You are on page 1of 13

KMÜ Sosyal ve Ekonomı̇ k Araştırmalar Dergı̇ si 16 (Özel Sayı II): 49-61, 2014

ISSN: 2147 - 7833, www.kmu.edu.tr

Ayfer Tunç’un “TAŞ-KÂĞIT-MAKAS” Adlı Kitabında Anlatı(cı)ların Halleri


Şebnem Aysan
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü

Özet
Kurmaca anlatıların en yaygın türlerinden biri öyküdür. Öykü sanatı özellikle günümüzde Modern Türk edebiyatında gerek kurgu, gerek anlatım
teknikleri, gerekse dilin kullanımı bağlamında çok olumlu gelişmeler kaydetmiştir. Günümüz yazarlarından Ayfer Tunç, yazdığı öykülerde sürekli olarak
kendini yenilemektedir. Özellikle Taş-Kâğıt-Makas adlı kitabında -diğer öykülerinde yaptığı gibi- “ne” anlatacağından çok “nasıl” anlatacağına yoğunlaşır.
Ayfer Tunç, Taş-Kâğıt-Makas adlı kitabında dört öyküye yer vermiştir. Bu öykülerin her birinde hem “anlatıcılar” hem de bu anlatıcıların öykülerini
anlatırken başvurulan “anlatım teknikleri” dikkat çekmektedir. Bu bildiride Ayfer Tunç’un adı geçen kitabındaki öyküler, anlatıcılar ve anlatım teknikleri
açısından incelenmeye çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Tunç, Taş-Kâğıt-Makas, Anlatı, Anlatıcı, Anlatım Teknikleri.

Ayfer Tunç's Book “TAŞ-KÂĞIT-MAKAS” and Their Storytellers Situations of Narration

Abstract
Story is one of the most common genres of fiction narratives. The art of story has made significant progress , especially nowadays, in terms of fiction,
narration techniques and the use of language. Ayfer Tunç, one of the writers of today, constantly renews herself in the stories she writes. Especially in her
book named “Taş-Kağıt-Makas” – just like her other stories- she focuses on how-to-narrate rather than what-to-narrate. Ayfer Tunç gave place to four stories
in her book “Taş-Kağıt-Makas”. In each of these stories, both “the narrators” and “the narration techniques” referenced when narrating the stories of these
narrators take attention. In this bulletin, the stories in Ayfer Tunç’s book which was mentioned above will be studied in terms of the narrators and the
narration techniques.
Key Words: Ayfer Tunç, Taş-Kağıt-Makas, Narration, Narrator, Narration Techniques.

karanlıkta kalanı görünür kılan


bir çakımlık ışık düşürür."
1)ÖYKÜ SANATI VE KURMACA KAVRAMI: Đnci ARAL

ANLATICI: Günlük hayatta iletişimi gerçekleştirmek


"Öykü edebiyatın gayri meşru çocuğudur." için söze ihtiyaç duyarız. Karşımızdaki insanın sözü de ses
Ayfer TUNÇ aracılığıyla bize taşınır. Yazılı iletişimde ve edebî metinlerde
ise alıcı ve verici iletişiminde yine bir sese ihtiyaç vardır.
Đnsanların yaşadığı çevreyi anlamlandırma, birbirleriyle Edebî metinlerde ses, anlatıcı olarak karşımıza çıkar. Roman,
ve doğayla olan ilişkileri çeşitli anlatı türlerinin doğmasına hikâye okurken duyduğumuz ses ete kemiğe bürünür “bir ara
neden olmuştur. Bütün anlatıların temelinde öykü vardır. kişi” (Çetin, 2009 : 103) olarak varlığını belli eder.
Yaşadığımız her olay, duyduğumuz her olay bir öykü olarak Anlatı söyleminin (narrative discourse) konuşucusu ya da
karşımıza çıkar.“Öyküler dar alanlara sıkıştırılmış az sayıda sesi (Akşehirli, 2010)olan “anlatıcı, bir kurgu metnin en
sözcükle yoğun anlamlar aktarma gücüne sahip olan sanatsal temel figürüdür.” (Demir, 2002 : 18)“O, anlatı dünyasının
iletişim araçlarıdır.” (Erden, 2009 : 13) asıl eksenidir ve her şey onun tarafından ve onun marifetiyle
Kurmaca; “gerçekliğin hayal gücüyle sanal, itibarî, kurulur, kurgulanır.” (Tekin, 2008 : 30) “Anlatıcı, romanın
saymaca bir âleme dönüştürülmesidir.” (Çetin, 2009 : 185) kurmaca dünyasında geçen olayları kendi isteğine, özel
Başka bir deyişle “kurmaca; bir öyküde ya da genel anlamda tercihlerine, beğenisine ve imkânlarına göre aktaran kişidir.
bir edebî metinde, o metni meydana getiren yapı unsurlarının Olayları aktarırken amacına uygun olarak kendince belli bir
birleşmesinden doğan ön tasarımdır. Kısaca eserin yapısı, düzenleme yapar. Romanın içindeki her şeyin okuyucuya
inşasıdır.” (Kolcu, 2011 : 21) “Yazar öyküsünü oluştururken, yansıtılmasında görev alır.” (Çetin, 2009 : 103) Anlatıcı, “ bir
öykü dışındaki gerçek dünyada var olan ve herkesin bildiği insan olabileceği gibi taş, hayvan, köprü, ağaç, ırmak, deniz
gerçekleri oldukları gibi öyküye aktarmaz. Onları düş vb. gibi varlıklar da olabilir. Yazar bu varlıkların ağzından
gücünün yardımıyla geliştirerek anlatır.” (Erden, 2009 : 14) konuşur ya da bir başka deyişle sözünü bu varlıklara emanet
eder.” (Kolcu, 2011 : 23) Kurmaca dünyada meydana gelen
2) ÖYKÜNÜN UNSURLARI: olayları aktaran “anlatıcı, okurun gözü kulağı olacaktır.”
"Her benzersiz öykü, (Tosun, 2011a : 61) Kurmaca metinlerde, "anlatıcının
insanın çileli ama görkemli varoluşuna varlığına işaret eden, onu görmemizi sağlayan, birkaç metin
50
Ş. Aysan / KMÜ Sosyal ve Ekonomı̇ k Araştırmalar Dergı̇ si 16 (Özel Sayı II): 49-61, 2014

elemanı söz konusudur; bunlar yardımıyla onu tespit etmek görüldüğü ya da anlamlandırıldığı ve bu anlamın kim
mümkündür. Anlatıcının varlığını, duyuş düzeyine göre, tarafından aktarılmakta olduğu sorularına yanıt verir. (Sözen,
ortaya çıkaran noktaları şu başlıklar altında toplayabiliriz: 2009: 49) "Bakış açısı vasıtasıyla, yazarın hikâyenin fiktif
a.Mekân tasviri âlemi- kurgusal dünya- ve bu alemin kişilerinin düşünceleri
b. Karakterin kimliği ile olan ilişkisini kavrayabiliriz." (Demir, 2011 : 117)
c. Zaman özeti Bakış açısını belirlerken, bir olayın ya da nesnenin kimin
ç. Karakterin düşünmediği ya da söylemediği şeyin sesinden anlatıldığı kadar kimin gözünden/zihninden
aktarımı aktarıldığı da önemlidir. (Çıraklı, 2011 : 83 )“Bu konuyla
d. Açıklama" (Demir, 2002 : 67-68) ilgili olan soru (kim konuşuyor? Sorusunun aksine) kim
ANLATICI TĐPLERĐ görüyor?” ( Jahn, 2012 : 68 )sorusudur.
Birinci Kişi Anlatıcı (Ben Anlatıcı): “Anlatıcı, olayın hem Bakış Açısı Çeşitleri:
yapıcısı olan bir özne hem de anlatıcı, aktarıcı olan bir
kişidir. Kişi, başından geçenleri, bizzat yaşadıklarını, 1)Sıfır Odaklanma (Tanrısal Bakış Açısı): “Sıfır
gördüklerini, izlediklerini, duygu ve düşüncelerini odaklanmada anlatı, anlatıcının bakış açısından anlatılır. Bu
değerlendirme ve yorumlarını kendisi anlatır.” (Çetin, 2009 : anlatıcı, asla hikâyenin bir şahsı değildir. Bu durumdaki
110) “Bu yüzden pek çok birinci şahıs anlatıcılı öykü, anlatıcı, bütün kahramanlardan daha çok şey bilir” (Filizok,
öyküden çok bir itirafa ya da özeleştiriye dönüşür.” (Sağlık, 2010 ) Sıfır odaklanmada '' anlatıcı kendisinden 'ben' diye söz
2011 : 77) Birinci kişi anlatıcıyla kurulan metinlerde anlatıcı, etmez, hep üçüncü tekil kişi adılı 'o'yu kullanır." (Kıran, 2007
“diğer kişiler ve olaylar hakkında tek bilgi kaynağıdır.” : 142)
(Boynukara, 2000 : 135)
Đkinci Kişi Anlatıcı (Sen Anlatıcı): “Đkinci şahıs anlatıcı 2)Đç Odaklanma: “Anlatıcı, sadece kahramanın
figürü ile kurgulanan öyküler genellikle bir ‘mektup’u akla düşündüğü, hissettiği ve yaptığı şeyleri anlatır. Yani olup
getirir.” (Sağlık, 2011 : 79) “Đkinci şahıs anlatıcılı öykülerde bitenler hikâyenin bir kahramanının bakış açısından
anlatıcı, doğrudan belirli bir muhataba seslenir.” (Sağlık, anlatılıyorsa bir iç odaklanma vardır. Bu durumda anlatıcının
2011 : 79) bilgisiyle kahramanın bilgisi birbirine eşittir. Bu metinler,
üçüncü şahısla yahut birinci şahısla anlatılabilir.” (Filizok,
Üçüncü Kişi Anlatıcı (O Anlatıcı): Üçüncü kişi anlatıcı, 2010) “Đç odaklanmanın iki tipi vardır:
"anlatı sisteminde en fazla yer verilen ve esnek yapısı a)Değişmeyen iç odaklı anlatı: Anlatı devamlı
itibariyle yazarlar tarafından en fazla tutulan (popüler) bir olarak aynı şahsın bakış açısından anlatılır.
anlatıcıdır."(Tekin, 2011: 28) “Gördüklerini ya nesnel olarak
aynen ya da öznel bir yaklaşımla kendi arzu ve düşüncelerine b)Değişen iç odaklı anlatı: Olay, sırayla değişik
göre seçerek, değiştirerek verir.” (Çetin, 2009 : 104) kişilerin bakış açısından anlatılır.” (Akdeniz, 2010)
Üçüncü kişi anlatıcının üç biçimi vardır:
a)Nesnel Anlatıcı:“Anlatıcı olaya ve kişilere dışardan 3)Dış Odaklanma: Dış odaklanmada anlatıcı “tanığı
belli bir mesafeden, tarafsız, yansız bir gözlemci sıfatıyla olduğu şey kadar konuşabilir.” (Kolcu, 2011 : 25) “Olayların
bakar." (Çetin, 2009 : 104-105) " Anlatıcı, adeta bir seyirci sadece şahidi konumundadır, hikâyedeki şahısların aklından
gibi ( ama objektif kalmaya özen gösteren, duygusallıktan geçenleri bilmez. Gördüğü ve duyduğu şeyleri bir sinema
uzak bir seyirci gibi) davranır ve gördüklerini yansıtmaya kamerası gibi nesnel olarak anlatır, tasvir eder. Yorum
çalışır." (Tekin, 2011 : 38) yapmaktan kaçınır.” (Filizok, 2010)
b)Öznel Anlatıcı: “Bu yöntemde bir gözlemci anlatıcı OLAY ÖRGÜSÜ: “Olay, bir hikâye içinde olup biten her
vardır bir de ‘yansıtıcı bilinç’ olarak seçilen roman şeyin genel adıdır.” (Kolcu, 2011 : 32) “Olay örgüsünü ya da
kişisi.” (Çetin, 2009 : 105) vakayı oluşturan parçalardan biri” (Çetin, 2009 : 187)dir.
c)Hakim Anlatıcı: “Anlatıcı, her şeyi bilen, gören, duyan Olay örgüsü, " bir öykünün mantıksal ve nedensel
bir yaklaşım içindedir.” (Özdemir, 2011 :174) “Anlatıcı, yapısıdır." (Jahn, 2012 : 92) “Bir roman ya da öyküde olay ya
görevini yerine getirirken kendini gizlemek gereğini duymaz; da olaylar serisinin ‘niçin’ sorusuna cevap verecek tarzda
varlığıyla, sesi ve etkileme gücüyle her yerde hazır ve meydana gelmesidir.” (Boynukara, 2000 : 134)
nazır olduğunu hissettirir." (Tekin, 2011 : 29) ”Kişilerin iç
dünyalarına, bilinçaltlarına ayna tutar. Kimi durumlarda MEKÂN: “Mekân, bir kurmaca metinde olayın geçtiği
yorumlara, açıklamalara yönelir.” (Özdemir, 2011 : 174) Bu yerdir.” (Kolcu, 2011 : 26)“Kurgusal bir eserin varlığı bir
yöntem, “ kişi ve olayların öncesini, içinde bulunduğu hali ve mekânın varlığına bağlıdır. Kim nerede, nereye gitti, nereden
sonrasını sınırsız bir biçimde görüp aktarmaya yarar.” ( geldi, ne nerede oldu gibi sorulara ancak mekânın varlığı ile
Çetin, 2009 : 107) cevap verilebilir.” (Boynukara, 2000 : 136)
BAKIŞ AÇISI: Bakış açısı, “ bir olayda, konuyu, ZAMAN: "Romanda kendisine yer verilen olayların
düşünceyi belirli yönden inceleme, görüş açısı” (TDK geçtiği, olup bittiği, cereyan ettiği nesnel, vaka ve anlatma
Sözlük, 2009: 187) dır. "Kurmaca evrenini oluşturan olaylar zaman dilimlerini karşılayan bir kavramdır.” (Çetin, 2009 :
bize ‘kendilikleri içinde’ değil belli bir görüş içinden, belli 126)"Öyküde zaman, öykünün insan algısında yer edebilmesi
bir bakış açısından sunulurlar." (Todorov, 2008: 68) açısından gereklidir." (Karadeniz, 2004: 65)
“Sanatkar ifâde etmek istediği fikre göre bir bakış açısı a)Gerçek zaman: “Yazarın eserini yazdığı, onu yarattığı
seçmek zorundadır. Bu sanatkarın değil, anlatıcının bakış zaman takvim, saat ve kronoloji ile ölçülen gerçek hayata
açısı olacaktır.” (Aktaş, 2000 : 77) ait zamandır.” (Kolcu, 2011 :27)
Bakış açısı, anlatıma dayalı metinlerde mekân, zaman ve
karakter üzerinden örgülenen olayların kim tarafından
51
Ş. Aysan / KMÜ Sosyal ve Ekonomı̇ k Araştırmalar Dergı̇ si 16 (Özel Sayı II): 49-61, 2014

