Professional Documents
Culture Documents
Antikacı Dükkanı Charles Dickens
Antikacı Dükkanı Charles Dickens
ISBN 975-385-235-5
ı:-or�çe?i:
M ETiN iLKiN
• ••
ANTIKACI DUKKANI
Ben daha çok geceleri gezmeye çıkarı m . Yaz ı n sabahları
evden erken ayrı l ı r, bütün gün kı r bay ı r gezer dolaş ı r ı m .
Evden bi r ç ı ktım m ı günlerce, haftalarca dönmediğim olur.
Eğer k ı rda' değilsem hava kararmadan d ışarı çıkmam. Bu
nunla birlikte, doğal ki her yarat ı k gibi gü neşin dünyamıza
saçtığı ı ş ı k ve sevi nce tutkunum .
Bu al ışkanlığı hemen hemen h iç ayı rd ı nda olmadan edi n
dim. Çünkü bu, hem zayıf ve dayan ıksız yapıma daha uygun,
hem sokakları dolduran insanları n özel li kleri , ilgileri , ilişkileri
üzerine varsayımlarda bulunmak için bana daha elverişli bir
ortamd ı . Öğle vaktinin ç ı rı l ışık ve devinimi beni m gibi tem
belliğe eği limlilerin işine gelmez. Bir sokak lambas ı n ı n ya da
bir dükkan vitri ninin yard ı m ıyla seçebi ldiğim gelgeç yüzler,
benim için onları gün ışığı nda açı k seçik görmekten çok daha
yararlı d ı r. Şu gerçeği de eklemek gerekirse; geceleri bu hu
susta gündüzden daha hoşgörülü bir yapıcıl ığa sahiptir. Gün
düzün, boşlukta kurulan bir şatonun tam tamamlandığı s ı ra
da; hiçbir pişman l ı k duymaksızın ve hiçbir kurala uymaksızın
yıkıld ı ğ ı n ı görmek, çok kez olas ıd ı r.
Aralı ksız gidiş gelişler, dur duraksız kaynaşmalar kaba
kald ırım taşları n ı aşındırıp kaypaklaşt ı ran ardı arkası kesil
mez adı m lar! Dar bir sokakta oturan halkın bunu dinlemeye
nasıl dayanabildiği şaşı lacak bir şeydir! Sain-martins Court
gibi bir yerde, acı ve usanç içinde -sanki bütün işi gücü buy
muş gibi- ister istemez ayak seslerini dinleyen; çocukları n yü
rüyüşünü yetişkinlerinki nden, döküntü bir dilencinin salapur
yaları n ı n yürürken çı kard ı ğ ı sesi, kibar bir i nsanın zarif
ayakka-bı ları n ı n ki nden; aylak aylak gezinenlerin ağır ad ı m la
rı n ı , zevk peşinde koşanların uçarı yürüyüşlerinden ayı rdet
mek zorunda kalan bir hastayı düşü n ü n ! Uğultu , gürültü ku
laklarından eksik olmayan, çağlayıp akan ve hiç durmayan
yaşam ı , hatta tedi rgin düşlerinde bile gören ve sanki yaşa
yan bir ölü gibi gürültülü bir mezarl ı kta yüzyı llarca rahat ve
huzur umudu beslemeyen bu zavallı insanı düşünü n !
5
Sonra, girişlik vermeden geçilen köprüler üzeri ndeki bitip
tükenmeyen kalabal ı k arası nda, güzel akşamlarda korkuluk
lar üzerinden sakı nmadan eğilerek düşlere dalan ve belirsiz,
bulan ı k bir düşünceyle birkaç m i l ötede, gittikçe genişleyen
geniş kuyu lar aras ı ndan geçerek enginlere ulaşan suları sey
redenleri; ağ ı r yükleri nin verdiği yorgunlukla korku l uklara yas
lan ı p mola verdikleri sırada sevimsiz, ağ ı r ve hantal bir
mavna üstü ne serilmiş bir muşambaya uzanarak kayg ı s ı zca
çubuk tüttü rmenin gerçek mutluluk olacağı n ı tasarlayanları ;
gene bambaşka bir yük altında köprünün üzerinde duraklaya
rak boğulman ı n zor bir ölüm değil, tersine inti har biçim leri nin
en iyisi, en kolayı olduğunu epey zaman önce bir yerde duy
muş ya ela 9ku muş olduklarını anı msayanları düşü n ü n !
