Professional Documents
Culture Documents
(1830-1989)
ARALIK 2017
I
Bu kitabın tüm hakları yazarına ve yayıncısına aittir.
ISBN: 978-605-2030-42-4
Editörler
Dr. Serkan KEKEVİ
Dr. Yunus Emre TEKİNSOY
Doç. Dr. İsmet TÜRKMEN
Grafik-Tasarım
Hakan ONAT
Kapak Tasarım
Mehmet Edip ARSLAN
Açıklama: Dış kapakta sol kısımda yer alan bayrak Osmanlı Devleti’nin son dönem bayrağı, sağ
tarafta yer alan bayrak ise Türkiye Cumhuriyeti bayrağı temel alınarak hazırlanmıştır.
BERİKAN YAYINEVİ
Kültür Mahallesi Kızılırmak Caddesi No: 61/6
Kızılay/ANKARA
Tel: (0312) 232 62 18 Faks: (0312) 232 14 99
II
TÜRK DIŞ POLİTİKASI
Bölüm Yazarları
(Soyadına Göre Alfabetik Sıra ile)
Kenan Arıbaş
Necati Çavdar
Mustafa Çolak
Muhittin Demiray
Erol Karcı
Serkan Kekevi
Ömer Kurtbağ
İsmail Özer
Kübra Mamak
Ozan Şahin
Sevil Şahin
Yunus Emre Tekinsoy
İsmet Türkmen
Serhat Yılmaz
Eren Yürüdür
III
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ................................................................................................................................................ 1
VI
SULTAN ABDÜLAZİZ DÖNEMİ DIŞ SİYASÎ GELİŞMELERİ (1861-1876) .................. 111
Yrd. Doç. Dr. Erol KARCI
Giriş.................................................................................................................................................................. 112
1. Karadağ İsyanı........................................................................................................................... 113
2. Eflak ve Boğdan Olayları ....................................................................................................... 117
3. Sırbistan Olayları ve Avrupalı Devletlerin Politikaları (1862-1867) ............... 125
4. Girit İsyanı ................................................................................................................................... 131
5. Sultan Abdülaziz Döneminde Mısır Politikası ............................................................. 139
6. Sultan Abdülaziz’in Avrupa Seyahati .............................................................................. 144
7. 1856 Paris Antlaşması’nın Karadeniz’le İlgili Hükümlerinin
Değiştirilmesi (1856-1871) ................................................................................................ 148
8. Hersek İsyanı (1875-1876) ................................................................................................. 154
9. Bulgar İsyanı (1848-1876) .................................................................................................. 161
10. Selanik Hadisesi ........................................................................................................................ 165
11. Berlin Memorandumu ........................................................................................................... 166
Sonuç ............................................................................................................................................. 168
Kaynakça...................................................................................................................................... 170
VII
İTTİHAT VE TERAKKİ HÜKÛMETLERİNİN TÜRKÇÜ
DIŞ POLİTİKALARI VE KAFKASYA (1913-1918) ............................................................ 319
Prof. Dr. Mustafa ÇOLAK
Giriş.................................................................................................................................................................. 320
1. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Türkçü Politikalar Yönelmesi ............................ 321
2. Birinci Dünya Harbi ................................................................................................................ 324
3. İttihatçıların Gürcü Politikaları ......................................................................................... 334
4. İttihatçıların Kafkasya Hayallerinin Geçici Olarak Gerçekleşmesi .................... 339
Sonuç ............................................................................................................................................ 356
Kaynakça...................................................................................................................................... 358
VIII
İSMET İNÖNÜ DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI (1939-1950) .................................... 469
Yrd. Doç. Dr. İsmail ÖZER
X
ÖNSÖZ
Dış Politika devletlerin ortaya çıkmasından beri devlet ile birlikte gelişen bir
kavram ve yapı olagelmiştir. Modern devletin ortaya çıkması ve dünya sathına
yayılması ile beraber dış politika da daha “özellikli” ve “girift” bir alan haline dö-
nüşmüştür. Dış politikanın altında özel bir alanı teşkil eden, “……devleti dış politi-
kası” ifadesinde anlamını bulan bir devletin tarihsel bağlamdan gelen dış politika
yapım sürecinin incelenmesi o devletin dış politik tavrındaki değişmeleri, gelişme-
leri, benzerlik ve farklılıkları ele almaktadır.
Elinizdeki bu çalışma üç cilt olması planlanan bir kitap dizisinin ilk kısmıdır.
Eser, editörlerin zaman içinde gerçekleştirdiği tartışma ve fikir alışverişlerinin
sonucunda şekillenmeye başlamış ve bölüm yazarlarının da çalışmaya dâhil olması
ile birlikte kuvveden fiile geçmiştir. Eseri ortaya çıkaran ekip tarih, coğrafya ve
uluslararası ilişkiler gibi farklı disiplinlerden gelse de hepsinin çalışmaları açısın-
dan Türk Dış Politikası (TDP) genel kesişme noktasını teşkil etmektedir.
TDP’yi günümüze kadar inceleyen genel referans türünden çalışmalar Türk
akademiyasında genç sayılabilecek bir geçmişe sahiptir. Konu ile ilk çalışma mer-
1
hum Prof. Dr. Mehmet Gönlübol hocanın uhdesinde hazırlanan “Olaylarla Türk Dış
Politikası” adlı eserdir. Söz konusu eser Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı
meslek memurlarının eğitiminde kullanılmak üzere materyal ihtiyacı çerçevesinde
doğmuştur. Ardından 1990’lı yılların ortasında Prof. Dr. Faruk Sönmezoğlu editör-
lüğünde hazırlanan (2000’li yılların başında güncel baskısı yapılan) “Türk Dış Poli-
tikası’nın Analizi” adlı eser TDP çalışmalarında önemli bir boşluğu doldurmuştur.
Şüphesiz ki Prof. Dr. Baskın Oran editörlüğünde kalabalık ve değerli bir akademis-
yen grubunun hazırladığı “Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgu-
lar, Belgeler, Yorumlar” (I-II-III) seti alanda çalışanlar, alanın öğrencileri ve ilgilile-
ri açısından temel referans haline gelmiştir. Ayrıca Prof. Dr. Faruk Sönmezoğlu;
“İki Savaş Sırası ve Arasında Türk Dış Politikası”, “İkinci Dünya Savaşından Günü-
müze Türk Dış Politikası” ve “Son Onyıllarda Türk Dış Politikası” adlı telif eserle-
riyle alana güçlü eserler kazandırmıştır. Bu meyanda çalışmamız da Türk Dış Poli-
tikası alanında ilgilileri için yeni bir başvuru kitabı olmak amacını taşımaktadır.
Elinizdeki eserin bir diğer özelliği de Anadolu (çevre) üniversitelerinde görev ya-
pan akademisyenlerinin ortak ürünü olmasıdır. Bu meyanda, TDP alanında aka-
demik merkez dışında ilk defa bu hacimde bir eser oluşturulduğu da ifade edilebi-
lir.
Eser on dört başlıktan oluşmaktadır. İlk üç başlık Türk Dış Politikasının çer-
çevesinin çizilebilmesi amacıyla kurgulanmıştır. Kübra Mamak, “Osmanlı Hariciye
Nezareti’nin Kurulması”; Doç. Dr. Muhittin Demiray, “Türkiye Cumhuriyeti Dış
Politikası’nın Genel İlkeleri, Yapımı ve Dışişleri Bürokrasisinin Yapısı”; Prof. Dr.
Eren Yürüdür ve Prof. Dr. Kenan Arıbaş, “Türkiye Jeopolitiği ve Dış Politikası” adlı
eserleri ile TDP’nin dayandığı genel bağlamı ortaya koymuşlardır. Ardından
1830’dan 1990’a kadar Osmanlı kökenlerinden itibaren Türk dış politikası dönem-
ler halinde incelenmiştir. Sırasıyla; Yrd. Doç. Dr. Erol Karcı, “Abdülaziz Dönemi Dış
Siyasi Gelişmeleri (1861-1876)”; Yrd. Doç. Dr. Necati Çavdar, “II. Abdülhamid Dev-
ri Osmanlı Dış Politikası (1876-1909)”; Dr. Yunus Emre Tekinsoy, “II. Meşrutiyet
ve İttihat Terakki Dönemi Dış Politika”; Prof. Dr. Mustafa Çolak, “İttihat Ve Terakki
Hükûmetleri’nin Türkçü Dış Politikaları ve Kafkasya (1913-1918)”; Doç. Dr. İsmet
Türkmen, “Milli Mücadele Döneminde Dış Politika”; Prof. Dr. Mehmet Serhat Yıl-
maz, “Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası (1923-1938)”; Yrd. Doç. Dr. İsmail Özer,
“İsmet İnönü Dönemi Türk Dış Politikası (1939-1950)”; Doç. Dr. İsmet Türkmen,
“1950’li Yıllarda Türk Dış Politikası”; Yrd. Doç. Dr. Ozan Şahin, “1960’lı Yıllarda
Türk Dış Politikası”; Yrd. Doç. Dr. Sevil Şahin, “1970’li Yıllarda Türk Dış Politikası”
ve son olarak Doç. Dr. Ömer Kurtbağ ve Dr. Serkan Kekevi, “1980’li Yıllarda Türk
Dış Politikası” konularını incelemişlerdir.
Çalışmada yazarların ifade tarzı ve dil kullanımına müdahaleden uzak du-
rulmuştur. Ayrıca, dil bir ifade aracı olarak düşünüldüğünden Türkçe kelime da-
2
ğarcığı içindeki eski-yeni kelimeler bir arada kullanılmıştır bu konuda bir tercih
yapılmamıştır.
Doğal olarak bu eserin ortaya çıkması ile ilgili olarak pek çok kişiye teşekkür
etmeliyiz. Yazarlara katkılarından dolayı teşekkürü borç bilirken eserin oluşma
sürecinde sıkıntılı zamanlarında moral motivasyonumuzu yükselten kıymetli dos-
tumuz Doç. Dr. İlhan Eroğlu’na müteşekkiriz. Eserin ortaya çıkmasında gerek ma-
teryal gerekse de çalışma ortamı sağlanmasındaki yardımlarından dolayı Gazi-
osmanpaşa Üniversitesi Merkezi Kütüphanesi'nin çalışanlarına ayrıca teşekkür
ediyoruz.
Eserin okuyucunun eline ulaşmasındaki fevkalade gayretlerinden dolayı Be-
rikan Yayınevi genel yayın yönetmeni Cuma Ağca bey ve çalışma arkadaşlarına
minnettarız.
Tabii ki ailelerimize özel bir teşekkür etmemiz gerekiyor. Bu eser onlardan
çalınan zamanın ürünüdür.
Uzun ve meşakkatli bir çalışmanın sonucu ortaya çıkan bu eserin akademi-
ye, öğrencilere ve konuya ilgi duyanlara katkı sağlaması dileklerimizle…
Editörler
Tokat-Aralık 2017
3
Bu eser, ASALA terörü sonucu şehit olan Dışişleri Bakanlığı mensuplarına,
PKK terörü sonucu şehit olan güvenlik güçlerimize ve öğretmenlerimize
ithaf olunmuştur.
4
Kitapta yayınlanan çalışmaların bilim, etik ve dil bakımından
sorumluluğu yazarlarına aittir.
5
İSMET İNÖNÜ DÖNEMİ
TÜRK DIŞ POLİTİKASI
(1939-1950)
469
1.II. DÜNYA SAVAŞI SIRASINDA TÜRK DIŞ POLİTİKASINI ETKİLEYEN
KOŞULLAR
Mustafa Kemal Atatürk döneminde Türkiye, dış politikası vasıtası ile kendi
varlığını ve bu varlığın dayanağı olan Türk kimliğini meşrulaştırma gayreti içeri-
sinde olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk, milli kimlik ve milli devlet ilişkisini milli
dış siyasetin kaynağı yapmayı hedeflemiştir1. 1923 yılında Cumhuriyet’in kuruluşu
itibarı ile Türk dış politikası iki ana eksen etrafında dönmekteydi:
1-Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bağımsızlığının korunması ve Lozan Ant-
laşması ile oluşan statükonun devam ettirilmesi ile Sovyetlerin ideolojik ve bölgesel
yayılması karşısında güvenliğin sağlanması,
2- Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin laik, milli ve üniter rejiminin korunması2.
