİNE BİR İNCELEME

Silvestre de Sacy

158
Kısa z a m a n ö n c e B ö l ü m e s u n d u ğ u m bir ç a l ı ş m a m d a , İs-
maili tarikatının öğretileri ile ilgili detaylı bir araştırmayı ak­
tarmıştım. Bu araştırmada m ü m k ü n o l d u ğ u kadar geriye, ta­
rikatın köküne ve tarikatı oluşturan, dini d a h a d o ğ r u s u felse­
fi sisteme kadar inmiştim. İçeriği hakkında çok az sayıda uz­
manın bilgi sahibi o l d u ğ u İsmaililerin gizli öğretilerinin bir
din felsefesi, inanç sistemi ve tanrı tarafından vahiy edilmiş
sınırsız özgürlük düşüncesi yerleştirme amacı taşıdığına dair
ortada s a ğ l a m kanıtlar bulunmaktadır. Bu özgürlük, d a h a
d o ğ r u s u kuralsızlığın bir d ü ş ü n c e olarak kalması uzun sür­
m e d i , kısa bir z a m a n içinde d a h a da derine indi ve ruh yapı­
sı üzerindeki zararlı etkileri hissedilmeye başlandı. B ö y l e c e
İsmaililerin içinden, öğretilerinin temellerini attığı her tür ah­
laksızlığı b e n i m s e y e n gruplar çıktı ve bunlar s a d e c e g e n e l il­
keleri ve inançları sarsmakla kalmadılar; bunun yanında d o ­
ğ a n ı n en kutsal kanunlarını ve e d e p kavramlarını da hiçe say­
dılar. Karmatilerin ahlaksız e ğ l e n c e l e r i n d e yaşananlar, Dürzi-
lerin suçlandıkları eylemler, b u g ü n bile M e z o p o t a m y a ' d a ve
Suriye'nin bazı bölgelerinde belli tarikatlar tarafından uygu­
lanan davranışlar belki de bu öğretinin temellerini atan ya­
zarları utanç içinde bıraktı. Ş ü p h e s i z ki bu yazarlar, kurdukla­
rı sistemin yol a ç a c a ğ ı sonuçları ö n c e d e n tahmin e d e m e d i .

209
A n c a k ne özellikle İsmaili eğitiminin son safhasını şekil­
lendiren sınırsız özgürlük düşüncesi ne de bu tarikatın pek
çok kolunu etkileyen ahlaksızlık, bu s ö z d e öğretiyi benimse­
y e n ve Cafer Sadık'ın o ğ l u İsmail'in imamlığını tanıyan her­
kese m a h s u s d e ğ i l d i . B u d i n e yeni m e n s u p o l m a k isteyenle­
rin kabul edilişleri bile aşamalar halinde o l u y o r d u ve bu aşa­
malar arasında büyük ayrımlar vardı. Tarikat h e m siyasi he­
deflere h e m de hırslı bir bakış açısına sahip o l d u ğ u için, her
ş e y d e n ö n c e her b ö l g e d e ve her sosyal sınıftan büyük sayı­
larda y a n d a ş e d i n m e y e odaklanmıştı. Bu n e d e n l e kendini
büyük kitlelerin yapılarına, havasına ve önyargılarına karşı
a d a p t e e t m e k zorundaydı. Karşılaştıkları öğreti, d e ğ i ş i m k o ­
n u s u n d a d a h a az cesur olanları şok edebilir, d a h a baştan ta­
rikattan s o ğ u m a l a r ı n a n e d e n olabilir ve bağlı oldukları inan­
c a vefa duygularını kolayca harekete geçirebilirdi. S ö z d e ö ğ ­
reti, H z . Ali ve o ğ l u İsmail'in s o y u n d a n gelenlerin halifelik
haklarının geçerliliğini tanımanın gerekliliğine v u r g u yaptığı
s ü r e c e ve tarikatın üyeleri, ortaya çıkmak için u y g u n z a m a n ı
b e k l e y e n ve bir sır perdesinin ardında saklanan imamların
düşüncelerinin aktarıcıları ve temsilcileri olarak davranan da-
iler ya da misyonerlerin talimatlarına kayıtsız şartsız u y m a y a
m e c b u r bırakıldıkları sürece, yeni yandaşlara d a h a gizli bilgi­
ler v e r m e riskine girilmiyordu. Bunun dışında, öğretileri d e ­
ğişik şekillerle İslam'dan ayrılan İsmaililerin kendi içlerinde
pek ç o k farklı kola ayrılması şaşırtıcı değildir. Bunlar K a r m a -
tiler, Nusayriler, Fatımilerya da Mısır Batınileri, Dürziler, Mül-
hid (çoğul hali Malahida) ya da kâfirler adıyla bilinen İran İs-
mailileri ve Haşaşiler isminin özellikle atfedildiği Suriyeli İs-
maililerdir.

Başka çalışmalarımda, Karmatilerin İsmaililerin bir kolu


o l d u ğ u n u ve s ö z d e öğretinin t ü m sonuçlarıyla bu tarikatın
içinden çıktığını g ö s t e r m i ş t i m . O t o r i t e y e isyan, hac kervan-

210
larının y a ğ m a l a n m a s ı , İslam tarafından kutsal sayılan m e k â n ­
ların tahrip e d i l m e s i , M e k k e ' d e k i kutsal d e ğ e r l e r e yapılan
saygısızlıklar, K a b e ' d e k i kutsal taşın yerinden alınması bu so­
nuçlardan bazılarıdır. B u g ü n bile Lübnan'ın d a ğ l a r ı n d a varlık­
larını d e v a m ettiren Nusayriler Karmati hizbinin bir kolu­
159
dur. Fatımiler ya da Mısır Batınileri ise kendilerini İsmaili
olarak görürler. Hanedanlıkları, Hicretin ü ç ü n c ü yüzyılı civa­
rında, Karmatilerin bir daisi tarafından ilk olarak Afrika'da ku­
rulmuştur. A n c a k kendi politik hedeflerine sahip olduktan
sonra, M e h d i ve halefleri farklı bir dil kullanmalarının d a h a iyi
olacağının farkına vardılar ve Abbasi Halifeliğine karşı isyanın
başlamasından sonra otoriteye boyun e ğ m e y i seçtiler. S ö z d e
öğretiyi de yumuşattılar. Ç ü n k ü bu öğretinin yol açtığı s o ­
nuçları kabul e d i p , g e n e l inanışları reddeder, n a m a z ı , oruç
tutmayı ve h a c c a g i t m e y i kaldırırlarsa, halkın öfkesini ç e k e ­
ceklerini ve kavuştukları tahttan kendi elleriyle aşağı inecek­
lerini gördüler. K e n d i menfaatlerini g ö z e t e r e k b ö y l e c e d a h a
ılımlı hale geldiler, g ö r ü n ü ş t e farklı yaşadılar ve hiyerarşiyi
muhafaza ettiler ve Mısır'ı fethetmelerinin ardından burada
rahat bir şekilde y a ş a m a y a başladılar. Mısır'ı fethetmeleri,
A r a p tarihçilerin şiar el-taşuyu yani Şiiliğe adanmışlar olarak
adlandırdığı Şiilerin yani Ali yandaşlarının tarihlerindeki ç o k
ö n e m l i d ö n ü m noktalarından biridir.
A n c a k Karmatiler, g ö r ü n t ü d e g e n e l olarak M ü s l ü m a n
t o p l u m u tarafından kabul edilen ve Kuran ve g e l e n e k l e r l e
şekillenmiş ö ğ r e t i ile u y u m halinde yaşasalar da, y i n e de
inançlarına sadık kaldılar ve s ö z d e öğretilerini gizlice y a y m a ­
ya d e v a m ettiler. Fatımiler, Kadı el-kudat yani yüksek yargı­
cın fonksiyonlarını da ç o ğ u z a m a n üstlenen dai el duat yani
dailerin daisi olarak adlandırılan tarikatın en yüksek lideri ta­
rafından idare e d i l e n dailere sahiptiler. Halifenin sarayında
haftada ya da iki haftada bir düzenli olarak toplantılar d ü z e n -

211
lenirdi. Tarikat, kadın ve erkek yeni müritlerin kabulü yoluy­
la p r o p a g a n d a s ı n ı yapardı. H e r toplantıda, Akıl Dersleri, me-
calis el-hikmet adı verilen mistik bilgiler okunurdu; bunlar
ö z e l bir a m a ç l a hazırlanır, sarayda yapılan, dailerin bir araya
geldikleri özel toplantılarda okunur ve onaylanır, ardından
o n a y v e r m e s i için halifeye sunulurdu. Bütün bu uygulamalar
160
İsmaili tarikatına ve Karmatilere ait u y g u l a m a l a r d ı . Ayrı­
c a , p e k çok kanıt g ö s t e r m e k t e d i r ki; aynı kökten çıkan Kar-
matiler ile Fatımiler aynı ö ğ r e t i y e ve aynı felsefi a m a c a sahip­
lerdi ve siyasi menfaatleri açısından birbirlerinden ayrılmış
olsalar da aslında birbirinin aynı iki tarikattı.
Hicretin 3 1 7 . yılında Karmatilerin lideri Ebu Tahir M e k ­
ke'yi ve M e k k e ' n i n kutsal mekânlarını hacıların kanlarına bu­
lamış ve kutsal taş Hacer-ül Esved'i yerinden almıştı. Karde­
161
şi Ebu M a n s u r A h m e d ile aynı yıl 3 3 2 ' d e ö l d ü ; a m a onla­
rın yerini kardeşleri Ebul Kasım Sayid ve Ebul A b b a s aldılar.
Onların liderliği d ö n e m i n d e Hacer-ül Esved M e k k e ' y e geri
götürüldü. N u v e y r i ' y e g ö r e bu iade, Fatımi hanedanlığının
ilk halifesi U b e y d Allah'tan Karmati liderine, bu konudaki
yanlışını ifade e d e n sitemkâr bir m e k t u p s a y e s i n d e o l m u ş t u .

Adımıza leke sürdünüz, öğretimizin gizemini ve gerçek


ruhunu açığa çıkarıp, ahlaksızlık ve inançsızlığa yol açtınız.
Mekkelilere yaptıklarınızı telafi etmezseniz, Haccer-ül Es­
ved'i yerine koymazsanız ve Kabe'yi örten örtüyü geri iade
etmezseniz, sizinle aramda hiçbir hukukum kalmayacaktır;
ne bu dünyada ne de öteki dünyada...

Reiske'nin Ebul-Fida üzerine notlarında {Abulfedae Anna-


les Moslemici, 2. cilt, s. 752) alıntı yaptığı H a m z a İsfahani,
Ebu Tahir'in M e k k e ' y i y a ğ m a l a y ı p Hajar'a geri d ö n d ü k t e n
sonra, U b e y d Allah'ı hükümdarı olarak kabul e d i p , adına d u ­
alar ettirdiğini ve bunlar hakkında O ' n u bir m e k t u p l a haber­
dar ettiğini a m a bunların karşılığında minnet ifadeleri ve ç e -

212
şitli ödüller beklerken, bunun yerine k ı n a m a ve tehdit alınca,
bağlılığını ifade e d e n bu uygulamalara son verdiğini anlatır.
Karmatiler, S u r i y e ' d e sürekli olarak düzenledikleri akınlar
ile Abbasi Halifeliği'nin hüküm s ü r d ü ğ ü topraklarda ö y l e s i n e
korku salmıştı ki; halife adına Suriye ve Mısır'ı idare e d e n
Akşit emirlerinin d ö n e m i n d e , Ş a m k a m u hazinesinden ken­
dilerine yıllık üç y ü z bin altın ö d e n i y o r d u . C e v h e r Mısır'ı Fa-
tımiler adına a l d ı ğ ı n d a ve Suriye de başka bir general, Cafer
bin Fellah tarafından fethedildiğinde, Karmatiler bunu kendi
güçlerini y a y m a k için u y g u n bir fırsat olarak gördüler. O d ö ­
n e m d e y ö n e t i m d e olan Ebu M a n s u r A h m e d ' i n o ğ l u H a s a n
Suriye'yi istila e t m e niyetiyle ilk olarak Kufe'ye d o ğ r u ilerle­
1 6 2
di. Fatımilere karşı y a y g ı n olarak duyulan düşmanlık, o
d ö n e m d e B a ğ d a t emirül umeralığı görevini yürüten Büvey-
hoğullarının prensi Bahtiyar'ı harekete geçirdi ve B a ğ d a t vi­
layetinin tüm kuvvetlerini tahsis e d e r e k ve H a m d a n ailesine
m e n s u p Masır el-Davla'nın o ğ l u Ebu Tağlip aracılığıyla dört
y ü z bin altın ö d e y e r e k , H a s a n ' a kalkıştığı işte destek verdi.
Fatımilerin Suriye'deki komutanı Cafer bin Fellah tarafından
aşağılayıcı ve tehditkâr davranışlara m a r u z kalan Ebu Tağlip
kendisine sunulan bu öç fırsatını m e m n u n i y e t l e karşıladı ve
Karmati prensine dört y ü z bin altın ö d e d i ; ayrıca erzak ve
birlik d e s t e ğ i n d e bulundu. Hasan'ın ordusu, M ı s ı r ' d a n atıla­
rak Suriye ve Filistin'e sürülen Akşitlerin askerleriyle d a h a da
b ü y ü d ü . B ö y l e c e kendini g ü ç l ü bir ordunun başında bulan
Karmati H a s a n , Ş a m ' a ilerledi ve burayı ele geçirdi. Başka
birkaç fethin ardından Mısır'a y ö n e l d i . B ö l g e d e k i Fatımi k o ­
mutanı C e v h e r b u g e l i ş m e karşısında p a n i ğ e kapıldı v e h e ­
nüz Kayravan'dan ayrılmamış olan M ü i z z ' e acilen Mısır'a
g e l m e s i n i söyledi. M ü i z z Mısır'a 3 6 3 yılında v a r d ı 1 6 3 v e Kar­
mati prensine, aslında aynı tarikata m e n s u p olduklarını, Kar-
matilerin de öğretilerini İsmaililerden aldıklarını ifade e d e n

213
bir m e k t u p y a z d ı . Nüveyri'nin alıntı yaptığı yazarın hikâyesi­
ne g ö r e H a s a n , iki tarikatın aslında aynı o l d u ğ u n u ç o k iyi bi­
liyordu ve aslında Karmatiler ile İsmaililer, ateizmi ve sınırsız
ö z g ü r l ü ğ ü b e n i m s e m e v e p e y g a m b e r i n öğretilerini reddet­
me k o n u s u n d a hemfikirdiler. A m a öğretileri aynı olsa da, iki
taraftan biri diğerini kontrol altına a l m a fırsatını ele geçirdi­
ğ i n d e , karşı tarafa m e n s u p halkın canını bağışlamamalı ve
merhamet göstermemeliydi.
H a s a n , M ü i z z ' i n girişimini dikkate almadı ve Mısıra girdi.
H e l i o p o l i s ' e kadar ilerledi, Kahire'yi kuşattı ve kaleyi ele g e ­
çirdi. Ş a y e t M ü i z z , Karmati o r d u s u n u n komutanlarından bi­
rini kendi tarafına g e ç i r m e y i başarıp, komutanın savaşın t a m
ortasında mücadeleyi bırakmasını sağlamasaydı, yenilgisi
kaçınılmaz olacaktı. Savaşın s o n u n d a H a s a n k a ç m a k zorunda
kaldı. Kısa bir z a m a n sonra Ş a m ' ı da kaybetti. 3 6 6 yılında
H a s a n ' ı n ö l ü m ü n ü n ardından, Karmatilerin k o m ş u devletler­
le 3 7 5 yılına kadar birkaç ufak tefek m ü c a d e l e s i d a h a oldu ve
bu tarihten sonra tarih s a h n e s i n d e n silindiler. Gerçi Dürzile-
rin kitaplarından ö ğ r e n d i ğ i m e g ö r e , 4 2 2 yılında hâlâ Lah-
sa'nın yönetimini ellerinde b u l u n d u r u y o r l a r d ı . 1 6 4
Mısırlı İsmaililer v e y a Fatımiler ile Karmatiler arasında, en
azından köken ve öğreti açısından m e v c u t olan yakın bağ­
lantı hakkında söylediklerimin, Malahida ve Haşaşiler adıyla
bilinen İran ve Suriye İsmailileri için de geçerli o l u p o l m a d ı ­
ğı k o n u s u n d a kesin bir bilgi y o k t u r . 1 6 5 Haçlılar tarihinde bü­
yük ü n e sahip olan Suriyeli Haşaşilerin İran İsmaililerine b a ğ ­
lı oldukları çok iyi bilinmektedir; a m a Fatımiler ile aralarında­
ki ilişki k o n u s u n d a yeterli bilgi yoktur ve b ö y l e bir ilişkinin o l ­
d u ğ u y ö n ü n d e k i bilgiler d e m u h t e m e l e n Batıniler v e y a İsma­
ililer tarafından öldürülen Fatımi halifesi A m i r bin A h k a m A l ­
lah hakkında anlatılanlardan kaynaklanıyor olmalıdır.
Yine de De D u i g n e s (Histoire des Huns, X. Kitap, 3. cilt,

214
s. 2 2 1 , 222) İran İsmaili hanedanlığının kurucusu H a s a n S a b -
bah'ın Mısır halifesi Mustansır Billah ile bir süre z a m a n geçir­
diğini ve kurduğu tarikatın bir şekilde Fatımilerin m e n s u b u
oldukları tarikatla bağlantılı o l d u ğ u n u söyleyerek bu ilişkinin
varlığını bizlere göstermektedir. Tableau general de l'empi­
re Othoman (1. cilt, s. 36) kitabının yazarı da yanlış bir şekil­
de olsa da, İran'daki İsmaili tarikatının kurucusu H a s a n H ü -
meyri'nin, Suriye ve İran'da Mısır Fatımileri adına Bağdatlı
Abbasilere karşı vaazlar verdikten sonra Kuran'ı yanlış y o ­
rumlayarak yeni bir tarikat kuran ahlaksız bir şeyh o l d u ğ u n ­
d a n bahsetmektedir. İleride d e ğ i n e c e ğ i m bir i n c e l e m e m d e
d e yer v e r e c e ğ i m gibi, Padua başrahibi S . A s s e m a n i d e , N i -
garistan kitabının yazarına g ö r e , H a s a n ' ı n Fatımiler lehine ve
Abbasiler aleyhine vaazlar verdiğini iddia etmiştir. A n c a k bu
zayıf tezler, Mısır Fatımileri ile İran İsmailileri arasındaki yakın
ilişkiyi kanıtlamak için yeterli değildirler. Bu ilişki, Notices el
Extraits des Manuscrits isimli kitabımın d ö r d ü n c ü cildinde
(S. 686) bir b ö l ü m ü n ü alıntı y a p t ı ğ ı m , şark hanedanlıklarının
kronolojik olarak kısa tarihini anlatan Nizam el-tavarih isimli
eserin yazarı tarafından d a h a net bir şekilde gösterilmiştir.
S ö z konusu yazar, Mısır Fatımi halifesi Mustansır'ın H a s a n ' ı
vali ve vekil olarak yolladığını ç o k açık bir şekilde s ö y l e m e k ­
tedir.

Hasan'ın kurduğu, y ü z y e t m i ş yıl süren hanedanlık hak­


kında hâlâ çok az şey bilinmektedir. D'Herbelot ve sonrasın­
da Histoire des Huns isimli eserinde M a r i g n y ve Révolutions
des Arabes isimli eserinin birinci cildinde de G u i g n e s , bu ha­
nedanlığın liderlerinin listesini v e r m i ş a m a çok az d e t a y a gir­
mişlerdir. Catalogue fes Manuscrits Orientaux de la Bibliot­
hèque des Medicis a Florence (s. 242) isimli eserinde pisko­
p o s Et. A v o d e A s s e m a n i d e , Türkçe k a l e m e alınan, şark ha­
nedanlıklarının kronolojik şemalarından yararlanarak bu silsi-

215
leyi v e r m i ş a m a b u n d a n başka bir bilgiye değinmemiştir. D a ­
ha ö n c e de adını zikrettiğim Nizam el-tavarih üzerine y a z d ı ­
ğ ı m i n c e l e m e m d e , bu kısa eserin hanedanlık hakkında vere­
bildiği bilgilere y e r v e r m i ş t i m . S o n olarak P a d u a başpiskopo­
su S. A s s e m a n i y a ş a d ı ğ ı şehirde yayınlanan derginin Haziran
1806 sayısındaki Giornale dell'Italiana letteratura isimli yazı­
sında bu aile hakkında bazı farklı detaylara d e ğ i n e n bir b ö ­
lüm k a l e m e almıştır. Kaynak olarak Nigaristan isimli eseri
kullanmıştır. H e p i t o p u dört ya da beş sayfa olan bu bölü­
m ü n , İsmaililerin tarihi k o n u s u n d a yeterli bilgi s u n d u ğ u n u
s ö y l e m e k zordur.
H a n e d a n l ı ğ ı n tarihi ve özellikle kurucusu H a s a n bin S a b -
bah hakkında o l d u k ç a uzun ve detaylı bir içeriğe sahip olan
M i r k h v a n d ' ı n Ravdat el-safa eserine bakarak, yukarıdaki ya­
zılı kaynakların yetersizliğini ortaya çıkarmak çok kolaydır. El-
m a c i n , Ebul Fida, Ebul Farac ve birkaç başka yazarın d a h a bu
k o n u d a yaptıkları katkıları da birbirlerine e k l e d i ğ i m i z d e bu
tarikatın gelişimi, kuruluşundan yıkılışına kadar takip edilebi­
lir.
Bay Falconet'in A c a d é m i e d e s Belles Lettres derlemesin­
de (17. cilt, s. 127 ve d e v a m ı ) yayınladığı, İsmaililer v e y a
Haşaşiler üzerine y a z d ı ğ ı iki i n c e l e m e d e , bu konuyla ilgili
bazı gerçekler o l d u k ç a d o ğ r u bir şekilde m a s a y a yatırılmıştır.
Suriye Haşaşilerinin, Cibel ya da İran İsmaililerinin bir kolu o l ­
d u ğ u n u , tarikatın başı le Vieux de la Montagne yani D a ğ ı n
Yaşlı A d a m ı n ı n A l a m u t ' t a yaşadığını ve Suriye İsmaililerinin
O ' n u n kontrolü altında olduklarını belirtmiştir. Bunun yanın­
da Haşaşi isminin kökenini de incelemiştir. A m a şark dillerin­
d e n hiçbirini bilmediği için, i n c e l e m e s i n d e çoğunlukla, batı
dillerine t e r c ü m e edilmiş baskıları m e v c u t olan d o ğ u l u ya­
zarların eserleri v e G u i g n e s ' i n çok g e n ç y a ş ı n d a y k e n tercü­
me ettiği Ebul Fida'ya ait bazı parçaları esas almıştır. Bu n e -

216
d e n l e Falconet'in çalışması eksik kalmıştır. A n c a k İran İsma-
ililerini ve Suriye Haşaşilerini d o ğ r u bir şekilde konumlandır­
dığı için, bu tarihsel y ö n üzerinde d u r m a y a c a ğ ı m ; g e n e l ola­
rak İsmaililerin bu kolunun, Mısır halifelerinin m e n s u p olduk­
ları kol ile ilişkisini t a n ı m l a m a y a ç a l ı ş a c a ğ ı m . A r d ı n d a n H a ş a -
şi isminin kökeni üzerine y a p t ı ğ ı m i n c e l e m e y e g e ç e c e ğ i m .
Bunun yanında, şarkiyatçı tarihçiler tarafından İsmaililere v e ­
rilen çeşitli isimler üzerine de bazı görüşlerimi e k l e y e c e ğ i m .
Mirkhvand'ın İran İsmaililerinin tarihi üzerine k a l e m e al­
dığı eser, tam haliyle t e r c ü m e e t m e y e d e ğ e c e k kadar dikkat
çekicidir. A n c a k bu iş, B ö l ü m ' e arz e t t i ğ i m bu çalışmanın
i66
kapsamı dışındadır. Bunu Notices d e r l e m e s i n e saklayaca­
ğ ı m ve burada s a d e c e ana başlıklar üzerinden g e ç e r e k kısa
167
özetler a k t a r a c a ğ ı m .
Şahrastani ve İbn H a l d u n , bizlere İsmaililerin iki kola ya
da tarikata v e y a h u t kendi deyişlerini kullanırsak, yeni ve es­
ki olarak iki d a v a y a ayrıldıklarını söylemektedirler. Eski olan,
Cafer Sadık'ın o ğ l u i m a m İsmail'in, d a h a d o ğ r u s u Hicret'in 3.
yüzyılı ortalarında y a ş a m ı ş olan o ğ l u M u h a m m e d ' i n z a m a n ı ­
na kadar gitmektedir; yeni olan ise aynı takvime g ö r e 4 8 3 yı­
lında H a s a n S a b b a h ile başlar.
Yazarlar, bu iki İsmaili kolunun her birinin kendi inanış ve
d o g m a l a r ı o l d u ğ u n u a m a sistemlerinin ö z ü n ü teşkil e d e n
pek ç o k temel n o k t a d a aynı fikirde olduklarını söyler. Yani
bütün İsmaililer Ali ve Ali'nin s o y u n d a n gelenlerin, mutlak
ruhani ve d ü n y e v i g ü c ü s i m g e l e y e n imamlık mertebesini ka­
bul e t m e k t e ve Ali ve O ' n u n soyunun haklarını hiçe sayarak
bu g ü c ü elinde tutan t ü m liderleri zorbalıkla suçlamaktadır­
lar. Ali yandaşı p e k çok tarikattan farklı olarak, 12 i m a m sil­
silesini kabul e t m e z l e r d i . 1 6 8 Tanıdıkları imamlar y e d i tanedir
ve y e d i n c i i m a m , Cafer Sadık'ın o ğ l u İsmail'di. Kendilerini İs­
maililer olarak adlandırmalarının nedeni de buydu. İsma-

217
il'den sonra imamlığın gizli olarak y ü r ü d ü ğ ü n e ve oluşan
boşluğu herkesin kimliğini bilmediği gizli şahsiyetlerin dol­
d u r d u ğ u n a inanırlardı. İ m a m tekrar ortaya çıkana kadar, ger­
çek inanç tıpkı bir e m a n e t gibi dailere v e y a temsilcilere dev­
redilmişti. Bu y e n i d e n ortaya çıkış, dai Abdullah'ın yardımıy­
la K u z e y Afrika'da ilk olarak Fatımi hanedanlığını kuran M e h ­
di lakaplı Ubeydullah ile o l d u . Hanedanlığın 4. hanedan d ö ­
n e m i n d e , Mısır e g e m e n l i k altına alındı ve Bağdat'taki halife­
lere rakip çıkan bu liderlerin güçlerinin merkezi haline g e l d i .
Rekabetleri doğrultusunda, öğretilerini y a y m a y a hevesli ve
haklarını s a v u n m a k için d o ğ a b i l e c e k her tür fırsatı kullanma­
ya hazır gizli dailer ya da misyonerler sayesinde, Bağdat ha­
lifelerinin e g e m e n o l d u ğ u topraklarda ç o k sayıda y a n d a ş
edindiler.
H a s a n S a b b a h bu dailerden biriydi. Babasının ismi Ali idi.
Bazı yerlerde Sabbah'ın o ğ l u y a d a M u h a m m e d bin S a b -
bah'ın o ğ l u şeklinde adlandırılmasının nedeni, meziyetleri ve
kendisine atfedilen mucizeleriyle ünlü M u h a m m e d bin S a b ­
bah Humayri adındaki şahsın soyundan geldiğini iddia e t m e ­
sinden kaynaklanmaktadır.
H a s a n ' ı n babası Ali, d ü n y a d a n izole bir şekilde, çileli bir
hayat sürdü a m a ç e v r e s i n d e pek dindar o l m a y a n v e doğru­
luğu şüpheli bir hayat g ö r ü ş ü n e sahip o l d u ğ u düşünülürdü.
Kendisi hakkındaki bu düşünceleri e n g e l l e m e k için, o ğ l u n u
Nişapur'a, inancının saflığı ile tanınan, bunun y a n ı n d a da ay­
dın bir akla ve üstün faziletlere sahip olan i m a m Muvaffak
Nişapuri adındaki şeyhin y a n ı n d a eğitim g ö r m e y e yolladı.
Hasan burada, ileride Nizam-ül M ü l k adıyla ç o k tanınan biri
olacak bir şahısla yakınlaştı. Bu yakınlık O ' n a g e l e c e k t e S e l ­
çuklu sultanı Melikşah'ın hizmetine g i r m e fırsatını sunacaktı.
Nizam-ül M ü l k adıyla vezir olan arkadaşı O ' n u sultana, eski
okul arkadaşı olarak tanıştıracaktı. D a h a sonra H a s a n S a b b a h ,

218
kendisine y a r d ı m e d e n arkadaşının ayağını kaydırmaya çalı­
şacak a m a vezirin entrikaları ve kurnazlığı n e d e n i y l e bu a m a ­
c a ulaşamayacak, sarayı terk e t m e y e m e c b u r o l d u ğ u n u g ö ­
rünce, ilk olarak R e y ' e kaçacak, ardından İsfahan'da dailerin
bulunduğu e v e sığınacaktı.
Hasan hikâyenin d e v a m ı n ı kendi a ğ z ı n d a n şöyle aktarı­
yor: '69

Gençliğimden itibaren, On İki İmam silsilesini tanıyan Şi­


ilerin öğretisiyle büyüdüm. Bu tarikat mensuplarından, refik
olarak çağrılan Amira Darrab adındaki şahısla yakın arkadaş
oldum. İsmail'i tarikatının öğretisinin filozofların ki ne benzedi­
ğini düşünüyordum: bu yüzden Amira, İsmail'i tarikatı hak­
kında konuşmaya başladığında veya benim inancıma saldır­
dığında her zaman O'na karşı çıkardım. Yine de bu tartışma­
lar kendiliğinden zihnimde bir etki yarattı ve çok tehlikeli bir
hastalığa yakalandığım bir zamanda İsmaililerin öğretisinin
doğru öğreti olduğunu, bu zamana kadar bunu kabul etme­
miş olmamın sebebinin inatçılığım olduğunu ve eğer bu hal­
de ölürsem, kayıp bir insan olacağımı fark ettim. Hastalıktan
kurtulduktan sonra, başka bir İsmail'i ile yakınlaştım ve ardın­
dan beni tarikata kabul etmesini istediğim bir daiyle tanıştım.
Sonradan, ben de dai rütbesine yükseltildim ve Mısır'a yol­
lanarak imam Mustansir'ı görme ayrıcalığına eriştim.

