You are on page 1of 54

Alan Loy McGinnis _ İyimserliğin Gücü

‘Eğer sürekli işlerin kötüye gideceğini söyleyip duruyorsanız, bir kâhin olmak
için iyi bir fırsat yakalamışsınız demektir. ‘ Isaac Singer

Selafon: Ayna Selafon


Birinci Basım: Temmuz 1998/İstanbul
ISBN: 975-8261-36-3

----------
İçindekiler
Teşekkür .......... xiii
Kararlı İyimserlerin Oniki Özelliği .......... xvi
Bu Kitap Daha İyimser Bir İnsan Olmanıza Nasıl Yardım Edebilir? ........ 1
1. Burada Yardımcımız Polyanna Olmayacak .....7
2. Çözüm Arayışları ........... 27
3. Geleceğinizin Sorumluluğunu Almak ........... 41
4. Enerjinizi Nasıl Artırırsınız ......... 53
5. Düşünce Yapınızı Nasıl Değiştirirsiniz ......... 69
6. Aklın Seçici Gücü .......... 87
7. Geleceği Nasıl Kurarsınız .......... 101
8. Mutluluk ve Neşe Arasındaki Fark .......... 115
9. Kapasitenizi Geliştirmek ......... 131
10. Aşk İyimserliği Nasıl Besler ......... 141
11. İyimserler Düşmanlıkla Nasıl Başa Çıkar .......149
12. Konuşmanız Zihninizi Etkiler .............. 163
13. Değiştirilemeyeni Kabullenme Sanatı ........... 177
14. Dönüşebilir Güç ........... 185

