You are on page 1of 114

PLUTARK

YAŞAMLAR
LİKURGUS VE NUMA POMPILIUS
1-2. THESEUS; ROMULUS; KARŞlLAŞTlRMA
3-4. L İKURGUS; NUMA POMPILIUS; KARŞlLAŞTlRMA
5-6. SOLON; POPLICOLA; KARŞlLAŞTlRMA

7-8. THEMİSTOKLES; CAMILLUS


9-10. PERİKLES; FABIUS; KARŞlLAŞTlRMA
11-12. ALK İBİADES; COR!OLANUS; KARŞlLAŞTıRMA

18-14. TİMOLEON; AEM1LIUS PAULUS; KARŞlLAŞTlRMA


15-16. PELOPİDAS; MARCELLUS; KARŞlLAŞTlRMA
17-18. ARİS TİDES; MARCUS CATO; KARŞIU\.ŞTIRMA

19-20. FİLOPOEMEN; FLAMININUS; KARŞlLAŞTlRMA


21-22. PYRRHUS; CAIUS MARIUS
23-24. LYSANDER; sYLLA; KARŞlLAŞTlRMA

25-26. KİM ON; LUC:ULLUS; KARŞILAŞTIR�A


27-28. N İKİAS; CRASSUS: KARŞlLAŞTlRMA
29-30. SERTORİUS: EUMENES: KARŞlLAŞTlRMA

31-32. AGESİLAUS; POMPEY; KARŞlLAŞTlRMA


33-34. ALEXANDER; SEZAR
35-36. FOKİON; GENÇ CATO

37-38. AGİ S ve KLEOMENES;


39-40. TIBERIUS GRACCHUS ve CA!US GRACCHUS;
KARŞlLAŞTlRMA (DÖRTLÜ)

41-42. DEMOSTHENES; CICERO; KARŞlLAŞTlRMA


43-44. DEMETRİUS; ANTONY; KARŞlLAŞTlRMA
45-46. D İON; MARCUS BRUTUS; KARŞILAŞTIRMA

47. ARATUS
48. ARTAXERXES
49. GA!.BA
50. OTHO
PLUTARK
Yaşamlar
LIKURGU S

NUMA POMPILIUS

Çeviren
Meriç Mete

idea • istanbul
İDEA CEP KİTAPLARI-007

İdea Yayınevi
Şarap iskelesi Sk. 2/106-107 34425 Karaköy- İstanbul
iletisim@ideayayinevi.com 1 www.ideayayinevi.com
Bu çeviriler için© MERİÇ METE 2005
PLUTARK
Yaşamlar
LİKURGUS VE NUMA POMPILIUS
Birinci Baskı 2005
İDEA CEP KiTAPLARINDA İkinci Baskı 201 1
Bu çeviri The Loeb Classical Library yayımı ve
The Dreyden Translation temel alınarak yapılmıştır.
Tüm haklan saklıdır. Bu yayımın hiçbir bölümü
İdea Yayıne-oinin ön izni olmaksızın
yeniden üretilemez.

İDEA CEP KİTAPLARJ DİZİSİ 007 1 TARİH 2

SÜRELİ YAYIN
YAYININ ADI: Plutark, Yaşamlar, Likurgus ve Numa
YETKİ SAHİBİ 1 SORUMLU MÜDÜR: ALİYE ZEYNELOÖLU
YÖNETİM YERİ: İDEA YAYINEVİ
Şarap iskelesi Sk. 2/ 106-107 34425 Karaköy- İstanbul
YAYININ SÜRESİ: 30 GÜ NDE BİR
BASKI: BAYRAK MATBAASI
Davutpaşa Cad. 14/2 34015 Topkapı-İstanbul
DAGITIM: YAYSAT
Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu 34517 Esenyurt-İstanbul
Printed in Türkiye
ISSN 2146- 1 309

İDEA Bl 2011/03
Içindekiler
hkurgus (EFSANE. İÖ 9' UNCU YÜlYIL) 7
-

Numa Pompilius (EFSANE. iö s- 7'NCİ YÜZYıLLAR) 55


-

Likurgııs ve Numa Pompilius 'un Karşılaştırması- 91

ÜZEL ADLAR DİZİNİ- 103


SÖZLÜK-106
DİZİN -107
5
LİKURGUS
(EFSANE. İÖ 9'UNCU YÜ2YIL)
Likurgus
t\YKOYPrOL

I. Tarihçilerin Sparta yasamacısı olan Likurgus hakkında


bize bıraktıkları öykülerde öyle çok belirsizlik vardır ki,
içlerinden biri tarafından öneriJip de geri kalanı tara­
hndan sorgulanmayan ya da çürütülmeyen hemen he­
men hiçbirşey yoktur. Ailesi, giriştiği yolculuklar, ölüm
yeri ve biçimi gibi konularda görüşleri bütünüyle ayrılır.
Ama anlaşmazlıkları herşeyden çok yaptığı yasalardan ve
kurduğu devletten söz etmeye başladıkları zaman ken­
dini gösterir. Yaşadığı çağ konusunda aralarında hiçbir
anlaşma sağlayamazlar. Çünkü kimileri İfıtos ["lcpiTeı:ısl
zamanında parlarlığını ve Olimpiyat oyunlarının kut­
lanması sırasında ateşkes kuralını ikisinin birlikte getir­
diklerini söylerler. Aristoteles bu görüşteydi ve bunun
doğrulanışı olarak o sporlarda kullanılan bakır halka­
lardan biri üzerindeki yazıtı gösterir. Likurgus adı onun
zamanına dek silinmeden kalmıştır.1 Ama Eratosthenes
ve Apollodoros ve daha başka tarİhçe yazarları, zamanı
Sparta krallarının ardışıklığı yoluyla hesaplayarak, Likur­
gus'un Olimpiyat oyunlarının başlamasından2 çok daha
önce yaşadığını tanıtladıklarını ileri sürerler. Timaios
bu adı değişik zamanlarda taşıyan iki kişi olduğu, ama
bunlardan birinin ötekinden çok daha ünlü olduğu ve

'Aristoteles Olimpiyat oyunlarının kuruluş ya da yeniden diriliş tarihini


kayıtlı ilk birincilik için saptanan İÖ 776 olarak kabul etmede İfitos"a ka­
tılır. Bkz. Pausanias. v. 4, 5s; 20, !. Şenlikler sırasında tüm Yunanistan'da
ı 1 üşınanlıklar askıya alınır dı.
•iö 776-73.

9
lO PLUTARK

bu yüzden insanların ona her ikisinin başarılarının şa­


nını verdikleri görüşündedir. Ona göre, ikisinden daha
yaşlı olanı Homeros'a yakın bir zamanda yaşamıştı; ki­
mileri ise ayrıntıda Homeros ile karşı karşıya geldiğini
söyleyecek denli ileri giderler. Ama çok eski zamanlarda
yaşamış olduğu Ksenofon'un 1 onu Herakl es soyundan
gelenlerle çağdaş yapan bir pasajından çıkarılabilir. As­
lında soy kütüğüne göre, Sparta'nın en son kralları da
Herakles'ten gelirler. Ama öyle görünür ki, Ksenofon
aynı pasajda Herakles'in ilk ve daha yakın ardıllarından
söz eder. Gene de bu karışıklık ve bulanıklığa karşın, ya­
şamının tarihini yazma girişiminde bulunacağız, ve bunu
yaparken en az çelişkili bildirimiere sarılacak ve en güve­
nilir yazariara dayanacağız.
Örneğin şair Simanides Likurgus'un Eunomus'un de­
ğil, Pritanis'in oğlu olduğunu kabul eder. Ama bu görü­
şünde yalnız başına kalır, çünkü geri kalanların tümü de
ikisinin soyağacını şöyle çıkarırlar: Aristodemos'tan Prok­
leos doğar, Prokleos'tan Soüs, ondan Eurupon, ondan
Prutanis, ve ondan Eunomus doğar. Eunomus'un ilk karı­
sından Polidektes, ikinci karısı Dionassa'dan ise Likurgııs
doğmuştur. Dietukhidas'a göre Likurgus Prokleos'tan
altıncı ve Herakles'ten on birincidir.2

II. B u nasıl olursa olsun, Soüs hiç kuşkusuz Likurgus'un


tüm ataları içinde en ünlü olanıydı. Onun yönetimi al­
tında Spartalılar Helotları köleleştirdiler ve fetih yoluy­
la Arkadya'nın büyük bölümünü topraklarına kattılar.
Bu kral Soüs üzerine anlatılan bir öykü vardır. Çorak ve
taşlık bir yerde Kleitorialılar tarafından kuşatılması ve
bu nedenle susuz kalması üzerine, onlarla kendisinin ve

'Reip. Lac. x. 8. "Likurgus'un Heraklideae zamanında yaşadığı


söylenir."
2İkiz oğulları Euristhenes ve Proklcs' ten Sparta' daki yaşlı ve genç
kraliyet soylarının (Agidler ve Euripontidler) doğduğu Aristodemus
Aristomakhüs'ün oğluydu. Bu sonucusu Kleodaeus'un, o Hillus'un,
o da Herakles'in oğluydu.
LİKURGUS ll

tüm adamlannın yakındaki kaynaktan içmeleri koşuluyla


ele geçirdiği tüm topraklan geri vereceği konusunda bir
anlaşma yapmak zorunda kaldı. Geleneksel yeminlerden
ve sözleşmelerden sonra, askerlerini biraraya topladı ve
su içmekten vazgeçecek olana krallığını bir ödül olarak
vermeyi teklif etti. İçlerinden biri bile vazgeçmeyince ve
tümü de kendi payını içince, sonunda Soüs'ün kendisi
kaynağa geldi, tek bir damla bile içmeden yalnızca yüzü­
nü ıslattı, düşmanlannın gözünün içine bakarak yürüyüp
geçti ve ele geçirdiklerini vermeyi reddetti. Çünkü ko­
şullara göre kendisi ve tüm adamları sularından içme­
mişlerdi.
Bundan ötürü kendisine haklı olarak hayranlık duyui­
muş olmasına karşın, ailesi soyadını ondan değil, oğlu
Eurypon'dan aldı (kendilerine ondan ötürü Eurypon­
tidler dendi). Bunun nedeni çoğunluğun yandaşlığını
ve sevgisini kazanmaya çalışan Eurypon'un tekerkliğin
sertliğini yumuşatmış olmasıydı. Halk bu ilk adımdan
sonra daha da yüreklendi. Ve arkadan gelen krallar ya
zora başvurmaya çalıştıkları için halklarının nefretini
kazandılar, ya da popülerlik uğruna ve zayıflık nede­
niyle halkın isteklerine boyun eğdiler. Sparta'da anarşi
ve karışıklık uzun süre hüküm süü. Dahası, bu durum
Likurgus'un babasının ölümüne de neden oldu. Çünkü
bir ayaklanmayı yatıştırmaya çabalarken bir kasap bıçağı
ile bıçaklandı, ve kral sanı büyük oğlu Polidektes'e kaldı.

III. Polidektes de çok geçmeden ölünce ardıllık hakkı


(herkesin düşündüğü gibi) Likurgus'a geçti ve kraliçe
olan baldızının gebe olduğu anlaşılıncaya dek krallığını
sürdürdü. Ama bunu öğrenir öğrenmez hemen krallığın
kadının doğuracağı çocuğa ait olduğunu bildirdi. Gene
de bunun için doğacak bebeğin erkek olması ve kendi­
sinin tekerklik hakkını yalnızca onun koruyucusu olarak
uygulaması koşulunu getirdi. Bu görev için Sparta'da
kullanılan sözcüm prodikus (TTpoo(Kovs) idi. Çok geçme-
12 PLUTARK

den kraliçe ona yaklaşarak gizlice bir tekiifte bulundu.


Tahta çıktığı zaman Likurgus'un onunla evlenmesi koşu­
luyla doğmamış bebeği herhangi bir yolda kendisi yoke­
decekti. Kadının karakterinden dehşete düşmesine kar­
şın, Likurgus öneriyi geri çevirmedi ve onunla aniaşıyor
gibi görünerek ulağı teşekkür ve onay sözleriyle geri gön­
derdi, ama kadından içtenlikle kendini düşüğe karşı ko­
rumasını istedi, çünkü olay yaşamını tehlikeye düşürme­
se de sağlığına zarar verecekti. Doğar doğmaz çocuğun
ortadan kaldırılmasıyla kendisinin ilgileneceğini söyledi.
Bu yolla kadını doğumun olacağı güne dek getirdikten
sonra, doğum sancılarının başladığını öğrenir öğrenmez
tüm olan biteni gözlernek için kadının yanına güvendiği
kimseleri gönderdi. Onlara eğer bebek kız olacak olursa
onu kadına teslim etmeleri, ama eğer bir oğlan olursa
çocuğu nerede olursa olsun ve ne yapıyor olursa olsun
ona getirmeleri buyruğunu verdi. Öyle oldu ki, kendisi
baş görevlilerle yemekteyken kraliçe dünyaya bir oğlan
getirdi ve bebek çok geçmeden ona gösterildi. Onu
kollarına alarak çevresindekilere şunları söyledi: "Spar­
talılar, bir kral doğdu bizlere." Bunu söyledikten sonra
bebeği kraliyet koltuğuna yatırdı ve ona 'halkın sevinci'
anlamına gelen Kharilaos adını verdi, çünkü herkes se­
vinç içindeydi ve Likurgus'un soyluluk ve dürüstlüğüne
hayranlıklan çok büyüktü. Hükümranlığı ancak sekiz ay
sürmüştü. Ama başka nedenlerle de yurttaşlar tarafından
onurlandırıldı, ve erdemleri nedeniyle sözünü dinlemeye
ve dediklerini yapmaya hazır ve istekli olanlar, krala vekil
olduğu için ve krallık gücünü elinde bulundurduğu için
yanında olanlardan daha çoktu.
Bununla birlikte, kimileri kıskançlığa kapıldılar ve
daha gençken artmakta olan nüfuzunu azaltmaya çalış­
tılar. Aralarında başlıca kendisine ineitici bir yolda dav­
ranılmış gibi görünen anne kraliçenin akrabaları ve dost­
ları vardı. Kraliçenin erkek kardeşi Leonidas kendisiyle
Likurgus arasında geçen sıcak bir tartışmada yüzüne onu
LİKURGUS 13

çok geçmeden kral olarak göreceğinden bütünüyle emin


olduğunu söyleyecek denli ileri gitti. Bununla kuşkuları­
nı dile getiriyor ve bir suçlamanın yolunu hazırlıyordu.

Sanki çocuk tahta çıkamazsa, ve eğer bu doğal bir ölüm


yoluyla bile böyle olursa, bunun nedeni onun yeğeninin
yaşamına karşı bir komplo kurmuş olması olacaktı. Eşit
ağırlık taşıyan daha başka sözler de anne kraliçe ve yan­
daşları tarafından amaçlı olarak yayılmaya başladı. Bun­
lardan çok rahatsız olan ve işin sonunun neye varacağını
bilemeyen Likurgus hasetlerinden kaçmak için gönüllü
olarak sürgüne gitınenin, yeğeni evlenme yaşına gelince­
ye ve bir oğul sahibi olup ardıllığı güvence altına alıncaya
dek bir kentten bir başkasına yolculuklar yapmanın en
akıllıca yol olduğunu düşündü.

IV. Bu kararla yolculuğa çıkarak ilkin Girit'e gitti. Orada


Giritlilerin çeşitli hükümet biçimlerini inceledi ve arala­
nndaki en önemli insanlarla tanıştı. Kimi şeyleri yürekten
onayladı ve yasalarından bir bölümünü çok doğru bula­
rak onları kendi ülkesinde uygulamaya karar verdi. Ama
büyükçe bir bölümünü yararsız görerek reddetti. Girit'te
bilge devlet adamları olarak görülenler arasında Thales
adında biri vardı. Likurgus yürekten ricalarda buluna­
rak ve güvenceler vererek onu Sparta'ya gelmeye ikna
etti. Kendini bir lirik şair olarak gösteren ve sanatının
arkasına gizlenen Thales orada gerçekte dünyanın en ye­
tenekli yasamacılarından birinin işini yaptı. Bestelerinin
kendileri insanlara birer boyun eğıne ve uyumlu olma
çağrısıydı, ve düzen ve dinginlik duygusu ileten şiirleri
iilçü ve dizemleri ile dinleyenlerin ruhlarında öylesine
güçlü etkiler yaratıyordu ki, ne olduğunu ayrımsamadan
yumuşayıp uygarlaşıyorlardı. Böylece o sıralar çok yaygın
olan kişisel kan davalarını ve düşmanlıklarını reddettiler
ve erdeme duydukları ortak hayranlıkta birleştiler. Buna
göre gerçekten de denebilir ki, Th;ıle� Likurgu� t;ırafın­
dan getirilen disiplinin yolunu hazırladı.
14 PLUTARK

Likurgus daha sonra Girit'ten Asya'ya doğru yola çık­


tı. Söylendiğine göre amacı çok ağırbaşlı ve ılımlı olan
Giritliler ile, lükse düşkün ve savurgan bir halk olan İyon­
yalıların yaşamdaki gelenek ve görenekieri arasındaki ay­
rımı incelemek, böylece tıpkı doktorların sağlıklı ve has­
talıklı bedenleri karşılaştırarak yaptıkları gibi bir yargıya
ulaşabilmekti. Öyle görünür ki, Homeros'un Kreofulos
soyundan gelenler arasında saklanmakta olan yapıtlan
ile ilk kez burada karşılaştı. Ve şiirlerinde birkaç gevşek
anlatım ve kötü örnekler olarak görülebilecek birkaç
eylem dışında, devlet üzerine ve ahlak kuralları üzerine
birincilere çok daha ağır basan ciddi dersler kapsandı­
ğını anlayınca, bunların kendi ülkesinde de çok yararlı
olacaklarını düşünerek, onları yanında götürebilmek için
büyük bir özenle ve düzenle eşiemierini çıkarmaya baş­
ladı. Bu epikler Yunanlılar arasında az da olsa daha şim­
diden tanınıyordu ve dağınık bölümler şans eseri kimi
bireylerin eline geçmişti. Ama gerçekten bilinmelerini
sağlayan ilk kez Likurgus oldu.
Mısırlılar Likurgus'un kendi ülkelerine de bir yol­
culuk yaptığını ve onların askerleri ulusun başka sınıf­
larından ayırma yollarından çok etkilenerek bu kuralı
Sparta'ya götürdüğünü anlatırlar. Buna göre, devlete
soylu bir incelik ve anlık vermek üzere, askerler aşağı
ve mekanik uğraşlarda çalışanlarla ilişkiden uzaklaştı­
rıldılar. Kimi Yunan yazarları da bunu belirtirler. Ama
Likurgus'un Libya ve İberia'ya ['1(3Eplav] yolculuklarına
ve Hindistan'daki ['lvoıKfıv] gezilerine ve orada Gimno­
sofistlerle [rvı.ıvoooqııoTais] yaptığı ileri sürülen toplan­
tılara gelince, bütün ilişki, bulabildiğim kadarıyla, yalnız­
ca Hipparkos'un oğlu Spartalı Aristokrates'in tanıklığı
üzerine dayanır.

V. Likurgus'u Sparta'da özleyenler çoktu ve sık sık arka­


sından haberciler gönderildi. Kral adını ve kraliyet san­
larını taşıyan krallannın olduğunu, ama bu kralların uy-
LİKURGUS 15

ruklarından ayırdedilmelerini sağlayacak başka hiçbir


özelliklerinin olmadığını anlamaya başlamışlardı. Buna
karşı onda, ve yalnızca onda, egemenliğin gerçek temeli,
yönetmek için yaratılmış bir doğa ve insanlarda kendi­
sini izleme duygusunu yaratan bir deha vardı. Kralların
kendileri de onun geri dönmesine karşı çıkmadılar, çün­
kü onun kentte bulunuşunun halkın onlara gösterdiği
küstahlıklara karşı bir siper oluşturacağını umuyorlardı.
Döndüğünde işleri bu durumda bulunca hiç zaman
yitirmeden kendini varolan düzeni baştan sona yeniden
kurma ve devletin bütün yüzünü değiştirme işine verdi.
Yalnızca bir iki özel yasada bölümsel bir değişimin hiçbir
yararı olmayacağını gördü. Bilge hekimler gibi davran­
malıydı, ve hastalıkların neden olduğu rahatsızlıklar
içinde bitip tükenen birinin durumunda yapılacak ol­
duğu gibi, ilkin ilaçların ve arındırıcıların gücüyle onu
dinginleştirip yatıştırması, bütün bir huyunu değiştir­
mesi, ve daha sonra baştan sona yeni bir beslenme re­
jimine yöneltınesi gerekiyordu. Yapılacak şeyleri böyle
lasarladıktan sonra, Apollon'a danışmak üzere Delfi'ye
gitti. Bunu yaptıktan ve adağını sunduktan sonra, Püthi­
an bilicisinin o ünlü yanıtı ile geri döndü. Yanıtta ondan
"Tanrıların sevdiği kişi olarak, insandan çok Tanrı olarak"
söz ediliyor, dualarının işitildiği, yasalarının en iyi yasalar
olacaklan ve onlara uyan devletin dünyada en ünlü dev­
let olacağı söyleniyordu.
Bunlarla yüreklenerek, Sparta'nın önde gelen kişile­
rini kendi yanına kazanma çabasına girişti, onlardan üs­
tüne aldığı büyük işte ona yardım elini uzatınalarını iste­
di. Bunu ilkin kişisel dostlarına ve sonra aşamalı olarak
başkalanna bildirdi ve tümünü hazırladığı tasarı yaşama
geçirmek için yüreklendirdi. Durum eylem için olgun­
laşınca, Sparta'nın önde gelenlerinden otuzuna gün
doğarken pazar yerinde silahlı olarak hazır bulunmaları
buyruğunu verdi. Amaç karşıt partide yılgı yaratmaktı.
llt�rmippos bu insanlardan en seçkin yirmisinin adını
16 PLUTARK

kaydetti. Ama Likurgus'un hem yasalarını yapmada, hem


de onları uygulamada en güvendiği ve ona en yararlı
olan kişinin adı Arthmiadas idi. Ortalık karışmaya baş­
layınca, Kral Kharilaos bunun kendisine karşı kurulmuş
bir komplo olduğundan korkarak Pirinç Eve1 sığındı.
Ama çok geçmeden kendisine yanıldığı aniatıldı ve amaç­
larının ona karşı olmadığı konusunda onlardan yemin
alınca sığındığı yeri terketti ve kendisi de onlarla birlik
içine girdi. Öylesine yumuşak ve öylesine esnek bir karak­
teri vardı ki, yoldaşı kral Arkhelaos genç kralın iyiliği ne­
deniyle övüldüğünü işitince, şunları söyledi: "Kharilaos
nasıl iyi biri olabilir, kötülere bile sertlik gösteremezken?"
Likurgus'un yaptığı birçok değişiklik ve yenilik arasın­
da birincisi ve en önemlisi Senatonun ya da bir Yaşlılar
Konseyinin kurulmasıydı. Senatonun büyük önemi olan
sorunlarda kralınkine eşit bir gücü vardı, ve, Platon'un
anlattığı gibi,2kralların "ateşli" hükümetleri ile kanşarak
ve en önemli sorunlarda onlarınkine eşit bir oy hakkı ta­
şıyarak, devlete güvenlik ve ılımlılık getirdi. Çünkü daha
önceleri üzerine dayanacağı hiçbir sağlam temeli olma­
yan, ama krallar ağır bastığında saltık tekerkliğe yönelir­
ken, halk üstün geldiğinde ise katıksız bir demokrasiye
doğru eğilim gösteren devlet şimdi senatonun gücünde
tıpkı bir gemiyi her zaman tam bir denge durumunda
tutan kum torbaları gibi etkili bir ağırlık buldu. Çünkü
demokrasiyi dizginlemek gerektiği zaman yirmi sekiz
senatör her zaman krallardan yana çıkarken, öte yan­
dan saltık tekerkliğin getirilmesine karşı halkın gücünü
desteklediler. Senatörlerin sayısının yirmi sekiz olarak
saptanmasının nedenine gelince, bunun böyle olması
konusunda Aristoteles başlangıçtaki iki üyenin yürek­
sizlik göstererek girişimden çekildiklerini bildirir. Ama
Sfairos birliğe katılanların sayısının başlangıçta yirmi se­
kiz olduğunda diretir. Belki de dört ile çarpılan yediden

1Bir Athena tapınağı.


2 Yasalar, 691 e.
LİKURGUS 17

oluşan, ve tüm parçalarına eşit olmakla altından sonraki


ilk eksiksiz sayı olan sayıda belli bir gizem vardır. Kendi
payıma Likurgus'un yirmi sekiz sayısına karar kıldığına
inanıyorum, çünkü eğer iki kral da aralarına eklenecek
olursa, tümü birlikte otuz olacaktı.

VI. Likurgus bu hükümet biçiminin kuruluşuna öylesi­


ne büyük bir coşkuyla sarıldı ki, onun için Delfi'den bir
kehanet bile elde etti. Retra [pfıTpa] denilen bu yanıt
şöyledir: "Zeus Sullanios ve Athena Sullanias'a bir tapı­
nak yaptırdıktan ve halkı Jü la ' lara [qıvA.aı] ve 'oba'lara
[cb!3as] böldükten sonra, önderler de aralarında olmak
üzere otuz yaşlıdan oluşan bir konsey kuracaksın, zaman
zaman halkı Babika ve Knakion ı arasında toplayacaksın
(cnreA.A.aÇeıv, appelazein), orada önlemler bildirecek ve
oylamaya koyacaksın. Ama son söz ve karar halka düşe­
cek." Füla ve aba ile denmek istenen şey halkın klanlar
ve kardeşlikler olarak bölüm!eridir; önderler ile, iki kral;
'appelazein' ise kentin kaynağı ve yaratıcısı olan Püthian
tanrısı Apollon'a bir gönderme ile halkın toplanmasını
imler; Babika ve Knakion'a şimdi Oenus derler. Aristo­
tetes Knakion'un bir nehir ve Babika'nın bir köprü ol­
duğunu söyler. Meclisleri bu Babika ve Knakion arasında
toplandı, çünkü bu amaçla hazırlanmış bir salonları ya
da bir yapıları yoktu. Çünkü Likurgus böyle şeylerin da­
nışma toplantıları için yararlı olmadıkları görüşündeydi.
Ona göre üyeler yontulara ve tablolara ya da gösterişli
süslemelere bakınırken, ve gözlerini konsey salonlarının
aşırı süslü tavanları üzerinde dolaştınrken bir toplantının
ciddi amaçları boşa çıkıyor ve engelleniyordu. Halk açık
havada böyle toplandığı zaman aralarından hiç birine
kendi görüşünü bildirme izin verilmedi, yalnızca sena­
to ya da kral tarafından önerilmiş olana onay ya da red
vcrebiliyorlardı. Ama daha sonra halk önlerine sunulan

1Bu ikisinin Eurotas nehrinin küçük yan dallan oldukları dü­


�1\ni"ılür.
18 PLUTARK

önergelerde eklemeler ya da çıkarmalar yaparak anlam­


larını çarpıtıp saptırmaya başlayınca, kral Polidoros ve
T heopompos retraya şu tümceyi eklediler: "Eğer halk
çarpık bir önergeyi kabul edecek olursa, senatörler ve
krallar toplantıyı dağıtına gücünü taşıyacaklardır." Başka
bir deyişle, oylamayı onaylamayacak ve halkın önergeyi
devletin yüksek çıkarlarına aykırı olarak saptırması ve
değiştirmesi zemininde oturumu kapatacaklardı. Retra­
ya yapılan bu eklentinin tanrı tarafından onaylandığını
kente kabul ettirmeyi başardıkları Turtaios'un şu sözleri
tarafından da doğrulanır:-

"Bu kehanetleri Föbüs Apolion 'dan işittiler,


Ve Pütho 'dan tanrının istenç sözünü ülkeye getirdiler:
Göğün atadığı ve ülkelerini seven krallar,
Duracaklar ulusun konseyinde en önde;
Yanlarında yaşlılar, ve halk en arkada;
Onaylayacaklar düzgün retraları hep birlikte."
VII. likurgus'un bu yolda devletinin anayasasını yumu­
şatınış olmasına karşın, ondan sonra gelen ardılları oli­
garşik öğeyi gene de gereğinden öte güçlü ve başat bul­
dular ve Platon'un dediği gibi� "kabarıp köpürdüğünü"
görerek, ':ona bir kısıtlama getirip onu eforların gücü ile
denetlediler." Likurgus'un ölümünden yaklaşık yüz otuz
yıl sonra, Theopompos'un hükümranlığı sırasında, Ela­
tos ve meslektaşları ilk eforlar olarak atandılar. Theopom­
pos bir gün kraliçesi onu kraliyet gücünü çocuklarına
onu atalarından kalıt aldığından daha küçük bir ölçekte
bırakacağı için kınadığı zaman, "Hayır," diye yanıtladı,
"daha büyük, çünkü daha uzun sürecek." Çünkü ger­
çekten de aşırı istemierin ılımlı sınırlara indirilmesiyle,
Sparta kralları tüm daha öte kıskançlıklardan ve her za­
man bunlara eşlik eden tehlikelerden kurtuldular, ve hiç
bir zaman Messene ve Argos'ta kralların başına gelen
yıkımları yaşamadılar. Çünkü bunlar erklerini çok katı
1 Yasalar, 602 a.
L İKURGUS 19

olarak sürdürdükleri ve halka birazını bile bırakmadıklan


için sonunda tümünü yitirdiler.
Gerçekten de, her kim Spartalılar ile aralarında kan
bağı olan bu komşu ulusların yaşadıkları bölünmele­
re ve başlarındaki kötü yönetime bakacak olursa , tam
bunlarda Likurgus'un bilgelik ve öngörüsüne hayranlık
duymak için en iyi nedenleri bulacaktır. Çünkü bu her
iki devlet de ilk doğuşlarında Sparta ile eşittiler, ve eğer
aralarında herhangi bir toprak eşitsizliği varsa, buna yol
açan ilk dağıtırnda Messenelilerin ve Argosluların Spar­
talılardan daha şanslı çıktıkları bile düşünülür. Gene de
mutlulukları uzun sürmedi ve bir yandan kralların tiran­
lık eğilimleri ve öte yandan halkların yönetilemezliği çok
geçmeden başlarına öylesine büyük yıkımlar getirdi ki, ve
yerleşik tüm kurumlar öylesine temelden alt üst oldular
ki, Spartalılar devletlerine mutlu dengesini ve ılımlılığını
veren o bilge yasarnacıya sahip olmalarının nasıl gerçek
bir tanrısal kutsama olduğunu o zaman anladılar. Ama
bu olaylar daha sonraki bir tarihte yer aldılar.

