You are on page 1of 18

SELİKA S'AD

Seriyye Serhatta Akıncı Adımlar Dergisi


Zilhicce 1442 Temmuz 2021 Yıl : 1 Sayı : 7

Kurban Bayramımız
Ümmet n Kurtuluşuna
Ves le Olsun

Zâlimlere “Dur” diyen


isyanımız bir bizim
“Ya ALLAH” nidâsıyla
devirdik tiranları
Devlere mezar olan
Destânımız bir bizim

Nurullah GENÇ

Çiğne Düşmanını Hiç Verme Fırsat Tüfeğin


Yok ise Yumruğun Sensin !
İSTİKBAL
MUŞTUSU
KEVSER
SURESİ 
SELİM SEYHAN

Her zaman ve zeminde, îmân


küfrün karşısına dikilmeye devâm
edeceği gibi küfür de asla pes
etmeyecek, belki kılık ve taktik
değiştirerek kıyâmet sabahına kadar
varlığını devâm ettirecektir. Nitekim
Peygamber-i Ekber ‫ﺻﲆ ﷲ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
nübüvvet mücâdelesine
başladığında müşrikler evvelâ pasif
direniş göstererek yok sayma taktiği
uygulamışlardı. Fakat bu yöntemle
başarılı olamadıklarını,
Müslümanların sayısının her geçen
gün artmaya devâm ettiğini
gördüklerinde taktik değiştirip
istihzâ etmeye başladılar. Bu
yöntemle de İslâm güneşinin
doğuşuna engel olamayacaklarını
anlayınca hakaret yolunu tuttular.
Peygamber-i Ekber’i ‫ﺻﲆ ﷲ ﻋﻠﻴﻪ‬
‫ وﺳﻠﻢ‬erkek çocukları yaşamadığı için
“O’nun sonu yok, nesli kesiktir; o
hâlde bırakın dâvâsı da kendisi gibi
ebter kalacaktır.” diyerek incittiler,
yolundan alıkoymaya çalıştılar.
Bunun üzerine Allah Azze ve Celle: /
Şüphesiz biz sana bitip tükenmez
nimetler verdik Şimdi / sen rabbin
için namaz kıl ve kurban kes! Asıl
sonu gelmeyecek olan, sana karşı
nefret duyandır.” buyurup kendisine
kevseri, yani bitip tükenmek
bilmeyen nimetleri ihsân ettiğini
müjdeleyerek O’nu teselli etmiş,
müşriklerin bu zanlarını reddedip
Peygamber-i Ekber’in ‫ﺻﲆ ﷲ ﻋﻠﻴﻪ‬
‫ وﺳﻠﻢ‬şanının yüceliğini nazara
vermiştir
Ya Rasûlallah Sizi Tebessüm Ettiren Nedir?
Nitekim Hz. Enes t anlattığına göre de: Biz Allah Rasûlü’nün ‫ ﺻﲆ ﷲ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬huzûrunda bulunuyorken
Efendimiz ‫ ﺻﲆ ﷲ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬kısa bir süre uyuyuverdi. Daha sonra tebessüm ederek başını kaldırdı. Bizler:
“Ey Allah’ın Rasûlü! Tebessüm etmenize sebep nedir?” diye sorunca: “Az önce bana bîr sûre indirildi.”
buyurup Kevser sûresini okudu ve “Kevser nedir, bilir misiniz?” diye sordu. Bizler: “Allah ve Rasûlü daha
iyi bilir.” deyince: “O Azîz ve Celîl olan Rabbimin bana va‘dettiği bir ırmaktır. Onda pek çok hayır vardır. O
kıyâmet gününde ümmetimin su içmek için geleceği bir havuzdur. Etrafındaki kapları yıldızların
sayısıncadır…” buyurdu. İmam Buhârî, Sahîh’inde Abdullah ibn Amr’dan t rivâyet ettiği bir hadiste de
Havz-ı Kevser’in bir aylık mesafe genişliğinde suyu sütten daha beyaz, kokusu miskten daha güzel,
kâseleri gökteki yıldızlar kadar, ondan bir defa içenin sonsuza kadar susuzluk hissetmeyeceğini ifâde
buyrulmuştur. Kevser kelimesi “çokluk” mânâsına gelen “kesret” kökünden türemiş olup çok değerli ve
çok önemli şeyleri ifâde eder. Tefsirlerde kevser, “Çok hayır, Kur’ân-ı Kerîm, Ulumu’l-Kur’ân/Kur’an’la
ilgili ilimler ve İslâm Şerîatı’nın diğer şerîatlerden kolay olması, peygamberlik,
Mahmûd,cennetteki bir nehir veya havuz, Hz. Peygamber’in nesli, ashabının ve ümmetinin çokluğu,
duâsının kabûl olması, şanının yüceliği, başkasını kendine tercih etme, kalbin nuru, şefaat, mûcizeler,
kelime-i tevhid, din konusundaki bilgi, beş vakit namaz, İslâm dini” gibi çeşitli anlamlarda
yorumlanmıştır.
Şirkin Sonu Ebterdir
Bu sûreyle kendisine pek çok hayır lütfedilen Peygamber-i Ekber’in ‫ ﺻﲆ ﷲ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬bu nimetlerin
şükrünü edâ etmek üzere sadece Kâinâtın Sâhibi’ne yönelerek namaz kılması ve O’nun rızâsı için kurban
kesmesi emredilerek putlar için kurban kesen müşriklerin çok tanrılı inancı reddedilmiş, tevhîd
inancının yerleşmesi ve kesilen kurbanlarla ictimâî tesânüdün sağlanması hedeflenmiştir. Filhakîka
olayların sadece zâhirine bakarak Hz. Peygamber’i ‫ ﺻﲆ ﷲ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬arkasız ve güçsüz, kendilerini
kalabalık ve güçlü gören ve buna dayanarak Peygamber-i Ekber’in ‫ ﺻﲆ ﷲ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬davasının sonuçsuz
kalacağından emin olan müşriklerin dediği olmamış; bilâkis Allah Rasûlü’ne ‫ﺻﲆ ﷲ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬
sebbedenler dün olduğu gibi bugün de lânetle anılırken O, rahmetle yâdedilmekte, ismi kelîme-i
şehâdette, dünyânın her tarafında günde beş vakit okunan ezanlarda Allah’ın adıyla birlikte
anılmaktadır. , Siz de Üzülmeyin Bu sûre Hz. Peygamber’in ‫ ﺻﲆ ﷲ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬yolunu izleyen, inanç ve
kararlılığını devâm ettiren Mü’minler için de dolaylı olarak bir müjdedir. Nitekim dün Peygamber-i
Ekber’i ‫ ﺻﲆ ﷲ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬incitenlerin fikir soyundan gelenler bugün de Peygamber-i Ekber’in ‫ﺻﲆ ﷲ ﻋﻠﻴﻪ‬
‫ وﺳﻠﻢ‬izinden gidenleri “mürteci, yobaz, örümcek kafalı” diyerek bin bir türlü hakâretle incitmeye devâm
ediyorlar. Rasûlü’nü “Habibim, muhakkak ki biz sana Kevseri; hayr-ı kesîri verdik, bol ümmet verdik!”
diye teselli eden Allah Azze ve Celle O’nun şahsında âdeta onun izinde giden Mü’minlere de muhakkak ki
Peygamberinize verdiğimiz gibi size de çok hayırlar verdik; sizi ümmetlerin en şereflisi kıldık, şeriatların
en güzelini, en kolayını size verdik, Allah Azze ve Celle katında Peygamberlerin en değerlisini size
gönderdik. O hâlde küfür yobazlarının konuşmaları sakın sizi üzmesin. “Üzülmeyin, gevşemeyin,
inanıyorsanız üstün olan sizsiniz.” Siz, kim var denildiğinde sağına soluna bakmadan meydan yerine
çıkan İbrâhîmlerden olmaya, ateşten denizleri mumdan gemilerle geçen Yûsuflar yetiştirmeye gayret
edin! Dün olduğu gibi bugün de yarın da siz kazanacaksınız. Onların ideologyaları da pozitivizma,
sosyalizma, komünizma gibi her bireri tarihin çöp sepetinde yerini alacak, ideologlarının heykelleri ise
siz İbrâhimler olup meydan yerine çıktığınızda Nemrûd’un, Firavun’un heykelleri gibi hâk ile yeksân
olacaktır.
KURBAN
Seza Karakoç
Yün yumuşaklığı, yürek yumuşaklığı
Her gün salhanelerde hayvanlar kesilir, ölü hale gelirler.
Biz biliriz. Ama bilmiyor gibiyizdir. Daha doğrusu, sanki
kasaptan alınan bir kilo et, bir canlıdan, onu ölü haline
getirmek bahasına alınmış bir parça değil de, bir kilo
şeker, bir kilo sabun gibi bir cansız eşyadır. Bütün yıl
böyle gider de, yılda dört gün, kurban bayramı günleri
durum değişir birden. Şehir baştanbaşa, her köşeden alev
gibi çıkan koyunlarla donanır. Kınalı yünleriyle yollar bir
yumuşaklıkla döşenir. Yalnız yün yumuşaklığıyla değil,
yürek yumuşaklığıyla da. Sanki yollar yünle kabartılmıştır,
yürek de kabarmıştır. Artık et ayrı şey, canlı hayvan ayrı
şey değildir. İkisi birleşmiştir.
Şehrin çeliğine kanınızla su vermeğe geldiniz
Ey, dağların nefis ve saf havasında yüze yüze gelişen
mübarek yaratıklar, hoş geldiniz. İnsan ihtiraslarının ve
şeytan soluklarının köşe taşlarını kararttığı şehre hangi
haberi getiriyorsunuz? Meta olarak canlarınızı
koyduğunuz ulvî pazar kutlu olsun. Ayrıldığınız kuzulara,
bıraktığınız dağlara, arkanızda kalan ovalara ve yollara,
gökten ışık insin. Din uğruna canı feda etmenin canlı
sembolleri, şehrin çeliğine kanınızla su vermeğe geldiniz.
İşte şehrin her alanında, Kurban Bayramında gördüğümüz kurbanlık hayvanlara içimizden aşağı yukarı böyle
söylemeyi geçiririz. Ve işte Kurban Bayramındadır ki, Allahın bir yaratığının günübirlik bir akıntı halinde öbürü
yaşasın diye hayatını verdiğini ve buna sessizce katlanacak şekilde ayarlanmış olduğunu görüyor ve anlıyoruz.
Şehri ve bizi zapt eder, feth eder
O gün, kurbanın günüdür. Kanıyla, sallanan gövdesiyle, tuzlu etinin şekersi tadıyla, derisiyle, tüyüyle… Sesiyle…
O gün, çubuğuyla, bir kurban adayı hayvana sertçe vuran bir sürücü, alelâde günlere göre, bizde çok daha
büyük bir tepki doğurur. İçimiz: “Başımıza vursa daha iyi” der. Acıma duygumuz, keskin bir koku gibi yayılır
ortalığa. Kurban, kimseden bir şey istemeden ve her şeyini vererek, şehri ve bizi zapt eder, feth eder.
Her Müslüman denemiştir: Kurbanın eti farklıdır. Adeta, her günkü ete benzemez. “Bu sizin inancınızdır ki, size
öyle gösteriyor” diyecekler bize. Doğru. Biz de zaten onu söylüyoruz. Her gün kesildiği halde kılımız bile
kıpırdamayan, hatta hiç kesilmiyorlarmışçasına kesilmelerinden habersiz davrandığımız, etleri onlardan değil
de bir maden ocağından geliyormuşçasına kayıtsız davrandığımız bu kutlu yaratıkların, yalnız bayram
günüdür ki, çektikleri çileyi gösterir bize. Bunun üzerine düşünürsek, bu gündeki bu değişikliği açıklayacak
unsurlar arasında belli başlı iki unsurun ağır bastığını görürüz:
1- Kurban kesmenin dinî bir tören olması.
2- Kesilmenin, göz önünde, şehrin içinde, herkesin görebileceği bir biçimde yapılması.
Bu ölüm dirime götürüyor
Yani öbür günlerdeki ölüm de ölümdür ama dışımızda, hatta idraklerimizin dışında bir ölümüdür hayvanın.
Alanımıza girdiği zaman, hayvan, artık canlı varlık değil, sadece ettir. Hâlbuki kurban olayında, ölüm artık
yalnız kurban edilenin değil, kurban edenin de bir yaşantısıdır. Yani insan da kendi ölümünü bir parça yaşar o
anda. Yani, sanki o anda kendisi ölecekken, o hayvancağız, kendisinin yerine ölmekle ödevlendirilmiştir. Hz.
İsmail’in yerine koç’un kurban edilmesi gibi. Bu alanda kurban, bir nevi, hayvanın şehidi gibidir.
Kurban kesilirken, bir an için insanın yaşadığına hamdetmemesi elde değildir. Hamd ve şükür, yaşamak gibi
zaruret oluyor. O gün havada, elle tutulur bir kurban yeli eser. Artık bu ölüm, öbür günlerdeki hayvan
ölümlerine benzemez. Farklı bir ölümdür bu. Ölümün metafizik havası, canlı bir şekilde, her yanımızı ve ölüm
olduğu halde, bu ölüm diri bir ölümdür. Hayvanların ölünce toprak haline geleceği ve öteki dünyaya
geçmeyeceği, buna karşılık, kurban edilen hayvanların yarın Cennette otlayacağı haberinin hikmetinden biri
de bu değil mi? Bir ölüm ölüme götürüyor, bir ölüm dirime götürüyor. Böylece bir bakıma, bir kurban
kesilirken, kurban edilen hayvanın hüviyetinde, bütün bir yıl kesilen hayvanlar dirilmiş oluyor.
Ölümden yapılmış canlı bir konuşma
“Bunu gör, buna tahammül et. Ve gerçeği anla. Kurban bir sembüldür. Aslında her gün, senin için, nice varlık
kurban olmaktadır. Ama sen de bunun dışında değilsin. Öyleyse neye adandığını araştır ve bil.” Demektir
Kurban. Kurban, ölümden yapılmış, böylesine canlı bir konuşmadır.

