You are on page 1of 372

ABDULLAH RIZA ERGUVEN

Tanrıları Nasıl Yarattık


Ölümü!
Tanrıların
A b d u l l a h Rıza Er g ü v e n
T A N R IL A R I N A S IL Y A R A T T IK
T a n r ı l a r ı n Ö l ü m ü !

BERFIN
B erfin Yayınları : 93
A raştırm a - İncelem e : 36

ISB N 975 - 7354 - 71 - 6

A bdullah R ıza Ergüven : Tanrıları Nasıl Yarattık


Yayın Yönetm eni : İsm et Arslan
K apak H azırlık : M ehmet Özalp
Baskı - Cilt : Kayhan M atbaası (Tel: 576 01 36)
Birinci Basım : Ağustos 2000

Bu kitabın yayın hakları Berfin Yayınları'na aittir.

B erfin B asın Yayın ve T ic. L td . Şti.


Cağaloğlu Yokuşu, Evren H an, Kat: 3
No: 56 Cağaloğlu 34440 / İstanbul
Tel: (0.212) 513 79 00 - F ax:(0.212) 512 37 20
Abdullah Rıza Ergüven

TANRILARI NASIL YARATTIK


Tanrıların Ölümü!

BERFIN
Y A Y IN LA R I
İçindekiler

Ö n d e y iş............................................................................................................ 7

Yaşam Deneyimleri ...................................................................................... 9


Din Nedir? ................................................................................................... 20
M ı s ı r ...............................................................................................................25
Sum er-A kad-A sur........................................................................................ 39
H ititle r............................................................................................................ 56
Batı S a m ile ri................................................................................................. 70
İsrail ...............................................................................................................73
Hıristiyanlık ................................................................................................. 94
İslam lık ...................................................................................................... 111
İ r a n .......................................... 132
Hintliler ......................................................................................................139
H in d u cu lu k..................................................................................................145
Budacılık ......... 150
Y u n a n ...........................................................................................................159
R om alılar ........................................................................................... 181
K eltler 203 ı
C e rm en ler................................................................................................... 209
Ç in ve Kore ...............................................................................................217
Japonya .......................................................................... 233
A f r i k a ..........................................................................................................241
A sya ...............................................................................................254
Amerika ......................................................................................................261
Avustralya .................................................................................................273
Tanrıların Ö lü m ü ......................................................................................279
Tarihsel, Belgesel K a y n a k la r..................................................................357
Öndeyiş

Tanrıları nasıl yarattık,


elimiz ayağımız kurgumuzla
onları çamurdan yaptık.
Ürkiimüz korkumuz çıkarımızla
çamurdan yaptık onları!

Ay'a tanrı, Güneş’e tanrı dedik


bilmem neyin nesine tanrı.
Din kılıç oldu kesildik
dada da dada da dada daaa
bilmeyen var mı aramızda?

D inler yakıtını bitirdi m i ölür. B ütün d inler ergeç ölecek... N e­


den? Çünkü yakıtı bir gün bitm ek zorunda! Eskiçağ A nadolu din­
lerinden, örneğin H itit dininden ne kaldı şim di? Hani Sum erlerin
dini? H em öyle b ir değil, 150 tanrı vardı!
“D inin de m i yakıtı olur?” dem eyin! D in yapısını örerken, bir­
takım kurgular, im geler, varsam alar kullanır... Kullanan da insan!
Hem kullanır, hem yapar; ondan sonra da bu “A llah” der, bu “Tan­
rı” der! Tanrıların, allahların her an birbiri ardısıra ölm elerinin n e­
deni bu! H içbiri gerçekler üzerine kurulm am ıştır. Peki, öyle de ni­
çin kurulup yaratılm ıştır? Uzun tartışm alara girişm eden özetle y a­
nıtlayayım : Din, insanın korkusu, çıkarı, onm asızlığı üzerine ku­
rulm uştur. İnsan başarısızlığı karşısında, onm asızlıklurm da tanrıla­
rı aram ayıp; kendine giivenseydi, sayıları 300 milyonu aşkın düz­
mece tanrıların hiçbiri, kafalara çivilenm eyecekti!

7
B öylece yoklar ülkesinin, yeryüzü ağalarının kölesi olm ayacak­
tık... O nlardır her gün yıldız falcılığı kitaplarını basanlar; para ka­
zanm ak, özdeş zam anda yazıklı, onm asız insanın sağlıklı düşünce­
sini sülük gibi söm ürüp kafasından boşaltm ak için!..
D inler, o çağda yaşayan insanlara şırıngalandıktan sonra, ölür
bir gün... Yeni kuşaklar gelir, onlar da şırm galanm ada fire verir!..
B öylece dine tutkunluk giderek azalır. Bu azalm a süresince tanrıla­
ra bağlanan olaylarla, bu tanrılar çelişir; birbiriyle aykırılaşır. Bu
aykırılık zam anla ağırlığını daha da ortaya koyar! Örneğin “sayrılık
allahtandır” denir. A m a tutm az, tutm adığını anlar kişiler! D insel
eğilim lerle sünepeleşm eyen gerçek aydın kişiler vardır. Bunlar ol­
m asaydı, dinler bağnazların, köktendincilerin istediği gibi sürer gi­
derdi belki!..
D ahasını diyelim , nesnel bir örnek verelim mi?
D inler gerçek olsaydı; binlerce binlerce sekt ortaya çıkm azdı!
Bütün bunlar dinlerin insan kurgusuyla ortaya çıktığını açık ve se­
çik olarak kanıtlam aktadır.
B irşeyi im geleyip “v ar” dem ekle, o şey v ar olmaz! A m a “var”
diye kandırıldı yığınlar. G erçek olan doğa, onun ürünü de İN SA N!
Evren bilincine insanla ulaştık. Sayıları 300 m ilyonu aşkın tanrılar
insanoğluna; evren üzerine, insan üzerine en ufak bilgiyi verem e­
diler. İnsan özgürlüğüne içindeki tanrıları öldürm ekle kavuşabilir.
İşte o zam an, ağa-im getanrıların kölesi olm aktan kurtuluruz!..

Stockholm,
15 Mayıs 1998
1
Yaşam Deneyimleri

E vrenbilim ve Tanrı K avram ı yapıtım a şöyle başlam ıştım :


...Sekiz dokuz yaşlarım da A vanos’ta, K ızdırm ağa bitişik bahçe­
m izde anam , babam , ben kayısıları küfelere yerleştiriyorduk; b ab a­
mın tanıdığı yaşlı b ir adam geldi. Elindeki sopayı yere vurarak, ta­
rihçi K senefon davranışı, açık ve tok sesiyle:
“Bizi bu dünyaya koyanın taa a n asın ı...” diye sövüp saym aya
başladı...
İşte o gün bugündür Tanrı, Varlık, Yokluk, Yaratı vb. konula­
rın üzerinde kurgulam aya, düşünm eye başladım .
Yeryüzüne gelm ek, yaşam ak, sonra da... ölüm le birden bire çe ­
kip gitm ek... Yok olm ak... Ü rpertici birşey... B ir yaratıcı, bir tanrı
ya da tanrılar var m ıydı, o yaşım da bilm iyordum . Yanıtı bugün bile
zor, sakıncalı sorularla kendim i her gün sınava çekiyordum .
B ir gün A van o s’ta A la a d d in M a h a lle s i’ndeki evim izin avlu­
sunda oynarken elim deki çöm leği yere düşürüverdim . Çöm lek ye­
re düşm esiyle birlikte param parça oldu.
İşte o zam an çocuk usum a yerleştirilen tanrıya değin bir soru
dilim e takılıverdi:

9
“A llah, bu çöm lek parçalarına ‘haydi çöm lek o l’ dese; bu
parçalar o anda çöm lek olabilir m iydi?”
H e r şe y i m e ra k e d iy o r, o lan b irşe y in n e d e n in i a rıy o rd u m .
Anam çardakta iki taşı yanyana koyuyor, üstüne de tencereyi k o ­
yup pilav pişiriyordu. Tencerenin altına koyduğu odunlar yanıp bir
süre sonra kül oluyordu. A m a G üneş hiç durm adan ışığını veriyor
sönm üyordu. G üneşi söndürm eyen bu ateş nasıl bir ateşti?
tlginç düşünceler beni bırakm adı. B ir tanrı, insanların inandığı
bir tanrı ya da tanrılar kırılıp saçılan parçalara “çöm lek ol” dese,
çöm lek eski durum una gelebilir m iydi?
N asıl bilm em am a, o anda bunun o lan ak sızlığ ın ı düşündüm .
Sonra da tanrıların birşeye “O l” dediğine ya da insanlara yardım
etm iş olduğuna hiç tanık olm am ıştım . Bu konuda kuşkularım beni
destekliyordu.
G özlerim in önünde alabildiğine uzanan, yayılan bir doğa vardı.
Onun açılım ve yayılım larını görüyor, doğanın görkem li sergilen­
m esine tanık oluyordum .
A nam ın b ir gün “ahırın eşiğine karanlıkta su dökm e” sözle­
rine karşı durarak;
“D ökersem ne olur?” dedim .
A nam beklem ediğim yanıtını hem en yapıştırıverdi:
“Sıcak su dökersen seni şeytan çarpar.”
B unun böyle olduğunu ya da olm adığını kesinlikle kanıtlam am
gerekiyordu. K afam a çivilenen m erakım bu işte! D urum un aslını
astarını ortaya koym am gerekiyordu.
Pilav pişiriyordu bir gün anam ocakta, sıcak suyu bir kaba koy­
dum. Ahırın eşiğine gidip döktüm . O rada durdum biraz. Şeytan be­
ni çarpsın diye! H içbir şey olm adı bana! N e elim çarpıldı ne yü­
züm! Yeni bir utkudan çıkm ış gibi doğru anam a koştum:
“Elim e yüzüm e birşey olm uş m u?” diye sordum . O da:
“Y oook” dedi, “olm am ış...”
“ Sıcak suyu ahırın eşiğine, hem de karanlıkta döküverdim . H a­
ni beni şeytan çarpacaktı?..” dedim .
“N e bileyim oğlum , bize öyle dediler, biz de öyle b elledik...”

10
B öylesi örnekleri daha da çoğaltabiliriz. D em ek halk, A nadolu
insanı görm ediği, ne olduğunu bilm ediği “A llah”ı, başı darda kal­
dığı zam an her işinde kullanıyor. Ö rneğin eşek anırsa, bu anırm a­
nın nedenini de “A llah”a bağlıyor!
Y aşam ım dan süzülüp gelen başka b ir örnek:
B ir gün kom şum uz H aşaratların İbrahim ; “Fatm abalar ‘M ev lit’
okutuyorlarm ış, haydi gidip dinleyelim ” dedi.
B ir akşam üzeriydi. M ahallenin bütün kadınları, kızları, çocuk­
ları Fatm abaların evinde toplandık.
H afız b iışey ler anlatıp duruyordu. B ir ara nasıl oldu bilm em ,
söz “ A llah”ın isteğiyle Tanrıelçisi İbrahim (A braham )in, oğlu İs-
h ak ’ı kurban etm e konusuna geldi.
“ A lla h ’ın isteğini yerine getirm ek için, T anrıelçisi İbrahim ,
oğlu İsh a k ’ı bir sekiye yatırır. Elindeki keskin bıçağı çalar boğazı­
na İsh ak ’ın L A m a bıçak bir türlü İsh ak ’m boğazını kesm ez” anla­
tıya göre. “ Sonra bıçağı sert b ir taşa çalınca, taş iki parça olur.”
H afızı dinleyen oradaki halk bu acıklı öykünün etkisiyle h ü n ­
gür hüngür ağlam aya başlar! Ç ığlıklar, bağlıklar birbirini kovalar.
Yanım da diz çöküp dinleyen H aşaratların İbrahim ’e:
“B en gideceğim . B urası durulacak yer d eğ il” dedim . B öylece
her ikim iz de evlerim ize döndük.
O akşam karanlık bastıktan sonra göğü b ir uçtan diğer uca pırıl
pırıl saııp kuşatan S am an y o lu ’na bak tım . D oğanın bu görkem li
gerçeğiyle uyum aya çalıştım , evim izin avlusundaki yatağım da. K i­
mi geceleri Ay güm üş bir tepsi gibi yusyuvarlak, desdeğirm i; göz­
lerim i yıkıyordu. Ö bür yandan bir türlü anlam verem ediğim , anla­
yam adığım “çocuk kesm e, çocuk kurban etm e” olayı kafam a çi­
vi gibi saplandı. Bu zorlu öykünün ağırlığından kurtulam adım . U y­
kusuzluğum gözlerim e bata bata dalıp gitm işim sonra.
Sabaha karşı uyanır gibi oldum. Yan uykulu yarı uyanık... Ülker
yıldızının göğü aşıp ufka doğru yaklaşım ı -üzüm salkımı gibi- ana­
mın diliyle “yıldızlar ağm ış, sabah olacak” demiş olduğu vakitli.
Ertesi gün de soram adım , kafam a çivilenen anlatının ne oldu­
ğunu? Am a hiçbir şey Ülker yıldızı ve gözlerim in içine dolan Ay
denli gerçek değildi. Soram adım hiç kim seye. B ir bilen de yoktu.
K im di İbrahim ? O lay ne zam an olm uştu? B u nasıl bir deneydi,
oğul kesm eli? Taşı kesiyordu da bıçak, oğlunun yum uşak boğazını
kesm iyordu? O anda A lla h ’ın seslenm esi de öykünün iyi d üzen­
lendiğini gösteriyordu!
A nlatıda A llah’ı, “biz İbrah im ’i d en ed ik ” benzeri tepeden in­
me yanıtla “hazırcevap”lılık durum una getiren kim di?
D aha ertesi, daha ertesi g ünler H a fız ’ın “ oldu b itti” öyküsü
k u lağım da uğuldayıp durdu. A m a h içb ir şey göğü değil yalnız,
evin avlusunu bir uçtan öbür uca kuşatan başım ın üstündeki S a ­
m anyolu, Yedi kardeş, Ü lker yıldızı denli gerçek değildi. G öğün
üzerim e dökülen güzelliğini, bu güzelliğin gerçeklerini yaşam ım
b o y u n ca b an a h içb ir şey verem edi. İm g eler b irer kuş tüyü gibi
uçup gidiyor, en sonunda doğanın gerçek yüzünü görüyordum . ,
B ü tü n y aşam ım b o y u n c a tu tacağ ım y o lu y o rd am ı, b ab am la
anam dan öğrendim . B abam bana doğru davranm ayı, yalan söyle­
m em eyi öğretti. Anam da “oğlum bir in san ın yanlışını yü zü n e
vurm azsan (söylem ezsen) hep doğru yap tığın ı sanır” derdi.
B abam , A vanos’un Topraklı köyünde (1926-1929) birkaç yıl
ilkokul öğretm enliği yapm ış (B kz. A.R. E rgüven, Yarınları B ek­
lerken ve Yaşam ak U ğruna).
T opraklı’da bazı öğrencilerin babaları, babam a “ Bahar gelince
çocuklar okula gelm esin. A m a sen geldi göstereceksin!” dem iş­
ler. B unun üzerine babam Ali R ıza dayanam ayıp öğretm enlikten
ayrılm ış. B öylece öğretm enlikten sonraki yaşam ı hep iş aram akla
geçm iş ev geçim i yüzünden. Süvari M übaşirliği (Atlı m ektupçu),
nalbantlık ve gardiyanlıktan cam i hocalığına kadar girip çıkm adığı
m eslek kalm am ış! Annem derdi bana: “B aban kırk yaşına kadar
cam iye gidip oruç tutm uş değil, T anrı’ya da inanm azdı!” D oğru­
dur. En sonunda cam i hocalığı yapm ası da geçim yüzündendi...
A nam ın dediği gibi, gül gibi m esleği vardı. İlkokul öğretm enliği...
Anam da sofu değildi, nam azı, “kılm ış olm ak” için kılardı. A nado­
lu ’da kadınlar (hele okum am ışlar) nam azın ne olduğunu bilm ez­
ler!.. A lışkanlık yüzünden nam az sürer gider. B ir işlevi de yok!

12
A nam a bir gün;
“A na, nam az kılarken ağzın birşeyler m ırıldanıyor, sahi ne
söylü yorsu n ?” diye sordum.
O da; “A nlam ını ben de bilm iyorum ” dedi.
“ A nlam ını bilm ediğin şeyleri niye söylüyorsun? N eye yarar
b u ?”
Anam :
“ A m an oğlum , ne deşeleyip duruyorsun? A ğzım ız alışm ış, kör
değneği beller gibi, dudağım ız m ırıldayıp duruyor. Ö yle alıştırm ış­
lar bizi!..”
O kum a yazm ası olm ayan anam ın 1930’larda söylediği bu söz,
1950’den bu yana türeyen, halkı dinle söm üren kendini bilm ez si­
yasilerin yüzüne indirilm iş bir tokattı!..
D aha çocuk yaşım da olaylara, olgulara ilgi duyuyor, her şeyin
nedenini araştırıyordum . Çoklayın da bir yanıt alam ıyordum kim e
sorsam . B ir arkadaşım dan duym uştum . K ad ir gecesi Ay ışığında
“boynunu gölgesinden görem eyen” o yıl içinde ölürmüş!
Ç ocuk yaşım da bu beni çok korkuttu. B unun doğru olup olm a­
dığını da kim seye soram adım . Sorsam da beni inandıracak bir y a­
nıt alam azdım . B unu duyduğum günün gecesi de K adir gecesiydi.
Ay aydınlığı bir geceydi!
E vim izin duvarın a sessizce yaslandım . D üşünm eye başladım
kendi kendim e. B ir yandan da bir korku sarm aya başladı çocuk
dünyam ı. G öze alabilecek miydim gölgem e bakm ayı Ayışığında?
Yaslandığım duvardan yola doğru birkaç adım yürüm eye başladım .
B aşım la om zum arasındaki boynum u aradım gölgemde. Bir eğilip
bir kalktım . B ir sağım a döndüm , bir solum a. Bedenim in her devini-
şinde gölgem de biçim değiştiriyordu. Bir bakıyorum gölgem e, b a ­
şım la omzum arasında boynum un gölgesi yok! K orkuyorum. “D e­
m ek bu yıl öleceğim ” diye de ölüm korkusu içime oturuveriyordu.
O gece belki yüze yakın gölge denem esi yaptım . Sonra da g ö l­
geyle ölüm arasında ne gibi bir ilişki, ilinti olabilir diye kurup dü­
şünm eye başladım . Buna da bir anlam verem iyordum . Epeyce yo­
ruldum çeşitli gölge oyunlarıyla. A yışığında bedenimin binbir çeşit

13
gölgesi vardı. D urum u iyice anlam ak, aydınlatm ak için gölgeleri
incelem eye başladım . Şunu öğrendim en sonunda: B edenim in bir
duruş biçim inde boynum gözüküyor, başka bir durum da gözükm ü­
yordu! Bu ikili durum u gölgem in, beni kuşkulara sürükledi. D u­
rum daki bu kararsızlık, dinsel düşlem lerin ne denli boş ve köksüz
olduğunu açıklıyordu. B öylece boyun gölgesi oyununun ne oldu­
ğunu anladım . A yışığında gölgem in görünüp görünm em esi tüm den
bana bağlıydı!
B edenin duruş b içim iyle değişen b oyu n gölgesinin, ölm ek
ya da ölm em ekle bir ilişkisi olam ayacağı besbelliydi.
Ç ocuk düşüncelerim in gerçekleri yakalam a girişim i, deneyle­
riyle ulaştığı bu sonuç bütün yaşam ım boyunca bana destek oldu.
Boş inançların ne denli tem elsiz olduğunu da kendi deneylerim le
kanıtlam ış oluyordum !..
G eçim derdi yüzünden, geçim koşullarının da ağır basm asıyla
babam E lm ahacılı (Yerköy) köyüne hoca oldu. Yeni başlam ıştım
Edebiyat F ak ü ltesi’ne. O dönem in yaz dinlencesinde iki ay köyde
kaldım . Yoksulluğun ağır basm asıyla birlikte okum ak, öğrenim im i
bütünlem ekten başka hiçbir şey düşünm üyordum . B ir ara hiç de­
ğilse C um a nam azlarına cam iye gelm e istekleriyle karşılaştım . N a­
m az nasıl kılınır, onu da bilm iyordum . B oşinançlar beni ilgilendir­
m ediği için, dinsel bir eğilim im de yoktu! Babam , anamın diliyle
“gül gibi öğretm enlikten” ayrıldıktan sonra birden hoca olm uştu.
Yine anam ın d iliyle “babam kırk yaşm a kadar nam az kılm ış
değil.” A rapçayı iyi bilm esi nedeniyle (R üştiye m ezunu), birden­
bire “hoca” olunca, dam dan düşercesine ben de “hocanın oğlu ”
oluverm iştim köyde!.
“N am az kılm ayı bilm iyorum ” dedim am a; sağım daki solum -
dakiler ne yaptılarsa cam ide, ben de onlar gibi yaptım. Öğle nam a­
zını da kılm ış oldum . N am azı kılar kılm az babam vaaza başlayınca
çok ilginç bir olay oldu. Ben ön sıradan bir arkadaydım . Bir ara bi­
ri om uzum a dokunarak;
“A rkad an haber gönderdiler. M uhtar, D erviş E fen d i’nin
tarlada at pazarlığı varm ış. Babana söyleyiver vaazı kısa kes­
sin. Geç kalıyoruz” dedi.

14
Durum u babam a söyledim . Cam iden çıktık.
D em ek A nadolu insanı dine körü körüne bağlanm ıyordu. Ya­
şam , yaşam ın gerçekleri dini bastırıyordu. H angi din olursa olsun,
Evrenin bir yaratıcısı var da ona yalvarılıyorsa; bu da bir anlam a
ulaşam azdı!.. N itekim ulaşam adığını da m ilyonlarca yıl süregelip
sü reg id en d o ğ a y ık ım la rı k a n ıtla m a k ta y d ı. E vren y a ratıcısın ın
um urunda bile değildi yazıklı insanlar!.. D em ek imgetanrılar!..
O zam an anladım A nadolu insanının baskıyla, alışkanlığın sun­
m uş olduğu y etersizlik le cam iye gitm iş olduğunu! A m a yaşam
gerçeği, din nedir tanım ıyordu!
Yaşam ım dan süzülüp gelen başka bir örnek: Liseyi yeni bitir­
miş, İstanbul Ü niversitesi Edebiyat F ak ü ltesi’ne yazılm ıştım . Yer­
kö y ’e yaya bir buçuk saat uzaklıkta E lm ahacılı K öyü’nde oturu­
yorduk. Ben yalnız dinlencelerde uğruyordum öğrenim im nedeniy­
le. Babam K u r’an okuyordu bir gün. Sordu bana:
K u r’a n ’da ezberlem esi en zor surenin, Velfecr Suresi (belki
de bir ayet) olduğunu biliyor m usun?”
Ben şaşkınlıkla;
“B ilm iyorum !” dedim.
B unun üzerine -söz açılm ışken- ben de babam a şöyle dedim:
“B en K u r’a n ’dan anlam am . B aşka bir dille yazılm ış, A rap­
ça! İyi A rapça bilm eyen de anlam az! Sen bana, Türkçesini iyi
bildiğin bir tüm ceyi (ayeti) oku, bakalım K u r’a n ’da ne varm ış,
ne yokm uş göreyim ” dedim .
Bunun üzerine babam , aralarına kağıt koyarak ayırdetmiş olduğu
sayfaları özenle aradı, durdu bir yerde. Söylediği tümceleri usum da
kaldığı gibi buraya aktarıyorum . Sözcüğü sözcüğüne şöyleydi:
“ ...Ey M uham m ed! Sen onlara, o hak yoluna ‘m üslüm an ol­
m a y a n la r a ’ üzü lm e! B iz o n ları C eh en n em e atıp yakacağız!
İrin haline gelip yanacaklar. Sonra dirilip yanacaklar, irin ha­
line gelip yine yanacaklar! Ne zam ana kadar? İlelebet!..”
Babam ı cankulağıyla dinledikten sonra, dedim:
“Baba! Evrenin yaratıcısı olduğu söylenen böyle bir A llah ‘a
inanm ıyorum ! Bu tüm celerin sahibi bir A llah olamaz! Bu bir

15
Tanrı konuşm ası değil! Bu tüm celeri birinin düzenlediği an la­
şılıy o r !.. K im b ilir? K u r ’a n ’ın d a h a b a şk a y e r le r in d e n eler
var? Ö nüm üze A llah adıyla yanlış bir Tanrı sürülüyor!..”
Babam hiç kızm adı bana, beni dinledikten sonra... G erçekte ba­
bam ham sofu, yobaz değildi! D inle de, kendini yitirircesine ilgili
olduğu söylenem ez. Çünkü babam Ali R ıza, “R üştiye m ezunu” ol­
m ası nedeniyle A rapçayı iyi biliyordu. A vanos’un Topaklı köyün­
de (şim di belki ilçe) dört beş yıl ilkokul öğretm enliği yapm ış. S on­
ra da bırakm ış öğretm enlik görevini “çocuğum u, geldi gösterecek­
sin!” baskısıyla!..
N e söylediğim in bilincinde olan babam , öğüt olsun diye şöyle
dedi:
“Sen A llah ’a inan, varsa sen kazanırsın; yoksa, kaybedece­
ğin birşey de yok!..”
B abam a şöyle dedim : “B ana okuduğu n tüm celer tem elden
yanlış. N e C ehennem e, ne de C ehennem de sonsuza dek yanm a
olayına inanıyorum . Bir Tanrı da böyle konuşm az! B öyle bir
t a n r ın ın v a r o lm a d ığ ın a in a n ıy o r u m . B e n im bu in a n c ım
K u r’a n ’daki tüm celerden çok daha sağlam ...”
B abam ın bu ikicil savı, Fransız yazarı B alise P a scal’dan kay­
naklanm az. Ü stelik babam P ascal’ı tanım az. D aha sonraki yıllarda
tanık oldum P ascal’ın görüşlerine. Bu görüşler Avrupa kentsoylu­
larını iyice pom palıyordu:
B ir şenlik günü B laise Pascal (1 623-1662),’Neuiily köprüsün­
de görkem li b ir arabayla gezintiye çıkar. A tlar dörtnala gider. A ra­
ba devrilm ek üzeredir. Bu olayla etkilenen Pascal, Port-R oyal-des-
C ham ps’ın yalnızları arasına katılır. Pascal, başından geçen bu ka­
zayla tinsel bunalım a uğrar, şöyle der:
“M adem ki bir kez dünyaya geldik. Ö yleyse çıkarım ıza en
uygun olanı onaylam aya zorunluyuz. O (A llah)’na inanm akla
birşey yitirm eyiz.”
D aha sonra da gerçeği belirleyip vurgular ister istemez:
“Biz korkum uzdan Tanrı’yı severiz.”
B öylece apaçık görüldüğü gibi B laise Pascal, “A llah”ın varlı­
ğını çıkar ve korkuya bağlam akla yetiniyor. Böylece çıkar, korku

16
ve ölü m tan rıların insan im gelem inde yuvalanm asını kanıtlam ış
oluyor. B aşına gelen kaza da buna yardım etm iş oluyor!
N asıl b ir yuvalanm a! Buna kör saplanm a diyebiliriz. B öylesi
kör sap lanm alar kafalara daha çocuk y aşlarda yerleştirilir. İnsan
deneyim li, serüvenli, güçlüklerle dolu yaşam ını sürdürürken bir an
g elir -çevresin in de etkisiyle-usuru kulanam az olur. S öylenenler
olduğu gibi onaylanır, hiçbir düşünceye, usa başvurm adan! Evet!
B öylesi kö r saplantılar, -halkı aptallaştırm a- sünepeleştirm e y ö n ­
tem leriyle 1950’li yıllarda kim liğini yitirm iş kör politikacılar, halkı
uçurum a sürükledi! Sonrakilerin birçoğu da bu körebe yıkım ını iz ­
lediler! O ysa hayvanlar bile böyle yapm ıyor. E şekler bile önlerine
konan sam anı, yulafı, otu, arpayı koklayıp araştırdıktan sonra y e­
m eye başlıyorlar!.. Bu uyanıklık hayvanları eylem e yöneltiyor; y e ­
nebilecekleri yiyorlar, yenm eyecek olanı ayırdediyorlar. H içbir z a ­
m an eşeği (çocukluk deneyim lerinden); arpanın, sam anın, yulafın
arasına sütleğen otu koyarak aldatam azsınız: A m a usu olan insanı
“orada huriler, gılm anlar var” dediniz m i aldatabiliyorsunuz!.. H iç
bir hayvan kendisine verilen doğa niteliklerini bu denli çarçur et­
mez!
Ç o c u k lu ğ u m d a b o z eşeğim arp ay ı, sam an ı, y u lafı yiy o r da;
bunların arasına karıştırdığım sütleğeni yem iyor! D oğanın kendi­
sine verm iş olduğu içgüdünün gücüyle, ağılı sütleğen otunu yem i­
yor! A m a düşünceyle donanan insan; İb rah im ’in keskin bıçağının,
oğlu İsh a k ’ın boğazını kesm ediğini, taşa vurunca taşın iki parçaya
ayrıldığını söyley in ce, bu durum u usuna danışm adan onaylıyor,
evetliyor. S onra da hüngür hüngür ağlam aya başlıyor.
Ç ocukluğum da, ilk gençlik yıllarım da kazanm ış olduğum ussal
deneyim lerim usavurm alarım kendi kendim e, bana gerçeklerin k a ­
pısını açm ış oldu. Fakat kör politikacılar göz göre göre çıkarla­
rı uğruna hep yalan söylediler! Bu kör siy a sa la la r C um huriyet
D evrim lerinin düşm anı oldular!
Sahi, İbrahim İbrahim diyoruz. Ama; tanrıelçisi olduğu söy­
le n en İ b r a h im k im ? T e v ra t’ta adı A b r a h a m o la ra k g e ç iy o r
K u r’a n ’daki adı da İbrahim !

17
İbrahim (A braham , A bram ) kim i kay n ak lara göre İÖ 2000-
1650 yılları arasında yaşam ış (C ham bers, encyclopedici E nglish
D ictionary, s. 4, C am bridge 1994). M ezopotam ya’da U r kentinde
doğm uş (İÖ 1850). İki oğlu varm ış, biri İshak, öbürü İsmail! A rap-
lar işte bu İsm ail’den geliyorm uş!..
G erçekte kim i tarihçilere göre, İb rah im ’in yaşayıp yaşam adığı
da belli değil! İbrahim b ir yandan Y ahudilerin (oğlu İsh ak’la) öbür
yandan A rapların (oğlu İsm ail’le) atası oluyorm uş! A taları bir olan
iki halk! O nların Tanrıları da “A llah” ! B u iki h alk da, ataları bir ol­
m asına karşın birbirini öldürüp duruyor günüm üzde de!.. Bu m u
bir “Tanrı”m n gerçekliği?..
Tarihin k aran lık ların a göm ülen İb ra h im ’i daha da açıklam ak
gerekiyor. N e yapm ış da böylesine etkilem iş M uham m ed’i? B unu
açıkladığım ız anda da “A llah ’ın, K u r ’a n ’m , M uham m ed’in” de
soykütüğü ortaya konm uş olacak! B ütün gerçeğiyle durum u açık­
lam ak gerekirse; M uham m ed-A llah -K ur’an üçlüsü bir ve özdeş
şeyler... İnsan olarak M uham m ed olm asaydı; ne bu biçim iyle “A l­
lah” (M uham m ed’in A lla h ’ı), ne de onun esinleri diye savlanan
K u r’an olacaktı. K u r’a n ’da kendi im gesel gücüyle im gesel “ A l­
lah”! konuşturan M uham m ed’in kendisi! İbrahim gibi yaşayıp y a­
şam adığı belli olm ayan kişileri de kendi am açlan için kullanm ış ve
kulaktan dolm a anlatıları, kendi tasarım larını, düşlerini “esin” diye
K u r'a n ’a geçirmiştir. G erçekte M uham m ed dönem inde kitap du­
rum unda K u r’an yoktu! M uham m ed düzenlediği tüm celeri kitap
durum unda hiçbir zam an görm em iştir! B u konuda bakınız: (D in­
lerin Kökeni ve İsla m ’da Reform ).
1400 yıl öncesi H alife Osm an dönem inde M uham m ed’in d ü­
zenlem iş olduğu tüm celer “esin” diye kitap durum una getirilm iştir.
B unlar bölük pörçük birkaç satırcık tü m celer biçim inde kem ikle­
re, taş parçalarına hayvan derilerine, ağaç kabuklarına yazılıp
köşe bucakta kendi durum una bırakılm ıştı.
M u h a m m e d ’in eşeysel d u y g u la rın a k ad ar her çeşit istekler
tüm celerde yer alır. “A llah” yığın yığın esin gönderiyor da bir top
kağıt gönderem iyor, ya da üzerine yazılabilecek başka birşey... Bu

18
konuyu ilerik i say falard a, M u h a m m e d ’in esin diye ad landırıp
“ A llah”tan getirm iş olduğunu söylediği tüm celerle kanıtlam aya ça ­
lışacağız...
1948-49 yaz aylarıydı. Elm ahacılılı bir genç köylüden, dem ok­
rat Parti adaylarının, C H P adayları üzerine aşağıdaki suçlam alarını
kulağım la işitince şaşırıp kaldım:
“D ün köye D em okrat P arti’nin adayları geldi. Bunlar ü n i­
versitede okuyanların hepsinin “puşt o ld u ğu nu ” söyledi...”
1 9 5 0 ’den ö n ce D em ok rat P a r ti’nin b ilg isiz , k im lik siz p arti
ad ay ları işte böyle çirk in p ro p a g a n d a la r y ap arak başa geldiler.
K im liksiz M en d eres’in cezasını halk verdi, boynu ipten k u rtu l­
madı! O nun, T ü rk iy e’yi uçurum a sürükleyen karanlık em ellerinin
kalıtına konan da, A tatürk düşm anı D em irel oldu. A çıkça görülü­
yor kim lerin ellerine düştüğü ülkem izin!..
H alkım ızı, tem iz Anadolu insanını aldatarak dini söm ürü aracı
olarak kullanıp T ü rk iye’yi E d irne’den A rd ah an ’a, 1400 yıl ön­
cesinin karanlığına sürüklediler!..
2
Din Nedir?

Sahi, din denilen olay ne? B ir ya da birkaç tanrıya inanm ak m ı?


A m a din denilen olayı böyle bir deyim de içerm iyor!
D in tin b ilim cisi L eu b a (R eligion ern a i histo ria och n utid,
s.7) elli yıl çalışarak, 48 çeşit din tanım ına ulaştı. Böylece insanın
din adıyla inanm ış oldukları tem elden, birbirinden apayrı durum lar
da ortaya çıkıyor. D in böylece k arm aşık b ir durum a bürünüyor.
B undan, dinlerin toplum la birlikte insan im gesinin bir ürünü oldu­
ğu gerçeği de ortaya çıkıyor. Tanrı sözkonusu olunca da, gerçek bir
tanrıya değil de, kendi im gelerim izin ürünü tanrıya ya da tanrılara
inanm ak durum una düşüyoruz.
D in tinbilim cisi A m erikalı J. B. P ratt, bireylerin başa ya da
b aştak ilere karşı duru m ları ve “ kendi çık a rla rın ı gözetlem ek
am açlı” bir deyim e ulaşıyor. Dem ek din, herşeyden önce bireyin,
dış güçlere karşı kendi çıkarlarını korum a am acını da üstlenm iş
oluyor. D aha açık bir deyişle birey yalnızdır, sığınm ak zorunda ka­
lıyor ve onm asızlıklar karşısında din denilen olay sinsice araya so­
kuluyor! Soru şöyle de sorulabilir: son üç dört bin yıllık bir oyun
mu din? D eğilse, dinin kaynaklarını yine insanda aram ak zorunda­
yız. Çünkü insanın dışında, daha başka bir deyim le insansız bir do-

20
ğada din olayına rastlanm az! D inozorlar dönem inde, 70-140 m il­
yon yıl önceleri, hiçbir din olayına rastlanm am ıştır. N eden? Ç ün­
kü insan daha oluşm am ıştı. İnsan daha yoktu. Bu durum da da din,
bütün öbür sanatlar; el işleri... İnsan yapıtıdır! D ahası, dinozorlar
dönem inde tanrılardan söz edilemez! nasıl söz edilebilsin? İnsanın
olm adığı yerde tanrılara yer yok! Dem ek, bu durum da da tanrıları
yaratan insandır!..
Türkan çocuğu H om o erectus türüne değin kim i taşılların k a ­
nıtladığına göre ilk insanın, yaklaşık yedi m ilyon yıl önce geliş­
m eye başladığı görülüyor. İki milyon yıl önce de insanın ilk tarihi­
ne karışm ış oluyor H om o Erectus! (R ichard L eakey: H ur M en-
niskan blev till, s. 13)
A teşi ilk bulan H om o E rectus’dü. G erçekte üç devrim in yer­
yüzünden oluştuğuna tanık oluyoruz:
a) İlk yaşam ın 3 m ilyar 500 milyon yıl önce ortaya çıkması...
b) İkinci devrim , birkaç gözenekli örgenliklerin oluşum u. Bu
da yaklaşık yarım m ilyar yıl önce...
c) Üçüncü devrim : İnsel bilincin oluşum u, 2,5 m ilyon yıl önce...
B öylece yaşam , kendi kendine insanda bilince ulaştı! İşte bu üç
devrim in sonuncusundan, insel bilinçten önce im getanrıların hiçbi­
ri yoktu?

Tanrıları yaratan kim ?


B ütün sanatlar gibi insanla, insan bilinciyle sayıları 300 m ilyo­
nu aşan tanrılar yeryüzünü kapladığı gibi, din ve inanç birlikleri­
nin sayısı da 20 bini aştı günüm üze kadar!.
Şim di soruyorum sevgili okuyucularım a:
Yaratıcı kim?
-Elbette biz insanlar... Bu gerçeği yargılıkta da vurguladık
(İst. A dliye Sarayı: 24 N isan 1996).
K ültür bakım ından oldukça ilkel Avustralya, A m erika hakla­
rının davranışları, ilkçağ insanlarının davranışlarına benziyor. Bu
da gösteriyor ki, günüm üzün tektanı ıcı dinlerinin kökenlerini ken­
dinden öncekilerden S ü m er’de, M ısır’da; ilkçağ insanlarının eği­
lim lerinde aram ak gerekiyor.

21
D em ek ilkçağların ilkel, ekinsel davranışları, zam anla onların
inançları olm uştur. G erçek te insanın v arlaşm aya, bilinçlenm eye
başlam asından günüm üze bir “Tanrı” ortaya çıkıp da, “işte o ara­
dığınız Tanrı b en im ” diyem em iştir. O lsaydı derdi! D inlere göre-
tektanrılı göksel dinlere göre de -Allah her zam an insana benzer-
olarak tasarlanm ıştır. Y aratan insandı, başka kim e benzetecekti?
. D üşünm eye, im gelem eye başlayan ilkçağ insanlarını gök, olan­
ca derinliğiyle göğün m aviliği çekm iş, onları kendisine im rendir-
miştir. O zaman gökte G üneş, Ay, yıldızlar, kuyrukluyıldızlar, gök­
taşları bu insanların hayranlığını çekm iş. O nlar da göğe, yıldızlara
güneşe, Aya tanrı gözüyle bakm ışlardır. B öylece aradıkları belirsiz
kim liklerini bulduklarını sanmışlardır.
İlk “hayal eden” insan da gözleriyle ne görm üşse ona inanm ak
gereği duymuştur. G ü n eş’e A y’a, yıldızlara, Venüs gezegenine...
Göktanrıları arasında gökgürlem esi, yağm ur ve doğurganlık tanrıları
da var. Gök de tanrı olarak algılanır. A na toprak yağm urla döllenir.
B irçok tanrılar da, tanrılaşan insanlar (aposteoserik)’dır. B un­
lar ünlenen tarihsel kişiler. Tanrı gözüyle bakılır bunlara o çevre­
nin insanlarınca! B unlar öldükten sonra da tanrı diye tapılır. D e­
m ek ilkçağ insanlarına göre tanrılar da ölür. Ö len tanrı insan, de­
m ek ölm ekle tanrılığından birşey yitirmiyor!
Örneğin İslam D ürzileri arasında AI-H akim , Japonlar arasında
Tenjin bilinen tanrılar arasında yer alır.
Böylesi inançlar da bütün zam anlar boyunca süregelm iştir. İm ­
geleyen, tasarlayan insan her çeşit tanrıyı yaratıyor demek! Bütün
bu verdiğim iz örnekler de özetin özeti...
K am utanrıcılık (p anteizm )’a göre, tanrı, evrende her yerdedir.
Bu durum da her şey tanrısal oluyor belki! K im i zam an evren, tan­
rının bedeni diye onaylanır. Bu durum da göksel tanrılar yuvalan­
dıkları yerlerde kendiliğinden yok olur. G erçekte din sözcülerinin
tanrıları, panteizm le yok olm ak zorunda!
Demek insanlar “birine, bir güce” sığınacağım derken, tanrıla­
rı çoğaltmışlar, b ir’e indirm işler; oysa o B ir’den de ses gelm em iş 7
m ilyon yıldan beri...

22
Dahası tanrılık durum ları özdeş ve benzer işlevlerle kim likleri­
ni buluyor birbiriyle. Ö yle ki esinleyen de özdeş “ iktidar”a koşu­
yor: M ısır’da A rao n ve R a , B ab il’de Bel (Enlii) ve M a rd u k gibi...
Bütün dinler ortaklam ayı, ortak inancı gözetir. Bu güçle sürdü­
rür yaşam ını. B ir din, bir de bakarsınız gözyaşına bakm adan ölür
gider. O rtak inancını yitirince! İm geler üstüne kurulan bütün din­
ler (dinler im geler, çıkarlar üstüne kurulm uştur her zam an) bir gün
ölm ek zorunda! G ünüm üze dek binlerce dinin öldüğü gibi!..
G erçekte bütün dinler, inanç birlikleri tem eli olm ayan im geler­
le bezenm iş, çıkarlarla desteklenm iş ve dışarda gerçeği olm ayan,
bir gerçeğe dayanm ayan sayıklamalar. Bu sayıklam alar da Efendi
A ğ a ’larca halka onaylatılm ış. Sonra da bu E fendi A ğa, R ab b ü ’l-
Alem in kılığına sokularak göğe uçurulm uştur. Söm ürü düzeni il­
kin din söm ürüsüyle (kafaların söm ürüsü) başlam ıştır yeryüzünde!
Ne zaman? B elki 50 bin yıl önce, belki de 500 bin yıl önceleri...
Bir din ne denli katı, ne denli bağnaz, ne denli değişim e uğra­
m ıyorsa; o denli de ölüm cüldür! însan yaşam ı her an değişgenlik
içinde. D eğişm ek zorunda olan yaşam karşısında dinin durağanlı­
ğı; dinin ölüm ün ü düzenler! Çünkü k alıp kalıp verilen bir din
yok, insanın düzenlem iş olduğu bir din vardır.
İnsan ölür, onun inancı da ölür, inandıkları da yok olur! Arı öl­
dükten sonra bir dah a vızıldam az! A nıran aşek anırm az olur!
İnsan için de öyle! D oğanın doğrultusu bu! Bu gerçeği onaylam ak
zorundayız. Ö yle olm asaydı, sayıları 300 m ilyonu aşkın tanrılara
karşın deprem ler olm azdı!
Din sözcüleri ölür, öldükten sonra tanrıları da konuşm az olur!
N eden? Çünkü onlar da ölm üştür! Bu tan rılar onlardan önce de
yoktu! Tanrıelçileriyle başlayan tanrı, tanrıelçileriyle ölen tanrı;
bu tanrıelçilerinin kendilerinden başka ne olabilir? Bunu hiç dü­
şünm ediniz mi? B ana yanıt verebilir m isiniz?
Hani M u s a ’nın, İ s a ’nın, M u h a m m e d ’in tanrıları?
İlkel insanlarda, ilkçağ insanlarında ölüm , doğal olm ayan bir
yitişti. Bugün bile çoğunluk, ölüm ü doğal karşılayam az.

23
İnsanın yaşayıp b ir gün birden yok olm ası usun alacağı şey de­
ğildi! H erşeye karşın, ölüm e karşı direnm ek zorunda kaldı. Tasa­
rım larıyla, im geleriyle gerçekleştirm eye çalıştılar ölüm den sonraki
yaşam ı. G öksel dinler (tektanrıcı dinler) “Ö tey er”e göçürdüler in­
sanı. Orada Cennetler, C ehennem ler k urdular kafalarında, Yahudi­
lik, H ıristiyanlık, İslam lıkta olduğu gibi! H ele yazıdan yoksun ilk­
çağ insanları ölüm k arışısında şaşırıp kalıyorlardı. G erçekte ölen
insanın yeniden dirildiğine hiç kim se tanık olm adığı gibi, varsayı­
lan bir Tanrı da bunun böyle olduğunu kanıtlayam am ıştır. Tarihin
karanlık dönem lerinden günüm üze dek böyle bu! B ir yolunu bula­
rak özellikle H int dinlerinde “ölüm yeni bir yaşam için geçiş”tir
deyip çıktılar! Yazıklı insanları yeniden sünepeleştirm ek için!..
D aha başka halklar da ölüm karşısındaki ürküyü, korkuyu, on-
m asızlığı yenm ek am acıyla başka biçim ler aradılar!
Bir bölüm halklar da insanın öldükten sonra m ezarda yaşadığı­
na inandılar. B öylece ölüyü göm erken, çeşitli araçlar, yiyecekler
koyuyorlardı ölüyle b irlik te m ezarlara! V arolduğu sanılan y a da
inanılan tanrı da “N e yapıyorsunuz? A kıntıya kürek çekiyorsunuz!
Yok yere bütün çabalarınız boşa gidiyor” dem iyor, ya da bunun
tersini söylem iyordu. İnsanlar böyle hep o y alan m ak yaşam larını
sürdürdüler. Bu oyalanm ak bekleyişler onların krom ozom larına iş­
ledi. Sonra da hep tanrı um utlarıyla boşa yelm iş oldular. Ölüm im ­
paratorlukları bile tasarladılar. Ö lülerin tinleri b ir araya toplanarak
Yer yaşam ı sürdürüyorlardı kendi olurlarına göre. H ani, her şey ar­
tık insanın im gelem ine göre oluyordu ya; b ir gün bir D alai Lam a
çıktı, “dünyaya 29 kez gelip gittiğini” y utturm aya başladı. Su-
m erler dönem inde Ç oban K ral D um uzi de böyle yapıyordu. H er
kış ölüyor yaz gelince yeryüzüne çıkıyordu!
Şimdi tanrıların nasıl yaratıldığını, durum a göre nasıl uydurul­
duğunu görelim bir bir...

24
3
Mısır

Tevrat, İncil ve K u r’a n ’ın kaynaklarına doğru:


Nil ırm ağı olm asaydı belki M ısır kültürü de olm ayacaktı. N il’in
kuzeyden güneye uzanışı, çölü, üretim e elverişli topraklara dönüş­
türüyor. D aha sonra tarih öncesi çağlarda birtakım kent krallıkları
kuruldu M ısır’da. Yukarı M ısır, Aşağı M ısır diye de adlandırıldı.
K ültür İÖ 4000 yılında bütün bütün A frika kültürüydü. Mısır, M e­
zopotam ya ile ilişki kurdu bu tarihsel dönem in sonuna doğru.
Üç soy (hanedan) dönem i yaşar Mısır:
1) E ski İm paratorluk (3.ve 6. soylar, İÖ 2770-2270).
2) O rta İm paratorluk (11. özellikle 12. soy, İÖ 2060-1788).
3) Yeni İm paratorluk (18. ve 20. soylar, İÖ 1580-1085).
M ısır’da eski im paratorluk dönem inde yapıldı piramitler. Orta
im paratorluk iç politika çekişm eleriyle yıprandı. Yeni im paratorluk
d önem inde dinsel, ilginç y en ilik ler yapıldı A m enhotep IV (İÖ
1 3 7 0 -1 3 5 2 ) d ö n e m in d e . 20. soy d ö n em i R a m ses III- IX , İÖ
1198-1085). Bir süre sonra M ısır, İÖ 525’de İran 'ın , İÖ 33 2 ’de de
R om a İm paratorluğu’nun eline geçti.

25
M ısır dilinin sem itik dil­
lerle de yakınlığı var. H iye­
ro g lif, gerçek te resim li b ir
yazı. P iram it y az ıları, m e ­
tin le r i O rta İ m p a ra to rlu k
d ö n em in in b ir ç e şit k il ve
sarkofaj m etin leri. B a şla n ­
g ıç ta ta n rısa llık o rtay a ç ı­
kar, gök sel tan rılar... A m a
ç o k la y ın in san b iç im in d e .
D aha sonra hayvan biçim li
tanrılar görülür. D em ek tan­
rıy ı, ta n rıla rı h ay v a n b iç i­
m inde de yapıyorlar! Bu çe­
şit tanrılar araştırıcılara gö­
re totem kaynaklıdır. D oğa
durum una, yaşam çevresine
g ö re tim sah ta n rıla r, aslan
tanrılar da var. G örülüyor ki
tanrılar çevreye, insan yaşa­
m ına göre biçim lendiriliyor.
B undan da tanrı y a ra tıla rı­
nın gerçek sahibi insan o l­
d u ğ u a ç ık ç a b e lli o lu y o r.
D inin doğal biçim leri insan
tasarım ve im geleri. N il ır­
m a ğ ın d a tim s a h d e ğ il de
a y ıla r o lsa y d ı; bu k ez ayı
biçim li tanrılar olacaktı! İn ­
san tanrıyı elbette çevresine
göre öykünecekti. N itekim
öyle olm uş. N eden? Çünkü
yaratan, yapan insan!..

26
Ö rn e ğ in T h eb k en tin in ta n rısı
A m o n ’dur. M e m fis ’te zenaatçılar
tanrısı P t a h ’dı. H e rm o p o lis’te bil­
gelik tanrısı T h o t egem endi.
P ira m it m e tin le rin e g ö re H o -
ru s , K ral sarayının tanrısıydı. F ira­
vunla kim liği özdeşti.
A şa ğ ı M ıs ır ’da H e lio p o lis ’te
G üneş T an rısı R a ’y a tap ılıy o rd u .
R a y a ra tıc ıy d ı, e ş itlik le d ü ze n in
koruyucusuydu.
O s ir is , N il d e lta s ı’n d a B u s i-
r i s ’tey d i, b ir kral gibi insan b iç i­
m inde. F ra n sız o zan larından G e-
M ıs ır ta n r ıs ı A tu m , O s i r is ’le b irlik te .
Y o n u t K a r n a k ’ta ( İ Ö X V . y ü z y ıl) .
r a r d d e N e rv a l (1808-1855), H o-
ru s adlı şiirinde insan yaratısı tan­
rıları, durum u dizelerinde şöyle işliyor:*

Tanrı Kneph sarsıyordu evreni titreyerek


A na İsis, o zaman doğruldu yatağından,
Baktı şöyle yabanıl kocasına bir zaman
Ve parladı öfkesi yeşil gözlerinde pek.

“Bakın, dedi ana, densiz yaşlı uyuyor pek,


Bütün kışları dünyanın geçmiş omuzundan,
Tutun ayağını, görmeyin gözünü aman,
Volkanlar tanrısı, kışlar kralı bu gerçek!
Savuşup gitti kartal, düşüncem dedi bana,
Onun için sarındım Cybele’in fistanına...
Pek sevilen oğlu bu Herm es’le O siris’in.”

Gitti tanrıça yaldızlı sedefi üstünde,


Denizler gönderdi o canım gölgesini de,
P u l p u l donandı gökler kuşağıyla İris ’in.

A .R . E rg iiv e n : F r a n s ız Ş iiri ( B a ş la n g ıc ın d a n B u g ü n e ) s. 6 9 , Y a b a Y . İst. 1 9 8 5 .

27
A sla n b a ş lı ta n r ıç a S e k h m e t. E s k i M ıs ır s ö y le n c e s in d e
ö c a lıc ı b ir T a n rı. S ö y le n c e y e g ö r e b u ta n r ıç a tiim in s a n ­
lığ ı y ık m ış . B u y o ııu t K a r n a k 'ta M o ııt ta p m a ğ ın d a . B a ­
ş ın d a b ir g ü n e ş ta c ı v a r. X V II. s o y ( Y a k la ş ık İÖ . X V .
y ü z y ıl).

28
K ısaca k rallar M ıs ır ’da yönetm iş o l­
dukları halklara söz dinletebilm ek, buyruk­
larını kolaylıkla onaylatm ak için kendileri­
ni ya tanrı aşam asına yükseltm işler yada
tan n diye inanılan güçlerle (imgetanrılarla)
özdeş kim liğe bürünm üşlerdir. Tanrıların
göğe uçurulması ya da göksel olması Tev­
rat, İncil ve K ur’a n ’la başlamamıştır.
T e v r a t, İ n c i l, K u r ’a n ; ö z e llik le
K u r ’an y eryüzündeki ağaları, efendileri
“E fen d i A llah (R a b b ü ’l A lem in) adıyla
göğe uçurm uşlar (sim gesel olarak). B öy­
lece insanlar gökten yere doğru yönetilip
sö m ü rü lm ü şle r. K u r ’a n ’da bu sav ım ızı
kanıtlayan bölüm bile var: (Secde, 5):
“ ...A llah, gökten yere kadar her işi
düzenleyip yönetir...”
G örülüyor ki, ilkçağ dinlerinden sayı­
lan M ısır dini, doğrudan doğruya bir din
değil, siyasal renklerle örülü, siyasal yanı
ağır basan bir din, b ir yaşam biçimi. B ir­
çok tanrılar da birbirinin kim liğine bürü­
nür. Örneğin devlet tanrısı Horus, (Re-Ho-
E s k iç a ğ M ı s ı r ’ın d a y a r a tı rachte) kimliğindedir. Bu da insan benzeri
t a n r ı s ı P ta l ı, T l ı e b e ’d e e g e ­ birşey kartal başlı, G üneş değirm ili. D e­
m e n . B r o n z y o ııu t. X IX . s o y ­ m ek doğayla sim geleniyor tann. Daha aç'k
dan.
bir söyleyişle insan, tanrılarını yaratırken
doğadan örnekleniyor. İnsan, doğayla ken­
dini birleştirerek tanrıyı kendi kalıbına sokuyor. Sonra tektanrılı din­
lerde öyle yaptı; Tevrat, İncil ve K ur’a n ’da olduğu gibi.
D aha sonra E chnaton (hoşa giden) diye adlanan A m enhotep
IV, krallarla A m on prestliği abasında çekişm e konusu oldu. Kral
birdenbire Amon dinini bırakarak Aton adıyla anılan G üneşe tap­
m ayı buyurdu. Bu tanrı (Güneş) bir tek tanrıydı. Güzel şarkılarla
bütün yaşam ı, canlıları yaratıyordu her yerde:

29
“...B atı’da ufukta battığın zam an, yer karanlık olur ölm üş
gibi. Bütün aslan lar ininden dışarı çıkar, bütün yılanlar sok­
m aya başlar. K aranlık egem en olur, yer susar... Yer aydınlanır,
sen ufukta d oğdu ğu n zam an ışıldar A ton gündüzün. Sen ka­
ranlığı boğar, ışıklarını h er yana yayarsın...”
A ton, insan b en zeri değil, G üneş gibi b içim lendi. A m o n ’un
yer tanrılarının yandaşları gözaltına alındı. Bu doğa dini, ne yazık

E s k i M ıs ır ’ın ü n lü b o ğ a b a ş lı G ü n e ş T a n rıs ı A m o n -R a (T a n rı K ra l M e n h a to p III) Ç a ­


m u r d a n İ n s a n y a p ıy o r . ( T h e b e , İÖ 1 4 9 0 -1 4 7 0 ).

30
k i, bu g e rç e ğ e u la ş m a b iç im i b a ş a rıy a
ulaşm adı. A ton, insanlık tarihinde ilk o la ­
rak insel gerçeklere uyan bir inanış b içi­
m iydi. G erçek diyoruz ya, doğrudur. G ü ­
neş ısısını biraz yitirm iş olsa; -ki bir gün
gelecek bu gerçekleşecek- her şey yıkım a
uğrar yeryüzünde. Yeryüzü tarihinde g el­
miş geçm iş bütün tanrılar da bu olayı en ­
gelleyem ez.
E ch n a to n ’un ölüm ünden sonra, A m on
Prestleri yeniden egem enliği ele geçirdiler.
G ö rü y o rsu n u z , e g e m e n liğ i ele g e ç ire n e
göre tanrılar da değişiyor. D em ek tanrıları
insan yaratm ıyor yalnız, onları isteği gibi
değiştirebiliyor da!
G erçekte M ısır dinine açık bir deyim -
lem e getirilem ez. Bu da gösteriyor ki, M ı­
sır dini çeşitli dinlerden oluşmuş, bu dinler
b irb irin e k arışm ıştır (H elm er R in ggren ,
agy). D ahası, M ısırlılar'bir dinin ardından
koşm am ıştır...
Ç ok eski çağlardan beri K ral F irav u n ’a
tanrısal gözüyle bakılm ış. IV. Soy R a ’nın
oğlu sanını taşır. O doğuştan öyle, uygula­
dıkları tanrısal inanca göre. B öylece kralın
h ü k ü m e t y ö n e tim in d e ta n rısa l b ir işle v i
var. K ral, halkının efendisi sayılır.
İnsan, tan rıy ı g iy d irip can lan d ırırk en
yiyeceğini bile sağlıyordu kurban vererek!
Ö lü K itabı, bölüm 125’te şöyle deniyor:
“...B irinin soyulm asına neden o lm a ­
T a n r ıla r ın k r a lı d iy e d e d ım . B ir in in a ğ la m a sın a , s ız la m a sın a
a d la n a n A m o n . T h e b e ’d e -
neden olm ad ım . Ö ld ürm edim . Ö ldürt-
k i t a p ın a k o n u n o n u r u n a
y a p ıld ı. X V I I . s o y . m edim . Birinin acı çekm esine neden ol-

31
m adim . Tapınağın k u rb an ın ı .azaltm adım . T anrıların kurban
ekm eğine zarar verm edim . Ö lülerin kurban ekm eğini çalm a­
dım . K ötülü k etm ed im k im sey e(...) Ç ocu ğu n a ğ zın d a n sütü
aşırm adım . Bir hayvana bile kötü davranm adım ...”
M ısır inancına göre ba (yaşam, güç, çoklukla tin diye çevrilir. Bu­
nunla ölü, daha sonra canlılarla ilişki kurar. Tevrat, İncil, K u r’a n ’ın
kaynakları!) Kendinden önceki kitapları öykünen K u r’an’da da böyle
geçer: “Tin, ölümden sonra yaşar” inancına ulaşılır.

E c h n a t o n y a k a r ıd a . G ü n e ş ış ın la r ı E c b n a t o n ’u n ü z e r in e d ü ş e r v e H i e r o g l if im le r i
y a şa m a k avuşu r.

32
Ç a k a l b a ş lı M ıs ır t a n r ıs ı b ir ö lü n ü n m u m y a s ın ı g ö z e tliy o r . T l ı e b e ’d c , ö lü n ü n y a ş a ­
m ış o ld u ğ u N e k r o p o lis k e n t in d e n b ir d u v a r r e s m i. X X . s o y (s ü la le ).

Yine, M ısır inancına göre, öbür yanda (Ö teyer), ölüm den sonra
da tehlikeler, zorluklar olduğuna inanılıyor. Ö rneğin yabanıl hay­
vanlar vb. vardır ölülere eziyet eden. K u r’a n ’da da buna koşut an ­
lamlar, tüm celer var. Allah, suçluları zebanilerle cezalandırır. M ı­
sır dininde yabanıl hayvanlar eziyet eder. K u r’an ’da Allah, C ehen­
nem e atarak insanları uslandırm aya çalışır:
“...R ablerini yadsıyanlar için C ehennem azabı vardır. O, ne
kötü dönüştür...”
(K u r’an: M ülk, 6)

“...O raya (C ehennem e) atıldıklarında, onun kaynarken ç ı­


kardığı uğultuyu işitirler...”
(K u r’an: M ülk, 7)

Ö yle ki, insanlara C ehennem işkencesi verm ek için "C ehenne­


min, öfkesinden çatlayacağı" bile belirtilir K u r’an ’da:
“ ...N eredeyse C ehennem öfkesinden çatlayacak...”
(K u r’an: M ülk, 8)
33
Z e v k v e e ğ le n c e y le d o lu , M ıs ır ta n r ıç a s ı H a th o r b ir e r k e ğ in k o lu n a y a lıy o r “ ö b ü r y e r ” e
g ir e c e ğ i a n d a . X V III . s o y .

M ısır inancında “Ö teyerde” suyun tehlike oluşturduğu* belirti­


lir (H. Ringgren ve A. Ström agy s. 48).
M ısırlılar, b aşk an lan n ın yaşam da olduğu gibi öldükten sonra
da egem en olduğuna inanıyorlardı. S onsuz Başkan şiirinde ege­
m en kişinin tanrılığı, ölüm süzlüğü şöyle deyim leniyor:

Sonsuzluğa dek sürecek varlığın,


Sen var oldukça sürecek sonsuzluk

Kötü yönetim den söz eden şiirler de var:

İşte saray, yoksulluk korkusuna kapılmış


Kargaşalık yaratan bozgunculara
Karşı koymuyor hiç kimse.
34
İşte ülkenin en değerli adamları
Evlerinden barklarından
Kapı dışarı ediliyor.

İşte cebi delikler varsıl oldu


Biiyiik adamlar bile övüyor yeni varsıllan

işte ülkenin ileri gelenleri

İşsiz güçsüz, yoksul,,

Koşuşup duruyorlar boş yere.

İşte devlet daireleri darmadağın


Çobansız kalmış bir sürü gibi.

işte ülkenin en ulu kişilerine


Halkın durumunu anlatmıyor hiç kimse.
Batıyor bu ülke!

(Çev. Talat S. H alm an)

S onraki ç a ğ la rd a olduğu gibi E sk içağ


M ısırlıları köle askerler kullanm ışlardır.

T a n ıı-fira v u n d e ğ il y a ln ız ; s o y lu la r,
yüksek düzeydeki yöneticiler, rahipler halk
yığınlarından ayrı yaşayıp uzak durm uşlar­
dır. Bu konuda Firavun Am enem het “O ğlu­
na O ğütler’’dc halk yığınlarına gtivenilemi-
A m o n - R a ’n ın k a r ı s ı , M ıs ır
yeceğini, insanların iyilik bilm ez olduğunu
ta n r ı ç a s ı M u t ’ u n b r o n z b ir
y o n u lu .
deyim ler:
Kullarına yumuşak görünme
Halk, korku saçanlara boyun eğer.
Tek başına yaklaşma yanlarına
Bağrına kardeş basma,
D ost bilme hiç kimseyi,
Senli benli olma,
Sonu yoktur bunun.
R ahat uyumak istersen kendi canını koru.
Kötülük çağında
Dostu yoktur başkanın.
Ben dilencilere sadaka dağıttım,
Öksüzleri doyurdum,
Büyükleri nasıl bildimse
Küçükleri de öyle hoş tuttum.
Buğday dağıttım, harman tanrısına gönül verdim,
N il selamladı beni her vadide.
Saltanat yıllarım da hiç kimse aç susuz kalmadı.
Sağladığım barış içinde yaşayıp övdü beni herkes.
A m a karnını doyurduklarım ayaklandılar,
Elim i uzattıklarım korku saçtılar ortalığa.

(Çev. Talat S. H alm an)

K't •rr*>'R Ü n lü ta r ih ç i H e r o d o t (V.


* /> " -•
yüzyıl) şöyle diyor: “M ısırlıla­
/ ' rın başına gelen bu ‘p ira m it’
Ut
|'“ î " * “ ■ ***
u ğ u rsu zlu ğ u 106 yıl sü rm ü ş.
M ısırlılar piram it yaptıran fi­
r a v u n la r d a n ö y lesin e tik sin ­
m işler ki adlarım bile a n m ı­
;İ yorlar.”
C
■ ,.ş>
F ir a n ııı N ekos'un Nil ırm a­
ğıyla K ızıl D eniz arasındaki bü­
yük kanalda 120 bin cana k ıy ­
r . v-' t
U - 4 ) 4
-Ş. mış ve hem en vazgeçilmiş.
:-vf ^ »•■■--W

36
E skiçağ M ıs ır’ına d eğgin 2 0 0 0 tanrı adı saptanm ış bugüne
dek. Tanrılar kim i zam an dinerki (teokrasi) yöntem iyle b irleştirdir­
miş. Tanrıların önem i de korudukları bölgelerin, kentlerin durum u­
na göre değişim e uğrarm ış. G örüldüğü gibi tanrıların önem ine bile
insanlar etkide bulunuyor!
G erçek, Tek Tanrı dinini M ısır’a sunan Akhenoton (İÖ 1370-
1352) olur. Firavun G üneş Tanrı A to n ’u coşkusal bir sevgiyle över:

Ne güzel doğuyorsun ufkunda göklerin,


Yaşamın başlangıcı olan Aton.
Sen göklere yükselince doğudan
Dolup taşıyor tüm ülkeler güzelliğinle
Yücesin, güzelsin, ışıl ışıl yeryüzünde.

Tansıkların var bizlere, görünmeyen,


Eşin benzerin yok; yüce tanrı, tek tanrı!
Dünyayı bildiğin gibi yarattın yapayalnızken
Ulu gücünle hiç kimsede bulunmayan.

Bu tek tanrı övm üş olduğu A m o n ’un kendinden sonra gelen


kutsal kitapların tanrılarına öncülük eder, kaynak olur:

Vardı tanrı ta başlangıçta


İlk varlık o, yokluktan önce O vardı.
O yarattı her şeyi, kendinden sonra.
Başlangıcın yaradanı. Sonsuzdur Tanrı,
Zamanın başından sonuna kadar.
Öncesiz varlığı sürecek sonsuza dek.

Günüm üzden 3000 yıl önce M ıs ır’da mum ya sanatı en yüksek


düzeyine ulaşmıştı. Tanrı çabaları, firavunların tanrılaşmaları, tanrı
olm alara, tanrılarının sayısı 2 0 0 0 ’i aşm ış olsa da; sonsuz yaşam ı
ölüleri mum yalam akla elde edeceklerine inanıyorlardı, ya da bir gün
onların dirileceğine... M um yalam ak için de ölülerin iç örgenleri çı­
karılır, deri altına çam urla kum doldurulurdu. Ölüyü elden geldiğin­
ce canlı tutabilmek için de, bütiin bedene aşı boyası sürülür, yanak-

37
lar, dudaklar boyanır, gözlerin yerine
de kesme cam (billur) konurdu.
Firavun sarayı, doğrudan doğru­
ya tapınak olarak yapılırdı. Firavun
sözcüğü ev, konak, saray anlam ları­
na gelir. K rallar değil yalnız; ana kra­
liçeler, kraliçeler, prensesler de ölüm ­
süz olarak onaylanırdı. O nlar için de
görkemli yapılar yapılır ve içerisi yi­
yecek, içecek ve araçlarla doldurulur­
du. Firavun ya da kraliçe ölünce on­
lara hizm et edenler de öldürülürdü,
öteyerde hizm et etsin diye...
Taş y ap ılar ta n rıla r adına, fira ­
vunlarla, devlet yöneticileri için ya­
pılırdı. H alk yığınlarının evleri k er­
piçten, varsa tahtadan yapılırdı. D a­
yanıksız ve çürüktü halkın evleri.
M ıs ır’ın en ünlü tap ın ağ ı K ar-
nak tapmığıdır. H er firavun bu tapı­
nağa bir direk (sütun), bir yapı, bir
heykel eklem iş. B öylece 2200 yıllık
süre içinde 1,5 km uzunluğunda bir
yonut sanatı ortaya çıkmıştır.
A k h e n a to n ( G ü n e ş - t a n r ı’nın
hizm etinde) sanatçıları gerçekçiliğe
yöneltti, gerçek tan rı’yı (G üneş) y a­
rattığı gibi! İnsanların oldukları g i­
bi, doğal durum larıyla gösterm eleri­
ni istedi sanatçılardan. A m enhotep
A khenaton, dönem inde gerçekçilik,
güldürü ve yergi de gelişti. Kızkar-
B r o n z y o n u t İÖ X IV y ü z y ıld a n ;
deşi N efertiti’yle evlenm işti. N efer-
M ıs ır t a n r ıs ı K h n u m : Y a r a t ı, b o l­
titi’nin ince, güzel yüzü M ısır sana­ lu k ta n r ıs ı.
tının başyapıtları arasındadır.

38
4
Sümer, Akad, Asur

İÖ 3000 yılında Sum erler birçok kent devletleri kurdular M e­


zopotam ya’da. A z b ir zam an sonra A kadlar (yaklaşık 2360-2180),
kral S argon ’la yönetim i ele geçirdi. D aha sonra Yeni Süm er yöne­
tim dönem i başladı. Sum erlerin görkem li uygarlığı, B abil’de Batı
Sam ileri oym ağı ve H am urabi egem enliğiyle dağıldı (İÖ 1700).
Am a bu im paratorluk da yıkıldı (yaklaşık 1600-1170).
Bu dönem de K u zey M ezo p o ta m y a ’da A sur krallığı kuruldu
(İÖ 1100). A surlular da 8. yüzyılda çöktü birdenbire. İÖ 6 1 2 ’de
N inova B ab il’in eline geçti.
En eski Süm er kil yazılarında kim i dinsel m etinler ağır basar.
D insel ezgiler, y a lv a rıla r vb. B üyük ö lçüde k il y azıları, Sümer
N ippur tap ın ağ ı k itaplığından kaynaklanır. B aşka kil yazıları da
A surbanipal kitaplığına (İÖ 7. yüzyıl) değgin.
S u m e rle rin , M e z o p o ta m y a ’ya İÖ 3500 y ılların d a g eldikleri
onaylanır. İlk Sum erler egem endi buralarda söylenceli su baskınla­
rından sonra. S ü m er dilinin T iirkçcyle yakınlığı da, Sum erlerin
G ü n ey O rta a s y a ’d an g e ld ik le ri sa v ın ı d e ste k le r. (B k z. D iaııe
W olkstein, S.N. K ram er: H im lens Och J o rd e n s D rottning, Ud-
devalla/İsveç-1995).

39
Sum erlerde kentler; hem dinsel, hem de siyasal birlik oluştu­
ruyordu. H er kentin bir panteonu, yerel bir tanrısı vardı. Böylece
Sum erler tanrılarını yanıbaşlarına yerleştiriyorlar! S ü m er’de daha
evrensel tanrıların adları: An, Enlil ve Enki. A n, gök tanrısı; M ut
ham m ed’in ve kendinden önceki Tevrat ve In c il’in tanrıları gibi!
Enlil, büyük bir olasılıkla hava ve rüzgâr tanrısı. Ta eski çağt
lardan beri tapınılan en büyük tanrı. E nki toprağa egem en, topra­
ğın, su kaynaklarıyla ırm akların tanrısı.
Ur kem inde tapılan N anna; Ay tanrısı, yerel tanrılardan. Utu
da Güneş tanrısı.
D u m u zi, kahram an, hayvan sürülerinin koruyucusu. Yabanıl
hayvanlarla savaşır. G enellikle üretim tanrısı sayılır. Bir söylence-

40
ye göre, gök ve sevi tanrıçası
İnanna, koca edinir. Dum u-
z i’yi. O lur ki, ölüm ülkesinin
işkencesinden kurtulm ak için
D u m u z i’yi ö lü m e g ö n d e rir
İn anna! D u m u z i’nin ölüm ü
üzerine birçok ağlatı ezgileri
k il ta b le tle r iy le g ü n ü m ü z e
kadar korunm uştur.
M e z o p o ta m y a ’daki k a z ı­
lar aracılığıyla elde edilen kil
yazılarından anlaşıldığına gö­
re, Sum erler, evrenin yaratısı
k o n u s u n d a d ü ş ü n m ü ş le r .
Böyle bir Süm er söylencesi:
...B aşlangıçta bir ilk d e­
niz vardı. Bu deniz tanrıça
N am m u ile kişileştirilir. Bu
A n ’ı doğurur, dem ek göğü.
Y er K i ’y i v e ik is i b ir d e n
k im lik siz bir birlik o lu ştu ­
rurlar dağı özüm leyen. Bu
ikisinden hava tanrısı Enlil
doğar. İşte bu E n lil, gök le
yeri ayırır. A m a yine de ka­
ranlık egem endir. Enlil, Ay
tanrısı N an n a’yı doğrur. Bu
N a n d a , G ü n e ş t a n r ıs ı
U tu ’nun babası olur. D aha
sonra Su tan rısı E nki o lu ­
şur. Bu da tek başına ya da
ö b ü r ta n r ıla r y a r d ım ıy la
İnsan’ı yaratır...
B ir a z d ik k a t e d ile c e k
S ü m e r g iy s ili b ir k a d ın . olursa, S u m erlerin bu evren

41
yaratısı söylencesi, kendilerinden sonra düzenlenen T evrat’ın da,
İn cil’in de, K u r’a n ’ın da kaynağı olmuştur. Çünkü bu dinsel k i­
taplarda da yaratı söylencesi, hemen hem en Süm er yaratı söylen­
cesinin tıpkısıdır.
B öylece tarihin ilk çağlarından beri insanlar gereklerini gider­
m ek, korkularını dindirm ek için kendilerine göre tanrılarını tasarla­
yıp biçimlemişler. Bunları da kil tabletlere işleyip kendilerinden son­
raki kuşaklara iletmişlerdir. Tevrat da, İncil de, K u r’an da ister is­
tem ez Eski çağ Sum erlerinin, halklarının izleyicileri olmuşlardır.
B öylece M usa, kendi tanrısını; İsa, göklerdeki babasını; M u­
ham m ed de M ekke ve çevresindeki sayıları 2000-3000’i geçm eyen
K ureyş oym ağını, kendine inandırıp yola getirm ek, egem enliğini
k u rm ak , k o ru m ak a m a c ıy la M e k k e ’deki 360 p u ttan b irin in adı
olan “ A llah” adını, “A llah ” diye (Kureyş oym ağına) sunmuştur.
Yine Sum erlere dönelim :
Sum erler, kendileri tanrılaşm am ışlar yalnız; üstelik, adları belli
ve 1500’ü aşkın tanrıların bir bölüm ünü de göğe göçürerek tanrı­
laşm a, tanrı devrim i y ap m ışlar, örn ek siz o larak hem de! (B k z.
A .R . Ergüven: Sum er-H uluppu Ağacı, K aynak Y. İst)
Süm er söylenceleri: “İnsan, tanrılara hizm et etm ek için ya­
ratıld ı” . S um erlerin bu dinsel görüşü, böylesi im geler 5710 yıl
sonra, Tevrat, İncil aracılığıyla K u r’a n ’a girm iştir: K u r’a n ’a g ö­
re insan, tanrının kuludur. Tanrıya hizm et etm ek, tanrının kulu
olm ak anlam ını içerir. B öylece eskiçağ halklarının kişisel inançları
sonraki din kitaplarına “esin ” diye alınmıştır. Bu durum da da, adı
putlardan koparılan M uham m ed’in “A llah”ına değil, gerçekte Sü­
m er G üneş, Ay ve yıldız tanrılarına tapılm ış olunuyor.
Örneğin Süm er söylencelerinde evrenin yaratısı, kutsal adı ve­
rilen kitaplardan çok daha önce, canlı bir biçim de anlatılm aktadır:

...O ilk günlerde, o en ilk günlerde,


O ilk gecelerde, o en ilk gecelerde,
O ilk yıllarda, o en ilk yıllarda,

42
O ilk günlerde o anda tüm gerekler oldu,
O ilk günlerde o anda tüm gerekler buldu yerini,
Em ek yapılınca ülke tapınaklarında,
Ve ekmekler yenildi ülkenin evinde,
Gök yerden uzaklaşınca,
Ve yer gökten ayrılınca,
Ve insan adına karar verildi;
Gök tanrısı An gökleri ayırınca
Ve hava tanrısı E nlil yeri ayırınca
Biiyiik A şağı’ııın tanrıçası, Ereshkigal,
Alınca yeraltını kendi ülkesi olarak...

(H uluppu-A ğacı, agy)

O ysa K u r’a n ’da (VII. yy.), M uh am m ed ’in A llah’ı şöyle diyor:


“ ...Sonra Arş (göklerin en yüksek k a tı)’ı kaplayan, geceyi
durm adan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten...”
(K u r’an: A’raf, 54)

S ü m e r k e n t i N ip p u r . A r a ş tır ıc ıla r N i p p u r 'd a 3 0 0 0 0 k il ta b le t b u ld u . (F o to : 1 8 9 0 )

43
Evıen gibi uçsuz bucaksız bir varlığın yaratıcısı olduğu savunu­
lan bir “ T a n n ” böylcsinc bir açıklam a yapar mı?
Tevrat, İncil, K u r’a n 'da geçen ve birbirinden alınm a Nuh ve
Tufan öykülerinin kaynağı da G ilgam eş söylencesinin aktarm asın­
dan başka birşey değil!
H attâ bir Süm er şiiri de N uh ve Tufan öyküsünün kaynağını
oluşturm aktadır (S u m e r-H u lu p p u Ağacı):
...Nisir dağı gem iyi öylesine tuttu ki, gem i daha çok gidem e­
di. O anda yedinci gün olm uştu. Bir güvercin getirip onu salı­
verdim . Güvercin uçtu, sonra dönüp geldi. Çünkü konacak hiç­
bir yer yoktu. O zam an bir ebabil getirip saldım . Kuş uçup gitti
am a dönüp geldi. Tufan sona ermek üzereyken bir kara karga
getirip uçurdum . Uçtu, yedi, dolaştı her yanı, geri dönm edi...”
G öçm en Sam iler, Süm er tanrılarına el koyup, onlara Sami adla­
rı verdiler daha sonra. D em ek halklar, tanrıları birbirinden aşıra­
rak, adlarını bile değiştiriyorlar. Evet, “T anrıları biz insanlar ya­
rattık” (2. Asliye C eza Yargılığı, İst. 24 N isan 1996).
G enellikle eskiçağ tanrılarının ilk k arakterleri korundu. A m a
ilk dönem lerde S em itik durum lar S ü m er’i ne de olsa etkiledi. D a­
ha sonra bu tanrılar çoğaltıldı. A surbanipal kitaplığındaki tanrıla­
rın sayısı 2 0 0 0 ’i aştı. Böylece Sum erlerin 150 tanrısı daha da ço­
ğaltıldı, 20 0 0 ’i aştı.
Tanrılar, insan tasarım ları, im geleriyle yaratılıp üretilm edi yal­
nız; özdeş zam anda insel g ereksinm eleri, duy g u lan m alarıyla da
donatıldı ayrıca. Tanrılar insan gibi kızm aya, öfkelenm eye, insan­
ları korkutm aya, tehdit etm eye başladılar. Eskiçağ Sümer, M ısır
vb. tanrılarından çok, Tevrat, İncil ve K u r’an ’ın tanrıları korkutup
gözdağı verdiler. D aha açık bir deyişle son 3200, 2000, 1400 yıl
öncelerinin göğe uçurulan tanrıları, Efendi A ğalar (Efendi Allah)
R abbü'l-A lem in “A lla h ’ın g a z a b ı” yla insanları köleleştirdiler.
Eskiçağ tanrılarının bir bölüm ü gökle özdeşleşir, bir tutulur. K i­
mi tanrıların da sim gesi olur yıldızlar. Y ıldızlar doğrudan doğruya
inanca göre tanrıların yüzüdür! Yıldız göğü, yıldız biçim leri, dü-

44
/e n li d ev in im le ri d ü n y a m ız ın k a rşıtıd ır esk içağ inan cına göre.
Böyle bir inanç, y ü zü n d en dc y ıld ız fa lcılığ ı (astro lo ji) türedi.
G ünler de birer tanrıyla özüm sendi: Pazar, G üneş tanrısının günü:
Şam aş, pazartesi ni özüm ser, cuma da Venüs gezegenini...

B u t a b le t le r S ü m e r ’d e U r u k k e n ti K r a lı G ilg a m e ş 'in s e r ü v e n le r in i a n la t m a k t a d ır .

45
Süm er tanrısı B el, Süm er adıyla E nlil, gökle yeri birbirinden
ayırır.
E a, tatlı su okyanusunun Efendisi, tanrısı, Yer, bu suyun üze­
rin d e te p s i g ib i d ü m d ü z u z a n ır. Y e r ’in T e v r a t , I n c il ve
K u r ’a n ’daki düm düz olm a durum larının kökeni işle bu Süm er Ea
tanrısına uzanır. B öylece ilk yanlışlar daha sonraki tek A llahlı din­
lere de bulaşır.

T a n r ıç a ln a n n a - ls lıt a r . T a n r ıç a n ın o m u z u n d a n to m u r c u k la r ç ık ıy o r . O n u n la u tk u
k a z a n a n k r a l a r a s ın d a y ıld ız s im g e s i v a r.

46
S ili n d i r s ic il. R e s im d e ik i k a n a t lı b iç im , g ö k t e n y e r e ik i su a k ın tıs ı. A s s u r s im g e s i,
A s u r la r ın e n b ü y ü k ta n r ıs ı. İ Ö y a k la ş ık 9 9 0 - 6 0 0

Şam aş (Süm er utu) G üneş tanrısı. D insel şarkılarda, yeryüzüne


ışık ve yaşam verm esiyle öğülür. T anrılar arasında kahram andır.
K aranlığı ve ölüm ü yenm iştir. E şitlik nitelikleriyle kişileştirilir. İş­
te bu tanrıdır H am urab i’ye yasaları veren! O, özdeş zam anda gö­
ğün ve yerin yargıcı. G eleceği de açıklar. Şam aş, çoklayın G üneş
değirm isiyle sim gelenir.
İştar (özdeş ad A starte gibi), Sum erli İnanna göktanrıçasıdır.
Venüs gezegeniyle bir tutulur, kişileştirilir. İnanna, özdeş zam an­
da sevi ve ana tanrıça. B edensel sevi ve üretkenliği onun hediyesi­
dir. Tam m uz (Temmuz adı bu sözcükten gelm e) İnanna’nın hem
oğlu, hem de sevgilisidir. Sum erce adı D um uzi (inanılan o ğ u l)’dir.
Tam m uz, bitki tanrısıdır. H em de çoban. B ir zam anlar da kralm ış.
H er yıl onun adına eğlence yapılır. O nun ölüm üne ağlanır. Bütün
bunlar bir bir tapınç ağlatısı olarak yinelenir. Bunun am acı da tan­
rının yaşam a, ülkenin ürününe yeniden katılm ası...
Tam m uz, ilk Süm er dönem inden beri tanınan bir kişilik. Bitki
tanrısı karakteri pek açık seçik değil.

47
M arduk, B ab il’in kent tanrısı, ulusal bir tanrı. Onun ilk karak­
terini betim lem ek oldukça güç. A m a öyle görünüyor ki o da bir çe­
şit G üneş tanrısı. M arduk, Bel ile bir tutulur.
Assur, A surluların ulusal tanrısı, B abil’in M arduk tanrısı gibi
tıpkı. Onun ilk durum u pek bilinm iyor. Assur, yaratı söylencelerin­
de de geçer, yeni yıl eğlencelerinde de. O tanrıların atası, özdeş za­
m anda da kral! Hem tanrıların atası, hem de kral oluyor. Tıpkı Ea
gibi, o da bilgelik tanrısı! Büyük yargıç, doğruluğu gözetir. D oğru­
luğun işlem esine yardım eder. Kralın, halkın düşm anları, A ssu r’un
da düşmanlarıdır. Savaşlarda yenm eyi, üstün gelm eyi gözetir.
B öyle b ir inancın y an ıb aşın d a; tin lerd e, şey tan lar da v ardı.
B unların kim ileri kötüydü, sayrılıklara, kazalara neden oluyordu.
G ilgam eş söylencesi’nde, kahram an G ilgam eş’in üçte ikisi tan­
rı. Arkadaşı Engidu ile birçok eylem lerde bulunur. Engidu ölünce
sonsuz yaşamı arayıp bulm aya çalışır. B ir bitki bulur, ama onu da
yılan elinden alır. Böylesi anlatılar Süm er kaynaklarında da geçer.
Bu çok önemlidir, çünkü Babil-Tufan öykülerinin de kaynağını,
özünü oluşturm aktadır (H . R inggre gren, A. Ström , agy). Bu
söylencelerde bir zam anlar, tanrıların insanlan su baskınlarıyla na­
sıl yıkım a uğrattığı anlatılır. A m a U tanapiş adlı birinin Ea tarafın­
dan nasıl uyarıldığı da açıklanır. Böylece E a ’nın uyarısıyla U tana­
piş, bir gemi yapar ve ailesiyle birlikte kurtulur tufandan!
D aha sonra “ırm ak ağızlarında” oturm alarına izin verilir. S ü­
mer- G ilgam eş söylencesindeki daha birçok ayrıntılar, Tevrat-İn-
cil-K u r ’an öykülerinin tıpkısı. Bu da açıkça gösteriyor ki, T ev­
ra t’ın Tufan öyküleri, daha önceki G ilgam eş söylencelerinden alın­
m ıştır! G ilgam iş söylencesinin başka bir parçası daha da ilginç!
Burada Atraşa- su Söylencesi, insanın nasıl yaratıldığını da anla­
tır. Bu parçada A trasasu ’nun su baskınlarından nasıl kurtulduğu
da anlatılıp betim lenir.
Gilgam eş söylencesinin başka bir yerinde Adapa'nın, fırtına ku­
şu Aıızu'nun kanallarını nasıl parçaladığı anlatılır. A dapa göğe
çağrılır, orada kendisine yaşam besini sunulur, Ama orda, başka
birşey yemesi için uyarılır. Bunun üzerine kendisine verileni yemez!

48
N ip p u r ’d a e s k i b ir li a h i lo n k a b a r t m a s ı. K o r u y u c u t a n r ıç a , b ir a d a m ı e lin d e n
tu t a r a k o n u d a h a b ü u ı k b ir t a n r ıy a g ö t ü r ü y o r . A d a m c a ğ ız k e n d i b a ş ın a g it m e y i
gü /.e a la m ıy o r . İ n s a n lık t a r ih i, in s a n ın d ü ş ü n m e y e , im g e le m e y e b a ş la m a s ın d a n b u ­
g ü n e b ö y le s i t a n r ıc ılık o y n a m a s a h n e le r iy le d o lu .