G ü c ü n ü A s y a ' y a y a y m a şansını yakaladığı için şüphesiz


m e m n u n olan Mustansır, Hasan'ı ödüllere boğarak şereflen­
dirdi ancak huzuruna kabul e t m e d i . Halife Hasan'ın hareket­
lerini yakından takip e d i y o r d u ve O ' n d a n öyle iyi bahsedi­
y o r d u ki; herkes O ' n u n bir g ü n en yüksek m a k a m a ulaşaca­
ğ ı n a inanıyordu. Bununla bağlantılı olarak, Hasan ile İsmaili
tarikatını kontrolü altında tutan emir el-cuyus yani halifenin
ordularının komutanı arasında Mustansır'ın, yerine o ğ l u N i -
z a r ' ı 1 7 0 ataması k o n u s u n d a şiddetli bir anlaşmazlık ortaya

219
çıktı. Halife verdiği karardan geri d ö n d ü ve emir el-cuyus
171
bunu m e m n u n i y e t l e k a r ş ı l a d ı . Ö t e y a n d a Hasan, ilk veri­
len kararın tekrar geçerli kılınması g ö r ü ş ü n ü destekledi. H a -
san'ın sahip o l d u ğ u etkiyi kıskanan Emir el-cuyus M u s t a n -
sır'a, O ' n u tutuklatıp, D a m i e t t a hapishanesine kapatmasını
söyledi, ancak halife b ö y l e bir ş e y y a p m a k istemediği için,
H a s a n ' ı n düşmanları O ' n u yakalayarak, Frenklerle birlikte bir
g e m i y e koyarak, M a ğ r i b ' e yolladılar. Bir çeşit m u c i z e gibi
g ö r ü n e n birkaç maceranın ardından H a s a n Suriye'ye ayak
bastı v e H a l e p ' e , ardından B a ğ d a t ' a , Kuzistan'a, İsfahan'a v e
e n s o n u n d a Yezd v e K i r m a n ' a g i d e r e k bütün b u b ö l g e l e r d e
dailik faaliyetlerinde bulundu ve tarikatının propagandası
için elinden g e l e n i yaptı. A r d ı n d a n İsfahan'a d ö n d ü v e son­
ra da Kuzistan'a giderek, burada üç yıl g e ç i r d i . Sonra D a m g -
h a n ' a g e ç t i ve burada da üç yıl geçirdi; bu süre zarfında pek
ç o k y a n d a ş edindi. Sonrasında G u r g a n ' a seyahat etti, bura­
d a n d a D a m a v a n d v e Kazvin üzerinden D a y l a m ' a girdi. E n
s o n u n d a A l a m u t ' a yerleşti v e zamanını d ü ş ü n e r e k geçirdi v e
dindar bir hayat sürdü.

H a s a n Sabbah'ın, Kazvin b ö l g e s i n d e bulunan v e Sultan


M e l i k ş a h ' a ait olan A l a m u t kalesini nasıl e l e g e ç i r m e y i başar­
dığı k o n u s u n d a ç o k az ş e y biliyoruz. Kale, Mehdi olarak ad­
landırılan bir k o m u t a n tarafından idare ediliyordu. Dailerin,
özellikle d e Hüseyin Kayini'nin b u b ö l g e d e verdiği vaazlar
sayesinde, İsmaili öğretisini ve g e r ç e k i m a m ı n M ı s ı r ' d a o l ­
d u ğ u n u kabul e d e n yandaşların sayısı g ü n d e n g ü n e artmıştı.
Bu s a y e d e Hasan'ın M e h d i y i , kendisine 3 bin dinar karşılı­
ğ ı n d a bir öküz derisinin kaplayacağı alan kadar toprak parça­
sı s a t m a y a zorlaması kolay o l d u . A m a bu pazarlık, D i d o ka­
dar kurnaz olan H a s a n ' ı n t ü m kaleyi kaplayan bir toprak par­
çasını e l d e etmesini sağladı. Hasan, tarikatını tutan G i r d k u h
lideri tarafından kendisine üç bin dinar ö d e n m e k üzere M e h -
d i y e bir b e l g e verdi v e O ' n u kaleyi terk e t m e y e zorladı. A l a -
172
m u t ' u n efendisi olduktan s o n r a , dai H ü s e y i n Kayini'yi,
birkaç refik ile birlikte, H o r a s a n ' a bağlı olan ve bu g e n i ş vila­
yetin g ü n e y d o ğ u u c u n d a yer alan Kuzistan'daki halk arasın­
d a y a n d a ş e d i n m e y e yolladı.
Bu a ş a m a d a ö n e m l i bir n o k t a y a d e ğ i n m e m i z gerekir.
M i r k h v a n d ' ı n metnini a y n e n t e r c ü m e e d i y o r u m :

Sabbah'ın oğlu Hasan Alamut'un efendisi olunca, bir ka­


nal kazılmasını ve bu kanal sayesinde kalenin önüne uzaktan
su getirilmesini emretti. Kalenin çevresine meyve ağaçları
diktirdi ve bölge sakinlerini, tarımla uğraşmaya ve toprağı
zenginleştirmeye teşvik etti. Bu sayede, önceden oldukça
sağlıksız olan Alamut'un havası tertemiz ve sıhhatli bir hale
geldi.

Bu olay, a ş a ğ ı d a b a h s e d e c e ğ i m Haşaşilerin m u h t e ş e m
bahçeleri fikrini d o ğ u r m u ş olabilir m i ? A n c a k bu soruya c e ­
v a p v e r m e d e n ö n c e , kronolojik olarak tarihi gerçekleri anlat­
maya devam edelim.
Melikşah H a s a n ' ı n üzerine askeri birlik yolladı ancak A l a -
m u t ' u kuşatmaları o l d u k ç a cüretkâr bir e y l e m sayılırdı. H a -
san'ın o sırada yanında, saldırganlara karşı mekânı koruyan
y e t m i ş r e f i k i vardı v e dışardan g e l e n ü ç y ü z adamlık takviye
ile birlikte bir g e c e sultanın birliklerinin üzerine saldırarak,
büyük bir katliam yaptı ve yüksek miktarda g a n i m e t e l d e et­
ti. Hicret'in 4 8 5 . yılında M e l i k ş a h ' ı n ö l ü m ü , Hasan'ın g ü c ü ­
nü sağlamlaştırmasını ve yaymasını sağladı.
H a s a n ' ı n iki o ğ l u o l d u . Bunlardan birini şarap içtiği için,
diğerini de Hüseyin Kayini'nin öldürülmesinden sorumlu ol­
d u ğ u n d a n ş ü p h e l e n d i ğ i için öldürttü. Hasan'ın bunları y a p ­
maktaki a m a c ı , herkese babadan o ğ l a g e ç e c e k bir aile hü­
kümranlığı k u r m a niyetinde o l m a d ı ğ ı n ı göstermekti. K e n d i ­
ni, e g e m e n l i ğ i altındaki toprakları idare e t m e y e öyle adadı

221
ve tarikatın öğretileri ile ilgili kendisine yöneltilen her soru­
yu c e v a p l a n d ı r m a k için o kadar çok z a m a n harcadı ki; A l a -
m u t ' t a geçirdiği o t u z b e ş yıl boyunca, dairesinden s a d e c e iki
k e z dışarı a d ı m atarak sarayının terasına çıktı ve kaleden ise
hiçbir z a m a n ayrılmadı.
Bu tarihi anlatıma d a h a fazla d e v a m e t m e y e c e ğ i m . S a d e ­
1 7 3
c e Hicret'in 5 1 9 . yılında ö l ü m ü n d e n ö n c e , Hasan Sab-
bah'ın halefi olarak Kiya B u z u r g - U m m i d ' i gösterdiğini ve
O ' n u n soyunun, mukaddim adıyla A l a m u t ve İsmaililerce
fethedilen d i ğ e r bölgeleri idare ettiğini ve Kiya B u z u r g - U m -
mid'in kendisinin liderliği d ö n e m i n d e , İsmaililerin Ali'nin s o ­
y u n d a n g e l e n v e G i l a n ' d a i m a m olarak tanınmayı talep e d e n
Ebu H a ş i m ' e karşı savaştıklarını s ö y l e m e k yeterli olacaktır.
Mirkhand'ın İsmailileri refikan olarak adlandırmasının bir ne­
deni de budur.
Bu b ö l ü m ü , İsmaililerin tarihindeki belli başlı diğer olay­
ları sıralayarak kapatalım.
4 9 8 yılında, Rey yakınlarında, M a v e r a ü l Nehir v e Hindis­
tan'dan M e k k e ' y e g i d e n hacı adaylarının b u l u n d u ğ u kervana
saldırıp, yağmaladılar.
5 0 0 yılında, M e l i k ş a h ' a karşı verdikleri savaşta yenildi­
74
ler.»
5 0 2 yılında, n e r e d e y s e Suriye'deki Şayzar'ı e l e g e ç i r e ­
ceklerdi.
175
5 1 9 y ı l ı n d a , Ebul Fida'ya g ö r e , sıradan insanların bi­
limle ilgilenmelerini ve d a h a aydın insanların da antik filozof­
ları okumalarını yasaklayan S a b b a h ' ı n o ğ l u H a s a n ö l d ü .
İsmaililerin Suriye'deki ilk fethettikleri yer Baniyas'tı. Bu­
rayı 523 yılında ele g e ç i r d i l e r . 1 7 6
5 2 5 yılında Suriye'deki M a s y a t ' ı 1 7 7 e l e geçirdiler v e bu­
178
rası bu bölgenin merkezi haline g e l d i .
5 5 9 yılında, M u h a m m e d ' i n o ğ l u v e Kiya B u z u r g - U m -

222
m i d ' i n torunu H a s a n , bütün İslami uygulamaları yasakladı ve
bu hareketi için ö z e l bir emir aldığını iddia ettiği gizli bir ima­
mın adını kullanarak, maiyetini şarap içmeleri ve İslam kanu­
nu tarafından yasaklanan eylemleri gerçekleştirmeleri k o n u ­
s u n d a serbest bıraktı. Harfi harfine u y m a k z o r u n d a oldukları
bu felsefenin a n l a m s ı z o l d u ğ u n u açıkladı ve b ö y l e c e tarikatın
Mülhicûer yani kâfirler olarak adlandırılmalarına n e d e n o l ­
1 7 9
du.
M i r k h a n d ' a v e Nigaristan'ın yazarına g ö r e , H a s a n s a d e c e
birkaç yıl tahtta kaldı: 561 (1165) yılında ö l d ü ve O ' n u n a h ­
laksız uygulamalarını a y n e n d e v a m ettiren o ğ l u M u h a m m e d
kırk altı yıl b o y u n c a tahtta kaldı ve 6 0 6 (1209) yılında öl­
1 8 0
dü. A n c a k Nizam el-Tavarih'ın yazarına g ö r e H a s a n 5 0 yıl
b o y u n c a tahtta kalmış ve 6 0 7 (1210) yılında ölmüştür. Kısa
bir süre tahtta kalan oğludur. K u d ü s kralı I. A m a l r i c ' e D a ğ ı n
Yaşlı A d a m ı ' n ı n elçi yollaması olayının, Hasan'ın mı y o k s a
o ğ l u n u n m u d ö n e m i n d e o l d u ğ u sorusu, b u m e t i n l e r d e n
181
hangisini kabul e t t i ğ i m i z e b a ğ l ı d ı r . B ö y l e c e Surlu Willi-
a m ' ı n raporlarında anlattığı, elçiyi yollayan liderin İslam dini­
nin t ü m uygulamalarını yasakladığı, camileri yıktığı ve ensest
ilişkilerle, d o m u z ve şarap tüketimine izin verdiği bilgilerinin
d o ğ r u o l d u ğ u ortaya çıkmaktadır. Dürzilerin kitapları hakkın­
da bilgi sahibi olanlar, bu liderin Hıristiyanların kutsal kitap­
larını o k u m u ş olabileceğini v e bunu, Hıristiyanlığa g e ç m e k
için d e ğ i l öğretileri ve uygulamaları k o n u s u n d a d a h a fazla
ş e y ö ğ r e n m e k için yaptığını göreceklerdir.

Suriye'deki İsmaililerin lideri ve tarikatın bu b ö l g e d e k i


g ü c ü n ü n oluşmasını sağlayan Sinan 5 8 8 yılında öldü.
6 0 8 yılında, h e m Suriye h e m d e İran'daki İsmaililer, ha­
nedanlığın altıncı prensi ve A l a m u t emiri Celal el-Din H a ­
san'ın, eski M u h a m m e d ' i n o ğ l u v e Kiya B u z u r g - U m m i d ' i n
torunu Hasan'ın emriyle bıraktıkları, İslam dininin u y g u l a m a -

223
larını g ö r ü n t ü d e d e v a m ettirme y ö n ü n d e k i emirlerine riayet
ettiler.
6 4 4 yılında, İran İsmaililerinin emiri A l a el-Din'in elçileri,
Tatarların hakanının s e ç i m i için M o ğ o l kabile liderlerince d ü ­
z e n l e n e n kurultaya iştirak ettiler.
6 6 8 yılında, Sultan Baybars Suriye'deki İsmaili toprakları­
na girdi ve M a s y a t ' ı ellerinden aldı.
En s o n u n d a 6 7 0 yılında, aynı sultan İsmaililerin Suri­
182
y e ' d e k i g ü c ü n e son v e r d i .
Kuzistan'daki İsmaili g ü c ü 6 5 3 yılında, İsmaili lideri Rükn
el-Din Kurşah'ın H ü l a g u ' y a teslim oluşu, A l a m u t ' u n yıkılışı
ve Rükn el-Din'in ailesi ile ç o k sayıda M ü l h i d i n katledilişiyle
183
zaten s o n a e r m i ş t i .
İsmaililerin, Hicretin y e d i n c i yüzyılı b i t m e d e n ö n c e h e m
İran'da h e m S u r i y e ' d e y o k olduklarını söylerken, kurdukları
tarikatı değil, sahip oldukları siyasi g ü c ü kastediyorum. Tari­
hin sonraki d ö n e m l e r i n d e de sıklıkla tekrar ortaya çıktılar ve
onları korkulan bir t o p l u m haline getiren suikastlar konusun­
daki uzmanlıklarını yinelediler. Bu k o n u d a şarkiyatçı tarihçi­
lerden t ü m detaylarıyla bize ulaşan bir ö r n e k olarak, sürekli
olarak Karasungur'u tehdit etmeleri gösterilebilir. Kalaun'un
o ğ l u Mısır sultanı M a l i k el-Nasır M u h a m m e d adına H a l e p
valiliği görevini yürüten bu emir, sultanın e g e m e n o l d u ğ u
toprakları terk e t m e y e v e o d ö n e m d e O l c a y t o H a n ' ı n y ö n e ­
t i m i n d e olan İran MoğoIIarına, yani H ü l a g ü ' n ü n s o y u n a sı­
ğ ı n m a y a zorlanmıştı. Bu d u r u m a ç o k sinirlenen sultan, yolla­
dığı İsmaililer aracılığıyla p e k çok k e z O ' n u öldürtmeyi d e n e ­
di. Bunlardan birinde, e y l e m i gerçekleştirmesi için tam o t u z
dört suikastçı yolladı. Bunlar, ö n c e d e n İsmaililerin S u r i y e ' d e ­
ki başkenti olan M a s y a t ' t a yaşayan insanlardı. Karasungur bu
e y l e m d e n kurtuldu ve sultanı ö l d ü r m e k için aynı y ö n t e m e
başvurdu ancak başarılı o l a m a d ı . A r d ı n d a n Malik-el Nasır,

224
Karasungur'u ö l d ü r m e s i için y ü z yirmi dört suikastçı yolladı
ancak onlar da başarıya ulaşamayıp, intikam için öldürüldü­
ler. İsmaililerin o d ö n e m d e bile M a s y a t ' t a bir önderleri var­
dı. Makrizi'nin aktardığına g ö r e , sultan bu lidere başvurdu
ve O ' n a büyük miktarda para vererek adamlarından bir kıs­
mını kendi h i z m e t i n e vermesini istedi. Bu olaylarla ilgili ka­
yıtlarda M a s y a t hâlâ Haşaşilerin ikametgâhı ve sığındıkları
m e k â n olarak karşımıza çıkmaktadır. S o n r a d a n sultan Kara-
s u n g u r ve M o ğ o l prensi ile anlaşarak, suikast için onların
üzerine artık İsmailileri y o l l a m a y a c a ğ ı n a s ö z verdi ancak s ö ­
z ü n ü tutmadı. A m a c ı n a ulaşmak için yine kendisine M a s -
yat'tan yollanan bir İsmailiyi g ö r e v l e n d i r d i . Suikastçıya emir­
lerini i l e t m e d e n ö n c e O ' n u o t u z dört g ü n y a n ı n d a tuttu v e
ardından kendisine b o l c a erzak vererek g ö r e v e yolladı. A n ­
cak bu suikastçı yanlışlıkla Karasungur sandığı başka bir e m i ­
ri ö l d ü r d ü . Bu katillerin pek ç o ğ u b o ş y e r e çeşitli işkencele­
re m a r u z kaldılar; hiçbir z a m a n konuşturulamadılar.
İsmaili tarikatı b u g ü n halen varlığını sürdürmektedir. Bu
k o n u y a ileride d e ğ i n e c e ğ i m .
Ş i m d i Haşâşi isminin kökenini i n c e l e y e c e ğ i m .
Bu i n c e l e m e n i n başında, İsmaililer ya da Batınilerin, H a ç ­
lılara ait tarihi kaynaklarda Haşâşiler [Assassini) ismiyle anıl­
dıklarını belirtmiştim. Falconet'in iddia ettiği üzere, metinle­
ri k o p y a edenlerin hataları ya da araştırmacıların kendi bilgi­
sizlikleri y ü z ü n d e n bu ismin pek ç o k farklı yazılış ve söyleniş
şekli mevcuttur. Bu çeşitler arasında en bilinenleri şunlardır:
Assassini, Assessini, Assissini ve Heissessini. Lübeckli Ar­
n o l d ' d a n çıkan ikinci kelimenin şu anki orijinal k e l i m e ile ay­
nı telaffuza sahip o l m a ayrıcalığı vardır. Ö t e y a n d a Tudelalı
Benjamin Hashishin kelimesini İbranice heth ile y a z m ı ş , Yu­
nan yazarları bunu x ile ifade ettikleri için tarikatın ismi Xasi-
184
sioi o l m u ş t u r . R e n a u d o t (Hîst Patr. Alex., s. 470) de ismi

225
Hasissini, bazen de Hassassini şeklinde k a l e m e almıştır; an­
185
cak ismin kökeni hakkında herhangi bir şey b e l i r t m e z .
Haşaşi kelimesinin kökeni üzerine pek çok tez mevcuttur.
Haşaşi kelimesinin C e r m e n dilinde pala anlamına g e l e n
sans, sachs, saehs kelimelerinden türediğini iddia e d e n M.
De Caseneuve'in (Dictionnaire étymologique de la langue
Françoise, 1750) görüşlerinden b a h s e t m e y e c e ğ i m , çünkü bu
t ü r e m e açıkça yanlıştır. D o ğ u ' y a ait bir kavramın kökünü Cer­
m e n dilinde aramak kadar yanlış bir y ö n t e m o l a m a z . Bunun­
la birlikte s ö z konusu araştırmacı, Hos tam nostri quam Sa­
raceni nescimus unde deducto vocabulo, Assissinos vocant
(Gesta dei per Francos, 1. cilt, s. 994) şeklinde bir ifadesi
olan Sur başpiskoposu William'a dayanarak, bu ismin A s y a
dillerinden türemediğini ve Sarazenler tarafından bilinmedi­
ğini kanıtladığını düşünmektedir. Ç o k belli ki De C a s e n e u v e
bu m e t n i tam okumamıştır. Ç ü n k ü William bu kelimenin kö­
keni hakkında hiçbir ş e y bilmediğini kabul e d e r a m a hiçbir
y e r d e bu kelimenin Sarazenler tarafından bilinmediğine d e ­
ğinmez.

Court de G e b e l i n de (Dictionnaire...) Haşaşi kelimesini


C e r m e n c e sachs kelimesinden türetir ancak Haşaşi h a n e d a n ­
lığını tanımlayan aynı k e l i m e O ' n a g ö r e şahi şah, yani şahla­
rın şahı kelimesinden gelmiştir.
Ş ü p h e s i z hiçbir A r a p y a z a r d a bu i s m e rastlamayan Th.
H y d e (Veterum Persarum religionis historia, s. 493) d o ğ r u
kelimenin, öldürmek, y o k e t m e k a n l a m ı n a g e l e n hassadan
türeyen hassas o l d u ğ u n u düşünmektedir. Bu d ü ş ü n c e M e ­
n a g e v e Falconet tarafından d a onaylanmıştır. D e Volney d e
hiçbir kaynak g ö s t e r m e d e n bu etimolojiyi kabul etmiştir.
(Voyage en Egypte et en Syrie, 3. bsm., 1. cilt, s. 404).
Tudelalı Benjamin Haşaşilerden iki paragrafta bahset­
mektedir (/. D. Benjaminis, s.32, 89): ilkinde Suriye Haşaşi-

226
lerinden bahsederken kelimeyi heth ile y a z m ı ş , ikincisinde
Iran Ismaililerini anlatırken d e , Malahida kelimesinin yanlış
186
bir söylenişi olan Molahat kelimesini k u l l a n a r a k , bu halkın
Kasisin ülkesinde yaşayan yaşlı a d a m ı n otoritesini kabul etti­
ği şeklinde bir ifade kullanmıştır. Baratier bunu d o ğ r u y o r u m ­
lamış, Constantin L e m p e r e u r gibi seniorem suae regionis Al-
caschischin, quasi senes dicas appelantes şeklinde komik bir
t e r c ü m e yapmamıştır. Bunu belirtmekte fayda g ö r ü y o r u m ;
b ö y l e c e herhangi birisi yanlış bir şekilde Tudelalı Benjamin'in
Haşaşi kelimesini yaşlı a d a m a n l a m ı n d a kullandığını d ü ş ü n ­
meyecektir. Benim incelediklerimin dışında belki de bu Ya­
hudi araştırmacıya ait bazı m e t i n l e r d e ikinci paragrafta Haşa­
sın kelimesi c a f yerine heth ile yazılmış olabilir. Yine de şark
dillerine yabancı olmayanlar için caf yerine heth kullanılması
ç o k şaşırtıcı bir ş e y değildir. Bu arada Tudelalı B e n j a m i n ' d e n
alıntı y a p s a m d a bahsettiği seyahatin g e r ç e k t e n o l d u ğ u n u
garanti e t m e d i ğ i m i belirtmek isterim. A m a bahsettiği t o p ­
rakları kendi g ö z ü y l e g ö r m e m i ş olsa da, ortaya k o y d u ğ u
kaynağın o l d u k ç a güvenilir o l d u ğ u g e r ç e ğ i n i r e d d e d e m e y i z .
Bibliotheca Orientalis Celementino Vaticana (2. cilt, s.
2 1 4 , 2 1 5 , 320) isimli eserin bilgili yazarı j o s e p h - S i m o n , M e ­
z o p o t a m y a ' d a k i Tikrit b ö l g e s i n d e , Araplar tarafından Hasasa
ve Suriyeliler tarafından Bet-hasosonoye ve Hasosonitho
olarak bilinen bir şehir bulup, Haçlıların tarihçilerinin bahset­
tikleri Haşaşişlerin, isimlerini buradan aldıklarını tahmin etti.
Bu çıkarım hiçbir tarihsel g e r ç e ğ e d a y a n m ı y o r d u ve Oriens
Christianus (2. cilt, s. 1584) isimli eserin yazarı tarafından
g ö z ö n ü n e a l ı n m a y a d e ğ e r g ö r ü l m e d i . Bu ismin telaffuzu ile
A r a p ç a Haşaşi ismininki arasında hiçbir benzerlik yoktur. Fal­
187
c o n e t de bu çıkarımı reddetti. A n c a k Hassasa şehrini,
M e z o p o t a m y a ' d a A z a z y a d a İzaz kasabasıyla karıştırarak, b u
s o n u c a yanlış bir y o l d a n varmıştır; o y s a iki şehrin isimlerin-

227
deki sessiz harfler birbirlerinden farklıdır (Mémoires de
l'Académie des Inscriptions, XVII.cilt, s. 163).
Falconet Haşaşilerin isimleri ile ilgili başka bir kaynaktan
da bahseder ve bu kaynağın d o ğ r u l u ğ u n u y i n e kendisi red­
d e d e r ancak bu varsayıma burada yer v e r m e l i y i m ; çünkü bu­
nu destekleyenler olabilir. A s l ı n d a Glossarium ad scriptores
meddi aevi isimli eserin yazarı D. Carpentier tarafından d e s ­
teklenmiştir d e . Ayrıca bu bana, bir kaç kullanışlı d e ğ e r l e n ­
d i r m e y a p m a fırsatı da verecektir. Ebul-Fida, Descriptions of
Syria (Tab. Syriae, s. 19) isimli eserinde Suriye'deki İsmaili ta­
rikatının karargâhı olan M a s y a t a d ı n d a bir şehrin Cebel assik-
kin (Cebel el-sikkin) a d ı n d a bir d a ğ ı n üstüne kurulduğundan
bahseder. Sikkin hançer a n l a m ı n a g e l d i ğ i için, bu dağın ismi
Hançer Dağı a n l a m ı n a geliyor olabilir ve bu isim ile Haşaşi­
lerin isimleri ve suçlandıkları ağ bulunabilirdi.
Falconet bu konudan şöyle bahseder (Mémoires de
T Académie des Inscriptions, XVII.cilt, s. 163):

Assikkin D a ğ ı yani H a n ç e r D a ğ ı ' n ı n , Suriye'deki Haşaşi­


lerin komutanının y a ş a d ı ğ ı yer o l d u ğ u n u g ö r d ü k . Haşaşiler
tarafından kullanılan bıçaklara sikkin adı veriliyordu. Liderle­
rine J a c q u e s de Vitry tarafından magister cultellorum, m a i y e ­
tine ise M a t t h e w Paris tarafından cultelliferi ve N e w b u r g h l u
William tarafından da sicarii ismi verilmişti. A m a ne kadar
uyumlu olsalar da bu yakıştırmalar, kelimelerin kökenlerini
araştırırken ortaya çıkan gerçekdışı, ç o ğ u z a m a n da yanlış
yönlendiren ipuçlarından y o l a çıkarak ortaya çıkarılmıştır ve
bizim s u n d u ğ u m u z ilk etimolojik i n c e l e m e d e n d a h a kuvvet­
li değildirler.