Tarih, Türkiye’yi dünyanın en stratejik ve en çok göz dikilen coğrafyasına
yerleştirerek ona son derece cömert davranmış ve bunun sonucunda da Türki-
ye’nin dünya siyasetindeki rolü, nüfusunun veya ekonomik gücünün sağlayabile-
ceğinden çok daha büyük olmuştur. Ne var ki aynı tarih onu Sovyetler Birliğinin
yanı başında ve kuzeydeki bu dev güce karşı koyabilmesine yetecek kaynaklardan
ve güçten yoksun bırakarak da Türkiye’ye son derece zalim davranmıştır. Bu coğ-
rafi durumun bilincinde olarak II. Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında Sovyetler
Birliği ile barış halinin devam ettirilmesi Türk dış politikasının ana başlıklarından
olmuştur.
Mustafa Kemal Atatürk’ün halefi olarak onun en yakın yardımcılarından İs-
met İnönü, TBMM tarafından 11 Kasım 1938’de Cumhurbaşkanlığına, iki hafta
sonra da CHP tarafından yaşam boyu CHP Genel Başkanlığı’na seçildi3. 1939-1945
döneminde ülke yine tek parti rejimiyle yönetilmiş ve bu yönetimde İsmet İnönü,
Milli Şef payesi ile tek adam olmuştur. İsmet İnönü döneminde Meclis ve hüküme-
tin hukuki varlıkları dışında hiçbir işlevi yoktu ve politika doğrudan İsmet İnö-
nü’nün tekelinde olduğundan Türk dış politikasının tek karar vericisi oydu. Dönem
boyunca başta Numan Menemencioğlu olmak üzere Dış İşleri Bakanları öne çıksa
da İsmet İnönü her bakımdan idareyi elinde tutmuştur4. “II. Dünya Savaşı sırasında
izlediğim dış politikayı kararlaştırırken benimsediğim temel ilke, daha başlangıçta
işlenecek bir hatanın düzeltilmesinin zor olduğunu bilmektir” diyen İsmet İnönü
hemen her gün ve her saat önemli değişiklikler gösteren uluslararası ortamdaki
gelişmeleri ve değişen dengeleri yakından takip etmiş savaş dışında kalmak açı-
sından genellikle bu bilgilere dayalı bir biçimde zaman kazanma, özellikle savaşa
sürüklenme tehlikesi içeren kararların alınmasını çeşitli gerekçelerle erteleme,
1 E.Semih Yalçın, Atatürk’ün Millî Dış Siyaseti, Berikan Yay., Ankara 2010, s. 419.
2 Kemal H. Karpat, Türk Dış Politikası Tarihi, Timaş Yay., İstanbul 2012, s.161,249.
3 Stanford J. Shaw, Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye,(Çev: Mehmet
Harmancı), C.II, E Yay, İstanbul 1983, s. 468.
4 Ali Balcı, Türkiye Dış Politikası, Etkileşim Yay., İstanbul 2015, s.58.
470
bunun da mümkün olmadığı durumlarda en kabul edilebilir ödünleri verme tü-
ründen taktikler izlemiştir5.
İfade ettiğimiz gibi stratejik bir coğrafyaya yerleşmiş olan Türkiye’nin dış
politikası çok yönlü tehditlerle uğraşmayı gerektirir, çok farklı bağlantılara girme-
ye zorlayıcıdır ve çok değişik çıkarları ilgilendirir6. İkinci Dünya Savaşı sırasında
tarafsızlık herhangi bir grubun veya bloğun yanında savaşa girmemek anlamına
gelirken savaşa girmemek için savaşan ülkelerle ittifaka girerek onları birbirlerine
karşı dengelemeye çalışmak aktif tarafsızlık olarak tanımlanmaktadır7. Bu açıdan
bakıldığında Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’nda tarafsız kalmadı; aktif tarafsızlık
ilkesine bağlı olarak “savaş dışı” kaldı. Türkiye’nin amaçları, dönemin başından
sonuna kadar, savaşın gidişatına göre değişiklikler gösterdi8. Savaş dışı kalma poli-
tikasının başlıca iki temel öğesi söz konusu idi. Bir kanattan gelebilecek aşırı bir
baskı neticesinde diğer tarafa kayabilecekmiş gibi görüntü veren esnek, bağımsız
bir siyasî duruş ve de kendisine herhangi bir saldırı gelmesi halinde kesinlikle
karşılık vererek savaşacağını gösteren kararlı bir tutum9. Kısaca hem müttefiklerle
ittifak halinde kalmalıydık hem mihver ile dost. Büyük emperyalist devletlerin
dünyayı bölüşmek için yaptıkları savaşlarda, sanayi itibarı ile küçük devletler,
büyük devletler için dengede kullanmak için kullandıkları ağırlıklardır. Büyük
devletler politik bloklar arasında tampon bölge olarak bırakılan küçük devletleri
kendi taraflarına çekerek dengede üstünlük kurmaya çalışırlar. Küçük devletler de
coğrafi durumları, ekonomik ilişkileri, politik güvenlikleri bakımından bu gruplar-
dan birine katılırlar. Bloklardan birinin zaferi ile galip, yenilgisi ile mağlup olur-
lar10.
İkinci Dünya Savaşı öncesinde “Büyük Devlet”, sonrasında da “Süper Güç”
olarak adlandırılan devlet kategorisinin tanımı göreli olarak kolaydır: Sahip oldu-
ğu güç unsurları sayesinde (nüfus, ülke yüzölçümü, ekonomi, kaynaklar, askeri
güç, vb.) bölgesel ve evrensel dengeleri ciddi biçimde etkileyen devlet. Küçük dev-
let ise gerek bölgesel gerekse evrensel politika tarafından ciddi biçimde etkilenen
ve politikaları ve uluslararası sistemi etkileme şansı pek bulunmayan devlet olarak
tanımlanabilir. Bununla birlikte bu ikisi arasında kalan üçüncü bir devlet türü da-
ha belirlemek mümkündür. Uluslararası sisteme etkileri kısıtlı, bölgesel politikayı
özellikle küçük komşularını etkileyebilen, büyük devletlerden gelen zorlamalara
5 Faruk Sönmezoğlu, İki Savaş Sırası ve Arasında Türk Dış Politikası 1914-1945, Der Yay.,
İstanbul 2015, s.400.
6 Baskın Oran, “TDP’nin Temel İlkeleri”, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne
Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt I, İletişim Yay., İstanbul 2009, s. 28-29.
7 Balcı, Türkiye Dış Politikası, s.55.
8 Baskın Oran, “Dönemin Bilançosu”, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgu-
lar, Belgeler, Yorumlar, Cilt I, İletişim Yay., İstanbul 202, s. 393.
9 Sönmezoğlu, a.e., s.406.
10 Sabiha Sertel, II. Dünya Savaşı Tarihi, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul 2010, s.228.
471
bir miktar dayanabilen, onlarla zaman zaman pazarlığa girişebilen ve hatta o gün-
kü konjonktürü iyi değerlendirerek onların kimi davranışlarını belli bir oranda
etkileyebilen devletler yani “orta büyüklükte devlet”.
Bu açıdan kabaca “Bölgesel Güç” olarak da adlandırılabilecek olan orta bü-
yüklükteki devlet, bu etki durumunu hiçbir zaman büyük devletlere fazla direne-
cek ve özellikle de onlarla savaşa girebilecek boyuta ulaştıramaz. Büyük devlet
tehdidi altında kaldığı zaman da çözümü dışarıda arar. Böyle bir durumda orta
büyüklükte devlet için iki temel seçenek vardır: Büyük devletler arasındaki güç
dengesine oynamak ya da bir ittifakın kanadına sığınmak.
Orta büyüklükte devlet için bu seçim hem kolay değildir hem de tamamen
kendisine bırakılmamıştır. Kolay değildir, çünkü güç dengeleri durmadan değişebi-
lir; ittifak durumunda olsa dahi müttefiki büyük devlet orta büyüklükteki devleti
uydusu durumuna indirgeyebilir. Kendisine bırakılmamıştır, çünkü bu seçim o
andaki uluslararası sistemin doğasına ve orta büyüklükteki devletin o sistem için-
deki pozisyonuna bağlıdır. Çok katı bir iki kutuplu sistemde bir orta büyüklükteki
devletin, hele jeostratejik pozisyonu bu kutup liderlerini çok yakından ilgilendiri-
yorsa, taraflardan birini seçmeye zorlanması ciddi bir olasılıktır11.
İkinci Dünya Savaşı, “stratejik” olmanın bir orta büyüklükte devletin başına
açabileceği belaları en somut biçimde gösteren bir dönemdir. Yine de Türkiye,
olağanüstü bir ortamda ortaya çıkan dengeleri ve çelişkileri ustaca kullanarak ve
“ulusal çıkar” kavramını en çıplak biçimde uygulayarak ayakta kalabilmesinin en
mümtaz örneği olmuştur. Dört yanı ateşle çevrilen Türkiye bu dönemde çeşitli
ülkelerle ilişkiler yürütmedi; deyim yerindeyse II. Dünya Savaşı ile ilişkiler yürüt-
tü. Gerek iç gerekse dış politikasını savaşın gidişatına göre, günü gününe ayarladı
ve kurtulmayı başardı12. Türkiye’nin bütün diplomatik olanakları tek bir hedefe
odaklaması kayda değerdir. Hedef savaşın dışında kalmaktır bu da bir devleti di-
ğerine karşı koz olarak kullanarak önce vakit kazanmak demektir13.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Türk dış politikasının hedefi, savaşa katılma-
dan Türkiye’nin toprak bütünlüğünü korumak oldu. Türk politikasının yönünü
çizenler, yabancı askerleri Türk sınırlarından uzak tutarken, Türk askerlerini de
yabancı sınırlardan uzakta tutmaya yönelmiş bir tarafsızlık siyaseti izlediler. Türk
önderleri, ne bir karış toprak vermeyi, ne de bir karış daha toprak edinmeyi düşü-
nüyordu. Türkiye’yi savaşa sürükleyecek serüvenci bir politika izlememiş Türki-
ye’nin güvenliğini sağlamayı uygun bulmuşlardır14.
15 Fahir Armaoğlu, “İkinci Dünya Harbinde Türkiye”, AÜSBFD, c.13, S.2, Ankara, 1958, s.139.
16 Önder, a.e., s.40.
473
bildirmeksizin, onun kara ya da denizden doğrudan komşusu olan devlet-
lerle siyasî anlaşmalar yapmayı amaçlayan görüşmelere girişmeme ve bu
gibi anlaşmaları ancak söz konusu tarafın mutabık kalması”yla yapma ta-
ahhüdü;
6. 5 Aralık 1932’de İran’la imzalanan Dostluk Antlaşması ile Güvenlik, Ta-
rafsızlık ve Ekonomik işbirliği Antlaşması çerçevesinde saldırmazlık ve
tarafsızlık taahhüdü;
7. 9 Şubat 1934 tarihli Balkan Paktı çerçevesinde, Pakt üyelerinin bir Bal-
kan devletinin veya bir Balkan devletiyle başka bir devletin saldırısına
uğraması halinde müdahalede bulunma taahhüdü;
8. 8 Temmuz 1937 tarihli Sadabat Paktı ile içişlerine karışmama, sınırların
dokunulmazlığına saygı ve saldırmazlık taahhüdü;
9. 12 Mayıs 1939’da İngiltere ve 23 Haziran 1939’da Fransa’yla imzalanan
bildirgeler çerçevesinde, Akdeniz’de bir savaş çıkarsa yardımlaşma taah-
hüdü ve bu maksatla bir antlaşma yapma konusundaki niyet beyanı17.
Savaş boyunca Türk liderleri Türkiye’nin kapasitesi ve olanaklarının ülke
bütünlüğünü korumaya yetmeyeceğinin bilincindeydiler. Bu nedenle, çatışan farklı
taraflarla işbirliğini sürdürerek onları ülke sınırlarından uzak tutmaya çalıştılar.
