Professional Documents
Culture Documents
Kurban Bayramımız
Ümmet n Kurtuluşuna
Ves le Olsun
Nurullah GENÇ
SEZAİ KARAKOÇ
Dirilişin Çevresinde, S. 11-13
Kardeşl ğ Ayıran
K lometreler m ?
Yoksa Menfaatler m ?
Oldu?
BERAT AKTEKİN
-
yanında Kur’ân-ı Ker m’e yapılan f l saygısızlık g b b r takım kavl ve f l durumlar k ș n n rt dat suçunu rt kab ett ğ n
göster r.[14] Fakat b z burada rt datın nasıl gerçekleșt ğ nden çok gerçekleșt kten sonra terettüb eden cezaları nceley p b r
sonuca varmaya çalıșacağız.
İrt dat Suçunun Had Kabul Ed lmes
İslâm Âl mler d nden dönen b r k msen n tevbeye davet ed ld kten sonra tevbe etmemes durumunda öldürüleceğ husûsunda
tt fak etm șlerd r.[15] Her ne kadar kadınların öldürülmes husûsunda b rtakım ht laflar mevcut se de Mâl k , Hanbel ve Șaf î
Mezheb ne göre erkek ve kadın ayrımı söz konusu değ ld r. Aynı zamanda İbn- Ömer, Evzaî, Leys b. Sa’d, İbrâhîm en-Nehâî ve
Zührî[16] g b Sahabe ve Tab n n önde gelen al mler de kadın mürted n de erkek mürted g b öldürülmes gerekt ğ n söylem șt r.
Del ller de d n değ șt rmeyle lg l had s n zâh r d r. Fakat Hanef Fukahâsı se Allah Rasûlü’nün ﷺöldürülmeler n nehyett ğ
ç n[17] kadınların hapsed lecekler ne ka l olmușlardır.[18]
Cumhûr-u Ulemâ’nın Del ller
İlk dönem İslâm Âl mler m z r ddet suçu le alâkalı ayetlerden b rtakım st dlaller yapmıșlardır. Bunlardan en öneml s Bakara
Sûres ’ndek “S zden k m d n nden döner de kâf r olarak ölürse, öyleler n bütün yapıp ett kler dünyada da, ah rette de boșa
g tm șt r. Bunlar cehenneml klerd r, orada sürekl kalacaklardır.”[19] ayet ker mes d r.
Tah r b. Âșûr da aynı ayet le st dlal ederek r ddet cezasının bu âyetle sab t olduğunu söylem șt r. “S zden k m tevh d nancından
döner ve kâf r olarak ölürse…” âyet ndek nah v ka des le alâkalı olarak; âyette f l șarta atfed len cümlen n “fa” harf le
atfed lm ș olmasından hareketle, bu suçu șleyen k msen n hemen ölmes n n ona had uygulanması anlamına geld ğ n fade
etm șt r.[20]
Elmalılı da “d nde zorlama yoktur” ayet n , İslâm’a h ç g rmem ș olan le alâkalı olduğunu söyleyerek İslâm’ı kabul ed p sonra
çıkmak steyen k mseler n mürted olarak s mlend r leceğ n ve alacağı cezanın İslâm’a g rerken verd ğ sözü bozmaktan dolayı
hak edeceğ n söylem șt r. “D nde zorlama yoktur”[21] âyet gereğ nce krah, avârız-ı ehl yettend r d yen Elmalılı, İslâm
ülkeler nde krahın yasaklandığını hatta h çb r k msen n İslâm d n ne g rmes ç n zorlanamayacağını bel rtm ș, herkes n d n nde
serbest olduğunu, İslâm hükümler altındak müșr k ve ehl- k tabın d nler n özgürce yașayab lecekler nden bahsederek șunları
söylem șt r:
“Mesela b r müșr k d lerse Yahud veya Hr st yan olab l r. H çb r ne Müslüman ol d ye zorlanmaz. Ahd nde kalması ve verg s n
vermek șartıyla d n nde bırakılır fakat her k m sözünde durmazsa suçuna göre cezasını görür. Rızası le İslâm’ı seçt kten sonra
yan Allah ﷻve Rasûlüne ﷺsöz verd kten sonra döner rt dad eder de tevbe etmezse, cezalandırılır. Bu ceza b r krah değ l
sözünü bozması net ces nde doğan b r zarûrett r. Küfür arasındak d n değ șt rme Hanefîlere göre küfür tek m llet olduğundan
İslâm’a g r d ye zorlanmaz. Ancak İslâm d n ne g rd kten sonra dönen k ș sözünü bozmuș olur. Tevbe etmezse cezası ver l r.”[22]
Fakat ulemânın asıl dayanak noktaları had sler olmuștur. Değerlend rmekte olduğumuz meseleye atıfta bulunulan bazı had sler
burada z kretmek st yoruz.
