You are on page 1of 81

Arap Dünyasında Milliyetçilik

ve
Sınıf Mücadeleleri

Ahmet El KUDSi

Çeviren:
Orhan KOCAK

* KÖZ YAYlNLARI
B i rinci Baskı : Ekim 1 975

KÖZ YAYl N LARI


Çatalçeşme Sok. ü retmen l ş-Hanı 405
P.K. 40- BEYAZlT - ISTAN BUL

Bu kitap Kardeş Matbaasında dizilm iş.


ER-TU Matbaasında bas ı l mıştır.
Kapak baskı : Kelebek Matbaası
ARAP DÜNYASINDA MiLLiYETÇILIK VE
SINIF MÜCADELELERi

H iç kuşkusuz Arap ka muoyu, Fil istin 'de olup bi­


ten herşeye karşı son d erece d uyarl ıdır. Nasıl baş­
ka türlü olsun? Fas'ın Atiantik kıyıları ndan Basra
Körfezine, Akden izden Sahra'nın ortasına ve Yukarı
N il'e kadar seksen m i lyondan fazla insan özü nde
farksız bir d i l i konuşuyor, aynı radyo programlarını
dinl iyor, aynı kitapları okuyor ve aynı filmleri seyre­
diyor. üstel i k za manı mızda da hepsi aynı Avrupa
emperyalizmi ta rafından ezi l m işler. Ama bu i nsa n­
lardan herhangi b i rine m i l l iyeti sorulduğu vakit, hiç­
biri ya da çok azı ken d i l iğ i nden «Arap» cevabını ve­
recektir. Bunun yeri ne, « Faslı» , « M ısırlı», «Yemen l i»
g ibi bir şey söyleyecekti r. Bu i nsan la r. günümüz
Arap m i l l iyetçiliğinin ideologlarının öne sürd ü kleri
gibi tek ·b i r «ulus» , «oluşum süreci nde» olan bir
Arap ulusu mudurlar? Yoksa ortodoks Kom ü n izmin
eskiden beri ·idd i a ettiğ i g ibi, b i rbiriyle i lişkili onbeş
ayrı ulus mudurlar? Filistin'e ka rşı tavı rla rı sadece
d uyg usal mıdır, yoksa emperyal izmin ve lsra i l ' i n oy­
nad ı kları rol ü n sonucu olan bir yaşayan pol itik da­
yanışmanın açık ya da bula n ı k bir bil incine mi daya­
l ıdır?
Arap dünyasında ulus sorunu, ister burj uva is­
ter « Ma rksist» . bi r doğma m eselesi değildir. Emper­
yal ist sömü rüden kurtuluşun temel sorunları n ı ört-

5
meye yaraya n «önemsiz bir mesele» de değildir. Sı­
n ı f mü cadelesi n i n çerçevesi ul usa l bir çerçevedir ve
bu bölgenin halklarının maruz kaldığı baskı sadece
«ekonom ik» değil, aynı zamanda ulusal bir baskıdır.
Ulusa l l ı k olgusunu, bu olgunun iyice özel bir
görünüm üyle özdeşleştirmek adet olm uştur. Bu görü­
n ü m , kapita l izmin gel işmesiyle, görece türdeş, ida ri
ve pol itik ba kı mdan merkezileşmiş ve ekonom i k ba­
kı mdan birleşmiş ulus - devletlerin yavaş yavaş ol uş­
tuğu Avrupa tari h i n i n verd iği görü n ümd ür. Bu ul us­
ları n ta rihsel kuruluşunda burjuvazi, b i rleştirici, ha­
k i m sınıf ve ideoloj i n i n ol uşturucusu rol ünü oyna­
mıştır. Bir ulusun va roluşu için gereken beş koşu­
lun Sta l i n tara fından veri len tan ı m ı ( 1 ) . bu tarihsel
deneyim i n ·kusursuz bir özeti n i getirir.

Ama bir kere Avrupa tari h i n i n alanını terkettik­


ten son ra , Sta l in'in ulus teoris in ı n dayandığı kav­
ramlar, gerçekl iği açı· k la maya yetmemekted i r. Bu
teori ulusun kapita l izm ta rafından, ya da daha ke­
sin bir deyişle ul usa l kapital izm tarafından üreti l m iş
toplumsal bir olgu olduğunu varsayar, çünkü ulusu
kuran ul usal burjuvazidir. Bu nedenle, bu teoriye
göre, dü nya kapita l ist sisteminin merkezinin dışında,
yerl i burj uvazinin burj uva devri miyle u l usal otorite­
sini kurduğu bölgelerin dışında uluslar yoktur. Baş­
ka yerlerde u l uslar, ya da en azından bütünüyle
oluşmuş uluslar yoktur. O zaman, kapita l izm öncesi
dü nyada ki, eski bir devlet birl iği geleneğiyle gerçek
bir di lsel ve kültürel birl i ğ i n ras iaştığ ı toplumsal ger­
çekii kiere ne diyeceğiz? Binlerce y ı l l ı k ta rihiyle Mısır

(ll Bu tanım, düzenli bir topluluk, ortak bir dil, toprak,


ekonomik hayat ve ulusal kültür öğelerine dayanıyor­
du.

6
dil ve kültü r ba kımından her zaman b i rl iğe sahıp
ol muştur; ve kısa yozlaşma dönemleri dışında. pol i ­
t i k ba kımdan da birl i k içinde olm uştur. E ğ e r bir (bur­
juva) ulus değilse bu, h i ç kuşkusuz sadece «ha l k­
larm» türdeş ve uzvi olmayan bir kümelenmesi' de
değildir. Üstelik daha önce birleşm i ş ve merkezlleş­
miş devletler halinde örg ütlenmemiş ve kü ltürel ve
d i lsel b i rlikten yoksun bölgeler bile. kolen iler ve ya­
rı bağ ı m l ı ü l keler olara k u l u slararası kapita l ist sis­
temle, bütü n leşmelerinin sonucunda. az ya da çok,
birliğe kavuşmuşlardır. Bu b i rleşme bir ulusal burj u ­
vazi tarafı ndan yürütülmamiştir a ma, g e n e d e önem­
l i bir toplu msal olgudu r.
Bu açıdan, «Arap dü nyası» n ı n yapısı nedir ve
nasıl tan ı m l a nabilir? Eski Dünya'da M uson Asyasm­
dan Atla ntik'e kadar kuşa k g i b i uza nan bir yarı çöl
bölgesinde bulunmaktadır. Avrupa'dan Akdenizle,
Kara Afrika'dan Sahra Cöl üyle, Türk ve Fars dünya­
larından da Torosların, Kürdistan'ın ve Batı i ran'ın
dağ kitleleriyle ayrılara k, bu bölge iç inde kes i n , acık­
ca sın ı rlanmış bir kesiti kapla r. Ara p dünyası, genel
olara k bu yarı çöl bölgenin tümünü kaplayan ve dört
grup halka (Araplar. Tü rkler. i ranlılar. H i n t-Afgan­
lar) böl ünmüş olan islam dü nyasıyla özdeş değ ild ir.
Bu islam dü nyas ı . yarı kura k kuşa ktan M uson lar As­
yasına (Bengal, Endonezya) ve yakın sayı labilecek
za manlarda da Kara Afrika ' n ı n belli bölgelerine doğ­
ru . çok küçük ölçüde ta şmıştır. A rap dünyası etn i k
bir olg uyla d a bir tutu lma malıd ır, çünkü Araplaşma
fa rklı köken l i ve fa rkl ı ı rksal n iteli kteki insa nları bu
bölgede ka rıştı rmıştır. A ra p d ü nyası, bütün tarih i n i n
çok kısa bir döneminde, sadece iki yüz y ı l süreyle,
görece merkezileşmiş bir politik varl ı k oluşturmuş­
tur. üstelik, o dönemde ( m iladi 750 ve 950 yıl la rı

7
arasında, Emev i l er ile i l k Abbasiler çağ ı nda) d ilsel
birl i k bug ünkü nden cok daha az ilerlem işti. Bundan
son ra Arap dünyası görece istikra rlı yöresel pol itik
varl ı klara bölündü ı�e bunlar da Osmanlı boyunduru­
ğuna. ya n i ya bancı bir yöneticiye bağlanıncaya ka­
dar bi raraya gel med i ler (o za ma n bile çok yüzey­
de kaldı bu birl i k ) .
Ş u halde A rap dünyası «a kraba » d iller konuşan
bir halklar kümesi midir? Eğer bu gercekten böyley­
se. nasıl Romans Dilleri ortak bir La tince temel i nden
evri mle Fra nsızca, ltalyanca, ispanyolca, v.b. ye dö­
nüştü lerse. Arapları n konuştuğu d i l lerin gösterece­
ği evrim de arta n farkillaşma yön ü nde ol malıydı.
Ama g erçekte Arap d il leri nin evrirı:ıi ta m ters yönde
olmuştur: «yazı » d i l i Latince g ibi ölü b i r dil olma
yol unda değildir, tam tersine bir bütün olara k Arap
dünyosı ta rafında n konuşulan d i l haline g elmekted i r.
Bu, dünya n ı n bu parcasının evrimiyle ilg i l i olasılıklar
acısı ndan çok önem l i , küçümsenmesi ya nlış olan b i r
olgudur. N i tekim, Arap ü l kelerindeki sınıf ve a nti
emperyal ist kurtuluş mücadelesi, bu ka rmaşı k ve
evrim icindeki «ul uscıl » çercevede ilerlemektedi r; «Fi­
l istin soru n u » da bu genel pla n ı n içine yerleştirilme­
lidir. Arap dünyasının topl umsal biçi mlenmelerin i n
yer aldığı v e sınıf mücadelesinin s ü rdüğü ortam bu
« u l usal» cerceved i r.
Şimdi, Arap ülkeleri n i n türdeş b i r bütün ol u ştur­
mayışları da ta m bu koloni öncesi toplumsal for­
masyonları icin söz konusudur. Yal n ız bir çok ya­
ba ncı arası nda değ i l çok fazla Arap Ma rksisti ara­
sında da benimsenen bir kırsal ve feodal Arap dün­
yası ta nımı. aşırı basitleştiri lmiş bir Marksizm türün­
den çıkan ve hiç bir b i l i msel temeli olmayan basma­
kalıplardan b i ridir. Gerçekte, Arap d ü nyası Orta Çağ

8
Avrupasından cok furklıyd ı . üste l i k, bugün de her
zaman olduğu g ibi. bu Arap dün yası içinde birbi rle­
rinden topl umsal yapı ve s iyasi-ekonomik örgütlen­
me ba kımından ayrılan üç bölgeyi secebi l i riz: Suriye
(ya n i , bugünkü Suriye, Ü rd ü n , Lübna n ve israil d ev­
letleri) . Arabistan ve l rak'ı kapsayan Arap Doğ usu
(Arapçada El Maşrık); öte yanda da, Libya'dan At­
lantik okyanusuna kadar uza nan ve bugünkü Libya,
Tunus, Cezayir, Faa ve Moritanya devletlerini kap­
sayan Arap Batısı (Arapcada El Mağrip). Bu grupta
sadece Arap d ünyası n ı ortasından ayıran M ısır bir
köylü uyg a rlığı olmuştur ve hôlô da öyled i r (bir
feodal toplum d emiyoru m ) , buna karşılık Maşrı k'ın
ve M ağrip' i n topl umsa. l formasyonları, özünde, top­
rak ekicilerine dayanan formasyon lar olmam ıştır.
Çokça unl!tulan bir gerçek, bu ya rı kura k kuşa kta ta­
rımsal faa l iyetin son derece zayıf ' kaldığıdır. Bu y üz­
den, Mısır"ın dışında, ekicilerden alına n a rtık genel­
likle çok düşük kLilmukta d ı r. Tarımsal ü retim teknik­
leri zoru n l u ola rak geri, tarımsal emeğin ü retkenli­
ği cok düşük, tarınısal topl uluğun hayat s tandard ı
geeinme düzeyine ç o k ya kınd ı r, dolayısıyla bu top­
luluğun toplumsal örg ütlenme biçimleri de kocınıl­
maz olara k i l kel kom ü n iz m l e nitelen i r. Bir «feodal»
sınıf yapıs ı n ı ya da pa rl a k bir medan iyeti mü mkün
kılaca k bir artı k'ın elde e d i l mesi için yeterl i bir te­
mel yoktu r.
Ama gene de, Mağri p ve öze l l i kle Maşrık par­
lak, zengin ve üste l i k son derece kentsel nitelikli uy­
garlı kların yatağı ol muştur (bu, Arap dünyası hakkın­
daki çoğu kafa karışıklıklarının kaynağıd ı r) . Bu « mu­
cize» nasıl meydana gelebildi? Bu kura k bölgedeki
tek geniş ve gercekten tarı msal vaha olan zengin
M ısır za monım ıza kadar, kad i m medeniyetin i n bü-

9
yük dönemlerinde bile, görece az kentleşmi ş bir
köylü ülkesi ola ra k kalmışken, daha az kadi m olma­
yan tarih inde a y n ı ölçüde pa rla k dönemlere sahip
olan Maşnk'ın her zaman bir büyük kentler bölgesi
olmasl «ga ripl i ğ i n i » nasıl açı klayacağ ız? Sınıf müca­
delesinin koşullarına ilişkin olarak, bu «garipl iğin»
günü müzde bile h issed ilen sonucları nelerd ir?
Arap dünyası n ı soyutla nmış b i r halde değil de,
Eski Dünyadaki bel l i başlı medeniyet a la nları a ra­
sında büyü k bir geçiş kuşağı, bir çeşit dönel pla tform
olara k anla maya calıştığımızda, bunun aslında esra­
rengiz bir ya nı olmadığı görülecektir. Ta rımsal a cıdan
kocı n ı l maz olara k yoksul ka lan bu yarı çöl kuşak, daha
önce de söylediğim gibi Arap dünyasını ikiye böler ve
tarıma dayanan üç bölgeyi birbirleri nden ayırır: Avru­
pa. Kara Afrika ve Muson Asyası. Bu nedenle, Arap
bölges i, ortadaki a racı olma durumuyla, b i rbirleri hak­
kında doğrudan bir bilg i le ri olmayan ta rı msal toplu­
l u kla rı ilişkiye geeirirken her zaman ticari bir işieve
salıip olmuştur. Kendi meden iyeti n i n yü kselmes inin
temeli olan toplu msal formasyonlar her zaman ticari
n itelikte olmuşlardır. Bununla şunu demek istiyo­
ru m: büyü k kentlerin ca n l ı l ığını sağlayan esas artık,
bölgenin kend i kırsel sakinle ri n i n sömürü l mesinden
değil (bu i kinci pla nda kalma ktadır). aracı l ı kte ki te­
kelci rol ünün ona sağ ladığı uzun mesafeli ticari faa ­
liyetlerin kôrından, ya n i s o n tah l ilde. başka mede­
n iyetlerin egemen sınıfları n ı n kendi köyl ü l ü klerinden
a ldıkları artı ktan gelmiştir.

Bu «ticari» toplum modeli, g ü n ü m üze, 1 914-1918


savaşına kadar Maşrı k'ın özelliği olmuştur. Daha
sonra Arap d ünyas ı n ı n bu bölgesinin emperyalist
dü nya ile bütünleştirilmesi (Osma nlı döneminde çok

10
yüzeyde kalmış bir olay) , Imk'ın sınıf yapısında be­
l i rleyici değ işikli klere yol açacak ama Suriye ile Fi­
l istin 'de pek önemli bir değ işi k l i k yapmayaca ktır.
Arap Doğ usu « burj uvazis i nin» emperyal istlere ( I ngi­
l iz, Fransız ve daha sonra da Amerika n) ve «Fil istin
sorun una» karşı tavrı n ı tah l i l etmek isted iğimiz za­
man bu toplumlarm yapısını ve kapita l ist sistemlerle
bütün leşme yol larını hesaba katmak zorundayız;
çünkü bu olgular bölgen i n siyasi hayatı nın bir çok
yönünün anlaşılması nda bugün de bel irl eyici bir
öneme sah iptirler. Arap d ü nyas ı n ı n öbür yanında,
Mağripte de bu toplum modeli, Fransa tarafından
kolon i leşti rilene kadar, bölgenin öze l l iğ i olmuştur.
Ancak, daha önce başlaya n ve Maşrı k'ın maruz kal­
dığı ndan daha deri nlere i nen bu kolon i leşme bu­
g ünün Mağrip' inde bel irleyici değ işikli klere yol a ça­
caktı . Bu iki bölge arasında, dü nya kapital ist siste­
mi ile ya l n ız daha değişik bir yoldan değ i l aynı za­
manda çok daha sıkıca bütünleşmiş olan M ısır, ver­
gi veren bir köylü topl u m u ol manın tek istisnasını
meydana geti rmeye deva m edecekti .
Islam. Arabistan çöl ü nde, Doğu Roma i mpara­
torl uğu ve i ran'la Güney Arabistan, Etiyopya ve Hin­
d ista n a rasında büyü k ölçekli ticaret yapma k üzere
örg ü tlen miş bir uzun mesafe l i göçebe nüfusun için­
de doğd u . H icaz'ın kentsel tücca r Cumh uriyetleri nin
varl ığını mümkün kılan. b u tica retten elde ed ilen
kôrlardı. Bu kentlerin, ya rı serf bir temel üzerinde
sömürdü kleri küçük kırsal sulak bölgeler üzerindeki
egemen l i kleri. yönetici tüccar s ı n ıflar için başlıca
gel ir kaynağı değildi. Göçebelerin postoral asgari
geç i m ekonom isine gelince, bu ticari faa liyetle yan­
yana yaşıyor ve ona insan ve hayvan sağl ıyor a ma
hiç bir a rtık katkısında bulunmuyordu. Böylece, b i r-

11
birine bağladığı Doğu Roma ve M uson ü l keleri mede­
n iyetlerinin va rlığı, cöl medeniyetin i n önş a rtıyd ı . Eğer
her hangi bir n edenle, uzun mesafeli ticaret faa li­
yetinin kaynaklarını besleyen a rtı k kuruyaca k olur
ya da ticaret yol l a rı değ işirse, cöl ö l ü rdü. Bu, ta rih bo­
yunca bir çok defa meydana geldi; her defasında da,
cöl insa n l a rı fatihler haline g elerek hayatları n ı sü r­
d ü rmeye çal ıştı lar. Maxime Rodinson'un bölgenin
yed inci yüzyıldaki tari hsel koşu lları n ı n ta h lilinde gös­
terdiği gibi (2) , Islam bu tü r bir hare ketin bir örne­
ğini verir.

« Uygar Dü nya» n ı n Araplar tarafından ilk fet­


hs-d!len kesimi Veriır.l i Hilal den ilen bölg eydi (Aro ­
b iEtan Çöl ünün kuzey s ı n ı rındaki Suriye ve Ira k top­
ra kları) . Araplar burada ta nıdı kları bir topra k üze­
ri ndeyd il er, çünkü Kad i m Doğu'nun topl umları d a
cok büyü k ölçüde kendileri g i b i ticari topluluklordı.
Şüphesiz, bu ya rı kura k k uşa kta bir ta kım köylüler
vardı, oysa bu kuşağın g ü n eyinde hemen hemen hiç
köylü yoktu . Bunlar, biça re va rol uşlarını sürd ü rebil­
mek icin yeterl i yağ m u ru n bulunduğu Lübnan tepe­
l i klerine, Cebel E nsariye, Toroslaro ve Kürdista n'a
bağlanan dağ köylül eriyd i . Ama bu kırsol alanlar
yoksuldu, parlak bir meden i yet ici n g erekli ola n ar­
tığı sağlayamayacak kada r yoksuldu. Bu nedenle,
bağı msızl ıklarını kıs ka ncca ve cok etk i l i bir biçimde
koruyan görece tecrit olmuş ve köy topl u l ukları nda
örgütlenmiş « i lkel» topl umlar olara k kald ı l a r bunlar.
Medeniyet iki istisnai bölg ede yü kseld i : Mezopota m­
ya ve Akden iz kıyısı. M ezopotamya, Fırat ve Dicle'­
nin sağladığı istisnai doğ a l koşullar sayesinde, Ilk
gercek tarı msa l medeniyetin gel işmes ini görmüştü.

(2) Maxime Rodinson. Hz. Muharnmet Gün Yayınlan

12
B u rada da, çevredeki kırlardan a l ınan a rtı k'a daya l ı ,
Mısır'da kine benzer bir medeniyet ya ratılm ıştı . Cö­
lün sınırında yerleşmiş bütü n ta rı msol medeniyetler
gibi, barba rlar tarafından yok edilmenin sürekli teh ­
didi al tında yaşıyordu. Gercekten d e . on v e onbirin­
ci yüzyı l la rı n Türk- Moğol istilalarından sonra barbar­
la r tarafından kesin olara k yok edilecek ve anca k
1 9 1 8 d e n sonra Sritanike Poktı 'nın kalkanı a ltında
yeniden doğobilecektir. Batıya doğru, Akdeniz kıyı­
sında ta rımsal mucize m üm kü n olmadığı icin, kıyı
d evletleri Fenike ve S u riye, gelirlerini gemi ya da
kervan yoluyla uzun m esafeli ticaretten cıkaran dev­
letle rden başka bir şey olomamışlord ı r. Bu nedenle
çölden g elen Araplar burada kendilerini evlerinde
hissetmişlerdir ve yeni başkentlerini, yani E meviler
başkentini, Şam'da kuro ra k Medine'nin tüc­
ca r medeniyetini Kuzeye kaydırmışlord ı r. Böylece
iletişim yollarının kontrolunu yeniden ele geçirerek
büyük ölçekli ticaretten yine kôr elde edebildiler ve
bu yoldan uygarlıklarını yeniden canlondırobildiler.
Verimli Hilal'in birliği Birinci Dünya Savaşı son­
ras ına kadar gercekten parcalonmayaca ktır. Ama
bu. ceşitlil·i k içinde birliktir: n e var ki hiç bir zaman
gercekten ckültürel» ol mayan. etnik hiç olmayan bir
çeşitlilik. Bölg edeki insa nların ·k arışmosr o kadar es­
kiye gid e r ki, böyle zayıf bir temel üzerinde bir h a l kı
bir başkasıyla ka rşı laştı rma k boşunadı r. Özü, ayırdı­
ğı bölgeleri birbirleriyle ilişkiye. geçirirken görd üğü
tica ri işlev olan böyle bir m edeniyetin oyırıcı niteli­
ği, diya lektik olarak birleştirici ve parçalayıcı olma­
sıdır. Birleştirici, çünkü ins a n l a rı n hiç durmadan bir
yerden bir yere gitmesine v e böylece geleneklerin
ve dinlerin iletilmesine, bir gezgin llngua franco'sının
(eskiden A kdeniz kıyılarında konuşulan ltalyanca'dan

13
bozma uluslara rası ticari d i l ) ol uşmasına yol acar.
Parçalayıcı , çünkü ra kip tüccar kentlerin rekabetine
dayal ıdır.
Burada esas olan olayların ayrıntılı b i r sıralan­
ması değildir; önemli ola n tek b i r res m i siyasi otori­
ten i n varl ığı ya da yokl uğudur. Eğer bu otorite güç­
l üyse tüccar ·kentler a rasındaki rekabete sınırlar ko­
yacak ve g enel l i kle başkentin önde gelmesini sağ­
layacaktır. Erneviierin merkezi Şa m'da ola n , ve
daha sonra da Abbasi l er'in merkezi Bağdat'ta olan
devletleri böyleyd i . Otoritesini g üvence altına almak
için d evlet çevredeki göçebelerden kolayca topla­
dığı pa ra l ı bir ordu beslemek zoru ndaydı. Köylü lere
gelince, on lar kendi dağları nda ya l n ız kal maya ça­
l ı ştı lar ve her zaman kentl ilerden ve toprağının ba­
şında bulunmayo n mal sah ipleri nden ( tüccarlar, sa­
rayl ı l a r, v.b.) oluşan topra k sahiplerine, sadece kent­
lere yokın yerlerde, ya da bir istisna olarak, «roma»
tipi ticari , :köle emeği i le ça l ışa n plantasyon lar ( bü­
yük çiftliklerı halinde örg ü tlenmiş Aşağ ı I ra k'ta yarı
sert b i r bağ ı m l ı lıl<'icine düştüler. Böylece, oniki yüz­
yıl boyunca Veri m l i H ilal aynı zamanda hem bi rleş­
miş hem de böl ünmüştü . 700 le 1 900 arasında k i bu
oniki yüzyıl boyunca bu b ö l ge Bizan s ve Batı Avru­
,

pa'yı H i nd istan ve Cin'e bağlayan ticaret a kımia rına


bağl ı olarak, h em parl a k dönemler hem de cürü yüş
ve çöküş dönem leri gördü.
Verimli Hilal hızla Araplaştı. Zaten şu ya da bu
çeşit bir lingua franco 'ya her zaman al ışkındı. Da­
ha Islam istilas ı n ı n eşiğinde bir Hi ristiyan bölgesi
olara k Arami d i l i (eski Suriye dil- i - c. ) ile d i lsel bir­
l iğe u laşmıştı. Kend"si de b i r Sami d i l i olduğu icin
Arami dili, büyü k bir zorl u k çıka rmada n yerini Arap­
caya bırakabildL Eğer sadece şive farkl ı l ı kları n ı ve

