Professional Documents
Culture Documents
Engin Geçtan Psikanaliz Ve Sonrası
Engin Geçtan Psikanaliz Ve Sonrası
VE
SONRASI
P ro f. Dr.
Engin Geçtan
Psikanaliz
ve
Sonrası
8. Basım
Rem zi Kitabevi
PSİKANALİZ v e SONRASI / Prof. Dr. Engin Geçtan
IS B N 975 - 14 - 0 40 3-7
Önsöz.................................................................................................. 9
Bölüm: 1
PSİKANALİTİK KURAM LAR
(11-121)
Bölüm: 2
ALFRED ADLER VE BİREYSEL PSİKOLO Jİ
(123-164)
Bölüm: 3
CARL GUSTAV JU N G VE ANALİTİK PSİKOLOJİ
(165-213)
Kişilik Yapısı..................................................................................171
Psişe...........................................................................................171
Bilinç..........................................................................................172
Ego.............................................................................................173
Kişisel Bilinçdışı......................................................................173
Kompleksler.............................................................................174
Ortak (Kolektif) Bilinçdışı ..................................175
Arketipler.................................................................................177
Kişiliğin İşleyiş İlkeleri.................................. 183
Kişilik Bölümleri Arasındaki Etkileşimler......................... 183
Psişenin Dinamiği...................................................................184
Değerler....................................................................................185
Eşdeğerlik ve Entropi İlkeleri...............................................187
Ruhsal Enerjinin Gelişmesi ve Gerilemesi.........................190
Kişiliğin Gelişimi...........................................................................190
Bireyleşme ve Bütünleşme................................................... 190
Toplumsal Etmenlerin Rolü..................................................192
Yaşam Dönemleri....................................................................193
Rüyalar ve Simgeler......................................................................195
Tutumlar ve İşlevler......................................................................197
Psikolojik Tipler.................................................. 199
Tedavi............................................................................................. 201
Psikoterapinin İşleyiş Biçimi...................................................... 208
Tedavi Uygulaması...................................................................... 210
Tartışma......................................................................................... 212
Bölüm: 4
OTTO RANK
(215-234)
Bölüm: 5
KAREN HORNEY VE BÜTÜN CÜ YAKLAŞIM
(235-269)
Bölüm: 6
HARRY S. SULLIVAN VE İLİŞKİLER KURAM I
(271-301)
Bölüm: 7
ERICH FROMM
(303-317)
Ek
VARO LUŞÇU PSİKİYATRİ
(319-340)
Tanım.................................................. 319
Tarihçe................................................ 320
Varoluş Felsefesinin Diğer Öncüleri.................................. 321
Varoluşçu Psikiyatrinin Kurucuları................................... 324
Varoluşçu Psikiyatrinin Temel İlkeleri...............................325
Varoluşun Dinamiği.................................................................... 330
Tedavi (Daseinanalysis)................................................................ 336
Bitirirken........................................................................................ 341
Kaynakça 345
ÖNSÖZ
(*) D aem on eski Yunancada doğaüstü varlık anlam ında kullanılm ış, sonralan
şeytan sözcüğü yle eşanlam kazanm ıştır.
(**) Frengi hastalığ ın ın beyin de yerleşen türü.
14 PSİKANALİZ VE SONRASI
İşte Freud, Charcot ile böyle bir dönem de tanışm ıştı. O gün
lerde Charcot, bir yandan histeri belirtilerinin çoğunun nörolojik
kökenli olm ası gerektiği inancını sürdürürken, öte yandan da his
terik bayılm a nöbetlerinin psikolojik nedenlerden kaynaklandığı
ve hastanın zihninde oluşan bazı düşüncelerle ilintili olduğu gö
rüşlerini savunuyordu. Freud, Charcot'nun güçlü kişiliğinden ve
görüşlerinden oldukça etkilenm işti. O güne kadar histeri, zengin
imgelemi olan kişilerin bilinçli ve am açlı olarak geliştirdiği, say
rımsama (tem aruz) benzeri belirtiler olarak yorum lanıyor ve ger
çek bir norm aldışı davranış türü olarak nitelendirilm eyerek cid
diye alınm ıyordu. Oysa Freud, Charcot'nun kiliniğinde gözlemle
diklerinden sonra, histerinin üzerinde çalışılm ası ve anlaşılması
gereken gerçek bir patolojik durum olduğuna inanm aya başlam ış
ve Paris'ten ayrılırken, insanın bilinçli dünyasından ayrı ve gizli,
Çok güçlü başka bir sürecin varlığını düşünm eye başlam ıştı. 1886
16 PSİKANALİZ VE SONRASI
P s ik a n a liz in İ l k Y ılları
PS2
18 PSİKANALİZ VE SONRASI
simgesel bir anlatım ıydı. Bunu fark edem eyen Breuer, A nna'yı ancak
hipnotize ederek yatıştırabildi, panik içinde evi terk ederek eşiyle birlik
te, "ikin ci b ir halayına çıkm ak" üzere acele V ened ik'e gitti."
Freud'un içgüdü kavram ını ele alış biçimi zam an içinde bazı
değişikliklere uğramışsa da, en sık kullanılış biçim iyle içgüdü,
beden ve zihin arasındaki sınır üzerine yerleştirilebilecek bir kav
ram olarak tanım lanm ıştır. Bu tanıma göre, organizm anın için
den kaynaklanan uyaranların oluşturduğu psikolojik etki sonucu
zihin, kendisine bağlı bazı organları harekete geçirir. Bir başka
deyişle, içgüdüler, fizyolojik ihtiyaçları içeren içsel uyaranların
psikolojik görünümlü tem silcileridir.
Freud'un içgüdü tanım ının psikolojik ve biyolojik öğeleri bir
likte içermesi kavram kargaşasına neden olm uştur. Üstelik, Fre
ud'un kendisi de, bu iki öğeden bazen birine, bazen ise diğerine
ağırlık tanıyarak bu karışıklığın oluşumuna katkıda bulunm uş
tur (*).
Freud, solunum ve sindirim yapma gücünü sağlayan enerji
nin, düşünm e ve hatırlam a gücünü sağlayan enerjiden farklı ol
ması için hiçbir neden bulunm adığı görüşünü savunm uş ve ener
jinin bu ikinci türü için ruhsal enerji terimini kullanm ıştır. Enerji
nin koruma yasasına göre, enerji bir biçim den diğerine dönüşebi
lir, ancak kozm ik sistem den hiçbir zam an yok olmaz. Dolayısıyla,
ruhsal enerji, fizyolojik enerjiye dönüşebilir ya da bunun karşıtı
bir durum olabilir. Enerji ile beden ya da kişilik arasındaki buluş
ma noktasında içgüdüler bulunur. Yukarıda da tanım landığı gibi
içgüdü, içsel ve organik uyarılm anın psikolojik anlatımıdır. Kay
naklandığı bedensel uyarılm aya ihtiyaç, ihtiyacın psikolojik tem
silcisine de istek denir. Açlık, fizyolojik yönden beden dokuları
nın besinsiz kalma durum u, psikolojik yönden ise besin maddesi
isteği olarak tanım lanabilir. İstek, davranışı güdüleyen bir etken
(*) Böyle b ir karışıklığa F reu d 'u n kullanm ış olduğu A lm anca bir sözcük olan T ri-
eb 'in de neden olduğu söylenilebilir. Bu sözcük İngiliz diline "d riv e = d ürtü"
olarak çevrilebilecek iken "in stin ct = içgüd ü" olarak çevrilm iştir. Buna neden
olarak o güne değin dürtü kavram ının davranış b ilim rilerce old ukça sorum
suz kullanılm ış olm ası gösterilm ekte ve psikanaliz ekolünün farklı b ir terimi
seçm ekle d avranış kuram cılarının tanım ladıkları dürtü kavram ı ile kendi ge
liştirdikleri kavram arasınd a belirli bir uzaklığı korum ayı am açlad ıkları san ıl
m aktadır. G ünüm üzd e F reu d 'u n kullanm ış olduğu Trieb sözcüğü karşılığı
olarak daha çok "içg ü d ü sel d ü rtü " deyim i kullanılm akta v e böylece "içg ü d ü "
sözcüğünün tek başına kullanıld ığınd a ortaya çıkan anlam yanılgılarının ö n
lenm esine çalışılm aktad ır (M eissner, W. W. Back, J. E., Sem rad, E. V., 1975).
PStKANALffiK KURAMLAR 29
G elişim K u ram ı
de, günüm üze dek ulaşm ış olan yorum ların gerçeği yansıtm adığı
son yıllardaki belgesel araştırm alarla anlaşılm ış bulunm aktadır
(Ellenberger, 1970). Aslında, o günlerin V iyana'sında cinsellik
üzerine pek çok yazı yayım lanm akta ve en uç sapm alar dahil,
cinsel davranışların her yönü rahatça tartışılm aktaydı. Bu neden
le, bazı direnlem elerle karşılaşm akla birlikte, Freud'un cinsel ge
lişim üzerine yazdıkları genellikle ilgiyle karşılanm ıştı. Direncin
çoğu, çocukluğun saflığı üzerine geliştirilm iş önyargılardan kay
naklanm ış ve bazı gruplar cinselliği çocuklara yakıştıram ayarak
tepki gösterm işlerdi. Ama Freud, çocuk cinselliği konusunda or
taya bazı görüşler atm aktan öte, bu konuda tutarlı bir kuram ge
liştirm işti. Ü stelik bu kuram , onun klinik deneyim leri ve gözlem
leri üzerine kurulm uştu.
Psikanalizin ilk günlerinde Freud, nevrozların oluşumunda
çocuklukta yaşanan cinsel içerikli sarsıcı olayların önem li bir rol
oynadığını fark etm işti. Klinik deneyim leri arttıkça giderek hasta
ların çocukluk dönem lerine ilişkin yaşantılarının ve düşlem leri
nin ortak yönlerini saptam aya başladı. Bu veriler, çocukluk cin
selliğine ilişkin bir gelişim kuram ının tem elini oluşturdu ve daha
S o n ra ları çocukların davranışları üzerinde yapılan gözlem lerle
doğrulandı. K linik yaşantılarından edindiği verilerin yanı sıra,
1897'de başladığı kendi psikanalizinden edindiği verilerin de,
Freud'un gelişim kuram ına önem li katkıları olm uştur. Analizi sı
rasında Freud, kendi çocukluk dönem indeki bazı cinsel düşleri
ve ana-babasm a ilişkin duygularındaki çelişkileri de fark etmişti.
Freud, bu bulgularının ışığında, çocukluk dönem ine ilişkin cinsel
olguların, nevrozların oluşum unda önemli bir rol oynadığı ve
normal sayılabilecek insanların gelişim süreçlerinde de benzer
yaşantıların yer alabileceği sonucuna varmıştı.
1915 yılında Üç Tartışma başlığı altında yayım lanan yapıtında
Freud, çocuk cinselliğinin ilk belirtilerinin, beslenm e ya da idrar
kesesi ve barsak denetim inin kazanılm ası gibi, aslında cinsel nite
likli olm ayan bedensel işlevlerden kaynaklandığı görüşünü orta
ya koymuştur. Bu görüşe göre, çocukta psikolojik ve cinsel geli
şim, her biri bir önceki dönemin üzerine kurulan ve önceki dö
nemlerde kazanılan davranışları da özüm leyen beş dönem de ta
mamlanır.
PS3
34 PSİKANALİZ VE SONRASI
(*) Soph ocles'in ünlü trajedisinde babasını öldürdükten sonra annesiyle evlenen
T eb K ralının adı.
PSİK ANALİTİK KURAMLAR 39
lerden farklı olarak kız çocuk esasen hadım dır ve penisten yok
sun olm anın düşkırıklığı içinde, sevgi beklentilerini bu organa sa
hip olan babasına yöneltir.
Erkek çocuklarda sevgi objesiyle ilişki, kız çocuklarınkinden
daha az karm aşık bir biçim de gelişir. Çünkü erkek çocuğun ilk
sevgi objesi olan anne, Oedipal dönem de de yerini korur. Buna
karşılık kız çocuklarda ilk sevgi objesi olan annenin yerini, fallik
dönemde baba alır. Oedipal dönem başladığında, erkek çocuk an
nesine sevgili gibi davranmaya başlar; ona dokunm ak ya da
onunla birlikte yatm ak isteyebilir, evlenm e önerisinde bulunabi
lir, babasının yerine geçm e girişim lerinde bulunabilir, annesinin
çıplak bedenini görebilm ek için fırsat arayabilir ve onun ilgisini
kardeşleriyle paylaşm aktan hoşlanmaz. Ama her şeyden çok, en
büyük rakibi olan babasını aradan çıkarm ayı düşler. Diğer yan
dan, babasına yönelik saldırgan duygularından ötürü onun tara
fından cezalandırılacağından korkar.
Bu korku çoğu kez, babanın kendisini cinsel organından yok
sun bırakacağı biçim inde yaşanır. Freud buna hadım laştırdım
(kastrasyorı) kom pleksi adım vermiştir. Ona göre, bu korku erkek
çocuğun annesine karşı geliştirdiği cinsel içerikli duygulardan
daha yoğundur ve cinsel organını yitirm e kaygısı anneye yönelik
Oedipal bağlantının giderek azalm asına neden olur. Oedipus
kompleksinin sona erm esiyle birlikte çocuk, babasıyla özdeşleş
meye başlar. Böylece otorite tarafından cezalandırılm a korkuları
da, ergenlik dönem inde bir kez daha yaşanm ak üzere, uzun bir
süre için ortadan kalkar.
Bazı durum larda erkek çocuğun babasına olan sevgisi annesi
ne olan ilgisinden daha baskındır ve dolayısıyla araya giren kişi
olarak gördüğü annesine karşı olum suz duygular geliştirir. Karşıt
Oedipus kom pleksi de denilen bu durum çocuğun gelişim i üzerin
de farklı etkiler yaratabilir. Örneğin, babaya karşı duyulan ve gi
derilemeyen bir özlem ve buna karşılık anneyle özdeşleşm e biçi
minde ortaya çıkan bir karşıt Oedipus kom pleksinin sonucu ço
cuk, ileriki yaşam ında eşcinsel eğilim ler geliştirebilir.
Kız çocuğun fallik dönemini oluşturan psikodinam ik etkenler
erkek çocuğunkinden farklılıklar gösterir. Bu dönem e eriştiğinde
kız çocuk, erkeklerin kendisinde bulunm ayan bir organa sahip
40 PSİKANALİZ VE SONRASI
lek seçimine ilişkin tasarılar ve yuva kurma isteği belirir. Kişi, gi
derek, zevk arayan özsever çocuktan gerçeklere yönelik toplum
sal yetişkine dönüşür.
Çocukluktan yetişkinliğe geçişte ergenin çözüm lem esi gere
ken en önemli sorunlardan biri, bilinçdışındaki ana-baba kavram
larında yapm ak zorunda olduğu değişikliktir. Bu yalın bir bağım
sızlık dürtüsünden öte bir anlam taşır ve çocuğun davranışlarına
o güne değin rehberlik etm iş olan dayanakların önemli ölçüde
değiştirilmesi gereğini de içerir. Çocuğun güven duygusu, ana-
babasınm her şeyi bilen, her şeyi yapabilen kişiler oldukları inan
cından kaynaklanır. Eğer çocuğun yaşantıları ana-babayı bu kav
ramlarla birlikte algılam asını engeller nitelikteyse güvensizlik
duyguları belirir.
Ergenlik çağına ulaşan çocuk, ana-babanm güçlü imgelerini
yıkma çabasında ilk adım olarak onların yerine geçebilecek başka
kişiler arar. Ne var ki, bir süre sonra aradığını bu yoldan bulam a
yacağını fark ederek, yetişkinliğe ulaşm ak için gerekli olan gücü
ve bilgeliği kendi içinde yaratma zorunluluğunu kabul eder. Bu
dönemde ana-baba, ergenin gözünde geçici bir süre için değerle
rini yitirebilir ve yalancı önderlerin güç gösterilerine kolayca ka
pılabilir. Davranışlarını diğer kişilerin denetim inden çıkarabil
mek ve otorite etkisinden sıyrılabilm ek için, ergenin çok çaba
göstermesi ve tekrarlı denem eler yapması gerekir. Bu denem ele
rin başarıyla sonuçlanm asıyla yetişkin yaşam ın temeli atılmış
olur.
Ergenin en önem li çabalarından biri de, toplum un onayladığı
değer yargılarına uygun varsayım lar geliştirebilm ektir. Doğru ve
yanlış kavram larının geliştirilm esinde bu kez kullanılan ölçüt, ço-
cuğunkinden farklı ve yetişkin yaşamın ihtiyaçlarına yöneliktir.
Dolayısıyla, yetişkinliğe adım atmadan önce ergenin, kendini de
netleyebilm e m ekanizm alarını yeterince geliştirm iş olm ası gere
kir. Ancak, hızlı değişen çağdaş toplumlarda geçerli değer yargı
larına ulaşabilm ek pek de kolay olmaz ve başarı ile atlatılam ayan
kimlik bunalımı, ergende, toplum içindeki rolüne ilişkin bir şaş
kınlık yaratır.
Ergen, bir yandan yetişkin erkek ya da kadının bedensel özel
liklerini kazanırken öte yandan toplumun kendisinden beklediği
PSİKANALÎTtK KURAMLAR 43
kadın ya da erkek rolünü benim sem ekle yüküm lüdür. Çağdaş er
gen bir aşam ayı, yetişkinlerin çoğu kez yetersiz rehberliğinden
çok, kendi esnekliğinden ve yenilikler aram a isteğinden yararla
narak gerçekleştirir.
Ergenin çözüm lem ek zoruiıda olduğu bir diğer sorun, öğreni
mine ve gelecekteki mesleğine ilişkin kalıcı bir karar verebilme
ve seçim yapm a zorunluluğudur. Freud'a göre, olgunluk iki öl
çütle belirlenir: Sevebilm ek ve çalışabilm ek. Dolayısıyla ergen,
kendisine uygun bir öğrenim ve m eslek seçim i yapabildiğinde ro
lünün önem li bir koşulunu yerine getirm iş olur.
Yukarıda belirtilen içsel çatışmalar, ergenin büyüme isteğinin
doğal sonuçları olarak ortaya çıkar. Ergenlik geçici bir rol karar
sızlığı dönem idir. Çeşitli roller, düşünüler, idealler ve değerler
denenir, benim senir, sonra terk edilir ve yenileri aranır. Bir dö
nem için benim senen ideallerden ve inançlardan kısa bir süre
sonra tümden vazgeçilebilir. Bazen yıkıcılığa kadar varabilen ka
rarlı bir bağım sızlık, bir diğer an bebeksi bir bağım lılık gösteren
ergen, sürekli olarak ileriye ve geriye gider gelir.
Genital dönem in sorunlarının başarılı bir biçim de çözümlene-
m em esinin yaratacağı normaldışı sapm alar karm aşık ve çok yön
lüdür. Bu dönem de, yeniden üstü açılan ve önceki dönem lere iliş
kin çatışm alara çözüm bulunam azsa, bu durum belirm ekte olan
yetişkin kişiliğin üzerinde ciddi nitelikte ve kalıcı izler bırakır. Bu
dönemin doğal ve geçici bir olgusu olan "kim lik bunalım ı"m n çö
zümlenem em esi kişinin toplum içindeki yerine ilişkin bir şaşkın
lığa, kendi kim liğini saptayam am am n umutsuzluğu bir grubun
kimliğini içleştirerek kendi kimlik boşluğundan kurtulmaya çalış
ma biçim inde sapm alara neden olabilir.
Ergenlik dönem ini başarıyla atlatan gençlerde, doyurucu cin
sel etkinlikler ve tutarlı bir kim likle belirlenen olgun bir kişilik
yerleşir. Böyle bir genç kendi güçlerini gerçekleştirebilir, anlamlı
sevgi ilişkileri kurabilir ve kendisine doyum sağlayacak amaçlara
ulaşabilmek için çalışır, yaratıcı ve üretken bir insan olur.
deli geliştirm esine yol açtı. 1926'da yayım lanan Ego ve İd adlı ya
pıtında bu yeni görüşünü açıklayan Freud, böylece psikanalitik
düşüncede yeni bir dönem başlatm ış oldu.
Freud'un geliştirdiği yapısal kurama göre, kişilik üç ana sis
tem den oluşur: İd, ego ve süperego. Davranış bu üç sistem in etki
leşiminin ürünüdür. Bu sistem lerden biri diğerlerinden bağım sız
olarak tek başına çalışam az.
Freud, id terimini, bilinçdışı kavram ını çok benim sem iş olan
dostu, iç hastalıkları uzm anı Georg Groddeck'in bu konuda yaz
dığı "İd'in Kitabı" başlığından alm ıştır. İd, kişiliğin temel sistem i
dir. Ego ve süperego ondan ayrım laşarak gelişirler. İd, kalıtsal
olarak gelen içgüdüleri de kapsayan ve doğuştan var olan psiko
lojik gizilgüçlerin tümüdür. Yaşam ının ilk günlerinde çocuğun
kişilik yapısı, boşalım arayan içgüdüsel dürtülerle yüklü idden
oluşur. Bu dönem de çocuk, bu dürtüleri ertelem e, denetlem e ya
da düzenleme olanağına sahip değildir ve çevresiyle baş edebil
me konusunda kendisinin bakım ını üstlenen kişilerin egolarına
tümden bağımlıdır.
Ruhsal enerji kaynağı olan id, diğer iki sistem in çalışm ası için
gerekli olan gücü de sağlar. Enerjisini yakın ilişki durumunda ol
duğu bedensel süreçlerden alır. Freüd, id için> "gerçek ruhsal var
lık" demiştir. Çünkü id nesnel gerçeklerden bağım sız, öznel bir
yaşantı dünyasıdır. Fazla enerji birikim ine katlanam az ve böyle'
bir durum organizmada gerilim yaratır. Bu gerilimi giderebilm ek
için id, enerji birikimini bir an önce boşaltma eğilimi gösterir ki
buna id'in haz ilkesi denir. Bu ilke ile hareket ederken id, acıdan
kaçınma ve haz duyabilm e am acıyla iki süreçten yararlanır: Ref
leks eylemler ve birincil süreçler.
Refleks eylem ler, hapşırm a ve göz kırpma örneklerinde oldu
ğu gibi doğuştan var olan otom atik tepkilerdir, gerilimi derhal gi
derirler. Organizm anın, yalm gerilim lerini giderebilm ek için kul
landığı, bu türden çok sayıda refleksleri vardır. Birincil süreç ise,
biraz daha karm aşık bir psikolojik tepki biçim idir. Gerilim i bo
şaltmak için, önce bunu ortadan kaldıracak objenin ya da kişinin
bir imgesini oluşturur. Birincil süreç, örneğin aç bir insana her
hangi bir besin m addesinin zihinsel görüntüsünü sağlar. Şizofre-
niklerin sanrılarında, ulaşılm ak istenen nesne ya da kişiler bellek
PStKANALİTİK KURAMLAR 45
durum undan çıkar. Ayrılm a süreci yaşam boyu süren bir yas
duygusunu da birlikte getirir. Bağım sız bir varoluşa doğru atılan
her adım , objeleri ya da kişileri yitirm e anlam ına gelir.