b)Vaka zamanı: “Vaka zamanı, sadece olayların geçtiği olayların durdurularak, yani zamansal ilerleyiş sırası
zaman dilimlerini ifade eder.” (Çetin, 2009 : 129) bozularak geçmiş zamanki olaylara dönüp onları aktarma
yöntemidir.” ( Çetin, 2009 : 191)
c)Anlatma zamanı: “Olayın anlatıcı tarafından ne zaman LEĐTMOTĐV TEKNĐĞĐ: “Leitmotiv, kelime anlamı
nakledildiğini gösteren zamandır.” (Kolcu, 2011 : 27) olarak ‘ana motifi kılavuz motif, müzik eserlerinde
tekrarlanan bir düşünce’ karşılığını taşımaktadır. Edebiyat
KARAKTERLER: “Bir öyküde yer alan ve dolaylı ya da eserlerinde leitmotiv bir anlatım tarzı olarak herhangi bir
dolaysız olarak anlatılan olayla ilişki içinde olunan varlıkların sözün ya da hareketin birden fazla tekrarlanmasıdır.” (Kolcu,
tamamının adıdır.” (Kolcu, 2011: 28) “Olayların canlı, 2011: 46)“ “ Leitmotiv tekniğinde, a) telaffuz farklılığı, b)
hareketli bir biçimde seyredebilmesi için, bunlara yön veren, jest ve mimikler, c) yaratılış özellikleri malzeme olarak
oluşumlarına sebep olan kişiler vardır.” (Çetin, 2009 : 142) kullanılmaktadır. Bunlar, kahramanları anlatmak, çizmek için
“Bunlar birer insan karakteri olabilecekleri gibi teşhis edilmiş önemli ipuçlarıdır.” (Tekin, 2011 : 252)
(kişileştirilmiş) kahraman ya da özneler olabilir.” (Kolcu, TASVĐR TEKNĐĞĐ: “Tasvir, betimlemedir. Gözlenen
2011 : 28) “Karakterleri ana karakterler yardımcı karakterler bir varlığın, çevrenin, kişilerin, olayların yani görülen her
olarak da sınıflandırmak mümkündür. Hikâyenin dayandığı şeyin bütün özelliklerinin, şekillerinin, unsurlarının, oluş
ve olayların yükünü çeken karakterler ana karakterlerdir. O biçimlerinin belirtilmesi, ifade edilmesidir.” ( Çetin, 2009 :
olmadığı zaman bile onun varlığını hissederiz. Yardımcı 137) “Genelde öyküde olayın geçtiği çevre, iç ya da dış
karakterler yazarın gerektiğinde başvurduğu, işi bittiğinde bir mekân metnin daha iyi anlaşılması ve okuyucuyu hazırlaması
kenara bıraktığı karakterlerdir.” (Boynukara, 2000 : 136) için kullanılır.” (Kolcu, 2011: 55)“
ĐNSAN TASVĐRĐ/ PORTRE TEKNĐĞĐ: “Öykü
3)ÖYKÜ ANLATMA STRATEJĐLERĐ kahramanlarının karakterini okuyucuya nakletme konusunda
"Öykü, duyarlıkları depreştiren bir iç dille yazılmış portrelerin önemli işlevleri vardır. Öyküdeki olayı
dünyalar kurgulamasıdır." etkileyecek önseziler ve birtakım bilgiler bu şekilde
Adnan BĐNYAZAR okuyucuya hissettirilir." (Kolcu, 2011: 58)
Bu anlatım tekniklerini eserlerinde başarıyla kullanan
BĐLĐNÇ AKIŞI TEKNĐĞĐ: “Bilinç akışı tekniği bir yazarlardan birisi Ayfer Tunç'tur: Bu yazıda Taş-Kâğıt-
edebî metinde kahramanın kafasının içini okuyucuya Makas adlı kitabındaki öyküleri bu teknikler açısından
doğrudan doğruya seyrettiren bir tekniktir.” (Kolcu, 2011: incelemeye çalışacağız.
36)“Çağrışımlara bağlı rastgele düşünme ve söyleme biçimi
söz konusudur. Kişinin içinden geçenler, bilinç tarafından TAŞ-KÂĞIT-MAKAS'TA ANLATICILARIN
nizama konulmadan içe doğduğu gibi öylece dile dökülür.” HALLERĐ
(Çetin, 2009 : 181) “Derin psikolojik çözümlemelere kapı "Öykü aslında yalnızların çığlığıdır."
açması ve çağımız insanının karmaşık iç dünyasını ele Aysu ERDEN
vermesi açısından bilinç akışı bir anlatmadan çok gösterme
tekniğidir.” (Kolcu, 2011: 36)“ a) Kaybetme Korkusu adlı öyküde iki anlatıcı vardır.
Çerçeve anlatı söz konusudur. Her iki anlatıcı da hikâyenin
DĐYALOG TEKNĐĞĐ: “Diyalog tekniği öykü kişilerinin içindedir, yaşadıklarını iç bakış açısıyla anlatır. Öykünün
karşılıklı konuşmalarına dayanır ve sıkça başvurulan bir konusu Süsen'dir. Süsen'in ölümünün iki farklı insan
anlatım tarzıdır.” (Kolcu, 2011: 39)“ “Herhangi bir roman ve üzerindeki etkilerini iki ayrı anlatıcı aracılığıyla gözlemleriz.
hikâyenin, herhangi bir yerinde, belirli amaçla kurgulanmış Öyküde Süsen'in kocası Safir, isimsiz anlatıcının evine gelir,
bir diyalog sahnesiyle mutlaka karşılaşırız.” (Tekin, 2011 : karşılıklı otururlar. Anlatıcı Süsen'le hikâyesini Safir'den
225) dinler.Süsen küçük yaştayken annesi bağıra bağıra ölür.
ĐÇ DĐYALOG TEKNĐĞĐ( ĐÇ SÖYLEŞME): “Đç Süsen ondan sonra babasını hiç bırakmaz. Babası ne zaman
diyalog tekniği bir öykü karakterinin sanki karşısında bir kendisini bıraksa kaybetme korkusu yaşayan Süsen, nefes
başkası varmış gibi kendi kendisiyle konuşmasıdır.” (Kolcu, alamaz. Bunu fark eden babası da kızını hiç bırakmaz. Süsen
2011: 40)“ “Kişi, karşılıklı konuşmaları kendi iç dünyasında genç kız olduğunda bile bu korkusunu yenemez. Nereye
temsil ettirir.” ( Çetin, 2009 : 179-180) gitseler el ele olan baba kızın bu durumu yaşam kalitelerini
ĐÇ MONOLOG (ĐÇ KONUŞMA) TEKNĐĞĐ: “Đç düşürmüştür ama yıllardır kızının elini hiç bırakmayan baba
monolog tekniği öykü karakterinin kendi iç sesi ile baş başa da artık kızının elini bırakmak istemez. Bir gün köye genç bir
kaldığı bir bakıma hesaplaştığı tekniktir.” (Kolcu, 2011: 40)“ ziraat teknisyeni gelir. Đlişkileri garip olan bu aileyi o da
“Okuyucuyu, kahramanın iç dünyasıyla karşı karşıya getiren merak eder ve bu aileyle tanışıp onlara gelip gitmeye başlar.
bir yöntemdir.” (Tekin, 2011 : 264) “Đç konuşmada kişi, iç Daha sonra bu teknisyen ve Süsen aşık olup evlenirler.
dünyasını aracısız olarak doğrudan doğruya sergiler.” ( Çetin, Süsen'in babası vefat edince ilçeden taşınırlar. Safir'in seraya
2009 : 178) gidip Süsen'i evde yalnız bırakmasıyla Süsen'in kaybetme
MONTAJ/ METĐNLERARASILIK TEKNĐĞĐ: korkusu yeniden ortaya çıkar. Buna dayanamayan Süsen
“Montaj tekniği, bir romancının, genel kültür bağlamında bir intihar eder. Öykü; Avlu, Korkunç Olay, Kaybetme Korkusu,
değer ifade eden anonim, bireysel ve hatta ilahî nitelikli bir Son, Avlu adlı beş bölümden oluşur. Avlu adlı ilk bölümde
metni, bir söz veya yazıyı, ‘kalıp halinde’ eserinin terkibine anlatıcının ruhunda avlunun uyandırdıklarını görürüz.
belirli bir amaçla katması, kullanması demektir.” (Tekin, Korkunç Olay adlı bölümde isimsiz anlatıcı tarafından
2011 : 243-244) Süsen'in intiharı, Kaybetme Korkusu adlı bölümde Süsen'in
GERĐYE DÖNÜŞ TEKNĐĞĐ: “Geriye dönüş tekniği, hayat hikayesi anlatılır. Son adlı bölümde Safir anlatıcı olarak
dış zamana, takvime bağlı olarak devam etmekte olan Süsen'in intiharının nedenini anlatır. Avlu adlı bölümde
52
Ş. Aysan / KMÜ Sosyal ve Ekonomı̇ k Araştırmalar Dergı̇ si 16 (Özel Sayı II): 49-61, 2014