Türk devlet adamlarının Türkiye’nin durumunu gerçekçi bir yaklaşımla anlamaları
faşist Mihver, demokratik İngiltere ve komünist Sovyetler arasında ustalıkla ma-
nevra yapmalarını sağlamıştır. Ülkeyi kutuplaştıracak muhalefet, devrim, darbe
endişesi yoktu. Bu nedenle hükümet esasa ilişkin bir kez aldığı kararları, bir devle-
ti diğerine karşı koz olarak kullanmak suretiyle duraksamadan uygulamayı sürdü-
rebilmiştir18. Türkler, uzun vadede güvenlik sağlayabileceğine inandıkları Batılı
müttefiklerine ülkenin egemenliğinden ödün vermeden mümkün olduğunca yakın
durdular, ama bunu da savaş boyunca Sovyetleri karşılarına almadan yapmaya
çalıştılar. Türkiye’nin kuzeydeki büyük komşusundan duyduğu endişe, savaşın her
döneminde Demokles’in kılıcı gibi Türk liderlerin tepesinde asılı kaldı. Bu nedenle
savaş süresince Türk dış politikasının temel hedefi Sovyet karşıtı gözükmeden
Türkiye’nin güvenliğini sağlayacak Müttefik garantilerini sağlamak oldu. Öte yan-
dan Türkiye, İngiltere ve Fransa’yla ittifakı dolayısıyla sürekli Müttefik yanlısı bir
politika izlediyse de, aynı zamanda Almanya’yla da ilişkilerini mümkün olduğunca
dengede tutmaya çalıştı ve bu çerçevede Kasım 1940-Haziran 1941 dönemi hariç
Almanya’dan kendisine yönelik ciddi bir tehdit hissetmedi. Haziran 1941’den son-
ra duyulan tedirginlik ise, olası bir Alman işgalinden çok, “işgalden Sovyetler tara-
fından kurtarılma” ihtimalinden kaynaklanmaktaydı. Nitekim başarılı bir dış poli-
tika uygulamasıyla savaş dışında kalmayı başarmış olan Türkiye’yi savaşın hemen
17 Mustafa Aydın, “İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye 1939-1945”, Türk Dış Politikası, Kurtuluş
Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt I, İletişim Yay., İstanbul, 2009, s.400.
18 Önder, a.e, s.110.
474
ardından bekleyen tehlike savaş boyunca kaçınmaya çalıştığı şey olacaktır: Ortaya
çıkan uluslararası konjonktürde güçlenen ve yayılmayı hedefleyen Kuzey komşu-
suyla baş başa kalmak. Bu korku ise Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı sonrası dö-
nemdeki iç ve dış politikalarının en önemli belirleyicilerinden biri olacak, Sovyet
tavırlarından endişeye kapılan Türkiye kuzey komşusundan algıladığı tehdidi Batı-
lı güçlerin, özellikle ABD’nin, desteğini elde ederek karşılama yoluna gidecektir19.
II. Dünya Savaşı’na kadar Türk Dış Politikası’nda en yakın münasebetler ku-
rulan devlet Sovyetler Birliği olmuştur. 16 Mart 1921 Moskova Antlaşması ile baş-
layan bu yakınlaşma 17 Aralık 1925 tarihli Dostluk ve Saldırmazlık Paktı ile daha
da geliştirilmiş ve bazı dalgalanmalar ile beraber 1939’a kadar Türk dış politikası-
nın en önemli unsuru olarak kalmıştır21. 1930’lu yılların sonuna doğru Avrupa
Devletleri’nin gruplaştığı bir savaş öncesi ortam Türk devlet adamlarını bölgesel
paktlarda yaklaşık olarak eşit güçteki devletlerarasında güvenlik önlemleri ara-
maya itmiş, “ast” ve “üst” ilişkisine dönüşebilecek bağlantılardan uzak durulmuş-
tur22 . Türkiye gittikçe hızlanan bir tempoda Batılı devletlere yaklaşmış, Batı ile
ilişkilerin düzelmesine ters orantılı olarak da Türk-Sovyet ilişkileri bozulmaya
başlamıştı23. Bu tercihi yaparken belirleyici unsur İtalya ve onun lideri Benito
Mussolini olmuştur. İtalya’nın Akdeniz hâkimiyeti iddiaları ve bunun Türk toprak-
larını da içine alması Türkiye ile İtalya arasında dostane ilişkilerin gelişmesini
engellemiş ve bu güvensizlik durumu Türkiye’nin dış politikasına istikamet veren
bir faktörlerden birisi olmuştur.
36 Ömer Erden, Fransa-Suriye Kıskacında Hatay, Gece Yay., Ankara 2015, s.181.
37
“Sovyetler Birliğinin zikzaklı politikasını anlamak kolaydır: Sovyetler Birliği, devletler arasında
bir ahlak siyaseti değil, bir rejim ve doktrin mücadelesi yürüten bir ülkeydi. Bu mücadelede onun
karşısında şu veya bu komşu, dost veya düşman yoktu. Tümü ile bir dünya kapitalizmi cephesi
vardı ve bu cepheyle münasebetlerinde şekli ne olursa olsun ancak fırsatlar ve menfaatler değer-
lendirilmeliydi. O devletlerarası bir siyasetler sisteminin değil, rejimler arası bir mücadelenin da-
imi savaşı içinde sayıyordu kendini. Her anı ve olayı ancak bu açıdan değerlendiriyordu. Dostluk-
lar da düşmanlıklar da…” Bkz. (Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam, C.II, Remzi Kitabevi,
İstanbul, 2011, s. 147-148).
479
sundaki talepleri Sovyet niyetlerinden şüphe duyulmasına neden olmuştu. Bu
şüphe savaşın sonuna kadar devam edecektir38.
Haddizatında, 24 Ağustos’ta Sovyet-Alman Saldırmazlık Paktı’nın imzalan-
ması ile Sovyetler’in İngiltere ve Fransa ile Almanya aleyhine bir antlaşma yapma-
sı imkânsız hale geliyordu. Türkiye’nin sürükleneceği bir savaşta muhtemel düş-
manları İtalya ve Almanya olacağından Sovyetlerin Almanya aleyhine bir antlaşma
yapması beklenemezdi39. Sovyetler Birliği ile antlaşma yapılamaması karşısında
Saraçoğlu yoldayken Türkiye 19 Ekim 1939’da Ankara’da İngiltere ve Fransa ile
ittifak antlaşması imzaladı Ankara İttifakına göre:
1- Türkiye bir Avrupa Devleti tarafından saldırıya uğraması durumunda İn-
giltere ve Fransa Türkiye’ye tüm olanakları ile yardım edecektir.
2- İngiltere ve Fransa bir Avrupa devleti tarafından Akdeniz’de savaşa yol
açan bir saldırıya uğrarsa bu kez Türkiye tüm olanakları ile İngiltere ve
Fransa’ya yardım edecektir. Fransa ve İngiltere Yunanistan ve Roman-
ya’ya verdikleri garanti nedeniyle savaşa girdikleri takdirde Türkiye tüm
olanakları ile yardım edecektir.
3- İngiltere ve Fransa antlaşma hükümleri dışında bir Avrupa devletinin
saldırısına uğrarsa Türkiye tarafsız kalacaktır.
4- Anlaşmaya ek 2. Protokole göre bu antlaşma hükümleri ile kabul edilen
yükümlülükler Türkiye’yi Sovyetler Birliği ile bir çatışma ve anlaşmazlığa
asla sürüklemeyecektir.
Türkiye bu antlaşma ile batı askeri ittifakı içinde bazı yükümlülükler altına
girmiş bir ülke konumuna girmiştir40. İttifakın imzalanmasından bir gün sonra
ittifaka ek olarak iktisadi ve mali anlaşmalar da imzalandı. Bu anlaşmalara göre
İngiltere ve Fransa savaş Türkiye’ye askeri malzeme ihtiyacını karşılamak üzere
20 yıl vadeli ve %4 faizli 25 milyon sterlinlik kredi açmayı kabul etmişlerdir41.
Türk-İngiliz ilişkilerindeki gelişme iktisadi alanda da kendisini hissettirmekteydi.
1940 yılı sonuna kadar Türkiye’nin İngiltere’den ithalatı %6,25 ten %14,02’ye
çıkarken Almanya’dan ithalat ise %50,86’dan %11,73’e inmiştir. İngiltere’ye ihra-
cat %5,73’ten %10,36’ya çıkarken Almanya’ya ihracat %37,29’dan %8,69’a geri-
lemiştir. Dış ticaretteki bu esneklik Türkiye’ye Almanya’nın ekonomik baskısından
kurtulma imkanı vermiştir42.
Türk-İngiliz-Fransız Antlaşmasındaki “Sovyet çekincesi”ne rağmen Sovyet-
lerin antlaşmaya tepkileri oldukça sert olmuş Sovyetler Birliği Türkiye’ye petrol
38 Esmer, Sander, “1939-1945 Dönemi”, s.143. ; Armaoğlu, “İkinci Dünya Harbinde Türkiye”,s.
146-148. ; Aydın, “İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye, 1939-1945”,s.419-422.
39 Kâmuran Gürün, Türk Sovyet İlişkileri, TTK, Ankara, 1991, s. 191.
40 Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi, s.94.
41 Esmer, Sander, “1939-1945 Dönemi”, s.143.
42 Önder, a.e.,s.50.
480
teslimatını durdurmuştur. Molotov da 30 Ekim 1939’da Türkiye’nin tarafsızlığın-
dan vazgeçtiği ve savaşan taraflar safında yer aldığı tespitinde bulunarak Saraçoğ-
lu ile Moskova’da yaptığı görüşmelerde sınır tashihi ve Montreux Antlaşmasında
değişiklik gibi konuları gündeme getirdiği iddialarını reddetmiştir43.
10 Haziran 1940’ta İtalya’nın da Almanya yanında savaşa girişi ile birlikte
Fransa ve İngiltere 19 Ekim 1939 tarihli Türk-İngiliz-Fransız antlaşması gereğince
Türkiye’nin savaşa girmesini veya hiç değilse İtalya ile olan münasebetlerini kes-
mesini, Fransa ve İngiltere’ye askeri kolaylıklar sağlayarak boğazları müttefikler
lehine kapatmasını istedi. Türkiye 1925 Dostluk ve Tarafsızlık Paktı gereğince
meseleyi Sovyetler ile paylaştığında Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov Türkiye’yi
açıkça tehdit etti. Türkiye de Sovyetler ile bir çatışmaya sürüklenmek tehlikesin-
den dolayı İngiliz ve Fransız taleplerini geri çevirdi44. 1940 Haziran ayında İtalya
savaşa girene kadar Türkiye’nin tehdit algılaması açısından henüz acil bir durum
söz konusu değildi. Bu duruma yönelik askeri hazırlıklarını sürdürürken diğer
yandan da Balkan Paktı’nın daha da etkinleştirilmesi doğrultusunda çaba sarf edi-
yordu. Türkiye ayrıca savaş ortamını fırsat bilen Bulgaristan’ın girişeceği bir aske-
ri hamleden de endişe ediyordu45. Türkiye Balkanlardan gelecek olan tehdidi ön-
leyebilmek için Balkan Antantını geliştirme çabasına girişti. Türkiye Almanya’ya
karşı Balkanlar’da kuvvetli bir birlik kurmak böylece batısında bir güvenlik alanı
meydana getirmek istiyordu46.