M ahler'e göre, ayrılm a-bireyleşm e sürecinin ilk aşam ası, 4 ve
5'inci aylardan 30-36'ncı aylara kadar sürer. İlk aşamada çocuk,
kendi bedeninin sınırlarım fark etm eye başlar. İkinci yılda hare
ket yeteneğinde ilk gelişm eler belirir ve çocuk, annesinin yakı
nında olm adığı sürelere daha kolay katlanm aya başlar. Bir yan
dan annesinin çevrede olm adığı zam anlan kendisine göre kulla
nabildiğini fark ederken (ayrım laşm a), öte yandan bu durumdan
ötürü giderek yoğunlaşan bir ayrılma anksiyetesi yaşar. Ama be
densel gelişm esinin sağladığı güç ve tek başına bir şeyler yapa
bilmenin sağladığı doyum, ayrılık anksiyetesinin acısından daha
baskın bir duygu olduğundan, çocuk bireyleşm esini hızla sürdü
rür.
Kişiliğin üçüncü ve en son gelişen sistemi süperego'dur. Bu sis
tem çocuğa ana-babası tarafından aktarılan ve ödül ve ceza uygu
lam alarıyla pekiştirilen, geleneksel değerlerin ve toplum idealle
rinin içsel tem silcisidir, kişiliğin vicdani ve ahlaki yönüdür. Ger
çekten çok ideali temsil eder, hoşlanm adan çok kusursuzluğa
ulaşmak ister. Süperegoyu ilgilendiren husus, bir şeyin doğru ya
da yanlış olduğuna karar verip, toplum ya da tem silcileri tarafın
dan onaylanm ış ölçütlere göre davranmaktır.
Ö düllendirilm ek ve cezadan kaçınm ak için çocuk, ana-
babasınm onaylam adığı düşünce ve davranışları süperegonun ilk
alt sistem inden biri olan vicdanına yerleştirir. Bu yerleştirm e içleş
tirme (introjection) m ekanizm ası ve öğrenm e süreçlerinin aracılı
ğıyla gerçekleştirilir. Vicdan, kişiyi suçlu hissettirerek cezalandı
rır, ikinci alt sistem olan benlik ideali ise, gurur ve kıvanç duygu
su yaratarak ödüllendirir.
Süperegonun başlıca işlevleri: (1) id'den gelen dürtüleri bastır
mak ve ketlem ek ki bunlar özellikle, dışa vurulduğunda toplu
mun hoş karşılam ayacağı türde cinsel ve saldırgan dürtülerdir;
(2) egoyu gerçekçi am açlar yerine ahlaki am açlara yönelmeye
inandırmaya çalışm ak; (3) kusursuz olm aya çabalam aktır. Süper-
ego, id ve egoya karşı çıkarak onları kendi istediği düzene yönelt
me eğilim indedir. Ego, içgüdüsel isteklere doyum sağlanmasını
48 PSİKANALİZ VE SONRASI
A n k siy ete
PS4
50 PSİKANALİZ VE SONRASI
(1) G erçeklik A nksiyelesi: "K orku " ile eşanlam taşır. Dış dünya
da tehlikeli bir durum un varlığının algılanm asından doğan ürkü
tücü bir duygudur. Yaşam için zorunlu bir objenin çevrede bu
lunmaması ya da yaşam ın sürdürülm esini tehlikeye sokan bir ob
jenin ya da durumun ortaya çıkm asından doğar. Freud, organiz
ma için tehlike yaratan durum ların algılanm ası sonucu yaşanan
korkunun doğuştan var olabileceğinden söz etm işse de, bazı ger
çeklik anksiyetelerinin öğrenm e süreçleri sonucu edînildiğini de
kabul etm iştir. Freud birçok korkunun oluşumunda kalıtım ve
yaşantının birlikte rol oynadığı görüşündeydi.
umudunu kolayca yitirm esine yol açar. Güçlükle bir karar vere-
bilse de, bu kararın sonuçlan, yapm ış olabileceği yanlışlar ve
bunların doğuracağı olum suz sonuçlar üzerinde aşırı bir kaygı
sürdürür. Bu insanların üzüntü konusu yaratm adaki hayal güçle
ri sınırsızdır. Bir üzüntü konusu ortadan kalktığı an yeni bir.şor
run bulunur ve sonunda çevredeki kişiler de sabırlarını yitirirler.
Üzüntüler gece yatağa girdikten sonra da bitmez. Günlük olayla
ra ilişkin kaygılara, geçm işte yapılm ış yanlışlar ve gelecekte orta
ya çıkabilecek güçlükler eklenir. Bu düşünceler sona erip de uy
kuya dalındığında, silahlı adam lar tarafından kovalanma, yüksek
yerlerden düşm e, düşm anlardan kaçarken bacakların yavaş hare
ket etmesi gibi anksiyete rüyaları görülür.
TEDAVİ
Tedavinin Amacı:
Klasik psikanaliz, bir hekim olan analistle, analizi yapılacak
olan "h asta"n m ilişkisidir. H ekim in görevi, hastasının çatışm ala
rını ve bu çatışm aların neden olduğu davranışlarını görebilm ek
ve bunların değiştirilm esine imkân sağlayacak ortam ı hazırla
maktır. Baskı m ekanizması sorunların gerisindeki nedenlerin gö-
rülebilmesini engellediğinden, hastanın kendisi bu değişikliği
gerçekleştirem ez. Yalnızca, kendisi için güçlük yaratan belirtile
rin farkındadır. Ama bu belirtilerin kökenindeki düşüncelerinin
bilincinde değildir. Bu nedenle, kendisine sıkıntı veren belirtiler
üzerinde düşünerek çözüm lem eye çalışsa da, bunları bilinçli bir
denetim altına alamaz. Bozulan davranışlarının gerisindeki dü
şünceleri görem em esinin nedeni, bu düşüncelere eşlik eden
olumsuz duygulardır. Dolayısıyla, tedavinin amacı, baskı m eka
nizm asının işletilm esine neden olan bu olum suz duyguları azalt
maktır. Bu sağlandığında, belirtilere neden olan düşünceler baskı
m ekanizm asından kurtularak kendiliğinden bilinç düzeyine ula
şırlar. Çatışmalar, istekler ve engellenm eler bilinç düzeyine çık
tıktan sonra, bunların m antıklı düşüncelerle ve bilinçli olarak se
çilen davranışlarla çözüm lenebilm esi kolaylaşır.
Duyguların ve davranışların bilinçli olarak denetlenebilm esi
ve yönlendirilebilm esi uyum lu bir insanın temel özelliğidir. An
cak, psikanaliz tedavisi kişiyi günlük yaşam ın çatışm alarından
kurtarmayı am açlam az. Bu zaten im kânsızdır. Çünkü bireyin
dürtüleriyle toplum un beklentileri arasındaki çatışm a çok sık
karşılaşılan durum lardır. Dolayısıyla, psikanalizin amacı da, bire
yin kendi dürtülerini bilinçlendirebilm esi ve gerçekliğin beklenti
lerini kabul edebilm esini sağlam akla sınırlanır. Bu verileri elde
ettiğinde kişi, gücünü ve m antığım da kullanarak, ulaşm ak iste
diği am açlara giden yolları seçebilecek duruma gelir.
Tedavinin amacı, baskı m ekanizm asının olum suz engellerini
kaldırmakla sınırlanm ayıp yeni davranış örüntülerinin seçilm esi
ni de içerdiğine göre, analist bu seçim i etkilem eli midir? Freud
bu soruyu yanıtlarken, hastam n yeniden eğitilm esine yardım cı
olunabileceğini kabul etm iş, ancak bu destek sağlam rken, "u laşıl
PSİKANALİTÎK KURAMLAR 57
Tedavinin İlkeleri:
Psikanalizin ilk günlerinde, acılı duygularla birlikte yaşanmış
ve bu nedenle bilinçdışm a itilm iş geçm iş olaylara ilişkin can sıkı
cı anılar, insanın psikolojik sorunlarının başlıca nedeni olarak
gösteriliyordu. Tedavinin am acı da, bu anıları ve onlara eşlik et
miş olan duyguları konuşm a yoluyla bilince çıkararak yeniden
yaşanmalarına im kân sağlam aktı. Duyguların eşlik etmediği çağ
rışımlar tedavi yönünden yararsız sayılıyordu. Gerekli ortamı
sağlamak için kullanılan teknik ise, hipnozdu. H ipnoz altında
hastalar, norm al koşullarda baskı altında tutulan anılarını bilinç
düzeyine çağrıştırarak yeniden canlandırabiliyorlardı.
Giderek, katarsis denilen bu yöntem in bazı önemli kısıtları
olduğu anlaşıldı. H ipnoz altında çağrışım , klinik belirtilerin or
tadan kalkm asına yardım cı olm akla birlikte, bu belirtilerin geri
sindeki nedenler varlıklarını sürdürdükleri için, ortadan kalkan
belirtilerin yerini bir süre sonra yenileri alıyordu. Daha sonrala
rı, bu boşluğu giderebilm ek am acıyla hipnoz altında telkin yön
temi uygulandı. Örneğin, "A rtık bu sorunlar seni rahatsız etm e
yecek" gibi sözlerle hastayı tedirgin eden düşünceler denetim al
58 PSİKANALİZ VE SONRASI
Tedavi Teknikleri:
Serbest Çağrışım: Psikanaliz tedavisinin temel taşıdır. Freud,
psikolojik tedaviyi ilk denediği günlerde, düşünce ve anıların b ir
(*) K lasik psikanalizde tedavi ed en kişi için analist terim i kullanılır. Freud sonra
sı gelişen bazı diğer ek ollerd e bu terim yerini terapist sözcüğü ne bırakm ıştır.
PSİKANALİTİK KURAMLAR 61
hastanm bulm asını bekler. Ancak, eğer hasta zaten bir sonuca
ulaşm ak üzere ise, analist, hastasına çözüm ün ne olduğunu açık
layabilir. Hastanın açıklamayı kabul etm esi ve üzerinde konuş
maya başlam ası, yorum un yerinde ve zam anında yapıldığının bir
göstergesidir. Böyle bir açıklamanın yapılm ası için en uygun za
man, hastanın o çatışmayı tedavi odasında yaşadığı andır ve an
cak o zam an söz konusu davranışta bir değişiklik olabilir. Fre-
ud'un da dediği gibi, ortalıkta görünm eyen bir düşm anla savaşı-
lamaz. H astanın direncini yaşadığı anda fark etm esi, böyle bir ol
gunun varlığına inanmasını sağlar.
PS5
66 PSİKANALİZ VE SONRASI
tanın tedaviye gelm esine yol açan asıl nedenlerden daha büyük
önem taşır ve hastanın çocukluk yıllarında yaşam ış olduğu anksi-
yete yeniden canlanarak ön plana geçer. Bu durum, hastanın ank-
siyetesinin çözüm lenebilm esini ve uyum suz davranışlarının dü-
zeltilebilm esini kolaylaştırıcı ortamı hazırlar. Analistin transfe-
rans nevrozunun dinam iğini kavrayabilm e oranı ve bu durumu
yönlendirm e biçimi, onun ustalık derecesini belirleyecek önemli
bir testtir. Gerçekten de yeterli bir psikanaliz eğitim inden geçmiş
ve geçm em iş analistler arasındaki fark da tedavinin bu dönemin
de belirgin bir biçim de ortaya çıkar.
H astanın yaşam ındaki olayların birbiri ardından çözümlen
mesi, çocukluk dönemine ilişkin çatışm alar tümden açıldığa ka
vuşana dek sürdürülür. Bu aşamada transferans nevrozunun gü
cü de azalm aya başlar. Aslında tedavinin son dönemi de bu nok
tada başlar. Tedavinin bitirilm esi oldukça yavaş b ir süreçtir ve
hastayla analistin son buluşm alarında bile tüm den sona ermez.
Ne var ki, hastanın başlıca sorunlarının bilinçdışı kaynaklan ye
terince açıklığa kavuşm uş olursa, tedaviden sonra ortaya çıkabi
lecek bunalım ları, artık başkalarının yardım ı olm aksızın da çö
zümleyebilir. Böyle durum lardan başarıyla çıkılabilm esinde baş
lıca belirleyici, hastanın öğrendiklerini içleştirebilm e kapasitesi
ve analistin gücü ve yansızlığıyla özdeşleşebilm e oranıdır.
Tedaviden ayrıldıktan bir süre sonra, hastanın bilinçdışı sü
reçlere yönelik ilgisi giderek azalır. Sağlıklı bastırm a mekanizm a
larına işlerlik kazandırılır. Giderek kendini daha az dinlemeye
başlar ve tedavide kazandıkları yerine yerleşerek, kişiliğinin de
ğişmez bir parçası durum una gelir.
Tedavinin Evreleri:
Psikanaliz süreci üç evrede incelenebilir:
Birinci Evre: Bu evre hastanın analistiyle bir bağlaşm a kurabil
mesini ve sürdürebilm esini içerir. Tedavi öylesi bir ortam dır ki,
en tutarlı ve olgun hasta bile yabancı bir insanla alışm adığı türde
bir ilişkiye geçm enin anksiyetesini yaşar. Bu başlangıç dönem in
de, analistle hasta arasındaki yabancılığın giderilmesi gerekir. Bir
başka deyişle, tedavi bağlaşm ası hastanın bir diğer insanla ilişki
kurabilmesi ve sonra da onunla özdeşleşebilmesi anlam ına gelir.
Bunun sağlanabilm esi için hastanın, gerek dış dünya gerçekleri
nin gerekse kendi kişiliğinin, kendisini bazen sınırlayabileceğim
kabul edebilecek bir kapasiteye sahip olması gerekir.
İkinci Evre: Bu evre hastanın analistine karşı transferans nevro
zu geliştirebilm esini içerir. Bu dönemde, hastanın çocukluk ank-
siyetelerine gerileyerek bu duyguları yeniden yaşayabilm esi ve
böylece yorum lam aya ortam hazırlanm asına katkıda bulunabil
PSİKANALfrtK KURAMLAR 69
Tedavinin Sonuçları:
Psikanaliz tedavisinden alm an sonuçları değerlendirm ek ol
dukça güçtür. Bunun başlıca nedenlerinden biri, psikanalizden
geçtiğini söyleyen hastaların önem li bir bölüm ünün, analitik ku
ram ve teknikler hakkında pek az bilgisi olduğu halde kendisini
analist olarak nitelendiren kişiler tarafından tedavi edilm iş olm a
larıdır. B ir diğer grup ise, psikanalizde kısa b ir süre bulunduktan
70 PSİKANALtZ VE SONRASI
TARTIŞMA
EGO PSİKOLOJİSİ
Ego S av u n m a M e k a n iz m a la r ı
Ağır bir zorlanma yaşam akta olan insan başlıca iki sorunla
karşılaşır: Yeni durum a uyum sağlam ak için gerekli çabayı gös
termek ve psikolojik dağılm aya karşı kendini korumak. Birinci
PSİKANALlTÎK KURAMLAR 73
dilmeye karşı aşırı duyarlık önem li bir rol oynar. Reddedilm ek
ten korkan insan, en açık ve sıcak bir kabul gösterildiğinde bile
reddedildiğini kanıtlayacak belirtiler arar, bulam azsa da yaratır.
Aşırı korunm uş ya da baskı altında yetişm iş bir diğeri ise, kendi
sine gösterilen yakınlığa, söm ürüleceği korkusuyla karşılık vere
mez.
Sevgiye duyulan nevrotik ihtiyaç doyurulm ası güç bir cinsel
açlığa dönüşebilir. Çünkü sevgi ve cinsellik arasında bağlantılar
vardır. Sevgi, cinsel duygulara öncülük edebilir; bir insan yalnız
ca sevgisinin farkında olduğu halde, bu duygusuna eşlik eden
cinsel duyguları da bulunabilir; cinsel istekler sevgiyi de birlikte
getirebilir ya da bu duyguya dönüşebilir. Bu tür geçişler iki duy
gu arasındaki yakınlığı ortaya koym akla birlikte, yine de birbirle-
riyle aynı anda görülebilen, birinden diğerine dönüşebilen ya da
bir diğerinin yerine geçebilen iki ayrı duygudan söz etm ek yerin
de olur.
Sevgi ihtiyacının cinsel yoldan anlatım bulm ası, kültürel et
menlere ya da kişinin duygusal yaşam ında doyum bulup bulma
masına bağlı olabilir. Kimi insan bir diğer insanla ilişkiye geçti
ğinde durum a derhal cinsel bir nitelik katma eğilim i gösterir, ki
minde ise cinsel etkinlik normal bir ölçü içinde kalır. Birinci
gruptaki erkekler ve kadınlar genellikle bir cinsel ilişkiden diğeri
ne koşan kişilerdir. Yakından incelendiklerinde, bu kişilerin ne
denli güvensiz ve korunm asız oldukları, bir insanla ilişki duru
munda değillerse ya da görünürde böyle bir olasılık yoksa nasıl
bocaladıkları kolayca gözlem lenebilir. Cinsel dürtüleri ketlenm iş
bazı kişiler ise çevrelerindeki insanlara ilgi duym asalar da sürekli
baştan çıkarıcı bir tutum içindedirler. Daha da ketlenm iş olan ba
zı kişilerde ise cinsel duygular karşı cinse yönelirse de gerçek cin
sel ilişki yerini m astürbasyona bırakır.
Bazı insanlarda cinsel ilişki, cinsel gerilim leri boşaltm aktan
öte bir anlam taşıyabilir ve diğer insanlarla tek ilişki ve yakınlık
aracı olabilir. Eğer bir insan başkalarıyla duygusal ilişkiler kur
mayı bir türlü başaram azsa, cinsel beraberlik insanlardan sevgi
alabilmenin ve onlara ulaşabilm enin tek yolu olur. Kim inde ise
anksiyete ve gerilim ler için bir boşalım yolu olarak kullanıldığın
dan, cinsel istekler sürekli pekiştirilir. Ne var ki, her toplum yapı
78 PSİKANALİZ VE SONRASI
Baskı (Repression)
İçgüdüsel dürtülerin insanın isteği dışında "bilinçd ışın d a" tu
tulması ve bilince çıkm alarının önlenm esine baskı (repression), uy
gun görülm eyen istek ve anıları bilinçten uzaklaştırm a m ekaniz
masına ise bastırma (sııpressioıı) denir. Baskıya alınan ruhsal içeri
ğin özelliği, hiçbir zaman bilinç düzeyine çıkm am ış olm ası ve ki
şinin böyle bir kopukluğun farkında bile olm am asıdır. Buna kar
şılık, bastırılan duygu, düşünce ve anılar önce bilinçli olarak ya
şanm ış ya da yaşandığı halde algılanm am ış süreçlerden oluşur.
Zihnin "bilinçaltı" bölgesinde tutulan bu süreçler, baskıya alınan
lardan farklı olarak, gerektiğinde yeniden bilinç düzeyine çağrış-
tırılabilirler.
Savunm a kavram ını ilk geliştiren araştırıcı olan Sigm und Fre-
ud, başlangıçta baskıyı tek ve temel savunm a m ekanizması ola
rak ele alm ışken sonraları onu, yansıtma ya da karşıt tepki oluş
turma gibi savunm a m ekanizm alanndan biri olarak tanım lam ış
tır. Anna Freud konuya babasınınkine benzer bir yaklaşım da bu
lunm uşsa da, baskıya özel bir önem tanım ıştır. Anna Freud'a gö
re, tüm diğer savunm a m ekanizm aları baskı m ekanizm asıyla bir
likte çalışır ve diğer savunm a yöntem leri gerçekte, baskının eksik
bıraktığı savunmayı tam am lam a çabasındadırlar.
Baskı, diğer m ekanizm alara oranla daha temel, daha kesin ve
daha ilkeldir; beklenm edik anda bir tehlikeyle karşılaşıldığında
yaşanan korkuya karşı geliştirilen akut savunm a ketlenmesiyle
özdeştir. Savaş alanında ketlem e tepkisi göstererek donakalan as
ker, aynı zam anda ürkütücü duygularını da baskı altında tutmuş
tur ve ancak uyutucu bir ilacın etkisi altında baskıyı kaldırıp
PSlKANALİTİK KURAMLAR 79
Yadsıma-Diişlenıe (Deuial-Phantasy)
Tüm ilkel savunm a mekanizmaları çevredeki tehlikelerin var
lığını yadsım a am acını güder. Eğer kişi tehlikeyle baş edem ez ya
da ondan kaçınam azsa, kullanılabilecek tek yol bu tehlikeyi yok
saymak olur. Örneğin küçük bir çocuk birden yabancı insanlarla
dolu b ir odaya getirildiğinde, onların yüzüne bakacak yürekliliği
bulana dek bir süre kapıya doğru bakar. Anna Freud iki tür yad
sımadan söz etm iştir: 1- Düş yoluyla yadsım a ve 2- söz ve davra
nışlarda yadsım a (1946).
Anna Freud, düş yoluyla yadsım aya, insanlardan çok ürken
bir çocuğun, herkesi korkutan ve yalnızca kendisiyle dost olan
bir aslanın varlığını düşlemesini örnek olarak gösterm iştir. Bu
düşün çocuk için büyük önemi vardı; durum a göre bu düşü iste
diği gibi yönlendirebiliyor ve aslanın varlığı ona, düşm an gördü
ğü dünyaya karşı sürekli bir güvenlik ve destek sağlam ış oluyor
du. Böylece bu im gesel hayvan, çocuğa korku ve anksiyete duy-
gulannın varlığını yadsım ada yardımcı olm aktaydı.
Freud'un da dediği gibi, yetişkin insanda gerçeklik sınam ası
nın gelişm iş olm ası, gerçeğin tüm üyle yadsınm asına imkân ver
mez (1926). Yine de yadsım a eğilim i insanda yaşam boyu sürer
ve anksiyete yaratıcı durum larda geçici olarak kullanılır. Birçok
insan katlanılması güç bir felaket ya da yenilgiyle karşılaştığında,
“Bu olanlar gerçekten benim başım a gelmiş olam az!" duygusunu
yaşar. Yadsıma m ekanizması en çok, can sıkıcı nitelikteki duygu-
iarın algılanm asına karşı kullanılır. Bir başağrısının başlam asın
dan az önce söylenen, "uzun süredir başımın ağrım am ış olması
iyi!" sözü gerçekte, "başağrısının yine gelmek üzere olduğu
80 PSİKANALİZ VE SONRASI
nun farkındayım, ama hiç olm azsa şim dilik bunu düşünm eyebili
rim !" anlamını taşıyabilir. İnsanları ne denli sevdiğinden sık sık
söz eden kişi, gerçekte düşmanca duygularını görm ezlikten gel
me çabası içinde olabilir.