Teşekkür
Valley Danışma Merkezindeki meslektaşlarım bana sürekli psikoterapi
çalışmalarındaki yenilikleri gösterirler. Ve hiç şüphe yok, onların
birikimlerinin büyük bir kısmı bu sayfalara yansıdı. Doktor Taz Kinney, Tricia
Kinney, Melody Mckee, Renee Palmer, Sean Smith ve Susan Wade, çalışma
arkadaşından öte, çok değerli dostlardır. Yetiştirilmesi gereken yazılara
kapanıp, dış dünyayla bağlantımı kestiğim zamanlarda anlayış gösterdiler ve
yokluğumda hastalarımla yakından ilgilendiler.
On beş yıl boyunca ayda bir kez, birbirine karşı her zaman dürüst olan bir grup
insanla bir araya geldim—Dr Lee Kliever, Dr. VValter Ray, Dr. Charles Shields ve
Dr. John Todd; bu insanların hepsi karalamalarımı okuyarak bana güzel öneriler
sundu. Tom Edwars, David Leek ve Norman Lobsenz, iyi birer dost, aynı zamanda
iyi birer yazardır. Doğal olarak bu çalışmayla ilgilenmeleri, kendi yazılarından
zaman ayırmalarını gerektirdi, bunun için onlara minnettarım. Kathy Hill, bir
açığı hemen farkeder ve araştırmalarında yorulmak nedir bilmez. Dr John Bulgian,
Pat Henry, Ron Klug, Carol Lenters, Alan McGinnis, Jr. Inez McGinnis, Markus
Svensson, Mike Somdal ve Dr. Ro-bert Svvinney yorumlarıyla çok yardımcı oldular.
Nancy Magner, iyi pazarlama fikirleri sundu ve ortağım Marilyn Surbeck, baştan
sona mükemmeldi.
XII
Penn'de yağmurlu bir öğle sonrası, Dr. Martin EjP Seligman, sorularımı,
tartıştığımız konuları, sesli düşünme şansı yakalamaktan hoşlanmışçasına
yanıtladı, aslında, hiş kuşku yok aynı sorular ona abartısız yüz kez sorulmuştu.
Seligman, çaresizlik üzerine yapılan yetkin çalışmalarda ve iyimserliğin belli
yönlerinde dünyanın önde gelen otoritelerinden biri olmasına rağmen, o
zamanlarda, kendisine verilen önemden etkilenmemiş görünüyordu; bilgi ve
önerilerinde cömertti.
Bu, Ronald Sebolt'la ortak çalıştığımız dördüncü kitap. Ronald, yayın dünyasında
tanıdığım ufku en açık adamdır. Müzmin bir gezgin olarak, her yerde kitap
sektöründeki insanları tanır ve sever. Sezgilerinde keskin, görüşlerinde dürüst,
tavsiyelerinde özenli, dengeli bir ruha sahip, yorulmaz bir savunucu, yılmaz
tartışmacı, kısaca her yazarın can attığı bir editördür.
İtalyan gösterge bilimci ve yazar Umberto Eco, bir keresinde gençlik arzularını
şöyle dile getiriyor: ‘Bir kitap ve bir çocuk yapmak isterim, çünkü bunlar ölümü
alt etmenin tek yoludur: kağıt ve tazelik... Sevişmek, tüm zevki bir yana, tek
başına aptalcadır, hiç bir şey üretmiyor. Eğer beni var edecek ve sürdürecek
birileri olursa, ölümüm anlam kazanır. Kitabı başarı elde etmek için değil,
önümüzdeki bin yılda da, onun bir kaynakçada ya da bir dipnotta yer alacağı
umuduyla yazarım.’ Eco haklı; insanın yazdıkları ve çocukları garip bir şekilde
içiçedir ve burada, Sharon, Scott, ve Donna'ya, en iyinin hâlâ yapılmayı
beklediğine inanmamı sağladıkları için teşekkür ederim.
xıv
Ayrıca bunun gibi kitapları anlamak için henüz çok küçük olan ama evi her
ziyaretinde bana iyimser ruhu öğreten torunum Cristopher'a da teşekkür ederim.
dvl olarak bu sayfalar hakkında onlarla konuşmama imkan veren hastalarıma da
şükranlarımı sunuyorum. Terapistseniz bakış açınız, size hikayelerini anlatan
insanlardan etkilenir. Ben bu insanların bazen keder bulaşan ifadelerinde
mantıklı şeyler de söylediklerini ayrımsadım. Mantıklı olmayı öğrenmeleri
gerekiyordu çünkü bazıları öyle büyük problemlerle boğuşmuştu ki, onları yenip
hayatlarını devam ettirebilmeleri karşısında hayrete düşüyordum. Tabii ki
gizlilik ilkesiyle, bu hastaların yaşamlarındaki detaylar, kitapta üstü kapalı
bir şekilde verildi, ancak öykülerin ana hatlarının eksiksiz olarak korunduğunu
sanıyorum.
Valley Danışma Merkezi, Glendale, Calif ornia
XV
Kararlı İyimserlerin On iki Özelliği
1. İyimserler sorunlar karşısında bocalamaz.
2. İyimserler kısmi çözüm arar.
3. İyimserler geleceklerini kontrol altına alabileceklerine inanır.
4. İyimserler düzenli yenilenmelere izin verir.
5. İyimserler düşüncelerinin olumsuz yöne kaymasını önler.
6. İyimserler taktir güçlerini geliştirir.
7. İyimserler başarıları önce hayallerinde canlandırır.
8. İyimserler mutlu olmadıkları zaman bile neşelidir.
9. İyimserler rahatlamak için neredeyse sınırsız bir kapasiteleri olduğuna
inanır.
10. İyimserler yaşamlarına çok sayıda sevgi sığdırır.
11. İyimserler iyi haberleri değiş tokuş etmeyi sever.
12. İyimserler değiştiremediklerini kabullenir.
xvı
‘Benim kuşağımın en büyük keşfi, insanların yaşamlarını, düşünce tarzlarına
bağlı olarak değiştirebilmeleridir.’
WILLIAM JAMES
Bu Kitap Daha İyimser Bir İnsan Olmanıza Nasıl Yardım Edebilir?
Hiç düşündünüz mü, neden bazı insanlar problemlerle boğuşurken, diğerleri
üstesinden çabucak geliverir?
Bu, biz terapistlerin büyük ölçüde kafa yorduğu, psikolojinin açmazlarmdan
biridir. Bazı hastalarımız iyileşmelerinin önünü açarken, benzer geçmişe sahip,
aynı yenilgileri yaşamış diğerlerinin asla başaramamaları nasıl açıklanır?
Kararlı iyimserler ortalama bir zekaya ve bakış açısına sahip olabilir, ama
arzularını nasıl koruyacaklarını bilirler ve problemlerine ‘yapabilirim’
felsefesiyle yaklaşırlar. Ailelerinde ya da yer aldıkları gruplarda birlik ruhu
yaratmada uzmandırlar. Ve her nasılsa, yaşadıkları trajedilerin içinden daha
güçlü ve canlı bir şekilde çıkmayı başarırlar.
Hiç kuşku yok ki, bu düşünce tarzı insanlara alanlarında yükselme şansı tanır.
Son çalışmalar, iyimserlerin okullarında başarılı, sağlıklı, varsıl, uzun ve
mutlu evlilikler kuran, çocuklarına bağlı ve hatta belki de daha uzun ömürlü
olduklarını gösteriyor.
El Kitabı
Bu kitap, başarılı insanların akla dayanan alışkanlıkları hakkında bir izlenim
sunmak ve bu alışkanlıkları nasıl edinebileceğiniz konusunda yöntemler önermek
için kaleme alındı. Kitabı yazmaya başlamadan önce iyimser tutumun oluşması
üzerine bulabildiğim bütün psikoloji araştırmalarını karıştırdım. Bununla
birlikte iyimser insanların yaşamlarını inceleyerek öğrenilecek daha fazla şey
olduğunu farkettim. Böylece bine yakın biyografi okudum ve çok sayıda başarılı
kişinin yaşamını analiz ettim.
Bu insanlar üzerinde çalışırken, çoğu .iyimserin ortak özelliklerinin toplandığı
bir küme keşfettim. Bu iyimserler tılsımlı bir hayat yaşamadıkları gibi, her
zaman neşeli yaradılışla doğmuyorlardı. Dahası var... Çoğu olumsuz bir çevrede
yetişiyordu ve biri olmazsa bir sonrakinde önlerine dikilen setlere
çarpıyorlardı. Fakat yaşadıkça, depresyonların üstesinden gelmek için teknikler
keşfettiler ve morallerini hep yüksek tuttular. Bu psikolojik yetiler çoğu için
son derece doğaldı ve bunları hemen hemen bilinçsiz bir şekilde kullanıyorlardı.
Diğer insanlarınsa, kötümserlikten iyimserliğe geçmek için belli bir program
izlemeleri gerekiyordu fakat motivasyonlarını canlı tutmak için uyguladıkları
stratejiler belirgin bir şekilde birbirine benziyordu. Önümüzdeki bölümlerde bu
stratejiler detaylarıyla ele alınacaktır.
Kötümser Değişebilir mi?
Bir psikoterapist olarak çalışmalarımda daha iyimser olmak istediğini söyleyen
çok sayıda insanla konuştum, ama bunlar aynı zamanda kötümser bir doğayla
lanetlendiklerini düşünüyorlardı. Bazıları yaşamları boyunca karamsar
düşüncelere sahip olduklarını söylüyor, hiç bir zaman değişemeyeceklerine
inanıyorlardı. Fakat günümüzde kavrayışsal psikologların, kişinin doğasını
değiştirmesi için pratik, izlenmesi kolay adımlar geliştirdiklerini ve iyimser
düşünce alışkanlıklarının herkes tarafından öğrenilebileceğini anlattığımda, bu
insanlar için bir umut ışığı doğdu. Çünkü kimse kötümser olmak istemez.
Kararlı İyimserler
Diğer taraftan kimse Polyanna olmak istemez, kötü olana gözlerini ve kulaklarını
kapatmayı da. Bunun için bu kitabın yaklaşımı son derece gerçekçidir. Gerçekçi
bir yaklaşımla zorluklarla doğrudan yüzyüze gelirken iyimser yaklaşımın akıldan
çıkarılmamasını öneririm.
Bu fikirlerin bazıları İncil kadar eskidir, diğerleri psikoloji alanındaki son
çalışmaların sonuçlarıdır. Fakat hepsi, yüzlerce danışanın, yılgınlıklarını ve
depresyonlarını aşmalarında yardımcı olan duyarlı stratejilerdir. Size, bazı
koşullarda yılgınlık ve kederinizi azaltacak, neşeli bir doğa, gelişmiş fiziksel
güç, başarı yetisi, zengin ve sıcak ilişkiler kazandıracak akılcı teknikleri
nasıl geliştireceğinizi gösteren örnekler veriyorum.
Abartılı gibi görünen bu iddialar gerçek kahramanların gerçek öykülerine ve
günlük yaşamdaki mutluluklarına, kariyerlerindeki başarılarına dayanır.
Bireysel Gelişim
Bu ilkelerin en iyi yanlarından biri, çoğu kişinin hayatında uygulayabilmesi
için yıllar süren telkine gerek kalmamasıdır. İlerleyen sayfalarda yer alan
öykülerin çoğu, benim gibi ruh sağlığı uzmanlarının yardımı olmaksızın,
problemlerine karşı yeni yaklaşım ve tutumları kendi kendilerine öğrenen
kötümserlere aittir.
Neşeli, enerjik bir yaşama ulaşmanın yolunun tek bir sırra bağlı olduğunu
söylemek safdillik olur. İyimserler farklı durumlara göre farklı Yöntemler
kullanır ve onları başarılı kılan, bu farklılıkların toplamıdır. İlerleyen
bölümlerde bu Yöntemleri iyimserlerin on iki temel özelliği başlığı altında
topladım, her bölüm tek bir özelliğe ayrıldı.
Bu bölümleri dikkatlice çalışan herkesin, gerçek mutluluk ve tatmin sağlayan
günlük yaşam Yöntemlerini öğrenebileceğine inanıyorum. Düşünce yapınızı
değiştirmek hiç de kolay değildir, ancak kendinizi büyük bir çabayla bu
özellikler üzerinde hakim olmaya adarsanız, faydasını göreceksiniz.
BU KİTAP DAHA İYİMSER BİR İNSAN OLMANIZA...
‘Yaşam düşünüldüğü gibi bir yol değil, olduğu gibidir. Farkı onunla başa çıkma
Yönteminiz belirler. ‘ VIRGINIA SATIR
-----------
Burada Yardımcımız Polyanna Olmayacak
‘İYİMSERLİK’ kisvesi altında safça bir düşünce vardır, ama bu başarı getiren
eylemsel bir yaklaşımdan epeyce farklıdır. Durumun iyiye gittiğini düşünen bazı
kişiler, işler kötüleşince kendilerini aptal gibi hissederler. Sonuç olarak, sık
sık hayal kırıklığına uğrar ve karamsarlığa kapılırlar. Fakat kararlı
iyimserler, aşkların sona erdiği, masum insanların ihanete uğradığı ve hasta
insanların öldüğü kusursuz olmayan bir dünyada yaşadıklarının farkındadırlar...
Buna göre bir numaralı özellik:
İyimserler sorunlar karşısında bocalamaz.
1901 yılının şubat ayında, o sıralar yirmi altısında ince ve kibar bir genç olan
VVinston Churchill, Avam Kamarasında açılış konuşmasını yapmak üzere yerini
aldı. Burası, onun sonraki elli yıl için mekanı olacaktı; burada ardarda gelen
eleştirilerle karşı karşıya kaldı, küçük düşürücü yenilgiler yaşadı. İlk
yıllarında muhtemelen Avam Kamarasının en nefret edilen adamıydı. Düşmanları ona
Blenheim Faresi adını takmıştı.
38 yıl sonra, Büyük Britanya'nın Hitlerin saldırıları karşısında çökme sınırına
geldiği dönemde, Kral Altıncı George, Churchill'den yeni hükümeti kurmasını
istedi. Fakat o artık 65 yaşındaydı ve Avrupa'daki en yaşlı liderdi. Bu katı
politikacı, yüzüne yapmacık bir gülümseme oturtmak ya da gelecekten Polyanna
terimleriyle söz etmek için çok uzun yaşamıştı, verdiği mücadelelerden çok
yaralıydı... 1940 yılının Mayıs ayında, bir Pazar gecesi yurttaşlarına seslendi:
‘Size kan, zahmet, gözyaşı, ve terden başka hiç bir şey vaat edemem.’ Çıplak bir
gerçekçiliğin ifadesini taşısa da bu, yaklaşan mücadeleden alınacak müthiş
zevki; yılgın ve donanımsız İngiliz ulusunun kaderini kontrol edebileceğine olan
inancı yansıtan bir konuşmaydı. Fransa'nın düşüşünün ardından Churchill şöyle
sesleniyordu:
‘Kumsallarda, uçak pistlerinde savaşmalıyız. Ve tepelerde... Asla teslim
olmamalıyız.’ Bu gerçekçilikle kararlı bir umudun karışımıydı ve nihayetinde
müttefikler kazandı. Başarılı insanlara güç kazandıran da aynı birlikteliktir.
Sorunlara yaklaşımımızda böylesi bir dengeyi nasıl koruyacağız? İşte bazı
Yöntemler:
Yöntem: 1; Kendinizi problem çözücü olarak görün.
Eğer bizi sorunlarımıza karşı duyarsız hale getirecek muazzam bir sakinleştirici
olsaydı, çok azımız onu kullanırdı, çünkü problemlerin genellikle içimizdeki en
iyiyi ortaya çıkardığını biliyoruz. Tanıdığım en iyi pazarlamacı, Mike Somdal,
büyük işlerle uğraşmaya başlamadan önce benim edebiyat danışmanımdı. İlk
yıllarda tanınmamış, yayınlanan eseri olmayan bir yazardım ve görüştüğümüz
yayıncılar, bizi her zaman kollarını açmış beklemiyordu.
10
Bir gün bir editöre benim mükemmel olduğunu düşündüğüm bir öneriyle gittik ama
anında reddedildi. Otele dönerken yenik ve umutsuzdum, vazgeçmek üzereydim.
Fakat Mike öyle değildi. Odaya ulaştığımızda bir general edasında volta atmaya
başladı. Sonra birden ellerini çırparak bağırdı: ‘İşte şimdi eğlence başlıyor.
Bu insanların ilgisini çekmenin bir yolunu bulup tekrar gideceğiz. Bunu
yaptığımızda bizden almak için yalvaracaklar. Yapmamız gereken tek şey doğru
yaklaşımı belirlemek.’
Benim yenilgi olarak değerlendirdiğime o, büyük düşünen herkesin karşılaştığı
sıradan bir engel olarak bakıyordu. Enerjisi aslında bu zorlanmayla yenilenmiş
gibi görünüyordu. Bir kaç ay içinde yeni yaklaşımımız işe yaradı ve daha önce
bizi geri çeviren yayıncılarla bile anlaşma imzaladık.
Mike hemen hemen tüm girişimlerinde başarılıydı, bunun başlıca nedeni, kendisini
problem çözücü, sorunu ortadan kaldırıcı, gergin ortamlarda ustalıklı davranan
biri olarak görmesiydi. Duvara çarptığmda sadece geriler ve üstünden ya da
yanından yeni bir yol belirlerdi.
VVarren Bennis ve Bert Nanus ‘Leaderd' (Liderler) adlı kitapları için tanınmış
pek çok yöneticiyle görüştüler. Bu insanların, onları diğer insanlardan ayıran
çarpıcı bir özellikleri vardı: ‘Yenilgiyi düşünmüyorlar, hepsi bu’ diye
belirtiyor yazarlar. ‘Bu sözcüğü kullanmıyorlar bile. Eş anlamlıları tercih
ediyorlar; hata, beceriksizlik,
11
hatalı başlangıç, aksilik, bozmak, geride kalmak, kusur, ya da sayısız
diğerleri; ama asla ‘yenilgi’ değil...’
Yöntem: 2: Çok sayıda seçenekler aramak.
İyimser kişiler sadece kendilerini problem çözücü olarak gördükleri için değil,
aynı zamanda beyinlerinde bir seçenekler yığını bulunduğu için başarılıdır. Bir
yaklaşım başarısız olduğunda, kolaylıkla bir başka seçeneği hayata geçirir.
Homeros'un Odysess'inde Odysesus'un babasının savaşlardan eve bir daha geri
dönemeyeceğinden duyduğu endişeyi anlattığı harika bir bölüm vardır. Kitabın
kahramanı Pallas Athene onu rahatlatır: ‘Baban sürgünde çok uzun kalmayacak,
Odysessus'un özgürlüğüne kavuşacağına güven, o her zaman bir yol bulur.’ Bu
üzerinde çalıştığımız iyimserlere uygun bir betimlemedir: Onlar her zaman bir
yol bulur. Uğraşır, dener, ve ararlar. Ve eninde sonunda girişimlerinden biri
işe yarar. Odysseus'un, eşinin taliplerini kovmak ve aileyi yeniden bir araya
getirmek üzere zamanında geri dönüşü, belki de edebiyattaki en mükemmel eve
dönüş sahnelerinden birisidir.
Daha modern bir benzetmeyi ele alalım. Futbolda arka oyuncuyu izleyen birinin
gördüğü: başını sakla, önündeki sete geçebileceğin kadar hızlı çarp metodudur ve
bu, seçenekli düşünmeye bir örnektir. Oyuncu her saniye yeni ayarlamalarla
koştuğu yönü değiştirir,
12
aşılmaz gibi görünen karşı sette sürekli bir boşluk arar—kısaca alternatif bir
çözüm peşindedir.
Bu uyum yeteneği pek çok alandaki başarılı insanların ortak özelliğidir. West
Point'deki askeri bir okulda | okuyan James Whisler adlı gencin, en büyük arzusu
bir gün yüksek rütbeli bir subay olmaktı ancak kimya sınavını veremedi ve
sonunda okuldan atıldı. Geçmişini geride bırakarak resme yöneldi ve kendi
kuşağının en çok aranan sanatçılarından biri oldu. Whisler, ‘eğer silikon bir
gaz olsaydı, şimdi üst düzey bir general olabilirdim’ diyor. Ama üst düzey bir
general olsaydı, bizler, ‘Beyaz Kız’ ve ‘Sanatçının Annesi’ gibi ünlü
yapıtlardan ve dünyanın en iyileri arasında yer alan bazı eserlerden mahrum
kalacaktık.
Julio Iglesias, Madrid'de profesyonel bir futbolcuydu. Bir trafik kazası sonucu
bir yılı aşkın bir süre felç kaldı ve futbol kariyeri bitti. Hastanede vakit
geçirmesine yardımcı olmak için bir gün bir hemşire ona gitar verdi. Daha önce
müziğe ilişkin planları olmamasına karşın, Iglesias, pop müzik starı olma
yolunda ilerledi.
Thomas Edison, akkor ampulün icadı için uğraşırken, üstüste başarısız pek çok
deney yaptı. Bir gün, umudunu çoktan yitirmiş yardımcısına ‘Hay Allah!’ diye
bağırdı, ‘Yenilmiş değiliz, binlerce şeyin işe yaramadığını biliyoruz, yani
artık işe yarayanı bulmaya her zamankinden daha yakınız.’
13
Yöntem: 3: Problemleri sezinlemek.
Aşırı iyimserlik mümkün mü? Tabii ki mümkün. Hepimiz, pervasız iyimserlikleri
nedeniyle başları belaya giren kişiler tanıyoruz. Ağır borçların altına
girerler, satışlar konusunda fazlasıyla iyimser davranırlar, gecikmeleri hesaba
katmazlar ve işlerinde durmadan kaybederler.
Diğer taraftan, kararlı iyimserler, problemleri önceden sezinlerler. 1960
yılının eylül ayında, bir Amerikan ilaç firması, yeni bir uyku ilacını piyasaya
sürmek için Ulusal Gıda ve İlaç idaresine başvurdu. İlaç Avrupa'da
sakinleştirici olarak ve hamile kadınların sabah rahatsızlıklarında yaygın
olarak kullanılıyordu. Hap, çabucak ve sersemliğe yol açmadan derin bir uyku
veriyordu. Ucuzdu ve hayvanlar üzerinde denendiğinde olumsuz bir etkisine
rastlanmamıştı. Hapın onaylanmaması için hiç bir neden yok gibi görünüyordu.
Fakat patent için başvuru kağıdı, yetişme çağında iki kızı olan Dr. Frances
Kelsey'in önüne geldi. Dr. Kelsey'in, ilaçla ilgili soruları vardı. İlacın denek
hayvanlarla insanlar üzerinde etkisinin farklı olabileceği noktası kafasında
kuşku uyandırdı ve firmadan daha fazla araştırma sonucu istedi.
Üretici firma hapların güvenilir olduğunu kanıtlayacak iyi delillere sahip
olduğundan emindi, ilaç paketlenmişti ve dağıtıma hazırdı. Firma, bir yığın
rapor ve çalışma sundu, bir yandan da baskısını sürdürüyordu. Fakat Dr.
Kelsey'in hala bazı çekinceleri vardı ve
14
aceleci davranmıyordu. Derken 29 Kasım 1961 tarihinde Avrupa'dan gelen bir
telgrafta ilacın salgın olarak sakat doğumlara neden olduğu duyuruldu ve ertesi
gün patent başvurusu geri çekildi. TALIDOMIT adlı ilacın, yüzyılın en korkunç
eczacılık felaketlerinden biri olduğu anlaşıldı. Avrupa'da binlerce çocuk kolsuz
ve bacaksız doğdu. Ayrıca gözlerinde, yemek borularında ve bağırsak
sistemlerinde biçim bozuklukları vardı. Böyle doğan her üç çocuktan biri öldü.
1962 yılının Ağustos ayında Beyaz Saray'da düzenlenen bir törende, Dr. Kelsey
Başkan Kennedy'den Amerika Birleşik Devletleri Hükümet çalışanları için en büyük
onur ödülü olan Federal Kamu Görevlileri Başkanlık Başarı Ödülünü aldı. Sadece
problemleri önceden sezinlediği için. Yaşadığım kentte hem neşeli hem de
başarılı bir işadamı olan bir çevre planlamacısı vardı. Bir defasında onunla
neşesinin kaynağı hakkında sohbet ettim. Her zaman iki şeyi yapmaya çalıştığını
söyledi:
• Her zaman kötü bir durumu daha iyi hale getirmek için ne yapabileceğimi
sorarım
• Mümkün olan her zaman kötü durumlardan uzak durmanın planlarını yaparım.
İkinci kuralı, birinciden daha önemli olabilir. Olumsuzu düşünmenin, gelecekteki
olası başarısızlıkları önlediği zamanlar vardır. İyimser olmak, sizden
zamanınızı ya da paranızı isteyen herkese, her zaman ‘evet’ demenizi
gerektirmez. Bir yatırım yapıyorsanız, bir renk şemasını onaylıyorsanız ya da
işe başvurmuş biriyle görüşüyorsanız, olabilecek en kötü olaylar dizisini
15
düşünmelisiniz. Kararlı iyimserler, sorularını titizlikle sorarlar: ‘Buradaki
olası sorunlar neler?’, ‘Bu nasıl daha iyiye gidebilir?’, ‘Geri tepme olasılığı
var mı?’ Bu anlaşmada nerelerde aldatılabiliriz?’
İyimserler işlerin kötüye gidebileceğinin ve izin vermemiz durumunda işimizi,
paramızı, hatta sevgililerimizi elimizden alabilecek insanlar bulunduğunun
farkındadırlar. Sincliar Lewis, bir gün, sekreter olmak isteyen çok genç ve
sevimli bir bayandan bir mektup aldı. Daktilo kullanabildiğini, dosyalama
yapabildiğini ve akla gelen her hangi bir şeyi yapabildiğini söylüyor ve şöyle
tamamlıyordu: ‘Herhangi bir şeyle, her hangi bir şeyi kastediyorum’. Lewis,
mektubu eşi Dorothy Thompson'a götürdü. Dorothy genç bayana şöyle bir yanıt
yazdı: ‘Bay Lewis'in zaten daktilo kullanabilen ve dosyalama yapabilen mükemmel
bir sekreteri var. Her şeyi yapıyorum ve her şeyle her şeyi kastediyorum.
Bu her şeyi olumsuzlama değil, problemler büyümeden önünü alan, kişiye ait
çıkarların açıklık kazanması yalnızca.
Yöntem: 4: Olumsuz duygular hakkında özgürce konuşun.
İyileşme umudu olmayan kanser hastası bir kadın bana şöyle demişti: ‘Ölümden
korkmuyorum, ama bu durumun aileme verdiği acıya dayanamıyorum. Moral vermek
için söyleyecek bir şeylerin var mı Jack?’
16
‘Rita, kocanın omuzuna dokunup, ‘boşver, bu kadar kafaya takma’ dersem, bu, ona
karşı bir hakaret olur. O, böyle bir zamanda mutlu olmayı istemez. Seni çok
seviyor, öyle olduğu için acı çekmesi dünyanın en doğal şeylerinden biri.
Üzüntüsü çok asil bir duygu’.
Kısa bir süre düşündü ve ‘Haklı olabilirsin. Böylesi daha iyi’ dedi.
Gözyaşları çoğu zaman tanrının bir lütfudur ve acı sağlıklı bir duygudur. 1953
yılının baharında bir gün George ve Barbara Bush 3 yaşmdaki kızları Robin'in kan
kanseri olduğunu öğrendi. Çocuk sekiz ay boyunca, artık saçları ağarmaya
başlamış, başucunda bekleyen Barbara'yla direndi.
Dostları George ve Barbara Bush için ‘gelgitli bir keder yaşadılar. Biri yas
tuttuğunda diğeri destek oldu’. Bu, iki insanın trajik bir olayı atlatmalarının
en ideal yoluydu. Bayan Bush ‘George bana sıkı sıkıya bağlandı ve gitmeme izin
vermedi. Bilirsiniz, çocuklarını kaybeden insanların çoğu boşanır, çünkü biri
diğeriyle konuşmak istemez. O buna izin vermedi.’ diyor.
Depresyon, bazı olumsuz duyguları, çoğu zaman da öfke ve kederi sineye çekmenin
sonucunda oluşur. (Her ne kadar üzüntü ve depresyon birbirine benzese de çoğu
zaman karıştırılır ve aslında birbirlerinden epey farklıdır. Depresyon çok fazla
ya da daha az üzüntü duymak demek değildir.) Bu nedenle iyimserliğe giden yol bu
duyguların reddedilmesinden geçmez. Tersine, bazen bunları kabullenmek ve dışa
vurmak depresyondan kurtulmanın ilk adımıdır.
17
Kimi bilgelerin söylediği gibi: ‘Çıkış yolu bazen dosdoğrudur...’
Yöntem: 5: Kötü durumlarda iyiyi aramak.
C.S. Lewis, elli beşinde, Oxford Magdalen Koleji edebiyat profesörü, dünyaca
tanınmış bir Hristiyanlık savunucusu ve kimilerine göre kadınlarla pek de huzur
bulamayan müzmin bir bekardı... Rockville Maryland'-den, lise ikinci sınıf
öğrencilerine cevaben yazdığı mektupta kendisini şöyle anlatıyordu: ‘Uzunum,
şişmanım, kel sayılırım, kırmızı bir suratım, kalın bir gerdanım var, sesim
kalın, okurken kalın bir gözlük kullanıyorum. Dua ederken, bazen Tanrı'dan beni
de bağışlamasını isteyin.’
Sonra 1952 yılında, Lewis iki oğlu olan Amerikalı şair Joy Davidman'la tanıştı.
Kısmen Lewis'in kitaplarında okuduklarından dine dönen eski bir ateist ve
komünist. Lewis'i tanıyanlar, erkek erkeğe sohbetlerden hoşlanan yetkin
profesörün, çoğu akşamlarını bu genç ve çekici Amerikalı kadınla geçirmeye
başlaması karşısında hayrete düştü. İngiltere İçişleri Bakanlığı Davidman'ın
vizesini yenilemiyordu, bunun üzerine Lewis, onu İngiliz vatandaşı yapmak için
formalite bir resmi nikah önerdi. Yaşam eskisi gibi devam edecekti, bu konuda
onu ikna etti ‘ayrı evlerde kalacağız, hepsi bu.’ Anlaşmanın istediği zaman
iptal edilmesi tamamen ona bağlıydı. Böylece 23 Nisan 1956'da, sadece iki
kişinin tanıklığında, Lewis ve Davidman bir yargıcın önünde evlendi.
Bundan sonra acayip şeyler oldu. Çift ayrı evlerde yaşamaya devam etse de,
zamanla birbirine aşık oldu. Lewis şöyle yazmıştı, ‘Şaşkınlıkla başladı,
hayranlığa ulaştı, acı duymaya dönüştü, ve tüm bunlardan sonra Eros çıkageldi.’
Tam da bu sıralarda Joy hastalandı. Bir gece evde yalnızken, ayağı telefon
kablosuna takılarak düştü ve bayıldı. Hastanede kanser teşhisi kondu.
Lewis hala evli olmadıklarını düşünüyordu çünkü Hıristiyan evliliği
yapılmamıştı. Böylece Davidman'ın hastane odasında İngiliz kilisesinden bir
rahip yönetiminde dini bir tören düzenlendi. Sonraki üç yıl boyunca, Joy'un ara
ara kendisini iyi hissettiği dönemler oldu. Çocuklarıyla birlikte Kilns'e,
Levvis'in evine taşındı.
Lewis, her ne kadar bu iyi dönemlerin sona ereceğinin bilincinde de olsa, eşini
kaybettiğinde hiç bir şey onu teselli edemedi. Defterine ‘Kederin korkuya bu
kadar benzediğini bana daha önce kimse anlatmamıştı.’ diye yazmıştı.
‘Korkmuyorum, ama korku gibi bir his. Midede aynı kıpırdanış, aynı huzursuzluk
ve aynı gerinme... O benim kızım ve annem, öğrencim ve öğretmenim, öznem ve
hükümranım, ve her zaman, tüm bunları çözümlerde toplayan, güvenilir yoldaşım,
dostum, gemi arkadaşım ve asker yandaşımdı. Yarim, aynı zamanda şimdiye kadar
edindiğim tüm erkek dostlarımdan öteydi. Eğer aşık olmasaydık, yine de he zaman
birlikte olacaktık ve bir skandal yaratacaktık.’
18
19
Lewis, Joy'la çok az birlikte olabildiği için buruktu. ‘Kötü bir Tanrının
varlığına inanmak doğru mu?’diye yazmıştı. ‘Her şeye rağmen Tanrı tüm bunlar
kadar kötü olabilir mi? Evrensel bir sadist mi, kindar budala mı?’ Bir
terapistin bakışına göre böylesi bir öfke her ne kadar bazen Tanrıya yönelse de,
Lewis bunu kontrol altında tutma yetisine sahip olduğundan, gayet sağlıklıydı.
Zaman tabii ki en iyi iyileştiricidir. Sonunda Lewis kederinden kurtulmaya
başladı ve öfke dolu karalamalarını en güçlü kitaplarından biri olan ‘Brief
Obser-ved’de toplama işine girişti. Kitap Hıristiyan edebiyatına büyük bir
katkıda bulunmakla kalmadı, aynı zamanda yazma sürecinde, Lewis karısının
ölümünü kabullendi. Kötü durumdan iyi pay çıkartmayı başardı.
Thomas Edison da felaketlerde çökmeyen, sıkıntılı bir durumu avantaja
dönüştürmeyi bilen güçlü kişiliklere bir başka örnektir. 1914 yılının Aralık
ayında Edison'un West Orange, New Jersey'deki mükemmel laboratuvarları bir
yangında neredeyse tamamen harab oldu. Edison bir gecede iki milyon dolar
değerindeki malzemelerini ve hayat boyu çalışmalarının kayıtlarını yitirdi.
Edison'un oğlu Charles çılgınca babasını arıyordu. Sonunda onu yangının
yakınlarında dururken buldu, yüzü alevlerden kızarmıştı ve saçları rüzgarda
dalgalanıyordu. ‘Haline yüreğim acıdı’ diyor Charles Edison. Artık genç değildi
ve olan her şey yok olmuştu. Beni farketti. ‘Annen nerede’ diye bağırdı. ‘Onu
bul ve buraya getir.
20
Yaşadığı sürece bir daha böyle bir şey göremeyecek.’
Ertesi sabah, küle dönüşen umutların ve hayallerin arasında dolaşırken 67
yaşındaki Edison ‘Felaketlerde de büyük faydalar saklıdır. Tüm hatalarımız yanıp
gitti. Yeniden başlayabileceğimiz için Tanrıya teşekkürler.’
Önüne dikilen engelleri atlama tahtası haline getirme yetisi, insana her tür
grup içinde ve her tür uğraşında avantaj sağlar. Şükran gününden bir önceki gece
rötarlı bir uçakta yanıma oturan neşeli bir pazarlamacı, NevvYork'dan beri tüm
gün uçtuğunu ve akşam saatlerinde Salt Lake City'de olması gerektiğini söyledi.
Gecikme nedeniyle sabah ikiden önce Bakersfield'daki evine ulaşamayacaktı. Fakat
uçaktaki diğer yolcular gibi sinirli ve yorgun muydu? Hayır, koridorun
karşısındaki iki küçük çocukla mutlu bir şekilde eğleniyor, etraftakilere neşeli
gülücükler dağıtıyordu.
‘Ne satıyorsun?’ diye sordum.
‘Petrol sondaj malzemesi’
‘Bu günlerde zor bir iş, öyle değil mi?’
‘Hayır’ diye yanıtladı. ‘Bundan iyi olamazdı. Daha bu yıl yeni bir şube açtık,
mükemmel bir şekilde çalışıyor.’
‘Fakat petrol sektörü büyük bir durgunluk yaşamıyor mu?’
21
‘Evet, fakat biz bundan payımızı almamaya kararlıyız’ dedi bir gülümsemeyle.
Başarılarının sebeplerini açıklamaya başladı. ‘Sanayi bunalımı bizim işimize
yaradı çünkü rakiplerimizin keyfi kaçtı, fiyatları düşürmek zorunda
kalmalarından ve para kazanamamalarından şikayetçiler. Onların bu olumsuz tutumu
müşterilere de bulaştı. Diğer taraftan biz, fiyatları hiç bir şekilde
düşürmüyoruz. Sanayideki herkese en iyi hizmeti veriyoruz, ürünlerimizle gurur
duyuyoruz ve çok iyimseriz. Müşteriler böylesi bir tutuma sahip satıcılarla
çalışmaktan hoşlanır.’
Yeniden gülümsedi ve ‘Eğer durgunluk yalnızca bir yıl daha sürerse, emekliliğim
için yeterli parayı kazanmış olacağım.’
Yöntem: 6: Boş teşvik konuşmalarından kaçının.
Başarılı kişiler, durumun aslında kötü olduğu zamanlarda iyiliklerden
konuşmazlar. Bazı kişiler, zorluklarla yüz yüzeyken gülümsemeye çalışır ve
sabırlı olunduğunda işlerin iyiye gideceğini vurgular. Fakat böyle durumlarda
işler genellikle iyiye gitmez, gözardı edildiği zaman, küçük problemlerin önünde
daha fazla büyümesi için yol açılır ve kısa zamanda size bir kriz yaratır.
Channing Pollock, Pollyanna'yla ilgili ünlü bir oyunu izledikten sonra şöyle
yazmış: ‘İki perdelik Pollyanna mutluluğuna dayandıktan sonra, gece dışarı
çıktığımda kör bir dilenciye saldırmak için fırsat kolladım.
22
Eğer bacaklarımı kaybetseydim ve bu berbat çocuk bana, mutlu olmam gerektiğini
çünkü artık, her zaman oturabileceğimi söyleseydi, korkarım, onun oturmasını bir
süre güçleştirirdim.
Pollyanna yaklaşımı gölgeler vadisinde yürüyen insanlara açıkçası yardımcı
olmaz. Haham Harold ve eşi, oğulları Aaron dört yaşındayken ‘progeria’—hızlı
yaşlanma hastalığına yakalandığını öğrendi. Bu, çocuklarının hiç bir zaman bir
metreden fazla uzayamayacağı, başında ya da vücudunda kıl olmayacağı ve henüz
bir çocukken küçük bir adam gibi görüneceği anlamına geliyordu. On yıl sonra
çocukları öldü. Kushner, uzun yıllar dinbilimci olarak çalışsa da, felsefe
açısından neden böyle olayların yaşandığı sorusuyla kişisel olarak boğuşmaya
başladığını ve okuduğu Eyüp Peygam-ber'in kitabından şu sonuca vardığını
söylüyor: Yaşam her zaman adil değil...’ Daha sonra sade bir ifadeyle şöyle
yazıyor: ‘Acı dayanılmaz olmadığı gibi sonsuza kadar sürmüyor.’ Böyle durumlarda
üç önemli şeyin yapılmasını öneriyor:
1-İnsanlara bağlanın
2-Acıyı yaşamın bir parçası olarak kabullenin
3-Farkı sizin belirlediğinizi unutmayın
Bu tür ifadeler, Pollyanna iyimserlerinin zayıf, basmakalıp sözlerinden
farklıdır.
Satış toplantılarında, çoğu zaman, insanları harekete geçirmek için standart
motivasyon konuşmaları yapılır. Şöyle başlar: ‘sizler her durumda harikasınız,
23
beyniniz enerji deposu, eğer yeterince inanırsanız, her şeyi yapabilirsiniz.’
Hepimiz bu tür şeyleri pek çok defa duymuşuzdur. En son kendi kendine yardım
(şelf help) kitaplarından biri olan ‘ Little Engine That Could’ daki öyküler de
bize, yeterli inançla dağları yerinden oynatabileceğimizi anlatır.
Bu tür konuşmalarda, çekici olmalarını sağlayacak kadar gerçek payı vardır ancak
konuşmacıların saçmalama boyutuna varacak kadar ileri gitmeleri de kolaydır.
Örneğin, Napoleon Hill, ‘Think and Grow Rich’ (Düşünün ve Zenginleşin) adlı
kitabında şöyle diyor:
İnsan beyni hayal ettiği ve inandığı ne olursa olsun başarabilir.
Bu laflar ve abartmalar, inanç ve umudun adını lekeler. Psikiyatrist odalarına
kapanmak zorunda kalan hastalarımızın çoğu bu saçmalıkları o kadar çok duymuştur
ki, sorunları da bundan kaynaklanmaktadır.
İnsanlara sadece çenelerini kaldırarak ve doğru bir yaklaşımla hayatın iyi
olabileceğini söylemenin ne kadar kafa karıştırıcı ve olayları hafife almak
olduğunu çoğu zaman farkına varmayız. Bir kadın, hayatında hiç kimseyi bir adam
dışında nefretle hatırlamadığını söylüyor. Adam kadının ilk gemi seyahatinde
denizin tutmadığı neredeyse tek yolcuymuş. ‘İnce bir beydi. Fakat
24
yakınıma gelip bana sallantıdan ne kadar hoşlandığını ve pes etmediğim sürece
benim de rahatsızlanmayacağımı söylediğinde, onun kalan yolculuğunu yatağında
geçirmesi için her şeye katlanabileceğimi düşündüm.’
Boş teşvik konuşmaları bir grubun ihtiyaç duyduğu en son şeydir. Grubun ihtiyaç
duyduğu şey, ‘ Elimizde darmadağınık bir durum var, fakat kollarımızı sıvarsak,
bir şeyler yapabiliriz,’ diyecek bir liderdir.
25
Yaşamda umutsuz durumlar yoktur, umutsuzluk besleyen insanlar vardır yalnızca...
CLARE BOOTH LUCE
Hiç kimse hiç bir şey yapmayandan daha büyük bir hata yapamaz, çünkü onun
yaptığı zaten çok azdır .
ERMUND BURKE
-------
ÇÖZÜM ARAYIŞLARI
İyimserlerin kişisel özellikleri incelendiğinde, sürekli yinelenen bir yapı
belirmeye başlar: İyimserler eylem insanlarıdır. Bir problem olduğunda ellerini
kavuşturup öylece beklemezler. Onun yerine, kesin çözüm uzak görünse de içine
dalar, problemin bir kıyısından uğraşmaya başlarlar. Buna göre ikinci özellik:
İyimserler kısmi çözüm ararlar.
Henry Ford bir keresinde, herhangi bir görev, ne kadar büyük olursa olsun,
yeteri kadar küçük parçalara bölündüğünde başarılabilir demiş, çoğu iyimser de
Henry Ford gibi düşünür: Çalışmalarını başarabilecekleri ölçüde küçük parçalara
ayırırlar. Şöyle derler: ‘Bunu nasıl temizleyebileceğimizi bilmiyorum, fakat en
azından bugün yapabileceğimiz bir şey var.’
Genç ve dul bir anne bir gün bana geldi çünkü eşinden ayrılmasından bu yana
durum gittikçe kötüleşmişti. Küçük yapılı narin bir insandı ve sanki yirmi yılın
yükünü taşıyormuşçasına hareket ediyordu. Eski eşi boşanma tazminatlarını
geciktiriyordu, işi çıkmaza girmişti ve çocuklarıyla zaman zaman baş edemiyordu;
umutsuzdu...
‘Hayatımdaki tek ışık, işyerinde bir erkeğe aşık olmam. Evli ve eşinden asla
ayrılmayacağını söylüyor, fakat ilişkimiz iki yıldır devam ediyor, hiç bir şey
olmamasından daha iyi,’ dedi...
29
Bir saatin sonunda ‘Böyle devam etmeyeceksin herhalde’ dedim ona. ‘Bu ilişkiye
son vermelisin. Ahlaki ve ruhsal olarak yanlış. Daha iyisine sahip olacağın
yerde orada kalıyorsun ve yavaş yavaş ruhunu tüketiyorsun, bu kendi kendini yok
etmektir.’
‘Sizin için söylemesi kolay’ diye karşı çıktı. ‘İki çocuklu dul bir annenin öyle
çok şansı yok. Ondan ayrılmanın faydası ne olacak? Sadece daha yalnız olacağım.’
Hastaların verdiği her zor karar her zaman mutlu bir yaşamın başlangıcı
olmayabilir, ama bu öykü mutlu sona erdi. İlişkinin bir bitip bir yeniden
başladığı sıkıntılı bir altı ayın sonunda kadın nihayet kullanıldığını anladı ve
sevgilisinden düzgün bir şekilde ayrıldı. Yalnızlığının acısını azaltmak için
bazı gece kurslarına yazıldı. Bu daha sonra yeni bir iş sağladı. Orada şimdi