D a h a ö n c e d e bahsettiğim üzere, Falconet'in s a v u n d u ğ u


etimoloji, H y d e ' ı n ö n e s ü r d ü ğ ü teoridir.
Falconet'in izahatları o l d u k ç a açıklayıcıdır. A m a anlattık­
larını d a h a da kuvvetlendirmek için ilk olarak, Haşaşiler ismi

228
ile alsikkin v e y a assikkin kelimeleri arasında büyük bir ben­
zerlik olmadığını, ikinci olarak da Cebel assikkin teriminin
H a n ç e r D a ğ ı (la montagne du Poignard) a n l a m ı n a g e l d i ğ i fik­
rinin şüpheli o l d u ğ u n u ekleyebiliriz. Ebul-fida böyle bir şey­
d e n bahsetmemektedir. Evet, Koehler'in çevirisi d o ğ r u akta­
rılmıştır: De hac denominatione montis, qua Assekkin voca-
tur, quod cultrum significat, mirifice commentus est Ibn Sa­
id. A n c a k quod cultrum significat kelimeleri ç e v i r m e n tarafın­
d a n eklenmiştir v e a m a çalışması g ü n ü m ü z e kadar u l a ş m a ­
y a n İbn Said'in, orijinal m e t i n d e burada h a n g i kelimeleri kul­
landığını bilmiyoruz. (Michaelis Descriptio Aegypti, s. 36;
d ' H e r b e l o t ' u n Bibliothèque orientale isimli eserinde Reiske,
The Hague, 1779, 4. cilt, s. 754; R o m m e l , Abulf. Arab.
Dese, s. 7) Belki de burada Sekin bir şahsın ismi olarak kul­
lanılmıştır; bu d u r u m d a t e r c ü m e y i Sekkin'in Dağı (la mon­
tagne de Sekin) şeklinde yapmalıyız. Sekkin a d ı n d a birinin,
H a k i m ' i n d ö n e m i n d e ve Dürzi dininin kuruluşu e s n a s ı n d a bu
ü l k e d e çok ö n e m l i bir role sahip o l d u ğ u n u en azından kesin
olarak biliyoruz. Bu tarikatın kutsal kitaplarından oluşan der­
l e m e d e (Arabic M a n u s c r i p t o f t h e Bibliothèque d u Roi, n o
158), Sekkin'in Üst Suriye Yarımadası olarak adlandırılan ve
açık bir şekilde g ü n e y d e Arabistan, k u z e y d e H a m a t , d o ğ u d a
Irak ve batıda A k d e n i z ' e kadar uzanan sınırlara sahip, din t e ­
melli oluşturulmuş bir vilayetin amiri ya da g e n e l müfettişi
olarak tayin edildiği, H a m z a d ö n e m i n i n 10. yılı yani Hicri
4 1 8 yılı tarihli i c a z e t n a m e mevcuttur. Altına on iki dai ve d a ­
ha düşük rütbeli bazı görevliler verilmiştir. Dürzilere ait m e ­
tinler ayrıca bize, Sekkin'in sahip o l d u ğ u bu rütbeden m e m ­
n u n o l m a d ı ğ ı n ı ve hiyerarşide d a h a yüksek bir m e v k i e yük­
s e l m e arzusunda o l d u ğ u n u , Dürzilerin adının kötüye ç ı k m a ­
sını sağlayan pek ç o k s o y g u n gerçekleştirdiğini ve tarikata
putperestliği, türlü iğrençlikleri v e d a h a ö n c e o l m a y a n p e k

229
88
ç o k şeyi s o k t u ğ u n u s ö y l e m e k t e d i r . ' Burada bahsedilen ki­
şi m u h t e m e l e n Ebul-Fida'nın sonraki b ö l ü m l e r d e entrikala­
rından v e 4 3 4 yılında ö l ü m ü n d e n bahsettiği Sekkin'le aynı
kişidir {Annales Moslemici, 3. cilt, s. 119):

A y n ı yıl R e c e p ayında, M ı s ı r ' d a Sekkin a d ı n d a bir a d a m


ortaya çıktı ve H a k i m ' e başkaldırdı. G e r ç e k H a k i m kendisiy-
miş gibi davrandı; H a k i m ' i n d ö n ü ş ü n e bel bağlayan insanla­
rı p e ş i n e taktı. Bu insanlar halifenin yalnız başına odasına ç e ­
kildiği bir z a m a n d a saraya yürüdüler ve bağırdılar: Gerçek
Hakim burada. O sırada kapıyı koruyan nöbetçiler ilk başta
korktular a m a sonra bir kandırmaca olabileceğini d ü ş ü n e r e k
Sekkin'i tutukladılar ve Sekkin yandaşlarıyla birlikte ç a r m ı h a
gerildi.

Bu arada, bundan s a d e c e bir varsayım olarak bahsediyo­


rum. Bu bile, ismi d o ğ r u söylersek Sekkin'in bir n e s n e y e v e ­
rilen isim o l m a d ı ğ ı g e r ç e ğ i n i ortaya koymaktadır. Yine de
S e k k i n ' e yöneltilen yazılardan birinde, b e n i m varsayımımı
o l d u k ç a kuvvetlendiren, emanetini yaşadığı dağlarda bıraktı
şeklinde g e ç e n ifadeye dikkat e t m e k gerekir. (Trad. Manus.
Des livres religieux des Druzes, 2. cilt, s. 1000)
Ş i m d i başka bir etimolojik i n c e l e m e y e , d a h a d o ğ r u s u
A r a p yazınında o l d u k ç a ö n e m l i bir ağırlığı olan bir u z m a n ta­
rafından ö n e sürülmüş iki t e z e g e ç e l i m . B a h s e d e c e ğ i m kişi
Reiske'dir (Annales Moslemici, 3. cilt, s. 714, açıklayıcı not
251). Bu parlak şarkiyatçı haşaşi kelimesinin s a d e c e bir y a n ­
lış söyleniş o l d u ğ u n u ve İsmaililer v e y a Batınilerin, tarikatla­
rının lideri H a s a n bin S a b b a h ' ı n isminden g e l e n Hassanini
veya Hassanici şeklinde adlandırdıklarını öne sürmüştür.
Reiske ş ö y l e d e v a m eder: "Veya belki d e , ç o ğ u n l u k l a chas-
sassin şeklinde yazıldığı için A r a p ç a ismi cassas'dır ve A l ­
manlar bunu schassasin olarak almışlardır. A r a p ç a Cassas ke-

230
limesi Fransızca chassas ve A l m a n c a schassas şeklinde telaf­
fuz edilmektedir ve c a s u s a n l a m ı n a g e l m e k t e d i r . " Benim
a ç ı m d a n bu iki etimolojik tezin d e t a y ı n a g i r m e y e l ü z u m y o k ­
tur; ilki çok g e r ç e k dışı bir bağlantıya d a y a n m a k t a d ı r ve ikin­
cisi ise t a m a m e n gerçeklikten yoksundur. Burada s a d e c e ,
e ğ e r Reiske b e n i m gibi Haşaşi kelimesinin A r a p ç a harflerle
yazılmış halini g ö r s e y d i , bu varsayımlardan ikisini de ortaya
atmayacaktı d e m e m i z yeterlidir.
Padua p a p a z o k u l u n d a şark dilleri profesörü olan başra-
hip S i m o n A s s e m a n i ' n i n , Literary Journal of Padua'nın Hazi­
ran 1808 [1806] sayısında y e r alan, d a h a ö n c e de bahsetti­
ğ i m bilimsel m a k a l e s i n d e ö n e s ü r d ü ğ ü etimolojik i n c e l e m e
ç o k farklıdır ve d a h a iyi t e m e l l e r e dayanmaktadır. M a k a l e n i n
başlığı Ragguaglio strorico-ciritico sopra la setta Assissana,
detta volgarmente degli ASASSINI'dir.
S i m o n A s s e m a n i ' n i n anlatımı şöyledir:

Yakınındaki d a ğ l a r d a hâlâ bu tarikattan arta kalanların ya­


şadığı Suriye'deki Trablusşam şehrindeyken, şehirlerine ayak
işlerini y a p m a k için g e l e n l e r e h e p şu kafiyeli aşağılayıcı d e ­
yişin söylendiğini d u y a r d ı m : Assissani (al-sisani) la muslim
wa la Nasrani, yani Assissani, ne M ü s l ü m a n ne Hıristiyan...
Bunun anlamı, bu insanların hiçbir dini o l m a d ı ğ ı ve H a s a n ' ı n
öğretilerini benimsedikleri için hiçbir ş e y e t a p ı n m a arzusu
d u y m a d ı k l a r ı y d ı . 1 8 9 Haçlı tarihçilerinin burada i ve a harfle­
rinin yerini değiştirdiklerine, bu y ü z d e n de Assissani yerine
Assassini ifadesini kullandıklarına dikkat e t m e k gerekir; ve
dilimizde de cinayet işlemek için p u s u y a yatan hainleri isim­
lendirmek için kullanımı bu haliyle olmuştur. Bu tarikatın li­
derleri hoşlanmadıkları herhangi birini katletmek için, o n u n
üzerine profesyonel katiller yollamakla tanınıyorlardı.

Assissani, kaya, kale ve g ü v e n l i bir şekilde geri ç e k i l m e


imkânı tanıyan korunaklı yer anlamına g e l e n assissa (el-si-

231
sa)'dan gelmektedir. B u n d a n dolayı da Assissani (el-sisani)
A r a p ç a d a , kayalıklar, korunaklı yerler arasında yaşayan insan,
yani d a ğ d a y a ş a y a n insanı tanımlamak için kullanılır.
Başrahip Assemani'nin yeteneklerine saygı duymama
r a ğ m e n , Haşaşilerin isimlerinin kökeni konusundaki düşün­
celeriyle aynı fikirde o l m a m m ü m k ü n değildir. S e b e p l e r i m
şunlardır: ilk olarak, sisa d a h a d o ğ r u s u sisiya g e r ç e k t e n kaya,
kayalık a n l a m ı n a değil, öküzün boynuzu, horozun g a g a s ı ,
antilopun b o y n u z u gibi korunmayı sağlayan herhangi bir şe­
yi ifade e t m e k için kullanılır, yani kale, korunaklı m e k â n a n ­
lamına da gelirdi. İkinci olarak, sisani kelimesi sisiya'dan tü-
rememiştir; ö y l e olsaydı sisi kelimesi ortaya çıkardı. Ö t e
y a n d a sisani, sus yani tavuk kelimesinin ç o ğ u l u olan sisan-
d a n türemiştir ve aynı z a m a n d a civcivin cıvıldamasını ifade
e d e n sawsa fiili de bu k e l i m e d e n çıkmıştır. Ç o ğ u l sisan keli­
m e s i n d e n de sisani yani tavuk satan kelimesi türemiştir. Bu
t ü r e m e şekline ö r n e k olarak; dajajanın ç o ğ u l u dajajattan tü­
reyen dajajati yani k ü m e s hayvanı satıcısı, kitabın ç o ğ u l u ku-
tub'dan türeyen kutubi yani kitap satıcısı, k e ç e anlamındaki
iibd kelimesinin ç o ğ u l u lubuddan türeyen lubudi yani k e ç e
satıcısı, sandul kelimesinin ç o ğ u l u sanadikten türeyen sana-
diki yani sandık satıcısı, kemer anlamındaki hiyasanın ç o ğ u ­
lu havayisten türeyen havayisi yani k e m e r satıcısı verilebilir.
Bu d u r u m d a A s s e m a n i tarafından aktarılan d e y i ş belki de
şehre k ü m e s hayvanı satmak için g e l e n köylüler ya da d a ğ ­
larda yaşayan insanlar için s ö y l e n m i ş olabilir ve bu insanların
yalancı ve kaba oldukları ve çok cahil oldukları için hiçbir di­
ne m e n s u p olmadıkları anlamını verdiğini düşünebiliriz.
Dahası bu deyişin, kökenine d a h a yakın başka bir a n l a m ­
d a d a kullanıldığını belirtmeliyiz. Akka'dan Michel Sab-
bagh'ın bana verdiği bilgiye g ö r e , s ö z k o n u s u kelime el-si­
sani yerine d a h a çok, Sasan ailesi a n l a m ı n a g e l e n el-sasani

232
şeklinde kullanılıyormuş. Bu terim, Araplar tarafından yersiz
yurtsuz, maceracı, hiçbir şey y a p m a d a n para kazanmak için
sürekli oradan buraya g e z i p duran birini ifade e t m e k için kul­
lanılmaktadır. Bunu d e s t e k l e y e n bir g ö s t e r g e olarak, Hariri
49 numaralı d e r l e m e s i n d e Ebu Z a y i d Saruji'yi böyle bir insan
olarak tanımlamıştır:

Sasan tarafından icat edilen ve bizzat kendisinin çeşitli


şekillerde geliştirdiği ticaret şekli kadar kolay para kazanma
yolu, daha memnuniyet verici bir geçim şekli, bu kadar ka­
zançlı bir iş ve böylesine pürüzsüz, sorunsuz bir yol görme­
dim. .. Öyle bir iş ki; hiç bitme riski yok, tükenmeyen bir kay­
nak gibi, etrafında bir sürü insanın toplandığı, körlerin, tek
gözlülerin bile önünü aydınlatan bir meşale gibi... Bu işle
meşgul olanlar, dünyanın en mutlu insanları, en şanslı insan
nesli... Yaşadıkları belli bir yer yok, dolayısıyla hiçbir otorite­
den korkmuyorlar. Boş bir mide ile havalanıp, akşam mide­
lerini doldurmuş bir halde geri dönen kuşlar ile onlar arasın­
da bir fark yok... Ama bu işi yapabilmenin ilk şartı sürekli
olarak gezmektir; ilk gereken özellik sürekli aktif olmaktır.
Uyanık bir akıl, bu işi benimseyen kişinin yoluna ışık tutmalı­
dır; arsızlık yanında taşıdığı zırhı olmalıdır... Bu yüzden araş­
tırmaktan bıkmayın, her ihtimal için çabalamaktan asla vaz­
geçmeyin. Önderimiz Sasan'ın da dediği gibi, arayan bulur,
sürekli giden gelen eninde sonunda kazanır.

Hariri 2 numaralı d e r l e m e s i n d e de y i n e aynı coşkulu ha­


v a y l a Ebu Z a y i d ' d e n ş ö y l e bahseder: "Gösteriş y a p m a k için
kendine türlü türlü soylar icat etti ve para kazanmanın her
y o l u n u d e n e d i . Bazı zamanlar Sasan ailesine m e n s u p o l d u ­
ğ u n u söyledi. B a z e n d e G h a s s a n krallarının soyundan g e l d i ­
ğini iddia etti."
Hariri'nin anlatıcısı Mutarizzi, Sasan kelimesini şöyle
açıklar:

233
S a s a n dilencilerin önderi ve patronudur. Buradaki Sasan,
kral G u s t a s p ' ı n o ğ l u İsfendiyar'ın o ğ l u B a h m a n ' ı n o ğ l u olan
190
ilk Sasan'dır. Ibn e l - M u k a n n a O n d a n ş ö y l e b a h s e d e r :
B a h m a n ö l m e k üzereyken, hamile olan kızı H u m a y ' ı yanına
çağırır. H u m a y ' ı n dillere d e s t a n bir g ü z e l l i ğ i vardır ve o d ö ­
n e m d e Persler arasında, z e k â k o n u s u n d a O ' n d a n üstün olan
k i m s e yoktur. Kral, tacının kızına takılmasını ister ve kendi­
sinden sonra kızının kraliçe olacağını, bir erkek ç o c u k dünya­
ya getirirse, o ğ l u o t u z yaşına g e l e n e kadar ülkeyi y ö n e t m e ­
y e d e v a m e d e c e ğ i n i v e bundan sonra d a y ö n e t i m i o ğ l u n a
d e v r e d e c e ğ i n i emreder. B a h m a n ' ı n o ğ l u Sasan ise çok yakı­
şıklı, terbiyeli, çok akıllı ve her tür beceriye sahip biridir. Z a ­
manı g e l d i ğ i n d e herkes tacı O ' n u n devralacağını d ü ş ü n m e k ­
tedir. B a h m a n ' ı n krallığı H u m a y ' a d e v r e t m e s i y l e , Sasan ç o k
sinirlenir, sarayı terk eder, birkaç koyun satın alarak koyunla­
rı dağlara sürer ve kendisini g ö z ardı e d i p , tacı kızına d e v r e ­
derek aşağılayan babasına karşı d u y d u ğ u öfke y ü z ü n d e n za­
manını Kürtlerin arasında yaşayarak ve koyunları otlatarak
geçirir. O g ü n d e n b u g ü n e , Kürt Sasan v e y a çoban Sasan ta­
birleriyle anılan Sasan ismi koyun sürülerini g ü d e n l e r için
kullanılan bir terim haline g e l d i . Ve bununla bağlantılı olarak
da, S a s a n s o y u n d a n g e l m i y o r olsalar da, dilenciler v e y a kör
ya da tek gözlüler, hokkabazlar, köpekleri v e y a maymunları
eğitip, gösteri d ü z e n l e y e n l e r ve bunun gibi pek çok farklı
türden insanlar gibi ikinci sınıf işler yapanları tanımlamak için
bu terim kullanılmaya başlandı. Böyle ç o k sayıda insan var­
dı; her tür halktan ve sınıftan çok sayıda insan... Ebu Dulaf
Kazraci'nin bir şiiri onlarla ilgilidir ve şiirinde onları, kendi
aralarında kullandıkları ö z e l dilde konuşturur, pazarlıklarını,
hilebazlıklarını ve öykülerini kendi ağızlarından anlattırır. S a -
saniyya adıyla bilinen bu şiir Sahib bin A b b a d tarafından y o ­
rumlanmıştır; okuyucular burada ö z e t olarak s u n d u ğ u m bu
detaylı metni bulabilirler.

234
Yukarıdaki metni okuyarak, "O bir Sasani, ne Müslüman
ne Hıristiyan" deyişinin akla u y g u n g e l d i ğ i ancak Haşaşi is­
m i y l e hiçbir bağlantısının o l m a d ı ğ ı k o l a y c a anlaşılabilir.
A s s e m a n i ' n i n ardından bir başka şarkiyatçı, Les Mines de
191
l'Orient ismindeki derginin ilk sayısında bir m a k a l e ya­
yımladı v e H y d e ' ı n etimolojik savını reddederek, t o d e Vol-
n e y ' e atfettiği, Haşaşiler kelimesinin g e c e bekçisi anlamın­
daki asas kelimesinden türediği savını ortaya attı.
Bunların dışında D o m i n i q u e S e s t i n i ' d e n , Ermeni bir uz­
manın da bu ismin etimolojik kökenini araştırdığını ve keli­
m e y i her çeşit insandan oluşan yığın a n l a m ı n a g e l e n habash
habash teriminden türettiğini d u y d u m .
Ş a y e t konuyla ilgili s a d e c e varsayımlardan y o l a çıkarsak,
bu iki etimolojik savlardan birincisini kabul edilebilir bulabili­
riz; ancak ikincisini d e ğ e r l e n d i r m e y e bile g e r e k yoktur.
Mariti'nin Historical Memoirs on the Assassins and the
Old Man of the Mountain eserinden önceki sayfalarda bah­
settiğim için, bu yazarın Haşaşilerin isimlerinin kökeni konu­
sundaki en mantıksız etimolojik savlardan birini ön plana çı­
kardığını da e k l e m e m i z y e r i n d e olacaktır. Mariti, bu toplulu­
ğ u n d o ğ r u isminin Arsasides v e y a Arsacides o l d u ğ u n u , ç ü n ­
kü onların aslında Arsacia şehrinin e g e m e n l i ğ i altında bulu­
nan, civar topraklarda yaşayan Kürt kabilelerinin ilk kurucula­
rı olduklarını, S u r i y e ' y e geldikten sonra da Haşaşiler ismiyle
tanındıklarını düşünmektedir. Bu teoriyi çürütmek için z a m a ­
nımızı h a r c a m a y a d e ğ m e y e c e ğ i g ö r ü ş ü n d e y i m .
M é n a g e tarafından sunulan, R o u e n ' d e bir Protestan pa­
pazı olan Etienne L e m o i n e ' y e ait etimolojik savdan hâlâ bah­
s e t m e m i ş o l m a m , okuyucuları şaşırtmış olabilir. S ö z konusu
sav, L e m o i n e ' d e n M e n a g e ' y e yazılan bir mektupta v e M e -
nage'nin d a h a sonra yayınlanan Dictionnaire étymologique
de la langue Françoise (Fransızca Etimolojik Sözlük) eserinde

235
Haşaşiler ismi altında yer almaktadır. Burada bu metnin sa­
d e c e k o n u m u z l a ilgili olan kısmını a l a c a ğ ı m :

[ L e m o i n e diyor ki;] Haşaşi kelimesi, çayırların, çimenlerin


ve bahçelerin kralı a n l a m ı n d a isimlendirilen D a ğ ı n Yaşlı A d a ­
mı yani Haşaşilerin kralından çıkmıştır. G e r ç e k t e n de bu kral,
Lübnan sınırında bir y e r d e , ismini z e n g i n l i ğ i n d e n alan çok
verimli bir toprak parçasına sahipti. Assessa ya da Assissa,
şifalı bitki, otlak ve b a h ç e anlamlarına gelir ve bu kralın hük­
mettiği topraklarda bunlardan b o l c a bulunmaktaydı. Bu zevk
d o l u bahçeler s a y e s i n d e maiyetindekileri nasıl kandırdığını
ve öldükten sonra bütün o güzelliklere s o n s u z a kadar sahip
olacakları s ö z ü n ü vererek, onları nasıl her tür tehlikeyi g ö z e
alacak hale getirdiğini biliyorsunuz. Benjamin O ' n u şeyh el-
haşaşi olarak isimlendirir ve tüm şark O ' n u bu isimle tanır.
O ' n u Haşaşilerin kralı olarak adlandırmamızın nedeni budur.
A m a d a h a ö n c e d e s ö y l e d i ğ i m gibi b u deyiş, yeşilliklerin,
verimli arazilerin ve insanlara sayısız zevk o l a n a ğ ı v e r m e k
için d o ğ a ile sanatın birbirleriyle yarıştığı bahçelerin kralı an­
lamına gelmektedir.