Yetişkin yaşam daki yadsım a eğilimleri, egonun algılam a ve
bellek işlevlerini sürekli karşılarında bulurlar. Egonun ve dolayı
sıyla gerçeklik sınam asının giderek gelişmesi, yaşantıları ve belle
ği güçlendirir, yadsıma eğilimini zayıflatır. Eğer ego zayıf kalırsa
yadsıma eğilim i gücünü sürdürebilir, çocukluğun son dönem leri
nin oyunlarında ve düşlerinde nesnel dünya yadsınırsa da geliş
mekte olan egonun mantıklı bölüm ü, gerçekle yadsım ayı ayırabi
lir. Düş yoluyla yadsım a, normal yetişkin tarafından da arada bir
kullanılır. İnsan can sıkıcı gerçeği bilm ekle birlikte, bunu yadsıyı-
cı düşlerini sürdürür. Günlük yaşamın zorlanmalarından hoş bir
düş dünyasına geçici olarak kaçmak onu oldukça rahatlatır. Ama
yapay bir düş dünyası çaba gösterm eyi gerektiren gerçek yaşa
mın yerine geçerse, bu durum önemli uyum sorunları yaratabilir.
Nevrotik nitelikte bir egonun dış dünyayla ilişkide olan bölü
mü gerçekleri fark edebilirse de derindeki bölümü bunları yadsı
ma eğilimi gösterir. Dolayısıyla böyle insanlarda "düş yoluyla
yadsım a" görülür. K arşılaştıkları gerçekleri bilm elerine karşın,
bu gerçekler yokm uşçasına davranırlar. Yadsım a m ekanizması ile
bellek arasında sürekli bir savaş durumu vardır. Tatsız bir gerçek
bazı anlarda kabul edilir, bazı anlarda ise yadsınır ve bu durum,
olayın etkisi geçiştirilinceye ya da bastırılıncaya dek sürdürülür.
Düşlerde insan, hayal gücü aracılığıyla amaçlarına ulaşır ve
ihtiyaçlarını karşılar. Bu tür düşler iki biçim de görülür: Zafer ka
zanmış kahraman ve acı çeken kahraman. Birincisinde kişi kendi
sini, herkesin hayranlığını kazandıracak işler görmüş, ünlü, yete
nekli, güçlü ve saygıdeğer biri olarak düşler. Çoğu kez, düşm an
ca duygular da bu im ge aracılığıyla boşalım bulur; zafer kazanan
kahraman, yoluna çıkan herkesi cezalandırır ve ezer. Bu tür düş
ler kişi için güvenlik supabı görevini üstlendikleri gibi, ödünleyi-
ci bir doyum da sağlarlar.
Acı çeken kahram an ise karşılaşm ış olduğu engeller ve haksız
lıklardan ötürü yenik düştüğü inancı içinde, yetersizliğini gör
mekten kaçınır; güçlüklere karşı yaptığı savaşta gösterdiği yürek
PSİKANALtTÎK KURAMLAR 81
PS6
82 PSİKANALİZ VE SONRASI
Yansıtma (Projection)
Yansıtma m ekanizm ası kişiyi anksiyeteden iki biçim de koruya
bilir:
1) Kişi, kendi eksikliklerinin ve yenilgilerinin sorum luluğunu
ya da suçunu başkalarına yükler.
2) Suçluluk duygulan uyandıracak nitelikteki dürtülerini, dü
şüncelerini ve isteklerini diğer insanlara mal eder.
İnsanların günlük yaşamda kullandıkları birinci tür m ekaniz
madır. Sınavlarda başarısız bir öğrenci, öğretm enin hakça dav
ranmadığına inanır; bir m emur işindeki yetersizliğini yöneticisi
nin anlayışsızlığına yükleyebilir. Alınyazısı ve kötü talih insanla
rın sık kullandığı yansıtm a kavram larıdır. Cansız nesneler bile
suçlama konusu olabilirler. Oyuncak atının üzerinde sallanırken
düşen bir küçük çocuk dönüp atım tekm eleyebilir; top peşinde
koşarken dengesini yitirip düşen bir futbolcu geri dönüp yerde
bir tümsek olup olm adığını araştırabilir. Aşırı durum larda ise ki
şi, tüm güçlüklerinin diğer insanların hazırladığı kom plolar so
nucu oluştuğuna inanabilir.
ya da çalıştığı yerde kendi görüşü alınm adan bir işe girişilirse te
dirgin olur, çöküntüye girebilir ya da nedenini bilm ediği baş ağ
rıları çekebilir.
Böyle kişiler diğer insanların kendilerini her zam an haklı gör
mesini ister, önem siz bir konuda bile yanlışları gösterildiğinde
hırçınlaşırlar. H er şeyi herkesten daha iyi bilm eleri gerektiği
inancındadırlar, yanıtını bilem edikleri bir soru ile karşılaştıkla
rında biliyorm uşçasına davranırlar ya da bir yanıt uydururlar. Bu
insanlar hiçbir şeyi yitirm eyi göze alam az ve özellikle kendi de
netimlerini yitirm e kaygısını yaşarlar. Karşı cinsten birine duy
dukları ilgi sevgiye dönüşürse denetim i yitirm e paniğine kapılır
ve bu kişiye karşı itici davram şlarda bulunabilirler.
Nevrotik düzeyde güç kazanm a ihtiyacının diğer bir belirtisi
de, kendi bildiğini okuma isteğidir. Böyle biri, bekledikleri istedi
ği biçim de ve istediği anda yapılm azsa hırçınlaşır. Sabırsızlık
duygusu güç kazanm a ihtiyacının bu yönüyle yakından ilişkili
dir; kırm ızı trafik ışığını beklem ek bile kızgınlık yaratabilir. Bu
tür tutum lar karşı cinsle ilişkilerde de türlü sorunlara yol açar.
Nevrotik özellikte bir genç kız güçsüzlüğü küçüm sediğinden
güçsüz bulduğu bir erkeği sevem ez; sürekli kendi isteklerine
uyulmasını beklediğinden güçlü bir erkekle de baş edem ez. D ola
yısıyla bu kızın aradığı erkeğin, hem üstün güçlü biri, hem de her
türlü isteğe boyun eğen güçsüz biri olm ası gerekir.
Güç kazanm a ödünlem esinde gözlem lenen bir diğer tutum
da, başkalarının görüşlerine katılm am a eğilim idir. Böyle bir kişi,
doğruluğuna inansa da, bir diğer insanm görüşünü benim semeyi
ya da paylaşm ayı güçsüzlük sayar; gerektiğinde çevresindekilere
uyacağı yerde, çevresinin sürekli olarak kendisine uym asını bek
ler. Bu tutum sevgi ilişkilerinde de kendini gösterir. Kişi, sevgi ve
paylaşma duygularını, sevm ek istediği insana ve hatta kendi
duygularına tutsak olma biçim inde yorum layabilir; gerekli es
nekliği gösterem ediğinde de ilişkilerinde güçlüklerle karşılaşır.
Aynı etm en bazı kadınlarda görülen cinsel soğuklukta önemli bir
rol oynar ve bu kadınlar için orgazm a ulaşm a, kendisini tümden
karşı tarafın istem ine bırakm ış olma anlam ını taşır.
Toplum içinde silik ve önem siz olma kaygıları, çoğu kez say
gınlık kazanm a çabalarıyla ödünlenir. Böyle bir kişi, insanları et
90 PSİKANALİZ VE SONRASI
Bu tür ödünlem elerin insan yaşam ındaki önem i ilk kez Alfred
Adler tarafından ortaya konm uştur. Adler, güçsüzlüğe karşı ge
liştirilen ödünlem e m ekanizm alarını insan doğasının bir özelliği
olarak görm üş, nevrotik eğilim li insanda bu duygunun bir aşağı
lık kom pleksine dönüşerek abartılm ış ödünlem e m ekanizm aları
nın kullanılm asına neden olduğunu açıklam ıştır.
Freud da insanda bu tür çabaların varlığını fark etmiş, ancak
bunları aynı biçim de değerlendirm em iştir. Freud, saygınlık çaba
larını narsisistik eğilim lerin bir parçası, güç ve varlık kazanma
hırsına eşlik eden düşm anca duyguları ise ölüm içgüdüsünün bir
belirtisi olarak görm üştür. Ancak, Freud ve Adler, bu tür güdüle
rin kökenindeki anksiyeteyi ve kültürel etm enlerin bu davranışla
rın oluşum undaki önem li rolünü görem em işlerdir.
92 PSİKANALİZ VE SONRASI
Yüceltme (Sublimation)
Ödünleme, engellenen ve doyurulam ayan istek ve davranışla
rın yarattığı tedirginliği, onların yerine geçebilecek diğer istek ve
davranışlarda giderm e biçim inde işleyen bir m ekanizm adır. Yü
celtme m ekanizm asında ise, ilkel nitelikteki eğilim ve istekler do
ğal am açlarından çevrilerek, toplumca beğenilen etkinliklere dö
nüştürülürler. Bu nedenle, tüm başarılı savunma m ekanizm aları
"yüceltm e" başlığı altında toplanabilir. Gerçekte bu terim spesi
fik bir mekanizm ayı tanım lam az; edilginlikten etkinliğe geçmek,
olumsuz bir amacı yapıcı bir yöne çevirm ek gibi türlü başarılı sa
vunma yöntem leri bu başlık altında toplanabilirler (Freud, 1924).
Ortak olan yön, egonun, boşalım ı engellem eksizin ulaşılm ak iste
nen amacı değiştirm esidir. Yüceltilm iş dürtülere dolaylı yollar
dan da olsa boşalım sağlanır, oysa başarısız savunm a m ekaniz
malarında dürtülere çıkış yolu bulunam az. Buna karşılık yücelt
me m ekanizm asında özgün dürtü ortadan kalkar, çünkü kendisi
ne ait enerji başka bir amaçla kullanılır (Sterba, 1942).
Yüceltme m ekanizm asının oluşum aşam aları aşağıdaki biçim
de özetlenebilir: (1) Gerçek am acın ketlenm esi, (2) cinsel ya da
saldırgan niteliklerinin etkisiz duruma getirilmesi, (3) ego tarafın
dan enerjiye yeni bir biçim verilmesi. Bir ressam ın doğadaki süre
ci kâğıt üzerine aktararak bu süreci "öld ürm esi", yıkıcı eğilim le
rin yüceltilm esine örnek olarak gösterilir. Bazen özgün içgüdü
nün karşıtı olan bir etkinliğin, özgün içgüdünün yerini aldığı da
görülebilir. Ö zellikle uygarlaşm ış kişilerde görülen bazı tiksinti
tepkileri buna örnek olarak verilebilir. Toplum un onaylamadığı
bir istek ters yöne çevrilerek istek duyulan kişiye ya da duruma
karşı olumsuz bir tepki geliştirilir ve böylece, bir içgüdünün gücü
tam karşıtı bir yönde işleyebilir (Freud, 1910).
Yüceltme m ekanizm ası psişik enerjiyle sürekli beslenm ek zo
rundadır. Bundan ötürü, yüceltm e m ekanizması enerjinin engel
lenmediği, yani baskı mekanizm asının işlemediği durumlarda
kullanılabilir. Yüceltm ede ego özgün tepkilerin yolunu tümden
kapatmaz, yönünü saptıracak biçim de bir engel koyar. Böylece,
içgüdüsel enerji ve savunma enerjisi birleşerek boşalırlar.
Yüceltme m ekanizm asını, nevrotik düzeyde görülen ve örne
ğin, cinsel dürtüleri önce bastırıp sonra da yerine başka doyum
PSÎKANALtTİK KURAMLAR 93
Özdeşleşme (Identification)
Özdeşleşme, normal gelişim süreci içinde çocuk ya da ergenin,
benliğine örnek olarak, erkekse babasını, kızsa annesini ya da di
ğer kişileri seçip onlara benzem eye çalışm ası, yani taklit yoluyla
öğrenme süreçlerinin bir parçası olarak yaşanır. Y etişkin dönem
de özdeşleşm e, kişinin değerini koruma ve artırm a am acını gü
den bir savunm a m ekanizm ası olarak kullanılır.
Büyümekte olan çocuk giderek, insanların birbirlerini, aileleri
ne ve ait oldukları diğer toplum gruplarına göre de değerlendir
diğini fark eder. Ergenlik ve yetişkinlik dönem lerinde kişinin öz
deşleştiği insanların ve grupların sayısı artar, toplum un yanı sıra
° da kendisini özdeşleştiği gruplara göre değerlendirir. Yetişkin
b a n la r , işleriyle, evleriyle, özel ilgi konularıyla, çocuklarının ba
şarılarıyla ve siyasal öğretilerle özdeşleşirler. Bağlı olduğu gru-
bun gelişm esi ve başarısı gibi, yenilgileri ve sorunları da insanı,
94 PSİKANALİZ VE SONRASI
İçleştirme (Introjection)
İçleştirme m ekanizm ası, kişinin bir diğer insanın ya da bir
grubun bazı özelliklerini ve inançlarını kendi benliğine katarak
kişiliğinin parçası durum una getirmesidir. Bu mekanizm a birçok
yönden yansıtm a m ekanizm asının tam karşıtıdır: İlkinde dıştaki
olaylar içe alınır, İkincisinde ise iç yaşantılar dış dünyaya mal
edilirler.
İçleştirilen nesneler ve kavram lar kişi tarafından ya kullanılır
ya da yıkılıp yok edilir. Yaşam ının ilk aylarında çocuk, besin
maddelerini içine alm asının kendisine haz verdiğini fark eder
(oral dönem); birinci yıldan sonra sindirimi izleyen yıkıcı süreçle
rin de benzer duygular yarattığını gözlem ler (anal dönem); daha
sonraki yaşantılarında ise giderek, kendisine yarar sağlayan nes
neleri ya da kavram ları kullanm ak, tehlikeli gördüklerini ise yok
etm ek am acıyla içleştirm eyi öğrenir. Ö rneğin çocuk, süperego çe
kirdeğini ana-babasının değer yargılarını içleştirerek geliştirir;
önceleri ana-babasm dan sürekli b ir biçim de aldığı değerler gide
PSÎKANALİTİK KURAMLAR 95
rek, gelişm ekte olan kişiliğinin bir parçası durum una gelir ve bir
süre sonra bunların ana-baba tarafından pekiştirilm esine de ge
rek kalm az.
İçleştirm e ve özdeşleşm e m ekanizm alarının ortak yönleri ol
makla birlikte, ayrıldıkları önem li b ir nokta vardır. Ö zdeşleşm e
de kişi kendi ülkülerine uyan insanları ya da kavram ları benim
ser, içleştirilen değerler ise kişinin önceki inançlarına karşıt da
düşse kabul edilirler. Bir insanın düşüncelerine uygun düşen bir
siyasal öğretiyle özdeşleşm esi kendi seçim iyle olur. Ö te yandan
diktatörlükle sonuçlanan bir düzen değişikliği karşısında birey,
güvenliğini koruyabilm ek için, bu rejim in getirdiği yeni değerle
ri, önceki inançlarıyla uyuşm asa da içleştirebilir.
Savaş tutsaklığı gibi aşırı zorlanm a durum larında, insanların
yaşamlarını sürdürebilm ek için, önceki inançlarını terk ederek
tam karşıtı olan değerleri benim sedikleri gözlem lenm iştir. Bu ne
denle bazı yazarlar, içleştirm e m ekanizm asını "saldırgan kişi ya
da grupla özdeşleşm e" olarak yorum lam ışlardır. Bu görüşlere gö
re içleştirm e m ekanizm ası, "onları (onu) yenem iyorsan, sen de
onlara (ona) katıl!" biçiminde işler. 1974 yılında Amerika Birleşik
Devletleri'nde zengin bir iş adamının kızı olan Patricia Hearst,
toplumdışı bir protesto grubu olan Sym bionese tarafından fidye
amacıyla kaçırılm ış, ancak kaçırılan genç kız sonradan grubun il
kelerini benim seyerek onlarla birlikte eylem lere katılmıştı.
İçleştirme diğer savunm a m ekanizm aları gibi bilinçdışı düzey
de işlerse de, bilinçli olarak kullanıldığı durum lar da gözlem len
miştir. Örneğin bazı ilkel toplum insanları, öldürdükleri düşm an
larının bedenlerinden bir parça yem ekle, onların gücünü kendi
varlıklarına kattıklarına inanırlar.
İçleştirme terim i daha çok, bazı değer yargılarının benim sen
mesini tanım lam ak amacıyla kullanılır. Örneğin çocuk, ana-
babasınm değer yargılarını; yetişkin, içinde yaşadığı toplumun
siyasal öğretilerini ya da düşünce akım larını içleştirir. Bu meka-
nizmarun bir diğer türü olan içe alma (incorporation) m ekanizma
sında ise kişi, kendisini terk eden ya da ölüm nedeniyle yitirdiği
kişiyi ya da kişileri kendi ego yapısına mal eder.
Kıyasıya dövüşm ekte olan iki kişi çevredeki insanların araya
girmesiyle birbirlerinden ayrıldığında, bazen bunlardan birinin
96 PSİKANALİZ VE SONRASI
PS7
98 PSİKANALİZ VE SONRASI
Yapma-Bozma (Undoing)
Suç cezayla, ceza bağışlam ayla sonuçlamr. Çocuğun eğitimi
bu temel ilkeyle gerçekleştirilir. Ceza ebeveynin sevgisini yitir
meyi, bağışlanm a bu sevgiyi yeniden kazanmayı sim geler. Yetiş
mekte olan çocuk giderek, ana-babasımn onaylamadığı davranış
lardan ötürü, onlar çevrede olmasa da suçlanm ayı öğrenir ve ce
za yerine geçen bu duyguyu yaşam am ak için önlem ler alır, dav
ranışlarını ona göre düzenler. Böylece, süperegonun en güçlü si
lahı olan suçluluk, duyguları, gerektiğinde kişiyi egem enliğine al
mak üzere oluşurlar.
Ana-babanın ve daha sonraları toplumun içleştirilen değerleri
kişiye, uygunsuz davranışlarından ötürü kendini suçlam a, yargi'
PSİKANALfTtK KURAMLAR 101
Dönüşme (Conversion)
Dönüşme, anksiyete yaratabilecek bilinçdışı duyguların bilinç
düzeyine erişm esini engelleyebilm ek ya da zorlanm a yaratan
çevresel durum lardan kaçabilm ek am acıyla ve gerçek bir organik
nedeni olmayan bedensel hastalık belirtileri biçim inde ortaya çı
kan, nevrotik düzeyde bir savunm a mekanizmasıdır. Bu savun
ma mekanizm asının oluşturduğu belirtilere de "Konversiyon Bo
zukluğu" ya da "Konversiyon Tipi Histeri N evrozu" denir.
Somatizasyon (Somatization)
Hipokondri nevrozunda görülen bu savunma türünde saldır
gan dürtüler kişinin organlarına yöneltilir. Bu tür insanlarla psi
koterapi sürdürebilm ek oldukça zordur. Kabul edilm ez nitelikte
ki dürtüleri öylesi bir baskı altında tutulur ki, çoğu ancak beden
sel yakınm aları yoluyla iletişim kurabilir.
Egonun Uyum İş le v le r i
İn san ın S ek iz Ç ağı
Çalışmalarını H artm ann'm izinde sürdüren Erik Erikson
(1950), Freud'un psikanalitik gelişim kuramını çekirdek ailenin
sınırları dışındaki toplum sal dünyaya çıkarmıştır. Çocuğun geli
şimini erinlik sonrasında da inceleyerek psikanalitik gelişim ku
ramım zenginleştirm iş ve kişiliğin çocukluğun ilk dönemlerinde
belirlendiği görüşünü reddetm iştir. Erikson'a göre, "Eğer her şey
çocukluk dönem iyle açıklanırsa, o zaman her şey bir başkasının
kusuru olarak değerlendirilir ve insanın kendi sorumluluğunu
üstlenme gücüne duyulan güven de azım sanmış olur!"
Erikson yazılarında ego işlevlerinin önemini vurgular. Ona
göre, sağlıklı kişilik söz konusu olduğunda, dış dünyadan gelen
bilgileri bir düzene sokm a, algılanan durumları değerlendirme,
bilinç düzeyinde çağrıştırılacak anıları seçme, uyum sağlayıcı
davranışları yönetm e ve geleceğe yönelik tasarılar yapma görev
leri ego tarafından gerçekleştirilir. Bu işlevler egonun kendisini
iyi hissetm esini sağlar. însan, olm ak istediğini olabildiği ve yap
mak istediğini yapabildiği oranda kendisini iyi hisseder.
Erikson'un şemasında "istek ler" ve "olm ası gerekenler" iki
karşıt kutup oluşturur. Bir yandan aşırı ve yıkıcı istekler, diğer
yandan ana-babanm ve toplum un benliğe mal edilm iş kısıtlam a
PSİKANAÜTİK KURAMLAR 107
lar. Anüs kaslarını kendi istem ine göre denetleyebilm esi ise ikinci
yaştan başlayarak gerçekleşir. Bu aşam ada çocuk iki tür tutum
dan birini seçer: Tutm ak ya da bırakm ak.
Çocuğun bu tutum lardan hangisini benim seyeceği, toplumda
geçerli olan ödüllendirm e ve cezalandırm a yöntem lerine göre be
lirlenir. Tutma ve bırakm a olgusu başka anlam lar da taşır. Bebe
ğin, içinde tutma ve bedenin dışına bırakm a eylem leri ile "b en "
ve "yabancılar" kavram ları birbiriyle kaynaşır ve tutm a-bırakma
tutumlarının ikisi de durum a göre seçilerek kullanılır.
Tutm a-bırakm a çabalan dışkılam a işlevleriyle sınırlanmaz.
Eğer ana-baba gerekli ortam ı sağlar ve aşırı koruyucu tutumlar
dan kaçınırsa, çocuk kendini denetlem e konusunda kendi gücüne
dayanmayı öğrenm eye başlar. Sınırlı etkinlikler için de olsa, neyi
yapmayıp neyi yapacağının seçim ini kendisi yapar. Böylece, üç
yaşma ulaştığında özerkliğine karşı güven duym aya başlar. Sev
ginin kızgınlığa, işbirliğinin bencilliğe, kendini dile getirmenin
duygularını içinde tutm aya oranla daha ağır bastığını hisseder.
Davranışlarında bağım sızlık ve canlılık gözlenir. Özerklik, utanç
ve kararsızlığa egem en olur. Çocuk giderek yalnızca kendisini
değil, çevresini de denetleyebildiğini görm eye başlar.
Ancak, eğer dışkısı kötü karşılanır ve davranışları kısıtlanırsa,
ezikliğin kızgınlığım v e utancını yaşam aya başlar. U tanç duygu
su yerleştikten sonra artık yaptığı seçim lerin doğruluğu konu
sunda sürekli kuşkuya kapılır, haklarını savunam az.
müne gösterdiği ilgi benliğin oluşm asına yardım cı olur. Kim liği
ni arayış çabası içinde, kahram anlara, öğretilere, karşı cinsten ki
şilere tutulur. Kararsızlık ve şaşkınlık bu yaştaki gençlerin daya
nışma grupları oluşturm asına neden olur. Bu dönem de ergen, ço
cuklukta öğrenm iş olduğu kurallarla, yetişkinin geliştirm esi gere
ken değer yargıları arasında bocalar.