SEZAİ KARAKOÇ
Dirilişin Çevresinde, S. 11-13
Kardeşl ğ Ayıran
K lometreler m ?
Yoksa Menfaatler m ?
Oldu?
BERAT AKTEKİN

Bugün arakandaki, Doğu Türkistandaki, Afrikadaki, Suriyedeki, ve daha birçok ülkedeki


Müslümanlara yapılan zulümü haykıran, dillendiren veya Karşı çıkan (sözde karşı çıkanlar hariç)
görmek biraz zorlaştı çünkü günümüz insanlarının gözleri menfaatten gayrısına renk körü olmuş
durumda. Bunu siyaset yapan sözde siyasetçilerle başlamak gerekir; Günümüz siyasetcileri
kumandanın dediği gibi “fikir için iktidar değilde iktidar için fikir” düsturuna tabi olmuş
durumdalar. Milletin vekili milletin sefasını değil cefasına ortak olup milletin derdini milletin
meclisinde hükümete haykırması lazım. Bugün mukaddes topraklar işgal altında ve bunun
yegane sorumlusu bizleriz buna rağmen hala daha bir taş parçasını dahi yahudilere vermeyen
ulu Hakan’a dahi hakaret edenlere meydan veriyoruz. 33 senelik hükdarlık süresince neredeyse
senede 400 tane ilk okul yaptırmış birçok ortaokul lise ve hatta yetersiz faliyet gösteren
üniversteleri aktif hale getirip yeni üniversteler açtırmış buda yetmezmiş gibi çindeki Müslüman
kardeşlerimizin talebi üzerine çinin merkezine pekine üniverste ve cami yaptıran birine hakarete
göz yumuyoruz. Özgürlük bu değildir, Demokrasi dediğiniz illetde bu değildir. Zalimler
doymadıkları ve doymiyacakları zulümlerine Arakan’da kan arıyarak, kan akıtarak devam
etmekde. Neydi hatamızda kilometreler dini kardeşlikten uzaklaştırdı? İslam dinine mensup olan
herkez kardeş diğilmiydi? Paygamberimiz (‫“ )ﺻﲆ ﷲ ﻋﻠﻴﻪ وﺳﻠﻢ‬komşuşu açken tok yatan
bizden değildir” buyururken biz halen daha niye bu zulümleri kulak arkası ediyoruz. Hani
hepmiz kardeşdik? ne olduda bu kardeşliğimiz bozuldu? Hilafet... Bizim zalimlerin karşışında
başımızı eğdirmeyen bir halifemiz vardı. “Başımızı eğdirmeyenlerin önünde sevinsin başımız”
İ S L Â M C E Z A H U K Û K U N D A
İ R T İ D A T S U Ç U
MAHMUT SAMİ GÜLCÜ