M e n a g e ' n i n y a z d ı ğ ı n a g ö r e b u etimolojik i n c e l e m e Pa-


dua'lı yetenekli Profesör Ferrari tarafından reddedilmiş, o n u n
yerine assassin kelimesini ab assidendo kelimesinden türet­
miştir. M e n a g e ' i n kendisi ise, kelimeyi eski C e r m e n dilinde
bıçak anlamına g e l e n sahs kelimesinden türeten de C a s e n e -
uve'nin g ö r ü ş ü n ü hiç ş ü p h e y e d ü ş m e d e n paylaşmıştır. Fal­
c o n e t de ç o k fazla d e t a y a g i r m e d e n bu etimolojik savın, tıp­
kı L e m o i n e tarafından buradan çıkarılan sonuçlar kadar yan­
lış o l d u ğ u n u söyler (Memoires de l'Academie des Inscripti­
ons et Belles Lettres, cilt XVII, s. 155). Yine de ismi d o ğ r u
olarak g ö s t e r e n tek etimolojik sav budur ve bu ismin d o ğ r u ­
l u ğ u n u kanıtlamayı u m u y o r u m . L e m o i n e İsmaililerin n e d e n
Haşasın olarak adlandırdıklarını bilmiyordu ve ö y l e kötü bir

236
n e d e n ö n e sürmüştü ki; bu y ü z d e n etimolojik savı o n a y g ö r ­
m e d i . Bu isim için ç o k d a h a tatminkâr bir açıklama g e t i r m e ­
yi u m u y o r u m . B u n d a n dolayı iki şeyi g ö s t e r m e l i y i m : birinci­
si, İsmaililer v e y a Batınilerin aynı z a m a n d a Haşaşin olarak
adlandırıldıktan; ikincisi, bu isimle çağırtmalarının n e d e n i .
İlk saptamayı ortaya k o y m a k kolaydır. Burada s a d e c e Ha­
şasın kelimesindeki in takısının ç o ğ u l anlam ifade ettiğini
g ö r m e m i z gerekir. Klasik A r a p ç a d a erkek cins ismin yalın
halinin ç o ğ u l u için una takısı ve d i ğ e r iki hal için de ina takı­
sı kullanılır. G ü n l ü k k o n u ş m a dilinde sondaki a harfi kalkar ve
ismin her hali için s o n a İn konur. Ö r n e k : Müslim'in, M ü s l ü ­
manlar; Müminin, inananlar; Kâfirin, kâfirler. Haşaşin g r a m e r
açısından d a h a u y g u n haliyle Haşaşiyin de b ö y l e c e Haşaşi
kelimesinin ç o ğ u l u olmaktadır. A y n ı kelime kulağa d a h a h o ş
g e l e n ç o ğ u l Haşaşiyya kelimesinin de köküdür. A r a p ç a hak­
kında hiçbir bilgi sahibi o l m a y a n okuyucular için buraya koy­
m a k z o r u n d a kaldığım bu basit açıklamayı takip e d e n parag­
raflarda aklımızdan ç ı k a r m a m a m ı z gerekir.
Ebul Fida, Vakayiname adlı kitabında ve Baha el-Din 5 e -
lahaddin'in Hayatı isimli kitabında, Selahaddin'in 571 yılında
A z a z kalesini k u ş a t m a altına aldığında bazı İsmaililerin O ' n u
ö l d ü r m e y e çalıştıklarını anlatırlar. Bu olay 5 7 0 yılında d ü z e n ­
l e n e n başarısız suikast girişiminin ardından Selahaddin'in bu
tarikatın üyeleri tarafından ikinci k e z tehlikeye d ü ş m e s i ol­
m u ş t u . Ebul Fida'nın konu ile ilgili m e t n i d a h a detaylı oldu­
ğu için, burada O ' n d a n alıntı y a p a c a ğ ı m (Annales Moslemi-
ci, 4. cilt, s. 2 1 , 25).
5 7 0 yılında S a d el-Din G ü m ü ş t i g i n , İsmaililerin lideri Si­
nan'a, S e l a h a d d i n ' i öldürtmesi için büyük miktarda para y o l ­
ladı. Sinan bu iş için çok sayıda a d a m görevlendirdi ve bu
a d a m l a r hiç u m m a d ı ğ ı bir a n d a S e l a h a d d i n ' e saldırmayı ba­
şarmış olsalar da, s o n u c a u l a ş a m a d a n öldürüldüler.

237
571 yılında, Sultan S e l a h a d d i n A z a z ' a ilerledi. Şehri Zil­
k a d e ayının 3. g ü n ü n d e kuşatma altına aldı ve Zilhicce ayı­
nın 11. g ü n ü e l e g e ç i r d i . Kuşatmanın d e v a m ettiği günler­
d e n birinde bir İsmaili üzerine atılarak O ' n u kafasından bıçak­
lamak y o l u y l a yaraladı. Selahaddin hâlâ kendisine saldırma­
ya d e v a m ederek, bıçağını s a p l a m a y a çalışan a d a m ı n elini
tuttu. Bu s a y e d e öldürüldü. Bu sırada ikinci İsmaili sultana
saldırdı v e O d a öldürüldü. A r d ı n d a n g e l e n üçüncüsü d e di­
ğerleriyle aynı kaderi paylaştı. Korku içinde kalan sultan ç a ­
dırına girdi, birliklerindeki askerleri inceledi ve tanımadıkları­
nı uzaklaştırdı.
Ş i m d i artık, Nur el-Din ve S e l a h a d d i n hakkında çok d e ­
192
taylı tarihi bilgiler sunan Kitab el-ravdateyn isimli eserin
sahibi Ebu Ş a m a ' n ı n bu iki olaydan nasıl bahsettiğini g ö r e b i ­
liriz. (Bibliothèque d u Roi'nin A r a p ç a e l y a z m a s ı , n o 7 0 7 A ,
5 7 0 yılı altında, 1 2 7 ' d e n itibaren):

5 7 0 yılında S e l a h a d d i n H a m a t ' a ilerledi v e C e m a z i y e l a -


hir ayının ilk g ü n ü n d e şehri e l e geçirdi. Buradan H a l e p ' e y ö ­
neldi ve aynı ayın 3. g ü n ü n d e şehri kuşattı. Şehrin sakinleri
kendilerini ç o k u m u t s u z bir d u r u m u n içinde buldukları ve
y a r d ı m a m u h t a ç oldukları için İsmaililere başvurdular ve o n ­
lara toprak s ö z ü verip, türlü türlü kıymetli hediyeler sundu­
lar. Bir g ü n hava ç o k s o ğ u k k e n ve kış kendini iyice hissettir­
mişken, bu hainlerin en azılılarından birkaçı çıkageldi. T o p ­
rakları İsmaililerinkiyle y a n y a n a olan Buktiş emiri Nasih el-
Din Kumartekin onları ilk fark e d e n o l d u . Emir onlara, " N e
yapıyorsunuz, hiç k o r k m a d a n buraya g e l m e y e nasıl cüret
e d i y o r s u n u z ? " d e d i . O n l a r d a O ' n u öldürdüler; emiri koru­
m a y a çalışan bir a d a m ı da yine onlar tarafından yaralandı. İç­
lerinden biri sultana saldırmak için ö n e atıldı a m a emir Tuğ­
rul Kazandar hiç hareket e t m e d e n ve hiçbir ş e y s ö y l e m e d e n
kararlılıkla O ' n u bekliyordu ve yanına g e l d i ğ i n d e kılcıyla ka-

238
fasını kesti. Diğerleri ise p e k ç o k a d a m ı ö l d ü r d ü k t e n sonra
ancak öldürülebildiler ve karşılarına çıkan her insan büyük bir
tehlikeye atılmış oluyordu. İşte bu hal içinde Tanrı sultanın
hayatını (bu kelime orijinal m e t i n d e s o n nefes olarak yazıl­
mıştır) el- Haşaşiye'nin hançerlerinden korudu.

Yazar burada son nefes m a n a s ı n a g e l e n huşaşa ile haşa-


şinin ç o ğ u l u haşaşiye arasında kelime o y u n u yapmıştır. Ve
belki de bu kelime o y u n u n u y a p a b i l m e k için İsmail'i1er yeri­
ne bu ismi kullanmayı tercih etmiştir.
İkinci olayın anlatımıyla d e v a m ediyoruz. A y n e n yazıldı­
ğı gibi aktarıyorum (Bibliothèque du Roi'nin A r a p ç a el y a z ­
ması, no 7 0 7 A, 571 yılı altında, 1 3 7 ' d e n itibaren):

Haşaşilerin sultanın hayatını s o n a erdirmek için denedik­


leri ikinci girişimin anlatıldığı b ö l ü m : bu seferki A z a kuşatma­
sı esnasında oldu; ilki H a l e p ' i n ö n ü n d e gerçekleşmişti.

İmad el-Din'in anlattığına g ö r e , Z i l k a d e ayının 11. g ü n ü ,


haftanın ilk gününün gecesinde Haşaşiler sultana, Azaz
ö n ü n d e kurduğu k a m p t a saldırdılar. Emir Cevali A s a d i ' n i n
çadırı birliklerin o l d u ğ u yerin h e m e n yanındaydı ve sultan
birlikleri d e n e t l e m e k , en ö n e m l i g ö r d ü ğ ü hususlar konusun­
da emirler v e r m e k ve savaşçıların isteklerini artırabilmek için
bu çadıra gitti. Askerlere hediyeler d a ğ ı t m a k ve onları yakın­
da içine girecekleri vahşi o r t a m a hazırlamakla m e ş g u l k e n ,
birkaç Haşaşi asker kılığına girmiş olarak orada beklemektey­
di ve askerler sultanın h e m e n yakınında sıralar halinde dizil­
mişlerdi. A n i d e n Haşaşilerden biri sultanın üstüne atıldı ve
hançeriyle O ' n u kafasından bıçakladı. Miğferindeki demir
plakalar sultanın kafasının yara almamasını sağladı, s a d e c e
y a n a ğ ı hafif şekilde yaralanmıştı. Kontrolünü k a y b e t m e y e n
sultan Haşaşinin kafasını tuttu ve elleriyle k e n d i n d e n uzak­
laştırdı. A r d ı n d a n a d a m a d o ğ r u atıldı ve üstüne çullandı;
tam o e s n a d a S e y f el-Din Yazkuy ortaya çıkarak Haşaşiyi öl­
d ü r d ü ve O ' n u parçalara ayırdı. Bu sırada bir diğeri ortaya
çıktı a m a Minkilan'ın o ğ l u emir D a v u d yetişti v e O ' n u dur­
durdu. B o ğ u ş m a esnasında Haşaşi o n u g ö v d e s i n i n y a n tara­
fından yaraladı ve bu yara O ' n u birkaç g ü n sonra ö l d ü r d ü .
A r d ı n d a n ü ç ü n c ü s ü ortaya çıktı. Ebul-Favaris'in o ğ l u emir Ali
O ' n u kollarından yakaladı ve koltuk altlarından sarıp sıkıca
tuttu. Haşaşi'nin elleri arkada kalmıştı; bu y ü z d e n herhangi
bir h a m l e ya da bu d u r u m d a n kendisini kurtarabilecek bir ha­
193
reket y a p m a şansı y o k t u . Emir bağırdı: "Beni d e O ' n u n l a
öldürün. Ç ü n k ü bana ö l ü m c ü l bir yara açtı, beni g ü ç t e n yok­
sun bıraktı, d ö v ü ş e c e k halim k a l m a d ı . " A r d ı n d a n Şirkuh'un
o ğ l u Nasır el-Din a d a m a kılcını sapladı. Bu sırada çadırdan
bir başkası çıktı ve ö n ü n e çıkan herkesi ö l d ü r m e y e hazır bir
h a l d e k o ş m a y a başladı; a m a o r d u muhafızları O ' n u n üstüne
çullanıp, öldürdüler.
Anlatımın kalanını aktarmıyorum. Yazar bundan sonra,
kadı Fadıl'a ait, aynı olaydan b a h s e d e n ve Haşaşilerin sulta­
na s a d e c e bir çizik atabildiklerini ve sultanın s a d e c e birkaç
d a m l a kan akıttığını s ö y l e y e n m e k t u b u n d a n bir b ö l ü m aktar­
maktadır.
Şarklıların g e l e n e ğ i o l d u ğ u ü z e r e en s o n d a yazar, aynı
olaydan b a h s e d e n bir başka yazar olan İbn A b i Tayy'ın anla­
tımını da aktarır. Tekrarlamalar barındırsa da bu anlatımı da
t e r c ü m e e t m e l i y i m . Ç ü n k ü bu a n l a t ı m d a kullanılan tabirler
g ö z ö n ü n e a l m a y a değerdir. (Bibliothèque d u Roi'nin A r a p ­
ça el y a z m a s ı , no 707 A, 571 yılı altında, 137'den itibaren):

Ravdateyn'in yazarı, İbn A b i Tayy kendini ş ö y l e anlat­


maktadır der: Sultan Bazakha v e Manbij'i e l e geçirince, H a -
lep'in ileri gelenleri sahip oldukları kalelerin ve korunaklı böl­
gelerinin birbiri ardına d ü ş e c e ğ i n i ve güçlerinin kaçınılmaz
olarak tükeneceğini anladılar. Bu y ü z d e n eski entrikalarına

240
tekrar başvurdular ve y i n e sultan için tuzaklar hazırlamaya
başladılar. Bunların s o n u c u olarak Haşişa Efendisi [bu tabiri
ileride a n l a t a c a ğ ı m ] S i n a n ' a ikinci bir m e k t u p yazdılar ve p a ­
rayla O ' n u kazanarak, sultanı ö l d ü r m e k ü z e r e adamlarını y o l ­
laması için O ' n u ikna ettiler. Sinan (Allah O ' n u n cezasını ver­
sin!) derhal birkaç a d a m ı n ı g ö r e v l e n d i r d i . A d a m l a r S e l a h a d -
din'in o r d u s u n a katıldılar ve birer asker kılığına girdiler. D i ­
ğ e r savaşçılarla kaynaştılar, askeri o p e r a s y o n l a r d a y e r aldılar
ve büyük cesurluklar sergilediler. Görevlerini başarmak için
en u y g u n anı y a k a l a m a u m u d u y l a sultanın adamlarıyla yakın
ilişkiler k u r m a y a ö z e n gösterdiler.

Bir g ü n sultan emir C e v a l i ' n i n çadırında iken, dışarıda


k a v g a başladı ve sultan kavgayı izliyordu. Bu sırada Haşaşi-
lerden biri O ' n a saldırdı ve hançeriyle sultanın kafasına bir
h a m l e yaptı. Sultan Haşaşilerden g e l e c e k sürpriz bir saldırı­
d a n kuşkulandığı için, zırhını hiç çıkarmıyordu ve başını her
z a m a n m e t a l plakalar ile koruyordu. Haşaşinin hançeri sulta­
nın başını koruyan m e t a l plakaları g e ç e m e d i ve metal koru­
m a n ı n farkına varan Haşaşi hançeri d a h a a ş a ğ ı y a y a n a ğ ı n a
d o ğ r u kaydırdı v e b u n e d e n l e sultanın y ü z ü k a n a m a y a baş­
ladı. Bu, sultanı afallattı. Bu anı d e ğ e r l e n d i r m e k isteyen Ha­
şaşi sultanın üzerine atıldı ve kafasını tutup kendine d o ğ r u
çekti v e b ö y l e c e O ' n u y e r e d ü ş ü r d ü . A r d ı n d a n üzerine çul­
194
lanarak b o ğ a z ı n ı k e s m e y e ç a l ı ş t ı . Sultanın çevresindekiler
bir nevi ş o k halindeydiler ve yerlerinden kımıldayamıyorlar-
dı. O a n d a S e y f el-Din Yazkuy ortaya çıktı. Bazıları, sonradan
g e l m e d i ğ i n i , z a t e n başından beri o r a d a o l d u ğ u n u söylerler.
Kılıcını çekti ve Haşaşiye saplayarak O ' n u öldürdü.
A r d ı n d a n bir başka Haşaşi çıktı ve sultana d o ğ r u koştu.
A m a e m i r Kürt Minkilan ö n ü n e çıktı v e kılcını O ' n a sapladı.
Yalnız bu e s n a d a Haşaşi erken davranıp Minkilan'ı alnından
yaralamayı başardı. Minkilan O ' n u öldürdü a m a Haşaşinin

241
açtığı yara y ü z ü n d e n kendisi d e birkaç g ü n sonra öldü. A r ­
d ı n d a n başka bir Batıni d a h a ortaya çıktı; Ebul-Favaris'in o ğ ­
lu e m i r Ali'nin y a n ı n d a duruyordu. Emir, Batıni'nin üstüne
çullandı a m a Batıni h a m l e y a p a b i l m e k için d e b e l e n m e y e
başladı. Ali Batıni'yi koltuk altlarından kavrayıp sıktı, b ö y l e c e
elleri arkada kalan Batıni'nin kendisine bir h a m l e y a p m a şan­
sı kalmamıştı. A r d ı n d a n emir Ali bağırdı: " Ö l d ü r ü n O ' n u !
Beni de O ' n u n l a birlikte öldürün." Şirkuh'un o ğ l u Nasır el-
Din ö n e çıktı ve kılıcını Batıni'nin karnına sapladıktan sonra,
a d a m d ü ş ü p ö l e n e kadar kılıcı her y ö n e çevirdi. Ebul Fava-
ris'in o ğ l u Ali b ö y l e c e kurtuldu. A r d ı n d a n başka bir Haşası­
nın k a ç m a y a çalıştığı fark edildi a m a sultanın dayısı emir Şi-
bab el-Din M a h m u d tarafından ö n ü kesildi. Batıni e m i r d e n
kurtulabilmek için arkasına d ö n d ü a m a emirin adamları O ' n a
d o ğ r u koştular ve kılıçlarıyla O ' n u parçalara ayırdılar. Sultana
g e l i n c e ; O da h e m e n atına atlayıp, çadırına geri d ö n m ü ş t ü .
G i d e r k e n y a n a ğ ı n d a n kan akıyordu.scanned by darkmalt1

Ravdateyn'in yazarı bu anlatılanlara biraz d a h a ilave y a p ­


maktadır:

5 7 2 yılında barış ortamı s a ğ l a n d ı ğ ı n d a , sultan savaş es­


nasında İsmaililerin kendisine nasıl saldırdıklarını ve onlar­
d a n alması gerektiği intikamı hatırladı. Ramazanın 19'unda
C u m a g ü n ü y o l a çıktı, M a s y a t kalesini kuşattı v e İsmaililerin
üzerine en seçkin askerlerini sürdü. Ç o k sayıda insan öldür­
d ü , p e k ç o ğ u n u d a esir alıp y a n ı n d a g ö t ü r d ü , dayısı H a m a t
prensi Şibab el-Din M a h m u d bin Tekiş araya girip durmasını
s ö y l e y e n e kadar evleri yakıp yıktı, binaları yerle bir etti, eş­
yaları yağmalattı. A r a y a girmesini İsmaililer istemiş, k o m ş u
olduklarını söylemişlerdi. S o n u ç t a sultan intikamını almış v a ­
ziyette, İsmaililerin ülkesinden çekildi.

Az ö n c e okuduklarımızdan sonra, Haşaşiler, Batıniler ve


İsmaililerin aynı halk ya da başka bir deyişle aynı tarikat o l -

242
oluklarını kanıtlamaya p e k fazla g e r e k kalmadı. İbn Abi
Tayy'ın ilk iki ismi birbirinin yerine kullandığını ve Ravda-
feyn'in yazarının da ö n c e d e n Haşaşiler (el-Haşaşiye) olarak
adlandırdığı insanlardan İsmaililer ismiyle bahsettiğini gör­
dük.
Bu g e r ç e ğ i kanıtlamak için başka bulgulara bakmanın bir
anlamı olmayacaktır. S a d e c e , İ s p a n y a ' d a y a ş a m ı ş olan A r a p
tarihçi İbn el-Katib'in halife A m i r b i - A h k a m ' ı n hunharca öl­
dürülüşünden bahsederken, O ' n u Haşaşilerin öldürdüklerini
söylediğini, ö t e y a n d a başka tarihçilerin, m e s e l a Ebul-Fi-
d a ' n ı n , Mirkvand'ın ve Makrizi'nin, prensin İsmaililer, Batıni-
ler v e y a Nazariler [Nizariler] tarafından ö l d ü r ü l d ü ğ ü n ü söyle­
m i ş olduklarını belirtmekte fayda vardır. En s o n d a y a z d ı ğ ı m
terimi d a h a sonra a ç ı k l a y a c a ğ ı m .
Benim fikrime g ö r e ; haşaşi ve ç o ğ u l hali haşaşin tabirle­
rinin, heysessini, assassini ve assissini kelimelerinin z a m a n l a
d e ğ i ş m i ş hali olduklarına hiç ş ü p h e yoktur. A r a p ç a şin takısı­
nın, Latinceyi kullanan bütün yazarlarımız tarafından s olarak
ve Yunan tarihçiler tarafından da s i g m a harfi ile çevrilmesi
şaşırtıcı değildir. Ç ü n k ü başka bir seçenekleri y o k t u . Şin takı­
sının, Fransızcadaki ch takısından d a h a zayıf bir v u r g u y l a söy­
lendiğini d e g ö z ö n ü n e a l m a m ı z gerekir. G e r ç e k t e n sorulma­
sı g e r e k e n soru, İsmaililer ya da Batınilerin n e d e n Haşaşiler
şeklinde isimlendirildikleridir. Ele a l a c a ğ ı m ikinci konu budur
ve bu soruyu bir varsayım ile a m a b a n a g ö r e o l d u k ç a m a n ­
tıklı bir varsayım ile c e v a p l a y a c a ğ ı m .
M u h t e m e l e n L e m o i n e , İsmail ilerin Haşaşiler olarak ad­
landırıldıktan, A r a p yazarlara ait bazı metinler g ö r m ü ş ve is­
min haşiş kelimesinden türediğinin kesin o l d u ğ u n u g ö r m ü ş ­
tür. Haşiş, ot, y e m anlamlarına gelmektedir. Bununla birlikte,
kelimenin anlamı ile Haşaşilerin tarihleri arasında bir bağlan­
tının o l d u ğ u n a dair bir b u l g u o l m a d ı ğ ı için L e m o i n e , ot, y e m

243
a n l a m ı n a g e l e n haşiş kelimesinin, çayır, otlak, b a h ç e olarak
da anlaşılabileceğini düşünmüştür. Bu yanlış çıkarım, ö n e
s ü r d ü ğ ü etimolojik savın diğer uzmanların g ö z ü n d e d e ğ e r ­
siz bulunmasına n e d e n olmuştur. Ç ü n k ü İsmaililerin A r a p ç a -
da Haşaşiler olarak adlandırdıklarını kanıtlayan, herhangi bir
A r a p yazara ait orijinal metin gösterememiştir. D a ğ ı n Yaşlı
A d a m ı n ı şeyh el-assisin olarak adlandıran Tudela'lı Benja-
min'in iddiasına yer verdikten sonra, sonradan bütün şarkta
bu şekilde adlandırıldığını söylese d e , belki de g e r ç e k t e n
m e ş h u r hahamın yazdıklarından başka bir kaynak bilmiyor­
du.
L e m o i n e , şarklıların belli d e r e c e l e r d e sarhoşluk hissi ver­
m e k için, saf olarak ya da karışım halinde kullandıkları m a d ­
deler arasında, haşaş ya da haşaşa adıyla bilinen bir m a d d e ­
nin o l d u ğ u n u bilmiyordu. Chrestımathie Arabe isimli e s e ­
rimde, Makrizi'nin Mısır ve Kahire'nin Tarihsel Açıdan De­
ğerlendirilmesi isimli eserinden, g e n e l olarak haşaşa, ot ola­
rak bilinen a m a tam ismi haşaşat el-fukara, fakirlerin otu olan
bir uyuşturucu m a d d e d e n bahsettiği b ö l ü m ü yayınlamıştım.
M a k r i z i ' y e g ö r e , bu isim kenevir yaprağı için kullanılıyordu
v e aynı görüşü Prosper A l p i n d e ö n e sürmüştür ki; b e n c e
O ' n u n yazdıklarını burada kelimesi kelimesine a k t a r m a m ı z
gerekiyor (De Medic. Aegypt, s. 258, 2 6 1 ) :
Mısırlıların, kendilerini bu tarz hallere s o k m a k için, H i n ­
distan'ın yakın bölgelerinden getirilen bernavi olarak adlan­
dırılan ilaç, bers ve de boza gibi çeşitli uyuşturucu m a d d e l e r
kullandıklarını b i l m i y o r d u m . A m a bu tip m a d d e l e r i n arasın­
da en y a y g ı n olarak kullandıkları, kenevir y a p r a ğ ı n d a n başka
bir şey o l m a y a n ve assis195 adı verilen maddedir. Bu kelime­
nin anlamı ottan başka bir şey değildir; d e m e k ki kenevir ile
ot eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Uyuşturucu madde al­
mak d e m e k yerine ot almak deyiminin kullanılmasının n e d e -

244
ni, kenevirin fantastik rüyalar g ö r m e k için kullanılan ilk uyuş­
turucu m a d d e o l m a s ı n d a n y a d a d i ğ e r bütün uyuşturucu
m a d d e l e r d e n d a h a y ü k s e k d e r e c e d e etkiye sahip olmasın­
d a n kaynaklandığını d u y d u ğ u m u d a h a ö n c e d e s ö y l e m i ş t i m .
Assis, kenevir yaprağı ile ılık s u y u n karıştırılıp, ezilmesiy-
le oluşan bir tozdur. H a p şeklinde fındık b ü y ü k l ü ğ ü n d e beş
ya da d a h a fazla sayıda a ğ z a atılır ve yutulur. Bir saat içinde
haplar etkisini gösterir ve hapları yutanlar bir çeşit sarhoşlu­
ğa kapılır ve her tür çılgınlığı y a p a b i l e c e k bir hale girerler.
Arzuladıkları rüyalara kavuşmanın tadını çıkararak, uzun süre
kendilerinden g e ç m i ş h a l d e kalırlar. Ö z e l l i k l e orta sınıf halk
bu uyuşturucuya düşkündür; ç ü n k ü diğerlerinden d a h a ucu­
za mal olur. Kenevirin bu şekilde uyuşturucu bir etkiye sahip
olması sizi şaşırtmamış olmalı; ç ü n k ü Galien ilk kitabı De
alim. Facult.'da, kenevirin beyni u y u ş t u r d u ğ u n u ve inanıl­
m a z d e r e c e d e etkilediğini yazmıştı. İşte sahip o l d u ğ u b u g ü ç
s a y e s i n d e bu bitki assis ismini aldı.