avlunun anlatıcının ruhunda uyandırdığı yeni etkileri okuruz. Öykünün Son adlı bölümünde odağın değiştiğini görürüz.
Birinci anlatıda, avluda intihar eden Süsen'in ölümüne şahit Bu bölümde Safir anlatıcıdır. Olayları 1. şahıs kipiyle isimsiz
olan anlatıcının hissettikleri anlatılır. Đsmini bilmediğimiz anlatıcıya anlatır:
1.şahıs erkek anlatıcı kendi bakış açısıyla konuşur: "Sevmenin insanı böylesine var edebileceğine
"Adını sonradan öğrendim, hikayesini de." (Tunç, 2010 : inanmazdım, yaşadım; sevmenin yokluğu fikrinin bile insanı
11) yok edebileceğine de. Onu da yaşadım." (Tunç, 2010 : 33)
"Süsen'in kocasını düşman olarak seçmem kolay olmadı, "Süsen'i uyurken bıraktım bir sabah. O uyanmadan
uzun süre kadına ilk görüşte âşık olduğuma kendimi dönerim sandım. (Bunu ara sıra yapardım. Biraz dolaşırdım,
inandırmaya çalıştım." (Tunç, 2010 : 12) ekmek alırdım, çiçeksiz ve yeşilsiz apartmanlarda, çöp
"Benim bir karımın olmaması kadınların canlarını yığınlarıyla dolu, dar, kirli sokaklarda yaşanan hayatları
sıkıyordu." (Tunç, 2010 : 18) anlamaya çalışırdım, başaramazdım. Süsen uyanmadan
"Ruhum karanlığı seviyordu sadece, ben de bunları dönerdim..." (Tunç, 2010 : 36)
yazıyordum, yazdıklarım kimseyi ilgilendirmiyordu, hepsi "Eve girdiğimde onu daire kapısının önünde, yerde oturur
bu. Birçokları gibi küstüm. Ama kimlere küs olduğumu da buldum. Galiba saatlerdir oradaydı. Kötü görünüyordu. Çok
bilmiyordum." (Tunç, 2010 : 12) hızlı, çok kısa, çok zayıf soluk alıyordu." (Tunç, 2010 : 37)
"Kadına yaşarken âşık değildiysem eğer, neden Öykünün Avlu adlı son bölümünde odak tekrar değişir ve
kaldırımlara, köşebaşlarına yayılan bahar çiçekleri içinde biz yine isimsiz anlatıcının sesini duyarız. Bu bölümde
önce süsenler gözüme ilişiyordu ve süsenlerin ince, narin anlatıcı avluyu tasvir etmektedir. Anlatıcı daha önce "Bu avlu
sapları bana onu hatırlatınca yüzüme önleyemediğim bir bastırılmış, ortak bir deliliğin açığa çıktığı bir iç âlemdir"
gülümseme yayılıyordu?" (Tunç, 2010 : 19) (Tunç, 2010 : 13) dediği avluya tamamen konsantre olmuştur
Öyküde isimsiz anlatıcı evlerin pencereleri tek bir avluya gördüklerini ve duyduklarını aktarmaktadır:
bakan bir evde yaşamaktadır. Avlunun komşularından "Oda sigara dumanı olduğu için camı açtım. Bu dağdağalı
Süsen'in intiharına şahit olur ve çok sarsılır. Bir gün Süsen'in âlemi izledim, iç seslerini dinledim. Bir çift ayak, bir çift
kocası Safir gelir ve ondan Süsen'in hayat hikayesini dinler. terlik sürükledi, bir musluk açıldı, kapandı. Bir çocuk flüt
Süsen, Safir'e olan aşırı bağlıdır. Safir'in eve geç gelmesi, çaldı, do do re mi mi re do re mi do.Vücutçu emekli karısına
çocukluğunda annesinin ölümünden kendisine kalan yine tokat atmış olmalıydı ki, kadının ağzım! ağzım! diye
kaybetme korkusunu yeniden ortaya çıkarır. Safir'i haykırdığını duydum. Bir tencere kapağı yuvarlandı uzun
kaybettiğini düşünen Süsen intihar eder. süre, bir düdüklü tencere öttü..." (Tunç, 2010 : 38)
Gören ve konuşan isimsiz anlatıcıdır: Öyküde dikkat çeken, isimsiz anlatıcıya göre bu avluyu
"Her şey birkaç saniye içinde oldu. Belki daha da kısa. paylaşan aileler arasında Safir ve Süsen herkesten ayrı
Süsenlerin o narin saplarını andıran kollarını öne doğru durmaktadır. Avlu insanları da bunun farkındadır:
uzatıp kendini terastan aşağı bıraktı. Tok bir ses duydum. "Gündüz, arada bir terasa bir kadın- Süsen- ve bir adam-
Kafatası vücutçu emeklinin yazın şezlongunu koyduğu beton Safir- çıkıyordu. Yemek yiyorlar, sonra öylece, suskun
zeminde parçalandı. Anında öldü. Yukardan baktım. Uyuz oturuyorlar, erken yatıyorlardı. Ama garip bir şekilde
erik ağacının hâlâ süpürülmemiş yaprakları üzerinde birbirlerine bağlı olduklarını hissediyordum. Đkisi de çoğu
yatıyordu. Siyaha yakın kırmızılıkta bir kan, bodrum zaman evde oluyor, her bir saksı ile tek tek ilgileniyor ve o
katlardaki loş evlerin içine doğru yürüdü." (Tunç, 2010 : 20) teras,- benimki de dahil- her evde arızalı bir hayatın boy
Avlu ve Korkunç Olay adlı bölümlerde ismini verdiği, doyumsuzluk ve acı ile beslenen iç kanamalı avluda
bilmediğimiz anlatıcı kendi gördüklerini ve hissettiklerini yabancı bir madde gibi duruyordu.
aktarırken, Kaybetme Korkusu adlı bölümde daha önce (O korkunç olayla birlikte avlunun bünyesi kendine
Safir'den dinlemiş olduğu Süsen'in hayat hikayesini Duyulan yabancı olan bu ikiliyi kabul etti mi, etmedi mi, hâlâ karar
Geçmiş Zaman kipini (-miş) kullanarak aktarır. Bu miş'li verebilmiş değilim.)" (Tunç, 2010 : 17)
anlatım anlatıcı ile mesafeyi arttırmaktadır. Bu bölümde "Süsen'in ve Safir'in avlunun bünyesine uymadıklarını,
konuşan kişi aynı anlatıcıdır. Olaylar kimin bakış açısından kadınların anlattıkları bu zincirleme giden hikâyelerde yer
anlatılıyor? dersek, bu bölümde olayları gören Safir ve ilçe almadıklarını farkettiğim zaman anladım. Onlar zincirin
halkıdır diyebiliriz. Çünkü Safir, Süsen'le tanışmadan önceki kopuk halkalarıydılar, sadece birbirlerine bağlıydılar.
hikayeyi ilçe halkından dinlemiştir: Komşularıyla para alışverişleri yoktu, borç alıp
"Süsen iki yaşındayken bir kış gecesi annesi bağıra bağıra vermiyorlardı, iş kurmaya kalkışmıyorlardı, komşularının
ölmüş. Şehre epeyce uzak bir ilçede yaşıyorlarmış. Annesinin yataklarına girmiyorlardı, sessizce yaşıyorlardı.
öldüğü gece dışarıda korkunç bir tipi varmış, kar yolları Doğrusu, avlunun insanları bu ikiliden nefret ediyorlardı."
kapatmış. Đlçenin doktoru güç bela hastayı görmeye gelmiş, (Tunç, 2010 : 18-19)
ama elinden bir şey gelmemiş..." (Tunç, 2010 : 22) Safir ve Süsen ise herkes gibi olmak istemektedir. Safir
"Kış, böyle utanç ve acı içinde geçmiş, bitmeye yüz ilçeden taşınma nedenlerini şöyle dile getirir:
tuttuğu sırada, ilçeye bir ziraat teknisyeni tayin olmuş. "O eski hikâye zaman zaman unutulur gibi oldu, derine
Aydınlık yüzlü, konuşkan, güleç, güzel bir gençmiş. Kendini çekildiyse de, hiçbir zaman yok olmadı. Bu garip geçmiş bizi
hemen ilçe halkına sevdirmiş. Çalışmayı seviyor,hemen başkalarından ayırıyordu, herkes gibi değildik, olamadık.
kaynaşıyor, herkesin yardımına koşuyor, tarlalara gidip Sanki perili evin geceleri uyumaz sahipleriydik, üzerimizde
çiftçiye akıl veriyor, elinden alet, edevat, tohum, fide bakışlar, manidar suskunluklar... Küçük çocuklar bile,
düşmüyormuş. Đlçeye yerleştikten sonra, baba kızın esrarlı kendilerine anlatılmış karanlık bir masalın yarattığı korkuyla,
hikâyesini o da duymuş." (Tunç, 2010 : 31) bize iri iri açılmış, anlamaya çalışan gözlerle bakıyorlardı."
(Tunç, 2010 : 35)
53
Ş. Aysan / KMÜ Sosyal ve Ekonomı̇ k Araştırmalar Dergı̇ si 16 (Özel Sayı II): 49-61, 2014

"Bu avluda zaman olduğunu gördüm. Şu buğulanmış Biteceğim.


camların ardında, herkes için farklı bir zaman vardı, herkes Şimdi kışa dönüyor mevsim, yağmurlar başladı. Belki kışı
kendi hikâyesini yaşıyordu ve biz herkesten ikisi olmak çıkaramam, dedi.
istiyorduk. " (Tunç, 2010 : 36) Yüzüne baktım. Yan yana oturuyorduk iskelede, sigara
"Herkes gibi olmak istiyor, ama olamıyorduk. Herkesi içiyorduk, ayaklarımız suya değiyordu, deniz soğumuştu,
oluşturan parçalardan hangisi olacaktık? Aslında biz karanlık ürperiyorduk. Solgun bir güneş bulutların arasından batmaya
bir hikâyeden gelen tuhaf aşkımızla tam da bu avlunun çalışıyordu, ben onu anlamaya çabalıyordum." (Tunç, 2010 :
parçasıydık, ama bunu bilmiyorduk. 43)
Terası çiçeklerle doldurduk, bütün vaktimizi onlar "Emir'i ablası getirdi hastaneye, Yüksel abla. Tesadüfen
alıyordu. Sulamak, budamak, tohumları toplamak, ayıklamak, gördüm, hemen tanıdım. Ama o beni tanımadı, yüzüme bakıp
kuru dalları kesmek, toprak karıştırmak, saksı değiştirmek, geçti. Merak ettim, çıktığı odaya girdim. Emir yatıyordu.
çelik almak, fide dikmek... Ama bizim için zaman bu avluda Yüzü bembeyaz. Sakinleştirici vermişler. Emir'e bakan
hâlâ başkaları için geçtiği gibi geçmiyordu. Kendi doktor arkadaşıma nesi var diye sordum. Şok dedi." (Tunç,
zamanımızın içinde sıkışıp kalmıştık, durmadan aynı çemberi 2010 : 45)
tamamlıyorduk. " (Tunç, 2010 : 36) "Askerde karşılaşana dek. Kendi yüzümü bile
Başka husus, Safir için 'avlu' herkes gibi yaşamanın bir tanıyamazken onu nasıl tanıdım, bilmiyorum. Galiba
sembolü iken ismi belli olmayan yazar anlatıcı için yokluğunu hissediyordum. Ben büyük aşklardan yenik çıkmış
karamsarlığın merkezidir. Anlatıcı bunu yer yer dile getirir: biri değilim, ayrılmam kolay oldu, ama başkalarından çok
"Gelen-adını henüz bilmediğim- Safir'di. Perişan dinledim, ayrılsa da insan içinde varlığını taşırmış. Ya da
göründüğünü, çok zayıflamış olduğunu görünce, bu gelişe bacağı kesilenlerde olduğu gibi, olmayan bacak kaşınırmış
şaşırmayı unuttum. Sebepsiz bir şekilde düşmandım ona. ya. Böyle bir şeydi Emir'in yokluğu hayatımda." (Tunç, 2010
Safir hakkında da, olayın nedeni hakkında da hiçbir fikrim : 50)
yokken düşman olmuştum. Bu çok karışık bir duygu aslında. Öyküye de isim olan Taş-Kâğıt-Makas adlı oyun Emir ve
Birkaç defa çözümlemeye kalkıştıysam da vazgeçtim. Niye Karagül'ün hayatını çıkmaza sokmuştur. Emir ve Karagül'ün
saklayayım ki, penceresi bu avluya bakan herkesin kötücül çocukları yoktur. Hayatlarındaki bu boşluğu çocukları varmış
bir duygu beslemeye hakkı olduğu gibi tuhaf bir fikrim var. gibi davranarak doldurmaya çalışırlar. Hikâye ile Taş-Kâğıt-
Aslında bu avluya bakan evlerde cereyan edenleri gören Makas oyunu arasında ilişki kurulmuştur. Bu oyunda taş,
herkes böyle düşünebilir, bu nedenle pek haksız sayılmam." makas, kağıt varmış gibi davranmak esastır. Emir ve Karagül
(Tunç, 2010 : 11-12) de kendi çocukları varmış gibi, anne-baba olmuşlar gibi
"Bu avluda, bakanların ruhuna sızan gizli bir kötücüllük davranmışlardır. Ama taş varken makasın olmadığı, kâğıt
var, herkes sebebini kendi yaratıyor." (Tunç, 2010 : 12) varken taşın olmadığı ve makas varken kâğıdın olmadığı
"Bu avlu zehirlidir, ya arka pencereleri örmeli ya da oyun gibi Emir ve Karagül'ün girdiği roller de gerçek
buradan gitmeli. Ben zehirlenmeyi seçtim,isteyerek." (Tunç, kimliklerinin varlığına müsade etmemektedir. Karagül'ün
2010 : 12) çocukmuş gibi olması Emir'in Karagül'e kocası olarak
"Bu avlu bastırılmış, ortak bir deliliğin açığa çıktığı bir iç yaklaşamamasına neden olur. Emir eşini aldatmaya başlar ve
âlemdir. Kışın daha sessiz ama daha kötücül olur. Pencereler bir gün bu oyuna son verir. Bu durumu kabullenemeyen
sımsıkı kapalı olduğundan, yürekten kulak vermek gerekir acı Karagül evde yangın çıkararak intihar eder. Emir bu olay
çığlıklara, şehvetin iniltisine, şiddete, ihanet taşıyan üzerine şok geçirir ve hastaneye kaldırılır. Doktor olan
fısıltılara. Ben de avlunun diğer insanları gibi hiçbir anlatıcı ile uzun bir zamandan sonra burada karşılaşırlar ve
müdahale arzusu duymadan, yaşananları değiştirmeye ilişkin Emir yangını arkadaşına anlatır.
en ufak bir kaygı taşımadan, hatta fikir bile yürütmeden Öykünün Yıllar adlı bölümünde Emir, yangını anlatıcıya
öylece izledim olup bitenleri. bu mırıltılı ama kıpırtısız anlatır. Yaşananları Emir'in bakış açısıyla görmeye başlarız:
tanıklıktan, avlunun taşmaya hazır kininden, delilik sınırında "Eve girinceye kadar bir şey anlamadım. Dışardan pek
duruşundan, saldırganlığından, öfkeli ve gaddar belli olmuyordu. Apartmanın girişinde duvarlardaki is
taşkınlığından, şehvetinden marazi bir zevk aldığımı dikkatimi çekti, ama üstünde durmadım. Bizim kata çıktım,
kendimden hiç gizlemedim, ama kimseye de anlatamadım. baktım kapı kırık, dizlerim titredi, evin içi kömür olmuş, dize
Kim, şehrin tam ortasında dar ve acımasız bir koridor kadar su. Her şey yanmış. Kapı çelikti, çok zor kırmışlar.
oluşturan bu yan yana sıralanmış avlularda, hayatın şişmiş ve Karagül yoktu, götürmüşler. Sonra dışardan baktım, bir alev
öfkeli bir yürek gibi attığına inanır?" (Tunç, 2010 : 13) yalamış duvarları, simsiyah bir iz bırakmış; is ıslanınca akmış
Sonuç olarak öyküde iki ayrı bakış açısı, dolayısıyla iki duvarlar boyunca. Öylece seyrediyordum, yüzüstü yere
ayrı hal söz konusudur. Đlki, anlatıcının yazar, komşu hali; düştüğümü belli belirsiz hatırlıyorum." (Tunç, 2010 : 53)
ikincisi, anlatıcının acı çeken eş hali. "...Sonra bir kadınla tanıştım. Hayatım bana batmaya
b) Kitaba da adını veren Taş-Kâğıt-Makas adlı öyküde de başladı. Bir yandan da düzene girdi, deli gibi çalışır oldum.
iki anlatıcı söz konusudur. Đlk anlatıcı hikâyenin içinde ve Bir kavga çıksa da, evi terk etsem diye fırsat kolluyordum.
Emir'in çocukluk arkadaşıdır. Öykünün ilerleyen Ben böyle kötü biri değildim, nasıl oldum bilmiyorum.."
bölümlerinde ise Emir anlatıcı olarak karşımıza çıkar. Her iki (Tunç, 2010 : 53)
anlatıcı da 1. şahıs kipini kullanır. Öykü bir diyalogla başlar. Emir yangın anısını anlattıktan sonra sözü tekrar Emir'in
Anlatıcı Emir'le konuşmalarını aktarır: arkadaşı alır. Son Buluşma adlı bölümde Emir'in arkadaşına "
"- Bu, anlatacak kimsesi kalmamış olanın hikâyesi, yani -Senin çocuğun var mı?" (Tunç, 2010 : 55) sorusunu sorması
benim. Eskiden vardı, yok ettim. Şimdi giderek kendi içime yaşananların hala bilinmeyen nedenlerine kapı aralayacaktır.
dönüyorum, tükeniyorum. Emir bu bölümde Karagül'le oynadıkları oyunun hayatlarını
Tükeneceğim. nasıl bir çıkmaza sürüklediğini anlatır:
54
Ş. Aysan / KMÜ Sosyal ve Ekonomı̇ k Araştırmalar Dergı̇ si 16 (Özel Sayı II): 49-61, 2014