İslâm; badet, muamelat, ahlâk ve ukûbat boyutu olan b r d n olması


haseb yle sadece cam le eve değ l b lak s sokağa, çarșıya, kuruma ve
devlete b r bașka dey șle hayatın her alanına müdâhale eden d nd r. Bu
sebeple yaratıp kenara çek len değ l b zzat murâkabe eden lah anlayıșı
İslam Hukuk S stem n d ğer s stemlerden ayıran en temel özell k
olmuștur. Yaratıcının yaratma ve yönetme kudret n n yaratılanlarda
karșılık bulması tevh d nancının temel n olușturduğundan dolayı İslâm bu
nancın muhâfazasına çok ehemm yet verm șt r.
Büyük yapıların temeller sağlam atılırsa büyüklüğünü muhafaza eder ve
devamlılığını sağlar. B r bașka fade le temel nde oynama olan b nalar yıkılma
hatta yok olma tehl kes le karșı karșıyadır. İslâm, temel nde tevh d nancı
olması haseb yle evvela bu nancı korumaya matuf adımlar atmıș, Allah’ın ‫ﷻ‬
nkâr ed lmes n veya O’na ‫ ﷻ‬b r ortak koșulmasını b nayı temel nden sarsacağı
gerekçes yle büyük b r suç saymıștır. Bu suçun ah rette b r cezası olsa da
dünyadak cezası le alâkalı b rtakım ht laflar söz konusudur. Bu ht lafın en
öneml sebeb ler de de açıklayacağımız g b Kur’ân-ı Hakîm’de rt dat suçunun
sadece uhrev boyutundan bahsed l p dünyevî boyutundan bahsed lmem ș
olmasıdır. Bu durum lk olarak dünyada b r ceza olmamasını akla get rm șt r.
Öte yandan eğer herhang b r ceza söz konusu se bu ceza had olarak mı yoksa
ta’z r olarak mı? uygulanacağı meseles de ht lafın b r d ğer öneml sebeb d r.
Bu çalıșmamızda rt datın dünyada b r cezasının var olup olmadığını, varsa “had
m ta’z r m ?” olarak uygulanacağını b rtakım r vayetler üzer nden nceley p bu
cezanın Kur’ân ayetler ne uygun olup olmadığını ncelemeye çalıșacağız. Bu
r vayetler n en öneml s Buhârî’n n de tahr c etm ș olduğu “d n n değ șt ren
öldürünüz”[1] had s d r. Bu had s Kütüb- S tte’n n dıșında da b rçok had s
mecmuasında yer almıștır. Had s n sened le lg l herhang b r tartıșma mevcut
değ ld r. Daha çok metn n n Kur’ân’a muârız olduğu öne sürülerek tenk t
ed lm șt r.
Burada rt dat meseles ne üç farklı bakıș açısının olduğunu söyleyeb l r z.
Bunlardan b r had cezası, k nc s ta’z r cezası üçüncüsü se mahza ș ddet
olarak yorumlanarak İslâm’a yamanan b r uydurmadan baret b r ceza
olduğudur.[2] Bu üçüncü görüșü lm b r kıymet ha z olmadığı ç n nazarı t bara
almayarak lk k görüșü kısaca değerlend rmeye çalıșacağız.
B raz önce de fade ett ğ m z g b r ddet cezasının, had ya da ta’z r
cezalarından hang kısma dâh l olduğu husûsunda b r sonuca varılırsa ver lecek
cezanın durumuna da r b r net ceye varmıș oluruz. Z ra eğer rt dat, had
cezalarından sayılırsa o hâlde zamanın tağayyuru le ahkâmın tağayyuru
ka des n n geçerl l ğ söz konusu olmayacak ve bu cezanın uygulanması
mahkemen n değ l İslâm’ın hakkı olacaktır. Fakat ta’z r cezası olduğu sonucuna
varılırsa, cezanın tenf z mahkemen n ns yat f ne kalacak, devlet bașkanı ya
da hak m d lerse affedecek d lerse sürgün verecek d lerse de ölüm cezasına
çarptırab lecekt r.
İrt dat Kel mes n n Lügav ve Istılâh Mânâsı
r-d-d kökünden türeyen ve ft âl babından olan “ rt dad” kel mes sözlükte dönmek, kabul etmemek, vazgeçmek[3] anlamlarına
gel r. Adam d n nden döndü den ld ğ nde
(‫ ) إرﺗﺪ رﺟﻞ ﻋﻦ دﻳﻨﻪ‬den r.[4] “Mürted” ve “R ddet” kel meler de bu f lden türet lm ș s mlerd r.[5]
Y ne rt dad ve r ddet kel meler n n “gel nen yoldan dönmek” anlamına gelmes ne fakat st malde r ddet kel mes n n sadece
“d nden dönme” yan küfür anlamına hasred ld ğ n , rt dad kel mes n n se hem bu anlama hem de bașka anlamlara gelecek
șek lde daha genel kullanıldığını fade eden İsfahânî, “ rt dad” kel mes n n sadece d nden çıkma anlamında kullanılmadığına
ș a r e t e d e r e k ( ‫ ) … َﻓ ﺎ ْر َﺗ ﺪ ا َﻋ َﻠ ﻰ آ َﺛ ﺎ رِ ِﻫ َﻤ ﺎ َﻗ َﺼ ًﺼ ﺎ‬g e l d k l e r s t k â m e t t a k p e d e r e k g e r d ö n d ü l e r ” [ 6 ] â y e t l e s t d l a l e t m e k t e d r . [ 7 ]
Kur’ân’da da “ rt dad” kel mes , zler tak p ederek ger dönmek[8] göz kırpmak[9] arkasını dönmek[10] d nden dönmek[11]
mânâlarına gelmekted r.
İslâm Hukuk Istılâhında se, rt dat ya da r ddet, Müslüman olan veya b lâhare İslâm’ı kabul etm ș bulunan b r k ș n n İslâm
nancından bașka b r nanca dönmes veya h çb r d ne nt sap etmeks z n salt nkâra sapması anlamında kullanılır.[12]
R ddet n Meydana Geleceğ Durumlar
İslâm Âl mler b r Müslümanı mürted yapacak b rçok durumdan bahsetm șlerd r. K ș nançta, f lde, sözde ve em rler terk
husûsunda d nden çıkab l r.[13] Yan İslâm’ın nanılmasını emrett ğ b r duruma man etmeyerek mürted olab l r. Mesela, Allah
üçün üçüncüsüdür d yerek ya da Allah’ın sıfatlarını nefyederek bu suçu rt kab edeb l r. Bu suç bazen küfrü gerekt ren b r f l
șleyerek tahakkuk eder. Mesela Kur’ân-ı Ker m’e hürmets zl k yapmak ya da İslâm’ın kutsal saydığı ș arları tahk r etmek
șekl nde olab l r. Aynı zamanda sözlü olarak da b r Müslüman bu suçu rt kab edeb l r. Örneğ n sar h b r șek lde Allah ‫ ﷻ‬ve
Rasûlü’nü ‫ ﷺ‬nkâr etmek g b …
Genel olarak İslâm âl mler rt datın f l b r suça dönüșmes n n k ș y kâf r yapan söz ve f ller le ortaya çıkacağını
bel rtm șlerd r. Özell kle de “Elfâz’ı Küfür” ded ğ m z k ș y İslâm da res nden çıkaran lafızları âmden kullanmak ve bunun