49
E s k i b ir B a b il s i c i l i . A y a k t a d u r a n b ir t a n r ı ç a n ı n , ö lü m t a n r ı s ı N e r g a l ’ in
ö n ü n d e b ir e r k e ğ in a r k a s ın d a . (İ Ö y a k la ş ık 1 8 0 0 - 1 6 0 0 ).

B öylece sonsuz yaşam ı yitirir (H avva’nın yasak m eyveyi yem esi­


ni, A dem ’le H av v a’nın C ennet’ten kovulm alarım anım sayın!) En
sonunda sorun, bütün gerçekliğiyle insanlığın önüne dikilir. Ö lüm ,
insanın alınyazısıdır. Yaşam, tanrıların elindedir. (K u r’an tüm cele­
rini anım sayınız!)
“İştar’ın Y eraltına İnm esi” söylencesinde de şöyle bir açıkla­
m a var: İştar, Yeraltının kadın egem eni E reşkighal’in ölüm ülke­
sine iner. Ereşkighal yedi kapıdan geçer. H er kapıda giysilerinden
birini çıkarır. Ve b öylece ölüm ülkesi tanrıçasının önüne çıplak
olarak gelir. Tanrıça ona sayrılık verir. A m a tanrılar kadını kurtar­
m ak zorundadır. K adının bütün dünyasal güçleri bedeninden alın­
m ıştır. Y eniden yedi kapıdan geçerek (İslam lıkta yedi kat göğü
anım sayınız ) giysilerini giyinir. Yeryüzüne döner.
Sum erce Lugal, kral anlamındadır. B üyük insan demektir. Lu-
gal bir insandır am a, tanrılarla ilişkisi olan olağanüstü bir durum u
da vardır. Kral, tanrısal olarak özümscnir. O, “Tanrı benzeri” ola­
rak adlandırılır (D ik k at ediniz: Tevrat, İncil ve K u r’a n ’da da
“Allah, insanı kendine benzer yaratm ıştır” diye geçer).
Sargon’un doğum söylencesi de şöyle:
Sargon, anası babası belirsiz doğmuş! K am ıştan sepete konarak
Fırat ırmağına bırakılıyor. Orada bir sutaşıyıcı onu buluyor. Yetişti­
riyor onu. Kral olarak seçilm iştir tanrıça, kral olacaktır! Onun ege­

50
menliği elde etm esi ülkenin başarısı içindir. Tarlalar ürünü bol bol
verir. K örler görm eye başlar. K öleler özgürlüğüne kavuşur. Kral ya­
şamın iksirini elinde tutar. Yaşam ağacının yanı başındadır.
Kral, tanrısallığın yeryüzündeki özüm leyicisi. Ö zdeş zam anda
tanrıların önünde halkının da özüm leyicisi.
Tansık prestleri (papazlar) bile vardı ilk çağların. Bu prestler,
tanrıların çeşitli durum larını bile bildiriyordu halka. K imi prestler
de coşkusal d u ru m lard a tansıkla b ildiride buluyorlardı. K urban
prestleri tapınak şarkıcıları, m üzikçiler, İştar kadın prestleri, tap ı­
nak fahişeliği de vardı!
Tapınak, tanrının eviydi. Tapınak, yeryüzünde tanrısal bir yerdi.
Büyük tanrıların tapınağı çoklayın basam aklıydı, Z iggurat gibi.
B abil’deki tapınak kulesi, öncül bir örnek; T evrat’ın B abil K ulesi
gibi... Dinsel eğlencelerin en yüksek aşam ası yeni yıl eğlencesiydi.
Bu da N isan ’da yapılıyordu. Bugün kullandığım ız nisan sözcüğü.
Böylesi eğlencelerde yaratı anlatıları yineleniyor, yaratı tanrısının
savaşım ı el yüz im g e le riy le g ö ste riliy o rd u . B aşka b ir m etin d e
M arduk’un dağda nasıl tutuklandığı; onun nasıl arandığı, tanrılar-
ca nasıl kurtarıldığı dile getiriliyordu. T anrı’nın kutsal düğünü eğ ­
lencenin en yüksek noktasıydı. En sonunda tanrı alınyazısı, başarı,
yengi ve ürünlülük konusunda gelecek yıl için karar verirdi. Kral,
bu eğlencede tanrının rolünü güçlendiriyordu.
Çeşitli dinsel şarkılar vardı, örneğin kral şarkıları gibi. B unlar­
da krallar övülür, tanrıların değerleri belirlenirdi. A ğlam a, sızlam a,
şükür şarkıları da söyleniyordu. Biçim bakım ından da bu eskiçağ
dinsel şarkılar T e v r a t’taki şarkılarla insanı şaşırtan benzerlikler,
koşutluklar oluşturuyordu.
İnsanı tanrılar yaratm ıştır, tanrılara hizm et etm ek için. Tanrı
Efendidir: R abbü’l-A lem in! insan da onun kölesi!..
Bu ilkçağ tanrılarına göre, yaşam tanrılardan gelir, yaşam ı yine
tanrılar alır. K u r’a n ’da da böyle: İnsanın hayatını A llah verir,
Allah alır!.. Uzun yaşam sofuluğun hediyesi, gençken ölüm, gü­
nahlıların cezası. Yalnız tanrılar yaşar sonsuza dek. İnsan ölüm lü­
dür, ölüm den kurtulam az. A çıkça görüldüğü gibi, ister eski çağla­
mı tanrıları olsun, ister göksel tanrıları M usa’nın, İsa’nın, M uham -

51
İ lk ç a ğ la r d a n T ia m a t (s o ld a ) v e B a b il’ in u lu s a l ta n r ıs ı M a r d u k ( s a ğ d a ) . M a r -
d u k o n u ö ld ü r ü r v e b e d e n in d e n (T ia m a t ) e v r e n i y a r a t ır . B u k a b a r tm a A s s u r k r a lı
A s s u r b a n ip a l (İ Ö 8 8 5 - 8 6 0 ) ’in s a r a y d u v a r la r ın d a .

m e d ’in; ölüm karşısında, doğa karşısında Tanrı ya da Tanrılar


her zam an yenik düşm ektedirler. Bu da onların hiçbir zam an va­
rolm adıklarını, im gesel olarak insanların yarattıklarını gösteriyor!
İnsanın geleceği, alın yazısı hep tanrılara bırakılır. O nlara bağ­
lıdır. Tanrılar önceden karar verdiği gibi, insanın dine bağlılığına,
suçlarına göre de değiştirilebilir. B öylece insan hep tanrıların eline
bırakılır. Bu im getanrılar karar v erir insanın geleceğine! Ç ünkü
inanca göre bu tanrılar yönetir dünyam ızı. Tanrılar bu ilkçağlarda
da baba olur; ana ya da kardeş. B ununla da kalınm az; insan, tan ­
rının oğlu ya da çocuğu olur. İsa ’nın göklerdeki babam deyimi
de Süm er ve Babil aracılığıyla H ıristiyanlığa bulaşır. İsa da gök­
lerdeki babası adına eylem lerini, im gelerini onaylatm aya çalışır.
K u ı’an 'd a da Allah koruyucu’dur. İnsan, A llah’ın kuludur. Ona
yalvaıılarla yaklaşılır.
Bu im getanrılar, insanların k endilerinden k orkm alarını ister.
İnsan, bu tanrılara karşı yum uşak konuşacak, yalvaracak:

52
...Bütün yüreğim le tanrıların korkusunu seviyorum .
T anrılardan korkm am ak en büyük suçtur! Bu durum onların
kızgınlığını, öfkesini üzerine çekm ektedir tıpkı bir insan gibi. Ç ü n ­
kü insan da hoşuna gitm eyen şeyler k arşısında kızar, öfkelenir,
“beddua” eder:
...Tanrı korkusu iyi istekleri doğurur.
kendini kurban uzun yaşam ın imidir.
Yalvarı suçları yok eder.
H ukuksal suçlar:
...O, sahte bir terazi kullandı mı?
O, sahte para aldı mı?
O, kom şunun karısını aldı mı?
Ya da kom şusunun kanını akıttı mı?

İ Ö 2 0 0 0 ’ li y ılla r a d e ğ g in b ir s ic ild e n b a s ılm ış t ır . R e s im d e , M e z o p o ta m y a t a n ­


rısı E a , ç e v r e s i s u la r la ç e v r ili ta h tın d a n o t u r u y o r .

53
U r k e n tin d e k i Z ig g u r a t ’ın g ö r ü n ü ş ü . K e n t d e v le t in in ta n r ıs ı N a n n a “ s a h i p ” e n
ü s t t e o t u r u y o r d u . B u r a d a n o , k e n t d u v a r ın ın d ış ın d a ç a lış a n la r ı g ö z e tliy o r , o n la r ı
t e h lik e le r d e n k o r u y o r d u .

Ahlaksal suçlar:
...O, babayı oğuldan ayırdı m ı, bir dostu dostundan?
Suç işleme, suçluluk, tanrılara başkaldırm a sayılır. Bu da tanrı­
ların öfkesini üzerine çeker. Sık sık kötü tinlerin ve şeytanların say­
rılıklara neden olduğu belirtilir. Suçlular şöyle demeli, yalvarmalı:
...Ben suçluyum , günahım var, bu yüzden sayrıyım.
Böyle durum larda insan yardım aramalı. Tanrısından, yalvarı şar­
kıları okumalı, yere kapanmalı bağışlanması için. Babil dininde, kimi
metinlerde bağışlanma, yaşamın sonunda, bu yaşamda gerçekleşir.
Süm er’de ölüm ülkesi “dönüşü olm ayan ülke” olarak nitele­
nir. Ölü, yeterince m ezar hediyeleri almalıdır. Değilse, ölünün tini
dolaşır her yerde! Bu ölü, yem ek ve besinlerle beslenmelidir. Bir
varsayım a göre Sum erler yeniden dirilm e inancıyla Tammuz d i­
nine bağlıdırlar.

54
5
Hititler

H ititlerle H urriler İÖ 2000 yılında iki ayrı halk olarak yakın-


doğu tarihinde önem li bir yer tuttular.
Hititler* K ızılırm ak eğrim inin çevrelediği yörede, O rta A nado­
lu ’da yaşıyorlardı. A n k ara’nın doğusunda, B oğazköy’de yapılan
kazılarda çok önem li bulgulara tanık olundu.
a) İlk Hititler, H am u rabi’yle özdeş dönem i kapsar.
b) Hitit K rallığı, gerçekte H int-A vrupa göçm enleriyle k u rıld u
parlak dönem inde (İÖ 1400-1200) M itannilerle H urrileri egem en­
likleri altına aldılar.
c) İÖ 1200-700 dönem inde de K uzey S uriy e’de Yeni H ititler
olarak küçük devletler durum unda yaşadılar.

( * İ H ititle r , K ız ılrıııa k d e ğ irm is i d o la y la r ın d a B o ğ a z k ö y ( H a tu s a s ), G ö r e m e , A v a ­


n o s b ö lg e le r i n i k a p la y a n v e o z a m a n H a ttı d e n ile n O r ta A n a d o lu ’d a g ö r ü n d ü le r . İÖ
2 0 0 0 y ılla r ın d a . B ir ta b le tte d ilb ilim c i E m ile F o r r e r , Z u - W in a s a k e n tin in a d ın ı o k u r
( 1 9 2 6 ) . V e n e s s a v e Z u -V V in a s a : M . C o in d o z v e N . T lr ie r r y 'n in ç a lış m a la r ın a g ö re V e -
n e s s a v e A v a n o s 'a d ö n ü ş m ü ş tü r . O s m a n lı b e lg e le rin d e A v a n o s : E n e s , Ü v e n e z , E v e n e z
o la r a k g e ç e r . İlk ta r ih s e l b ilg ile r V a ııe s s a ’yı B ü y ü k İ s k e n d e r 'in T e ğ m e n i E u m e ııe s k u r ­
m u ş (İ Ö 3 3 2 ). “ A v a n o s B r o ş i i r i i , A v a n o s B e le d iy e B a ş k a n ı : M . S e y h a n D u r u . ”
H ititle r b a ş la n g ıç ta k e n t d e v le tle ri o lu ş tu rm u ş la r d ı. İÖ X V III- X V . y ü z y ılla r d a ilk
o la r a k b ir le ş tile r. A n a d o lu d ış ın a y a y ıla r a k s ın ırla r ın ı g e n iş le ttile r. A n a d o lu ’n u n k u z e ­
y in d e H a t u s a s ( B o ğ a z k ö y ) ’ı b a ş k e n t y a p tıla r . S ın ırla rı S u r iy e ’n in k u z e y in e d e k u z a d ı.

55
X V . y ü z y ıld a H ititle r i, M itt a n il e r z o r la m ış la r s a d a . P r e n s Ş u p p ilu l îy u m a ( 1 3 8 0 -
1 3 4 5 ) H itit e g e m e n liğ in e y e n i d e n k u r d u . İÖ 1 2 8 5 'te K r a l M u t a w a l l i , R a m s e s II. ile
k a r ş ıla ş tı. 1 2 0 0 'd e E g e ’d e n g e le n H a lk H a tu s a s 'ı y a k tı. D o ğ u k e n tle ri o la n K a r k a m ı ş ’ta
b ir s ü r e d a h a y a ş a d ıla r.
İÖ 7 1 7 ’d e A s u rlu la r K a ık a m ış 'ı a ld ıla r. B ö y le c e H ittile r u lu s o la n a k ta r ih te n s ili n ­
d i. H ittili h iy e ro g lifin i k u ll a n d ıl a r y a z ıla rın d a .
H itt ili ç a t ı a k - ç ö m l e k ç i l e r g e n e llik le te k re n k li v e ü z e rle ri b o y a ile b e z e n m iş o lm a ­
y a n k a p tü r le r in i y e ğ le m iş le r d ir . A m a b u n la r ü s tü n n ite lik te y d ile r , b iç im le r i o r a n la r ı
a ç ıs ın d a n . A v a n o s lu ç a n a k - ç ö m l e k ç i le r d e y a p m ış o ld u k la r ı k a p la r ı te s ti, b a r d a k , ç ö m ­
le k v b . b o y a la rla b e z e m iy o r , p e k s ü s le m iy o r la rd ı. B u tiir k a p ç ılık e s k iç a ğ la r d a n , H itit-
le rd e n k a lm a ; A v a n o s ’ta e s k i b ir g e le n e ğ in k a lıtı o la r a k y a ş a d ığ ı s ö y le n e b ilir . B ü tü n
g ö z le m le r de b u n u b e lirliy o r .
H i t i t l e r d c k i b o ğ b o z u m u b a y r a m ı, ta m ç e v iris iy le Ü z ü m k o p a r m a b a y r a m ı , A v a ­
n o s 't a ç o c u k lu ğ u m d a ta n ık o ld u ğ u m " B iıın ik " d e n ile n b a ğ b o z u m u ş e n lik le r in i a n ım s a ­
tıy o r . B u ş e n lik le r A v a n o s ’ta iiç -d ö rt h a f ta s ü rü y o rd u .
...A y d e ğ in n is i y ü z le r i, b a şı ç e p e ç e v r e k a p la y a n y a ssı b a ş lık la rı ( ş a p k a la r ı) b u r u n ­
la rı y u k a rı k ıv rık ç a rık la rı, a y a k k a b ıla r ı, g iy s ile riy le M itlile rin : g ü n ü m ü z A n a d o lu h a lk ı­
n ın g iy im k u ş a m ı, y a ş a m b iç im le r iy le b e n z e rlik le ri var;
T lıis t.vpe o f f o o t w e a r , c h n r a c f e r i s t i c o f H i l l i l c d r e s s , is s tili tv o r n in
s o n ıe p a r t s o f T ı ı r k c y . ” (.liııı H icks: The Kıııpirc Ruilders. The Povver o f aıı A ncieııl.
M ysterioııs People. Tim e -Life B ooks. 1974.
O liver R. G u rn ey : Professor al O xford University.

5b
A v a n o s 't a b ir ç ö m le k ç i k ız ılto p r a ğ ı s u y la k a r d ık t a n s o n r a s o n r a y a p m ış o ld u
ğu ö z lü ç a m u r u te s t iy e d ö n ü ş tü r ü y o r .

H a rry A. HofTner: Professor of Hittitology at The Oriental İnstitute of the Uııiversity o f Chicago.)
K ır ş e h ir , A v a n o s , G ö r e m e , Ü r g ü p , Ç o r u m , Y o z g a t , K a y s e r i v b . ç e v re le rin d e k i h a l­
kı a n d ırıy o r. H ilitle rd e k i ü z ü m k o p a n n a (b a ğ b o z u m u ) ş e n lik le ri. A v a n o s ’ta ç o c u k lu ğ u m d a
tanık o ld u ğ u m ve b in ııik d e n ile n , atlı a ra b a lı b a ğ b o z u m u ş e n lik le r in i an ım satıy o r.
Ç a n a k - ç ö m le k ç ilik A v a n o s 't a ç o k e s k i b ir g e l e n e ğ in k a lıtı. H ititle r d ö n e m in d e de
ç a n a k - ç ö m le k ç ilik o ld u k ç a y a y g ın b ir u ğ r a ş ıy d ı. H ititli ç a n a k - ç ö m le k ç ile r d e A v a l i n s ­
in ç a n a k ç ö m le k ç i le r g ib i te k re n k li, a m a ç o k la y ın b o y a ile b e z e n ip s ü s le n m e y e n k a p
K irlerin i y e ğ le m iş le r d i.
Ç a n a k - ç ö m le k ç iliğ in s a n a ts a l, v a ra n c ı y a n l a n d a v a r. bu n ite lik le ri n e d e n iy le t a ri h
loki y e r le r i d e a ğ ır b a s a r! b ir ç o k u y g a r lık la rd a ç a m u r d a n i n s a n y a p m a g e le n e ğ i t a ıd ı.
it m e ğ i n M ıs ır ta n rıla rın d a n T a ı ı r ı - K a ç a m u r d a n in s a n y a p ıy o rd u . S o n ra b irç o k u y g a r ­
lık la r d a ç a m u r d a n in s a n y a p m a y a b a ş la n d ı. İ n s a n la r ın v e ta n rıla rın ç a m u r d a n i n s a n
.v ııp n ıa g e le n e ğ i, d a h a s o n ra te k la n r ılı d in le r i d e e t k ile y ip o n la rı ç a m u r d a n i n s a n y a ­
r a t m a y a s ü r ü k le d i.

57
H it it le r in b a ş k e n ti H a tt u ş a (B o ğ a z k ö y ).

B ü y ü k A n a K y b e le a s la n lı a r a b a s ın d a . A tt is d e ç a n a ğ a c ın ın y a n ın d a a y a k ta
d u r u y o r . K y b e le e l in d e b ir t e f t u t u y o r , A ttis d e b u n d a n d a h a k ü ç ü k b ir m ü z ik
a r a c ı. B u d in s e l ( ta p ın ç ) m ü z ik a r a ç la r ı A ttis g iz in e d e ğ g in .

58
Ç a n a ğ a c ın ın y a n ın d a ö lm e k t e o la n A ttis (M e r m e r k a b a r tm a ).

Hititlerin dini şöyle açıklanabilir. Birçok yerel dinleri vardı, her


birinin de ayrı ayrı tanrıları. Birçok küçük devletler bir krallık altın­
da birleşiyor, onlar da yerel dinlerini, tapınç biçim lerini koruyorlar­
dı. Özdeş zam anda ülkeyi kapsayan küm esel, ulusal tanrılar koru­
nuyordu. H urriler de kendi tanrılarına, özdeş zam anda Sumer-Akad
tanrılarına tapıyorlar, böylece Hitit Tapınağı (panteon) oluşuyordu.
H itit tapınağında en önem li tanrı A rin n a ’lı Güneş tanrıçasıy-
dı. Bu da ilk H ititlerden kalıt olarak geçmiştir. D evletin en büyük
koruyucusu ve H itit Ü lk esi’nin “Tanrıçası” . Bu tanrıça göğe de,
yere de egem endi. Ü lkenin sınırlarına bu tanrıça karar verirdi. Sa­
vaşta kralı desteklerdi. H ititçe adı bilinm iyor ama, H urrice adı Tes-
h u p ’tıı. Bu tanrı göğün kralı ve “H itit Ü lkesinin E fen d isi”ydi.
Savaşlarda yardım ederdi. Onun kutsal hayvanı b oğa’ydı. Arabada
ayakta yaşlı olarak gösteriliyor, bu arabayı da iki boğa çekiyordu.
İllujankas devine üstün gelm e söylencesi, baharda yapılan Yeni
yıl eğlencelerinde yineleniyordu.
59
Tanrılar dünyasındaki en önemli yer, Güneş tanrısına değgindi.
Doğa olaylarıyla bağıntısı daha çoktu G üneş tanrıçasından, O tan­
rıların kralı ve eşitliğin tanrısı olarak onaylanır.
Telepinıı, olağan türden bitki tanrısıydı. H ava tanrısıyla G üneş
tanrıçasının oğluydu. Yeryüzünden uzaklaşınca bütün bitkiler ölü­
yordu. Bitkisel yaşam diye birşey kalm ıyordu. Üretim tümden du­
ruyordu. Tanrılar onu aradı, buldu. Sonra da onu geri gönderdiler.
Yeryüzünde olağan yaşam yine başladı. Ö bür dinlerdeki söylence­
lerde de böyleydi.
Öyle görünüyor ki, İlk Hitit Tanrıçası K ubaba, daha sonra ün­
lenen A natanrıça K y b ele’nin ilk örneği... H ava tanrısı Tarchund,
Etriisklerin T a rc h o n ’uyla özdeş olduğu sanılıyor. Böylece devlet­
ler dinleri, gelenekleri de birbirinden alıyorlar.
Hurri söylencelerinde geçen Tanrı K um arbi, öyle gözüyor ki
Yunan söylencesinin O uranus’la K ro n o s’un örneklem esi. K um ar­
bi, babası A n u ’yu yönetim den alır. O da kaçar, kuş olarak! Sonra
da üç tanrı ortaya çıkar. H esiodos’un K ronos üzerine anlatılarıyla
büyük bir benzerlik var. K ronos, babası O uranos’u yönetim den in­
dirir ve o da oğlu Z e u s’la yönetiminden olur. B ib lo s’lu F ilos’un an­
latılarında da böylesi benzerliklere tanık olunur. İran söylencelerin­
de de buna benzer koşut çizgiler, benzerlikler var. Ya bunlar birbi­
rinden alınma, ya da hepsi Hint-Avrupa örgeli (motifli).
Hitit krallığında kral da kutsal kişiydi; eski çağ M ısır’ında, Sü­
m er’de olduğu gibi. B ütün dinsel eğlenceler onunla ya da kraliçey­
le düzenleniyordu. H er kış kral, ülkenin dinsel yerlerine uğruyor,
önemli eğlencelerde onlarla birlikte oluyordu.
Birçok tapınaklar vardı. Halk yönetim i için de m erkezi tapm ak­
lar bulunuyordu. K urban durum ları oldukça gelişm işti. Yalvarı çok
önemliydi. Çok önem li bir rol oynuyordu yalvarılan.. Günüm üzde
dek saklanabilen, gelebilen yalvarılar ancak krala ve ailesine değ­
gin yalvarılan B ağışlam a yalvarılan da vardı. Ö zellikle Kral Mur-
sil; in veba yalvarışı çok ünlüdür:
...Veba saldın H itit ülkesine... Besin, içki sunam az hiç kim ­
se... Suçlu görüyorsun bu yüzden bizi. H içbir şeyim iz doğru
değil sana göre...

60
H it it le r iıı Ç iv i Y a z ıla r ı
H ititle rd e de T a n rı, E fe n d i’ydi. İnsan da köle! N itekim Kral
M u rs il’in V eba y a lv a rış ın d a n da kolayca anlaşdıyor:

...Suçlu görüyorsun bu yüzden bizi.


Hiçbir şeyimiz doğru değil sana göre...

Böyle bir sızlanm ayla, tanrıların hiçbir suçu olm adığı, am a hep
insanları suçladığı anlamı ortaya çıkıyor! Tanrı, her zam an “E fen ­
di” , “A ğa” dır! İnsan da onun kölesi! İnsanların suçları (günahları)
tanrılarca cezalandırılıyordu. K im i zam an da H ititlerde tanrının
savsam asıyla da kazalara uğruyordu insanlar!
A m a H ititlerde tanrıya sızlanırken, tanrıya “hesap sorm a” gibi
girişim lere de başvurulur, günüm üzden 3400 yıl önce. Yine yakla­
şık 750 yıl önce de düşün b ilim ci ozanlarım ızdan Yunus E m re
(1245-1325) de gerçekleri korkm adan gözler önüne sergiler. Tan-
rı’yı doğada ya da başka yerde, nerede arayacağını sorar:

Benden bana yakınsın


Canımdan sevgilisin
Ya ben senü isteyi
Kande arayım Mevlâ?

Sonra da Yunus E m re, dağda taşta bulam ayınca T anrı’yı (ki


hiç kim se bulam am ıştır, m ilyonlarca yıldan beri) bu durum da bir
tek seçenek kalıyor. D oğayla tanrıyı özdeşlemek!
Y u n u s ’un dediği gibi, “ bend en içeri” yerleştirilem eyen bir
Tanrı! 750 yıl önce Y u n u s’un vardığı sonuç; tanrının, tanrıların
doğalaşm asından başka birşey değil!

Nereye bakar isem


O ’nsuz birşey göremem

D aha açık bir söyleyişle doğada y ansıyorsa bu düşlem lenen


Tanrı, doğa tanrılaşıyor demektir.

62
H in t lile r in ta n r ıla r ı: ( S o ld a n s a ğ a ) G ü n e ş t a n r ıs ı, A y ta n r ıs ı, ik i s a v a ş t a n r ıç a ­
ları v e D cııiz. -S u t a ıı r ıy . B u n la r d a n b a ş k a D a ğ ta n r ıs ı v b . H itit lc r ço k ta n r ıla r a
in a n ıy o r la r d ı.

Sp in oza’dan 250 yıl önce Y unus’un vardığı sonuç apaçık:


“H em ben O ’yum , bu ben neyim ?”
M uh am m ed ’in bir hadisi de böyle bir anlam ı içerir:
“H er insanın aklı, kendi dinidir.”
B öylece Yunus, İsla m ’ın dogm alarına karşın; tanrıyı irdeler,
hatta tanrıya başkaldırın “A llah”a, bu A Ilah”ın öfkesine (gazabına)
karşın!..
T a n rı’ya, tan rılara yalv arışın d an k o la y c a an laşıldığına göre,
Hitit K ralı Şuppiluliyum a (günüm üzden 3400 yıl ö nce)’nın kar­
deşi Prens K an tu zili’nin eşi ya da çocukları sayrı. A m a bu sayrı­
lık uzadıkça uzuyor. Bu doğru düşünceli insan, usu başında her in­
san gibi durum u öğrenm e, bilm e isteğiyle soruyor:

Yemedim yasak olanı*


ne öküzü ahırından
ayırdım
ne koyunu ağılından

!** A n a d o lu U y g a r lık la rı A n s ik lo p e d is i. H ilitle r: D o ç . D r. A li D in ç o l, s. 82. 1982


İsi. Y a lv a rıy ı ş iir le ş tir e n : A . R . E rg iiv e n : T e rs in e A k a n İrm a k , s . 1 5 -1 7 . B e r tin Y . 1997
İst.

63
Ekmek buldumsa
yemedim ekmeği bir başıma
su buldumsa
içmedim suyu
Yaşam ölüme bağlı
ölüm yaşama
günler sayılı
Bunca üzülmezdim sayrılığa
yaşam sonsuz olsaydı
Tanrım! Söyle suçumu .
anlayabileyim
ben de ne olduğunu

Sonra yeniden soruyor büyük bir ilgi, içtenlik ve aydın bir kişi
onuruyla:

Sen ki bütün insanların çobanı


nice yalvardımsa
bir yaran olmadı,
birini alıp birini verdin
kötülüklerin.
Yanlışım nerde Tanrım
ne yaptım ben sana?
Yaratan da sen ölümlü kılan da
Hile yapar satımcı
tartıda
ben Tanrı’ma ne yaptım?
Evim korkular evine döndü
yüzünden bu sayrılığın...

Hititlerde anlaşm alar yapılırken, adlarına and içilen tanrılardan


sözedilirse de, kaynak, “H ititlerin binbir tanrısı” üzerine bilgi
vermiyor.

64
B elgelere göre en önem li tanrı, A rin n a’nın G üneş tanrıçası.
Sonra göğün G üneş tan rısı. Bu tanrı her şeyi görür. İnsanlarla
hayvanlar arasındaki her şeyi düzenler. Yeraltı G üneş tanrısı var.
Yeraltından kötülüklerin çıkm asını engeller.
Sum erler gibi H ititler de evreni Gök, Yer ve O kyanus diye
bölümler. Bunların h er birinin de G üneş tanrıları vardır. Şuppilu-
liyum a, M ısır firavunlarından A m enofis V ’in çağdaşı. Bu, Tanrı
A ın o n ’u yerinden atıp, onun yerine G üneş tanrısı A ton ’u başa ge­
lilir. K endisini de G üneş yerine koyar. Son Hitit kralları kendile­
rinden “Ben G üneş” diye söz ediyorlardı. A rin n a’nın Güneş ta n ­
rıçası üstün durum unu korur. O, “H atti K raliçesi" diye anılır.

H it it K r a lı H a ttu ş ili III v e g ü z e l k ız ı, R a m s e s I P in s a r a y ın a y a k la ş ır k e n .

65
A rinna tanrıçasının sevgilisi de fırtın a tanrısıdır! Süm er ve
A s u r ’daki fırtına tanrısının H urrilerdeki adı T e sh u p ’tur. Kim i za­
man boğa üstünde, kim i zam an da boğalar onun her iki yanındadır.
B irçok gök tanrısı İllujaııka yılanıyla savaşır, onu öldürür.
Söylenceye göre T eshup’un oğlu Telepinu kaybolur, sonra yer­
yüzüne döner. Bu söylence İşth ar’ın her yıl Cehennem e gidip gel­
m esiyle ilgili.
Birbirlerinin söylencelerine göre insanlar yeni yeni tanrılar ya­
ratıyorlar!
Tanrıların ne islediklerini bilm enin de yöntem i vardı: Bunları
da düşlerden, kuşların uçuşlarından, nasıl konduklarından, gagala­
rını nasıl kulllandıklarından anlıyorlardı!..
İÖ 2 4 9 ’da önbiliciler (kahinler) R om alı am irale K artacalılarla
savaşa girm em esini, kutsal kuşların yem yem ediğini söyler. A m i­
ral de “yem yem iyorlarsa, su içsinler!” yanıtını verdi. K uşları d e­
nize attı. Savaşta R om alılar yenildiler...
Tanrıçanın arslanları var, tanrıların da boğaları. Bir çok tanrılar
da dağlarda yürümektedir.
A rslanlar uğurlu bir güç sayıldıklarından; yonutları kenf ve sa­
ray kapılarına bekçi gibi dikilir. H atusas başkentinin kapısında H i­
tit arslanları vardır. G elenek G irit’e,' M ısır’a, A n ad olu’dan taşın­
m ıştır. (H alikarnas B alıkçısı, A nadolu tanrıları, s. 74).
Yunanlılar Hititlerin tanrılarını, söylencelerini, dinsel törenle­
rini aldılar. Avrupa toplum larının örgütlenm e becerisinin kaynağını
H ititlerde aramalı diyor Avrupalı tarihçiler. İS II. yüzyılda bile baş­
papazlar Hititlerin sivri külahını giyiyorlardı (H. Balıkçısı, agy).
İnsanların ilk kurdukları topluluk, diyor H. Balıkçısı, kadınla­
rın egem en oldukları “anaerkil’ bir toplum du. Anadolu böyle bir
toplum un yuvası. Çiinkü çocuğu doğuran (yaratan) kadındı. O za­
m an erkeğin rolü bilinm iyordu!..
T anrılar ilk insanlarda, insanların k işileştirilm iş istekleriydi. )
Açlıktan ölm em ek, toprağın verimli olm ası, oymağa yeterli çocuk ■’
ve savaşçı yetiştirm e... İnsan çevresinde sonsuz bir evren görüyor- ;
du. Bu yüzden de her şeyi canlı sayıyordu. Örneğin rüzgar çağırı- >
yor, bağırıyordu. Ağaca şim şek çarpıp yıkılınca, birisi ağaca savaş j

66 .i
baltası fırlatm ış dem ekti. K ybele, bütün yeryüzü bitkilerinin, ya­
banıl hayvanların, insanların, tanrı ve tanrıçaların büyük anası idi.
H ititlerde kral ve kraliçeler ilkbaharda dinsel bir törenle birbir-
leriyle evlenirlerdi. Bu dinsel evlenm e çiftleşm eye ne denli b en ­
zerse o denli etkili sayılırdı. B öylece Suriye ve Filistin tapınakla­
rında eşeysel birleşm e (fuhuş) ortaya çıktı. Bunu yapm am ak toplu­
ma karşı kötülük etm ekti.

H it it le r d e d in s e l b ir a y in .

67
K ybele bir Ay tanrıçasıydı.
S o n ra la rı A r in n a ’nın G ü n eş
tanrıçası oldu. K yb ele, özdeş
zam anda dağ tanrıçasıydı. Bir
dağ üstündedir.
A nadolu T anrıları (s. 84)
adlı yapıtında H alikarnas B a­
lıkçısı şöyle diyor:
“ ...A n a d o lu ’da k eram etli
sayılan birçok dağlar ve tepe­
ler vardır. K ocaya varm ak
isteyen kızlar, oralara çık ar­
lar. “Bahtım ! kocaya girecek
v a k t im ! ” d iy e b a ğ ır ır la r .
B unların vaktiyle K y b ele’ye
kutsal olan dağlar olm aları ihtim ali büyüktür. Bunların biri de,
Afyon şehrinin ortasında yükselen ve üzerinde K eykubad’ın hi­
sarı bulunan tepedir. Tepeden bağıran kızların sesleri şehirden
duyulur. K ızların oraya çekinm eden gittiklerine ve bütün şeh­
rin işiteceği surette bağırd ık larına göre, onların bu hareketi
ayıp savılm ıyor demektir. Böyle bir davranışın ayıp sayılm am a­
sı için, tepelerin ve bu davranışın dini bir m ahiyete sahip olm a­
sı gerekir. Eskiden dinî fuhuş bile, dinî olduğu için, bir ahlâk­
sızlık değil, bir fazilet sayılırdı. A nadolu’da böyle tepelere K ıs­
met Tepesi, Kısm et Taşı, K ısm et Dağı denilir...”

Kybele, orm anlar, m ağaralar tanrıçasıdır. D oğurduğu tanrıları


da hep m ağaralarda doğurur. (İnsanlar tasarım larıyla tanrıları do­
ğurarak da onları yaratm ış oluyorlar!) _
K ybele’nin ilk tapınakları dağ başları, derin ormanlar, vadiler­
deki karanlık koruluklardı. Bergam a kralları burada İÖ 189’da bü­
yük tanrıçaya görkem li tapınaklar yapm ışlardı. Bu yıkıntıların taş­
larıyla. VI. yüzyılda Bizans Kralı Justinianus Sivrihisar kalelerini
y a p tırm ıştı. S in o p lu D io g e n e s ’in için d e y a şa m ış olduğu fıç ı,
K ybele’nin tapınağının kapısındaydı.

68
Büyük ana tanrıçanın sevgilisi A ttis’in kökenini bulm ak için
Sum enlere g itm eli (H . B alık çısı, agy). S u m erlerin tap ın ağ ın d a
Tammuz denilen tanrı çok önemliydi. “D erin suların gerçek oğ­
lu” anlam ında. Sum erlerin tanrıyı büyülem ek için yazdıkları dinsel
şarkılar İÖ 2500 yılında yazılm ış olabilir. B ab il’de Tam m uz, İşt-
har’ın genç sevgilisidir. Tammuz, bir yandan da doğalaşan bir in­
san. H er yıl ölüp Yeraltına gidiyor:
“...O dünya ki, ondan dönüş yoktur. O rada karanlık evlerin
kapı tokm ak ve kilitlerini tozlar örter...”
Tammuz, tem m uz ayında ölür. Bu aya da onun adı verilmiştir.
H. Balıkçısı şöyle diyor: (agy s.87)
“...Tahtacılar ve onlar gibi A nadolu’nun bazı pek eski kabi­
leleri, her ilkbaharda, köyün en yakışıklı delikanlısını giydirip
kuşattıktan sonra, ev ev gezdirirlerdi. Bu delikanlı Tam m uz’un
doğuşunu ve kadınlarca tem sil edilen K ybele ile kavuşm asını
taklit ederlerdi. Bu delikanlıya Dam ızlık denilirdi. Bu söz Tam-
m uzluk’tan gelm edir. Yani dam ızlık, ister insan, ister hayvan
olsun, Tammuz ve A ttis’i tem sil etm ektedir...”

69
6
Batı Samileri

Batı Sam ileri genellikle iki topluluğa ayrılır:


a) Fenikeliler-K enanlılar,
b) Aramiler.
Fenikelilerle K enanlılar Filistin’le S uriye’de İÖ 3000 yılından
beri oturm aktadır. 2000 yılından hem en sonra da H am u rab i’yle
Babil oym ağının değgin olduğu K enan iline geldiler. B unlar ilk
A ram iler diye bilinir.
Suriye’de İÖ 1200 yılından beri A ram i kentleri kurulm aya baş­
ladı. Fenike kültürüne K artaca’da da rastlanır.
K uralcı y azarların verdiği bilgilere göre, B atı Sam ileri dini
üzerine Tevrat’a başvurulur çoklayın.
Son yıllarda yapılan kazılarla kimi yeni bilgiler edinildi. Kimi
kazılar da önem li bilgiler verm ektedir dinsel durum lar üzerine. Bu
m etinlerin en önem lisi K uzey Suriye’de (1929) Ras Sham ra (eski­
çağda U g a rit)’ya değgin. Bunların kaynakları İÖ 1400 yılına ula­
şır abecesel kil tabletleri. Bu m etinler daha çok söylencesel türden.
Batı S am ileri’nin kültürü ve dini, çevresindeki ülkelerin, daha
çok M ezopotam ya, b iraz da M ısır etkisini taşır.

70
K a s S h a m r a k a b a r tm a s ı: E l ta n r ıs ı
Bugün çok iyi bilindiğine göre, Kenan halkının çok özenilm iş
tapıncı (panteonu) vardır. En önem li tanrılar, El ve B a ’al tanrıla­
rıydı, Bunlar için Efendi adları da uygundu.
E l, Ras Sham ra m etinlerinde, Tevrat’ta sık sık geçer. H em ya­
ratıcı, hem kral, hem de yargıç, “yılın atası” . T evrat’ta, El, eljon
sanında “en büyük” anlam ına gelir.
B a ’al (E fendi), g erçek te b irçok yerlerin , özel tan rıların adı.
A m a her şeyden önce genç, etken tanrıdır. D aha çok ürünlülüğü,
v erim i özüm ser. B irço k y erlerd e de “ G öğü n E fe n d isi” (B a ’al
Sham n) olarak ünlüdür. Ras Sham ra metinlerinde B a’a l’in ölümü
dem ek; bitkilerin, bitkisel yaşam ın ölüm ü demektir. O ’nun yaşam a
dönüşüyle yağm ur dönem i başlar. O ayrıca sık sık A lijon B a ’al
(Güçlü B a ’al) diye adlanır. B iblos’ta böyle bir tanrı biçim ine rastla­
nır. Yunanlılar Adonis (Efendi) diye adlandırır. Örneksel bitki tanrı­
sı. Söylenceye göre bu da ölür, sonra yeniden yaşam a döner.
Tanrıçalar arasında V lıe r a (Ras Sham ra A thirat’ta), A nat ve
A starte çok belirgin. A n a t’m savaş durum ları da vardı. Bu kadın
çıplak olarak biçim lenir ve kadınlık durum ları ağır basar.
R as Sham ra m etinleriyle bir bölüm Kenan halkının söylencele­
rini öğrenm iş olduk. Ya da söylence çevrelerini! B a ’a l’in ölüm ü ve
yeniden yaşam a dönüşü, D aniel ve oğlunun ölüm ü (dirilm esi?)’hü
anımsatıyor!
Kenan elinin çoğu kent devletlerinde kral, kutsal kişiydi. Onun
adına toplum b olluk içinde yaşıyordu. M elki Sedek, hem Prest
hem de kraldı (I M usa 14: 18, Ps IIO: 4).
Ras Sham ra m etinlerinin K eret’i de kutsal bir kraldı. K utsal
k rallık üstüne İsrail d ü şüncesinin büyük bölüm ü K enanlılardan
kalm ıştır kalıt olarak.
Ö yle görünüyor ki, P ıestlik oldukça gelişm işti. R as S ham ra
m etinleri Prest sözcüğü için İbranice (K ohen) sözcüğünü k u llan ­
maktadır. K im i dinsel eğlencelerde insan bile kurban ediliyordu!
R as Sham ra m etinlerinde K artaca kurban listeleri, T evrat’ın kur­
ban terim leriyle şaşılacak bir benzerlik gösterm ektedir. Ü rem e, ve­
rim lilik inancında kutsal fahişelik de vardı! Böyle bir fahişeliğe İs­
rail tanrıelçileri çoklayın karşı gelmişlerdir.
7
İsrail

İsrail halkı-İsrailoğulları da diyebiliriz- İÖ 1200’de birkaç Batı


Sami oym ağının bir araya gelm esiyle ortaya çıktı. İsrail gelenekle­
riyle bu oym aklar arasında ilişki olduğu da göz önünde tutulur. İÖ
XX. yüzyılda ataları A braham (K u r’a n ’da adı İbrahim ), İshak,
Yakub ve bir bölüm oym aklar M ısır’da kalırlar. Oradan da İÖ K i­
li. yüzyılda Filistin’e göç ederler. O rada K enanlılarla birlikte ya­
şarlar, gittikçe güçlenirler. Sonra D avut (İÖ 1005-965) dönem inde
krallık kuruİdu. S üleym an (yaklaşık İÖ 9 6 5 -9 2 5 )’m ölüm ünden
sonra iki ayrı devlet ortaya çıktı: K uzey İsrail ve güney Juda. Ku-
zel krallığı İÖ 5 8 6 ’ya dek yaşayabildi. Bu tarihte N abukadnessar
ülkeyi alıp halkın bir bölüm ünü sürdü (586-538). B abil’in düşü­
şünden sonra Yahudiİer ülkelerine dönüp K u d ü s’ü, tapınaklarını
yeniden onardılar. İran İm paratorluğu’nun egem enliğinden sonra
Filistin, İ s k e n d e r ’in yönetim ine girdi. Sonra da Seleucid (Helen-
Yunan oym ağ ı)’lcrin A ntiolhos E p ifa n es’in din izlenimciliği so­
nucu, Yahudiİer biraz özgürlüklerini elde ettiler. Ama bu özgürlük
dc P o m p ei’nin alınm asıyla (İÖ 63) R om a İm paratoru tarafından
yokedildi (K udüs’ün Titus dönem inde yıkım ı, İS 70).

73
İ b r a n i y a r a lı s ö y le n c e s i n e g ö r e ; H a v v a , A d e m ’in k a b u r g a k e m iğ in d e n y a r a ­
t ılm ış t ır (C a m r e s im , İ s v iç r e , X I V . y ü z y ıl) . K u r ’a n ’d a H a v v a ’n ın , A d e m ’ in E g e
k e m iğ in d e n y a r a t ıld ığ ı v u r g u la n ır .
E s k i T u t s u ’d a İ s a k -İ s r a illile r in ile r i g e le n le r in d e n İ s a k ’ın b a b a s ı İ b r a h im ,
t a n r ın ın is t e ğ iy le o ğ lu n u k u r b a n e tm e k ü z e r e (X I V . y ü z y ıl).

75
E s k i T u tsu a n la tıla r ın a g ö r e T u fa n o la y ın d a N u h ’u ü z ü m le r i k e s e r k e n g ö s t e r i­
y o r (y a k la ş ık 1 3 2 0 ).

76
R e s im d e M u s a , tu tu ş a n ç a lıla r ın ö n ü n d e . M u s a , y a n a n ç a lıla r ın a lı \ n ta n ­
rı" d iy e a lg ı la r ( X I V . y ü z y ıl m in y a tü r ü ) .

S ö y le n c e y e g ö r e ; A r o n , M u s a ile b ir lik te , İ s r a il'in M ıs ır k ö le liğ in d e n k u r t u l­


m a s ın d a e n b ü y ü k ro lü o y n a m ış tı. A r o n ’u n d e ğ n e ğ iy le (a s a s ıy la ) b ir ç o k t a n s ık la r
HONlcrdiği s ö y le n ir .

77
R a s S h a m r a ’d a n b ir k a b a r tm a : T a n r ı E l .

78
E s k i T u t s u ’ n u n k a h r a m a n ı S im s o r , a s la n la s a v a ş ım ım s ü r d ü r ü ­
yor. H ag g a d a h , 1300.

İsra il h a lk ın ın k u r u c u s u Y a k u b ’u n m e le k le g ü r e ş m e s i (X IV . y ü zy ıl)

79
H er iki İsrail devletinin yıkılm asıyla yine Yahudi göçleri oldu.
Yahudilerin büyük b ir bölüm ü M ezop otam ya’da kaldılar. İÖ V.
yüzyılda Yahudi söm ürgeleri vardı M ısır’da. Bu diaspora-Yahudi­
liği zam anla önem kazandı; M ısır’da sonra da B ab il’de.
Beş M usa kitabı (G enesis, Exodus, L eviticus, N um esi, D eute-
ronom ium ) birtakım tarihsel yasaları içerir.
Tanrıelçileri, bir bölüm ü tarih kitapları, yargıç, Samuel ve kral
kitapları. B ir bölüm ü de tanrıelçileri kitapları: Jesaya, Jerem ia,
H esek iel ve on iki T an rıelçisi k ita b ı (b u n la r a ra sın d a H o sea,
Am os, M ika, Sakarja).
Yazılar, yazm alar, psalm lar. Bunların 150’si çok eski dinsel şar­
kılar, Jako b ’un kitabı. İncil geleneğine göre uzlaşım lı olarak M usa,
İsrail dininin kurucusudur.
M ısır’da, İsrail ailesinden doğm a olduğu biliniyor M u sa’nın.
Am a F iravun’un korkusu nedeniyle kam ış bir sepete konularak Nil

E sk i T u t s u ’d a , J o b ’u n , T a n r ı’n m v e r d iğ i b ü tü n a c ıla r a k a tla n d ığ ı b e lir le n ir . Bu


o r ta ç a ğ m in y a tü r ü n d e T a n r ı, J o b ’un k o y u n la r ın ı y o k e tm e k için ş e y ta n a iz in v er iy o r !

80
ırm ağına atıldığı geleneksel olarak onaylanır. F irav u n ’un kızları
M u sa’yı bularak, M ıs ır ’da (sarayda) bakım ını sağ lad ılar (A kad
kralı Sargon’un durum uyla karşılaştırınız).
M usa, M ısır sarayında olgun yaşa erişince, kaçıp Sina yöresine
geldi. O rada geleneğe göre tanrı Yehova, kendisine, tutuşan çalılar
arasında göründü. Tanrı, M u sa ’ya halkını M ısır’dan kurtarm ak gö­
revini verdi. B ir tan sık la K ızıl D e n iz ’den geçtiler. Sina dağında
Tanrı Yehova ateşler içinde göründü. Ve M usa halkıyla birleşti.
Böylece İsrail, Yehova halkı olacaktı, bu halkın tanrısı da Yehova.
İsrail halkı tam kırk yıl çölde dolaştıktan sonra Filistin’e göç e tti­
ler. G öçten az bir zam an sonra da M usa öldü.
Bu göç anlatıları büyük bir gerçeklikle bugünkü biçim ini dinsel
anlatılarla N oel eğlencelerinde oluşturdu. A m a bütün bunlara kar­
şın bu anlatı ve söylencelerde tarihsel bir özün bulunduğu da onay­
lanır. M usa gözönüne alınm azsa; gerçek diye bakılm azsa M usa an­
latılarına, işte o zam an İsrail dini açıklığa kavuşam az. Bu yasalar
(örneğin on buyuru) bu dinsel gelenekler nasıl oluşm uştur?
Tanrı Yehova, İsra il’in bir tek tanrısı, başka değil:
“ ...Bana karşı, benim le denk tutulan başka tanrılara in an ­
m ayacaksın!..”
(2 M usa 20: 3)

“ ... İşit İsrail, Yehova, bizim Tanrım ız. Yehova b ir’dir...”


(5 M usa, 6:4)

Eski çağlarda öbür tanrıların varlığı yadsınm ıyordu. B öylece


İsrail dini tek tanrı dinidir. Bu tek tanrıcılık sürgün dönem inde or­
taya çıktı (D euterojesoja).
Kim i durum larda Yehova iki yanlı bir niteliğe bürünür. Ö rne­
ğin K cnaneli tanrıçası A nat gibi. K im i zam an Yehova’ya, boğa bi­
çimli olarak tapınıldı.,
Yehova inancı bugün bile açıklığa kavuşm uş değil. Kimi araştırı­
cılar Sina dağındaki Y ehova’yı canlı K e n it’lerin tanrısı olarak gö-

81
R a s S h a ın r a ’d a n : B a ’a l= H a d a d , G ö k g ü r ü lt ü s ü T a n r ıs ı
rürler. Sonra M usa bu durumu görevlendi. A m a bu varsayım da gü­
venli değil. R as Sham ra metinlerindeki E l’in oğlu Jaw için de böy­
le düşünülebilir. Kimi ayrıntılar göz önünde bulundurulunca Yeho-
va’nın hava tanrısı olduğu düşünülebilir. Tanrı; fırtınalar, gökgürül-
tüleri ve ateşler içinde gözükür. Bulutlarla yolculuk eder vb. Tarihin
ilk çağlarında Yehova, El “Eljon”la bir tutulur. (2 M usa 3:6). Bu bir­
leştirmenin D avut ile Süleym an dönem lerinde olduğuna inanılıyor.
Yehova geleneğe göre, göğün, yerin yaratıcısı. Eskiçağ inancı­
na, gelen eğ in e göre yaratı “kargaşa h ay v an ı”na üstün gelmeklfc
gerçekleşti, oldu. A m a yaratı, genel bir inanışa, görüşe göre kar­
gaşaya üstünlükle oluştu.
Y ehova, ev ren in E fen d isi ve k ralı. G erçekte “E fendi” sanı,
tektanrıcı dinlerle kafalara kazındı. Y er’in efendisi (ağası) tanrılaş­
tırılıp göğe uçuruldu, İsrail tanrılarıyla. O ysa tanrıların gök e g e ­
m en liğ in in şa m p iy o n lu ğ u S u m erlerdedir. M ısır ta n rıların d a da
böylesi sahneler var.
Yehova, bütün doğanın egemeni. O her şeyi bilir, her yerdedir.
Tanrı Yehova hem kutsal, hem de çok korku salıcı! Hem de iyi
yanları olan sevi dolu tanrı. Özdeş zam anda doğruluk gözetleyici-
si: B aşeğeni ödüllendirir, başkaldıranı da cezalandınr.
İs ra il’de d e k rala kutsal resm i görevli gözüyle bakılır. K ral,
dinsel şarkılarda “T an rı’nın oğlu” diye anılır. Kral, Yehova’nın g ö ­
revlisidir. D o ğ ru lu k la yönetince ülkedeki hoşnutluğa, üreticiliğe
egemen olur. B öylece kral, yaşam ın ve hoşnutluğun kaynağı olur!
K rallar durum u hep tanrıya dayıyorlardı, yanlışlarını halka bağış­
latmak için! Y önetim iyi gitm em işse, Tanrı öyle istediği için! B un­
dan başka tapım tanrıelçilikleri de vardı, tanıklar gösteren! Levitler
son krallık dönem lerinde tapınak hizm etçileriydi. Bunların ilk iş­
lemleri henüz açıklığa kavuşm am ıştır.
K urban geleneklerinin çoğu K enanlılardan kalma. Paskalya eğ ­
lenceleri M ısır’dan çıkışta olayların dinsel bir yenileşm esiydi. Bu
da halkın yaşam ı için temel oluşturuyordu. Bu eğlencelerde kuzu
kesilip yeniyor, sonra da sekiz gün eğlence sürüyordu. Sirkesiz ek­
mek yeniyordu. S.'bbat denilen haftanın yedinci günü dinlenm e
günüydü. Belki de bu çok eski Babil kökenli bir gelenekti.

83
R as S h a ın ra ’d a n : B olluk T an rıçası

84
Yahudiler Kenan ülkesinin kutsal yerlerini alıp orada Yehova’ya
taptılar. Kral Jo sia 6 2 2 ’de dinsel tapım ı K udüs’te m erkezileştirdi.
Böylece tapınak, Yehova’ya değgin yasal, kutsal yer oldu. Bütün er­
kek çocuklar sekiz yeşında sünnet oluyordu, birliğe bir im olarak.
Ö bür S am i dinlerinde olduğu gibi Yehova “E fendi”ydi, insan
da onun hizm etçisi. İsla m ’da da insan A lla h ’ın kuludur. İnsan A l­
lah’tan korkacaktır.
Bütün iyilikler Y ehova’dan gelir. A m a sonradan isterse, bunları
geri alabilir. İnsan T anrı’nın isteğini yapm ak zorunda (M ika 6 :8 ).
İlahilerde söz edilen tapm ak ve onun dinsel tapım ı insanı güçlendi­
ren bir etkendir.
T öresel, dinsel g e ıe k lilik şu on buyuruyu içeriyor:
1) B ir tek T anrı’ya tapm ak
2) Resim lere tapınm am ak
3) Yehova adını kötüye kullanm am ak
4) Sabbat gününü onaylam ak
5) A naya babaya saygı gösterm ek
6 ) Ö ldürm eyeceksin
7) Evliliğe ihanet etm eyeceksin
8 ) Çalm ıyacaksın
9) Yalancı tanık tutm ayacaksın
10) Başkasının m alını çalm ıyacaksın

İnsan eskiçağ İsrail görüşüne göre etten ve tinden oluşur (1


M usa 2: 7). Bu tini tanrı verm iştir, yaşam öğesi olarak. Bu bir çeşit
soluk. Ö bür yandan insan et olarak betimlenir. A çıkçası insan tan­
rısal değil...
Ö lüm den sonraki durum m ezara göçürülür, ölüm ülkesine. O ra­
da insanların, Tanrı ve insanlarla ilişkisi olm adan sanki bir gölge
gibi yaşam ış olduğuna inanılır.
E skiçağ Sami halklarının bitki tanrısının yaşam a dönüşü (S ü­
m er’de de bu durumu gözlem liyoruz). İran görüşlerinin de etkisiy­
le y en id en d irilm e kalıplaşm ası ortaya çıkm ış oldu (K u r’a n ’da da
böyle). Bu durum ilk olarak ve açıkça (Dan 12:2) İÖ I. yüzyılda
biçim lendi.

85
E sk i b ir in a n c a g ö re de
Y e h o v a y a ş a m ın E f e n d is i
(yaratıcısı)’dir. Bu da yeniden
dirilm e görüşünü etkilem iştir.
D ah a İÖ 1000 y ılla rın d a
İsrail, eski S am i h alk ların ın
etkisinde, coşkulu d u ru m lar­
da tansıklar gösteren tanrıel-
çileri (N ebi’im, nabi) vardı. (I
Sam 10:5). Sonraları bu tanrı-
elçileri Kudüs tapınağında ve
başka kutsal yerlerde etk in ­
liklerini sürdürdüler.
İÖ VIII. yüzyılda bu çev­
relerde dinsel, güçlü bir etkin­
lik ortaya çıktı. Bu dinsel dav­
ranış eski Sami haklarının din
in a n c ın a , ta p ın a ğ ın a , Y eho­
va ’nın töresel içeriğ in e k a r­
şıydı. E lia, k u zeydeki A hab
k ra lı yön etim in d e B a ’al din
anlayışına karşı çıktı. Eski tüt­
sü (ahid) yazm alarında Özüm- D a v u t v e S ü le y m a n d ö n e m in d e İ s r a il,

senen bu ilk A m os’tur. G örüş­


lere göre dinsel inanla töre birbirinden ayırdedilem ezdi. B undan
böyle, savunulduğu gibi, tanrıelçileri dinsel inançları tüm den kaldı­
rıp atamazdı. Krallara ağır eleştiriler yöneltilm eyecekti. Bu yüzden
egemen sınıfı özümseyen bir form ül bulundu. O da şuydu: Yehova,
geri kalan halkı yıkım dan kurtaracaktır. M utlu bir gelecekte Yeho­
va, M essias’ı gönderecektir, İsrail’i yeniden kurm ak için...
İlk yazıyı sunan tanrıelçisi İÖ VIII. yüzyılın ortası A m os, kor­
kunç cezalı Yehova gününü oluşturdu. H osea, kuzeyde etkindi. O
da B a ’al dinsel inancına karşıydı. Yehova, sevisini Tanrı’yla birleş­
tirdi. Bu da Tanrı’yla halk arasında bir çeşit evlilik oldu.

86
Y esaya savaş dönem inde (734-732), başeğen halka, A m o s’un
yaptığı gibi M essias’in geleceğini söyledi, güney ülkesinde.
M ika, ö zellik le günlük y alın ahlâk k onuşm acısı, Y esaya’nın
çağdaşı Jerem ia, İÖ 6 2 2 ’den K u d ü s’ün düşm esine kadar güneyde
etkindi. O nun krallara saldırısı, onu birçok güçlüklerle karşılaştır­
dı. Jerem is, kitabında kişi olarak ortaya çıkan bir tanrıelçisi.
H esekiel, (Bkz. A .R . Ergüven: Tarih B oyunca Gök N esnele­
ri (U F O ), B erfin Y. 1998 İst.) B ab il’de tutuklular arasında çalışı­
yordu. O nda coşkusal durum lar ağır basıyor, tapınak kültürüne bü­
yük ilgi duyuyordu.
D euteroyesaya (İkinci Yesaya), bilinm eyen bir tanrıelçisinin
adı. Sürgün yıllarında etkinliğini sürdürdü. A nlatıları Yesaya kita­
bının 40-55. bölüm lerinde. Birçok bakım lardan eski tutsu tanrıelçi-
liğinin y ü k sek aşam ası. “Y ahve’nin h iz m e tç isi” diye ünlendi.
O nun acılı günleri, H ıristiyan kiliselerine İs a ’nın acısının belirtileri
olarak yorum landı.
N eb u k a d n essa r’ın İÖ 5 8 6 ’da K u d ü s’ü yakıp yıkm ası, B abil
tutukluları İsra il’de dinsel gelişimin önem ini daha da arttırdı. Ta­
pınak hizm etleri, kurbanlar, bayram eğlenceleriyle değil de; gün­
lük yaşam ı kurala bağlayan yasalara önem verildi: Sünnet, sabbat
buyurusu vb.
B a b il’in 5 3 8 ’d e K y r o s’u k u şu tm a sıy la Y ahudiİer F ilis tin ’e
döndüler. T apm aklar yeniden yapıldı. Y asalaşm a (tora) açıklandı.
Bu yasalaşm aya da bağlı kalınacaktı. B öylece Yahudilik bir çeşit
y asa dini oldu.
Bu yasa dini kurucusu E s r a ’nın ardılları onun yapıtını daha da
geliştirdiler. Ö yle ki yasalar her şeyin en doğrusu olarak yorum lanıp
onayladı. Bu da yazı öğreniminin görevi oldu. Tanrı hizmetine açıl­
dı sinagoglar. O rada yasaları okuma, başlıca dayanak noktası oldu.
B öylece tektanrıcılık, birçok tanrılara tapm aya son veriyordu.
Gerçek Yahudi olarak onaylanm ayan S am ariler’in K udüs tapm a­
ğıyla ilişkisi kesildi. G erissim dağındaki kutsal yere bağlandılar.
Bugün de kendi gelenekleriyle orada yaşıyorlar.
D inbilim sel açıdan bakılacak olursa, Tanrı böylece yeryüzün­
den ayrıldı. D em ek Tanrı ayırdedilm iş oldu yeryüzünden! Böylece

87
T anrı’yla insan arasında bir aracıya, “Tanrı y a k ın lığın a” gerek
duyuldu: Yazıcı M eta’tron ve m elekler vb. B ir ikincil eğilim , biraz
da İra n ’ın etkisiyle Şeytan ve Belial ortaya çıktı. Elenistik dönem ­
de Yahudilik için yeni, başka bir sorun yarattı. Filistin iki Elen kül­
tür ortam ındaydı. Biri Suriye, öbürü Mısır. Siyasal bakım dan ülke
S uriye’ye bağlı kaldı. Bu siyasal, ekinsel E len etkisi Yahudiler ara­
sında da kendini gösteriyordu. K im ileri bu durum a olumlu gözüyle
bakıyor, öbürleri daha sıkı olan atalardan kalm a inanca sarılıyordu.
En sonunda yeğin bir çatışm aya neden oldu. İÖ 168’de A ntiochos
Epifanes, K udüs tapınağında T anrı’ya tapınm a yasağı koydu. En
sonunda dine bağlı küm eler, M akabiler durum a karşı geldiler. Bu
başkaldırm ada Y ahudiler özgürlüklerine kavuşm uş oldular.
Bu çarpışm aların, karşı koym aların ardında; tem el neden parti
yandaşlığı, çekişm eleriydi. Bu parti çekişm eleri İsa dönem inde de
vardı. G örülüyor ki, bu dinsel durum lar, dinden çok gerçek yaşam -

88
dan kopup gelen çıkarları korum a kaygısından başka birşey değil­
di. Ç ıkar kaygıları, böylesi oyunlar eski çağlardan günüm üze dek
sayıları 300 m ilyonu aşkın tanrıları; daha doğru deyim iyle im ge
tanrıları yaratmıştır.
Sadukiler (İsa dönem in d e m elekleri, kıyam eti, öteyeri/ahre-
ti/yadsıyan Yahudi partisinden olanlar) M usa yasası (tora)’na dek
böçimsel olarak tutucuydular. A m a Elen ekinini desteklediler. Fa-
risiler, bütün durum larda yasayı uygulam aya çalıştı. B unlar ölüm
sonrası dirilm eye inandılar. E sseenler (İsa ’dan biraz önce F ilis­
tin’de Yahudi inancında olanlar) m anastırda sıkı dinsel kurallarla
yaşadılar. K im i zam an Ölü D en iz’dc Juda çölünde, kim i zam an da
K udüs’te E sseenler son zam anlarda beklenm eyen g ü ncellik k a­
zandılar, bulgulanan Ölü D eniz yazm alarıyla. Bu topluluklar ya
Hsseenleri destekliyorlardı., ya da Esseenlerdi. Daniel K itabı kendi
çapında ilk özüm leyici nitelikte. Filistin dışındaki Yahudiİer ara­
sında özellikle M ısır’da Yunan etkisi vardı. A leksandralı Yahudi
düşünbilim cisi Filon, Eski T u tsu ’ya eğretilem eli ekler yaptı.

K u z e y F ilis t in ’d e , H a s o r ’d a K e n a n T a p ın a ğ ı. R e s im d e s o ld a : O t u r a n b ir T a n r ı.

89
İS 7 0 ’li yıllarda K u d ü s’ün yıkım ı Yahudi dini için kesin biri
vuruş olmadı. Başka bir deyim le, yazılı öğrenim in ortadan kalkm a­
sı ve tapınağın yıkım ı, tapınak dinsel etkinliklerinin kaldırılm ası
dinsel yıkım a yol açm adı. F ilistin ’in dışında B a b il’deki Yahudi!
söm ürgesi gelecek yüzyılların gelişim inde önemli yerini aldı. |
İlk sonuç olarak İS III. yüzyılda Rabbi Yehuda Hannasi; öğreti-f
leri, yazıları, demek M ishna’yı yeniden gözden geçirerek en ince ay-|
'i
rıntılara dek bunları düzeltti. M ıshna, Ibranice bir diyalektle yazıldı. J
Pek doğal olarak tüm geleneksel öğeler M ishna’ya alınm adı
H er çeşit yeni durum larla örülm üş oldu. B ir araya getirilerek buna
da G em ara denildi. M ish n a ile G em ara, ikisi birden Talm ud,
(öğreti) diye adlandırıldı. B öylece Talm ud, “Eski T u tsu’nun yılba-;
şından günüm üze dek Yahudiliğin belgesi oldu. G em ara, Aramice.;
yazıldı. Bunun iki örneği var: Biri Filistince, öbürü B abilce. Filis-I
tin Talm ud’u V. yüzyılda bütünlendi, Babil örneği de 4 0 0 ’lü yıllarrf
da. Talmud iki bölüm e ayrılır: Biri halaka (yasal), dinsel yazılar!
ve yaşam ı içerir. Ö bürü haggada; söylencesel belgeleri içeren an-|
latı bölüm leri.
V III. yüzyılda, R abbin Y ahudiliğinin birçok b u yurularına v b j
karşı gelen bir kım ıldam a oldu. O nlar bütün geleneklere karşı gel-|
diler. Yalnız M usa kitaplarının sözcüklerini onayladılar. 1
H ıristiyanlıkta olduğu gibi, Y ahudilikte de öğretilerini açıklayım
savundular. Yahudi etkinliğinin ortam ı artık İsp an y a’daydı. Yenj|
Platonculuğun Aristo düşüncelerinin etkileri oldukça güçlüydü. İ s i
p a n y a’da, bütün zam anların en büyük Yahudi öğretisinin b a b a s j
M usa ben M aim on (1204) etkindi. O na göre düşünm eden varılati
inanç değersizdi. İnanm ak ancak düşünceyle g erçekleşebilir de-|
m ek istiyordu. M aim on’un öğretisi şöyle özetlenebilir:
1 ) B ir yaratıcı vardır.
2) Tanrı b ir’dir.
3) Tanrı, bedensel değildir.
4) T an rı so n s u z d u r.
5) O ’na hizm ette zorunluyuz.
6 ) Tanrıelçiliği vardır.

90
7) M usa, bütün tanrıelçilerinin başında gelir.
8 ) Toran (yasalar) görünm üştür.
9) Toran değişm ez.
10) Tanrı, insanların eylem lerini bilir.
11) Tanrı yasalara başeğeni ödüllendirir, yasaları çiğneyenleri
cezalandırır.
12) Bir M essia gelecek.
13) Ö lüler ayağa kalkacak (dirilecek).
Bu köktenci doğrultu XIII. yüzyılda kim i çevrelerde başka bir
doğrultuyu yeğledi: K abbala (gelenek). Bunların öğrettikleri var­
sıl bir yazının başlam asına yol açtı. Z ohar (Işık kıvılcım ı) M ose de
Leon, bunu XIII. yüzyılda K astilien’de yazdı.
K abbalcıların öğretisi daha çok kurgusal. T anrı’nın ululuğu çok
güçlü olarak vurgulanır. T a n n ’yla su dünyası arasında tanrısal ışı­
ğın ışınları vardır. Bu özdeksel/ dünya ve tanrısal düşünceler dü n ­
yasının yansım ası (Platonculuk). İnsanın bir bölüm ü de tanrısal.
Btınunla tanrısal ışığa yükselebilir.

1492 yılında Y ahudiler Ispanya’dan çıkarıldılar. Bu olay daha


sonraki gelişm eler için önem liydi. O rta A vrupa Yahudileri güven
içinde yaşıyorlardı. A m a çok yalnızlık içindeydiler. Talmud öğre­
tisi dinsel doyurucu değildi. Böylece K abbalcılık gizemsel bir çö­
züm oldu. Ö zdeş zam anda İsrail’in sürgün durum u soruşturm a ko­
nusu oldu.
İspanya Y ahudilerinin büyük bir bölüm ü doğuya; İtalya, T ürki­
ye ve F ilistin ’e gelip yerleştiler. İsp an y a’dan, P ortekiz’den gelen
Yahudiler dinsel kurgulara bağlı kaldılar, XVI. yüzyılda kuzey Ga-
Iile ’de S afed ’de toplanan K abbalcılara değil. Burada İsak Luria
(ölm. 1572) tanrısal ışığın, tanrısal olm ayana bağlı olduğu konu­
sunda konuşm alar yapıyordu. A lm anya’daki Leh-A lm an Yahudile-
ri yavaş yavaş doğuya doğru kayarak P o lo n y a'y a yerleşiyorlardı.
Dinsel yaşam dem ek olan Talmud öğretisine de önem veriliyordu.
İzmirli Sabbatai Tsevi, 1665’te Yahudi halkının, doğu ve Avrupalı
Yahudilerce büyük um utlar içinde sevgiyle selam landığını y a y ı­

91
yordu. Sultan, T sevi’yi tutukladı ve sonunda onu İslam dinine g i r - )
m eye zorladı. Taraftarlarının birçoğu düşkırıklığına uğradılar. Sab-
batai T sevi’ye bağlananlar onun öldükten sonra ölüler arasında di- ;
rileceğini bekliyorlardı.
G alizienli İsrael ben Eliezer bütün dünyayı içeren Tanrı sevisi
konusunu işledi. T anrı’mn insandan istediği yalnız birşey vardı: O :
da sevi. Ö nem li olan b edensel h azlardan hoşlanm a ve T a n rı’da
kaybolm ak (İslam ’ın Vahdet-i V ücud felsefesini düşününüz.)
M oses M endelssohn (ölm . 1789) ilk Yahudi düşünbilim cisi,
M usa kitaplarıyla ilahileri A lm anca’ya çevirdi. A ydınlanm a döne­
mi, Yahudilerin insanlık hakları konusunda tüm den yeni bir görüş
getirdi. Batı Avrupa Yahudileri norm al toplum yaşam ına girdiler.
Ö te yandan Yahudilik yeni zaman koşullarına göre uygulandı. R e­
form a g id ild i. D oğu A vrupa Y ahudilerinde “ a y d ın la n m a ” bir
başka karaktere dönüştü: U lusalcılık. B öylece bilinçle ulusal hare­
kete geçildi (Teodor Herzl: Der Judenstaat, 1896). Amaç bütün
Y ahudileri F ilistin ’de toplam ak. B irçok yanlısı çıktı bu görüşün
bütün dünyada. 1948’de İsrail D evleti kuruldu. Talmud inancına
sıkı sıkıya bağlı olanlarla çağdaş Yahudiİer yanyana yaşam akta gü­
nüm üzde. A m a halkın çoğunluğu hiçbir zam an Sinagoga gitmez.
B üyük eğlencelere bayram larda ulusal bir içerik kazandırılır.
Alm an Yahudi düşünbilim ci M artin B uber (1878-1965), Hasi-
dism (Yahudi g izem i)’in etkisinde. Sam uel J o sef Agnon (1888-
1970)’da da hasidik eğilim var (Yazın N obel ödülü, 1966).
Sinagog kural olarak K udüs’e doğrultulm uştur. Önde, “ kutsal
çatı” denilen yerde töra-sarm alları (ruleleri) vardır. O rtada bu kağıt
sarm allar açılarak okunur. S inagogda resim bulundurulm az (İs­
lam ’da resmin, fotoğrafın yasaklandığını anım sayınız).
Günde üç kez dua etm ek zorunludur. Sabah duası, öğlesonu du­
ası, akşam duası. Sabbat günü dinlenm e günüdür ve hiç kimse ça­
lışmaz. Ateş yakm ak, yazm ak, yolculuk etm ek de yok. O gün eğ­
lence günüdür.
Paskalya yortusu Yahudiliğin en büyük şenliği. Nisanın 15. gü­
nü kutlanır. M ısır’dan göçüş günü (çoklayın dolunaydan önce).

92
G enellikle bu dinsel şenlikler sekiz gün am a ilk iki ve son iki gün
gerçekten eğlence günleri. Bu günlerde In cil’den parçalar okunur,
l şiirsel m etinler yinelenir.
Paskalya yortusundan yedi hafta sonra harm an sonu eğlencesi
yapılır, Sina dağında yasanın sunuluşu anısına...
İ Bundan başka birçok eğlence günleri de var: Yeni yıl. Çünkü o
gün geleneğe göre Tanrı dünyayı yaratm ış. Paskalya yortusundan
bir ay önce de P u rim kutlanır: Baharın ve Yahudilerin kurtuluşu
anısına. (Tarihsel olay dinsel kılığa bürünüyor). Bu sevinçli eğlen-
E ce günlerinde halk birbirine hediye verir.
[ Bir de Chanukka denlen ışık eğlencesi var, kış ortasında. Bu
t da büyük bir olasılıkla H elen kış ortası eğlencelerinden alınm ıştır
t (Bu da tarihsel bir olay). H er gün sekiz m um yakılır. G ünüm üzde
de bütün Hıristiyan ülkelerinde olduğu gibi...
Yahudiliğin sekiz kollu m um u bir zam anlar tapınakta da vardı
(Rom adaki Titus yayı).

93
8
Hıristiyanlık

Yeryüzünde Hıristiyanlığın bir m ilyarı aşkın yanlısı var. Tarih


bakım ından gerçek şu ki, H ıristiyanlık Yahudi dininden kopup g el­
miştir.
Hıristiyanlığın kutsal yazısı İncil (Yunanca Biblia: kitaplar) iki
bölüm den oluşm uştur. B unların ilki İsrail-Y ahudi dininin kutsal
yazıları: Eski Tutsu. Ö bürü özel H ıristiyan belgelerini içerir: Yeni
Tutsu.
Din tarihinde bir din böylece, başka dinin kutsal yazısını alarak
her ikisini de tanrısal diye onaylar. İlkinden yaklaşık 1810, İkinci­
sinden 610 yıl sonra M uham m ed’in “A llah”ı, bu üç dinin tanrıları­
nın özdeş “A llah” olduğunu söylerken; M uham m ed ve dolayısıyla
A llah, İslam dininden olm ayanları (hak yoluna gelm eyenleri) “öl­
dürünüz” der...
H ıristiyan anlaşm a göre; Eski ve Yeni Tutsularda konuşan öz­
deş tanrıdır. A m a ilk olarak bu yeni T u tsu ’yla Eski Tutsu anlayışla
karşılanıyor. Bu yenisi üç küm eye ayrılır:
1) Anlatı yazıları: Dört İncil yazıcıları (M atteus, M arkus, Luk
ve Joh an n e). B u n lar İ s a ’nın y aşam ın ı, ö ğ retisin i, y a n d aşların ı
(apostelleri), K udüs’ten R o m a’ya H ıristiyan buyrultularını içerir.

94
2) M ektuplar: P a v lu s ’un 13 m ektubu. B iri R om alılara, ikisi
K o m ililere, biri de G alyalılara. Habre m ektubu, 3 Johanna m ektu­
bu, 2 Petrus m ektubu, Yakubun ve Ju d as’ın m ektupları...
3) Esin kitabı. A nlaşm aları içerir. Çok tanrılı devletle onun d in ­
sel ve ekinsel etkinleri üzerine.
Eski Tutsu, H ıristiyan kilisesinden Yunanca çevirileriyle (Sep-
tuaginta) tanınm ıştı. Ö zdeş dille Yeni Tutsu yazılarını da içeriyor­
du. İncillefin kim i p arçaları, eski özgün A ram ice’ye dek uzanır.
Bugün bu ilk yazılardan kalıntılar yoktur. İncil daha ilk zam anlar­
da çeşitli (Suriye, K optice ve Latince) dillere çevrildi. H ierony-
m us (383-405) L atin ce’ye çevirdi, Versio Vulgata adıyla. Bu çe­
viri 1546’da R om a-K atolik kilisesinin resm i İncili oldu.
H ıristiyanlığın kurucusu N asaertli İsa (İsa, Yunanca Christos,
onurlu bir anlam ı içerir), İÖ VI. ya da VII. yıl doğduğu sanılıyor
(yanlış hesaplam a araştırıcılara göre, VI. yüzyılda D ionysius Exi-
gu cis’in zam an saptam asına bağlı olm asından kaynaklanıyor).

95
İsa sa y rıları iy ileştiriy o r (R e m b ra n t van Rijn* 1645).

96
İs a ’nm varlığı konusunda en eski tanık Tarsuslu Pavlus (aziz)
diye ünlenen saint-P aul’ün m ektubu (51 yılında).
İs a ’nın yaşam ına değin tek kaynak dört “E vangelist”. B unlar
60 yılı (m arkus)yla 10 0 yılı arasında ağızdan öğrenm e geleneğine
dayalı. İsa nerede ne söylem işse, kafalarda ne kalm ışsa; İncil yazı­
cıları (D ört E vangelist) işte onları toplam ışlardır! O rtada nesnel,
gerçekliği nesnel olarak varolan birşey yok! Üstelik İsa şunu şunu
söyledi diyen biri de yok... B ir tanık da yok göklerden yere doğru
buyuruyu izleyen...
İncil yazarlarına göre İsa, Judeen (B etlehem )’de doğdu (M att
2:1, Luk 2:4, Joh 7:42). M arangoz Y usuf (Josef)’la karısı M eryem
(M arie)’in oğlu (M att 13:55). İsa G a lile ’de N asaret’te yetişip bü­
yüdü. (B ir m eleğin M e ry e m ’in eşeysel örgenine üfürüp İ s a ’nın
doğm ası tüm den uyduru, tüm den saçm a...)
M eryem üzerine efsaneler, K u r’a n ’da da geçer:
“...M elek: B en yalnızca, sana tertem iz bir erkek çocuk b a ­
ğışlam am için R abb i’nin bir elçisiyim , d edi...”
(K u r’an: M eryem , 19)

“...M eryem : Bana bir insan eli değm ediği, iffetsiz de olm a­
dığım halde benim nasıl çocuğum olabilir? dedi...”
(K u r’an: M eryem 20)

“...M elek: Ö yledir, dedi. (Zira) ^Rabbin buyurdu ki: Bu ba­


na kolaydır. Ç ünkü biz, onu insanlara bir kanıt ve kendim iz­
den bir rahm et k ılacağız...”
(K u r’an: M eryem 21)

“...M eryem ona ham ile kaldı. B unun üzerine onunla (k a r­


nındaki çocukla) uzak bir yere çek ild i...”
(K u r’an: M eryem 22)
İsa ile o n ik i y a r d ım c ıs ı. M a s a d a e k m e k ile b a lık v a r . R e v e n n a : M o z a ik
(5 2 0 -5 2 6 ).

İsa, Y ahudi d inine göre y e tiştirilir, 30 yaşın d a çalışm aların a


başlar; Sinagoglarda öğretisine. B ildirilerini yaym aya, sayrılarım
iyi etm eye başlar (M att 4:3). İs a ’nın bildirisi kısaca şöyleydi:
“ Zam an geldi
A llah devleti işte:
Dön ve bildiriye in an .”
(M arkus; 1:15)
Bu sözlerden dem ek istenen şuydu: A llah devletini kurm ak için
M esih geldi. B ir zam an, en çok üç yıl F ilistin ’in güneyindeki Ju-
d e e n ’de etkinliğini sürdürdü. K endine inananları çevresine topladı.
B unlar on iki kişiydiler. B irçok da kadın vardı (Luka 8:1). K im i
zam an söz verilen M esih olarak k en d in i tanıttı. K im i zam an da
“İnsanoğlu” diye. H alkla, okum am ış insanla karşılaşınca kısa öy­
küler, anlatılarda bulundu. K im i zam an da bedensel, tinsel sayrıları
iyileştirdi... A çları doyurdu, ölüleri diriltti.
İsa, davranışlarıyla kim ilerinin karşı koym asına neden oldu en
sonunda...

98
H alkın siyasal, dinsel “lideri” gibi görünm esi de ona karşı ko­
yanların sayısını artırıyordu. K im i yazm alara göre onun ölüm e gi­
deceği önceden belirleniyordu. B ir Yahudi paskalya yortusundan
önce İsa tutuklandı (Ö ğrencisi Judas Isk a rio t’un etkisiyle). K u ­
d ü s ’te Yahudi Y üksek Yaıgılığında yargılandı. R om a savcısı Pon-
tius P ilatus, baskıların sonucu onu ölüm e götürür. G olgota’da çar­
m ıha gerildi. En eski kaynaklara göre İ s a ’nın çevresindeki kadın­
lar onun m ezarını boş buldular. K ırk gün öğrencilerine göründüğü
söylenir (1 kor. 15, M ark 16).
B ütün Yeni Tutsu kaynakları onu M esih aşam asında görürler.
Kutsal kral gibi İsa ”T anrı’nın oğlu” diye adlandırılır. O, yaşam
ağacıdır (L uk 23:31, Joh 15: 1-5). Yeni bir M usa olarak A llah
d ev leti’nin yeni yasasını oluşturur. M esihci kral gibi, İsa kargaşa
güçleriyle savaşır. O nları yener. (M att 28:18, Joh 16:33). B ir gün o
yargıç olarak dönecektir canlılar ve ölüler için.
O n iki ö ğ re n c i a ra sın d a P etru s “ lid e r” o larak se ç ilir (M att
16: f 8 ). M esih sorunu Yahudilikle kesintiye uğram adı. Birkaç yan­
daşı tu tu k la n d ı. S tefa n u s taşlan d ı. Ö ğ re n c ile r çevreye y ay ıld ı.
B öylece H ıristiyan öğretisi genişledi. H ıristiyanlar çeşitli yerlerde
J u d een ’de, S a m arien ’de, Ş a m ’da işitiliyordu.
P etrus, kilisenin yöneticisidir, kim i toplulukları ziyaret etm ek­
tedir. Farisi S a u lu s’un dine dönüşü 32 yılında gerçekleşti. Sonra
da P aulus adını aldı. O bütün zam anların H ıristiyan görevlisi, din-
bilim cisi sayılır. Yaşamının en az 20 y ıllık etkinliği (47-67) H ıristi­
yanlığı dünya dinleri arasına sokm ak oldu.
32-47 yıllarında “ apostolik” geleneğiyle ilgilenen Tarsuslu P a­
ulus, K üçük A sya (T üıkiye)’ya, Y unanistan’a üç yolculuk yaptı.
Ü çüncü yolculuktan sonra K ud üs’e gelince 56 yılında tutuklandı.
U zun sorgulam alardan, soruşturm alardan sonra R om a’ya götürül­
dü. O rada yaıgılığı (m ahkûm iyeti) 61 yılında sona erdi. D aha son­
ra Isp a n y a ’ya yolculuk elm iş olduğu söyleniyor (Rom 15:24, 1
kleııı 5:7). M akedonya (1 Tim 1: 3, Tit l:5 )'d a n sonra da yeniden
tutuklandı R o m a ’da (2 Tim 1:16). 67 yılında Neron dönem inde
ölüm eziyetiyle yaşam ı sona erdi.

99
H er çeşit insan vardı kilisede. Bir bütünlük yoktu: A sya, A fri­
ka, A vrupa’dan özgür olanlarla köleler, varsıllarla yoksullar, oku- i
m uşlarla okum am ışlar... Hiç değilse başlangıçla okum ayan çoğun­
luktaydı. A m a İ s a ’ya inanm a konusunda birlik görülüyordu, çeşitli
inanç küm eleri de olsa (1 K or 11: 19).
E tkili ilk partilerden biri, İsa ’nın kardeşi Y akub’un yönetim in- 1
deki Y ahudi H ıristiy a n d ı. S onra P etru s y ö n etim e geçti (A pg
21:18). Yahudi H ıristiyanlar M usa yasasına bağlı olm ak istediler.
Paulus bu Yahudi H ıristiyan görüşüne karşı geldi. Bunun yerine
K u d ü s’te 49 yılında Apostel toplantısı yapıldı. Petrus ile Yakub
bir anlaşm aya vardılar. K arar oylarla değil tüm den bir birleşm eyle
verildi (A pg 15:25). Böylece Y ahudi-H ıristiyan Partisi onaylandı.
Tanrı dünyayı yarattı. Tanrı M e sih ’i gönderecektir, Tanrı salta­
natını kurm ak için. H er Yahudi bütün bunları biliyordu. K aynakla­
ra göre İsa, T anrı’nın sözverdiği elçi, kurtarıcı (M ark 4:11). İşte
H ıristiyanlığın özü buydu.
Tanrı her şeyin üstünde, her şeyin üstesinden gelir. O, insanla­
rın babası, efendisidir. (K u r’an R ab b ü’l  lem in der. Ö zdeş anla­
ma açılır ikisi de.) B ütün yaşam ı, yaşam a gerekli her şeyi Tanrı
verm iştir. Kendi isteğine göre bütün insanlar bir düzene sokulacak
aile, halk, toplum , hukuk... Bu Yeni Id tsu anlayışına göre dünya -
Yahudi inancının tersine-şeytanla yıkım a uğramıştır. Böylece Tan­
rının ülkesinde, insan kötü istekleri yüzünden Tanrı bildirisine uy­
m am aktadır. Tanrı kendi sevgisini oğul (İsa )’la sunup gönderdi. İn­
san biçim inde (Bakınız insanın istekleri, özlem leri ya da bekle­
dikleri, din giysisiyle nasıl biçim leniyor...) Tanrı varlığını açıkla­
mak, bildirm ek, insanları yıkım dan korum ak, kurtarm ak için. Z a­
man gelm iştir, Tanrı saltanatı, gücü kurulacaktır!
Toprak insanı, dünya insanı İsa; bildirisini sunuyordu saltanatı­
nı kazanm ak için. O nun ölümii de tüm den başka bir ölümdü:
“...Buğday tanesi yere düşm ezse ölür. Bu da kendiliğinden
ya ln ızlığ a açılır. A m a ö lü rse, çok çok ın eyve taşır... Yerden
yükseldiğim zam an herşeyi kendim e çekeceğim ...”
(Joh 12:24, 31).

100
Böylece İsa, acı çekerek ölüm e gitm iş oldu. Bu da tek yol oldu
göklerdeki baba için!.. En eski Hıristiyan öğretisi sözcüğü sözcü­
ğüne şöyle:
“ ...İsa günahlarım ız için öldü yazılara göre ve göm üldü me-
zarave üçüncü gün dirildi yazılara göre, o P etru s’a göründü ve
sonra on ikilere...”
(1 K or 15:3; 54 yılında yazıldı).