yeni eşi olan bir adamla tanıştı ve bir çocukları oldu.
Son olarak ‘Evliliğiniz kötüye gidiyorsa, ya da ilişkileriniz sizi yıpratıyorsa,
yolunda giden birşeye sahip olmaya şükrediyorsunuz. Daha iyi bir adamla
evleneceğimi ve mutlu bir ailem olacağını hayal bile edemezdim.’ dedi.
İyi şansı nasıl döndü? Kısmi çözümler dizisiyle. O anda faydasını görmese bile
doğru olanı yaptı, ve bu hareket onu bir dizi çözümlemeye götürdü.
İsa peygamberin kendisine gelen insanlardan çoğunlukla belli davranışları
istemesi ilginçtir: Kör bir adama ‘Git ve yıkan’, sakat birine ‘Ellerini esnet’
30
der. Felçli bir adamla ‘Yatağını al ve evine git’ diye emreder. Rehavetimizden
kurtulup bazı adımlar attığımızda, eylem kendimize olan güvenimizi arttırır.
Felaketle Karşılaşan İki Adam
Thomas Carlyle'Ain yaşamındaki en karanlık günler, bir sabah çalışırken
arkadaşı, felsefeci Stuart Mill'in gelip, Carlyle'ın kendisine okuması için
verdiği müsveddeleri hizmetçinin sobayı yakarken kullandığını söylemesiyle
başladı.
O tek kopyaydı.
Cariyle, öfke ve acı arasında gidip geldi ve derin bir umutsuzluğa gömüldü.
Bir gün penceresinden bakarken duvar ustalarını gördü. Daha sonra şöyle
yazacaktı:
‘Onlar nasıl tuğlaları üst üste koyuyorlarsa ben de sözcükleri, cümleleri yan
yana getirebileceğimi düşündüm’... Fransız Devrimi'ni yazmaya başladı. Yapıt,
hem bir klasik, hem de zorlu yolculuklarda sadece bir ayağımızı diğerinin önüne
atarak mümkün olanın başarıldığını gösteren bir eser olarak günümüzde de
değerini koruyor. Benjamin Franklin, otobiyografisinde, ‘İnsanın mutluluğu, çok
az rastlanır büyük fırsatlardan çok, her gün yaşanan küçük avantajlardan
kaynaklanır.’ diye yazar.
31
Okulda öğrendiği bir zorluklarla başa çıkma Yönteminin kendisine hayatı boyunca
yardım ettiğini söyleyen bir adam tanımıştım. Gittiği, burs veremeyen yoksul bir
okulmuş ve onun da okula ödeyecek parası kalmamış. Sömestrenin ortasında
kitaplarını toplayıp çiftlik evine dönmeye hazırmış. Okul müdürü okuldan
ayrılacağını öğrenince odasına çağırmış onu. Öğrencisinin anlattıklarını
dinleyince de ‘Oğlum, seni burada nasıl tutarız bilemiyorum, ama gitmeni
istemiyoruz. İmkansız olanı tanrıya bırakalım ve mümkün olana bakalım.’ demiş.
Parasal problemler sonunda çözülmüş ama arkadaşım, o gün müdürün odasında
öğrendiği dersin, okul ücretinden çok daha fazlasına değdiğini söylüyor. Kendisi
şimdi beş binden fazla işçiyi yöneten üst düzey bir yönetici. ‘İmkansız olanı
tanrıya bırakarak mümkün olana bakmak gibi basit bir cümlenin bana imkansız gibi
görünen pek çok durumda faydası oldu.’ diyor.
Problemlerinizi Yarıya İndirmenin Yolu
Başarılı insanlar başlamanın, bitirmenin yarısı olduğunu bilir. Filozof
Aristotle, ilk adımın değerini söylemesiyle ünlüdür;
Başlangıçlar en zor olanlarıdır, küçük ve siliktirler, etkide güçlüdürler ve bir
kez yapıldıklarında gerisi gelir.
32
Goethe diyor ki:
Ne yapabiliyorsan ya da hayal edebiliyorsan, başla, Cesaret dehadır, güçtür,
büyüdür... Sadece giriş, beynin ısınmaya başlayacaktır Başla, ve iş böyle
tamamlanacaktır.
Çalıştığım psikiyatri kliniğinde hastalarımızla tanışmadan önce, problemlerinin
yarı yarıya çözüldüğünü düşünürdük. Sebep? Genellikle terapiyi yıllarca
düşünmüşler, ve işte arayıp randevu almışlardır. Sonunda problemlerini çözmeye
başlamaya karar verdikleri açıktır. Başlangıç tedavinin yarısıdır.
Mükemmelliyetçilikten Kurtulmak
İyimserler güç sorunlar karşısında varlarını yoklarını ortaya koyabilirler çünkü
mükemmelliyetçiliğe kapılmazlar. O an için buldukları kısmi çözümler onları
yeterince mutlu eder.
Birlikte çalıştığım çok sayıda hasta, her şeyi tam olarak yapma hastalığına
yakalanmıştı, sonuç olarak çok az şey yapıyorlardı. İnsafsız standartlarının
gerginlik yarattığını, hatta mantıksız olduğunu kabul ediyorlar ancak,
mükemmellik peşindeki kovalamacalarının kendilerini kusursuzluğa ve başka türlü
ulaşamayacakları bir üretkenliğe ittiğini söylüyorlardı.
33
Aslında durum tam tersi de olabilirdi... Mükemmelliyetçi insanlar genellikle çok
az başarılı olur çünkü çok zaman harcarlar ve yenilgi korkusuyla felç olurlar.
Badiresiz bir şekilde atlatacaklarından emin olmadan zor bir işe kolay kolay
kalkışmazlar.
Dr. David Burns'ün yüksek kazançlı otuz dört pazarlamacı üzerinde yaptığı
şaşırtıcı çalışma, bunlardan on sekizinin mükemmelliyetçi olduğunu, on altısının
olmadığını göstermiştir. Burns, en yüksek kazancın mükemmelliyetçilere ait
olacağını tahmin ediyordu ama oranlar tam tersiydi. Varlıklarını başarıyla
özdeşleştiren mükemmelliyetçiler, diğerlerinden yılda ortalama 15,000 $ az
kazanıyordu. Aslında yaptıkları, kendilerini sınırlamaktan ibaretti.
İki Tarihi Kahraman
Tevrat harekete geçmekten korkmayan insanların sahip olduğu güce dair çarpıcı
bir hikaye anlatır... İsrail'in çocukları Kutsal Topraklar yakınlarmdayken Hz.
Musa, bilgi toplamaları için on iki casusunu sınırdan içeri gönderdi. Kırk gün
sonra geri döndüklerinde çoğunluğun verdiği rapor iki bölümdeydi:
1- Olağanüstü bir kara parçası. Her yerden süt ve bal akıyor, orada yetişen
meyvelerden örnekler dahi getirdik. 2-Yazık ki orayı asla alamayacağız, çünkü
çok iyi korunuyor, hepsinden daha kötüsü, orada devler var.
34
Azınlıkta kalan iki casus, Calep ve Joshua'nın raporu daha umut vericiydi. ‘Bir
an önce gidip toprakları alalım, çünkü üstesinden gelebilecek güçteyiz.’
Dediler. Bu ikisi duruma pembe gözlükler arkasından bakmıyordu, devlerin korkunç
ve kenti almanın zor olduğu görüşüne katılıyorlardı. ‘Fakat efendimiz bizimle
birlikte oldukça korkmuyoruz’ dediler.
Topluluğun yanıtı ne oldu? Kötümserlerden yana çıktılar. Bütün gece boyunca
ağlayıp sızlandılar ve Mısır'a geri dönmenin planlarını yapmaya başladılar. Bir
kaç boşvermişin ve felaket tellalının etkisi asla hafife alınmamalı,
kalabalıkları kolayca yönlendirebilirler. İyimserlik ve coşku bulaşıcıdır, ancak
kötümserlik ve şüphe kadar bulaşıcı olamaz.
Böylece Musa ve halkı Kutsal Toprakların hemen kıyısında yıllar boyu öyle
yaşadı. On kötümser ajan Sina çölünde can verdi, kemikleri şüphelerinin
düzlüklerinde toza karıştı. İnançla hareket etmeye kararlı diğer ikisine ne
oldu? En sonunda Kutsal Topraklarda başarılı bir fetih gerçekleştirdiler.
Calep ve Joshua'nın başarıdan yüzde yüz emin olup olmadıklarını bilmek ilginç
olurdu. Öyle olduklarından şüpheliyim. İyimserler çılgın değildir, diğerlerinin
ilişmediği engellerle uğraşırken her defasında başarılı olacaklarından emin
değildirler. Fakat alternatifler üzerinde düşünürler, verileri olabildiğince
iyimser değerlendirirler ve en ufak bir başarı umudu varsa vazgeçmezler.
35
Genellikle imkansızın çözülebilir olduğuna inanmaya cesaret eden, zirveyi nasıl
fethedecekleri konusunda en ufak bir fikirleri olmasa dahi dağa tırmanmaya
arzulu insanların sayısı azdır. Ve bunlar genellikle zirveye ulaşan insanlardır.
Nasıl Başarılı Bir Şekilde Başarısız Olunur
Pragmatik iyimserler genellikle en verimli çalışanlardır, çünkü her şeyi
denerler. Üniversite mezunu olmayan Nancy VVoodhull, başarısızlık riskini
dikkate almadan yeni projeleri üstlenerek haber odasından yönetim kurulu odasına
yükseldi. ‘USA Today’in ilk editörlerinden biriydi, şimdi kırk dört yaşında ve
‘USA Today1' den ayrı olarak, seksen üç günlük yerel gazete, on altı radyo ve on
televizyon istasyonuna sahip bir medya devi olan Gannett Şirketinin iki önemli
bölümünün başkanlığını yapıyor. Woodhull, kariyerinde bazı hatalı adımlar
attığını ilk söyleyen kimse. Fakat insanlar onun başarısını, hırpalandıktan
sonra da, gözüpek davranmaya devam etme arzusuna bağlıyor. ‘Sizi her zaman
şaşırtırdı,’ diyor amirlerinden biri olan Mindi Keirnan. ‘İstediğiniz yönde
olmayabilir ama hep hareketlidir.’
İyimserler başarısızlıklar karşısında neredeyse bir şövalye gibi davranır.
Tanıdığım başarılı bir kadın oğullarından biriyle bir şeylerin üstüne atlama ve
bir şeylere girişme hakkında konuşuyormuş. Kadın ondan okulda yardımlara
katılmasını ve daha fazla etkinlikte
36
yer almasını istiyormuş. Çocuk ‘Anne, bunun benim için ne kadar zor olduğunu
anlamıyorsun, çünkü sen yaptığın her şeyi başarıyorsun’ demiş.
‘Bu tespiti karşısında hayrete düştüm, çünkü tanıdığım herkesten daha sık
başarısız oluyordum. Farklı bir izlenim bırakmış olabilirim, çünkü,
başarısızlığa uğramak beni sıkmıyordu, böylece ortalama bir kişiden daha
fazlasına çaba harcıyordum. Basit bir matematik hesabıyla da, ne kadar çok
denersen, o kadar çok başarırsın.
Haham ve Beysbol
Sıkıntılı bir adam, akıllı ve iyi bir hahamı görmeye gitmiş.
Ellerini kavuşturarak ‘haham’ demiş, ‘Başarısızım. Yapmam gerekenlerin
yarısından fazlasında başarısız oldum.’
‘Öyle mi?’ demiş haham. ‘Haham, lütfen bana bir akıl ver!’
Haham, uzun uzun düşündükten sonra şöyle demiş: ‘Ah yavrum, sana diyeceğim şu:
Git ve 1970 yılının New York Times almanağının 930. sayfasına bak, belki orada
bir çözüm bulabilirsin.’
Adamın bulduğu, en iyi beysbol oyuncularının yaşamları boyunca elde ettikleri
vuruş averajlarının listesiymiş.
37
Aralarındaki en iyi vurucu olan Ty Cobb'un averajı sadece 0,367'miş.
Adam yeniden gitmiş hahama; ‘Ty Cobb-367, hepsi bu mu ?’ diye sormuş.
‘Hepsi bu’ demiş haham, ‘Ty Cobb her üç atışının sadece birini başardı.
Ortalaması 0,500 bile değil’, öyleyse sen ne bekleyebilirsin ki?’
‘Doğru ya!’ demiş yaptıklarının sadece yarısında başarısız olduğu için zavallı
olduğunu düşünen adam.
Fazla İyimser Olduğunu Düşünen Adamın Hali
Sanırım bu düşüncelerin uygulanabilirliğini göstermenin en iyi yolu, Denver'da
bir pazarlama konferansında karşılaştığım bir adamın hikayesini anlatmak olacak.
O sabah yaptığım konuşmada bu kitabın da içeriğini oluşturan, iyimser tutumla
kararlı bir gerçekçiliğin nasıl bir araya getirebileceğine ilişkin önerilerde
bulunmuştum. Kürsüde insanları selamlarken, çekingen ve huzursuz görünümlü bir
adam dikkatimi çekti. Diğerleri salondan ayrılırken yanıma gelip neredeyse
diklenerek, ‘bu sabah söylediğiniz hiç bir şeye katılmıyorum doktor.’ dedi.
Benim problemim fazla iyimser olmam, insanlara güvendiğim için hep haksızlıklara
uğradım.’
Onu öğle yemeğine davet ettim.
38
İlk içecekleri o ısmarladı, ardından öfkeli ve üzüntülü bir hikayeye başladı.
İki yıl önce karısı kendisini terk edene kadar bölgesinin en iyi
pazarlamacılarından biriymiş. Tazminat ve çocukların velayeti çekişmesi
nedeniyle mahkemeleri hala sürüyormuş. Şimdi yetişme çağında olan kızı onunla
konuşmuyormuş ve çok mutsuz olduğu için zar zor çalışıyormuş,
‘Tek isteğim şu boşanma işini bitirmek, gerisi umurumda bile değil’
Söyleyecek yapıcı bir şeyler bulmaya çalıştım ve müşterilerini sordum ‘İyi bir
pazarlamacıymışsın. Müşterilerinin arasında mutlaka iyi dostların vardır.’
‘Yok, herkes gibi onlar da benden ne kopartabileceklerini düşünüyorlar.’
‘Şirketinle, müdürünle aran nasıl?’
‘Hepsi vefasız çıktı,’ dedi. ‘tükenmek üzereyim, doğrusunu isterseniz, kovulmak
umurumda bile değil. Nafakayı ödeyemezsem karıma müstehaktır.’
Bu adam hayatında hiç iyimser oldu mu diye şüphelenmeye başlamıştım. İşin aslına
bakarsanız tanıdığım en kasvetli insan gibi görünüyordu, fakat içinde bir
yerlerde bir umut ışığı olduğundan emindim.
‘Karını hala seviyor musun?’ diye sordum. ‘Evet’ dedi, duraksamadan. ‘Senden
boşanmak istediğine emin misin?’
39
‘Aslında, tedavi olursam ve içkiyi bırakırsam bana geri döneceğini söylüyor, ama
bu, yüksek olasılıkla beni daha fazla üzmek için bir numara. Hem tedavilere de
inanmıyorum. Sizinle neden konuştuğumu dahi bilmiyorum.’
Aslında ben de emin değildim, ama kesin olan bir şey, durumunun, başlangıçta
kabullenmek istediğinden daha fazla umut vaadettiğiydi. Öğle sonrasının büyük
bir kısmını yapabileceği şeyler ve aslında düşündüğü gibi köşeye sıkışmadığı,
davranışlarını kanıtlanmış, basit tekniklerle nasıl iyileştirebileceği hakkında
konuşarak geçirdik. Kimsenin evliliğini kurtarmayı garanti etmediğini, ancak
yapabileceği pek çok küçük değişiklikler olduğunu anlattım ona. Doğru yönde ufak
adımlar atarsa sonuçta, harika bir noktaya ulaşacaktı. Ayrılırken benden
yaşadığı kentte konuşabileceği bir evlilik danışmanının adını aldı.
Sonraki yıllarda onunla bir daha karşılaşmadık ama sık sık telefonla görüştük.
Ondan her yıl bir yeni yıl kartı bekliyordum çünkü her defasında ailesinin yeni
bir fotoğrafını gönderiyordu. Bir kaç hatalı başlangıcın ardından, eşiyle
yeniden bir araya gelmişti. Düzenli olarak İsimsiz Alkolikler derneğine gidiyor,
Kilise görevini aksatmıyordu ve geçen yıl şirketinin en fazla kazanan satış
personeli olmuştu.
‘Zorlukların üstesinden gelebileceklerine inananların başarısından daha parlak
bir şey yoktur... ‘ BRUCE BARTON
40
GELECEĞİNİZİN SORUMLULUĞUNU ALMAK
Sağduyulu iyimserlerin eylem insanları olduklarında hemfikirsek, bu ruhun
kaynakları üzerinde araştırmayı derinleştirmek faydalı olacaktır. Neden bazı
insanlar ellerini kavuşturup otururken diğerleri hareket eder? Görünürlerde
henüz çözüm yokken bile, bazılarını problemlerini ortadan kaldırmak için
harekete geçiren şey nedir? Bu üç numaralı özelliktir:
İyimserler geleceklerini kontrol ettiklerine inanır.
Kontrol sorunu biraz karmaşıktır. Bizimki gibi bir psikiyatri kliniğine
gidenlerin çoğu, belirli bir hedefleri olmadan sürüklendikleri için
istediklerini elde edemeyen insanlardır. Hedefleri olsa bile, onlara ulaşmak
için yeterli disiplinde bir planları yoktur. Önce bu hastaların tembel
olduklarını düşünmüştüm, bu nedenle onları uyandırmak ve harekete geçirmek için
bir sürü yüreklendirici konuşma yapıyordum. Fakat bu küçük vaazlarımın bir işe
yaramadığını kısa zamanda anladım. Ben konuşurken hastalarımın bakışları
gittikçe donuklaşıyordu. Ben, sahip oldukları sınırsız olanaklardan ve gayretin
öneminden ne kadar etkileyici bir şekilde söz edersem, onların ilgisizlikleri de
o oranda artıyordu.
Geriye dönüp baktığımda, bu hastaların yaşam karşısında bir yanlış kanılar
engeli oluşturduklarını anlamanın neden bu kadar uzun sürdüğünü anlayamıyorum.
Eğer onların yaşama inanış biçimlerini değiştirmelerine yardım edemezsem, hiç
bir yüreklendirici konuşma onlara ulaşmayacaktı. Bu hastalar tembel değildi.
43
Kötümser ve pasiflerdi çünkü dünyalarını kontrol altına alacak güçleri
olmadığına inanıyorlardı.
Bu teslimiyetin temellerini anlamaya çalışırken, psikolog Martin E.P.
Seligman'ın yerleşmiş çaresizlik diye adlandırdığı durum üzerine yaptığı, çok
bilinen araştırmasını yeniden elime aldım. Seligman'ın çalışmaları, mutsuz
insanların genellikle, ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, her zaman
kendilerinden daha güçlü engellerin olduğu sonucuna vardıkları deneyimler
yaşadıklarını gösteriyor. Sonuç olarak mutsuz ve çaresiz hale geliyorlar.
İki yıldan fazla uğraştığım bir hastayı ele alalım. Dokuz yaşındayken annesi
trafik kazasında ölmüş. Neden çevresinde kalın bir duvar örerek büyüdüğünü
anlamak zor değil. Sadece, her an daha büyük bir felaketle karşılaşmaktan
korkmuyor, aynı zamanda, başına gelebilecek herhangi bir şeyin büyük oranda
kendi kontrolü dışında olacağına inanıyordu. Annesinin geçirdiği kaza yalnızca
bir tesadüftü belki ama böyle bir olay kişinin yaşama bakış açısını
şekillendirebilir.
Diğer taraftan, üzerinde tartıştığımız kararlı inançlılar, bazen şans eseri
olarak, koşulların üzerinde, büyük bir güce sahip oldukları kanısına varırlar.
Direksiyonun onlarda olduğu inancı, diğerlerinden daha fazla dayanma gücü verir
onlara.
Geçirdiği çocuk felcinden dolayı yürüyememesine rağmen, Franklin D. Roosevelt
fiziksel olarak çok dayanıklıydı. Fırtına gibi bir seyahatin ardından yenilenmiş
ve dinlenmiş bir şekilde başkente döndüğünde, yorulmadan
44
nasıl bu kadar işin üstesinden gelebildiği soruldu. Roosevelt şöyle yanıtladı:
‘Şu an, ayağının büyük baş parmağını hareket ettirebilmek için iki yıl uğraşan
birine bakıyorsunuz...’
Umut Tüccarları
Büyük Johns Hopkins psikiyatristi Dr. Jerome D. Frank, psikoterapistlerin, umut
tüccarlarının ilerisinde olması gerektiğini söylerdi. Bizim işimiz ağırlıklı
olarak, insanlara, eylemlerinin pek çok durumda sonucu değiştirebileceğini ve
asıl belirleyici olanın, yaptıkları şeyler olduğunu göstermektir.
Alabama Hastanesinde yapılan bir deney de bu noktayı destekliyor. E.S. Taulbee
ve H.W. Wright, bir anti-depresyon odası oluşturarak buraya mutsuz hastaları
yerleştirirdiler ve onları kasıtlı bir şekilde rahatsız etmeye başladılar.
Örneğin, onlara bir parça tahta verip zımparalamalarını istediler, daha sonra
ağaç damarlarının tersine doğru zımparaladıkları için onları azarladılar.
Hastalar damarların yönüne doğru zımparalayınca da, bu kez böyle yaptıkları için
azar işittiler. Bu tahrik, hastalar öfkelenene kadar sürdü. Patladıklarında,
özürler eşliğinde odadan hemen çıkartıldılar. Bu ufak deney şaşırtıcı bir
şekilde hastaların depresyonlarından kurtulmaya başlamalarını sağlar genellikle.
Yaşadıklarını, bir terapisti başlarından atmak gibi basit bir Yöntemle bile
değiştirebildiklerini görünce depresyonları azalmaya yüz tutar.
45
Küçük Başarıların Gücü
Jung ekolünden araştırmacı John Sanford, ne psikoterapinin ne de duaların
yardımcı olabildiği mutsuz, profesyonel bir müzisyenden söz eder. Bir gün ana
yolda adamın arabasının lastiği patlamıştır. Müzisyen patlak lastiğe öyle durmuş
bakarken, bir lastik değiştirmeyeli yıllar olduğunu farkeder. Arabasındaki
krikonun ve diğer malzemelerin nasıl kullanılacağını bilmese de, işe girişir.
Bir saatlik yorucu bir uğraşın sonunda yedek lastiği takmayı başarır. Arabaya
döndüğünde artık mutsuz olmadığını fark etmiştir.
Aslında olup bitenler o kadar da karmaşık değil. Müzisyen sonradan daha önemli
bir problemle karşılaştı. Bu kez ellerini bağlayıp bir tamirci beklemek yerine,
eyleme geçti ve zorluğu tek başına aştı. Bu küçük başarı ona daha büyük
problemlere nasıl yaklaşacağının yolunu gösterdi. Artık yazgısını düşündüğünden
daha fazla yönlendirebiliyordu.
Bir Anne Çocuğunu Nasıl Yüreklendirebilir
‘General Electric’, dünyanın onuncu büyük sanayi devidir. Şirketin başkanı Jack
Welch, şirketi şu bir kaç katı ama basit kurala göre yönetir:
• Gerçekle olduğu gibi yüzleş, önceki ya da olmasını istediğin gibi değil,
• Gerek kalmadan değiştir,
46
• Kendi yazgını başkalarından önce kontrol altına al.
Son kural özellikle önemlidir. Jack Welch gibi başarılı bir kişi, yazgısını
kontrol edebileceği kanısına nerede vardı? ‘Kırk yaşlarında bir anne ve babanın
onaltı yıllık uğraşları sonucu dünyaya gelmiş küçük bir çocuktum. Babam
demiryolu şefiydi; iyi, çalışkan, uysal bir adamdı. Sabah beşte işe gider, akşam
yedi buçukta eve dönerdi. Annemle onu almak için arabayla, Massachussets,
Salem'deki tren istasyonuna giderdik. Tren çoğu zaman gecikirdi, annemle ben
saatlerce oturup sohbet ederdik. Ona çok yakındım, benim her zaman her şeyi
yapabileceğimi düşünürdü. Beni eğiten, bana hayatın gerçeklerini öğreten
annemdi. Bağımsız olmamı isterdi. ‘Yazgını eline al...’, her zaman bu
düşüncedeydi...
Welch gibi cesur ve kararlı liderler, her zaman geleceklerini kontrol
ettiklerini varsayarlar. Diğer taraftan, tüm sorunlarının yükünü koşullara
yükleyen insanlar da vardır: ‘Benimki gibi bir patronla kimse başarılı olamaz’,
(‘bendeki gibi bir kocayla,’ ‘Bendeki mali problemlerle’, çeşitlemeler sonsuz)..
Tam olarak söyledikleri, evrenin önlerine yığıldığı ve dünyalarını değiştirmek
için güçsüz olduklarıdır. Güçsüz olduğunuza inanıyorsanız, kuşkusuz siz de
böylesiniz.
47
Psikolojik Dayanıklılık
Thomas Edison yedi yaşındayken öğretmeni onun umutsuz vaka olduğunu düşünüp,
uğraşmayı bırakmıştı. Çocuğun önünde bir müfettişe onun sersem bir çocuk
olduğunu ve daha fazla okula devam etmesine gerek olmadığını söyledi. Büyük
kadın ve adamların başarıya ulaşmadan önce genellikle böyle yanlış
değerlendirilmeleri çok ilginçtir. Bir keresinde, bir kolejin bülten panosunda
bir zamanlar genç öğrenciler olan bazı insanların öğretmenlerinin ‘biraz
hatalı’dan daha fazlasını hak eden değerlendirmelerini görmüştüm:
Abraham Lincoln- ‘Abraham'ın yalnızca dört aydır okulda olduğuna bakılırsa,
başarılı bir öğrenci, fakat hayal aleminde yüzüyor ve aptalca sorular soruyor.’
Woodrow Wilson\ ‘ Woodrow sınıfta tektir. On yaşında, okumaya ve yazmaya daha
yeni başlıyor. Gelişme belirtileri gösteriyor, fakat ondan çok fazla şey
beklememek gerek.’
Albert Einstein: ‘ Albert çok zavallı bir çocuk. Yavaş düşünüyor, anti-sosyal ve
her zaman hayal dünyasında. Sınıfın geri kalanını da etkiliyor. Hemen okuldan
alınırsa hepimiz için hayırlı olur.’
Amelia Earhart-İlV. havacılardan: ‘Amelia.hakkında çok endişeliyim. Zeki ve
merak dolu bir öğrenci, ama böcekler ve diğer sürüngenlere olan ilgisi, çılgınca
projeleri genç bir bayana pek yakışmıyor. Belki de merakını daha makul bir
hobiye yöneltebiliriz.
48
Caruso'ya öğretmeni sesinin güzel olmadığını söylemişti. Amiral Byrd, donanmadan
‘hizmete uygun değildir’ gerekçesiyle atılmıştı. Ve bir editör Louisa May
Alcott'a ‘yazdıkların hiç bir zaman tutulmaz!’ demişti.
İşte bu biyografilerin ilginç özelliği: Bu insanların her biri yaşamlarının
başlarında, üzerlerinde hak sahibi kişilerin yazgılarını belirleyemeyeceğini
farketti. Belirleyici olan kendileriydi. Çaba harcarlarsa zorlukları
aşabileceklerini anlayarak kendileri için yapılan tüm o-lumsuz tahminlerin
yanlış olduğunu kanıtladılar. Bu ruhen dayanıklı davranış, gelecek her
mücadelede kullandıkları bir Yöntem haline geldi.
Tutku Erdemi
İyimserlerdeki bu sınırsız kendine güvenin ve büyük işler başarmaya olan
sarsılmaz inancın kaynağı nedir? Yeteneklerini mi abartıyorlar? Genellikle
değil... Tanıdığım pek çok iyimser başkalarının kendilerinden daha üstün
yeteneklere sahip olduğunu gizlemez. Yine de hemen her şeyi
başarabileceklerinden; istedikleri hemen her şeyi elde edebileceklerinden
emindirler. Başarılı kişilerle yetenekli fakat başarısız kişiler arasındaki
gözle görülmez fark, arzularının saflığıdır. İyimserler ortalamadan daha fazla
arzu ve daha güçlü bir tutkuya sahiptirler.
Hukuk okumaya can atan genç bir adam mektupla Lincoln' dan tavsiye istedi.
Lincoln şu yanıtı gönderdi:
49
‘Eğer azimli bir şekilde avukat olmaya kararlıysan, işin yarısı tamamlanmış
demektir. Başarıya ulaşmak konusundaki kararlılığını aklından çıkarmaman, diğer
tüm şeylerden daha önemlidir.’
Bir pazarlamacı iş hayatına nasıl başladığını şöyle anlatıyor:
Kariyerime başlarken, benliğimi, becerilerimi ve dezavantajlarımı ortaya koydum.
Dezavantajların fazlalığı karşısında dehşete kapıldım. Hiç satış tecrübem, fazla
bir eğitimim yoktu, ses eğitimi almamıştım ve etkileyici bir kişiliğim olduğu
kesinlikle söylenemezdi. Görünüşe göre usta bir pazarlamacıda bulunması gereken
tüm özelliklerden yoksundum.
Durum pek iç açıcı değildi ama yine de çok iyi bir niteliğim vardı: Bu da
tutkuya varan bir kararlılık; en iyi pazarlamacı olmak için yakıcı, karşı
konulmaz bir kararlılıktı. Hiç isteyip de başaramamış birini duymadığım için
bence o genç yaşta bile bu nitelik başarıya ulaşmak için yeterli olduğu
kanısmdaydım.
Bu adam hakkında, tek bildiğimiz bu açıklama olsa bile zirveye yükseldiğini
tahmin edebiliriz. Belki hemen, kariyerinin ilk yıllarında değil ama sonunda
mutlaka başarıya ulaşacaktır. Gerçekten de tam da bunu yaptı ve zengin bir adam
olarak emekli oldu.
Los Angeles Dodgers'in menajeri Tommy Lasorda, takımına şunu söylemekten
hoşlanırdı: ‘Yarışmaları en hızlı atletler kazanmaz. Kavgaları en güçlüler
kazanmaz... Yarışmaları ve kavgaları ancak kazanmayı en çok arzu edenler
kazanırlar.’ Başarı kuşkusuz sadece arzu ve iradeye bağlı değildir. Bir de
yetenek denilen şey vardır. İrade yetenekten üstün gelmeyebilir, ancak sıradan
bir yeteneğe sahip kişilerin, sıradışı işler başarmalarını sağlar.
Üç numaralı özelliği özetleyecek olursak, iyimserler eylem insanlarıdır çünkü,
geleceklerini kontrol altına almak için büyük bir güce sahip olduklarına
inanırlar. Başarı için ateşli bir arzu taşırlar, bu tutkunun onları,
kendilerinden daha üstün yetenekli insanların vazgeçtiği yollarda başarıya
ulaştıracağını bilirler.
50
‘Bir kurumun sonunu hazırlayan kimseler beceriksiz olanlar değil, bir şeyleri
başaran ve bu başarılarıyla yetinmek isteyenlerdir. ‘
CHARLES ORENSON
51
4. ENERJİNİZİ NASIL ARTTIRIRSINIZ
Onu son gördüğümde en az yirmi kilo fazlalığı vardı, çok fazla içki ve sigara
içiyordu ve karısı sonunda iğrenerek onu terk ettmişti. Çoğumuzdan daha popüler
bir profesör olmasına karşın sorumsuz bir insan olmuştu, derslere her zaman geç
kalıyordu; bazen hiç gelmiyordu bile. Sonunda okuldan atıldı, görünüşe göre
unutulmaya mahkumdu.
Altı yıl sonra bir başka kentte karşılaştığımızda bambaşka bir insan olmuştu.
Zayıflamıştı, yeni bir işi ve eşi vardı. Bu kitabın anlattığı on iki adım
programını takip ediyordu ve kusursuz makalelerinin derlendiği bir kitabını daha
yeni yayınlamıştı.
Böylesi bir değişim nasıl açıklanır. Kendi kendimizi tedavi etmek, elden
geçirmek ve yenilemek için bir içgüdümüz var gibi görünüyor. Bazıları
ilerledikleri yolda bu içgüdüyü arkadaşım kadar yakalayamaz. Fakat yeniden
doğmak için herkesin içinde varolan bu kapasite motivasyonunu kaybeden insanlara
sonsuz bir umut vaadeder.
Bir numaralı Özellik:
İyimserler sürekli kendilerini yenilerler.
Fizikte, entropi yasası, kendi haline bırakılan sistemlerin çökeceğini söyler.
Yeni enerji verilmediği sürece organizma parçalanıp dağılır. Entropi, fizik
dışındaki pek çok alanda da geçerlidir. Örneğin, evlilikleri kötüye giden bir
çiftle uğraşırken tanık olmuştum buna. Bir evlilik
55
sırf iki insan birbirini seviyor, uyumlular ve iyi bir başlangıç yapmışlar diye
iyiye gitmez. Tam tersi, kendi haline bırakılan bir evlilik tükenmeye, yıkılmaya
ve sonunda da parçalanmaya mahkumdur. İşte bu entropi yasasıydı. Sonuç olarak,
ilişkilerimizi canlı tutmak için onlara sürekli enerji vermeliyiz.
Entropi bireyler için de geçerlidir. Hayatları iyi gibi görünen pek çok hasta
görürüm, sonra birden bir şeyler olur. Sekse ilgilerinin azaldığını, işlerinde
sıkıldıklarını, geleceklerine ilişkin cesaretlerinin giderek daha fazla
kırıldığını farkederler. Kendileriyle ilgili bir sorun olup olmadığını öğrenmek
için terapiye gelirler. Problem genellikle, iç dünyalarını yeterince
beslememelerinden kaynaklanır sadece. Bakmasalar ve yenilemeseler de iç
dünyalarının hep öyle duracağını düşünürler çünkü. Fakat bu şekilde hiç bir
makina çalışmaz. Albert Schweitzer şöyle yazıyor: ‘Bazı insanlar arzularını
dışavurmadıkları için ruhlarına zarar verirler. Öylece bırakırlar ruhları
solsun... Hayatın sevinçli, üzüntülü ve oyalayıcı anlarına kapılıp,
gençliklerinde kendilerine çok önemli şeyler ifade eden düşüncelerin artık
anlamsız birer sese dönüştüğünün ayırdına bile varmazlar.’
Yıllarca iyimserliklerini koruyan ve coşkularını yitirmeyenler, bilinçli ya da
bilinçsiz kişisel entropinin etkisini azaltmak için önlemler alan ve enerjinin
sürekliliğini sağlayan kimselerdir.
İşte içinizdeki enerji kaynaklarını doldurmanız ve yıllar boyunca enerjinizi
yitirmemeniz için bir kaç öneri:
56
ENERJİNİZİ NASIL ARTTIRIRSINIZ
Yöntem 1: Umutlu insanlarla birarada olun.
İyimserler, olumsuz insanlarla arkadaşlık kurmak için çok zaman harcamazlar.
Pillerini dolu tutmalarının coşkulu bireylerle ilişki kurmalarına bağlı olduğunu
bilirler. Bu, tüm mutsuz arkadaşlarınızı gözden çıkarıp sadece başarılı
insanlarla ilişki kurmanız gerektiği anlamına gelmiyor. ‘Faith at Work’un
kurucusu Dr. Sam Shoemaker, verdiğinizden daha azını alabileceğiniz en fazla iki
ya da üç nevrotikle uğraşmamızı söyler ve eklerdi. ‘Fakat çok olmasın, çünkü
sizi boğabilir.’
İlişkilerimize karşı büyük bir hassasiyetimiz vardır. Bizi toparlayıp gücümüzü
hissettiren pek çok dost ve aile bireyinin yanı sıra, bizi çökerten ve olumsuz
düşünme alışkanlığı kazandıran kişiler tanırız. İyimser kişiler seçme şansları
olduğunda, kendilerini geliştiren insanlarla vakit geçirirler. İki ya da üç
umutlu insanın birlikteliğinden doğan ve ondan ona geçen elektrikten
faydalanırlar.
Yöntem 2: Entelektüel alışkanlıklarınızı değiştirin.
Homeros'un muhteşem epik şiiri İLYADA üzerinde çalışmaya karar veren bir işadamı
tanıyorum. Eseri son iki yıl içinde altı kez okuduğunu söylemişti. ‘Esere tam
hakim olamasam da neden klasiklerden sayıldığını daha iyi anlamaya başladım’
diyordu. ‘İLYADA benim bir parçam haline geldi ve bu kendimi daha iyi hissetmemi
57
sağlıyor.’ Bütünüyle farklı bir şey okumanın uyarıcı bir etkisi olabilir. Belki
abone olduğunuz dergileri değiştirmeli, yeni kaynaklardan taze uyarıcılar
edinmelisiniz.
Akşamlarının giderek sıkıcı bir hal almaya başladığını düşünen bir çift, her
gece televizyonu bir saat süreyle kapatmaya ve bu zamanı yüksek sesle kitap
okuyarak geçirmeye karar verdi. ‘Okuduğumuz şeyler dergi, aşk romanı, onun ya da
benim işimle ilgili kitaplar olmayacaktı. Biraz felsefe, din bilgisi okuduk ve
Churchill'in İkinci Dünya Savaşı anılarına tam anlamıyla kendimizi kaptırdık.
Okuduklarımızı işimde kullanabileceğimden şüpheliyim. Fakat bir kaç hafta
boyunca her akşam bunu yaptığımızda, artık daha kolay yoğunlaşabildiğimizi
farkettim, şimdi önümüzde okunacak onlarca kitaplık bir liste var. Çoğu
akşamlar, aptal televizyonu hiç açmıyoruz bile.’
Yöneticilerinden ve satış personelinden şirket içi eğitimlerine yılda en az kırk
saat ayırmalarını isteyen IBM firması için zaman zaman seminerler veririm. IBM
boyutlarındaki bir şirket için bu olağanüstü bir yatırımdır, ama geri dönen bir
yatırım, çünkü bilgi güçtür. Disareli bir keresinde ‘diğer tüm eşitlikler bir
yana, başarılı kişi en iyi bilgi donanımına sahip olandır’ demişti. Tanıdığımız
en mutlu ve canlı görünen kişileri bir düşünün, bunlar kararlılıkla ilgi ve
bilgi alanlarını genişletenler ve öğrenmeye susamışlıklarını koruyanlar değil
midirler? Öğrenme, hayat boyu devam eden bir tutkudur.
58
Yöntem 3 : Ruhsal yönünüzü özenle besleyin.
Mezun olduğum okulda öğrenciler bazen Fransız bir mistik ve felsefe profesörü
olan Emile Cailliet'e gülerlerdi. Gülünecek kadar garip bir insandı, bu doğru.
Sadece bir tane siyah bir takımı var gibiydi. Gömleğinin artık yıpranmış
yakaları ya iki yana kaymış ya da yukarı kıvrılmış olurdu. Ders verirken sabit
bir şekilde pencereden dışarı bakardı. Fakat ben onun kampüsteki en geliştirici
hocalardan biri olduğunu düşünürdüm. Öğrencilerinin isimlerini anımsayamazdı ama
size kitabın hangi sayfasında bir alıntı bulunduğunu söyleyebilirdi ve dersleri
saf altın değerindeydi.
‘İçi geçmiş’ terimi daha dildeki yerini kazanmamıştı fakat ifade ettiği olgu
kuşkusuz mevcuttu. Cailliot, bize böyle bir durumun dıştan gelen baskılar sonucu
değil, ‘manevi güçteki sızıntı’ dediği içerdeki bozulma sonucu oluştuğunu
anlatırdı. Yerinde bir söylem. Hepimiz kariyerine yüksek idealler ve coşkuyla
başlayan ancak içten gelen gücü gittikçe azalan kişiler tanırız. İşte bu durum
manevi gücün en tropik sızın tısıdır...
Uzun süre coşkulu ve enerjik kalabilenlerin genellikle güçlü dini inançları
olduğu görülür. Hepsi kiliseye gitmez ama tuttuğunu koparan kişiler, yetenekli
pazarlamacılar ve dünyadaki umutlu insanlar arasında ateistlerin azınlıkta
olması dikkat çekicidir. Sonuç olarak eğer enerjinizin uçup gittiğini ve gelecek
coşkunuzun kaybolduğunu görüyorsanız, ruhsal olarak yeni bir sorumluluğa ihtiyaç
duyuyor olabilirsiniz. Bu da okumaya,
59
inancınız hakkında düşünmeye ve hepsinin üstünde dua etmeye zaman ayırmanız
gerektiği anlamına gelir.
Henry J.M. Nouvven, acımasız bir dürüstlükle yazdığı günlüğü ‘ The Road to
Daybreak' adlı günlüğünde, Fransa'nın Trosly kentinde, çeşitli zihinsel
rahatsızlıkları olan yetişkinlerin bakımı için oluşturulan L'arche (fransızca;
Nuh'un Gemisi) grubuyla çalıştığı yılları anlatır. Kuruluşa Nuh'un Gemisi adının
verilmesinin sebebi, yargılayıcı ve şiddet dolu bir dünyanın tehdit ettiği
savunmasız kadın ve erkeklere evleri diyebilecekleri güvenli bir yer sunmasıydı.
Nouven, hastalara bakan yardımcıların bezdirici çalışma tempolarından söz
ederken insan bu kişiler 'nasıl oluyor da akıl sağlıklarını koruyabiliyorlar'
diye sormaktan kendini alamaz. Burada bulunanların çoğu yürüyemiyor, kendi
kendine yemek yiyemiyor, hatta konuşamıyordu bile ve yardımcılar gece gündüz
yemek pişiriyor, hastaları besliyor, yıkıyor, kriz anlarında onları
yatıştırıyordu. Bunları yaparken yardımcılar yoksulluk içinde yaşıyor ve
sorumluluklarının onlara verdiği acılardan kurtulamıyorlardı. İnsanlar buna
yıllarca nasıl dayanır? İşte Nouwen'in yorumu: ‘İnsanların L'Arche'da görev
almalarının pek çok sebebi var ama bunların en önemlisi, yüreğin yüce saflığına
yapılan çağrıdır.’ Nousven sözlerine, L'Oratoire'deki bu topluluğun biraraya
geldiği yer olan dua odasını betimleyerek devam eder. Küçük kilimler ve dua
yerlerinin bulunduğu geniş bir alandı burası. Her zaman taze çiçekler bulunur,
iki taraftaki duvarlar boyunca insanlar gün boyu diz çökmek, oturmak,
60
uzanmak ya da dua etmek için gelir giderlerdi. (Özürlüler de en az yardımcılar
kadar sık gelirdi.)
Kadın ve erkekler binlerce yıldır böylesi Yöntemlerle kendilerini yeniliyorlar,
bunlardan günümüzün ev ve iş yaşantısında, bizlere yardımcı olacak şeyler
öğrenebiliriz.
Yöntem 4: Küçük bir çocukla konuşma.
Wordsworth, çocukların dünyaya ‘arkalarında coşku bulutları’ sürükleyerek
geldiğini söyler, çocukların bulunduğu bir odada uzun süre mutsuz kalmak
neredeyse imkânsızdır.
Bir dostumuzun cenaze töreninin ardından, ailesi tarafından öğle yemeği için
evlerine davet edildik. Gitmekten dehşetli korkuyordum, hepimiz şok geçirmiştik
ve acıdan hissizleşmiştik (dostumuz elli altı yaşında kalp krizinden ölmüştü);
acıyı hafifletmek için ne söyleyebilirdim, bilemiyordum. Kapıdan girdiğimizde,
endişelerim sona erdi, çünkü kulağımıza küçük çocukların gülüşmeleri geliyordu.
Dostumuzun eşi ağlamayı ara ara sürdürüyordu, ancak kalabalığı karşılarken
torunlarından biri eteğinde, gözyaşları içinde gülmeyi sürdürüyordu. Hepimiz bu