PS8
114 PSİKANALİZ VE SONRASI
SELF PSİKOLOJİSİ
Ayna tepkisini zaten alam ayan çocuğun, anneyi idealize etm e ih
tiyacı da karşılanam am ış olabilir ya da anne idealize edilebilecek
biri olm ayabilir. Böylesi bir geçmiş yaşantı, idealize etme ihtiyacı
nın tedavi ortamında terapiste yöneltilm esine neden olur.
Bu iki transferans türü, çocukluğun ilk dönem lerindeki yeter
siz ebeveyn desteği sonucu oluşan dağılm a eğilim ine karşı geliş
tirilmiş çabalardır. Kohut, yapısal modelin ve çatışma olgusunun,
ayna tepkisi ve idealize etm e gibi narsisistik ihtiyaçları açıklam a
da yeterli olmadığı görüşündedir. Üstelik klasik psikanaliz uygu
lamalarında, tedaviye gelen kişinin narsisistik eğilim lerinin üste
sinden gelerek diğer insanların ihtiyaçlarıyla ilgilenm esinin bek
leniyor olması zararlı sonuçlar bile verebilm ektedir. Kohut'a gö
re, ihtiyaç duyulan destek sağlandığında,narsisistik şişme gerçek
çi am açlara dönüşebilir ve idealize edilen terapist imgesi, geçm iş
te ihtiyaç duyulmuş olan idealler ve değerlerin karşılığı olarak iç
leştirilir. Üstelik self psikolojisinde tedavinin am acı benlik
bütünlüğünü koruyabilm eye yöneliktir ve tedavi edilen kişinin
insanları sevebilm e yeteneğini geliştirm esi kesin bir beklenti de
ğildir (1977).
Selfobject terimi, Kohut tarafından, kişinin mirroring ve idealize
etme ihtiyaçlarını yönelttiği ya da bu ihtiyaçları karşılayan insan
ların rolünü tanım lam ak am acıyla kullanılm ıştır. Benliğin gelişi
mi ve zenginleşmesi yönünden diğer insanlara, ayrı varlıklar ola
rak değil, benliğin bu ihtiyaçlarını karşılayacak ve besleyecek ob
jeler olarak bakılabilir. Güven verici ve destekleyici rolleriyle,
"selfobje" denilen bu kişiler insan olm aktan çok işlev olarak nite
lendirilebilirler.
Kohut, ölüm ünden sonra yayım lanan son kitabında (1984) sel-
fobjelere duyulan ihtiyacın öm ür boyu sürdüğünden ve diğer in
sanlardan gerçek anlam da ayrım laşm anın yalnızca bir mitos ol
duğundan söz eder. Kendim ize verdiğim iz değeri sürdürebilmek
için hepimiz diğer insanlardan onay ve anlayış bekleriz. Gelişip
olgunlaştıkça, arkaik selfobjeler giderek terk edilir ve daha uy
gun selfobjeler kullanılm aya başlanır.
Kohut Oedipus kom pleksine ego analistlerinden daha az
önem verir. Kohut'a göre Oedipus çatışması, gelişim in daha ön
ceki dönem lerinde yaşanan self-selfobje ilişkilerindeki aksaklıkla
PSİKANALİTİK KURAMLAR 121
rın artık ürünlerinden başka bir şey değildir. Eğer anne çocuğun
selfobje ihtiyaçlarını gereğince karşılam ışsa Oedipus kompleksi
de sorunlara neden olmadan aşılabilir. Self psikolojisine göre te
mel anksiyete "dağılm a anksiyetesi"dir. İnsanın, selfobje tepkile
rinden yoksun kalm ası sonucu dağılacağı ve psikolojik ölümüyle
yüzleşeceği korkusunu tanımlar. Self psikolojisine göre, uyuştu
rucu kullanım ı, cinsel davranış sapm aları, yem ek yem e nöbetleri
gibi birçok belirti davranışı, kastrasyon anksiyetesinden kaynak
lanan nevrotik çatışm aların ürünü olm ayıp, dağılma eğilim inde
olan benliğin iç uyumunu ve bütünlüğünü korum a ve sürdürme
amacıyla alınm ış acil önlem lerin anlatımıdır.
Bölüm: 2
A L F R E D A D L E R V E B İR E Y S E L P S İK O L O Jİ
(*) A dler yaşam ı boyunca say ılan 100'ü bu lan kitap ve m akale yazm ıştır. 1927'de
yayım lanan "Bireysel Psikolojinin U ygulanm ası ve K uram ı" adlı kitabı Ad-
ler'in kişilik kuram ını en iyi yansıtan örnektir.
ALFRED ADLER VE BİREYSEL PSİKOLOJİ 127
Her insan belirli biçim de işleyen bir fizik yapıyla dünyaya ge
lir. Ancak, insanlar fizyolojik donanım yönünden farklılıklar gös
terirler. Adler bu farklılıkları, zekâ gerilikleri dışında, fazla
önemli bulmaz. Ona göre, her insan kendisi için gerekli olan her
şeyi yapabilir, farklılıklara karşın önemli olan, bireyin kendi do
nanımıyla neler yapabildiğidir. A dler bu görüşlerini açıklarken,
bedensel eksiliği olan kişilerin durumunu sıklıkla vurgulam ış, or
gan eksikliği başlığı altında, doğuştan var olan çeşitli sakatlıklara
geliştirilen tepkileri incelem iştir.
Konjenital kalp hastalıkları, kısa boyluluk, ileri oran da görme
bozuklukları, fizyonom ik kusurlar, bazı hastalıklara yapısal eği
lim vb. durum lar çoğu kez kalıtsal kökenlidir ya da doğuştan
vardır. A dler'e göre önem li olan, böyle bir bedensel ku surun bi
yolojik niteliğinden çok, kişinin bu durumu nasıl karşıladığı ve
onun yaşam ını nasıl etkilediği hususudur. Organ eksikliğine kar
şı yapıcı tepki geliştirm iş kişiler arasında, kekem eliğini ödünlem e
çabası sonucu ünlü bir konuşm acı olan Dem osten, aksayan baca
ğına karşın spor tarihine olağanüstü başarılarla geçm iş olan ünlü
koşucu Nurmi sayılabilir. Buna karşılık, örneğin bazı kekem e ki
şiler, bu özürlerini, eksikliklerine karşı geliştirdikleri saygınlık
kazanma düşlerini sürdürebilm e am acıyla kullanırlar. Böyle bir
kişi, eğer kekem e olm asaydı ne denli üstün bir varlık olabileceği
ni düşler. Bu düş, özürünün yarattığı eksiklik duygularını ödün-
lemede ona yardım cı olur.
Freud ve izleyicileri kekem eliği, id'den gelen içgüdüsel dürtü
lerin ağız bölgesinde doyum aram ası sonucu oluşan ruhsal bir
davranış örüntüsü olarak açıklar. A dler için bu tür bir işlevsel ku
sur ancak, yukarıdaki örneklerde belirtildiği gibi, saygınlık ka
zanma çabasında ya da eksiklik duygularının ödünlem esinde bir
°dak noktası haline geldiği zam an önem kazanır. O d ak noktası
her zaman Dem osten örneğinde olduğu kadar bilinçli değildir.
Bilinçdışında okula gitm ekten korkan bir çocuk, sabahları kusabi
lir/ çünkü m idesi onun en zayıf organıdır. Freud'un izleyicileri
Böyle bir olguyu bir savunm a m ekanizm ası türü olarak yorum-
PS9
130 PSİKANALİZ VE SONRASI
Iar. Adler ise aynı olayı ruhsal bir gerilim durum unun zayıf bir
organda yansım ası olarak değerlendirir.
Adler ayrıca, "organların dilinden" söz eder. Örneğin, kusma
durumları, çocuğun çoğu kez farkında olm adığı ve kabul etm edi
ği korkunun bir anlatımıdır. Böyle bir çocuğun m ide sorununu
sürekli bir belirti durumuna getirm esi ya da getirm em esi, onun
yaşama karşı geliştirdiği genel tutumuna bağlıdır. Burada önemli
olan, çocuğun bedensel zayıflığından çok, duruma geliştirdiği
tepkidir.
Çocuk, güçlü yetişkinler arasında yaşayan çaresiz bir varlıktır.
İnsan doğa güçlerine, hatta bazı hayvan türlerine oranla da zayıf
bir varlıktır. Bundan ötürü, her insanın varoluşunda eksiklik
duygusu bulunur. İnsan, çocukluk dönem lerindeki durumu ve
sonraki yıllarda da evrenle olan ilişkisinden ötürü yaşam ına nor
mal bir çaresizlik içinde başlar. Yaşam ı boyunca, daha önce kendi
sine egemen olan insanlar ve doğal güçler üzerinde üstünlük kur
mak ve gücünü kanıtlam ak için çaba gösterir. Bir başka deyişle,
"kusursuz", bir varlık olm aya çalışır. Freud da yaşam ının ilk dö
nemlerinde çocuğun kendini çaresiz hissettiğinden söz eder. A n
cak, Adler'e göre bu durum, sonraki yaşam daki davranışların te
mel belirleyicisidir. Çocukluk dönem inin çaresizliği, insanda nor
mal olarak var olan eksiklik duygusunun ve bu duygunun sonucu
ortaya çıkan üstün ve kusursuz olma güdülerinin biyolojik köke
nidir.
Adler her insanın yaşam ına "yoğun eksiklik duygulaıı"yla
başladığı görüşünü savunur. Bu duygular evrenseldir, herkeste
vardır ve bundan ötürü "norm al" sayılm alıdır. Bu duygular de
ğişmez ve bireyin ölüm üne dek varlığını sürdürür.
Birçok insan böyle bir duygunun varlığını kabul etmek iste
mez. Çünkü, eksiklik toplumsal ölçütlere göre arzu edilm eyen bir
durumdur. Ne var ki, insan kendisiyle ilgili değerlendirm e yaptı
ğı durumlarda eksiklik duygularıyla yüzleşmek zorunda kalır-
Benzer değerlendirm eler ve bunun sonucu yaşanan duygular ço
cuk için de söz konusudur. Eksiklik, can sıkıcı bir duygu olmakla
birlikte, olumlu bir acıdır da. Boşalım arayan bir gerilim durumu
na benzer. Özetle, eksiklik duygusu (1) insanın kendisini yetersiz
ALFRED ADLER VE BİREYSEL PSİKOLOJİ 131
yük görürler. Tem elde bağım lı oldukları halde bir veliaht gibi
çevrelerine buyurma eğilim indedirler.
Sevilm eyen çocuk da hatalı bir eğitim görm üştür. Çevresinde
düşman kişiler görm eye alıştığı için, yetişkin yaşam a ulaştığında,
insanların kendisine daima karşı olacaklarına inam r ve haklarını
savaşarak alm ayı yeğler. Böyle bir insanla birlikte yaşam ak ya da
çalışm ak oldukça güçtür. Geçim sizliği ve düşmanca davranışları
kendi çıkarlarını yitirm esine ve am açlarına ulaşam am asına ne
den olur.
Sağlıklı koşullarda ana-baba, çocuğa sevgi verir, girişim yete
neğini ve kendine güvenini kazanabilm esi için onu destekler. Ço
cuğa ne çok az, ne de çok fazla yardım edilir. Böyle bir ana-
babanın sağladığı disiplin ve eğitim in etkileri olum ludur, çünkü
çocuğun istem ini engellem ez. Çocuğun aşırı davranışları anlayış
la karşılanır ve yum uşak bir yaklaşım la düzeltilir. Böyle bir or
tamda çocuk, yürekli ve topluma yönelik bir insan olarak yetişir,
yaşamını yapıcı çabalar üzerinde kurmayı öğrenir.
Adler, ailedeki diğer çocukların varlığına ve bunun çocuğun
gelişimi üzerindeki etkilerine dikkati çeken ilk kuram cıdır. Ona
göre, çocuğun diğer kadeşler arasındaki durum u, özellikle dün
yaya geliş sırası açısından, kendine özgü bazı sorunları da birlik
te getirir. Ancak, büyük, ortanca ve en küçük çocuğun bu sıralan
madan doğan olası sorunları, kesin beklentiler olarak yorum lan
mamalıdır:
Eh büyük çocuk, tacını yitirm iş kraldır (M unroe, 1955). Yaşamı
nın ilk yıllarında çevresinin ilgi m erkeziyken ve her türlü yardım
ve destek yalnızca kendisine sağlanırken, yeni gelen kardeş bu
durumun ansızın bozulm asına neden olur. Çeşitli nedenlerle,
çevrenin ilgisi yeni doğan bebeğe yönelir. Yaşından ötürü, ana-
baba kendisinden, diğer kardeşlerden beklenilenden daha fazlası
nı ister. Gücünden ve yeteneğinden ötürü, özellikle yaşamın ilk
dönemlerinde, kardeşlerinin doğal bir lideri olur. Ebeveynin eleş
tirileri en çok ona yöneltilir, kendisinden bazen kardeşlerinden
de sorumlu olm ası beklenir. Çocukluk yıllarının bu örüntüsü
sonradan bir yaşam biçim ine dönüşm e eğilim i gösterebilir. En
büyük çocuk yetişkin yaşam a ulaştığında, otoriteden ve sahip ol
duğu durum ları başkalarına kaptırm aktan ürkebilir.
136 PSİKANALİZ VE SONRASI
YAŞAM BİÇİMİ
ERKEKSİ PROTESTO
Erkeksi protesto, A dler'in geliştirm iş olduğu önemli kavram lar
dan biridir. Adler, doğuştan var olan eksiklik duyguları yönün-
ALFRED ADLER VE BİREYSEL PSİKOLOJİ 141
Algılama:
1) Algısal Seçicilik: Kendine özgü dünya görüşünden ötürü,
nevrotik kişi olayları diğer insanlar gibi değerlendirem ez. Görüş
lerine uym ayan olayları görm ezlikten gelir ya da olayların yalnız
kendi görüşlerine uyan bölüm lerini algılar.
2) Algısal Duyarlık: N evrotik kişi olaylar hakkında derhal yo-
Hnm yapar. Yeterince veri olm aksızın yaptığı bu yorum ların doğ-
ru olup olm adığı üzerinde düşünmez.
144 PSİKANALİZ VE SONRASI
Düşünce:
1) Nevrotik kişinin düşünceleri normal insanm kine oranla da
ha katı ve değişm ez niteliktedir. Çevresindeki her şeyi kategorik
bir biçimde değerlendirir. Onun için olaylar siyah ya da beyazdır.
2) Olayları yargılam ada yanlış ölçütler kullanır. Örneğin, bir
sınava girişi ölüm -kalım sorunu olarak değerlendirir. Fazla önem
taşım ayan olayları tehlikeli durum larmışçasına yaşar. Onun için
olağan bir konuda karar vermek, derin bir hendeği atlam akla eş
değer taşır. Bazen bu korku atılım dan vazgeçm esine de neden
olabilir.
3) Düşüncelerini aşırı soyutlama eğilim indedir. Bu nedenle,
bir olay karşısında kendi durum unu belirleyeceği yerde (duygu
sal bir davranışta bulunm ak gibi), durumu soyut kavram larla (iyi
ya da kötü gibi) yorum lam a yolunu seçer.
4) Düşünceleri, varsayım ları ve değer yargıları çoğunluğun
düşüncelerinden farklı, kendine özgü ve benmerkezci bir nitelik
taşır.
5) Değer yargıları ve am açları olağan insanınkinden daha yük
sek ölçütlere göre saptanm ıştır. Geliştirdiği ilkelere ve ülkülere
inatçı bir biçimde bağlam r, geçersizliği kendisine gösterilse de
bunları sürdürmekte direnir.
6) Eksiklik-üstünlük yönünden kendi durumunu diğer insan
larla karşılaştırırken yanılgıya düşer. Üstünlüğünü de eksikliğini
de abartarak değerlendirir.
7) Nevrotik kişi, kendi davranışlarını gerçeğe uym ayan bir bi
çim de tanımlar. İsteklerini saldırganca ortaya koym uş olduğu bir
durumdan söz ederken, kendisini yardım arayan ya da haksızlı
ğa uğramış biri olarak anlatır.
Duygu ve Heyecanlar:
Nevrotik kişi duygularını yoğun, heyecanlarını abartılm ış bir
biçim de yaşar. Eksiklik duygularının abartılmış bir biçim de ya
şanması ve bunu ödünlem ek için geliştirilen yöntem lerin yeter
sizliği, yeni ve değişik durum lar karşısında korkuya kapılmasına
neden olur. Yenilgiye uğrama ve karar verm e korkuları, m askesi
nin düşeceği ve eksikliğinin ortaya çıkacağı kaygıları, nevrotik ki
şinin sürekli yaşadığı duygulardır.
ALFRED ADLER VE BİREYSEL PSİKOLOJİ 145
İnsan İlişkileri:
1) N evrotik kişi benm erkezcidir ve ilişkilerinde bencildir. Di
ğer insanların istekleri ve ihtiyaçları onu ilgilendirm ez.
2) İlişkilerinde tutarsızdır. Bazen üstünlüğünü kanıtlam ak için
insanlarla yoğun bir ilişkiye geçer, kendini eksik ve yetersiz bul
duğu zam anlarda ise onlarla karşılaşm am aya çalışır.
3) İlişkilerinde aşırı bağımlıdır, ancak bunu üstü kapalı bir bi
çimde yaşar. Kendine ait sorunları başkalarının çözümlemesi için
çaba harcar, kendisine güç görünen durum lardan kaçınm ak için
türlü özürler yaratır.
Yukarıda izlenm iş olan liste, A dler'in "n evrotik tamalgı şema
sı" ya da "gelişm em iş toplumsal ilgi" gibi kavram larının içeriğini
oluşturur. Bu liste dikkatlice incelendiğinde, A dler'in normaldışı
davranışların tanılanm asmda etkinlik kavram ına verdiği önem
fark edilebilir. Adler'e göre norm al ve sağlıklı davranışların te
mel özelliği, insanın çevresinde karşılaştığı çeşitli durumlarla et
kin bir biçim de baş edebilmesidir. însan, yaşam ı boyunca sürekli
olarak sorunlarla karşılaşır. Bununla baş edebilm esi, belirli bir et
kinlik düzeyini sürdürebilm esine ve sorun çözüm ü yeteneğine
bağlıdır. N evrotik kişinin etkinlik düzeyi düşüktür. Abartılı
ödünleme çabaları insanın sorun çözm e yeteneğinin gelişmesini
engeller. Sorunlara çözüm bulmak düşünce öriintülerinde belirli
bir esnekliği gerektirir, oysa nevrotik kişinin düşünce sistemi katı
ve değişm ez niteliktedir. Bu nedenle, belirli tipteki olaylardan
özellikle korkar ve onlarla gerçekten baş edem ez. Bu durumlarla
her karşılaştığında tekrar yenilgiye uğrar.
N evrotik kişi, sürekli, üstünlük m askesinin düşeceği ve yeter
sizliğini ortaya çıkaracak durumlarla karşılaşacağı korkusu için
dedir. Böyle bir durumla gerçekten karşılaştığında yaşadığı ek
siklik duygusu öylesi yoğun ve acıdır ki, kendi gözündeki üstün
lük im gesini koruyabilm ek için tüm psikolojik güçlerini kullana
rak bazı yöntem leri harekete geçirir. Bu yöntem ler için Adler,
nevrotik koruyucular terimini kullanır.
insanlar çeşitli nevrotik tepkiler geliştirirler ve bunlar arasın
da kişiliğe özellikle egem en olan tepki biçim i nevrozun türünü
belirler. Tüm nevrotiklerde ortak olan bazı norm aldışı davranış
PSlO
146 PSİKANALİZ VE SONRASI
I — Saldırganlık:
1) Küçük Düşürme: Kişinin üstünlük çabaları diğer insanları
yoksun bırakmaya yöneliktir.
2) İdealleştirme: Bu tepki biçim inde kişi, ulaşılmaz idealler ge
liştirerek, çevresindeki insanları bu niteliklere ulaşam adıkları için
küçümser. Olduğu biçim iyle dünyayı (aslında gerçekliği) eleşti
rir.
3) Çevreye Aşırı İlgi Gösterme: Diğer insanların sorunları ve
çıkarlarıyla candan ilgili görünm e biçiminde geliştirilen bir tep
kidir. Bu tepki biçim inde kişi, diğer insanlar kendi sorunlarını
çözümleyemezmişçesine davranır, çevresindekilere öğütler ve
rir.
4) Suçlama: Bu davranış türünde kişi, çevresindekileri, özellik
le aile üyelerini suçlar: "E ğer babam böyle olmasaydı ben harika
bir insan olurdum !"
5) Kendini Suçlama: Bu tepki biçim inde kişi, kendini suçlamayı
bir diğer insanı küçük düşürm ek için kullanır. Örneğin, m atema
tik derslerindeki yetersizliğini açıklarken, üstü kapalı ve dolaylı
olarak öğretmenini eleştirir.
II — Uzak Durma:
1) Geri Çekilme: Sorun yaratan durumlardan kaçınma biçim in
de görülen bir tepkidir (sokağa çıkma fobisi, intihar).
ALFRED ADLER VE BİREYSEL PSİKOLOJİ 147
TEDAVİ
1) İnanç:
Hasta, tedaviye tüm umudunu yitirm iş olarak gelebildiği gibi,
tedaviden her şeyi, hatta bir mucize bekleyerek gelebilir. İnsanla
rın genellikle olm asını bekledikleri olaylar doğrultusunda hare
ket ettikleri gerçeğini göz önünde bulundurarak, terapist, hastası
nın umudunu sürekli olarak desteklem e durum unda olmalıdır.
Hasta, yaşam savaşından yılm ış bir durum da tedaviye geldi
ğinden, terapistin temel görevlerinden biri, onu desteklem ek ve
isteklendirmektir. Hastasına olan inancını belirtm esi, onu kötüle
memesi ve ondan aşırı şeyler beklem ekten kaçınm ası, hastada
umudun gelişm esini sağlar. Terapisti tarafından anlaşılabildiğini
152 PSİKANALİZ VE SONRASI
2) İçtenlik:
Hasta, terapist tarafından benim sendiğini ve onun kendisiyle
içten ilgilendiğini hissetm elidir. Ne var ki, terapist bunu sağlar
ken hastasını çocuk yerine koymamalı, aşırı koruyucu davranış
larda bulunm am alı, duygusal ilişkiden kaçınmalı ve yeterince il
gi görm ediğinden yakınan hastalarının tutsağı olmamalıdır.