Yukarıda z kretm ș olduğumuz “D n n değ șt ren öldürün!” had s , bu alanda z kred lecek en öneml ve sah h r vayett r.
B r d ğer Buhârî r vayet se b r Yahud ’n n Müslüman olup tekrar d nden dönmes ve sonuçta öldürülmes le lg l Muâz b. Cebel ve
Ebû Mûsâ el-Eșarî arasında geçen b r konușmadır.[23] “Allah’tan bașka lah olmadığına ve ben m Allah’ın elç s olduğuma șah tl k
eden b r n n kanı ancak șu üç gerekçeden b r yle helal olab l r: Cana can, z na eden evl , d n n terk ederek cemaatten ayrılan
k ș .”[24] had s de bu r vayetlerden b r s d r. Bu r vayetler ve çok daha fazlası “Tekm letü Feth ’l-Mülh m b șerh Sah h-
Müsl m” adlı eserde oldukça ayrıntılı b r șek lde açıklanmıștır. D leyenler müracat edeb l rler.[25]
Abdülkâd r Avdeh de, rt dat cezasının had cezalarından olduğunu söylemeden önce İslâm Hukûkunda had cezalarının bell
olduğunu ve bu cezaların uygulanması ç n suçun kes n olması ve uygulanması ç n șer’î b r engel n bulunmaması șekl nde k
șartın olması gerekt ğ n fade etmekte, bu șartlar sağlandıktan sonra cezanın nfazından bașka b r alternat f n olmadığını
söylemekted r. Avdeh, had cezalarıyla lg l genel kanaat n ortaya koyduktan sonra, r ddet cezasıyla lg l olarak șunu söyler:
“İslâm șer at rt dat suçunu genel düzen bozan b r suç olarak kabul eder. Bundan dolayı da r ddet suçunu öldürme cezası le
cezalandırır. İslâm șer atında r ddet cezasının h çb r șek lde düșürülmes mümkün değ ld r. Mısır Ceza Kanunu, rt dadı suç kabul
etmed ğ ç n ceza tay n etmem șt r. Fakat İslâm șer atına muhal f olan her șey geçers z olduğundan șer atın mürted hakkındak
hükmünün tatb k ed lmes gerek r.”[26]
Riddetin Meydana Geleceği Durumlar
İslâm Âlimleri bir Müslümanı mürted yapacak birçok durumdan bahsetmişlerdir. Kişi inançta, fiilde, sözde
ve emirleri terk husûsunda dinden çıkabilir.[13] Yani İslâm’ın inanılmasını emrettiği bir duruma iman
etmeyerek mürted olabilir. Mesela, Allah üçün üçüncüsüdür diyerek ya da Allah’ın sıfatlarını nefyederek bu
suçu irtikab edebilir. Bu suç bazen küfrü gerektiren bir fiil işleyerek tahakkuk eder. Mesela Kur’ân-ı
Kerim’e hürmetsizlik yapmak ya da İslâm’ın kutsal saydığı şiarları tahkir etmek şeklinde olabilir. Aynı
zamanda sözlü olarak da bir Müslüman bu suçu irtikab edebilir. Örneğin sarih bir şekilde Allah ﷻve
Rasûlü’nü ﷺinkâr etmek gibi…
Genel olarak İslâm âlimleri irtidatın fiili bir suça dönüşmesinin kişiyi kâfir yapan söz ve fiiller ile ortaya
çıkacağını belirtmişlerdir. Özellikle de “Elfâz’ı Küfür” dediğimiz kişiyi İslâm dairesinden çıkaran lafızları
âmden kullanmak ve bunun yanında Kur’ân-ı Kerim’e yapılan fiili saygısızlık gibi bir takım kavli ve fiili
durumlar kişinin irtidat suçunu irtikab ettiğini gösterir.[14] Fakat biz burada irtidatın nasıl
gerçekleştiğinden çok gerçekleştikten sonra terettüb eden cezaları inceleyip bir sonuca varmaya
çalışacağız.
İrtidat Suçunun Had Kabul Edilmesi
İslâm Âlimleri dinden dönen bir kimsenin tevbeye davet edildikten sonra tevbe etmemesi durumunda
öldürüleceği husûsunda ittifak etmişlerdir.[15] Her ne kadar kadınların öldürülmesi husûsunda birtakım
ihtilaflar mevcut ise de Mâliki, Hanbeli ve Şafiî Mezhebine göre erkek ve kadın ayrımı söz konusu değildir.
