Professional Documents
Culture Documents
Yazarlar
Prof.Dr. Hüseyin BAĞCI, Arda AKÇİÇEK (Ünite 1)
Prof.Dr. Mehmet Murat ERDOĞAN, Arda AKÇİÇEK (Ünite 2)
Prof.Dr. Mehmet Murat ERDOĞAN, Deniz AYDINLI (Ünite 3, 7)
Prof.Dr. Mehmet Murat ERDOĞAN, Mustafa KOCAAY (Ünite 4)
Prof.Dr. Hüseyin BAĞCI, Mustafa KOCAAY (Ünite 5)
Prof.Dr. Hüseyin BAĞCI, Sabır GÜLER (Ünite 6)
Prof.Dr. Mehmet Murat ERDOĞAN (Ünite 8)
Editörler
Prof.Dr. Kemal YAKUT
Prof.Dr. Mehmet Murat ERDOĞAN
Bu kitabın basım, yayım ve satış hakları Anadolu Üniversitesine aittir.
“Uzaktan Öğretim” tekniğine uygun olarak hazırlanan bu kitabın bütün hakları saklıdır.
İlgili kuruluştan izin almadan kitabın tümü ya da bölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt
veya başka şekillerde çoğaltılamaz, basılamaz ve dağıtılamaz.
Öğretim Tasarımcıları
Prof.Dr. Murat Ataizi
Dr.Öğr.Üyesi Mestan Küçük
Kapak Düzeni
Prof.Dr. Halit Turgay Ünalan
Grafiker
Ayşegül Dibek
E-ISBN
978-975-06-3261-7
İçindekiler
Önsöz .................................................................................................................... vi
Önsöz
Sevgili öğrenciler,
Soğuk Savaşın sona erdiği kabul edilen 1990 sonrasındaki dönemi ele alan elinizdeki
Türk Dış Politikası-II kitabı, bu dönemi açıklamak konusunda mütevazi bir çabayı ortaya
koymaktadır. Zira çalışmada, çok yakın bir dönem ele alındığı için, akademik açıdan için-
de önemli riskler barındırmaktadır. Konuyla ilgili literatürün yeterince zenginleşmemesi,
çok hızlı ve aynı zamanda karmaşıklaşan gelişmeler ve yazarlar ellerinden gelen titizliği
gösterseler de çok yakın dönemi değerlendirmenin objektif bir biçimde aktarma konu-
sunda ortaya çıkan sorunlar, bu kitabın risklerini de açıklamaktadır.
Oldukça zor, karmaşık ve çok kimlikli bir coğrafyada, üstelik son derece önemli böl-
gesel bir aktör olarak yer alan Türkiye’nin dış politikasının geleneksel “yurtta barış dün-
yada barış” ilkesi ve “muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkma” hedefi aslında, Soğuk
Savaş sonrasında da büyük ölçüde varlıklarını sürdürmüştür. Ancak yeni dönem, ideo-
lojik kampların basitleştirdiği Soğuk Savaş dönemi dış politika alanının çok daha kar-
maşıklaştığı, çeşitlendiği ve hızlandığı bir dönem anlamına gelmektedir. Bu dönemde dış
politika süreci iç politika ile çok daha fazla iç-içe geçmiş, dış politika yapım sürecindeki
devlet tekeli de ciddi sarsıntı geçirerek sivil toplum, ekonomi, sosyal medya vb unsurlarla
çeşitlenmiştir.
Berlin Duvarının yıkılması sembolü ile adeta özdeşleşen, dönemin ABD Başkanı Ge-
orge Bush’un “yeni dünya düzeni” olarak tanımladığı, yeni “açık” ve “duvarsız” dünyada,
“barış” ve modernleşme” üzerine bina edilmiş olan Türk dış politikasının temel ilkeleri
değişmese de, bu dönemde nasıl bir rol alınacağına ilişkin yaklaşım ve politikalar farklı-
laşabilmiştir. Elinizdeki kitap bu süreci daha iyi analiz edebilmek bakımından kronolojik
olarak hazırlanmış ve Türk dış politikasını bu süreçte önemli ölçüde etkileyen aşama ve
olaylar üzerinden bölümlendirilmiştir.
Kitabın Prof.Dr. Hüseyin Bağcı-Arda Akçiçek tarafından yazılan “Soğuk Savaş Sonrası
Türk Dış Politikası” başlıklı giriş bölümünde, Soğuk Savaş dönemi Türk dış politikası özet-
lenmiş ve yeni dönemin nasıl bir birikimi devraldığı konusu analiz edilmiştir. “1989-1993
Dönemi Türk Dış Politikası” başlıklı bölüm genel olarak Soğuk Savaşın hemen sonrasında-
ki gelişmeleri ele alıyor. Prof.Dr. M. Murat Erdoğan-Arda Akçiçek tarafından hazırlanan
bu bölümde ABD’nin Irak’a müdahalesi, Turgut Özal liderliğindeki Türkiye’nin dış poli-
tikadaki beklentileri ve tarzı, yeni açılan dünyada Türkiye’nin Türk Cumhuriyetlerle olan
ilişkileri ve Türkiye’nin Batı dünyası için yeni anlamı tartışılmaktadır. Bu bölüm, AB’nin
bu dönemde kendi iç gelişmelerini ve Türkiye’nin AB’ye ilgisi konularını da ele alıyor.
Prof.Dr. M.Murat Erdoğan-Deniz Aydınlı tarafından kaleme alınan üçüncü bölüm “1993-
1996 Dönemi Türk Dış Politikası” başlığını taşıyor ve Türkiye’nin Orta Asya ve Kafkas-
lar politikasındaki tıkanma ve yeniden AB politikalarına dönüşün gerekçeleri, özellikle
de Gümrük Birliği süreci ele alınıyor. Dördüncü bölüm “1997’den Lüksemburg Zirvesi’ne
Türk Dış Politikası” başlığı altında Türkiye’nin AB politikasının, üstelik yeni gerçekleşen ve
Türkiye’de çok beklenti yaratan Gümrük Birliği’nin hemen ardından AB ile yaşadığı kriz-
lere ayrılmıştır. Bu dönemde Türkiye’nin AB’nin genişleme süreci dışına kalmama konu-
sundaki çabaları da bölümde değerlendirilmektedir. Prof.Dr. M. Murat Erdoğan-Mustafa
Kocaay tarafından kaleme alınan bölümde ifade edildiği gibi, Türkiye’de büyük tepki ve
hayal kırıklığı yaratan gelişmelerin olduğu bu yıllar, Türk iç politikasının da oldukça so-
runlu bir dönemine denk gelmektedir. Prof.Dr. Hüseyin Bağcı-Mustafa Kocaay tarafından
yazılan “Helsinki Zirvesi’nden Ulusal Programa Türk Dış Politikası 1999-2001” ünitesinde
ise Türkiye’nin AB’ye eklemlenmesi süreci değerlendirilmektedir. Burada Almanya’daki
iktidar değişimi, Bill Clinton liderliğindeki ABD’nin verdiği destek, Abdullah Öcalan’ın
Önsöz vii
yakalanması süreci, “deprem diplomasisi” aracılığı ile Yunanistan ile kurulan ilişkiler ve
bütün bunların sonunda AB aday ülkesi statüsünün Helsinki Zirvesinde tanınması ele
alınmaktadır. Prof.Dr. Hüseyin Bağcı-Sabır Güler tarafından ele alınan “AK Parti İktida-
rının Başlangıç Yılları Türk Dış Politikası, 2002-2007” ünitesi ise yakın dönem Türk dış
politikasının esaslarının belirlendiği AK Parti iktidarının başlangıcından AB ile üyelik
müzakerelerine kadar olan süreç ele alınmaktadır. Burada AB konusundaki çalışmalar,
ABD ile yaşanan 1 Mart Tezkeresi krizi, Kıbrıs-Annan Planı süreci, Kopenhag Kriterleri
konusundaki çalışmalar ve diğer dış politik gelişmeler ele alınmıştır. AK Parti’nin 2007
sonrasındaki politikalarını, özellikle de “stratejik derinlik” ve “komşularla 0 (Sıfır) sorun
politikası”nın değerlendirildiği “AK Parti’nin İkinci Dönemi Türk Dış Politikası: 2007-2011”
ise Prof.Dr. M. Murat Erdoğan-Deniz Aydınlı tarafından kaleme alınmıştır. Son bölüm ise
Soğuk Savaş sonrası Türk Dış Politikasının genel bir değerlendirilmesine ayrılmıştır. Prof.
Dr. M. Murat Erdoğan tarafından yazılan bölüm, son 22 yılın esaslarını, özelliklerini ve
ilkelerini açıklamaya ve süreci özetlemeye çalışmaktadır.
Bu çalışma; Soğuk Savaş Sonrası Türk dış politikasının gelişmeleri ve özelliklerine
yönelik bazı ipuçları vermeye çalışan mütevazi bir çaba olarak değerlendirilebilir. Kitap;
barış, refah ve demokrasi içinde gelişecek daha iyi bir Türkiye için çaba gösteren bütün dış
politika yapıcılarına ve bu hedeşer çerçevesinde kendisini geliştirecek olan gençlere ithaf
edilmiştir.
Bu çalışmanın yapılmasını öneren Sayın Rektör Prof.Dr. Davut Aydın başta olmak
üzere ve çalışmanın her aşamasında bizlere yardımcı olan AÖF’ün özverili elemanlarına
şükran borçluyuz. Ayrıca çalışmamızı çok uyumlu bir ekiple gerçekleştirmeninde mutlu-
luğunu yaşıyoruz. Doğrudan emeği geçen değerli hocamız Sayın Prof.Dr. Hüseyin Bağcı
ve genç akademisyenler Arda Akçiçek, Deniz Aydınlı, Mustafa Kocaay, Sabır Güler ile
bizden her aşamada desteğini esirgemeyen Sayın Doç.Dr. Elif Toprak’a ve özel olarak da
Armağan Erdoğan, Rüya Aysu Erdoğan, Damla Yakut ve Esra Yakut’a sonsuz teşekkürler
ederiz.
Editörler
Prof.Dr. Kemal YAKUT
Prof.Dr. Mehmet Murat ERDOĞAN
1
TÜRK DIŞ POLİTİKASI II
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Soğuk Savaş dönemini açıklayabilecek,
Soğuk Savaş sonrası uluslararası sistemin nasıl şekillendiğini ifade edebilecek,
Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrasındaki uluslararası durumunu açıklayabilecek
bilgi ve becerilere sahip olacaksınız.
Anahtar Kavramlar
• Güç Dengesi Modeli • Körfez Krizi
• İki Kutuplu Sistem • Orta Doğu
• Soğuk Savaş • Kafkaslar
•
Berlin Duvarı • Balkanlar
İçindekiler
Kaynak: http://www.
oup.com/uk/orc/bin/
internationalrelations/
books/maps/cold_war_
europe_1945_89.jpg
15.08.2012
Soğuk Savaş bir ekonomik, askerî ve siyasal çatışma düzeni, ancak herşeyden
önce iki kutup arasındaki ideolojik mücadele demektir. Rusya’da 1917 Bolşevik Bolşevik Devrimi, Ekim
Devrimi’yle birlikte komünist bir sistem kurulmuş ve bir ideoloji olarak komü- Devrimi ya da Rus Devrimi
olarak da bilinen, Jülyen
nizm, devrim iktidarının ideali haline dönüşmüştür. Lenin’le başlayan bu ideali Takvimi’ne göre 24 Ekim
dünya düzeni hâline dönüştürme heyecanı Rusya’yı öncelikle etrafındaki ülkeleri 1917’de (Miladi 6 Kasım
1917) başlayan, Çarlık Rusya
kapsayacak şekilde bir Cumhuriyetler Birliği’ne dönüştürmüş ve sonuçta Doğu iktidarının Lenin liderliğindeki
Avrupa ile Kuzey ve Orta Asya’yı kapsayan bölgeyi içine alan Sovyet Sosyalist Bolşevikler tarafından ele
geçirilmesi sonucu SSCB’nin
Cumhuriyetler Birliği (SSCB) kurulmuştur. Lenin’den sonra iktidara gelen Sta- kuruluş sürecini başlatan
lin, bu heyacanı farklı bir şekilde de olsa devam ettirmiş ve bu durum II. Dünya olaylar dizisidir. 1917’de
Çarlık ortadan kaldırılsa
Savaşı’nın sonuna kadar aslında ne Batı Avrupa’nın ne de ABD’nin ilgisini çekmiş- da Bolşeviklerle Monarşi
tir. Ne var ki savaş sonrası Hitler’in bir güç olarak ortadan kalkması, Almanya’nın yanlısı (hatta zaman zaman
işgal edilmesi ve Sovyet yayılmacılığının Batı Avrupa içlerine doğru ilerlemesi Batılı güçlerden örneğin
İngilizlerden destek alan)
durumu değiştirmiştir. Bu durumdan endişelenen ve tarihsel olarak kapitalist Beyaz Ordu arasında 1918’de
sisteme, liberal toplum düzenine sahip olan ABD, İngiltere ve Fransa genişleyen başlayan iç savaş 1922’de
sona ermiş, iç savaşın galibi
‘komünist tehlike’ karşısında önlem almaya çalışmıştır. Böylelikle savaş boyunca Bolşevikler SSCB’yi kurmuştur.
Almanlara karşı müttefik olmuş bu dört ülke iki kutba ayrılmış (SSCB karşısında
ABD, İngiltere ve Fransa) ve başta ideolojik olmak üzere ekonomik, siyasal ve
askerî açıdan bloklaşma süreci başlamıştır.
Başta İngiltere olmak üzere, kapitalist dünyanın Bolşevik Devrimi’nden rahat-
sızlık duyması ve buna bağlı olarak bloklaşma süreci daha I. Dünya Savaşı dö-
6 Türk Dış Politikası II
Kaynak: http://
berlin-wall.org/
bilder/b_
mur5.jpg
5.08.2012
1. Ünite - Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikası 7
Soğuk Savaş boyunca ortaya çıkan gelişmelere dair alternatif bir okuma için John
Lewis Gaddis’in (2008) Soğuk Savaş: Pazarlıklar, Casuslar, Yalanlar, Gerçek, İstan-
bul: Yapı Kredi Yayınları adlı eserine bakabilirsiniz.
gören Türkiye, savaşa katılmadığı hâlde, savaşta tahrip olan kapitalist ülkelerin
ekonomilerinin geliştirilmesi amacıyla oluşturulan Marshall Planı çerçevesinde
yardımlardan faydalanmayı talep etmiş, nitekim beklediği yardımları almayı da
başarmıştır. Keza, Soğuk Savaş boyunca ABD’den en fazla yardım alan ülkelerin
başında Türkiye gelmiştir.
Soğuk Savaş boyunca Batı Bloku içinde yer almayı seçen Türkiye, özellikle
1950’li yıllarda katı blok siyasetine eklemlenmiş ve dış politikasını blok siyasetine
göre yürütmüştür. Nitekim, dönem boyunca SSCB dâhil birçok Doğu Bloku ülke-
sinden gelen iş birliği taleplerine rağmen Türkiye bu bloktaki ülkelere yaklaşmayı
kabul etmemiştir. Özellikle SSCB’den kesin bir uzaklık politikası yürütmüş olan
Türkiye, dış politik kararlarında önce ABD’ye danışma stratejisi izlemiştir.
Türkiye, bu blok siyaseti kapsamında 1949’da Avrupa Konseyi’ne, ardından
1952’de NATO’ya, 1953’te Balkan İttifakı’na, 1955’te Bağdat Paktı olarak kurulmuş
ancak 1958’de CENTO’ya dönüşmüş örgüte üye olmuştur.
1960’lı yıllarda öncelikle ABD’nin blok siyasetinde Esnek Karşılık Doktrini’ni
benimsemesi, ardından Kıbrıs Sorunu’nda Türkiye’ye karşı aldığı politik tavır do-
layısıyla Türkiye-ABD ilişkilerinde bir önceki döneme göre bir soğuma yaşanmış,
Türkiye bu dönemde uluslararası sistemde ABD tarafından yalnız bırakılabileceği
ihtimalini görmüş ve dış politika tercihlerini gözden geçirmiştir. Türkiye blok si-
yasetinin katılığından bir ölçüde çıkarak çok yönlü bir dış politika izlemeye karar
vermiş ve SSCB ile yakınlaşmaya başlamış, bağlantısız ülkelerle ilişkiler kurmuştur.
Bu durum, elbette Türkiye’nin Batı Bloku’ndan ayrılması ya da Batı yönündeki dış
politika tercihinin sona ermesi anlamına gelmemiştir. Keza, bu dönemde blok si-
yaseti dışında başka dış politika alternatiflerine yönelmemiş neredeyse hiçbir ülke
kalmamıştır. Türkiye de bu konjonktürün içine giren ülkeler arasında olmuştur.
1970’li ve 1980’li yıllar sadece Türkiye açısından değil, birçok Batı ve Doğu Blo-
ku ülkesi açısından da katı blok siyasetinin gevşediği, ülkelerin ikili ilişkilere girdiği
ve ideolojik olmaktan öte daha reel politikalara dayalı ve çıkarların belirgin olduğu
politikalar izlediği dönemler olmuştur. Özellikle 1980’den sonra kapitalist ekono-
mik modelin ve liberal demokrasinin dünya çapında yaygın bir hâle gelmesi, Sovyet
komünist ekonomik modelin işlevsizleşmeye başlaması ve bu doğrultuda birçok
Doğu Bloku ülkesinde reformların yaşanması uluslararası konjonktörü de doğal
olarak etkilemiştir. Türkiye de bu konjonktörün dışında kalamamış ve 1980’ler bo-
yunca dış politikasını ABD’nin dış politikasına yakın ancak kendi bölgesel çıkarları-
nı da gözeterek yürütmeye çalışmıştır. Bu dönemde Türkiye’nin iç ve dış siyasetine
dair birçok sorunun yaşanması ve yapılan dış politik hesapların tutmaması Soğuk
Savaş’ın bitimine, yani 1990’lı yıllara önemli sorunlar bırakmıştır.
Türkiye açısından Soğuk Savaş dönemi özellikle dış güvenlik endişelerini gi-
dermek ekseninde gelişmiştir. Bu kapsamda Batı Bloku içinde yer almanın önemli
olduğunu düşünen dış politika karar mekanizmaları Soğuk Savaş’ın bitimine ka-
dar NATO ve ABD desteğiyle bu endişeleri gidermeyi büyük ölçüde başarmış-
lardır. Öte yandan bu dönemde NATO’nun büyük düşmanı SSCB’nin önündeki
en önemli sınır ülkesi olan Türkiye’de ülke güvenliğinin ve ideolojik güvenliğin
öncelikli olması, Türkiye’de demokrasi ve özgürlüklerin geliştirilmesi önünde cid-
di bir engel işlevi görmüştür. Batı Bloku’nun bazı Avrupalı üyelerinin, özellikle
de AT’nin Türkiye’deki demokrasi açığı konusundaki eleştirel tavrı, Blok’un lider
ülkesi ABD tarafından daha az önemsenmiş ve bu da Türkiye’nin Batı Bloku için
son derece hassas ve önemli jeopolitik konumuyla gerekçelendirilmiştir. Avrupa
için daha demokratik bir Türkiye beklentisi ABD için daha güvenli ve Doğu Bloku
karşısında daha güçlü bir Türkiye beklentisi ile zaman zaman çatışmıştır.
10 Türk Dış Politikası II
Bu noktada değinilmesi gereken başka bir husus, Türkiye’nin Soğuk Savaş bo-
yunca aldığı ekonomik ve askerî yardımlardır. Özellikle 1980’lere kadar düzele-
meyen bir ekonomiye sahip olan Türkiye, ABD’den aldığı ekonomik ve askerî yar-
dımlar sayesinde ekonomisini ayakta tutmayı başarmış, diğer yandan NATO’ya
olan üyeliği ve aldığı askerî yardımlar dolayısıyla orduda ciddi teknik gelişmeler
sağlamıştır. Ancak bu durum aynı zamanda kaçınılmaz bir bağımlılık da yarat-
mıştır. 1974 Kıbrıs Müdahalesi sonrasında Türkiye’ye yöneltilen ambargo uygula-
ması, bağımlılığın sonuçlarını görmek bakımından önemli bir tecrübe olmuş ve
hatta Türkiye 20 Temmuz 1975’de NATO dışında kalan Ege Ordusunu (4. Ordu)
kurarak bu duruma önlem almaya çalışmıştır.
Soğuk Savaş boyunca Türkiye’nin Batı Bloku içinde yer alma nedenlerini ele alınız.
2
SOĞUK SAVAŞ SONRASI ULUSLARARASI ORTAMIN GENEL
HATLARI
1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılması, inşa edilmesinden daha da önemli bir
sembolik anlam taşıyordu. 1961 yılında duvarın yapılmasıyla birlikte Berlin’in
Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılması yalnızca uluslararası sistemin iki kutuplulu-
ğunun sembolü olmamış, aynı zamanda dünyanın ideolojik olarak da iki kutuplu
bir hale dönüştüğünü de ortaya koymuştur. Üstelik duvar, aynı toplumun farklı
ideolojilerle nasıl ayrılabileceğini de göstermişti. Duvarın batısında yer alan Batı
Avrupa ülkeleri kapitalist ekonomiyi ve liberal demokrasiyi benimsemişken, do-
ğusundaki ülkeler (SSCB, Bulgaristan, Romanya, Polonya vs.) komünist bir eko-
nomi ve siyasal rejimi idealleştirmişlerdir. Ne var ki 1989 yılında duvarın doğu-
sundan batısına geçişlerin serbest bırakılması ve sonunda duvarın yıkılması tüm
dünyada kapitalist ekonomi ve liberal demokrasinin zaferi olarak görülmüştür.
F. Fukuyama ve pek çok Batılı düşünürün bu durumu Batı’nın bir zaferi olarak
nitelemeleri, Marksist tarihsel materyalizm kuramına atıfta bulunarak tarihin ko-
münist düşünürlerin öngördüğü yönde ilerlemediğini savunarak bir anlamda bu
kuramın çöktüğünü ilan etmeleri, “yeni dünya düzeni”nin hangi yönde gelişeceği-
nin ipuçlarını da vermekteydi.
Harita 1.2
Berlin Haritası, 1
Temmuz 1950.
Kaynak: http://
diplomacy.
state.gov/berlinwall/
www/archive/
IMG002.html
1. Ünite - Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikası 11
Gorbaçov’un SSCB’de iktidara geldiği 1985’te hem SSCB hem de öncülük et-
tiği Doğu Bloku ekonomik, siyasal ve askerî anlamda Batı ile rekabet edebilme
gücünden oldukça uzaklaşmış durumdaydı. Ekim 1985’te SSCB’nin ekonomik ve
sosyal yönden yeniden yapılanmasını ön gören “Perestroyka” programıyla para-
lel olarak Gorbaçov, halkın yönetimin politikalarına müdahil olma ve öğrenme
hakkını ifade eden “Glasnost” programını uygulamaya soktu. Her iki program
da SSCB için tarihî değişimler anlamına geliyordu. Gorbaçov’un aynı dönemde
Doğu Avrupa’da başlayan reform hareketine yaklaşımı da öncesindeki Sovyet li-
derlerinden çok daha farklı olmuştur. Örneğin Berlin Duvarı’nın yıkılmasını talep
edenlere Demokratik (Doğu) Almanya lideri Erich Honecker 19 Ocak 1989’da
“Elli veya yüzyıl sonra, duvar hep yerinde olacak” derken, Gorbaçov aynı yılın 7
Ekim günü değişimin artık engellenemeyeceğini “Çok geç kalanlar hayat tarafın-
dan cezalandırılırlar” sözleri ile ifade etmiştir. Gorbaçov liderliğindeki SSCB’nin
1987’den itibaren dış politika ve askerî stratejisinde de ciddi değişimler gerçekleş-
meye başlamıştı. Bu süreç Polonya, Macaristan, Romanya, Doğu Almanya başta
olmak üzere Doğu Avrupa’daki bütün rejimleri sarsmış, 1991 yılında da cumhu-
riyetler birliği olan SSCB dağılmıştır. SSCB’nin dağılması ABD’nin zaferi olarak
görülmüş ve birçok uluslararası ilişkiler uzmanı ABD’yi yeni “tek kutuplu dünya
düzeni”nin süper gücü ilan etmişlerdir.
Fotoğraf 1.2
Mihail Gorbaçov
Kaynak: http://
www.
misterdann.com/
portrait_hr.jpg
15.08.2012
Tıpkı II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinden hemen sonra oluşan yeni ulusla-
rarası sistem gibi Soğuk Savaş’ın sona ermesi de dış siyaset alanında bir kırılma
noktası olmuş, bu durum yeni bir uluslararası sistemin doğuşunun başlangıcı ol-
muştur. Kimi uzmanlar bu sisteme ‘tek kutuplu dünya’ derken bazıları da tıpkı
1990 yılında ABD Başkanı Bush’un Körfez Krizi sırasında yaptığı gibi ‘yeni dünya
düzeni’ nitelemesini tercih etmişlerdir. Keza, her iki niteleme de aslında iki ku-
tuplu dünya düzeninin bitmesi ve yeni bir uluslararası sistemin ortaya çıkması
anlamına gelmektedir (Emeklier, 2010).
12 Türk Dış Politikası II
SSCB’nin parçalanması yalnızca ABD’nin liderlerliğini ilan eden bir süreç ol-
mamıştır. SSCB’nin dağılmasıyla yeni dünya düzeninde yerini alan Rusya Federas-
yonu, özellikle 1991-2000 yılları arasında ABD’nin uluslararası liderlik konumuna
herhangi bir yanıt verememiş, Soğuk Savaş boyunca etki alanında tuttuğu bölgede
gücünü büyük ölçüde yitirmiş, aynı zamanda kendi içinde önceleri önemli bir
istikrarsızlık, ardından da reform dönemi yaşamıştır. Kuşku yok ki Türk Dış Po-
litikasını da yakından ilgilendiren en önemli gelişme, SSCB’den ayrılarak bağım-
sızlıklarını ilan eden yeni Cumhuriyetlerin ortaya çıkması olmuştur. SSCB’den
ayrılarak bağımsız birer devlet hâline gelen ve Türkiye’nin etrafını saran bir dizi
ülkede ve bu ülkelerin bulundukları bölgede bir güç boşluğu oluşmasının taşıdığı
riskler de kısa zamanda kendini belli etmiştir. Başlangıçta son derece iyimser bir
havada Türkiye’nin bölgedeki liderliği üzerinden politikalar geliştirmeye çalışan
ABD başta olmak olmak üzere Batılı güçler, bölgede ciddi bir istikrarsızlığın ya-
ratabileceği önemli sorunları fark etmişlerdir. Hatta bu durum Rusya’nın bölgede
yeniden tutunması ve etkili olmasına bizzat ABD’nin katkı vermesini de gerekli
kılmıştır. Ortaya çıkan bazı sorunlar da NATO devreye sokularak, pro-aktif bir
dış politikayla ABD tarafından çözülmeye çalışılmış ve oluşan güç boşluğu bu
ülke tarafından doldurulmuştur (Emeklier, 2010).
Aslında ortaya çıkan bu sorunlar uluslararası sistem açısından yeni bir olu-
şumun da göstergesi olmuştur. Bu oluşum, II. Dünya Savaşı’ndan Soğuk Savaş’ın
bitimine kadar hiç olmadığı kadar önemli hâle gelen ‘bölgeler’ ve ‘bölgesel
sorunlar’dır. (Kut, 2010:5) Keza, iki kutuplu dünyanın sona ermesiyle birlikte
kalkan ideolojik örtü, bölgesel politikalar düzeyinde çıkara dayalı güç denge-
si anlayışını iyice belirginleştirmiştir. Bu durumun temel nedeni artık ideolojik
faktörlerin öneminin ciddi bir şekilde azalması ve jeopolik faktörlerin öne çıkma-
sıdır. Nitekim, 1990’lı yıllarla başlayan yeni süreçte sorunları ABD-SSCB rekabeti
gibi sistematik bir temel belirleyiciyle açıklamak mümkün olmamaya başlamıştır
(Sönmezoğlu, 2006: 468-69). Savaşın hemen ertesinde milliyetçi duyguların ye-
niden güçlenmeye başlaması, sınır anlaşmazlıklarının ortaya çıkması, sosyal ve
ekonomik sorunların yaşanması, özellikle Balkanlar ve Kafkasya’da Yugoslavya ve
SSCB’nin dağılmasıyla ortaya çıkan yeni ülkelerin devletleşme süreçlerini tamam-
layamamaları gibi birçok bölgesel sorun da göstermiştir ki Soğuk Savaş’tan kal-
ma ideolojik gerekçeler bu sorunları açıklayamaz olmuş, öte yandan Soğuk Savaş
ortamının dondurduğu bu sorunlar yeniden canlanmıştır (Baharçiçek, 2004:69).
1990’lı yıllar bir yandan bölgesel sorunlarla geçerken diğer yandan da bu so-
runlar uluslararası sistem açısından yeni tartışma alanları yaratmıştır. Bu alanların
başında da NATO’nun geleceği tartışması gelmiştir. NATO, esasında SSCB kar-
şısında ve üye ülkelerin ortak savunma ihtiyacını karşılamak amacıyla kurulmuş
bir örgüttü. Ne var ki SSCB’nin dağılmasının ardından NATO’nun kuruluş amacı
ortadan kalkmış ve bundan sonraki görevinin ne olacağı sorunsalı ortaya çıkmıştır.
Çünkü bazı kesimler için SSCB’nin dağılmasıyla birlikte NATO’nun asli görevi sona
ermiştir. Öte yandan NATO’nun hâlihazırda üye devletlerin güvenliği açısından
önemini koruduğu yönünde fikirler de ileri sürülmüştür. Keza, 1990’lar boyunca
NATO daha çok Doğu Avrupa’daki bölgesel çatışmalarla ilgilenmiştir. NATO’nun
geleceği konusundaki tartışmalar ise kısa bir süre sonra yerini NATO’nun yeniden
yapılanması, yeni konsepti ve genişleme stratejisi üzerinde yoğunlaşmıştır (Ak-
türk, 2012: 73-97). 1989’da 14 üyesi olan NATO ilk genişlemesini Doğu Almanya
ile birleşen yeni Almanya’yı içine alarak gerçekleştirmiştir. Ardından 1999, 2004 ve
2009 genişlemelerini gerçekleştiren NATO 28 üyeye ulaşmıştır.
1. Ünite - Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikası 13
Soğuk Savaş sonrası uluslararası sistem açısından öne çıkan önemli süreçlerden
biri de Avrupa Birliği (AB)’nin ekonomik ve siyasi açıdan güçlenmesi ve uluslara-
rası bir aktör olarak daha aktif hâle gelmesidir. 1951 yılında Avrupa Kömür Çelik
Topluluğu (AKÇT) olarak başlatılan bütünleşme süreci 1957 Roma Anlaşması’yla
AET’nin oluşturulmasıyla devam etmiş, 1958’de Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu
(EURATOM) kurulmuş ve bu üç örgüt nihayet 1965 yılında Avrupa Toplulukları
(AT) adı altında birleştirilmiştir. Nitekim, Soğuk Savaş boyunca bir ekonomik iş
birliği örgütü olan bu yapı 1992 yılında Maastricht Anlaşması’yla yalnızca ekono-
mik değil aynı zamanda siyasi bir birlik olma yönünde ilk ciddi adımını atmış ve
Avrupa Birliği (AB) adını almıştır. Keza, AB’nin uluslararası ilişkiler konuların-
daki siyasi gücü ve bu anlamdaki bütünlüğü hâlâ tartışılır olsa da bu örgüt bütün
zamanların en başarılı uluslarüstü yapılanmasını gerçekleştirmiş, kendi bölgesin-
de barışı, refahı ve iş birliğini geliştirerek önemli bir aktör olmayı başarmıştır.
AB özellikle 1990 sonrasında bütün Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinin içinde yer
almak istedikleri bir Birlik olarak da prestijini artırmış, derinleşmeye ve genişle-
meye devam etmiştir.
Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra Avrupa’da yaşanan en önemli kriz
Balkanlar’da Yugoslavya’nın parçalanması süreci olmuştur. Bu savaş hem
Avrupa’nın ne gibi potansiyel ve reel tehditler içinde olduğunu göstermesi ve yanı
başında soykırıma dönüşen bir insanlık dramına karşı ortak politika üretip üre-
temediğini anlamak bakımından hem de ABD’nin yeni rolünü, stratejisini ve gü-
cünü görmek bakımından son derece önemli bir test olmuştur. 1992 ile 1995 ara-
sında yaşanan ve ABD öncülüğündeki NATO güçlerinin müdahalesi ve ardından
yapılan Dayton Anlaşması ile sona eren Bosna Savaşı iki yüz binden fazla insanın
ölümüne neden olmuştur. Bu savaşın en çarpıcı sonucu ise Avrupalıların ortak
çıkar ve politika geliştirememeleri ve ABD’nin siyasi ve askerî mutlak üstünlüğü-
nün ortaya çıkmasıdır. Bu savaşın bir başka önemli sonucu da dünyanın tek süper
gücünün Müslüman Boşnakları korumak için harekete geçmesinin yarattığı he-
yecandır. Bu durum 11 Eylül 2001’e kadar İslam dünyasında “medeniyetler savaşı”
tezine karşı bir yaklaşım olarak önemli bir iyimserlik yaratmıştır.
İki kutuplu uluslararası sistemin, yani Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra
önemli kırılma noktalarından biri de 11 Eylül 2001’de ABD’de gerçekleştirilen terör
eylemleri olmuştur. ABD’nin New York kentindeki Dünya Ticaret Merkezi binala-
rına (İkiz Kuleler) ve Pentagon’a yapılan eş zamanlı saldırıların sembolik etkisi ger-
çekteki etkisinden oldukça büyük olmuş ve yeni dünya düzeninin tek kutbu sayılan
ABD’nin uluslararası prestiji zarar görmüştür. Keza, dünya uluslararası siyasetinde
bir aktör olmasından bu yana bütün savaş ve çatışmaları kendi topraklarından uzak
tutmayı başarmış bu ülke ilk defa böylesi bir saldırıya maruz kalmış ve bu durum
ülkenin gücünün sorgulanmasına yol açmıştır. Bu saldırıların ardından ABD’deki
Neo-Con (yeni muhafazakar) ideoloji etkisindeki G.W. Bush yönetiminin, başta
ABD olmak üzere “özgür dünyayı korumak” ve “terörle mücadele” gerekçesi ile
önce 11 Eylül eylemlerini gerçekleştirdiği iddia edilen El-Kaide örgütünün barın-
dığı ve destek aldığı Afganistan’a (7 Ekim 2001), ardından da Irak’a (20 Mart 2003)
yönelik askerî müdahaleleri, Soğuk Savaş sonrasındaki askerî ve siyasi stratejileri
de derinden etkilemiştir. ABD’nin İngiltere ile birlikte başlattığı Afganistan müda-
halesinde NATO da aktif olarak yer almıştır. BM’in de onay verdiği bu müdaha-
le, NATO’nun yeni yapılanması ve hedefleri bakımından da önem taşımaktaydı.
Ancak gerek Afganistan, gerekse de Irak müdahalelerinin dinî bir ayrışmayı da
gündeme getirmesi, yeni savunma stratejileri bakımından ciddi bir dönüşüme de
14 Türk Dış Politikası II
işaret etmektedir. ABD’nin adeta İslam coğrafyası ile çatışma hâli üzerine kurulu
jeopolitikası, özellikle Irak ve Afganistan’da girdiği savaşlar sonucunda zayıflamış,
aynı dönemde Rusya, Çin, Hindistan ve AB gibi diğer aktörlerin sistemde güçlü
konumda olmaları, ABD’nin görece zayıflığının neticesinde bu ülkelerin yeni ra-
kipler olarak uluslararası siyasete katılmalarını sağlamıştır (Emeklier, 2010). So-
ğuk Savaş’ın sonuna doğru yazdığı “Medeniyetler Çatışması” makalesi ile büyük
bir tartışma yaratan S. Huntington’ın ortaya attığı medeniyetler çatışması tezi, 11
Eylül sonrasında daha ciddi anlamda ele alınmaya başlanmıştır. Huntington’a göre
bundan sonra yeni dünya düzenini belirleyecek olan olgu Doğu ve Batı medeni-
yetleri arasındaki çatışma olacaktır. Bu iki medeniyet tarihsel olarak her zaman
birbirlerinin ‘öteki’si olmuşlardır. Küreselleşmeyle birlikte ortaya çıkan yeni dü-
zen bu iki medeniyeti eskisinden çok daha fazla karşı karşıya getirmektedir. Keza,
ABD’nin Afganistan ve Irak’ta savaşa girmesinden sonra Huntington’un tezine
paralel olarak birçok politikacı, yeni dünya düzenin bu çatışmanın sonucunda
şekilleneceğine büyük ölçüde inanmıştır.
Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan tartışmalarda küreselleşme olgusunun da
Ulus devlet: 19. yy. ve ciddi anlamda dünya siyasi literatürüne girdiğini görmekteyiz. Küreselleşme tar-
20. yy.ın başlarında ortaya
çıkan devlet biçimlerinden tışmaları ulus devletin geleceğini de ciddi bir biçimde gündeme taşımıştır. Özel-
biri ve günümüzde en likle 2000’li yıllarla birlikte bilgi teknolojilerindeki hızlı gelişme, buna ilaveten AB
yaygın olanıdır. Orta Çağ
Avrupa’sında feodalitenin gibi bölgesel örgütlerin güçlenmesi ve uluslararası kurumların dünya siyasetinde,
çökmeye başlamasıyla birlikte uluslararası şirketlerin ise dünya piyasalarında daha etkin hâle gelmeleri bu tar-
ticaret burjuvazisini yanına
alarak kralların merkezi tışmayı daha da şiddetlendirmiştir. Ulus devlet gibi egemenlik alanı konusunda
güçlerini arttırmasıyla birlikte oldukça katı olan bir yapının bu faktörler karşısında zayıflamaya başlaması bir
ortaya çıkmaya başlayan yandan ulus devletin ömrünü doldurmak üzere olduğu düşüncesini desteklerken
ve Fransız Devrimi sonrası
çokuluslu imparatorlukların diğer yandan bu yapının ömrünü doldurmak bir yana şekil değiştirerek gücünü
parçalanarak birçok ulusal korumaya devam edeceği inancını doğurmuştur. Bir önemli gerçek de şudur ki,
devletin ortaya çıkmasıyla
şeklini ve anlamını kazanan 1980’lerde tartışılmaya başlanan küreselleşme olgusu ulus devletin yapısında cid-
devlet türüdür. di değişiklikler olmasını sağlamıştır.
Bu dönemde yaşanan önemli bir başka olgu ise özellikle kıta Avrupası’nda yo-
ğunlaşan göç hareketliliği ve buna bağlı kimlik tartışmalarıdır. Bu anlamda ciddi
göç politikası değişikliklerine giden bu ülkeler için göç birer iç ve dış politika
konusu haline gelmiştir.
Uluslarararası sistem açısından Soğuk Savaş sonrası genel ortamı özetlemek
gerekirse öncelikle belirtilmesi gereken nokta Soğuk Savaş’tan ABD’nin tek süper
güç olarak çıktığı ve uluslararası sistemin en güçlü aktörü hâline geldiğidir. Bu du-
rum ABD açısından askerî bir zafer olmanın yanında ekonomik, sosyal ve siyasal
bir zafer de olmuştur (Baharçiçek, 2004: 67). Ne var ki özellikle 11 Eylül saldırıları
sonrası ortaya çıkan yeni düzen ABD’nin tek süper güç olma konumunun ve 21.
yy sisteminin sorgulanmasına yol açmıştır (Emeklier, 2010).
Soğuk Savaş’ın sona ermesi iki kutuplu dünya düzeninin sona ermesi anlamı-
na gelmiş, uluslararası sistemde yeni bir güç dağılımı ve yapılanmasının ortaya
çıkmasına yol açmıştır. (Baharçiçek, 2004:68) Bu aynı zamanda Doğu-Batı cephe-
leşmesinin bitmesini ifade etse de medeniyetler çatışması tezi etrafında yeni bir
cepheleşmenin ortaya çıktığı iddia edilmiş, nitekim ABD tarafından Orta Doğu
ve İslam coğrafyasının yeni çatışma alanı olarak belirlenmesi bu tezi destekler
nitelikte olmuştur. Bazı tezler dünyanın tek kutuplu hâle geldiğinden söz ederken,
diğerleri çok kutupluluktan söz etmektedir. Daha da önemlisi bu dönemde artık
klasik uluslararası aktörlerin dışında başka uluslararası aktörlerin de varlığı kabul
görmeye başlamıştır.
1. Ünite - Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikası 15
İki kutuplu dünya düzenin sona ermesi uluslararası sistemde belli bir yumuşama
yaratmış, ideolojik temele dayalı cepheleşme yerini bir nebze güven ve iş birliğine bı-
rakmış olsa da bu durum bazı yeni ve önemli sorunların ortaya çıkmasına da neden
olmuştur (Baharçiçek, 2004:68). Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle başlayan bölgesel sınır
çatışmaları bu duruma verilebilecek örnekler arasındadır. Keza Sönmezoğlu’na göre
etnik temele dayalı fedaratif yönetim biçimlerinde dağılma ve bu anlamda ciddi kriz-
lerin belirginleşmesi Soğuk Savaş’tan miras kalan sonuçlardandır. Balkanlar’daki geliş-
meler ise bu krizlerin en belirgin olanlarındandır (Sönmezoğlu, 2004:985).
Soğuk Savaş sonrası dönemde Rusya Federasyonu ile Batı dünyasının iliş-
kisi eski “SSCB’yi çevreleme politikası” olmaktan çıkıp yerini, daha çok Rusya
Federasyonu’nu kontrol etme ve aynı zamanda bu ülke ile kontrollü iş birliği yapıl-
ması sürecine bırakmıştır (Türkeş, 2004:388). Öte yandan Rusya Federasyonu’nun
etki alanının daraldığı ve daha çok Avrasya’ya konsantre olduğu söylenebilir.
Almanya ve Japonya bir yandan ekonomik ve siyasal anlamda oldukça hızlı bir
şekilde gelişirlerken bir yandan da yeni bölgesel merkezler olmayı başarmışlar-
dır. Öte yandan AB’nin hızlı ve önemli bir şekilde gelişimi zaman zaman ABD
ve Japonya’yı özellikle ekonomik anlamda rahatsız etmiştir. ABD bu anlamda bir
yandan İngiltere’yle iş birliğine girişmiş, diğer yandan da Rusya Federasyonu ile
yardımlaşarak AB’yi dengelemeye çalışmıştır. Özellikle Batı Avrupa tarafından
Doğu Avrupa ülkeleri nezninde Rusya Federasyonu’nun istikrarı sağlayabilecek
tek ülke olarak görülmesi bu ülkenin Batı tarafından önemsenmesi anlamına gel-
miş, ayrıca ideolojik tehditin ortadan kalkması da bu ülkeler tarafından Rusya
Federasyonu’ndan çekinilmesini önlemiştir.
daha önemli, vazgeçilmez bir stratejik öneme sahip olmuştu. ABD ve Batı Avrupa
nezninde SSCB’ye karşı olan mücadelede stratejik önemi dolayısıyla ihtiyaç duyu-
lan Türkiye, Soğuk Savaş sonrası Orta Doğu’da oluşmakta olan yeni dengeler çer-
çevesinde yeniden ilgi odağı olmaya başlamıştır. Bu kapsamda Türkiye’nin ulus-
lararası sistemdeki prestiji stratejik öneminden çok İslam ülkeleri açısından Batı
demokrasisinin uygulayıcı modelinden kaynaklanmıştır (Sönmezoğlu, 2006:480)
Keza, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Holbrook bu durumu “eskiden
Almanya’nın oluşturduğu Avrupa sınır çizgisini şimdi Türkiye’nin oluşturduğunu”
belirterek Türkiye’yi ABD’nin “yeni Avrupa cephesi” olarak tanımlamıştır. (Akta-
ran Hale, 2003:205)
80’li yılların sonunda, 90’lı yılların başında özellikle Amerikalı stratejistler için
yeni dönemin en çok üzerinde durulan konularından birisi Türkiye olmuştur. Yeni
güvenlik konseptini belirleme arayışı çerçevesinde NATO’nun geleceği tartışma-
larında da örgütün kendine belirlediği yeni tehdit alanlarında Türkiye’nin öne-
minin eskisine göre değişmiş olsa da devam ettiği ortaya konulmuştur. Özellikle
Türkiye’nin çevresini saran Balkanlar, Orta Doğu ve Kafkasya gibi bölgelerde ortaya
çıkan sorunlar hem NATO’yu hem de Türkiye’yi ilgilendirir hâle gelmiştir. Örneğin
Irak ve Körfez bölgesindeki gelişmelerde, Ermeni-Azeri çatışmasında, Suriye ile ya-
şanan sorunlarda, Kıbrıs ve Balkanlar’daki sorunlarda Türkiye doğal olarak önemli
roller oynamış, yeni döneme uygun politikalar belirlemeye çalışmıştır. Keza Hale’e
göre (2003:202) Soğuk Savaş’ın sona ermesi Türkiye’nin çevresini 1918-23 ve 1945
yıllarında olduğu kadar değiştirmiş; Türkiye artık gerek askerî gerekse ekonomik
açıdan kendisinden zayıf devletlerle çevrili bir ülke hâline gelmiştir.
1991’de Roma’da düzenlenen ve yeni stratejinin belirlendiği NATO zirvesinde
ittifakın mevcut şartlarda bir saldırıyla karşı karşıya olmadığı ve bundan böyle
Orta Avrupa, eski SSCB, Orta Doğu ve Güney Akdeniz bölgelerinde meydana
gelen istikrarsızlıklarla ilgilenmesi gerektiği kararı alınmıştır. Artık temel tehdi-
tin Varşova Paktı’ndan gelecek bir saldırı değil, “istikrarsızlık” olarak belirlenme-
si son derece önemli ve niteliksel bir değişim olmuştur. Bu hedef çerçevesinde
Türkiye’nin örgüt içindeki rolü, Batı’nın özellikle “bölge dışında kalan” görevle-
rinde daha da önemli olmaya başlamıştır (Hale, 2003:204).
Soğuk Savaş’ın sona ermesi Türkiye açısından ‘komünist tehlike’nin ortadan
kalması anlamına gelmiş olsa da diğer yandan Türkiye açısından güvenlik soru-
nu haline gelmiş olan SSCB ve Yunanistan’ın yerine yeni güvenlik sorunu terör
ve ayrılıkçılık olmuştur (Sönmezoğlu, 2006:479-80). Bu çerçevede dışarıdan ge-
lebilecek güvenlik tehdidi, terör örgütüne verilen destek doğrultusunda Irak ve
Suriye olarak görülmüştür. Nitekim 1980-88 arasındaki İran-Irak Savaşı sırasında
Kuzey Irak’ta oluşan iktidar boşluğu dolayısıyla PKK’nın buraya yerleşmesi söz
konusu olmuştur (Oran, 2010:15). Bu durum bir dizi bölgesel ve yurt içi güvenlik
tehditinin varlığı anlamına gelmiş ve Türkiye’nin yüksek savunma halinin devam
ettirmesi gereğini düşündürmüştür (Hale, 2003:206).
Türkiye güvenlik endişelerini bir anlamda Batı içinde yer alarak gidermeye çalı-
şırken, aslında bir yandan da Batı içinde yer alıp Batılı bir ülke olarak tanımlanmanın
hem tarihsel hem de ideolojik olarak önemli olması, ülkenin Soğuk Savaş sonrasın-
da, özellikle de 1993 sonrasında, AB ile bütünleşme sürecine daha da önem verme-
sine yol açmıştır. Ne var ki Soğuk Savaş boyunca Türkiye’nin Batı’ya yakın durma-
sı durumu, savaş sonrasında önemini yitirmeye başlamıştır (Baharçiçek, 2004:70).
Türkiye’nin AB politikası da Avrupa’da karmaşık bir durum ortaya çıkarmıştır. AB
için Türkiye’nin üyeliği yeni gelişmeler karşısında neredeyse bütünüyle arka plana itil-
miş, hatta zaman zaman üyelik konusunun muhafazakar politikacılarca açık biçimde
1. Ünite - Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikası 17
Soğuk Savaş sonrası Türkiye ve Avrupa’nın durumuna dair Cem Karadeli’nin (2003) derledi-
ği Soğuk Savaş Sonrası Avrupa ve Türkiye, İstanbul: Ayraç Yayınları adlı esere bakabilirsiniz.
Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrasında ABD ile ilişkileri, yakın bölgelerde ABD’nin
operasyonları ve varlığı ile Türk iç politikasındaki tercihlerin etkisi altında geliş-
miştir. Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi ile başlayan süreçte, dönemin Cumhurbaşkanı
Turgut Özal’ın da önemli etkisi ile hızla Irak’a karşı ABD ile iş birliği içinde hareket
edilmesi öngörülmüş ve Türkiye’nin bu davranışı, yeni oluşan ilişkiler sisteminde
ABD’den büyük bir takdir almıştır. Aynı dönemde SSCB’nin dağılması sonrasında
bağımsızlıklarını ilan eden Türki Cumhuriyetlere yönelik politikalarda da ABD’nin
Türkiye’ye yönelik açık desteği ve hatta teşviki dikkat çekicidir. AB ile özellikle 1980
sonrasında sürekli olarak krizler yaşayan, Berlin Duvarı yıkılınca AB’ye yakınlaşa-
cağına AB tarafından daha da ötelenen Türkiye’nin tarihin sunduğu “bölgesel güç”
olma imkânını gerçekleştirmek ve ABD ile iş birliği yapmak şeklindeki tercihi son
derece anlaşılır bir durumdur. Bu politika 1993’e kadar yoğun olarak gündemde
kalmış, Balkanlar’da yaşanan krizle başka bir boyuta da taşınmış, ancak hem AB
içindeki yeni gelişmeler hem de ABD’nin Orta Asya ve Kaflardaki “Russia First”
(Önce Rusya) politikası ile Türkiye’ye verdiği desteği azaltması ile AB eksenli bir dış
politika tercihi yeniden gündeme oturmuştur. ABD Türkiye ile olan iş birliğini çok
önemsese ve Türkiye’nin bölgesinde “model” yapısını sıkça dile getirse de, istikrar-
sızlaşan ve prestiji sarsılan bir Rusya’nın orta ve uzun vadede daha büyük sorunları
gündeme getirme potansiyelinden hareketle başta Çeçen sorunu ve Türkiye’ye ver-
diği açık destek olmak üzere, politikalarında önemli bir değişime gitmiştir. Daha da
önemlisi Türkiye’nin neredeyse birinci önceliği olan terörle mücadele konusunda da
Türkiye ABD’den istediği desteği alamamış, hatta Irak’ta ortaya çıkan iktidar boşlu-
ğunun terör örgütünü güçlendirdiği, hareket alanını genişlettiği endişesi ile ABD’yi
eleştirmiştir. ABD’nin PKK’nın ortadan kaldırılmasına destek vermek bir yana, ona
bölgede konuşlandırdığı “Çekiç Güç” aracılığı ile lojistik destek sağladığına dair
iddialar ilişkileri daha da zora sokmuş, Türkiye’de ABD’ye yönelik önemli bir gü-
vensizlik ortaya çıkmıştır. Bütün bu gelişmeler, Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinin he-
yecanını yitirmesine neden olsa da devam etmesine ve daha da karmaşıklaşmasına
neden olmuş; Türkiye’nin yeniden AB’ye ilgi duymasında da önemli rol oynamıştır.
18 Türk Dış Politikası II
Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile birlikte doğal olarak ABD’nin de dünya çapındaki
askerî yükümlülüklerinde değişimler meydana gelmiştir. Bu durum ABD’den en faz-
la askerî yardım alan ülkeler arasında olan Türkiye’nin aldığı yardımların önemli öl-
çüde azaltılmasına da yol açmış, ancak ABD’nin Orta Doğu politikasında Türkiye’ye
önemli ölçüde ihtiyaç duyması iki ülke arasındaki ilişkilerin yakın ve yoğun olarak
devam ettirilmesini gerektirmiştir. 1990 yılında başlayan Körfez Savaşı’yla birlikte
Türkiye’de Körfez’e asker gönderilip gönderilmeyeceği, Türkiye’nin Irak sınırında
ikinci bir cephenin açılıp açılmayacağı ve İncirlik Hava Üssü’nün kullanılıp kul-
lanılmayacağı tartışmaları başlamıştır. Bu dönem Türk Dış Politikasında oldukça
etkin olan Cumhurbaşkanı Turgut Özal Körfez’de ABD’yi desteklemenin Türkiye
açısından oldukça gerekli, hatta zorunlu bir durum olduğu kanaatine ulaşmış, hatta
bunun Türkiye’ye ciddi avantajlar da sağlayacağına inanmıştır. Yeni dönemin Türk
dış politikasına şekil verenler, gelişmeleri Türkiye için büyük bir şans olarak gör-
müşler ve bir taraftan Türkiye’nin ne kadar önemli bir potansiyeli olduğunu ortaya
koymaya çalışırken, öte taraftan Sovyet tehditi bitmiş olsa da Türkiye’nin bölgesinde
oynayacağı rolün Batı için öneminden hareketle ittifakı daha da güçlendirmenin
yollarını aramışlardır. Bu dönemde Batılı stratejistler için de benzer bir algı söz ko-
nusudur ve Türkiye’nin jeostratejik öneminin Batı çıkarları için daha da arttığından
hareketle Türkiye’nin bölgesel gücünün artırılmasını destekleyen bir tavır ortaya
koymuşlardır. Ancak Özal’ın öncülük ettiği yeni dış politik açılım, Bağdat Paktı’nın
bozulmasından sonra Türkiye’nin ilk defa Orta Doğu’ya karışmama politikasından
vazgeçtiği anlamına gelmiştir (Hale, 2003:232-237). Türkiye, bölgenin en önemli
aktörü olarak, Soğuk Savaş sonrasında Orta Doğu’daki krizlere yönlendirici bir po-
zisyonda sürekli müdahil olmayı tercih etmiştir.
Soğuk Savaş’ın sona ermesi Türkiye’yi etrafındaki bir dizi ülkenin sorunlarıyla
da karşı karşıya bırakmıştır. Irak ve Suriye ile özellikle terörle mücadele kapsa-
mında sorunlar yaşayan Türkiye’nin Yunanistan’la da Kıbrıs ve Ege sorunlarında
uzlaşması mümkün olmamıştır. Bu dönemde önemli bir başka endişe ise Avrupa
yolunun kapanması konusunda yaşanmıştır (Oran, 2010:14). Öte yandan Kafkas-
ya Bölgesi’nde ortaya çıkan yeni sorunlar bir yana, Türkiye’nin kendiliğinden de
bu bölgeye ilgisi artmıştır. Oran’ın (TY:354) da vurguladığı üzere, başta İran etki-
sinin bu bölgeye yayılmasını istemeyen ABD’nin teşviki, Türkiye’nin SSCB sonrası
bu bölgede bir boşluk oluştuğuna inanarak heveslenmesi ve buradaki Türki Cum-
huriyetlerin bu yöndeki talepleri Türkiye’yi “bölgesel bir aktör” olma yönünde teş-
vik etmiştir. Türkiye’nin zaten halihazırda tarihsel ve ideolojik olarak bu bölgeye
ilgisi varken bir yandan da AB ile yaşadığı sorunlar dolayısıyla bu ülkelerin deste-
ğini alarak güçlenmek istemesi de bu duruma etki eden faktörlerdendir.
Soğuk Savaş’ın bitiminden hemen sonraki dönemde Türkiye’nin Orta Doğu, Kaf-
kasya ve Balkanlar’ın çevrelediği bölgedeki genel durumu şöyle özetlenebilir: Soğuk
Savaş sonrası bu bölgedeki dengelerin alt üst olması bir yandan Türkiye’nin bölge-
deki ağırlığını arttırırken diğer yandan Batı açısından ülkenin öneminin zayıflaması
anlamına gelmiştir (Oran, TY:359). Ne var ki burada Batı derken ABD ve Avrupa’yı
birbirinden ayırmak gerekmektedir. Türkiye ABD için daha da önemli bir stratejik
partner hâline gelirken, AB için bu önem anlaşılır bir biçimde azalmıştır. Siyasi ba-
kımdan ise Türkiye 1990-1993 arasında AB’den nispeten uzak ve yoğun olarak ABD
merkezli yürüttüğü dış politikasında, ABD’nin yeni Rusya politikasının verdiği rahat-
sızlık, Irak’taki terör örgütünden dolayı yaşanan hayal kırıklığı, Turgut Özal’ın vefatı
sonrasındaki siyasal değişim ve AB’nin yeni oluşumu vesilesi ile revizyona gitmek du-
rumunda kalmıştır. 1993 sonrasında Gümrük Birliği hedefine kilitlenen Türkiye için
AB yeniden dış politikanın en önemli hedeflerinden birisine dönüşmüştür.
1. Ünite - Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikası 19
Soğuk Savaş sonrası ABD ve Batılı ülkeler açısından Türkiye’nin uluslararası sistem-
deki konumu ve önemini ele alınız. 4
20 Türk Dış Politikası II
Özet
Soğuk Savaş dönemini açıklamak pek sorun yaşamamışlardır. İki kutuplu dünya
1 II. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan yeni ulus- düzeninin sona ermesiyle birlikte ortaya çıkan
lararası ortam iki kutuplu bir sistem yaratmış ve uluslararası sistem 11 Eylül saldırıları sonrası
ABD ile SSCB etrafında Doğu ve Batı olarak iki sorgulanmaya başlanmış, keza bu dönem AB, Ja-
blokun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yakla- ponya, Çin gibi bölgesel aktörlerin önemli ölçü-
şık 45 yıl boyunca dünya siyasetini belirleyecek de güçlenmesi ve küreselleşmeyle birlikte ortaya
bu düzende yalnızca askerî ve siyasi rekabet söz çıkan yeni olguların etkisiyle yeni bir uluslarara-
konusu olmamış, ekonomik ve ideolojik müca- sı düzenin ortaya çıkmaya başladığı tartışmala-
dele de belirleyici rol oynamıştır. Soğuk Savaş rını yoğunlaştırmıştır.
boyunca her iki blok da birbirlerine karşı ataklar
geliştirmiş ve iki blok açısından da sürekli bir Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrasındaki uluslarara-
üstünlük durumu söz konusu olmamıştır. Ne 3 sı durumunu açıklamak
var ki 1980’lere doğru ABD öncülüğündeki Batı
Soğuk Savaş’ın sona ermesi her ülke gibi
Bloku ekonomik, siyasi ve askerî bir üstünlük Türkiye’yi de etkileyen önemli bir olaydır. Tür-
sağlayarak Doğu Bloku’nun dağılmasına neden kiye iki kutuplu sistemin sona ermesiyle birlikte
olmuş, 1991 yılında SSCB dağılmış ve uluslara- blok siyasetini bırakmış olsa da oluşan yeni dış
rası konjonktürde bu durum ideolojik bir galibi- politik konjonktürde gerek ABD gerekse Batı
yet olarak da algılanmıştır. Soğuk Savaş boyun- Avrupa için stratejik önemi devam eden bir ülke
ca Türkiye Batı Bloku içinde yer almış ve blok olmaya devam etmiştir. Yeni düzende özellikle
siyasetine eklemli bir şekilde dış politika geliş- Orta Doğu açısından ele alınan Türkiye yeni bir
tirmeyi hem bir zorunluluk hem de bir tercih uluslararası rol üstlenmek durumunda kalmış,
olarak devam ettirmiştir. Bu durum bir yandan aslında bu durum da Türkiye’nin tarihsel dış po-
Türkiye’nin dış güvenlik kaygılarının giderilme- litika tercihi açısından bir süreklilik hâli yarat-
sine yardımcı olurken diğer yandan da aldığı mıştır. Öte yandan, Soğuk Savaş düzeninin or-
gerek askerî gerekse ekonomik yardımlarla bir- tadan kalkması Türkiye’yi etrafındaki ülkelerde
likte Türkiye’yi önemli bir stratejik unsur hâline meydana gelen bir dizi sorunla da karşı karşıya
getirmiştir. getirmiştir. Bu sorunların bir kısmı hâlihazırda
çözüme ulaşmışken bazıları hâlen devam et-
Soğuk Savaş sonrası uluslararası sistemin nasıl mektedir. Öte yandan 2000’li yıllarla birlikte
2 şekillendiğini ifade etmek Türkiye, bölgesine ilişkin dış politikasını değiş-
1991 yılında SSCB’nin dağılmasıyla birlikte So- tirme kararı almış ve bu yeni stratejiyle hem böl-
ğuk Savaş’ın sona ermesi uluslararası düzen açı- gedeki daimi barışı hem de ağırlığını korumaya
sından yeni bir kırılma noktası olarak değerlen- yönelmiştir.
dirilmiş, bu durum ABD’nin sistemde tek süper
güç olarak kaldığı tek kutuplu bir düzen ya da
başka bir deyişle yeni bir dünya düzeni yarat-
mıştır. Bundan sonra dünya siyasetinde ABD
tek egemen güç gibi hareket etmeye başlamış ve
yeni dış politika unsurları belirlemiştir. Öte yan-
dan yeni düzende Soğuk Savaş’ın ertelediği yeni
sorunlar ortaya çıkmaya başlamış, bu sorunlar
dünya siyasetinin ideolojik boyuttan çıkıp çıkar
çatışmalarına dayalı güç dengeleri oluşturma
evresine kaydığını göstermiştir. Bu dönemde
Soğuk Savaş’ın yarattığı kurumların da geleceği
tartışılmaya başlanmış, ne var ki bu kurumlar
yeni dünya düzenine uyum sağlama konusunda
1. Ünite - Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikası 21
Kendimizi Sınayalım
1. Soğuk Savaş dönemi için aşağıdakilerden hangisi 6. Aşağıdakilerden hangisi Soğuk Savaş’ı sona erdiren
söylenemez? olaydır?
a. Bu dönem dünya düzeni iki kutuplu sistemdir a. 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması
b. İki kutuplu sistem ABD ve SSCB etrafında blok- b. 1991’de SSCB’nin dağılması
laşmıştır c. Körfez Savaşı’nın başlaması
c. NATO, Batı Bloku örgütüdür d. Küba Krizi
d. Türkiye bu dönem Doğu Bloku’nda yer almıştır e. ABD’nin mücadeleden çekilmesi
e. Doğu Bloku SSCB liderliğinde örgütlenmiştir
7. Soğuk Savaş sonrası oluşan yeni uluslararası düzen
2. Aşağıdakilerden hangisi Soğuk Savaş döneminde aşağıdakilerden hangisiyle tanımlanabilir?
meydana gelen gelişmelerden değildir? a. Tek kutuplu sistem
a. NATO’nun kurulması b. Güç dengesi düzeni
b. Berlin Duvarı’nın yapılması c. İki kutuplu sistem
c. Küba Krizi d. Dehşet dengesi
d. Bağdat Paktı’nın kurulması e. Kitlesel karşılık
e. Körfez Savaşı
8. Soğuk Savaş sonrası oluşan yeni uluslararası düzen
3. Aşağıdaki örgütlerden hangisi Doğu Bloku örgütle- için aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
rindendir? a. ABD yeni düzenin tek süper gücü olmuştur
a. Varşova Paktı b. NATO işlevi değişerek devam etmiştir
b. NATO c. SSCB dağılmış, Rusya Federasyonu ortaya çık-
c. CENTO mıştır
d. Balkan İttifakı d. Türkiye NATO üyeliğini sona erdirmiştir
e. Bağdat Paktı e. Varşova Paktı dağılmıştır
4. Aşağıdakilerden hangisi Soğuk Savaş döneminde 9. Soğuk Savaş sonrası Türk Dış Politikası için aşağı-
ABD’nin dış politika proje ve stratejilerinden değildir? dakilerden hangisi söylenemez?
a. Kitlesel Karşılık Doktrini a. Türkiye, ABD’ye yakın bir dış politika izlemeye
b. Esnek Karşılık Doktrini devam etmiştir
c. Komünform b. Türkiye, AB ile olan ilişkilerini sona erdirmiştir
d. Yeşil Kuşak Projesi c. ABD’nin Orta Doğu politikası açısından Türki-
e. Yıldız Savaşları Projesi ye önemini korumaya devam etmiştir
d. Türkiye, Batı yönündeki dış politika tercihini
5. Soğuk Savaş boyunca Türkiye aşağıdaki örgütlerin sürdürmüştür
hangisinde yer almamıştır? e. Türkiye, blok siyasetini terk edip reel politikaya
a. NATO dayalı bir dış politika izlemeye başlamıştır
b. Avrupa Konseyi
c. CENTO 10. Soğuk Savaş sonrası uluslararası düzen için aşağı-
d. Varşova Paktı dakilerden hangisi söylenemez?
e. Balkan İttifakı a. NATO’nun geleceği tartışılmaya başlanmıştır
b. Ulus devlet modeli tartışılmaya başlanmıştır
c. Küreselleşmenin etkisi artmıştır
d. Göç olgusu önemli bir sorun olarak görülmeye
başlanmıştır
e. Rusya Federasyonu yeni düzenden dışlanmıştır
22 Türk Dış Politikası II
Okuma Parçası
NATO’nun Geleceği AB’ye Endeksli landiya, İrlanda, Malta ve İsveç) birçok önemli sebep-
Geçen hafta Bükreş’te düzenlenen NATO zirvesinde ten dolayı NATO üyesi değil. Zirvede Arnavutluk ve
AB kendisini Fransız-Alman liderliği altında ifade etti. Hırvatistan’ın gelecek yıl NATO’ya alınmasında muta-
Birlik, ABD’nin Gürcistan ve Ukrayna’yı Avro-Atlantik bık kalındı; Ancak Hırvatistan beş yıl içinde AB’ye ka-
ittifakına kabul etme girişimlerini elinin tersiyle itti. tılacak olsa da, Arnavutluk’un üyeliği çok daha uzakta.
Aynı zamanda Rusya’nın Çek ve Polonya topraklarına Türkiye de yıllardır kilit bir NATO müttefiki olmasına
yeni bir füze savunma sistemi konuşlandırılmasına yö- rağmen, AB yolundaki ilerlemesi sorunlarla malul ve
nelik muhafeletine de karşı koydu. bunların bazıları çok çetrefilli görünüyor.
Bu yılın başında AB, yine Rusya’nın isteklerinin hila- AB-NATO ilişkisinin birçok veçhesi kötü. AB’nin şu an
fına, Kosova’nın bağımsızlığını himaye etme kararı al- çeşitli bölgelerde 12 kadar AGSP misyonu yürüttüğü
mıştı. Kosova konusundaki karar oybirliğiyle alınmasa gerçeğine karşın, NATO’yla AB sadece Bosna’da bütün-
da, azınlıktaki muhalif ülkeler bu çabayı engellemek leşmiş durumda. Afganistan konusunda AB’yle NATO
yerine yapıcı bir tavırla çekimser kalmayı tercih etti. arasında resmi anlaşma yok. Kosova’da bile NATO
Şimdi AB, (belki) kendisini bile şaşırtan bir biçimde, AB’nin idari misyonundan ayrı çalışıyor.