İsa ’nın ölüm ü, yeniden dirilm e senaryosuyla şeytan yenik dü­


şer. A rtık Tanrı saltanatı gelmiştir. Tanrı da artık -eski çağlarda ol­
duğu gibi- biçim sel görünüm lü bir varlık değil! D ünya utkuyla
barış arasında yaşar. K ilise ölüm ün güçleriyle savaşım verm ektedir
(M alt 16:18). Tanrı saltanatı biçim ini bulm uştur. A m a bir gün bu
saltanat gücüne de kavuşacak! Bu zam an süresince insanlar kilise­
de yaşıyacak. (Sürüleşm e durum u!) İsa’nın konuşm aları, yandaşla­
rının ve onları izleyenlerin konuşm aları kilisede, hep kilisede ola­
cak! Böylece insanlar kurtuluşa erecek! K urtuluşlar da kutsal tinle
gerçekleşecek (M ark 3:28-30, Joh 3: 34).
Kilisede yaşam ak dem ek İsa’ya inanarak yaşam ak demektir. Bu
inançla da insan k u rtu lu şa erecek! Bu b içim de y aşay anlar T an­
rı ’nın bağışına kavuştukları gibi. O ’nun saltanatına da çağrılacak­
lar. İsa, Toplanm a G ü n ü ’nde (M ahşer’de) gökte görününce bütün
inananları onurlayacak. (2. Tess 1:10). O zam an bütün ölüler d iri­
lecek, bütün inananlar onurlu sonsuzluğa erişecek. A m a inanm a­
yanlar Tanrı yüzü (m ilyonlarca yıldan beri Tanrı yüzü ne zaman
görünm üş?) görem eyecekler! K im i Yeni Tutsu y azarlarına göre
“sonsuz ce z a ” ya çarpılacaklar. (H ıristiyanlıktaki “sonsuz ce z a ”
K u r’a n ’da da var.) Sonsuz yaşam a ancak inananlar kavuşacak. En
sonunda Tanrı, “her şeyde h erşey” olur. A n ad o lu ’nun ortasında
XIII. yüzyılda evrensel ozan Yunus Em re bu durum u daha özlü vc
kala tutarcasına M ulıam m ed'in tanrısına şöyle açıklar:
“Hem ben O ’yum , bu ben neyim ?”

1(11
P a v l o s ’ u n ilk h a b e r G e z is i

P a v l o s ’u n ik in c i h a b e r G e z is i

102
P a v l o s ’ u n ü ç ü n c ü h a b e r G e z is i

P a v l o s ’u n R o m a ’y a y o lc u lu ğ u .

103
Yahudilikte, kurtuluşa erm ek için insanın Tanrı bildirisini yeri­
ne getirm esi zorunludur. Bu zorlam ayı bütün d inler Tanrı adıyla
yapm akta ve insanları Tanrı adıyla korkutm aktadırlar. Yeni Tut-
s u ’daki buyurular, bildiriler; E ski T ütsu’dakilerden daha kesin ve
daha ağır. İnsan yeryüzünde; apaçık görüldüğü gibi, T anrı’nm ço ­
cuğu değil, tersine suç işleyen bir “günahkâr”dır. Bu yüzden tanrı­
sal buyuruyu yerine getiremiyor. Ama, insanların önüne sürülen bu
tanrıların neden g üçsüz olduğu din k itap ların d a hiç tartışılm az!
Sorm ak yerinde olm az mı: H er şeyin ü stesin d en gelebilen bir
Tanrı, insanı suçsuz yaratam az m ıydı?
İlk ve önem li bildiri buyurusu:
“...H er şeyde, her şeye karşın Tanrı’yı seveceksin; kendin
ve yakınların gib i” (M atteus 22: 36-40).
Böylece insanlığın önüne, seviye, sevgiye susam ış, yazıklı ve
insan kılıklı bir tanrı çıkarılm aktadır!
T anrı’ya başeğ m ezlik suçtur. A m a bu suç yasay a karşı değil
yalnız; yürekte de bu suç vardır. Suç yüreğe işlem iştir. Böylece in­
sanın kötü isteği Tanrı isteğine karşıdır.
Suçluluk Tanrıdan yüzçevirm ektir. E t’in karşıtı tindir. İnançla
yeni yaşam ı yaratm ak... İnsan başeğer, çünkü insan inanır. İnsan
inanır, bu yüzden başeğer. Başeğm ek zorunda:
“...Din değiştirm ezseniz, değişm ezseniz, çocuk gibi olu rsu ­
nuz. G öğün saltanatına erişem ezsiniz...” (M att 18:3).
H ıristiyanlık, Yahudiliğin olum lu yanlarını aldı, doğal ortakla­
ma biçim ini. T anrı’dır evliliği kuran, dünyanın başlangıcında (M ar
10:6). İsa ’ya dönüşüm de aile (ev) bölünm ez b ir bütün olur (Luk
19:9, Joh 4:53, A pg 16:15).
H alka yüzünü döndürm e Eski Tutsularda da var. İsa da, Paulus
da İsrail halkının güvenli üyeleriydi. (M att 10:16, 15:24). K ilise
Eski Tutsu düşününü “Tanrı halkı” aldı. S eçilm iş halk. Eski Tut-
su ’daki seçkin halkla “ İsrail halkı” amaçlanır.
Devlet için Yeni T u tsu 'n u n ikincil bir durum u var. Bir H ıristi­
yan, devlete karşı görevlerinden çekilm eyecek. Bütiin ululuk Tan­
rıca düzenlenir (Rom 13:1). A m a o zam an da devlet, inancı uygu­
lam ası için engel oluşturur. Bu da “şeytanın h izm etçisi” gözüyle

104
bakm aya yol açar. K ilise, Tanrı halkına değin. Tanrı ’nın seçilmi.ş
çocuğu Kutsal T in ’le İsa inancı birleştirilir. K ilise de “ bütün”ün
sim gesidir (1 K or 12:13).
Kilise birdir. Çünkü İsa birdir. O nun adıyla anılır. O her zaman
yakındadır (M att 18:20). K u r’a n ’da da A llah, insana, insanın
şah dam arlarından daha yakındır! H ıristiyanlıkta İsa değil yal­
nız, kilise dc çok yakındadır.
İsa’nın kimi zam an geleceği haber verm e yetenekleri vardı. Bir
m asada birlikteliği, gök saltanatındaki M esih yem eği durum una
benzetti (Luka 14:16, 15:2). Tasdaki soğuk şarap kendi kanıydı,
birçoklarının em m ek istediği. Ö ğrencileriyle bir m asada yem ek
birlikteliğini sürdürdü.
Din tarihi bakım ından İsa ’nın öğrencileriyle birlikte son yem e­
ği, tem el olarak Yahudi yem ek geleneğinin yeni yaratısıdır.
İlk H ırisliyanlar, tapınakta Y ahudileıin dinsel ayinlerine katılı­
yordu (Apg 2:46, 3:1, 21:26). Plintus, II. yüzyılın başında:
“...Belli gü nlerde G üneşin doğuşundan önce gelip toplanı­
yorlar, T anrı’ya şark ı söyler gibi İsa ’ya şarkılar söylüyorlar­
dı...”
Bu belli gün, pazar günüydü, Yahudi haftasının ilk günü. Hıris-
liyanlar bu güne “Efendinin G ünü” diyorlardı. İsa’nın 12 öğrencisi
(kendisine inananlar) İs a ’nın kendisine, onun eylem lerine tanık ol­
muşlardı. A m a başka önem li kişiler de vardı tanık olarak: Barna-
bas, Paulus vb.
II. yüzyılın sonlarına doğru H ıristiyanlık, F ilistin, Suriye, K ü­
çük A sya (T ürkiye), Y unanistan, İtalya, M ısır, K uzeybatı A fri­
ka ve G üney G a lile’de yayıldı. III. yüzyılın başında da Roma İm-
paratorluğu’nun sınırlarına ulaştı.
H ıristiyanlığı ilk izlem eler, gözetlem eler İm parator Neron dö­
nem inde başladı. 6 4 ’te R o m a ’nın y ıkılm a nedeni H ıristiyanlara
yüklendi. Birkaç yıl sonra da P etru s’la P aulus R o m a’da öldürül­
dü. Ö bür izlem eler Kral D om itiaııus (81-96), D ecius (249-251) ve
D iocletiaııııs (284-305) dönem lerinde oldu. Rom a tanrılarına kur­
ban edilm eye karşı olanlar tutuklanıp hapisaneye atıldılar, öldürül­
düler. Bütün bunlara karşın kilise gittikçe güçleniyordu.

105
Y e d i K ilis e T o p lu lu ğ u

313 ’te Kral K on stantin, H ıristiyanlığı ülkedeki ö bür dinlerle


eşit gördü. 380’de de K ral T heodsius, H ıristiyanlığın büyük biri­
cik din olduğunu açıkladı. D aha sonraları kiliseyle devlet arasında­
ki ilişkiler çeşitli durum larda gelişti. D evletin çağdaşlaşm asıyla k i­
liseyle devlet arasındaki anlaşm alar da gelişiyordu.
Yeni A ntlaşm a’da H ıristiyan öğretim i kesin biçim lere bağlandı
(Fil 2:5). G erçek dinbilim i kiliseyi eğitti, G no ticism e’e karşı. Gno-
ticism e’in tam tersine K ilise Babaları T anrı’nın her şeyi yaratm ış
olduğunu söylüyorlardı. İsa da Tanrı’mn oğluydu, insandı özdeş
anda. H ıristiyanlık her şeyden önce bilgelik öğretisi (düşünbilim ).
İsa öğretm endi, kilise de okul. Böylece eski durum ları geleceğe de
yayıyorlardı. Latin b ab alan H ıristiyanlığı bir yasa olarak görüyor­
du. Tanrı da yargıç idi. İsa da O ’nun avukatı...
Geleceğin en öndegelen kilise babası A ugustinus (354-430)’du.
Bütün eskiçağın kişilikleri arasında en tanınm ışı. Babası Kuzey A f­
rikalı bir tanrıtanım az, annesi Hıristiyan bir ailenin çocuğu. Ö ğre­
nim yıllarında çok serbest bir yaşamı vardı. Ö nce Zerdüştlüğe verdi
kendini. Sonra da kuşkucu oldu, en sonunda da Hıristiyan. Kuzey
Afrika kenti H ippo R e g iu s’ta papaz olarak yaşam ı sona erdi. Bir­

106
çok yazıları arasında en ünlüsü A çınm alar (^itiraflar, confession).
Dc civitate Dei (Tanrı D evleti Ü zerin e)’de dünya tarihi düşünceleri­
ni Tanrı D evleti’yle (kiliseyle) dünya devleti arasında karşılıklı etki
olarak açıklar. Kötü insanların biraraya gelmesiyle yeryüzü devleti
kiliseyi kendine bağlı kılacak. Böyle bir deyim lem e, O rtaçağda P a­
palıkla dünya iktidarı arasında birçok savaşım lara neden oldu.
D inbilgisi açısından A ugustinus, düşünceleriyle önem kazandı.
İnsanın başarı ve hoşnutluğu özlem esi, ona kavuşm asıyla kendini
avutur. Papaz P elagiu s’un tersine, A ugustinus, insanın iyiyle kötü
arasında istem e ve seçm e özgürlüğü olduğunu savundu. İnsan, do­
ğası gereği günah işler. A m a insan T anrı’nın isteğiyle ancak kurtu­
luşa erebilir. B öylece A ugustinus da, din sözcüleri gibi, insanı k a ­
nıtlanm ayan T anrı’ya bağlıyor. Bilerek ya da bilm eyerek yazıklı
insanları “ ayrım ına varm adan” varlıklı kesim in kölesi yapıyordu.
D iişünbilim sel bir düşünü o larak lo g o s’du evrendeki tanrısal
güç. İsa da insanlaşm ış L o g o s’du. Tanrı yaratıcı, kurtarıcı ve tin
(soluk)’di. İskenderiyeli Papaz A rius, IV. yüzyılda bir öğretiyle or­
taya çıktı. Şöyle diyordu Arius:
“ ...Tanrı, evrenin başlangıcından önce L ogos’u yarattı. Bu
İsa’da biçim lendi. Bu şu dem ek: İsa, gerçek tanrı değildir, es­
kiçağa değgin bir yarıtanrıdır.”
İsa ’nın tanrılığı sorunu ilk genel kilise toplantısında ele alındı.
Orada, İs a ’nın yaratılm adığı, babadan doğm uş olduğuna (gökler­
deki babasından) karar verildi. (G örüyorsunuz, karar verenler kili­
se to p lan tısın d a b ulunan in sanlar.) B öy lece İsa, göklerdeki b a ­
b a ’ııın oğlu oluverir...
İkinci kilise toplantısında K onstantinopol (İstanbul)’de, 3 8 1 ’de
öğreti şöyle biçim lendi: K utsal tin olan İsa, Baba ile olan özdeş y a­
pıdan oluşm uştur. (G örm edikleri Tanrı B ab a’nın yapısını bile bili­
yor toplantıya katılanlar.) B öyle bir Tanrı, üç olan öz, yapı! Bu bir
Tanrı, üç biçim de görünür (müş).
Şim di İsa, gerçek bir Tanrı oldu. Ö zdeş zam anda gerçek insan!
Açıkçası hem Tanrı, hem insan!
Sonra b ir başkası çıkıyor, K o n stan tin o p o llü N estorios. O da
şöyle diyor:

107
“ ...İsa ta n rısa llığ ıy la insansa) d oğa iki ayrı büyüklü ktür.
Am a İsa ’nın insanlığı daha güçlü...”
Böyle söyledi diye, Efes (4 3 1 )’te üçüncü eküm enik toplantısın­
da N e sto r io s’u “ z ın d ık ” diye su çlay ıp öldürdüler. N e slo ria n lar
İra n 'a göçtüler.
Yunan O rtodos kilisesinin 146 m ilyon yanlısı var. Ö nceleri ru­
hani P atriark İstan b u l’da oturuyordu. B ir yeni P alıiark 1589’da
M o sk o v a ’da yönetim e geldi.
R om a K atolik kilisesinin 600 m ilyon yandaşı var. Yenileşm e
Papa Johannes X X III’le başladı. Papanın danışm anları kardinaller,
özdeş zam anda papayı seçerler.
Luther kiliselerinin 90 m ilyon yandaşı var. A lm anya, A BD ve
Kuzey ülkelerinde. Kilise dili hep kendi ülkesinin anadili. (Halkı
A rap olm ayan, dili Arapça olm ayan T ü rk iy e’de K u r’an dili A rap­
ça! H içbir Avrupa halkı kendi diliyle bu denli yabancılaşm am ıştır!)

108
İncil parçalan 1800’de 67, 1900’de 561, 1977 yılında da 631
dile çevrildi. Bu sonuç m isyonerlerin ürünü. X IX . ve XX. yüzyıl­
larda büyük bir yayılım oldu H ıristiyanlıkta bütün dünyada.
B irin ci B ü yük Savaşta H ıristiyan top lu lu ğ u etkisini yitirdi.
K ültür ve toplum yaşam ında çağdaşlaşm a kendini gösterdi. Sovyet
Rusya A vrupa’ya, A sy a ’ya uzandı. N azi A lm anyası kiliseye düş­
man oldu. H ıristiyanları izlemeye başladı. Eski H ıristiyan ülkele­
rinde yeni öldürüm ler başladı. Danim arka papazı K ay M unk öldü­
rüldü (1944). M acar kardinali M indszenty ve Luther biskopu La-
jos O rdass tutuklandı (1948-50). H itler A lm anyası’nda, bir bölüm
A lm an H ıristiyanları, H ıristiyanlıkla rejim in ideolojisini birleştir­
meye çalıştılar. 1967’de A rnavutluk'la bütün dinler yasaklandı.

109
9
İslamlık

A rap Y arım ad ası yaşam aya elv erişli olm ayan topraklardan
oluşm uştur. Bu toprakların büyük bir bölüm ü çöle dönüşür. Su bul­
m ak da kolay değil, insan eliyle yapılm ış yapıların bulunduğu yer­
lerden başka. Tarih boyunca göçebe yaşam ını sürdürdü A raplar.
Bu çeşit yaşam bugün de güncel Arap Y arım adası’nda.
M uham m ed’in tanrıelçisi olduğu dönem lerde; Arap yarım adası
ckim sel ve dinsel olarak iki bölgeye ayrılm ıştı: G öçebe olm ayan
G üney A rabistan’la, çiftçilik ve tecim le uğraşan ekinsel etkinlikle­
rin oldukça yoğunlaştığı K uzey A rabistan. D aha doğrusu yarım a­
danın orta bölü m ü y le kuzey bölüm üne -küçük kentler bir yana-
göçebe (bedevi) kültürü egem endi. K uzeye kadar da kervan yolları
uzanıyordu.
G üney A rabistan ekininin başlangıcı karanlıklara gömülü. Kimi
küçük devletler kuruldu yer yer. Bunların başlıcaları: Saba, M ain,
H adraınut, K atabain. İÖ VIII. yüzyıldan beri Saba D evleti bili­
niyor. M a 'in 'd e k i M iııoik devleti ele geçirdi bunu da. İS VI. yüzyı­
lın basında H abeş İm paratorluğu vardı. H abeşler 5 7 5 ’te İra n ’a ba-
şeğm ek zorunda kaldı. Sonra buraları İslam orduları aldı.

11I
G üney A rab istan ’da birçok tanrılar vardı. Ay tanrısı, G üneş
t a n r ıç a s ı... Ü ç ü n c ü ü n lü b ir ta n rı d a V e n ü s g e z e g e n iy d i.
K u r’a n ’da V enüs'ten Târik yıldızı diye söz edilir. M uham m ed bu
“yıldız” adına “A llah’T yem in etmeye zorlar; sanki bir insan gibi:
“ ...G ökyüzüne ve Tarık (Venüs g ezeg en i)’a yem in ederim .
T arık’ın ne olduğunu nereden b ileceksin ? O k aranlığı delen i
yıldızdır...”
(A llah -K u r’an: Târik, 1-5).

O dönem de “yıld ız” diye bilinen Venüs gezegeni gözalıcı par- >
laklığı nedeniyle halk arasında “Tanrı” diye algılanıyordu. Tanrı '
sanıyorlardı Venüs gezegenini!
Çeşitli devletler arasında A rabistan’da Ay tanrısı büyük bir rol
oynuyor, güm üş rengi parlaklığıyla geceleri. H attâ M uham m ed,
bu gözalıcı güm üş tepsi parlaklığındaki A y’ı, bir gece kılıcıyla iki
parçaya ayırır.*
K u r’an ’da A y’ın ikiye ayrılm a olayı da var. Şöyle:
“ ...K ıyam et yaklaştı ve Ay ayrıldı.. ”
(A llah -K u r’an: K am er 1)

Diyanetçiler, A y’ın ikiye ayrılm ası olayını, K am er 1 tüm cesin­


den sonra şöyle açıklıyorlar:
“ ...M uh am m ed ’i görm üş olanların an latıların a göre M ek-
keliler tanrıelçisinden tansık istemişler. O da parm ağıyla işaret
etm iş ve Ay ikiye ayrılm ış, sonra birleşm iş...”

1*1 B u anlatı d o ğ ru y sa . M u h a m m c d 'in gü zle rin d e a s t ig m a t d e n ile n sa y rılık vardı


b elk i d e... Ç ün k ü bir n e s n e y e b akarken, n esn e d e n (A y 'd a n ) g e le n ışın la r g ö z tin od ak
n o k ta sın d a b ir le ş m e z s e , hu n e d e n le ııesn c <Aş ı bir yerin e iki görünür.
Ç o c u k lu ğ u m d a A v a n o s 'la . A la a d d iıı M a h a lle s in d e , A y I ş ığ ın ın o ld u ğ u g e c e le r ­
d e o y u n a rk a d a şla rım la S a k l u n b a ç o y n a rk en g ö z le r im iz in bir k ö ş e s in e p a r m a ğ ım ız ı
b a stırın ca , iki p arçaya ayrılırdı A y , iki parça gözü k ü rd ü A y . b ö y le c e ark ad aşlarım la s a k ­
la m b a ç o y n a rk en “ A y p a r ç a la ş a ıııa o y u ııu " d a o yn ard ık ... A .R .E .

112
Ay ta n rıs ı, uygulam ada büyük bir rol oynuyordu A raplar ara­
sında. Ay, b ir çeşit ulusal tanrıydı. H alkın b abası, ataşıydı. O na
yalvarılıyor, tapılıyordu yana yakıla. Ay tanrısı özdeş zam anda ko­
ruyucu tanrıydı.
Ü çüncü tanrısal ad A th ’tar. Bunun İ s h ta r ve A s ta r te ’yle kim ­
likleri birdi. E rkek tanrı! G üneş, kadın tanrıydı. B ab il’de de erkek
tanrı! Venüs, en eski gök tanrısı. G üçlü, koruyucu ve sulam a
işlerinde yardım cı bir tanrı. Tapınaklarda hayvan kurbanları, içki
ve tütsüler de söz konusuydu.
Eski yazm aların tanıklığına göre. G üney A rabistan’da Yahudi­
likle H ıristiy an lığ ın büy ü k etkileri var: “Tanrı göğün ve Yerin
E fe n d isi”dir. G erçekte bu deyim K u r’a n ’da da var.
İslam öncesi şiir, özellikle oldukça yalındı. G erçeği pek yansıt­
m ıyordu. S u riy e ’de, Palm yra kentinde; A kdenizle M ezopotam ya
arasında yüksek bir kültüre rastlarız. Elen ekini etkili II. yüzyılda!
D inler birbirin e k arışm ış durum daydı: A raplar, B atı S am ileri,
Babil ve Y unan-R om a öğeleri...

Bedeviler arasında oym ak, soy geleneği tem el gerçeği oluşturu­


yordu. O ym ağın dışında norm al bir yaşam düşünülem ezdi. H er biri
de bu oym ağın üyesiydi. O ym ağın içinde insanın bir değeri, bir
onuru vardı. Onun dışında her şey anlam sızlaşır. İnsan yardım sız
kalır, yalnız hisseder kendini. Oym ak üyesi olarak, oym ak çerçe­
vesinde kimi haklarına da sahip olur. Bu arada kan davaları da sü­
rer giderdi, kutsal bir görev gibi. D üzenlenm iş bir toplum yoktu.
O ym ağın başı, başkanı karar verirdi. Yaşamın içinden gelm esi ne­
deniyle de, o yaşam ın koşullarına göre “pratik zekalı” biriydi, var­
lıklı biriydi de belki!
Ş iir ne de olsa B ed ev iler üzerine idealleştirilm iş b ir durum u
yansıtır: G özüpeklik, dayanıklılık, konukseverlik, yum uşaklık. Ş i­
irde alınyazısı inancı cn önem li yeri alıyordu.
Herkesçe bilinen tanrısallık; İbraııice E lohiııı, Tanrı. Sami hal­
kı için de El. Bilinen bir ad. İslam inancına göre A llah, göktedir.
O, y ağm ur verir. Yaşam ve ölüm üzerine O karar verir. İnsanın

113
alınyazısını O çizer. İnsanları gökten Y er’e doğru O gözetler. U s­
lanm ayanları cezalandırır.
K u r’an, A llah ’ın üç kızından sözeder: A lla ’t (tanrıça, Herodot
zam anında A lılat diye tanınır) gök tanrıçası, M a n a ’t, alınyazısı
tanrıçası (yazılarda da anılır). “ Tarık y ıld ızı” diye anılır, Venüs
K u r’a n ’da.
Bundan başka, daha birçok tanrılara tapılıyordu. W add, Güney
ve K uzey Arap Y arım adası’nda biliniyordu. G üneş, şem s diye ge­
çer. M ekke’de Tanrı H u b â l’a tapılıyordu. A dı belki de “yaşlı” an­
lam ına gelir. B üyük b ir olasılıkla “ A llah ” kim liğiyle bir, “R ah ­
man, bağışlayıcı” anlam ında.
Tanrı sim gesinin çevresinde (çoğu zam an bir taş) varılam az ta-
pınç (kült) bölgeleri vardı; haram (yasak). D insel bir biçim di alış­
kanlıkla yerleşen bir tanrı sim gesinin çevresinde önce dönm ek (ta­
vaf), sonra da bunu öpm ek... M ekke’deki K âbe dört köşeli bir ya­
pı. B ir duvar, kara bir göktaşı, volkanik bir taş! B ir meteor! İçinde
kutsal zem zem olduğu söylenir.
Prestlerden oluşan birlik yoktu. D insel biçim in sorununu, oy­
m ağın başı yükleniyordu. K utsal yerde b ir de bekçi vardı, arasıra
tansıklar gösteren oklarla. G elecek üzerine kestirm elerde bulunan
kişiye kâhin deniyordu. O zan da esinli kişiydi geleneğe göre. Ö v­
gülü sözleriyle oym ağa güç veriyordu, ya da düşm anı kınayıp aşa­
ğılam akla. Falcının da, ozanın da cinle ya da tinle ilişki kurduğuna
inanılıyordu.
Eski din bir yandan çözülüm e uğrarken, öbür yandan da kim i ;
etkinlikleri seziliyordu. H ıristiy an lık S u riy e ’den K uzey A ra b is -'
tan ’a sızıyordu. Birkaç ozan H ıristiyandı. B irçok yerde Yahudiİer
vardı: D aha sonra M ed ine diye adlandırılan Y esrib ’te, biraz da
M ekke’de. Y ahudilerin ve H ıristiyanların bulunduğu G üney A ra­
b ista n ’dan da etk ilen d iğ i biliniyordu. İslam g elen ek lerine g ö re,
tapm ayı bırakan am a H ıristiy an ve Yahudi olm ayan insanlar da
vardı. Bu geleneklerin ardında ne var, ne yok bilinm iyor. Um ayva
ibıi A bişşalt adında bir ozanın Y ahudi-H ıristiyan biçim li şiirleri ;
o ld u ğ u b ilin iy o r. A m a o n u n ş iirle ri ne M u h a m m e d ’in, ne de-

114
K u r’a n ’ın etkisini taşıyordu. T oplum sal b ir dönüşüm , dinsel bir
değişim çalkantısı açıkça belli oluyordu. M ekke bir tecim kenti
olarak gittikçe büyüyordu. Bu durum eski oym ak toplum unda sar­
sıntılara neden oldu. Eski değerler bir bir yıkılıyordu. Yeni birşey
başgösterip duruyordu. M uham m ed 570 ya da 5 7 1 ’de küçük bir
kent olan M ek k e’de doğdu. Bu kent, Batı A rap Y arım adası’nın v e­
rim siz dağlık ovasında kurulm uştu. Babası A bdullah, K ureyş oy­
m ağının varsıl b ir ailesin d en d i. B elki bu durum iyi b ilin m iy o r
(H elm er R inggren, agy). Çünkü K u r’a n ’da varlıklı bir aileden ol­
m adığı yazılı. H angisi doğru? K esinlikle bilinm iyor. Erken yaşta
öksüz kalınca M uham m ed dedesinin yanında kaldı. O da ölünce
am cası Ebu T alib’in yanında büyüdü. Sonra çok varsıl ve tecim le
uğraşan bir kadın olan H a tice’yle evlendi. M uham m ed 25, Hatice
de 40 yaşındaydı. K u r’a n ’da şöyle yazılı:
“ ...O , seni bir yetim olarak bulup da barındırm adı mı? Seni
hidayetten h abersiz bir halde bulup da ve seni yoksul bulup da
varsıl etm edi m i?..”
(A llah-K ur’an: D uha, 6 - 8 )

M u h am m ed ’in çocukluğu, gençliği üzerine çeşitli söylentiler


var. Bu söylentilerden biri de, m eleklerin onu yere nasıl yıkm ış ol­
duğu konusunda. M elekler göğsünü açm ışlar, yüreğinden kara bir­
şey çıkarm ışlar:
“...B iz senin göğsün ü açm adık m ı? Ü zerin den yükünü al­
m adık mı? Ki o senin belini bükm üştü.”
(A llah K u r’an: İnşirah, 1-3)

D aha başka söylentiler de var. Suriye yolculuğunda dindar bir


papaz onun A llah ’ın peygam beri olacağını söyler. B unun ne denli
doğru, ne denli uydurm a olduğunu kim se bilmiyor.
K ırk y a şın d a ta n n e lç is i olur. Bu k o n u d a y a şa m ö y k ü le ri ve
K u r’an ayrım lı bilgiler verir. K u r’an şöyle açıklıyor:
“ ...Battığı zam an yıldıza andolsun ki,
arkadaşınız sapm adı da, azm adı da.

115
O kendi tutkusundan da konuşm uyor.
O (kendine) vahyedilen bir vahiyden
başka birşey değildir.
Onu çetin kuvvetleri olan (Cibril) öğretti.
O çarpıcı bir güzelliğe sahiptir. Hem en doğruldu.
O en yüksek ufuktaydı.
Sonra yaklaştı ve sarktı.
B öylece iki yay boyuna da daha vakın oldu.”
(A llah-K ur’an: 53, 1-10)

B aşka b ir kez M uham m ed onu apaçık bir u fukta gördüğünü


söyler:
“...A ndolsun ki O, onu apaçık bir ufukta görm üştür...”
(A llah-K uran: 81: 23)

Bütün bunların im ge olduğu besbelli. Yaşam öyküsünde de böy­


le bir m ağara esini M ekke yakınındaki Hira dağında. Burada, dü­
şünde biri “oku” der. “O kuyam am ” der M uham m ed. D üşündeki
birinin “C ebrail” olduğunu söyler. Üçüncü kez okum ası için dire­
nince M uham m ed yanıt verir: “ Nasıl ok uyacağım ?” Yanıt şöyle:
“...Y aratan R ab b in iıı ad ıyla oku, O, in sanı bir alak ad an
(aşılanm ış yum urtadan=D iyanet çevirisi) yarattı. O ku, Rabbin
en büyük kerem sahibidir. Ki o kalem le (yazm ayı) öğretti...”
(A llah -K u r’an: 96, 1-4)

A nlatıya (söylenceye) göre M uham m ed uyanınca m ağaradan


çıktı. C ebrail’i ufukta görür, bir çağrı duyar A llah ’ın habercisinden
ya da A llah'tan. Bu konuda çeşitli, birbirine karşıt yorum lar var.
Bu anda M uham m ed kuşkuya düşer. B ir yandan da onun A l­
lah, kendisinin de halkı için tanrıelçisi olduğuna inanır. Bu konuda
karısı H atice, M uham m ed'i destekler. İlk inananlar E b u b ek ir’lc
A li'dir. Kendi oym ağı olan Kurcy.ş içindi bütün konuşm aları A l­
lah’ın.
M uham m ed ne söyledi, kendisi de bilm iyordu. G eleneğe göre
bir esin (vahiy) gelm işti. A m a M uham m ed o anda kendinden geç­
miş (extatique) durum daydı. Ama onun konuşm aları daha önceki
dönem lerin kâhinlerini andırıyordu. İlk esinleri bir yaratıcıdan söz
eder. Bu y a ra tıc ı in san ları ey lem lerin e göre c e z a lan d ırır ya da
ödüllendirir. T oplanm a günü yakındır:

“...G üneş durulduğu zam an


Y ıldızlar kararıp döküldüğü zam an
D ağlar yürütüldüğü zam an,
On aylık gebe develer
başıboş salıverildiği zam an.
Vahşi hayvanlar bir araya toplandığı zam an,
denizler tutuşturulduğu zam an,
C anlar birleştirildiği zam an,
Diri diri göm ülen kıza sorulduğu zam an,
“ Hangi gün ahtan dolayı öldürüldü?” diye
Sahlfeler açıldığı zam an,
G ök sıyrılıp açıld ığı zam an,
C ehennem alevlendirildiği zam an,
C ennet yaklaştırıldığı zam an
(Her) can (önceden) ne hazırlandığını bilir.”
(A llah-K ur’an: 81, 1-4)

Cennetin gü zellik leri, C ehennem in acıları, işkencesi anlatı­


lır. İnsanların A lla h ’a teslim olm alarını, onların şükranlarını
sunm aları istenir. Bütün böylesi yansım alar tıpatıp çağdaş Su­
riye H ıristiyan “m isyon” dinsel konuşm alarını andırm aktadır.

M uham m ed’in oym ağından çoklan bu dinsel konuşm alara k u ş­


kuyla baktılar. K im ileri düşm an kesildiler. Ö zgürlüğüne kavuşan
kölelerle, yoksul halk arasında bütün bu dinsel konuşm alara ina­
nanlar oldu. Puta, çoklam aya lapıcılığa karşı konuşm alarım ağ ır­
laştırıp tektanrıcılığı yaym aya başladı M uham m ed:

117
“...De ki: O A llah tektir.
Allah sam eddir.
D oğurm am ıştır ve doğurulm am ıştır.
H içbir şey O ’nun dengi değildir.”
(A llah -K u r’an: 112-, 1-4)

Atalarının önceki inançlarını tüm den kırm aya çalışır:


“De ki “ E y kâfirler.
Ben sizin taptıklarınıza tapm am .
Siz de benim taptığına tapıyor değilsiniz.
Ben sizin taptıklarınıza tapacak da değilim .
Siz de benim taptığına tapacak değilsiniz.
Sizin dininiz size, benim dinim banadır.
(A llah -K u r’an: 109, 1-6)

Bu durum larda M uham m ed altm ış kadar yandaş buldu. O nlar


H abeşistan’a gidip H ıristiyanlarla ilişki kuracaklardı. Kendisi git­
medi. K endisinden önceki N uh, İbrahim , M usa, İsa vb. tanrıelçi-
leri gibi inanm ayanlar, karşı duranlarla karşılaştı. M uham m ed’in
konuşm alarına, Yahudi ve H ıristiyan in an çların d an kim i esinler
sıçrar, onları tüm celerine katar.
T aif k en tin d e M u h a m m e d ’in ö ğ re tile ri e tk isin i gösterm edi.
M ekke’nin kuzeyinde 3000 kişilik Yesrib denilen küçük bir kent
vardı. Bu kent, birbirine düşm an oym aklar arasında iç savaşlarla
ikiye ayrılm ıştı. K endisinin buraya göçm esini istediler. Öyle de ol­
du. 60 kadar yandaşıyla 622 Eylülünde, sonradan “tanrıelçisinin
kenti” diye adlandırılan M edine’ye göç etti. B una A rapçada H icr
(göç) denir. İslam takvim i bu tarihle başlar.
Bu göçle İslam tarihi yeni bir dönem e girm iş olur. Böylece Mu-
ham m ed’e inananlar eski oymak örgütleriyle ilişkiyi kestiler. B un­
larla M ekkelilerin arası da açıldı. Bu da “kutsal” diye adlandırılan
savaşlara yol açtı.
Bedr savaşı kazanıldı, ama Uhud savaşı da yenilgiyle sonuç­
landı. Özdeş zam anda M uham m ed’le M ed in e’deki Yahudiler ara-

118
sında anlaşm azlıklar baş gösterdi. Bu arada Y ahudileri yatıştırm ak
için K udüs’ü K ıble yaptı. B aktı ki Yahudiler ilgi gösterm iyor, bu
kez K ıb le’yi M ek k e’ye çevirdi!
İşte bu dönem lerde M uham m ed’in konuşm aları, bildirileri, öğ­
retileri “karak ter” değiştirdi. Bu konuşm aların içeriği durum lara,
olgulara göre biçim leniyordu. B öylesi toplum sal gerçekler de tan­
rısal düşlem leri açığa vurup, durum un içyüzünü ortaya koyuyordu.
B undan da kolayca anlaşılıyor: Olaylar, olgular, toplum sal durum ­
lar insana değgin olm ası nedeniyle; konuşm alar da bu açıdan deği­
şiyordu. Çünkü doğa, doğada yaşayan insan ister istem ez toplum ­
sal gerçeklere uym ak zorundadır. N itekim böylesi doğal, toplum sal
gerçeklerdi. M u h a m m e d ’i M ekkeden M e d in e ’ye göçe zorlayan,
yaşam gerekleriydi!
Ö rneğin doğada olup biten su taşm aları, deprem ler, yakım lar
yıkım lar... Son yıllardaki “ El nino” yıkım ları tanrıların gerçekliği­
ni değil; insan kafasında düşlem lere yam alı olarak im gesel old u ­
ğunu kanıtlam ıştır. Tanrı, insan kafasının imgesidir.
M uham m ed ’in bu dönem deki konuşm aları, kalıt ve evlilik üze­
rine, hem de kendi evliliğini ön planda tutarak! B akın, toplum sal
olgular dinsel öğütleri nasıl yarıp geçiyor?

119
Hatice, ticareti elinde bulunduran ve deneyim li, kırk yaşında bir
kadındı. H atice, M uh am m ed ’le evlenince, durum öyle gösteriyor, ş
M uham m ed’i sıkı sıkıya yönetim ine almıştır, gözünü açtırmamıştır!
Bunu da H atice’nin ölüm ünden sonra M uham m ed’in gerçek yaşa- i
mından çıkarıyoruz. M uham m ed altı yaşındaki A yşe’yi yanına, evi- i
ne almış, yanında büyütm üş, dokuz yaşında da evlenm iş..

M u h a m m e d ’den yana olm aya başladı oym aklar yavaş yavaş, j


Güçlendiğini anlayınca, M e k k e ’ye doğru ilerlem enin zam anı gel­
diğine karar verdi. K enti kuşattı, savaşı kazanm ış olarak M ekke’ye
girdi 630 yılının başında. İki yıl sonra, son olarak hacılık törenini ;
g e rç e k le ştird i. M e d in e ’ye d ö n ü şü n d en b ira z so n ra, 8 H az ira n
6 3 2 ’de öldü. O anda bütün A rabistan Y arım adası’na egem endi.
M uham m ed’in esinleri, öğretilerinde ne de olsa Yahudi ve H ı­
ristiyanlığın etkisi vardı. Ö yle de olsa, bildiriler M edine’deki du- i
rum lara göre değişikliklere bürünüyordu. Biraz önce değindiğim iz
gibi, onu to p lu m sal v e siy asal durum lar etk iliy o rd u . Ö y leydi...
Tüm celeri ne denli dinsel havaya bürünm üş olsa da. Tarih sahne­
sindeki işlevi dinsel olsa da, yaşam ın gerçekleri onun eylem lerinde
kendini gösteriyordu. M ekke, oym ak toplum undan ticaret kentine
dönüştü. Bu yeni bir çalkalanm aktaydı toplum katlarında.
M uham m ed’in esinleri K u r’an ’da toplanm ıştır. K u r’an, “ok u ­
m a” anlam ında Suriye dilinden aktarm a bir sözcük. M uham m ed’in
ölüm ünden sonra O sm an zam anında kitap durum una getirildi. K i­
mi tahta parçalarına, ağaç kabuklarına, taşlara, kem iklere yazılm ış- .
tı. K im ileri de çağın “hafız”larından dinlenerek elde edildi. Osm an
dönem inde K u r’an toplanıp kitap durum una getirilirken, üçte iki­
sin d en çoğu y a k ılm ıştır. 114 b ö lü m d en o lu şm u ştu r. B u g ü n k ü
K u r’an, M uham m ed zam anındaki K u r'an değildir. M uham m ed’in
bütün esinlerini içermez.
İlke olarak K u r’an dili “ b a ş k a b ir d ile b e n z e m e z , ç e v rile ­
m ez” denir. Ama İran ve Suudi Arabistan elçilikleri K u r’a n ’ın İn­
gilizce çevirilerini dünyaya yayıyorlar.

120
K u r 'a n ’ın ilk bölüm lerinin biçem i (uslûbu), kâhinlerin uyaklı
düzyazılarını andırıyor. K u r’a n ’ın bu eski, ilk parçaları daha da ozan-
sal güçle. K u r’a n ’ın içeriği daha çok “A llah” üzerine: “T anrı’dan
başka Tanrı yoktur, M uham m ed de O ’nun elçisidir.” İşte bu anlam
K u r’an öğretisinin özünü oluşturur. Çoktanrıcılık sık sık saldırıya
uğrar. H ıristiyanlığın üçlü öğretisi İslam lıkla bağdaşm az. Bundan
başka melekler, cinler, şeytan ya da iblis K u r’an ’da yer alır:
“ ...Şeytana uym ayın, ona uyarsanız C ehennem e atarım ...”
K u r'a n ’daki yüzlerce örnekten ikisini aşağıya alıyorum:
“ ...İb lis dedi ki, öyle ise beni azd ırm an a k arşılık olarak:
and içerim ki, ben de onları saptırm ak için senin doğru yolu­
nun üstüne oturacağım ...”
(A llah-K ur’an: 7, 16)
“ ...A llah buyurdu: H aydi, yerilm iş ve kovulm uş olarak ora­
dan çık! A ndolsun k i, onlardan kim sana uyarsa, sizin hepinizi
C ehennem e dolduracağım ...”
(A llah-K ur’an: 7, 18)

A llah da, İb lis de ö zdeş k alıb a bürünüyor: İkisi de birbirini


inandırm ak için “and içerim k i” diyor! A llah da buna karşılık “an­
dolsun ki” diyor. D em ek açıkçası şu: A llah da, İblis de insanın k a­
lıbına, kılığına giriyor. A llah yem in eder m i, yaratm ış olduğu k u l­
larını inandırm ak için!
İsla m ’da Allah, ayrım lı durum lar gösterir. A llah efendi (rabb)
dir, insan da onun kölesi (abd). O her şeye egem endir. Her şeyi bi­
lir, istediğini de yapar:
“ ...A llah , kendinden başka ilah olm ayan (ila h )’dır. O , sü ­
rekli diridir ve yaratıklarını sürekli koruyup gözetendir. Onu
ne bir uyuklam a ne de uyku tutar. G öklerde ve yerde ne varsa
hepsi O ’nundur. O ’nun katında kendisinin izni olm adan kim
şefaat edebilir? O, onların önierindekileri, arkalarındakini de
bilir. Onlar, onun ilm inden, dilediği kadarından fazla birşeyi
kuşatılm azlar. O ’nun K ü rsi’si gökleri ve yeri kaplam ıştır. B un­
ları korum ak ona güç gelm ez. O, çok yüce, çok büyüktür...”
(A llah-K ur’an: 2, 255)
121
İ s la m c ı İn a n ışa g ö r e İ b r a h im (A b r a h a m , İ b l is ’ le r e s im d e t a ş ın b u lu n d u ğ u
y e r d e k a r ş ıla ş m ış ! H e r h a c ı b u d ik ile n ta ş a 4 9 ta ş a t a c a m ış . N e iç in ? O r t a la m a
3 7 0 0 y ıl ö n c e A b r a h a m ’la k a r ş ıla ş a n , o n u : ‘ A lla h ’a in a n m a ” d iy e n ş e y t a n ı ö ld ü r ­
m e k iç in ... 1 4 0 0 y ıld a n b e r i ş e y t a n t a ş la n ır a m a b ir tü r lü ö ld ü r ü le m e z . B ö y le c e
“ ş e y t a n t a ş la m a ” d iy e ü n le n e n b u d ip s iz k u y u s ü r e r g id e r !

122
M uham m ed’in VII. yüzyılda, gök dediği gök de çıplak gözleri­
m izle görebildiğim iz 6000 yıldızı olan gök!.. Biz S a m an yolu ’na
baktığımız zaman Sam anyolu’nun yalnız o n b ir’de birini’ni görebili­
yoruz. Yalnız Sam anyolu’nda, günüm üz bilgilerine göre 400 m ilyar
yıldız, güneş vardır. K u r’an A llah ’ı, bütün bunlardan söz edem edi­
ği gibi, kendisinin yerden 500 yıl (VII. yüzyıl ölçülerine göre) uzak­
ta olduğunu, işlerini gördürm ek için 10 0 0 y ıl gerektiğini söyler.

“ ...D e ki: ‘Ey m ülkün sahibi olan A llah ’ım: Sen m ülkü d ile­
diğine verirsin ve dilediğinden de m ülkü alırsın. D ilediğini y ü ­
celtir, dilediğini alçaltırsın. İyilik senin elindedir. Sen her şeye
güç verirsin ..”
(A llah-K ur’an: 3, 26)

“ ...G eceyi gündüzün , gündüzü gecenin içine sokarsın. Ö lü ­


den diri, diriden de ölü çıkarırsın. D ilediğini de hesapsız bir şe ­
kilde rızıklandırırsın...”
(A llah-K ur’an: 3, 27)

İyilerin C ennet’e gideceği belirlenir. D urum , K u r’an ’da şöyle


açıklanır:
“ ...M ü cev h erlerle ö z e n le işlen m iş ta h tla r ü zerin d ed irler.
O n la rın ü zerin e k a r ş ılık lı o la ra k y a sla n ırla r. E tr a fla r ın d a
ölüm süz hayata kavuşturulm uş gençler dolaşırlar, (şarap) k ay­
nağından doldurulm uş testiler, ibrikler ve kadehlerle. O ndan
dolayı ne başları ağrıtılır ne de akılları giderilir. Bir de beğenip
seçtikleri m eyvalar. Ve canlarının çektiği kuş eti (ile de d olaşır­
lar). (O rada) iri gözlü hu riler (vardır). Saklı inciler benzeri.
Yaptıklarına karşılık olarak. O rada ne boş bir söz, ne de gü n a­
ha götürücü söz duyarlar. Sadece: “Selam , selam ” sözü d u yar­
lar...”
(A llah-K ur’an: 56, 15-26)

123
B ö y lece, ta n rıe lç is in in so y u n d an o lan ve s a y ıla n 2 0 0 0 ile
3 0 0 0 ’i geçm eyen K ureyş oym ağına, çölde olm ayan ya da yoksul
halkın kolay kolay elde edem iyeceği ne varsa “ö te y e r’e göçürü-
liir!.. Bu bir özendirm edir, kılıçla M üslüm an olm aya zorlanan halk
alır yürür! K ureyş A rabi, daha sonra da yazıklı öbür A raplar böy­
lece “im gesel C ennet”in düşleriyle kendilerinden geçerler. Haram
(yasak) edilen şarap bile “ö teyer”de “haram ” olm adan içilecektir;
testiler, ibrikler, kadehlerle... Ö nce yasak edilen şarap, cennette en
güzel, baş ağrıtm ayan, “kaliteli” şaraba dönüşür.

Evreni yaratm ış olduğu söylenen “A llah” kötüleri iyileştirem i­


yor!.. Cehenneme atıyor. Kötüler Cehennem ateşinde yanarlar. A m a
hangi kötüler? Tanrı’nın “adaleti’ni eleştirenler de kötü oluyor:
“ ...O rada ne bir serinlik, ne de bir içecek tadarlar. Sadece
kaynar su ve irin...”
(A llah-K ur’an: 78, 24-25)

“ ...K uşkusuz o (ateş) saray gibi kıvılcım lar atar. O (k ıvıl­


cım ) sanki sarı develer gibidir...”
(K u r’an-A llah: 77, 32-33)

Dikkat edilirse, bilinm eyen C ehennem ateşi, yeryüzünün bili­


nenine göre sergileniyor. Cehennem ateşi, “saray kıvılcım ları”na,
kıvılcım ın rengi de çölde, Arap Yarımadası’nda çok rastlanan “sarı
develere” benzetiliyor. Saray ve deve, çölde im renilen nesnelerdi.
İnan, bildirinin odağı olur. İnan, bütün ağırlığıyla K u r’a n ’da sık sık
yinelenir. A llah’tan korkm alıdır. İnsanın, kendisini yaratan A llah’tan
korkm ası gerekir. Bu “korku” sözcüğü de K u r’a n ’da sık sık anılır.
Tanrı sevisinden çok, K u r’an ’da şükür ve bağlılık vurgulanır.
Ahlâk gerekliliği sık sık yinelenir genellikle. D aha nesnel ola­
rak yetimler, köleler ve zekât, sabır konuları vurgulanır:
“...İyilik, yüzlerinizi doğuya ya da batıya çevirm eniz değildir.
Ancak iyilik, A llah ’a ahiret gününe, meleklere, kitaba ve tanrı-
elçilerine inanan, O ’nun sevgisiyle m alı yakınlara, yetim lere,
düşkünlere, yolda kalm ış olana, dilenenlere ve kölelere veren,
124
nam azı kılan, zekâtı veren, söz verdiklerinde sözleri yerine g e ­
tiren, d arlık ta , say rılık ta ve savaşın k ızıştığı anda sabreden
kim selerin yaptıklarıdır. İşte bunlar doğru olanlardır. Takva
sahibi olanlar da bunlardır...
(A llah-K ur’an: 2, 177)

“Savaşın kızıştığı” deyim iyle özellikle din savaşları am açlan­


m aktadır. A m a M uham m ed”in A llah ’ı bir yandan her şeye “kaa-
dir olduğunu” söylerken, dinin savaşa neden olm adan yayılabilm e
yöntem ini gerçekleştirem ez.

M u h am m ed ’in ölüm ü, onun yandaşları arasında şaşkınlıklara


neden oldu. Tanrıelçisinin oğlu yoktu. Onun ölüm ünden sonra İs­
lam ’ın lideri kim olacaktı? Bu konu oldukça karışıktı. K im i anlaş­
m azlıklar vardı M ekkelilerle M edincliler arasında. Bir çeşit tepe­
den inme bir kararla A yşe’nin
babası Ebubekir halife seçildi,
M u h a m m e d ’in ö z ü m le y ic is i
olarak. O nun ilk görevi A rap
oym akları arasındaki başkaldı­
rım ı bastırm ak oldu. B aşkaldı­
rımı bastırm a .durum ları da İs­
oU>jjk& o l u l a r . / î i y l e lam ’ın yayılm asına neden oldu
üasnb. Iaxr e.Y re*ıd£. o la ^ c u i- biraz da. Bu da İslam ülkeleri­
Lbûm t yele * £/rv)$ti'aırı nin genişlem esiyle sonuçlandı.
■a-Lclat iozvl? ujH&mr 3 4 .e e ,
Suriye, Filistin, Irak, İran ve
2 . 0 0 0 , / HOO i f t L ence.i*'m\n
M ıs ır M ü s lü m a n la rın e lin e
f& n a b r f l j a ' ' J j İ ğ e .
lob* . <?fcrçek«, „ geçti.
rfz/v» ' y i ğ a L (f^oıkb^i~, L —Â - Ebubekir den sonra Ö m er
jt y n if i') yery£.j£ir/?oJeoCi.)" yg (634-644) halife oldu. O ndan
sı 'âmûÂr »7dekteb. r 1 sonra Osman geldi. O nun dö­
Abdullah Rıza Erguvan nem in d e kim i p a rç a la n m ala r

125
B u O r t a ç a ğ e l y a z m a s ın d a M u h a m m e d , ö lü m ü n d e n ö n c e M e k k e ’y i s o n z iy a r e - :j
t in d e ( 6 3 2 ) g ö r ü lü y o r . i

başgösterdi. Osm an öldürüldü. M uh am m ed ’in kızı olan F a tm a ’yla j


evli olan Ali, halife oldu. B öylece yeni bir yarışm a durum u ortaya i
çık tı M u a v iy e ’yle. A li, 6 5 7 ’de F ırat ırm ağı k ıy ısın d a S iffin ’de I
onunla karşılaştı. D urum belirsizdi. K im in kazandığı belli olm adı. |
K öktendinciler A li’den ayrılıp ayrı bir parti kurdular. O nlardan biri
A li’yi öldürdü.*

* İ s I a m c ılığ ın iş te b u k ö k te n d in c i le r i, b u b a ğ n a z la r T ü r k i y e ’d e g e r ic iliğ e s a p tıla r .


1 4 0 0 y ıl,ö n c e s in in d ü ş le m le r in e k e n d ile r in i v e r e n k ö k te n d in c ile r , T ü r k i y e ’d e A t a t ü r k |
d e v r im ie r in e d ü ş m a n o ld u la r . B u n d a , k a r a p o litik a c ıla r ın s u ç la rı b a ğ ış la n a m a z ! J
T ü r k i y e 'd e , C u m h u r iy e t D e v r im le r in i, ile ric iliğ i s a v u n a n la r , b ü tü n b ir T ü r k i y e ’n in I
ü lk e m iz in ak y ü zR i A le v ile r iy le , u s u b a ş ın d a in s a n la r ım ız ... D in k o n u la n ü z e r in d e d ıı- |
rurken o n la r a a y rıc a s a y g ı d u y u y o r , s e v g i b e s liy o r u m . ;J
D a h a b ir k a ç y ıl ö n c e ; ü lk e m iz in y ü z k a r a s ı k ö k te n d iııc i d iiş le m c ile r, k im lik l e r in i |
u n u ta r a k , S i v a s ’ta ile r ic i 3 7 s a n a t ç ım ız ı a c ım a s ız c a ö ld ü r d ü le r ! “ S iv a s k a t lia m ı’’ ta - !
■ itlim izin k a r a s a y fa la rı a r a s ın d a y e rin i b u lm u ş tu r . I
A c ım a s ız c a ö ld ü rü m le r d e n b ü y ü k b ir r a s tla n tıy la k u r tu l a n la r a r a s ın d a d e ğ e rli y a z a r |
v e s a n a tç ıla r ım ız d a n A Z İ Z N E S İ N 'l e Z E R R İ N T A Ş P I N A R d a v a r. |
B u d e ğ e rli k a d ın s a n a tç ım ız ı .17 y ıld a n b e ri ta n ır ım . A z iz N e s in g ib i, o d a ü lk e m i- 1
z in o n u r lu s a v a ş ım c ıla rın d a n . Z e r r in , o la y la r a , o lg u l a r a a ğ ırlığ ın ı k o y a n a z b u lu n u r k a - |
d in s a n a tç ıla rım ız d a n . O , o la y la rı u z a k ta n s e y r e tm e z , o la y la r ın ü s tü n e y iiriir. O la y la r a !i
s a n a tç ı k iş iliğ in i p e rç in le r. K o r k u , ö lü m o n u ır g a la m a z . A m a o ö lü m ü d e k o r k u y u d a T
Böylece M uaviye kolayca halife oldu. Ali yandaşlan M uaviye’yi
onaylamadılar. A li’nin küçük oğlu da öldürüldü Kerbela (580)’da.
Onların partisi Şia (Parti) gelecekte İslam ’ın bir kolu olacaktı.
M uham m ed’in am cası A bbas soyundan gelen Abbasiler, 750
yılında yeni bir karşıt küm e oluşturdular. Bunların başkenti B ağ ­
d a t’tı. Bu dönem de din bilgisiyle bilim gelişti. A bbasiler tanrısal­
lıktan çok dinerkil (teokratik) bir devlet oldu (R enggren, agy).
M oğoliar 1258’de B a ğ d a t’ı alınca, halife önem ini yitirdi. Bu
dönem de Ispanya’da, Sicilya’da İslam ekini gelişti XV. yüzyıla dek.
T ü rk ler, M o ğ o lla rı d u rd u rd u la r ve T ü rk e rle ri, M e m lû k la r
1250’de M ısır egem enliğini ele geçirdiler. M em lûkları da 1517’de
O sm aıılılar ortadan kaldırdılar. B öylece, S u riy e’yi, Arap Y arım a­
d a sı’nın büyük bir bölüm ünü ele geçirdiler. 1453’te İstanbul alın­
dı. D oğu Rom a İm paratorluğu son buldu. O sm anlılar B atı’ya doğ­
ru ilerlerken, Viyana Önlerinde durduruldular (1683). O sm anlı sul­
tanları halifeliği ele geçirdiler. Bu da 1924’e kadar sürdü.
M uham m ed kendi dönem inde hem dinsel, hem de hukuksal so­
runların sorum lusuydu. Onun ölüm ünden sonra da K u r’a n ’a göre
davranıldı.

y e n m e s in i bilir. T oprak a n a ’nın k o y n ım d a n g e le n Z e r r in ; y a şa m ı, d o ğ a y ı, ü lk e s e l e v ­


re n sel a cıla rı serg iler d iz e le r in d e . O n d a bir A p o llin a ir e , bir P a u l E lu a r d g ü c ü var. A n ­
n e, a n a d o ğ a k o n u şu r d iz e le r in d e , şiirlerin d e; a c ılı yaralar d illen ir;

D a lg ın b i r k ır la n g ıç t ı a n n e m
u ç m a y ı ö ğ r e tm e d i b iz e
y a z b itti

H e r s a b a h n a r a ğ a c ın d a ö te n b ü lb ü lü a n la t t ım o n a
s ö z c ü k le r im i s o r g u la y a n k ü l r e n g i k u ş u n u a k ş a m ü s tle r in in
a s m a n ın b u y ıl ü z ü m v e r m e d iğ in i a n la t tım
d a lg a la r ı d in le d iğ im g e c e le r i, h e r k e s t e n g iz li

O b a n a n e ö lü m o r u ç la r ın d a k a la n ö m r ü m ü s o r d u , n e k ir li s a v a ş ı
n e d e a s k e r e a lın a n o ğ lu m a g e tir d i s ö z ü

E r k e n in e n b ir y a z g ib is in d e d i y a ln ız c a
s ıc a k s a ç la r ın d a k i s iy a h ı s o ld u r a c a k
v e t u t u t u ğ u n y a s y a k ış a c a k y ü z ü n e ...

127
K u r ’an bir yandan h e r şevin önceden kararlaştırıldığını b e­
lirlerken; öte yandan insanın özgür istem inden söz eder. Bu ikisini
bağdaştırm ak da olanaksız. Çünkü önceden bir şeye karar verm işse
A llah, özgür istek işlem ez, uygulanam az. İnsanın özgür isteğini
kullanm ası için, daha önceden A lla h ’ın kararından vazgeçm esi ge­
rekir! K ısaca, “önceden karar”la “özgür istek”! yanyana gitm ediği
gibi, kargaşalı b ir durum ortaya çıkar. M uham m ed çileci (dünya
eğlencelerinden el çeken) de değildi, gizem ci de! A m a H ıristiyan­
lıktan etkilendiği besbelli! Ö rneğin M uham m ed’in “ A llah” görüşü
kişisel, ulu bir Allah, E fendi!..
Tutuşturucu A llah sevisi, gizem cinin dinsel yaşam ında dürtücü
bir güç. C ehennem korkusu, C ennet özlem i “A llah ’ı kazanm ak
için önem taşım az. A llah sevisi ve onun özlem i tek değerdir. O lur
ki, çoklukla gizem ci yeıyuvarsal sevi alanından esinler ödünç alır.
Ö rneğin şarap, içki şarkılarının dili gizem ciyi oldukça etkiler. G i­
zem ci kendi bireyciliğinin yıkıldığını anlar, yıkım a uğrar. T anrı’ya
ulaşm ak için -dam lanın denizde kaybolduğu gibi- içinde yaşam ış
olduğu gerçeklikle bir olur. Ö rneğin; H allac-ı M ansur, “ E nel-
hak ” der. Bu yüzden de zındık suçlam asıyla öldürülür.

Y a z b it t i, d e d i, a z ö n c e y a k t ığ ı a t e ş t e ıs ıttı e k m e k le r i
b ir ç a ğ k a p a n d ı s a n k i... ü r p e r e n a k ş a m
s u s k u n lu k o lu p k o n d u d u d a k la r ın a
y a z b it t i, d e d i, k a lb im s e n in le ç a r p a r k e n b itti v a z ..

Ç ık ıp g e ld i H o m e r o s , y o r g u n
a k b ir ih tiy a r , d a y a n m ış a s a s ın a
“ a ş k ı n e y a p t ın ız ? ” d iy e s o r d u
“ h a n g i k ü le k a r d ın ız g ü n lü k k o k u lu a ş k ı? ”

(Z e rrin T a ş p ın a r : Y a z b itti, O c a k - Ş u b 9 7 )

T ü r k i y e ’ n in ile r le m e s i, u y g a r d ü n y a d a y e rin i a lm a s ı u ğ r u n a c a n la r ın ı v e r e n le r le ,
sa ğ k a la n s a n a tç ıla r ım ız ı b u r a d a o n u r la a n ıy o ru m .
K im liğ in i u nu tm u ş, s o k a k a ğ z ı k o n u ş m a la rıy la n e d ü z e y d e o ld u ğ u n u g ö ste r e n . B a ­
s ın d a A m e r ik a n a ja n ı o ld u ğ u id d ia e d ile n Ç ille r “ B ü tü n s u ç A z iz N e s in ’d e , o d a S i­
v a s ’ a g it m e s e y d i” d e m iş u ta n m a d a n ! Ç il le r v e o n u n g ib ile r i, A m e r i k a ’d a n d ü ş m a n
g ü ç l e r in ü lk e m iz e p o m p a la d ığ ı y a z ık lı y a ra tık la r !.. A .R .E .
C e z a y i r ’d e b ir M ü s lü m a n k a d ın o y v e r iy o r .
İslam cılar genel olarak ikiye ayrıldılar: Sünniler, Şiiler. Sünni-
ler daha ortodoks bir doğrultuya bağlı kaldılar. Şiilerse, Muhaıml
n ıe d ’in ölüm ünden sonra A li’ye bağlı kalanlar. Sünniler dahü
çok, esinlere, K u r’a n ’a, dinsel bildirilere bağlı olanlar.
A li’ye bağlı olanlar daha başlangıçta.ikiye ayrıldı. Bunlardan
biri, oym ağa bağlı geleneği sürdürm ek isteyenler. L iderin, Mu-J
ham m ed oym ağından gelm esini öngörenler. Ö bürü, A li’ye bağl^
kalm ayı yeğleyenler, Aleviler. A levilerin Sünnilerden ayrımı; bilin
m e, gelişim e, çağdaşlaşm ay a önem verm eleri. S ün n iler gibi İS1!
lam ’ın bir koluna bağlı oljnuş olsalar da, T ü rk iye’de aydın kesİ,^
m in, ülke sevgisinin yüzakı olm uşlardır Aleviler...
İmam İsm ail’in büyük oğlu kendinden sonra kalıt bırakm am ış
olsa da, X. yüzyılda K uzey A frika’da bir egem enlik kuruldu. M m
! ham m ed’in kızı Fatm a adına, bunlara Fatım iler denildi. F atrtil
(Fatım a) A li’nin eşi Fatıma. 974 yılında M ısır’da bir devlet kuru|S
du. Egem enlikleri 1171 yılına dek sürdü. Sonra O rtodoks ik tid M
S ala h ad d in ’le b aşa geldi. İsm ailililer doğuda, H in d ista n ’da k m
saldı. 'a
B aşka bir m ezhep de Dürziler. B unlar Suriye, Lübnan ve E l
listin ’de Fatım ilerin egem eni E l-H âkim (ölm. 1021)’e bağlandılaİj
Sonra da o gizem sel biçim de yitiklere karışır. A m a öte yandan m İ
gün geleceğine de inanılır, H ıristiyanların M esih ’in bir gün geleçÜ
ğine inandıkları gibi!
Suriye A levileri A li’yi tanrılığın özü diye onaylar, öyle görü#!
ler. H ıristiyanlar da İsa ’yı Tanrı yerine koyarlar. Tanrılık aşılarla!
yeryüzü insanına. Yazıklı insan, um utlan için bütün girişim lerini
kullanır.
B ir çeşit tin göçüm ü. Çeşitli Şii doğrultuları da öğretide b irb l
rinden ayrım lı. Sünnilere karşı en kesin ayrım , im am a inanm adı!
“T a n n ’dan başka Tanrı yoktur. M uham m ed onun elçisidir” inancı
“Ali A llah’ın inandığı kişi” olarak bütünlenir.
İran M üslüm ünları im amı tanrısal ışığın aydınlığı olarak y®
rumlar. O nlara göre, tanrıelçisi bildirm iştir: “Ali, esindeki en derin
anlam ’dır. Bu görüş de im am larla daha sonrakilere ulaştırılır.

130
İsm aililer, O rtodoks İslam lığından en çok ayrılık gösterenlerdir.
Bir çeşit G nostik-Y eni Platoncu düşünbilim .
Bütün olarak İsm ailici bir öğreti yok gibidir. Zam an, onlara göre
yedi dönem e bölünm üştün Bunlardan her biri tanrılığın gösterisidir.
K onuşan yedi tanrıelçisi var: A dem , N uh, İbrahim , M usa, İsa,
M uham m ed ve İm am İsmail. Her biri evren bilincinin göçümü, dö­
nüşümüdür. D ilsiz yardım cı da var: Aron, M usa, Petrus Kristi ve
Ali M uham m ed. K u r’an eğretilemeli (alegorik)) olarak yorum lana­
caktır. Çünkü, kutsanm ayanlar için doğru olan gerçek, gizlenmelidir.
İm am lar, savunulduğuna göre saydam bir öneri; tanrılık, yerini
görünen im am da buldu. Ö ğretiye göre, imam gerçeğin yöneticisi!
A li’nin oğlu H ü sey in ’in ölüm günü 10 M uharrem . O gün, on gün­
lük yas çekm e bayram ı. Çoklayın kanlı yas! A li’nin ölüm ünü sim ­
gelem ek için olsa gerek. G erçekte dinlerdeki böylesi törenler çok
eski çağlamdan, örneğin Sum erlerden kalm ış olsa gerek. “Tammuz
y a s ı” ndan k a lıt o la ra k günüm üze dek gelip yerleşm iştir. (Bkz.
A.R. E rgüven: Sum er-H uluppu A ğacı; Tevrat İncil, K u r’an.
K aynak Y. İst)

İslam ’ın 1400 yıl önceki taşlaşm ış kalıplarına sığınanlar “şeriat


boyunduruğu”ndan b ir türlü kurtulam ıyorlar! İslam ’ın başta gelen
kara delikleri’nden biri de bu! Kimi İslam ülkelerinde kadını eve
kapayan, ö rtügiysilere bürüyen davranışlara rastlanm aktadır! Bu
taşıl gelenekler, kim i ülkelerdebaştacı edilm ekledir!
İslam lığın bu tü r görünüm lerinden bütün kadınları suçlam ak
doğru değil! E rk e k le r bağ n azlık ların kölesi, ben cilliğin tutsağı.
Bunlar; örtünm ezsen seni boşarım , senden ayrılırım ! diye karıları­
nı tehdit ediyorlar!

Ilım lı, dingin, işinde gücünde, kendini bilen M üslüm anlar bir
yana; bağnazlık, köktendincilik bugün İslam dininin kirli karanlı­
ğı, karadeliği. G ericiliği körükleyen, bilim sel gelişm elere düşman
gözüyle bakan, bilim i aşağılayan, kadına özgürlük tanım ayan, onu
ezen bir din öğretisi neye yarar? Şim diye kadar neye yaramıştır?

131
10
İran

İran oym aklarının H intlilerden ne zam an ayrıldığım saptam ak


zor. Belki de bu ayrılış İÖ 1500 ya da biraz daha önce oldu. Dil ba­
kım ından İra n ’ı anım satan M itanniler vardı daha önce.
İran, genel bir sergilem eyle üç bölüm de incelenebilir:
1) K uzey İranlılar: İÖ VI. yüzyılda G üney R usya’da yaşayan
İskıtler güneye doğru gelerek Yunan dünyasında birtakım kuşkula­
ra neden oldular.
2) D oğu İranlılar: B ugünkü A fganistan’da A ral Gölü çevre­
sindeki ovalarda yaşıyorlardı. Doğu İran oym akları arasında Za-
rathustra egem endi. A vesta doğu İran d iy alek tiy le yazılm ıştır.
Yaklaşık olarak İsa dönem inde başka bir dil dalından Sogdca var­
dı. Tecim dili de kullanılıyordu büyük bir bölüm ünde A sya’nın. Bu
dilde yazılm ış Budist, M aniheist m etinler vardır.
3) Batı İranlılar: İÖ XI. yüzyılda bugünkü İra n ’da oturuyor­
lardı. Kuzeybatıda önemli halklardan M edlerle birlikte Babilliler
Asurluları yıkıp İÖ 6 1 2 'd e N inova'yı aldılar. Persler de G üney­
batıda eski E lam ’ı aldı. B öylece Perslerle İran halkı dünya tarihine
girmiş oldu.

132
D arius, A kam enidlerin, İskender (3 3 l ) ’e yenik düşm esinden
önce Yunanlılarla savaşa girdi. Bunların m etinleriyse eski Pers dili.
Sasaniler (İS 2 2 6 -6 5 0 )’in dili eski Pers diliydi (Pehlevi). Bu dil
X. yüzyılda yeni İran dilini oluşturdu. İranlıların dini üzerine b ilg i­
ler yetersiz. A m a kim i kaynaklara başvuruluyor:
1) Yunan, Rom a, Erm eni ve Arap yazarlarına,
2) A kam enid ve Sasani dönem lerinin yazm alarına,
3) 1750’den beri B atı’da tanınm aya başlayan yazılı m etinlerin
en ünlüsü A vesta’ya...
D insel geleneklere göre Avesta, kapsam lı bir yapıt. 21 bölüm ­
den oluşm uştur. A n la tıla r arasın d a İsk e n d e r’in kutsal k itap ları
tüm den yakm ış olm ası da yar! Bu yakılan kitapların pek azı koru-
nabilmiştir. Bu Avesta m etinlerinin bir bölüm ü de ağızdan anlatı­
lanları içerir; Sasaniler dönem inde III. yüzyıldan. Son düzeltim ler,
yazılar VII. yüzyıla dek uzar. A vesta’da Yaratı, E vrendoğum , E v­
renbilim konuları da ayrıntılarıyla işlenir.
İra n ’ın din tarihi oldukça karışık. Bu konudaki görüş ve anla­
yışlar birbirine ters düşm ektedir.

133
O h r u m z d v e A h r im a n b ir b ir in e k a r ş ıt g ü ç le r o lu ş t u r u r ; iy i v e k ö tü g ib i.
O r t a d a k i t a n r ı Z e r v a n , y a r a t ıd a n ö n c e d e v a r d ı. O n a ta p m a k , İ r a n Z a r a th u s tr a
d in in e a y k ır ı sa y ılır .

En eski İran tanrıları, ortak H int-İran ta p m a n d a n az da olsa


ayrım lıydı. Tanrılar insan benzeriydi ve doğa güçleri ağır bası­
yordu daha çok. İran tanrı inancında ikici durum , ikicilik (dualizm)
oldukça belirli. Ta başlangıçta, en küçük tanrıda bile ikicilik var.
A bura M azda (Bilge E fendi) H intlilerin Varuna karşılığı. O,
her şeyi bilir (M u h am m ed ’in A lla h ’ı gibi) göktanrısıdır. M az-
d a ’nın gündüz ışığıyla, yıldızlarla ilişkisi vardır. Ç ok eski çağlarda
çoktanrıcı bir anlayışa kayıyordu. Yeryüzündeki bütün öğelerde o
vardır. Öğelerin özünde de o var. A vesta’da en yüksek yaratıcı ola­
rak geçer. A kam enid kralları onun koruyuculuğundadır. Krallığı,
krala işte bu tanrı bağışlam ıştır. İşte bu Tanrı, güneş değirm ili sim ­
gesiyle kralı özüm ser. O nun yapısında hem kutsal din, hem de

134
“kötü tin ” vardır. Spenta M ainyu-A hura M ainyu her iki yanı da
içerir, özümser.
A hura M azd a’nın en zorlu yarışm acısı M ithra, öbür egemen
güçlerin tanrısı. Bu da göktanrısı, gece göğüne ilişkin. Y ıldızlar da
M ith ra’nın gözleri. Y ıld ızlar, M ithra d ed ik leri tanrının gözleri
oluyor. Daha sonraları da gündüz gözüyle güneşin özüm senm esi.
Adı “ b irlik ” an lam ın d a yasaları, hukuk d u ru m ların ı inceler. Bu
tanrı, toplum un insan küm elerini bir arada tutar. Toplumsal düze­
nin tanrısıdır.
Vayu rü zg âr ve h av a tanrısı gökle ilişiğ i olan! H em iyiliğin
hem de k ö tü lü ğ ü n ta n rısı, hem de ikicil! R ü zg âr, inanca göre
Yer’in soluğu. Soluk, yaşam ı özümser. B öylece yaşam ın, ölüm ün
tanrısı olur. Ö zdeş zam anda ise savaş tanrısı.
A nahita, bolluk tanrıçası suyla, ırm aklarla ilişkili. Su insanlara
yaşamı bağışlar.
Z arathustra, îran dininde büyük yaratıcı. Onun yaşamı üzeri­
ne kesin bilgiler bulm ak oldukça zor. D oğu tran oym aklarından bi­
rine değgin. İÖ 1000-600 yılları arasında yaşadığı sanılıyor. Papaz
olarak çalışm ış. Söylencelere göre coşkusal b ir tip. O nun tini gök
yolculuğu yapm ış. Z arathustra, tanrısal gizlilikleri görmüş. Onun
dinsel yaşam ına değgin, kanlı boğa tapm cı (kültü) da var.
Z arath u stra’nın öğretisi şöyle özetlenebilir:
A hura M azda’nın yanında yaşlı m elekler duruyor (m elek sim ­
gesi İslam lıkta da var). B üyük tanrının çeşitli işlevlerini dile geti­
riyor.
İk icilik : A h ura M a z d a ’nın iyi, k u tsal tin in e karşı, Spenta
M ainyu; kötü tine karşı da A nera M ainyu. Bu karşıtların kökeni
çok eski çağlara gider. B ütün varlığı kaplar.
Z arathustra’nın öğretisi İran halkı arasında yaygınlık kazandı.
Bu öğreti değişince bu kez kurtarıcı olarak onun dönüşü beklendi.
Böylece Zarathustra, evrensel olarak insanın ilk özüm leyicisi ol­
du. D aha sonra onun kişiliğine birçok söylenceler eklendi. Dinin
oluşum unda boğa öldürüm ü büyük bir önem taşıyordu.
Z erdüştçü lük , S asaniler dönem inde d evlet dini oldu. B unun

135
dışında, çeşitli düşüncede olanlar gözetlenip izlendi.
Z erdüştçülük IX. y üzyılda bir çeşit düzeltim e uğradı. D insel ?
birçok Pehlevi yazıları eklendi. En eski İran haklının ne tapınağı\
ne de tanrı resim leri vardı. Bunun sözü edilm iyor A vesta’da. Aka-
m enidlerde ateş tapınağına da, Ahura M azda resim lerine de ra st-:
lanır. Bu alışkanlık, A sur-Babil dinlerinden geçti M edler aracılı­
ğıyla. Böylece Z erdüştlük de Ateş tapınağına kavuşm uş oldu.
Z erd ü şt ta p ın a ğ ın d a a te şle r y an ark en , o ra d a sü rek li o la ra k ,
Prestler bulunurdu. H er biri, yüzünü kapatıp ateşe yaklaşırdı solu­
ğu kirletm esin diye. Z arathustra kanlı kurbanları yasak etti. B u­
nun yerine ekm ek ve süt kurban olarak sunuldu.
H er gün, her ay özel bir tanrıyla korunuyordu. En ünlü olan da
yeni yıl eğlencesiydi: N evruz. Bugün de İra n ’da bu gelenek g ü n - ;
cel. M ithra eğlenceleri yazın yapılıyordu. O gün ölülerin tinleri
yeryüzüne dönüyordu geleneğe göre. H er iki geleneğin kaynakları,
eski İran yeniyıl eğlencelerinden kalıt olarak geçm iştir. Biri ölün­
ce, ölü bedeninin lekelenm esine dikkat ediliyordu. A ğlam a, yas
tutm a sıkı sıkıya yasaktı (İslam lıkta da öyle: Ö lülere ağlam ak,
acınm ak iyi sayılm az. Canı Allah verm iştir, A llah almıştır. A cı­
m anın bir anlam ı yoktur).
“ S u sk u n lu k k u le si” nde beden çürüyüp giderken, tin de Cin-
vat köprüsünden geçer. (İslam ’daki Sırat köprüsünü anım sayı­
nız. Kıldan ince, kılıçtan keskindir İsla m ’ın köprüsü.) K ötüler
için Cin vat köprüsü çok incedir, uçurum a yuvarlanır... İslam lıkta
da öyle! Günahı ağır olanlar Sırat köprüsünden kolay kolay ge­
çemezler. İyiler köprüyü kolayca geçerler. D em ek İslam ’ın “kıldan
ince, kılıçtan keskin” köprüsü” eskiçağ dinlerinden sızıp gelmiş...

136
S i l i n d i r b iç i m i b ir s ic i ld e n a lı n a n b u r e s i m d e , P e r s k r a lı D a r iu s ( İ Ö 5 2 1 -
4 8 6 ) ’le A h u r a M a z d a ’n ın b ir im i g ö r ü lü y o r .

B ir d a ğ y a m a c ın d a k i b u k a b a r t m a r e s im d e , Z a r a t h u s tr a c ılığ ın en iy i, e n u lu
t a n r ıs ı A h u r a M a /.d a ’n ın s u ç lu A h r im a n ’ı n a s ıl ç iğ n e d iğ i g ö r ü lü y o r
( Y a k la ş ık İ Ö 2 5 0 ).

137
İyiler C ennet’e gider, “Şarkı evin e” . O rada Işıl Işıl Işılar ve a l­
tın m ücevherlerle donanırlar. K ötüler de karanlık, pis kokulu uçu­
rum a atılır.
Z arathustra, ölüm ünden sonra, bir gölde göm ülü olan “sper-
m a = to h u m ” uyla -inanca göre- bugün yeryüzünde gizlice vardır
Z arathustra, bir gün kurtarıcı olarak gelecektir.
Z arathustra, sonsuz yaşam ı yeryüzüne aktarıyor. İm gesel de
olsa güçlü bir işi başarıyor. G öksel dinler (M usa, İsa, M uham m ed)
sonsuz yaşam ı “Ö teyer’e göçürüyor.
M a n d e iz m , gnostik (bilinirci) dinbiçim i günüm üze dek yaşa­
yan. G üney Ira k ’la İra n ’da bugün b inlerce yanlısı var. N ereden
kaynaklandığı pek bilinmiyor.
M andeizm in özelliği ikicil olm ası. B ir yanda ışık evreni, öbür
yanda karanlık ülke! İnsan bedeni yedi gezegenle yaratıldı. A m a
insan yaşam ını, soluğunu (tin) ışık evreninden aldı. Dünya iyi güç­
lerle kötü güçler arasında b ir savaşım dır. Ö lüm , her insan için ti­
nin kurtuluşu ve ışık evrenine dönm esidir...
İran dinlerinden M anicilik (M aniheizm ), eskiçağın sonuyla O r­
taçağın başında önem li b ir g elişim e, yay ılım a erişti. İranlı M a­
n i ’nin (216-276) kurm uş olduğu H ıristiy an -Z erd ü şt karm ası bir
din. E ski Babil inançlarından, Yeni Platonculuktan öğeler almıştır.
G erçekte M anicilik Z erdüştlüğün düzeltim i. Bu din eskiçağ b il­
geliğini bir tek dinde özüm sem ek istiyordu. M ani düşüncesi ilkin
düşünbilim sel nitelikte oluşturuldu. D aha sonra da dinsel bir nite­
lik kazandırıldı.
M ani, fizikselle tinsel arasında b ir ayrım tanım az. İkisinin de
özdeş olduğunu vurgular. Bu da bilim selliğe uygun doğa düşünbi-
limi. Bu düşünce biçim ine göre evrendeki tüm varlıkların yapısı
iyilik-kötülük, ışık-karanlık karşıtlığıyla oluşm uştur. D iyalektik
bilim selliğe bir yaklaşım bu! B ir yandan da doğa yasalarını sezdi­
rip yansıtıyor!..
H er dinin aydının M an i’de kendi düşüncelerine ışık bulm aları
M aniciliğe ilgi uyandırmıştır.

138
11
Hintliler

B ütün Ari halkı daha sonra Hindu diye adlandırıldı. B ütün yer­
li din biçim leri H induların kökleşik dininde y er almıştır. Ari olm a­
yan halkların yazısız dinleri vardı.
İndus ekininin dini, kazıbilim in tanığı olabilir ancak. M etinle­
rin okunm ası, bunların ne anlam a gelm iş olduğunu bilm ek de güç.
Tapınak denebilecek bir yapıya rastlanm am ıştır. M ezar da buluna­
madı uzun zam an. Çünkü ölünün külü İn d ü s’e atılıyordu. D aha
sonraları yanm ış iskeletler bulunm uştur. B unlardan başka küçük
yonutlar bulundu. B unlar tanrıları özüm süyordu. Bu yonutların y a­
rı kapalı gözleri, boğazlarındaki süsler; K iş ya da U r’un Süm er
tanrılarını anım satıyor. O ruran Tanrı, doğanın efendisi, başında bü­
yük bir boynuz, ağaçlar, filler, kaplanlarla çevrili. B üyük ana, öne
doğru kabaran göğüslü, süslü çıplak bir kadın.
H em H int ekininde, hem de çağdaş S üm er buluntularında iki
tip var A rilerde bulunm ayan: Boynuzlu tanrılar ve boğainsan.
H in t’teki kökleşik m etinler Sanskritçe yazılı: Veda yazını. (Ve-
da=bilim ). Bütün bu yazılar özdeş dönem e değgin, çeşitli bölüm le­
ri ayrı ayrı dönem lerden kaynaklanm ış olsa da. Bütün bu yazılar
derlem i (kolleksiyonu) İÖ 1500 ile 800 arasında.

139
R igveda, 10 kitaptan oluşm uştur.
İçinde 1026 ilahi vardır. B unlar kur­
ban sırasında yinelenir.
Upanişadlar, gizli doğanın bildi­
risi. B unlar daha çok düşünbilim sel.
M ahabh arata, dünya yazınının
en büyük epik yapıtı, 100 bin çift d i­
ze. G eleneğe göre bunları ozan Vya-
sa yazm ış.
Ram ayana, yaklaşık 24 bin çift
dize. Bunların çoğunu ozan Valmiki
yazmış.
V arun a, g ök ta n rısı: Ö z e llik le
gece göğü tanrısı. Yerin ve G üneşin
yaratıcısı. K utsal krallığ ın k o ru y u ­
cusu. O, Sam uray diye adlanır. B ü­
tünün egem eni. G özleri Güneş, giy­
sileri evren! Ay ile de ilişkisi var.
M ithra, gündüz ışığı tanrısı. Her
zaman yakındadır. Doğruluğu özüm ­
ler. Y alnız olarak çoğalm az, Varu-
n a ’yla birlikte çoğalır. Bunların her
ikisi de “krallar” diye anılır. Evrensel
düzenin koruyucusudur.
D u m e z il, k e n d is i A r y a m a n
(üçüncü kral) evlilik tanrısıdır.
İndra, kişisel ve bedensel Veda
tanrılarından.
A gni, resm i dinsel tapınakla ev­
ren arasında birleşme halkasıdır.
S u ry a , güneş ta n rıç a sı. B unun
karşılığı güneş tanrısı da var (erkek). ( ■ a n ğ a , H in t s ö y le n c e s in d e
k u t s a l G a n j ır m a ğ ın ı k iş i l e ş t i r i r .
D h işa n a , Yer ve b o llu k ta n rıç a sı.
K ır m ız ı k u m t a ş ın d a n b ir y o n u t
U şa s, sa b a h ı d ü z e n le y e n ta n rıç a ; (İ S X . y ü z y ıl).

140
genç ışıl ışıl parlayan bir kız. Işık saçan bir arabanın içindedir, gö­
ğsünü gösterir. G ölgeleri kovalar (K ur’an: Tarık, geceyi delen yıl­
dızdır), insanları çalışm aları için uyandırır. Sarasvati, Veda’da bir
ırm ak, tan rıça diye tap ılan . A m a sonra h er şeyin tanrısı B ra h ­
m a n ’ın karısı ya da kızı olur; dilin, yazının, bilginin koruyucusu.
Vedik tanrı inancı eski H intlilerin dünya görüşünde ve yaratıya
bakışında önem li rol oynam adı. Ünlü ilk dinsel şarkılardan, dinsel-
düşünbilim sel bir şiir:

O zaman varlık yoktu, yok olan da


hava da yoktu, boşluk da, gökler de
Neydi kaplayan tiirnü? Nerde, hangisi
Su ve dipsiz ilk derinlik?
(Rigveda, 10:129-1)

141
Ena, “kendi kendine soludu”. İlk öğe olsa olsa Su olabilirdi.;
“H er şey suydu” (T h ales’i anım sayınız). E n a ’nın içinde bir istek
oldu (kam a) -İslam lıkta A llah ’ın bilinm ek isteğ in i anım sayınız-
varla yok arasındaki ayrım a neden olur. B undan da Evren (K os-
m os), biraz da tanrılar oluştu (Doğa, kendini ve tanrıları yaratm ış
oluyor). Bilinem ezci b ir Evrendoğum :

K im bilebilir, kim söyleyebilir


n a sıl oldu da yaratı oldu?
Ç ü n k ü tanrılar o n d a n çıktı,
K im bilebilir b u n u , o ned en geldi?
(Rgv 10:129-6)

Daha sonra B rahm an yazını betimler, yapay söylencelerin yar­


dım ıyla, sözcüklerin bir araya getirilm esiyle. P rayap ati’nin sudan
n a s ıl o lu ş tu ğ u n u . B ü y ü r, s o n ra ta n r ıla r ı, ş e y ta n la r ı y a ra tır .
(K u r’a n ’daki Şeytan örgesi çok daha önceleri, dinlere ekli olarak
vardı). .
B aşlangıçta insaıt biçim li kendiliğindenlik (âtm an) vardı. A t­
m an çok büyüktü. Sonra iki parçaya ayrıldı. H erbirinden erkek ve-
kadın oluştu.
Brahm an adı verilen H intli din adam ları İÖ VIII. yüzyılda Ve-
d iz m ’i, B r a h m a n iz m ’e d ö n ü ştü rd ü ler. B ra h m a n iz m g e rçe k te,
H indistan’da köleci toplum un dini! Vedizm H indistan’ın ilk dinle­
rinden. K öleci to p lu m u n isteklerini de y eteriy le k arşılay am ad ı.
K ölelerin baskı altında tutulm ası gerekti! B öylece hüküm darları
tanrılaştırm a zorunluğu çıktı! Halkın bu tanrılara inandırılm asına
çalışıldı! B rahm anlar yeni gizli bilgileri içeren U panişadları ya­
yımladılar. İç varsıllıkla dış varsıllık arasında bir ayrım yok dedi­
ler. Kölelerin iç varsıllıkla yetinm elerini öngördüler, dış varsıllığı
da güçliilere yönetici söm ürücülere bıraktılar.
En eski Ari ve özellikle V edizm 'de, insan yaşam ının sonsuz
olduğu belirtilir. Bir bölüm ü de, kendinden sonra gelen kuşaklarla
yaşam ını sürdürm üş olur. A m a yaşayıp ölen insanın kendisi değil.
B rahm anizm ’de karm a, eylem demektir. Bu da alınyazısı ola-

142
ra k g e r ç e k le ş iy o r .
A tm a n (e v r e n in
ö zü ), S am sa ra (tin
g ö ç ü ) , k a r m a ’y la
b ir lik te üç te m e l
kavram . K arm a öğ­
retisin e göre eylem
ve d e v im ; h e rb iri
evrensel neden-etki
yasasıdır.
Y a ş a m la ö lü nçi
a r a s ın d a k i b e l ir l i
k a r ş ıtlık , ö lü m s ü z
tanrılarla ölüm lü in­
san lar arasın d a lam
b ir a y k ırılık y a r a t­
m ış tır ! T a n r ıla r ,
ölü m d en k u rtu lm ak
için, insanlar kurban
sunm ak zorunluğun-
d a . Ö le n in s a n d a ,
ik in c i k e z ö lü y o r
y e ry ü z ü n e d ö n m e ­
d e n ö n c e . Y en id e n
ölüm , bu inanca g ö ­
re doğal bir dolaşım
ve yery ü zü n e y e n i­
den doğum . Bu d o ­
laşım a Sam sara d e­ H in t s ö y e n c e s in d e k o r k u sa la n t a n r ıç a D u r g o ’ n u n
n iy o r. U p a n iş a d r e s m i (X I X . y ü z y ıl) . D u r g o , S h iv a ’n ın k a r ıs ı.
m e tin le r i d o ğ a ö te -
sel, dü.şünbilimsel sorunları, onların çözüm lerini konu edinir. B ir­
çok düşünce doğrultuları bulunm asına karşın; töresel bir evren dü­
zeni olduğuna inanılır. M aya; im ge, yaratıcı güç demektir...