Aynı zamanda İbn-i Ömer, Evzaî, Leys b. Sa’d, İbrâhîm en-Nehâî ve Zührî[16] gibi Sahabe ve Tabiinin
önde gelen alimleri de kadın mürtedin de erkek mürted gibi öldürülmesi gerektiğini söylemiştir. Delilleri
de din değiştirmeyle ilgili hadisin zâhiridir. Fakat Hanefi Fukahâsı ise Allah Rasûlü’nün ﷺöldürülmelerini
nehyettiği için[17] kadınların hapsedileceklerine kail olmuşlardır.[18]
Cumhûr-u Ulemâ’nın Delilleri
İlk dönem İslâm Âlimlerimiz riddet suçu ile alâkalı ayetlerden birtakım istidlaller yapmışlardır. Bunlardan
en önemlisi Bakara Sûresi’ndeki “Sizden kim dininden döner de kâfir olarak ölürse, öylelerin bütün yapıp
ettikleri dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar cehennemliklerdir, orada sürekli
kalacaklardır.”[19] ayeti kerimesidir.
Tahir b. Âşûr da aynı ayet ile istidlal ederek riddet cezasının bu âyetle sabit olduğunu söylemiştir.
“Sizden kim tevhid inancından döner ve kâfir olarak ölürse…” âyetindeki nahiv kaidesi ile alâkalı olarak;
âyette fiili şarta atfedilen cümlenin “fa” harfi ile atfedilmiş olmasından hareketle, bu suçu işleyen
kimsenin hemen ölmesinin ona had uygulanması anlamına geldiğini ifade etmiştir.[20]
Elmalılı da “dinde zorlama yoktur” ayetini, İslâm’a hiç girmemiş olan ile alâkalı olduğunu söyleyerek
İslâm’ı kabul edip sonra çıkmak isteyen kimselerin mürted olarak isimlendirileceğini ve alacağı cezanın
İslâm’a girerken verdiği sözü bozmaktan dolayı hak edeceğini söylemiştir. “Dinde zorlama yoktur”[21]
âyeti gereğince ikrah, avârız-ı ehliyettendir diyen Elmalılı, İslâm ülkelerinde ikrahın yasaklandığını hatta
hiçbir kimsenin İslâm dinine girmesi için zorlanamayacağını belirtmiş, herkesin dininde serbest olduğunu,
İslâm hükümleri altındaki müşrik ve ehl-i kitabın dinlerini özgürce yaşayabileceklerinden bahsederek
şunları söylemiştir:
“Mesela bir müşrik dilerse Yahudi veya Hristiyan olabilir. Hiçbirine Müslüman ol diye zorlanmaz. Ahdinde
kalması ve vergisini vermek şartıyla dininde bırakılır fakat her kim sözünde durmazsa suçuna göre
cezasını görür. Rızası ile İslâm’ı seçtikten sonra yani Allah ﷻve Rasûlüne ﷺsöz verdikten sonra döner
irtidad eder de tevbe etmezse, cezalandırılır. Bu ceza bir ikrah değil sözünü bozması neticesinde doğan
bir zarûrettir. Küfür arasındaki din değiştirme Hanefîlere göre küfür tek millet olduğundan İslâm’a gir
diye zorlanmaz. Ancak İslâm dinine girdikten sonra dönen kişi sözünü bozmuş olur. Tevbe etmezse cezası
verilir.”[22]
Fakat ulemânın asıl dayanak noktaları hadisler olmuştur. Değerlendirmekte olduğumuz meseleye atıfta
bulunulan bazı hadisleri burada zikretmek istiyoruz.
Yukarıda zikretmiş olduğumuz “Dinini değiştireni öldürün!” hadisi, bu alanda zikredilecek en önemli ve
sahih rivayettir.
Bir diğer Buhârî rivayet ise bir Yahudi’nin Müslüman olup tekrar dinden dönmesi ve sonuçta öldürülmesi
ile ilgili Muâz b. Cebel ve Ebû Mûsâ el-Eşarî arasında geçen bir konuşmadır.[23]
“Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Allah’ın elçisi olduğuma şahitlik eden birinin kanı ancak şu üç
gerekçeden biriyle helal olabilir: Cana can, zina eden evli, dinini terk ederek cemaatten ayrılan kişi.”[24]
hadisi de bu rivayetlerden birisidir. Bu rivayetler ve çok daha fazlası “Tekmiletü Fethi’l-Mülhim bi şerhi
Sahih-i Müslim” adlı eserde oldukça ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır. Dileyenler müracat edebilirler.[25]
Abdülkâdir Avdeh de, irtidat cezasının had cezalarından olduğunu söylemeden önce İslâm Hukûkunda had
cezalarının belli olduğunu ve bu cezaların uygulanması için suçun kesin olması ve uygulanması için şer’î
bir engelin bulunmaması şeklinde iki şartın olması gerektiğini ifade etmekte, bu şartlar sağlandıktan
sonra cezanın infazından başka bir alternatifin olmadığını söylemektedir. Avdeh, had cezalarıyla ilgili
genel kanaatini ortaya koyduktan sonra, riddet cezasıyla ilgili olarak şunu söyler:
“İslâm şeriati irtidat suçunu genel düzeni bozan bir suç olarak kabul eder. Bundan dolayı da riddet suçunu
öldürme cezası ile cezalandırır. İslâm şeriatında riddet cezasının hiçbir şekilde düşürülmesi mümkün
değildir. Mısır Ceza Kanunu, irtidadı suç kabul etmediği için ceza tayin etmemiştir. Fakat İslâm şeriatına
muhalif olan her şey geçersiz olduğundan şeriatın mürted hakkındaki hükmünün tatbik edilmesi
gerekir.”[26]
İrtidat Suçunun Ta’zir Kabul Edilmesi
Mürtedin öldürülmesini reddedenler, Kur’ân-ı Kerim’de dünyevi boyutundan bahsedilmemesi,
mürtedin katli ile alâkalı gelen rivayetlerin haberi âhad oluşu ve fikir hürriyetine ters düşmesi
gibi hususları dile getirmişler[27] ve mütekaddim ulemânın ayet ve hadisleri değerlendirirken
sadece rivayetleri ön plana çıkarıp siyasi değerlendirmeler yapmadıklarını da söylemişlerdir.[28]
Kur’ân-ı Kerim’de irtidatla ilgili ayetler riddet suçunu işleyen Müslümana sadece uhrevi bir cezanın
terettüb edeceğinden haber vermesi son dönem âlimlerini bu suçun had cezası olmadığı fikrine
götürmüştür. Bununla birlikte onlar Kur’ân’da birçok ayette insana inanması için baskı
yapılmadığını da ifade ederek “Dinde zorlama yoktur. Doğruluk sapıklıktan seçilip belli
olmuştur.”[29] “Rabbin dileseydi yeryüzündekilerin hepsi mutlaka inanırdı. O hâlde sen mi insanları
inanmaları için zorlayacaksın.”[30] ve “Öğüt ver! Çünkü sen ancak öğüt verensin. Onların üzerinde
zorlayıcı değilsin.”[31] ayetleri ile de istidlal etmişlerdir. Bunun yanında “Düşmanlarınızın güçleri
yetse, inancınızdan döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan vazgeçmeyeceklerdir. Ama sizden biri
imanından döner ve hakikati inkâr eden biri olarak ölürse, böyle birinin yapıp ettikleri bu dünyada
da öteki dünyada da boşa gidecektir. İşte böyleleri içinde yaşayıp kalacakları ateşe mahkum
kimselerdir.”[32] ve “…inandıktan sonra Allah’ı inkâr edenlerin Allah’ın gazabına uğrayacakları,
onları elim bir azabın beklediğinden haber verilmiştir.[33] ayetlerinde de irtidatla ilgili uhrevi
azap söz konusu olduğu hâlde, dünyevi bir cezadan bahsedilmemiştir.
Riddet cezasının mahiyetini anlamak adına bu konu üzerinde duran son dönem bazı İslâm âlimleri,
klasik fıkıh kaynaklarında “had cezası” olarak geçen riddetin iddia edildiği gibi “had cezası”
olmadığı kanaatine ulaşmışlardır. Onlara göre hiç kimseye inancını değiştirdiği için had cezası
verilemez, bu bağlamda bahsi geçen ceza siyasî nitelikli ta’zir cezasıdır. Bunun için de
mürtedlerden hangisinin cezayı hak edip hangisinin hak etmediğini tespit edebilmek için cezayı
gerektiren suç tarifi üzerinde yoğunlaşmışlardır.[34]
Sonuç
Çalışmamızda mürtedin katlinin Kur’ân ve Sünnet bağlamında ele alınarak değerlendirilmesi
yapılmıştır. Bu alana dair yazılmış hemen bütün eserler ilk dönem İslâm Âlimleri’nin bu hususta
ittifak ettiklerini beyan etmişlerdir. Dolayısıyla bu suçu affetme yetkisinin kimsenin elinde
olmadığını vurgulamışlardır. Özellikle de riddet suçunun devlete baş kaldırma suçundan ayrı olarak
değerlendirilmesi gerektiğini vurgulayarak başlı başına bir had cezası olduğu sonucuna
varmışlardır.
Modern dönemlere geldiğimizde ise genel olarak mürtedin katli ile alâkalı yapılan araştırmaların
ekserîsinin konuyu had değil ta’zir cezaları bağlamında ele aldıklarını görmekteyiz. Bu yorumun
özellikle de Müslümanların mağlup olduğu son iki yüz yıldır gündemde olduğunu ve gelecek olası
tepkileri azaltmaya matuf zorunlu yorumlar olarak okumaktayız.
Temel insani haklar ve din hürriyeti bağlamında değerlendirilerek ilk dönem âlimlerimizin
değerlendirmede hataya düştüğünü, hürriyet ve insan hakları konusunu arkalarına attıklarını,
uydurma rivayetleri kullanarak bu tür cezaları İslâm’a mâl ettiklerini söyleyen bir diğer yorumun
ise ilmîlikten oldukça uzak olduğunu söylemiştik.
