You are on page 1of 3

DİJİTAL YALNIZLIK

Dijital kelimesi yalnızlık kelimesiyle kardeş gibi gelmiştir hep bana. Bu kelimeyi dışlayan

yada başka bir deyişle dışlamak zoruna bırakılanlar, hep Romanlar olmuştur. Onlar için,

doğal anti-dijitalizm düşmanı tanımını yapmam sanırım yanlış olmaz.

Kendimi kimi zaman onların dünyalarında olmadığım için şanssız, kimi zamansa onların

dünyalarına dahil olmaya çalışırken bulurum. Benim yalnız kaldığım zamanlarda telefonu

elime aldığımda geçirdiğim zamanı onlar sohbet etmek için değerlendiriyorlar. Yüzlerine

yansıyan gülümseme etraflarında bulunan insanları da onların içine çekiyor. Bir keresinde

otobüste yanımda oturan bir Roman teyze, gecenin çökmek üzere olduğu yarı ışıklı

sokaklarda ilerleyen mütevazı bir otobüsün içinde sağ eliyle sağ cebinde birşeyler

aramaktaydı. İçimden cep telefonunu arıyordur diye geçirdim; çünkü ben böyle

yapmaktaydım. Aradan geçen birkaç saniyeden sonra şıngır şıngır seslerle o gizli cepte

saklanan şeyin madeni para olduğunu görünce nasıl da yanıldığımı gördüm. O teyzenin

paraları defalarca sayıp etrafındaki yakınlarına paranın toplamını bir servet gibi söylemesi

beni müthiş etkilemişti. Ben, günlük paramı kazanırken telefon, internet, bilgisayar,

bilgisayar programları ve çeşitli ağlar gibi araçlara ihtiyaç duyarken onların ne kadar özgür

ve bağımsız olduklarını o an farkettim. Teyzenin yanında duran kimi örgüleri açılmış

somon rengi minik sepetteki başları eğilmiş güller beni nasıl da duygulandırmıştı. O ana

kadar önemsiz gördüğüm o güller meğer tek başlarına ne büyük görevler üstleniyorlarmış.
Kendime dönüp baktığımda Londra'da televizyon, bilgisayar, metro olmadan geçen iki

günümü anımsadım. Hiç bilmediğim sokaklarda yaptığım uzun yürüyüşleri hatırladım.

Yeşilin beni rahatlattığı kocaman parkta yeni insanlarla tanışıp merak duygumu doyurma

çabam da bunlardan biriydi. Birkaç saat sonra kendimi parkın içindeki göldeki ördek

sürüsüne dalıp gitmiş olarak buldum. İnanılmaz güzel görünüyorlardı; fakat benim fotoğraf

makinem ya da telefonum yoktu. Tam hayal kırıklığının beni esir alacağı anda çantamdan

hemen not defterim ve ucu yorgun kurşun kalemimi çıkardım. Birşeyler karalayarak birkaç

resim denemesiyle orada iki saatimin geçtiğine şaştım kaldım. O kağıdın daha sonraki

günlerde İstanbul’a göndereceğim kartlardan biriyle birlikte postalayabileceğim bir hediye

olabileceğini, o an hiç düşünmemiştim.

Akşam eve geldiğimde odamın camını süsleyen karşı kafede oturan insanların

kahkahalarının göğe çarptığı bir geceye şahitlik ediyordum. O anda asıl mutluluk ve

gerçek iletişim araçlarının; konuşmak ve güleryüz olduğunu bir kere daha anladım. Bu

kişiler hiçbir ek bağımlılıkları olmadan nasıl da sadece kendi yaradılış hallerindeki

şekilleriyle mutlu bir akşam geçiriyorlardı. Bunun için ne bir radyo ne bir televizyon ne

de başka bir teknolojik alete gereksinimleri vardı.

Telefonum olmadan, onun alarmını kurmadan sabah nasıl uyanırım düşünceleriyle

boğuşurken uyumuştum. Sabah, hemen iki bina ilerimizdeki kiliseden gelen çan sesleri

birkaç saat önceki düşüncelerime karşılık vererek beni uyandırmıştı.

Öğlen saatlerinde bisikletle yaptığım yolu ve sonrasında geri dönmek için tüm enerjimi

harcadığımı düşününce içimden kıs kıs gülerim kendime. Navigasyonsuz haritaya bakmak
için durulan her noktada kahve molası verince ne kaç saat gittiğinizi ne de ne kadar

konakladığınızı anlayabiliyorsunuz.

Bırakın varsın olmasın hayatımızda dijital kelimesi, böylesi daha eğlenceli…

You might also like