NATO’yu canlandırma kararı alarak ABD ve Rusya’da- Türkiye [G.] Kıbrıs’ın NATO operasyonlarına dahil ol-
ki sertlik yanlılarını afallattı. Bu noktada büyük dönüş masına izin vermiyor; Kıbrıs’sa Türkiye’yi AGSP dışın-
Fransa’dan geldi. Cumhurbaşkanı Sarkozy, General da tutuyor. Yunanistan’ın Makedonya’ya ‘Makedonya’
de Gaulle’ün 1966’daki NATO’nun askerî kanadından demeyi reddetmesi, AB adayı olan bu yoksul ülkeye
çıkma kararını tersine çeviriyor. Gelecek yıl Fransız NATO kapılarını kapatıyor.
güçleri tekrar müttefiklere entegre olacak. Sarkozy bu Askerî kapasite açısından NATO üyesi de olan 21 AB
durumu, “Fransa NATO içinde ne kadar çok yer alırsa, ülkesinin toplam savunma harcaması, ABD’ninkinin
NATO o kadar Avrupalı olur” diye izah ediyor. sadece üçte biri. NATO’nun Avrupa ayağı, hiçbir za-
Her NATO üyesi AB üyesi olamaz man silahlı güçlerine yönelik maliyeti düşürecek bir
Başlangıç olarak Fransa Afganistan’a daha fazla mu- ortak faaliyeti başaramadı. Sözgelimi Britanya’nın RAF
harip birlik gönderiyor; bu yılın savaş sezonu yakla- uçakları Fransız uçak gemilerine inemiyor.
şırken, Kanada’nın yükünü tam zamanında hafiflete- Fransa’yla Britanya arasındaki 1998 tarihli St. Malo
cek. Fransa’nın girişimi ABD’den de ödünler elde etti. anlaşması Irak yüzünden çöktü. Bilhassa Lizbon
Rusya’yla füze savunma sistemi konusunda istişarede Anlaşması’na yarı gönüllü destek veren Britanya olum-
bulunulacak ve ABD Stratejik Silahların Azaltılması suz etki yaratıyor. Lizbon Anlaşması’nın 1 Ocak’ta
Anlaşması’nı canlandırmayı kabul edecek. yürürlüğe girme ihtimaline yönelik onay sürecinde
Hepsinden öte ABD Başkanı Bush (görünen o ki, ha- ilerleme var: Bir zamanlar gönülsüz olan Polonya,
lefi olmayı uman McCain’in zorlamasıyla) savunma onay veren son ülke oldu. Yeni anlaşma uyarınca AB
alanında bir AB boyutu geliştirilmesine yönelik tavrını NATO’nun ‘sivil kolu’ olmakla sınırlanmıyor. Eski Batı
değiştirdi. Bush Bükreş’te Avrupa Güvenlik ve Savun- AB’nin karşılıklı güvenlik düsturunu üstleniyor.
ma Politikası’nın (AGSP) ‘hem yararlı hem gerekli’ ol- Bir Avrupa Güvenlik Dairesi, silah tedarik politikalarını
duğunu kabul etti. rasyonalize etme kapasitesine sahip olacak. Siyasi olarak
Bükreş’ten çıkan nihai bildirgede, güvenlik, savunma ve istekli ve askerî açıdan yeterli üye devletlerden menkul
kriz yönetimi (sözgelimi terörle mücadele, uyumlu ve çekirdek bir grubun silahlı güçlerini birleştirip NATO
karşılıklı desteğe dayalı askerî yeteneklerin geliştirilme- ve birlik adına operasyonlar düzenlemesini öngören
si ve sivil acil durum planlaması) alanlarında NATO’yla hükümler de mevcut. Anlaşma AB’nin tarafsız üyelerine
AB arasında daha yakın stratejik ortaklık vurgusu yapıl- çekimser kalma imkânı tanıyacak kadar esnek.
dı. “Daha güçlü ve daha ehil bir Avrupa savunmasının Yani Lizbon Anlaşması, Fransa’nın 1954’te taş koyduğu
değerini kabul ediyoruz” deniyordu bildirgede. Avrupa Savunma Topluluğu Anlaşması’nın hedefle-
Peki şimdi AB-NATO ilişkileri nasıl gelişecek? Gele- rinin çoğuna ulaşıyor. Britanya’nın yeni anlaşmanın
cekteki NATO üyeliğini, AB üyeliğinin otomatik ha- erken dönemlerinde AB’nin yeni askerî boyutunu kul-
bercisi olarak görmek hatalı. Zira AB üyeliği daha titiz lanmak bakımından Fransa ve Almanya’nın yanında
ve talepkâr. Altı AB ülkesi (Avusturya, [G.] Kıbrıs, Fin- yerini alması akılcı olur.
1. Ünite - Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikası 23
Kaynak: http://www.radikal.com.tr/
haberphp?haberno=252812 15.08.2012
24 Türk Dış Politikası II
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
1989-1993 döneminde Türkiye-Avrupa Topluluğu ilişkilerinin gelişimini açık-
layabilecek,
1989-1993 döneminde Türkiye ve ABD / NATO arasındaki gelişmeleri izleyebi-
lecek ve bu kapsamda Türkiye’nin uluslararası sistemdeki yeni konumu ve öne-
mini ifade edebilecek,
1989-1993 döneminde Türk dış politikasının Kafkaslar ve Orta Asya bölgeleri-
ne ilişkin girişimlerini ve bu grişimlerin nedenlerini sıralayabilecek,
1989-1993 döneminde ‘Önce Rusya’ (Russia First) politikasının politikasının
ortaya çıkma nedenlerini ve Türkiye’nin Orta Asya Kafkasya Politikasına etki-
lerini analiz edebilecek,
1989-1993 döneminde Balkanlar’daki genel dış politik hareketlenmelerin ve
Türkiye’nin bu duruma yönelik politikasının ayrıntılarını açıklayabilecek bilgi
ve becerilere sahip olacaksınız.bilgi ve becerilere sahip olacaksınız.
Anahtar Kavramlar
• Avrupa Topluluğu • Orta Asya
• ABD • Balkanlar
• NATO • “Önce Rusya” (Russia First)
• Kafkaslar Politikası
İçindekiler
Türkiye’nin tam üyelik başvurusunda çok önemli bir başka özellik de başvuru- Tek pazar, ekonomik üretim
nun referansı olarak Türkiye -AET arasında yapılmış Ankara Anlaşması ve Katma faktörlerinin pazara üye
devletler arasında hızlı ve
Protokolün değil, Roma Antlaşması’nın 237., AKÇT Antlaşması’nın 98. ve EURA- kısıtlamalara takılmadan
TOM Antlaşması’nın 205. maddelerine istinaden üyeliğe başvurmuş olmasıdır. Yani hareket edebilmesi amacıyla
fiziki, teknik ve mali engellerin
Türkiye, aradaki anlaşmalara göre değil, “Her Avrupa devleti AB’ye üye olmak için kalıdırıldığı pazardır. Bu
başvuruda bulunabilir” (R.A. 237/1) ilkesi çerçevesinde başvuruda bulunmuştur. kapsamda ülkeler arasındaki
sınırlar, formaliteler ve vergiler
Türkiye’nin başvurusunun AT bakımından çok da uygun bir tarihe gelmediği satandart bir düzenlemeye
açıktır. 1981’de Yunanistan, 1986’da Portekiz ve İspanya’yı, yani üç “yoksul” Ak- tabi tutularak mal, hizmet,
iş gücü ve sermayenin
deniz ülkesini içine alan AT 1985 yılında imzaladığı Tek Sened’e göre 1992 yılına serbest ve hızlı dolaşımı esas
kadar yapısal şekline son hâlini vermeyi planlamış ve en erken 1993 yılına kadar alınmaktadır. AT, (günümüzde
genişlemeye gitmeyeceğini öngörmüştü. Bu kapsamda 1992 yılında ‘tek pazar’ AB) tek pazarın en önemli
örneklerindendir.
hâline dönüşülecek ve derinlemesine bir iç düzene gidilecekti (Terzi, 2004:453;
Birand, 2000: 456). AT içinde 1980’lere kadar Türkiye’nin geleneksel destekçisi
olan Almanya, üyelik başvurusunun yapılmaması için Ankara’yı ikna etmeye ça-
lışmış ama başaramamıştı. O dönemde tartışılan serbest dolaşımdan büyük endişe
duyan başta Almanya olmak üzere topluluk
üyelerinin pek çoğu için Turgut Özal lider- Fotoğraf 2.1
liğindeki Türkiye’nin bu stratejik hamlesi Leo Tindemans,
soruna dönüşmüştü. Almanya, kendisine Belçika Dışişleri
haber bile verilmeyerek başvurunun alelace- Bakanı, Dönemin
Avrupa Topluluğu
le yapıldığı eleştirisi getiriyor ve başvuruya Dönem Başkanı.
yönelik ne olumlu ne de olumsuz herhangi Tindemans,
bir tavır almamayı tercih ediyordu. Türkiye’nin 1987
Türkiye, AT’den gelen bütün tepki ve yılında yaptığı tam
üyelik başvurusu
çekincelere rağmen üyelik başvurusunu ve başvuru
gerçekleştirdi. Bu başvurunun ardından sonrası 1989
AB Konseyi’nin başvuruyu kabul etmesi yılında Komisyon
raporunun
ve ardından rapor hazırlamak üzere Ko- açıklanmasına
misyona havale etmesi gerekiyordu. Bu kadar Türkiye’ye
süreç de oldukça sancılı oldu ancak yine oldukça destek
olmuştur.
de AT, Türkiye’nin başvurusunu kabul ede-
rek Komisyona havale etti. Komisyonun Kaynak: http://en.wikipedia.org/wiki/
Türkiye’nin müzakerelere başlayıp başlaya- File:Bundesarchiv_B_145_Bild-F050938-0028,_
Bonn,_Tagung_CDU Bundesausschuss,_
mayacağına ilişkin dar teknik çalışması iki Tindemans.jpg 26.11.2012
buçuk yıl sürdü. Komisyon raporunu ha-
zırlarken, zaten Avrupa’da büyük değişim
yaşanmaya başlamış; Polonya, Macaristan, Doğu (Demokratik) Almanya başta
olmak üzere, SSCB etkisindeki hemen hemen bütün Orta ve Doğu Avrupa ülke-
lerinde geri dönüşü olmayacak siyasi gelişmeler gerçekleşmiştir. Türkiye’nin bu
süreçte AB Komisyonuna yaptığı “hızlandırma” baskıları da sonuç vermemişti.
13 Ağustos 1961’de yapımına başlanan Soğuk Savaş’ın sembolü Berlin Duvarı da
değişime öncü olmuş ve 9 Kasım 1989’da yıkılmıştı.
Türkiye’nin başvurusunun ardından yani Nisan 1987’den Aralık 1989’a kadar ge-
çen sürede Komisyon ve üye başkentleri Türkiye’yi gücendirmeyecek bir yanıt arayı-
şı ve başvurunun ele alınmasını ertleyecek bir yol ararken Türkiye de müzakerelere
başlama tarihini almak için ekonomik, sosyal, siyasi alandaki çabalarını sürdürmüş-
tü. Bütün çabalara rağmen müzakerelerin başlama tarihine ilişkin net bir yanıtın
alınamayacağı anlaşıldığında da en azından müzakerelerin başlayacağına dair bir
mesaj talep ediliyordu (Birand, 2000:464-465). Ne var ki 9 Kasım 1989’da Berlin
30 Türk Dış Politikasi II
Ancak hem Türkiye konusunda genel bir ittifak olmaması hem de Avrupa’nın
içinde bulunduğu dönemin belirsizliği nedeni ile Konsey Türkiye konusunda bir
karar almaktan kaçınmıştır.
Konseyin Türkiye konusundaki kararsızlığı devam ederken ve artık Türkiye’nin
Avrupa için jeopolitik önemini kaybettiği, bu anlamda üye olmasının da gerekli
olmadığı tartışmaları yapılırken, Türkiye’yi çok yakından ilgilendiren bir gelişme
oldu. New York’ta Şubat 1990’da bir kez daha sonuçsuz kalan BM gözetimindeki
Kıbrıs görüşmelerinin hemen ardından 12 Mart 1990’da BM Güvenlik Konseyi
Türk tarafının tezlerine yakın, iki taraflı ve eşitlik esasına dayalı bir çözüm öneren
649 sayılı kararını aldı. Ancak GKRY ve Yunanistan bu kararı görmemezlikten gel-
meyi tercih ettiler. 4 ay sonra ise çok daha radikal bir adım atan Güney Kıbrıs Rum
Yönetimi, bütün ada adına Kıbrıs Cumhuriyeti sıfatı ile 4 Temmuz 1990’da AT’ye
üyelik için başvuruda bulundu. GKRY’nın başvurusu 1959-1960 Anlaşmalarına
ve artık de fakto olarak varlığı sona eren bizzat Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’na
da aykırılık taşısa da (Karluk, 2002:119) AT tarafından -Yunanistan’ın yoğun des-
tek ve hatta tehdit politikası ile- kabul edilmiştir. Bu gelişmenin ilginç yanların-
dan birisi de Türkiye’nin GKRY’nin bu başvurusunu çok önemsememesi olmuştu.
Türkiye, aldığı olumsuz yanıt sonrası AT’ye olan ilgisini neredeyse tamamen yitir-
miş, ilgisini yeniden ABD’ye ve 1991 sonrasında ise Kafkasya’ya yoğunlaştırmıştı.
Ne var ki GKRY’nin Türkiye’nin AT üyeliği sürecindeki önemi daha sonradan
ortaya çıkacak ve Türkiye bu başvuruya olan ilgisizliğinin sonuçlarını ağır bir
şekilde yaşayacaktı. Türkiye’nin bu girişimi ciddiye alması 1991 yılının sonunu
bulacak ve konuya ilişkin kontrolü elinde tutmak için ilişkilerin yeniden canlan-
dırılması yoluna gidilmeye karar verilecekti (Birand, 2000:479).
Bu arada 5 Şubat 1990’da, AT Genel İşler Konseyi, Türkiye ile ilişkilerin yeni-
den canlandırılması konusunda önemli bir karar aldı. Bu karara göre, öncelikle
Gümrük Birliği sürecinin tamamlanmasına yoğunlaşılması, sanayi ve teknoloji
alanında iş birliğinin arttırılması, mali iş birliğinin canlandırılması ve siyasi iş
birliğinin oluşturulması öngörülmüştü (Özen ve Yazgan, 2007:243). AT’nin bu gi-
rişimi Türkiye’den de destek aldı. Bunda hem yeniden yapılanma sürecindeki AT/
AB’den kopmama düşüncesi hem de GKRY’nin AT üyeliği başvurusu etkili oldu.
Bu karar çerçevesinde 1986-1991 döneminde beş yıl boyunca hiçbir resmî toplan-
tı yapmayan Türkiye ve AT 30 Eylül 1991’de bir araya gelip Genel İşler Konseyi’nin
kararı doğrultusunda görüşmelere başlamıştır.
Türkiye ile AT arasındaki ilişkilerde yeniden yapılanma sürecinde, dünya-
da özellikle de Türkiye’nin bölgesinde ortaya çıkan gelişmeler önemli rol oyna-
maktaydı. Aralık 1991’de SSCB’nin dağılması, hem Türkiye hem de AT için yeni
dengeler ortaya çıkarmıştı. “Derinleşme” politikası çerçevesinde 1986 sonrasında
genişleme sürecini durdurmuş olan Topluluk şimdi ister istemez yeni bir genişle-
me talebi ile karşı karşıya kalmıştı. Orta ve Doğu Avrupalı devletlerin NATO ve
AT/AB’ye olan ilgisi çok açıktı. Üstelik AB üye ülkeleri de genişlemenin kaçınıl-
maz ama aynı zamanda gerekli, faydalı bir süreç olacağının farkındaydı. Böylece
Topluluk geleceğine ilişkin yaptığı belirleme ve öngörüleri yeniden gözden geçir-
mek durumunda kaldı. 1991’de Doğu (Demokratik) Almanya’yı, Federal (Batı)
Almanya’nın bir parçası olarak içine alan AT, yeni aday adayları için bir strateji
belirlemeye ve böylece süreci yönetmeye çalıştı. Önce “Avrupa Anlaşmaları” adı
verilen ikili anlaşmalarla ülkelere destek ve yön veren AT, Haziran 1993’deki Ko-
penhag Zirvesi ile ilan edilen “Kopenhag Kriterleri” ile aday adaylarının önüne
bir yol haritası koymuş, bu yol haritasının aynı zamanda demokrasi ve piyasa eko-
nomisine yeni geçen ülkelere rehber olması hedeflenmişti.
32 Türk Dış Politikasi II
Aynı dönemde Türkiye’deki durum daha da karmaşıktı. Zira Türkiye bir ta-
raftan ortaya çıkan yeni siyasi-stratejik-ekonomik durumu kendi lehine değer-
lendirme çabası içine girmiş, Orta Asya ve Kafkaslara yönelik ilgisi artmış, bu
konularda özellikle ABD ile yakın bir ilişki kurmuş ancak öte taraftan da AT/AB
ile kurumsal ilişkilerini korumaya çalışmıştı. Soğuk Savaş’ın bitimindeki ilk ciddi
kriz olan 1. Körfez Krizi’nde net bir biçimde ABD ile birlikte hareket etmeyi tercih
eden Türkiye, Orta Asya ve Kafkaslar’da ortaya çıkmış devletlerle ilişkilerini güç-
lendirmenin gerekli ve hatta zorunlu olduğuna inanıyor, ABD başta olmak üzere
Batı dünyasından bu konuda destek-teşvik alıyor, daha da önemlisi bölgesinde
güçlü ve “model” bir Türkiye’nin AB ile ilişkilere de olumlu yansıyacağını umut
ediyordu. Yeni fırsatlar yeni riskleri de beraberinde getiriyordu ama özellikle
1993’e kadar “bölgesel güç Türkiye” politikası her alanda kendisini belli ediyordu.
Türkiye, ortaya çıkan bu yeni uluslararası konjönktürde kendisine yer açmaya
çalışırken, kendi dışında gelişen ancak doğrudan kendisini ilgilendiren dış po-
litika sorunlarıyla baş etmeye çalışıyordu. Örneğin 1. Körfez Savaşı’nın patlak
vermesi Türk dış politikasını iyiden iyiye karmaşık bir döneme sürüklemiştir.
Türkiye’nin nispeten arka plana ittiği AT/AB tarafında ise yeni genişleme stratejisi
belirleniyordu. Bu çerçevede son derece önemli olan 26-27 Haziran 1992’deki Liz-
bon Zirvesi’nde AT, Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin tam üyeliğe hazırlamak için
bu ülkelerle Topluluk arasındaki iş birliğinin arttırılmasını önerirken, Türkiye ile
ilgili olarak tam üyelik konusuna hiç değinmemekte; ne var ki Körfez Savaşı’yla
ortaya çıkan Türkiye’nin jeostratejik önemine vurgu yapmaktaydı. (Özen ve Yaz-
gan, 2007: 243-244) Bu yaklaşım aslında daha sonraki Türkiye politikasını da ya-
kından etkileyecek, ilişkilerin özellikle ekonomi, güvenlik gibi alanlarda yoğun-
laştırılması ama mümkünse hiç üyelikten söz edilmemesi tercih edilecekti. Aynı
dönemde Türkiye’nin o anki ana hedefinin artık Gümrük Birliği olduğu da duyul-
maya başlanmakta, 16 Ekim’de Ortaklık Komitesi, 9 Kasım’da Ortaklık Konseyi ve
30 Aralık’ta da Gümrük Birliği Komitesi bir araya gelmekteydi. Gümrük Birliği’ne
gidildiğine dair ilk açıklama 9 Kasım’da toplanan Ortaklık Konseyi’nden gelmiş
ve yayınlanan ortak bildiride “Giderek güçlü bir ilişki kurulması ve bu çerçeve-
de Gümrük Birliği’nin 1995 yılında tamamlanması” iradesi orataya konulmuştur.
(Birand, 2000: 480-482)
Keza bu süreçten sonra 1993 yılında gerçekleştirilen Kophenhag Zirvesi de da-
hil olmak üzere 1995’e kadar Türkiye açısından ortaya konan temel irade, karar ya
da raporlarda Türkiye’nin tam üyelik statüsünden çok sürekli olarak siyasi iş birli-
ği ve Gümrük Birliği’nden bahsedilmiştir. Dolayısıyla Türkiye, Toplulukla bütün-
leşme amacından kopmamak, Topluluğun genişleme stratejisi içinde yer almak ve
gerek Avrupa pazarını gerekse yeni açılan Doğu Avrupa pazarını kaybetmemek
için Gümrük Birliği sürecini bir an önce tamamlama hedefine yönelimiştir. (Özen
ve Yazgan, 2007:244) Aslında kabul etmek gerekir ki AET/AT/AB ile Türkiye iliş-
kilerinde gerçek anlamda yoğunlaşma da 1987 sonrasında başlamış, Gümrük Bir-
liği sürecinde ise genişleme sürecinin içinde yer alma çabası ile en yoğun dönem
yaşanmıştır. Bu dönemin önemli bir özelliği de Türk halkının AB tartışmasına
hiçbir dış politika konusunda olmadığı kadar, âdeta bir iç politika konusu gibi çok
yoğun ilgi göstermesidir.
Türkiye ve NATO
1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından Orta ve Doğu Avrupa’daki bü-
yük dönüşüm yaşandı. 1991 yılında da SSCB dağıldı. Temel görevi komünizme
karşı mücadele olan NATO’nun işlevini de doğal olarak bu gelişmelerin ardından
tartışılmaya başlandı. Bazılarına göre Varşova Paktı yoksa NATO da olmamalıydı.
Ancak NATO Soğuk Savaş sonrasında var olmayı ve hatta genişleyerek yaşama-
yı başaracaktı. NATO’nun varlık sebebi olan temel düşmanı ortadan kalksa da
ittifak üyelerini tehdit etme potansiyeli olan pek çok yeni unsur ortaya çıkmıştı.
Bunların en başında da SSCB’nin dağılmasıyla birlikte geride bıraktığı Kafkaslar,
Balkanlar ve Orta Asya gibi bölgelerdeki istikrarsızlıklar, Orta Doğu ve Afrika
gibi bölgelerin içinde bulunduğu durum yeni tehdit alanları olarak belirlenmiş,
NATO’nun konjönktüre göre yeniden şekillendirilmesini gündeme getirmiştir
(Sönmezoğlu, 2006: 498). Bu kapsamda NATO’nun 1990 Londra ve 1991 Roma
zirve toplantılarında aldığı kararlar önemlidir. NATO bu toplantılarda öncelikle
“alan içi-alan dışı” kavramları üzerinde durarak kendini yeniden tanımlamış, Batı
dünyasının güvenliği için Avrupa dışındaki bölgelerde meydana gelen tehditlere
dikkat çekmiş ve bu çerçevede Batı dünyasının huzuru bakımından Türkiye’nin
stratejik önemini vurgulanmıştır.
Özellikle 1991 sonrası NATO’nun müdahale alanı olarak gördüğü bölge geniş-
lemiş ve alan içi-alan dışı ayrımının ortadan kalmasıyla birlikte, birliğe yönelik
tehdit ve risk oluşumlarının üye ülkelerin ortak belirlemeleriyle karar verilebile-
ceği bir aşamaya gelinmiştir. Bu da dünyanın herhangi bir bölgesinde oluşabilecek
bir riskin NATO açısından tehdit olarak görülüp müdahale edilebilir olması an-
lamına gelmiştir. 1991 yılındaki Roma Zirvesi’nde oluşturulan yeni Stratejik Kav-
ram (Strategic Concept) özünde NATO’ya yeni bir görev alanı belirlemek üzere
özellikle Orta Doğu’dan gelebilecek tehlikeleri işaret etmiştir. Dolayısıyla Türkiye,
konumu itibarıyla bu yeni konsept içinde de önemli hâle gelmiştir.
Körfez Savaşı sırasında Türkiye’nin bir NATO üyesi ülke olarak taraf olması
ve NATO’nun savaşa müdahale edip edemeyeceği tartışmalarının gündeme gel-
mesi ve sonunda Çekiç Güç’ün Türkiye’ye koruma amaçlı girmesi bu kapsamda
bir ilk olmuş, hem ilk defa bir NATO üyesi ülkenin Varşova Paktı dışında bir
tehdite karşı korunma altına alınması kararı alınmış hem de Birliğin yeni askerî
stratejisinin tehdit algısına kanıt oluşturan bir gelişme yaşanmıştır. Gecikmeli de
38 Türk Dış Politikasi II
1991 yılı sonrası ABD’nin Türkiye ile ilişkilerini yoğunlaştırmasının sebepleri nelerdir?
2
TÜRKİYE’NİN KAFKASYA VE ORTA ASYA POLİTİKASI
SSCB’nin dağılması Türkiye’nin etrafında daha öncesinde hiç öngörülemeyecek
olağanüstü fırsatlar ve ama aynı zamanda risklerden oluşan yeni bir dış politika
alanı yaratmıştır. SSCB’den birer birer ayrılan bu bölgedeki yeni bağımsız devlet-
ler bir yandan kendi aralarında çeşitli sorunlar yaşarken diğer yandan Rusya, İran,
Türkiye gibi bölgedeki egemen diğer devletlerin ve Batılı ülkelerin rekabetine sah-
ne olmuşlardır. Bölge ülkelerine baktığımızda Türkiye, başlangıçta İran ve Rusya
ile rekabete girişse de Rusya’nın kendini toplar toplamaz Kafkasya bölgesiyle yeni-
den ilgilenmeye başlaması ve bölge içindeki çatışmalardan yararlanarak siyasi ve
askerî açıdan etkili hâle gelmesi zaman içinde Türkiye’nin bölgedeki etkisini zayıf-
latan en önemli faktör olmuştur. Keza, Rusya faktörü Türkiye ve İran gibi ülklerin
bölgeye yönelik girişimlerinde bu ülkeyi dikkate almalarını gerektirmiştir (Oran,
2010:213). Rusya’nın bu rekabetteki en önemli avantajı, bağımsızlaşan ülke yö-
netimlerinin neredeyse tamamının SSCB kadrolarından oluşmasıydı. Rusya’nın
elindeki askerî ve mali güç de yeni kurulmuş ve pek çok sorunla boğuşan bütün
yeni devletler için oldukça etkileyici araçlardı.
Batılı ülkelere baktığımızda bölgeyle en çok ilgilenen ülkenin ABD olduğunu
görürüz. SSCB ilk dağıldığında bölgeye hem doğrudan hem de Türkiye ile birlikte
girebileceğini düşünen ve bu doğrultuda Türkiye’nin bölgeye yönelik politikaları-
nı destekleyen, hatta teşvik eden ABD, Rusya’nın bölgedeki etkisinin düşünüldü-
ğü kadar yitirmediğini anladığında bu anlamda daha tedbirli olmaya yönelmiştir.
Kısa bir süre sonra Rusya faktörü olmadan bölgede istikrarın sağlanmasının güç
olduğunu da fark etmiş olan ABD başlangıçtaki “Türkiye” politikasını yeniden
gözden geçirmek durumunda kalmıştır. Ancak özellikle enerji kaynakları bakı-
mından önemli olan bu bölgenin sadece Rusya’nın denetiminde kalmasından en-
dişe edilmiş ve farklı stratejiler izlenmesine karar verilmiştir (Oran, 2010:213).
Soğuk Savaş sonrasında Türkiye’nin ilk başta ilgi duyduğu alan Kafkasya ol-
muştur. Burada Türkiye’nin komşusu olan Güney Kafkasya Bölgesi’nin üç ülke-
si, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan ile kurulacak ilişkiler, Türkiye’nin Orta
Asya’ya açılmasında da önemli bir rol oynama potansiyeline sahipti. Bu ülkele-
rin bölge açısından ayrı ayrı önemleri olmakla birlikte Türkiye ve Batı dünyası
açısından taşıdıkları ortak önem Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan gibi
ülkelerden batıya aktarılacak petrol ve doğal gaz akış güzergâhı üzerinde bulun-
maları olmuştur. Keza, bu bağlantılılık hâli gerek ekonomik gerekse stratejik açı-
dan Türkiye’yi etkileyen önemli faktörlerden olmuştur (Sönmezoğlu, 2006:708).
Nitekim özellikle Güney Kafkasya Bölgesi’yle ilgili olarak Türkiye açısından belli
başlı önemli dört faktör sıralanabilir. Bunlardan ilki bölgenin coğrafi konumu,
yani Türkiye’ye sınır komşusu olmasıdır. Bununla birlikte Türkiye’nin bölgeye iliş-
2. Ünite - 1989-1993 Dönemi Türk Dış Politikası 39
kin tarihsel bir bağ hissetmesi ve bölgeden Türkiye’de yaşayan büyük bir nüfusun
olması da teşvik edici olmuştur. Üçüncü olarak, yukarıda da belittiğimiz gibi ge-
rek stratejik gerekse etnik bağlılık olarak Türkiye açısından önemli olan Orta Asya
ile bağlantısının bu bölgeden geçmesi başka bir unsurdur. Son ve en önemli faktör
olarak, batıya giden petrol hatlarının bu bölge üzerinden Türkiye’ye ulaşacak ol-
ması ve bölgenin bu kapsamda Batı için stratejik öneme sahip olması sayılabilir
(Demir, 2004:717-718).
Türkiye’nin bölge ülkeleriyle ikili ilişkilerine baktığımızda Azebaycan’ın özel
bir yerinin olduğunu söylemek gerekir. İki ülke arasındaki etnik ve kültürel yakın-
lık bu durumun en önemli nedenidir. Azerbaycan, 18 Ekim 1991 yılında bağım-
sızlığını ilan ettiğinde Türkiye, 9 Kasım 1991 yılında Azerbaycan’ı tanıyan ilk ülke
olmuş ve Türki Cumhuriyetler içinde ilk büyükelçiliğini Azerbaycan’da açmıştır.
Azerbaycan’ın bağımsızlığının ilk zamanlarında Ermenistan ile giriştiği mücadele
dolayısıyla yaşadığı karmaşa dolayısıyla Rusya’ya yakın durmuş ve sorunun Rusya
tarafından çözülebileceğine inanmıştır. Ne var ki 1992 yılında Rusya yanlısı politi-
kalar izleyen Devlet Başkanı Ayaz Muttalibov ülkedeki muhalefet dolayısıyla istifa
etmek durumunda kalmış ve ardından yapılan seçimlerle Ebulfeyz Elçibey devlet
başkanı olmuştur. Bir Türkiye hayranı olan Elçibey yönetiminin ülkedeki Sov-
yet etkisini kırmak istemesi, Batı / NATO yanlısı politakalar izlemeye başlaması,
İran’da yaşayan Azerilerle yakınlaşmak istemesi ve Azeri petrollerinin değerlen-
dirilmesinde Batı ve Türkiye yanlısı tavrı Rusya’yı Azerbaycan’dan uzaklaştırıp
Erivan yönetimine yakınlaştırmıştır. Keza bu dönemde Türkiye ve Azerbaycan
arasında Bakü-Ceyhan anlaşma taslağı da olmak üzere birçok anlaşma ve anlaş-
ma girişimi olmuştur (Sönmezoğlu, 2006: 711). Bu yakınlaşmanın Türkiye tara-
fında, Türkiye’nin Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki meselede Azerbaycan’a
verdiği destek de önemli bir faktör olarak rol oynamıştır. Elçibey’in yönetimi-
nin ardından iktidara gelen Haydar Aliyev de Rusya’nın artık belirgin bir şekil-
de Ermenistan’dan yana tavır koyması dolayısıyla Elçibey’in politikalarını devam
ettirmiş Türkiye’ye ve Batı’ya yakın durmuşlardır. Aslında bu yakınlıkta yalnızca
karşılıklı çıkarların etkisi yoktur. Buna ilaveten Azerbaycan’ın bağımsızlığından
itibaren Türkiye’yi model alması da etkilidir. Keza bu durum hem Elçibey hem de
Aliyev tarafından birçok defa dile getirilmiştir.
Azerbaycan özelinde Türkiye’nin laik ve demokratik bir model olması yalnızca
Azerbaycan’ın benimsediği ya da dile getirdiği bir durum da değildir. Nitekim bu
sonucun ortaya çıkmasında Batı ve özellikle ABD itici faktörler olmuştur. Çünkü
laik ve demokratik bir Azerbaycan İran ve Rusya etkisinden de mümkün oldu-
ğunca bağışık bir Azerbaycan demektir.
Türkiye’nin Azerbaycan ile olan yakın ve özel ilişkisi bölge politikasında son
derece önemli bir rol oynamaktadır. Azerbaycan’ın Ermenistan ile yaşadığı Dağlık
Karabağ sorununda Türkiye Azerbaycan’a açık bir destek vermiş, aynı zamanda
Ermenistan ile ilişkiler kötüleşmiştir. İki ülkenin bağımsızlıklarına kadar Azer-
baycan toprakları içinde özerk bir konumu bulunan Dağlık Karabağ’ın bağımsız-
lık sürecinde yaşanan gerginlikler neticesinde Ermenistan tarafından işgal edil-
mesi çatışmaları başlatmış ve Türkiye, Ermenistan’ı açıkça kınayarak, çatışmaların
durdurulması için ABD ve Rusya nezdinde girişimlerde bulunmuştur. Türkiye’nin
konu hakkındaki girişimleri 1992-1993 yılları boyunca devam etse de hem konu-
ya ilişkin bir çözüme ulaşılamamış hem de diğer bir bölge ülkesi olan Ermenistan
ile ilişkiler giderek gerilmiştir.
40 Türk Dış Politikasi II
sı (TİKA), yine aynı yıl kurulan Türk Eximbank, Türk Kültür ve Sanatları Ortak
Yönetimi (TÜRKSOY) bu doğrultuda oluşturulmuş kurumlardır. TİKA, özünde
bölge ülkelerine yönelik ekonomik, kültürel, toplumsal vs. işbirliği projeleri geliş-
tirmek için kurulmuştur. Bu doğrultuda Kafkaslar ve bu bölgeden olan on bine
varan sayıdaki Türki öğrencilere burslar verilerek Türkiye’deki üniversitelerde öğ-
renim görmeleri sağlanmış, Türk iş adamlarının bölgeye yönelik yatırımları teşvik
edilerek, mali ve teknik destekler sağlanmış ve uzman ve öğretmen değişimleri
sağlanmıştır. Türk Eximbank, bölgeye yönelik Türk yatırımlarına destek vermiş
ve bölge ülklerine krediler açmıştır. TÜRKSOY aracılığıyla ise bölge ülkelerin-
de Latin alfabesinin kullanılmasına yönelik girişimlerde bulunulmuş ve Türki-
ye Türkçesinin bölgede öğretilip yaygınlaştırılması gibi faaliyetler amaçlanmıştır
(Sönmezoğlu, 2006:731). Ne var ki uzun vadede, gerek Türkiye’nin bu ülkelere
verdiği sözleri yerine getiremesi gerekse Rusya etkisinin bölgede artması girişilen
bu politikaların sınırlı bir başarı sağlamasıyla sonuçlanmıştır.
Sonuçta, özellikle Avrasya bölgesine yönelik konularda Rusya etkisinin göz ardı
edilemeyeceğinin anlaşılması gerek ABD ve Avrupa gerekse Türkiye açısından ön-
celikle Rusya’nın etki ve iş birliği gücünün aranması koşulunu yaratmış, bölgedeki
Rus faktörünün herşeyden çok daha fazla dikkate alınması gerektiği ve bunun aşıl-
masının hiç de kolay olmayacağı görülmüştür. Dolayısıyla bölgeye yönelik ulusla-
rarası politikalar ‘Önce Rusya’ stratejisi üzerinde şekillenmek durumunda kalmış-
tır (Truscott, 1997). ABD’nin bu önemli politika değişikliği, Türkiye’nin bölgedeki
etkisi ve gücü bakımından hiç kuşku yok ki bu ciddi etki yaratmıştır. Hem bu stra-
tejik değişiklik hem de Nisan 1993’te Özal’ın ölümünün ardından, Türkiye’nin Orta
Asya-Kafkaslar politikası hızla bir değişim sürecine girmiştir. Aynı yıl Türkiye’nin
AB ile ilişkileri yoğunlaştırması da bu kapsamda değerlendirilebilir.
“Önce Rusya” (Russia First) politikasının Türk dış politikası üzerindeki etkileri nelerdir?
4
TÜRKİYE’NİN BALKANLAR POLİTİKASI
Soğuk Savaş boyunca Türkiye’nin Balkanlar’a yönelik Blok politikası dışında belir-
gin bir politikası yoktur. Hatta Savaş boyunca bölge ülkelerinden Türkiye’ye gelen
ilişki kurma teklifleri bu politika çerçevesinde genelde tereddütle ile karşılanmış,
hatta reddedilmiştir. Ne var ki Balkanlar, coğrafi yakınlık, tarihî-kültürel neden-
lerle her dönemde Türkiye açısından önemli bir bölge olmuştur (Fuller-Lesser,
1993; Bağcı, 1993; Bağcı 1994). Bunun öncelikli nedeni bu bölgede bulunan Türk
nüfusu olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasının ardından Türkiye’nin
tarihî bağları ve bölgede kalan bu nüfusun güvenliği Türkiye’yi yakından ilgilen-
dirmiştir. Öte yandan Balkanlar, Türkiye’yi Avrupa’ya bağlayan tek bölgedir ve
bu bölgenin istikrarı Türkiye’nin Avrupa ‘yolu’nun da istikrarı anlamına gelmiştir
(Uzgel, 2002:86).
1945-1990 arasında iki bloklu sistemin büyük ölçüde belirlediği Türk dış poli-
tikasının yeniden yapılanma sürecinde Balkanlar da âdeta yeniden keşfedilmiş ve
aktif bir Balkan politikası ihtiyacı sıklıkla dile getirilmiştir. Sönmezoğlu’na göre
(2006:589) 1991 sonrası bölgedeki Osmanlı mirası Türkiye’nin bölge politikasını
hem duygusal hem de rasyonel nedenlerle derinden etkilemiştir. Bu kapsamda
bölgedeki Türkler ve Müslümanlar, buna ilaveten bölgedeki sorunlar, savaşlar ve
Yunanistan faktörü Balkanlar’a yönelik bu dönem Türk dış politikasının ana hat-
larını belirleyen faktörler olmuştur.
Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve bölgedeki kominist rejimlerin yıkılması ve özel-
likle Yugoslavya’nın dağılmasıyla bölgenin bir iç savaşa sürüklenmesi Türkiye’nin
bölgeye olan ilgisini iyice arttırmış ve bölgede aktif bir rol oynamasını gerektir-
miştir. Aslında tıpkı Soğuk Savaş boyunca olduğu gibi Türkiye’nin bu dönemki
politikaları ABD ile pararlellik göstermiştir. Keza, Uzgel’e göre (2002:86) bu durum
Türkiye’nin bölgedeki gücünü ve etkisini pekiştiren önemli faktörlerden biridir.
1991 yılında Yugoslavya’nın dağılması Balkanlar’daki sorunları iç savaşa çe-
viren faktör olmuştur. Dağılma sürecinde önce Hırvatistan ve Slovenya bağım-
sızlıklarını ilan etmiştir. Ardından Sırp milliyetçileri, bağımsızlığını ilan etmeye
çalışan Bosna Müslümanlarına saldırmış ve ardından Arnavut azınlık Yugos-
lavya ve Makedonya’dan kopmaya başlamıştır. Oran’a göre (2010:212) Hırvatis-
tan ve Slovenya’nın bağımsızlaşma sürecinde Almanya’nın bu iki ülkeyi kendi
etki alanı olarak görmesi bu bağımsızlık sürecini AT’ye dayatmasına yol açmış-
tır. Öte yandan bu doğrultuda Almanya’yı sınırlamak isteyen Fransa ve İngiltere
Sırbistan’ın bu anlamda Hırvatistan ve Slovenya’ya karşı denge oluşturabileceğini
2. Ünite - 1989-1993 Dönemi Türk Dış Politikası 45
Soğuk Savaş sonrası Türkiye’nin Balkanlar’a yönelik dış politikasında ne gibi deği-
5 şiklikler olmuştur?
2. Ünite - 1989-1993 Dönemi Türk Dış Politikası 47
Özet
1989-1993 döneminde Türkiye-Avrupa Topluluğu bölgede ve ABD nezdindeki öneminin çok daha
1 ilişkilerinin gelişimini açıklamak. fazla arttığı genelde kabul edilmektedir. Türkiye,
Bu dönem Türkiye - AT ilişkilerini belirleyen bu ilişkiler çerçevesinde izlediği aktif politikay-
en önemli unsur T. Özal yönetiminin Toplulu- la önemini göstermeye çalışmış, özellikle 1991
ğa bakış açısı olmuştur. Özal yönetiminin, uzun sonrası bu durum ABD ve NATO tarafından cid-
süre sessizlik içinde geçen Toplulukla ilişkileri di bir şekilde anlaşılmaya başlamıştır. SSCB’nin
canlandırma kararında hem Türkiye’de demok- dağılmasından sonra ilgisi enerji kaynaklarının
rasi ve insan hakları alanındaki gelişmelere ze- merkezleri olan Orta Doğu ve Orta Asya’ya da
min hazırlamak hem de Türkiye’de hayata ge- kayan ABD, Türkiye’nin bu bölgelere yönelik po-
çirilmeye çalışılan liberal politikaların kalıcılığı litikalarda etkili bir ülke olabileceğini görmüş-
açısından önemli olduğuna inanılmıştır. Ne var tür. Ayrıca ABD, SSCB’nin Balkanlar, Kafkasya
ki 1987 yılında yapılan tam üyelik başvurusuna ve Orta Asya’daki bıraktığı güç boşluğunun ve
Topluluğun yanıtı ancak Soğuk Savaş’ın sona er- “model” ihtiyacının Türkiye tarafından doldu-
diğinin en belirgin işareti olan Berlin Duvarı’nın rularak, Türkiye üzerinden bu bölgelere ula-
yıkılmasından bir ay sonra Aralık 1989’da gele- şılabileceğine inanılmıştır. Keza bu bağlamda,
bilmiş, AT Komisyonu görüşünde, Türkiye’nin Türkiye bölgeye yönelik girişimlerde bulunma
ekonomik ve siyasi kriterler bakımından üye konusunda sürekli teşvik edilmiş, bölgede Rusya
olmaya henüz uygun olmadığı ancak potansiyel ve İran faktörleri karşısında denge yaratabilecek
bir üye olduğu vurgulanmıştır. Türkiye’nin bu bir ülke olarak görülmüştür. 1990’lar boyunca
konuda yaşadığı hayal kırıklığı, 1989 sonrasın- Türkiye-ABD ilişkileri eskisine göre farklı bir
da ortaya çıkan küresel ve bölgesel gelişmeler- önemde gelişerek devam etmiştir.
le farklı bir boyuta taşınmıştır. Türkiye, Soğuk
Savaş’ın sona ermesi ve ABD’nin neredeyse tek 1989-1993 döneminde Türk dış politikasının Kaf-
süper güç olarak ortaya çıkması ile birlikte ABD 3 kaslar ve Orta Asya bölgelerine ilişkin girişimle-
ile yakın ilişkileri daha da önemsemiş, böylelik- rini ve bu grişimlerin nedenlerini sıralamak.
le uluslararası sistem ve özelde AT için önemini SSCB’nin dağılması Türkiye’ye doğuda yeni bir
göstermeye de çalışmıştır. 1989 yılından sonra sorun alanı yaratırken aslında aynı zamanda çe-
AT ile ilişkiler bağlamında Gümrük Birliği sü- şitli fırsatların yaratılabileceği bir ilişkiler ağı da
reci ortaya çıkmış ve özellikle 1993 sonrasında ortaya çıkarmıştır. Türkiye, Güney Kafkasya’da
Türkiye’nin hedefi tam üyelik olarak dillendiril- ortaya çıkan yeni bağımsız ülkelerle çeşitli dü-
se de Gümrük Birliği sürecini tamamlamak ol- zeylerde ilişkiler kurmuş, bu ülkelerin yaşadığı
muştur. sorunlara müdahil olmaya çalışmış ve bu ül-
kelere yönelik birebir dış politikalar üretmiş-
1989-1993 döneminde Türkiye ve ABD / NATO tir. Kafkaslar’da Azerbaycan gibi, Orta Asya’da
2 arasındaki gelişmeleri izleyebilecek ve bu kapsam- Türmenistan, Özbekistan, Kırgızistan gibi ül-
da Türkiye’nin uluslararası sistemdeki yeni konu- kelere karşı etnik ve kültürel yakınlık hisseden
mu ve önemini ifade etmek. Türkiye bu ülkelerle ekonomik, siyasi, kültürel
Soğuk Savaş’ın sonlarına doğru Türkiye’nin ve toplumsal iş birlikleri içine girmeye çalışmış-
uluslararası sistemde blok siyaseti çerçevesinde- tır. Bu kapsamda, bölge ülkelerinin istikrarının
ki siyasi ve askerî önemi ABD ve NATO için kay- önemine vurgu yapılmak gerekmektedir. Çünkü
bolmaya başlamışken Körfez Savaşı ve ardından özellikle bu ülkelerden batıya giden enerji kay-
SSCB’nin dağılmasıyla birlikte bu önem farklı nakları hem bu ülkeleri hem de Türkiye’yi stra-
bir karakterde ve hatta daha da artarak devam tejik açıdan önemli kılmaktadır. Ne var ki aynı
etmiştir. Bu konuda önemli olan asıl ayrım ise bölgede Rusya ve İran faktörleri de dengelenme-
Türkiye’nin Avrupa ve ABD nezdindeki jeost- ye çalışılmış, özellikle Rusya’nın öneminin anla-
ratejik önemindeki farklılaşmadır. Avrupa için şılmasından sonra Türkiye, bölgeye yönelik dış
doğrudan stratejik önemi azalan Türkiye’nin politikasında daha dikkatli davranmıştır.
48 Türk Dış Politikasi II
1989-1993 döneminde ‘Önce Rusya’ (Russia First) 1989-1993 döneminde Balkanlar’daki genel dış
4 politikasının politikasının ortaya çıkma nedenle- 5 politik hareketlenmelerin ve Türkiye’nin bu duru-
rini ve Türkiye’nin Orta Asya Kafkasya Politikası- ma yönelik politikasının ayrıntılarını açıklamak.
na etkilerini analiz etmek. Soğuk Savaş’ın bitimine kadar Balkanlar,
“Önce Rusya” politikası, dönemin uluslararası Türkiye’nin blok siyaseti dışında belirgin bir po-
konjönktüründe Batı ülkeleri, özellikle de ABD litikasının olmadığı bir bölgedir. Bölgeye yönelik
tarafından süreç içinde belirlenmiş bir politi- tıpkı Kafkaslar ve Orta Asya gibi tarihi ve kültü-
kadır. 1990-1993 arasında yaşanan gelişmeler rel bağları olan Türkiye, SSCB’nin dağılmasının
ABD’yi Avrasya Bölgesi’ne yönelik olarak, Rusya ardından bölgedeki Yugoslavya gibi ülkelerin
etkisinin aşılamayacağını ve bölgede Rusya fak- toprak bütünlüğü savunarak sorunların çözül-
törü olmadan istikrarın sağlanmasının güç olma- mesi gerektiğine inanmışsa da önüne geçilmez
sı, bu ülkeleri, girişilen politikalarda Rusya’nın bir sürecin hakimiyetini anladıktan sonra bölge-
öncelenmesi ve her şeyden önce dikkate alınması ye yönelik aktif bir politika oluşturmuş, özellikle
gerekliliğine dair bir politika değişikliğine gö- bölgedeki Müslüman ve Türk azınlık bağlamında
türmüştür. Keza, bölgeye yönelik girişimlerinde ciddi girişimlerde bulunmuştur. Türkiye, Sırpla-
Rusya faktörünün aşılmasının güç olduğunu an- rın Bosnalı Müslümanlara saldırıları konusun-
layan Türkiye de bir süre sonra bu girişimlerde da uluslararası kamuoyunu harekete geçirmeye
daha tedbirli olmaya başlamış ve Rusya’yı dikkate çalışmış, ardından da en son ABD’nin müdaha-
alması gerektiğini fark etmiştir. ABD’nin bu po- lesiyle bu sorunun çözülmesine büyük katkıda
litika değişikliği en fazla Türkiye’nin bölgedeki bulunmuştur. Balkanlar’da Yunanistan faktörüyle
hareket alanını etkilemiş, Türkiye’nin ABD ile iş de mücadele etmek zorunda kalınılmış ancak bu
birliğinde bölgenin öncü gücü olması yönündeki ülkenin taktiksel hataları Türkiye’ye avantaj sağ-
heyecan ve politika yerini daha gerçekçi zeminde lamıştır. Öta yandan, Avrupa yolunda Balkanlar’ı
dış politikaya bırakmıştır. önemli bağlantı noktası olarak gören Türkiye, bu
dönemden sonra da Balkanlar’ın istikarını önem-
semiştir. Keza, Türkiye’yi bölgede güçlü kılan di-
ğer güçlü bir unsur da Türkiye’nin politikalarının
ABD’ninkilerle paralellik göstermesi olmuştur.
2. Ünite - 1989-1993 Dönemi Türk Dış Politikası 49
Kendimizi Sınayalım
1. Türkiye, AT’ye tam üye olmak için başvurusunu 6. Soğuk Savaşı sona erdiren ve Türkiye’nin ABD açı-
hangi yıl yapmıştır? sından önemini değiştiren olay aşağıdakilerden hangi-
a. 1986 sidir?
b. 1987 a. Berlin Duvarı’nın yıkılması
c. 1988 b. Körfez Savaşı
d. 1989 c. SSCB’nin dağılması
e. 1990 d. NATO’nun dağılması
e. Yugoslavya’nın dağılması
2. Türkiye’nin bu dönem tam üyelik başvurusunda
bulunmasının nedeni olarak aşağıdakilerden hangisi 7. Türkiye’nin Kafkasya politikasında etkisi olduğu
gösterilemez? söylenebilecek ülke aşağıdakilerden hangisidir?
a. Ankara Anlaşması ve Katma Protokol’den do-
a. Fransa
ğan hak
b. İngiltere
b. Türkiye’deki liberal politikaların bu şekilde kalı-
c. Almanya
cı olacağına inanılması
d. İran
c. Yaklaşan genel seçimler
e. ABD
d. Müzakerelerin başlayacağı tarihin belirlenece-
ğine inanılması
e. AT’nin bu yöndeki teşviki 8. Türkiye’nin Balkanlar’a yönelik politikasını güçlü
kılan en temel etken nedir?
3. AT, Türkiye’ye tam üyelik başvurusuna ilişkin kara- a. Dini yakınlık
rını hangi tarihte bildirmiştir? b. Etnik yakınlık
a. 1987 c. ABD politikalarıyla ile paralellik göstermesi
b. 1988 d. Yunanistan’ın karşı politikaları
c. 1989 e. AT’nin desteklemesi
d. 1990
e. 1991 9. Avrasya Bölgesi’nde Rusya faktörünün göz ardı
edilemeyeceği ve bölgeye yönelik girişimlerin bu ülke
4. AT’nin Türkiye’nin tam üyelik başvurusuna olum- dikkate alınarak yapılmasını öngören politika aşağıda-
suz yanıt vermesinde aşağıdaki faktörlerden hangisi- kilerden hangisidir?
nin etkili olduğu söylenemez? a. Tarafsızlık politikası
a. Berlin Duvarı’nın yıkılması b. “Önce Rusya” politikası
b. Türkiye’nin beklenen ekonomik ve siyasi karar- c. Bağlantısızlık politikası
ları henüz taşımadığının düşünülmesi d. Avrasya politikası
c. Türkiye’nin Yunanistan ve Kıbrıs’ta önemli so- e. Transasya politikası
runlarının varlığı
d. AT’nin aldığı derinleşme kararı 10. 1989 - 1993 dönemi için Türk dış politikası hak-
e. Türkiye’nin henüz tam üyelik başvurusu yap-
kında aşağıdakilerden hangisi söylenebilir?
maya hakkının olmaması
a. Tarafsızlık politikası izlenmiştir
b. Statükocu bir politika izlenmiştir
5. Soğuk Savaş’ın sonlarına doğru Türkiye-ABD iliş-
c. ABD’ye uzak bir dış politika izlemiştir
kilerininin yeniden yakınlaşmasını sağlayan olay aşa-
d. Bağımsız bir dış politika izlenmiştir
ğıdakilerden hangisidir?
a. Körfez Savaşı e. Aktif bir dış politika izlenmiştir
b. Berlin Duvarı’nın yıkılması
c. Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesi
d. İran-Irak Savaşı’nın sona ermesi
e. Türkiye’nin AT’ye tam üyelik başvurusunda
bulunması
50 Türk Dış Politikasi II
Kaynak: http://www.mfa.gov.tr/turkiye-ermenistan-
siyasi-iliskileri.tr.mfa 25.11.2012
2. Ünite - 1989-1993 Dönemi Türk Dış Politikası 51
Yararlanılan ve Başvurulabilecek
Kaynaklar
Bağcı, Hüseyin. (1993). “Balkanlardaki Gelişmeler ve (Makovsky, Alan -Lesser, Ian (1996).”Special Policy
Türkiye”, Türk Demokrasi Vakfı Bülteni, Sayı: 14, Forum Report: Erbakan’s Turkey: An Early Assess-
Mart 1993, s.26-32. ment”, Policywatch, The Washington Institute for
Bağcı, Hüseyin. (1994). Yeni Güvenlik Politikaları ve Near East Policy, Nr.209, 29 July 1996.
Risk Analizi Çerçevesinde Balkanlar 1991-1993, Mango, Andrew. (2002) “Türk Dış Politikasının Ata-
Ankara: Dış Politika Enstitüsü Yayınları. türkçü Kökenleri ve Bunların İç Bağlantıları Üze-
Birand, Mehmet Ali (2000). Türkiye’nin Avrupa Ma- rine Düşünceler”, Türkiye’nin Yeni Dünyası, Türk
cerası: 1959-1999, İstanbul: Doğan Kitap. Dış Politikasının Değişen Dinamikleri, (Editör:
Dağı, İhsan, D. (Ed.) (1998). Türk Dış Politikasında Alan Makovsky-Sabri Sayarı), (Çev. Hür Gül-
Gelenek ve Değişim, Ankara: Siyasal Kitabevi. dü), Alfa Yayınları, S. 13-28. (Org.: Turkey’s New
Dağı, Zeynep. (1998). “Rusya’nın Yakın Çevre Politika- World-2000).
sı ve Türkiye”, Türk Dış Politikası’nda Gelenek ve Mango, Andrew. (1995). Türkiye’nin Yeni Rolü, (Çev.
Değişim, (Editör: İhsan D. Dağı), Ankara: Siyasal E.Yükselci - S.Demircan), Ankara: Ümit Yayıncılık.
Kitabevi, s.79-114. Oran, Baskın. (2010). “Dönemin Bilançosu”, Türk Dış
Davutoğlu, Ahmet. (2001). Stratejik Derinlik, Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular,
Türkiye’nin Uluslararası Konumu, İstanbul: Küre Belgeler, Yorumlar, (Editör Baskın Oran), Cilt II:
Yayınları. 1980-2001, 12. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, s.
Demir, Ali Faik. (2004). “Türkiye’nin Güney 9-33.
Kafkasya’ya Yönelik Dış Politikası”, Türk Dış Poli- Özen, Çınar-Yazgan, Hatice. (2007). “Zor ya da Zora-
tikasının Analizi, (Derleyen Faruk Sönmezoğlu), ki Aday: Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Tam Üyelik
İstanbul: Der Yayınları, s. 717-756. Süreci”, Türkiye - AB İlişkileri: Avrupa’nın Geniş-
Erdoğan, M. Murat. (2006). Soğuk Savaş Sonrası Dö- lemesi, Müzakere Süreci ve Batılılaşma Sorunsa-
nemde Türkiye Avrupa Birliği İlişkileri: 1990- lı, (Derleyenler Ertan Efegil ve Mehmet Seyfettin
2005, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitü- Erol), Ankara: Orion Yayınları, s. 233-280.
sü, Yayınlanmamış Doktora Tezi. Sönmezoğlu, Faruk. (2006). II. Dünya Savaşı’ndan
Fuller, Graham E.-Lesser, Ian O. (Ed.) (1993]), Turkey’s Günümüze Türk Dış Politikası, İstanbul: Der Ya-
New Geopolitics: From Balkans to Western Chi- yınları.
na, Oxford: Rand, Westview Press, Boulder. Terzi, Özlem (2004). Soğuk Savaş Sonrasında Türkiye-
Gözen, Ramazan. (2004). “Türkiye ve I. Körfez Savaşı: Avrupa Birliği İlişkileri: Ekonomik Gündemden
Kriz Ortamında Dış Politika”, Türk Dış Politikası- Siyasi Gündeme”, Türk Dış Politikasının Analizi,
nın Analizi, (Derleyen Faruk Sönmezoğlu), İstan- (Derleyen Faruk Sönmezoğlu), İstanbul: Der Ya-
bul: Der Yayınları, s. 271-310. yınları, s. 453-464.
Karluk, Rıdvan. (2002). AB ve Türkiye, İstanbul: Beta Truscott, Peter. (1997). Russia First: Breaking with
Yayıncılık. the West, I. B. Tauris Publications.
Karluk, Rıdvan (1996) Avrupa Birliği ve Türkiye, İs- Uzgel, İlhan. (2002). “Türkiye ve Balkanlar: İstikrarın
tanbul: İMKB Yayınları. Sağlanmasında Türkiye’nin Rolü”, Günümüzde
Kirişçi, Kemal. (2002). “ABD-Türkiye İlişkileri: Yeni- Türkiye’nin Dış Politikası, (Derleyenler Barry Ru-
lenen Ortaklıkta Yeni Belirsizlikler”, Günümüzde bin ve Kemal Kirişçi), İstanbul: Boğaziçi Üniversi-
Türkiye’nin Dış Politikası, (Derleyenler Barry Ru- tesi Yayınları, s. 86-118.
bin ve Kemal Kirişçi), İstanbul: Boğaziçi Üniversi- Uzgel, İlhan. (2010). “ABD ve NATO’yla İlişkiler”, Türk
tesi Yayınları, s. 200-228. Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Ol-
Makovsky, Alan-Sayarı, Sabri (2002) (Ed.) Türkiye’nin gular, Belgeler, Yorumlar, (Editör Baskın Oran),
Yeni Dünyası, Türk Dış Politikasının Değişen Di- Cilt II: 1980-2001, 12. Baskı, İstanbul: İletişim Ya-
namikleri, (Çev. Hür Güldü), İstanbul: Alfa Yayın- yınları, s. 243-325.
ları.
3
TÜRK DIŞ POLİTİKASI II
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
1993-1996 yılları arasında Gümrük Birliği ekseninde Türkiye-AB ilişkilerinin nasıl
şekillendiğini ifade edebilecek,
1993-1996 döneminde dünyada yaşanan gelişmeler çerçevesinde Türkiye-ABD iliş
kilerinin gelişim sürecini açıklayabilecek,
Yugoslavya’nın dağılmasının ardından Balkanlarda oluşan yeni konjonktürde Türki
ye’nin bölge ülkeleriyle ilişkilerini ve Bosna Savaşı’ndaki rolünü değerlendirebilecek,
Birleşmiş Milletler ve NATO’nun yeni dönemde nasıl bir değişim geçirdiğini açık
layabilecek,
1993-1996 yılları arasında Türkiye’nin Yunanistan ile ilişkileri ve Kıbrıs sorununda
gelinen noktanın ne olduğunu ifade edebilecek,
Türkiye’nin özellikle terör ve su sorunu temelinde Orta Doğu ülkeleri ile ilişkileri
nin ne boyutta olduğunu tartışabilecek,
Türkiye’nin Sovyetler Birliği’nden bağımsızlığını kazanan ülkelerle 1993-1996 yıllarında
ilişkilerinin ne boyutta olduğunu ifade edebilecek bilgi ve becerilere sahip olacaksınız.
Anahtar Kavramlar
• Avrupa Birliği • Kıbrıs Sorunu
• Kopenhag Zirvesi • Terör
• Maastricht Antlaşması • Su Sorunu
• Gümrük Birliği • Orta Asya Türk Cumhuriyetleri
• Bosna Savaşı • TİKA
• NATO • TÜRKSOY
• Birleşmiş Milletler • Ermeni Sorunu
• Kardak Krizi
İçindekiler
• GÜMRÜK BİRLİĞİ EKSENİNDE AVRUPA
BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLER
• 1996-1993 DÖNEMİ ABD İLE İLİŞKİLER
• BOSNA SAVAŞI EKSENİNDE BALKANLAR
İLE İLİŞKİLER
1993-1996 Dönemi Türk Dış • YENİ DÖNEMDE BİRLEŞMİŞ MİLLETLER
Türk Dış Politikası II VE NATO
Politikası
• YUNANİSTAN İLE İLİŞKİLER VE KIBRIS
SORUNU
• ORTA DOĞU İLE İLİŞKİLER
• RUSYA-ORTA ASYA VE KAFKASLAR İLE
İLİŞKİLER
1993-1996 Dönemi Türk Dış
Politikası
1993-1996 yıllarında silah kaynaklarını geliştirmek noktasında işbirliğine gitmiş, yerli silah üretimine
kurulan hükûmetler: daha da ağırlık vermiştir (Sönmezoğlu, 2006:481-482). Hatırlanacağı gibi Kıbrıs’a
20 Kasım 1991- 25
Haziran 1993: DYP-SHP yapılan ilk müdahaleden beri Türkiye yerli kaynaklar yaratmak için çaba harca
koalisyonundan oluşan VII. makta bu tür bağımlılıklarını ortadan kaldırmaya çalışmaktadır.
Süleyman Demirel Hükûmeti Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Orta Asya ve Kafkaslarda ortaya
25 Haziran 1993-15 çı k an bağımsızlaşma dalgası sonucunda kendilerine “Türkî Cumhuriyetler” adı
Ekim 1995: DYP-SHP verilen Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Kırgızistan gibi
koalisyonundan oluşan I. devletler kurulmuş, kurulan devletlerin Türkiye’ye yönelik sıcak mesajları ve “ak
Tansu Çiller Hükûmeti
rabalık-kardeşlik” vurguları, Türkiye’ye verilen önemi daha da artırmıştır. Türki
15 Ekim 1995-05 Kasım 1995: ye 1993-1996 döneminde bu ülkelerle ilişkilerini geliştirmek için çeşitli alanlarda
DYP’nin kuruduğu II. Tansu çalışmalar yürütmüş; bu ülkelerin bağımsızlıklarını tanıyan ilk ülke olmuş, ayrıca
Çiller Hükûmeti bazı önemli stratejik hamleler de atarak, süreci yönetmeye çalışmıştır. Bu hamleler
05 Kasım 1995-12 Mart 1996: arasında yoğun diplomatik ve teknik heyet ziyaretleri, TRT Avrasya televizyon ka
DYP-CHP koalisyonundan nalı, Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) ve 1993’te kurulan Türk Kültür ve
oluşan III. Tansu Çiller Sanatları Ortak Yönetimi (TÜRKSOY) özel bir yer tutmaktadır. Bu dönem, ABD
Hükûmeti
başta olmak üzere Batılı ülkeler nezdinde, Türkiye’nin Orta Doğu’da oluşmakta
12 Mart 1996-08Temmuz olan yeni dengeler çerçevesinde de ilgi odağı olmaya başladığı bir dönemdir. (Sön
1996: ANAP-DYP mezoğlu, 2006:480). Batı dünyası için bu devletlerin “Türkiye modelinde” Batı ile
koalisyonundan oluşan I.
Mesut Yılmaz Hükûmeti
barışık, serbest piyasa ekonomisi, demokrasi ve insan haklarına önem veren ve ra
dikal İslam’a alan açmayacak ülkeler olması son derece büyük önem taşımaktaydı.
08 Temmuz 1996-30 Haziran Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrasındaki dış politikasını yönlendiren ve yeniden
1997: RP-DYP koalisyonundan yapılandırma gayreti içinde olan Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın 17 Nisan 1993’te
oluşan Necmettin Erbakan
Hükûmeti ani ölümü, Türkiye’nin siyasi dengelerini çok derinden etkilemiş ve Türk dış po
litikası da bundan önemli bir biçimde etkilenmiştir. Özal’ın ölümü ardından Sü
Kaynak: (Oran,2008:203-204) leyman Demirel Cumhurbaşkanı olmuş, başkanı olduğu DYP’nin başına Tansu
Çiller geçmiş ve hükümeti kurma görevi kendisine verilerek DYP-SHP koalis
yonunun başında başbakan olmuştur. Bu olay ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti tari
hinde ilk kez bir kadın siyasetçinin başbakanlığının da başlangıcı olmuştur. Aynı
dönemde, SHP genel başkanlığından ayrılan Erdal İnönü’nün yerine de Murat
Karayalçın gelmiştir. 1993 sonrasında Türk dış politikasının ilgisinin Orta Asya-
Kafkaslardan büyük ölçüde Avrupa’ya yöneldiği gözlenmiştir. Tansu Çiller, hükü
metinin hedefini yeni dünya düzenine eklemlenen, Gümrük Birliğine girmiş ve
AB’ye üye bir Türkiye olarak açıklamıştır (Ateş, 2004:55).
Bütün bunların yanısıra, özellikle Gümrük Birliği süreci ve Türk dış politika
sının iç politika ile iç içe geçmesi ve ülkedeki siyasi istikrarsızlığın dış politikaya
yoğun şekilde yansıması açısından 1993-1996 yılları Türkiye dış politikasının en
belirgin özelliği olarak göze çarpmaktadır. Ekonomik, sosyal ve siyasi alanlarda
yaşanan bu istikrarsızlığın, ülkenin etkin ve konjonktüre uygun bir politika uygu
lamasına oldukça olumsuz etki yaptığını da söylemek yanlış olmayacaktır.
1990 sonrasında AB bakımından son derece önemli diğer gelişme 7 Şubat 1992
tarihinde imzalanan Maastricht Antlaşması olmuştur. Bu anlaşmayla Avrupa Eko
nomik Topluluğu, birliğe dönüşmüş ve resmen “Avrupa Birliği” olarak adlandırıl
mıştır. Maastricht Antlaşması ile birlik üç sütun üzerine inşa edilmek istenmiştir.