Burada şunu vurgulamak isteriz ki: İslâm’da mutlak bir hürriyetten kimse söz edemez. Aslında
hiçbir hukuk kuralında mutlak hürriyet söz konusu değildir. Allah’a başkaldırıp dinden çıkan
mürtedin katli meselesini din ve fikir hürriyeti bağlamında değerlendirenler, devlete baş kaldıran
ve isyan bayrağı açanların öldürülmesini fikir hürriyeti bağlamında neden değerlendirmezler. Aynı
zamanda bu suçu tenfiz makamı İslam Devleti’dir ve irtidat ettiğinde evvela hapsedilir;
kafasındaki sorulara muknî cevaplar verilir, görüşünden vazgeçerse serbest bırakılır. Bütün
bunlara rağmen bir insan bundan vazgeçmiyorsa İslâm’a hasım olacağı aşikârdır. İslâm’a hakaret
edenlerin katledilmesini bu suçu ta’zir cezası kabul edenler de söylemektedir. Karadâvî mezkûr
risalesinde riddeti ağır ve hafif olmak üzere ikiye ayırıp İslâm’a adavet besleyenlerin katledilmesi
gerektiğini vurgulayarak ve buna örnek olarak da Selman Rüşdi’yi örnek vererek şöyle demektedir:
“Selmân Rüşdî’nin irtidadı ağır bir irtidattır, çünkü o, kelam ve kalemiyle bu hususta propaganda
yapmıştır. Bu gibileri ağır bir ceza ile cezalandırmak ve bu konuda rivayetlerin zahiri ve
cumhurun görüşüne temessük etmek kötülüğün kökünü kazımaya ve fitnenin kapısını kapatmaya
daha uygundur.”[35]
Klasik dönemde ulemâ riddeti had cezası sayarken, modern dönemde bu cezayı siyasi suç
kapsamında değerlendirip ta’zir olarak kabul etmeleri şayan-ı dikkattir. Bunun yanında Hanefiler’in
kadının savaşacak potansiyelde olmamasını öne sürerek öldürülmemesine hükmetmesi ve
Rasûlüllah ﷺve Hulefa-i Râşidin döneminde bazı mürtedlerin öldürülmeyip serbest bırakılması ise
mürtedin öldürülmesi meselesinde illetin İslâm’a zarar vermek olduğuna işaret ettiği söylenebilir.
Fakat had ya da ta’zir cezası olması kadim ya da modern zamana göre değişecekse modern
dönemden sonra gelecek farklı dönemlerde de başka hükme evrilmesi muhtemel olsa gerektir.
Çok açıktır ki yıllardır Müslümanlar, veren el konumunda olduğu için riddet suçunu işleyen
Müslümanın katlini vacip görmüşlerdi. Modern zamanlara gelindiğinde ise kendimizi nasıl ifade
ederiz, din hürriyetini temel insani haklar bağlamında dünyaya nasıl anlatırız telaşı maalsef bizi
farklı düşünmeye sevketmiştir.
"
ERBAKAN HOCAYA GÖRE İNSANCA HAKÇA BİR DÜZEN KURMAK İÇİN DÖRT DÜZEN
KURULMALI
Bir dönem insanca, hakça bir nizam sloganıyla batıcı bir parti ülkemiz de çıktı meydanlarda
bağırdı ve halkta inandı bunlara oy verdi. Fakat, bu Roma dan, Yunan’a oradan da
binlerce yıl öncenin Mısırına gidip Firavunu düzenin çağdaş ürünü olan bu batıcı lider ne
OSMAN AYVAZOĞLU yap tı? Ülkeye kan zulüm ve gözyaşı getirdi, ülkeyi 70 sente muhtaç edip gitti. O da başka
MİLLİ
bir batıcı dan enkaz bir ülke devralmıştı.
“Allah İnsanlara hayvanlardan ayrı dört hususiyet vermiş işte, cenabuhak İnsanlara
havanlardan ayrı dört tane hususiyet verdiği için insan toplumlarına ait bir nizam, düzen
GÖRÜŞÜN
kurmak istediğimiz zaman dört tane nizam kurmak gerekiyor.
Bu dört tane düzen nerden çekiyor? Çünkü cenabuhak insanlara hayvanlara nazaran dört
MEDENİYET
ayrı özellik vermiş o halde insanlara ait bir toplum için bir kural koyacaksan insanların
özelliklerinden dolayı dört tane nizam koyacaksın. Nedir bu dört nizam, dört ölçü?
1-Din düzeni; insanlar toplum haline geldikleri vakit onların iyi ve kötüyü ayırma hasletleri,
PROJESİ - 3
kötüyü ve çirkini ayırma hasletleri toplumda din düzenini meydana getiriyor.
2- İktisat düzeni; İnsanda faydayı ve zararı ayırma özelliği toplum haline gelince, toplum
da iktisat düzenini kurmayı gerektiriyor.