VIII. Otuz senatörün atanmasından sonra Likurgus'un


üstlendiği görev, aslında şimdiye dek üzerine aldığı en
tehlikeli görev toprağın yeniden bölünmesiydi. Çünkü
bu bakımdan halkın arasında ürkütücü bir eşitsizlik vardı
ve devletleri yoksul ve gereksinim içinde olan kişilerin
bir kalabalığı ile aşırı dolmuşken, tüm varsıllık küçük bir
azınlığın elinde yoğunlaşmıştı. Buna göre, devletten kibir
ve haset, lüks ve suç, yoksulluk ve varsıllık gibi daha da
derinlere kök salarak birer alışkanlığa dönmüş hastalık­
ları uzaklaştırabiirnek için, ve tümünün birarada eşit bir
koşulda yaşamalarını s ağlayabil mek için, yurttaşlan m ül ­
kiyetlerinden vazgeçmeye inandırdı ve toprağın yeniden
bölüşülmesi için onaylarını aldı. Erdem kişisel saygınlık
ve değere götüren biricik yol olacak, ve kötü ediınierin
yerilmesi ve değerli olanların yüceltilmesi insan ve insan
arasındaki ayrımın biricik ölçüsü olacaktı.
20 PLUTARK

Bu önerileri onaylamalan üzerine, onlan hemen uygu­


lamaya koyabilmek için geri kalan Lakonya ülkesini otuz
bin ve Sparta kentine bağlı parçayı ise dokuz bin eşit
paya böldü. Bunları yine o sayıda asıl Spartalı arasında ve
geri kalanlan ise kırda yaşayan yurttaşlar arasında dağıttı.
Kimi yazarlar Sparta yurttaşlan için altı bin pay oluştur­
duğunu ve buna daha sonra kral Polidoros'un üç bin
pay daha eklediğini söylerler. Başkaları ise Polidoros'un
yarısı Likurgus tarafından dağıtılan dokuz bin payın arta
kalan yarısını eklediğini söylerler. Bir pay toprak yıllık
olarak aile reisi için yetmiş ve karısı için on iki kile tahıl
ve ek olarak uygun bir oranda yağ ve şarap üretmeye
yetecek kadardı. Likurgus bu büyüklükte bir payın yurt­
taşların bedenlerini sağlıklı ve güçlü tutmak için yeterli
olacağını düşünüyordu. Gereksiz olanın olmaması onlar
için daha iyiydi. Toprakların bölüşülmesinden kısa bir
süre sonra hasat zamanı bir yolculuktan dönerken topra­
ğın yeni toplanan ürünlerle dolu ve çuvalların tümünün
eşit ve benzer olduklannı gördüğü anlatılır. Bu durum
karşısında gülümseyerek yanındakilere, "Tüm Lakonya
kardeşler arasında hakça bölüşülmüş tek bir aile yurtluğu
gibidir," dedi.

IX. Bununla yetinmeyerek, aralarında geriye istenmeyen


hiçbir ayrım ya da eşitsizlik kalmasın diye taşınmaz mülk­
lerini de bölüştürmeye karar verdi. Ama bunu açıkça
yapmanın çok tehlikeli olacağını aniayarak bir başka yol
seçti ve yurttaşlannın hırsiarının üstesinden politik yön­
temlerle gelmeyi başardı. Tüm altın ve gümüş paranın
dolaşımdan çekilmesini sağladı ve yalnızca büyük ağır­
lığına karşın değeri çok az olan demirden yapılmış bir
tür paranın dalaşımda kalmasına izin verdi. Daha sonra
bunun oldukça büyük bir kütlesi için oldukça düşük bir
değer saptadı. On mina değerindeki bir parayı saklamak
için büyükçe bir oda, ve yerinden kaldırabilmek içinse
en az bir çift öküz gerekiyordu. Bu para dolaşıma girer
LİKURGUS 21

girmez hemen birçok haksızlık türü Sparta'dan sürgüne


gitti. Çünkü kim böyle bir para için bir başkasını soyardı?
Ya da onu rüşvet olarak kabul ederdi? Kim gizlernesi ko­
lay olmayan, taşınması saygın olmayan, ne de küçük par­
çalara ayrıldığında bir işe yarayan birşeyi haksız olarak
alıkoyar ya da zorla alırdı? Çünkü, söylendiğine göre,
demir tam kor sıcaklığına geldiğinde sirke ile söndürü­
lüyor, ama böylelikle yapısı bozuluyor ve hemen hemen
işlenmesi olanaksız kınlgan bir duruma geliyordu.
Bundan sonra Likurgus tüm gereksiz ve yararsız
Nanatların yasadışı olduğunu bildirdi. Aslında böyle bir
yasaklama olmaksızın da bunların çoğu altın ve gümüşle
birlikte ortadan kalkacaklardı, çünkü şimdi kullanımda
olan para bu tür yaratılar için uygun bir ödeme aracı
olmaktan çıkmıştı. Demir para Yunanistan'ın geri kala­
nına taşınabilecek gibi değildi, ne de onu bölge dışına
çıkarma sıkıntısına girseler bile oralarda onu alaya alan­
lar arasında geçerli olacak gibi görünüyordu. Dolayısıyla
bundan böyle yabancı malları ve ürünleri satın almak
için ellerinde herhangi bir araç kalmadı. Tecimciler La­
konya !imanlarına yüklü gemi göndermeye son verdiler.
Hiçbir diluzluğu öğretmeni, hiçbir gezgin falcı, hiçbir
tahişe pazarlayıcı, altın ya da gümüş işleyici, oyınacı, mü­
cevherci geçerli bir parası olmayan bir ülkeye adımını
atmazdı. Böylece yavaş yavaş onu besleyen ve kışkırtan
şeyden yoksun kalan lüks de değersizleşti ve kendiliğin­
den ölüp gitti. Çünkü mallarını ve mülklerini ülke dışına
çıkarmanın bir yolunu bulamadıkları ve onları boş yere
yerlerinde tutmaktan başka birşey yapamadıkları için,
varsılların yoksullar üzerinde herhangi bir üstünlükleri
kalmadı. Böylece gündelik ve zorunlu şeylerin yapımında
oldukça becerikli sanatçılar oldular. Yatak odası mobil­
yalan, iskemieler ve masalar ve daha başka ev eşyaları
gibi şeyler ülkede hayranlık verici bir düzeyde iyi yapılır
oldu. Özellikle ürettikleri Lakonya kupaları moda oldu
ve Kritias'ın bildirdiği gibi askerler tarafından büyük il-
22 PLUTARK

giyle satın alınmaya başladı. Çünkü boyası sık sık içmek


zorunda kaldıklan suyun berbat görünüşünü gizliyor ve
ağızlığı çamurlu tortuyu yakalayıp içerde tutarak içenin
ağzına suyun yalnızca temiz kalan bölümünün gelmesi­
ni sağlıyordu. Tüm bunlar için yasarnacılarına minnet­
tar kaldılar, çünkü artık zanaatçılar işe yaramaz şeyler
yapmak zorunda değillerdi ve ustalıklarını kullanımları
gündelik ve vazgeçilmez olan şeylerin güzelliğinde ser­
giliyorlardı.

X. Bu büyük yasamacının onu lükse ve varsıllık tutkusuna


karşı daha da etkili bir vuruş yapmaya götüren üçüncü
ve en büyük başarısı herkesin hep birlikte aynı ekmeği
ve aynı eti yemeleri ve bunların daha önceden belirlen­
miş türlerde olması konusunda getirdiği kural oldu.
Bundan böyle yaşamlarını pahalı koltuklara uzanarak
ve pahalı masalara oturarak evlerinde geçirmeyecekler,
kendilerini tıpkı yaban hayvanları gibi onları şişmanla­
tacak ve böylece yalnızca ruhlarını değil ama bedenle­
rini de bozacak hizmetçi ve aşçılannın ellerine teslim
etmeyeceklerdi. Bundan böyle kendilerini her tür iste­
ğe ve her tür düşkünlüğe bırakmayacak, böylece uzun
saatler boyunca uyuma, sık sık sıcak banyolar alma ve
emekten özgür olma gibi bir gereksinimleri kalmayacak,
tek bir sözcükle, sanki sürekli bakım ve ilgi isteyen has­
ta insanlar gibi davranmaya son vereceklerdi. Böyle bir
sonuç hiç kuşkusuz olağanüstü bir şeydi. Ama daha da
büyüğü, Theofrastus'un belirttiği gibi, yalnızca varsıllı­
ğın bir istek nesnesi olarak ortadan kalkması değil, ama
bir varsıllık olma doğasının kendisinin varsıllıktan uzak­
laştırılmasıydı. Çünkü varsıllar yoksullarla aynı masaya
oturma yükümlülüğü altında kalınca, gönençlerinden
yaradanamaz ya da onların tadını çıkaramaz ve onlara
bakarak ya da onları sergileyerek kibirlerini doyuramaz
oldular. Böylece günesin altındaki tüm kentler arasında
Sparta'dan başka hiç birinde "varsıllıklar tanrısı Plutos
LİKURGUS 23

kördür" özdeyişi sözel olarak doğrulanmış değildir. Ora­


da gerçekten de yalnızca kör olmakla kalmadı, ama tıpkı
bir resim gibi, yaşamdan ve devimden de yoksun kaldı.
Varsılların ilkin evde yemek yiyip ancak bundan sonra
dolu mideyle kamu masalarına gitınelerine de izin veril­
mezdi, çünkü herkes bir gözünü geri kalanlar gibi yiyip
içmeyenler üzerine dikiyor ve onları mızmız ve kadınsı
olmakla kınıyordu.

XI. Özellikle bu son politik düzenleme varsıl yurttaşla­


rıaşırı kızdırdı ve Likurgus'a karşı biraraya toplandılar.
Onu çirkin bağınş ve haykırışlarla açıkça kınadıktan
sonra üzerine taşlar atmaya başladılar. Bunun üzerine
Likurgus sonunda pazar yerinden kaçmak ve yaşamını
kurtarmak için tapınağa sığınmak zorunda kaldı. Talihi
yolunda gitti ve aralannda Alkandros adında biri dışın­
da tümünden sıyrılmayı başardı. Ama atılganlığından
ve zorbalığından başka hiçbir kötü yanı olmayan genç
Alkandros ona öyle yaklaştı ki, peşinden gelenin kim
olduğunu görmek için dönüp geriye bakan Likurgus'­
un yüzüne sopayla vurdu ve gözlerinden birini çıkardı.
Bu yabanıl eylemden yılınayan ve yiğitliği elden bırak­
mayan Likurgus hemen durdu ve kana bulanmış yüzü­
nü ve yerinden çıkan gözünü yurttaşlarına gösterdi.
Gördüklerinden dehşete kapılan ve utanan bu insanlar
Alkandros'u yakalayıp cezalandırılmak üzere eline tes­
lim ettiler ve yolda içlerinden birinin böylesine kötü bir
davranışta bulunmuş olmasından nasıl büyük üzüntü
duyduklarını anlatarak onu evine götürdüler. Likur­
gus onlara kendisi için duydukları kaygıdan ötürü min­
nettarlığını dile getirdikten sonra, Alkandros dışında
herkesi evine gönderdi. Onunla birlikte eve girdi. Ona
ne sert bir davranışta bulundu, ne de ağır sözler söyledi,
ama her zamanki hizmetçi ve yardımcıianna gitmeleri­
ni söyleyerek Alkandros'tan onun istedikleri ile ilgilen­
mesini istedi. Soylu bir yaratılışı olan bu genç adam hiç
24 PLUTARK

ses çıkarmadan söylenenleri yaptı. Böylece Likurgus ile


birlikte yaşamaya kabul edilerek onu gözleme fırsatını
kazandı. Huyundaki incelik ve dinginliğin yanısıra, olağa­
nüstü ılımlılık ve yorulmak bilmez bir çalışkanlık da gös­
teren bu insanın yanında Alkandros onun bir düşmanı
olmaktan çıkarak, tersine en coşkulu hayranlanndan biri
oldu. Yakın dostlanna ve akrabalanna Likurgus'un daha
önce sandıkları gibi soruurtkan ve dikbaşlı değil, ama
dünyanın en yumuşak ve ince karakterli insanlarından
biri olduğunu anlattı. Böylece Likurgus bu genç adamın
yanlışını cezalandırmak için onu yabanıl ve dürtüsel biri
olmaktan çıkarıp Sparta'nın en kibar ve en sağgörülü
yurttaşlanndan biri yaptı. Likurgus bu talihsizliğinin anı­
sına Atlıerra Optilitis'e ['OıTTıXiTıs] bir tapınak yaptırdı
( optilitis bu bölgelerin Dor dilinde oftalmus [ 6<p8al.ı.ıovs]
ya da 'göz' sözcüğünün eşidir). Öte yandan, aralarında
Sparta devleti üzerine bir inceleme yazmış Dioskorides'in
de bulunduğu kimi yazarlar gerçekten de yaralandığını,
ama aldığı vuruş sonucunda gözünü yitirmediğini söy­
lerler. Onlara göre tapınağı iyileşmesine minnettarlık
olarak yaptırdı. Bu nasıl olursa olsun, Spartalılar talihsiz
kazadan sonra kamu toplantılarına hiçbir zaman sopa ile
gitmemeyi bir kural yaptılar.

XII. Ama kamu yemeklerine geri dönersek, bunların


Yunanca'da çeşitli adları vardı. Giritliler onlara andreia
derlerdi, çünkü onlara yalnızca erkekler gelirdi. Spar­
talılar ise filitia sözcüğündeki l harfini d ile değiştirip
fıditia derlerdi - 'sevgi yemekleri,' çünkü birlikte yiyip
içerek dostluklar kurma fırsatı elde ederlerdi. Ya da ad
belki de 'tutumluluk' ya da 'yalınlık' anlamına gelen fei­
dodan türetilmişti, çünkü bu yemekler insanlan yalınlığa
alıştırırlardı. Ya da belki de ilk harf bir ektir, ve sözcük
başlangıçta 'yeme' anlamına gelen edodeden türeyen
editia olmuş olabilir. Aşağı yukarı on beşlik kümeler ola­
rak toplanırlardı ve bunlardan her biri ayda yaklaşık bir
LİKURGU S 25

kile yiyecek, kırk litre kadar şarap, iki buçuk kilogram


kadar peynir, bir buçuk kilogram incir ve bir de et ya
da balık almak için bir miktar para getirmek zorunday­
dı. Bunların yanısıra, içlerinden biri tannlara bir adak
sunduğunda ortak salona bundan her zaman bir pay
gönderirdi. Benzer olarak, içlerinden biri ava gitmişse,
oraya öldürdüğü hayvanın bir parçasını gönderirdi. Çün­
kü yalnızca bu iki durumda evde yemeye izin verilirdi.
Birlikte yeme geleneği uzun bir süre daha bozulmadan
sürdü. Kral Agis'in kendisi Arinalılan yendikten sonra ül­
kesine geri döndüğünde ve kraliçesi ile birlikte paylarını
evde yemeyi istedikleri haberini gönderince, bu dileği
kendi subayları olan polemarklar tarafından reddedildi
ve yiyecek gönderilmedi. Ertesi gün bu karara içerleyerek
mutlu bir sona eren savaş için geleneksel adak sunusunu
gözardı edince, bu kez para cezasına çarptırıldı.
Çocuklarını bu masalara ılımlılık okulları olarak gön­
derirlerdi. Burada deneyimli devlet adamlarını dinleye­
rek devlet sorunları üzerine bilgi kazanırlardı. ineelikle
söyleşide bulunmayı, kabalaşmadan şakalar yapmayı ve
bunlara keyiflerini hiç bozmadan katianınayı öğrenirler­
di. Bu iyi terbiye açısından Spartalılar özellikle başarılıy­
dılar. Ama içlerinden biri şakadan rahatsızlık duyacak
olursa, bunu yalnızca belirtınesi yeterdi ve şakacı şakasına
son verirdi. Biri içeri girerken topluluktaki en yaşlı erkek
geleneğe uyarak kapıyı gösterir ve "Bu kapıdan hiçbir
söz dışarı çıkmaz," derdi. Herhangi biri bu küçük top­
luluklardan birine kabul edilmeyi istediğinde şöyle bir
sınamadan geçerdi: Topluluktaki herkes bir hizmetçinin
başı üzerinde taşıdığı derin bir kaba atmak üzere ufak bir
yumuşak ekmek parçası alırdı. Seçilen kimseyi sevenler
ekmek parçasını şeklini değiştirmeksizin sessizce kaba
atar, sevmeyenler ise onu ilkin parmakları arasında ezip
yassılaştırdıktan sonra bırakırlardı. Yassı ekmek parçası­
nın delinmiş ya da olumsuz oy gibi bir anlamı vardı. Ve
'Sparta' da krallara bağlı askeri komutanlar.
26 PLUTARK

eğer kapta bunlardan biri bile bulunacak olursa, aday


topluluğa kabul edilmezdi. Topluluğun tüm üyelerinin
birbirlerine uyumlu olmaları konusunda çok özenliy­
diler. Kaba kaddikhos denirdi, ve reddedilen aday ondan
türetilen bir adla anılırdı. En sevilen yemekleri kara ct
suyu çorbasıydı. Buna öyle değer verilirdi ki, yaşlılar yal­
nızca onunla beslenir ve arta kalan eti daha genç olanla­
ra bırakırlardı. Derler ki bir Pontus kralı onların bu kara
et suyu çorbalarından çok söz edildiğini duyunca, ona
biraz çorba yapması için bir Spartalı aşçı gönderilmesini
ister. Ama tadar tatmaz çorbayı çok kötü bulunca bunu
gören aşçı ona şunları söyler: "Ey Kral, bu çorbanın tadı­
nı aniayacak biri ilkin Eurotas ırmağında yüzmüş olmalı­
dır." İçkiler ölçülü olarak içildikten sonra herkes meşale
kullanmadan evine dönerdi, çünkü ışıkla yürümek bu ve
başka her durumda yasaktı. Amaç kendilerini karanlıkta
korkmadan yürümeye alıştırmaktı. Yemeklerinin ortak
biçimi böyleydi.

XIII. Likurgus hiçbir zaman yasalarını yazıya geçirmedi.


Aslında bunu kesinlikle yasaklayan bir retrabile vardır.
Çünkü bir kentin gönencine ve erdemine en doğrudan
yararı olan en önemli ilkelerin iyi bir disiplin yoluyla
gençlerin yüreklerine yerleştirildikleri zaman orada de­
ğişmeden ve bozulmadan kalacaklarını, ve en iyi yasama­
cıları olan eğitim tarafından belirlenen eylem ilkelerinde
herhangi bir zorlamanın sağlayacağından çok daha güç­
lü bir güvenlik bulacaklarını düşünüyordu. Ve değişen
durumlara göre değişmeleri gereken iş sözleşmeleri ve
benzeri gibi daha az önemli noktalara gelince, böyle du­
rumlarda hiçbir pozitif kuralın ya da çiğnenemez göre­
neğin getirilmemesinin en iyisi olduğunu düşünüyordu.
Bunların biçimlerinin zamanın koşullarına ve sağlam yar­
gıda bulunan insanların kararlarına göre değiştirilmesi­
ni istiyordu. Yasaların yapılmasında ve yürütülmesinde
birincil önemde gördüğü etmen eğitimdi.
LİKURGUS 27

O zaman, retralardan biri, dediğim gibi, yasaların


yazıya geçirilmesini yasaklıyordu. Bir başkası özellikle
lüks ve pahalılığa karşı yöneltilmişti. Çünkü bununla
evlerinin çatılarının yalnızca balta ile şekillendiril­
mesi ve kapılarının yalnızca testere ile düzleştirilmesi
buyruğu getiriliyordu. Epameinondas'ın kendi masa­
sında söylediği "İhanet ve böyle bir yemek birarada
gitmez" sözlerinin Likurgus tarafından öneelenmiş
olduğu söylenebilir: Lüks ve aşırılıklar böyle bir ev
ile birlikte gidemezler. Çünkü böyle yalın ve gösteriş­
siz odaları olan bir evi gümüş ayaklı koltuklarla, mor
yatak örtüleriyle ve altın ve gümüş tabaklada donatıp
döşeyecek birinin normalden daha az aklı ve inceliği ol­
ması gerekirdi. Hiç kuşkusuz yataklarını evleri ile, yatak
örtülerini yatakları ile ve eşyalarının ve mobilyalarının
geri kalanını bunlarla orantılı ve uyumlu olarak seçmek
zorunda kalacaklardı. Kralları Leotikhides- bu adı ta­
şıyan ilk kral- bunun dışındaki bir görünüşe öylesine
az alışıktı ki, Korint'te gösterişli bir odada ağırlandığı
ve eğlendirildiği bir sırada zeminin ve tavanın ineelikle
işlenmiş kaplamalada süslü olduğunu görünce çok şa­
şırdı ve ev sahibine ülkesinde ağaçların kare biçiminde
mi büyüdüklerini sordu.
Üçüncü bir kural ya da retra aynı düşmanla sık savaş
yapmamalarını bildiriyordu, çünkü yoksa onları kendi­
lerini savunmaya alışurarak savaşta eğitmiş ve deneyimli
kılmış olacaklardı. Ve Kral Agesilaos daha sonra uzun bir
süre boyunca tam bu nedenle çok kınandı. Boeotia'ya
sürekli saldırıları ile Thebesiileri Spartalılara denk bir
düşman yapmıştı. Bu yüzden bir gün onu yaralanmış
gören Antalkidas ona savaşmayı öğrenmeyi istemeyen
ve nasıl savaşılacağını bilmeyen Thebesiilere savaşmayı
öğretınek için böylesine sıkıntıya girmesinin bedelini çok
iyi ödediğini söyledi. Likurgus bu yasalara onların tanrı­
lardan geldiklerini ve kehanetler olduklarını anlatınak
için retralar adını veriyordu.
28 PLUTARK

XIV. Gençlerinin iyi eğitilebilmeleri için (ki, daha önce


dediğim gibi, bunu bir yasamacının en önemli ve en soy­
lu görevi sayıyordu), evliliklerini düzenleyerek sorunu
geriye gebeliğin ve doğumların denetimine dek götür­
dü. Aristoteles1 kadınları daha ılımlı ve ölçülü yapmak
için tüm yolları deneyen Likurgus'un, sonunda onları
olduklan gibi bırakmak zorunda kaldığını, çünkü yaşam­
larının en iyi günlerini savaşlarda geçiren kocalarının
yokluğunda evlerinin tek efendileri olarak bırakmak
zorunda kaldıkları karılarının çok serbest davrandık­
larını, bu üstünlükten ötürü kendilerine büyük saygı
gösterildiğini ve Hanımefendi ya da Kraliçe sanı ile ses­
lenildiğini söylerken yanılmaktadır. İşin gerçeği Likur­
gus'un kadınların durumunda da olanaklı tüm özeni gös­
terdiğidir. Genç kızlara koşu, güreş, disk atma ve mızrak
fırlatma gibi alışurmalar yapma kuralını getirdi. Bu yolla
taşıdıkları çocuklar güçlü ve sağlıklı bedenlerde daha iyi
kök tutabilecek ve daha iyi büyüyebilecekler, ve bir de bu
daha büyük dinçlik nedeniyle çocuk doğurmanın acılan­
na daha kolay dayanabileceklerdi. Aşırı narinliklerini ve
yumuşaklıklannı giderebilmek için, genç kadınların da
geçit törenlerine genç erkekler gibi çıplak katılmalannı,
ve belli şenliklerde de yine çıplak dans etmelerini, genç
erkekler çevrelerinde onları görür ve işitirken şarkılar
söylemelerini bir kurala bağladı. Bu tür toplantılarda ara­
da bir kendilerini savaşta başarısız gösterenler üzerine
şakalar yapılır, giderek bunlar iyi niyet sınırını aşmamak
üzere alay konusu bile edilirdi. Ve yine yiğitçe eylem­
lerde bulunanlar için övgü şarkıları söylenir, bu yollarla
daha genç olanlarda onların şanlarına öyküome isteği
uyandırılırdı. Bu tür övgüler kazanan erkekler genç kız­
lar arasında onurlandırılmış olarak oradan gurur, coşku
ve doyum içinde ayrılırlardı. Şakacı yergilerin etkisi gene
de ciddi kınamaların etkisinden daha az acı verici değil­
di. Ve kentin geri kalanı gibi kralları ve yaşlılan da olan
1Politika, ii, 6, 8.
LİKURGUS 29

biten herşeyi görüp işittikleri için, etki daha da büyük


olurdu. Genç kadınların bu çıplaklığında utanılacak hiç­
bir şey yoktu. Alçakgönüllü tavırlarında hiçbir değişiklik
olmazdı ve kendini bilmezlikten bütünüyle uzaktılar. Bu
onlara yalınlık kazandırır, sağlık için ve beden güzelliği
için özen gösterıneyi öğretİr, onlara daha yüksek duygu­
ların bir tadını verirdi, çünkü kendilerinin de yiğitlik ve
san arenasında bir yerleri olduğunu duyumsarlardı. Bu
yüzden Leonidas'ın karısı Gorgous'un yaptığı gibi düşü­
nür ve onun söylediğini söylerlerdi. Anlatıldığına göre,
yabancı bir kadın ona dünyada erkeklere egemen olan
kadınların yalnızca Spartalı kadınlar olduğunu söylediği
zaman, "Haklı olarak," yanıtını verdi, "çünkü yalnızca
bizler erkek doğururuz."

XV. Genç kızların kamu geçit törenlerine böyle çıplak


katılmaları, alışurmalar ve danslarda ortaya çıplak çık­
maları, Platon'un1 dediği gibi, gençler üzerinde evlilik
yönünde etkide bulunan uyarılardı - "geometrinin
olmasa da, sevginin zorunluğu" ile. Ama tüm bunların
yanısıra, Likurgus evliliği daha da etkili olarak yüreklen­
dirmek için, sürekli bekar kalanları yasa yoluyla oy ver­
me hakkından belli bir ölçüde yoksun bıraktı. Onların
genç erkeklerin ve kızların çıplak dans ettikleri törenleri
seyretmeleri yasakladı ve onları kışın görevlilerin dene­
timi altında pazar yeri çevresinde üzerlerinde yalnızca
gömlekleri ile yürümek zorunda bıraktı. Bir de yürüyüş
sırasında yasaya uymadıkları için bu cezaya haklı olarak
çarptırıldıklarılll anlatan ve kendilerini küçük düşüren
belli bir şarkıyı söylemek zorunda bırakıldılar. Dahası,
genç erkeklerin büyüklerine gösterdikleri saygıdan ve
ince davranışlardan da yoksun bırakıldılar. Örneğin hiç
kimse seçkin bir komutan olan Derkillidas'a söylenen
sözlerde bir haksızlık bulmadı. Bir gün bir topluluğa gir­
diğinde gençlerden biri kalkıp yerini ona vermektense

'Devlet, 458d.
30 PLUTARK

oturmayı sürdürerek şöyle dedi: "Bir gün bana yerini


verecek bir oğlun olmadı."
Evlenecekleri zaman kocalar gelinleri bir tür zor yo­
luyla alırlardı. Bunun nedeni kızların küçük olmaları ve
henüz evliliğe uygun olmayan narİn yıllarında bulun­
maları değildi. Tersine, gelinler tam olarak serpilmiş ve
bütünüyle olgunlaşmış kızlardı. Kız böyle götürüldükten
sonra, düğünü düzenleyen kadın gelir ve gelinin saçını
iyice kısaltarak keser, ona erkek giysileri giydirir ve onu
karanlıkta yere serili bir yatak üzerine bırakırdı. Daha
sonra, damat her zaman olduğu gibi ortak bir masada
yemeğini yedikten sonra, ve tüm ağırbaşlılığı, dinginliği
ve gündelik giysileri içinde gelir, görünmeden gelinin
yattığı odaya girerdi. Gelinin erdenlik yerini çözer ve onu
kollarında evlilik yatağına taşırdı. Bir süre geliniyle bir­
likte kaldıktan sonra, kendini toplamış olarak yerine geri
döner ve her zaman yaptığı gibi başka genç erkeklerle
birlikte uyurdu. Ve böyle yapmayı sürdürerek günlerini,
aslında gecelerini onlarla birlikte geçirir, gelininin ya­
nına korku ve utanç içinde ve ancak gözlenmeyeceğini
düşündüğü zaman büyük bir dikkatle uğrardı. Gelini
de kendi payına kurnazlıklar düşünür, buluşmaları için
başkalarının ortalıkta olmadığı uygun fırsatları kollardı.
Uzunca bir süre bu yolda yaşarlar, giderek kimi zaman
daha karılarının yüzünü gün ışığında görmeden ço­
cukları olurdu. Görüşmeleri böyle güç ve seyrek olun­
ca, bu yalnızca öz-denetimlerini sürekli diri tutmalarını
sağlamakla kalmaz, ama bu yolla bedenlerini de dinç ve
sağlıklı tutarlardı. Duyguları yenilik ve diriliğini korur,
kolay buluşma ve sürekli birliktelik tarafından doyurul­
mamış ve köreltilmemiş kalırdı. Ayrılmaları her zaman
arkada her birinde birbirlerine duydukları özlemden ve
karşılıklı haz ateşinden sönmemiş bir parça bırakacak
denli erken olurdu.
Evliliği bu alçakgönüllülük ve öz-kısıtlama ile kolla­
masının yanısıra, erkekten kadına iyelik konusunda boş
LİKURGUS 31

ve kadınsı kıskançlığı uzaklaştırmak için de eşit ölçüde


özen gösterdi. Bu amaçla, evlilik ilişkilerinin tüm ahlaksız
davranışlardan özgür tutulmasına karşın, kanlarını on­
lardan çocukları olabilsin diye uygun buldukları kişilerle
paylaşmanın erkekler için onurlu görülmesini sağladı.
Böyle ortak ayrıcalıkları dayanılmaz bulan ve bunları ka­
bul etmekteuse kavgaya ve kan dökmeye başvuran ve bu
uğurcia savaşmayı göze alan kişileri alay konusu yaptı.
Likurgus'un bu düşüncesine uygun olarak örneğin yaşı
Ilerlemiş ve genç bir karısı olan bir erkek karısını ondan
hir çocuğu olabilsin diye erdemli ve saygın bir genç er­
keğe bırakabilirdi. Çocuk babasının iyi niteliklerini kalıt
alacak ve kocanın kendisine iyi bir oğul olacaktı. Yine,
evli bir kadını kocasına doğurduğu güzel çocuklar ve bir
e• olarak davranışındaki alçakgönüllülük nedeniyle seven
dürüst ve değerli bir erkek, eğer koca onayını verecek
olursa, bir bakıma bu iyi toprak parçasından kendisi için
değerli ve soylu çocuklar yetiştirebilmek amacıyla kadınla
birlikte olmayı isteyebilirdi. Ve gerçekten de Likurgus ço­
t:ukların kendi anne ve babalarının olmaktan çok bütün
devletin mülkiyeti oldukları kanısındaydı, ve buna göre
yurttaşlarının rasgele anne ve babalar tarafından değil,
ı&ına bulunabilecek en iyi insanlar tarafından doğurulma­
•ını istedi. Başka ulusların yasaları ona çok saçma ve tu­
Uirsız görünüyordu, çünkü onlarda erkekler köpeklerine
Yt atıarına onlardan güzel soylar üretebilmek için büyük
pıtralar harcayacak denli kaygı gösterirken, karılarını ap­
Uil, zayıf ya da hastalıklı bile olsalar yalnızca kendilerin­
den çocuklar doğurmaları için kilit altında tutuyorlardı.
Oy1a kötü bir soydan gelen çocukların kötü niteliklerini,
Iyi doğumlu çocukların ise benzer olarak iyi nitelikleri­
nlllkin onları besleyip büyütenlere karşı gösterecekleri
bölünüyle açıktı. Doğal ve politik amaçlar göz önünde
tutularak saptanan bu tür özgürlükler daha sonra Spar­
ll kıtdmiarına yüklenen o utanç verici serbestliklerden
6ylıısine uzaktı ki, zinanın ne olduğunu bile bilmezler-
32 PLUTARK

di. Örneğin çok eski bir Spartalı olan Geradas için şun­
lar söylenir. Bir yabancı ona yasalarının zina yapanlar
için nasıl bir ceza getirdiğini sorduğunda, " Ülkemizde
zina yapan hiç kimse yoktur," yanıtını verir. "Ama," diye
sürdürür yabancı, "olduğunu varsay?" "O zaman," diye
yanıtlar Geradas, "bunu yapanın davacıya Taygetos Dağı­
nın tepesinden sarkarak aşağıdaki Eurotas nehrinden su
içebilecek kadar uzun bir boynu olan bir boğa vermesi
gerekecektir." Buna şaşıran adam, " Öyle mi? Böyle bir
boğa nasıl bulunur?" diye sorar. Geradas gülümseyerek
yanıtlar: "Ama Sparta'da zina yapan biri nasıl bulunur?"
Evlilikleri üzerine söyleyeceklerim bu kadar.