Bunlar, ekonomik ve parasal, adalet ve içişleri ile ortak dış politika ve güvenlik
sütunlarıdır. Ayrıca, Maastricht Antlaşması’nın 49. maddesi ile Orta ve Doğu Av
rupa’daki eski Doğu Bloku ülkelerinin AB’ye üye olma süreci başlamıştır. Bunun
yanında, 1993 yılında Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi’ne (EFTA) üye ülkelerle Av
rupa Ekonomik Alanı (AEA) kurulması kararlaştırılmıştır. AB Konseyi Kopenhag
Zirvesi (Haziran 1993) ve ardından yapılan Essen Zirvelerinde (Aralık 1994) ise
bu ülkelerin birliğe katılım öncesi stratejisi belirlenmiş, iyi komşuluk ilişkilerine
vurgu yapılmış ve bu tarz ilişkilerin katılımın ön koşulu olduğu belirtilmiştir. 9-10
Aralık 1994 tarihinde gerçekleştirilen Essen Zirvesi’nde ise Çek Cumhuriyeti, Slo 1993-1997 döneminde
vakya, Polonya, Macaristan, Romanya ve Bulgaristan liderleri zirveye davet edilir AB’de gerçekleşen önemli
ken Gümrük Birliği süreci devam eden Türkiye’nin davet edilmemesi AB’nin yakın zirveler şunlardır:
dönemde Türkiye’yi içinde görmek istemediğinin bir işareti olarak algılanmıştır. 21-22 Haziran 1993 Avrupa
Topluluğu Kopenhag Zirvesi
Sovyetler Birliği’nin çöküşünden itibaren başta Orta Doğu Avrupa (ODA) ülke 10-11 Aralık 1993 Avrupa
lerinden AB üyeliğine yönelik talepler çerçevesinde AB, Haziran 1993’teki Kopen Topluluğu Brüksel Zirvesi
hang Zirvesi ile yeni adayların hangi esaslar dahilinde üye olacağına dair belirlediği 24-25 Haziran 1994 Avrupa
Topluluğu Korfu Zirvesi
ilkeleri “Kopenhag Kriterleri” adı altında kamuoyu ile paylaşmıştır. Bu yeni kriterler, 10 Aralık 1994 Avrupa
bir taraftan Türkiye’nin 1959’da AET ile başlayan ilişkilerin anlamını ve değerini or Topluluğu Essen Zirvesi
tadan kaldırmış, diğer taraftan Türkiye’nin üyelik sürecinde kendisine sürekli engel 26-27 Haziran 1995 Avrupa
Birliği Cannes Zirvesi
çıkaracak bir dizi yeni unsur daha doğurmuş, üyeliğe giden yol gittikçe belirsizleş 15-16 Aralık 1995 Avrupa
meye başlamıştır (Sönmezoğlu, 2006:114-515). Sonraki süreçte, Kopenhag Kriter Birliği Madrid Zirvesi
leri temelinde özellikle insan hakları ve demokrasi konusu, birlik ile olan ilişkilerde 21-22 Haziran 1996 Avrupa
bir sorun olarak sürekli Türkiye’nin karşısına çıkmış, birliğe üye olmak noktasında Birliği Floransa Zirvesi
13-14 Aralık 1996 Avrupa
ortak bir kararlılık olsa da bu kriterlerden doğan bazı unsurlar, Türkiye’yi tedirgin Birliği Dublin Zirvesi
etmiştir. Bunlardan birisi, AB üyeliğinin ülkenin egemenlik devrinde bulunmasını
gerektirmesi, diğeri ise bahsi geçen kri Fotoğraf 3.1
terlerin uygulanması noktasında bunun
Tansu Çiller
ülkenin bölünmesine yol açacağı endi
şesidir. Bu endişeye Kopenhag Kriterle
rinin getirdiği azınlık hakları konusu da
eklenebilir (Biliç, 2004:116).
Türkiye’nin AB ile Gümrük Birliği’ni
gerçekleştirmesinde bu hedef dışında
farklı iç ve dış faktörler de etkili olmuş
tur. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin
(GKRY) AB üyeliğine aday olmasının
getirdiği tedirginlik ve Yunanistan’ın
Türkiye-AB ilişkilerinde sürekli engel çıkarmasına bir nebze olsun engel olunma
sını sağlamak, Gümrük Birliği anlaşmasıyla AB ilişkilerini tekrar canlanacağına ve
daimi bir bağ sağlanacağına olan inanç bunlardan öne çıkanlardır. Ayrıca, Türkiye
kamuoyunda, bunun olumlu etkisini kullanarak iç siyasetteki iktidar mücadelesin
de öne geçmek de bu faktörlerden biri olarak sayılabilir. Zaten 1963 yılında yapı
lan Ankara Anlaşması ve sonrasındaki 1973 yılına ait Katma Protokol ile Gümrük
Birliği’nin gerçekleştirilmesi kabul edilmişti. Buna göre, önce sanayi ürünleri ve
tarım ürünleri ardından kişilerin serbest dolaşımının sağlanması hedeflenmişti.
Yani Gümrük Birliği 1990’lı yıllarda icat edilen bir mekanizma değil, aslında daha
58 Türk Dış Politikası II
Self-determinasyon: Türk 1970’lerde esasları ve takvimi belirlenen bir sürecin bir sonucudur. Gümrük Birliği
Dil Kurumu sözlüğünün
“öz belirtim” olarak ifade
ile ülkedeki ilgili mevzuatların birliğe uyumunun, iktisadi yapısal dönüşümlerin ve
mali disiplinin sağlanmasında itici ve hızlandırıcı bir güç olacağına, bununla bir
ettiği bu kavram, bir ülkede
yaşayan kişilerin kendi likte Avrupa pazarına açılan Türk şirketlerinin rekabet gücünün ve üretim kalite
yönetimlerini, hükümetlerini
özgürce seçebilmeleri sinin artarak ihracatın gelişeceğine ve yabacı sermayenin de ülkedeki yatırımlarını
anlamına gelmektedir. Başkaarttıracağına inanılmıştır. Fakat önemli bir nokta da şudur ki Türkiye, AB’ye üye
bir tanıma göre; bir halkın,
olmadan AB ile Gümrük Birliği oluşturduğu için dezavantajlı bir durumda kalmış,
idaresi altında yaşayacakları
ya da yaşadıkları yönetim AB’nin kendi çıkarları çerçevesinde belirleyeceği dış ticaret politikalarında söz sa
biçimini seçebilmeleridir. hibi olamadan, bunlara uyma yükümlülüğünü kabul etmiştir. Bu durumu Türk si
Self-determinasyon içsel veyasetçiler ve bürokratlar üç nedenle göz ardı etmek durumunda kalmışlardır:
dışsal olmak üzere iki şekilde
ortaya çıkabilmektedir. İçsel 1. Gümrük Birliği Türkiye’ye kapanma eğiliminde olan AB üyelik kapısını
self-determinasyon, bir halkın açacak en önemli enstrüman olarak görülmüştür;
dilediği yönetim biçimini
seçebilme özgürlüğü iken; 2. AB üyelik süreci zor olsa da gerçekleşecektir. Bu durumda Türkiye ekono
dışsal self determinasyon, misini de geliştirmiş ve rekabete dayanıklı hale getirmiş olacaktır;
bir halkın bağımsız devlet 3. Dünya Ticaret Örgütü’nün aldığı kararlar ile zaten bütün dünyada bir güm
kurmak ya da dilediği devlete
bağlı olmayı seçme hakkı rük birliği süreci yaşanmaktadır. Dolayısı ile Türkiye’nin AB ile gerçekleşti
olarak ele alınmaktadır. Self receği Gümrük Birliği, orta ve uzun vadede Türk ekonomisine katkı sağla
Determinasyon ilkesi resmi yacak bir husus olarak ortaya çıkacaktır.
olarak Birleşmiş Milletler
Anlaşması’nın 1. Maddenin Bu gerekçeler, iç siyasi çekişme ve rekabetin de etkisi ile Gümrük Birliği’nin üye
2. Fıkrasında, 55.madde de lik öncesinde gerçekleşmesini sağlayan en önemli faktörler olarak belirtilebilir.
ve 76. Madde de yer almıştır.
Ayrıca, Birleşmiş Milletler’in
Bu dönemde, Türkiye’yi genişleme stratejisinin bir parçası olarak görmeyen
14 Aralık 1960 tarihinde ve ilişkileri daha çok Gümrük Birliği çerçevesinde yürütme eğiliminde olan AB
aldığı 1514 no’lu kararındaile ilişkilerde sıklıkla gerilimler de yaşanmıştır. Özelikle 1995 sonu, 1996 başın
yer alan “Sömürge Yönetimi
da Yunanistan ile yaşanan Kardak Krizi sonrası AB, önce Kardak’ın Yunanistan’a
Altındaki Ülkelere ve Halklara
Bağımsızlık verilmesine ait olduğunu, Türkiye’nin Yunanistan’ın sınırlarına saygı göstermesi gerektiğini,
İlişkin Bildirisi”nde, 24 Ekim
Yunanistan’ın sınırlarının AB’nin sınırları olduğunu belirten son derece sert bir
1970 tarihli 2625 no’lu
açıklama yapmış, ardından da Türkiye’ye aktarılacak AB mali yardımlarının çok
kararın yer aldığı “Birleşmiş
önemli bir bölümünü bloke etmiştir.
Milletler Antlaşmasına Uygun
Olarak Devletler Arasında Bu dönemde Türk iç politikasındaki istikrarsızlık dış politikaya da ciddi bir
İşbirliğine ve Dostça İlişkilere
İlişkin Uluslararası Hukuk biçimde yansımıştır. Kardak Krizi ötesinde, bu dönemde AB ile ilişkileri geren
İlkeleri Bildirisi”nde ve asıl büyük sorun Türkiye’deki Kürt sorunuyla bağlantılı olarak yaşanmıştır. 10
1976’da yürürlüğe giren İkiz
Şubat 1994’te Avrupa Parlamentosu (AP) TBMM’ye Kürtlerin haklarının korun
Sözleşmeler, yani Kişisel ve
ması, ölüm cezasının kaldırılması, dokunulmazlıkları kaldırılan 8 milletvekilinin
Siyasal Haklar Sözleşmesi ile
haklarının iade edilmesi ve “Kürt halkına otonomi haklarının verilmesi” ile self-
Ekonomik, Sosyal ve Kültürel
Haklar Sözleşmelerinde
determinasyonun gerçekleştirilmesi talebinde bulunmuştur. Türkiye’nin terörle
self-determinasyon ilkesinden
bahsedilmektedir. mücadelesi yoğun olarak eleştirilirken TBMM’de bulunan DEP’in (Demokrasi
Kaynak: http://www.21yyte. Partisi) 16 Haziran 1994 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması,
org/tr/ altısı bu partiden toplam 8 milletvekilinin dokunulmazlıklarının kaldırılarak 17
Mart 1994’te gözaltına alınmaları, AB tarafından büyük tepkiye neden olmuştur.
Avrupa Parlamentosu, 28 Eylül 1994 tarihinde ise Türki
Şekil 3.1 ye-AB Karma Parlamento Komisyonu’nun çalışmalarını
Gümrük Birliği askıya aldığını duyurmuştur. 8 Aralık 1994 tarihinde Dev
let Güvenlik Mahkemesi’nin (DGM) tutuklu DEP millet
vekillerini hapse mahkûm etmesi üzerine AB Başkanlık
Konseyi, bu yargılanmaları ve cezalandırılmaları doğru
bulmadığını ve Türkiye’nin insan haklarına saygı göster
mesini isteyen bir açıklama yapmış; AP ise mahkeme ka
rarını eleştiren yeni bir kararla Türkiye’yi kınamış ve mil
letvekillerinin haklarının iadesini istemiştir.
3. Ünite - 1993-1996 Dönemi Türk Dış Politikası 59
iptal etmesi ile sadece üç ay yaşayabilmiştir. Bu dönem içinde AB ile ilgili önemli
sayılacak gelişmeler de olmuş, 13 Mayıs 1996’da alınan bir kararla T.C. vatandaş
larının “Sokrates”, “Jugend fur Europa” ve “Leonardo da Vinci” gibi AB’nin genel
mesleki eğitim programlarına katılması sağlanmıştır. Aynı dönem içinde Avrupa
Yatırım Bankası Türkiye’ye küçük de olsa mali kaynak aktarımı yapmıştır. Bu dö
nemde, Türkiye’de yaşanan siyasi karmaşa, yeniden yapılanan ve genişleme strate
jisini belirleyen AB konusunda Türkiye’nin yeterince çaba göstermesini de engelle
miş, bu durum AB’nin 1997 Gündem 2000 raporuna ve Lüksemburg kararlarına da
ciddi bir biçimde yansımıştır. (Erdoğan, 2006:160-162).
1996 yılında, Mesut Yılmaz Hükümeti hukuken ve fiilen sona erince, Cumhur
başkanı Süleyman Demirel tarafından 24 Aralık 1995 seçimlerinden birinci çıkan
Refah Partisi lideri Necmettin Erbakan’a hükümeti kurma görevi verilmiştir. Böy
lece, Necmettin Erbakan’ın DYP ile kurduğu ve Başbakan Yardımcılığı ve Dışişle
Fotoğraf 3.3 ri Bakanlığını Tansu Çiller’in üstelendiği, aslında
başbakanlık konusunda bir “dönüşüm modelinin”
Necmettin Erbakan de öngörüldüğü yeni hükümet (“REFAH-YOL”)
(1926-2011)
28 Haziran 1996’da kurulmuştur. Yeni Hüküme
t’in dış politika öncelikleri Necmettin Erbakan’ın
İslam dünyasına verdiği önem ile Tansu Çiller’in
AB’ye verdiği önem arasında karma bir yapı oluş
turmuştur. Sonuç olarak, 1993-1996 yılları arasın
da Gümrük Birliği gibi önemli bir konuda birlik ile
Türkiye arasında adım atılmış olsa da üyelik nokta
sında kayda değer bir gelişme olmamıştır. Burada,
AB’nin özellikle Doğu Avrupa ülkelerine yönelik
genişlemeyi öncelemesi ve Türkiye’nin üyelik için
yeterli düzeyde olmadığının düşülmesi yanında,
Türkiye’nin de içinde bulunduğu siyasal ve eko
nomik istikrarsızlık ve özellikle Kopenhag Kriterlerini gerçekleştirme noktasındaki
eksiklikler önemli nedenleri oluşturmaktadır. Elbette buna terörle mücadele nokta
sında uygulanan politikaların Batı’daki olumsuz etkilerini de eklemek gerekir.
olarak ilan etmiş, bu durum ABD yatırımlarının Türkiye’ye yönelmesine katkı sağ
lamıştır. 1995 yılında tarım alanında işbirliği anlaşması yenilenmiş, 1996 yılında ise
“Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşması” imzalanmıştır (Berin-Gürkan, 2002:42).
ABD ile tüm bu olumlu gelişen ilişkilere rağmen iki ülkenin ilişkilerini geren
durumlar da vardır. Bunların başında da “Ermeni soykırımı” konusu yer almakta
dır. ABD, Türkiye ile çok yönlü ilişkilerini ve Türkiye’den gelecek tepkileri dikkate
alarak 1915 olaylarının bir “soykırım” olarak tanınması hususunda Ermeni lobisi
tarafından hemen her yıl ortaya konulan çabaları son aşamada kabul etmemeyi
tercih etmektedir. Hemen her yıl Temsilciler Meclisi’nin ya da Senato’nun gün
demine gelen konu, ilişkilerde önemli gerilimlere, aynı zamanda pazarlıklara da
neden olmaktadır. Ermenilerin ABD’de 200 yılı aşkın bir geçmişi vardır. Bu süre
içinde 1000’den fazla sivil toplum örgütü kurmuş olan Ermeniler ülkenin her böl
gesinde çok iyi örgütlenmişlerdir. Bu durum, Ermeni nüfusunun ABD Kongresi
üzerinde çok etkili olmasını sağlamaktadır. Çok sayıdaki bu örgütler, Amerikan
Ermeni Asamblesi ve Ermeni Milli Komitesi adlarıyla bir çatı altında toplanmış,
maddi güçlerini de kullanarak başta ABD Kongresi olmak üzere ve eyalet mec
lislerinde Ermeni soykırımı iddialarının kabul edilmesini sağlamaya çalışmakta
dırlar. Daha radikal olan gruplar buna ek olarak Türk devletine bu konuda “özür
diletmek” ve “tazminat ödemesini sağlamak”; hatta Doğu Anadolu’da “Batı Erme
nistan” diye iddia edilen bölümün Ermenistan’a verilmesini sağlamak amacıyla fa
aliyetlerini yürütmektedirler. ABD’den alınacak böylesi desteklerin bu mücadele
de olan Ermeniler için büyük bir kazanım olacağı ve uluslararası alanda Türkiye’yi
zor durumda bırakacağı gerçeği dolayısıyla 1993-1996 döneminde de ilişkiler bu
noktada dönem dönem gerilmiştir. Daha öncede belirtildiği gibi ABD’de yaşayan
Ermenilerin oldukça güçlü siyasi, ekonomik gücü ve bu doğrultuda lobi faaliyetle
ri olmasına karşın “soykırım”ın ABD parlamentosunca kabulü gerçekleşememiş
tir. Bunda ABD’nin Türkiye’ye olan ihtiyacı, özellikle ABD Dışişleri ve Savunma
Bakanlıklarının etkisi ve Türkiye lehinde hareket eden Kongre üyelerinin varlığı,
Türkiye karşıtı bu lobilerin arzuladıkları hedefleri elde etmede önemli engel teş
kil etmiştir (Berin-Gürkan, 2002:36-37). Bu noktada, ABD’deki Musevi lobisinin
Türkiye lehindeki çabasını da unutmamak gerekir. Musevi cemaati ABD’deki en
güçlü ekonomik ve siyasi güce sahip cemaatlerin başında gelmektedir ve her alan
da oldukça etkin lobilere sahiptir. Bu dönemde gerek İsrail ile olan yakın ilişkiler
gerekse “Yahudi Soykırımı”nın “tekliği” noktasında savundukları iddialar, Musevi
cemaatinin Türkiye lehine desteğinde etkili olmuştur.
dım operasyonları ve ambargoyu kontrol etmek için oluşturulan uçuşa yasak böl
gelerin denetlenmesi için görevlendirmiş, etnik farklılıklara dayalı 10 kantonun
oluşturulmasına dayanan Vance-Owen Planına, Sırpları ödüllendireceği ve etnik
temizliği onaylayacağı gerekçesiyle karşı çıkmış, asıl yapılması gerekenin BM çer
çevesinde Bosna’ya uygulanan ambargonun kaldırılması ve saldırı (lift and strike)
politikasının uygulanması olduğunu belirtmiştir. Türkiye de NATO öncülüğün
de Sırplara karsı askerî müdahale ve operasyon yapılmasını ve Sırp mevzilerinin
bombalanmasını savunmuş ancak bu kabul görmemiş, bazı Avrupa ülkeleri bu
teklife karşı çıkmış ve bölgede güvenli bölgeler oluşturulmasına karar verilmiştir.
Fakat artan saldırılar ve özellikle 5 Şubat 1994’te Saraybosna’da bir pazaryerine
düzenlenen Sırp saldırısı sonucu sivil halktan 68 kişinin ölmesi ve yüzlerce kişinin
yaralanması, ABD’nin baskısını artırmasını sağlamış, Sırplara karşı bir hava sal
dırısı düzenlenmesi için Güvenlik Konseyi’ne öneride bulunulmuştur. Ancak bu
öneri, Rusya ve Çin tarafından kabul edilmemiştir. Bunun üzerine NATO devreye
girmiş ve 28 Şubat 1994’te Sırp hedeflerini vurmaya başlamıştır. Bu hava saldırıla
rı düşük yoğunluklu olduğu için Sırplar, Bosnalı Müslümanlar üzerindeki saldırı
larına devam edebilmiş; Tuzla Saraybosna, Zepa ve Srebrenizka’da düzenledikleri
saldırılarda on binlerce sivil öldürülmüştür. ABD, bunun üzerine askerî anlamda
inisiyatif alarak NATO üzerinden Sırplara yönelik saldırılarını arttırmıştır. An
cak bu müdahalenin ardından Sırp saldırıları durdurulabilmiş ve birliklerin geri
çekilmesi sağlanmıştır. Bu süreç içinde barış için başta AB olmak üzere çeşitli
girişimlerde bulunulsa da bir sonuç alınamamış ancak Clinton tarafından gö
revlendirilen Amerikan temsilcisi Richard Holbrooke’un çabalarıyla uzun süren
müzakereler sonucu taraflar, 21 Kasım 1995 tarihinde bir barış anlaşması yapıl
masına ikna edilmiştir. “Dayton Barış Anlaşması” olarak adlandırılan bu anlaşma
14 Aralık 1995’te Paris’te imzalanmıştır. Barış anlaşmasına göre Bosna-Hersek,
mevcut sınırlarıyla egemen bir devlet olarak kabul edilmiştir. Ayrıca, Bosna-Her
sek topraklarının, biri Boşnak-Hırvat Federasyonu diğeri de Sırp Cumhuriyeti ol
mak üzere kendi ordu, parlamento ve devlet başkanlarından kurulu iki bölgeden
oluşması ve Saraybosna’nın Boşnak-Hırvat Federasyonu’nun başkenti olmasına
karar verilmiştir. Bunlara ek olarak, savaş suçlularının Bosna’da kamu görevlisi ol
ması yasaklanmış ve NATO’nun, anlaşma şartlarının uygulanmasını denetlemek
için 60.000 askerden oluşan IFOR gücüyle ülkede bulunmasına karar verilmiştir
(Arı ve Pirinççi,2011,s.3). 1996 yılında IFOR’un yerini İstikrar Gücü SFOR almış
tır. Bulgaristan ve Yunanistan, Türkiye’nin barış gücüne asker göndermesine karşı
çıkmış olsa da buna engel olamamıştır.
Savaş sonrası süreçte, Bosna ile geçmişten gelen derin bağlara sahip olan Tür
kiye, Bosna-Hersek’in toprak bütünlüğünün, egemenliğinin korunmasında yo
ğun çaba harcamıştır. Dayton Barış Anlaşması ardından, Barışı Uygulama Konse
yi ve Yönlendirme Kurulu üyesi olarak Türkiye barışın gerçekleşmesi için yoğun
şekilde çalışmıştır. Türkiye, uluslararası ortamda üye olduğu Birleşmiş Milletler
(BM), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), Avrupa Konseyi (AK), İs
lam Konferansı Örgütü (İKÖ) ve NATO gibi kurumlar üzerinden de gerek savaş
sırasında gerek imzalanan barış anlaşması sonrasında Bosna konusunda gerekli
adımların atılması için çabasına devam etmiştir. Türkiye, sorunun başından beri
tek başına değil, uluslararası kuruluşlarla birlikte hareket etmiştir. Bu noktada bile
Türkiye’nin yürüttüğü politikadan başta Rusya olmak üzere Yunanistan ve Bul
garistan gibi ülkeler rahatsızlık duymuştur. Türkiye, Saraybosna’da büyükelçilik
açan ilk ülkedir. Bosna’da güvenliğin sağlanmasına katkı sağlamak yanında, 1996
3. Ünite - 1993-1996 Dönemi Türk Dış Politikası 65
Kaynak: http://www.icty.org/sid/321
Bulgaristan
1990 sonrası Bulgaristan siyasal ve ekonomik olarak büyük bir ekonomik istik
rarsızlığa sürüklenmiş, Sovyet Rusya’nın dağılması ve Varşova Paktı’nın çökme
si sonucu yönünü Avrupa’ya çevirmiştir. Bu politik anlayışla Türkiye-Bulgaristan
ilişkileri de gelişmiştir. Bu ilişkilerin gelişmesinde 17 Kasım 1989’da Todor Jiv
kov’un görevden alınması ve Bulgaristan’ın ülkedeki Türk azınlığın haklarını iyi
leştirmesi ve iade etmesinin önemli etkisi olmuştur. Bulgaristan ayrıca ülke nüfu
sunun %10’dan fazlasını oluşturan Türklerin parlamentoda da temsilinin önünü
açmıştır. Türklerin kurduğu Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) bu oluşumla
rın başında gelir. Başta Türkler olmak üzere ülkesindeki azınlıklara karşı olumlu
adımlar atan Bulgaristan’ı Avrupa ülkeleri de desteklemiştir.
Bulgaristan yönünü Avrupa’ya çevirdikten sonra iki temel hedefi olmuştur.
Bunlardan biri NATO üyesi olmak, diğeri ise Avrupa Birliği’ne girmekti. Türki
ye gelişen ilişkiler çerçevesinde ve Balkanlarda bölgesel olarak etkisini arttırmak
amacıyla Bulgaristan’ın NATO üyeliğine tam destek vermiştir. Aynı dönemde
Bulgaristan, Avrupa Konseyi’ne de üye olmuştur. Türkiye, ayrıca İKÖ tarafından
Müslümanlara kötü muamele yapan ülkeler listesine alınan Bulgaristan’ın bu lis
teden çıkarılması için çaba harcamış ve bunun sonucunda Bulgaristan’ın Arap
ülkeleri ile ticaretinin gelişmesini sağlamıştır. Bulgaristan da uzun yıllardır çözü
lemeyen Rezve Deresi sınır sorununa, kara suları, kıta sahanlığı ve münhasır eko
nomik bölgeler konularındaki anlaşmazlıklara ilişkin Türkiye’ye karşı uzlaşmacı
bir tutum sergilemiştir. Bu dönem, Türkiye-Bulgar ekonomik ilişkilerinin de ge
liştiği bir dönem olmuş, Türk yatırımcılar Bulgaristan’da doğrudan yatırımlar ger
çekleştirmişlerdir. Türkiye-Bulgaristan ilişkilerinin canlandığı ve iyileştiği dönem
özellikle Cumhurbaşkanı Jelu Jelev dönemidir. İki ülke arasında lider ve üst düzey
yetkililerin karşılıklı ziyaretleri artmış, Dostluk, İyi Komşuluk, İşbirliği ve Güven
66 Türk Dış Politikası II
Arnavutluk
Türkiye’nin yaşadığı ekonomik sorunlar ve yönetimde yaşanan istikrarsızlık ile Ar
navutluk’taki iktidar değişimleri 1993-1996 döneminde Arnavutluk ile ilişkilerin
ara ara inişli çıkışlı olmasına neden olsa da iki ülke arasında belirgin bir sorun ya
şanmamıştır. Arnavutluk, bu dönemde diğer pek çok Doğu Avrupa ve Balkan ül
kesi gibi Batı ile siyasi ve ekonomik ilişkilerini geliştirmek ve NATO’ya üye olmak
hedefini seçmiştir. Bölgenin en fakir ülkelerinden olan Arnavutluk, bu yakınlaşma
ile ekonomik kalkınmasını arttırma ve yardımların artmasını planlamıştır. Tür
kiye-Arnavutluk ilişkileri ise gerek tarihsel bağ gerek Arnavutluk’un Müslüman
kimliği dolayısıyla olumlu bir seyir izlemiştir. Bu yüzden iki ülke birbirini doğal
birer müttefik olarak görmektedir. Türkiye’de Arnavut kökenli çok sayıda vatanda
şın olması da ilişkilerdeki bağın önemli bir etkenidir. Özellikle TİKA’nın kurulması
ardından Arnavutluk’taki faaliyetler artmıştır. Türkiye, imkân dahilinde ekonomik
olarak da Arnavutluk’a yardımda bulunmuş, ülkenin uluslararası örgütlere üyeliği
için çaba harcamış, Arnavut öğrencilerin Türk üniversitelerinde eğitim almalarını
sağlamıştır. Arnavutluk Cumhurbaşkanı Ramiz Alia zamanında gelişen ilişkiler,
Sali Berişa döneminde ise dalgalı bir seyir izlemiştir. Bunda Yunanistan-Arnavut
luk ilişkilerinin gelişmesi ve Türkiye’ye verilen önceliğin azalması yanında özellik
le Çiller-Erbakan döneminde ekonomik bunalımın da etkisiyle Türkiye’nin daha
çok iç sorunlarla ilgilenmesi etkili olmuştur. İlişkilerin eski seyrine ancak 1997’den
sonra Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in çabaları ile girdiği söylenebilir. 1993-1996
yılları arasında yapılan “Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunmasına İlişkin An
laşma” ve “Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşması” ilişkilerin geliştirilmesi için
atılan adımların bazılarıdır. Sorunsuz ilişkilere rağmen, Arnavutluk’un özellikle
ekonomik alanda Yunanistan ve İtalya’ya verdiği öncelik nedeniyle Türkiye’nin et
kinliğinin bu dönemde gerilediğini söyleyebiliriz.
Makedonya
1993-1996 yılları arasında, en sorunsuz ilişkilerin Makedonya ile yaşandığı söylene
bilir. 1991 yılında Yugoslavya’dan büyük bir sorun yaşamadan ayrılan Makedonya,
1993 yılında BM’ye üye olmuştur. Bağımsızlığından itibaren Makedonya, kimliğini
ve bağımsızlığını tanımayan komşularıyla sorunlu ilişkiler yaşamıştır. Bunların ba
şında da Yunanistan gelmektedir. Yunanistan, Makedonya’nın adına ve bayrağına
karşı durmuş ve bu isimle Makedonya’yı tanımayacağını bildirmiştir. Yunanistan’ın
baskılarıyla ülke NATO, BM, AB gibi birçok uluslararası örgüt tarafından “Eski
Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti” adıyla anılmaktadır. Bölge ülkelerinin Make
donya’yı nasıl tanıdığına bakarak bile bölge ülkelerinin Makedonya’ya bakış açısını
değerlendirmek mümkündür. Örneğin, Sırbistan Makedon halkını tanırken Make
donya Cumhuriyetini tanımamaktadır. Bulgaristan Makedonya Cumhuriyeti’ni ta
nımakta ama Makedon ulusunu ve Yunanistan’daki Makedon varlığını tanımamak
tadır. Arnavutluk ise hem cumhuriyeti hem de ulusu tanımakla birlikte Arnavut
azınlığa ilişkin sorunlar yüzünden ilişkileri mesafelidir (Sönmezoğlu, 2006:596).
Türkiye ise ülkeyi kendi ismi olan “Makedonya” olarak tanımıştır. Yunanistan, bas
3. Ünite - 1993-1996 Dönemi Türk Dış Politikası 67
kısını 1995 yılına kadar sürdürdüğü ekonomik ambargo ile de göstermiştir. Türkiye
ambargonun ilk zamanlarından itibaren ekonomik ve askerî olarak Makedonya’ya
yardımda bulunmuştur. Yunanistan’ın yanında komşuları olan Bulgaristan ve Arna
vutluk ile de sorunlar yaşayan Makedonya, tarihsel ve kültürel bağlarının yanında
mevcut siyasal, ekonomik ve güvenlik sorunları nedeniyle Türkiye ile çok yakın iliş
kiler kurmuş, Türkiye’nin desteğini hayati derecede önemsemiştir. Türkiye’de aynı
şekilde Makedonya ile ilişkilerin geliştirilmesine önem vermiştir. Bu doğrultuda, iki
ülke arasında eğitim, kültür, ekonomi ve askerî alanlarda yoğun bir işbirliği gerçek
leştirilmiştir. 1994 yılında Askeri Eğitim Anlaşması, 1995 yılında da Savunma Sa
nayi İşbirliği Anlaşması imzalanmış, ülke borçlarının ödenmesinde yardımcı olun
muştur. 1993-1996 yıllarında artan ilişkilerin bir sonucu olarak Karma Ekonomik
Komisyon ve İş Konseyi oluşturulmasına da karar verilmiştir.
Harita 3.2
Yugoslavya’nın
dağılması ardından
bölge haritası
Kaynak: http://www.icty.org/sid/321
Birleşmiş Milletler
Soğuk savaşın bitmesiyle Birleşmiş Milletlerin (BM) dünya barış ve güvenliğinin
korunmasında eskiye oranla çok daha etkin ve başarılı olacağı düşünüldüyse de
Sovyetler Birliği ve Yugoslavya’nın dağılması sonrası pek çok etnik çatışmanın
patlak vermesi ve merkezi otoritenin zayıflaması sonucu yerel düzeyde çatışmalar
artmıştır. Bu çatışmalar, Bosna-Hersek ve Kosova örneklerinde olduğu gibi kimi
zaman çok şiddetli geçmiş, soykırıma kadar varmıştır. Bu ve benzeri olaylar, sa
dece Bosna-Hersek ya da Kosova’da değil Angola, Namibya, Orta Amerika, Haiti,
Ruanda ve Liberya’da da yaşanmıştır. Dünyanın farklı noktalarında yaşanan bu ge
lişmeler karşısında şiddetin durdurulması ve barışın tesisi için BM barış güçlerini
görevlendirmiş fakat bu yaşananlar BM’nin varlığı ve etkinliğinin yetersiz olduğu
na ilişkin tartışmaları da arttırmıştır. Daha çok nükleer savaş tehdidi ve topyekûn
savaşların önlenmesini ve bu bağlamda dünya barışının tesisini amaçlayan BM’nin,
yeni dünya düzeninde yaşanan bu gelişmeler sonucu, rolü ve statüsü üzerinde ya
pılan tartışmalarla BM barış gücü misyonunun önceki dönemlerden farklı olarak
68 Türk Dış Politikası II
NATO
Uluslararası bir örgüt olan NATO’nun Soğuk Savaş sonrası görevi ve misyonuna
ilişkin tartışmalar artmış, yaşanan yeni gelişmeler yüzünden ittifakın “alan dışı”
müdahalede bulunabilecek konuma getirilebilmesi amaçlanmıştır. Bu yeni anla
yış somut olarak ilk Körfez Krizi’nde ortaya konulmuştur. Böylece, Türkiye’nin
Irak’tan gelebilecek bir saldırıya karşı NATO’nun Çekiç Gücü Türkiye’ye yerleştir
mesiyle, NATO kuvvetlerinin müttefik bir ülkeyi Varşova paktı dışındaki bir ül
keye karşı koruması ilk kez yaşanmıştır. Bu durum, NATO’nun kuruluş amacının
ve misyonun nasıl evrildiğinin de bir göstergesi olmuştur. Bu dönemden itibaren
örgütün güvenlik sorunları arasına, etnik/dinî çatışmalar, terör, kitle imha silahla
rının yaygınlaşmasını önleme gibi konular da yer almıştır. Bu bağlamda dönemin
NATO Genel Sekreteri Javier Solana örgütün yeni konjonktürdeki hedeflerini şu
şekilde ifade etmiştir:
a) Avrupa’nın bölünmüşlüğünün ortadan kaldırılması
b) Rusya Federasyonu’nun bu sürecin dışında bırakılmaması
c) Soğuk Savaş’ın sona ermesinin olumlu etkilerinden henüz yararlanamayan
bazı Avrupa bölgelerine istikrar getirilmesi.
Bu hedefler NATO’nun da genişlemesi anlamına gelmekteydi. NATO, yeni
konsepti içinde eski Doğu Bloku ülkelerinin kendi çatısı altında toplanmasını ar
zulamıştır. Ancak Rusya NATO’nun bu genişlemesini bir tehdit olarak görmüş ve
buna karşı çıkmıştır. NATO, bu noktada 1994 yılında tarafların Barış İçin Ortak
lık (BİO) projesi üzerindeki anlaşmayla verdiği bazı tavizlerle Rusya’yı ikna etmiş
ve genişleme politikasının önünü açmıştır. (Sönmezoğlu,2006:499-501). Bu dö
nem ayrıca NATO’nun genişlemesi için yol haritasının da belirlendiği bir dönem
3. Ünite - 1993-1996 Dönemi Türk Dış Politikası 69
Yunanistan
1990’ların başından itibaren Türk ve Yunan ilişkileri farklı bir boyut kazanmıştır. İki
ülke arasında yaşanan Ege ve Kıbrıs sorunları dışında, Soğuk Savaş sonrası dönem
de başta Balkanlar olmak üzere, bölge coğrafyasında etkin olabilmek için iki ülke
arasındaki rekabet de artmıştır. Balkanlar da yaşanan çatışma ortamında diplomatik
olarak uluslararası örgütler aracılığıyla etkin olmaya çalışan Türkiye’nin ekonomik
olarak etkin olduğunu söylemek mümkün değildir. Bunda Türkiye ekonomisinin
çalkantılı bir dönem geçirmesi ve kriz içinde olmasının etkisi büyüktür. Bu döneme
baktığımızda, Türkiye’nin sorun yaşadığı ülkelerle Yunanistan’ın yakınlık kurma ve
ikili ilişkileri güçlendirme çabası içinde olduğu, özellikle Sırbistan, Ermenistan, Su
riye gibi ülkelerle ilişkilerine özel önem verdiği görülmektedir.
1993-1996 döneminde Türk-Yunan ilişkileri gerçekten çok gerilimli ve çal
kantılı geçmiştir. 1993 yılının Ekim ayında Papandreu yönetiminde PASOK’un
Yunanistan’da iktidara gelmesiyle ikili ilişkiler bozulmaya başlamıştır. Yönetime
gelen PASOK iktidarı ilk olarak Yunan-Kıbrıs Ortak Savunma Doktrinini ilan et
miştir. Bu doktrinle Yunanistan böylece Kıbrıs Rum Kesimi’ne yapılmış bir saldı
rıyı kendine yapılmış kabul etmekte ve bunu savaş nedeni saymaktadır. Yine 1993
yılında DEP kongresine katılan PASOK’lu milletvekillerinin Türkiye’nin PKK ile
mücadelesini eleştiren konuşmalar yapması, önemli tartışmalar yaratmıştır. Buna
ek olarak Yunanistan’ın 1994 yılında Ege’de petrol arama girişimini tekrar canlan
dırması gerilimi iyice artırmıştır. Tüm bunlara karşın, 1996 yılında dönemin Baş
bakanı Mesut Yılmaz, Yunanistan’a “önkoşulsuz görüşme” teklifinde bulunmuş,
mevcut sorunların “iki ülkenin temel hak ve meşru çıkarları çerçevesinde” çözül
mesi önerisini sunmuştur. Ancak bu davete Yunanistan’dan olumlu bir karşılık
gelmemiştir (Sönmezoğlu, 2006:609-610).
Karşılıklı güvensizlik üzerine kurulu ve birbirini tehdit olarak gören iki ülke
arasında bu dönemde yaşanan en önemli gelişme Kardak Krizi olmuştur. Kriz, 25
Aralık 1995’te “Figen Akat” adlı Türk gemisinin Ege’de Kardak kayalıklarında ka
raya oturması ve Yunan muhriplerin ve hücum botlarının bölgenin Yunan karasu
ları olduğunu belirterek yardım etmek istemesi, ancak kaptanın kaza mahallinin
Türk karasuları içinde olduğunu belirtmesi, yardımın Türk kurtarma ekiplerince
yapılacağını ve Yunanistan tarafından gelen talebi reddetmesi üzerine başlamıştır.
Yunanistan bunun üzerine, 26 Aralık 1995 tarihinde Türkiye’ye bir nota vermiş
70 Türk Dış Politikası II
Kıbrıs
1993-1996 yıllarında Kıbrıs sorunun çözümü için çabalar devam etmiştir. Bu dö
nemde, Kıbrıs politikasını şekillendiren birkaç unsur vardır. Bunlardan bir tanesi,
Rum kesiminin AB üyelik sürecine girmesi ve bunun verdiği güvenle uzlaşma
dan kaçınması, diğeri ise Kıbrıslı Türk ve Rum liderlerin BM aracılığıyla yaptığı
görüşmelere devam etmesi ve bu sırada adada yaşanan gerilimler ileri sürülerek
Türkiye’nin çözümsüzlüğü isteyen taraf olarak gösterilmeye çalışılmasıdır. Süreç
içinde, iki tarafın da taviz vermekten kaçındığı kırmızı çizgilerinin olması ve ada
da özellikle de Rum tarafında şiddete dönük eylemlerin baş göstermesi, arzulanan
uzlaşının sağlanmasını engellemiştir.
KKTC Cumhurbaşkanı R.Denktaş 1993 yılından itibaren Rum tarafındaki ik
tidarın değişmesiyle barış görüşmelerini Glafkos Klerides ile sürdürmüştür. 1993
yılının Mart ayında ve ardından 1994 yılında Şubat ayından Haziran ayına kadarki
süreçte yapılan görüşmelerden hiçbir sonuç alınamamıştır. 1994 Ekim ayında BM
Genel Sekreteri çağrısıyla taraflar tekrar bir araya gelse de Rum tarafının AB üyelik
yolunda kendine olan güveni ve gücü elinde tuttuğuna inanması, tarafların ortak
bir noktada buluşmasını engellemiştir. 1995 yılında R. Denktaş on dört maddelik
bir barış planı ile Rum tarafını önkoşulsuz görüşmelere çağırmıştır. Türk tarafı ay
rıca “geçerli bir çözüm için toprak” verilmesini de reddetmediğini ancak taraflar
arasında bir çözüm olmadan Kıbrıs’ın AB’ye üyeliğinin doğru olmayacağını savun
muştur. R. Denktaş’ın bu teklifi de Rum yönetimi tarafından reddedilmiştir. 1996
yılına gelindiğinde ise iki kesim arasında gerilim çok yüksek bir seviyeye çıkmıştır.
3 Haziran 1996 yılında Kıbrıslı bir Rum askerinin, BM denetimindeki bölgede Kıb
rıslı bir Türk asker tarafından öldürülmesinin ardından 11 Ağustos’ta Kıbrıslı Rum
eylemciler sınırı delmeye çalışmışlar, Türklerle çatışmışlar ve bu sırada bir Rum ey
lemci ölmüştür. Üç gün sonra bir Kıbrıslı Rum sınırdaki Türk bayrağını indirmek
istemiş, o da güvenlik güçlerince vurularak öldürülmüştür. 8 Eylül’de ise Rum ta
rafından açılan ateşte bir Türk askeri ölmüştür. Rum tarafındaki marjinal kesimin
sınır bölgesindeki tacizleri ve saldırıları ile yaşanan ölümler gerilimi çok arttırmış,
yaşananlar üzerinde Rum kesimi dünyaya var olan sınırın ne kadar büyük sorunlar
doğurduğunu göstermeye çalışmıştır (Sönmezoğlu, 2006, s.615-617).
1993-1996 döneminde, Kıbrıs sorunu, Kıbrıs Rum Kesimi’nin 1990 yılındaki
AB tam üyelik başvurusunun bir sonucu olarak farklı bir boyut almıştır. Birlik
üyesi olmanın avantajıyla Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı eli güçlenmiş, Kıbrıs po
litikasının belirlenmesinde belirleyici olmasının yanında izlediği politika ile Tür
kiye-AB ilişkilerindeki gerginliğin de temel nedenlerinin başında yer almıştır. Bu
dönemki en önemli gelişmelerden biri 1994 yılında yaşanmıştır. Bilindiği gibi, AB
(o zamanki adı ile Avrupa Topluluğu) arasında 1973’te yapılan Ankara (Ortaklık)
72 Türk Dış Politikası II
Anlaşması’nın 5. maddesi ile Kıbrıs’ı bir bütün olarak görmekte ve adadaki iki
toplumu eşit kabul etmekteydi. Bu anlaşma, Kıbrıs Türk tarafının da kendi bel
geleriyle birliğe ihracat yapabilme olanağı sağlamaktaydı. Ancak Kıbrıs Rum Yö
netimi, BM kararlarını gerekçe göstererek İngiltere’de bu uygulama aleyhine dava
açmış, ardından Adalet Divanı’na (AD) intikal eden davada AD, AB ülkelerine
yapılacak ihracatta yalnızca Ada’nın yasal temsilcisi olan Kıbrıs Rum Kesimi’nin
(Kıbrıs Cumhuriyeti) belgelerinin geçerli olacağını belirterek Kıbrıs Türk Kesi
mi’nden AB’ye yapılacak ihracatın, ancak Rum Kesimi’nin belgeleriyle yapılabi
leceği kararına varmıştır. Böylece Adalet Divanı, Güney Kıbrıs Rum Yönetimini,
“Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanımıştır. Adalet Divanı’nın 5 Temmuz 1994’te aldı
ğı bu kararla KKTC’ye ambargo uygulaması başlamıştır. Böylece, hem siyasi hem
de ticari anlamda KKTC ve Türkiye zor durumda bırakılmış, Türkiye’nin Gümrük
Birliği konusundaki endişeleri de artmıştır. Bu durum, Türkiye’nin Gümrük Bir
liği’ne girmesi noktasında KKTC ile kendi belgeleri üzerinden ticaretin yapılma
sında AB noktasında sorunların yaşaması anlamına geldiği gibi Rum Yönetimine
de tüm ticari kapıların açılması ve Rum Yönetimi’nin tanınması gibi bir durumu
doğurmuştur. Bu alınan karar yanında Yunanistan’ın çabası sonucu Avrupa Par
lamentosu aldığı kararla Türkiye’yi adada “işgalci güç” olarak nitelemiş ve Rum
Yönetimini “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanımıştır (Erdoğan, 2006, s.115).
Türkiye’nin Gümrük Birliği süreci, Yunanistan’ın çabası sonucu Kıbrıs soru
nuyla ilişkilendirilmiştir. Türkiye, kendisinin üye olmadığı bir uluslararası örgü
te Rum Yönetimi’nin üye olamayacağını belirtmekte ve Rum Yönetimi’nin AB’ye
üyeliğine karşı çıkmaktaydı. Ayrıca Kıbrıs sorunun çözülmeden bir üyeliğin de
doğru olmayacağını belirtmekteydi. Yunanistan ise Kıbrıs’ın yer almadığı bir ge
nişlemeyi veto edeceğini her vesilede dile getirmekteydi. Bu çaba, Konsey’in aldı
ğı bir kararda Kıbrıs’ın bundan sonraki genişlemeye dahil edileceğini yazılı ola
rak belirtmesini sağlamıştır. AB ayrıca, Türkiye’nin Kıbrıs’ın üyeliğine itirazdan
vazgeçmesini, böylece Yunanistan’ın Gümrük Birliği noktasında Türkiye’ye karşı
engellemelerinin ortadan kalkacağı, bunun Türkiye’nin üyelik yolunu da açacağı
telkinleri yapmaktaydı. Kıbrıs’ı AB’nin bir parçası yapmak isteyen birlik bunu her
fırsatta dile getirmiştir. 24 Şubat 1995’te yayımlanan AB Başkanlık Önerisinde de
Kıbrıs ile 1996 sonrasında müzakerelere başlanması konusunda AB’nin kararlılığı
belirtilmiştir. AB’nin bu baskısı ve Gümrük Birliği süreci, 1995 yılına gelindiğin
de Türkiye’nin Kıbrıs konusunda yeni kararlar almasına neden olmuştur. Türkiye,
tüm itirazlarına rağmen Rum Yönetimi’nin üyeliğini engelleyemeyeceğini düşü
nerek Gümrük Birliği ve AB üyeliği üzerinden bir Kıbrıs pazarlığına yönelmiştir.
Bu durum Kıbrıs sorununda artık AB’nin taraf olduğunun da kabulü anlamına
gelmektedir. Her ne kadar, Çiller hükümeti Türk kamuoyuna Türkiye’nin Kıb
rıs politikasında değişiklik olmadığını dile getiriyor olsa da süreç içinde Türkiye
Gümrük Birliğine katılmış, Rum Yönetimi de bütün Kıbrıs’ı temsil ettiği varsayı
larak AB üyesi olmuştur (Erdoğan, 2006:116-119).
altına almak için Birecik Barajı inşası ilişkileri daha da germiştir. Hatta konu Arap
ülkelerinin de gündemine getirilmiş ve Türkiye bu konuda eleştirilmiştir. Oysa bu
baraj gerek Suriye gerekse Irak’a mevsimlik etkilerden uzak olarak sürekli ve belli
oranda su verme imkânı sunmaktadır. Bu durum, ülkeler arası güvensizliğin ne
kadar büyük olduğuna önemli bir örnektir. Su konusundaki tartışma geçmişte ol
duğu gibi 1993-1996 yıllarında da suların Suriye ve Irak’ın isteği doğrultusunda
taksim edilmesi mi yoksa Türkiye’nin isteği doğrultusunda tahsis edilmesini ge
rektiği üzerinden gitmiştir (Sönmezoğlu, 2006:559-566). Ne yazık ki 1993-1996
döneminde de sorunları çözme ve ilişkileri düzeltme noktasında bir sonuca varı
lamamıştır. İleriki süreçte, Türkiye-Suriye ilişkileri PKK’nın Suriye sınırdan artan
eylemliliğin artmasıyla iyice gerilecek ve ancak Türkiye’nin yoğun baskısı ve askerî
müdahale tehdidi sonucu 1998’de Abdullah Öcalan’ın Suriye’den gönderilmesin
den sonra bir nebze olsun yumuşayacaktır.
1993-1996 döneminde Türkiye-İran ilişkileri, geçmişin izleri ve rekabetini ta
şımaktadır. Her şeyden önce Türkiye, İran’ın düşmanı olan ABD ile müttefiktir,
ayrıca iki ülkenin rejimlerinin farklılığı ayrı bir rekabet ve yaklaşım oluşturmak
tadır. Bu yıllarda ülke içinde de yoğun olarak “siyasal İslam” konusunu tartışan
Türkiye’deki sivil-askerî bürokrat ve bazı siyasi oluşumlar, İran’ı Türkiye’ye kendi
rejimini ihraç etmeye çalışmakla suçlamakta, İslami teröristleri desteklediğini id
dia etmekte; İran ise Türkiye’nin rejim muhaliflerini koruduğunu söylemektedir.
Ayrıca, Türkiye, İran’daki Azeri Türklerinin önemli bir destekçisi olarak algılan
makta bu nokta bir tehdit olarak görülmekte Türkiye de İran’a ülkesinde PKK
varlığına izin verdiğini ve ısrarlara rağmen bunu engellemediği eleştirişi getir
mektedir. İran, aslında bölgede bir Kürt devletinin kurulmasına karşı olmak ko
nusunda Türkiye ile çok benzer bir politikaya sahip olsa da PKK kartını kullan
maktan da çekinmemiştir. İran ile Türkiye, Soğuk Savaş sonrasında Kafkasya ve
Orta Asya’da da ciddi bir rekabet hâlinde olmuştur. Yeni bağımsızlığa kavuşmuş
İslam dinine mensup halkın çoğunlukta yaşadığı devletler üzerinde iki devletin
çekişmesi görülmüştür. Bu bağlamda, ABD-Türkiye-Azerbaycan bloğuna karşın
Rusya-İran-Ermenistan bloku oluşmuştur (Sönmezoğlu, 2006:570-571). İran dini
yönden Orta Asya’da kurulan çoğunluğu Müslüman devletleri etkilemeyi istemiş
olsa da aradaki mezhepsel farklılık yüzünden başarılı olduğu söylenemez. Türki
ye ise sadece dinî değil, kültür ve etnik olarak da yakın olduğu bu ülkelerle İran’a
kıyasla çok daha etkin olmuştur. Bu anlamda Türkiye’nin ABD ve AB’den, hatta
Rusya’dan bile bu konuda İran’a göre daha fazla destek aldığı söylenebilir.
İran ile yaşanan bu rekabet ve ortaya çıkardığı güvensizliğe rağmen, ilişkile
ri normalleştirmek için adımlar da atılmıştır. Örneğin 1993 yılında iki ülke, bir
diğerine düşmanlık güden bir örgütü topraklarında barındırmayacağına ilişkin
bir anlaşma yapmıştır. 1995 yılında ise sosyal ve kültürel alanda ilişkilerin geliş
tirilmesine karar verilmiştir. Ancak bu ikili ilişkileri geliştirme çabasının yeter
li olmadığını söylemek gerek. 1996 yılına gelindiğinde bazı İranlı diplomatların
Çetin Emeç’in öldürülmesiyle ilişkili olduğu tartışması, ardından Türkiye ile İs
rail arasında Askeri Eğitim ve İşbirliği Anlaşması’nın yapılması, iki ülke arasın
daki ilişkileri germiştir. 1996 yılı ortasında REFAHYOL koalisyonu ile başbakan
olan Necmettin Erbakan döneminde karşılıklı ziyaretlerle bu gerilim azaltılmaya
çalışıldıysa da PKK’nin İran üzerinden saldırılarına devam etmesi, Refah Partisi
tarafından organize edilen Ankara-Sincan’daki Kudüs Gecesi’nde İran Büyükel
çisi’nin Türk dış politikasına ilişkin eleştirileri ilişkileri iyice sorunlu hâle getir
miştir (Sönmezoğlu,2006:574-573). Bu dönemde İran ile ilişkilerdeki önemli bir
3. Ünite - 1993-1996 Dönemi Türk Dış Politikası 75
Daha önce topluluğun üyesi olan Gürcistan ise 2008 yılında Güney Osetya’da çı
kan savaşta Rusya ile yaşadığı çatışma ve gerilim yüzünden topluluktan ayrılmış
tır. BDT’nin kurulması eski federasyon ülkelerinin neredeyse tümünün aynı çatı
altında toplamasını sağlamıştır. Ayrıca Rusya, 1993 yılında “yakın çevre” kavra
mını ortaya atmış ve bölge ülkelerine yönelik öncelikli bir politikayı, stratejik ola
rak benimsemiş, bunu yeni “Rus Askeri Doktrini”ni ilan ederek sürdürmüştür.
Rusya, bu sayede ekonomik, kültürel ve sosyal etki alanını koruyabilmiştir. Ülke
güvenliğine ilişkin sınırları da bu çabalarıyla eski Sovyetler Birliği sınırlarından
başlatmıştır. Böylece, Rusya, kendine karşı yapılan eylemleri kontrol edebilmekte,
sınırları dışında kalan Rus nüfusunun himayesini sürdürme imkânı bulmaktadır.
Rusya izlediği bu politika ile bölgenin enerji kaynaklarının değerlendirmesinde
de kendine ayrıcalıklı bir yer edinmiştir (Sönmezoğlu, 2006:692-693).
Türkiye ile Rusya, bu yıllarda çeşitli politikalarda farklı, hatta çatışmalı pozisyon
lar almışlardır. Bunların içinde Bosna ve Çeçenistan sorunları özel yer tutmuştur.
Ayrıca Rusya’nın Ermenistan, Suriye ve Yunanistan ile kurduğu yakın ilişkiler Tür
kiye tarafından kaygı ile izlenmiştir. Rusya’nın Suriye’ye silah sağlamaya devam et
mesi, Kıbrıs Rum Kesimine S-300 füzeleri satma teşebbüsü ve Ermenistan’da askerî
üs kurması, ilişkilerde ciddi sorunlar yaratmaktaydı. Ayrıca, 1995 yılına gelindiğin
de Yunanistan ile askerî anlaşmalar imzalayan Rusya ile PKK meselesi yüzünden de
sorunlar yaşanmıştır. Rusya, Türkiye’nin ayrılıkçı Çeçen lider ve örgütlere gayrires
mî de olsa destek verdiği gerekçesiyle, PKK’nin ve bağlı örgütlerin Rusya’da faaliyet
göstermesine göz yummuş, 1994 yılında, Moskova’da “Kürdistan Tarihi” adıyla bir
konferans düzenlenmesine, ardından bir “Kürt Evi” açılmasına izin vermiştir. Tür
kiye diplomatik yollardan buna tepki göstermiş, Rusya gerekli hassasiyeti göstere
ceğini ve aynısını Çeçenistan konusunda Türkiye’den beklediğini belirtmiştir. 1995
yılına gelindiğinde ise iki ülke Terörizmi Önleme Protokolü’nü imzalamış, ancak
PKK’nin ülkede faaliyetleri yine de devam etmiş, 1995 yılında “Sürgündeki Kürt
Parlamentosu”nun Rusya alt meclisi Duma tarafından desteklenerek Moskova’da
toplanmasına izin verilmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken Türkiye’nin Çeçenis
tan konusunda daha dikkatli hareket etmesiyle Rusya’nın PKK kartını ön plana çı
karmamasının paralel seyir izlemiş olmasıdır (Sönmezoğlu, 2006:707-708).
Çelişkili gibi dursa da gerek Orta Asya’daki rekabet gerekse bahsi geçen konu
lardaki endişe ve ortaya çıkan güvensizlik ticari ilişkilere yansımamış, aksine ticaret
hacmi hızla artmıştır. Örneğin, bavul ticareti olarak adlandırılan ticaret şekli çok
büyük bir hacme sahip olmuştur. Öyle ki Türkiye Orta Doğu’da Rusya’nın en önem
li ortağı hâline gelmiştir. Ülke liderleri ve üst düzey yetkililerin karşılıklı ziyaretleri
artmış, bu dönemde Enerji ve İşbirliği Genel Çerçeve Anlaşması, Çifte Vergilen
dirmeyi Önleme Anlaşması, Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunmasına İlişkin
Anlaşma ile ikili ilişkiler geliştirilmeye çalışılmıştır (Sönmezoğlu, 2006:694).
Azerbaycan
Türkiye, 30 Ağustos 1991’de bağımsızlığını ilan eden Azerbaycan’ı ilk tanıyan ülke
olmuştur. “İki devlet bir millet” sözünün her iki tarafta da sıkça dile getirildiği bu
ilişkilerde 1992 yılında Rusya yanlısı olan devlet başkanı Ayaz Muttalibov’un halk
gösterileri sonucu istifası sonucu iktidara gelen Azerbaycan Halk Cephesi lideri
Ebulfeyz Elçibey döneminin payı büyüktür. Batı ve Türkiye yanlısı bir politika iz
leyen ve “İki kardeşin yan yana ayrı devletler kurduğu nerede görülmüştür. Azerbay
can ve Türkiye olarak en kısa zamanda birleşmeliyiz” diyen Elçibey, hem Türkiye
ile çok yakın ilişkiler kurulması için çaba gösteriyor hem de Güney Azerbaycan
olarak ifade edilen İran’ın kuzeyindeki Azerilerle yakın ilişki içinde olmaya çalışı
yordu. Bu durum İran ile Azerbaycan’ın ilişkilerini germiş, hatta İran’ın, biraz da
bu nedenle Azeri-Ermeni mücadelesinde Ermenilere destek vermesiyle düşmanlık
seviyesine çıkmıştır. Ermenistan’ın Rusya desteği ile Dağlık Karabağ’ı işgal etmesi
üzerine Elçibey Haydar Aliyev’i Bakü’ye davet etmiş, ancak Aliyev’in gelmesi ile
Azerbaycan’daki siyasi atmosfer aniden değişmiş ve Elçibey görevden uzaklaştı
rılmış, yerine ise Ekim 1993’te Haydar Aliyev göreve gelmiştir. SSCB’nin yönetim
kademesi ve KGB’den gelen Aliyev’in Elçibey yerine iktidara gelmesinde Rusya’nın
bölgedeki etkinliğinin bir başka göstergesi olarak kabul edilmiştir. Rusya’nın “Ya
kın Çevre Doktrini” adını verdikleri, eski Sovyet cumhuriyetlerine Rusya etrafında
birleşip yeni bir küresel güç merkezi yaratma çağrısının önemli muhataplarından
birisi olan ama buna Elçibey döneminde şiddetle direnen Azerbaycan, H. Aliyev ile
birlikte radikal bir politika değişikliğine gitmiş ve Aliyev’in iktidara gelmesinden
bir ay sonra Eylül 1993’te Azerbaycan Bağımsız Devletler Topluluğu’na (BDT) ka
tılma anlaşması ve Rusya ile Ortak Güvenlik Anlaşması imzalamıştır.
80 Türk Dış Politikası II
Bölgede önemli bir siyasi aktör olma çabasındaki Türkiye’nin bölge içindeki
en önemli müttefiki Azerbaycan’a Ermenistan ile mücadelesinde doğrudan askerî
destek sağlayamaması ya da Devlet Başkanı Elçibey’e “sahip çıkamaması” da as
lında güç dengelerinin ciddi bir biçimde değiştiğinin bir göstergesi olarak kabul
edilebilir. Aliyev’in Azerbaycan’ının en önemli “millî meselesi” Dağlık Karabağ
konusunda Rusya’dan destek alamaması, Türkiye ile ilişkilerin yeniden gelişti
rilmesinde önemli rol oynamıştır. Ancak E.Elçibey kadar heyecanla olmasa da
H.Aliev ve 2003’te ölümünün ardından yerine geçen oğlu İlham Aliev dönemle
rinde de Azerbaycan Türkiye ile ilişkileri önemsemiştir. Türkiye her dönem baş
ta Ermenistan konusu olmak üzere Azerbaycan’ı desteklemiş, iki ülke arasındaki
yakınlığı H.Aliyev’in de ifade ettiği “iki devlet bir millet” sloganı ile pekiştirmiştir.
1993 Mart ayında anlaşma taslağı oluşturulan Bakü-Ceyhan boru hattı da bu dö
nemin bir ürünüdür. Ancak ilk adımları 1989’da atılan, 1993’te anlaşma taslağı
oluşturulan hattın ancak 2006’da tamamlanabilmiş olması, bölgedeki dengelerin
ne kadar hassas ve karmaşık olduğunun da bir delili olarak görülebilir.
Azerbaycan, Türkiye ile ilişkilerini önemsemekle birlikte, 1995 ve 2009’da ya
şanan iki önemli krizin ilişkilere olumsuz yansıdığı bilinmektedir. İki ülke arasın
daki en önemli kırılma 1995 yılında H.Aliyev’e bir darbe girişiminde bulunulması
ve Elçibey’in tekrar iktidara getirilme girişimidir. Bu eylemde Türkiye’den bazı
güçlerin dahil olduğuna dair iddialar, ilişkilerde ciddi bir kriz ve güvensizlik ya
ratmıştır. Bu güvensizliği gidermek için dönem içinde çeşitli defalar ve düzeylerde
Türkiye’den Azerbaycan’a üst düzey ziyaretlerde bulunulmuş, H.Aliyev’in 1997’de
Türkiye’yi ziyareti sonrası bu kriz büyük ölçüde aşılmıştır. Aralarında Stratejik
Ortaklık Deklarasyonu’nun da bulunduğu 7 belgenin imzalandığı bu ziyarette iliş
kilerin eski rayına oturduğu söylenebilir (Sönmezoğlu, 2006:711-713). İkili ilişki
lerde yaşanan ikinci önemli kriz ise Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin geliştirilme
si çabalarına yönelik olarak Azerbaycan’dan gelen şiddetli tepkilerle yaşanmıştır.
Ermenistan’ın Dağlık Karabağ işgalini sona erdirmeden, Türkiye’nin Ermenistan
ile herhangi bir ilişki kurmasını istemeyen Azerbaycan,
Fotoğraf 3.7
11 Ekim 2009’da İsviçre’de imzalsanan “Türkiye ile Er
Ebulfeyz Elçibey menistan arasında diplomatik ilişki kurulmasına dair
(1938-2000): protokol”ü protesto etmiş ve ilişkiler ciddi bir kriz dö
Azerbaycan’ın II.
Cumhurbaşkanı nemine girmiştir. Söz konusu protokolün yaşama ge
çirilememesinde Türkiye’nin Azerbaycan ile ilişkileri
önemli rol oynamıştır.
Sonuç olarak iki ülke arasında Azerbaycan’ın kuru
luşundan beri ilişkiler birkaç istisna hariç iyi bir seyir
izlemiştir. Ancak süreç içinde görünen, ilişkilerin sa
dece iki ülkenin istek ve beklentilerine göre şekillen
mediğidir. Hem küresel güç ABD’nin tavrı, hem Rusya
ve İran gibi iki güçlü bölge ülkesinin varlığı, iki ülke ile
ilişkilerin belirli bir dengede yürütülmesini gerekli kıl
mıştır. Bu durum iki ülkenin Ermenistan konusundaki
politikasında etkisini göstermiştir.
Ermenistan
1993-1996 dönemi, Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki çatışmaların devam et
tiği ve barış yollarının arandığı bir dönemdir. 1993 yılında Ermenistan’ın Kelbe
cer’i işgali ile Türkiye bu ülkeye giden her türlü yardımın kendi sınırları içinden
3. Ünite - 1993-1996 Dönemi Türk Dış Politikası 81
Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile ilişkilerin geliştirilmesi için yapılan faaliyetler
3 nelerdir?
3. Ünite - 1993-1996 Dönemi Türk Dış Politikası 83
Özet
1993-1996 yılları arasında Gümrük Birliği ekse na geliyordu. 31 Aralık 1995’te (yani asıl olarak
1 ninde Türkiye-AB ilişkilerinin nasıl şekillendiğini 1996’da) gerçekleşen Türkiye ile AB arasındaki
ifade etmek Gümrük Birliği ile sanayi ve teknolojik alanla
Türkiye’nin 1993 sonrasında çok büyük önem rında; mali ve siyasi bir işbirliğinin sağlanması
verdiği AB üyeliği konusu, AB’nin kendisine hedeflenmiştir. 1993-1996 dönemi Türk dış po
üye olmak isteyen ülkelerin öncelikle yerine litikasının en önemli gündem maddesinin AB
getirmesini istediği ilkelerin belirlendiği 1993 üyeliği hedefi çerçevesinde Gümrük Birliği ol
Kopenhang Zirvesi ile gelen yeni kriterler ile duğu söylenebilir.
ciddi bir kırılma yaşamıştır. Bu yeni kriterlerin
en önemli sonucu, Türkiye’nin 1959’dan beri 1993-1996 döneminde dünyada yaşanan gelişme
devam eden ilişkilerinin bir kazanım olmadı 2 ler çerçevesinde Türkiye-ABD ilişkilerinin gelişim
ğının ortaya konulması olmuştur. Türkiye, da sürecini açıklamak
ha 3 yıl öncesinde “Doğu Bloku”nda yer alan, 1990’lı yılların başında Türkiye-ABD ilişkileri
şimdi bağımsızlığına kavuşan ve en kısa zaman oldukça hareketli ve olumlu bir seyir izlemiştir.
da AB içinde yer almaya çalışan ülkelerle aynı Bunda ABD’nin Irak müdahalesine Türkiye’nin
çizgiye çekilmiştir. Türkiye için daha da vahimi, verdiği destek ile Orta Asya-Kafkaslarda ortaya
AB içinde Türkiye’nin üyeliği konusunun âdeta çıkan gelişmelerde ABD’nin Türkiye’ye verdiği
gündemden çıkmasıdır. Soğuk Savaş dönemi önem son derece etkili olmuştur. Dış politika ile
nin koşulları ile Türkiye’ye yönelik ortaya konu yakından ilgili olan dönemin Cumhurbaşkanı
lan nispeten olumlu yaklaşım ortadan kalkmış, T.Özal’ın da özel çabaları ile ön plana çıkardığı
hatta AB’nin bir kültür-medeniyet inşası olduğu, ilişkiler, hem ABD’nin Irak müdahalesi ile böl
başka bir medeniyete ait olan Türkiye’nin bura gede yaşanan boşluğun PKK tarafından doldu
da zaten yeri olmadığına dair pek çok açıklama rulmasının yarattığı tepkiler, hem de T.Özal’ın
sıklıkla gündeme gelmiştir. Koepnhag Kriterleri 17 Nisan 1993’te ani ölümünün ardından farklı
denilen ilkelerin Türkiye’nin içinde bulundu bir biçimde şekillendi. ABD ile 1993 sonraında
ğu siyasi ortam nedeniyle gerçekleştirilmesinin ki ilişkilerde 1993-2001 arası ABD Başkanı olan
de son derece zor olduğu bilinmekteydi. AB’nin Bill Clinton’un etkisi büyük oldu. Bunun nedeni
bu dönemde yaptığı toplantı ve çalışmalarda, Türkiye’nin Balkanlarda, Müslüman Orta As
ürettiği belgelerde Türkiye konusu sadece 22 yıl ya’da ve Kafkasya’da Türk kimliği ile önemli roller
önceden belirlenmiş bir tarih olarak 1995’te ger üstlenileceğinin görülmesi ve Avrasya coğrafya
çekleşmesi öngörülen Gümrük Birliği vesilesi ile sında Türkiye’nin bir “eksen” ülke olabileceğine
gündeme geliyordu. AB yakın ve orta dönem duyulan inançtı. Ayrıca, yükselen radikal İslam’a
de Türkiye’nin üyeliği konusunu hiçbir şekilde karşı Türkiye modelinin bir engel oluşturabile
gündemine almıyordu. Buna rağmen iki taraf da ceği de düşünülüyordu. Bu bağlamda, Türkiye,
1970 Katma Protokol ile 1973-1995 arasında 22 ABD için bölgede çok önemli bir müttefik ola
yılda gerçekleşmesi öngörülen Gümrük Birliği rak görülmüştür. 1993-1996 döneminde, Türki
sürecine devam etmiştir. Bu süreç Türkiye için ye-ABD ilişkileri “stratejik ortaklık” seviyesine
AB üyeliği için son bir şans olarak görülmüş; çıkarılmış, ekonomik ilişkiler de gelişme göster
AB’nin Gümrük Birliği oluşturduğu bir Türki miş, iki ülke arasında Ortak Ekonomik Komite
ye’yi üyelikten reddedemeyeceği düşünülmüştü. ve İş Geliştirme Konseyi kurulmuş ve Çifte Ver
AB için ise Türkiye ile Gümrük Birliği o dönem gilendirmeyi Önleme Anlaşması imzalanmıştır.
de ilişkilerin nihai hedefi gibi görünüyordu. AB ABD, Türkiye’nin AB sürecinde de sürekli aktif
için Türkiye ile Gümrük Birliği hem önemli bir rol üstlenmiş ve AB içinde yer almayacak bir
pazarın açılması hem de Türkiye’nin, Batı Avru Türkiye’nin Batı ittifakından kopabileceği endi
pa’dan uzaklaşmadan, en az ekonomik ve siyasi şesinin de etkisi ile AB içinde Türkiye için gücü
maliyetle birlikle ilişkili içinde olması anlamı nü kullanmaya çalışmıştır.