14
mah a l l i h a l k d eyimlerini a yrı bir dil sayarak sa hte
bir «arı d i l c i l i kıl i benimsemezsek, bölgenin di lsel bir­
l i ğ i g erçekte yüzyı llardan beri ta mamlanmış bulunu­
yor. üste l i k, bu bölgede konuşulan çok a rı bir Arap­
ca biçimidir. ve Kudüs'ten Türkiye sınırlarına kadar
e<Suriye» şivesi denilen aynı şive geçerl id i r. Fil istin
bu Ma şrı k'ın bir parçasıd ı r. o kadar. Bu bölge halk­
ları n ı n aynı kültürel varlığa ait oluşları duygusu, bur­
da çok güçlü bir duygudur.
Maşrı k'ın çok derin k ü l türel birl i ğ i , çeşitl i şeh i r­
ler ve çeşitli küçük kırsal dünyalar arasında farkl ı l ı­
ğın olmadığı anlamına gel mez. Burada, kırsa l böl­
g eler 12 yüzyı ld ır birbirl erinden tecrit ol muştur ve
önemli bir ekonomik ya d a pol iti k ağırlığa sa hip de­
ğ i ld i r. Kend i l erine hakim olmak isteyen i mparatorl u k
otoritesine h e m sil a h l ı hem de d i n i direniş göster­
mişlerdir. Işte bu yl.izden Maşrı k'ın gerçekten kırsal
olan kesi m leri, dini açıdan muha l if bölgelerdir; örne­
ğ i n . Moruni Hıristiyan larla Şiiler a rasında böl ü n m üş
Lübnan dağları. Suriye'de Alevi bölgesi olan Cebel
Ensa riye ve Cebel Dürzi, Şii nüfusuyle Aşağı I ra k.
Müslüman dü nyayı cok ö nceden böl müş olan ŞH
mezhebi, dağların özg ür toplu l ukları nda kend ine uy­
gun bir topra k buldu. Bu koşul larda, « resmi» Sün­
n i doktrin i nden çok daha özg ü r, daha eleştirel ve
hatta eşitl ikçi bir anlayış gel iştird i . Şi·i l iğ i n aşağt
J
I rak'ta isyan eden köle köyl ülerinin ideoloj isi olma­
sının nedeni budur (Karmatiler lsyanı).
Burada «feodcl izmden» sözedemeyiz; Arap Do­
ğusu'nun feodal olduğu düşü ncesi, g erçekl iğe h iç.
uymama ktad ır. Büyük ölçekli ticaretin zayı fladığı
dönemlerde, kentiiierin daha kolayca hakim olduğu
ve böylece, uzun mesafe ticaretindeki gelir kayıp­
larını köylülerden a l ınan haraçla kapotabild ikleri

15
düzlük bölgelerd e «yarı feodal» biçimler geHşmiştir.
Bekaa. Fil·istin, Humus, Hama ve Merkez i Ira k düz­
l ükleri za man zaman öze l l i kle uzun bir ticari gerile­
me dönemi ola n Osmanlı döneminde (1 500'den son ­
ra) . bu şekild e aegözlü topra k sah ipleri n i n deneti­
mi altına g i rmiştir. Çok daha sonra , 1 950'1erden iti­
baren, ta rımsal bölgeleri n sulama ça l ışma larıyla
m ü m kün ıkı l ınan modern sömürüsü, latifundia'lar ta­
rafından kapla nan clanı g enişletecektir. Bu olguya
daha sonra döneceğim.
Bununla birl i kte, burada önem l i olan kır değ i l
kenttir. Ticaret geri lerneye başladığı zaman korkunç
büyük kentler doğmuştur; Antik Çağın, Orta Çağ ı n
v e kapitanst dönemden önceki yen i çağ ın b u e n
kalabalık kentleri Batı ' n ı n kentlerinden çok daha
öneml iydi. H a l ep, Şam, Bağdat. Basra, Anta kya ve
ötekilerd e yüzbi n lerce kişi yaşıyord u . En yüksek dö­
nemlerinde bu kentler bölgenin beş milyonu aşkın
nüfusunun büyü k bir çoğunluğunu ba rındı rıyordu.
Oysa yirm i nci yüzyılm başında bu raka m daha dü­
şük olaca ktır. Bu kentler çevrelerinde bir yığ ı n sa­
natkar ve memurl a birBkte her zaman sarayları n ve
tücca rların merkezi olmuştur. Bunlar da, Orta Çağ
Batısında ıkandi lerine benzeyen ha lya n ve Ha nsea­
ti k Lig kentleri g ibi, tüccar kentleriyd i. Bu kentlerde
zeng i n l iğin para h a l indeki brri kimi, meden i yetlerinin
parla klığını gösteriyordu. Ama bu b i rikim kapita l iz­
me yol açmadı, çünkü tecrit olmuş kırsal alanlar
«feodal» leşmem işti ve b u yüzden de kapita l izmin do­
ğuşu icin şart olan proleterleşme sü reci başlayamı­
yord u. Bu şekilde ticari olan ama kapita l ist olmayan
karakterleri n i koruyan Maşrı k kentleri, b i rbirleriyle
rekabet eden bir küçük d ü nya lar g rubu oluşturdu;
b u nla rın cok gelişmiş zenaat ürünleri de tücca rları -

16
n ı n seyahat ettikleri uzak pazarl arda çıkış bul uyor­
du. Bu egemen kentsel d ün ya n ı n kültürel b i rl iği, h iç
kuşkusuz çok bel irgind i ; b u şeh i rler A ra p-islam kül­
türü n ü n m e rkezleri , Sünni ortodoksiuğunun kalele­
riyd i .

A rap d ü nyasının öteki ucunda, Mağrip'te ta rna­


miyle aynı yapı lar bulunaca ktır. Orada, çok eski za­
manlardan beri göçebeler ve ekici l er denizle dağlar
ve büyük çöl arasında s ıkışmış bir dar toprak şerid i­
ne s a h ip olmak· için biribirleriyle m ücadele etmişler­
dir. Roma imparatorl uğu, bütün l imes ( imparatorl u k
sınırı ) boyunca kaleler ve kışio iar d i kerek, d a h a gü­
neye, Serberi ekiciıerin bölgesine ilerlemiş ve ge­
ne Serberi olan göçebelerin ve yangöçebelerin dola­
şıp d u rduğu topraklcra el uzatmıştı. Zaten, Arapla­
rın gelişinden önce de, Roma Imparatorluğunun za­
yıflaması, göçebelerin eki l i topra klara sokulmasına
yol a çmıştı . Bölgeye gelen A raplar da, kendilerinden
önce gelenlerle aynı d iren işi gördüler ekicilerden.
Ama Araplar ekicileri kendi lerine bağ ı m l ı k ı lmakla
cokça ilgilenmed i l er. Ekicilerin sa klandıkları bölge­
ler olan dağ kitlelerinde durmayara k kentl er kurdu­
lar. Doğu'da kiler gibi b u kentler de, ekicilerden a la­
madrkları a rtık'ı uzun mesafeli geniş ölçekl i tica ret­
te bulmuş olmasalardı, hayatları n ı sürd ürüp zengin­
l eşemezlerdi .
Araplar ticaret gel i rleri n i n peşinde, h e m Akde­
n iz boyunca hem de Sahra'nın içinden, gitti kce da­
ha uza klara sürüklend iler. G üneye doğru i lerlerken
göçebe Berberi l erle ka rşılaştı lar; bunlar da kendi le­
ri gibi, gel i şen bir ticaretin kervan tüccarları haline
gelmek istiyorlardı. Bu yüzden Berberiler, Arapların

F. 2 17
kentsel meden iyetLnden pek fazla çıkarları ol maya"
köy:üiere göre çok daha hızlı ve bütün bütüne Ara p­
laştılar. Sosyal bili m lerin kurucusu olduğ una inandı­
ğı mız !bni Haldun, bu şaşırtıcı b i l i msel zihin, «orta­
çağ» Mağribin i n bu toplumsal formasyon larının ku­
sursuz b i r ta h l i l i n i vermiştir. Haldun, bugünkü Arap
dünyasındaki b i r çok ta rihcl ve sosyaloğun (gerek
burjuva , ve n e yazı k ki, gerekse Marksist) kıskana­
bileceğ i bir zeka ve kesinl ikle, bu formasyonların
böl genin köylü lerinden a l ınan artı k'a değil büyük
ölçekli ticaretten elde edilen kôrlara dayandı ğ ı n ı
gösteriyordu. Mağribin b ü t ü n büy ü k devletleri a l t ı n
ticaretine, Batı Afri ka'dan g e l e n altına daya narak
kurul muştu. Gercekten de Amerika ' n ı n keşfine kadar
Batı Afri ka , yüzyı llar boyunca Eski Dünya'n ın bati'
bölgelerinin, Roma imparatorl uğunun, ortaçağ Avru­
pas ının, Kadim Doğunun ve Arap dünyasının başl ıca
altın kaynağı olmuştur. Altın ticareti Sahra'nın ku­
zeyi nde El murabıd ve Elmuvahit devletlerini ve baş­
ka l a rını, büyük çöl ü n gü neyinde de Gana. M a l i ve
Song hay devletlerini besledi. Bu toplumsal formas­
yonların yapı ları o kadar birbirlerine benziyordu k i ,
i b n i Haldun (ve i b n i Batuta g i b i zamanın Arap gez­
ginleri) hepsini aynı modele dahil etti.
Kentlerle göçebeler a rası nda ki ittifa kla birl i kte
köylülerin mede n i devletin dışında tutul ması, Verim­
l i Hila l'in olduğu kadar M ağ rip medeniyetinin de ka­
rakteristik yönüdür. Mağrip'teki Fra nsız sömürgeci­
liğ inin ideolog ları bu özel l i kleri ı rklar, ya ni Serberi ler
(l<:öy;üier) ve Araplar (göcebeler) a rasındaki catış­
m c:v:a açı kla maya ve Mağribin cöküşünü, bu mede­
niyetın temel indeki tarı m ı ve tarı msal tesisleri yıkan
o.':ıç.,be Ar::1pların yağmalarına bağla maya çal ıştılar.
Benzer «açıklamalar» Arap Doğusuna i l işkin olarak

18
da ortaya s ü rüldü; burada da çöküş göçebelerin
yaptığı yıkıma bağlandı. Ama bu sav bizi ka ndırmı­
yor, çünkü Doğ u'da olduğ u k. a dar M ağri p'te de Arap
m eden iyetin i n parlak dönemleri, ta rı msal a l a ndaki
büyük başarılario değil ticaretin ve 'kentlerin zengin­
leşmesi ile bel irlenmişti ve genel l ikle bu dönemler­
de, ticaretin bel iuğu i l e bağlantı l ı ola ra k. her iki
böl gede de hiç bir zama n çok önem l i olmayan köylü­
l üğün zararına büyük göçebe kabHelerin hakim iyeti
öne çıkıyordu.
Ticaret yol larının koymas ıyla Mağrip'te çöküş
başlad. ı . Bu yollar Batıda n Doğu'ya koyarken. Sah­
ra 'nın kuzeyinde ve güneyindeki meden iyet merkez­
lerinde de batıdan doğuya doğru b i r kayma olduğu­
nu görüyoruz. N ite kim, i l k önce kuzeyde Fas, g ü ney­
de de Gana ve M a l i devletleri va rd ı ; sonra altın yol­
ları Tunus'a, daha sonra da M ısır'a doğru kaydı , gü­
neyde Songhay ve Hausa devletleri gelişti. Mağrip'te
de yaban köylüler Serberi d i l ve kültü rüne sarıla­
ra k özerkl iklerini korudular; aynı şekilde, Arap Do­
ğusunda dil ba kım ından Araplaştırı lmış köyl üler de
d i n i ayrı lık yol uyia özerkliklerini s ü rdü rmeye ça lış­
tılar.

Mısır'ın ta rihi bir hayli fa rkl ıyd ı . Bu ü l ke Arap­


!aı;:masından önce de sonra da , her zaman bir köylü
ü l kesi olm uştur. Bu masa llara konu ol muş çok ve­
rimli vaha d ü nya n ı n en eski hal klarından birini bes­
ler. HO'kim sınıflar tarafından köylü hal ktan büyük
bir artık a l ı na bilmiş ve bu da medeniyetin temelini
yaratm ıştır. Burda hem «doğal» nedenlerle (büyük
öiçekl i sulama tes isleri n i örgütlendirme i htiyacı) hem
de M ısır vahası n ı göçebe!erden g elecek teh l i keye
ka rşı koruma k için, devlet merkezi leşmesi erken ve

19
aşırı bir biçimde ortaya ç ı ktı. Varl ığ ı n ı sürdürebilme k
icin M ısır hep kendi içine çekilmiş olara k yaşa maya
çal ışmış ve göçebelerin sa ldırı l a rı n a karşı koyabil­
mek için sayıca çokluğuna g üvenm iştir. M ısırı n N i l
vadisinin d ışında toprak fethelmesi d e göçebelerin
ve yarı göçebelerin topra kları n ı n ka lbind e (doğuda
Sina ve Suriye'de, batıda· Libya 'da) gemizonlar ku­
rara k köylü medeniyeti n i daha iyi korumak amacını
taşımıştı r. Ama . Mısır'da Helen islik döneme kada r
büyük tica ret kentleri ol mam ıştır. Firavunların baş­
kentleri tarlalar ortasında, çok yoğ un n ü fuslu kırsal
alanlarda kuru l muştur.
Demek ki M ısır'daki «geleneksel» toplumsol for­
masyon tipi Maşrı : k ve Mağrip'inki lerden çok fa rklı
olo n temellere d ayanıyordu. Maşrık ve M ağrip'in ya­
ban köylüleri özerkti, m edaniyetl e pek bütünleşme­
mişti ve ü retici güçleri n i n gel işmesi çok düşük b i r
düzeydeyd i . Ayrıca, büyü k ölçüde köy kom ünleri
içinde örg ütlen mişlerd i . M ısır köylülüğü bu aşama­
yı dört bin yıl önce erkada bıra kmıştır! M ısır'daki for­
masyon, kentlerin ve tüccarların çoğunlu kta ve üs­
tün olduğu bir türde d eğ i l harac ödeyen bir köylü­
l üğ ü n bulunduğu kırsal tü rdedir. Köylülerin, köy ko­
mün lerindeki n isbi özerkl i kleri n i koruyan «gruplar»
olara k değil, küçük a ile birimleri hal i nde «bireysel »
olarak baskı a ltına a!ındığı b u harac ödeyen formas­
yon, böylece kendi başına sahici b i r feodal izm b i ­
çim ine doğru evrim gösterir. M ısır'ın b i r çok bakım­
dan benzediği Cin'deki feodalizmi a ndıra n ve benim
gelişmiş bir h a rac ödeyen formasyon adını vermeyi
tercih ettiğim bu feodalizm. Batı' n ı n feodalizmi nden
sadece devletin merkezileşmiş olmasıyla, a rtı ğ ı a la n
hakim ı:ıı n ıfın güçlü b i r devlet içinde örg ütlenmiş ol­
masıyla ayrıl ı r.

20
iskender' i n istilasınd a n sonra M ısır büyü ı k öl­
çekl i tica rete dayanan imparatorlukları n bir parçası
haline geld i ; Helenistik d ü nyada ki, B izans dü nya­
sındaki ve n i hayet Arap d ünyası ndaki durumu b uy­
du. Bu imparatorlukları n parlak dönemleri nde uzun
mesafel i tica ret yolunda g iderken, M ısır kentsel ti­
cari meden iyet tecrübes i n i yaşadı. Ama b u medeni­
yet, hayatları n ı sağlayan uzun mesafe tica reti geri­
lerneye başlayana kadar g ercekten Mısırlılaşmayan
saray ve tüccar kentlerinde kurulmuş «ya bancı » bir
şey ola ra k 'kald ı ; bu duru m çok tipikti r. Yunan döne­
mi nde lskenderiye, Arap dönem inde Fostat ve daha
sonra da Ka h i re böyle kentlerd i . Kırsal M ıs ı r'ın dün­
yası bütün bunları n dışında ka l d ı . Onun i ç i n tek de­
ğ işen şey, eskiden Firavun'un çevresindeki u l usal
hakim sın ıfa ödediği artı k ' ı şimd i yabancı sarayiara
vermesiyd i .
Gene d e , M ısır d i l b a kım ı ndan Araplaştı. N e
var ki, oldu kca geç, tam A rapların ticaret i m pa ra tor­
luğunun varlık nedenini kaybetmeye başladığı b i r sı­
rada ol du bu. Bunun üzerine ü l ke bir kere daha ken­
di içine kapa nmak zorunda ka ldı ve Arap hakim sı­
nıflar da köyl ü lerle daha çok « i l g i lenerek» M ıs ı ri ı laş­
ma k durumunda ka ldılar. Köyl ü ler b i raz yavaş ol­
makla birl i kte lslam'ı beni msed i l er ve gene ağır ağır
Arapçayı da kabul ettiler (Kıpti dilinin yokoluşu bir
koc yüzyıl a l d ı ) . Bununla birlikte, M ısır halkı Arap­
laşırken kend i ayrı l ı ğ ının b i l incine bağ l ı kaldı. Onlara
göre « ba rbarlarııla eşanlamlı olan «Arap» adı n ı hiç
bir zaman beni msamed i l er ve kendilerini hep « M ısır­
l ı » olara k ta n ı mladılar. Ve M ıs ı r özgünlüğünü d ilsel
düzeyde değil (Mısır'da konuşulan Arapça, şive far­
kı hariç, Maşrı k'ın Arapçasından çok fark l ı değildir)
kültür ve değerler d üzeyinde korud u ; Mısır hep köy-

21
lü değerlerine bağlı ka ldı.
M ısır' ı n g ü neyinde Sudan hem Kara Afrika'ya
hem de Arap d ü nyasına a ittir. Bu ülkenin kuzey kıs­
mında, M ıs ı r'dan değ i l doğuda n, Kızıl Deniz kıyıla­
rında n gelen ve bölgenin kara deri l i yerl ileriyle ev­
lend i kleri a nlaşı lan göçebe Arap kabi leleri bir göçe­
be hayvan yetiştiricileri medaniyeti kurdular. Ayrıca,
sadece M üs l ü m ü n olmakla kalmayıp Ara p d i l i n i de
beni mseyen bu göçC;beler M ısır'la g üneydeki bölge­
ler a rasında tica ret a racılığı görev i n i yaptılar. Buna
karşı l ı k Sud a n ' ı n merkezi bölgeleri, bütün Kara Afri­
ka ' n ı n orta k yapısı olan köy klanları topluluğuna da­
yanan geleneksel ta rı msa l medeniyetlerini korudu­
lar. Bu ka ra deri l i insanlar, bir ' i stisna ola rak, Arap
d i l i n i ben i msediler; oysa başka yerlerde, Batı Afri­
ka'da, aynı türden g rupla r Araplaşmaksızın ya l n ız
Müslümaniiğ ı ben inısemişlerd i . Kuşkusuz bu Arap­
laşma Kuzeyli göçebe Ara pların bu topluluklar üze­
rinde kurd u kları uzun süreli ve tam egemen l i kten
i leri gel iyordu. Da ha son ra , ondokuzuncu yüzyılda,
Meh met Ali Paşa 'nın ( 1 81 0 - 1 848) za manından onu
izleyen H idivlere sonra da Ingiliz işgaline ( 1 882) ve
Mehd i'nin yönettiği ayakla nmaya ( 1 8�2-1 898) kadar
Mısır'ın yaptığı fetihler bu egemen l i ğ i n üstüne Mısır
askeri bü rokrasisinin hakimiyeti n i de bindirdi. Ama
Suda n 'da, Araplaşmış köylü teba, M ısır'da çoktan
unutulmuş olan özerk köy örg ütlenmeleri n i günümü­
ze kadar sürd ü rdü. Anca k çok sonra , I n g i l iz ege­
me nliği dönem inde bel l i kolanya list söm ü rü alanla­
rında, özell ikle Cezire'de, gercek b i r ta rı msal kapi­
ta l iz m yaratıldı; bu kapita l izm, kolanya l ist i ktidarın
sulama tesisleriyle ekilebilir hale getirilen topra kları
verd iğ i göçebe şefiere yarad ı, bölgenin köylüleri de
proleterleşti . Bu, a yn ı dönemde ( i n g i l iz Ma ndası dö-

22
nem i) Irak'ta olan lara bütünüyle benzer bir süreçti;
modern (kapita l ist) ve hem Afri ka hem de Arap ge­
lenekl erine yabancı bir tarımsal e konom iye yol açı­
yordu.
A rap yarımadasının g ü ney kısmı, gerçekten A­
rap geleneğ ine a i t olan b i r g rup toplumsal formas­
yondan oluşma ktadır. Tarım burada meden i yetin ge­
l işmesi nde h iç bir za man belirleyici bir rol oynama­
mı ştır; muson yağmurları n ı n zor şa rtiarda da olsa
bir köylü topluluğunun yaşamasına i m kan verdiği Ye­
men tepeleri n i n dış:nda, bu bölgedeki medeniyet
kentsel ve ticariyd i. M uskat ve Zanzibar' ı n den izci­
lik «i mpara torl ukları» bunun ta m b i r örneğ ini verir: ge­
l i rin i , Akdeniz dünyası, Kara Afri ka'nın doğ u kıyıları
ve H i ndistan arasında ki a racı rol ü nden alan, kent­
sel bir tüccar devleti. Den iz tica retinin hizmetindeki
gbcebelerle kuşatılmış Yemen köylü leri, Verimli H i ­
l a l ' i n köyiLileri g ibi, d i n i ayrı l ığa sığınara k sınırl ı bir
özerkl i k sağlad ılar; Suriye'deki Aleviler g ibi bunlar
da Şii'ydiler.