Türkiye, 9 Şubat 1934 tarihli Balkan Antantı’na Bulgaristan’ın da dahil ol-
masına önem vermekteydi. Sovyetler ve Almanya’yı tehdit olarak gören Romanya
da bu fikre sıcak bakmaktaydı. Ancak Bulgaristan’ın Romanya ve Yunanistan’dan
toprak talebinde bulunması uzlaşmayı mümkün kılmamaktaydı. Almanya’yı bal-
kanlarda kendisi için bir tehlike olarak gören Sovyetler de bu oluşuma sıcak bak-
maktaydı. İtalya’nın Arnavutluk’u işgalinden sonra 23 Nisan 1939 tarihinde Anka-
ra’ya gelen Potemkin Sovyetlerin Türkiye’nin balkanlardaki tutumunu olumlu
karşıladığını ve Bulgaristan ile Romanya arasındaki sorunların çözümüne yardım
43 Önder, a.e. s.40. ; Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi, s. 83. ; Gotthard Jaeschke, Türkiye Kro-
nolojisi (1938-1945), (çev.) Gülayşe Koçak, ATAM, Ankara, 1990, s.19.
44 Armaoğlu,a.e., s. 150.; Gürün, a.e.,s.226.
45 Sönmezoğlu, a.e., s.424.
46 Esmer, Sander, “1939-1945 Dönemi”,s.145. ; İtalya’nın 1935 yılında Habeşistan’a saldırması ve
Milletler Cemiyetinin İtalya’ya karşı uyguladığı ekonomik zorlama tedbirlerini sonuna kadar götü-
rememesi, Güneydoğu Avrupa’nın hamisi rolündeki Fransa’nın bir saldırgan karşısında ne kadar
zayıf kaldığını göstermekle kalmamış, aynı zamanda Balkan Antantını da etkilemiştir. Çünkü Bal-
kan Antantına bağlı devletlerin İtalya’ya karşı ekonomik ambargoya samimi bir şekilde katılmala-
rı bu devletlerin İtalya ile ticaretlerini sıfıra indirmiş ve bundan yararlanan Almanya güneydoğu
Avrupa ekonomisini ele geçirmiştir. Alman ilerlemesi karşısında Antant devletlerinin dağılmaları
ve bazılarının da Almanya ile birleşmelerinin temel nedenlerinden biri de budur. Balkan ülkele-
rinde kurulan dikta rejimleri Almanların Balkanlara sızmasını kolaylaştırmıştır. Bkz. Oral Sander,
Balkan Gelişmeleri ve Türkiye (1945-1965), Sevinç Matbaası, Ankara 1969, s.12-13.
481
etmeye hazır olduğunu ifade etmiştir. Konu Türk Dış İşleri Bakanı Şükrü Saraçoğ-
lu’nun Moskova ziyareti esnasında da görüşülse de 22 Ağustos 1939 tarihinde
Alman-Sovyet Antlaşmasının imzalanması ile sonuçsuz kalmıştır.
Sovyet Büyükelçisi Terentiev’in Sovyetler’in Romanya’ya karşı belli askeri
önlemler alması halinde Türkiye’nin nasıl davranacağını sorması üzerine Bulgaris-
tan’ın Balkan Antantına dahil olması Türkiye için daha önemli hale gelir. Zira Türk
hükümeti Romanya’nın boğazlar üzerindeki ilk hedef olduğunun bilincindedir.
Türk Dış İşleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu’nun Bulgar Kralı Boris ile yaptığı görüşme-
ler bir sonuç vermez ancak 13 Ocak 1940 ‘ta Türk-Bulgar Bildirisi yayımlanarak
iki ülkenin Balkanlarda barıştan yana oldukları, karşılıklı olarak tarafsızlığa saygı
gösterecekleri ifade edilir. Diğer taraftan Bulgar Başbakanı Kiosseivanov’un Alman
elçisine Bulgaristan’ın toprak talebinden vazgeçmediği, bildirinin tek amacının
Türkiye’yi müttefiklerden uzaklaştırmak olduğunu söylemesi de dikkat çekicidir.
Bulgaristan toprak taleplerini Almanya ile birlikte olduğu zaman gerçekleştirebi-
leceğini bildiğinden tutumunu Alman politikalarına göre ayarlamaktaydı. Bu yüz-
den Bulgaristan antanta girmeyi reddetmiştir. Romanya, Macaristan ve Bulgaris-
tan arasındaki toprak sorunları Almanya ve İtalya’nın girişimleri ile çözülmüştür.
Romanya Transilvanya’nın kuzeyini Macaristan’a Güney Dobrucayı da Bulgaris-
tan’a terk ederek, buna karşılık kalan toprakları için sınır garantisi alarak 23 Ka-
sım 1940’ta Mihver’e katılmıştır. Türkiye, 28 Haziran 1940 tarihinde Bulgaris-
tan’ın Güney Dobrucaya girmesi durumunda Türkiye’nin Balkan Antantından do-
ğan yükümlülüklerini yerine getirerek Bulgaristan’a savaş açacağını söylemesine
rağmen Doburca meselesinin taraflar arasında barışçı yollardan çözüldüğünü bu
yüzden de yükümlülüklerini yerine getirmeye gerek kalmadığını ifade etmiştir47.
İngiltere ve Fransa da balkan bloğu oluşturabilmenin peşindeydi. Bulgaris-
tan dışında Balkanlardaki ülkelerin Almanya ve İtalya’dan çekindikleri bir gerçek-
ti. Toplam kuvvetleri 110 tümene varan Türkiye48, Romanya, Yugoslavya ve Yuna-
nistan’ı Almanya’ya karşı savaşa çekmek Fransa açısından hayati öneme sahipti.
Almanya’nın Polonya’dan sonra Fransa’ya yönelmek yerine Balkanlara ilerlemesi
halinde Fransa hazırlık yapmak için gerekli zamanı bulacak hem de Alman ordula-
rı yıpranmış olacaktı. Almanya Balkan devletlerini ve Türkiye’yi mağlup edip top-
raklarını işgal etse bile bu Fransa’yı çok da alakadar etmeyecekti. Fransızlar sava-
şın başlaması ile birlikte savaş stratejilerine Türkiye’nin bilgisi ve onayı olmadan
daima Türkiye’yi de dahil etmişlerdir49. Örneğin Fransız Başbakanı Edouard Dala-
47
Önder, a.e., 57,59,89.
48 Savaşın başında Türk Ordusunda silah altında bulunan asker sayısı 510 bindi. Daha sonra 210 bin
yedeğinde askere alınması ile sayı bir milyona yaklaştı. Ordunun komuta kademesi büyük ölçüde
I. Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında ilaveten de Kurtuluş Savaşı’nda cephe tecrübesi olan gene-
rallerden oluşmaktaydı. Türk Hava Kuvvetlerinde 600 uçak, deniz kuvvetlerinde ise dört destro-
yer, dokuz denizaltı ve Yavuz Kruvazörü bulunmaktaydı. Bkz. Sönmezoğlu, a.e., s.412.
49 Kâmuran Gürün, Savaşan Dünya ve Türkiye:3 Savaş 1939-1945, Tekin Yay., İstanbul 2000,
s.103,111.
482
dier Sovyetler’in Bakü’deki petrol sahalarının bombardıman edilmesini istemiştir.
Bu proje 31 Ocak 1939’da İngiliz genelkurmayına da iletilmiş ancak destek bula-
mamıştır. Mart ayında projeden haberdar olan Sovyetler bölgeye asker kaydırma-
ya başlamışlardır. Bombardıman uçaklarının Irak ve İran’daki havaalanlarından
kalkarak Bakü’yü bombalamaları için Türk ve İran hava sahasını kullanmaları
gerekecekti. Türk Hükümeti kendisini çok zor bir duruma sokacak bu teklife haliy-
le sıcak bakmadı. Ancak Almanya’nın Fransa’yı işgalinin ardından Almanlar, Fran-
sız arşivlerinden aldıklarını iddia ettikleri kimi belgelerde Türkiye’nin Bakü Bom-
bardımanına sıcak baktıkları yönünde neşriyat yapınca Türk-Sovyet ilişkilerinde
gerginlik yaşanmıştır50.
Alman ordusu Batı Avrupa’da taarruza geçerek 10 Mayıs 1940’ta Hollanda,
Belçika ve Lüksemburg’a girdi. Fransa’ya saldıran Alman orduları 14 Haziranda
Paris’e girdiler ve 22 Haziran 1940’ta Almanlarla Fransızlar arasında Compiegne
Mütarekesi yapılarak Fransa teslim oldu51.
Türkiye İngiltere’nin arzu ettiği gibi Balkanlarda bir cephe kurulmasını ka-
bul ediyordu. Fakat bunun için öncelikli olarak ABD’nin yardımı sağlanmalıydı. Bu
noktadan hareketle Balkanlarda Sovyet-Alman rekabetinin başladığını sezen Tür-
kiye bölgenin savunulması bakımından bir plan hazırladı. Türkiye’nin Washington
Büyükelçisi Münir Ertegün’ün 9 Ekim 1940 günü ABD dış işlerine sunduğu plana
göre Sovyetler Birliği, İngiltere, Türkiye, Yunanistan ve Bulgaristan arasında bir
blok kurulursa ve ABD de bu bloğa yardım ederse Almanların balkanlara yerleş-
meleri ve Süveyş Kanalına sarkmaları engellenebilirdi. Ancak ABD, Sovyetler Birli-
ğine güvenemediğinden ve Türkiye’yi doğrudan savaşa sokacak bu bloğu çıkarla-
rına uygun bulmadığından plana sıcak bakmadı.
28 Ekim 1940 tarihinde İtalya’nın Yunanistan’a saldırması ve savaşın Akde-
niz’e sıçraması Türkiye’nin savaşa girmesini gerektirmekteydi. Türkiye Bulgaris-
tan Yunanistan’a saldırdığı veya İtalya Selanik’i aldığı takdirde kendisinin de sava-
şa katılacağını İngiltere ve Yunanistan’a bildirdi. Böylece Türkiye Bulgaristan’ı
hareketsizliğe mahkum ederek Yunanistan’a büyük bir yardımda bulunmuş olu-
yor52 ama diğer taraftan taahhüt ettiği üzere fiili bir yardımda bulunmaktan kaçı-
nıyordu.
Adolf Hitler 13 Aralık 1940 tarihinde Berlin’de Bulgar Elçisi Türkiye’den çe-
kindiklerini dile getirdiğinde ona Türkiye’nin kıpırdayamayacağı konusunda şöyle
güvence vermiştir: “Bugün Moskova’ya gitsem ve Stalin ile nihai bir çizgi çekerek
nüfuz bölgelerini paylaşsak Türkler ne yapabilir? O zaman Baltık ülkelerinin başına
gelenler Türkiye’nin de başına gelir. Türkler bir çatışmaya girdikleri takdirde bunun
Boğazlar üzerindeki hâkimiyetlerinin sonu demek olduğunun farkındalar. Türklerin
68 Gürün, Savaşan Dünya ve Türkiye:3 Savaş 1939-1945, Tekin Yay., İstanbul 2000, s.205. ; Arma-
oğlu, “İkinci Dünya Harbinde Türkiye”,s.159.; Glasneck, Türkiye’de Faşist Alman Propaganda-
sı,s.149.
69 Özgüldür, Türk-Alman İlişkileri (1923-1945),s.148.
70 Gürün, Savaşan Dünya ve Türkiye:3…,s.368.
71 Gürün, Türk Sovyet İlişkileri, s.238.
72 Gürün, Savaşan Dünya ve Türkiye:3…, s.367.
487
ihanet olarak yorumlayıp ödünç verme ve kiralama kanunu73 gereğince yaptığı
yardımları kesmiş; İngiltere ise Türkiye’yi yalnız bırakmanın onu Alman saflarına
iteceğini düşündüğünden kendisi için ABD’den aldığı silah yardımından bir kısmı-
nı Türkiye’ye vermeye devam ettirmiştir74.
18 Haziran 1941’de Türk-Alman Saldırmazlık Paktı’nın imzalanmasından
dört gün sonra 22 Haziran 1941 tarihinde Almanya’nın Sovyetler Birliğine saldır-
dığı haberi Türkiye’de derin bir rahatlama yaratmıştır. Almanya ile Sovyetlerin
beraberce Türkiye’ye saldırma tehlikesi de artık ortadan kalkmış ve iki ülkenin de
ilgisi boğazlardan uzaklaşmıştır75.