3) İşbirliği:
Adler ekolüne göre psikoterapi, işbirliği ve dayanışm anın öğ
renildiği bir süreçtir. Tedavinin amacı, hastayı nevrotik belirtiler
den arındırm akla sınırlam az, toplumsal ilgisinin gelişimini de
kapsar. Bu nedenle tedavi, hastanın o güne kadar kullanm ış ol
duğu değer yargılarının değiştirilm esini de öngörür (Dreikurs,
1956). Dolayısıyla hastanın, yaşam sorunlarına karşı geliştirdiği
davranış örüntülerini yeniden öğrenm esi gerekir. Bu öğrenm e sü
reci, terapistle hasta arasında giderek gelişen işbirliği ortamının
doğal bir sonucu olarak gerçekleştirilir. Biliş alanındaki "tem el
yanılgıları"m görm eye başlayan hasta, eski yöntemlerini sürdür
mek ya da yeni yolları deneme konusunda özgürdür. Kişisel çı
karları ile topluma dönük am açlar arasında seçimini yapabilir
(Ansbacher ve Ansbacher, 1956).
4) İlişki:
İyi bir tedavi ilişkisi eşit düzeydeki iki kişi arasm daki dostluk
la oluşur. A dlerci terapist ve hastası, yüz yüze ve eşit yükseklik
teki koltuklarda otururlar. Birçok Adlerci terapist, hastayla arala
rında psikolojik bir uzaklık yarattığı gerekçesiyle çalışm a masası
kullanmaz (Mosak ve Dreikurs, 1973). İlişki, diğer tıp dallarında
ki hasta-doktor ilişkisine benzem ez ve terapist, her şeyi bilir gö
ALFRED ADLER VE BİREYSEL PSİKOLOJİ 153
5) Analiz:
Hastanın psikodinam iğinin incelenmesi iki bölüm de gerçek
leştirilir. Terapist önce hastasının yaşam biçimini anlam aya çalı
şır, sonra bu yaşam biçiminin hastanın günlük davranışlarını na
sıl etkilediğini araştırır. Hastanın yaşam biçim i çocukluk günleri
nin aksak yaşantılarından kaynaklanm ış olduğu için, sonraki ya
şamında sağlıklı bir uyum yapabilm esini engelleyici nitelikleri ol
ması doğaldır. Ancak, geliştirm iş olduğu yanlış değerler hastaya
gösterilirken, bundan ötürü onu sorumlu tutan ve eleştiren tu
tumlardan dikkatle kaçınm ak gerekir.
Analitik soruşturma, hastayla terapistin ilk karşılaşm alarında
başlar. Hastanın odaya girişi, oturuşu ve bakışları terapiste bir
çok ipucu verebilir. Konuşma başladıktan sonra terapist, hastanın
"senaryoları" çevresinde nasıl bir iletişim kurduğunu anlamaya
çalışır. Tedavi ilerledikçe terapist, iyi bir dedektif gibi, aldığı her
bilgiyi ve gözlemlediği her durumu değerlendirm eye başlar. Has
tayı anlayabilme süreci içinde yakaladığı ipuçlarını izler, onları
bir örüntü içine yerleştirm eye çalışır, varsayım lar geliştirir ya da
bazı varsayım larının geçersizliğini görerek onlardan vazgeçer-
ALFRED ADLER VE BİREYSEL PSİKOLOJİ 155
7) Rüyalar:
Freud, rüyaları kişinin geçm işteki sorunlarına çözüm arama
çabası olarak yorum lam ıştır. Buna karşılık Adler, rüyaları gelece
ğe yönelik bir sorun çözm e etkinliği olarak değerlendirir (Mosak
ve Dreikurs, 1973). Adlercilere göre rüya, gelecekte girişilm esi ta
sarlanan eylem lerin bir provasıdır. Örneğin, eğer bir girişim im izi
ertelem ek istiyorsak, ona ilişkin görmüş olduğumuz rüyayı ertesi
sabah hatırlam ayız. Belirli b ir eylem den vazgeçme eğilim indey
sek konuya ilişkin korkulu bir rüya görerek kendim izi ürkütü
rüz. Rüyalar bu yönden "D eja-vu " (*) olgusuna benzetilebilir. Ta
sarladığım ız bir yaşantıyı düşlem lerim izde önceden canlandır
mak, o durum u gerçekten yaşadığım ızda duyacağım ız gerilimi
azaltır. Bu nedenle Adler rüyaları, "duygu fabrikası" olarak nite
lemiştir.
Tedavide rüyaların çözüm lenm esiyle yetinilm eyip am açlan
da araştırılır. Rüyalar, sorunlarm yüzeye çıkm ası ve hastanın
hangi doğrultuda hareket ettiğinin belirlenm esi bakım ından te
daviye yön verici bir değer taşır (Adler, 1964-b).
8) İçgörü:
Adlerci terapistler, duygusal içgörü biçim inde bir ikiliği kabul
etmezler. Diğer ekollerin çoğu tarafından benim senm em iş olan
ve davranışlarda beklenen değişikliğin oluşabilm esi için önce iç
görü kazanılması gerektiği biçim indeki yaklaşımın tedaviyi uzat
tığına inanırlar. Tedavi odasındaki tartışm alar sonucu kazanılan
içgörü, bazı hastaların değişikliği ertelem ek için daha çok "hasta
lanm alarına" ve kendi varoluşlarını hissettirm eyi öğrenecekleri
yerde, dış dünyaya kapanarak yalnız kendileriyle ilgilenm elerine
(*) İlk defa karşılaşılan b ir durum u daha önce yaşam ışçasına algılam ak.
ALFRED ADLER VE BİREYSEL PSİKOLOJİ 157
Adler, hastasını gerçek bir "h asta"d an çok, yüreksiz bir kişi
olarak ele aldığı için, onun umut düzeyini yüksek tutmaya ve
kendisine olan inancını güçlendirm eye büyük önem verir. Böyle-
ce hasta, "yürüm eye çabalarken düşerse" dünyanın sonunun gel
meyeceğini tedavi süresince öğrenir.
Terapist, hastanın dünyaya bakış açısının değişm esine neden
olur ve yaşam a daha iyi anlam verebilm esine katkıda bulunur.
Ancak, hastasıyla mantık tartışm asına girerek ona m antıksızlığını
kanıtlamaya çalışm aktan kaçınm alıdır. Çoğu zaman kendine öz
gü "psikolojik" bir m antık kullanan hasta, bu tür yaklaşım ları ko
laylıkla etkisiz kılar. Adlerci terapistler psikodram ayı ve özellikle
"boş iskemleye konuşm a" tekniğini sıklıkla kullanırlar.
çesine davranm asını" önerir. Hasta çoğu kez bu öneriye karşı çı
karak, kendisi değişm edikçe göstereceği davranışların gerçekten
kendisine ait olam ayacağı görüşünü savunur. Terapist ise ona,
yeni bir davranış biçim ini denem enin rol yapm aktan farklı bir
durum olduğunu anlatm aya çalışır. Bazen insan şık ve pahalı bir
giysi içinde kendisini farklı hissedebilir ve farklı davranabilir, do
layısıyla farklı bir insan olur.
Tedavi süresinde hasta içgörü kazandıkça yanlış davranışları
nı da görmeye başlar. Bazen olayı yaşadıktan sonra, bazen ise
olayı yaşam aktayken eski davranış örtintülerini yinelediğinin far
kına varır. Ancak, giderek geç kalm am ayı öğrenir ve yanlış bir
davranışa geçm ek üzere olduğunu önceden fark ederek yanlışla
rını tekrarlam am aya çalışır. Bireysel psikolojide bu tekniğe, "ken
dini yakalam a" denir. Ancak hasta, kendisini böyle bir durumda
yakaladığında suçlanm am ak ve kendisine gülebilm elidir (Drei-
kurs, 1961).
Tedavide kimi hasta, olum suz duyguların tutsağı olduğundan
ve bu duyguları zihninden uzaklaştırm anın elinde olmadığından
yakınır. Böyle bir durumda terapist, hastaya geçm işten hoş bir
anısını zihninde canlandırm asını ve bu anıya ilişkin duygularını
tanımlamasını ister. Sonra hastadan, kendisini üzmüş, küçük dü
şürmüş ya da kızdırm ış olan geçm iş bir yaşantısını çağrıştırması
ve bu olaya ilişkin duygularını değerlendirm esi istenir. Bundan
sonra hasta birinci anıyı yeniden canlandırır. Bu tekniğe, "otom a
tik düğm e" denir ve am acı, hastaya dilediği duyguyu ve düşün
ceyi oluşturm anın kendi isteminde olduğunu, duygularının tut
sağı değil, yaratıcısı olduğunu gösterm ektedir. İnsan kendisini
çöküntüde hissediyorsa, çöküntüde olmayı kendisi seçmiş de
mektir. O tom atik düğme tekniğinde amaç, hastaya kendi varlığı
na egemen olma gücünün kanıtlanm asıdır (M osak ve Dreikurs,
1973).
Tedavi ilerledikçe hasta, kendi gerçek varlığını hissetmeye ve
yaşamına daha etkin bir biçim de katılmaya başlar. Tedavinin son
dönemlerinde, "B ak işte buna aklım yattı", "Şim di ne yapmam
gerektiğini biliyorum ", "Sandığım dan daha kolaym ış" gibi tepki
ler sıklıkla gözlem lenir (Mosak ve Dreikurs, 1973). Kendini tanı
mış olmanın oluşturduğu güven ve iyim serlik duygusu, yaşam
160 PSİKANALİZ VE SONRASI
Freud Adler
1. Nesnel 1. Öznel
2. Fizyolojik altyapılı bir ku 2. Sosyal bir psikoloji kuramı
ram
3. N edenselliğe önem tanır. 3. Erekbilim e önem tanır.
4. İndirgeyici. Kişilik, bilinç- 4. Bütüncü. Kişilik parçalara
bilinçdışı, eros-tanatos, id- bölünem ez. Kişiliğin bel
ego-süperego gibi birbirine lek, duygular ve davranış
karşıt çalışan bölüm lere ay lar gibi çeşitli yönleri bire
rılm ıştır. yin tümü için çalışır.
5. İnsan kendi kişilik yapısı 5. İnsan ancak diğer bireyler
içinde incelenir. le kurduğu ilişkiler ve top
lum sal çevresiyle etkileşimi
içinde değerlendirilebilir.
6. Psikoterapinin amacı, ruh 6. Bireyin am acı, kişiliğine ye
sal yapının çeşitli bölümleri ni boyutlar katarak kendini
arasında bir uyum sağla gerçekleştirm eye ulaşabil
maktır. m ek ve toplumsal ilgisini
geliştirm ektir.
7. Asal olarak insan "kötü" 7. İnsan, "iy i" ya da "kötü"
bir varlıktır. U ygarlık onu değildir. Yaratıcı ve seçici
ehlileştirm eye çalışırsa da bir varlık olduğu için, ya
birey bunun karşılığını ol şam biçim ine ve o anda
dukça pahalıya öder. Teda içinde bulunduğu koşulla
vide içgüdüsel istekler saf- rın etkisina göre "iy i" ya
dışı edilm ez, ancak yücelti- da "k ö tü " olma durumla
lebilir. rından birini seçebilir.
8. İnsan içgüdüsel yaşam ının 8. Seçim yapabilen bir varlık
ve uygarlığının tutsağıdır. olarak insan, içinde yaşadı
ğı çevreye istediği biçimi
verebilir. Yaşamı boyunca
karşılaşacağı olayları seç
m ek her zam an kendi elin
de olm asa da, bu olayların
oluşturduğu uyaranlara
karşı geliştireceği tepkileri
PSn
162 PSİKANALİZ VE SONRASI
TARTIŞMA
Bireysel psikoloji, fenom enolojik tedavi yaklaşım ının ilkörne-
ğidir ve bu yönden günüm üzde de önem ini korum aktadır. Bir
çok diğer psikoterapi ekolü de insanın, yaşadığı olayları görebil
mesi, üzerinde düşünebilm esi ve hissedebilm esi ilkesinden hare
ket eder. Ancak, Adler bu konuda aşırı bir genellem eye giderek,
yalnızca "ö zn el" olaylara önem tanım ış, nesnel olarak gözlem le-
nebilen olguları incelem e dışı bırakm ıştır. O ysa, davranışların tü
mü insanın olayları nasıl gördüğüne göre değerlendirilem ez; bazı
davranışların oluşum u, doğrudan çevresel uyaranlar tarafından
belirlenir.
A dler'in en önem li katkılarından biri, insan davranışında bü
yük önem taşıyan b ir olguya, am aca yönelik davranışlara dikkati
çekmiş olm asıdır. Tüm davranışların çevresel olayların ya da iç
sel gerilim lerin ürünü olduğu biçim indeki görüşlere karşı çıkan
Adler, insam n gelecek olaylara (am açlara) yönelik düşünceleri
üzerinde durm uştur (Ford ve U rban, 1967). Fenom enolojik açı
dan bakıldığında, insanın gelecekte yapm ayı tasarladığı davra
nışların olası sonuçları üzerinde düşündüğü ve davranışlarının
seçimini bu beklentilere göre yaptığı açıkça görülebilir.
A dler'in geliştirdiği bir diğer önem li kavram olan yetersizlik
duyguları ve üstünlük çabalarının, uç örnekleri yansıtan aşın bir
genelleme olduğu düşünülebilir. Çünkü, birçok insan bu tür duy
guları yaşam aksızın günlük yaşam larım sürdürebilm ektedir.
Yeterince açıklanmamış bir diğer kavram da, toplumsal ilgi
dir. Toplumsal ilgi, insan ilişkilerindeki düşünce, duygu ve ey
lemlerin tümünü mü içermektedir? Eğer bunlardan yalnızca biri.
164 PSİKANALİZ VE SONRASI
kolojiye ilgisi daha çok arttı ve her pazar akşamı bir akrabasının
evindeki ruh çağırm a seanslarına katılm aya başladı.
Bu esrarlı olaylar, sonradan psikiyatriye duyduğu ilginin baş
langıç noktası olm uştur denilebilir. Çünkü, o yazın sonunda oku
la dönen Jung, Kraft-Ebing'in psikiyatri kitabını okurken yıldı
rımla vurulm uş gibi oldu. Gelecekte seçeceği alan psikiyatri ol
malıydı. Bazı araştırm alardan sonra, yirmi dört yaşm a geldiğinde
artık kesin kararını vermişti.
Okuldaki profesörleri, Jung'un bu kararını hoş karşılam adılar.
Gelecekte kendisinden çok şey bekledikleri böylesi parlak bir öğ
rencinin psikiyatri gibi saçm a bir dalı seçm esine şaşm ışlardı. O
günlerde psikiyatri tıp alanı içinde ciddiye alınm ıyor ve psikiyat-
ristlerin de tedavi ettikleri kişiler kadar acayip insanlar oldukları
na inanılıyordu. Ancak Jung, kararında direnm eyi başardı.
Jung ilk görevine 10 A ralık 1900'de Z ürih'teki Burghölzli H as
tan esin d e başladı. Burghölzli, A vrupa'nın en ünlü ruh hastalık
ları merkeziydi ve başında şizofreni kavram ını geliştirm iş olan
ünlü hekim Eugen Bleuler bulunuyordu. Jung, daha ilk günden,
böylesi usta bir hekim le çalışm anın kendisi için büyük bir şans
olduğunu fark etmişti. Ayrıca, bunaltıcı bulduğu Basel'den sonra
Zürih'te yaşam aktan da çok hoşlanm ıştı ve yaşamı boyunca ora
dan ayrılmadı.
Psikiyatride uzm anlık eğitim ine başladığı günlerde yoğun bir
biçim de okudu ve hastaları gözlemledi. "R uh hastalarının iç dün
yasında gerçekten neler olup biter?" sorusu düşüncelerine ege
mendi. Jung, Bleuler'in yanı sıra, 1902'de bir süre için gittiği Pa
ris'te büyük Fransız psikiyatristi Pierre Janet ile de tanıştı. Ancak,
Jung'un düşüncelerini en çok etkileyen kişi Sigm und Freud ol
muştur.
1903'te Emma Rauschenbach'la evlendi. 1955'te ölen eşi, yaşa
mı boyunca çalışm alarında Jun g'a yardım cı olmuştur.
Jung, 1905 yılında Zürih Ü niversitesi'nde ders verm eye ve Psi
kiyatri Kliniği'nde uzm an hekim olarak çalışmaya başladı. Bir
yandan da m uayenehane açan Jung'un özel hastalarının sayısı kı
sa bir süre içinde o kadar arttı ki, sonunda Psikiyatri Klini-
ği'ndeki görevinden ayrıldı. Ancak üniversitedeki derslerini
1913'e dek sürdürdü.
CARL GUSTAV JUNG VE ANALİTİK PSİKOLOJİ 16 9
hili (*) dilini öğrenen Jung, bu kez Afrika içlerine giderek yerliler
le sözlü iletişim de kurabildi ve sonradan New Mexico, H indis
tan ve Seylan'a yaptığı gezilerden de edindiği izlenim lerin ürünü
olarak, ortak (ırksal) bilinçdışı kavramını geliştirdi. Daha sonra
falcılığa yönelik bir Çin ekolü olan 1 Ching'le de ilgilenen Jung,
1944'te ünlü yapıtlarından biri olan "Psikoloji ve Sihir"i yayımladı.
Bilimin genellikle kuşku ile karşıladığı, sihir, yıldız falı, tele
pati, ruh çağırma, geleceği görme, yoga, falcılık, uçan daireler,
dinsel simgeler ve düşler gibi konulara eğilm iş olm ası eleştiriye
uğramasına neden olm uştur. Ne var ki, Jung bu konuları inanan
bir kişi olarak değil, bilim sel yönden ele almıştır.
1955'te eşi ölünce, Jung, günlerini, hizmetçisi, bahçıvanı ve
ölünceye dek çalışm alarına yardımcı olan sadık sekreteri Aniela
Jaffe ile birlikte geçirdi. Kızları da nöbetleşe gelip onunla birlikte
kalıyor ve Jung'u yalnız bırakm ıyorlardı.
Jung, yaşam ı boyunca birçok ödüller ve H arvard, Oxford gibi
üniversitelerin onur üyeliklerini almıştı. Başkalarına karşı, zaman
yönünden oldukça cöm ert olan Jung, televizyona çıkar, konfe
ranslar verir, halk için yazılar yazar, kendisine gönderilen mek
tupları yanıtlar ve dünyanın her bir yanından onunla tanışmak
için gelen insanları kabul ederdi. Ünlü kişilerle de, lise öğrencile
riyle de aynı biçim de konuşan Jung, dem okratik ve alçakgönüllü
bir insandı.
Jung, 6 Haziran 1961'de öldü ve psikiyatri alanına etkisi, ölü
münden sonra giderek artan bir biçim de sürdü. Jung'un kurucu
su olduğu Analitik Psikoloji'nin m erkezi 1948'de Z ürih'te kurul
muş olan C. G. Jung Enstitüsü'dür. Ayrıca, bir U luslararası Anali
tik Psikoloji Derneği ve birçok ülkede yerel dernekler ve örgütler
bulunmaktadır.
Jung, geliştirdiği kavram ların sistem atik bir formülasyonunu
yapmaktan kaçınm ış, geçm iş deneyim lerini kalıplaştırm ak yerine
yeni gözlemlere yönelm eyi yeğlem iştir. Sürekli olarak gerçek ol
guları tanımaya ve anlam aya çalışm ış olan Jung için kavramlar,
geçici bir tanım lam adan öte bir anlam taşım amıştı. O na göre kav
KİŞİLİK YAPISI
Psişe
B ilin ç
Ego
Ego, bilinçli zihnin örgütüdür; bilinç düzeyindeki algılardan,
anılardan, düşünce ve duygulardan oluşur. Ego, psişenin tümü
içinde oldukça küçük bir alan kaplam akla birlikte, önemli görev
ler üstlenm iştir. Ego, bir düşünceyi, bir anıyı ya da bir duyguyu
seçm edikçe kişi bunların varlığından haberdar olamaz. Son dere
cede seçici olan ego, bir damıtma aygıtına benzer. Kendisine ula
şan ruhsal olayların pek azı bilinç düzeyine çıkabilir. Bu nedenle
günlük yaşantılarım ızın birçoğunun farkında olm ayız. Egonun
bu görevi olm asaydı, insanın katlanam ayacağı sayıda duygu, dü
şünce, algı ve anı bilinç düzeyini doldurm uş olurdu.
Ego, kişiliğin kim liğini ve tutarlılığını sürdürebilm esini sağlar
Egonun seçiciliği sayesinde biz bugün, dünküyle aynı insan ol
duğumuzu hissederiz. Bu yönden, bireyleşm e ve ego, kişiliğin
kendine özgü niteliklerini oluşturm ada ve sürdürm ede yakın iş
birliği içindedir. Ego, yaşantıların bilince ulaşm ası için geçit ver
diği oranda bireyleşm e gerçekleşir.
Egonun hangi tür yaşantılara geçit vereceği, bireye egemen
olan zihin işlevi tarafından belirlenir. Eğer insan duygusal tipte
ise ego daha çok sayıda duygunun bilince ulaşm asına geçit verir.
Düşünmeye yönelik bir tipte, düşünceler öncelikle bilince kabul
edilirler. A nksiyete yaratan düşünce ve anıların bilince geçmesi
genellikle engellenir. Bilince ulaşan duygu, düşünce ve algıların
sayısı, bir insanın bireyleşm e oranına ve yaşantılarının yoğunlu
ğuna bağlıdır. Yüksek düzeyde bireyleşm iş bir insanın egosu, da
ha fazla sayıda yaşantının bilince geçm esine olanak tanır. Güçlü
yaşantılar egonun kapılarını zorlayarak bilince ulaşır, zayıf olan
lar geri çevrilir.
Kişisel Bilinçdtşı
Kompleksler
Arketipler
PS12
178 PSİKANALİZ VE SONRASI
şünecek zamanın olm adığı böylesi durum larda ego çoğu kez do
nakaldığından gölge yönetim i ele alır. Canlılığını koruyabilm esi
ne fırsat tanınmış olan gölge, tehlikeler karşısında çok etkili ola
bilir. Buna karşılık, bastırılm ış ve canlılığını yitirm iş gölge, insanı
içgüdüsel güçlerinden yoksun bıraktığından, güç durum lar karşı
sında egonun yalnız kalm asına ve insanın çaresizliğe düşmesine
neden olur. Bir başka deyişle, gölge, canlı ve yaratıcı içgüdüleriy
le insana üçüncü bir boyut katar. Gölgenin reddedilm esi kişiliğin
sönük kalmasına neden olur.
Psişettiıı Dinamiği
Jung psişeyi, "oldukça kapalı bir sistem " olarak tanımlamıştır.
Bir başka deyişle, psişe kendi içeriğiyle işleyen bir enerji sistem i
dir. Gerçi psişe dış kaynaklardan, örneğin bedenden enerji alırsa
da, alınan enerji derhal psişedeki enerji sistem inin bir parçası du
rumuna gelir ve dış güçler tarafından etkilenmez. Dolayısıyla
psişenin yüzeyi, yalnızca dıştan içe olmak üzere tek yönlü bir ge
çirgenlik gösterir.