"...Ama tuhaf bir şekilde kenara itildiğimizi "Başka birini seviyorum dedim, bir sevgilim var, seni
hissediyorduk. Birileri bizi oyuna almıyordu, yürüyen bantta aldatıyorum, ona gideceğim, onunla birlikte olmak istiyorum.
tersine yürüyor gibiydik, hiçbir yere gidemiyorduk, sahici Karagül konuşulanı anlamayan bir çocuk gibi, boş gözlerle
hayat başkalarınındı, biz debeleniyorduk, en çok da Karagül. bakıyordu bana. Elektrikler kesildi, birkaç mum yaktım. O
Kendimize bir hayat kuracağımızı sanmıştı; bir ritmi olan, kibritleri mumun alevinde yakmaya başladı, yapma dedim,
kavganın ve sevişmenin, varlığın ve yokluğun, mutluluğun ve beni dinle. Ben gidiyorum. Ceketimi giyerken ağlamaya
sıkıntının dengeli bir şekilde dağıldığı, tümüyle dahici bir başladı. Şımarık bir çocuk gibi ağlıyor ve eşyayı kırıp
hayat. Hayatımızı sahici kılmanın bir tek yolu vardı oysa; döküyordu. Gitmeyeceksin diyerek bardakları yere attı,
çocuk. Ama çocuk bizim çözümsüzlüğümüzdü. Bir yandan sürahiyi, çerçeve içindeki resimleri. Kanepeyi, sehpayı
hayatımızın sahici olmasını delice isterken, bir yandan da tekmeledi. Bir çocuğa değil Karagül'e sinirlendiğimi
bundan ölesiye korktuğumu/zu hiç itiraf etmedim. farkettim ansızın. Buna çok memnun oldum. Oyundan
Çocuğumuz olduğu anda gerçek varlıklar olacak, aksini tümüyle çıkmış olduğumu anladım. Karagül'ün yerde duran
yaşama şansımızı kaybedecektik. Benden ve Karagül'den kırılmış resim çerçevelerine, çocuk gibi, topuğuyla vuruşunu
daha tanımlı iki kişilik: anne-baba ya gereğini yaparsın, ya seyrettim bir süre. Evden çıktım." (Tunç, 2010 : 60)
anne-baba olmazsın. Emir'in anlattığı hikâye karşısında anlatıcı da sarsılır.
Galiba Karagül bunu benden önce hissetti. Ama Bunu şöyle dile getirir:
tanımlanmış kişiliği istemeyip oyunu başlattığı ve beni de o "Emir'e baktım. Gözlerini gözlerime dikmişti.
oyuna çekip içinde yok ettiği için Karagül'ü suçluyorum. Bu Titriyordum, ellerim, dizlerim... Çenelerim birbirine
eriyiş onun seçimidir, ama keşke bu kadar acıtıcı olmasaydı." vuruyordu.
(Tunç, 2010 : 56) -Çok mu üşüdün? diye sordu.
"Bir pazar sabahı kahvaltı hazırlamıştım, Karagül'ü -Hayır, dedim kekeleyerek, üşümekten değil." (Tunç,
uyandırmak istedim. Yüzünün yarısı yastıktaydı, kara 2010 : 61)
saçlarının bukleleri alnına düşmüştü. O, üç yaşında bir kız Öyküde Emir ve Karagül'ün yaşadıklarından ayrı olarak
çocuğunun sesini ve konuşmasını taklit ederek anlatıcının Emir'le olan ilişkisi de dikkat çeker. Anlatıcı için
kalkmayacağım dedi. Güldüm, aynı tonla tekrar etmesini Emir, çocukluktan itibaren hayatında önemli bir yere sahiptir:
istedim, tekrar etti. Tarif edemeyeceğim kadar güzel bir "Saçlarımı annem taramıştı. Okulun bahçesinde ilk
duyguyla doldu içim. Oyunun başlangıcı budur. farkettiğim çocuktu Emir. Yüzüne bakarken bir anda onun
Önce o benim kızım oldu, ben onun babası oldum. Arada yirmi yaşındaki yüzünü gördüm, ileride sahip olmak
bir. Derken ben onun oğlu oldum, o benim annem oldu. isteyeceğim bir yüz." (Tunç, 2010 : 47)
Arada bir." (Tunç, 2010 : 57) "Saçlarını kendisinin taradığını hissettim, hakkında hiçbir
Oyun yüzünden Emir ve Karagül'ün cinsel hayatları sona şey bilmediğim halde. Emir'in her şeyinde bir kendine aitlik
etmiştir. Bu oyunu oynamaktan vazgeçen Emir, Karagül'ü vardı, onu Emir kılan buydu." (Tunç, 2010 : 47)
başka kadınlarla aldatır; ama kendini suçlu hissetmekten de "Arkadaşlığımız garip bir dengesizlik üstüne kuruluydu.
kendini alamaz: Onda olmayan her şey bende vardı, sevecen ve genç bir
"Sırf bu yarılmadan kurtulayım diye bir kadın aradım anne-baba, yakın ilgi, akrabalar, mutlu bir ev hayatı. Sanki
kendime. Oysa sadakate inanırdım, Karagül'ü aldatmak kaç bütün bunlara sahip olduğum için suçluydum ve onun bu
defa aklımdan geçti, ama yapmamıştım. Sonra bir kadınla yoksunluğun acısını yaşıyor olması haksızlıktı.
birlikte olmaya başladım. Bankada çalışıyordu, öğle Çekici bir hale taşıyordu başının üstünde. Erkekler onunla
tatillerinde ucuz bir otelde buluşup yatıyorduk. Ardından ağır arkadaş olmak, kızlar onunla yatmak isterlerdi. Okulda o
bir suçluluk duygusu kaplıyordu içimi. Karagül'ü aldattım Emir'di, ben de Emir'in en yakın arkadaşı." (Tunç, 2010 : 49)
diye değil, kızımın yüzüne nasıl bakacağım diye. Oyun "Hayatının altında ezilen oydu, ama nedense ikimizin
gerçeğin sınırlarına saldırıyordu, tehlikenin gelmekte hayatına yan yana bakıldığında, görkemli olan yine oydu."
olduğunu görüyordum ama, oyundan çıkamıyordum... (Tunç, 2010 : 44)
Bana bu kadar acı veren şey sadece yaptıklarım değil. Bu arkadaşlık için çaba gösteren taraf hep anlatıcıdır.
Karagül'ü hiç düşünmemiş olmam. Oysa o daha kötü Emir'in bu konuda bir çabası olmadığını görürüz. Anlatıcı,
durumdaydı, uykusunda bile kızım olarak konuşmaya Emir'le olan ilişkilerinde hep bir suçluluk ve haksızlığa
başlamıştı, bu büyük yarılmanın bir tarafında hızla uğrama duygusundan bahseder:
kayboluyordu. Durumu apaçık gördüğüm halde sadece "Akşam oldu, yemeğe oturduk. Đçkilerimizi söyledik.
kendimi düşünüyordum. Biz bir uçuruma düştük, bir el bana Dikkat ettim, pek yemiyor, çok içiyordu.'' Bir soru var
uzansın ve çıkarsın, Karagül kendi kendine çıkamıyorsa doktor'' dedi. Aramıza yine mesafe koydu böylece. ''Emir
uçurumun dibinde kalsın. Beni kurtaracak bir kadın bana 'doktor' deme." Cevap yok.
arıyordum. Buldum da..." (Tunç, 2010 : 59) Yine o eski duygular, bizi birbirimize önce yaklaştırıp
"Sevgilimin yanındayken kızım yoktu, gerçektim. sonra donduran, bir adım daha atıp kardeşten ileri arkadaş
Karagül'ün yanında ise içim param parça. Bu oyun fazla olmamızı engelleyen o duygular kendini gösterdi: bende
uzadı diyordum-ama içimde- sonra kızımla taş -kâğıt-makas suçluluk, onda haksızlığa uğramışlık duygusu." (Tunç, 2010 :
oynuyordum: Makas kâğıdı keser. Kâğıt taşı sarar. Taş 44)
makası kırar." (Tunç, 2010 : 60) "Okulun ilk günü aramızdaki dengeyi bozan ve
Emir, öykünün sonunda yangından önceki kavgalarını arkadaşlığımızı birbirimize ne kadar yakın olsak da eksikli
anlatır. Bu kavga Emir'e oyundan çıktığını hissettirmiştir; bırakarak, o suçluluk ve haksızlığa uğramışlık duygularını
ama Karagül hala oyunun içindedir. Yangını ise çocuk yaşamamıza neden olan densizliğimden sonra; her şeye
Karagül çıkarmıştır: rağmen arkadaş olduğumuzda; asker çocuğu Emir'in hazırlık
sınıfına başlamadan önceki yaz tatilinde her gün yirmi sözcük
55
Ş. Aysan / KMÜ Sosyal ve Ekonomı̇ k Araştırmalar Dergı̇ si 16 (Özel Sayı II): 49-61, 2014