O halde Arap dünyası n ı en kısa şöyle tan ı m la­


ya biliriz: M ıs ı r'ın tek büyü k « köy l ü » istisnayı meyda­
na getirdiği bir ticari g ruplaşma. Burada hakim sı­
n ı f kentsel d i r ve sa ray görevl i lerinden, tücca rlardan,
dini l iderlerden ve bunların çevresi nde, Doğu kentle­
rine özgü olan o Küçü k zenaatka rla r ve basit me­
murlar d ü n yasından ol uşma ktadır. H a k im sınıf bü­
tün gru plaşmayı birbi rine bağlayan tutka ldır; her yer­
de aynı d i l i ve denn lemesine Islami olan kültürü
paylaşmaktadır ve üstel i k bu d i n de her yerde or­
todokstur (Sünni) . Bir hayli seyyal olan bu s ı n ıf,
çevresini hiç te değ iştirm iş olmadan Tanca 'dan
.Şam'a kadar uza nabilmekted ir. «Arap Meden iyetiııni

23
yaratan d a bu sınıftır. Zeng i n l iği. uzun mesafe tica­
retin i n gelişmes i n e bağ lıdır. Bu tica ret, kendisine
kerva n koruyucu l uğu yapan göçebe kabilelerle itti­
fa kının temelidir. Kend i d i lsel (Berberi) ya da dini
(Şii) kişi l i klerine bağ l ı kalan a ma Arap d ü n yasının
meden iyetinde önem l i bir rol oynamayan tarımsal böl­
geleri n tecrit olmasının nedenini verme kted i r bu.
Köyl ü l ük, M ısır' ı n d ışında sisteme pek g i, r memekte­
dir ve anca k za man zaman ve küçük ölçüde haraç
verme k zorunda bırakılma ktadır. Yani, Arap d ü nya­
sı hem fa rk l ı laşm ıştır. hem de hakim sınıf ta rafından
derin lemesi ne birleştirilm iştir. Bütün bütüne « köyl ü»
· ka ra kterde olan Orta Çağ Avrupasıyle ka rşılaştırıl ­
mamal ıdır. Avrupa'nın ayrı m i l letierin oluşumuna
doğru evrim geç irebilmes i n i n nedeni de herhalde
budur, çünkü köyl ü topl u l u klarında n a l ı na n a rtıkle
yaşayan Avrupa hakim sın ıfları Avrupa'da·ki halkla­
rın çeşitl i l iğ ini vurgula mak zorunda kalaca klardı.
Buna karşılık Arap dünyasında, köylülerin bu rolü
oyna mamasından ötürü birl i k koru n muştu. Ama, ge­
ne aynı nedenle, Arap medaniyeti nazik bir varlı ktı.
Devletlerin ve bu devletlerin temel i olan kentlerin
ölmesi ve sefil bir göçebeler ve yoksu l köy l ü l er dün­
yasının bir çürüme görü n ü müne bürünmes i için ti­
caretin azal ması yeterl iydi. Atianti k denizcilerinin
Arap yarımadas ı n ı n çevresi nden dolaşmayı öğren­
meleri üzerine, Avrupa, Uza k Doğu ve Ka ra Afri·ka
a rası ndaki ticaret yol ları a rtı k Arap d ü nyasından
geçmediği zaman da meydana gelen buydu.
Bu kolay dağıla b i l i r g ruplaşma içinde sadece
�ısır «ebedi» kaldı. Burada n üfusun çok yoğ un ol­
ması ve ü l kenin köylü karakteri, birl i ğ i kolaylaştırı­
yordu; öyle ki, tarihin her aşaması nda bir Mısır mil-
letinden sözetmek mü mkündür ama aynı anlamda

24
b i r Arap milletinden sözetmek mü mkün değ i l d ir.
Emperya l ist saldı rı n ı n başlangıcı nda, ondoku­
zuncu yüzyıl da, ticaretin gerilemesi Arap dünyasını
daha önceki gerçek birliğinden yoksun bıra km ıştı.
Arap dü nyası şimdi, sadece h eterojen bir kümelen­
m e, üstelik yabancı bir güce, Osma n l ı Türklerine tô­
bi bir kümelenme olara k görün üyordu. Emperya l izm
bu dü nyayı hem bölecek hem de birl iğ ini yeniden
canlandı raca ktır.
Arap m edan iyeti demek, göçebelerle ittifak için­
d eki ticari formasyon lar demekti. Köylü ü l kelere g i r­
dikleri zaman Araplar b ural a rda ki halkların üzerl eri­
ne damga l a rını vurmayı başaramadılar; M ısır, bu
tecrit olmuş vaha, bunun tek istisnası oldu. Arapla­
rı n, i re n ve ötesinde old uğu kadar ispa nya'da ki ba­
şa rısızl ı klarını da bu olay a çl' k la maktadı r. i spanya '­
daki Arap tüccar sınıfı, H ı ristiyan bir kırın ortasında
kentsel bir ada olara k ka ldı. ispanya'dan a tıldıkla­
rında Araplar a rka larında a n ıtlardan başka bir şey
bırakmadılar (Türklerin Balkanlardaki yen i lgisinin ay­
n ısıdır bu) . Arap dünyasını ortaçağ Avrupasına ben­
zeyen bir «feodal dünya»ya indirgemek, hem s iya­
sette hem de yeryüzünün ondokuzuncu yüzyıldan iti­
baren emperyalist sömürüye tôb i tutulacak bu par­
çasındaki m i l l i olgunun ta h l i l inde cidd i ya nl ıştoro
yol açm ıştır.

Arap d ü nyas ı , Avrupa emperyal izminden gelecek


tehl ikenin gerçekliğini oldu kca erken sezdi . Daha
16. yüzyıld a ve Merkantiliz m çağı nda, Avrupa l ı tüc­
carlar Osmanlı Devleti ' nden Kapitü lasyonlar adı a l ­
tında k i tica ri imtiyazları kopa rdı la r. Arap tüccar s ı ­
n ı fı da böylece yenilmiş ol uyordu, savaş ı Avrupa ka ­
za nmıştı. Daha sonra ki üçyüz yıl, Doğ u'nun Batı 'da

25
olup bitenlerden habersiz kaldığı uzunca bir uyku
dönem i old u . Ç ü n kü merkantilist Avrupa 'nın ticari
g el işmesinin bir a n lamı da Arapları n ticari dünyası­
nın çöküşüydü. Arap kentle ri dağıldı, köy l ü k bölge­
ler bütün heterojenli k leriyle hakim görüntü hal ine
g eldi ve Doğu dünyas ı n ı n kendi çü rüyüşü n ü sevre­
debileceğ i merkezler de ortadan kal ktı. Uyanış, ol­
d u kca sert bir uyan ış, 19. yüzy ı l ı n başında, Bona­
parte'ın Mısır seferberl iği ile başlad ı .
Arapları n uzun süren direniş çabaları yen i l g iy­
le sonucla naca ktı ; bu yen i l g i n i n bel l i başlı ta ri h leri
şöyle sıralanabilir: 1 882'de Mısır, 1 880 - 1 9 1 4 a ra­
s ı nda Mağrip ve 1 91 9'da da Arap Doğ usu. Daha son­
ra Arap ca n lanışının i kinci dönemi, a nti - emperya­
l ist mücadele dönemi geldi ve şimdi d e devam edi­
yor. Bu yüzyıl boyunca Arap d ü nyas ında bazı böl­
g elerde daha bel i rg i n olan veya daha erken görünen,
iki yen i öze l l i k ortaya çıktı. Birincisi, canla nışe yeni
b i r sınıfın (Arap d ü nyasının emperya l ist sisteme en­
tegre olmasıyla ortaya çıkan modern kent küçük bur­
j uvazisinin) kendi damgasını vurmasıydı. Bu küçük
burj uvazi, h ızla çökmekte olan eski hakim sın ıfla­
rın, h a tta kapita l ist dü nya ile bütün leşme sonucu
yaratı l a n yen i burj uva s ı n ıfının yerini aldı.
G ü nümüzde küçük burj uvazi, bazen «sosya l izm»
adı a l tı nda olsa bile heryerde yabancı sermayenin
ta hakkümün ü n başlıca a racı olmak du rumundadır.
Çok yakın za manlara kadar Arap Marksistlerinin d i k­
katinden kaçan bu olgunun bir açıklamasını yapa­
cak ve önümüzdeki a nt! emperyal ist mücadele ve
sınıf m ücadelesi için önem i n i göstereceğ i m . ikinci­
si, bu canla nış ifadesin i gel işen bir Arap B i rl iği d uy­
gusunda buldu. Arap d ü n yası, M ısır dışarda ka l ı rsa,
h içbir za man bir köylü d ü n yası olmadığı için, ca nla-

26
n ı ş gercek b i r ulusal - köylü k ültürü temel ine daya ­
namıyordu; bu yüzden Arapların dil ve k ü l tür b i rliği­
n i yeniden ca nlandırmak şeh i r burj uvazisinin görevi
oldu. M ısır'da olduğu g i b i canlanışın u l usa l - köyl ü
birl iğine daya nabildiği yerlerde, Arap Birliği d uygu ­
sunun oluşması gecikiyor v e yerine örneğin bir M ı s ı r
m i l l iyetç i l iği gel işiyordu.
Dıştan g elen bir teh d ite karşı Arap d ünyasında
ilk tepkiyi gösteren eyaJet Mısır oldu. Bu bir rasian­
tı olmadığı gibi, bu önceliğin tö 1 948'e gelene kadar
M ısı r'ın u l usa l farklılığının giderek g üçle n mes i n e yol
açması da rasiantı değ i l d i . M ı sır'ı uyandıran ve ka­
derinin Arap dünyası n ı n bütü nüne bağ l ı old uğunu
gösteren şey lsra i l teh l i kesi oldu. Bununla b i rl i kte,
Ara p Doğ usu anca k emperya l izm lsra i l devletin i ku­
ra ra k bölgen i n ka l bine yerleşince gercekten uyana­
bildi. Bu nedenle, başla n g ıcından beri burada anti
emperya l ist m ücadele, Avrupa sömürgeciliğ i n i n bu
bölgede aldığı özel biçim olan Siyonizme karşı mü­
cadeleyle özdeşleşmişti. Coğrafi bakımdan uza k ve
üstelik bir başka güc ( Fra nsa) tarafından söm ürge­
leştiri l m i ş olan Mağrip ise Arap b i rl iğ i soru n larıyla
a ncak 1 967'de karşılaştı ; o da bel i rsiz olmak üzere.
Böylece Filistin sorunu, yavaş yavaş, «Arap sorun u ­
n u n » ka ldıracı, anti emperya l ist u l usal hareketi yö­
netmek isteyen çeşitl i toplumsal sın ıfların yetkinl i k­
lerinin sınanma yeri h a l i n e geldi. i şte sınavla. hem
kampradar - latifu ndia sahibi - burj uva kuşağı hem
de «sosya l ist» küç ü k burj uvazi h üsrana uğradı; Arap
dü nyası bu s ı navla, burjuva ve küçü k burjuva ya n ı l ­
samaları n ı yavaş yavaş b i r y a n a bırakmak v e a ncak
proleterleşmiş kitlelerin gerçek sosya l ist devrim i n i n
emperya l izmden kurtu luş görevini sonuna kadar gö­
tü rebileceğ i n i anlamak zorunda kalıyor.

27
Ondokuzuncu yüzyı l Arap «rönesansı» nı n (Nch­
da) başlıca merkez!eri Su riye ve M ısırdı. Mısı r'da
daha onsekizinci yüzyı lda, Ali Bey'le birl i kte M ısır
Devleti n i modern leştirme k icin bir i l k g i rişimde bulu­
n ul m uştu; tabii, bu Mısır' ı n Osma n l ı boyunduruğun­
dan kurtul masını gerektiren bi· r şeydi . Bono part or­
d u ları n ı n serüven inden sonra ortaya cıka n şartlar
M eh met Ali Paşa t'Jrafından ikinci b i r cabaya yol
actı. M ısır'da ki hak:m s ı n ıf - yabancı . kökenli, yan i
Türk. Arnavut. Cerkez o l malarının burada pek öne­
mi yok - devlet aracılığıyla köyl ülüğün yarattığı ar­
tığa el koya n Paşa'nın as keri . bürokrasisiyd i . Köy­
l ü l ü k, küçük mülk sah i b i a i lelerden ol uştuğ u icin,
önem l i bir fa rklılaşma göstermiyordu. Yarattı kları ar­
tık Mısır devleti tarafından modern leşmen i n finans­
manında, ya n i sulama tes islerinde ve u l usal ordu ile
sanayi i n kuru l masında kullanılıyordu. 1 840'ta ki Tü rk­
I n g i l iz anlaşması bu modern leşme ça basına büyük
bir darbe indirdi. M ısır Pa şası'nın ordularına yen ilen
Osma n l ı Sulta n ı n ı n yard ımına koşan Avrupa, M eh­
met Ali'y i kapitü lasyon lara boyun eğmek zorunda bı­
rakarak sanay i l eşme cabasının sonunu getird i . Pa­
şa'dan sonra gelenler, 1 848 den 1 882 ye kadar. Avru­
pa sermayes i n i n yardımıyla M ısır'ı Avrupal ı laştırmak
ve modern leştirmek, ülkeyi dünya pazarıyle (pamuk
yetişti rmeyi gel işti rerek) bütü nleştirmek umuduyla
(en iyi örnek H idiv isma i l'dir) bu bağımsız politikayı
bıra ktılar ve ou d ışa dönük kalkınma icin gerekli ser­
mayeyi bulmak üzere Avrupa'n ı n m a l i kurumlarına
yoranmaya çal ıştılar.
Mısır haki m s ı n ı fı bu çerceve içinde bir yapı de­
ğ işikliği geçird i ; kendi kontrolündeki devletin yardı­
m ıyla toprağ ı n mül kiyeti n i eline geçirerek, bir man­
da rinveri bürokrasiden bir latifu ndia sah ipleri s ı n ı-

28
fına dönüştü. Çoğu zaman söylendiği gibi «feodal­
ler>> anlamına g elmez bU; burada belirti len, zengin­
liğ ini d ünya paza rıyle bütünleşmes i n e borç l u olan
bir tarım kapital istleri sınıfıdı r. Ha kim sınıf, bu şekil ­
d e M ısır' ı Lancashire i c i n bir «pa m u k plantasyonu»
ha l ine g etirmiş ve ihanet sahnesi de böylece hazır
olmuştur. M ısır'ın bağ ı msızl ığına karşı i n g i l iz tehd idi
gerçekleşince de, ha kim s ı n ıf, i mtiyazların ı n koruna­
cağ ı gara ntisini a lmasıyla, h emen teslim olmuştur.
Ingil izler gercekten cömert davran inı şlar, bu s ı n ıfa
N i l vadisinin acılmasıyla elde edilen kördan e n bü­
yük payı vermişlerd i r.
Eski zaman ların ticari dünyasının ka l ıntısı ule­
mô ve zenaatkarlardan ol uşan şeh irl i ücüncü Sını­
fın ve bunun kırlardaki ka rşı l ıgı köy eşrafının tepki­
leri farklı oldu. Bunla r, geleneksel k ültürü n mirascı­
ları oldukları icin, Arap v e Mısır uygarl ı kları n ı n de­
ğerleri n i yıkan sömürgecil iğin teh l i kesini sezdil er. lt­
hal malları n ı n yıkıcı rekabetiyle karşılaşmaları icin
de çok va · k i t gecmed i. Avrupa egemen l iğ i n i bu ne­
denlerle reddederek ve H id ivler'le Türk - Cerkez Aris­
tokresisinden umduk!arını bulamadıkları icin u l usun
hayatının deva m ı sorunu üzerinde ciddi olara k dü­
şünmek zorunda ka ldılar. M ısı r'da 1 860'da n sonraki
« rönesans» ı başlatan bu ücüncü S ı n ıf oldu. Fakat,
Hassan Riad'ın da bel irtti ğ i gibi, bu girişim, b ütün
önem l i etkilerine rağmen ( d i l i n yeni leşip, kültürel ve
tekn ik gel işmen i n gereklerine uyd urulması, eleştirel
a k l ı n uyan ması) yen i l g i ile sonuçlandı. Riad şöyle di­
vor :

!Emperya l ist] teh l ike karşısında.. aristokratlar


kişisel cıka rları için ve Türk kökefileri neden iyle, ül­
ken in geleneklerini bir yana atmışlar, ama Avrupa

29
kü ltürünü de gerçekten özümseyememişlerdi. Üçün­
cü sınıf, kişiliğ ini koru mak için geleneğe umutsuzca
sarıldı. Yabancıların g ücü onları hem tehdit ediyor,
büyü l ü yor, hem de ü l kelerinin geleneklerini eleştirel
bir gözle in celemeye zorl uyordu. Dış tehlikenin se­
zilmesi (1 840) ve bunun M ısır'ın işgali ile gerçek­
leşmesi (1 882) a rasında tarihin kendi lerine bahşetti­
ği kısa dönemde, Üçüncü Sınıf'ın d üşü n ü rleri, kişi­
l i kleri ni koruma isteği ile geriliklerini yenme isteği
a rasındaki çel işkiyi çözem e diler.. . Zamanla bir çık­
mazda buldular kend ilerini; kişi l i klerinin kof vurgula­
nışı n ı n sonucu, ha reketi felce uğra tan, geleneğe o
hasta l ı kla bağl ı l ı ktan başka birşey kalmadı ortada» .
(3)
Su riye ondokuzuncu yüzyıl Arap uyanışının i kin­
ci me rkezi oldu. Bu ü l ken i n Akdeniz'e geleneksel dö­
nüklüğü burada e mperyalizm teh l i kes inin erken far­
kına va nlmasını açı klayaca ktır. Ama Osmanlıların
boyunduruğunda ki Maşrı k ü l kelerinin e konomisi o
günl erde iyice du rgundu. H em eski zama nların tica­
ret yollarından, hem de pa muk yetiştiriciliğinin' yay­
g ı nlaşmasıyle M ısır'da ki somurge gelişmesinden
uza k olan Suriye şeh irleri, önceki çağ ı n büyük seç­
kin zümrelerinden yoksundu. Bu yüzden M ı sı r'da ol­
duğu g i bi «rönesa ns» , Üçüncü Sınıfın yarı - halk un­
surları (zenaatkarlar. ulemô, dini !iderler) tarafından
yürütüldü.

Böylece M ısır - Su riye Nahda'sı da, emperyalist


saldırıya karşı d iraneb i l mek için gerekli olan tutar­
lı ve etkin bir toplumsal değişim prog ram ı getireme-

(3) Ha,ssan Riad L'Egypte nasserienne, Editions de Minu­


it, Paris, 1964, s. 1�7.

30
d i . Fa kat yine de, :-nodern Arap d uyarf ığı nın biçim­
lenmesi nde bel irleyici b i r uğrak oldu. Çünkü Arap
dünyas ının « eyaletleri» arasındaki fikir dolaşı m ı n ı
canlandırmış v e d i l birl i ğ i n i pekiştirerek modern leş­
menin orta k gelişmeleri ne bu d i l i uygula mıştL Kı.;a­
cası, Arap b i rl iğ i n i sağ layan başl ı ca a raca yeni bir
can vermişti.
Na hda'n:n yen i lgisinden sonra , her eyaletin ken­
di içine kapa ndığ ı kara n l ı k bir dönem geldi ve aşağı
yukarı i kinci Dünya Savaşına kada r sürdü. Zafere
ulaşmış emperya l izmin belle epoque'u [muhteşem
çağ - ç.] idi bu dör.cm. Ayn ı zama nda, Arap dünya­
sının ayrı eya letlerine cekilen burj uva m i l l i yetçi ha­
reketin de yenilgiye uğrama dönemiydi. N ihayet, Si­
yon istle rin Fil isti n'e yerleş meleri de bu dönemde ol­
du.
M ısır'ın s iyas i tari h i , bizim a n layışımıza uyg u n
b i r şeki lde i l k defa Riad'ın k itabında (4) cözümlen­
miştir. Burada on u n açıklamaları n ı n özünü vereceğ iz.
1 882'deki Arap askeri yen i lgisi Na hda'ya bağ­
lanmış umutla rın sonu olmuştu. ücüncü Sınıf önce
siyasi, sonra da i ktisadi bakımdan tari hten silindi.
« [Üçü ncü Sın ıfın] ha lefi olan, dargörüşlü ve tes l i m i ­
yetci k ü ç ü k memurlar kuşağı yaba ncı yönetimini he­
men kabullendi ve careyi modern dünyanın değerle­
rin i inkar etmekte buldu; öyle bir i n kar ki, hem g eri­
c iyd i , hem d e hiçbir teh l i kesi yoktu.» Aynı zamanda
sömü rge gel işmes i çerçevesi iç inde. önceleri ta rı m­
sal, daha sonra ya'ı - tarımsal, yarı - ticari, hatta sı­
n a i bir M ısır burj uvazisi oi uştu. Kapital ist büyük top­
ra k sah ipleri nden oluşan iyice temerküz etmiş bir
a ristokrasi, 1 91 9'dan son ra ticari ve sınai g i rişim iere

(4) İbid.

31
başladı, Mısır'ın Levanten burjuvazisinin (Yunanlılar,
Avrupalllaşmış Yahudi ler, Avrupa l ı laşm ış Doğu H ı ­
r istiyanları vs.) v e ingiliz, Fransız, Bel c i kalı büyü k
sermayen i n katılmasıyla M ısır finans g rubunu kur­
du. Mısır hakim sını fı ha l i ne gelen bu sınıf 1 952'ye
kadar emperya l izmin ta hakkümünün maşa l ığını yaptı.
Riad'ın yazd ığı gibi :

«Ondokuzuncu yüzyıl rönesa nsının başa rısızlı­


ğından sonra M ısır toplumu düşünm eyi bıraktı . Aris­
tokresi ve onun icinden çıkan burj uvazi bir Avrupa
ci lasıyla, küçük burj uvazi ise kahvehane gevezel iği
ile tatmi n oluyorlardı. Proletarya yok denecek kadar
azdı ve sayısı g i ttikce a rta n yoksullaşmış halk kitle­
leri insa n l ı k dışına itilmiş ve ekmeklerini kazanmanın
günlük çabasında kaybolmuşlard ı . . . Şu ha lde, Mısır'­
da bir aydınlar taba kasın ı n oluşması için bütün şart­
lar vardı. Aydınlar, yan i yetersiz gel işme düzeyi yü­
zünden i ç i nde bulundukları toplumla maddi ba kım­
dan bile b i r türlü bütü n l eşemeyen, peşine düştü kleri
doğruyu bu i l kel topl umun sınırları nın ötesinde a ra·
yan bir g ru p i nsan ... 1 900'den Biri nc i Dü nya Sava·
şına kadar ta rih sahnesinde göz ü ken i l k m i l l i yetçi
Mısır partisine (M ustafa Kôm i l ve Muham med Fe­
rit'in partisi) bu çerceve i çinde ba kmak gerekir. Ay­
dın l a rın i l k kuşa ğ ı ndon yetişen kişiler tarafından ku­
ru l m uş... bu i l k m i l l i yetçi partiyi Mısır burj uvazis i nin
partisi olara k görmek müm kün değ i l d i r; za manın Mı­
sır büyük burjuvazisi yabancı ta hakkümü i l e uzlaşan
burj uvalaşmış bir aristokresi id i . Öte ya ndan, «ta­
rım burjuvazis inin» de pa rtisi d eğildi bu .. . ideoloj i k
v e toplumsal sorunlarda son derece tutucu ve bece­
ri kli ingiliz yönetiminin sad ı k b i r taraftarı olan kendi
öz örgütü Umma partisine sah ipti bu sın ıf, bu da gös-

32
termekted ir ki, daha o vakitte bile kırlardaki orta sı­
nıf, gitti kce genişleyen topra ksız köylü kitleleri n i n
teh l i kesi ka rşısında aristokresi i l e dayanışma içinde­
d i r... Bununla birli kte sözcüğ ü n en kes i n anlamıyla
bir burj uva partis iydi, ç ü n kü ideoioj isi Avrupa bur­
i . u va g eleneğ i nden alınm ıştı . .. Yoksullaşm ış kitlelerin
cansızl ığ ına, ilg isiz!öğ;ne, küç ü k burj uvazinin denge­
sizliği ne, kırsal orta sın ıfların gerici tavrına ve aris­
tokresi ile onun içinden ç ı ka n burjuvazinin a ç ı k iha­
netine rağmen mi!!iyetçi partinin yaptığ ı çağrı n ı n
yankılan büyü k o l d u Buna l ı m anları nda parti ulusun
yeri n i aldı, giz l i gücünü si mgeledi. .. Fa kat m i l l iyetçi
partinin ömrü kısa nıacaktı . . . 1 91 9'da ta m bütün m i l ­
letin aya klandığı b i r a n d a sahneden çeki ldi, yeri n i o
za manın M ıs ı r toplumunu daha iyi temsil eden bir
partiye, Wafd'a bıra ktı . » (5)