3- Yönetim düzeni; İnsanda adalet ve zulmü ayırma kabiliyeti, yanı ünsiyeti, bu defa da
toplum da yönetim siyaset düzenini kurmayı gerektiriyor.
4- İlim düzeni:; doğruyu ve yanlışı ayırma düşüncesi ilim düzeninin gerektiriyor. Onun için
İnsanların düzeni böylece dört tane nizam halinde düzenlenmesi gerekiyor.
Bu Nizamın Nasıl Kurulacağını Erbakan Hoca Şu Şekilde Açıklıyor:
“Peki, bunu nasıl kuracağız, nasıl tanzim edeceğiz? Bu güne kadar ki insanlık tarihini
inceleyeceğiz ve insanlar tarih te düzenlerini nasıl kurmuşlar bunları tespit edeceğiz. Bu
gün insanlık tarihin çok önemli bir dönüm noktasındadır. Hangi noktadır? Nasıl bir düzen
kurulması lazımdır? Bunun için bulunduğumuz tarihi noktayı çok iyi anlamamız lazım.”
Bu tarihi noktayı da Hoca şu şekilde anlatıyor:
“İnsan bakınız baştan başlayarak, yanı yaratıldığı ilk dönemden itibaren doğru bir şekilde
gelmiş ve ondan sonra sapmıştır. Önümüz deki bin yıl için insanca hakça bir nizam kurmak
istiyoruz. Nasıl birinci İslam medeniyeti insanlığa bin yıllık bir saadet devri sunmuşsa, bu
günde insanlık böyle sadet getirecek bir temel nizam arıyor. Bu nizamı kurmak için buraya
kadar nasıl geldik? Buraya kadar nasıl gelindiğine bakılır ve önümüzde ki dönem de, nasıl
bir düzen nereye varılacak, nereye gidilecek? Böylece tayın edilir. Bulunduğumuz noktadan
nereye gideceğimizi tayın etmek için buraya nasıl geldiğimizi incelemek gerekir. Bu gün
bulunduğumuz nokta 2021 dir. ( Hoca bur da farklı bir tarih vermişti 2021’i ben o tarihin
yerine ekledim) İnsanlık tarihini incelediğimiz zaman, İnsanlık tarihinde medeniyetler
bakımından geriye doğru gittiğimiz zaman, Sosyolojik olarak;
1-İlk insanlar tek aileler halinde yaşıyorlardı, burada bazı rakamlar vereceğiz fakat bu
rakamların kesinliği yoktur tahmini sürelerdir. Takı Mısır dönemine gelinceye kadar.
2-sonra aileler daha büyük aileler (akraba) haline geldiler. Yanı ailelerin büyük aile haline
gelmesi bu günden 60 bin yıl öncesine dayanır diyor bilim adamları.
3-Sonra aşiret haline geldiler 28 bin yıl önce,
4-sonra aşiretler birleşti kabile haline geldiler. 28 bin ile 20 bin yıl arasında
5- sonra, 20 bin ile 5 bin yıl arasında kabile devrinde çobanlık devrini yaşadılar.
6-5 bin yıl, bu günkü tarihin başladığı noktadır. Bundan önce yazı yoktur. Bundan öncesi
için bu gün deliller ile tespit edilemiyor. Ancak din kitaplarının verdiği bilgilerden bu
| 03 dönemlerle ilgili bilgiler edine biliyoruz.” diyor hoca.
Bir kısım bilim adamları vahyi kaynak kabul etmediği için bu döneme karanlık
dönem diyorlar. Diğer bir grup bilim adamı vahyi kaynak olarak kabul ediyorlar.
Mesela, Prof. Dr. Hüseyin Hatemi Hoca şöyle der: “ Vahiy kesin kaynaktır buna
inanmayan akıl hastasıdır
TEMMUZ AYI AKINCI ŞEHİDLERİ
.” Acılı fakat şeriat davasının yürekli gençliğini, her defasında biraz daha bileyen haberler, peş peşe gelmeye başladı. Hasan
Sürel, Celil Yıldırım ve Hasan Kaya’dan hemen sonra bir Mehmet’imiz daha şehit düştü. Milli Türk Talebe Birliği Ankara Teşkilatı
Sekreteri olan kardeşimiz Mehmet Baydın zehirlenerek katledildi ve hadiseye ‘faili meçhul cinayet’ süsü verilmek istendi.