ezberlemek zorunda olduğunu öğrenmiştim..." (Tunç, 2010 : "...bir genç amca daha vardı saçımızı okşadı tahirin başını
47) okşayacaktı tahir korktu ağlamaya başladı türk abi korkmayın
"Annem abartılmış telaşıyla geldiğinde, benim halime artık dedi herkes bize bakıyodu gülümsüyolardı bi teyze geldi
dövündükten sonra, Emir'i berbat bir üniforma içinde solgun abiye bişeyler dedi türk abi başını salladı teyze benim saçımı
ve zayıf gördüğünde, ağzından çıkan: vah vah!.. Yavrum okşadı tahir yine boynunu kıstı korktu teyze de tahirin
okulu bitiremedin mi, af çıkar da dönersin inşallah diye kollarındaki yaraları görünce ağladı bize makarna et getirdiler
uzayıp giden acıma faslı ve ardından o gevşek gülümseme, dondurma getirdiler tahir hiç yemedi dondurma bile
nerelere kayboldun Emir, biz seni ne çok severiz bilirsin. yemedi..." (Tunç, 2010 : 71)
Yine suçluydum, annemin gevezeliği yüzünden." (Tunç, "öbür türk abi bizi hemşire ablanın odasına getirdi bu
2010 : 52) hemşire ablanın odasında kalacaksınız korkmayın artık dedi
Öykünün sonunda Emir'den yangının bilinmeyen tahir hemen uyudu ama uykusunda hep bağırıyodu..." (Tunç,
nedenlerini öğrenen anlatıcı, duydukları karşısında Emir'e 2010 : 71)
yardımcı olamayacağını anlar ve yine suçluluk duygusu "...hadi kendiniz seçin alın yemeklerinizi dedi türk abi
hisseder: uzun sofradan yemek aldık tahir almadı ona türk abi aldı.."
"Kalktım, odama gittim, yattım, battaniyeyi başıma (Tunç, 2010 : 71)
çektim. Đçimde yine bir suçluluk duygusu." (Tunç, 2010 : 61) "... türk abi alanyaya varıyoruz birazdan annenizi babanızı
c) Fehime adlı öykü baştan sona kadar Fehime tarafından göreceksiniz dedi tahirin hiç sesi çıkmıyodu sen sevinmedin
anlatılır. Anlatıcının çocuk hali öyküye hakimdir. Öyküde hiç mi tahir dedi tahir bi şey demedi sonra gemi yanaştı türk abi
noktalama işaretinin kullanılmaması olayların bir çırpıda hadi tutun elimden iniyoruz dedi indik annem babam bizi
anlatılıyormuş izlenimini vermektedir. Öyküde sevgilisiyle bekliyolardı bi sürü de polis felan vardı ben anneme sarıldım
buluşmak için yeğenlerini kitap broşür satsın diye babam tahiri kucağına aldı hepimiz ağladık tahir yine
Kuşadası'nda sahile bırakan teyze, ortadan kaybolur. Bir süre konuşmadı bi daha hiç konuşmadı babam dedi sen de susacan
sonra yorulan ve acıkan iki kardeş teyzelerini ararlar, gemiye kimseye bişey demiycen dedi demedim ben de o zaman tahir
giderler. Gemide yabancılar tarafından dondurma ve hiç konuşmadı bi daha" (Tunç, 2010 : 72)
yemekle kandırılan çocuklar gemi kamarasına kapatılırlar. Çocuk anlatıcı Fehime başlarından geçenleri sanki soluk
Yabancı turist tarafından tecavüze uğrayan çocuklar daha soluğa anlatmaktadır. Öyküde olanları polislere anlatıyormuş
sonra kurtarılırlar ve ailelerine teslim edilirler. izlenimi uyandıran anlatıcı, öykünün sonunda yaşadıklarını
Çocuk anlatıcı öykünün içindedir. Öyküyü 1. şahıs kipini hatıra defterine yazıyor gibi düşündürmektedir:
kullanarak iç bakış açısıyla anlatır: "... ben anneme sarıldım babam tahiri kucağına aldı
"ben kübrayla ip atlıyodum teyzem geldi fehime dedi hepimiz ağladık tahir yine konuşmadı bi daha hiç konuşmadı
kuşadasına gemi gelmiş gene dedi yarın benle gel de kitap babam dedi sen de susacan kimseye bişey demiycen dedi
satalım turislere dedi ben istemiyom dedim daha önce gittim demedim ben de o zaman tahir hiç konuşmadı bi daha"
çok yoruldum gel bak gelirsen sana lokma alacam dondurma (Tunç, 2010 : 72)
alacam dedi istemem dedim ama öbürsü gün cep telefonumu d) Suzan Defter adlı öyküde iki anlatıcı vardır. Günlük
vercem akşama kadar sende kalcak dedi o zaman peki formunda oluşturulmuş öyküde kitabın sol tarafı Ekmel
dedim.." (Tunç, 2010 : 65) Bey'in günlüğüne sağ tarafı Derya'nın günlüğüne ayrılmıştır.
"tahir kaça satcaz bunları teyze dedi teyzem gösterdi Bu yüzden öyküde anlatıcının hem kadın hem erkek hali söz
üstünde cami olanlar beş dolar kuru fasulye olanlar on dolar konusudur. Öykü günlüklerden oluştuğu için anlatıcılar
dedi daha aşağa verirseniz gebertirim dedi tahir vermeyiz birinci kişi anlatıcı konumundadır ve iç bakış açısı öyküye
dedi teyzem bize yolda öğretti madam mösyö türkiş bok hakimdir.
diycez tahir çok güldü camiliyi gösterip fayf dolar diycez Ekmel Bey, avukatlık mesleğini bırakıp evine kapanan bir
kuru fasulyeliyi gösterip ten dolar diycez sonra kuşadasına adamdır. Eşinden boşanmış, kızıyla ve kardeşleriyle ilişkileri
vardık otobüsten indik tahir bize kaç para vercen teyze dedi kopuk bir insandır. Günlüğünün başında ölümle bir pazarlık
dondurma yedircem ya salak dedi teyzem bana ne satmam o içine girer. Defterinin bittiğinde ölümün de gelmesini
zaman dedi tahir teyzem kızdı dön o zaman kendi başına dedi istemektedir :
tahir ver para döneyim dedi teyzem bana ne dedi paran varsa "Ölüm seninle bir anlaşma yapalım. Şu lanet olası defter
dön.." (Tunç, 2010 : 65) dolduğunda bana gel. Bak kalan ömrüme ömür biçerek kafa
Gemide teyzelerini aramaya çıkan çocuklar en sevdikleri tutuyorum sana, - sen ki en tabii korkusun.
yiyecek ve içeceklerle dondurma, kola ve patates Bu defter dolduğunda unutacak olursam seni; görün,
kızartmasıyla oyalanırlar ve turistin kamarasına getirilirler. uykuma gir, gülümse bana, hatırlayayım verdiğim sözü...
Çocuklar evlerine gitmek istedikçe onlara dondurma ve ...Defterin kaç yaprak olduğunu merak ettimse de, kim
hamburger vaat edilir. Öyküde Fehime'nin bakış açısından uğraşacak şimdi gereksiz sorularla?
Tahir'in yaşadığı travma da dikkat çeker: Yani ölüm, ben de bilmiyorum kalan ömrüme ne kadar
"kapıda kaptan başka bir türk abi birkaç kişi daha vardı ömür biçtiğimi." (Tunç, 2010 : 74)
hemen koştular beni kucakladılar banyoya girdiler tahiri Derya, öyküde otuzlu yaşlarında, eşinden ayrılmış yalnız
çıkardılar amcanın kollarını tuttular amca bişeyler diyordu yaşayan bir kadındır. Hayatının merkezinde abisi olan
bağırıyodu bizi bi odaya götürdüler orda hemşire vardı doktor birisidir. Yıllar önce abisinin Suzan adındaki sevgilisiyle
vardı tahirin hiç sesi çıkmıyodu ben hep ağlıyodum öbür türk ilişkilerine kıskançlıklarıyla engel olduğu için pişmanlık
abi dedi ki korkmayın tamam hepsi geçti bu amca doktor sizi duymaktadır. Suzan'ı hem sevmiş hem de abisiyle
şimdi muayne edecek dedi bizi muayne ettiler tahiri ayılttılar paylaşamamıştır. Abisi Suzan'ı yıllar önce terkedip, başka bir
tahir çok korkuyodu hep ağlıyodu..." (Tunç, 2010 : 70) kadınla evlenir. Derya abisinin eşinden hoşlanmamaktadır.
Abisinin de kendisinin de Suzan'a haksızlık ettiklerini
56
Ş. Aysan / KMÜ Sosyal ve Ekonomı̇ k Araştırmalar Dergı̇ si 16 (Özel Sayı II): 49-61, 2014

düşünür. Günlüğü geçmişiyle hesaplaşması, yalnızlığına bir Derya'nın günlüğünde ise şöyle anlatılır:
ayna olur. Satılık ev ilanıyla Ekmel Bey'le tanışan Derya, " Beni geçirirken 'Đstediğiniz zaman buyrun, çok
kendisini Ekmel Bey'e abisinin eski sevgilisi Suzan olarak sevinirim,' dedi. 'Belki bir-iki kitap almak için uğrarım.'
tanıtır. Derya'yı Ekmel Bey'in günlüklerinden Suzan'ın bakış dedim." (Tunç, 2010 : 109)
açısıyla okuruz.
Ekmel Bey ve Derya yalnızlıkla kuşatılmıştır. Her ikisi de TAŞ-KÂĞIT-MAKAS'TA ANLATILARIN HALLERĐ
kendisini meşgul edecek bir şeyler aramaktadır. Ekmel Bey "Öykü, hayattaki deneyimlerimizin
bunu eve kapanıp emlakçıya evini satılık ilanı vermekle en kutsal barınağıdır."
sağlamak ister. Evini satma niyetinde değildir, sadece iyi Necip TOSUN
vakit geçirebilmek için yapar bunu. Derya ise satılık ev
ilanlarını arar, konuştuğu kişilerden biri de Ekmel Bey'dir. Đki a) Kaybetme Korkusu adlı öyküde en çok dikkat çeken
anlatıcının hikayesi bu ilanla kesişir. Derya (kendini Suzan teknik geriye kırılma tekniğidir. Öykünün başında isimsiz
olarak tanıtıp), Ekmel Bey'in evini ziyaret etmeye başlar. anlatıcının kapısı çalar, anlatıcı kapıyı açar, gelen Safir'dir.
Birbirlerine günlüklerinde yer veren anlatıcılar, birlikte Anlatıcı Safir'i gördükten sonra avludan ve gördüğü korkunç
geçirdikleri zamanları yer yer farklı kaydederler. Hangisinin olayın üzerindeki etkilerden bahseder. Safir anlatıcının
doğruyu söylediği okur açısından pek mümkün gösterdiği yere oturur. Safir ve anlatıcı otururken anlatıcı
görünmemektedir. Her iki anlatıcının farklı bakış açısını geçmişe döner. Bu geriye kırılmadan anlatıcının evini nasıl
görmek açısından birkaç örnek: tuttuğunu öğrenir, avlunun insanlarını tanırız:
Ekmel Bey'in günlüğünden; "Birkaç yıl önce, benim gibi adamların sık sık başına
"Manolyalardan söz etmeye başladığımızda geleli bir geldiği üzere, büyük işadamı edalı bir emlakçının peşine
saati geçmişti. Arka odada oturuyorduk. Kahve ikram etmişti, takılmış, sokak sokak gezerek ev arıyordum. Ilık bir ekim
birer sigara yakmıştık,- sanki uzun yaşamamı gerektirecek gününde, yaklaşınca çok pis korktuğunu farkettiğim suni
kadar çok işim varmış gibi sigarayı bırakmıştım, o tutunca deriden, siyah mont giymiş emlakçı beni evden eve sokuyor,
tekrar başladım. Arka bahçedeki manolya ağacını benden mutfak dolaplarını, kartonpiyerlerini, şunları bunları gösterip
sonra ilk farkeden Suzan hanım oldu, yıllardır gizlice övüyor, sanki benim için çok önemliymiş gibi kombili
büyüyen öksüz yetim manolya ağacını. 'Bu manolya ağacı olduğunu anlatıp duruyor, ama ne istediğimi anlamıyordu.
değil mi?' dedi şaşırarak, gençleşti. Sevinçli şaşırmalar insanı Hoş ben de anlattım diyemem. Beyaz çoraplı, pis kokan suni
genç gösteriyor. 'Nasıl anladınız' dedim, 'çiçeksizken?' deri mont giymiş bir emlakçıya ruhu olan bir pencere
Karım da, kızım da görmüşlerdi elbet, arka bahçede kendi aradığımı, pencerenin önüne yerleşip bir çift iri ve kanlı
kendine büyüyen ağacı. Ama ağacın zor yetişen, az bulunan, gözden ibaret olmak istediğimi söyleyemezdim ya. Emlakçı
nazlı bir manolya ağacı olduğunu, çiçeklendiği zaman bir her normal insanın beğeneceği her normal daireyi
yığın hurda ve toz, çöp ve duman ile kaplı arka bahçede gösterdiğinde, ben de kirası fazla, dolarla ödeyemem,
sihirli bir hava estiğini bilmiyorlardı, hiç merak etmediler. depozitosu yüksek, salonu küçük gibi, her normal insanın
Suzan hanım, 'Mucize gibi bir şey bu,' dedi; - ince bir söyleyebileceği, ama benim gerçeğimle hiç ilgisi olmayan
kadındı, bu izbede demedi- 'ışığı az bir avluda yaşaması mazeretler uyduruyordum, adam da her norma emlakçı gibi
manolyanın.' beni anlayışla karşılıyordu..." (Tunç, 2010 : 15)
Manolyalardan yaseminlere geçtik sonra; çocukluğunun Öykünün başında Safir anlatıcının evine gelir. Sık sık
geçti evin bahçesinde bir yasemin varmış, annesi dikmiş. geçmişi hatırlayan anlatıcı ona oturacağı yeri gösterir.
Annesi hastalandığında her gün bir dalı kuruyormuş Korkunç Olay adlı bölümde Süsen'in intiharına nasıl şahit
yaseminin, annesine deli gibi âşık babası her gün kuruyan bir olduğunu anlatır. Daha sonra anlatıcı şimdiye döner:
dalı kesiyormuş. Bir gün babasını yaseminin başında "Koltuğa oturup terasına baktıktan sonra, beni hatırlarsınız
konuşurken bulmuş, 'ölme' diyormuş babası yasemine, 'n'olur dedi. Süsen'in kocasıyım..." (Tunç, 2010 : 21) Anlatıcı ve
ölme.'' (Tunç, 2010 : 104) Safir konuşurlar.
Derya'nın günlüğünde ise şöyle anlatılmaktadır: Üçüncü bölüm olan Kaybetme Korkusu'nda Süsen'in
"Gözüm bahçedeki ağaca ilişti. Dallarını yalvarır gibi Safir'le evlenene kadarki hayat hikayesini öğreniriz. Bu
gökyüzüne uzatmış. Işık... Biraz daha ışık... ' Tanıyamadım, bölüm anlatı içinde anlatı olma özelliğiyle dikkat çekicidir.
ne ağacı bu?' diye sordum. Manolyaymış. 'Şimdi mevsimi Bir diğer teknik ise listelere yer verilmesidir. Umberto
değil, ama çiçeklendiği zaman görmelisiniz,' dedi, 'mucize Eco, Genç Bir Romancının Đtirafları adlı kitabında kendi
gibi bir şey'. eserlerinde listelere yer verdiğinden bahseder. (Eco, 2011:
Manolyalardan yaseminlere geçti sonra. Çocukken, evin 101) Ayfer Tunç'un da öyküde yer verdiği listeler dikkat
tek balkonunda bir yasemin varmış. Vaktiyle babası dikmiş. çeker.
Annesi hastalandığında yasemin de kurumaya başlamış. Her " Đlçe halkı bir kenarında küçük bir serası da olan
gün bir dalı kuruyormuş. Babası annesiyle konuşacağı yerde görkemli bahçeyi görmek için yanıp tutuşuyor, yolunu
yaseminle konuşuyormuş. Annesi yasemini kıskanıyormuş. mutlaka buraya düşürüyor, eski ziraat müdürünün gözlerine
'Benimle konuş' diyormuş. 'Gidip çiçeklerle konuşacağına bakmaya utanarak uzun uzun bahçeyi seyrediyor, bodur
benimle konuş.' (Tunç, 2010 : 107) şimşir ve bodur çamlarla çevrelenmiş bahçede, kimileri
Ekmel Bey'in günlüğünden: başlarını gökyüzüne uzatmış, kimileri boynunu bükmüş,
" Hava kararmıştı, gerçi yatak odam hep karanlık olur, kimileri birbirleriyle dolaşarak büyümüş gülleri, karanfilleri,
yatağa girdim, Suzan hanıma n'olur gene gelin diyemediğim, menekşeleri, herdemtazeleri; unutmabeni, akşamsefası,
gelin diye yalvaramadığım, içindeki sızıyı anlatamadığım için buhurumeryem, sümbül, horozibiği, petunya, sardunya,
kendime acıdım, annemin içindeki gibi bir boşluk büyüdü acemlalesi, muhabbetçiçeği, dokunmabana, nergis, çançiçeği,
içimde; uyumuşum." (Tunç, 2010 : 108) şebboy, peygamberçiçeği, filbahar, hançerçiçeği, aslanağzı,
57
Ş. Aysan / KMÜ Sosyal ve Ekonomı̇ k Araştırmalar Dergı̇ si 16 (Özel Sayı II): 49-61, 2014