XVI. Babanın çocuğu uygun gördüğü gibi yetiştirme gibi


bir yetkisi de yoktu. Onu Leskhe denilen bir yerde belli
sınamacıların önüne çıkarınakla yükümlüydü. Bunlar ço­
cuğun ait olduğu kabilenin yaşlılarıydılar. İşleri bebeği
dikkatle gözden geçirmekti, ve eğer onu sağlam ve iyi
yapılı bulmuşlarsa babaya onu yetiştirmesini bildirir ve
çocuğa yukarıda sözü edilen dokuz bin toprak payından
birini verirlerdi. Ama eğer zayıf ve çelimsiz bulmuşlar­
sa, Taygetus Dağının eteğinde bir tür toprak yanğı olan
Apothetas'a götürülmesi buyruğunu çıkarırlardı, çünkü
eğer daha baştan sağlıklı ve gürbüz yapılı olmadığı anla­
şılmışsa, yetiştirilmesini ne çocuğun kendisi için iyi, ne de
kamu çıkanna uygun görürlerdi. Aynı nedenle, kadınlar
yeni doğan bebekleri tüm başka ülkelerde gelenek ol­
duğu gibi suyla değil, bedenlerinin durumunu sınamak
için şarapla yıkarlardı. Çünkü saralı ve zayıf çocukların
böyle yıkandıklarında sararıp solacaklarını, oysa güçlü ve
gürbüz yapılı olanların bununla çelik gibi bir sağlamlık
ve zindelik kazanacaklarını düşünürlerdi. Çocuk bakı­
cılan da işlerine büyük özen gösterir ve onu beceri ile
yerine getirirlerdi. Kundak bağı kesinlikle kullanılmazdı.
Çocuklar kol ve bacaklarının uzamalan engellenıneden
büyütülürdü. Bunun yanısıra, bakıcılar onlara hoşnut ve
LİKURGUS 33

mutlu olmayı öğretİr, yiyeceklerini ayırıp seçmelerine


izin vermezlerdi. Çocuklar karanlıkta kalmaktan ya da
evde yalnız başlarına bırakılmaktan korkmazlar, hırçınlık
ya da huysuzluk göstermez ve ağlamazlardı. Bu tür ne­
denlerle Spartalı çocuk bakıcıları sık sık başka kentlerin
yurttaşları tarafından satın alınır ya da kiralanırdı. Atİ­
nalı Alkibiades'i emziren Amiklas'ın bir Spartalı olmuş
olduğu söylenir. 1
Bununla birlikte, bakıcısı açısından talihli olan Alkibi­
ades öğretmeni açısından böyle değildi. Platon'a2 göre,
koruyucusu olan Perikles bu görev için sıradan bir köle
olan Zopiros adında birini seçmişti. Ama Likurgus böyle
düşünmüyordu. Genç Spartalıları pazardan satın alınmış
ya da kiralanmış öğretmenierin eline bırakamazdı. As­
lında babanın kendisinin çocukları kendi keyfine göre
yetiştirmesi de yasal değildi. Tersine, yedi yaşına basar
basmaz çocuklar Likurgus'un belirlediği gibi devlet ta­
rafından belli biriikiere ve sınıfiara alınırlar, orada tümü
de aynı düzen ve disiplin altında yaşarlar, alıştırmalannı
birlikte yapar ve oyunlarını birlikte oynarlardı. Arala­
rında yargıda bulunmada en iyi ve kavgada en yürekli
olanlar birliklerine yüzbaşı yapılırdı. Tümü de gözlerini
her zaman ona diker, onun buyruklarını dinler ve verdi­
ği her cezaya dayançla katlanırlardı. Böylece bütün bir
eğitim süreci sonu gelmez bir boyuneğme alıştırmasıydı.
Bunun yanısıra, yaşlılar da gençlerin çalışmalarını izler ve
karakterlerini anlamak ve daha tehlikeli karşılaşmalara
geldiklerinde hangisinin daha gözüpek, hangisinin daha
korkak olduğunu görmek için fırsatlar yakalamaya çalışır,
kendi aralannda çocuklar üzerine sık sık çekişmelere ve
tartışmalara girerierdi.
Okuma ve yazmaya gelince, çocuklar bunu ancak
üstlerine düşeni yerine getirmelerine yetecek düzeyde
ôğrenirlerdi. Eğitimlerinin geri kalanında başlıca kay-
1Alkibiades, i, 2.
'Alkibiades, I, I22b.
34 PLUTARK

gı buyruklara tam olarak uymalarını sağlamak, onlara


güçlüklere dayanınayı ve savaşta yenıneyi öğretmekti.
Bu amaçla, çocukların yaşları büyüdükçe uygulamaları
gereken bedensel alıştırmalar da oranulı olarak arttırı­
lırdı. Saçlan kısa kesilir, yalın ayak dolaşmaya alışUnlır, ve
çoğunlukla çıplak oynarlardı. On iki yaşına basuklannda,
bundan böyle iç giysi giymelerine izin verilmezdi. Yıl bo­
yunca kullanacak tek bir giysileri vardı. Bedenleri sert ve
kuruydu, çok az yıkanır ve çok az koku sürerlerdi. Böyle
insansal düşkünlüklere yalnızca yılın sayıları oldukça az
olan özel günlerinde izin verilirdi. Küçük kümeler olarak
birarada uyurlar, Eurotas ırmağının kıyılarında büyüyen
ve bıçak kullanmadan elleriyle kopardıkları sazlardan
yaptıkları yataklarında yatarlardı. Kış geldiğinde, saz
yataklarına biraz da olsa sıcaklık verdiği düşünülen di­
ken pamuğu karıştınrlardı.

XVII. Bu yaşa ulaştıklarmda, daha umut verici çocuk­


lar arasında kendisine eşlik edecek bir sevgilisi olmayan
biri bile kalmazdı. Yaşlılar da onları yakından gözler,
sık sık onları birbirleri ile kavrayış keskinliğinde ya da
bedensel güçte yarışırken dinlemek ya da görmek için
alıştırma yerlerine gelirlerdi. Bunu bir anlamda babala­
rıymış, öğretmenleriymiş ya da yöneticileriyıniş gibi tam
bir ciddiyet ve ilgi ile yaparlardı. Böylece neredeyse onlara
ödevlerini amınsatacak ve bunları gözardı ettiklerinde
onları cezalandıracak birilerinin bulunmadığı hiçbir
yer ya da hiçbir zaman olmazdı. Tüm bunların yanında,
her zaman kentin en soylu ve en dürüst insanlarından
biri onların bakım ve yönetimini üstlenmek üzere paido­
nomos ya da 'gözetmen' olarak atanırdı. Bu kişi onları
yeniden çeşitli kümelerde düzenler ve her birinin başına
Eirenler [e'lpııv] denilen en sağgörülü ve yürekli olanları
komutan olarak seçerdi. Genellikle yirmi yaşında olan
Eirenler kümede geri kalanlardan iki yaş kadar büyük­
tüler. Yıne, geri kalan çocuklar arasında en büyük olana
LİKURGUS 35

Mell-Eiren ya da 'aday Eiren' denirdi. Eiren sanıyla anılan


genç adam savaş oyunları sırasında kümenin önderi, ve
kentte onların efendisi sayılırdı. Onları evinin görevleri
Için kullanır, içlerinden en büyüklerini odun toplamaya
gönderirken daha çelimsiz ve daha beceriksiz olanları
lae salata için bitkiler ve iyileştirİcİ otlar bulmaya yollardı.
Kural ya bunları çalmak ya da aniarsız yapmaktı. Çalma
eylemini gizlice balıçelere girerek ya da görünmeden
at evlerinin içine süzülerek yerine getirirlerdi. Eğer iş
başında yakalanacak olurlarsa, öyle kötü ve beceriksizce
hırsızlık yaptıkları için acımasızca kamçılanırlardı. Elle­
rinin uzandığı her yemeği çalarlar, bunun için tüm fır­
Madan gözleyip kollarlar, insanların uykuda ya da her
ıamankinden daha dikkatsiz oldukları zamanları seçer­
lerdi. Eğer yakalanacak olurlarsa yalnızca kamçı cezasına
çarptırılmakla kalmaz, ama bir de yemekleri kesin olarak
I{Ündelik payiarına kısıtlandığı için aç kalırlardı, çünkü
KÜndelik besinleri çok yetersizdi. Bu onları açlığa karşı
kavgayı kendi ellerine almaya götürür, bu yolla güç ve
becerilerini kullanmayı öğrenmek zorunda kalırlardı.
Yiyecek paylarının kıt olmasının birincil amacı buydu.
ikinci olarak bu yolla uzun boylu olmaları sağlanırdı.
Çünkü zorunlu olarak bedende kalıniaşıp genişlemeye
yni açan büyük bir besin miktarı ile engellenip durduml­
mayan yaşam özsuları doğal hafiflikleri ile yükselirler ve
yumuşak olduğu için kendini kolayca bırakan bedenin
ııı.amasını sağlarlar. Öyle görünür ki aynı şey biçim gü­
r.e lliğine de katkıda bulunur. Ve ince ve uzun bir yapı do­
tımın eklemlenişlerine daha iyi uyum gösterirken, buna
karşı kaba ve aşırı besili beden buna direnç gösterecek
ölçüde ağırdır. Benzer olarak, gebeliğinde boşaltıcı alan
kadınların daha ince ve daha küçük ama daha biçimli
W daha güzel çocuklar doğurduklarını görürüz, çünkü
kendisinden oluştukları gereç daha esnek ve daha kolay
yo�rulabilir türdendir. Ama bunun nedenini belirlemeyi
bll,kalarına bırakıyorum.
36 PLUTARK

XVIII. Kaldığımız noktaya geri dönelim. Spartalı ço­


cuklar hırsızlıklarını öylesine ciddiye alırlardı ki, öyküye
göre yavnı bir tilki çalıp onu giysisi altına saklayan küçük
bir çocuk görülmektense hayvanın diş ve perıçeleri ile
barsaklarını parçalamasına izin vermiş ve hemen orada
ölmüştü. Sparta'da bugüne dek uygulananlar bu öykü­
ye inandıncılık kazandırmak için yeterlidir, çünkü Arte­
mis Orthias'ın sunu taşının ayağında gençlerin kırbaca
kendilerinden geçineeye dek nasıl dayandıklarını kendi
gözlerimle gördüm.
Eiren yemekten sonra bir süre için oğlanlada birlikte
kalır ve içlerinden birinden şarkı söylemesini isterken,
bir başkasına ise dikkatlice düşünülmüş iyi bir yanıt is­
teyen bir soru sorardı, örneğin: Kentteki en iyi insan
kimdir? Şu ya da bu kişinin şu ya da bu davranışı için
ne düşünüyordu? Böylece çocuklar daha küçük yaştan
kişiler ve şeyler üzerine doğru yargılarda bulunmaya
ve yurttaşlarının davranışlan konusunda bilgili olmaya
alışırlardı. Eğer içlerinden birinin Kim iyi bir yurttaştır,
ya da Kim adı kötüye çıkmış bir yurttaştır? gibi sorulara
verecek h azır bir yanıtı yoksa, kafasız ve dikkatsiz olduğu
ve erdem ve onur için özlem rluymadığı düşünülürdü.
Bunun yanısıra, söyledikleri konusunda iyi bir neden ver­
mesi ve bunu olanaklı en az sözcükle ve olanaklı en özlü
yolda yapması gerekirdi. Bunu başaramayan ya da amaca
uygun yanıtı vererneyen ısırması için başparmağını Eire­
ne verirdi. Kimi zaman onları türeli olarak ve uygun bir
ölçü ile cezalandınp cezalandırmadığını görsünler diye
Eiren bunu yaşlıların ve yöneticilerin önünde yapardı.
Onları cezalandırırken h içbir kısıtlamayla karşılaşmaz,
hiçbir biçimde kınanmazdı. Ama çocuklar gittiğinde he­
sap vermeye çağnlır, ve eğer hoşgörüde ya da serdikte
aşırıya gitmişse, kendisi ceza görürdü.
Çocukların sevgilileri onların onur ya da utançlarını
da paylaşırlardı. Bir öyküye göre bunlardan biri sevdiği
çocuk dövüşürken ağzından kadınsı bir bağınş kaçırdığı
LİKURGUS 37

Için yöneticiler tarafından cezaya çarptırıldı. Ve bu tür


Ncvgi aralarında öylesine onay kazandı ki, soylu ve iyi ka­
dınlar bile genç kızlara aynı duyguyu itiraf ediyorlardı.
Ama gene de duygu herhangi bir çekişmeye ya da kıs­
kançlığa izin vermiyordu, ve eğer birçok erkeğin duygu­
ları aynı oğlan üzerinde buluşmuşsa, bu gerçekte yakın
bir dostluğun başlangıcını oluşturuyor ve tümü de ortak
duygularının nesnesini olanaklı olduğu denli başarılı
kılmak için işbirliği yapıyordu.

XIX. Çocuklara iğnelenıeyi şaka ile birleştiren bir konuş­


ma biçemi öğretilir, bir düşünceler çokluğunun birkaç

NÖzcükle nasıl taparlanacağı gösterilirdi. Çünkü, gördü­


�ümüz gibi,' demirden paraya büyükçe bir ağırlık ama
oldukça küçük bir değer verilmesini sağlayan aynı Li­
kurgus, tersine, derin ve geniş bir anlamı yalın ve kısa
NÖzlerle anlatamayan hiçbir söylem biriminin dolaşımda
olmasına izin vermedi. Sparta'da çocuklar uzun süren
bir sessizlik alışkanlığı kazanma eğitiminden geçirilerek
doğru ve özlü yanıtlar vermeyi öğrenirlerdi. Çünkü tıpkı
eşeysel gevşekliğin genellikle verimsizlik ve kısırlıkta son­
lanması gibi, konuşmada ölçüsüzlük de söylemi boş ve
ımlamsız yapar. Buna göre, kimi Atinalılar Spartalıların
taşıdıkları kısa kılıçiara gülerek sahnedeki hakkabazların
bunları kolayca yutabileceğini söyledikleri zaman, Kral
Agis şu yanıtı verdi: "Ve gene de bu kılıçlar onlarla düş­
manımıza ulaşacağımız kadar uzundur." Bana öyle görü­
nüyor ki, sözleri de kılıçlan gibi kısa ve keskindi. İşin
6züne ulaşınada ve dinleyenlerin dikkarini yakalamacia
herkesten iyiydiler.
Eğer gerçekten de hakkında anlatılan öykülere güve­
nebilirsek, Likurgus'un kendisi konuşmasında kısa ve
özlü biri olmuş görünür. Bu örneğin hükümet biçimleri
iizerine konuşurken, Sparta'da demokrasinin kurulma­
linı isteyen birine verdiği yanıttan açıktır: "Pekala dos-

1Bölüm ix.
38 PLUTARK

tum," der, "git de demokrasiyi önce. kendi evinde kur."


Bir başkası ona niçin tannlara öyle küçük ve pahalı ol­
mayan adaklar sunduğunu sorduğunda, "Her zaman
onlara sunacak birşeylerimiz olsun diye," yanıtını alır.
Ne tür atletik alıştırmaları ve döğüşleri onayladığı sorul­
duğunda, "Her tür," der, "ama kollarını uzatarak yaptığın
dışında." 1 Yurttaşlarına mektup yoluyla iletilen benzer
yanıtlar da ona yüklenir. Düşmanlarının bir istilasına en
iyi nasıl karşı çıkılacağı sorulduğunda, şu yanıtı gönde­
rir: ''Yoksul kalmayı sürdürme ve birinin bir başkasından
daha büyük olmayı istememesi yoluyla. " Yine kenti bir
duvarla kapamanın gerekli olup olmadığı sorulduğunda,
onlara "Tuğlalar yerine yiğit insanlardan bir duvarı olan
kent daha iyi korun ur," yanıtını verir. Ama bu ve benzeri
mektupların düzmece olup olmadığını belirlemek kolay
değildir.
XX. Çok konuşmaktan hoşlanmamaları olgusuna gelin­
ce, buna kanıt olarak çeşitli özdeyişler vardır. Kral Leo­
nidas onunla çok önemli bir sorun üzerine ama uygun
olmayan bir yerde ve zamanda konuşmak isteyen birine
şunları söyler: "Dostum, sorun hiç kuşkusuz acele ediyor,
ama zaman değil." Likurgus'un yeğeni kral Kharilaos'a
amcasının niçin öyle az sayıda yasa yaptığı sorulduğunda,
"Az konuşanlar az sayıda yasaya gereksinirler" yanıtını
verir. Birileri kamu masasına çağrılan sofist Hekataios­
'u yemek sırasında tek bir söz bile etmemesinden ötürü
kınadığında, Arkhidamidas'ın onu doğrulayıcı yanıtı şu
oldu: "Nasıl konuşulacağını bilen ne zaman konuşacağını
da bilir." Sözünü ettiğim2 keskin ve gene de inceliksiz
olmayan yanıtiara örnek olarak şunlar da belirtilebilir.
Zamansız sorularıyla bıkkınlık veren birinin özellikle
sık yinelediği "Sparta' da en iyi adam kimdir?" sorusu ile
karşılaşan Demaratas sonunda, "Sana en az benzeyen,
1Sava.şıa yenik düştüklerinde yaşamlarını bağışiatmak için düşmaniarına
yalvaranların tarzında.
2Bölüın xix.
LİKURGU S 39

dostum," yanıtını verir. Agis'in olduğu yerde bulunanlar­


dan kimileri Eleialıların Olimpiyat oyunlarını dürüst ve
onurlu bir biçimde yönetmelerini çok fazla yücelttikleri
ıaman, "Hiç kuşkusuz," der Agis, "beş yılda bir gün dü­
ril�t olmanın Eleialılar için ne zararı var?" Spartalılara
olan duygularının sözünü çok eden ve kendi kentinde
yurttaşlarının ona Filospartan ( ' Spartalıları seven' ) de­
diklerini söyleyen bir yabancıya Theopompos eğer ona
Filopolitas ( ' kendi yurttaşlarını seven') deselerdi bunun
onun için daha büyük bir onur olacağı yanıtını verir. Ve
Pausanias'ın oğlu Pleistoanaks bir Atinalı söylevci ona
Spartalılann bir bilimlerinin olmadığını söylediği zaman,
"Doğru, Efendim. Yunanlılar arasında sizden hiçbir kö­
tülük öğrenmeyenler yalnızca biziz" der. Arkhidamidas
ona ne kadar Spanalı olduğunu soran birine, "Kötüleri
dışarıda tutmaya yetecek kadar, Efendim." yanıtını verir.
Şakalarının kendilerinde de karakterlerini görebiliriz.
Çünkü onları rasgele yapmazlar, ama inceliklerinin ken­
disi sonunda hakkında düşünmeye değer birşey üzerine
dayanırdı. Örneğin içlerinden biri bir bülbülün sesini
t.am olarak çıkaran bir adamı dinlemesi için çağrıldığın­
da verdiği yanıt şu oldu: "Efendim, ben bülbülün kendi­
Nini işittim." Bir gömüt üzerinde: -
"Acımasız bir tirantığın yangınlarını söndürmeye
çalışırken öldürdü Ares onları,
Selinountos ise kapılarından baktı ölümlerine,"
Nözlerini okuyan biri, "Hak ettiklerini bulmuşlar," yanıtını
verdi. "Çünkü tiranlığı söndürmeye çalışmak yerine yap­
ınaları gereken şey onu sönmeye bırakmaktı." Bir çocuk
kendisine kavgada döğüşerek ölecek döğüş horozlarını
vermeyi teklif eden birine, "Bunu yapma," der, "bana dö­
A"üşerek ölecek olanları değil ama döğüşerek öldürecek
olanları ver." İnsanların sere serpe koltuklar üzerinde
ıııandıklannı gören bir başkası ise, "Tanrı beni kalkıp
yerimi bir büyüğüme veremeyeceğim bir yere oturmak
40 PLUTARK

zorunda bırakmasın," der. Kısaca, yanıtlarının karakteri


öylesine özlü ve öylesine yerinde idi ki, Spartalılara özgü
olan şeyin atietik bir alıştırmadan çok daha gerçek an­
lamda bir bilgelik alıştırması olduğunu söylemek doğru
olacaktır.

XXI. Müzik ve şiirde eğitimlerine de tıpkı söyleşide ince­


lik ve arılık alışkanlığı kazanmalarına olduğu gibi dikkat
edilirdi. Aslında şarkılarının kendileri insanların ruhları­
nı eylem için coşku ve istekle dolduran bir dirilik taşırdı.
Biçemleri yalın ve yapmacıksızdı. Konu her zaman cid­
di ve ahlaksaldı. Çoğunlukla ülkelerinin savunmasında
ölenler için övgü, ya da korkaklara karşı alay doluydu.
Birincilerin mutlu ve şanlı olduklarını bildirir, ikincile­
rin yaşamlarını çok sefil ve değersiz olarak betimlerdi.
Ayrıca, yaşa göre değişrnek üzere, yapacakları şeyler için
i"ıviiııç ve yaptıkları şeylerden duydukları gurur vardı.
(>rı ıq/;i ıı a ğı rbaşl ı kutlamalarında birincisi yaşlı erkek­
lndl' ı ı , i k i n ci s i genç erkeklerden ve üçüncüsü çocuk­
l;ııda ı ı olıı�aıı iiı; korolan vardı. Yaşlılar şöyle başlardı: -

"Ilir zamanlar kahramanca eylemlerde bulunan


genç ve güçlü erkeklerdik biz; "
genç erkekler şu şarkıyla yanıtlardı: -

" Ve şimdi bizler iiyleyiz, gelip giirün isterseniz ;"


bundan sonra üçüncü koro, çocuklar korosu gelir ve
şarkı şöyle sürerdi: -

"Ama her ikisinden de daha güçlü olacağız bir gün biz."


Gerçekten de, eğer bir bölümü günümüzde de bilinen
Sparta şiirlerini ve savaş alanına girerken flütlerinden
işittikleri ezgileri inceleme fırsatı bulursak, Terpandros
ve Pindar'ın müziğin ve yiğitliğin bağlaşıklar olduğunu
söylemede haklı olduklannı göreceğiz. Birincisi Sparta
üzerine şunları yazar: -
LİKURGU S 41

" Onda buluşur kahramanın kılıcı ve Müz 'ün duru ezgisi,


Ve geniş sokaklarında yürür Türe';
ve Pindar:1 -

" Oradadır konseyleri bilge yaşlıların,


Vefetih mızrakları genç erkeklerin,
Ve dans, ve şarkı, ve sevinç,"

Her ikisi de Spanalıları savaşçı olmaktan daha az olma­


mak üzere müzikte de usta olarak betimler. Kendi şair­
lerinden birinin sözlerinde -
"Keskin ve serttir demir gibi
Lirden yükselen ezgi. "
Çünkü savaşa başlamadan hemen önce kral ilkin Müz­
ler' e adak sunar ve bununla görünürde savaşçılara eği­
timlerinin yolunu, ve eylemleri üzerine verilecek yargıyı
anımsatırdı. Bununla onları unutulamayacak başanlara
ulaşmak için heyecana getirirdi.
XXII. Böyle savaş zamanlarında da Spartalılar genç erkek­
lerinden yana tavırlarının sertliğini bir parça hafifletirler,
onlara saçlarını bukle yapıp süslemeleri ve pahalı silahlar
kuşanıp güzel giysiler giymeleri için izin verirlerdi. Ve tıp­
kı gurur! u atlar gibi sevinçlerini göstermelerini ve eylem
için tutkuya kapılmalarını görmekten haz duyarlardı. Bu
yüzden yetişkinlik çağına gelir gelmez gençler saçlarını
uzatmaya başlar, ve özellikle savaş günlerinin öncesin­
de onları büyük bir özenle tarayıp süslerlerdi. Ve bunu
Likurgus'un saçlan bak.ımlı bir başın güzel bir yüzü daha
da hoş, ve çirkin bir yüzü daha da korkunç yaptığı sözle­
rini amınsayarak yaparlardı. Sefer sırasında alıştırmaları
genellikle daha ölçülü, tayınları daha az kıt ve kısıtlı olur,
subayları onlara daha yumuşak davranmaya başlardı. Bu
yüzden dünyada savaşın kendilerine savaş için eğitim­
de bir hafifleme getirdiği biricik halk anlardı. Sonunda
1Fragman 199, Bergk, Poet, L)•r. Gr. i 4 s. 448.
42 PLUTARK

orduları savaş düzenine geçtiği ve düşman yaklaştığı za­


man, kral geleneğe uyarak bir keçi kurban eder, askerlere
başlarına çelenkler takma ve boruculara Kastor'a İlahiyi
çalma buyruğunu verir, kendisi yürüyüş için bir utku şar­
kısıyla başa geçerdi. Onları flütlerinin melodisi ile uygun
adım yürürken görmek hem görkemli hem de ürkütücü
bir görünüştü. Saflarında hiçbir düzensizlik, ruhlarında
hiçbir kararsızlık, çehrelerinde hiçbir değişiklik olmak­
sızın, ölümcül kavgaya dinginlik ve neşe içinde müzikle
yürürlerdi. Bu ruh durumundaki erkekler kolay kolay
korkuya ya da aşırı bir öfkeye kapılmazlar, ama sanki bir
tanrı onlara eşlik ediyormuş ve onlarla bağlaşıkmış gibi,
umudun ve güvenin bilinçli yiğitliği ile dolarlar.
Kral eşliğine her zaman Olimpiyat oyunlarında taç
giymiş birini alırdı. Bu nokta ile ilgili olarak bir Sparta­
lının ona Olimpiyat alanına çıkmaması koşulu üzerine
önerilen çok önemli bir armağanı geri çevirdiği söyle­
nir. Ve uzun bir süre çalışıp çabaladıktan sonra hasmı­
nı yendiği zaman, seyircilerden biri ona, "Ve şimdi, ey
Spartalı, utkundan nasıl bir üstünlük kazandın?" diye
sorunca, gülümseyerek şu yanıtı verir: "Düşmanlarımla
savaşırken kralıının önünde duracağım." Bir keresinde
düşmanı yenip kaçırdıktan sonra, durumu iyice sağlama
bağlayıncaya dek onları kovaladılar, ve sonra teslim olup
direnmeyi bütünüyle bırakan insanları parçalamanın
soysuz ve onursuz olduğunu, bir Yunan halkına yakış­
mayacağını düşünerek geri çekilme borusunu çaldılar.
Düşmaniarına böyle davranmaları yalnızca yücegönüllü
bir eylem değildi. Bu tutum aynı zamanda politikti. Çün­
kü yalnızca direnenleri öldürdüklerini ve geri kalanlara
kaçış yolu bıraktıklarını bilen düşmanları genellikle ka­
çarak canlarını kurtarmanın boşuna direnmekten daha
iyi olduğunu düşünüyorlardı.

XXIII. Sofist Hippias'ın anlattığına göre, Likurgus'un


kendisi büyük bir asker ve birçok sefere katılmış dene-
LİKURGUS 43

yimli bir komutandı. Filostefanos süvarİnin ilk kez kare


bir düzenleme içinde ellilik birimlere bölünmesini ona
yükler. Ama Falerialı Demetrios [.b.rn.ıı'ıTpıos) tam tersini,
onun savaşçı hiçbir girişimde bulunmadığını, ve tüm yasa­
larını sürekli bir barış zamanında yapt.ığını söyler. Ve geı'­
çekten de onun aracılığıyla ve yöntemiyle sağlanan kutsal
Olimpiyat ateşkesi beni onu yumuşak doğalı bir insan ola­
rak, dinginliği ve barışı seven biri olarak düşünmeye yönel­
tiyor. Tüm bunlara karşın, Hermippos bize Likurgus'un
İfitos ve girişimi ile ne olursa olsun hiçbir ilgisinin olmadı­
ğını, bir rasiantı sonucunda oraya geldiğini ve oyunlarda
yalnızca bir seyirci olarak bulunduğunu söyler. Orada
arkasında onun yurttaşlarını büyük şenliğe katılmalan
için yüreklendirmemesine hayret eden ve bunun için
onu kınayan bir insanın sesine benzer birşey işitir. Bu­
nun üzerine geriye döndüğünde konuşanı hiçbir yerde
göremeyince sesin gökten geldiği sonucunu çıkarır ve bu
yüzden İfitos'un yanına giderek ona şenliğe daha güzel
bir düzenleme ve daha kalıcı bir temel verınede yardım
eder. Törenler bu nedenle daha başarılı olur ve önceden
olduğundan daha büyük bir ün kazanırlar.

