You are on page 1of 40

Çatışma ve Uzun Süreli Sokağa

Çıkma Yasakları Sonrası


Cizre’de Yaşayan Kadınların
Sokağı Kullanma Pratikleri
Toplumsal Bellek ve Hakikatleri Araştırma
Derneği

Çatışma ve Uzun Süreli Sokağa Çıkma Yasak-


ları Sonrası Cizre’de Yaşayan Kadınların Sokağı
Kullanma Pratikleri

Proje Koordinatorü:
Zelal Coşkun

Proje Ekibi:
Yeter Tan, Burhan Arslan, Zana Kibar

Projeye Katkı sağlayanlar:


Dilber, Asya, Nupel, Gulistan

Project Danışmanı:
Arzu S.

Çeviri:
Büşra H.

Tasarım-baskı
Vejan Prodüksiyon
Çatışma ve Uzun Süreli Sokağa Çıkma Yasakları Sonrası
Cizre’de Yaşayan Kadınların Sokağı Kullanma
Pratikleri

İÇERİK
1. GİRİŞ............................................................................................................. 5
2. ÇALIŞMANIN AMACI........................................................................ 9
3. ÇALIŞMANIN METODOLOJİSİ............................................... 13
Başlarken ............................................................................... 15
GİRİŞ

Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt Sorununun barışçıl çözümü çerçeve-


sinde sürdürülen Çözüm Süreci, 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe mutabakatı ile
müzakere aşamasına getirildi. Ancak sürecin ‘‘buzdolabına kaldırılmasının’’ ar-
dından 2015 yılının temmuz ayında Kürtler ile rejim arasında yeniden başlayan
çatışmalar, otuz bir yıllık düşük yoğunluklu iç savaşın en şiddetli safhasına sahne
oldu. On yıllardır süre gelen çatışma sürecinin önceki evrelerinin aksine, bu kez
silahlı çatışmalar bölgenin kırsal alanlarında değil, kent merkezlerinde yaşandı.
18 Ağustos’ta Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde bir dükkânın kepengine yazılan
“Devlet Geldi” yazısı ile rejim, bütün silahlı güçleri ile bir savaş yürüteceğinin
mesajını verdi. Aralık 2015’te bu çatışmalara Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tank,
top, helikopter ve ağır silahları dâhil etmesiyle beraber Şırnak, Cizre, Sur, Nusay-
bin, Yüksekova gibi kentler yerle bir edildi.
Bu süreçte YPS (Sivil Savunma Birlikleri-Yekîneyên Parastina Sivîl) toplamda
12 şehirde hendekler kazıdı ve bu kentlerin tamamında çatışmalar yaşandı. Bu
şehirler, Varto, Sur, Cizre, Nusaybin, Şırnak, Yüksekova Silopi, Silvan, Derik,
Dargeçit Bismil ve İdil’dir. Bu şehirlerin dışında Van ve Siirt’te de hendeklere
dayalı olmayan hareketli çatışmalar yaşandı.
16 Ağustos’ta Muş’un Varto ilçesinde ilan edilen sokağa çıkma yasağı ile başla-
yan çatışmalarda, hayat tamamiyle durdu. Sokağa çıkma yasağı ve çatışmalar kısa
süre içerisinde birçok kent ve mahalleye yayıldı. Günlerce, aralıksız bir şekilde
devam eden sokağa çıkma yasakları döneminde, abluka altındaki kentlerin dış
dünya ile irtibatı kesildi. Kent merkezleri yerler bir edilerek; ölümler, yaralanma-
lar, kitlesel zorla yerinde edilmeler, özel mülke yönelik yaygın gasp ve hukuksuz
tahribatlar yaşatıldı.
Bu süre içerisinde kente giriş ve çıkışlara izin verilmedi. Kente girişler polis ve
asker barikatları ile engellendi. Sivil toplum örgütlerinin, gazetecilerin, doktorla-
rın, avukatların, parti temsilcilerinin bu süre içerisinde kentlere girişleri önlendi
ve araştırma yapmalarına izin verilmedi. Elektrik ve telefon şebekeleri de kesile-
rek kentlerde yaşananlara dair dışarıya bilgi ak
ışı önlendi. BM dahil İnsan Hakları İzleme Örgütü, Uluslararası Af Örgütü (Am-
nesty International) ve İnsan Hakları için Doktorlar (Physicians for Human Righ-
ts) gibi insan hakları alanında faaliyet gösteren uluslararası grupların, ihlalleri bel-
gelendirmek amacıyla kentlere girmesine, çatışmalar bittikten ve sokağa çıkma
yasakları kaldırıldıktan sonra bile ya engellenmeye çalışıldı ya da izin verilmedi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü Türkiye araştırmacısı Emma Sinclair-Webb bu du-
rum için “Türkiye Hükümeti’nin güneydoğuda birçok bölgeyi fiilen abluka altına
almış olması, bir şeylerin örtbas edilmeye çalışıldığına ilişkin şüpheleri besliyor”
dedi ve ardından “aralarında çocukların da bulunduğu, beyaz bayrak sallayan, ya
da bodrumlarda mahsur kalmış sivillerin, Türkiyeli güvenlik güçleri tarafından
öldürüldüğü yönünde inandırıcı anlatımlar var ve bu anlatımların varlığı alarm
zillerinin yüksek sesle çalmasına neden olmalıydı” açıklamasında bulundu.
.................................................................................................................................
16 Ağustos 2015’ten 1 Mart 2018 tarihine kadar geçen süre içerisinde toplam 11
il ve en az 49 ilçede resmi olarak tespit edilebilen en az 299 sokağa çıkma yasağı
ilanı yapıldı: DİYARBAKIR (169 kez), MARDİN (48 kez), HAKKÂRİ (23 kez),
ŞIRNAK (13 kez), BİTLİS (14 kez), MUŞ (7 kez), BİNGÖL (7 kez), DERSİM (6
kez), BATMAN (6 kez), ELAZIĞ (2 kez) ve SİİRT (4 kez).
.................................................................................................................................
Ayrıca Tunceli, Hakkari, Mardin, Şırnak başta olmak üzere 127 bölge özel güven-
lik bölgesi ilan edildi.
.................................................................................................................................
Sokağa çıkma yasaklarının ilan edildiği ilçelerde, 2014 nüfus sayımı verilerine
göre, en az 1 milyon 809 bin kişi bu yasaklardan etkilenmiş; özgürlük ve güvenlik
hakkı; özel ve aile hayatına saygı hakkı; toplanma özgürlüğü; örgütlenme özgür-
lüğü; din özgürlüğü; bilgi alma ve verme özgürlüğü, mülkiyetin korunması hakkı,
eğitim hakkı, işkence ve insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele yasağı, yaşam
hakkı ve vücut bütünlüğü hakkı olmak üzere en temel hakları ihlal edilerek bu
haklarından mahrum bırakılmıştır.
Ölüm, yıkım ve kitlesel zorla yerinden etmelerin önemli bir bölümü, aralarında
Cizre’nin de bulunduğu dokuz kentte gerçekleşti. Bu kentlerde daha sonra geri
dönüşler olsa da ilk etapta yarım milyona yakın insan zorla yerinden edildi. En
az 3 bin 638 kişi öldü. Sadece insanları hedef alıp onları yerinden etmeyi değil,
insanların kültürel değerlerini, yaşadıkları kentleri ve yaşam biçimlerini ortadan
kaldırmaya yönelik olan kentkırımın örnekleri yaşandı. Birleşmiş Milletler İn-
san Hakları Yüksek Komiserliği (OHCHR) aşırı güç kullanımı; öldürme; zorla
kaybedilme; işkence; konutların ve kültürel mirasın yok edilmesi; nefrete teşvik;
acil tıp hizmetleri, gıda, su ve geçim kaynaklarına erişimin engellenmesi; kadına
karşı şiddet; düşünce ve ifade özgürlüğü ile siyasi katılım haklarının ciddi ölçüde
kısıtlanmasına dair sayısız vaka belgelemiştir. En ciddi insan hakları ihlallerinin
ise sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı dönemlerde meydana geldiği rapor
edilmiştir. Bu dönemlerde bazı yerleşim yerlerinin dünya ile bağlantısı bütünüyle
kesilmiş ve hareketlilik günlerce, gece gündüz aralıksız bir şekilde kısıtlanmıştır.
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Nils Muižnieks’in tecrübesine göre böl-
gede ilan edilen sokağa çıkma yasakları ve yaşananlar eşi benzeri olmayan bir uy-

7
gulamadır. AİHM içtihadında da böyle bir uygulamanın izine rastlan-
mamıştır. Komiser raporunda, sokağa çıkma yasağının bundan daha
ağır bir uygulamasını tahayyül etmenin zor olduğunu belirtmiştir. Bu
nedenle komiser, söz konusu sokağa çıkma yasaklarının Venedik Ko-
misyonu tarafından sayılan bütün hakları etkilemiş olması muhtemel
olduğu görüşündedir.
Bölgedeki sürece bir bütün olarak ba-
kıldığında, bu süreç, altyapıdaki deği-
şiklikler ve nüfus transferi vasıtasıyla
güvenliği sağlamak için söz konusu
yerlerde ikamet eden kişileri yerinden
etme ve bu yerleri yıkıp yeniden inşa
etmeye yönelik önceden tasarlanmış bir
planın olduğu izlenimini veriyor.
Sokağa çıkma yasaklarının boyutu düşünüldüğünde, bölge genelinde
sokağa çıkma yasağı ilan edilen ilçelerde yerinden edilen kişilerin
toplam sayısının yarım milyonu aşmış olması kuvvetle muhtemeldir.
Temmuz 2015’te Türk güvenlik güçleri, Kürdistan İşçi Partisi (PKK)
ve ona bağlı gençlik milislerinin arasında açık düşmanlığın tekrar or-
taya çıkması ile, özellikle Türk hükümeti tarafından, sağlık hakları ve
tıbbi tarafsızlık ihlallerinin yaygın olarak meydana geldiği bir dönem
başlamıştır. Türk güvenlik güçleri; güneydoğuda kentleri tamamen
kuşatmış, sağlık tesislerinin kanunsuz olarak askeri amaçlarla kullan-
mış, acil sağlık hizmetlerine erişimi engellemiş ve bunlardan mahrum
etmiş, sağlık tesislerini imha etmiş, sağlık çalışanlarına saldırmış ve
zulüm uygulamış ve diğer yöntemlerle bölge sakinlerinin yaşam ve
sağlık haklarını ihlal etmiştir.