143
D ö rt başlı yaratıcı tan rı B ra h m a . H int üçlü birliği: B rah m a, V ishnu, Shiva.

1.44
12
Hinduculuk

B ugün H indistan b ir milyar. B unun 120 m ilyonu P a k istan ’la


B angladeş’te oturuyor. H er yıl ortalam a 8 m ilyon artıyor. H inducu-
luk/H induizm 500, Budacılık 1.5, Jinizm ise 2.5 milyondur.
N e d ir H in d u izm ? P an dit N ehru, “T he D iscovery O f In d ia ”
(1946) adlı yapıtında şöyle diyor: “İnanç olarak H induculuk karı­
şık, kararsız ço k yanlı vb. görülür. Şu ya da bu olduğunu deyim le-
mek olanaksız, ya da kesin olarak söylem ek. B ir din m idir yoksa
değil m idir? G erçekte H induizm in özü yaşam ak...”
H induizm ço k tanrılı bir din. G izem ci H int dini ve düşünbilim i.
G erçekte H int dinleri birbirinden oluşup türem işlerdir. V edicilik
(Vedizm) B rahm ancılığa dönüşm üş. B rahm ancılık da İsa ’nın d o ­
ğum una yakın yıllarda H induculuğa dönüşm üştür.
H alkı elde tutabilm ek için dinsek boş inançlara yönelm iş ege­
men sınıf, sonra da güçlendirip yaymıştır. D ünyadan el etek çeker,
çile doldurur. İnsan bedeninin bir im geden başka birşey olm adığı­
nı vb. söyler. Ö lüm den sonra tinlerin daha iyi bir bedene girebilm e­
leri için ölüler yakılır, G anj Irm ağı’na atılır. Sınıf ayrılıklarına karşı
hiçbir önlem alm adığı gibi, bu ayrılıklar (kast sınıfı) sürdürülür.

145
İ n s a n -A s la n N a r a s im h a , H in d ta n r ıs ı V is h n u ’ n u n s o m u tla ş m a s ı. B ir ş e y
ta n ın iç ö r g e n le r in i p a r ç a lıy o r . ( T a ş y o n u t, V I . y ü z y ıl) .

146
B rahm an cıh ğ ın kutsal m etinleri olan V edalara, B rahm anlara,
U p a n işad la ra , M a h a b h a ra ta , R a m a y a n a ö yküleri de eklendi. •
H induculuk, halkı sıkı sıkıya kendilerine bağlam ak için H int dini­
nin boş inançlarla doldurulup güçlendirilen yeni bir biçimi...
K im i m etinlerde V işnu’nun 25 kez nesnelleşip (cisim leşip) yer­
yüzüne geldiği yazılı. (Şim di de D alai Lam a aynı düzm eciliği ya­
pıyor!) Dalai L am a da halkı aldatm ak için 17 kez D ünyaya yeni­
den geldiğini söyleyip durdu T V ’de. B öylece din adına, halkı alda­
tıp soym ak için zam anlar boyunca aslı astarı olm ayan yalanlar yut­
turulm uş, varsıl kesim , yönetici burjuva halkı soyup soğana çevir­
miştir. D alai L am a ve yandaşları çalışm az, yazıklı halk besler on­
ları! Din adam larının sayısı 5000’nin üstünde, belki daha da çok!
V işn u ’nun nesnelleşip 25 kez yeryüzüne gelm iş olması yalanı,
daha sonraki dinlere de bulaşm ış tır.
D inlerin, özellikle düşünceden yoksun halklar arasında yapılan­
m a durum ları; eski çağlardan, Sum erlerden günüm üze dek gelmiş,
insanlar dinleriyle birlikte tanrılarını da yaratm a ustası olmuşlardır.
Yaratmış olduğum uz -hem de adları belli- tanrıların sayısı 300 m il­
yonu aşkın! İnsanın olduğu yerde im getanrılar da var, olm adığı
yerde ise yok!..
B hagavatapurana, 12 kitaptan oluşup 18 bin dörtlüğü içerir.
H induculuğun evren düşüncesi:
Evren her zam an vardır. B aşlangıcı olm adığı gibi, evrene her­
hangi bir son da yok. B ir tanrı yaratm adı evreni! Bu konuda söyle­
nenlerin bir anlam ı yok! B ir şeyin “h iç”ten oluşum u B atı’nın deyi­
mi! Yaratı denilen olay, enerjinin ada, biçim e dönüşüm ü! Shar-
m a ’ya göre bütün toplum yaşam ı, evrensel oluşun görünmeleridir.
Tanrı, evrendir.
H induculuk inancında kişisel tanrı, aşağı bir tanrılık kavram ı.
Hindu görüşüne göre, örneğin H ıristiyanlık ve İslam lıkta tanrılar
kişiseldir.
Bütün canlılarda tin “ atm an” değişm ez. B uda’nın karşıtı olarak
bir H indu, tini, sonsuz ve değişm ez olarak algılar. İnsan gibi hay­
vanın da tini vardır.

147
V ivekanan da “ yalnız insa­
nın tini vardır, dem ek anlam sız­
dır. H ayvandan daha kötü insan
gördüm , insanlar da var...”
“ K ö tü lü k , i n s a n d a ” , d iy o r
N ikhilananda, kötülüğün başlıca
kaynağı insandır...” H ıristiyanlık
da in san ı b ö y le b e tim le y ip d e ­
yimler.
H induculuğa göre bilgisizlik,
ö zd ek selle tin selin k arışım ı in ­
sandır. İnsan; tan rıy la, tan rı ol­
m ayanın çatışm ası. B ilg isizliğ i
sonucu insan; Irk, eşeysel d uru­
m u, sınıf, ulus sınırları engelle­
riyle kapanıp kaldı. G ünah olan
erkek ya da kadın olm ak değildir.
Ya da kast sınıfına değgin olmak.
S u ç o la n , k im i s ı n ır la m a la r a
önemli diye bakm ak. “Ben ve be- H in d ta n r ıs ı Y am a, (K a lig -
nim ” anlayışı, yeryüzünde bütün h a t’d a n , X I X . y ü / y ı i )

kötülüklerin kaynağı, köküdür!..


Tingöçü (samsara), bu suçla temelleşir, bu bilgisizlikle. Budistik
bir örnek: Eski Hint anlaşm a aykırı düşen S h arm a’ya göre; neden
ve sonuç yasası törede olduğu gibi, fizikte de oldukça sıkı. Er ya da
geç, bu dönüşüm den herkes kurtulur, Tanrı’da erir. Hiç kimsenin yi­
tireceği bir şey yoktur. (Gerçek yaşam da yitirilen için bir şey söyle­
miyor, özellikle yoksullar için.) Bütün yaratıklar en sonunda kişisel
olmayan tanrılığa erişir. İslam ’ın C ennet’i gibi bu da ileriye yığılan,
atılan belirsiz bir savsama! Daha da karışır durum , şöyle denir: Ama
bilgisizliğin yolu uzundur. Kendini oluşturan bir tin, böylece kutsal
bir inek olabilir...
N ikhilananda şöyle diyor: “İnsan kendi dar çerçevesini kı-
rabilm eli. Bu çerçeve işte insanı dar bir hapisaneye sokan! İn ­
san kendi sınırsız, evrensel doğasını bulgulayabilir...”

148
İnsan yaşam la birdir.
V iv e k a n a n d a , şunu sö y lü ­
yor: “Tüm den özgür durum , is­
tenecek bir şey değildir. Tanrı
hiçbir şey istem ez, istekte b u ­
lu n m az. E ğ e r T an rı iste r, b ir
şeyi özlerse, O, Tanrı olam az.
O zam an O , yetersizdir. Tam
değildir. T anrı’nın b ir şeyi iste­
mesi, bir şey için istekte bulu­
nm ası, özlem esi gibi durum lar
ç o c u k su g e v e z e lik le r, b a ş k a
değil. Bütün bilgelik şöyle der:
“ İstem e hiçbir şey, bütün istek­
lerden geri dur. Ve tam olm ak­
la hoşnut ol...”
R a d h a k r is h n a n , e sk i ta t
tv a m a s i ’yi şö y le y o ru m la r, B u r e s i m d e , H in d g ü n e ş t a n r ıs ı S u -
Vedanta ataşüricisi Paul D eus- ya’"'" a r a b a s ı n d a y e d i b a ş l ı a t l a n a s ı l
s e n ’in bir konuşm asına uygun yolculuk ettiği görü,üyor>(Bundi’ n70)'
olarak: “ ... Senden sonrakini,
kendin gibi seveceksin. Ç ünkü sen O sonraki!” Buna inanm ak bir
imge! Çünkü senden sonraki, senin kendinden başka... B ir Hindu
bütün insanlarda kişisel olm ayan bir tanrının yansım asını görür.
Din, insandaki tanrılığa inanm ayı deyim ler H induculukta; tanrı,
insanın kendinde belirlenir. D in, kısaca tüm yaşam ve deneyim dir.
H induculuğun ilk tem el savı “Tanrı varlığının en son tanığı yaşam ­
dır: B ütünde birlik duygusu. Bu duygu, bu yaşam dır” .

149
13
Budacılık

H ıristiyanlıktan sonra, çoğunluğun inancını taşıy or Budizm :


O rtalam a 500 milyon. Çin dışında da 200 m ilyon yanlısı varmış.
B udacılık üç doğrultudan oluşuyor: M ahayana, H inayana, The-
ravada.
Kim ileri B uda’yı, söylencelerin özdekleşm iş sim gesi sayarlar.
Genel bir görüş ve araştırm aya göre İÖ 5 57’de Benares yakınların­
da doğduğu onaylanır. 4 7 7 ’de öldü. Onun Saka Türklerinden oldu­
ğunu söyleyenler de var. A nnesinin adı M aya, aile adı Siddharta.
Buda sözcüğü “aydınlanm ış ve bilen” anlam ında. Asıl adı Go-
tama. Varsıl bir yaşam ı onaylam ayıp her şeyini bırakarak yola çı­
kar. Onun iizcı inc bir m etinde şöyle yazılı:
“ ...Evde geçen yaşam dar bir kölelik yaşam ıdır. Evi bırak­
m akta özgürlük vardı. B unu böyle düşünen G otam a evini b ı­
rakıp gitti...”
Yedi yıl tek başına dolaşır. Birçok din adam ıyla tanışır. Onlar
kendisine "esenliğin en yüksek durum u olan N irv an a’ya k av u ş­
m ak” um udunu verdiler. O da, Doğu d erv işlerin d e olduğu gibi
“kendi içinde yok olm a”yı öğrendi. B ununla da yetinmedi.

150
B u d is t ( ia ı ıd h a s a n a t ı , K u z e y P a k is t a n ’a G a ı t d h a ’y a İ Ö 2 0 0 ile IS
5 0 0 ’cle y a y ıld ı.

15 i
Bir orm ana çekildi. D oğaüstü bir güçten esin alm ak um uduyla y e­
m edi, içm edi. B unun tutar bir yol olm adığını anlayınca -doğaya
uygun yaşam ayan ölür- yem ek yem ek zorunda kaldı.
Bir Bilge A ğacının altına oturup kişiliğini soyutlam aya çalışır.
Bir takım tinsel durum lar geçirir. K endisindeki değişim leri Buda
şöyle anlatıyor:
“...Kendi içim e daldığım zam an, tinim her çeşit tutkulara,
yeryüzüne değgin işleri yanılm a ve b ilgisizliğe bağlam aktan
kurtulm uştu. Bu durum da kurtuluş bilgisi uyandı bende. Yeni­
den doğm ak üzere sona erdi. K utsallığa ulaşıldı. Ö dev yapıldı.
Bu dünyaya bir daha dönm eyeceğim . İşte benim öğrendiğim
şeyler...”
Buda bu içe kapanm a dönem lerinde 28 gün “kurtuluş m utlu­
luğunu tadarak” oruç tuttu. G özlem lerine göre, Buda; “bilgisiz­
lik ten o lu şu m , o lu şu m la r d a n b ilg i o rta y a ç ık tığ ın ı” an lad ı.
O luştan doğum , doğum dan yaşlılık ve ölüm , acı, sızlanm a, sıkıntı,
üzgü ve um utsuzluk” doğduğunu öğrendi.
B uda’nın inancına beş rahip katıldı. 80 yaşına d e k yaşadı. K i­
m ilerinin sayrılığını iyileştirdi. (K endisinden ortalam a 500 yıl son­
ra gelen İsa da sayrıları iyileştiriyordu!)
Buda şöyle diyordu:
“...Ey Ananda! İzdeşler (m üritler) benden ne istiyorlar? Ey
Ananda! İnanç birliğini kurdum ben. İçle dış arasında hiçbir
ayrım gözetm edim (...) Ey Ananda! Başka bir yardım aram ayı­
nız. G erçek sizin y a lım ın ız ve yard ım cınız olsun! B aşk a bir
yardım aram ayınız!..”
Ölm eden önce:
“ ...Varlığım sona eriyor. Yaşamımın sonu yakın. Ben gid ece­
ğim , siz kalınız. G evşem eksizin çalışınız. Sürekli kutsallık için­
de yaşayınız...”
Bir ara A nanda’ya:
“...Bir ikiz ağaç arasına yatağım ı yapın. Başı kuzeye doğru
olsun. Sayrıyım oraida yatm ak istiyorum ” dedi. Sonra da:
“ ...H er şey yok Solmaya yargılıdır. G ev şem ek sizin ç a lış ı­
nız...” deyip öldü.

152
Ö lü s ü n ü k e n tin k a p ı s ın d a g ö r k e m li b ir tö r e n l e y a k t ıla r (İÖ
477). "
Buda. acının k ay n a ğ ın ı, varlık susuzluğu diye deyim le d i. Bü
acıyı gid erm ek için isteklerin tüm den yok edilm esi gerekir.
Bu arada Buda, bir gerçeği de söylem ekten çekinm ez:
“ ...D oğum , yaşlılık ve ölüm olm asayd ı, k utsal gerçek leri
öğrenm ek için insanın dünyaya gelm esine gerek yoktu(...) İn­
san, sağlam bir kazığa ya da direğe bağlanm ış bir köpek gibi,
bu dünyadan ayrıla m a m a sın a k arşın ; m utluluğun im gesine
haykırır durur(...) İnsanlığın döktüğü gözyaşları dört okyanu­
su dolduran sudan daha çoktur. Bütün sevilerin ölüm ünü gö­
rüyoruz ve yüzyıllardan beri insanlık bunu deniyor ve deneye­
cektir.”
“ ...Nasıl sevinebilirsiniz, eğlencelere kendinizi nasıl bıraka­
bilirsiniz? K aranlıklar sizi kaplam aktadır...”
B u d a ’ya göre varlığın altı öğesi vardır: Toprak, su, ateş, hava,
esir ve bilgi öğeleri. Bilgi; gösterilm eyen, sonsuz ve tüm den ışıklı
bir öğe.
Acının kaynağını Buda, bilgisizlikle bulur: “ Acıyı, acının kay­
nağını acıdan kurtuluşu ve bu işin yolunu bilm em ek...”
B u d a ’ya göre, ölüm bilginin sona erm esidir:
“ ...Ö ldükten son ra özlem iy eceğ im . B en, vaktin gelm esin i
bekliyorum , bir hizm etçinin ödentisini beklediği gibi. Ben öl­
dükten sonra, yaşam dan sonra özlem iyeceğim . Uyanık ve bilinç­
li bir tinle vaktin gelm esini bekliyorum ...”
“...Okyanusun öte yanındaki toprakları yöneten kral, doy­
m ak bilm ez bir tu tk u y la d en izin beri yan ın d ak i top rak ları
kendine katmak istiyor. Oysa bu eğlenceye doym ak bilm eyen
kral ve daha birçok insanlar ölüm ün avı olacaklardır. Ne ana,
ne baba, ne dost, ne yoldaş... Ö lm ekte olanı kurtaram az! Kalıt­
çılar malını, kendisi de eylem lerinin tutarını alıç! Ö lm ekte ola­
na ne mal, ne kadın, 11e çocuk, ne varsıllık ve ne de saltanat ar­
kadaşlık edebilir.”
Buda, bir “im getaıırı” ve “Ö tcyer”i savunmamıştır! O nun bü­
tün düşüncesi, iyilikle, ölüm sevgisi... Buda, şunları d a söylemiştir:

1 ! 15?
“ ...Yaşam için sonsuzluk yoktur(...) Yer, gök ve bütün d ün­
yalar (evren), bir eksen üzerinde dönerler. B unu durdurm ak
olanaksızdır. Siz tapınm alarınızı düşününüz. K aranlıklar ay­
d ın lan acak tır. A m a k u rb a n la r, a rm a ğ a n la r v ererek gü çsü z
tanrıların korunm alığını aram aya kalkışm ayınız. K ardeşlerim ,
kurtuluşu ancak kendi istem lerinizde arayınız. Ç ünkü insanı
tutsaklayan şeyler kendi içinizdedir(...) E vren, durup dinlen­
meden doğum unu sürdürüyor. Düşenler çıkabilir, çıkanlar dü­
şebilir. Sîzleri bu dönüp duran evrende, durağan bir noktaya
bağlı kalm aya zorlayan yoktur...”
“...Ö zgürlüğün var olduğunu ve istem in acılardan daha üs­
tün ve güçlü olduğunu biliyorum (...) İşte benim inanç birliğim
(m ezhebim ), “karm a inanç birliği” buradan başlar...”
G ö rü ld ü ğ ü gibi B uda, dört gerçekle altı erd e m i savunm uştur.
Varlığın ilk nedeni imgedir. Bu da bizi nesnelerin niteliklerini a ra ­
m a y a götürür. B undan d a “ inanç” doğar. D uyarlık; kaygı ve acı y a ­
salarının ürünüdür. İnanç, imge gücünü aynasıdır. İnanç nesnelerin
biçim lerinden, bunlar da d uyula rda n doğar. D uyarlık, istek ve tut­
ku larım ızd an gelir. Varlık devinir. Bu devinim , d o ğ u m u n n ede n i­
dir. D o ğ u m d a n ölüm ortay a çıkar. K endinden geçen her varlık, d a ­
lınçla T a n n ’ya d ö n ü şm e y i ister. Tin için N ir v a n a ’ya u la şm a k z o ­
runlu olm asaydı, tü k e n m e z bir tin gö çüm ü ne u ğrayıp son suza dek
ce za la nm ış olurdu.
N ir v a n a ’ya nasıl ulaşm alıdır? Acı veren istek ve tutkuları yok
edip istekleri kırma, suçlardan sakınm ayla, ölm e k le olur! K ö tü lü ­
ğün yok edilmesi için varlığı yok etm ek gerektiğini söylemiştir.
Bütün kötülükler bilgisizlikten doğar. Bilim, tini tem izler yalın
bir d u ru m a getirir. Yanılmaları anlayıp, iyiyi kötüden ayırdetm ek
ancak bilimle olur. H erk es kendi kendinin B rahm anıdır. K ötülük
N irv a n a 'y a ulaşmanın en bü yük engeli. G erçek B rah m an hiçbir is­
teğe. tutkuya eğilm eyen, yenilgiye uğram ayan düşüncedir.
B u d a ’nın N irvaııa'yla am açladığı da şu: A cıdan, saçına inanç­
lardan çekinm ek, d ü şün bilim sel kuşkuculuktan k o ru n m a k için, in­
sanın kendisini, her çeşit öz.dcksel ilişkilerden kurtarmasıdır. Nir-
I. y ü z y ıld a ilk B u d a y o n u tu .

155
vana sevinç ve m utluluktan oluşan tin durum u, sıkıntılardan kur­
tulm a, sonsuz barış ve dinginlik durumudur.
D erviş olm ak için eşeysel birleşm e yasaklanır. O ysa eşeysel
birleşm e; insana, bütün canlılara değgin doğal bir durum !. D irim -
bilim sel dürtü, canlı olarak varoluşun sonucu!
B u d a ’nın buyurularında, kendinden sonraki dinlere geçen (H ı­
ristiyanlık, İslamlık) genel buyurular da var:
a) A dam öldürm em ek,
b) Hırsızlık yapm am ak,
c) Zinadan, yalancılıktan sakınm ak,
d) Esrikleştiren öğeleri kullanm am ak vb.

B u d a c ılığ ın k u r u c u s u p r e n s S id d lıa r t a C a u t a m a ; N c p a l’d e s a r s ıl b i r a ile d e n


d o ğ d u . O n u n ilk .yaşam ı B u d is t s a n a l ın d a s ık s ık g ö r ü lü r . R e s im d e , p r e n s S id -
d a h ı ta , ik i k o ç u n ç e k m iş o ld u ğ u b ir a r a b a d a o k u la g id e r k e n g ö r ü lü y o r . K a b a r t ­
m a la r K o ıııa -B u d is t b iç e m i (İ S 11. v e İV . y ü z y ılla r ...)

156 '
Budacılık, tanrısız diişiince birliği. A m a bunun yanında çilcci
bir görüşü de savunur. G izem ciliğin de kurucusu olur!
Buda, “her şeyin yok olm aya, bozulm aya tutsak olduğunu
onaylıyor” savunusunda bulunan düşm anlarla karşılaştı. O ysa Bu-
d a ’nın bu düşüncesi günüm üz bilim inin ulaştığı sağlam sonuçlar­
dan biri. Bana öyle geliyor ki Buda, iyi bir doğa gözlem cisi. Buda,
böylesi sağlam düşünceleriyle, hiçbir şeyin durağan olm adığını;
her şeyin devinim durum unda bulunduğunu söylüyor. “B ozulm a­
ya tutsak olm a” deyim i ile evrenin değişgen olduğunu, durağan
olm adığım sezmiştir. Bu sağlam sezgisini de deyim lem iştir. B un­
dan da kolayca anlaşılıyor ki, Buda çağına oranla kimi düşüncele­
riyle bir bilim ci gibi konuşuyor.
B udacılık, tan rıtanım azlık diye suçlandırıldı. H in l’in en eski
söylencelerinden olan R am ayana’da şöyle yazılı:
“ ...Bir hırsızın belirm esi gibi, Buda ortaya çıktı.
T anrıtanım azlığın onunla geldiğini bil...”
Oysa, Buda böylesi sözleri, konuşm alarıyla insanoğluna sağlam
düşüncenin ne olduğunu öğretm iştir. Böylesi olum lu konuşm ala­
rıyla da bilim selliğe yönelm iştir. B u d a ’yı inceleyen k im ileri de
onun, tanrıtanım az değil; “varlığı tanım az” olduğunu savundular.
Ne olursa olsun, bizim bütün çalışm alarım ızda açıkça belirledi­
ğim iz gibi, insanın bütün gücünü yine insana bırakm ası, çağına g ö ­
re eşi bulunm az bir devrim dir. Bütün çalışm alarım ızda vurguladı­
ğım ız gibi, Buda, ne de olsa insanın güçlü bir varlık, yaratık oldu­
ğunu belirlem iştir. Buda yandaşları da evreni yaratan bir varlığı
onaylam am ıştır. G erçekte Buda, hiçbir zaman “evreni yaratan bi­
ri vardır” dememiştir.
O rhan H a n çerlio ğ lu B u d acılık üzerine k ısaca şöyle d iy o r
(Felsefe A nsiklopedisi, c .l , s.197-198, R em zi K. 1976 İst):
“ ...Budizm İÖ VI. yüzyılda, Brahm ancılığa bir tepki olarak
ortaya çıkm ıştır. B rahm anizm in tanrıları ve kast ayrılıkları,
açlık ve yoksulluk içinde acı çeken m ilyonlarca insanı büsbü­
tün tedirgin etm eye başlam ıştır. Buda, bu insanlara, dünyadan
vazgeçm e (N irvana) yoluyla acıdan kurtulm ayı öğütlüyordu.

157
Yaşam acısız kılın m ayın ca, acı yaşam lılıkla giderilecekti. B u - J
da, Tanrı’nın sözünü etm iyor, kurtuluşu törebilim sel arınm aya I
bağtıyordu. B ununla birlikte Vedizm ’in -ki Brahm anizm in t e - 1
ıııelidir- ruhgöçü (sam sara) ve günah (karm a) inançlarım o l- 1
duğu gibi benim sem işti. İnsan ruhunun yeniden bedenleşm esi- j
ni, tanrılara yalvarıp kurban keserek değil, günahsız iyi d a v r a -J
nışlarıyla sağlayabilirdi...” |
“ ...B uda’ya göre evrende insanın bağlanabileceği hiçbir şey i
yoktur. Ne özdekte, ne de tinde hiçbir şey sürekli değildir. N e i
biçim ne de öz vardır. H er şey gelip geçicidir. Evrende ancak |
olaylar vardır. Bunlar da geçici olarak biraraya gelip yalan ve I
boş bir ben ’le yalan ve boş bir dünya yaratırlar. Budizm , İS tü - 1
m üyle yeni bir anlayışa dönüşm üş ve Buda tanrılaşm ıştır...” * î

(j
>

f ^ B u d a y a b ir b a k ım a D o ğ u ’ n u n H c r a k l e i t o s u d iy e b iliriz . B u d a , h iç b ir k o ıu ış-
n ıa s ın d a " t a n r ı o l d u ğ u n u " s ö y le m e m iş tir . A m a y a n d a ş la n ille d e o n u “ ta n r ı” y a p m a k
h e v e s i n e k a p ı lm ı ş l a r d ır . B u d a g ö s t e r i y o r k i. İ s ta n b u l y a r g ı lığ t n d a s ö y le d i ğ im g ib i
“ T a n r ı l a r ı b iz i n s a n l a r y a r a t t ı k . ” A .R .E
14
Yunan

K ökleşik dönem in yazarlarından da anlaşıldığı gibi, Yunan dini


birleşik bir olay değil. İlk Yunanlıların diniyle, göçm en olarak yer­
leşen Yunan o y m a k la rın ın inancı k arışm ış o ld u ğ u n d an b u n ları
birbirinden ayırm anın olanağı yok. H int Avrupa öğeleri Yunanlıla­
rın dininde pek az görülür.
İÖ 3000 yılında E ge denizi çevresinde gelişen bir bronz ekini­
ni buluyoruz: Ege ekini. En önemli buluntular E zin e’nin kuzeyin­
de, T ruva’da. Sonra G irit’te, M iken’de. G irit-M iken ekini diye de
adlandırılır.
B irçok Yunan oym akları İÖ 2000 yılında Y unanistan’a göç etti­
ler. Kesin bir tarih verilem iyor bu konuda. İlk göçm enler İyon yalı­
lar (Tevrat), daha sonra da A kayeler (bu ad İÖ XIV. ve XIII. yüzyıl
H itit belgelerinde geçen A chchiyava adıyla özdeş kim liği taşıyor
(H . R in g g re n ve A. S trö m , agy). Sonra Dorlar...
İÖ 1025-700 y ılları arasında (san atta g eo m etrik örgelerinin
egem en olduğu dönem ) Yunan ekini kendine özgü b ir yol tutar.
Truva kuşatım ının anlatıları yaygınlaşır. Bunların en önem lisi Ho-
m e r’in şiirleri. Bu dönem de İyonyalılar Ege kıyılarına yerleştiler.
K ent devletleri kuruldu. H er kenti bir kral yönetiyordu.

159
İÖ 700-500 dönem inde İyonya kentleri kuruldu K üçük A sya
kıyılarında: A rgos, K orin t, Sparta ve A ten -A tin a yeni bir d e­
m okrasiye -siyasal ve ekonom ik- kavuşur. B irçok söm ürgeler ku­
rulur K aradeniz kıyılarında, Sicilya’da, G üney İta ly a ’da. Böylece
doğuyla ilişki kurulur.
İÖ 500-323 d ö n em in d e K üçük A sy a ’da İyonya bölgelerinde
İra n ’la anlaşm azlık baş gösterir. M akedonya K ralı İskender, İran
kuşatm asını kırar.*

* B a tı ta r ih ç ile ri B a tılı ta r ih ç i le r , y a z a rla r ç o k la y ın b u k o n u y u iş le r k e n , “ Y u n a n lıla r


B iiy ü k İ s k e n d e r y ö n e tim in d e İr a n k u ş a tm a s ın ı d u rd u r d u la r " d e y im in i k u lla n m a k ta d ır ­
lar. B ö y le c e u m u lm a d ık y a n lış la r y a p ılıy o r! O y s a İ s k e n d e r M a k e d o n y a K ra lı! 2 0 -3 0 b in
e rle tek b a ş ın a İran k u ş a tm a s ın ı y a p tı, H in d is ta n 'a d e k to p ra k la rı a ld ı. B u e r le r n e y e d i,
n e iç ti: b u n d a n h iç s ö z e d ilm iy o r . B u k o n u d a B e r t o lt B r e c h t 'i n “ O k u m u ş B ir İş ç in in
S o r u la n ” a d lı ş iirin i b u r a y a a l ıy o r u m (Ç e v . A .R . E r g ü v e n ).

160
İÖ 323-31, H elen ik dönem : M akedonya Kralı İskender’in do­
ğuya doğru ordularıyla saldırm ası. Bu da karm a bir ekinin ortaya
çıkm asına neden oldu.*
R o m a d ö n em i (İÖ 31): A ugustus, ülkeyi R om a eyaleti yapar.
A m a Yunanistan siyasal özgürlüğünü yitirir. H elen-R om a karışım ı
b ir ekin oluşur.
\

Y e d i k a p ılı T lıe b e ’ i k im y a p tı?


K ita p la rd a k r a lla r ın a d ı y a ln ız .
K r a l l a r m ı ta ş ıd ı k oc am an ta ş la rı?
Y ık ı lı p d u rm u ş B a b il,
k im y a p m ış B a b il’ i h e r kez?
H a n g i evind e o tu r m u ş iş ç ile r
a ltın la r a b o ğ u la n L i m a ’ n ın ?
N ’ o lm u ş d u v a rc ıla r Ç in Ş e d d i b itin c e ?
Y ü c e R o m a ’da hep u tk u a n ıtla rı?
K i m d ik m iş o la b u n la rı?
K i m le r i y e n m iş de S e z a r k a z a n m ış u t k u la rı?
Y o k m u y m u ş o tu ra c a k y e r sa ra y d a n başka
d ille re d e sta n koskoca B iz a n s ’ ta?
A t l a n t i s ’d e , m a s a lla r ü lk e sin d e h a tta ,
b o ğ u lu rk e n in s a n la r geceleyin k u d u rg a n denizde.
İm d a t is te m iş le rd i h a n i k ö le le rin d e n .
G e nç İs k e n d e r a lm ış H in d is t a n ’ı
T e k b a şın a m ı a lm ış?
S e z a r y e n m iş G a ly a h la n ?
B i r a şç ısı da m ı y o k tu y a n ın d a ?
A ğ la m ış İs p a n y a lı F i l i p
b a tın c a A rm a d a .
A ğ la y a n o lm a d ı m ı b aşka ?
K a z a n m ış B ii y ü k F r e d e r ik Y e d iy ıl S a v a ş ı’ m
B i r o m u k a z a n m ış ?

H e r y a n d a b ir u tk u
K i m p iş i r d i u tk u a ş ın ı?
H e r o n y ıld a b ir b ü y ü k adam
B o r c u k im ödedi?

Ö y k ü ö y k ü ü stü n e
S o ru so ru ü s tü n e .
Ege ekinine değgin halkın dini nedir? Bütün ayrıntılarıyla bili­
nem iyor henüz. Bu da yeraltı kazılarının buluntularına bağlı birşey.
M inos uygarlığının erken dönem lerine değgin (İÖ 3000-1500)
kim i buluntular dinsel anlam lar taşıyor. A m a bu konuda hiçbir ta­
pınak bulunam adı. Tapınak yokluğu bütün M inos uygarlığı boyun­
ca sürer gider. T anrılar saraylara geliyor. İnsan ların konuğu
oluyor. En eski dinsel sekiye (altare) K nossos (İÖ 1750-1600) ya­
kınında Psychro m ağarasında rastlandı. K adın tanrı resim leri de
bulundu ayrıca:
1) D oğanın Sultanı: Ya bir ağaca dayalı ya da hayvanlarla çev­
relenm iş durum da. Potnia theran, hayvan sultanı; yılanlar, kuşlar­
la birlikte.
2) Büyük Ana: Çıplak ya da yarı çıplak kadın biçimli.
G ir it’te erkek tanrı resim leri pek yok. B oğa resim leri, yonutları
bulunm aktadır. G irit boğa tanrısı.
1980’de yapılan kazılar sonucu İÖ X V II. yüzyılda insan kurban
etm e oldukça olağan: M ezar ve ölüm tapıncı (kültü) gibi.
Yunan dininin kendine özgü kutsal yazm aları, yazıları yok. Bu
yüzden de bilgim iz ozanların, düşünbilim cilerin, tarihçilerin tanık­
lığına bağlı. B unlardan H o m e ro s ’la H esio d o s var. H o m e ro s ’un
kökleşik şiir yapıtı İlyada ve O dise, İÖ V III. yüzyıla değgin bü­
yük bir olasılıkla. Bu yapıtta kim i dinsel eğilim lere rastlıyoruz.

Y a z a r , y u k a rd a k i d e y im iy le İ s k e n d e r ’i; " M a k e d o n y a K r a lı” d e ğ il d e , s a n k i Y u n a n


K r a lı” y m ış g ib i g ö s te r iy o r . G ö z le m le d iğ im iz b u d u r u m ; Y u n a n lıla r ın B a tı y a z a r la r ın ı
e tk ile d iğ in i a ç ık lıy o r . Y a d a b u n u n ta m te rsi! B a tılı y a z a r la r H ır is tiy a n d ü n y a s ın a k ö r
g ö z le r le b a k ıy o r . G e r ç e k te B a tılı y a z a r la r n e d e o ls a , e s k iç a ğ G re k e k in in in e z ilg in liğ in i
d u y u m s u y o r. B u e z ilg in liğ in e tk is iy le sö z k o n u s tı T ü r k i y e - Y u n a ı ı i s t a n o ld u m u ; T ü r ­
k iy e n e d e n li h a k lı o lu r s a o ls u n , Y u n a n y a n ın ı tu tu y o r. B a tılı y a z a r la r , h a lk ın ç o ğ u n lu ğ u
d a , n e d e n li " d e m o k r a tik ” g ö r ü n ü r le rs e g ö r iin s ü n le r -k a fa la rı d in e s a p la n m ış d u r u m d a ;
H ır is tiy a n o lm a la rı n e d e n iy le h e p Y u n a n y a n ın ı tu tu y o rla r . O n la rın bu d u ru m u y a d s ı­
m a la r ın ın h iç b ir d e ğ e ri y o k . B a tılı a y a k ü s tü b in b ir y a la n ı k o la y c a sö y le r! B u y a la n ı n e ­
d e n iy le d e h iç s ık ın tı ç e k m e z ! B a tılı, ö y le o lm a s a y d ı A f r ik a 'y ı. A v u s tr a ly a 'y ı. D o ğ u 'y u
tü m ü y le s ö m ü r g e le ş ıiıe b ilir m iy d i? B a tın ın te k n ik g e liş im in d e n y a r a rla n a lım , a m a k im i
“ k ü ltü r ” d e d ik le ri d e b o y a m a lı b ir “ k ü ltü r ” ! O n la r a b a k ılır s a , “ n a r k o t i k a k ü l t ü r ü ” b ile
v ar. B u d e n li b o z u lm u ş la r s ö m ü rg e c ilik le . B u d e n li d e je n e re ” o lm u ş la r...

162
B unlar arasında O lim p tanrıları oldukça ünlü... İnsanın yaratm ış
olduğu ünlü tanrılardan! A m a H o m er’in şiirleri din tarihçilerini
çözüm ü güç sorunlarla karşı karşıya bırakır. Bu yazınsal yapıt can­
lı dini ne denli yansıtabiliyor, bunu bilm ek oldukça zor!
Ö zellikle H esiodos (yaklaşık İÖ VIII. yüzyıl), şiirlerinde hep
dinsel k o n u la n işled i. T eogoni adlı yapıtın d a; evren yaratısına,
tanrılara değgin söylenceleri toplayıp düzenledi. O nun Yapıt ve
G ü n le r ’inde çiftçiliğe değgin kurallara, tö resel ve dinsel “tab u ”
kurallara raslanz. Zeus, hukukun bekçisi tanrı...
H o m e r ’in yazm ış olduğu dinsel şa rk ıla r önem li bir kaynak
oluşturur.
P au san ias’ın Yunanistan üzerine betim lem eleri de önemli bir
kaynağı oluşturur. Tapınak yerleri üzerine çeşitli bilgiler verir.
Plutarkos, birçok yazılarında önem li açıklam alar yapar. Kazı-
bilim sel bulgular da önem li belgeleri içerir.
Yunan tanrıları insanlaştırılm ış tanrılardır. B aşka b ir deyişle in-
sanbiçim cilik (antropom orfizm ). Sanatçılar, ressam lar, yonutcular
tanrıları “idealize” insan olarak işlem işlerdir; yazılarında, şiirle­
rinde. Gerçekte de öyle! Tanrı diye konuşturulup sunulanın altında
koskocam an insan varlığı yatm aktadır. Ö bür gezegenlerde insan
olm am ası nedeniyle im gesel ya da idealize tanrılar da yoktur.
Bütün bunlar, tanrıların insan yapıtı, insel düşüncenin yansım a­
sından başka birşey olm adığını kanıtlam aktadır.
Ö zellikle ozanlar bu tanrıları, insel yanlışları, zayıflıklarıyla b e­
timlediler. Am a tanrıyla insan arasındaki sınırlar büsbütün yok e-
dilm em iştir. Tanrılar, insanlardan daha güçlü, daha hoş ve güzel,
ölüm süz olarak anlatır yapıtlarında ozanlar, yazarlar...
Yunanlıların, iki çeşit tanrısı var. K uzey Y unanistan’da, tanrılar
dağı O Iy m p o s’ta oturan göksel tanrılar. Ö bürleri de üretkenliği
sürdüren yersel tanrılar...
Tanrı Zeus, Vediciliğin göktanrısı D y a u s’la özdeş kimliği ta­
şır. D oğa olaylarıyla da ilişkisi var. T heokritos, onu şöyle anlatı­
yor: Z eus, kim i zam an ışır, kim i zam an da yağm ur olup yağar.
Olym pus dağında oturur! Yasaların, hukukun koruyucusu. Ö, tanrı­
larla insanların atası.

164
P a r t h e n o n , “ A r t e m is ”

Tanrı T heos çoklukla Z eu s’u am açlam aktadır. Böyle bir sunu­


da tektanrıcı eğilim i de var. Çoktanrıcı düşünceler de Z eu s’a bağlı:
Zeus eter, Z eus y e r ’dir. Zeus gök;
D ahası, her şey Z eus ve ulu her şeyden
(Achile, parça 70)

Zeus, alınyazısı tanrısı. İnsanların “kader” ’ine bu tanrı karar


verir. Hom er, çoklayın Z eus adını anm adan “kader” üzerinde ko­
nuşur. İnsan görüşünü yansıtır daha çok, insanların başına bir şeyin
nereden geldiğini anm adan! H esiodos, evrenin bir çeşit düzen y a­
salarından söz eder. A m a Z e u s’un durum u değişmez; “kader” dü­
zenleyicisi olarak H om eros’la H esiodos’ta:
“ Zeus güçlü tanrı, ölüm lü insanlara karar veren.”
Athena ya da P allas A th en a’ya, Z e u s’un kızı gözüyle bakılır.'
Bu kadın, kılıçlı savaş tanrıçası. D üşm ana kaışı devleti korur. G er­
çekte o, A ten’in koruyucu tanrıçası. El işlerinin, sanatın da koru­
yucu tanrıçası. B aykuş onun kuşu.
A pollon, daha çok Yunan Öbür tanrılardan. Am a o özdeş za­
m anda Yunan değil, olasılıkla biraz Asyalıdır. Çok yanlı bir tanrı.
Bunun gerçekten ne olduğunu söylem ek de zor. O, ulu şarkıların

165
gücü olarak da algılanır. O nda güneş tanrısı niteliği de var. Bütün
kötülükleri yok edicidir. O nun okları sayrılıkları, ölüm leri de geti­
rir. O, ölüm ün tatlı, serin uykusu. Fal sanatının da tanrısı. Gizliyi,
başa gelecek olanı açıklayıverir. M üziğin tanrısallığı onun yapısı­
nın ürünü, uyumu.
Poseidon, tam bir Yunan tanrısı. Adının anlam ı: Y er’in Efen­
disi. Poseidon, tarihsel olarak suyun, denizin, ırm akların egemeni,
deprem lerin tanrısı. K im i söylencelerde at olarak ortaya çıkar.
A frodit, güzelliğin, tutk u sal sevinin tanıçası. G erçekte doğu
kökenlidir. Onun sanlığı (sıfatı) O urania “g ö k sel” , göktanrıçası
olarak İshtaı-A starte’yi anım satır. Onun A donis’le sevi serüveni il­
ginçtir, adı ise Samicedir. İshtar gibi o da savaş niteliğini kapsar.
Söylencelere göre, K ıbrıs denizinden çıkmış. K o rin t’te onun kültü
kutsal fahişeliği kapsıyordu. Çokları bunun Y unan’a değgin olm a­
dığı kanısında. G üvercin, m ersin ağacı ve nar ona değgin. O deni­
zin ve çiçeklenen doğanın da tanrıçası. Periler onun ardından gi­
der. O nun'zam anı gecedir. O zam an ay ışır. Ay tanrıçası olarak ona
tapılır. Onun Rom a “D iana”sıyla benzerlikleri var. D em ek H int-
Avrupa kaynaklı! A m a öte yandan eskiçağ G reklerinden nitelikler
edinmiştir. Hem de hayvanların sultanı olarak!
H om eros’ta H erm es, tanrıların habercisi! Söylencelerin anlatı­
larına göre kardeşi A po llo n ’un davarlarını çalm ış. Böylece bütün
hırsızların koruyucu patronu olmuş.
Dem eter, ana ve bolluk tanrıçası. O lym pliler arasında yaşam ış.
D em eter’e E leu sis’te tohum ve yeraltı tanrıçası diye tapılıyordu.
Söylencelere göre, onun kızı Kore ya da P ersefon ’u yeraltı tanrısı
H ades (Plüton) kaçırm ış. Yaslı anası boşu boşuna çok aram ış onu,
en sonunda ne olduğunu H elio s’tan öğrenm iş. Zeus aracılık elmiş
de, yardım ını esirgem em iş de; Kore yılın üçte ikisini yeryüzünde,
üçte birini de yeraltında geçirecekm iş, P lü to n ’un karısı ve gölgeler
ülkesinin kraliçesi olarak! Ekin biçim inden sonra. Tem muz ayında
tarla bom boştur ve toh u m lar yeraltına serpilir. K ore, yeraltında
oturur. (S ü m er söylencelerindeki Kral çoban Tam m uz’u düşü­
nün... Süm er söylenceleri Yunan söylencelerinden çok daha eski).

166
Y u n a n t a n r ıç a s ı A f r o d it ’ in m e r m e r y o n u tu : İ d e a l b ir s e v iy le b ir ­
lik t e , is t e k d o lu b ir tu tk u y u y a n s ıt ıy o r .

167
D ionysos, O lym pliler arasında sayılm az ama, Yunan dinindeki
rolü de az değildir. Tem elde o, Trakya tanrılarından! O, Yunanis­
ta n ’da İÖ XIII. yüzyıldan beri tanınır. A m a onun Trakya ile ilişki­
sini açıklam ak zor.
D ionysos, bolluğun, ağaçların, m eyvelerin ve özellikle şarap
tanrısı! E rkekliğin en ulu ilkesi! B oğa biçim li olarak sergilenir.
Coşkunluğun, kendinden geçişin tanrısı. K urban hayvanı olarak bir
koç ya da boğayla sim gelenir ve tanrı nesnelleşir. Â rilerin şarap
tanrısını da anım satır.
H elios, güneş tanrısı. G üneş arabasını göğün çatısında sürer.
Eos, sabah kırm ızılığının tanrıçası. A ilos, rüzgâr tanrısı! P a n , ço ­
ban tanrı, hayvanların koruyucusu! B öylece doğaüstü im gesel y a­
ratıklar doğayı doldurur her yanda!..
Yunan yazını insan usunun, im gesinin yaratm ış olduğu tanrılar­
la, bu tanrılara ilişkin anlatılarla dolup taşıyor. Bu tanrılar, tanrıça­
lar; yine insanın usgücünün tasarım larıyla im gesel eylem lerde bu­
lunuyor. Bu im gesel eylem ler, Süm er tanrılarında olduğu gibi, k e n ­
dilerinden sonra gelen tektanrılı dinlerin, göğe uçurulan tanrılarına
kaynaklık etm iştir! Eskiçağların im gesel tanrıları ne denli im gesel
ya da ne denli gerçek sayılıyorsa, tektanrılı dinlerin tanrıları da öy­
le! Eskiçağ insanları da tanrılarını kendileri konuşturmuşlar! G öğe
uçurulan tanrıları da insan konuşturdu!.. S ü m e r’de gök tanrıları
yok m uydu? H ititlerd e gök tanrıları y ok m uydu? S ü m e r’in, M ı­
s ır’ın, H ititlerin, K eklerin, Vikinglerin vb, tanrıları ne denli im ge­
ler üstüne kurulm uşsa; tektanrılı dinlerin tanrıları da o denli im ge­
lerle cilalanm ıştır! İnsan düşünceli tanrıları yaratanlar, yine insan­
lardır. D eğilse tanrıların sayısı yeryüzünde -hem de adları belli-
üçyüz m ilyonu aşar m ıydı?..
Söylenceler arasında evrenin varİaşımı, tanrıların doğumu da var.
H esiodos’un Teogoni yapıtında! Yazar kim i öğeler alır çeşitli evren-
doğum öğretilerinden... Sonra da bu öğeleri bir bir uzlaşıma bağlar.
H e sio d o s’a göre başlangıçta kargaşa (kaos) vardı. Boş hiçlik­
ten, Yer (Gaia) oldu. Bu da O u ra n u s (g ö k )’u doğurdu. Daha sonra
E ro s, oluştu: Sevi. K argaşadan, yerine ve sırasına göre; k a ra n lık ,
gece, e te r (gök ışığı) ve g ü n d ü z oluştu.

169
T itanlardan sonra, Ou-
r a n u s ile G a ia d o ğ d u .
Ögesel doğa güçleri oluştu.
O keanus (ilk deniz), H ype-
rion (göksel ateş) ve güne­
şin babası vb.
K ronos, b abası O ura-
n u s’u hadım ederek b ab a­
sının yerini aldı.
E sk i ç a ğ la r d a k e n tin
kralı dini yönetiyordu. D a­
ha so n ra la rı bu g ö re v liy e
basileus denildi, dinsel du­
r u m la r ı g ö z e tm e k iç in !
S p a r t a ’d a k r a lla r d e v le t
adına kurban sunuyorlardı.
K im i d in se l d u ru m la r
d a a ile c e k o ru n u y o r. Bu
gelenek de kuşaktan k uşa­
ğa kalıt olarak geçti. Prest-
ler, kadın prestleri de vardı. Bunların sınırlı tanrılıkları da onayla­
nıyordu!
Daha eski çağlarda tapınaklar pek yoktu. H om eros, birkaç kez
anar bunları yapıtlarında. Tapınaklar daha sonraları yapılm aya baş­
landı. Tapınak her zam an dikdörtgen bir oda olarak yapılıyordu.
Tanrı resm i odanın içerisindeydi, giriş kapısının karşısında. Tapı­
nak tanrının oturm a yeriydi. Tapınağın dışında yapılıyordu dinsel
görevler. Tapınaklar yılın birkaç gününde açıktı.
Kurban kanlı olabilirdi, kansız da! Süt, bal ve daha sonraları da
şarap sunuluyordu. K im i hayvanlar, kurban edilerek yakılıyordu.
H o m er’in şiirlerinde yalvarılardan da sözedilir. Eller havaya kaldı­
rılarak yalvarılıyordu tanrılara. H esiodos, sabah ve akşam duasın­
dan söz eder.
Her evin dinsel görevleri vardı ve Z eus’a kurbanlar sunuluyordu.

170
A th e n a
P a rn a ss o s dağı eteklerinde A po llo n ’un D elfi’deki önbilici (kâ­
hin) tapınağı Yunan dini için büyük b ir önem taşıyordu. A pollon
tapınağının içindeki göbektaşı (om falos), dünyanın ortası say ılı­
yordu. İç odad a ö n b ilici y eri vardı. A p o llo n ’un önbilici k ad ın ı
P y th ia , orada oturuyordu. Tanrıya sunulan sorulara şiirsel, dizesel
yanıtlar veriyordu. Böyle bir gelenek, çok eski çağlardan beri İS V.
yüzyıla değin oldukça yaygındı.
Atina dışında E leu sis gizem leri de başka bir çeşit dinsel eğlen­
ceydi. Ç oklayın güz ayları (Eylül-Ekim ) kutlanıyordu, D e m e te r’le
K o r e ’nin onuruna! D insel eğlenceye katılanlar A tina’da to p lan ı­
yordu. En önde tanrı İachos (D ionysos-B akcos)’un resm i, şarkılar
söyleyerek yavaş yavaş kurbanlara doğru ilerliyordu kalabalık.
Yunan dini, tan rılarla insan arasın d ak i u zaklığa önem verir.

T r u v a s a v a ş ın a n e d e n , P a r is ’in , M e ıîe lo s ’u n k a r ıs ı H e le n a ’y ı k a ç ır m a s ıd ır . R e'


s im d e H e le n a g ö r ü lü y o r .

173
'ftnrilui' İnsan yaşam ına yardım cı olur am a gerçekte onlar yer y a ­
yanımın kuygılarından, üzüntülerinden uzaktır. Tektanrılı dinlerde
dc öyle...

En iyisi, insan için ölçülü olmak:

Sakın birşey söyleme


kasılıp bir söz tanrılara.

(Sofokles, Aias, şiirler 127)

İki şey en iyisi yaşamın


bunu veren başarı ve onur
H er şey var, Zeus olmaya bakma
iyi şeyler veren alınyazında.
Ölümlülere şansı bir ölümlünün.

(Pindaros, Beşinci Şarkı 12-16)

D elfi tapm ağındaki bir söz, oldukça ilginç dini açıdan: “K en d i­


ni tanı” . Sınırını anla. A şırılığa kapılm a. A pollon dininde yüreğini
“tem iz tutm ak” deyim i bu görüşlerle uzlaşır.
Bedenini, tinini tem izle, sun kurbanı tanrılara.
(Hesiodos)
H esiod o s, bu düşünce doğru ltu su n u n örneksel özüm leyicisi.
Onun İşle r ve G ü n le r ’inden birkaç dize, bu ayinsel-tabusal arın­
m a gerekliliğini aydınlatıyor:

Yürüyüp geçme ırmağın sürekli dalgalarını


Temizlemeden önce ellerini, ışıklı, yumuşak suda

Ve baktın O ’na, yalvardın tanrılığına,


ırmağı geçip giden ve günahını temizlemeyenden
Öciinü alacak tanrılar, en ağır acılarla.

(Şiirler, 736-741)

174
İlk Yunan halkı ölülerini toprağa gömüyordu. H om eros’ta ölü­
nün yakılm ası doğaldı. D aha sonra ölüler hem m ezara göm üldü
hem de yakıldı. K azıbilim çalışm aları bunu kanıtladı.
İnsan ölünce tin (Psyche) bedeni bırakır. H o m er'e göre, beden
yokedilince tin serbest kalır. Su üzerinden, uzun bir yolculuktan
sonra tin yeraltına H ad es’e ulaşır. K aranlık bir yer burası. Orada
ölülerin tinleri soluktur, bedeni de gölge! Daha derinde ölüler ülke­
si vardır: T artaros (İly ad a, 8:13). O rada suçlu lar c e z a lan d ırılır
(O d isse, 11:576-600). S e ç ile n a z ın lık E ly sio n (O d isse, 4 :5 6 1 -
5 6 9 )’a gelir. Ya da dünyanın batısında bir yere. O rada sonsuz b a­
har siirüp gider. K im i ölülerin tinleri kötülüklere neden olur.
Ö lüm den sonra o daha iyi b ir yaşam düşüncesi, Elusis gizem ci­
leriyle bütünlenip yayıldı. Ö zellikle düşünbilim sel düşüncelerle ti­
nin ölüm süzlüğü konusunda. Ö lüm süzlük düşüncesini bu doğrultu­
da özellikle O rfisizm ’de buluyoruz.
O rfisizm , daha çok sekt olarak tanınır. Kaynaklar, söylencelere
göre şarkıcı ve ozan olan O rfeu s’e kadar uzanır. Bu görüşün kendi­
ne özgü bir evrendoğum u var. Z eus bedeni gibi evren söylencesi
de H int-İran etkili. Zam an (ehronos) ilk ilkesinden alınm ıştır. Bu
ilk ilke “evren yum urtası” olarak konum lanır. Bu ilkten evren ya­
ratıcısı Eros ile Fanes doğdu. Z e u s’uıı öcalıcı şim şeği T itanlara
rastladı, onları kül etti. Bu külden insan biçim lenip oluştu. D iony-
so s’tan gelen insanın tanrılığına inanılır. Titanik birşey insan, tanrı
düşm anı! Bu yüzden de iki yapılıdır. Hem iyilik yanı olan, hem de
kötülük!
O rfisizm e, D ionysos d in in d ed ü zeltim yanlısı olarak bakılır.
H ayvan kurban etm ek onaylanır. Ç ok eski çağlarda insan kurban
etm e geleneğinin yeni biçim i! Diişünbilim ci P la to n d a ozan Pin-
d a r o s ’ta O rfisizm in etkisini görüyoruz.
Bu görüşle yakınlığı olan Pitagorculuk da var. İÖ VI. yüzyılda
G üney İtalya’da etkinliğini sürdürdü. Bu düşünürün öğretisine gö­
re; insan, günahı nedeniyle tin bedenden sıyrılınca, bir süre gezin­
dikten sonra hayvan ve insan bedeninde kurtuluşa erer. A sketik bir
yaşam biçim ini, hayvan eti yem em eyi salık verir.

175
Yukarıdan beri açıklayıp tanıtm aya çalıştığım ız eski çağın kök­
leşik dini, ilk Yunan diniyle karıştı. D aha çok O lym p dini yaygın­
laştı. H elen dönem ine kadar yapılanan din, pek değişm edi. A m a
düşünbilim de, yazında türlü düşünce akım ları insanların dine olan
durum larını değiştirdi. Yeni birşey hazırladı. En b ü yük sorun da
alınyazısı düşüncesiydi.
H o m e r’le H esio d o s’ta gördüğüm üz gibi, insanın alınyazısına,
durum una Zeus karar veriyordu! A ischylos (İÖ 525-456)’ta da öy­
leydi durum! O nun yapıtlarında Zeus, tanrı olarak gösteriliyordu.
M utlulukla m utsuzluğu insanlara Z eu s bağışlıyordu. O, her şeyin
egem eniydi am a H ukuk ve hak sorunuyla sınırlıydı yetkisi. H o ­
m e r ’le H eio d o s’ta ahlâk ilkelerine göre davranıyordu tanrılar.
Sofokles (İÖ 496-406), genellikle onaylıyordu geleneksel dini.
A m a, O, daha çok insanın kendinde olanlara ilgi duyuyordu. O nda
da insanın geleceğini Z e u s yönetiyordu. Z e u s’un yanında da kızı
D ike kişileştiriyordu hakkı hukuku. Sofokhles insanın alınyazısını
zam an zam an tyche (rastlantı)’yla açıklıyordu. Bu rastlantı kendi
kendine özgür bir şeydi.
E u rip id e s (İÖ 480-406)’in, dine karşı durum u daha çok eleşti­
riseldi. İnsanın alınyazısına inancı, tanrıların her şeye üstün niteli­
ğiyle uzlaşam azdı.
Tarihçi H e ro d o t (İÖ 4 9 0 -4 2 5 )’a göre, olup bitenlerin bir yasa­
ya bağlı olduğu gerçekti. İnsanın geleceğine karar veren tanrısal
b ir güce inanıyordu. A m a tanrılar hep olayların arkasındadır, kişi­
se] olm ayan tanrısal bir güçtür.
Z e u s ’un isteği düşüncelerde değişiklik gösteriyordu. İnsanın
alınyazısı, geleceği sakınılm az bir iktidara bağlanıyordu. O ysa bu
sakınılm az gücü tanrılar da onaylamıyordu!
K senofanes (İÖ ölm. 485), özellikle insan biçim ciliğe saldırdı:

Elleri olsaydı bizim gibi öküzler, atlar, aslanların


onlar da yapıt verecek, resim yapacaktı insan gibi

K senofanes, tanrısallığı onaylar. Zam an zaman bu ilkeye tanrı


der. Birçok düştinbilim ci de doğal bir evren açıklam ası yapar. Bu

176
açıklam alarda bir tanrıyı gözönünde bulundurm azlar. Bunun yeri­
ne daha bilim sel olarak evrendoğum cuların “tanrı gücü” yerine
bir ilk öğe ya da “ ilk ilke” yerleştirilir. K im ileri de bu “ilk ilkeye”
gerçek tanrılık diye baktılar. A m a sonuç, herşeye karşın tüm den
soyut b ir tanrı kavram ı olmuştur.
İyonya doğa diişünbilim i eski evren görüşüne ölüm desteği v e­
rir. B unu, A tin a’da P erik les’in dostu A naksagoras (İÖ ölm . 428)
işledi. N e güneş, ne de Ay birer tanrı değildir. G üneş tutuşan taş
kütlesi, Ay da başka birşey. Kül ve yağm ur tanrı yapıtı değil, yasa­
lara bağlı doğa süreçleridir. Evrenin işleyişi kendi kendine neden
ilişkisi. B öylece A naksagoras, olup biteni açıklıyor; güçlüklerin
içinden az çok sıyrılıyordu.
P o rtago ra s (İÖ 480-410) da bu dolam baçlı durum a, “in san
her şeyin ölçü sü ” önerm esiyle açıklam asını yaptı. Bu özlü tüm ce­
nin, önerinin anlam ı şu: H erhangi b ir ölçü yok, herkesin anlayabi­
leceği. A m a insanın durum u kesindir. İnsandır ancak, neyin ne ol­
duğunu bilecek olan! Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilm ek
yine de edilgen insana kalıyor.
B öylece din, döne dolaşa insanın bir buluşu-,\uydurusudur, dü­
şüncesine (gerçeğine) saplanıp kalıyor!*
Ö bür yandan kim i yazarların, din çevrelerinin kışkırtm asıyla
din; resm i dirim ini güçlendirdi. D in, eski çağlarda da varsılların
durum unu koruyan bir araç olm uştu. Bu alışkanlık günüm üze ka­
dar sürüp geldi.
İra n ’ın yenilm esiyle sonuçlanan savaşın coşkunluğuyla insan
gücüne, insanın nesnel eylem ine tanrılar bulaştırılıyor ve tanrılara
bağlanıyordu insanın eylem leri!..
V. yüzyılın başında İran ’a karşı kazanılan savaşı, Them istokles
şöyle yorum luyordu: “B iz değil bunu yapan; tanrılar ve kahra­
m anlar.”

Y a r g ıl ık la (İs i 2. A s. C e z a M alı: 2 4 N is a n 1 9 9 6 ). “ 3 0 0 m ily o n t a n r ı y ı k i m y a ­


r a t t ı ? E l b e t t e b iz i n s a n l a r ! ” d e d im . “ A n a d o lu i n s a n ı n ı u y a n d ı r ı y o r ” s u ç la m a s ıy la
d a , y a k l a ş ık ik i y ıl h a p is c e z a s ı a ld ım . Y ü k s e k Y a r g ı l ı k d a b u c e z a y ı b ir s ü r e s o n r a
( K a s ım 1 9 9 7 ) o ld u ğ u g ib i o n a y la d ı!

177
B öylece İran ’a karşı ka­
zanılan utku “şükür”le kut­
landı! “Özgürlük eğlencesi”
g ü n ü k u tla n d ı. Y eni ta p ı­
n ak lar yap ıld ı. D in, devlet
y ö n e tim y le d e s te k le n d i ve
“ d in in b i ç i m l e n m e s i n e ”
yurtseverlik karıştırıldı!
H alk coşkunluğu kahra­
m an lara y ö n e ltild i. S ağlık
ta n r ıs ı A s k le p io s bu d ö ­
nem de utku yürüyüşle A ti­
n a ’y a g e ld i. O n u n la A ti­
n a ’ya din eğilim i de yerleş­
ti (İÖ 420).
V. yüzyıl, din süreçleri­
nin dönem i! D e v le t resm i
dinin hem koruyucusu oldu,
hem de gözdağı vericisi! A naksagorâs, tanrı yadsıyıcısı diye ülke-
den sürüldü! j
Sokrates (İÖ 470-399)’in ağlatısal (trajik) ölüm ünü bilm eyen t
var mı? “Atina tanrılarına inanm ıyor” diye suçlanm asını; ölü- j
m e çarptırılm asını, baldıran otu ağısıyla? Suçlarından biri de genç- j
liği baştan çıkarm asıydı!.. Y öneticilere göre gençliği saptırıyordu *
Sokrat, A tina sokaklarındaki konuşm asıyla! j
O ysa Sokrat, tam anlam ıyla tanrı yadsıyıcısı değildi. Din doğ- j
rultusu gereğince görevlerini yapıyor, geleneksel biçimiyle sık sık j
tanrıları anıyor, onlar üzerine konuşuyordu. j
B ununla birlikte Sokrates, doğru b ir davranışla doğru bilgiye
ulaşır. Önem li olan da buydu! )
Platon (Eflatun, İÖ 427-347), S o k ra t’ın öğrencisi. Onun öz- |
gün düşüncelerini işledi, gelecek kuşaklara iletti. Orfeus öğretisi- 1
nin etkilerini taşır. Tinin dolaşm ası inancı onu çekiyordu. O nun J
tanrı kavramı geleneksel tanrı kavram ının arınmışı! |

178 I
Y asalar adlı yapıtında, d i­
n in i y a k la ş ık o la ra k ş ö y le
özetler:

“ ...T a n rıla r b izim ü z e r i­


m ize k arar verm ezler. K u r­
b anlar ya da yalvarılarla k a­
rar verm ezler. Böylesi karar­
lar doğruluğa karşıdır...”

S ok rat”la Platon, düşünbi-


lim le d in a r a s ın d a b ir e ş im
(sentez) aradı. A m a çoğunluk
y a z ık lı in s a n , g iz le rle y e re l
kült arasında avuntuya baş eğ­
di! Böylece doğu din eğilim le­
ri, dinsel gelenekler yayılm a­
y a b a şla d ı h alk arasında! Bu
gelişim H elen dönem inde de sürüp gitti. M akedonya Kralı İs­
k en d er’le de egem en tapınç, yayılım ını buldu! Böylece eskiçağın
devlet dini, yerini egem en sınıfın dinine bıraktı.

179
P a f o s ’ta n b ir K ıb r ıs m o z a iğ i. İS I II. y ü z y ıl. K ö k le ş ik s ö y le n c e d e P a n ; o r m a n
la r , t a r la la r , ç o b a n la r v e o n la r ın h a y v a n la r ın ın t a n r ıs ı.

180
15
Romalılar

H int-A vrupa İtal oym aklarının İtaly a’yı ne zam an aldıkları k e­


sinlikle bilinmiyor. K im i araştırıcılar bunların doğu Donau yöresin­
den İÖ 1500’de İtaly a’ya geldiklerini yazıyor. K im ileri de kazı-bi-
lim verilerine dayanarak, bunların dem ir çağı başlangıcında burala­
ra yerleştiklerini söylüyor. İÖ yaklaşık 1000 yılında E trüsklerin,
sonradan Toscana diye adlandırdıkları bölgeye yerleştiklerini anlı­
yoruz. Lidyalı H ero d o t’a göre bunlar doğudan gelmişler. Sonra da
bu durum kuşkuyla karşılandı. Etrüsk kültürünün, ülkenin içinde fi­
lizlendiği açıklandı. E trüskler en parlak dönem lerinde kuzey A lple-
rinden güneyde L a tiu m ’a kadar yayıldılar. Etrüsk olan Tarkiniler,
R om a (Etrüskçe adı R um a)yı da ele geçirdiler (İÖ 474).
Syracusalı H ieron, 396 yılında da R om alılar, E trüskleri yen­
diler. K ral A u g u stu s’la ülke, tüm den R o m a ’nın eline geçti. İÖ
5 0 0 ’de E trüsk ekini Yunan ekiniyle o ranlanabilecek düzeydeydi
kim i bakım lardan. 9000 parça yazılar okunam ıyor, pek anlaşılm ı­
yordu. 1964’te Santa S ev era ’da bulunan tanrıça U nis tapınağın­
dan birkaç altın parça da, Etrüsk ve F enike yazılarını içeriyordu.

181
Rom a geleneğine göre, R om a kenti İÖ 7 5 3 ’te kuruldu ve kral­
larla yönetiliyordu. K im i söylencelere göre R om a, VI. yüzyılda
E trüsklerin etkisini taşıyordu. E trüsklerden sonra C um huriyetçi
kent yönetim i kuruldu. (İÖ 450).
Çok eski çağlard a E trüsklerin oldukça d in ci b ir halk olduğu
söylenir. B unların esin belgelerine R om alılar L ibri T age’tici di­
yordu. Tanrılardan, onların tanrıelçilerinden söz ediyordu. Li bri
fulsulares “şim şek kitapları” , peri V egoia’nın öğretisi... Etrüskler
şim şekten esin, bildiri alıyorlardı (dinsel eğilim lere doğanın etki­
si!). Libri rituales kitabı da, kent ve tapınaklar üzerine kurallar.
Evrensel ve tanrısal olaylar, olgularda her şey düşünülüyor ve
bunların yeryüzünde karşılığı olduğuna inanılıyordu: D oğa-İnsan-

Rom a

182
Yer koşulu (paraleli). Şim şek olayının, kurban hayvanı karaciğe­
rinde yaşam m erkezi olduğuna inanılıyordu!
T inia, göksel ulu tanrı. Veyovis, gecenin ve yeraltının tanrısı.
V elkhas, hem yeraltının hem de şim şek çaktırm a tanrısı. Vertum -
nus, tanrıça Voltum na ile özdeş kim liği taşır.
E trüskler daha çok söylencelere, soyut kurgulara ilgi duyuyor­
lardı. Tanrıların isteğiyle insanların alınyazılarını anlam aya çalışı­
yorlardı. Bu yüzden takvim e, yıldız falcılığına değer veriyorlardı.
Ö lü göm m e ayinlerine de...
Çeşitli diyalektler vardı. B unlardan L atince zam anla Batı ek in i­
nin tem el dili oldu. A beceleri VII. yüzyılda Etrüsk-G rekçe. V urgu­
lar son hecenin bir öncesine yapılıyordu, uzun sesli bir harfle.
Y unan’da olduğu gibi, R o m a’da da kutsal yazılar yok. D insel
m etinler de yaygın değil! Yaşlı İM Porcius C ato (ölm. İÖ 149), De
agri cultura adlı yapıtında eski y alv arılan anar. Yaşlı C. P lini-
u s ’un, H istoria N aturalis (D oğa Tarih)’inde önem li notlara rastla­
nır. M . Terentius V arro’nun bir yapıtı, çiftçi dini üzerine önem li
bilgileri içerir. Ü nlü ozan O vidius N aso’nun şiir yapıtı Fasti, ay-
rıntlı bilgileri içerir eğlenceler üstüne. V ergili’us la H oratius, kral­
lık dönem lerin düşünce biçim ini inceler. A ugustinus da konuşm a­
larında önem li bilgiler verir.
R om alılar eski çağlardan beri “tanrı” anlam ına gelen deus sö z ­
cüğünü kullanıyorlardı. Başka bir sözcük de num en: K işisel olm a­
yan yarı tanrısal güç anlam ında. M ana ile benzerliği var. N um en,
kendisi güç değil am a, istekli bir durum , bir tanrı. Eski çağlarda
num en dei, num ino deorum deyim i kullanılıyordu. İlk olarak Çi-
çe ro n ’da “tanrısal güç, “tanrı” anlam ı geçer.
Eskiçağ Rom a tanrılarının bireyselliği aşınmıştır. O nların yapısı
kararsız ve karışık, silik durum da. Bu tanrılar, Yunan tanrılarında
olduğu gibi tanrı aileleri oluşturmazlar. Çocukları yoktur. Bu konu­
da söylenceleri de yok! N um a, tanrıların insan ya da hayvan biçim ­
li gösterilm esini yasak etm iştir. A m a tanrılara seslenm e biçim leri
var. “ Sen bir tanrı ya da tanrıça isen...” benzeri. A m a kökleşik
Latin yazını başka bir biçim lem e verir bu konuda. Çünkü Yunan
tanrılarının görüşleri buralara yayılıp, R om a dinine dönüşmüştür.

183
R om a, Forum .

184
L ivius gök, yer, yeraltı tanrılarından söz eder: Di coeleste, ter-
restres inferni. Eski R om a tanrıları b ir üçlü oluşturur. Üç büyük
p ıe st, flam in es m ajores, doğrudan d o ğ ru y a Jüpiter, M erih ve
Q u irin u s’la bağıntılı. B unlar üçü birlikte anılır. Tanrılara seslenin­
ce ilk olarak Janus anılır.
J an u s, giriş k ap ısın ın y anına yerleştirilir. R o m a’nın gizem li
tanrısı! O, “ta n la rın tanrısı” diye anılır. “Tanrıların k ö k e n i” dir.
D aha doğrusu halka öyle onaylatılıp şırınga edilir. F orum ’un ku-
zeydoğu"köşesinde, ünlü tapınakta, “ iki yü zlü ” olarak özümlenir,
îıan tanrısı Vayu da böyle çift yüzlüdür. Vayu da, Jan u s’un çift
yüzünü anım satır, ona benzer!
Jüpiter, H int-A vrupa göktanrısı. Onun yeri göğün altıdır. O da
Z eus gibi dağ tepelerinde oturur. Jüpiter hava olaylarının efendi’si-
dir. Şim şeğin, yağm urun efendisi. G üneş de onun gözüdür. Bu do-
ğa-tanrı yaklaşım ı, doğanın tanrılaşm ası, eşsiz bir deyim inceliğiy­
le Y u n u s’ta d a var (B k z. A .R . E rgü ven: Y unus Em re, B ütün
Y önleriyle, Yaba Y. 1982 İst).
Böylece o, ürünün, bolluğun tanrısı (iyi ve sıkıntısız yaşam is­
teğiyle tanrıları kendileri biçim liyor). E ğlencelerde şarap verilir.
Bu tanrı koruyucudur, düşm anı durdurur. Işık ve gökışığı tanrısıdır
hem de... Idus (dolunay) Jüpiter günüdür. A lınyazısının, doğrulu­
ğun tanrısı, gözetir her şeyi.
J ü p iter’in bir adı da Dius Fidius. Tanrı Jüpiter hukuk yasaları­
nı özüm lüyordu.
B üyüyen R om a devletinin ulusal tanrısı daha başlangıçta Opti-
m us M axim us sanlarını da aldı. “T üm den iyi, tüm den ulu”.
Jüpiter, daha sonra yayılan Yunan etkisiyle Juno, kadınların
koruyucusu olarak belirir Bu J u n o ’nun daha önce J a n u s ’la ilişkisi
var!
M erih, her şeyden önce savaş tanrısı. O nun adına yapılan e ğ ­
lenceler savaş karakterini taşır. On iki kalkanla (ki bunlardan biri
gökten düşm üştür) d an s ediliyordu Tanrı M erih, düşm ana karşı
kenti korum az yalnız. Ekinlerin, hayvanların, sağlığın vb. de koru­
yucusu olur.

185
J ü p it e r : R o m a t a n r ıla r ı a r a s ın d a J ü p it e r ç o k ö n e m liy d i, G ö k t a n r ıs ıy d ı,
R o m a d e v le t i’n in ta n r ıs ıy d i- Y a n ın d a k i k u ş J ü p it e r 'i s im g e le r .

186
Q uirinus, V ergilius yorum cularına göre, barış M erih’i. H alkın,
vatandaşların tanrısı. Ekim le, toprağın verim liliğiyle uğraşır. Tel-
lus (yeryuvarı) Terra m ater, Yer ana; büyüm e ve bitkisellik tanrıça­
sı. Bütün canlıların sultanı: Yaşam verir, öleni alır. Venüs, m eyve­
lerin tanrıçası (K u r’a n ’a göre geceyi delen yıldız). Bahçelerin ko­
ruyucusu da A nna P erenna. Onun onuruna yeni yıl eğlenceleri
yapılır. Vesta, önem li bir rol oynar. F o ru m ’da, onun yuvarlak tapı­
nağında yanan ateşleri sürekli olarak altı kadın prest (vestaller) gö­
zetler.
T anrılara her y alv aıı, J a n u s’un bir yakarm asıyla başlar; Ves-
ta ’nın çağrısıyla da sona erer diyor Çiçeron. Ö bür tanrılar arasın­
da, Faunus, çoban tanrı da var. N eptunus, başlangıçta tatlı suların,
kaynakların tanrısıydı. Volcanus, (Etrüsklerde de) ateşler, ırm akla­
rın tanrısı. D ian a, b aşlan g ıçta R om a tanrıçası değil, tersine İtali
tanrıçasıydı. A m a Ay tanrıçası olarak R o m a’da çok yaygındı. Ya­
banıl doğanın, kadınların koruyucusu. A gustinus, De civitate Dei
adlı yapıtında, daha birçok özel tanrılardan söz eder. Yunanlıların
ustalıkla geliştirm iş olduğu söylenceler gibi, R om a dininin söylen­
celeri yoktu.

R o m u lu s v e R o m u s : M e r i h ’in ik iz o ğ u lla r ı. R o m a ’ m n k u r u c u s u , d iş i k u r t
o la n a n a s ın ı e m iy o r . T a ş k a b a r t m a 11. y ü z y ıl.
Bütün Rom a dini, tapıncı ortak bir görüşte birleştirir. İnsanlarla
tanrılar arasında bu durum . Dualar, yalvarılar biçim lenm iştir. B ir
sözcüğün bile değiştirilm esi, serüvene sürükler. Yalvarı açık ve se­
çik olacak. Tanrı, doğru adıyla çağırılıp anılacak! D eğilse, yalvarı
büyü olur. İnsan tanrının isteğiyle seslenir. A m a onu kim se zorla­
yamaz.
R om alılarda kısa b ir dua örneği:
“...Baba M erih, sana yalvarıyor ve sesleniyorum . Bana iyi
davran, bana karşı bağışlayıcı o l...”
(Cato, De agri culte; 141)

Ö nce bir kurban adar, iyiliğin karşılığı olarak. Sonra da yalva­


rır. Belki de böyle bir kurban, tarih öncesi insan kurban etm e
durum unun değişik biçim i.
Eski bir çağda kurban (hostia); R om a-K atolik kilisesinin kul­
lanmış olduğu kutsal ayin ekm eği en küçük ayrıntılarına varıncaya
kadar kurala bağlandı! K anlı kurban (hayvan kurbanı) ile kansız
kurbanı (ekmek, m eyve, süt, bal şarapvb.) ayırt etti. Ö nce bir hay­
van, tanrı için kutsanır, kutsallaştırılır, başına tuzlandırılm ış un sü­
rülür. Sonra da hayvanın b ir sayrılığı olup olm adığını araştırm ak
için de, bedenini, kim i bölüm leri yakılarak kurban edilir.
Yarışlar, oyunlar eski çağlarda tanrıların “lütfu ”nu kazanm ak
için yapılan törenlerdi. Ö rneğin at yarışları, M erih onuruna yapılı­
yordu (27 Şubat-14 M art). Boyu uzun olan at kurban ediliyordu.
D aha b irçok din sel e ğ le n c e ler de yap ılıy o rd u Tellus, C eres
için. K arnında yavrusu olan bir inek, yeryuvarı Tellus için kurban
ediliyordu. Buna koşut bir gelenek H int törenlerinde de var. K ar­
naval eğlencelerinde insanlar birbirine hediyeler veriyor, yeni yıl
kutlanıyordu. L arentalia (bahçe Noel ayini, 23 A ralık) H ıristi­
yanların Noel K utlam a, N oel geleneğine kaynak olmuştur.
Eskiçağ Rom a dönem inde kralın kutsal işlevleri vardı. C um hu­
riyet kurulu n ca bu kutsal işlev ler birçok prestlere bölüştürüldü.
B unlardan biri kral adını k orudu. B öylece b ir prest Janus, din
inancının koruyucusu oldu. Sonra sırayla Jüpiter, M ars, O uirinus
perstleri gelir. Vesta kadın prestleri de, Vestalar diye anılır.

188
V arro’ya göre en eski R om a dininin ne tanrı heykelleri vardı,
ne de tapınakları. Tanrılara özgürce tapılıyordu kutsal bir çalılıkta
(lucus). Sekiye konuluyordu kurban. Sonra tapınak kullanılm aya
başlandı. Tem plum (tapınak) sözcüğü “dörtgen” dem ek, kuşlara
bakm ak için kullanılan. B öylece tapınaklar hep dörtgen biçim li y a ­
pıldı. R om a tapınak yonutcusu, Etrüsk-G rek etkisiyle yetiştirildi.
T apınak tanrının evi, yeri de tanrısaldı. Ç içeron, R om a halkının
bütün öbür haklardan üstün olduğunu söyler, övünür. “G örüyor,
anlıyoruz ki, yeryüzü tanrıların isteğiyle yönetiliyor. R om a dini,
m utluluk duygusuyla bir üstün güce bağlı.” (W. W arde Fowler).
Sık sık şöyle bir deyim e rastlanır R o m a’ya komşu hakların d in ­
le rin d e; D is J u v a n tib u s (tan rıların y ard ım ıy la) dis fa v en tib u s
(tan rıların bağışlam asıy la), d is v olen tib u s (tanrıların isteğiyle).
B öylece insan, tanrıların yardım ını beklem ek zorunda. O nların is­
teğiyle olur her şey...""
D em ek R om a dini görev duygusuyla, tanrılarla uyum sağlam a­
yı yeğliyor. İnsan görevini yaparsa -R om a dinine göre- tanrıları da
hoşnut etm iş olur. Bu görev duygusu nedeniyle devletle, onun tan­
rıları bir olur. İşte bu inanca dayanarak R om a İm apartorluğu kurul­
m uş oldu (H. Ringgren, A ke Str öm. agy).
Yapm aya borçlu olduklarını yapınca, R om alılar gereklilik duru­
m unda tanrılara yardım ediyor, onların iyiliklerine karşı da şükret­
m ekten geri kalm ıyorlardı. P la u tu s ’la T e re n tiu s ’un yapıtlarında
bu konuya değgin belirlem eler var. D ine girm ek tem izliği gerekti­
riyordu:
Size başeğiyorum uzaklardan, dolup taştığım
aşk sevinciyle bu gece, sunaktan uzakta!
Tanrılar sever arınnuşlığı, geldim temiz giysiler, sularla
kaynağından getirilmiş, tertemiz iki ellerim.
(Tribullus, Elejiler II: I, 11-14)

İ s la m lık ta d a b ö y le ! Y a ln ız iki ö rn e k v e r m e k le y e tin e c e ğ im :


” ... A n d o ls u n k i A lla h , b ir ç o k y e r d e v e H u ııe y n s a v a ş ın d a s iz e y a r d ım e t m iş t i...”
( A lla h - K u r a n ; 9 , 2 5 )
“ ...A lla h ’ın y a r d ım ı v e z a fe r i g e lip d e in s a n la r ın b ö lü k b ö lü k A lla h ’ın d in in e
g ir m e k t e o ld u k la r ın ı g ö r d ü ğ ü n v a k it ...”
( A lla h - K u r ’a n : 1 1 0 , 1 -2 )

189
O r f e u s ’ le , y a b a n ı l h a y v a n l a r la b e z e n m i ş , T a r s u s ' t a n b ir R o m a m o z a y i ğ i.
O n u n g ü c ü e v c ill e ş t i r il m e y e n d o ğ a y a b a s k ın ç ı k a r . Y e r a lt ı n d a k i E u r i d i k e ’y i
k u r t a r m a y a ç a lış ır .
En eski m ezarlara ölüler için
k o n u la n m e z a r h e d iy e le r i,
ö lü m d en san ra y aşam ın sürüp
g id eceğ i in an cın d a o ld u kların a
ta n ık lık eder. D em ek , ö lü lerin
v a r lığ ın ı k o r u m a k , o n la rd a n
sonra arkalarında kalanların ba­
kım larına bağlı birşeydi. M ezar­
lara göm m e geleneği, ölü bede­
nini yakılm ası da buna tanıklık
ediyor.
Ölülerin tinleri de gözöniinde
bulunduruluyor. M acro b iu s, es­
ki b ir g ö rü şü y e n id e n d iriltir.
Ona göre tinler Jü p ite r’den gel­
M i t h r a ’ n ın , b o ğ a y ı ö ld ü r m e y o l c u ­
m ekte, öldükten sonra yine ona
lu ğ u ö r g c s in e ; R o m a İ m p a r a t o r lu -
dönm ektedir. D aha sonra da tin­ ğ u ’ n u n b ir ç o k y e r le r in d e r a s t la n ır . R o ­
lerin serbestçe dolaştığına inan­ m a lı la r ı n E s k i İ r a n ’d a n a ld ık la r ı M it -
m aya başladılar. O nlar di m anes h r a k ü ltü b ir ç o k y a p ıla r a iş le n m iş t ir .
“ iyi ta n rıla r” diye ad lan d ırıld ı.
İyicildiler, koruyuculdular. B ir kim se ölüsüne iyi bir ölü göm m ede
bulunm az, kurban verm ezse; yaşayanları sakatlayabilirdi!
Yeraltı ölülerine ya da ölümden sonra yaşama, m utluluk adaları­
na inanç, R om a’ya, G rek ve Doğu söylencelerinin etkisiyle geldi.
R om a dini N um a Pom pilius (R o m a’nın ikinci k ralı)’dan Au-
g u stu s’e kadar sıkı bir ulusal dindi. A m a hiçbir zaman başka bir
halkı dine zorlam adı.
Rom a dini hep alıcı durum daydı. En eski yabancı etkiler, Et-
riisklerden geldi. B irçok R om a tanrıları başlangıçta Etrüsk köken­
liydi; Saturnus, Vulcanus vb. Kurban, kurban hayvanının iç örgen-
lerinin tanrı isteklerine göre kullanılm ası, Etrüsk gelenekleriydi.
Bu Etrüsk etkisi yanıbaşında, eskiçağ G rek etkisi de vardı. G-
ıeklerle ilişki Güney İtaly a’da başladı. G rek kültürü de ayrıca Et-
riiskleri etkiledi. Böylece G rek tanrıları R om a Panteon (tüm tap ı­

191
naklara özgü ad )’u n a girm iş oldu. B unlar
a ra s ın d a C a s t o r v e P o llu x , H e r a k le s
(L a t. H e r c u le s ) , k o ru y u c u , s a v u n u c u
önem li b ir tanrı, A pollon (Lat. A pollo),
H erm es (Lat. M ercurius), alım satım tan­
rısı. D em eter, D ionysos ve K o re (özdeş
kim likte C e re s, L ib e r ve L ib e ra ). Posei-
d o n (N eptunus kim likli), A sklepios (Lat.
A esculapius).
B ö y le c e V. y ü z y ıld a G re k -R o m e n
pan teo n u kurulur. T anrılara tapınçta da
kim i değişiklikler oldu.
Ö rn eğ in L iv iu s ’un an lattığına göre,
İÖ 399 yılında kurban yem eği (Lectister-
nium ) tanrı resm iyle m asaya konuyordu.
P a n te o n , özdeş zam anda yeni bir du­
rum edindi soyut tanrılar, tanrılıkla. Ö r­
neğin b ü y ü k tanrıları nitelik ve özellik­
lerini kişileştiriy o rlard ı, victoria “u tk u ” ,
Fi des (inan) vb.
İk in c i K a rta c a S a v a ş ı’n d a A n ib a l,
B a k ir e a v c ı D ia n a , Ro- “R om a kapılarının dışında kaldı”. Bu eski
ma T a n r ıç a s ı; Y u n a n T a n r ı- ^ k blf j bunalım ıydı. Bu du-
ç a s ı A r t e m ıs g ib i. 1 , .. ,
rum da yeni tanrısal güçler aram aya b a ş­
landı. Bu da sakıncalı durum lara neden olabilecekti. Böylece R o ­
m en adıyla on iki tanrı yapılıp, yaratıldı! G erçekte insanlık ne za­
man darda kaldıysa tanrı üretti birbiri ardısıra. Hem de sayıya gel­
mez tanrılar: 300 milyon! D aha önce de yinelediğimiz gibi, insanlık
ta rih i -dem ek gerekse- b a şta n sona ta n r ıla r y a ra tm a tarihidir.
R o m a’nın bu dönem inde üretilen belli başlı tanrılar şunlar: J ü ­
p ite r ve J u n o (Z eus ve H e ra , N e p tu n u s ile M in e rv a (Poseidon,
A th e n a ), M a r s ile V en ü s (A re s, A fro d ite ), A p o llo ile D ia n a
(A pollon, A rtem is), V ulcanus ile V esta (H efaistos, H estia), H e r-
c u riu s ve C eres (Herm es, D em eter). B öylece bütün G rek söylen­
cesi R om a dinine girm iş oldu.