-
yanında Kur’ân-ı Ker m’e yapılan f l saygısızlık g b b r takım kavl ve f l durumlar k ș n n rt dat suçunu rt kab ett ğ n
göster r.[14] Fakat b z burada rt datın nasıl gerçekleșt ğ nden çok gerçekleșt kten sonra terettüb eden cezaları nceley p b r
sonuca varmaya çalıșacağız.
İrt dat Suçunun Had Kabul Ed lmes
İslâm Âl mler d nden dönen b r k msen n tevbeye davet ed ld kten sonra tevbe etmemes durumunda öldürüleceğ husûsunda
tt fak etm șlerd r.[15] Her ne kadar kadınların öldürülmes husûsunda b rtakım ht laflar mevcut se de Mâl k , Hanbel ve Șaf î
Mezheb ne göre erkek ve kadın ayrımı söz konusu değ ld r. Aynı zamanda İbn- Ömer, Evzaî, Leys b. Sa’d, İbrâhîm en-Nehâî ve
Zührî[16] g b Sahabe ve Tab n n önde gelen al mler de kadın mürted n de erkek mürted g b öldürülmes gerekt ğ n söylem șt r.
Del ller de d n değ șt rmeyle lg l had s n zâh r d r. Fakat Hanef Fukahâsı se Allah Rasûlü’nün ‫ ﷺ‬öldürülmeler n nehyett ğ
ç n[17] kadınların hapsed lecekler ne ka l olmușlardır.[18]
Cumhûr-u Ulemâ’nın Del ller
İlk dönem İslâm Âl mler m z r ddet suçu le alâkalı ayetlerden b rtakım st dlaller yapmıșlardır. Bunlardan en öneml s Bakara
Sûres ’ndek “S zden k m d n nden döner de kâf r olarak ölürse, öyleler n bütün yapıp ett kler dünyada da, ah rette de boșa
g tm șt r. Bunlar cehenneml klerd r, orada sürekl kalacaklardır.”[19] ayet ker mes d r.
Tah r b. Âșûr da aynı ayet le st dlal ederek r ddet cezasının bu âyetle sab t olduğunu söylem șt r. “S zden k m tevh d nancından
döner ve kâf r olarak ölürse…” âyet ndek nah v ka des le alâkalı olarak; âyette f l șarta atfed len cümlen n “fa” harf le
atfed lm ș olmasından hareketle, bu suçu șleyen k msen n hemen ölmes n n ona had uygulanması anlamına geld ğ n fade
etm șt r.[20]
Elmalılı da “d nde zorlama yoktur” ayet n , İslâm’a h ç g rmem ș olan le alâkalı olduğunu söyleyerek İslâm’ı kabul ed p sonra
çıkmak steyen k mseler n mürted olarak s mlend r leceğ n ve alacağı cezanın İslâm’a g rerken verd ğ sözü bozmaktan dolayı
hak edeceğ n söylem șt r. “D nde zorlama yoktur”[21] âyet gereğ nce krah, avârız-ı ehl yettend r d yen Elmalılı, İslâm
ülkeler nde krahın yasaklandığını hatta h çb r k msen n İslâm d n ne g rmes ç n zorlanamayacağını bel rtm ș, herkes n d n nde
serbest olduğunu, İslâm hükümler altındak müșr k ve ehl- k tabın d nler n özgürce yașayab lecekler nden bahsederek șunları
söylem șt r:
“Mesela b r müșr k d lerse Yahud veya Hr st yan olab l r. H çb r ne Müslüman ol d ye zorlanmaz. Ahd nde kalması ve verg s n
vermek șartıyla d n nde bırakılır fakat her k m sözünde durmazsa suçuna göre cezasını görür. Rızası le İslâm’ı seçt kten sonra
yan Allah ‫ﷻ‬ve Rasûlüne ‫ ﷺ‬söz verd kten sonra döner rt dad eder de tevbe etmezse, cezalandırılır. Bu ceza b r krah değ l
sözünü bozması net ces nde doğan b r zarûrett r. Küfür arasındak d n değ șt rme Hanefîlere göre küfür tek m llet olduğundan
İslâm’a g r d ye zorlanmaz. Ancak İslâm d n ne g rd kten sonra dönen k ș sözünü bozmuș olur. Tevbe etmezse cezası ver l r.”[22]
Fakat ulemânın asıl dayanak noktaları had sler olmuștur. Değerlend rmekte olduğumuz meseleye atıfta bulunulan bazı had sler
burada z kretmek st yoruz.
Yukarıda z kretm ș olduğumuz “D n n değ șt ren öldürün!” had s , bu alanda z kred lecek en öneml ve sah h r vayett r.
B r d ğer Buhârî r vayet se b r Yahud ’n n Müslüman olup tekrar d nden dönmes ve sonuçta öldürülmes le lg l Muâz b. Cebel ve
Ebû Mûsâ el-Eșarî arasında geçen b r konușmadır.[23] “Allah’tan bașka lah olmadığına ve ben m Allah’ın elç s olduğuma șah tl k
eden b r n n kanı ancak șu üç gerekçeden b r yle helal olab l r: Cana can, z na eden evl , d n n terk ederek cemaatten ayrılan
k ș .”[24] had s de bu r vayetlerden b r s d r. Bu r vayetler ve çok daha fazlası “Tekm letü Feth ’l-Mülh m b șerh Sah h-
Müsl m” adlı eserde oldukça ayrıntılı b r șek lde açıklanmıștır. D leyenler müracat edeb l rler.[25]
Abdülkâd r Avdeh de, rt dat cezasının had cezalarından olduğunu söylemeden önce İslâm Hukûkunda had cezalarının bell
olduğunu ve bu cezaların uygulanması ç n suçun kes n olması ve uygulanması ç n șer’î b r engel n bulunmaması șekl nde k
șartın olması gerekt ğ n fade etmekte, bu șartlar sağlandıktan sonra cezanın nfazından bașka b r alternat f n olmadığını
söylemekted r. Avdeh, had cezalarıyla lg l genel kanaat n ortaya koyduktan sonra, r ddet cezasıyla lg l olarak șunu söyler:
“İslâm șer at rt dat suçunu genel düzen bozan b r suç olarak kabul eder. Bundan dolayı da r ddet suçunu öldürme cezası le
cezalandırır. İslâm șer atında r ddet cezasının h çb r șek lde düșürülmes mümkün değ ld r. Mısır Ceza Kanunu, rt dadı suç kabul
etmed ğ ç n ceza tay n etmem șt r. Fakat İslâm șer atına muhal f olan her șey geçers z olduğundan șer atın mürted hakkındak
hükmünün tatb k ed lmes gerek r.”[26]
Riddetin Meydana Geleceği Durumlar
İslâm Âlimleri bir Müslümanı mürted yapacak birçok durumdan bahsetmişlerdir. Kişi inançta, fiilde, sözde
ve emirleri terk husûsunda dinden çıkabilir.[13] Yani İslâm’ın inanılmasını emrettiği bir duruma iman
etmeyerek mürted olabilir. Mesela, Allah üçün üçüncüsüdür diyerek ya da Allah’ın sıfatlarını nefyederek bu
suçu irtikab edebilir. Bu suç bazen küfrü gerektiren bir fiil işleyerek tahakkuk eder. Mesela Kur’ân-ı
Kerim’e hürmetsizlik yapmak ya da İslâm’ın kutsal saydığı şiarları tahkir etmek şeklinde olabilir. Aynı
zamanda sözlü olarak da bir Müslüman bu suçu irtikab edebilir. Örneğin sarih bir şekilde Allah ‫ ﷻ‬ve
Rasûlü’nü ‫ ﷺ‬inkâr etmek gibi…
Genel olarak İslâm âlimleri irtidatın fiili bir suça dönüşmesinin kişiyi kâfir yapan söz ve fiiller ile ortaya
çıkacağını belirtmişlerdir. Özellikle de “Elfâz’ı Küfür” dediğimiz kişiyi İslâm dairesinden çıkaran lafızları
âmden kullanmak ve bunun yanında Kur’ân-ı Kerim’e yapılan fiili saygısızlık gibi bir takım kavli ve fiili
durumlar kişinin irtidat suçunu irtikab ettiğini gösterir.[14] Fakat biz burada irtidatın nasıl
gerçekleştiğinden çok gerçekleştikten sonra terettüb eden cezaları inceleyip bir sonuca varmaya
çalışacağız.
İrtidat Suçunun Had Kabul Edilmesi
İslâm Âlimleri dinden dönen bir kimsenin tevbeye davet edildikten sonra tevbe etmemesi durumunda
öldürüleceği husûsunda ittifak etmişlerdir.[15] Her ne kadar kadınların öldürülmesi husûsunda birtakım
ihtilaflar mevcut ise de Mâliki, Hanbeli ve Şafiî Mezhebine göre erkek ve kadın ayrımı söz konusu değildir.
Aynı zamanda İbn-i Ömer, Evzaî, Leys b. Sa’d, İbrâhîm en-Nehâî ve Zührî[16] gibi Sahabe ve Tabiinin
önde gelen alimleri de kadın mürtedin de erkek mürted gibi öldürülmesi gerektiğini söylemiştir. Delilleri
de din değiştirmeyle ilgili hadisin zâhiridir. Fakat Hanefi Fukahâsı ise Allah Rasûlü’nün ‫ ﷺ‬öldürülmelerini
nehyettiği için[17] kadınların hapsedileceklerine kail olmuşlardır.[18]
Cumhûr-u Ulemâ’nın Delilleri
İlk dönem İslâm Âlimlerimiz riddet suçu ile alâkalı ayetlerden birtakım istidlaller yapmışlardır. Bunlardan
en önemlisi Bakara Sûresi’ndeki “Sizden kim dininden döner de kâfir olarak ölürse, öylelerin bütün yapıp
ettikleri dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar cehennemliklerdir, orada sürekli
kalacaklardır.”[19] ayeti kerimesidir.
Tahir b. Âşûr da aynı ayet ile istidlal ederek riddet cezasının bu âyetle sabit olduğunu söylemiştir.
“Sizden kim tevhid inancından döner ve kâfir olarak ölürse…” âyetindeki nahiv kaidesi ile alâkalı olarak;
âyette fiili şarta atfedilen cümlenin “fa” harfi ile atfedilmiş olmasından hareketle, bu suçu işleyen
kimsenin hemen ölmesinin ona had uygulanması anlamına geldiğini ifade etmiştir.[20]
Elmalılı da “dinde zorlama yoktur” ayetini, İslâm’a hiç girmemiş olan ile alâkalı olduğunu söyleyerek
İslâm’ı kabul edip sonra çıkmak isteyen kimselerin mürted olarak isimlendirileceğini ve alacağı cezanın
İslâm’a girerken verdiği sözü bozmaktan dolayı hak edeceğini söylemiştir. “Dinde zorlama yoktur”[21]
âyeti gereğince ikrah, avârız-ı ehliyettendir diyen Elmalılı, İslâm ülkelerinde ikrahın yasaklandığını hatta
hiçbir kimsenin İslâm dinine girmesi için zorlanamayacağını belirtmiş, herkesin dininde serbest olduğunu,
İslâm hükümleri altındaki müşrik ve ehl-i kitabın dinlerini özgürce yaşayabileceklerinden bahsederek
şunları söylemiştir:
“Mesela bir müşrik dilerse Yahudi veya Hristiyan olabilir. Hiçbirine Müslüman ol diye zorlanmaz. Ahdinde
kalması ve vergisini vermek şartıyla dininde bırakılır fakat her kim sözünde durmazsa suçuna göre
cezasını görür. Rızası ile İslâm’ı seçtikten sonra yani Allah ‫ﷻ‬ve Rasûlüne ‫ ﷺ‬söz verdikten sonra döner
irtidad eder de tevbe etmezse, cezalandırılır. Bu ceza bir ikrah değil sözünü bozması neticesinde doğan
bir zarûrettir. Küfür arasındaki din değiştirme Hanefîlere göre küfür tek millet olduğundan İslâm’a gir
diye zorlanmaz. Ancak İslâm dinine girdikten sonra dönen kişi sözünü bozmuş olur. Tevbe etmezse cezası
verilir.”[22]
Fakat ulemânın asıl dayanak noktaları hadisler olmuştur. Değerlendirmekte olduğumuz meseleye atıfta
bulunulan bazı hadisleri burada zikretmek istiyoruz.
Yukarıda zikretmiş olduğumuz “Dinini değiştireni öldürün!” hadisi, bu alanda zikredilecek en önemli ve
sahih rivayettir.
Bir diğer Buhârî rivayet ise bir Yahudi’nin Müslüman olup tekrar dinden dönmesi ve sonuçta öldürülmesi
ile ilgili Muâz b. Cebel ve Ebû Mûsâ el-Eşarî arasında geçen bir konuşmadır.[23]
“Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Allah’ın elçisi olduğuma şahitlik eden birinin kanı ancak şu üç
gerekçeden biriyle helal olabilir: Cana can, zina eden evli, dinini terk ederek cemaatten ayrılan kişi.”[24]
hadisi de bu rivayetlerden birisidir. Bu rivayetler ve çok daha fazlası “Tekmiletü Fethi’l-Mülhim bi şerhi
Sahih-i Müslim” adlı eserde oldukça ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır. Dileyenler müracat edebilirler.[25]
Abdülkâdir Avdeh de, irtidat cezasının had cezalarından olduğunu söylemeden önce İslâm Hukûkunda had
cezalarının belli olduğunu ve bu cezaların uygulanması için suçun kesin olması ve uygulanması için şer’î
bir engelin bulunmaması şeklinde iki şartın olması gerektiğini ifade etmekte, bu şartlar sağlandıktan
sonra cezanın infazından başka bir alternatifin olmadığını söylemektedir. Avdeh, had cezalarıyla ilgili
genel kanaatini ortaya koyduktan sonra, riddet cezasıyla ilgili olarak şunu söyler:
“İslâm şeriati irtidat suçunu genel düzeni bozan bir suç olarak kabul eder. Bundan dolayı da riddet suçunu
öldürme cezası ile cezalandırır. İslâm şeriatında riddet cezasının hiçbir şekilde düşürülmesi mümkün
değildir. Mısır Ceza Kanunu, irtidadı suç kabul etmediği için ceza tayin etmemiştir. Fakat İslâm şeriatına
muhalif olan her şey geçersiz olduğundan şeriatın mürted hakkındaki hükmünün tatbik edilmesi
gerekir.”[26]
İrtidat Suçunun Ta’zir Kabul Edilmesi
Mürtedin öldürülmesini reddedenler, Kur’ân-ı Kerim’de dünyevi boyutundan bahsedilmemesi,
mürtedin katli ile alâkalı gelen rivayetlerin haberi âhad oluşu ve fikir hürriyetine ters düşmesi
gibi hususları dile getirmişler[27] ve mütekaddim ulemânın ayet ve hadisleri değerlendirirken
sadece rivayetleri ön plana çıkarıp siyasi değerlendirmeler yapmadıklarını da söylemişlerdir.[28]
Kur’ân-ı Kerim’de irtidatla ilgili ayetler riddet suçunu işleyen Müslümana sadece uhrevi bir cezanın
terettüb edeceğinden haber vermesi son dönem âlimlerini bu suçun had cezası olmadığı fikrine
götürmüştür. Bununla birlikte onlar Kur’ân’da birçok ayette insana inanması için baskı
yapılmadığını da ifade ederek “Dinde zorlama yoktur. Doğruluk sapıklıktan seçilip belli
olmuştur.”[29] “Rabbin dileseydi yeryüzündekilerin hepsi mutlaka inanırdı. O hâlde sen mi insanları
inanmaları için zorlayacaksın.”[30] ve “Öğüt ver! Çünkü sen ancak öğüt verensin. Onların üzerinde
zorlayıcı değilsin.”[31] ayetleri ile de istidlal etmişlerdir. Bunun yanında “Düşmanlarınızın güçleri
yetse, inancınızdan döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan vazgeçmeyeceklerdir. Ama sizden biri
imanından döner ve hakikati inkâr eden biri olarak ölürse, böyle birinin yapıp ettikleri bu dünyada
da öteki dünyada da boşa gidecektir. İşte böyleleri içinde yaşayıp kalacakları ateşe mahkum
kimselerdir.”[32] ve “…inandıktan sonra Allah’ı inkâr edenlerin Allah’ın gazabına uğrayacakları,
onları elim bir azabın beklediğinden haber verilmiştir.[33] ayetlerinde de irtidatla ilgili uhrevi
azap söz konusu olduğu hâlde, dünyevi bir cezadan bahsedilmemiştir.
Riddet cezasının mahiyetini anlamak adına bu konu üzerinde duran son dönem bazı İslâm âlimleri,
klasik fıkıh kaynaklarında “had cezası” olarak geçen riddetin iddia edildiği gibi “had cezası”
olmadığı kanaatine ulaşmışlardır. Onlara göre hiç kimseye inancını değiştirdiği için had cezası
verilemez, bu bağlamda bahsi geçen ceza siyasî nitelikli ta’zir cezasıdır. Bunun için de
mürtedlerden hangisinin cezayı hak edip hangisinin hak etmediğini tespit edebilmek için cezayı
gerektiren suç tarifi üzerinde yoğunlaşmışlardır.[34]
Sonuç
Çalışmamızda mürtedin katlinin Kur’ân ve Sünnet bağlamında ele alınarak değerlendirilmesi
yapılmıştır. Bu alana dair yazılmış hemen bütün eserler ilk dönem İslâm Âlimleri’nin bu hususta
ittifak ettiklerini beyan etmişlerdir. Dolayısıyla bu suçu affetme yetkisinin kimsenin elinde
olmadığını vurgulamışlardır. Özellikle de riddet suçunun devlete baş kaldırma suçundan ayrı olarak
değerlendirilmesi gerektiğini vurgulayarak başlı başına bir had cezası olduğu sonucuna
varmışlardır.
Modern dönemlere geldiğimizde ise genel olarak mürtedin katli ile alâkalı yapılan araştırmaların
ekserîsinin konuyu had değil ta’zir cezaları bağlamında ele aldıklarını görmekteyiz. Bu yorumun
özellikle de Müslümanların mağlup olduğu son iki yüz yıldır gündemde olduğunu ve gelecek olası
tepkileri azaltmaya matuf zorunlu yorumlar olarak okumaktayız.
Temel insani haklar ve din hürriyeti bağlamında değerlendirilerek ilk dönem âlimlerimizin
değerlendirmede hataya düştüğünü, hürriyet ve insan hakları konusunu arkalarına attıklarını,
uydurma rivayetleri kullanarak bu tür cezaları İslâm’a mâl ettiklerini söyleyen bir diğer yorumun
ise ilmîlikten oldukça uzak olduğunu söylemiştik.
Burada şunu vurgulamak isteriz ki: İslâm’da mutlak bir hürriyetten kimse söz edemez. Aslında
hiçbir hukuk kuralında mutlak hürriyet söz konusu değildir. Allah’a başkaldırıp dinden çıkan
mürtedin katli meselesini din ve fikir hürriyeti bağlamında değerlendirenler, devlete baş kaldıran
ve isyan bayrağı açanların öldürülmesini fikir hürriyeti bağlamında neden değerlendirmezler. Aynı
zamanda bu suçu tenfiz makamı İslam Devleti’dir ve irtidat ettiğinde evvela hapsedilir;
kafasındaki sorulara muknî cevaplar verilir, görüşünden vazgeçerse serbest bırakılır. Bütün
bunlara rağmen bir insan bundan vazgeçmiyorsa İslâm’a hasım olacağı aşikârdır. İslâm’a hakaret
edenlerin katledilmesini bu suçu ta’zir cezası kabul edenler de söylemektedir. Karadâvî mezkûr
risalesinde riddeti ağır ve hafif olmak üzere ikiye ayırıp İslâm’a adavet besleyenlerin katledilmesi
gerektiğini vurgulayarak ve buna örnek olarak da Selman Rüşdi’yi örnek vererek şöyle demektedir:
“Selmân Rüşdî’nin irtidadı ağır bir irtidattır, çünkü o, kelam ve kalemiyle bu hususta propaganda
yapmıştır. Bu gibileri ağır bir ceza ile cezalandırmak ve bu konuda rivayetlerin zahiri ve
cumhurun görüşüne temessük etmek kötülüğün kökünü kazımaya ve fitnenin kapısını kapatmaya
daha uygundur.”[35]
Klasik dönemde ulemâ riddeti had cezası sayarken, modern dönemde bu cezayı siyasi suç
kapsamında değerlendirip ta’zir olarak kabul etmeleri şayan-ı dikkattir. Bunun yanında Hanefiler’in
kadının savaşacak potansiyelde olmamasını öne sürerek öldürülmemesine hükmetmesi ve
Rasûlüllah‫ ﷺ‬ve Hulefa-i Râşidin döneminde bazı mürtedlerin öldürülmeyip serbest bırakılması ise
mürtedin öldürülmesi meselesinde illetin İslâm’a zarar vermek olduğuna işaret ettiği söylenebilir.
Fakat had ya da ta’zir cezası olması kadim ya da modern zamana göre değişecekse modern
dönemden sonra gelecek farklı dönemlerde de başka hükme evrilmesi muhtemel olsa gerektir.
Çok açıktır ki yıllardır Müslümanlar, veren el konumunda olduğu için riddet suçunu işleyen
Müslümanın katlini vacip görmüşlerdi. Modern zamanlara gelindiğinde ise kendimizi nasıl ifade
ederiz, din hürriyetini temel insani haklar bağlamında dünyaya nasıl anlatırız telaşı maalsef bizi
farklı düşünmeye sevketmiştir.
"
ERBAKAN HOCAYA GÖRE İNSANCA HAKÇA BİR DÜZEN KURMAK İÇİN DÖRT DÜZEN
KURULMALI
Bir dönem insanca, hakça bir nizam sloganıyla batıcı bir parti ülkemiz de çıktı meydanlarda
bağırdı ve halkta inandı bunlara oy verdi. Fakat, bu Roma dan, Yunan’a oradan da
binlerce yıl öncenin Mısırına gidip Firavunu düzenin çağdaş ürünü olan bu batıcı lider ne
OSMAN AYVAZOĞLU yap tı? Ülkeye kan zulüm ve gözyaşı getirdi, ülkeyi 70 sente muhtaç edip gitti. O da başka