Psişe, kurumaması için sürekli su verilmesi gereken bir havu
za benzer. Dış kaynaklı enerjiyi, dokunduğumuz, gördüğümüz,
işittiğim iz ya da hissettiğim iz şeylerden sağlar. Bundan ötürü,
psişe sistemi sürekli bir uyarılm a ve değişm e durum undadır, ku
sursuz bir dengeyi hiçbir zam an sağlayam az. Dış çevreden ve be
denden kaynaklanan uyaranlar, enerjinin sürekli dağıtım ını ve
yer değiştirmesini gerektirir. Psişe, tümden kapalı bir sistem ol
madığı için, değişm ez bir dengeye ulaşabilmesi de imkânsızdır.
Jung, bir insanın karşılaşabileceği her olası duruma karşı ha
zırlıklı olabileceğini düşünm enin çılgınlık olduğunu söyler. Yeni
yaşantılar, sürekli olarak psişeye dolar ve dengesini bozarlar.
Bundan ötürü Jung, insanın arada bir dünyadan çekilerek denge
sini toplamaya çalışm asını önerm iştir. Normaldışı nitelik taşıyan
bir diğer yöntem de, içeyöneliklik ya da katatoni diye bilinen ol
gudur. Katatonik kişi her türlü uyarana karşı duyarsızdır. Öte
yandan, insan yeniliğe ve uyarılm aya da gerek duyar. Bir insanın
yaşamı tekdüzeleştiğinde, dış dünyadan gelen uyaranlar canlılı
ğını koruyabilm esini sağlar.
Kişiliğin çalışm asını sağlayan enerjiye ruhsal enerji denir. Bu
enerji, Freud'un cinsel kökenli libidosun dan farklıdır. Jung'un ta
nımladığı ruhsal enerji, açlık, susuzluk, cinsellik ya da duygula
rın doyurulmasıyla sağlanır, bilinç düzeyinde ise istek ve istem
biçiminde belirlenir.
CARL GUSTAV JUNG VE ANALİTİK PSİKOLOJİ 185
Değerler
Değer, belirli bir ruhsal öğeye bağlanm ış olan enerji m iktarıy
la ölçülür. Fazla değer verilm iş olan bir düşünce ya da duygu, ki
şinin davranışlarını önemli oranda etkileyici bir güce sahip olur.
Örneğin, eğer bir insan güzelliğe değer veriyorsa, güzelliği ara
mak, güzel eşyalar edinmek, güzellikleri görebilm ek am acıyla ge
zilere çıkm ak ve üstelik yetenekliyse güzel sanat yapıtları yarata
bilmek için büyük m iktarlarda enerji harcar. Ö te yandan, güç ka
zanmaya değer veren bir başkası estetik zevkleri için çok az ener
ji harcar, enerjisinin çoğunu kendisine güç kazandıracak etkinlik
lerde kullanır.
Bir ruhsal öğeye yatırılan enerjinin kesin değerini belirlem ek
mümkün değildir. Ruhsal değerlerim izin güçlerini, ancak onları
kıyaslayarak kestirebiliriz. Kendimize, parayı mı, dostluğu mu,
ya da güzelliği mi, güçlülüğü mü yeğlediğim izi sorabiliriz. Başka
insanların değerlerini de yaptığım ız gözlem lerle yaklaşık olarak
belirleyebiliriz. Çoğu kez, rüyalarımıza egem en olan konular de
ğer verdiğim iz öğeleri bize açıklar.
Ne var ki, yukarıda belirtilen gözlem e dayalı yöntem lerle yal
nızca bilinçli değerler belirlenebilir. Bilinçdışı bölgeler gözleme
elverişli olm adığından, bilinçdışı değerleri ölçebilm ek için başka
yöntemlerin uygulanm ası gerekir. Bu yöntem lerden biri, kom p
lekslerin gücünün belirlenm esini içerir.
Bir kom pleksi oluşturan öğelerin sayısı, onun gücünü belirler.
Örneğin bir insanın lider olma kom pleksi, bu kom pleksinin çekir
deği çevresinde türlü yaşantıların toplanm asıyla oluşur. Bu top
luluk, güçlü kişilerle özdeşleşm e, başkalarının kaçındığı sorum
lulukları üstlenm e, diğer insanların onayladığı ve kabul ettiği ka
rarlar alma, çevrede saygınlık ve hayranlık uyandırm a vb. yaşan
tıları içerebilir. H er yeni deneyim ve yaşantı, lider olma kom plek
186 PSİKANALİZ VE SONRASI
sine özüm senir ve böylece, giderek güçlenen bir kom pleks olu
şur. Jung, bir kompleksin gücünü anlayabilm ek için üç yöntem
önerir:
1) Doğrudan Gözlem ve A nalitik Çıkarsamalar: Bir kom pleksin
özellikleri her zaman bilinç düzeyinde ortaya çıkm ayabilir. Rüya
larda ya da günlük yaşam da, m askelenm iş biçim lerde görünebi
lirler. Bir kom pleksin değerini ölçebilm ek için davranışlardaki
bazı dolaylı verilere dikkat etm ek gerekir. A nalitik çıkarsam a, bu
verilerin gerçek anlam larını kestirebilm eyi içerir. Örneğin bir in
san, ilişkilerinde sürekli boyun eğici ve ödün verici görünebilir.
Ancak dikkat edildiğinde, bu tutumuna karşın çevresindekilere
her istediğini yaptırabildiği de gözlem lenir. Sürekli olarak göster
diği "Bana aldırm ayın" tutumu kendisiyle ilgilenilmesini sağla
yabilir. Kendisini aile halkına feda ederek ve didinerek bitkin dü
şen bir anne, çevresindeki herkesin kendisine hizm et etm esini
bekleyebilir. Çevresindekileri üstü kapalı bir biçim de denetim i al
tına alan (güç kazanm a kom pleksi) böyle bir kişiyi kimse kmaya-
maz, çünkü öylesi fedakâr ve verici bir insandır ki!
2) Kompleks Belirtileri: Herhangi bir davranış bozukluğu bir
kompleks belirtisi olabilir. Bir adam, kârısına seslenirken ağzın
dan yanlışlıkla annesinin adı çıkarsa, böyle bir durum eşini de
kendi anne kom pleksine özüm sem iş olduğu anlam ına gelebilir.
Bastırılan anılar, çok iyi bilindiği halde bir türlü anım sanamayan
isimler ve sözcükler, bunların bilinçdışı bir kom pleksle ilişkili ol
duğunu belirler. Belirli bir durum karşısında gösterilen aşırı bir
duygusal tepki, bu durum un bir kom pleksle bağlantısı olduğunu
gösterir.
Aşırı ödiınlenm iş bir kom pleksi fark etm ek güç olabilir. Bu gi
bi durumlarda "gerçek" kom pleksin çekirdeği, "m askeleyici" bir
kompleksin enerjisiyle örtülüdür. Örneğin, erkekliğine ilişkin
kaygıları olan biri, aşırı erkeksi tutumlar sergileyerek ve kadınsı
saydığı her şeyi reddederek, bu eksikliğini abartılı biçim de ödün-
leyebilir. Böyle biri kadınsı erkekleri küçümser; çünkü ona kapat
maya çalıştığı eksikliğini hatırlatırlar.
3) Duygusal Tepkiler: Abartılm ış duygusal tepkilerin bir komp
leks belirtisi olabileceğinden daha önce de söz edilmişti. Jung/
CARL GUSTAV JUNG VH ANALİTİK PSİKOLOJİ 187
4) Sezgi: Jung, yukarıda sayılan türlü yöntem lerin yanı sıra bir
kompleksin varlığını saptam ak için bir başka yolun da kullanıla
bileceğinden söz eder. Gerçekte bir insanda var olan ve sezgi de
nilen bu yetenek bazı insanlarda diğerlerine oranla daha fazla ge
lişmiştir. Yoğun ilişki durum unda olan iki insan, kısa bir süre
şonra birbirlerinin egem en kom plekslerini kolayca fark edebilir.
KİŞİLİĞİN GELİŞİMİ
Bireyleşme ve Bütünleşme
İnsan, yaşamına ayrım laşm am ış bir bütün olarak başlar. Ya
şam sürdürüldükçe, kişiliğin her bir sistemi diğerlerinden farklı
laşmaya başlar. Ayrıca, her bir sistem de kendi içinde ayrımlaş
maya uğrar. Jung, bu gelişim sürecini bireyleşm e (individuation)
olarak adlandırm ıştır. Döllenm iş yum urtanın bir insan yavrusu
na dönüşm esinde olduğu gibi, her ilkel yapı karm aşık bir yapıya
dönüşür. Karm aşıklık, bir yapının kendisini çeşitli ve farklı bi
çimlerde ortaya koyabilmesi anlamına gelir. Yeni gelişm ekte olan
CARL GUSTAV JUNG VE ANALİTtK PSİKOLOJİ 191
karşıt eğilim lerini birleştirm eyi içerir. Bireyleşm e süreci gibi bir
leştirici işlev de doğuştan vardır ve ben arketipinin oluşumunu
sağlar. Bireyleşme ve bütünleşm e farklı aşam alar oldukları halde,
kişiliğin gelişim süreçlerinde birlikte var olurlar ve kişinin kendi
ni gerçekleştirebilm esi için çaba gösterirler. Örneğin, bir adamın
erkeksi yönleriyle anim asının bütünleşm esi, onun bazen erkek,
bazen kadın gibi davranacağı anlam ına gelm ez. Tam karşıtı, ka
dınlarla başarılı ilişkiler sürdürebilm esini sağlar.
Yaşam D ö n em leri
PS13
194 PSİKANALİZ VE SONRASI
maddeci tutum larının şişm esiyle ihm ale uğram ışlardır. İkinci ya
şam dönem inde edinilm iş olan yöntem lerin terk edilerek ruhsal
enerjinin yeni kollara kanalize edilebilmesini sağlayabilm ek, ya
şamın en zorlu aşam alarından biridir. Birçok insan bu aşamayı
başarılı bir biçim de gerçekleştirem ez.
Psikiyatristler araştırm alarını daha çok, bebeklik, çocukluk, er
genlik ve yaşlılığa odaklaştırarak orta yaşın sorunlarına ilgisiz
kalmışlardır. Jung'un bu konuya eğilm e nedenlerinden biri, m es
leklerinde başarılı olm uş ve toplumda seçkin bir yer edinebilm iş
çok sayıda orta yaşlı kadın ve erkeği tedavi etm iş olm asıdır. Bu
insanların çoğu, ortalam anın üzerinde zekâya sahip ve üstün ya
ratıcı nitelikleri olan kişiler olduğu halde, bunalım lı olm alarının
başlıca nedeni, yaşam coşkusunu yitirm iş olm alarıydı. Yaşam ları
nı boş ve anlam sız bulduklan için çöküntüye girm işlerdi.
Jung'a göre çöküntünün nedeni, bu insanlann toplum içinde
bir yer kazanm a çabasına kullandıkları enerjinin, ulaşılm ak iste
nen amaç artık gerçekleşm iş olduğundan, bu alandan çekilm esi
ve geride bir boşluk bırakm ış olmasıydı. Ü stelik bu, herhangi bir
şeyle doldurulam ayacak bir boşluktu. Jun g'a göre, bu dönem de
yaşama yeniden anlam katabilm ek için varılm ası gereken yer,
maddeci am açların ötesinde, manevi ve kültürel boyutları içerir.
Bir başka deyişle, orta yaş, insanın kendisini tanım a ve içsel de
rinliklerini hissedebilm esinin zam anıdır.
4) Yaşlılık: Yaşlılık dönem i bir bakım a çocukluğa benzer. Kişi
bilinçdışma göm ülür ve sonrasını pek düşünm eksizin yok olmayı
bekler.
Rü y a l a r v e s î m g e l e r
Jung'a göre bir sim ge iki temel amaca hizm et eder. Bunlardan
biri engellenm iş olan bir içgüdüsel tepiye doyum sağlamaktır.
Uyanık yaşam da sıklıkla ketlenen cinsel ve saldırgan nitelikte is
tekler, rüyalarda sim geler aracılığıyla anlatım bulur. Sim geler il
kel içgüdülerin dönüşüm e uğram ış biçim leridir. İçgüdüsel enerji
yi, manevi ve kültürel değerlere kanalize ederler. Edebiyat, sanat
ve din, biyolojik içgüdülerin değişim ine uğram ış anlatımlarıdır.
Örneğin, cinsel enerji bir sanat dalı olan dansa, saldırgan enerji
yanşm alı oyunlara çevrilebilir. Ancak sim geler ya da simgesel
davranışlar, içgüdüsel enerjinin gerçek boşalım objelerinin yerine
başka objeleri koyma biçim inde yorum lanm am alıdır. Örneğin,
dans etm ek cinsel etkinliğin yerine geçen bir olgu değildir, cinsel
likten öte birçok boyutu da içerir.
Simge bir arketipi temsil etm eye çalışır, ancak bunda çok başa
rılı olamaz. Jung'a göre, tarihin belirli dönem lerinde arketiplerin
çok başarılı anlatım biçim leri geliştirilm iştir. Rönesans bu dö
nem lerden biridir. Çağım ızdaki sim geleştirm eler genellikle kısır
ve tek yönlüdür. Makine, silah, teknoloji, uluslararası örgütler ve
politik öğreti biçim inde ortaya çıkan çağdaş sim geler daha çok
gölge ve personanın anlatım larıdır, psişenin diğer yönlerini yan
sıtmazlar.
Jung'a göre rüyalar, bilinçdışı dünyam ızın en açık anlatım bi
çim idir ve insanın doğal gerçeğini yansıtırlar. Ancak bu tanım la
ma tüm rüyalar için geçerli değildir. Birçok rüya günlük olaylarla
ilişkilidir ve psişenin derinliklerini yansıtmaz. Bazen insan kendi
sine çok yabancı gelen ve iç dünyasıyla hiçbir ilişki kuramadığı
bir rüya görür. Sanki bir başka dünyaya gitm iştir. Gerçekte bu
başka dünya kendi bilinçdışıdır. Jung bunları "bü yü k" rüyalar
olarak adlandırır. Egonun dış dünyayla ilişkilerinde başarısızlığa
uğraması sonucu bilinçdışında ortaya çıkan aksaklıklar, böyle bir
rüyanm görülm esine neden olur.
Jung, sim gelerin, bastırılm ış isteklerin m askelenm iş biçimleri
olduğunu savunan Freudcu görüşü kabul etmez. Ona göre, rüya
simgeleri ya da diğer sim geler, anima, persona ve gölge gibi arke-
tipleri bireyleştirm e ve bütünleştirm e çabalarıdır. Rüyalar geçmiş
anıları canlandırabildikleri gibi, kişiliğin gelişim i için hazırlan-
makta olan tasarıları da yansıtırlar. Bu tür rüyalardaki simgeler
CARL GUSTAV JUNG VE ANALİTİK PSİKOLOJİ 197
TUTUMLAR VE İŞLEVLER
PSİKOLOJİKTİPLER
çözülmesi güç bir bilm ece gibi algılanır. Kendisine göre ise değe
ri anlaşılam am ış bir dahidir. Törelerle ve dış gerçeklerle ilişkisi
olmadığından insanlarla da iletişim kuram az. Anlam ını kendisi
nin de bilm ediği bir im geler dünyasında yaşar, ama bu imgelere
duyduğu ilgi sürekli olm adığından bir sonuca ulaşamaz.
Jung, yukarıda tanım lanm ış olan karakter tiplerinin, fazla ge
lişmiş bilinçli tutum ları ve bastırılm ış bilinçdışı tutumları içer
dikleri, dolayısıyla uç örnekler olduğuna işaret eder. Gerçekte
bir insan dışadönüklük ya da içedönüklük tutum larından birini
daha çok kullanır. D ört işlevden biri diğer üçüne oranla, bilinçli
dünyasına daha çok egem endir. Jung bunu birincil işlev diye ad
landırmıştır. Birincil işlevin yanı sıra bir yardım cı işlev bulunur.
Yardımcı işlev, birincil işleve hizm et eder ve bağım sız değildir.
Bundan ötürü birincil işleve karşıt çalışam az. Örneğin, düşünce
ve duygu ya da duyum ve sezgi birbirlerine yardım cı olam az
lar.
Jung'un tipolojisi, insanların bölüm lendirilem eyeceği görüşü
nü savunan psikiyatristlerin ağır eleştirisine uğram ıştır. Oysa,
Jung da diğer psikiyatristler gibi, her insanın tek ve kendine özgü
bir varlık olduğunu kabul eder. Gerçekte Jung'un anlatmak iste
diği, her insanın bu sekiz kategoriden birine ait olduğu değil, bi
linç ve bilinçdışı düzeylerinde çeşitli tutum ve işlevlerin farklı bir
dağılım gösterdiğidir.
TEDAVİ
Psikoterapi Kuramı:
Analitik psikoterapi belirli bir kuram izlem ez. Jung, terapiyi,
insanın kendisini tanım ası ve yeniden biçim lendirm esi olarak
görmüş ve katı kavram larla sınırlanm asının sakıncalarından söz
etmiştir. Daha çok yapıtlarıyla tanındığı için, Jung'un ne denli üs
tün yetenekli bir terapist olduğu çoğu kez unutulur. Jung'un gö
rüşlerini kuşkuyla karşılayan bazı kişiler bile tedavi am acıyla yi-
ne ona başvurm uştur. Terapist olarak Jung, yapıtlarından çok
farklı bir biçim de, belirli bir yöntem ve disiplin izlem eksizin çalı
şırdı. Bir hastanın tedavisinde izlem ekte olduğu yolu bir ikinci
hastasına uygulam az, yöntem lerini sürekli düzeltir, değiştirir ve
202 PSİKANALİZ VE SONRASI
Psikoterapi Süreci:
A nalitik psikoterapi, hastanın dünyasına ilişkin her türlü obje
ve durum ları içerir. Tedavi seansını dinleyen biri, hastanın, para
sal durum undan kaynanasıyla olan çekişm esine, işyerindeki bir
arkadaşı hakkında çıkan söylentilerden en son izlediği bir. sanat
olayına kadar akla gelebilecek her türlü konunun tartışıldığına
tanık olabilir. Analitik tedavide temel kural, "h er türlü psikolojik
Çözümleme duygusal yaşantılar üzerine yapılır; düşünce yoluyla
204 PSİKANALİZ VE SONRASI
konur; bazen bu, olayların çıkmaza girm esi biçim inde çözümü ol
mayan bir son da olabilir. Yukarıdaki örüntü, rüya, düş ve sanat
yapıtları gibi, tüm bilinçdışı ürünlere uygulanabilir.
Rüyaların açıklanm ası konusunda klasik psikanalizle analitik
psikoloji arasındaki en önem li fark, bastırm a kavram ını içerir.
Freudcu yaklaşım a göre rüyaların içeriği bilinçdışm a bastırılm ış
anı ve duygulardan oluşur. Bu görüşe göre, rüyadaki gerçek
dram, rüyanın içeriği olarak tanım lanır ve gerçek bunun gerisin
de aranm alıdır. Jung, rüyalara fenom enolojik bir biçim de yakla
şır. Rüyanın dram ı, simgesel biçim de anlatım bulan bilinçdışı ol
gulardır. Bunlar, gizlenm iş ya da bastırılm ış olgular değil, kendi
lerini ortaya koym aya çalışan süreçlerdir. Freud'la Jung arasında
ki bu kavram farkı, anlam bilim sel (sem antik) nitelikten öte, rüya
ların nasıl yorum lanacağı konusundaki uygulam a farklılıklarını
da içerir.
Genellikle, kişiye rüyasındaki bir sim genin kendisine neleri
çağrıştırdığı sorulur. Bu simgenin bir tekerlek olduğunu varsaya
rak, kişi, tekerleğin kendisine bir otom obil, otom obilin ise çocuk
luk yıllarındaki bir oyuncağı anım sattığım söyleyebilir. Birbirini
izleyen anılar dizisi sürdürüldükçe giderek rüyadaki gerçek sim
geden, yani tekerlekten uzaklaşılır. Eğer rüya gören kişi çağrışım
larını dikkatli bir biçim de sürdürm ekteyse, sonunda, can sıkıcı
duygulan içeren bir noktaya ya da kom plekse ulaşılır. Örneğin,
bu duygular kişinin annesiyle ilgili bazı önem li sorunlarına ya da
ergenlik dönem inde geçirm iş olduğu eşcinsel bir yaşantıya ilişkin
olabilir. Kuşkusuz, elde edilen bu bulgu pskiyatrik soruşturm a
nın doğal bir parçasıdır, ancak söz konusu rüya ile artık pek iliş
kisi de kalm am ıştır. Belki bir başka noktadan da başlansaydt aynı
sonuca gelinebilirdi. Buna karşılık, analitik psikoloji, bu rüyada
bilinçdışının kullandığı sim genin, bir otom obil değil de bir teker
lek olduğu gerçeğine büyük önem tanır. Öyle olsaydı, hasta rüya
sında doğrudan bir otom obil görm üş olurdu. Ama bu yaklaşım,
otomobile ve çocukluk dönem ine ilişkin çağrışım ı önemsemem e
anlamına da gelm ez. Çünkü bir çağrışım , çoğu kez rastlantısal ol
mayan bir bağlantıdır. Çağrıştırılan obje, çocukluğunda sahip ol
duğu bir oyuncak otom obil ya da bindiği bir tren olabilir. Bu uy
gulama, rüyadaki cansız eşyalardan insanlara kadar her sim geyi
206 PSİKANALİZ VE SONRASI
İçsel Dünya ile İlişki Kurma: Başarıya yönelik Batı kültürü, dış
dünyayı ve onun gerçeklerini vurgulam a eğilim indedir. Bu du
rum, dış gerçeklik kadar önemli olan kendi gerçekliğim izi, yani iç
dünyamızı görm em ize engel olm uştur. Tedavi için başvuran in
sanların çoğu, dünyalarından kopm uş kişilerdir. Bundan ötürü,
analitik terapinin en önem li am açlarından biri, iç ve dış dünyalar
arasındaki kopukluğun birleştirilm esidir. Bu am acı gerçekleştir
mek için, terapist, sürekli, fakat esnek bir biçim de, hastayı içsel
dünyasına yöneltm eye çalışır. Hasta, tanım adığı bu dünyasının
gücünü anlayıncaya kadar bu konu işlenir. Bu aşam ada tedavi,
kişiyi dönüşü olm ayan bir noktaya getirir. İnsan bir kez bilinçdı-
şıyla ilişki durum una geçtikten sonra, geriye dönüp onun varlığı
nı yokum sayam az. Önceleri terapistle, sonradan yalnızken de, bi-
linçdışıyla ilişki sürdürm e bir yaşam biçim ine dönüşür. Bu du
rum, dolaylı olarak, insanın değer yargılarında önem li değişm e
lere neden olur.
PS14
210 PSİKANALİZ VE SONRASI
TEDAVİ UYGULAMASI
TARTIŞMA
mında yer alan değişikliklerde, belirli bir durumu terk etme ayrı
lık anksiyetesini, bir amaca ulaşma çabası yeni bir beraberlik kur
ma umudunu taşır.