Daha sonra; Covent Garden pazarı nda; bahar v e yaz gün
lerinde, sabahları güneş doğarken, çevreye yayı lan güzel ko
kularıyla, boş eğlencelerin peşinde geceleri gü ndüzlere katan
solgu n benizli kalabalığı bile mesteden çiçekleri ; çatı arası
penceresi d ı ş ı nda ası l ı dura n kafesinde bütü n geceyi geçir
dikten sonra ilk ı ş ı klarla coşup neşelenen bir ard ıç kuşunu -
sarhoş müşterilerin hummalı elleri nden s ıyrılabilenleri bitkin
bir halde yolun kıyısı nda serili duran ; ve hem akl ı baş ında
müşterilerin h oşuna g itmek hem de oradan geçen yaşlı başlı
tüccar katipleri ni 'bu kır düşlemlerine de nas ı l . dald ı k' diye dü
şündürmek için derlen meyi bekleyen, bağ l ı durmaktan pörsü
m üş, diğer küçük tutsakların biricik yakı n ı olan şu küçük yara
tığı düşünün!
Amac ı m , gezintilerim üzerinde uzun boylu ayrı ntılar s ı rala
mak değildir. Ama anlatacağ ı m serüven, bu gezintilerden bi ri
s ı rası nda d@ğduğu için -bir g i riş olarak- bunlardan bahset
m ekten kendimi alamad ı m .
Gene b i r akşamüstü : City'ye doğru b i r gezintiye çıkmış,
her zamanki yolumu izleyerek -tü rlü düşler içinde- ağ ı r ağ ı r
yürüyordum. Bana sorulduğuna kuşkum olm ayan pek anlaya
madığım bir soru karşı s ında duraksadı m . Sesin yumuşak,·
tatlı tonu beni çekmişti. Dönüp baş ı mı çevirdiğim · zaman , ken
tin bambaşka bir kıs m ı ndaki uzak bir semtin yolunu soran,
6
küçük ve sevimli bir kızcağız ile karşı laştım.
«Orası buradan pek uzakta, yavrum ! » dedim .
Kızcağ ız ürkek bi r sesle:
« Evet, uzak olduğumu biliyorum,» dedi, «çünkü bu akşam
oradan geldi m ! »
Şaşı rarak sordum :
«Yalnız m ı.geldin?»
« Evet, bunun hiç önemi yok. Ama şimdi biraz korkmaya
başlad ı m . Çünkü yolumu yitirdim . »
« Peki niçin yolunu b i r başkası na sormayıp da bana soru
yorsun? Ya sana yanlış bir yol gösterirsem ! »
Küçük kız:
« Hayı r, » dedi. « Buna olanak yok. Siz yavaş yürüyen yaşlı
bir centilmensiniz. Yanlış bir yol sal ı k vermeyeceğinize inanı
yoru m . »
Parlak gözlerinden b i r damla göz yaşı süzülen v e yüzüne
bakarken çelimsiz bedeni titreyen bu zavallı yavrucağı n rica
s ındaki güvenin beni ne denli duygunlaştırdığını anlatamam.
«Gel ben seni o raya götüreyim,» dedim.
Beni sanki beşikten beri tanıyormuş gibi büyük bir güven
le, elimi tuttu. Birlikte yola koyulduk. Adı mlarını ad ı mlarıma
uydu ran kızcağızı koruyan sanki ben değil ; sanki beni koru
yup kollayan o'ydu . Onu yanlış yola yönlendirmediğim kaygı
sını taşıyan bakışlarıyla ara sıra beni süzdüğünün ayı rd ı n
dayd ı m . Bu keskin ve zeki bakışların yinelenmesi her kezin
de onun güveni ni bir kat daha arttırmış görünüyordu .
Benim ilgi ve merakım da onunkinden hiç aşağı değildi.
Her ne değin çocuk denecek bir yaştaysa da; çelimsiz ve cılız
bedeni ona tuh af bir körpelik vermişti. Aşırı derecede yalı n
giyinmiş olmasına karş ı n ; kıl ığında savsanm ışlığı v e yoksullu
ğu belirtecek bir şey yoktu. Üstü başı tertemizdi.
«Seni buralara değin böyle yalnız başına kim gönderdi?»
diye sordum .