Alman-Sovyet savaşı başladığında Türkiye tarafsız kalacağını 25 Haziran
1941 günü Sovyet dış işlerine bildirdi. Halihazırda iki ilke arasında daha önce ya-
pılan saldırmazlık anlaşması da bunu öngörmekle birlikte Sovyetler için artık Tür-
kiye’nin tarafsız olması arzu edilen bir politika olmaktan çıkmıştı. Sovyet toprakla-
rı içerisinde Alman harekatı devam ettiği müddetçe Sovyetler Türkiye’nin Alman-
ya’ya karşı savaşa girmesini isteyecek fakat bu taleplerini hiçbir zaman doğrudan
Türkiye’ye yapmayarak araya İngiltere’yi koyacaktır.
Sovyet topraklarına Alman saldırısının başladığı gün İngiliz Başbakanı
Churchill’in radyoda yaptığı konuşmada “Hatıram yıllar arasında dolaşarak Rus
ordularının aynı düşmana karşı müttefikimiz olduğu günlere, o kadar kahramanlıkla
çarpıştıkları ve kendi kusurları olmaksızın bir payını dahi alamadıkları zaferin ka-
zanılmasına yardım ettikleri zamana gidiyor” şeklinde bir beyanda bulunması ve
İngiltere ile Sovyetler arasında imzalanan 12 Temmuz 1941 ve 1 Ağustos 1941
ABD-Sovyet anlaşmaları Türk dış işlerinde kendi üzerlerinden anlaşılabileceği
düşüncesi ile endişe uyandırdı. Türklerin endişelerinin artmasının onları Almanya
tarafına iteceğinden endişelenen Sovyetler Birliği ve İngiltere 10 Ağustos 1941
tarihinde Türk Dış İşlerine şu notayı vermişlerdir: “Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler
Birliği Hükümeti, Montreux sözleşmesine olan sadakatini teyid ile Boğazlar konu-
sunda saldırgan bir niyet veya talebi bulunmadığı hususunda Türk Hükümetini te-
min eder. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Hükümeti ve İngiltere Hükümeti
Türkiye Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğüne titizlikle riayet etmeye hazırdır”76.
Türklerin boğazları müttefiklere açmaması Sovyetler açısından hayati tehli-
ke yaratmaktaydı. Sovyetler’in Almanya’ya direnmesi için özellikle ABD’den gele-
cek silah ve mühimmata ihtiyacı olduğundan yardımın ulaştırılabilmesi için Türki-
ye’nin komşusu ve Sadabad Paktı üyesi İran İngiltere ve Sovyetler Birliği tarafın-
73 Japonya’nın İtalya ve Almanya ile 27 Eylül 1940’ta ittifak anlaşması yapması üzerine Amerikan
Kongresi milli savunma menfaatleri açısından Amerika’nın savunmasında hayati olan ülkelere
yardım etmek üzere 11 Mart 1941 tarihinde Ödünç Verme ve Kiralama Kanunu kabul etti. Bkz.
Fahir Armaoğlu, Belgelerle Türk Amerikan Münasebetleri, TTK, Ankara 1991, s.143.
74 Armaoğlu, “İkinci Dünya Harbinde Türkiye”,s. 159.
75 Önder, a.e., s.156.
76 Gürün, Türk Sovyet İlişkileri, s.239-241.
488
dan 25 Ağustos 1941 de işgal edildi. İran Şahının yardım beklediği Türk Hükümeti
işgali üzüntü ile karşıladığını belirtmekle yetinmiştir77. Türkiye bu işgalin kendisi
açısından tehlikeli bir örnek olabileceğini düşünmekteydi. Türkiye, İngiltere’nin
bağımsız bir ülkenin toprağına Sovyetler Birliği ile birlikte tecavüz etmesini endi-
şeyle karşılamıştı. İran Alman yanlısı bir politika izlediği bahanesi ile işgal edilmiş-
ti ki Türkiye de böyle bir bahaneyle Sovyet işgali ile karşılaşabilirdi. Türk devlet
adamlarına göre İran’ın işgali İngiltere gibi ilkelerle hareket ettiğini ülkelerin ba-
ğımsızlıklarına saygı gösterdiğini söyleyen bir devlet için dahi çıkarların tek önem-
li şey olduğunu gösteriyordu. İngiltere özgürlük uğruna Almanya ile mücadele
ettiğini belirtirken İran’ın sonu ne olacağı belli olmayan şekilde işgaline göz yum-
muştu78.
İngiltere, ABD ve Sovyetler birliği cenahına göre ise bu işgal zorunluluktan
kaynaklanmaktaydı. Türkiye boğazları kapattığından Sovyetlere yardımı aksaya-
rak da olsa yapmak için Hint Denizinden, Basra Körfezinden ve İran üzerinden yol
aranmak zorunda kalmıştı. Bu yol hem çok uzak hem de elverişsizdi. Bu elverişiz
yolu bile açık tutmak ve korumak için İngiltere ve Sovyetler sıkışık durumlarına
rağmen cephelerinden asker çekerek İran’a göndermek zorunda kalmışlardı. ABD
veya İngiltere’den Sovyetlere gönderilecek bir motorlu vasıta veya bir batarya
topun, Afrika’nın güneyinden Ümit Burnunu dolaşarak Hint Denizini geçmesi Bas-
ra Körfezine varması, İran kıyısına ulaştıktan sonra da bütün İran’ı baştanbaşa kat
ederek Hazar Kıyılarına veya Türkistan sınırlarına ulaşması buradan da Sovyet
cephelerine dağıtımı gerekiyordu. Ama ne var ki Türk Hükümeti hem de antlaşma-
lara dayalı taahhütlerinde müttefiklerin yanında savaşa girmeyi kabul etmelerine
rağmen kımıldamıyorlardı. Savaş Akdeniz’e inmekle kalmamış Akdeniz’den ve
Kuzey Afrika’dan Mısır-Süveyş önlerine bile varmıştı79. 2 Eylül 1941’de Amerikalı
Amiral Sterling Türkiye’nin Boğazları İngiltere’ye açmak zorunda olduğunu aksi
takdirde boğazlara hücum ederek zorla açılmasının gerekli olduğunu söylemiştir.
Her ne kadar ABD Büyükelçiliği bu beyanı tamamen kişisel bir görüş olarak nite-
lendirse de amiralin bu kadar önemli ve sorumluluk gerektiren bir beyanatı kendi
başına veremeyeceği açıktı 80.
9 Ekim 1941’de Türkiye’nin Almanya ile 90000 tonluk yeni bir krom ant-
laşması imzalaması ABD’yi biraz daha kızdırmıştır. Türkiye Almanya’dan silah
almaktaydı. Krom da silah imalinde kullanıldığından Almanya Türkiye’ye silah
verirken bunun karşılığı olarak krom alıyordu. Nitekim yapılan anlaşma uyarınca
Almanya Türkiye’ye 100 milyon liralık savaş malzemesi verecekti. İngiltere Türki-
ye üzerindeki Alman baskısını bildiğinden krom anlaşmasını anlayışla karşıladı.
81
Armaoğlu, “İkinci Dünya Harbinde Türkiye”,s. 161-162.
82 “Amerika ile Ödünç verme ve Kiralama Sözleşmesinin imzalanması 23 Şubat 1945 tarihindedir”
Bkz. T.B.M.M. Tutanak Dergisi, Birinci Birleşim, 1.XI.1945 Perşembe, s.4.
83 Deringil, a.e.,s.166.
84 Deringil, a.e.,s.,s.174,168.
85 Nurettin Gülmez-Ersin Demirci, “ Von Papen’in Türkiye Büyükelçiliği”, Çağdaş Türkiye Tarihi
Araştırmaları Dergisi, XIII/27,2013-Güz, s. 243.
86 Kâmuran Gürün, Dış İlişkiler ve Türk Politikası, AUSBF Yay., Ankara, 1983, s.163.
490
işbirliğinin uyandırdığı yoğun güvensizlik nedeniyle, Türk hükümetine göre zorla
savaşa sürüklendiği takdirde Türkiye kendi başının çaresine bakmak zorundadır.
Çünkü böyle bir durumda İngiltere’den yardım bekleyemeyecektir87.
Türk-Sovyet ilişkilerindeki gerginlik ve Sovyetlerin Türkiye üzerindeki
emelleri dolayısı ile Türk kamuoyunda Almanya’ya karşı oluşan sempati Almanlar
açısından ümit vericiydi. Adolf Hitler 29 Nisan 1942’de İtalyan lider Mussolini ile
yaptığı görüşmesinde Sovyetlerden korkan Türkiye’nin yavaş ama emin bir şekilde
kendilerine yaklaştığını belirtmiştir. Hitler’in Türkiye’nin Sovyetlerden çekindiği
hakkındaki mütalaası doğruydu ancak Türkiye’nin savaşa katılmaya hiç niyeti
yoktu. Başbakan Şükrü Saraçoğlu88 27 Ağustos 1942’de Von Papen ile yaptığı gö-
rüşmede bir Türk olarak Sovyetlerin yıkılmasını çok arzu ettiğini, böyle bir fırsatın
bin yılda bir defa ortaya çıkabileceğini ancak bir başbakan olarak Türkiye’nin ta-
rafsızlık politikasını takip etmesinin zaruri olduğuna inandığını ifade etmiştir.
Buna sinirlenen Alman Dış İşleri Bakanı Ribbentrop 1942 Eylülünde Von Papen’e
verdiği talimatla Kırım ve Kafkas Türkleri hakkında Türk Hükümeti ile yaptığı
görüşmeleri durdurmasını bildirmiştir89.
1942 yılı Almanlar için güçlerinin zirvelerinde olduğu bir dönemdi. Alman
orduları zaferden zafere koşmaktaydı. Kuzey Afrika’da Alman General Rommel
Mısır’a doğru ilerlerken Sovyet Ordularını yenen Almanlar Moskova’ya 50 km yak-
laşmış durumdaydılar. Böyle bir ortamda Türkiye üzerindeki Alman baskısı da
elbette ki çok fazla idi. Almanya’nın Türkiye üzerindeki baskısı bir sonuca ulaş-
mamakla birlikte 1942 sonlarından itibaren Almanların yenilmeye başlaması ile
birlikte Türkiye üzerinde İngiltere, ABD ve Sovyetlerin baskısı artmaya başladı.
Von Papen’in ifadesi ile “Almanya’nın her yenilgisi Türkiye üzerindeki müttefik bas-
kısının ağırlaşmasına sebep oluyordu” 90.
Almanya, Sovyet cephesinde nihai bir zafer kazanarak Türkiye’yi yanına
çekmenin imkansız olduğunu görerek Türkiye’nin müttefikler karşısında daha
bağımsız bir tavır takınabilmesi için askeri gücünün arttırılması gerektiğini dü-
şünmüş ve 2 Haziran 1942 tarihinde Türkiye ile Almanya arasında krom satışı
konusunda düzenleme yapılmıştır. Almanya’nın Türkiye’ye kendisinden silah
alımında kullanılmak üzere 100 milyon reichmark’lık bir kredi açması sağlan-
mıştır91.
92
Önder, a.e.,s.217.
93 T.B.M.M. Tutanak Dergisi, Birinci Birleşim, 1.XI.1945 Perşembe, s.5.
94 Sina Akşin, Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi 1789 – 1980, İmaj Yayıncılık, Ankara,
1998, s. 216.
95 Gürün, Dış İlişkiler ve Türk Politikası, s.163.
96 Armaoğlu, “İkinci Dünya Harbinde Türkiye”,s. 166.
97 Aydın, “İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye, 1939-1945”, s. 450-451.
98 Gürün, Savaşan Dünya ve Türkiye:3…, s.398.
492
Churchill “ Türkiye’yi önümüzdeki baharda savaşa sokmak için en yüksek seviyede
devamlı bir çaba sarf edilmelidir” 99 düşüncesinde ısrar etmekteydi. Churchill bu
düşüncelerini 24 Kasım 1942’de Stalin’e de bildirmiş ve Stalin de cevaben “ Türki-
ye’yi 1943 baharında yanımızda savaşa sokmak için mümkün olan her şey yapılma-
lıdır100” demiştir. Bu yıl içerisinde Türkiye’nin savaşa girişi hakkında başka bir
müzakere yapılmayıp Casablanca Konferansına kadar durum sabit kalmıştır101.