Kaempfer, İranlıların k e y f olarak adlandırdıkları bu tarz bir


sarhoşluk hissine ulaşabilmek için kullandıkları üç m a d d e y i
anlatır. Bitkiler â l e m i n d e n g e l e n bu maddeler, tütün, afyon
ve kenevirdir. Keneviri şu şekilde anlatır (Amoenitatum exo-
ticarum, L e m g o , 1712, s. 645):
Ş i m d i keneviri a n l a t a c a ğ ı m . D e ğ i ş i k türlerde uyuşturucu
maddeleri kullanmayı sevenler y a d a afyonun tadından hoş­
lanmayanlar, bu şekilde kendilerinden g e ç m e k için kenevir
kullanırlar. Bunun bizim kenevirimiz ile aynı o l u p o l m a d ı ğ ı n ı
ya da Hortus Malabaricus'un (10. cilt, s. 119) yazarları tara­
fından tanımlanan bang adlı değişik bir tür o l u p o l m a d ı ğ ı n ı
burada ele a l m a y a c a ğ ı m . Bildiğim kadarıyla, bir kabuk için­
de erkek ve dişi o l m a k üzere iki t o h u m olan bizdeki kenevi­
re ç o k benzemektedir. Bununla birlikte, bu bitkinin sahip o l ­
d u ğ u özel etkinin toprak v e iklime bağlı o l d u ğ u n u düşün-

245
m e k t e y i m . Bu d o ğ a l z e v k maddesini sağlayan bitkinin par­
çaları, şadaneh adı verilen t o h u m u , cars adı verilen poleni ve
bang ismiyle tanınan yapraklarıdır... Yapraklar s o ğ u k s u d a
d e m l e n e r e k kullanılır. Bu suyu içmek derin bir sarhoşluk his­
si ile birlikte keyif verir. Hindistan sınırındaki bir h a n d a tanış­
tığım dört dervişten g ö r d ü ğ ü m değişik hazırlanış teknikleri­
ni burada a n l a t a c a ğ ı m . . . Bazıları yaprağın tozunu bir şurup
içinde e z i p , h a p haline getiriyorlar ve bu hapları yutarak
amaçlarına ulaşıyorlar. Uyuşturucu m a d d e hazırlama y e t e n e ­
ğ i n e sahip olan insanların Iran ve H i n d i s t a n ' d a banghi olarak
adlandırılmaları, en kıymetli uyuşturucu m a d d e olan kenevir
yaprağı ile olmuştur.
C h a r d i n bizlere, İran'da tütün yoluyla sarhoş o l m a k iste­
y e n insanların, tütünün içine kenevir tohumları attıklarını ve
bunun beyni uyuşturduğunu, kısa z a m a n d a insanın başını
d ö n d ü r d ü ğ ü n ü anlatır (Voyage de Chardin, Paris, 1811, 3.
cilt, s. 302).
H o e s t ve Lampriere'nin tespit ettikleri ü z e r e kenevir,
Barbar Kumsalları ve Fas'ta da uyuşturucu m a d d e olarak kul­
lanılmıştır ve burada da haşaş olarak adlandırılmaktadır. L e o
Africanus s ö z konusu m a d d e d e n I'hasis şeklinde bahset­
mektedir ki; s a d e c e bir harf farkı vardır. Dr. Russell'in belirt­
tiği üzere, H a l e p ' t e d e aynı a m a c a h i z m e t e d e r v e aynı isim­
le tanınır. Bunun haricinde pek çok ülkede hatta Afrika'da bi­
le bu a m a ç l a içildiği bilinmektedir.
[Niebuhr Description de l'Arabie, s. 5 0 ' d e ş ö y l e der] Sı­
radan Araplar da tıpkı şehirlerde yaşayan insanlar gibi keyf
y a p m a k istemektedirler, bu onların e ğ l e n c e s i d i r a m a kuvvet­
li içkileri satın a l m a y a güçleri y e t m e d i ğ i için ve zaten ç o ğ u
z a m a n bunları bulamadıkları için, haşaş içerler. Bu, Forskal ve
bizden ö n c e şarka g i d e n tarihçilerin kenevir yaprağını tanım­
lamak için kullandıkları bir ot türüdür. Bu m a d d e y e düşkün

246
olanlar, onun cesareti artırdığını söylerler. Bunun bir ö r n e ğ i ­
ni A r a p hizmetçilerimizden birinde g ö r d ü k . Haşaş içtikten
sonra, karşısına dört asker çıktı ve birdenbire onları kovala­
y ı p kaçırmayı kafasına taktı. A s k e r l e r d e n biri O ' n u iyi benzet­
ti ve e v i n e g ö t ü r d ü . Bitkin bir h a l d e o l m a s ı n a r a ğ m e n hâlâ
sakinleşememişti ve dört askerin karşısında d u r a m a y a c a ğ ı n ­
dan oldukça emin görünüyordu.
Mısır'da yetişen kenevirle ilgili olarak Forskal ş ö y l e der
{Flor. Aeg. Ar., s. 1 ve d e v a m ı ) : Cannabis. Arab. Sjadanek.
Colitur passim; floret fine april; folia ad usus medicos; semi-
196
na inebriantia. üsus textorum ignorantur.
Olivier de M ı s ı r ' d a bahsederken şu cümleleri kullanır
(Voyage dans l'empire Othoman, 2. cilt, s. 169):
Bu insanlar afyon yerine kenevir yaprağını kullanıyorlar,
çünkü ç o k d a h a u c u z . Ezilerek t o z haline getirildikten sonra,
bal ile bazen de bazı aromalı katkı maddeleriyle karıştırılıp,
h a p haline getiriliyorlar. Bu hapları keyif versin diye yutuyor­
lar ancak, kullananlarda en sık g ö r ü l e n etkileri çıldırma, uyu­
şukluk, bitkinlik ve ö l ü m oluyor. O y s a bu bitkiler M ı s ı r ' d a ç o k
iyi yetişmiyor.
A y n ı g e z g i n , İran'daki k a h v e h a n e l e r d e afyondan y a p ı l m a
bazı karışımların kullanımından bahsettikten sonra ş ö y l e d e ­
v a m ediyor {Voyage dans l'empire Othoman, 3. cilt, s. 156):
Aynı k a h v e h a n e l e r d e , çok d a h a g ü ç l ü v e çok d a h a sar­
h o ş edici bir içki de ikram ediliyor: bildiğimiz kenevirin t o ­
humları ve yapraklarından yapılıyor, içine de biraz kargabü-
ken ilave ediliyor. Başka içkilere tolerans gösteren ya da ta­
m a m e n serbest bırakan kanunlar, bunu kesinlikle yasaklıyor.
Biz İran'dayken, M e h e m e t H a n b u m a d d e y i dağıtan v e kul­
lananları ö l ü m l e cezalandırdı.
Sonnini, A v r u p a keneviri ile haşaşanın yapıldığı M ı s ı r ' d a
yetişen bitki arasında ayrım yapıyor gibi görünmektedir. Bu-

247
nu tartıştığı metin çok uzun olsa da, tamamını buraya alıyo­
rum (Voyage dans la haute et basse Egypte, 3. cilt, s. 103):

Kenevir kuzey Mısır'ın aynı bölgesindeki düzlüklerde y e ­


tiştirilmektedir; a m a A v r u p a ' d a o l d u ğ u gibi bu bitkiden iplik
e l d e etmiyorlar, o y s a edebilirlerdi. Yine d e oldukça y a y g ı n
bir şekilde kullanılan bir bitki. Sarhoş edici içkilerin y o k l u ğ u n ­
da Araplar ve Mısırlılar bu bitkiden türlü türlü şeyler hazırla­
yarak, sarhoş oluyor, kendilerine keyif v e r e n ve z e v k dolu rü­
yalar görmelerini sağlayan hülyalı bir hale giriyorlar. D ü ş ü n ­
me y e t e n e ğ i n i n bu şekilde kaybolması ve ruhun hülyalı bir
hale girmesi, şarap ve bazı kuvvetli içkilerin n e d e n o l d u ğ u
halden farklıdır ve dilimizde bunu kesin olarak tanımlayacak
bir k e l i m e yoktur. Araplar b e d e n e h a z v e r e n ve zihni uyuş­
turarak keyif veren bu hali tanımlamak için keyf kelimesini
kullanıyorlar.www.cizgiliforum.com

Keneviri hazırlamanın en y a y g ı n y o l u , meyvelerini etrafı­


nı ç e v r e l e y e n kabuksu zarla birlikte iyice ezmektir. O r t a y a çı­
kan e z m e ardından bal, biber ve hindistancevizi ile kaynatı­
lıyor ve bu karışım fındık büyüklüğündeki haplar haline g e t i ­
rilerek yutuluyor. Kenevirin verdiği sarhoşlukla acılarından
uzaklaşan fakir insanlar ise t o h u m kapsüllerini su ile karıştı­
rıp, ezerek, ortaya çıkan lapayı yiyorlar. Mısırlılar ayrıca hiç­
bir ş e y katmadan da bu tohumları yiyorlar. Bunun y a n ı n d a iç­
tikleri tütünün içine bile karıştırıyorlar. Bazen tohumları ata­
rak t o h u m kapsüllerini ezerek t o z haline getiriyorlar. Tozu ay­
nı miktarda tütünle karıştırarak, İran p i p o s u n u n çok kaba ve
basit bir taklidi olan bir çeşit pipoyla içiyorlar. Pipo i ç m e k d e ­
d i ğ i m i z içi boş, o y u l m u ş ve su ile d o l d u r u l m u ş bir hindistan­
cevizi kabuğunun içinden çekilen ekşi v e sarhoş e d e n d u ­
m a n d a n ibarettir. Bu i ç m e tekniği, g ü n e y Mısır'daki kadınlar
arasındaki en y a y g ı n e ğ l e n c e l e r d e n biridir.

248
Mısır keneviri bizimkine çok b e n z e m e s i n e karşın, o n u
ö z e l y a p a n bazı özellikleriyle bizimkinden farklılık göster­
197
mektedir. Bu keneviri Avrupa keneviri ile dikkatli bir şe­
kilde kıyasladığımızda, sapının d a h a kısa o l d u ğ u n u ve yük­
seklikteki bu eksiğini kalınlığıyla kapattığını görürüz. Dolayı­
sıyla çapı ç o ğ u n l u k l a iki inçten d a h a fazla olan g ö v d e s i ve en
d i p t e n başlayan sayısız dalıyla d a h a çok bir çalıyı andırmak­
tadır. Yaprakları da d a h a g e n i ş ve tırtıklıdır. Bitkinin t a m a m ı ­
nın keskin bir kokusu vardır ve meyveleri d a h a ufak ve aynı
z a m a n d a da Avrupalı akrabasınınkilerden d a h a fazla sayıda­
dır.
Bütün bu anlatılanlardan sonra, İsmaililerin Haşaşiler ola­
rak adlandırdıklarını, çünkü haşaş kullandıklarını, bunun tıp­
kı bang (Kaempfer'in söylediği gibi bang de kenevir yaprak­
larından y a p ı l m a bir uyuşturucu m a d d e olsa ya da d i ğ e r ya­
zarların s a v u n d u ğ u gibi datura adı verilen uyuşturucu bir bit­
kinin ö z ü olsa da), afyon ve g e n e l olarak tariak olarak adlan­
dırılan diğer uyuşturucuları kullananların bangi, afyuni, tariaki
şeklinde isimlendirilmelerine benzediğini kolaylıkla söyleye­
biliriz.
Ve haşaşın İsmaililerin arasında kullanıldığı ile ilgili söyle­
diklerim, Makrizi'nin aşağıdaki metni ile doğrulanmaktadır
(Silvestre de Sacy, Chrestomathie Arabe, Paris, 1806, 1. cilt,
s. 130; 2. cilt, s. 133):
Bu d ö n e m d e (795 yılı) Kahire'ye, haşaşayı balla karıştıra­
rak hazırlayan ve içine a d a m o t u kökü ve bu tarz başka kuru
uyuşturucu m a d d e l e r katan, Mülhidlerin tarikatına yani İran
İsmaililerine m e n s u p bir a d a m g e l d i . Bu karışıma ukda (anla­
mı jel, şekerleme) diyordu ve gizlice satıyordu.
Haşası ve Haşhaş terimlerinin de haşaş v e y a haşaşa ke­
limelerinden türediğini belirtmekte de fayda vardır. K e l i m e ­
nin en eski halinin [haşaşi] nasıl kullanıldığını alıntı y a p t ı ğ ı m

249
çeşitli m e t i n l e r d e g ö r d ü k v e aşağıdaki s ö z ü söylerken M a k -
rizi'nin aklında tam olarak bizim kastettiğimiz şey vardı
(Chrestomathie Arabe, 1. cilt, s. 129, 2. cilt, s. 132): " S a d e c e
düşük sınıftan insanların bu m a d d e y i kullandıkları zamanları
biliyorum. Hatta kendileri istemeseler d e , bu m a d d e n i n is­
198
m i n d e n türemiş bir isimle ç a ğ ı r ı l ı r l a r d ı . " Haşhaş Ebul-Su-
rur'un o ğ l u Ş a m s el-Din M u h a m m e d ' e ait aşağıdaki metin­
de g e ç m e k t e d i r {Notices et Extraits des Manuscrits, 1. cilt, s.
274): "Büyük kanalın ü s t ü n d e n g e ç e n y e n i köprü, haşhaş
köprüsü olarak bilinir {kantarat el-haşhaşin), çünkü burası Ka­
hire sakinleri arasındaki m a s t u l a r ı n (sarhoşlar anlamında) ha-
şaş aldıkları yerdir."
Haşasın ve haşhaşın kelimeleri Joinville'e g ö r e assissini
ve assassini kelimelerinin ortaya çıkmasını sağlamıştır.
A n c a k az ö n c e anlattıklarıma iki farklı şekilde itiraz edile­
bileceğini g ö z ardı e d e m e y e c e ğ i m : ilki; haşaşin n e d e n oldu­
ğ u sarhoşluğun s a d e c e uyuşturucu etkisi o l d u ğ u , cesareti
ateşleyen ve cüretkâr ve tehlikeli hareketler y a p m a y ı kolay­
laştıran bir etkisi o l m a d ı ğ ı düşüncesidir. İkincisi de Makri-
z i ' y e g ö r e , haşaşin Suriye v e Mısır'a g i r m e s i n i n v e hatta ke­
nevirin uyuşturucu etkisinin keşfinin Haşaşilerin d ö n e m i n d e n
sonra gerçekleştiği görüşüdür.
İlk görüşü c e v a p l a m a k zor değildir. Haşaşilerin liderleri­
ne olan bağlılıkları ve hedeflenen kurbanları öldürebilmek
için hayatlarını tehlikeye attıklarının tespit edilişi; hedeflerine
ulaşabilmek için g ö z e aldıkları tehlikeli yolculuklar; planlarını
gerçekleştirmek için u y g u n anı beklerkenki soğukkanlılıkları
ve ne z a m a n harekete geçeceklerini ç o k iyi belirlemeleri...
Bütün bu gerçekler dış etkilerle bir çeşit cinnet havasına g i ­
ren Hintli A m o k l a r gibi delirmiş insanları ifade e t m i y o r . 1 9 9
D a h a ç o k liderleri tarafından kendilerine açıklanan cennetin
emirlerini yerine g e t i r m e k için hayatlarını feda ettiklerinde,

250
s o n s u z m u t l u l u ğ a ve her tür z e v k e kavuşacaklarına e m i n
olan fanatikleri ifade ediyor. Ve tarihçilerin onlardan b a h s e d i ş
şekilleri de z a t e n budur. Peki, ö y l e y s e haşaşanın bu insanlar
üzerindeki etkisi n e y d i ? Efendileri tarafından kendilerine be-
lirli d o z d a verilen Haşaşa, bu adamlara, yalnızca efendilerinin
bildiği gizli, z e v k v e r e n görüntülerle d o l u , tatlı ve rüya gibi
bir yerin kapılarını açıyor, bu sırada adamlar, M u h a m m e d ' i n
cennetindeki t ü m b e d e n s e l zevkleri tadıyor ya da tattıklarını
hayal ediyorlardı. B u k o n u d a M a r c o P o l o ' n u n d a h a d o ğ r u s u
İtalyan düzeltmeninin yazdıklarına bakalım. A n l a t t ı ğ ı m ş e y e
en iyi açıklama g e t i r e n anlatım budur:

Şimdi D a ğ ı n Yaşlı A d a m ı ' n ı anlatacağım. Mulehet ö n c e ­


d e n , D a ğ ı n Yaşlı A d a m ı olarak adlandırılan bir şahıs tarafın­
d a n işgal edilmiş bir bölgedir. Mulehet terimi Sarazenlerin
dilinde, inançsızların y a ş a d ı ğ ı yer a n l a m ı n a g e l m e k t e d i r ve
burada yaşayan insanlar da bu isimden y o l a çıkarak, tıpkı H ı ­
200
ristiyanların içindeki P a t a r i n l e r gibi kendi dinlerine inan­
201
mayanları ifade e d e n Mulehetikler adını almışlardır. M a r ­
co P o l o ' n u n D a ğ ı n Yaşlı A d a m ı ile ilgili pek çok insandan
d u y d u ğ u budur. B u efendinin ismi Alaodin ' d i 2 0 2 v e M a h o -
m e t yandaşıydı. İki yüksek d a ğ arasındaki bir v a d i y e , var
olan en g ü z e l ağaçlar ve meyvelerle d o l u m u h t e ş e m bir bah­
çe inşa etmişti ve bu bahçenin etrafına, altından süs eşyala­
rı, tablolar ve hepsi ipekten d o k u n m u ş mobilyalarla d e k o r e
ettiği saraylar ve köşkler yaptırmıştı. Bu saraylara farklı nok­
talardan bağlanan kanallardan şarap, süt, bal ve en ç o k da
duru suyun aktığı görülebilirdi. M u a z z a m g ü z e l l i ğ e ve ina­
n ı l m a z çekiciliğe sahip g e n ç kızları buraya getirmişti ve bu
kızlar şarkı s ö y l e m e , her tür müzik aletini çalma, d a n s e t m e ,
h e p s i n d e n önemlisi bir erkeğin hayal e d e b i l e c e ğ i en baştan
çıkarıcı hale g i r m e k o n u s u n d a e ğ i t i m görürlerdi. Bu g e n ç
kızlar her z a m a n , altın ve ipekten elbiselerinin içinde b a h ç e -

251
de ve saraylarda dolanırlarken görülebilirlerdi. Efendinin hiz­
m e t i n d e olan erkekler için ise bu güzellikler kapalı kapıların
ardında gizliydi ve hiçbir z a m a n içeride ne o l d u ğ u n u g ö r e ­
m e z l e r d i . Yaşlı A d a m ı n burayı inşa etmesinin nedeni de buy­
d u : M a h o m e t , isteklerini yerine getirenlerin, dünyadaki bü­
tün z e v k ve mutlulukların, g ü z e l kadınların, içinden süt ve
bal akan ırmakların b u l u n d u ğ u c e n n e t e gideceklerini söyle­
mişti v e b u a d a m d a bir p e y g a m b e r v e M a h o m e t ' i n yolda-
şıymış, dilediği herkesi bu c e n n e t e sokabilirmiş gibi davranı­
y o r d u . Tasvir ettiğimiz b a h ç e y e kimse g i r e m e z d i . Ç ü n k ü va­
dinin girişine zapt e d i l e m e z , ç o k iyi korunan bir kale inşa
edilmişti; içeriye s a d e c e bu kaleden açılan gizli yolla girilebi­
lirdi.

Yaşlı A d a m ı n tahtının etrafında, d a ğ l a r d a yaşayan halk


içinden seçtiği, silah kullanabilecek, cesur ve sadık o l d u ğ u ­
nu d ü ş ü n d ü ğ ü on iki ila yirmi y a ş arası g e n ç erkekler bulu­
nurdu. Sürekli olarak her g ü n bu g e n ç l e r l e M a h o m e t ' i n c e n ­
netinden ve kendisinin dilediği kişiyi oraya sokabilme g ü c ü
o l d u ğ u n d a n bahsederdi. Aklına e s t i ğ i n d e bu g e n ç l e r arasın­
dan bir kısmına uykuya dalmalarını sağlayacak bir içki veril­
mesini e m r e d e r ve delikanlılar uyuşturucunun etkisiyle yarı
ölü bir hale girdiklerinde, inşa ettiği saraylardaki odalara yer­
leştirirdi. Delikanlılar gözlerini açtıklarında, yukarıda tasvir
ettiğimiz t ü m güzellikleri görürlerdi. H e r birinin etrafını, şar­
kı s ö y l e y e n , müzik aletleri çalan g ü z e l kızlar çevreler, onlara
hayal edebilecekleri en büyük b e d e n s e l zevkleri tattırırlar,
enfes tabaklarda y e m e k l e r ve şarap ikram ederlerdi. Tattıkla­
rı t ü m bu zevklerden, gördükleri süt ve şarap akan ırmaklar­
dan, delikanlılar hiç ş ü p h e d u y m a d a n c e n n e t t e olduklarına
inanırlar, orayı hiç terk e t m e k i s t e m e z l e r d i . 2 0 3

B e ş ya da altı g ü n sonra, Yaşlı A d a m onları tekrar uyutur


ve bahçenin dışına taşıtırdı. A r d ı n d a n onları bir araya toplar

252
v e n e r e d e olduklarını sorardı. O n l a r d a "Şükür efendimiz,
c e n n e t t e y d i k " derlerdi. Herkesin ö n ü n d e , gördüklerini anla­
tırlardı. Delikanlıların anlattıkları hikâyeler dinleyen herkesi
büyüler, herkes aynı mutlulukları tatmak isterdi. Yaşlı A d a m
s ö z ü alır, "Bu p e y g a m b e r i m i z i n emridir-, efendisini s a v u n m a k
için m ü c a d e l e e d e n herkes c e n n e t e gider. Eğer b e n i m emir­
lerime itaat ederseniz, sizler de aynı m u t l u l u ğ a erişeceksi­
n i z " derdi. Bu tip konuşmalarla insanları ö y l e s i n e etkilerdi ki;
kendisine hizmet e t m e u ğ r u n d a ölmesini emrettiği kişi ken­
dini şanslı sayardı. Bütün hükümdarlar ve D a ğ ı n Yaşlı A d a m ı ­
nın d ü ş m a n ı olan insanlar, h i z m e t i n d e olan suikastçılar tara­
fından öldürülürdü. Efendilerinin dileklerini ve emirlerini y e ­
rine getirdikleri s ü r e c e hiçbiri ö l ü m d e n k o r k m a z ve sahip ol­
dukları hayatın s o n a e r m e riskini u m u r s a m a d a n en büyük
tehlikelere g ö z ü kapalı kendilerini atarlardı, işte bu y ü z d e n
Yaşlı A d a m t ü m ülkelerde bir zalim olarak korku salmıştı. İki
yardımcısından birini Ş a m ç e v r e s i n d e , diğerini ise Kürdis-
t a n ' d a görevlendirdi. Bu yardımcılar da kendilerine yollanan
g e n ç delikanlılar üzerinde aynı m e t o d u uyguladılar. Bu y ü z ­
d e n bir kişi ne kadar g ü ç l ü olursa olsun, e ğ e r Yaşlı A d a m ı n
d ü ş m a n ı ise, ö n ü n d e s o n u n d a öldürülürdü.
Amalric, H a y t o n , Surlu William, Vitry'li J a m e s , Jean de J o -
inville ve Lübeckli A r n o l d gibi Haşaşiler hakkında yazan bü­
tün yazarlar, g e l e c e k t e k i sonsuz m u t l u l u ğ a k a v u ş m a u m u ­
d u y l a liderlerine körü körüne bağlı olmaları dışında, iradele­
rini neyin yönlendirdiğini bilmiyorlardı (Gesta Dei per Fran-
cos, l.cilt, s. 1062). M a r c o P o l o ' n u n , liderlerinin m u h t e ş e m
b a h ç e s i n e taşıtmak için onlara verilen sarhoş edici bir içkiden
204
bahsediyor oluşu o l d u k ç a ç a r p ı c ı d ı r . Ö n c e d e n kenevir­
d e n uyuşturucu e l d e e t m e n i n , h a p , karışım, likör, tütsü gibi
g ö r d ü ğ ü m ü z her hali haşaşa olarak adlandırılmaktaydı. İşin
g e r ç e ğ i , bu m u h t e ş e m bahçelerin kelimesi kelimesine anla-

253
tıldıgı gibi var o l d u ğ u n a mı, y o k s a bunların uzun süre masal­
larla kandırılan delikanlıların, haşaşanın uyuşturucu etkisiyle
birlikte, hayal güçleriyle ürettikleri görüntüler o l d u ğ u n a mı
inanmalıyız, bilmiyorum. B u g ü n bile kesin olarak bildiğimiz
şey, afyon ya da haşaş alan bir insanın, açlıktan perişan düş­
m ü ş ve ü z ü n t ü d e n kahrolmuş olsa da, kısa bir süreliğine de
olsa mutluluk ve z e v k dolu bir havaya gireceğidir.
Ö n c e k i b ö l ü m l e r d e bahsettiğim, H a s a n ' ı n yaşadığı yer
olan A l a m u t kalesine ve ç e v r e s i n e inşa ettirdiği binalar,
ağaçlar ve bitkiler ve akan sular, m u h t e ş e m bahçesiyle ilgili
efsanelerin yayılmasına katkıda b u l u n m u ş olabilir. Lübeckli
A r n o l d da g e n ç delikanlıların suikastçı o l m a k üzere eğitildik­
205
leri, dağların arasındaki g ü z e l mekânlardan b a h s e d e r .
Ş i m d i Prosper A l p i n ' i n , Mısırlıların afyon, haşaş ve c o ş ­
mak v e rüyalara d a l m a k amacıyla kullandıkları d i ğ e r m a d d e ­
ler ile ilişkilendirdikleri etkiler k o n u s u n d a söylediklerine ba­
kalım. (De Medic. Aegypt., s. 257)
İçlerinden bir kısmı, bir miktar afyon, assis, boza v e y a
bernavi ya da bir tutam bers aldıklarında, rüyalarında sayısız
m e y v e bahçesi v e son d e r e c e çekici v e etkileyici g ü z e l kız­
lar gördüklerini iddia ediyorlar. Diğerleri ise en çok sevdikle­
ri şeyi gördüklerini söylüyorlar; m e y v e bahçelerini izlemeyi
sevenler m e y v e bahçesi, âşıklar sevdiklerini, savaşçılar ise
çarpışmaları...
Halep'in Doğal Tarihi isimli e s e r i n d e Russell, bu afyon
kullanıcılarından birinin d ü ş t ü ğ ü komik d u r u m a tanıklık etti­
ğini anlatır. A d a m kendisinin bir p a ş a o l d u ğ u n u d ü ş ü n m e k ­
tedir. Ç o k gürültü patırtı e t m e d e n salonun şeref b ö l ü m ü n ü
işgal e d e r ve evin sahibi ile senli benli k o n u ş m a y a , kuracağı
h ü k ü m e t l e ilgili detayları anlatmaya başlar, kınadığı bir kişiyi
dövdürür, diğerini h a p s e atar, bazı görevlileri kovar, yerine
başkalarını atar ve arkasında kasıtlı olarak çıkartılan y ü k s e k
sesle rüyalarından uyanıp, mutluluğu son bulana kadar, ken-

254
dişine kuvvetli d o z d a afyondan başka bir ş e y e mal o l m a y a n ,
sahip o l d u ğ u yeni m a k a m ı n ı n tadını çıkarır.
Haşasın sürekli ve kontrolsüz olarak kullanılmasının
d ü ş ü n c e g ü c ü n ü çökerttiği v e İsmaililerin a m a c ı n a h i z m e t
e t m e k için u y g u n bir yol o l m a d ı ğ ı doğrudur. Doktor İbn Bay-
tar'ın bu k o n u d a aktardıkları şöyledir (Chrestomathie Arabe,
1. cilt, s. 127; 2. cilt, s. 131):

Hint keneviri olarak adlandırılan kenevirin üçüncü bir


çeşidi vardır. Bunu Mısır'dan başka bir y e r d e g ö r m e d i m . Bu
bitkiyi b a h ç e l e r d e yetiştiriyorlar ve haşaşa olarak adlan­
dırıyorlar. Bir ya da iki dirhem alındığında, o l d u k ç a yüksek
d e r e c e d e uyuşturucu bir etkisi oluyor. Ö l ç ü s ü z c e kullanılırsa
akıl sağlığını bozuyor. Düzenli olarak bu m a d d e y i kullanan
insanlarda ö l ü m c ü l etkiler görülüyor. M a d d e zihinlerini zayıf­
latıyor ve s o n u n d a c i n n e t e yol açıyor; bazen ö l ü m e kadar
varabiliyor. Dervişlerin bu m a d d e y i çeşitli şekillerde kullan­
dıklarını g ö r d ü m . Bazıları bitkinin yapraklarını kaynatıp, el­
leriyle yoğurarak m a c u n kıvamına getiriyor ve bunlardan h a p
yapıyorlar. Bazıları da kurutup kavuruyor, ardından da elleriy­
le ufalayıp, zarsız s u s a m tohumlarıyla karıştırıyor, üstüne
biraz şeker ilave e d i p , kuru ilaç şeklinde ağızlarına atıyor ve
uzun süre çiğniyorlar. Bir y a n d a n da garip el kol hareketleri
yapıyor, coşuyorlar. M a d d e uyuşturucu etkisini tam olarak
g ö s t e r d i ğ i n d e , bir nevi delilik haline giriyorlar; n e r e d e y s e
deliriyorlar diyebiliriz.