MİLLİ
bir batıcı dan enkaz bir ülke devralmıştı.
“Allah İnsanlara hayvanlardan ayrı dört hususiyet vermiş işte, cenabuhak İnsanlara
havanlardan ayrı dört tane hususiyet verdiği için insan toplumlarına ait bir nizam, düzen

GÖRÜŞÜN
kurmak istediğimiz zaman dört tane nizam kurmak gerekiyor.
Bu dört tane düzen nerden çekiyor? Çünkü cenabuhak insanlara hayvanlara nazaran dört

MEDENİYET
ayrı özellik vermiş o halde insanlara ait bir toplum için bir kural koyacaksan insanların
özelliklerinden dolayı dört tane nizam koyacaksın. Nedir bu dört nizam, dört ölçü?
1-Din düzeni; insanlar toplum haline geldikleri vakit onların iyi ve kötüyü ayırma hasletleri,

PROJESİ - 3
kötüyü ve çirkini ayırma hasletleri toplumda din düzenini meydana getiriyor.
2- İktisat düzeni; İnsanda faydayı ve zararı ayırma özelliği toplum haline gelince, toplum
da iktisat düzenini kurmayı gerektiriyor.
3- Yönetim düzeni; İnsanda adalet ve zulmü ayırma kabiliyeti, yanı ünsiyeti, bu defa da
toplum da yönetim siyaset düzenini kurmayı gerektiriyor.
4- İlim düzeni:; doğruyu ve yanlışı ayırma düşüncesi ilim düzeninin gerektiriyor. Onun için
İnsanların düzeni böylece dört tane nizam halinde düzenlenmesi gerekiyor.
Bu Nizamın Nasıl Kurulacağını Erbakan Hoca Şu Şekilde Açıklıyor:
“Peki, bunu nasıl kuracağız, nasıl tanzim edeceğiz? Bu güne kadar ki insanlık tarihini
inceleyeceğiz ve insanlar tarih te düzenlerini nasıl kurmuşlar bunları tespit edeceğiz. Bu
gün insanlık tarihin çok önemli bir dönüm noktasındadır. Hangi noktadır? Nasıl bir düzen
kurulması lazımdır? Bunun için bulunduğumuz tarihi noktayı çok iyi anlamamız lazım.”
Bu tarihi noktayı da Hoca şu şekilde anlatıyor:
“İnsan bakınız baştan başlayarak, yanı yaratıldığı ilk dönemden itibaren doğru bir şekilde
gelmiş ve ondan sonra sapmıştır. Önümüz deki bin yıl için insanca hakça bir nizam kurmak
istiyoruz. Nasıl birinci İslam medeniyeti insanlığa bin yıllık bir saadet devri sunmuşsa, bu
günde insanlık böyle sadet getirecek bir temel nizam arıyor. Bu nizamı kurmak için buraya
kadar nasıl geldik? Buraya kadar nasıl gelindiğine bakılır ve önümüzde ki dönem de, nasıl
bir düzen nereye varılacak, nereye gidilecek? Böylece tayın edilir. Bulunduğumuz noktadan
nereye gideceğimizi tayın etmek için buraya nasıl geldiğimizi incelemek gerekir. Bu gün
bulunduğumuz nokta 2021 dir. ( Hoca bur da farklı bir tarih vermişti 2021’i ben o tarihin
yerine ekledim) İnsanlık tarihini incelediğimiz zaman, İnsanlık tarihinde medeniyetler
bakımından geriye doğru gittiğimiz zaman, Sosyolojik olarak;
1-İlk insanlar tek aileler halinde yaşıyorlardı, burada bazı rakamlar vereceğiz fakat bu
rakamların kesinliği yoktur tahmini sürelerdir. Takı Mısır dönemine gelinceye kadar.
2-sonra aileler daha büyük aileler (akraba) haline geldiler. Yanı ailelerin büyük aile haline
gelmesi bu günden 60 bin yıl öncesine dayanır diyor bilim adamları.
3-Sonra aşiret haline geldiler 28 bin yıl önce,
4-sonra aşiretler birleşti kabile haline geldiler. 28 bin ile 20 bin yıl arasında
5- sonra, 20 bin ile 5 bin yıl arasında kabile devrinde çobanlık devrini yaşadılar.
6-5 bin yıl, bu günkü tarihin başladığı noktadır. Bundan önce yazı yoktur. Bundan öncesi
için bu gün deliller ile tespit edilemiyor. Ancak din kitaplarının verdiği bilgilerden bu
| 03 dönemlerle ilgili bilgiler edine biliyoruz.” diyor hoca.
Bir kısım bilim adamları vahyi kaynak kabul etmediği için bu döneme karanlık
dönem diyorlar. Diğer bir grup bilim adamı vahyi kaynak olarak kabul ediyorlar.
Mesela, Prof. Dr. Hüseyin Hatemi Hoca şöyle der: “ Vahiy kesin kaynaktır buna
inanmayan akıl hastasıdır
TEMMUZ AYI AKINCI ŞEHİDLERİ

TÜRKİYE'DE İŞKENCE GERÇEĞİ VE ŞEHADETİNİN 34. YILINDA HÜSEYİN


KURUMAHMUTOĞLU 15 TEMMUZ 1987

Mamak Askeri Cezaevi insanlığın ve özgürlüğün öldürüldüğü bir yerdir. ..