XXIV. Spartalılara geri dönersek, eğitimleri yetişkinlik


çağında da sürerdi. Hiç kimseye kendi keyfine göre ya­
şama izni verilmezdi. Kent bir tür askeri kamp gibiydi.
Orada herkes gereksinimlerini ve üzerine düşen kamu
hizmet payını saptanmış bulur, kendini kişisel ereklere
olmaktan çok ülkesinin çıkarına hizmet etmek için doğ­
muş görürdü. Buna göre, eğer onlara başka hiçbirşey
buyrulmamışsa, ya oğlanların alıştırmalarını gözleyerek
onlara yararlı birşeyler öğretmeye ya da kendileri onlar­
dan daha bilgili olan büyüklerinden birşeyler öğrenmeye
giderlerdi. Ve gerçekten de Likurgus'un halkına sağla­
dığı en büyük ve en yüksek armağanlardan biri özgür
zamanın bolluğuydu. Bu onlara ne türden olursa olsun
bayağı ve mekanik işler yapmayı yasaklamasından geli-
44 PLUTARK

yordu. Sıkıntı içinde uğraşıp dirlinerek para kazanma ve


varsıllıklar biriktirme konusuna gelince, böyle birşeye hiç
gerek yoktu, çünkü ülkelerinde varsıllık onlara ne onur
ne de saygınlık kazandınyordu. Bunun yanısıra, Helot­
lar topraklarını onlar i<;in ekiyor ve onlar için saptanan
miktan onlar payına hiçbir sıkıntı olmaksızın her yıl ürün
olarak ödüyorlardı. 1 Bununla ilgili bir öykü vardır. Mahke­
meler in iş gördüğü bir sırada Atina'da kalmakta olan bir
Spartalıya aylak yaşayan bir Atina yurttaşının para cezasına
çarptırıldığı ve yanında onu avutan dostları ile birlikte bü­
yük bir can sıkıntısı içinde evine döndüğü anlatılır. Spar­
talı buna çok şaşırır ve dostundan ona salt özgür bir insan
gibi yaşadığı için suçlu bulunan adamı göstermesini ister.
Birinin kendini mekanik sanatlara ve para kazanma işine
vermesini tam bir kölelik olarak görüyorlardı. Söylemeye
gerek yok ki, altın ve gümüş paranın yasaklanması üzerine
aralarında tüm davalar da hemen onadan kalktı, çünkü
dünyalarında bundan böyle ne hırs ne de yoksulluk için
bir yer vardı. Tersine, durum herkesin gereksinimlerinin
karşılanınasmda tam bir eşitlik, ve o gereksinimler çok
küçük olduğu için, bir bağımsızlık durum uydu. Tarlalar­
da geçirdiklerinin dışında tüm zamanları koral danslar,
ziyafetler ve şenlikler tarafından dolduruluyor, avcılıkla
ilgilerıiyorlar ve yaşamları beden eğitimi alanlannda ve
kamusal söyleşi yerlerinde geçiyordu.

XXV. Otuz yaşın altında olanlar Agoraya gitmez, ama


evlerinin gereksinimleri akrabalarının ve sevgililerinin il­
gileri tarafından sağlanırdı. Ne de yaşlılarm Agorada çok
sık görünmeleri yakışık alırdı. Beden eğitimi alanlarına
ve söyleşi yerlerine uğramak onlara daha uygun düşerdi.
Orada günlerinin büyük bölümünü ussal söyleşiler yapa­
rak geçirirlerdi ve bunlar para kazanına ve değiş-tokuş
gibi konulara hiç girmeden çoğunlukla incelemeye de­
ğer belli bir soylu eylem üzerine yargılarda bulunmaya

1Bölüm vii i.
LİKURGUS 45

ayrılırdı. İyiler yüceltilir, öyle olmayanlar kınanır, ve hafif


ve şakacı bir havayla öğütler üzerine ve kendini düzelt­
menin yolları üzerine konuşulurdu. Likurgus'un kendisi
bile aşırı ölçüde katı değildi. Sosibios'a göre, Kahkaha
için yapılan küçük bir yontuyu adayan oydu. Yine onun
istediği gibi, ortak içki partilerine ve ortak eğlencelerine
katılan ölçülü ve yerinde şakalar katı ve sert yaşamiarına
eşlik eden bir tür tatlı gibi hizmet ederdi.
Toparlarsak, yurttaşlarını kendi başlarına yaşamayacak­
ları ve yaşamayı istemeyecekleri bir yolda eğitti. Kendi­
lerini bütün topluluğun ondan hiçbir zaman ayrılama­
yacak birer parçası yapacaklar, komutanları çevresinde
toplanan arılar gibi herşeyi coşkuyla ve soylu bir tutkuyla
yerine getirecekler, ve kendilerini bütünüyle ülkelerine
adayacaklardı. Bu düşünce söyledikleri kimi sözlerde de
kendini gösterir.
Paidaretos en iyi üç yüz insan arasına seçilmemesi üze­
rine yüzünde çok memnun bir anlatımla eve döner, çün­
kü Sparta'da kendisinden daha iyi üç yüz kişinin olması
çok hoşuna gitmiştir. Ve kimi başkaları ile birlikte Pers
kralının generallerine elçi olarak gönderilen Polikratidas
özel mi yoksa kamusal bir kimlikle mi geldikleri sorul­
duğunda, "Eğer başarılı olursak, kamusal bir kimlikle,
ama başaramazsak, özel," yanıtını verir. Amfipolis'ten ge­
lenlere oğlu Brasidas'ın bir Spartalıya yaraşır bir yolda
kahramanca mı öldüğünü soran Argileonis adında bir
anne bu ki�ilerin oğlunu aşırı ölçüde övmeye başlamaları
ve Sparta'da onun gibi bir başkasının daha olmadığını
söylemeleri üzerine şu yanıtı verir: "Böyle demeyin, Ya­
bancılar. Brasidas soylu ve yiğitti, ama Sparta'da ondan
daha iyi pekçokları var."
XXVI. Senato, daha önce dediğim gibi, 1 Likurgus'un
baş yardımcılarından ve tasariarında ona danışmanlık
edenlerden oluşuyordu. Ama daha sonra boşalan yer-

1Bölüm v.
46 PLUTARK

!erin altmış yaşını geçmiş en iyi ve en değerli yurttaşlar


arasından seçilmesi bir düzene bağlandı. Bu tüm dünya
üzerindeki tüm yarışmalar arasında en büyüğü ve en
ateşli tartışmalara yol açmış olanı gibi görünür. Çünkü
seçilecek olanlar hızlılar arasında en hızlı olanlar değildi,
ne de güçlüler arasında en güçlü olanlardı. Ama tüm
iyiler arasında en iyiler ve tüm bilgeler arasında en bilge
olanlardı. Ve bunlar üstünlük ödülünü kazananlar olarak
yaşamlarının geri kalanı boyunca devletteki en yüksek
güç diyebileceğim şeyi üstlerine alacaklardı. Yurttaş­
larının yaşam ve ölümleri, onur ve onursuzlukları ve en
yüksek çıkarları onlara emanet edilecekti. Seçimlerinin
tarzı şöyleydi. Halk toplandıktan sonra, seçilen kişiler se­
çim yerinin yakınındaki bir odaya kitlenirdi, öyle ki içer­
dekiler dışarıyı göremez ve dışarıdan görülemez! er, ama
yalnızca dışarıdaki topluluğun gürültüsünü işitebilirlerdi.
Çünkü başka sorunlar durumunda olduğu gibi, burada
da halkın gösterisi yoluyla karar verilirdi. Yarışmacılar
hep birlikte görünmezler, ama her biri çekilen kuraya
göre tek tek sunulur ve topluluğun ortasından ağzından
tek bir söz çıkmaksızın sessizce geçerdi. Yanlarında yazı
tablaları ile ayrı bir yerde bekleyen yargıçlar bunlara her
bir alkışı yeğinliği ile kaydederler, ve bunu her birinin
hangi adaya ait olduğunu bilmeksizin ama yalnızca onun
birinci, ikinci, üçüncü vb. olarak mı getirildiğini bilerek
yaparlardı. En çok ve en yüksek alkış ve bağınşı aldığı
saptanan kimsenin senatör olarak seçildiği bildirilirdi.
Bunun arkasından bu kişi başına bir çelenk takar ve tan­
nlara minnettarlığını sunmak üzere başkalarıyla birlikte
bir yürüyüş düzeni içinde tanrıların tapınaklarını ziyaret
ederdi. Çok sayıda genç erkek onu alkışlarla izlerken ka­
dınlar da onuruna şarkılar söyler, yaşamının erdem ve
mutluluğunu överlerdi. Bu biçimde kentte dolaşırken,
akraba ve dostlarından her biri onun önüne bir masa ku­
rar, "Kent sizi bu ziyafetle onurlandırıyor," derdi. Ama o
dönüşünü bitirdikten sonra, bunları kabul etmek yerine,
LİKURGU S 47

daha önceden de yemeğini yediği ortak masaya doğru


ilerlerdi. Orada kendisine daha önce olduğu gibi hizmet
edilir, ama bunun dışında şimdi yalnızca ikinci bir besin
payı daha olduğu için bunu alır ve bir yana bırakırdı.
Yemeğİn sonunda ona akraba olan kadınlar kapıya gelir­
ler ve o içlerinden en saygı duyduğunu başıyla çağırarak
ayırdığı payı ona sunar, bunu bir üstünlük anlaumı olarak
kabul etmiş olduğunu ve şimdi tam olarak aynı değerde
ona sunduğunu söylerdi. Bunun üzerine o kadın da ka­
dınların geri kalanı tarafından alkışianarak onların eşli­
ğinde evine dönerdi.

XXVII. Cenaze törenlerine gelince, Likurgus ölüleri


gömme konusunda çok sağgörülü düzenlemeler getirdi.
Çünkü herşeyden önce tüm boşinanca bir son vermek
için onlara ölülerini kent içersinde, giderek tapınaklar
çevresine gömme iznini verdi. Buna göre gençler böy­
le görüntülere alışarak ölü bir bedeni görmekten kork­
mayacaklar, bir cesede dokunmanın ya da bir mezarın
üzerinden yürümenin bir insanı kirleteceğini düşün­
meyeceklerdi. İkinci olarak, ölülerle birlikte başka her­
hangi birşeyin gömülmesini yasakladı. Bedeni toprağa
bırakırken yalnızca kırmızı bir bez ile örtebilecek ve eğer
dilederse yanına birkaç zeytin yaprağı bırakabileceklerdi.
Savaşlarda düşen erkekler ya da kutsal bir görevde ölen
kadınlar dışında, mezar taşı üzerine adların yazılmasına
izin vermedi. Yas için saptanan süre de çok kısaydı ve
yalnızca on bir gündü. On ikinci günde Demeter'e adak
sunarak yas süresini sonlandıracaklardı. Gerçekten de
yaşamdaki tüm gereksizlikleri ortadan kaldırdı ve böylece
yaşamın zorunlu ayrıntılarının tümünü erdeme övgü ve
erdemsizliğe yergi ile birleştirdi. Sparta'yı baştan sona iyi
davranışın kanıt ve örnekleri ile dona ttı. Daha gençlikle­
rinden başlayıp sürekli olarak böyle şeyleri görerek, he­
men hemen tüm Spartalılar adım adım erdem yolunda
ilerlediler ve onun tarafından biçimlendirildiler.
48 PLUTARK

Onlara ülke dışında yaşamayı, yabancı ülkelerde dola­


şarak tuhaf ahlak kurallarına bağlanmayı, kötü eğitimli
insanların alışkanlıkianna öykünmeyi ve değişik hükümet
görüşlerini benimserneyi yasaklamasının nedeni buydu.
Bunun yanısıra, oraya gelmek için geçerli bir açıklama­
sı olmayan tüm yabancıları da Sparta'dan uzaklaştırdı.
Thukidides'e [8ovKv5iOns] 1 göre, bunun nedeni onun
hükümet biçimine öykünın elerini ya da erdemde yararlı
dersleri öğrenmelerini önlemek değildi. Tersine, herhan­
gi bir yolda kötülük öğretmenleri olmalarını önlemekti.
Çünkü yabancı insanlarla birlikte yabancı öğretilerin de
kabul edilmesi kaçınılmazdı. Bu yeni öğretiler yeni karar­
lar getirecek, ve bunları uyumsuz nitelikleri ile varolan
politik düzenin uyumunu yokedici eğilimler ve duygular
izleyecekti. Kentini kötü alışkanlık ve törelerden kurtarma
konusunda başkalannın genellikle bulaşıcı bir hastalığın
girişini önlemek için gösterdikleri dikkati gösterirdi.
XXVIII. Bu noktaya dek kendi payıma Likurgus'un yasa­
lannda hiçbir türesizlik belirtisi ya da haktanırlık yoksun­
Iuğu görmüyorum, gerçi onları iyi askerler yapmak üzere
çok iyi tasarlanmış olarak kabul edenlerden kimileri türe
açısından kusurlu olduklannı bildirmiş olsalar da. Eğer
krupteia [KpVTTTEfa] ya da 'gizli servis' Aristoteles'in de­
diği gibi Likurgus'un kurumlarından biri idiyse, bu hem
Aristoteles'e hem de Platon'a2 da Likurgus ve hükümeti
konusunda böyle bir görüşü vermiş olabilir. Gizil servisin
doğası şöyleydi. Yöneticiler özel olarak en yetenekli genç
erkeklerin bir bölümünü zaman zaman yalnızca hançer­
leri ile silahlanmış olarak ve yanlarına az miktarda zorun­
lu yiyecek ve içecek alarak kırsal alana gönderiyorlardı.
Gündüzleri kendilerini yollardan uzak yerlerde saklıyor,
oralarda yatarak sessizce bekliyorlardı. Ama geceleri yol­
lara çıkıyor ve yakaladıklan tüm Helotları öldürüyorlardı.

1Perikles 'in Cenaze Söylevi, ii, 39, 1.


' Yamlar, 630d.
LİKURGUS 49

Kimi zaman onlara tarlada çalışırlarken güpegündüz sal­


dırdıkları da oluyor ve içlerinden en gürbüz ve en iyi
olanlan öldürüyorlardı. Thukidides'in kendi Peloponez
savaşı tarihinde' anlattığı gibi, bunların bir bölümü Spar­
talılar tarafından yiğitlikleri nedeniyle seçildikten sonra
özgür kişiler olarak başlarına çelenk takılmış ve bir onur
anlatımı olarak tüm tapınakları ziyaret etmeleri sağlan­
mıştı. Ama kısa bir süre sonra bunlardan iki bin kadarının
tümü de beklenmedik bir biçimde ortadan yitınişti. Ne
o gün ne de daha sonra hiç kimse nasıl öldüklerinin bir
açıklamasını verebiimiş değildir. Özel olarak Aristoteles
eforiann görevlerine başlar başlamaz Helotlara karşı savaş
açtıklarını, ve bunu onları dinsel kurallan çiğnemeden
kitle kıyıınından geçirebilmek için yaptıklarını ekler.
Spartalılann onlara başka bakımlardan da çok sert dav­
randıkları herkes tarafından kabul edilir. Çünkü onlara
zorla çok sert bir şarabı içirmek ve daha sonra gençlere
sarboşluğun nasıl birşey olduğunu gösterebilmek için on­
ları bu durumda kamu salonlarına getirmek sık görülen
birşeydi. Onlara zorla bayağı danslar yaptırılır, gülünç
şarkılar söyletilir, daha iyi türden olanları söylemeleri ise
kesinlikle yasaklanırdı. Ve, buna göre, daha sonraki bir
zamanda Thebesliler Lakonya'yı istila ettikleri ve çok sa­
yıda Helotu tutsak aldıklan zaman,2 hiçbir biçimde onla­
ra Terpandros, Alkmanos ya da Spartalı Spendontos'tan
şarkılar söyletmeyi başaramadılar. "Çünkü," diyorlardı,
"efendiler bunlara izin vermezler." Böylece, biri tarafın­
dan haklı olarak belirtildiği gibi, Sparta'da özgür kişi
dünyadaki başka herkesten daha özgürken, orada köle
olan ise dünyadaki en tam köleydi. Ama inanıyorum ki,
bu büyük haksızlıklar ve acımasızlıklar Sparta'da çok
daha sonraki bir zamanda, özellikle büyük yer sarsıntı­
sının3 arkasından Helotlar genel bir ayaklanmaya giriş-

1iv. 80.
'Epaminondas'ın komutası altında, İÖ 369.
'İÖ 464. Bkz. Plutark, Kimon, xvi.
50 PLUTARK

tikleri, Messenialılarla birleşerek ülkeyi yakıp yıktıkları


ve kent için en büyük tehlikeyi yarattıkları zaman uygu­
lanmaya başladı. Çünkü, bilicinin de doğruladığı gibi,
karakterinin yıımuşaklığından ve tüm başka durumlarda
türeye bağlılığından yargıda bulunarak, Likurgus'a krup­
teia gibi kötü ve barbarca bir önlernin sorumluluğunu
yüklemeyi başaramıyorum.
XXIX. Daha önemli kurumlarının yurttaşlarının bi­
lincinde kökleştiğini, törenin onları alışıldık kıldığını,
devletinin artık büyüyüp kendi başına yürüyebileceğini
anlayınca, o zaman, Platon'un bir yerde belirttiği gibi, 1
tıpkı Tanrının Evrenin varlık kazandığını ve ilk devimi­
ne başladığını görünce sevinç duyması gibi, Likurgus
da şimdi uyum içinde işleyen ve devime geçen politik
yapısının büyüklüğünü ve güzelliğini sevinç ve doyum
içinde görünce, onu bir de ölümsüz kılınayı ve insan
öngörüsünün erişebileceği ölçüde gelecek kuşaklara
değişmeksizin bırakınayı istedi. Bu yüzden tüm halkın
katıldığı olağanüstü bir toplantı düzenledi ve onlara şim­
di devletin hem erdemi hem de mutluluğu için her şeyin
yeterince iyi bir biçimde kurulduğunu, ama geriye henüz
çok büyük önemi olan ve Delfi'deki biliciye danışıncaya
dek söylemeyi uygun bulmadığı birşeyin kaldığını bil­
dirdi. Kendisi Delfı'den geri dönünceye dek yasalara en
küçük bir değişiklik olmaksızın uymalarını istedi. Ondan
sonra tanrının ona buyurduğu gibi yapacaktı. Tümü de
bunu seve seve onayladılar ve ona yolculuğuna hemen
çıkmasını önerdiler. Ama Likurgus ayrılmadan önce iki
kraldan, senatodan ve bütün halktan kendisi geri dönün­
ceye dek yerleşik politik biçime bağlı kalacakları ve onu
sürdürecekleri konusunda söz aldı. Bunlar yapıldıktan
sonra, Delfi'ye doğru yola çıktı.
Biliciye ulaşıncaApollon'a adak sundu ve ona çıkardığı
yasaların iyi ve bir halkın mutluluk ve erdemi için yeterli

1 Timaeus, 37 c.
LİKURGUS 51

olup olmadıklarını sordu. Apolion getirdiği yasaların iyi


oldukları ve Likurgus'un politikasını izleyen kentin en
büyük onur içinde yaşayacağı yanıtını verdi. Likurgus bu
kehaneti yazıya geçirdi ve Sparta'ya gönderdi. Apollon'a
bir ikinci kez adak sunduktan ve duygulu bir yolda dost­
larından ve oğlundan ayrıldıktan sonra, Spanalıların
verdikleri sözden vazgeçmelerine hiçbir zaman izin
verınemeye ve yaşamını olduğu yerde sona erdirmeye
karar verdi. Şimdi yaşamın henüz bir yük olmaya başla­
madığı ama gene de pişmanlık duymaksızın onu terke­
dilebileceği bir yaştaydı. Dahası, kendisi ve dostları yete­
rince iyi bir durumda ve mutluydular. Buna göre yemek
yemeye bütünüyle son vererek yaşamını sona erdirdi.
Ölümünün kendisini bile eğer olanaklıysa devlete ya­
pılan bir hizmete çevirmenin, ve yaşamını soniandırma­
sının bile etkisiz kalmayıp erdemli bir edim olarak tanın­
masını sağlamanın bir devlet adamının ödevleri arasında
olduğunu düşünüyordu. Bir yandan kendi mutluluğunu
böyle onurlu bir yaşama uygun bir ölümle taçlandırıp
tamamlayacak, öte yandan yurttaşları için ölümünü bir
bakıma yaşamı sırasında onlar için kazandığı herşeyin bir
konıyucusu yapacaktı, çünkü geri dönüşüne dek kumm­
larının sürdürülmesi için içtenlikle söz vermişlerdi. Bek­
lentilerinde aldanmadı, çünkü Likurgus'un yasalarına
katı bir bağlılık içinde Sparta kenti beş yüz yıl boyunca
tüm Yunanistan'ın birincil kenti olmayı sürdürdü. Tüm
bu zaman boyunca Arkhidamos'un oğlu Agis'e dek on
dört kralın egemenliği sırasında Likurgus'un yasalarında
hiçbir değişiklik yapılmadı. Çünkü eforların kurumsallaş­
ması halktan yana düşünülmüş olsa da, hükümetin aris­
tokratik niteliğini azaltmaktan öylesine uzaktı ki, tam
tersine onu daha da arttırdı .

XXX . Sparta'ya altın v e gümüş para i l k kez Agi s ' i n


zamanında aktı. Onlarla birlikte ölçüsüz varsıllık sevgisi
ve buna eşlik eden tüm kötülükler de kendilerini göster-
52 PLUTARK

di. Lisander düzensizliği arttırdı, çünkü savaşlardan altın


ve gümüş getirerek, kendisinin yozlaşmamış olmasına
karşın, gene de bu yolla ülkesini lükse düşkünlük ve hırs
ile doldurdu ve böylelikle Likurgus'un yasalarını devirdi.
Bunlar yürürlükte oldukları sürece, Sparta bir anayasa
alundaki bir kentin yaşamını değil, ama eğitim altında­
ki bilgelik dolu bir insanın yaşamını yaşıyordu. Ve tıpkı
şairlerin Herakles'in sırtında aslan postu, elinde sopası
ile yasasız ve acımasız tiranları cezalandırarak dünyaya
çıktığı öyküsünü anlatmaları gibi, Sparta için diyebiliriz
ki, sıradan bir sopa ve kaba bir giysi ile, Yunanistan'ı
gönüllü ve hoşnut bir boyuneğme tutumu içine tuttu,
ülkenin her yanında yasadışı oligarşileri ve tiranlıkları
devirdi, savaşlarda hakemlik etti ve başkaldırıları bastırdı.
Bu sonuncusunu başarmak için sık sık tek bir kalkan bile
kaldırmazlar, ama yalnızca bir elçi gönderirler, ve tıpkı
bal arılarının önderleri çevresinde toplanıp yerlerini al­
maları gibi tümü de hemen elçinin buyruğuna boyun
eğerdi. Devletlerinde öylesine tükenmcz bir düzen ve
tüze kaynağı vardı ki, yalnızca onlara yetmekle kalmaz,
ama başkalarının topraklarına da akardı.
Bu yüzden Spartalıların iyi uyruklar ama kötü egemen­
ler olduklarını söyleyenlere, ve bunun tanıtı olarak kral
Thepompos'un öyküsünü anlatanlara hayret ederim. Biri
Sparta'nın öyle uzun bir süre ayakta kalmasının nede­
ninin krallarının çok iyi komuta etmeleri olduğunu
söyleyince, Thepompos şu yanıtı verir: "Hayır, tam ter­
sine bunun nedeni halkın nasıl boyun eğeceğini çok iyi
biliyor olmasıdır." Çünkü halk egemenler nasıl komuta
edeceklerini bilmedikçe boyun eğmez. Boyuneğme bir
komutandan öğrenilen bir derstir. Gerçek bir önder onu
izleyenlerde boyuneğme duygusu yaratır. Nasıl ki bir atı
uysal ve denedenebilir kılmak binicilikte en son başarı
ise, yönetme biliminde de insanlara boyuneğme duy­
gusunu vermek en son başarı dır. Spartalılar geri kalan
Yunanlılar arasında yalnızca boyuneğme duygusunu de-
LİKURGUS 53

ğil, ama onların uyrukları ve izleyicileri olma duygusunu


uyandırdılar. Bu insanlar Sparta'dan birşey istediklerinde
bu gemiler ya da para ya da asker olmazdı. İ stedikleri
yalnızca Spartalı bir komutan olurdu. Ve istekleri yerine
getirilince, onu onur ve saygı ile kullanırlardı. Sicilyalılar
Gilippos'a, Khalkidyalılar Brasidas'a, ve Asya'daki tüm
Yunanlılar Lisander, Kallikratidas ve Agesilas'a böyle dav­
randılar. Bu insanlar gönderildikleri her yerde halklar
ve prensler için düzen ve denetim getiren kişiler ola­
rak kabul edildiler, ve ülkeleri olan Sparta her zaman
iyi terbiyenin ve bilge hükümetin eksiksiz modeli olarak
görüldü. Geri kalanlar öğrenciler olarak, ama onlarsa
Yunanistan'ın efendileri olarak görünüyorlardı. Atina­
lıların dinsel geçit törenlerini ve gizemleri yönetmeleri,
Eleialıların Olimpiyat oyunlarına başkanlık etmeleri, ve
eğer iki yarıdan biri yanlış yapacak olursa , dayağı Spar­
talıların yemesi gibi bir kural önerirken, ı Stratonikos
Sparta'nın bu konumuna anıştırmada bulunuyordu. Bu
bir şakaydı. Sokrates'in dostlarından biri olan Antisthe­
nes de Leuktra' dakF utkuları nedeniyle sevince kapılan
Thebeslilerin öğretmenlerini döven öğrenciler gibi gö­
ründüklerirıi söylüyordu.

XXXI . Bununla birlikte, Likurgus'un başlıca tasarı ken­


tinin başka birçok kenti yönetmesi değildi. Tersine, bir
devletin mutluluğun un, tıpkı özel bir kişinin mutluluğu
gibi, başlıca erdemli olmaktan ve yurttaşlannın kendi
aralarındaki uyumdan oluştuğunu düşünüyordu. Buna
göre, tüm düzenlemelerinde amacı onları özgür dü­
şünceli, bağımsız ve ılımlı yapmaktı. Bu yüzden Platon,
Diogenes ve Zenon gibi politika üzerine önemli yazılar
yazmış olanların tümü de Likurgus'u modelleri olarak
aldılar, gerçi arkalannda yalnızca yazılar ve sözcükler
bırakmış olsalar da. Oysa Likurgus yalnızca yazıda değil,
I Bkz. bölüm xviii.
'İÖ 3 7 l 'de Epamonidas'ın yönetimi altında Thehesliler Sparta'nın
üstünlüğünü kırdılar.
54 PLUTARK

yaşamın kendisinde tüm öykünmeyi aşan bir hükümetin


yazarıydı. Genel olarak başkaları sözü çok edile n o doğal
bilgelik yatkınlığının yalnızca kuramda varolduğunu söy­
lerken, o ise, kendini bütünüyle bilgelik sevgisine vermis
bir ken ti n sunduğu örnekle, Yunanistan'ın tüm başka
yasamacılarının üzerine yükseldi. Ve bu yüzden Aristoteles
Sparta halkının likurgus'u ölümünden sonra hakkı olandan
daha az onurlandırdığını söyler, üstelik en yüksek onurları
orada bulmuş olsa da. Gene de kentte bir tapınağı vardır
ve halk ona her yıl bir tanrı gibi adaklar sunar. Anla­
tıldığına göre, kemikleri Sparta'ya getirildiğinde gömü­
tüne bir şimşek düştü. Böyle bir rasiantı kendisinden
ve Makedonya'da Arethusa'da gömülen Euripides'ten
başka hiçbir seçkin insanın başına gelmemiştir. Bu olay
Euripides hayranianna ondan yana bir tür tanıklık ola­
rak, o kutsal ve tannların gö zde si olan insanla aynı yazgıyı
paylaştığının bir göstergesi olarak hizmet edebilir.
Kimileri Likurgus'un Kirr a ' d a öldüğü n ü söyl er;
Apollothemis ise, Elis'e geldikten sonra; ve Timaeus ve
Aristoksenus yaşamının Girit'te sona erdiğini söylerler.
Aristoksenus ayrıca gömütünün Giritliler tarafından Per­
gamus bölgesinde devlet yolunun yakınlarında gösteril­
diğini ekler. Arkasında tek oğlu olan Antioros 'u bıraktı
ve onun bir çocuğu olmadan ölmesi üzerine soyu bütü­
nüyle ortadan kalktı. Ama akrabaları ve dostları uzun
bir süre boyunca her yıl anısını kutladılar ve buluşma
günlerine Likurgideler dendi. Hipparkos'un oğlu Aris­
tokrates Girit'te öldüğünü ve Giritli dostlarının onun
kendi isteği uzerine be deni ni yaktıktan sonra küllerini
denize döktükle rin i söyler. Çünkü kalıntıları Sparta'ya
götürülecek olursa, halkın içtikleri anttan kurtulduğunu
ileri süreceğİnden ve hükümette yenilikler yapacağından
korktular. Likurgus'un yaşam ve eylemleri konusunda
söyleyeceklerim bunlardır.
NUMA POMPILIUS
USANE. İÖ 8 - 7'NCİ YÜZVILIAR
Numa Pompilius
NOMAL TTOMn i/\IOL

I. Roma' nın soylu ailelerinin kökenieri geriye Kral


Numa'ya [Nvı.ıas TToı.ımf.. ı os] dek doğru olarak izieni­
yor olsa da, yaşadığı zaman konusunda tarihçiler ara­
sında büyük görüş ayrılıkları vardır. ı Clodius adında bir
yazar Zamandizin Üzerine Bir İnceleme başlıklı kitabında
Roma'nın eski kayıtlarının kent Keltler2 tarafından yağ­
malandığı zaman yittiğini ve şimdi elde bulunanların
düzmece olduklarını, kendilerini eski ve soylu bir çizgi­
den geliyor olarak göstermek isteyen ama gerçekte buna
hakları olmayan kimselerin gururunu okşama amacıyla
bozulduklarını ileri sürer. Ve gerçi yaygın olarak Numa'­
nın bilgili biri ve Pisagoras'ın yakın bir tanıdığı olduğu
bildirilse de, bu onun ne Yunan dili ne de bilimi ile hiç­
bir tanışıklığı olmadığını, erdeme salt kendi çabalanyla
erişecek denli yetenekli ve becerikli biri olduğunu, ya
da eğitimini Pisagoras'tan üstün yabancı bir öğretmene
borçlu olduğunu ileri süren başkaları tarafından kabul
edilmez. Kimileri de felsefeci Pisagoras'ın N uma'nın çağ­
daşı olmadığını, ondan en az beş kuşak sonra yaşadığını,
ve Sparta' nın bir yeriisi olan ve on altıncı Olimpiyatın3
Numa'nın kral yapıldığı üçüncü yılında Olimpik yanşta
bir ödül kazanan bir başka Pisagoras 'ın İtalya'daki yol­
culuğu sırasında Numa ile tanışmış ve ona krallığının
anayasasında yardım etmiş olabileceğini, ve Roma ku­
rumları arasında birçok Sparta yasa ve töresinin görülmesi-

1Bkz. Likurgus. i.
2İÖ 390. Bkz. Kamil!us, xix-xxix.
'iö 657-654.
57
58 PLUTARK

nin nedeninin bu olduğunu ileri sürerler. Gene de, her


ne olursa olsun, Numa kendilerinin bir Sparta kolonisi
olduklarını ileri süren Sabinlerin soyundan geliyordu.
Ama zamandizini saptamak genellikle güçtür ve geç bir
dönemde Olimpiyatlarda utku kazanan atietierin Elisli
Hippias tarafından yayımlanan ve hiçbir güvenilir yetke
üzerine dayanmayan listesine dayanarak saptandığında,
sonuç daha da güvenilmezdir. Gene de, uygun bir nok­
tadan başlayarak Numa'nın yaşamı üzerine kaydedilen
en dikkate değer olayları vermeye geçeceğiz.