8
ÇALIŞMANIN AMACI

1- Kadınların çatışma dönemi ve sonrası yaşadıkları hak


ihlallerini, deneyimleri ve zorlukları görünür kılmak.
2- Bu zorlukları ortadan kaldıracak ve yaşamı kolaylaştı-
racak mekanizmaların olmamasından hareketle kolaylaş-
tırıcı mekanizmaların oluşturulması gerekliliğine gerek
sivil toplum kuruluşlarının gerek de kamu kuruluşlarının
dikkatini çekmek.
3- Kadınların çatışma sonrası deneyimlerine ilişkin yeter-
siz olduğu düşünülen araştırmalara ve çözüm yaklaşımla-
rına katkı sunmak ve konuyla ilgili farkındalık yaratmak.
4- Politika yapıcılara, çatışma süreçlerinin ve sonrasının
önemli toplumsal travma ve zedelenmelere sebebiyet ver-
diğini ve bu nedenle bu alanda köklü ve engelleyici yasal
düzenlemelere ihtiyaç olduğunu göstermek.
5- Mekânın yıkımı ve yeniden inşası sürecinin kadınlar
üzerindeki psikolojik, sosyolojik ve kültürel etkilerini göz
önüne sermek.
6- Çatışma sonrasında değişen mekânsal dokunun kadın-
ların mekân ile ilişkilerini nasıl etkilediğini ortaya koy-
mak.

9
10
ÇALIŞMANIN METODOLOJİSİ

Araştırma, 2015-2016 yıllarında Şırnak’ın Cizre ilçesinde yaşanan sokağa


çıkma yasakları ve sonrasında yerinden edilen kadınların yaşadıkları hak ihlalle-
rini, karşılaştıkları zorlukları, maruz kaldıkları şiddet türlerini ve psikolojik du-
rumlarını kapsayacak bir saha çalışması yapıldı. Çatışma-çatışma sonrası süreçte
yaşanılan hak ihlallerinin, kadınların psikolojik durumları ve özellikle sokağı kul-
lanm pratikleri bu çalışmanın temel odağı oldu.
Saha çalışması öncesi araştırma sorularının hazırlanması, araştırma metodolo-
jisinin belirlenmesi ve sahada uygulanacak yöntemler üzerine hazırlık aşaması
gerçekleştirildi. Araştırmada nitel araştırma tekniği ve katılımcı gözlem metodu
kullanıldı. Araştırma, sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte ortaya çıkan ve günü-
müze kadar henüz çözüme kavuşturulamayan problemler nedeniyle yaşanmaya
devam eden sorunlara odaklandı. Sokağa çıkma yasakları ve paralelinde başlayan
çatışma sürecinde gelişen mağduriyetlere maruz kalan kişilerin, çatışma ve yasak
sürecinden sonra mekânsal deneyimlerine odaklanıldı. Farklı yaş gruplarından 50
kadın ile görüşme hedeflendi.
Görüşülen kişilerin kimlikleri, çeşitli güvenlik risklerinden dolayı gizlenmeye
özen gösterildi. Görüşmelerdeki ifadelerin görüşmecileri devlet veya yerel ku-
rumlar karşısında zor durumda bırakmaması için gerekli görülmesi halinde araş-
tırmanın sonuçlarının kamusal alandaki paylaşımlarda görüşmeci isimleri belirtil-
meden ya da değiştirilerek kullanma yönünde bir yöntem izlendi. Yine kamusal
alandaki bu paylaşımların sınırını görüşmecinin kendisi belirledi. Görüşme önce-
sinde görüşmeciye çalışmanın amacı hakkında ayrıntılı bilgi verildi, sonrasında
anlattıklarının ne kadarını ne şekilde kullanılabileceğine dair izni alındı.
Görüşmeler yapılmadan önce kadınlara kendilerini en rahat hangi dilde ifade ede-
bildikleri, görüşmeleri hangi dilde yapmak istedikleri soruldu, Kürtçe yapmak

11
isteyenlerle görüşmeler Kürtçe yapıldı ve genel olarak görüşmelerin çoğunluğu
Kürtçe gerçekleşti.
Toplumsal cinsiyet, insan hakları ihlalleri ve kadınların çatışma-çatışma sonrası
deneyimleri konularında kapsamlı bir literatür taraması yapıldı.
Sokağa çıkma yasakları süreciyle ilgili 2015-2019 yılları arasında yapılmış rapor-
ların ve ailelerin arşivi (fotoğraf, mektup, gazete haberleri vb.) tarandı.

12
BAŞLARKEN...

2015-2016 yılları arasında Türkiye’nin doğu ve güneydoğu Anadolu bölge-


sinde sokağa çıkma yasakları ilan edilmiştir. 2015 yılının Temmuz ayında yerel
güçler ile rejim arasında yeniden başlayan çatışmalar, otuz bir yıllık düşük yoğun-
luklu iç savaşın en şiddetli safhasına sahne olmuştur. On yıllardır süre gelen çatış-
ma sürecinin önceki evrelerinin aksine, bu kez silahlı çatışmalar kırsal alanlarda
değil, kent merkezlerinde yaşanmıştır. Kent merkezlerinde kurulan barikatlar, ka-
zılan hendekler, ilan edilen sokağa çıkma yasakları ve yaşanan silahlı çatışmalar
pek çok insan hakkı ihlaline neden olmuştur. Bu süre içinde yaklaşık 500 bin
insan yerinden edilirken yaşam, sağlık, barınma, eğitim ve hukuk hizmetlerine
erişim gibi en temel insan hakları ihlalleri sıklıkla yaşanmıştır.
Böyle bir ortamda savaşın yıkıcı etkilerini derinden yaşayan ve savaştan en
çok etkilenen gruplardan biri de kadınlardır. Özellike savaş sırasında ve sonrasın-
da artan yoksulluk, ev içi şiddet, cinsel saldırı gibi kadınların karşı karşıya kaldığı
sorunlar yükselen militarist söylem ve pratikler nedeniyle perdelenmektedir. Ar-
tan şiddet ve savaşın eril dili kadınların yaşadıkları bu sorunları ya önemsizleştir-

13
mekte ya da ikincil olarak değerlendirilmesine sebep olmaktadır.
Cizre bu süreçte en büyük katliamların ve kent yıkımının yaşandığı yerlerin ba-
şında gelmektedir. Bu yıkımlar sonucu kentin kimliği yok edilmekle kalmayıp,
insanların yaşamlarını sürdürdükleri ve gündelik pratiklerinin bir parçası olan
mekânlar da yok edilmiştir. Çalışmamızın temel amaçlarından biri 2015-2016 yı-
lında sokağa çıkma ilanları sonrasında Cizre’de yaşayan kadınların o dönemde
psikolojik olarak nasıl etkilendiği ve gündelik yaşamlarında sokağı kullanma pra-
tiklerinin ne ölçüde etkilendiğini görünür kılmaktır. Hak ihlalleri alanında yapılan
çalışmaların en büyük eksikliklerinden biri de bu süreçte toplumsal cinsiyet pers-
pektifinin yeterince göz önünde bulundurulmamasıdır. Yaşanan insan hakları ih-
lalleri arasında bir hiyerarşi yapılır ve yaşam hakkı ihlali en üst sırada yer alır. Hak
ihlalleri, genellikle çatışma sürecinde yaşanan zorla kaybetme, öldürme, işkence,
yargısız infaz, faili meçhul cinayetler gibi yaşam hakkını ihlal eden en ciddi veya
en ağır insan hakları ihlallerini ortaya çıkarmayı esas alırken yoksulluk, zorunlu
göç, tehdit, baskı, taciz, yakınlarını kaybetme, sosyo-ekonomik zorluklar, psiko-
lojik rahatsızlıklar gibi kadınların yaşadıkları ihlalleri daha az görünür kılar. Bu
süreçte ev içinde yaşanan toplumsal cinsiyete dayalı şiddet çoğunlukla özel alan
içinde değerlendirilip yok sayılır ya da ikincil ihlaller olarak değerlendirilir. Diğer
yandan, çatışma-çatışma sonrası süreçte kadınlar tecavüz veya cinsel saldırıya uğ-

14
radıkları zaman mağdur konumunda kabul edilir. Yaşadıkları birçok hak ihlali ve
şiddet türleri arasından cinsel saldırı daha görünür kılınır. Bu araştırmanın temel
amacı kadınların çatışma ve çatışma sonrası yaşadıkları ihlalleri, savaş deneyim-
lerini, psikolojik tahribatlarını ve mekân ile olan ilişkilerini toplumsal cinsiyet
perspektifi ile yeniden ele almak ve görünür kılmaktır.
Kadınların gündelik yaşam pratiklerini gerçekleştirdiği mekânların çatışmalarla
beraber örüntüsünün bütünüyle yıkıma uğraması, kadınların mekânla kurduğu
ilişkiyi etkilemektedir. Dolayısıyla 2015-16 tarihleri arasında ilan edilen sokağa
çıkma yasakları ve çatışmalı süreç mekânı çok büyük oranda bozan ve yeniden
kuran bir süreci beraberinde getirmiştir.
Mekân insanların sosyal, kültürel ve ekonomik ilişkileri üzerinde başat bir role
sahiptir. Bu bağlamda büyük mekânsal yıkım ve yeniden inşanın gerçekleştiği
alanlarda bilimsel araştırmalarla verilerin ivedilikle toplanması ve analiz edilme-
si insan-mekân ilişkisini açıklaması açısından gereklidir. Çatışma süreçleri son-
rasında ihmal edilen önemli konulardan biri de budur. Birçok hak ihlali ve şiddet
türü sıralanırken, yıkılan mekansal ilişki ve ağları bu listeye girememektedir. Oy-
saki gündelik yaşama en büyük bozucu etki bu alanda gerçekleşmekte ve çatışma
süreci sonrası travmayı da besleyerek yaşam alanı ihlali süreklileşmekte ve bu
alanda kalıcı hale gelmektedir.