manzaradan, sezgilerimizle bir ders çıkartmış görünüyorduk: Dünya kendisini
yenilemeye devam ettikçe ölüm, doğumla dengelenecek ve beslenecek yeni yaşamlar
oldukça devam etmek gerekecek. İsa, çocukları, bize aktarmak durumunda oldukları
sıradışı bir değerle kutsamıştı sanki. Öğretisinde
61
tekrar tekrar, eğer tanrıyı bilmek istiyorsak, çocukları örnek almamız ve onlar
gibi olmamız gerektiğini söyler.
Kültürümüzün çarpık yanlarından biri, çocuklu ailelere yaşamın aslında yasak
edilmesiyle emekli toplumların oluşmasıdır. Herkesin, pencereden dışarı bakıp
kaldırımlarda oynayan çocukları izlemeye ihtiyacı vardır. En çok da yaşlıların.
Ve her yetişkin olabildiğince sık, çocuklarla göz göze konuşmaya ihtiyaç duyar.
Onlar yaşayan enerji, heyecan ve sevgi depolarıdır, ve onların arkadaşlıklarını
seçtiğimizde tüm bu davranışlar etrafımızı sarar.
Vietnamlı bir rahip olan Thich Nhat Nanh, bir grup çocukla oturup konuşmalarını
anlatır. Tim adlı bir çocuğun nefis bir gülümsemesi vardır.
‘Tim nefis bir gülümsemen var’ dedim. ‘Teşekkür ederim’
‘Bana teşekkür etmek zorunda değilsin, ben sana teşekkür etmeliyim. Çünkü
gülüşünle hayatı güzelleştiriyorsun. 'Teşekkürler' demek yerine 'Rica ederim'
demen gerekir.’
Çocukların bu yeteneklerini algılamaya açık olmak ruhu kaçınılmaz olarak
yeniler. Hank, içten.bir yalınlıkla şöyle yazıyor. ‘Çocuklar her erkeğin ve
kadının içinde uyanma, anlama ve sevme kapasitesi olduğunu çok iyi bilir. Pek
çok çocuk, içinde bu kapasiteye sahip olmayan birini gösteremeyeceğini
söylemiştir bana. Bazıları bunu geliştirir, bazıları geliştirmez ama herkeste
vardır.’
Yöntem 5: Zamanınızın belli bir kısmını mutlaka dinlenmeye ayırın.
İsrail'de haftanın yedi gününden birinin dua ve dinlenmeye ayrılması tesadüf
değildir. Yaşam tempomuza çeşitlilik kazandırmak için bazı kapılar açmamız
gerekir.
Tilton Edwards, sorunun çalışmak ve dinlenmek arasında gidip gelmek değil, bunu
nasıl yaptığımız olduğunu söylüyor. Hangi dönemlerde ‘yaşamdaki incelikleri’ni
algılamaya daha açık olduğumuzu şöyle anlatıyor ikna edici bir şekilde.
‘Ailem, Cumartesi akşam yemeğiyle başlayan ve Pazar gün batımına kadar devam
eden sürenin tam bir Şebt günü gibi geçmesi için çaba harcar. Hatta, geçirilen
zamanın ‘özel’ olduğunu vurgulayan Yahudi Şeb-tinden etkilenerek oluşturduğumuz
açılış ve kapanış ritüelleri geliştirdik. Bu zaman içinde işten ve endişelerden
olabildiğince uzak durmaya çalışır, yaşama, en çok da tanrıya takdirlerimizi
sunarız. Yaşamın vericiliğini algılamaya çok daha açık olduğumuz bu dönemler
özellikle iyi yemekler, mumlar, oyunlar, müzik, dua, dinginlik, umuda dair
hikayelerle beslenir.
Tanıdığım bir başka aile, her pazar sabahı kiliseye gitmekle kalmaz, aynı
zamanda pazar akşamlarını bir
62
63
ayine dönüştürürdü. Yetişkin çocuklar ve aileleri, torunlar, kız ve erkek
arkadaşların hepsi o akşam spagettin akşam yemeğinde toplanırdı. Eğer o hafta
birinin doğumgünü varsa, bu, büyük bir kutlama nedeniydi. Eğer aynı hafta iki
doğumgünü varsa, asla aynı pazar kutlanmazdı. Büyükanne, ‘Herkesin tek bir özel
günü olmalı’ derdi. Bu tür ayinler, bunalım dönemlerinde aileyi bir arada tutan
bir harç görevi görürdü.
Şebt gününde yapılanlar, bazen işlerin yenilenmesi için de gerekliydi. John
Sculley, gerçekten başarılı bir iş adamıydı. Apple Bilgisayarlarının yönetim
kurulu başkanı olduktan sonra, şirketin kazancı dört katına çıktı ve dört milyar
dolara ulaştı, hissedarların bilgisayar sektöründeki en yüksek hisse payı
gelirini almaya başladı. Böyle bir adam hep coşkulu kalmayı nasıl başardı?
Sculley bir seferinde dokuz haftalığına işi bıraktı. Ona göre bu bir tatil
değil, bir tür Şebtti . Eşiyle birlikte bir çiftlik evini düzenlediği ve
fotoğraf dersleri aldıkları Maine'ye gittiler. İşe döndüğünde, Fortune dergisine
yeni fikirlerle dolu olduğunu ve kendisini daha fazla ufuk açabilecek güçte
gördüğünü açıklamıştı.
Bir süre önce kendimi bir sürü makale yazmaya, konuşma yapmaya, hastalarla
ilgilenmeye kaptırdığımı ve bunlardan hiç birini iyi yapamadığımı farkettim.
Bunun üzerine her şeyi bir kenara bıraktım. Hastaları görmeyi ve toplantılara
gitmeyi kestim. Bunun yerine yürüyüşlere çıktım, duvar ördüm, ağaç diktim,
dolaplar yaptım, yıllardır ilk kez arabalarımızın yağını kendim değiştirdim,
torunuma daha fazla zaman ayırdım.
64
Yaşamım boyunca düstur edindiğim ‘hepimiz baskı altında daha iyi çalışırız’ gibi
sözleri yeniden gözden geçirdim. Bu söz bir zamanlar doğruysa bile (ki ondan da
emin değilim), bu dönemdeki irdelemelerimden sonra benim için bir anlamı
kalmadı.
İlahiler okudum, şiir ezberledim, çok sayıda dergi yazısı yazdım, biraz
İspanyolca konuştum, tahta oymacılığı malzemeleri edindim, yeni bir bilgisayar
programı öğrendim, her gün kısa şekerlemeler yaptım, taze yiyecekler yedim,
Sierralarda kır yürüyüşlerine çıktım.
Sonuç? Bir kaç ay sonra kolestrolüm yüz derece azalmıştı ve kan basıncım otuz
derece düşmüştü. Yıllardır ilk kez kendimi fiziksel olarak iyi hissediyordum.
Yeniden hastaları görmeye başladığımda, gözlerimi örten perde kalkmıştı.
Hiç kuşkusuz benim gibi bir psikoterapist ve John Sculley gibi bir şirket müdürü
için, işten zaman ayırmak daha kolay olabilir, fakat siz de tahmin ettiğinizden
daha fazla fırsata sahipsiniz. Görünüşe göre, çoğumuz sorumluluklarımız altında
eziliyoruz. Örneğin, yaşadığınız döngüyü tamamen değiştirecek, Şebt günü gibi
geçecek bir kaç günlük kısa dinlenceler yaratabilirsiniz. Belki işiniz sizin
kontrolünüz altında değildir ama, yeniyi davet etmek adına, yaşamınızın diğer
alanlarında köklü değişiklikler yapabilirsiniz. İşime sadece üç mil uzaklıkta
yaşıyorum ve işe yürüyerek gitmenin beni şaşırtıcı bir şekilde canlandırdığını
farkettim. Bütün günü Los Angeles'da yürüyerek geçirdiğim bir Cumartesi, bilerek
ana caddelerden uzak durdum ve
65
Meksikalıların yaşadığı mahallelerde gezindim. Bu iyi insanların evleri, güleç
yüzlü çocukları, açıkça görülebilen sağlam aile yaşamları hala hafizamdadır.
Bu bize bir sonraki öneriyi sunar:
Yöntem 6: Yeni insanlar tanıyın.
Yeni insanlarla tanışın, her zaman izlediğiniz yolun ne kadar dışına çıkarsanız
o kadar iyi. Herkesle konuşun ve sevecek yeni birini bulun. Yeni bir sevgili
bulmanız ya da sevgililerinizi değiş tokuş etmeniz değil önerdiğim; iyi bir
iletişim yakalayabileceğiniz ve kendisi de yeni bir arkadaşlıktan
faydalanabilecek bir komşu ya da arkadaş bulmayı kastediyorum. Sizden çok yaşlı
ya da genç olması daha da iyidir.
Farklı kültürlerden insanlar tanımak sizi canlandırabilir. Çok olmadı, bir süre
önce aile yaşantımıza, bizi canlandırmak için harikalar yaratan bir çocuk
katıldı. Bir duvar yapımı sırasında yardımcı bir işçiye ihtiyacım olmuştu ve
Jose Percastegue ile böyle tanıştım. On sekiz yaşındaydı, Meksika'dan yeni
gelmişti, ve para kazanarak, Meksika'daki on iki kişilik ailesine para
göndermeyi umuyordu. Bozuk fermuarlı temiz bir kot pantolonla işe gelip günlerce
çalıştı. Nice sonra öğrendik bir evi yoktu ve Metodist kilisesinin arkasındaki
dar sokakta uyuyordu. O gece bize taşındı ve iki yılı aşkın bir süredir bizimle
yaşıyor. Bu süre içinde bizim için harika bir öğretmen oldu.
66
Örneğin, gülme keyfinin zenginlik ve fakirlikle bir ilgisi olmadığını öğrendik.
Bir gün eşim onun giysilerini yıkamış ve çoraplarından biri kaybolmuş. ‘Evet,’
demiş eşim, çamaşırları kurutucudan çıkarırken, ‘bazen makinamız çorapları yer’.
Sonra Jose'ye dönüp sormuş ‘Bu annenin de başına gelir miydi?’
‘Evet’ demiş gülerek. ‘Annem çamaşırları nehirde yıkar ve bazen nehir de bir
çorap yer.’
Bazen geri çekilip bir süreliğine farklı bir tarzda yaşarsanız, hayatınızı ve
ilişkilerinizi şaşırtıcı derecede yeni bir bakış açısıyla görebilirsiniz. Yani
eğer iyimser kalmak istiyorsanız, kendinizi yenilemenin yollarını arayın,
değişikliklere açık olun. Farklı insanlarla görüşün, farklı lokantalarda yemek
yiyin, gazetenizi değiştirin, daha az proje üstlenin ve daha iyisi, modası geçen
düsturlarınızı kaldırın atın, bazı geceler geç yatın, bazı günler şafaktan önce
kalkın. Kafanıza bir yumurta çırpacağı yerleştirmek için ne gerekiyorsa yapın ve
beyninizdekileri karıştırın.
67
DÜŞÜNCE YAPINIZI NASIL DEĞİŞTİRİRSİNİZ
‘Hayat esas olarak, hatta genel olarak bile olaylar ve olgulardan ibaret
değildir. Yaşamın esası insanın beyninde sonsuza kadar esecek olan düşünce
fırtınalarıdır. ‘ MARK TWAİN
DÜŞÜNCE YAPINIZI NASIL DEĞİŞTİRİRSİNİZ
Amerikalı genç bir hukukçu, meslekteki ilk yıllarında doğasının karamsar
yönlerini taşıyordu. Bir seferinde arkadaşları bıçakları, jiletleri onun
ulaşamayacağı bir yere koymalarının ve gece boyunca birinin onun yanında
kalmasının akıllıca olacağını düşünmüşlerdi. Genç avukat o dönemde şöyle
yazmıştı: ‘Şu an dünyadaki en zavallı insanım. Eğer hissettiklerim insan soyuna
eşit olarak dağıtılmış olsaydı, yeryüzünde gülen bir yüz kalmazdı. Kendimi
toparlayabilecek miyim, bilemiyorum ama bir yandan da bunun asla mümkün
olamayacağını hissediyorum acıyla. Olduğum gibi kalamam, bu mümkün değil; ölmeli
ya da kendimi toplamalıyım.’
Bu sözler 1841 yılında Abraham Lincoln tarafından yazıldı. Avukat ortağı
VVilliam Hearndan, o dönemler Lincoln'ün, yürürken bile her halinden melankoli
aktığını söylüyor. Ancak 1863 yılında değişmiş. ‘Gittikçe yaklaşan yıl bize
bereketli topraklar ve pırıl pırıl bir gökyüzü vaadediyor. Bu cömertlik öyle
sonsuz bir zevk sunacak ki bizler bunun kaynağını unutmaya başlayacağız.’
Lincoln, Amerikalı binlerce gencin iç savaşta yaşamını yitirdiğini ve ülkenin
çökmek üzere olduğunu acı içinde görüyor, ancak hala çevresindeki güzellikleri
ayırımsayabiliyordu.
1841 ve 1863 yılları arasında, Lincoln bir ara, edindiği bazı akılcıl
alışkanlıklarla, onu mutsuz yapan eğilimlerinin çoğunu sonunda bir kenara atmayı
başardı. Cumhuriyetin çatırdadığı o yıllarda, Lincoln'un mutluluğunda
kaygısızlık ve umarsızlık yoktu belki ama, daha
71
az acı çekseydi kendisi olmaktan çıkacaktı. Fakat bir trajedi sisinin altında
yaşarken bile minnet duymanın ve mutluluk yaratmanın yollarını öğrenmişti.
Lincoln, işin sırrını açıklarken karakterine ilişkin ipuçları veriyor: ‘Çoğu
insanın kendilerini şartlandırdıkları oranda mutlu olabildiklerini farkettim.’
Lincoln muhtemelen, psikoterapi alanında sessizce devrim yaratan kavramcı
terapistlerden hoşlanırdı. Çoğunlukla aynı şeyleri söyledikleri için... Bu
terapistler, iyimser ya da kötümser olmanın büyük oranda bilinçli bir karar
olduğunun ve belki de en önemlisi, düşünce biçimimizi düzelterek duygularımızın
yönünü değiştirebileceğimizin kavgasını verirler.
‘Kavrama’nın basit anlamı, düşünmek ya da algılamakdır, ‘kavrama terapisi’, ‘dış
olayların değil düşüncelerin ruhu biçimlendirdiği’ gibi basit bir fikre dayanır.
Düşünce yapısının değiştirilmesi tekniği, yüksek olasılıkla pek çoğu kavramcı
terapist diye bir şey duymamış olsa bile tüm iyimserler tarafından kullanılır.
Bu beş numaralı karakteristiktir:
İyimserler düşüncelerin olumsuzluğa kayışını engeller.
Kavramcı terapistlere göre duyguların olaylardan doğduğunu var saymak yanlıştır.
Duygular daha çok olayların ortaya çıkardığı düşüncelerden doğar. İşte bunu
72
kanıtlayan bir örnek: Size doğru gelen bir araba görüyorsunuz. Bu olaya A
diyelim. Birden paniğe kapılıyorsunuz. Bu duyguya C diyelim. Olayla duygu
arasında da B var, yani beyninizde çakan ‘Bana çarpacak’ düşüncesi. Bu dizge
yeterince basit görünebilir ama iyimser bir yaşam sürmek isteyen insanların
anlamaları açısından derin psikolojik sonuçlar içerir. Eğer pek çok problemimiz
düşüncelerimizden kaynaklanıyorsa, biz terapistlerin, hastalarımıza artık
‘kendini nasıl hissediyorsun’ diye sormaktan vazgeçip, ‘Senin böyle hissetmene
yol açan düşünceler neler?’ dememiz gerekir.
Hatalı düşüncelerinizi düzeltme sürecinde atacağınız bazı adımlar şunlardır:
Yöntem 1: Otomatik düşüncelerinizi denetleyin.
Kafamızdan ard arda ve hızlı aktığı için, uyanık olduğumuz her an bizimle olan
iç değerlendirmelerimizin çoğu zaman farkında değilizdir. Ontario, Waterloo
üniversitesinde parlak bir psikolog olan Dr. Donald H. Meichenborum, tüm bu iç
değerlendirmelere, tutumlara, beklentilere, kişisel sorgulamalara VVoody
Allen'ın bir yaşam çıkardığı tüm bu malzemeye, ‘otomatik düşünceler!' adını
veriyor. Bu tam yerinde bir deyim. Bu düşünceleri yavaşlattığımızda, ve daha az
otomatik hale getirdiğimizde, sonuçlar umut vadedici olabilir.
Kliniğimize gelen emekli bir öğretmenin konumunu düşünelim. Son derece mutsuzdu
ve intihar tehlikesi nedeniyle derhal antidepresan tedaviye alındı. İki hafta
73
içinde kendini daha iyi hissetmeye başlayınca, hakkındaki yanlış kanılarını
düzeltmek için çalışmaya başladık. Ondan, her gün kafasından geçen olumsuz
düşünceleri bir yere not etmesini istedim. ‘Bunun işe yarayacağını sanmıyorum’
dedi, ‘Her zaman çok olumlu düşünen bir insan olmuşumdur’.
Yine de bir sonraki toplantıya geldiğinde ‘Kaç sayfa yazdığımı size göstermeye
utanıyorum. Bu kadar karamsar ve kendime karşı bu kadar acımasız olduğumu hayal
bile edemezdim. Şimdi bunlara bakıyorum ve bu düşüncelerin yıllardır beynimde
dönüp durduğunu farkediyorum’dedi. Şaşırmamıştım, daha sonra onu yatıştıran yine
bu düşünceler oldu.
Bir tıp doktoru olan David Burns, çalışmalarının büyük bir kısmını kavramsal
terapi üzerinde yürüten Pensilvanya Üniversitesi'nde çalışıyordu. Hastalarından,
golf oyuncularının kullandığı bir tür el sayacı almalarını istedi. Hastalar
sayacı her gün takıyor ve kendilerini olumsuz bir şey düşünürken yakaladıkları
anda sayaca basıyorlardı. Her günün sonunda, toplam sayıyı kayıt defterlerine
yazıyorlardı. Burns başlangıçta, hastaları eleştirel düşüncelerini daha iyi
tanımlar hale geldikçe, eleştirilerin sayısının arttığını belirledi. Kısa bir
süre sonra günlük sayılarda, bir hafta veya on gün süreyle duraksama yaşandı,
sonra azalmaya başladı; bu durum hastanın iyiye gittiğini gösteriyordu.
74
Yöntem 2: Otomatik düşüncelerinizin gerçekten sizin olup olmadığını sorgulayın.
İç konuşmalarını denetleyip, kafalarında dönüp dolaşanları dinlemeyi bir kez
öğrendiler mi, insanlar, bazı düşüncelerinin gerçekte onlara ait olmadığını fark
ederler. Onlar daha çok, başkalarının yıllardır biriktirdiklerinden
alıntılardır.
Diyelim ki, üç yaşındasınız ve arabasıyla uğraşan babanızla birlikte
garajdasınız. İngiliz anahtarı kaydı, parmağı sıyrıldı ve kafasını motor
kapağının altından çıkartırken küfrederek anahtarı yere attı: ‘Çok aptalım, hiç
bir şeyi beceremiyorum.’ Ya da diyelim ki, her zaman sinirli olan bir patronun
yanında çalışan yetişme çağında bir çocuksunuz. Patronunuz iki günde bir ‘İşler
şimdilik yolunda, fakat önümüzdeki ay muhtemelen berbat geçecek’ diyor. Eğer
hayran olduğunuz kişilerden sürekli bu sözleri duyarak büyürseniz, yirmi
yaşınıza geldiğinizde kendinizi ‘Ne kadar aptalım’ deyip, arabayla uğraştığınız
sırada anahtarı atarken bulmanız olasıdır; ya da işlerin iyi olduğu zamanlarda
da bozulmasını beklemeniz...
Öğütlerime başlamışken bir örnek daha vermeme izin verin. Bir adam koltuğuma
düşercesine oturmuş ve yeniden nükseden bunalımlarından söz etmeye başlamıştı.
Evliliğinin nasıl gittiğini sordum.
‘Zor’ dedi. ‘Hâlâ bir arada olmamız bir mucize.’ İşinin nasıl olduğunu sordum.
75
‘O da zorlu gidiyor. Her şey üstüme üstüme geliyor’ dedi.
Hayatındaki detaylara indiğimde bunalımının nedeni de ortaya çıktı: Ona göre her
şey zordu. Başarılı bir terapistin, adamın kendisini dünyayı böyle görmeye
şartlandığından şüphelenmesi güç değildir. Hiç kuşkusuz, bunun sonunda anne ve
babasının sıkıcı, her akşam ne kadar çok çalıştıklarını ve günlerinin sorunlarla
nasıl da hummalı geçtiğini anlatan insanlar olduğu ortaya çıkacaktır.
Çocuklarına hayatın bir mücadeleden ibaret olduğu duygusunu aşılarlar ve buna
göre yaşayacakları çok sayıda hayal kırıklığına hazırlanmaları iyi olur. Sonuç
olarak hastam ne zaman bir işe kalkışsa kendi kendine ‘zor olacak’ diyordu ve
genellikle de öyle oluyordu.
Bu düşünceleri o kadar sık duyarız ki, artık bazı durumlarda çalmaya başlayan
otomatik bantlar gibi gelmeye başlar. Bereket versin, bunların inanmak zorunda
olmadığımız alıntılar olduğunu bir kez anladığımızda, bunları düzeltmeye
başlayabiliyoruz. Kari Mennin-ger bir keresinde şöyle demişti: ‘Korkular
öğrenilir, öğrenildiğine göre unutulabilir de.’
Bu örnekte, hastanın her beklentisini tek tek incelediğimiz inatçı terapi dönemi
aylar sürdü. Zamanla, ailesinin dünya görüşüyle uyuşmadığını anladı. Hayatın,
iyiyle kötünün, zorla kolayın bir karışımı olduğunu kabul etti ve belki de bazı
şeylerin pürüzsüz, yerli yerinde, kolay olmasını beklemeyi göze aldı. Kendisine
böylesi inançları yinelediğinde, şartları da olağanüstü
76
bir şekilde değişmeye başladı. Tim Hansel ‘ You Gotta Keep Dandng’ adlı
kitabında ‘Acı kaçınılmaz, mutsuzluk seçim’dir diyor.
Yöntem 3: Kavramsal çarpıtmalarınızı düzeltin.
Düşüncelerinizi değiştirmek yolunda atacağınız iki adım, onları dinlemeyi
öğrenmek, daha sonra olumsuz düşünceleri sorgulayarak onların, bir başkasına ait
sesin yankısı mı, yoksa gerçekten sizin mi olduğunu sormaktır demiştik.
Üçüncü adım otomatik düşüncenizin mantığını sorgulamaktır. Kavramcı
terapistlerin neyi kavram sapması olarak adlandırdıklarını bulmaya çalışın.
Mantığı sorgulama sürecinde, kavram sapmalarını tanımlamak faydalı olacaktır.
İşte bazı temel tanımlar:
Felaket Tellallığı Yapmak
‘Bu işin içinden asla çıkamayacağım. Bu kadar strese dayanamam. Bu hayatımın en
kötü günü olmalı’ gibi şeyleri kendinize durmadan tekrarlarsanız, berbat bir
hale gelebilirsiniz.
Bu ‘felaket tellallığı’ durumudur, ve kendimizi bu durumda yakaladığımızda,
kendimize (sessiz de olsa) ‘dur!’ diye bağırmalı, ve anlık değişimler
yapmalıyız. Örneğin, kendimize şöyle diyebiliriz: ‘Bekle bir dakika,
77
bu işin içinden çıkamayacağım gerçekten doğru mu? Elbette değil. Bu aşırı bir
tepkiydi. Burada, büyük bir problem ve büyük bir baskı var, fakat, sonuçta
çözeceğim. Daha fazla dayanabilecek miyim? -Elbette, eğer gerekliyse en azından
bir süreliğine. Bu hayatımm en kötü günü mü? Hiç de değil.’
Olumsuzu Seçmek
Pek çok, danışanımın olumluları dışarda tutmak, olumsuzları kabul etmek gibi
ilginç iç dünyaları vardır. Birisi onlara iltifat ettiğinde, övgüleri üstünkörü
yapılmış bir kibarlık olarak önemsemiyor ve hafızalarından kolayca çıkarıyorlar.
Fakat eleştirildiklerinde, bunun acısı kolay geçmiyor. Eleştiriyi kafalarında
yaşatıyor ve yıllar sonra da onu kelimesi kelimesine anımsayabiliyorlar.
Bazı hafızaların öyle bir yapısı vardır ki sadece olumsuz şeyleri ilgi çekici
bulur. Güzelliği, iyi şansı, etraflarındaki sevgi ve kahkahanın bin bir halini
gözardı ederek tüm ölümleri, tecavüzleri, dolandırıcılıkları ve dünyada kötü ne
varsa hepsini not ederler.
Eğer dünyada mutlu insana bir örnek varsa o da Dr. Bruce Larson'dur. Larson,
kendisini Indianapolis havaalanına götüren kederli bir taksi şoförünü nasıl
neşelendirmeye çalıştığını anlatıyor:
‘Indiana'da ne hoş bir gün...’
‘Dün burada olmalıydınız’ dedi şoför ‘Korkunçtu’
78
‘Bilirsiniz, yaşadığım Maryland'de sonbahar yaprakları kalmadı, fakat sizin
ağaçlarınız hâlâ çok güzel. Bu hafta buraya gelmekten mutluyum.’
‘Bu yapraklar da üç dört gün içinde gitmiş olacak’
Bu adam hüzünlü olmakta kararlıydı ama bu kez bunu için mücadele etmesi
gerekecekti. Indianapolis yarış pistini geçerlerken Larson dışarı baktı ve
‘Burası Indianapolis yarış pisti değil mi?’ dedi.
‘Evet’
‘Anma gününde burada düzenlenen koşuyu kesinlikle görmek isterdim.’
‘Ben istemezdim.’ ‘Neden olmasın?’ ‘Atları koşarken izlemeyi tercih ederim.’
Sonunda, adamın hoşuna gidebilecek birşeyler bulduğunu düşünen arkadaşım: ‘O
zaman yarışlara gidiyorsun’ dedi.
‘Hayır, hiç gitmem. Çok pahalı.’
Nasıl oluyor da çoğumuz taksi şoförü gibi olumsuz düşüncelere kapılıyoruz? Büyük
ölçüde alışkanlıkla. Kötümserlik ve umutsuzluk neredeyse refleks haline gelmiş
tepkilerdir. İç geçirmek gibi melankolik tepkilerimiz, o kadar içgüdüsel hale
gelir ki, çevremizdeki iyi şeylere karşı nasıl da körleştiğimizin farkına
varmayız.
79
Genelleme
Üniversite birinci sınıfta bizimde sık sık suçlandığımız mantıksal bir yanılgı
hakkında çalışmıştık: sadece tek bir parçadan acımasız genellemelere varmak.
Martin E.P. Seligman, kişinin iyimser ya da kötümser olduğunu anlamak için yirmi
dakikalık bir test hazırladı. Seligman, kişinin tutumunu değerlendirirken,
açıklayıcı dediği bir biçim arardı. ‘Hepimizin yaşanan kötü şeyleri anlatmak
için alışık olduğumuz belli yollar vardır. Bu anlatım biçimidir, ve kişilik
hakkında ince ipuçları verir’ diyor.
Seligman'ın soruları karmaşık değildir. İnsanlara kötü olayların nedenini,
kalıcı mı yoksa geçici mi, açık ya da bütünüyle kuşatıcı olarak mı gördüklerini
sorar. Bazı insanlar olası en kötü yorumlarını başarısızlık üzerine yapar.
Diyelim ki bir kadın, üniversitedeki bir sınavını geçemiyor. Eğer bunu kalıcı
bir durum gibi (sınavlarda hep kafam karışıyor), kuşatılmış gibi (Vazgeçmek en
iyisi, çünkü bütün sınıflarda böyle olacak), anlatırsa elimizde bir kötümser var
demektir. Diğer taraftan Seligman, bazı insanların, başarısızlığın kalıcı
olduğunu reddettiğini söylüyor, (Başaramadım, çünkü bana uygun değildi. Bir
dahaki sefere daha iyi yapacağım). Bu iyimserler bir sınıfta sorunla
karşılaştıklarında, her sınıfta aynı sorunu yaşayacaklarını kabullenmezler.
Şartları sorgulama eğilimindedirler, (Kim bilir? Belki kötü bir sınavdı ve
herkes zorlandı). Dahası, iyimserler engelleri hatalara bağlı ve aşılabilir
80
Olarak görür. Başvurdukları bir işe kabul edilmediklerinde, bunun sonsuza kadar
onlara ayak bağı olacak kişisel bir eksikliklerinden kaynaklandığını akıllarına
getirmezler. Bunun yerine diğer insanlardan yardım, öneri isterler, bir eylem
planı çıkarırlar.
Kişiselleştirme
Seligman, test aracılığıyla kötümserleri ortaya çıkarmaya çalışırken bir soru
daha sorar: Başarısızlıklar için kendinizi mi yoksa bir başkasını mı
suçlarsınız? Eğer her zaman ‘benim hatam olmalı’ diyorsanız, kişiselleştirme
yanılgısına kapılmışsınız demektir. Örneğin, eğer öğretmeni çocuğunuzun okulda
başarısız olduğunu söylüyor ve içinizde hemen ‘korkunç bir anne olmalıyım’
düşüncesi uyanıyorsa, başarısızlıkta kendinize çok fazla pay biçiyorsunuz
demektir. Eğer rakip firma kar sağlıyorsa ve siz hemen kontrolünüzü
yitirdiğinizi düşünüyorsanız, aynı şey işinizde de geçerli demektir.
Kavramsal terapinin ilk savunucularından olan Dr. Albert Ellis, hakkımızda 300-
500 kadar çarpıtılmış düşünceyle birlikte yaşadığımızı söylüyor. Verdiği
rakamların temeli biraz belirsiz olsa da, önemli bir noktaya işaret ediyor.
Bazılarımız kendini bir gün içinde pek çok defa yanlış tanımlar. Uğraştığım
hastalardan biri markete giderken yanlış caddeye girmiş. Ve kendisini şöyle
söylenirken bulmuş. ‘Ne aptallık. Bugün hiçbir şeyi doğru yapacak gibi
görünmüyorum. Oraya gitmek
81
bütün öğleden sonramı alacak, üstelik alışverişten nefret ederim.’
Bir sonraki hafta ofisimde bana şöyle diyordu. ‘Fakat sonra kendimi susturdum ve
şöyle dedim. ‘Pekala Norm, Mcginnis bana düşüncelerimi değiştirebileceğimi
söylüyor. Şimdi bu konuda neler yapabileceğimizi görelim? ‘Böylece
anlatılanlardan bazı parçalar yakalamaya çalıştım: ‘Yanlış yere döndüğüm için
aptal mıyım? Elbette hayır. Bu açıklama kendimi yanlış tanımlamak olur. Sadece
bir şeyler düşünüyordum ve dönüşü kaçırdım, hepsi bu, beceremediğim doğru mu?
Hayır, hatalarım oluyor ama pek çok şeyi de başarıyorum, sonuç olarak bu hatalı
bir kanı. Peki durum çok mu kötü? Hayır, ben orada felaket tellallığı
yapıyordum. Hiç de öyle büyük bir felaket değildi; hemen o köşedeydim ve
muhtemelen yirmi saniye bile kaybetmemiştim. Ve, beynimin içinde kendime
saldırmaktan vazgeçtiğimde ne kadar rahatlamıştım, tahmin edersiniz.’
Gözden kaçırılmaması gerekir ki, kavramsal çarpıtmalara bulunan düzeltmeler bu
popüler psikologların savunduğu denetimsiz telkinlerin aksine gerçekçi ve
dürüsttür. Bir keresinde katıldığım bir derste yetişkin bir adam bize, her sabah
çıplak bir şekilde aynanın karşısına geçip ‘Kendimi seviyorum, kendimi
seviyorum, kendimi seviyorum’ dememiz gerektiğini söylemişti. Bu çok saçmaydı.
‘Muhteşem bir insanım, her dakikasından zevk alacağım olağanüstü bir gün olacak’
gibi olumlamalar bile yapmacık ve ayakları daha havadadır. Kavramsal yaklaşımın
ayakları yere basar, o sadece
82
kendimize yaptığımız telkinlerin gereksiz yere kasvetli olduğu ve daha eksiksiz
şekilde yeniden biçimlendirilebildiği örnekler arar.
Şimdi düşünce yapınızın olumsuzluğuna son vermeniz ve yeniden yapılanmasını
sağlamanıza yardımcı olacak önerilerde bulunacağım. Yöntem o kadar basit ki, ilk
başta birini hastalarıma önermeyi reddettim. Çünkü güleceklerini düşünüyordum.
Saygı duyduğum bir psikolog olan Robert Oyler de, bu Yöntemin ne kadar etkili
olduğunu anlatınca, sonunda bir ay kendi üzerimde denedim ve değiştimi gördüm.
Teknik şuydu: Bileğinize lastik bir bant takıyorsunuz ve günün yirmi dört saati
çıkartmıyorsunuz. Kendinizi, otomatik olumsuz düşüncelerden birini yinelerken
yakaladığınızda lastiği çekip bırakıyorsunuz. Böyle geçen bir kaç hafta size,
belli kavramsal çarpıtmaları ne kadar sık yinelediğinizi farkettiriyor.
Oyler, yıllardır lastik bantları kutuyla alıyor ve bunları hastalarına
dağıtıyor. ‘Küçük bir şey gibi görünüyor ama kişinin bunalımlı düşüncelerine son
vermesi ve bunların yerine daha iyilerini yerleştirmesi için her-şeyi yaparım.
Terapi sırasında hastalarımdan biri dikkate değer bir iyileşme göstermişti,
evliliği o kadar düzelmişti ki kocası mutluluktan uçuyordu. Evlilik
yıldönümlerinde kocası ‘Hayatım, duygusal ve parasal açıdan mükemmel bir yıl
oldu ve bu bizim en iyi yıldönümümüz olacak. Sana ne istiyorsan onu almak
istiyorum.’ dedi. Kadın bir dakika düşündü ve ‘Bu küçük lastik bantın
düşüncelerimin iyileşmesinde büyük önemi var.
83
Bunun şeklinde altın bir bilezik yapabilecek bir kuyumcu bulabilir miyiz sence?’
Kadın bileziği bugün de takıyor.
Yöntem 4: Olumlu bir anlam yakalamaya çalışın.
İyimserler sadece düşüncelerinin olumsuz akışını engellemekle kalmazlar, onları
mantıklı değerlendirmelerle değiştirir ve aynı zamanda olabildiğince kendi
lehlerinde bir aydınlık içinde görmeye çalışırlar .Küçük bir çocuk olan Harry
Bellis, bir ip kadar ince, utangaç ve çekingendi. Bir gün köpeğini koruluğa
götürdü, bir kütüğün üzerine oturdu ve hayati bir seçim yaptı: ‘Sözcüklerden,
her insanın hareketinden ve her durumdan mümkün olan en iyi anlamı yakalamaya
karar verdim. Doğal olarak, gerçeklere karşı gözüm kapalı değil ama ilk önce en
iyi anlamı yakalamaya çalışacağım. Çünkü böylesi bir uygulamanın sonucunun
sağlıklı olacağına inanıyorum.’
Bullis, Minneapolis'te güçlü bir un tüccarı olma yolunda ilerledi ve tüm Orta
Batı'da sözü geçen lider bir işadamı oldu. Kısmen, beynini olumsuz düşünceleri
engelleme yönünde eğittiği ve bunların yerine olaylardan, en aydınlık yönde elde
edilen çıkarımları yerleştirdiği için başarılı olmuştu.
Biz, ne düşünüyorsak oyuz. Bu şairler, felsefeciler ve hemen hemen tüm dini
liderler tarafından dile getirilen
en büyük evrensel doğrulardan biridir. Bullis bu doğruyu anlamış ve avantaj
haline getirmişti.
Bu bölümdeki önerileri özetleyecek olursak:
1. Duygularınızdan önce gelen iç mesajlarınızın sesini dinleyerek otomatik
düşüncelerinizi kontrol altına almayı öğrenin.
2. Düşüncelerinizin samimi inançlarınız mı, yoksa sadece beyninizde yer eden
diğer insanların düşünceleri mi olduğunu sorun.
3. Kavram çarpıtmalarınızı kategorilere ayırarak analiz etmeyi, (Felaket
tellalığı yapmak, olumsuzu seçmek, genellemek ve kişiselleştirmek), ve gerçekçi
düzeltmeler yapmayı öğrenin.
4. Düzeltmeleri yaparken Harry Bulli'nin kuralını izleyin: Her sözcükten, her
davranıştan ve durumdan olabilecek en iyi çağrışımı çıkarın.
84
85
‘Minnettarlığı bir kenara bırakan kişi, yaşamında uykuya dalmış demektir. ‘
ROBERT LOUIS STEVENSON
AKLIN SEÇİCİ GÜCÜ
Vietnam savaşından kısa bir süre sonra, bir arkadaşım fırtınalı bir havada
Arizona'daki bir benzin istasyonuna gitti. Görevli dışarı çıktı, benzin deposunu
doldururken mutlu mutlu ıslık çalıyordu. Arkadaşım benzin parasını öderken,
sağnak yağmurda dışarı çıkarttığı görevliden özür diledi.
‘Önemli değil’ dedi görevli, elbiseleri yerdeki bir su birikintisine, giriyordu,
‘Vietnam'da tilki siperinde uzanırken, 'eğer eve canlı dönebilirsem, öyle
minnettar olacağım ki bir daha hiçbir şey hakkında şikayet etmeyeceğim' demiştim
ve etmedim.’
O genç adamın mutluluk tutkusu yaşamın genel ilkesinin bir görünümünü sunuyordu:
Hemen hiç bir durum bütünüyle iyi ya da kötü değildir. Fakat üzerinde
yoğunlaşacağımız şeyleri seçmek için bir iç donanımımız vardır ve bu seçici
donanımı herhangi bir tarafa yönlendirebiliriz.
Sonuç olarak, altıncı özellik:
İyimserler değer yargılarını güçlendirirler.
Sempatik bir dostum sakat bir kadına ‘Eziyet de hayatın bir rengidir’ demişti.
‘Evet’ diye yanıtladı kadın ‘ama ben rengi seçmeyi önerirdim’
Bu kitabın öğretilerinden biri tutumlarımızı büyük oranda kendimizin
belirlediğidir. Günlerimizin ve bu
89
günlerde yaşanacak olayların rengini biz belirleriz. Bu seçim süreci, beynimizde
aralıksız şekilde devam eder. Her dakika hazır görüntü ve seslerin tümünü
algılamamız olası değildir, bu nedenle göreceğimiz ve üzerinde düşüneceğimiz
şeyi seçeriz.
St. Paul'a şu önerilmişti: ‘Doğru, saygın, kesin, saf, sevimli, ve eğer
mükemmel, övgüye değer bir şeyler varsa, bunları düşün’.
Bu nasihatin temelinde Paul'un, düşünce konularını seçebildiği varsayımı vardır.
Bu, tek yapabileceğimizin akıntıya kapılmak ve duyguları hissetmek olduğunu
varsayan bazı psikolojik çevreler için çok daha ilginç olabilir. Fakat Paul,
kesin bir dille zihnimizin büyük oranda bizim kararımıza bağlı olduğunu ve
seçici gücü kullanarak hayatımızı değiştirebileceğimizi belirtir.
Norman Vincent Peale, bir sabah yoğun siste, Hud-son nehrini geçişini anlatıyor.
Feribot, havadan sızlanıp şikayet eden yolcularla doluymuş. Yanında yaşlı annesi
varmış. Islak bir şekilde parmaklıklarda dururken üşüdüğü çok acıkmış. ‘Norman,
sis ne kadar güzel değil mi? Binaları okşayışında öyle büyük bir zenginlik ve
yumuşaklık var ki; geride belli belirsiz bir renk dalgası kalıyor.’
Büyükannesinin gösterdiği yere bakmış, tartışmasız mükemmelmiş’. Tüm yolcularla
havanın olumsuz yönlerini konuşmayı seçmiştik, kendimizi mutsuz ederken annem o
an içinde güzelliği bulup çıkartmıştı.’
Minnet Duygusunu Öğrenme
Eğer yolculardan biri yerine o adamın annesi gibi olmayı tercih ediyorsak nasıl
değişebiliriz? Yanıt dişlerimizi sıkarak olumsuzluğu uzakta tutmaya çalışmakta
yatmıyor. Hoşlanmadığımız şeyler yerine arzularımız tarafından yönetilebiliriz.
Hayranlık duyduğumuz şeylere öyle çok yoğunlaşabiliriz ki, hüznü düşünmeye vakit
kalmaz.
Küçük bir çocukken, eski bir ilahi söylerdik, şöyle bir nakaratı vardı,
‘Dualarınızı sayın, birer birer isimlendirin...’ Olumsuzdan ayrılmanızın en iyi
yollarından biri budur: Minnet duyduğunuz şeyleri bir bir sıralamak. Dale
Carnegie, kendiniz için üzüldüğünüzde, elinize bir kalem kağıt alıp problemlere
rağmen, sahip olduğunuz iyi şeylerin bir listesini yapmanızı öneriyor. Sonra,
zihninizde bunların herbirinin elinizden alındığını canlandırın ve hayatın
onlarsız nasıl olabileceğini düşünün. Tamamen boşaldığınızı anladığınızda,
onları yavaş yavaş kendinize yeniden verin. Ne kadar iyi hissettiğiniz
karşısında şaşıracaksınız. Size bağışlananları saymak, uyarıcı bir çalışma
olabilir.
Seçme alışkanlığını uygulamak, çevremizi saran şeylerden hoşnut olmadığımız
zamanlarda çok daha önemlidir. Heykeltraş Louise Nevelson, kimsenin hiçbir yerde
mükemmel iyiliği bulamayacağına inanıyordu. Evini New York City'nin gecekondu
mahallesinde kurdu ve burada bile malzeme topladığını söyledi: Yemek odasından
dışarı, yolun karşısındaki çirkin binalara bakarken,
90
91
camlara yansıyan güneş ve ayın çeşitli görünümlerinde güzellik bulabiliyordu.
Bir sandalyeye bakarak şöyle diyordu, ‘güzel bir sandalye değil ama hele bir
gölgesine bakın.’
Teşekkür Etmenin Gücü
Temsilciler Meclisinin sözcüsü Sam Raylovm, politik yaşamında sıcak ve naziktir.
Bir gün bir gazeteci bu konuyu açtığında Rayburn ‘.Fort Knox'un tüm altınını
verseler de küçük çocuklara kaba davranmam. Hayatta yaptıklarımız sık sık
küçücük, dar alanlarla sınırlanıyor. Ben de tam da bu alanda kiracı bir çiftçi
olabilirdim ama gençliğimde birileri bana nazik davrandı.’
Rayburn gibi iyimserler, başkalarının küçük cömert davranışlarına duyarlıdır.
Her zaman teşekkür ederler. Bunu yaparlarken karşı tarafı memnun etmelerinin
yanında, takdir güçlerini koruduklarını bilirler.
VVilliam Low yüzyıllar önce şöyle yazmış ‘Dünyadaki en yüce aziz kimdir biliyor
musunuz? En çok dua eden, oruç tutan değil, en uzun yaşayan da değil, fakat
Tanrıya her zaman minnet duyan, ulaştığı herşeyi Tanrının bir lütfü olarak gören
ve bunlar için Tanrıya şükretmeye hazır bir kalbi olandır.’
92
Mutlu Olmanın İki Yolu
Bazı insanlar sadece istedikleri şeyleri düşünürler: araba, tatil, yeni bir
ev... Zihinleri istek listeleriyle doludur. Fakat doyumsuzlukları onları mutsuz
eder, ne kadar çok şeyleri olsa da, imrenecekleri bir şeyler her zaman
olacaktır. Birisi mutlu olmanın iki yolu olduğunu söylüyordu: Birincisi
hoşlandığınız şeyleri alabilmek için paranızın olması, ikincisi elinizdekiyle
yetinme meziyetine sahip olmanız.
Bu meziyeti, New York'daki Cornell Üniversitesi Tıp Fakültesinde çocuk psikologu
ve pediatri profesörü Dr. Cee Salk'ın annesi kadar kimse bilemez. Sık sık
annesinin Rusya'daki büyüme dönemini anardı. Annesi daha küçük bir kızken,
Cossack'daki evinden kovulmuştu. Köyleri yakılıp yıkılmıştı. Hayatını kurtarmak
için kaçmış, saman vagonlarında saklanmış, hendeklere sığınmıştı. Sonunda bir
gemide kalabalığa karışarak Amerikaya doğru denizler aşmıştı.
Saik şöyle yazıyor:
‘Annem evlendikten ve oğulları doğduktan sonra bile masaya yemek binbir güçlükle
çıkardı. Ama annemiz bizi elimizde olmayanı değil olanı düşünmeye zorlardı. Bize
zorluklarda, hayatın en küçük ayrıntılarında saklı güzelliklerden zevk alma
yetisi kazandırdı. Bize şiddetle aktardığı tutum şuydu: 'Yıldızları hava
yeterince karardığında görebilirsiniz'.’
93
Başarısızlık Saplantısı
Bir gün tıknaz bir adam bana geldi. Bazı nedenlerle ikinci kez avukatlık
sınavını veremediği için umudunu yitirmişti. Parasızdı ve artık yaşanacak bir
şey kalmadığını söylüyordu:
‘Hiçbir şey mi?’ diye sordum.
‘Hayır. Bu çok utanç verici. 'Eğer iki kez kaldıysan, tahminen asla bir avukat
olamazsın' diyorlar. Gerçekten de geride yaşamak için hiçbir şeyim kalmadı.’
Sarı bir not defteri çıkartarak ‘Sana yaşamak için sahip oldukların hakkında bir
kaç soru sormak istiyorum. Evli misin?’
‘Evet, bu işleri daha da kötüleştiriyor. Tüm bu yaşananlar karşısında eşim
mükemmel bir tavır sergiledi , bu kadar başarısızken neden hâlâ benimle olduğunu
merak ediyorum.’
‘Seni seviyor mu?’
‘Nasıl beceriyor bilmiyorum ama, evet, seviyor.’
Bunu deftere yazdıktan sonra sordum. ‘Annenle baban ne durumda?’
‘Annem hayatta. Harika bir kadın. Ben on yaşındayken dul kaldı, daha iyi bir
anne isteyemezdim. Bu, bu denli utanmamın bir başka nedeni. Avukat olacağım için
çok gururlanıyordu. Eğer ölseydim tüm bu insanlar için daha iyrolurdu.’
94
‘Sağlığın nasıl? Herhangi bir sağlık problemin var mı?’
‘Hayır, sağlam bir bünyeye sahip gibi görünüyorum. Avukatlık sınavının olduğu
sabah, öyle yoğun bir baskı hissediyorduk ki, iki öğrenci binanın merdivenlerine
kustu, bana ise hiç bir şey olmadı. Üniversitede de futbol oynadım.’
‘Kanunen bir sorunun var mı? Bir suç işledin mi ya da tutuklanman, cezaevine
konman için herhangi bir neden var mı?’
‘Hayır’ dedi. İlk kez gülerek. ‘Çok usluyum, mari-juana bile içmem. Dürüstlük
bana her kapıyı açmıyor ama en azından polis gördüğümde endişelenmiyorum.’
‘Tanrıya inanıyor musun?’ diye sordum. ‘Evet, kiliseye çok sadık değilim ama
Tanrıya her zaman sadık oldum. Duaların yardımı olmadan hukuk okuluna asla
giremezdim.’
‘Tanrının seni sevdiğini düşünüyor musun?’ ‘Elbette, Tanrı beni seviyor. Bunun
gibi darmadağınık olduğum zamanlarda dahi sevdiğini biliyorum.’
‘Hırslı bir adam gibi görünüyorsun’ diye fikrimi söyledim. ‘Hâlâ bazı hayallerin
var mı?’
‘Evet. Her zaman bir hayalperest oldum. Takımdaki en ufak kişi olmama rağmen
futbolda beni başarılı yapan buydu. Bir sürü girişimim var, karımla bir sürü
95
hedefimiz bu sınavı geçmeme bağlıydı.’ Gözlerini halıya dikti ve ‘Zevk
alacağımız bir sürü şey vardı.’
Kağıdı kopardım ve ona verdim. ‘Sanki durup saydığında, geride oldukça fazla
güzel şey kalıyor gibi geldi bana’ dedim.
Sayfaya şunları yazmıştım:
1. Karısı onu seviyor ve vazgeçmiyor.
2. Annesi ne olursa olsun ona inanıyor.
3. Sağlığı mükemmel, aslında o bir atlet.
4. Tanrının onu sevdiğini düşünüyor ve duaya inanıyor.
5. Çok sayıda tutkusu var. Girişim ona bir atlet olarak engelleri aşma başarısı
sağlıyor.
Bir süre listeye baktı sonra kafasını kaldırarak dedi ki: ‘Bu olağanüstü.
Sanırım sınavdaki başarısızlığıma öyle saplanıp kalmışım ki, en ufak bir umut
göremedim.’
Genç adamı sadece bir kaç seansta daha gördüm ve kendi yoluna gitti. Keşke bir
sonraki denemesinde sınavı geçebildiğini söyleyebilseydim ama yapamadı. Ve
dördüncü denemesinde yine kaldı. Ama vazgeçmedi ve beşinci denemesinde geçti.
Bu, yıllar önce gerçekleşti, ondan çok sık haber almıyorum ve zorlu başlangıcına
rağmen, şimdi başarılı bir avukat ve iş adamı olduğunu biliyorum.
96
Tadını Çıkarmak
O anda ne kadar kötü durumda olurlarsa olsunlar, iyimserler her zaman zevk
alacakları şeyler bulabilirler; gece vakti şöminede yanan bir odunun kokusu,
yavru bir kediyi seven çocuğun yüzündeki keyif, bir fincan iyi kahvenin tadı...
Ülkesindeki uzun savaşları yaşayan Vietnamlı bir rahip, savaş kurbanlarına
yardım ediyor, aç çocukları doyuruyor ve Siam Körfezinde şiddetli fırtınaya
yakalanan felaketzedeleri kurtarmaya çalışıyordu. Felaket hakkında samimiyetle
bilgi veriyor, acının üstünü örtmenin savunuculuğunu yapmıyordu; özellikle
başkalarının acılarının. ‘Acı çekmekten kaçınmayın ya da acıya gözlerinizi
kapatmayın. Böyle Yöntemlerle kendinizi ve diğerlerini dünyadaki acı çekme
gerçeğine karşı uyandırın.’
Fakat sonra bu acının önemli bir unsurunu da ekliyor:
‘Yaşam acıyla, ama aynı zamanda çok sayıda olağanüstü şeyle doludur: Mavi
gökyüzü, güneş ışığı, bir bebeğin gözleri. Acı yeterli değildir. Aynı zamanda
yaşamın harika yönleriyle de ilgili olmalıyız. Onlar içimizde, her zaman, her
yerde, çevremizdedir. Mavi gökyüzünden zevk almak için özel bir çaba harcamamız
gerekir mi? Zevk almayı başarmak için uğraşmak mı gerekir? Hayır, sadece zevk
alırız. Nerede olursak olalım her zaman, gün ışığından, birbirimizin varlığından
ve hatta soluğumuzu hissetmekten zevk alırız.
97
Mavi gökyüzü için Çin'e gitmemize gerek yok. Soluğumuzdan hoşlanmak için
geleceğe yolculuk etmek zorunda değiliz. Bunlarla hemen şimdi de ilgili
olabiliriz. Eğer sadece acının farkındaysak çok yazık.’
Thomas Marten, Hank gibi Asyalı yol göstericilerin, insanın ruhsal bilincinin
alttan alta gelişimine, bizim batıda normalde yaptığımızdan çok daha dikkatli
yaklaştıklarını söylüyor.
Bölge üniversitemizden emekli bir rahip olan David Leek, iyi bir fotoğrafçıdır
ve yılda binden fazla fotoğraf çeker. Bir keresinde ona ‘Neden makinanı hep
yanında taşıyorsun? Sıradışı bir kaza yakalayıp negatiflerini yüksek fiyatlarla
bir dergiye satmaya mı uğraşıyorsun?’ diye sordum.
‘Elbette hayır’ diye yanıtladı. ‘Daha iyi görmeme yardım etmesi için fotoğraf
çekiyorum. Eğer dikkat etmeseydim, tembelleşebilir, şeftali ağacımızdaki yeni
çiçekleri ya da taraçamda yaşayan bir kertenkelenin renklerini fark
etmeyebilirdim. Fotoğraf makinası gözlem gücümün keskinliğini korumamı
sağlıyor.’
Eşim, beğeni sanatının bir uzmanıdır. Evlenmeden önce, sabahları içilen kahvenin
tadından zevk almayı aklıma dahi getirmezdim. Yalnızca güne başlamam için bir
kaldıraç görevi görüyordum. Derken, her dört sabahtan üçünde fincanını iki
elinin arasına alıp kokusunu içine çekerek ‘Oh, ne kadar güzel. Sabahın ilk
kahvesine bayılıyorum’ diyen Dione'la tanıştım.
98
Sonuç olarak iyimserlik, her gün, her şekilde her şeyin daha iyiye gittiğini ya
da, en kötü günlerin geride kaldığını söylemek de değildir. Bu her ikisini de
bilemeyiz. Bildiğim, tüm hatalarıyla bu koca dünyanın zevk alınacak ve tadına
varılacak güzel şeylerle dolu olduğudur.
Pablo Casals ‘Kişi arzuladığı ve sevdiği sürece genç kalır’ diyor.
99
‘Hayalgücümüz, geleceğe dair umutlarımızın tek sınırıdır ‘
CHARLES F. KETITREING
GELECEĞİ NASIL KURARSINIZ
Bir keresinde, dünya çapındaki bir atıcıya, bu sporda başarılı olumak için
gereken özellikleri sormuştum. ‘Belli bir düzeyi aştıktan sonra, sırrı beyninizi
şartlandırmanızdadır. Başlangıçta tekniği öğrenmeniz için tabii ki çok
çalışmanız gerekir ve fizik kondisyonunuzu korumak önemlidir. Fakat fiziksel
yetenek beyinsel koşullanma kadar hayati değildir. Hergün poligona gidemem,
ancak en iyi skoru yakaladığım atışlar yaptığım bir filmi kafamda
canlandırmadığım tek bir günüm geçmez. Acele etmem, hayalimde baştan sona bütün
adımları yavaş yavaş atarım. Tekrar bazen sıkıcıdır ama bunu sürekli yapmak
gerekir.’
İyimserler, her zaman bu atıcının yaptığını yaparlar. Gelecekteki güzel olayları
hayallerinde an an yaşarlar.
Yedinci karakteristik şudur:
İyimserler başarıyı hayallerinde canlandırır.
1976 olimpiyatlarında Bruce Jenner dekatlon dalında altın madalya kazandı.
Çeşitli atletik yeti ve esaslı bir dayanma gücü gerektiren zorlu bir parkurdu.
Hangi özelliği Jenner'a bu başarıyı kazandırmıştı? ‘Her zaman fiziksel
yeteneğimin en büyük özelliğim olmadığını hissetmişimdir. Bu benim zihinsel
yeteneğim.’
Dalıcı Greg Louganis, golfçü Jack Nichlaus ve Patenci Scott Hamilton'un üçü de
önce mükemmel dalışları, vuruşları ve üçlü dönüşleri yeniden yeniden
hayellerinde canlandırmışlardır.
103
İmgelerle Düşünme
Deneyler, bazı sporlarda, zihinde canlandırmanın, asıl çalışmalardan çok daha
etkili olduğunu göstermiştir. Alan Richardson'un, paralel barda jimnastik
idmanlarını zihinsel olarak çalışan denekleri vardı. Asıl çalışmalara geçmeden,
altı gün boyunca her gün, beş dakika kendilerini çalışıyorken düşünmeleri ve
hissetmeleri istendi. Richardson, eğer hayal etme çalışmanın etkili bir
parçasıysa, kafalarında canlandıranların böyle yapmayanlara göre daha başarılı
olmalarını bekliyordu. Olan da tam olarak buydu.
Serbest basket atışlarında aynı yeteneğe sahip iki grup üzerinde daha çarpıcı
sonuçlar alındı. Bir gruptan her gün fiziksel olarak çalışmaları istendi; diğer
grubunsa çalışmasına izin verilmedi, ancak hergün başarılı basketler attıklarını
kafalarında canlandırmaları istendi. Şüphesiz, iki grubun karşılaşmasında galip
olan taraf zihinlerinde canlandıranlardı.
Antrenör Bear Biyant, üniversiteler arası yapılan 323 futbol maçını kazandı.
Sadece oyuncuları arasında iyi bir görev dağılımı sağladığından değil, aynı
zamanda iyi bir betimleyici olduğundan. Oyun öncesi konuşmalarında, oyuncuların
zafer kokusu almasına yardımcı oluyordu. Onlara kazandıktan sonra soyunma
odasında yaşanacak coşkuyu, anne ve babalarının gözlerindeki bakışı,
sevgililerini onları kucaklarken görmenin ve hissetmenin nasıl bir şey olduğunu
betimlerdi. İçinizde
104
hareket eden bu tür görüntülerle çok sayıda oyunu kazanmaya adaysmızdır.
Bir şirket müdürü, eski işini yadediyordu: ‘Pazarlamacılığa kapı kapı dolaşıp
tencere tava satarak başladım. İlk gün kırk denemede sadece bir satış
yapabildim. Fakat en sonunda bir şeyler alan kadının yüzündeki ifadeyi hiç bir
zaman unutmadım... yüzünün şüphe ve düşmanlıktan nasıl ilgi ve kesin bir
onaylamaya dönüştüğünü. Yıllarca işler ne zaman kötüye gitse, bir tür tılsım
gibi onun yüzünü aklıma getirirdim.
Çok sayıda mutsuz insan genel bakış açısını, sadece hayal dünyalarını farklı
şekilde kullanarak değiştirebilmiştir. Beyinlerinde oynayan filmleri
değiştirmeyi ve üzüntünün yerine olumlu hayali yerleştirmeyi öğrenmişlerdir.
Üzüntü
Üzüntü, hayalgücünün yanlış kullanılmasının ne azı ne de çoğudur. Kronik
üzgünler, mutlu bir olayı sonuna kadar götürmek yerine felaketleri ve iç
dünyalarındaki kişisel utançları yaşarlar. Asıl üzücü olan böylesi durumlarda
felaketlerin çoğunun küçük olasılıklar taşımasıdır. Mark Twain ‘Öğrendiğim
felaketlerin çok azı yaşamımda başıma geldi,’ diyor.
Kronik bir üzgün olan bir işadamı kaygılarını analiz etmeye karar verdi. Ve
bunlardan yüzde kırkının uzak olasılıklar olduğunu, yüzde otuzunun artık
105
değiştirilemeyecek geçmiş kararlarla ilgili olduğunu, yüzde on-ikisinin
başkalarının çok da önemli olmayan eleştirilerinden kaynaklandığını, yüzde
onunun sağlığıyla ilgili olduğunu (ki korumak için elinden geleni yapıyordu) ve
sadece yüzde sekizinin haklı gerekçelere dayandığını farketti. Eğer
kaygılarımızı yüzde 92 oranında azal-tabilirsek serinkanlılık yolunda sağlam
adımlarla ilerleyebiliriz.
Geleceğe Umutla Bakmak
Albert Einstein hayal gücünün bilgiden daha önemli olduğunu söyler. Gerçekten
de, yarın ne olabileceğinin resmini bu günden çıkartma kapasitesine sahip beyin
gücümüzü çok fazla dikkate almıyoruz. Pensilvanya Üniversitesi VVharton Okulu
rahibi Russel E Palmer, gerçek liderlerin büyük bir görüntü canlandırabilme
yetisine sahip olduklarını ve bu görüntülerin, insanları onların peşinden
sürüklediğini söylüyor.
Palmer haklıdır. Liderler, boş bir araziye bakıp muhteşem bir bina, boş bir
kiliseye bakıp akın eden heyecanlı insanlar görebilir, bir grup morali bozuk
işçiyi alıp birlikte neler yapabileceklerini hayallerinde canlandırmalarını
sağlar.
Hayal gücü, uzun yıllar boyunca en zorlu anlarda inançlarını korumak zorunda
kalan insanlarda vardır. Vietnam savaşı yılları Amerikan dış politikası için
106
karmaşık ve zorlu yıllardı, bütün katılımcıların hali içler acısıydı.
Fakat bu yıllar, ABD donanma pilotu Gerald L. Coffee tarafından kaleme alınan ‘
Beyond Survival' adlı olağanüstü bir kitap yarattı... Uçağı 3 Şubat 1966
tarihinde Çin denizinde düşürülen Coffee, ondan sonraki yedi yılını çok sayıda
tutuklu kampında geçirdi. Savaş tutsaklarının belli bir düzende çok fazla fizik
egzersizleri, ve birbirleriyle inatçı tartışmalar yaptıklarını; dua ettiklerini
söylüyordu. Vietnamlıların acı çektirme Yöntemleriyle, günlerce süren
işkencelerin ardından, hazırladıkları itirafnameyi zorla imzaladı, sonra acılar
içinde yeniden hücresine atıldı. En kötüsü çözülmüş olmasıydı... Hücrelerde
başka Amerikalı tutuklu olup olmadığını bilmiyordu, derken bir ses duydu:
‘6 numarada kalan kolu kırık adam, beni duyabiliyor musun?’ Bu albay Robinson
Risner'dı. ‘Şimdi güvenle konuşabiliriz... Kırık Kalpler oteline hoşgeldin’
dedi.
‘Albay, Denizcim Rob Hanson'dan haber var mı?’
‘Hayır, dinle Jerry, duvarlara vurarak konuşmayı öğrenmelisin. Bu aramızda
kurabildiğimiz tek güvenilir bağlantı’
Risner ‘Biz!’ demişti, demek ki başkaları da vardı. ‘Şükürler olsun Tanrım,
artık diğerleriyle birlikteyim,’ diye düşündü Coffee.
Risner, ‘Sana işkence yaptılar mı Jerry?’ diye sordu.
107
‘Evet.. Beni konuşturdukları ve her şeyi öğrendikleri için kendimi kötü
hissediyorum.’
‘Dinle’ dedi Risner ‘Eğer birine boyun eğdirmek istiyorlarsa bunu yaparlar.
Önemli olan nasıl yanıt verdiğindir. Sadece kuralı uygula... Elinden geldiğince
diren. Eğer seni alt ederlerse, öyle durma. Yaranı temizle ve yeniden ayağa
kalk. Yapabilirsen biriyle konuş. Kendini koyuverme. Birbirimizle ilgilenmeye
ihtiyacımız var.’
O günlerden birinde Coffee, küçük bir yasa ihlalinden cezaya çarptırılırdı, eli
kolu bağlıydı. Yanındaki hücredeki dostu duvara vurarak ve ‘sıkı sarıl’ dedi,
onun için dua ediyordu. ‘O cezaya çarptığıldığında, ben de onun için aynı şeyi
yapmak üzere duvarın dibinde olacağım,’ dedi Coffee.
Sonunda Coffee karısından bir mektup aldı; Sevgili Jerry;
Harika bir bahar yaşıyoruz ama tabii ki seni özledik. Çocuklar çok iyi. Kim,
şimdi gölün her tarafında kayıyor. Çocuklar limandan atlıyor, yürüyor; küçük
Jerry de arkasında plastik bir balonla suda çırpınıp duruyor.
Gözleri yaşlarla dolan Coffee daha fazla devam edemedi ve karısının mektubunu
göğsüne bastırdı. ‘Küçük Jerry? Jerry kim?’ Sonradan hatırladı; bebekleri mahkum
olduktan sonra doğmuştu, erkekti ve eşi ona Jerry adını vermişti. Karısı, daha
önceki mektupların ona ulaşmadığını bilemezdi bu nedenle haberi varmış gibi
yazıyordu:
Karımın mektubunu elimde tutarken bir sürü : duyguyu aynı anda yaşıyordum:
Sonunda ailemin iyi olduğunu öğrendiğim için seviniyor, Jerry'nin ilk
yılını kaçırdığım için üzülüyor ve sadece hâlâ hayatta olduğum için
şükrediyordum. Mektup şöyle sona eriyordu:
‘Bizimle birlikte pek çok kişi senin sağlığın ve bir an önce geri dönmem için
dua ediyor. Kendine çok iyi bak, tatlım.
Seni Seviyorum. Bea.’
Coffee, mahkumların uzun saatler boyunca evlerine geri döndüklerinde odadan
odaya gidişlerini kafalarında nasıl canlandırdıklarını anlatıyor; tıpkı her
ayrıntıyı yakalayan bir fotoğraf makinası gibi. Eve dönüşünün nasıl bir şey
olabileceğini kafasında defalarca kurmuştu. Coffee, arkadaşlarının ve inancının
başından sonuna kadar ona yardımcı olduğunu söylüyor. Her pazar, her hücre
bloğunun üst yetkilisi, kilise çağrısı için bir işaret yollardı. Herkes mümkünse
hücresinde ayağa kalkar, olabildiğince birliktelik sağlanarak ezberden 23. Ayet
okunurdu.
‘Düşmanlarımın varlığında sen önümde soframı kuran; sen, yağ ile başımı
kutsayan, kabıma sığmıyorum.’
108
109
Bu iğrenç yere hapsedilsek de, kabıma sığmadığımı farkettim, çünkü bir gün, ne
zaman ve nasıl olursa olsun muhteşem ve özgür ülkeme dönecektim.
Sonunda, mahkumiyetinin yedinci yıldönümü olan 3 Şubat 1973 tarihinde barış
anlaşması imzalandı ve Coffee, iki genç Vietnamlı yetkilinin önüne çıkartıldı:
‘Bugün, sana ait olan şeyleri geri vermekle görevliyiz.’
‘Neleri?’ ‘Bunu!’
Güçlükle yutkundu, askerin başparmağıyla işaret parmağı arasında tuttuğu alyansa
uzandı. Evet, bu onundu. Parmağına takıverdi. Biraz boldu ama kesinlikle onun
yüzüğüydü. Onu bir daha görebilmeyi hiç beklemiyordu.
Yüzüğüm benden alındığında çocuklar(ım) on bir ve on iki yaşlarındaydı. Birden
kendimi yaşlı ve yorgun hissetttim. Yaşamımın en iyi yıllarını, kollarım bağlı,
solucanlarla ve tanrı bilir daha nelerle temas halinde bir ortaçağ zindanında
geçirmiştim. Şimdi büyümüş ve değişmiş olan çocuklarımın aileye geri dönüşümü
kabullenip kabullenmeyeceklerini, ailemizin yeniden birleşmesinin nasıl birşey
olacağını merak ediyordum. Ve Bea'yı düşünüyordum. Beni kabul edecek miydi? Beni
hâlâ seviyor muydu? Tüm bu yıllar boyunca olup bitenlerin benim için ne anlama
geldiğinin farkında olabilir miydi?
10
Hanoi havalimanına olan otobüs yolculuğu bulanıktı ama Coffee için tek bir şey
berraklığını koruyordu: O da serbest bırakılan ilk mahkum grubunu bekleyen ve
gün ışığında parlayan bir Air Force C-141 tipi dev uçağın kuyruğundaki ışıltılı,
muhteşem, kırmızı-beyaz-mavi renkli bayraktı.
Uçağın hemen yanında, parmaklıklar boyunca durup onlara gülümseyen ve zafer
işaretleri yapan Amerikan ordusundan onlarca kişi vardı. İkişerli sıra
olduklarında Vietnamlı yetkili, isimlerini, rütbelerini ve görevlerini okudu
‘Kumandan Gerald L. Coffee, Amerikan donanması’ (yokluğunda iki rütbe terfi
etmişti).
Coffee öne çıktığında dikkati, albayın yepyeni hava kuvvetleri mavisi
giysisinde, kollarında ve şeritlerinde kilitlendi. Bu uzun yıllardan sonra
gördüğü ilk Amerikan askeri üniformasıydı. Albay, Coffee'nin canlı selamını
karşıladı.
‘Kumandan Gerold Coffee göreve hazırdır, efendim.’ Albay;
‘Yeniden hoşgeldin, Jerry,’ dedi ve iki elini uzatarak Coffee'nin elini sıktı.
Uçağa bindiklerinde pilot doğrudan piste girdi, frenleri kilitledi ve motora hız
verdi. Pilot motorların durumuyla ilgili son kontrolleri yaparken, devasa motor
sarsıldı ve titredi. Frenler bırakılıp, pistte öne fırladıklarında korkunç bir
gürültü çıktı. Havalandıklarında,
11
pilotun sesi hostesin sesiyle birlikte kabini doldurdu. Güçlü ve kendinden emin
bir sesti:
‘Tebrikler baylar. Kuzey Vietnamdan ayrılmış bulunuyoruz... Sevinç çığlıklarını
ancak atabilmişlerdi.
Yolculuklarının ilk durağı Filipinlerdeki Clark Hava kuvvetleri üssüne
ulaşmışlardı. Kalabalık, ‘Eve hoşgel-diniz! Sizi seviyoruz, Tanrı sizi korusun,’
yazılı pankartlar taşıyordu. Kurtulan her savaş mahkumunun adı okunduğunda,
güvenlik kordonunun arkasında çılgınca alkış bir kopuyordu. Televizyon
kameraları da oradaydı ancak, adamların kısa sabah saatlerinin önemli
dakikalarında, milyonlarca Amerikalının televizyonlarına kilitlenerek sevinç
çığlıkları atıp, ağlamaları hakkında en ufak bir fikirleri yoktu.
Havalimanında özel olarak hazırlanan kabinlere evlerini aramaları için özel
telefonlar yerleştirilmişti. Coffee, Bea'nın telefonu açmasını beklediği,
kendisine sonsuz gibi gelen bir kaç dakika midesinde bulantı hissetti. Bea onu
Sonford'da çocuklarıyla birlikte bekliyordu.
‘Merhaba bebeğim, benim. İnanabiliyor musun?’
‘Merhaba tatlım, evet. Uçaktan inişini televizyonda izledik. Sanırım Amerikadaki
herkes sizi gördü. Harika görünüyorsunuz.’
‘Biraz zayıfım ama iyiyim. Eve ulaştığım için sadece biraz gerginim.
12
Uzun bir bekleyişin sonunda, karısı ve çocuklarıyla yeniden bir araya
gelmesinden sonraki ilk pazar günü, ailesiyle birlikte ayine katıldı. Daha sonra
bölge rahibinin karşılamasını Coffee şöyle yanıtladı: (Bu, iyimserlerin özüne
dair bildiğim herşeyi özetliyordu.)
Bu uzun yıllar boyunca hayatta kalabilmenin anahtarı inançtı. Yapabileceğim
şeyin en iyisini yapma sorumluluğum ve sonunda eve gururla dönmek için kendime
olan inancım... Aileme göz kulak olduğunu bildiğim siz, buradakiler başta olmak
üzere arkadaşlarıma; cezaevindeki hücre ve hücre bloklarındaki savaş
arkadaşlarıma, bağlı olduğum ve bana bağlı olan kişilere olan, bazen gözü
karalığa varan inancım... Ülkeme, kurumlarına, milli gaye ve ilkemize olan
inancım... Ve tabii ki, doğrusu, hepinizin de bildiği gibi, tüm bunların kaynağı
olan Tanrıya inancım. Yaşamlarımız sürekli bir yolculuktur ve yolumuzda
ilerlerken, her engeli öğrenip aşmak zorundayız. Bazen zorlanarak fakat her
zaman içimizde en iyiye doğru ilerleyerek.
13
‘Eylem duyguları izler gibi görünse de eylem ve duygular birlikte hareket eder.
WİLLİAM JAMES
8 MUTLULUK VE NEŞE ARASINDAKİ FARK
Opera yıldızı Beverly Silis, ilk çocuğu olan kızının iki yaşlarındayken, tamamen
sağır olduğunu ve annesinin sesini hiç bir zaman duyamayacağını öğrendi. Hemen
hemen bu zamanlarda Silis ikinci çocuğunu dünyaya getirdi ve oğlanın otistik
olduğu anlaşıldı. Diva, tüm bir yılını bu iki trajediyi kabullenmeye çalışarak
ve sağırlar okuluna giden kızıyla ilgilenerek geçirdi. Bir keresinde ona mutlu
olup olmadığı sorulduğunda ‘Neşeliyim. Bu farklı. Neşeli bir kadının sıkıntıları
vardır. Fakat bunlarla nasıl başa çıkacağını öğrenmiştir,’ demişti.
Neşe, mutluluktan daha fazla kontrol altında tutabildiğimiz bir duygudur.
Sıkıntılı ve keyifsiz durumlarda kısmen gücümüzü korumak, kısmen de sevdiğimiz
insanlara olan inceliğimiz nedeniyle neşeli olmayı tercih edebiliriz..
Etraflarında kederli bir şekilde dolaştığımızda onların enerjilerini çalarız.
Onları aşağı çekmektense, yukarı kaldırmak için neşeli olmaya çalışırız. Ve
ilginç bir şeyler olmaya başlar: Daha mutlu olduğumuzu farkederiz. Görünüşteki
davranışlarımız duygularımızı etkiler.
Amerikalı psikologların rahibi VVilliam James, böylesi bir olay karşısında
şaşırmazdı. James'in kendisi de ciddi bir bunalım geçirmişti, ancak olumsuz
duyguları, tam tersi davranışlarla kovabileceğimizi farketti. 1892'-de şöyle
yazmıştı: ‘Hareketleri düzenleyerek dolaylı yoldan duyguları düzenleyebiliriz.
Yani, eğer içten gelen neşemiz kayboluyorsa güçlü bir iradeyle neşeli olmaya
17
giden yol, neşeli bir şekilde oturmaktır. Sanki neşe zaten oradaymış gibi
davranmak ve konuşmaktır...’
İnsanlarla daha uzun görüştükçe, orta karar bir reddedişin saygıya değer
olduğuna daha fazla inanmaya başladım. Başarısız olduğunuz zamanlarda, eğer
coşkulu davranıyorsanız, ruh halinizi nasıl da değiştirdiğiniz dikkat çekicidir.
Sekizinci Özellik şudur:
İyimserler mutlu olmasalar bile neşelidirler.
93 yaşındaki Rose Kennedy bir gazeteciyle röportaj yapıyordu. O zamana kadar
dokuz çocuğundan dördü korkunç bir şekilde yaşamını yitirmişti. Hayatta kalan
kızı, Rosemary'ninse ciddi bir zekâ problemi vardı ve yakında ölecekti. Bayan
Kennedy kocasının ardından, eşinin, basında anlatıldığı ve anlatılmadığı
kadarıyla çapkın ve ilkesiz yaşamını öğrenebilecek kadar uzun yaşamıştı.
Trajedilerle üst üste darbe alan yaşlı bir kadındı. Gazeteci tüm bunlar hakkında
sorular sordu ve Rose Kennedy sakince şöyle yanıtladı: ‘Her zaman Tanrının bize
taşıyabileceğimizden daha büyük bir keder vermediğine inandım. Ve ne olursa
olsun Tanrının bizden mutlu olmamızı istediğine. Üzülmemizi istemez. Kuşlar
fırtınadan sonra şakır. Biz neden yapmayalım?’
Bu sözler, mutsuz bir durumda olsa bile neşeli olmakta kararlı bir kadının
cesurca bir beyanıydı.
118
‘Sanki’ İlkesi
New York City Balesinin geçimsiz yöneticisi Lincoln Kirstein, bu ilkeyi
Gurdyieff mistiğinden öğrenmişti. Kirstein bir keresinde şöyle yazmış. ‘Bana
kısaca 'sanki' denilen bir metod sundu. Birşey sanki gerçekmiş gibi davranıyor,
sonra da gerçekleştiriyorsunuz. Lincoln Merkezi, bir bale okulu, bir şirket
olmadan çok önce düşünülmüştü. Sanki olacakmış gibi davranarak vakit
kaybetmedik.’
CS. Levvis, eğer bir insana karşı sevgi hissetmiyorsanız, hissediyormuş gibi
davranmanızı önerir. Davranışı genellikle duygu izler, sevgi olmasa bile en
azından daha fazla sempati ve etki hissedersiniz. Sorunlu bir evlilikleri olan
çiftler, sadece birbirlerine düşünceli, sevgili ve duyarlı davranarak pek çok
güzellik yaratabilir. Böylesi bir davranış sadece sevgilinizin daha fazla
sevgisini kazanmanızı sağlamaz aynı zamanda içinizde de hissettiklerinizi
değiştirebilir.
Rol Yaparak Gerçekten Mutlu Olabilir miyiz?
‘Sanki’ prensibi içinde gizli bir tehlike barındırır. Kişi neşeli gibi
davranmaya çalışırken yapmacık hale gelebilir. Hoşlandığımız kişiler genellikle
suratlarına bir gülümseme yapıştıranlar değil duygularında dürüst olanlardır.
Fakat, coşkulu davranarak bunalımlarından kurtulmaya çalışan insanlar da yalan
söylemiş olmazlar. Aerobik derslerine katılanlar müzik başladığında
119
kendilerini iyi hissetmiyor olabilirler ancak enerjik hareketlerle çalışmaya
başladıklarında, ruh hallerinin hareketlerine bağlı olarak değişmesi dikkat
çekicidir. New York, Johnstovvn'da bir dövüş sporları okulunu yöneten Michael
Campos, ders verirken şu ilkeyi dikkate alır: ‘Tipik karete haykırışının üç
amacı vardır. Mide kaslarını sıkılaştırır, rakibe korku salar ve hepsinden
önemlisi kişiye öz güven verir.’
Çoğumuz bu psikolojiyi farkında olmadan uygularız. Ağlayan bir çocuğa ‘gülümse’
diye ısrar ederiz, çocuk isteksiz bir şekilde gülümser ve neşelenir. Nat-haniel
Branden bir atölyede bu düşünceyi gözler önüne sermek için içimizden bir grubun
ellerini havaya kaldırttı. Aşağı yukarı zıplarken, bizden ‘mutsuzum, çok
kötüyüm’ sözlerini tekrarlamamızı istedi. Bu neredeyse imkânsızdı. Ya ‘mutsuzum’
demek için enerjik vücut hareketlerine son verecek, ya da enerjik hareket etmek
için ‘mutsuzum’ demekten vazgeçecektik.
Neşeli halinizi korumak için bir kaç kural:
Kural # /: Güne iyi başlayın.
Bir işadamı bazı sabahlar kendisini miskin hissettiğini ve işe gitmek için istek
duymadığını söylüyor. Yine de sabahları duş almadan önce yatak odasında
jimnastik hareketleri yaptığını ve bunun ruhunu canlandırdığını anlatıyor. ‘Daha
sonra kutsal saydığım egzersizi yaparım. Size biraz çılgınca gelebilir ama,
İncil'den ezberlediğim satırları yüksek sesle tekrarlarım, kendimi neşeli
120
ve coşkulu hissetmesem bile. Örneğin yatak odasının penceresinden bakarken,
ilahilerden dizeler tekrarlarım: 'Bu gün, efendimizin eseri olan gündür. Ben,
tadını çıkaracağım ve mutlu olacağım.' Yağmur yağıyor ya da masamda yığmlarca iş
beni bekliyor olabilir ama bu egzersizi yaptığımda kendimi olağanüstü iyimser
hissederim.’
Duygularımızı yöneldiği yerden tam tersine çevirebilmek, işlemeye değer bir
yetenektir. ABD eski senato üyesi Ed Foreman, tüm günü kötü geçirmenin garantili
yolunun geç kalkmak, kahvaltıyı atlamak ve büyük bir hızla koşaradım işe dalmak
olduğunu söylüyor. İlk birkaç dakikayı size ilham verecek kitaplara ayırmak, tüm
gün korumak isteyeceğiniz düşünceler verecek güzel bir kaset dinlemek için
yeterince erken kalkmanızı öneriyor. ‘Sonra rahat giyisiler giyerek sabahın
uyanışını izleyin’ diyor.
Kural # 2: Kahkaha terapisi uygulayın.
İyimserlerin su götürmez özelliklerinden biri kendilerini çok ciddiye
almamalarıdır. Yakın çalışmalardan çoğu, insanların her gün yeteri kadar
güldüklerinde, duygularının daha iyimser yöne kaydığını göstermiştir. Yine
burada, eylemlerin duyguları izlediğini, mutlu olduklarında güldüklerini
varsayıyoruz. Fakat genellikle diğer türlüsü olur. İnsanlar yeterince güldüğü
zaman, içerde, karamsarlık ve umutsuzluk duyguları kaybolmaya başlar.
121
Norman Cousins, hastanede ağır hasta yatarken, kendisini ‘gülme terapisi’ dediği
yaşlı Marx Kardeşlerin filmlerine ve ‘gizli kamera’ şakalarına vereceği bir otel
odasına taşınmaya karar verdi. On dakika, durmadan gülmekten mide krampları
geçirdiğinde iki saat ağrısız uyuyabildiğini farketti. Hastalığı ciddi belkemiği
ve eklem iltihaplanmalarıyla ilgili olduğundan, yatakta dönmek ona acı veriyor,
kahkaha atabilmek onun için çok önemli hale geliyordu. Sonraki çalışmalar,
İncildeki ‘Neşeli bir yürek iyi bir ilaçtır’ deyişini ve Aristoteles'in
‘Kahkaha, sağlık için çok değerli olan bedensel bir uygulamadır,’ şeklindeki
ifadesini destekler.
Norman Cousins, kahkahanın gücünü çok önce, Dr. Albert Schweitzer'in
Lambarene'deki ünlü hastanesine yaptığı pek çok ziyaret sırasında anlamıştı.
Şöyle yazıyor:
‘Schweitzer, mizahı, ısının, nemin ve tansiyonun düşürülmesi için bir tür
sıcaklık terapisi olarak uyguluyordu,. Aslında mizahtan, faydalanışı öyle
sanatsaldı . ki, birisi onun, kahkahayı müzik aleti olarak kabul ettiği sanısına
kapılabilirdi.
Yaşam genç doktorlar ve hemşireler için kolay değildir... Dr. Schweitser bunu
biliyordu ve onların ruhlarını doyurmak işini üstlendi. Yemek saatlerinde,
çalışanlar hep biraraya geldiğinde, Scrvvveitzerin hep yemeğe eşlik edecek bir
ya da iki eğlenceli öyküsü olurdu. Akşam yemeklerindeki kahkahalar neredeyse en
önemli boşalma Yöntemiydi. Personelin, onun mizah gücüyle dinlendiğini görmek
olağanüstüydü.’
122
Stonford Tıp okulundan Dr. VVilliam Fry, Jr., kahkahanın bir fizik egzersiziyle
benzerliklerini gösteriyor: Soluk soluğa kalırsınız, kalp atışlarınız hızlanır,
kan basıncı artar, nefesleriniz hızlanır, oksijen tüketimi artar, yüz ve mide
kaslarınız çalışır... Karaciğer, mide, pankreas, dalak ve safra kesesinin hepsi
harekete geçer.
Kısaca tüm sisteminiz canlandırıcı bir hareket kazanır.
Kimilerimiz kendini çalışmaya öyle çok kaptırır ki, çabucak geçen bu hoş
dakikaları yakalama fırsatı ellerinden kayıp gider. Eğer kahkaha, depresyona
karşı, çalışmaların ortaya koyduğu kadar önemli bir panzehirse, kötümserlikten
daha fazla iyimserliğe kaymak isteyen kişiye, her gün, eğlence için zaman
ayırmasını önermek yerinde olur. Pek çok sanatçının çalıştığı bir iç tasarım
firmasının ortağı bir kadın tanıyorum. Bir insanın, ilişki kurmakta problem
yaşayan primadonnalar bulmayı bekleyebileceği bir yerdi. Bu firma, gerçekten iyi
bir morale sahipti, çalışanları içtenlikle bir başkasıyla çalışmaktan mutlu
görünüyordu. Daha sonra eşim olacak bu kadını her sabah işe giderken
izlediğimde, şirketin birlik ruhunun bazı nedenlerini görebiliyordum. Evden, gün
boyunca insanlarla anlaşmak, onlarla sevgi alış verişinde bulunmak, eğlenmek ve
gülmek için kararlı bir şekilde ayrılıyordu.
Richard Hanser, Lincoln'un iç savaş yıllarını yazarken şöyle diyor: ‘Gülmece
onun, kanlı felaketler ve acı karşısındaki siperiydi. Rüzgarda havalanan ince
geceliği içindeki zayıf, uzun vücudu, gece yarısı Beyaz Saray
123
çevresinde dolanır, daha yeni okuduğu eğlenceli bir öyküyü paylaşacak hâlâ henüz
yatmamış birilerini arardı.’
Hanser, 1822 yılının 22 Eylül günü Savaş kabinesinin özel bir oturum için Beyaz
Saray'a çağrılmasını anlatarak devam ediyor. ‘Başkan bir kitap okuyordu ve içeri
girdiğimde beni neredeyse fark etmedi.’ Savaş Bakanı Stanton, daha sonra şöyle
yazacaktı. ‘Sonunda bize döndü ve dedi ki, 'Baylar, hiç Artemus Ward okudunuz
mu? Çok komik olan bir bölümü okumama izin verin.'‘
Başkan High Handed Outrage at Utica adlı skeci yüksek sesle okudu. Stanton
öfkeliydi fakat Lincoln okumaya devam etti. Ve sonuna geldiğinde içten bir
kahkaha attı. ‘Beyler, neden gülmüyorsunuz? Gece gündüz bu korku dolu
gerginlikle eğer gülmeseydim ölürdüm, sizin de bu ilaca benim kadar ihtiyacınız
var.’
Sonra masanın üzerinde duran uzun şapkasına uzandı ve içinden bir kağıt
çıkartarak okudu. Bu bir özgürlük duyurusuydu. Stonton etkilenmişti. Ayağa
kalktı, Lincoln'un ellerini sıktı ve şöyle dedi: ‘Başkanım, eğer Artemus
VVard'un okuduğunuz bölümü, böylesi bir belgeye giriş anlamı taşıyorsa, kitap
arşive yerleştirilmeli ve yazarı azizleştirilmelidir.
124
Kural 3: Zorlu zamanlarda dahi kutlamalar düzenlemekte ısrar edin.
İngiliz fizikçi Sheila Cassidy bir yazısında, bir hasta evinde gülmenin ve
kutlamaların önemine değiniyor:
Her ne kadar tıbbi söylemde hasta evlerinin varlık nedeni, kanser tedavilerine
yanıt vermeyen kişilerin acı ve gözle görülür belirtilerini kontrol altına almak
için hizmet vermekse de, ölümü bekleyen biri için her zaman yapılabilecek
birşeyler vardır, bu sadece sabır ve destek vermek için yanlarında oturmak olsa
bile. Konuya uzak çoğu kimse hasta evlerinin ciddi yerler olduğunu düşünür;
fısıltı halinde konuşulan, hastalar ve aileler kaçınılmaz anı beklerken
bakışların birbirinden kaçırıldığı biraz bunalımlı bir yer. Hiçbirşey gerçekten
bu kadar uzak olamaz. Hasta evlerinin konusu yaşam, aşk ve gülmektir; çünkü
buralar iki sarsılmaz inanç üzerine kurulmuştur: Birincisi, yaşam o kıymetlidir
ki, her dakikası dolu dolu yaşanmalıdır; ikincisi, ölüm yaşamın açıkça
yüzleşilecek ve gergin ellerimizle selamlanacak basit bir parçasıdır. Hasta
evindeki yaşamın ayırdedici özelliklerinden biri kutlamadır: Bir doğum günü ya
da yıldönümü kokusu alındığında kekler pişirilir, şampanyalar patlatılır;
yöneticiler, hemşireler ve gönüllüler, hastalar ve aileleriyle kadeh tokuşturur.
125
Kural 4: Ruhunuzu canlandırmak için canlı müzikler dinleyin.
Neden Japon firmaları hergün işe başlamadan önce çalışanlarına şarkı söyletip
jimnastik hareketleri yaptırırlar? Çünkü yöneticiler bu tür egzersizlerin
işçilerin tutumlarını değiştirebildiğini öğrenmiştir. Müzik iyimser düşünceye
önemli bir uyarıcı olabilir. Kiliseler, ayinlerinde her zaman şarkıya yer
verirler, ve şarkı tüm topluluk tarafmdan söylendiğinde, korodan dinlendiği
zamankinden daha etkili olur. Müzik kişinin inancını güçlendirir.
Dr. Donn Moomavv, bir gün grubuna, Colorado'daki Espen bölgesine yaptığı
ziyareti anlattı: ‘O muhteşem gün batımmda ve sabahın erken saatlerinde
(Espen'in) karlı sokaklarında yürürken dahi mutsuzdum. Karamsarlıktan kurtulmak
için bir sürü şey denedim, ve şarkı söylemeyi deneyene kadar hiçbiri işe
yaramadı. Çok iyi bir parça değildi, eski bir futbol oyuncusunun sesiyle
söylenen basit bir kilise şarkısıydı. Fakat, şarkı söylemeye başlayıp,
duygularım sözcüklerden müziğe aktığında, kendimi daha iyi hissetmeye başladım.
Genç bir adam, işten atılmıştı ve dünyanın sonunun geldiğini düşünüyordu.
‘Gençliğin vermiş olduğu kötümserlikle, bir daha asla iş bulamayacağımı
düşünüyordum. Başarısızlıkla mimlenmiştim. O akşam, New York Filormani