KİŞİIİKTİPLERİ
Ortalama İnsan:
Her çocuk, doğum sonrası yaşam ın olağan zorlanmalarından
geçerek kendisine göre bir karşıt-istem geliştirir. Bazı çocuklar
ise, bir süre sonra, kendi istemlerini ana-babalarınm istemleriyle
özdeşleştirmenin, kendilerini, ayrılık suçluluğundan ve kendileri
ne özgü bir istem geliştirm enin yaratacağı sıkıntılardan kurtara
bileceğini fark eder. Ebeveyninin istem ini benim seyen çocuk, ye-
bşkin yaşam a ulaştığında, bu kez de toplum beklentilerinin ege
menliği altına girer. Böyle bir insanın bireyleşm e çabası olmadığı
gibi, çevreye uyum yapmada da çatışm ası olmaz. Rank bu tamm-
224 PSİKANALİZ VE SONRASI
PS15
226 PSİKANALİZ VE SONRASI
TEDAVİ
Rank'ın tedavi yaklaşımında temel ilke, hastanın ayrılığını ve
bağım sızlığını (yaşam korkusu) suçlanm adan kabul edebilmesine
yardımcı olm aktır. Bu tür tedavide direnç, analizi yapılarak orta
dan kaldırılm ası gereken bir engel olarak görülm ez. Tam karşıtı,
hastanın istem inin bir anlatımı olarak yorum landığından, olumlu
bir belirti olarak karşılanır. Hatta düşm anca duygular da (karşıt
-istem), nevrotik kişinin bağım sız bir varlık olma çabasının belir
tileri olarak nitelendirilir. Anlaşılması ve kabul edilm esi gereken
bir olgu olarak değer taşır. Rank'm tedavi yaklaşım ı, terapist-has-
ta ilişkisi, yani transferans üzerine kurulur. Tedavide başarı, di
ğer psikanalitik ekollerde olduğu gibi, duygusal boşalım ve içgö-
rü kazanm a yöntem leriyle değil, hastanın kendisini gerçek, ba
ğımsız ve suçluluklarından kurtulm uş bir varlık olarak kabul
edebilm esine im kân tanıyan yaşantılardan geçm esiyle sağlanır.
Terapi, iki etm enden ötürü oldukça güç bir süreçtir. (1) Tera
pist tarafından gereğinden fazla sevgi ve kabul görmek, hastada
ki ölüm korkusunun artm asına yol açar. N evrotik kişi, bir yan
dan yakın beraberlikler kurm ak isterken, diğer yandan bunun
gerçekleşm esinden de korkar. (2) N evrotik kişinin tepkileri "hep
ya da h iç" biçim indedir ve gerçeklik değerlendirm esinden olduk
ça yoksundur. Terapi, gerçekliğe yönelik olm alı ve hastanın ayrı
bir varlık olarak seçim lerini yapabilm esine im kân sağlamalıdır.
Rank'm tedavi yaklaşım ında, transferans ilişkisi kurulduktan
sonra, hasta ve terapist, tedavinin süreci ve sonuçlanm ası konu
sunda yaklaşık bir tarih saptarlar. Bu süre hastanın sorunlarının
türüne göre değişir ve tedavi ilerledikçe hastayla birlikte yeniden
gözden geçirilir. Tedavi sonra ererken hastaya, yaşam ını kendi
başına sürdürm ede güçlük çekerse istediği zam an geri gelebilece
ği söylenir. Böylece yaşam ım sürdürm e zorunluluğu, hastaya so
mut bir beklenti olarak verilm iş olur. Tedavinin bu yönde zorlan
ması, hasta-terapist ilişkisinde ve tüm nevrotiklerde karakteristik
olan "aşırı bağım lılık-bağım lılıktan korkm a" çelişkisinin çözümü
ne yardım cı olur.
Rank, terapinin am açlarının kimin tarafından belirleneceği ko
nusunu açıklam am ıştır. Ancak, terapide oluşan durum ların ve
hastanın tepkilerinin terapist tarafından en uygun bir biçim de
228 PSİKANALİZ VE SONRASI
tehdit eden her türlü iç ve dış uyaran tehlike olarak algılanır. Fre
ud'un, anksiyeteyi çözüm lenem em iş Oedipus kom pleksiyle açık
lamasına karşılık Horney, anksiyete yaratan en önem li iç etmenin
düşmanlık duyguları olduğunu vurgulamıştır. H om ey'e göre,
"çaresizlik duygusu" her zaman anksiyeteye eşlik eder. N evrotik
karakter yapısının katılığı ve belirsizliği de bu duygunun pekişti
rilmesine neden olur. Buna karşılık Freud, tehlikenin kökenini
"içgüdüsel gerilimin yoğunluğu ve süperegonun cezalandırıcı
gücü" olarak açıklam ıştır. Tehlikenin yöneltildiği nesne egodur.
Çaresizlik duygusunun oluşum nedeni de egonun zayıflığı ve
id'le süperegoya olan bağım lılığıdır.
H orney'e göre çocuk, davranışlarını sürekli bir yönden diğeri
ne çevirir. Bazen insanlara yaklaşır, bazen onlara karşı çıkar ya
da insanlardan uzaklaşır. İnsan dağarındaki bu seçeneklerden
hangisinin ne zam an kullanılacağı, kişinin kendiyle ilgili duygu
larına göre değişir. Sevildiğini ve kabul edildiğini hisseden sağ
lıklı bir çocuk, ilişki ve destek aradığında kolayca diğer insanlara
yaklaşır. Kendi isteklerinin kabul edilm esini istediği durumlarda
ebeveynine ya da diğer büyüklere karşı çıkabilir. İstediği zaman
insanlardan uzaklaşıp kendisiyle baş başa kalabilir, ama yalnızlık
duymaz. Bunun nedeni, yalnız kaldığında kendisine yetebileceği
ni hissetmesi ve insanlarla tekrar birlikte olmak istediğinde onları
bıraktığı yerde bulabileceğini bilm ekte olmasıdır. Bir başka deyiş
le, yalnız da olsa, diğer insanlarla birlikte de olsa, onların desteği
ne güvenebileceğini bilir.
Nevrotik çocuk, kendisini reddedilmiş ya da reddedilebilir
hissettiğinden, davranışları güvenlik sağlama amacına göre dü
zenlenir. Davranışların yalnızca yönü değil, niteliği de değişir.
Yetersizlik duygularının altında ezildiğinden, sürekli bir korun
ma çabası içindedir. Kendisine doyum sağlam ak için değil, zo
runlu olduğu için eylem e geçer. Bundan ötürü, kendisine de, di
ğer insanlara da güvenem ez ve destek alamaz. Dolayısıyla, gide
rek, yalnızlık ve çaresizlik duygularına gömülür.
Sağlıklı gelişm iş insan, H orney'in tanım ladığı üç davranış bi
çim inin her birini, içinde bulunduğu koşullara göre seçerek kulla
nır. însan, gerektiğinde, başkalarının isteklerini kabul edebilmeli/
savaşabilm eli, yalnız kalabilm elidir. Bu üç davranış türü birbirini
KAREN HORNEY VE BÜTÜNCÜ YAKLAŞIM 241
PS16
242 PSİKANALİZ VE SONRASI
içten bir çaba olmaktan çok, nevrotik nitelikte bir "kusursuz gö
rünme isteği" olarak tanımlar. Bu tür nevrotik özentiler, bireyin
içinde yaşadığı kültürün değer yargılarına göre farklılıklar göste
rir. H orney'e göre bu süreç, çocukluk yıllarında ve özellikle ebe
veynin kendini sürekli haklı gördüğü ve yanılm azlık görüntüsü
ne büründüğü durum larda gelişmeye başlar. Bu nedenle, böyle
kişilerin tedavisinde, boyun eğme ve başkaldırma en sık rastla
nan davranış örüntüleri olarak gözlemlenir. Korku ve suçluluk
duygularınm nedeni süperegonun acımasız ve bağışlam az tu
tumlarından kaynaklanm az. Kişinin kendisini kusursuz hisset
mediği ve gerçek benliğinin başkaları tarafından fark edilm e ola
sılığının ortaya çıktığı durumlarda yaşanır. Böyle insanlar, sürek
li olarak, m askelerinin düşeceği, gerçek ve içten ülkülerden yok
sun kim liklerinin ortaya çıkacağı ürküntüsünü yaşarlar.
Horney, insanların kendilerine güç gelen bazı durum lar karşı
sında gösterdikleri davranış kusurlarını durum nevrozları olarak
adlandırm ıştır. Ona göre, durum nevrozları, karm aşık, anlaşılm a
sı güç sorunlar değildir ve gerçek nevrozlardan farklı bir anlam
taşırlar.
Normaldışı kavram ının tanımını yaparken Horney, hangi tür
davranışların nevrotik olarak nitelendirilebileceğinin bir kültür
den diğerine, bir dönem den diğerine, bir toplumsal sınıftan diğe
rine ve hatta kadından erkeğe değişebileceği görüşündedir. Dola
yısıyla, nevrotik tepkiler belli bir kültürde ve dönem de çoğunluk
tarafından benim senm iş örüntülerden sapma gösteren davranış
lar olarak tanım lanabilir. Bir başka deyişle, norm aldışı kavram ı
nın tanımı kültürle belirlenir.
Nevrotik davranışların en önemli özelliği, katı ve koıııpulsif ka
rakteridir. Horney bununla, nevrotik tepkilerde çoğu kez aşırı ge
nelleştirm e eğilim inin gözlem lendiğini ve nevrotik kişilerin, için
de bulunulan durum ne olursa olsun, her türlü olaya ayrım yap
maksızın birbirine benzer tepkileri gösterdiklerini anlatm ak iste
miştir.
H orney'e göre nevrotik tepkiler, kişinin görgü, yetenek ve di
ğer nitelikleriyle tutarsız olaylardır. N evrotik davranışlar bir bo
zulmayı sim geler ve norm al olarak o kişiden beklenebilecek tep
kilerin altında bir nitelik taşırlar. Bir başka deyişle, nevrotik kişi/
KAREN HORNEY VE BÜTÜNCÜ YAKLAŞIM 249
Freud Horney
1. Anksiyete içgüdüsel dürtü 1. Anksiyete, baskı altına alın
lerim izde duyduğum uz kor mış dürtülerim ize karşı du
ku sonucu oluşur. yulan korkudan kaynakla
nır.
2. Anksiyetede en önemli öğe, 2. Cinsellik özgün bir anksiye
dışavurulduğunda toplum te kaynağı değildir. Anksi-
tarafından onaylanm ayacağı yetenin, dışarıya boşaldığın
varsayılan cinsel dürtüler ve da kişi için tehlike yaratabi
özellikle Oedipus kom plek lecek dürtülerden kaynak
sinin çözüm lenem em iş ol landığı doğru olm akla birlik
m asının yarattığı duygular te, cinsel dürtülerin tehlikeli
dır. varsayılm ası kişinin içinde
yaşadığı kültürün değer yar
gılarına göre değişir ve bu
dürtüler ancak toplum un ya
sakladığı yerlerde tehlike
olarak algılanır.
3. Yetişkin insanın anksiyetesi 3. Çocukluk yıllarının anksiye-
çocukluk anksiyetelerinin teleri sonraki anksiyeteler
bir tekrarı ve yeniden yaşan zincirine bir temel oluşturur.
masıdır. Ancak, anksiyete tümüyle
çocukluk yıllarina ait bir tep
ki değildir.
Nevrotik İhtiyaçlar:
Horney, bozuk insan ilişkilerine çözüm bulma am acıyla geliş
tirilmiş bir ihtiyaç listesi oluşturm uş, mantıkdışı çözüm ler olarak
nitelendirdiği için bunları nevrotik ihtiyaçlar olarak adlandırm ış
tır:
Gurur Sistemi:
Ü lküleştirilm iş benlik imgesini gerçekleştirm e çabası, H or
ney'in "gurur sistem i" diye adlandırdığı ve aşağıda özetlenen bir
dizi tutum ların geliştirilm esine neden olur:
1) N evrotik kişi bir yandan kendisini ülküleştirdiği im ge ola
rak görür, öte yandan sürekli olarak, bunun çevresindeki insanlar
PS17
258 PSİKANALİZ VE SONRASI
K elm an'a göre ezicilik ve öç alma bir yaşam biçim ine dönüşe
bilir. Böyle bir kişi öç almaktan ve diğer insanların üstünde ol
maktan ötürü gurur duyar. Aynı zam anda, kendisini dürüst ve
>yi niyetli bir insan olarak algılar.
260 PSİKANALİZ VE SONRASI
TEDAVİ
Tedavinin A m açlan
H om ey'in tedavi yaklaşım ı, hastanın varoluş biçim inin değiş
tirilmesini am açlar. Terapist, "hastasının kendini bulmasına, ger
çek duygularının ve isteklerinin farkına varabilm esine, kendi de
ğer yargılarım oluşturm asına" yardım cı olm aya çalışır (1945).
Hastanın gerçek benliğim bulm ası, diğer insanlarla olan ilişkileri
nin daha açık ve dürüst olm asını sağlar.
Hasta tedaviye bazı klinik belirtilerden ya da duygusal sıkıntı
lardan yakınarak gelir. Tedavinin am açlanndan biri bunları hafif
letmektir. H astanın yakınm aları, insanlarla ilişki kurm ak için ge
liştirmiş olduğu davranış örüntülerinin etkisizliğinden kaynakla
nır ve çoğu kez kendisi bu durumun farkında da değildir. Bu du
rum, hastam n algılam a, düşünm e, değerlendirm e ve davranış
alışkanlıklarının dikkatli bir çözüm lem esinin yapılm asını ve has
tanın bunları tanıyabilm esine yardım cı olunm asını gerektirir,
özellikle, hastanın hiç farkında olm adığı davranış biçim lerinin
aydınlatılm ası önem lidir. Katı alışkanlıklarının davranışlarını na
sıl olum suz yönde etkilediğini gördükten sonra hasta, kendi kişi
262 PSİKANALİZ VE SONRASI
Tedavi Yöntemi
Terapistin Nitelikleri:
H orney'e göre bir terapistte üç temel niteliğin bulunm ası zo
runludur ve bu özellikleri taşım ayan kişilerin diğer insanları te
daviye girişmesi sakıncalıdır:
1. Hastaların genellikle farkında olm adığı ve davranışları be
lirleyici olan bilinçdışı güçlerin işleyiş biçimi konusunda geniş
bilgiye sahip olmak.
2. Eğitim ve uygulam a yoluyla, tedavi konusunda beceri ka
zanmış olmak. Bir insanla tartışılm ası ya da ertelenm esi gereken
konuları ayırabilm ek. Bir diğer insanın kendine özgü dünyasını
imgelem yoluyla hissedebilm eye alışkın olmak.
KAREN HORNEY VE BÜTÜNCÜ YAKLAŞIM 265
Gözlem:
Terapist, hastasının davranışları üzerinde bilgi edinebilm ek
amacıyla iki kaynaktan yararlanır: H astanın anlattıkları ve tera
pistin tedavi süresince gözlem lediği davranışlar. H orney'e göre,
terapist, hastasının tüm kişilik yapısını anlayabilm ek zorunda ol
duğuna göre, her türlü davranışa dikkat etm eli ve gördüklerini
anlamaya çalışm alıdır. Yalnızca hastanın anlattığı olaylara değil,
anlatırken gösterdiği davranışlara ve ses tonuna da dikkat etm eli
dir. Hiçbir gözlem i önem siz olarak nitelendirm em elidir.
Anlama:
-Terapist, başlangıçta birbiriyle ilişkisiz parçalardan oluşan bil-
mecemsi gözlem leri giderek bir araya getirerek, hastanın davra
nışlarının işleyiş biçim i hakkında bir varsayım oluşturur. H asta
dan gelen verilerin bu varsayıma ne denli uyduğunu sürekli
araştırır. Bunu yaparken terapist açık seçik gözlem lenebilen iliş
kilerden çok, hastanın farkına varm adığı ilişkileri fark edip orta
ya koymaya (bilinçdışı güdüler ve dürtüler) ve hastanın anlattık
larının altında saklı olan gerçek anlamı görm eye çalışır, belirli
düşünce ve duyguların birbirini izlem e sırasına ve ortaya konuş
zamanına dikkat eder, sık tekrarlanan durum ları seçm eye çalışır,
hastanın rüya ve düşlerinin hangi bilinçdışı duygulan yansıttığı
nı inceler, hastanın terapi ortam ında gösterdiği ani davranış de
ğişikliklerinin nedenlerini araştırır ve onun anlattığı her yeni
olay ya da duygunun, daha önce anlattıklarından hangilerini
çağrıştırdığına dikkat eder. Terapistin hastayı anlayabilm esinde,
Mantığını çalıştırm asının yanı sıra, sezgi yeteneği de önemli rol
oynar.
266 PSİKANALİZ VE SONRASI
Yorumlama:
Hastanın bilinçdışındaki olayların nasıl oluştuğunu anlamaya
başladıktan sonra terapist, vardığı sonuçların hangilerini ve ne
zaman hastayla paylaşabileceğini karar verm e durum undadır.
Bunun için, hastanın yapılan yorum ları fazla sıkıntı duymaksızın
karşılayabileceği ve kolayca özüm leyebileceği zamam iyi ayarla
mak gerekir. Üstelik, bu yorum lar rasgele yapılm am alı ve belirli
bir sırayı izlemelidir.
Horney, klinik belirtilerin çözüm lem e ve yorum unda acele
edilm em esi gerektiği konusunda terapistleri uyarır. Bu konuda
erken yapılan yorum lar, klinik belirtilere neden olan gerçek olay
ların anlaşılabilm esini engeller (1942).
Yakınlık:
Herhangi bir dostluk ilişkisinde de görülebilen ilgi, yakınlık,
karşı tarafın çıkarlarını gözetme, cesaret verme ve övgü gibi tep
kiler, tedavi sürecinde terapistten hastaya yöneltilm esi beklenilen
davranışlardır. Ancak H om ey, bu tür davranışların tedavinin
KAREN HORNEY VE BÜTÜNCÜ YAKLAŞIM 267
Tedavi Süreci
Terapist başlangıçta, hastanın çatışm alarıyla yüzleşm ekten ka
çınma eğilim ini hoşgörüyle karşılar ve sıkıntılarını paylaşmaya
çalışır. Tedavinin ilk döneminde, özellikle hastanın sorunlarını
kendi dışındaki olaylarla açıklam aya çalıştığı ve bazı katı değer
yargılarına tutunduğu durum larda, yorum lam aya geçme olanak
ları oldukça sınırlıdır. Bu savunm aları kırm aya çalışm ak hastanın
konudan derhal kaçmasına ya da anksiyeteye girm esine neden
olur. Böyle durum larda terapist, hastanın kendi benliğine ilişkin
yaşadığı güçlükler üzerine fazla eğilm em elidir. Terapistle hasta
arasındaki ilişki yerleştikçe ve hastayı tedaviye getiren sıkmtılar-
da-bir rahatlam a sağlandıktan sonra, hastanın çatışm alarıyla yüz
leşmesine ve kişiliğinin kendisine kapalı kalm ış yönlerini tanıma
sına yardım cı olma zamanı gelir.
H orney'e göre, terapistin tedavide nasıl davranması gerektiği
konusunda en iyi yardımcı, içinde yaşanılan andır ve bu konuda
kesin kurallar geliştirm eye gerek yoktur. H orney ekolü, tedaviyi
terapistin hastaya uyguladığı bir yöntem olarak ele almaz. Genç
terapistleri, "hastaya bunu yaptım !" ya da "hastaya şunu göster
dim !" gibi yaklaşım lardan kaçınmaya yöneltir. H astanın da teda
viyi "psikoterapiden geçiyorum !" biçim inde yorum lam ası onay
lanmaz. H orney'in tedavi yaklaşım ı, iki insanın birlikte çalışarak,
kapalı durum ları açm ak ve belirsizlikleri gerçeklere bağlam ak
için çaba gösterm eleri anlamını taşır. Tedavide işbirliği yapan iki
kişiden bazen biri, bazen diğeri, konu edilen durum a açıklık ge
tirmek için daha fazla çaba gösterebilir. Bir başka deyişle, tera
pist görevini bazen terapistin kendisi, bazen de hasta üstlenebi
lir.
268 PSİKANALİZ VE SONRASI
bir dizi konferansta yaklaşım ını ilk kez ortaya koydu. 1947'de ya
yım lanm ış olan "Modern Psikiyatrinin Kavramları" (Conceptions of
M odern Psychiatry) adlı kitabı 1939 konferanslarını içerir. Aynı
dönemde (1938), Sullivan'm İlişkiler Kuram ı'm işleyen "P sychi
atry" adlı dergi de yayım lanm aya başladı.
İkinci Dünya Savaşı'nm başlangıcında, kısa bir süre Amerikan
Ulusal Seçici Servisi'nde danışm an olarak çalışan Sullivan, yaşa
m ının geri kalanında kuram ını daha da geliştirdi ve çeşitli grup
larla ilişki kurarak görüşlerini yaym aya çalıştı. Bu arada, psiki
yatrinin, insan ilişkilerine uluslararası düzeyde katkıda buluna
bilm esi için çalışan Sullivan, bu amaçla, Dünya Ruh Sağlığı Ö rgü
tü'nün kuruluşunda etkin bir rol oynadı ve uluslararası ilişkiler
deki gerilimleri incelem ek üzere kurulan bir UN ESCO araştırm a
sında görev aldı.
Kuramını geliştirm e sürecinde, Sullivan'ı en çok etkileyen ki
şiler arasında, W illiam A lanson W hite'in yanı sıra, Freud,
Adolph Meyer, toplumcu filozof George Mead, kültürel antropo
log Edward Saper ve Ruth Benedict ve toplum bilimci Leonard
Cottrell sayılabilir. Görüşlerini derleyebilm e olanağım bulam a
dan gelen zam ansız ölüm ünden sonra, defterleri, banda alınmış
konuşm alan ve yayım lanm am ış m akaleleri, W illiam Alanson
W hite Psikiyatri V akfı'nda toplandı ve sonradan üç kitap olarak
yayımlandı: (1) Normal gelişim süreçlerini inceleyen "Psikiyatride
İlişkiler Kuramı" (The Interpersonal Theory of Psychiatry) (1953);
(2) normaldışı davranışların oluşumunu açıklayan "Psikiyatride
Klinik Çalışmalar" (Clinical Studies in Psychiatry) (1956) ve psiko-
terapide hastayla nasıl ilişki kurulacağını tanımlayan " Psikiyatrik
Görüşme" (The Psychiatric Interview ) (1954).