« Beni çok seven birisi , » dedi.
« Peki buraya ne yapmaya geldin?»
K ızcağız kendine güvenle:
7
«Oras ı n ı söyleyemem ! ,, dedi.
Bu yanıtın biçim i ; elimde olmayarak; beni küçük kıza şaş
kınlıkla bakmaya yöneltti. Acaba onu yolunu sora sora gel
meye zorlayan işin içyüzü n eydi? Gözlerindeki bakışlar ne
düşündüğümü anladığını anlatıyordu. Çünkü gözgöze geldiği
miz zaman, gördüğü işin yakışıksız bir iş olmadığ ı n ı ; ama
bunu büyük bir giz olduğunu ve bu gizi kendisinin de bilmedi
ğini ekledi .
B u sözlerde küçük bir h i l e y a da yalan kırıntısı yoktu.
Çünkü kızcağız bu sözleri gerçek damgas ı taşıyan, kuşku du
yulmaz bir açık yüreklilikle söylemişti. Yürüyüşünü değiştir
meden yoluna devam ediyor, ve yürüdükçe bana daha çok
ısınarak, arada bir, neşeli coşkulu konuşuyordu. Oturduğu
yer üzerine fazla bir şey söylemedi. Yalnız izlediğimiz yolu ta
n ı madığı için bu yolun daha kestirme olup olmadığını sorma
ya gerek gördü.
Dostça yolumuza devam ederken, zihnimde, bu bilmeceyi
çözecek yüzlerce açıklama biçim i arad ı m , durdum; ama hiç
birisiyle yetinemedim ve sonu nda merakım ı dindirmek ama
cıyla kızcağızın arı yüreğinden ya da borçluluk duyguları ndan
yararlanmak isteyişimden kendi kendim e utand ı m . Bu küçük
yaratı�ları ben pek severim . Tanrı n ı n yakınları bu tertemiz yü
rekli yavrucakların bize karşı gösterdikleri sevgi de küçümse
necek bir şey değildir. Bana karşı gösterdiği güvene önce se
vindiğim değin, şimdi de hak kazanmaya karar verdim ve bu
güvene saygı gösterdim.
Diğer yandan, onu böyle düşüncesizce akşam karanlığın
da, yalnız başı na, uzak yollara gönderenin kim olduğunu an
lamamak için ortada bir neden yoktu.
Hem evine yaklaştığın ı anlayı nca bana, 'Hoşçakal!' diye
rek ayrı lması ve böylece beni merakı m ı dindirmek fırsatından
yoksun b ı rakması da pek olası olduğundan kalabalı k ve ana
caddelerden kaçınarak sapa yolları yeğledim. Böylelikle kız
cağız ancak oturduğu evin bulunduğu sokağa gelince nerede
olduğunu anlayabildi. O zaman küçük dostum sevinçle elleri
ni çırpıp önden yürümeye başlad ı . Sonra bir kapın ı n basarna-
8
ğı önünde durarak beni bekledi. Kapıyı ben yan ına varı nca
çaldı.
Önce, kapı n ı n bir kısm ı n ı n camlı ve cam ı n üstünde de ke
penk bulunmadığ ı n ı ay ırdedememiştim . Çünkü içerisi kımıltı
sız ve karanlıktı . Biz dışarda merakla içeri alınmam ızı bekle
dik. Kapıyı iki üç kez çaldıktan sonra, içeriden ayak sesine
benzer bir tıkırtı geldi. Sonra camdan solgun bir ışık sızd ı .
Ağı r ağı r yaklaşan ı ş ı k bana gelişi güzel s ı ralanmış eşya ara�
sından geçerek, kapıyı açmaya gelen kişinin kim olduğunu ve
nereden geçtiğini görmek fırsatını vermişti.
Gelen, kır saçları uzam ış, kısa boylu bi r ihtiyard ı . Kapıyı
açmaya gelirken başının hizasına kald ı rdığı ışığın yardım ıyla
yüzünü ve boyunu bosunu kolaylıkla seçebildim . Yaşının etki
siyle pek fazla değişmiş olmas ı na karş ı n; zayıf ve dayanıksız
yapısının bir örneği görülebildi. Açık mavi gözlerindeki benze
yiş kuşkuya yer bı rakmaz açıklıktaydı . Ama buruşuk yüzün
deki ezinç ve endişe o denli büyüktü ki bütün benzeyiş bura
da kesiliyordu.