15
16
Cizreli kadınların çatışma ve sokağa çıkma yasakları öncesi yaşadık-
ları mekân ile nasıl bir ilişki kurduklarını ölçmek için; ‘‘sokağa çıkma
yasakları öncesi Cizre’deki yaşamınız nasıldı, sokağa çıkma yasakları
öncesi dışarıya sık sık çıkar mıydınız?’’ sorularını yönelttik.
Aşağıdaki mülakatta görüşmecinin ifadesinde yansıyanlar sokağın
bir geçiş mekânı olmaktan öte sohbetlerin, muhabetlerin, buluşmala-
rın mekânı olduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda özel alan olarak ev
içinin gördüğü işlevi kamusal mekânlar olarak sokakların da yerine
getirdiğini vurgulamak gerekir.

“Yaklaşık 30-40 sene oldu Cizre’deyim. Cizre’den çıkmadım hiç. Çoğunluk-


la içerdeyim. Bazen de dışarı çıkıyorum. Çıktığım zaman da el işi yapıyorum.
Komşularımla sık sık buluşuruz sokakta bir araya gelip sohbet ediyoruz. Havadan
sudan konuşuyoruz. El işimizi örüyoruz. Cizre bana göre dünyanın en güzel yeri-
dir. İnsanları merhametlidir toprağı suyu bereketlidir. Buranın en çok insanlarını
seviyorum, geniş ovasını seviyorum, Cizre benim her şeyimdir. Burada yaşanan
olayları kimse bilemezdi, kimse huzurunun bozulmasını istemez, annelerin ağla-
masını istemezdi. O zaman çok üzüldük kahroldum.” Asya Ç. Yaş: 37.

Bir başka görüşmeci ise yaşadığı çatışmalı süreçten duyduğu rahat-


sızlığı ifade ederken, beleğindeki pratik mekâna duyduğu özlemi de
vurgulamaktadır. Bu durum mekânda yaşanan çatışmaların, çelişki-
lerin kişilerin mekânla kurduğu ilişkiyi doğrudan etkilediğini ortaya
koymaktadır.
“Newrozlara gidiyorduk, seyranlara, gezmeye, düğünlere, gidiyorduk. Arabalara
biniyorduk uzun yollarda şarkılar söyleyip geziyorduk. Her kötü günlerin ardın-
da iyi günler vardır mutlaka. Bu kötü günleri yaşadık ama güzel günlerde elbet-
te gelecektir her zaman böyle devam edecek değildir. Belediyemize el koydular,
seçim oldu yine belediyemizi aldık. Bizim inancımız var bu mücadeleye pişman
mı olacağız? Hayır. Hayatımız boyunca bu ruh bizde olduğu süre boyunca müca-
delemizden taviz vermeyeceğiz.” Nebahat K. Yaş 40.

17
Yine yukardakine benzer bir şekilde beleğindeki ‘‘şenlik mekânı’’ ile
çatışmaların, hüznün hakîm olduğu mekânı kıyaslarken aslında kendi-
sinin mekânla kurduğu ilişkinin niteliğinde yaşanan değişimi de açık-
lamaktadır.

“Ha Cizre önceden böyle şen şakraktı ya insanları falan çok sıcak bir şehir ama o
kadar samimiydi ki yasaktan sonra tamamen kendini hüzne bırakan bir şehir oldu.
Çünkü her köşe başı bir taziye çadırı vardı. Birçok heyet böyle gelip ailelere baş-
sağlığı dilemeye geliyordu. Çıkmak istemiyordun çünkü aslında satılacak şey de
yok insanlar için. Çünkü dükkânlar harabe evler harabe sadece çöplerinizi çuval
çuval toplayıp kapının önüne bırakabiliyorsunuz. Evinizi birazcık toplayabiliyor-
sunuz. O da sağlam kalan şeylerinizle.”

Aşağıdaki görüşmeci ise mekânsal pratiğinde yaşanan değişimi öğ-


renim durumunda yaşanan değişimle ilişkilendirmenin yanında bu-
lunduğu mekânda çözülmemiş hukuki davaları üstlenmeye dair güçlü
steğini de vurgulamaktadır.

“Öğrenciyken daha çok çıkıyordum çünkü okul vardı. İster istemez ortamlar olu-
yordu ama şu an yani üniversiteden sonra daha çok evde vakit geçiriyorum. İleri-
de avukat olacağım. Burada çözülmemiş bütün davalarla ilgilenip onları değiştir-
meyi çok isterdim.” Evin T. Yaş: 20.

“Çok fazla dışarıya çıkmıyoruz. Çıktığımız zaman da birbirimizin hal ve hatrını


soruyoruz. Birbirimizle o sıcak bağlarla yardımlaşıyoruz. Aramız çok iyi .31 yıl-
dır buradayız bir defa bile tartışmadık. Birbirimize bağlıyız.” Emine D. Yaş: 55.

“1992’den beridir Cizre’deyim. Sürekli çıkarız. Sosyal olduğumuz için sürekli


dışarı çıkarız, arkadaşlarla oluyor görüşmeler.” Dilgeş C. Yaş: 29

18
“Eskiden evimiz köyde idi. Ben 12 yaşındayken ailem Cizre merkeze taşındı. Çok
şükür ki komşularımızla ilişkilerimiz iyidir. Hepimiz birbirimiz tanır biliriz. Bi-
zim mahallenin çoğunluğu zaten bizim köylülerdir. Toplasan yabancı olan 10 ev
ya var ya yok. Komşuluk bizim için kadir-kıymet bilmektir. Aramızda küçücük
bi sorun bile olsa hemen pişman oluruz. Keşke yapmasaydık deriz. Her ne olsa
da, yüzyüze bakarız. Yine beraber oturur, kalkarız. Sokakta her karşılaştığımızda
sohbet ederiz. Çok sıksık biribirimizin evlerini ziyaret ederiz. Buluşunca hal û
ahvalimizle ilgili sohbet ederiz. Beraber dikiş-nakış (el işi yazma falan) yaparız.
Eskiden eşimin dükkanı vardı. Çocuklarım küçücüktü. O zaman ekonomik duru-
mumuz kötüydü. Ben de dükkanda satmak için yazma-işleme yapardım. Tanesini
15 milyon’a satardım. Bazen sipariş falan alarak yazma yapardım. Bu şekilde
çocuklarımın masraflarını falan karşılayabiliyordum. Ama şimdi artık yapamıyo-
rum. Zaten gözümden ameliyat oldum. Artık yapamam.” Muhteber B. Yaş: 38.

“Cizre’de 8 yılım doldu. 8 yıldır buradayım, öğretmenim, Eğitim-Senliyim. So-


kağa her gün çıkıyorum, sokakla aram iyidir. Bir gün evde kalsam kafayı yerim.

19
Sokağa çıkmayı sevenlerdenim. Ama işte sokağa çıkamayanları da görüyorum, o
beni üzüyor biraz. Yeteri kadar burada kadınların, hani diğer illere göre yine iyi
olduğunu düşünüyorum ama iki yapı var burada bence. Bir anlamada eve hap-
solmuş erkeğin olduğu gibi egemenliği altında yaşayan kadınlar var bir de bir
nebze olsa bu erkek egemen anlayışını kırıp dışarı çıkıp bir şey yapmaya çalışan
kadınlar var. İkisinin ortası yok. İki uç nokta var. Ben öyle görüyorum. Yani çıkan
kadınların da çok cesur olduğunu biliyorum, görüyorum onları da.
Bir de buradaki insanların genel şu özelliği var: politiktirler. Gerçekten oturup
konuştuğunuz zaman evin içindeki de dahil herkesin kendine has bir çizgisi ve
bir ideolojisi var. Bir politik bakış açısı var. Yani klasik erkek egemen anlayışının
da emrinde de değiller. Onu da kabul etmek gerekiyor, hatta bazen şunu düşünü-
yorum, acaba erkeği o yönde kullanan oradaki kadın mıdır, diye düşünmüyor da
değilim (gülüyor). Bir şeyleri bazen onlara güzel yedirebiliyorlar yani. Buradaki
özellikle Kürt kadınları filan. Bir nebze öğürler belki de hani insanoğlunun va-
roluşunun kaynağı olduğu için de böyle. Bazen baktığın zaman çarşaflı kadınlar
vs. diye görüyorsun ama düşünsel anlamda baktığın zaman, onlarla konuştuğun
20
zaman bazen bir profesör bile yanlarında cahil kalabiliyor. Bu çok güzel bir şey.
Konuşabiliyorsun yani. Ama uygulamada sıkıntı var. Erkeğin işte diyelim ki bir
beş bin yıllık bir egemen anlayışı varsa o egemen anlayışını içerisindeki Kürt
kadınının yeri bence Türkiye için düşünürsek en iyi konumda olan yer buralardır,
bu bölgedir diyebilirim.
Bazen tek çıkmayı özlüyorum, onu da çok geç vakitlerde filan yapıyorum. Bazen
diyorum bir çıkayım, kimse olmasın bi Dicle nehriyle baş başa kalayım. Biraz
da içimi dökerim diye düşünüyorum. Bazen yakalıyorlar bazen yakalamıyorlar.
Yakalamadıkları zaman güzel oluyor, böyle biraz baş başa kalabiliyorum. Ama
o yönüyle yalnızlık hissi daha doğrusu çekmiyorum ya. Güzel bir şey yani. Bu
benim açımdan güzel bir şey.
Burada ağırlıktan mesela şu eleştiri yapılıyor: işte yani sinema yok, tiyatro yok
falan filan. Sadece bu park var deniliyor. Ama oturup konuştuğumuz zaman arka-
daşlarla filan hepsinin ayrı bir dünya olduğunu görebiliyorum açıkçası. O yüzden
böyle hani sinemaysa oturup bilgisayardan bir şey izleyebiliyorum ya da bir tiyat-
roysa açıp izleyebiliyorum, evet canlı gitmek tabii ki çok daha farklı, o ayrı bir
duygu. Hani şey yapmıyorum ama eksiklikse evet eksikliği var, bir 7-8 yıl önceki
ile şimdiki arasında da hani o kültürel anlamda bir sıkıntı var şimdi.
Öncesinde mesela o kadar fazla değildi. Kültürel anlamda birçok şey olabiliyordu.
Yapılıyordu yani açık alanlarda. Ve işte kültür sanat merkezinde vs. filan. Ama bu
yıkımlardan sonra bu tür etkinliklere izin verilmedi sadece işte gelip burada park-
ta oturup arkadaşlarınla sohbet edebiliyorsun. Öncesinde bu eksikliği hiç hisset-
miyordun yani ama şu an biraz sanki onun eksikliğini hissediyorum yani kültürel
anlamda.” Yasemin D. Yaş: 30.