192
Bu durum İÖ 204 yılına kadar siirdii. Yontulm uş kara bir taş
getirildi R o m a ’ya. K üçük A sy a’nın anası, bolluk tanrıçası C ybele
(K y b ele )’i ö züm lüyordu. R o m a’da bu tanrıçaya “M agna M ater”
denildi, B üyük A na anlam ına. Böylece Palatina tapm ağı kuruldu.
R om a C u m h u riyeti’nin son iki yüz yılında, yabancı ekinle ge­
leneğini korum a çabası sürüp gitti.
D aha sonra P ythagorculuk yayılm aya başladıysa da, yönetici­
lerce durduruldu. B undan sonra da başka b ir akım; kuşkuculukla
düşünbilim sel tanrıtanım azlık geldi. O zan E nnius (ölm. İÖ 169)
E uhem erizm i övüyor, şöyle diyordu: Tanrılar varolsa bile, onların
insanlar üzerine hiçbir kaygıları yok. B öylece Stoacılıkla E pikür­
cülük birçok yandaş kazandı. Ünlü R om alı ozan L ucretius Carus
(İÖ ölm . 55) halk dini eleştirdi, Ç içeron’sa kuşkucuydu.
R o m a ’da A ugustus dönem inde “d üzeltim ” yapıldı. Yeni tapı­
naklar kurulup eski din biçim leri korunacaktı. İÖ 17 yılında yeni
bir dönem başladı. B ilinçle din ve geleneklerini tekrar kurm aya gi­
rişildi. Yazın V ergilius, H oratius, O v id iu s’la yeni uyanan ilgiyi
yansıttı. V ergilius’un E n e id ’i örnek bir rom an. B ir çeşit söylence­
ler tarihi.
Ü lkeler alm akla ünlenen, büyüklüğe erişen İskender; doğuyla
batı arasında ilişkilerin sıklaşm asına neden oldu. Böylece M ake­
donya kralı İskender sayesinde,Y unan kültürü Doğu Akdeniz ül-

K a r t a c a K r a liç e s i D id o ’y u g o s tc ı eıı b ir m o z a y ik , IV y ü z y ıl, ( s o ld a ). V e ( s a ğ d a )


A e n e a s , V e r g i liu s ’a g ö r e .

193
kelerine y ay ıld ığ ı gibi; M ısır, M ezop otam ya, İran ve biraz da
H int kültürüyle karışm ış oldu. İşte buna H elencilik (Helenism e)
deniyor.
İÖ 200 yılından, İS. 4 0 0 ’e kadar bütün A kdeniz ülkelerinde
H elencilik yayıldı. D in açısından H elen cilik karışık bir durum a
düştü. Eskiçağ Yunan ve R om a ulusal dinleri değişm iş biçim de
birçok noktalarıyla yaşıyordu. D üşünbilim de dini birçok noktalar­
da etkilem işti. B öylece D oğu düşünüsü de yeniden biçim leniyordu
Yunan inanç ve düşüncesi de... Yeni dinsel bir topluluk büyüyerek
gizlerle karıştı. B ir çeşit din karışım ı.
İsk en d er’in doğuya yürüyüşü ve ülkeleri bir bir alışı; dinlerin,
inançların doğrultusunu şu ya da bu biçim de etkilemiştir.
B ireycilik eğilim i, İ s k e n d e r ’den önce başlam ış, onun savaşla­
rıyla daha da keskinleşm iştir. Eski ulusal, yurtsever görüş kozm o­
politliğe ve dinlere yönelm iştir.
Bunalım lı, kuruntulu, sarsıntılı dönem lerde kötüm ser alınyazı-
cılık ortaya çıkm ış, filiz verm iştir. Tyche (rastlantı) alınyazısına
vb. güç “iktidar” gözüyle bakılm ış ivedinsel inançta Tyche, m utlu­
luk tanrıçası olarak kişileştirilm iştir (Tektanrılı dinlerin kişisel tan­
rıları gibi). Böylece kentlerin korum a tanrıları (imgesel olarak) or­
taya çıkmıştır. Ptolem aeus, M ısır (İÖ 305-283)’da yarı Yunan, ya­
rı M ısır Tanrısı Serapis (gerçekte O siris-İpis)’i yaratmış; O siris’le
İsis’e M ısır dışında da tapılm ıştır. Sabazies Frikya bolluk tanrısı;
D ionysos ve Z eu s’la özdeş kim liği taşır.
Bundan sonra, tektanrıcılığa bir eğilim başladı. Yalnız bir tek
tanrı gücü vardır diye düşünülm eye başladı. Ö rneğin Z e u s’un
çoğu durum larda tektanrı niteliği vardı. İsis de ayrıca evrensel bir
tanrı niteliği görünüm ündeydi.
Ü n lü birçok k o n u şm a la rd a tanrıça kendini şöyle tanıtır, sunar:

Ben İsis tüm ülkelerin sultanı


İnsanlara yasaları verdim, kimsenin değiştiremediği
Ben Kronos’un büyük kızıyım.
Ben Kral O siris’in karısı, bacısıyım...

194
G öğiiyerden ayırdım *
Yıldızlara gösterdim yollarını.**
Güneşin, A y’ın dönüşünü ben düzenledim***
Bunu sapasağlam yaptım
Erkekle kadını ben birleştirdim
Ben yasaladım anababalarm çocuklarınca sevilmesini
Ben öğrettim gizleri insanlara
Ben öğrettim tanrıların resimlerine tapmayı
Ben kurdum tanrıların tapmak yerlerini
Ben yasaladım gerçeğin iyi olduğunu
Ben alm yazısına üstünüm
Alınyazısı baş eğer bana.

Tektanrıcı düşünceler G üneş tanrısına bağlandı. Bu düşünce ve


görüşler de düşünbilim cilerce iyi karşılandı. Y ıldızlar gerçek tanrı­
lardı! Y ıldız falcısı da G üneşi, alm yazısına karar veren gök nesnesi
diye onaylandı... G ü n e ş’e, herşeyin sultanı gözüyle baktılar. A rtık
R om a sultan ları G ü n eş resim li o larak b içim len d irild i. S u riy e’de

( * ) , ( * * ) , ( * * * ) İ s i s ’te n y a k la ş ık 1 0 0 0 y ıl s o n r a K u r ’a n A lla h ’ı d a ö z d e ş s a v u n m a ­
la r d a b u lu n u r . İ s i s 'i ı ı ik in c i d iz e d e s ö y le d iğ i g ib i “ b e n im y a r a t t ığ ım ı k im s e d e ğ iş t ir e ­
m e z ” d e r A lla h . İs is . g iz le r i in s a n la r a v e r d iğ in i s ö y le r. K u r ’a n A lla h ’ı d a , “ B ilg iy i ( i l ­
m i) b e n v e r d im s iz e ” d e r. İk i ö r n e k v e riy o ru m y a ln ız :
“ ...K u ş k u s u z R a b b in iz , g ö k le r i v e y e r i a ltı g ü n d e y a r a t a n , s o n r a a r ş a d a y a y a n ;
g e c e y i d u r m a d a n k e n d is in i k o v a la y a n g ü n d ü z e b ü r ü y ü p ö r t e n , G ü n e ş ’i, A y ’ ı v e
y ıld ız la r ı b u y r u ğ u n a a lm ış d u r u m d a y a r a ta n A lla h ’t ır ...”
( A lla h - K u r ’an : 7 . 5 4 )
“ ...G ü n e ş , k e n d is i iç in b e lir le n e y e r d e a k a r (...) A y iç in b ir ta k ım m e n z ille r t a ­
y in e t t ik . N ih a y e t o , e ğ r i h u r m a d a lı g ib i o lu r d a g e r i d ö n e r ...”
( A lla h - K u r ’an : 3 6 , 3 8 -3 9 )
M u h a m m e d 'd e n . y a k la ş ık 1 0 0 0 y ıl ö n c e İsis: G ö ğ ii y e r d e n a y ırd ığ ın ı, y ıld ız la r a y o ­
la rın ı g ö s te r d iğ in i: G ü n e ş 'i n . A y ’ın d ö n ü ş ü n ü d ü z e n le d iğ in i s ö y lü y o r. B ö y le b ir b ild ir i­
y i İsis (b u d a im g e s e l) M u h a m m e d 'd e n , M ııh a m m c d 'i n A l la h 'ı n d a n 1 0 0 0 y ıl ö ııc c d ü ­
z e n liy o r . K u r 'a ı ı d a A l l a h 'ı n “ G ü n e ş 'i n b e l ir le n e n y e r d e a k t ığ ın ı , A y iç in b ir ta k ım
u z a k lık la r ” d ü z e n le d iğ i n i s ö y le m e s i, 1 0 0 0 y ıl ö n c e im g e İsis k o n u ş m a la r ın ı y in e le m e ­
s in d e n b a ş k a b ir ş e y d e ğ il!.

195
G üneş lapıncı önem li bir rol oynadı. Suriye oym aklarından Helio-
gabalis (218-222) bir göktaşını (m eteorit, M e k k k e ’deki H acer-i
Esvet “K arataş” gibi) G üneş tapım ında kullanılm ak üzere sim ge­
leştirm ek istiyordu, Sol invictus Elagabal adıyla. Resm i din ola­
rak, am a başaram adı. Sultan A urelianus 2 7 4 ’te G üneş için görm ek
bir tapınak yaptırdı R om a’da M ars alanında. B öylece G üneş d ini­
ni, devlet din yaptı!.
Y ıldız falcılığı (astroloji), eski çağlardan kalıt bir alışkanlık...
Y ıldızların durum u ve gezegenlerin dönüşünün yeryüzünde olup
bitenleri etkilediğine inanılıyordu. Pek doğal olarak belirleyici bir
kader inancına sürüklenme...*

K ader yönetir her şeyi dünyam ızda


H er şey sert yasalara boyun eğer
(M anilius, A stronom ica IV, 14)

İnan ve büyü usun üstünde büyük bir güç oluşturuyordu. B e­


lirli bir yaşam görüşüne ulaşabilm ek için düşünbilim e yöneldi göz­
ler. D üşünbilim le din birbirine karıştı. Toplum düşüncesine uygun
okullar kuruldu.
Zenon (ölm . İÖ 270), Stoacılığı kurdu. Onun öğretisine göre
sonsuz, tanrısal bir ilke var bütün evreni kapsayan! bu ilke ateştir.
Biraz da us (logos), insanda sergilenir onur tini olarak. Tüm evrene
egem en bir düzen ve yasalara bağlılık! İnsanın görevi usuna göre
yaşamak. Bu da evren usu azçok. Başka bir deyişle insan doğanın
kendi düzenine göre bir yaşam, uyum... Stoacı bir dinginlikle yaşa­
mak. Bu da insanın kendi tutkularına egemen olmayı gerektirir. Bir­
çok Stoacılarda evren düzeni tanrısal bir karaktere büründü. Ataların
dinine de uygun düşüyordu böyle bir görüş. G izler yeniden yorum­
landı. Öyle ki, bunlar düşünbilimin öğretisiyle de birleşebiliyordu.

* İ s v e ç ’te k im i ıııin i e te k li k a d ın la rın d a k ita p lık la rd a " a s tr o lo ji” k ita p la rın a b a k tık -
la n ın , s a tın a ld ık la rın ı g ö z le rim le g ö rd ü m ! İıısaıı o k u m u ş da, m o d e rn d e o ls a -e ğ ilim in i
iyi a lm a m ış s a - fa lc ılık ta n " m e d e t" u m u y o r! Y ıld ız falcılığ ı ilk ç a ğ la r d a n g ü n ü m ü z e k a lıt
o la ra k g e lm iş ş iz o fr e n ik b ir a lış k a n lık , b u bir u m u l b a ğ la m a , m u tlu o la b ilm e k için ...

196
Ü n lü S to a c ı S e n e c a , k ra l
N e r o n ’un (ölm . İS 65) ö ğ re t­
m e n i. E p ik te t ( y a k la ş ık 50-
1 2 5 ) F r ik y a lı k ö le , E l k ila -
b ı ’nda önced en k a ra r verilm iş
durum lara baş eğ m ey i öğütler.
S to a c ılık b ira z o lsu n k u ra lc ı-
düşünbilim ci durum unu G üneş
tek tan rıcılığ ın a bıraktı. Bu ö ğ ­
re tid e G ü n e ş, e v re n ilk esin in
gösterisi olur.
Platon düşünüsünü geliştir­
m iş olduğu Y eni P la to n c u lu k ,
gizem ci-dinci bir yaşam . Bunun
b u lu c u su P lo tin o s (2 0 4 -2 7 0 ),
M ıs ır’da doğm uş, 4 0 yaşından
beri de R o m a ’da çalışm aların ı
sürdürm üştür. D inin öğretisine
göre, yüksek b ir gerçeklik v ar­
dır. B u b izim k a v ra m ım ız ü s ­
tündedir. O b una Ender, varolan
anlam ına. Bu E na, G üneş gibidir, ışığını saçıp yayar hiçbir şey yi­
tirm eden. İlk ışım a ide dünyası, us. Sonrası evren tini.
Işım ada ve tin tutuklanm a düşüncesinde; kurtuluş ve yeniden
y ü k selişi Yeni P lato n cu lu ğ u n g n o tsizm le sıkı b enzerliği vardır.
D insel açıdan gizem olarak betimlenir.
İsk en d er’le tekerklik (m onarşi) yönetim i yeniden geldi. G erçi
ülkeler aşan im paratorluğu parçalandı. A m a onu S u riy e’de Helen
oym ağı Seleukidler, M ısır ’da Ptolem ieciler izledi.
K ral İskender ülkeler alarak H indistan’a değin uzanınca, do-
ğuda-batıda tanrısal kişi olarak karşılandı. İskender ordusunda gö­
revli bilge biri “İsk en der sen Tanrı değilsin” deyince, adam cağızı
kılıcıyla öldürdü. Sonra da hüngür hüngür ağlam aya başladı. D e­
m ek İskender kendinde olm ayan biri olup çıkm ış... Böylece İsken­
der, tanrısal tapınç geleneğini yeniden kurm uş oldu.

197
K im i d ü ş ü n b ilim se l y a z ıla r
kral ailesini tanrısal göstererek,
krallarla birlikte kendi durum la­
rın g ü çlendirdiler. B öylece kral
yeryüzünde tanrısallığı özüm le­
yen kişi olup çıktı! Bugün bile,
h em de u z a y ç a ğ ın d a İ n g ilte ­
r e ’d e, İ s k a n d in a v ü lk e le rin d e
krala, kraliçeye tanrısal diyenler
var. N eden? Çünkü halkın kafası
ilk çağlardan beri kralla, kraliçe­
y le şırın g a la n m ış durum da! İn ­
sa n lık ta rih i ta n rıc ılığ ın d eğ il
yalnız; düzm eciliğin, yutturm a-
E tr u sc i cılığın da tarihi!. #
Pek d o ğ al o larak halka eg e­
m en olm a tutkusunu, k ral kültünü destekleyen başka nedenler de
var. Ö rneğin düşünbilim ci A risto ’ya, kim i zam an tanrı, kim i za­
man insan gözüyle bakıldı. Eski çağda ona tanrı dendi. Oysa bir
insandı yalnızca!
Kim i Stoacılar, insanın tanrısal kalıtı olduğunu belirledi. Knik-
Stoacılar daha ileri giderek, kralın, sultanın tanrısal olduğunu vur­
guladılar. Siyasal nedenler de m onarşinin yerleşm esine neden ol­
muştur. Y önetici kral, tanrısal oldu mu (daha doğrusu halk öyle şı-
rm galandı mı), onun yetkesi de güçleniyordu.
Tanrı gibi, tapm a geleneği de daha Jule Sezar döneminde ya­
yılm aya başladı. A ugustus dönem inde bu durum bir enstitü’ye dö­
nüştü. Daha başta, krala, sultana tapm a söz konusuydu R om a’da!
bunlar ölüm lerinden so n ra d a tanrılar arasına karışıp gidiyordu.
K entlerde Augustus daha başlangıçta “K urtarıcı” ve “Tanrı” ola­
rak alkışlandı. Neron ve öbürleri, Güneş tanrısının ışık tacıyla re­
simlendi. Dom itianus kendini, Dom inus ve D eus; “Efendi ve Tan­
rı” diye adlandırdı. B öylesine sanlar (Efendi ve Tanrı), tektanrıcı
değil, daha önceki çoktanrıcı dinlerin bulgusudur.

198
H alk kralı şöyle düşünecekti:
K ral tanrının (Jüpiter, A pollo) oğ­
lu y a d a ta n rın ın y e ry ü z ü n d e k i
b ild iris i, esin i: P r a e se n s d iv u s
p r a e s e n s et c o n s p ic u u s d e u s.
K ral, Jü p ite r’in özüm leyicisi! Bu
yüzden de yeryüzünün kralı, d edi­
le r ! D ü n y a , o n u n b e l i r t i l e r i . .
O nun eylem leri d oğayı, doğanın
ü re tim in i de k ap sar. S e n e c a ’ya
g ö re kral, y ery ü zü n d e tan rıların
rolünü yerine getirm ek için seçil­
m iştir.
K ra l K o n sta n tin d ö n e m in d e
H ıristiyanlığ ın devlet dini olarak
o n aylanm asıy la durum d eğ işik li­
ğe uğrar. K ral, T anrı’nın, İs a ’nın
özüm leyicisi ve kilise savunucusu
olur. B öylece krallık, Tanrı yardı­
m ının krallığı olur!
H e le n d ö n e m in d e , ö ld ü k te n N ep tu n u s
sonra yaşam a inan da söz konu­
su olur. Eski çağ dünya görüşüne
göre Yer düm düzdü (D in kitaplarına Y er’in düm düz olm a yanlışı
işte böylece giriyor. B öylece insan, dünyayı, evrenin ortasında, g e­
zegen v e yıldızlarla çevrili b ir yuvar olarak düşünm eye başladı.
S toacılara göre tin, tanrısal ateşin bir kıvılcım ıydı. Ö lüm le b ir­
likte kendi öğesine dönüyordu. Epikürcülere göre ölüm den sonra­
ki yaşam usa aykırı, usla uyuşm uyordu. A m a yeraltı inancı -ki bu
inanç Sum erlerden beri var- sürüp gidiyordu.
D ionysos dini resm i biçim iyle dingin bir deyim i olsa da, orgie
din inancı giz karakterine bürünüyordu kapalı çevrelerde. D iony­
sos gizliliğinin öz ülkesi K üçük A sya (Türkiye) idi. Sonra birçok
ülkelere, bu arada R o m a ’ya da yayıldı. Yazar L ivius’un anlatısına

199
göre, resm i oyunlar bac-
k a n a lile ri (B acch u s-D i-
o n y so s tap ın c ı) a rıy o r­
lardı (İÖ 186).
B u n la r a r a s ın d a en
e s k is i, İ s is d in in a n c ı.
D aha önce de belirlendi­
ği gibi; İsis tektanrıcı ni­
teliği taşıyordu. İsis dini
İÖ 3 0 0 ’d e Y u n a n is ta n
( P ir c u s ) ’a y e rle ş ti. III.
yüzyılda birçok İsis tapı­
nakları kuruldu. Örneğin
İÖ 100 y ılın d a P om pei
İsis tapınağını biliyoruz.
A t t is g iz i, K ü ç ü k
A sy a ’da vardı.* O radan
. Tanrı A na, K ybele, Ro-
tîıa’ya götürüldü. Oğlu A ttis onunla birlikte gitti. A ttis de bolluk
tanrısıydı; ölüyor, yeniden yaşam a dönüyordu. T ıpkı Sum erlerin
Ç oban K ral T am m uz’u gibi.
R om a, her yıl bahar gündönüm ünü, A ttis B ahar T örenleri’ni
kutluyordu. Bir boğa kesiliyor, tahtanın deliğinden, aşağıda oturan
adam ın giysilerine, yüzüne kanı akıyordu. A dam da bu kanları y a­
lam aya çabalıyor, kan, tanrısal gücü sim geliyordu. A dam da rena-
tus, “yeniden doğan” diye adlanırdı.

Ç o cu k lu ğ u m d a (7 -8 y a şla rım d a ) A v a n o s (K ızılırm a k eğ r im in d e , e s k i adı V a -


n e s s a , H it it le r d e n k alıO ’ta A la a d d in M a h a le s i’nde bayram larda a k ş a m ü s t le r i, a y ış ı-
ğ ın d a g e c e le r i k esile n ö k ü z le r in , in ek le rin k an lı kafaları, iki y ü k sek d ire ğ e g er ili ip lerin
(u rg a n ) ü stü n d e (1 0 -1 5 ıııelre y ü k s e k liğ in d e ) aşırılırdı.
A n a d o lu . B ü y ü k A n a : K y b e le 'n in . o ğ lu A ttis in yu rd u o ld u ğ u n a göre: B ö y le s i
ş e n lik le r , tö ren ler (G ü n ü m ü zd e B in n ik d e n ile n b a ğ b o z u m u şen lik le ri d e) A n a d o lu ’da
y a ş a y a n g e le n e k le r (A v a n o s Ç a n a k ç ılığ ı) H itit le r d e n , B ü y ü k A n a (K y b e le ) d ö n e m le ­
rind en k a lıt olarak yaşam aktad ır.

200
M ithra gizi, İran kökenli olup H ıristi­
yanlığın ilk yüzyılında bütün R om a İm pa-
ra to rlu ğ u ’na y ay ılm ıştı. İran g elen eğ in d e
kan la değil de, G ü n e ş’le sim gelenir. Zer-
v a n ’ı özümler.
S öylenceye göre, M ith r a ’nın doğum u,
m ağarada bulunan bir kayada oldu. S öylen­
cede boğayı avlayıp öldürm e durum unda,
bun d an da tüm yararlı b itkiler, h ay v an lar
oluştu. Boğa öldürm e durum u, M ith ra ’nın
kurtarıcı eylem ini özüm lem ektedir. Ayrıca,
sonsuz yaşam da belirlenir bununla.
G izem ci din, R om a kralları dönem inde
old u k ç a yaygındı. Ç eşitli g izler de vardı.
H er gizem ci topluluk, ortaklam a G izem te­
o lo jisi olu ştu rd u . B ü tü n b ö y lesi çab alar;
ölüm ve ölüm den so n ra m utlu b ir yaşam
um udunu pekiştiriyordu. M ithra gizem ci­
leri daha sonra sektlerin (m ezheplerin) olu­
şum una kaynaklık etti. Isis’le A ttis gizem ­
ciliği böylesi topluluklara değgin.
G nostisizm , ikicil görüşlü bir küm enin
din oluşum u. Bu ikicil görüşe göre, insanın
kurtuluşu kendisinin sevgi ve bilgisine bağlı. G nostisizm in iki ö r­
neği var: Biri tektanrıcılığı özüm ler; İran örneği. B ir de Suriye-
M ısır örneği: Yumuşak, ikicil b ir görüş.
G nostisizm in dilim izde karşılığı bilinircilik. Bu deyim, saltık
bilginin (tanrısal bilginin) bilinebileceğini ileri süren bütün öğeleri
kapsar. K im i din ve düşünbilim tarihçileri M andeizm , H erm etizm
vb. gizem sel inanç ve öğretileri de b ilin irc ilik olarak nitelerler.
K ab b ala’yı Yahudi gnotisizm i, Batıııiliği de M üslüm an gnostisiz-
m i saydılar. Bu anlayışta gnostisizm deyim inin din sapkınlığı sayıl­
m asının da etkisi vardır. B ertrand R u ssel’a göre M üslüm anlık da
bir çeşit H ıristiyan G nostisizm idir! (O. H ançerlioğlu, agy. s. 240).
IS I. ve II. yüzyıllarda Valentin, Sim on, vb. kim i düşünürler gi-
zem sel-dinsel bir düşünbilim oluşturdular. Bu düşünbilim eskiçağ

201
Yunan düşünbilim ini, özellikle Platonciılu-
ğ u , P y th a g o r a s c ılığ ı, ilk ç a ğ ın g iz e m se l
dinlerini, Y ahudiliği, H ıristiyanlığı seçm e-
ci bir tutum la kaynaştırarak biçim lenm iştir.
B ilinirciler (G nostikler), tüm dinleri, saltık
b ilg in in sa ğ la n m a sın d a y e te rsiz b u lu rlar.
O nlara göre saltık bilgi, dinsel bilgilerin çok
üstünde kurgusal bilgilerdir. H ıristiyan dog­
m alarını yadsırlar. İs a ’nın “T anrı’nın oğlu”
olduğu savını da!..
İ n g iliz d ü ş ü n ü r ü B e r tr a n d R u s s e l,
İ s a ’yı in san sa y m a sı b ak ım ın d an (çünkü
H ıristiy an lar İsa ’y ı T anrı sayarlar), M u-
h am m ed ’in de bu bakım ından gnostik ol­
duğunu söyler.
B ilinircilerde, insanın doğası ve alınya-
zısı; geleceği ayakta resim ler ve kararlı bi­
çim lerle deyim lenir: B ilinirci sanat dili! İn ­
san, ışık evreninden düşm üştür. Bu yüzden
o, yeryüzünde yabancıdır. Y abancılaşm ıştır
y eryüzüne. O nun b ed en i tin için bir hap i­
shane! İn san u yu y a n ya d a esriktir. O na
“uyan!” dem ek gerektir:

U yan ey yareli Şir-jiyan bu hab-ı gaf­


letten!

K ökeni, gök ülkesini anlam ası, sezm esi


gerekir. İnsan, bundan başka-denildiği gibi; düşen bir Tanrı! Göğü
anım sayan, düşen bir Tanrı!
İnsan durum unun bilinirci anlayışına H ip p o ly to s’un “Tine İla­
hiler” şiiri güzel bir örnek:

Açıklamak istiyorum bütün gizleri


bir bir göstermek Tanrı biçimlerini
ve gizini, gizlerini kutsal yolun
bilgi (gnosis) denen, bildirmek istiyorum.
202
16
Keltler

D on ve R en ırm aklarını çevreleyen ülkeler, K elt oym aklarının


ortasal yöreleri. G erçekte K eltler; İrlan d a’dan, Isp an ya’dan, K ü ­
çük A sya (Galatia: A nkara, Yozgat, Kırşehir, Avanos, K ayseri
b g )’ya u zan an b ö lg elerd e oturdular. Ç o k tan rıcı olan K eltler İÖ
VII. yüzyıldan, ÎS V. yüzyıla kadar söylencelerde de geçer. İÖ III.
yüzyılda Y u n a n is ta n ’d a görüldüler. O radan da K üçük A sy a ’ya,
K ızılırm ak eğrim ini içerisine alan bölgelere, (Avanos ve çevresi­
ne) geldiler İÖ 2 3 5 ’te v e buralarda yaşam aya başladılar.
İÖ 3 9 0 ’da Keltler, E tru rien ’i alıp R o m a’yı yağm aladılar (gü­
neyde S icily a’y a kadar) R om alılar, K eltlere G aller diyorlardı.
İÖ 192’de R om alılar güçlendiler, eski E trüsk topraklarına gir­
diler, G allia C isalpina’yı alm ak için. İÖ I. yüzyılda R om alılar A k­
deniz kıyılarına uzandılar. İÖ 58-49’da Sezar (100-44) G alya’nın
artakalan bölüm lerini de aldı. Bugün İrlanda da, İsk o çya’da bu
G a e le d ili k o n u ş u lm a k ta d ır. K e ltlc ıi d a h a so n ra B re to n la r ,
K ym erler izlediler. B unların bugün Britanya ve W ales de izleri
var. D aha sonra C erm enler onları batıya doğru sürdüler. Sezar sa­
vaşıyla birlikte, K eltler Latinleştirildi.

203
B ritanya’nın uzak adalarında Kelt dili ve ekini daha uzun ya­
şamlı oldu. Bugün de bu K elt dili konuşulm aktadır.
Kelt toplum una krallık yerleşince, Prestlerin de katıldığı bir üst
sınıf erki ele geçirm iş oldu. A şağı sınıf da köylülerdi. Büyük aile
küm eleri, çevresi kapalı bahçelerde yaşıyorlardı. K adınlar bir tek
parçadan oluşan uzun giysiler giyiniyorlardı. Pantalon giyimi gele­
neğini Batı A vrupa’ya sokan, Keklerdir.
Daha doğudaki K eltler m adencilik ediyorlar, göçebe durum un­
da kalıyorlardı.
S ezar’ın verdiği bilgiye göre, Kelt Pıestleri, kutsal gelenekleri­
nin yazılm asına karşıydılar. Birkaç dinsel m etin bize kadar ulaşm ış
değil. K elt dinine değgin bilgilerim iz şu kaynaklara dayanır:
a) K ökleşik yazarların notları (Caesar ve birçoğu),
b) Rom a illerinde bulunan kısa, Latince yazılar,
c) K azıbilim sel bulgular,
d) H ıristiyanlık dönem inde yazılan, not edilen ve sık sık deği­
şen İrlanda gelenekleri.

K e lt d ü n y a s ı

204
K eltçe “tanrı” sözcüğü, genel H int-A vrupa dilince “devo, d ia” .
Yazılı belgelerin açıkladığına göre, K eklerde bilinen 400 tanrı adı
var şim dilik! C a esa r’ın verdiği bilgiye göre K eltler (lat G aller)
ö zellik le M ercu riu s’a tapıyorlardı. S onra da Jüpiter, A p ollon ,
M ars ve M inerva’ya-
D aha sonra ozan L ucanus, Kelt oym ağının üç tanrısını b e lir­
ler: E sus, Taranis ve Teustates... B unlar da yazılı belgelerde var.
A m a şu tanrıların K elt tanrıları olduğu daha güvenli:
L ug, bütün Kelt ülkelerinde görülen bir tek tanrı. Kelt ülkesin­
de on beş bölge var. L ugu-dun um (bunlar arasında Lyon ve Lei-
den), İrland a’da L ugnasad. Ceasar buna M ercurius diyor. M er-
curius sanatların bulucusu, el işlerinin ve tecim in korucuyusu. Ta-
ranius şim şek ve gök tanrısı (Jüpiter). Teutates, savaş karakterini
özüm ler.

K e lt e s k iç a ğ s ö y le n c e le r in e g ö r e ; b ir k a h r a m a n , k u ts a l G r a l’ ı b u lu r . İ n s a n n e ­
r e d e o lu r s a o ls u n , b ir u m u tla d in s e l a ld a n ış la r a b ır a k ıv e r iy o r k e n d in i....

205
Sucellos, “ iyi döğüşen” , büyük bir olasılıkla Yeraltı tanrısı. Ca-
esar, onu K eklerin atası olarak görür. İrlan d a’da bunun bir karşılı-,
ğı var: Dağda “İyi T anrı” , “herşeyin atası” olarak onaylanır. O llat-
hair: Yaşamın, ölüm ün efendisi, bolluk sunucudur.
K adın tanrılar da oldukça önem li K etlerde. M atras ya da Mat*;
ronae diye adlandırılır: A na ve bolluk tanrıçaları (ürün). K im i za­
m an da hayvan biçim inde gösterilir. Ö bür tanrıçaların savaş işlem ­
leri var. Ç oklukla kuş biçim li. Bundan başka, ırm ak tanrıçaları ve'
kaynaklarla, ağaçla ilişkili olan başka tanrıçalar...

K c lt a t t a n r ıç a s ı E p o n a . G a l-R o m e n ta ş k a b a r t m a s ı.

206
K eltlerde tanrılar insanüstü kahram anlardı. Onlardan çoğu tan­
rısal yöneticilerdi. Elleri güm üştendi, çünkü savaşlarda ellerini y i­
tirm işlerdi. K eklerin kendileri gibi tanrıları da savaşla, d işle riy le ,
çiftçilikle uğraşıyorlardı.
Ü ç sayısının çok önem li bir durum u var K ek tanrılar dünyasın­
da! Ö rneğin üç başlı ya da üç yüzlü (yüzü üç olan) tanrı resim leri­
ne rastlanır. B üyük bir olasılıkla bunlar İlk K eltlerden kalıt olarak
geçm iştir.

R o m a n o - K e lt k a b a r tm a s ı. E p o n a b o llu k ta n r ıs ı.

207
K eltlerin kutsal
b ir k r a llığ ı v a rd ı.
Kral ana, tanrı kra­
liçeyle ve dinsel bir
evlilik yoluyla “ik-
tid a r”ını p ek iştirir­
d i. B u a n a ta n r ı
kraliçe, ülkeyi, kral
iktidarını özümler.
D insel g elenek­
le rin k o ru y u c u s u
K e lt P r e s t le r i
(D ru id le r: Ç o k b i-
len)’ydi. B unlar da­
ha önceleri gençle­
rin yetiştiricisi, yar­
gıcı ve prestleriydi.
O nlar kurbanda ha­
z ır b u lu n u r, d in in
gizli yanlarını açık­
lar ve fa lc ılık , b ü ­
y ü c ü lü k ed erlerd i.
(D in ler fa lc ılık ve
büyücülükle birlik­
te gidiyor!).
Tapınak ve tanrı
re sim le rin in k u lla ­
n ılm a sı, G rek-R o- K e lt ta n r ıç a s ı B r ig a n tia ( B ir R o m a y o n u t u ) .

men etkisiyle oldu.


K urbandan sık sık söz edilir. İnsanın da kurban edildiği anlaşılı­
yor. H er yıl dört kez dinsel törenler yapılırdı. Daha çok bu törenler,
gündönüm üyle ilgili olarak düzenlenirdi. Yeni yıl şenliği (sam ain),
1 E k im ’de yapılıyordu. Çünkü ölülerin tinleri, bu tarihte törene k a­
tılıyordu inanca göre...

208
17
Cermenler

G ünüm üzden 14 bin yıl önce İskandinav ülkelerinde, K uzey


A lm aya’da buzlar erim eye başladı. D an im ark a’da 12 bin, İsveç’te
de 10 000 yıl önce eridi buzlar. İsv eç’te, S k a n e ’de bulunan eski
taşçağm a değgin iskeletler, İsveç halkının İÖ 8000-5000 yılları İs­
kandinav ırkından olduğunu (W. Ho Im qvist).
K uzey C erm en ekininin kökeninin kuzeybatı A lm anya olduğu­
na inanılıyor.
a) Eski taşçağı İÖ 8000-5000 yılları: avcılık, balıkçılık.
b) Yeni taşçağı İÖ 300-15000
c) B ronz çağı İÖ 1500-500
d) Eski D em ir çağı İÖ 500- İS 400
e) Yeni D em ir Ç ağı İS 400- 1050. V andallar dönem i 400-500,
Viking dönem i 800-1050.
Yazılı belgeler ilk olarak dem ir çağından geliyor. Başlıca kay­
nak C Tacitus G erm ania, İS 98.
İskandinav ülkeleri dininin kaynakları:
a) O zanların şiirleri, ilk H ıristiyanlık (IX. ve X. yüzyıllar) dö
nemi.

209
b) Eddan, tanrıya şarkıları içerir.
c) S n o r r e ’nin E d d a ’sı. D üz yazılar (yaklaşık 1220). K uzey söy­
lencesinde ozanlar için el kitabı.
d) Öyküler, tarihsel betim lem eler, kral öyküleri.
e) Yasalar, H ıristiyanlık için dolaylı bilgiler verir.
f) Run yazıları. Ö zellikle taşlarda.
g) Yazınsal olm ayan kaynaklar:
1) Yer adları
2) H alk anıları. İlk H ıristiyanlık üzerine bilgiler.
3) K azıbilim sel bulgular. M ezarlar, kurban depoları. Go
tlan d ’da resim li yazılar (V-XI. yüzyıl).
Y erli k ay n ak ların b ir bölüm ü N o r v e ç ’te ve İ z la n d a ’da. İ s ­
v e ç ’te de din yazını yaygın. K im i m asal dörtlükleri, Run şiirleri
korunm uştur.
Taşçağı dini üzerine bilgim iz yeterli değil. H ollanda, Kuzey A l­
m anya, İngiltere ve güney İskandinavya’da dinsel-toplum sal ör­
gütlere tanıklık kim i kazıbilim sel buluntular.
İngiltere’deki S to n eh en g e’nin ortaçağda gözlem evi olarak kul-
S to n eh en g e (S alisb u rg y -İn g ilte re), hem gözlem evi, hem de k u tsa l yer.

lam ldığı sanılıyor. B ronz çağı kaya çizgi resim leri, eskiçağ dinsel
ve büyüsel olaylara, gelen ek lere tan ık lık ed iy o r (C .A . B oberg).
K aya resim leri arasında örneğin G üneş tekerleği, ağaç, gem i...
E d d a n , R ig v e d a ’nın güneş atı karşılığı olarak konuşur:

Adı Skinfaxe
o gündüzün
insanlara çekip getirir
En iyi atı

Skane (İsv eç)’de bronz çağından kalm a, şunlar da var: Yarış


atları, G üneş tekerleği, pulluk ve balta, kutsal giysiler, insan kur­
ban...
İskandinavya tanrılarına, yer adları belgelerinde de rastlıyoruz:
Tor, Ull, Njord, Tyr, O den, Frej ve Freja .
Norveç, İsveç, İ z la n d a ’da yer adları, insan adları, yol adları,
kentler, tanrı adlarıyla anıldı.
Tanrılar Yer adları

un UUtuna, U llskog (soyadı)


Njord N jardar
Tyr Tyresö
Tor Torsken, Torsten (soyadı)
Oden O denplan (alan adı)
Frej F rejgatan (caddenin adı)

Böylece nesnel olarak bulunm ayan, am a im gelerde varolan, var


sayılan TA N R IL A R IN A D L A R I kentlere, y o llara, insanlara ad
olarak verilm iş. Tanrılar doğrudan doğruya doğaya eklenmiş! N e­
den? Çünkü insan ne denli “ A llah” dese de, onu görem ediği, bula­
m adığı gibi; üstelik doğayla birlikte, doğayla başbaşa! B ulunam a­
yan ve gerçekte olm ayan, varolm ayan tan rılar hiç değilse iğreti
olarak doğada, gözler önünde yaşatılm aya çalışılm ıştır. G özlem ler
de bunu kanıtlıyor.
O den (İzlandaca: Ödinn) çok eski bir Tanrı. W uotan’la özdeş
kim likli. Evrenin, insanların yöneticisi! Seçkinler, soylular, iyiler,
savaşım a katılanlar öldükten sonra O d en ’e kavuşurlar. “H epiniz
O den’e kavuşacak...” K u r’an da öyle der: “K ulluk edenler A l­
la h ’a kavuşurlar...”
Tanrı O den de H int-A vrupa biçim iyle savaşa katılır...
U lu, en yüksek Tanrı O d en ’in büyüsel, gizem sel yönü de var.
O d e n ’in yalnız bir gözü var. Tek gözlüdür. Çünkü bilgelik karşılığı
gözünün birini dev M im e s ’in kuyusuna bırakm ıştır. İskandinav
harflerini, dem ek R un harflerini o bulgulayıp bağışladı...*

( *> A lla h ’ın M u h a m m e d ’e: 'O k u A lla h ’ın iz n iy le ” d e y in c e “o k u m a sı” g ib i! B ir ­


b irind en haberi o lm a y a n in san k ü m e le r in in g er ek sin im ler k arşısın d a ö z d e ş ö rg e lere , d u ­
rum lara b a şv u rm a çab aları!..
Tanrı O d e n e y le m le r i, d avran ışlarıyla in san a benzer; in san d avran ışlı! B u n lar g e r ­
çek b ir T anrı g ib i d eğ il de; in sa n m ış g ib i in sel e y le m le r le b elirlen iy o r. O d e n ’in g ö zleri
vardır a m a bir gözü n ü M im e s ’e b a ğ ışla m ıştır b ilg e lik k arşılığı! A lla h d a insanları u sla n ­
m a d ı d iy e C e h e n n e m ’e atar. B ü tü n bunlar gösteriyor ki; in san ister k u z ey in so ğ u k b ö lg e ­
lerin d e o ls u n , ister ç ö l sıcağın d a; ger ek lerin i d o y u n n a k zorun d a! İnsan d u y g u sa l varlık.
G e rçek leri ortaya k oyar am a, ö te y an d an d a varlığı o lm a y a n g ü çle ri im g e se l olarak c a n ­
landırır. İnsan y a ln ız n esn e l d e ğ il, im g e s e l olarak da yaratab ilen bir g ü ç ev r en d e .. A .R .E .

212
N jord, İsk a n d in a v y a ’nın erkek tanrısı. K endi k ızk ard eşiyie
evli. B irlikte yaşarlar. N jord, yaz m evsim i ve denizcilik tanrısı.
G üzel ayakları var. (B akınız, tanrıların insanlar gibi ayakları da
var!)
Freja, çok değer verilen İskandinav tanrıçası. O na Vanadis de
denir. H em de sevi tanrıçası! O d e n ’in karısı da, Frig. O den uzak­
larda olduğu zaman Frig, Tanrı O d e n ’in kardeşi V ile’yle ilişki kurar.
B ir söylenceye göre F re ja , devler ülkesine kaçırılır... Bu d a d o ­
ğanın ölüm ü diye yorum lanır.

D en iz, v e d e n iz h a y v a n la r ı t a n r ıç a s ı k o r k u n ç S e d n a , E s k im o ’la r
g ib i r itle r i ta t lıla ş t ır ıy o r . B u r a d a in s a n la r ı, g ü n e y d o ğ u A la s k a ’d a k i
g ib i m a s k e ta ş ıy o r .

213
Tanrı O den d estek ler S e jd ’i, Ş a­
m an sanatını! B öylece kadınlar gelece­
ğin alınyazısını yaratır. O d en ’in, ken­
disi için kendi kendini kurban etm esi
göz alıcı bir benzerlik:

Biliyorum astım
rüzgârlı ağaca
bütün dokuz gecemi,
okla yaralı
ve O den’e kurban
ben kendim kendimi
şu ağaca
kimsenin bilmediği
neyin nesi olduğunu...
(Hâv, 138)

O d en ’in hayvanı sekiz ayaklı sleipner, G otland taşlarına resim ­


lendi. Tanrı Tor’un ilk ilişkisi şim şekle. O nun silahı çekiç (M jöl-
ner). Bu da İn d ra’nm, V ajra’sının karşılığı. T or’un arabasını kut­
sal hayvan iki koç çekiyor. Tor, her şeyi anlatır, savaş tanrısının
kargaşa (kaos) güçlerini nasıl yıkım a uğratm ış olduğunu da!.
L o k e ’nin yabanıl, kendine özgü bir huyu, karakteri var. Tanrı­
ların hizm etinde, yardım ındadır. Ö zdeş zam anda oldukça kurnaz.
Tanrı O d en ’in kardeşi olduğu sanılıyor.
B ald er (E fendi) ışık tanrısı. Balder, karanlığın özüm leyicisi
H o d er’in ikizkardeşi. B alder âk, solgun tanrı.
H oner, her zam an Tanrı O d e n ’le birliktedir. Yeni doğan çocuk­
lara konuşm a yeteneği verir. Brage, O d e n ’in birçok rolünü yükle­
nir. Ö lüleri kabul eder, “ozanların en iyisi” diye adlanır. Bu Tanrı
Brage, H indistan’da karşılığı B ra h m a ’yı anımsatır.
H iıistiyanlıktan önceki din eğilim leri üzerine İskandinav ülke­
lerinin (N orveç, İsveç, İrlanda vb) kutsal yazıları yok. Daha çok
m asallara, öykülere başvurulur bu konuda bilgi edinm ek için...

214
Kim i söylenceler Evrenin yaratısı­
nı işler:

Ym er’irı etinden
yaratıldı Yer
ve kandan deniz,
dağ bacaktan
ağaç saçtan
ve kafatasından gök

(G rim nism al 40)

B ö y lece ta n rıla r d eğ il y alnız, İs­


kandinav halkları evreni bile insan­
dan yaratıyorlar. D em ek K uzey insan­
larına göre, evrenden önce insan var­
m ış!.
A ri ilk in s a n ı; Y a m a -Y im a ’y ı,
Y m er ’de buluyoruz. Y am a-Y im a’nın
bedeni, görünen dünyanın kökeniydi.
F r ö y a d a F r e j, İ s k a n d in a v
Evrenin bu yaratı öyküsü, bu yara­
hava v e b o llu k t a n r ıs ı. B r o n z
tın ın ilk du ru m u ; H in tlilerin R igve- y o n u t , İ s v e ç 1 0 0 . y ü z y ıl.
d a ’sını anım satır:

Taa eski çağlarda


Ym er yaratınca,
Kum yok, deniz yoktu
Z a yıf dalgalar yok.
Dünya yoktu
ya da gök.
yalnız Ginııungagap
ama yoktu çayır.

(D örtlük 3)

215
T a c itu s ’un güney C e rm e n le r için söylem iş olduğu gibi, Kuzey
insanlarının o eski çağlarda tapınakları yoktu. D insel törenler çalı­
lık, fundalıklarda, ya da kutsal yerlerde yapılıyordu. D aha sonrala­
rı tapınak kullanım ına başlandı. Tapm ağın büyük bölüm ünde kur­
ban yem eği yeniyordu. D aha küçük bölüm ünde de tanrıların re ­
simleri vardı (Eskiçağ K uzey insanları görem edikleri tanrıyı g ö r­
m ek için im gesel olarak onların resim lerini yapıyorlardı).
U ppsala tapınağında O d en , Tor, ve F r ö ’nün resim leri var. E s­
ki çağ lard a k urban o larak değerli şey ler su n u lu y o rd u tapınağa:
H ay v an , m a d e n le r, am b er... V ikinglerin dönem inde atlar, tırnaklı
hayvanlar, dom uz ve keçiler kesiliyordu.
Kim i belgelere göre, kurban kanı içiliyordu. A m a kan akmadan
önce sunu taşları, kral sarayının duvarları kırm ızıya boyanıyordu.
K ırm ızıya boyam a deyim i, kanla kırm ızıya boyam a anlam ına geli­
yordu.
G ünlük yaşam larında K uzey İnsanları hem inandılar tanrılara,
hem de onlardan korktular! kim i zam an da insan; devlerin ya da
kötü güçlerin saldırısına uğruyorlardı. Ö yle algılıyorlardı korkula­
rını... R un abeceli taşlar, Rum harfleri büyücülükte, büyüsel im ler­
de kullanılıyordu.
Ölüm inancına gelince: G üçlü, sağlıklı b ir yaşam ın çok değeri
vardı. Ö lüm den sonra yaşam oldukça ayrım lıydı...

216
18
Çin ve Kore

Ç in ’de bulunan en eski insan 1 m ilyon 200 bin yıl öncesine


değgin. A m a yeni insan H om o sapiens yaklaşık 30 bin yıl önce y a­
şadı.
Ç in ’in geleneksel, tarihsel soyları:
1) H sia S oyu, Y ü ’nün kurduğu (İÖ yaklaşık 2000-1500). Çin
taşçağı.
2) S h a n g S o y u , T a n g ’ın k urduğu soy (İÖ 1500-1028). Ç in
Bronz çağı.
3) C h o u S oyu (İÖ 1028-256). Ç in ’in İÖ 841 yılından bugüne,
belirli bir süredizini (kronoloji) var. S h e n -h si kutsal krallığı g er­
çe k leşir. B u so y la b ü y ü k d in se l k ita p la r y a z ılm a y a başlar. İÖ
6 0 0 ’lerden sonra büyük düşünbilim ciler yetişti.
4) C h in S oyu (İÖ 231-210). T sin Shi H ia g ti’nle başladı. İÖ .
2 1 3 ’te K o n fü ç y u s ’un bütün kitaplarını yaktı. Ö lür ölm ez de bu
soy sona erdi.
5) H a n Soyu (İÖ 206- İs 220), okum ayı sever. K o n fü çy u s y an ­
lı. G eleneksel inanca göre Budizm e, Ç in ’e İS 61 yılında girdi, kral
M in g -ti’nin görm üş olduğu bir düşle.

217
6) Sonraki soylar arasında şunlar da var: Tang (618-906), b
arada İslam Ç in ’e girer. S u n g (960-1279) , Y üan (1295-1368),
M ing (1368-1643) ve C hing ya da M anchu (1644-1912). 1911-
1 9 1 2 ’d e Ç in D e v r im i o ld u . D e v rim le b irlik te C u m h u riy e t...
1930’la 1940’lı yıllarda ulusalcılarla kom ünistler çarpıştılar. M ao
Zedung, 1 Ekim 1949’da Ç in H alk C u m h u riy eti’ni kurdu. Ma-
o ’nun 1976’da ö lüm ünden son ra yönetim in b aşk an ı H ua K ua-
Feng oldu.
Çin dilinde, Ç ince’de bütün sözcükler b ir harfli... Ses bireşim ­
lerinde sessiz harfler kullanılır birbiri yanısıra.
Çince yazı, imli düşünce yazınıdır. H er anlam için bir im kulla­
nılır. Yazının ilk ilkel biçim ine yaklaşık İÖ 1200 yılında rastlanır.
N orm al Çince yaklaşık olarak İS 100 yılında başlar.
E ski Çin kaynakları b irço k esin so rularını, yanıtlarını içerir,
Shang Soyu kralına değgin. Bu yazılar kaplum bağa kabuğuna, ke­
m ik parçalarına yazılıyordu, İÖ 1300 ve daha önceleri. Bunların
birkaçı, Stockholm D oğuasya M ü zesi’nde bulunm aktadır.

218
Shang soyundan esin sorulan birçok tanrı dünyasını içerir. Bu
arada birçok adlar da var. Ti kral, Shang-ti “Ü stteki k ral”. Onun
yanında da Y er’i buluruz.
S h an g-ti’deki T ien, “ gök” anlam ına gelir. B üyük bir tanrı diye
onaylanır: H er şeyin kökeni ve başlangıç, E fendisi doğa düzenin!
İnsan eylem lerinin bekçisi. Bu eylem lere göre cezalandırır ya da
ödüllendirir. G örünen gök kubbesinin im idir o.
Yer, çok eski çağlardan beri kadınsal bir tanrılığı simgeler. Öyle
algılanır. H er şeyin anası. A m a C hou -S oyu’nun resm i dini Houtu
(En yüce egem en Yer), b ir erkek tanrı. B ütün ülkenin tanrısı, o iyi­
liği verir. D oğruluğun koruyucusu. “Ü lkenin savunuculuğu” görevi
hem en hem en bütün dinlerde ortak konu. D aha başka birçok doğa
tanrıları, bolluk tanrıları da var...
Söylenceye göre Yer, başlangıçta yılan bedenli ve insan yüzlü
b ir yabanıl egem endi, C k un g-k un g. C h a n g -ti’nin b u yurusuyla
tanrı C hang-hui onu yendi. K ızgınlıkla Y er’i yıkm aya kalktı bir
ucundan. A m a onun oğlu araya girip Y er’i ekilip biçilecek bir du­
rum a getirdi.
Kökü eskiçağlara dayanan düşünce, iki tem el ilkeden oluşan ya­
şam: Yang ve Yin. Bu iki tem el ilkeden Yang, erkeği özümler. Ay­
dınlık ve sıcak bireysellik. Yin kadınlığı, kara ve soğuğu; canlı ya­
şam ı özümler. İkisi arasındaki etkileşim tien-ta o “gökyol” . Bu da,
insanın yolu anlam ına gelir. Jen-to ile uzlaşmalıdır. İki eşey arasın­
daki iş bölüm ünü de açıklam ış olur bu iki tem el ilke. Yaz, erkek uğ­
raşıları zamanı; çiftte, tarlada. Kış da kadının köyde, evdeki uğraşı­
ları. Her ikisi de baharda, güzde karşılaşır. Y ılın büyük törenleri ya­
pılır. Böylece Yang ile Yin arasında etkileşim le gökyoluna ulaşılır.
B u eskiçağ Çin H alk dini, halk yaşam ı bugün de güncel.
B ir insanın üç tini olduğuna inanılıyor: B iri ölüyü m ezara kadar
izler. Öbürü de atalarının izini. D iğeri de huang-huo (sarı kayna-
ğ a )’ya sürülür. O rada yer altında kuei (aç tin) olarak kalır. Yılda
b ir gece aç tin yeryüzüne döner, yem ek için.
K urban hediyeleri, yem ek ve kum aşlar, resim ler, gerçek olm a­
yan kağıt paralar... Ç in geleneğine göre bunlar tin dünyasında m a­
den paralar gibi geçerlidir.
219
Eskiçağ Çin halk dininin çeşitli tanrıları vardı. Örneğin “M ut­
fak tanrısı” . Y ılbaşında Ç in ’de bu tanrı aile bakım ını, nasıl yapıl­
m ası gerek tiğ in i bild iriy o rd u . B öylece tinler, şeytanlar, büyüsel
öğelerle karışık bir din. B ütün yapılar, yeni evler, feng-shuei (rüz­
gâr ve su)’ye göre yapılm alıydı. D em ek çeşitli doğa güçleri gözö-
nünde bulundurulm alıydı. Ç alı, tepeli olm alıydı. Şeytanlar çatıya
düşünce, yeniden havaya uçup gitm eleri kolaylaşacaktı.
T ien-tao’ya göre, Çin toplum u eski çağlarda öncelge (hiyerar-
şi)’ye göre yönetiliyordu. En üstte krallar, prensler vardı. B unlar iç
güçle donatılm ıştı. D aha sonra kent prensleri, soylular geliyordu
sırasınca. B unlar kurban sunularıy la bağım lıydı. En çok da gök
kurbanlarına! K ung dönem inde yalnız hayvan kurbanı değil, insan
da kurban olarak sunuluyordu. İÖ 1108 yılında C ho-soyunun kur­
ucusu W eng W ang dönem inde bir kurban şarkısı şöyle:

Temiz tapmak, o denli dingin tören


Yardımcılar bakım dolu
Yüksek görevliler yığın yığın
Büyük Wen erdem dolu
onunlayız, gökte oturan
geliniz hemencecik bu topluluğa
İşte o, ışıl ışıl onurlanan
unutulmaz o, insanlar arasında.

(Shi -Cihing 4 : 1, 1)

K urban d in i de g e liştirild i düşün celerd e. K urban düşüncesi


Ç in’de ussal bir tem ele dayanır:
“...Kurban düşüncesi insana dışardan gelm edi, içerden geldi.
O, insanı yüreğinde oluştu. İnsanın iç d avranışlarıyla oluştu.
Yürekteki o kım ıldanışlar törenler biçim inde ortaya çıktı. Bu
yüzden bu bilgelik tam bir deyim verdi kurban düşüncesine...”

(Li-chi 21:1)

220
Çin kralı eskiçağda “ G öğün oğlu ” (Tien-tsi), biricik İnsan d i­
ye adlandırılır (Yi-yen). H er iki san da kralın tanrı olm adığını, am a
tanrının insan özüm lem esi olduğunu belirler. O, göğün isteğidir.
D oğrulukla görevini yürütür. O, doğada ve toplum da uyum un gü­
vencesidir. Ö lüm den sonra da tanrısal aşam aya ulaşır.

Ç o ğ u s ö y le n c e le r d e a n a lık v e ü r c t iın lilik , d o ğ u r g a n lık , o la ğ a n b ir k o n u . B e s le ­


y ic i, Y c r ' l e k im lik li k a d ın b iç im i t a n r ıs a llığ a ö r n e k . Ç o c u k lu a n a ö r g e s i d e y e r y ü ­
z ü n d e b ir ç o k y e r le r d e o la ğ a n . S o ld a , r e s i m d e M ıs ır t a n r ıç a s ı İ S İ S , ç o c u ğ u H o -
r u s ’le b ir lik t e . 1 8 . s o y . İ Ö 1 3 8 0 . S a ğ d a : Ç in g ö k y a r d ım c ı k a d ın G u a n Y in , in s a n la ­
r a p ir in c i s a ğ la r , a n a lık g ö r e v iy le .

221
S h u -ch in g’e göre kralın işlevleri şunlar: G ök, yerdeki insanları J
korur (İslam ’da Allah, gökten yere insanları yönetir). O nlara lider­
lerini verir. Lider tanrının yardım cısıdır.
K ralın başa geçm esi, krallığına son verilm esi; onun niteliğine
bağlı birşey. Gök, birinin kral olm ası için bütün yeryüzünü, her kö­
şesini arar, araştırır. (D em ek Ç in ’de kral “göğün seçim ine göre
saptanıyor!). Bu gökle ilgili örgeyi M uham m ed de kullanır: Tanrı, '
gökten yere doğru yönetir yeryüzünü. “A llah ’ı da M uham m ed;
M e r ih ’le Yer arasın a, göğün Y er’e yak ın b ölü m ü ne b ir yere
yerleştirir (Bkz. Sum er-H uluppu A ğacı, K aynak Y. İst).
“ K en d i g ö r e v le r in i y a p m a y a n b ir in i g ö k , h iç b ir za m a n
onaylam az. Gök isteği halk içindir.”
Seçim ve k ralın görev in d en ay rılm ası, göğün isteğiyle olur.
Kral, yalnız olarak halkın kurbanını getirir. Ve yine yalnızca göğün
isteklerini anlar. D aha sonraları kurbanın siyasal dayanağı olsa da; t
halkın dinsel yaşam ıyla hiçbir ilgisi yoktur. K ral hiçbir zam an en
büyük Prest olm aya özenm edi.
Taoculuk (Taoizm) diye adlandırılan Ç in ’deki dinsel eylem son
zam anlarda oldukça değişik görüşlere neden oldu. G eleneğe göre,
bu dinin yaratıcısı Lao-tsi) “Yaslı usta). Son zam anlarda, sanıldığı­
na göre, belki de böyle bir düşünbilim ci yaşam adı.
S öylen celere göre L a o -tsi, İÖ 6 0 4 ’te doğdu. 70 y aşında b ir
köylü çocuğu. 35 yaşındaki karısı, L o-yang krallığında çalıştı. :
Tarihsel olarak C huang-tsi (İÖ 350-300) Ç in ’in en büyük g i­
zem cisi. O nun coşkusal durum u şu:
“...O ayağım sarı kaynağa dayar (Yeraltı suyu) ve sonra g ö ­
ğe çıkar. O nun için ne güney, ne de kuzey vardır. Ö zgür olarak
dört yöne birden uçar. Ö lçülem eyeni algılar. O nun için ne doğu
ve ne de batı vardır...”

C huang, düşünbilim ine göre bütün varlık bir im g e’dir:


“...Bir gün düş gördüm , ben C huang-chou bir kelebektim .
Chou olduğum u bilm iyordum . B irden uyandım , sarsıldım b a k ­
tım ki, ben C h ou ’yum . Şim di bilm iyoru m , düşüm de ben bir
k eleb ek tim . B en bir keleb ek isem , ch ou olduğum u d ü şlü y o ­
ru m .” (2:11)
222
Bilinene göre yaşam ın nasıl uzatıldığını bilm ek için in san la­
rın onu anladığı söylenir. S onsuz yaşam a ulaşm ak, C ennetli o l­
m ak. Onu arayanların am acı da buydu!
Ö zel düşünbilim sel bir doğrultu için Taoculuğun kökleşik bir
m etni de var. Tao te-ching “Y öntem kitabı ve onun gücü.” L ao-tsi
yazm ış. A m a çeşitli zam anlarda yazılanların bir araya getirilm esin­
den oluşm uştur kitap. A nlaşılm ayan, güç ve sisli dili, bu kitabın
çeşitli yorum larına yol açmıştır.*
Tao Ö ğretisi, iki karşıt güç; yang ile yin aralarındaki bireşim .
H er ikisi de, tao, “y o l” yönünden özüm lenir. K arşıtların bireşim i
olan bu düşünce bütün olayların, bütün varlığın yönetici ilkesidir.
Ç irkin, karşıtı olan güzellikle vardır ancak. G üzellik karşıtı olan
çirkinle varolduğu gibi. İyi olana karar verildiği zam an, karşıtı k ö ­
tü olan da var. B ütün bu karşıtlıklar arkasında ilk ilke tao, bir öl­
çüyle ortaya çıkar. Tao, tanrısal yaşam yasası, her şeyi düzenleyen.
Tem el soru da şu: İnsan nasıl Tao’ya ulaşır. B ununla ilişkide bulu­
nan T e ’ye sahiptir, yani “güc”e. Peki bu güç ne? Bu da alçak gö­
nüllülük, sevi ve özgürlük. T ao-te-ching’nin giriş sözleri şöyle:

Aşılabilen yo l (tao) , sonsuz yo l değil.


Anılan bu ad, sonsuz ad değil.
A dsızlık gökle yerin nedeni
Adla bu herşeyin anası.
(Tao-te)*

Tao öğretisiyle, bireşim olarak yang ve yin öğretisi de kalkar:

B ir durum var, bir anlaşılmaz;


bu vardır, gökle ye r olmadan önce
bu durgunluk ve boşluk, özgür ve değişmez,
sonsuz devinim durmadan,
değer anası olmak her şeyin.

1*1 G e r ç e k te bütiin d in s e l k ita p la r, a z ç o k k a p a lı, s is li tü m c e le r le öı'gülen ir. B ile r e k


bu y o la sa p ılır. O k u yan ı ş o k e e t m e k , o n u d a h a ç o k d in sel e ğ ilim e sık ı sık ıy a b a ğ la m a k
iç in !..

22 3
Tanımıyorum adlarını: tao diyorum bu yüzden
İnsan yer yasasını izler,
Yer göğün yasasını
göğ Tao yasasını
Tao kendini izler.
(Tao-te-ching 25)

T ao, gerçekte anlaşılm az. A nlaşılm az olduğunca de betim lene-


mez! H er şeyi etkiler, h er şeye yol gösterir. Varlığı durgunluk ve
edilgenlik içinde, h içbir şey olm uyorm uş gibi. Bu yüzden insan
T a o ’ya benzem eye çalışm alı; durgunluk ve alçak gönüllülük, ken-
diliğindenlik ve doğallıkla:

En iyisi suya benzeyen.


Su her şeyi serinletir
ama değil kendini
en uzak yere ulaşır, herkesin iğrendiği
Tao orada, yakında.

(Tao-te-cihng 8)

Ben iyiyim iyi olana.


İyi olmayana da iyiyim,
iyi olsun diye onlar da.
(Tao-te-ching 49)

Çin ek in i ve din ta rih in in en b ü y ü k adı K un g fu -tsi (U sta


K ung). Latince K onfuçius. G erçekte adı K ung Chiu, İÖ 5 5 1 ’de
C he-fo kentinde doğdu. O nun ataları Chousoyu (hanedanı) kurucu­
larından Wen ve W u ’ya değin uzanır. On dokuz yaşında evlendi.
Bir oğlu oldu. A m a hem en sonra ayrıldı. L u ’da devlet hizm etinde
çalıştı. O zaman krallık, kadından m üzik korosu edinince görevin­
den ayrıldı! İÖ 4 7 9 ’da S h an g tu n g ’da öldü.

224
Z a is h e n : Ç in V a r s ıllık t a n r ıs ı. T a h t a y o n u t , X I X . y ü z y ıl.

225
O ğlu P o -y ü , babası üzerine şunları söyler:
“ ...B ir gün ayakta yalnız duruyordu. O anda salona geçtim .
O zam an bana şöyle dedi:
-S h i-ch in g ’i okudun m u?
-H ayır, henüz okum adım .
O zam an dedi bana:
-Shi okunm adıysa, insanın düşünm esi için birşeyi yok d e­
mektir.
Sonra kapanıp S h i-ch in g’i öğrendim . B aşka bir gün ayakta yal­
nız duruyordu. O anda ivediyle salona geçtim . O sırada sordu b a ­
na:
-Li ch i’yi okudun mu?
-Hayır, henüz okum adım .
O zam an dedi bana:
-E ğer L i-ch i o k u n m a z sa , in sa n ın sa ğ la m c a b a ğ la n a ca ğ ı
birşey yoktur...”
K on fü çyu s’un öğretisi, iç dünya doğrultusundaydı. Tanrıların,
tinlerin, şeytanların varlığ ım onaylıyordu. A m a bütün kurbanlar,
dinsel eğilim lerin öznel bir değeri var. Bu yüzden insan tüm tören­
leri yerine getirm elidir. K oruyucu tinlere yakınındaym ış gibi kur­
ban sundu.*
K ung görüşü h siaa (dindarlık) üzerine kurulm uştur. K u n g ’a
göre Tao, en yüksek, iyi, kişisel bir gök tanrısı. İnsanın görevi Ta-
o ’ya göre yaşamaktır. Bu yaşam ak da h sia a ’yla olur. Bu da atalarla
ilişki kurar. Ö lüm den sonra yaşam ak ya da varolm a yoktur!
A hlâk, dinsel amaçlı değil. En büyük sorun şu: G ök bana bu yaşa­
mı verdiği zam an, bu yaşam ı nasıl sürdüreceğim ? Bunu da beş
ilişkiyle anlatm aya çalışır.

B a n a ö y le g e liy o r k i, K o n t'ü ç y u s'u n , M tılıa m m e d ’d e n 1 1 6 0 y ıl ö n c e s ö y le m iş


o ld u ğ u b u d in s e l e ğ ilim li tü m c e le r i- d o ğ r u d a n d o ğ ru y a d e ğ il a m a d o la y lı o la ra k şu y a d a
b u y o ll a ( ö r n e ğ in T e v r a t v e İn cil e tk is iy le M u h a m m e d 'in d in s e l tü m c e le r in i e t k ile m iş ­
tir. B ü tü n d in le r in , in s a n ta s a r ım la r ı, im g e le ri, d ü ş ü n c e le r in in k a rş ılık lı e tk ile ş im iy le
o lu ş tu ğ u n u y a d s ım a k o la s ılı d e ğ il!.. A .R .E .

226
K ralın iyiliği halkın baş eğm esi
babanın sevisi oğulun sevgisi
yaşlının iyilikseverliği gencin ona bakım ı
erkeğin haklılığı kadının başeğm esi
dostun inancı dostun karşılık inancı

K ung, insandaki iyilik niteliğine inanır. O k atım ıyla uğraşm ası


nedeniyle yaşam deneyim inden örnek verir:
“ ...Y ayı k ın a m ıy o ru m vuru ştan sa p tığ ı için, atışı k ın ıy o ­
rum ...”
(Chung-yung 14-4)

A şağıdhki tüm celer K u n g ’dan günüm üze dek korunmuştur:


■ Tsi-kung sordu:
“ Bir tek sözcü k var mı yaşam b oyun ca doğruluğu sü rd ü ­
ren?”

U sta yanıtladı:

“ K arşılıklı olm a!”


(Lun-ju 15:23)

C hung chung iyilik üzerine sordu. U sta yanıtladı:


“ B aşkasına, kendine boyun eğm esi için buyuruda bulunun­
ca, büyük bir sun ud a bulundun m u?”
“ K endine eklem ek istem ediğini, başkasına eklem e”.
K u n g -fu -tsi’den sonra, düşünbilim ci M in g -tsi (ölm. 289), d a­
ha iyim ser, d ah a d em o k ratik d ev let ö ğ retisin d e. D aha önceleri
Shu-ching “değersiz bir kralı, ‘h anedanı’ görevinden alm ak halkın
hakkıdır” dedi. K ralın görevi kutsaldır am a, kral bu kutsallığa d e­
ğer verdiği sürece...
Bu y ü z d e n S ü n -tsi (ölm . 235) d ah a k ö tü m se r oldu. Ç ünkü
inanm anın kolay olm ayacağına, insana güvenilem eyeceğini belirli­
yordu. Bu yüzden halka kuralları öğretm ek zorundayız.

227
G u a n D i: Ç in s ö y le n c e s in d e s a v a ş ta n r ıs ı.
K u n g ’un d in s e l d ü -
şünbilim i daha da dizge-
leştirilip y a y g ın la ştırıld ı,
Chu Hsi (1 130-1200)’yle.
O na Ç in’in kuralcı, ilkeci
öğretm eni, ustası denildi.
K o n fü ç y u s c u lu k İÖ
2 0 0 ’den beri D ev let Ö ğ ­
retisi oldu. D aha sonra da
bu öğreti sürüp gitti.
Ç in d in in d e k i ilg in ç
ö z e llik şu: B ir ç e ş it din
karışım ı! Çin halkı Kon-
füçyus, Taoist ve B udist-
le r a ra sın d a b ö lü n m e d i.
K onfüçyus görüşüyle Ta­
o ist p re stle re d e, B u d ist
p restlere de in an ıld ı. T a­
rihçi Hu S h i’ye göre g er­
çekte Ç in ’in din kurucusu
M o Tti (İÖ 4 7 0 -3 9 0 )’dir.
Soylu bir aileden geliyor.
Onun düşüncesi şu:
I) H er şey e u sça k a ­
rar verilm elidir.
“Bir insanı öld ü rm e­
nin suç olduğu, ölüm ce­
zası v e rilm e si g e r e k tiğ i
sö y le n iy o r . O n k iş i ö l­
dürm ek on kez daha be­
ter. 100 k işi ö ld ü r m e k
yüz kez daha beter. S al­
Ç in A y T a n r ıç a s ı H e n g - O ’n u n b ir y o n u t u .
dıran d evletin erk ek leri

229
böyle yapam az! K adınlar da iş görem ez... Ö yleyse savaş usdışı-
dır ve yararsızdır...”
2) Herşey karşılıklı sevgiyle yönetilm elidir... B öylece dünya
ideal bir yönetim e kavuşabilir.
M eng-tsi, şöyle eleştiriyor M o T i’yi:
“...Benim kom şum un anababalarının, b en im üzerim de aynı
hakları varsa, benim anababam m daha büyük hakkı olam az,
benim üzerim de kom şum unkinden. A yrım lı olm ayan yardım ,
yardım ı çok daha aza doğru siler süpürür götürür...”
M o Ti, din ortaklığı kurarak Chü-tsi “Yaşlı Usta” adıyla “pa­
pa” oldu. Ölümünden 30 yıl sonra da görevi üçe bölündü, dağıldı.
İnsanların yaşamı için Gök ilginçtir, diyor M o Ti. Gök üzerine,
kişisel bir tanrı diye konuşur. Ama duaya, yalvarışlara önem ver­
mez. Çin halkı onu İs a ’yla bir tutar.
Çin geleneklerine göre, B udizm Ç in ’e İS 6 1 ’de geldi. Budist
resimleri, kitaplar, Hintten gelen çilecilerle. Kral L ian g W u-ti
(502-550) yönetiminde, Budacılık devlet diniydi. Çin Budist kitap­
ları 518 yılında kralın buyurusuyla bir araya toplandı.
Budacılığın Çin’de çok değişik bir alınyazısı var. Kimi zaman
övülüp değer verildi, kimi zaman da yöneticilerce izlendi; örneğin
IX. yüzyılda (840).
Çince Budist yazılarına C ihng-lü-lun (Sutra, vinaya, abhid-
harm a)’da rastlanır. 1913’te bütünlenenler 3386 kitabı içerir.
Çarpıcı yanıtlar ve özgün tümce biçimlemeleri seviliyordu en
çok. H u i-n en g’in öğretmenine sorulduğu zaman, izleyicisi şöyle
yanıtladı:
“Öğrencilerimin 4 9 9 ’u Budacılığı olağanüstü anlıyor. Ama an­
lamıyor H ui-neng. Çünkü, onun giysisi onu örttü...”
Biri sordu:
“B u d a ’mn temel öğretisi nedir?”
Chan-usta yanıtladı:
“Bu yelpazede yeterince yer var beni serinletmek için.”
Budacılıkta bir düzeltime gidildi, Hıristiyanlık örnek alınarak:
Savaş, sayrı bakımı, çocuk yuvaları hizmeti, açlık ve sel baskınla-

230
rina uğrayanlara yardım, giysiler, hapishaneleri ziyaret vb. 1947
N anking B udist k onferansında varılan uzlaşma konusu: Kam u
ve toplum sal yardım .
Çin halkı bugün, Konfüçyusculuğun bir din olmadığı, bir çeşit
eğitim olduğu görüşündeler. 1951 ’de Devlet ve Dışişleri Bakanı
C huo en-Lai şöyle dedi: “K ung (Konfüçyus) düşünbiliminde de­
ğerli bir öz bulunabilir, ama bu 2000 yıl önce biçimlendi, bundan
sonra geçerli olamaz...”
Bugün Çin’de okumuş olanlarla, yığınların dinsel davranışı ara­
sında büyük bir ayrım var.
M ao Zedung (1893-1976), Çin H alk C um huriyeti’ni kurunca
din özgürlüğünü getirdi: “Vatandaş, Çin Halk Cumhuriyeti’nde
dinsel inancını korumak özgürlüğü vardır (1 4 .0 6 .1 9 5 3 ). Ilım lı
C hou-en-Lai, din liderlerini 1950’de yatıştırdı: “Halk, dinsel inan­
cı üzerine kendisi karar verir.”
M a o ’nun yaşlılığı döneminde (1966-76) kökten bir düzeltime
gidildi. M ao’nun eşi C hiang C hing ve “Y ık dört eskiyi”... Bunlar:
Geleneksel düşünceler, kültür öğeleri, alışkanlıklar vb.
M a o ’dan sonra H u a K u o-F en g geldi. D üşünce yönü olarak
Chou en-Lai’ye dönüldü. Ekonomi yeni baştan ele alınacak, en­
düstri güçlendirilecek (Ake Ström).
M ao, 1950’den beri Shi-ching ve C h ou ’dan alıntılar kullandı;
eskiçağ söylenceleri ve anlatılarını halkın yararına uyguladı.
K orea, K ore adı K oryo soyundan gelir. Kore dilinin ne Çin­
c e ’yle ne de Japon diliyle ilişkisi vardır. Kore dili U ral-A ltay dil
topluluğuna (T ürkçe-M oğolca) değgin. Ama abeceleri Çin yazısı
gibi yukardan aşağıya yazılır.
Kore eskiçağ ulusal dini, Sinkyo göktanrısından söz eder: Ha-
nanim . Bunun altında bir çift tanrı var: Palk (güneş), Kud (karan­
lık), kaza, günah. Güneş tapıncı şeytanların sapıncıyla ortaya çıkar.
Budacılık Kuzeybatı K ore’ye İS 372’de Ç in’den geldi. Böylece bu
tarihsel duıum Japonya ile Kore arasında önemli bir bağlantı oldu.
Kore manastırı sıkı bir ahlâk ve tinsel disiplinle yönetilir. Japonla­
rın Kore’yi almasıyla (1910), Budacılık korunmak istendi.

231
U zu n y a ş a m ü z e r in e e g e m e n T a o ta n r ıs ı
S h o u la o . R e s im d e P e r s s im g e li o la r a k , y a ş a m ı v e
c in s e l iliş k iy i ö z ü m s ü y o r (C h in g S o y u , İÖ 1 7 0 0 ).

232
19
Japonya

Japon dili ne Ç in ce’ye ne de Kore diline benzer. V urgulaşm alar


bütün harflerde özdeştir. Ö rneğin mi ka do gibi. VII. yüzyıldan
beri birçok Çince sözcük ödünç alınıp Jap o n ca’ya katıldı.
Japon ulusal dini, Ç in ce’den alınan bir sözcükle shinto “tinler”
(tanrılar ve ataların y o lu )’le bütünlendi.
Shinto, B udacılığın Japo n y a’ya ulaşm asıyla, ölümden sonra bir
başka varoluşa, daha varsıl bir din yaşam ına; İkinci Büyük Savaş
öncesinde de ulusalcılığa, devlet dinine dönüştü.
Ç in ’in tersine, Jap o n y a’nın pek çok tanrıları vardı. Bir o denli
de söylenceleri. K argaşa (kaos)’dan, üç tanrı oluşuverdi; “G ök o r­
tasın d a tanrısal E fen d i”, “Ulu K oruyucu Yaratıcı” “Tanrısal
K oruyucu Yaratıcı”.
Bu tanrılardan yedinci kuşakta, izana-gi “Davet eden erkek” ve
İzana-m i “D avet eden kadın” kardeşler doğdu.
K ardeş evliliği yaşayan İzana-gi ve İzana-m i; 80 ülke, 80 ada,
ve 8 m ilyon tanrı doğurdu!*

* İ n s a n l a r , 3 0 0 m i l y o n t a n r ı y a r a t m ı y o r y a l n ı z ; 8 m i ly o n ta n r ı d a d o ğ u r u y o r ! .
A .R .E .

23 3
Japonya

234
A m aterasu-o-m i-kam i; “Gökte yükselen ışıl ışıl güneş tanrı­
çası, Japonya'nın ulsal tanrısı.
Susa-no-w o; “ileriye giden adam” (no iyelik eki), yeğin adam,
fırtına tanrısı. Japonların söylence sanatıyla tarihin kuruluşu.
A m aterasu n ’un oğlunun oğlu N inigi, Yer’e gider, tüm Japon
tarihini yöneten imparatorluk hukukunun atası olur. İmparator ev-
renüstü bir dönüşüm.
Demek Japonlarda insanla tanrısallık arasında belli bir sınırla­
ma yok. Her insan, sıradan insan bile ölümden sonra kam i oluyör.
Bu yüzden Hindistan’da olduğu gibi, Japonya’da da birçok kahra­
manlar ve ünlü kişilere halk tapar. D em ek Japonlar im gesel bir
tanrıya değil de nesnel varlığa, tanrısallığa tapıyor.
H ach im an , imparator O jinis III. yüzyıl savaş tanrısıdır. B u­
günde çok önemli Japonya’da.
Tenjin ‘göksel tin’ yazıncı Sugaw ara M ichizane (845-903)’nin
büyük rolü var, Çin yazı ekininin Japonya’ya girmesinde. Japon
halkı sağlam, ortak bir birlikte canlı sim gesi olur imparatorun. Ona
eski çağlarda M ikado “Ulu kapı” deniyordu. Bunun yerine şimdi
Tenno “göğün sultanı” ya da Tenshism a, “göğün oğlu” deniyor.
Tenno, Japon halkının ve dininin orta noktası olarak Tokyo’nun or­
tasındaki G osho sarayında yaşamaktadır. Şimdiye dek Japonya’da,
halk imparatoru ne seçm iş ne de onu yerinden atmıştır. Japon halkı
Amerikan işgal güçlerine “sağol” diyor T en n o ’ya dokunmadığı
için. Bütün tarih boyunca Japonya’da yalnız bir soy (hanedan) bu­
lunmuştur. 1946 Şubat’ında imparator H irohito, tanrılığından el
çekti. Japon toplumu her zaman bir sınıf birliği oluşturmuştur. Eski­
çağlarda T en n o’ya en yakın K uge vardı. İmparatorun çocukları,
onların karıları. Bütün akrabalar tanrısal bir küme oluşturuyordu.
Shinto, genellikle tanrı resimleri kullanmaz. Bunun yerine tapı­
nakta bir tanrıyı sim geleyen nesne bulundurur. Törenlerde tanrı
gökten yere çağrılınca o shintari (tanrı bedeni) olur. Tanrı’nın in­
san olarak ortaya çıkmasından başka bir şey değil bu durum da!*

* M ily o n la r c a örn ek ten y a ln ız biri bu! T an rıların , in sa n la rca n a sıl y a ra tıld ığ ın ı, b ö y ­


le c e im g e ta n n la r a n asıl im g e s e l olarak in a n ıld ığ ın ı k a n ıtlıy o r b ö y le s i örn ek ler!..

23 5
j Tapınak (torii)’ın iç geçidinde tanrı Shintari korunur (tanrıyı
tapınağın iç geçidine yerleştiren de insan!). Japonların kendi elle­
riyle yerleştirdikleri bu tanrıyla (Shintari) karşılaşm aları oranınca,
doğada kutsal yerlerle karşılaşm aları da o denli önemli. K im i doğa
biçim leri, özellikle Fuji dağı kutsaldır. Ü stelik dağ da Shintari ola­
rak gözüküyor!
En eski ve ünlü tapınak ulusal kutsal orm anda İse tapm ağı. İÖ
4 yılında yapıldı. O rada A m aterasu ’ya yapılır. Şim di tapınakta
m iko denilen el d eğm em iş (bakire) k ad ın lar tanrı için oynarlar
(dans ederler) bunlar coşkusal durum lara da girerek falcılık sanatı
da yaparlar.
Ev tapıncında kam i-dana (tanrıya övgü): Ö nünde ellerini, yüz­
lerini yıkar, ağızlarını suyla çalkalar, iki kez ellerini kavuştururlar.
Dizleri üzerine çöküp eğilir ve yalvarırlar. Ü nlü din bilim cisi Hi-
rata A tsutane (ölm. 1843)’den bir sabah yalvarışı:
“...İlkin büyük bir saygıyla İse (Am aterasu), her iki tapınak
tanrılığına yalvarıyorum . Sonra O, 800 binler on binlerce gök-
tanrılarına... 0 , 800 binlerce on binlerce Yer tanrılarına... Bütün
illerdeki, adalardaki, 8 adalı büyük ülke (Japonya)’nın bütün
yerlerindeki büyük ve küçük tapınaklar onlar için yapıldı...”
Ö lülere, kurban olarak yiyecek içecek ve yararlı şeyler verilir.
Bugün, im paratorun bir özüm leyicisi, her yılın baharında pirinç,
balık, deniz bitkileri sunar im paratorların atalar m ezarlığına... Eski
çağlarda m ezarlarda insan kurban edilirdi, ölene hizm et etsin d i­
ye... İS 297 günlü bir Ç in yazısına göre; Yam atolu K raliçe Pim i-
ko ölünce, kendisiyle birlikte m ezarına yüzü aşkın erkek ve kadın
hizm etçi verildi. K raliçe P im iko’ya ölüm ünden sonraki yaşam ında
hizm et etsin diye yüzü aşkın erkek ve kadın da onunla birlikte öl­
dürüldü. Ne için? İm getanrılar uğruna, daha doğrusu K raliçe Pim i-
ko uğruna!..
Bu dinsel öldürüm alışkanlığına (geleneğine) İm parator Suinin
son verdi... Japonya’da ülkeyle, akrabalıkla birliktelik dinsel inan­
cın tem elini oluşturur.

236
Japon dini, inan cın a göre in ­
san ölünce karni (evrenüstü) olur.
Japonya’da dinsel, töresel gö­
revler şöyle özetlenebilir: “İm pa­
ratorun bildirisini izle, doğanın
insana verm iş olduğu yürekten
e ğ ilim le r in i!” A n av atan sev isi,
halkla birliktelik ve aile; ahlâkın
tem el ilkesi. D ai N ippon banzai
(Yaşasın büy ü k Japonya) sık sık
kullanılan, çok önem li dinsel bi­
çim (formül).
Japon ahlâkı, özellikle Sam u-
rais X V II. y ü zy ıld a B u sh id o ’da
özetlenin “ Savaşan atlının yolu”.
B u n u n am acı, k e n d in e eg em en
olm ak, görev inancı, ölüm korku­
sunu yenm e. B u sh id o , şunu d i­
yor: “ Ö lüm e efendinle git” . B ü­
tü n böylesi öğütler sonucu, k işi­
sel onur lekesiyle; erkekler hara­
k ir i, k a d ın la r da j ig a i y a p a ra k
kendilerini öldürürler.
B u d a c ılık , İS 5 5 2 ’d e K o ­
re ’den geldi Japo n y a’ya. B aşlan­
gıçta karşı koyulduysa da, Shoto-
ku Taishi (595-621) bu yeni dine
yakınlık duydu. Prens, ülkesinin
kültürünü artırm ak am acıyla Çin
yazısını, yazınını da soktu ülkeye.
Bu yeni aşılanm ada K onfüçyus-
culuk da vardı. B öylece B udact-
J a p o n B u d a c ılığ ın d a in s a n lığ ı g ö ­
lık, Japon tarih in d en gün ü m ü ze z e tle y e n J iz o B o s a t s u ’n u n t a h t a h e y ­
dek çıkış yolu oldu. k e li.

237
Nara dönem inden kalm a ve N a ra ’da 17 m etre yüksekliğindeki
B uda yonutu D a ib u tsi, en b ü y ü k b ro n z y o n u t b ütün dünyada.
7 5 2 ’de bu yonutu dikm ek için üç yıl çalışıldı. K yoto, bugün de
Budacılığın tinsel ortayeri.
Japony a’da tapılan B uda tanrısı, Ç in ’de tapılanm özdeşi. Ö zel­
likle A ınida Butsu ve tanrıça K annon.
J a p o n y a ’d a en e sk i B u d ist ta p ın a ğ ı N a r a ’d a k i H o r j u j i ’yi
6 0 7 ’de Shotoku Taishi yaptı. B unlardan en ilginci K y o to ’daki
Sanjusangen-dö. 1132’de yapılm ış olup K a n n o n ’un 33.333 res­
m ini içerir.
J a p o n y a ’daki Budist prestlerin sayısı Ç in ’dekinden daha çok.
Budist ölüm fuarının çok daha tanınmış örneğine Hıristiyanlıkta ras­
tlanır. Ölünün kafası traş edilir, ölüm onu m unk (papaz) yapsın diye!
N ara dönem i okulları: B udacılık K ore ve Ç in ’den geldi Ja ­
p onya’ya. T heravada karakterinde, böylesi doğrultular silinip git­
ti. K egon ’a göre bütün bireyler birbiriyle ve evrensel Buda tiniyle
ilişiktir. H o sso ’nun savına göre herşey ve tüm yaşam bir im ge, bir
düşten başka birşey değil!
H eian-dönem i okulları: B udacılıkla Shinto arasında bir y a­
kınlaşm a olur. A m a 9 8 1 ’de Budist okulları arasında silahlı çarpış­
m a başgösterir.
K am dura-dönem i okulları: Zam anla bozulm alar olur; X II ve
XIII. yüzyıllarda bir dize okular ortaya çıkar Japon örneği. Jodo-
Shu “tem iz ülke” 1175 ’te H önen Shonin (ölm. 1212) tarafından
kuruldu. Jodo’nun zam anım ıza kadar 8000 tapınağı oldu. 1224’te
H o n en ’in öğrencisi Shinran Shönin (ölm. 1263) Jodo-Shu “ger­
çek tem iz ülke” diye adlanır.
2 0 bin tapınağın 10 m ilyon inananı vardı am a m anastırları yok­
tu. H er şey gibi, inan da A m ida B utsi’nin bir hediyesi. S hinra’nın
aykırı düşüncesi şöyle: E ğer A m ida iyiliği kurtarırsa, ne kadar
kurtarabilir kötülüğü!.. Japonların anlatılarına göre; bir Prest bir
geisha ile giderse sevinçli, bir gece geçirirse Jodo-Sihnshi, Am ida
B utsu’nun bağışını aydınlatır.
Zen okulu (Zen: M cditasyon): 1192’de Japonya’ya girdi. Zen-
m anastırında bir sorun üzerine düşünülebilir. Zen, daha çok savaş

238
ik i ö n e m li im g e (b iç im ) , J a p o n s ö y le n c e s in d e : İ z a n a m i v e İ z a n a g i, “ Ç ö ğ ü n
ak an k öp rü sü n d e.