Geçtiği yer bu kentin bazı tuhaf semtlerinde rastlanı lan ve
halkın gözünden kıskançlı k ve güvensizlikle saklanılan eski
ve antika eşyan ın -küflü bir hazinenin- saklandığı bir yerdi.
Burada hayaletlerin girdiği sanı lacak z ı rhlı giysi ler, eski m a
nastırlardan getirileri tuhaf oymalar, çeşit çeşit paslı silahlar,
porselen, tahta, demir ve fildişinden yapılmış tuhaf heykeller,
ancak düşlerde görülebilecek seccade ve kilimler, tuhaf mo
bilya parçaları göze çarpıyordu. İ htiyarın solgun benzi, yaşa
dığı yere çok uygun düşüyordu. Sanki bütün bu eşyayı, eski
kiliseleri, mezarları ve boş evleri dolaşarak kendi eliyle birer
birer toplam ıştı ! Her antika parçası onun haline uygun; ama
hiçbirisi onun gibi çökmüş ve yıpranmış değildi.
Anahtarı kilide sokarken beni şaş ı rm ışlıkla süzüyordu.
Küçük kızla birlikte olmam şaşkı nlığını bir kat daha arttırm ıştı.
Kapı açı lınca kızcağız ihtiyara, 'dede!' diye seslendi ve arka
daşlığımızın öyküsünü anlattı .
İ htiyar, torununun baş ı n ı eliyle okşadı ve:
« Nası l oldu da yolunu şaşı rdın, Neli? Eğer yitseydin ben
9
, ne yapard ı m ? » dedi .
Kızcağız cesaretle yan ıt verdi.
«Sen üzülme dede! Ben n asıl olsa sana dönmenin bir yo
lunu buluru m ! »
İ htiyar dede, toru nun öptükten son ra bana döndü v e içeri
girmemi rica etti . Dediğini yaptım . İ htiyar kapıyı kapayıp kilit
ledi. Eli nde ışık, önümde yürüyerek, beni dışardayken kapı
n ı n cam ı ndan seçebildiğim koridordan geçirdi ve arkadaki
oturma odasına aldı . Bu oda içinde bir peri kızı n ı n uyuduğu
san ılacak, minicik, süslü bir karyolanı n bulunduğu küçük bir
odaya açılıyordu. Neli, eline bir mum alarak odası na girdi v,e
dedesi ile beni yalnız bı raktı.
İ htiyar ateşin yanına bir sandalye, yerleştirerek:
« Her h alde çok yorulmuş olmal ısı n ız. Bilmem size nasıl
teşekkür edebileceğim?» dedi.
«Bundan böyle torununuza dah1 a fazla dikkat etmemiz
yeter!»
İ htiyar keskin bir sesle:
« Daha, fazla dikkat ederek mi? Acaba kim bir çocuğu
benim Nell'i sevdiğimden fazla sevebilir?» dedi .
İ htiyarın yanıtı nda öyle bir şaşkınlık eseri vardı ki, ne diye
ceğimi şaş ı rd ı m. Halindeki güçsüzlükle derbederliğe eklene
rek yüzünün derin endişe anlatan bir anlam taş ıması onun
önce sandığım gibi bir adam olmadığına beni inandı rd ı .
«Şurasını düşünmelisiniz ki. . . » diye başlayacak oldum, ih
tiyar: « Düşünmek mi?» diyerek sözümü kesti ve:
<sBen onu düşünmüyor muyum? Siz gerçeği bilmiyorsu
nuz! Zavallı Neli! Zavallı yavrucak! » dedi.
Anlatım biçimi ne olursa olsun; hiçbir kimsenin ihtiyar anti
kacının bu dört sözcükle dışlaştırdığı sevecenlikten fazlas ı n ı
anlatmasına olanak yoktu. Gene söze başlamasını bekliyor
dum; ama ihtiyar elini çenesine dayayarak bir iki kez başını
salladı ve gözlerini ateşe çevirdi.