II. Roma' nın kuruluşundan başlayarak sayıldığında otuz


yedinci yılda, o sıralar hüküm sürmekte olan Romulus
Temmuz ayının beşinci gününde (ki bu güne Nonas
Kaprotinas denir) Roma Senatosunun ve halkın önünde
Keçi Bataklığıncia bir kamu adağı sunuyordu. Birdenbi­
re gökyüzü karardı, yeryüzü koyu bir fırtına bulutu ile
örtüldü ve rüzgarla birlikte yağmur başladı. Halk korku
içinde kaçışarak dağıldı. Rüzgarın burgacmda Romulus
ortadan yitti ve bedeni daha sonra ölü ya da diri hiçbir
zaman bulunamadı. Patrisyenler ciddi bir kuşkunun al­
tına düştüler ve kralın hükümetinden bıkıp usandıkları,
Romulus'un son zamanlarda onlara karşı kraliyetçi tutu­
mundan aşırı ölçüde rahatsız oldukları için bir komplo
kurarak onu ortadan kaldırdıkları, böylece yetkileri ve
hükümeti kendi ellerine aldıkları söylentisi dolaşmaya
başladı. Gerçekten de bir süredir Romulus 'un onlara
oldukça sert ve kibirli davrandığı gözden kaçmıyordu.
Patrisyenler bu kuşkuyu Romulus'a tanrısal onurlar suna­
rak ve onu ölen değil ama daha yüksek bir duruma geçen
biri sayarak yatıştırmaya çalıştılar. Ve dikkate değer biri
olan Proculus Romulus'u silahları ile birlikte ve tören
giysileri içinde göğe yükselirken gördüğüne yemin etti.
Yükselirken bağırarak bundan böyle onu Qurinus1 adı
ile anmalarını istediğini söyledi.
1Bkz. Romulus, xxvii, xxviii.
NUMA 59

Bu sorun yatıştırıldıktan sonra, yeni bir kralın seçimi


konusunda bir başka sorun patlak verdi. Çünkü ken­
te yeni yerleşmiş olanlar henüz asıl Romalılar ile tam
olarak kaynaşmamışlardı ve halk kabarmakta olan bir
dalga gibiydi. Serratörler arasında ulusal kökenierinin
ayrılığından ötürü kıskançlıklar ve çekişmeler kendini
gösteriyordu. Tümünün de bir kralın zorunlu olduğunda
anlaşmalanna karşın, bunun kim ya da hangi ulustan ola­
cağı gibi noktalar aralannda tartışma konusu oluyordu.
Çünkü Romulus ile birlikte kenti kurmuş ve daha önce
topraklannın ve konutlannın bir bölümünü Sabinlere
bırakmış olanlar şimdi onların kendilerine böyle ayrı­
calıklar sunmuş olanlar üzerinde egemenlik kurmayı
istemelerine içerliyorlardı. Öte yandan, Sabinler kralla­
rı Tatius'un ölümü üzerine Romulus 'un komutanlığına
herhangi bir yolda karşı çıkmadan yalnızca boyun eğmiş
olduklan için, şimdi kralın kendi uluslanndan seçilmesi
isteminde bulunmak için haklı nedenlerinin olduğu­
nu düşünüyorlardı. Kendilerini Romalılar ile onların
astiarı olarak birleşmiş saymıyorlardı . Ne de Roma'nın
büyümesine onlardan daha az katkıda bulunduklarını
düşünüyorlardı. Onların sayılan ve birlikleri olmaksızın,
Roma kolay kolay bir kent adını hak edemezdi. Böylece
her iki yan da kendi davasının haklılığını ileri sürdü ve
aralarında bir çekişme başladı.
Ama bu arada tüm komutanın yokluğunda dağınık­
lık genel bir karışıklık için fırsat yaratmasın diye, yüksek
yönetim görevini yüz elli senatörün 1 sırayla kendi arala­
rında yerine getirmeleri konusunda anlaşıldı. Sırası gel­
diğinde her biri kraliyet sancağını üstlenecek, tannlara
geleneksel adakları sunacak, ve kamu işlerini altı saat
gündüz ve altı saat gece çalışmak üzere dönüşümlü ola­
rak yerine getirecekti. Dönemlerin bu yolda paylaşılması
iki serratörler bölüngüsü arasında eşitlik sağlayacak ve
erkin sırayla üstlenilmesi halkın hasedini önleyecek gibi
1Bkz. Romulus, xx.
60 PLUTARK

görünüyordu, çünkü böylelikle aynı insan tek bir gün


ve gece sırasında ilkin bir kral ve sonra yine sıradan bir
yurttaş oluyordu. Bu hükümet biçimine Romalılar tara­
fından interregnum denir.

III. Ama bu anayasal ve baskısız egemenlik yolu bile


senatörlerin sıradan halkın kuşkusundan ve gürültülü
suçlamalarından kaçınmalarını sağlamaya yetmedi ve
sanki hükümetin biçimini bir oligarşiye değiştiriyorlarmış
ve bir kral seçmeye bile yanaşmaksızın en yüksek gücü
kendi denetimleri altında tutmayı tasarlıyorlarınış gibi
anlaşıldılar. En sonunda her bir yanın kralı öteki yandan
seçmesi gibi bir çözüm üzerinde anlaşma sağlandı. Ro­
malılar bir Sabini ve Sabinler bir Romalıyı seçeceklerdi.
Bu tüm parti çekişmelerine bir son vermek için en uy­
gun yol sayıldı. Böyle seçilecek prens yanlardan birine
seçmenleri olarak ve ötekine ise akrabaları olarak eşit
sevgi gösterecekti. Sabinler seçimi ilk Romahiara bırak­
tılar ve onlar da kendi atadıkları bir Sabin kralın görev­
de olmasını Sabinler tarafından atanan bir Romalı kralı
görmekten daha uygun buldular. Buna göre kendi ara­
lannda yaptıkları görüşmelerden sonra, Sabin soyundan
Numa Pompilius'u aday göstermeye karar verdiler. Numa
Roma'ya gelen göçmenlerden biri olmasa da, erdemli
biri olarak saygınlığı öylesine yaygındı ki, göreve atanır
atanmaz Sabinler tarafından neredeyse onu seçerrlerin
kendilerinden daha büyük bir onayla kabul edildi. Buna
göre kararlarını halka bildirdikten sonra her iki yanın
önde gelen senatörleri elçiler olarak N uma'ya gönderil­
diler ve ondan hükümetin yönetimini kabul etmesi için
ricada bulunmakla görevlendirildiler.
Numa Sabinlerin Cures adı verilen ünlü bir kentlerin­
de yaşıyordu. Romalıların ve Sabinlerin kendilerine ortak
Quiritaslar adını vermeleri bundan gelir. Ünlü biri olan
Pomponus babasıydı, ve dört oğlunun en genci (tanrısal
olarak düzenlendiği gibi) Roma'nın kuruluş günü olan
NUMA 61

yirmi bir Nisan günü doğmuştu.1 Doğa tarafından her


erdeme yatkın bir ruhla donatılmıştı, ve disiplinle, zorlu
bir yaşama katlanarak ve felsefe çalışarak kendini daha
da sağlamlaştırmıştı. Bu yolla yalnızca ruhun bayağı tut­
kularını değil, ama barbarların değer verdikleri şiddete
ve hırsa yatkın bir huyu da kendinden uzaklaştırdı. Ger­
çek yiğitliğin tutkulanınıza us yoluyla boyun eğdirmekten
oluştuğuna inanıyordu. Bu nedenle tüm lüksü ve yumu­
şaklığı evinden uzaklaştırdı, ve benzer olarak yurttaşlar ve
yabancılar onda yozlaşmaz bir yargıç ve danışman bulur­
ken, özel yaşamında kendini eğlenceye ve para kazanma
işine değil, ama ölümsüz tannlara tapınmaya ve onların
doğa ve güçleri üzerine düşüncelere dalmaya adadı.
Bu nedenle öyle büyük bir ün kazandı ki, Romulus'un
saraydaki meslektaşı olan Tatius onu damadı olarak seçti
ve tek kızı olan Tatias' ı ona verdi. Ama bu evliliği gidip
kayınbabası ile Roma'da oturmayı kabul edecek denli
büyütınedi. Tersine, Sabinleri ile birlikte yaşamayı ve ileri
yaşlarında olan babasını bağrına basınayı seçti. Ve Tatias
da kocasının yalın bir yurttaş olarak sürdürdüğü dingin
yaşamı babasından ötürü Roma' da yararlanacağı yüksek
saniara ve görkemli konuma yeğledi. Ama, söylendiğine
göre, Tatias evliliğinin on üçüncü yılında öldü.

IV. Bundan sonra Numa kent işleri ile ilgilenmeyi bıraka­


rak kırsal yaşama çekildi. Yalnızlık içinde sık sık tannlara
adanmış kornlara ve tarlalara giderek yaşamını ıssız yer­
lerde geçirmeye başladı. Bu durum başka herşeyden çok
tanrıçası hakkında bir öykünün doğmasına neden oldu.
Buna göre Numa'nın insan toplumundan çekilmesinin
nedeni herhangi bir melankoli ya da ruhsal rahatsızlık
değil, ama daha yüksek ilişkinin sevinçlerini tatmış ve
tanrıça Egeria'nın ['Hyep[a] sevgi ve birlikteliğinin gök­
sel evliliğine kabul edilmiş, kutluluğa ve insana özgü
olandan daha yüksek bir bilgeliğe erişmiş o lmasıydı.

1Bkz. Romulus, xii.


62 PLUTARK

Öykü açıktır ki Frigyalıların Attis üzerine, Bithynialıların


Herodotus üzerine, ve Arkadya!ıların En dirnion üzerine
kabul e ttikleri ve aniatmayı bugün de sürdürdükleri o
çok eski masallan andırır; ve bunların yanısıra yine başka
halkların kutsal gördükleri ve tannlar tarafından sevilclik­
lerini düşündükleri başka pekçok ölümlü üzerine daha
başkalarını. Atlara ya da kuşlara değil de insanlara sevdalı
bir tanrının erdemli ruhlar ile birlikte olmayı sevmesinde
ve bilge ve kutsal insanlar ile ilişkiye girmeyi küçümse­
rnemesinde tuhaf hiçbirşey yoktur. Ama bir tanrının ya
da perinin bir insan biçimi ya da güzelliği için tensel ya
da bedensel bir sevgi ve tutku duyabileceğine inanmak
pek kolay değildir.
Ve gene de Mısırlılar burada akıllıca bir ayrım yaparak
tanrısal bir tin için bir kadına yaklaşınanın ve onu gebe
bırakmanın, ve böylece onda kuşağının ilk başlangıçla­
rını büyütebilmenin olanaklı olabileceğini düşünseler
de, bir erkeğin herhangi bir tanrıça ile tensel bir ilişkisi­
ni ya da birleşmesini olanaksız görürler. Ama bir yanda
yer alanın öte yanda da yer almak zorunda olduğunu,
ve birleşmenin bir ilişkideki terimlerden ötürü karşılıklı
olduğunu gözden kaçırırlar.
Bununla birlikte, bir tanrıçanın bir erkekten hoşlan­
dığını ve hoşlanma üzerine dayanan ve karakteri ve er­
demi için kaygı biçimini alan bir sevgi duyduğunu dü­
şünmek elbette uygunsuz olmayacaktır. Ve bu nedenle
Forbas, Hyacinthus ve Admetus'un Apolion tarafından
sevildiklerini ileri süren eski şairlerin yanılmadıkları­
nı söyleyebiliriz. Ve Sicyoniab Hippolitus Apolion için
öylesine önemli bir gözdeydi ki, tanrı sık sık Sicyon'dan
Cirrha'ya yelken açardı. Püthian Rabibeleri şu kahra­
manlık dizesinde onun gelişini öğrenen tanrının sevin­
cini anlatırlar:

"Ve bir kez daha yolculuğa çıkmış sevgili Hippolitu.\buraya


doğru. "
NUMA 63
Yine, anlatıldığına göre, Pan dizelerinden ötürü Pindar'a
sevdalanır, ve tanrısal güçler Müzler'in hatırına Hesiodos
ve Arkhilokhos 'u ölümlerinden sonra onurlandırırlar. ı
Ayrıca Asklepios'un yaşamı sırasında Sofokles ile birlikte
kaldığına ve Sofokles ölünce gömülme töreni ile bir başka
tanrının ilgilendiğine ilişkin sözlerin bugün bile pekçok
kanıtı bulunur.2 Böylece eğer herhangi bir biçimde bu
tanrısal kayırma örneklerine inanılabilecekse, tannların
Zaleukus, Minos, Zoroaster, Numa ve Likurgus gibi kral­
lıklar denetleyen, devletler için anayasalar üreten insan­
larla ilişkiye girmelerinin saçma olduğu sonucunu niçin
çıkaralım? Tersine, tanrılar içtenlikle böyle insanlar ile
ilişkilerde bulunuyor ve böylece onlara en yüksek ve en iyi
yolda bilgiler ve öğütler veriyor, ama daha neşeli anların­
da ozan ve müzisyenleri ziyaret ediyor olamazlar mı? Ama
bu noktada görüş ayrılıkianna gelince, Bakkhylides'in de­
diği gibi, "Geniştir yol."3 Çünkü Likurgus ve Numa'nın ve
daha başka ünlü yasamacıların sapık ve dikbaşlı kalaba­
lıkları denetleme, ve yönetime büyük yenilikler getirme
görevini üstlenmekle tanrılardan bir kutsama aldıkları
yorumunda da hiçbir saçmalık yoktur. Bu yetke hiç kuş­
kusuz ona boyun eğerrlerin kendilerinin çıkannaydı.
V. Ama öykümüzü sürdürelim. Numa ona tahtı üstlerr­
mesi teklifini sunmak üzere Roma'dan elçiler geldiğinde
kırk yaşlarındaydı. Konuşmacılar Proculus ve Velesus'tu
ve halkın bunlardan birini ya da ötekini yeni kral olarak

seçeceği düşünülmüştü; Romulus'un halkı Proculus'tan,


1Delfı bilicisi Arkilokhos'u öldüren adam üzerine bir ilenç bildirir,
çünkü "Müzler'in hizmetçisini öldürmüştür." Aynı zamanda bilici
Orkhornenos"un halkı bir veba salgını ile karşı karşıya kaldığında "biricik
çare Hesiodos'un kemiklerini Naupaktos'un ülkesinden Orkhomenos'un
ülkesine getirmekti," der.
2Dionisos'un Lisander'e gôründüğü ve ona Sofokles'in atalannın gömü­
tünde yatması için izin vermesini buyurduğu söylenir. Gömüt o sıralar
Sparta ordusunun işgali altında bulunan Dakeleia yolu üzerindeydi. Bkz.
Pausanias, I, 21, 1 .
'Fragına n 2 9 (Jebb, Bacchylides, s. 423 ) .
64 PLUTARK

ve Tatius'un Salıinieri ise Velesus'tan yanaydılar. Konuş­


macılar sözü uzatmadılar, çünkü bir krallık teklif edildiği
düşünülürse, Numa'nın onayını almak için fazla çaba
gerekmeyeceği kanısındaydılar. Ama, beklentilerin ter­
sine, barış ve dinginlik içinde yaşayan birine temelini
ve gelişimini bir bakıma savaşa borçlu olan bir kentin
yönetimini üstlenmesini kabul ettirebilmek için sayısız
uslamlama ve ricalarda bulunmaları gerektiğini gör­
düler. Yanıtını babasının ve akrabalarından biri olan
Marcius'un önünde verdi: "Bir insanın yaşamındaki her
değişim onun için tehlikelidir. Ama hiçbir gereksinimi
olmayan ve herşeyden doyum bulan birini alıştığı yaşa­
mı bırakmaya ancak delilik götürebilir, çünkü böyle bir
yaşam nede eksik olursa olsun, her durumda bütünüyle
kuşkulu olanın ve bilinmeyenin üzerinde güvenliğin ve
pekinliğin üstünlüğünü taşır. Ama kralınız olacak olan
kişinin yazgısının belirsiz olduğu bile söylenemez. Onu
ilk üstlenen Romulus meslektaşı Tatius'un yaşamına kar­
şı aşağılık bir komplo kurmakla suçlandı. Ne de Senato
benzer olarak Romulus'u öldürme gibi bir ihanette bu­
lunma suçlamasından kurtulabildi. Gene de Romulus'a o
suçlamaları yöneitenler onun tanrısal olarak doğmuş ve
tansıksal bir yolda kollanarak büyütülmüş olduğunu çok
iyi biliyorlardı, ve bu onun için bir üstünlüktü. Ben ise
bir ölümlü olarak doğdum ve sizin tanıdığınız insanlar
tarafından büyütülüp eğitildim. Dahası, tam olarak ka­
rakterimin en övülen noktalarının gösterdiği şey bir yö­
netici olmaya uygun biri olmadığımdır - yalnız başıma
olmayı ve insaniann her zamanki etkinlikleri ile pek ilgisi
olmayan incelemeler yapmayı severim. Bu öyle bir tutku­
dur ki, bende barış için, savaşçı olmayan uğraşlar için bir
alışkanlığa dönüşmüştür. Yalnızca tapınmak ve uygarca
ilişkilerde bulunmak üzere biraraya gelen ve bunun dı­
şında yaşamları genel olarak çiftliklerinde ve yeşillikler
arasında geçen insanlarm toplumu olmaksızın yapamaz
oldum. Oysa sizlere, Romalılar, isteseniz de istemeseniz
NUMA 65
de, Romulus kalıt olarak sayısız savaş bıraktı, ve bununla
başa çıkabilmek için kentin bir savaşçının deneyimi ve
gücü ile donatılı bir krala gereksinimi olacaktır. Daha­
sı, halk savaşa çok alıştı ve getirdiği başarılardan ötürü
onun beklentisi içinde ve hiç kimse fetih yoluyla büyüme
için duydukları isteğe karşı kör değil. Bu nedenle eğer
gereksinimi bir kraldan çok bir komutan olan bir kente
giderek orada insanlara tannlara tapınınayı aşılamaya ça­
lışacak olursam, ve eğer onlara türe sevgisi ve savaştan ve
şiddetten tiksinme konusunda dersler verecek olursam,
sanırım yalnızca alay konusu olurıım. "

VI . Numa böyle sözlerle krallığı kabul etmeyi istemediği­


ni belirtti. Bunun üzerine Romalılar onları bu durumda
terkedip bırakmaması için daha çok üstelemeye ve di­
retmeye başladılar. Yoksa kaçınılmaz olarak daha önce­
ki ayaklanma ve çatışma durumuna geri düşeceklerdi,
çünkü her iki yanın da üzerinde anlaşabiieceği biricik
insan kendisiydi. Sonunda, elçilerin çekilmesinin ardın­
dan, babası ve Marcius onu bir yana çekerek kendinde
böylesine soylu olan ve ona insanlar tarafından olmaktan
çok gök tarafından sunulan bir armağanı kabul e tme­
sini sağladılar. "Ama," dediler, "elindekilerle yetinerek
varsıllık istemesen de, ve daha şimdiden daha değerli
olan erdemin ününü taşıdığın için yetkenin ününü ka­
zanmaya çalışmasan da, gerçek bir kralın işinin şimdi
senin içinde bulunan ve hiçbir işe yaramadan bekleyen
türe ve bilgelik niteliklerini eyleme çağıran Tanrının ken­
disine bir hizmet olduğunu düşüneceksin. Bu nedenle,
bu görevden kaçınma ve ona sırtını dönme, çünkü bil­
ge bir insan onu büyük ve soylu eylemler için, tannlara
görkemli bir yolda tapınmak için, ve insanlarm yürek­
lerine ancak yetke tarafından yerleştirilebilecek dindar
alışkanlıkları getirebilmek için bir alan olarak görecektir.
Bu halk yabancı bir prens olmasına karşın Tatius 'u sev­
mişti, ve Romulus 'un anısına tanrısal onurlar sunarlar.
66 PLUTARK

Ama belki de böylesine utkular kazanmış olan bu halk


savaşa doymuş olabilir ve şimdi elde e ttiği kazançlar ve
yağmalarla yetinerek herşeyden çok onları düzene ve
dinginliğe götürecek barışçıl ve türeli bir prensi isteye­
bilir. Ama eğer gerçekten de istekleri denetlenemezse
ve savaş çılgınlığına kapılmışlarsa, o zaman dizginlerini
öfkeyi başka bir yola çevirebilecek böyle yatıştırıcı bir
elin tutması, ve sende senin kendi kentinin ve bütün bir
Sabin ulusunun o genç ve büyüyen güçle bir iyi niyet ve
dostluk bağı kazanması daha iyi olmayacak mıdır?
Bu dilekler, söylediklerine göre, uğurlu işaretler tara­
fından ve yurttaşlarının gösterdiği ateşli coşku tarafından
güçlendirildL Halk Roma elçilerinin Numa'ya nasıl bir
haber getirdiğini öğrenince, ondan onlarla birlikte dö­
nerek orada uluslar arasında bağlaşma ve uyum sağlamak
üzere bir araç olarak krallık erkini kabul etmesini istedi.
VII. Böylece bu dilekiere boyun eğmeye karar veren
Numa ilk olarak tannlara adaklar sunduktan sonra
Roma'ya doğru yola çıktı. Senato ve halk onu yolda
karşıladı ve yürekleri harika bir sevgi ile dopdolu onu
kucakladılar. Kadınlar onu sevinçli haykırışlarla karşıla­
dılar. Tapınaklarda onun için adaklar sunuldu ve sevinç
öylesine evreuseidi ki, sanki yeni bir kral değil ama yeni
bir krallık kazanıyormuş gibi göründüler. Forum'a indik­
leri zaman, o saatte interrex1 olma sırası kendisine düşen
Spurius Vettius yurttaşları oylamaya çağırdı ve tümü de
oylarını Numa'dan yana kullandılar. Ama önüne kraliyet
amblemleri ve giysileri getirildiğinde, halktan zaman is­
tedi ve yetkesinin önce tanrılar tarafından doğrulanması
gerektiğini bildirdi.
Böylece rahiplerin ve bilicilerin eşliğinde Romalıların
o günlerde Tarpeius Tepesi dedikleri Capitol'e çıktı. Ora­
da bilicilerin şefi Numa'nın örtülü başını Güneye doğru
çevirdi, ve kendisi arkada durarak ve sağ elini onun başı-

1Bkz. Bôlüm ii.


NUMA 67
nın üzerine koyarak yüksek sesle duaya başladı. Tannlar
tarafından gönderilebilecek kuşları ve başka işaretleri
gözleyebiimek için gözlerini her yönde dolaştırdı. Sonra
Forumda sabırsızlıkla tanrılardan uğurlu bir işaret bek­
leyen büyük kalabalığın üzerine inanılmaz bir sessizlik
çöktü. Sonunda uğurlu kuşlar göründü ve sağ taraftan
alana yaklaşmaya başladılar. O zaman Numa kraliyet kaf­
tanını giyerek tepeden kalabalığın yanına indi ve orada
insanların en dindan ve tanrıların en sevdiği kişi olarak
sevinç çığlıkları ile kucaklandı.
Hükümeti topladıktan sonra yaptığı ilk şey Romulus'­
un korumaları olan ve onun tarafından Celeres1 olarak
adlandırılan üç yüz adamlık birliği dağıtmak oldu. Çün­
kü ona güveneniere güvensizlik göstermeye razı olamaz­
dı, ne de ona güvenmeyen bir halkın egemeni olmayı
kabul edebilirdi. Aldığı ikinci önlemJüpiter ve Mars ra­
hiplerine ek olarak üçüncü bir Romulus rabibi atamak
oldu ve buna Flamen Quirinalis adını verdi. Romalılar
eskiden rahiplerine jlaminler derlerdi ve sözcük giydik­
leri belli bir kepin adı olan pilaminden gelir. O zamanlar
Yunanca sözcükler Latince ile şimdi olduğundan daha
çok karışmıştı. Böylece Juba Romalıların rahip manta­
suna verdikleri laena adının Yunanca khlainas ile aynı
olduğunu söyler. Ve ona göre hem babası hem de annesi
sağ olan ve kendisiJüpiter'in tapınağında hizmet gören
çocuğa verilen Camillus adı da kimi Yunanlılar tarafından
Hermes' e tannlara eşlikçilik hizmetinden ötürü verilen
adla aynıdır.
VIII. Böyle önlemler yoluyla halkın güvenini ve sevgisini
kazandıktan sonra, N uma hiç gecikmeden tıpkı demi­
rin ateşte yumuşaması gibi kenti yumuşatma, ve sert ve
savaşçı karakterini daha ılımlı ve daha türeli kılma işine
girişti. Çünkü eğer bir kent Platon'un2 "yüksek ateşli"

1 'Hızlılar'; bkz. Romulus, xxvi.


2Bkz. Likurgus, v.
68 PLUTARK

dediği bir durumda olabilirse, o sıralar Roma hiç kuş­


kusuz o durumdaydı. Daha en başında her yerden bu­
ralara sürüklenmiş en yürekli ve en savaşçı ruhların
aşırı gözüpekliği yoluyla varlık kazanmıştı, ve sayısız
seferde ve sürekli savaşlarda gücü için gereken besini,
ve büyümesi için gereken kaynakları bulmuştu. Tıpkı
çekicin her vuruşuyla kazığın toprağa daha da sıkı sap­
lanması gibi, Roma da karşı karşıya kaldığı tehlikelerin
kendileri tarafından sağlamlaştırılmıştı. Bu nedenle
Numa kendine böylesine güvenen ve böylesine dikka­
falı olan bir halkı yatıştırmanın ve barışa yöneltmenin
hiç de hafif ya da önemsiz bir üstenim olmadığını an­
ladı ve tanrıları yardıma çağırdı. Onlara sık sık adaklar
sunarak ve çoğunlukla kendisinin belirlediği ve yönet­
tiği geçit törenleri ve dinsel danslar düzenleyerek, ve
bunlarda ağırbaşlılığı ince ve insana yaraşır hazlar ile
birleştirerek sonunda Romalıların güvenini kazandı
ve onların ateşli ve savaşçı karakterini uysallaştırmayı
başardı. Zaman zaman ayrıca tuhaf varlıkların görün­
düğü ve korkunç seslerin işitildiği haberleri ile de hal­
kın imgelemini tanrıların terörü ile doldurdu, böyle­
ce ruhlarını doğaüstü korkularla yatıştırıp yumuşattı.
Numa'nın bilgeliğinin onun Pisagoras ile yakınlığına
bağlı olduğunun söylenmesinin başlıca nedeni budur.
Çünkü birinin felsefesinde, tıpkı ötekinin politikasında
olduğu gibi, insanın tanrı ile ilişkileri büyük yer dol­
durur. Yine söylendiğine göre Numa dış görünüşün­
deki ve davranışlarındaki ağırbaşlılığını da bu konuda
Pisagoras 'ın duygularını paylaştığı için benimsemişti.
Pisagoras 'ın bir kartalı eğittiği ve ona belli bir komu­
tu işitince yükseklerdeki uçuşunu bırakıp aşağı İnıneyi
öğrettiği, ve ayrıca Olimpiyat oyunları sırasında topla­
nan halkın arasından geçerken onlara altından hacağını
gösterdiği de söylenir. Bunların dışında daha başka tuhaf
ve inanılmaz işlerinden de söz edilir ve Fliasioslu Timon
bunlar üzerine şöyle yazmıştır:
NUMA 69

"Hileli buluşlanyla düşürür kendini bir hokkabaz düzeyine,


Ağını firlatır insanlar üzerine abartmalanyla Pisagoras. "
Benzer olarak, ve daha önce değindiğimiz gibi,1 Numa
ona aşık olan belli bir tanrıçanın ya da dağ perisinin
onunla gizli buluşmalarından ve Müzler ile yakın iliş­
kilerinden söz etti. Çünkü kendi biliciliklerinin büyük
bölümünü Müzler'e yüklüyordu, ve Romalılara 'sessiz'
ya da 'suskun' anlamına gelen Tacita adını verdiği bir
Müz'ü özel olarak onurlandırınaları gerektiğini öğretti.
Bununla belki de Pisagorcu sessizlik ilkesinin onurlan­
dmlmasını ve sürdürülmesiııi amaçlıyordu.
imgeler üzerine görüşleri de Pisagoras'nın öğretisi ile

tam uyum içindedir. Çünkü bu düşünür Varlığın ilk ilke­


sinin duyu ve duyguyu aştığını, görülmez ve bozulmaz
olduğunu ve ancak Us tarafından kavranabileceğini ileri
sürüyordu. Benzer olarak Numa da Romahiara Tanrının
insan ya da hayvan biçimini taşıyan bir imgesine tapınma­
yı yasakladı. Yüz yetmiş yıl kadar süren bu ilk dönem sıra­
sında Romalılar aralanna Tanrının herhangi bir resimli
ya da oyma imgesini kabul etmediler ve sürekli olarak
tapınaklar yapmış ve kutsal türbeler açmış olmalarına
karşın , yüksek şeyleri aşağı şeylere benzetmenin dine
ters düştüğü ve tanrısallığı Usun an edimi yoluyla olma­
nın dışında kavramanın olanaksız olduğu kanısı içinde,
tannlar için bedensel biçimli hiçbir yon tu yapmadılar.
Adaklan da Pisagorcu tapınma biçimine bütünüyle uy­
gundu. Çünkü çoğu kan akıtmaksızın ve un, şarap ve en
az pahalı sunular aracılığıyla yerine getiriliyordu.
Numa ve Pisagoras'ın birbirlerini tanıdıklarını göster­
mek için bunlardan ayrı olarak daha başka dışsal tanıtlar
da getirildi. Bunlardan biri Pisagoras'ın bir Roma yurt­
taşı yapılmasıdır. Bu olgu komedi şairi Epikharmus tara­
fından Antenor'a adadığı bir incelemede belirtilmiştir.
Epikharmus eski bir yazardı ve Pisagoras okuluna bağ-

1Bölüm iv.
70 PLUTARK

lıydı. Bir başka tanıt da kral Numa'nın dört oğlundan


birine Pisagoras 'ın oğluna ait olan Mamerkus adının
verilmesidir. Patrisyen ailesi Aimiliusların adını ondan
aldığı söylenir, çünkü bu ad kralın ona konuşmasının
incelikli ve heyecanlı doğasından ötürü verdiği onur­
landırıcı bir addır. Dahası, kendim Roma'daki birçok
insandan bir keresinde bir bilicinin Romalılara kentle­
rine biri Yunanlıların en bilgesi ve öteki en yüreklisi için
birer anıt dikmelerini buyurduğunu, ve bunun üzerine
Foruma biri Alkibiades'e ve öteki Pisagoras'a ait olmak
üzere iki bronz yontunun yerleştirildiğini duydum. 1 Bu­
nunla birlikte, Numa'nın Pisagoras ile tanışıklığı sorunu
büyük ölçüde kuşkulu olduğu için, burada onu uzunla­
masına tartışmak ve inandırıcı kılmak için zamanımızı
harcamaktan vazgeçmek yerinde olacaktır.