Orkestrasının konserine gitmek üzere bir arkadaşımla randevum vardı. İster bir
işte çalışıyor ister işsiz olayım, gitmekte kararlıydım. İlk önce, müzik
126
yalnızca gerginliğimin taştan duvarına çarptı. Ancak programın son parçası olan
Brahms'm Birinci sen-fonisiyle konseri ciddi bir şekilde dinlemeye başladım.
Günün olayını daha serinkanlı bir şekilde ölçüp biçtim. O kadar da önemli miydi?
Yapacak hiçbir şey yok muydu? Eve yürürken, umutsuzluğun kasvetli örtüsünün
ağırlığı hafiflemişti. Bir şekilde, bir başka iş bulmayı başaracaktım.’ Genç
adam kısa zamanda bir iş buldu ve büyük bir başarı elde etti.
Kral Saul, mutsuz olduğunda, düzenli olarak genç David'i kendisine harp çalması
için çağırır ve hüznü dağılırdı. Horace müzikten ‘yaraları iyileştiren bir
merhem’ olarak sözederdi. The Mourning Briddde (Yaşlı Gelin), Congreve, ‘Müzik,
vahşi bir canavarı yatıştıran bir büyüye sahiptir’ der. Colridge ise ‘Onunla
fiziksel olarak yenileniyor ve güçleniyorum...’ ifadesini kullanır. Müziğe özel
bir yeteneği olmayan Goethe de müziğin, ‘tehditkar yumrukların dostça açılan
parmakları gibi’ kendisini anlattığını söylüyor.
Kural 5: Canlı yürüyüşlere çıkın.
Mutsuzluğun en iyi panzehirlerinden biri güçlü fiziksel egzersizlerdir. Bazı
mutsuzlar için terapi toplantılarını büromun çevresindeki sokaklarda gezinirken
yaparım. Sık sık bunun Ortodoksluğa uymayan bir yaklaşım olduğunu, daha fazla
mutsuz olup sandalyeden kalkamayacak kadar yorulduklarını söylerler. Bazen şöyle
demem gerekir. ‘Evet, hadi bir blok yürüyelim, sonrası
127
çok gelirse, geri döneriz.’ Bir kere dışarı çıkıp hareket ettiler mi, genellikle
kendilerini bu denli iyi hissetmeleri karşısında şaşırırlar, sonuçta bir saat
boyunca yürürüz.
Californiya Eyaletinin Long Beach bölgesinde bir araştırmacı olan Robert Thayer,
bu yakınlarda üniversitenin kafeteryasına bir ziyaretçi götürdü.
‘Şekerleme ve kahve stoğu yapıyorlar’diye işaret etti. 9.30 daki dersleri için
uyanmak amacıyla çikolata alıyorlar. Fakat üretimi nasıl da karşılarına
aldıklarını bilmiyorlar. Thayer bir çalışmasında şeker yemekle, on dakika canlı
bir yürüyüşe çıkmayı kıyaslıyordu. Her ne kadar iki yoldan da morali olumlu
etkileyen sonuçlar alındıysa da, şeker yiyen kişiler, bir saat sonra daha da
yorgun ve gergindiler. Diğer taraftan, yürüyüşe çıkanlar, yüksek morallerini
korumuşlardı.
Bu, konuyu kapatmadan önce, üzerinde düşünme ihtiyacı duyduğumuz ilginç bir soru
uyandırıyor: İyimserler davranışlarından dolayı mı sağlıklılar, sağlıklı
oldukları için mi iyimserler.
Michigan Üniversitesi psikologu Cristopher Peter-son 172 kişinin ne kadar
iyimser ve kötümser olduklarını ölçtü, bir yıl sonra da onlara geçirdikleri
hastalıkları sordu. Peterson, kötümserlikle sonradan gelen hastalıklar arasında
büyük bir bağlantı yakaladı. Kötümserler, iyimserlerden bir yıl içinde iki kat
daha fazla hastalık geçirmiş ve muayene olmuştu.
128
Dr. George E. Vaillont, 1940'lı yılların ortalarından bu yana, yüzlerce Harvard
mezununun fiziksel ve ruhsal sağlıklarını izliyor. Elde edilen veriler yirmi
yaşından altmışına kadar her 5 yılda bir yapılan geniş çaplı fiziksel testlerin
sonuçlarını da kapsıyor. Buna göre 99 kişi araştırmacılar tarafından kötümser
bulundu ve iyimserlere göre 45-60 yaşları arasmda daha fazla hastalandıkları
belirlendi. Garip bir şekilde, kişinin tutum ve davranışları yirmi ile yirmibeş
yaşları arasında sağlığı etkilemiyordu. Fakat araştırmacılar, yirmi beş yaşında
güçlü bir bünye ve sağlıklı bir vücuda, aynı zamanda kasvetli ve hastalıklı bir
tutuma sahip biririn sağlığının, orta yaşlarda çökmeye başlayacağını tahmin
etmekte zorlanmıyor.
Başka araştırmacılar daha ciddi bir konunun üzerine eğildi ve göğüs kanseri
nedeniyle ameliyat olan 96 kadın hakkında incelemelerde bulundu. Ameliyattan üç
ay sonra kadınlara hastalıklarının doğasını ve ciddiyetini nasıl gördükleri ve
yaşamlarını ne yönde etkilediği soruldu. Beş yıl sonra, kadınlardan iyimser
davranarak, mücadeleci ruhlarını ayakta tutan yüzde yetmiş beşi hayattayken,
acılara katlanan, ya da çaresizlik içindeki kadınlardan yarısından azı
yaşıyordu.
Bu, olumlu bir tutumla kanseri yenebileceğinizi mi kanıtlıyor? Elbette hayır.
Çok sayıda iyimser kanserden ölüyor; zihinle vücut arasındaki ilişkiye dair tüm
veriler elde edilmesi uzun zaman alacak. Örneğin bu araştırmada neden ve sonuç
tam olarak açık değil. Kötümserler felaketleri kendileri mi yaratıyor? Ya da,
129
Kanser gibi hastalıklara yakalandıkları için mi kötümser oluyorlar? Elimizde
kötümserlerin iyimserlerden daha fazla içki ve sigara içtiklerini, daha az
egzersiz yaptıklarını gösterir sağlam veriler var. Sonuç olarak, psikologların
uzun zamandır ilgisini çeken aynı soruya geliyoruz: hastalarımız, olumsuz bir
ruha sahip oldukları için mi böyle yaşıyor, yoksa böyle yaşadıkları için mi
olumsuz bir ruha sahip oluyorlar?
Kuşkusuz iki yönlü bir durum. İnsanların sorunlu bir yaşamları olduğunda,
kötümser olmaları için iyi bir nedenleri var demektir. Diğer taraftan,
araştırmalar kötümserlerin yaşamlarını darmadağın ettiklerini ve durumlarına
çare olacak şeyleri yapmakta başarısız olduklarını gösteriyor. Sonuçta, daha
iyimser olmak isteyen biri için neden ve sonuç ilişkisi gerçekten akademik bir
konudur. Aslolan, ruh halimizi kısa yürüyüşlere çıkmak gibi basit eylemlerle
iyileştirebildiğimiz, sağlıklı insanlar gibi davranarak sağlığımızı
geliştirebildiğimiz ve neşeli olarak daha iyimser hale gelebildiğimizdir.
VVilliam James doğru söylüyor: ‘Eylem, duyguyu izliyor gibi görünür ama gerçekte
eylem ve duygu birliktedir.’
130
‘Hangi yaşımda olursam olayım,, ateşin yanıbaşına gelip sadece izlemek beni
mutlu etmeyecek. Yaşam, yaşamakla anlamlandırılır. Kişi asla, hangi nedenle
olursa olsun, yaşama sırt çevirmemelidir. ‘
ELEANOR ROOSEVELT
‘Başarmak, dünyadaki işin bitirilmesidir, tıpkı çiftleşme biter bitmez dişisi
tarafından öldürülen erkek örümcek gibi. Aralıksız yeniden doğuşları severim,
hedefler arkada olmadan, öne alarak.‘
GEORGE BERNARD SHAW
KAPASİTENİZİ GELİŞTİRMEK
İyimserleri dünyanın geri kalanında farklı kılan ayırt edici özellik şudur: Yaşı
dikkate almadan, kişisel olarak, en iyinin yapılmayı beklediğine ilişkin inatçı
bir inanışları vardır. Dokuzuncu özellik şudur:
iyimserler, hemen hemen sınırsız bir esneme kapasiteleri olduğuna inanır.
Sporun belki de en değerli yanı, bu tür hareketlerin, gerinme yetimizi bize
göstermesidir. Dikkatli alıştırmalarla vücudumuz, kısa zamanda tahminimizin de
ötesinde gerginleşip kondisyon kazanır. Geçmiş yıllarda bazı uzmanlar, insan
vücudunun hız, güç ve dayanıklılık sınırına ulaştığı ve sporda yeni rekorların
kaydedilemeyeceğini söyleme hatasına düştüler. Uzmanlar daha fazla bu tür
tespitlerde bulunmadı. Çünkü birileri dünya rekorlarına yenilerini ekliyordu.
Örneğin, son yıllarda kadınların gelişimini gösteren bir isim çok önemli isim
indexinde muhtemelen hiçbirşey, Ingrid Kristiansen'in 1989 New York maratonunda,
2 saat 25 dakika 30 saniyeyle kırdığı rekor kadar olağanüstü değildir.
Kristiansen, bu sonuçla sadece o gün bitişe ilk ulaşan kadın olmakla kalmıyor,
aynı zamanda sadece yirmi yıl içinde kadınlara ait rekorun bir saatten fazla
geliştirilebileceğini kanıtlıyordu. Derecesi, Olimpiyat maratonunda derece elde
eden erkeklerin yarısından ve 1970 yılı New York maratonunda koşan erkeklerin
tümünden daha iyiydi.
133
Beynin Genişleme Kapasitesi
Usta makale yazarı ve yıllarca New York, Sloan-Katte-ring Kanser merkezinin
başkanı olarak görev yapan Lewis Thomas, dikkatinin büyük bir kısmını beyne
ayırır. Medusa and the Snail adlı eserinde tek bir spermin yumurtayla birleşerek
üç kilo ağırlığında bir bebek haline gelmesi üzerine kafa yorar. Asıl olağanüstü
olan, herbirinin tek hücreyle başlayıp, daha sonra ikiye, dörde sonra sekize
bölünüp, belli bir aşamada kendi neslinden bir hücre kümesi olarak insan beynine
ulaşmasıdır.
Thomas şöyle yazıyor: ‘Sadece bu özel hücrelerin varlığı, yeryüzünün en hayret
verici şeylerinden biridir. Bir grup hücre trilyonlarca hücreye, muazzam düşünce
ve imgelem aygıtlarına; okumak, yazmak ve piyano çalmak için gereken tüm
verilere dönüşür.
Beynin kapasitesi hemen hemen sınırsız gibidir. Beyindeki hücre sayısından kimse
emin değil, ancak on, yirmi milyar arasında değiştiği tahmin ediliyor. Bunlardan
herbiri, bir hücreden diğerine elektrokimyasal mesajlar aktaran mikroskobik
kıvrımlar kümesine sahiptir. Siz bu sayfayı okurken bu elektrik düğmelerinden
milyonlarcası, bu düşünceleri özümsemenizi, bunlarla geçmiş deneyimleriniz
arasında bağlantı kurmanızı, resimler oluşturup verileri dosyalamanızı sağlamak
için açılıp kapanır. Michigan üniversitesinde nörofizik uzmanı olarak görev
yapan Dr. Ralph W. Gerary, 70 yıl
134
süren etkinliğin ardından, beynin en az 15 trilyon bilgi kümesine sahip olduğunu
tahmin ediyor.
Siğil Ve Akım Gücü
İyimserler, kendi beyinlerinin başkalarınınkinden mutlaka daha iyi olması
gerektiğini düşünmezler. Hepimizin belli başlı şeylerle başa çıkabilecek kadar
akla sahip olduğumuza inanırlar.
Basit bir siğili alın. Uzman tarafsız araştırmacılar tarafından kılı kırk
yararak yapılan çalışmalar, siğillerin sadece ‘düşünmek’ denilebilecek bir
Yöntemle yok olabileceğini gösteriyor. Bir çalışmada, vücutlarının her iki
yanında da başa çıkılmaz siğiller olan 14 hasta hipnotize edildi. Bu Yöntemle
vücudun bir tarafındaki siğillerin tümünün yok olacağı öne sürülüyordu. Bir kaç
hafta içinde alınan sonuçlar tartışmasız bir şekilde olumluydu. Hastada
öngörülen bölgedeki siğillerin hepsi ya da tamamına yakını kaybolurken, kontrol
altındaki bölgede her zamanki kadar çok siğil vardı.
Bu çalışmayı irdeleyen Lewis Thomas, bilinçaltından dağıtılan talimatların
doğasını çözmeye çalıştığını söylüyor. Bilinçaltı, çeşitli lenf hücresi
gruplarına emirler göndererek, bir bölümdeki siğilleri ortadan kaldırılırken
diğerlerine dokunulmaması için doğru yönde görevlendiriyordu. Ve Lewis ancak şu
sonuca varabildiğini söylüyor: ‘Bilinçaltım, benden çok daha fazla ilerde.’
135
İyimserlik Ve Yaşlılık
İnsan zihni ve vücudun genişleme kapasitesine ilişkin bu veri ile yaşlı
insanların dermansızlıklarının tedavisi arasında büyük bir ilişki vardır.
Yaşlıların yüzde on beşi dermansızlık çeker ki, toplam nüfusta oran bunun iki
katıdır. Bu şaşırtıcı değil çünkü yaşlandıkça, artık yapamadığımız şeyler
saplantı haline gelmeye başlıyor. Şüphesiz yaşlandıkça kuvvetimiz azalıyor.
Örneğin vücut çevikliğini kaybediyor. Fakat eğer sürekli bunlardan
sızlanacaksak, çok öncelerden başlamamız gerekir. Gözlerimiz on yaşında
yaşlanmaya başlar, kulaklarımız yirmi yaşında... Otuz yaşına geldiğimizde kas
kuvvetimiz, tepkilerimiz ve üretim gücümüzün hepsi inişe geçmeye başlamıştır.
Diğer taraftan zihnimiz elli yaşında bile genç kalabilir. Seksen yaşında, otuz
yaşındayken olmayan birşeye sahibizdir: deneyim.
Wall Street Journal, para toparlamak için (yılda 5 milyon dolar kazanıyordu) 60
yıl çalıştığı New York avukatlık şirketinden 88 yaşında yeni bir şirket açmak
üzere ayrılmaya karar veren Harry Lipsig'in öyküsünü anlatıyor. Lipsig'le,
mahkemede görülen davaların ağırlığını taşıyıp taşıyamayacağını sorgulayan genç
meslektaşları arasında bazı farklılıklar vardı. (Bir yargıç, Lipsig'in, genç
meslektaşlarına göre ‘yaşlı bir kurt’ olduğunu söylediğini anımsıyor.)
Sonuçta 1988 yılında bir ara, Bay Lipsig ilk kişisel davasına bakma kararı aldı.
İşte gazetenin analizi:
136
Davacı New York kent yönetimini dava ediyordu, çünkü alkollü bir polis görevlisi
devriye arabasıyla yetmiş bir yaşındaki eşine çarparak ölümüne neden olmuştu.
Kadın, yönetimin kendisini, eşinin gelecekteki saklı kazancından yoksun
bıraktığını savunuyordu. Yönetimse 71 yaşındaki adamın saklı kazancının çok az
olabileceğini. Davacı için kendisini mahkemede seksensekiz yaşındaki bir
avukatın savunmasından daha iyi nasıl bir delil olabilir? Mahkeme davalıya 1.25
milyon dolar ödenmesini kabul etti.
Lipsig yeni şirketine tek bir ortak ve yönetici vasfında bir yardımcıyla
başladı. 17 telefon hattıyla donanan geçici bürosunda Lipsig, daha mutlu
olamayacağını söylüyordu. Hafızası bir zamanlar olduğu gibi değildi, kabul
ediyordu, fakat müşterilerle görüşmelerinde yardımcıları ona bazı şeyleri
hatırlatmak için yanında oluyordu ve davalarda danışman olarak yardım edecek çok
sayıda firmayla bağlantı kurmuştu.
Emeklilik? ‘Asla’ diyordu. Bu süre içinde birkaç doktor bunu ona önermişti, bu
tavsiyeleri gülümseyerek dinlemişti, ama şimdi aralarında hayatta olan yoktu.
Samvel Ullman, kimsenin sadece bir kaç yıl fazla yaşayarak yaşlanmadığını
söylüyor, insanlar ideallerini terk ederek yaşlanıyor. İyimserler, yaşlılığın
alıp götürdüklerine saplanıp kalmalarına izin vermezler. Öğrendikleri yeni
şeylere, edindikleri yeni becerilere ve destekledikleri yeni projelere dört elle
sarılırlar. Genellikle yaşamak adına yaptıkları işlerden hoşlanırlar ve geleceğe
137
dair büyük girişimleri vardır. Emekli olmaları sadece alan değiştirmeleridir.
Konrad Adenauer, seksen yaşında halen Batı Almanyanın başbakanıyken, nezleye
yakalanarak yatağa düştü. Doktoru ‘Bir sihirbaz değilim. Yani seni yeniden
gençleştiremem,’ dedi. Yeniden işinin başına dönmek için can atan Adenauer
yanıtladı. ‘İstediğim bu değil. Yeniden genç olmak istemiyorum. Tek istediğim
yaşlanmaya devam edebilmek.’
Solan Güzellik İkilemi
Belki de yaşlılığa karşı en güçlü mücadele atletler ve aktörler tarafından
verilir, farklarını fiziksel yetenek ve çekicilikleriyle ortaya koyan ‘muhteşem
insanlar’... Zirvelerdeki bir sporcunun vücudunun çöküşünü izlemesi, adının
geçmişte kaldığını bilmesi kadar acı bir şey olamaz. Ya da gece geç saatlerde
gösterilen filmlerde hâlâ genç hali görülen bir aktrisin, yıllara ödediği bedel
nedeniyle artık halk önüne çıkmak istememesi kadar...
Elli yaşına kadar yetmiş beş filmde rol alan Sophia Loren şöyle diyor:
‘Gençliğin kaynağı: akimiz, becerileriniz, yaşamdaki yaratıcılığınız ve
sevdiğiniz insanların yaşaması... Bugün kadınlar, annelerinin yapmayı akıllarına
bile getirmedikleri şeyler yapıyor. Yaşı ne olursa olsun kadınlar için her zaman
bir gelecek vaadeden
138
böyle bir dönemde yaşadığım için kendimi şanslı sayıyorum.’
Browning'in ‘Rabbi Ben Ezra’ şiirinde şöyle bir beyit vardır:
Benimle birlikte yaşlan,
En iyi henüz yapılmayı bekliyor.
Bazı huysuz kimseler bu tür konuşmalara alaycı yaklaşır ve Browning'in yaşlılık
cehenneminden haberi olmadığını söylerler. Bu idealizmin doğruluğunu, büyük bir
hayranlık duyduğum seksen üç yaşında ve ‘beş ayrı tıp uzmanını meşgul ettiğini’
söyleyen arkadaşım üzerinde denemeye karar verdim. Şiiri ona okudum ve bunun
yalnızca duygusallık olduğunu mu düşündüğünü sordum.
Oturdu ve bir an düşündü. ‘Brovvning biraz abartmış olabilir,’ dedi. ‘Yaşlılık
hanım evlatlarına göre değildir.’ Sonra gözleri ışıldadı. Bu yılları, tek
yaptığı pencere kenarında oturup kaderine lanet okumak olan aksi bir yaşlı
adamla geçirmektense ‘Gel, benimle birlikte yaşlan; en iyi henüz yapılmadı,’
diyen biriyle yaşamayı tercih ederim.’
139
‘Aşk insanın nihai sorusuna nihai yanıttır. ‘ ARCHIBALD MACLEISH
10 İYİ
AŞK İYİMSERLİĞİ NASIL BESLER
Bunalıma giren pek çok insan, inzivaya çekilir, karanlığa gömülüp etrafında bir
koza örer ve arkadaşlarıyla görüşmeye son verir. Bu yapılabilecek en kötü
şeydir. Olumlu bir ruh halini harekete geçirmenin en iyi yolu nedir sorusuna,
Güney Metodist Üniversitesinin klinik psikologu Lee Anna Clark şöyle yanıt
veriyor: ‘Buna inanamazdım ama tüm deneklerimde doğruluğu ortaya çıktı.
Haklarında bilgi alınan kişilerin yüzde seksen ikisinin sosyalleştiklerinde daha
iyi bir ruh haline kavuştukları ortaya çıkıyor.’
Tanıdığım güçlü iyimser insanlar üzerinde dikkatle kafa yorduğumda,
ilişkilerinin derinliği ve kapsamı beni afallattı. Nasıl da seviyorlardı... bir
sürü şeyi tutkuyla seviyorlardı. Spor, doğa, müzik. Fakat hepsinden de fazla,
insanları seviyorlardı. Çocuklarla coşkuyla ilgileniyorlar, başı derde girmiş
insanlara yardım eli uzatıyorlar, dokunuyor ve sevişiyorlar. Diğer insanlara
duyulan bu hayranlık ve sevgi, iyimserliklerine de bir açıklama getiriyordu.
Sonuç olarak dokuzuncu karakteristik:
İyimserler hayatlarında çok sayıda sevgi yaratır.
Sevgiyi, güzel, esprili ve karizmatik kişilerdense, sevgiye dikkat ayıran,
bulduklarında ona değer veren, uzun soluklu ilişkilerde serpilmesi için emek
harcayan kişilerde gözlemleyebilmek benim için sıradışı bir durum değil. Anais
Nin şöyle yazıyor. ‘Aşk doğal ölümle sona ermez. Kaynağını nasıl
yenileyebileceğimizi bilmediğimizden,
143
körlük, hata ve ihanetten dolayı biter.’ Ve yazar Robert Anderson da, evlilikte
aşk üzerine şunları söylüyor: ‘Bir haftayı dolduran evliliklerde boşanmak için
zeminler vardır. Püf noktası evlilik için zemin yaratmak ve yaratmaya devam
etmektir.’
Tarihçi Will Durant, mutluluğu nasıl bilgide, seyahatte, zenginlikte aradığını
ve sonuçta elinde sadece hayal kırıklığı kaldığını anlatıyor. Bir gün, trene
binerken hızla geçen bir sahneye tanık olur: Bir kadın ufacık bir arabada
kollarında uyuyan bir bebekle oturmaktadır. Bir adam trenden iner, arabaya
yürür, önce incelikle kadını, sonra uyandırmaktan kaçınırcasına bebeği çok
yumuşak bir şekilde öper. Daha sonra aile arabalarıyla uzaklaşırken Durant,
‘Hayatın tüm normal işlevleri içinde tat barındırdığını’ fark etmenin
şaşkınlığını yaşar.
Richard E. Byrd, Ross sınırının kutup buzullarında öleceğine inandığında,
mutluluğa dair şunları yazmış: ‘Hayatın basit, yalın ve gösterişsiz noktalarının
aslında en önemliler olduğunu anlamakta başarısız olduğumu farkediyorum. Kişi
kendisiyle ve aile çevresiyle anlamlı bir uyum yakaladığında barışa ulaşıyor.
Sonuç olarak, kim olduğuna kayıtsız kalan kişinin gerçekten iki derdi oluyor:
Ailesine şefkat ve anlayış göstermek...
Bili Cosby, yirmi altı yaşında, bir yılını yavaş yavaş aranmaya başlayan bir
komedyen olarak geçirdikten sonra, 19 yaşındaki üniversite öğrencisi Camille
Honks'la evlendi. Çok güzel, zeki, kültürlü, yetenekli
144
ve en az Cosby kadar güçlü arzuları olan bir kızdı. Bir aile arkadaşı şöyle
diyor: ‘O Cosby'nin kanatlarının altındaki rüzgardı.’
Bili Cosby ise şöyle söylüyor: ‘Şimdi çok mutlu bir hayatım var. Bu, derinden
bağlanmanın, tümüyle güvenebileceğim birinin varlığını bilmemin, ve güvendiğim
kişinin aynı zamanda sevdiğim kişi olmasının verdiği mutluluk. Onun gücü ve
yardımıyla, ancak daha iyiye gidebilirim, bunu istiyorum, çünkü—sesi titreyerek—
benimle gurur duymasını istiyorum.’
Sevginin Gerekliliği
Bağımsız bir varlık güçsüzdür, sevmek ve sevilmek arzusu ancak nefes almak kadar
bencilcedir. Lisa Berk-man, Berkeley'deki Kaliforniya Üniversitesi'nde bulunan
meslektaşlarıyla, dokuz yaşın üzerindeki 7 bin yetişkin hakkında bir çalışma
yaptı. Grup çalışmanın sonunda sosyal ilişkileri zayıf olanlarda ölüm oranının,
güçlü sosyal ilişkiler kuranlara göre iki ile beş arasında değişen oranda daha
yüksek olduğunu belirledi.
Sryracuse Üniversitesinde yürütülen bir çalışmada da Illinois, Rockyard'daki
dört yüz yetişkinin iyi alışkanlıkları araştırıldı. Buna göre, arkadaşları ve
komşuları tarafından düzenli olarak ziyaret edilen kişilerin, insanlarla az
vakit geçirenlere göre daha fazla iyi alışkanlık edinme eğiliminde oldukları
belirlendi.
145
İsrail kaynaklı bir çalışmada ise, yaşları kırk ve üzerinde olan on bir evli
adam beş yıl boyunca izlendi. Araştırmacılar Jach H. Medaline ve Uri Goldbourt,
kalp krizinin bir türü olan yeni ‘göğüs anjini’nin nedenlerini ortaya çıkartmak
istiyorlardı. Her birinin tıbben taşıdığı kalp krizi riskini hesapladıktan sonra
bir anket düzenlediler ve şu soruyu sordular. ‘Karınız size sevgisini gösteriyor
mu?’ cevap, büyük bir tahmin gücü ortaya koydu. Yüksek risk taşıyan, kan
kolestrolü yüksek, elektrokardiyografik düzensizlikler gösteren ve aşırı gergin
hastalar arasında, karısından sevgi ve destek görenlerin, karısı soğuk
davrananlara göre daha az göğüs anjini yaşadıkları belirlendi. (Binde 52'ye
karşılık binde 93.)
Hizmet Terapisi
Sevgi iyimserliği besler demekle ne anlatıyoruz? Böylesi bir sevgi bizi
besleyecek ilişkiler aramaktan daha öte bir şeydir. Gerçekten de sevgi sadece
bizim için değil, başkaları için de besin kaynağıdır. Sık sık bunalımlı
hastalarımın, yardım edebilecekleri kişilerle ilişki kurmalarını sağlamaya
çalışırım. Bir başkasına iyilik etmenin, hastalığı tedavi edici bir yönü vardır.
‘Yaşamak heyecan verici bir iştir,’ diyor. Hellen Voller, ‘Ve en çok da
başkaları için yaşandığında heyecan verici olur.’
Tanıdığım bilge bir papaza bir gün dul bir kadın danışarak şürkan günüde yalnız
ve bunalıma girdiği için çok üzgün olduğunu anlatmış. ‘Sana bir tavsiye
146
vereceğim’ demiş papaz ve ufak bir kâğıt parçasına, yoksul, gribe yakalanan
yaşlı bir çiftin ismini ve adresini yazmış. Açık bir şekilde, ‘Bu insanların
durumu senden çok daha kötü. Git ve onlar için birşeyler yap,’ demiş.
Kadın oradan homurdanarak ayrılmış ancak ertesi gün bir taksiye atlayarak
kendisine verilen adrese gitmiş. Çifti ufacık bir dairede bulmuş. Birbirleri
için zar zor yemek hazırlayabiliyorlarmış ve aralarından birinin bakım evine
gitmek zorunda kalmasından korkuyorlarmış. Kadın bu çift için Şükran yemeği
hazırlamaya karar vermiş. Bir sonraki hafta papazı görmek için döndüğünde artık
önünde yeni bir sıçrama tahtası varmış: ‘Yıllardır hindi pişirmiyordum; fakat
garnitürler için tüm gün alışveriş yaptıktan sonra yemeği hazırlamak için sabah
5'de kalktım. Şoförle birlikte hindiyi onlara götürdüğümüz an, benim için
yıllardır yaşadığım en güzel Şükran günüydü.’
Oscar ödüllü senaryo yazarı Robert Towne, 1982 yılında yaşamının nasıl güm diye
dibe vurduğunu anlatıyor. Hem eski eşiyle acı bir vesayet mücadelesini, hem de
‘hayasızca’ bağlandığı köpeğinin ölümüyle girdiği bunalımı aynı anda yaşıyordu.
‘Santa Monica körfezinin çöpleriyle dolu ısssız sahilde yürürken, elimde
hiçbirşey kalmadığını hissettim,’ diyor Towne. ‘Sahilde, eşiyle birlikte genç
bir adam vardı, bana yaklaştı ve şöyle dedi: 'Özür dilerim buraya geldik ama
otobüsler grevde—olduğundan biletlerimizi kullanamıyoruz. Bu hata nedeniyle
147
kasabaya dönemiyoruz. Bize yardım edebilir misiniz?' Elimi cebime attım ve
varolan tüm paramı ona verdim.
‘Bunun, birinin benim için yapabileceği en iyi şey olduğunu fark ettim. Kendimi
tamamen güçsüz hissediyordum, ve işte burada, bu sahilde kendisi için bir-şeyler
yapabileceğim genç bir adam vardı. Bu bana bütünüyle işe yaramaz olmadığımı ve
herşeyin bir şekilde düzeleceğini hissettirdi.’
Evlilik Dışındaki Sevgi
Kişinin mutlu olması için çocuklu bir evliliği olmalı şeklinde birşey ima etmeye
çalışmıyorum. Bu birbirinin sorumluluğunu alan, ilgilenen geniş bir aile
demektir ama böylesi herkes için mümkün olmayabilir. Bu nedenle dostluk akıl
sağlığı için çok önemlidir. Bunalıma girdiklerinde arkadaşlarından uzaklaşan bir
sürü insan görüyorum. Yalnızlıkları onları uzlaşmaz yapıyor ve uzlaşmazlıkları
arkadaşlarını itiyor. Ve bu süreç gittikçe derinleşen bir kısır döngü halini
alıyor.
Sonuç olarak Dr. Samuel Johnson'un tavsiye ettiği gibi, dostluklarımızı
yenilememiz, çeşitli nedenlerle bizden ayrılan dostlarımızdan boşalan yerleri
doldurmak için, düzenli olarak yeni dostlar edinmemiz gerekiyor.
Sevişmeden ya da bir aileye sahip olmadan yaşayabiliriz ama sevgisiz asla...
148
‘Olumsuz düşünenler yaratamaz... ‘ DALVIN COOUDGE
11 İYİMSERLER DÜŞMANLIKLA NASIL BAŞA ÇIKAR
‘Sanırım yanlış kişiyle evlendim’ dedi odamdaki genç kadın. Henüz iki yıllık
evliyiz ve evliliğimiz sarsılıyor.’
Çiftin anlaşmazlıkları ve tartışmaları hakkındaki küçük bilgileri biraraya
getirdiğimde, kadının hiçbir şekilde yanlış kişiyle evli olmadığı daha açık
seçik görülüyordu. Bu çiftin sadece birbirlerine karşı olumsuz duygularını
ilişkiye zarar vermeden dile getirme yolunu öğrenmeye ihtiyacı vardı. İnsanlar,
birbirlerine iyi davranışlar aşılamadan ve ara sıra fikir çatışmalarına düşmeden
aynı evde yaşayamaz ya da haftada saatlerce bir arada barınamazlar.
Düşmanlık Ve Öfke Arasındaki Fark
Sevgi, iyimserliğin gerekli bileşenlerinden biri olduğuna göre, bir başka
karakteristiğe geçmeden önce bu başlığa bir kaç sayfa daha ayırmalıyız.
Özellikle de, sevginin önündeki bazı engellerden söz edeceğiz: düşmanlık ve
durmadan eleştiri gibi.
Yakın çalışmaların çoğu aynı şeyi söylüyor: Dünyaya şüphe ve kinaye gözlükleri
arkasından bakan kronik düşmanlar, arkalarında sadece katliam silsileleri
bırakmaz, aynı zamanda kendi ömürlerini kısaltırlar. Duke Üniversitesi Tıp
merkezinde görevli intörn ve davranış ilaçları araştırmacısı Redford VVilliams'a
göre düşmanlık öldürme eğilimi taşır.
Otuz yıl önce San Francisco'lu iki kardiyolog Dr. Mey er Freidmen ve Dr. Ray H.
Roseman, hırslı, rekabetçi,
151
her zaman telaşlı ve işine dehşetli yoğunlaşan kişileri tanımlamak için ‘A TİPİ’
diye bir terim yarattı. Araştırmaları böyle bir kişinin kalp hastalıklarına daha
açık olduğunu gösterdi. Çoğumuz bu araştırmaya şüpheyle yaklaşıyordu, çünkü
meşgul ve kendilerini işlerine şiddetle adayan kişilerin genellikle mutlu ve
sağlıklı olduklarına kesin gözüyle bakılıyordu. Williams'ın çalışması ise, daha
önceki araştırmaların tartışılırlığını pekiştiriyordu. Williams başlıca A tipi
insanların riskte olduğunu gösteriyordu—öfkeli ve kindar insanların—çok
kullanılan bir psikolojik test olan, diğer şeylerin yanında kişinin kindarlık
derecesini ölçen Minnesota çok fazla Kişilik Sayımına (MMKS) dayanan Williams'a
göre, kindar tıp öğrencilerinin, kindar olmayanlara göre beş kat fazla kalp
krizi geçirme olasılıkları vardı. Benzer bir çalışmada, Güney Kaliforniya
Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde henüz öğrenci olan 118 avukata MMKS uygulandı.
En yüksek ölçüde kindarlık gösterenlerin otuz yıl sonra kalp krizi ya da başka
nedenlerden ölme olasılıklarının diğerlerinden 4.2 kat daha fazla olduğu
belirlendi.
Kindarlığın Panzehiri
Eğer kindarlık hissediyorsanız, bu konuda- ne yapabilirsiniz? Bu sorunun cevabı,
sinirlenmeden yaşamaya çalışmakta, tüm düş kırıklıklarınızı sineye çekmekte
yatmıyor. Hiç bir araştırma, öfkeyi zaman zaman dile getirmenin sağlıksız
olduğunu göstermiyor. Modern yaşamda, diğer insanlara dair düşkırıklığına
uğradığımız durumlarla karşılaşabiliyoruz, ve bunu uygun bir biçimde dile
getirmek kişinin sağlığı için iyi olabiliyor. Dr. Williams, kindarlığın kronik
olması ve kişisel bir özellik halini alması durumunda problem yarattığını
söylüyor.
Bunun panzehiri ise, Williams'ın deyimiyle ‘güvenilir bir yürek’ yaratmak. Daha
dostane bir karakter geliştirmek için de on iki adımlık bir yol çiziyor,
meditasyonla gevşemek gibi zaten gün gibi ortada olan adımların yanında,
önerilerinden şaşılacak kadar fazlasını, daha önceki bölümlerde tartıştığımız
kavramsal terapinin ardından ortaya çıkan sonuçlar oluşturuyor. Düşüncelerini
dinlemeyi öğrenen ve içinde, başkaları hakkında kindarlık ve alışkanlık halinde
bizi kötümserliğe iten eleştirel değerlendirmeler beslediğini fark eden kişiler,
bunların yerine daha sağduyulu karşılıklar koyabilirler. Örneğin, kata gelmekte
geciken bir asansörü meşgul ettiğini düşündüğünüz hayali kişilerin
düşüncesizliğine hiddetlenmektense, yolda bu kadar uzun beklemesine iyi nedenler
bulmaya çalışabilirsiniz. Williams ‘olayların genel durumunu diğer insanların
bakış açısıyla görmeye çalışın’ diyor. Empati dertli bir yüreği yatıştırabilir.
Burada asıl irdelediğimiz şey hoşgörünün erdemidir. Bir keresinde bir manastırın
duvarında şu yazıyı görmüştüm: ‘Sevgi, insan doğasını olduğu gibi kabul
edebilenleri bulur.’ İsa, bize, kendi gözümüzdeki kıymıkla uğraşmadan komşumuzun
gözündeki zerreciğe
152
153
dokunmamamızı söyler, bazen çok daha feci olan kendi zaaflarımız dururken
başkalarının zaaflarına sinirlenme eğilimimize gülmemizi ister. Kendi
kusurlarımızla ne kadar barışık olursak dünyaya karşı hoşgörümüz de o denli
geniş olur.
Anlama Gücü
Dr. Williams'ın, kindar insanların stresten kurtulma yollarını sıraladığı
listesinde, genellikle bir kardiyologdan duyamayacağınız bir kategori kullanır.
Bağışlamayı önerir:
‘Sizi aldatanları suçlayıp, onlara içerlemek ve intikam yolları aramaktansa,
size haksızlık edenlerin duygularını anlamaya çalışın. Küskünlüğü bir kenara
bırakıp, hak ettiği cezayı vermeyi amaçlamaktan vazgeçtiğinizde, öfkenin
ağırlığının omuzlarınızdan kalktığını, acınızın hafiflediğini ve haksızlığı
unutmanızda da faydalı olduğunu göreceksiniz.’
Hepimiz bağışlamakta, özellikle sevimsiz ve bize karşı aynı hataları yineleyip
duran kişileri, güçlük çekiyoruz. (İşin komiği, bu sevimsiz insanlar sevgiye en
çok ihtiyaç duyanlardır.) Williams, burada bize haksızlık eden kişinin
duygularını anlamaya çalışmamızı istemekle çok önemli bir noktaya parmak
basıyor. Çünkü, anlayış ve sevgi iki ayrı şey değil, aynı şeylerdir. Hepimiz,
ilk görüşmede arkadaşlığımızın insanlar tarafından reddedildiği deneyimler
yaşamışızdır, fakat daha
154
sonra, geçmişlerini daha yakından öğrendiğimizde ve kişiliklerinin diğer
yönlerini tanıdığımızda, onlara daha anlayışlı hale geliriz, bazı durumlarda
onları sevmeyi dahi öğrenebiliriz.
Öğrenmem Gerekenleri Çocuk Bahçesinde Öğrendim (AH 1Really Need to Knovv I
learned in Kindergar-ten) gibi kitapların usta yazarı Robert Fulghum, ‘İnsan
doğası hakkında bildiklerimiz arttıkça, insanlara şüphenin yararlarını daha
fazla sunar hale geleceğiz’ diyor.
Sık sık şişman, gösterişsiz çiftlerin ayağa kalkarak melekler gibi vals
yaptıklarını görmenin onu şaşırttığını söylüyor. ‘Sokaklarda böyle insanlar
görüp, onlara yukardan bakmaya başladığım zamanlarda, kafamdaki daha iyi bir ses
'dansçı olmalılar' diyor ve onlar hakkında daha iyi şeyler hissediyorum. Ve
kendi hakkımda da.’
Çalışanlarınızı Motive Etmek
Anonim şirket gruplarıyla konuşup Yönetim Kurulu Üyeleri ya da başarılı
yöneticilerle bir araya geldiğimde, her zaman işin sırrını sorarım ve genellikle
aynı yanıtı verirler: ‘İyi bir kadrom var.’
O zaman, şunu sormak gerekir: bu liderler diğerlerinin yapamadığını yapıp
yetenekli insanları nasıl bulacaklarını bildikleri için mi başarılı oluyorlar?
Bu belki de sırlarının küçük bir bölümü olabilir, fakat daha da
155
önemlisi, sanırım bu belirlemenin ardında yatan insan doğasının temel
görünümüdür. İnsanlara inanıyorlar, insanlarla çalışmaktan zevk alıyorlar ve
başkalarını yetiştirmekten büyük mutluluk duyuyorlar. Sonuçta, çalışanlarının
sarsılmaz sadakatini kazanıyorlar.
Bazıları, öz disiplinleri nedeniyle çabucak yönetici oluveriyor ancak kendi
doğrultularında olmayan çalışanlarıyla kısa sürede sorun yaşamaya başlıyorlar.
Şöyle düşünerek elemanlardan birine sinirlenmek kolaydır. ‘Neden bir an önce işe
girişmiyor ve ondan istediğim şeyi yapmıyor? İğrenç bir üretim için şimdiye
kadar birlikte çalıştığım herhangi birinden daha fazla nedeni var. Masasında
oturup kasıtlı bir şekilde beni engellemek için yollar düşünüyor olmalı. Onu
işten çıkarmanın bize ne kaybettireceğini merak ediyorum.’
Bu tür bir düşünce silsileleri, kısa zamanda geçse bile, mantıklı bir insanı
genellikle gereksiz bir öfke patlamasına itebilir ve zaten hassas olan
ilişkileri şiddetle yıkıma götürebilir. Daha iyi bir düşünce çizgisi şöyle
olabilir: ‘Şimdi şu genci harekete geçirmenin bir yolu olmalı. Zeki bir insan
ve istediğim gibi mesleğinde başarılı olmaya aday. O zaman şimdilik iyi niyetli
olduğunu ve bu kendini koyuvermişlikten kurtulmak istediğini varsayacağım. Eğer
onu işten çıkartıp yerine yeni birini alırsam aynı sorunları yaşayabiliriz. Bir
sonuca varmakta aceleci davranmadan, kendisine neyin zor geldiğini sormam
gerekir. Belki kafa kafaya verip onu şevklendirmenin bir yolunu bulabiliriz.’
156
Eylemsel iyimserler saf değildir, insanlar tarafından kandırılmazlar ama
insanların içindeki en iyiyi dışarı çıkartma yolunu bilirler.
İnsan Türüne İnanç
En iyi liderlerin, bireylerin saygınlığına yüce bir bakışları vardır. Ne yazık
ki, bazı insanlar yaşlandıklarında ya da hizmet alanında yılların deneyimini
edindiklerinde, insan doğası hakkında olumsuz hale gelip, her bireyin taşıdığı
değere saygı duymayı unutabiliyorlar. Bu sık sık pazarlamacılarda görülür, hatta
bakanlar, öğretmenler ve psikoterapistler arasında dahi yaygındır. Denetlediğim
genç terapistlerin, hastalarına gösterdikleri alçakgönüllülükte belli ayrım
yaftaları kullanmaları beni endişelendirir. Belki sadece olgun bir izlenim
yaratmaya çalışırlar, fakat bu terapistler, insanlarının geçmişiyle çok ilgili
gibi de görünmez ve bu kötüye işarettir.
Bir yandan da , önce bir aile doktoru, daha sonra bir psikiyatrist olarak kırk
yıldır ilaçla tedavi Yöntemini uygulayan ortağım Dr. Taz Kinney'i izliyorum.
Tanıdığım, muayenesi en haşin doktordur. Yine de dengesiz hastalarla uğraştığı
(çoğu zengin ailelerin ikinci ya da üçüncü kuşak üyesi) tüm bu yılların
ardından, hâlâ onların yaşamlarının günlük detaylarıyla içtenlikle ilgilenmeyi
sürdürüyor. Bunu biliyorum çünkü, yeni bir hastasını odasına alırken bazen kahve
makinasının yanında dikilir onları nasıl karşıladığını duyarım ve o,
157
hastasına iğne yapmak için hazırlanırken, espriler yapmaya da devam eder. Bu,
onlarla ilgili takdir edilecek birşeyler bulabildiğinin kanıtıdır ve
hastalarının hepsi iyileşmediği zamanlarda yıkılmaz. Büromuzdaki daha genç
terapistlerden bazıları, herkesi iyileştirmek için mesihvari bir planla
gelirler. Ve hastaları bekledikleri düzeyde iyileşme göstermediğinde büyük düş
kırıklığına uğrayabilirler. Bir aile doktoru olarak Dr. Kinney çok daha
sabırlıdır; bazen bir taşra doktorunun bürosundaki özdeyişlerden alıntılar
yapar: Doktorun İşi:
• Arasıra tedavi,
• Sık sık yardım,
• Sürekli tesellidir.
Akıl sağlığı Ulusal Enstitüsünün, bunalım geçiren hastalar için kullanılan
çeşitli biçimlerdeki psikoterapilerin karşılaştırmalı etkileri üzerine, uzun
zamandır beklenen çalışması çarpıcı açıklamalarda bulunuyor. Yirmisekiz terapist