Biz böyle oturup konuşurken küçük odanı n kapısı açı ld ı ;
Neli, açı k kestane saçları boyunun çevresine dağılmış, yüzü
gene bize kavuşmak için gösterdiği tezcanlılı kla pembeleşmiş
10
olduğu halde, geri döndü ve akşam yemeğini hazı rlamak
üzere kolları sıvad ı . Küçük kızın çabalarından yararlanan ihti
yarın, beni daha fazla i ncelemek fı rsatı bulduğumu ayı rtettim .
H e r şeyi küçük Nell'in yapmas ı ; ve görünüşe göre evin içinde
bizden başka hiç kimsenin bulunmamas ı ; şaşkınlaşmama yol
açm ışt ı . Kızcağızın dışarı çıkması ndan yararlanarak bu nokta
üzerinde bir düşünü açı klamak atılgaııl ığını gösterdim. İ htiyar
dede, bana küçük Neli gibi güveni lir, dikkatli bir insanı n pek
az bulunacağ ı n ı söyledi.
İhtiyarın bencilliğine verdiğim bu yanıt karşısında:
«Çocukları n daha henüz bebek denilecek bir yaşta, yaşa
m ı n yükünü s ı rtlandıkları n ı görmek beni hep üzmüştür. Bu
onları n güven ve saflıkları n ı n - Tanrı n ı n onlara verdiği iki im
renilecek niteliğin-köklerini kurutur; daha beğeni ve sevinçleri
mize katı labilecek bir çağa gelmeden, onlari üzgü ve kaygı la
rımızı paylaşmaya yöneltir, düşüncesine vard ı m . » ·
İ htiyar d i k d i k yüzüme bakarak:
«Bu Neli için değil, onun enerjisinin kaynakları güçlüdür!»
dedi. «Zaten yoksu l çocukları zevkin türlüsünü tanımazlar.
Çocukları sevindirecek en ucuz bir şey bile parayla sat ı n alın
m ıyor ! »
«Ama, izin verirseniz, o denli yoksul değilsiniz! ,; dedim .
İ htiyar:
« Çocuk, kendi çocuğum değildir; annesi de yoksuldur; hiç
bir şey, hatta bir metelik bile saklam ıyoru m ; ama gene işte
böyle gördüğü nüz gibi yapıyoru m ! » dedi . Sonra elini elimin
üzerine koyarak eğildi ve alçak sesle ekledi:
«Ama bir gün gelecek o zengin ve temiz, sayılan bir insan
olacak! Sakı n onun yard ı mları ndan yararland ığım için beni
kötü bir adam sanmayınız! Pek güzel anladığınız gibi, bütün
bu işleri o, seve isteye yapıyor. Bununla birlikte, onun minicik
ellerinin gördüğü işleri bir başkasına yaptı racak olsam, yüre
ğimin götürmeyeceğini de elbet biliyorum!»
İhtiyar birdenbire kavgacı bir havaya girmişti.
« Düşünmüyor muyum?» diye yineledi. «Yaşamda biricik
düşüncem ve emelimin bu yavrucak olduğuna Tanrı tanığım-
11
d ı r! Ama Tanrı bana yard ı m etmiyor. Hayır, hiç yard ı m etmi
yor!»
Tam bu sı rada, görüşmemizin konusunu oluşturan küçük
kız gene içeri girdi ve ihtiyar da bana masaya yaklaşmamı
işaret ederek sözünü kesti.
Daha yemeğe başlamadan, girdiğimiz kapı çalı nca, Neli,
pek hoşuma giden, çocukça ve neşeli bir kahkaha'yla:
« İşte, sevgili Kit geldi ! » dedi.
İ htiyar antikacı Nell'in saçları nı okşayarak:
«Yaramaz, her zaman zavallı Kit'e güler böyle,» dedi. Neli
daha neşeli bir biçimde gülmeye başlad ı . Ben de tek onun
neşesine katı larak gülümsemeden kendimi alamadım. İ htiyar
eline bir . mum alarak kapıyı açmaya gitti, geri döndüğü
zaman Kit de arkası ndayd ı .