kahkahaçiçeği, ateşçiçeği, hüsnüyusuf, çuhaçiçeği, saraypatı, elinde bir baston. Arada bir bastonu Emir'in sırtına
acemborusu, kelebekçiçeği, yıldızpeygamberi, medineçiçeği, dokunduruyordu. Yaşlı adam sert adımlarla uzaklaştı: bir ki,
arappapatyası, hezeran, zeren, zülfüaruz, sakızküpesi, bir ki, bir ki. Annemle babam gitti. Emir'le birbirimize
yüreksarmaşığı, hasekiküpesi, inciçiçeği, gülhatmi, baktık, gülümsedik. Đlk arkadaşım bu olsun ve ilk yanlış soru:
japongülü, sarısalkım, kuşçiçeği, çobançiçeği, fesleğen, - Seni deden mi getirdi okula? gibi bir cümleyle.
yıldızçiçeği, gündüzsefası, ful, fulya, mine, hünkârçiçeği, - Hayır babam." (Tunç, 2010 : 47-48)
yazpapatyası, hedera, gayretçiçeği, manisalalesi, yasemin, Öyküde diyaloglar önemli yer tutmaktadır:
kadifegülü, meryemanaasması, çobansakalı, zambak, "-Şu soru dedim epeyce içtikten sonra. Seni kemiren soru.
ketençiçeği, portakalmenekşesi, günçiçeği, kayaçiçeği, Durgunlaştı, beni duymadı sandım. Neden sonra baktı
pembepire, japonsorgucu, kasımpatı, şefkatçiçeği, yüzüme.
tespihçiçeği, vapurdumanı, ateşfeneri, sarıkız, kirlihanım, -Senin çocuğun var mı?"... (Tunç, 2010 : 55)
bahçeyoncası, altınbaşak, kandilliminare, çinşakayığı,
mavisalkım, ortanca, kolyos, saksıgüzeli, çarkıfelek, "- Senin sorunun cevabı bende yok, dedim.
beşparmak, latinçiçeği, kızgözü,mumçiçeği, manolya, -Biliyorum.
akantus, leylak, hintkaranfili, margarit, kına, sarısabır, -Elimden bir şey gelmiyor.
gardenya, siklamen, begonya, camgüzeli, kurdeleçiçeği, -Biliyorum.
küpeçiçeği...ve daha önce hiç görmedikleri, adını bile -Ama senin için yapabileceğim bir şey vardır muhakkak.
duymadıkları, bilmedikleri başka çiçekleri görünce dilleri - Yok, olsa yapardın, biliyorum.
tutuluyormuş." (Tunç, 2010 : 32-33) Fincanı başıma diktim, üstüme başıma döktüm kahveyi.
"Süsen uyanmadan dönerdim. Sonra da ona anlatırdım: - Hadi git yat, dedi, çok üşüdün. Ben biraz daha
cam, beton, çöp, tahta, çelik, tuğla, asfalt, taş, plastik, karton, oturacağım." (Tunç, 2010 : 61)
kirli su, pas, sıva, naylon, alüminyum, kâğıt, fayans, kırık, Đç diyalog tekniği açısından şu bölüm dikkat çeker:
çatlak, çatı, demir var bu şehirde." (Tunç, 2010 : 36) "-Emir beni iyi dinle. Durumun kötü, bunun arkası ağır
Öyküde isim sembolizmine bakarsak, Süsen ile süsen depresyon. Seni bir hastaneye yatıralım, adamakıllı tedavi ol,
bitkisi arasında ilişki kurulmuştur. Süsen'in intiharı, süsen masrafları düşünme, ben hallederim. Sen benim en iyi
bitkisinin mevsiminin bittiği zamanda kışa doğru arkadaşımsın. - Hâlâ mı? - Hâlâ. - Kendini yorma.
gerçekleşmiştir. Đsimsiz anlatıcı da bu bitkiyle Süsen Israr etmek anlamsız, emir çıkıp gidecek ve
arasındaki ilişkiye değinir: görünmeyecek bir daha.
"Kadına yaşarken âşık değildiysem eğer, neden - Kaybolursun gene ortadan, aramazsın, sormazsın,
kaldırımlara, köşe başlarına yayılan bahar çiçekleri içinde bırakmayacağım peşini artık, adresini, telefonunu ver. -
önce süsenler gözüme ilişiyordu ve süsenlerin ince, narin Adresim yok, evim yandı, unuttun mu? - Nerde bulacağım
sapları bana onu hatırlatınca yüzüme önleyemediğim bir seni?-Bilsem? - Ne yapacaksın yarın?Kime gideceksin, bize
gülümseme yayılıyordu?" (Tunç, 2010 : 19) gel, ben annemle babamın evine döndüm tekrar, istediğin
"Her şey birkaç saniye içinde oldu. Belki daha da kısa. kadar kalırsın, benim evim senin evin biliyorsun.- Sağol."
Süsenlerin o narin saplarını andıran kollarını öne doğru (Tunç, 2010 : 54)
uzatıp kendini terastan aşağı bıraktı." (Tunç, 2010 : 20) "- Seni çok aradım, ama numaran değişmiş, ulaşamadım.
b) Taş-Kâğıt-Makas adlı öyküde en çok kullanılan Hatta babanın oturduğu eve bile gittim, baban ölmüş.
teknikler geriye kırılma ve diyalog tekniğidir. Öykü; Keder, Hastanede ablanı görmeseydim izini bulamayacaktım, seni o
Mesafe, Yedi Gün, Yedi Yıl, Yedi Ayın Đçinde On Gün, getirmiş. -Öyleymiş. -Görüşmüyor musun? - Beni sevmezdi,
Yıllar , Son Buluşma adlı bölümlerden oluşmaktadır. Öykü bilirsin. - Beni severdi galiba. Annenden haberin var mı hiç?-
kahramanların iskelede beraber oturmalarıyla başlar. Yok. -Babanın evi satılmış, bir kadın açtı kapıyı, biz aldık
Karagül'ün evi yakarken çocuk mu yoksa büyük mü olduğu burayı dedi. - Babam ölünce büyük ablam çıktı ortaya,
sorusu Emir'in içini kemirmektedir. Anlatıcı ise onu sattırdı evi. - Duvar saati ne oldu, dan dan dan çalardı saat
anlamaya çalışmaktadır. Yedi Gün adlı bölümde anlatıcı başı, acayip bir duygu verirdi insana. - Korku. Korku verirdi.
yaşadıkları andan iki yıl öncesine , yangının olduğu zamana Büyük ablam götürdü evine. Onun annesinden kalmaymış
gider. Yangından sonra Emir'in ne halde hastaneye zaten. -Sen bana hiçbir şey sormayacak mısın? Mesela
getirildiğini anlatır. Yedi Yıl adlı bölümde Emir ve evlendim de boşandım bile, babamın oğlu olmaya geri
anlatıcının çocukluk yılları anlatılır: döndüm." (Tunç, 2010 : 55)
"Beni annemle babam birlikte götürmüşlerdi okula. Anlatıcı askerliğini tabip asteğmen olarak yapar. Emir'le
Saçlarımı annem taramıştı. Okulun bahçesinde ilk farkettiğim karşılaşmalarından biri de bu döneme denk gelir. Anlatıcı ve
çocuktu Emir. Yüzüne bakarken bir anda onun yirmi Emir yedi ay boyunca konuşmadan askerliklerini sürdürürler.
yaşındaki yüzünü gördüm, ileride sahip olmak isteyeceğim Emir anlatıcıyı tanımazlıktan gelmektedir, anlatıcının
bir yüz. Oysa büyüyünce yüzünün alacağı şekil tahmin nöbetlerde konuşturma çabası da yeterli olmamıştır. Anlatıcı
edilebilen çocuklardan hiç hoşlanmam, çocuk bedeninde birgün kaza geçirir ve kendisine bakması için Emir'i ister.
yetişkin gibidirler. Emir'in yüzünde gençliğe de yaşlılığa da Emir gelene kadar anlatıcı Emir'le konuşmak isteyip de
yakışan bir çocuksuluk vardı. Yirmili yaşlarımıza konuşamadıklarını iç monolog yöntemiyle bize gösterir.
geldiğimizde anladım bunu. Anlatıcının Emir'le üç derdi vardır. Bunları Emir'i (birinci
Saçlarını kendisinin taradığını hissettim, hakkında hiçbir kişiyi) kendisine muhatap alarak anlatmaktadır. Bu anlamda
şey bilmediğim halde. Emir'in her şeyinde bir kendine aitlik şu bölüm dikkat çeker:
vardı, onu Emir kılan buydu. Yanında çok yaşlı ama dinç bir "... Sanki birileri, seni yok sayıyor, intikamını al demişler
adam. Korkutucu bir kişilik. Siyah fötr şapka, koyu renk de, ben de madem öyle, ben de madem öyle alayım bari
takım elbise, tıraşlı ve gergin olmasına rağmen yaşlı bir yüz, demişim, oysa pekala biliyordum, bu anlamsız düzen içinde
58
Ş. Aysan / KMÜ Sosyal ve Ekonomı̇ k Araştırmalar Dergı̇ si 16 (Özel Sayı II): 49-61, 2014