Ta rihi, 1 9 1 9'1a 1 952 a rasında - k i Mısır tari h iyle öz­


deşleşen bu Wafd da. Mısır burjuvaz isinin partis i de­
ğildi. Burj uvazi Kral ve I n g i l iz ya nlısı olmakta deva m
etti. Wafd 'ın tutars:z!ığı küçük burj uvazi düzey i nde
oldu :

«Wafd'ın temel sorunlar söz konusu olduğunda ,


kra lcı parti ler kadar tutuc u olmas ı n ı n v e sözgelimi
toprak reformuna h iç i l tifat etmemesinin neden i bu­
rada yatar. Yaptığı mill iyetçi d emagoj i lerin hiçbir za­
man i n g i l izleri a ldatma m ı ş ol masın ı n da neden i bu­
dur... Wafd asla Mısır'ın, Büyük Britanya 'nın müş­
teri - devleti olmaktan kurtulabiieceğ i n i düşünmed i .
Şüphesiz, i n g ilizler Mısı r'da yabancı mevcudiyeti n i
açı kca kabullen meye hazır bir krallığın varlığını kul­
lanarak zekice davrand ı l a r ve Wafd'a asgari taviz-

(sı İbid. s. 200-03

F.3 33
den fazlas ı n ı , s a l t b çimsel açıdan bile ta nımadılar.
Fa kat ciddi bir tehlike I n g i liz egemenliğinin bütünü­
nü gerçekten tehdit edince, i n g i l izler derhal bir uz­
laşma teme l i buldular. 1 936'da ve 1 942'de, Faşist
teh l i ke karşısında, olan ta m buydu . . . ( 1 936'da ki ingi­
l iz - M ısır a nlaşması yirm i yıl süreyle ü l kedeki i ng i­
l iz ç ı karları n ı yönetecekti. 1 924'den beri sürünceme­
de kalmış olan müza kereler önceki yıl Etiyopya'ya
yerleşen italyanlar M ısır'ı tehd it etmeye başlayınca,
birdenbire h ızlandırıld ı) . . . Ingiltere ta rafından arka
a rkaya verilen tavizier. . . 1 920 ile 1 945 arası nda ha­
fif sa nayi i n hızlı gel i şmesiyle birli kte. . . uzlaşmayı
kolaylaştırd ı . Bu bütü n leşmeden ötü rü sistem buhran­
lara rağmen işlemesine devam etti: 25 y ı l süreyle
Wafd 'çı parlamentokı rla, kralcı di ktatörl üklerin ard
arda sırala nması her.ı yabancı ların. hem de a ristok­
ras i n i n çıka rları n ı tem inat altına aldı. Bir yandan ge­
l işmenin soluksuz hızı - ya n i son ta h l i ld e aç !<i tlele­
rin durmadan büyüyerek şeh i rsel nüfusun yüzde
40'ını. kırsa l nüfusun da yüzde BO' i n i oluşturu r hale
gel mesi - ile orta taba ka nın yoksullaşması, bir yan­
dan da, siyasi a renada komünizmin · görünmesi ve
_
Asya 'da s öm ü rg e siste m i n i n bunalımı i kinci savaş
sonrası dönemi n i n çatışm a larının başlıca neden leriy­
di. Sömürg e sisteminin çe rçevesi içinde uyumlu i kti­
sadi gelişmenin. i n g i ltere ile d eva m l ı yapılan uzlaş­
maları n sonu gel m işti » . (6)

M ısır'ın taşral ı içe dön üklüğ ü n ü n hakim olduğu.


emperya lizmin temel ine karşı çıkılmayıp. sadece al­
dığı biçimleri eleştirdiği ve «daya n ı l ı r» bir hale g ir­
mesi için çeşitl i yol ların a randığı bu uzun dönemde,
ul usal duya rl ık M ısırl ı l ı k d üzeyinde ka ldı. M ısır'ın an-

(6) a.g.e. s. 209-11.

34
ti - emperya l ist mücadelesine Arap d ü nyasının daha
geniş çerçevesi içinde ba kmak için h içbir çaba sa rfe­
d i l medi. 1 936'daki Fil istin isya n ı , M ısır'da, öze l l ikle
bölgen i n bütünü nün aynı emperyaliz m ta rafından e­
zildiğini ve S iyon izmin de bu em perya l izmin ajanı ol­
duğunu sezen halk kitleleri a rasında yankılar bulm uş­
tur, evet Ama bu seziş, g örüşlerini açı klayaca k bir
örgütleri ol maya n dağı nık halk kitleleri arasında ko­
puk kopuk ka l mıştı r. Seslerini d uyura bilen hareketler
işbirl ikçi burjuvazi ile kararsız, dengesiz küçük bur­
j uvazinin yürü ttükleri hare ketlerd i . Bunların da M ısır
tari h inde kökleri yoktu, sömürgeciliğin ü rü nleriydi
çünkü . Mısır'ın Batı 'ya hiçbir şey borçlu olmadığını,
onun Yunan ve Avrupa uygarl ı kları n ı n çocuğu oldu­
ğunu söyleyen Taha H üseyi n bu köksüzlüğün sözcü­
l üğ ü n ü yaptı. Hassan Riad, «altı nda gerçek bir kül­
türel boşl uğun uzandığı, yüzeyde ka l a n bir Batıcıl ı k»
dan söz ederek şöyle diyor:

« Kişinin kendini çok ucuza tatmin etme imkanı­


n ı bulduğu rahat bir d u ru m ; şöyle: hiçbir zaman « Do­
ğ u l u » olmadığ ı m ız için, her zaman « Batı l ılara» eşit
olmuşuzdur ve Batı l ı lardan öğrenecek h içbir şeyi m iz
yoktur; aristokrasinin «terb iyes i» d e bunu g erekti rir. . .
Yirmi yıl sonra yeni rej i m i n «Arabist» gelenekçiliği­
ne övg üler yağdıran Ta ha H üseyin'in «öz - eleşti risi»
ile kes in olara k temsi l ed ilen bir yen i lg i. . . » (7)

Aynı taş ra l a l ı k bu dönemde Maşrı k'ın siyasi ha­


yatının da bel i rg i n n itel iği idi. Fa kat burada, emper­
yal istler bölgeyi suni bir şekilde i n g i l iz ve Fransız
mandala rına böldü kleri ve Siyon istlerin yerleştiril me­
si doğ rudan doğruya bölgenin hayatına bir tehd i t yö-

(7) a.g.e. s. 217

35
nel ttiğ i icin, ul usal tepki daha bütün ve Arap b i r n i ­
tel i k taşıyordu.
Veri m l i Hilal deki Osmanlı yönetimi bölgenin bü­
tünlüğünü oldu kca gecikmiş bir ta rihe, 1 91 9'a kadar
sürdürdü. Aslında, bu yönetim emperya l izmin bölgeye
girişine karşı etk i l i bir muhafız değ i l d i , çünkü Kapitü­
lasycnların Avrupa sermaye ve maliarına ayrıca lıklar
ta n ı m asından beri, Osma n l ı i mparatorl uğu bir azge­
lişm işlik ve dalayl ı sömü rg e d uru muna g i rmişti. De­
n izci Suriye'nin daha Haçlılar döneminde meyda na
gelen çöküşü, Avrupolı lara ve öze l l i kle ! ta lyan şeh i r­
leri n e Akdeniz bölgesinde deniz ticaretine hakim ol­
ma fırsatın ı vermişti. Atla n ti kte ve Ü m i t Burnu'nun
güneyinde deniz yol larının açılışı, veri m l i Hilal'i ön­
ceki faal ticari rol ünden yoksun bıra ktı. Avrupa ka­
pita l izminin ondokuzuncu yüzyıldan beri geçirdiği ge­
l işme ise Arap Doğusu'nun gerileme sürecini h ızlan­
d ı rd ı . Suriye'de zena atin yıkılışı. ondokuzuncu yüzyı ­
lın b i rinci yarısına rastlar ve nedeni de Ingiliz pa­
muklu malları n ı n bö:geye g irişid ir. Daha sonra, Avru­
pa m a l i sermayes inin nüfuzu da Osmanlı devlet borc­
ları yoluyla oldu. 1 874'de bu borç Osma n l ı devlet ge­
l iri n i n beşte dörd ü n e eşitti. Bu zorunlulu kları karşı­
lamak icin, her bölgeye d üşen vergiyi a rtırdı Istan­
bul, öyle ki ondokuzuncu yüzyılın sonunda Suriye
ve M ezopotamya vilayetlerinde toplanan gelirin %
BO'i merkezi hükümete verg i olara k ayrıl ıyor ve böl­
ge idaresinin harcamalarına ancak % 20 düşüyordu.
Buna Avrupa serme'V esi n i n doğrudan doğ ruya g i rişi
de eklend i . Ama 1 91 9'dan önce bu pek önem l i m i k­
tarda değ i l d i ; hepsi Suriye'de b i rkaç sanayi g i rişimi,
demiryollarının ve limanların idaresi ve b i rtakım ka­
mu h izmetlerinin (elektri k, su) kurul uşundan ibaret­
tL B i rinci Dünya Savaşı patlak verdiği zaman, asıl

36
büyü k tasa rılar daha planlama evresinde i d i (Berlin­
Bağdat Dem i ryol u. Musul'daki petrolün işletilmes i ) .
Veri m l i H ilôl'in ka pita l ist dünya sistemi ile bütün­
leşmesi M ıs ı r ve Mağrip'ten daha gee old u. As l ında
manda 'lar dönem ine kadar fazlaca i l erlemeyen bu
süreç bug ü n e kada r deva m etmiştir. Suriye'de l kin­
ci Savaş sonrasına kadar bütünleşmenin pek derin­
l ere inememesinin nedeni bölgenin ta rımsal kayna k­
l a rının ticari amaçlı bir ta rı m ı n gel işmesine elverme­
yecek kertede fa kir olmasıd ı r. En azından 1 950'ye
kadar, Mısır'ın Lancas h i re i c in b i r pa muk plantasya­
nu h a l i n e gel işi g i bi bir şey, bu bölge icin müm kün
görünmez. 1 950'den sonra Cezire'n in ( Dicle ile Fırat
a ras ındaki kura k ve o vakte kada r yalnız göçebe ço­
ba nların yaşadığı bölge) acılmasına başla nır. Modern
kapita l i st yöntemlerle, tra ktörler. küçük b i r ücretl i
emekçi gücü kul l a nara k devl etten veya göçebe şef­
l erinden toprak kiralanara k gerçekleştirilen bu sö­
m ürgeci kal k ınma deneyi, Suriye şehir burj uvazisi ta­
ra fından yürütüldü. Pa m u k. buğday ve a rpadan i ba­
ret ta rı msa l i h racat hacminde inanıl mayaca k bir bü­
yüme sağlan mıştı r :Jöylece. Köylü n üfustan hemen
hemen yoksun bul unan bu boş bölgen i n Suriye'de tG­
rımsal gelişmenin gerçe kleştiğ i yer olması i l g i çekici­
d i r. Ba şka yerlerde, kırsa l bir geleneğe sahip olan
Batı'da. il erleme köylülüğün toplumsal örg ü tlenmesı
ile engellenm iştir. ÇQnkü eski ticari rol ü n ü kaybe-fen
Su riye birkaç yüzyıldır bir topl umsal gerileme süreci
içindeydi. Antikite ve Abbasi halifeleri çağı nda beş
m i l yon olan ülke nüfusu, Birinci Dü nya Savaşı eşi­
ğ i nde birbuçuk m i lyonu n a ltına düşmüştü. Yine de,
bu nüfus şeh i rl i bir kara kter gösteriyordu; 1 91 3'de
şeh i rler nüfusun ü çte birini ba rı ndırıyor. göçebeler
dörtte birini meydarıa geti riyor ve a nca k geriye ka-

37
lan yüzde onu ta rımsal bölgelerde yaşıyordu. Köy­
lük M ısır'dan çok fc rklı olan bu oranlar Suriye'nin
sosya l formasyonlarının ticari köken i n i ispatlar. Bu
Suriye şehirleri nasıl geçin iyorlard ı? Ticaret pek
önemsizdi, sadece M ezopotamya ve Ara bista n H i n ­
terland'ı a rasında fapıl ıyordu. Avrupa ith a l mal ları­
nın rekabetiyle zenaa tin çöküşü buna l ı m ı daha do
deri n l eştirm işti. işte bundan sonradır ki, Suriye'n i n
şehirli hakim sın ıfları yok olmamak i c i n , kend i leri n i
«feodal leştirdilen> , y a n i ticaretten elde edemed i'kieri
artığı, Batı Suriyel i köyl üle rden alma ya ça l ıştı lar. Riz­
ka ila H ilan'ın çok iyi açıkladığı gibi latifund iaların
oluşumu ondokuzuncu yüzyı lda, işleri n i kaybeden ti­
caret burjuvazisinin kırl ı k bölgelere yönelmesiyle baş­
lar. iki dünya savaşı arası nda Manda idaresinde bu
feodal leşme hız kaza ndı, « Fransızlarla barış» o za­
mana kadar baskıya karşı d irenebilmiş köyl üleri yo­
ıa getirmeyi kolaylaştırdı. Fra nsız sermayesinin ege­
men l i ğ i sanayileşme yol unu kapadığı için şehir bur·
j uvaz isinin başka çıkış i m ka n ı yoktu. Suriye'nin ba­
ğımsızlaşması ile burj uvaz i ikinci adımını a tara k ha­
fif sanayi ( tekstil, gıda) kurdu ve Cezire'nin tarım·
sal yönden zaptını tamamladı. H i lan'ın bel i rttiği g ibi
«Ta rı m ı n gel işmes i şehirl ere ait bir zaferd i n> (8) . An­
cak 1 955'den son ra bu süreç hızını kaybetti ve Su­
riyeyi yeni bir yola, d evlet kapita l izmi yol u na g i rme­
ye zorladı.
Su riye örneğ inde dü nya kapita l ist s iste m i ile
1 920-1 955 dönemi ndeki bütün leşmenin bir yerl i bur­
j uvazinin gel işmesi, bağ ı m l ı ve m üşteri nite l i kleri ta­
şıyan bir u l usal burj uvazinin oluşması sonucunu do-

(Bl Rizkalla Hilan, Culture et developpment en Syrle et


dans Ies pays retardes, Anthropos, Paris, 1969, s. 192.

38
ğurduğ unu çok a ç ı k seç i k görüyoruz. Ve 1 9 1 9'da.
Arabizm ' i n canlı merkezi olan Suriye'nin niçin otuz­
beş yıll ı k bir süre boyun ca vurdumd uymaz bir taşra­
l ı l ı k içinde uyukladığını a nlamak da böylece kolay­
laşır.
Aynı şey I ra k'da da meydana geldi. 1 920'de in­
g i l izler sözü ed ilmeye değer bir şehri bile olmaya n
b u yarı çöl bölgeye ye rleşti ler. Ama ülkenin i m ka n ­
ları büyüktü. ing i l izler y üzyı l l a rca önce kaybol muş
bir ta rı msal hayatı c�nland ı rmaya g i riştiler. Manda dö­
nem i nde üstlenilen sulama tesisleri yeni bir tarım
burjuvazisinin, latifundia sa h ipleri n i n ol uşmasında
bel l i başl ı etken oldular. i n g i l izler toprağın yüzde
90'ını yarı - g öçebe ka bilelerin şefl eri ola n bin ta n e
şeyhe dağ ıttı lar. I rak petrol ş i rketinin açtığı petrol
saha ları da geriye �: olanı başardı, I ra k d evletine uy­
sal bir «refa h » sağ lr::d ı . Böylece bu ka l kı nma süreci
daha önce m evcut ol maya n bir I ra k yarattı. Bu şart­
lar altında, 1 920'de mill iyetçi, Pan - Arabist ve ça l ­
kantılar içinde olan I r a k ' ı n nasıl v e neden 1 958'e ka­
dar Büyük Britanya'nın sadık bir m üşteri - devleti ol­
duğunu ve S u riye gibi sağ ı r bir taşra l ı l ı k içinde uyuş­
tuğ unu anlayabil iyoruz.
Bu şekilde 1 920'1erde Maşrık gerçek bir değ i­
şim, birl i kci Arap m i l l iyetçi l iğ inde taşra l ı bölgec i l iğe
doğru bir geri leyiş geçi rd i .
Osmanlı dönem i nin sonunda, M aşrık'ın şeh irleri
c ok yoks ul d ü şmüş ve ç ürümeye başla mış olmaları­
na rağ men açıkca m i l l iyetçi v e Arap birl iğ inden ya­
na bir tutum içinde idi ler. Emperyal istlerden gelen
tah ri.k karşısında uzun bir süre Osmanlıcı olmuşlar,
« m l l l iyetçil iklerı» «Osma n l ı >> ve «Arap» türleri arası n ­
da oynayan b i r «islam m i l l iyetçiliği» ol muştu. Osma n ­
li reform l a r ı n ı n (özel l i kle 1 839 Tanz ima t) yeters izl i ğ i

39
ile haval kırıklığ ına uğrayan, üste l i k Jön Türklerin
rerorm hareketi 1 908 'den sonra dine-karşı Türk m i l ­
l iyetc i l iği yolunu be:ıi mseyince um utları ıyice boşa
çıka n bölgenin Arap şeh i r hakı, yüzleri n i Arap m i l l i­
yetç iliğine çevird i ler. Suriye'li Cem il Merdan Bey ve
I raklı Harndi el Paçacı ta rafından E l Fatat'ın ( « Gene
Arap» hare keti) 1 9 1 4 savaşının eşiğinde kurul ması
ve Osmanlı ordusundaki Arap subayları n ı n El Ahd
adlı bir g izli örgütte (bu örgütte I ng i l izierin k!rk yıl
süreyle Ira k'da m üsta kbel uşağı N u ri el Said de bu­
lun uyordu) topla n m:::ı !arı böyle oldu.
Bundan son ra , Arap m i l l iyetci leri Osmanlı bas­
kısından kurtulmalarına yardımcı olaca k dış mütte­
fikler aradılar. i n g i l iz d i plomasisin i n Arap m i l l iyetçili­
ğ i n i nasıl kullandığı ve alda ttığı iyi b il i n ir. M ekke Şe­
rifi H üseyi n 1 9 1 6'da kend i n i «Arapların Kra l ı » ilan
ederek Türklere karşı ayaklandı, oğlu E m i r Fay­
sal da 191 9 'da şeh i rlerdeki Arap m i l l iyetç i l i ğ i n i n li­
derlerinin kurduğu Su riye Ulusal Kongresi ta rafın­
dan, bağ ımsız Büyük Suriye'nin (Suriye ve Fil istin)
yasal kra l ı ilan ed ildi. Fa kat büyü k g üçlerin güttüğü
d iplomasinin başka a macları va rd ı ; Sykes - Picot an­
laşması adı altındaki g izli Anglo - Fransız a n laşması
bölgeyi önceden I n g i l iz ve Fra nsız kolonHerine böl­
müştü. Arapların hayal kırıklığı korkunç oldu, Arap
m i l l iyetçiliğinin g a l i p emperya l izmin taleplerine bo­
yun eğ mesi de co k acı. . . i şgal ord u ları n ı n d üzeni
yen iden yerleştirmeleri icin birkoc yıl g erekiyordu.
Şehir burjuvazisi çöl ka bi l eleri n i n şeflerin i « Kra l»
ilan ederek, tica ri şehirlerle göçebeler a rasındaki,
daha önce de görmüş olduğ umuz, geleneksel ittifa­
kı, Arap topl umunun tem e l i olan bir ittifa kı ca nlan­
dı rmak istem işlerd i . i n g i l izler, Arap m i l l iyetçi hareke­
tini böl men i n yolunu, bu hareketin en zayıf unsurları

40
olan g öçebe kab i l e şeflerin i satın almakta buldular.
«Cöl Büyü kleri » , ya n i Hoşi mi a il esi bölünmeyi kabul­
lend i l er ve m ü ka fatlarını Ingiliz Manda'ları n ı n kra ll ı k­
larını yaparak aldılar: ı . Faysal'a I rak, kardeşi Abdul­
lah'a da Ürdün verildi.
Bunu taşra l ı eya l ete i l i k e ğ i l i m i izledi. Bu eğilim
l rak'da, ü l kenin daha pota nsiyel hali ndeki zen g i n l iği
ve bu zeng i n l iğ i n gel işmesi sayesinde güç kaza ndı.
Buna i n g i l izierin kurnaz siyaseti de eklenmelidir. Su­
riye'de ise bazı güclükler ç ı ktı.
I ra k'da 1. Fays� ı·ın saltanat döneminde ( 1 921 -
1 933) . Osmanlılar zama n ı ndaki Arap m i l l iyetçiliğinin
sonu geldi. Pa rlamento ve hükü meti araları nda pay­
laşan üç . «parti» ( U l usal Parti, Halk Partisi. Tera kki
Partis i ) . ka l kınma progra m ı n a a l ınmış topra kların da­
ğ ıtı mı ndan faydalanan; tatmin olmuş eşrafın kendi
klikleri olma ktan öteye g eçm iyord u. I n g i ltere'nin
1 930'da Irakla eşitsiz bir a ntlaşma i mza lama imkanı­
nı elde etmesi bu şa rtlar a ltında oldu. Bu antlaşma
l ra k 'a 1932'de başlayan sözde bir bağımsızl ık ta nır­
ken. aslında ü l keyi ing iltere'nin müşteri-devleti hal ine
getiriyordu. I rak'ın bu ta rihten sonra ki dengesizliği
sadece görün üşte hükümet kHkleri n i n ittifa k değ iş­
meleri düzeyinde idi; çünkü 1 958'e kadar s tatükonun
iki ya nı da - toplumsal (yeni latifundia sahipl eri sı­
nıfı n ı n yükselişi) ve dışsa l ( l ra k'ın bir müşteri-devlet
olma duru mu) - hiçbir re j i m ta rafından ta rtışma
kon usu ya pılmış değ i ldi. 1 930' 1ardaki dengesizliğin
nedeni büyük ölçüde, Kra l 1 . Gazi'nin ( 1 933 - 39) .
babasının katı l ığının tam tersi olan gari p kişiliği idi.
Yine de bu yılla r, Arap m i l l iyetçi muha lefetinin ilk ye­
ni kuşağının şekillenmesine ta n ı k oldu. Ahali kulü­
bündaki ayd ı n g rupleşması «burjuvazinin partisi» ol­
ma n itel iği nde değ i l d : (bu g rup M ısır'daki Wafd 'a pa-

41
ra leldir) . Cünkü , I rak'da da Mısır'da olduğu g ibi bur­
juvazi bütü nüyle işbirlikçi idi. Bu g rup. daha çok tec­
rit olmuş bir «entelija nsya » karakteri gösteriyord u .
A m a bu g ruptarı geleceğ i n bel l i başlı pol itik g ü çleri
çıktı. Ka mil el Cadırcı'nın sosya l izan popülizmi. bu
çevre l erde hakim eğilim, 1 9 1 3'de bir parti ( U lusal De­
mokratik Parti) içinde örg ütlend i . Bu partiye. 1 958' ·

den sonra Abdül Kerim Kasım'ın za manı nda belirle­


yici bir rol oynamak görevi düşece kti. Daha solda
Abd ül Fetta h ibrahim'in örg ütled iği ve daha açıkca
Pan - Arabist olan Ulusal B i rl i kci Pa rti va rdı. Bunun
da sol unda, ki yine Ahali g ru bundan çıkmış ola n. ra­
dikal uns urlar. i kinci Dü nya Savaşında I ra k Komü nist
Partisini kurdu lar. Gruptan başka unsurlar, 1 939'da
Sami Şevket ve Sadık Şon şol 'un çevres inde toplana­
ra k Fütüvvet eğ i l i m i n i doğ u rdula r; bu Kas ı m ' ı n düşü­
şü nden sonra lra k'a h ü kmedecek olan Baas Partisi­
nin bir uza ntısıyd ı . Fa,kat, savaştan önce bu gruplar
M ısır'da Wafd'ın oynadığı rolle karşılaştı rılabi lecek
bir rol oyna madı lar: şüphesiz bunun sebebi I rak'ın
latifundia sahipleri burjuvazisinin i n g i l izierin izniyle
elde ettikleri kaza nçlarından oldu kca hoşnut olmala­
rıydı.
I ra k'da 1 936 i l e 1 941 a rasında pek sık olan coups
d'etat h içbi r ya n ı l g ıya sebep ol masın. 1 936'da Gene­
ral Bekir Sıtkı'nın örgütled i ğ i ilk da rbe. Ahali g rubu
çevresinden gelmiş olan « reformcu» H i kmet Sü ley­
man'ı i ktidara getirdi. H i kmet Süleyma n'ın I rak bur­
juvazisinin temsi lcisi ol madığı çok açıktır; çünkü
sağdan ya n i bu burjuvaziden gelen baskı i l e sol ka­
natta ki Aha l i 'ci arkadaşlarını bıra kınca. kend isi ikti­
dardan indirilmiş ve Genera l Sıtkı da öldürülm üştür.
Asl ı nda Ata türk'ün bir hayra nı olan H i kmet Sü ley ­
man'ın amacı latifundia sahipleri sınıfının imtiyazla-