Kit, dağınık saçlı, ayakların ı sürüye sürüye yürüyen, geniş
ağızlı , kırmızı yüzlü, karga burunlu, gülünç, tuhaf görünüşlü
bir çocuktu. İçeri de, bir yabancı görünce duraksadı ve eline
aldığı yusyuvarlak, çenesi düşmüş kasketini çevirmeye başla
d ı . Çok sık ayak değiştiriyor, beden ağı rlığını bir sağ ayağı,
bir sol ayağı na aktarıyordu. Kapın ı n eşiğinde durmuş; o za
mana değin hiç rastlamadığım bir tavırla ve göz ucuyla
küçük odaya bakıyordu. Bu andan başlayarak bu tuhaf çocu
ğa karşı bir çeşit borçluluk duymaya başlam ıştım. Çünkü, bu
çocuğun, Nell'in yaşam ı n ı n komik yan ı n ı oluşturduğunu anla
m ıştı m .
İ htiyar:
«Yol uzakt ı , değil mi, Kit?» diye sordu.
« Uzak da söz mü, patron! Cehennemin öbür ucu !»
« Evi kolayca buldun mu?»
«Kolay desem yalan olur, patron!»
« Elbet karnı n ı doyurmadan geldin?»
« Karnı m tok diyemem, patron!»
Konuşurken, tuhaf bir biçimde yanlamasına duruyor ve
sanki başka türlü sesi çıkmayacakmış gibi başını omuzuyla
bir hizaya getirerek konuşuyordu. Böyle komik bir tipin insanı
her yerde eğlendireceğinden kuşku yoktu . Ama Nell'in onun
12
tuhaflığından hoşlanmas ı ; bir avunmaydı .
Kit d e kendi hesabı na uyand ı rdığı şaşkı nlıktan gurur duyu
yordu. Ama ciddiliğini korumak için sarfettiği büyük çabalara
karşın; çok geçmeden, ağzı avurtlarına değin açık ve gözleri
hemen hemen yumulu bir durumda makaraları koyverdi. İ hti
yar gene düşlere dalmış, hiçbir şeye önem vermez görünü
yordu. Yalnız, akşamki üzüntüsünün üzerine çıkagelen bu
komik arkadaşı n ı karş ılarken duyduğu heyecan ı n ı n etkisiyle,
kahkaha sona erince; küçük Nell'in parlak gözlerinin yaşardı
ğına dikkat ettim . Kit de kolaylıkla ağlamaya dönüşebilecek
sürekli bir kahkahadan sonra; bir dilim ekmek, bir parça et ve
bir bardak bira alarak bir köşeye çekilip iştahla oburcasına
karnı n ı doyurmaya koyuldu.
İhtiyar dede sanki onunla hemen o dakika da konuşmamı
za devam ediyormuşuz gibi bir 'Ah !' çekerek yüzünü bana çe
virdi ve:
« Bana Nell'i düşünmüyorsun derken ne söylediğinizin
ayı rd ında değilsiniz!,, dedi.
« İlk izlenimlere göre verilen yarg ı lara fazla önem verme
melisiniz, azizim !» dedim.
İhtiyar düşünceli düşünceli :
« Doğru !» dedi ; sonra: « Buraya gel, Nell ! » d iyerek torunu
nu yanına çağ ı rd ı .
Küçük kız, hemen yerinden kalkıp kolunu dedesinin boy-
nuna dolad ı .
İhtiyar sordu :
« Söyle Nel l ! Ben seni seviyor muyum; sevmiyor muyum?»
Kızcağız, dedesini okşadı ve başını onun göğsüne daya-
maktan başka bir yanıt vermedi.
Bunun üzerine, ihtiyar bana doğru bakarak ve torununu
bağrına basarak:
« Niçin içini çekiyorsun, Nel l?» diye sordu. «Seni sevdiğimi
biliyor sanki kuşkulanmış gibi böyle bir soru sormam ı istemi
yor musun? Peki, peki öyleyse!.. Haydi can ı m gibi sevdiğimi
söyleyeyim.»
Küçük kız büyük bir açık yüreklilikle:
13
« Beni elbet seviyorsun, dede!» dedi. « Bunu Kit'de bili
yor!»
Et ve ekmeğini tıkı n ı rken bir hokkabaz soğukkanlılığıyla
çatalı n ı n üçte ikisini g ı rtlağına sokan Kit; adı n ı n geçtiğini işi
tince; bu yeme eylemine bir ara verip yüksek sesle:
«Onun seni sevmediğini söylecek denli . budala bi r insan
yoktur!» dedi. Ve sonra ağzına attığı kocaman bir lokmayı
midesine indirince, sözüne devam edemez oldu .