IX. Pontifikler denilen üst rahipler düzeninin kuruluşu


da N uma'ya yüklenir. Kendisinin bunlardan ilki olduğu
söylenir. Kimilerine göre bunlara Pontifikler denmesi­
nin nedeni güçlü ve tüm dünya üzerinde egemen olan
tanrıların hizmetinde kullanılmalarıdır; 'güçlü' için
Roma sözcüğü potenstir. Başkaları ise sözcüğün olanaklı
ve olanaksız görevler arasında ayrım yapmak için kulla­
nıldığını söylerler. Yasamacı bu rahiplere olanaklı olan
türde görevlerin yerine getirilmesini yükler ve herhan­
gi bir ciddi engel önlerine geçmedikçe onlarda kusur
bulmaz. Ama pekçok yazar ad için saçma bir açıklama
verir: 'Pontifıkler'in 'köprü-yapıcılar' dan daha başka bir
anlama gelmediğini ve sözcüğün 'köprü' için Latin söz­
cüğü olan pons kökünden türediğini söylerler. Bu rahip­
lerin Tiber üzerindeki köprüde sundukları adaklar en
kutsal ve en eski olanlar arasındaydı. Dahası, derler ki
köprünün gözetimi ve bakımı, tıpkı başka her kamusal
kutsal hizmet durumunda olduğu gibi, rahiplerin gö-
'Pliny'e (büyük) göre (NH. xxxiv. 12) bu yontular Samnit savaşlan
zamanından (İÖ 343-290) Sulla'nın zamanına (İÖ 138-78) dek comitiumda
dikili kalmışlardır.
NUMA 71

revleri arasındaydı, çünkü Romalılar için tahta köprüyü


yıkmak yalnızca yasadışı değil, ama kesin bir günah sayı­
lırdı. Ayrıca derler ki, bir bilicinin buyruğuna uyularak
köprü hiç demir kullanılmadan yapılmış ve tahta çivilerle
tutturulmuştu. Taş köprü çok daha sonraki bir tarihte
Aimilius'un quaestor olduğu bir sırada yapıldı. ' Bununla
birlikte, tahta köprünün de Numa'nın zamanından son­
raki bir tarihte yapıldığı ve Numa'nın kızından olan to­
runu Ancus Marcins'un krallığı sırasında tamamlandığı
söylenir.
Baş Rahip ya da Pontifex Maximus tanrısal istenci
açııniama ve yorumlama, ya da daha doğrusu kutsal
ayinleri yönetme görevini üstlenmişti. Yalnızca kamu
töreni için kuralları belirlemekle kalmaz, ama özel kişi­
lerin adaklarını da düzenler, onların yerleşik törelerden
sapmalarını önler, ve bunların yanısıra herkese tannlara
tapınma ya da onları hoşnut etme amacıyla gerekli olan
şeyleri öğretirdi. Ayrıca Vestaller2 adı verilen Kutsal Ba­
kirelerin de gözeticisiydi. Çünkü Vesta bakireliğinin ku­
rumsallaştınlması N uma'ya yüklenir. Genel olarak sürekli
ateşe tapınma ve onu kollama görevi bu kızlara verilmişti.
Bunun nedeni Numa'nın ya ateşin an ve bozulmaz birşey
olduğunu düşünmüş ve bu nedenle onu iffetli ve leke­
lenınemiş kişilere bırakmış olması, ya da onu verimsiz ve
kısır birşey olarak düşünmüş ve bu nedenle bakirelik ile
ilişkilendirmiş olmasıdır. Çünkü, tıpkı Delfi ve Atina' da
olduğu gibi, Yunanistan'ın neresinde olursa olsun sürekli
bir ateş yanıyorsa, bu bakirelerin değil ama evlilik yaşını
geçmiş dulların bakırnma bırakılır. Ve herhangi bir kaza
nedeniyle sönecek olursa - ki Atina'da Aristion'un ti­
ranlığı sırasında3 ve Delfi'de tapınağın Medler tarafından
yakılmasından sonra kutsal lamba sönmüş, ve Mithrida­
tika ve Roma iç savaşları sırasında sunu taşı yıkılınca ateş

1İÖ 179.
2Bkz. Romulus, xxii
'İÖ 88-86. Bkz. Lucullus, xix. 6; Sulla, xiii, 3.
72 PLUTARK

de yanmaya son vermiştir -, o zaman bu ateşin yeniden


yakılışında onu sıradan kıvılcımlar ya da alevlerle tu­
tuşturmak günah sayılır. Bunun yerine ateşin güneşin
ışınlarından elde edilen arı ve kirlenmemiş bir alevin
kullanılmasıyla yeniden yakılması gerekir ve bunu gene­
llikle içbükey metal aynalarla yaparlar. Böyle aynaların iç­
bükeyliği dikaçılı bir ikizkenar üçgenin döndürülmesiyle
elde edilen şekle göre belirlenir ve aynaların çeperle­
rinden gelen tüm ışınlar özekte tek bir noktada birleşir.
Buna göre, bu aynalar güneşin karşısında koyuldukla­
rında, güneşin ışınları özeğe doğru yakınsaşır ve orada
toplanırlar. O noktada havanın kendisi seyrelir ve oraya
yerleştirilen çok hafif ve kuru nesneler güneşin ışınları
şimdi ateşin tözünü ve etkin gücünü kazandığı için ça­
bucak tutuşurlar. Dahası, kimileri Kutsal Bakirelerin bu
ateşten başka hiçbirşeyin gözetimi ile ilgilenmedikleri
görüşünde iken, başkaları ise kendilerinden başka her­
kesten gizlenen belli kutsal nesneleri de gözettiklerini
düşünürler. Böyle konular üzerine yasaları çiğnemeden
öğrenilebilecek ve iletilebilecek olan noktaları Camil­
lus 'un Yaşamı üzerine olan bölümde anlattım.1
X. Numa'nın kutsadığı ve bu göreve atadığı ilk iki baki­
renin adları Gegania ve Verenia'dır. Onları Kanouleia ve
Tarpeia adında iki genç kız izlemiştir. Daha sonraki bir ta­
rihte Servius aralarına iki bakire daha ekiemiş ve bu sayı
günümüze dek değişmeden kalmıştır. Numa tarafından
Vestaller için belirlenen kurallar şunlardır: Kutsal Baki­
reler kendilerini otuz yıl boyunca bakireliğe adamak için
ant içecekler, ilk onyıl sırasında ödevlerini öğrenecek,
ikinci onyıl boyunca öğrendikleri ödevleri yerine geti­
recek ve son dönemi bu ödevleri başkalarına öğreterek
tamamlayacaklardır. Böylece bütün süre tamamlandıktan
sonra kutsal görevi bırakarak evlenmede ya da diledikleri
başka bir yaşam yolunu seçmede özgür olacaklardır. Ama

1Bôlüm xx.
NUMA 73
bu özgürlükten çok azının yararlandığı, ve bunu seçerr­
lerin mutlu olmadıkları, tersine yaşamlarının geri kalanı
boyunca pişmanlık ve melankoli içine düştükleri söylenir.
Bu nedenle geri kalanların çoğu dinsel korkulardan ve
boşinançlardan ötürü ileri yaşianna ve ölüme dek bakire­
liklerini sürdürmeyi yeğlemişlerdir.
Ama Numa bu durumu büyük ayrıcalıklar ve öncelik­
lerle iyileştirdi. Örneğin vasiyetnamelerini babalarının
yaşamı sırasında yazabileceklerdi; kendi işlerini tıpkı üç
çocuklu anneler gibi bir gözetici olmaksızın yapabile­
ceklerdi; dışarı çıktıklarında önlerinde yargıçlık simgesi
taşınacak ve eğer yolda idama götürülen bir suçlu ile
karşılaşacak olurlarsa, kutsal bakirenin karşılaşmanın
rasiantısal olduğu ve önceden tasarianmadığı konusun­
da yemin etmesi koşulu üzerine suçlunun yaşamı bağış­
lanacaktı. Üzerinde taşındıkları tahtırevanın altından
geçen her kim olursa olsun ölümle cezalandırılacaktı.
Eğer bakirelerin kendileri herhangi bir küçük kabahat
işlemişlersc, onları ancak Baş Rahip cezalandırabilecek
ve bunu zaman zaman giysileri de çıkarılan kızın çıplak
bedenini karanlık bir yerde ve aralarında bir perde ol­
mak üzere kamçılayarak yerine getirecekti. Ama bakire­
lik andını çiğneycn kız Golline kapısının yakınında diri
diri gömülürdü. Burada kent duvarlarının içinde biraz
uzakta küçük bir toprak tepecik uzanır. Latinler buna
agger dcrler. Altında mcrdivenle inilen küçük bir odacık
yapılmıştır. Burada örtüleri ilc bir yatak hazırlarlar, bir
lamba yakarlar, ve ekmek, bir tas su, süt ve yağ gibi yaşam
gereksinimlerini küçük miktarlarda bırakırlar. Bununla
sanki kendilerini dinin en yüksek hizmetine adanmış bir
yaşamın açlık tarafından yokedilmesi gibi bir sorumlu­
luktan bağışlamayı isterler. Suçlunun kendisi bir tahtı­
revana konur ve üzerine örtüler atılarak iplcrle öyle bir
yolda bağlanır ki, içerden bir çığlık bile işitilemez olur.
Sonra kız Forum boyunca taşınır. Orada halk sessizce
tahtırevana yol açar ve tam bir suskunluk ve korkunç bir
74 PLUTARK

ruhsal çöküntü içinde onu izler. Başka hiçbir görüntü


böylesine ürküntü verici olamaz. Ne de başka hiç bir gün
kente bundan daha büyük bir hüzün ve keder getiremez.
İ dam yerine geldiklerinde, görevliler ipleri çözerler ve
bunun arkasından Baş Rahip ellerini göğe kaldırarak
ölümcül edirnden önce belli gizemli dualar mırıldanır.
Bundan sonra henüz sımsıkı örtülü tutulan suçluyu ge­
tirir ve onu odacığa inen basamakların üzerine bırakır.
Ardından geri kalan rahiplerle birlikte yüzünü döner, kız
aşağı inince merdiven yukarı çekilir, ve odanın girişine
büyük miktarlarda toprak atılır. Bununla oda gömülür
ve tepenin geri kalanından ayırdedilemez olur. Bakirelik
antlarını bozanların cezaları böyledir.
XI. Bundan başka, Numa'nın kutsal ateşin saklandığı ve
bir daire biçiminde olan Vesta Tapınağını yaptırdığı da
söylenir. Bu daire sanki Vesta ile aynı şeyıniş gibi düşünü­
len Yeryüzünün şekline bir öykünmeyi anlatmaz. Tersi­
ne, özeğine Pisagorcuların ateş öğesini yerleş tirdikleri ve
Vesta ve Bir adını verdikleri bütün bir Evreni temsil eder.
Pisagorcular yeryüzünün devimsiz olduğunu düşünmez­
ler; ne de çevresini kuşatan uzayın özeğinde olduğunu.
Tersine, onlara göre yeryüzü özeksel ateşin çevresinde bir
daire üzerinde döner. En önemli öğelerden biri, aslında
evrenin birincil öğelerinden biri bile değildir. Bunda ile­
ri yaşlarında yeryüzünün uzayın kıyısında bulunduğunu
ve özeksel ve egemen uzayın bir başka ve daha soylu bir
cisim için ayrıldığını düşünen Platon ile anlaşırlar.

XII. Rahiplerin başka bir görevleri daha vardı. İsteyen­


ler için gömme ayinlerincieki eski görenekieri açıklar ve
bu ayinleri yönetirlerdi. Numa onlara böyle bir göreve
kirletici olarak bakmamaları, ama aşağıdaki tanrıları da
geleneksel ayinlerle onurlandırınaları gerektiğini öğret­
ti, çünkü en iyi parçamızın gözetimini üstleniyorlardı.
Özellikle ölüleri gömme törenlerine gözetınenlik eden
tanrıça Libitina'ya tapınacaklardı. Bununla demek iste-
NUMA 75

dikleri ister Persefones (Proserpina) olsun, isterse Ro­


malıların en bilgili olanlarının inandıkları gibi Afrodit
(Venüs) , bütünüyle uygun bir biçimde insanın doğum ve
ölümünü bir ve aynı tanrıçanın gücüne bağlamış oluyor­
lardı. Numa ayrıca yas dönemlerinin yaşlara göre düzen­
lemesini de kendisi belirledi. Örneğin, üç yaşından daha
küçük bir çocuk için hiç yas tutulmayacaktı. Bundan bir
yaş daha büyük olanlarla başlamak üzere on yaşına kadar
olanlar için yıl sayısına eşit bir sayıda ay boyunca yas turu­
lacak, ve daha büyük başka hiçbir yaş için bundan daha
uzun bir süre yas tutulmayacaktı. 1 Bu on ay ayrıca eşierini
yitiren kadınlar için de dul kalma süresiydi. Eğer bu za­
man dolmadan önce evlenecek olurlarsa, Numa'nın yasa­
larına göre bir buzağıya gebe bir ineği kurban edecekti.
Numa ayrıca başka birçok rabiplik düzeni de kur­
du. Saliuslar ve Fitialeler dışında, bunların Numa'nın
karakterinin dindarlık ve kutsallığının en açık kanıtla­
rı arasında bulunan ikisinden söz edeceğim. Fitialeler
deyim yerindeyse barışın koruyucularıydılar ve benim
görüşümde adlarını çekişmeleri görüşmeler ve konuş­
malar yoluyla sonlandırma biçimindeki görevlerinden
alınış olmalıdırlar. Türeyi sağlamak için tüm umutların
yitirildiği bildirilmeden silaha sarılmaya izin verilmezdi,
çünkü Yunanlılar iki yan çekişmelerini şiddet yoluyla
değil ama karşılıklı görüşme yoluyla bir karara bağladığı
zaman buna barış derlerdi. Romalılar kendilerine zarar
vermiş olanlara genellikle Fitialeleri haberci olarak yol­
larlar, bunlar haklı davranış için kişisel isteklerini bildirir­
lerdi. Eğer haksız davranış sürerse, tanrıları tanık olmaya
çağırır ve eğer kendileri haksızlıkta bulunacak olurlarsa
tanrılardan kendilerinin ve ülkelerinin başına korkunç
kötülüklerin gelmesini diler, ve sonra hasımıarına savaş
bildiriminde bulunurlardı. Ama eğer savaşı yasaklar ya
da onaylamazlarsa, ne bir Roma askeri ne de kralı yasal
olarak silalıma sanlabilirdi. Savaşın onların bunun haklı
1Bla. bölüm xix.
76 PLUTARK

bir savaş olduğu konusunda verdikleri onayla başlaması


gerekirdi, ve komutanın işi bu onayı alınca savaşmanın
doğru yollan üzerine düşünüp taşınmaktı. Denir ki ken­
tin Keltlerin elinden gördüğü korkunç kıyım ve yıkım bu
dinsel göreneğin gözardı edilmesinin sonucuydu .
Çünkü bu barbarlar Clusinous'u kuşattıkları zaman,
kuşatina altındakiler adına barışı görüşmek üzere Roma'­
dan Fabius Amboustus kamplarına gönderildi. Onlardan
kaba bir yanıt alınca, Fabius elçilik görevinin sona erdi­
ğini düşündü ve Clusinouslular adına silahiara sarılma
gibi çocukça bir davranışa sürüklenerek barbarların en
yüreklisini teke tek döğüşe çağırdı. Fabius başarıyla dö­
ğüştü, düşmanını atından düşürdü, ve zırhını sıyırdı. Ama
Keltler onun kim olduğunu öğrendiler ve bunun üzerine
Roma'ya bir haberci göndererek Fabius'u ateşkesi boz­
makla, yeminini çiğnemekle ve daha savaş bildiriminde
bulunulmadan onlara karşı döğüşmekle suçladılar. So­
run Senatocia tartışıldı ve Fitialeler Senatoyu Fabius'un
Keltlerin eline teslim edilmesi konusunda inandırmaya
çalıştılar. Ama Fabius yargıları konusunda önceden uya­
rılınca kalabalığa sığındı ve onların kollaması ve koru­
ması sonucunda cezadan kurtuldu. Bunun üzerine Kelt­
ler ordularıyla Roma üzerine yürüdüler ve Capitol'ü ele
geçirerek kenti yağmaladılar. Ama bu öykü Camillus 'un
Yaşamı h da daha tam olarak verilecektir. 1

XIII. Salius rabipliğinin şu nedenle kurulduğu söyle­


nir. Numa'nın hükümranlığının sekizinci yılında tüm
İ talya'ya yayılan korkunç bir veba Roma kentini de ka­

sıp kavurdu. Öyküye göre, yurttaşlar tam umutsuzluğa


kapılmışken, gökten Numa'nın ellerine bronz bir kal­
kan düştü. Kral bunun için doğaüstü bir açıklama verdi:
Egerias ve Müzler'den bunun gökten kentin iyileşmesi
ve güvenliğe kavuşması için gönderildiğini öğrenmişti.
Kalkan dikkatle saklanmalı ve benzer büyüklükte ve

1Bölümler xvii-xxii.
NUMA 77

biçimde öyle on bir kalkan daha yapılmalıydı ki, arala­


nndaki benzerlik bir hırsızın gökten düşeni ayırdetme­
sini güçleştirmeliydi. Bundan başka, düştüğü noktanın
ve Müzler ile genellikle orada buluşup görüştüğü çevre
çayırların onlara adanması gerektiğini söyledi. Orada
toprağı sulayan pınar her gün tapınaklarını onunla yı­
kayan ve arıtan Vesta bakİrelerinin kullanımı için kutsal
su olarak kabul edilmeliydi. Tüm bunların doğruluklan
vebanın hızla sona ermesi tarafından gösterildi. Numa
kalkanı zanaatçılara gösterdiği ve onlardan benzerlerini
üretmek için ellerinden geleni yapmalarını istediği za­
man, Veturius Mamurius dışında tümü de umutsuzluğa
kapıldılar. Veturius eşsiz bir ustaydı ve böyle bir işi üstlen­
mekten büyük mutluluk duydu. Tümünü de öylesine tam
olarak birbirine benzer yaptı ki, Numa'nın kendisi bile
onları aslından ayırdedemedi. Bu kalkanların saklanması
Saliuslar denilen belli rahiplerin sorumluluğuna bıra­
kıldı. Bunlar adlarını kimi öykülerin anlattığı gibi Samo­
thrakos ya da Mantineos'ta doğan Salius adında ve zırhla
dans etıne yolunu öğreten bir dans ustasından değil, ama
aslında dansın kendisini nitelendiren 'sıçrama' (saliere)
sözcüğünden almışlardır. B u dansı Mart ayında kutsal
kalkanlan kent sokakları boyunca taşırken yaparlar. Bu
törende bellerinden bronzdan geniş kemerlerle sıkılan
kısa mor cübbeler giyerler, başlarına bronz miğferler ta­
kar ve taşıdıklan küçük hançerlerle arada bir kalkanlara
vururlar. Ama önemli olan şey dansın kendisidir, çünkü
çok büyük bir ineelikle yakın düzen içinde yürürken
çarpıcı bir güç ve dinçlik görünüşü ile çeşitli karmaşık
figürler yaparlar. Kalkanların kendilerine biçimlerinden
ötürü ancilia denirdi, çünkü bunlar düzenli bir kalkan
gibi yuvarlak değil, bütünüyle ova! de değil, ama dalgalı
bir çizgi ile girintiliydiler ve girintinin kolları geriye bü­
külerek tepeden ve alttan birbirine bağlanırdı. Böylece
kalkanın şekli Yunanca ankulon sôzcüğü ile anlatıldığı
gibi eğriydi. Ya da ad 'dirsek' anlamına gelen ankonadan
78 PLUTARK

da gelmiş olabilir, çünkü kalkanı dirsekieri üzerinde taşır­


lardı. Sözcüğün kökenini Yunanca' da bulmaya kararlı
olan Juba böyle yazar. Ama özgün kalkanın 'yukarıdan '
düşmüş olmasından ötürü, ad Yunanca anekathen kökenli
de olabilir; ya da aketeos, çünkü vebaya tutulmuş olanları
'iyileştirmişti'; ya da aukhmon luseostan türemişti, çünkü
bir 'kuraklığa son vermişti' ; ya da anaskhesisten, çünkü
büyük yıkımları 'sona erdirmişti,' tıpkı Castor ve Pollux' a
Atinalılar tarafından Anakes denmesi gibi; hiç kuşkusuz,
eğer adı Yunanca'dan türetmek zorundaysak.
Mamurius'un sanatı için kazandığı ödül Saliusların
kent boyunca savaş danslarını yaparken söyledikleri
şarkıların dizelerinde anılıp kutlanır. Bununla birlikte
kimileri der ki şarkı ile Veturius Mamurius değil, ama
'eski anı,' veterem memoriam [oıhepeı.ı ı.ıeı.ıoplaı.ı] , kutlanır.

XIV. Numa rahiplik düzenlerini bu yolda oluşturup dü­


zenledikten sonra, Vesta tapınağının yakınında bugün
Regia denilen kral evini kurdu. Zamanının çoğunu kutsal
hizmetleri yerine getirerek, rahipleri eğiterek ya da on­
larla kutsal konular üzerine konuşarak burada geçirdi.
Quirinus tepesinde bir başka evi daha vardı ve bunun
yeri bugün bile gösterilir. Rahiplerin kamu geçit tören­
lerinde ve dualarında, kente önceden haberciler gön­
derilir, halka işlerini bırakarak dinlenceye çekilmeleri
bildirilirdi. Çünkü, tıpkı Pisagorcuların insanların tan­
nlara tapınmaya ve dua etmeye apar topar gitmelerine
izin vermemeleri, ama bu göreve düşünceleri onun için
hazırlanmış olarak doğrudan doğruya evlerinden gitme­
lerini istemeleri gibi, N uma da yurttaşların başka sorun­
larla uğraşmakta oldukları ve bu ·nedenle dikkatlerini
toplayamayacakları bir durumda herhangi bir tanrısal
hizmeti işitınerne leri ya da görmemeleri gerektiğini dü­
şünüyordu. Tersine, tüm oyalanınalardan özgür olmalı
ve düşüncelerini dinsel törene çok ciddi bir sorun olarak
yöneltmeliydiler. Ayrıca sokaklarını da ansal ve bedensel
NUMA 79

emeğe eşlik eden tüm bağınş çağırışiardan kurtarmalı,


onları kutsal törenler için temizlemeliydiler. Romalılar
bu erken geleneğin kimi izlerini bugün bile korurlar,
çünkü bir konsül bilicilik işaretlerini almaya ya da adak­
lar sunmaya başladığı zaman, halka "Hoc age! " ya da
"Buna dikkat!" diye bağırır ve dinleyenlerin kendilerine
çeki düzen vermelerine yardım eder.
Daha başka kurallannın pekçoğu Pisagorcuların kural­
larını andırır. Örneğin Pisagorcular şunları söylerlerdi:
"Ağırlık ölçüsünü oturak olarak kullanma"; "Ateşi kılıç­
la karıştırma" ; "Ülke dışına çıktığında, arkana bakma";
"Adağını göksel tannlara tek sayı ile, yeryüzü tannları­
na çift sayı ile sun." Ama tüm bu kurallann anlamlarını
halktan gizli tutarlardı. Yine böyle, Numa'nın kurallannın
kimilerinde anlam gizlidir. Örneğin: "Budanmamış asma­
lardan tannlara şarap sunma"; "Yemeksiz adak sunma";
"Tapınırken çevrende dön"; ve "Tapındıktan sonra otur. "
İlk iki kural toprağı işlemenin ve hazırlamanın dinin bir
parçası olduğunu öğretiyar görünür. Tapınanların dön­
melerine gelince, bunun evrenin çevrim devimine bir öy­
künme olduğu söylenir. Ama benim görüşümde neden
dahaçok şudur. Tapınaklar Doğuya ve Güneşe baktıkları
için, bir tapınağa giren biri arkasını güneşin doğuşuna
verir. Bu nedenle ilkin yarım daire kadar geriye döner
ve bundan sonra tapınağın tanrısının yüzüne dönerek
daireyi tamamlar. Bu dairesel devirole dualarının gerçek­
leşmesi dileğini her iki tanrıya da iletir. Ama bu duruş
değişimi pekala Mısır çarkları gibi gizemli bir anlam da
taşıyor olabilir ve insan sorunlarında hiçbir kararlılığın
olmadığını, Tanrı yaşamlarımızı hangi yolda değiştirse ve
döndürse de tüm bunlardan hoşnut kalmamız ve onları
doğru ve uygun olarak kabul etmemiz gerektiğini imliyor
ve öğretiyor olarak da görülebilir. Tapınmadan sonraki
oturmaya gelince, bize bunun tapınanların dualarının
ve tanrılardan diledikleri kutsamanın kabul edildiğine
ilişkin bir işaret olduğu söylenir. Yine değişik edimler
80 PLUTARK

dizisi dinlenme süreleri ile ayrıldığından, tapınanın


yaptıklarını tamamladıktan sonra tanrıların önünde
bir başkasına onların kutsaması ile başlayabilmek için
oturduğu söylenir. Ve bu da yukarıda söylediklerimizle
uyumlu kılınabilir. Yasamacı bizi Tanrıya dileklerimizi
daha başka sorunlarla uğraşırken bir bakıma apar topar
sunmaya değil, ama bunu zamanımız varken ve dinlenme
sırasında yapmaya alıştırmaya çalışmaktadır.

XV. Dinde böyle eğitim ve öğretim yoluyla, kent ayn­


ınma varmadan öylesine uysallaştı, ve Numa'nın gücü
karşısında öyle bir huşu ve saygı tutumuna girdi ki, onun
birer masal kadar tuhaf öykülerini hiç kuşku duymadan
kabul eder oldular, ve onlardan inanmalarını istediği hiç­
birşeyin inanılmaz ya da olanaksız olduğunu düşünme­
ıneye başladılar. Anlatıldığına göre, bir keresinde büyük
bir yurttaşlar kalabalığını masasına çağırır ve önlerine
sıradan tabaklar içinde çok yalın bir yemek sunar. Anıa
tam oturup yemeğe başlamışlardır ki, tanıştığı tanrıçanın
gelip onları ziyaret edeceğini söyleyerek hepsini şaşırtır.
Birdenbire oda her tür pahalı içki kabı ile doldurulur, ma­
salar etli nefis yemeklerle donatılır, ve gözalıcı bir eğlence
başlar. Anıa onunlaJüpiter arasında geçtiği bildirilen ko­
nuşma şimdiye dek uydurulmuş tüm masalımsı efsaneleri
geride bırakır. Öyküye göre, Aventine tepesi henüz kentin
bir parçası değilken, aslında daha oraya hiç kimse yerleş­
memişken, iki yan-tanrı, Picus ve Faunus, sık sık tepedeki
pınariara ve gölgeli yerlere uğrarlardı. Başka bakımlar­
dan bu tanrılar Satiriere ya da Paulara benzetilebilir,
ama güçlü ilaçlar kullandıkları, büyüde usta oldukları
ve Yunanlılar tarafından İda Dağının Daktylisine yükle­
nen aynı hileleri yapmak için İtalya'ya gittikleri söylenir.
N uma'nın bir gün bu yan-tannların genellikle su içtikleri
pınarın sularına şarap ve bal karıştırarak onları ele geçir­
diği söylenir. Kendilerini yakalanmış bulunca, asıl biçim­
lerini bırakarak çeşitli şekiliere girerler, her tür iğrenç ve
NUMA 81

korkunç görünüşü alırlar. Ama çok sıkı yakalandıklarını


ve kaçamayacaklarını anlayınca, Numa'ya ileride olacak
olan pekçok şeyi önceden söylerler ve ona bunların yanısı­
ra özellikle gök gürültüsüne ve şimşeğe karşı bir tılsım öğ­
retirler ki, soğanlar, saçlar ve sardalya balıkları ile bugün
de uygulanır. Ama kimilerine göre ona tılsımı veren bu
tanrılar değildir. Bunlar büyüleriyle Jüpiter' i gökten aşağı
çağırınca, bu tanrı N uma'ya öfkeyle eğer gök gürültüsüne
ve şimşeğe büyü yapacaksa, bunu "başlarla" yapması ge­
rektiğini söyler. Numa, "Soğanların mı?" diye sorarak sözü
tamamlayın ca, "insanların," yanıtını verir Jüpiter. Bunun
üzerine bir kez daha çözümün dehşetini gidermeye ça­
lışarak, "Saçlarıyla mı?" diye sorar. "Hayır," diye yanıtlar
Jüpiter, "yaşayan -" "sardalya balıkları?" diye tamamlar
Numa, tanrının sözünü keserek. Bu yanıtları Egeria'dan
öğrenmiştir. Jüpiter yatışır - ya da Yunanca'sıyla, ileos -,
ve onaylayıcı bir havayla yeniden göğe döner. Yere onun
anısına ve Yunanca sözcükten türetiten bir adla Ilicum
denir. Tılsım böyle uy?;ulanmıştır. Masalımsı ve gülünç
olsalar da, bu öyküler bize o zamanlar halkın alışkanlığın
gücüyle tannlara karşı taşıdıkları duyguları gösterirler.
Ve Numa'nın tannlara güveninin öyle bir düzeye eriştiği
söylenir ki, bir keresinde kendisine düşmanların kente
yaklaştığı haberi getirildiğinde, buna bir gülümsemeyle
yanıt verir: "Ama adak sunuyorum. "

XVI . inanç ve Terminus [niaTEW) Ka\ TEpı.ıovos] tapı­


naklarını ilk yaptıran, ve Romahiara bugün de uygulama­
yı sürdürdükleri gibi İ nanç adına yemin etıneyi öğreten
yine oydu. Terminus 'sınır' anlamına gelir, ve bu tanrıya
tarlalannın sınırlada ayrılmış olduğu yerlerde kamusal
ve özel adaklar sunarlar. Bugünlerde diri adaklar sunu­
lurken, eskiden kansız adaklar sunulurdu, çünkü N uma
sınırların tanrısının barışın bir bekçisi ve dürüst iş gör­
menin bir tanığı olduğunu ve buna göre kan akıtmayla
bir ilgisinin olmaması gerektiğini düşünürdü. Ve kentin
82 PLUTARK

toprağının sınırlarını saptayanın bu kral olduğu bütünüy­


le açıktır, çünkü eğer Romulus kendi toprağına sınırlar
koymuş olsaydı, başkalarından ne kadar almış olduğunu
ele vermiş olacaktı. Sınırlar gerçekten de onları kabul
etmeyi isteyenler için bir savunma değerindedir; ama
onları çiğneyenler içinse yalnızca onların eğriliklerine
karşı birer tanık olurlar. Gerçekten de kentin toprağı
başlangıçta geniş değildi, ama Romulus onu daha sonra
kılıç yoluyla büyüttü. Tüm bu kazanım Numa tarafından
yoksul yurttaşlar arasında dağıtıldı. İnsanları yanlış şeyler
yapmaya götüren yoksulluğu ortadan kaldırmayı ve hal­
kı tarıma döndürmeyi istiyordu, çünkü böylelikle sürüp
işledikleri toprakla birlikte kendileri de yatışıp yumuşa­
yacaklardı. Çünkü başka hiçbir uğraş barışa yatkınlığı bir
çiftçinin yaşamından daha etkili ve daha hızlı bir yolda
kazandıramaz. Bunda insanları kendilerini savunmak
için döğüşmeye yöneiten yürekliliğinin çoğu saklanır­
ken, aynı zamanda savaşçının kendini yağmacılığa ve hak­
sızlığa kaptırma eğilimi de törpülenir. Buna göre N uma
tarımı yurttaşlarına bir tür barış-iksiri gibi vererek ve onu
ekonomiyi olmaktan çok ahlakı geliştinneye hizmet eden
bir sanat gibi görerek, kentin toprağını çeşitli bölümlere
ayırdı ve bunlara pagi adını vererek her birine gözeticiler
atadı. Zaman zaman onları kendisi denetiernekten haz
duyardı. Böylece yurttaşların karakterlerini çiftliklerinin
durumundan ölçer, başarılı olanları onurlandırırdı. Buna
karşı tembel ve özensiz olanları ise onları daha duyarlı
kılma amacıyla eleştirip kınardı.