1942’den itibaren İngiltere Türkiye’ye bir tür şantaj uygulamaya başlamıştır. İngil-
tere’ye göre Türkiye savaştan sonra belirecek Sovyet tehlikesine karşı ancak müt-
tefik davasına somut katkılarda bulunarak Batı’nın desteğine mazhar olabilirdi.
Türkiye’yi Sovyetler ile tehdit etme İngiltere’nin umduğundan farklı sonuçlar do-
ğurarak Türk devlet adamlarının kendilerinden başka kimseye güvenmeme eğili-
mini güçlendirmiştir102.
Savaş içerisinde ve özellikle de 1942 yılında Türk Dış Politikasının en büyük
başarılarından biri savaşan her iki taraftan da silah temin etmiş oluşudur. Türkiye
Almanya’nın saldırısına uğramaktan kendisini kurtarmakla kalmamış, Almanları
ve İngilizleri çıkarları için Türkiye’ye silah vermek zorunda oldukları noktasında
ikna etmiştir. Türkiye ne kadar güçlü olursa zorlamalara direnme ihtimali de o
ölçüde artacaktı. 1942 yazında Türkiye’ye Almanya tarafından 100 milyon reich-
mark’lık bir kredi açıldı103. Türkiye’nin 1 Haziran 1942’de imzaladığı yeni bir tica-
ret anlaşması ile silah karşılığında olmak üzere Almanya’ya 45 bin ton krom ver-
meği taahhüt etmesi müttefiklerde özellikle de Amerika’da tekrar bir kötü etki
yarattı. Bir taraftan mihver devletleri diğer tarafta ise müttefikler kendi yazışma-
larında Türk dış politikasını “ikiyüzlü”, “kurnaz” veya “ahlakdışı” buluyorlardı.
İngilizler Türkiye’nin “sigara içmesi yasaklanmış ama gene de her fırsatta içip du-
manını bacadan yukarıya üfleyen küçük bir çocuğa benzediğini” söylüyorlardı.
Türkiye’yi yalnızca kendi stratejik amaçları doğrultusunda kullanılacak bir
araç konumunda gören bir göz tarafından Türkiye’nin politikası tutarsız olarak
değerlendirilebilirdi. Türkiye’nin savaşın dışında tutulmasını birincil derecede
önemli gören ve tüm verilmiş sözleri, ittifakları, anlaşmaları bu çerçevede değer-
lendiren Türk bakış açısına göre ise hiçbir tutarsızlık yoktu104. İsmet İnönü içinde
bulundukları durumu şu şekilde ifade etmiştir “Gün geçtikçe şiddetlenen düşmanlık
havası içinde her gün biraz daha sinirlenmiş taraflar ortasında tarafsızlık politikası
yürütmek hükümet için çok yorucu olmaktadır”105.
106 Bkz. World War II Inter-Allied Conferences, Joint History Office, Washington, 2003.
107 Aydın, “İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye, 1939-1945”, s.451.
108 Esmer, Sander, “1939-1945 Dönemi”, s.165.
109 Mahmut Goloğlu, Milli Şef Dönemi, Türkiye İş Bankası Yay., İstanbul, 2012, s. 195.
494
ransı Türk önderlerine iki şey göstermekteydi: Birincisi, Amerika’nın Türkiye’den
yavaş yavaş elini çektiği; ikincisi de, İngiltere’ye, sömürgeci bir devlet gibi dav-
ranma hakkının tanındığı. Türkler, İngilizlerin Sovyetler ile gizli bir anlaşma yap-
mış olmalarından ve Stalin’in sonuna kadar savaşmayı kabul etmesi şartıyla, Sov-
yetlere Türkiye’de rahatça at oynatma hakkını tanıdıklarından kuşkulanmaktaydı.
Eğer öyle olursa, Türkiye, Sovyetler Birliği’nin karşısında tek başına bırakılacaktı.
Üstelik kayıtsız şartsız teslim ilkesinin açıklanması da bu tahmini doğruluyordu110.
Casablanca Konferansından sonra Churchill, Başbakan Şükrü Saraçoğlu’na
Kıbrıs’ta buluşmayı teklif etti. Türkiye bu teklifi kabul etmekle birlikte eğer Churc-
hill Türkiye’ye gelmek isterse toplantının İsmet İnönü ile yapılabileceğini bildirin-
ce 30-31 Ocak tarihleri arasında Adana Buluşması yapılmıştır. Türk tarafında
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Başbakan Şükrü Saraçoğlu, Dış İşleri Bakanı Numan
Menemencioğlu, İç İşleri Bakanı Hilmi Uran, Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi
Çakmak, Hava Tuğgeneral Şefik Çakmak ve Feridun Cemal Erkin bulunmaktaydı.
Churchill gelişi esnasında “Türkiye’ye bir istekte bulunmak için değil, silah ve mal-
zeme ihtiyaçlarınızı incelemek için geldim” demiştir. Churchill Adana’da Türki-
ye’nin savaşa girmesi için doğrudan bir talep veya zorlama yapmamış, ancak savaş
dışı kalması halinde ortaya çıkabilecek zorluklara değinerek Sovyet endişesini
bertaraf etmek için en emin politikanın savaşa girmek olacağını telkin etmiştir.
Churchill Adana’ya gelirken Türkiye’yi Almanya’ya karşı savaşa girmeye zorlamak-
tan ziyade Almanya’nın Türkiye’ye saldırmasına yol açacak bir imtiyaz sağlama
peşindeydi111. Görüşmeler sırasında Türk heyeti tarafından Churchill’e Türk ordu-
sunun acil ikmali için gerekli “Adana Listesi” diye bilinen 50 tümenlik bir ihtiyaç
listesi verildi112. Churchill Türk ordusunun savaşa katılmak için tam hazırlıklı
olmadığını kabul ederek ilk etapta Türk ordusunu teçhiz etmeyi, sonrasında müt-
tefiklerin Türkiye’nin kara ve deniz üslerinden faydalanmasını sonrasında ise Tür-
kiye’nin doğrudan savaşa girişini sağlamayı düşünüyordu113. Churchill Türkiye’nin
Sovyetler Birliğinden duyduğu endişeyi bertaraf etmeye çalışarak Molotov ve Sta-
lin’le konuştuğunu, ABD ve İngiltere’yle barışçı ve dostça ilişkiler arzuladıklarını,
Sovyetlerin gelecek on yılda yeniden kalkınma ve imar faaliyetleriyle fazlasıyla
meşgul olacağını, bunun için Müttefiklerin teknik yardımına ihtiyaçları olduğunu,
komünizmin değişime uğradığını ve sonuçta Sovyetlerin İngiltere ve ABD’yle iyi
ilişkiler kuracağına inandığını söylüyordu. İnönü ve Saraçoğlu ise Sovyetler Birli-
ğinin savaştan sonra emperyalist bir devlet haline gelebileceğine işaret ederek,
Almanya nihai olarak yenildiği zaman, bütün Avrupa’ya yayılmış olan Slav ve ko-
110 Edward Weisband, İkinci Dünya Savaşın’da İnönü’nün Dış Politikası II, Cumhuriyet Yay.,
İstanbul 2000, s.18-24.
111 Gürün, Türk Sovyet İlişkileri, s.246,249. ; Gürün, Savaşan Dünya ve Türkiye:3…s.399; Feridun
Cemal Erkin, Dışişlerinde 34 Yıl Anılar-Yorumlar, C.I, TTK, Ankara, 1987, s. 137.
112 Goloğlu, Milli Şef Dönemi, s.200.
113 Sönmezoğlu, a.e. s.456-457.
495
münistlerin savaşta Almanya’nın müttefiki olan devletleri Sovyetlerin yanına çe-
keceğini belirttiler. Buna karşılık Churchill, savaştan sonra barış ve güvenliği ko-
rumak için Milletler Cemiyetinden daha kuvvetli bir uluslararası örgütün kurula-
cağını, kendisinin komünizmden korkmadığını, Sovyetlerin savaştan sonra Alman-
ya gibi hareket etmesi halinde kurulacak olan yeni örgütün bütün üyeleriyle birlik-
te Sovyetlere karşı çıkacaklarını ileri sürdü114. Adana buluşması sonrası Türkiye
ihtiyatı elden bırakmayarak ortalığı yatıştırıcı bir açıklama yapmıştır. Tam bir
dostluk ve samimiyetten söz ederek, Churchill’in Türk dış politikasını övdüğünü ve
bu politikada değişiklik yapılmamasını rica ettiğini açıklamıştır. Churchill de Sta-
lin’e gönderdiği 1 Şubat 1943 tarihli mesajda Türklerin müttefikler lehinde büyük
bir istikamet kat etmiş bulunduklarını söyleyerek yapılacak şeyin Türk ordusunu
modern silahlarla donatarak savaşa girişinin sağlanması olacağını ifade etmiş-
tir115.
Türkiye’yi alakadar eden bir diğer konferans Churchill ile Roosevelt arasın-
da 11-24 Ağustos 1943 tarihleri arasında Kanada’da gerçekleştirilen Quebec Kon-
feransıdır. Bu görüşmelerde Türkiye’nin Müttefikler yanında savaşa katılması için
henüz erken olduğuna, buna karşılık Türkiye’ye silah yardımına devam edilerek
Balkanlarda açılacak yeni bir cephe için gerekli olan Türk havaalanlarının derhal
Müttefiklerin kullanımına açılmasının ve müttefik savaş gemilerinin boğazlardan
geçişine izin verilmesinin Türklerden istenilmesine karar verilmiştir116.
1943 sonbaharından itibaren Sovyetler Türkiye ile ilgili yeni bir dış politi-
kaya yönelmiştir. Doğu cephesinde Alman baskısı azalmıştı ve Sovyetler artık sa-
vaştan galip çıkacaklarından emindiler. Sovyet basınında çıkan haber ve yorum-
larda tarafsızlık politikası sürdüren Türkiye’ye neden askeri yardım yapıldığı, eğer
Almanya’ya karşı savaşa girmeyecekse Türkiye’nin bu silahları kime karşı kullana-
cağı soruluyordu117.
Sovyetler, "savaşın kısaltılması" gerekçesiyle Türkiye’nin derhal savaşa gir-
mesinde ve hava üslerini Müttefiklere açmasında ısrar ederken diğer taraftan Al-
manların endüstri bölgelerinin bombalanması için Amerikan uçaklarının Sovyet
topraklarındaki üsleri kullanması yolundaki Müttefik isteklerini de olumsuz karşı-
lamaktaydılar. Üzerlerindeki baskının azaldığı ve savaşın kaderinin Almanya’nın
aleyhine döndüğü bu ortamda Sovyetler artık var olma mücadelesinin ötesinde
savaş sonu projelerini düşünmeye başlamışlardı. Bu çerçevede, Balkanlarda ikinci
bir cephe açılarak İngiliz ve Amerikan askerlerinin bölgeye sevk edilmelerini ön-
lemeye çalışıyorlardı. Öte yandan, İngiltere de Balkanlarda yeni bir cephe açarak
121
Goloğlu, Milli Şef Dönemi, s.222; Deringil, a.e.,s.172,176,177; Gürün, Savaşan Dünya ve Türki-
ye:3…, s.414.