239
yapan soyluların dinidir. Ve B ushido görüşünü biçim lem iştir. A l­
kolizm e karşı çıktı, onun yerine çay-törenini geliştirdi. 20 bin tapı­
nak ve 10 m ilyon yandaşı üç okulu bölüştüler.
Zen, Budizm i yaşam a soktu. Çalışm a yanlısıydı ve özellikle ta­
rım cılığı yeğledi. Suzuki şöyle diyor: Zen, kendisi yaşam , yaşa­
mı içerir, yaşam ı tutar: Z en , şiirdir, düşünbilim dir, ahlâktır.
N erede olursa olsun o yaşam eylem i, o da ordadır.
H ich iran -S h u : U lu sa l ta n rıe lç isi ve d ü z e ltim c isi N ich ira n
(ölm. 1282) tarafından kuruldu,
Tenrikyo: 1838’de köylü kadım O miki (1758-1882) tarafın­
dan kuruldu. O m iki, ünlü y azıları, örneğin M i-k agu ra U ta ’yı
yazdı. Bunun m etni de, m elodisi de tapınm a dansını içerir.
Tanrı her şeyi yaratm ış olduğundan, insana her şeyi verdi. H ak­
sızlık diye birşeyi de... A m a yaşam tozludur. Bu tozun dinsel tö­
renlerle süpürülm esi gerekir. M ikagura U ta’ya 21 kez yalvarılm alı:

“Süpür tüm eşitsizliği, kurtar bizi,


Sen tanrısal bilgeliğin tanrısı!”

Bütün insanlar, O m iki bir yana, innen (karm an) nedeniyle ye­
niden doğar. M iki dedi: “ Ö lüm , eski giysileri çıkarm ak, yenile­
rini giyinm ektir. Yalnız insan olarak yeniden doğar. Y eryüzün­
de bir M essiya zam anı beklenir. İşte o zam an bütün tozlar sili­
nir gider. O ‘tatlı p em b elik ’ gökten düşer.”
15 A ğustos 1945’te Japonya kuşatılınca, T enno ertesi yıl tanrı­
lığı bıraktı. Böylece Japon halkı ve din en büyük vuruşla karşı kar­
şıy a g e ld i. D e v le tle S h in to a ra s ın d a k i bağ re sm e n ç ö z ü ld ü .
1978’de T e n n o ’nun tanrılığı yeniden verildi.
1939’da Japonya’da yeni dinler yasaklandı. Am erikan Y üksek
K o m u ta n lığ ın ın kararıyla ulusal Shinto 1945 yılında kaldırıldı.
Bütün din biçimleri serbest bırakılıp Eğitim B akanlığı’na bağlandı.
Japony a’nın kuşatıldığı gün şöyle bildirildi:
“B ütün Japonlar ağlayıp yalvardı Tenno’nun bağışlanm ası
için...”
B öylece bir halk lideri ya da diktatörün prestiji, bir yenilgiyle
düştü.

240
20
Afrika

Ekvatorun yağmurlu orman bölgelerinde yaşayan Pigm eler,


kültür bakımından eskiçağ insanlarını anımsatır. Geri kalan bir bö­
lümü de Afrika’nın avcılıkla geçinen en eski halk kümeleridir, Gü­
ney ve Doğu Afrika’da yayılan.
Kongo ya da Batı Afrika kültüründe atalara tapınç ve eski zenci
kültürünün (Sudan ve sınır bölgeleri) ve ata dinlerinin büyük bir
önemi var. Genç Sudan kültürü (Rodezya ve kuzeyi). Daha güneye
doğru Akdeniz ülkelerinin etkisi görülür. Çoğu oymaklar çeşitli
kültürlerin karışımı.
Afrika’da Afrika içi kültürü, İslam ve Hıristiyanlığın etkisiyle
kimi dinsel ve kültürel değişimlere de neden oldu.
Bütün Afrika halkı en yüksek tanrıyı, tanrı kavramını tanır. Bu
kavram da kimliğini “gök kubbesi”nde bulur. Çoklayın gök, “g ü ­
n eş”, “tanrı” birbirinin özdeşidir. Tanrı sözcüğü çoğul olarak geç­
mez. Eski çağlarda tanrının olaylara karıştığı, sonra dünyadan el e-
tek çektiği inancını taşırlar. B öylece tanrı doğrudan doğruya bir
amaç değil!

241
Doğu A frika Bantu oym akları arasında M ulungu (yaşlı) ola­
ğan tanrı adı. M ulungu, her şeyi yaratandır. O , gökte oturur ve
ölülerin tinlerini, doğa güçlerini üstten gözetler. İnsanlarla pek ilgi­
lenmez. K en y a’da K ik u y a’da M ulungu her şeyin yaratıcısıdır. G ü­
neş’le, A y’la, yıldızlarla, fırtına ve yağm urla gücünü gösterir.

242
B atı O rta A frika’da N zam bi çok yaygın bir Tanrı adı. N zam bi
sözcüğü ışık anlam ında; “ışık saçan”. K o n g o ’da Nzambi, dünya­
yı, insanları yaratan olarak algılanır. Ölüm de ondan gelir. O iyidir,
ondan korkulm az. Bu yüzden sık sık yalvarm aya da gerek yoktur.
B atı K a m e ru n ’da, Y er’i yaratm ıştır. K im ileri O ’nun Y eraltında,
ölülerin yanında oturduğuna inanır ve ona “ölüm ” derler. O, insan­
lara işkence eder. K im ileri O ’nun Ay’dan ötelerde, gökte oturduğu­
na inanır. Batı K am erun A llah ’ının yanına kim se ulaşamaz. O, her
şeyi görür.
K affa (E topya)’da G üneş alınyazısı gücünü özümler. En yük­
se k tanrıdır. D oğu A frik a ’nın ö bür o y m ak ların d a da G üneş en
yüksek tanrı!
B usch insanlarının yaratan tanrı üzerine karışık görüşleri var. O
sandallarını (takunyalarını) göğe attı ve Ay yaratıldı! Ondan sonra
tanrı kendi sessizliğine çekildi. G üney A frika oym aklarında Ga-
m ab, büyük bir avcıdır. Y ıldızların ötelerinde oturur, orada ölüler
de var. O rada büyük bir ağacın altında otururlar.
A frik a’da böylesi tanrılar pek çok. B elki yüzlerce, binlerce, on
binlerce... En yüksek tanrı genellikle gökle ilişkilidir.
Pek çok tanrıya T anzaniya’da, B ahaja oym akları arasında rast­
lanır. N yaku b ah o yada R ubaho “O b u rad a” , İm aragona ya da
İm ara “ O, h er şeye sahip; yaşam a, güçlere, O en büyük. O, ölüm
ülkesinin Efendisi.
N yam ugaba ya da R ugaba “ veren” dem ektir. O ’na yalvarılır.
İshew ahanga “halkın atası” dem ektir. K ikum bi; “O kilden biçim ­
leyen” (M uham m ed’in A llah ’ı da çam urdan biçim liyordu insanı).
K azoba ‘güneş” ya da N kya “şafak” .
En yüksek tanrıyla birlikte birçok doğa tanrıları da var. G uinea
k ıy ılarında gökgürültüsü tanrısı (doğa olaylarıyla ilişkili), savaş
tanrısı. Yere, toprağa da tapılır.
K ultur, yaratıda b ir evre! O hep yüksek tanrının yanındadır!
Yukarı N il’de oym aklar arasında. O, y ü k sek tanrının bildiricisi,
oym ağın kurucusu, öğütçüsü. O, gökgürültülü bir havada yitip git­
m iştir. Şim di yerinde (tahtında) oturuyor. O ym ak başkanı ya da
kral olarak tanrının canlı özüm leyicisi.

24 3
Z u lu ia rın U n k u lu n k u l’u “büy ü k b ü y ü k ” ya da “yaşlı yaşlı
büyük tanrl. Yaratıcı, özellikle insanları! İnsanlara yasaları da o
verdi. (M usa’ya yasaların verilişi gibi!..)
Y üksek tanrı İnkosi Yezulu “gök E fen d isi’dir. (İslam ’da Rab-
b ü ’l A lem in “göğün ve Y er’in E fend isi” anlam ında). Gök E fen ­
disi, gerek duyulunca çağrılır.
A frik a d in lerin d e h içb ir şeyle o ran lan am ay an önem li etken,
ataların tinlerine tapm adır. B öyle bir tapım geleneği bütün A fri­
ka karaparçasında yaygın... A frika dinlerinde önem li bir durum da,
ulaşılm az etken insan daha sonra da yaşar. Ölüler, yaşayan insan­
dan ayırdedilm ez. O nlar da oym aktan sayılır. İnsan, Ölülerden kor­
kar. Ö zdeş zam anda onlardan yardım bekler. Ö zellikle B antu o y­
m aklarında atalar hem vericidir, hem de alıcıdır! Tinlere bira, kuş,
öbür hayvanlar kurban olarak verilir. Z am an zam an da insan kur­
ban edilir. Ö rneğin kral göm m e törenlerinde!..
K entlerde, oym aklardan uzak yerlerd e a talar tapım ı (kültü)
önem li değildir. A frika halklarının çoğunluğuna söylencelerle des­
teklik edecek durum u var. Yaratı ve ölüm vazgeçilm ez ilişkinin
amaçları.
Yaratı konusu çok çeşitli. Ö nce üzerinde yaşadığım ız Yer, nasıl
oldu da varoldu? Bu konu bütün A frika haklarını düşündürm üştür.
Ya yaratının üzerinde düşünülür ya da en yüksek tanrı “her şeyi
yarattı” denilerek bütün yaratı görüşleri birden geçersiz olur!.. Şu­
rada burada kim i düşünce kırıntılarına rastlanır yaratı konusunda:
Yer, G üneş, Ay ve yıldızlar da toprak ya da kilden oluşmuştur...
Ö lüm ün ortaya çıkışı, ölüm üzerine çeşitli görüşler vardır. A m a
bütün insanlar gibi A frikalılar da ölüm ün norm al birşey olm adığını
anlayacaklardır. İnsanın iki seçenekten birini seçm esi gerekti: Ya­
şam ve ölüm . A m a insan yanlışlıkla ölüm ü seçti. Tanrı insanlara
sürekli yaşayacaklarını bildirdi. A m a bildiri ulaşm adı ya da değişi­
me uğradı. Öte yandan insanın baş eğm ezliğine karşılık; ölüm, on­
lara ceza olarak verildi.
Ekinsel olarak gelişen oym aklarda, örneğin A shanti, D ogon ve
A m bo tapınakları vardır d inler için. K u lü b eler ataların tini için
olağan yerler. K ikuya, çalılarda, kutsal ağacın altında büyük tanrı­
ya tapar. D aha yalın ekinsel oym aklarda kurbanlar orm anda ya da
yerde sunulur.
D aha k arışık din törenleri, dinsel dan slard a törene katılanlar
yüzlerine m aske takarlar. Dinsel törenlerin yalın am açlan da var.
D ünyanın ve yaşam gücünün yenileşm esi; yağm ur, bolluk ya da
tanrılar ve onların korunm asını kazanm ak...
A frik a’da, E k v a to r’da Pigm eler yağm urlu dönem lerden sonra
yıllık, dinsel eğlence yaparlar. O ym ağın başı “üç adım dansı” y a­
par ateşin çevresinde. İki gün önce tutulan ig u a n a kertenkelesi kı­
zartılır. O ym ağın başı şarkı söyler:

E y Güneş, ey Güneş!
Ölüm geliyor, son yaklaşıyor,
ağaç devrilip ölüyor.
Ey Güneş, ey Güneş.

Çocuk doğdu karnından anasının.


Ölü yaşıyor, insan yaşıyor, Güneş yaşıyor
Ey Güneş, Ey Güneş!

O yun (dans), güneşin günlük devim ini (doğuşunu batışını) sim ­


geler. D insel tören güneş gücünün yenileşm esini am açlar, yağm u­
rlu günlerden sonra, ig u a n a kenicnkelesi yenir. G üneş eğlencesi
de sonra erer.
Yağmur törenleri birçok yerlerde en önem li dinsel eğlenceler­
dir. Bu dinsel törenler benzeşim ilişkileri kurar. Yağm urcu ağzını
suyla doldurur, sonra suyu dışarı fışkırtır, dudaklarının arasından
yağm urun yağm ası için... Bu dinsel törenler duayı işler. G üney A f­
rik a ’da bir yağm ur töreni şöyle: Bir boğa su içer, sonra kurban k ı­
za rtılıp y en ir tö ren e k atılan laıca... A talara, o ym ağın başkam na

245
şöyle denir: B iz yağm ur duası
için bu öküzle geldik, buraya
ey başkan, atam ız. Sonra yağ­
m ur türküsü söylenir:

Yağmur, yağmur, yağmur,


Başkan biz ölüleriz,
Biz senin halkınız,
Bırakın yağm ur yağsın...

B öylece bu törenlerde bir


yandan dinsel durum pekişti-
rilirken, oym ağın başkanı da
d u ru m u n u p e k iş tirm iş o lu r
halkın gözünde... (İşte dünya­
da k ra llık la r b ö y le ce k u ru l­
du... İsv e ç ’te, N orv eç’te, D a­
n im arka’da, İngiltere’de kral­
lıklar ilkel çağların kalıtı ola­
rak sürüp gitm ektedir..)
A frika’nın büyük bir bölü­
münde (Sudan, Guinea, Doğu
Afrika) kutsal krallıklar vardır.
D in sel tö ren le k ralın tacı
izlenir. Bu dinsel tören, kralın
ölüm ünü ve yeniden doğum u­
nu sim geler. Yeni giysiler g i­
yinir. K ralın görevi ürünü iyi­
leştirm ektir. Ay ile birliktedir
kral. Kral A y’dan iner, üzerin­
de m ü c e v h e r le r ta şır. K ra l
halkının arasın d a bedenleşir.
B ir ta h t a y o n u t: K o n g o ’d a B u s h a n g o
h a lk ın ın k r a lı S h a m b a B o lo n g o n g a . O n u n
H er yıl Swazi oym ağının İne-
a t a l a r ı n ı n d o ğ r u d a n V V o to ’d a n g e l d i ğ i w a la d in s e l e ğ le n c e le rin d e
s ö y le n ir . şarkılar söylenir:

246
işte sen-açıklanmayan,
Bağımsız Aslan, aşağı in!
Aşağı in, göksel yaratık,
sen yenilmezsin.
Oyna gelgitler gibi,
Sen açıklanmayan, büyük Dağ!

Kral ölünce, gücü azalm aya başlayınca; ülke zarar görm esin di­
ye, kralın ölüsü bir sine (m ezara) gizlenir. H alka açıklanm az! Ya
da kraldan hiç söz edilm ez. K im i zam an ona ölüm ünden sonra bile
tapılır!
B irçok oym akların özel prestleri var, özellikle Batı A frik a’da.
B uralarda tanrıların dinsel törenleri yetişm iş uzm anlarca yönetilir.
D insel törenler kim i zam an da k adınlarca yönetilir. P restler (p a­
pazlar) sık sık özel giysiler giyinirler, görkem li olabilm ek am acıy­
la. A talar tapıncı çok önem li. K öyün en yaşlısı ya da başkan sunar
kurbanı.
Ö nbilici (kâhin) dinsel törenlere çeşitli durum larda, her yerde
rastlanır. Bu dinsel törenler uzm anlarca yönetilir. D üş yorum lam a­
ları, kurban edilen b ir tavuğun ölüm cül durum ları ya da bir örüm ­
cek böceğinin örüm cek ağına düşen yaprağa karşı davranışları vb.
gözlem lenir. D aha böylesi falcılıklar A frik a’da yaygın...
O ym ağın dinsel birliği, yazısız dinler, ulusal dinleri oluşturdu­
lar. O ym ağın dışında, ataların tiniyle norm al bir yaşam olanağı b u ­
lunam az. O ym ağa, oym ağın birlikteliğine herkes törenle alınır. Bu
ortak dinsel alınm a, yaşlılar sınıfında birlikteliği oluşturur.
Ö zdeş zam anda oym ağın içinde özel gizli dernek de var, kendi
tapınçları çerçevesinde. Bu durum derneğin dışında kalanlara açık­
lanm az.
K im i bölgeler le o p a r derneğiyle yıldırganlığa uğratılır. D erne­
ğin üyeleri le o p a r k ılığına bürünürler. B irçok derneklerde y a m ­
yam lık (kanibalizm -insan eli yem e) uygulanır! Ya da ölü eti yenir!.
Ö zellikle K am eru n ’da gizli d ern ek ler pek çok. H er derneğin
belli bir bölgede bir kulübesi var! O rada her birinin m askeleri, giy-

247
sileri b u lu n u r. O n lar gizli
dil kulam rlar. B a n d ju n oy­
m ağında, üyeler yılan k ılı­
ğ ın d a . B u n la r ıs ırm a la rla
öldürdüklerine inanırlar. Bu
derneğe girenlerin çok öde­
m esi gerekir. D ernek “g er­
çeği” tanır, kendilerini hak­
k ın v e g e le n e ğ in b e k ç is i
o larak a lg ıla rla r!. K a d ın ­
la rla ç o c u k la r b u d e rn eğ e
g irem ezler!..
B irç o k b ö lg e d e to te m
b e tim le m e le r i to p lu m s a l
ö r g ü tle r i e tk ile r . O y m a k
b irç o k k la n b ö lü n m ü ştü r.
K lanların, herbirinin kendi
totem i vardır. K lan üyeleri
totem o la ra k k u llan d ık la rı
h ay v an ları, to tem h a y v an ­
larını yem elerinin ya da on­
la rı ö ld ü rm e le ri y a sa k tır.
Çünkü totem hayvanı do ğ ­
ru d a n d o ğ r u y a a ta la r ın
özüm leyicisi. B öylesine ge­
lenekler M a li’de, G a n a ’da,
Nil kaynaklarında, Botsvva-
n a ’da uygulanır.
A frika’nın yazısız halkı
a ra s ın d a o rta k y a şa m o l­
d u k ç a k a r ış ık . D in s e l ve
ç o k ta n rılı o rta k b iç im le r,
L e b e , ç o k s a y ıd a a ta la r ın tin i. B a t ı A fr ik a b ir b ir in in iç in e g irm iş tir
D o g o n o y m a ğ ı b u n la r a t a p a r . baş döndürücü biçim de.

248
B ir ta h ta y o n u t . H a v a i: K u i k a ila u .
B ütün bunlardan kolayca anlaşıldığına göre, A frika dinlerinin
yeryüzüne değgin am açları var. Bütün yaşam değerlerinin çekirde­
ği düşünce de, insan düşüncesinden filizleniyor. Böyle bir dinsel
düşüncede bütün A frika halklarına uygulanabilir. A frika dinleri ne­
denini yaşam dan alıyor, yaşam ı daha da güçlendirm ek amacıyla.
Y üksek tanrı M bam ba için yapılan bir yağm ur yalvarışı:

M bam ba! Yağmur vermedin bize,


yağm ur yağdır da ölmeyelim!
Kıtlıktan kurtar bizi
Sen bizim babamızsm, biz çocuğunuz,
Ve sen yarattın bizi
neden istiyorsun ölmemizi?
Mısır, muz ve bakla ver bize
Sen verdin bacağımızı koşmak için
kollarımızı çalışmak için
Yağmur ver bize, ürünlerimizi toplayalım.

K uzey A frika’da, E to p y a’da göktanrısı W ag için şöyle yalvarı­


lıyor:
Ey Tanrı, bugünü bana verdin sağlıklı,
izin ver gecem i de böyle geçireyim,
Ey Efendim, senden üstün Efendi yok!
Senin üstünde başka bir güç yok!
ve hiç kimseye de borçlu değilsin.
Senin elinde günümü geçiriyorum.
Senin elinde gecem i geçiriyorum.
Sen benim anam, sen benim babamsın!

Şöyle yalvarılar da yapılır tanrılar (T honga, G üney Afrika)a:

Siz yararsızsınız, siz tanrılar!


Bize kaygı verirsiniz ancak.
Size sunular veririz, işitmiyor musunuz?
Soyulup soğana çevrildik
Sunu (kurban) taşma gelin de
yiyin, bölüşün öküzümüzü...
250
A frik a h a lk la rı a ra s ın d a
sayrılık, tanrıların cezası diye
algılanır. İsla m ’da sağ lık da,
sa y rılık da A lla h ’tan d ır. Bir
çok oym aklarda bir güce ina­
nılır. Bu bütün yaşam ı kapsar.
F r a n s ız a r a ş t ı r ı c ı l a r ı b u n a
“yaşam gücü” diyor. S ö y len ­
diğine göre böyle bir güç bü­
tün d o ğ ay a y a y ılm ıştır. İşte
bu güçten büyüyle yararlanılır
(Ringgren, Ström agy.). Y ük­
se k tan rı A m m a ’n ın in sa n a
tin , güç ve e n e rji v e rd iğ in e
inanılır. B ireysel y eten ek k i­
m i şey leri b aşarır. Ö ld ü k ten
sonra tinler ataların tin lerin e
gider. A taların tini N ja m a in­
sanlar dünyasındadır ve akra­
b a d a n a k ra b a y a g eçer. P ig ­
m elerin inancına g ö re M eg-
be, tinin durum unu ve iç dü­
zenini yapılar, insanda bu bir
çeşit gölge tindir.
B ü y ü , h em e n h e m e n h er
y e rd e ö n e m li b ir ro l o y n ar.
B ir sayrılık, bir tin nedeniyle
olm uşsa; bu tin ya k ovulur ya
da öldürülür! Tinin kovulm ası
karışık birtakım dinsel tören­
leri gerektirir. Bu da özel uz­
m anlarla yapılır. K im i büyü-
sel inançlar kullanılır. A rasıra M a d e n le r in ta n r ıs ı o la r a k ta p ın ıla n
B a tı A fr ik a t a n r ıs ı G u ’n u n b ir y o n u t u .
tinler bira, et, kum aş parçala-

251
rı ile yatıştırılır. B üyüsel gereçler de kullanılır kim i zam an. Ö rne­
ğin; m eyvelerle dolu ağaç dalları kullanılır, böylece avcı avını ko­
laylıkla avlam ış olur. K im i zam an da insan tırnakları, saçları, ağı­
lar (zehirler) kullanılır.
K im i oym aklar insanda beş çeşit tinsel güç o ld u ğ una inanır.
Batı A frik a’da olduğu gibi;

1) Y aşam tin i: Y üksek tanrılardan gelir ve ona döner.


2) B ireysel tin : D üşlerle ortaya çıkar ve başkalarının
düşlerine girer.
3) A k ra b a tin i: B abadan kalıt olarak geçer.
4) G ü ç tin i: K im i şeyleri yapm a yeteneği, örneğin
büyü.
5) Y aşam y eteneği: Solukla özdeş kim liktedir, yüksek
tanrıca verilmiştir.

Tinle soluğun birbiriyle yakın ilişkileri var. Yaşam boyunca bir­


birlerine eşlik ederler. B unların ağızda ya da burunda olduğu sanı­
lır. Ö lüm le uzaklaşırlar. Y ü re k de yaşam la ilişkili. K im i halklarda
yürek ve tin için özdeş sözcük kullanılır. G ölge de tin ilkesiyle iliş­
k ili. Ö lü m le so n a erer. S o lu k la g ö lg e, ö lü m a n ın d a kaybolur.
Ö lüm den sonra aileye kalan yeni doğan çocuktur. Böyle bir inan
birçok A frika halklarında genel bir görüş.
Tinler ölüm den sonra ölüm ülkesinde yaşar, çoklukla yer altın­
da. Orası karanlık ve soğuk. Batı A frika’da Yer kraliçesi inancına
rastlanır... O insanı kucağına alır. K im i oym aklarda ölüler ülkesine
kavuşm ak için tinin suyun üstünden geçm esi gerek.. K im i oym ak­
lar ölüler ülkesinin gökte olduğuna inanır. Ö lüler ülkesinde atalar
vardır. Ölü orada onlara kavuşur.
Ö lüler insanlara canlı olarak düşlerinde gözükür, çoklukla ge­
celeyin. Ve onlara bildiri getirir. A frika’da kim i halklar ölü tinleri­
nin M a w u ’ya döndüğüne, orada eylem lerinin hesabını vereceğine
inanırlar (İslam ’da da böyle). K u r’a n ’da böyle söyler: D ü n y a b ir
den em e a la n ıd ır!..

252
K im i inançlara göre, ilk çağlar gelecek ve kaybolan C ennet ye­
niden açılacak.
Son yüzyılda A frika halklarının dinlerinde büyük değişiklikler
oldu. H ıristiyanlık, M üslüm anlık ve Batı ekininin yayılm ası bu de­
ğişikliğin başta gelen nedenleri. İster H ıristiyanlık, ister M ü slü ­
m anlık olsun, oym aklar eski inançlarını korum aktadır.

N i j e r y a Y o r u b a o y m a ğ ın ın a l d a t ı c ı t i n i E s -
h u ’ n u n ta h ta y o n u t u .

253
21
Asya

A sya halklarının çoğu y azılı dinlere daha çok önem veriyor:


İslam , H induculuk, B udacıhk, D oğu A sya dinleri; biraz da Ya­
hudilik ve H ıristiyanlık. A m a S ib irya’da, G üney D oğu ’da, E n­
donezya adalarında doğu halklarında yerli dinler yaşam ını sürdü­
rüyor. B üyük kentlerden uzakta eski çağ ekinine bağlı halklar bu­
gün de var. B üyük kentlerden uzakta K uzey Batı A sy a’da Fin-U y-
gur oym akları A vrupa’daki akraba halklarıyla bir arada. B unların
eski dinleri A sya oym aklarıyla birlikte ele alınır.
U zun zam an dini olm adan yaşayan A ndam an lar yüksek bir
tanrıya, P u lu g u ’ya inanır. A rasıra birkaç tanrıya da yer veriliyor.
Tanrı P u lu gu, gökte b ü y ü k b ir taş evde oturur. O nun öfkesi
şim şekte gökgürültüsüyle belirir. Ateş yakm ayı insanlara Pulugu
öğretm iştir, A na G üneş’in yardım ıyla. Bu inançta korkutucu tinler
de var.
M a la c k a ’da S em a n g , h e r şeyi g ören, y aratıcı bir tan rı var
(K u r’an: Yaratan A lla h ’tır. A llah her şeyi görür!). Ta-Pedn gök­
te, karısı yeryüzünde oturur. F ilip in ’de A eta, gökte en yüksek tan­
rıdır.

254
G i in e y A sy a

255
Sayıları 16 bin olan ve K uzey Jap o n y a’da yaşayan A inu-hal-
k ı ’nın, canlıcılık (anim izm ) inanışında, her canlı ya da nesnenin ti­
ni vardır. Bu büyük tanrının bildiricisi b ir ayı! Y ılın en büyük din­
sel eğlencesi ayı eğlencesi. Bu eğlencede ayı yavrusu dinsel tören­
lerde öldürülür. Ayı yavrusunun kafatası evin belli bir yerine ko­
nur. B ir Japon a ra ştırıc ısın a gö re, ayı tan rısald ır. H a y v a n la rın
E fendisi ayıdır. Ayı öldürülünce tanrı b ir konuk olarak eve gelir.
Ö zdeş zam anda da ayı, tanrıların oturduğu eve döner. B una benzer
geleneksel din, Fin-U ygur halklarında da var!
E n d on ezya’da halkın % 9 0 ’ı İslam . B orneo, C elebes adaların­
da; S u m atra ’da yerli dinler H int ve İslam dinlerinin etkisini taşır.
En büyük gök tanrı, genel bir tanrı. Yer onun eşi. B unlar b ir­
likte evreni özüm ler. Ü st dünya ile alt dünya arasındaki savaşım
düşüncesi, yaratı söylencelerini oluşturur. İkisi arasında insanlar
dünyası vardır. G ökle Yer arasındaki evlenm e görüşü tanrılarla in­
sanları da kapsar. B öylece evren düzeni bir yandan evrensel, öte
yandan toplum sal nitelikli.
Bu tanrı çiftleri y an ısıra daha aşağı derecede tanrılar da var.
K adın tanrı biçim leri de! Yaşam a inan tinlerle, atalara tapım larla
pekiştirilir.
B o rn eo ’da B atara tini bütün öbürlerinden çok daha önem li.
Bu tin her şeyi gözetler ve yönetir.
C e le b e s ’de T orad jo g ö k ta n rısın ı A la ta la d iy e adlan d ırır.
A rapça bir sözcük “A llah ta a la ”, “Y ukardaki T anrı”. Bu tanrı
yağm ur verir, insanın yaşam ına, geleceğine karar verir (K u r’a n ’ın
etkileri). M utluluğa, m utsuzluğa da... G ünlük yaşam da daha aşağı
dereceden tanrılara, tinlere de başvurulur. B öylece Alatala (Allah
taala) dinsel törenlerin nesnesi olur. (Kurban vb.)
B o rn eo ’da b ir gök tanrıya inanılır. Yer ve Yeraltı tanrıları da
var. B ir kuş, bir yılan gibi düşünülür bu tanrılar. Söylencelere göre
bunların birleşm esiyle yaşam ağacı oluşur. Sonra kesilir ağaç, tan­
rılar ve insanlar oluşur!. Bu çok eski çağlardan kalm a inançlar din­
sel eğlencelerde yinelenir. K uşlar ve yılanlar zam an zam an Yer ve
Yeraltı tanrıçaları olarak düşünülür!..

256
K im i S um atra oym aklarında bir büyük tanrının üç görünüm ü
var: H erbiri b ir bölüm evreni; göğü, insan dünyasını ve Yeraltım
betim ler. Söylencelerde ağaçtan söz edilir sık sık. Ağaç yeraltından
göğe doğru yayılır. K im i zam an bu durum büyük tanrıyla, bütün
evrenle özdeş kim liktedir. Bu, evrensel yaşam ağacıdır.
S ib ir y a ’d a o rtasal (m erkezi) A sy a o v aların d a, genellikle üç
halk küm esi oturur. K uzeydoğu da eski Sibirya halkı A ltay halkla­
rı; (Türk halkları, M oğollar, Tanguzlar) ve Fin-U ygur halk toplu­
lukları. Bu halkların eski, yerli dininin y erini İslam , Budizm ve
Yunan-O rtodos H ıristiyanlık almıştır. A m a daha kuzeyde, kuzey­
doğuda eski din görüşleri bozulm adan yaşam ını sürdürüyor. Tun-
g u zlar, eski S ib iry a h a lk la rı av cılık yapıyorlar. G üney h alkları
göçm en çobanlar.
M oğollarda, birçok T ürk halklarında gök örgesini buluruz. G ök
(Tengri, T ann) en büyük Tanrı olarak sim gelenir. Tanrı varlığı do­
ğadan ayrılm ış olarak “m avi” T engri’dir. İnsanın alm yazısm a, g e­
leceğine karar verir. D oğum u da, ölüm ü de o düzenler. Y akutlar’da
da G öktanrısı yaratıcıdır. Yaşamı veren, sim geleyen G ök düşüncesi
daha genel. N itekim yazılarında T ürkçe sözcükler geçen Sum er-
le r ’de de G ök örgesi çok önemli! T ürklerde olduğu gibi, Sum er-
le r ’de de evren üç bölüm lüdür. Eskiçağ Türklerinin evren ve tanrı
görüşü şöyledir.
“ ...Tanrı, bütü n ev re n d e varlık ların y aratıcısı büy ük bir güç.
Ö nce evreni, sonra d ünyayı yaratır. Y ukarıda m avi G ök, aşağıda
Yağız Yer ve ikisinin ortasında Yeryüzü olm ak üzere üç bölüm e
ayrılır evren. Yeryüzünü yöneten tanrılarla perilere Yersuplar d e­
nir. B üyük törenlerde B ayülken H an ’a ak, Erik H an ’a da yağız at­
lar kurban edilir. Eski T ürkler dünyanın iyi ve kötü tinlerle dolu
olduğuna inanırlar...”
D aha K uzeye doğru gidildikçe T ünguziarda, Sam oyedlerde
vb. G ök Tanrısı arka plan a atılır. H içbir tapınm ada bulunm azlar.
D ünya direği göğü y u karda tutar. Ö zdeş zam anda dünya ekseni,
onun çevresinde yıldızları döndürür, bir ucunda kutup yıldızı. B u­
nun değişik biçim i, dünya ağacı, (D ünyanın ortasında ya da g ö ­
ğün) dağın tepesinde büyür. Bu ağaç üzerine b ir Tatar şarkısı:

257
Karşıda bir düzine gök
Yukarda, dağ tepesinde büyür.
Sisli havada bir kayın ağacı.
Altın sarısı kayın ağacı yapraklan
kabukları da sapsan.
Ve yerde dibinde ağaçların...

K u z e y ( N o r d ik ) s ö j le n e e le r in d e T o r a d ı s ık s ık a n ılır . T o r , O d e n ’ in o ğ lu . B o l­
lu k g ü k g ü r ü ltü s ü v c ş im ş e k ta n r ıs ı. A r a b a s ın ı ik i k o ç ç e k e r . E k ic iy le (M j o ln c r )
s a v a ş ım ın ı s ü r d ü r ü r . T a n r ı T o r , S iv ’ le e v lid ir ( Y e r y ü z ü n d e , h e r y e r d e t a n r ıla r in ­
s a n a b e n z e r . O n la r d a e v le n ir , d a v r a n ış la r ı in s a n a b e n z e r .

258
Sibirya dinlerine özgün bir eğilim. Bu da Şam ancılığı yansıtı­
yor. Bu, bütüıi bölgeye yayılm ış durum da. A m a eski Sibirya halk­
larında daha yalın biçim leri var. Şam an, T ünguzca bir sözcük, bir
k işiye özgü. Bu kişinin kendinden geçm e duru m u n d a bir tansık
gösterm e y eteneği vardır. Ya da öyle onaylanır! Örneğin, şam an
böyle bir durum da tinini serbest bırakabilir. Serbest kalan tin uzak
yerlere gider. O rada b ir dünyaya ulaşır. O rada tanrılar ve tinler otu­
rur. Şam an b ir Presttir, bir hekim. H angi kurbanı alacağına o karar
verir. O, tinleri uzaklaştırıp sayrıyı iyileştirir. G elecekte ne olacağı­
nı kestirebilir.
Şam anlık geleneğe göre kalıt olarak da geçebilir. Ama bir Ş a­
m anın çoklayın tinbilim sel donanım ı olduğuna inanılır. Şaman ola­
bilm ek uzun bir öğrenim i, kendinden geçm e gücünü (beyin oksijen
yoksunluğuyla başbaşa kaldı mı, insan kendinden geçer! A çıkçası
bayılır, bilinçsizleşir), gizli şeyleri görebilm e yeteneğini de gerek­
tirir!
D insel gösterilerde üzerinde sim geler bulunan özel bir giysi gi­
yilir. K im i zam an da Şam an kuş kim liğine bürünür, tinin kuş gibi
uçabilm esi için! H alk buna da inanır! K im i zam an da Şam anın bir
hayvanla özdeş kim liği vardır. Bu hayvana, Şam anın koruyucu tini
diye inanılır! Şam anın en önemli araçlarından biri de büyü davu­
lu!.. B ununla şarkılar, türküler söylenir, oynanır. A rtık Şam anın
bedeni yaşam sız gibi gözükür. Batı A frik a’da, G üney Denizi ada­
larında buna benzer gelenekler var. A m a şam anizm in örneksel bi­
çim leri S ibirya’dadır.
Finliler çok daha önceleri H ıristiyan dinine girdiler. Bu yüzden
onların çoktanrılı dinlerine değgin bilgim iz yok. F in-U ygur halk
dinleri üzerine bir karşılaştırm a ilginç, değerli ipuçları verir. Ö rne­
ğin; kim i halk toplulukları az çok eski dinlerini günüm üze dek k o ­
rum uşlardır. .
Finlerin dinine değgin en eski belgeler M ikal A grikola’nın İn­
cil çevirisinden (1551) önce K arelen'in tanrı resim lerine değgin.
X V III. yüzyıldaki bulgular bu belgelerin eksiklerini bütünleyici ni­
telikte.

259
Elias L ön n rot (1802-1 8 8 4 )’un bütün olarak çıkarm ış olduğu
Fin ulusal destanı K alevala din araştırm ası olarak kullanılabilir.
Ama A grico la ’nın tanrı listesi başka adları içeriyor Tavastland ve
K arelen’den. Ö yle ki bu tanrı adları da ikinci aşam a tanrılara değ­
gin.
İki Fin tanrı adının G ö k ’le ilişkisi var: Jum ala ve İlm arinen.
İlki Fince, tanrı dem ektir g enellikle. A m a Ç erem isler’de Jum o
“gök” anlam ına gelir. İlm arinen, İlm a ile ilişkili “ hava”, “gök”an-
lamında. B irçok Fin-U ygur halklarında G öktanrısı demektir. B ü­
tün bunlardan anlaşıld ığ ın a göre, Ju m ala göğün, İlm arinen de
hava olaylarının tanrısı. G ökgürültüsü tanrısı U kko, “yaşlı”. İskan­
dinav tanrılarından T or’la ayrım lı yanları var.
K elevala söylencelerinin baş kişilerinden L em m inkeinen, baş­
langıçta bir tanrı biçim i.
Tanrı sözcüğü L aponlarda İbm el ya da Jup mel. Belki de Fin­
c e ’den alınm a b ir sözcük. Son zam anlarda H ıristiyan düşünceler
bu ö y külere k a rıştı. G ö k g ü rü ltü sü ta n rısı T ierm es H oragalles
(Yaşlı Tor). Bütün Laponlar bu tanrıya tapıyorlardı. Bu tanrının in­
sanların sağlığı, ölüm ü üzerine de büyük bir etkisi vardı. Söylence­
lere, anlatılara göre, gökgürültüsü tanrısının başı kayınağacı kökle­
ri, gövdesi de kayınağacı gövdesiydi.
XVIII. yüzyıl belgelerinin anlattığına göre; “bir direk dikiyor­
lar” “dünya e g e m e n i”ne tapıyorlardı. T an rı’nın adı İsk andinav­
y a’dan ödünç alınm a: Frej adı İzlandaca, V eraldargod “dünyanın
tanrısı” anlam ında.
Ayı’ya büyük bir saygı gösteriyorlar. B ir ayı öldürülünce eti üç
günde yenilm eliydi!..
Lapon dininde en özel olan, göze çarpan; Şam anizm.! Şaman
adı, N ojd. B üyü davulu, sim gesel im ler vb... B unlarla Lapon şa-
m anları ilerde (gelecekte) ne olacağı üzerine bilgiler alıyordu. Şa­
man coşkusal anlarında yere yıkılır. İki üç saat ycıde kalır. K endi­
ne gelip uyanınca uzak yerlere, başka bir dünyaya gittiğini söyler...
Ö lüler ülkesinin sayrı insanın tinleriyle savaştığını, sayrı insanı
kurtardığını söyler.

260
22
Amerika

O n ay lan m ış b ir g ö rü şe g ö re, B e h r in g b o ğ a z ıy la A s y a ’dan


A m erik a ’ya göçm enler geldi. Son B uzçağı sonunda başladı göç.
A m erika’nın çeşitli yerlerinde ekinsel gelişim oldukça ayrımlı. En
yalın en eski ekinlere (ilk ekinler), çok güneyde; ateş ülkelerinde,
K a lifo r n iy a ’da, k im i k ız ıld e rili o y m a k la rd a ra stla y a b iliy o ru z .
S o n ra K iızey A m erik a ’da, E sk im olard a, ö b ü r y erlerde gerçek
kültürler gelişti. M ek sik a ’da, M aya ve A zteklerde, P eru ’da İn-
k a la r’da. Bu ekinler (kültürler) XVI. yüzyılda İspanya k uşatanıyla
karşılaşınca sona erdi.
K ız ıld e rilile r’de y e rli d in lerin b ü yük b ir bölüm ü ölüp gitti.
K entlerden uzak kalm ış, kim i soyutlanm ış yerlerde eski çağ dinleri
yaşam ını sürdürm ektedir. B ununla birlikte b irçok yerlerde dinler
ölm ektedir!..
Ç iğ et yiyen E skim olar Kuzey A m erika’nın kuzeyinde A las­
k a ’dan L ab rad o r’a uzanan kıyılarda, G rönland’da, A sy a’nın kuzey
bölüm lerinde yaşam aktadırlar. Bütün E skim oların sayısı 43 bin.
B unun 19 bini A laska’da, 17 bini de G rön land ’da.

261
Eskim oların dini, can lıcılık (anim izm ). H ayvanlar, tüm doğa
olaylarının tini vardır. İnua, gerçekte insan, kişi anlam ına gelir.
Bütün bu tinler arasında en az üç tanesi tanrısaldır. H ava Efendisi,
Sila. Su tanrısı Sedna deniz dibinde oturur. D enizi bol olan yerler­
de tanrılar denizde oturuyor, göğü bol alan yerlerde de gökte otu­
ruyor. Çölün göğü bol olduğu için, daha doğrusu çölden başka gö­
züken yalnız göktür.
D eniz dibinde oturan bu E skim oların su tanrısının saçları, in­
sanların günahlarıyla kirlenir.
Şam an’ın bu kirlenm eye karşı önlem i de var. Şam an, saçlarını
tarayıp güzelleştirir! Ay tanrısının eskiçağlarda G ü n eş’le evlenm e­
si bir söylenceye konu oluyor. L abrador’da çok büyük bir rengeyi-
ği vardır. Bu, tüm rengeyiklerinin E fendisi’dir.
K uzey A m e rik a ’nın b irç o k yerlerin d e B ü y ü k T in ’e inanılır:
W itshi M anitu, W akan Tanka. O, yaratıcıdır. O ’nun gücü, her
yere ulaşır. O ’nun kişiliği çoklukla belirsiz, kararsızdır. Am a ona

ABD

262
seslenilebilir. İnsan ona yalvara­
bilir, kutsal p ip o ’dan çıkan tülün
d u m an ıy la (P ip o ’nun kutsal o l­
m ası gerek; tanrıyı inandırm ası,
in sa n la rı k en d isin e g ü v en d ire-
bilm esi için).
Ç ayır kızılderililerinde G ök,
en büyük tanrı! B aba G ök, her-
şeyi yapıp yaratan! O, herşeydir
ve herşeydedir.
Ö z e llik le M e k sik a k ö rfe z i
çevresindekiler g ü n eş’i en yük­
sek tan rı d iye o n aylarlar. G e r­
çekte, G ü n eş’in tarım ürünlerin­
deki önem i yadsınam az.
M anabozho, büyük tavşan
bir çeşit oym ak kahram anı, baş
kişisi. İlk dünya yıkıldı m ı bir
tu fa n la , o n u n y e rin e y e n i b ir
d ü n y a yaratır! O nun en büyük
suçu, insanlara baskı yapan, on­
ların çoğunu yutan kötü b ir y ı­
lan y a d a b a lık la ö ldürüm ! O,
ateşi G üneş tanrısından çalıp in­
sanlara verdi. İ n k a la r ın b ir b ir in e b it iş ik t a ş y a p ı ­

Ç e ş itli o y m a k la rd a , ç e ş itli la r ı. B e lk i d e y a p ıla r ın b u t a ş la r ı, h e n ü z


b ilm e d iğ im iz b itk ile r le b ir b ir in e y a ­
a ş a ğ ı d e re c e d e n d a h a b irç o k m a n d ı (İ. V e te n s k a p , M a r s 9 8 ).
tan rılar var. Ö rneğin; N avaho,
gerçek b ir tanrı. T apınm a yerleri de var. Ay’a gerçek bir varlık
olarak bakılır. Ana Yer, P a w n e’de öbür oym aklarda tap ın ılıy o r­
du. G ökle Y er’in birleşm esini özüm leyen bir dinsel törende ağla-
tısal (Trajik) yalvarılarda bulunuluyordu: Yaşam, çocuk ve sağlık
üzerine...

263
B ir K a c h im o ta ş b e b e ğ i. B u t a ş b e b e k K u z e y A m e r ik a ’d a k i P u e b lo k ız ıld e r ili-
le r in a t a la r ın ı ö z ü m s e r .

264
Ç ayır kızılderililerinde Güneş dansı dinsel biçim lerin en önem ­
lisi. H er sonyazda sekiz günlük bir şenlik yapılıyordu. Küçük bir
kulübede sim gesel eylem lerle başlar. Bu sim gesel durum lar dünya­
nın yaratısını özüm ler. Dördüncü gün G üneş direği dikilir. D aha
büyük yaratı şenlikleri düzenlenir, oynanır. B öylece G üneşle tam
bir bileşim sağlanır.
B ir yalvarıyla G üneş dansı yapılarak dilekler bildirilir:

“ ...B üyük G üneş gücü!.. H alkım için yalvarıyorum . Yazın


m utlu ve kışın da soğuğu iyi geçirm ek için. Ç oğum uz sayrı ve
gereksinim lerim iz var. Bize uzun yaşam ı ve bolluğu bağışla...”

K ara ayaklı kızıld erililerin kunduz şen liğ i kutsal b ir çadırda


kutlanır. D insel şarkılar söylenir G üneşe. En sonunda kunduzun
başka hayvanlara davranışlarına öykünürlü bu şenliklerde. Şenliğe
k atılan lar hayvan larla özdeşleşir; onların hoşlanm ası, çoğalm ası
için! Bu da evrenin dinsel yaratı ağlatısı!..
Böylece dinsel eğlence coşkusal biçim lere dönüşür. Şenliğe ka-
tılanlar kendinden geçercesine oynarlar. D insel şenlik şarkısı, tin ­
lerin hediyesi. K uzeybatı oym aklarında ayı dansları yapılır. Yanlış
yapanlar birçok tehlikelerle karşılaşır. H er genç bir im geyle (visi-
on) bir esin alm ak zorunda. Böyle bir im ge kim i durum ları gerekti­
rir, tem izlenm e ve yem eden içmekten uzak durm akla.
B öyle bir genç bir çayırlıkta, orm anda, ıssız bir yerde yapayal­
nız kalır.
Birkaç gün orada kalır, tinlere yalvarır. Sonra tin gelir bir düş
görünüm üyle, orada o gence ilaç verir. K im i zam an tin, hayvan b i­
çim inde görünür. B öylece, o kızılderililerin kişisel koruyucu tini
olur. B irçok oym aklarda görüntüler önem li bir rol oynar. Günüm üz
kızılderilileri g örüntüleri çağırm ak için b ir çeşit narkotika olan
K aktüs kökü (Peyote) çiğnerler ağızlarında.
B öylece tin, hayvan biçim inde gözükm üş oluyor. Buna bir çe­
şit bireysel totem cilik diyebiliriz!..

265
M a n c o Ç a p a k , İ n k a h a lk ın ın ilk e g e m e n i v e C u z c o k e n tin in k u r c u s u . R e s im :
G u a m a n P o m a d e A y a la , 1 6 1 3 .

266
K u z ey b a tı k ız ıld e rilile rin d e
klan totem ciliği de var. A m a bu
dinsel olm aktan çok, toplum sal.
G iz li to p lu lu k , e rk e k le r b irliğ i
kanibal din şenlikleri yinelenir.
A m erika’da olduğu gibi, A f­
rik a ’da da tine inan oldukça karı­
şık bir durum . Ö lü lerin gelm esi
inancı, avcılık edilen yerlerde ol­
dukça yaygın! Ö zellikle avcılıkla
g e ç in e n o y m a k la rd a ! B u n d a n
b a ş k a S a m a n y o lu ’n u n tin le rin
yolu olduğu inancı da var. Kim i
oym aklar Yeraltı ö lü ler ülkesine
inanır: Tin göçüne!
G üney A m erika kızılderilile-
rine kadar kaynaklar oldukça sı­
nırlı. Bu halkların d in sel nitelik
ve özelliklerini yeterince açıkla- M e k s ik a T o lt e k v e A z t e k h a lk ın ın
m ak oldukça zor. C anlıcılık inan- yai mur ta n r ıs ı,
cı e g e m e n o y m a k la r a ra s ın d a .
B üyük bir tanrıya inanm a durum u çok değişik.
A ra u k a n la r’da b ü y ü k tanrıya “ in sa n la rın E fe n d isi” denir.
B aba, hatta “m avi kral baba”. Bu sonuncusu, anlaşıldığına göre
göktanrısı (îsa da “göklerdeki babam ” deyim ini kullanır). Bu gök
tanrısı yaratıcıdır. İnsanın m utlu yaşam ası için çalışır. Uitoto oy­
m ağında (K olom biya) büyük tanrıya “bab a” denir. Yaratıcı odur.
D insel şenlikleri de o düzenlem iştir. A yrıca bitki tanrısıdır. Ateş
ülkelerindeki oym akların büyük tanrısı T em aukel, gökte oturur.
G örünm ez (M uham m ed’in A llah’ı gibi), am a O, herşeyi görür ve
törenin bekçisidir. G öğü ve Y er’i o yaratm ıştır.
B ir bölüm oym aklarda kadın tanrılar vardır, C agaba oym ağın­
da olduğu gibi. Eskiçağ A m erika yüksek kültürlerinde bir çeşit ya­
zı geliştirildi. Bu kültürler G uatem ala’da M aya, M eksika’da A z­
tek ve P eru’da İnka...
267
A z te k g ü n e ; ta n r ıs ı İ n ti v e g ü n e ş ş e n liğ i (R e s im : G u a m a n P o n ıa d e A y a la : 1 6 1 3 ).

268
S a v a ş t a n r ıs ı H u it z ilo p o c h t li’n in a n a s ı v e K o r k u n ç M e k s ik a A z te k
t a n r ıç a s ı C o a tlic u e . Y o n u t , T e n o c h t it l a n ’d a b u lu n d u .

269
M aya Kültürü: K azıbilim sel bulgulara göre, İS 3 0 0 ’le XVI.
yüzyıla kadar izlenebiliyor. H alk tarım la uğraşıyor. Dini de tarım ­
dan özleniyor. K ültür taşıyan G üneş, ışığın, yaşam ın, bilginin tan­
rısı. Tanrılar iyiyle kötü arasında sürekli olarak birbiriyle kavgalı.
Bu da, onların kültürlerinin dinsel şenliklerini yansıtır:

Zamanın sonunda karar böyledir


tanrılara tapmç sona erecek,
Ne mutlu o günü yaşayana
tedirgin ağlamaklı günahlarına.

M aya kültürü kurban ve tansıkla G uatem ala’da; R om a-K atolik


etkisiyle yaşam ını sürdürüyor bugün.
A ztekler, egem enliklerini başkent olarak seçtikleri “ M exico
C ity”de 1325 ’te kurdular. İspanyolların 1521’de buraya gelişleriy­
le sona erdi. A zteklerin oldukça bol tanrıları vardı. Bunlar arasında
en büyük tanrı Tloue N ahuaque. G ünlük uygulam ada daha çok iş­
lerine yarayan G üneş Tanrısı Toııatiuh.
H uitzilopochtli, Tozcatlipo savaş tanrıları, Q uetzalcohuatl da
rüzgâr tanrısı. Yağmur tanrısı da T laloc’du. B unlardan başka bitki
tanrıları da var.
G üneş tanrısının onuruna şenlikler düzenleniyor, kutlanıyordu.
D ansla birlikte tanrıya bir tutuklu, kurban olarak sunuluyordu. Bir
başka savaş tutuklusu önce taptırılıp sonra da tapınak pram idinin
tepesinde kurban edilip, yüreği çıkarılıyordu.
İn k a la r : B u n la rın e g e m e n lik le ri 1 1 5 0 -1 5 3 0 a ra sın d a . En
önem li tanrıları dünyayı yaratan Pachacam ac, çoklukla Viracoc-
ha diye adlandırılır. Bu tanrı Güneş, gökgürültüsü, şimşek ve Ay
tanıısıydı. Dinin başlıca am acı tarım ı, bolluğu korum aktı. En yük­
sek Prcst yüksek yargı hakkına sahipti. Kanlı ve kansız kurban su­
nuları okluğu gibi, insan da kurban olarak sunuluyordu. Ölen kral­
ların bedenleri m um yalanıp, tanrı gibi tapılıyordu büyük tapınak
C u z c o ’da.

270
B o liv y a ( T ia h u a n a c o ) ’d a n b ir ta ş y o n u t . İ n k a t a n r ıs ı V ira -
c o c lıa .
E s k iç a ğ M e k s ik a ’s ın d a , Q u e t -
z a l c o a t l . G ü ç l ü t a n r ı v e a t a la r ın
k a h r a m a n ı. R e s im d e “ Ş a n e t a L u -
c ia - T a ş la r ı” n d a b iç im le n m iş d u ­ H u a c a s , P e r u İ n k a d in i t in s e l v a r l ı­
r u m d a . B u t a ş la r la g ö k b ilim s e ! o l­ ğ ı. V ilc a n o t a ır m a ğ ı t in in e b ir k u r b a n
g u la r v e o a n d a o la n la r n o t e d ilir . s u n u lu y o r .

O r ta A m e r ik a

272
23
Avustralya

A vustralya’da eski çağ ekinine değgin yerlileri tanıdıkça; top­


lum bilim ciler, tarihçiler gözlerini ilkel insana çevirdiler. Eski çağ­
larda gelişim ini sürdüren dinler de; bu dinlerin oluşum u, biçim len­
m esi de durum u açıklar... B öylece adları belli, sayılan 300 m ilyo­
nu aşkın tanrıların da, tektannlı dinlerin de içyüzü ortaya konm uş
olur...
Bu halkların, oym akların ekinleri oldukça ilkel olsa da, inan bi­
çim lerinin oluşum u, eskiçağ insanlarının tanrı aram a kaygıları, bu
kaygıların nelere dayandığını da öğrenebiliyoruz. N itekim şim diye
dek Asya, A frika, A m erika, A vrupa’da yaşayan insanların ilk çağ­
lardan beri günlük yaşam larından birşeyler öğrendik! Düşünen ya­
ratık olm am ız nedeniyle; günlük gereksinim lerim iz, insel çıkarları­
mız, ölüm ve korku duygularım ızla tanrı arıyor; sonra onları bula­
m ayınca, çam urdan yapıp onları gözlerim izin önüne oturtuyoruz!
Çoğu zaman da sahiden varolduğunu sanıyoruz! Bu da yetmiyor,
tanrıların sayısını çoğaltıyoruz. Varolduğu düşünülen gerçek diye
onaylanan “Tanrı” da bu konularda hiçbir şey söylem iyor! İlkel in­
sanların tanrılarını gözlerinin önüne sergilem eleri oldukça ilginç
değil midir? G üneşi tanrı olarak düşünm eleri, ona im renmeleri.
27 3
G enellikle A vusturalya’mn her yanında büyük bir tanrıya ina­
nılmaktadır. Bu büyük tanrı gökte oturur. D ünyayı yaratm ıştır, oy­
mağın dinini düzenlem iştir. Çoklayın O, “b ab a” diye anılır. Tanrı
adları, oym aktan oym ağa değişmektedir!
Tanınm ış tanrı adları: B ajam e, Bundjil, D aram ukın.
B ajam e’nin bir oğlu var. O da insanların eylem lerini gözetir. Yıl­
dızlar, daha önceki insan kuşakları. Tufanla yok olup, daha sonra da
göğe göçtüler. K im b e rle y ’deki Ungarinjin oym ağının kendine öz­
gü bir görüşü var, gizem ci ilkçağ ve ona değgin olaylar üzerine.
Çok çok önceleri bir ilk zam an vardı. Lalan; W ondjina’da ya­
şadı (Atalar). H erşey oldu ve her şeyin yasalarını O verdi. B unlar­
dan biri VValaganda, en yüksek varlık. W ondjina dönem ine “düş
zam anı” denir. Çünkü O düşlere, görüntülere döner.
Söylencelere göre düş zam anı g ü zelleştirilip yaşam ı, yaşam
kaynağına (düş zam anı) dönüştürür. W ondjina, tin çocuğunu yara­
tır, havada yüzer. O ev liy se, tin çocuğunu k a rısın a verir, ya da
eniştesine.

274
K u z e y b a t ı A v u s t r a l y a ’d a a ğ a ç k a b u ğ u n a y a p ılm ı ş
b ir r e s im . B u r e s im d e y a ğ m u r v e b o llu k im i o la n ta n r ı
W a n d y in a g ö r ü lü y o r .

275
Yeni G in e’de ilkçağ yaratıklarına D em a denir. Bunlar arasında
bir bölüm ü, tanrılar. D em a tan rıla rı’nm ölm esiyle, insanlar için
önem li olaylar ortaya çıkar dünyada. Ö ldürülen dem a tanrıları,
yararlı bitkilere dönüşür.
Bütün A vustralya’da Totem ciliğin büyük bir önem i var. Totem
sözcüğünün karşılığı K ob o n g ’dur. H er K obong (hayvan ya da bit-
jk i)’a dost gözüyle bakılır. D insel törenlerde insanların ve K obong
hayvarıjjıın çoğalım ına dikkat edilir. Bu durum büyüyle değil, tan ­
rıyla yl|tllır. Totem ciliğe göre inSan ve K obong, özdeş toplum sal
dinbirliği oluşturur. O rtak b İM şşam sağlanm ış olduğuna inanılır.
OkU lnus adalarındaki haİİuar (M alenezyalılar) hemen hem en
tüm den H ıristiyan1 A da yerlilerinin dinleri yok olmuştur.
M alenezya $ij$|larında büyük bir tanrıya inancın izleri kanıtlan­
mamıştır.
Birçok adalarda bir çeşit yüksek topluluğun gizli dini var. Bu
gizli din öym ak halklarına bildirilm ez. Bir çeşit kardeşlik, çeşitli
aşam alı bir difcgede toplum da çeşitli katları oluşturur. E rkekleri^ |
bulunduğu evlerde dinsel törenler olur. Buralara kadınlar gelem ez.
Ç oklukla m aske kullanılır.
P olinezyalılarda b üyük bir tanrıya inan belki de gizem li bir
öğreti, Preslerin koruduğu. Şim di H ıristiyan olan Yeni Z elanda
M oorileri arasında durum böyleydi. ÎÖ yüksek ve yaratıcı bir tanrı.
O ’na şöyle sesleniliyordu:

İo, O b ü yü k
İo , O son su z
İo, O değişm ez
İo, tüm ku tsa l ve gizli
İo, h e r şeyim kökeni,
İo , doğurm ayan,
İo, g izli y ü zlü
İo, ya şa m kaynağı,
İo, on iki göğün en y ü k se ğ i
İo , h e r doğru şeyi işiten,
İo, O engeller kö tü n ü n g elm esin i.

276
Ö bür adalarda İ o ’nun karşıtı M»* ** ı»
0*^
T a n g a ro a ; okyanusların, göğün # "" *'• 1 *
tanrısı, dünyanın yaratıcısı. Y ük­ ,i "
sek ve alçak aşam ada daha b ir­ S t ‘ yt ’v
çok tanrılar vardır. “Bütün evren,
görünm ez tanrı varlığıyla karın ­ h
calar gibi kaynam aktadır: Tanrı, 4 4? ’ 4 \
v a r lığ ıy la h a v a d a h ış ırd a y a n , sv
yaprakta yeşeren...” \ !* f '
Tanrılar sık sık hayvan, özel­ 1 C
likle kuş biçim inde ortaya çıkar.
Kimi adalarda yaşlılar T iki ya da ^ ^
K o n -T ik i (G üneş tanrısı) üzeri­ *
ne anlatırlar.
H e y erd a h l, eski çağ Perulula­
rın tapınağını (panteon) bulm ak
istiyordu (Ring gren, Ström, agy).
Evrenin yaratısı oldukça karı­ A v u s t r a l y a ’d a k u z e y d o ğ u A r n -

şık. İşte b ir M a o ri m e tn i; T ev­ h e m L a n d ’d a b ir a ğ a ç k a b u ğ u r e s m i.


B u r e s im , g ö k k u ş a ğ ı y ıla n ın ın V V arna-
r a t ’ın, In c il’in etkisi açıkça gö­
lo g k ı z k a r d e ş l e r i iç in ç o c u ğ u n a s ı l
rülüyor: y u t t u ğ u n u g ö s te r iy o r .

İo bekledi sonsuzluğun tin odasında


karanlıkta herşey, her yerde su
Gündüz ışığı da yok, aydınlık, ışık
ve başladı şu sözleri dedi:
Eylemsizliğe son vermek için
“Karanlık, ışık taşıyan karanlık ol!.”
Ve şimdi parlak ışık her yanda.
İo, gördü sonra suyu çepeçevre,
Konuştu dördüncü kez ve dedi:
“Siz, Tai-kama suyu, ayrılacaksınız!
Gök olsun! “O anda gök oluverdi
götür şimdi sen Tupua-hono-nuku!”
Ve hemen Yer orda yerine oturdu.
277
E v ren in o luşum unu açık lark en ; d ü şü n b ilim sel, söy len cesel,
dinsel şarkılara da yer verilir M a o ri m etinlerinde:

Büyüme doğuştan,
büyümekten düşünce,
düşünceden bellek,
bellekten bilinçlilik,
bilinçlilikten istek.
Söz oldu verimli
za yıf ışıkla beklendi
ışık getirdi geceyi,
büyük geceyi, yüksek geceyi...

Böylece söylencede gökle yer birbiriyle birleşti, sevgililer gibi.


Oğul, “orm anların babasından” ayrıldı. Bu ayrılık üzerine gök yas
tutar yağm urla, özdeş anda y er buğulanır.

278
24
Tanrıların Ölümü

İşık, k a yn a ğ ın d a n ufacık n esn elerin k o p a ra k g ö ze ç a r p ­


m a sıyla o lu şu yo rsa , bu du rum da ışık hızı son suz olam az.

İbn Sina (9 8 0 -1 0 3 7 )

Ç e v r e m iz d e h e r y a n d a d ü z e n s iz lik y a s a s ın ı g ö rü rü z.
D e m ir p a s la n ır , a ğ a ç k a ry o la e sk iy ip yıp ra n ır. G iy s ile r
y ırtılır, n e sn e le r a ş ın ır b ir bir... Y ırtılan , aşın an , eskiyen
g iy s ile r h iç b ir za m a n eski durum una g elm ez, in san d a ö y ­
le! O d a bütün c a n lıla r g ib i d o ğ a r; büyür, ölür. H içb ir şey,
h içb ir gü ç bu d ü zen sizliğ in önüne geçem ez! H er y e d i yıld a
b ir b ed e n im izd ek i g ö zen ek ler değişir. Yerini yen i g ö zen ek ­
le r alır. Bu y e n i g ö zen ek ler, esk i g ö z e n e k le r d e ğ il artık.
H er y e d i y ıld a b ir g ö zen ek ler tüm den d eğ işim e u ğrar: D i-
rim b ilim sel b ir aşırım a, b ir d eğişim . E v e t ya şla n ır ve ö lü ­
rüz. D o ğ a y a sa la rın ın deyim i bu. D ü zen du rm adan dü zen -
siz liğ e dönüşür. D ü zen sizlik y a sa sı tan rıların ölümü!
279
H ıristiyanlar şöyle diyor: “G öklerdeki babam ız..” Hemen dü­
şünürüz ardından: “Tanrı da insan gibi!” B aşka bir yerinde kutlu
kitabın: “Efendi, Tanrımız, dünyanın kralı...” O zam an bu tanrı­
nın kral olduğu düşünülebilir. K u r’a n ’da da şöyle deniliyor:
“...Fitne kalm ayıncaya ve din A llah ’ın oluncaya kadar on­
larla savaşın...”
(K u r’an: 2, 193)

Tektanrıcı dinlerde M u s a ’nın, İ s a ’nın dininde ortaya sürülen


Tanrı, M uham m ed’in K ureyş oym ağına sunduğu “A llah” ise; bu
durumda, daha önceki dinler de A llah’ın dini olduğuna göre, yu-
kardaki tüm ce (a y e t)’de ”F itn e ” aşağılam ası bir anlam a u laşa­
maz!.
Bu Tanrı (A llah), M u s a ’ya İ s a ’ya sunm uş olduğu dinlerden
vazgeçtiyse, o zam an “Fitne” saldırısı bir anlam a ulaşabilir!
Bir “A llah” insan gibi pişm an olup önceki dinlerden vazgeçebi­
lir mi? Bu olanaksız! N eden? Çünkü, A llah olduğuna göre; O ön­
ceyi de, sonrayı da bilm ek zorunda.
Tanrı’yı bu denli çekişm eli, çatışm ak durum lara sokan kim?
Ü ç göksel dini içerm iş olduğu savunulan A llah :
“ ... Sizinle savaşanlara karşı A llah yolunda siz de savaşın..”

B e l k i b i r k a ç m i l y o n y ı l ö n c e y a ş a y a n m a y m u n i n s a n ! T e v r a t ’ a , I n c i l ’e ,
K u r ’a n ’a g ö r e e v r e n 6 0 0 0 y ıl ö n c e y a r a tılm ış ! ..

280
C h a u v e t (F r a n s a ) m a ğ a r a s ın d a 3 0 b in y ıl ö n c e y a ş a y a n h a y v a n la r ... T e v r a t ,
İ n c il v e K u r ’a n ’a g ö r e e v r e n ( d ü n y a ) 6 0 0 0 y ıl ö n c e y a r a tılm ış !..

“ Sizinle savaşanlar” deyim inde am açlananlar, ya H ıristiyan-


lar, ya da Y ahudiler’dir! A llah nasıl olur da savunulduğuna göre,
daha önceki dinlerden vazgeçer?
D ahası var:
İslam inancına göre, İslam ’dan önceki Yahudilik de, H ıristiyan­
lık da “A llah ’ın diniydi” .
Ü ç göksel dinin “kutsal” diye ünlendirdikleri kitaplarında: başı
çeken “Tanrı” olur. K endisi değil yalnızca, eylem leri de zamanın
dışına kaydırılır. Zam an dışına kaydırılan eylemler, eylem lerin öz­
nesi Tanrı, zam ana bağlı insanı da zam andan soyutlar. Başka bir de­
yişle söylenceler gerçek bir tarihten yoksundur anlatılarda: O lay ne
zam an olm uş, ne zaman geçmiş... Nasıl olm uş da bu durum a gel­
miş?.. Bunların tümü de es geçilir... Bunlar üzerinde konuşulmaz.
D inleyici, olaylarda zam ansızlığın verm iş olduğu karanlık bir
dehlizde yürüyorm uş gibi olur. K afalar iyice bulanıklaşır. O laylar
anlatılırken Tanrı, im gesel olarak sahneye çıkartılıp konuşturulur.

28 i
Tanrıelçisi aracıdır, kutsal kitaplarda olduğu gibi! Bu anlatılar düş­
lerde olduğu gibi sisli, belirsiz... H ep sürer gider. Sonunda neyin
ne olduğu hiç bilinm ez. Sokaktaki günlük insanın düşünü gücü iyi­
den allak bullak olmuştur. K afalar böylesine doldurulup donduru­
lur... A nlatılarda, “k u tsal” kitap lard a olduğu gibi, neyin olduğu,
neyin olm adığı birbirinden pek ayırdedilm ez.
Okuyucu bir tarihçi olursa, durum daha da kötüye gider, çetre­
filleşir! Tarihsel olaylar, anlatılar, öyküler birbirine karışır... Ö rne­
ğin Tekvin’de (Oluşum ) L û t’un karısı birden taş kesilir: B ir tanrı
tanıklığı için... Tanrı, böylece okuyucunun im gelem inde im gesel
varlığım kazanm ış olur, herşeyden soyutlanarak. A m a belirlenm ek
istenen ya da önüm üze sürülenin gerçekten Tanrı olup olm adığı
düşünülm ez. D urum hem en onaylanır. G erçekte, anlatılar da öyle
bir kalıplaşm ayla düzenlenm iştir.
Tanrı gücünü, yetkisini anlatabilm ek için; egem en bir kral gibi;
“göklerin ve Y er’in iyeliğinin Tanrı’ya değgin olduğu” bütün anlatı­
larda pekiştirilir. O artık her şeyi “kabullenm eye hazır” durumdadır!
Anlatıların ikide bir vurguladığı gibi, tek güç Tanrı olduğuna inan­
maya başlar!.. İsterse inanmasın, bütün anlayış yetenekleri “bloke”
edilmiş durumdadır. Oradan kendini kolay kolay kurtaramaz!..
K ur’a n ’da, Tanrı’dan başka güç olm adığı sık sık vurgulanır:
“...G ök lerin ve Y er’in iyeliğin in A llah ’a değgin olduğunu
bilm ez m isin? Sizin de A lla h ’tan başka bir k oru yu cu n u z ve
yardım cınız yoktur...”
(K u r’an: 2, 107)

Allah, “A llah ’tan başka koruyucunuz yok” derken, koruyu­


culuk görevini yüklenir, am a sözde kalır!.. Bunu hiçbir zam an
gerçekleştirem ez!. Bir deprem de örneğin... Y üzbinlerce; çoluk-ço-
cuk, ana-baba ölür gider!

‘^.. -İnsanın üzerinden anılm aya değer birşey olm adan önce
uzun dönem den bir süre geçm em işm iydi? Biz insanı karışık
bir nutfeden yarattık...”
(Kur’an: 7 6 , 1, 2)

282
K u r’a n ’da A llah k o n u ştu ru lu rk en ; kapalı, belirsiz bir anlam
kullanılır çoklukla.
“A nılm aya değer birşey olm ayan”, “önem verilm eyen” ney­
di? B urada olaylar arası bir boşluk var; anılm aya değeri olm ayan?
Bir boşluk var insanın oluşum u üzerine! “Uzun dönem ” deyip ge­
çiliyor. K u r’an ’a göre, konuşan Tanrı olduğuna, bu tanrı da “her
şeyi bildiğine” göre; insanın yaratısı üzerine önemle durm ası gerek
değ ilm iy d i?..
Tanrı, bir konuyu anlatm ak isterken, kim ilerini atlayıp geçiyor.
D aha m ilyonlarca önem li durum lar karanlığa boğuluyor..
K utsal diye anılan kitaplardaki açıklam alar insanla tanrı arasın­
daki ayrım ı siliyor.. O layla, olayı dinleyecek insan arasında dinsel
anlatıları düzenleyenin insan m ı olduğu kuşkusu hiçbir zam an sili­
nemiyor.
“ ...B en size, m uhakkak sem avat ve a r z ’da görülm eyenleri
b ilirim ...”
(Bakara, 33)

M ic h e la n g e lo (1 4 7 5 -1 5 6 4 ): A d e m ve Y a ra ta n . K u t s a l k ita p la r d a g e ç e n Y a r a tı
ö y k ü l e r i n i n r e s im d e k i iz le n im le r i. T a n r ı, p a r m a ğ ıy la , A d e m ’in p a r m a ğ ın a d o k u ­
n u y o r in s a n gib i'...

283
“ ...(Y ine) bilm ez m isin, göklerin ve yerin m ülkiyet ve h ü ­
küm ranlığı yalnızca A llah ’ındır?
(B akara, 107)
“ ...G öklerde ve yerde olanların hepsi O ’nundur. Hepsi O ’na
boyun eğm iştir...”
(Bakara, 116)

Tanrı tekdüzelik ve değişm ezlik içinde yaşam ını sürdürür bu


m etinlere göre; gizem sel, anlaşılm az... Sanki bir insan gibi bu Tan­
rı (A llah), Tarık Y ıldızına (Venüs gezegeni ), G ü n eş’e, yıldızlara
yem in eder (and içer). O ysa böylesi bütün and içmeler, yemin et­
m eler eskiçağlardan günüm üze kadar gelen G üneş tapım lı bir du­
rum! Tanrı da güneş tapım lı olup çıkar! Başka bir söyleyişle M u­
ham m ed, A llah’ı Tarık Y ıld ızı’na yem in etm ekle karşı karşıya bı­
rakır.. Yaratan, yaratm ış olduğu nesneye yem in ediyor. O lur mu
öyle şey diyeceksiniz, oluyor işte! Böylece eskiçağlardan kalm a ve
insana özgü, güneşe, yıldızlara tapm a durum u K u r’an ’da da var:
“ ...A ndolsun G üneşe ve onun ışığına, onu izled iği zam an
Ay’a, onu açığa çıkardığı zam an gündüze...)
(K u r’an: 8 6 ,1, 3)

“ G öğe ve Tarık (Venüs gezegen i)’a andolsun. Sen Tarık’ın


ne olduğunu bilir misin? O, (karanlığı) delen yıldızdır...”
(K u r’an: 8 6 ,1, 3)

E skiçağ İsrail topraklarında tapınılan Tanrı, b irçok tanrıların


karışım ından oluşmuştur. G öçebe halk göç dönem lerinde bu tanrı­
larla karşılaşm ışlar (imgesel olarak)...
Tektanrı, çoktanrıcılıktan çıkm adır! Nitekim M uham m ed A l­
lah’ının G ü n eş’e yıldızlara vb. and içmesi de çoktanrı alışkanlığın-,
dan başka birşey değildir.
Eski çağlarda töreye önem verm eyen bir Tanrı (tanrılar), nasıl
oldu da birden 3200-2000-1400 yıl önceleri birdenbire töreden söz

284
etm eye başladı? Bu Tanrı Sum erlerden bu yana tapınak fahişeliği­
ne nasıl oldu da göz yum du? Bu Tanrı ya da tanrılar önce töresiz-
diler de, o yıllarda mı töreci oldular? M ilyonlarca yıl neden sustu­
lar? Sonra nasıl oldu da birden bir Tanrı yaratıldı?
B ir kaç örnek bir yana, insanlık tarihinde hiç kim se TanrTnın
ne denli gerçek olup olm adığını anlatmak; açıklam ak, ortaya ko y ­
m ak istem edi!.. Buna neden de, çoklarının çıkar küm elerine kepçe
tutm alarından ileri geliyordu.
Tanrı içim izd e (b ey n im izd e) olandır d ediğim iz zam an da,
binbir çam urla üstüm üze doğru yürüyorlar.
Tevrat, yaratıyı şöyle yansıtıyor:

“...Başlangıçta Allah, göğü ve yeryüzünü yarattı.


Yeryüzü ıssız ve boştu. Karanlıklar uçurumu
örtüyordu. Ve A llah’ın ruhu suların üzerinde dolanıyordu.
Ve Allah ışığa “gün" adını verdi.
Ve karanlıklara “gece” adını verdi
Ve bir akşam oldu ve bir sabah o ld u .”

İn san ’ın yaratısı da şöyle anlatılır:

“...Allah insanı kendi suretinde yarattı.


Onu Allah’ın suretinde yarattı.
Onları erkek ve dişi olarak yarattı.
Ve Allah onları kutsadı ve onlara şöyle dedi:
“Verimli olun çoğalın,
ve toprağı doldurun
ve oHâ egemen olun
Denişin bollukları üzerinde
ve göklerin kuşları üzerinde
ve toprak üstünde sürünen
tüm hayvanlar üzerinde hüküm sürün...”

285
Bütün hu an latılard a “ ü çlü bir d u ru m ” la k arşı karşıyayız.
O kuyucu bir “üçlü durum ” karşısında:
a) Yaratıcı Allah (Efendi): Yaratı eylemi anlatılarla açıklanır.
b) Yaratılan: Dünya ve İnsan.
c) “A lla h ’ın yaratı eylem ini anlatan gözlem ci.
Bu “üçlii” senaryoda, A llah, önce yeryüzünü yaratır. Bu iş bi­
tince de sıra insana gelir. K im olduğu bilinm eyen bu gözlem ci, A l­
lah’ın eylem lerine tanıklık eder doğrudan doğruya. Sanki bu göz­
lemci, A llah’ın yanıbaşındaym ış gibi konuşur. A llah ’ın, yaratılan­
ların iyi olduğuna karar verdiğini de gözlemler.
“ ..İVe A llah, ışığın iyi o ld u ğ u n u d a g ö rd ü ...”
Yaratan, arada sırada insanla, yılanla konuşur. B ir insan gibi
bahçede gezinir. Bunu gören de insan! İnsan, E fendi A llah ’ın sesi­
ni işitir:
“...Fakat Efendi Allah insanı çağırdı ve ona;
“N erdesin?” dedi. O da şöyle yanıtladı:
“...Bahçede sesini işittim , korktum . Çünkü çıplaktım ve giz­
lendim ...”
Ve Allah şöyle dedi:
“Ç ıplak olduğunu sana kim öğretti?
Yemeni yasaklanm ış olduğum ağaçtan mı yedin?
Adem şöyle yanıtladı:
“Benim yanım a koym uş olduğun kadın, ağaçtan bana ver­
di, ben de yedim .”
Rab Allah kadına:
“Bunu niçin yaptın?” dedi. K adın yanıtladı:
“Y ılan beni aldattı, ben de yedim .”
Bu anlatılardan sonra yılanı, daha sonra da kadını Efendi Allah
cezalandırır.
Efendi A llah insanı yaratm adan önce, bu insan, E fendi A l­
lah ’ın yaptıklarına da tanıklık eder:
“Allah: Işık olsun, dedi ve ışık oldu...
Ve Allah ışığın iyi olduğunu gördü.”

286
Bu insan, Efendi A llah ’ın “ışığın iyi olduğu” inancına bile ta­
nıklık edebiliyor. Bu nasıl oluyor?
M etinde “yarattı, dolanıyordu, dedi, oldu, gördü, ayırdı vb”
gözlem sel edim lerle, E fen d i A llah ’ın yaratı eylem ine o anda nasıl
tanıklık edebiliyor?
Bu yaratı eylem i T anrı’nın, insanın usgücünden kalıplaşan “ im ­
geler dizini”olm ası daha uygun düşüyor usa! Çünkü insanın kendi­
si varolm adan önce; “ A llah”a tanıklık etm esi de insel usa olduğu
gibi, doğa yasalarına da aykırı!..
Bu “A llah” karakteri, eylem e tanıklık eden “gözlem ci”nin d a­
ha açık bir deyişle, “ insanın” karakteri olm asın? Anlatı yazarı, ya
da yazarları, yaratı düzenlem esinde bir “Tanrı” figürü ortaya koy­
m uş değiller mi? Hiç değilse insanların usgücünde?..
Bu çeşitli Tanrı kişiliklerini yaratan kim ? Sonra da bunları ma-
y alaştıran ? Y azınsal tan rı k işilik leri, yaratıcı olduğu savunulan
“Tanrı”ya yam anıp yapıştırılıyor? Bu dinsel m etinlerin zam an za­
m an başarıya ulaşm ış giizel duyusal (estetik) etkisi, dinsel eğilim li
kişileri, kim i okuyucuları kendine çekip sürükleyebilir!..
T evrat’ta, A llah’ın dünya ile insanları yaratm a eylem ine tanık­
lık eden gözlem ci, “M uham m ed”e dönüşür. “A llah”ın bütün ey­
lem lerinden, M uham m ed’in haberi vardır. D urum u, tersine şöyle
de doğrulayabiliriz: M uh am m ed ’in bütün eylem lerinden, istekle­
rinden, “A llah”ın hem en haberi oluyor! Peki, bu nasıl oluyor diye­
ceksiniz?

“ ...O (A llah ), Y er’de ne varsa h ep sin i sizin için yarattı.


Sonra göğe yöneldi, onu yedi kat olarak yaratıp düzenledi..”
(K u r’an: 2, 29)

“ ...O , göklerin ve Y er’in eşsiz yaratıcısıdır, birşeyi dilediğin­


de ona sadece “ Ol!” der, o da hem en oluverir.
(Kur’an : 2, 117)

287
“...And olsun ki gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunan­
ları altı günde yarattık ve biz bir yorgunluk d uym adık..”
(K u r’an 50, 38)

T evrat’ta Allah, Y er’i altı günde yaratm ış, yedinci gün dinlen­
m e gereğini duym uş:
“...A llah, yapm ış olduğu işi yedinci günde sonuçlandırdı. Ve
yapm ış olduğu tüm işten sonra yedinci gün çalışm adı. Ve Allah
yedinci günü kutsadı ve onu kutsal kıldı. Ç ünkü o gün tüm ya­
ratı işinden sonra, çalışm am ıştı...”
(Tekvin: 2, 1-4)

M uham m ed, T evrat’ın yorulan A llah’ının karşısına (yaklaşık


2000 yıl sonra) VII. y ü zyılda yorulm ayan A lla h ’la çıkar. Özdeş
Tanrı olduğu savunulan bu A llah hiç yorulm az ve b ir insan gibi
övünür;
“ ...Ve biz bir yorgunluk duym adık...”
K u r’an A llah ’ı bundan başka yem in ederek çam urdan insan
yaratm ış olduğunu kanıtlam aya çalışır:
“...A ndolsun, biz insanı çam urdan (süzülüp çıkarılm ış) bir
özden yarattık...”
(K u r’an : 23, 12)

Eskiçağ M ezopatam yası’nda yaratıcı Allah kargaşa (kaos)’nın


üstesinden gelm ek zorunda kalır. B öylece b irb irleriyle yarışan
tanrılar ortaya çıkar! D eniz ejderleri, ırmak ucubeleri, dev yılan­
lar vb. Ö rneğin bir yılan suyla kaplı bir ülkeyi yutar! Söylenceli
sahneler yam anır durum a.. T evrat’ta olsun, K u r’a n ’da olsun; A l­
lah yaratısına şu ya da bu biçim de karışan yılan, inatçı yılan öy­
küleri eskiçağların söylencelerinden arta kalandır:
O zam an R ab Allah, yılana şöyle dedi:
“ ...Bunu yaptığın için, tüm çiftlik hayvanları ve tüm vahşi
hayvanlar arasında lanetli olacaksın. K arnın üzerinde yürüye­
ceksin ve yaşam ın boyunca toprak yiyeceksin...”

288
K adına şöyle dedi:
“ ...G ebeliğinin neden olduğu acıları çok artıracağım . A ğrı­
lar için d e çocuklar doğuracaksın. İsteklerin seni kocana doğru
itecek, ve sana hakim olacaktır...”
A d e m ’e şöyle dedi:
“...K arının sesini dinlediğin ve yem eni yasak etm iş olduğum
ağaçtan yediğin için toprak senin yüzünden lanetli olacaktır...”
(Tekvin: 3, 11, 17)

T evrat’taki bu yılanlı senaryoya koşut olarak K u r’a n ’da Allah-


İblis çekişm esi oldukça ilginç:
“ ...A llah buyurdu: B en sana buyurm uşken, seni secde e t­
m ekten alıkoyan nedir?
(İblis): Ben ondan (insandan) daha üstünüm . Ç ünkü beni
ateşten yarattı onu çam urdan yarattın, dedi...”
(K ur’an : 7, 12)

“ ...A llah: Ö yleyse “İn oradan!.” O rada büyüklük taslam ak


senin haddin değildir. Çık! Ç ünkü sen aşağılıklardansın! B u ­
yurdu...”
(K u r’an : 7,13)

“İblis: B ana (in san ların yenid en dirilecekleri güne kadar


zam an ver, dedi...”
(K u r’an: 7,14)

“...A llah: H aydi, sen zam an verilenlerdensin, buyurdu(...)


İblis dedi ki: Ö yle ise beni azdırm ana karşılık, and içerim ki,
ben de onları saptırm ak için senin doğru yolunun üstüne otu­
racağım ...”
(Kur’an 7, 15-16)

289
Satanistlarm
i Storbritannien
Vâ rldskdandc forskare fiu k t a r

vdg av hüxprocesser i Europa


intn W n*» i* SO ryn av ram an ! « o b il gSr ckr
Htr İ#<d3 i krvte ast der ftnrlmın-
«ıtinrff I « w t o lw » tw f t n W I» mit dıamıhdjttura - i dr Amga
utnytt|a* m i U n N«»«lh tdji- û r a a ta » * m u « S p *» :» s *
H İıjytb H jtritar. nistisk toB^pİmttoıı, tfğrr tem.
1934 «Medde la hmtarene p i
Dv s£g» h ı offtat ü jW a n » och u p fd n if m d m ferfttuin nsg*
vttıuu taâsuıİ5te*r, «da «k «ü^tS- ^ lâuimn m *% fîiTİP W (^Jg
«in a t a l r ■
!İF?!BwBpW »ast*
r^s5sS^
jade hameas «ttnesm ât bedUütr
om « M e t a hur 4* «i»** fviıtg- rtrta Iftf u tjatsia. m m i och
atî spcânpa h-ıcr^rur ı lufiru ütt
art lir « 3ıs^t» :r. ı bur.tr fiUtl»
S v i r t t r o m r t a ı n gran m m
rarıi p fto m .tr
Nn tU rjta n U ftjaUm». vid- la tontaınr «m*I» ait det ıırtr
j n t i )ramto İriııııUt Sae^usK f i taamı RİRon n h u a s i de f l« t t
om rürt. lamı ı ra stor rtppnfi av ankugrlscraı otlı hoa har mı
Ha® frwkt*r en vâjş bisJTOCr^ uttcm ıuiötı^.en^M pîhJf av
arr i fhtmtpa d iı uskylâiga dfe»* tip porten. "Speak oî Tfw> lıevil
utan tiryrntfin «tv verfclig» be**». Taka of H taa k »te»* i» eoBtenı
-a e ttü b d te g fe a pûf&ryEagtaad*__________
Y u k a r ıd a k i y a z ıd a b ir s e k t o la n “ S a t a n iz m ” d e n s ö z e d iy o r ! K o n u y la ilg ili ü n ­
lü a r ış t ır ıc ıla r b u se k tin ç o k t e h lik e li o ld u ğ u n u s ö y lü y o r . B e n k o n u y a b a ş k a b ir
j ö n d e n d e ğ in e c e ğ im : Y e ıy ü /.ü n d c b ü y ü k lü k ü ç ü k lü 2 0 b in d in v e s e k t ( m e z h e p )
v a r! U s u n a la c a ğ ı ş e y le r ini b u n la r ? D in le r t a n r ıs a l o ls a y d ı, s e k tie r v a r o lm a y a ­
c a k tı! B a t ı’ n ın k im i ü n lü y a z a r la r ı k ilis e le r c e s a tın a lın m ış d u r u m d a . T ü r k iy e ’d e
d e ö y le k ö k t e n d in c ile r k im i y a z a r la r ı s a tın a lm ış la r d ır p a r a k a r ş ılığ ı!