42
rına dokunmadan « reformları» yukardan g erçekleş­
tirme kıL <dd a rede ısiahat yapmak» g i bi soyut bir
a macı olan «reform !arın>1 darlığı da bı..ı r adan gelir.
Temelli bir s ı nıfın tems il cisi olmamaktan ötürü, H i·k­
met Sü leyman'ın yabancılaşması, lra k' ı Arap daya­
n ışması yol undan saptı rma k için g ü ttüğü çılgınca po­
l i ti ka ile d e açığa çıkmıştır. 1 937'de, Tü rkiye, Afga­
n ista n ve i ra n'la b i rl i kte i mza lanan ve aslında Kürt­
lere yönei tH m iş olan Sodabat Pa ktı çok kötü bir va­
kitte ya pılmıştı; bu, F:l istin'deki Arapların aya kla ndık­
ları ta rihti.
1 937'den 1 941 'e kadar s ı k sık tekrarlanan ve
1 941 'de Raşid Ali el Geyla n i'nin gerçekleştirdiği dar­
be ile sonuelanan «Nazi taraftarı» coups d'etat da,
aynı şekilde hiçbi r ayı ncı öze l l iğe sa h i p değ ildi. Bu­
ra da da sözkonusu olan, egemen sınıf ici ndeki bu­
da laca kavga lard ı , bazı kl i kler M i hver 'kuvvetlerinin
kendil erine Ingil izierin verd iğinden daha büyü k bir
pay ayıraca kları n ı sanıyorl ardı. Kra l naibi Abd u l lah
(ki bu mevkiyi 1 939'da n 1 953'e kadar koru muştur) .
sadokatli N u ri el Sa id ve n ihayet i n g i liz ordusu. bu
tür i kinci sınıf tertipcileri hemen tem izlediler.
I ra k'ın eyaletci bir tutumla kendi içine kapa nışı,
H o şi mi monarşisi n i <� Pan - Arabizm» konusunda de­
magoj i yapma kta n {leri b ı ra kma dı. Bağdatın kra l cık­
ları icin Abbasi haliies i rol ü n ü (Abbasi leri n gücü ol­
maksızın) oyna mak ve Haşimilerin yönetim i ndeki
I rak'ın «başa rıları n ı ·ı . biçimsel bağımsızl ığını Manda­
ter Suriye ve Fil istin'in d u rumu ile ya da Mısır ile
karşılaştırmak gercekten çok kolayd ı . Fa kat bu Pan -
Arabizm komed isi h içbir sonu c vermedi . 1 936'da,
.
I ra k ' l ı gön ü l l ü ler Fevzi Kav u kcu yöneti minde, Fil isti n l i
isyancı lara yardıma g iderken , Hoşimi monarşisi Bağ­
dat'da o ne idüğ ü bel i rsiz Kudüs M üftüs ü Hacı Emin

43
el Hüseyi n ' i ağırlamak ve h ü kü met üyeliğine. ne idü­
ğü belirsizl iği müftüden da·ha az olmayan Raşid
A l i 'yi çağ ı rmakle gösterdil er.
1 958'e kada r işler hep böyle devam etti. Ama
kral na ibi Abd u l l a h ve onu izleyen Kral ll. Faysal
( 1 953 - 58) ve on lara sadık ka lan N u ri el Sa­
id'in, Irak halkıyla olan çel işkisi gitti kçe kes­
kinleşerek açığa ç ı ktı. I l k kez, 1 948'de ülke­
n i n üzerindeki I n g i l iz hôm i l iğ i n i yen i l ernek isteyip de
başa ro mayınce ortaya çıktı bu çelişki ( Portsmouth
M uahedesi tasla ğ ı ) . i kinci kez 1 952'de, I ra k Petrol
Şi rketi n i n imtiyazları yeniden gözden geçiri l i rken ve
n ihayet sonu ncu kez de l ra k'ı anti - Sovyet Bağdat
Paktı'na sokmak ı5ted i klerı zaman Ira k lıu l k ıyla kar­
ş ı ka rşıya buldular kendile rini. Bu üçlünün çatıştığı
kesim, Irak halkı değ i l latifundia sahibi burjuvaziy­
d i . Latifundia burjuvazisi n i n i·haneti, Ahali grubunda­
ki yurtsever aydınları daha 1 930'1arda, ya n i bo� ları­
g ıçtOi: beri, eger H ikmet Sü ieyma n gibi acız kalmak.
ob1ektif olaraK hain duru m u na düşmek istemiyorıur­
sa, sola kaymak, M.:ırksizmi ya da pop ü l izmi ben imse­
rnek zorunda bırakmıştı. Bu yurtsever aydın ların ya­
kınlaşmak isted ikleri «ha l k » kimdi, k i mlerden oluş­
muştu? HaiJi', Musul ve Kerkük'teki petrol işçileri ve
Basra'daki l i man işçilerinden. zenaatka rlar ve büro
işçileri, küçü k m emuriar ve küçük esnaf. ya n i tek ke­
l imeyle şeh ir küçük burjuvazisinden ve köylülerle gö­
çebelerden meyda na gel iyord u. I ra k Komünist Pa rti­
si, Ahali grubunun sola kayması son ucu va kitsiz or­
taya ç ı ka n bu parti, 1 958'e hatta bu ta rihten sonraya
kadar, iki siyasi çizgi (proleter ve küçü k burj uva ç iz­
g i l eri) a rasında kararsız kaldı. Bu çizg i l erden birinci­
sini (proleter ç izg is i r. i ) izlemek ul usal kurtu luş hede­
fini unutmak değil ( l rak'ın ku rtu luşu ve bütün Ara p

44
Doğ usunun kurtuluşu b i rb i rinden bağımsız ol mad ığı
için, anti - emperya l ist b i r anla mda Pan - Arap bir si­
yasettir) fa kat Doğ u'nun o dönemdeki şartlarına bağ­
l ı olarak. bu işin latifundia sahi pleri burj uvazis i tara­
fından yürütülemeyeceğ i n i ya l n ız proleta rya n ı n ide­
olo j i k önderl iği altında şeh irlerin ve köylerin proleter
ve yarı - proleter kitleleri ta rafından gerçekleştirile­
bileceğ i n i bil mek a nlamına gel i r. Y usuf Salman Yu­
suf'un ( 1 949'da Kral'ın pol isi tarafından öldürülen
« Fahd » ) l iderliği a l tındaki Ira k Kom ü nist Partisi, kı­
sa bir süre sonra, bu [prol eter] devrimci çizg iyi seç­
ti, bu da şeh i rlerdeki proleter kitleler arası nda n isbe­
ten büyük başarı lar elde edil mesi ve sağ - kanat u n ­
suriarın saflardan temizlenmesi sonucunu doğurd u .
1 943'de Pa rti böl ü ndü v e Davud Sayı k'ın yöneti m i n ­
de bir s a ğ - k a n a t g rup ol uştu . Aynı süreç iki kez d a ­
ha te kra rland ı , devrimci l iderlerin öld ü rülmesinden
h emen sonra 1 949 - 55 a rasındaki zor yıllarda ve
1 958'de Kası m rej i m inde.
Popü l istler başl ıca başa rıları n ı küç ü k burj uva
kitleler a rası nda kazandıl ar, öyle ki bu kitleler a ra ­
sınd a sağ - kanat Komü n istlerden çok daha etki l i ol­
d u lar. Popül ist sol kanat ve Cadı rcı 'nın Ulusal De­
mokratik Partisi'nin sağ - kanat komünistlerle flört
eden g rupların, mesela Abd ü l Fettah lbmhim ' i n U l u ­
s a l B i rl i k'inin, 1 950'1erde Aziz Şerif'i n yönettiği «Ba­
rış Partizanlamı nın vb., kaynağı oldu. Fa kat bir de,
popülist sağ ka nat vardı ki, sağ kanat olmayan ko­
münistlerin devri mci dina mizminin kendilerine yönel t­
tiğ i tehditten korkuyorla rdı. B u sağ - kanat Popül ist­
ler savaş öncesi dönem indeki Fütüvvet hareketinden
doğmuşlard ı ; ve Raşid Ali'nin Nazi ya n l ısı rej i m i n i
desteklemişlerdi . Bunlar 1 949'da Islah g rubu olara k­
yeniden örg ütlend iler ve 1 950'de Sa l i h Cabr'ın Nas-

45
yonal Sosya l ist Partisiyle kaynaştı lar ve Raşid Ali'nin
mü ritleri n i n etkilediği Pan - Arap ve Anti - Hoşimi El
istiklal g rubuna ya kın laştı lar. Bu, sağcı b i r Baas ola n ,
Ira k Baas Partis inin kökeni oldu.
Öte yandan, köylü kitleleri ta 1 958'e kadar he­
men hemen bütün bu siyasi faa l iyetlerin dışındayd ı ­
la r ; a m a b u n u n nedeni solcu partilerin kendilerini
un utması değildi. Komünistler ve Sol Popül istler,
ta rı m reform unun gerekliliğini beyan ediyorlard ı . H i k­
met S ü l eyman hükümeti bu konuda çok küçük ve
cesaretsiz bir öneri yaptıysa da geri aldı ve l atifun­
diacı burj uvazinin darbelerine hedef oldu. Fa kat kır­
sal kitlel er, Popül istlerin de Kom ün istlerin de eylem­
leri n i n erişmed iği bir a l a n da ka ldılar. Dini ve ulusal
farkl ı l ı klar yüzünden büyü k ölçüde böl ü n m üşferdi ve
bu şekilde kend i yöresel yönetici sın ıfları n ı n ·kontrolü
a ltındaydılar. I ra k'ın nüfusunun beşte biri n i kapsıyan
Kuzeydeki Kürtler köylü klanları içinde örgütlenmiş­
ferdi, kend il eri ne yöneltilen ulusal baskı, Kürt'lerin
geleneksel şeflerine sad ı k ka lmaları n ı sağladı ve Ira k
devletine karşı ü ç kere ayaklanmalarına sebep oldu:
1 927'de Şeyh Ahmet Ba rza n i ' n i n yönetimi a l tında;
1 945'de, kısa ömürlü Kürt Cumhuriyetinin I ra n'da ku­
rulduğu bir vak itte; ve 1 959'dan sonra Molla M usta­
fa Ba rza n i ' n i n yönetim inde. Kom ün istler ve Sol Po­
pul istler, Kürt halkının meşru özl emlerine saygı gös­
teriyorl ard ı , ama lstiklal ve Baas Pa rtisindeki Sağ
Popül istler, her seferinde Pan - Arap ve anti - Kürt
bir tavır ta kındılar ve böylece emperya lizmin ve lati­
fund iacı burjuvazinin ellerine d üştüler.
Ü l ken in merkezi ve g ü neyi eşit önem taşıyan üç
Arap grubuna böl ünmüştü ; bunlar, merkezi I rak'ın
Sünni köylü leri, g üney I ra k'ın Şii köyl ü leri ve içlerin­
de hem Sünni hem Şii barı nd ı ra n göçebelerdi. Gele-

46
neksel göçebe şeflerinden çı kan b i r kısmı Sünni, b i r
kısmı Şii latifu ndiacı burj uvazi (ü lkede i ngiliz yöne­
timindeki ka l kınmadan cıkar sağlayan şeyhler) uzun
bir süre icin bu durumu istismar ederek Komü n istle­
rin kırsal a lanlardaki proleter kitlel eri arasına yayıl­
malarını engelleyebildiler.
Bu yüzden, 1 956 - 57'de kurulan ve 1 958'deki d a r­
ben i n soru mlusu olan U l u sal Cephe, şeh i rlerden öte­
ye geçemeyen bir hare ket, i stikla l ' i , Baas'ı, Ulusal
Demokratik Parti'yi ve Kom ü n ist Partis i n i bir araya
geti ren bir şeh ir hareketi ola rak ka ldı. Cephede ör­
g ü tlenen aydınlar ve şeh i rl i ler kara rlı anti-emperya­
! istlerdi ve bundan ötürü, Ira k'ın tecrit olmuş taşra
eya leti d u rumundan kurtarılması gerektiğini düşünü­
yorl ardı, çünkü Suriye'de Fra nsız emperya l izmine, Fi­
l istin 'de S iyonizm'e ve M ısır'da Kanal bölgesi n i n in­
g i l izler tarafından istila edilmesine (başl ıca 1 951 'de.
1 936 anlaşmasının kara rları bozulu nca) karşı yürütü­
len m ücadele kendi lerinin i n g i ltere'ye, petrol çıkar­
larına ve bunların yerl i asala kları na , Hoşimi monar­
şisi ile latifund iacı burj uvaziye karşı sürdürd ü kleri
mücadele birbirlerine bağl ıydı. 1 936'da Filistin halkı­
n ı n isya nı, Siyon istl erin yerleşmesi ve 1 948'de lsra i l ' i n
kuruluşu, 1 956'da Mısır'a S iyonist - emperyalist sa l d ı ­
rısı; bu olayların herbiri I ra k'daki halk patlayı şları n ­
da çok önemli etken ler oldular ve herb i ri , Arap Do­
ğusu için özg ürlüğün ancak bu bölgenin bütün halk­
larının b i rleşik mücadelesi yoluyla kaza n ı laca ğ ı bilin­
cinin gel işmes inde ya rdımcı oldu. Halkın Pan - Arap
bilinci, lrak'ı Hoşimi taraftarı latifundia sahibi bur­
j uvazisi sayesinde içine düştüğü taşra l ı ice - kapa­
n ı k l ı k duru mundan işte bu a n lamda ku rtardı.

Fransız emperya l izmini Su riye'de, I n g i l izierin


I ra k'da ka rşı laştığından cok daha güç bir görev bek-

47
l i yord u . Su riye'de burj uvaziyi Mandate r rej ime bağ­
l aya cak ne petrol ne de I ra k'da ki ile ka rşı laştı rıla­
b i l i r bir tarımsal gelişme kapasitesi vardı. Üstelik Su­
riye burj uvazisi Osmanlı dönem inin son unda Irak
b u rj uvazisine göre çok daha ca n l ıyd ı , öyle ki [Suri­
ye burj uvazis il bölgen in, deneb i l i rse, kişi l i ğ i n i bel ir­
l i yor, Su riye'ye Akdeniz'den ve dolayısıyla Batı'dan
gelecek etkil ere a ç ı k levan ten karakterini veriyordu.
B u koş ullar a l tında Fra nsız emperya l izmin i n , Su riye
şehir burjuvazisine, ülke n i n batısındaki köyl ü lerin da­
ha yoğ un sömürü l mesi gibi, pek fazla birşey değ iş­
tirmeyecek bir «çı kışını> ötesinde, verebilecekleri da­
h a fazla birşey yoktu. Fra nsız e mperya l izmi, yapabi­
l eceğ i daha iyi b i rşey bulamadığı için, gösterişsiz bir
koz oynad ı ; halk arasındaki dini ayrı l ı kları kullandı.
Bunların yan ı nda, S iyon istlerin l rak'a yerieşmes ıne
ka rşı S uriye'n i n d uyarl ığı I ra k'dan daha keskındi,
ç ü n kü Suriye ve Fil istin daima Arap Doğusu'nun tek
b i r böl gesi n i ol uştu rm uşlardı. I kisi a rasındaki sürek­
l i l i k ta mdı, dolaşı m hiçbir zaman kısıl mamıştı ve Kü­
düs, Şam, Hayfa ve Beyrut burj uva ları çoğ u za man
aynı a i leye mensuptular. Bölge 1 9 1 9'da s u n i olarak
Fransa ve i n g i ltere :Jras ı nd a böl ünmüş ve g ü ney ke­
s i m i Fil istin, 1 91 7 Baltour Beyannamesine uygun ola­
ra k Siyonistlere tes!!m edi l m işti. Suriye hal·kı, bu Arap
bölgesinin yabancı laşmas ı n ı , hemen h emen Fil istin
h a l kı kadar ya kınd a rı d uymuş. yaşam ıştı.
Su riye ve Lübnan üzerindeki hakim iyetini kur­
mak yol unda zorl uklarla karşılaştı Fransa; Dürzi is­
yanı 1 926'ya kadar süren bir askeri g üvensizl ik du­
rumu ya rattı. 1 921 '-:len beri Cenevre'de kuru l u bulu­
nan bir Suriye - Fil istin Kom i tesi'nde örg ütlenen Arap
u l usal hareketi bir partiye dönüştü ve ortaya Ulusal
B lok çıktı; bu blok, Suriye şeh irleri ndeki büyük a i le-

48
leri toplam ıştı ; sözgelimi Şa m , Halep, Humus ve Ha­
ma'daki Şükrü el Kuvvetli, Nazım Kudsi, Fa iz el H u ri
vs. ail eleri, U l usal Blok 1 928 seeim ierinden galip ç ı k­
tı. Bağı msızl ı ktan yana olmaya deva m ettiğ i icin de,
Fransızlar. i n g i l izieri n I ra k'da ki uzlaşmasına benzer
müza kerelere girişarnedi ler Su riye'de. Ulusal Meclis
1 930'da dağ ı l d ı , 1 932'deki h ileli seeimler bile, Fra n­
sızları bir interlocuteur valable' a ( * ) kavuşturamadı,
1 936'da ki Halk Cephes i b i r a n icin m üzakere u m ut­
ları verir gibi göründü ama Su riye ve Lübnan'la ya­
pılaca k a ntlaşma ları n tasla kları iki yı l l ı k bir tartışma
sü resinden sonra Fransa ta rafından redded ildi. Su­
riyel iler Su riye ve Lübnan'ın birl i ğ i konusunda esnek
davranm ıyorlardı, buna karşı l ı k Fransa Lübna n 'da,
Su riye'de gördüğünden daha dostea tutum larla kar­
şıtaşıyor ve i k i devletle ayrı ayrı iş yapmak istiyordu.
Suriye' n i n ta ri h i fa rkl ı l ı ğ ı gördüğü müz g ibi kök­
leri n i eski zamanlarda, Ara p ve Osma n l ı dönemlerin­
de bulur. Bölge, bir yanda , dini bakı mdan ayrı a ma
kültür ve dll yön ü nden bütü n ü ile Arap, tecrit olmuş
ta rımsal cemaatler ( Lübna n 'da Maruni H ristiya n lar
ve Sünni ve Şiilere böl ünmüş M üslümo nlar, Suriye'­
de Alevi ler ve Hu mus ve Hama 'da ki Sünni köyl üler) .
öte yanda göçebe ve yarı göçebeler olmak üzere bö­
l ü n m üştü. Lübna n 'da Levanten bu rjuvazi nin iki par­
tisi de (Emile Edde'nin Birlikci Partisi ile Bişa r el
H uri'nin Meşrutiyetci Pa rtisi) Lübna n'ın, Fransa 'nın
bir müşteri - devleti ola ra k « bağ ı msızlaşması » a nla­
mına gelen Fransız tezini destekl iyorlardı. Suriyeci
ve Pan - Ara p bir pol itikadan yana olan tek g rup,
Antun Sa'ada 'nın Suriye U l usal Partisi de çok g üç­
süz ka ldı, ç ü n kü burj uvaz iden kopmak istemiyordu

( • ) Kabuledilebilir muhatap - çev.

F. 4 49
ve Ikinci Dünya Savaşının a rifesinde faşizan bir tu­
tum takınara k, Fa lanjlar h a l i nde örg ütlend i . Bunlar.
i lerde, Suriye Baas Partisinin oluşmas ında rol oyna­
yaca k olan daha bilineli b i rta kım eğil imleri doğ ura­
caktır. Suriye'de Fransız pol itikası n ı n başarısızlığ ına
rağmen, eyaletc i l iğe doğru bir eğ i l i m I ra k'da olduğ u
gibi latifundia sah ipleri hal ine gelen Su riye burj uva­
zisine Fra nsızla rı n sağladığı küçük avata j ların da
yard ı m ıyla tedrici bir şekilde oluştu. Fakat. Suriye şe­
hir nüfusu nun uyanıı;.ı ve dış dü nyaya açıl ışı. bir Ko­
münis t Partisinin oldu kca erken ortaya çıkmasına
yol açtı . Daha 1 930'da, bugün de bu bölgede Komü­
nizmin kaderi n i be1 i rleyen yönetici g rup, hakim bir
durumda idi. (Su riye'de Halit Bektaş; Lübnan'da
N icolas Şawi, Mustafa el Aris, Fa rjalla el Helu, An­
tun Tabet) . Bu yöneticiler h içbir zaman, Ul usal Blo­
ka mensup burj uvaziyi destekleyen sağ - kanat çiz­
ginin ötesine gecemeyeceklerdi. Bu yalnız bağı msız­
l ı k ve sosyal adalet 1!) den söz eden ve bu rjuvaziyi
karşısına almak korkusuyla gercek b i r ta rım refor­
muna yaklaşmayan :')rogra m ından da bel l i ydi.
·
1 940'da Fransa 'nın düşmesi, Fransız emperya l iz­
minin bölgeden tasfivesi icin gerekli koşu l l a rı yarat­
tı. i ng il iz işg a l i ( 1 94 1 -45) . 1 943 ve 1 945'deki anti ­
Fransız gösterileri a n layışla karşıladı. Bu gösteriler,
o günkü durumda yGni gelen emperyalist güc icin
bir teh l i ke ifade etrr. !yordu. De Gaulle hü kümetinin
ta k:ndığı tutum (Şam'ın bombalanr.ıası) ve bunu iz­
l eyen Rus - i n g i l iz müda h a l esi, 1 945'de Suriye ve Lüb­
na n'a bağımsızl ıkları r ; bağışladı. Bu, b içi msel düzey ·
de, Irak ya da Mıs!r'da olduğundan i l eri uir bağ : rr ­
s:zi ık tü rüyd ü, çünkü bu iki y e n i devlet, Suriye ve
Lübna n , herha ngi blr yaba ncı güce eşitsiz bir an laş­
m a ile bağ l ı değ ildir. Frans ızlarda n devre l a n I n g i l iz:

50
emperya l izmi, selefinin yapabildiğinden daha doğru­
dan bir biçimde Su riye b u rj uvazisi ne dayandı.
Ne va r ki, bundan sonra da, bölgen i n egemen­
l i ğ i n i e l i ne geçirmeık icin yen i bir emperya l izm öne
cıkaca ktı: Amerikan emperya l izmi. i n g i l izler daha ye­
ni yerleşmişlerdi ki, ken d i lerini Amerika l ı müttefikle­
rinin tehdidi a ltında buld ular. 1 949'daki bir dizi h ükü­
met darbesi n i - Hüsnü el Zaim (Mart) . Hinnavi (Ağ us­
tos) ve Edip el Şişaklı (Ara l ı k) ta rafında n ya pılan
darbeler -. bu durum açıklamaktad ı r. Bu da rbeler.
Amerikan em peryal izmin i n 1 954'e kadar bölgeyi kont­
rol altına a l m asını ve bu emperya l izmin hizmetinde­
ki Suriye d i1ktatörl üğünün dar bir vi layet pol itikası
gütmas i n i sağlamıştır.
Suriye Komün istleri n i n oportünist çizgisi sadece
bu gelişmeyi kolaylaştı rma'kla kalma mış. ama aynı
zamanda başka güçlerin de bu d u ruma b i r son ver­
me ava n ta j ı n ı elde etme�ini sağlamıştır. I rak Kom ü ­
n istleri kendi ül kelerinin Yahudi topluluğunu 1 945'de
bir Anti Siyonist Lig içinde örgütlerken, Suriye Ko­
m ü n istleri, M ısır Kom ün istleri gibi 1 947'de Sovyet
d iplomasisinin tezinin çevresinde toplanm ışlar ve is­
ra il'in kurulmasını kabul etmişlerd i r. Ama bu onlara
çok pa hal ıya malolm uştu r; altı yıl süren bir i l legol dö­
nem ve prestij leri n i kaybetmeleri; bu ise Baas Partis i ­
n i n kuru l masını kolaylaştı rmıştır. Bu partin i n köken ieri
1 950'1ere gider; o tari hte öze l l i kle Hama, Humus ve
Latakya'da taşra küçük burj uvazis i n i n verdiği esi nle
Ekrem El Hürani ve Mişel Eflak tarafından yönetilen
Sosya l ist Cumh uriyetçi Parti ortaya çıkmıştır. Parti.
Kom ün ist Pa rtisinin hiç bir za man cesaret edemed i­
ğ i bir şeyi yapmış v.e topra k reformu için kampanya
açmıştır. Ve böylece Şişa kl ı d i ktatörl üğünün d ü şüşü
ve nihayet Suriye'yi taşral ı tecrit ol muşluğundan kur-

51
tarocak olan Baas yöneti m i n i n kuruluşu icin gerek­
li şartları · hazırl a m ıştır.