P S18
274 PSİKANALİZ VE SONRASI
İlişki İhtiyaçları:
Sullivan, fizyolojik ihtiyaçların, anksiyetenin ve uykunun, in
sanlar arası etkileşim içinde kolayca yoğrulabildiğim gözlem le
miştir. Bebeğin davranışları kendi ihtiyaçlarına doyum sağlayabi
HARRY S. SULLIVAN VE İLİŞKİLER KURAMI 279
Dikkat:
Sullivan, bilince ilişkin süreçleri dikkat kavram m ın kapsamı
içinde incelem iştir. Ona göre, dikkat ve onun karşıtı olan dikkat
sizlik, insanın evrensel bir özelliğidir. "D ikkatin odaklaştırılm a-
sı",-"dikkatin daralm ası" ve "bilinç içeriğinin denetim i" gibi sü
reçleri kendine özgü tepki biçim leri olarak ele alan Sullivan, ger
çekte dikkatten çok dikkatsizlik üzerinde durmuştur.
Seçici dikkatsizlik terimiyle Sullivan, kişinin, olayları ya da ken
di tepkilerini fark edem em esi ya da olaylara hiçbir tepki verm e
mesi biçim inde ortaya çıkan "etk in " bir olguyu tanım lar. Sulli-
van'a göre, seçici dikkatsizlik, norm al ve norm aldışı davranışla-
nn açıklanm asına ışık tutan önemli bir kavram dır. Bilinçli olma
durumu, gözlem le değil, çıkarsam ayla değerlendirilebilir.
Bir başka deyişle, insan toplum sal bir varlıktır. Toplum sallaşm a
süreci, doğum anında ya da doğumdan kısa bir süre sonra başlar.
Sullivan, genellikle birbirinin içine geçişen ve her biri kendine öz
gü ihtiyaçlarla belirlenen çeşitli gelişim dönemleri tanım lam ıştır.
Günümüzdeki görüşlerle kıyaslandığında bazı yönlerden yeter
siz bulunabilirse de, Sullivan'm gelişim kuram ının (1953) çağdaş
psikiyatrinin gelişim ine etkisi ve katkısı büyük olm uştur.
Sullivan'm tanım ladığı gelişim dönem leri aşağıdaki biçim de
sıralanır:
NORMALDIŞI DAVRANIŞLAR
Anksiyete:
Sullivan, norm aldışı davranışları, anksiyete kavram ı çevresin
de ve iki aşamalı olarak açıklar: Anksiyetenin oluşum una neden
olan etm enler ve anksiyetenin yarattığı sonuçlar.
Anksiyetenin oluşumuna neden olan etm enlerin başında, kişinin
yetişm esinde etkili olan ilişkiler gelir. Bu ilişkiler, çocuğun ebe
veyni ve öğretm enleri gibi yetişkinlerin yanı sıra, yaşıtlarını da
içerir.
Aşırı anksiyete, çocuğun yakın çevresinde anksiyeteli insanların
varlığıyla gelişir. Bulaşıcı bir nitelik gösteren anksiyete, anneden
çocuğa empati yoluyla geçer. Toplum temsilcisi olarak çocuğun
çevresinde bulunan kötü ve yıkıcı kişiler de çocukta anksiyete duy
gusunun oluşum una neden olabilir. Annenin ya da bakıcının sü
rekli zedeleyici davranışlarda bulunm ası, çocukta korku duygu
sunun yerleşm esiyle sonuçlanabilir. Reddedici ve küçük düşürücü
tutumlar çocukta anksiyete ve güvensizlik duyguları geliştirir.
Sullivan'a göre, özellikle ergenlik döneminde, ana-baba ya da di
ğer yetişkinlerin alaycı ve küçük düşürücü tutum ları çocuğun
üzerinde yıkıcı etkiler yaratır.
Çocuğun eğitilm esinde kullanılan ceza yöntem leri her zaman
anksiyeteye neden olm az. Sullivan'a göre, ceza uygulamalarına
ebeveynin itici davranışları eşlik ederse çocukta korku ve anksi
yete gelişir. Çocuğu eğitm ekten çok, kendi öfkesini yaşayan ya
da yıkıcı eğilim lerini çocuğa yönelten ebeveyn, esasen çocuğu
HARRY S. SULLIVAN VE İLİŞKİLER KURAMI 285
2. Bir diğer yol da, kişinin, bir dizi sm am a-yanılm a süreci için
de anksiyeteden kaçınabileceği en elverişli yöntem i kendisinin
bulmasıdır. Örneğin, bazı tür düşlerin ya da organlarına yönelik
düşüncelerin, kendisini can sıkıcı durum ların etkisinden uzaklaş
tırdığını fark eder ve giderek bu savunm alara daha sık başvurma
alışkanlığını edinir. Ö rnekler, çoğu kez kişinin içinde yaşadığı
kültürün doğasmdan, özellikle sinema, roman ya da oyun arka
daşları gibi kaynaklardan alınır ve giderek üzerinde işlenerek b e
nimsenir.
Görüşmeci
Sullivan'a göre psikiyatrik görüşm e, görüşm eci (terapist) ile
görüşm eye gelenden (hasta) oluşan iki kişilik bir grup ortamında
yer alan sözlü iletişim durumlarıdır. Bu iki kişi, hastanın yaşam ı
nın ayırıcı nitelikteki örüntülerini uzm an-danışan ilişkisi içinde
inceler ve anlam aya çalışır. Bu yaşam örüntüleri hasta için güç
lükler yaratm akta ve bu nedenle önem taşım aktadır. Terapistin
yardım ıyla bunların aydınlatılm asının kendisini rahatlatacağını
beklem ektedir. Sullivan, görüşme süresince hastanın konuştukla
rının yanı sıra, konuşm anm ritmine, m elodisine, söyleniş biçim i
ne ve vurgulam alara da dikkat etmiş, yüz ifadesi, el ve kol hare
ketleri, bedeni taşıyış biçim i gibi davranış örüntülerini de göz
lemlemiştir.
Sullivan hastayla yaptığı ilk görüşm elerde çok soru sorardı.
Öylesine ki, çoğu kez hasta bu sorularm kendisine neden sorul
duğunu anlayam az, ancak kendisini rahat hissediyorsa, birbiri
ardından gelen bu soruları yanıtlam aya çalışırdı. Sullivan, hasta
nın anlattıkları ilk bakışta oldukça açık ve belirgin de olsa yine
soru sorardı. Ona göre, ilk bakışta apaçıkm ış gibi görünen bir ve
ri, yeterince soruşturulm azsa görüşm eciyi yanlış yorum lara götü
rebilir. Üstelik, kendi zihninde vardığı sonuçlarla hastanın anlat
maya çalıştıkları arasındaki çelişkiyi geç fark etm esine neden ola
bilir. Ustaca yapılan bir görüşme, sakin ve sürekli bir gözlemi içe
rir. "H astanın bu söylediklerinin kendisine göre anlam ı ne olabi
lir? Acaba bu anlatılanlar onun gerçeklerini yansıtıyor m u?" vb.
sorular sürekli olarak görüşm ecinin zihninde bulunm alıdır (Mul-
lahy, 1975).
Sullivan'a göre, görüşm ecinin aşırı bir duygusal tepkide bu
lunması, kendi tarafsızlığını zedelem esi ve hastanın taşkınlık
yapmasına neden olm ası yönünden oldukça sakıncalıdır. Buna
karşılık, görüşm ecinin kendisini sessiz ve edilgin bir gözlemci
olarak sınırlam ası da onaylanm az. Görüşm eye gelen kişinin özel
yaşamına ve özellikle cinsel yaşam ının ayrıntılarına karşı "m e
raklı" bir tutum içine girm ek de psikiyatrik görüşm e yöntemine
aykırı düşen bir tutumdur. Kuşkusuz, hastanın cinsel yaşam ı te
r s 19
zvu PSİKANALİZ VE SONRASI
TARTIŞMA
masını tanım layan "bireyleşm e" süreci ise günüm üzde doruk
noktasına ulaşm ıştır.
Birey, kendisini dış dünyaya bağlayan göbek bağlarım kesme
dikçe özgür değildir. Ancak bu bağlar ona bir güven ve ait olma
duygusu da verir. Bireyleşm enin gerçekleşm esinden önce var
olan bu bağlar için Fromm, "tem el bağlar" terim ini kullanır.
Çocuk, büyüdükçe ve bağlarından kurtuldukça özgürlüğünü
giderek daha çok aramaya başlar. Bu sürecin iki görünüm ü var
dır. Bunlardan biri, çocuğun bedensel, duygusal ve zihinsel yön
lerden giderek güçlenm esidir. Bu yönlerin her biri, kendi içinde
güçlenirken, kendi aralarında da giderek bütünleşirler. Böylece,
bireyin istem i ve m antığı tarafından yönetilen düzenli bir bütün
ve örgütlenm iş bir yapı oluşur. Giderek gelişen bireyleşm e süre
cinin ve bunun sonucu ortaya çıkan benlik yapısının sınırlan,
önemli ölçüde, toplum sal koşullar tarafından belirlenir. Bu konu
da bireyler arasında önemli farklılıklar da olsa, her toplum nor
mal bir bireyin aşam ayacağı belirli bir bireyleşm e sınırı koyar.
Bireyleşm e sürecinin bir diğer sonucu da giderek artan yalnız
lıktır. Tem el bağlar insana güvenlik sağlar. Çocuk bu bağlardan
koptukça, yalnızlığını ve diğer insanlardan ayrı bir varlık oldu
ğunu fark etm eye başlar. Bu durum onda çaresizlik ve kaygı ya
ratır. İnsan, kendi başına davranm anın im kân ve sorum lulukla
rından habersiz yaşadığı sürece dünyadan korkm ayabilir. Ancak
bireyleştiği zaman, dünyanın türlü tehlikeleriyle karşı karşıya ve
tek başına kalır.
Bu durum , insanın bireyselliğinden vazgeçip kendini dış dün
ya içinde eriterek, çaresizlik ve yalnızlıktan kurtulm aya çalışm a
sına neden olabilir. Ancak, dış dünyayla kurulan bu yeni bağlar,
daha önce koparılıp atılm ış olan temel bağların aynı olmaz. Bir
çocuk nasıl fiziksel olarak annesinin karnına geri dönem ezse, bi
reyleşm e süreci de psikolojik yönden geri döndürülem ez. Geri
dönm e girişim lerinin sonucu, otoriteye boyun eğm e olur. Boyun
eğen kişi, bilinçli dünyasında kendini güvenlik içinde hissetse de,
bilinçdışında, böyle bir güvenliğin karşılığını kendi bütünlüğün
den vazgeçerek ödem iş olm anın ağırlığını taşır. Dolayısıyla, bo
yun eğm enin sonucu beklenilenin karşıtını verm iş olur. Üstelik,
insanın bağım lı olduğu kişilere karşı geliştirdiği düşm anlık ve
PS 20
306 PStKANAIİZ VE SONRASI
cak, üretken olm ayan bir insanda, bu yönelim biçim lerinden yal
nızca biri kişiliğe egemendir.
Alıcı yönelimli kişiler, diğer insanlardan sürekli destek bekler
ya da isterler. Kendi başlarına kaldıklarında yalnızlık ve çaresiz
lik duygularına kapılırlar. Her şey yolunda gittiğinde iyim ser ve
dost olan bu kişiler, bağım lı oldukları insanlardan beklediklerini
bulamadıklarında ya da onlar tarafından itilmiş hissettiklerinde
kolayca kaygı ve panik yaşarlar. Güvenliklerini bağımlı oldukları
kişilerin gücünden alırlar. Bu kişiler bencil ve acım asız olsa bile!
Alıcı insan, yaşam sorunlarını kendi gücüyle çözüm leyebileceğini
düşünemez. Bu tip, Freud'un tanım lam ış olduğu oral-edilgin ka
raktere çok benzer. From m da, alıcı tipi tanım larken, bu insanla
rın gerilimlerini yiyerek ve içerek giderdiklerini, diğer insanların
kendilerini beslem esini sevgi belirtisi olarak yorum ladıklarını
anatır ve bu tiplere "açık ağız" adını verir. From m 'a göre, bir gru
bun bir diğer grubu sömürdüğü toplum larda alıcı yönelim li in
sanlara daha sık rastlanır. Feodal toplum lar ve kölelik düzeni bu
na en iyi örnektir. Çağdaş Am erika Birleşik D evletleri'nde bile,
bir yandan insanları girişim de bulunm aya ve ilerlem eye özendi
rici bir ortam oluşturulurken, öte yandan çaba gösterm eden raha
ta ve başarıya ulaşm a eğilim leri de oldukça yaygındır. Bu ülkede,
çabuk zengin olma yöntem leri yaygınlaşm akta, insanları bir oku
yuşta mutlu, güçlü ya da kültürlü yapacak kitaplar satılm akta,
hiçbir çaba gösterm eden bir saati kurabilen araçlar geliştirilm ek
tedir.
Sömürücü karakter, davranışlarını "istediğim i elde ederim " il
kesine göre düzenler. Freud'un tanım lam ış olduğu oral-saldırgan
tipe oldukça benzer. From m , sömürücü tipe "ısıran ağız" adını
verir. Bu insanlar kendi değerlerini bile dıştan alırlar. D iğer in
sanların sahip olduğu ve önem verdiği şeyleri isterler. Karşılıksız
verilen bir arm ağanın onlar için hiçbir anlamı yoktur. Veren kişi
nin işine yaram adığı için verildiği sanısında olduklarından, böyle
bir armağanın da değeri olm az. Diğer insanlardan zor kullanarak
ya da kurnazlıkla bir şeyler alm ak isterler. Kendi ürettikleri şey
ler, diğer insanlardan aldıkları ya da kopardıklarından daha az
değerlidir. Bu tip erkekler bir kadım kendileri için değil, bir diğer
erkek tarafından sevildiği için severler. H atta başkalarının fikirle
ERICH FROMM 313
m r". Sevgi "sahip olm a" biçim inde yaşandığında, sevilen kişinin
kapatılmasını ve denetim altında tutulm asını içerir. Bu, öldürücü
ve boğucu bir durumdur. Fromm, aslında çoğ u insanın, sevgi söz
cüğünü, sevgisizliklerini kapatm ak için kullandığı görüşündedir.
Fromm, çağdaş aile kurumunu da eleştirerek, evliliklerin ço
ğunun gerçek sevgiden yoksun beraberlikler olduğunu vurgular.
Bu evliliklerde, geleneklere uyma zorunluğu, ortak ekonom ik çı
karlar, çocuklara duyulan ilginin paylaşılm ası, karşılıklı bağım lı
lık ya da karşılıklı nefret ve korku, bilinç düzeyinde "sev g i" ola
rak algılanır.
Sevgiyle başlayan evlilik öncesi beraberliklerde, kız ve erkek
birbirlerini çekici, ilginç ve güzel bulurlar. H enüz birbirlerine sa
hip olm adıklarından, enerjileri "olm ak " biçim inde kullanılır ve
yaşanır. Evlilikle birbirlerinin bedenine, duygularına ve ilgisine
sahip olurlar. Artık kazanılacak bir şey kalm am ıştır, çünkü sevgi
ye sahip olunm uştur. İkisi de sevgi üretm ek için artık çaba gös
termediğinden birbirlerinden sıkılm aya başlarlar, güzellikleri so
na erer. Sevginin yerini, para, ev, sosyal statü, çocuklar gibi ar-
taklaşa paylaşılan şeyler alır. Sevgiyle başlatılan beraberlik dost
ça bir ortaklığa dönüşür. Ve hâlâ sevgiye "sahip olm ayı" düşün
düklerinden, bir süre sonra, yeni bir sevgilinin bu ihtiyaçlarını
karşılayacağını düşlem eye başlarlar.
From m , endüstrileşm iş refah toplumu kavram ına bağlanan ve
kuşaklar boyu sürdürülen umudun, düş kırıklığıyla sonuçlandı
ğını yapıtlarının çoğunda vurgular. Uygarlık, insanm doğayı de
netimi altına almasıyla başlam ış, ancak bu denetim endüstri çağı
na gelene dek sınırlı olm uştur. Endüstrinin gelişm esiyle, hayvan
ve insan enerjisinin yerini, önce m ekanik enerji, daha sonra nük
leer enerji, insan beyninin yerini de bilgisayarlar alm ış ve bu du
rum insanların, sınırsız üretebilecekleri ve tüketebilecekleri sanı
sına kapılm alarına neden olmuştur. İnsan, artık tanrılaşm a yo
lunda olduğuna, doğal dünyanın ancak bir yapı taşı olarak kulla
nılabileceği ikinci bir dünya yaratabileceğine inanm aya başlam ış
tır.
Yine de, günüm üzde giderek artan sayıda insan, endüstrileş
m enin "büyük um udu" neden gerçekleştirem ediğini anlamaya
başlam ış bulunm aktadır (1976):
316 PSİKANALİZ VE SONRASI
TANIM
TARİHÇE
dan benim senm işti. Sanatçılar, yazarlar, din adam ları, aydınlar
ve üniversite öğrencilerinin yanı sıra, yeni m odaları ve akımları
izlem e ve benim sem e alışkanlığında olan kişiler ya da toplum
düzeninden hoşnut olm ayan tepkici gruplar için bu yeni akım çe
şitli ve farklı anlam lar taşıyordu. Kısa bir sürede yayılm ası sonu
cu varoluşçuluğun, kendi içinde bölünm esi, yanlış yorum landığı
ve klişeleştirildiği için giderek yozlaşm ası beklenebilecekken,
tam karşıtı bir gelişm eyle, başta psikiyatri olm ak üzere çağdaş
düşünceyi önem li ölçüde etkileyen canlı bir güç olarak günüm ü
ze kadar varlığını sürdürebildi.
Gerçekte, bu akım ın belirli bir isim ve tanımla ortaya çıkışın
dan çok önceki yıllarda yaşam ış ve yapıt verm iş birçok yazar, va
roluşçuluğun öncüleri olarak kabul edilirler. 1855 yılında, 42 ya
şında ölen ve yapıtları ancak yirm inci yüzyılın başlarında ilgi
görmeye başlayan Danim arkalI yazar Soren Kierkegaard bu ön
cülerin ilki sayılır ve günüm üzde, yapıtlarına varoluşçu akımın
kutsal anıtları gözüyle bakılır. Geçm işten Nietzsche ve Dosto-
yevksi, daha çağdaş olanlardan ise Buber, Jaspers, Kafka ve Til-
lich akım ın birer parçası sayılırlar.
VAROLUŞUN DİNAMİĞİ
(*) Varoluşçu psikiyatristler Freud'un Umvvelt üzerine bir kuram geliştirdiği gö
rüşündedirler.
VAROLUŞÇU PSİKİYATRİ 333
bilir. Otantik olm ayan varoluş ise, insanın kendisini varoluş alanı
dışında bırakması sonucu ortaya çıkar.
İnsan, içine konulduğu alana karşı koyduğu oranda, o alanın
daha çok etkisi altına girer (Binsvvanger, 1958). Bu durum varolu
şun zayıf düşm esine yol açar. Böyle bir kişi, dünyası içinde özerk
olamaz. Kendisini varoluş alanından ayırmış ve sorum luluğunu
yabancı güçlere bırakm ıştır. Dolayısıyla, yazgısının sorumluluğu
da kendi denetim inden çıkm ış ve yabancı güçlere bırakılmıştır.
Örneğin, alkolik bir insanın yaşam ını alkol yönetir ya da nevrotik
kişi patolojik bir yaşam biçim ine tutunur ve bunu değiştirm ekten
korkar. Bir diğeri ise, kendini toplum yargılarına körükörüne bı
rakarak varoluş anksiyetesiyle yüzleşm ekten kaçınır; varlığına
anlam katma sorum luluğunu üstlenebilecek kadar yürekli değil
dir.
Her insan yaşamı boyunca türlü güçlüklerle karşılaşır. Neden
bazı insanlar anlam lı bir varoluşu sürdürebildikleri halde, bazıla
rı bu güçlüklerle başedem eyip, kendilerine ve birlikte varolduk
ları dünyaya yabancılaşırlar? Laing'e göre, çoğu insan çocukluk
dönemlerinde, "gerçek, canlı, bütün ve sürekliliği olan" bir varlık
olmanın bilincini geliştirir. Bazı insanlarda bu bilinç gelişemez.
Geliştirebildikleri kadarıyla varolan benliklerini, yalnızca savun
ma am acıyla kullanabilirler. Diğer insanlar için olağan sayılan
durum lar onlarda anksiyete yaratır. Tüm güçlerini savunmada
kullandıklarından, karşılaştıkları im kânları değerlendirem ez, bi
linç boyutlarını geliştirem ez ve diğer insanlarla anlam lı ilişkiler
kuramazlar.
TEDAVİ (Daseinanalysis)
Tedavinin Amacı:
Tedavinin ilk amacı, hastanın temel bir tutumu benim sem esi
dir: Kendi sorum luluğunun bir kısm ını olsun üstlenmek. Hasta,
ailesinin olumsuz davranışları, parasal sıkıntı ya da bedensel sa
katlık gibi olum suz koşular içinde de olsa, bazı seçenekler ona yi
ne açıktır ve kendine karşı sorum luluğu sürm ektedir. Yaşamakta
olduğu durumun sınırları içinde de olanaklarını değerlendirebi
lir. Hastanın bu tutumu benim seyebilm esi ve seçim lerini yapabil-
VAROLUŞÇU PStKİYATRİ 337
Tedavi Teknikleri:
. Varoluşçu psikiyatri, terapistin tedavideki tutum u konusunda
sistemli bir açıklam a getirmem iştir. Bunun başlıca nedeni, hasta
nın bir obje olarak ele alınm asının tedaviyi bozacağı inancı olsa
gerek. Çoğu varoluşçu terapist, tedavi tekniklerinden söz edildi
ğinde, hastanın b ir obje yerine konm asının kaçınılm az olduğu ka
nısındadır. Bazı varoluşçular ise, Freudcu m antığı yanlış bulduk
ları halde, klasik psikanalizi temel teknik olarak kullandıklarını
açıklam ışlardır.
Teknikle ilgilenm enin kuramı bozacağına inanan May (1958),
yine de, varoluşçu terapistlerin tedavide neler yaptıklarını araş
tırm aktan kendini alamam ış ve varoluşçu terapistlerin disiplinli
teknikleri bir yana itm ediklerini, ancak hastayı "anlam aya" önce
lik tanıdıkları sonucuna varmıştır.
Varoluşçu tedavide terapist, hastasını peşinen "d eğerli" ve
"kendi yaşam yolunu kendisi seçebilecek yetenekte" bir varlık
olarak kabul eder. Hastayı anlayabilm e ve ona yardım cı olabil
m enin tek yolu, tedavi seansları sırasında onun yaşam ının bir
338 PSİKANALİZ VE SONRASI
P S lK A N A L lrlK KURAMLAR
A L F R E D A D L E R V E B İR E YSEL P SİK O L O Jİ
C A R L G U S T A V JU N G V E A N A L İT İK P SİK O L O Jİ
OTTO RANK
K A R E N H O R N E Y V E B Ü T Ü N C Ü Y A K L A Ş IM
H A R R Y S. S U L L IV A N V E İL İŞ K İL E R K U R A M I
E RICH F R O M M
V A R O L U Ş Ç U P S İK İY A T R İ