84 Türk Dış Politikası II
Türkiye’nin Sovyetler Birliği’nden bağımsızlığını yeni bir politik ortam doğmuştur. Rusya, her ne
7 kazanan ülkelerle 1993-1996 yıllarında ilişkileri kadar artık Batı’ya ve NATO’ya daha yakın bir
nin ne boyutta olduğunu ifade etmek politika izlese ve eski gücünde olmadığı düşü
Türkiye, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, nülse de Kafkasya ve Orta Asya’ya da arkasını
Kafkaslarda ve Orta Asya’da ortaya çıkan Türki dönmemiş, bölgede öngörülen boşluğa mahal
Cumhuriyetlerinin de etkisi ile bir anda bölgede vermemiştir. 1991 yılında Ukrayna, Beyaz Rus
çok önemli bir aktör haline gelmiştir. ABD’nin ya ile temellerini attığı Bağımsız Devletler Top
de başlangıçta verdiği büyük destek ile bölgeye luluğu’nu kurmuş, 1993 yılında yeni “Rus Askeri
yönelik politikalar geliştiren Türkiye, hem bu Doktrini” açıklamış bu bölgedeki hâkimiyetini
bölgedeki gelişmelere katkıda bulunmaya çalış korumaya çalışmıştır.
mış hem de bölgenin bir an önce barış ve refah Türkiye ise 1991 yılında Türk cumhuriyetleri
alanına dönüşmesi için ikili ve çok yönlü ilişkiler nin bağımsızlığını ilan etmesiyle bu ülkelerle
geliştirmeye gayret göstermiştir. Dönemin baş etnik, kültürel ve dinî bağlarını kullanarak et
bakanı S. Demirel Adriyatik’ten Çin Seddi’ne bir kin bir ilişki içine girme çabasına girişmiştir.
Türk dünyasından, Cumhurbaşkanı T. Özal gele Siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkilerini geliştir
cek yüzyılın Türklerin yüzyılı olacağından bah me çabasında olan Türkiye, bu ülkelerle birlikte
setmiştir. Ancak bu duygusal-romantik dönem hareket etme konusunda politikalar üretmiştir.
kısa zamanda yerini gerçek dengelere bırakmış, Bu ilişkileri, TİKA, TÜRKSOY, TRT, THY gibi
bir taraftan ABD Türkiye’ye verdiği desteği azalt devlet kurumlarıyla çeşitli yollardan pekiştir
mış ve Rusya’sız bir bölge düzeni kurulamayaca meye çalışmış olan Türkiye, öncülük ettiği Türk
ğına inanmış, bir taraftan ise yıkılan SSCB’nin Zirveleri ile ekonomik, siyasi, kültürel bağlarını
ardından kurulan Rusya Federasyonu ve onun güçlendirme gayreti gütmüştür. 1993-1996 arası
domine ettiği Bağımsız Devletler Topluluğu kısa dönem, Türkiye’nin Orta Asya-Kafkaslar politi
zaman içinde tekrar bölgede etkin olmaya başla kasının daha gerçekçi zemine oturduğu dönem
yıp Türkiye’nin etki alanını daraltmaya çalışınca olmuştur.
3. Ünite - 1993-1996 Dönemi Türk Dış Politikası 87
Kendimizi Sınayalım
1. Aşağıdakilerden hangisi NATO üyesi diğer ülkelerin 6. Aşağıdakilerden hangisi 1993 sonrası Bill Clinton
aksine Türkiye’nin terk etmediği askeri stratejisidir? döneminde Türkiye-ABD ilişkilerinin gelişmesinde et
a. Kimyasal silahların ortadan kaldırılması kin olmamıştır?
b. Biyolojik silahların ortadan kaldırılması a. Türkiye’nin Balkanlarda, Müslüman Orta As
c. Nükleer silahların ortadan kaldırılması ya’da ve Kafkasya’da Türk kimliği ile önemli rol
d. İleride savunma anlayışından vazgeçmemesi ler üstlenmesi
e. Bölgesel çatışmalarda NATO’nun etkin olması b. Türkiye’yi Rusya ile Batı arasında tampon bölge
olarak görmesi
na karşı olması
c. Avrasya için Türkiye’nin bir “eksen” ülke olabi
leceği düşüncesi
2. Aşağıdaki hangi anlaşma Avrupa Topluluğu’nun d. Yükselen radikal İslam’a karşı Türkiye modeli
bir birliğe dönüşerek Avrupa Birliği olarak anılmasını nin bir engel oluşturabileceği düşüncesi
sağlamıştır? e. İsrail ile birlikte bölgede güvenilir bir müttefik
a. Maastricht Anlaşması olarak görülmesi
b. Kopenhag Anlaşması
c. Nice Anlaşması 7. Aşağıdakilerden hangisi bu dönemde Türkiye-
d. Roma Anlaşması ABD ilişkilerindeki sorunların başında yer alır?
e. Ankara Anlaşması a. Ermeni sorun
b. Bosna sorunu
3. Aşağıdakilerden hangisi Maastricht Anlaşması ile be c. Irak sorun
d. Somali sorunu
lirlenen AB’nin temelini oluşturan sütunlardan değildir?
e. Çeçen sorun
a. Adalet sütunu
b. Ortak güvenlik sütunu 8. Yugoslavya Sosyalist Cumhuriyeti’nden ilk ayrılan
c. Ortak dışişleri sütunu devlet aşağıdakilerden hangisidir?
d. Ekonomi sütunu a. Bosna Hersek
e. Ortak inanç birliği sütunu b. Slovenya
c. Hırvatistan
4. Türkiye Gümrük Birliği’ne girerek aşağıdakilerden d. Makedonya
hangisini amaçlamamıştır? e. Arnavutluk
a. Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB üyeliğine aday olma
sının getirdiği tedirginlik 9. Bosna Savaşı’nı bitiren anlaşma aşağıdakilerden
hangisidir?
b. Yunanistan’ın Türkiye-AB ilişkilerinde sürekli
a. Paris Anlaşması
engel çıkarmasına engel olmak
b. Ankara Anlaşması
c. AB üzerinden ABD’nin uyguladığı gümrük du c. Dayton Barış Anlaşması
varlarını aşmak ve ihracatı arttırmak d. Washington Anlaşması
d. Gümrük Birliği anlaşmasıyla AB ile olan ilişki e. Belgrat Anlaşması
leri tekrar canlandırmak
e. Türkiye’deki kamuoyunda bunun olumlu etkisi 10. Aşağıdakilerden hangisi Kardak Krizinin sonuçla
ni kullanarak iç siyasetteki iktidar mücadelesin rından değildir?
de öne geçmek a. Millî mesele olarak görülen konularda politika
cıların kamuoyu baskısından nasıl etkilendiği
5. Aşağıdakilerden hangisi 1993-1996 döneminde ortaya çıkmıştır
Türkiye-AB ilişkilerinin gelişimde olumsuz etkiye sa b. AB’nin kendi sınırları olarak gördüğü yerler ko
nusunda kendini korumak için Türkiye’ye karşı
hip değildir?
pozisyon alabileceği ortaya çıkmıştır
a. Yunanistan’ın engelleyici tavrı
c. Bu tür bölgesel çatışmalarda çözüm noktasında
b. Türkiye’deki siyasal ve ekonomik istikrarsızlık AB’nin yetersiz kaldığı ve ABD’nin önemi orta
c. Kopenhag Kriterleri ile gelen yeni kritelerin ya çıkmıştır
Türkiye tarafından karşılanamaması d. Yunanistan, AB’nin Türkiye yapması gereken
d. Türkiye’nin yürüttüğü terörle mücadele yön mali destekleri bloke etmiştir
temlerinin tepki çekmesi e. Türkiye ile AB arasında yapılan Gümrük Birliği
e. Gümrük Birliği anlaşması anlaşması iptal edilmiştir
88 Türk Dış Politikası II
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
1990’ların başında gerilmeye başlayan Yunanistan-Türkiye ilişkilerinin 1990’la
rın ikinci yarısından itibaren girdiği kriz sürecini açıklayabilecek,
Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi koalisyon iktidarında Türk dış politikasında
ki çeşitlilik çabasını ifade edebilecek,
Avrupa Birliği Komisyonu tarafından yayımlanan Gündem 2000 Raporu’nun
Türk dış politikası ile ilgili bölümlerini açıklayıp Türk dış politikasına olan et
kilerini tanımlayabilecek,
Lüksemburg Zirvesi’ne giden süreçte Türkiye’nin aday olma çabalarını ve Zirve
sonrası Avrupa Birliği ile yaşanan krizi açıklayabilecek,
Teröre karşı verilen mücadelenin Türkiye’nin dış politikasına yansımasını ve bu
çerçevede Suriye ile ilişkiler sürecini özetleyebilecek,
Avrupa Birliği ile ilişkilerde Almanya’da meydana gelen hükûmet değişikliğinin
yarattığı olumlu perspektifi ayırt edebilecek bilgi ve becerilere sahip olacaksınız.
Anahtar Kavramlar
• Yunanistan • D-8
• Kıbrıs • AB-Türkiye
• Gündem 2000 • Avrupa Birliği
• Lüksemburg Zirvesi • Terör
• Refah-Yol İktidarı • Suriye
İçindekiler
• YUNANİSTAN VE KIBRIS İLE İLİŞKİLER
• REFAH-YOL İKTİDARI VE DIŞ
POLİTİKADA ÇEŞİTLİLİK
• AB’NİN GELECEK PLANI: GÜNDEM
1997’den Lüksemburg 2000
Türk Dış Politikası II
Zirvesi’ne Türk Dış Politikası • LÜKSEMBURG ZİRVESİ VE AB İLE KRİZ
• TERÖR, SU VE SURİYE
• ALMANYA’DA İKTİDAR DEĞİŞİKLİĞİ:
KOHL, SCHRÖDER, FISCHER
1997’den Lüksemburg
Zirvesi’ne Türk Dış Politikası
asıl ihtiyacı hissedilen toplumsal destek ise 18 Ağustos 1999’da yaşanan Marmara
depremine Yunanistan’ın yardım gönderen ülkelerden birisi olması ile sağlanmış
oldu. Kısa bir süre sonra Yunanistan’da yaşanan depreme de Türkiye acil destek
verdi ve ilişkilerin niteliksel olarak değişmesi süreci başlamış oldu. Bunun en be
lirgin sonucu ise (kuşkusuz Almanya’daki iktidar değişikliği ve Clinton liderliğin
de ABD’nin büyük katkıları ile) Türkiye-AB ilişkilerine yansıdı. Aralık 1997’de AB
adayları arasına alınmayan Türkiye’ye kapı Aralık 1999’daki Helsinki Zirvesi’nde
açıldı (Erdoğan, 2006: 196).
Kıbrıs Politikası
Türkiye’nin Kıbrıs politikası 1997 sonrasında yoğun bir biçimde AB ile ilişkiler
çerçevesinde ya da onunla ilişkili bir biçimde gerçekleşti. AB’nin Yunanistan’ın
ısrarlı politikaları ile bütün adayı temsil ettiği varsayımı ile “Kıbrıs Cumhuriyeti”
olarak tanıdığı Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile ilişkilerin bu dönemde
önemli tartışmalarından birisi de adaya Rusya’dan getirilmesi planlanan S-300 fü
zeleri konusunda yaşanmıştır.
Fotoğraf 4.2
S-300 füze sistemi, savunmaya yöneliktir ve dönem
itibarıyla bir savaş ortamında test edilmemiştir. Bunun
yanında, başlıklarının görece küçük olması, kısa menzilli
olması ve “hedefe güdüm sisteminin bulunmaması
nedeniyle yeterince etkili olmaktan uzaktır. Ancak mevcut
eksikliklerinin yanında S-300’ler Türkiye’nin Kıbrıs’taki
caydırıcı askerî gücüne zarar verme potansiyeli taşımakta
ve bunun yanında 90 mil menzildeki Türk uçaklarına
tehdit oluşturmaktadır (Coşkun- Demirtaş, 2001:2011-
2012).
Kaynak: http://www.rusya.ru/
Content/9250Rusya_+T%C3%BCrkiye_ye+S_300+f%C3%
BCzeleri+%C3%B6neriyor
nın kuzeyi üzerinde herhangi bir denetimi bulunmadığına işaret eden bazı de
ğerlendirmeler yapması ise Türk tezi açısından olumlu bir gelişme olarak değer
lendirilmiştir. Türk tarafının değerlendirmelerinde ise görüşmeleri Türk tarafının
değil, tüm Kıbrıs adına Rum tarafı ile görüşmelere başlayan AB’nin tıkadığına
işaret edilmiştir. Nitekim 31 Ağustos 1998 yılında Rauf Denktaş yaptığı açıklama
ile Kıbrıs’ta sorunun nihai çözümünü “konfederasyon”da gördüğünü açıklamıştır
(Sönmezoğlu, 2006: 619).
Yunanistan ile ilişkilerde yaşanan gerginliğin Türkiye’nin Avrupa Birliği ile olan
ilişkilerine olan etkisi nedir? 1
yoğunlaşırken Batılı ülkelerle olan ilişkiler ise genellikle Tansu Çiller tarafından
yürütülmüştür.
İslam ülkeleri ile daha yakın ilişkiler kurma politikası doğrultusunda Başba
kan Erbakan’ın ilk yurt dışı seyahatini İran’a yaparak ABD’nin açık muhalefetine
rağmen bir dizi ekonomik ve siyasi iş birliği anlaşmaları imzalaması, 2 Ekim’de
başlayıp 8 Ekim’de sona eren Mısır-Libya ve Nijerya gezisi yapmasıyla başlayan
dış politika tercihi iç ve dış politikada büyük tartışmalara neden olmuştur. (Erdo
ğan, 2006: 164-165). Dış politika tercihine yönelik bu tepkiler zamanla daha da
hararetlenmiş ve devamında “28 Şubat Süreci” denilen sürecin başlamasına neden
olmuştur. Sürece adını veren 28 Şubat’ta yapılan MGK toplantısında “irtica”nın
da devlete terör kadar zararlı olduğu ve hükûmetten laikliğin tesisi için yasaların
uygulanması talep edilmiştir. Devam eden süreçte ise Refah Partisine kapatma
davası açılmış ve hükûmetin kurulmasından 11 ay sonra, 18 Haziran 1997’de Er
bakan görevinden istifa etmek zorunda kalmıştır. Erbakan’ın istifası sonrası Cum
hurbaşkanı Süleyman Demirel hükûmeti kurma görevini Anavatan Partisi Genel
Başkanı Mesut Yılmaz’a vermiş ve Anavatan Partisi, Demokratik Sol Parti ve De
mokrat Türkiye Partisinden oluşan ANASOL- D Hükûmeti kurulmuştur.
Kaynak: http://en.wikipedia.org/wiki/File:Developing_8_Countries_
logo.png
ile müzakerelerin üç ay sonra başlamasına ve bunun için de ikili hükûmetler arası Lüksemburg Grubu:
Üyelik müzakereleri Aralık
konferanslar düzenlenmesine karar verilmiştir. Diğer beş aday ülke olan Bulgaristan, 1997’deki Lüksemburg
Letonya, Litvanya, Romanya ve Slovakya (Helsinki Grubu) ile de eş zamanlı hazırlık Zirvesi’nde kararlaştırılan,
sürecine başlanmasına hız verilmesine karar verilmiştir (Erdoğan, 2006: 179). Ayrıca Çek Cumhuriyeti, Estonya,
Kıbrıs, Macaristan, Polonya ve
AB tarihinde ilk olacak şekilde katılım ortaklığı çerçevesinde aday ülkelerin üyelik sü Slovenya’nın kastedildiği altı
reci kapsamında ilerleme düzeylerinin (Kopenhag Kriterleri ve AB mevzuatının üst ülkeye verilen isim.
lenilmesi doğrultusunda) incelendiği, ilki 1998 yılı sonunda olmak üzere yıllık “İler
leme Raporları”nın Komisyon tarafından oluşturulması da kararlaştırılmıştır.
Harita 4.1
Avrupa Haritası
Kaynak: https://
www.msu.
edu/~bushnic2/423/
Europe%20Map.
html
AB için tarihî bir öneme sahip bu Zirve, Türkiye açısından niteliksel gelişmele
rin sağlandığı bir zirve olsa da hayal kırıcıdır. Soğuk Savaş sonrasındaki genel eği
lim, Türkiye’nin bütünüyle ve geriye dönüşü olmayacak şekilde süreç dışına itilme
si biçiminde geliştiğinden, aslında Lüksemburg Zirvesi ile Türkiye’nin tam üyeliğe
ehliyetinin bir kez daha teyit edilmesi önemli niteliksel bir gelişme olarak okuna
bilir. Konsey, Türkiye’nin diğer aday ülkelerle aynı doğrultuda değerlendirileceğini
104 Türk Dış Politikası II
Gündem 2000’den itibaren AB odaklı bir dış politika izleyen Türkiye, Lüksem
burg Zirvesi’nden sonra AB ile siyasi diyalogu kesmiş ve bir yandan da alterna
tif politikalar aramaya başlamıştır. Bu konuda Rusya Devlet Başkanı’nın Türkiye
ziyareti, ABD ve İsrail ile yapılan dış politika tercihleri ön plana çıkarılmıştır. 17
Aralık’ta Başbakan Mesut Yılmaz’ın Amerika’ya gitmesi, yine aynı günlerde İsrail
Savunma Bakanı’nın Türkiye ziyareti de bu alternatif arayış çabasının ürünüdür.
Yine Zirve kararlarından sonra ABD’nin “Türkiye’nin AB üyeliğini desteklediği”
ve Lüksemburg kararını “geçici nitelikte engel” olarak tasvir ettiği yönündeki res
mî açıklamaları da Zirve sonucunun ABD’nin de beklentilerinin aksine sonuçlan
dığını göstermektedir.
Çoğunlukla panik ve şok havası içerisinde yapılan bu açıklamaların yanında
AB ile olan gelişmeleri daha sakin değerlendirenler de vardır. Mesela eski Büyü
kelçilerden Ş. Elekdağ, her şeyin bitmediğini söylüyor, tepkileri oldukça duygusal
buluyor ve Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde, başkalarına nispetle aşması gereken çok
ciddi tarihsel/kültürel/psikolojik engeller de bulunduğunun altını çiziyordu (Çalış,
2006: 351). Gerçekten de Türkiye’nin Lüksemburg Zirvesi’ne giden süreçte yaşa
dıklarına bakıldığında, AB’nin potansiyel adaylarından beklediklerinin neredeyse
tam tersi gelişmeler yaşandığını görmek mümkündür. 1996 başında yaşanan Kar
dak Krizi, yaygın terör ortamı, ekonomik-mali kriz, Erbakan Hükûmeti’nin görev
den çekilmesinin de aralarında yer aldığı “28 Şubat Süreci” uygulamaları, Refah
Partisi kapatma davası hazırlıkları (kapatma davası 16 Ocak 1998’de açıldı) gibi
gelişmeler, bu süreçte Türkiye’nin AB karşısındaki pozisyonunu zora sokmaktaydı.
AB üyesi ülkelerden ise kararların Türkiye’deki gibi okunmadığına dair açık
lamalar geliyordu. Hatta Lüksemburg’da çıkan kararların, Türkiye’deki negatif
değerlendirmelerin aksine Türkiye açısından olumlu gelişmeler olduğuna dair
yorumlar yapılıyordu. Örneğin İngiltere Başbakanı Tony Blair “Kapı Türkiye için
sonuna kadar açıldı. Türkiye’nin bizim için ne kadar önemli olduğunu gösterdik.
Geriye Türkiye’nin bu kapıdan geçmesi kalıyor.” derken AB Komisyon Başkanı J.
Santer, “Türkiye bizim Gündem 2000’de önerdiklerimizden çok daha fazlasını elde
etti. İlk defa resmen tam üye olabileceğinin güvencesini aldı. Kendine ‘aday’ dedirtti.
Genişleme sürecine dahil oldu. Avrupa Konferansı’na davet edildi ve Gümrük Birliği
konusundaki aksaklıkların giderileceği sözünü aldı” diyordu. Avrupa Komisyoneri
Van der Broek da “Lüksemburg’da çıkan kararlar yeterince incelenseydi Türki
ye’ye tam üyelik yolunda son derece olumlu öneriler yapıldığı anlaşılacaktı. Tür
kiye yanlış anladı.” açıklamasını yapıyordu. Lüksemburg kararlarını Türkiye’nin
anladığı gibi anlayan neredeyse tek açıklama ise İtalya Dışişleri Bakanı Dini’den
gelmiştir: “...işte tam da bu noktada, özellikle de Türkiye’ye yönelik karar, bizim tat
min olmadığımız noktadır. Eğer Türkiye’nin Avrupalılığı vurgulanacaktıysa, Zirve
bunu genişleme sürecine Türkiye’yi daha iyi entegre ederek yapabilirdi. Böylece de
Konsey ayrımcılık hissini vermekten de kaçınmış olurdu... Benim değerlendirmem
daha çok Birliğin yetersizliğine yönelik, genişlemenin strateji ve zaman planlaması
öyle yapılmalı ki, küresel jeopolitik çıkarlarımız korunabilsin” (aktaran Erdoğan,
2006: 181).
Görüldüğü üzere Lüksemburg Zirvesi Sonuç Bildirisi, AB ve Türkiye tarafın
dan farklı şekillerde algılanmıştır. Bu algı farklılığındaki temel neden ise tarafların
beklentilerinin farklı oluşu ile açıklanabilir. Türkiye diğer ülkeler ile birlikte aday
statüsü alma beklentisi içindeyken hayal kırıklığına uğramış, genel olarak Türki
ye’nin adaylığına olumlu yaklaşmayan AB ise aday statüsü vermemekle birlikte
Türkiye’yi genişlemenin içine kısmen de olsa dahil etmiştir.
4. Ünite - 1997’den Lüksemburg Zirvesi’ne Türk Dış Politikası 107
İlerleme Raporu-1998
AB Komisyonu, Lüksemburg ve Kardif Zirvelerinde belirtildiği gibi 4 Kasım 1998
tarihinde Türkiye için ilk “İlerleme Raporu”nu açıklamıştır. İlerleme Raporların
da, aday ülkelerin Kopenhag Kriterleri ve AB’nin genel ilke ve kuralları konu
sundaki durumunu sektörel olarak analiz etme amacıyla hazırlanmakta ve ek
siklikler tespit edilerek, bunların giderilmesi yönünde muhatap ülkeye önerilere
yer verilmektedir. Diğer aday ülkeler gibi Türkiye için de ilk kez hazırlanan 1998
Raporu’nda Türkiye’nin Kopenhag Siyasi Kriterleri çerçevesinde ciddi eksiklikle
re sahip olduğu ifade edilmiş ve bunlara yönelik ihtiyaçlar ile yol haritası ortaya
konulmuştur. Rapor’da insan hakları ve demokrasi konusundaki eksikliklere vur
gular yapılmış, örneğin yargı sisteminin bağımsızlığı konusunda Devlet Güvenlik
Mahkemelerinin uygulamada yol açtığı sıkıntılara yer verilmiştir. İlerleme Rapo
ru’nda anayasal bir kurum olan Milli Güvenlik Kurulunun siyasette oynadığı fiilî
rol de eleştirilmiş, bunun demokratik bir düzene uygun olmadığı ve ordunun sivil
denetime tabi olmadığı yorumu yapılmıştır. Ayrıca Türkiye’deki kamu otoritele
rinin örgütlenişi ve temel demokratik yapının varlığına rağmen çeşitli faktörler
nedeniyle demokrasinin düzgün bir şekilde işleyemediği belirtilmiştir.
Türkiye’yi “siyasi kriterler” ana başlığı ve “demokrasi ve hukukun üstünlüğü,
insan hakları ve azınlıkların korunması, Kıbrıs meselesi” alt başlıkları, “ekonomik
kriterler” ve “üyelik yükümlülüğünü üstlenme yeteneği” başlıkları altında değer
lendiren 44 sayfalık rapor, genelde kabul görmüş ve “Türkiye’nin bir fotoğrafı”
olarak nitelendirilmiştir. Bu raporun diğer aday ülkelerle aynı standart ve şekilde
yapılmış olması, AB ile ilişkilerde Türkiye’nin katı tutumunun yumuşamasında
da etkili olmuştur. Dışişleri Bakanı İsmail Cem raporla ilgili değerlendirmesinde
“bazı yanlış değerlendirmelerin sürmesine rağmen, AB Komisyonu’nun Türkiye’yi
tam üyeliğin 12 adayından biri olarak tanımlamasıyla, ilişkilerimizde gelişmenin
önü açılmaktadır.” ve “Türkiye tam üyeliğin fiili adayı olarak değerlendirmeye gir
miştir. AB’nin bu yaklaşımı Devlet ve Hükümet Başkanları düzeyinde hayata ge
çirmesi ilişkilere ivme kazandıracaktır” (aktaran Çalış, 2006: 364) demiştir. İsmail
Cem’in değerlendirmelerinin yanında Türkiye’deki genel hava da AB ile ilişkilerin
tekrar canlanacağı yönünde olmuştur.
4. Ünite - 1997’den Lüksemburg Zirvesi’ne Türk Dış Politikası 109
TERÖR, SU VE SURİYE
1984’de terör örgütü PKK’nin silahlı eylemlere başlaması, Türkiye’nin dış politika
sındaki önceliklere ve uygulamalara da etkide bulunmuştur. 80’li yıllardan sonra
PKK’nin faaliyetleri için alan bulduğu ve lojistik destek sağladığı komşu ülkeler ile
ilişkileri, bu ülkeler ile Türkiye arasında ciddi krizlere neden oldu. Bu çerçevede
Hafiz Esad yönetimindeki Suriye ile zaman zaman fiilî çatışma potansiyeline çok
yaklaşılan gergin bir süreç yaşandı. Türkiye’nin kendisine yönelen teröre destek ver
mekle suçladığı Suriye ile uzlaşması 1998 “Adana Mutabakatı”na kadar mümkün
olamadı. İki ülke arasında terör dışında su yolları ve sınırlar (özellikle de Hatay’ın
statüsü) konusunda da önemli tartışmalar yaşandı. Türkiye’nin başlattığı Güney
doğu Anadolu Projesi’nin (GAP) bölgedeki su kaynakları üzerinde kontrol sağla
ma potansiyeli, Suriye’yi özel olarak rahatsız etti. Bu durum, Suriye’nin PKK ile iş
birliğindeki en önemli motivasyon unsurlarından birisi olarak kabul edilmektedir.
Harita 4.2
Suriye Haritası
Kaynak: http://
www.forumdas.
net/ulkeler/suriye-
haritasi-163395/
110 Türk Dış Politikası II
Suriye’nin PKK’ye olan desteği sadece malzeme ve mühimmat değil aynı zaman
da terör örgütü elemanlarına eğitim, terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’a sığınma
yeri verilmesi vb. şekilde çok çeşitli alanlarda olmuştur. Türkiye’de pek çok can ve
mal kaybına yol açan PKK terör örgütüne Suriye tarafından verilen desteğin dur
durulması için 1998 yılında askerî güç kullanımını da içeren kararlı tutum ilk ola
rak 17 Eylül 1998 günü Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş tarafından
gündeme getirilmiştir. Org. Ateş yaptığı konuşmada Suriye’ye Türkiye’nin güvenlik
ve istikrarını tehdit eden terörist faaliyetleri desteklemeye son vermesini, aksi tak
dirde Türkiye’nin her türlü tedbiri almaya hak kazanacağını, artık sabrın taştığı
nı söylemiştir (http://webarsiv.hurriyet.com.tr/1998/09/17/67031.asp, 19.10.2012).
Org. Ateş tarafından yapılan bu ilk açıklamanın ardından Cumhurbaşkanı Süley
man Demirel ve Hükûmet’ten de bu doğrultuda açıklamalar gelmiş, Suriye’nin ge
rekli adımları atması gerektiği, artık sabrın kalmadığı açıklanmıştır. 3 Ekim 1998’de
de Türkiye, Mısır Devlet Başkanı Mübarek aracılığı ile Abdullah Öcalan’ın teslim
edilmesi, aksi hâlde askerî müdahalede bulunulacağına dair ültimatomu Suriye’ye
iletmiş, Başbakan Mesut Yılmaz “Suriye diplomatik çözüm isterse talebimizi yerine
getirir. Artık adım atacak onlardır” beyanında bulunmuştur (İbas, 2004: 71).
17 Eylül’de Org. Ateş tarafından yapılan açıklama ile başlayan Suriye-Türkiye
ilişkilerindeki gerginlik devam eden günlerde daha da tırmanmış, 2 Ekim 1998’de
Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu “İlan edilmemiş bir savaş hali bu
lunmakta olup, Suriye sabrımızı zorlamamalıdır ve sabrımız bu ülkenin uyarıla
rımıza uymasıyla sınırlıdır” demiştir. 7 Ekim’de Başbakan M. Yılmaz TBMM’de
yaptığı konuşmada Suriye’nin tutumunda değişiklik olmaması hâlinde gerekli her
türlü caydırıcı tedbirlerin alınacağını milletvekilleri ve kamuoyuna açıklamıştır.
O günlerde siyasiler ve askerlerden ardı ardına Suriye’nin uyarılara uyması konu
sunda gelen ültimatom niteliğindeki demeçler sıklaşmıştır. Bu söylemlerin yanın
da Suriye sınırı boyunca topların ve tankların da dahil olduğu birlik intikalleri ve
yığınaklar yapılmış, Suriye terörü desteklemeye devam ederse Türkiye’nin savaşı
göze alabileceği fiilî olarak da açık bir şekilde belirtilmiştir.
Türkiye’nin bu sert ve kararlı tavrına karşılık Suriye ise gerek yayımladığı bildi
riler gerekse hareketleri ile krizi tırmandırmama konusunda oldukça dikkatli dav
ranmıştır. Türkiye’nin sınıra birlik aktarımı yaptığı dönemlerde bile Suriye sadece
gözetleme imkânlarını artırmak için sınır birliklerini küçük çaptaki kuvvetler ile
desteklemiştir. Siyasi olarak ise Arap ülkelerini kendi tarafına çekmeye çalışan Suri
ye, Türkiye’nin İsrail ile ilişkisini öne sürmüş ve bu yakınlaşmanın tüm Arap ülkeleri
için tehlike arz ettiğini belirtmiştir. Buna rağmen bu çağrı Arap ülkelerinden des
tek görmemiştir. Suriye, Türkiye’nin taleplerine ilişkin mesajlarını da Mısır Dışişleri
Bakanı aracılığıyla iletmiştir. Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in 6 Ekim’deki
Türkiye ziyareti, Mısır Dışişleri Bakanı Amr Musa’nın da 12 Ekim’de Suriye’nin me
sajlarını iletmesi Türkiye tarafından olumlu karşılanmış, Suriye ile Türkiye heyetleri
arasında müzakere yapılarak bir mutabakat metni imzalanması kararlaştırılmış ve
19-20 Ekim 1998 tarihlerinde Adana’da bir araya gelen iki ülke heyetlerinin görüş
meleri sonucu “Adana Mutabakatı” imzalanmıştır (İbas, 2004: 74).
Ortak bir antlaşmadan çok Türkiye’nin isteklerinin Suriye tarafından kabul edil
diği bir mutabakat metni olan “Adana Mutabakatı”nda şu hususlara yer verilmiştir:
• Suriye, topraklarından kaynaklanan ve Türkiye’nin güvenlik ve istikrarını boz
maya yönelik hiçbir faaliyete, karşılık ilkesi çerçevesinde izin vermeyecektir.
• Suriye, toprakları üzerinde özellikle PKK’nin silah, lojistik malzeme ve pa
rasal destek teminine ve propaganda yapmasına müsaade etmeyecektir.
4. Ünite - 1997’den Lüksemburg Zirvesi’ne Türk Dış Politikası 111
• Suriye, PKK’nin terörist bir örgüt olduğunu kabul etmiştir. Ülkesinde diğer
terör örgütleri yanında, PKK ve tüm yan kuruluşlarının bütün faaliyetlerini
yasaklamıştır.
• Suriye ülkesinde PKK’nin eğitim ve barınma amaçlı kamp ve diğer tesisler
oluşturmasına ve ticari faaliyetlerine izin vermeyecektir.
• Suriye, PKK mensuplarının üçüncü bir ülkeye geçişleri için ülkesini kul
lanmasına müsaade etmeyecektir.
• Taraflar, yukarıda değinilen tedbirlerin etkili ve şeffaf bir biçimde uygulan
maları yönünde bazı mekanizmalar oluşturmayı kararlaştırmıştır.
• Bu maksatla iki ülke üst düzey güvenlik yetkilileri arasında derhâl ve doğ
rudan telefon hattı tesis edilecek ve kullanılmaya başlanılacaktır. Bilahare
faks hattı da tesis edilecektir. Taraflar yekdiğerinin diplomatik temsilcilik
lerine ikişer özel görevli atayacaklar ve bu görevliler misyon şefleri tarafın
dan bulunan ülke makamlarına takdim edilecektir (İbas, 2004: 74-75).
Mutabakat sağlanan bu hususlar dışında Suriye, Öcalan’ın an itibarıyla Suri
ye’de olmadığını ve Suriye’ye girmesine izin verilmeyeceğini, PKK kamplarının bu
andan itibaren faaliyette olmadığı ve faaliyete geçmesine izin verilmeyeceğini de
teyit etmiştir. Mutabakatın imzalanmasından sonra da uygulamaya ve detaylara
ilişkin bir dizi toplantı yapılmış, ardından Türkiye ile Suriye arasında teröre karşı
iş birliği devri başlamıştır.
le ilgili yaptığı “Helmut Kohl 16 yıldır Almanya için büyük işler yaptı, Türkiye için
aynı şeyleri yaptığını söyleyemem” ve “En azından Schröder’in ön yargıları yok”
şeklindeki açıklamaları Türkiye tarafında da ilişkilerin olumlu yönde değişmesi
konusundaki arzuları belirtmektedir.
Seçimler öncesi hem SPD hem de Yeşiller Partisinin açıklamasına göre ge
rekli kriterlerin yerine getirilmesi ölçüsünde prensipte Türkiye’nin AB üyeliğinin
herhangi bir sorunu olmadığını belirtmişlerdir. Yeni seçilen Başbakan Gerhard
Schröder’e göre de Türkiye’nin Müslüman bir ülke olduğu için Birlikten dışlan
ması asla kabul edilemezdi. Yeni Hükûmet’in Dışişleri Bakanı olan Joschka Fisc
her da “AB bir din birliği değil, değerler ve çıkarlar birliğidir” diyerek Türkiye’nin
üyeliğinin sadece objektif kriterler ile değerlendirilmesi gerektiğini vurguluyordu.
Gerek seçim öncesi, gerek seçim sonrası dile getirilen söylemler beklenilen
doğrultuda sonuç vermiş ve Almanya ile seçim sonrası yeni bir döneme giren
Türkiye, Avrupa Birliği ile de yeni ve olumlu ilişkilerin geliştirildiği bir döneme
girmiştir.
4. Ünite - 1997’den Lüksemburg Zirvesi’ne Türk Dış Politikası 115
Özet
1990’ların başında gerilmeye başlayan Yunanis Erbakan, ilk yurt dışı ziyaretini de İran’a yapmış,
1 tan- Türkiye ilişkilerinin 1990’ların ikinci yarısın ardından da Mısır, Libya ve Nijerya’ya gitmiş
dan itibaren girdiği kriz sürecini açıklamak tir. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın İslam
Soğuk Savaş’ın ardından uluslararası siyasette ülkelerine yaptığı bu gezilerin yanında, kimi
yaşanan yumuşama dönemine karşın, Türki Batı ülkeleri tarafından yasadışı ilan edilen ba
ye- Yunanistan ilişkilerinde tam tersi gelişme zı örgüt liderleriyle de görüşmesi özellikle ABD
ler gözlenmiştir. Blok politikası çerçevesinde tarafından büyük tepki toplamıştır. Bu arada
ABD’nin etkisi ve katkısı ile belirli bir sınırın Türkiye’deki iç dengeler nedeni ile Başbakan Er
üzerine çıkmayan gerginlik, 1990 sonrasında, bakan’ın söylemsel olarak İsrail karşıtı demeçler
biraz da Türkiye’deki terörün kaynakları vesile vermesine rağmen, İsrail ile olan özellikle askerî
si ile çatışmalı bir hâl almıştır. Türkiye ve Yuna ilişkiler bu negatif söylemlerden etkilenmemiş,
nistan, anlaşmazlık yaşadıkları konularda kendi bilakis özellikle askerî ilişkilerde gelişmeler ya
çıkarlarını maksimize etmeye çalışırken bazen şanmıştır. İslam ülkeleri ile bütünleşme bağla
sıcak çatışma riski bile doğmuştur. 1995 sonu mında bu dönemde yapılan en büyük girişim ise
1996 başında yaşanan Kardak Krizi ile daha da Türkiye’nin liderliğinde Bangladeş, Endonezya,
keskinleşen bu gergin ortam, Eylül 1996’da Yu İran, Malezya, Mısır, Nijerya, Pakistan ve Türki
nanistan’da Kostas Simitis’in Başbakan olması ve ye’den oluşan ve G-8’e karşı bir duruşu da temsil
Türkiye’ye karşı daha uzlaşmacı bir politika izle eden D-8 örgütünün kurulmasıdır. 15 Haziran
mesi sonucu yumuşamaya başlamıştır. Özellikle 1997’de kurulan örgütün amacı, üye ülkeler ara
Abdullah Öcalan’ın yakalanması sürecinde Yu sında kalkınmaya yönelik işbirliğini geliştirmek,
nanistan’ın politikaları hem Türkiye hem de di ekonomik ve sosyal ilişkileri zenginleştirmektir.
ğer ülkeler tarafından yoğun olarak eleştirilmiş
tir. 1997’de AB Konseyinin genişleme kararında Avrupa Birliği Komisyonu tarafından yayınlanan
hem Kıbrıs’ın yer alması hem de Türkiye’nin 3 Gündem 2000 Raporu’nun Türk Dış Politikası ile
dışlanmasında büyük rol oynayan Yunanistan, ilgili bölümlerini açıklayıp Türk Dış Politikasına
kararların sonrasında Türkiye’nin daha sert bir olan etkilerini tanımlamak
politikası ile karşı karşıya kalmış ve Türkiye’yi Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından Orta
Avrupa’dan dışlamanın kendisi için olumlu so ve Doğu Avrupa’daki pek çok ülke AB’ye üye
nuçlar yaratmadığını fark etmiştir. Yunanistan, lik başvurusunda bulunmuştur. Bu çapta bir
A. Öcalan krizi sonrasında Türkiye ile diyalogu genişlemeye hazır olmayan AB, yeni bir geniş
ön plana taşıyan politikacıları tercih etmiş ve leme stratejisinin taslağı olarak Komisyon eliyle
radikal bir politika değişikliğine giderek Tür Gündem 2000 Raporu’nu hazırlatmış ve Haziran
kiye’nin AB’ye yakınlaşması konusunda hiç ol 1997’de kamuoyu ile paylaşmıştır. Komisyon, bu
madığı kadar olumlu ve destekleyici yaklaşmaya raporda üyelik başvurusu yapan tüm ülkeleri
başlamıştır. 1999’da yaşanan depremler ise ilişki Kopenhag Kriterlerine göre değerlendirmesi
lerdeki gelişmenin toplumsal destek eksikliğini ne ve üyelik süreçlerini ortaya koymasına rağ
ortadan kaldıran bir rol oynamıştır. men, Türkiye’yi aynı kriterler doğrultusunda
değerlendirmemiş, daha da önemlisi genişleme
Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi koalisyonunun stratejisinde bir yer de vermemiştir. Türkiye ko
2 iktidarında Türkiye Dış Politikasındaki çeşitlilik nusunda daha çok siyasi açıdan yapılan değer
çabasını ifade etmek lendirmelerde MGK’nin sivil siyasetteki ağırlıklı
Temmuz 1996’da kurulan “Refah-Yol” koalisyon rolü, bireysel özgürlüklerin AB ortalamasının
hükûmetinde N. Erbakan Başbakanlık görevini, altında oluşu, Yunanistan ile var olan anlaş
T. Çiller ise Başbakan Yardımcılığı-Dışişleri Ba mazlıklar, Kıbrıs’ın durumu ve makroekonomik
kanlığı görevini üstlenmiştir. Türk Dış Politika dengesizlik konuları eleştirilmiştir. Ayrıca Yuna
sının geleneksel Batıcı çizgisine itirazları olan ve nistan’ın çabalarıyla Kıbrıs Adası konusunda da
dış politikayı çeşitlendirme gereğini vurgulayan adadaki görüşmeler sonucunda bir çözüm bu
116 Türk Dış Politikası II
lunsa da bulunmasa da “GKRY ile adanın ulus 4 Kasım 1998 tarihinde açıklanan “Türkiye için
lararası hukuk tarafından tanınan tek otoritesi” İlerleme Raporu” var olan ilişkileri biraz olsun
olarak müzakerelere başlanacağı vurgulanmıştır. yumuşatmıştır. Türkiye’nin Kopenhag Kriterleri
Gündem 2000’in yayımlanmasından sonraki sü çerçevesinde değerlendirilmesi, “olumlu” olarak
reçte ise Türk Dış Politikasının merkezini 12-13 addedilmiştir. Ancak Rapor’un içinde yer alan
Aralık 1997’de yapılacak olan Lüksemburg Zir MGK’nin sivil siyasetteki rolünden Devlet Gü
vesi’nde Türkiye’nin adaylığını kabul edilecek venlik Mahkemelerinin uygulamadaki sıkıntıla
rapora dahil ettirme çabası oluşturmuştur. Bu ra kadar siyasi olarak ağır olan değerlendirmeler
konuda AB ülkeleri ile yapılan ziyaretler çerçe Türkiye tarafından eleştirilmiştir.
vesinde en önemli görüşme Başbakan Mesut Yıl
maz ile Almanya Şansölyesi H. Kohl arasındaki Teröre karşı verilen mücadelenin Türkiye’nin dış
görüşmedir. Mesut Yılmaz tarafından olumlu 5 politikasına yansımasını ve bu çerçevede Suriye
olarak adledilen görüşme sonrası Lüksemburg ile ilişkiler sürecini özetlemek
Zirvesi’nde Türkiye’nin adaylığının açıklanma PKK’nin silahlı eylemlerine başladığı 1984’ten
ması Türkiye’nin hem Almanya hem de AB ile sonraki dönemde en önemli lojistik desteği Su
ilişkilerini derinden etkilemiş, Türkiye bu karar riye’den aldığı genel bir kabul görmektedir. So
sonrasında AB ile siyasi ilişkileri dondurma ka ğuk Savaş döneminde bir NATO ülkesinin zor
rarı almıştır. durumda bırakılmasının aracı olarak düşünülen
PKK, sonrası dönemde daha çok ikili anlaşmaz
Lüksemburg Zirvesi’ne giden süreçte Türkiye’nin lıkların ve su ve sınır gibi konuların da aktörü
4 aday olma çabalarını ve Zirve sonrası Avrupa hâline dönüştürülmüştür.
Birliği ile yaşanan krizi açıklamak 1997’de AB tarafından gelen mesajların yeterin
Gündem 2000 Raporu’nda Türkiye için üyelik ce güçlü/olumlu olmaması, Türkiye’nin Suriye’ye
perspektifi verilmemesi, raporun kabul edilece yönelik baskısını da çekinmeden uygulama im
ği 12 Aralık’taki Lüksemburg Zirvesi’nde Tür kânı vermiştir. 17 Eylül 1998’de Kara Kuvvetleri
kiye’nin adaylığının da kabul edilecek rapora Komutanı Org. A. Ateş tarafından yapılan Suri
eklenmesi yönündeki çabaları artırmıştır. Bu ye’nin terörist faaliyetleri desteklemeyi bırakma
doğrultuda özellikle Almanya ile diyalog süre sını içeren çağrı ile Suriye ile ilişkiler gerilmeye
ci hızlandırılmıştır. Tüm çabalara rağmen ilgili başlamıştır. Bunun ardından hükûmet tarafın
zirvede diğer on ODA ülkeleri ve Kıbrıs geniş dan gerekirse güç kullanılacağına ilişkin sert ve
leme sürecine dahil edilirken Türkiye’nin üye kararlı açıklamalar yapılmıştır. Suriye sınırına
olmaya ehil olduğu vurgulanmasına karşın, bu askerî birliklerin kaydırılması da Türkiye’nin
sürecin dışında bırakılmıştır. Bunun yanında ciddiyetini ortaya koymuş ve bu gergin süreç so
Türkiye, AB üye ve adaylarının ve diğer ilgili nunda 19-20 Ekim 1998 tarihinde Adana’da bir
ülkelerin katılacağı Avrupa Konferansı’na da araya gelen Suriye ve Türkiye arasında “Adana
vet edilmiştir. Komisyon tarafından ilki 1998 Mutabakatı” imzalanmıştır. Teröre karşı iş birli
yılında hazırlanması planlanan İlerleme Rapor ğini içeren bu mutabakat iki ülke arasındaki iyi
ları doğrultusunda Türkiye için de İlerleme Ra ilişkilerin de başlangıcı olmuştur.
poru hazırlanması kararlaştırılmıştır. Türkiye’ye Adana Mutabakatı sonrası Suriye Hükûmeti,
aday statüsü verilmemesi ve ayrıca “yakınlaşma PKK terör örgütü liderinin Suriye’de bulunma
stratejisi” ve Avrupa Konferansı’na katılımın bir dığını açıklamıştır. Suriye’den çıkarılan Abdul
dizi siyasi şarta bağlanması sonucu Türkiye bu lah Öcalan Rusya’ya kaçmış ancak orada barı
şartları reddetmiştir. Bunun sonucunda Avrupa namamış ve İtalya’ya gönderilmiştir. Roma’da
Konferansı’na katılmayacağını ve AB ile siyasi havaalanında İtalya tarafından gözaltına alın
diyalogu keseceğini açıklamıştır. Devam eden mıştır. Türkiye İtalya Hükûmeti’nden Öcalan’ın
süreçte her iki taraf da bu durumu değiştirmeye geri verilmesini istemiş ancak bu istek Türkiye’de
yönelik bir şeyler yapmamış ve ilişkilerdeki dur işkence ve idam cezasının varlığı neden göste
gunluk uzun bir süre devam etmiştir. Lüksem rilerek reddedilmiştir. Avrupa Birliği de üyesi
burg Zirve Kararlarının uygulama boyutunda olması nedeniyle İtalya’nın kararını destekleyen
4. Ünite - 1997’den Lüksemburg Zirvesi’ne Türk Dış Politikası 117
bir açıklama yapmıştır. İtalyan Hükûmeti’nin iktidar değişimini gerekli kılmaktaydı. Nitekim
Öcalan’ı, hakkında zaten tutuklama kararı bu 27 Eylül 1998 seçimlerinde Sosyal Demokratlar
lunan Almanya’ya verme talebi de Almanya ta ve Yeşiller iktidara gelmiştir. Seçim öncesi söy
rafından reddedilmiştir. İtalya’daki gözaltı süresi lemlerde de Türkiye’nin kimlik ve değerlerden
sonunda Öcalan serbest bırakılmış ve önce Ati bağımsız, objektif olarak değerlendirilmesi ge
na’ya sonra da Yunanistan Büyükelçiliğinde bir rektiğini dile getiren Gerhard Schröder ve Josc
süre kalmak için Kenya’ya gitmiştir. 16 Şubat hka Fischer, seçimlerden sonra da bu doğrultu
1999 tarihinde de Hollanda’ya gitmek üzereyken da politikalarını geliştirmişlerdir. Almanya’daki
Kenya ve Amerika’nın da desteğiyle Türk birim seçimlerin sonucu Türkiye’de de olumlu karşı
leri tarafından ele geçirilmiştir. PKK liderinin lanmış ve bu doğrultuda demeçler verilmiştir.
yargılaması yapıldıktan sonra idam kararı veril Schröder’in Başbakan ve Fischer’in de Dışişleri
miş ancak karar uygulanmamıştır. Bakanı olması üzerine Almanya ile ilişkiler de
Öcalan’ın yakalanma sürecinde özellikle Yuna tekrar canlanmaya başlamıştır.
nistan ve İtalya ile ilişkiler bozulmuş, AB ile iliş
kiler tamamen gerilmiş ve Türkiye açısından ta
mamen kopma noktasına gelmiştir. Türkiye’nin
dış politikada 1997 Lüksemburg sonrasında
AB’ye rest çekebilme konumuna gelmesi elini
güçlendirmiştir. Yunanistan Hükûmeti’ndeki
kadro değişikliği, Almanya’daki iktidar değişik
liği ve AB’nin Öcalan Krizi’nde başarısız olma
sının yarattığı olumsuz hava sonucu bu durumu
düzeltmeye yönelik girişimler ile de Türkiye- AB
ilişkileri 1999’un başından itibaren daha olumlu
bir şekilde gelişmeye başlamıştır.
Kendimizi Sınayalım
1. Türkiye ve Yunanistan arasında 1997 yılında NA 6. Türkiye, Avrupa Birliği ile siyasi diyalogu kesme
TO Zirvesi sırasında imzalanan Madrid Deklarasyo kararını hangi AB zirvesinden sonra vermiştir?
nu’nda aşağıdakilerin hangisi mutabakat sağlanan ko a. Helsinki Zirvesi
nular arasında değildir? b. Kardif Zirvesi
a. Karşı tarafın egemenlik haklarına saygı c. Lüksemburg Zirvesi
b. Tek taraflı eylemlerden sakınılması taahhüdü d. Kopenhag Zirvesi
c. Kuvvet kullanmama taahhüdü e. Köln Zirvesi
d. Ege’deki karasularının karşılıklı 12 mile çıkarıl
ması 7. Türkiye için yıllık ilerleme raporları hazırlanması
e. Uluslararası hukuk ilke ve anlaşmalarına saygı aşağıdaki zirvelerin hangisinde kararlaştırılmıştır?
a. Helsinki Zirvesi
2. 20 Ocak 1997 tarihinde KKTC ile Türkiye arasında b. Kardif Zirvesi
imzalanan ortak bildirinin ana konusu aşağıdakilerden c. Lüksemburg Zirvesi
hangisidir? d. Viyana Zirvesi
a. KKTC’nin yapacağı askeri harcamalara yardım e. Köln Zirvesi
b. Türkiye ile siyasi bütünleşme
c. KKTC’ye füze savunma sistemi yerleştirilmesi 8. PKK terör örgütü liderinin yakalanma sürecini
d. KKTC’ye yapılan saldırının Türkiye’ye yapılmış başlatan ve Suriye ile Ekim 1998 imzalanan mutabakat
sayılacağı aşağıdakilerden hangisidir?
e. Kıbrıs Barış Görüşmelerinden çekilmek a. Antakya Mutabakatı
b. Adana Mutabakatı
3. Refahyol iktidarında, Başbakan Necmettin Erbakan c. Ankara Mutabakatı
ilk dış gezisini aşağıdaki ülkelerden hangisi yapmıştır? d. Mardin Mutabakatı
a. Mısır e. Halep Mutabakatı
b. Nijerya
c. Almanya 9. PKK terör örgütü liderini gözaltına aldıktan sonra
d. İran Türkiye’ye iadesini reddederek Avrupa Birliği- Türkiye
e. Pakistan ilişkilerinin daha da gerilmesine neden olan ülke aşa
ğıdakilerden hangisidir?
4. D-8 Örgütü’ndeki işbölümüne göre Türkiye, aşağı a. Rusya
daki sektörlerden hangisinin koordine edilmesinden b. Almanya
sorumludur? c. Yunanistan
a. Yoksullukla mücadele ve insan hakları d. İtalya
b. Sanayi, sağlık ve çevre e. Fransa
c. Kırsal kalkınma
d. Finans, bankacılık ve özelleştirme 10. Türkiye- Almanya ilişkilerinin yumuşamasına kat
e. Enerji kıda bulunan ve Türkiye’nin objektif kriterlerle değer
lendirilmesini savunan Alman Şansölyesi kimdir?
5. Aşağıdakilerden hangisi AB Komisyonu’nun 1997 a. Jocshka Fischer
yılında yayınladığı Gündem 2000’de üyelik görüşmele b. Helmut Kohl
rinin başlatılmasının tavsiye edilmediği ülkelerdendir? c. Gerhard Schröder
a. Kıbrıs d. Hans J. Vergau
b. Letonya e. Von Velzen
c. Polonya
d. Çek Cumhuriyeti
e. Slovenya
4. Ünite - 1997’den Lüksemburg Zirvesi’ne Türk Dış Politikası 119
Yaşamın İçinden
Yılmaz- Kohl ilişkisi Nerede Koptu? Başbakan ayrıca Kohl’ün desteğinin içteki durumunu
Tarih 30 Eylül 1997. Başbakan Mesut Yılmaz, Şansölye da sağlamlaştıracağını, hükümetinin başarısı olarak al
Helmut Kohl ile görüştükten sonra Bonn’daki Federal gılanacağını düşünüyordu.
Basın Merkezi’nde düzenlediği basın toplantısında, zi Ancak gezi sonrasında Almanya’nın sergilediği tutum,
yaretin olumlu sonuçlarını açıklıyor. Yılmaz’ın Türk kamuoyuna da açıkladığı bu beklentisi
Yılmaz, önce Alman tarafının yayınladığı basın bildiri ni boşa çıkardı.
sine atıf yapıyor. Bildirinin Türkiye açısından en önem Kohl, 30 Eylül görüşmesinde Yılmaz’a yerine getireme
li paragrafı şu: yeceği bir vaatte mi bulundu?
“Şansölye Kohl, Türk Başbakanı’nın Türkiye’nin Avru Yoksa Yılmaz, görüşmenin sıcak atmosferi içinde
pa’ya aidiyetine ilişkin tutumunu güçlü bir şekilde des Kohl’ün kendisine ifade ettiği destek sözlerini aşırı bir
teklemiş ve Türkiye’nin AB’ye müstakbel tam üyeliğini iyimserlik içinde yorumlayarak, kendisini gerçekçi ol
desteklediğini açıklamıştır.” mayan bir beklenti içine mi soktu?
Bu ifade, Aralık ayı sonunda Lüksemburg’da yapılacak İlginçtir ki, Alman tarafı, sonradan Kohl’ün Türki
olan Avrupa Birliği zirvesinde Topluluğun 21. Yüzyıla ye’nin 12. Aday ülke olarak açıklanacağı yönünde bağ
dönük genişleme stratejisi açıklanırken Türkiye’nin 12. layıcı bir taahhütte bulunmadığında ısrar etti.
Aday ülke olarak telaffuz edileceği anlamına gelir mi? Yılmaz ise bu taahhüdün Kohl tarafından yapıldığını
Yılmaz, basın merkezinin merdivenlerinden inerken belirtti.
yanına yaklaşarak yönelttiğimiz bu soruya tereddüt et İşte Kohl-Yılmaz ilişkisindeki kopma noktası bu anlaş
meden şu karşılığı veriyor: mazlıkta yatıyor.
“Bundan sonra olmaması mümkün değil...”. Mesut Yılmaz, Başbakan olduğunda Tansu Çiller dö
Bir diğer meslektaşımız üsteleyince Yılmaz kendinden neminde sıkıntılı bir seyre giren Almanya ile ilişkile
emin bir ifadeyle, “İstediğimi aldım...” açıklamasını ya ri düzlüğe çıkartabilecek lider olarak görülmekteydi.
pıyor. Kohl’ün kişisel düzeyde kendisine güveni tamdı.
Başbakan’ın Eylül ayındaki Bonn gezisinin en önemli Bugün geldiğimiz noktada ise Türk-Alman ilişkilerin
hedefi, Lüksemburg Zirvesi’nde Türkiye’yi 12. Aday ül de son onyılların en sıkıntılı dönemi yaşanıyor.
ke olarak tescil ettirmekti.
AB Komisyonu, Temmuz ayında hazırladığı genişleme Kaynak: http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/print
stratejisi raporunda, adayları ilk aşamada 6, ikinci aşa news.aspx?DocID=-9589, Sedat Ergin- Hürriyet, 12
mada ise 5 olmak üzere toplam 11 ülke ile sınırlı tut Mart 1998
muş, Türkiye’yi dışta bırakmıştı.
Türkiye için önerilen, “Gümrük Birliği artı” diye özet
lenen ve 11’lik listenin dışında tutulduğu bir formüldü.
Yılmaz, Kohl’ün yanından ayrıldığında, Türkiye’yi 12.
Aday ülke olarak listeye dahil ettiğine inanıyordu. Bu
konuda Alman tarafının “mutlak desteğini” aldığına
inanıyordu.
Yılmaz, Kohl’e “Tam üyeliğin gerisine düşen ‘Gümrük
Birliği artı’ denilen bir çerçeveyi kabul edemeyiz. Tam
üyelik perspektifini önümüze koymadığınız zaman bize
yapacak bir şey bırakmıyorsunuz” demiş, Alman Şan
söylesi de kendisine şu yanıtı vermişti:
“Size ben yardımcı olacağım. Bizim Türkler’e vefa bor
cumuz var. Ayrıca biz sizin başarılı olmanızı da isteriz.
Pek çok kişi gelip size destek vereceğini söyleyebilir. Ama
kapalı kapıların ardında sizi destekleyecek olan benim.
Ben bir söz verdim mi, tutarım.”
120 Türk Dış Politikası II
Okuma Parçası
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığının AB Lük • 1960 Garanti Anlaşması, Kıbrıs’ın herhangi bir
semburg Kararı ile İlgili Açıklaması devletle tamamen veya kısmen siyasi ve ekonomik
Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet Başkanları’nın 12- birliği giremeyeceği hükmünü içermektedir.
13 Aralık 1997 tarihlerinde Lüksemburg’da yaptığı top 4. Türkiye, BM Genel Sekreteri’nin iyi niyet misyonu
lantıda, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin tek yanlı mü çerçevesinde, Kıbrıs sorununa adil ve kalıcı bir çözüm
racatına binaen “Kıbrıs”la tam üyelik görüşmelerinin bulunması yönündeki çabaları desteklenmiştir. Çözüm
başlatılması kararı alınmıştır. çabaları BM Fikirler Dizisi’nin 1992 yılında, Kıbrıs
Türkiye, söz konusu karar ve doğuracağı sonuçlarla Rum tarafınca reddedilmesi sonucu çıkmaza girmiştir.
ilgili olarak aşağıdaki hususları AB üyesi ülkelerin ve AB üyeliğinin, kapsamlı çözüme ulaşılmasından sonra
uluslararası kamuoyunun dikkatine sunmakta yarar iki tarafça müzakere edilmesinde üyeliğin referandum
görmektedir. yoluyla her iki halkın onayına sunulması BM Fikirler
1. Kıbrıs’la ilgili 1959-60 Anlaşmaları, Türkiye, Yunanis Dizisi’nde öngörülmüştür. Ancak, geçen süre zarfında
tan, İngiltere, Kıbrıs Türk ve Rum toplumlarından oluşan Avrupa Birliği’nin Kıbrıs Rum Yönetimi’ne tam üyelik
beş taraf arasında akdedilmiştir. Bu Anlaşmalar, Ada’da yolunda açtığı kapı, Kıbrıs sorununun çözümüne iliş
ki iki toplum arasında olduğu kadar, bölgedeki barış ve kin görüşme süreci üzerinde yıkıcı etkiler yapmıştır.
istikrarın korunmasını teminen Türkiye ve Yunanistan Sonuçta, Rum Yönetimi’nin, Kıbrıs Türk tarafı ile bir
arasında da bir denge tesis etmiştir. 1960 Anlaşmaları uzlaşma aramadan Avrupa Birliği’ne girerek Yunanis
Ada’daki iki tarafın siyasi ve hukuki eşitliğini tescil et tan’la dolaylı yoldan bütünleşmeyi sağlamak dışında
miş, Kıbrıs Türk ve Rum toplumlarını 1960 Cumhuriye bir amacı kalmamıştır. Lüksemburg Zirvesi’nde alınan
ti’nin iki kurucu ortağı haline getirmiştir. Bu çerçevede, karar böyle bir tek taraflı amaca hizmet etmektedir.
Ada’da egemen üsler bulunduran İngiltere’nin yanında, 5. Avrupa Birliği, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin 1990 yılın
Türkiye ve Yunanistan’a garantör devletler ve iki anava da yaptığı tek yanlı başvuru üzerine Lüksenburg Zirve
tan olarak Kıbrıs’ta kurulan iç ve dış dengenin korun sinde aldığı kararla, Kıbrıs’ta, siyasi açıdan iki eşit ta
ması için eşit hak ve sorumluluk tanınmıştır. 1960’da rafın mevcudiyeti gerçeğine sırt çevirmektedir. Avrupa
kurulan ortaklık devletinin 1963 yılında Rumlarca silah Birliği bu karar ile hem Ada’nın bağımsızlığının dayan
zoruyla yıkılmasından bu yana, Ada’nın tümünü temsil dığı iki toplumlu temeli, hem de yıkılan ortak devletin
etmeye yetkili tek bir devlet, hükümet ve parlamento yerine konulmaya çalışılan federal çözümün paramet
mevcut değildir. Bugün Kıbrıs’ta iki ayrı egemen halk ve relerini yok etmekte ve toplumlararası temel üzerinde
bunların oluşturduğu iki ayrı demokratik sistem, iki ayrı bir çözüm aranması şansını ortadan kaldırmaktadır.
hukuki düzen ve iki ayrı devlet mevcuttur. Bu ağır bir sorumluluktur.
2. Güney Kıbrıs’daki yönetim sadece Rum tarafının 6. Zirve sonuç belgesinde, GKRY’nin AB üyeliğine iliş
hükümetidir. Kıbrıs Rumlarının kendi yıktıkları or kin olarak bu katılımın Ada’daki tüm toplumların ya
taklığın unvan ve sıfatlarına sahip çıkma iddiaları rarına olacağı ifade edilmektedir. Kıbrıs’ta iki eşit ve
kendilerine meşruiyet kazandırmaz, Kıbrıs’ta 34 yıldır ada’nın ortak sahibi iki halkın mevcudiyetini yok sa
süregelen çözümsüzlüğün temelinde, Kıbrıs Rum tara yan ve Kıbrıs sorununun temelini teşkil eden eşitlik il
fının gayrimeşru sıfat ve iddialarını sürdürme çabası kesini ortadan kaldırmaya yönelik bu yaklaşım kabul
yatmaktadır. İki tarafın serbest iradeleriyle bir siyasi edilemez.
çözüme ulaşılıncaya kadar, taraflardan birinin Kıbrıs KKTC Hükümeti Lüksemburg Zirve sonuçlarıyla ilgi
adına uluslararası hukuki ve siyasi sonuçlar doğuracak li olarak bir açıklama yapmıştır. KKTC hükümetinin
tasarruflarda bulunması yasal ve meşru olmadığı gibi açıklamasında kaydettiği hususlar tarafımızdan da des
mümkünde değildir. teklenmektedir.
3. Lüksemburg’da alınan karar, 1959/60 Anlaşmaları 7. Türkiye, Rum Yönetimi’nin meşru olmayan bu mü
nın ihlali anlamına gelmektedir. Şöyle ki: racaatının 1959-60 Anlaşmaların aykırı olduğunu
• 1959 Zürih ve Londra Anlaşmaları, Kıbrıs’ın Tür 1990’dan bu yana her aşamada AB organlarının, AB
kiye ve Yunanistan’ın birlikte üye olmadıkları ulus üyesi ülkelerin ve Birleşmiş Milletlerin dikkatine getir
lararası kuruluşlara ve ittifaklara katılamayacağını miştir. Türkiye ayrıca, AB Konseyi’nin bu müracaatla
öngörmektedir. ilgili olarak 6 Mart 1995 tarihinde almış olduğu karara
4. Ünite - 1997’den Lüksemburg Zirvesi’ne Türk Dış Politikası 121
Kaynak: http://www.mfa.gov.tr/turkiye-cumhuriye
ti-_disisleri-bakanliginin_-ab-luksemburg-karari-ile-
ilgili-aciklamasi_-14-aralik-1997.tr.mfa
122 Türk Dış Politikası II
Sıra Sizde 2
Gündem 2000’de AB’nin genişleme perspektifi dışın
da bırakılan Türkiye bu dönemden sonra AB odaklı bir
dış politika tercihi yapmıştır. Rapor’un AB Konsey’i ta
rafından değiştirilerek Türkiye’nin de genişleme içeri
sine alınması için AB üyesi ülkelerle çeşitli görüşmeler
yapılmıştır. Bu ziyaretlerin en önemlisi ise Başbakan
Mesut Yılmaz tarafından Almanya’ya yapılmış olanıdır.
Almanya Başbakanı H. Kohl ile görüşen Yılmaz, gö
rüşmenin çok olumlu geçtiğini ve Türkiye’nin genişle
meye dahil edileceği konusunda umutlu olduğuna dair
görüş beyan etmiştir.
Sıra Sizde 3
Öcalan’ın yakalanma sürecinde İtalya, gözaltına aldığı
terör örgütü liderini Türkiye’ye iade etmekten kaçın
mıştır. Öcalan’ı yargılanması için Almanya’ya verme
isteğini dile getirmiş ancak Almanya bu isteği reddet
miştir. Avrupa Birliği ise İtalya’dan yana tavır almış ve
bu doğrultuda açıklamalar yapmıştır. Ardından Öca
lan’ın AB üyesi olan Yunanistan’ın Kenya’daki Büyükel
çiliğinde barındığı anlaşılmıştır. AB’nin Öcalan Krizi
konusunda Türkiye’nin isteklerini yerine getirmemesi
Türk kamuoyunda “Türkiye’yi bölme çabası” olarak
algılanmış ve bu durum Türkiye’nin hâlihazırda siya
si diyalogu kesmiş olduğu AB ile ilişkilerini kopma
noktasına getirmiştir. AB’den uzak olan bir Türkiye’nin
kendi çıkarlarına olmadığını gören Avrupalı siyaset
çiler bu durumun değişmesi ve Türkiye ile ilişkileri
düzeltmek için çaba sarf etmeye başlamışlardır. Öca
lan Krizi sırasında dibe vuran Türkiye-AB ilişkileri, bu
olaydan sonra düzelmeye başlamıştır.
4. Ünite - 1997’den Lüksemburg Zirvesi’ne Türk Dış Politikası 123
Yararlanılan ve Başvurulabilecek
Kaynaklar
Sönmezoğlu, Faruk. (2006). II. Dünya Savaşı’ndan
Günümüze Türk Dış Politikası, İstanbul: Der Ya
yınları.
Coşkun- Demirtaş, Birgül. (2001). Değişen Dünya
Dengelerinde Türk- Yunan İlişkileri, 21. Yüzyılın
Eşiğinde Türk Dış Politikası, Editör İdris Bal, 1.
Baskı, İstanbul, Alfa Yayınları, s.201-220.