ve 250 hastanın katılımlarıyla gerçekleştirilen uzun çalışmada dört tip terapi
karşılaştırılıyor. Bu tipler şöyle: (1-) ilaç tedavisi; îmipramiii'm.
kullanıldığı, ortalama antidepresant tedavi, (2-) kavramaya dayalı terapi (3-)
kişilerarası terapi, burada hastalara iyi bir sosyal ağ kurmaları öğretiliyor ve
(4-) doktorların hastalarına ilgi göstermelerinden biraz daha fazlası olan
klinik tedavi, artı yalancı ilaçlar ya da taklit haplar. Son metod en az
diğerleri kadar etkilidir. Hastalar, düzenli olarak yirmi ya da otuz dakika,
158
Kurallı bir psikoterapi uygulamayan ancak hastaların iyi ve kötü günlerinde
ilgili, samimi bir merak gösteren ve bekleme sürecinde ihtiyatlı davranan
doktora görünür. Açıkçası amaç, bunalımlı insana tutarlı bir ilgi ve şefkat
göstermek olduğu sürece kişinin hangi Yöntemi kullandığı o kadar da önemli
değildir.
İnsanlara karşı tutumumuz büyük ölçüde bize karşı tepkilerini belirler.
Seattle'da Pasifik Enstitüsünün kurucusu Lou Tice, ‘Hayatta istediğinizi elde
edemeyebilirsiniz, fakat beklediğinizi elde edersiniz,’ diyor. Eğer
müşterilerinizden, satışta olduğunuz için size ikinci sınıf insan muamelesi
yapmalarını, eğer ürünlerinizi aşağılayıp size fiyatlarınızın çok yüksek
olduğunu söylemelerini beklerseniz, muhtemelen bu olacaktır. Diğer taraftan,
eğer ürününüzü almaya ihtiyaç duyan ve size güvenmek isteyen insanlardan iyi
niyetli olmalarını beklerseniz, o zaman muhtemelen yanınızda olacaklardır:
anahtar beklentidir...
Yakınlarda, uçakta yanımda oturan bayana, psikoloji alanında çalıştığımı
söylemek gibi bir hata yaptım.
‘Öyle mi?’ dedi canlı bir şekilde. ‘Siz tam da konuşmak istediğim kişisiniz.
Kocam gerçekten bütünüyle yaşamdan kopuk.’ Ondan sonraki bir saat boyunca bana
Los Angeles'dan ne kadar nefret ettiğini ve kocasının içinde bulunduğu durumdan
kurtulup onunla Idaho, Ketchum'a yerleşmesi için ne kadar uğraştığını anlattı.
Los Angeles'm sisinden, kültüründen nefret ediyordu. Utanç verici suçlar
işleniyordu, trafik berbattı, kimse arkadaş canlısı değildi, herkes birbirini
159
aldatıyordu ve mahallelerine taşınan insanlar ayaktakımındandı.
Hoş bir kadındı, umarım Ketchum'da mutlu olur ancak, Los Angeles'daki sorunlu
insanlarda Ketchum'da da bulunduğunu farkettim. Öte yandan sevginin sahip
olduğumuz en büyük güç olduğuna inananlar, bölgeyi önem-sememeksizin,
çevrelerindeki insanlarda hoşlanacakları şeyler buluyorlar.
Hataların Aydınlanan Yüzü
Hayranlık duyduğum bir kadın, derli toplu mutfağında, geleneksel işaret ve
düsturlara pek yer vermezdi ama, yine de lavabosunun üzerinde şu özdeyiş
yazılıydı: ‘Sevgi hataları unutturur.’ İyimserler içlerinde kin beslemez ve
geçmiş hataların anılarını biriktirmezler. Bu sadece insan türüne geniş bir
bakış açıları olmasından değil aynı zamanda hataların doğası hakkında seçkin bir
düşünce sistemine sahip olmalarından kaynaklanır. Hataları sıçrama tahtası
olarak görürler.
Uygulamadan kaldırılmadan önce, IBM şirketine on milyon dolar kaybettiren bir
projenin mimarı, görüşme için toplantı odasına çağrılmıştı.
‘Sanırım istifamı isteyeceksiniz.’
‘İstifa mı, asla. Senin eğitimine daha yeni 10 milyon dolar harcadık.’
160
İyimser Bir Yaklaşım Sizi Daha Çekici Yapar
Sevgi konusu üzerinde sadece tek bir nedenle diğer tüm başlıklarda olduğundan
daha fazla tartışıyoruz, o da birinin sevgisiz asla iyimser olamamasıdır. Ancak
eğer daha fazla sevdiğinizde daha iyimser oluyorsanız, madalyonun diğer yüzünde
de daha fazla iyimserliğin size daha fazla sevgi kazandırdığını görürsünüz.
Son zamanlarda, yıllardır görmediğim bir hastamdan bir mektup aldım.
‘Beni hatırladın mı?’ diye yazıyordu. ‘Hani şu bir sevgilisi olamayan kadın .’
Onu iyi hatırlıyordum. Gözalıcı bir kadındı.
‘Erkekleri etkilemekte bir sorun yaşamıyorum’ diye başlamıştı ilk seansa.
‘Aslında bunun tam tersi oluyor. Fakat üç-dört hafta sonra ilişki bozulmaya
başlıyor. Bu öyle sık oluyor ki hatanın bende olduğuna inanıyorum.’
Oturumlar ilerledikçe, tavrının erkekleri ittiği kesinlik kazanmıştı.
Gençliğinde bir travma geçirmişti, alaycı ve kindar olmak için çok fazla nedeni
vardı. Tüm çekiciliğine rağmen, erkeklerin bir kaç gün sonra rüzgara kapılıp
gitmenin nedenini anlamak zor değildi.
Konuştukça, erkeklerle ilişkilerinde başarılı olmak yerine, yaradılışını
değiştirmek zorunda olduğunu bildiğini söylüyordu ve bunun olabilirliğine dair
umudu azdı (tipik bir kötümserlik örneği). Üç yıl önce bilinçaltının
derinlemesine incelendiği ve kişinin sinir bozukluğunun
161
giderilmesi için geleneksel yolların denendiği geniş çaplı bir terapiden
geçmişti. Bu kez bunalımının ve kasvetli görünümünün bilinçaltı nedenleri
üzerinde durmamaya karar verdik. Ondan kavramcı terapistler tarafından
kullanılan alıştırmalardan bazılarını yapmasını istedim ve düşünce tarzını
değiştirmesi yönünde her hafta belirli ev ödevleri verdim. Planlanan şey,
sevimli gibi davranmaya başladığında, kendisini daha sevimli hissedeceğini
varsayarak, görünürdeki davranışlarını değiştirmeye çalışmaktı. İlerlemek için
çok istekliydi, bütün oturumlarda çok çalışıyordu. Şaşırtıcı bir sürede
gülümseyen, gözleri parlayan bir kadın haline geldi.
Sık sık olduğu gibi, terapi sona erdiğinde o da rüzgara savruldu gitti. Onca
yıldır nerelerde olduğunu bilmiyordum. O nedenle heyecanla okumaya devam ettim.
‘Öğrenmekten memnun olacaksınız,’ diye yazıyordu. ‘Tom ve ben üç yıldır evliyiz
ve şimdilik iyi gidiyor. Daha yeni 3.5 kilo ağırlığında bir bebeğimiz oldu. Daha
iyi bir yaşam düşünemiyorum.’
Saint Paul, sevgiye dair ünlü şiirinde bize, katlanmaya değer üç şey olduğunu
söyler: kader, umut ve sevgi. İyimser bir ruh oluşturmak ve korumak için bu
üçüne de sahip olmamız gerektiğine kuşku yoktur. Paul, bu yapı taşlarından
hangisinin en önemli olduğu konusunda da yanılmıyor: sevgi.
‘Eğer sürekli işlerin kötüye gideceğini söyleyip duruyorsanız, bir kâhin olmak
için iyi bir fırsat yakalamışsınız demektir. ‘
ISAAC SİNGER
162
12
KONUŞMANIZ ZİHNİNİZİ ETKİLER
Thomas J. Peters ve Robert H. VVaterman, en çok satan kitapları in Search of
Excellance'da, Amerikadaki en iyi yönetilen şirketler hakkında rapor veriyor. Bu
yüksek moralli şirketler hakkındaki belirlemelerinden bir tanesi ‘iyi haber
alışverişinin’ yaygın olduğu. Üst düzey yöneticiler, olumlu anektodları
anlatmaya ya da teşvik edici bir istatistik aktarmaya zaman ayırmanın değerini
anlamıştır.
Bu her iyimserin dikkate değer bir özelliğidir;
iyimserler iyi haber alışverişinden hoşlanır.
Steve Bow, beş yıl boyunca Metropolitan Hayat Sigortası şirketinin kıdemli
başkan yardımcısı olarak görev yaptı, on üç eyaletten ve Metropolitan'ın batı
şube müdürlüğüyle birlikte bölgedeki beş bin kişiden sorumluydu. Bu beş yıl
içinde, ortalama bir yan şube iki kat büyüdü, yöneticiler ve tanıtım
temsilcilerinin geliri iki kat arttı ve toplam satışlar yüzde 235'e yükseldi.
Bir şirketin büyük bir bölümü nasıl bu denli geliştirilebilir. Bow, bu yöndeki
en önemli eylemlerinden birinin, başarı ortamı yaratmak ve korumak olduğunu
söylüyor. ‘Başarılarımızdan söz eder başarısızlıklarımızı en küçük oranda
küçültürüz. Olayların doğru yönde gittiği inancını yaratırız.’
İş toplantılarında zamanın büyük bir kısmının problemlerle boğuşmaya ayrılması
doğaldır, nihayetinde toplantının nedeni zorlukları tartışmaktır. Bu ciddi bir
taktik problemidir. Ekip toplantılarının en büyük nedenlerinden
165
birisi, birine, diğerinin coşkusunu aşılamaktır. Enerjinizi arttırmak için
toplanırsınız. Nasıl kor haline gelmiş parçaların alev alması için birbirine
değmesi gerekiyorsa, motivasyonu yüksek insanların da en üst düzeyde verimli
olmaları için omuzlarını böylesi insanlara sürmeye ihtiyaçları vardır. Bu
kişiler birbirlerinin gelişiminden sözetmekten, kutlamaktan ve bir başarı elde
edildiğinde, bunu yineleyebilmek adına nedenlerini ortaya çıkartmaktan
hoşlanırlar.
İyi haberleri yineleyici olma kararı evlilikleri ve aileleri de iyiye
götürebilir. Bir ara nefes kesen çekiciliğe sahip bir kadınla evli bir adam
tanımıştım, daha sonra adam, biraz ‘rüküş’ olarak bilinen bürosundaki bir kadın
için eşinden ayrıldı. Zıt bir tipolojiydi: karısını daha seksi ve genç bir kadın
için terk edeceğine tam tersini yapıyordu.
Onunla ‘makul bir şekilde konuşmak’ görevi verildi ama çok ilerleyemedim.
Kararını basit bir nedenle açıkladı. Eşinin olumsuzluğuyla daha fazla başa
çıkamıyordu. Akşamlarını, onun şikayetlerini dinleyerek geçiriyordu.
Restoranttalarken eleştirilerinin ardı arkası gelmiyordu. Sonunda bu kara
bulutlar ona çok gelmeye başlamıştı.
Dediğine göre yeni aşkı çok güzel olmayabilirdi ama o kadını, herhangi bir
nitelemeden uzak seviyordu. ‘Ağzını her açışı genellikle neşeli bir şeyler
söylemek içindir’ diyordu. ‘İşten sonra onunla akşam yemeğinde buluşursam bana o
gün işyerinde neler olduğunu anlatıyor. Eğer yolunda gitmeyen ya da onu rahatsız
166
eden bir şey olmuşsa bunu gizlemiyor ama çoğunlukla güzelliklerden, birinin
söylediği komik bir şeyden ve arkadaşlarından birinin sahip olduğu yeteneğe
duyduğu takdirden konuşuyoruz.’
Devam etti: ‘Onun nasıl biri olduğunu bir örnekle açıklamama izin verin. Küçük
bir lokantada yemek yiyorduk. Tam 'Ne kadar kasvetli bir yer, öyle değil mi?'
diyecektim ki, böylesine olumsuz bir tespit yerine o 'Ne dersin, küçük bir
lokanta için hiç de fena değil mi?' dedi.’
Şikayet Alışkanlığı
Şirketler, zaman zaman benden, başarısız olan, ancak yeniden kazanmayı
istedikleri düşük verimli yönetici ve pazarlamacılarıyla uğraşmamı ister. Bu
kadın ve erkeklerin oturup konuşmalarını dinlediğimde, söylediklerinin
kötümserliği ve alaycılığı karşısında sarsılırım. Birisi, ‘Elbette olumsuz
olacaklar, şirkette başlarının belada olduğunu biliyorlar,’ diyebilir. Fakat
korkarım durum hiç de sanıldığı gibi değildir; yenilgilerinin bir nedeni olumsuz
konuşma alışkanlığı olabilir. Bazı noktalarda açık bir şekilde, kötü koşullar,
kötü çalışma şartları, işlerinin kötü konumu hakkında yorumda bulunma
alışkanlığına kapılıyorlar. Belki ilk başta bunu sempati kazanmak adına yapıyor
ya da bu alışkanlığı diğer işçilerden kapıyorlar. Herhangi bir olayda olumsuz,
aksi biri haline geliyorlar ve işleri kötüye gitmeye başlıyor.
167
Böyle bir şartlanmaya acımamız mı gerekir? Kesinlikle hayır. Arkadaşlarımdan
biri yetenekli bir pazarlamacıydı ve tanıdığım en neşeli, coşkulu insanlardan
biriydi. Bunun yanısıra, annesi ve babasıyla sürekli ağız dalaşı yaparak ve
kavga ederek büyümüştü. Babası zeki bir adamdı ama işinden nefret eden ve
insanlarla geçinemeyen huysuzun tekiydi.
Pazarlamacı kadın şöyle diyordu: ‘Babamı seviyor, onun için üzülüyordum, ama
evde ne kadar çok huzursuzluk yarattığını da görüyordum. Onun gibi olmamaya
karar verdim. Çok gülecek, inanacak, coşkulanacağım şeyler bulacak ve
karşılaştığım insanlara verebileceğim iyi haberler edinmeye çalışacaktım.’
Arkadaşıma yenilmediği ve yılmadığı için mi bu denli iyimser olduğunu sordum.
‘Hayır’ diye yanıtladı. Herkes gibi ben de üzülüyorum. Fakat öyle kalmayı
reddediyorum. Bu düşkırıklıklarının beynimde kalıcı bir yer edinecek girinti
bulmasına izin vermiyorum. Bunu kontrol etmek için, etrafımdaki insanlara
söyleyeceğim şeylerde seçici olma yolunu kullanıyorum. Neşeli bir konu bulup
üzerinde bir kaç dakika konuşarak bunalımınızdan nasıl da çabucak kurtulduğunuz
şaşırtıcıdır, birdenbire ruh haliniz değişiverir.’
168
Bir Şikayetçiyle Nasıl Başa Çıkılır
Personeli motive etme konusunda verdiğim yönetim seminerlerindeki kahve
aralarında bana sık sık şunu söylerler: ‘Söyledikleriniz çok güzel, çok hoş, ama
benim personelimle asla sonuç vermez. Onlar dünyadaki en inatçı bir grup
kötümser; ne yaparsam yapayım şikâyet etmeye bir son vermelerini sağlayamam.’
Başkaları olumsuzken biz nasıl tepki vermeliyiz? En iyi tekniklerden biri, bir
yöneticinin dediği gibi ‘kayıtsız kalmaktır.’ Bu teknik konuşmadaki olumsuz
havanın dağıtılmasında işe yarar ve yüzyıllardır en iyi cesaretlendiriciler ve
liderler tarafından kullanılmaktadır. Başarılı bir pazarlamacı bana, müşterisine
tanıtım yaparken konuşma boyunca enerjisini en yüksek seviyede tutmaya
çalıştığını anlatmıştı. Onlar konuşurken önde oturuyordu. Onları dikkatli bir
şekilde dinlediğim göstermek için söyledikleri şeyleri vücut hareketleriyle
olumluyordu, başını sallıyor, müşterileriyle sözsüz yollarla bağlantı kuruyor,
ihtiyaçları hakkında konuşmaya devam etmelerini sağlamak için yorumlarıyla söze
karışıyordu.
‘Fakat daha sonra, eğer çevreden gelen itirazlarla sözleri kesilir ya da bana
neden alamayacaklarını anlatmaya başlarlarsa, her itirazı yanıtlamaya çalışmam.
Çoğu durumda sessiz kalırım. Başımı sallamayı durdurur, yanıt vermeden sessizce
dinlerim. Sonra, fırsat bulduğumda, konuşmaya döner ürünümün faydalarını
anlatmaya devam ederim.’
169
Aynı teknik şikâyetçiler için de sonuç verebilir. Dünyanın ne kadar kötü, tüm
politikacıların ne kadar düzenbaz ve kiliselerin ne kadar iki yüzlü olduğunu
anlattıklarında, her dediklerini tartışmaya çalışmak verimli olmaz. Eğer, bu
pazarlamacı gibi, bir an sadece sessiz kalırsak, konuşmanın yönü kısa zamanda
değişecektir.
Beyninizin Veri Tabanından Bilgi Seçmek
Neşeli insanlar hafızalarının hoş olmayan olaylar ve anılar arasında çok uzun
dolaşmasına izin vermezler. Belleklerine, belli dosyaları alabilecekleri bir
bilgisayar muamelesi gösterirler, ve ele alınacak güzel bir şey bulana kadar
dosyaları incelemeyi sürdürürler.
Yeni komşum Everett Wood seksenaltı yaşındaydı ve yaklaşık elli yılını burada,
Californiya Glendarle'de-ki evinde geçirmişti. Evimiz, yeni bir ilermelenin
parçası, komşularımız içinse bir korku kaynağıydı; kafalarının üstündeki
tepelerin yamaçlarına yontularak yapılmıştı. Evimiz, Everettlerinkinden yukarda
kaldığından, taşındığımızda özel bir yakınlık göstermesini beklemiyordum.
Tanıştığımız gün şöyle dedim: ‘Mr. Woon, yerinizde olsaydım, manzaranızı
mahveden tüm bu yeni gelenleri herhalde takdirle ¦ karşılamazdım.’
Uzaklara baktı, sıcak gülümsedi, bu bir hoşgeldin gülümsemesiydi. ‘Değişiklik
iyidir, şimdi gece olup
170
tüm ışıkları yanar halde gördüğümüz eviniz çok dostane geliyor’, dedi. Sonra
diğer konulardan coşkuyla sözetmeye başladı. Sanki, olası tüm yorum dizgelerini
aralarında olumlu birini bulana kadar tarıyordu. ‘Dostane lambalar.’ bu
aralarından çekip çıkardığı ve söze döktüklerinden bir tanesiydi.
Bu tür seçimler başımıza her gün gelir. Kahvaltıda, eğer istersek, şu tür
düşünceler dile getirebilir: ‘Kırıntıları yine temizlemedi.’ ‘Kızın ne kadar
dağınık bir odası var.’ ‘Ona o kadar söylememize karşın garaj girişinde,
arabasını bizimkinin arkasına park etmesine inanabiliyor musun?
Ya da şöyle diyebiliriz: ‘Öğle yemeğini bugün Tom'la yiyeceğiz. Onu görmeye can
atıyorum.’
Diğer insanlarla tartıştığımız şeylerin sadece onların üzerinde değil bizim
üzerimizde de önemli bir etkisi olur, çünkü, iyi ya da kötü, veri bankamızdan
bir duyguya kendi başına hayat vermiş oluruz. Hareket edebilir, değişebilir;
belleğimizde sürekli değişim halindedir. Fakat duygulara sözcüklerle bir kez
yafta yapıştırdığımızda daha kalıcı bir biçim alır ve dikkat çekici bir şekilde
uzun ömürlü olabilir.
Öykü Anlatımı Ve İyi Haberlerlerle İletişim
‘İyi tasarım satar.’ Bu, yıllardır iyi tasarımlarıyla yüklü para kazanan Herman
Miller şirketine duyulan güvenin dile gelişidir. New York Modern Sanatlar
171
müzesinde, seçkin eserlerin arasında, 1956 Eames dinlenme koltuğu da sergilenmiş
ve Miller, Fortune'nin en aranan şirketler listesinde her zaman en saygın
mobilyacılardan biri olmuştu.
Herman Miller'i böylesi başarılı bir şirket yapan neydi? Bunun bazı sırları,
Herman Miller'e uzun yıllar başkanlık eden Max De Pree tarafından kaleme alınan
Lidership Is an Art adlı küçük kitapta vardır. De Pree şu öyküyü anlatır:
Herman Miller'in tarihindeki en büyük devlerden birisi Jim Eppinger adlı bir
adamdı. Jim otuzlu ve kırklı yıllarda ve özellikle, bizim iyi kaliteli
geleneksel mobilya kopyaları üretmekten, Rhode Nel-son ve Eams'ın yeni, devrimci
tasarımlarını satmayı öğrendiğimiz döneme geçtiğimiz sırada pazarlama
yöneticisiydi. Zorlu, halen sadece bir kaç insanın anlayabildiği gerçekten zorlu
yıllardı.
Bir keresinde, bunalımlı yıllarda şirketin hayatta kalmasını sağlayan iki
kafadar olan babam ve Jim Eppingerle bir öğle yemeğine gitmiştik. Eski günleri,
ilk günlerde yaşadıkları zorlukları ve özellikle bunalım dönemini
yadediyorlardı.
Babam Jimmy'ye bir Noel kutlaması için New Jersey'deki evinde bir araya
gelmelerini anımsattı. Jim'in ailesinin ne ağaç ne de hediyeleri olmaması
babamın içine batmıştı. Babam bunun nedeninin, şirketin parası olmadığı için
satış pirimleri-ni ödememesi olduğunu biliyordu.
172
Babam Jimmy'nin o tarihleri muhtemelen hatırlamayacağını söylüyordu ama babamın
kafasında o günler hâlâ canlılığını koruyordu çünkü, Jim'in ailesinin Noel'i tam
anlamıyla yaşayamamasmdan suçluluk duyuyordu. Fakat Jim, ‘O akşamı daha dünmüş
gibi hatırlıyorum, çünkü Marian ve benim için o hayatımızın dönüm noktalarından
biriydi.
Babam şaşırmıştı ‘Bu nasıl mümkün olabilir,’ diyordu..
Jim ‘Evet, hatırlamıyor musun? O, bana New York bölgesini verdiğin gece, şimdiye
kadar elime geçen en büyük fırsattı.’
Bu başlıbaşına harika bir öyküdür ama, De Pree gibi başarılı bir liderin
psikolojisi hakkında anlattıklarıyla ayrıca ilginçtir. Herhalde De Pree bu
hikâyeyi şirketindeki insanlara defalarca anlatmıştır. De Pree'nin deyimiyle bu
tür toplu halde hikaye anlatımları, Herman Miller gibi şirketlerde, aile ve
kiliselerde olduğu kadar önemlidir.
Kendinizi Nasıl Hasta Edersiniz
Hakkında konuşmak için seçtiğimiz konuların sağlığımızla yakından ilgisi vardır.
Örneğin, kendimizi kötü hissetmemizden ne kadar çok sözedersek, genellikle o
kadar çok hastalanırız. Bazılarımız, sabah vücudu ateş içinde uyandığında
kahvaltıdaki herkese ağır hasta olduğunu
173
duyurur. 'Büromuza ulaştığımızda şöyle deriz; ‘Biri lütfen bana kahve getirsin.
Bu sabah kendimi korkunç hissediyorum’. Bizi dinleyecek birilerini bulduğumuz
ilk fırsatta da ‘Nezle belirtisi olmalı. Bu, yıllardır yaşadığım en korkunç baş
ağrısı.’ Nasıl hissettiğimizden ne kadar çok konuşursak, o kadar çok
hastalanırız. Etkisi sadece bizim değil, çevremizdekilerin de sağlığına zarar
verir.
Michigan'daki bir mobilya fabrikasında, eski çalışanların yeni gelen işçilere
düzenledikleri bir hoşgeldin şakası anlatılır. Bu belki de rivayettir. Bir gün
kararlaştırılır ve eski işçiler teker teker yeni gelenlerin makinasının başına
damlamaya başlar. ‘Joe, bugün hiç iyi gö-rünmüyorsun. Hasta mısın?’ Joe önce iyi
olduğunu söyleyerek karşı çıkar, fakat bütün sabah boyunca değişik insanlar ona
ne kadar kötü göründüğünü, oturup dinlenmesi gerektiğini söyler. Genellikle öğle
vakti zavallı adam hasta bir şekilde evine gider.
Seçtiğimiz konuşma konularında azımsanmayacak bir telkin gücü vardır...
Baskıya Karşı Seçim hekimhan
Bu konuda yaşadığımız zorluğun bir bölümü, popüler psikologların bize,
duygularımıza tapınmayı öğretmesidir. Bize, hepimizin sorumlu olmadığınız
duygularımızın olduğu ve en iyisini bunları göstermek olduğu
174
anlatıldı. Freud'a göre duyguların bastırılması tüm sinir bozukluklarının
kaynağıdır.
Freud bir yere kadar haklıdır. Bilinçaltımızda kabaran çok sayıda duyguya
karşın, ve onlar orada yokmuş gibi davranmaya çalışmak hatadır. Fakat
genellikle, belli olumsuz düşüncelerden ne kadar çok konuşursak, onları o kadar
kuvvetlendiririz, bu onlara doğruluk yükler ve güç verir.
İki örneğe bakalım. Eve yorgun, gün içinde kötü giden bir sürü iş nedeniyle
cesareti kırılmış bir şekilde döndüğünüzü düşünün. Eğer akşamınızı ne kadar
yorgun olduğunuzdan ve ofiste işlerin ne kadar kötü gittiğinden sızlanarak
geçirirseniz, etrafmızdakileri de üzersiniz ve muhtemelen kendinizi de daha
yorgun hissedersiniz.
Eviniz, ayaklarınızı uzatıp saçlarınızı salacağınız ve rol yapmak zorunda
kalmayacağınız bir yer olmalı. Yani, eğer yorgun ve patronunuza kızgmsanız, bunu
böyle söyleyebilmek iyidir; ailenizin sizi ve duygularınızı olduğu gibi kabul
edeceğini bilerek... Ancak, tüm akşam aynı sevimsiz konuyu başa dönüp tekrar
tekrar anlatarak ailenizi perişan etmeyin. Derdinizi anlattıktan sonra başka
konulara devam edin.
Kusursuz bir iyimser olan kızımız Donna, bir gece dışarı çıkmıştı ve eve üzgün
döndü, çünkü gittikleri sinemanın projektörü kırıldığı için, müdür, başka bir
gösterim için bilet vermek zorunda kalmıştı. Eğer Donna'nın yerinde başkaları
olsaydı, sonraki on beş dakika boyunca özensiz yönetimi için sinemaya küfreder,
175
yedek teçhizatı olmamasını eleştirir ve kendisinin dinleyen herkese bunun eski
bir numara olduğunu anlatırdı. Fakat Donna bunu yapmadı. Kendisinin ve
sevgilisinin düşkırıklığına uğradığını söyledikten sonra ‘Filmin izlediğimiz
kadarı güzeldi’, dedi.
Hemen her durumda, konuşmalara iyimser bir övgü kazandırmak olasıdır.
‘Dehanın özü neye göz yumulacağını bilmektir’
WILLIM JAMES
13 DEĞİŞTİRİLEMEYENİ KABULLENME SANATI
176
Dünyanın büyük keşif ve icatlarına tatminsiz insanların imza attıkları
kanıtlanabilir. ‘Bana baştan ayağa tatmin olmuş birini gösterin. Size
başarısızlığı göstereyim.’ Thomas Edison böyle yazmış. Sonuç olarak,
tatminsizler hakkında bir iki söz söylenebilir.
Fakat çoğumuz bu konuda çok ileri gideriz. En mantıklı şeyin kabullenme sanatını
öğrenmek olduğu zamanlarda, çoğumuz sonunda ortaya çıkan şeye kederlenerek,
gereksiz yere başımızı duvarlara vurarak, engelleri tekmeleyerek yaşamımızın
büyük bir bölümünü harcarız. Dünyayı bir anda iyileştirmektense, onu olduğu gibi
kabul edip geçmişi geride bırakmanın sanatı vardır.
Sonuç olarak on ikinci karakteristik:
İyimserler değiştirilemeyeni kabullenir.
Denge her zaman gereklidir, yine de direngenlikle teslimiyet arasındaki dengeyi
korumak kolay değildir. Satış toplantılarında, motivasyon sağlayan konuşmacılar
azmin erdemi hakkında etkileyici konuşmalar yaparlar. Varsayım şöyledir: asla
vazgeçmiyorsanız, yeterli mesafe için yeterince sağlamsanız, sonunda değerli
topraklara ulaşırsınız. Sık sık, geniş petrol yataklarına bir kaç metre kala
sondajdan vazgeçen petrol arayıcılarının ya da bir dağı 1200 metre kazdıktan
sonra altın damarlarına az bir mesafe kalmışken tünel açmaya son veren altın
arayıcısının öyküsü anlatılır. Konuşmacı
179
‘Eğer sadece bir 15 metre daha kazmaya devam etseydi...’ der.
Bu tür öyküler tam olarak ne anlatmaya çalışır? Asla vazgeçmememiz gerektiğini
mi? Sonuç almadan 1200 metre kazdıktan sonra 6000 metre daha devam mı etmemiz
gerekiyor? Ya da milyonlarca metre daha? Kayıplarınızı bir kenara koyup daha
fazla umut vaadeden farklı projelerle ilgilenmek gibi bir şey vardır. W.C.
Fields şöyle diyor: ‘Eğer ilkinde başarılı olmazsan bir daha dene. Eğer ikincide
hala başarısızsan, bir kez daha dene. Fakat üçüncüde de başaramazsan vazgeç.
Aptallığın alemi yok.’
Tatmin Olma Sanatı
‘Aç gözlü olmayın’ diyor on emirden biri, eğer çoğu hastam bu kurala uysaydı
yaşamdan daha fazla zevk alırdı. Birilerinin yerinde olsalar daha mutlu
olacaklarını düşünürler, birinin işine sahip olsalar ya da başka birisiyle evli
olsalar... Fakat tatmin çoğu zaman bilinçli bir eylem olan kabullenmeden doğar.
Saf kan bir Cree yerlisi ve başarılı bir folk şarkıcısı olan Buffy Sainte Marie,
bir keresinde şöyle demişti. ‘Sarışın olmak isterdim. Her kız gibi tutkum önce
bir amigo olmaktı, sonra bir hava hostesi. Sonra her kız gibi davranmakla
başarısız olduğumu farkettim. Böylece kendim olmaya karar verdim.’
Tilden Edvvards, masasının üzerinde duran eşinin hediyesi bir deniz samurunun
kendisi için simgelediği önemden söz ediyor:
‘Samur sırtüstü yüzerek, kırık kabukların arasından midye yiyordu: Daha önce
Californiya sahilinde tanık olduğum çarpıcı bir sahneydi... Samur bana, son bir
kaç yıl içinde yaşamdan ne kadar da zevk alır hale geldiğimi düşündürüyordu.
Kendimizi hassas bir şekilde yaşama bıraktığımızda bizi kavraması, su samurunda
olduğu gibi suyun üzerinde tutarak bize verdiği güven; ve sonra çalışmak ve
sevmek adına sunduğu büyük enerji...’
Böylesi bir yaklaşımın, taksi bulamadığından, trafiğin yoğunluğundan ya da
yağmurdan sonsuza dek şikâyet edenlerden ne kadar farklı olduğuna dikkat edin.
Bazıları şöyle der: ‘Neden durmadan yağmur yağıyor? Yağması normal değil.
Haziran'da yağmur yağmaz, o kadar!’
Bir otoban trafiğini düşünün. Ne kadar kötüleşirse sinirimiz o denli artar,
önümüzü kesenlere korna çalarız ve randevumuza yetişemeyeceğimizi söyleyerek
homurdanırız. Bu genel tatsızlık otoban boyunca kabalığa kadar gider. Bir
psikolog, kendi kendine söz geçiren kimselerin ‘Trafik yoğunluğu gittiği yere
kadar gider. Olan olmuş bir kere,’ der. Arabanın içinde rahatlar, görüneni kabul
eder ve müzik dinler.
Adını anımsamadığım bir öğretmenin ruh hastaları ve sinir hastaları için güzel
bir ayrımı vardı. Ruh hastalarına iki kere ikinin kaç ettiğini sorarsanız,
180
on dokuz ya da yirmi altı, o an kafalarına ne gelirse söyleyebilirler. Bu
insanların koruma altına alınması gerekir. Sinir hastalarına iki kere ikinin kaç
yaptığını sorarsanız şöyle yanıtlar: ‘4 yapar, fakat buna dayanamıyorum. Neden
hep dört etmek zorunda? Çok sıkıcı. Hep dört yapıyor. Bu karara varmadan önce
neden bana danışılmadı? Neden bir süreliğine 5 olamıyor?’
Zor bir durumla karşılaştığımızda, kendimize şunu sorabiliriz: ‘Bu durumu
değiştirmek için ne yapabilirim.’ Eğer yapılacak bir şey yoksa, oradan
uzaklaşıp, hoşlandığınız şeylere yoğunlaşabilirsiniz. Yakınlarda gittiğim bir
kitabevinde, büromun duvarına asmayı düşünebileceğim bir kitap başlığı dikkatimi
çekmişti. Hastalar için oraya konmuştu belki ama ben ona en çok ihtiyaç
duyanlardan biriydim. Şöyle diyordu: ‘Tüm yapabildiğiniz tüm yapabildiğinizdir,
ve tüm yapabildiğiniz yeterlidir’
181
En mutlu ve başarılı insanlar hızlı davranabilenler ve eskileri işe yaramaz hale
geldiğinde yeni sistemlere uyum sağlayabilenlerdir. Bir kariyer yolu
tıkandığında, neşe içinde hayatı kazanmanın yeni bir yolunu öğrenirler.
Evlilikleri sona erdiğinde, yalnız bir yaşam ya da yeni bir evlilik
kurabilirler. İnsanlar kendilerine engel olduğunda ve bu insanların asla
değişmeyeceklerini gördüklerinde, onları oldukları gibi kabul eder ve
rahatlarlar.
Alkoliklerin ortak söylemi gibi ‘Değiştirebiliyorsan değiştir, yapamıyorsan
kabullen’.
Esnekliğin Erdemi
Mutlu insanlar nasıl uyum sağlayacaklarını bilir. Zekidirler, yeni şeyler
öğrenip, düzene koyarlar. Örneğin, çok azımız başlangıçta olmasını arzuladığımız
yaşamlara sahibiz. Şükürler olsun ki öyle. Bazı insanlar geleceğe ilişkin
planlarında direnir ve isyan ederler. ‘Hiç bir şey geçmişte olduğu gibi değil,’
ya da ‘Bunlar olması gerekenler değil,’ şeklinde şikayet ederler.
182
183
‘Akıl kendi mekanında cenneti cehennem, cehemmemi cennet yapabilir. ‘
JOHN MILTON
14 DÖNÜŞEBİLİR GÜÇ
Sayfalardır, etrafımızdaki dünya üzerinde büyük bir kontrol sahibi olduğumuzu
söylüyorum. Ve sonuç olarak, o dünya çapında bir güce sahip olduğumuzu. Yaşayan
tüm varlıklar içinde sadece insan davranışlarıyla kaderine yön verir.
New York'un yüksek kesimlerinde büyüyen Harry Emerson Fordick'ten annesi bir gün
bir miktar ahududu toplamasını istedi.
‘İstemediğim için ayaklarımı sürüyordum ve kutu çok yavaş doluyordu. Sonra
birden aklıma bir şey geldi: annemin söylediği miktardan iki kat fazla ahududu
toplayarak onu şaşırtmak eğlenceli olabilirdi. Evdekilerin şaşkınlığını
görebilmek için, iki misli ahududuyu topladığım anlar hayli ilginçti; bu
şaşkınlığı hiçbir zaman unutmadılar. Ama ne yazık ki, felsefesini sık sık
unutuyorum: Tavrımızı değiştirerek her durumu değiştirebiliriz. Kimse hayatı
yaşamaya değer bulmaz. Kişi hayatı her zaman yaşanmaya değer kılmalıdır.
Kötümserlik Daha mı Gerçekçi?
Kitabın başlarında, kimsenin kötümser olmak istemediğini ancak gerçekçi olmak
adına kötümser olduklarını savunanlar olduğunu söylemiştim. Gerçekten de bazı
parlak aydınlar, dünyada sapıklar ve caniler varken, yüzyılımızda, Yahudi
katliamı gibi korkunç bir olay yaşanıyorken, dünyaya iyimser bir açıdan bakmanın
safdillik olduğunu savunurlar.
187
Bu üzerinde düşünülmesi gereken bir sorudur. Tabii ki, eğer dünyada acı ve
adaletsizlik yokmuş gibi davranmak safdillik olur. Fakat dünyadaki eylemsel
iyimserler çok ender olarak yaşamlarında acıya mesafeli dururlar. Tam tersi,
genellikle büyük zorlukları tanırlar. Örneğin rahip Paul, en dikkate değer
mektubunu bir Roma cezaevinde, bildiği kadarıyla idamı bekleyen Phillions'a
yazmış ve ona ‘neşe’den sözetmişti.
Yazar Viktor Frankl'ın, Yahudi soykırımı hakkındaki düşüncelerinin özel bir
yakıcılığı vardır. Çünkü o soykırımın tanıklarından biridir. İnsanın anlam
arayışı (Man's Search for Meaning) adlı kitabını, ikinci dünya savaşı sırasında,
Auschwitz, Dachau ve bunun gibi diğer kamplarda geçirdiği yaklaşık 3 yılın
hatıralarıyla yazmış. ‘Neden bazıları hayatta kalırken bazılarının öldüğünü
merak ediyorduk. Çok açık bir çelişki vardı, daha zayıf bir yaradılışa sahip
olanlar, doğaları daha güçlü olanlara göre kamp yaşamında ayakta kalmayı daha
iyi başarıyor gibi görünüyordu. Bulduğu açıklamanın, kişinin ruh haliyle
yakından ilgisi vardı. İşte Franklin' o yıllara ait yakıcı yorumlarından
bazıları: Toplama kampı deneyimi, kişinin hareketini kendisinin seçtiğini
gösterir. Kahramanlık gösteren kimseler hakkında, kayıtsızlığın yenilebileceği
ve fevri davranışların başarılabileceğini kanıtlayan yeterince örnek vardır.
Kişi, ruhen ve fiziken korkunç baskı koşullarında bulunsa dahi, aklın
bağımsızlığına ve ilahi özgürlüğüne ait izleri yaşatabilir.
188
Toplama kampı deneyimi yaşayan bizler, barakasından çıkıp ekmeklerinin son
parçasını paylaşarak insanları rahatlatan kişiler hatırlarız. Sayıları çok az
olabilir ama insandan, tek bir şeyin dışında herşeyin alınabileceğini gösteren
yeterli kanıtlar sunar. İnsanın sahip olduğu özgürlüklerden sonuncusu, her durum
ve şartta kişinin tavrını belirleme, kendi yolunu seçme özgürlğüdür.
Frankl, toplama kampı gibi insan etiğiyle bağdaşmayan bir durumda dahi, kişinin
tavrını belirleme özgürlüğünden söz ederken, aslında belki de içimizde ilahi bir
şeyler barındırdığımızı gösteren en belirgin kanıtı betimliyor. Felaketi geri
çevirmek, acı çekmeyi gelişime dönüştürmek, sevgiyle büyüyen iyimser bakışın
gücüyle varlığımızın trajik yanlarını iyileştirmek yetisi, bu dehşetli bir gücün
kanıtıdır.
Toplama kamplarında yaşamayabiliriz ama benzer seçimler bizi bekler. İyi ile
kötü, intiharla yaşamak, nefret ve sevgi, geçici hoşnutluklarla uzun soluklu
hedefler arasında seçim yapma özgürlüğüne sahibiz. Eğer istersek dünyanın
olumsuz ve kötümser görünümünü seçebiliriz.
189
YAZAR HAKKINDA
Dr. Alan Mc Ginnis, California'nm Glendale bölgesinde bir grup psikiyatrist ve
terapistin, kişiyi bütün olarak iyileştirmek için çaba harcadığı Valley Danışma
Merkezinin kurucusudur.
Princetown, Whreaton, Fuller ve Kolombiya Üniversitelerinden dereceleri bulunan,
bir aile terapisti olarak, motivasyonun dinamikleri ve kişiler arası
çatışmaların çözümlenmesine ilişkin kapsamlı araştırmaları vardır. Bu nedenle
pek çok Fortuna 500 şirketi, bir konuşmacı, pazarlama seminerleri ve yönetim
konferanslarında bir yönetici olarak ondan faydalanır. Dinamik ve nüktedan bir
konuşması olan Mc Ginnis, ‘Million Dollar Around Table’ ve ‘National
TourAssociation’ gibi organizasyonların önde gelen ismi olmuştur. IBM, Dow
Kimya, Metropolitan Yaşam, Coldwell Bankacılık, Service Masters, Alexander
Grant, CIGNA, Pasifik Telefon, American Bankers Life, Paracelsus Helth Çare ve
John Hancock gibi şirketlerde seminerler vermiştir.
McGinnis'in elliyi aşkın dergide makalesi yayınlanmıştır. Bunlardan bazıları:
Readers Dıgest, The Satur-day Evening Post, Guidepost, Cosmopolitan, Redbook,
Good Housekeeping, ve Ladies Home Journal... McGinnis'in ilk kitabı olan
‘Arkadaşlık Faktörü’ dünya çapında bir best-seller oldu. Kitap yirmi sekiz
baskıda bir milyonu aşkın sayıda çoğaltıldı ve on iki dile çevrildi. Diğer best
sellerları arasında şu eserleri yer alıyor. ‘Romantizm Faktörü’, ‘Bringing Out
the Best in Feople’, ve ‘Confidence’.
191
arka kapak yazısı:
İYİMSERLİĞİN GÜCÜ
iyimser insanlar iyimser olmayanlardan yalnızca daha sağlıklı olmakla, daha iyi
evlilikler yapmakla, daha olumlu çocuklar yetiştirmekle, daha başarılı olmakla
kalmaz, onlardan daha uzun yaşarlar. Kitapları Amerika'da en çok satanlar
arasında yer alan Alan Loy McGinnis, iyimser insanların yaşamsal deneyimlerinden
örnekler vererek iyimserliğin gücüne ışık tutuyor.
McGinnis'e göre iyimserliğin en belirgin oniki özelliği şunlar:
• İyimserler sorunlar karşısında bocalamaz.
• iyimserler kısmi çözüm arar.
• iyimserler geleceklerini kontrol ettiklerine inanır.
• İyimserler sürekli kendilerini yenilerler.
• İyimserler düşüncenin olumsuzluğa kayışını engeller.
• İyimserler değer yargılarını güçlendirirler.
• iyimserler başarıyı hayallerinde canlandırır.
• iyimserler mutlu olmasalar bile neşelidirler.
• iyimserler hemen hemen sınırsız bir esneme kapasitesine sahip olduğuna inanır.
• iyimserler iyi haber alışverişinden hoşlanır.
• İyimserler bazı şeylerin değiştirilemeyeceğini kabul eder.
• İyimserler yaşamlarına çok sayıda sevgi sığdırır.
DENİZYILDIZI ÖYKÜSÜ
Bir adam okyanus sahilinde yürüyüş yaparken, denize telaşla birşeyler atan
birine rastlar. Biraz daha yaklaşınca bu kişinin, sahile vurmuş
denizyıldızlarını denize attığını farkeder ve ‘Niçin bu
denizyıldızlarını denize atıyorsunuz? ‘ diye sorar Topladıklarını hızla denize
atmaya devam eden kişi, ‘Yaşamaları için ‘yanıtını verince, adama şaşkınlıkla
‘İyi ama burada binlerce denizyıldızı var. Hepsini atmanıza imkan yok. Sizin
bunları denize atmanız neyi farkettirecek ki? ‘ der^_^__
Yerden bir denizyıldızı daha alıp denize atan adam:
‘Bak onun için çok şey farketti,’ karşılığını verir.
BEYAZ YAYINLARI ‘Kıyıya Vurmuş Herşeyi yaşatmaya çalışır.