onun üstü olsam da, yine görkemli olan o olacaktı ve bu okşadı sonra türk bi abi geldi o abi işte amca abiye bişeyler
beraberlikten ders çıkaran ben olacaktım... dedi bi de para verdi konuştular abi amcayı dinledi sonra bize
Đki, madem dostumsun/dun, bu zor ânımda bakalım bana yemek getirdi..." (Tunç, 2010 : 66-67)
bakacak mısın? Pipetle su içirecek misin, altıma sürgü Görüldüğü gibi bir çocuk ancak bu şekilde anlatabilir.
koyacak mısın, yemeğimi yedirecek misin, ağzımı silecek Fehime her şeyi fehmediyor ama çocuk olduğu için anlattığı
misin... öyküde mesafe olarak söylediklerinin anlamına uzaktır.
Üç, bunca yıldır nerdeydin Emir, ne yaptın, ne Yorumlama kabiliyetinden uzak, aktarmakla yetiniyor.
yapıyorsun, filolojiyi bitiremedin mi, bak ben doktor oldum, "Dedim", "dedi" söylemleri de metinde leitmotiv olarak
kaza maza geçirdim, şimdi yüzümde otuz dikiş var, karşımıza çıkar.
gözlerimin çevresi mosmor, seninki kadar olmasa da kızların Öyküde noktalama işaretlerinin kullanılmaması,
beğendiği yüzüm bakılmayacak halde, o sarhoş taksicinin Fehime'nin gördüklerini diğer çocuklar gibi duraklamadan
yüzünden, ama aldırma, geçer, bir haftaya kalmaz dikilirim anlatmasına imkân vermektedir. Bu da teknik bir husustur.
ayağa, unuttun mu ben doktorum, halimden anlarım, gene Anlatının çocuk hali metindeki söylemlerle de görünür
gelir bana selam çakarsın, ama sen çok zayıflamışsın, anlat haldedir:
biraz, bir zamanlar biz kardeş gibi değil miydik, okuldan "teyzem anneme biz yarın fehimeyle gemiye gitcez dedi
kaçıp parklarda sürtmez miydik akşamlara kadar, az mı muz kuşadasına turisler gelmiş çok zenginlermiş kitap satcaz dedi
likörü içtik sabahın körlerinde, neden bana selam annem satamıyonuz ki kızım dedi geçen sefer gittiniz de
vermiyorsun, çakmıyorsun değil, çakıyorsun, vermiyorsun, nooldu gitmeyin bu sıcakta dedi şakşuka yiyoduk bahçede
hiç olmamışım gibi davranıyorsun, rütbe mi bütün mesele, babam kavedeydi..." (Tunç, 2010 : 65)
sen takmazsın böyle şeyleri, asker oğlu olduğun için mi, "kübrayla mekdonalsa gidicektik..." (Tunç, 2010 : 65)
sorularım çok Emir." (Tunç, 2010 : 50-51) "salak tahir kitapları ben taşırım dedi.." (Tunç, 2010 : 65)
Burada ayrıca yüklemler arasına virgül koyulmaması da "teyzem bize yolda öğretti madam mösyö türkiş bok
anlatıcının zihinsel faaliyetini göstermektedir. diycez.." (Tunç, 2010 : 65)
Öykü diğer sanatların estetik unsurlarından ne kadar çok "patates kızartması köfte bi de kola yedik..." (Tunç, 2010
faydalanırsa, o kadar değer kazanmaktadır. (Sağlık, 2008 : : 67)
61-73) Bu dikkatle metine baktığımızda şiirsel ifadelerle "tahir fırlattı çukulatayı..." (Tunç, 2010 : 68)
karşılaşırız: Metinde çocuk masumiyetine sığınılarak :"madam mösyö
"- Bu, anlatacak kimsesi kalmamış olanın hikâyesi, yani türkiş bok diycez.." (Tunç, 2010 : 65) Şeklinde ironik bir
benim. Eskiden vardı, yok ettim. Şimdi giderek kendi içime söylem kullanılmıştır. Book' kelimesinin söyleyişte 'bok'
dönüyorum, tükeniyorum. olarak telaffuz edilmesi Tahir'i güldürmesinin yanında
Tükeneceğim. okurları da tebessüm ettirir. Bu kullanım da anlatının çocuk
Biteceğim. haline örnektir.
Şimdi kışa dönüyor mevsim, yağmurlar başladı. Belki kışı Öyküde Tahir'in konuşmadığı birkaç defa vurgulanması
çıkaramam, dedi." (Tunç, 2010 : 43) leitmotiv tekniğine örnektir:
c) Fehime adlı öyküde daha öyküyü okumaya "... babam tahiri kucağına aldı hepimiz ağladık tahir yine
başladığımızda anda imlâ konusunda aykırılıklar dikkat konuşmadı bi daha hiç konuşmadı babam dedi sen de susacan
çekiyor. Büyük harflerin kullanımı, fillerin çekimi, yabancı kimseye bişey demiycen dedi demedim ben de o zaman tahir
kelimelerin yazımı, paragrafların olmaması gibi unsurlar de hiç konuşmadı bi daha" (Tunç, 2010 : 72)
öykünün deneysel yönü hakkında bize bilgi vermektedir. Fehime'nin: "geminin oraya gittik kocaman bir gemiydi
Öykünün anlatıcısı bir çocuk olduğu için, gördüklerini beyazdı tahir bu gemi nereye gidiyo dedi amerikaya dedim
sürekli 'dedi', 'dedim' tarzında anlatırken okuyucu olarak sen nerden biliyon ki dedi televizyonda gördüm dedim bu
bizim pek çok şeye dikkatimizi çekmektedir. Çevresinde büyük gemiler hep amerikaya gidiyo" (Tunç, 2010 : 66)
gördüğü her şeyi kaydetmiştir ve sadece aktarmaktadır. Ne söylemi, öyküde çocukların patates kızartması, hamburger,
anlama geldiği konusunda yorum yapmamaktadır. Yorumu kola ile kandırılması, Amerikan emperyalizmiyle
okurken bizler yaparız: kuşatılmışlığa dikkat çeker.
"annem satamıyonuz ki kızım dedi şakşuka yiyoduk Öyküde Fehime'nin bakış açısından olanlar yansıtılırken,
bahçede babam kavedeydi tahir ben de gelecem dedi" (Tunç, toplumsal sorunlar da arka planda anlatılmaktadır. Çocuk
2010 : 65) söylemiyle beyaz saçlı, boynunda altın kolyeli, mayolu amca
"otobüs durağında bi abi vardı hep teyzeme bakıyodu tasviri Amerikalı kötü adam tipi olarak tanıtılırken turistik
otobüste arkamıza oturdu" (Tunç, 2010 : 65) faaliyetler adı altında yapılan ahlaksızlıklar, buna hizmet
"teyzem kızdı dön o zaman kendi başına dedi tahir ver eden yerli ahlaksız kişilere dikkat çekilmektedir.
para döneyim dedi teyzem bana ne dedi paran varsa dön d) Suzan Defter adlı öyküde teknik olarak ilk dikkat
otobüsteki abi arkamızdan yürüyodu kavelerin olduğu yere çeken; öykü türü ile günlük türünün iç içe geçmiş olmasıdır.
geldik teyzem gemiyi gösterdi aha bu gemi dedi... ben yürü Biçimsel olarak kitabın sol tarafının Ekmel Bey'in günlüğüne,
dedim tahire biz gidiyoz dedim otobüsteki abi teyzemin sağ tarafının ise Derya'nın günlüğüne ayrılması teknikle
yanına geldi teyzemin boynuna attı elini gittiler tahir görmedi ilgilidir.
ama ben gördüm biz geminin oraya gittik..." (Tunç, 2010 : Günlükte, insan ruhunun bütün iniş ve çıkışını olanca
66) samimiyetiyle bulmak mümkündür. (Karataş, 2004 : 182)
"yaşlı beyaz saçlı bi amca tahire güldü el salladı Günlük türünün sağladığı imkânları da içinde taşıdığı için,
boynunda altın kolye vardı mayo giymişti çok yanmıştı tahir Suzan Defter'i okurken bir yandan anlatıcıların ruhsal
de amcaya güldü yürü len gidelim belki kitap alır dedim sancılarını, bir yandan gün içinde neler yaptıklarını
gittik... sonra amca bizi masasına oturttu tahirin saçlarını gözlemleriz.
59
Ş. Aysan / KMÜ Sosyal ve Ekonomı̇ k Araştırmalar Dergı̇ si 16 (Özel Sayı II): 49-61, 2014

Öykünün adı isim sembolizmi açısından dikkat çeker. Ben razı değilim.
Suzan Defter'de yer alan hikâyelerden biri Suzan'ın Gerçi elimden ne gelir?" (Tunç, 2010 : 112)
hikâyesidir. Suzan'ın kelime anlamı yakan, yakıcıdır. Suzan 'BĐR HAYAT NEDĐR?' sorusunun üç defa tekrar
Derya'nın abisini on beş yıl bitmeyen bir aşkla sevmiştir. edilmesi aynı zamanda leitmotiv tekniğine örnektir. Ayrıca
Derya'nın abisi onu terk ettiği için aşkı hüsranla metnin ilerleyen bölümlerinde bir defa daha tekrar edilir:
sonuçlanmıştır. "Yıllar boyu yanmaktansa için için, boş odalarla dolu bir
Derya Ekmel Bey'in evini satmak için değil de arkadaş evde boşluk büyütmektense; ipin üstünde yürümekten başka
bulmak için satılığa çıkardığını öğrenince şaşırır. Öyküde iç NEDĐR BĐR HAYAT?" (Tunç, 2010 : 136)
monolog tekniği ile Derya'nın gerçek duygularını Öyküde Derya'nın geçmişinde unutamadığı takıntı haline
gözlemleriz: getirdiği Yunus'taki evle ilgili söylemleri dikkat çeker.
" Zavallı durgun hayatım, gözün aydın. Derya'nın takıntısı leitmotiv tekniği ile verilmiştir.
Đnanılması güç bir teklif bu. Bir adam çıktı karşıma "Her bilgi yalnızlığımı artırıyor. Yunus'taki evi
kendine arkadaş arıyor, ama sevgili falan değil, arkadaş diye yazabilirim. Doğduğum evi. Ev gibi evdi. Pencereleri dışa
anlatsam kimseler inanmaz. Tuhaf. açılırdı. Yerleri tahtaydı. Bahçesinde bir kayısı ağacı, çiçek
Bu evde güvende olur muyum diye geçti aklımdan. Çığlık açar, meyve vermez." (Tunç, 2010 : 81)
atsam duyulur. Yüzü ifadesiz kadın eve girip çıkıyor ikide "Đşyerlerinde boğuluyorum. Abimin ofisinde ofisinde bile
bir, anahtarı var herhalde. En zorda kaldığımda pencereden yarım saat zor oturuyorum. Hemen kaçmak istiyorum.
atarım kendimi. Birinci kat. Giriş üstü. Telefonlar çalmıyor mu arka arkaya? Đçime fenalık geliyor.
Đnsan bir muammadır, biliyorum, ama nedense Ekmel Ama böyle giderse olan Yunus'taki eve olacak. Tülay telefon
Bey'e güven diyor içimdeki ses. etti sabah sabah. Đlla akşama yemeğe gel diye tutturdu. Abim
Ya canım konuşmak istemezse o gün? Susarım, müzik biraz ilgi göster demiştir, soğuk durma. Böylece beni
dinleriz veya televizyona bakarız boş boş. Ya sıkılırsam? yumuşatacaklar. Yunus'taki ev satılacak." (Tunç, 2010 : 99)
Bırakırım. Ya canım gelmek istemezse o gün? Gelmem." "Anlaşıldı, kriz mriz, darboğaz hikâye. Abim Yunus'taki
(Tunç, 2010 : 117) evi Tülay hanımın bahçeli ev tutkusu için harcamak istiyor
Ekmel Bey'in ailesiyle konuşacak bir şeyinin olmadığı, demek. Bana rağmen, bize rağmen." (Tunç, 2010 : 141)
bağlarının zayıf olduğu, aynı zamanda sahip olduğu hayatın "Abim ne hakla Yunus'taki eve götürür Suzan'ı?" (Tunç,
kendisi için de anlamsız oluşu metinde iç diyalog tekniğiyle 2010 : 187)
gösterilir: Öyküde kullanılan başka bir teknik insan tasvirleridir.
"Bugün telefonu her çalışında açtım. Belki Suzan hanım Bunlar içinde dikkat çekenlerden iki tanesi, Ekmel Bey'in
arar, ben de buyurmaz mısınız Suzan hanım? derim dedim. günlüğünde Derya'nın tasviri, Derya'nın günlüğünde ise
Ama Bilge aradı: 'Baba nasılsın?' 'Đyiyim kızım, sen?' Ekmel Bey'in tasviridir:
'Ben de iyiyim, ne yapıyorsun?' 'Hiç oturuyorum, sen ne "Suzan hanım on birde geldi. Otuzlu yaşlarının son
yapıyorsun?' 'Hiç ben de oturuyorum.' evresinde, güzel denemeyecek bir kadındı. Ama zengin bir
Küçük ağabeyim Z. aradı sonra: 'Nasılsın E. ?' 'Đyiyim yüzü vardı, hayatın iz bıraktığı yüzleri severim. Đçeri
ağabey, sağol, sen nasılsın?' 'Đyiyim, ne yapıyorsun?' 'Hiç, geçerken kararsız hata tedirgin olduğunu sezdim, tokalaşırken
oturuyorum, sen ne yapıyorsun?' 'Hiç, ben de oturuyorum.' " buz gibi olan eli belli belirsiz titredi. Salonun iç tarafındaki
(Tunç, 2010 : 110) koltuğu işaret ettim oturması için. Havadan sudan konuşmaya
Öyküde şiirsellik ifade eden pek çok bölüm vardır. Birkaç başladığımızda, aslında güzel sayılabilecek olan yüz
örnek verecek olursak: hatlarının neden böyle gölgeli olduğunu düşündüm. Galiba
"Dokundukça elleri yanardı. teninin rengiydi güzelliğini bozan, gri ile sarı arasındaki tuhaf
Nasıl da gençti, sanki çocuktu" (Tunç, 2010 : 97) bir esmerlik. Onunla gün batımında sohbet etmeli, akşam
"Benim annem yaşasaydı çok yaşlı bir kadın olacaktı. kızıllığı vurunca yüzüne muhakkak güzel görünür. Uzun
Sessiz annem, boynu ve kemerli ince burnuyla hüzünlü bir havası vardı.
dilsiz annem, Saçlarını ensesinde toplamış. Hafifçe kambur oturuyor.
kunt, demir, çelik annem, Konuşurken gözlerini çevrede biraz mahçupça
kalbinin kapılarını kapatmış, sadece üç çocuğuna arada dolaştırmasından hoşlandım." (Tunç, 2010 : 102)
bir hafifçe aralayan annem, "Şık bir adam Ekmel Bey. Kar gibi bir gömleğin üstüne
öldüğü gün sesini tümüyle unuttuğum, uzun süre saman sarısı hırka giymiş, yün, iyi cins. Kır saçlı, etkileyici,
hatırlamaya çalışıp sonunda vazgeçtiğim annem. yakışıklı." (Tunç, 2010 : 105)
Tunçtan dökülmüş melek heykeli annem." (Tunç, 2010 : Öyküde anlatım tekniği olarak birçok Metinlerarası ilişki
104-106) kurulmuştur. Onlardan birisi Tolstoy'un Anna Karenina adlı
Burada ''annem' kelimesinin dize sonlarında tekrarı eseridir. Anna Karenina' da geçen: "Mutlu aileler birbirine
leitmotiv olarak şiirsel bir ahenk sağlamıştır. benzerler, her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu
"Sabah pencerenin önünde oturdum. Genç hiçler vardır." (Tolstoy, 2012: 9)söylemi yeniden dizayn edilerek
geçiyordu caddeden. Onları izledim, yürürken birbirlerine kullanılmıştır:
omuz atıyorlar, ikide bir durup gülüyorlardı. "Büyük ağabeyim N.'nin evinde hep bir eksiklik duygusu
Düşündüm, BĐR HAYAT NEDĐR? vardı. Yalnız yaşayıp yaşlanmış bir adamın garip bir düzen
Başlar ve biter, BĐR HAYAT NEDĐR? içindeki evi. Đnsan eşya almayı sevmese de boşluklar zamanla
Acı ve tatlıdır, unutulur hepsi, BĐR HAYAT NEDĐR? doluyor, sonra bir bakıyor, teslim etmiş kendini, eşyalara.
Emin olmasam da 'hayat bir iz bırakmaktır' diyebilirim. Ağabeyim de farkında olmadan boşlukları doldurdu. ' Mutlu
Mezar taşı bir iz sayılır mı emin değilim. ailenin tarifi üç aşağı beş yukarı aynıdır' derdi, 'ama bir de
Razı olan için mezar taşı bir izdir.
60
Ş. Aysan / KMÜ Sosyal ve Ekonomı̇ k Araştırmalar Dergı̇ si 16 (Özel Sayı II): 49-61, 2014