Görüşmeciler, yasak ve çatışma döneminde sokağı ve mekânı kulla-


nım deneyimlerine dair sorduğumuz sorulara benzer yanıtlar verdiler.
Görüşmelerden de anlaşıldığı gibi çatışma süreçlerinde mekân üze-
rindeki olağan geçişlerin yerine, çatışmaların niteliğine uygun olarak,
mekânsal yıkımın eşlik ettiği geçiş formlarının ortaya çıkmaktadır.
Mekân örüntüsünde yıkımla ortaya çıkan bu geçiş formları esasında
direnme, korunma ve kaçmayı içerdiği ifade edilebilir.
21
“Komşumuzun evine bir bomba attılar gündüz mü gece mi ne olduğunu anlaya-
madık, her yer duman toz içinde kaldı. Bizim evin hemen karşısında okul vardı, o
okulda tepedeydi, askerler hep orda yer alıyordu. Bu yüzden en ufak bir harekette
bomba atıyorlardı. Her bir taraftan abluka halindeydik. Çıkamıyorduk dışarı. Ev-
lerin duvarlarını kırıp o evden diğer eve geçebiliyorduk. Oğlum tek gidip ihtiyaç-
larımızı alıyordu.” Emine D. Yaş: 55.

Hiç diyebilecek kadar az çıkıyorduk. Çıktığımızda da kaçmak için çıkıyorduk. E


çünkü ilkinde artık evlerimiz hedef alınmıştı. Evimiz kendi evimiz hedef alınmış-
tı. Birçok küçük çocuğumuz vardı, onları çıkartmamız gerekiyordu. Her şeyden
önce onların can güvenliği yoktu onlar için çıktık. Başka bir eve geçtik orda da
aynı şeyle karşılaştık. Binanın üst katında polisler vardı. Ve haliyle ciddi çatışma-
lar yaşanıyordu. Bir bomba atılmıştı ve bizim bütün kış mevsimi bütün pencereler
inince çocuklar tir tir titriyordu oradan da gitmek zorunda kaldık. Yani birkaç ev
değiştirmek için bu süre zarfında dışarıya çıktık yoksa kaçmak için yani herhan-
gi keyfi bir şey yoktu. Tanımadığınız herkesle komşu oluyorsunuz sonradan hiç
bilmediğimiz insanların evine gidiyorsunuz sırf yaşayabilmek için korunabilmek
için. Tanımadığımız sadece uzaktan selam selam hatta benim hiç tanımadığım ai-
lemin bile selam selam diyebileceği bir insanın evinde yaşadık.” Evin T. Yaş: 20.

Yasak ve çatışma süreci sonrasında dışarı çıktıklarında, sokakta yürüdüklerinde,


bir yerde otururken ya da bir işlerini görürken; markette pazarda genel olarak
neler hissettiklerine dair yöneltilen sorulara verilen cevaplar mekânla kurulan iliş-
kinin duygusal boyutunu ortaya çıkarmaktadır.

“O yaşamlarını yitiren insanların ayak izlerini görürken yüreğimiz acıyor kötü


hissediyorum kendimi.” Emine D. Yaş: 55.

“Dışarı çıkıp sokakları görmek istemiyorum. Mehmet Tunç ve onların yol arka-
daşlarının izlerini, o bodrumları görmek bana ağır geliyor. Bir işim olduğunda
sadece çıkıyorum.”

22
Görüşmecinin aşağıdaki ifadelerinde militarizmin hâkim olduğu
mekânlarda kadınların mekânsal paratiklerinin çeşitli risklerden dola-
yı sınırlandığı açıklanmaktadır.

“Bence kadınlar da sokağa çıkamadı. Aslında bunu kadın erkek olarak ele al-
maksa ya kadınlar bir tık daha şey fazla etkilendiler. Çünkü şehirde olan polisler,
askerler yasak boyunca da farklı muameleler gösterdiler. Taciz gibi mesela arama
yapılacaksa bu kadın polis tarafından yapılmaz da erkek polis tarafından yapılır-
dı. Ee haliyle kadınlar korkuyordu. Mesela ben ve ablam eve getirtilemiyorduk,
babam bir süre bizi hiç getirtmedi. Çünkü alıp götürebilirlerdi bizi ve babam o an
hiçbir şey yapamazdı başına bir silah ile vurup ikimizi alıp götürürlerdi babamın
gıkı bile çıkamazdı. Yasaktan sonra da şehir hala o abluka altındaydı. Polisler,
jandarmalar, askerler biz adımımızı attığımız gibi hala o yasakta olduğu gibi ko-
lumuzdan çekip götürse kimsenin yapabileceği bir şey olmazdı. Çünkü koruyabi-
lecek kimse kalmamıştı doğru düzgün.”

“Aynı gün içerisinde, bir defa olsun on defa olsun farketmiyor, her gördüğümüzde
illaki sarılırız, öpüşürüz, konuşuruz, bir gülüşme olur aramızda. Yasaktan önce bir
normal gülüşme, sohbet muhabbetken, yasak zamanında konuşurken gözyaşları
içerisinde konuşuyordunuz. Bu süreç bizi daha çok yakınlaştırdı. Her konuda gü-
ven boyutuyla da başka boyutlarla da her konuda daha çok yakınlaştırdı.” Dilgeş
C. Yaş: 29.

“Sokağa çıkmayı zorlaştıran birçok neden vardı. Zaten yasak koyulmuştu her
köşe başı. (-yasak hemen kaldırılır kaldırılmaz 15:05sn) Zaten harabe bir şehir-
di, bastığınız her yer bir çukur, cam kırıkları, bir bataklık hani sürekli her yer bu
şekildeydi. Ki zaten dışarıya çıkma isteğimiz yoktu. Gideceğimiz yerler yoktu,
zaten hepsi harabeye çevrilmişti. Çıkıp yapabileceğimiz bir şey yok. Arkadaşları-
mızın yanına da gidemiyoruz. Ha keza kendi acımızı unutsak onların acısı vardı
hani yani saygı duymak zorundaydık.”

23
“Yasak döneminde hayatımız çok zordu. Allah’ın yardımıyla bitti ama çok zordu.
Elektriğimiz gitti. Suyumuz yoktu. Kıştı soğuktu, küçük çocuklarım vardı. Soba-
mız, kömürümüz yoktu. Çok zor zamanlardı. Mesela soğuk suyla kışın elbiseleri
elle yıkıyorduk. Yerde kırağı vardı, çocuklarımızın başını soğuk suyla yıkıyorduk.
Çok zordu, ekmeğimizi pişiremiyorduk. Korkudan dışarı çıkıp ekmeğimizi pişi-
remiyorduk. Keskin nişancılar vardı her yerde, birisi bize öldürür diye çok korku-
yorduk. Evimizin avlusu vardı, her şeyimiz dışardaydı; mutfağımız, banyomuz,
tandırımız, tuvaletimiz her şeyimiz dışardaydı. Mesela benim küçük çocuğum
var, lavaboya gidene kadar... yerde sürüne sürüne tuvalete gidiyordu. Çok zor
zamanlardı çok. Ne gecemiz ne de günümüz kalmıştı. Yastık yada yorgandaki
pamukları çıkartıp çocuklarımızın kulağına tıkardık, korkmasınlar, delirmesinler
diye çok zordu çok.
Yasağın dördünde doğum yaptım, çok halsizdim, kanım çok azdı. Bana ‘‘git-
me’’dediler, ‘‘evde doğum yap’’ dediler. Evde doğum yapsaydım kesin ölürdüm,
evde yiyecek doğru dürüst hiçbir şey yoktu. Silah seslerinin arasından, Nusaybin
yolu üzerinden akşamüstü çıktık, kışın burada akşam erken olur. Kızım ve kaynım

24
benimle geldiler, beyaz bir bezden bayrak yapıp çıktık. Nefesim daralıyordu, çok
halsizdim. Zor bela hastaneye vardık. Hastanede doğum yaptım sabah oldu. De-
dim ‘‘eve gitmem lazım’’, dedim, ‘‘gitme’’ dediler, ‘‘on gün daha burada yatmanız
lazım’’, dediler, ‘‘evde beş çocuğum var, eve gitmesem delirirler dedim’’, ‘‘ Nu-
saybin yolu üzerinden ambulans vermeyiz, oraya kimse gitmez’’, dediler. Gittik
ambulans şoföründen rica ettik, yemin etti sizi götürmem diye. ‘‘Nusaybin yolu
tehlikelidir, oraya gitmem’’ dedi bize. Ama dedi size yardımcı olurum dedi. Vel-
hasıl adam anons yaptı ve biz gene beyaz bayrağımızla korku içinde eve döndük.
Arkamızdan, önümüzden her yerden fişekler geçiyordu, korkudan titriyorduk, eve
gelince hastalandım korkudan. Sütüm kesildi sonra, bebeğim yeni doğmuş sütü
nerden bulacağız şimdi, nasıl besleyeceğiz, hastaneye nasıl götüreceğiz... çok zor-
du çok. Asya Ç. Yaş: 37.