Cezaevi denilen taş duvarlar arasında insanların nice umutlarla
büyüttükleri fidanları zorbaca kırarlar. İşte bu insanlık düşmanları, bizim
nadide fidanımızı kırdılar, Hüseynimizi kırdılar. Hem de kahpece,
alçakça ve hayvanca yöntemlerle. Mamak'ta sekiz sene devam eden
kişiliksizleştirme ve dayak uygulamaları, eğitim ve sayım adı altında
aralıksız devam etmektedir. Bir gün, Hüseyinin namaz ve sarık
yüzünden çıkan tartışma sonucunda dövülerek boyun kemiği kırıldı.
Arkasından kafese atıldı. Tedavi edilmesine izin verilmedi. Ailesinin
dışarıdan yaptığı teşebbüsler de sonuçsuz kaldı. Aylar geçtikten sonra,
O'nu hastaneye kaldırdılar, Hüseyin Kurumahmutoğlu işkenceler
yüzünden hastaneye kaldırıldığında bir dava arkadaşına yazdığı
mektupta durumunu şöyle anlatıyordu: "Boynumdan geçen gün film
çekildi, bir kırık şüphesi var. ALLAH sabır versin. Boynumun ağrısına
tekrar dayanabilmek gerçekten zor. (...) Ben bu konuda babam
vasıtasıyla sana bir soru sormuştum. Burada tekrar yazayım. Sen bana
mektupla veya ziyaretle cevap gönder. Ben ayakta duruyorum. Bu
durumda ağrılarımın çok şiddetli olduğu zamanlar haricinde bir
zorluğum yok. Ancak boynumu eğmekte zorluk çekiyorum. Hiçbir
şekilde boynum eğilmiyor. Secdeye giderken ve gelirken normal şekilde
gidip gelmem mümkün olmuyor. Ancak elimle kafamı tutup yere
koyacağım ve secde yaptıktan sonra iki elimle kafamı tekrar
kaldıracağım. Bu da beni çok yoruyor ve perişan ediyor. Belimin ağrısı
olduğunda böyle de yapamıyorum. Ben farzları bu şekilde eda edip
sünnetleri de yatarak kılıyorum, Ancak yatarken de sırt üstünden başka
bir şekilde duramadığım için gözlerimden başka tarafımı
oynatamıyorum. Ben nasıl yapmalıyım, bana bildirin. Kusura bakma, bu
mektubu sırt üstü yatıp ellerim havada zor yazdım. Belki okunaklı
olmayabilir." Bu yüce imanın sahibi, 15 Temmuz 1987 günü şehadet
şerbetini içerek Rabbine kavuştu.
Yukarıdaki satırlar Hüseyin Kurumahmutoğlu'na yapılan işkencenin
boyutunu gözler önüne sermektedir. Zulmüyle ünlü Mamak Askeri
Cezaevi bu tür işkenceleri ve işkencecileri çok görmüştü. Fakat
işkencecilere kafa tutan ve inancı uğruna her şeye katlanan böyle bir
yiğidi ilk defa görmüştür. Bundan dolayı şehit Hüseyin, Mamak'ta
yükselen bir değer, bir semboldür. Tıpkı Kerbela’nin gülü Hz. Hüseyin
gibi. O, zor günde İslam'ı seçmişti ve zor günde imanın imtihanını
başarıyla kazandı. Çok azı sevdi şehadeti onun sevdiği kadar. Canını
ALLAH yolunda vermesi ise bunun en büyük ispatıydı.
İsmail Kendirli (10 Temmuz 1978
O günün İslamcı basını olayı şöyle verecekti: Komünist saldırganlar, bu
hafta da bir kardeşimizi şehit ettiler. Böylece, son bir ay içerisinde
İslamcı Gençlik, peş peşe tam 5 şehit verdi. İmam- Hatip Lisesi mezunu
Akıncı kardeşimiz İsmail Kendirli, Ankara Rüzgârlı Sokak’ta 10 Temmuz
gecesi, yaylım ateşine tutuldu. Aldığı yaralarla, kanlar içerisinde yere
serilen kardeşimiz, kaldırıldığı Numune Hastanesi’nde ebedî âleme
intikal etti. Şehit kardeşimiz merhum İsmail Kendirli’nin naaşı, İslamcı
Gençlik tarafından Hacı Bayram-ı Veli Cami-i Şerifinde kılınan cenaze
namazını müteakip, memleketi olan Malatya’ya götürüldü. Hadise
üzerine Akıncılar Derneği ve MTTB ile diğer İslamcı kuruluşlar, birer
bildiri yayınlayarak, kızıl katilleri protesto ettiler. İslamcı kuruluşların
bildirilerinde, özetle şöyle deniliyordu: “Kızıl katliam şebekeleri, mevcut
iktidardan güç almakta, onların müsamahası altında çalışmaktadır. Chp
muhalefetteyken de, aynı şebekeleri kanatları altında besliyordu. Şimdi
iktidardadır ve aynı tavrını devam ettirmektedir. Ne var ki bu cinayetler,
hem Chp’nin hem de kurucusu olduğu bu müşrik düzenin, sonunu
hazırlamaktadır. Komünistler bu ülkeye sahip olacaklarını sanıyorlarsa,
aldandıklarını çok yakın gelecekte göreceklerdir. Hasanların,
Mehmetlerin, Celillerin, İsmaillerin kanları asla yerde kalmayacaktır.
Müslüman Türkiye davamız, bir gün gerçekleşecektir. Saldırganlıklar
Müslümanları yıldıramayacaktır.” * Şura Dergisi 27. Say
BEDİİ TAN ELAZIĞ 27 TEMMUZ 1978
Ramazan geldi. “Oruç tutmak serbest dediler. Sahura kalkmak
yok.” İftar ise saat 20.00’den sonraydı. Bu aslında “Oruç tutma,
istemiyoruz! Mesajıydı. Benim ortağım ve muhasebecim Bedii
Tan oruç tuttu. Bu arada havalandırmada, betonda, üstümüz
çıplak halde dünyanın idmanını yaptırıyorlar. Bedii’nin
orucunun farkına vardılar. Ne yaptılar biliyor musun?
Kanalizasyon kapağını kaldırdılar, avuçla pislik yedirdiler. Bedii
Tan ishal oldu. Çok hastalandı. Hala hatırlarım. Koğuş kapısının
önünde, buz kalıbı gibi pat diye betonun üstüne düştü. Yerde
yatıyordu. Bir er ve bir çavuş ile gardiyan geldi, koğuşa girdiler.
Yerde yatan Bedii Bey’in karnına bastılar. Bağırsakları ve
böbreği patladı. Bedii Tan öldü, 50 yaşındaydı. 33 numaralı
koğuşa geldikten 33 gün sonra öldü” * Hasan Cemal, Kürtler,
syf. 32

Senai Tan - 1978


Elazığ Milli Gençlik Vakfı Başkanı ve en yakın arkadaşlarından olan Mesut Turan’ın kalemiyle Senai Tan:
Oldukça fakir bir ailenin çocuğuydi. 1961 Tunceli doğumlu alevi bir ailenin çocuğudur. Senai, daha küçük
yaşta iken, babası aileyi terk edip gittiğinden dolayı dedesi ve ninesiyle birlikte kalmaktaydı. Anneleri
çocuklarına bakabilmek için, Elazığ İplik Fabrikası’nda, işçi olarak çalışıyordu. Senai’nin bir ağabeyi ve
kendinden küçük bir kız kardeşi vardı. Ortaokulda iken MTTB ile tanışan Senai Tan, bir MTTB sempatizanı
olarak büyüdü. Aktif bir sporcu olan şehidimizin, ağabeyi sol fraksiyonlardan birinde aktif bir rol
üstlendiğinden, kardeşi ile yıldızı barışmıyordu. Elazığ’ın Devrim Ortaokulu’ndan mezun olduktan sonra, Azot
Sanayii T.A.Ş.’nin Kütahya’daki Teknisyenlik okuluna hak kazandı. İki yıllık bu okuldan mezun olduktan sonra,
Elazığ Azot Sanayi T.A.Ş. Fabrikası’nda, teknisyen olarak işe başladı. Şehidimiz zaman zaman bizlere,
ağabeyinin de içinde bulunduğu örgüt elemanları tarafından, Elazığ’a döndükten sonra, sık sık, sıkıştırıldığını
söylerdi. 1978 yılı Temmuz ayında, menfur hadiseden bir hafta Önce, mütevazı evlerinde oturup; 78 yılı
Temmuz’unun sıcaklığından kurtulmak için, serin bir şeyler içmiş idik. ALLAH’ın (c.c) varlığı ve İslam
Nizam’ının yüceliği konusunda, şüpheci soruları ile kendisini fikren sıkıştırdıklarını belli ediyordu. O yaz,
koltuk değnekli olmam nedeniyle, evlerinden çıktıktan sonra tuttuğu bir taksi ile, beni evime bırakmış ve ben
de kendisine “ALLAH (c.c) Vardır”, Mevdûdi’nin “İslam Nizamı” isimli kitapları vermiştim. Bundan bir hafta
sonra, 27 Temmuz 1978 tarihinin akşamı, yakın bir dostumuzun telefonu ile, Elazığ’ın Kırkdut’lar mevkii
olarak bilinen mıntıkasında, 17 yaşındaki Senai Tan’ın, şehid edilmiş olduğu haberiyle sarsıldık.
Araştırmalarımız doğru çıkmıştı. Malum süreç tamamlandıktan sonra ailesi Elazığ’ı terk ederek, Adana’ya
yerleşti. Bir daha haber alınmadı. Elazığ Asrî Mezarlığı’nda metfun bulunan şehidimize ALLAH’tan (c.c)
Rahmet dileriz.
Mehmet Baydın
(10 Temmuz 1978)