Demek ki 1 920'den 1 948'e kada r emperyalizm


bölgenin bütün ünün efendisiyd i . Esas itibarıyle ta­
nmsal ve la tifu ndia sahibi M ısır burj uvazisi, Suriye
ve Ira k'ta olduğu gibi, emperya l istlerin peşine ta kı-
' l arak zengin leşti ve güçlendi, yaba ncı efend i lerinin
h izmetinde dar b i r taşra l ı vi layet varol uşunu kabul
etti. Emperya l izmin bu s ı n ıfın aracı l ığ ıyla sürdürülen
· egemenliği, cidd i bir tehd itle karşılaşmıyor g ibiydi,
çünkü gercek bir sınıf desteğ inden yoksun olan «mu­
hal efet» çok zayıftı, emperya lizmin h izmetindeki u l u ­
sal bu rjuvaziya karşı hoşn utsuzl u k v e büyülenme
duyg ul arı a rasında parçalanmış bir çeşit aydın mu­
ha lefetiydi. Bölgedeki Komün ist ha reket, u l usa l bur­
j uvaz i n in çoktan ulusa l iha net yol u n a g i rmiş oldu­
ğunu anla mayı başaramadı. Komünistler aşağı yuka­
rı gönüllü olara k, muhalif entelijansya'nın sol kana­
dı olmakla sınıriadılar kend ilerini ve böylece, kend i­
l erine bir sosya l ist devri m perspe ktifi sunu lmasını
nesnel olara k bekleyen kent ve kırın proleter kitle­
leri içinde gerçek kökler edinme çabasını reddettiler.
Suriye ve Lübnan'ın «güçl ü » Komünist Partisi kadar,
Mısır'daki Hadetto ( Demokratik U l usal K u rtu luş Ha­
reke t i ) . Fağ r El Gedid gibi bölgenin öte ki Komünist
grupların d u rumu da ( Fa hd'ın za manındaki Irak Ko­
mün ist Partisi hariç) aynıydı.
Latifundia sahibi burj uvazi n i n ihaneti n i n bir a n ­
lamı da Fil istin halkının, Siyonist sömürgeleştirme
siyaseti nin i nsafına bırakı l ması ol uyordu. Dolayısıyla
bu u l usal ihanet siyaseti n i n iflasla son uclanması ve
1 948'de lsra i l'in kuru l masının, bölgede emperyalist

52
sistemin bunalımına ve sınıf mücadelesinin canlan­
masına yol açması. şaşırtıcı değildir.
Filistin 'de, Osmanlı dönem i nden sonra, Arap u l u­
sal hareketi n i n Anti - Siyonist b i r a n l a m ta şıması zo­
ru nluyd u, burada Siyonist kolon i lerin i n kuruluşu nun,
ü l kede Avrupa kolonya l izmi n i n başlangıcı olduğu
açı'ktı ç ü n kü . Fil istin i i ierin Osmanlı yönetim i hakkın­
da besleyebi leceğ i herhangi bir yan ı l g ı hemen y ı kıl­
dı, çünkü zaten b i r yarı - sömürge olan Osma n l ı lar.
onları etkin b i r biçi mde koruyamazlardı. Bunun üze­
rine Birinci Dü nya Savaşında, Araplar safça i n g i l iz­
lerden yana döndüler . Fa'kat i n g i l iz emperya l izmiyle
Siyonizm aras ındaki i ttifa k, daha önce Baltour Beya n­
namesi ile m ü h ürlenm işti bile; ingi ltere'n i n kesin
amacı Fil isti n 'de kuracağ ı bir Avrupa tampon devle­
ti yol uyla Mısır üzerinde baskısını kurmak ve Süveyş
kana lının sürekli kontrol ü n ü ele geçirmekti. Çölden
gelen Arap kralcıkları ise, gördüğümüz gibi, Filistin'i
Siyon istlere b ı rakmaya razı old u lar. Irak kralı olan
Faysa l , tacı n ı n bedeli ola ra k. Fil istin 'e ilk ihaneti yap­
mak ayrıcalığını kaza nd ı . 1 91 9'da Weizma nn'la yap­
tığı a n laşmanın anlamı da buyd u ; bu anla şmaya gö­
re. « Fi l istin 'in kuru l uş ve idaresi ile. ingiliz hüküme­
tinin 2 Kasım 1 9 1 7 tari hli beya n ı n ı n (ya n i Baltour Be­
yannamesi) icrasını tem i n edecek her türlü tedbir
ka nuni olaca k . . . şu şartla ki, Araplar. Büyük Britan­
ya hükü meti Dışişleri Bakan lığ ına verdiğ i m 4 Ocak
1919 tari h l i m u htırada · be l i rtilen bağı msızl ı kları n ı el­
de edece kler. » O dönemde. Siyon istler de bundan
. .

fazla bir şey istem iyorlardı .


Filistindeki Ma ndaları boyunca , Ingil izler S iyo­
nist g i rişi mlerd en yana oldular. Daha 1 920'de Fil is­
tin 'deki Araplar. gösteri ler. sald ırılar ve I ng i l izler ta­
rafındrm hemen bastırı lan isya nlarla. protestolarını

53
açıkladıla r. Korkuya kapılan Arap hakim sın ıfları
môli kanelerini S iyon istlere satmaya başl adılar. Fa ­
kat Arap köylüleri , cynı yolu tutmayı reddettiler ve
kendi lerine yöneltilen her türlü bas kıya karşı di ren ­
di ler. 1 947'de Siyon istler hôlô Filistin toprağının an­
cak % 5,7'sine sahipti ler. Arapları ü l kelerinden at­
mak ve topraklarını ca lma'k icin siyasi g üce i h tiyac­
ları vardı.
Manda döneminde, Araplarla Ya hudiler a rasın­
daki i l işkiler adım adım, kolonileştirilen ile kolon i ­
leştiren arasındaki i l işkiler haline g e l d i 1 936'da
Arap halkı ayakla ndı. Altı ay süren bir genel
grevle başlayıp, Fil isti n'in önemli bir böl ümünün
kurta rılmasını sağlayan yöresel direnme mücadele­
leri ile deva m eden isyan, üc yıl dayand ı . Bu devri m­
ci hareketin karşısında S iyon ist sömürgeciler ken­
di başlarına duramayaca klardı, hareketi zorbaca kı­
ran da i n g i l iz ordusu oldu. 1 948'deki lsra i l zaferi,
1 936-39'daki Arap yenilgisi olmadan gerçekleşemez­
di. Ayaklanma, büyü k ölçüde, ken d i l iği nden ve hal­
ka a i t bir n itel i k kaza n m ıştı. Pa niğe kapılan Arap
m ü l k sa h i b i sın ıfları aceleyle, hain Kudüs Müftüsü
Hacı Emin el Hüseyi n'in başka nlığını yaptığı bir Fi­
l istin Yüksek Komitesi kurmuşlar ve emperya l izmin
destekçisi Irak, M ısır vb. hükümetlerin de suc or­
ta'klığı ile, emperyal izmin, halkı i n g i l izierin «iyi n iye­
tine» inand ıra rak, devrimi silahsızl a ndırmasına yar­
dım etmişlerdi. Yine de, bil inmeli k i , daha o zaman­
da, M ısır'da, l ra k'da, en cok da S uriye'de, Fil istin
aya klanması kitleferi coşkuyla dold urmuştu, çünkü
ulusal kurtu luş yol unu gösteriyord u ; bu da halkın
silahlı ayaklanması idi. Arap Kom ü n istlerinin (ki o
zaman sayıları cak azdı) tutumu ağır sonuclar do­
ğu rd u; bunlar, isyanın önderf iğini üstlenmek g ibi ta-

54
rihi bir fırsatı kavrayamamış, bu ayakla nmaya yok­
sun olduğu ideoloji·k ve örgütsel cerceveyl vereme­
mişler ve küçük kahraman Fil istin'in silah l ı aya klan �
ması nı bütün Arap Doğusuna yayma fırsatını kacır­
mışlardır.
Arap a yaklanması kırıld ı ktan sonra, i k i nci Dü nya
Savaşı s ü resince Arap tarafsızlığına i htiyac duydu­
ğu için a rtık savu nma du ru muna geçen ingiliz em­
perya l izmi, zaman kazanmak a m� cıyla oya lanıyordu.
Siyonizm yeni bir koruyucu a ra ması gerektiğini an­
ladı ve Birleşik Devletlerde buldu bu koruyucuyu.
1 948'de Fil istin'in böl ünmesine giden yola, böyle cı­
kıldı. Ameri·ka lılardan doğ rudan doğruya gelen baskı
altında kalan Birleşmiş M i l letler, 1 947'de Fil istin için
onur kırıcı bir ta ks i m biçimi önerdi , öyle ki şimd iye
dek toprağın % 5,7's ini ell erinde tutan S iyon istlere
ü l kenin % 57'si veri lecekti. Böylece, Amerikan em­
perya l izm i S iyonizme devl et teme l i n i vermiş oluyor­
du.
Sovyetler Birliği'nin b u ta ksim plan ı n ı destekle­
mesinin nedeni, şimd i bile anlaşılır olma ktan uza ktır.
Bu desteklayişin bedeli, nesnel koşulların iyice ol­
gunlaşma kta olduğu bu bölgede Komünizm ihtima l i ­
nin yirm i yıl ileriye atı lması _ol m uştur. lsroil'in « ileri­
ci» bir devlet olab i l eceğ i inancı anca k gülüne bir
safl ığın ifadesi olabilird i ; başlangıçtan beri ve hiç
tereddütsüz, israil emperya l izm in sadık bir m ü tte­
fiki olara k çalışmış, 1 950 de Kore'den Vietnam'a
kadar emperya l izmin bütün ta hakküm savaşlarında,
uluslararası i l işkilerde en gerici güçlerin, Portekiz'in
Güney Afri ka'nın v.b. müttefiki olm uştur. Sovyet d ev­
letinin kendi cıka rları da isra i l ' i n desteklan işi icin bir
açıklama değ ildir; çünkü, Rusya 'nın Ortadoğu'ya nü­
fuz ed işini on yıl gecrkti rm iştir bu. Bu ancak, Rus-

55
ların kendi erka riarı için pek önemi olmayan bir me­
selede Amerika l ı ları kızd ı rmamak istemeleri ve Sta­
l in'in Arap ulusa l kurtuluş hareketinin g izil gücünü
ya nlış değerlend i rişi ile açı klanabil i r.
Arap devletl eri de Fil istin davasına a çıkca iha­
net ettiler. 1 947-48'de, Ürdün'de Emir Abdulla h , Ba­
tı Ya kası n ı n i n g i l iz ianeleri ile haya tta ka lan çöl
kra l l ığına i l h a k etmes i icin isra i l yönetici leri ile mü­
zakerelere girerken, kend i hal'kının ulusal hareketi
yüzü nden kaygılanan Kra l Faruk da klasik tipte oya­
lanma ted birlerine başvuruyord u .
Terked ilmiş v e i hanete uğramış Fil isti n halkı di­
renmeye çalıştı . Direnişieri ndeki kahramanl ığa rağ­
men yen i l d L Bundan sonra olanlar iyi b i l iniyor: Sö­
mürgeci ve ı rkçı isra i l devleti n i n iyice sağlamlaşma­
s ı , yüzbinl erce Fil isti n l i' n i n yurtlarından sürü l mesi,
topra kları n ı n ellerinden a l ı n ması ve buna benzer o­
laylar . . .

1 947 ile 1 967 a rasındaki 20 yıl l ı k sürenin ü ç te­


mel özel l i ğ i vard ı r. Birinc isi, Arap u l usal burjuvazi­
sinin iflası ve Komü n istlerin oportün istl i ğ i nden ötü­
rü, «mill iyetçi» küçü k burjuvazinin y ü kselişi. I kinci­
si, i n g i ltere'nin bölgeden iki devin, Birleşi k Devlet­
ler ve Sovyetler B : rl iğ i ' n i n lehine, kovu lması ve bir
modus vivendi (geçici barış) ile böl genin bu iki kuv­
vet a rasında paylaşı l ması. Üçüncüsü, Siyonist sömür­
gecil iğin, yayı lmacı niteliğini, hareketleri ile ka n ı tla­
mas ı . Bu üç uns urun karşılıklı etkileşmesi, bütün bu ·

dönemin ta ri h i n i beli rleyecektir.


1 920 - 1 947 dönem i n i n bağ ucu taşra l ı l ığının te­
meli olan toplumsal denge, bölgedeki hakim emper­
ya l ist güc Ingiltere ( Fransa ikincil d uru mdaydı) ile
çeşitli «devletleri n » latifundia sa h i b i burjuvazisi a -

56
ras ındaki sınıfsa l ittifok tarafından koşullanmıştı.
Gördüğümüz gibi, kolonyo l gel işme küçük burjuvazi­
ye bazı «ekmek kırıntıları» sağlayabi ldiği sürece, bu
sistem işleme istidad ındayd ı . Fa kat emperya l ist ege­
men l ik rej i minin ic çelişkileri bu sistemin sınırlarını
çizdi. Hassan Riad, M ısır'la i lg i l i olarak, I kinci Dün­
ya Savaşı ndan sonra proleter ve yarı-proleter k itle­
lerin büyümesinde, işsizliğin artmasında, tatm i nsiz
küçü k burj uva u nsurların hayret verici büyü mes inde
v.b. ifades i n i bulan ve g i tti kce kes·k inleşen iktisadi
ve toplumsal çel işkileri cözümlemiştir; öte yandan
siyasi düzeyde de, sa hneye yeni güçler çıktı. başlıca
Komün ist hareket ve M üs l ü man Kardeş l iği. Suriye ve
I ra k 'da da aynı temel cel i şki lerin aynı olgu larla mey­
dana çıktığını görüyoruz, fa ka t ülkenin henüz yen i
sayılabilecek kolonyol gel işmesi, çatışma anını M ı ­
sır'dakinden d a h a g e e b i r va kte bıra ktırd ı .
Bütün bunlardan ötürü 1 952 askeri da rbesi ile
yeni dönem i aça n , Mısır old u . Burda da, Hassan Ri­
ad ve Mahmut H üseyin, i ng i l iz emperyalizmi ile lati­
fundia sa h i b i ve kornprador burj uvazi arasında ki it­
tifaka dayana n eski topl umsal il işki lerden Sovyet
devleti ile M ısır d ev let ka pita l izmi a rasındaki i ttifa­
ka g eeişin aşamalarını ta h l i l etmişlerd i r (9) . Bu ge­
çiş, latifu ndia sahipleri n i n i ktidarını yokederek, kır­
lard a kulcıkları hakim d u ruma geçiren 1 952 toprak
reformundan, Batı sermayesi ve ortağı M ıs ı r burju­
vazisine a it teşebbüsleri devlet mül kiyetin e d ev re­
den 1 957 ve 1 96 1 m i l l i leştirme tedb irlerine kada r, ted­
rici bir geçiş ol muştur.
işe ü r'kek başlayan oluşum hal indeki yeni M ısır
hakim sınıfı, i l k önce eski burj uvazin i n vilayetçi l ikle

( 9 ) Hassan Riad, y.a.g e. Mahmut Hüseyin, L a Lutte des


dasses en Egypt 1945 - 1968, Maspero, Paris, 1969.

57
sınırlı pol iti kası n ı s ü ıdürd ü . Ama 1 956'd a k i emperya­
l ist - Siyon ist sald ı n , bu da rl ı ktan k u rtul maya ve bir
Pan-Arap pol itikası ilan etmeye zorladı on u. Yen i
rej i m, aynı ürkeklik içinde, dışarda emperyal ist itti­
fa kı sürdü rmeye çal ıştığı g i bi, içerde de ulusal bur­
j uvaziyle uzlaşmak için epeyce va kit ha rcadı. I n g i l iz
emperya l izminin içinde bul und uğu hafta sonu tatili
durumundan yararlanara k . Wafd'ın 1 950 - 1 951 'de
elde etmeye çal ıştığı şeyi 1 954'te Amerika'nın yard ı ­
mıyla efde etti: i n g i l iz b i rl iklerinin çek i l m esi. Ama
yeni rej im bu a maca güçbela ulaşır ulaşmaz, şimdi
artık hakim du ruma geemiş Ameri kan emperyalizmi
de ondan anti -Sovyet Bağdat Pa ktı'na katı lmasını
isted i ( 1 955) . Bunun üzeri ne, Sovyet diplomasis i , Mı­
sır yöneticilerinin bu meseleyi i ncelemek zorunda ol­
duğu yol undaki demagoj i'Clen usta l ı kla faydalanara k
( Bandung deklarasyanları ve Cekoslova kya 'da n ge­
len s i lahlar, 1 955) Ameri kan sistem inde bir ged i k aç­
tı. Bundan sonra ola nlar bili niyor: Dü nya Bankası'­
nın Assuan Bara j ı icin para vermeyi redd edişi, Na­
sır'ın Süveyş Kanalını m i l l i leştirirerek (Temmuz
1 956) karş ı l ık veri-şi, Kas ı m 1 956'da i n g i l tere, Fran­
sa ve isra i l ' i n yaptığ ı üçlü sal d ı rı . saldırganların A­
merika ve Rusya tarafı ndan durduru l uşu, M ısır rej i ­
m i n i n bir çeşit devlet kapitalizmine doğru sürü kleni­
şi ( 1 957) . Bütün bu dönem boyunca Mısır Komüniz­
mi olayların kuyruğ una ta k ı l ı ka ldı ve 1 957'den son ­
ra da Ruslar tarafıncan desteklenen yeni Mısır dev­
let kapita l izmi i l e ·«işbirliği» içine girdi.

M ısır örneğ i , Arap Doğ usunun başka yerlerinde


de büyük bir etki yaratacaktı. Su riye'de 1 954'te Şi­
şe klı d i ktatörl üğünij :ı düşüşü, ( Komünistler tarafın­
dan desteklenen) Baas Partisiniri yeni küçük burj u -

58
va toplu msal g üçleri i le U l usal Blok' un geleneksel
burj uvazisinin g üçlerinden ol uşa n heterojen bir koa ­
l isyonu i ktidara getird i . Eylül 1 954'te Arap parlamen­
tosu nda i l k kez bir Kom ü n ist m i l letvek i l i ( H a l i t Bek­
taş) yer a l ı rken, Maruf Dawa l ibi ve Halit el Azm gi­
bi başka mil letvekilleri de Komü n istlerin d esteğ i ile
seçil iyorla rdı. S uriye'de Fil istin davasına ka rşı çok
duyarlı olan h a l k kitleleri n i kontrol edemeyen yeni
Suriye rej i m i 1 956 savaşından sonra ü l'keyi Nasır'a
tes l i m etti: 1 958 Şubatında Mısır ve Suriye birleşe­
rek Birleşik Arap Cumh u riyetini kurdular. Oportü­
n istli'kleri n i n karşı l ığ ı nda Suriye Kom ü n istleri n i n eli­
ne geçen, bir kenara itilmek olmuştu gene.
BAC, ü ç yıl s ü rdü sadece; 1 961 'de Suriye burjuva ­
z i s i , Nasırcı bürokratik zorba l ı ğ ı n «ha talarından» ve
hal>k ta rafından sev i l m emesi nden yara rlanarak ü l ke­
nin kontrol unu yeniden ele geçirmek isted i . 1 958'de
M ıs ı r model ine uyg u n olara k yapılan topra k reformu
ve m i l l i leştirme tedbirleri, bir a n için teh l i keye g i rdi.
Ama Suriye'nin geleneksel burj uvazisinin «zaferi»
kısa sürd ü . Yükselen küç ü k burj uvazinin g üçleri, so­
nunda dönüşsüz bir durum yara tmıştı. 1963 darbesi,
bu sefer tek başına olmak üzere, Su riye Baas Parti­
s i n i i ktid a ra getirdi ve yen i bir devlet kapita l izmine
doğru hareket yen iden royına oturdu. Hôlô Suriyeli
ve Batı l ı özel sermayenin aktif katkıları gibi ya nıl­
samolara daya l ı 1 965-1 966'deki i l k «plamı la , m i l l i leş­
t i rm e tedbirleri ve Sovyet yard ı m ı n ı n öne geçtiği
1 965-1 970 pla n ı a rasındaki evri m , Mısır'da 1 957 önce­
si dönem l e 1 960-1 965 «pl a n ı » a rasındaki evri min ay­
n ısıydı. 1 966'da bir başka darbe, Baas Partisinin Sa­
lah Ced id tarafından temsil ed il en «SOl» kanad ı n ı
iktidara getirerek bu değişi kliği güven a l tına a l d ı .
Batı i ç i n , Suriye'n i n b i r SSCB << Uyd usuı> h a l i ne gel-

59
mesi demekti bu. ve Su riye hükümetin i n Ira k Petrol
Şirketine sa ldırması da bunun işaretiyd i . M ısır'da ol­
d uğu g i bi burdaki gelişmeler de. Batı 'ya Orta Doğ u'­
d a ki bekçi köpeğ inin, ya n i isra il 'in, ipleri n i çözmeyi
dü şündürdq.
I ra k'ta da olayların gel işimi aynıydı. 1 957'de ku­
rulan Cephe. Temmuz 1 958 darbesiyle Hoşimi hane­
danının ve l atifundia sahibi burj uvazinin i ktidarına
son verdi. Yeni rej im 1 958'den 1 963'e kadar. Nasır
tipinde bir « sağ-ka nat» çizgi ile bir «sol-kanat» çiz­
gi arası nda g idip geldi. Bunun n eden i . I ra k ' ta M ısır
ve Suriye'den farklı bir g e l işim i n varl ığıyd ı . Anglo ­
Hoşimi egemenliği öyle eksiksiz olmuş ve öyle uzun
s ü rm ü ştü ki, ( l ra k' taki Kom ünist partis i de ötekiler­
den daha az oportün ist ol unca) kitlelerin müdaha·
lesi çok şiddetl i old u. Hal kçı Direniş Güçleri (dev­
ri mci m i l isler) latifundia sah ibi burjuvaziyi ortadan
kaldıra rak düşmanlarıyle adama kıllı hesa plaştı lar.
Yeni d evlet başka n ı Kası m. hemen bu « tehl ike»ye
son verdi. ama bu yüzden az d a ha kend i ayağı da
«sağ-'ka nat» u nsurlar ta rafından kayd ırıl ıyordu. Bu
unsurlar. ancak bu olay üzerine Eyl ü l 1 958'de orta ­
dan ka ldırılan Abd ü lselam Arif i l e Mart 1 959'da Mu­
sul 'da bir da rbe yapmaya ka l kan Şavvaf'tı. Bu darbe
başa rısızl ıkla sonuclan ı nca. rej i m kendi sağ kanat
u nsu rla rı nı. hem j stikla l ' i , hem de Baas' ı n içindeki le­
ri ( Raşid Ali, Fuad Rikabi, Abdü lselam Arif ve Şov­
vet'ın çevres indeki unsurl a r) tem izlemek zorunda
kaldı. Kasım'ı destekleyenler, Demokratik Pa rti'nin
eski m u hafızları. Kom ü n ist Partisinin karşısı nda yal­
nız bıra kıldı; bu arada, toprak reformu. her yerde ol­
d uğu g ibi burada da eski latifundia sah ibi burj uva­
z i n i n temel lerini bir ölçüde ortadan ka ldırd ı .
M ustafa Barza n i ' n i n affedil mesi ve SSCB'den