“Aklıma yasak geliyor. Yasaklar başlayınca evden nasıl çıkamadığımız, evdeyken


kesinlikle bizim eve de bir top-bombanın isabet edeceğini ve ölmeyi beklediği-
mizi hatırlarım. Nasıl korku duyduğumuzu hatırlarım. Yiyecek bir şeyin olmadı-
ğını hatırlarım. Evde sadece bulgur vardı. Günlerce çocuklarımla sadece bulgur
yiyebildik. Oğlumun ağlayarak artık bulgur yemek istemediğini, mandalina falan
istediğini hatırlarım. Yasaklar başlayınca 3 torba un aldık. Aç kalmayalım diye.
Ama bir gün değil, iki gün değil. Kayınvalidem ve eltim de karşı evde otuyorlar-
dı. Yasaklardan sonra onlarda bizim eve sığındı. Erzaklarımızı berebar tükettik.
Sadece bi kere beyaz bayraklarla açık olduğunu öğrendiğimiz bir markete gittik.
Bir şeyler aldık. Bir de yasaklara dayanamayan ve evini terk etmiş bir komşumuz
telefonla bize ulaşarak evinde bazı erzaklar olduğunu söyledi. Gidip o erzakları da
aldık. Böyle hayatta kalabildik.” Muhteber B. Yaş: 38.

“Burada yaşayan halkla herhangi bir sıkıntı yok da yani her yerde böyle kocaman
silahlarıyla dolaşan insanlar görmek bu biraz sorun her açıdan sorun. Ben eğitim
açısından bakarım. Çocukların sürekli bu tür şeylere maruz kalması, bu durumu
görmesi evet güvenlik açısından öyle olduğu için yapılıyor belki ama çocuklarda
yaratacak travmayı biliyoruz yani. Bu travma denen şey de böyle aniden ortaya
çıkıp herkesin cinnet geçireceği bir şeyden bahsetmiyoruz ilerdeki süreçte ço-

25
cuklarda bu travma çıkacak yani ortaya. Oyunlarında fark edebiliyoruz mesela,
çocuk oyunlarında vs. o yüzden yani çok güvenlikli bir şekilde harekete etmeye
çalışırken aslında burada yaşayan halkın ve çocukların da psikolojilerinin bozul-
duğunun da görmeleri gerekiyor. O yönüyle biraz sıkıntı görüyorum. Ciddi sıkıntı
görüyorum şimdi değil ama üç yıl sonra beş yıl sonra belki on yıl sonra daha net
olarak bu çocuklarda görülecek.
Yani baskın his sürekli böyle gözetleniyormuşsun gibi hissediyorum. Evde perde-
leri açamıyorum mesela. Hala benim o sıkıntım var çünkü bir aralar işte sürekli
tepelerde dronlar filan da geziyordu. Şimdi biz normal vatandaşız, doğal olarak
böyle olunca gözetleniyormuşuz gibi bir his var. Sürekli ensende bir göz varmış
gibi. Öyle olunca da rahat edemiyorsun yani. Ben gerçekten perdeyi açamıyo-
rum. Bu rahatsız ediyor, başka yerde olsam belki pencereleri sonuna kadar açarım
gibi geliyor bana, kalkıp buradan mesela bir tatil yöresine gitsem açın pencereleri
ulendiyecem ama burada açık pencere görünce bile rahatsız oluyorum.
biz parka geldik mesela şu an ama her tarafta kamera var. Her yerde var. Bu rahat-
sızlık veriyor. Bu başka bir kelime ile belki anlatmam gerekiyor ama bilmiyorum,
anlatamıyorum yani. Onun yerine başka bir cümle kuramıyorum. Rahatsızım. Ben
özgür olmak istiyorum. Birinin ensemde beni gözetlemesini istemiyorum, arka-
daşımla sohbet ederken, yolda yürürken. Oyun oynarken, yani biz sonuçta burada
yaşayan halkız yani.” Yasemin D. Yaş: 30.

Görüşmeciler, aynı mekânı paylaştıkları mahalleliyle, komşuyla ve


mahalle esnafıyla nasıl bir ilişki kurduklarına dair yönelttiğimiz soru-
lara verilen cevaplar daha çok dayanışma ve paylaşıma dikkat çekildi.
Kent savaşları sonrasında toplumsal mekândaki bu ilişkiler ağının et-
kilendiği anlaşılmaktadır.

“Birbirimize çok faydamız oldu. Bir komşumuzun kızı engelliydi. Sağır, dilsiz ve
kördü. Onun çıkmasını istedik. Çıkmayacağım sizi bırakmayacağım dedi. Onu
zorla da olsa gönderdik. Komşularımız arasında çocuklarının küçük olanları gön-
deriyorduk ama gitmek istemiyorlardı. Aramızda güçlü bir bağ vardı. Ayağından
engelli küçük bir çocuğu olan başka bir komşumuz vardı. Çocuk arabasını getirip
26
çocuğunu al git diyorduk kabul etmiyordu. Biz ne olursa olsun onları ikna edip
gönderiyorduk.” Dilber Z. Yaş 40.

“Hiçbir soğukluk olmadık, daha çok yardımlaştık, bizde bir şey bitince onlardan
alıyorduk aynı şekilde onlara da biz veriyorduk.” Asya Ç. Yaş: 37.

“Her konuda birbirimizle yardımlaşıyorduk. Ekmeğimizi beraber pişiriyorduk.


Kış mevsimiydi, soğuktu. Dışarda su buz tutuyordu. Devlet su ve elektriğimizi
kesmişti. Tüp gaz ve yakacak kömür de yoktu. Kurduğumuz sobaya ne bulursak
atıp yakıyorduk. Soba üzerinde yemeklerimizi beraber pişiriyorduk. Komuşula-
rım, eltim ve çocukları ile beraberdik. Çocuklar küçüktü ve uzun süre banyo

yapamadıkları için kirlenmişlerdi. Evimize yakın bir mahalle çeşmesi vardı. Yine
elimizde bayraklar çeşmeye kadar gidip çocuklarızın elbiselerini yıkadık. Oradan
bidonlarla içme suyu getirdik. Evimizin avlusuna bir sîtil (orta boy bir demir yada
aleminyum kazan) koyduk. Etraftaki eski halı, elbise gibi bi sürü şeyi sîtilin altına
koyarak ateş yaktık. Su ısıtıp çocuklarımızı yıkamak istedim. Eltim çıkıştı bana
sende hiç vicdan yok mu, bu soğukta çocukları nasıl yıkayacağız diye. Ben de
ona yıkamazsak kirden ölecekler dedim. Yıkadık çocukları. Sonra bahsettiğim
çeşmeden evin önüne su getirmek için uzunca bir hortum bulduk. Su sırası üzeri-
ne bazen tartışıyorduk. Evimiz tepenin başına yakın bir yerdedir. İki çocucuğum
pencere dibinde uyurken, şiddetli bir patlama oldu. Pencerenin camları kırılarak

27
uyuyan çocuklarımın üzerine döküldü. Allah korudu çocuklarımı. Şükür ki ailem-
den kimseye bişey olmadı. Evimiz eskidir. Yıkılmadı ama patlayan bombaların
şiddetinden çatlaklar var duvarlarda. Ama mahalledeki köylü, akraba ve komşula-
rımızın evleri yakıldı-yıkıldı. Onların çocukları-akrabaları katledildi. Yaralanan-
lar oldu.” Muhteber B. Yaş: 38.

Görüşümecilerden birinin çatışma sonrası gelişen süreçle beraber


gündelik hayatta anadilin kullanımında yaşanan değişimi vurgulaması
dikkat çekicidir. Bu ifadenin doğru olduğu varsayılırsa, şiddet yoluy-
la mekân üzerinde sağlanan fiziki kontrolün toplumun kendi kültürel
aidiyetleriyle arasına mesafe koymaya yönelik bir davranış biçimi ser-
gilemesine sebep olduğu ifade edilebilir.