Erdoğan, M.Murat (2006) Soğuk Savaş Sonrasında
Türkiye Avrupa Birliği İlişkileri 1990-2005, Anka
ra, Yayımlanmamış Doktora tezi.
Kasım, Kamer. (2001). Türkiye-İsrail İlişkileri: İki Böl
gesel Gücün Stratejik Ortaklığı, 21. Yüzyılın Eşi
ğinde Türk Dış Politikası, Editör İdris Bal, 1. Bas
kı, İstanbul, Alfa Yayınları, s.567-581.
Horvath, Zoltan. (2007). Handbook on the European
Union, Hungarian National Assembly.
Çalış, Şaban, H. (2006). Türkiye- Avrupa Birliği İliş
kileri Kimlik Arayışı, Politik Aktörler ve Deği
şim, Ankara, Nobel Yayın Dağıtım.
İbas, Selahattin. (2004). Türkiye- Suriye İlişkilerinin
Tarihi, Ortadoğu Siyasetinde Suriye, Ankara, Pla
tin Yayınları, s. 33-95.
5
TÜRK DIŞ POLİTİKASI II
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Yunanistan ile yaşanan sorunlu dönemlerden sonra ilişkilerin düzelme sürecini
ve bu sürecin nedenlerini açıklayabilecek,
Yaşanan depremlerin dış politikaya olan etkilerini sıralayabilecek,
Amerika ve Almanya’daki iktidar değişikliklerinden sonra bu değişikliklerin
Türkiye-AB ilişkilerine olan etkisini açıklayabilecek,
Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin adaylığının açıklanma süreci ve sonrasında
AB ile ilişkileri ifade edebilecek,
Yaşanan mali ve siyasi krizlerin dış politikaya etkilerini analiz edebilecek,
11 Eylül 2001 saldırılarından sonra Amerika’nın değişen dış politikasının Türk
dış politikasına etkilerini tartışabilecek bilgi ve becerilere sahip olacaksınız.
bilgi ve becerilere sahip olacaksınız.
Anahtar Kavramlar
• Yunanistan • Ulusal Program
• Rehabilitasyon Dönemi • 11 Eylül
• Deprem Diplomasisi • Clinton ve Schröder
• Helsinki Zirvesi • 2001 Ekonomik Krizi
İçindekiler
krizler, AB ile ve özel olarak Yunanistan, İtalya ve Almanya ile ilişkileri iyice ge
rerek bir çıkmazın içine sokmuştur. İlişkilerdeki çıkmazın bir süre devam etme
sinin ardından hem Türkiye, hem de AB ve AB üyesi ülkeler bu durumu aşmanın
kendi yararlarına olduğunu fark etmiş ve bu yönde adımlar atmaya çalışmışlardır.
Bu gerginliklerin aşılması aşamasında atılan adımlar ve ilişkilerin tekrar iyileşme
süreci ile Türkiye’nin AB’ye adaylık statüsü de bu ünitenin başlıca konularını oluş
turmaktadır. Bu dönemde Türkiye için en önemli iki gelişme Almanya’daki iktidar
değişikliği ve Abdullah Öcalan’ın Kenya’da Yunan Büyükelçiliği’nden çıkışında ele
geçirilmiş olmasıdır. Almanya’da Türkiye’nin üyeliğine kategorik olarak karşı çı
kan H.Kohl iktidarı yerini G.Schröder liderliğindeki Sosyal Demokrat-Yeşil ik
tidarına bırakmış, yeni Hükûmet Türkiye’nin gerekli koşulları yerine getirmesi
hâlinde AB yolunun açık olduğunu deklare etmiştir. Abdullah Öcalan’ın yaka
lanması ise Yunanistan’ı ciddi bir biçimde sıkıntıya sokmuş, Türkiye açıkça Yu
nanistan’ı “terör devleti” olarak lanse etmeye başlamış ve hatta fiilî bir müdahale
ihtimali gündeme taşınmıştır. Zaten GKRY’nin üyeliğini garanti altına alan Yuna
nistan, Türkiye’nin AB içinde daha kolay kontrol edilebilir olduğunu da görmüş
tür. Bu dönemde önce Türkiye, ardından Yunanistan’da yaşanan iki büyük deprem
ise politikacıların işini kolaylaştırmış, Türkiye ile Yunanistan arasında yakınlaşma
için ideal bir ortam sağlanmıştır.
İlişkilerde “Yumuşama Dönemi” olarak anılan bu dönemin daha anlaşılabilir
olması açısından da bu dönemde Hükûmet ve TBMM’de bulunan parti ve kişile
rin bilinmesi önemlidir. Türkiye’nin sıklıkla hükûmet değişikliği yaşadığı bir dö
nem sonrasında erken seçim kararı verilmiş ve 18 Nisan 1999 günü genel seçimler
gerçekleştirilmiştir. Yapılan seçimlerin sonucunda PKK lideri Abdullah Öcalan’ın
yakalanmasını sağlayan Başbakan Ecevit liderliğindeki Demokratik Sol Parti
%22.18 oy ile birinci sırada çıkmış, Milliyetçi Hareket Partisi %17.97, Fazilet Par
tisi %15.4, Anavatan Partisi %13.22 ve Doğru Yol Partisi %12.01 oy oranı ile mec
lise girmiştir (http://www.tesav.org.tr/1999.htm). Seçimin sonucunda Cumhur
başkanı tarafından Hükûmeti kurma görevi DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit’e
verilmiş ve kurulan DSP, MHP, ANAP koalisyonu 28 Mayıs 1999’dan 19 Kasım
2002 tarihine kadar görev yapmıştır. 30 Haziran 1997 yılında 55 inci Hükûmet
döneminde Dışişleri Bakanlığı görevini üstlenen İsmail Cem, bu dönem boyunca
da aynı görevi yürütmüştür.
3. Toplantıların, 1999 Temmuz ayı gibi, mümkün olan en yakın zamanda baş
laması için Dışişleri Bakanlıklarına talimat verilmesi,
4. Balkanlar ve Karadeniz’e ilişkin çok taraflı konularda iş birliğini geliştirme
ve Balkan İstikrar Paktı çerçevesinde Balkanların yeniden yapılandırılma
sında iş birliğinin ilerletilmesi ile Türk-Yunan iş çevrelerinin birlikte katkı
yapmalarını hedeflemek (Cem, 2004:126-127).
Fotoğraf 5.1
İsmail Cem ve Yorgo Papandreou.
Kaynak: http://www.network54.
com/Forum/248068/
thread/1169631626/
1169746522/Former+Foreign+
Minister+Cem+died
diğine dair iddialar son dönemde sıklıkla gündeme gelmiştir. Abdullah Öcalan’ın
Kenya’da Yunan Büyükelçiliği’nde barındığının ortaya çıkması ve üzerinde Kıbrıs
Cumhuriyeti pasaportunun bulunması, Türkiye’nin bu konudaki haklılığını ortaya
koymuş ve Yunanistan’a yönelik çok sert açıklamalar yapılmıştır. Bunun yanında
Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarıldıktan sonra Kenya’da yakalanıncaya kadar
geçen süre içinde Türkiye’nin İtalya ve Almanya ile de ilişkileri bozulma noktasına
gelmiştir. Suriye’den Rusya’ya, oradan da İtalya’ya gelen Öcalan’ı Türkiye’ye teslim
etmeyen İtalya’ya Türkiye’nin tepkisi çok sert olmuştur. İtalya, Öcalan’ı Türkiye’ye
değil, hakkında mahkeme kararı olan Almanya’ya vereceğini açıklamış, Almanya
ise 1993 yılından beri bir terör örgütü olduğu için yasakladığı örgütün liderini,
hakkında tutuklama emri olmasına rağmen, üstelik bu kişinin emri ile Almanya’da
terör eylemleri yapıldığı kendi mahkemelerinde tespit edilmiş, kendi istihbarat
servislerince defalarca tekrarlanmış olmasına rağmen, ülkesine getirip yargılama
cesaretini gösterememiş; ülke içi huzuru, hukuka tercih edecek bir politika izle
miştir (Erdoğan, 2006:199). Öcalan’ın teslim edilmesi konusu Türkiye’nin sade
ce ülkelerle değil AB ile ilişkilerini de germiştir. İtalya ile yaşanan krizde AB’nin
İtalya’ya üyesi olması hasebiyle “sınırsız dayanışma” içinde olduğunu açıklayarak
destek vermesi, AB ile Lüksemburg Zirvesi’nden beri zaten sorunlu olan ilişkileri
etkilemiş ve Türkiye halkının AB’ye olan güvenini de sarsmıştır.
Yaşanan gelişmeler ve özellikle Lüksemburg Kararları ve Öcalan kaynaklı so
runlardan ötürü 11 Ocak 1999’da seçimleri gerçekleştirmek üzere kurulan DSP
lideri Ecevit başkanlığındaki azınlık hükûmeti, hükûmet programında AB’ye sa
dece iki cümle ile yer vermiştir: “2000’li yılların eşiğinde dünya yeni dönüşümlere
sahne olurken özellikle Avrupa yeniden yapılandırılmaktadır. Türkiye de Avrupa’da
ki bütünleşme sürecinde hakkı olan yeri, ulusal haklarından hiçbir ödün vermek
sizin, er geç alacaktır.” Hükûmet programında AB konusuna sadece iki cümle ile
değinilmesi AB’ye karşı son dönemde artan soğukluğun ve kırgınlığın ifadesi ola
rak algılanabilir (Erdoğan, 2006:194). 28 Mayıs 1999 tarihinde kurulan IV. Ecevit
Hükûmeti’nin programında ise Yunanistan ve AB’den “...Yunanistan’la, başta Ege
ile ilgili olanlar olmak üzere, aramızdaki sorunların diyalog yoluyla çözümü için
iyi niyetli ve yapıcı girişimler sürdürülecektir. Bu itibarla komşumuz Yunanistan’ın,
öncelikle PKK dahil, terörizmle mücadelede kesin bir tavır almasını ve ilişkilerimi
ze “Avrupa Birliği” gölgesinin düşürülmemesini beklemekteyiz... Türkiye’nin Avru
pa Birliği’ne tam üyeliği, tarihten, coğrafyadan ve anlaşmalardan doğan hakkıdır.
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne öteki üyelerle eşit hak ve statüye sahip tam üyelik he
definin gerçekleştirilmesine çalışılacaktır. Avrupa’daki bütünleşme süreci içinde ye
rini alacak olan Türkiye, bunu gerçekleştirirken ulusal hak ve çıkarlarını her zaman
titizlikle gözetmeye devam edecektir. Bu çerçevede Avrupa Birliği ile ilişkilerimize
ivme kazandırabilecek fırsat ve gelişmeler dikkatle izlenecektir. Türkiye, siyasi ve
ekonomik planda olduğu kadar güvenlik ve savunma konularında da Avrupa ve
Transatlantik yapılanmaları ve oluşumları içinde tam ve eşit biçimde yer almak için
kararlı bir yaklaşım içinde olacaktır. Gümrük Birliği’nin uygulamada ortaya çıkan
sakıncalarını gidermek için etkin girişimlerde bulunulacaktır...” şeklinde bahsedil
mesi, bir önceki Hükûmet Programı’na kıyasla ilişkilerin düzeltilmesi yönündeki
isteği açıkça belirtmektedir. Bu değişimin en önemli iki nedeninin Almanya’da
iktidarın Sosyal Demokrat-Yeşillere geçmesi ve ABD’nin Türkiye’nin AB ile iliş
kilerinin düzeltilmesi konusunda ortaya koyduğu yoğun çabalar olduğu açıktır.
5. Ünite - Helsinki Zirvesi’nden Ulusal Program’a Türk Dış Politikası (1999-2001) 131
re sahip olmuşlardır. İngiltere, 1972 yılında üye olduktan sonra bu üçlünün arasına
bir diğer öncü devlet olarak girmiştir. Her ne kadar AB bünyesinde alınan kararla
rın büyük bir kısmı hâlâ oy birliği ile alınıyor olsa ve bu durum önemli kararlarda
küçük devletlere veto yetkisiyle birlikte bir pazarlık gücü verse de güçlü devletlerin
politikalar üzerindeki etkisi devam etmektedir. Birliğin genişleme haritasına bakıl
dığında yeni üye olan her devletin hâlihazırda bir AB üyesi ülkenin desteğine sahip
olduğu ve bu şekilde üyelik sürecinin daha kolay atlatıldığı görülmektedir. AB içe
risinde Türkiye’den en fazla göç alan ve en çok Türk nüfusunu barındıran Almanya
da Türkiye için Türkiye’nin üye olması yolunda öncü ülke olmuştur. 1970’li yılların
ortalarından itibaren Türkiye’den Almanya’ya göç frenlenmeye çalışılsa da sayı sü
rekli artmış, dönüş için verilen teşvikler de yeterince etkili olmamıştır. Ancak bu
durum Türkiye’nin AB’ye üyeliği ve serbest dolaşım konularını sekteye uğratmıştır.
3 Ekim 1990’da iki Almanya’nın birleşmesi ile birlikte Almanya’da işsizlik sorunu
daha da büyümüş, bu da Türklere yönelik karşıtlığı da Türkiye’nin AB üyeliği ta
lebinin reddi konusundaki cepheyi de genişletmiştir. Birleşmenin ardından yeni
AB’yi bir kültür-medeniyet alanı olarak tanımlamayı ön plana çıkaran Almanya,
ülkesindeki ve Avrupa’daki genel işsizliği de dikkate alarak Türkiye’ye üyelik yerine
başka formüller öneren ülkelerin başında gelmeye başlamıştır.
AB Komisyonu’nun Haziran 1997’de açıkladığı ve genişleme stratejisinin te
mel hatlarını belirlediği Gündem (Agenda) 2000 raporunda Türkiye aday ülke
ler arasında sayılmamıştı. Son şekli Lüksemburg Zirvesi’nde AB Konseyi tarafın
dan verilecek olan bu stratejiyi değiştirmek ve Türkiye’nin aday ülkeler arasında
yer almasını sağlamak için Türkiye yoğun bir diplomasi trafiği başlatmıştı. Bu
çerçevede Başbakan Mesut Yılmaz Almanya’ya gelmiş, 30 Eylül 1997’de Şansöl
ye H.Kohl ile görüşmüş, ardından da “istediğimizi aldık, Almanya bizi Lüksem
burg’da destekleyecek” açıklaması yapmıştı. Yılmaz basın mensuplarına, Kohl ile
görüşmesinden önce Alman Başbakanlığı tarafından yapılan “Şansölye Kohl, Türk
Başbakanı’nın Türkiye’nin Avrupa’ya aidiyetine ilişkin tutumunu güçlü bir şekilde
desteklemiş ve Türkiye’nin AB’ye müstakbel tam üyeliğini desteklediğini açıklamış
tır’’ cümlesini paylaşmış, ardından da Kohl’e “Tam üyeliğin gerisine düşen gümrük
birliği artı denilen bir çerçeveyi kabul edemeyiz. Tam üyelik perspektifini önümüze
koymadığınız zaman bize yapacak bir şey bırakmıyorsunuz’’ dediğini, Kohl’ün de
“Size ben yardımcı olacağım. Bizim Türkler’e vefa borcumuz var. Ayrıca biz sizin
başarılı olmanızı da isteriz. Pek çok kişi gelip size destek vereceğini söyleyebilir. Ama
kapalı kapıların ardında sizi destekleyecek olan benim. Ben bir söz verdim mi, tuta
rım’’ dediğini paylaşmıştır.
Türkiye’de büyük umut yaratan bu görüşmenin sonrasında da Türkiye sıklıkla
konuyla ilgili olarak H.Kohl’den beklediği desteği ifade etmiştir. Ancak Lüksem
burg kararları büyük bir hayal kırıklığı yaratınca, Başbakan Yılmaz Almanya’yı ve
kişisel olarak Almanya Başbakanı H.Kohl’ü en ağır şekilde sözünü tutmamakla
eleştirmiş ve hatta Almanya’nın “lebensraum-yaşam alanı” arayışı içinde Doğu
ve Orta Avrupa ülkelerine yöneldiğini iddia etmiştir. Yılmaz, 1998’de Almanya’da
yapılacak seçimlerde de Türkiye kökenli Almanya vatandaşlarının tavır koymala
rını istemiş ve bu durum Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkileri fazlası ile ger
mişti. Ardından Öcalan’ın İtalya’dan Almanya’ya iadesi konusunda da beklentiler
karşılanmayınca ilişkiler neredeyse donma noktasına gelmişti. Tam bu dönemde
yapılan 1998 Almanya Federal seçimlerinde Sosyal Demokrat Parti (SPD)’nin se
çimleri kazanması ve Türkiye’nin adaylığına sıcak baktığı bilinen Gerhard Schrö
der’in Başbakan olması da bu yüzden Türkiye’de sevinçle karşılanmış ve ilişkilerin
düzelmesi için umut ışığı olarak görülmüştür.
136 Türk Dış Politikasi II
“Avrupa Birliği, terörizmin tüm biçimlerini kınadığını tekrar eder. Terörizme kar
şı meşru mücadele, insan haklarına, hukukun üstünlüğüne ve demokratik kurallara
tam saygı içinde yürütülmelidir. Meşru çıkarlar, şiddet yoluyla değil, politik bir süreç
yoluyla ifade edilmelidir.
AB, Abdullah Öcalan’ın tutuklanmasının ölüm, rehin alma, yıldırma, ve yaygın tah
ribat ile sonuçlanmış olan kitlesel kargaşa ve şiddet eylemlerine yol açmış olmasını
çok büyük esefle karşılamaktadır. Bu tür şiddet eylemlerinin kabul edilemez ve hiçbir
şart altında hoşgörülemez olduğu şeklindeki görüşünü tekrar ifade eder.
Avrupa Birliği, Türk Hükûmeti tarafından verilen Abdullah Öcalan’ın adil biçimde
yargılanacağı güvencesini kaydeder. Bu güvencenin, kendi seçtiği avukatlara erişim
imkânıyla ve uluslararası gözlemcilerin davaya kabul edilmesiyle birlikte, bağımsız
bir mahkeme önünde hukukun üstünlüğüne uygun bir açık yargılama ve adil ve düz
gün muamele anlamına gelmesini bekler. Ölüm cezasına karşı olduğunu bir kez daha
vurgular.
AB, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tamamen destekler. Aynı zamanda, Türkiye’nin,
sorunlarını, insan haklarına ve demokratik bir toplumda hukukun üstünlüğüne tam
bir saygıyla politik yollardan ve Avrupa Konseyi’nin bir üyesi olarak taahhütlerine
uygun biçimde çözmesini bekler. Bu bağlamda, terörizme karşı mücadeleyi politik
çözümler arayışından ayırmaya ve uzlaşmayı teşvik etmeye yönelik tüm sahici çaba
ları memnuniyetle karşılar. Bunu desteklemek için, AB, devamlı mali yardım dâhil
katkıda bulunmaya hazırdır.
Türkiye’nin bu sorunları bu tutum içinde ele alma çabaları, AB-Türkiye ilişkilerini
ancak olumlu etkileyebilir” (İlerleme Raporu 1999:5-6).
sektör, meslek kuruluşları, parlamento temsilcileri Brüksel ile sürekli bir temas
hâlinde olmuşlardır. Dışişleri Bakanı İsmail Cem de Zirve öncesi son temaslar
için “kritik” görülen Almanya (26 Ekim 1999), İsveç (25 Kasım 1999), Danimarka
(26 Kasım 1999) ve AB Komisyonu (Brüksel, 27 Kasım 1999) ile resmî görüşmeler
yapmıştır (Cem, 2009:127-128). Bu görüşmelerde, Türkiye’nin tutumu, beklentisi
ve kararlılığı AB tarafına ulaştırılmaktaydı. Yapılan açıklamalarda Türkiye’nin du
ruşu ve uyarıları ifade ediliyordu. İsmail Cem’in Zirve’de Yunanistan ve Kıbrıs ile
ilgili sorunların ortaya sürülerek “şartlı adaylık” önerilmesinin önüne geçmek için
Zirve’ye on gün kala muhataplarına gönderdiği yazılı açıklama da bu tür bir uya
rıyı içermekteydi. İsmail Cem mektubunda, AB üyeliğinin Türkiye’nin saplantısı
değil amacı olduğuna ve Türkiye’nin AB’siz de çağdaşlaşma yolunda ilerleyece
ğine; Türkiye’nin diğer adaylardan farklı şartlar kabul etmeyeceğine; Türkiye’nin
üyeliğinin AB’nin güvenlik, istikrar ve ekonomik büyümesine katkı sağlayacağı
na; Yunanistan ile son dönemde ortaya çıkan iyi ilişkilere; Ege’de çözüm bekleyen
sorunlarda Türkiye’nin ortak çalışmaya hazır olduğuna; Kıbrıs Rum Yönetimi’nin
adanın tamamı adına yaptığı üyelik başvurusuna ilişkin hukuki ve siyasi itirazın
geçerli olduğuna ve Kıbrıs sorununun AB ile ilişkilerin dışında tutulduğuna dik
kat çekmiştir (Cem, 2009:123-124).
Fotoğraf 5.2
Almanya Şansölyesi
Gerhard Schröder ve
Almanya Dışişleri Bakanı
Joschka Fischer.
Kaynak: http://www.
voyagesphotosmanu.
com/cancilleria_gerhard_
schroder.html ve http://
www.telegraph.co.uk/
news/worldnews/europe/
germany/ 8091855/
German-Foreign-Ministry-
actively-encouraged-
Holocaust.html
Türkiye’nin adaylığına demokrasi ve insan hakları açıkları nedeni ile kararlı bir
biçimde karşı çıkan İsveç ve Danimarka da Türkiye için artık “engel olmayacakla
rını” açıklamıştır (Erdoğan, 2006:212).
Türkiye-AB ilişkilerinin özellikle 1981 sonrasında en önemli aktörü hâline ge
len Yunanistan’ın bütün gelişmelere rağmen son aşamada hangi tavizlerle konuya
yaklaşacağı 1999’da da kestirilemiyordu. Alışıldığı ve beklenildiği üzere Yunanis
tan, Kıbrıs konusunu hem adaylık isteyen Türkiye’ye, hem de genişleme sürecin
de tıkanma istemeyen AB’ye karşı başarılı bir biçimde koz olarak kullanmaktan
çekinmemiştir. Bu nedenle Yunanistan’ın Türkiye’nin adaylığı konusundaki tavrı,
son aylarda yaşanan balayı havasına rağmen AB ile yapılan pazarlıklar nedeniyle
son dakikaya kadar belli olmamıştır. Bu belirsizliğin diğer üye ülkelerce de payla
şıldığı bir ortamda AB Komisyonu genişlemeden sorumlu üyesi Günter Verheu
gen, “Yunanistan’ın tarihten gelme güvenlik kaygıları taşıması anlaşılabilir.” der
ken, Alman Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Christoph Zöpel de “Atina’nın güvenlik
kaygıları ile hareket etmesi meşrudur” yorumunu yapmıştır. Avrupa medyasının
da yakından takip ettiği bu gelişmeler konusunda Frankfurter Rundschau’dan G.
Höhler’in “Yunanistan Hükûmeti’nin Helsinki’de veto kullanması Avrupa politikası
bakımından bir fiyasko olur ve ülkenin Para Birliği’ne girmesini en azından gölgeler
ve Türkiye ile yaşanan ikili sorunları yeniden çok kötü bir noktaya taşır. Biraz çeki
nerek de olsa şunu söylemek mümkün: Simitis 14 üyenin çizgisinden uzaklaşamaz”
değerlendirmesi genel kabul görmekteydi (aktaran Erdoğan, 2006:213).
Helsinki Zirvesi öncesinde başlayan ve son dakikaya kadar devam eden dip
lomatik pazarlıklar, Türkiye’nin de şahsına güven duyduğu AB Dış Politika ve ve
Ortak Savunma Yüksek Temsilcisi İspanyol Javier Solana’nın da katkılarıyla Zir Müzakereler: 1997’deki
Lüksemburg Zirvesi’nde
ve sonucunda iki tarafı da belirli ölçülerde tatmin eden bir uzlaşıya varılması müzakerelere başlama
nı sağlamıştır. Sonuç olarak Türkiye’nin adaylığı, AB Komisyonu tarafından oy kararı verilen altı ülkeden
birliğiyle kabul edilmiştir. Karara göre Türkiye, diğer aday ülkelerle eşit konumda sonra Helsinki Zirvesi’nde
de Bulgaristan, Letonya,
olacaktır. Bu, Türkiye’nin diğer aday ülkeler gibi ancak özel bir çerçeveye uygun Litvanya, Romanya Slovakya
biçimde, katılım öncesi stratejiden yararlanması anlamına geliyordu. Böylece, ve Malta ile müzakerelerin
başlaması kararı alınmıştır.
Türkiye bir yandan AB programları ve ajanslarına, diğer yandan da katılım süreci
çerçevesinde aday ülkelerle AB arasında yapılan toplantılara katılma imkânına
sahip olacaktı. Zirve Sonuç Bildirisi, aynı zamanda bir Katılım Ortaklığı Belgesi
hazırlanmasını öngörmekteydi. Bu belge, AB müktesebatının üstlenilmesine iliş
kin Ulusal Program ile bir arada katılım hazırlıkları üzerine yoğunlaşarak siyasi
ve ekonomik kriterler ışığında şekillenecekti. AB Komisyonu ayrıca Türk mevzu
atının Topluluk müktesebatıyla uyumlaştırılması için müktesebatın incelenmesi
sürecini hazırlamakla da görevlendirildi (Oran, 2001:351).
Türkiye’ye adaylık statüsü verilmesi öngörülen karar metni Türkiye’yi çelişki
içinde bırakmıştı. Zira Türkiye’nin de onay vermesi beklenilen taslak karar met
ninde Türkiye’yi ciddi biçimde rahatsız edecek hususlar da yer almaktaydı. Türki
ye tarafından rahatsız edici hususların düzeltilmesi talebi Helsinki’ye bildirmiştir.
Helsinki’ye bildirilen ve Türkiye’yi rahatsız eden hususlar 4 ’üncü paragrafta yer
alan Ege sorunları ile 9 ’uncu ve 12 ’inci paragafta yer alan Kıbrıs ile ilgili hüküm
lerdi. Türkiye, AB adaylığı karşısında kendisinden talep edilen hususların çok ağır
koşullar olduğunu, ileride Yunanistan ve GKRY’nin ciddi sorunlar yaratabilece
ğini, bunlar konusunda garantiler verilmezse, adaylığı da kabul etmeyebileceğini
bilidirince, AB Konseyi Başkanı sıfatıyla Finlandiya Başbakanı Paavo Lipponen,
Türkiye’ye ilave bir garanti anlamındaki mektubunu Ecevit’e göndermiştir. Lippo
nen’in gönderdiği bu mektuba göre;
142 Türk Dış Politikasi II
Siyasi Diyalog ve Siyasi Kriterler’in dışında KOB’da kısa ve orta vadeli olarak ay
rılmak üzere “Ekonomik Kriterler”, “İç Pazar”, “Vergilendirme”, “Balıkçılık”, “Ulaş
tırma”, “İstatistikler”, “İstihdam ve Sosyal Politika”, “Enerji”, “Telekomünikasyon”,
“Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Eşgüdümü”, “Kültür ve Görsel-İşitsel Po
litikası”, “Çevre”, “Adalet ve İçişleri”, “Gümrük”, “İdari ve Adli Kapasitenin Güç
146 Türk Dış Politikasi II
Siyasi Kriterler başlığı altındaki kriterlerde ise Hükûmet, siyasi, idari ve yargı
sal reformlara ilişkin çalışmalarını 2001 yılında hızlandıracağını ve önerilerini en
kısa sürede TBMM’ye sunacağını belirtmektedir (UP-2001:17). Bu başlık altın
daki öncelikli konular ise demokrasi ve insan hakları alanında öncelikle Anayasa
değişikliklerinin yapılması olarak belirlenmiştir. Ayrıntılara geçildiğinde genelde
KOB’la uyumlu olan Ulusal Program’da farklılık yaratan hususlar ise idam cezala
rının moratoryumda devamı ve ana dilde yayın konularıdır. KOB’da idam cezası
na ilişkin moratoryuma devam edilmesi önerilmesine rağmen UP’de idam ceza
larının yerine getirilmesinin münhasıran TBMM’nin yetkisinde olduğu ve 1984
yılından beri TBMM’nin yaşamın özüne dokunulmaması yönünde benimsediği
uygulamaya saygılı olunduğu belirtilmiştir (UP-2001:20). Ana dilde yayın ile ilgili
olarak da radyo ve televizyonlarda ana dilin serbestçe kullanımının sağlanması
önerilmiş ancak Ulusal Program’da Türkiye’nin resmî dilinin Türkçe olduğu ancak
bu durumun günlük hayatta farklı dil, lehçe ve ağızların kullanımını engellemedi
ği belirtilmiştir (UP-2001:20).
“Ekonomik Kriterler” başlığı altında da, KOB çerçevesindeki uyum büyük öl
çüde sağlanmış, öneriler çerçevesinde kaydedilen ve kaydedilmesi planlanan re
formlar ortaya konmuş ancak bu çerçevede 1999 yılında ortaya konulan ekono
mik programın Şubat 2001 krizi nedeniyle revize edildiği ve yapısal reformların
revize edilen program altında olmazsa olmaz olarak uygulanacağı belirtilmiştir
(UP, 2001:23-24).
“Üyelik Yükümlülüklerinin Üstlenilebilme Kapasitesi” başlığı altında AB mük
tesebatının ayrıldığı başlıklar orta ve kısa vadeli hedefler olarak belirlenmiş, yapı
lacak olan yasal ve idari düzenlemeler açıklanmıştır.
148 Türk Dış Politikasi II
Türkiye’de yaşanan 2001 Şubat Krizi’nin Türk dış politikası açısından önemini tartışınız.
5
Yaşanan krizle birlikte Türkiye’de belki de en önemli gelişme, vatandaşların AB
konusundaki taleplerinin daha da artması olmuştur. Gelir dağılımında uçurumla
rın olduğu az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde yaşanan ekonomik krizlerin
etkisi üretim potansiyeli oldukça yüksek olan ve adaletli gelir dağılımına sahip
gelişmiş ülkelerden oldukça büyük olacaktır. Ancak siyasal istikrarın sağlandığı
demokratik toplumlar için ekonomik krizler bazen demokratik düzenin işleyişini
tehdit ederken; demokratik kuralların tam olarak yerleşmediği ülkeler için bazen
demokratikleşme sürecine katkı sunan önemli bir unsur olabilmektedir. Türki
ye’de de AB ile yaşanan uzun gerginliklerin sonrasında aday statüsü verilmesine
rağmen AB’ye olan güvensizlik hem toplumsal hem de siyasal boyutta devam et
mekteydi. Yükselen işsizlik, sürekli artan faiz ve enflasyonlarla boğulan Türk hal
kının gözünde AB, sadece siyasi değil aynı zamanda ve hatta daha çok ekonomik
istikrar ve gelişmişlik bakımından daha da önemsenen bir hedef hâline gelmiştir.
Toplumsal taleplerin AB’ye yüklediği olumlu anlamlarla birlikte, demokrasinin
etkili olduğu yönetimlerde seçilen kadronun üzerindeki etkisi hesaba katıldığın
da, özellikle 2002’den sonra Türkiye’nin AB üyeliğine hız vermesindeki nedenler
den biri de bu toplumsal taleptir.
layan ve bunun için askerî güce daha ağırlık veren “Neo-Con”ların (yeni mu
hafazakar) saldırganlıklarına adeta meşruluk sağlayan bu eylemler sonrasında,
G.W.Bush Yönetimi bu saldırıları kınamakla kalmayıp dünyada “ya bizdensiniz
ya düşman” şeklinde özetlenen yeni bir güvenlik algısı oluşturmaya başlamıştır.
Bu güvenlik algısının merkezinde ise “Radikal İslamla Mücadele” yer almaktadır.
G.W.Bush’un -daha sonra dil sürçmesi olduğu söylense de-saldırganlara karşı bir
“haçlı seferi”nden söz etmesi de, o günlerin ruh hâlinin anlaşılması bakımından
önemlidir. ABD yönetimi bu mücadeleyi “önleyici”, yani “özgür dünyaya” yöne
lecek saldırıları beklemeden, onun oluşacağı ortamların ortadan kaldırılmasına
yönelik bir tarzla yürütüleceğini açıklamıştır. Başta ABD olmak üzere Batı dünya
sında 11 Eylül sonrası dış politik ortam, çok büyük ölçüde “terörle mücadele” ve
“güvenlik” kavramlarından hareketle dizayn edilmeye çalışılmıştır.
G.W.Bush, saldırılardan 16 gün sonra 27 Eylül 2001 tarihinde Kongre’nin or
tak oturumunda şu mesajları vererek Bush Doktrini olarak anılacak olan Ameri
kan politikasının esaslarını belirlemiştir:
“Emrimizdeki tüm kaynakları, her türlü istihbarat aracını, her türlü hukuki yaptırı
mı, her türlü mali etkiyi ve gerekli her türlü silahı kullanarak global terör şebekesini
mahvedeceğiz. Teröristlerin mali kaynaklarını kurutacağız, birini diğerine düşürece
ğiz, onları bir yerden başka bir yere kaçacakları ve sığınacakları bir yer kalmayıncaya
kadar süreceğiz, teröristlere yardım eden veya onları barındıran devletleri takip ede
ceğiz. Dünyanın neresinde olursa olsun devletlerin bir karar vermesi gerekir: Bizimle
misiniz yoksa teröristlerle mi? Bugünden itibaren teröristleri barındırmaya ve des
teklemeye devam eden bir devlet, ABD tarafından düşman bir rejim olarak dikkate
alınacaktır” (Arı, 2010: 57)
konuşmasında “şer ekseni” olarak tanımladığı kitle imha silahına sahip ülkeler olan
İran, Irak, Suriye ve Kuzey Kore’ye de göz dağı vermiştir. ABD tarafından tanımla
nan “Şer ekseni”ne dahil olan ülkelerden üçünün Türkiye’nin komşusu olması da
Türkiye’nin jeopolitik konumunu dünya siyasetinde tekrar ön plana çıkarmıştır.
Ortaya çıkan bu jeopolitik avatajla birlikte Türkiye, daha en başından ABD ile
dayanışma içinde olduğunu ve terörizmle mücadelede ABD’ye sınırsız destek ve
receği açıklamasını yapan ülkelerden olmuştur. Türkiye’nin bu tavrı, hem jeopoli
tik konumu ve ABD ile olan yoğun stratejik ilişkileri hem de terörizm konusunda
yaşadığı tecrübelerin ışığında son derece anlaşılır bir tepkidir. Türkiye’deki siyasi
kadrolar da 11 Eylül’ü öz güveni artırıcı ve kendi siyasi ve ekonomik hedefleri için
bir kırılma noktası olarak görmüştür. Bu doğrultuda Türkiye, Orta Doğu politi
kasında İsrail ve ABD ile ilişkilerini bölge politikalarında caydırıcı ve Avrupa’daki
yalnızlığını dengeleyici bir politika olarak yürütmüştür. Özellikle Avrupa’da 1997
yılından beri yalnız olduğunu hisseden Türkiye’nin en büyük amacı bu gelişme
leri AB üyeliği içinde ABD’nin desteğini daha güçlü bir biçimde sağlamaktır (Er
doğan, 2006:246). “11 Eylül’e doğru Türkiye” başlıklı makalesinde H.Kramer bu
durumu değerlendirirken “her hâlükârda AB kendine daha çok güvenen bir An
kara ile karşı karşıya kalacağını hesap etmek durumundadır” (aktaran Erdoğan,
2006:246) yorumunu yapmıştır. Bu bağlamda 1999’dan ama özellikle 2001 başın
dan itibaren Türkiye, İsrail ve ABD ile ilişkileri sürdürmekle beraber, Orta Doğu
ve Avrupa ile daha dengeli bir ilişki içine girmiştir. Nitekim bu dengeleme politi
kası neticesinde, güvenlik algısının yeniden tanımlanması doğrultusunda AB’nin
de Türkiye algısı değişikliğe uğramış ve kısmen Türkiye’nin lehine dönmüştür.
AB’nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Alman G.Verheugen bu durumu şu söz
lerle vurgulamıştır: “Eğer Türkiye bizim tarafımızda sağlam bir yere sahip olursa
(İslam Dünyası ile Batılı demokrasiler arasındaki) bu tür bir çatışmayı engelleme ya
da onu barışçıl biçimde çözme konusundaki şansımız çok yüksek oranda artar. Biz
böylece dünyaya aynı zamanda bir İslam ülkesinde de demokratik hukuk devletinin
çalışabileceğini, insan haklarına saygı gösterebileceğini ve azınlıkların korunabilece
ğini göstermiş oluruz” (aktaran Erdoğan, 2006:247).
Türkiye’nin her türlü teröre karşı savaşta ABD’nin yanında yer alması avantaj
lar ve fırsatlar yaratsa da ciddi riskleri de beraberinde getirmiştir. Bu risklerden
birisi 15-20 Kasım 2003’te El-Kaide’nin İstanbul’da gerçekleştirdiği eylemlerle or
taya çıkmıştır. El-Kaide ABD’nin (İngiltere, İspanya, Türkiye gibi) müttefikleri
ne de saldırmaktadır. Ancak Türkiye için daha da hassas olan konu, Türkiye’nin
komşusu olduğu ülkelere karşı ABD tarafından girişilecek her türlü müdahalenin
yaratacağı olumsuz siyasi ve ekonomik kayıplardır. Bu durumu Irak savaşında ya
şayan ve kötü tecrübeleri olan Türkiye’de ciddi tedirginlikler de oluşmuştur. Tür
kiye’nin ABD yanlısı bir politika izlemesi komşu ülkelerle ilişkilerin kötüleşmesi
sonucu PKK’nın eylemlerine yol açabileceği gibi, ABD’nin desteklenmemesi de
tekrar şekillenen Orta Doğu’da Türkiye’nin çıkarlarının aksine oluşumlara yol
açabilecek ve bu şekillenmede Türkiye’nin söz hakkının olmamasına yol açabi
lecekti. Türkiye’nin Orta Doğu politikasında bulunduğu bu ikilem zaman zaman
Türkiye’nin ABD yanında yer almakla beraber, bu desteğin devamlılığının olama
masının da nedenlerini oluşturmaktaydı.
152 Türk Dış Politikasi II
Özet
Yunanistan ile yaşanan sorunlu dönemlerden ye’ye yardım politikası izlemesi sonucu ilişkiler
1
sonra ilişkilerin düzelme sürecini ve bu sürecin tekrar kurulmuş ve iyileşmeye devam etmiştir.
nedenlerini açıklamak Depremler, siyasiler arasında var olan uzlaşma
Türkiye-Yunanistan ilişkileri 1945’ten 2000’li iradesine toplumsal desteğin sağlanması bakı
yılların ortalarına kadar giderek artan bir ölçü mından son derece etkili olmuş ve uluslararası
de sorunlu olmuş, hatta iki ülke arasında 1974’te literatüre “deprem diplomasisi” olarak geçmiştir.
Kıbrıs’ta sıcak çatışma da yaşanmıştır. Ancak
Türkiye’nin 1984’ten bu yana mücadele ettiği ABD ve Almanya’daki iktidar değişikliklerinden
ayrılıkçı terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın 3 sonra bu değişikliklerin Türkiye-AB ilişkilerine
1998’de Kenya’da Yunan Büyükelçiliği’nde sak olan etkisini açıklamak
landığının ortaya çıkmasının yarattığı gerilim Orta Doğu Bölgesi ABD’nin önem verdiği böl
çok üst düzeyde olmuştur. Bu skandal Yunanis gelerden biridir ve coğrafi olarak kendisine uzak
tan Hükûmeti’nde de sarsıntı yaratmış, ilişkiler olan bu bölgede etkinliğini sağlayabilmesi için
de yumuşamayı sağlayacak olan, Türkiye’ye kar burada bir müttefike ihtiyacı vardır. Türkiye de
şı daha ılımlı olduğu bilinen Yorgo Papandreou Soğuk Savaş döneminden beri Batı Bloku için
Dışişleri Bakanlığı’na getirilmiştir. Türkiye Dı de yer alması nedeniyle ABD’nin güvenebileceği
şişleri Bakanı İsmail Cem ve Yorgo Papandreo güçlü bir müttefiktir. Türkiye’nin yüzünün Ba
u’nun iki ülke arasındaki ilişkilerin sürekli bir tı’ya dönük kalması da ABD’nin bu bölgedeki çı
gerilim hâlinde olmasından iki ülkenin de kay karları açısından önemlidir ve bu nedenle ABD,
bettiğine ilişkin görüşleri iki ülke arasında ya Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemektedir. ABD,
kınlaşmaya neden olmuştur. Bu sırada Türkiye AB ile yakın bağı olmayan bir Türkiye’nin Batı
ve Yunanistan’da arka arkaya yaşanan depremler dünyasından kopmasından, radikal İslam’ın etki
sonucunda iki ülke toplumu arasında meydana sine girmesinden endişe etmekte, bu nedenle de
gelen dostluk hissiyatı da bu yumuşamaya kat Türkiye’nin AB üyeliğini sürekli desteklemekte
kıda bulunmuştur. Sonucunda Ege ve Kıbrıs ko dir. Bu süreçte gerek AGİT Zirvesi kapsamında
nusu gibi birincil öncelikli konuların bu yumu Türkiye’ye yaptığı ziyarette söyledikleri, gerekse
şamanın dışında kalmasına rağmen ekonomik, telefon ve elçilikler yoluyla bu konuda AB’ye bas
kültürel ve iş birliği alanlarında iki ülke arasında kı yapması açısından Clinton, Türkiye’nin AB sü
anlaşmalar imzalanmış ve Helsinki’de Türki recinde Türkiye’ye kesintisiz destek olmuştur.
ye’nin adaylığının açıklanmasında bu yakınlaş Almanya’da ise Türkiye açısından değişimin te
manın büyük etkisi olmuştur. mel nedeni Hristiyan Demokrat’ların AB hak
kındaki “kimlik ve kültür” temelli görüşlerinin
Yaşanan depremlerin dış politikaya olan etkilerini iktidara gelen Sosyal Demokratlar ve Devlet Baş
2 sıralamak kanı olan Schröder tarafından paylaşılmıyor ol
AB ile 1997 Lüksemburg Zirvesi’nden beri sü masıdır. Almanya AET’nin kuruluşundan itiba
ren siyasi diyalogsuzluk, Öcalan’ın yakalanması ren Türkiye’nin üyeliğini en çok destekleyen ülke
sürecinde AB’nin politikalarına karşı Türk hal olmuştur. Ancak 1990’da iki Almanya’nın bir
kının da tepkisini çekmiş ve AB’ye karşı gü leşmesinden sonra ortaya çıkan işsizlik, Alman
vensizlik derinleşmiştir. Hâlihazırda durgun ya’nın Türkiye’nin üyeliğine ilişkin politikasını
olan ilişkilere toplumsal-duygusal tepkiler de değiştirmiş ve üyeliğin dışında alternatif politi
eklenince, tıkanan ilişkileri tekrar onarmak da kalar önermesine neden olmuştur. 1997 Lüksem
ha da zorlaşmıştır. Karşılıklı tarafların diyaloğu burg Zirvesi’nden sonra o dönemdeki Almanya
geliştirmek istemelerine rağmen adım atmaktan Başbakanı H. Kohl’e ve Almanya’ya karşı Mesut
çekindikleri bu dönemde meydana gelen dep Yılmaz’ın söylediklerinden dolayı ikili ilişki
rem felaketi, karşılıklı yardımlaşmayla beraber ler hasar görmüştür. Sonraki seçimlerde Sosyal
Türk toplumundaki güvensizliği hızla onarmış Demokratlar’ın iktidara gelmesi ve Schröder’in
tır. AB üyesi ülkelerin de ilk adım olarak Türki Başbakan olması da bu ikili krizi aşabilmek için
154 Türk Dış Politikasi II
gerekli olan değişimi sağlamıştır. Schröder’in ve Yaşanan mali ve siyasi krizlerin dış politikaya et
Dışişleri Bakanı olan J. Fischer’in Türkiye’nin 5 kilerini analiz etmek
aday olması hakkındaki olumlu görüşleri de Tür Türkiye’de bu dönemlerde var olan ekonomik ve
kiye’ye AB içinde gereken desteği sağlamış ve siyasal nitelikli yapısal sorunlarla birlikte popü
Helsinki Zirvesi’nde adaylığın açıklanmasının list politikalarla paranın tarım sübvansiyonlarına
temel etkenlerinden birini oluşturmuştur. harcanması, çökmüş ve yolsuzlaşmış bir banka
cılık siteminden kaynaklanan bankalardaki pa
Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin adaylığının açık raların sürekli kayba uğraması, o anki ekonomik
4 lanma süreci ve sonrasında AB ile ilişkileri ifade politikanın gereği olan sıcak paranın karşılan
etmek ması için alınan borcun şeffaflık olmadığı için
Helsinki Zirvesi’ne yaklaşırken yoğunlaşan değerlendirilememesi vb. nedenlerle ilk olarak
diplomatik girişimlerden Türkiye’nin adaylık 2000 Kasım ayında patlak veren kriz, IMF’nin
statüsünün tanınacağına dair olumlu haberler de desteğiyle bastırılabilmiştir. Krizin bastırılma
gelmekteydi. Komisyon tarafından hazırlanan sına rağmen gereken önlemlerin alınmaması iç
İlerleme Raporları’nın ikincisi olan 1999 İler ten içe piyasayı daha da darboğaza sokmuş ve en
leme Raporu’nda Türkiye için “aday” kelimesi son 19 Şubat 2001 tarihli MGK Toplantısı’ndan
nin kullanılması Komisyon’un olumlu görüşü sonra Başbakan Ecevit’in Cumhurbaşkanı Sezer’i
olarak algılanmıştır. Yine AGİT’in İstanbul’da eleştirdiği ve durumu bir “devlet krizi” olarak ni
gerçekleşen Zirve’sinde özellikle ABD Başkanı teleyen açıklaması, zaten patlamak üzere olan
Clinton tarafından Türkiye’nin AB üyesi olması krizi tetiklemiştir. Ancak yaşanan kriz, Türki
doğrultusunda sarfedilen sözler, AB’yi de yakın ye ekonomisinde yapısal değişikler konusunda
dan ilgilendiren Bakü-Ceyhan Boru hattı pro ciddi bir istek ve kararlılığı da ortaya çıkarmış,
jesinin imzalanması gibi gelişmeler de bu doğ gerekli reformları yapması için Dünya Bankası
rultuda olumlu olarak algılanmıştır. Zirve’ye bir Başkan Yardımcısı Kemal Derviş, ekonomi yö
gün kala Almanya, Fransa, İngiltere, Belçika’nın netiminden sorumlu Bakan olmuş ve reformlar
olumlu oy kullanacağı kesinleşmiştir. İtalya ile onun liderliği ve IMF ile iş birliği içinde gerçek
son dönemde yaşanan yakınlaşma dolayısıyla leştirilmiştir. Yaşanan kriz son zamanlarda AB’ye
karşı çıkmayacağı ve hatta destekleyeceği tah duyulan güvensizliği de AB üyeliğinin ekonomik
min edildikten sonra Zirve’nin sonuna kadar olarak Türkiye’ye yardımcı olabilecek konumda
pazarlıklarını sürdüren Yunanistan’ın tavrı te olduğunu anlamasıyla gidermiştir. AB ile enteg
mel belirleyici olarak kalmış ancak sonunda Yu rasyonun artırılması konusunda oluşan toplum
nanistan’ın da onaylamasıyla Türkiye aday ülke sal talep, krizden sonraki dönemde AB üyeliği
olarak açıklanmıştır. Açıklanan kararda bu sefer sürecinin hızlandırılmasında da etkili olan fak
Türkiye’nin tereddütleri bulunması nedeniyle törlerden biri olmuştur.
diplomatik girişimler bu sefer AB tarafından yo
ğunlaştırılmış ve verilen taahhüt mektubuyla bu
sorunlar da aşılmış ve Türkiye de Helsinki Zir
vesi Kararları’nı kabul etmiştir. Bu kararlar çer
çevesinde 8 Mart 2001 tarihinde AB tarafından
Katılım Ortaklığı Belgesi, 19 Mart 2001’de de
Türkiye tarafından Ulusal Program kabul edil
miş ve adaylık sürecinin haritası çizilmiştir.
5. Ünite - Helsinki Zirvesi’nden Ulusal Program’a Türk Dış Politikası (1999-2001) 155
11 Eylül 2001 saldırılarından sonra Amerika’nın
? değişen dış politikasının Türk dış politikasına et
kilerini tartışmak
11 Eylül sonrası ABD’nin açıkladığı yeni Ulusal
Güvenlik Stratejisi kapsamında ABD, “önleyici
savaş” adı altında, tehditlerin daha ortaya çık
madan yok edilmesi stratejisini benimsediğini
duyurmuştur. ABD, öncelikli hedefleri dee “Şer
Ekseni” olarak tanımlamış, bu tanımla kitle im
ha silahları bulunduran İran, Irak, Suriye ve Ku
zey Kore’yi işaret etmiştir. Ancak ABD’nin asıl
hedefi El-Kaide, Taliban ve buna destek olacak
her türlü oluşum ya da ülke olmuştur. Bu anlam
da da başlayan savaş daha çok İslam ülkelerini
hedef almıştır. Terör konusunda zaten hassas
olan ve ayrıca ABD’nin uzun süredir müttefiki
olan Türkiye ise 11 Eylül saldırıları sonrasında
ABD’nin yanında yer alan ilk ülkelerden olmuş
tur. Avrupa’da yaşadığı yalnızlığı ABD’nin ya
nında yer almakla doldurmayı ve ABD’nin müt
tefikliğini Avrupa ile ilişkilerde de kullanmayı
planlayan Türkiye, bu dönemden sonra bölgeler
arasında daha dengeli bir politika uygulamaya
çalışmıştır. ABD’nin değişen güvenlik kaygıla
rıyla birlikte Orta Doğu’nun bir anda çatışmanın
olabileceği önemli bir yer hâline getirmesi sonu
cu jeopolitik gücü artan Türkiye, bu konuda AB
tarafından da kabul edilen daha güçlü bir politi
ka izlemiştir.
156 Türk Dış Politikasi II
Kendimizi Sınayalım
1. 1999-2001 yılları arasında Türk-Yunan yakınlaş 5. Türkiye’nin 2001 yılında hazırladığı Ulusal Prog
masını sağlayan faktörler arasında aşağıdakilerden ram’da aşağıdakilerden hangisi Katılım Ortaklığı Bel
hangisi sayılamaz? gesi ile uyumlu değildir?
a. İki ülke Dışişleri Bakanlarının rolü a. Olağanüstü hâlin kaldırılması
b. Yaşanan depremlerin etkisi b. Ana dilde Yayın
c. Ege sorununun halledilmiş olması c. Gözaltı koşullarının iyileştirilmesi
d. Yunan hükûmetinin ilişkilere bakış açısının de d. Kamu görevlilerinin insan hakları eğitimi
ğişmesi e. Hakim ve savcıların insan hakları eğitimi
e. AB sürecinin Türkiye’ye etkisi
6. Aşağıdakilerden hangisi 11 Eylül saldırılarının ya
2. Aşağıdakilerden hangisi 1999-2001 dönemi rattığı sonuçlardandır?
ABD’nin, Türkiye’nin AB üyeliğine destek verme ne a. AB’nin ABD’nin politikalarını kınaması
denleri arasında gösterilemez? b. Türkiye’nin güney komşuları ile ilişkilerinde
a. Türkiye’nin Batı ile bağlantısını kesinleştirmek ikileme düşmesi
b. Türkiye ve ABD’nin çok uzun zamandır mütte c. Dehşet Dengesi’nin oluşması
fik olması d. Türkiye’nin AB ile siyasi ilişkilerini dondurma
c. Türkiye’nin Avrasya bağlantı noktasında yer alması kararı vermesi
d. Türkiye’nin AB güvenlik yapısı içinde yer alma e. Türkiye’nin öneminin azalması
sını istemesi
e. Türkiye’nin AB içinde Yunanistan’a denge oluş 7. Aşağıdakilerden hangisi KOB 2001’de Genişletilmiş
turacak olması Siyasi Diyalog ve Siyasi Kriterler başlığı altında değer
lendirilen kısa vadeli öncelikler arasında yer almaz?
3. Helsinki Zirvesi’ne giden süreçte Türkiye’ye en fazla a. İdam cezasında fiilî moratoryumun devamı
destek veren AB üyesi ülke aşağıdakilerden hangisidir? b. Tüm insan haklan ihlallerine ilişkin tashih
a. İtalya imkânlarının güçlendirilmesi
b. İngiltere c. Hakim ve savcıların insan hakları alanında eği
c. Almanya tilmesi
d. Fransa d. Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Hak
e. İspanya lar Sözleşmesi’nin onaylanması
e. Tüm insan haklan ihlallerine ilişkin tashih
4. Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin adaylığına ilişkin imkânlarının güçlendirilmesi
alınan kararda aşağıdaki konulardan hangisine atıfta
bulunulmamıştır?
8. Aşağıdakilerden hangisi 2001 Şubat Krizi’nden
a. Ege sorunu
sonraki süreçte yaşananlardan biri değildir?
b. Kıbrıs sorunu
a. Kemal Derviş’in Ekonomi’den Sorumlu Bakan
c. Kopenhag kriterleri
Olması
d. Türkiye’nin diğer aday ülkelerle eşit muamele
b. Türk halkının AB’ye karşı daha pozitif bakması
göreceği
c. Tarıma yapılan sübvansiyonun artarak devam
e. Müzakerelerin başlama tarihi
etmesi
d. İdari reformların yapılması
e. Ekonomik reformların yapılması
5. Ünite - Helsinki Zirvesi’nden Ulusal Program’a Türk Dış Politikası (1999-2001) 157
Yararlanılan ve Başvurulabilecek
Kaynaklar
Arı, Tayyar. (2010). Yükselen Güç, Türkiye ABD İliş- Karluk, Rıdvan. (1997). Gümrük Birliği Dönemecin-
kileri ile Ortadoğu, Bursa: MKM Yayıncılık. de Türkiye, Gümrük Birliği Ne Getirdi, Ne Gö-
Başbakanlık. (1999). “Dış Basında Helsinki Zirvesi” türdü? Ankara: Turhan Kitabevi.
Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, Karluk, Rıdvan/Tonus, Özgür. (2002). Avrupa Birliği
Ankara. Kapısında Türkiye, Ankara: Turhan Kitabevi.
Baykal, Sanem-Arat, Tuğrul. (2011). “AB’yle İlişkiler”, Larrabe, F. - Stephen. Lesser - O. Ian. (2004). Türk Dış
Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşı’ndan Bugü- Politikası Belirsizlik Döneminde, (Çev. Mustafa
ne Olgular, Belgeler, Yorumlar, (Editör: Baskın Yıldırım), İstanbul: Ötüken Yayınları.
Oran), Cilt II, Ankara: İletişim Yayınları, s.326-365. Sönmezoğlu, Faruk. (2006). II. Dünya Savaşı’ndan
Cem, İsmail. (2004). Türkiye, Avrupa, Avrasya, İstan Günümüze Türk Dış Politikası, İstanbul: Der Ya
bul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. yınları.
Cem, İsmail. (2009). Türkiye, Avrupa, Avrasya, İstan Sönmezoğlu, Faruk (2000). Uluslararası Politika ve
bul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Dış Politika Analizi, İstanbul: Filiz Kitabevi.
Çakmak, Umut. (2007). “Kriz Modelleri Çerçevesinde Uzgel, İlhan. (2011). “ABD ve NATO’yla İlişkiler”, Türk
Türkiye 2001 Finansal Krizinin Değerlendirilmesi”, Dış Politikası, Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne Ol-
Gazi Üniversitesi İİBF Dergisi, 9 / I (2007) s. 81 gular, Belgeler, Yorumlar, (Editör: Baskın Oran),
- 101. Cilt II, Ankara: İletişim Yayınları, s.243-325.
Çalış, Şaban, H. (2006). Türkiye-Avrupa Birliği İlişki-
leri Kimlik Arayışı, Politik Aktörler ve Değişim, Ünay, Bora. (2004). Türk Yunan İlişkilerinde Temel
Ankara: Nobel Yayın Dağıtım. Sorunlar ve 1999 Sonrası Yumuşama Dönemi,
Erdoğan, Murat, M. (2006). Soğuk Savaş Sonrasında Ankara: Atılım Üniversitesi Sosyal Bilimler Ens
Türkiye Avrupa Birliği İlişkileri, Ankara Üniver titüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Yüksek
sitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Basılmamış Siyaset Lisans Tezi.
Bilimi Doktora Tezi).
Horvath, Zoltan. (2007). “Handbook on the European
Union”, HungarianNational Assembly.
Karluk, Rıdvan. (2011). Avrupa Birliği, İstanbul: Beta
Basım.
6
TÜRK DIŞ POLITIKASI II
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
3 Kasım 2002 seçimleri ve seçim sonuçlarının dış politikadaki yansımalarını
analiz edebilecek,
12-13 Aralık 2002 tarihli Kopenhag Zirvesi’ne yönelik Türkiye’nin izlediği dış
politikayı ifade edebilecek,
1 Mart 2003 Tezkeresinin Türk-ABD ilişkilerine etkisini sıralayabilecek,
12-13 Aralık 2002 tarihli Kopenhag Zirvesi’nden AB’nin 3 Ekim 2005’te aldığı
“Türkiye ile müzakerelere başlama” kararına giden süreçte Türkiye’nin izlediği
dış politikayı saptayabilecek,
Türkiye’nin AB’ye katılım müzakerelerini açıklayabilecek bilgi ve becerilere sa
hip olacaksınız.
Anahtar Kavramlar
• Ak Parti • Bush Doktrini
• Kopenhag Zirvesi • Büyük Orta Doğu Projesi
• Annan Planı • Katılım Müzakereleri
• 1 Mart 2003 Tezkeresi • Ab Müktesebatı
İçindekiler
• 3 KASIM 2002 SEÇİMLERİ VE TÜRK DIŞ
POLİTİKASI
• 12-13 ARALIK 2002 KOPENHAG
ZİRVESİ SÜRECİ
AK Parti İktidarının Başlangıç • TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİ VE 1 MART
Türk Dış Politikası II Yıllarında Türk Dış Politikası 2003 TEZKERESİ
(2002-2007) • KOPENHAG ZİRVESİ’NDEN
MÜZAKERELERE
• TÜRKİYE’NİN AVRUPA BİRLİĞİ’NE
KATILIM MÜZAKERELERİ
AK Parti İktidarının Başlangıç
Yıllarında Türk Dış Politikası
(2002-2007)
12-13 Aralık 2002 Kopenhag Zirvesi öncesinde, Zirve’de Türkiye için tarih verilme
sini isteyen ülkeler İngiltere, İtalya ve Yunanistan olmuştur. ABD ise Türkiye’nin AB
üyeliği için AB ülkelerine “baskı”da bulunmuştur.
nin en ideal yol olduğu görüşü AB içinde de genel kabul görmekteydi. Bu konuda
Yunanistan’ın da itirazları daha makul ölçülerdeydi. Bunun için plan, GKRY’nin
2004’te AB üyeliği gerçekleşmeden konunun Nisan 2003’te her iki tarafta da refe
randuma götürülmesini öngörüyordu.
Kofi Annan önerdiği planında, Kıbrıs sorununun çözümü için en genel hatları
ile şunları öneriyordu: Kıbrıs’ta “İsviçre-Belçika (ve bir ölçüde de Finlandiya) mo
dellerinin karışımı niteliğinde bir yönetsel yapılanma, Kıbrıs’ta “United Cyprus
Republic” adında yeni ve tek devlet ve tek vatandaşlık. Bunun yanı sıra iki kuru
cu devlet, iki yönetim, iki ayrı millî kimlik, iki dil, üç garantörün bulunması da
planda yer alıyordu. Planda ayrıca Türkiye ve Yunanistan’ın askerlerini azaltması
ve çok uluslu barış gücünden söz edilmektedir. Plan, Birleşik Kıbrıs Devleti’nin
AB üyesi olacağını da öngörürken bunun şartlarını da içermektedir (http://www.
abbulteni.org/pdf/ANNANPLANItrOZET.pdf).
Planın Türk tarafında en çok tartışma yaratan bölümü, Türkiye’den adaya
1974 sonrasında gelen göçmenler konusundaydı, zira plan Kıbrıslıların belirli öl
çüler çerçevesinde 1974’ten önceki topraklarına geri dönebilmesine olanak sağ
lıyordu. Annan, bu planın özünün değiştirilmemesi ve Mart 2003’te de her iki
kesimde de referanduma götürülmesini teklif ediyor, dahası, taraflar bu konuda
da uzlaşamazlarsa, barış görüşmelerine son vereceğini açıklıyordu. Annan Planı,
dört önemli tarih belirlemişti. Bunlardan birincisi bir haftalık süre içinde tarafla
rın planı görüşmeye uygun bulup bulmadıklarının bildirilmesiydi. İkincisi dört
haftalık süre 12 Aralık’taki Kopenhag Zirvesi’ne kadardı. Annan bu süre içinde
önemli anlaşmazlık konuları olan egemenlik, toprak dağılımı ve göçmenler gibi
konularda genel bir uzlaşma beklentisindeydi. Üçüncü tarih ise anayasa düzenle
meleri ve çözüm planında ikinci derecede önem taşıyan detayların değerlendiri
leceği 28 Şubat 2003 tarihiydi. Bu toplantıda tarafların uzlaştıkları planın referan
duma sunulması için karar alınması gerekecek ve 10 Mart’ta da rapor referandu
ma götürülecekti. Annan bu planla birlikte, her ikisi de plan konusunda isteksiz
olan liderler Glafkos Klerides ve Rauf Denktaş’a gönderdiği mektupta, Kopenhag
Zirvesi’ne kadar bir uzlaşma sağlanılmasını istemekte, aksi takdirde müzakerelere
devam edilemeyeceğinin işaretlerini vermekteydi.
Kopenhag Zirvesi öncesinde BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Kıbrıs soru
nunun çözümüne yönelik olarak hazırladığı ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile
KKTC’ye sunduğu “Annan Planı” ilk etapta Türkiye tarafından olumlu karşılan
mıştır. R.T. Erdoğan KKTC’nin kuruluş yıl dönümü dolayısıyla 15 Kasım 2002 ta
rihinde gittiği Kıbrıs’ta planın “müzakere edilebilir” olduğunu açıklamıştır. Plana
ilişkin sorunun belirdiği nokta Annan’ın planın uygulanmasına ilişkin verdiği ta
rihlere uyulması konusunda belirmekteydi. Planın görüşülüp Kopenhag Zirvesi
ne yetiştirilmesi zor görünüyordu. Bunda yeni hükûmetin kurulma çalışmaları ve
R. Denktaş’ın rahatsızlığı dolayısıyla Amerika’da bulunuyor olması önemli etkenler
olarak rol oynuyordu. Fakat bütün bunlardan daha önemlisi Kıbrıs konusunda R.T.
Erdoğan’ın, gerek iç gerek dış politik direnç odaklarına karşı zaman kazanmak is
temesiydi. Kıbrıs konusunda direnç noktalarının başında plana karşı çıkan ve bu
planla kazanımların kaybedileceğine inanan KKTC Cumhurbaşkanı R. Denktaş
geliyordu. Türkiye’de de her dönemde son derece hassas ve zaman zaman âdeta “ta
bu” bir alan olan Kıbrıs konusunda R.T. Erdoğan ve Hükûmet yoğun bir biçimde
eleştiriliyordu. Plana muhalefet edenlere göre AK Parti yanlış bir yoldaydı ve hatta
Kıbrıs, hiçbir şekilde gerçekçi olmayan AB üyeliği hayali için “satılıyordu”. 1974’ten
bu yana onlarca çözüm planı konusunda görüşmeler yapmış olan Denktaş, özellikle
6. Ünite - AK Parti İktidarının Başlangıç Yıllarında Türk Dış Politikası (2002-2007) 167
BM genel Sekreteri Kofi Annan’ın Kıbrıs için hazırladığı “ANNAN PLANI” neleri
kapsamaktadır? 2
bir takım şartları yerine getirmesini beklemesi yani koşullara uyup uymadığının
incelenmesi sonucunda müzakerelere başlanacağı şartı hayal kırıklığı olarak de
ğerlendirilmiştir.
Başbakan Gül, taslak metin çıktıktan sonra yaptığı değerlendirmede “Şimdiye
kadar tereddütlü sanal bir alemde düşünülen Türkiye’nin AB üyeliği, şimdi reel or
tama çekilmiştir. Raylar döşenmiştir. Türkiye yerini almıştır’’ Kopenhag Zirvesi’nin
sonucunun ne anlama geldiğini az çok ortaya koymaktadır. Yani konu Türkiye-
AB ilişkileri açısından ele aldığında, kararı Türkiye’nin AB’ye somut olarak çok
ciddi bir adım daha attığı bir karar olarak nitelendirmek mümkündür (Erdoğan,
2006: 275).
kiye Soğuk Savaş döneminde Komünist Sovyetler Birliği’ne karşı her zaman için
yoğun ilişkiler geliştirdiği bir ülkeydi. 1970’li yıllardan itibaren de Türkiye, ABD
için İslam “tehdidine” karşı en çok ihtiyaç duyduğu ve iş birliği yaptığı ülkelerden
biri olmuştu. Doğu Bloku’nun çökmesinden sonra da ABD için önemli işlevleri
olan bir ülke konumunda bulunan Türkiye, yeni dünya düzeninin oluşmasında
ABD’nin Orta Asya, Kafkaslar ve Orta Doğu’daki referans ve destek noktası olarak
belirlenmişti. Türkiye, ABD’nin “stratejik partneri” konumundaydı ve her zaman
için Türkiye’nin Batı Bloku’nda kalması Amerika’nın arzu ettiği bir durumdu. Bu
nedenle de ABD, Türkiye’nin AB’ye üyeliğini zaman zaman AB ülkelerini rahatsız
edecek denli destekliyordu.
3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra iktidara gelen AK Parti’nin “İslami” refe
ranslı bir parti olmasına ABD’nin vereceği tepki merakla bekleniyordu. Ancak
kısa zaman içinde ABD’nin bu konuyu bir sorun olarak algılamadığı ortaya çıktı.
Bu durumun tam tersine George W. Bush, Kopenhag’da müzakereler için tarih
almaya çalışan siyasi yasaklı AK Parti Genel Başkanı R.T. Erdoğan’ı, Zirve’ye iki
gün kala Washington’a davet etmişti. Bu davetin iki nedeni bulunmaktaydı. Bun
lardan birincisi Kopenhag’da Türkiye’ye müzakereler için tarih verilmesini sağla
mak konusunda ABD’nin açık desteğini tekrarlamak, ikincisi ise artık kararlı olan
ABD yönetiminin Irak müdahalesinde Türkiye’nin desteğini sağlamaktı. Türkiye
de ABD’den AB konusunda yardım istemekte ve karşılığında da ABD’ye Irak ko
nusunda destek olmayı planlamaktaydı.