122 Gürün, Türk Sovyet İlişkileri, s. 258.
123 Gürün, Savaşan Dünya ve Türkiye:3…, s.417.
124 Deringil, a.e,s.212.
125 Weisband, İkinci Dünya Savaşın’da İnönü’nün Dış Politikası II,s.105.
126 Gürün, Savaşan Dünya ve Türkiye:3…, s.432
127 Weisband, İkinci Dünya Savaşın’da İnönü’nün Dış Politikası II,s.68,88.
498
başkenti Tahran’da gerçekleştirilmiştir. ABD’nin Türkiye’nin savaşa zorla sokul-
masına çok da sıcak bakmadığını bilen Churchill istediği desteği Sovyetlerden bu-
labilme ümidi ile ilgisini Stalin üzerinde yoğunlaşmıştır. Ancak Stalin İtalya ve
Türkiye’de kuvvet harcanmasını sert bir tavırla eleştirmiş ve Fransa çıkartmasına
ağırlık verilmesini istedi. Gerekçe olarak da açılacak olan bir balkan cephesinin
müttefik güçleri bölerek hazırlıkları sürdürülen Fransa üzerinden yapılacak çı-
kartma harekatını aksatacağını öne sürmüştür. Sovyetlerin Tahran Konferansın-
daki pasif tavrı bir ay önce yapılan Moskova Konferansındaki Türkiye’nin savaşa
sokulması ısrarı ile karşılaştırıldığında dikkat çekici hale gelmektedir. Sovyetler
Balkanlardaki emellerine ulaşmalarında müttefiklerce desteklenmiş bir Türki-
ye’nin ayak bağı olacağını düşünmüşlerdi128. Ayrıca bu politika ile Sovyetler barış
masasında Türkiye’ye karşı herhangi bir borçları olduğunu kabul etmeyecek ve
Türkiye’ye karşı olacak tutumunda Moskova Konferansında ABD ve İngilizler ile
birlikte hareket edeceğine dair taahhütten de kurtulacaktı129.
Fransa çıkartmasına ağırlık verilmesi noktasında Roosevelt de Stalin’i des-
tekleyince yalnız başına kalan Churchill Türkiye’nin aktif katılımından ziyade bo-
ğazların müttefiklerce kullanımı ve Türk topraklarında üs verilmesi konularında
Türkiye’nin zorlanmasını Türkiye buna yanaşmadığı takrirde de petrol sevkiyatı-
nın durdurularak barış konferansına katılmasına izin verilmemesini önermiştir.
Churchill Sovyetleri ikna edebilmek için Stalin’e İngiltere’nin Türkiye-Sovyetler
arasındaki problemlerde tarafsız bir tutum sergileyeceğini ve Türkiye’ye mesele-
lerini Sovyetler Birliği ile ikili olarak halletmelerini önereceğini söylemiştir. Elbet-
te ki Stalin de bu sözü Boğazların statüsünün değiştirilmesinin onaylanması olarak
yorumlamıştır. Churchill bununla da kalmayarak Stalin’in Türk ordusunun eksik-
likleri nedir sorusuna ayrıntılı bir şekilde cevap vermiştir130.
Roosevelt ve Churchill, daha Tahran’dan ayrılmadan, İnönü’ye, 1 Aralık gü-
nü birer telgraf göndererek, kendisini, birlikte görüşmek üzere Kahire’ye davet
ettiler. Bu davete Türkiye’nin reaksiyonu, eğer konuşmaların konusu Tahran’da
Stalin ile alınmış bir kararın tebliği olacak ise, İnönü’nün daveti kabul etmeyeceği,
eğer ortak davaya yararlı en iyi yolların eşitlik içinde ve peşin hükümler olmaksı-
zın konuşulması olacaksa daveti kabul edeceği şeklinde olmuştur. Roosevelt, gö-
rüşmelerin eşit devletler arasında özgür tartışma ortamında geçeceği konusunda
güvence vermiştir131.
4-7 Aralık 1943 tarihleri arasında gerçekleştirilen Kahire Konferansında
İsmet İnönü Adana’da Churchill tarafından vaat edilen malzemenin kısmen Türki-
ye’ye gönderildiğini ancak çoğunun eski olduğunu, hava üslerini hazırlamanın
169
Gürün, Türk-Sovyet İlişkileri, s.295.; Türk Dış Politikası Çalışmaları,(Der.: Engin Berber),
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay., İstanbul 2012, s. 158.
170 Fahir Armaoğlu, 20.Yüzyıl Siyasî Tarihi, Ankara 1986, s. 416.
171 Aleksandr Sotniçenko, “1945-1956 Yıllarında Türk-Sovyet Diplomatik Mücadelesi ve Sonuçları”,
Atatürk’ten Soğuk Savaş Dönemine Türk-Rus İlişkileri, ATAM, Ankara 2011, s. 326. ; Derin-
gil, Denge Oyunu, s. 254.
172 Esmer, Sander, “1939-1945 Dönemi”,s.196.
173 Önder, a.e., s.306.
507
rarlarını Türkiye’ye tebliğ ederek zorla uygulamaya kalkabilirlerdi. Bütün bunları
dikkate alan Türkiye gerek anlam ve gerekse uygulanmasında Türkiye’nin ege-
menlik ve güvenliğine hiçbir engel teşkil etmemesi ve tavsiye edilecek olan ant-
laşma şeklinin Türk-Sovyet ilişkilerinde iyileşmeye yol açarak huzursuzluğa son
vermesi şartlarıyla boğazlar üzerinde görüşme yapılmasını kabul etti174.
Postdam Konferansında yapılan tartışmalar ve bilhassa Stalin’in Boğazlarda
kara ve deniz üstlerinden söz etmesi Türkiye’de endişeye sebep olmuştur. Türki-
ye’nin bu endişesi sadece Sovyet isteklerinden doğmuyordu. Amerika ve İngilte-
re’nin bu istekler karşısında net bir tutum almaması da Türkiye’yi endişelendir-
mişti. Türkiye 20 Ağustos 1945’te Londra ve Washington’a birer nota vererek ge-
çiş serbestisine ve boğazlar bölgesinde barışın muhafazasına Amerikan garantisi-
nin de katılması ve Boğazlar için bulunacak formülün, gerek anlam itibarı ile gerek
uygulamasında Türkiye’nin egemenliğine ve güvenliğine hiçbir engel teşkil etme-
mesini talep etmiştir175.
ABD kendi görüşlerini 2 Kasım 1945 tarihinde bir nota ile bildirdi. Buna gö-
re; 1-Boğazlar her zaman bütün milletlerin ticaret gemilerine açık bulunmalıdır. 2-
Boğazlar her zaman Karadeniz’de sahili bulunan devletlerin savaş gemilerinin
transit geçişine açık olmalıdır. 3- Barış esnasında sınırlı bir tonaj dışında Karade-
niz’e sahili olmayan devletlerin savaşa gemilerine, kıyısı olan devletlerin onayı
dışında kapalı tutulmalıdır. Türkiye bu teklifin özellikle ikinci maddesini çok tehli-
keli buldu zira böyle bir durumda bütün Sovyet Donanması aynı anda İstanbul
önüne gelebilirdi. Halbuki Montreux ‘ta tonaj sınırlaması vardı.
20 Aralık 1945 günü bir Tiflis gazetesinde iki Gürcü profesörünün ortak bir
mektubu yayımlandı. Bu mektupta Giresun’a kadar olan Karadeniz sahilinin Gür-
cistan’a ait olduğu ve iadesi istenmekteydi. Bunu Sovyet Büyükelçiliğinin Sovyet
Ermenistan’ına dönmek isteyen Ermenilerin kayıt olmak için İstanbul Başkonso-
losluğuna müracaat etmeleri yolundaki ilan takip etti ve 1945 yılı bu şekilde ka-
pandı176. Savaşın sona ermesinden sonra Sovyetlerin ileri sürdüğü talepler, Türki-
ye’nin sürekli olarak Sovyetler Birliğinden korkmasının ne kadar yerinde ve Ata-
türk’ün Türkiye’yi Sovyetler ile çatışmama konusunda uyarmakta ne kadar haklı
olduğunu göstermekteydi177.
ABD başlangıçta benimsediği şekliyle Türk boğazlarının bütün uluslararası
suyolları gibi genel bir statüye sahip olması ve bütün ulusların buradan geçiş ser-
bestliğine sahip olması gerektiği şeklindeki görüşü de kısa süre sonra değişmiştir.
Çünkü Boğazlara uluslararası suyolu statüsü verilecek olursa bu yolun iki tarafın-
174 Feridun Cemal Erkin, Türk-Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi, Başnur Matbaası, Ankara
1968, s.270.
175 Armaoğlu, Belgelerle Türk Amerikan Münasebetleri,s.142.
176 Gürün, Türk Sovyet İlişkileri, s.300-302. ; Ömer Erden, Türkiye’nin Doğu Sınırının Oluşumu
(Antlaşmalar-Protokoller-Problemler), ATAM, Ankara 2017, s. 258.
177 Önder, a.e. s.307.
508
da geniş bir alanı silahsızlandırmak gerekeceğinden bu durum Türkiye’nin sa-
vunmasını güçleştirecekti178. 1945 yılı sürecince Sovyetlerin Türkiye’den arazi
taleplerini Türkiye ile Sovyetler arasında ikili bir konu olarak kabul eden ABD’nin
tutumu 1946’dan itibaren değişmeye başladı. 1946 yılında ABD Dış İşleri Türki-
ye’den arazi isteklerinin Türk-Sovyet ikili ilişkilerini aşarak Birleşmiş Milletler
anayasası çerçevesine girmekte olup ABD hükümetinin bunun ihlaline müsaade
etmeyeceğini bildirirken İngiliz Avam Kamarasında 20 Şubat 1946 tarihinde ko-
nuşma yapan İngiliz Dış İşleri Bakanı Ernest Bevin toprak ve üs taleplerinin karşı-
sında olduklarını söyleyerek Türkiye’nin bağımsız bir devlet olarak kalmasını des-
teklediklerini ifade etmiştir 179.
İkinci Dünya Savaşı içerisinde İngiltere ve Sovyetler Birliği İran’ı işgal ettik-
lerinde bunu İran ile bir antlaşma imzalayarak savaşın sona erdiği tarihten itiba-
ren altı ay içinde askerlerini çekmeyi taahhüt etmişlerdir180. Buna göre 2 Mart
1946’da Sovyetler Birliği yükümlülüklerine göre ordusunu İran’dan çekmeliydi
ancak Sovyetler çekilmekten ziyade yerleşiyor görüntüsü çiziyorlardı. İran duru-
mu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine götürdüyse de ABD ve İngiltere yeni
kurulmuş olan Birleşmiş Milletlerin böyle ciddi bir mesele ile itibarının sarsılma-
sını istemediklerinden İran’ı desteklemediler. Serbest kalan Moskova, Tahran’dan
daha fazla sadakat ve İran petrolleri için İngiltere’ye verilen imtiyazların aynısını
talep ederek İran Başbakanı Ahmed Kavam ile petrollerinin %51’ni Sovyetlere
bırakan bir antlaşma imza ettiler. Anlaşma uyarınca Sovyet ordusu İran’dan çekil-
miş ancak İran Meclisi antlaşmayı onaylamayınca gerginlik tekrar başlamıştır.
ABD ise 20 Eylül 1947’de yaptığı bir açıklama ile İran’ın toprak bütünlüğü konu-
sunda teminat verdiklerini ifade etmiştir181. İran konusunda gerginliğin artması ile
birlikte Sovyetler Türkiye’ye yönelik baskılarını da arttırmışlardır. Krizin başla-
rında Tebriz’deki Sovyet askerlerinin sayısı arttırılmış ve Türkiye’ye doğru tatbi-
katlar yapılmıştır. Türkiye-Ermenistan sınırında sahra hastaneleri kurulmuş, hazır
halde bekleyen birliklere yakıt ikmalleri yapılmış ve Sovyet subaylara kapalı zarf-
lar içerisinde savaş harekât planları dahi verilmişti182.
ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’ye vermeye başladığı öne-
mi Ankara’ya gösterme fırsatı 1946 Martında doğdu. Türkiye’nin 11 Kasım 1944’te
ölen ve ABD’de defnedilen Washington Büyükelçisi Münir Ertegün’ün naaşı 16 ay
sonra mezarından alınarak Amerikan donanmasının en büyük zırhlılarından Mis-
souri ile Türkiye’ye yollandı. ABD Missouri’yi Çanakkale Boğazından geçirip, 5
Nisan l946’da İstanbul’da Dolmabahçe önüne demirleterek, Sovyetler Birliğine,
183 Çağrı Erhan, “İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye, 1939-1945”, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Sava-
şından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt I, İletişim Yay., İstanbul 202, s.419.