“İlk geldiğim zaman işte burada herkes Kürtçe konuşuyor. Benim için dil önemli-
dir yani anadil. Kürdüm, burada herkesin küçük büyük çocukların Kürtçe konuş-
ması vs. benim çok hoşuma gidiyordu yani. Markete gittiğimiz zaman öyleydi,
öyle konuşuluyordu. Sonrasında bir değişiklik filan fark ettim yani, markete gi-
riyorum, Kürtçe konuşuyorum, bana Türkçe cevap veriyor. Anlıyorum biliyorum

28
o da biliyor ama... Durum yasaklardan sonra değişti. Yani sonuçta insanların eğer
dillerinde bir kısıtlama oluyorsa her alanda o kişi kısıtlanıyor demektir yani. Bir
dilin insanın varlık sebebidir. Varlığını yok oluşudur bu yani. Kendi varlığımın da
böylesi silikleştirildiğini hissediyorum. Hatta bazen tepki gösteriyorum. Diyorum
ki ha tamam yani evet Kürtçe bilmeyen arkadaşlar var onlarla konuşun da bili-
yorsunuz ben Kürtçe biliyorum neden benle Kürtçe konuşmuyorsunuz diye tepki
gösterdiğim oluyor böyle tatlı dille falan. Bu beni ciddi anlamda üzüyor.
Bulunduğumuz apartmanda genelde arkadaşlar memur olduğu için mesai saatle-
rinde pek şey değil, karşılaşmıyoruz açıkçası. Ama meslektaşlarımız var işte diğer
kurumlarda görev yapan arkadaşlarla karşılaşıyoruz ama binadaki arkadaşlarımız
sadece tanıdıklarla bazen böyle küçük evcilik oynar gibi misafirliğe gidiyoruz.
Öyle muhabbetlerimiz oluyor. Evet, birbirimizin yanına geldiğimiz zaman biraz
daha böyle rahatlıyoruz açıkçası. Çünkü burada yaşanan o olumsuz süreçten he-
pimiz etkilendik ve beraber konuştuğumuz zaman bunu da konuşarak ancak at-
latabiliriz. Konuşuyoruz öncesinde hiç konuşamıyorduk. İlk geldiğimiz işte bu
yasaklardan sonra geldiğimizde herkesin birbirine karşı bir güvensizliği de vardı.
Korkuyorlardı bir şeyler konuşmaya korkuyorlardı. Acı çekmişiz hepimiz evleri-
miz yıkılmış bu nerede kalacağımız endişesi var. Ve buna rağmen konuşamıyor-
duk. Şimdi o süreçleri böyle oturduğumuz zaman konuşmaya başladık diyelim.
Daha başladık. Ne zaman atlatırız, atlatır mıyız onu bilemem. Ama ruhumuzu
etkileyen ağır bir travma olduğunu da söyleyebilirim. Ki biz yetişkin olarak bazı
şeyleri düşünerek bu konuda bu kadar etkilendik dediğim gibi ben daha çok çocuk
üzerinde düşünüyorum bu durumu. Çocukların daha büyük sorunlar yaşayacağını
biliyorum yani.” Yasemin D. Yaş: 30.

Mekana dair belleklerinde iz bırakan tanıklıklarının ne olduğuna dair


yönelttiğimiz sorulara görüşmecilerin verdiği yanıtlar mekânla kuru-
lan ilişkide yaşan krizi göz önüne sermektedir.

“Cizre’de sokağa çıkma yasağı denildiği zaman insanın nutku tutuluyor, nefesi
kesiliyor. Zaten hepimizin bildiği gibi Cizre’de sokağa çıkma yasağı başladığı
zaman yasaklar üç mahallede çok yaygındı. O mahallelerde kimse sokağa çıka-

29
mıyordu, herkes evinde kalmıştı. Bu yasaklar daha çok üç mahallede geçti. Bizim
mahalle diğer mahallelere oranla daha…” Dilgeş C. Yaş: 29.

“...gidip geziyorduk ve bundan keyif alıyorduk. Ama artık gitmiyoruz.” Leyla Y.


Yaş 33.
“Mesela anlatayım. O gençler gelip bir şey istediklerinde hemen ortaklaşa teda-
rik ederdik. Tabi istedikleri öyle büyük şeyler değil, günlük şeyler. Boş bir çuval
istediler bi gün. Evde çocuklarımın giysilerinin olduğu çuvalı hemen boşlttım ve
onlara verdim. Herkes benim gibiydi. Beraber yapıyorduk her şeyi. Yasaklardan
sonra rahat-huzur kalmadı. İnsanlar artık başını dışarı çıkarmaya korkuyorlar.
Üzerimize yeşil-sarı-kırmızı bir şey almaya korkar hale geldik. Yasaklardan önce
başımda hep sarı-kırmızı-yeşil bir bir eşarp vardı. Şimdi takamıyorum. Selahat-
tin’in kazandığı gün (7 haziran seçimleri) yine o eşarbımı alıp dışarı çıktım. İn-
sanlar mahallede toplandı. Coşkulu bir kutlama yaptık. Eskiden oy vermeye bile
gittiğimizde renklerimizle giderdik. Ama son yıllardaki seçimlerde bunu yapamı-
yor artık. İnsalar korkuyor. Dünya eskisi gibi değil. Kadınlar artık rahat değil bur-
da. Dışarıya gerekmedikçe çıkmıyoruz. Çıktığımızda da tek çıkamıyoruz, genelde
beraber gideriz. Devlet baskısının dışında taciz ve tecavüz vakaları duyuyoruz.
Zaman geçtikçe hayattan duyduğumuz mutluluk azalıyor.” Muhteber B. Yaş: 38.

“O dönemlerde çok daha güzeldi. Yani dediğim gibi bizim işte özellikle sendi-
kanın hazırlamış olduğu böyle programlar filan vardı. İşte sinema geceleri yapı-
yordu, erbane ya da bağlama kurslarımız vardı, dil kurslarımız vardı. Bu tür hani
kültürel etkinlikler çok fazlaydı. Tarihi tanıma anlama bunlarla ilgili fikir üretme
bunla ilgili çalışmalar filan yapılıyordu işte misafirler geliyordu mesela. Gelen
misafirlerle söyleşiler filan yapılıyordu. Bu yönüyle ciddi bir etkinlikler yapılı-
yordu. Hatta bazen bazı etkinlikleri kaçırmak durumunda kalıyorduk. Tabii onlar
yasaklardan sonra işte olmadı, hiçbir şey öyle olmadı. Bu sorunları dile getirecek
ortamlar da hiçbir zaman olmadı bu travmayı atlatmak için ya da işte refleksel
bazı durumlar vardı, bunları insanlar işte dışarı çıkıp da bizim bu sorunlarımız var
bu sorunlarımızı giderin diyemediler yani.
Sokağa çıkamadılar tabii onlar da birikiyor. Onlar da bir birikim oluşturuyor. Ya-
30
saklarda yaşanan bir travma olmanın dışında üstüne bunlar da eklenince yani acı
çekiyorsunuz ve çığlık dahi atamıyorsunuz. Atamadığınız çığlıklar ne oluyor, içi-
nizde patlama oluşuyor.
Hangi sokağa girerseniz girin işte kameralar var ekstradan mahallelerde sokaklar-
da sürekli güvenlik amaçlı büyük zırhlı araçlar var. Yani kendinizi farklı bir yerde
hissediyorsunuz yani. Her anlamda farklı.
Erkekler bu konuda daha rahat sanki. Bütün bu sorumluluklar yine kadınların
omuzlarında kalmış sanki. Çocukların yaşadığı o travma yine annenin boynunda
vs. onlar dışarı çıkıyor, kaldırıma atıyor taburesini oturuyor işte gecenin birine
kadar dışarıda çay içiyor vs., arkadaşlarıyla sohbet ediyor. O erkeklerden rahat-
sızım. Çünkü bu coğrafyada işte Cizre’de bir sürü sorun var ama oturan erkek
var. Sorunu çözmeye yardımcı olabilecek insanlar ama oturuyorlar. Bir şey olup
sorduğun zaman, ya bir şey yapın, çocuklar için bir şey yapın, kadınlar için bir
şeyler yapın dediğin zaman, ya hocam işte böyle bir süreç böyle bir dönem ne
yapalım işte sanki normal yapacağı sosyal bir aktivite, davranışta bile tepesine bir
şey indirilecekmiş gibi hissediyor.” Yasemin D. Yaş: 30.

Yasak ve yıkımın mekânsal örüntüde yarattığı değişimin kendi mekân-


larına yönelik algılarını ve toplumsal ilişkilerini nasıl değiştirdiğine
yönelik yönelttiğimiz soruya görüşmecilerin verdiği cevaplar mekân
üzerinde değişen güç ilişkilerina dair işaretler vermektedir.

31
“Bence onlarda çok büyük boşluk hissediyorlardır. Çünkü yemyeşil çok güzel
samimi bir şehrin ardında boş yıkık dökük bir şehir insana ne hissettirebilirse.”

“Artık kimse kimseyi sorgulamıyor. Öncesinde bir şey olduğu zaman buradaki
gençler hemen devreye giriyordu. Önceden sabahtan akşama kadar bu sokaklarda
oturup sohbet edip yatabilirdik. Şimdi ise kapımızı kilitliyoruz buna rağmen uyu-
yamıyoruz. Kapıda oturduğumuzda panzerler gidip geliyor. Konuşuyoruz gelip
ne konuşuyorsunuz, derdiniz nedir diyorlar.”

“Yasaktan sonraki ilk yıl berbat bir yıldı.


Bende psikolojik olarak büyük bir
etki yarattı. Nor- malde sosyal bir
insanken dı- şarı çıkan bir
insanken bunu sıfıra indirdim.
Ç ı k a m ı y o r- dum. Yasaktan
önce her eve gidebiliyor-
duk, ama ya- saktan sonra
mahallenin dışına çıkana
kadar 4-5 kont- rol noktasından
geçiyorduk böyle olunca büyük bir
etki oluyordu insan- da. Dediğim gibi yani
yasaktan önce dışarıya çıktığında gülerken bu sefer
tam değişti. Sokaklarda yürürken her yerde bir anınız var ve bunları yasakta önce
ve yasaktan sonra olarak kategorize ediyorsunuz bunu siz kendiniz istemsizce
yapıyorsunuz. Böyle olunca olumsuz yönünü görebiliyorsun.” Dilgeş C. Yaş: 29.

“Başka mahallere gidecek halim yoktu, babamın evine baktım sadece sonra eve
geri döndüm. Oraları, yıkılan evleri gördüm ama keşke insanlar ölmeseydi de
bütün evler yıkılsaydı dedim. Her şey gitseydi, yıkılsaydı her şey ama bir kişi
bile ölmeseydi. Dünya malı gene dünyanındır ama yürek acısı başkadır. Allah’ım
kimsenin yüreği yanmasın. Yananlara da sabır ver Allah’ım.” Asya Ç. Yaş: 37.
“Korkunç şeyler yaşadık ama şimdi çok şükür daha iyiyiz. Dünyadır, zaman ge-
32
çiyor. Daha kötü olmazsa herşey elbet daha iyi oluruz. Yasaklardan önce keyifle,
mutlu bir şekilde yaşıyorduk. Kürdistan’ın varlığını hissediyorduk yasaklardan
önce. Bizi sahiplenenlerin olduğunu biliyorduk. Yasaklardan sonra aslında tüm
Kürdistan’ı yıktıklarını, yok ettiklerini sanıyorsun. Yasaklardan sonra herkes sus-
kunluğa büründü. İnsanlar artık cesurca sohbet bile etmiyor. Yasaklardan önce
gençler mahallelere gelirdi. Keza yine Mehmet Tunç. Konuşmalar yapardı. Bizi
korur, bize yol gösterirlerdi. Bundan mutlu olurduk.” Muhteber B. Yaş: 38.