Fakat bu plan istenildiği gibi yürümedi. Saddam liderliğindeki Irak’ın; kitle
imha silahları ürettiği, kimyasal ve biyolojik silahlarla ABD ve müttefikleri için
büyük tehdit oluşturduğu, Saddam’ın El-Kaide ile bağlantılı olduğu hususlarında
yoğun ama çok da inandırıcı olmayan bir propaganda süreci sonrasında ABD 20
Mart 2003’te Irak’a müdahale etti (A. Necdet PAMİR, Irak’a Müdahale ve Petrol
Boyutu, http://www.emo.org.tr, 04. 08.2012). Ayrıca ABD, Irak’a müdahale ederek
bu ülkede demokrasi ve insan haklarının gelişimini sağlama, iktisadi kalkınmayı
destekleme vb. iddialarını taşımaktaydı. Fakat ABD’nin Irak’a müdahalesinin bu
gerekçeleri meşru bir zemine oturmadığı için inandırıcı değildi. Bu nedenle de bu
müdahale dünyada ve Türkiye’de tepkiyle karşılanmaktaydı.
ABD, Irak’a müdahalesinde Türkiye’den Irak operasyonu konusunda açık des
tek istemişti. Türkiye üzerinden Irak’a bir de Kuzey cephesinin açılması ile Sad
dam rejiminin devrilmesi amacını taşıyan operasyonun hızla tamamlanması ön
görülüyordu. Hükûmet ve AK Parti yetkilileri, ABD’den gelen bu talep konusunda
uzunca bir süre tereddüt ettiler. Türkiye bir taraftan ABD’nin Irak’a müdahalesine
artık engel olunamayacağını görüyordu. Öte taraftan Irak’a müdahalede kullanıl
mak üzere Türkiye’deki üsler ve limanların bakım, onarım ve genişletilmesi tale
bine yeşil ışık yakan Türkiye, ABD’ye bundan sonraki aşamalarda da açık destek
olacağı izlenimini veriyordu. Gelişmelerde etkin ve pay sahibi olmak isteyen Tür
kiye, öte taraftan da ABD’nin “neo-con” zihniyetinin bir eseri olan bu müdahale
sinin nereye varacağını, özellikle Türkiye açısından kalıcı bir olumsuzluk yaratıp
yaratmayacağını tartışıyordu. Ancak bu süreçte ABD Türkiye’den tam destek ala
cağına dair bir endişe taşımıyordu.
Burada Türkiye’nin ABD ile birlikte hareket etme politikasının Kuzey Irak’taki
Kürtlerin Irak’tan koparak bağımsız bir devlet kurmalarının engellenmesi ile ya
kından ilişkisi olduğu söylenebilir. Türkiye ABD’ye destek vermezse, Kürtlerin ön
plana çıkmasından ve bağımsız ya da Federal Irak’ta bir Federe devlet olmasından
endişe duymaktaydı. Türkiye’nin bununla bağlantılı olarak en önemli endişesi ise
174 Türk Dış Politikası II
1 Mart tezkeresi sonrasında en alt düzeye inen Türkiye- ABD ilişkileri, ABD’nin
Irak’a müdahalesi sonrası başlattığı “Büyük Orta Doğu Projesi” kapsamında yeni
den düzelmiştir.
• Ordu üzerindeki sivil denetimin AB üyesi ülke uygulamaları ile uyumlu hale
getirilmesi için, Millî Güvenlik Kurulunun işleyişinin bu ülkelerinkine uyar
lanması.
• Yargının bağımsızlığının ve etkinliğinin güçlendirilmesi ve Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi doğrultusunda insan hakları ve temel özgürlüklere ilişkin
hükümlerin tutarlı bir biçimde yorumlanmasının sağlanması. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi içtihatlarının tüm adli makamlarca dikkate alınması yü
kümlülüğüne yönelik tedbirlerin alınması. Devlet Güvenlik Mahkemelerinin
işleyişinin Avrupa standartları ile uyumlu hâle getirilmesi. İstinaf mahkeme
lerinin kurulmasına ilişkin hazırlıkların yapılması. Hapishane şartlarının
AB üyesi ülkelerdeki standartlarla uyumlu hâle getirilmesine devam edilmesi.
• İnsan hakları ihlallerinin önlenmesi amacıyla, özellikle işkence ve kötü mu
ameleyle mücadele kapsamında, insan hakları ve modern araştırma teknikle
ri konularında kolluk kuvvetlerinin eğitiminin güçlendirilmesi. Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi uygulamaları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içti
hatları konusunda hakim ve savcıların eğitiminin güçlendirilmesi.
• Tüm vatandaşların ekonomik, sosyal ve kültürel imkânlarının geliştirilme
si amacıyla ve özellikle Güneydoğu’daki durumun iyileştirilmesi için, bölge
sel farklılıkların azaltılmasına yönelik kapsamlı bir yaklaşımın geliştirilmesi
çabalarının artırılması. Bu kapsamda, yurt içinde yerleri değiştirilmiş kişi
lerin eski yerleşim yerlerine dönmelerinin desteklenmesi ve hızlandırılması.
(http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/Kob/Turkiye_Kat_
Ort_Belg_2003.pdf).
KOB-2003’ün sunulmasının ardından Türkiye de, 24 Temmuz 2003’te gözden
geçirilmiş Ulusal Programını (UP-2003) AB Komisyonuna sundu (http://www.
abgs.gov.tr/index.php?p=196&l=1). Ayrıca bu dönemde AB’nin açıkladığı İler
leme Raporu (İR-2003) ve Strateji Belgesi (SB-2003), Türkiye’nin 2004 yılındaki
müzakerelere giden yolda önem taşımaktadırlar. Bu raporlarda Türkiye’nin Ko
penhag siyasi kriterlerine uyum yönünde ilerleme sağladığı belirtilmekte fakat
yapılanlar yeterli bulunmamaktadır. Bu raporlara göre Türkiye’nin özellikle üze
rinde durması ve Avrupa standartlarına çıkarması gereken konular “yargının ba
ğımsızlığı, dernekleşme, ifade özgürlüğü, sivil-ordu ilişkileri, insan hakları ve temel
özgürlükler” olarak sayılmaktaydı. Kıbrıs sorunu da yine bu raporların üzerinde
durduğu bir diğer konuyu oluşturmaktaydı. (DPT Avrupa Birliği ile İlişkiler Genel
Müdürlüğü Türkiye’nin Avrupa Birliğine Katılım Sürecine İlişkin 2003 Yılı İler
leme Raporu http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci/Ilerleme
Raporlari/Turkiye_Ilerleme_Rap_2003.pdf, 02.08.2012). İR-2003 ve SB-2003’de,
Kıbrıs sorununun 2004 yılı öncesinde çözülebileceğini ve bu sorunun çözüleme
mesi hâlinde Türkiye’nin zor durumda kalabileceği ifadesine yer veriliyordu.
Türkiye ise bu raporların Türkiye’nin samimi çabalarını yeterince dikkate al
madığını, uygulamanın bir süreç içinde gerçekleşebileceği, dahası bu konuda so
runları olan çok sayıdaki aday ülkenin üyelik anlaşmalarını bile imzaladığına dik
kat çekiyordu.
kişilerin başında R. Denktaş geliyordu. Aslında Türkiye’de son derece yüksek bir
sevgi ve ilgi ile bir “millî kahraman” olarak benimsenen R. Denktaş’ın son dönem
politikalarının hem “Kıbrıs davasına” hem de Türkiye’ye zarar verdiği sıkça dile
getirilir olmuştu. Denktaş’ın 1974 sonrasındaki kazanımların elden bırakılmaması
konusundaki çabası uzunca süre Türkiye tarafından da benimsenmişti. Ancak son
dönemde Denktaş “çözümsüzlüğü çözüm” olarak ilke edinen biri olarak görülüyor,
bu nedenle kendisine yönelik ciddi bir muhalefet de söz konusu oluyordu. Adada
yaşayanlar özellikle Annan Planı ile kısa sürede AB’nin bir parçası olmayı, bu plan
ile birlikte KKTC’ye uygulanan siyasi ve ekonomik ambargoların kalkacağını ve
AB yardımlarından yararlanabilmeyi umuyorlardı. A. Gül ve R. Tayyip Erdoğan
da Kıbrıs’ta Annan Planı’nın bir çözüm için zemin olduğunu düşünüyorlardı. AK
Parti Hükûmeti bakımından AB hedefi iç politik bakımdan da son derece büyük
önem taşıyordu. Zira AK Parti, kendi meşruiyetini ve devamlılığını sağlamak ve
böylece kendisine yönelik siyasi ve bürokratik muhalefeti aşabilmek bakımından
AB’den destek alıyor, Kıbrıs konusunun bu desteğe engel olmasından da rahatsızlık
duyuyordu. Hatta Hükûmete yakın bazı yorumcular, Denktaş’ın AB ile ilişkileri
sabote ederek aslında AK Partiye karşı oluşan cephe adına, bütünüyle iç politik
nedenlerle hareket ettiğini iddia ediyorlardı. Bu durum AK Parti Hükûmeti ve Kıb
rıs’ın efsane lideri Denktaş arasındaki ilişkileri ciddi bir biçimde etkiledi.
İşte bu politik ortamda 14 Aralık 2003 tarihinde KKTC’de seçimler yapıldı.
AB bu seçimleri son derece önemsemişti. Seçimlerde Başbakan Derviş Eroğ
lu’nun Ulusal Birlik Partisi ve Rauf Denktaş’ın oğlu Serdar Denktaş’ın lideri ol
duğu Demokrat Parti Annan Planına karşı, muhalefetteki Cumhuriyetçi Türk
Partisi (Mehmet Ali Talat) ve BDH (Mustafa Akıncı) ise Annan Planı’ndan yana
tavır koymuşlardı. Seçimler âdeta Annan Planı’nın oylanmasına, adanın yeniden
birleşmesine ve bu çerçevede de Türkiye’nin AB’ye üyeliğine yönelik bir seçime
dönüşmüştü. Seçimlerde Annan Planı’na tam destek veren Mehmet Ali Talat li
derliğindeki CTP, 1998’de aldığı 13,4 oyu neredeyse üçe katlayarak % 35.1 ile bi
rinci parti oldu. Hükûmet partilerinden UBP % 40,4’den 32,9’a, Serdar Denktaş’ın
lideri olduğu DP ise % 22.6’dan % 12,9’a geriledi.
Bu seçimlerden hareketle yapılan hesaplamalar, seçimler eğer bu bir Annan
Planı referandumu olsaydı, ‘evetçilerin’ % 51 ile kazanacağını gösteriyordu. Se
çimler AB tarafından KKTC’nin statüsü nedeni ile her ne kadar resmî olarak ta
nınmasa da memnuniyetle karşılandı ve tarafların tekrar sorunun çözümü için
bir araya gelmesi gerektiği açıklaması yapıldı. GKRY’nin Kıbrıs’ın tamamı adına
AB’ye üyeliği 1 Mayıs 2004’te söz konusu olacaktı. AB için üyelik öncesinde An
nan Planı çerçevesinde Kıbrıs’ta bir çözüm bulunması son derece büyük önem
taşımaktaydı. Türkiye de seçim sonuçlarından hoşnuttu. Hatta T.C. Dışişleri Ba
kanlığı, 15 Aralık 2003’te KKTC’deki seçimlerle ilgili bir duyuru yayımlayarak bu
memnuniyeti dile getirdi.
Seçim sonrasında M.A.Talat ve S. Denktaş’ın partileri bir araya gelerek yeni hü
kûmeti kurdular. S. Denktaş’ın Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olarak gö
rev aldığı yeni hükûmet, Annan Planı’nı görüşmeler için esas aldığını ilan etti. 2004
yılında Türkiye’de yapılan MGK toplantısında Kıbrıs için “Annan Planı zemininde
ancak adadaki gerçeklerin de göz önünde tutulacağı bir çözüm sürecinin desteklen
diği” kararı çıktı. Bu Türkiye’nin Kıbrıs konusunda ciddi bir politika değişikliğine
işaret ediyordu. Türkiye “çözümsüzlüğe neden olan taraf ” imajından bir an önce
sıyrılmak ve Mayıs 2004’e kadar Kıbrıs Türk Tarafı’nın da AB’ye dahil olmasını
sağlamak için özel çaba göstermeye kararlıydı (Erdoğan, 2006: 297). Bu kararlılık
180 Türk Dış Politikası II
8. Rekabet Politikası
9. Mali Hizmetler
10. Bilgi Toplumu ve Medya
11. Tarım ve Kırsal Kalkınma
12. Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve Bitki Sağlığı
13. Balıkçılık
14. Taşımacılık Politikası
15. Enerji
16. Vergilendirme
17. Ekonomik ve Parasal Politika
18. İstatistik
19. Sosyal Politika ve İstihdam
20. İşletmeler ve Sanayi Politikası
21. Trans-Avrupa Şebekeleri
22. Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu
23. Yargı ve Temel Haklar
24. Adalet, Özgürlük ve Güvenlik
25. Bilim ve Araştırma
26. Eğitim ve Kültür
27. Çevre
28. Tüketicinin ve sağlığın korunması
29. Gümrük Birliği
30. Dış İlişkiler
31. Dış Güvenlik ve Savunma Politikaları
32. Mali Kontrol
33. Mali ve Bütçesel Hükümler
34. Kurumlar
35. Diğer Konular
Müzakereler, sürecin ilk aşaması olan “tarama” ile başlamıştır. Bu doğrultuda
ilk süreç bilim ve araştırma alanında düzenlenen “tanıtıcı tarama” toplantısı ile
başlayarak eğitim ve kültür başlığındaki tarama toplantısı ile devam etti. Bu arada
AB Komisyonu, 9 Kasım 2005’te Türkiye’ye yönelik 2005 yılı İlerleme Raporunu
ve yeni Katılım Ortaklığı Belgesi’ni açıkladı.
Tarama süreci devam ederken, 12 Haziran 2006’da Hükümetler arası Konfe
rans’ta (HAK), “Bilim ve Araştırma” faslı için müzakereler açılmış ve fasıl geçici
olarak kapanmıştır. Müzakerelere açılan ilk fasıl Bilim ve Araştırma faslı olmakla
birlikte 2011’e kadar toplam 13 Fasıl müzakerelere açılmıştır. Son olarak, Gıda
Güvenliği, Veterinerlik ve Bitki Sağlığı faslının açılış kriterleri karşılanmış olup,
30 Haziran 2010 tarihindeki HAK’ta İspanya Dönem Başkanlığında fasıl müza
kerelere açılmıştır. “Eğitim ve Kültür” ve “Ekonomik ve Parasal Politika” fasılları,
herhangi bir teknik açılış kriteri bulunmamasına, müzakere pozisyon belgelerinin
sunulmasına ve teknik olarak açılmaya hazır olmalarına rağmen, Fransa ve Rum
kesimi tarafından AB Mevzuatı ile ilgili olmayan nedenlerle bloke edilmektedir.
Türkiye 2007 yılında, 2007-2013 yıllarını kapsayan “Türkiye’nin AB Mükteseba
tına Uyum Programı (2007-2013)”nı yayınlamıştır. 33 başlıkta yayınlanan bu uyum
programı Türkiye’nin AB müktesebatında izleyeceği rotayı vermektedir. Bu arada
Türkiye 4 Ocak 2010’da “Türkiye’nin Katılım Süreci için Avrupa Birliği Strateji
si”ni de onaylamıştır. Bu stratejinin amacı, katılım müzakerelerine önümüzdeki
dönemde daha fazla ivme kazandırmak, kamuoyunu bilgilendirmek, AB konusun
da farkındalığı ve desteği daha da arttırmak olarak belirlenmiştir. “Türkiye’nin Ka
tılım Süreci için Avrupa Birliği Stratejisi”nin nihai hedefi, AB müktesebatına 2013
yılına kadar mümkün olan en üst düzeyde uyum sağlamak olarak belirlenmiştir.
188 Türk Dış Politikası II
Özet
3 Kasım 2002 Seçimleri ve seçim sonuçlarının dış üyelik konusunda bir “koz” olarak kullanmış,
1 politikadaki yansımalarını analiz etmek. Kıbrıs sorununun çözümü hâlinde AB’ye üye ol
3 Kasım 2002 seçimlerinin önemli bir sonucu mayı istemiştir. Bu gelişmelerle birlikte Türkiye
Türk siyasal hayatında ilk kez “İslami, dindar, Zirve’ye yönelik olarak AB’nin çok önem verdi
muhafazakar” olarak algılanan bir partinin tek ği demokrasi, insan hakları, 1982 Anayasası ve
başına iktidara gelmesidir. AK Parti’nin iktidara yargı gibi konularda bir takım reform kararları
gelmesi konusunda yaşanan endişe, bu iktidarla alarak bunları hızla uygulama sürecine girmiştir.
birlikte “laik, çağdaş, demokratik ve Batı gibi ol
ma” ilkelerinden ödün vereceği konularında be 1 Mart 2003 Tezkeresinin Türk-ABD ilişkilerine
lirmekteydi. 3 etkisini sıralamak.
Bu niteliklerde bir partinin Türkiye’de iktida 11 Eylül saldırılarından sonra ABD dış politikası
ra gelmesine ABD ve AB’nin tepki göstermesi “neo-con” politikacı ve danışmanların da etkisi ile
beklenmekteydi fakat beklenen olmadı. ABD ciddi bir biçimde değişmiştir. Bu yeni dış politi
gerek seçim öncesinde gerekse seçim sonrasın ka literatüre “Bush Doktrini” olarak geçmiştir. Bu
da yaptığı açıklamalarda AK Parti iktidarına politikaya göre ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi,
karşı çıkmayacağını söyleyerek, tavrını Türki ülkenin korunması için tehlikenin ortaya çıkma
ye’de demokratik süreçlerin işletilmesinden ya sını beklemeksizin erken davranarak, nükleer si
na koydu. AB ise AK Parti’nin iktidara gelişine lah kullanımı ve rejim değişikliği sağlama da dahil
olumlu tepki vermişti. AB Komisyonu Sözcüleri olmak üzere her alanda “önalıcı saldırı” (“pre-
yaptıkları açıklamalarda, Türkiye’deki yeni hü emptive strike”) ilkesi ile tanımlanmıştır. ABD bu
kûmeti etiketlerine yönelik ön yargılarla değil, yeni stratejisi doğrultusunda, 11 Eylül’den birkaç
yapacağı uygulamalarla değerlendireceklerini, hafta sonra Taliban’a destek verdiği gerekçesiyle
AB’nin Türkiye politikasının değişmeyeceğini ve önce Afganistan’a müdahale etmiş, ardından da
kriterlerin yerine gelmesi hâlinde aday ülke olan 20 Mart 2003’te Irak’a müdahale etmiştir. ABD
Türkiye’nin üye olmasının önünde bir engel ol yeni politikası doğrultusunda, “Irak, İran ve Ku
madığını açıklamışlardır. zey Kore’yi “Şeytan Üçgeni-Axis of Evil” olarak
nitelemişti ABD’nin bu yeni stratejisi, Türkiye’nin
12-13 Aralık 2002 tarihli Kopenhag Zirvesi’ne yö dış politikada zor zamanlar yaşamasına neden ol
2 nelik Türkiye’nin izlediği dış politikayı ifade etmek. du. Bu aynı zamanda son elli yılda zaman zaman
12-13 Aralık 2002 Kopenhag Zirvesi’nden kısa inişli çıkışlı da olsa iyi ilişkiler yürüttüğü ABD ile
bir süre önce iktidara gelen AK Parti Genel Baş arasının son derece açılmasına yol açtı.
kanı R. Tayyip Erdoğan’ın ilk işi AB Zirvesine ha ABD, Irak’a müdahalesinde Türkiye’den destek
zırlanmak olmuştur. Bu nedenle R.T.Erdoğan bir istiyor, bununla birlikte Türkiye üzerinden Ku
dizi AB üyesi ülkelere seyahate çıkmış ve bu dev zey cephesinin açılmasını öngörüyordu. Yeni
letlerden Zirve için destek istemiştir. Erdoğan’ın AK Parti iktidarının, ABD’nin Türkiye’deki üsler
ziyaret ettiği ülkeler İtalya, Yunanistan ve İngil ve limanların bakım, onarım ve genişletilmesine
tere olmuştur. Bu devletler de Zirve’de Türkiye’ye yeşil ışık yakması, ABD’nin büyük ölçüde Türki
destek olacaklarına dair söz vermişlerdir. Bunun ye’nin desteğinden emin olmasına neden olmak
la birlikte Türkiye’nin Zirve öncesinde, Zirve’ye taydı. AK Parti hükûmeti bu niyetler ve planlar
yönelik olarak izlediği en önemli dış politikası la ABD’ye gerekli desteği sağlayabilmek için bir
Kıbrıs konusunda olmuştur. Kıbrıs’ta BM Genel tezkere hazırladı. Tam adı “Türk Silahlı Kuvvet
Sekreteri K. Annan’ın taraflara sunduğu Annan leri’nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yaban
Planı Türkiye tarafından kabul edilebilir olarak cı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması için
değerlendirilmiştir. Türkiye Annan Planı çer Hükûmet’e yetki verilmesine ilişkin başbakanlık
çevesinde Kıbrıs Sorununun çözümünü AB’ye tezkeresi” olan 1 Mart Tezkeresi Hükûmet ta
6. Ünite - AK Parti İktidarının Başlangıç Yıllarında Türk Dış Politikası (2002-2007) 189
rafından 25 Şubat 2003’te TBMM’ye sunuldu. Türkiye’nin AB’ye Katılım Müzakerelerini açık
TBMM’de yapılan oylamada tezkere reddedildi. 5 lamak.
Tezkerenin reddedilmesinden dolayı ABD lider Avrupa Birliği Devlet ve Hükûmet Başkanları
liğindeki koalisyon güçleri Irak güçlerine karşı nın 16-17 Aralık 2004 tarihli Zirvesinde aldı
kuzeyden cephe açamamışlardı ve bunun ABD ğı karar doğrultusunda 3 Ekim 2005 tarihinde
askerî güçlerine pahalıya mal olduğu iddia edi Lüksemburg’da yapılan Hükümetler arası Kon
liyordu. 1 Mart Tezkeresi’nin Meclis’te reddedil ferans (HAK) ile Türkiye resmen AB’ye katılım
mesinden sonra ABD, Türkiye ile “stratejik iş müzakerelerine başlamıştır. Böylece, Türkiye
birliği”nin sona erdiğini duyurdu.1 Mart Tezke ile AB arasındaki inişli çıkışlı ilişki, çok önemli
resinin reddedilmesi Türkiye-Amerikan ilişki bir dönüm noktasını aşarak yepyeni bir sürece
lerinin tarihinde en alt düzeye inmesine neden girmiştir. 3 Ekim 2005 tarihli Hükümetlerarası
oldu. Türkiye-ABD ilişkileri yeniden ABD’nin Konferansta müzakerelerin hangi usul ve esas
Irak’a müdahale sonrasında gündeme getirdiği lar çerçevesinde yürütüleceğini düzenleyen
Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) sonrasında dü “Müzakere Çerçeve Belgesi” de kabul edilmiştir.
zeldi. ABD, Orta Doğu’da izleyeceği politikalar Müzakereler, sürecin ilk aşaması olan AB mük
doğrultusunda Türkiye’den vazgeçmedi. tesebatına uygunluk açısından “tarama” ile baş
lamıştır. Son tarama toplantısı 13 Ekim 2006’da
12-13 Aralık 2002 tarihli Kopenhag Zirvesi’nden yapılmıştır. Türkiye 2007 yılında, 2007-2013 yıl
4 AB’nin 3 Ekim 2005’te aldığı “Türkiye ile müza larını kapsayan “Türkiye’nin AB Müktesebatına
kerelere başlama” kararına giden süreçte Türki Uyum Programı (2007-2013)”nı yayınlamıştır.
ye’nin izlediği dış politikayı saptamak. 33 başlıkta yayınlanan bu uyum programı Tür
Türkiye bu konuda ilk etapta Kopenhag Kriter kiye’nin AB müktesebatında izleyeceği rotayı
leri’ne uygun reform paketlerini hazırlamaya vermektedir. Bu arada Türkiye 4 Ocak 2010’da
koyulmuştur. Türkiye’nin Kopenhag Kriterle “Türkiye’nin Katılım Süreci için Avrupa Birliği
ri doğrultusunda 2003 yılında hazırladığı ilk Stratejisi”ni de onaylamıştır. Bu stratejinin ama
uyum paketi “4. Uyum Paketi”dir. Bu paket; Si cı, katılım müzakerelerine önümüzdeki dönem
yasi Partiler Kanunu, Basın Kanunu, Dernekler de daha fazla ivme kazandırmak, kamuoyunu
Kanunu, Dilekçe Kanunu olmak üzere toplam bilgilendirmek, AB konusunda farkındalığı ve
16 ayrı yasada değişikliği kapsamaktadır. Bu pa desteği daha da arttırmak olarak belirlenmiştir.
ketin ardından hazırlanan “5. Uyum Paketi”nde “Türkiye’nin Katılım Süreci için Avrupa Birliği
ise Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Stratejisi”nin nihai hedefi, AB müktesebatına
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda AİHM 2013 yılına kadar mümkün olan en üst düzeyde
kararları doğrultusunda yargılamanın iadesine uyum sağlamak olarak belirlenmiştir.
gidebilme konusunda önemli değişikliklere gi
dilmiştir. Yine bu yıl içerisinde AB için hazırla
nan son iki paket TBMM’de kabul edilmiştir. Bu
paketlerde Millî Güvenlik Kurulunun (MGK)
yapısına ilişkin düzenlemeler yapılmış ve bu or
ganın danışma niteliği ön plana çıkarılırken si
villeşmesi de sağlanmaya çalışılmıştır.
KOB-2003’ün sunulmasının ardından Türki
ye’de 24 Temmuz 2003’te gözden geçirilmiş
Ulusal Programını (UP-2003) AB Komisyo
nu’na sunmuştur. Yani Türkiye bu süreçte hız
la AB’nin istediği reform programlarını uygu
lamaya çalışmış ve böylece 16-17 Aralık 2004
tarihindeki Brüksel Zirvesi’nden “Türkiye ile
müzakerelere başlama” kararının çıkmasını sağ
lamaya çalışmıştır.
190 Türk Dış Politikası II
Kendimizi Sınayalım
1. Aşağıdakilerden hangisi AB’nin tarihinde Lüksem 6. Aşağıdakilerden hangisi 12-13 Aralık 2002 Kopen
burg ve Helsinki’den sonra bir başka “Türkiye Zirvesi” hag Zirvesi sonrasında yapılacak işlerden değildir?
olarak bilinmektedir? a. AB Komisyonu’nun Türkiye için KOB hazırla
a. Brüksel Zirvesi ması
b. 12-13 Aralık 2002 Kopenhag Zirvesi b. Türkiye’nin Ulusal Programını yenilemesi
c. 1 Aralık 2001 Nice Zirvesi c. Gümrük Birliği’nin genişletilmesi
d. Lahey Zirvesi d. Mevzuatın incelenmesi
e. 1999 Milan Zirvesi e. Annan Planı’nın imzalanması
2. Aşağıdakilerden hangisi 12-13 Aralık 2002 Kopen 7. Aşağıdakilerden hangisi 1 Mart Tezkeresi sonrasın
hag Zirvesi öncesi gelişmelerinden değildir? da bozulan Türkiye-ABD ilişkilerinin yeniden düzel
a. İtalya’nın Türkiye’ye destek vereceği sözü mesini sağlamıştır?
b. Yunanistan’ın Zirve’de Türkiye’yi destekleyeceği a. Bush Doktrini
c. Almanya ve Fransa’nın Kopenhag Zirvesi önce b. Axis of Evil- Şeytan Üçgeni Politikası
sinde bir araya gelerek ortak tavır belirlemesi c. Büyük Orta Doğu Projesi (BOP)
d. İngiltere’nin Türkiye’yi desteklemesi d. Önalıcı Saldırı Politikası
e. Avrupa Konseyi Başkanı Valery Giscard d’Esta e. Türkiye’nin AB’ne yaklaşması
ing’in Türkiye’yi desteklemesi
8. Aşağıdakilerden hangisi AB’nin Türkiye üzerine
3. Aşağıdakilerden hangisi Annan Planı için söylene hazırladığı raporlarda üzerinde en çok durduğu konu
mez? lardandır?
a. Kıbrıs’ta İsviçre-Belçika modellerinin karışımı a. Mali konular
niteliğinde bir yapılanma b. Finansman sorunları
b. Kıbrıs’ta tek devlet c. İnsan hakları, demokratikleşme, yargı reform
c. Kıbrıs’ta tek vatandaşlık ları
d. İki Kurucu devlet d. Medeni haklar
e. Yalnızca Kıbrıs Rum Yönetimi’nin AB üyesi ol e. Miras hakları
ması
9. Türkiye ile tam üyelik müzakerelerine 3 Ekim
4. Kıbrıs’ta Annan Planı için referandum ne zaman 2005’te başlanacağı kararı ne zaman alınmıştır?
yapılmıştır? a. 16-17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesi
a. 1 Mart 2003 b. 1999 Helsinki Zirvesi
b. 3 Nisan 2002 c. 5 Aralık 2000 Lisbon Zirvesi
c. 24 Nisan 2004 d. 17-18 Aralık 2001 Kopenhag Zirvesi
d. 7 Mayıs 2003 e. 12-13 Aralık 2002 Kopenhag Zirvesi
e. 6 Nisan 2001
10. 2002-2007 yılları arasında Türk dış politikasının
5. Aşağıdakilerden hangisi 12-13 Aralık 2002 tarihli temel özelliği nedir?
Kopenhag Zirvesi kararlarındandır? a. AB müktesebatını yerine getirmek
a. Türkiye’nin AB’ye kesin üyeliği b. AB’ye üye olmak, ABD ile iyi ilişkiler geliştir
b. Türkiye’nin AB’ye 2005 yılında üye olması mek
c. Türkiye’nin AB’ye hiçbir şekilde üye olmayacağı c. Orta Doğu’da temel güç olmak
d. “Tarih için tarih” kararı d. Komşularla sıfır sorun politikası yürütmek
e. Türkiye’nin Avrupa Komisyonu’nun hazırlaya e. ABD ile birlikte Irak’a müdahale etmek
cağı rapor sonrasında kesin üyeliği
6. Ünite - AK Parti İktidarının Başlangıç Yıllarında Türk Dış Politikası (2002-2007) 191
Sıra Sizde 3
12-13 Aralık 2002 Kopenhag Zirvesi’yle AB, Avrupa
Komisyonu’nun 2004 Aralık ayında hazırlayacağı rapor
ve öneriler doğrultusunda Türkiye’nin Kopenhag siyasi
kriterlerini yerine getirmesi şartıyla üyelik müzakerele
rinin geciktirilmeksizin açılmasını taahhüt etmiştir. Ya
ni AB Türkiye’nin reform sürecini enerjik bir biçimde
sürdürdüğü takdirde 2004 yılı Aralık ayında yapılacak
Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde Komisyonun
vereceği rapor ve tavsiye üzerine, Türkiye’nin Kopenhag
192 Türk Dış Politikası II
Yararlanılan ve Başvurulabilecek
Kaynaklar
siyasi kriterlerini yerine getirdiğine karar verildiği tak Akbaş, Zafer (2011), Irak Sorununun Uluslararası
dirde, Avrupa Birliği’nin Türkiye ile katılım müzakere Boyutu ve Türkiye, Ankara: Barış Kitap.
lerini gecikme olmaksızın başlatacağı belirtilmektedir. Bağcı, Hüseyin (2010). Zamanın Ruhu Küresel Politika
Zirve bu nedenle Türkiye için önemlidir. ve Türkiye Yazıları, Ankara: Orion Kitabevi.
Bal, İdris (2006), ABD Politikaları ve Türkiye, Anka
Sıra Sizde 4 ra: Lalezar Kitabevi.
1 Mart Tezkeresi’nin reddedilmesi Türkiye-Amerikan Dağı, Zeynep (2006), AK Partili Yıllar, Ankara: Orion
ilişkilerinin tarihinde en alt düzeye inmesine neden ol Kitapevi.
muştur. Tezkerenin reddedilmesi yalnız ABD ile iliş Erdoğan, M. Murat (2006), Soğuk Savaş Sonrasında
kilerin çok fazla bozulmasına yol açmakla kalmamış Türkiye Avrupa Birliği İlişkileri 1990-2005, An
aynı zamanda neredeyse ABD ile çatışma noktasına kara: Yayınlanmamış Doktora tezi.
gelinmiştir. ABD, Irak’ı işgal ederek hukuken olmasa http:www.mfa.gov.tr/ Kopenhag -zirvesi-12-13-aralik-
da fiilen Türkiye ile komşu olmuştu. 4 Temmuz 2003’te 2002-tr.mfa).
Irak’ın Süleymaniye kentinde bulunan Türk Özel Ha (http://www.abbulteni.org/pdf/ANNANPL ANItrO
rekat timi bürosunu basan 100 kadar Amerikan askeri, ZET.pdf).
11 Türk askerini müsadere etmiş, kafalarına çuval ge http://www.abmaliye.gov.tr).
çirerek bilinmeyen bir yere götürmüşlerdi. Türkiye’nin (Mustafa Dönmez, Kopenhag Zirvesi Sonrasında Tür
Türk askerlerinin serbest bırakılmasına yönelik en üst kiye- Avrupa Birliği İlişkileri http://www.tisk.org.tr.
düzeyde yaptığı girişimler sonuçsuz kalmış, olay Tür 03.08.2012).
kiye’de büyük tepkilere neden olmuştu. Sorun Ameri (Zafer Akbaş, Irak Sorununun Uluslararası Boyutu ve
kalıların Türk askerlerini iki gün sonra bırakmasıyla Türkiye, (Barış Kitap, Ankara, 2011): 150.)
çözümlenmişti. Türkiye-ABD ilişkileri bu olaydan son (A. Necdet PAMİR, Irak’a Müdahale ve Petrol Boyutu,
ra ABD tarafından yeniden gündeme getirilen Büyük http://www.emo.org.tr, 04. 08.2012).
Orta Doğu Projesi sonrasında düzelmiştir. Hüseyin BAĞCI ve Bayram SİNKAYA, Büyük Orta
Doğu Projesi ve Türkiye: AK Parti’nin Perspektifi,
Sıra Sizde 5 http://ybuankara.academia.edu/BayramSinkaya/
6 Ekim 2004’te Avrupa Komisyonu “2004 Türkiye Papers, 03.08.2012).
İlerleme Raporu” ve “Tavsiye Metni”ni yayımlamıştır. (Devlet Planlama Teşkilatı Avrupa Birliği İle İlişkiler
Bu belgelerde Komisyon Türkiye’nin siyasi kriterleri Genel Müdürlüğü, http://www.abgs.gov.tr/files/
gerekli ölçüde yerine getirdiği için AB’ye katılım mü AB_Iliskileri/AdaylikSureci/Kob/Turkiye_Kat_
zakerelerinin başlatılması tavsiyesinde bulunmuştur. Ort_Belg 2003.pdf, 03.08. 2012
16-17 Aralık 2004’te ise AB Devlet ve Hükümet Baş (DEVLET PLANLAMA TEŞKİLATI Avrupa Birliği
kanları Konseyi Brüksel Zirvesi’nde, bu ilerleme rapo ile İlişkiler Genel Müdürlüğü Türkiye’nin Avrupa
runu da göz önünde bulundurarak Türkiye ile tam üye Birliğine Katılım Sürecine İlişkin 2003 YILI İLER
lik müzakerelerine 3 Ekim 2005’te başlanması kararını LEME RAPORUhttp://www.abgs.gov.tr/files/AB_
almıştır. Tarihi Brüksel Zirvesi’nden iki gün önce AB Iliskileri/AdaylikSureci/IlerlemeR aporlari/Turki
Parlamentosu’nda Türkiye konusunda alınan bir tav ye_Ilerleme_Rap_2003.pdf).
siye kararı 262’ye karşı 402 oyla kabul etmiştir. Kon (No: 212;- 15 Aralık 2003, Kuzey Kıbrıs Türk Cum
sey de bu kararı not ettiğini Zirve bildirisine almıştır. huriyeti´nde 14 Aralık 2003 tarihinde Düzenle
Bildirinin Türkiye ile ilgili bölümleri 17-23 paragraflar nen Genel Seçimler hk.
arasında bulunmaktadır. Bildirinin Türkiye ile ilgili http://www.mfa.gov.tr/no_212_—15-aralik-2003_-
paragraflarında Türkiye’den özellikle insan hakları, de kuzey-kibris-turk-cumhuriyeti_nde-14-aralik-2003-
mokratikleşme vb. konularda reformlara devam etmesi tarihinde-duzenlenen-genel-secimler-hk_.tr.mfa).
istenilmiştir. (TÜRKİYE’NİN AVRUPA BİRLİĞİ’NE KATILIM SÜRE
CİNE İLİŞKİN 2004 YILI İLERLEME RAPORU VE
TAVSİYE METNİ AVRUPA BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLER
GENEL MÜDÜRLÜĞÜ http://ekutup.dpt.gov.tr).
7
TÜRK DIŞ POLİTİKASI II
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
2007-2011 dönemi Türk dış politikasının genel ilkeleri ve temel kavramların
neler olduğunu açıklayabilecek,
2007-2011 yılları arasında ABD ile ilişkilerin nasıl geliştiğini ifade edebilecek,
nin durumunun nearasında
2007-2011 yılları Avrupa Birliği ülkeleriyle ilişkilerin ve üyelik süreci-
olduğunu açıklayabilecek,
2007-2011
edebilecek,
yılları arasında Rusya ile ilişkilerin durumunun ne olduğunu ifade
2007-2011 yılları arasında Orta Doğu ülkeleriyle ilişkilerin yeni Türk dış politi-
kasına göre nasıl geliştiğini değerlendirebilecek,
2007-2011 yılları arasında Türkiye-İsrail ilişkilerindeki gerilimin nedenlerini
tartışabilecek,
2007-2011 yılları arasında Avrasya, Orta Asya ve Kafkasya ülkeleri ile ilişkiler-
deki durumun ne olduğunu özetleyebilecek,
2007-2011 yılları arasında Balkanlar ile ilişkilerdeki durumun ne olduğunu ifa-
de edebilecek,
2007-2011 yılları arasında Afrika’ya ilişkin açılım politikasının nasıl şekillendi-
ğini açıklayabilecek bilgi ve becerilere sahip olacaksınız.
Anahtar Kavramlar
• Stratejik Derinlik • Model Ortaklık
• Komşularla Sıfır Sorun • Katılım Müzakereleri
• Merkez Ülke • Davos Krizi
• Arap Baharı • Mavi Marmara Operasyonu
• Tarihsel Miras • Afrika
• Model Ülke • NATO
İçindekiler
• 2011-2007 DÖNEMİ TÜRK DIŞ
POLİTİKASINDA GENEL İLKELER VE
TEMEL KAVRAMLAR
• ABD İLE İLİŞKİLER
• AVRUPA BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLER
• RUSYA İLE İLİŞKİLER
AK Parti’nin İkinci Dönemi Türk Dış • ORTA DOĞU ÜLKELERİ İLE İLİŞKİLER
Türk Dış Politikası II
Politikası: 2007-2011 • İSRAİL İLE İLİŞKİLER
• AVRASYA, ORTA ASYA VE KAFKASLAR İLE
İLİŞKİLER
• BALKANLAR İLE İLİŞKİLER
• AFRİKA VE TÜRK DIŞ POLİTİKASI
AK Parti’nin İkinci
Dönemi Türk Dış
Politikası: 2007-2011
dönüşmesi dış politikayı çeşitlendirmiş, bu çeşitlilik içinde “Arap Baharı” adı veri-
len gelişmeler, İsrail-Filistin sorunu, İran’da nükleer enerji tartışmaları, Ermenistan
ile açılım denemeleri, ABD’de Obama liderliğinin getirdiği değişikliklerin etkileri
başta olmak üzere pek çok faktör de özel yer tutmuştur. Bu dönemin belki de en
önemli diğer bir özelliği de Türkiye’nin küresel krize rağmen olağanüstü bir ekono-
mik gelişme ortaya koyması ve özgüveni yüksek şekilde dünya siyasetinde yer alma
çabasıdır.
Türk dış politikasında 2002, özellikle de 2007 sonrasında en çok öne çıkan
kavramların başında “Stratejik Derinlik” gelmektedir. Stratejik derinlik ile vur-
gulanan, Türkiye’nin tarihsel ve coğrafi özelliği ile jeopolitik, jeokültürel ve je-
oekonomik konumunun dünya siyaseti ve sisteminin dönüşümü açısından çok
önemli bir derinliğe sahip olduğudur. Davutoğlu’na göre Türkiye, tarihsel, coğ-
rafi ve kültürel olarak bölgesel ve küresel boyutta aslında uluslararası sistemin
“merkez” ülkesi konumundadır (Davutoğlu, 2012; Yeşiltaş-Balcı, 2011:12). Buna
göre, Türkiye jeopolitiğinin rolü yeniden yorumlanmak zorundadır. Geçmişten
getirilen statükoyu muhafaza anlayışından vazgeçilmeli; küresel ve bölgesel den-
gelerin dinamik şekilde değiştiği bu yeni dönemde Türkiye, dış politika stratejisini
yeniden yorumlamalı ve uluslararası alanda kendine yeni bir yer kazanmalı; jeo-
politik, jeokültürel ve jeoekonomik konumunun avantajları ile tarihsel ve coğrafi
sorumluluğunu yerine getirerek bölgesel etkinliği küresel etkinliğe dönüştürme-
lidir (Davutoğlu, 2012:117).
Stratejik Derinlik içinde yer alan ve Türk dış politikasında önem kazanan
önemli bir diğer kavram da “Merkez Ülke” kavramıdır. Bu kavram, uluslararası
sistem içinde Türkiye’nin hareket kabiliyetini ifade etmek için kullanılmaktadır.
Bu kavrama göre Türkiye, Batı ile Doğu arasında materyal ve kültürel olarak sa-
dece bir köprü, bir “aktarım nesnesi” değil; sahip olduğu jeokültürel, jeoekono-
mik ve jeopolitik derinlikle uluslararası sistemde yapıcı ve düzen kurucu bir ülke
olmalıdır (Yeşiltaş ve Balcı, 2011:13). Türkiye’nin “Çok Boyutlu - Çok Kulvarlı
Dış Politika” kavramı çerçevesinde dış politikada, farklı uluslararası aktörlerle
eş zamanlı ve uyumlu bir ilişki sürdürmek, farklı dünya meselelerine karşı aynı
temel anlayış ve felsefeyle yaklaşmak ilkesi ile hareket edeceği bizzat Başbakan
ve Dışişleri Bakanı’nın ağzından sıklıkla ifade edilmiş ve buna yönelik olarak
pratikte de çaba gösterilmiştir. Bu, Türkiye’nin dış politikada artık durağan ve
tek boyutlu bir yol izlemediğinin ve izlemeyeceğinin; tek bir ülke ya da bölge
ile kendini sınırlamayacağı anlayışının da bir sonucudur. Bu temelde Türkiye,
bölgesel ve küresel aktörlerle ilişkilerinde alternatifler üreten bir ülke konumun-
dadır (Yeşiltaş ve Balcı, 2011:16-17).
2007-2011 arası Türk dış politikası işte bu sözü edilen kavramlar ve tartışma-
lar içinde şekillenmiş, Türkiye’nin bölgesel ve küresel alanda birçok iş birliği ve
ortaklık gerçekleştirdiği, yaşanan sorunlara müdahil olup barışçıl uzlaşmaların
sağlanması için yoğun çaba harcandığı bir dönem yaşanmıştır. Bu ünitede, ülkeler
ve bölgeler bazında 2007-2011 dönemi Türk dış politikasına ilişkin bir perspektif
sunulmaya çalışılacaktır.
2007-2011 arasındaki dönemde Türk dış politikasının üzerine bina edildiği kavram-
1 lardan olan “stratejik derinlik” kavramını açıklayınız.
7. Ünite - AK Parti’nin İkinci Dönemi Türk Dış Politikası: 2007-2011 197
Fotoğraf 7.1
Ahmet Davutoğlu:
3 Kasım 2002
yılında yapılan genel
seçimlerin ardından
58. Cumhuriyet
Hükûmeti
döneminde Başbakan
Başmüşavirliği ve
Büyükelçilik görevleri
yapmış, 59. ve 60.
Cumhuriyet Hükûmet
dönemlerinde de
bu görevlerini
sürdürmüştür. 1 Mayıs
2009 tarihinde ise 60.
T.C. Hükûmeti’nin
Dışişleri Bakanı
olarak atanmıştır.
ABD ile Türkiye arasındaki olumlu hava özellikle 2009 ile 2011 arasında ge-
rek ekonomi gerekse terörle mücadele ve siyasi alanda kendini göstermiştir. 2007
yılında Türkiye ve ABD, PKK terörüne karşı Irak’ın da katılımıyla üçlü bir koor-
dinasyon mekanizması oluşturmuştur. Bu sayede ABD, PKK’ya karşı istihbarat
desteğini arttırmıştır. 2008 sonu başkanlık seçimlerini kazanıp 1 Ocak 2009 tari-
hinde görevine başlayan Obama, dış politikasında G.W.Bush yönetiminin dünya-
ya düzen getirme amaçlı “neo-con” felsefesinden uzaklaşarak daha çok iç siyasete
yönelmiş, İslam dünyası ve Orta Doğu ülkeleriyle geçmişten farklı ve “yumuşak
güce” dayalı ilişkiler kurmayı amaçlamıştır. Neo-Con’ların ABD’nin gücüne ve sal-
dırganlığına dayalı “Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi”, Obama döneminde ciddi bir
değişime uğramış ve yumuşak güç vurgusu ön plana çıkmıştır. Bu noktada Oba-
ma Yönetimi Türkiye’ye özel bir önem vermiştir. Obama’nın ABD’nin yeni dış po-
litikasının çerçevesini çizdiği İstanbul ve Kahire konuşmaları, hem ABD’nin yeni
felsefesini hem de Türkiye ile ilişkilerini ortaya koyması bakımından son derece
önemlidir. 5 Haziran 2009 tarihinde Kahire’deki konuşmasında, İslam dünyasına
dönük “yeni bir başlangıç” yapacağını, geçmişte yapılan yanlışların tekrarlanma-
yacağını söyleyerek ABD dış politikasındaki değişimi vurgulamıştır. Obama’nın
barış ve diyalog odaklı dış politika vurgusu Türk dış politikasıyla da örtüştüğü
için bu dönemde ilişkiler gelişerek devam etmiştir. Ayrıca, Türkiye’nin Birleşmiş
Milletler (BM) Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine seçilmesi ile Obama’nın başkan-
lığının aynı döneme denk gelmesi, Türkiye-ABD iş birliğinin gelişmesine katkı
yapan bir diğer önemli gelişme olmuştur. Irak, Afganistan, İran ve Filistin’e ilişkin
birçok uluslararası sorun bir şekilde BM Güvenlik Konseyi’nin gündeminde ol-
duğu için Türkiye ve ABD arasında artan iş birliği daha da anlaşılır olacaktır. İki
liderin uyumlu iletişimi ve birbirine olan güveni yanında ABD’de Hillary Clinton
ve Türkiye’de Ahmet Davutoğlu’nun üstlendiği roller de kurulan ilişkilerde çok
önemli rol oynamıştır (Gözen, 2011a:300-302).
Türkiye için ABD ile ilişkilerin bir önemli yanı da Türkiye’nin AB ile ilişki-
lerinde yaşanan tıkanmadır. ABD ile olan ilişkiler, AB ile ilişkilerin zayıflaması-
na karşı bir alternatifi olmasa da artık daha da önemli bir hâl almıştır. Türkiye,
NATO ile olan ilişkilerini de bu eksene dayandırmaya çalışmaktadır. AB dışında
kalmış bir Türkiye ancak ABD ve NATO üzerinden, özellikle Balkanlar, Orta ve
Doğu Avrupa’da etkisini daha fazla gösterebilecektir. ABD için de benzer şekilde
Türkiye’nin varlığı önemlidir. Özellikle Orta Doğu ve Balkanlarda bazı sorunları
aşmada Türkiye’yi NATO’nun küresel ve bölgesel misyonunun bir aracı ve stratejik
çıkarlarının tamamlayıcı bir unsuru olarak görmektedir (Davutoğlu, 2012:234).
2007-2011 döneminde, Türkiye-ABD ilişkilerinde kayda değer gelişmeler ol-
muş, iki ülke arasında gerçekleşen üst düzey resmî ziyaretler artmış ve bu ziya-
retler ikili ilişkilerde olumlu gelişmelerin olmasını sağlamıştır. Bunların başında
da Nisan 2009 tarihinde Obama’nın yaptığı Türkiye ziyareti vardır. Obama’nın 6
Nisan 2009 tarihinde TBMM’de yaptığı konuşma gerek ikili ilişkiler için, gerekse
bölgenin istikrar ve barışı için yapılabilecekler noktasında büyük bir umut doğur-
muş, konuşmasında Türkiye-ABD iş birliğini tanımlamak için kullandığı “Model
Ortaklık” kavramı, iki ülke arasında başlayan yeni döneme dair önemli ipuçları
vermiştir. Obama, TBMM’de yaptığı konuşmada bölgeye ilişkin düşüncelerini,
Türkiye’den beklentilerini ve model ortaklık noktasında nasıl bir iş birliği kastet-
tiğini de belirtmiştir. Obama, “Birleşik Devletler’le Türkiye’yi birbirine bağlayan
güvenin zorlandığını, sarsıldığını biliyorum. Bu zorlanmanın, sarsılmanın İslam
inancının yaşandığı pek çok yerde paylaşıldığını da biliyorum. Becerebildiğim kadar
7. Ünite - AK Parti’nin İkinci Dönemi Türk Dış Politikası: 2007-2011 199
açıkça şunu söylemek isterim ki Birleşik Devletler, İslam’la bir savaş hâlinde değildir
ve asla olmayacaktır” sözleriyle Bush yönetiminin asıl düşman olarak belirlediği
İslam konusundaki duruşunun ne olduğunu vurguluyordu. Obama, Türkiye ile
ilişkilerde sorun olan Ermeni sorunu ve İsrail ile ilişkilere de değinmiş; Türkiye
ve Ermenistan arasında sınırların açılması, iki ülke halkının birlikte barış ve refah
içinde yaşamalarının sağlanması gerektiğini söylemiş ve bu konuda ABD’nin ge-
rekli desteği vereceğini belirtmiştir. Türkiye’nin bölgede önemli bir ülke olduğunu
söyleyen Obama, Filistinliler ile İsrailliler arasında yaşanan sorunda Türkiye’nin
barış için yardımcı olabileceğine olan inancını dile getirmiş ve Suriye-İsrail ara-
sında yürüttüğü ara bulucuğu hatırlatmıştır. İran ve Irak konularına da değinen
Obama, İran’ın bir seçim yapmak zorunda olduğunu, izlediği politikanın yanlış
olduğunu; Irak’ın ise güvenliğinin sağlanmasının bölge güvenliğinin sağlanması
için elzem olduğunu dile getirmiştir. Açıktır ki İran’ın nükleer programına iliş-
kin sorunların çözümünde, Irak’tan ABD askerî çekilirken güvenli bir ortam
yaratmak noktasında; İsrail-Filistin sorunu, Suriye, Hamas ve Hizbullah mesele-
leri ile Afganistan’da terörle mücadelede başarı kazanmak için Obama yönetimi
Türkiye’nin desteğine ihtiyaç duymaktadır. Türkiye’ye gösterilen yakınlık ve ku-
rulmak istenen stratejik iş birliğinin de temelinde bu nedenler yatmaktadır (Gö-
zen, 2011a:303-305). Ancak 2007-2011 dönemine baktığımızda ABD ile Türkiye
arasında bazı görüş ayrılıklarının olduğu ve Obama’nın ABD politikalarına uygun
beklentilerini Türkiye’nin karşılamadığını görmekteyiz. Türkiye’nin Hamas’ı bir
terör örgütü olarak görmeyip meşrulaştırması, İran’ın nükleer programına ilişkin
sert yaptırımlar yerine diplomatik yolları tercih etmesi, Filistin-İsrail sorununda
Filistin’i desteklemesi ve İsrail’i karşısına alması iki ülke arasındaki uyuşmazlıkla-
ra örnek olarak gösterilebilir.
1 Mayıs 2009’da Türk Dışişleri Bakanı olarak atanan Prof. Dr. Ahmet Davu-
toğlu, çeşitli platformlarda, ortaya konan “Model Ortaklık” anlayışının Türkiye
tarafından memnuniyetle kabul edildiğini belirtmiştir. Türkiye açısından Model
Ortaklık şu noktalarda önemlidir: PKK terörüne karşı ortak mücadele imkânını
artmıştır. Ayrıca, Kıbrıs sorununa kalıcı ve adil bir çözüm bulma ve enerji alanın-
da iş birliği yapma umudu ortaya çıkmıştır. Irak, İran, Afganistan, Ermenistan,
Azerbaycan ile ilgili somut sorunların çözümünde ilerleme sağlanacağı ve Orta
Doğu, Kafkaslar, Orta Asya ile Balkanlar’da istikrar ve barışın inşasında kurulacak
ilişkilere katkı sağlanacağı inancı artmıştır. Bu inançla, model ortaklık temelinde,
ikili ilişkilerde yoğun ve üst düzey karşılıklı diplomatik temaslar başlamıştır. Bu
temaslar, öncelikle iki ülke arasındaki askerî, siyasi, ekonomik, mali ve benzeri
konularda yakınlaşmayı arttırmak amacına dönük olmuştur. Türkiye, teröre karşı
mücadelesinde; güvenlik konularında, mali-ekonomik sorunlarının çözümünde,
Ermeni sorunu, Kıbrıs sorunu, AB üyeliği gibi dış politika sorunlarının çözül-
mesinde ABD’den destek isterken; ABD de Irak, İran, Afganistan gibi ülkelerle
sorunlarının çözümünde ve Arap-İsrail barış süreci gibi konularda Türkiye’den
destek istemiştir (Gözen, 2011a:305-307)
2007-2011 döneminde Obama’nın iktidara gelmesiyle gelişen ilişkiler ve model
ortaklık anlayışıyla belirlenen ortak politikalara rağmen iki ülke arasında özellikle
2010 yılının sonlarından itibaren anlaşmazlıklar da yaşanmıştır. Bu konulardan bi-
rincisi İran’ın yürüttüğü nükleer enerji çalışmalarında gündeme gelen Takas Anlaş-
ması ve İran’ın bu faaliyetleri yüzünden BM Güvenlik Konseyi’nin İran’a karşı am-
bargo kararında Türkiye’nin Brezilya ile birlikte “hayır” oyu kullanmasıdır. ABD ve
Batı, İran’ın nükleer faaliyetlerinin bir kısmının gizli yürütüldüğü ve barışçıl amaçla-
200 Türk Dış Politikası II
rın dışında kullanılacağı kaygısını taşımaktadır. İran ise bunu kesinlikle reddetmek-
tir. Ancak Obama yönetimi ve Batı, İran’ın nükleer programını tamamen dondur-
masını istemekte ve bu konuda çeşitli yaptırımlar uygulanmasını talep etmektedir.
Türkiye ise sorunun diyalog ve diplomasi ile çözülmesi yönünde tavır koymuştur.
Yaptırım ve güce dayalı bir müdahalenin İran’ın güvenlik kaygılarını arttıracağını
ve bölgede istikrarsızlığa neden olacağını belirten Türkiye, İran ve Batı arasında ara
buluculuk çabalarının yanı sıra Brezilya ile birlikte sağladığı nükleer yakıt takası
anlaşmasının sorunun çözümüne dönük en somut adımlar olduğunu savunmuştur.
Türkiye’nin bu çabalarına rağmen ABD, Haziran 2010’da BM Güvenlik Konseyi’ne
bir yaptırımlar paketi getirmiş, bu paket Türkiye’nin karşı çıkmasına rağmen BM
tarafından onaylanmıştır (Kardaş, 2011:39-40).
ABD ile yaşanan diğer önemli sıkıntı da İsrail ile yaşanan Gazze gerginliği ve-
silesi ile ortaya çıkmıştır. İnsani Yardım Vakfı’nın (İHH) organizasyonu ile Gazze
ablukasını protesto etmek ve Gazze’ye insani yardım göndermek için yola çıkan ve
içinde otuzdan fazla ülke vatandaşının yer aldığı Mavi Marmara gemisine, 31 Ma-
yıs 2010 tarihinde İsrail ordusu tarafından bir saldırısı düzenlenmiş ve biri Ame-
rikan vatandaşı olan dokuz Türk öldürülmüştür. İçinde 800 kişi olan geminin açık
sularda İsrail tarafından saldırıya uğramasını Türkiye son derece sert bir biçimde
protesto etmiştir. ABD’nin İsrail’e karşı Türkiye’nin beklentilerinin çok altında bir
tavır sergilemesi Türkiye’de hayal kırıklığı yaratmış, her anlamda hukuk ve insan-
lık dışı bu eylemde Türkiye, ABD’den İsrail’e karşı çok daha ciddi ve sert bir üslup
takınmasını istemiş ancak bu gerçekleşmemiştir.
Bu dönem içinde yaşanan bir sıkıntı da ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yazışma-
larının ele geçirilmesi ve “Wikileaks” üzerinden kamuoyu ile paylaşılması vesilesi
ile ortaya çıkmıştır. Amerikan diplomatlarının kendi iç yazışmalarında Türkiye’yi
rahatsız eden belgelerin varlığı, bir başka güven bunalımı yaratmıştır. Türkiye bu
konuda diplomatik sınırlar içinde bir üslup takınmış, ABD ise yaşanan olaydan
dolayı Türkiye’den özür dilemiş ve bu olayın ikili ilişkileri etkilememesi kararı
alınmıştır (Gözen, 2011b:284-285).
Türkiye-ABD ilişkilerinin klasik gerilim alanlarından birisi de neredeyse her yıl
yeniden gündeme gelen 1915’te Ermenilerin Osmanlı Devleti’nde yaşadıklarının bir
“soykırım” olup olmadığına dair tartışmalar ve karar tasarılarıdır. Türk-Amerikan
ilişkilerinin aşılamamış sorunlarından birisi olarak mesele bu dönemde de gün-
deme gelmiş ve gerginlik yaratmıştır. Obama’nın 24 Nisan konuşmasında “soykı-
rım” kavramı yerine ‘büyük felaket’ anlamına gelen “Meds Yeghern”i kullanması
Türkiye ile ilişkilere verdiği önemin bir parçası olarak görülebilir. Olayların ABD
tarafından bir soykırım olarak kabul edilmesine yönelik yeni bir tasarının ABD
Kongresi Dış İlişkiler Komitesi’nde kabul edilmesi sebebiyle yaşanan gerginliği de
2007-2011 yılları arasındaki krizlerden sayabiliriz. ABD Temsilciler Meclisi Başka-
nı Nancy Pelosi’nin girişimleriyle hazırlanan ve gündeme gelen tasarı, Temsilciler
Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nden 22’ye karşı 23 oyla geçmişti. Ancak bunun yasal
bir bağlayıcılığının olması için Genel Kurul’da onaylanması gerekiyordu. Türkiye,
üst düzeyde girişimlerle bunu engellenmeye çalışılmış, ABD Dışişleri Bakanlığı da
tasarının onaylanmasına Türkiye ile ilişkileri çok olumsuz etkileyeceği için karşı ol-
duğunu bildirmiştir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de Obama’ya mesaj göndererek
“konunun Türkiye-ABD ilişkilerini rehin almasına izin vermemesini beklediklerini”
belirtmiştir. Nancy Pelosi ve Ermeni lobisinin yoğun çabalarına rağmen “Ermeni
Soykırımı” iddialarına ilişkin 252 sayılı karar tasarısı Genel Kurula getirilememiş,
Temsilciler Meclisi’nin görev süresinin dolmasıyla da Temsilciler Meclisi Dış İlişki-
7. Ünite - AK Parti’nin İkinci Dönemi Türk Dış Politikası: 2007-2011 201
ler Komitesi’nde onaylanan tasarı “kadük” kalmıştır. Bu sayede olası büyük bir kriz
son anda engellemiştir.
Model ortaklık kavramının ilk ortaya konduğu zamandan bugüne bakıldığında
kavramın içinin ne kadar doldurulduğu tartışmalı da olsa, 2007-2011 döneminde
ilişkilerin geçmişe oranla daha da geliştiği açıktır. Bu gelişme kendini ekonomik
alanda da göstermiş, 2009 yılında Ekonomik ve Ticari Stratejik İşbirliği Çerçevesi
(ETSİÇ) adıyla yeni bir mekanizma hayata geçirilmiştir. Ayrıca, “Türkiye-ABD
Bilimsel ve Teknolojik İşbirliği Anlaşması” ile teknoloji alanında iş birliğinin ge-
liştirilmesi hedeflenmiştir.
2007-2011 döneminde Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerde ABD’nin İsrail
ve İran politikası, kısmen de Ermeni meselesi önemli sorun alanları olarak ortaya
çıkmıştır. Ancak, Obama yönetiminin genel dış politika konseptinin Türkiye ile
sorun alanlarını daralttığı da söylenebilir. Burada ekonomik yapısı gelişen, istik-
rarlı ve kendine güvenli bir Türkiye’nin varlığını ve ağırlığını daha somut hisset-
tirmesinin de önemli rol oynadığı söylenebilir.
2009 yılında B. Obama, ABD başkanı seçildikten sonra ortaya konulmak istenen
model ortaklıktan Türkiye’nin beklentileri neler olmuştur? 2
muştur ancak Rum tarafı daha görüşme yapılmadan önerilen paketi reddetmiştir
(Uslu, 2011b:228)
ları üzerinden geçirmektir. Bu politika ile Türkiye hem bir gelir elde edebilmekte
hem de stratejik olarak değerini arttırıp bu enerji kaynaklarının güvenli aktarımı-
nın gerçekleşmesini sağlamaktadır. Orta Doğu ve Kafkas coğrafyasına baktığımız-
da Türkiye’ye duyulan güven enerji kaynaklarının aktarımının Türkiye üzerinden
yapılmasında uluslararası desteği de sağlamıştır. Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru
Hattı, Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı, Bakü-Tiflis-Erzurum Doğal Gaz Boru
Hattı, Samsun-Ceyhan Petrol Boru Hattı Projesi, Mavi Akım Doğalgaz Boru Hattı
Projesi ve NABUCCO Boru Hattı Projesi Türkiye’nin bu politikası sonucu gerçek-
leşmiş ya da gerçekleşmesi amaçlanan projelerdir. Bu yüzden, Rusya yönetiminin
yapılan görüşmelerde, Samsun-Ceyhan boru hattına petrol vermeyi kabul etmesi
ve her ne kadar NABUCCO projesine karşı çıkmasına ve alternatif olarak Güney
Akım Boru Hattı projesini sunmasına rağmen, ilişkilerdeki önemli ilerlemelerin
etkisiyle bu hattın Türkiye üzerinden geçebileceğini ifade etmiştir. Tüm bunlar
Türkiye için çok önemli kazanımlar olarak ortaya çıkmaktadır (Erdoğan, 2011).
Türkiye ve Rusya ikili ilişkilerin dışında uluslararası sorunlarda da büyük ora-
da yakın politika izlemişlerdir. İran’ın nükleer enerji programı karşısında Batı’nın
verdiği tepkiye karşın sorunun diplomatik yolla çözülmesi noktasında, Türkiye-
Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesinde, Orta Doğu’da barışın sağlanması, Su-
riye-Lübnan sorunu, Afganistan ve Irak’ta güven ortamının tesisi gibi uluslararası
konularda Rusya ve Türkiye yakın politikalara sahip olmuşlardır. Ayrıca Rusya,
Türkiye’nin AB üyeliğini, Türkiye de Rusya’nın İslam Konferansı Örgütü’ne göz-
lemci statüsünde katılımını desteklemiştir. İki ülke de Karadeniz Ekonomik İşbir-
liği Örgütü’nün daha etkin hâle getirilmesi için çaba harcamaktadır (Aybay, 2011).
Elbette ikili ilişkiler ve bazı süresel sorunlara karşı paralel bir politika izlen-
se de iki ülkenin ayrı düştüğü konular da vardır. 2011 yılı ve sonrasında dünya
gündemini en çok meşgul eden Arap Baharı bunlardan biridir. Rusya bölgedeki
isyanların ve iktidar değişimlerinin Orta Doğu’yu istikrarsızlaştıracağını iddia
etmektedir. Ayrıca, NATO ve ABD’nin olaylara müdahil olması Rusya’yı çok ra-
hatsız etmiştir. Rusya için Arap Baharı’nı yaşayan ülkeler içinde Libya ve Suriye
ayrı bir öneme sahiptir. Libya’da çıkan olaylar da Rusya öncelikle bir bekle-gör
politikası izlemiş, Libya’ya yapılacak müdahalenin Orta Çağ’ın Haçlı Seferle-
ri olacağını ifade etmiş ve müdahaleyi ağır bir dille eleştirmiş. Libya’daki Ulusal
Geçiş Konseyi’ni (UGK) tanımakta temkinli davranmıştır. Fakat izlediği politika
Libya’ya askerî bir müdahaleyi engellememiştir. Sonuçta direnişçiler savaşı ka-
zanmış ve Kaddafi iktidarı kanlı bir şekilde son bulmuştur. Libya’yı bu şekilde
kaybeden Rusya, müttefiki Beşar Esed yönetimindeki Suriye konusunda ise tav-
rını çok daha net bir şekilde ortaya koymuş ve rejimin korunması için ilk andan
itibaren elinden gelen çabayı göstermeye başlamıştır. Rusya’nın Suriye noktasında
hedefi diplomatik çözümlerin aranması ve dış müdahalenin mümkün olduğunca
engellenmesidir. Rusya için Suriye’nin stratejik önemi büyüktür. Suriye, Rusya’nın
bölgede çok önemli siyasi ve ticari partnerdir, ayrıca Rusya’nın Suriye’nin Tartus
Limanı’nda çok önemli bir askerî üssü mevcuttur (Kayrak, 2012). Hatta gözlem
uçuşu yapan Türk jetinin 2012’de bu üsten gönderilen füzelerle vurulduğu dahi
iddia edilmiştir.
Rusya, Suriye’yi daha doğrusu Esed rejimini kaybederse bölgedeki etkisini
kaybedeceğini düşünmektedir. Bu yüzden şiddet olayları ne kadar artsa da bu ko-
nudaki mücadelesini sürdürmektedir. Rusya’nın bu bağlamda en önemli destekçi-
si ise Çin’dir. Çin, 5 Ekim 2011 yılında BM Güvenlik Konseyi’nin Esed’e yaptırım
kararını Rusya ile birlikte veto etmiştir. Bilindiği gibi veto hakkı sadece BM Gü-
7. Ünite - AK Parti’nin İkinci Dönemi Türk Dış Politikası: 2007-2011 207
venlik Konseyi daimi üyelerine verilmiştir. Rusya veto kararı ile de yetinmemiş,
destek amacıyla Kasım 2011 sonunda Suriye’ye askerî gemiler göndermiştir. Rus-
ya bu tavrı ile ayrıca Orta Doğu’da önemli bir aktör olduğunu dünyaya göstermek
istemektedir (Kayrak, 2012). Türkiye ise Suriye konusunda Rusya’dan çok farklı
bir politika izlemektedir. Türkiye’ye göre başta Birleşmiş Milletler olmak üzere
ABD, AB ve NATO, Esed rejiminin yıkılması için azami çaba göstermelidir. Tür-
kiye için Esed rejimi meşruiyetini yitirmiştir. Bu bağlamda Türkiye, Suriye’deki
muhaliflere her türlü desteği sağlamakta, sayıları yüz binleri aşan Suriyeli sığın-
macıyı ülkesinde barındırmaktadır.