XVII. Ama tüm önlemleri arasında en büyük hayranlık


yaratanı halkı iş ve sanatıarına göre kümelere ayırması
oldu. Çünkü, daha önce söylendiği gibi, 1 kentin iki kabi­
leden oluşması gerekiyordu. Ama gerçekte iki kabileden
oluşmaktan çok iki kabileye bölünmüştü ve aralanndaki
ayrımlar ve ayrılıklar giderilemiyor, bölüngüler birleşmeyi
1Bölüm ii.
NUMA 83

kesinlikle reddediyorlardı. Tersine, kent sonu gelmez ça­


tışmalarla ve çekişmelerle dolmuştu. Birbirleriyle kolayca
kanşmayan katı şeylerin ezilip un gibi edilebilecekleri­
ni ve o zaman parçalarının küçüklüğünden ötürü daha
kolayca karışıp birleşebileceklerini çok iyi bilen Numa
bütün nüfusu daha büyük bir sayıda kümeye dağıtmaya
karar verdi. Bununla daha başka ayrımlar getirip başlan­
gıçtaki büyük ayrımın küçük ayrımlar arasında yitip git­
mesini umuyordu. Buna göre halkı sanat ve işlerine göre
müzisyenler, nalbantlar, marangozlar, boyacılar, ayakkabı­
cılar, dericil er, metakiler ve çömlekçiler olarak kümelere
ayırdı. Geri kalan iş kollarını biraraya topladı ve onlara
ait olanların tümünden tek bir küme oluşturdu. Ayrıca
her bir kümeye uygun düşen mahkemeler, konseyler ve
dinsel ayinler belirledi. Böylece sonunda kentten kimi
yurttaşlardan Sabinler ve başkalarından Romalılar ola­
rak, ya da kimilerinden Tatius ' un ve başkalarından ise
Romulus'un yurttaşlan olarak söz etme davranışını uzak­
laştırmayı başardı. Böylece getirdiği yeni dağılım tümü­
nün uyum içinde biraraya kaynaşmasında sonuçlandı.
N uma ayrıca babaların oğullarını satmasına izin veren
yasanın iyileştirilmesi için getirdiği önlemler nedeniyle
de övülür. Evlenmiş oğullar için kuralın geçerliğine son
verdi, ama bunu oğulların babalannın onayları ile evlen­
miş olmaları koşuluna bağladı. Çünkü özgür olduğunu
düşündüğü bir erkekle evlenen bir kadının kendisini bir
köle ile birlikte yaşıyor bulmasının zor bir şey olduğunu
düşündü.

XVIII. Bundan başka, Numa takvimin ayarlanması ile de


ilgilendi. Bunda sağınlık amaçlanmıyor olsa da, dikkatli
gözlem bütünüyle gözardı edilmedi. Çünkü Romulus'un
krallığı sırasında ayları saptamada özensiz ve kuralsızdılar
ve kimi aylar yirmi günden daha kısayken başkaları otuz

beş gün olarak, daha başkaları ise daha da uzun olarak


belirlenmişti. Güneşin ve ayın yıllık devimlerinde ki eşit-
84 PLUTARK

sizlik konusunda hiçbirşey bilmiyorlardı . Kalıııl e t t ikler i


biricik ilke yılın üç yüz altmış b e ş günden olıı�ıııası ge­
rektiğiydi. Ama Numa ay yılını üç yüz kırk dört gün ve

güneş yılını üç yüz altmış beş gün sayarak eşitsizliği on


bir gün olarak hesapladı, bu on bir günün iki katını ala­
rak bunu her ikinci yıla Şubat ayının arkasından bir ara
ay olarak ekledi. Yirmi iki günden oluşan bu aya Roma­
lılar Merkedinus derlerdi. Eşitsizliğin onun tarafından bu
yolda düzeltilmesi gelecekte daha başka ve daha büyük
düzeltmelerin yapılmasına neden olacaktı.
Numa ayrıca ayların sırasını da değiştirdi. Birinci ay
olan Mart ayını üçüncü ay, ve daha önce Romulus'un
krallığı sırasında on birinci ay olan Ocak ayını birinci
ay yaptı. On ikinci ve son olan Şubat böylece şimdi ol­
duğu gibi ikinci ay oldu. Ama bu Ocak ve Şubat ayla­
rının takvime Numa tarafından eklendiğini ve başlan­
gıçta Romalıların bir yılı yalnızca on aya böldüklerini
söyleyenler vardır. Kimi Barbarların üç, ve Yunanlılar
arasında Arkadyalıların dört ve Akarnaneslilerin ise altı
ayları vardı. Mısır yılı başlangıçta yalnızca tek bir ay kap­
sıyordu ve söylendiğine göre sayı ancak sonradan dörde
yükseltilmişti. Buna göre, çok yenjl bir ülkede yaşıyor
olmalarına karşın, çok eski bir ulus oldukları kabul edilir,
ve soy kütükleri inanılmayacak denli yüksek bir sayıda yıl
kapsar, çünkü gerçekte yıllarını aylarla sayarlar.

XIX. Roma yılında ilkin on iki değil ama yalnızca on ay


bulunduğu olgusu son aylarının adı tarafından tanıda­
mr. Çünkü bugün de bu ayı on uncu ay anlamına gelen
dekafos sözcüğü ile adlandırırlar. Mart ayının bir zamanlar
ilk ayları olduğu ise onu izleyen ayların sırası tarafından
tanıtlanır, çünkü ondan sonra gelen beşinci ay Quintilis
[ya da: lTEI-llTTOS] , altıncı ay Sextilis olarak adlandırılır ve
geri kalanlar da böyle artarak giderdi. Bu nedenle Ocak

1Belki de Nil nehrinin birikintileri tarafından oluşturulduğu gibi


(Hemdot, ii. 5 ve 9 . ) .
N l ' MA 85

1·ı· S ı ı l ı; ı t ;ı1 L ı rı ı ı ı �Lırtııı önüne aldıkları zaman, sözü


t · d i k ı ı ;1\ ;ı (Lu i n i liii va da beşinci ay demelerine karşın
o ı ı ı ı ycd i ı ı t i ol;ır; ı k savıııa gibi bir yanlışlığa düştüler. Bu­
ı ı ı ı ı ı ya n ı " ra . \rl's va da Mars'a adanmış olan Mart ayının
Roı ı ı ı ı l ı ı. ' ı .ı r;ı f ı ı ı da ı ı hi ri nci , ve Nisan [ Aprillion] ayının
ise i k i n c i ' l r;ıva konıl ınası bütünüyle doğaldı, çünkü bu
soı ı ı ı ı ı n ı s ı ı Al rod i t c [ Ajrodites]
' adanmıştır. Nisan ayında
lııı t aı ı rı (ava adaklar sunarlar ve ilk gününde kadınlar
haslanııda mersin dallarından taçlarla banyo yaparlar­
dı. Kimileri düz ' p ' ile okunan Nisanın [Aprillion] 'f ile
okunan 'Afrodi t ' t en türemiş olamayacağını, ama Nisan
adının Latince 'açmak' anlamına gelen aperiodan türe­
diğini, çünkü bu ileri bahar ayının tomurcukların ve çi­
çeklerin 'açılış' zamanı olduğunu söylerler. Sonraki Mayıs
ayı Merküri'ye adanmıştır ve onun annesi olan Maia'dan
türer. Haziran ise Hera'dan türer. Bununla birlikte ki­
mileri bu ayların adlarını yaşlılar ve gençler - 1-laYwpeıs
( majoreis) ve iovvıwpeıs (jounioreis) - olmak üzere iki
yaştan türediğini kabul ederler. Geri kalan ayların her
birini dizideki sıraya göre adlandırdılar: Beşinciye Quin­
tilis, altıncıya Sextilis, ve geri kalanı, Eylül, Ekim, Kasım
ve Aralık.' Daha sonra Pompei' yenenjulius Sezar'a ada­
nan beşinci aya joulius adı verildi. Altıncı ay ikinci Sezar
sanını taşıyan Agustus'a [AüyovaToç] adandı. Yedinci ve
sekizinci aylar kısa bir süre için imparator Domitian'ın
onlara verdiği Domitianus ve Germanikus adlarıyla anıldı­
lar. Ama imparatorun öldürülmesi üzerine yeniden eski
Eylül ve Ekim adiarına geri dönüldü. Yalnızca son iki
ay, Kasım ve Aralık, dizideki konumlarından türetilen
adlarını tam olarak başlangıçta olduğu gibi korudular.
Numa tarafından eklenen ya da yerleri değiştirilen
aylardan Şubaun arınmalar (jebrua, <Def3povapıos) ile bir
ilgisi olmuş olmalıdır, çünkü bu ad sözcüğün anlamının
en yakınına gelir, ve bu ayda ölülere adaklar sunarlar

1septem: yedi; octo: sekiz; novem. dokuz; decem: on.


86 PLUTARK

ve birçok özelliğinde bir arınmayı andıran Lupercalia1


şenliğini kutlarlar. Birinci ayın adı ]anus' tan [' lavos]
türetilir. Ve Mars'a adanan Mart ayının Numa tarafından
ayların başındaki yerinden kaldırılmasının nedeni sanı­
rım her durumda toplumsal ve politik etkilerin askeri
etkiler karşısında öncelikli olmalarını istemiş olmasıydı.
Çünkü buJanus, artık çok gerilerde kalan antik çağlarda
ister bir yarı-tanrı ister bir kral olmuş olsun, toplumsal ve
politik düzenin bir koruyııcusuydu ve insan yaşamını hay­
vansal ve yabanıl durumundan çıkarmış olduğu söylenir.
Bu nedenle iki yüzle temsil edilir ve bununla insanların
yaşamını bir durumdan bir başkasına yükselttiği anlatılır.

XX. Numa'nın Roma'da çifte kapılı bir de tapınağı var­


dır. Bu kapılara savaş kapıları denir, çünkü tapınak savaş
zamanında her zaman açık dururken barış zamanında
kapatılırdı. Barış güç bir sorundu ve seyrek yaşanırdı,
çünkü artan büyüklüğü nedeniyle çevresindeki barbar
halklarla sürekli olarak çatışmaya giren imparatorluk
her zaman savaş durumundaydı. Ama Agustus Sezar
zamanında tapınak onun Antonius ' u devirmesinden
sonra kapandı. Ve bundan önce, Marcus Atilius ve Ti­
tus Mallius 'un konsüllükleri sırasında da kısa bir süre
için kapanmıştı. Sonra savaş bir kez daha patlak verdi
ve tapınak yeniden açıldı. Bununla birlikte, Numa'nın
krallığı sırasında tek bir gün bile açık kaldığı görülme­
di. Tapınak kırk üç yıl boyunca kapalı tutuldu. Savaşın
sona erişi evrensel ve tamdı. Çünkü yalnızca Roma halkı
krallarının dürüstlüğü ve ılımlılığı nedeniyle yrımuşayıp
barışçıl bir ruh durumuna girmekle kalmadı, ama çev­
redeki kentler de, sanki üzerlerine Roma'dan serin bir
esinti ya da sağlıklı bir rüzgar yayılmaya başlamış gibi,
değişik bir duygu ile doldular, iyi bir hükümet için,
barış için, toprağı işlernek için, çocuklarını büyütmek
için ve dinginlik içinde tanrıianna tapınmak için özlem

1Bkz. Romulus, xxi.


NUMA 87

duydular. Birbirlerini sık sık ve korkusuzca ziyaret eden


halklar arasında konukseverlik ve dostça ilişkiler, şen­
likler ve ziyafetler tüm İ talya'da yaşanınaya başladı. Bir
pınardan fışkırır gibi, Numa'nın bilgeliğinden erdem ve
türe sevgisi tüm yüreklere aktı, ve ruhundaki ağırbaşlılık
ülkenin her yanına yayıldı. Böylece şairlerin abartmaları
bile Numa'nın o günlerdeki durumunu yansıtmanın ge­
risine düşer: "Ve demir kalkanlar üzerinde örümcekler
ağ kurarlar"; "Sivri uçlu mızrakları ve iki ağızlı kılıçları
şimdi pas kemirir"; "Bundan böyle borazan sesi duyul­
maz oldu"; "Gözlerimize yasak değil tatlı uyku artık."
Çünkü Numa'nın krallığı süresince ne bir savaşın, ne
bir çekişmenin, ne de politik bir devrimin kaydı vardır.
Dahası, ne kişiliğine karşı bir nefret ya da hasetten söz
edilir, ne de tutkularına kapılarak onun tahtına karşı
bir komplo girişiminde bulunan insanlardan. Tersine,
ya onu özel olarak kolluyor görünen tanrılardan korku,
ya da erdemine duyulan saygı, ya da onun günlerinde
yaşamı her tür erdemsizliğin lekesinden temiz ve özgür
tutan harika bir kutluluk onu Platon'un 1 çok daha sonra
hükümet üzerine söylemeyi göze aldığı şu sözlerinin açık
bir örneği ve doğrulaması yaptı: " İ nsan kötülüklerinin
sona ermesi için biricik umut bir kralın gücünü ve bir
felsefecinin bilgeliğini tek bir insanda birleştirecek ve
böylece erdemi erdemsizlik üzerinde egemen ve efendi
kılacak belli bir tanrısal kayrada yatıyordu." Böyle bil­
ge bir in san gerçekten de "kendi içinde kutludur, tıpkı
dudaklarından dökülen bilgelik sözleıini işitenler gibi."2
Çünkü kalabalıkla uğraşırken herhangi bir zorlamaya ya
da gözdağına hiç gerek yoktur; tersine, kendi gözleriyle
egemenlerinin yaşamında çarpıcı ve parlak bir erdem ör­
neği görecek olurlarsa, kendilerini dürüstlük ve ılımlığın
eşlik ettiği lekesiz ve kutlu bir dostluk ve karşılıklı uyum
yaşamına uyariayarak onunla birleşeceklerdir. Böyle bir

1Platon, Devlet, 487e.


2Platon, Yasalar, 7 1 1 c.
88 PLUTARK

yaşam tüm hükümetin en soylu ereğidir, ve uyruklarının


yüreklerine ve davranışiarına böyle bir yatkınlığı aşıla­
yabilen egemen en gerçek egemendir. Numa'nın eşsiz
yanlarından biri de bunu başka herkesten çok daha açık
olarak anlamış olmasıydı.

XXI. Evliliklerine ve çocuklarına gelince, bu konuda


tarihçiler arasında görüş birliği yoktur. Kimleri Tatias'tan
başka hiçbir karısının ve Pompilias adı verilen kızından
başka hiçbir çocuğunun olmadığını söyler. Başkaları
bunun yanısıra Pomponas, Pin us, Calpus ve Mamercus
adlarında ve her biri onurlu bir ailenin kurucusu olan
dört oğlu daha olduğunu söylerler. Ünlü ve soylu aileler
olan Pomoponiler, Pinariler, Calp urniler ve Mamerciler
adlarını sırasıyla onlardan aldılar. Bunlar aynı nedenle
Regas ( Rex) ya da 'Kral' soyadını da taşıyorlardı. Ama
üçüncü bir küme yazara göre bu soykütükleri bu büyük
ailelerin gözüne girmek için N uma'nın soyundan bu tür
soyağaçlarını türeten yazariara ait uydurmalardır. Bun­
lar Pompilias'ın Tatia'nın kızı olmadığını, ama Numa'nın
kral olduktan sonra evlendiği bir başka karısı olan Lucre­
tia'dan doğduğunu da söylerler. Ama Pompilias'ın Mar­
cius ile evlendiği konusunda tüm yazarlar anlaşırlar. Bu
Marcins N uma'yı tahu kabul eUnesi konusunda ikna eden
ve ona Roma'ya dek eşlik eden ve orada Senato üyeliği ile
onudandırılan Marcius'un1 bir oğluydu. Marcins orada
N uma'nın ölümünden sonra taht için Hostilius ile çekiştİ
ve yenilince kendini açlıktan öldürdü. Ama Pom pilias'ın
kocası olan oğlu Marcins Roma'da kaldı ve Ancus Mar­
cins adı verilen bir oğlu oldu. Tullus Hostilius'un ardılı
olan Ancus Marcins Numa öldüğünde beş yaşındaydı.
N uma'nın seksen yaşının üzerinde yaşadığı söylenir ve
Pisus'un yazdığına göre ölümü birden olmamış, ama
yaşlılıktan ve hafıfbir rahatsızlıktan ağır ağır tükenmiştir.

1Bl<Z. Bölüm 0.
NUMA 89

XXII. Cenaze töreni yaşamının tüm görkemini tamamla­


dı. Roma ile bağlaşma ve dostluk içinde olan tüm komşu
devletler anısını onudandırmak için çelenkler ve kamu
armağanları ile törende hazır bulundular. Serratörler ta­
butunu taşıdılar, tanrılarm rabipleri geçit töreninde on­
lara eşlik ettiler, ve aralannda kadınlar ve çocuklar da ol­
mak üzere tüm halk hıçkınklar ve gözyaşlan içinde onları
izledi - sanki yaşlı bir kralın cenazesine katılmıyor, ama
her biri onlardan daha yaşamının çiçeğinde alınmış çok
sevilen bir yakınını gömüyor gibiydi. Bedenini yakmadı­
lar, çünkü söylendiğine göre bunu özel olarak yasaklamış­
tı. İ ki taş tabut yaptılar ve her ikisini de Juniculum Tepe­
sinin altına gömdüler. Birinde bedeni, ötekinde ise, tıpkı
Yunanlı yasamacıların kendi tabietlerini yazmaları gibi,
kendi eliyle yazdığı kutsal kitaplar yatıyordu. Ama henüz
sağ iken kitapların yazılı içeriğini rabipiere öğrettiği ve
tüm kapsam ve anlamlarını gönüllerine aşıladığı için,
sanki böyle gizemlerin dirimsiz belgelerde dolaşmaya
bırakılınasını saygısızlık sayıyormuş gibi, bunların da
bedeni ile birlikte gömülmelerini istedi. Söylendiğine
göre, Pisagorcuların da ilkelerini kağıda geçirmemele­
rinin, ama onların anılarını onları kabul etırıeye değer
görülen izleyicilere bırakmalarının nedeni b udur. Ve
Pisagorcuların geometrinin derin ve gizemli süreçlerini
irdeleme yolları belli bir değersiz kişiye açıklandığmda,
tanrıların bu sefılliği ve günahkarlığı bir işaret ve yaygın
bir yıkım ile cezalandırma gözdağını verdikleri söylenir.
Bu nedenle, Numa'nın ve Pisagoras'ın yaşamları arasın­
daki pekçok benzerlik zemininde ikisinin birbirleri ile
tanışmış olduklarını tanıtlama konusunda aşırı heyecanlı
olanları pekala bağışlayabiliriz.
Bununla birlikte, Antias sözü edilen taş sanduka ya da
tabutta gömülen kitapların on iki cİltten oluşan kutsal
yazılardan ve Yunan felsefesi üzerine yine on iki ciltlik
bir ikinci kümeden oluştuğunu söyler. Yaklaşık dört yüz
yıl kadar sonra, Publius Cornelius ve Marcus Baibius 'un
90 PLUTARK

konsüllükleri sırasında, ağır yağmurlardan sonra gelen


sel baskınları to prağı sürükleyince taş sandukalar açığa
çıktılar. Kapakları açıldığında kutulardan birinin bütü­
nüyle boş olduğu, içinde bir insan bedeninden arta kala­
bilecek hiçbirşeyin bulunmadığı görüldü. Ama ötekinde
yazılar yerinde duruyordu. Bunları o sıralar praetor olan
Petilius'un okuduğu ve Serratoya getirdiği, onun görü­
şünde yazıların dışarıda yayımlanmasının doğru ve yasal
olmadığını bildirdiği söylenir. Buna göre kitaplar Comi­
tium'a getirilerek orada yakıldılar.
Tüm dürüst ve iyi insanların dünyadan ayrıldıktan
sonra dünyadan ayrılmadan önce olduğundan daha çok
övüldükleri doğrudur, çünkü kıskançlık onlardan daha
uzun ömürlü değildir. Aslında kimileri mutluluğu daha
ölmeden görürler. Ama Numa'nın durumunda onun
arkasından gelen kralların talihsizlikleri onun ününün
daha da büyük bir ışıltıyla parlamasına yol açtı. Çünkü
onu izleyen beş kraldan sonuncusu tahttan indirildi ve
sürgünde yaşlan dı, ve geri kalan dördünden birinin bile
yaşamı doğal bir ölümle sonlanmadı. Üçü komplolara
yenik düştüler ve öldürüldüler. Numa' dan sonra krallığı
ele geçiren ve onun erdemlerinin çoğunu, tümünden
önce dine bağlılığını küçümseyen ve onlarla alay eden
Tullus Hostilius ise bunların erkekleri aylak ve kadınsı
yap tığını bildirerek yurttaşların düşüncelerini savaşa çe­
virdi. Bununla birlikte, kendisi bu kibirli budalalığına
bağlı kalmadı ve ağır ve dayanılmaz bir hastalık nede­
niyle bu densizliklerden uzaklaştı ve kendini Nurna'nın
inançlarından çok uzak bir boşinanca verdi. Kendisi bir
yıldırım çarprnası sonucunda öldüğünde, uyruklarının
kendilerini bu boşinanca onun kendisinden de fazla
kaptırdıkları söylenir.
LİKURGUS VE NUMA'NIN
KARŞIIAŞTIRMASI
Likurgus ve Numa'nın
Karşılaştırması

I. Numa ve Likurgus 'un yaşamları üzerine anlatımızı ta­


mamladığımıza ve her ikisi de önümüzde açıkça durdu­
ğuna göre, şimdi, gerçi iş güç olsa da, ayrılık noktalarını
toparlamalıyız. Çünkü benzerlik noktaları - ılımlılıkla­
r ı, dindarlıkları, yönetme ve eğitme konusundaki yete­
nekleri, her ikisinin de yasalarını tanrısal bir kaynaktan
türetmeleri -, tüm bunlar yaşamlarından açıktır. Ama
her biri kendine özgü soylu edimler de yerine getirdi.
İ lk olarak, Numa bir krallığı kabul ederken, Likurgus

böyle birşeyi geri çevirdi. Biri onu istemeden kazandı,


öteki ise elindekinden vazgeçti. Biri bağımsız bir kişi ve
bir yabancı iken başkaları tarafından kendilerine egemen
seçildi; öteki ise bir kral olmasına karşın kendini bağım­
sız bir kişi yaptı. Hiç kuşkusuz Türe yoluyla bir krallığı
kazanmak soylu bir şeydi; ama Türeyi krallığın üzerine
koymak da soylu bir şeydi. Çünkü birini bir krallığa değer
görülecek denli ünlü yapan şey erdem iken, ötekini bir
krallığı küçümseyecek denli büyük yapan şey de erdemdi.
O zaman, ikinci olarak, tıpkı müzisyenlerin liderini
akort etmeleri gibi, Likurgus lüks ile gevşemiş bulduğu
Sparta'da telleri sıktı, ve Numa ise tonların keskin ve ince

93
94 PLUTARK

çıktığı Roma'da telleri gevşetti. Ama Likurgus'un görevi


daha güçtü. Çünkü çabaları yurttaşları zırhlarını çıkar­
ma ve kılıçlarını bir yana bırakmaları için inan dırmaktan
çok, altın ve gümüşü bir yana atınaya ve pahalı koltuklar­
dan ve gösterişli masalardan vazgeçmeye inandırmaktı;
onları savaşları sona erdirerek bunun yerine şenlikler ve
adak törenleri kutlamaları konusunda inandırmaktan
çok, ziyafetlerden ve içmekten vazgeçerek zamanlarını
askerler ve atletler olarak geçirmeye inandırmaktı. Böyle­
ce biri tüm ereklerine yurttaşlarının ona duydukları sevgi
ve saygıdan çıkarak inanciırma yoluyla ulaşırken, öteki ise
yaşamını tehlikeye atınak ve yaralar almak zorunda kaldı,
ve sonunda pek başarılı olamadı.
N uma'nın Müz'ü yumuşak ve sevecen bir esindi. Halkı­
nın şiddet ve zorbalığa yatkın tİnini yumuşatarak onu ba­
rış ve türenin yoluna yöneltti. Ve eğer Helotlara yapılan
aşırı ölçüde yabanıl ve baştan sona yasadışı uygulamala­
rın Likurgus'un yasalarının bir parçası olduğunu kabul
edersek, Numa'nın bir yasamacı olarak Likurgus'tan
daha Helenik olduğunu kabul etmek zorunda kalırız,
çünkü Satürn Şenliği sırasında gerçek kölelerin bile
masaya efendileri ile birlikte oturmaları geleneğini
getirerek onlara biraz da olsa özgürlüğün tadını çıka­
rabilme fırsatını verdi. Çünkü bu töre de toprağın yıllık
meyvalarından onları üretıneye yardım etıniş olanların
da yararlanmasını kabul eden Numa'ya yüklenir. Ama
kimileri bu geleneğin ünlü Satürn Çağına ait olan eşitlik
geleneğinin anısına olduğunu düşünürler, çünkü o za­
manlar ne kölenin ne de efendinin olmadığını, ama her­
kesin kardeşler ve eşitler olarak yaşadığını kabul ederler.

II. Genel olarak öyle görünür ki, her ikisi de açıkça aynı
amaç uğruna çabalamış, her ikisi de halklarını bağım­
sızlığa ve ılımlılığa ulaştırma niyetini taşımışlardı. Ama
daha başka erdemiere gelince, biri duygularını dahaçok
yiğitlik üzerine, öteki Türe üzerine yöneltmişti. Ama
LİKURGUS VE NUMA 95

aslında bu durum her birinin hükümetine temel olan


değişik alışkanlık ya da görenekierin değişik önlemleri
gerektirmesine bağlıdır. Çünkü Numa'nın savaşa son
vermekten yana olmasının nedeni korkaklık değildi.
Ne de Likurgus'un halkının savaşçı tİnini yükseltmesi
türesizliğin artunlması gibi bir eğilime bağlıydı; tersine,
onların haksızlığa uğrarnalarını istemiyordu. Buna göre,
yurttaşlannın aşırılıklarını törpülemede ve eksikliklerini
gidermede her ikisi de büyük yenilikler getirmek zorun­
da kaldılar.
Hiç kuşkusuz, yurttaşların sırasıyla kurdukları hükü­
metler altında düzenlenmesi ve sınıflandırılması açısın­
dan, Numa'nın hükümetinin çatısı aşırı ölçüde demok­
ratik ve halksaldı, ve rengarenk kitlesini bir kuyumcular,
müzisyenler, dericiler kalabalığı oluşturuyordu. Buna
karşı Likurgus'unki kau ve aristokratikti, mekanik sanat­
ları kölelerin ve yabancıların eline bıraku, ama yurttaşla­
rın kendilerini kalkan ve mızrak kullanımına sınıriadı ve
böylece onları yalnızca savaş işine ve Ares' e hizmete yön­
lendirdi. Onlara yalnızca komutaniarına boyuneğme ve
düşmaniarına boyuneğdirme bilgisi dışında hiçbir bilgi
ve hiçbir inceleme için izin vermedi. Çünkü özgür insan­
lara ne türden olursa olsun tecimsel ilişkide bulunmak
bile yasaku. Para ile ilgili olarak düşünülebilecek herşey,
upkı yemeklerinin hazırlanması ve önlerine koyulması
gibi, kölelere ve Helotlara bırakılı. Bu yolla bütünüyle
ve her zaman özgür kalabileceklerdi. Buna karşı N uma
böyle bir ayrım getirmedi. Yalnızca askeri zorbalığı bas­
Urdı ve varsıllık elde etmenin başka her yoluna özgürlük
tanıdı. Bundan doğan büyük eşitsizlikleri azaltmaya çalış­
madı ; tersine, varsıllık kazanmayı bütünüyle kısıtlamasız
bıraktı ve yoksulluğun büyük ölçüde aruşını ve aşamalı
ve sürekli olarak kente sızışını hiçbir biçimde dikkate
almadı. Ve gene de bu sorunla daha başından ilgilenmek
onun işiydi. Henüz insanların geçim araçlannda hiçbir
genel ya da büyük eşitsizlik yokken ve insanlar aşağı yu-
96 PLUTARK

kan aynı düzlemde yaşamayı sürdürürken, Likurgus'un


yaptığı gibi hırsa karşı çıkması ve zarariarına karşı ön­
lemleri onun alması gerekiyordu. Çünkü bunlar önemsiz
şeyler değillerdi ve sonraki zamanların en yaygın ve en
büyük kötülüklerinin tohum ve kaynağını oluşturdular.
Ama toprağın yeniden dağıtırnma gelince, Likurgus, be­
nim görüşümde, bunu yaptığı için kınanmamalıdır, ne de
Numa yapmadığı için. İlk durumda, eşitlik onun kentinin
temeli ve dayanağıydı. Ama ikincisinde, topraklar yakın
bir zamanda bölüştürüldüğü için, bir yeniden bölüştür­
me için ya da henüz yürürlükte olan ilk düzenlemenin
bozulması için hiçbir ivedi neden yoktu.