Evvela zehirlenip, daha sonra naaşı çalıştığı dairenin Önündeki dut ağacının dibine bırakılan Mehmet Baydın’ın, öteden beri,
kızılkuyrukçular tarafından tehdit edilmekte olduğu biliniyordu. Nitekim merhum kardeşimiz bu vaziyeti bazı arkadaşlarına da
duyurmuş ve bir takım kimselerin İş yerine telefon ederek, tehditler savurduğunu söylemişti. Ancak, Mehmet bütün bu tehditler
karşısında kat’iyyen yılgınlık göstermemiş ve “Alnımıza yazılı olanı görürüz. Eğer Akıncı Şehitler 169 Müslüman olmamızdan
dolayı öldürüleceksek, bu duacısı olduğumuz müjdedir, çünkü şehit oluruz.” demişti. Bu meyanda bazı tedbirler de almış,
arkadaşlarına metin olmalarını tavsiye etmişti. Ne yapsın ki, düşman kalleşti. Mertçe meydana çıkamıyor, gizli gizli tuzağını
kuruyordu. Ve nihayet, şeriatçı kardeşimizi bu tuzaklardan birine düşürmeye muvaffak oldular. Şehidimizi önce zehirleyen
kızılkuyrukçular, daha
sonra çalıştığı yerin bahçesine bırakıp kaçtılar. Menfur cinayet, Türkiyeli Müslümanları can evinden sarstı. Müşrik düzenin
yetiştirmesi kızıl eşkıyanın cinayeti, protesto edildi. Bütün MTTB teşkilatları, Akıncılar Dernekleri bildiriler neşrederek, “Bu
hunhar ve kalleş saldırıların kendilerini asla yıldıramayacağını, şehitlerimizin aziz hatıralarının Tevhit Sancağı’nın fırtınalaşan
rüzgârı olacaklarını.” belirttiler. Muazzez şehidimiz Mehmet Baydın’ın naaşı binlerce Müslüman gencin omuzlarında taşındı.
Hacı Bayramı Veli Camii’nde kılınan cenaze namazını müteakip, Tekbir sedaları arasında kaldırılan naaşı, şehidimizin memleketi
olan Çankırı’nın Çerkeş Kazası ‘nın Dağlı köyünde, yine hemşerisi köylüler ve genç Müslümanlar tarafından defnolundu. MTTB
Ankara Teşkilatı, kızılların kalleş cinayeti üzerine neşrettiği bildiride“Müslüman, inancı uğruna ölmesini bilen insandır, bu
uğurda ölüm bir armağandır.” denilerek, bütün şeriatçı gençliğin hissiyatına tercüman oluyordu. Bildiri şöyle devam ediyordu:
“Muhakkak kâfirler hep hile yaparlar, ben de onların hilelerine mukabele ederim. (Habibim) Onların helâkini acele isteme, biraz
mühlet ve müddet ver.” (El Buruc Suresi Ayet 15-16-17) Müslümanlar “Bütün insanlığın düzmece doktrinlere teslim olduğu ve
toplumların çağdaş putlara kurban edildiği bir çağda yaşıyoruz. Her yanda kan, ateş, zulüm ve sömürü var. İnsanlık, ateş
çemberi içindeki akrebi andırıyor. Çağımızda küfür grupları, aralarında ittifakla birleşerek Islama ve Müslümanlara saldırmayı
kendilerine görev saymışlardır. Bir bakıma bu küfrün var oluş gayesidir, görevidir. Kardeşler Günümüzde, her yerde
Müslümanlar horlanıyor, tutuklanıyor, hapsediliyor ve inancından dolayı zulmediliyor. Son dönemde vuku bulan İstanbul,
Ankara, Erzurum, Edirne, Konya, Malatya olayları hep bir zulmü sergilemektedir. Müslümanlara yöneltilen bu zulmün
günümüzdeki son örneği de Mehmet Baydın olayıdır. Mehmet Baydın bir Müslüman’dı. Ve her Müslüman gibi, insanlığı çağdaş
zalimlerin esaretinden kurtarmaya yeminliydi. Gayretliydi. Milli Türk Talebe Birliği Ankara Teşkilatı’nda sekreterlik görevini
omuzlamıştı. Mesuliyetinin bilincindeydi. İnancının gereğini, şartlar ne olursa olsun yerine getirirdi. Her zaman öndeydi. O en
önde. Harp kanunudur. Önde giden düşer. Ve düştü Mehmet, düşürdüler. Ama önde gidenin kanı arkadakileri çekecektir.