İki ülkenin Balkanlar ve Kafkaslardaki bölgesel sorunlarda da farklı bakış açı-
ları yok değildir. Örneğin Türkiye, Kosova’nın bağımsızlığını tanıyan ve bunu
destekleyen bir ülke iken Rusya bağımsız bir Kosova’ya karşı çıkmıştır. Ayrıca
Rusya, Güney Osetya ve Abhazya’yı bağımsız bir devlet olarak tanımakta iken
Türkiye bu bölgeleri Gürcistan’ın bir parçası olarak kabul etmektedir. Ancak buna
rağmen Gürcistan krizinde Türkiye, Rusya’yı rahatsız edecek kararlardan itina ile
kaçınmıştır. Rusya, Türk-Ermeni ilişkilerinin gelişmesini desteklediğini açıklamış
olsa da Türkiye’nin Ermenistan’ın işgal ettiği Azerbaycan topraklarından çekilme
şartını ilişkileri ilerletmek için şart koşması, Rusya’nın karşı çıktığı bir durumdur
(İmanov, 2011,s.347).
Görüldüğü üzere iki ülke arasında her konuda bir mutabıklık yoktur. Ancak
bu durum, iki ülkenin en azından enerji ve ticaret alanlarında stratejik boyutta
bir ilişkisinin olduğu gerçeğini de yadsımaz. Şu bir gerçektir ki iki ülke arasındaki
rekabetin tarihî, gerçekleştirilen iş birliği tarihinden daha eskidir. İki ülke, arala-
rındaki yüzlerce yıllık jeopolitik mücadeleyi jeoekonomik iş birliğine çevirme-
ye çalışmaktadırlar (Aybay, 2011). Bunu gerçekleştirmek kolay değildir ancak şu
kısa sürece bakılınca çok başarılı bir yol kaydedildiği bir gerçektir. Dünyanın çok
önemli bir bölgesinde merkez ülke olma çabasındaki iki ülkenin bu ilişkileri çok
önemlidir. Yaşanan sorunların ikili ilişkilere büyük oranda yansımaması gelinen
noktadaki iş birliğinin ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir.
Harita 7.1
Arap Baharı’nın etkili
olduğu ülkeler.
Kaynak: http://
pol297thearabspring.
wordpress.
com/2012/07/17/
mapping-the-arab-
spring 28.10.2012
Revolution Civil war Sustained civil disorder and governmental changes Protests and governmental changes
Major protests Minor protests Protests outside the Arab world
Türkiye’nin yeni Orta Doğu politikasında en fazla eleştiri alan konulardan biri-
si de İran’ın yürüttüğü nükleer programa ilişkin tutumudur. Özellikle Batı devlet-
leri ve İsrail, İran’ın kesinlikle bu programını durdurmasını istemektedir. İran’nın
nükleer çalışmalarını askerî alanda kullanacağı, bölge ve dünya için önemli bir
tehdit yaratacağı iddiasında bulunmaktadırlar. İran ise programın barışçıl amaç-
larla yürütüldüğünü, bir tehdit olmadığını öne sürmektedir. Türkiye’nin bu nokta-
da tavrı ise her ülkenin barışçıl amaçlarla nükleer program yürütebileceği, bunun
İran’ın da hakkı olduğu yönündedir. Türkiye ayrıca İran’a tepki gösteren ülkelere
de seslenerek önce kendi ellerinde bulundurdukları nükleer silahları imha etme-
leri ve bu tür faaliyetlerde bulunmamaları gerektiğini ifade etmiştir. Türkiye bu
anlayışla İran ile bu programa karşı olan devletler arasında ara buluculuk üstlen-
miş ve bir mekik diplomasisi uygulamıştır. Bu konuda, Brezilya da Türkiye’nin
yanında yer almıştır. 17 Mayıs 2010’da Türkiye ve Brezilya, İran’ı nükleer enerji
konusunda uluslararası toplumla iş birliği yapmasına ikna etmiş ve taraflar ara-
sında ‘Tahran Anlaşması’ imzalanmıştır. ABD yönetimi ise bu anlaşmayı tanı-
mamış ve BM Güvenlik Konseyi’nden İran’a yaptırım kararı çıkarmıştır. Türkiye Birleşmiş Milletler
ise BM içinde yapılan bu oylamada yaptırım kararlarına karşı çıkmış ve ABD’nin Güvenlik Konseyi: BM
Güvenlik Konseyi beş daimî
telkinlerine rağmen İran’ın yanında yer almıştır. Türkiye, böylesi bir yaptırımın üye olan Amerika Birleşik
kendisinin zararına olduğu, bölge barışına katkı sağlamadığı ve çözüm için diplo- Devletleri, İngiltere, Fransa,
masinin öncelenmesi gerektiğini belirtmiştir (Duran, 2011:s.41). Türkiye, bölgede Çin ve Rusya ile on geçici
üyeden oluşmaktadır.
bir normalleşme ve kalkınma isteniyorsa yapılması gerekenin yaptırımlar uygula- Birleşmiş Milletlerin en güçlü
mak değil karşılıklı diyalog ile barışçı çözümler aramak olduğunu ve bunun için karar organı olan Güvenlik
her türlü adımı atmaya hazır olduğunu çeşitli platformlarda belirtmiştir. Konseyi’nin kararları tüm üye
ülkeleri bağlayıcı niteliktedir.
İsrail ve ABD’nin yaptırımların arttırılması talebine Almanya, Fransa ve Dünya sorunlarına ilişkin
İngiltere’nin güçlü desteği ile bu ülkelerle İran konusunda daha fazla çatışma yaşa- kararların bu beş daimî
mak istemeyen Çin ve Rusya’nın İran’a yönelik azalan desteği, İran için Türkiye’yi üyenin kararlarına bırakılması
daha değerli bir konuma getirmiş, “güvenilir bir ülke” algısını artırmıştır. başta Türkiye olmak üzere
birçok devlet tarafında
Türkiye’nin bu tutumu İran’ı ne kadar memnun ettiyse, ABD’yi ve İsrail’i de bir o eleştirilmektedir.
kadar rahatsız etmiştir. Obama yönetimi resmî açıklamalarında Türkiye’nin kara-
rını eleştirse de iyi niyetli çabasını anlamlı bulduğunu söylemiştir. Burada Obama
yönetiminin Bush dönemine göre daha barışçıl çözümler arayan bir çizgide oldu-
ğu görüntüsü vermesinin yanında, Afganistan, Irak ve Balkanlar gibi birçok bölge-
de ABD’nin Türkiye’nin desteğine ihtiyaç duyması da Ankara’ya karşı politikasının
sertleşmesini önleyen temel faktörler olmuştur (İnat ve Telci, 2011a:.112-113).
Türkiye’nin İran’ın nükleer faaliyetlerinde Batı’nın genel tavrına kaşı bir tavır
içinde olması bu ülkelerle ilişkilerini ya da ait olduğu ittifaklar içindeki sorum-
luluklarını etkilemiştir diyemeyiz. Bunun en iyi örneği NATO’nun Füze Kalkanı
Projesidir. Bu projeye göre, Türkiye’de dış tehditlere karşı bir füze kalkanı ünitesi
kurulması kararı alınmıştır. İran bunu kendisine karşı yapılmış bir eylem ve tehdit
olarak gördüğünü açıklamıştır.
Türkiye’nin başta İran olmak üzere Müslüman ağırlıklı coğrafya ile oluşturduğu
kendi çıkarları ekseninde, iş birliği temelli bir ilişki kurması ve Batılı güçlerin bu
ülkelere yönelik sınırlayıcı, yalnızlaştırıcı politikalarına ayak uydurmaya yanaşma-
ması giderek artan bir şekilde bazı Batılı çevreleri rahatsız etmeye başlamıştır. Bu
durum, Türkiye’nin bir “eksen kayması” yaşadığı kanısını uyandırmıştır (İnat ve
Telci, 2011a:104-105). Türkiye bu dönemde İran ile ilişkilerinde başta ekonomik
ve siyasi olarak, gerektiğinde müttefiklerini bile karşısına alarak adımlar atmıştır.
Ancak İran’ın buna karşılık aynı paralellikte adımlar attığını söylemek güçtür. Te-
rör konusunda iş birliği konusunda anlaşmaya varılsa da İran terörle mücadelede
212 Türk Dış Politikası II
Telci, 2011a:126-127). Bilindiği gibi AK Parti sonrası Türk dış politikası bölge ba-
rışını sağlama ve çözüm odaklı politikalar üretmek amacıyla ara buluculuk ve me-
kik diplomasisine ağırlık vermiştir. Bu doğrultuda Türkiye, 2004 yılında Suriye ve
İsrail arasındaki gerilimi ortadan kaldırmak için ara buluculuk teklifinde bulun-
muş ancak Başbakan Erdoğan’ın İsrail’e karşı tutumu yüzünden İsrail Başbakanı
Ariel Şaron bu teklifi reddetmiştir. Buna ek olarak ayrıca Türkiye’nin İsrail’e su sa-
tışı ihalesi İsrail Hazine Bakanlığı tarafından reddedilmiş ve buna karşılık da Tür-
kiye, İsrail firmalarına verilen bazı ihaleleri iptal etmiştir. Ayıca İsrail Türkiye’nin
bölgede etkin rol oynama ve ilişkileri geliştirme gayretinden rahatsız olmuş, bu
rahatsızlık 2007 ve takip eden yıllarda Amerika’daki güçlü İsrail lobisinin Türkiye
aleyhinde lobi faaliyetleri yapmasına kadar gidecek gelişmelere neden olmuştur.
Bu döneme kadar Amerika’da Ermeni soykırımı iddialarının kabulüne ilişkin ça-
balarda her zaman Türkiye’nin yanında yer alan ve ABD hükûmeti çevrelerinde
Türkiye lehine lobi faaliyetleri yürüten Yahudi lobileri politikalarını değiştirmiş,
örneğin İsrail lobisinin en güçlü örgütlenmelerinden olan Anti-Defamation Le-
ague (ADL) Ermenilerin 1. Dünya Savaşı sırasında yaşadıkları trajediyi ilk defa
“Soykırım” olarak kabul etmiş ve bunun Amerikan Senatosu’nda kabul edilmesi
için çalışmalar yapmıştır. 2007 yılında yaşanan bir diğer gerginlik ise İsrail askerî
jetlerinin Suriye’yi vurmasıdır. Burada gerginliği yaratan ise hedefleri vurmak için
İsrail jetlerinin izinsiz olarak Türk hava sahasını kullanmalarıdır. Türkiye, bu ola-
ya sert tepki vermekle birlikte, savaşın eşiğine gelen Suriye ve İsrail arasında ara
buluculuk yaparak tarafları sükûnete davet etmiştir. Türkiye’nin telkinleri sonucu
taraflar doğrudan görüşmelere başlama noktasına gelmiş ve Suriye-İsrail ilişki-
lerinde önemli bir dönüm noktasına gelindiği düşünülmüşse de 27 Aralık 2008
tarihinde İsrail’in Gazze’ye gerçekleştirdiği operasyonlarla süreç içinde atılan tüm
olumlu adımlar anlamını yitirmiş ve büyük bir kriz patlak vermiş, Türkiye’nin sür-
dürmeye çalıştığı barış görüşmeleri de sona ermiştir (İnat ve Telci,2011a:127-128).
Türkiye’nin yoğun çabalarının sürdüğü bir dönemde gerçekleşen Gazze saldırısı,
hem içeriği hem de kullanılan silahlar ve yöntem bakımından Türkiye’nin büyük
tepkisini çekmiştir. İsrail yönetimine yönelik yaşanan büyük güven kaybı Türkiye-
İsrail ilişkilerini 2009 yılına girildiğinde belki de tarihinde hiç olmadığı kadar alt
seviyeye indirmiştir.
Davos Krizi
Türkiye-İsrail ilişkilerinin gerginleşmesine etki eden en önemli gelişmelerden
biri 2008 yılı sonu İsrail’in “Dökme Kurşun Harekâtı” adını verdiği Gazze operas-
yonudur. 27 Aralık günü İsrail’in Gazze’yi vurması sonucu içinde kamu kurumu,
cami ve üniversitelerin de bulunduğu birçok yer ciddi hasar görmüş, operasyon
sonunda çoğu sivil binlerce kişi hayatını kaybetmiştir. Filistin kaynakları bu ope-
rasyonda uluslararası hukukun yasakladığı silahların da kullanıldığını iddia etmiş
ancak İsrail bunu reddetmiştir. Yapılan saldırı ve sivil kayıplar yüzünden Türkiye
büyük tepki göstermiş, hazırladığı Goldstone Raporu ile İsrail’in savaş suçu işle-
diğini belirtmiştir.
Türkiye’nin BM’nin ardından uluslararası alanda verdiği önemli bir tepki de
Dünya Ekonomik Forumu’nun düzenlendiği Davos’ta olmuştur. 29 Ocak 2009 ta-
rihinde Davos’ta düzenlenen “Gazze: Orta Doğu’da Barış Modeli” panelinde Baş-
bakan R.T.Erdoğan, İsrail Cumhurbaşkanı’na “Sesinin benden çok yüksek çıkması
bir suçluluk psikolojisinin gereğidir. Öldürmeye gelince siz öldürmeyi çok iyi bilir-
siniz. Plajlardaki çocukları nasıl öldürdüğünüzü, nasıl vurduğunuzu çok iyi biliyo-
7. Ünite - AK Parti’nin İkinci Dönemi Türk Dış Politikası: 2007-2011 215
rum.” diyerek tepki göstermiş ve toplantıyı terk etmiştir. Tüm dünya önünde orta-
ya konan bu tepki Türkiye-İsrail ilişkilerinin derin yara almasına neden olmuştur
(İnat ve Telci,2011a:128). Başbakan Erdoğan’ın daha sonra yaptığı açıklamalarda,
tepkisinin bir İsrail ya da Yahudi karşıtlığı olarak görülmemesi gerektiğini, tepki-
sinin İsrail yönetimine ve bu yönetimin Gazze’de yaptıklarına ve Filistin politika-
sına ilişkin olduğunu söylemiştir.
Bu süreçte ortaya çıkan sonuç, Türkiye’nin artık ABD ya da Batı’nın politi-
kalarına koşulsuz uymayacağı ve kendi çıkarlarına göre hareket edeceği şeklin-
de anlaşılmıştır. Yaşanan olaylar İsrail’e artık kendisine en yakın Müslüman ülke
olan Türkiye’nin kendi beklentileri doğrultusunda her koşulda ikna edilebilir bir
ülke olmadığını göstermiştir. İsrail, Türkiye’nin politikalarının ve stratejisinin
farklılaştığını ve bunun kendisini bölgede yalnızlaştıracağını görmekteydi ancak
iktidardaki aşırı sağcı hükûmet İsrail içinden de gelen sağduyu çağrılarına kulak
asmamakta ve ilişkilerin her geçen gün gerilmesine neden olmaktaydı. Her ne
kadar İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez 30 Ocak’ta Başbakan Erdoğan’ı arayarak
Davos’ta yaşananlardan dolayı üzgün olduğunu söylese (bu bazı çevirilerde “özür
dileme” (I am sorry!) olarak geçmiştir) ve Türk hükûmetinden de ortamı yumuşa-
tıcı mesajlar verilmeye çalışıldıysa da gerilim 2007-2011 döneminde azalmamıştır
(İnat ve Telci, 2011:131-132).
İsrail ile yaşanan sancılı süreç birçok alanda olumsuz etkisini göstermiştir.
Askerî iş birliği, ticari ve diplomatik ilişkiler bunların başında gelmektedir. Bilin-
diği üzere, İsrail ile Türkiye arasında savunma ve istihbarat alanlarında yıllardan
beri süren bir iş birliği mevcuttu. Ancak yaşanan olaylardan sonra tüm bu konu
ve alanlarda ilişkiler kötüleşmiştir. Ekonomide de benzer bir durum yaşanmış,
2002-2009 yılları arasında % 96 oranında artan ticaret hacmi bu dönemde yaşa-
nan krizden sonra azalmaya başlamıştır. Bu hem ithalatta hem de ihracatta gö-
rülen bir durumdur. Aynı şekilde turizm de bundan etkilenmiş, İsrail’den gelen
turist sayısında önemli oranda düşüş görülmüştür.
Türkiye’nin Filistin politikası sadece İsrail ile olan ilişkileri değil ABD ve Batı
ile olan ilişkileri de etkilemiştir. Bu konuda Türkiye’nin Hamas ile kurduğu iliş-
kiler etkili olmuştur. ABD ve Batı ülkeleri için Hamas terörist bir örgüttür. Oysa
Türkiye Hamas’ı, Filistin Yasama Konseyi seçimlerinden zaferle çıkmasından ötü-
rü Filistin’in resmî bir temsilci olarak kabul etmiştir. Bu bağlamda Hamas lideri
Halid Meşal ile kurulan ilişkiler hem ilişkileri germiş hem de Türkiye’nin Batı’dan
uzaklaştığı yorumlarının yapılmasına neden olmuştur. Türkiye’nin bir eksen kay-
ması yaşadığı düşüncesinin nedenlerinden biri de Hamas ile kurulan bu ilişkiler-
dir. Aynı dönem için Türkiye, İsrail’in Gazze’ye karşı uyguladığı ambargoyu ve şid-
deti her platformda sert bir şekilde eleştirmeye devam etmiştir (Kardaş, 2011:40).
dirmektedir. Davutoğlu’na göre, Türkiye’nin Balkanlarda kısa ve orta dönem dış po-
litikasının iki önemli hedefi olmalıdır. Bunlar, Bosna ve Arnavutluk’un istikrarlı bir
yapı içinde güçlendirilmesi ve bölgedeki etnik azınlıklara güvenlik şemsiyesinde bir
uluslararası hukuk zemini oluşturulmasıdır. Bu zemin içinde Türkiye Balkanlar’da-
ki Müslüman azınlıklar ile ilgili sorunlarda müdahale etme hakkını kazanmalıdır.
Bu da ancak Türkiye’nin kültürel ve tarihî faktörleri de gözeterek aktif bir Balkan
politikası izlemesi ile mümkün olabilir (Davutoğlu, 2012:123). Bölgenin barış, istik-
rar ve refahına büyük önem veren Türkiye, “Bölgesel sahiplenme” ve “kapsayıcılık”
ilkeleri gözeterek Balkan politikasını dört ana eksene ayırmıştır. Bunlar, üst düzeyli
siyasi diyalog, herkes için güvenlik, azami ekonomik entegrasyon ve çok etnikli, çok
kültürlü, çok dinli toplum yapısının muhafazasıdır. Bunun için Türkiye tüm Balkan
ülkelerinin AB ve NATO ile bütünleşmesine önem vermekte ve desteklemektedir
(Dışişleri Bakanlığı, 2012).
Türkiye, 2007-2011 döneminde Balkanlarda, NATO ve AB öncülüğünde yü-
rütülen bölgenin yeniden inşasını amaçlayan uluslararası operasyonları destekle-
miş, bu sayede hem ABD ve AB ile ilişkilerini pekiştirmiş hem de Bosna, Kosova
ve Makedonya gibi ülkelerdeki müdahalelerde etkisini gösterme fırsatı bulmuş-
tur. Davutoğlu, bölgede hâlâ etnik kökenli çatışmaların olma ihtimali olduğunu,
Batı’nın bunu göremediğini, yeniden bir sıcak çatışmanın çıkması ihtimalini en-
gellemek için Balkanlarda önleyici diplomasiye dönük girişimleri Türkiye’nin yü-
rüteceğini belirtmiştir. Bu bağlamda atılan en önemli adımlardan biri, Türkiye’nin
Bosna Hersek ve Sırbistan liderlerini bir araya getirdiği üçlü mekanizmadır (Kar-
daş, 2011:37-38). Üçlü mekanizma, Davutoğlu’nun inisiyatifiyle, Bosna-Hersek ve
Sırbistan arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesine ve aralarındaki güvenin tesis
ve idamesine katkıda bulunmak maksadıyla 2009 Ekim ayında bir zirve gerçek-
leştirmiştir. Bu güne kadar altı toplantı gerçekleştirilmiştir. Bu zirvelerin beşincisi
somut gelişmeler sağlanan önemli bir zirve olmuştur. Ankara’daki görüşmelerde
taraflar Bosna-Hersek’in Sırbistan’a büyükelçi ataması kararını almıştır. Böylece
bir başlangıç olarak, diplomatik ilişkilerdeki sıkıntıların aşılacağına ilişkin bir
ümit belirmiştir (Yanıkdağ, 2010). Toplantılarda, proaktif ve sonuç odaklı bir yak-
laşımla, somut güven arttırıcı önlemlerin bir takvim dâhilinde gerçekleştirilmesi
amaçlanmaktadır. Görüldüğü üzere Türkiye, dış politikasına uygun olarak bölge
barışını sağlamak, ilişkileri geliştirmek ve merkez ülke rolünün gereğini yerine
getirmek için ara buluculuk olmak üzere çalışmalarını sürdürmektedir. Bu çaba
Türkiye için ayrıca bir tarihsel sorumluluk-görev olarak da görülmektedir.
Bosna-Hersek’in güvenliği ve istikrarı Türkiye için çok önemlidir. Bu ülkelere
Makedonya ve Arnavutluk’u da eklemek gerekir. Bosna-Hersek kendi güvenli-
ğinin teminatı olarak NATO ve AB üyeliğini görmektedir. Türkiye, bu konuda
Bosna-Hersek’e tam destek vermektedir. Ancak Bosna-Hersek’in durumunu, gü-
venliği ve istikrarını Sırbistan’ı, Kosova’yı, Hırvatistan’ı görmezden gelerek ele al-
mak mümkün değildir. Türk dış politikası yapıcıları da bunun farkındadır.
ziyaretler olduğu düşünülürse geçmişte bölgeye karşı ne kadar ilgisiz bir politika iz-
lendiği anlaşılacaktır. Öyle ki Başbakan Erdoğan, Ekvator’un güneyine inen ilk Türk
başbakanıdır. Türkiye’nin Afro-Avrasya coğrafyasının merkez ülkesi ve küresel öl-
çekte kurucu aktör olma vizyonu düşünüldüğünde Afrika’da atılan adımların önemi
daha iyi anlaşılacağı gibi böylesi büyük bir kıtada ilişkileri yeni başlatmış olmanın
zorlukları da vardır. Türkiye yakın tarihte geliştirmeye başladığı Afrika ilişkilerde az
zamanda çok iş yapmıştır. Bunu bu bölgede yüzyıllardır hâkim olan ülkeler de gör-
mekte, Fransa örneğinde olduğu gibi Afrika ile kurulacak ilişkilerde ortak hareket
etme noktasında teklifler gelmektedir.
Afrika, 30 milyon kilometrekareyi aşan yüz ölçümü ve 1 milyara yakın nüfu-
su ve sahip olduğu doğal kaynaklar dolayısıyla her geçen zaman daha da önemli
bir bölge hâline gelmektedir. Günümüzde Afrika’da başta eski sömürge ülkeleri
olmak üzere, Çin Halk Cumhuriyeti, ABD, AB, Rusya, Japonya ve Hindistan gibi
birçok ülke yatırım yapmakta, kıta ülkeleri ile iş birliğine gitmektedir. Türkiye,
kıta ile ilişkileri daha yeni yeni geliştirmeye başlasa da bu konuda başarılı olduğu
söylenebilir. Bunun en güzel örneğini ekonomik verilerle ortaya koymak müm-
kündür. Türkiye ile Afrika arasında 2000 yılında 742 milyon dolar olan ticaret
hacmi 2008 yılında ise 5,7 milyar dolara ulaşmıştır (Şahin, 2010).
2007-2011 dönemindeki gelişmelerden biri 2008 yılında Addis Ababa’daki Af-
rika Birliği Zirvesi’nde, Türkiye’nin Birliğin stratejik ortağı ilan edilmesi olmuştur.
Aynı yıl içinde ve 49 Afrika ülkesiyle birlikte aralarında BM, Afrika Kalkınma
Bankası ve Arap Ligi’nin de bulunduğu 11 uluslararası ve bölgesel örgüt temsilci-
sinin katılımıyla İstanbul’da gerçekleştirilen Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi Tür-
kiye için çok önemli bir prestij olmanın yanında, önemli kazanımları da berabe-
rinde getirmiştir. Ayrıca zirvede, Türkiye-Afrika Odası’nın (TAC) kurulması da
kararlaştırılmıştır.
Bölge ile olan ilişkilerde Türkiye’nin dış yardımlarını organize eden TİKA da
önemli bir rol oynamaktadır. TİKA, Afrika ülkeleriyle ekonomik, ticari, sosyal ve
kültürel iş birliği için faaliyetler yürütmektedir. İlişkilerin ilerlemesine bağlı olarak
TİKA bölgedeki ofis sayısını artırmaktadır. TİKA’nın yanı sıra İslam Konferansı
Örgütü’nün gerçekleştirdiği sosyal projeler de Türkiye tarafından desteklenmekte-
dir (Şahin, 2010). 9-13 Mayıs 2011 tarihlerinde İstanbul’da düzenlenen BM IV. En
Az Gelişmiş Ülkeler (EAGÜ) Konferansı sırasında Sahra Altı Ülkesi Afrika ülke
temsilcileriyle toplam 27 ikili görüşme gerçekleştirilmiştir. Ayrıca 33’ü Afrika’da
bulunan EAGÜ kategorisindeki devletlere yönelik olarak 2012 yılından itibaren
teknik iş birliği projeleri ve programlar ile burslar için her yıl 200 milyon dolar
tutarında bir yardım paketi açıklanmıştır. 2007-2010 yıllarını kapsayan dönemde
yaklaşık 500 Türk doktoru ve 100’ü aşkın sağlık personeli Sudan, Etiyopya, Somali,
Nijer, Benin, Gana, Çad, Togo, Gine Bissau, Kenya, Mali, Uganda, Moritanya, Se-
negal, Tanzanya ve Kamerun’da sağlık alanında hizmet vermiş, 280.000’den fazla
Afrika vatandaşı Türk doktorlarınca sağlık taramasından geçirilmiş ve 53.000 üze-
rindeki hastaya cerrahi müdahale gerçekleştirilmiştir. Ayrıca Türkiye tarafından
bu ülke öğrencilerine Türkiye’de eğitim alma imkânı ve burslar sağlanmaktadır.
Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Diplomasi Akademisi tarafından düzenlenen “Ulusla-
rarası Genç Diplomatlar Eğitim Programı’nda Afrikalı genç diplomatlara eğitimler
verilmektedir (Dışişleri Bakanlığı, 2012). Artan diplomatik faaliyet ve temsilcilik-
lerin yanı sıra, Afrika’da barış ve istikrarın sağlanması konusunda da aktif rol oyna-
yan Türkiye, Darfur’un yeniden inşası ve kalkınması için düzenlenen uluslararası
konferansları desteklediği gibi bağımsız olarak yardımlar da yapmaktadır.
7. Ünite - AK Parti’nin İkinci Dönemi Türk Dış Politikası: 2007-2011 221
Özet
Yeni dönem Türk dış politikasında kullanılan bir tanesi Ermeni soykırımına ilişkin bir tasarı-
1 temel kavramların neler olduğunu açıklamak nın Temsilciler Meclisi’nden geçirilmek isten-
Son dönemde Türk dış politikası, büyük bir ge- mesidir. Diğer bir anlaşmazlık konusu ise İran
lişme göstermiş, bölge ve dünya siyasetinde etkin politikasıdır. ABD İran’ın nükleer programına
bir rol oynama gayreti içerisine girmiştir. Ortaya ilişkin çalışmalarına karşı sert yaptırımlar ve ge-
çıkan yeni politik anlayış çerçevesinde yeni kav- nişletilmiş bir ambargo isterken, Türkiye soru-
ramlar ve ilkeler doğmuş ve politikalar da bu te- nun diplomatik yollarla çözülmesini istemiş ve
melde belirlenmiştir. Türk dış politikasında öne Brezilya ile birlikte bir ara buluculuk rolü üstlen-
çıkan kavramların başında “Stratejik Derinlik” miştir. Ancak bu çaba ABD öncülüğünde BM’de
gelmektedir. Önce Başbakan Dış Politika Baş İran’a karşı yeni yaptırımların alınmasına engel
Danışmanı, ardından da Dışişleri Bakanı olan olmamıştır. Ayrıca Türkiye’nin İsrail politikası
A.Davutoğlu’nun 2001’de yazdığı kitabında orta- ve paralelinde Hamas’a karşı yakın ve yumuşak
ya koyduğu dış politika konseptine göre Türki- tutumu ABD’yi bu dönemde rahatsız etmeye de-
ye, dış politika stratejisini yeniden yorumlamalı vam etmiştir.
ve uluslararası alanda kendine yeni bir yer ka-
zanmalı, jeopolitik, jeokültürel ve jeoekonomik 2007-2011 yılları arasında Avrupa Birliği ülkeleri
konumunun avantajları ile tarihsel ve coğrafi 3 ile ilişkilerin ve üyelik sürecinin durumunun ne
sorumluluğunu yerine getirerek bölgesel etkin- olduğunu açıklamak
liği küresel etkinliğe dönüştürmelidir. Bir diğer 2007-2011 döneminde, AB ile ilişkilerde, özel-
önemli kavram ise “Merkez Ülke” kavramıdır. likle tam üyelik yolunda yaşanan duraklama
Bu noktada, Türkiye’nin uluslararası sistemde artarak devam etmiştir. Bunun çeşitli nedenleri
kurucu, yapıcı ve düzen kurucu bir ülke olması vardır. Sorunların başında Kıbrıs gelmektedir.
amaçlanmaktadır. Bu temelde Türkiye yeni dış 2004 yılında GKRY’nin bütün Kıbrıs’ı temsil
politikasında, vizyon odaklı, proaktif, yumuşak etme iddiası ve Kıbrıs Cumhuriyeti adı altın-
güç kullanan bir diplomasiyi tercih etmektedir. da AB’ye tam üye olmasının ardından ciddi
Çevresinde bir barış havzası oluşturmak isteyen sorunlar ortaya çıkmıştır. Kuşku yok ki bu so-
Türkiye bu bağlamda uluslararası alanda aktif runların çıkmasında AB içindeki bazı ülkelerin
katılımı elzem görmekte, politikalarını buna göre Türkiye’nin engellenmesini bu şekilde sağlama
şekillendirmektedir. “Komşularla Sıfır Sorun” düşüncesi de önemli bir rol oynamıştır. Bu ikili
politikası çerçevesinde bölge ülkeleriyle ilişkile- sorunun yanında AB’nin 2004 ve 2007 genişle-
rini geliştiren Türkiye; adil, barışçı ama aynı za- mesi sonucu birçok ülkenin AB’ye katılması bir-
manda konjonktüre göre değişen değil, ilkeli ve lik için ağır bir yük getirmiş ve yakın bir gelecek-
iddialı bir dış politika geliştirmeye çalışmaktadır. te Türkiye gibi büyük bir ülkenin alınmasının
önemli sorunlara neden olacağı inancı artmış-
2007-2011 yılları arasında ABD ile ilişkilerin tır. Ayrıca genişleme süreciyle başlayan Avrupa-
2 nasıl şekillendiğini ifade etmek lılık kimliği üzerine tartışmalar, Türkiye’nin ne
2007-2011 dönemi ABD ile ilişkilerin olumlu kadar Avrupalı olduğu tartışmasını da doğur-
seyrettiği bir dönemdir. Özellikle 2009 yılında muştur. Bunun yanında, Türkiye’nin hiçbir şe-
Barack Hussein Obama’nın ABD başkanı ol- kilde AB üyesi olmasını istemeyen Almanya’da
masıyla bu olumlu seyir artmıştır. Bu dönemde A. Merkel ve Fransa’da N. Sarkozy hükûmetleri
ilişkiler “model ortaklık” olarak adlandırılmış ve Türkiye’nin üyelik sürecini tıkamak-yavaşlat-
dünyadaki farklı sorunlarla ortak hareket etme mak için çaba sarf etmiştir. Fransa’nın bazı mü-
ve birbirini destekleme kararı alınmıştır. Mo- zakere fasıllarının açılmasını engellemesi buna
del ortaklık ile ayrıca iki ülke arasındaki ticari, örnek gösterilebilir. Almanya ise Türkiye’yi tam
askerî ve siyasi iş birliğinin de artması beklen- üye olarak değil en fazla imtiyazlı ortak olarak
miştir. Buna rağmen iki ülke arasında sıkıntıla- kabul edebileceğini çeşitli sebeplerle dile ge-
rın yaşandığı zamanlar da olmuştur. Bunlardan tirmiş ve önermiştir. Son olarak 2009 yılında
222 Türk Dış Politikası II
ortaya çıkan küresel ekonomik krizi ilişkilerin tidardan devrilmesine neden olmuştur. Suriye’de
neredeyse durma noktasında gelmesine neden ise Beşar Esed yönetimine karşı isyanlar devam
olmuştur. AB ile ilişkiler her ne kadar bu şekilde etmekte, ülkede bir iç savaş yaşanmaktadır.
aksasa ve istenilen ilerleme sağlanamasa da üye Son yıllarda İran ile ilişkiler gelişmekle birlik-
ülkelerin bir çoğu ile ikili siyasi ve ekonomik te, NATO’nun füze savunma sisteminin Türki-
ilişkiler ciddi bir biçimde gelişmiştir. ye yerleştirilmesi ve Suriye konusunda izlenen
farklı politikalar iki ülke arasında gerilime ne-
2007-2011 yılları arasında Rusya ile ilişkilerin den olmaktadır. Buna rağmen ticari ilişkilerin
4 durumunun ne olduğunu ifade etmek aksamadan devamı için çaba harcanmakta ve
2007-2011 dönemi, Türkiye-Rusya ilişkilerinin geliştirmenin yolları aranmaktadır. Körfez ülke-
2000’li yılların başında başlayan yakınlaşma leriyle ilişkiler ise tarihte hiç olmadığı kadar iyi
sürecine bağlı olarak gelişiminin devam ettiği, bir seyir izlemektedir. Bu ülkelerle karşılık iş bir-
gerek ekonomik gerek siyasi alanda iki ülkenin liği anlaşmaları imzalanmakta ve ticaret hacmi
daha da yakınlaştığı bir dönem olmuştur. Hem gelişmektedir. Türkiye, Körfez ülkeleri ile gelişen
Putin hem de Medvedev yönetiminde süreç bu ilişkileri bir başlangıç olarak görmekte, gele-
içinde ilişkiler o kadar gelişmiş durumdadır ki cekte çok daha iyi ilişkilerin ve işbirliklerinin
bölgede yaşanan ve iki ülkenin farklı pozisyon- sağlanmasını hedeflemektedir.
lar aldığı konulardaki anlaşmazlıklar bile bu
ilişkileri bozmaya yetmemiştir. Gürcistan-Rusya 2007-2011 yılları arasında Türkiye-İsrail
savaşı, Arap Baharı ve Suriye’deki ayaklanma iki 6 ilişkilerindeki gerilimin nedenlerini tartışmak
ülke arasındaki görüş ayrılıklarının olduğu ko- İsrail ile ilişkiler gerilimli bir seyir izlemektedir.
nulardandır. Türkiye’nin benimsediği “komşu- Bu dönemde yaşanan belli başlı kırılma nokta-
larla sıfır sorun” ve “maksimum iş birliği” gibi ları vardır. 2007 yılında İsrail askerî jetlerinin
prensiplerinin en etkin şekilde gerçekleştiği ül- Suriye’yi izinsiz bir şekilde Türk hava sahası-
kelerin başında Rusya gelmektedir. Bu dönemde nı geçerek vurması, 27 Aralık 2008 tarihinde
yapılan işbirlikleri ile turizm, ticaret, enerji alan- İsrail’in Gazze’ye gerçekleştirdiği operasyon,
larında işbirlikleri güçlendirilmiştir. Türkiye’nin Hamas’ı resmî temsilci olarak ta-
nımasının İsrail’in tepkisine neden olması iliş-
2007-2011 yılları arasında Orta Doğu ülkeleriyle kilerin bozulmasına neden olmuştur. 29 Ocak
5 ilişkilerin yeni Türk dış politikasına göre nasıl 2009 tarihinde Davos’ta düzenlenen “Gazze:
geliştiğini değerlendirmek Orta Doğu’da Barış Modeli” panelinde Başba-
Türkiye, 2007-2011 döneminde önceki yıllarda kan RT.Erdoğan, İsrail Cumhurbaşkanı’nı izle-
olduğu gibi Orta Doğu ülkeleri ile ilişkilere bü- diği politikalar nedeniyle eleştirmesi sonrasında
yük önem vermiş, dış politikanın odak noktasına yaşanan gerilim iki ülke arasında krize neden
koymuştur. Bu ilişkileri geliştirirken uluslararası olmuştur. İlişkilerin neredeyse sıfır noktasına
örgütlerde de etkin katılıma önem verilmiştir. inmesine ise 2010 yılının Mayıs ayında Gazze’ye
İslam Konferansı Örgütü (İKÖ), bu örgütlerin yardım götürmek için yola çıkan Mavi Marmara
başında gelir. Elli altı ülkeden oluşan bu ülke- gemisinin İsrail askerlerince saldırıya uğraması
lerdeki doğal kaynaklar, hızla artan pazar kapa- ve silahsız-sivil 9 Türkün hayatını kaybetmesi ve
sitesi, ulaşım ve ticaret imkânları Türkiye için bazılarının da yaralanması sebep olmuştur. Tür-
önemli önemlidir. 2007-2011 döneminin bölge kiye, yaşanan olay sonrası İsrail ile tüm ilişkile-
ve dünyadaki en önemli olayı hiç kuşkusuz Arap rini en alt düzeye indirmiştir. Türkiye, ilişkilerin
Baharı ile bu coğrafyadaki diktatöryel rejimle- tekrar başlaması için üç şart koşmaktadır. Bun-
re karşı başlatılan isyanlar olmuştur. İlk olarak lardan birincisi İsrail’in yaptığı eylemden ötürü
Tunus’ta başlayan isyan giderek tüm Arap coğ- “özür dilemesi”, diğeri düzenlenen operasyonda
rafyasına yayılmış; Tunus’ta Zeynel Abidin Bin zarar görenlere “tazminat” ödenmesi, üçüncüsü
Ali ve Muhammed Gannuşi’nin, Mısır’da Hüsnü ise Gazze ablukasının kaldırılmasıdır.
Mübarek ve Ahmet Şefik’in, Libya’da Muamer
Kaddafi’nin, Yemen’de Ali Abdullah Salih’in ik-
7. Ünite - AK Parti’nin İkinci Dönemi Türk Dış Politikası: 2007-2011 223
2007-2011 yılları arasında Avrasya, Orta Asya 2007-2011 yılları arasında Afrika’ya ilişkin açılım
7 ve Kafkasya ülkeleri ile ilişkilerdeki durumun ne 9 politikasının nasıl şekillendiğini açıklamak
olduğunu özetlemek Türkiye bölge ülkeleri ile ticaret, diplomasi, eği-
2007-2011 döneminde Soğuk Savaş bitimin- tim ve sosyal alanları kapsayan geniş bir alanda
den beri geliştirilmeye çalışılan ilişkiler daha da iş birliğini geliştirmeye çalışmaktadır. Türki-
gelişmiştir. Türkiye, bölge devletleriyle siyasi, ye, hem TİKA ve Diyanet İşleri Başkanlığı gibi
ekonomik, kültürel ve sosyal ilişkilerini, tarihsel resmî hem de TUSKON, Türk okulları ve diğer
ve kardeşlik bağlarının da yardımıyla güçlendir- Türk sivil toplum örgütleri aracılığı ile Afrika’da-
meyi arzu etmektedir. Bunun için Türkiye bir- ki yerini almaya gayret etmektedir. Türkiye, kıta
çok faaliyet yürütmektedir. Özellikle Orta Asya ile ilişkileri daha yeni yeni geliştirmeye başlasa
Türk Cumhuriyetleri ile ilişkiler burada ayrı bir da bu konuda başarılı olduğu söylenebilir. Bu-
öneme sahiptir. TİKA, TÜRKSOY, Yunus Emre nun en güzel örneğini ekonomik verilerle or-
Enstitüsü gibi kurumlar ekonomik, ticari, sağlık, taya koymak mümkündür. Türkiye ile Afrika
eğitim ve kültür alanında ilişkileri geliştirmek arasında 2000 yılında 742 milyon dolar olan
için çalışmaktadır. Sadece Türk cumhuriyetleri ticaret hacmi 2008 yılında ise 5,7 milyar ABD
ile değil, Çin gibi küresel güce sahip ülkelerle de dolara ulaşmıştır. Türkiye bu dönemde ulusla-
iyi ilişkiler geliştirilmiştir. Çin, 2007-2011 döne- rarası kuruluşlar aracılığıyla da ilişkileri geliş-
minde Türkiye’nin en büyük ticari ortaklarından tirmeye çalışmıştır. Örneğin, 2008 yılında Addis
biri olmuştur. Türkiye, Asya ülkeleri ile güvenlik, Ababa’daki Afrika Birliği Zirvesi’nde Türkiye,
ekonomik, kültürel alanda iş birliği sağlamak için Birliğin stratejik ortağı ilan edilmiştir. Aynı yıl
bu bölgedeki çok uluslu oluşumlarla da yakın iliş- içinde ve 49 Afrika ülkesiyle birlikte aralarında
ki içinde olmaya gayret etmiştir. Şangay İşbirliği BM, Afrika Kalkınma Bankası ve Arap Ligi’nin
Örgütü ve Orta Asya’nın güvenlik teşkilatı olan, de bulunduğu 11 uluslararası ve bölgesel örgüt
Asya’da İşbirliği ve Güven Arttırıcı Önlemler temsilcisinin katılımıyla İstanbul’da gerçekleş-
Konferansı (AİGK/CICA) ile ilişkilerini arttır- tirilen Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi Türkiye
ması Türkiye’nin son yıllardaki adımlarındandır. için çok önemli bir prestijdir olmakla birlikte
önemli kazanımları da beraberinde getirmiştir.
2007-2011 yılları arasında Balkanlar ile
8 ilişkilerdeki durumun ne olduğunu ifade etmek
2007-2011 dönemi, önceki yıllardaki Balkan
politikasının devamı şeklide bir süreç şeklinde
gerçekleşmiştir. Bu bölgeye ilişkin politikalarda
belirleyici olmak isteyen Türkiye, bölgeyi Os-
manlı mirasının getirdiği tarihsel bir derinlik ile
değerlendirmektedir. Bölgenin barış, istikrar ve
refahına büyük önem veren Türkiye “Bölgesel
sahiplenme” ve “kapsayıcılık” ilkeleri gözeterek
Balkan politikasını dört ana eksene ayırmıştır.
Bunlar; üst düzeyli siyasi diyalog, herkes için
güvenlik, azami ekonomik entegrasyon ve çok
etnikli, çok kültürlü, çok dinli toplum yapısının
muhafazasıdır. Bunun için Türkiye tüm Balkan
ülkelerinin AB ve NATO ile bütünleşmesine
önem vermekte ve bu bütünleşmeyi destekle-
mektedir. Türkiye, bölge ülkeleriyle yakın ilişki-
ler kurarak hem siyasi ve ekonomik ilişkilerini
geliştirme hem de bölge sorunlarına müdahil
olarak beklentilerine uygun sonuçlar elde etme
çabasındadır.
224 Türk Dış Politikası II
Kendimizi Sınayalım
1. Aşağıdakilerden hangisi yeni Türk dış politikasın- 6. Aşağıdakilerden hangisi AB ile müzakerelerde ka-
da kullanılan kavramlardan değildir? patılan fasıldır?
a. Barış Havzası a. Dış İlişkiler
b. Proaktif Diplomasi b. Gümrük Birliği
c. Merkez Ülke c. Mali Kontrol
d. Stratejik Derinlik d. Eğitim ve Kültür
e. Bekle-gör politikası e. Bilim ve Araştırma
2. Aşağıdakilerden hangisi “komşularla sıfır sorun” 7. Medeniyetler İttifakı girişimi hangi iki ülke eş ba-
politikasının bir parçası değildir? kanlığında yürütülmektedir?
a. Herkes için eşit güvenlik a. ABD-İsrail
b. Ekonomik entegrasyon b. ABD-Türkiye
c. Ülkelerin rejimlerini değiştirmek c. İspanya-Türkiye
d. En yüksek düzeyde siyasi iş birliği oluşturma d. İspanya-Mısır
e. İstikrarı, gelişmeyi sağlamak ve güvenlik işbir- e. Almanya-Türkiye
liklerinin kurulması
8. İran’ın nükleer programına ilişkin yaşanan krizde
3. 2009 yılında B. Obama’nın ABD başkanı seçilme- hangi iki ülke ara buluculuk faaliyetinde bulunmuş ve
siyle Türkiye-ABD arasında kurulmak istenen ortaklı- diplomatik bir çözüm arayışına girmiştir?
ğın adı nedir? a. Türkiye-ABD
a. Savunma İşbirliği Ortaklığı b. Türkiye-Rusya
b. Savunma ve Ekonomik İşbirliği Ortaklığı c. Rusya-Çin
c. Serbest Ticaret Ortaklığı d. Rusya-Brezilya
d. Model Ortaklık e. Türkiye-Brezilya
e. Medeniyetler İttifakı Ortaklığı
9. İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkilerin bozulmasın-
4. Aşağıdakilerden hangisi 2007-2011 döneminde da aşağıdaki olayların hangisinin etkisi olmamıştır?
ABD ile Türkiye arasında yaşanan ayrılıklardan birisidir? a. Gazze’ye karşı uygulanan abluka
a. İran’ın nükleer programına ilişkin politika b. Türkiye’nin izlediği Suriye politikası
b. Libya’ya karşı izlenen politika c. Davos (“one minute”) krizi
c. El-Kaide’ye karşı izlenen politika d. İsrail’in Mavi Marmara gemisine düzenlediği
d. Bosna-Hersek konusunda izlenen politika saldırı
e. Küresel krizle mücadelede izlenen politika e. Türkiye’nin Hamas’ı resmî bir temsilci olarak
kabul etmesi
5. Türkiye’nin AB tam üyeliğine karşı Almanya’nın
önerdiği model nedir? 10. Aşağıdaki kurumlardan hangisi Asya’daki Türk
a. Stratejik ortaklık Cumhuriyetler ile ilişkilerini geliştirmek için çalışan
b. İmtiyazlı ortaklık kurumlardan değildir?
c. Model ortaklık a. CENTO
d. Ekonomik iş birliği ortaklığı b. TİKA
e. Daimi ortaklık c. TÜRKSOY
d. Yunus Emre Enstitüsü
e. TÜRKPA
7. Ünite - AK Parti’nin İkinci Dönemi Türk Dış Politikası: 2007-2011 225
Yararlanılan ve Başvurulabilecek
Kaynaklar
Ada, O., (2011), Türk-Yunan İlişkilerinde Realizm Balcı,A., (2011a), “Türkiye-İngiltere İlişkileri 2009”,
Seçeneği, http://www.bilgesam.org/tr/index.php? Türk Dış Politika Yıllığı 2009, (Editör: Burhanet-
option=com_content&view=article&id=1232:tue tin Duran, Kemal İnat, Mühittin Ataman), 1. Baskı,
rk-yunan-likilerinde-realizm-secenei&catid=95: Ankara: SETA Yayınları, s.381-403.
analizler-balkanlar&Itemid=143. Balcı,A.,(2011b), “Türkiye-İngiltere İlişkileri 2010”,
Akçadağ, E., (2009), Avrupa Birliği -Türkiye Mü- Türk Dış Politika Yıllığı 2010, (Editör: Burhanettin
zakere Sürecinde Son Durum, http://www. Duran, Kemal İnat, Mühittin Ataman), 1. Baskı,
bilgesam.org/tr/index.php?option=com_conte Ankara: SETA Yayınları, s 349-371.
nt&view=article&id=531:avrupa-birlii-tuerkiye- BİLGESAM,(2011), NATO’nun Yeni Stratejik Konsep-
muezakere-suerecinde-son-durum&catid=70:ab- ti ve Türkiye, http://www.bilgesam.org/tr/index.
analizler&Itemid=134. php?option=com_content&view=article&id=930:
Anıl, B. (2010), Türkiye-Almanya İlişkileri ve natonun-yeni-stratejik-konsepti-ve-tuerkiye
Türkiye’nin AB Üyelik Süreci, http://www.bil- &catid=122:analizler-guvenlik&Itemid=147.
gesam.org/tr/index.php?option=com_content& BİLGESAM, (2012), Türkiye-İran-Irak Son Ge-
view=article&id=885:almanya-tuerkiye-likileri- lişmeler, http://www.bilgesam.org/tr/index.
ve-tuerkiyenin-ab-ueyelik-suereci&catid=70:ab- php?option=com_content&view=article&id=
analizler&Itemid=134. 2088:tuerkiye-ran-irak-son-gelimeler&catid=
Aras, B., (2009), Kıbrıs Atağı, http://www.setav.org/ 77:ortadogu-analizler&Itemid=150.
public/HaberDetay.aspx?Dil=tr&hid=5477 Çandar, C., (2010), Türk Dış Politikasında “Eksen”
&q=kibris-atagi. Tartışmaları: Çok Kutuplu Dünya İçin Yeni Bir
Aras, B., (2010). Afrika ve Türkiye, http://www.setav. Vizyon, Ankara: SETA-Ekonomi ve Toplumsal
org/public/Hab erD et ay.aspx?Di l=t r&hid= Araştırmalar Vakfı.
23451&q=afrika-ve-turkiye. Çolakoğlu,S. ve Bölücek, C.A. ve Polat,Y.C,(2011),
Aras, B.,(2010), Balkanlar’da “Türk” Barışı, http:// “Türkiye’nin Doğu Asya Politikası 2009, Türk Dış
www.setav.org/public/HaberDetay.aspx?Dil=tr&hi Politika Yıllığı 2009”, (Editör: Burhanettin Duran,
d=28840&q=balkanlar-da-turk-barisi. Kemal İnat, Mühittin Ataman), 1. Baskı, Ankara:
Aras, B.ve Akpınar, P., (2011). “Türk Dış Politikasında SETA Yayınları, s.523-547.
Davutoğlu Dönemi: 2009 Değerlendirmesi”, Türk Davutoğlu, A. (2012). Stratejik Derinlik: Türkiye’nin
Dış Politika Yıllığı 2009, (Editör: Burhanettin Uluslararası Konumu, 79. Baskı, İstanbul: Küre
Duran, Kemal İnat, Mühittin Ataman), 1. Baskı, Yayıncılık.
Ankara: SETA Yayınları, s.13-45. Diril, E.,(2010), Türkiye-Sırbistan İlişkilerinde Dö-
Ataman, M. ve Uçgan, N.,(2011a). “Türkiye’nin Körfez nüşüm ve Balkanlarda İstikrar, http://www.bil-
Ülkeleri, Yemen, Mısır, Ürdün ve Lübnan Politikası gesam.org/tr/index.php?option=com_content&vi
2009”, Türk Dış Politika Yıllığı 2009, (Editör: Bur- ew=article&id=852:tuerkiye-srbistan-likilerinde-
hanettin Duran, Kemal İnat, Mühittin Ataman), 1. doenueuem-ve-balkanlarda-stikrar&catid=
Baskı, Ankara: SETA Yayınları, s. 189-223. 95:analizler-balkanlar&Itemid=143.
Ataman, M.,ve Uçgan,N.,(2011b). “Türkiye’nin Körfez Duran, B.,(2011), “Türk Dış Politikasının İç Siyaset
Ülkeleri, Yemen, Ürdün, Mısır ve Lübnan Politikası Boyutu: 2010 Değerlendirmesi”, Türk Dış Politika
2010”, Türk Dış Politika Yıllığı 2010, (Editör: Bur- Yıllığı 2010, (Editör: Burhanettin Duran, Kemal
hanettin Duran, Kemal İnat, Mühittin Ataman), 1. İnat, Mühittin Ataman), 1. Baskı, Ankara: SETA
Baskı, Ankara: SETA Yayınları, s. 161-201. Yayınları, s. s13-65.
Bağcı, H. ve Erdoğan, M.M. (2010) “Çeşitlenen ve Ya- Efegil,E.,(2011), “Türkiye’nin Orta Asya Politikası
yılan İktidar Odakları ve Essen Kayması”, Stratejik 2009”, Türk Dış Politika Yıllığı 2009, (Editör: Bur-
Boyut, s.108-121. hanettin Duran, Kemal İnat, Mühittin Ataman), 1.
Baskı, Ankara: SETA Yayınları, s. 497-523.
7. Ünite - AK Parti’nin İkinci Dönemi Türk Dış Politikası: 2007-2011 227
Emiroğlu, H., ve Kayalak,T.,(2011), “Türkiye’nin Bal- Oğuzlu, H. T., (2009), “Türk Dış Politikasında Davutoğ-
kanlar Politikası 2009”, Türk Dış Politika Yıllığı lu Dönemi”, Ortadoğu Analiz, C. 1, S. 9, s.43-50.
2009, (Editör: Burhanettin Duran, Kemal İnat, Mü- Okur, E. (2009), Türkiye-Latin Amerika İlişkileri, http://
hittin Ataman), 1. Baskı, Ankara: SETA Yayınları, www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_
s. 431-497. content&view=article&id=406: turkiye-
Erdoğan, M.M., (2006) “AB- Türkiye İlişkilerinde Or- latin-amerika-iliskileri&catid=89:analizler-
tak Payda: Vizyonsuzluk”, Liberal Düşünce, Sayı: latinamerika&Itemid=142 , Erişim 2012.
44, Güz 2006, s.5-25. Örmev, O. (2012), Suriye ve Beşar Esed, http://politi-
Ete, H.; Bölme, S. M.; Özhan, T., (2011), 2011’de Türki- kaakademisi.org/?p=31.
ye, http://www.setav.org/public/HaberDetay Özbay, F., (2011), Türkiye-Rusya İlişkileri: Vizesiz
.aspx?Dil=tr&hid=101082&q=2011-de-turkiye. Dönem Başlıyor, http://www.bilgesam.org/tr/
Gözen,R.,(2011a), “Türkiye’nin ABD Politikası 2009”, index.php?option=com_content&view=article&
Türk Dış Politika Yıllığı 2010, (Editör: Burhanet- id=1009:turkiye-rusya-iliskileri-vizesiz-donem-
tin Duran, Kemal İnat, Mühittin Ataman), 1. Baskı, basliyor&catid=104:analizler-rusya&Itemid=136.
Ankara: SETA Yayınları, s. 293-331. Özcan, H. A., (2012), Türkiye’nin Asya Açılımları,
Gözen, R.,(2011b), “Türkiye’nin ABD Politikası 2010”, http://www.21yyte.org/tr/yazi6642
Türk Dış Politika Yıllığı 2010, (Editör: Burhanet- Özcan, M., (2011a),” Türkiye’nin Irak Politikası 2009”,
tin Duran, Kemal İnat, Mühittin Ataman), 1. Baskı, Türk Dış Politika Yıllığı 2009, (Editör: Burhanet-
Ankara: SETA Yayınları, s.265-301. tin Duran, Kemal İnat, Mühittin Ataman), 1. Baskı,
Haşimi, C., (2011), 2000’li Yıllar: Türkiye, Avrupa ve Ankara: SETA Yayınları,s.159-189.
Avrupa Birliği. İstanbul: Medyan Yayıncılık. Özcan, M.,(2011b), “Türkiye’nin Irak Politikası 2010”,
İmanov, V.,(2011), “Türkiye-Rusya İlişkileri 2010”, Türk Dış Politika Yıllığı 2010, (Editör: Burhanet-
Türk Dış Politika Yıllığı 2010, (Editör: Burhanet- tin Duran, Kemal İnat, Mühittin Ataman), 1. Baskı,
tin Duran, Kemal İnat, Mühittin Ataman), 1. Baskı, Ankara: SETA Yayınları,s.137-1161.
Ankara: SETA Yayınları, s 301-333. Uslu, N., (2011a), “Türkiye’nin Kıbrıs Politikası 2009”,
İnat, K.ve Telci, İ.N., (2011a), “Türkiye’Nin İran, İsrail/ Türk Dış Politika Yıllığı 2009, (Editör: Burhanet-
Filistin ve Suriye Politikası 2009”, Türk Dış Politi- tin Duran, Kemal İnat, Mühittin Ataman), 1. Baskı,
ka Yıllığı 2009, (Editör: Burhanettin Duran, Kemal Ankara: SETA Yayınları,s. 247-293.
İnat, Mühittin Ataman), 1. Baskı, Ankara: SETA Ya- Uslu, N., (2011b), “Türkiye’nin Kıbrıs Politikası 2010”,
yınları, s.93-159. Türk Dış Politika Yıllığı 2010, (Editör: Burhanet-
İnat, K. ve Telci, İ. N.,(2011b), “Türkiye’nin İran, İsrail, tin Duran, Kemal İnat, Mühittin Ataman), 1. Baskı,
ve Suriye Politikası 2010”, Türk Dış Politika Yıllığı Ankara: SETA Yayınları,s. 223-265.
2010, (Editör: Burhanettin Duran, Kemal İnat, Mü- Usul, A. R., (2011a), “Türkiye’nin Avrupa Birliği Po-
hittin Ataman), 1. Baskı, Ankara: SETA Yayınları, litikası 2009”, Türk Dış Politika Yıllığı 2009, (Edi-
s. 69-137. tör: Burhanettin Duran, Kemal İnat, Mühittin Ata-
Karasar, H. A., (2011), “Türkiye’nin Orta Asya Politi- man), 1. Baskı, Ankara: SETA Yayınları,s. 223-247.
kası 2010”, Türk Dış Politika Yıllığı 2010, (Editör: Usul, A. R., (2011b), “Türkiye-Avrupa Birliği İlişki-
Burhanettin Duran, Kemal İnat, Mühittin Ataman), leri 2010”, Türk Dış Politika Yıllığı 2010, (Editör:
1. Baskı, Ankara: SETA Yayınları, s.409-435. Burhanettin Duran, Kemal İnat, Mühittin Ata-
Kardaş, Ş. (2011). “2000’li Yıllarda Türk-Amerikan man), 1. Baskı, Ankara: SETA Yayınları,s. 201-223.
İlişkileri”, 2000’li Yıllar: Türkiye’de Dış Politika. Uluslarası Politika Akademisi, (2012), Türk Dış Politi-
(Editör: İbrahim Kalın). İstanbul:Medyan Yayıncı- kasının Konjonktürel Görünümü, http://politika-
lık. s.17-19. akademisi.org/?p=955.
Kayrak, S., (2012), Rusya Federasyonu’nun Ortadoğu Ülger, İ. K. (2011), Türkiye-Avrupa Birliği İlişki-
Politikası, http://www.bilgesam.org/tr/index.php? lerinin Geleceği, http://www.bilgesam.org/tr/
option=com_content&view=article&id index.php?option=com_content&view=articl
=2092:rusya-federasyonunun-ortadogu- e&id=1119:tuerkiye-avrupa-birlii-likilerinin-
politikasi&catid=104:analizler-rusya&Itemid=136. gelecei&catid=70:ab-analizler&Itemid=134.
228 Türk Dış Politikası II
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Türk dış politikasının tarihsel süreçte yaşadığı değişimler ve süreklilik gösteren
ilkelerini ifade edebilecek,
Soğuk Savaş’ın bitimi sonrasında ortaya çıkan yeni fırsatlar ve riskler çerçeve-
sinde Türk dış politikasındaki değişimleri inceleyebilecek,
1993 sonrası Türkiye’nin AB’ye yönelik politikalarına ağırlık vermesindeki ne-
denleri ve bu politika doğrultusunda AB ile ilişkileri açıklayabilecek,
Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde kırılma noktası olan 1997 Lüksemburg Zirvesi
ve sonrasında yaşanan ilişkileri açıklayabilecek,
2002 sonrası Türk dış politikasındaki değişim tartışmalarını görebilecek ve
bunların Türk dış politikasının temel unsurları çerçevesindeki değerlendirme-
sini yapabilecek,
Türkiye’nin dış politikada uygulamaya çalıştığı yeni vizyonun temel ilkelerini
açıklayabilecek bilgi ve becerilere sahip olacaksınız.
bilgi ve becerilere sahip olacaksınız.
Anahtar Kavramlar
• Statükocu Politika • Realist Dış Politika
• Aktif Dış Politika • Liberal Dış Politika
• Lozan Statükosu • Stratejik Derinlik Vizyonu
İçindekiler
• TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA DEĞİŞİM VE
SÜREKLİLİK
• 1990-1993 DÖNEMİ TÜRK DIŞ
POLİTİKASINDA YENİ ORYANTASYON
DÖNEMİ
• 1993 SONRASINDA “YENİDEN AVRUPA”
POLİTİKALARINDA YOĞUNLAŞMA,
Genel Değerlendirme: Soğuk BEKLENTİLER, KRİZLER, ÇATIŞMALAR
Türk Dış Politikası II Savaş Sonrası Türk Dış Politikasının • TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİNDE YENİ DÖNEM
Temel Özellikleri VE TÜRK DIŞ POLİTİKASININ ÖNCELİKLERİ:
1997-1999
• 2002 SONRASI TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA
DEĞİŞİM TARTIŞMALARI
• 2007 SONRASINDA STRATEJİK DERİNLİK
VE ÇOK YÖNLÜ DIŞ POLİTİKA DÖNEMİ
Genel Değerlendirme: Soğuk
Savaş Sonrası Türk Dış
Politikasının Temel Özellikleri
Erbakan Hükûmeti’nin hepsi İslam ülkesi olan 8 üyeli “Kalkınan Ülkeler” (D-8)
Topluluğu bu tür bir girişim olarak sayılabilir. Ancak bu dönem de kısa sürdü.
Türkiye’nin istikrarsız ve karmaşık bu döneminde yeniden AB istikametine dö-
nülse de AB’nin 1999 sonuna kadar Türkiye politikası Türkiye’nin beklentilerini
karşılamaktan çok uzaktı. Ancak buna rağmen, Türkiye’deki politikacılar başta
olmak üzere kamuoyu AB üzerinden reformların gerçekleşmesi umudu ile AB
sürecini tekrar başlatmak için çaba gösterdiler. Örneğin 70’li ve 80’li yıllarda AB
konusunda olumsuz bir tavır takınan B. Ecevit, Almanya’da Kohl’ün iktidarı kay-
betmesi, sosyal demokrat Schröder’in gelmesi sonrasında Türkiye’nin başbakanı
olarak bir mektup göndererek, gerekli reformları yapmak konusunda hazır olduk-
larını ancak AB adaylığımız için Almanya’nın desteğinin önemini dile getirmişti.
1999’da Ecevit’in başbakan olduğu dönemde Türkiye’nin aday ülke ilan edilmesi
sonrasında da gerçekten ciddi bir reform süreci başlatılmış oldu.
2002’de AK Partinin iktidara gelmesi ile temel politika, yani AB hedefi nere-
deyse hiç değişmedi, sadece güçlendi. 2002-2005 arasında olağanüstü bir tem-
po ile reform süreci devam ettirildi. AK Partinin hem kendi üzerinde oluşan iç
ve dış şüpheleri ortadan kaldırmak hem de Türkiye’yi AB süreci üzerinden de-
mokratikleştirmek düşüncesiyle AB politikaları Türk dış politikasının en önem-
li alanı hâline geldi ve ciddi bir ivme kazandı. Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası
dış politikasının bir başka evresi ise Başbakan’ın Dış Politika Başdanışmanı Prof.
Dr. Ahmet Davutoğlu’nun önce danışman ardından da Bakan olarak AK Parti
Hükûmetlerinde devreye girmesi olmuştur.
Barışçı ve modernleşmeci ilkeler devam etse de doğal olarak Soğuk Savaş son-
rasında geçen yirmi yıldan fazla sürede Türk dış politikası önemli değişimler ya-
şamıştır. Bu değişim kuşkusuz sadece Türkiye’ye bağlı olarak da gerçekleşmemiş,
küresel, bölgesel ve özellikle de komşularla ilgili gelişmeler Türk dış politikasını da
yakından etkilemiştir. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Ocak 2011 başında Türkiye’nin
yaklaşık 180 büyükelçisinin bir araya geldiği Büyükelçiler Konferansı’nda
Türkiye’nin “vizyoner diplomasi”sinin temellerini ortaya koyarken “Olayları ön-
ceden gören, alternatif çözümler üreten, her an bölgesel sorunlara çözüm getiren
ülke” arayışından söz etmesi, “dünyanın neresinde yangın varsa oraya gidip yan-
gını söndüreceğiz ama aynı zamanda şehir planlamacısı gibi davranıp yangın çık-
masını engelleyecek mekanizmaları da bulmalıyız” sözleri ve “Yeni Osmanlıcılık”
eleştirileri konusunda ise “Türkiye bir ulus devlettir ve diğer ulus devletlerle eşittir.
Hiç kimseye hükmetme niyetimiz yok” açıklaması, aslında iddialı da olsa barışçı ve
egemenlik haklarına saygılı bir dış politikayı önemsediğini ortaya koymaktadır.
uluslararası sistemi fark etmiş ve daha ideolojik bir sisteme doğru evrilen
dünyada aslında Osmanlıdan bu yana siyasal bir tercih olarak yakın dur-
duğu Batı’ya daha da yaklaşarak hem kutuplaşmanın, yani blok siyasetinin
içine girmiş hem de yeni uluslararası sistemdeki yerini almıştır.
• 1945-1964 dönemi Soğuk Savaş’ın başladığı ve en hararetli sürecini yaşa-
dığı dönemdir. Bu dönemde uluslararası sistem ideolojik bir kutuplaşmaya
gitmiş, dünya Doğu ve Batı Blokları olarak ikiye ayrılmış ve Türkiye, Batı
Bloku içinde yer almıştır. Bu dönemde Türk dış politikası blok siyasetine
uygun bir şekilde yürütülmüş, hatta blok siyaseti içinde kalmak bazı dö-
nemler ülkenin varlık nedeni ve sonucu olarak görülmüştür. Bu politika
1960 askerî darbesi ve yaşanan uluslararası olaylar sonucunda bir nebze de
olsa değişmiş ve Türkiye reel politikaya daha yakın, ideolojik kaygılardan
biraz daha arınmış ve çıkarlarını daha çok temel alan politika arayışlarına
girişmiştir. Dönemin belki de en önemli özelliği Türkiye’nin iki bloklu sis-
tem içinde en riskli bölgede yer almasıdır. SSCB’nin önünde Batı dünyası-
nın güvenliği bakımından son derece önemli bir rol üstlenen Türkiye, za-
man zaman blok siyasetine etki eden değil, sadece etkilenen bir ülke olarak
da dış politikasını belirlemek durumunda kalmıştır.
• 1965-1980 arası dönem, aslında yalnızca Türkiye açısından değil tüm ulus-
lararası sistemde blok siyasetinin yumuşadığı bir dönem olmuştur. Bu du-
rum blok siyasetini tamamen ortadan kaldırmamıştır ancak bloklar içinde
yer alan ülkeler dış politikalarında daha çok otonomi kazanmışlardır. Bu
durum Türkiye’ye en çok Orta Doğu politikasında yansımış ve Türk dış
politikasının bu bölgeye yönelik girişimleri Batı / İsrail ve Filistin / Arap
ekseninde seyretmiştir. Türkiye’nin bu dönemde Kıbrıs politikalarına da
özel önem verdiği görülmektedir.
• 1981-1990 dönemi Soğuk Savaş’ın yeniden alevlendiği ve sonlanmaya doğ-
ru evrildiği süreçtir. Bu dönem, Türk dış politikasında Turgut Özal’ın be-
lirleyici olduğu; aktif bir politikayı ve ekonomik etki araçlarından yararlan-
mayı amaçlayan bir dönemdir. Keza, bu yönelim Özal’ın cumhurbaşkanlığı
döneminde daha belirgin hâle gelmiş, Körfez Savaşı boyunca da etkisini
iyiden iyiye belli etmiştir.