184 Armaoğlu, 20.Yüzyıl Siyasî Tarihi, s.428.
185 Esmer, Sander, “1939-1945 Dönemi”,s.204-206.
510
verilecek Türk cevabı konusunda ise Truman bu cevabın sert ama makul olmasını
istemiştir186. Sovyet notasına ABD 19, İngiltere 21 ve Türkiye 22 Ağustos’ta cevap
verdiler. Verilen cevaplarda Montreux üzerinde belirli bir revizyon kabul edilmek-
le birlikte dördüncü ve beşinci maddelerin uygulanamayacağı ifade edilmiştir.
Sovyetler Birliği 24 Eylül 1946’da yeni bir nota vererek Boğazlar hakkında
yapılacak konferans öncesi Türk hükümeti ile doğrudan görüşmek istediklerini
belirtse de Türk Hükümeti İngiltere ve ABD’nin desteğini alarak 18 Ekim’de Türki-
ye Cumhuriyeti Devleti hükümetinin bugüne kadar Boğazlar konusundaki görüşle-
rini açık bir şekilde dile getirdiğinden bahisle ikili görüşmeyeceğini bildirmiştir.
Sovyetler bu Türk notasına cevap vermedikleri gibi konferansın toplanmasını da
talep etmediler187.
ABD’de 9 Ekim 1946’da Sovyetlere bir nota vererek Montreux Sözleşmesi-
nin yalnız Karadeniz Devletleri tarafından değiştirilemeyeceği ve Türkiye’nin bo-
ğazların savunmasından sorumlu devlet olarak kalması görüşünde olduklarını,
boğazlar saldırıya maruz kalırsa BM Güvenlik Meclisinin harekete geçmesini ge-
rektireceğini belirtmiştir188. Boğazlar üzerine uluslararası bir konferans toplan-
madığından da Montreux Sözleşmesi geçerliliğini korumaktadır.
Churchill, 5 Mart 1946’da yaptığı konuşmada savaş sonrasında gelinen du-
rumu gayet açık olarak ortaya koyuyordu: “Çok kısa süre önce müttefik zaferleri-
nin aydınlattığı harp alanlarının üzerine gölge düşürülmüştür. Sovyetler ve komü-
nist enternasyonalin yakın gelecekte ne yapmayı düşündüğünü kümse bilmiyor.
İstilacı ve komünistleştirici eylemlerin, şayet varsa, sınırlarını kimse tayin edemi-
yor. Baltık Denizi’ndeki Stettin’den Adriyatik Denizi’ndeki Triyesete’ye kadar Av-
rupa Kıtası boyunca bir demir perde inmekte olduğu anlaşılıyor”189.
Batı Avrupa’nın geleceğinin şekillendirilmeye çalışıldığı bir dönemde, bu
bölgeye komşu Yunanistan’da iç savaş bütün hızıyla sürmekteydi. Türkiye ise üstü
kapalı tehdit içeren Sovyet istekleriyle karşı karşıyaydı. Bu iki ülkedeki gelişmele-
rin sonuçları ABD’nin batı Avrupa’nın geleceği için planladığı amaçların gerçekle-
şebilmesi açısından son derece önemliydi. İngiltere, savaş sonrasında Yunanistan’a
yaptığı büyük askeri ve ekonomik yardımı, kendi ekonomisinin karşı karşıya bu-
lunduğu kriz nedeniyle, 1947 Martından itibaren keseceğini ilan etmişti. Bu nok-
tada, 21 Şubat 1947’de ABD Dışişleri Bakanlığına Türkiye ve Yunanistan’ın durum-
larıyla ilgili birer nota veren İngiltere, kendi bırakacağı boşluğun ABD tarafından
doldurulmasını isteyerek bu iki ülkenin batı savunması için önemlerini vurgula-
mıştır190.
206 Hüseyin Bağcı, Türk Dış Politikasında 1950’li Yıllar, ODTÜ yay., Ankara 2014, s.11-12.
207 Erhan, “ABD ve Nato’yla İlişkiler”,s.542-545.
515
KAYNAKÇA
AKŞİN, Sina, Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi 1789 – 1980, İmaj Ya-
yıncılık, Ankara 1998.
ARMAOĞLU, Fahir, Belgelerle Türk Amerikan Münasebetleri, TTK, Ankara
1991.
ARMAOĞLU, Fahir, “İkinci Dünya Harbinde Türkiye”, AÜSBFD, c.13, S.2, Ankara
1958.
ARMAOĞLU, Fahir, 20.Yüzyıl Siyasî Tarihi, Ankara 1986.
ARI, Kemal, “Cumhuriyetin Sağlık Devrimcisi Dr.Refik Saydam”, Vatan ve Sıhhat,
Tıbbiyenin Yurtseverliği, İzmir 2015.
AYDEMİR, Şevket Süreyya, İkinci Adam, C.II, Remzi Kitabevi, İstanbul 2011.
AYDIN, Mustafa, “İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye 1939-1945”, Türk Dış Politikası,
Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt I, İletişim
Yay., İstanbul 2009.
BALCI, Ali, Türkiye Dış Politikası, Etkileşim Yay., İstanbul 2015.
BAĞCI, Hüseyin, Türk Dış Politikasında 1950’li Yıllar, ODTÜ yay., Ankara 2014.
DERİNGİL, Selim, Denge Oyunu, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2003.
EKİNCİKLİ, Mustafa, İnönü-Bayar Dönemleri Türk Dış Siyaseti, Berikan Yay.,
Ankara, 2007.
EMİROĞLU, Hüseyin, “İkinci Dünya Savaşına Giden Süreçte Küresel ve Bölgesel
Aktör-Devlet Davranışlarının Çözümlenmesi”, Abant İzzet Baysal Üniver-
sitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C.2007-1, S.14.
ERDEN, Ömer, Fransa-Suriye Kıskacında Hatay, Gece Yay., Ankara, 2015.
ERDEN, Ömer “II. Dünya Savaşı Sonrası Sovyet Rusya’nın Boğazlarla İlgili Taleple-
ri”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, C.7, S.34.
ERDEN, Ömer, Türkiye’nin Doğu Sınırının Oluşumu (Antlaşmalar-
Protokoller-Problemler), ATAM, Ankara, 2017.
ERKİN, Feridun Cemal, Dışişlerinde 34 Yıl Anılar-Yorumlar, C.I, TTK, Ankara,
1987.
ERKİN, Feridun Cemal, Türk-Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi, Başnur
Matbaası, Ankara, 1968.
ERHAN, Çağrı, “İkinci Dünya Savaşı ve Türkiye, 1939-1945”, Türk Dış Politikası,
Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt I, İletişim
Yay., İstanbul, 2002.
ESMER, Ahmet Şükrü, Sander Oral, “1939-1945 Dönemi”, Olaylarla Türk Dış Po-
litikası (1919-1995), Siyasal Kitabevi, Ankara, 1996.
516
ERHAN, Çağrı, “ABD ve Nato’yla İlişkiler”, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşın-
dan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt I, İletişim Yay., İstanbul,
2002, s.530. ;
GÜRÜN, Kâmuran, Türk Sovyet İlişkileri, TTK, Ankara, 1991.
GÜRÜN, Kâmuran, Savaşan Dünya ve Türkiye:3 Savaş 1939-1945, Tekin Yay.,
İstanbul, 2000.
GÜRÜN, Kâmuran, Dış İlişkiler ve Türk Politikası, AUSBF yay., Ankara, 1983.
GÜLMEZ,Nurettin-Demirci, Ersin, “ Von Papen’in Türkiye Büyükelçiliği”, Çağdaş
Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, XIII/27,2013-Güz.
GÜLMEZ, Nurettin, Demirkollu, Ceyhun “Bir İstihbarat Savaşı: Çiçero Olayı”, CBÜ
Sosyal Bilimler Dergisi, 2013, C.11, S.2.
GOLOĞLU, Mahmut, Milli Şef Dönemi, Türkiye İş Bankası Yay., İstanbul, 2012.
JAESCHKE, Gotthard, Türkiye Kronolojisi (1938-1945), (Çev.: Gülayşe Koçak),
ATAM, Ankara, 1990.
KARPAT, Kemal H., Türk Dış Politikası Tarihi, Timaş Yay., İstanbul, 2012.
KOÇAK, Cemil, Türkiye’de Milli Şef Dönemi, Yurt Yay, Ankara, 1986.
ORAN, Baskın, “TDP’nin Temel İlkeleri”, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşın-
dan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt I, İletişim Yay., İstanbul
2009.
ORAN, Baskın, “Dönemin Bilançosu”, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından
Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt I, İletişim Yay., İstanbul 2002.
ORAN, Baskın, “1945-1960: Batı Bloku Ekseninde Türkiye-1”, Türk Dış Politikası,
Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt I, İletişim
Yay., İstanbul 2009.
ÖNDER, Zehra, II. Dünya Savaşı’nda Türk Dış Politikası, (Çev: Leyla Uslu),Bilgi
Yay., Ankara 2010.
ÖZGÜLDÜR, Yavuz, Türk-Alman İlişkileri (1923-1945), Genelkurmay Basımevi,
Ankara 1993.
SANDER, Oral, Balkan Gelişmeleri ve Türkiye (1945-1965), Sevinç Matbaası,
Ankara 1969.
SERTEL, Sabiha, II. Dünya Savaşı Tarihi, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul 2010.
SHAW, Stanford J., Shaw Ezel Kural, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türki-
ye,(Çev: Mehmet Harmancı), C.II, E Yay, İstanbul 1983.
SÖNMEZOĞLU, Faruk, İki Savaş Sırası ve Arasında Türk Dış Politikası 1914-
1945, Der Yay., İstanbul 2015.
SERTEL, Savaş, “İkinci Dünya Savaşı Sırasında Türkiye’de Yürütülen Casusluk Faa-
liyetleri”, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 25, Mart
2016.
517
SOTNIÇENKO, Aleksandr, “1945-1956 Yıllarında Türk-Sovyet Diplomatik Mücade-
lesi ve Sonuçları”, Atatürk’ten Soğuk Savaş Dönemine Türk-Rus İlişkile-
ri, ATAM, Ankara 2011.
T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, On Birinci İnikad, 12.V.1939 Cuma.
T.B.M.M. Zabıt Ceridesi, Birinci inikat, 1.XI.1942 Pazar.
T.B.M.M. Tutanak Dergisi, Birinci Birleşim, 1.XI.1945 Perşembe.
T.B.M.M. Tutanak Dergisi, Birinci Birleşim, 1.XI.1945 Perşembe.
T.B.M.M. Tutanak Dergisi, Birinci Birleşim, I.XI.1945 Perşembe.
TEKELİ, İlhan; İLKİN, Selim, Dış Siyaseti ve Askeri Stratejileriyle İkinci Dünya
Savaşı Türkiyesi, C.I, İletişim Yay., İstanbul 2014.
TÜZÜN, Süleyman, İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Türk İç Politikasında Dış Türkler
Meselesi (1939-1945), Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkı-
lap Tarihi Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, Ankara 1998.
Türk Dış Politikası Çalışmaları,(Der.: Engin Berber), İstanbul Bilgi Üniversitesi
Yay., İstanbul 2012, s. 158.
TURAN, Mustafa, Siyasî ve Hukuki Açıdan Milli Mücadele, Berikan Yay., Ankara
2011.
VERNADSKY, George, Rusya Tarihi, Selenge Yay., İstanbul 2011.
YALÇIN, E.Semih, Atatürk’ün Millî Dış Siyaseti, Berikan Yay., Ankara 2010.
WEISBAND, Edward, İkinci Dünya Savaşı’nda İnönü’nün Dış Politikası I, Cum-
huriyet Yay., İstanbul, 2000.
WEISBAND, Edward, İkinci Dünya Savaşın’da İnönü’nün Dış Politikası II,
Cumhuriyet Yay., İstanbul, 2000.
WEISBAND, Edward, İkinci Dünya Savaşı’nda İnönü’nün Dış Politikası III,
Cumhuriyet Yay., İstanbul, 2000
World War II Inter-Allied Conferences, Joint History Office, Washington 2003.
518