290
“ Allah: Andolsun ki, onlardan kim sana uyarsa, sizin h ep i­
n izi cehennem e dolduracağım ...”
(K u r’an : 7, 18)

T ev rat A lla h ’ın ın y ıla n ö y k ü sü y le o ra n la n ırsa K u r ’an A l­


la h ’ının İblis ’le çekişm esi daha çok ağlatısal..
T e v ra t’ta A llah’ın yılanla başı belada, K u r ’a n ’da İb lis’le!
A llah, A teşten y aratılan İb lis’i, çam urdan yaratılan insandan
üstün olduğunu söyleyip bu üstünlüğünü savunuyor! B una karşılık,
Allah; İblis’i neden ateşten, insanı da çam urdan yaratm ış olduğunu
ve bunu hangi tem ele dayandığını açıklayamıyor.
İb lis’in kullanm ış olduğu insel dille, A llah ’ın kullanm ış olduğu
insel dil birbirinin özdeşi. Bütün bu senaryoları düzenleyenlerin de
böylece insan olduğu ortaya çıkıyor..
İblis Allah gibi, A llah da İblis gibi; her ikisi de insan gibi k o ­
nuşuyorlar. K anıtları da insel kanıtlar:
“ ...İblis: And içerim ki, ben de onları saptırm ak için senin
doğru yolunu üstüne oturacağım ...”
(K u r’an: 7, 16)

“ ...(Allah): A ndolsun ki, onlardan kim sana uyarsa, sizin


hepinizi C ehennem e dolduracağım ...”
(K u r’an: 7, 18)

Yaratı anlatıları, 1400 yıl ya da 3200 yıl öncelerinin bilgiden


yoksun çöl sayıklam alarından ileri gidem iyor!..
T a n r ı’nın in s a n ı k e n d in e b e n z e r y a r a tm a s ö y le n c e s i
K u r’a n ’dan önce T evrat’ta yer alıyor! Çıplaklığı “ayıp ve günah”
say m an ın tohum ları T e v ra t’ta da var! Bu daha ağ latısal o larak
K u r ’a n ’da da var.. B öylece durum daha da karartılarak günüm ü­
zün kapalı “ucube-’ örtügiysilerinc gelinir... Çölün G üneşten yan­
m am ak için kullanılan örtügiysileri T ürk iy e’de gericiliğin, bağnaz­
lığ ın , k ö k te n d in c iliğ in sim g e si o la ra k k u llan ılır! İn sa n la rım ız
“ucube” durum una getirildi!.. İnsanlarım ız delirm iş olmalı;

291
Yakışmıyor
bırak lahavle çekmeyi
Sen o denli Akdeniz
gözlerin o denli

Soyun diyorum
Örtü giysilerinden
İki yıla duruyor hapisliğim
(Türk Dili Dergisi)

Tekvin 2 4 ’te, daha başlangıç dönem lerinde yüksek tanrı ya da


g ö k tan n birbirinden ayrılıp “şunun, bunun tanrısı” olur.
İbrahim , İsa k ’a bir eş bulm ası için çağırdığı zam an -günliik
yaşam a düzeyinde bir eylem - “E fendi, Göğün A llah ’ı (Tekvin 24,
7) diye seslendi. İbrahim ’in hizm etçisi de özdeş kim liği kullandı:
“Efendim , işiverenim İbrah im ’in A llah ’ı” bu dine değginliği de­
yimler. A m a bu durum halka yam anınca, birlik biçim iyle (İsrail
halkı) işte o zam an Allah ne de olsa savaşçılığa yönelm iş olur!
D aha başka bir deyim le bu A llah "çoğalın” diye öğüt verirken;
böyle b ir b ild irid e b u lu n u rk en , durum savaşa dönüşür! M etnin
(Tekvin) yazınsallığı içinde savaş eylem i yuvalanır! A llah ’ın ka­
rakteri değişir! Yaratıcının karakteri, yaratılanın karakterine yenik
düşer:
Bu durum In c il’de, İsa a ğ la tıs ı’nda görülür. A nlatıya göre,
İsa’nın çarm ıha gerilm esinden İsa ’yı kim se kurtaram az!. Öyle ki
İsa:
“Tanrım! Tanrım! N için beni yalnız bıraktın” ? diye sızlan­
mış olsa da!.. Böylece herşeyin üstesinden geldiği söylenen, savu­
nulan A llah, Rom a valisine yenik düşer!..

Ebu Leheb amcası olur M ııham m ed’in. Amcası Ebubekir gibi!


Am a Leheb inanm az M uham m ed'in tümcelerine! Bu durum da, öf­
kelenen, kin besleyen; M uham m ed! Am a Allah da elçisinin öfkesi­
ne bürünür!

292
“ ...Ebu L eheb ’in iki eli kürüsün ve kurudu da.
M alı ve kazandığı ona bir yarar sağlam adı.
O alevli bir ateşe girecektir
K arısı da odun taşıyacak
B oynunda kalınca bükülm üş bir ip olarak...”
(K u r’an: III, 1-5)

293
Hu m etinde kullanılan dil herşeyi açıklar! Dil, eylem in aynası­
dır! Ebu L eh eb ’i kargışlayan bu tüm celerdeki “iki eli kurusun”,
“malı ve kazandığı ona” , “alevli bir ateşe girerek” , “karısı da
odun taşıyacak” , “boynunda bir ip ” deyim leri, VII. yüzyıl Ku-
reyş E m ir le r i’nin öfkelenm esini yansıtan tüm celerdir. B öylece
“A llah” kavram ı, bir “T anrı” anlayışı; böylesi deyim lerle, dille
kendiliğinden yok olmaktadır!
***

G ökten yere doğru esin sunduğu savunulan A llah buyuruyor:


“...Ellerinizin altında bulunanlara (köle, cariye, hizm etçi ve
benzerlerine) iyi davranın...”
Böylece köleliği onay layı veriyor Tanrı! K im i köle yapıyor ki­
me? Yoksulu varsıla köle ediyor!. G erçek bir Tanrı böyle mi ya­
par? K arşılığı da “onlara iyi d avranın” oluyor..
“Evren yaratıcısı.. H erşeyi bilen Tanrı” savaşçı kişiliğe bürünü­
yor.
Özdeş Tanrıya inananlara da, “fitne” diyor:
“...O nları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldü-
rü n (...) F itn e, adam öld ü rm ek ten daha kötüdür. O nlar size
karşı savaş açarlarsa, siz de onları öldürün. İşte kafirlerin ce­
zası böyledir...”
(K u r’an: 2, 191)

“...Fitne tüm den yok edilinceye ve din (kulluk) de yalnız A l­


lah için oluncaya kadar savaşın...”
(K u r’an: 2, 193)

(Size karşı savaşanları) diye tırnak içine alman tümcenin gerçek


anlamı “kâfirler” dir. Kim bu kâfirler? Yahudiler ya da Hıristiyan-
lar!. Oysa, İslam cılar (K ur’an’da) bu iki dinin de hak dini olduğunu;
Allah’ın özdeş Allah olduğunu söyler. Oysa Öküz B ölüm ü’nün 191
tümcesi, içerdiği anlama karşı “kâfir” denmekle özdeş A llah’ı yok
sayıyor. B aşka bir deyişle “k âfir” sözcüğüyle K u r’an ’ın A llah’ı;
Tevrat’la Incil’in özdeş A llah’ını geri çeviriyor (reddediyor).
294
T A N R I , M E L E K , Ş E Y T A N ... d ü ş le m le r in in iç y ü z ü
K a n a d a h ti n b ili m , n ö r o lo ji P r o f e s ö r ü M ic h a e l P e r s in g e r , b ir in in b a ş ın a b a ş lığ ı
( m i ğ f e r ) g e ç ir ir . S o n ra e l e k tr o m a n y e ti k a la n ı b e y n in b e lirli y e r in e d o ğ r u ltu n c a , tu h a f
g ö r ü n tü l e r o r ta y a ç ık a r. B ö y le c e ü z e rin d e d e n e y y a p ıla n k işi d u y u s a l, d u y g u s a l b ir t a ­
k ın ı d u r u m la r la k a rş ıla ş ır. K a n a d a L a u r c n tia n U n iv ( O n ta r i o ) 'd c 5 0 0 k iş iy le y a p ıla n
d e n e y le r d e b u n la r d in s e l o la y la r y a ş a d ıla r . B u k iş ile r A lla h y a d a Ş e y ta n la k a r ş ıl a ş tık ­
la r ın ı s ö y le d ile r , b a ş k a ç e ş it b i r d e n e y d e d e b e d e n le r in d e n d ış ın a ç ık tık la rın ı! B ö y le c e

295
K u r’a n ’da, “A llah” adıyla konuşanın, gerçek bir Tanrı olm adı­
ğını, konuşanın M u ham m ed ’in kendisi olduğununu; K ureyş dili­
nin yapısı da kanıtlıyor.
Allah, “Tebbet” bölüm ünün bir tüm cesinde:
“...Ebu L eheb’in elleri k ırılsın” derken, M uham m ed’in ağzın­
dan çıkan K ureyş dilini açıklayıveriyor ” .
İsrail’in kişisel tanrısı nasıl savaşçı olm uşsa, İslam ’ın tanrısı da
savaşçı olmuş; hatta kendinden önceki göksel dinlerin (Yahudilik,
H ıristiyanlık) bireyleri için “inanm ayan o kafirleri öldürünüz”
demiştir.
H er tanııelçisi kendilerinden önceki dinin, dinlerin tanrılarını
hiçe saym ış, onları yok bilm iştir!
M usa da, İsa da, M uham m ed de kendi dönem lerini tanrıtanı­
m azları (ateistleri)...
Birtek tanrıelçisi gösterebilir m isiniz bana, kendilerinden önce­
ki ta n rıla rı yok sa y ıp ö ld ü rm e y e n ? Ö y le y se “ ta n r ıta n ım a z ” ,
“Anadolu insanını u yandırıyor” diye suçlam ayın beni!
Nasıl tanrıelçisi oldular M U SA , İSA , M U H A M M E D ?

P r o f . P e r s i n g e r , e le k tr ik e tk ili d u r u m l a r d a b ir ta k ım g ö r ü n tü le r g ö r ü le b ile c e ğ in i, y a n ıl-


m a lı ta n rı v e m e le k g ö r ü n tü le r i s a n ıs ın ı k a n ıtla m ış o lu y o rd u . P e r s i n g e r ş ö y le d iy o r: D e ­
n e y o d a l a r ın d a k u ll a n d ığ ı m ız e l e k t r o m a n y e t i k a l a n , d o ğ a d a d a v a r! B ö y le b ir a la n ;
d e p r e m le r d e , G ü n e ş e tk in lik le ri d ö n e m le r i d e d e o lu ş u r! K im ile r i b e y in le r i, g ö z le ri a r a ­
c ılığ ıy la A l l a h ’ı, Ş e y ta n ı g ö r d ü k le r in s a n ırla r! T a r ih b o y u n c a g e lm iş g e ç m iş ta n r ıe lç ile -
r in i n - M u s a , İ s a , M u h a m m e d v b . - g ö r d ü k le rin i s a v u n d u k la r ı iş te b ö y le s i y a n ılm a la r ın
s o n u c u ! D a h a ö n c e d e b e lir le d iğ im iz g ib i, b a y ılm a a n la r ın d a - S a r ’a ( e p ile p s i) s a y r ılık la ­
r ın d a d a b ö y le s i g ö r ü n tü le r y a ş a n ıy o r ... B e y n in b ö y le s i a n la r d a ( s a y r ılık , e l e k tr o m a n y e ­
tik a la n v b .) k iş ile r y a n ılm a lı g ö r ü n tü le r g ö rü y o r la r!
B ö y le s i y a n ılm a lı g ö r ü n tü le re b ir ö r n e k : B ir g ü n P e r s i n g e r ’in a r k a d a ş la r ın d a n b ir
k a d ın o to m o b ilin e b in ip o tu ru n c a , o to m o b ilin d ik iz a y n a s ın d a b ir ış ığ ın p a rla d ığ ın ı g ö ­
rü r. B u ış ık a ra b a y ı y a la y ıp g e ç e r . K a d ın o ld u ğ u y e rd e y a n a y ık ılır, d ış a rı b a k ın c a b o ş ­
lu ğ u n iç in d e n b ir k ö p e ğ in g e liv e r d iğ in i g ö rü r. O n b e ş d a k ik a s o n r a k a d ın k e n d in e g e l in ­
c e o to m o b ilin je n u ra tö r ü n ü n y a n m ış o ld u ğ u n u g ö r ü r, a n la r.. B ö y le s i o la y la r , o lg u la r, h a ­
v a n ın g ö k g ü r ü ltü lü ş im ş e k li a n l a r ın d a d a b a ş a g e le b ilir! B ü tü n b u b ilim s e l s o n u ç la r;
ta n r ıe lç ile r iııin T A N R I , M E L E K , Ş E Y T A N ., d ü ş le m le ri, y a n ılm a la r ın ın n e o ld u ğ u n u ,
iç y ü z ü n ü k a n ıtla m a k ta d ır !..
( İ llu s tr e r a t V e te n s k a p S to c k h o lm , 1 9 9 7 )

296
Atalarının dinini bırakıp, kendilerinden önceki tanrıları yadsı­
m adılar mı?
M U SA , M usa olm adan önce neydi?
Atalarının dininden değil miydi?
İS A , İsa olm adan önce neydi?
A talarının dininden değil miydi?
M U H A M M E D , tanrıelçisi olm adan önce neydi?
Atalarının dininden değil miydi? Bunların üçü de dinlerini bı­
rakm ış, o dinin tanrılarını yok saym ış kişiler..

A llah’ı elim izden alıyorsunuz am a, bize ne veriyorsunuz


O ’nun yerine?” diye sordu bana bir kadın okuyucum , TÜ Y A P’ta!
Şöyle yanıtladım :
...Verilen bir Tanrı yok! Ö nüm üze sürülen tanrıların dü z­
m ece olduğunu söylüyorum . Sana, S en ’i veriyorum ...
İnsanı kurtaracak, insandan başka bir güç olm adığını söy­
lüyorum BÜ TÜ N E V R E N D E .. B oşinançlara saplanm aktansa,
özgürlüğünü tanıyorum ... Sana, Senden olanı veriyorum .
Tanrıları kim yarattı?
Tanrıları?..
Adları belli, sayıları 300 m ilyonu aşkın.
İdris de böyle dedi YASAK T Ü M C E L E R ’de...
Tapınak fahişeliği (Sum erler ve daha başka halklarda olduğu
gib i)’nden eşeysel ilişkiye; din yüzünden insanları birbiriyle döğü-
şe, kavgaya, öldürüm e sürükleyen, tanrıları çoğaltan kim?
İnsan değil mi? B iz insanlar!..
M uham m ed yeni b ir dini düşlerken, kendini destekleyebile­
cek, soyundan g eld iğ i K u reyş oym ağını elde etm eyi planladı.
“A llah ’ın esini” pekiştirm esiyle:
“...K entlerin anası (olan M ekke’de) ve onun çevresinde bu­
lunanları uyarm an ve asla kuşku du yulm ayan toplanm a gü ­
n ü yle onları k ork u tm a n için sana b öyle A rapça bir K u r ’an
esinledik...”
297
(K u r’an: 42, 7) İnsanlar açlıktan, yoksulluktan, acıdan kırılıp
geçerken, bu A llah ’ın sesi çıkm az. B inbir acıdan kıvranan yığınla­
ra hiçbir şey y ap am az b in lerce yıldan beri... Ü stelik , bu A llah
K u r’a n ’a göre, bütün evrenin de yaratıcısı!..
İÖ yaklaşık 2000-1600 yılları arasında yaşayan A b r a h a m ’dan
söz eder Allah. A m a ne zam an yaşadığını bilem ez. Temel bir tarih
bilgisi yoktur. Yaratır da, tarihi bilmez.! Bilem ediği için de, ortalı­
ğı boş bulan îrlandalı din adam ı Ussher, yanlış bir ölçüyle Tan-
rı’nın dünyayı İÖ 4004 yılında bir pazar günü sabahleyin saat
9.00 da yarattığını ileri sürer! Dincilerin bu savına göre Yer (Tel-
lus)’ın 6000 yıllık b ir geçm işi var! Böylece A d em ’le başlayan in­
sanlık tarihinin A llah ’ına baskın çıkar!..
Tevrat’ın, İn cil’in tarih anlatılarının, gerçekte bir Tanrı anlatısı
olduğunu onay lay alım b ir an! Ö yleyse, m ily o n larca yıl önceki
olup biten gerçekler üzerine bu evren yaratıcısı neden hiçbir bilgi
veremiyor! Böylesine bilgi çöküntüsü tanrılıkla bağdaşabilir mi?
Tektanrıcılık (monos theos) bir karışım! A m a daha önceki tan­
rıların değil!.. A raştırıcılar T evrat’ın yazınsal bir yapıt olduğunu
söylem ekten kaçınm azlar. İncil de, K u r’an da y azınsal yapıdan
esinlenir, olayları aktarır. K u r’an, Tevrat ve İn cil’in olaylarını aldı­
ğı gibi, M uham m ed de, A rap K ureyş oym ağına uygun düşen tüm ­
celeri düzenlem iştir.
M uham m ed’in Allah için, K u r’an tüm celerinde R abbü’I-Âle-
m in dem esinin nedeni, yine varsıl sınıfın çıkarlarına koşut anlam
içerir. Buradaki Rabb, “Efendi” anlamında. Dünyanın Efendisi! Es­
kiçağ Sami dini tarihinin tam m ış olduğu A llah’ın imi, dağ ile ateşti.
Baal, K enaneli’nde en önem li tanrılardan biri. İbrahim Ur ken­
tini bırakınca buraya geldi. Baal, eski çağlarda savaş, fırtına, bol­
luk ve dağ, volkan allahıydı.
Baal, İbranice bir sözcük. Sahip anlamında. “E fendi” anlamını
da içerir. Baal, Evrenin Efendisi anlamına da gelir. M uham m ed de
K u r’an ’da Evrenin (dünyanın) Efendisi anlam ına karşılık olarak,
R abbü’l-Alem in deyim ini kullanır. Baal gibi, Allah da “İktidar ve
“savaş gücü”nü sağlamıştır. R abbü’l A lem in’in bu savaş gücü de
“kâfirler”e karşı, İslam dininden olmayanlara karşı kullanılır.

298
T anrı’ya ad verm ekle A llah, insanlaştırılm ış oluyor. M ekke’d e­
ki 360 puttan birinin adı olan “allah” adını M uham m ed göklerde
olduğunu söylediği T anrı’ya ad olarak veriyor. Bu ad da “A llah”
oluyor!
M usa, T anrı’nın adını sorduğu zam an, Tanrı; “benim adım şu­
d u r” dem ez. “ Ben O, ben olan ” der. B öyle bir yanıt Tanrı kavram ı
bakım ından daha uygun bir durum . O kuyucularım beni yanlış an ­
lam asın. Şu ya da bu yanı tutm ak için söylem iyorum . Ben kendim i

K a d ı n ı s ö m ü r ü a r a c ı o l a r a k k u l l a n a n b a s k ı c ı s ın ıf ı n o y u n u : Ö r tü g iy s il e r !

299
bütün dinlerin dışında tutuyorum . Daha doğrusu böyle bir yapım ,
böyle bir doğam var. Yan tutm a benim bilim sel, gerçeksel çalış­
ma yöntem im e aykırı düşer!
Ben ancak usa yatkın ve nesnel bir gerçeği ortaya koym ak, ser­
gilem ek istiyorum. Eskiçağ halkları gibi, Y unanlılar da tanrılarını
adlandırdı! Tanrı’ya ad verm ek, eskiçağ çoktanrıcılığm dan a r­
takalan bir alışkanlık!
Ç ok eskiçağların ilkelleri düşünm eye başlayınca; ilkel de olsa,
kendilerinin nasıl varlaştıklarını da düşünm eye başladılar. Bu ilkel,
bu çekirdek, öz kuşku, bu kuşkulu düşünce insanı dinsel eğilim li
düşlerle sarıp sarmaladı.
însanlar en sonunda kuşkulu düşlem lere saplanıp kaldı! Kendi
düşlem leriyle kendini aldattı. H âlâ da aldatıp duruyor!.. N itekim ,
diğer canlılarda böylesine kuşkulu aldm ışlar y o k !.
İnsan düşünmeden, im gelem eden önce hiçbir tanrı aldanışına ka­
pılmamıştır!.. Bir hayvan, örneğin bir öküz; “Ben nasıl oldum?” de­
diği, düşünüp tasarladığı anda tanrısını da yaratır. Bundan, kimsenin
kuşkusu olmasın! D em ek biz insanlar özbeöz tanrı yaratıcılarıyız!..
Yukarıdan beri açıklam ak istediğim kısaca şuydu:
İn san , insan olm adan ö n ce tan rısızdı. A m a b iraz uslanıp ve
usuyla birlikte imgelerine kendini bırakınca, kuşkulu kurgularla
birinin, bir gücün kendini yaratm ış olduğunu sandı!. Bu sanılar d a­
ha sonra, onun aldanışlı gerçeği oldu!.. Nasıl? K endi imge, düşünü
ve tasarım larının olurları, evetlem eleriyle...
İm getanrılar, düşünüp kurgulayan insanda yuvalanıyordu an ­
cak! Bu im getanrılar; öküzler, eşekler ve atların k afalannda yuva-
lanam ıyordu! Bu yüzden hayvanlar im getanrısız, insanlar da imge-
tanrılı oldular!..
İnsanın -m ilyonlarca yıldan beri dem ek gerekse-, im getanrı-
dan daha üstün aşam ada bir tanrısı yok! S u m erler’den, M ı­
s ır ’dan günüm üze yaptığım ız biitün araştırm alar da bunu kanıtlı­
yor... İm getanrıdan üstün, gerçek bir Tanrı olsaydı, insanlara ken­
dini kanıtlardı. Şimdiye dek -m ilyonlarca yıldır- ispatlam ış olması
gerekirdi. B öyle b ir Tanrı ortaya çıkm ış değil! Bu T anrı’yı da bir
gören yok!..

300
En ilkel A frika oym aklarında da bugün, çok eski çağların, ör­
neğin 3-5 m ilyon y d öncelerinin ilkel tanrı im gesi var! Y ağm ur
gökten yağar, şim şek gökte çakar, gökgürültüsü gökten yere doğru
yayılır. Ay göktedir, güneş göktedir, yıldızlar göktedir... G ökyüzü­
nü bir uçtan öbür uca kuşatan gökkuşağı (Sam anyolu) göktedir...
Ö yle ya im getann neden gökte olmasın? Ö yle ya, yazıklı ilkel in­
san ölüm ve doğa yıkım ları karşısında onm asız kalarak başını göğe
çevirip “beni yaratan göktedir” dem esin de ne yapsın? D in sözcü­
leri, um utları göğe bağlı bu yazıklı yığınları avlıyorlar. Avlam ak ne
dem ek; düşlem leriyle kurguladıkları tanrıyla dostluk etmiş gibi bol
keseden atarak “tanrının yardım ı sizinle olur” gibilerden “beda­
va” bağışlarda bulunuyorlar.
Şeytanlar, melekler, iblisler yetm edi; W ilhelm Schim dt’in D er
U rsuprung der G ottesidee (Tanrı D üşüncesinin Kökeni) adlı y a­
pıtında vurguladığı gibi, eski çağlarda geçici yan tanrılar da yara­
tıldı. O ysa başlangıçta b ir Tanrı var deniyordu! B aşlangıçta ve d a­
ha sonraları bir Tanrı gerçekten varolsaydı, var denilen bir Tan-
r ı’nın yanısıra 300 m ilyon tanrı türeyem ezdi im gesel de olsa!..
N edeni insan olan din, insansız yaşam alanı bulam az. N edeni
insana bağlı Tanrı (tanrılar) da insansız varolam az. Biz insanlar
ayrı ayrı, tüm üm üz tanrı yaratıcısıyız!
R o m a lıla r n u m in a d e d ik le ri “ tin le re ” in a n ıy o rd u . K u re y ş
A rapları kendilerini cinlere bıraktılar. O nlarla ilişki kurm aya çaba­
ladılar.
Din Tarihçisi R u d olf O tto, “K utsal” adlı yapıtında (1917) bu
num inösa duygusallığının dine tem el olduğunu savunuyor. Böyle
bir duyguyla derin b ir hoşnutluk duyduklarını belirliyor.
Eski çağda İran ’da bu dünyanın getik karşıtı kutsal b ir dünya
o lduğuna in anılıyordu. E ski b ir atasözü de; p ost coitum om ne
aniıîîal tristis est (cinsel ilişkiden sonra her hayvan yas tutar). Bir-
şeyi yitirdiğim iz zam an da onun ardından koşarız.
İÖ 4000 yılında M e z o p o ta m y a ’da S ü m e r ’de tinlere dayanan
din eğilim i kök s 2 jm aya başladı. B abil’de kurulan tapınaklar, gök­
sel sarayların örneğiydi. Ö yle de olsa, “hiçten yaratı” inancı eski

301
çağlarda yoktu. H içten yaratı, hiçten yaratm a, tektanrıcı dinlerin
uydurusu!
Düşlemler, varolmayan tanrılarla, dışarda gerçeği olm ayan Cen­
neti yaratır! Neden? Çünkü yığınları kandırarak, kendi kişisel çıkar­
larını da koruyup -varsılı kendi yanm a çeker- varsılın yararına onla­
rı sömürerek!.. Yazıklı düşlem li im getanrılar da suç ortağı olur:

Yeşil yoktu
sarıyı tırpanladılar habire
ağızlarında keziban
geçmeli bir kazandı
akşam

Anasını bellediler allahm


yağlıboya
suluboya
kuruboya

Zurna zurna
davul davul
üçe beş kala
Yıldızlar gördü uzak uzak
bakır lalelerden başka
ben gördüm
iiçe beş kala

körolayım
yalanını varsa körolayım
soydular geceyi eteklerinden

Din sözcülerinin Tanrısı, düşlem lerin dipsiz kuyusu oldu. Bu


kuyuya bir yığın imgelerle girdiler. K uyudan bir kova su çıkarm a­
dan ölünür! D üşlemlerin dipsiz kuyusu Tanrı, bir kova su çıkarm ak
şöyle dursun, o kuyunun kölesi insanlar yığın yığın ölüme gider.

302
Tanrı, God, Allah... dediğim iz nedir? Sorulduğu zaman “ora­
da, yukarıda “ denilip varlığı onaylanan belirsiz birşey.. Bu Tan­
r ı’nın varlığı “orada, y ukarıda” sözcüklerine bağlı!
Bu da onların h iç ’le b ir olduğunu gösterir. İnsan yüzyıllar b o ­
yunca O ’nu düşlem iş, O ’nu bir tek insan bile görem em iştir. Varlı­
ğına, insana yakın eylem lerine hiçbir yerde rastlanm am ıştır. Ayna­
daki yansım am , gerçekte nasıl ben değilsem ; insanın düzlem leriyle
evetlenen, düşlem lenen düşlem ler de Tanrı değildir! Elm ayı düş-
lem leyebilirim ama (ki düşlem lediğim elm ayı görebilirim daha ön­
ceden), dtişlem lediğim elm a, yediğim elm a değildir, elm anın ken­
disi değildir!
D inci, kendi olurlarına, evetlem elerine uyarak, hiç görm ediğini,
görem iyeceğini düşleyip “var” diyor! O ysa bu “var” aldanm aları­
na katılan beynin sinir gözeneklerinin düşlem gücüdür. G özeneksel
bu düşlem “hayal” gücü, dincinin A llah’ı oluyor, G o d ’ı oluyor!
Sayıları 300 m ilyonu aşkın tanrıların insansız var olam ıyacağı-
m, G üneş dizgesindeki insan düşüncesinden yoksun gezegenlerde
kanıtlam aktadır!.
İnsanın düşlem sel, im gesel yansım ası, izdüşüm leri bu tanrılar...
Tanrıların tümü...
Örneğin Venüs ya da U ra n ü s gezegenlerinde insel yansım a ol­
m am ası nedeniyle im gesel tanrı yansım aları da yoktur! Yeryüzü,
Sum erlerden günüm üze insana bağlı tanrılarla dolup taşm aktadır
eski çağlardan b e ri!..
C anlılar ateş gerçeğini ateşe yaklaşınca duyup anlarlar. A m a
ne yazık ki dinci, im gesinin olurlarını gerçek diye onaylar, ya da
çıkarına uygun düştüğü için düşlem lere bağlanır. O ysa hayvanlar­
da böylesi eğilim ler yaşam gerçekleriyle pekiştirilir.
Bir orman yangınında ceylanlar yaşam gerçeğine uyarak, ölüm ­
den kurtulm aya çalışırlaf. H içbir canlı (hayvan olsun, bitki olsun)
tutuşan orm anın yalım larına “ işte bu A llah” demez!
U laşılm ayan, yanaşılm ayan, yaklaşılm ayan, görülm eyen tanrı­
lar var değildir! S ağlıklı, sağlam düşüncenin babası K ari M arks
(1818-1883), yerinde bir kanıtlam ayla, din için “h a lk ın 'a fy o n u ”

303
demiştir. T ürk iy e’de “halkın bu afyonu”, 1950’den bugüne Tür­
k iye’yi uçurum a sürükledi..
Tektanrıcı dinler hiçten yaratı (exnihilio)yı da açıklayam adı-
iar. “Ol dedim oldu”yla savunularını örtbas etm eye çalıştılar. İslam
da “Allah dünyayı yarattı” der ve orada kalır! Y aratıyı, yaratı eyle­
mini yeteriyle açıklayıp anlatam az:

“...K uşkusuz R abbiniz, G ökleri ve Yeri altı günde yaratan,


sonra A rş’a dayayan, geceyi durm adan k en disini kovalayan
gündüze bürüyüp örten; G üneşi, Ay’ı ve yıldızları buyurusuna
boyun eğm iş durum da yaratan A llah ’tır.
(K ur’an: 7,54)

“...K uşkusuz R abbiniz G ökleri ve Yeri altı günde yaratan,


s o n r a d a iş l e r i y e r li y e r in d e y ö n e t e r e k A r ş ’a d a y a y a n
A lah’tır...
(K u r’an: 9, 3)

“...G ökleri ve Yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde ya­


ratan, sonra A rş’a dayayan R ah m an ’dır...
(K u r’an: 25, 59)

“...O, G ökleri ve Yeri altı günde yaratan, sonra A rş’ın üze­


rine dayayandır. Yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve
oraya yükseleni bilir...”
(K u r’an: 57,4)

Tarih boyunca insan; Tanrı, tanrı olarak işlem ediği zam an dü­
şünm eye başlam ıştır yeniden! Friedrich N ietzsche, “Tanrı öldü”
demiştir.
B atı’da gerçeği böyleşine kökten sergileyenler, N ietzsche ben­
zeri insanlığa öncü oluyorlardı. K ilise bu öncülere düşm an gözüyle
baktı. Daha önceleri B run o’yu odun ateşinde yaktılar. A m a görül­
dü ki Evren, kendi kendine, kendi doğrultusunda, kendi gerçek-

304
Y e r in d e p r e m b ö lg e le r i. 4 .6 m il y a r y ıld a n b e r i s ü r e d u r a n b ir e t k in lik . E v r e n ,
e v r e n d e h iç b ir ş e y d u r a ğ a n d e ğ il.

G a l ile e o , k u t s a l y a r g ılığ ın ö n ü n d e . Y a z d ık la r ı n e d e n iy le y a ş lı G a lile , d iz le r i


ü z e r in e ç ö k ü p b ir e lin i I n c il’e b a s a r a k b u lg u la r ın ı b ir e r b ir e r y a d s ım a y a z o r la n d ı:
“ G ü n e ş ’in y e r in i d e ğ iş t ir m e d iğ in e d e ğ in e n s a v y a n lış t ır , d in s iz liğ e g ö tü r ü c ü d ü r !
Y e r ' in , e v r e n in o r t a s ı o lm a d ığ ın ı v e d e v in d iğ in i s ö y le y e n s a v y a n lış tır ! K u ts a l K i-
t a b ’a a ç ı k ç a a y k ır ı d ı r ” d iy e t ö v b e e t t ir ild i. D ia lo g h i y a s a k la n d ı. İ n c il’d e n ü ç y ıl
“ p a r ç a l a r ” o k u m a s ın a k a r a r v e r ild i. 1 6 3 3 ’d e n ö lü n c e y e d e k A r c e r i k e n t in d e s ü r ­
g ü n g ib i y a ş a d ı (1 6 4 2 ).

30 5
lerini izliyordu! Yakım yıkım larıyla, insel öldürm elerle (savaş vb.)
evren yine evrendi. D oğa yıkım larına karşı bu Tanrının hiçbir işle­
vi yoktu!
Sokrates, yaklaşık 2500 yıl önce, “ bu kadar tanrılara gerek
yok, olsa olsa bir tanrı olabilir” diyor, inançlarını kökten çürütü­
yordu.
G ene 2500 yıl önce D em okrit de, gerçekleri çevresindeki bağ­
nazların yüzlerine çarpıyordu:
“...A y’ a Tanrı gözüyle bakılıyor. Şaşarım aklınıza. A y’daki
lekeler m i? Bunlar yüksek dağların gölgeleri, derin koyaklar­
dır. Bir gün gelecek Ay’ın çiçek bozuğu, çopur yüzü anlaşıla­
cak...”
2500 yıl önce yüze vurulan bu gerçek, X X. yüzyılın ortalarında
(1969) Ay yolculuğuyla kanıtlanm ış oldu. Tanrılara inanm ıyor diye
Sokrat’ı A tina Yargılığı ölüm cezasına çarptırdı!..
G alileo, “Yer G üneş’in çevresinde dönüyor” gerçeğini savun­
ması nedeniyle (1632), Yargıevine çağrıldı. Yaşlı G alileo (70 yaşın­
da) dizleri üzerine çöküp bir elini Incil’e basarak, uzun yılların ürü­
nünü, bulgularını, görüşlerini birer birer yadsım aya zorlandı:
...Yer’in, evrenin ortası olm adığını ve devindiğini söyleyen
sav yanlıştır. K utsal kitaba açıkça aykırıdır...” diye tövbe ettiril­
di. D ialoghi yapıtı yasaklandı. Incil’den üç yıl “ilahiler” okum a­
sına karar verildi.
G üneşi incelerken gözlerinin yeterince günışınlarına karşı iyi
korunm am ası nedeniyle yaşam ının sonlarına doğru G alile’nin göz­
leri görm ez olmuştu. 1633’ten ölümü 1642’ye kadar, Arcetri ken­
tinde tam dokuz yıl sürgün yaşadı...

Evrene tanrısal bir bekçinin gerekm ediği, bilim sel bulgular­


la da saptanm ış oluyordu. İnsanın sayrılıklar, im gesel uydurular
üzerine bilgileri insanın ilerlem esine yardım ediyor, dincileri kızdı­
rıyordu. Çünkü dinciler her zam an, kendilerini düzeltecek yerde
düşlem lerinin kölesi oluyorlardı. Bilim in bilinm eyeni açıklam ası
da çok önem li gerekleri ortaya koyup sergiliyordu. D inci böbreği­

306
ni değiştirm ek için, işlem eyen yüreğini işletm ek için Tanrıya d e­
ğil, bilim ciye koşuyordu! Böylece her şeyin koruyucusu Tanrı b i­
lim karşısında durm adan iflas ediyor yok oluyordu insan kafasın­
dan... (Düşünün! T rafik kazasında yaralanan oğul M enderes’i A l­
la h ’a değil, A m erikan doktorlarına gönderdiler!..)

O r t a ç a ğ ın s o n u n d a y e r y u v a r la ğ ın ın d ış ın d a b a ş k a g e z e g e n le r d e d e c a n lı
v a r lık la r ın b u lu n a b ile c e ğ i d ü ş ü n ü lm e y e b a ş la n d ı. B ü tü n y e n id e n d o ğ u ş d ö n e ­
m in d e b ile A v r u p a ’d a y ıld ız la r ın g ö k y u v a r ın d a b u lu n d u ğ u k a n ıs ı y a y g ın d ı. O
d ö n e m in s a n a tç ıs ı, Y e r ’i b u y u v a r ın iç in e y e r le ş m iş ti. B u o y m a r e sim X IX . y ü z ­
y ılın s o n u n d a F r a n s ız g ö k b ilim c is i C a m itle F la m m a rio n ta r a fın d a n y a p ılm ış .
E s k iç a ğ s ö y le n c e le r in d e n a k t a r ıla n im g e le r , d ü ş le m le r ; e v r e n ü z e r in e t ö ­
k e z l e m e le r , “ K u t s a l” d iy e a n ıla n d in k it a p la r ın d a k i ta n r ıla r ın y a n lış k o n u ş ­
m a la r ı ( k o n u ş t u r a n la r d in s ö z c ü le r i, bu in ıg e ta n ır la r ın h iç s u ç u y o k ! ) . A ş a ğ ıd a
a d la r ı n ı s a y d ığ ım ız d ü ş ü n ü r v e b ilim c ile r b u y a n lış a lg ıla m a la r ı k ö k ü n d e n k a ­
z ım ış la r d ır :
İ b u H a ld u n ( 1 3 3 2 - 1 4 0 6 ) , Ş e y h B e d re d d in (1 3 5 9 - 1 4 2 0 ),
U lu g B e g ( 1 3 9 4 - 1 4 4 9 ) L e o n a rd o da V in c i ( 1 4 5 2 - 1 5 1 9 ),
K o p e rn ik ( 1 4 7 3 - 1 5 4 3 ) T y c h o B ra h e (1 5 4 6 - 1 6 0 1 ),
G io rd a n o B r u n o ( 1 5 4 8 - 1 6 0 0 ) , G a lile o G a lile i (1 5 6 4 - 1 6 4 2 ),
J o h a n n e s K e p le r (1 5 7 1 - 1 6 3 0 ) ,
P ie r r e G a ss e n d i (1 5 9 2 - 1 6 5 5 ) ,
R e n e D e s c a rte s ( 1 5 9 6 - 1 6 5 0 ) , C h ris t ia n H u y g e n s ( 1 6 5 6 -1 6 9 5 )
B a r u c lt S p in o z a ( 1 6 3 2 - 1 6 7 7 ) , İsa a c N e w lo n ( 1 6 4 2 - 1 7 2 7 ) v b .

307
N ietzsche, Z erd ü şt B öyle D edi adlı y ap ıtın d a insanüstünün
doğduğunu, bunun T anrı’nın yerini alacağını bile savundu.
O ysa im getanrılar hiçbir zam an varolm am ışlardır. İm getanrılan
imgesel olarak yaratan biz insanlarız! Yaratıcı, üretici doğanın ya­
ratıcı, üretici tek düşünsel varlığı insandır!
İnsan, insanüstü olarak değil; insan olarak in san cıl görevini
yüklensin yeter! İnsanın, eylem i olmayan tanrılara gereği yoktur.
Avrupa B irliğini kuranlar kim ler? D ünün Avrupalı söm ürgeci­
leri değil m i? Şim di onlar artık “Avrupa Birliği “adıyla söm ürecek­
ler!.. Y üzyıllar boyunca A frik a ’yı, A sya’yı, G üney A m erika’yı,
A vustralya’yı kim ler söm ürdü? Avrupa B irliğ i’ni kuranlar kim ­
ler? Bu söm ürgeciler!.. Bu söm ürgeciler sonra da pisliklerini ört-
bast etm ek için “dem okrasi”den söz ediyorlar, “dem okrasi hava­
risi “ kesiliy o rlar’...
Kim ler oldu kurucu belkem iği Avrupa B irliğ i’nin? Alm anya,
Fransa, İn giltere, İspanya, P ortekiz vb. D ünün söm ürgecileri,
dem okrasi öldürücüleri bunlar!..
Öyle olm adı mı? Fransızlar 1830’da C ezayir’i söm ürgeleştirdi,
1 8 3 9 ’d a d a İ n g iliz le r A d e n ’i. T u nu s d a b ö y le c e e ld e ed ild i
1881 ’de M ısır 1882, Sudan 1848, L ibya ile Fas 1912. 1920’de de
Avrupa bölüşüverdi O rtadoğu’yu.
Bu arada T ü rk iy e’yi param parça etm ek istediler. B a tı’nın sö­
mürgeci belkemiği, M ustafa K em al A tatü rk ’le, T ü rk iye’de kırıl­
dı. Birçok m andalıklar kuruldu O rtadoğu da.
İkinci B üyük S avaş’ta, bir gün gestapo bir çocuğu öldürür. A l­
manlar binlerce seyircinin gözleri önünde bir çocuğu asm ayı akıl­
larına koyarlar. Asılacak çocuğun gözleri yas tutm uşa benzer. Ç o­
cuk suskun, iskelet gibi solgun, darağacına doğru yürüyüp tırm a­
nır, diye an latıy o r W iesel. O nun arkasındaki b ir tutuklu sorar:
“Allah nerede şim di?”
Wiesel içindeki sesi dinler, yanıtlar:
“Nerede O ?”
"Burada O... Allah çocuğu asıyor...”
(Karen A rm strong: H istorien om Gud, s. 419. Forum , Stock­
holm, 1995).

308
E vet öyle yapar Almanlar! B inlerce kişinin önünde yazıklı bir
çocuğu asarlar!.. D ostoyevski, “bir çocuğun ölüm ü bile A llah’ı ka­
bul edilem iz durum a sokar” demiştir.
Tüm tanrı sayıklamaları gerçekte kişisel tanrı özlem i’nden başka
birşey değıdir. Kişisel tanrı ve tanrılar, din sözcüleriyle yandaşlarının
çıkarlarına, insanlığın çocukluk dönem lerine değgin bir olgu...
İkinci B üyük S av aş’ta, A uschw itzs insan yakım , yıkım ve öl-
dürüm ünden sonra çokları “Tanrı A u sch w itz’te öldü“ dediler.
O ysa ölen ya da ölecek olan bir Tanrı yoktu... Orada yıkım a gi­
den insandı!..
Din sözcülerinin bağışlayıcı, koruyucu, sevecen tanrıları ger­
çekten varolsaydı, insanlık tarihinde böyleşine daha m ilyonlarca
yakınalar, y ıkım lar olm azdı... Bu gün de böylesine yakınalar, yı­
kım lar olup durm aktadır... Örneğin B osna yıkım ı, tanrıların hiçli­
ğini bir daha kanıtlam ıştır...
Kim i anlatılara göre, A uschw jitz’de bulunan, böylesi tüyler ür­
pertici yıkım lara tanık olan bir küm e Yahudiler A llah’ı yargıhğa
vererek, O ’nu acım asızlık ve ih a n et’le suçladılar, O ’nu bağışla­
y acak hiçb ir neden b u lm adılar! A llah h e r bakım dan suçluydu!
Ö lüm e m ahkûm ettiler A llah ’ı!. R abbin, yargı kararını verirken
yukarıya (göğe) baktı, m ahkem enin sona erdiğini söyledi.
O ysa değil yeryüzünde yalnız, bütün evrende yargılanacak bir
Tanrı yok. D oğa yasaları var, kendi doğrultusunu izleyen... D oğa
yıkım larıyla A u sch w itz’de olduğu gibi, insan toplum unda başa ge­
len yıkım ları im getanrılara yapıştırm a alışkanlığı insanın sünepele-
m esinden başka birşey değil...
Şu gerçeği söylem ek istiyorum kısaca: B ana V enüs’te olm uş
bitm iş bir A uschw itz k ıy ım ı’ndan söz edebilir m isiniz? D eğilse,
kendi yaratım ız olan im getanrıları.boşuna suçlam ayalım !..
G eçm işin tanrılarıyla günüm üz tanrıları birbirini tutmadığı gibi,
bu sayısız tanrılar insana da yabancı!. B ir diyorlar göğün bir ucun­
da, bir diyorlar her yerde!..
İnsan her şeyden önce sorucul bir yaratık. Yaralıya açılan bir
yaratık. Y adsınacak tanrı olm ayınca, tanrıtanım azlık yok olur!..

309
D üşlem lerin im getanrılarından kurtulm ak; özgür olm ak, insan­
lığı bilm ek, insanca yaşam ak dem ektir. K utsal kitaplar töreden
söz ederler bol bol! İm getanrılara töreler biçim leten, din sözcüleri­
dir. İnsel töre, bilinm eyenle değil, bilinenle belirlenir. Peki, töreyi
insanlara bir Tanrı belirlem işse, eski çağ Sum erlerinde, daha başka
haklarda uygulanan tapm ak fahişeliği nedir? O zam an Tanrı yok
m uydu? Sonradan mı çıktı? Eski çağlarda olm ayan bir Tanrı; M u­
sa, İsa, M uham m ed dönem lerinde de olm az? 3200-2000-1400 yıl
önceleri bir Tanrı var idiyse 5-10 bin yıl önce, dahası m ilyonlarca
yıl önce neredeydi? Ö rneğin M uham m ed dönem inde (610-632)
tam 23 yıl birbiri ardısıra esinler gönderm iş olduğu savunulan bu
“A llah”, daha önce neden konuşm adı, daha sonra neden susuverdi?
M uham m ed varsa O da vardı, M uham m ed yoksa O da yoktu...
Tanrı, tan rılar insana değil yalnız; doğaya da aykırı; doğayla,
doğa varlığıyla çelişm eli, çatışm alı...
İnsanın insana acıdığı çok görülm üştür am a, tanrıların yardım ı­
na -m ilyonlarca yıldan beri- kim se tanık olmam ıştır!
İnsanın k endisine güvenini sürdürebilm esi için, im getanrıları
silkip atm ası gerekir kafasından! Tanrıtanım azlık bir yadısım a d e­
ğil, bir kurtuluştur! İçim izin, daha doğru bir deyim le, kafam ızın iğ­
reti kurtlarından kurtulm alıyız. D inler gerçek olsaydı; sayıları 20
bini aşan sektler (m ezhepler) olm azdı!.. Bu dinlerin sahibi bir Tan­
rı olsaydı, sayıları 20 bini aşkın sektler olam ayacağı gibi; imge-
tanrıların sayısı da kara karıncalar gibi- 300 m ilyonu aşm azdı...
Genel bir söyleyişle “Tanrı’ya inanıyorum ” denir. G ünlük ya­
şamda da böyle pekiştirilir. O ysa bu “inanıyorum ”la pekiştirilen
tanrıların yaşam üzerine, insanın arkasından koşm uş olduğu m utlu­
luk üzerine, ölüm korkusuna, doğa yıkım larına karşı hiçbir güven­
cesi yok!. Ö lüm insan için bir rezalet ise, varolduğu savunulan
Tanrı ya da Tanrılar için de rezalettir!.. Bu durum da, ölüme ye­
nik düşen b ir Tanrı ile insan arasında hiçbir ayrım yok!.. Dahası,
bir Tanrı’ya oranla insan çok daha gerçek; Y er’i, E v ren ’i çok daha
iyi tanım akla...

310
K uzey İrlanda da K atoliklerle Protestanlar birbirini öldürü­
yor!.. B o sn a ’da M üslüm anlarla H ııistiyanlar birbirini öldürm ekte­
dir!.. O rtadoğdu Y ahudilerle M üslüm anlar b irbirini ö ldürm ekte­
dir... C ezayir, İran, A fgan istan’da... M üslüm anlar birbirini öl­
dürm ektedir... D in deniyor... Ölüm kol geziyor!..

E ski çağlardan kalm a salt inanca bağlı kanıtlar işlemiyor. D üş­


lem ler, düşlem sel kurgular doğa yıkım larına ters düşmektedir. M e­
lekler, şeytanlar, iblisler; bu yapay yaratıklar insanlar için hiçbir
gerçeğin kanıtı olamıyorlar. Yaşamın güvencesi tanrıları değil; in­
san oluyor, olabildiğince!..

B ilim in, düşünbilim in tanrılara gereksinim i olm adığı gibi, her


ussal insanın da O ’na gereği yok! Edilgen Tanrı, nesnel gerçeklere
kanıt olarak uygulanam az. Bu tanrılar, bir fizik dizgeye yerleştiri­
lem ez evrende. Tüm dinsel düşlem ler, B udistlerin nirvanası düze­
yinde. G erçek özgürlüğüm üz, içim izin düşlem li tanrılarını öldür­
m eye bağlı.
Toplum lar, uluslar, devletler arası sürüp giden kargaşa; A llah’ın
herşeye kaadir gücüyle düpedüz çelişm ektedir! D üşlem le yaratı­
lan bir tanrı, düşlem i içeren insanın yaratısıdır. Bu yüzden, gerçek­
te “ sen” diye yalvarılan A llah, insanın kendisi! B ir Allah düşle­
m inde insan bula bula yine kendini buluyor... Neden? Çünkü onun
(insanın) kendi im gesi... G erçekler gerçekliğini yine insanda bulu­
yor. Bu yüzden insan her şey diyoruz. G erçekler, gerçekliğini in­
sanda buluyor, im getanrılarda değil!
Kim i düşünbilim ciler tanrıyı bölüşem iyorlar. Kim ileri tanrı d o ­
ğadan ayrı bir varlık diyorlar. K işileri de doğaya ilişkin, doğa sü­
reçlerini yapışık... N e doğaya yapışık ne de ayrı... En yalın deyi­
m iyle din sözcülerinin im getanrıları var değildir! İnsan bile bile ol­
m ayanı var gösterir düşlem lerinin aldatm acasıyla... İnsanın kendi
aldanışı olm ayanı var gösterm e çabaları!.. İnsan olmadığı için M e­
rih, Jüpiter, U ranüs vb. gezegenlerde; tanrı yaratm a oyunları da
yok!

311
İnsan olm ayan gezegenlerde, tanrı kurgularını besleyecek olan
kim? D in sözcülerinin bol bol tanrı sergilem eleri, daha başlangıçta
yanlış bir yol izler. D inlere göre parçalanıp yaralanan tanrı düşlem-
sel olarak o dinin sahibi olur.
Dinler, sektler düşlem lerin yaratısı tanrıları kişileştirip putlaştı­
rarak, yandaşları onlara tapm aya başlam ışlardır... Bu sesi çıkm az
eylem den y oksun tanrıların eski çağların p u tlarından ne ayrım ı
var?.. D inlerin, sektlerin doğuşunda kan var! D öğüşe, öldürüm e,
kana dayalı bütün dinler. Tanrıların bu korkunç senaryoları tarih
boyunca onların imge yansım ası olduğunu da ortaya koyar!..
O ym ak tan rısı Yahve, k an a susam ış b ir tanrıydı kendi halkı
için. B öylece tanrılar, daha başlangıç da kişisel tanrılar oldu tek-
tanrıcı dinlerde.
Ben, sen, o olduğu için im getanrılar var? Çünkü onları biz ya­
rattık: Ben, sen, o... Ben olm asaydım , sen olm asaydın, o olm asay­
dı; im getanrılar da olm ayacaktı. Çünkü onları düşünüp imgeleyen,
biziz. D aha kötüsü, gerçek varlıkta, içinde yaşadığım doğa; ben öl­
dükten sonra bana göre var değil! Ö zdeksel olarak benden sonra
var olsa bile!..
Varlığı tanıyacak olan gerçek güç, insanın kendisi...
Ö yleyse insan yaşam ı boyunca ne olduğunu, ne olm adığını iyi­
ce bilm eli, insanca yaşam ayı öğrenm elidir. D eğilse, insan için bü­
tün değerler yok olmuştur.
M ilyon larca yıldan beri insanı koruyacak, onun yanıbaşında
olacak; sıkıntıya, bunalım a uğrayınca ona yardım edecek bir “Tan­
rı” hiçbir y erd e yoktur! O lsaydı, şim diye d ek çoktan gelirdi bu
Tanrı!.. M ilyonlar, m ilyonlarca yıl varolm ayan; şim di de varola-
maz!
Stockholm ’ün yerel Türkçe radyosunda şöyle bir tartışm aya ta­
nık oldum kulaklarım la. Tartışm a A nkara’da oluyor:
B aykal, bilm em kaç aydan beri M esut Y ılm az’ın olumlu bir iş
yapm adığını söylem iş.
Yılm az d a yanıt veriyor kısaca:
“B öyle söyleyeni Allah çarpar!”

312
B unlar eylem lerinin ne olduklarını da bilm iyorlar! Biz çocuk­
ken “K örebe” oynardık. O nlar doğru dürüst bir körebe oynayamı-
yorlar! 1400 yıl öncesinin düşlem lerine kafaların i kaptırıyorlar !..
Bu nasıl tartışm a? B ir başbakana böyle bir yanıt hiç yakışm ı­
yor!.. Sonradan öğrendim , M esut Y ılm az Siyasal Bilgiler Fakülte-
s i’ni bitirm iş...
Eski çağ insanları düşünce bakım ından m odern insandan biraz
ayrım lı olsa da, m odern insanlar arasında; yüzyılların biriken bilgi­
sine karşın, onlardan çok daha geri düşünceli insanlar vardır. Eski
çağın ilkel insanları arasında, günüm üz insanından çok daha aydın
insanlar vardı! Yeryüzü bugün, m odern çağın taşlaşm ış insanlarıy­
la yönetilm ektedir. Bu bakım dan da şaşırıp kalıyoruz. U zaklara
gitm eye gerek var mı? 1950’den bu yana başa gelen kimi .yöneti­
ciler, T ürkiy e’yi günüm üzün uçurum una sürüklem ediler mi?
***

İnsan bilinciyle fiziksel evren arasında birbirinden ayırdedile-


m ez, özdeksel bir ilişki var, bağ var. K ısaca, insel biliçle fiziksel
evren bir ve özdeş şeyler...
Bu yüzden kim i zam an olur ki, ço k uzaklarda olan ya da o l­
m akta olan bir olayı, aracıya gerek duym adan sezer ya da anlarız.
B öyle bir durum un önbilicilik (kahinlik)’le hiçbir ilgisi yok.
Evren, fiziksel durum uyla canlıyı da özdeği de bir ölçüde tutar.
İnsan, evrene değgin bir oluşum . Bedenim iz ne denli özdeksel, ev­
rensel fiziğin konusuysa, duygu ve düşüncelerim iz de evrensel, öz-
d e k se lb ir oluşum .
Bütün canlılar gibi, evrenle insanda özdeş, özdeğin özü. Ben,
örneğin özdeksel, giziksel bir evrenin ürünüyüm ! Evrene değgi­
nim , ondan soyutlanam am !
D oğa, dolay ısıy la evren yoksa; bu y o k lu k ta ben de yoktum !
Ben ve evren özdeşim ! Bendeki evren, evrendeki benim özüm; bir­
birinden ayırdedilem ez!
Fiziğin incelm iş kuvant evreniyle, insanın kuvant düşünce ev­
reni birbiri üstüne kapanabilir. İnsel bilinç, doğa bilincinin, fiziksel
evrenin bir yansım asıdır. B ir ve özdeş yapılardır.

313
O r iy o n b u lu t s u s u iç in id e k i g a z b u lu tu şu a n d a y e n i y ıl d ı z la r o lu t u r m a k t a d ır .
E v r e n h e r a n o lu ş u m d u r u m u n d a . O lu ş m a k t a o la n , o lu ş m a s ı s ü r e d u r a n b ir e v r e n !
E v r e n d e , d in s ö z c ü le r in in k o n u ş tu ğ u g ib i, o l d e y in c e o lu v e r e n b ir ş e y y o k tu r .

314
B üyük P atlam a (Big B ang), kuram ının ilk sözcüsü G eorges
L em aitre (1894-1966), bir nesne bir yere doğru gidiyorsa, orada
bir patlam a olabileceğini savundu. B öylece evren bir tek patlam a­
ya bağlanıverdi. Böyle, bir kez durum u din sözcülerinin “Ol d e­
dim , oldu” düşlem lerine uygun düştüğü için; Büyük Patlam a var­
sayım ı onaylanıverdi. Parlak kağıtlı, renkli B ig Bang, kitaplarının
baskısı birbirini kovaladı!.. Evrenin bir patlam ayla varlaşm ası Tev­
ra t’ın, In cil’in, K u r’a n ’ın doğm alarını da okşuyordu. İlk patlam a
sutası K atolik bir P rest’ti. Gökbilim profesörlüğüyle P rest’liği bir­
likte sürdürüyordu!
Patlam aya nöbet duran G eorge G am ow (1904-1968)’un evreni
10 m ilyar yıl önce B üyük P atlam a’yla başlıyordu. 1940’lı yıllar­
da Gamovv, tem el öğelerin oluşum unu açıklam aya çalışarak, İlk
Atom yerine Y L E M adını verm iş olduğu İlk G a z ’ın varlığını sa­
vundu. N ötrondan oluşuyordu Ylem.
G elişm en in b aşlan g ıcın d a kim i n ö tro n la r protona dönüşerek
büyük, yeni kitleler oluştu. R adyoaktif parçalanm a birkaç dakika­
da bütün tem el öğelerin oluşum unu sağladı uzayda. Y LEM dem iş
olduğu ilk gazın nereden geldiğini açıklam ıyor Gamow!
Evrenin doğal oluşum una değil yalnız; evrenin sonsuz büyük­
lüğüne, evrende sürüp gitm ekte olan tüm fizik yasalarına da aykırı
bir durum B üyük Patlam a! Birtek patlam aya bağlanm az evrenin
yaratısı...
Zam anı “O ” noktasına yerleştirelim . O zam an din sözcülerinin
evrendışı gücü kendiliğinden yok olur! Bu (O) noktasından önce,
başlangıçtan önce ne vardı diye sorulunca, soru yanıtsız kalır!..
B üyük P atlam a sözcüleri, “patlam adan önce zam an yoktu,
patladığı anda zam an varlaştı” diye yanıt veriyorlar. Daha önce
zam an da yokm uş, boşluk da yokm uş da; patlam adan önce patla­
yan özdek nerede bulunuyorm uş? Bu konuda hiçbir şey söylem i­
yorlar. Patlayan özdeğin patlam adan önceki varlığını tümden silip
süpürüyorlar. Patlam adan önce özdek varolm alı ki, patlamalı! Bu
durum da patlam adan önceki özdeğin varolm ası, uzayı da zam anıda
gerektirir... Patlam adan önce uzay ve zam anın olm aması, patlaya­

315
cak Özdeğin de olm am asını gerektirir! B öylece B üyük P atlam a
daha başlangıçta “O ldu b itti”ye getiriliyor L em aitre ile, G am ou
ile, daha sonraki Big Bang yanlıları Stephen H aw king, Paul Da-
vies ile...
Zam anı (0) noktasında dondurduğum uz anda T+O m atem atik
denklem inde evrendışı güce y er kalm ıyor. Bu durum da bile kim i
fizikçiler evrendışm a göz kırparak gizem sele sarınıyorlar. Din söz­
cüleri değil yalnız, kim i fizikçiler de kendi k endilerini yadsım ış
oluyorlar!..
T anrı’yı bu kez, (0) noktasına yerleştirince de, T = O’dan önce
ne vardı gibi soruların ardı arası kesilm ez (G üneş A çılm ak, s. 39)

Peki T= 0 anladık ama


Ne vardı on milyar yıl önce,
sıcaklığın ölümünden önce

Ylem’den önce?

D iyelim b ir yaratm a, yaratı eylem i var da, yaratının am açları,


evrenim izdeki am açlara uyuyor, evrendeki an lam a geliyorsa; bu
durum da, evren ve yaratı durum u bir ve özd eş şeyler olm uyor
mu? Bu durum da da b ir Tanrı am acı kendiliğinden yiter!.
Varlığı yokluğunu düşünelim bir an. O zam an yaratıyı bir baş­
langıca yerleştirm ek zorundayız. Ö te yandan evreni -daha önce de
söylediğim iz gibi- insan yaşam ının nitelik leri ve özellliklerine
göre yorum layanlayız!
B oşluk diyoruz am a, boşluk da birşey. B oşluğun da kendi özel­
likleri, nitelik leri vardır. B ütün fizik sel olaylar, çekim güçleri,
m anyetik alan boşluk için de geçerli...
N e özdeği, ne de özdeğin kapsadığı boşluğu ve bununla birlikte
zam anı bir başlangıca yerleştirm ek olanaksız. B öylece bunlar, son­
suz geçm işle sonsuz geleceği kapsam ış o lacağından evren hem
öncesiz, hem de sonrasızdır! Öncesi ve sonrası olm ayan evrene,
evrendışı güç neden olam az. Birbiriyle tüm den çelişik evrenle,
evrendışı güç!

316
Evrenin değişm ez olduğu yanlış bir düşünce. Evren değil yal­
nız; biz, çevrem izdeki h er şey, herşeyi içerin d oğa, d o ğ ayla bir
olan varlık, varlığın kendisi; kısaca bütün evren bir değim içinde
gelişim ini sürdürüyor. E vren hep oluşum içinde! O lm uş bitm iş bir-
şey yok! O lm akta olan sürüp gitm ektedir... G üneş, sam anyolları,
yıldızlar, B ulutsular yer değiştirm iyor yalnız; sürekli olarak değişi­
m e uğrar:
Gökler mi
aydınlık bir yere gidiyorlar
A ğır ağır

(Seviden Yana)

Edvvin H u b b le -
X X . y ü /.y ılın ü n lü g ö k b i lim c is i. S a m a n y o l u ’ n a , 2 ,3 m ily o n ış ık y ılı u z a k t a
o la n A n d ro m e d a S a m a n y o lu ( 4 0 0 m ily a r y ıld ız “ G ü n e ş ” i iç e r ir ) ’n u b u lu n c a , b ü ­
t ü n e v r e n b u n la r s a n ılıy o r d u . H u b b le ’in d a h a s o n r a k i g ö z le m le r i d a h a ilg in ç o l­
d u : E v r e n g e n işle m e k te d ir. D a h a s o n r a u z a y d a m ily a r la r c a S a m a n y o lu b u lg u la n ­
d ı. D e m e k g e r e k s e , e v r e n e d e v im v e d e ğ iş im e g e m e n d i... B ü t ü n e v r e n , k ıs a c a
s ö y le y e lim : D e v im d u r u m u n d a .
K e n d i k e n d in e o lu ş a n , d e v im i n i , k e n d i k e n d in e liğ in i s ü r d ü r e n : D e ğ iş e n , g e ­
n iş le y e n b ir e v r e n d e b ir T a n r ı’y a g e r e k k a lm ıy o r d u . N ite k im e v r e n in y a r a t ıs ın ı
6 0 0 0 y ıl ö n c e s in e y e r le ş t ir e n b ir T a n r ı ’ n ın iş le v i n e o la b ilir d i? ..

317
“ ...Ç ağım ızın yepyeni, elektronik araçlarıyla yapılan incele­
m eler; evrenin bilinenden daha yaşlı olduğunu gösterdi. K im i
gökbilim cilerin ileri sü rd ü ğü gibi, evren bir anlık olayların so­
nucu değil. G erçekte B İG BA N G diye ünlenen B Ü Y Ü K PAT-
L A M A ’nın bir yerdç, özdeş anda bir kez oluşm ası; usa değil
yalnız, evrensel oluşa da a yk ırı...”
(A .R . E rg ü v en , E v re n d o ğ u m ve T anrı K a v ra m ı; 1 N İS A N
1979, Varlık Dergisi).
Bilim cilerin, araştırıcıların uzaydan gelen röntgen ışınlarını in­
celeyip buldukları sonuç 27 Şubat 1980’de S ven ska D agbladet
gazetesinde yayım landı. Varılan sonuç, beş yıl önceki düşündüğüm
sonucun özdeşiydi:
Bir dizi patlam alar evreni yarattı (Serie av Explosioner Ska-
pede U nivesum , 27 Şubat 1980).
Bu da, yukarıya alıntıladığım m etindeki kuram ım ı destekleyip
pekiştiriyor.
Evreni yaratısı, varlaşm ası konusunda, çocukluğum dan beri dü­
şünüyor. B üyük P atlam a kuram ını bir türlü usa uygun bulam ıyor­
dum. B ir patlam aya bağlanam azdı evrenin oluşumu!
O luşan yıldızların (güneşlerin) bir süre sonra patlam ası, daha
doğrusu evrende patlam a o layları olağan! Bu p atlam alar evrenin
oluşum unu da sürekli kılm aktadır. H er zam an oluşm akta olan, olu­
şumu süreduran bir evrende yaşıyoruz. B aşlangıç ve son saplantısı
din sözcülerinin buluşu, avuntusu! Dahası, süreduran bir evrende,
oluşum da başlangıcı, sonu nereye koyup yerleştireceğiz?
G ökbilim cilerin en yeni görüşlerinden biri de şu:
“Evren, sürekli olarak genişlem ektedir.”
Bu genleşm e, genişlem e durum unun kasılm asına gerek var mı?
B elki buna de gerek yok. E vrenin yaratısına başlangıç diye ulanıp
yam anan Büyük Patlam a, evrende olağan bir olay (Bkz. Evrenbi­
lim ve Tanrı Kavramı).
Oluşum u sürdüren, olşuum u süredurm akta olan bir evrende T=
0 saplantı. Büyük Patlam a, olağan patlam alar arasında bir patlam a­
dan başka birşey değil...

318
R ival theories o f cosm ology, 1960 adlı yapıtında gökbilim ci
W .B. B onner “T an rı’yı bilim sel soru nlarım ızı çözm ekte araç
olarak kulllanm ak u ygunsuzluktur” diyor. Evrenin yaratısı, ya­
pısı konusundaki bütün sorular. Bilim in çalışm a alanına değgindir.
D inbilim le ilgisi yoktur. Tanrı kanıt konusunda önemli bir rol o y ­
nam adığı gibi, m atem atikten da kapı dışarı edilmiştir.
Bonner, şunu da söylüyor: B ir bilim ci oluşum üzerinde ko n u ş­
tuğu zam an, dinleyiciler evrendeki özdeğin nereden geldiğini so­
rar. Bu soru ya, T an rı’dan geld iğ i y anıtı v erilirse, o zam an da
Tanrı, dünyayı yaratm adan önce ne yapıyordu sorusuyla karşılaşan
A gustinus (İÖ 354-430), soruyu soranın gözlerine bakarak, “Tan­
rı göğü ve yeri yaratm adan önce, böyle soru soranlar için Ce-
h en n em ’i yarattı” dem iş...
1930’da ilk olarak K ozm ik Fizik deyim ini kullanan ve uluslara­
rası m anyeto dinam iğin babası diye anılan İsveçli H annes A lfven
(1908-1995, N ob F izik 1970), P lazm a Fiziği, Güneş D izgesi, K u ­
zey Tanı, A lfven D algaları üzerine önem li çalışm alar yaptı.
Prof. H ann es A lfven, B üyük P atlam a kuram ını onaylam az.
K lein-A lfven kuram ına göre boş uzay, özdekle karşıt özdekten
oluştu. Ö zdekle karşıt özdeğin bir arada yaşam olanağı yoktu. Bu
k uram a göre ne denli özdek varsa, o denli de karşıt özdek vardır,
bu da G am o w ’uıi kuram ıyla çatışm aktadır.
A lfv e n ’e göre uzay boş değil, yoğun olm ayan bir çeşit plaz-
m a ’dan oluşm uştur. P alazm a uzayın her yerinde var. K ozm ik ışın­
lar atm osferle karşılaşınca gözden y iten karışı parçacıklar oluştu­
rur.
A lfven böylece B ü yü k-P atlam a’yı tüm den silip süpüren yeni
bir evren kuram ı getirm iştir. O na göre evrenin yarısı karşıt öz-
dektir!
“E vren nasıl olu ştu ?” sorusuna, yeterli yanıt verilebilir mi?
İşte bu kertede, diyor A lfven, söylencelerin likenleri bilim ağacım
boğar. Fizikçilerin deney odalarında buldukları doğa yasalarına tu­
tunup işe koyulm ak en iyisi. B ir Tanrı, çoğu kez olaylara karıştırı­
lır, kendine yalvarıcılarını öğer. B ilsel düşünceyi suçlar. Evrenin

319
bir Tanrı ya da yaratıcı B rahm an ’la yaratıldığı düşünceleri b i­
lim le uzlaşm azlık doğurur.
K uvasar enerji kuram ını 1960’da ilk olarak AIfv6n ileri sürdü.
B una göre; özdek, karşıt özdek büyük bir hızla birleşince enerji
oluşturur. H er kuasar 10 trilyon güneş enerjisiyle ışır uzayda. Y ıl­
dızlar arası uzay boş değil, ağır m anyetik plazm ayla dolu. Sam an-
yolları arası uzay alçak yoğunlukta plazm ayla dolu...
Prof. A lfven , uzayda diyor, özdekle karşıt özdek birbirilerini
sın ırlarsa, am b ip la zm a oluşur. Y üksek yoğunlukta am biplazm a
birden yıkım a uğrar. A m biplazm adan oluşan ilkgaz, ilk patlam ada
yokolur. B irden, nötronla gam a ışınlarına dönüşür. Evrenin bu bi­
çim de oluştuğunu (Büyük Patlam a) söylem ek olanaksızdır!.. Am -
b ip lazm a’yı etkileyen tek güç çekimdir.
D oğa bilim lerinden önce, olaylar dinsel tem ele oturtuluyordu.
“Tin Tanrıdan gelir” deniyordu; O ’nun yasalarını yönetir. Beden,
doğa yasalarının isteklerini yerine getirir. Bu ikircilik (dualism e)
onulm az bir uzlaşm azlık doğurdu. K endim izi doğayla birlikte an­
lam ak zorundayız. R astgele atom lar topluluğuyuz!
1970’li yıllarda yazıp daha sonra şiir yapıtım a aldığım Ç oğal­
m a adlı şiirim de bir tek evrenin varlığından kuşkulanan (Burdan
Ö te, s. 42):

Kuştur
uzaklara gitmeyebilir
Yıldızlar çok da
neden evren bir?

ve sonra evrenin bölüm bölüm nasıl oluştuğunu betim leyen dize­


ler... Bu konuda düşüncelerim i sergiliyor (Toprak ve İnsan, s. 58);

B ir gün her şeyi göreceğim


gözlerimde

N asıl büyüdüğünü evrenin


balon gibi

321
Alpha Centauri dizgesi. K u m ıa renkli P roxim a Centauri. Bize en yakın yıldız:
4,3 ışıkyılı uzakta.
Plazm a uzayı doldurur. Plazm a, elektirik yüklü gaz, evrendeki
özdeğin olağan durumu. Toprak, su, hava, ateş: Eski çağ düşünbi-
lim cisi E m p ed o k les böyle belirlem işti özdeği. Yıldızların doğm uş
olduğu bulutsular gibi, bütün yıldızlar plazm adan oluştu. Kuzey tanı,
G üneş enerji ürünü, radyo sam anyolları enerji taşıtı, hepsi plazma...
Peki plazm a neden oluştu?
Şöyle deyim lenebilir: Plazm a b ir gaz. Elektrik yüklü atom ların
kendi kendine bölünm esi.
Y ıldızlar arası gazlarda bol enerjili ışınlar oldukça olağan. Ö r­
neğin m orötesi ışınlar atom ları iyonlaştırır. Elektronları ayırt eder.
Y ıldızlarda yoğunluk, ısı öylesine yüksek ki, parçacıklar arasında­
ki çarpışm alar iyonlaşm ayı sağlar.
Y er’in m anyetosferinde oldukça yeğni plazm aya rastlarız. U za­
yın bu bölüm ü Y er’in m anyetik alanında. Sürekli olarak Güneşten
plazm a akım ı olur. Özellikle..Güneş püskürm elerinde.
İlk İsveç araştırm a uydusu Vikiııg, 1986’da uzaya gönderildi.
Bu uydu A lfven D eney o d ası’nda yapıldı. B ir bölüm kozm ik ışın­
lar m anyetosfere gelem iyor. M anyetosfer ışınları bunları engeller.
Bu yüzden yeryüzünde yüksek aşam ada yaşam gelişebildi.
Yeni b ir k uram a göre, G üneş atm o sferin d ek i ince m anyetize
plazm a iplikleri, m anyetik enerjiyi ısıya dönüştürüyor. G üneş püs­
kürm elerinde, G üneş atm osferinde plazm a bulutlan oluşur. Plazm a
b u lutlan ve bol enerjili parçacıklar güneşten dışarı fırlar. Bu da ku­
zey tanına, çeşitli elektrom anyetik bozukluklara neden olur yeryü­
zünde. G üneş rüzgârları doğrudan doğruya G üneşten eser. Bu G ü­
neş rüzgârları iki çeşit rüzgâr: Biri G üneşin ekvator bölgesinden
gelir, saniyede 400 km hızla; öbürü iki kat hızlı (saniyede 800 km).
U zayda plazm anın sıcaklığı birkaç m ilyon derece!
Sam anyolum uzdan sonra sam anyolları arası uzay ince plazm a
katlarıyla örülü. H ubble ırakgörürüyle yapılan gözlem ler yeni bil­
giler veriyor plazm a üzerine. Sam anyolları arası, plazm a elektron­
lar, protonlar, b ir bölüm iyonlaşm ış helium dan oluşm uştur. K oz­
m ik plazm anın etkin bölüm ü radyo, röntgen ve gam m a ışınları sal­
maktadır.

32 3
(F orsk n in g och F ram steg, Feb 1998 P lazm afizik Dr. Odd
Bolin)

Yaşam nasıl başladı yeryuvarında?


B ilim sel son u çlar yaşam ın y eryüzünde en az 350 m ilyon yıl
önce başladığını gösteriyor. K im i araştırm alar, incelem eler yaşa­
mın yeryüzünde daha erken 385 m ilyon yıl önce başladığını kanıt­
lamaktadır.
G ezegenler, bu arada yeryuvarı (Tellus) da, hep birlikte bütün
bir kütlenin G ü n e ş’ten ayrılıp oluşm ası 4600 (4, 6 m ilyar) milyon
yıl önce. Yaşam ın yeryüzünde oluşum siiresi kaç m ilyon ya da m il­
yar yıl sürdü, bugün kesinlikle bilem iyoruz.
N A SA ’nın çalışm a alanlarından biri de, yaşam ın öbür gezegen­
lerde nasıl oluştuğunu araştırm ak! Ü nlü kim yacılarla bu önem li
alanda çalışm alar sürdürülüyor. Bu önem li tasarıya her yıl, N asa
Uzay Y önetim i’nce m ilyonlarca dolar kullanılm aktadır.
Ünlü fizikçilerden İsveçli Svante A rrhentus (Nob. kim ya ödü­
lü 1903) torunu G ustaf A rrhentus (1924- ), L a Jolla (A B D )’da,
birçok uzm anlarla birlikte çalışıyor.
Y üryüzünde en yaşlı sedim en t (tortu) G rö n lan d ’da bulundu.
Duygun elektronik araçlarla yapılan araştırm alarla A patit parçacık­
ların bulunm ası! Apatit kalsiyum fosfat m adeni. M etabolizm anın,
yaşam ın yam başm da yer alan bir oluşum .
Bundan d ah a ilginci, yaşam niteliklerini içeren ve bir izotop bi­
leşim i olan köm ür parçacıklarının bulunm ası.
Evet, yaşam yeryüzünde nasıl varlaştı?
3200, 2000, 1400 yılları öncesinin göğe uçurulan tanrıları (Ye-
hova, G od, A llah), bu konuda biz insanlara en ufak bilgi verm e­
dikleri gibi; yaratı adıyla düzenlenm iş olan tüm celer de düşlem ler
yığını olm aktan öteye geçem ediler!
Ama bilim ciler, her zaman olduğu gibi; gerçeği, doğaya bakıp
doğayı araştırdılar. Doğa, bütün insanlığın en değerli gömüsü... Do­
ğada incelemek; gerçeğe, bilime ulaşm ak demektir. Son 5-6 000 yıl­
larının yanılm alı, imrenmek, aldatm acalı düşlemleri insanlığa hiçbir
şey veremedi! Yaşamın yapıtaşlarını düşlem lerde değil, doğada ol­

324
duğunu bugün herkes bilmektedir: Bu da fosfat vc aldehidler.. H er
ikisi birden fosfat m oleküllerini oluşturur: R N A . Yaşam için kükür­
de de gerek var. Bu da göktaşlaııyla uzaydan gelmektedir.
Prof. G u staf A rrhenius şöyle diyor: “ Papa bile D arw incili-
ğin H ıristiyan inancına karşı olm adığını söyledi. Dinle bilim iki
çeşit anlayış yöntem i. D in, inanca bağlı... Bilim öbürü de.. Ya­
şam , yapılanabilm esi için m olekülleri gerektirir, üreyip çoğalır
ve değişim e uğrar...”
Y aşam , v a ro la b ilm e k için d eğ işim e uğram ak zorunda bütün
öğeleriyle. A m a köktendinci kafasını keçeleştirip değişim e uğra­
m ak istem iyor. K öktendincilerin en büyük sorunu bu işte! Bu y ü z­
den onlar kendi kendilerini yıkım a uğratıyorlar!
B ilim bütün hızıyla böylesine gelişip ilerlerken, köktendincile­
rin şizofrenik düşlem leri A B D ’den geliyor! K ilise, O rtaçağın kanlı
saldırılarını bırakm akla birlikte, tutuculuğunu günüm üzde de sür­
dürüyor; kim i paraya düşkün yazarları paraya boğup satın alıyor...
A B D ’de kim i dinsel eğilim li doğa bilim cileri (bunların kişisel
çıkarları ağır basm aktadır) körün değneği gibi “G od” ın 6000 yıl
önce evreni yaratm ış olduğu düşlem lerine inanırlar.
Prof. G u sta f A rrhen iu s’a çalışm ış olduğu La Jolla’da A m eri­
kalı köktendincilerden m ektuplar geliyorm uş... Prof. A rrhenius da
şöyle yanıtlıyor: “İn cil’le, K u r’a n ’a sim gesel olarak bakın....”
T ürkiye’de köktendinciler birçok yazarları, bilimcileri ABD ve
Suudi A rabistan’dan akan dolarla satın alm aktadır! 1950’den bu
yana: kişisel çıkarlarını T ürkiye’nin üstünde tutan kim liksiz, çı­
karına düşkün politikacılar T ürkiye’yi uçurum a sürüklediler...
E vrenle A y’ın varoluşu üzerine düşünce ve kuram larına Var­
lık dergisinde yayım ladıktan sonra, yeğin tepkilerle karşılaştım .*
(A yrıca B kz. A.R. Ergüven: Sonsuz D eğişim , s. 129- 131, Yaba
Yayınları, A nkara 1985).

" ...Ö rn eğ in N e c a t i C u n ıa lı, B e h ç e t N c c a t ig il g ib i yazarlar h em en her sa y ım ız d a


s i/i n im z a n ız b u lu n m a sın d a n şik a y e tç i o ld u la r k aç k ere. B u durum da ben d e g ü ç bir d u ­
rum da k a lıy o r u m . O y ü z d e n b en d e bir süre im z a n ız ın g ö rü n m em esin i V arlık b a k ım ın ­
dan g e r e k li g ö rü y o ru m . Ç ok ü zü lerek selâ m v e s e v g ile r im i sunarım ..."
V arlık Y a y ın ı, Y a şa r N ab i, İstanbul, 1 8 /5 /1 9 7 9

32 5
G erçekte evrenin, özdeğin b ir anda patlam asıyla oluşm ası ku­
ramı sağlam tem ellere dayanm ıyor (Evrenbilim ve Tanrı K avra­
mı, Berfin Y. 2. B asım , İst. 2000). Evrenin böyle bir patlam ayla
oluşm uş olm ası, tartışm a götürür. Sonsuz denilebileek evreni kap­
sayan bütüne, bölgesel b ir kuram uygulanam az.
B irbirine geçm iş çem berler biçim inde Ç ok evren’in varlığı ola­
sılı değil m i? Şim diden hiçbir şey bilm iyoruz. Evrenim izin bize
yakın bölüm ünde yaşayan biz insanlar, düşünen insan (hom o sapi-
ens) yakın bir gelecekte bir değil, birbirini teğet geçen Çokevren
varlığını ileri sürerse, hiç şaşm ayalım ! B ir değil, evrenin oluşu­
m unda belki de binlerce binlerce patlam alar söz konusu olabilir...
Evrenin bize yakın bölüm ündeki uzayın sam anyolları, bulutsu­
ları; başka b ir evren bölüm ünün sınırlarını aşabilir ve o bölüm de
yeğin patlam alara neden olabilir. M ilyonlarca yıl sonra -belki de
m ilyarlarca- bölüm de yaşayan düşü n celi y aratıklar, evrenlerinin
olşum unu saptam aya çalışırken hangi gerçeğe ulaşabilir? Sonsuz
gibi görünen; am a belli, sınırlı b ir evrenin yaşını saptam ış olacak,
bütün evrenin değil!..
B ütün evrene, evreni kapsayan uzaya, evren dizgelerine özgü
evrensel güçler, başka b ir deyişle evrensel çekim yasaları egemen.
On m ilyar yıl önce patlam ış olduğu savunulan Büyük Patlam a kura­
mı, tüm evreni kapsayamaz. B ir Samanyolu nasıl başka bir saman-
yolunun etkisindeyse, evrenler dizgesinde evren adalarını birbirine
yam ayan, evrenler arası çekim yasaları etkindir. B ig Bang olsa olsa,
evrende yerel bir patlam ayı özümler. O ysa m ilyonlarca yıl böyle-
si patlam alarla örülü evren. Yaratıyla hiçbir ilgisi yok!
Evrenin, “B üyük Patlam a”yla oluştuğu, yaratılm ış olduğu kura­
m ına karşı; Ege Ü niversitesi gökbilim cisi, E. R ennan PEK Ü N -
L Ü , söz k o n u su kuram ın tu tm azlığ ın ı sağlam k an ıtlarla gözler
önüne seriyor. Burada yoğun, titiz bir çalışm anın ürünü olan yapı­
tından bir alınlıyla yetiniyorum (E. Rennan Pekünlü: Büyük P at­
lam a, s. 66, Ege Üniv. Yayını, 22 Tem 1994 İ z m ir ) :
“...Büyük Patlam a, evrenin popüler bir açıklam ası olm a ay­
rıcalığını sürdürürken, bilim adam larından aldığı destek hızla

326
azaldı. 1957 yılından sonra evrenbilim örtülm eye girdi. Çünkü
o dönem in en ilginç soruları yıldız astrofiziğinden geliyordu.
Aynı dönem de, G üneş dizgesi araştırm aları uydularla y a p ıl­
m aya başlandı. U zay plazm a fiziği de uydularla birlikte em ek­
lem e dönem ine g iriyord u . B unun so n u cu n d a evren bilim a la ­
nında yayınlanan yıllık m akale sayısı, 1950’li yılların ortasında
40-50 iken, 1958-1960 yılları arasında 12’ye düştü. Ve bunla­
rın içinde B üyük P atlam ayı geliştirm eye çalışanların sayısı da
oldukça azdı. B üyük P atlam a evren m odelini geliştirm eye yö­
nelik ikinci çaba da başırısızlıkla sonuçlandı...”

D insel konuşm alarda, T a n rı’nııı kanıtı konusunda şöyle bir soruyla örnek ve­
rilir: G üneşi B atı’d an doğdurup, D oğu’dan batırabiliyor musun? Sonra da “Tanrı
yarattı” belirlem esine gelinir! Oysa G üneş’in doğudan doğup, batıdan batması bir
tansık değil, yalın b ir doğa yasası!
O ysa Y eryuvarı birkaç m ilyar yıl sonra kargaşık (kaotik) bir dönem e girerek,
Y er’in G üneş’e karşı 23” lik açısı 90" lik açıya dönüşebilir. İşte o zam an Yer, tüm ­
den tersine döner, K uzey ucu Y er’in Güney ucu olur. Böylece G üneş batıdan doğ­
m aya, doğudan batm aya başlar! Evet, evrende her yerde, her şey değişim e uğrar.

327
Evrende olağanüstü bir özdek yitim inden söz ediliyor, deniliyor
ki evrenin % 9 7 ’si yitikm iş. Nasıl yitiyor? Bu arada yakıtını tüke­
ten güneşler de sönüp görünm ez özdcği oluşturuyor. Bu da evren­
de sayısız patlam aların olduğunu kanıtlar.
Bedenim izin kendi kendine işleyen, her çeşit sayrılığa karşı gö­
zetimci durum da nasıl bir savunum dizgesi varsa, evrenin ışım ayla
özdek yitim ini k arşılayan evrensel boyutta d a sürekli bir özdek
oluşumu var. Çünkü herşey özdekten oluşm adır. Ben, sen, o... tü­
m üm üz ödekten oluşm ayız. Ö zdeğe özdekdışı yam anan imgetanrı-
lar insel düşlem lerin ürünlerinden başka birşey değil!
Doğanın doğaya özgü bilginci, bilinçliliği; doğanın ürünü öz­
dek olan insana da geçer. Yaşam yeryüzüne özgü değil yalnız, ev­
rensel bir olay!
Yer (Tellus) insan için yaratılm adığı gibi, evrensel boyutta da
böyle bir am aç yok. A m a evrensel oluşum sonucu olarak gezegen­
lerde koşulların bütünlenm esiyle yaşam oluşabilir. G erçekte oluşu­
mun, doğanın um urunda değil şu ya da bu gezegende yaşam olm uş
ya da olm am ış! N itekim güneş dizgesinin yalnız bir gezegeninde
de canlılar var...
Özdeğin değişim inden başka birşey değil evrenin oluşum u. Ye­
ni özdek, değişik biçim leri daha önceki özdeğin. Bugün de evrenin
her yanında sayısız patlam alar sürüp gitm ektedir. Ö zdek, özdeğin
değişim leri, yaratının özünü içerir. Yaratıyı içeren doğada, başka
bir deyişle evrende, doğaötesi güce gerek yoktur. Evren kendi
kendine oluşum unu sürdürür.
O luşum , biçim lenm e sürekli olarak sürüyor bütün evrende:

H er şey kendiliğinden büyüyor


ağaç yaprak çiçek kuş böcek

Y ıldızlar arası bulutsulardan yeni yıldızlar oluşur. Bulutsular,


gelecek yıldızların (güneşlerin) doğum yeri. D ünyalar da böyle
oluşur. Yalnız kendi sam anyolum uzda değil, başka sam anyolların-
da, uzayın başka bölüm lerindeki şam anyollarında da yaratı alanla­
rı , durum ları vardır!..