Makrizi'nin alıntı y a p t ı ğ ı bir d i ğ e r doktor A l a el-Din bin


Nafiz de bu uyuşturucunun kullanımının bazı ilkel dürtüleri
harekete geçirdiğini ve ruhsal d u r u m u zayıflattığını ve böy­
l e c e uyuşturucu etkisini g ö s t e r d i ğ i n d e , normal beyinsel
fonksiyonların ç ö k t ü ğ ü n ü ve s o n u n d a normal bir insan gibi
davranamadıklarını söylemektedir (Chrestomathie Arabe, 1.
cilt, s. 127; 2. cilt, s. 131).

255
Makrizi bütün bu anlatılanları kendi gözlemleri ile d o ğ ­
rular ve çağdaşlarındaki ahlak b o z u k l u ğ u n u ve ilgisizliği, öl­
ç ü s ü z haşaşa kullanımına bağlar (Chrestomathie Arabe, 1.
cilt, s. 131; 2. cilt, s. 134).
O l i v i e r ' e g ö r e , e ğ e r bir insan bu m a d d e y i kullanmaya
d e v a m ederse, ortaya çıkacak en belirgin etkilerinin cinnet,
uyuşukluk, bitkinlik v e ö l ü m o l d u ğ u n u g ö r d ü k .
S o n olarak M ı s ı r ' d a bir Fransız general tarafından yayın­
lanan kararnameye g ö z atalım:

Bazı M ü s l ü m a n l a r tarafından, haşaş adı verilen kuvvetli


bir bitkiden yapılan g ü ç l ü likörün kullanımı ve bunun yanın­
d a kenevir t o h u m u n u n dumanının çekilmesi tüm M ı s ı r ' d a
yasaklanmıştır. Bu likörü i ç m e y e ve d u m a n ı ç e k m e y e alışan­
lar d ü ş ü n m e yeteneklerini kaybedip, her tür aşırılığı y a p ­
malarına yol açan vahşi bir cinnet haline girmektedirler.

Haşaş maddesinin günlük olarak ve aşırı kullanımıyla


bağlantılı ortaya çıkan rahatsızlıklar elbette İsmaililere u y g u n
değildir. Bu durum, güttükleri a m a ç ile taban tabana zıt olur­
d u . Bu y ü z d e n , uyuşturucu etkisi olan bir m a c u n ya da M a r -
co P o l o ' n u n d e d i ğ i gibi bir içkinin, s a d e c e liderin emriyle
kullanıldığını ve bunun liderin bir sırrı o l d u ğ u n u , ihtiyatlı bir
şekilde ve belli limitlerde kullandırıldığını varsaymak y e r i n d e
olacaktır.
Liderin bir sırrı olduğu diyorum, çünkü önceki sayfalarda
alıntı y a p t ı ğ ı m bir tarihçi, H a l e p ' i n ileri gelenlerinin S e l a h a d -
d i n ' d e n kurtulmak için mesaj gönderdikleri şahsı tanımlar­
ken, haşaşanın sahibi ya da efendisi, sahib el-haşaşa Sinan
şeklinde bir ifade k u l l a n m ı ş t ı r . 2 0 6
A z ö n c e s ö y l e d i ğ i m şey, ö n e s ü r d ü ğ ü m iddiaya karşı
çıkabileceğini d ü ş ü n d ü ğ ü m ikinci g ö r ü ş e d e c e v a p niteliği
taşımaktadır. Makrizi'nin anlatımından çıkan bu g ö r ü ş e g ö r e ,
haşaş maddesinin M ü s l ü m a n l a r arasında kullanılmaya baş-

256
laması Hicret'in 7. yüzyılından sonra o l m u ş t u ki bu tarih İs-
maililerin güçlerinin dorukta o l d u ğ u d ö n e m d e n ç o k son-
rasıdır ve Hulagü tarafından ortadan kaldırılmalarından
h e m e n ö n c e s i n e tekabül eder.
Aslında Makrizi kendisinden ö n c e g e l e n bilginlerin p e k
ç o ğ u n u n u n paylaştığı g ö r ü ş ü d e v a m ettirerek, kenevir y a p ­
rağının uyuşturucu etkisinin keşfini, Hicretin 6 1 8 . yılında
ölen Ş e y h H a y d a r ile ilişkilendirir. Bunun, Ş e y h H a y d a r ' ı n
müritleri olan dervişler (fakirler) arasında bir süre sır olarak
gizli tutulduğunu ve Irak'ta kenevir kullanımının ilk olarak
6 2 8 yılında H ü r m ü z v e Bahreyn efendilerinin s a y e s i n d e ger­
çekleştiğini, ardından d a Suriye, Mısır v e Küçük A s y a ' y a
yayıldığını ekler.
Haşaş kullanımının en azından Mısır'da, Hicret'in 6. yüz­
yılından sonra başladığı ş ü p h e g ö t ü r m e z bir gerçektir. Ç ü n ­
kü 6 0 5 yılında bir eser k a l e m e alan A b d el-Latif b u n d a n bah­
s e t m e z a m a ö t e y a n d a m a d d e h e m e n b u tarihten sonra
Mısır'a girmiş olmalıdır; çünkü 6 4 6 yılında ölen İbn Baytar
m a d d e n i n ülkedeki dervişler arasında y a y g ı n olarak kullanıl­
dığını tespit etmiştir.
Bu n e d e n l e Ş e y h Haydar'ın kendisine atfedilen keşif
şerefine nail o l m a d ı ğ ı fikrine uzak d e ğ i l i m . Ibn Baytar'ın qun-
nab Hindi (Hint keneviri) isminin, M ı s ı r ' d a haşaş olarak ad­
landırılan bir kenevir cinsine verildiğini s ö y l e m e s i bana bu
m a c u n u n aslen Hindistan'dan g e l d i ğ i n i , Haydar'ın d a bunu
bir Hint yogisinden öğrenmiş olabileceğini, bu maddeyi
O ' n d a n ö n c e kullanan İsmaililerin de belki bunu aynı y o l d a n
ö ğ r e n m i ş olduklarını düşündürtmektedir. En mantıklı açık­
lama budur; çünkü İsmaililerin öğretilerinde, ruhun bir
b e d e n d e n başka bir b e d e n e g e ç m e s i , avatarlar ya da kutsal
kişiliklerin tekrar hayata dönmeleri gibi Hint öğretilerine
benzeyen bazı unsurları h e m e n fark edebiliriz. Ö n e sür-

257
d ü ğ ü m varsayımı a ş a ğ ı d a Makrizi'nin kendi anlatımıyla kuv­
vetlendiriyorum. Makrizi ş ö y l e diyor (Chrestomathie Árabe,
1. cilt, s. 120; 2. cilt, s. 126):

A n c a k Ş e y h M u h a m m e d Şirazi Kalandari'den ö ğ r e n ­
diğime göre, Şeyh Haydar hiç haşaşa kullanmamıştır.
Horasan halkı bu m a d d e n i n kaynağını O ' n a bağlarlar; çünkü
müritlerinin düzenli olarak bu m a d d e y i kullandıkları bilin­
mektedir. Bana s ö y l e d i ğ i n e g ö r e , haşaşa maddesinin kökleri
Ş e y h H a y d a r ' d a n çok ö n c e l e r e dayanmaktadır. Hindistan'da
y a ş a y a n Biraztan adındaki bir şeyh bu ülkenin halkına, d a h a
ö n c e hiç denemedikleri haşaşa y e m e y i öğretmiştir. M a d ­
denin Hindistan'da kullanımı öylesine yaygınlaşmıştır ki;
Y e m e n ' e bile yayılmış, oradan Fars vilayetine g e ç m i ş ve
s o n u n d a Irak, Küçük A s y a , Mısır ve S u r i y e ' d e yaşayan insan­
lar yukarıda v e r m i ş o l d u ğ u m tarihte ilk olarak böyle bir m a d ­
d e d e n haberdar olmuşlardır. Biraztan Khosroesiler d ö n e m i n ­
d e yaşadı v e İslam ç a ğ ı başladığında M ü s l ü m a n oldu.

Bu soruya hangi açıdan bakarsak bakalım, haşaşa m a d ­


desinin ismaililer tarafından Hicret'in 6. yüzyılından ç o k d a h a
ö n c e kullanılmış o l d u ğ u ç o k açıktır v e b u s a p t a m a m a d d e n i n
Şeyh Haydar'ın müritleri arasında kullanıldığı ve müritler
s a y e s i n d e yayıldığı fikriyle çelişmemektedir.
Ş i m d i , şarkiyatçı yazarlar tarafından Haşaşiler için kul­
lanılan başka çeşitli isimleri ele a l a c a ğ ı m .
Ne İbn H a l d u n , tarih kitabı Prolegomena öa, ne de Ş a h -
rastani Haşaşi isminden bahsetmemişlerdir. İbn H a l d u n İs-
maililerin aynı z a m a n d a Batıniler, Mazdakiler, Irak'ta Kar-
matiler ve Horasan'da Talimiler ve Mülhidler olarak adlan­
dırdıklarını a m a kendilerine s a d e c e İsmaililer dediklerini
söylemektedir. Bu isimlerin hepsini açıklayacağız.
Batıni ismi d a h a ö n c e başka çalışmalarımda anlattığım
üzere, içsel anlamı ifade e t m e s i y l e Ismaililer'e atfedilmiştir,

258
çünkü ibadet, kurallar kaideler ve inanç gibi unsurların g ö r ü ­
nen anlamları y a n ı n d a içsel yani batin bir a n l a m taşıdığına,
bütün görünenler yani tanzilin, tavil yani gizli bir anlamı
işaret ettiğine inanırlar. Şahrastani de a y n e n b ö y l e söyler
a m a İbn H a l d u n , İsmaililerin Batini olarak adlandırılmalarının
nedeninin Batıni bir i m a m ı , yani kendi y o r u m u y l a g i z l e n m i ş
bir imamı tanımlarından kaynaklandığını söyleyerek yanıl­
g ı y a düşmüştür. İ n c e l e d i ğ i m metinlerin hiçbirinde g i z l e n m i ş
olan i m a m batin olarak adlandırılmamaktadır; o n u n yerine
mastur ve maktum kelimeleri kullanılmıştır. Dürzilere ait
kitaplardaki bütün yazılanlar ilk açıklamanın y e r i n d e ol­
d u ğ u n u kanıtlayan bulgular vermektedir.
Mazdaki, Mazdak tarikatına m e n s u p kişi a n l a m ı n a g e l ­
mektedir. Bu, ismaililere atfedilen aşağılayıcı bir tabirdi; ç ü n ­
kü tarikatın ahlak ve ibadet konusundaki keyfi uygulamaları,
d o ğ r u ya da yanlış bir şekilde, Kubat d ö n e m i n d e İran'da
büyük dertlere yol a ç a n ve Kisra Anuşirvan d ö n e m i n d e ö l ü m
c e z a s ı n a çarptırılan M a z d a k adındaki yenilikçi ile b a ğ d a ş t ı r ­
m a k t a y d ı . 2 0 7 O k u y u c u l a r bu konu ile ilgili olarak, b e n i m
Mémoires sur diverses antiquités de la Persie isimli eserim­
d e yayınladığım, Mirkvand'ın Sasani H a n e d a n l ı ğ ı n ı n tarihini
anlattığı m e t n e başvurabilirler.
İsmaililerin Karmatiler olarak da adlandırılmaları d e t a y a
g i r m e y e c e ğ i m bir konu; çünkü d a h a ö n c e defalarca Kar­
matiler ile İsmaililerin aynı halk olduklarını ifade ettim. Kar-
mati isminin bu halka verilmesinin nedeni kısa bacakları
y ü z ü n d e n küçük adımlar atabilen bir önderlerine bu ismin
takılmasıdır.
Malahida v e y a mülhidun, kâfir a n l a m ı n a g e l e n mülhid
kelimesinin ç o ğ u l halleridirler. M i r k v a n d ' a g ö r e , bu isim,
hanedanlıklarının d ö r d ü n c ü efendisi olan ve İslam dininin
dogmalarını ve uygulamalarını reddettiğini k a m u y a açık-

259
208
layan M u h a m m e d o ğ l u H a s a n ' d a n sonra s a d e c e İran Is-
maililerine verilmiştir. A m a bu z a m a n d a n sonra isim kullanıl­
m a y a d e v a m etmiş, hatta dinini değiştiren liderler için, g e ç ­
tikleri din İslam olsa bile bu isim kullanılmıştır.
Ve son olarak, yine Şahrastani'ye göre, İsmaililer
H o r a s a n ' d a da Talimi olarak adlandırılmışlardır. Bu tabiri
açıklayabilmek için, M ü s l ü m a n tarikatları içinde, d o g m a l a r ı
(usûl) kabul e d e n , s a d e c e ahlaki kurallar ve uygulamalar
(turu) k o n u s u n d a farklı d ü ş ü n e n 3 farklı okul o l d u ğ u n u belirt­
m e k gerekir. Ehl el-talim, eğitim yandaşları adındaki ilk oku­
lun t e m e l i , Kuran, Sünnet, imamların u y g u n buldukları ö ğ ­
retiler (icma) ve tümevarım yoluyla yapılan çıkarımlar (kıyas)
o l m a k üzere dört unsura d a y a n m a k t a y d ı . İkinci okul s a d e c e
kesin yazılı gerçekleri tanıyordu ve bu y ü z d e n ehl el-nusus
adını almıştı. Ü ç ü n c ü s ü ise g e n e l olarak sebepleri ve olasılık­
ları izlemekteydi; bunun s o n u c u olarak ehl el-rey adını aldı.
H a s a n bin S a b b a h birinci okulun öğretilerini izlemeyi seçti.
Bu d ü ş ü n c e sistemi talim olarak adlandırıldığı için d e , Hasan
ve tarikatına ü y e olan kişiler Talimi olarak adlandırıldılar. Ş a h -
rastani, H a s a n ' ı n öğretisinin dört temel noktasını açıklarken,
kesin bir dille ilkinin e ğ i t i m talim) ihtiyacını vurguladığını ve
dini sorulara yanıt bulmak için neden ve irade g ü c ü n d e n (el-
rey ve el-akıl) başka hiçbir ş e y e dayanmayanları y a l a n l a m a
amacını t a ş ı y o r d u . 2 0 9 İkinci temel nokta, geleneklerden (el-
adit) başka bir d o ğ r u y u kabul etmeyenleri y a l a n l a m a a m a c ı
g ü t m e k t e y d i . (Notices et Extraits des Manuscrits, cilt IV, s.
687; M a r a c c i , Prodr. Ad réf. Alcor.,3. b ö l ü m , s. 84).
Haşaşiler ara sıra Dürziler ve Nusayriler ile karıştırıldılar.
Bay Venture, Dürziler Üzerine Bir inceleme210 isimli eserin­
d e , her defasında Yaşlı A d a m ı n Dürzi halkının lideri o l ­
d u ğ u n u belirtmiştir. Ö t e y a n d a , d e Volney d e Surlu Wil-
liam'ın bahsettiği Haşaşilerin, Ensariye olduğundan çok

260
emindir. De Volney, Venture gibi bütün A r a p yazarların eser­
lerini takip etmeliydi ve bu tarikatı Nusayri ç o ğ u l olarak da
Nusayriye şeklinde adlandırmalıydı. Falconet de Nusayriler
ile Haşaşileri karıştırmış ve Nusayri yerine ismini kullanan
A s s e m a n i ' y i sert bir şekilde eleştirmiştir.
Nusayrilerin, kökleri farklı olsa da Karmatilere ç o k yakın
211
bir İsmaili kolu o l d u ğ u ş ü p h e g ö t ü r m e z bir g e r ç e k t i r . Dür-
zilere g e l i n c e ; kökleri İsmaili tarikatının kendisine d a y a n s a
d a , Nusayriler ve d i ğ e r ismaili tarikatlarından pek çok ö n e m ­
li d o g m a d a ayrılmakta, her ş e y d e n ö n c e Fatımi halifesi
H a k i m ' i n ilahiliğine inanmakta, O ' n u n d ö n ü ş ü n ü b e k l e m e k ­
te ve baş yardımcısı olarak kabul ettikleri H a m z a ' n ı n emir­
212
lerine u y m a k t a d ı r l a r . Diğer İsmaili tarikatlarını lanetlerler
ve kutsal kitaplarında, Nusayrileri sistemini yalanlayan bir
b ö l ü m bulunmaktadır. Dahası, Nusayriler ve hatta Dürziler,
Haşaşiler isminden d a h a tanınır hale gelmiştir. Ç ü n k ü b e n c e
bu isim ikinci d ö n e m ya da Şahrastani'nin tabirini kullanırsak,
ikinci misyon, el-dava el taniya İsmailileri için hiçbir z a m a n
kullanılmadı. S ö z konusu ikinci m i s y o n a öncülük e d e n H a s a n
S a b b a h 4 8 3 yılından sonra ortaya çıktı. O ' n u n s a y e s i n d e İs­
maili C e b e l ' d e bir g ü ç oluşturdular; b u g ü ç d a h a sonra 5 2 0
yılı civarında S u r i y e ' y e yayıldı ve kralların, g i t g i d e b ü y ü y e n
bu g ü c ü n kralların ve ö n e m l i kimselerin hayatlarını tehdit et­
meye başlaması Alamut'a yerleşmelerinden sonra oldu.
Dolayısıyla, Haşaşiler olarak adlandırılan İsmaililer veya
Batınilerin, Dürziler ve Nusayriler ile karıştırılmaları bir tarih
h a t a s ı d ı r . 2 1 3 Haşaşilere verilen başka birkaç isimle anlatıma
devam edeceğim.
Venture'nin, Haçlı tarihçilerin bahsettiği Haşaşilerin Dür­
ziler o l d u ğ u n u d ü ş ü n m e s i n i n nedenlerinden birisi d e , Dür-
zilerin şef ya da emirinin Dağın Yaşlı Adamı olduğunu
düşünmesidir. Venture konuyu şöyle açıklıyor:

261
Dürzilerin emirinin h i z m e t i n d e Fidaviyya a d ı n d a seçkin
bir birlik vardı ve bu insanlar O ' n u n uğruna kendilerini feda
e t m e y e hazırdılar. Ö n c e d e n hepsi Dürzi dinine m e n s u p t u
a m a şimdi h e m e n hepsi Hıristiyan'dır. S ö z konusu olan efen­
dilerinin emri ise bu birliğin kendini g ö z ü kapalı a t m a y a c a ğ ı
hiçbir tehlike y o k t u . A ş a ğ ı d a k i örnek efendilerine karşı duy­
dukları körü körüne bağlılığı göstermektedir.

Yaklaşık on sekiz yıl ö n c e , emir M u l h i m , kendisine


vilayetin paşası tarafından yıllık vergi ö d e m e s i n i alması için
yollanan bir S i d o n v e r g i m e m u r u ile sert bir m ü n a k a ş a d a
bulundu. Emir M u l h i m m e m u r a öfkeyle küfürler savurdu ve
O'nu öldürteceğini ama bunu y a p a r k e n , halkının doğ­
ruluğunu ve konukseverliğini ç i ğ n e m e y e c e ğ i n i söyledi. Bir
g ü n m e m u r S i d o n g ü m r ü ğ ü n ü n d e p o s u olarak kullanılan bir
binada otururken, bahsettiğimiz Fidavilerden biri ortaya çık­
tı; silahlıydı ve elinde bir çift tabanca tutuyordu. Tüm operas­
y o n u büyük bir soğukkanlılıkla yürütmüş, vergi m e m u r u n u
kalabalığın içinde belirlemiş, nişan almış v e O ' n u ö l d ü r m ü ş ­
tü. Iskalamadığından e m i n olduktan sonra, şehir kapısına
u l a ş m a y a çalışmış a m a d a h a kapıya v a r a m a d a n , kalabalık
tarafından linç edilmişti.
Fidaviya ya da Fidavilerin, İsmaililerin lideri yani D a ğ ı n
Yaşlı A d a m ı ' n ı n intikam arzularıyla bağlantılı olarak ortaya
çıktıklarını kabul etmeliyiz. A n c a k yukarıdaki paragrafta fark­
lı olan nokta, dini fanatizmden beslenmedikleridir; çünkü
Venture Dürzilerin emirinin hizmetindekilerin ç o ğ u n u n Hıris­
tiyan olduklarını iddia etmektedir.
İlk bakışta, aksini s a v u n d u ğ u m d ü ş ü n c e y i kabul ediyor
gibi g ö r ü n e c e k o l s a m da, İsmaili liderinin katilleri ya da
suikastçıları da A r a p ve İranlı yazarlar tarafından ç o ğ u n l u k l a
Fidaviya da aynı a n l a m a g e l e n fedai olarak tarif e d i l m e k t e y ­
di. Z a m a n k a y b e t m e m e k için, bu ismin Haşaşiler için kul-

262
lanıldığı bir tek metin s u n a c a ğ ı m . A m a bu m e t i n iddia et­
tiğim savın kanıtlanmasına yetecektir. M e t i n i n yazarı Ebul
Farac'dır. M o ğ o l hakanı H u l a g ü İran'daki İsmaili g ü c ü n ü or­
tadan kaldırmaya karar v e r d i ğ i n d e , tarikatın başında A l a el-
Din'in o ğ l u Rükn el-Din Kurşah vardı. Ebul Farac'a g ö r e bu
lider (Hist Dyn., A r a p ç a m e t i n , s. 506; Latince t e r e , s. 330);

... ilk başta teslim oluyor gibi görünerek, H u l a g ü ' y ü bir­


kaç k e z a l d a t m a y a çalıştı; a m a Tatar lideri O ' n a , y a p m a s ı
g e r e k e n tek şeyin o t u r m a k t a o l d u ğ u A l a m u t kalesini terk
e d e r e k şahsen M o ğ o l k a m p ı n a g i t m e s i o l d u ğ u n u v e y a bunu
y a p m a k istemiyorsa, kendisini kuşatmaya hazırlamasını söy­
ledi. Rükn el-din Hulagü'ye bir yardakçısını yollayarak,
b u l u n d u ğ u yeri terk e d e m e y e c e ğ i n i , e ğ e r bunu y a p m a k is­
terse maiyetindekilerin kendisini ö l d ü r e c e ğ i n i a m a bir fır­
satını b u l d u ğ u a n d a kaçıp, k a m p a teslim olacağını söyledi.
Rükn el-Din'in z a m a n k a z a n m a k için kendisini o y a l a d ı ğ ı n a
h ü k m e d e n H u l a g ü kaleyi kuşattı. Bunu g ö r e n Rükn el-Din,
H u l a g ü ' y e şu mesajı yolladı: teslimimi b u g ü n e kadar er­
t e l e d i m , çünkü burada o l d u ğ u n u z u bilmiyordum. B u g ü n y a
da yarın yanınıza g e l e c e ğ i m . Dışarıya ç ı k m a y a çalıştığında,
Mülhidlerin en fanatikleri O ' n u n ö n ü n e çıktı ve Fedailer
yetişip, dışarıya çıkmasını engellediler. Rükn el-Din karşılaş­
tığı isyanla ilgili H u l a g ü ' y ü haberdar etti ve kendisini öldür­
me girişiminde bulunmamaları için, asilere y u m u ş a k dav­
ranıp, onları tatlı sözlerle kandıracağını a m a kılık d e ğ i ş t i r m e
pahasına da olsa bir şekilde dışarıya çıkmanın y o l u n u bul­
ması gerektiğini söyledi. Bu sırada H u l a g ü emirlerine, kaleyi
her y a n d a n kuşatmalarını, silahları kurmalarını ve kendilerine
karşı koyan bütün İsmaililerle s o n u n a kadar çarpışmalarını
emretti. Mülhidler bu ç a t ı ş m a ile m e ş g u l k e n , Rükn el-din
o ğ l u ve tahtının etrafındaki ö n e m l i kimseler ile birlikte
dışarıya çıkarak, H u l a g ü ' y e teslim o l d u .