İhtiyar, Nell'in yanağını okşayarak:
«O şimdi yoksul; ama gene söylüyorum ; bir gün gelecek
zengin olacak! Yoksulluk uzun sürdü. Ama elbet zenginlik de
n;,ısip olacak. Har vurup harman savurmaktan başka bir şey
yapmayan bazı insanlara servet nasip oluyor. Bakalım bize
ne zaman olacak?» dedi.
Nell:
«Ben halimden memnunum, dede! » yanıtı n ı verdi.
İ htiyar 'Haydi ordan !' deyip dişleri arası ndan m ı rı ldand ı :
«Senin bir şeyden haberin yok, yavrum ! Nerden olacak?
Ama vakti var; vakti var! Buna i nanıyoru m . Geç kaldığı daha
iyi ! . . »
Antikacı, göğüs geçirerek g e n e eski dalgı n v e düşünceli
haline döndü. Nell'i daha dizleri arası nda tutuyor ve sanki
başka hiçbir şey duyumsamaz görünüyordu. Vakit ilerlemiş,
gece yarısına birkaç dakika kalm ıştı . Kalkıp ayrılmak isteyin
ce, i htiyar kendine geldi.
« Birkaç dakika izin verin » dedi. Sonra Kit'e dönerek ekle
di:
« Kit oğlum! Gece yarısı oldu, sen daha buradası n ; haydi
evine, haydi evine! .. Ama erken gel. Yapı lacak iş var. Haydi
güle güle! Eh, Nell ! Sen de Kit'e güle güle de de gitsin . . . »
Nell, gözleri neşe ve sevgiyle parıldayarak:
« İyi geceler, Kit ! » dedi.
Kit, yanıt verdi:
« İyi geceler, bayan Nel l ! »
İ htiyar d a beni göstererek:
« Bu centilmene de teşekkür et! Eğer o olmasaydı küçük
14
Neli'i bu gece yitiriyordum,» dedi.
Kit:
«Yoo ! İşte bu olmaz!,, yan ıtında bulundu.
İ htiyar:
«Ne demek istiyorsun?» diye sordu.
« Ben onu nerede olsa buluru m . Yeryüzünde olduktan
sonra, ben onu herkesten çabuk buluru m ! Ha ha ha!..»
Kit gene ağzını açı p gözlerini yumdu. Sonra kahkahalar
atarak kapıya yürüdü. Kapıya varmasıyla çıkıp gitmesi bir ol
muştu. Kit gidince, Neli, masayı toplamaya başladı . İ htiyar da
bana dönerek:
«Size bu akşamki yaptıkları nızdan ötürü gereken teşek
kürde bulunamadı m . İşte şimdi size gönlümden taşan ve
içten teşekkürlerimi sunayım,» dedi. « Neli de size teşekkürler
ediyor. Her halde onun teşekkürü benimki nden daha geçerli
dir. Onu evine getirerek gösterdiğiniz özveriye karşı borçluluk
duymadığımı ve Neli'e karşı gereken özeni göstermediğimi
vasayarak ayrılsaydı nız çok üzülecektim . Ama şuras ı n ı iyi bi
liniz ki , ben ona kendimden daha çok özen gösteririm.»
Gördüklerimden bu kanıyı edinmem gerektiğini söyledik-
ten sonra ekledim :
«Size bir soru sorabilir miyim?»
« Elbet, elbet buyuru m ! »
«Bu zayıf yapılı a m a sevimli v e zeki kızcağızın sizden
başka bir kimsesi yok mu? Sizden başka bir dostu , bir koru
yanı yok mu?»
İ htiyar m erakla yüzüne bakarak:
« Hayı r, ,, dedi. ccO, başka dost istemiyor!..»