328
Evrene doğal güçler egemen! Bütün güçler evrende biribiriyle
ilişkin. G ezeg en im iz, G ü n e ş’in ö b ü r g ezeg en leriy le birlikte Sa-
m anyolu’nun, Sam anyolu bütün yıldızlarıyla (güneşleriyle) birlikte
daha güçlü sam anyollârının çekim iyle devinm ektedir. Böylece sa-
m anyolum uz saniyede 650-700 km hızla uzayın sonsuzluğuna sü­
rüklenm ektedir.
Tanrı yolları karanlıktır! Tanrı bir im gedir! Bu sonsuz varlık,
evren; kendi y apısından gelen zorunlulukla yayılıp açılır. K endi
doğrultusunu izler, kendi doğrultusunda gelişim ini sürdürür. O lu­
şum u, yapısının zorunlu sonucudur.
Evren nesnel bir gerçeklik; devinen bir güç, belli bir kesinlik.
H er şey birbirinden hem uzak, hem yakın birbiriyle kaynaşm ış du­
rum da (A nam ız A ğlam ış Bizim s. 47):

Kaç tohuma kaç dönem


Kaç ışığa kaç yan n
Yeniler kendini doğa
uzaklığı yakınlığı bir

Ayrıntılar bütünün yanlarını oluşturduğu gibi, bütün de ayrıntı­


ların tüm üyle varlaşır. K argaşa d a b ir düzen durum u, kendi yapısı­
na uygun. En küçük parçasında kargaşa b ir düzeni kapsadığı gibi,
düzen de hem en um ursam adığız bir kargaşayı kapsar (A.R. Ergü-
ven: agy s. 37, 109):
H er şey her şeyin içinde büyüyor
her şey birşeyin

Çıkarıp gözlerini bağırdı biri


birşey her şeye, her şey birşeye

D irim bilim sel alanda belki bir neden-etki süreci var; kargaşayla
birlikte birbirine geçm iş çem berler gibi (B urdan Ö te, s. 9);
Uzar bakışları bir çemberde
bir çizgide varlığın
bölünürlüğünde bölünmezliğinde
uca ulaşımında içle dışın
329
Evren ne yaratılm ış, ne de onu yaratan vardır. D in sözcülerinin
yaratısı im geden başka birşey değil. Yaratı sözcüğü yerini değişi­
m e, oluşum a, genleşim e, dönüşüm e, başkalaşım a bırakm ak zorun­
da. Yaratı diye betim lenen durum için kesin bir neden aranıyorsa,
evren, kendi kendisinin nedenidir. K endi kendisinin nedeni olan da
doğaötesine gereksinim duym az.
“ E v re n in d eğ işm ezliğ i4* yanlış bir düşünce, tutm az bir imge!
Evren değil yalnız; biz, çevrem izdeki h er şeyi içeren doğa, doğay­
la bir Olan varlık, varlığın kendisi; kısaca bütün evren gelişim ini
sürdürm ektedir. B u lutsular, sam an y o lları, g üneşler, gezegenler,
kuyruklu yıldızlar, göktaşları, kısaca bütün tozanlar (zerreler) yer
de değiştirm iyor yalnız, sürekli olarak değişim e uğruyor.
“ B en v a rım , ç ü n k ü a n a m v a r ” benzeri karşı çıkışlar yeryü­
zünde geçerli b ir düşü n ce, evrene uygulanam az'.E vren, nedenle
oluşum gerçeğini birlikte taşır. B ütün zam anlar boyunca değim i,
d ö n ü şü m , g e lişim , b a ş k a la ş ım süreçleriyle varlaşım içindedir.
Bütün canlılar gibi, insan da bu varlaşım ın içinde gelip geçen bir
görünüm!
Canlılar belli süreler içinde görünüm leriyle varlıklarını sürdürür.
Nesnelerin belli sürelerdeki durum ları sonsuz değil. D oğanın ver­
miş olduklarıyla varlığım ızı sürdürebiliriz. D oğada hiçbir şey kendi­
ni olduğu gibi sürdüremiyor. D oğa sürekliliği korum ak için kendin­
den sonraki kuşaklara benzerini iletiyor genlerle! A m a bir canlıyı ol­
duğu gibi yaşatam ıyor! Din sözcülerinin Cennet örneği ancak imge­
lerde var. G erçekte yok! Örneğin, gerçekte yedi yıl önceki ben, bu­
günkü ben değilim . Çünkü yedi yıl önce bende süreçlerini sürdüren
gözeneklerim tüm den değişti, yerini yeni gözeneklere bıraktı.
D urağan h içbir şey yok. Y üreğim sürekli olarak devim duru­
m unda. D eğ ilse k anı k ılcal d am arlarla b ed en im in h er köşesine
ulaştıram az! B ulutsular tutuşup yıldız oluyor, sonra tutuşup ışık
saçıyor m ilyarlarca yıl... Sönüyor, kül oluyor. B aşka b ir yıldıza
(güneşe) çekilip yakalanırsa, yeniden tutuşuyor. B öylesi kaniba-
lizm evrende sürüp durmaktadır. Büyük sam anyolları, kom şu kü­
çük sam anyollarını yutm aktadır sürekli olarak. B iz insan olarak da
enerji -oluşum , yıkım - oluşum düzeninin içindeyiz.

330
Büyük parlak ışıklı yıldız: A ide baran. Portakal renkli yıldız. Boğa Takım yıl­
dızı (H yades) doğrultusunda am a o takım yıldızına ait değil.

331
Bu düzeneğe din sö zcüleri kişisel çık arlarına uygun düşm esi
nedeniyle tanrı dem iş olsalar da; doğa, doğada olup bitenler tanrı­
ya aykırı! Doğa bu aykırılığı yakım yıkım larıyla kanıtlam aktadır
m ilyonlarca yıldan beri...
H iç, fizikte kap sam ın a b irşe y alam az. H iç, boşluğa, oylam a
açık, varolan birşey değil! A m a b oşluk (uzay) uzayan, yayılan,
kapsayan, kapsam ına birşey alabilen bir şey. B oşluk, varlığın ko­
şulu. Y ok’un özdeğe dönüşm esi, usa değil yalnız; doğa yasalarına
da aykırı... Durmadan yenileşen, değişen, oluşan, oluşm akta olan
bir evrende yaşıyoruz. O lm uş bitm iş birşey yok, olm akta olan var,
süreduran var!..
Doğanın, evrenin oluşum yeteneği, kendi kendine örgenleşm e-
si. Sonsuz uzayda özdeği bulunduğu yere yerleştiren evrensel çe­
kim. U zayda bütün nesneler birbirlerinin etkisiyle devim ve denge
durum unda bulunur... Bu da onların biçim lerini, yuvarsal durum la­
rını sağlar. K endi kendine örğenleşm e, evrensel oluşum un öz­
deksel gerekliliğidir.

Ateşe atılan sam an tutuşur. D oğanın tersinilm ez yasası gereği;


Ö zdek; nitelikleri d o ğrultusunda değişim e, dolay ısıy la örgenleş-
m eye uğrar. O ksijenle hidrojen birleşince değişim e uğrar, örgenle-
şip su (H20 ) olur... Ö zdeğin çoğalım ı da böyle genelde evrende!..

...Evren kendi kendine yeter, kendi kendine örgenleşir. B öy­


le bir evrende din sözcülerinin tanılarına gerek yoktur.
...D in sözcülerinin tanrıları varolsaydı, çoktan ortaya çıkar­
dı; olaylar, olgular tanrısal doğrultuya yöneltilm iş olurdu. D u­
rum hiç de bunu gösterm iyor! D oğanın kendi kendine, kendi
doğrultusunda akışını gözlem liyoruz.
...Evren, yaşam doğaya değgin, doğal olaylar. Böyle bir ev­
rende doğaötesin e gerek yok! İm getan rılar m ı? O nlar 3200,
2000, 1400 yıl öncesinin E fendi A ğasıydı, göğe uçuruldu. G er­
çekte bu Efendi Ağa (R abb’ül-A lem in) Yeryüzündedir. Ve in­
sanları söm ürm ektedir!

33 2
(■ ö r ü ld ü ğ ü g ib i b ir z a m a n la r k a r a p a r ç a la r ı b ir le ş ik ti. H e r ş e v in ,
/.a m a n la d e ğ iş im e u ğ r a d ığ ın ı k a n ıtlıy o r b ö y lc s i d u r u m la r d a ! G ü n lü k
y a ş a m ım ız d a d a b u g e r ç e k le r i g ö z le n iliy o r u z . H e r ş e y b ir o lu ş u m , d e ­
ğ iş im iç in d e ...

33 3
...Tanrıelçilerinin en büyük yanlışı, evrenin yaratıcısı old u ­
ğunu savunduk ları im getanrıyı; kendi düşlerine, düşlem lerine
göre biçem leyip “Tanrı” diye ortaya çıkm aları!..
...Evrende her öğe a, ilişkin öğelerle b ,+ c2; doğa yasalarının
doğrultusunu izler. Bu Evrensel ilke (K0), t süresince oluşum a
açılır:

K,- a(b,+ c;).t


E vrensel güç, evrenin her yanına yayılm ıştır. Bu güç; insanın
isteklerine göre davranan, insanın gereklerini düşünen türden bir­
şey değil!..
K im i fizikçiler, bilim ciler; fizikçi, bilim ci olm alarına karşın,
içinde yaşadıkları ya da anababa etkisi vb. nedeniyle olsa gerek,
doğayı, doğa yasalarını anlam ak istem iyorlar. D üşlem li özenm ele­
rini, karanlıklarını bilim e bulaştırıyorlar. B eni şaşkına çeviren, ki­
mi bilim cilerin tem el görevlerini unutarak, doğaötesine sürüklen­
meleri!
D eğerli fizikçi, gökbilici Prof. C ari Sağan, gökbilim ci Step-
hen H aw k in g’in K osm os, K ısa Bir Ö ykü adlı yapıtına yazm ış ol­
duğu G iriş’te şöyle diyor:
E in stein ’ın “Tanrı, evreni yaratm ış olduğu anda, O ’nun bir se­
çeneği var m ıydı” ünlü sorusuna Havvking, “T anrı’nın düşünce­
lerini anlam aya çalıştığı” yanıtını verir.
B öylece soruya, yam tı d a n e olduğu bilinm eyen doğaötesi k a ­
rıştırılır.
H er ikisi de bir ara tanrıyı fiziğe sokar! A m a buna karşın, söz­
lerinin hem en ardından beklenm edik başka b ir tüm ceyle yanıtlar
soruyu:
“...Z am anda başlangıcı ve sonu olm ayan, uzaydan sınırsız
bir evren için bir Y aratıcı’nın yapacağı birşey yoktur...
Yanıt bu olm asına karşın H aw k in g’in böylesi duraksam alarına
zaman zam an A lan Guth ile Paul D avies de katılır.

334
D üşünce ve görüşlerini sağlam tem ellere oturtan gökbilim cim iz
E. R enan P ekünlü, yoğun ve k apsam lı yapıtında (Bkz. Büyük
P a tla m a , s .113, A stron om i M a g a zin , 1994, İzm ir), E in stein ,
H ajkingi, Guth ve D avies gibi B atının gözde fizikçi ve gökbilim ­
cilerinin düşm üş oldukları saplantılara kapılm ıyor. Pekünlü, üzeri­
ne düşen görevi yapıyor bilim dünyasında.
E. R ennan Pekünlü, bir bilim ciye yakışan onurla; bilim cilerin
yanıldıkları durum ları belirleyip onarm aya çalışıyor. Şöyle diyor
Pekünlü:
“ ...İleric i zam an k a v ra m ın ı y a d sıy a n fizik çiler, y a ln ız ca
kendi bilinçlerini de yadsım akla kalm ıyorlar, evreni, doğaüstü
güçlere başvurm adan açıklayabilm e olasığını da yadsım ış o lu ­
yorlar. Tüm insan deneyim inin tem el dayanağı olan insan b i­
lincini yadsıyan fizikçiler, dünyaya bakış açılarıyla çoğu in sa ­
nın bakış açısı arasına derin bir sm ır çizm iş oluyorlar. B ilinci
boşlam ak, bilincin algıladığı doğanın tüm nitel zenginliklerini
b oşlam ak dem ektir. D u yu lar d ü n y a sı b oşlan m ış, geriye, fr e ­
kans, genlik ve hepsinin üstünde salt sayılardan oluşan, sessiz
bir dünya bırakılm ıştır. “D u ygu sallığı olm ayan ” ölü ve sıkıcı
bilim , çoğu kim senin bilim sel dünyaya yüz çevirm esine neden
olm uştur...”
PakistanlI A bdus Salam (1926, N obel F izik ödülü 1979), b u l­
gu su n u (W ein berg ve G lo sg o w ’la o rtak ) -çevresine yaran m ak
am acıyla olacak- bir konuşm asında, K u r’a n ’daki T e v h id ’den ç ı­
kardığını söyledi!
Ü lkem izde de bir Prof. K m ıkoğlu çıkar. Yazısında (C um huri­
yet, 17 A ralık 1992); bilim ci değil de “ezberci bir h afız” gibi,
1400 yıl öncesinin K ureyş oym ağını yola getirm ek am acıyla ve
çıkarlara uygun düşen, düşlenen tüm celeri bilim e sokar:
“ ...O ’nun katında her şey bir ölçüye göredir.”
(K u r’an: R a ’d 8)

“ ...H er şeyi yaratıp bir ölçüye göre düzenleyen...”


(K u r’an: Furkan, 1,2)

335
Bu tüm celerin sözcüsü olduğu söylenen, öyle savunulan “A l­
lah” kapalı anlam lara sığınarak kaçam aklı konuşuyor! “Ö lçü”nün
ne o ld u ğ u n u s ö y le y e m iy o r ! A ç ık la y a m ıy o r d iy e c e k le r in i!
K u r’anTn düşlenen bu tüm celerini de K ınıkoğlu son otuz yılda
estirilen, yaralı Büyük P atlam a (Big Bang) kuram ına destek ola­
rak kullanıyor; çevresindeki köktendinci kesim e yaranm ak, varlıklı
kesim i doyurup hoşnut etm ek am acıyla!.. O ysa Büyük Patlam a da­
ha baştan çöküntüye uğradı.
Dahası var: Büyük P atlam a’ya destek arayan P rof K ınıkoğlu,
ne yazık ki iki olum suzu yanyana getirerek “olum lu”ya ulaşm ak
istiyor! Sevgili okuyucularım a soruyorum , cam bazlık değil inidir
bu?.. H em de bunu, bir bilim ciye yakışm ayan bir durum la, hem de
P rofesör sanını kullanarak yapıyor!
K ın ık o ğ lu , K u r ’a n ’dan ö rn e k ald ığ ı tü m c e le rin , M u h am -
m ed ’in d ü şlem lerin in tü m celeri olduğunu P rof, olarak da b il­
m ezlikten geliyor. O rtaçağ doğm alarına, bu doğm aların ocağı O r­
taçağ kiliselerine yardım ediyor... Din eliyle öldürücülere yardım
kolu uzatıyor!
D a h ası var: “O l” d e y in c e o lan , v arlaşan b ir ev ren o lsay d ı,
Tanrı böylesine güçsüz olabilir m iydi? Güçlü bir Tanrı olsaydı, bir
deprem de üç beş saniyede y ü zbinlerce insan, çoluğu çocuğuyla
ölür m üydü?
T aşlara, ağaç kabuklarına, kem ik parçalarına yazılan K u r’an
tü m celeri k a y b o lm asın d iy e, ü çü n cü h alife O sm an d ö n em in d e
K u r’an ’m yarısından çoğu (2 /3 ’si), yakılıp atılır! Hani K u r’anTn
bir tek tüm esi bile değiştirilem ezdi!
D urum u çok iyi bilmesi nedeniyle M uham m ed, ölüm yatağın­
da, başucunda bekleyen Ö m e r’e (çünkü öbürlerinin hepsi, M uham ­
m ed ölecek diye, mal derdine düşm üş, gelm em işlerdi):
“...B ana kalem ver. G erçeği yazacağım ...” der. İlerde halife
olacak olan Ömer, kalem vermez!

336
B atılı varsıl kesim in uşaklığını yapan kim i fizikçilerin Büyük
Patlam a kuram ına; XX. yüzyılın sonlarına doğru, Prof. Nihat Kı-
nıkoğlu, V II. yüzyıl K ureyş oym ağını yola getirm ek am acıyla dü­
zenlenen tüm celeri kullanıyor!
D aha başk a bir deyim le bilim e fırça çekerek, T ürkiye’yi O rta­
çağ karanlığına sürüklem ek istiyen K ınıkoğlu; C um huriyet gazete­
sinde (16, 17 A ralık 1992) yayınlam ış olduğu yazılarla okuyucula­
rının karşısına ne yüzle çıkıyor?
D aha doğarken ölüm üne duran Büyük Patlam a kuram ını des­
teklem em ek isterken, K ınıkoğlu -ayrım ına varm adan- K u r’a n ’dan
aktarm ış olduğu tüm celerle batağa saplanır:
“ ...O , bir şeyin olm asını dilerse, ona “ O l” der ve olur...”
(Bakara 117)

“ ...G ökler ve Yer yapışıkken, onları ayırdığım ızı...”


(Enbiya 30)

“ ...H er şeyi yaratıp bir ölçüye göre düzenleyen...”


(Furkan 1 ,2 )

“ ...A nd olsun ki, insanı süzm e çam urdan yarattık...”


(M ü’minin 12)

“ ...A llah bütün canlıları sudan yaratm ıştır...”


(N ur 45)

Ö rneğin ilk tüm cede “ dillerse, ona ‘Ol” d e r ’, o da olurm uş!..


D urum böylesine kolay ve yalınken yeryüzündeki bu yoksulluk­
lar, bu yakım lar, yıkım lar ne durup duruyor? Son on yıl içinde
suyun, havanın, toprağın kirlenm esiyle yeryüzünü yıkım a uğrat­
m aya başlayan El N ino yıkım ına neden engel olam ıyor! El Ni-
n o ’ya sebep olan insana neden egem en olamıyor!
“O , birşeyin olm asını d ilerse”, ile başlayan tüm ceyle konuşan
kim dir bu üçüncü; M uham m ed m i, Allah mı?

337
“...G ökler ve Yer ya p ışık k en ...” Bu yetersiz deyim , bu söz,
evreni yaratm ış olduğu söylenen bir Y aratıcı’nın konuşm ası olabi­
lir mi? Yaratının nasıl olduğunu anlatam ıyor! Bir tanrı, hem de ev ­
reni yaratm ış olduğu savunulan bir Tanrı? E vren in y aratıcısı bir
güç, yaratı konusunda böyle m i konuşm alı?
“...B ir ölçü ye göre d ü zen ley en ...” tüm cesin d e konuşan yine
üçüncü kişi! K im bu ü çüncü kişi? Tanrı m ı? Bu T an rı’yı kendi
ağzıyla konuşturan, O ’nu böyle yetersiz konuşturan kim ? Bilm e-
cemsi bu tüm cedeki ölçü nedir?
“...A n d olsu n ki, in sa n ı sü zm e ça m u rd a n y a r a ttık ...” Bu
tümce çoğul birinci kişi olduğuna göre; Tanrı m elekleriyle vb. ya­
ratmış insanı!.. Tüm ceden öyle anlaşılıyor! Tüm cenin yapısına göre

i
/V
/ •'

/
________________________ v a
„ s
Yedikardeş, bugün gördüğüm üz biçimde görünm eyecek sürekli olarak. Çünkü
yıldızlardan kim ileri çeşitli doğrultularda deviniyorlar. Y edikardeş’in bugünkü
görüşünüşü (üstte). Y edikardeş’in 100 bin yıl sonraki görünüşü (altta). Evrende
her yerde, her şey değişim e uğruyor!..

338
k onuşan M uh am m ed ’in A lla h ’ı. N eden? Çünkü “B iz y a ra tttık ”
diyor. M uham m ed O ’nu yem in etm eye zorluyor. Tanrı insan gibi
yem in eder mi?
D ahası var, bu tüm cede:
M uham m ed söylencesine göre; K u r’an esinleri 610 ile 632 ara­
sında gelm iş:'“ ...İnsartı süzm e çam urdan yarattık...”
M uham m ed’den yaklaşık 3000 yıl önce, M ısır F iravunları ça ­
m urdan insan yapıyorlardı, Avanos çıkrıkçı ustalarının çam urdan
ç a n a k çöm lek y ap tık ları gibi! D in tarih in d e bu “ ç am u r” örgesi
(m o tifi) F irav u n lard an , Sum erlerden gelm e.. T evrat’ın, In c il’in,
K u r’a n ’ın, Tufan söylencelerini Sum erlerden aldıkları gibi!..
“ ...Allah bütün canlıları sudan yaratm ıştır...”
A nadolulu (M iletli) Thales (İÖ 630-545), yaklaşık 1200 yıl ön­
ce:
“ ...H er şeyin suyun değişik biçim lerinden kalıplandığını, ilk
öğenin su olduğunu ...” söyledi.
T hales, daha içerikli tüm celerle karşım ıza çıkıyor:
“ ...Suyun sokulm adığı yer yoktur. D ünya suyun üstünde bir
tahta parçası gibi d u rur” .
Prof. K ın ık oğlu’nun kutsal kitap söylencelerine çakılıp kaldığı
besbelli, yapm ış olduğu aktarm alarla!
Prof. N ihat K ınıkoğlu, kim i fizikçilerin, gökbilim cilerin yara­
lı, tutarsız “B üyük P atlam a“ kuram ına K u r’an tüm celerini sokar;
böylece bilim i bilim olm aktan çıkarır!..
“ ...G ökler ve Yer yapışıkken, onları ayırdığım ızı...”
H içbir bilgi verem eyen, hiçbir tem ele, kanıta dayanm ayan bu
tüm celerin anlatm ak istediğini, Sum erler, ço k daha kapsam lı ola­
rak konuya eğilm iş; evreni, durum ları açıklam aya çalışm ışlar..

K u r ’a n ’da; “ ...Ve m in al m ai külli şey ’in hay...” derken (B ü­


tü n v a rlık la r ın ö zü su d u r), bu d e y im d o ğ ru d a n d o ğ ru y a S ü ­
m e r’den, T h a le s’ten alınmıştır.
D ahası, Sum erlerde evren yaratısı işlenirken çok önem li bir du­
rum ; yaşam ın tem eli olan havanın anılm ası, belirtilm esi... Tevrat,

339
İncil, K u r’an söylencelerinde h a v a n ın v a rlığ ı’ından, nasıl oluştu­
ğundan hiç m i hiç söz edilm ez..
S u m e rle rd e Y e r’le G ök a ra s ın d a g e n le şip y a y ıla n h av a y ı,
A naksim enes, K u r’a n ’dan 1150 yıl önce şöyle değerlendiriyor:
“ ...İlk ilke havadır. H av a k o layca biçim değiştirir, sonsuz b i­
çim lere dönüşebilir. İlk özdek havadır...”
K u r’a n ’ın, evren yaratısı konusundaki anlatısı; günüm üzden
5000 yıl önce, S u m erler’de bütün canlılığıyla yansır:

O ilk günlerde o anda tüm gerekler oldu


O ilk günlerde o anda gerekler buldu yerini

Gök y er ’den uzaklaşınca,


Ve Yer G ök ’ten ayrılınca
Ve insan adına karar verildi

(B kz: Süm er, H u lu p p u A ğ acı-T ev rat, İncil, K u r ’an; K aynak


yay.)
Değerli gökbilim cim iz R ennan P ek ün lü ’den sonra, kendini b i­
len b ilim c ile rim iz d e n 16 M a y ıs Ü n iv e rsite si İla h iy a t F a k ü lte -
s i’nden Prof. Dr. M ehm et D ağ, C um huriyet (20 N isan 1993) gaze­
tesinde gerçeklere parm ak basıyor:
“ ...BİR B İL İM C İY E Y A K IŞT IR A M A D IM
C um huriyet’in 16 A ralık 1992 günü çıkan sayısında “Varoluş,
Evrim , İnsan ve İslam ” başlıklı P ro f Dr. N ihat K ınıkoğlu im zasını
taşıyan bir dizi yazının ilkini okuyunca bu satırları yazm ak gereği­
ni duydum . B ilim in h er zam an savunuculuğunu yapm ış ve A ta­
türkçülükten ödün verm em iş bir gazetenin yayım ladığı, bilim sel
bir nitelik iliştirm ekte zorlandığım , yalnızca b ir zihin cim nastiği
bir fantezi olm aktan öteye geçm eyecek bu dizi yazının ilkini ibret
ve üzüntüyle okudum . “Bilim sel b ir nitelik iliştirm ekte zorlandığı­
mı” söylüyorum , çünkü anılan yazı, sanından da anlaşılacağı üze­
re, bir bilim adam ının kalem inden çıkm ış görünüyor. D izinin yaza­
rı, evrenin oluşum u konusunda bugün üzerinde çok konuşulan bir
kuram ı özetlerken, cüm le aralarına yer yer Kuran ayetlerini de ser­

34 0
piştirm ekte ve bu kuram sal bilgilerin K u ran ’da da yer aldığı izleni­
mini uyandırm aya çalışm aktadır. (A slında yazarım ız bu alanda geç
kalm ış görünüyor, çünkü b ir F ransız cerrah ı ‘M aurice B u ca ille ’
böyle bir çığırı yıllar önce başlatm ış ve bizde de izleyenleri olm uş­
tur.) ...K uran ’ı iyi anlayabilm ek için indirildiği toplum sal koşulları
ve kültürel ortam ı iyi tanım ak gerekm ektedir. Bunu yapm adığım ız
takdirde, dizinin yazarının başkalarından esinlenerek, hattâ kopya
alarak yaptığı gibi birtakım fanteziler üretm ek yanılgısına pekâlâ
düşebiliriz. Böyle bir fantezinin B atı’nın bilim ve teknikte göster­
diği gelişm eler karşısında ezilm iş M üslü m an ’a moral verm ek veya
dine ısındırm ak dışında hei'hangi bir yararının olabileceğini söyle­
m ek pek olası görülm em ektedir. A slında bu türlü girişimler, belki
de pek farkına varılm adan ortaçağın din m erkezli bilgi anlayışını
y eniden gündem e getirm ek ted ir; b ir b aşk a deyişle bilgi alanını
inanç alanının güdüm üne sokm aktadır...”
N ükleer F izik Profesörü P ervez H oodbhoy, İslam and Science
(L ondra, Zed Books Yayınevi, İslam ve B ilim , çev. Eser Birey,
C E P K İTA PLA R I) adlı yapıtında gerçekleri günışığına çıkarıyor:
“ ...Son yıllarda, özünde, P akistan’da P ak istan ’da İslâm laştırm a­
nın kapsam ını, sosyal konuların ötesine ve doğal olaylar alem ine
taşım a çabası ofân, köktenci sofuluğun çarpıcı ve yeni bir örneği
ortaya çıkm aktadır. B una da İslam bilim i diyorlar...
Ç ok uzun zam an önce kaybolm uş b ir O rtaçağ devrinin külleri
arasından yükselen bir A nka kuşu gibi bu “bilim ” , bugün bilinen
her bilim sel gerçek ve olayın, 1400 yıl öncesinden tahmin edildiği­
ni ve tüm Mîimsel kehanetlerin, esas itibarıyla, Kutsal K itab’m in­
celenm esine dayanabileceğini kabul ettirm eyi amaçlamaktadır. O r­
taçağ ’dâ olduğu gibi bir kez daha, teolojiye, bilim lerin K raliçesi
olarak taç g iy dirilm ektedir. Bu bilim gö rü şü n e, bazı M üslüm an
devletlerinden, önem li kişilerden ve göründüğü kadarıyla, birey ve
örgütlerin sağladığı sınırsız fonlardan cöm ert destekler gelmektedir.
...Üst düzey hüküm et görevlilerinin (İslam i bilim in) etkinlikle­
rini fihanse ettikleri ve toplantı ve konferanslarında debdebeli k o ­
nuşm alar yaptıkları doğrudur; am a kendi aralarında, bilimi İslâm ­
laştırm a fikrini alay konusu yapm aktadırlar. M odern analitik yön­
341
tem lerin üstünlüğünü kabul etm ekte, tıbbi sorunlarını geleneksel
hekim lere değil doktorlara götürm ekte ve çocuklarını, orta dereceli
U rdu okyllarına ya da m edreselere değil, sürekli olarak İngiliz orta
dereceli okullarına gönderm ektedirler. Pakistan Ü niversitelerinin,
resm i çevrelerin gözyum m asıyla, köktenci öğrencilerin yönetim ine
yenik düştüğü gerçeğinden hoşlanılm am aktadır. A m a bunun bede­
lini yöneticiler ödem em ekte, çünkü çocuklarını, yaşı gelince, A m e­
rikan üniversitelerine gönderebilm ektedirler. P akistan’ın subayları
ile bürokratları, kendi aralarında, m ollaları hem alay edilecek, hem
de korkulacak bir nesne olarak görm ektedirler. A lay edilecek; çün­
kü, o, üzüntüleri ve kaygıları m odern zam anlara um utsuzcasına il­
gisiz kalan bir O rtaçağ alem inden kök alan çağdışı bir varlık olarak
görülm ektedir. K orkulacak, çünkü, onayını çekiverirse, bu ülkeyi
İslam adına yönetm enin m eşruluğu buhar olup uçacaktır...

Uzay ırakgörürü. Evrende uzayın derinliklerindeki gök nesnelerini araştırıp in'


çeler. A tm osferin dışında uzayı araştırır. Bilgi gönderir yeryuvarına.

342
İbrahim , kendi dönem inde
pu tlara tap an lara, “p u tların ız
h iç k o n u şm u y o r ” d iy e k a rşı
çıkıyordu: “ Bu k on uşm ayan
tahta putlara nasıl tapıyorsu­
nuz?”
İb ra h im o ld u k ç a e s e m e li
konuşm uş, puta tapanların y ü ­
züne, eylem lerinin yanlış oldu­
ğunu söylem işti.
X.*» 9 0 0 o*>0 k m E sk i ç a ğ ın ilk e l in s a n la rı
G üneş dizgesi çizelg esin e, yer darlığı ta n rıla rın ı çam u rd a n , ta h ta ­
nedeniyle 9 gezegenden yalnız 4 ’ünü ala­
dan yaparak karşılarına, bir dağ
bildik. E fen di Tanrı (A llah); K u r’a n ’a
göre; M erih’le Yer arasında, Yergöğüne tepesine, b ir yere... H er neyse
çok yakın bir yerde bulunuyor!.. otu rtu y o rlar, b ö y lece inanm ak
istedikleri güçleri sim gelerle de
olsa yanlarında bulm ak istiyorlardı. Çünkü onlar olm ayanı, hiç de­
ğilse bilinm eyeni v ar olm aya dönüştürm ek, bilinene çevirm ek isti­
yorlardı belki de puta tapm akla! N itekim böylesi durum lar Yahudi­
likte de var, H ristiyanlıkta da! Y ahudilikteki altın buzağı ne? H ıris­
tiyanlıktaki İsa ’nın yonutları ne? G örm edikleri, bilm edikleri tarih­
sel gerçekleri saptanm ayan İsa ’nın yonutlarını yapıp kilise avlula­
rına, duvarlarına, k a to lik okullarına asm aları ilkçağ insanlarının
puta tapm alarından ya da çam urdan yapılm ış tanrılara tapm aktan
ne ayrım ı var?
Y an yarıya (biraz) örtügiysili “rahibe” ya da “Soeur” dedikleri
genç kadınlar geliyor. D iz çökerek İsa yonutunun önünde gözyaşı
dökerek yalvarıyor. B ü tü n yaşam ının yalnız iki üç yılı bilinen 30
yaşlarındaki bir gen cin, “göklerdeki babam ” sözüyle ya da ki­
m i tanıklarıyla (doğruysa) her şeyi bildiğine, göklere egem en oldu­
ğuna, kendisinin de A llah olduğuna inanılıyor uygar diye ünlenen
A vrupa’da!
İsa yaşam ışsa, her insan gibi öldü ya da öldürüldü. Bu adam ,
bu yazıklı genç A llah idiyse, neden öldü? Yok A llah değil de Al-
lalı'ın oğlu idiyse, bir baldirı çıplak R om a valisi “T anrı’nm oğlu­
nu nasıl öldürebilir? O ysa İsa, tarihsel, gerçek bir insansa, yargı-
lıktaki yanıtın da “Ben İsrail K ralıyım ” demiş.

Abraham , günüm üzden yaklaşık 3700 yıl önce puta tapanlara


demiş:
“...Tanrılarınız hiç konuşm uyor!”
Ben de göktanrıcılarına soruyorum :
“...Hani, tanrılarınız hiç konuşm uyor? Sizler öldükten son­
ra, sizler ölünce tanrılarınız da m ı öldü?

Stockholm T V ’de eski çağlara değgin “ B uz m u m yaları”ndan


söz edildi. İnkalar, daha başka halklar hoşnut olmaları* için tanrıla­
ra çocuk kurban ediyor. Sarita, 500 yıl önce tanrıya kurban edilen
çocuklardan biri. 5000-6000 m etre yüksekliğindeki dağın tepesine
giysi sargılar içinde götürülüyor. O rada başına bir sopayla vurula­
rak öldürülüyor, tanrılar hoşnut olsun diye! K arlar, buzlar altında
kalıyor. Sıfırın altında, oldukça soğuk olduğu için S arita’nin saçla­
rı, gözleri, ayakları, ayak tırnakları, yüzü olduğu gibi duruyor. Bu
da bir din, dinsel eğilim!

İnkalar dönem inde tektanrılı dinlerin T a n n ’sı yokm uş demek!


Neden böylesi kanlı durum a engel olm adı Tanrı ya da tanrılar!,..
Üstün yaratıldığı savunulan bu çocuğun bu acıklı serüveni ne?
Bunlar gibi m ilyonlarca sorular tektanrılı dinlerin de bir işlevi
olm adığını apaçık ortaya koyuyor:

...B ir şe y i im g e le y ip v a r d e m e k le , o şey v a ro lm a z! A m a
“var” diye sünepeleştirildi yığınlar! G erçek olan doğa, onun
ürünü de İNSAN! Evren bilincine insanla ulaştık. İnsan da öz­
gürlüğüne, içindeki,tanrıları öldürm ekle kavuşabilir. İşte o za­
m an ağa im getanrıların kölesi olm aktan kurtuluruz!..

344
Y aklaşık 75 yıl önce en doğru
yolu, en güzeli bize gösteren M us­
tafa K em al Atatürk oldu:

“ ...Ben sizin öz kardeşiniz ar­


k adaşınız, babanız gibi söylüyo­
r u m . U y g a r ım d iy e n T ü r k iy e
C u m h u riyeti halkı; d ü şü n cesiy­
le , a ile y a şa m ıy la , y a şa m b iç i­
m iy le u y g a r o ld u ğ u n u g ö s te r ­
m ek zorundadır. Şim di sorarım ,
bizim giyim im iz uygar m ıdır?
B en şim diye dek ulus ve ülke
iyiliğine ne gibi atılım lar, ne gibi
devrim ler yapm ışsam , hep halk­
la ilişki kurarak, onların ilgi ve
sevgilerinden güç ve esin alarak Çağdaş Türkiye’nin kurucusu
yap tım ...” M ustafa Kemal Atatürk.

(Atatürk: İnebolu, 27 Ağustos 1925)

İnsanı, halkı gereksiz böbürlenmelerden sıyırıp insancıl dahası


evrensel açıdan ele alarak, gerçekçi bir tutumla şöyle diyor D oğu
P E R İN Ç E K
“H attâ Ülkü O cakları, son zam anlarda “Türklerin k u rd u ­
ğu on altı im p aratorluk ve seksen altı d evletten ” söz ediyor.
B ir zam anlar A tatürk K ültür Dil ve Tarih Y üksek K urum u
B a şk a n lığ ı y a p m ış o lan S u at İlh a n ise, ta rih te 2 0 0 ’e y a k ın
T ü rk d ev leti b u lu n d u ğu n u yazm ıştır.* K ısacası, ”T ürkIerin
d evlet kurm a yeteneği” açık artırm aya çıkarılm ıştır.
E ğer bu yolla “üstün ırk” ve “üstün m illet” teorileri ispat-
la n a ca k sa , T ü rk lerd en daha ön ce uygarlığa geçm iş ve d ah a
önce devlet kurm uş olan M ezopotam yalıların, Ç inlilerin, Yu­
nanlıların, İranlIların ve A rapların üstünlüğüne inanm ak ge-

S u a t İlh an , “A tatü rk çü lü ğü n E v r e n s e lliğ i” , A tatürk A raştırm alar D e r g isi, s. 16

345
İn sa n c a y aşam ın örneği: M o d e rn T ü rk iy e...

rekir. O ysa bütün bu süreçlerin, m illetlerin “doğuştan sahip ol­


dukları üstünlüklerin” dışında nesnel açıklam aları vardır; hiç­
bir m illet diğerinden üstün değildir. H er halkın tarihinde bir
b arbarlık aşam ası, bu nu n y u k a rı dön em lerin d e yaşan an bir
“kahram anlık çağı”, daha sonra köleci veya feodal biçim lerde
uygarlığa geçilen ve d evlet kuru lan çağ ve kap italizm e geçiş
aşam aları bulunm aktadır. Bazı m illetler ise çağım ızda sosya­
lizm i kurm a dönem inde yaşıyorlar.
(Doğu Perinçek: B ozkurt Efsaneleri ve G erçek, s. 85-86; K ay­
nak Y. 1997 İst).

H alikarn as B alık çısı, “A n ad olu E fsan eleri” adlı yapıtında;


din üzerine konuşm adan durum u en güzel biçim de açıklıyor:
“...K serk es’in, Ç anakkale B oğazı üzerine kurduğu köprüyü
. yıkan fırtınanın üç gün üç gece sürdüğünü, am a falcıların d e­
niz p erileri N ereid ’lere kestird ikleri kurbanlarla rüzgârların
durduğunu yazıyordu...”
H erodot, bu doğa olayını günüm üzden 24000 yıl önce şöyle
açıklayıverdi: “Bana kalırsa rüzgâr kendiliğinden durdu...”
Bu da gösteriyor ki, insan usunun bilim sele dayanan sonuçları
hiçbir zam an şaşmaz!

Zam anında kör gidişe u y an d a bulunan değerli eleştirm ecileri­


m izden A L İ D Ü N D A R , D il ve B ilinç adlı yapıtında (T ürk D ili
D ergisi, Laik Toplum -Laik Devlet, 1988, Der. yönetm eni: A hm et
M iskioğlu), kara yöneticilerin yanlışlarını şöyle sergiliyor:

“ ...H alkım ız nam az kıldıracak, ölülerini yıkatacak din ad a­


m ı bulam ıyor.” Ya da ‘Aydın din adam ı yetiştirm ek’ gibi, kim i­
lerin ce ‘m asum ’ ve haklı bulunan gerekçelerle uç veren dinsel
yönelim giderek güçleniyor; laik k u ru m la n şurasından b u ra­
sın d an kem irerek, ilerlem esini sürdürüyor. N am az kıldırm ak
ve ölü yıkam ak için eğitildiği söylenen ve beyinleri yıkanarak
ça ğ d a ş b ilim ve u yg a rlık v erilerin e k ap atılan yığın la in san ,
d evletin laik kurum larına yerleştiriliyor. Y önetim alanı, tüze
alan ı, eğitim ve ekin alanı im am kafalı, im am ve m olla d avra­
n ışlı insanlarla dolduruluyor. ‘.. Şeriatçılar, laik T ürkiye Cum -
h u riyeti’ne karşı sessiz ve derinden yürüyen bir savaş b aşlat­
m ışlardır. Savaş adım adım siper ve toprak kazanarak sü rü ­
yor. A m aç, laik devletim izi yeniden teokratik bir devlete d ö­
nüştürm ek ve ardından da -zam anı gelince- hilalefeti geri ge­
tirm ek. “Bu ve benzeri yakınm aları, uyarıları devletin en yüce
k atlarında oturanlar da yineliyorlar. Fakat bir türlü olanlara
el atıp önlem koyam ıyorlar; dur, yeter diyem iyorlar...”

L aik T ürkiye C um huriyeti için değerli savaşım cım ız Prof. İl­


han A R SE L , D iyanet’e C evap adlı yapıtında gerçekleri sergiliyor
apaçık:

Ebû D a v u d ’un Sünen adlı yapıtında M uham m ed’in şu sözleri


var: “(S iz M ü slü m a n la rla ) k ü ç ü k (çekik) g ö zlü toplum , T ürkler,

347
savaşacaklardır. Siz onları, üç kez önünüze katıp götüreceksiniz,
süreceksiniz. Sonunda A rap yarım adasında karşılaşacaksınız.
Birincide onlardan kaçan kurtulur. İkincide kimi kurtulur, kimi
yok edilir. Üçünciideyse onların tümü kırılacaktır.”

Öte yandan K u r’an ’ın K eh f (ayet 83-101) ve E nbiyâ (ayet 96)


Surelerinde yer alan “Ye’cüc ve M e’cüc” deyim i, M uham m ed’in
yu k ard ak i şekilde tan ım lad ığ ı “T ü rk le r” an lam ın a gelir. B unun
böyle olduğunu sadece İslam yazarları (örneğin Belûzî yada Celâ-
Ieddin es Suûtî gibi ünlüler) değil fakat ünlü T ürkyazarları da ka­
bul etm işlerdir. Örneğin O sm anlı dönem inin ünlülerinden Ahme-
d î’nin İskendernam e'sinden, A sım E fendi’nin O k yanus'una ya da
A hterî M ustafa E fendi’nin A hteri-K eb ir’ine varıncaya kadar Türk
bilginlerinden birçoğunun y apıtlarında, T ü rk ’ü “Ye-cüc ve M e-
cüc” şeklinde “ yayvan suratlı, küçük gözlü, fela k et getirici” ,
“u ygarlık sön dü rücü” nitelikte tanım layan şeriat hüküm lerinin
yüceltildiği görülür.*
A rap ’ın tarihî “Türk düşm anlığını “yaratan şey, işte bu hüküm ­
lerden kaynaklanır. Bu h ü k ü m lere sarılarak ve d a y an arak tır ki,
A raplar, (B e d e v i’sinden Ş e y h ’ine v arıncaya k ad ar) silinm ez b ir
düşm anlık duygusuna kapılm ış olarak T ü rk ’ü “ yabani”, “vahşî”,
“k a n a su sa m ış”, “ca n i r u h lu ” , “fik ren y e te r siz ” , “ h a y v a n a
y ak laşık ”, “insanlığa felaket getirici”, “İslam uygarlığın yok
edici” vs... şeklindeki niteliklerle tanım lanm ışlardır. Bu düşm anlık
1400 yıl sürm üş ve hâlâ da sürm ekle ve her vesileyle kendisini
belli etmektedir.

G erçekleri gün ışığına çıkaran eleştirm ecim iz E rdoğan A Y ­


DIN, “N asıl M üslüm an O lduk?” adlı özlü yapıtında şöyle diyor:

(* ) BüUin bu h usu slar için B u h arîn in e 's - S ah ih (K ita b u 'l-C ih â d ), M ü s lim ’in e 's-S a -
hih (K ila b u 'l F ile n ), Elıu D a v u d 'u n S ü n en (K itab u 'l -M cn u h im ); N e s c î’n in S ü n en (K ita-
b u'l C ilıâ d ), tbn M â c e 'd e B âbut- Türk b ö lü m ler in e, benim A rap M illiy e tç iliğ i v e T ürkler
adlı k itab ım a (İlk b asım , A nkara Hukuk F ak ü ltesi tarafından 1973 y ılın d a , 4 . b a sım İnk ı­
lâp K ita b ev i tarafından 1987 y ılın d a ) v e Turan D u r su n ’un D in B u adlı k itab ın a b a k ın ız.

348
G erek İslam ın, gerek burjuva ideolojisinin ahlâki sald ırıla­
rıyla dum ura uğratılm ış insanlar olarak bugün bize çok ters
g eleb ilir am a a n ım san m alıd ır ki, eski Türkler, yıkanm ak da
d ahil her yerde kadın erkek birlikte oldukları halde cinsel suç
oranı yok düzeyinde olan bir toplum örneği oluşturuyorlardı.
K avim sel/dinsel kültürleri gereği Türklerde kadın erkek ilişk i­
leri öncelikle insan ilişkileri olarak algılanıyordu... Tıpkı Ko-
lo m b ’un ağzından; “ ...gerçi çıplak dolaşıyorlar am a d avranış­
ları terbiyeli ve özgüye değer” olan K ızılderililer gibi T ürkler
de fuhuşu bilm eyen bir toplum du.
B izza t Y. K a n d em ir’in aktarm asıyla; “ O ğuz T ü rk lerin d e
kadın erkeklerden k açm az ve vücudunun hiçbir yerini in san ­
lardan gizlem ezdi. (İslam m isyoneri) İbn-i Fadlan bunu şöyle
b ir m isalle anlatıyor: <B irgün bir adam ın evine m isafir olduk.
A dam ve karısıyla birlikte oturuyorduk. K adın bizim le görü ­
şürken bir aralık gözüm üzün önünde avret yerini açıp k aşım a­
ya b aşlad ı. Biz u tan cım ızdan gözüm üzü kapatıp ‘esta ğ fu ru l­
la h !’ dedik. K ocası güldü. Tercüm ana; onlara söyle, bu kadın
onu sizin huzurunuzda açıyor. Siz de onu görüyor ve k oru yor­
su n u z. Sizden ona h içbir zarar gelm iyor. Bu hareket kadının
onu örtüp de başkalarına m üsaade etm esinden daha iyidir d e­
di >. İb n -i Fadlan sözlerin i şöyle bağlıyor: <Z ina diye birşey
bilm ezler. Böyle bir suç işleyen birini ortaya çıkarırlarsa onu
iki parçaya bölerler...”

D eğ erli siyasalcı ve aydın eleştirm encilerim izden D oğu PE -


R İN Ç E K , K em alist D evrim -2, Din ve Allah adlı yapıtında “K e­
m alizm , insanın evreni bilebileceği kanısındad ır” deyip gerçek­
leri gözler önüne koyuyor:

Evrenin bilinebilirliği
K em alizm , varlık ile bilgi arasındaki ilişkiye de m ateryalist bir
yanıt verm iştir; insanın evreni bilebileceği kanısındadır. Tarih k i­

349
tapları, bilgim izin sınırının “son yüzyıllarda yapılabilm iş keşiflerin
ötesine geçem eyeceğini” belirtirler. Ancak her günkü yeni keşifler­
le bilgilerim izin sınırı genişlem ektedir.”*
A tatürk, insan zekâsının doğanın sırlarını çözeceğine ve bekleni­
len gerçekleri ortaya koyacağına “kesin” gözüyle bakar. Doğada hiç-
birşeyin yok olm ayacağından hareketle, ilerde insanlığın geçmişten
kalan ses dalgalarını da saptayabileceğini ve binlerce yıl önce söy­
lenmiş sözleri belirleme olanağına kavuşacağını belirtir.** G örüldü­
ğü gibi, Kem alist devrimciler, bilinm ezci idealizmi reddederler.

Toplumda: Determinizm ve “Pratik Maddiyatçılık"


K em alist D evrim ’in önderleri, felsefelerini “tarihte determ inis­
tiz, icraatta pratik m addiyatçıyız” diye açıklamışlardır.*** Bu açık­
lam ayı M eclis kürsüsünden İçişleri B akanı yapm aktadır. Ö yle an­
laşılıyor ki, konu, A tatü rk ve çevresinde tartışılm ış ve sonunda
böyle bir form ülde karar kılınm ıştır.
D eterm inizm (G erekircilik), doğadaki süreçlerin ve olguların
evrensel ve nesnel bir nedenselliğe dayandığını kabul eder. Kem a-
listler, “tarihte determ inistiz” açıklam asıyla, yalnız doğanın değil,
toplum un da nesnel yasalara bağlı olduğunu kabul ediyorlar. M ah­
m ut E sat Bozkurt, D evrim Tarihi derslerinde D eterm inizm i, “m il­
letlerin haklarına kavuşm aları için” ihtilâlin gerekliliği ve kaçınıl­
m azlığı olarak açıklar.****
“İslam Ç ağım ıza Yanıt Verebilir m i?” adlı yapıtında Server
TA N İLLİ, im ge cennetinin deliklerini, yaralarını, İslam ’ın tutm az
yanlarını onurlu bir eleştirm eci olarak belirleyip, ortaya koyuyor:

( * ) T ürk T arihinin A n a H atları, s. 5 vd ; T arih, 1, s . l .

^**1 A fe t İn an ’ın 9 O cak 1 9 3 6 g ü n ü D T C F ’n in a ç ılış ın d a v er d iğ i ilk d ersin b a zı b ö ­


lü m leri A tatürk yazd ırm ış. B k z. A fe tin a n , A tütürk H ak k ın d a H atıralar v e B e lg e le r , s.
2 4 2 , vd .

(* * * ) İçişle ri B ak an ı Şükrü K a y a n ın k o n u şm a sı için B k z. T B M M Z ab ıt C erid e si,


c . 16, D e v r e V , s. 59 -6 1

( * * * * ) M ah m u t E sat B ozk u rt, A tatürk İh tilâ li, s. 198.

350
“ ...İlk göze çarpan, İslâ m ’ın bağrında bir yara gibi duran
k ad ın -erk ek eşitsizliğ i, old u ğu gibi C ennete de yan sım ış d u ­
rum da. G erçekten, C ennette sunulan nim etlerden, her bak ım ­
dan aslan payını alan erkek oluyor; m üm in kadınlar, ahret k a ­
d ın ların d an farklı olarak , erkeğin e bağım lı, sırası geldiğinde
erkeğini “m em nun eden, sonra da bir kenarda oturan bir k o ­
num dadır.” Ö zetle k adın-erkek eşitliği, ütopik bir evrende bile
söz konusu değil; kadın C ennette bile kurtulam am aktadır.
İkinci olarak, C ennet, uşak, hizm etçi (sübyan/huri) türü sı­
n ıf farklılıklarının doğurduğu öğelere yaslanıyor; ayrıca dere­
celere ayrılan C ennette eşitlik ve ebedi bir kurtuluş yok; C en ­
nete girm enin koşulları ise, öteki dinlerin ölçülerini kabul e t­
m eyen, yalnız İslâm ’ın ölçülerini dayatan türden.
Ü çüncü olarak, bu dünyada yasaklanm ış ve C ennete girm e­
yi önleyecek haram şeylerin (kadın, şarap, cinsellik, vb.) Öte
d ü n yad a helâl sayılm ası ve ulaşılm ası gereken ödül türünden
h ed efler olarak gösterilm esi, tam bir çelişki. Bu dünyada ya­
saklanan, neden C ennette oluyor; orada helâl olacak, bu dü n ­
yad a yasaklanm asının an lam ı ne?..”
Kureyş Tanrıelçisi M uham m ed, “her şeyin üstesinden gelm iş
old u ğu n u ” savunduğu A llahı’yla birlikte köleciliği kaldıramamış­
tır. Bu gerçeği ortaya koyan eleştirmecimiz Faik BU LUT, “Tari­
kat Serm ayesinin Y ükselişi” adlı kapsamlı yapıtında şöyle diyor:
“ ... Ö zel m ü lkiyetin veya m ülk iyet hakkının m eşruluğuna
ilişk in bir örnek de “ İslam devrinde köleliğin m übah olm ası,
k öle em eğinin yoğun biçim de söm ürülm üş olm asıdır.” * E n b ü ­
yü k hırsızlıklardan birisi de budur. Ç ünkü, insan em eği ç a lı­
n ıp , servet biriktir ilm ektedir.
İsla m ö n d eri M u h a m m ed , a h lâ k i a çıd a n k ö lelerin azad
edilm esini vaaz edip durm uşsa da, em rinde çok sayıda köle b u ­
lu n d u ğu n u h erkes biliyor. D aha da ön em lisi, M u h am m ed ’in
“ bir keresinde, em rindeki 20 kadar köleyi, am cası A bbas’a ça ­
lışm ak ve ticaret yapm ak için ödünç verm iş olm asıdır.” ** B iz­

( * ) F a ik B u lu t, a ge.
( * * ) C e v a d A li, a g e , c . 5 . s . 5 7 0 -5 7 1 ; c . 7 .s . 4 6 3 - 4 6 4

351
zat bu olay, kölenin, İslam ’da henüz eşit insan m uam elesi de­
ğil» tersine efendinin m alı olarak görüldüğüne ilişkin ciddi bir
kanıttır.
O rtaçağ’da (900-1300’lü yıllarda) bile m üslüm an pazarında
köle ticaretin in önem li bir yeri bulunurdu. B u ticarete L üb­
nanlı H ıristiyanlar ya da Y ahudiler aracılık yaparlardı. K afile­
ler halindeki köleler İstanbul, K ahire, K urtuba, A frika, Ceno-
va, Prag, C enevre vs arasında sevkedilir dururdu. M üslüm an-
lar, Şeriat izin verm ediği için, sadece m üslüm an k ardeşlerini
satam azlardı. Z engibar gibi yerlerden getirtilen köleler tarım
işçisi olarak tarlalarda ya da kentlerde im alat işçisi olarak kul­
lanılırdı. K adın köleler bile çalıştırılırdı; ev işlerin d e olduğu
kadar genelevlerde de kullanılırlardı. D evlet asker olarak ye­
tiştirm ek ü zere çok sayıd a k ö le satın alırd ı. H er m üslü m an
ken tinde, insanların gid ip köle satın aldıkları bir esir pazarı
bulunurdu. Aşırı fiyat dalgalanm alarını önlem ek için, her esir/
köle pazarında bir resm i denetçi bulunurdu...”

“U m ut İn sa n d a ” adlı y ap ıtın d a, İnsan İn san ın K u rd u yk en


başlığıyla Ö ner YAĞCI, insanın değerini vurguluyor, sonra da sa­
natçıların görevlerini büyük b ir dikkatle belirliyor:
“...İnsana saygı gösteren, insana birbiriyle ve doğayla kar­
deşçe yaşayabileceği olanaklarını ve ütopyasını sunan bir ö r­
gütlenm e biçim ini m utlaka bulacak insan....
...G erçek sanatçılar öncülükleriyle politikacıların toplum la-
rını anlam aları için ipuçları verecek toplum sal dönüşüm lerin
haBercisidirler...”

D inler tarihi, tarihsel olaylar incelendiğinde açıkça görülen şu­


dur: Yeryüzünde adları belli 300 m ilyon tanrı var. Büyüklü küçük­
lü 20 bin din ve inanç topluluğu!
G ünüm üzden 3200, 2000, 1400 yıl önce göğe yerleştirilen gök
tanrılarının bulucuları da M usa, İsa, M uham m edi Bu üçü özdeş
tanrı denm iş olsa da; bu düşlem li tanrılar, davranış (karakter) bakı­

352
mından birbirinden ayrımlıdır, birbirine uymaz! Bu da bu tanrıların
ayrımlı konuşmalarından, birbirlerini yadsımalarından kolayca an­
laşılmaktadır. Böyle ayrımlı olmalarının nedeni de çok doğal. Bu
da, tanrıları konuşturanların ayrı kişiler olmasından kaynaklanıyor.
Bunlar, M usa, İsa, M uh am m ed ; ayrı gelenek ve göreneklerin,
toplumların insanları... Örneğin ben o çağlarda yaşasaydım, ben de
onlar gibi kendi kendimi Tanrıelçisi olarak atasaydım; Tanrı’yı ben
de benim dilimle, içinde yaşadığım toplumun gereklerine göre ko­
nuşturacaktım!. Konuşturduğum bu düşsel tanrı da benim buldu­
ğum Tanrı olacak; kendi konuşmamla, bulduğum tanrı da, daha
önceki tanrıları ya da dinleri yadsıyacaktı!.. Nitekim çağlarında
M usa da öyle yapmış; İsa da, M uham m ed de!
Bunların üçünün de birleştikleri bir durum var: Üçünün de çöl
insanı olmaları! Konuşmaları gelm iş oldukları toplumu yansıtır!
Bundan daha doğal ne vardır! Her insan az çok kendi toplumunu
yansıtır!.. İster istemez her insan geldiği toplumun siyasal, ekono­
mik vb. gereklerini içerir. “Kutsal” diye adlandırılan kitapların dili
araştırılınca gerçekler günışığı gibi ortaya çıkmaktadır!
Bu üç tanrıelçisinin dönüm lerinde yaşayan halk gelenekleri
doğrultusunda onayladıkları konuşm alar, söylen celer zam anla
“Tanrı sözü ” oldu.

İnsanın kendine dönmesi, kendi benliğini bulması, gerçek öz­


gürlüğüne kavuşması gerek... Bunun bir tek yolu var: İçimizdeki
boş tanrıları, boş tanrı inancını öldürmemiz gerek! Bunu yapama­
dık m ı, kölelik bırakmaz bizi; hiçbir zaman özgürlüğümüze kavu­
şanlayız. Bakınız! Önümüze sürülen tanrılar doğa olaylarına, ölü­
me, sayrılıklara her gün yenik düşmektedir! Bugün en koyu dinci,
en köktendinci böbreklerini vb. değiştirmek için bütün ivedisiyle
doktora koşuyor, Tanrıya değil!..

D in ve İnsan Sorunu adlı yoğun ve içerikli yapıtında Hüsen


Portakal; bilimin yadsınmaz gerçekliğini şöyle vurguluyor:

353
“ ...B ilim sel çağla b irlik te, h er şeyin K u r’a n ’dan ve dinsel
kültürden çıkm adığım , b un ların birer Tanrı esini olm adığını
gören M üslüm anlar zor durum a düştüler. D aha doğrusu, bi­
lim sel çağ, dinlerin beklem ed iği bir gelişm e oldu ve hazırlıksız
yakalandılar. Bir sürü soru ya yanıt verem iyorlar. Ö rneğin bi­
lim neden A dem ve H avva zam a n ın d a b aşlam ad ı? E skiden
insanlar hastalıktan k ırılırk en , günüm üzün ilaçları n eredey­
di? K utsal kitaplar ve peygam berler neden b ilim le ilgili bir
ipucu verm ediler. Tanrı neden böyle bir onuru önce paganlar
karşısında Y ahudilere, H ıristiyanlar karşısında M üslüm anla-
ra verm edi?
T apınaklara gidenler, y o lla rın ı değiştirip la b o ra tu v a rla ra
gitm eye başlayınca, bilim sel çağ başladı. G ünüm üzdeki bilim ­
sel gelişm eler, ilkel insanın düş ürünü olan m asallar dünyasını
artık geride bırakıyor. İnsanın gökte uçm ası, bir yanılsam a de­
ğil, yaşanan bir gerçek. D oğal olaylar ve m addenin kendisi ar­
tık bir giz değil. Ö rneğin M üslüm anların tabu nesnçsi olan K a­
b e’deki K arataş’ın kim sayasal analizi yapılabilir ve hangi m o­
leküllerden, hangi atom lardan oluştuğu söylenebilir...
B ilim lerin g elişm esi ve in sa n ın g ü n cel y a şa m ın d a d in sel
inançlardan daha çok ağır b asm ası, dinsel kurum lar için ger­
çekten bir şanssızlık oldu. Ö rneğin günüm üzde insan hastala­
nınca, ilk işi Tanrı’ya sığınm ak değil, doktora ve ilaca başvur­
mak oluyor. Ayrıca K ur’an bir yer-gök ayrım ı yapıyor ve gö­
ğün yedi katlı olduğunu ısrarla belirtiyorsa, böyle bir görüşün
çağım ızda artık geçerli olm adığı biliniyor. G üneş sistem i açık­
lanınca yalnızca dünyayı uzayın boşluğunda bulm adık, kutsal
kitapların açıklam aları da boşlukta kaldılar.
Eğer dinin dayanakları bir alanda yıkılıyorsa, din adam ları
bir alana ağırlık veriyorlar. Ö rneğin hukuk ve ahlâk alanına
kayıyorlar. Kilise artık bir bilim adam ını yargılam ıyor; papaz­
lar hüm anist konuşm alar yapıyorlar...”

354
1950’den bugüne kim liğini yitirm iş kim i kara politikacılar, on­
ların yandaşları elbirliğiyle; kişisel çıkarları uğruna dini de A llah ’ı
da alet ederek, A T A T Ü R K D E V R İM L E R İN İ hiçleyip T Ü R K İ-
Y E ’Y İ U Ç U R U M A S Ü R Ü K L E D İL E R !..
Bu durum a ne yazık ki, yıllarca seyirci kaldık!
Bu çürüm üşlüğü, kağşam ışlığı onarm ak için yapılan girişim leri
alkışlıyorum . A m a bunun yeterli olabileceğini sanm ıyorum ! D uru­
m u sü rek li o larak g ö z e tle m e k , d a h a d erin d e n ele alm ak g ere k
C um huriyet D evrim leri’ni tam anlam ıyla uygulam ak için! Çünkü
O rtaçağ kalıntısı düşlem ler; körü körüne A nadolu halkına, gerçek
eğitim den yoksun yığınlara durm adan pom palanm aktadırlar.

355
T A R İH S E L , B E L G E S E L K A Y N A K L A R

A D A M S, C J: A re a d e r’s guide to the great religions, 1965


A H M A D , A: îslam ic m odernism in India and Pakistan 1967
A N D E R S S O N , E: R eligion och m agi hos A fricas naturfolk,
1936
A N D R A E , T; W ID E N G R E N G: M uham m ed, hans liv och hans
tro 1967
A N ESA K I, M: H isto rf of Japanese religion 1968
A R SEL, İlhan: D iyanete Cevap, K aynak Y. 1996 İst.
A R SEL, İhan: Ş eriat’tan kıssalar, K aynak Y. 1996 İst.
AYDIN, Erdoğan: N asıl M üslüm an O lduk, Başak Y. 1994 Ank.
A U LEN , G: Jesus i nutida historisk forskning, 1973
B A L JO N , J: M odern M üslim K oran interpretation 1961
B A M M , P. Sa började kristendom en 1960
BA RRETT, C K. T he N ew Testam ent background, 1956
BAYET, J. H istoire politique et psychologique de la religion
rom aine 1957
B ER G ER , M . İslam in Egypt today 1970
B E R G M A N , J. Varldens religioner, 1983
BER G SL A N , K. H ittitene, I: N orsk Teol. Tidskr, 1941
B İR D O Ğ A N , Nejat: Çelebi C em alettin E fen d i’nin Savunm ası,
B erfin Y. 1994
B LA C H E R E R. Introduction au C oran 1947
B LIN ZLE R , J. Jesus inför ratta 1962
B LO M B E R G , C. Sam urai religion, 1976-77
BO LTER A , J. L a relgion babylonienne, 1952
B R IE M , E. P a trons trökel 1948
BU LTM A N N , R. Theologie des N euen Testam ents 1953
BULUT, Faik: Tarikat Sermayesinin Yükselişi, Öteki Y. 1995 İst.
B U R LA N D , C. N ort A merican Indian m ythology 1968
C A N A A N , T. M oham m edan serints and sanctuaries in Palesti-
ne 1927

357
C A R R IN G T O N , Ph. T he early chirstian church 1957
C EM İL SEN A : Filozoflar A nsiklopedisi, R em zi Kit. 1976 İst.
C H O U C R O U N , I M: Le Judism e, doctrines et preceptes 1951
CRA G G , K. The event o f the Q u r’an 1971
C U LLM A N N , O: Christologie des N euen Testam ents 1958
C U L L M A N N O: N ya testam entets lara om dopet 1952
CU M O N T, Fr. Les religions orientales dans le paganis romain
1906
D AG, M ehm et: Bir B ilim ciye yakıştıram adım , C um huriyet, İst
1993
DAVIES, W D: Paul and R abbinic Judaism 1948
D E M İR E L , D r wur Hakkı: Tevrat, M üjde Y. 1996 İst.
D ER M EN G H EM , E: Le culte des saints dans l ’İslam maghre-
bin 1954
D E M A R G N E , P. Les religions pr6-heleniques, H istorie des re­
ligions, 1955
D IETER LEM , G: Essai sur la religion bam bara, 1951
D IN Ç O L, A li M: A nadolu U ygarlıkları A nsiklopedisi I, Hititer,
1982, İst.
D H O RM E, E: La religion assyro - babyllonienne, 1910
D O D D , C H: K ristendom ens grundare 1970
D O N A LD SO N , D: The S h i’ite religion 1937
D O R ESSE, J. Les livres secrets des gnostiques d ’Egypte, 1-2,
1958-59
DAW SON , J. A clssical dictionary of H indu m ythology and re­
ligion 1953
D U C H E S N E -G U IL L E M IN J: L a relig io n de I ’Iran ancien,
1962
D R O W E R , E S: The M andoeans o f Iraq and Iran 1937
D U M EZIL, G: La religion rom aine archaique 1966
D U R SU N , TU RA N : Tabu Can Ç ekişiyor, D in Bu I, K aynak Y
1991 İst.
DUVAL, P-M : Les dieux de la G aule 1957
D Ü N D A R , Ali: Dil ve B ilinç, Prospero Y. 1995 Ank.
ELERT, W. M orphplpgie des L uthertum s 1-2 1931
E L IA D E , M. LE M ythe de l’eternel retour, Paris 1949
E R G Ü V E N , Abdullah Rıza: G üneşe A çılm ak, Yeditepe Y. İst.
1978
E R G Ü V E N , A bdullah Rıza: C harles B audelaire, Yaba Y. İst.
1984
E R G Ü V E N , A bdullah Rıza: burdan Öte, Yeditepe Y. İst. 1981
E R G Ü V E N , A bdullah R ıza: K ırm ızı H oroz, Y editepe Y. İst.
1981
E R G Ü V E N , A bdullah Rıza: Yunus Em re, Yaba Y. İst. 1982
E R G Ü V E N , Abdullah Rıza: Toprak v e İnsan, Yeditepe Y. İst.
1982
E R G Ü V E N , A bdullah R ıza: T ü rk H alk Y azını, Yaba Y. İst.
1983
E R G Ü V E N , Abdullah Rıza: Fransız Şiiir, Yaba Y. Ank. 1985
E R G Ü V E N , A bdullah R ıza: S an at ve E ro tizm , Yaba Y. İst.
1988
E R G Ü V E N , A bdullah Rıza: A nam ız A ğlam ış B izim , G erçek S
İst. 1988
E R G Ü V E N , A bd u llah R ıza: E v re n b ilim ve T anrı K av ram ı,
G erçek S İst 1989
ER G Ü V E N , A bdullah Rıza: M ilyonlar K alkacak Ayağa, G er­
çek S İst. 1989
E R G Ü V E N , A bdullah R ıza: E v ren ve Y aratı, G erçek S. İst.
1990
E R G Ü V E N , A bdullah Rıza: H u riler ve G ılm anlar, G erçek S
İst. 1991
E R G Ü V E N , A bdullah R ıza: Y asak T ü m celer, B erfin Y İst.
1993
E R G Ü V E N , A bdullah R ıza.U niversa-K ozm ik Çorba, G erçek S
İs t.1991
E R G Ü V E N , A bdullah Rıza: T anrılar N eyi Yarattı, Berfin Y
İst. 1994
E R G Ü V E N , A bdullah Rıza: G ece de G üneş Doğar, Berfin Y
İst. 1997
FAKHRY, M. A H istory o f Islam ic Philosophy, 1970

359
FER TU G IE R E , A. La G rece, G orce-M ortier, H istoire GĞneral
des R eligion 1944
FIN E G A N , J. The A rcheology o f W orld R eligions 1952
F O L K E , T: I d rak en s sk u g g a, S tu d ie r i K inas fo lk religion
1923
FO U C H E R , A: Les vies antterieues du B ouddha, 1955
FO U C H E R , A: La vie du B ouddha d ’apres les textes et les mo-
num ents de l ’Inde 1949
FRA NK FO RT, H. A ncient E gyptian religion, 1948
FU G IER , H: R evherches sur l ’expression du sacrd dans la lan-
gue latine 1963
G A R D IN E R , A. T he attitude o f the ancient E gyptians to death
and the dead 1935
G IB B , H: M odern trends in İslam 1945
G O R C E , M; M ORTINER, R. H istoire generale des religgion,
1-5, 1942-51
GRAY, J: N ear Eastern m ythology 1969
G RA N T, R M: G nosticism e and earlyachristinity, 1959
G R E N IE R , A. Les religions etrusque et rom aine 1948
G R IM M , G: T he doctrine of the Buddha, 1957
G R Ö N B E C H , B: Etruskerna, E tt försvunnet folk, 1956
GUIART, J. Les religions de l ’O ceanie, 1961
G U TT M A N , J. Philasophie o f Judaism , 1962
GURNEY, O. Hittite religion, 1952
G U TER B O C H , H. Hittite religion, forgetten religions, V. Ferm
1949
H A H N , S; BRO D Y A, FU R ST E N B E R G W: Judarnas historia,
1950
H A LD A R , A: Det babyloniska skapelseeposet 1952
H A LİK A R N A S BA LIK ÇISI: A nadolu Tanrıları, Yeditepe Y.
İst. 1974 - A nadolu Efsaneleri, Y editepe Y. İst. 1974
H A LM A N , Talat S: Eski M ısır Şiiri, Türkiye İş Bankası, K ül­
tür Y. 1972
H A N Ç ER LİO G LU , Orhan: Felsefe A nsiklopedisi, C 1-7 R em ­
zi K. İst. 1978

360
HANDY, E: Polynesian religion, 1927
HOODBH O Y , P: İslam and Science, zed Books, Cep Kit. 1994
H O O K E , S H: B abylonian and A ssyıian religion 1953
H OLM O V IST, W: Sveriges forntid och m edeltid 1949
H ERBERT, J: Spritualite H indou, 1947
HU LTK A N TZ, A: D e am erikanska religioner, 1967
ID E H IS T O R IS K L A S E B O K : B a n d I, G id lu n d , S ö d e rta lje ,
1982
IZU TSU , T: Ethico-religius concepts in the Q u r’an 1966
JA M E S , W. D en religiösa erfaren h eten i dess skilda form er,
1974
JER EM IA S, J: B arndopet under de fyra forsta arhundraderna,
1959
JO H A N SSO N , N. D et urkristna nattvards firandet 1944
JU N O D , H. T he life o f a Sout A frican tribe 1927
JVANOV, W. B rief survey o f the evolution of Ism ailism 1952
K A PEL R U N D , A S: B a ’al in the R as Sham ra texts, 1952
K A R LG R E N , B: R eligion i K ina, 1964
K A R ST E N , R: Inkariket och dess kultur i det forna Peri 1938
K A R ST E N , R: Sam efolkents religions 1952
K E IT H , A B: T h e relig io n an d p h ilo so p h y o f the V eda and
U panishads 1925
K IN IK O Ğ L U , N ihat: G ök ve Yer Ayrılıyor, C um huriyet, A ra­
lık 1992
K R A EM E R , I: K rıstendom ens budskap i en icke-kristen varld,
1940
K R A N E R , S N: T he Sum erians 1963
K R A M R ISC H , S: T he H indou tem ple 1946
K O R A N E N , Zettersteen, K V çevirisi, 1979
K U R ’AN -I K ERİM ve açıklam alı meali: Türkiye D iyanet Vak­
fı Y. A nk 1993
LABAT, R: Le caractere religieux de la royaute assyra-babylo-
nienne 1939
LEAKEY, R: H ur m anniskan blev till, N atur och kultur, Stockh
1995
361
L EW IS, B: The origine o f Islam ism 1940
LEV EN SO N , J: C onfician C hina and its m odern fate 1964
LEEN H A RD T, M: D o K am o, le m ythe et la personne en M ela-
nesie 1947
LEN H A M M A R , H: G enom tusen ar. H uvudlinjer i N ordens
kyrkohistoria 1971
LIEN H A R D T, G: D ivinty and experience. T he religion o f the
D inka, 1961 ---------
LIN D B L O M , J: Profetism en i İsrail 1934
L JU N G B E R G , H: Den nordiska religionnen och christentum ,
1948
M A N ŞO N , W: Jesus the M essiah 1952
M EL A N D E R , E: K locka och trolltrum m a, 1914
M EL C H IO R , M: Den Judiska tron, 1950
M E T R A U X , A: R eligion and Sham anism , H A N D B O O K O F
South A m erican indians 1949
M B ITI, J: A frican religions and philosophy 1969
M ILES, J: Gud, En biografi, Stockh 1997
M IRSKY, J: G ud har m anga boningar, M alm ö.
M O U L IN IE R , R: O rphde et lö rp h ism e â l ’ep o q u e classique
1953
M O N TG O M E R , W. İslam and the integration of society 1961
M O R EA U , J. Les persĞcution du C histianism e dans le em pire
rom ain 1956
MURRAY, R. Sym bols o f church and K ingdom , A studry in
Early Syriae tradition
M Ü L L E R , E. Variden h ar b livit annorlunda 1954
N A SR , S H: İslam and R ealities o f İslam , London 1971
N IELSE N , E. H andskriftfundene i ju d a örken 1956
N IK H IL A N A N D A , S: H induism ens vasen 1955
N IL SSO N , M P: The M innoan-m ycenaean religion and its sur-
vival in G reek religion 1950
N Y B ER G , H S: Irans forntida religioner 1937
O D EB E R G , H: Fariseism och kristendom 1943
O N O , S: Shinto. The karni w ay 1962
362
PA ILLA RD , J: N arm are Paulus 1966
P E D E R S E N , J: M u h am m ed en sk m y stik , En sam ling texter,
1952
PE K Ü N L Ü , E. R ennan: B üyük Patlam a, A stronom i M agazin,
İzm ir 1994
PER İN Ç E K , Doğu: B ozkurt Efsaneleri ve G erçek, K aynak Y.
İst. 1997
PER İN Ç E K , Doğu: Aydın ve Kültür, K aynak Y. İst. 1996
PER İN Ç E K , Doğu: K em alist D evrim II, Din ve A llah, K ay­
nak Y. İst. 1994
PER İN Ç E K , G. Var tids religioner 1974
PO RTA K A L, Hüsen: Din ve İnsan Sorunu, Toplum sal D önü­
şüm Y. İst. 1997
R E N O U , L: Religions o f ancien India, 1953
R E U T E R SH IÖ L D , E: K allskrifter till Lapparnas religion, 1910
R IN G G R E N , H; Ström A: R eligionerna i historia och nutid,
A rlöv 1993
R IN G G R E N , H; F ram re o rien ten s relig io n er, i gam m al tid,
1967
R IN G G R E N , H; Tro och Liv enligt dödshavrullam a, 1961
R IN G G R E N , H; religionens Form och funktion,1968
R O B IN SO N I: T he body. A study in Pauline theology 1953
R O D IN S O N , M: M u h am m ed , O m p ro fe te n s liv och Islam s
uppkom s, 1981
SA H LG R E N , J: H ednisk gudalara och nordiska ortnam n, 1950
SCHAYA, L: The U niversal m eaning o f the K abbalah, London
1971
SH A R M A , D: Studies in the renaissance o f H induism , 1944
SM ITH , M: R eadines from the m ystics of İslam 1950
SM IT H , M: The Early history o f G od, Yahweh and O ther De-
ities in A ncient Israel, San Francisko, 1990
SLO TK IN , J. The Peyote religion. A Study in Indian vvhite re-
lations, 1956
SÖ D ER B L O M , N. F ram m ande religionsurkunder. 1-3, 1907-
1908
363
STEN D A H L, K: Paul am ong Jew s and G entils and other essys
1976
STAUFFER, E: Den historiske Jesusi ny belysning 1960
SU N D EN , H: Zen, H istorisk analys och betydelse 1967
TANİLLÎ, Server: İslam Ç ağım ıza Yanıt V erebilir m i? Say Y.
İst. 1991
TAYLOR, L R: The divinity o f the Rom an em peror 1936
TAYLOR, V: The life and m inistry o f Jesus 1954
TAYLOR, J. Sasom i begynnelsen. En bok om A frikansk religi­
on, 1965
TAYLOR, V: The person o f Christ in New testam ent teaching
1958
TH O M A S, E: The life o B uddha as legend and history, 1930
TO N Y B E E , A: C hristianity am ong the religions o f the w orld
1958
TR IM IN G H A M , J: T he influence o f İslam upon A frica 1968
VANDIER, J: L religion egyptienne, 1949
VAROL, Ahmet: Kur-an m eali, O zan Y. İst. 1995
W ESSEN , E: Studier till Sveriges hedna m ytologi Och fornhis-
toria 1924
W ESSE L S, A: A m odern arabic biography M uham m ed 1972
W ETLER , G P: D et rom erska varlds valdets religioner 1918
W ID E N G R E N , G: T h e A ccadian and Hebrevv psalm s o f la-
m entationas raligious docum ents 1937
W ID EN G R EN , G: M uham m ed, the apostle o f G od and his as-
cension 1955
W İLSO N , R: G nosis and the N ew Testam ent oxford, 1908
W IN G R EN , G: Luthers lara om kallelsen 1942
W IT H E R S P O O N , L ang u ag e and art in the N avajo U nivers,
1982
Y A Ğ C I, Ö ner: U m ut İn san d a, T oplum sal D önüşüm Y. İst.
1997
YANG, C: Religion en C hinese society 1961
Z A E H N E R , R C: T he daw n and tw illig h t o f zoroastrianism
1961

36 4
Abdullah Rıza Ergüven’in Şiir Kitapları

YALNIZLAR Varlık Yayınları 1958


SEVİDEN YANA ““ 1963
G ÜNEŞE AÇILMAK Yeditepe Yayınları 1978
YANIK TOPRAKLAR " ‘ 1978
B URDAN ÖTE "“ 1981
KIRMIZI HOROZ "“ 1981
TOPRAK VE İNSAN ““ 1982
DENİZE KARŞI Yaba Yayınları 1983
A NAM IZ AĞLAMIŞ BİZİM Gerçek Sanat Y ayınlan 1988
G ÖÇEBE YAĞMURU ““ 1988
GÖRÜNÜM LER ““ 1988
KİRAZ AĞACI 1988
ÖNDEKİ ADAM ““ 1988
MİLYONLAR KALKACAK AYAĞA “ ‘ 1989
G ÜNEŞLER UYUMAZ ““ 1989
G EC E YAKILAN TÜRK ÜLER ““ 1989
AYÇİÇEKLERİ ““ 1989
ANİ DAHİ ANDA ASM IŞLAR ““ 1991
GELİN DOSTLAR BİR OLALIM ““ 1991
ALİYE VELİYİ ANLATTIM DİYE ““ 1991
HURİLER VE GILM ANLAR ““ 1991
İDRİS BÖYLE DEDİ ““ 1991
ÇÜN ZAM AN ERM İŞTİR ““ 1991
SULAR SESSİZ AKMAZ “" 1991
MAĞARADAKİ İNSAN ““ 1992
DAHA OKUMAK VARDI ““ 1992
YARALI KUŞ ‘ ‘ 1992
AÇLIK VE SAVAŞ “" 1992
GECE İŞIĞA DOĞRU "“ 1992
TANRILAR ÖLÜYOR “ ‘ 1992
AĞACA TIRMANAN ADAM ““ 1992

365
BİR ÖĞLE ÜSTÜ ““ 1992
BEN TOPLUMUN AYNASIY1M •' 1992
BİR ELİM ANADOLU Berfin Yayınlan 1993
NALLARI AĞIR ATLAR ““ 1993
TABANCAM IN İPEK BAĞI “ ‘ 1994
ANA UYANDIR BENİ .... 1994
VE BEDREDDİN “ “ 1995
ZAM AN VE ATEŞ “ 1995
YAĞMUR VE BULUT “ “ 1995
KUYUYA DÜŞEN AY “ " 1996
ÜVEYİKLER “ “ 1996
VENESSA 1996
TERSİNE AKAN IRMAK "“ 1996
TARİH YAZILMADI "“ 1996
GÜN KİMİN İÇİN "“ 1996
SEVGİLER TÜKENMEZ ““ 1997
ACI SERÜVEN ““ 1997
AĞIR SERÇELER ““ 1997
ACI SICAK ““ 1997
BURÇLAR KUŞAĞI ““ 1997
AKŞAMA DOĞRU ““ 1997
AŞK BİRAZ DA GÜLÜ SEVMEK ““ ?
KÖKÜNDEN SÖKÜLEN AĞAÇ ““ ?

A bdullah R ıza E rgü ven ’in Ç evirileri

BAU DLA İRE’DEN ŞİİRLER Varlık ve Yaba Y. 1961-1984


JAQUES PREVERT Yeditepe Y. 1980
SAİNT-JOHN PERSE ““ 1982
FRANSIZ ŞİİRİ (Antoloji) Yaba Y. 1985
MAYAKOVSKİ (Mektuplar) Berfin Bahar Y. 1997
ii <1
MAYAKOVSKİ (Yaşamı, şiirleri) 1998
İSVEÇ ŞİİRİ (Antoloji) Stokholm Üni. HLS. Y. 1991
ALAİN BOSQUET Berfin Yayınları 1993
CALİGULA (A. Camus, Oyun) “ ik 1993
PAUL ELUARD "“ 1993
RONYA-EŞKIYA KIZI ““

366
Abdullah Rıza Ergüven’in Araştırma-İncelemeleri:

YUNUS EMRE, (Bütüıı Yönleriyle) Yaba Yayınları 1982


TÜ RK HALK YAZINI ““ 1983
SANAT VE EROTİZM ““ 1988
SANAT VE İNSAN ““ 1988
VARLIĞIN ÖZÜ Gerçek Sanat Y. 1989
İNSAN ““ 1989
TARİH BOYUNCA GÖK NESNELERİ ““ 1989
ÜNİVERSA-KOZM İK ÇORBA ““ 1991
BAŞKA DÜNYALAR ““ 1991
TANRILAR NEYİ YARATTI? Berfin Yayınları 1994
DİNLERİN KÖKENİ VE İSLA M ’DA REFORM “ “ 1996
SUMER-HULUPPU AĞACI Kaynak Yayınları 1999
TANRILARI NASIL YARATTIK Berfin Yayınları
ŞİİRİN KİMLİĞİ, TOPLUM DAKİ YERİ
EVRENBİLİM VE TANRI KAVRAM I ““ 2000

A bdullah R ıza E rgü ven ’in R om anları:

YARINLARI BEKLERKEN Yaba, Gerçek S. Y. 1982-89


Y AŞAM AK UĞRUNA (Değişik Özyaşam) Gerçek S. Y. 1991
YASAK TÜM CELER (2 yıl hapis cezası) Berfin Y. 1993
G EC E D E GÜNEŞ DOĞAR Berfin Y. (Yargılıkta) 1997

A bdullah R ıza E rgüven ’in D enem eleri:

SONSUZ DEĞİŞİM 1 Gerçek Sanat Y. 1990


SO NSU Z DEĞİŞUM II Gerçek Sanat Y. 1990

Abdullah R ıza E rğü ven ’in G ünlüğü:

IŞIĞA BİR ADIM (İsveç Günlüğü) Gerçek Sanat Y. 1992

367
BERFİN YAYINLARI
D in K ültürü ve Aydınlanm a K itapları

Erol S e v e r / Y ezid ilik ve Y ezid ilerin K ö k en i


(3. Basım)

Abdullah R ıza Ergiiven / Y asak T ü m c e le r (Roman)

Cemşid B e n d e r/ İ 2 İm am ve A lev ilik


(4. Basım)

Abdullah Rıza Ergüven / T anrılar N eyi Y arattı?


(2. Basım)

Nejat B ird o ğ a n / A n a d o lu 'n u n G izli K ü ltü rü : A levilik


(2. Basım)

Nejat B irdoğan /İttih a t-T e r a k k i'n in A le v ilik B ek taşilik


A r a ştır m a sı (B a h a S ait B ey )
(2. Basım)

Nejat B irdoğan /Ç eleb i C em a lettin E fe n d i'n in S a vu n m ası


(M ü d a fa a )
(2. Basım)

M. Sıraç Bilgin /Z a r a th u s tr a (Z erd ü şt) H a y a tı v e M azd aizm

E. Xemgin /A lev iliğ in K ö k en in d ek i M a zd a İn an cı ve


Z erd ü şt Ö ğretisi

Abdullah Rıza Ergüven / D in lerin K ök en i v e İsla m 'd a R eform

Abdullah Rıza Ergüven / E vren b ilim ve T anrı K avram ı

Giordano B ru n o / D i y a l o g la r

Abdullah Rıza Ergüven / E vren ve Y aratı


(Çıkacak)
ABDULLAH RIZA ERGÜVEN

Tanrıları Nasıl Yarattık


Fotoğraf: İsmet ARSLAN

Tanr ı l arı n Öl ümü!


G ünüm üzün ozan, yazar, denem eci eleştirm en ve
d ü ş ü n b ilim cile rin d e n . 1 9 2 5 ’te A va n o s'ta doğdu.
1952’de İstanbul Ü niversitesi Türkoloji Bölüm ü’nü bitirdi. Resmi bir
k u ru m d a ça lışırke n çeşitli baskı ve yıld ırıla r ka rşısın d a görevini
bırakm ak zorunda kaldı. 1967’de İsveç’e gitti. W ennergrens Çenter
(1968-71 )’de İsveç D ili ve Yazını öğrenim i yaptı. Bir süre çevirmen
o la ra k çalıştı (1972-77). 1 9 7 8 -9 0 ’da Stockholm Ü n ive rsite si’nde
Öğretim Görevlisi, Lektor i turkologi ve Araştırıcı olarak çalıştı. 1990’da
em ekliye ayrıldı. Ç eşitli gazete ve dergilerde şiir, çeviri, incelem e
A raştırm a, eleştiri, denem e ve düşünbilim sel yazılarını yayınladı.
Yasak Tüm celer rom anında konusal açıklam alar “dine hakaret” ve
“Anadolu insanını uyandırıyor” gerekçesiyle yaklaşık iki yıla mahkûm
oldu. D in lerin K ö ken i ve İs la m ’da Reform yapıtına soruşturm a,
G ece de G üneş D o ğ a r rom a n ın a dava a çıldı. Ç e şitli dergi ve
g a ze te le rd e şiir, çeviri, a ra ştırm a -in ce le m e , denem e, e le ştiri ve
düşünbilim sel yazıları yayımlandı.

Tektanrılı dinlerden önce; birçok tanrılara, putlara tapılıyordu.


S ü m e r’de, M ısır’da krallar tan rı olm uşlar, tan rıları da yüksek
dağların tepelerine yerleştirm işler.
Eskiçağ ilkelleri doğ ayla b irlik te yaş ad ık ları için, tan rıların ı
doğadan seçmişler; G üneş’e Ay’a, yıldızlara, göğe tanrı gözüyle
b akm ışlar. Tektanrılı d in le r de 3200, 2000, 1400 yıl önceleri;
im getanrıları yüksek dağların tepelerinden ajıp göğe uçurdular!
Böylece yeryüzündeki EFENDİ AĞA, EFENDİ TANRI olup çıktı!..
A bdullah Rıza Ergüven, bu kez TANRILARI N A SIL YARATTIK
yapıtında eski çağlardan günüm üze, beş kara parçasında gelmiş
g eçm iş d in leri, tan rıla rı inceledikten sonra g erç e kle ri şöyle
sergiliyor:

"... B irşe yi im geleyip var dem ekle, o şey varolm az! Am a 'var' diye
sünepeleştirildi yığınlar! Gerçek olan doğa, onun ürünü İNSAN! Evren
b ilin c in e insanla ulaştık, in sa n da özgürlüğüne, için d e k i tanrıları
öldürmekle kavuşabilir. İşte o zaman ağa-imgetanrıların kölesi olmaktan
kurtuluruz."

BERFİN

You might also like