Alan Loy McGinnis _ İyimserliğin Gücü


Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır.

UYARI:

www.kitapsevenler.com

Kitap sevenlerin yeni buluşma noktasından herkese merhabalar...


Cehaletin yenildiği, sevginin, iyiliğin ve bilginin paylaşıldığı yer olarak
gördüğümüz sitemizdeki
tüm e-kitaplar, 5846 Sayılı Kanun'un ilgili maddesine
istinaden, engellilerin faydalanabilmeleri amacıyla
ekran okuyucu, ses sentezleyici program, konuşan "Braille Not Speak", kabartma
ekran
vebenzeri yardımcı araçlara, uyumluolacak şekilde, "TXT","DOC" ve "HTML" gibi
formatlarda, tarayıcı ve OCR (optik
karakter tanıma) yazılımı kullanılarak, sadece görmeengelliler için,
hazırlanmaktadır. Tümüyle ücretsiz olan sitemizdeki
e-kitaplar, "Engelli-engelsiz elele"düşüncesiyle, hiçbir ticari amaç
gözetilmeksizin, tamamen gönüllülük
esasına dayalı olarak, engelli-engelsiz Yardımsever arkadaşlarımızın yoğun emeği
sayesinde, görme engelli kitap sevenlerin
istifadesine sunulmaktadır. Bu e-kitaplar hiçbirşekilde ticari amaçla veya
kanuna aykırı olarak kullanılamaz, kullandırılamaz. Aksi kullanımdan doğabilecek
tümyasalsorumluluklar kullanana aittir.
Sitemizin amacı asla eser sahiplerine zarar vermek değildir.
www.kitapsevenler.com
web sitesinin amacı görme engellilerin kitap okuma hak ve özgürlüğünü yüceltmek
ve kitap okuma alışkanlığını pekiştirmektir.
Sevginin olduğu gibi, bilginin de paylaşıldıkça pekişeceğine inanıyoruz.
Tüm kitap dostlarına, görme engellilerin kitap okuyabilmeleri için gösterdikleri
çabalardan ve
yaptıkları katkılardan ötürü teşekkür ediyoruz.
Bilgi paylaşmakla çoğalır.

İLGİLİ KANUN:
5846 Sayılı Kanun'un "altıncı Bölüm-Çeşitli Hükümler" bölümünde yeralan "EK
MADDE 11" :
"ders kitapları dahil, alenileşmiş veya yayımlanmış yazılı ilim ve edebiyat
eserlerinin engelliler için üretilmiş bir nüshası yoksa
hiçbir ticarî amaçgüdülmeksizin bir engellinin kullanımı için kendisi veya
üçüncü bir kişi tek nüsha olarak
ya da engellilere yönelik hizmet veren eğitim kurumu, vakıf veya dernek gibi
kuruluşlar tarafından ihtiyaç kadar kaset, CD, braill alfabesi ve benzeri
formatlarda çoğaltılması veya ödünç verilmesi
bu Kanunda öngörülen izinler alınmadan gerçekleştirilebilir."
Bu nüshalar hiçbir şekilde satılamaz, ticarete konu edilemez ve amacı dışında
kullanılamaz ve kullandırılamaz.
Ayrıca bu nüshalar üzerinde hak sahipleri ile ilgili bilgilerin
bulundurulması ve çoğaltım amacının belirtilmesi zorunludur."

bu e-kitap Görme engelliler için düzenlenmiştir.


Kitap taramak gerçekten incelik ve beceri isteyen, zahmet verici bir iştir. Ne
mutlu ki, bir görme
engellinin, düzgün taranmış ve hazırlanmış bir e-kitabı okuyabilmesinden duyduğu
sevinci paylaşabilmek
tüm zahmete değer. Sizler de bu mutluluğu paylaşabilmek için bir kitabınızı
tarayıp,
kitapsevenler@kitapsevenler.com veya kitapsevenler@gmail.com
Adresine göndermeyi ve bu isimsiz kahramanlara katılmayı düşünebilirsiniz.
Bu Kitaplar size gelene kadar verilen emeğe ve kanunlara saygı göstererek lütfen
bu açıklamaları silmeyiniz.
Siz de bir görme engelliye, okuyabileceği formatlarda, bir kitap armağan
ediniz...
Teşekkürler.
Ne Mutlu Bilgi için, Bilgece yaşayanlara.
TÜRKİYE Beyazay Derneği

www.kitapsevenler.org
www.kitapsevenler.com
e-posta: kitapsevenler@kitapsevenler.com kitapsevenler@gmail.com

Alan Loy McGinnis _ İyimserliğin Gücü

You might also like