mutsuz ailelere bak, hiçbiri diğerine benzemez.' " (Tunç, Kurmaca anlatıların en yaygın türlerinden biri öyküdür.
2010 : 94) Öykü sanatı özellikle günümüzde Modern Türk edebiyatında
Metinlerarasılık tekniğine başka bir örnek de Derya'nın gerek kurgu, gerek anlatım teknikleri, gerekse dilin kullanımı
Ekmel Bey'in bahçesinde gördüğü Manolya ağacı ile bağlamında çok olumlu gelişmeler kaydetmiştir. Günümüz
Goethe'nin ölmeden önceki son sözleri arasında ilişki yazarlarından Ayfer Tunç, yazdığı öykülerde sürekli olarak
kurulmasıdır. Öyküde Derya şöyle der: "Gözüm bahçedeki kendini yenilemektedir. Özellikle Taş-Kâğıt-Makas adlı
çıplak ağaca ilişti. Dallarını yalvarır gibi gökyüzüne uzatmış. kitabında -diğer öykülerinde yaptığı gibi- “ne”
Işık...Biraz daha ışık...'' Tanıyamadım ne ağacı bu?' (Tunç, anlatacağından çok “nasıl” anlatacağına yoğunlaşır. Ayfer
2010 : 107) Tunç, Taş-Kâğıt-Makas adlı kitabında dört öyküye yer
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Yaz Yağmuru" adlı vermiştir. Bu öykülerin her birinde hem “anlatıcılar” hem de
hikâyesinde geçen :"Eşyada mukavemet yok. Kadın olan bu anlatıcıların öykülerini anlatırken başvurulan “anlatım
evde bu kadar uysallık olmaz." (Tanpınar, 1991: )söylemi de teknikleri” dikkat çekmektedir. Bir başka ifadeyle
yeniden dizayn edilmiştir: anlatıcıların öyküleri aktarırken takip ettikleri pek çok
"Çok garip. Ekmel beyin karısının ölmüş olduğunu anlatma stratejileri (anlatıcının halleri) hakkında şu sonuçlara
düşünmüştüm. Evinin durumuna bakınca...Oysa ayrılmışlar. vardık:
Bir ara yeri geldi konuşurken, 'Karım çekip gitti', dedi. 'Ama • Bir öykü yazarı olarak Ayfer Tunç öykülerinde " ne
eviniz bir kadının çekip gittiği bir eve benzemiyor,' dedim. anlattığı" kadar "nasıl anlattığı"nın da kaygısını taşımaktadır.
Eşyada mukavemet var. Bir kadının gittiği, evden belli olur. Bu kaygı Ayfer Tunç'u modern anlatım tekniklerine
Kadın giderken düzeni götürür bir kere. Yaşayan ev sarsılır." yöneltmektedir. Ayfer Tunç'un bu yönü Necip Tosun'un
(Tunç, 2010 : 131) yenilikçi yazarlar için yaptığı şu tanımlamaya uymaktadır:
Öyküde, dünya masallarından Pamuk Prenses ve Yedi "Yenilikçi yazarlar... Dilde de, söz diziminde de
Cüceler masalına ait bir söylemin yeniden dizayn edilerek yaratıcıdırlar. Dilin olanaklarını genişletmeye, yeni anlatım
kullanıldığını görürüz: olanakları oluşturmaya çalışırlar. Yeni bir ses, yeni bir
"Ayna ayna söyle bana, kestikçe saçlarımı bir şey değişir duyarlık, yeni bir bakış açısı ortaya koyarlar" (Tosun, 2011b
mi hayatımda?" (Tunç, 2010 : 149) : 225)
Suzan Defter'de iktibas yoluyla, Edip Cansever, Cemal • Ayfer Tunç'un anlatıcıları genellikle birinci kişidir.
Süreya, Behçet Necatigil gibi şairlerin şiirlerinden alıntılara 1. 2. ve 4. öykülerde her ne kadar anlatıcı erkek olsa da onlar
yer verilmiştir. Ayrıca Türk müziklerinin sözlerinin de kadınları anlatırlar. 3. öykünün anlatıcısı küçük bir kız
kullanılarak anlatımı zenginleştirdiği dikkat çeker. Onlardan çocuğudur. 4. Öyküdeki anlatıcılardan biri kadındır. Ayfer
bazıları: Tunç neden kadınları erkeklere anlattırır? Bu soru akla
"Damağına muhabbetle gömülmüş dişleri." (Tunç, 2010 : Türkiye'de kadınların söz sahibi olamayışlarını; onların
179) yerine babalarının, ağabeylerinin ya da eşlerinin konuştuğu
Cemal Süreya gerçeğini getiriyor. Ayfer Tunç'un öyküleri bu anlamda
"Evlerle savaşımız savaşların çetini." (Tunç, 2010 : 173) deneysel bir nitelik de göstermektedir.
Behçet Necatigil • Ayfer Tunç'un anlatıcılarının bakış açısı iç
"Aşkınla yana yana kül olsa da ocağım, bu gönül odaklanma terimine uygundur. Hatta zaman zaman "değişen
sayfasını artık kapatacağım. Geçse de gençlik çağım. GEÇTĐ. iç odaklı anlatıcı"larla da karşılaşırız.
Boş kalsa da kucağım. KALDI." (Tunç, 2010 : 165) • Ayfer Tunç'un anlatıcılarının varlığını daha çok
"-Nikâhına beni çağır sevgilim, istersen şahidin olurum "mekan tasvir"lerinde; bazen de "karakterin kimliği"nde
senin.-" (Tunç, 2010 : 165) hissederiz. Türk toplumunda kadının mekânının genellikle ev
Ümit Besen olduğunu göz önünde bulundurursak, bu durum da deneysel
Öyküde en çok kullanılan tekniklerden biri geriye dönüş bir nitelik göstermektedir.
tekniğidir. Derya, Ekmel Bey'le evi görmek için • Ayfer Tunç'un anlatıcıları öyküleri aktarırken
randevulaştıktan sonra düşünmeye başlar. Görmeye gideceği modern anlatım tekniklerinden en çok "geriye dönüş", "iç
evi kendi eşyalarıyla döşerse nasıl duracağını, evin gecesini monolog ", "leitmotiv" ve "montaj" tekniklerini kullanırlar.
gündüzünü hayal etmek ister. Sonra Derya geriye dönüş Bunlar gösterme teknikleridir ve bunların da Ayfer Tunç'un
tekniği ile geçmişe gider: kadına bakışında karşılıkları vardır. Mesela geriye dönüş
"Evleneceğimiz zaman Cihan'la ne çok ev bakmıştık. tekniği içinde bulundukları ortamda mutsuz olan kişilerin
Đşten izin almaktan kovulacaktım nerdeyse. Her akşamüstü başvurduğu bir tekniktir. Geriye dönüş tekniği olmadığı
Osmanbey durağında buluşuruz, sokak sokak yürürüz kılıksız anlarda anlatıcılar kendi iç dünyalarındaki fırtınaları iç
bir emlakçının peşinde. Ben her eve bayılırım. Ay çok monolog tekniği ile sergilerler. Anlatıcılar unutamadıkları
beğendim Cihan, bunu tutalım derim. Cihan kızar, pazarlık durumları da leitmotiv tekniği ile gösterirler. Anlatıcılar,
edecektik, edemedik senin yüzünden diye. Sonunda çok şirin Türk ve Dünya edebiyatının önemli metinlerine montaj
bir ev bulmuştuk ama. Nohut oda bakla sofa, Saint Michel'in tekniği ile göndermede bulunulmuştur.
bahçesine bakıyordu. Cıvıl cıvıl öğrenciler." (Tunç, 2010 : • Ayfer Tunç'un öykülerindeki anlatma
101) stratejilerinden biri de "isim sembolizmi"dir. Kaybetme
Korkusu öyküsünde Süsen ile süsen bitkisinin narin sapları
SONUÇ: arasında benzerlik kurulmuştur. Fehime adlı öyküde Fehime
"Öykü tepeden tırnağa sanattır, başka türlü varolamaz." fehmetmesi yönüyle, Suzan Defter adlı öyküde de yakıcılık
Semih GÜMÜŞ yönüyle ilgi kurulmuştur.
61
Ş. Aysan / KMÜ Sosyal ve Ekonomı̇ k Araştırmalar Dergı̇ si 16 (Özel Sayı II): 49-61, 2014

• Anlatıcıların hallerini yansıtmaya imkân veren bu Türk Hikayesi Sempozyumu, Ümraniye Belediyesi, 2008,
tekniklerle anlatının kendisi aynı zamanda bir anlatıcıdır Đstanbul
demek mümkündür. Tekin, M., (2011) Roman Sanatı 1, Ötüken Neşriyat,
Yazmayı sürdüren yazarlarımızdan Ayfer Tunç yazdığı bu Đstanbul
öykülerle gelecekte yazacağı öyküler hakkında okuyuculara Todorov, T., (2008 ) Poetikaya Giriş, Metis Yayınları,
sezdirimde bulunmaktadır. Đstanbul
Tolstoy, L., (2012) Anna Karenina, Çeviren : Ergin
KAYNAKÇA ALTAY, Đletişim Yayınları, Đstanbul
Akdeniz, S., "Hikâye ve Romanda 'Anlatıcı'ya Göre Tosun, N., (2011) "Öyküde Anlatıcı Ses", Hece Öykü,
Metin Tipleri, Bakış Açısı ve Odaklanma" http://www.ege- ekim -kasım, sayı 4
edebiyat.org/wp/?p=825 (Erişim: Şubat 2013) Tosun, N., (2011) Modern Öykü Kuramı, Hece Yayınları,
Akşehirli, S., "Anlatı Bilimi ( Naratoloji) Terimleri", Ankara
http://www.ege-edebiyat.org/wp/?p=815 (Erişim: Şubat Tunç, A., (2010) Taş-Kâğıt-Makas, Can Yayınları,
2013) Đstanbul
Aktaş, Ş., (2000) Roman Sanatı ve Roman Đncelemesine Tunç, A., (2007 ) Harflere Bölünmüş Zaman edebiyat
Giriş , Akçağ Yayınları, Ankara haritasında gezintiler, http://www.altkitap.net/harflere-
Aral, Đ., (2012) 14 Şubat Dünya Öykü Günü Bildirisi, bolunmus-zaman/# (Erişim: Şubat 2013)
"Öykü Işıktır..." Dünyanın Öyküsü, şubat- mart sayı 1 Türkçe Sözlük, (2009) Türk Dil Kurumu Yayınları, 10.
Boynukara, H., (2000) "Hikâye ve Hikâye Kavramları", baskı,, Ankara
Türk Öykücülüğü Özel Sayısı, Hece Yayınları http://www.inegolcicek.net/bitkibakimi/292-susen-bitkisi-
Çetin, N., (2009) Roman Çözümleme Yöntemi, Öncü bakimi-ve-yetistirilmesi-hakkinda-genel-bilgiler.htm
Kitap, Ankara (Erişim: Nisan 2013)
Çıraklı, M. Z., (2011) "Anlatıbilim Yazıları Bakış Açısı:
Anlatan Kim? Gören Kim?", Hece Öykü, ekim-kasım, sayı
47
Demir, Y., (2002) Đlk Dönem Türk Hikâyelerinde
Anlatıcılar Tipolojisi, Dergâh Yayınları, Đstanbul,
Demir, Y., (2011) Hayat Böyledir Đşte Fakat Hikâye ,
Hece Yayınları, Ankara
Eco, U., (2011) Genç Bir Romancının Đtirafları, Kırmızı
Kedi Yayınevi, Đstanbul
Erden, A., (2009) Çağdaş Türk Öykü ve Romanında
Yaratıcılık, Hayal Yayınları, Ankara
Filizok, R., "Edebi Eserlerde Bakış Açısı 'Kim Görüyor?'
", http://www.ege-edebiyat.org/wp/?p=797 (Erişim: Şubat
2013)
Jahn, M., (2012) Anlatıbilim, Çeviren: Bahar
Dervişcemaloğlu, Dergâh Yayınları, Đstanbul
Karadeniz, A., (2004) "Öykü Tekniği", Hece Öykü, Hece
Yayınları, Şubat Mart , sayı 1
Karataş, T., (2004) Ansiklopedik Edebiyat Terimleri
Sözlüğü, Akçağ Yayınları, Ankara
Kıran, Z., ve (Eziler )KIRAN, A., (2007) Yazınsal
Okuma Süreçleri, Seçkin Yayıncılık, Ankara
Kolcu, A. Đ., (2011) Öykü Sanatı, Salkımsöğüt Yayınları,
Erzurum
Özdemir, E., Eleştirel Okuma, Bilgi Yayınevi, 2011
Polat, E., (söyleşi) Semih Gümüş: “Asıl sorun doğru
okuma biçimi edinmektir”
http://www.edebiyathaber.net/semih-gumus-asil-sorun-
dogru-okuma-bicimi-edinmektir/ (Erişim: Nisan 2013)
Sağlık, Ş., (2008) "Öykü ve Şiirsellik ÖYKÜ
DĐLĐNDEKĐ ŞĐĐRSELLĐK", Hece Öykü, Ekim, sayı 29
Sağlık, Ş., (2011) "1. 2. 3. Tekil Şahıs Anlatım Đmkânları"
Hece Öykü, ekim-kasım sayı 47
Sözen, M., (2009) "Romandan Sinemaya: Anlatıbilimin
Sinemasal Görünümü", Kritik Edebiyat Eleştirisi Dergisi,
Bahar/ sayı 3
Tanpınar, A. H., (1991) Hikâyeler, Dergâh Yay. Đstanbul
Tekin, M., "Hikâye Sanatında Anlatıcı ve Bakış Açısı
Sorunu" Hikâyenin Bugünü Bugünün Hikâyesi 80 Sonrası

You might also like