60
dönmesi ve Ira k Kürtleri n i n Demokratik Partisi'nin
kurul ması yol uyla rej i m i n Kürtlerle sağlamağa ça­
l ıştığı ya kınlaşma, bu alanda yen i bir dönem i n baş­
langıcı olacak ve Kürtl eri n u l usal sorun una demok­
ra ti k doğ rultuda nihai bir çözüm getirecek m iyd i ?
Ne yazı k ki, Komünistlerle i l işkisinde olduğu g i b i b u
a landa d a , Sağ ı n gücleri n i ka rşısına o l mama cabası
içine giren Kası m boca lama gösterdi. Uzun bir sü­
re, kabinesine Kom ün ist bakan a l mayı kabul etme­
di ve (yeni bir böl ünme ya ratarak ra kip bir Kom ün ist
Parti kura n ) Davud Sayı k ' ı n oportünist h izb i n i Ko­
mün ist Pa rtisine karşı kullandı. Temmuz 1 959'da
Kerkü k'te meydana gelen kara n l ı k olaylar hôlô ayo
d ı n latılmam ıştır. Bu, s uçsuz Türkmenlerin mi, yoksa
Sağ ı n al etleri n i n mi katl ed i l mesiydi? Halkın soru m ­
s u z unsurları nın ya ptığ ı b i r «hata >ı m ıydı (olayda n
çok sonra Komün ist Partisinin yaptığı açıklamada
bel i rttiği g ibi) . Gercek ne olursa olsun, Kasım bu
olayı sağa kaymak icin bir bahane olarak kullandı
ve Komün ist Partis i n i elinde tuttuğu i ktidar mevzi­
lerinden uzaklaştırd ı ; 1 961 'de yapılmak istenen grev­
leri ezdi ve böylece işçileri kend isinden uza klaştı r­
dı.
Bağdat rej i m i n i n Kürtlerin isted iği özerkliği ver­
mekte çok gee kalmasından ötürü, 1 961 yazı , Kürt
isya n ı n ı n yeniden başlamasına da sahne old u. Bun­
dan son ra Kasım öldürücü bir tecrite s ü rüklendi. Os­
manlı dönemi nde Basra v i layeti n i n bir parçası olan
ama 1 91 3'de I n g i l iz h i mayesine geçen, ve Ikinci Dün­
ya Savaşından son ra da, çok iyi bilindiği gibi, dün­
yanın en zengin petrol ü retici ü l kelerinden b iri h a ­
l ine gelen Kuveyt «soru n u n u » ortaya atara k h a l k
kitleleri icindeki desteğ i n i tazelemek istedi . A m a b u
manevra işe yarama d ı ; tecrit olmuş Kasım, 1 963'te

61
Abdü lselam Arif' i n darbes iyle devri ldi ve 1 958 yılın­
da ki eski dostu tarafından öld ü rüldü.
I ra k'ta Kasım'dan sonraki· rej i m , Reşit Ali'nin
sefil g eleneğ i çizgisinde b i r sağ kanat küçük burju­
va rej i miyd i . Bin lerce Kom ü n ist mil itanı, i şçiyi, köy­
l üyü ve solc u aydını katiederek bir kan gölüyle açtı
kendi dönem ini. Sonra da, 1 963 Kasımında hôlô çok
fazla «SOl» olara k görü len Baas u nsurlarını da tem iz­
ledi ve hem toprak reform una hem de devlet kapi­
ta lizm i n i geliştirme pol iti kasına bir son verd i . Emper­
yalizme ve emperya l izmin icerdeki müttefiklerine tes­
l i m oluşunu «Araplık» demagoj isiyle telafi etti ; hem
i ran'ın hem de I rak'ın h a k iddia ettiği Şattülarap
üzeri ndeki tartışma, «Siyonist a janları mı dönem dö­
nem asılmaları, vb., buna örnektir. Aynı zamanda,
hôlô isyan hal inde bulunan Kürdista n ' ı n bastırı lma­
s ı nda du y ıprandı. Bütün bu sağ kanat unsurlar, Na­
sır'ın h ü kümeti tarafından tam olara k desteklendi.
1 959'da Şavvaf'ın Musul'daki da rbesi sırasında Su­
riye'de üslenmiş M ısır ordusundan, darben i n başa­
nya u laşması halinde, doğ rudan doğ ruya I ra k'ın
BAC'a ilhakı istenmişti.

Demek ki, 1 948'de d e 1 956'da da Arap devlet­


lerinin !atifundia sahib i komprador burj uvazisinin
gercek nitel i klerin i ortaya çıkaran, emperya l izmle
i şbirl i ğ i n i ve taşra l ı vilayetci darlığını teşhir eden,
3ırf sözde kalan « Pan-Arabizm» inin demegoj ik ve
ikiyüzlü niteliğini gösteren şey isra i l'in yayı l macı po­
l itikası oldu . Arap devletl erini karşılıklı tecrit du­
ru mları ndan cı kmaya gercekten zorlayan bu isra i l
yayı lmacılığıydı: eğer lsrail, dünyadaki Yahudilerin
çoğunun yaşadığı bir devlet yara tmak g ibi bir Siyo­
n ist amacı gerce:kleştirecekse, bu ü l kelerden daha

62
fazla topra k almak zorunda olduğu için onların var­
lığını mutlaka tehdit edecektir.
O halde, iki kere, 1 948'de ve 1 956'da lsra i l sal­
d ı rıs ı n ı n başlıca sonucu, A rap kitlelerinin hükümet­
lerine karşı isyan etmes i oldu. Ama bölgenin Ko­
münistleri, ü l kelerindeki u l usal burj uvazilerin b ütü­
n üyle emperya l i�tlerden yana old uğ u n u a n layama­
d ı kları, emperyçı l izmin baskısından kurtuluşun tek
yolu olara k proletarya n ı n i d eoloj i k önderl iğ i n de b i r si­
la hlı hal·k mücadelesi hedefini göstermeyi reddede­
rek oportünist bir çizgiyi seçtikleri için, bu ülkelerde
i ktida rın komprador ve l a tifundia sahibi burjuvazi­
den küçük burj uvaziya g eçmes i n i sağlad ı lar. Bunu
yapa rken, Rusya'nın izled iği politikadan d a destek
a l d ılar.
Dü nya ölçüsünde bir güç haline gel m iş ola n
Rusya, Arap Doğ usunu, A meri ka l ı hasmı n ı n egemen
olduğu kend i güney ka nad ı na d üşen bir bölge olarak
görmekted ir sadece. Bu d üşman ka lesini yıkmayı
seemiştir ve bunu başarm a k icin de, ü l kele rin i A me­
rikan etki a la nından çıkarabi leceklerine en fazla ih­
timal verd iğ i pol itik g rupla ra ve topl umsal tabaka­
lara dayandırma ktadır faa l iyetlerini. Bu politikanın
« teori k ya n i » ( « u l usa l demokras i » ve «ka pita l ist ol­
mayan yol » ) . her yerde olduğu gibi burda da, barış
içi nde birl i kte yaşama politikasını sosya l ist devri­
min yayı lmasından coğaca k teh l i kelere ma ruz bırak­
madan , Üçüncü Dünya'nın bel l i ül keleri n i Ameri kan
yörüngesinden çekip ç ı ka rma işlev i n i yerine getir­
mekted ir. Bölgen i n Komün ist Pa rtileri de, Moskova­
ya uymakla, ister b:l inçli ister bilinçsiz, kendi halk­
larını a ldatma kta, si lahsızlandırma kta ve onlara kü­
çük burjuva iktidarian tarafı ndan yerleştirilmekte
olan devlet ka pitalizmi yol unu göstermekted ir.

63
Sovyet diplomasisi, b u dönemde büyük bir ba­
şarı kazandı. M ısır ve Su riye'yi Batı sisteminden bü­
yü k ölçüde kopardı ve aynı ölçüde olma ma·kla bir­
l i kte l rak'ı da Batı'dan çekmeyi başardı.
Yavaş yavaş, yeni bir statüko, yeni bir «taksim»
kurul muştu Arap Doğusunda. Rusla r iki üç devlete
egemendi, Ameri ka lılar do petrol ya tağı Arap yarım­
odas ı n ı n e konom i k ba k ı mdan önemli ü l kelerinin
kontrol unu ellerinde tutmuşlard ı . Denge, lsra i l 'le A­
rap d evletleri arasındaki geçici barışla korunuyordu;
Batı emperya lizmi ta rafından deste klenen isra i l sa l­
d ı rıdan kacınaca'k, buna karşı l ı k Arap d evletleri de,
Filistin halkının ülkesindeki lsra i l sömürgeleştirme­
s ine karşı çıkmasını engelleyeceklerdi . lsrajl'in ya
da Fil isti n i i i erin bu geçici barışı bozmaları hal inde,
her şeyin yen i baştan ta rtışma kon usu olması ka ­
çınıl mazdı.
Arap devletleri, 1 947 ile 1 967 a rasında, Fil istin
halkının a ncak devrimci bir n i tel i k taşıvabilecek
kendi özg ürlük savaşını vermes ini önleyerek, taa h­
hütlerine a ktif b i r biçimd e «sayg ı » gösterd i ler. Arap
Filistin inde (Batı Yakası ve Gazze Şerid i) Ü rdün ve
M ısır idareleri bu görevi yerine getirdiler. 1 948'1e
1 955 a rasında, yenik Filistinii ieri s usmaya zorladı­
lar. N e var ki 1 955'te !sra i l yeni b i r ilhak saldırısı
planlayora k i n isiyatifi kend i el i ne a l d ı . 1 955'te Ben
Gurion iktidara döndüğü vakit şunları söyledi: «Gü­
neye doğru yayılmak icin her şeyi yapma kaydıyla
kabul ediyorum hükü meti kurmay ı . » Bu dolaysız teh­
dit karşısında Mısır'ın tepki göstermekten başka ca­
resi ka lmam ıştı . Mısır yetkilileri, geçici barışı koru.:­
mak açısından «en teh l i kesiz» şeki lde yapmaya ça­
l ıştı bunu: lsra i l 'e baskı yapmak ve Gü neye d oğru
yayıl ma·ktan vazgeçirmek Için kendi kontrol unda ko-
mando g rupları ( Feda iler) kurdu. Ama Mısır hükü­
meti b u baskı aracını hic kendi kontrolunda n cıkar­
mak istemiyo rdu; bu yüzden Fil istinliferin kendi öz­
gürlük mücadeleleri icin kendileri n i örgütlemeleri ne
izin verilmed i ; örgütsüz b i r mülteciler sürüsü ola­
ra k kald ı lar.
ısra il'in 1 956'daki olaylar kon jön ktüründen ya­
ra rlanarak Fransız - i ng i l iz desteğ i ile Sina'yı il ha·k
etmeye kara r verd iğini bil iyoruz; Fransa Cezayi r'de­
ki dertlerinden ötü rü, ingiltere de Amerika tarafın­
dan cıkarı l d ı ğ ı Orta Doğu'ya yeniden g i rmek isteğ iy­
le isra i l ' i d estekleyeceklerd i . Sovyet-Ameri ka n a n ­
laşması, geçici barışa sayg ı gösterilmes i n i sağladı v e
Fra nsız, I n g i l iz, israil b i rl i klerı çeki ldi. Arap devletle ri
bir kez daha, taahh ütlerine «saygı » ve Fil istin halkı­
n ı n bastırıl m ası politikalarına döndüler. Ama gene,
lsra i l sömü rgeciliğini kocı n ı l maz olarak genişleme­
ye iten aynı içsel d:r.amik aynı sonucları doğ uraca·k­
tı. ısra i l'e Yahudi göçüyle a rta n buna lım, 1 963'ten
itibaren ısra i l'in Arap komşularına yeni b i r sa ldırı
tasariamasına yol açtı: Şeria sularının başka ka na­
la akıtılması ve «önleyici savaş» tehditleri, 1 967'de
olacakların b i r habercisiydi.
Arap devletleri � 964'te FKÖ (Fil istin Kurtuluş Ö r­
gütünün) kurulması yla karşı l ı k verd i ler.
Bu FKÖ'nün Fil istin halkını kendi kurtuluş mü­
cadeleleri icin seferber ederneyecek cılız bir olay ol­
duğunu ve örgütün gerçek işlevinin bunun ta m
tersine halkın bu mücadeleye g i rmes i n i önlemek
olduğunu a nlamak icin Ara p devletlerinin ( isken­
deriye'deki zirve toplantısında) kendi a raların­
da uzun paza rl ı klarda n sonra . örg ütün «l iderl i ğ i h i n »
ş u iğrenç d emagog Ahmet el Şu keyri'ye verildiğini
hatırlamak yeter. Bu sözde FKÖ (Fil istin Kurtu luş

F. 5 65
Örg ütü) . Arap ordu lerının bir parçasıydı. Fil isti niiie­
re hareket özg ü rlüğü veri lmemişti. FKÖ, olaylar ta­
rafından çoktan aşılmış küçük burj uva ve burjuva
unsurları, kendi halkları n ı n kurtu luş m ü cadelesine
daha 1936-1 939 isya n ı nda i hanet etmiş u nsurları bü­
rokratik b i r ta rzda bir araya getirdi. Arap devletleri
Filistin'in kurtu l uşunun kendi orduları tarafınd a n
sağ lanacağını i leri sü rmeye d evam etti ler. Bunun
imkansız olduğu sadece deneylerle kanıtlanma mıştı
(1 967 ve sonras ında gene kan ıtlanaca ktı) aynı za­
manda bu idd ia bütünüyle d emegoj i k ve ikiyüzl üy-.
dü, çünkü Arap devletleri, sorunun böyle çözümlen­
mes i n i yasa klayan geçici barışı kabul ed iyorlardı as­
l ı nda.
Küçük burj uvazi nin, yerine geçtiği komprador
ve l atifundia sah ibi burjuvaziden daha önemli b i r şey
yapamamasının a ltında yatan neden le ri , h em isra i l
le i l g i l i olarak h e m de A rap birl i ğ i i l e ilgili olarak
uğradı kları i k i l i yenilginin nedenleri n i tah l i l etmeli­
yiz. Mısır'da «yeni sınıfın» ol uşu m u ndaki aşama ları.
bu sı nıfın h ükümet biçi m i n i ve ideolojisi n i ta h l i l eden
Mahmut H üseyin, devlet kapita l izm inin, gene de ka­
pitalizm olmasından ötürü , dünya kapital ist sistemi
içinde kalmak zorunda olduğunu ve bu yüzden em­
perya Hzmden gercekten kopamayacağını gösteriyor.
Bu topl u m u n dünya kapita l ist s istemi ne bağl ılığı, b u
yüzden azgelişmişl iğ! kaçınılmaz olarak s ü rdürecek
ve bütün gercek bağ ı msızlık ve i lerleme umutları n ı
boşa cıka raca·ktır. Ticari orta k v e sermaye kaynağı
('buna «yardım» adı verilecek) olarak SSCB'nin Ame­
rika 'n ı n yeri n i a l ması, bu temel bağım l ı l ı k i ilşkisinde
hiç bir değişi kl i k yapmaz. Cün1kü gel işme. dü nya
sisteminin merkezlerine baı:l ımhlığı s ü rdüren, sürekli
kılan maha lli a racıyı esctın a lmak» a macını taşıyan,

66
bu çerceve içinde boşarılamaz. Za manım ızda küçü k
burj uvazi, yani mahal l i bağımlı devlet kapitalizminin
temel daya nağı, kendi döneminde bağımlı özel kapi­
talizmin temel dayanağı olan eski latifundia sahibi
ve komprador burjuvazinin başlıca i letme kayışı ha­
l i ne gelmekted ir. Bu küçük burjuvazinin ideoloj isini
ta hlil ettiğ i m iz za man, bu i letme kayışı rolü iyice gö­
rü l ecektir. Bu sınıfın ideolojik boşluğu, herşeye uyum
gösterme eği limi, oynadığı bu rol ü , dünya ölçüsün­
de burj uva ideoloj isinin taşıyı cısı rol ünü yansıtmak­
tad ır.
Bu yüzden, bu yeni bağ ı m l ı sın ıfın «Sosya l izm » i ,
bağı m l ı devlet burjuvazisi olarak gercek karakteri n i
g izlemek icin b i r masked ir sadece. Bu «sosyalizm»
kitleleri ka ndıramaz; onları b i r süre için hareketsiz
kılab i l i r ama aktif şekilde seferber edemez. Işte
Arap ordularının göstermiş old ukları nerdeyse biyo­
loj i k zayıfl ı ğ ı n kaynağı budu r. Aynı şekilde, bu sını­
fın uğrunda çal ıştığını iddia ettiği Arap b i rliği de o­
nun gercek a macı değild i r. Bu «birl i·k» ona süregiden
lsra i l istilası ve bu istilaya karşı kendi hal·kının re­
aksiyonu tarafı ndan zorlan m ıştır. Birlik a nca k em­
perya l izme ka rşı mücadelede birl i k olabil ir. Kend ile­
rini emperya l izmden ku rta rmayı, bizzat e mperya l izm
tarafından ya ratıl mış olan «devletlerin» s ı kışık çer­
çevesi içinde başara mayaca kları n ı ancak kitleler
takdir edebi l i rler. Ayrı ayrı düşünüldü klerinde M ısır' ı n
veya Suriye'nin ya d a I rak'ın kurtul uşu a n lamsızdı r.
israil, bu ü lkelerin herbirini tehdit eden a rdarda sal­
d ı rı la rıyla, i l g i l i herkese tecrit olmuş bir halde kur­
tuluşun imkansızl ığını hatırlatmaya devam etmekte­
d i r. Bir devlet burj uvazisi olmuş olmakla ve bu dev­
letlerin kaderinin soru m l u l uğunu taşı ma·kla küçÜ'k
burjuvazi Arap birliğini gerçekten Ilerietmek Için her-

67
hangi bir çaba göstermiş midir? Hayır. Bu burj uvazı­
lerln en edieri olanı. sadece d iğerlerini zaptetmeye
ba km ıştı r: M ısır'ın Suriye'deki « Firavunculuğunumı ,
I ra kl a olan i l işkisindeki i l hamların ve bu ü l ke halka­
ları ve burj uvazilerinin tepkileri n i n a n lamı budur; bu
da emperya l izmin ekmeğine yağ sürmüştür. Gercek
birl i k, biri c i k olası birl ik, emperyal izme karşı müca­
delede hal kların birl iği, bu burj uvaziler tarafından is­
tenmemektedi r: tam ters i ne onlar bundan korkmak­
tadı rlar.

Böylece kaçınıl maz bir şekilde 1 967 felaketi­


ne doğru i lerledi dur um. 1 956 ile 1 967 a rasında lsra ­
il toplumundaki çe! işkilerin g i ttikce hızlanan gel iş­
mes i, Ya h ud i göçünün azalması, ü l ke i ci ndeki top­
lumsal ve ırksal çatışma lar (Batı l ı ve Doğ ulu Yahu­
d i ler arasında) Haziran 1 967 j s ra i l saldırısına yol aç­
tı. j sra i l ' i n askeri zaferi ile birl i kte Ü rdün'den, Suri­
ye 'den ve M ısır'dan topra k ilhak ed i lmesi ve böylece
lsra i l sömü rgec i l iğine tabi olan Arapları n 300,000'den
1 ,300,000'e çı kması, bölgenin, her biri kend i yerl i
iletme kayışına sa hip olan Amerika ile Rusya a rası n ­
da taksim ed i l m i ş olmasına daya l ı geçici barışa ve
statüko'ya son verdi.
Ruslar ve Ameri ka l ı l a r, statüko'nun bu altüst ol­
ması ndan ilk zara ra uğrayanlardı. lsrail birl i k l erin i n
sald ı rıdan önceki mevzi lerine c ekilmesi n.i isteyen 22
Kası m 1 967 tari h l i ü n l ü Birleşmiş M il letler kararı n ı
çıka rtmalarının nedeni de buydu. Mısır ve Ü rdün d a ­
hil, bel l i başlı Arap devletleri ta rafından kabul edi­
len bu kara r hiç bir şeyi cözriıedi, çünkü Siyonizm'in
saldırı gücünü h iç dokun madan olduğu gibi bıra k­
mıştı ; Eski statuko'ya dönerek 1 956 ameliyatını tek­
rar etmek gibi · « d i ndar bir arzu»dan çıkıyordu. Ama

68
1 967'nin lsra il'i, 1 956'nın lsra i l ' i değildi. lsra i l « m i k­
ro-emperya l izmi» o zamandan bu yana güc kazan ­
m ıştı ve zaferinin meyvalarından vazgecmek zorun­
da değ ildi. Gene o va kitten beri, Arap devletleri de
kend i halkları ile uğraşma·k zorunda kal mıştır ve bu
h a lkı lafzi demagoj i ile a ldatma i mka n ları da a rtık
s ı n ı rlanmıştır. Sina'yı d üzenli güçlerle yeniden ele
g eçirmeyi vaat etmek kolaydır; ama her geçen g ü n ,
b u n u n imkansız olduğunu, ucakları Yuka rı M ısır'ın
üzeri nden k ı l ı na dekunul madan g eçen ve Ka h i ra'yi
bombalaya n , Suriye hava sahasına tecavüz eden ve
Beyrut hava alanını imha eden Isra i l ordusunun ha­
sımları ndan daha güçlü olmaya devam ettiğ i n i gös-
·

teriyor.
üstel ik, lsra i l ' i n «zaferi» Fi l istin halkını Arap
bürokratlarına ku lluktan kurta rm ış ve kendi kurtul uş­
ları için devrimci mücadeleye g i rmeleri n i sağlamış­
tır. Siyon ist söm ü rgeci tahakkümünün sonuçlarıyla
en « i lgili» taraf olmak Fil istin halkının zaten başka
bir a lternatifi olmam ıştır. Fil isti n l ilerin, I kinci Dü nya
Savaşı önces inde bile, öteki Arap halklarından çok
daha radikal olmaları n ı n n edeni de buyd u. 1 920'1er­
de bazı Ya hudi aydı nla rı tarafı ndan kurulan Filistin
Kom ü n ist Partisi 1 930'1arda Araplaştı. 1 924'te i l eri
sürülen «Partiyi Araplaştırma» sloga nından da anla­
şılacağı g ibi, o günlerde Komün ist E nternasyonal
hôlô devri mci bir rol oynuyordu. Arap « ha ki m » s ı n ıf­
ları n ı n ihanetiyle yüz yüze ka l ı nca Fil istin KP'si, ulu­
sal kurtul uştan yana ola n tek Arap partisi h a l i ne
geldi; ne yazık ki, 1936-1 939 isyanını Komünist l ider­
l iğinde dön üşsüz bir devrime dönüştürerek zafere
ula ştı racak kada r kuwetle köklenmemişti halkın
içinde. Dünya savaşı, Sovyetlerin Batı emperya l iz­
m i n i yetıştırme pol itikası , ve sava şta n sonra da «dev-