.” Acılı fakat şeriat davasının yürekli gençliğini, her defasında biraz daha bileyen haberler, peş peşe gelmeye başladı. Hasan
Sürel, Celil Yıldırım ve Hasan Kaya’dan hemen sonra bir Mehmet’imiz daha şehit düştü. Milli Türk Talebe Birliği Ankara Teşkilatı
Sekreteri olan kardeşimiz Mehmet Baydın zehirlenerek katledildi ve hadiseye ‘faili meçhul cinayet’ süsü verilmek istendi.
Evvela zehirlenip, daha sonra naaşı çalıştığı dairenin Önündeki dut ağacının dibine bırakılan Mehmet Baydın’ın, öteden beri,
kızılkuyrukçular tarafından tehdit edilmekte olduğu biliniyordu. Nitekim merhum kardeşimiz bu vaziyeti bazı arkadaşlarına da
duyurmuş ve bir takım kimselerin İş yerine telefon ederek, tehditler savurduğunu söylemişti. Ancak, Mehmet bütün bu tehditler
karşısında kat’iyyen yılgınlık göstermemiş ve “Alnımıza yazılı olanı görürüz. Eğer Akıncı Şehitler 169 Müslüman olmamızdan
dolayı öldürüleceksek, bu duacısı olduğumuz müjdedir, çünkü şehit oluruz.” demişti. Bu meyanda bazı tedbirler de almış,
arkadaşlarına metin olmalarını tavsiye etmişti. Ne yapsın ki, düşman kalleşti. Mertçe meydana çıkamıyor, gizli gizli tuzağını
kuruyordu. Ve nihayet, şeriatçı kardeşimizi bu tuzaklardan birine düşürmeye muvaffak oldular. Şehidimizi önce zehirleyen
kızılkuyrukçular, daha
sonra çalıştığı yerin bahçesine bırakıp kaçtılar. Menfur cinayet, Türkiyeli Müslümanları can evinden sarstı. Müşrik düzenin
yetiştirmesi kızıl eşkıyanın cinayeti, protesto edildi. Bütün MTTB teşkilatları, Akıncılar Dernekleri bildiriler neşrederek, “Bu
hunhar ve kalleş saldırıların kendilerini asla yıldıramayacağını, şehitlerimizin aziz hatıralarının Tevhit Sancağı’nın fırtınalaşan
rüzgârı olacaklarını.” belirttiler. Muazzez şehidimiz Mehmet Baydın’ın naaşı binlerce Müslüman gencin omuzlarında taşındı.
Hacı Bayramı Veli Camii’nde kılınan cenaze namazını müteakip, Tekbir sedaları arasında kaldırılan naaşı, şehidimizin memleketi
olan Çankırı’nın Çerkeş Kazası ‘nın Dağlı köyünde, yine hemşerisi köylüler ve genç Müslümanlar tarafından defnolundu. MTTB
Ankara Teşkilatı, kızılların kalleş cinayeti üzerine neşrettiği bildiride“Müslüman, inancı uğruna ölmesini bilen insandır, bu
uğurda ölüm bir armağandır.” denilerek, bütün şeriatçı gençliğin hissiyatına tercüman oluyordu. Bildiri şöyle devam ediyordu:
“Muhakkak kâfirler hep hile yaparlar, ben de onların hilelerine mukabele ederim. (Habibim) Onların helâkini acele isteme, biraz
mühlet ve müddet ver.” (El Buruc Suresi Ayet 15-16-17) Müslümanlar “Bütün insanlığın düzmece doktrinlere teslim olduğu ve
toplumların çağdaş putlara kurban edildiği bir çağda yaşıyoruz. Her yanda kan, ateş, zulüm ve sömürü var. İnsanlık, ateş
çemberi içindeki akrebi andırıyor. Çağımızda küfür grupları, aralarında ittifakla birleşerek Islama ve Müslümanlara saldırmayı
kendilerine görev saymışlardır. Bir bakıma bu küfrün var oluş gayesidir, görevidir. Kardeşler Günümüzde, her yerde
Müslümanlar horlanıyor, tutuklanıyor, hapsediliyor ve inancından dolayı zulmediliyor. Son dönemde vuku bulan İstanbul,
Ankara, Erzurum, Edirne, Konya, Malatya olayları hep bir zulmü sergilemektedir. Müslümanlara yöneltilen bu zulmün
günümüzdeki son örneği de Mehmet Baydın olayıdır. Mehmet Baydın bir Müslüman’dı. Ve her Müslüman gibi, insanlığı çağdaş
zalimlerin esaretinden kurtarmaya yeminliydi. Gayretliydi. Milli Türk Talebe Birliği Ankara Teşkilatı’nda sekreterlik görevini
omuzlamıştı. Mesuliyetinin bilincindeydi. İnancının gereğini, şartlar ne olursa olsun yerine getirirdi. Her zaman öndeydi. O en
önde. Harp kanunudur. Önde giden düşer. Ve düştü Mehmet, düşürdüler. Ama önde gidenin kanı arkadakileri çekecektir.
Mehmet’in kanı da bizi!..170 Akıncı Şehitler Biline ki… Müslüman, inancı uğruna ölmesini bilen insandır, bu uğurda ölüm, bir
armağandır. Bu armağanı kucaklamaya can atan binlerce Mehmet’iz biz. Ölüm bizi yıldırmayacak. İnancımız için öleceğiz. Ama
başlattığımız mukaddes kavga, bir an olsun durmayacak. Ta ki küfür yok oluncaya kadar. Mehmet Baydın’ın ölümüne verilmek
istenen kaza, bizleri yanıltmamıştır. Müslüman’ın ferasetiyle, olayın gerçek yüzünü görebiliyoruz. Mehmet Baydın, gönlümüzün
yüceliklerinde lâyık olduğu yeri almıştır. O’na bu zulmü reva görenler, öfkemize hedef olmaktan kurtulamayacaklardır. Bundan
böyle bu ülkede, kimse Müslümanlara zulmetme cüretini kendinde bulamayacaktır. Kardeşimize ALLAH’tan rahmet, ailesine ve
bütün Müslümanlara başsağlığı diliyoruz. Davamız kurban istiyorsa, ALLAH (c.c) yolunun gönüllü kurbanlarıyız… * Şura
Gazetesi 10 Temmuz 1978 Sayfa:
SEDAT YENİGÜN’ÜN
ŞEHADETİ 5 TEMMUZ 1980

Kendisi hakkında bizlere bilgi verecek kadar vakit bulamadı. Bu yüzden, biz size kendisini anlatalım biraz; S. Yenigün,
heyecan dolu ve hareketli bir aksiyoner bir gençlik lideriydi. İnandığı şeylerin peşinde azimle çalışmasını bilen ve az
zamanda büyük işler çıkarabilen bir birikime sahipti. Sağdan ve Soldan, hatta, İslamcılar dan bile seveni de çoktu,
sevmeyeni de. O her şeye rağmen İslam’ı Gençlik Hareketi'nin öncülerinden biridir.
Oğlu onun hakkında şunları yazmıştır.
Beşir Eryarsoy’un evinde arkadaşlarıyla yaptıkları tefsir dersinden sonra. Eşiyle birlikte, Ahmet Şişman ve eşiyle resmî bir
iş için buluştular. Yenigün, müdür muavinliği yaptığı İhsan Mermerci Lisesi’nde, komünist ve ülkücü hâkimiyetindeki
okullardan atılan İslâmcı gençleri himayesine alıyordu ve okuyamayan başörtülü kızları oradan mezun etmeye
çalışıyordu.
Sedat Yenigün ve Eylem Ahlâkı
Sedat Yenigün, 1969 yılında, yani daha 19 yaşındayken yakın arkadaşı Mustafa Bilgi’yi Milli Türk Talebe Birliği (MTTB)
binasına atılan bombayla kaybetmiş ve kendi elleriyle kabrine yerleştirmişti… Sedat Yenigün, Bilgi’nin vazifesini devraldı
ve on bir yıl sonra dostuyla aynı akıbete benzer bir derin devlet tezgâhıyla suikasta uğrayana dek sayısız gizli ve açık
yayın ve teşkilatlanma faaliyetlerine girişti. Ortaöğrenim komitesiyle özel ilgilenerek aralarında İstanbul İmam -Hatip lisesi
öğrencisi Tayyip Erdoğan’ın da olduğu MTTB gençliğine evrensel İslâmcılığın eserlerini tanıttı. Kurumun yayın organı
olan Millî Gençlik dergisini yeniden çıkararak Ali Bulaç, Abdullah Gül, Şükrü Karatepe gibi isimlere yazılar yazdırdı.
MTTB’nin 1977 seçimlerine gelindiğinde, artık sağ-milliyetçilikten belirgin bir biçimde ayrışmış, entelektüel derinliğe ve
evrensel bir ufka erişmiş bir İslâmcılığın taşıyıcılığını üstlenen arkadaş ekibiyle birlikte yönetimi devralmak istedi. Eski
nesil yöneticilerin bu tür bir dönüşüme izin vermemesi ve seçimler sonrası bu gençliği dışlaması üzerine, İslâmcı gençler
ayrılarak kendilerine başka mecralar aradılar. Dergi ve kitabevi gibi yerlerde toplanan Sedat Yenigün’ün akran kesimine
mukabil Ortaöğrenim gençleri, bilhassa Akıncılar ve İlim ve Kültür Ocağı (İKO) altında teşkilatlandılar. Sedat Yenigün
bizzat yayın sürecinde yer aldığı üç-dört derginin yanında 10’dan fazla süreli yayında düzenli olarak yazıyordu. Ama
arkadaşlarının çoğundan farklı olarak da bu iki teşkilâttaki gençlere özel olarak mesai sarf ediyordu.