263
Ebul Farac'ın Syriac Chronicle ( G r e g . Bar-Hebraeus [İbn
el-ibri], Chron. Syr., Suriye metni, s. 520, Latince tercümesi,
s. 540) adlı eserinden o k u y a l ı m : "Rükn el-Din dışarı çıkmak
istediğinde, adamları hançerlerini O ' n a doğrultarak, dışarı
ç ı k m a y a kalkışırsa O ' n u öldüreceklerini söylediler."
Ebul Farac'a ait bu m e t i n d e g e ç e n Fedailer kelimesinin,
İsmail ileri ya da g e n e l olarak Mülhidleri d e ğ i l , özel bir sının,
en fanatikleri, en adanmışları, kısaca m u h t e m e l e n ismaililerin
düşmanlarını ö l d ü r m e k için görevlendirdikleri kişileri ifade
214
ettiği k e s i n d i r . A m a buradan, fedai isminin g e ç t i ğ i her
y e r d e İsmaililerin oldukları anlamı çıkmamalıdır. Her tarikat,
her lider kendi fedailerine sahip olabilir.
Ö r n e ğ i n S i e n n a ' d a k i A z i z Catherine kilisesinin papazı
Vincent-Marie'nin anlattığına g ö r e , her efendi ve her Hıris­
tiyan kilisesi kendi A m o k l a r ı n a sahipti; bunlar efendilerinin
haklarını, önceliklerini ve varlıklarını herkese hatta d e v l e t e
karşı bile korumak için her tür riski g ö z e a l m a y a hazır insan­
lardı. (Viggai all'lnd. Orient, s. 145, 237).
Dolayısıyla M u r a d j e a d ' O h s s o n , H a s a n bin S a b b a h ' ı n
Hümeyri adı verilen müritlerinin, efendilerinin emirleri d o ğ ­
rultusunda hayatlarını h i ç e sayarak g ö r e v e atladıkları için ay­
nı z a m a n d a Fedailer olarak da adlandırdıklarını söyleyerek
t a m anlamıyla d o ğ r u bir anlatım verememiştir. (Tabi. Gen.
de l'empire Othoman, 1. cilt, s. 37)
Anlatılanların sonucu olarak, İsmaililerin Fedailer o l ­
madıklarını, s a d e c e tarikata derinden bağlı olan profesyonel
katillerin bu şekilde isimlendirildiklerini söyleyebiliriz. İleriki
sayfalarda bu ismin İsmaililer için kullanılmasını ele alırken,
bu s a p t a m a m l a ilgili başka kanıtlar da s ü r e c e ğ i m .
Haşaşilerin, A s s e m a n i tarafından Nazarei olarak adlan­
dırılan Nusayrilerle bir tutuluşları, e ğ e r İran ve Suriye'deki İs­
maililerin de Nizariler olarak adlandırıldıkları bilinseydi, ç o k

264
fazla tartışılmadan g e n e l olarak kabul g ö r e c e k t i . Bunu ispat­
l a y a c a ğ ı m ve aynı z a m a n d a da bu tabirin kökenini ve an­
lamını a ç ı k l a y a c a ğ ı m .
Ebul Farac, Ebul Fida, Renaudot ve başka tarihçiler tarafın­
d a n anlatıldığı üzere, Hicret'in 5 2 4 . yılında, Fatımi halifesi
A m i r bi-Ahkam Allah Batınilerce öldürüldü. (Hist. Dyn.,
A r a p ç a m e t i n d e s. 3 8 0 ; Latince t e r c ü m e s i n d e s. 2 5 0 ; An­
nales Moslemicİ, 3. cilt, s. 4 3 9 ; Hist Patr. Alex. s. 4 9 6 ) .
Bununla birlikte Makrizi bu suikastı Nizarilere, Mirkvand da
Batınilere ve Nizarilere atfeder. A m a bu ç o k belirgin olan
çelişki kolayca ortaya konabilir. Ç ü n k ü Nizariler, Fatımi halife­
si Mustansir Billah'ın ö l ü m ü n ü n ardından Batıniler içinden
çıkan bir koldur. Halife, kendisinden sonra tahtın sahibinin
o ğ l u Ebul-Kasım A h m a d Mustali Billah o l d u ğ u n u söylemişti
ama bu İncelemenin başında da anlattığım üzere, genel
olarak insanlar arasında hâkim olan g ö r ü ş ü n etkisiyle Mustali
babasının yerini alamadı; ç o ğ u n l u k tahtın sahibinin, erkek
kardeşi Nizar o l m a s ı gerektiğini d ü ş ü n m e k t e y d i . " B u y ü z ­
d e n " d i y e anlatır Makrizi (Bibliothèque d u Roi'deki 6 8 3
numaralı el y a z m a s ı , 199 ve d e v a m ı ) ; "İsmaililer, M u s t a l i ' n i n
halifelik makamını hak e t m e d i ğ i n i d ü ş ü n e n Nizariler ile O ' n u
halife olarak kabul e d e n l e r olarak ikiye b ö l ü n d ü . " R e n a u d o t
M u s t a l i ' y e karşı başlatılan Nizari ayaklanmasından bahseder
a m a bunun İsmaililer içinde yarattığı bölünmeyi a n l a t m a z .
(Hist. Patr. Alex., s. 475); ö y l e bir b ö l ü n m e ki; başa g e l e n
sayısız liderin saltanatları boyunca ayrılık devam eder.
K o n u y u d a ğ ı t m a m a k için, bu saptamaları net bir şekilde
kanıtlayan Mirkvand'dan bir parça alacağım. Mısır'daki
Fatımi halifelerinin ö z e t şeklinde tarihlerini g e ç e r k e n yazdık­
ları aşağıdadır (Bibliothèque de L'Arsenal'in 20 numaralı
A r a p ç a el yazması):

265
Mustansır ilk olarak en büyük oğlu Mustafa li-Din Allah
Nizar'ı halefi olarak gösterdi ama sonra ondan memnun kal­
mayarak, vasiyetnamesinde Nizar'IN halifelik makamı üstün­
deki hakkından vAzgeçmesini ve tacın, diğer oğlu Mustali
Billah'a takılmasını istedi. Mustansır ölünce İsmaililer iki
gruba ayrıldılar-, bir kısmı Mustali'ye bağlı kaldı ve tahta
O'nun çıkması gerektiğini savundu. Diğerleriyse, tarikat­
larının dogmalarını izleyerek, halifenin ilk verdiği kararın
devam etmesi gerektiğine inandı ve Nizar'IN grubuna katıl­
dı. Hasan bin Sabbah Hümeyri, ikinci grubun düşüncelerini
benimsedi. Zaten Kühistan Nizarileri, Mustafa li'din Allah'ın
yandaşlarıydılar, isimlerinin Nizari oluşu bu saptamayı kanıt­
lamaktadır. Bu insanlar, iddialarını kuvvetlendirmek için,
imam Cafer el-Sadık'ın, oğlu İsmail'i halefi olarak seçtiğini,
ancak İsmail'in şarap içme alışkanlığı olduğunu görünce
O'nu reddettiğini ve ölümünden sonra imamlık makamının
Musa Kazım'a devredilmesini istediğini anlatıyorlardı. Ama
İsmaililer ilk kararın aynen devam etmesi gerektiğini düşün­
dükleri için, Cafer el-Sadıktan boşalan kutsal imamlık maka­
mını, Musa'dan çok İsmail'in hakkı olarak gördüler. Halifeliği
elde edebileceğini gören Mustali, kardeşi Nizar'm üzerine
yürümeye karar verdi ama Nizar canını kurtarabilmek için İs­
kenderiye'ye çekildi ve önceden babasının hizmetinde
çalışan şehrin yöneticisinin yanında kaldı. Şehrin yöneticisi,
Mustali'nin tahttan indirildiğini duyurdu ve yeni halife olarak
Nizar'ı takdim etti. Bunun üzerine Mustali büyük bir orduyla
İskenderiye'ye doğru ilerledi. Nizar'm tarafında yer alan şeh­
rin yöneticisi yakalanarak öldürüldü. Nizar, iki oğluyla birlik­
te tutuklanarak, Mustali'ye yollandı-, Mustali de Onu Kahi­
re'deki hapishaneye kapattı. Nizar ölene kadar orada tutuklu
kaldı. Mustali sonrasında birkaç Nizar yandaşı tarafından
bıçaklanarak öldürüldüğünde yedi yıldır halifelik makamını
elinde tutuyordu, söylendiğine göre 28 yaşındaydı.

266
Yerine o ğ l u A m i r b i - A h k a m A l l a h g e ç t i . Saltanatı es­
nasında Amir, kayınpederi amir el-cuyuşun (ordular k o m u ­
tanı) düşmanları tarafından ö l d ü r ü l d ü . . . Halifenin tahtının et­
rafındaki başlıca kişilerden biri olan A k s u n g u r d a , M u s u l
c a m i i n d e birkaç Nizari fedaisi tarafından bıçaklanarak ö l ­
dürüldü. Amir'in d ö n e m i n d e , Suriye'deki Nizari unsuru ken­
dini belli e t m e y e başladı ve b ö l g e d e k i bazı surla çevrili
mekânları ele geçirdiler. 524 yılında, Zilhiccenin 4. g ü n ü n d e
Amir, Batıniler ve Nizari kolunun fanatiklerinden oluşan bir
g r u p tarafından, Nizarîn ö l ü m ü n e misilleme olarak öldürül­
d ü . A r d ı n d a n g e l e n Hafız il-Din Allah vezirlik g ö r e v i n e , emir
el-cuyuş el-Afdal'ın o ğ l u Ebu Ali A h m a d ' ı atadı. B u n d a n
büyük bir onur d u y a n Ebu Ali A h m a d , d a h a g ö r e v i n i n ilk
g ü n l e r i n d e birkaç Nizari fedaisi tarafından öldürüldü. Birkaç
g ü n sonra, yerini almak için atanan kişi de aynı şekilde can
215
verdi.

Bu d u r u m , e g e m e n l i ğ i n i kabul ettiği Fatımi halifelerinin


216
bir daisi olarak kendisini s a d e c e K ü h i s t a n ' d a gösteren
H a s a n bin S a b b a h ' ı n , Mustansır tarafından s ö z d e terfi et­
tirilerek, s a d e c e b u l u n d u ğ u vilayette b a ğ ı m s ı z l a ş m a m a s ı için
d e ğ i l aynı z a m a n d a S u r i y e ' d e Fatımilere ait olan bazı böl­
geleri kontrol altına alması için nasıl ve hangi n e d e n l e
buradan u z a ğ a yollandığını açıklamaktadır. Mustansır'ın
ö l ü m ü n ü n ardından İsmaililer içinde g e r ç e k l e ş e n ayrılıkla
birlikte, H a s a n Nizar'ın tarafını tuttu ve Mustali ve halef­
lerinin, haksızca halifelik makamını ellerinde tuttuklarını
savundu.
Bu n e d e n l e ö l ü m ü n ü n a r d ı n d a n , imam hükümetin
idaresini bizzat devralana kadar, Kiya B u z u r g - U m m i d ' i n
tarikatın ilişkilerini, Dihdar Ebu Ali'nin divanı y ö n e t m e s i
gerektiğini ve her ikisinin de başkomutan Hasan Kasrani ile
u y u m içinde olmalarını emretti. Mirkvand, İran'daki İsmaili

267
hanedanlığının prens efendilerinden biri olan, M u h a m m e d
bin B u z u r g - U m m i d ' i n o ğ l u Hasan'ın maiyetindekileri t ü m
yasal zorunluluklardan m u a f tuttuğunu, Mülhidler olarak a d ­
landırılmalarının n e d e n i n i n bu hareket o l d u ğ u n u , H a s a n ' d a n
sonra g e l e n l e r İslam'ın kurallarına riayet e t m i ş olsalar da, bu
ismin tarikat için kullanımının onların z a m a n ı n d a da d e v a m
ettiğini anlatır. M u h a m m e d bin B u z u r g - U m m i d ' i n o l d u ğ u
bilinmesine r a ğ m e n s ö z konusu efendi, çeşitli bölgelere y o l ­
ladığı yazılı mesajlarda bazen dolaylı b a z e n de açık bir
b i ç i m d e halife Mustansır'ın o ğ l u Nizar'ın s o y u n d a n g e l d i ğ i n i
açıklamış ve g e r ç e k halife ve imamın kendisi o l d u ğ u n u iddia
217
etmiştir. Mirkvand anlatımına ş ö y l e d e v a m eder:

Nizariler, Hasan'ın bu iddiasını mantıklı göstermek uğ­


runa, türlü türlü efsaneler ve saçma hikâyeler icat ettiler.
Daha babası hayattayken bile Hasan kendisini, Hasan bin
Sabbah 'ın işaret ettiği imamın yerine koymak istedi. Ama
Hasan bu çılgınlığa mani olarak, herkese Hasan 'ın kendi oğ­
lu olduğunu ve bu yüzden de imam değil, sadece imamın
bir daisi olabileceğini duyurdu ve böylece Hasan'ın tuhaf id­
dialarına inanan çok sayıda insanı aydınlatarak, buna son ver­
di.

D a h a ö n c e d e belirttiğimiz gibi, İsmaililerin düşmanlarını


ö l d ü r m e k için görevlendirdikleri suikastçılardan bahseder­
ken, Mirkvand'ın her z a m a n fedai kelimesini kullandığına
tekrar vurgu y a p a l ı m . Bu b a ğ l a m d a , M e l i k ş a h ' ı n veziri m e ş ­
hur Nizam-ül M ü l k ' ü n , H a s a n bin S a b b a h ' ı n emriyle bir fedai
tarafından öldürüldüğünü, Hasan bin Sabbah'ın saltanatı
d ö n e m i n d e , İsmaililerle ihtilaf içinde bulunan p e k çok M ü s ­
lüman liderin fedailerce katledildiğini, Kiya Buzurg-Um­
mid'in d ö n e m i n d e fedailerin, y ü c e kadı Heratlı Ebu S a y i d ,
yedi refik tarafından öldürülen ve Mustali'nin oğullarından
biri olan Mısır halifesi, İsfahan reisi D e v l e t ş a h , M a r a k a ' n ı n

268
218
lideri Aksungur, B a ğ d a t halifesi M u s t a n s ı r , Ebul-Kasım'ın
o ğ l u Tebriz reisi H a s a n , Kazvin müftüsü gibi o l d u k ç a fazla
sayıda M ü s l ü m a n b ü y ü ğ ü ve liderini ö l d ü r d ü ğ ü n ü anlatır.
Aynı yorumu Kiya B u z u r g - U m m i d ' i n oğlu M u h a m m e d
dönemi için de yapar. Fidavi kelimesini de, daha önce
yukarıda bir parçasını sunduğum, Kalaun'un o ğ l u sultan
M a l i k el-Nasır M u h a m m e d ' i n , Karasungur'a karşı d ü z e n ­
lediği cinayet teşebbüslerini anlattığı hikâyesinde kullanır. Bu
açıklama, fedai kelimesinin anlamı konusunda öne sür­
d ü ğ ü m iddiayı d o ğ r u l a m a k t a , bunun y a n ı n d a Mirkvand'ın
anlatımlarında karşılaştığım bir diğer kelimeyi açıklamak için
b a n a fırsat vermektedir. S ö z konusu k e l i m e ç o ğ u l u refikan
olan refik'tir.

Refik A r a p ç a d a y a n d a ş , yardımcı, y o l d a ş anlamlarına g e l ­


mektedir. A m a bu İ n c e l e m e d e alıntı y a p t ı ğ ı m M i r k v a n d ' a ait
p e k çok m e t i n d e v e bunlardan başka s u n a b i l e c e ğ i m d a h a
p e k çok yazıda, bu kelimenin İsmaililer arasında özel ve tek­
nik bir a n l a m d a kullanıldığına dair kanıtlara rastlamaktayız.
H a s a n bin Ali bin Sabbah kendisinden şöyle bahseder:

Atalarım gibi her z a m a n , on iki i m a m silsilesini kabul


e d e n Şiilerin öğretilerini b e n i m s e d i m . Rastlantı eseri refikler
arasında A m i r a Darrab a d ı n d a biriyle tanıştım ve ikimizin
arasında bir yakınlık d o ğ d u . . . Ne z a m a n A m i r a İsmaili ö ğ ­
retisinin lehinde konuşsa, her z a m a n O ' n a karşı çıkacak bir
şey b u l u r d u m . . . Sonrasında, Ebu N e c m Sarrac a d ı n d a bir
başka İsmaili ile tanıştım ve O ' n d a n bana İsmaili öğretisini
t a m anlamıyla ö ğ r e t m e s i n i i s t e d i m . . . A r d ı n d a n nihayet Irak
vilayetinin daisi Ş e y h A b d el-Malik bin Attuş'tan dailerin
m e r k e z i n e g i r m e izni alan, bu tarikatın M ü m i n a d ı n d a bir
daisi ile t a n ı ş t ı m . 2 1 9

Bu paragraf, refik ve İsmaili kelimelerinin eş anlamlı ol­


d u ğ u n u , ya da en azından refik ismiyle tanınanların İsmaililer

269
olduklarını kanıtlamaktadır. Bunun y a n ı n d a bu tanımlamanın
H a s a n bin S a b b a h ' d a n ö n c e var o l d u ğ u n u d a kanıtlamak­
tadır. A m a aynı z a m a n d a dailer ile refikler arasında fark o l ­
d u ğ u n u göstermektedir. A ş a ğ ı d a k i m e t i n bu görüşü destek­
liyor:

[ M e t i n y i n e M i r k v a n d ' a aittir] A l a m u t v e civarındaki t o p ­


rakları e l e geçirerek g ü c ü n ü artıran H a s a n , Rudbar eyaletinin
t a m a m ı n ı e g e m e n l i ğ i altına almak için y u m u ş a k ya da sert,
her tür çabayı sarf etti; bununla bağlantılı olarak dai H ü s e y n
Kayini'yi refiklerden oluşan bir birlik ile öğretilerini halka an­
latması için Kühistan'a yolladı. Melikşah, H ü s e y n Kayini'nin
ilerlemesini e n g e l l e m e k için, generallerinden Kızıl Şarık'ı
görevlendirdi. Kızıl Sarık, Mülhidleri Kühistan'dan atabilmek
için e l i n d e n g e l e n her şeyi yaptı. H ü s e y n Kayini, refikleri ile
birlikte M ü m i n a b a d topraklarındaki bir kaleye sığındı. Kızıl
Şarık'ın kaleyi kuşattığı sırada, M e l i k ş a h ' ı n ö l ü m haberi g e l ­
di ve k u ş a t m a kaldırılmak z o r u n d a kaldı.

Alamut kalesinin Melikşah'ın askerleri tarafından


kuşatılışını anlatırken aynı tarihçi, H a s a n ' ı n yanındaki refik­
lerin sayılarının y e t m i ş d e n fazla o l m a d ı ğ ı n ı söyler.
Kiya B u z u r g - U m m i d d ö n e m i n d e , O ' n u n emriyle kat­
ledilen m e ş h u r ve soylu kimselerden bahsederken ise şu
sözleri sarf eder: " B u z u r g - U m m i d ' i n saltanatı d ö n e m i n d e ,
fedailer ç o k sayıda soylu ve önemli şahsı öldürdüler. Ö l d ü r ­
dükleri arasında D o ğ u ve Batının kadısı Heratlı Ebu S a y i d ,
M ı s ı r ' d a y e d i refik tarafından öldürülen M u s t a l i ' n i n bir o ğ l u
gibi kişiler vardı."
V e s o n d a , Kiya B u z u r g - U m m i d d ö n e m i n d e g e ç e n olay­
ları anlatırken Mirkvand, refik kelimesini ç o k sayıda kullan­
mıştır. Bu anlatımdan, b a h s e konu kelimenin g e ç t i ğ i bir par­
ç a aktaracağım:

270
Selçuklu sultanı M a h m u d , Kiya B u z u r g - U m m i d ile barış
y a p m a k istediğinde, meseleyi ç ö z m e k için İsfahan'a bir elçi
yollayan İsmaili efendisine belli başlı teklifleri s u n m a k için
komutanlarından birini görevlendirdi. İsfahan'a y o l l a n a n
K v a c a M u h a m m e d Nasihi Şahrastani adındaki elçi, sultan
M a h m u d ' u n huzurundan ayrıldıktan sonra, pazar alanında
yanındaki refik ile birlikte kılıçla öldürüldü. Sultan Buzurg-
U m m i d ' d e n özür dilemesi ve s ö z k o n u s u suikastta bir par­
m a ğ ı olmadığını anlatması için h e m e n birini yolladı. Buzurg-
U m m i d c e v a p mesajında sultana, katilleri cezalandırması,
aksi halde alınacak intikama hazırlıklı olması gerektiğini ve
ö n ü n d e s o n u n d a intikamını alacağını bildirdi. Mahmud,
B u z u g - U m m i d ' i n talepleriyle hiç i l g i l e n m e y i n c e , 5 2 3 yılının
başında birkaç refik Kazvin şehrinin kapısına gelerek, dört
a d a m ı öldürdüler ve ç o k sayıda hayvanı saldılar. Kazvin
sakinleri onların p e ş i n e düştü ancak, şehrin ö n d e gelenlerin­
d e n biri öldürülmüştü. Bu n e d e n l e m e c b u r e n k a ç m a k zorun­
da kaldılar. 525 yılında, Irak birliğinden bin kişi Lankir kale­
sine yaklaştı. Bu ilerlemeden haberdar olan refikler, hiç kan
d ö k e m e d e n onları kaçırttılar. Yaklaşık bu d ö n e m d e sultan
M a h m u d ' u n vefat e t m e s i y l e , refikler Kazvin toprağına tekrar
saldırarak, hayvanları kaçırdılar ve y ü z Türkmen ile birlikte
şehrin sakinlerinden yirmi kadarını katlettiler.

5 2 6 yılında, A l a m u t ordusu Ebu H a ş i m A l e v ' i y l e savaşa


g i r m e k için G i l a n ' a ilerledi, çünkü A l e v imamlık iddiasında
bulunmuştu ve her y e r e i m a m o l d u ğ u n u n kabul edilmesi için
mektuplar yollamaktaydı. Kiya B u z u r g - U m m i d ilk olarak
O ' n a nasihatlerle d o l u hileli bir m e k t u p yolladı; Bu y o l l a
O ' n u kandırmak ya da işlediği s u ç a bir kanıt b u l m a a m a c ı
taşıyordu. Ebu H a ş i m ' i n cevabı yalnızca, İsmaili tarikatının
inkâr, dinsizlik ve büyücülük içeren bir öğretiyi b e n i m ­
sediğini s ö y l e m e k o l m u ş t u . Bunun üzerine refikler D a y l a m ' a

271
girdiler ve Ebu H a ş i m ' l e savaştılar. Savaşın s o n u n d a Ebu
H a ş i m çatışmayı bırakıp bir o r m a n a saklandı. A m a refikler
O ' n u takip e d e r e k çevresini sardılar. A r d ı n d a n bağrış çağırış­
ların arasında O ' n u yaktılar.
Bu m e t i n parçalarından, M i r k v a n d ' ı n refikleri dailerden
v e fedailerden ayırdığını görebiliyoruz. B a n a g ö r e , m i s y o n e r
g ö r e v i n i yürüten dailer ile özellikle suikast d ü z e n l e m e a m a c ı
taşıyan fedailer dışında, bu tarikatın üyelerinin hepsi refik
220
idi.
Bu a y ı r m a Haşaşiler ismi için de geçerli mi bilmiyorum.
Kelimenin g e ç t i ğ i ve bu k o n u d a bana kesin bir bilgi v e r e c e k
yeterlilikte m e t n e rastlamadım. A m a İsmaililerde Haşaşi y a
da Haşhaş tabirlerinin, suikastçı olarak özellikle yetiştirilen ve
haşaş kullandırılarak, liderlerinin isteklerine kayıtsız şartsız
sadık kalan kişiler için kullanıldıklarını d ü ş ü n ü y o r u m . A m a bu
gerçek, s ö z konusu tabir ya da tabirlerin d i ğ e r halklar ve t ü m
Batılılar tarafından İsmaililerin tamamını t a n ı m l a m a k için kul­
lanılmasına e n g e l olamamıştır.
Ismaili tarikatı bunlardan başka isimlerle de biliniyordu.
Şahrastani her halkın İsmililer için birbirinden farklı isimler
kullandıklarını söylemiştir. A b r a h a m Ecchellensis onlara Tatili
denildiğini, bunun mantıklı o l d u ğ u n u , çünkü bu ismin Allah'ı
inkâr e d e n , varlığına karşı çıkan n e r e d e y s e ateistliğe yak­
laşan tatil ismindeki öğretinin yandaşları için kullanıldığını
söylemiştir. M u r a d c e a ' y a g ö r e ise, liderleri H a s a n bin S a b -
bah'ın soyadından g e l e n bir tabir olan Hümeyriler olarak da
adlandırdıklarını iddia etmiştir. (Tabi. Gen. de l'empire Ot-
homan, 1. cilt, s. 36). A n c a k ben bu i s i m l e n d i r m e y e hiçbir
y e r d e rastlamadım.
İ n c e l e m e m i , bizlere İsmaililerin g ü n ü m ü z d e hâlâ Suri­
y e ' d e var olduklarını anlatan Voyage of Niebuhr isimli eser­
d e n ve Rousseau o ğ l u n u n Tahran'dan bana y a z d ı ğ ı 1 H a z i ­
ran 1808 tarihli m e k t u p t a n parçalar alarak bitiriyorum.

272
Batıniler v e y a İsmaililer ya da g e n e l olarak Mülehedeler
olarak bilinen ve hâlâ varlığını sürdüren, İran ve Sind vilayet-
lerindeki diğer tarikatlar gibi g e n i ş bir alana dağınık olarak
yayılmış bir tarikat hakkında çok kesin bazı bilgiler t o p l a d ı m .
Az z a m a n ı m o l d u ğ u için, konu ile ilgili d a h a detaylara g i r e n
anlatımımı ileri bir tarihe ertelemek z o r u n d a y ı m ; bunun için
özür dilerim. Mülehedeler b u g ü n bile, Kum bölgesindeki
K e h e k adlı köyde oturan ve tarikatın, Cafer el-Sadık'ın
soyundan geldiğini iddia ettikleri bir imama sahiptirler.
İ m a m ı n ismi Ş e y h Halil Allah'tır v e imamlık m a k a m ı n a , Z e n -
dilerin hâkimiyetleri d ö n e m i n d e ö n e m l i bir rol o y n a y a n a m ­
cası Mirza Ebul H a s a n ' d a n sonra getirilmiştir. Yıllık olarak
düzenli bir şekilde vergilerini ödedikleri sürece, İran
hükümeti onlarla ilgili herhangi bir e n d i ş e duymamaktadır.
Halkı tarafından gösterişli "halife" sıfatıyla onurlandırılan
i m a m , sahip o l d u ğ u büyük itibarın keyfini sürmektedir ve
halk tarafından, bazı mucizeler gerçekleştirdiği kabul edilir.

Bana Hindistanlı Müslümanların, İndus kıyılarından kal­


kıp, yanlarında getirdikleri kıymetli ve kutsal hediyeler kar­
şılığında, O ' n u n dualarını alabilmek için buraya geldiklerini
anlattılar. İ m a m , İranlılar arasında ise d a h a ç o k S e y d Keheki
ismiyle biliniyor. 2 2 1

273
BÖLÜM DİPNOTLARI

151 Bknz. J. Reinaud, "Notice historique et littéraire sur M. Le baron Sil-


vestre de Sacy", Journal Asiatique, 3 série, 6 (1838), s. 113-95; A.C.L.
Victor, "Eloge de Silvestre de Sacy". Silvestre de Sacy'nin Mélanges de
littérature orientale isimli eserinde, (Paris), s. 3-32; H. Derenbourg, Sil­
vestre de Sacy (1758-1838) (Paris, 1895); H. Deherain, Silvestre de
Sacy, 1758-1838: Ses contemporains et ses disciples (Paris, 1938); ve
Académie des Inscriptions et Belles Lettres, Centenaire de Silvestre de
Sacy (1758-1938) (Paris, 1938)
152 A. Silvestre de Sacy, Expose de la religion des Druzes (Paris, 1838),
1. cilt, sunuş bölümü s. 1-246.
153 Silvestre de Sacy, Expose. 1. cilt, sunuş bölümü, s. 70-138; ayrıca
bknz. de Sacy'nin "Recherches sur l'initiation a la secte des Is­
maéliens", Journal Asiatique, 1 série, 4 (1824), s. 298-311, 321-31.
154 İncelemenin kısa bir versiyonu ilk olarak Moniteur isimli çalışmada
yayınlandı, 210 (Temmuz 1809), s. 828-30; İngilizce tercümesi von
Hammer-Purgstall'un History of the Assassins isimli eserinde, s. 227-
35; ve ayrıca Annales des Voyages isimli eserde, "Mémoire sur la
dynastie des Assassins et sur l'origine de leur Nom", 8 (1809), s. 325-
43'te de karşımıza çıkmaktadır.
155 A. Silvestre de Sacy, Memoirs de l'Institut Royal de France isimli eser­
de Mémoire sur la dynastie des Assassins, et sur l'etymologie de leur
Nom, 4 (1818), s. 1-84.
156 Lewis, The Assassins, s. 11-12.
157 İlk olarak Memoirs de l'Institut Royal de France isimli eserde Mémoire
sur la dynastie des Assassins, et sur l'etymologie de leur Nom adıyla
yayınlanmıştır, 4 (1818), s. 1-84.
158 History of the Druze Religion isimli eserimin giriş kısmı 19 Mayıs
1809da Kraliyet Enstitüsü Antik Edebiyat ve Tarih Bölümüne okundu.
159 Bu zamanda Nusayriler Suriye'de, en bilinen uç Şii tarikatlanndan biri
olan Aleviler adıyla da tanınmaktadır. Bu grup hiçbir zaman Kar-
matilerin ya da Ismaililerin bir kolu olmamıştır. Bknz. H. Halm, Die is-
lamische Gnosis: Die extrême Schia und die Alawiten (Zürih-Münih,
1982), s. 284-355; ve W. Kadi, "Alawi", EIR, 1. dit, s. 804-6. (F.D.)