69
Jet poli ti kası» ve bunu Izleyen yozlaşması, Fil istin
Kom ü nizm i n i n gerilemesine yol açtı . Savaş sırasın­
da Parti, bel irsiz bir «Ul usal Cephe» hal ine dönüş­
türüldü ve 1947 ta ksi m i n i n kabul edil mesiyle bir
«lsra i l Kom ünist Partisi» kuruldu; bu parti, en azın­
dan Ya hudi seksiyonu ile. Siyon izme gömül meye
mo h kumdu.
Böylece Arap k itleleri caresiz b i r dağını klığa
terked ilm işlerdi. Kendi ül kelerinden çıkarılmış ve
darmadağınık ol muş Filistinl iler, önce, i ltica ettikleri
komşu ü l kelerin, özel l i kle Ü rdün, Suriye ve Lübnan'­
ı n pol iUk hayatına katılmaya çal ıştı l a r. Bu ül kelerde
Baas Partis inin «sola dön üşüne» yol actı lar. Sonra ,
kendileri n i Fi l istinl iler olarak örgütlernek için ça ­
l ışmaya başladılar. Bir kac ay süreyle isra i l'in ka rşı­
sında hiç bir «Arap h imayesi» olmadan yanlız ka l ­
dıkları kısa 1 956 deneyi o n l a r i ç i n ç o k yararlı oldu:
bir kez daha savaşmayı öğrend i l er. 1 Oca k 1 959'da
El Feti h'i, F i l istin halkının büyü k savaş örgütünü iş­
te bu deney doğ u rdu. 1 965'te El Fetih ve askeri kol u
El Asifa, caresiz FKÖ'nü a şa ra k si lahlı mücadeleye
başladı lar. Haz i ra n savaşı, FKÖ'nün sahtekarl rkları­
na son verd i ve El Feti h ' i Fil istin h a l k ı n ı n kurtu luş
mücadelesinin bilfiil l ideri haline getirdi. 1 968 Mart'­
ındaki Karôme savaşı, lsrail söm ü rgeci l iğine karşı
başl ıca engel i n Fil istin h a l kı olduğunu kanıtlad ı . E l
Fetih ' i n amacı, Arap y a d a Yahudi bütün vatandaş­
ları sadece «kanun önünde» değ i l gerçekte de eşit
olan bir bağımsız, demokratik Filistin devleti (bu, is­
ra il'in sömü rgeci ve ı rksal ayrıcalı klarının, ve dolayı­
sıyla da bu ayrıca lığın a ltında yatan kapital ist siste­
min kaldırılmasını öngerektirir) . devrimin önündeki
tek mümkün yol u tanımla r.
Ü n i ter ·bir devlet mi, yoksa i ki u l uslu bir devlet

70
m i , bir Orta Doğu Konfederasyonu mu, yoksa baş­
ka bir şey m i : Arap Doğusunun sorunları n ı n cözüle­
.ceğ i n i hai biçimleri mücadele ve ya l n ız mücadele be­
l irleyecektir. Şu anda bu kon ular üzerinde tartış­
mak, i leriye giden tek yol olan anti emperyalist kav­
gayı engellemek isteyenlerin a maciarına h izmet et­
me k olacaktır.
Fil istini iierin mücadel esinde yera lan tek örg üt
El Fetih değildir. 1 960 s ıralarında Suriye'de Baas
Partis i n i n üyeleri ta rafından kurulan Fil istin Halk
Kurtu l uş Cephesi de, öncelikle Filistin hal·kının ken­
di davasında n sorumlu old uğunu ilan etmiştir. Bu
örgütün sol kanadı, Fil isti n Demokrati k Halk K urtu­
luş Cephesi, Markoist-Len i nist olduğunu vurgula­
ma ktc ama eylemde El Fetih 'ten ayı rmamakta d ı r
kendi n i . üstel ik, farkl ı savaş örg ütleri ortak b i r Fi­
l istin Ul usal Konseyi kurmuşlard ı r. Fil isti n i i ierin sa­
vaş örgütündeki ceşltl i g rup ve eğ i l imiere M a rksizm
«sertifikaları» dağıtmak b ize d üşmez: ya l n ız F i l istin
halkının bu kon ularda kon uşmaya ha kkı vardır. Böy­
le yapmaya kal·kmak (ne yazı k ki, yeni Fil istin solu
ve özel l i kle Avrupada kücük d evrimci g ruplarda ör­
gütlenmiş sol unsurlar s ı ksık yapıyor bunu) sadece
kendi işi ol mayan şeylere karışmak ve çeki l mez b i r
c< ideoloj ik pederşah i l i-k» örneğ i vermek olmaz, aynı
zamanda Fil istin i i ierin m ücadelesine de zarar geti­
rir.

Fil istin hal·kının savaş olanına g i rişi, ya l n ız Fi­


l istin'de değ i l Fil istin m ü l tecileri n i n de bulunduğu
komşu Ara p ü l kelerinde (özel l i kle Ü rdün ve Lübnan'­
·da) ve dolayısıyla bütün Amp d ünyasında, sorunun
öğe l eri n i köklü bir bicimd e değiştirmiştir.
Emir Abdullah'a ( 1 946'da kra l lığa getirildi) ve-

71
rilen kukla . Ü rdün devleti, 1 948'de Fi listin'in
Batı Yakası bölges i n i i l ha k etmeden önce, bir pol i ­
t i k hayata sah i p değ i ldi. Abdul lah haini ( is rail'le ça­
tışmaya düşmesinden ötürü 1 951 'de öldürüldü) , oğ­
lu Talat ve daha sonra da taru n u Hüseyin, yavaş
yavaş ülkenin kontrolunu kaybettiler. Fil istin Komü­
nizminin bir kol u olan Ul usal Kurtu luş Birliği önce­
leri, 1 949'1e 1 955 a rasında ülkenin gercekten örgüt­
lü tek pol itik hareketiyd i . Ama oportü n ist c ızgısı
( « isra i l sömürgeciliğine saldırmadan önce Arnman'­
daki hakim gücü değ işti rmek») kitleleri kazanması­
nı engelledi (bunun icin d evri mci eylem gerekiyordu)
ve etkisi n i Fil istin aydın çevreleriyle s ın ırlı tuttu.
1 956'da bunal ı m gelip dayandığı va kit, U l usal Kurtu­
luş Birl iğ i n i n Komü n istleri tarafından desteklenen
Süleyman el Nabulsi'nin kısa ömürl ü h ü kü meti için
yol açılm ıştı böylece. Daha sonra b u « i lerici» hükü­
meti n Kra l Hüseyi n tarafından görevden atılması,
bunun doğru çizgi olmad ığını gösterdi. Doğru çizg i,
Ürd ü n 'de m ü l teci kamplarının içinde ve d ışında,
kukla kra l ı ve yönetim i n i h içe saya rak kendi otori­
tes i n i kura n - ve bu otoriteyi fiili olarak, işgal edil­
miş Fil isti n 'deki silahlı mücadelen i n bir işlevi ola­
rak kura n - El Fetih ta rafından pra tiğe konuldu.
Filistin halkının sah neye g irmesiyle, küçü k ve
sessiz Lübnan'da bile pol itik şartlar a l tüst oldu. O
zamana kadar, Lübnan devleti, küçük burjuvazi ta­
rafından Su riye, I ra k ve Fil istin'de bağ ı m l ı devlet
kapita l izmlerinin kuru l masına yol açan değişi kli kler­
den etkilenmemişti. Sermaye icin b i r g izienme yeri
ve bir turist genelevi ola ra k Lübnan ' ı n emperyal ist
sistem içindeki özel görevleri, «Orta Doğu'nun lsvic­
resi» nin daima halk kurtuluş hareketlerinden uza k
kalacağı sanısını yaratm ı ştı. 1 952'de, sistemin « iş -

72
leyişin i n » garantisi ola n yozl aşmış plütokrasinin sim­
gesi Bişar El Huri'nin düşüşü d e, 1 958 yazı n da A­
meri kan deniz piyadeleri n i n cıkarması ve daha s on­
ra da cekil mesi üzerine C a m i l le Şamun'a yöneltilen
meyda n okuma gibi pratikte hic bir şey i değ iştirme­
di. Ama 1 967'de Lübnan'daki Fil istin mü lteci lerinin
muha rebe vaziyatine gecmeleriyle birl i kte her şey
değ işti. B i l i ndiğ i gibi, Lübnan'ın müzika l - komedi
durumu, o günden beri Arap em irlerin i n ve «sosya­
l ist» bürokratların sermayeleri icin emin bir yer de­
ğildir artık.
Arap yarımadası. Sud a n , Libya ve uza·kta kalan
Mağrip te. Filistin halkının sa'KIŞ a lanına girişinin
etkileri n i d uymuşlard ı r.
Arap yarımadasında petrol şirketlerinin ve göçe­
be şeyh leri nin hic ;tirazsız hüküm sürd ü kleri dö­
nemler geride ka lm ıştır. Birinci Dü nya Savaşın ı n so­
nunda Şerif H üseyin'in Me kke'den atıl masından
sonra kurulan Suudi Arabista n , hôlô bir Ararneo
kra l l ı ğ ıdı r. ama a rtık kentsel işci ve küçü k burj uva
çekirdekleri bulunma ktad ı r ve bunlar da i ktidardaki
hanedanı bazı tavizler vermek zorunda kırakmışla r­
dır. Eylül 1 962'de Yemen'de i ma m B edir'in düşme­
si, G üney Yemen 'deki kitle hareketleri, bütün böl­
gede ulusal kurtuluş hareketin i n güçl enmesi, kadim
Soba kra l l ığ ı n ı g ü n limüz d ü nyası na çekm iştir. Suudi
Arabistan'ın Yemen'de Bedir'e bağ l ı kabilaferin ya­
nında sürekl i m üdaha leleri, ve cumhuriyet rej i m i i­
cindeki « ı l ı m l ı » unsurlara (Sallal ve son ra da Kadı
Abd ü l rahman el l rya ni) dayanan M ısır askeri mü­
dahales i n i n 1 962'den itiba ren karşı laştığı aynı ölçü­
de sürekl i yenilg iler ( Hazira n 1 967 savaşından son­
ra M ısır birlikleri n i n cekilmesine kadar) . yeni cum­
hu riyetin cökmesin& yol açmadı. Ters i ne, Yemen 'de

73
devri mci g üçlerin görece yen ilgisinden ders alan
Güney Yem en halkı, güney -doğ u Arabistan'ın küçü k
sulta n i l kiara (Aden, Abu Dabi, Muskat. vb.) böl ün­
mes i n i devam etti rmek isteyen I ng i l iz planını başa­
rısızlığa m a h ku m ooere'k daha i leri zaferler elde
edeb ilecekler.
Daha çok Arap d ünyasının s ı n ı rları nda kal ma k ·
la birl ikte, Sudan d o a rtık bölgenin kurtuluş hareke­
tine uzak ka lamıyor . 1 953 Ingiliz-M ısır a nlaşmasıy�a
yerl i iktidarın ü l kenin geleneksel hakim sınıfia rına
(Ensar ve Aşikka d i n i cem iyetl eri n i n «ya rı feodalla­
m ) verilmesi, emperyalist egemenl iğin tartışmasız
deva mını sağlayamamıştır. Zama n zaman «tatmin­
sizl ikleri n i » dışa vuranlar yalnız (1 944'ten beri örgüt­
lü olan) Komü n istler, işçi sınıfı _(özell ikle güçlü de­
m i ryolu işçileri sen d i kası) ve «eğiti m l i » küçük bur­
j uvaziyle ka lmamıştır. Geleneksel hakim s ı n ıflar ta­
rafı ndan kontrol edilen sahte parlamento s isteminin
ve bundan son ra da ·kent küçük b urjuvazisine da­
yanmaya çalışa n Abud'un askeri d i ktatörlüğünün
düşüşüyle birl i kte kent ve kır kitleleri hare ket etme­
ye başlamışlard ı r. S:.ıdan'ın Ara p olmayan güney ke­
siminde artık bütün bölgeye yayılmış olan isyan,
hem bölgedeki köylülüğün kuzeydeki bürokrasi ara­
cılığıyla uygulanan emperyalist tahakküme verd i k­
leri cevap, hem de emperya l izmin kendisine h izmet
eden bu bürokrasiye baskı yapmak için kullandığı
a raçtır.
Libya g ibi petrol şi rketlerin i n egemen l i k alanı
olan bir çöl ü l kesi bile, g eçtiğ imiz yılda ( * ) , Filistin hal­
kının harekete g eçm&s i n i n etkilerini d uymuştur. Es­
kimiş monarşinin yeri ne öteki Arap ü l kelerindekilere

c•ı Bu kitabın ilk basım tarihi 1970 dir - çev.

74
benzeyen, küçü k burj uva köken l i bir s ubay ta kımını
geei ren da !'lbe, büyük ölçüde 1 967 lsra i l sa ldırısı ve
sonrasının sonucudur.
M ağrip ise, Fransız sömürgec i l iğ i n i n özel ta hak­
küm biç i m leri ve yarattığı maha l l i sorunlar kadar
coğrafi uza klığı ve kend ine özgü çizg i leri, özell i kle
de Serberi kara kterinde oluşu n edeniyle, Arap Do­
ğusunu sarsan akımlardan uzak kal m ıştır. C ezayir­
deki Fransız sömürgeciliği, herh a lde emperya l izm
cağı ndan çok önce başlad ığı için ve Fra nsız kapita­
l izminin geriliği nden ötürü , kısmen «yoksul beyaz»
kolon i yerleşmeleri biçimini a ldı. Bu ta rımsal sömü r­
gel eştirme hedefi, T"unus ve Fas için de geçerl iyd i .
Mağrip'te v e özell ikle Fransız finans kapita l i n i n m a ­
dencil iğe v e hatta sanayi işletmelerine ya ptığı ya­
tırı m l a rla öne çıkan Fas'ta , daha i leri kolonyal izm
biçimleri, ancak son radan sonraya gel işti. Bu üç ü l ­
ken i n h e r birinde kolonya l izmin doğurduğu toplum­
sal yapıda ki fa rk l ı lı kları ta h l i l eden Sa m i r Emin, şun­
ları yazıyor:

Cezay i r'de topra k a ristokrasisinin çoktan orta­


dan ka l kmış olmasının nedeni, kolonya l izmin etkile­
rinden çok, Abd ü l kadir'in ( 1 830-1 848) indird i ğ i darbe­
lerd i r: oysa Fas'ta bunun tam tersine. toprak a ris­
tokrcsisi kolonya l izm ta rafından g üçlendirilm iştir;
Tu nus'un durumuysa, bu iki gel işme tipin in arasın­
da bir yere düşer. Her üç ü l kede de küçük burj uvazi­
nin belirg i n yükselişi ned e n iyle bu yapı fa rklılıkları
bugün yavaş yavaş önem i n i kaybetmekteyse de, da­
ha uzun bir süre u l usal h a reketi etkilerneye deva m
edecektir. ( 1 0)

cıo> Samir Emin, Le Maghreb modeme, Paris, 1970.

75
1
Cezayir'in feth i s ı rasında, 1 848'e kadar yürütü­
len yoketme savaşı. Cezayir d i renişine bir hal·kçı -
köylü kara kter verdi ve aynı zama nda kentsol seç­
kinlerin i mhasına ya da büyük ölçüde göçüne yol
açtı. Kolonya l istler <arafından seçilen yeni kentsel
ta ba kanın gerek k;rsal kesimlerle g erekse kentler­
deki eski hakim s ı nıflario h iç bir bağı yoktu. Ferhat
.Aibbas'ın bel irtti ğ i g ibi, çok uzun bir süre m i l l iyetcl­
l i kleri n in yüzeyde kalması n ı n ve taleplerinin de «asi­
m ilasyoncu» bir kara kter taşımasının nedeni buydu.
Fransız kolonları pieds noirs'dan(•) gelen muhalefet,
zaten bu saçma asimilasyon düşüncesini iyiden iyi­
ye olanaksızlaştı rmıştır. Zamanla, d i reniş hareket­
leri, ta bon larını kentlerdeki halk unsurlarına ve Fran­
sa'daki Cezayirl i işçilere kaydırdılar. 1 954'teki silah�
l ı ayaklanmayı gerçekleştiren hareketin evri m i de
böyle ol muştu. Ve Cezayir m i l l iyetç i l i ğ i d e uzun ve
korkunç Cezayir savaşı ( 1 954-1 962) içinde gerçek
anlam ıyla yeniden d oğ muştur.
1 850 ile 1 945 arasında, Cezayir m i l l iyetçiliğinin
i l k dönemiyle günü müzde yeniden doğuşu a rasında­
ki uzun boşluğun, Ceza y i r'den daha sonra kolon ileş­
tirilen Tunus ve Fas'ta b i r pa raleli yoktur. Samir
Emin'e göre. bu olgu, n eden Tunus ve Fas'ta « ko­
lonya l feth in şartla rı farklı olduğu için modern ulu­
sal ha reketin Cezayi r'deki gibi kitle iç inde geçmiş
bulunmayışını açı klar» . Tunus'ta 1 930'1arda burjuva
ve "küçük burjuva çevrelerde kurulan ul usa l hareket
h i ç bir zaman asimi lasyon haya l lerine d ü şmedi ama
öte yandan da, her za man « burjuva» ve « ı l ımlı» bir
karakter taşıdı; bu, başından beri onu temsil eden
insanın Burg iba oluşundan da bel l i d i r. 1 954'te bu

(0) Cezayirde yerleşen beyazlar - çev.

76
« ı l ı m l ı ıı hareket köylü kitlelerinin isya n ıyla s ı kıştırı­
l ı nca. Fransa'nın izlediği ve 1956'da Tunusun ba­
ğ ı msızlığı ile son uelanan taviz pol itikası, durumu
kurta rdı. Kolonyol yön etim� bunlardan sonra g irm iş
Fas'ta. s ü rekl i l i k daha da belirg i ndir. Fas'ta, « mo­
d ern kentsel mi l l iyetçi hare ket. . . bağ ımsızl ı k elde
ed ilene kadar bu har eketin tartışmasız l iderf iğini ya­
pan ü l ken i n geleneksel seekinlerinin yan ı nd a yer
almak zorunda kalmıştır.»
Fransız kolonya l izm i n i n uzun sürmüş ka ranlığın­
dan ç ı kan Mağ rip, Arap Doğusundan tecrit olduğu
için. a nca k zorl ukla yeniden kaza nabildi kişil iğini.
Arap dünyasına a i t olma duygusu tamamen yok de­
ğild iyse de, Mağrip' i n m i l l iyetciliğı salt ma halli Dir
n itöl ı kteydi. Cezayirli, Tunuslu. Faslı. Bu üç ülkenin
boğı msııl ı klarını kazandığı şartlar. ta rihsel neden'cır­
le, fa rklı da olsa. Sam i r E m i n bağı msızlıktan bu ya­
rıo geçen dönem hakkında şunları yazıyor:

Mağrip devletlerin i n son yıllarda gösterd iği po­


l itik evrim. derin lards yata n toplumsal gercekliklerin
kolonya l iz m ta rafından biçi mfendirilen görünüşteki
pol itik gercekl i k Ü'!eri ndeki zaferini ya nsıtmaktadır
bir ölçüde. Cezayir ul usal hareketi. bağı ms ızl ı k sa­
vaşın ı n i l k yılla rında rad i ka l izm i n doruğuna cıkma­
sından sonra , kücli k burj uva tabakalar ta rafından
ele geçirilmiş ve sonueta bağımsızl ığın meyvalarını
toplayanlar bunlar ol muştur. . . Tunus'ta. yükselen
küçü k burj uvazinin gitti kce a rtan nüfuzu ile. Des­
tur Pa rtisi yavaş yavaş kapital ist l ibera l izmden «ulu­
sal sosyal izme» kaymıştı r. . . Cezayir soldan sağa
doğ ru evrim gösterirken. Tunus'ta bunun tersi ol­
muştur. . . Fas'ta, rej i m henüz kendi n i dengeye ka­
vuştu ra ma m ıştır: küçük burj uvazinin baskısı 1 960'ta

n
rej i m i sürükleyip götü rme k üzereyk en yen i l g iyle kar­
şılaşmış ve bu da geleneksel tutucu g ü çleri yeniden
i ktidara getirmiştir. Cezayir ve Tunus evri m leri n i he­
m en hemen ta mamlamışlard ı r. Cezayir'de devrimci
köylü radika l izminden, Tunusta ise ı l ı m l ı m i l l iyetçi l i k­
ten ka l kılmış ve h er i kisind e de küçük burj uva u l usal
«sosya l izmine» varılmıştır. Fas, tari h i n i n bu bölü­
münü henüz kapa mış değ ildir, küçük burj uva sosya­
l izminin toplumsal ve pol itik gücleri şimd iden mev­
zilanmiştir bu ü l kede.

Zaman ı m ızda, «azgel işmişliğin» sürd ürü lmesine


yard ı m ettiğ i için emperya l ist egeme n l iğin dayandığı
temel olan «·küçü k o urjuva mill iyetç i» otorite, her
yerde aynıd ı r. «Yard ı m » , ister Cezayir'deki g ibi Sov­
yetlerden gelsin, ister Tunus'ta ki g i bi Amerikan
yardımı olsun. bu bağı m l ı politi.k otoritenin yerinde
ka lmas ı n ı ve güçlenmas i n i sağlama görev i n i yerine
getirm ekted ir. Ayn ı zamanda, Mağ rip coğrafi bakım­
dan Fil istin'den uzak olduğu ve tsrc i l ' i n tehd idini his­
setmediği icin, anti emperya l ist mücadelenin zorun­
lu birl iğ i n i n b i l inci, burda Arap Doğ usunda olduğun­
dan da fazla kitle üzerinde etkisi b u l unmaya n dev­
rimci çevrelerle s ı n ı rlıdır. Bu da göstermiyor mu Arap
birliğinin dar, cansız bir vilayetcil iğe sa planmış küçük
burjuva yöneticiler ta rafından gerçekleştirilemiyece­
ğ i n i ? üstelik, sonuna kadar beni msed ikleri bu
vi layetçiliğin neden i , kendi yönetimlerinin şartların­
dan biri olan dış g üçlere (Sovyetler de dahil) bağ ım­
l ı l ı kken. Ayn ı zamanda , bu birliğin, lsra i l kolonyol iz­
m i n i n sürekl i sa ldırı la rı ile söz konusu devletlere dı­
şardan zorlanan bir şey olduğunun da kan ıtı değ i l
m i b u ? Birliğin, yal n ız anti emperyalist mücadele
Içinde birlik olarak bir anlam taşıdığını göstermiyor

78
mu? Geri kalan her şey, yani « u l usal sorunun çözül­
mesi">> (tek bir Arap devleti m i yoksa bir kaç Arap
devleti mi) a rkadan gelecektir: sadece kitlelerin bu
devri mci mücadelesi bu sorunu çözüme bağlayacak­
tır, yoksa « u l us teorisi» ha kkında ki gevezelikler de­
ğil.

işte böyle, 1 967 !sra i l sald ı rısı daha önceki yir­


m i yılın sta tükosuna bir son verd i . Tarihin istihzası.
isra i l icin bu statükoyu n ihayet Arap devletlerine
kabul ettirerek perçiniemek amacını taşıyan bu sal­
d ı rının tam ters bir sonuc vermesine yol açtı. ister
Batı tarafından ister SSCB tarafından desteklensin,
i ster yerli «libera l » kapita l izmin ister devlet kapita­
lizminin temel lerini hazırlas ı n burj uva ve küçü k bur­
j uva m i l l iyetçiliğinin aczini teşh i r etmeye yara mıştır
isra i l ' i n zaferi, o kada r. Zaman ımızda, « azgel işmiş
ü l kelerdeki» kapita l izmin a n ca k bağımlı ve dolayısıy­
l a da g üçsüz bir ka pita l iz m olabileceğ ini göstermiş­
tir. Tek bir gücü «özg ü rl eştirmiştir» : Fil istin halkının
gücünü. Ama böylece Arap dü nyasında yeni bir çağ
açmıştır; bölgenin halkları n ı n emperya l izme ve Siyo­
nizme karşı orta k m ücadele cağ ı n ı , sosyal ist devrim
savaşıyla bi rleşmekten başka çaresi olmayan ve
proletarya n ı n ideolojisi ta ra fından yönetilen bir öz­
gürl ü k savaşı cağ ını açm ıştır.

You might also like