NURİ AK 6 TEMMUZ 1978

Kur’an kurusu hocası olan Nuri Ak, Eşi ve bir çocuğu ile birlikte Batmanda evinde şehid edilmiştir.
Seyid Molla Nuri Ak 8- 9 yaşından itibaren medresede uzun yıllar okumuş Takvalı bir Müslüman’dı. Medrese eğitimi sonrasında bir
Camide imamlık yapıyor, aynı zamanda Medrese ve evinde çocuklara Kurs veriyordu. Molla Nuri M.T.T.B’ye bazen ziyaretlerde
bulunurdu. Evli ve üç çocuk babası olan Nuri ak, babası ile birlikte yaşamaktaydı. Küçük çocuğu henüz yeni dünyaya gelmiş daha kırk
gününü doldurmamışken kanlı eller tarafından bir gece uyuduğu balkonda kurşunlanarak şehit edilmiştir. Tekbirlerle kaldırılan
kalabalık bir cenaze merasimi olmuştu. ALLAHU TEALA (c.c) Rahmetiyle yargılasın Şehidlerden kabul etsin

15 Temmuz Gecesi Şehidlerimiz


P. Astsb. Bçvş. Ömer Halisdemir, İlhan Varank, Erol Olçok, Abdullah Tayyip Olçok, Mustafa Yaman, Sedat Kaplan, Ümit Çoban, Yalçın Aran, Murat Akdemir,
Mustafa Direkli, Ramazan Konuş, Serhat Önder, Yasin Yılmaz, Muhammet Yalçın, Recep Gündüz, Hüseyin Kısa, Halil İbrahim Yıldırım, Fazıl Gürs, Metin Arslan,
Osman Yılmaz, Mehmet Oruç, Lokman Oktay, Mahmut Coşkunsu, Muhammed Ali Aksu, Muhammed Ambar, Mustafa Cambaz, Mustafa Kaymakçı, Yasin Naci
Ağaroğlu, Volkan Pilavcı, Ömer Can Açıkgöz, Mustafa Avcu, Murat Kocatürk, Mehmet Karaaslan, İbrahim Yılmaz, Muhammed Fazlı Demir, Necati Sayın, Selim
Karakoç, Tolga Ecebalın, Ümit Çoban, Ümit Yolcu, Yakup Kozan, Yusuf Elitaş, Emrah Sapa, Hasan Yılmaz, Ümit Güder, Samet Cantürk, Ali İhsan Lezgi, Yasin Yılmaz,
Ali Anar, Eyyüp Oğuz, Nedip Cengiz Eker, Serdar Gökbayrak, Yasin Bahadır Yüce, Bülent Yurtseven, Murat Alkan, Ahmet Oruç, Cüneyt Bursa, Mucip Arıgan, Burak
Cantürk, Fahrettin Yavuz, Hakan Yorulmaz, Adil Büyükcengiz, Burhan Öner, Haki Aras, Ahmet Kara, Fatih Kalu, Askeri Çoban, Celaleddin İbiş, Emrah Sağaz, Fatih
Satır, Halil Işılar, Akın Sertçelik, Ayhan Keleş, Cemal Demir, Halil Kantarcı, Cengiz Polat, İhsan Yıldız, İzzet Özkan, Mehmet Şefik, Akif Kapaklı, Çetin Can, Hakan
Ünver, Hasan Kaya, İsmail Kefal, Lokman Biçinci, Mete Sertbaş, Mustafa Koçak, Yunus Emre Ezer, Salih Alışkan, Suat Aloğlu, Timur Aktemur, Ömer Takdemir, Sümer
Deniz, Yusuf Çelik, Dursun Acar, Alpaslan Yazıcı, Akif Altay, Münir Murat Ertekin, Mustafa Tecimen, Önder Güzel, Cennet Yiğit, Gülşah Güler, Ufuk Baysan, Fikret
Metin Öztürk, Kübra Doğanay, Muhsin Kiremitçi, Zeynep Sağır, Demet Sezen, Erol İnce, Birol Yavuz, Faruk Demir, Halil Hamuryen, Hüseyin Gora, Hurşit Uzel, Hüseyin
Kalkan, Fevzi Başaran, Hakan Yorulmaz, Feramil Ferhat Kaya, Niyazi Ergüven, Mustafa Aslan, Muhammet Oğuz Kılınç, Mehmet Karacatilki, Murat Ellik, Seher Yaşar,
Mehmet Demir, Köksal Kaşaltı, Mehmet Çetin, Münir Alkan, Mehmet Şevket Uzun, Ozan Özen, Mustafa Serin, Halit Gülser, Zafer Koyuncu, Hüseyin Goral, Hüseyin
Kalkan, Serhat Koç, Varol Tosun, Edip Zengin, Velit Bekdaş, Yakup Sürüc, Turgut Solak, Seyit Ahmet Çakır, Sevda Güngör, Mehmet Demir, Kemal Tosun, Hasan
Gülhan, Meriç Alemdar, Mehmet Akif Sancar, Yunus Uğur, Fırat Bulut, Ayşe Aykaz, Barış Efe, Mehmet Ali Kılıç, Mahir Ayabak, Murat Mertel, Murat Naiboğlu, Ahmet
Kocabay, Ahmet Özsoy, Mehmet Yılmaz, Onur Ensar Ayanoğlu, Onur Kılıç, Cuma Dağ, Erhan Dural, Volkan Canöz, Mehmet Kocakaya, Erkan Yiğit, Serkan Göker,
Fuat Bozkurt, Oğuzhan Yaşar, Aydın Çopur, Beytullah Yeşilay, Erdem Diker, Erkan Er, Gökhan Eser, Hasan Altın, Mehmet Kocakaya, Mehmet Güder, Mehmet Ali Urel,
Hasan Yılmaz, Yıldız Gürsoy, Uhud Kadir Işık, Türkmen Tekin, Suat Akıncı, Ali Alıtkan, Aytekin Kuru, Ahmet Oruç, Mehmet Oruç, Yusuf Çelik, Ömer İpek, Murat İnci,
Mustafa Solak, Emin Güner, Köksal Karmil, Vahit Kaşçıoğlu, Vedat Barceğci, Mutlu Can Kılıç, Tahsin Gerekli, Şükrü Bayrakçı, Ömer Cankatar, Recep Büyük, Batuhan
Ergin, Erkan Pala, Kader Sivri, Orhun Göytan, Ömer Cankatar, Samet Uslu, Battal İlgün, Şeyhmus Demir, Şirin Diril, Özgür Gençer, Vedat Büyüköztaş, P. Kur. Alb. Sait
Ertürk, Topçu Astsb. Kd. Bçvş. Bülent Aydın, P. Uzm. Çvş. Halit Yaşar Mine, Rüstem Resul Perçini, Mesut Acu, Resul Kaptancı, Fatih Dalgıç, Murat Demirci, Sevgi
Yeşilyurt, Şenol Sağman, Zekeriya Bitmez, Yılmaz Ercan, Jouad Merroune, Cemal Abuatuye, İbrahim Ateş, Muzaffer Aydoğdu, Osman Arslan, Davut Karaçam, Alper
Kaymakçı, Necmi Bahadır Denizcioğlu, Mehmet Şengül, Özkan Özendi, Hakan Gülşen, Mehmet Gülşen, Osman Evsahibioğlu, Lütfi Gülşen, Mesut Yağan, Gökhan
Yıldırım, Mustafa Karasakal, Selim Cansız, Medet İkizceli, Tevhit Akkan, Bülent Karalı, Hüseyin Güntekin.
kıncılar

işte bu heykel duruş


Dünyaya tepeden
bakış- bu eda bu tavır
bu ateş hattına çılgın
koşu -ateş hattında
sabır- müjdecisi
zaferin… madem ki
uğrunda döğüşen var -
bu eda, bu tavır, bu
koşu- madem ki
yeniler sefere hazır
yurdumun da geleceği
aydınlık.
(Salih Mirzabeyoğlu)
Teşk lat
Haberler

ADIMLAR DERGİSİ GELENEKSEL BAYRAM BULUŞMASI


Kurban Bayramının 4. gününe tekabül eden 23 Temmuz 2021
Cuma günü saat 14:00'te geleneksel Bayramlaşma buluşması
Adımlar Dergisinde Gönüldaşlarımızın bir araya gelmesiyle
Bayramlaşmada Bulunulmuş
Kırgızıstandan Gelen Gönüldaşlarımızda Bayramlaşmaya
Katılmıştır
CENK ŞARKISI
Yurdunu Allâh’a bırak, çık yola:
“Cenge!” dey p çık k vatan kurtula. Düşmana ç ğnetme bu toprakları;
Böyle müyesser m gazâ her kula? Hayd kılıçtan geç r alçakları!
Hayd , levend asker, uğurlar ola! Leş g b yatsın kara bayrakları!
Kahraman evlâdım, uğurlar ola.”
Ey sürüden arkaya kalmış y ğ t!
Arkadaşın g tt , yet ş, sen de g t. Balkan’ı b ld n m ned r, hemşer ?
Bak ne d yor, cedd- şehîd n, ş t: Sevg l ecdâdının en son yer ,
“Durma g t evlâdım, uğurlar ola! B r sıla sterd n a çoktan ber ,
Ş md tam vakt ... Uğurlar ola!
Durma g t evlâdım, açıktır yolun...
Cenge sıvansın o bükülmez kolun; Balkan’ın üstünde sızan her pınar,
Süngünü tak, ön safa geçm ş bulun, B r yaradır, durmaz ç nden kanar!
Uğrun açık olsun, uğurlar ola! Hang taşın kalb n deşsen: Mezar,
Gör ne mübârek yer... Uğurlar ola!
Yerler yırtan sel olup taşmalı!
Dağ demey p, taş demey p aşmalı! Eş hele b r dağları örten karı:
Sendek coşkunluğa el şaşmalı! Ot değ l onlar, deden n saçları!
Hayd g t evlâdım, uğurlar ola! D nle: Şehîd sesler d r rüzgârı!
Durma levend asker... Uğurlar ola!
Yükselerek kuş g b Balkanlar’a,
Öyle satır at k kuduz Bulgar’a: Ey vatanın şanlı gazâ mevk b ,
B r daha Osmanlı’ya güç sırtara! Saldırınız düşmana arslan g b .
G t de gel evlâdım, uğurlar ola. İşte Hudâ yâver n z , hem Nebî.
Hayd g d n, hayd , uğurlar ola!

MEHMET AKİF ERSOY

You might also like