274
160 Özellikle Kahire'de gerçekleştirilen bu uygulamalar Fatımi dönemin­
de yalnızca Ismaililer tarafından gözlemlenebiliyordu. Aynı dönemde
Bahreyn'de bir devlete sahip olan ve Fatımilere karşı düşmanca duy­
gular besleyen Karmatilerin uygulamaları konusunda mevcut bir bilgi
yoktur. Ayrıca Karmatiler ile Ismaililerin öğretileri arasında da köklü
farklılıklar vardı. Bknz. F. Daftary, "Carmatians", EIR, 4. cilt, s. 823-32.
(F.D.)
161 Ebu Mansur Ahmed 359/970 yılında ölmüştür. (F.D.)
162 El-Hasan El-Asam (Öİ.366/977) Karmati güçlerinin komutanıydı ve
Karmatilere sadece Bahreyn dışındaki askeri seferlerde önderlik etti.
Bknz. M. Canard, "Al-Hasan al-Asam", EI2, 3. cilt, s. 246. (F.D.)
163 Dördüncü Fatımi halifesi El-Müyiz (341-365 / 953-975) aslında
Kahire'ye 362/973 yılında ulaşmıştır. (F.D.)
164 Bahreyn Karmati devleti gerçekte, 470/1077 yılında, Uyunilerin
yönetimindeki bir kabilenin bölgesel lideri tarafından yıkılmıştır. Bknz.
M . J . de Goeje, "La fin de l'empire des Carmathes du Bahrain", Journal
Asiatique, 9 série, 5 (1895), s. 5-30. (F.D.)
165 Pek çok kitaptan tanıdığımız J. Mariti, 1807 yılında Livorno'da,
Mémoire istoriche del popolo delgi Assassini e del vecchio della mon-
tagna, ioro capo-signore adı altında Haşaşilerin tarihini yayınlamıştır.
Bu eser şüpheci bir yaklaşımla kaleme alınmamıştır. Yazar Haşaşilerin
Kürtlerden geldiğini söylemekte ve çok yanlış bir şekilde onları Saman­
larla, güneşe tapanlarla ve Yezidilerle karıştırmaktadır. Yezidilerin isim­
lerinin kökenleri üzerine yazdıkları belki elle tutulur olarak kabul
edilebilir: bu ismin isa'nın müritleri kelimesinden türediğini iddia et­
mektedir, (s. 41). Bunun dışında, Şiiler, Nasıriler ve özellikle Nusayriler
(s. 47 ve devamı) hakkında yazdıklarında hiçbir doğruluk payı yoktur.
Kısacası bu kitap bir hatalar ve gelişigüzel söylemler yığınıdır.
166 Bu inceleme kaleme alınırken, bu tarihi kaynak, Am. Jourdain tarafın­
dan Notices et Extraits des Manuscrits isimli eserin 9. cildinde Fransız­
ca ve Farsça olarak yayınlandı.
167 Iran Nizari Ismailileri hakkındaki bu kaynağın Farsça metninin
tamamından, burada Sacy son derece kapsamlı olarak faydalanmıştır.
Metin Mirkhand'ın Rawdat el-Safa isimli eserinde bulunabilir, (Tahran,
1338-39/1960), 4. cilt, s. 199-235. (F.D.)

275
168 Hz. Ali'den başlayıp, 260-873 yılından itibaren gizli bir yaşam süren
M u h a m m e d el-Mehdi ile son bulan on iki imam silsilesi, sadece Şii
tarikatı Isna Aşeriye ya da On İki Imamcılar tarafından kabul edilmek­
tedir. Bknz. E. Kohlberg, "From Imamiyya to Itna'ashariyya", B S O A S ,
39 (1976), s. 521-34; ve S . H . Nasr, "Itna'ashariyya", EI2, 4. cilt, s. 277-
9. (F.D.)
169 Mirkhand'ın metnini burada kısaltarak veriyorum.
170 Bu dönemde, halife ordularının komutanı, aynı zamanda Fatımi dev­
letindeki sivil, hukuki ve dini kurumları da yöneten Bedr el-Cemali (öl.
487/1094) idi. Hasan Mısır'a 471/1087 yılında vardı ve burada 3 yıl
kaldı. Bedr'in Hasan'a olan düşmanlığının nedenleri belirsizdir ama
nedenin, el-Mustansır'ın halefinin kim olacağı meselesi olmadığı
neredeyse kesindir. (F.D.)
171 Böyle bir karar iptalini gösteren herhangi bir tarihsel kanıt yoktur ve
el-Mustansır'ın halefinin kim olacağı konusundaki anlaşmazlık daha
sonraki bir döneme aittir. Bu anlaşmazlık, el-Mustansır'ın 487/1078
yılında ölümünün ardından, Fatımi devletinin yeni etkili yöneticisi,
Bedr'in oğlu ve halefi el-Afdal'ın, Nizar'ın elinden haleftik hakkını aldığı
zaman çıkmıştır. (F.D.)
172 Alamut şeklinde telaffuz edilen bu kelime, Mirkhand'a v e Burhan
Katinin yazarına göre, yerel dildeki aluh (kartal) v e amud (yuva)
kelimelerinin bir araya gelmesinden türemiş ve kale, dik bir kayanın üs­
tüne tıpkı bir kartal yuvası gibi oturduğu için bu adı almıştır.
173 Hasan 518/1124 yılında ölmüştür. (F.D.)
174 Burada bahsedilen yenilgi, sultan M u h a m m e d Tapar'ın döneminde
(498-511/1105-18) 500/1107 yılında, Ismaili kalesi Şahdiz'in Selçuk­
lular karşısında kaybedilmesidir. (F.D.)
175 Bknz. 16 numaralı not. (F.D.)
176 Bu olay 520/1126 yılında olmuştur.
177 Bu ismin pek çok farklı yazılış şekli vardır ve M a s y a t mı yoksa Masyaf
mı olarak telaffuz edileceği belli değildir. Schultens, Baha el-Din'in Life
ofSaladin eserinin ekine bir coğrafi indeks koymuş v e burada M a s y a t
adını kullanmıştır; öte yanda Koehler, (Tab. Syr., s. 20) Masyaf şeklinde
okunması gerektiği konusunda ısrar etmektedir. Reiske (Annal. Mosl.,
3. cilt, s. 485) ikisi arasında bir karara varamamış ancak ikincisini tercih

276
etmiştir. Renaudot (Hist. Patr. Alex., s. 541) Mosiab şeklinde yazmıştır.
Bu isim ne Kamusda ne de Yakut'un Eş anlamlı Coğrafi Yer İsimleri Söz­
lüğünde geçmektedir ama Marasid al-ittilada, Masyath şeklinde telaf­
fuz edilmiştir.
Bence bu yerin doğru ismi Masyat'tır. Nicolas de Treveth'in
Vakayinamesinde yer alan, doğruluğu ispatlanmamış Latince bir mek­
tupta isim Messiat şeklinde yazılmıştır. Metin şu şekildedir: Leopoldo,
duci Austriae, vetus de monte, salutem... Et sciatis quod litteras fec-
imus istas in domo nostra ad castellum nostrum MESSİAT, in dimidio
septembris, anno ab Alexandro 1505 (Voy. Veter. Aliq. Scriptor. Spicil.
Op. D.L. Achery, 3. cilt, s. 175). Rousseau'nun, Anales des Voyages ìr\
14. cilt, s. 271 ve devamında yayınlanan Ismaililer ve Suriye Nusayrileri
üzerine incelemesinde, bu yer Mesaide olarak adlandırılmıştır.
178 Suriye ismailileri Masyat ya da Masyaf kalesini 535/1140 yılında ele
geçirmişlerdir. (F.D.)
179 Bu anlaşılması zor olay, Kıyamet ve Yeniden Diriliş safhasının ilanı ve
bunun Nizari Ismaili toplumu üzerindeki etkileri için bknz. F. Daftary,
The lsma'ilis: Their History and Doctrines (Cambridge, 1990), s. 386-
402; ve C. Jambet, La grande resurrection d'Alamut (Lagrasse, 1990),
s. 386-402, özellikle birinci bölüm. (F.D.)
180 Hasan 561/1166 yılında öldürüldü ve oğlu Muhammed 607/1210
yılında öldü. (F.D.)
181 Burada anlatılan Dağın Yaşlı Adamı, Avrupalılar tarafından takılan bu
ismin gerçek sahibi ve Suriye'deki Nizari Ismaili liderleri arasında en
tanınanı Raşid el-Din Sinan'dır. Sinan bahsedilen elçiyi 569/1173 yılın­
da yollamıştır. Bknz. J. Hauzinski, "On Alleged Attempts at Converting
the Assassins to Christianity in the Light of William of Tyre's Account",
Folia Orientalia, 15 (1974), s. 229-46. (F.D.)
182 Mirkhand, Rükn el-Din'in, Hülagu'ya teslim olduktan sonra, Suriye'de
elinde tuttuğu bölgelerin yöneticilerine, idare ettikleri bölgeleri
Hülagu'nun subaylarına teslim etmelerini emretti.
183 İran'daki Nizari Ismaili devletinin yıkılışını simgeleyen, Alamut'un
Moğolların eline geçişi 654/1256 yılında olmuştur. Bknz. F. Daftary,
The lsma'ilis. s. 421-30. (F.D.)
184 Anna Comnena ve Nicetas tarafından xasioi şeklinde telaffuz edildiy-

277
se, bu muhtemelen yazıya geçirenin hatasıdır. Piskopos S. Assemani
xasioi kelimesinin Arapça kası yani sıkı'dan geldiğini düşünmektedir.
Ancak bu etimoloji doğru kabul edilemez ve Ismailileri bu şekilde isim­
lendiren hiçbir şarkiyatçı yazar yoktur.
185 Ula Bateniorum secta, qui postea Hasissin ab Arabibus, a nostris As-
sassini appellati sunt.
186 Constantin Lempereurve Baratier, Benjamin'in metinlerinde geçen
Molhatın, Haşişilerin yaşadıkları ülkenin ismi olduğunu düşünmektedir­
ler. İlkinde in regionem Molhath, ubi populi degunt qui. ikincisinde au
pays de Molhat, ou sont des peuples (voy. De Rabbi Benjamin, 1. cilt,
s. 176) şeklinde tercüme edilmiştir: bu yanlıştır. Benjamin Molhat'm bir
ülke değil bir halkın ismi olduğunu çok iyi biliyordu. Şöyle demektedir:
"Oradan A1o//ıafların topraklarına dört günlük yürüme mesafesi sonun­
da ulaşılır. Bu halk..." (Mem. De I'Acad. Des lnscript.,XV\\. Cilt, s. 159).
Falconet bu hatayı yakalayamamıştır.
187 Kamus isimli eserin yazarı, Hassasa'nın Kasr bin Hübeyre yakınların­
da küçük bir kasaba olduğunu söylemektedir.
188 Dürzilerin bir dana figürüne tapmaları üzerine yazdığım incelememin,
bu derlemenin 3. cilt sayfa 111 ve devamına da koyduğum, Sekkin ve
öğretisi hakkında anlattıklarıma bakınız.
189 Assemani'nin burada söylediği tüm Ismaililer için geçerli değildir;
Hasan bin Muhammed ve oğlunun hüküm sürdüğü yaklaşık 50 yıl
süresince, MulhicAeı veya Iran Ismaililerine mahsustur.
190 Ibn el-Mukaffa'yı okuyunuz. Kendisi, The Book of Katilla adn Dimna
adıyla bilinen, Arapça'dan tercüme edilmiş olan Bipdai'nin fabllarının
yazarıdır.
191 1809'dan 1818'e kadar Viyana'da düzenli olarak yayınlanan bu der­
ginin ayrıca Fundgruben des Orients şeklinde Almanca bir ismi de var­
dı. (F.D.)
192 Burada De Sacy tarafından Ebu Şama'ya ait bir el yazmasından alın­
mış üç parçanın Arapçaları için bknz. Ebu Şama, Kitab el-ravdateyn fı
ekber el-devleteyn (Kahire, 1287-88/1870-71), 1. cilt, s. 241 ve 258.
(F.D.)
193 Herhangi bir hamle yapamazdı derken, bununla Haşaşiyi mi yoksa
emiri mi kastettiği tam olarak anlaşılamıyor olabilir. Ibn Abil-Tayyi'nin
anlatımında, bunun Haşişi olduğu açıkça ifade edilmiştir.

278
194 İlk anlatımda, hasmının kafasını kendine doğru çekip y e r e düşüren ve
üzerine çullanan Selahaddin'di; burada ise bunun yapanın haşaşi ol­
duğu anlatılıyor. Belki d e metin şu şekilde olmalıydı: va cadhaba
ra 'sahu el-sultan yani ama sultan onun kafasını kendine doğru çekti.
195 Kırk Vezir (Les Quarante Vizirs) isimli Türk masallarında, Türkçe ot
kelimesinin, Arapçadaki haşaş ile aynı anlamda kullanıldığını g ö r d ü m .
Kocasının gözleri önünde aşığıyla sevişmek isteyen bir kadın, kocasını
önceden aşığıyla anlaştığı ve aşığının önceden gidip gizlendiği, or­
manlık bir araziye götürür. Karı koca bir ağacın altına otururlar ve kadın
uyarıcı etkisi olan bir sıvıdan az miktarda alır ama kocasına çok daha
fazla içirir. Karınları doymuş bir halde ağacın altına uzanırlar ve uyuş­
turucunun etkisiyle kendilerinden g e ç m e y e başlarlar. Ardından kadın
bir ağaca tırmanır ve kocasını ağacın altında başka bir kadınla görmüş
gibi yapar, kocasını azarlar. Kocası bunun doğru olmadığını söyler. Ar­
dından kadın şöyle der: yoksa içtiğimiz uyuşturucudan dolayı öyle zan­
netmiş olmayayım, ya da altına oturduğumuz bu ağaçta tuhaf bir şey
mi var? Herkes tarafından bilinen bu edepsiz öyküyü burada kesiyo­
rum. Bknz. Kırk Vezir, 3 1 . sabah.
Prosper Alpin, Haşaş kelimesini assis şeklinde yazarken, tarihçilerimizin h
olmadan ismi Assissini şeklinde yazmalarıyla aynı şeyi yapmıştır.
196 Herodot'un, kenevir tohumunun Iskitliler tarafından ne şekillerde kul­
lanıldığı ile ilgili söyledikleri herkesçe bilinmektedir. Larcher'in çevirisi,
3. cilt, s. 177.
197 Enstitünün Edebiyat v e Güzel Sanatlar bölümünün Araştırmalannda
yayınlanan Recherches sur l'emploi du chanvre chez les anciens (cilt V,
s. 457), isimli makalesinde kenevirin bu şekilde kullanılışından bah­
seden Mongez, bu çeşit kenevire cannabis Indica adını veren v e A v ­
rupa'da yetişen kenevir türünden ayıran Lamark'ın görüşüne yer verir.
Bu aynı zamanda, gunnab Hindi, Hint keneviri olarak adlandırdığı Mısır
kenevirini ayır bir tür olarak değerlendirmeye alan Ibn Baytar'ın da
görüşüdür.
198 Bu cümlenin orijinal hali ya'nafun min intisabihum laha'ön. Chreas-
tomathie isimli eserimde bu konuda gereken hassasiyeti göstermeyi
ihmal etmişim.
199 Yine de başka bazı ilaçlarla karıştırılmış kenevir yaprağının, kendilerini

279
korkusuzca kılıçların ve mızrakların önüne atan Amokluların cinnetine
benzeyen, vahşi bir çılgınlık hissi uyandıracağından şüphem yoktur. Ve
aslında Amoklulardaki bu çılgınca öfkeyi yaratan, etkileri haşaşa ben­
zeyen uyuşturucu bir madde olan afyondur. A m a bu etkiyi sağlamak
için günlerce önceden limon suyu ile karıştırılması gerekir. Bazı şahıslar
içine başka maddeler d e ilave edildiğini düşünmektedirler (Voyage au
Bengale. Cossigny, 3. cilt, s. 103 v e 163). Amoklularla ilgili olarak şu
eserler incelenebilir: Kaempfer, Amoenit. Exot. s. 649; Anquetil-
Duperron, Zend-Av., 1 .cilt, s. Clviii; d e Grandpre, Voyage dans L'lnde
et au Beng.. 1. cilt, s. 7 1 ; Sienna'lı Aziz Catherine'in babası Vincent
Marie, Viaggi all'lnd. Orient, s. 145, 150, 237 v e 238; Legoux d e
Flaix, Tableau de l'lndoustan, 2. eilt, s. 394; Percival, Voyage a Ceylan,
1. cilt, s. 222. En sonda yazdığımız esere göre, Seylanlıları amoka
dönüştüren afyon değil, şekil ve özelliği açısından yaprakları tütünün
yapraklarına benzeyen ama adaçayı yaprağından uzun olmayan küçük
bir çalı olan bangın dalları v e yapraklarıdır. Aynı yazar cinnet geçiren in­
sanların, kurbanlarının peşinden koşarken, öldür, öldür anlamına gelen
amok, amok diye bağırdıklarını söyler. Legoux d e Flaix Malezyalıların
kendi dillerinde bu kendinden g e ç m e durumuna amok dediklerini söy­
ler. Anquetil amoque kelimesinin Portekizceden geldiğini v e Amok-
ların Malabarlar tarafından Narangollar olarak adlandırdıklarını söyler.
Ancak bana göre Narangol A m o k ismi takılan bir kabilenin ismidir çün­
kü bu insanlar da profesyonel katillerdi. Howison'un Malezya Dili Söz­
lüğünde amuq kelimesinin desperado, katil, önüne çıkan herkesi öl­
düren olarak tercüme edildiğini gördüm. Aynı sözlükte ismin fiil hali
amaq da öldürmek, katletmek olarak tercüme edilmiş. (Bknz. Diction-
naire Malai ofVJ. Maersden.) Genç bir İngiliz'in European Magazinede
yayınlanan v e Journal de liiterature etrangere'de (Mart 1807, s. 135) d e
bulunan, Cakarta ve Çin'e düzenlediği seyahatini anlatan yazısının bir
bölümünde, Amokların yüksek dozda afyon alarak kendilerini çılgın bir
ruh haline soktuklarını v e ardından işledikleri cinayetlerin moeks olarak
adlandırıldığını çünkü cinayet esnasında öldür, öldür anlamına gelen
amok, amok diye bağırdıklarını okuyoruz. Doğrusu ne olursa olsun,
bana göre hiçbiri Haşaşilerile Amoklar arasında bir karşılaştırma yapıl­
masını haklı çıkarmamaktadır.

280
200 Albililer
201 Daha önce M a r c o Polo'nun mulehet kelimesi ile ilgili yaptığı hatayı
belirtmiştim. Yazarın hatasının nedeni, Baratier ve Falconet'in hataların­
dan kaynaklanmaktadır.
202 Ala el-Din, Iran Ismaililerinin sondan bir önceki emirinin ismidir.
Burada M a r c o Polo'nun bahsettiği bahçeler Hasan bin Sabbah tarafın­
dan yapılmıştır.
203 Les Quarante Vizirs isimli kitapta, burada M a r c o Polo'dan aldığım bu
öyküden taklit edilmiş gibi görünen bir hikâye yer almaktadır. Söz
konusu hikâye, kitabın 19. sabah isimli bölümünde geçmektedir. 19.
vezir krala, kadınların tutkularına ulaşabilmek adına her tür hile ve
oyunu yapmaya yetenekli olduklarını kanıtlamak ister ve O'na, kral olan
babasının iç oğlanlarından birine delicesine âşık olan bir prensesin
hikâyesini anlatır. Uzun zaman bu tutkusunu içinde saklayan prenses en
sonunda sırrını kendisine hizmet eden kadına açar. Hizmetçi en sonun­
da hanımını mutlu edecek fırsatı yakalamıştır. Erkek kılığına girerek,
genç oğlanın geceyi geçirdiği odaya girer ve O'na uyutucu bir ilaç içirir.
Sonra da delikanlının haberi olmadan O'nu prensesin odasına götürür
ve derin uykusundan uyandırmadan, güzelim minderlerin üstüne
yatırır. Ardından prenses O'na yaklaşır ve alnına damlattığı birkaç d a m ­
la sirke ile O'nu yavaşça uykusundan uyandırır. Oğlan yavaşça uyanır
ve etrafını çevreleyen tüm güzellikleri ve lüksü görünce, "Ölmüş ol­
malıyım ve beni cennete koymuş olmalılar" der. Oğlanın, prensesin
odasına getirildiği gibi, aynı yolla uyutulup, farkında olmadan tekrar
odasına götürüldüğünü söylemeye gerek yoktur tabiî ki.
204 Boccaccio söz konusu etkiyi, Dağın Yaşlı Adamı tarafından, insanları
cennete taşımak ve cennetten dışarı çıkarmak için kullanılan bir çeşit
toza bağlayarak oldukça farklı bir tarzı benimsemiş gibi görünmektedir
(3. gezi, 8. öykü). Tarzdaki farklılıklar benim varsayımımı zayıflatmak
yerine kuvvetlendirmektedir. Çünkü haşaş toz olarak da, macun olarak
da, içki olarak da kullanılmaktaydı.
205 Pepin'in, hemen h e m e n M a r c o Polo'nun anlattığı detaylara (Kitap 111,
Böl. X X X I X ) benzer anlatımlar içeren Chronicle isimli eserindeki bölüme
burada yer vermiyorum (bknz. Script. Rer. /fa/., Muratori, cilt IX, s. 705
ve devamı). M a r c o Polo'nun Seyahatname'sini Latinceye çeviren bu

281
papaz Haşaşilerle ilgili yaptığı anlatımı aynen Marco Polo'dan almış ol­
malı.
206 İlk önce okuduğum el yazmasında bir hata olduğunu ve sahib el-
Haşaşiya tabirinin Haşaşilerin efendisi anlamında kullanılmış ola­
bileceğini düşündüm ancak bu şekilde düzeltme yapılırsa bütün met­
nin anlamı değişiyordu. Çünkü sahib kelimesi metinde, bir şahsın ya da
halkın isminden daha çok bir ülke ya da bir nesnenin tamamlayıcısı
olarak kullanılıyordu.
207 Bknz. Mirkvand'ın Farsça metninden Mémoires sur diverses an­
tiquités de la Perse adıyla çevrilen Sasanilerin Tarihi, s. 273 ve devamı.
[Yardımı olacak bazı bilgiler için bknz. 777e Cambridge History of Iran
isimli eserde E. Yarshater'in "Mazdakism" isimli incelemesi, 3. cilt, (II),
düz. E. Yarshater (Cambridge. 1983), s. 991-1024; ve P. Crone, Iran.
Journal of the British Institute of Persian Studies'de, "Kavad's Heresy
and Mazdak's Revolt", 29 (1991), s. 21-42. (F.D.)]
208 Bknz. Mirkvand'ın kainat tarihi, cilt IX'deki Notices et Extraits des
Manuscrits, s. 117 ve devamı. [Nizariler Hasan'in, Nizar bin el-Mustan-
sır'ın soyundan geldiğine ve Muhammed'in oğlu olmadığına inanırlar­
dı. Söz konusu Hasan ile birlikte, Alamut döneminde Nizari Ismaili
imam silsilesi tekrar ortaya çıkmış oldu. (F.D.)]
209 Konu ile ilgili alıntılar için bknz. el-Şahrastani, Kitab el-milal ve el-
nlhal. ed. W. Cureton (Londra, 1842), s. 150-2; İngilizce tercümesi,
Muslim Sects and Divisions, çev. A.K. Kazi ve J.G. Flynn (Londra,
1984), s. 167-70. Nizari Ismaililerinin talim öğretisinin özet halinde
açıklaması için bknz. Hodgson, 777e order of Assassins. (Lahey, 1955),
s. 51-61. (F.D.)
210 Bu Incelemenm Fransızcası Venture'nin yaşadığı dönemde yayınlan­
madı ve kısa bir süre önce sadece Annales des Voyages'm içinde yer
aldı. Ama İngilizce tercümesi yayınlanmıştır.
211 Bknz. yukarıda 2 numaralı dipnot. (F.D.)
212 Dürzilerin kökleri ve öğretileri ile ilgili bknz. Necla M. Ebu-lzzeddin,
777e Druzes, A New Study of Their History. Faith and Society (Leiden,
1984); D.RW. Bryer, Der Islam. "The Origins of Druze Religion", 52
(1975), s. 47-84, 239-62 ve 53 (1976), s. 5-27; ve M.G.S. Hodgson,
"Duruz", E12, 2. cilt, s. 631-4. Silvestre De Sacy'nin kendi yazdığı Ex-

282
pose de la religion des Druzes bu konudaki başyapıt olma özelliğini
sürdürmektedir. (F.D.)
213 De Volney. Hazreti Ali'nin bir Batıni ya da Haşaşi tarafından öldürül­
düğünü söyleyerek çok daha büyük bir tarih hatası yapmıştır. Voyage
en Syrie et en Egypte, 1. cilt, s. 429.
214 Et. Quatremere de, Mémoires géographiques et historiques sur
I Egypte isimli eserinin 2. cilt, 504. sayfasında Fidavi tanımlamasını, Is-
maililerin arasındaki son derece profesyonel katilleri tanımlamak için
kullanmıştır.
215 Mirkvand'ın burada kullanılan anlatımı, hatalar ve tutarsızlıklarla
doludur. (F.D.)
216 De Sacy, güney Horasan bölgesindeki bir Iran Ismaili toprağı olan
Kühistan'la İran'ı sık sık birbirine karıştırıyor. (F.D.)
217 Burada bahsettiğimiz Hasan isimli şahsın soyu, Nizariler tarafından ala
dikrihil-selam olarak adlandırılmıştır ve halefleri de soylarını Nizar'a
dayandırmışlar, yarattıkları Nizari Fatımi imam silsilesi dönemin Nizari
Ismaili halkı tarafından kabul görmüştür. (F.D.)
218 Burada bahsedilen Abbasi halifesi el-Mustarşid idi. (512-519/1118-
35). (F.D.)
219 Burada bahsedilen dai, İran'ın orta ve batı bölgelerinde ve muh­
temelen Horasan ve Irak'taki Ismaili hareketine önderlik eden Abd el-
Malik Ibn Attaş'dır.
220 İzinde giden anlamına gelen lazik kelimesi de refik ile aynı anlamda
kullanılıyor gibi görünmektedir. Bu benzerlik Et. Quatremere'nin
Mémoires géographiques et historiques sue l'Egypte, 2. cilt, s. 111 ve
502'de alıntı yaptığı iki Arap yazara ait metinlerde görünmektedir.
221 Nizari Ismaililerinin 45. imamı Şah Halil Allah, 1206/1792 yılında
Seyyid Keheki olarak bilinen babası Ebul Hasan Ali'den sonra bu
makama sahip oldu. Şah Halil Allah son yıllarını Yezd'de geçirdi ve
1232/1817 yılında burada bir cinayete kurban gitti. Bknz. Daftary, The
Isma'ilis, s. 503-4. (F.D.)

283

You might also like