“Biz Dicle mahallesindeydik. Dicle mahallesi diğer mahallelere oranla daha sa-
kindi. Yafes mahallesi, Sur mahallesi, Cudi mahallesi ve Nur mahallesinde yasak
daha ağır geçti. Bizim mahalle o mahallelere ornla daha sakindi ama tabi yine
dışarı çıkamıyorduk, öbür mahallelerdeki top atışları bizim mahalleden duyulu-
yordu, o top atışları sebebiyle bizim ev bile sarsılıyordu ve biz o anda şunu düşü-
nüyorduk biz burdan bunu böyle hissediyorsak oradakiler acaba ne yapıyorlardır.
Herkes çıkmama kararı almıştı, herkes evindeydi, kimse bu vahşetin bu kadar
ileri bir boyuta taşınamayacağını düşündüğü için bırakmayacağız demişti. Bu ilk
yasak döneminde -15-20 günlük- bizim mahallemiz hepsi binaydı bizim ev müs-
takil olduğu için bizim komşular gelip bizim bahçede bizimle beraber otururlardı,
olaylardan bahsederdik ne oldu ne bitti diye. İlk yirmi gün bu böyle geçti. Yirmi
günden sonra katliamın boyutu yükseldikçe mahallelerden göçler başladı, herkes
mahallelerden çıkmaya başladı. Sokağa çıktığında yaşlı insanların el arabasına
bindirildiğini görüyordunuz, kışın ortasında çocukların çıplak ayaklarla sokakta
gezdiğini görüyordunuz ki o sene kış çok soğuk geçti. Herkes alabildiği eşyala-
rını alıp gidiyordu. Biz de sokağa çıktık. Şehirden çıkmak yasak, giriş çıkışlar
yasak. Çıkanlar eline beyaz bir bez parçası alıp çıkıyorlardı ama ona rağmen bazı
insanları silahlarla taramışlardır. Bizde her gelene kapımızı açtık. Bizim evimiz 2
katlıydı. Alt katta biz kalıyorduk 15-16 kişi, yukarıyıda üç aileye verdik. Onlarda
yaklaşık yirmi kişydiler. Tanımadığımız bilmediğimiz kişilere açtık kapımızı. On-
larda yasak bittinceye kadar orada kaldılar.” Dilgeş C. Yaş: 29

“Yani bir şey kal madı ki, harabeydi öyle söyleyeyim. Yani zihnimdeki bir sahne
gibiy di bazı sokaklar özellikle. Oraya girdiğimde direkt benim ilk aklıma ge-
len oydu. Benim evimin mesela duvarlarında yazılan yazılar, hayvan bağlasan
33
durmazdı yani orada. Eşyaların kırılması filan. Çok ilginç, inanılmaz, herhalde
ressam ruhlu kişiler de vardı. Mesela evimin içerisinde kocaman bir silah… en
nefret ettiğim şey silah, silah çizmişler. Hayatta gerçekte en nefret ettiğim şey
silah. Silahın tüm detayları çizilmişti. İşte kurt kafaları filan böyle ağzından kan
damlayan kurt kafaları, işte ne bileyim ne mutlu türküm diyene. Hatta kitaplar fa-
lan vardı, o kitapların arasına falan aşağılayıcı bazı cümleler falan yazılmış. Onlar
vardı, işte arkadaşlarımın mesela evlerini filan gezdiğimizde iç çamaşırı ortalıkta
işte dağıtılması, resim asıyorum mesela, resim var çekmecelerden çıkarmışlar,
resmin altında işte arkadaşın iç çamaşırlarını falan bırakmıştı, nasıl bir fanteziyse
yani. Öyle tuhaf yani. Hani insanın kendine göre bir ağırlığı var, insan olmanın,
vicdanlı olmanın bir ağırlığı vardır o ağırlıktan zerre bir şey yoktu. Herhalde bu
yapılan şeyler taş devrinde falan bile yapılmamıştır diye düşünüyorum. O eski
dönemlerde, oradaki savaşlarda yapılmış mıdır? Bilmiyorum sanmıyorum yani.
Tencerenin içerisine pisliğin yapılması. Nasıl bir, nasıl biri yapabilir yani? Nasıl
bir insan böyle bir şey yapabilir diyorum yani. Benim işte kitaplarımın olduğu
yerde duvarda aynen şöyle bir yazı vardı: “Kürt yoktur, Kürt tarihi yoktur, varsa
bile, baya uzun bir metindi aslında ama özeti bu varsa bile Türkçe yazılacak ve
Türk’e biat edecek”. Resmi de var zaten o yazının. Yani beraber yaşadığınız kom-
şu olduğunuz aynı vatanı paylaştığınız aynı ırktan olmasa bile aynı toprak… yani
sizi bir eden birçok unsurun olduğu bir yerde yaşıyorsunuz. Şöyle söyleyeyim
yani biz aynı göğü paylaşıyoruz, belki aynı inancı paylaşıyoruz, aynı topraklarda
yaşıyoruz, aynı ezanı dinliyoruz. Yani bu bizi bir eden birçok unsurları bir taraf
bırakıp sadece ırk ayrımı üzerinden…zaten buna faşizm denir. Zaten ciddi bir
rahatsızlık üretir, tedavisi olan bir rahatsızlık. Buram buram yani evimize girdik
ve evimiz buram buram faşizm kokuyordu yani. Belki oradaki tencerenin içerisin-
deki pislikten bile daha kötü kokan bir şeydi. Sonuçta o insan vücudundan çıkan
bir şey. Ama bu farklı, faşizm çok farklı bir şey. Sizi ötekileştiren, sizi yok sayan,
konuştuğunuz şeyi yok sayıyor. Varlığınızı yok sayan bir şeyden bahsediyorum.
Ben yoksam sen neden bu kadar rahatsızsın? Bir de böyle bir şey var. O kimlik
üzerinden yapılan saldırılar vardı. Belki… (uzun bir sessizlik). O yazılar kötüydü
ya! Birçok yerde ve bunlar vardı. Yani kulun kula biat ettirilmesi İslam’da da yok.
Peki bu nasıl bir şey? Yani camide vaaz vereceksiniz, kula kulluk etmeyin diye,
her gün alnınızı beş vakit secdeye bırakırken diyeceksiniz ki yarabbi biz sadece

34
sana kuluz diyeceksiniz ondan sonra başka ait bir ırka ait insanları kendinize biat
etmeye zorlayacaksınız, yani yine dediğim gibi, din üzerinden söyleyeceğim çün-
kü ağırlıkla onun üzerinden konuşuluyor. Muhafazakarlık üzerinden konuşuluyor.
Yani ırkını inkâr eden bizden değildir diyen bir peygamberin ümmetinden geldi-
ğinizi söyleyeceksiniz sonra başka bir ırkı kendinize kul olmaya zorlayacaksınız.
Ya o kişinin dinden çıkmasına sebep olacaksın.” Yasemin D. Yaş: 30.

Eskiden sıklıkla gittikleri ancak şimdi bulamadıkları mekânlar olup


olmadığına ve kentin nasıl bir değişim geçirdiğine dair yönelttiğimiz
sorulara görüşmecilerin verdiği cevaplar mekânsal değişimi ve mekân-
la kurulan ilişkinin aldığı yeni biçimi ortaya koymaktadır. Mekânın
militarist tarzda yeniden örgütlenmeye çalışıdığı bu süreçte mekânsal
örüntüde gündelik hayata nüfuz eden kimi yapıların tamamen tasfiye
edildi. Görüşmecilerin kendi yaşamlarından aktardıkları ‘‘güven bu-
nalımı’’, korku, sıkışmışlık hissi mekânın yeniden örgütlenmesinden
bağımsız olmadığı düşünülebilir.

“Ben yasaktan sonra ilk olarak Nur mahallesine gittim, büyük bir yıkımla karşı-
laştım, bir şok geçirdim diyebilirim. Viran olmuş bir kent o viran olmuş kentin
içinde çocuk sesleri… Yani bir an donakaldığımı hatırlıyorum. Ne konuşabili-
35
yordum ne ağlayabiliyordum ne gülebiliyordum, üzerimde bir burukluk vardı. O
günü hiç unutamam. Ama karşı mahalleye geçememiştim. Hiçbir şekilde kendimi
güvende hissetmiyorum. İşin ilginç yanı kendimi evde de güvende hissetmiyo-
rum” Dilgeş C. Yaş: 29

“Şu anda bile aradan 4-5 yıl geçti şuan bile ölü olarak gördüğüm insanların so-
kağından geçerken tam şurada ölmüştü, tam şurada çığlık sesleri duymuştuk diye
önünde geçiyorum hala dün gibi aklımda kalıyor.”