Türk dış politikasını tarihsel süreçte değişime uğratan uluslararası sistem değişim-
1 lerini ve yapılarını ele alınız.
Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından Türkiye’nin Orta Asya politikasını tartışınız.
2
238 Türk Dış Politikası II
1990-1993 arasındaki dönem aynı zamanda Türk dış politikasına yön veren
Cumhurbaşkanı T. Özal’ın etkili olduğu dönem anlamına gelmektedir. T. Özal’ın
pragmatik ve büyük ölçüde de ABD ekseninde yürütmeye çalıştığı dış politika,
1990’a kadar her türlü değişimi reddeden ve şüpheyle bakan statükonun yoğun
biçimde egemen olduğu dış politikada yeni bir anlayışı da ortaya koymuştur. 1990
sonrasında Türkiye’nin önündeki yeni imkânlar ve alternatifleri ülkenin gelişimi
ve bölgede etkili bir güç olmak için değerlendirmeye çalışan T. Özal’ın 1. Kör-
fez Krizi’nde ortaya koyduğu tavır dikkat çekicidir. Komşu Irak’ın, aslında tam
da yeni ortaya çıkan düzenden pay kapma hevesi ile Kuveyt’i işgali ile başlayan
süreçte Türkiye, ABD ile hareket etmenin yeni dünya düzeninde sağlam bir yer
almak ve Türkiye’nin imkânlarını genişletmek bakımından önemli olduğunu dü-
şünmüştür. Özal’a göre ABD, Soğuk Savaşı’ın galibi ve artık “tek kutuplu” dünya-
nın lideridir. İdeolojik olarak da ABD ile bir karşıtlık söz konusu değildir. Benzer
bir durum, Orta Asya ve Kafkaslar’daki dönüşüm çerçevesinde de yaşanmıştır.
Bir anda ortaya çıkan Türk Cumhuriyetlere yönelik Türkiye’nin politikasına ABD
destek vermiş, “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk Dünyası”, “21. Yüzyıl Türk Yüzyı-
lı”, “Yükselen Yıldız” vb. heyecan verici sloganlar sıklıkla duyulmaya başlanmıştır.
Türkiye’nin yeni dış politika kimliği bakımından da bu dönemde ön plana çıkan
kavramın “Türklük” olduğu söylenebilir. Başta ABD olmak üzere Batılı devletler
SSCB’den boşalan yeri Kafkasya ve Orta Asya’da İran destekli siyasi İslam’ın dol-
durulmasından çekindikleri için Batı yanlısı Müslüman, fakat laik ve demokratik
bir yapıyı temsil eden Türkiye’ye destek vermişlerdir (Aydın, 2002: 383). Ancak
Türkiye’nin bölgeye yönelik politikasını yürütmesinde söylem dışında, uygun ve
yeterli araçlara sahip olduğu da söylenemez. Bu durum 1993’e gelindiğinde artık
iyice ortaya çıkmıştır. Eski SSCB elitlerinin egemen olduğu yeni Türk Cumhuri-
yetlerinde Türkiye’nin “ağabey” ya da kimlik politikası zaman zaman endişe ve
dirençle de karşılaşmıştır. ABD’nin de geçen zaman içinde Rusya’nın bu bölge
üzerindeki gücünü kabullenmesi, Türkiye’nin dış politikasındaki Türk Dünyası
vurgusunun çekiciliğini yitirmesine neden olmuştur. “Önce Rusya” (Russia First)
olarak adlandırılan ABD’nin yeni bölge politikasında Türkiye yine de önemli bir
rol üstlenmekle birlikte, Rusya’nın kendi arka bahçesindeki egemenlik hakları ta-
nınmış olduğu için, etki alanı daralmıştır.
Yukarıda ifade edildiği üzere, Türkiye’nin ABD ile yakın iş birliği içinde böl-
gede etkili olma çabası, ABD’nin Irak’ta Saddam’ın yönetimde kalmasına izin ve-
rilmesi, Orta Asya ve Kafkaslar’da Rusya ile iş birliğini öncelikleri arasına alması
Türkiye’nin dış politika araçlarının yeterince güçlü olmamasından dolayı zora
girmiştir.
Türkiye her ne kadar 1993 sonrasında Gümrük Birliği aracılığı ile AB konu-
sunda ciddi bir yönelim içine girse de 1993 Kopenhag Kriterleri’nin ilan edilmesi
ile 1959’dan beri AET/AT/AB ile var olan ilişkilerinin kendisine hiçbir avantaj sağ-
layamayacağı bir durumda kalmıştır. Türkiye’nin, daha 3 yıl öncesinde “düşman
cephesinde” yer alan pek çok Doğu ve Orta Avrupa ülkeleriyle “eşit” koşullarda ya-
rışa başlamaması, zaten başlı başına bir adaletsizlik yaratmış ve Türkiye’nin âdeta
bütün kazanımları ortadan kalkmış olsa da asıl sorun daha sonra, özellikle 1997’de
ortaya çıkacaktı. Türkiye’nin diğer aday ülkeler gibi objektif kriterler çerçevesinde
değerlendirilmeyeceği ortaya çıkmıştı. Bu da daha çok “kimlik” bağlamında ya-
pılan tartışmalardan kaynaklanıyordu. AB içinde özellikle muhafazakâr politika-
cıların başını çektiği yeni egemen görüş, AB’nin bir medeniyet projesi olduğu ve
bu medeniyetin de Türkiye’yi kapsamadığı şeklindeydi. Türkiye 1947’de Avrupa
Konseyi kurucu üyesi olmasına, 1952’de NATO üyesi, 1959’da AET’ye başvuruda
bulunma hakkına sahip bir “Avrupa ülkesi” ve daha 1989’daki AT Komisyonu gö-
rüşünde de üye olma hakkı tescil edilen bir Avrupalı devlet olarak tanımlanma-
sına rağmen, “Avrupalılığı” tartışmaya açılmıştı. Yeni dünya düzeninde ideolojik
karşıtlık dönemi yeni bitmişken Avrupa başka bir karşıtlığı öteki üzerinden inşa
etmeye çalışıyordu. Kuşku yok ki bütün AB bu görüşte değildi. Avrupalı olmanın
tarihi-kültürel-dinsel esaslarla değil, insan hakları, demokrasi, piyasa ekonomisi
gibi modern esaslarla belirlenmesi gerektiği de dile getiriliyordu. Bu nedenle Tür-
kiye, AB politikasını Gümrük Birliği üzerinden gerçekleştirmeye karar vermiş,
üye olmaksızın Gümrük Birliği oluşturmanın risklerine rağmen, bunu AB üyeliği
8. Ünite - Genel Değerlendirme: Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikasının Temel Özellikleri 241
için geriye döndürülmesi mümkün olmayacak bir atak olarak planlamıştı. AET
ile 1970’de imzalanan ve 1973’te yürürlüğe giren Katma Protokol’e göre Türkiye
ile AET arasında 22 yıllık bir sürede Gümrük Birliği oluşturulması öngörülmüş
ve bu aşamalı bir biçimde uygulanmaya başlanmıştı. 31 Aralık 1995’te gerçekleşen
Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği anlaşması 1993-1996 dönemi Türk dış
politikasının en önemli gündem maddelerinin başında gelmektedir.
AB politikası dışında Türkiye’nin ABD, NATO ve Orta Asya-Kafkaslar politi-
kalarında da 1993 sonrasında oldukça canlı bir dönem yaşanmıştır. Bilindiği üze-
re Soğuk Savaş’ın sembol kurumlarından olan NATO’nun 1990 sonrasında görev
ve misyonu sorgulanmış, oluşan yeni dünya düzeninde stratejilerinin güncellen-
mesi gündeme gelmiştir. Bu değişikliklerden birisi de “ileride savunma” (Forward
Defense) stratejisinin terk edilmesidir. Fakat Türkiye, yakın bölgesindeki sorunlar
ve PKK terörü nedeniyle NATO’nun genel strateji değişikliklerinden daha farklı
güvenlik stratejileri belirlemek zorunda kalmış, kısmen de olsa Soğuk Savaş döne-
minin NATO politikasını sürdürmüştür. Türkiye, bu dönemde İsrail ve Rusya ile
silah kaynaklarını geliştirmek noktasında iş birliğine gitmiş, yerli silah üretimine
daha da ağırlık vermiştir (Sönmezoğlu, 2006: 481-482).
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Orta Asya ve Kafkaslar’da ortaya
çıkan Türk Cumhuriyetler’in (Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekis-
tan ve Kırgızistan) varlığı ve Türkiye ile olan yakın ilişkileri, Türkiye’ye verilen
önemi daha da artırmıştır. Türkiye, 1993-1996 döneminde bu ülkelerle ilişkilerini
geliştirmek için çeşitli alanlarda çalışmalar yürütmüş, TRT Avrasya televizyon ka-
nalı, Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) ve 1993’te kurulan Türk Kültür ve
Sanatları Ortak Yönetimi (TÜRKSOY) gibi kurumlar kurulmuştur.
1993-1996 yıllarında Türkiye’nin dış politikasında önemli ilgi alanlarından
birisini de Balkanlar oluşturmuştur. Yugoslavya’nın dağılması ile birlikte Balkan-
lar’daki Osmanlı mirası Müslümanlara yönelen ve acımasızca devam eden iç sa-
vaşta Türkiye, NATO öncülüğünde Sırplara karşı askerî müdahale ve operasyon
yapılmasını sağlamak için uzun süre verdiği çabalar, sonunda ABD’de karşılık
bulmuş ve NATO’nun 28 Şubat 1994’te Sırp hedeflerine yönelik başlattığı ataklar-
la Balkan tarihi yeniden şekillenmiştir. Bütün bu süreçte hem ABD’nin müttefiki
hem NATO üyesi hem de âdeta Balkanlar’daki Müslümanların hamisi olarak çaba
gösteren Türkiye’nin Balkanlar’la ilişkileri de yoğunlaşmıştır.
1993-1996 döneminde Türk-Yunan ilişkileri ise en gerilimli dönemlerin-
den birini yaşamıştır. Bunda Kıbrıs ve Ege’deki anlaşmazlık kadar Türkiye’nin
Yunanistan’ı terör örgütü PKK’ye destek vermekle suçlaması da önemli rol oyna-
mıştır. Ancak neredeyse savaşa dönüşecek asıl büyük kriz Kardak’ta yaşanan ger-
ginlik olmuştur. Ege’deki “statüsü belirlenmemiş” bu adacıkla ilgili kriz ABD’nin
devreye girmesi ve yürüttüğü diplomatik ara buluculuk ile aşılabilmiştir. Bu kri-
zin Türkiye-AB ilişkilerine de olumsuz etkisi olmuş, Birlik, Kardak için “AB top-
rakları” gibi bir kavramdan hareketle, Türkiye’nin “tecavüzü”nün aynı zamanda
AB toprağına yönelik olduğu şeklinde bir açıklama yapmıştır.
1993-1996 yılları arasında Türkiye’nin Orta Doğu politikası daha çok bölücü
terörle ilişkili olarak gelişmiştir. Irak’ta ortaya çıkan otorite boşluğu ve Çekiç Güç-
PKK ilişkisi konusundaki iddialar Türkiye’nin ABD ile olan ilişkilerinin ilk gün-
dem maddesi olmuştur. Türkiye bu dönemde Irak’taki otorite boşluğunun, ülkenin
kuzeyinde bir Kürt devleti kurulmasına yol açabileceğinden de endişe etmiştir.
242 Türk Dış Politikası II
relerine başlaması için çok ciddi bir reform dönemi başlamıştı. Daha da önemlisi
1999 kararları Kıbrıs ve Yunanistan ile uzlaşmazlıkların aşılmasını da gerektiri-
yordu. AB üyeliğine hızla yaklaşan GKRY’nin ileride Türkiye için yaratacağı so-
runlar çok açık biçimde görülüyordu. Bu konularda AK Partinin nasıl bir politika
izleyeceği merakla beklenmekteydi.
AK Partinin ilk önemli dış politika icraatı, AB üyeliğinin AK Parti tarafından
temel hedef olarak belirlendiğine dair açıklamalar ve yoğun diplomatik temaslar
olmuştur. AK Parti, Aralık 2002’deki AB Zirvesi’nde Türkiye lehine önemli bir karar
çıkarmak için seferber olmuştu. Bu konuda ABD’den de destek alan AK Parti, ülke
içindeki siyasi anomaliyi de değiştirmeye çalışıyor, yasaklı Genel Başkan Recep Tay-
yip Erdoğan’ın yolunu açmak için ana muhalefet partisi CHP ile uzlaşma arıyordu.
Aralık 2002’deki AB Zirvesi’ne kadar olan süreç, AK Partinin AB politikalarında
samimi olduğunu ortaya koymuştu. Ancak gelişmeler olumlu olsa da zirveden Türki-
ye konusunda müzakere takvimi çıkmamış, konu 2004’e ertelenmişti. Ancak Türkiye
için asıl büyük sorun Irak konusuydu. ABD’nin Irak’a Türkiye üzerinden müdahale
edebilmesi için Hükûmet’in TBMM’ye gönderdiği “tezkere” 1 Mart 2003’te oylanmış
ancak yeterli çoğunluk sağlanamadığı için reddedilmişti. Bu durum, Irak’a yapılacak
müdahaleyi Türkiye üzerinden açacağı ikinci cephe ile gerçekleştirmeyi tasarlayan
ABD’yi çok rahatsız etmiş ve Türkiye-ABD ilişkilerinde büyük bir krize yol açmıştı.
Realist dış politika, bir Aslında, 2002 yılında AK Partinin iktidara gelmesiyle Türk dış politikasında
ülkenin dış politikasını
devletlerin yegâne aktörler bir değişim yaşandığı ve dış politikada ‘eksen kayması’ olduğu yönünde tartışma-
olduğuna inandığı uluslararası lar başlamıştır. Bu tartışmaları başlatan ilk gelişme ABD’nin Irak’a müdahalesinde
sistemde, uluslararası 1 Mart 2003 Tezkeresi’nin TBMM’den geçmemesi olmuştur. Keza AK Partinin
çıkarlarını maksimum kılacak
rasyonel davranışlarla güç bu dönemde ABD’den bağımsız bir Orta Doğu politikası izlediği düşünülmüştür.
elde etme mücadelesine göre Nitekim AK Parti iktidara gelir gelmez AB ile ilişkiler konusuna ağırlık vermiş,
belirlemesidir.
Birlikle geliştirilen ilişkiler ve bu yönde gerçekleştirilen reformlar sonucunda 3
Ekim 2005 yılında tam üyelik müzakerelerinin başlaması kararı alınmıştır. AK
Liberal dış politika, bir
ülkenin dış politikasını, Parti Hükûmeti’nin bu doğrultuda uyguladığı politikalar aslında o döneme kadar
uluslararası sistemde uygulanan ‘realist dış politikanın’ liberal bir karakter almasına yol açmış, Türki-
devletlerden başka aktörlerin
de var olduğuna inanarak, ye, AB çerçevesinde Kophenag Kriterleri uyarınca siyasi, ekonomik ve toplumsal
ortak değer ve prensipler reformlar gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bu kapsamda hızlı ve etkili bir süreç de
etrafında barışa dayalı bir oluşturan AK Parti Hükûmeti, dış politika araçlarını da değiştirmiş, askerî ve stra-
düzenin oluşturulabileceği
düşüncesiyle güç elde tejik sert politikalar yerine ekonomi, kimlik, insan hakları, sivil yönetim ve diya-
etmekten ziyade barışın log gibi yumuşak araçlar kullanmıştır. Bu durum Türkiye’nin bu döneme kadarki
korunması yönünde
belirlemesidir. ABD / NATO merkezli dış politikasını AB merkezli hâle getirmiştir. Aslında her
ne kadar dönemin gelişmeleri Türkiye’nin Batı yönelimli dış politikasının deva-
mı gibi kabul edilmişse de 2000’li yıllara birbirinden oldukça ayrılmış olan ABD
merkezli ve AB merkezli dış politika noktasında AK Parti iktidarı dengeyi AB
yönünde bozmuştur. Ne var ki bu hızlı ve etkili AB bazlı ilişki girişimleri 2006 yı-
lına gelindiğinde hızını kesmiş, hatta bu tarihten sonra duraksamaya girmiştir. Bu
durumun nedeni olarak öncelikle Fransa ve Almanya gibi AB’nin lider ülkelerinin
Türkiye’yi dışlayıcı tavrı gösterilmiştir. Bu ülkelerin Birlik içindeki baskın tavrı
bir yandan Birlik içindeki diğer üyeleri etkilerken diğer yandan Türk dış politika
belirleyicilerini de etkilemiş ve oluşan olumsuz havanın, ilişkilerin bu noktaya
gelmesine neden olduğu belirtilmiştir. Buna ilaveten, 11 Eylül saldırıları sonrası
ABD’nin Orta Doğu’ya yönelik politikalarının bu dönemde değişiklik göstermiş
olduğu ve bu kapsamda hem Türkiye’ye düşen rolün değiştiği hem de Türkiye’nin
yeniden ABD dış politikası çerçevesinde bölgeye dönmesinin gündeme geldiği
tartışılmıştır (Gözen, 2010: 26-28).
8. Ünite - Genel Değerlendirme: Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikasının Temel Özellikleri 245
bölgeler olarak tanımlamaktadır (Davutoğlu, 2012: 21). “Barış havzası” kavramı ise
bahsi geçen havzalarda var olan çatışmaların sona ermesi, istikrarın ve sürekli ba-
rışın sağlanmasını öngören bir dış politika vizyonudur (Yeşiltaş ve Balcı, 2011: 22).
Davutoğlu’na göre, barış havzasının oluşturulmasında Türkiye, gerek Balkanlar’da
gerekse Kafkaslar’da çok daha aktif bir dış politika yapımına yönelmeli, olaylara
müdahil olmalıdır; çünkü Türkiye, Osmanlı tarih mirasının bir varisidir ve böl-
gesel meseleler de temelde, bu tarih mirasının izlerini taşımaktadır (Davutoğlu,
2012: 22). Ayrıca, Türkiye artık daha önceki dönemlerde olduğu gibi Batı Avrupa
ile bütünleşme ve bölge ötesi ittifak ilişkilerinin cazibesiyle bu yakın havza ile ya-
bancılaşma hatasına düşmemeli, sahip olduğu siyasi, ekonomik ve kültürel ağırlığı
ile havzada sahip olduğu etkinliğini ve performansını sürekli arttırmalıdır. Çünkü
sadece bu havzanın geleceği değil, Türkiye’nin iç bütünlüğü dahi bu havza içindeki
faktörlerle doğrudan ilgili bir durumdur (Davutoğlu, 2012: 119).
Komşularla sıfır sorun anlayışı, bir temel hedef, sağlanmaya çalışılan bir ilke
olmakla birlikte, özellikle de uygulamadaki sorunlar nedeniyle AK Parti döne-
minde Türk dış politikasında en çok eleştiri alan kavramlardandır. Bunun bir-
kaç sebebi vardır. Öncelikle, bir ülkenin bütün komşularıyla sorunsuz olmasının
mümkün olmadığı, komşular arasındaki çıkar uyuşmazlıklarının bu politikayı
imkânsız kılacağı iddia edilmektedir. Çıkarlar üzerine kurulmuş dış politika or-
tamında, bir ülke ile kurulacak iyi ilişkiler ve paylaşım bir başka ülkeyi rahatsız
edebilir, ilişkilerin kötü bir seyir almasına neden olabilir iddiası da sıklıkla dile
getirilmektedir. Bu konuda Türkiye’nin Ermenistan ve Azerbaycan ile ilişkileri
sıklıkla gündeme gelmektedir. Bir diğer eleştiri de pratikte yaşananlar üzerinden
verilmektedir. Yıllardır uygulanmaya çalışılan komşularla sıfır sorun anlayışına
rağmen başta Suriye olmak üzere, Irak merkezi yönetimiyle ve İran ile ilişkilerin
iyi olmadığı, Ermenistan ile ilgili sorunların giderilemediği eleştirisi yapılmakta
ve sıfır sorun anlayışının iflas ettiği savunulmaktadır.
Stratejik derinlik içinde yer alan ve Türk dış politikasında önem kazanan
önemli bir diğer kavram da “aktarım nesnesi” olmanın karşıtlığı olarak tanımla-
nan ve Türkiye’nin sahip olduğu, jeokültürel, jeoekonomik ve jeopolitik derinlik-
le uluslararası sistemde, yapıcı ve düzen kurucu bir ülke olma hâlini ifade eden
“merkez ülke” kavramıdır. Bu kavram, uluslararası sistem içinde Türkiye’nin ha-
reket kabiliyetini ifade etmek için kullanılmaktadır. Davutoğlu’na göre; Türkiye,
dünyada merkezi bir coğrafyaya sahiptir ve tarihin kırılma-dönüşme noktalarının
tesirlerini yoğun şekilde yaşamış bir insan unsurunu barındırmaktadır. Ayrıca ar-
tık Türkiye, tarihî ve coğrafi derinliklerini yeniden anlamlandırmak zorunda olan
bir ülkedir. Türkiye’nin kendi dinamizmini ve potansiyelini uluslararası dinamizm
potasında bir güç parametresine dönüştürebilmesi gerekir. Böylece, kendi tarih
ve coğrafya derinliklerinden kaynaklanan bir özgüvene sahip olmanın psikolojik
gücü ile kendi dinamizmini bir güç oluşturma kanalına akıtabilecek ve uluslarara-
sı dinamizmin dengeye dönüşme sürecinde belirleyici olabilen bir strateji perfor-
mansı da gösterebilecektir (Davutoğlu, 2012: 9-10). Davutoğlu’na göre; bu irade
mutlaka gösterilmelidir. Çünkü siyasi irade yetersizliği dolayısıyla dış politikadaki
uygulamalar konjonktürel dalgalanmaların akışına bırakılır ve zamanlama kabili-
yeti kaybedilirse ülke ancak başkaları tarafından belirlenmiş gündemlere gösteri-
len anlık tepkilerin oluşturduğu karmaşık ve çelişik bir tablonun esiri olur ve artık
belirleyici değil, savunmacı ve tepkici bir hâle gelir (Davutoğlu, 2012: 33). İşte bu
yüzden Türkiye 2007-2011 döneminde de “düzen kurucu aktör” olma anlayışını
sürdürme gayretinde olmuştur. Düzen kurucu aktör kavramı, Türkiye’nin diğer
ülkelerle ilişkilerde ve uluslararası örgütlerde aktif bir şekilde rol almasını amaçla-
yan bir rol tanımlamasıdır. Buna göre Türkiye bir “düzen”e sonradan intibak eden
değil, bizzat düzenin kurulmasına öncülük eden bir ülke olarak küresel ortamda
yerini almak çabasındadır ve bu gücü, derinliği ve kapasiteyi kendisinde görmek-
tedir. Türkiye’nin kendini kurucu bir aktör olarak görmesi “aksiyoner dış politika”
izlemesinin de ana nedenlerindendir. Bu anlayışa göre, Türkiye reaksiyoner bir
dış politikadan her zaman kaçınmalıdır (Yeşiltaş ve Balcı,2011: 18-21).
Davutoğlu’nun çerçevesini çizdiği şekliyle aksiyoner bir politika ile kendini dü-
zen kurucu bir aktör olarak gören Türkiye, özellikle 2007-2011 döneminde, Müs-
lüman bir ülke olarak sahip olduğu demokrasi, laiklik unsuları ve üretken güçlü
ekonomisi ile Orta Doğu ülkelerine model olarak da gösterilmiştir. Türkiye’nin
“model” olma vasfı aslında Türkiye’nin ifade ettiği bir iddia değildir, ancak hem
İslam ülkelerinde hem de Batı dünyasında, 1990’ların başında da benzeri yaşanan
8. Ünite - Genel Değerlendirme: Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikasının Temel Özellikleri 251
bir “model ülke” kavramının olduğu açıktır. Gerçekten de Orta Doğu’da 2010’dan
itibaren yaşanan, Tunus ile başlayıp Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Cezayir, Ürdün,
Yemen, Moritanya, Suudi Arabistan, Umman, Irak, Lübnan ve Fas’ta devam eden,
adına “Arap Baharı” denen gelişmeler çerçevesinde Türkiye’nin model olma ko-
nusu sıklıkla gündeme gelmiştir. Halk devrimlerinin yaşandığı ve yönetimlerinin
değiştiği ülkelere Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı ziyaretlerde Türki-
ye’deki rejime ve siyasal sisteme ilişkin açıklamaları da model ülke olma noktasın-
daki anlayışın bir yansıması olarak görülebilir. Bu çerçevede Erdoğan’ın Mısır’da
yaptığı ve laikliğin korunması gerektiğini vurguladığı Eylül 2011’deki konuşması
son derece önemli bir etki yaratmıştır.
Türkiye’nin son yıllarda, özellikle de 2007 sonrasında dış politikasında “stra-
tejik derinlik”, “komşularla sıfır sorun”, “pro-aktif dış politika” gibi ilkeler üzerin-
den yürüttüğü ilişkiler çeşitli yönleri ile eleştirilmektedir. Bunların başında ise
Türkiye’nin bir “eksen kayması” yaşadığına dair tartışmalar gelmektedir. Eksen
kaymasını, bir ülkenin var olan ittifak ilişkilerinden ve temel yönelimlerinden
ayrılarak farklı politikalar izlemesi ve ittifak ilişkileri içine girmesi olarak tanım-
layabiliriz (Yeşiltaş ve Balcı, 2011: 30). Bu tespit, Türkiye’nin Batı Bloku’ndan
uzaklaştığı ve Avrupa Birliği hedefini artık öncelemediği üzerinden yapılmakta,
özellikle Orta Doğu’da izlediği politika ve Osmanlı mirası ile İslam vurgularından
dolayı ortaya çıkmaktadır. Türkiye’nin bir eksen kayması yaşadığı hem uluslara-
rası alanda hem de Türkiye içinde sıkça dile getirilen bir tespittir. Ancak bunun
ne kadar doğru olduğu da tartışmalıdır (Bağcı-Erdoğan, 2010). Ülkenin dış po-
litikasını belirleyenler, yapılmakta olanın, pasif bir bekle-gör politikasından ve
olana göre hareket eden bir anlayıştan, proaktif bir politikaya geçiş olduğunu, tek
eksenli ve sağlıksız bir dış politika yerine başta bölge ülkeleri olmak üzere küresel
boyutta çok yönlü ve düzen kurucu bir rol üstlenildiğini belirtmektedir. Ayrıca,
izlenen politikanın sadece Orta Doğu’ya dönük olmadığını, Asya, Afrika, Güney
Amerika, Kafkasya ve Balkanlar’da da etkin bir politika geliştirilmeye çalışıldığını
vurgulamaktadırlar. Avrupa Birliği noktasında yapılan eleştirilere karşı da üyelik
sürecinde AB’nin Türkiye’yi almamak ve üyelik sürecini yavaşlatmak için elinden
geleni yaptığı, müzakere başlıklarını açmamalarının bunun tipik bir göstergesi ol-
duğu ancak Türkiye’nin dış politikasının ise AB kapısında bekleyen edilgen bir
politika olmayacağını belirtmektedirler. Ayrıca Türkiye’nin, AB üyesi olmak is-
temekle Orta Doğu İslam coğrafyasında, Afrika ya da Balkanlar’da etkin olmak
arasında bir çelişki de görmediği; bu anlayışın Avrupa-merkezci ve Soğuk Savaş
refleksine dayalı küresel düzen tasavvurunun bir sonucu olarak ortaya çıktığı,
eleştirilere cevap olarak verilmektedir (Kalın, 2011: 10-12).
Türk dış politikasının Soğuk Savaş sonrasındaki önemli bir aktörü de ülke dı-
şında yaşayan Türkiye kökenlilerin varlığıdır. Dünyada yaklaşık 5-6 milyon Türkiye
kökenlinin yaşadığı bilinmektedir. Bunların çok önemli bir bölümünün Avrupa’da
yaşıyor olması, Türk dış politikasının özellikle Avrupa ayağını yakından ilgilen-
dirmektedir. Türkiye’nin önemli bir “yumuşak güç” (soft-power) unsuru hâline
gelen Türkiye kökenliler için oluşturulan “Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar
Başkanlığı” aynı zamanda Türkiye’nin insanına sahip çıkma ve onları destekleme,
onlardan destek alma iddiasının bir ifadesi olarak nitelenebilir (Erdoğan, 2010).
Soğuk Savaş sonrası Türk dış politikası ile Türkiye tarihi, kültürel özellikleri
ve vizyonu yeniden yapılanma süreci içindedir. Henüz üzerinden çok fazla zaman
geçmediği için bu politikaların nereye evrileceği konusunda kesin yargılarda bu-
lunmak ve mevcut bazı politikalardan hareketle geleceğe yönelik kestirimlerde
252 Türk Dış Politikası II
Özet
Türk dış politikasının tarihsel süreçte yaşadığı deği- lar üretmesine neden olmuştur. Bu politikadan
1 şimler ve süreklilik gösteren ilkelerini ifade etmek dolayı da Rusya ve İran ile özellikle Orta Asya ve
Türk dış politikası, tarihsel süreçte gerek ulus- Kafkaslarda sürekli bir rekabet içinde olunmuş-
lararası sistemdeki dönüşümler gerekse ihtiyaç tur. ABD’nin Rusya’ya öncelik veren politikası ile
ve ilkeleri doğrultusunda değişimler yaşamış- de Türkiye Orta Asya’da ikinci plana düşmüştür.
tır. Bu değişimler, yalnızca uluslararası sis- Turgut Özal’ın cumhurbaşkanlığında ABD doğ-
temin gereği olarak değil, Türkiye’nin siyasi, rultusunda izlenen politikalar nedeniyle Körfez
ekonomik ve toplumsal değişiminden de kay- Krizi’nde Irak’a karşı bir politika yürütülmüştür.
naklanmıştır. Cumhuriyet’in kurulmasından Yunanistan ve Kıbrıs ile ilişkilerde düzelme ol-
II. Dünya Savaşı’nın bitimine kadar daha çok mamıştır. Soğuk Savaş’ın bitiminden 17 Nisan
oluşum süreci içinde olmuş Türk dış politikası, 1993’te Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ani ölü-
1945 sonrası blok siyasetine girmiş ve bundan müne kadarki dönemde Türk dış politikasının
sonraki dönemlerde blok siyasetindeki deği- ana belirleyicisi de Turgut Özal olmuştur.
şimlerden kaynaklı bazı dönüşümler geçirse
de temelde 1991 yılında Soğuk Savaş’ın bitimi- 1993 sonrası Türkiye’nin AB’ye yönelik politikala-
ne kadar Batı Bloku içinde kalarak bu siyaseti 3 rına ağırlık vermesindeki nedenleri ve bu politika
devam ettirmiştir. Soğuk Savaş’ın sona ermesi doğrultusunda AB ile ilişkileri açıklamak
Türkiye’nin yeni oluşan uluslararası sistemde Türkiye’nin diğer bölgelerdeki politikalarından
yeni bir konum edinmesine yol açmıştır. Bu istenilen sonucun alınamaması, AB’nin gittikçe
yeni konumda çeşitli roller üstlenen Türkiye, gelişen bir cazibe merkezi olması ve genel kon-
dış politikasında o zamana kadar hiç olmadığı jonktüre uygun şekilde uluslararası birlik içinde
kadar çeşitli alanlar ve sorunlarla ilgilenmeye yer alma ihtiyacı ile Türkiye, 1993’ten sonra AB’ye
başlamıştır. Türk dış politikası bu tarihsel sü- yönelik politikalarına ağırlık vermiştir. 1993 yılın-
reçte süreklilik gösteren bazı ilkeler de ortaya da AB tarafından belirlenen Kopenhag Kriterleri
koymuştur. Bunlardan ilki Lozan Statükosu’nun nedeniyle 1959’dan beri devam eden ilişkilerin
devamlılığıdır. İkincisi, Türkiye’nin dış politi- avantajını kaybetmiş olan Türkiye, 1995 yılından
kadaki devamlı Batı tercihidir. Sonuncusu ise başlamak üzere Gümrük Birliği’ni tamamlamış ve
bölgesinde yaşadığı güvenlik endişesi ve bunun bu gelişme, AB ile ilişkilere yeni bir ivme kazandır-
getirdiği dış politik yansımadır. mıştır. Yunanistan ile yaşanan krizlerin en önem-
lilerinden biri olan Kardak Krizi ise Türkiye’nin
Soğuk Savaş’ın bitimi sonrasında ortaya çıkan hem AB hem de Yunanistan ile ilişkilerini olum-
2 yeni fırsatlar ve riskler çerçevesinde Türk dış poli- suz yönde etkilemiş ve iki ülkeyi savaşın eşiğine
tikasındaki değişimleri incelemek getirmiştir. Balkanlar’da Yugoslavya’nın dağılma-
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte tüm di- sından sonra ortaya çıkan iç savaşın kontrol al-
ğer devletler gibi Türkiye de blok politikasından tına alınması adına NATO’nun Sırplara yönelik
kurtulmuş ve ortaya çıkan yeni sorunlar karşı- müdahalesi için çabalayan Türkiye, bu konuda
sında yeni politikalar oluşturmak durumunda başarılı olmuştur. NATO’nun bölgeye müdahalesi
kalmıştır. Batı’ya dönük politikasını devam etti- sonrasında Türkiye, özellikle bu bölgedeki Müs-
ren Türkiye, ABD ile ilişkilerinde Soğuk Savaş lümanlar üzerindeki nüfuzunu artırmaya yönelik
dönemindeki özel konumunu nispeten hisset- politikalar uygulamaya başlamıştır.
miştir. AT/ AB politikalarında ise bulunduğu
konumu ve bu jeopolitik konumdaki önemini Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde kırılma noktası
sürekli hatırlatmak suretiyle AT/ AB’nin dış- 4 olan 1997 Lüksemburg Zirvesi ve sonrasında ya-
layıcı politikalarından korunmaya çalışmıştır. şanan ilişkileri açıklamak
SSCB’nin dağılmasının ardından ortaya çıkan 1995 yılında AB ile Gümrük Birliği’nin kurul-
Türki devletler Türkiye’nin ABD ile birlikte bu ması ve pek çok Orta ve Doğu Avrupa ülkesi-
ülkelere “model” ve “lider” olarak yeni politika- nin AB’ye üyelik başvurusunda bulunmasıyla
254 Türk Dış Politikası II
beraber Türkiye’de de üyelik yönünde olumlu 2002 sonrası Türk dış politikasındaki değişim tar-
beklentiler oluşmuş ve dış politika büyük ölçüde 5 tışmalarını görebilmek ve bunların Türk dış poli-
AB ile ilişkilere yoğunlaşmıştır. Ancak öncelikle tikasının temel unsurları çerçevesindeki değerlen-
Komisyon’un Gündem 2000 Raporu’nda son- dirmesini yapmak
ra da Lüksemburg Zirvesi’nde alınan kararlar- 2002 sonrası AK Parti Hükûmetlerinin yöneti-
da diğer ülkelere adaylık verilmesine rağmen minde Türk dış politikasının gerek yapısal gerek
Türkiye’nin aday ülke olarak açıklanmaması AB vizyon gerekse aktörleri bakımından bir değişim
ile ilişkileri bozarak siyasi diyalogun kesilmesi geçirdiği kabul edilebilir. Bu kapsamda Türk dış
ile sonuçlanmıştır. Abdullah Öcalan’ın yakalan- politikasının geleneksel olarak yaklaştığı he-
ması sürecinde de başarısız politikalar yüzün- men hemen her konuya AK Partinin farklı algı
den önce İtalya, ardından Almanya ve son olarak ve anlayışlar getirdiği de söylenebilir. Bu duru-
Yunanistan ile ilişkilerin bozulması, ilişkilerdeki mun uluslararası dengelerle ilgisi olduğu kadar
soğukluğu iyice artırmıştır. Abdullah Öcalan so- iç siyasal yapıyla da ilgisi büyüktür. AK Partinin
runu nedeniyle ilişkilerin Türkiye açısından AB 2002’den bu yana tek başına iktidar olması ve
perspektifinden vazgeçme noktasına gelmesi ile yönetimde istikrarı koruması dış politikada tek
hem ilişkilerin bozuk olduğu ülkeler hem de AB başlı ve koordinasyonlu bir yapının oluşmasını
Türkiye’yi tekrar kazanmaya çalışmıştır. Yuna- sağlamış, bu durum doğal olarak uluslararası
nistan Hükûmeti’nde gerçekleştirilen üst düzey alanda daha rahat hareket etme imkânını da be-
görev değişiklikleri ve Almanya’da meydana ge- raberinde getirmiştir. 1991 sonrası oluşan yeni
len iktidar değişimi AB-Türkiye ilişkilerinin ge- sistemin 2000’li yıllarda daha da belirginleşmesi
liştirilmesinde en önemli rolü oynayan iki faktör AK Parti iktidarını bu bağlamda yeni dış politik
olmuştur. İlişkilerde iyileşme isteklerinin açık belirlenimlere götürmüştür. Bu belirlenimlerin
olduğu bir dönemde Türkiye’de meydana gelen ne gibi sonuçlar doğuracağını öngörmek bugün-
17 Ağustos depremi bu düzelme için gerekli ze- den kolay olamadığı gibi bunların Türk dış poli-
mini oluşturmuş ve halk kitlelerini de bu deği- tikasının süreklilik gösteren ilkeleri haline dönü-
şim isteğinin içine taşımıştır. Bu olaydan sonra şeceğini belirtmek de çok mümkün değildir.
yaşanan yoğun diplomasi sonrasında 1999 yı-
lında Finlandiya’da yapılan Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin dış politikada uygulamaya çalıştığı
Türkiye AB tarafından aday ülke olarak açıklan- 6 yeni vizyonun temel ilkelerini açıklamak
mıştır. AB tarafından Katılım Ortaklığı Belgesi 2007 sonrası Türk dış politikası temel olarak Dı-
yayımlanmış, sonra da Türkiye gerekli mevzu- şişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından ge-
at değişikliklerinin çerçevesini belirten Ulusal liştirilen vizyon çerçevesinde yürütülmüştür. Bu
Program’ı yayımlamıştır. Adaylığın açıklanması bağlamda “stratejik derinlik”, “vizyon odaklılık”,
sonrasında Türkiye’de yapılan yasal değişiklik- “proaktif diplomasi”, “yumuşak güç”, “uluslara-
lerden sonra AB, 3 Ekim 2005 tarihinde Tür- rası düzeyde aktif katılım”, “barış havzası”, “ta-
kiye ile müzakerelere başlama kararı almıştır. rihsel miras”, “komşularla sıfır sorun”, “merkez
11 Eylül 2001 tarihinde ABD’ye karşı yapılan ülke”, “düzen kurucu aktör” ve “aksiyoner dış
terörist saldırı ile ABD’nin güvenlik stratejisi politika” gibi kavramlarla Türkiye için çok bo-
değişmiş ve Türkiye’nin yer aldığı coğrayfa, te- yutlu, çok kulvarlı bir dış politika öngörülmüş
röre karşı girişilen savaşta en sıcak bölge hâline ve uygulanmıştır. Sayılan kavramlar çerçevesin-
gelmiştir. Türkiye’nin Batı için jeopolitik önemi- de Türkiye, diğer ülkelerin sorunlarına duyarlı,
ni hem ABD’ye hem de AB’ye tekrar hatırlatan ilişkilerdeki sorunların çözülmeye çalışıldığı,
bu gelişme Türkiye’nin de ABD ile teröre kar- kendi coğrafyasında barışı terfi ettirmeye çalı-
şı iş birliği yapması ile sonuçlanmıştır. Teröre şan ve bunu karşılıklı bağımlılık ile gerçekleş-
karşı ABD tarafından girişilen bu mücadelenin tirmeye çalışan, çeşitli dış politika tercihlerinin
Müslüman dünyaya karşı olarak lanse edilmesi sentezlendiği ve çok boyutlu hale getirildiği bir
ve Türkiye’nin bazı komşularını hedef alması dış politika izlemeye çalışmaktadır.
Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinde sorunlara ve
çelişkili politikalara neden olmuştur.
8. Ünite - Genel Değerlendirme: Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikasının Temel Özellikleri 255
Kendimizi Sınayalım
1. 1923-1945 dönemi Türk dış politikası için aşağıda- 6. Aşağıdakilerden hangisinin Türk dış politikasının
kilerden hangisi söylenemez? süreklilik gösteren unsurlarından olduğu söylenemez?
a. Statükocu bir politika izlenmiştir a. Lozan Statükosu
b. Genelde tarafsızlık politikası izlenmiştir b. Blok siyaseti
c. Oluşum sürecindedir c. Batı ile ilişkiler
d. Blok siyaseti izlenmiştir d. Güvenlik endişesi
e. Lozan Statükosu belirleyicidir e. Yurtta sulh, cihanda sulh anlayışı
2. 1945-1964 dönemi Türk dış politikası için aşağıda- 7. 2002 sonrası Türk dış politikası için aşağıdakiler-
kilerden hangisi söylenebilir? den hangisi söylenebilir?
a. Katı blok siyaseti izlenmiştir. a. AB ile ilişkiler tamamen kesilmiştir.
b. Türkiye bu dönem boyunca Doğu Bloku’nda yer b. Türkiye ABD ve NATO’dan tamamen bağımsız
almıştır. bir dış politika izlemiştir.
c. Türk dış politikası tarafsızlık ilkesini sürdür- c. Türk dış politikasının çeşitli unsurları farklı yo-
müştür. rumlanmaya başlanmıştır.
d. Ülkeler arası ikili ilişkiler de yürütülmüştür. d. Statükocu politika izlenmeye devam edilmiştir.
e. Türkiye uluslararası sistemden bağımsız bir dış e. Saldırgan bir dış politika izlenmiştir.
politika yürütmüştür.
8. Aşağıdakilerden hangisi 2002 sonrası AK Parti’nin
3. 1965-1980 arası dönemde Türk dış politikasında dış politika vizyonu içinde gösterilemez?
belirleyici unsur aşağıdakilerden hangisi olmuştur? a. Komşularla sıfır sorun
a. Blok siyasetinin terk edilmesi b. Ülke içinde demokrasi ve güvenlik dengesini
b. Soğuk Savaş’ın sona ermesi yaratarak etkin bir dış politika yürütmek
c. Blok siyasetinin yumuşaması c. Bölgesinde tamamen bağımsız bir dış politika
d. Tarafsızlık politikası izlemek
e. Liberal dış politika d. Uluslararası kurumları daha etkin kullanmak
e. Rusya, ABD gibi küresel aktörler arasında den-
4. 1981-1990 dönemi Türk dış politikası için aşağıda- ge sağlamak
kilerden hangisi söylenemez?
a. Turgut Özal yönetimi dış politikada önemli bir 9. Tarihsel süreçte Türk dış politikasının geneli için
faktördür. aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
b. Tarafsızlık politikası nispeten önemini yitirmiştir. a. Bazı dönemler tarafsızlık politikası terk edilmiştir.
c. Statükocu politika daha az önemsenmiştir. b. Bazı dönemler aktif bir dış politika izlenmiştir.
d. Aktif bir dış politika izlenmeye çalışılmıştır. c. Bir dönem blok siyaseti oldukça etkili olmuştur.
e. Blok siyasetinden tamamen kopuş yaşanmıştır. d. Bazı dönemler çok yönlü bir dış politika yürü-
tülmüştür.
5. Aşağıdakilerden hangisi 1991 sonrası Türk dış poli- e. 2002 sonrası Türkiye’nin bölgesinde güvenlik
tikasının ilgilendiği sorun alanlarından değildir? endişesi kalmamıştır.
a. Balkanlar’daki etnik çatışmalar
b. Kafkaslardaki bölgesel çatışmalar 10. Aşağıdaki politikalardan hangisinin dönemler
c. Orta Asya’daki istikrarsızlıklar itibariyle bakıldığında Türk dış politikasını etkilediği
d. ABD ile yaşanan çıkar çatışmaları söylenemez?
e. Rusya ile girişilen rekabet a. Bağlantısızlık politikası
b. Realist politika
c. Liberal politika
d. Tarafsızlık politikası
e. Stratejik derinlik vizyonu
256 Türk Dış Politikası II
Okuma Parçası
Eksen Kayması mı? Değişen Türk Dış Politikası lik kaygısı üst düzeyde olmuştur. Ancak uluslararası
ve Batı konjonktürün değişimi ile birlikte Türk dış politikasın-
Emine AKÇADAĞ da da revizyona gidilmiş, sert güç yerine yumuşak güç
Pazartesi, 28 Haziran 2010 unsurları (sorunların diyalog ve diplomasiyle çözümü,
Washington merkezli Transatlantic Academy, 3 Ha- ülkeler arası arabuluculuk, uluslararası örgütlerde gö-
ziran 2010 tarihinde “Sıfır Soruna Ulaşmak: Türkiye, rünürlük...) ön plana çıkarılmıştır. Ayrıca bölgesel bir
Komşuları ve Batı” (Getting to Zero: Turkey, its Neigh- güç olarak yerini sağlamlaştırma amacındaki Türkiye
bors and the West) başlıklı bir rapor yayınladı. Sabancı için dış politikada ‘çok yönlülük ve komşularla sıfır so-
Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi kurucu run politikası’ temel bir anlayış haline gelmiştir. Nite-
dekanı Ahmet Evin, Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bili- kim Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi
mi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Dr. üyeliği, Türk güvenlik güçlerinin Afganistan ve Lüb-
Kemal Kirişçi, Prof. Ronald H. Linden, Nathalie Toc- nan’daki varlığı, İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) Genel
ci, Hamburg Uluslararası Ekonomi Enstitüsü Başkanı Sekreterliği’ne Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun
Ekonomi Profesörü Thomas Straubhaar, Akademisyen seçilmesi, Yunanistan ile ilişkilerin geliştirilmesine yö-
Joshua W. Walker ve Juliette Tolay-Sargnon tarafından nelik adımlar atılması, Rusya, Suriye ve Irak’la vizeler
kaleme alınan rapor, genel olarak Türkiye’nin global ve kaldırılması, İran nükleer politikası konusunda arabu-
bölgesel rolünü ve Türkiye’nin iç dinamiklerinin tran- luculuk ve Ermenistan açılımı bu çok yönlü dış politi-
satlantik ilişkilere etkisini içermektedir. kanın sonuçları olarak değerlendirilmelidir.
Transatlantic Academy Direktörü Stephen Szabo, Türkiye’nin bu kendine güvenli ve aktif dış politikası-
“Türkiye, sıkı ilişkilere sahip olduğu Batı ile sorunlu nın ABD’yi, AB’yi ve Türkiye’nin yakın komşularını et-
ama aynı zamanda da stratejik bir bölge olan Doğu ara- kilediğini vurgulayan “Sıfır Soruna Ulaşmak: Türkiye,
sında uzun zamandır köprü görevi görmektedir” diyor Komşuları ve Batı” başlıklı rapor, kendi çıkarları için
ve ekliyor “Bugün Türkiye siyasi, ekonomik ve kimlik ABD ve AB’nin de Türkiye’nin bu yeni dış politikasına
bağlamında bir iç değişim geçirmektedir. Uygulanan destek vermesi gerektiğini ifade etmekte ortak çıkarlar
yeni bölgesel diplomasi ile de Türkiye, komşularıy- için taraflara bazı önerilerde bulunmaktadır.(3)
la kuruluşundan beri hiç olmadığı kadar iyi ilişkiler Türkiye için öneriler:
geliştirmektedir. Bu yeni gelişme Batı’nın da yararına • Türkiye’yi komşuları için yapıcı bir güç ve ilham
olmakla birlikte Türkiye’nin, Doğu’nun siyasi ve ideo- kaynağı haline getirecek şeyin sürdürülebilir de-
lojik yapısına kayabileceğine ilişkin endişeleri de bera- mokratikleşme ve evrensel değerlerin içselleştiril-
berinde getirmektedir.”(1) mesi olduğunun bilincine varılması.
Genel bir değerlendirme yapıldığında raporda ilk • AB entegrasyon sürecinin Türkiye’nin iç değişimi
göze çarpan, Türkiye’deki eksen kayması tartışmaları- ile bölgesel rolü ve ilişkileri açısından taşıdığı öne-
nın ABD ve AB’de de yansımalarının bulunduğudur. min bilincinde olunması.
Önemli bir müttefik olan Türkiye’nin “Komşularla sıfır • Avrupa pazarları ile ticari ilişkilerin ve yatırımların
sorun politikası” desteklenmekle birlikte Türkiye’nin geliştirilerek sürdürülmesi.
Doğu’nun siyasi eğilimlerine kayma ve Batı’yla ilişki- • Türkiye’nin transit bir göç yolu olarak kullanıldığı-
leri ikinci plana itme olasılığı endişe uyandırmaktadır. nın kabul edilip bu durumun denetim altına alın-
Ancak Türk siyasetçileri eksen kayması tartışmalarının ması için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması.
gerçeği yansıtmadığını ve Türkiye’nin Batı politikasın- • Komşularla sıfır sorun politikasının başarıya ulaş-
da herhangi bir değişim olmadığını kesin bir dille ifade masının karmaşık ilişkilerin iyi yönetilmesi ile
etmektedirler.(2) mümkün olduğunun ve bunun için de tarafların
Bu bağlamda belirtilmesi gereken Türk dış politikası- samimi ve yapıcı yaklaşımlarda bulunması gerekti-
nın, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren ğinin farkına varılması.
dengeci ve statükocu bir vizyona sahip olduğudur. • ABD ile ilişkileri geliştirmek için Obama yönetimi-
Şüphesiz Cumhuriyetin kuruluşundan sonra uzun bir nin uyguladığı açık politikadan yararlanılması.
süre boyunca devlet ve güvenlik kavramları temel bir Günümüzde Türkiye, laik ve demokratik anayasal bir
nitelik taşımış ve Türkiye’nin konumu itibariyle güven- yönetimin, büyük çoğunluğu Müslüman olan nüfusla
8. Ünite - Genel Değerlendirme: Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikasının Temel Özellikleri 257
birlikte mümkün olabildiğini göstererek Orta Doğu edilerek Türkiye’nin AB üyeliğinin desteklenmesi.
bölgesinde bir model ülke niteliği kazanmıştır. Ancak • Ekonomik faktörlerin, pazar arayışlarının ve enerji-
bu ayrıcalıklı konumun sürekliliği raporun belirttiği nin Türk dış politikasını şekillendirdiğinin bilincine
gibi sürdürülebilir demokratikleşme ve evrensel de- varılması.
ğerlerin içselleştirilmesi ile sağlanabilir. Bu konuda • Türkiye ve Ermenistan’a protokollerin onaylanması
sağlanan ilerlemeler şüphesiz Türkiye’nin AB sürecine için baskı yapılarak Türk-Ermeni uzlaşısına destek
de katkı sağlayacaktır. Batılı değerleri benimsemiş, pek olunması.
çok Batılı kuruma üye ve AB’ye aday bir ülke olarak • Kıbrıs barış sürecine destek olunması, Kıbrıs’ın
Türkiye, bölgesinde Batı’nın bir parçası olarak algı- Türkiye’nin AB üyeliğindeki kritik önemi ve AB’nin
lanmaktadır. Tüm bu özellikler Türkiye’nin komşuları bu süreçte üçüncü taraf olarak sınırlı bir varlık gös-
nezdinde de imajını güçlendirirken Orta Doğu bölge- terdiği göz önünde bulundurularak ABD’nin daha
sinin siyasi ve ekonomik dönüşümüne katkı sağlayarak aktif bir politika izlemesidir.
gerek ulusal güvenliğini uluslararası güvenlikten ayrı AB’ye gelince, AB’nin genişlemeden sorumlu üyesi
düşünemeyen ABD’nin, gerekse Ortak Dışişleri ve Gü- Stefan Füle, “Türkiye’nin dış politikada ekseni kaydı”
venlik Politikası ve Avrupa Komşuluk Politikası uygu- tartışmalarına ilişkin olarak, “Türkiye’nin adımları AB
lamaları ile sınırlarının güvenliğini sağlamaya çalışan perspektifiyle çelişmiyor. Aynı zamanda komşularla
AB’nin çıkarlarına da hizmet etmektedir. Dolayısıyla sıfır sorun politikasının da somut sonuçlar getireceği
Ortadoğu, Orta Asya ve Kafkas ülkeleri ile ilişkilerini beklentisindeyiz” açıklamasında bulunmuştur.(5)
geliştiren ve bu bölgelerde daha etkin olan, bu ülkele- Temmuz ayından itibaren AB Dönem Başkanlığı’nı
rin gelişimi ve uluslararası sisteme entegrasyonunda devralacak olan Belçika da, AB Daimi Temsilcisi Jean
pay sahibi olan bir Türkiye’nin Batı nezdinde elini güç- de Ruyt’un yaptığı açıklamayla AB içindeki Türkiye le-
lendireceği düşünülebilinir. Bununla birlikte raporda hine gelişmelerin sinyallerini vermiştir. Jean de Ruyt,
belirtildiği üzere “komşularla sıfır sorun politikasının” Türkiye’nin son yıllarda dünyadaki konumunu iler-
iyi yönetimine önem verilmeli, AB ve ABD ile yapıcı lettiğini belirterek, “Türkiye ile ilişkilerimizi yeniden
ilişkiler geliştirilmeye devam edilmelidir. dengeleyeceğiz. Yeni fasıllarda müzakereleri başlatmak
Barack Obama, devlet başkanı olduktan sonra ilk de- için elimizden geleni yapacağız” demiştir.(6) Die Welt
nizaşırı ziyaretini Türkiye’ye yapmış ve ABD’nin Orta Gazetesi’ne göre yıl sonunda yapılacak zirve toplantısı
Doğu politikasında Türkiye’nin önemli bir rol üstle- öncesi yeni strateji üzerinde çalışan AB’nin, Türkiye’nin
neceğini vurgulamıştır. 2009 yılında geleneksel olarak önem verdiği müzakere başlıklarının açılması (Bugüne
“stratejik ortaklık” şeklinde tanımlanan ABD-Türkiye kadar 12 başlık açılmış olup toplam 18 başlık ise Fran-
ilişkileri, Barack Obama tarafından “model ortaklık” sa, Kıbrıs Rum Kesimi ve limanlar sorunu nedeniyle
biçiminde nitelendirilmiştir. 2009 yılı boyunca iki askıda bulunmaktadır.) ve “vize muafiyeti” gibi konu-
ülke arasında terörle mücadele, Irak, Afganistan, Orta larda harekete geçme olasılığı bulunmaktadır.(7)
Doğu barış süreci, Türkiye’nin AB’ye katılım süreci gibi Gündemdeki bu çalışmalar, raporun Avrupa Birliği
çeşitli konularda işbirliği devam etmiştir. Ancak Irak için getirdiği öneriler ile de paralellik taşımaktadır(8):
Savaşı, PKK sorunu, Amerikan Kongresindeki Erme- • Türkiye ile ilişkilerin, Avrupa entegrasyonu projesi-
ni soykırım tasarı gibi konular neticesinde zarar gören nin temel taşlarından olan Ahde vefa ilkesi uyarın-
Türk-Amerikan ilişkileri son dönemde de İsrail ile ca yürütülmesi.
yaşanan sorunlar ve İran nükleer programı nedeniy- • Komşularının ekonomik, siyasi ve sosyal anlamda
le gerginleşmiştir. Ancak deneyimler Türk-Amerikan küresel ekonomiye entegrasyonunda Türkiye’nin
ilişkilerinin zaman zaman sorun yaşamakla birlikte, iki oynadığı rolün kabul edilmesi.
ülkenin birbirlerinin dış politikası ve güvenlik politi- • Uygulanmakta olan Gümrük Birliği’nin Türkiye’nin
kaları açısından taşıdığı önem nedeniyle kısa zamanda zararına olduğunun kabul edilmesi ve çözüm yolla-
düzeldiğini göstermektedir. rının aranması.
Raporun bu süreçte ABD için getirdiği öneriler(4): • Lizbon Antlaşması’ndan yararlanılarak OGSP,
• Sessiz diplomasi yoluyla Türkiye’nin reform çalış- enerji, sığınma, sınır kontrolü gibi alanlarda Türki-
maları desteklenerek ve Avrupalı partnerlere, “ayrı- ye ile işbirliğinin geliştirilmesi.
calıklı ortaklık” kavramının inandırıcılıktan yoksun AB üyelik hedefini her fırsatta yineleyen ve gerekli re-
ve üyelik sürecini baltalayıcı bir nitelik taşıdığı ifade formların ve düzenlemelerin gerçekleştirilmesinde
258 Türk Dış Politikası II
Kaynak: http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_
content&view=article&id=720:eksen-kaymas-m-deien-tuerk-
d-politikas-ve-bat&catid=122:analizler-guvenlik&Itemid=147
(02.12.2012)
8. Ünite - Genel Değerlendirme: Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikasının Temel Özellikleri 259
Yararlanılan ve Başvurulabilecek
Kaynaklar
Sıra Sizde 5 Aras, B., Akpınar, P. (2011). “Türk Dış Politikasında
2002 sonrası Türk dış politikasındaki değişimi ulusla- Davutoğlu Dönemi: 2009 Değerlendirmesi”, Türk
rarası sistemden ayrı düşünmek mümkün değildir. Bu Dış Politika Yıllığı 2009, (Editör: Burhanettin
dönemde Soğuk Savaş sonrası oluşmaya başlayan yeni Duran, Kemal İnat, Mühittin Ataman), 1.
sistemin daha netleştiği ve bu kapsamında Türkiye’nin Baskı, Ankara: SETA Yayınları, s.13-45.
bu sistem içindeki konumunun daha belirgenliştiğini Aras, B. (2009). “Davutoğlu Era in Turkish Foreign Po-
söyleyebiliriz. Tek parti iktidarı olarak AK Partinin licy”, SETA, Policy Brief, Ankara.
hem değişen bu uluslararası yapı hem de iç siyasal, http://www.setadc.org/pdfs/SETA_Policy_Brief_
ekonomik ve toplumsal değişimler sonucu dış politi- No_32_Davutoglu_Era_Bulent_Aras.pdf
kada daha aktif ve etkili hâle gelmesi gerek Türkiye’nin Ataman, M. ve Uçgan, N. (2011). “Türkiye’nin Körfez
siyasal ve ekonomik anlamda kendine olan güveninin Ülkeleri, Yemen, Mısır, Ürdün ve Lübnan Politikası
artması gerekse uluslararası sistemdeki yapılarla olan 2009”, Türk Dış Politika Yıllığı 2009, (Editör: Bur-
ilişkisinin değişmesi ve bu ilişkilere bakış açısının fark- hanettin Duran, Kemal İnat, Mühittin Ataman), 1.
lı bir şekilde ele alınması sonucunu doğurmuştur. 2002 Baskı, Ankara: SETA Yayınları, s.189-223.
sonrası değişimde AK Parti Hükûmetlerinin vizyonu- Ataman, M., Uçgan,N. (2011). “Türkiye’nin Körfez Ül-
nun da doğal olarak etkisi vardır ancak bu vizyonu ne keleri, Yemen, Ürdün, Mısır ve Lübnan Politikası
iç siyasal ne de uluslararası süreçten bağımsız düşün- 2010”, Türk Dış Politika Yıllığı 2010, (Editör: Bur-
mek çok da mümkün değildir. hanettin Duran, Kemal İnat, Mühittin Ataman), 1.
Baskı, Ankara: SETA Yayınları, s. 161-201
Sıra Sizde 6 Aydın, M. (2002). “Kafkasya ve Orta Asya’yla İlişkiler”,
Stratejik derinlik kavramı ile vurgulanmak istenen Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşı’ndan Bugü-
Türkiye’nin tarihsel ve coğrafi özelliği ile jeopolitik, ne Olgular, Belgeler, Yorumlar, (Editör: Baskın
jeokültürel ve jeoekonomik konumun dünya siyase- Oran), Cilt II, 6. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları.
ti ve sisteminin dönüşümü açısından çok önemli bir Bağcı, H., Erdoğan, M. M. (2010). “Çeşitlenen ve Yayı-
derinliğe sahip olduğudur. Bu derinlik Türkiye’nin lan İktidar Odakları ve Eksen Kayması”, Stratejik
tarihinden gelen kültürel ve politik bağların yanında Boyut, s.108-121.
coğrafi konumu ve ekonomik gücü ile de bağlantılıdır. Bağcı, H. (2010). Zeitgeist - Zamanın Ruhu: Küresel
Bu kavram çerçevesinde Türkiye, varolan durağan dış Politikalar ve Türkiye Yazıları, Ankara: Orion Ya-
politikasından vazgeçmeli ve kendi stratejik derinliğini yınevi.
aktif bir politika ile birleştirerek hem dünyada hem de Bağcı, H. (2001). Türk Dış Politikasında 1950’li Yıl-
bölgesinde üzerine düşen görevleri yerine getirmelidir. lar, Ankara: ODTÜ Geliştirme Vakfı Yayınları.
Bal, İ. (2010). “Türk Dış Politikasında Süreklilik ve
Değişim, Türkiye’nin Değişen Dış Politikası”,
(Derleyenler Cüneyt Yenigün, Ertan Efegil), İstan-
bul: Nobel Yayınları, s. 37-62.
Çakmak, H. (2012) Türk Dış Politikası 1919-2012,1.
Baskı, İstanbul.
Çandar, C., (2010), Türk Dış Politikasında “Eksen”
Tartışmaları: Çok Kutuplu Dünya İçin Yeni Bir
Vizyon, Ankara: SETA-Ekonomi ve Toplumsal
Araştırmalar Vakfı.
Davutoğlu, A. (2012). Stratejik Derinlik: Türkiye’nin
Uluslararası Konumu, 79. Baskı, İstanbul: Küre
Yayıncılık.
Erdoğan, M. M. (2010). (Ed.) 50. Yılında Yurtdışında-
ki Türkler, Orion Yayınları, Ankara.
8. Ünite - Genel Değerlendirme: Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikasının Temel Özellikleri 261
Erdoğan, M. M. (2006). “AB- Türkiye İlişkilerinde Or- Kaya, A. (2010). “Constructing Communities in Tur-
tak Payda: Vizyonsuzluk”, Liberal Düşünce, Sayı: kish Diaspora: A Quest for Politics,” in Marlies Ca-
44, Güz 2006, s.5-25. sier and Joost Jongerden (eds.), Nationalisms and
Erdoğan, M. M. (2006). “Soğuk Savaş Sonrası Dönem- Politics in Turkey: Political Islam, Kemalism and
de Türkiye Avrupa Birliği İlişkileri: 1990-2005” , the Kurdish Issue. London: Routledge: 165-181.
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kirişçi, K.,Rubin, B. (Eds.) (2001). Turkey In World
Yayımlanmamış Doktora Tezi. Politics: An Emerging Multi-Regional Power, İstan-
Fuller, G. E. (2008) Yükselen Bölgesel Aktör: Yeni bul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları.
Türkiye Cumhuriyeti: Çev. Mustafa Aydın, 4. Bas- Oğuzlu, H. T., (2009), “Türk Dış Politikasında Davu-
kı, Timaş Yayınları, İstanbul. toğlu Dönemi”, Ortadoğu Analiz, Cilt 1, Sayı 9,
Gözen, R. (2011). “Türkiye’nin ABD Politikası 2010”, s.43-50
Türk Dış Politika Yıllığı 2010, (Editör: Burhanet- Rubin, Barry. (2002). “Türkiye’nin Yeni Dış Politikasını
tin Duran, Kemal İnat, Mühittin Ataman), 1. Baskı, Anlamak”, Günümüzde Türkiye’nin Dış Politika-
Ankara: SETA Yayınları, s.265-301. sı, (Derleyenler Barry Rubin, Kemal Kirişçi), İstan-
Gözen, R. (2010). “Türk Dış Politikasında Değişim Var bul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, s. 374-380.
Mı?”, Türkiye’nin Değişen Dış Politikası, (Derle- Sönmezoğlu, F. (2006). II. Dünya Savaşı’ndan Günü-
yenler Cüneyt Yenigün, Ertan Efegil), İstanbul: No- müze Türk Dış Politikası, İstanbul: Der Yayınları.
bel Yayınları, s. 19-36. Sönmezoğlu, F. (1998). Türk Dış Politikasının Anali-
Hale, W. (2003) Türk Dış Politikası 1774-2000, 1. Bas- zi, 2. Baskı, İstanbul: Der Yayınları.
kı İstanbul:Kültür ve Sanat Yayınları. Uslu, N. (2011). “Türkiye’nin Kıbrıs Politikası 2010”,
İçduygu, A., Kirişçi, K. (2009). Land Of Diverse Migra- Türk Dış Politika Yıllığı 2010, (Editör: Burhanet-
tions, Challenges Of Emigration And Immigrati- tin Duran, Kemal İnat, Mühittin Ataman), 1. Baskı,
on In Turkey, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları. Ankara: SETA Yayınları, s. 223-265
Kalın, İ. (Ed.) (2011). 2000’li Yıllar: Türkiye’de Dış Uslu, N. (2006). Türk Dış Politikası Yol Ayrımında
Politika, İstanbul: Medyan Yayıncılık. Soğuk Savaş Sonrasında Yeni Sorunlar, Yeni İm-
Kalın, İ. (2011). Türk Dış Politikası ve Kamu Dip- kanlar ve Yeni Arayışlar, Anka Yayınları.
lomasisi, T.C. Başbakanlık Kamu Diplomasisi Usul, A. R. (2011). “Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri
Koordinatörlüğü, http://kdk.gov.tr/sag/turk-dis- 2010”, Türk Dış Politika Yıllığı 2010, (Editör: Bur-
politikasi-ve-kamu-diplomasisi/20 hanettin Duran, Kemal İnat, Mühittin Ataman), 1.
Kalın, İ. (2009). “Debating Turkey in the Middle East: Baskı, Ankara: SETA Yayınları, s. 201-223.
The Davvn of a Nev Geopolitical Imaginalion”, In- Yenigün, C. (2010). “Türk Dış Politikasında Üçüncü
sight Turkey, Vol. 11, No 1 (2009 Kış), s. 83-96. Dalga”, Türkiye’nin Değişen Dış Politikası, (Der-
Kalın, İ. (2008). “Turkey and the Middle East: Ideology leyenler Cüneyt Yenigün, Ertan Efegil), İstanbul:
or Geopolitics?”, Private View (Autumn 2008), s. Nobel Yayınları, s. 63-86.
26-35. Yeşiltaş, M ve Balcı, A. (2011). “AK Parti Dönemi Türk
Kardaş, Ş. (2011). “2000’li Yıllarda Türk-Amerikan Dış Politikası Sözlüğü: Kavramsal Bir Harita”, Bil-
İlişkileri.”, 2000’li Yıllar: Türkiye’de Dış Politika. gi-Sosyal Bilimler Dergisi, s. 9-34 www.bilgidergi.
(Editör: İbrahim Kalın). İstanbul: Medyan Yayıncı- com/uploads/AKPvedispolitika.pdf
lık, s.17-19.
Karluk, Rıdvan.(2011). Avrupa Birliği, İstanbul: Beta
Basım.
Karluk, Rıdvan. (1997). Gümrük Birliği Dönemecin-
de Türkiye, Gümrük Birliği Ne Getirdi, Ne Gö-
türdü? Ankara: Turhan Kitabevi.
Karluk, Rıdvan-Tonus, Özgür. (2002) Avrupa Birliği
Kapısında Türkiye, Ankara: Turhan Kitabevi
Karpat, K. (2012) Türk Dış Politikası Tarihi, İstanbul:
Timaş Yayınları.