Mehmet’in kanı da bizi!..170 Akıncı Şehitler Biline ki… Müslüman, inancı uğruna ölmesini bilen insandır, bu uğurda ölüm, bir
armağandır. Bu armağanı kucaklamaya can atan binlerce Mehmet’iz biz. Ölüm bizi yıldırmayacak. İnancımız için öleceğiz. Ama
başlattığımız mukaddes kavga, bir an olsun durmayacak. Ta ki küfür yok oluncaya kadar. Mehmet Baydın’ın ölümüne verilmek
istenen kaza, bizleri yanıltmamıştır. Müslüman’ın ferasetiyle, olayın gerçek yüzünü görebiliyoruz. Mehmet Baydın, gönlümüzün
yüceliklerinde lâyık olduğu yeri almıştır. O’na bu zulmü reva görenler, öfkemize hedef olmaktan kurtulamayacaklardır. Bundan
böyle bu ülkede, kimse Müslümanlara zulmetme cüretini kendinde bulamayacaktır. Kardeşimize ALLAH’tan rahmet, ailesine ve
bütün Müslümanlara başsağlığı diliyoruz. Davamız kurban istiyorsa, ALLAH (c.c) yolunun gönüllü kurbanlarıyız… * Şura
Gazetesi 10 Temmuz 1978 Sayfa:
SEDAT YENİGÜN’ÜN
ŞEHADETİ 5 TEMMUZ 1980
Kendisi hakkında bizlere bilgi verecek kadar vakit bulamadı. Bu yüzden, biz size kendisini anlatalım biraz; S. Yenigün,
heyecan dolu ve hareketli bir aksiyoner bir gençlik lideriydi. İnandığı şeylerin peşinde azimle çalışmasını bilen ve az
zamanda büyük işler çıkarabilen bir birikime sahipti. Sağdan ve Soldan, hatta, İslamcılar dan bile seveni de çoktu,
sevmeyeni de. O her şeye rağmen İslam’ı Gençlik Hareketi'nin öncülerinden biridir.
Oğlu onun hakkında şunları yazmıştır.
Beşir Eryarsoy’un evinde arkadaşlarıyla yaptıkları tefsir dersinden sonra. Eşiyle birlikte, Ahmet Şişman ve eşiyle resmî bir
iş için buluştular. Yenigün, müdür muavinliği yaptığı İhsan Mermerci Lisesi’nde, komünist ve ülkücü hâkimiyetindeki
okullardan atılan İslâmcı gençleri himayesine alıyordu ve okuyamayan başörtülü kızları oradan mezun etmeye
çalışıyordu.
Sedat Yenigün ve Eylem Ahlâkı
Sedat Yenigün, 1969 yılında, yani daha 19 yaşındayken yakın arkadaşı Mustafa Bilgi’yi Milli Türk Talebe Birliği (MTTB)
binasına atılan bombayla kaybetmiş ve kendi elleriyle kabrine yerleştirmişti… Sedat Yenigün, Bilgi’nin vazifesini devraldı
ve on bir yıl sonra dostuyla aynı akıbete benzer bir derin devlet tezgâhıyla suikasta uğrayana dek sayısız gizli ve açık
yayın ve teşkilatlanma faaliyetlerine girişti. Ortaöğrenim komitesiyle özel ilgilenerek aralarında İstanbul İmam -Hatip lisesi
öğrencisi Tayyip Erdoğan’ın da olduğu MTTB gençliğine evrensel İslâmcılığın eserlerini tanıttı. Kurumun yayın organı
olan Millî Gençlik dergisini yeniden çıkararak Ali Bulaç, Abdullah Gül, Şükrü Karatepe gibi isimlere yazılar yazdırdı.
MTTB’nin 1977 seçimlerine gelindiğinde, artık sağ-milliyetçilikten belirgin bir biçimde ayrışmış, entelektüel derinliğe ve
evrensel bir ufka erişmiş bir İslâmcılığın taşıyıcılığını üstlenen arkadaş ekibiyle birlikte yönetimi devralmak istedi. Eski
nesil yöneticilerin bu tür bir dönüşüme izin vermemesi ve seçimler sonrası bu gençliği dışlaması üzerine, İslâmcı gençler
ayrılarak kendilerine başka mecralar aradılar. Dergi ve kitabevi gibi yerlerde toplanan Sedat Yenigün’ün akran kesimine
mukabil Ortaöğrenim gençleri, bilhassa Akıncılar ve İlim ve Kültür Ocağı (İKO) altında teşkilatlandılar. Sedat Yenigün
bizzat yayın sürecinde yer aldığı üç-dört derginin yanında 10’dan fazla süreli yayında düzenli olarak yazıyordu. Ama
arkadaşlarının çoğundan farklı olarak da bu iki teşkilâttaki gençlere özel olarak mesai sarf ediyordu.
Kur’an kurusu hocası olan Nuri Ak, Eşi ve bir çocuğu ile birlikte Batmanda evinde şehid edilmiştir.
Seyid Molla Nuri Ak 8- 9 yaşından itibaren medresede uzun yıllar okumuş Takvalı bir Müslüman’dı. Medrese eğitimi sonrasında bir
Camide imamlık yapıyor, aynı zamanda Medrese ve evinde çocuklara Kurs veriyordu. Molla Nuri M.T.T.B’ye bazen ziyaretlerde
bulunurdu. Evli ve üç çocuk babası olan Nuri ak, babası ile birlikte yaşamaktaydı. Küçük çocuğu henüz yeni dünyaya gelmiş daha kırk
gününü doldurmamışken kanlı eller tarafından bir gece uyuduğu balkonda kurşunlanarak şehit edilmiştir. Tekbirlerle kaldırılan
kalabalık bir cenaze merasimi olmuştu. ALLAHU TEALA (c.c) Rahmetiyle yargılasın Şehidlerden kabul etsin