“Kaygılıyım. Eşim ve oğlum saat 7 olduktan sonra arıyorum hemen çünkü merak
ediyorum. Cizre de artık insanlara güvenmekte zorlanıyoruz. Her türlü kötü alış-
kanlığa devlet teşvik ediyor. Uyuşturucu almış başını gidiyor. Madde kullanımı
ve ticaretinden tutayım tecavüz fuhuş a kadar devlet bu Cizre ye getirdi. Önceden
öyle bir şey yoktu. Devlet bu işi yapanları destekliyor. Onlar bunun sahibi olduk-
ları için insanlarımıza bunu yaptırıyorlar. Kürdistan’da ki halklara özellikle bu
uygulamayı yapıyorlar.” Gulistan G. Yaş: 52.
“Kimse için burası güvenli değil artık. Herkese güven duyulmuyor eskisi gibi.
Çocuklarım için endişeleniyorum. Onlar dışarıda iken hep gözüm arkada kalıyor.
Bir oğlum askerdedir şimdi. Onu hep uyarıyorum. Lütfen diline sahip çık. Siyasi
bir sohbete girme kimseyle diyorum. Kimseye güven olmaz diye tembihliyorum.
Evimde huzurluyum. Bizim mahalle kendilerini biraz daha korumayı başardı.
Dost-akrabalar iyidir. Geçti çok şükür.” Muhteber B. Yaş: 38.
“Birçok mekân kapatıldığı için yani. Şöyle söyleyeyim mesela kafeler vardı, Kürt-
çe şarkılar çalardı, ama artık hiç çalınmadı. Biri biriyle yürürken Kürtçe konuş-
maya korkuyordu. Bu yapıla operasyon Kürtçeye yapılmış gibiydi sanki. Mesela
Kurdi-Der vardı, kapatıldı, birçok kurum kapatıldı. Kültür merkezi vardı, kapatıl-
dı. Bir şey kalmadı ki. Yani devlet kurumlarının dışında var olabilecek hiçbir şey
kalmadı. Kadın merkezleri mesela, ki en çok yaşatılması gereken merkezlerden
bir tanesiydi. Kadının toparlanmadığı kadının kendine gelmediği hiçbir toplum,
kadının özgür olmadığı hiçbir toplum özgür değil. Her anlamda özgür değil. Ka-
dınlar gidip kendilerini öyle sıkıştıklarında ifade edebilecekleri sığınabilecekleri
hiçbir alan bırakmadın. Onların hiçbiri kalmadı.” Yasemin D. Yaş: 30.
36
SONUÇ
Cizre’de Görüştüğümüz 30 kadının tamamı yasaklar sırasında ortala-
ma bir ay evinden çıkamamış olan kadınlardı. Kadınlar içinde 80 gün
evinden çıkmadığını belirten biri vardı. Daha sonra yine Cizre’den çıka-
mayıp ya başka bir mahalleye ya da birkaç sokak öteye geçici taşınmış-
lardı. Buna sebep olarak sokağa çıkma yasağı, can güvenliği tehdidi ve
güvenlik güçlerinin baskısı seçeneklerinin üçünü birlikte gösterdi. Uğra-
dıkları manevi zararlar kısmında ise yakınlarının yaralanmalarına şahit
olduklarını belirtirken, yaşananlardan dolayı öfke duyduklarını ve çare-
sizlik hissettiklerini belirttiler. Cizre’de görüştüğümüz kadınların çoğu
çocuğunu, eşini veya kardeşini yani en az bir yakını bu savaşta kaybet-
miş kadınlardı. Yine evsiz ve işsiz bırakılmalarından dolayı yaşadıkları
maddi sıkıntılara görüşmelerimizde yer veren kadınlar, daha çok savaşın
psikolojik etkisinden bahsediyorlardı. Karşımızda yas tutmalarına dahi
izin verilmeyen kadınlar vardı. Kadınlar konuştukça o bina enkazlarının
altında kalan yaşamların enkazı da gün yüzüne çıkıyordu. Bu neden-
le kadınların yaşadıkları bu ağır durumu atlatıp gündelik yaşamlarında
veya sokağı kullanma pratiklerinde karşılaşmış oldukları güçlüklerden
söz etmeye utandıkları veya söz etmekten imtina ettikleri gözlemlendi.
Dolayısıyla ağır travmaların yaşandığı çatışma dönemlerini ve çatışma
sonrası dönemleri araştırmak için çatışmaların psikolojik etkisinin göre-
ce hafiflediği dönemlerde mümkünse de, aynı kişilerle çalışmalar yap-
mak faydalı olacaktır, böylece farklı dönemlerde aynı kişilerin mekânla
kurduğu ilişkinin niteliğine dair daha detaylı verilere ulaşılabilir ve bu
dönemlere dair karşılaştırmalı bir analiz yapılabilir.
Süreç içinde kadınlar, mekânsal pratiğin gerçekleşmesini engelleyen
bariyerlerden ve mekânın olağan üstü formda örgütlenmesinden dola-
yı, özgün sağlık problemleri yaşadığını da dile getiriyorlardı. Bebeğini
emziremeyen, erken doğum yapmak durumunda kalan, düşük yapan ka-
dınlar vardı. Biz Cizre’de düşük yapan 4 kadın ile karşılaştık. Bunlardan
biri gün içinde yaptığımız görüşmede durumunu belirtmemişti. Akşam
kendisinin misafiriydik. Biraz muhabbet ettikten sonra yasaklar sıra-
sında evinin kapısını açar açmaz karşısında polis gördüğünü ve o anda
37
düşük yapmaya başladığını söylemişti. Bu da gösteriyor ki mekânın mi-
litarist tarzda örgütlendiği olağan üstü dönemlerde kadınlar, mekân pra-
tiklerinde biyolojik cinsiyetlerinden dolayı erkeklerden farklı sorunlarla
karşılaşmaktadır.
Cizre’de görüştüğümüz kadınlar yasaklar ve çatışma sürecinde evle-
rinde kaldıkları için çevresi tarafından herhangi bir ayrımcılığa maruz
kalmadıklarını fakat genel olarak psikolojik problemler yaşadıklarını
belirtiyorlardı. Çünkü görüşmelerin tamamı yakınlarını kaybetmiş hi-
kayelerden oluşuyordu. Fakat Cizreli kadınlar bunlardan bahsederken
ajitatif bir dil kullanmıyorlardı. Bölgeyi terk etmek yerine yıkık dökük
binaların en sağlam odasını akrabaları ve komşularıyla paylaştıklarından
bahsediyorlardı. Büyük mekânsal yıkımların gerçekleştiği savaş koşul-
larında dahi bireylerin/grupların mekânı sahiplenmesi, yaşadığı mekânı
terk etmemesi bireyin mekânla kurduğu güçlü aidiyet duygusundan kay-
naklanmaktadır. Çalışmamızın kapsamından dolayı bireylerin/grupların
mekânla kurduğu bu ilişki çalışmamızda etraflıca analiz edilmedi, ancak
sahada görüldükü bu durumun geniş ve etraflıca bir araştıraya ihtiyaçı
vardır.

Peki savaş bölgelerinde kadınlar için ne yapılabilir?

Sokağa çıkma yasakları ve abluka sürecini anımsatan savaş uyaranları;


panzer, gece bekçileri, kolluk kuvvetleri şehir merkezlerinde bulunmak-
tadır ve ev baskınları devam etmektedir. Bu uyaranlar insanlar üzerinde
ciddi bir baskı oluşturmaktadır ve bu baskılar insanlar hem yaşam alan-
larını hemde sokağı kullanmaları önünde en büyük engeli teşkil etmek-
tedir. Bütün bu olumsuz durumlar kişilerin mekân ile bağını kurmasını
da geciktirmektedir. Bu uyaranların derhal ortadan kaldırılması ve gü-
venli ortamın oluşturulması gerekmektedir.
Kadınların her alanda uğrayabildikleri cinsiyet ayrımcılığını ortadan
kaldırmak için STK’ların ve siyasi partilerin bölgede daha çok çalışma
yapması gerekmektedir.
38
Savaş bölgelerinde yaşayan kadınlar için psiko-sosyal desteklerin yapıl-
masının da kadınların yaşam mücadelelerine önemli ölçüde katkı suna-
caktır. İnsan-kent ilişkisi, basit bir temas veya yan yana gelme ilişkisi
değildir.
Bu ilişki, çeşitli psiko-sosyal boyutları olan derinlikli ve kapsamlı bir et-
kileşimdir. İnsan, belirli bir mekân parçasında, sadece bir yerde bulun-
ma ve bir alan kaplamanın ötesinde, bir yaşam alanı inşa eder. Mekânda
yer alış tarzı, aktif bir tarzdır ve bu tarz esas olarak mekânı kendisinin
kılmaya, kendisi için görmeye dayanır. Her insan için, ben’in, benlik
imgesinin ve kimliğin tanımı, zorunlu olarak yer ve mekân boyutlarını
da kapsar ve bu boyutların bütünü ‘yer kimliği’ni oluşturur (Proshansky,
Fabian ve Kaminoff, 1983). Yer kimliği, maliki olduğumuz bir yerde
tesis edilmez. Mülkiyeti kendine ait olmasa da bir yeri sembolik planda
işaretlemek, inşa etmek ve böylece anlamlandırmak, o yere hakim olma-
nın, kendi iradesine tabi kılmanın, kendi kimliğini vermenin göstergesi-
dir. Nitekim bu yer, ‘benim yerim’ olarak adlandırıldığı andan itibaren,
bireyin ‘benlik’inin vücut bulduğu, imajının yansıdığı bir yer, daha da
önemlisi kendi imgesini gördüğü, kimliğinin dışsallaştığı bir yer haline
gelmiş demektir.
Bu sürecin sonunda yer kimliği, kimlik yeri haline gelir.
İnsanın bir yeri ‘kendi yeri’ (my house) olarak görmesi, bu yerde mah-
remiyetinin yoğunlaştığının işaretidir. Kendi yeri, özelleştirilen bir yer
olarak, mahremiyet ve kimlik alanıdır (Serfaty, 2003), bu yüzdendir ki
bu yer dışına itilme, sürgün, soygun, taşınma gibi olaylar insanın kimli-
ğine bir saldırı gibi hissedilir. Kendi yeri, insanın kendini evinde ya da
kendisi hissettiği bir özel alandır.

39
40

You might also like