III. Evlilikte ve ana-babalıkta ortaklığa gelince, gerçi her


ikisi de sağlam bir politika yoluyla erkeklere tüm ben­
cillikten ve kıskançlıktan özgürlüğü aşılamış olsalar da,
gene de yöntemleri bütünüyle benzer değildi. Bakacağı
yeterli sayıda çocuğu olan bir Romalı erkeğin hiç çocuğu
olmayan komşusu gelip ondan karısını istediğinde karısı­
nı ona belli bir süre için ya da bütünüyle vermek için ya­
sal bir gücü vardı. Ama Spartalı erkek karısı onun evinde
kalırken ve evlilik başlangıçtaki hak ve yükümlülüklerini
korurken, karısını ondan çocuklar elde etme amacıyla
paylaşmayı isteyen herhangi biri çıktığında, kadını ken­
di onayıyla ona bırakabilirdi. Dahası, birçok koca, daha
önce belirttiğimiz gibi, 1 onlara güzel ve soylu çocuklar
doğurtabileceklerini düşündükleri erkekleri açıkça evle­
rine çağırırdı. O zaman iki töre arasındaki ayrım nedir?
Belki de diyebiliriz ki, Sparta töresi kadına karşı ve birçok
erkeğin yüreğini rahatsız edip tüketen kıskançlık duygu­
larına karşı tam bir ilgisizliği imlerken, buna karşı Roma
töresi, sanki biraz utangaç bir alçakgönüllülük ile, yeni
evlilik üzerine bir perde çeker ve kadınların ortaklığının
gerçekte savunulamaz olduğunu kabul eder.
Daha da ötesi, Numa'nın genç kızları özenle kollama­
ı Likurgus, xv.
LİKURGUS VE NUMA 97

sı kadınsı terbiyeye daha uygun düşüyordu. Buna karşı


Likurgus'un onlara karşı tutumu ise bütünüyle ölçüsüz­
dü ve kadının konumuna ters düşüyordu. Bu tutum şa­
irlere gereç verdi. Bunlar böyle kadınlara Jainomerideler
ya da 'çıplak bacaklar' derler (örneğin İ bikos) , ve onları
erkek delisi olarak görürler. Buna göre Euripides1 şöyle
yazar: -

"Karışmak için gençlerin arasına bırakırlar evlerini,


Bacakları çıplaktır, özgürce uçuşur etekleri. "
Çünkü gerçekte evlenmemiş kızların giydikleri elbisele­
rin etekleri bellerinin altından dikili değildi ve yürür!er­
ken arkaya uçuşarak bütün bacaklarını çırılçıplak ortaya
sererdi. Sofokles2 şu sözlerinde bütün tabioyu açıkça
çizer: -

"Ve daha dikilmemiş eteği ile o genç kız,


Bırakır açıkta güzel bacağını,
Arasında kıvrımların, Hermione. "
Ve böylece kadınlarının çok fazla gözüpek oldukları, her­
şeyden önce kocalarına karşı bile bir erkek havası takın­
dıkları söylenir, çünkü yalnızca evlerinin biricik efendisi
olmakla kalmazlar, ayrıca kamu sorunları üzerine görüş­
lerini de özgürce bildirirler ve en önemli konular üzerine
açıkça konuşurlardı. Ama evli kadınlar Numa'nın yöneti­
mi altında da kocalarından onlara Romulus zamanında
gösterilen tüm büyük saygı ve onuru görmeyi sürdürdüler.
Romulus bunu onlara uygulanan şiddetin3 etkisini silmek
için bir tür incelik olarak bir görenek değerine yükseltti.
Gene de onlardan büyük bir alçakgönüllülük bekleyen
Numa onlara tüm işgüzarlığı yasakladı, ağırbaşlılığı ve
sessiz olmayı öğretti. Şaraptan bütünüyle uzak durur ve
kocalarının yanında olmaksızın en sıradan konularda bile

1Andromakhe, 587 vs.


'Fragman 788 (Nauck).
'Bkz. Rmnulus, xix, 6.
98 PLUTARK

ağızlarını açmazlardı. Böylece bir keresinde bir kadın bir


mahkemede kendi davasını dile getirince, söylendiğine
göre Senato kentin başına hangi kötü olayın geleceğini
saptamak için bir bilicinin araştırma yapmasını istemişti.
Gerçekten de, genel olarak iyi davranışiarına ve boyu­
neğme tutumianna gelince, bu böyle olmayanlara iliş­
kin kayıtlardan açıkça saptanabilir. Çünkü tıpkı Yu nan
tarihçilerimizin ilk kez kendi halkının kanını akıtanların
ya da kardeş kavgasına girişenierin ya da akraba ya da
anne ya da baba öldürenlerin adlarını kaydetmeleri gibi,
Romalılar da Roma'nın kuruluşunu izleyen iki yüz otuz
yıl boyunca bir benzeri daha görülmemiş bir olay olarak
Spurius Carvilius' tan karısını boşayan ilk erkek olarak söz
ederler. Ayrıca yine kayıtlara göre Pinarius'un karısı olan
Thalaea adına bir kadın Tarquinius Superbus 'un krallığı
sırasında Gegania adındaki kaynanası ile kavga eden ilk
kadındı. Evlilik ilişkileri böylesine uygun ve yerinde bir
yolda kurallara bağlıydı.

IV. Dahası, genç kızlarını evlendirme konusunda her iki


halkın da düzenlemeleri genel olarak eğitimleri ile uyum
içindedir. Likurgus onlara ancak tam olarak serpilip ge­
lin olma isteğini duydukları zaman evlenmeleri için izin
verdi. Böylece ona göre bir koca ile birleşme, tam olarak
doğanın bunu istediği bir zamanda olduğunda, narİn
bir sevgi üretebilecek ve doğal olmayan bir zorlamanın
neden olacağı korku ve nefret ortaya çıkmayacaktı. Be­
denleri de gebeliğin ve çocuk doğurmanın sıkıntıianna
daha iyi dayanabilecek denli dinç olacaktı, çünkü Likur­
gus evliliğin çocuk üretmekten başka hiçbir amacının
olmadığı kanısındaydı . Ö te yandan Romalılar kızlarını on
iki gibi erken bir yaşta, giderek daha da küçük bir yaşta
evlendirirlerdi. Onlara göre, bu yolda, kocaları onların
denetimini üstlendiği zaman, bedenleri gibi ruhlan da
başka herhangi bir yolda olduğundan daha arı ve daha
lekesiz olacaktı. Buna göre açıktır ki uygulamalardan biri
LİKURGUS VE NUMA 99

çocuk doğurma açısından daha doğaldı; öteki ise, birlikte


geçirilecek bir yaşamı göz önüne alarak, karakter oluşu­
muna daha çok önem veriyordu.
Ama Likurgus'un oğlanların gözetimi için, birliklerde
toplanmaları için, disiplin ve sürekli toplu bulunmaları
için getirdiği kurallar, ve ayrıca yemekleri, alışurmaları
ve sporları için inceden ineeye belirlediği düzenlemeler
Numa'nın sıradan bir yasamacıdan daha çoğu olmadığı­
nı düşündürür. Çünkü Numa gençlerin yetiştirilmesini
babalarının dileklerine ya da duydukları zorunluklara
göre belirlenmeye bıraktı. Eğer dilerse, bir baba oğlunu
çiftçi ya da marangoz yapabilir, ona bakır işlerneyi ya da
flüt çalınayı öğretebilirdi, sanki tümünün de başından bir
ve aynı amaç göz önünde tutularak yönlendirilmelerinin
ve eğitilmelerinin ve böylece benzer eğilimler kazanma­
larının hiçbir önemi yokmuş gibi, tersine, sanki tümü
de bir geminin oraya her biri değişik amaç ve hedeflerle
gelen yolcularıymış gibi, ve buna göre her biri geri ka­
lanlarla ancak tehlike zamanlarında ortak iyilik için ve
ancak kişisel yıkımdan kaçmabilmek için birleşecekmiş,
ama bunun dışında yalnızca kendi çıkarlarının peşinde
koşacakmış gibi.
Gerçekten de bilgisizlikten ya da zayıflıktan ötürü
başarısızlık gösteren sıradan yasamacıları kınarnaya de­
ğer bulmayabiliriz. Ama Numa gibi bilge bir insan yeni
oluşmuş ve her dileğine kolayca boyun eğen bir halka
kral olmayı kabul ettiği zaman, dikkatini başka herşey­
den çok vermesi gereken başlıca noktalar çocukların
büyütülmesi ve gençlerin eğitimini sağlamak, ve bunu
karakterlerinde karışıklık yaratıcı ayrımların ortaya çık­
masını önleyebilecek ve aynı erdem yolunda uyum içinde
birlikte yürümelerini sağlayacak bir biçimde yapmak de­
ğil miydi? Gerçekten de Likurgus'a başka şeyler arasında
yasalarının sağlamlığını ve sürekliliğini güvence altına
almaya yardım eden şey buydu. Spartalıların bu yasaları
işletmek için ant içtikleri doğrudur. Ama eğer çocukla-
100 PLUTARK

n yetiştirmesi ve eğitmesi yoluyla yasalarını bir bakıma


karakterlerine aşılamamış olsaydı, ve eğer hükümetini
duyduklan sevgiyi onların yaşamlannın bütünleyici bir
parçası yapmamış olsaydı, bu andın hiçbir yararı olmazdı.
Sonuç beş yüzyıldan daha uzun bir zaman boyunca yasa­
masının egemen ve temel özelliklerinin upkı güçlü ve
kalıcı bir boya gibi yürürlükte kalmış olmasıdır.
Ama Numa'nın hükümetinin ereği ve amacı, yani
Roma ve başka uluslar arasında barış ve dostluğun sür­
dürülmesi, dosdoğru onunla birlikte yeryüzünden yitti.
Ölümünden sonra tapınağının sanki orada savaş gerçek­
ten de kafese alınmış ve tutuklanmış gibi sürekli olarak
kapalı tuttuğu kapılan1 sonuna dek açıldı ve İtalya topra­
ğı ölenlerin kanlan ile doldu. Böylece ürettiği güzel türe
yapısı kısa bir süre için bile olsa ayakta kalamadı, çünkü
eğitimin harcından yoksundu.
"Bunda ne var?" diyecektir kimileri, "Roma kendi
yolunda iledemedi ve daha iyi olmadı mı?" Eğer daha
iyi olmanın güvenlikten, incelikten ve dürüstlüğün eşli­
ğindeki o bağımsızlıktan değil de varsıllık, lüks ve impa­
ratorluktan oluştuğuna inananlan doyurabileceksem, bu
uzun bir yanı u gerektiren bir sorudur. Bununla birlikte,
sanırım Likurgus 'un yüksek savlarını desteklemek için
pekala düşünülebilir ki, Romalılar Numa zamanındaki
kurumlarını terkettikten sonra güçlerini arttırmışken,
buna karşı Spartalılar Likurgus'un ilkelerini gözardı
eder etmez en yüksekteki yerlerinden en aşağılara düş­
tüler, Yunanlılar üzerindeki üstünlüklerini yitirdiler, ve
bütünüyle yokolma tehlikesi ile yüz yüze kaldılar. Gene
de, Numa'nın durumundaki büyük, aslında tanrısal bir
özellik olarak kalmayı sürdüren olgu onun bir yabancı
olmasına karşın tahta çıkarılması ve orada devletin bü­
tün doğasını değiştirmesi, ama bunu yalnızca inaurlırma
yoluyla yapması, ve henüz görüşlerine duygudaş olmayan
bütün bir kenti yönetmesi, ve gene de bunu silaha ya
1Blcz. Numa, xx.
LİKURGUS VE NUMA 101

d a herhangi bir şiddete başvurmaksızın yapması ( oysa


Likurgus kendini sıradan halka karşı korumayı soylu
yurttaşların yardımını alarak başarmıştı ) , ve salt bilgelik
ve Türenin gücü yoluyla yurttaşların gönlünü kazanması
ve onları birlik ve uyuma götürmesidir.
B
Boedremion. Attika takviminde
üçüncü ay. Günümüzde yak­
laşık olarak Eylül ayına kar­
şılık düşer.
Brasidas. Peloponez savaşının en
büyük Sparta'lı kahramanı.
Amfipolis'te ölümü Thukidi­
des tarafından anlatılır (v. 10) .
ÖZEL ADLAR
D
A Demetrius, F'alerean'lı. Atina'­
Alkınan. Gençliğinde Sardis'ten da Kassender'in vekili (İÖ
Sparta'ya gelen ve Dor lirik 3 1 7-307 ) , tarih, politika, şiir
şiirinin kurucusu olan Lidyalı. ve felsefe alanlarında üretken
Antisthenes, Sokratik. Gorgias'ın bir yazar.
bir öğrencisi ve Sokrates'in bir Dieutikhidas. Denmek istenen
dostu. belki de Dieukhidas olabilir.
Apoliodoros. İÖ ikinci yüzyılın İÖ dördüncü yüzyılda Mega­
ikinci yarısında Atina'da yaşa­ ra'lı bir tarihçe yazarı.
mış bilgili bir gramerci. Mito­ Diogenes. Denrnek istenen Ati­
loji üzerine bir incelemesi, Bib­ na'daki Stoacı okulun başkanı
liotheca, bugüne dek ulaşmıştır. ve İÖ 155'te Atina'nın Roma
Apollothemis. Yalnızca burada elçilerinden biri olan Babil'li
sözü ediliyor. Diogenes olabilir. Yasalar üze­
Arkhilokhos, Paros'lu. En erken rine bir inceleme yazdı.
İyonyalı lirik şairlerden biri. Dioskorides (ya da Dioskurides) .
İÖ 650 yıllarında olgunlaştı. İsokrates'i;., bir öğrencisi, İÖ
Aristokrates. Yalnızca Sparta dördüncü yy. ikinci yarısında
üzerine Büyük olasılıkla er­ yazdı.
ken Roma imparatorluk dö­
neminde tarihsel bir yapıtın E
yazarı olarak bilinir. Endimion. Her gece onu seven
Aristoxenos, Tarentum'lu. Fe!- ay tanrıçası Selene tarafından
sefe ve müzik üzerine bir Yu- ziyaret edilen güzel bir Yunan
nan yazarı, Aristoteles'in İÖ genci.
330 yıllarında olgunlaşan bir Epikharmos. Bir komedi şairi.
öğrencisi. Uyum ve Dizem Kos adasında İ Ö 540 sıra­
üzerine yapıtlarından parçalar larında doğdu, ama küçük
günümüze dek ulaşmıştır. yaşta Sicilya' da Megara'ya gö­
Arkadya. Orta Peloponez'de bir türüldü. İÖ 484'ten 450'ye dek
bölge Siraküze'li Hiore'nin sarayının
Asklepios. İyileşrne tanrısı. yıldızlarından biri.

103
1 04 ÖZEL ADLAR

Erasosthenes, Kirene'li. İÖ 276- Hestia bakireleri tarafından


196. Bilgili bir coğrafyacı ve kollanırdı.
matematikçi, uzun yıllar bo­
yunca İskenderiye 'de kütüp­
haneci. İdes. Roma ayının beşinci günü
(Mart, Mayıs, Temmuz ve Eki­
F min on üçüncü günü).
Filostefanos, Kirene'li. İÖ 250
yıllarında ünlcnen bir İskcn- J
deriye'li tarihçi ve coğrafyacı. Juba. Mauritania kralı. İÖ 50'den
İS 20'ye dek yaşadı, Roma'da
G eğitim gördü, ve bilgili ve
Gimnosofistler. Hindistan 'nın verimli bir yazar oldu. Çalış­
çıplak felsefecileri. Bkz. Plu­ enala rı arasında b i r "Roma
tark, İ.•kender, lxiv. Tarihi" de bulunur.

H K
Hekataeus, Abcleralı Sofist. Bi­ Roma döneminde yaşa­
Klodios.
rinci Ptalemi (İÖ 324-283) mış tarihçe yazan.
ile çağdaş bilgili bir felsefeci,Kreofilos. Yunanistan 'ın en eski
eleştirmen ve gramerci. epik yazarlarından biri. Khios'­
Hekatombaeon. Attika takvi­ un bir ye rii si ve Homerus'un
minin ilk ayı; yaklaşık olarak bir akrabası olduğu söylenir.
Temmuz. Oechali başlıklı epik şiir ona
Hermippos, İzmirli. Seçkin bir yüklenir.
felsefeci ve yaşamöyk ücü; İÖ
üçüncü yüzyılın ikinci yansın- M
da etkin. Mantinea. Arkadya'nın en eski ve
Herodotos. İÖ 485?-425? Tarihin güçlü kentlerinden biri.
Babası olarak bilinir.
Hesiodos. İÖ 8. yy. Yunan ozanı P
ve en eski didaktik düzyazı ya- Pan. Tarla, orman, çoban ve sürü­
zarı. İş/n ve Gün/n başlıklı yapı­ lerin tanrısı.
tı tarım ve mevsimleri ele alır; Pelasgoslar [ITeAaayôvs] : Bronz
Theogoni tanrıların doğuşu ve çağı Yunanlıların gelişinden
dünyanın kökeni ile ilgilenir. önce Yunanistan, adalar ve Ege
Hippias, Sofist. Elis'in bir yer­ kıyılannda yaşayan ve belli bir
Iisi ve Sokrates'i n bir çağdaşı. söylenceye göre adını Niobe ve
Platon 'un iki diyalo ğu onun Zeus'un oğlu olan Pelasgos'tan
adım taşır. alan ön-Helenik halk.
Hestia ( E oT(a; Roma: Vesta) : Pindar. İÖ 5 18?-438? Yunan lirik
Ocak v e ateşinin tanrısı. Tapı­ �airi. Epinikia Yunan oyunların­
nağında sürekli yanan ateş da utku kazananları kutlar.
ÖZEL ADLAR 105

Plutos. (Plutus) Yunan Gönenç T


tanrısı. Terpander, Lesboslu. Yunan mü­
zik ve lirik şiirinin babası. İÖ
s 7'nci yüzyılda Sparta'da yaşadı.
Selinos. Sicilya'nın güney kıyı­ Tlıales (ya da Tlıaletas) . Giridi
sında bir Yunan kenti. bir müzisyen ve şair. İÖ 680
Sofokles. 496?-406? Yunan tiyatro yıllarında ün kazandı.
yazarı. Günümüze ulaşan yedi Tirnaeus, Tauromeniumlu. Ünlü
yapıu şunlardır: Ajax, Antigone, bir Sicilya 'lı tarihçi, İÖ 352-
Kral Ödipus, Trachiniae, Elektra, 256.
ve Ödipus Kokınus 'ta.
Fikıktetes, Timon, Fliasia 'lı. Kuzey-doğu
Sosibios. İÖ 250 sıralannda ken­ Peloponez'de Filios'un bir
dini gösteren seçkin bir Spar­ yerlisi . Eski ve güncel felsefi
talı gramerci. dizgeler üzerine yergi şiirleri
Spendon, Sparta'lı. Başka birşey yazdı (İÖ 320-230) .
bilinmiyor. Tyrtaeus. İ kinci Messene savaşı
Spbaeros. Stoacı bir felsefeci. İs­ sırasında ( İÖ 685-668) Spar-
kenderiye ve Sparta' da yaşadı ta'da ün kazanan bir şair.
ve İÖ 3'üncü yüzyılın ilk yarı- Z
sında serpildi. Zenon. Büyük olasılıkla Stoacı fel-
Stratonikos. Büyük olasılıkla Bü- sefeci; Zenon İÖ üçüncü yy.da
yük İskender zamanında yaşa- Atina'da bulundu ve tüze ve
mış ünlü Atinalı müzisyen. hükümet üzerine yazdı.
Sözlük

A
Akropolis: antik Yunan kentinin ortalarında bir balta bıçağı bu­
kalesi lunan bir ya da daha çok sayıda
altar: sunu tası sopa demeti taşırlar.
arkhon: [apxwv] Atina'da dokuz ö
devlet yetkilisinden her biri özek: merkez
B p
bağ/aşık: müttefik Pan: tarla, orman, çoban ve sürü­
beti: figür terin tanrısı
bilici: kahin patrisyenler: Roma'da kalıtsal soy­
D lular sınıfı; yüksek devlet görev­
demagog: halk önderi lerini doldururlar.
deme: bir kabilenin yaşadığı bölge pruva: geminin ön bölümü
E Q
edim: yapılan, edilen (Lat. opus) Qurinus [Kvplvoç] : Romulus Ro­
edimsel: fiili malılara öldüğünde bu adı ta­
erk: güç, iktidar şıyan tanrı olacağını bildirdi.
F s
Forum: Roma'da Agora. sağın: tam
görüngü: fenomen, olmadığı gibi saltık: mutlak
görünen T
İ tanıt(lamak): ispat ( etmek.)
İdes: Roma ayının beşinci günü; tansık: mucize
Mart, Mayıs, Temmuz ve Ekimin ıasar: plan
on üçüncü günü tecim: ticaret
ilenç: lanet tekerklik: monarşi
imlemek: üstü örtülü olarak gös- tin: spiıit
termek törel: töreye uygun; töre ilc ilgili
istenç: irade türe: adalet
iyelik: sahiplik u
K uZak: haberci
kıstak: bir kara parçasından bir baş- us: akıl
kasına geçit. ıL>lamlama: akıl yürütme
kurgusal: spekülatif y
L yasama: yasa yapma
liktorlar: Roma'da devlet görev­ yeğin: şiddetli
lilerine eşlik eden koruyucular; yetke: otorite

1 06
Asklepios 63
ateşkes kuralı ( Olimpiyatlar sıra-
sında) 9
ateş öğesi 74
Dizin Athena Sullanias 1 7
Atina 71
A Attis 62
adaklar (kansız) 69 Augustos 85
Mrodit (Venüs) 75 Aventinos tepesi 80
Agesilaos 27 B
Agis 25, 37, 39, 51; (alun ve gü- babaların oğullarını satması 83
müşe geri dönüş) 51 Bakkhilides 63
Agustus Sezar 86 Bithinialılar 62
Alkandros 23 Boeotia 27
Alkibiades 33, 70 boşanma, Roma, ilk 98
Alkmanos 49 boşinanca karşı önlemler (Likur-
alun ve gümüş para ( dolaşımdan gus) 47
çekilmesi ) ; 20 (geri ge­ Brasidas 45
liyor) 51 c
Amfipolis 45 çalma (Spartalı çocuklar) 35
Amiklas 33 Cenaze törenleri (Likurgus) 47
ana-babalıkta ortaklık 96 çocuklar (devletin mülkiyeti) 3 1
Antalkidas 27 D
Antioros (Likurgus'un oğlu) 54 Daktulois 80
Antisthenes 53 Delfı 15, 17, 50, 71
Antonios 86 Demaratas 38
Apollodoros 9 Demeter 47
Apolion 15, 1 7 , 50, 62 Demetrios 43
Apollothemis 54 demirden yapılmış para 20s
Apothetas 32 demokrasi 16; (Sparta) 37
Ares 95 Derkillidas 29
Argos 1 8 Diogenes 53
Aristion 7 2 Dioskorides 24
Aristokrates, Spartalı 1 4 , 54 Domitianos (imparator) 85
Aristoksenus 54 E
Aristoteles 9, 16s, 28, 48s, 54 eğitim 26
Aristoxenus 54 eforlar 18, 49, 5 1
Arkadya 1 0 Egeria, tannça 62
Arkadyalılar 62 Eiren 36
Arkhidamidas 38, 39 Eirenler 34
Arkhidamos 51 Elatos 18
Artemis Orthias 36 Eleia 39
Arthmiadas 16 Elis 54

1 07
108 DİZİN

Elisli Hippias 58 Hesiodos 63


Endimion 62 Hindistan 14
en iyi üç yüz insan 45 Hippias, Sofıst 42
Epameinondas 27 Homeros 10, 1 4
Epikharmos (komedi ozam) 70 Hostilios 88
Eratosthenes 9 hırsızlık (Spartalı çocuklar) 35
erkeğin kadına iyeliği 30 i
erkek, Romalı ve Spanalı 96 içbükey aynalar 72
Eunomos 10 İberia 14
Euripides 54, 97 İbikos 97
Euripon'dan ll İda Dağı 80
Euripontidas l l İfıtos 9, 43
Eurotas nehri 26, 34 İyonyalılar 1 4
evlilik 28, 96, 98 imgelere tapınma yasaklanıyor
evlilik yaşı, 1 2 Roma 98 (Numa) 69
F inteıregnum 60
Fabios Amboustos 76 interrex 66
Faunos 80 J
Filostefanos 43 Janos 86
Fitialeler 75 Juba 67, 78
Forum 66, 70 Julius Sezar 85
Frigyalılar 62 Jüpiter 80
G K
gebeliğin ve doğumların deneti­ Kahkaba yontusu (Likurgus) 45
mi 28 kamu yemekleri 24
genç kadınların geçit törenleri- kara et suyu çorbası 26
ne çıplak kaulmal 28s kaynanası ile kavga eden ilk ka-
geometri 89 dın 98
Geradas 32 Keçi Bataldığı 58
Gimnosofıstler 14 Keltler 57, 76; (Roma'nın yağ-
Girit 13, 54 malanışı) 57
gizli servis (krupteia) 48 Kharilaos, kral 16, 38
Gorgous 29 Kirra 54, 62
H K!ei tarialılar 1 O
Haziran (Hera'dan türer) 85 köleler 94, 95
Hekataios, sofıst 38 Korint 27
Helotlar 44, 48s, 94s; (kitle kı­ Kreofulos 1 4
yımlan) 48; (köleleşti­ Kritias 2 1
rilmeleri) lO krupteia, 'gizli servis' 48, 50
Herakles 1 0 Ksenofon 1 0
Hermes 67 kundak 3 2
Hermippos 15, 43 Kureos (Sabin kenti) 60
Herodotos 62 Kuritaslar (adın kökeni) 61
DİZİN 109
kutsal ateş 74 paidonomos ya da 'gözetmen'
Kutsal Bakireler 71 34
L Pan 63
Lakonya 20 Patrisyenler 58
Leonidas, kral 1 2, 29, 38 Pausanias 39
Leotikhides 27 Pergamus 54
Leskhe 32 Perikles 33
Libya 1 4 Persefones 75
Likurgus (ölümü) 5 1 ; (yasaları Pers kralı 45
yazıya geçmedil 26 Petilios 90
Lisander 52 Pikos 80
lüks 2 1 , 61 Pindar 40, 63
LuperkaHa 86 Pirinç Ev 16
M Pisagoras 57. 68-70: (Roma yurt­
Markios 88 taşı?) 70
Markos Atilios 86 Pisagorcular 74, 78m, 89: (dün­
Mart ayı (Mars'a adanmış ) 85 ya özeksel ateş çevresin­
Medler 72 de döner) 74
Mell-Eiren ya da 'aday Eiren' 35 Pisagorcu sessizlik ilkesi 69
Memerkos (Pisagoras'ın oglu) Pisagorcu tapınma 69
70 Platon 16, 18, 29, 33, 48, 50, 53,
Merkedinus 84 68, 74, 87: (devlet ve
Messene 1 8 felsefeci) 87; (evrenin
mina 20 özeği dünya değil) 74
mülkiyetten vazgeçme 1 9 Pleistoanaks 39
müzik ve yiğitlik bağlaşıklar40 Plutos (varsıllık tanrısı) 22
müzik ve şiir eğitimi (Sparta) 40 poJemarklar 25
Müzler 41, 63, 69, 77 Polidektes ll
Mısırlılar 14, 62; (Tanrı ve insan Polidoros 20
evliliği) 62; (yılları ay­ Polikratidas 45
lada sayarlar) 84 Pompeios (Pompey) 85
Mısır yılı 84 Pom pilias 88
N Pomponos 61
Numa (Sabin) 58; (ölümü) 89 Pontifex Maximus (Baş Rahip) 71
o Pontifikler (üst rahipler düzt'ııi)
Ocak ve Şubat aylan (sıralannı 70
N uma sapttyor) 84 praetor 90
öğretmenler (köle) 33 Pritanidos [Prytanisl 1 O
Olimpiyat ateşkesi
9. 43 Proklos 5!\, 64
Olimpiyat oyunlan 9, 39, 42, 53, Püthian hilidsi 1 !'ı
57, 69 Püthian Rothilwkri li:.!
p R
Paidaretos 45 Reıı;ia (kral ı·vi) 7H
ııo DİZİN
retra 17s 83
Roma 66; (Numa'ya elçiler) 64; Tarpeios Tepesi (Kapital) 67
(kuruluş günü) Tatias (Tatios'un kızı, Numa'nın
61;
(soylu ailelerinin köke­ karısı) 61, 88
ni) 57 Tatius, Sabin kralı 59, 6 1 , 64
Romulus 58s, 64, 82 Taygetus Dağı 32
Romulus rabibi 67 tecimsel ilişki, özgür bireylere
s yasak 95
Sabinler 59; (bir Sparta koloni­ Terpandros 40, 49
sil 58 Thalaia 98
Salioslar 75 Thales 1 3
saluk tekerklik 1 6 Theofrastos 22
Satürn Çağı (eşitlik geleneği) Theopompos 1 8, 39, 52
94; (köle ve efendinin Thukidides 48s
olmadığı) 94 Timaeus 9, 54
Satürn Şenliği 94 Timon 69
savaş, haklı 76 Titos Mallios 86
savaştan ve şiddetten tiksinme toprağın yeniden bölüşülmesi
65 19, 96
Senato 16, 45, 66 Tullus Hostilios 90
sessizlik alışkanlığı 37 Turtaios 18
sessizlik ilkesi 69 tutkular ve us 61
sevgi yemekleri 24 V
Sfairos 1 6 varsıllık 22
Sikuon 62 varsıllık sevgisi 51
Simonides 1 0 veba (Roma) 76
Sofıst Hippias 42 Velesos 64
Sofokles 63, 97 Venüs (Afrodit) 75
Sokrates 53 Vesta 74
Sosibios 45 Vestallar 72
Soüs 10 Ve sta tapınağı 74
Sparta 20, 57; (çocukların hır­ Vesta ve Bir (bütün Evren) 74
sızlıkları) 36; (ve bilim)
Veturios Mamurios (usta) 77
39 y
Spendontos 49 yasalar (Likurgus) 15; (yazıya ge-
Spurios Karvilios (karısını boşa- çirilmemeleri) 27
yan ilk erkek ) 98 Yaşlılar Konseyi (Senato) 1 6
Spurios Vettios, interrex 66 z
St ratanikos 53 Zenon 53
T Zeus Sullanios 1 7
Takitas (Müz) 69 Zopiı·os 33
takvimin ayarlanması (Numa) Zoroaster 63

You might also like