«Ama böyle nazik ve körpe bir emaneti yanlış değerlendir
miş olmaktan çekinmiyor musunuz? Sizin iyi niyet beslediğini
ze güvençliyim . Ama siz de kendi hesabın ıza böyle bir ema
nete koruyuculuk edebildiğinize güvençli misiniz? Ben de
sizin gibi yaşlı bir insan ım. Her somut verici genç üzerinde
bir ihtiyarın duyabileceği kayıt ve ilgiyle söylüyorum. Bu
akşam sizi ; küçük torununuzu görmekle edindiğim izlemimin
üzgüden hepten uzak olamayacığını takdir edersiniz!,,
15
Bir anlık sesszilikten sonra, ihtiyar yanıt verd i ;
«Söylediklerinize gücenmeye hiç hakkım yok. Birçok hu
suslarda ben bir çocuk, o'ysa evin hanımı ! .. Bunu zaten siz
de gördünüz. Ama şurası var ki ; uykuda olsun, uyanı k olsu n;
gece olsun, gündüz olsun; sağlıklı olayım , sayrı olayım:
Küçük Neli benim biricik düşüncemdir. Ona beslediğim sevgi
nin derecesini bilseniz, hiç kuşkusuz bana başka bir gözle ba
kardınız. Evet, bambaşka bir gözle!.. İhtiyar bir insan için kuş
kusu bu pek sıkıcı bi r yaşam . . . Ama beklediğim sonuç
büyüktür.»
İ htiyarın heyecan ve sabırsızlık içinde olduğuna dikkat
ederek, odadan içeri girerken çıkardığım paltomu, giymeye
hazı rlandı m ; fazla bir şey söylemek istemedim. Ama küçük
Nell'in kolunda bir pelerin ve elinde bir şapka ile baston oldu
ğunu görünce şaş ı rd ı m , ve:
«Onlar benim değil, yavrum!» dedim.
Küçük Neli:
« Evet biliyorum » dedi, «bunlar dedemin.»
«Ama bu saatte o dışarı çıkacak değil ya! »
Küçük Neli, gülümseyerek:
« Evet, çıkacak!» dedi.
« Peki sen ne yapacaksın, yavrum?»
« Ben mi? Ben burada kalacağı m ! Ben her zaman burada
kal ı rı m !
Şaşkın şaşkın ihtiyarı n yüzüne baktım. Ama ihtiyar üstünü
başını düzeltmekle ilgileniyordu. Bakışları m ı ondan küçük
kızın çelimsiz ve ince bedenine çevirdim . Demek bu küçük
kızcağız bütün gece bu neşesiz ve loş yerde yapayalnız ka
lacak! . .
Küçük Neli şaşkınlığ ı m ı n ayırd ı nda olduğunu anlatacak
hiçbir belirtide bulunmayarak güler yüzle ihtiyar dedesinin pe
lerini giymesine, yard ı m etti . Ve ihtiyarın haz ı rlanması bittik
ten sonra eline bir mum alarak yolumuzu aydı nlattı. Ama um
duğu gibi izlemediğimizi görünce, geriye dönüp gülümsedi ve
bizi bekledi . İhtiyarın yüzündeki anlatım, duraksamamızın ne
denini anlatıyordu. Bununla birlikte yalnız başını önüne eğe-
16
rek bana ondan önce odadan çıkmam ı işaret etti. Tek sözcük
söylemedi. Benim için buna uymaktan başka yapacak bir şey
·
kalmam ıştı .
Bizi uğurlamak için dış kıpaya değin gelen küçük kız,
dönüp şamdan ı yere koydu ve beni öpmek için başını uzattı,
sonra i htiyarın yanına gitti. Dedesi de onu kucaklayarak Tan
rıya emanet etti.
« İyi uy kular, yavrum ! Melekler baş ucu ndan ayrılmas ı n !
Sakın duanı unutma emi ! . . "
Küçük k ı z büyük b i r istekle:
« Hayır unutmam!» dedi. « Dua ederek mutlu oluyorum."
« Peki güzel yavrum ! Hoşça kal ! Ben yarın sabah erken-
den geleceğım .»
« İki kez, çalman gerekmez, dede! Zil beni düşümün orta
s ı nda bile uykudan uyandırır!»
Dede ile torun böylece birbirlerinden ayrıldılar. Küçük kız
kapıyı açtı. Kapı şimdi bir kepenk i le örtülmüştü. 'Kit'in d ışarı
çıkmadan bu işi kotardığını çıkan seslerden anlam ıştı m . Bel
leğimden silinmeyen saydam ve duygun bir sesle bizi uğurla
yan Neli, kapıyı aralık tutuyordu. Kapı yavaşça içeriden kapa
nıp kilitlenirken, ihtiyar bir an durup bekledi. Sonra güvenle
ve yavaş adı m larla yü rümeye başladı . Köşeye gelince durdu
ve yüzünde kayg ı l ı bir anlatımla, yolları mız ters yönde oldu
ğundan ayı rmamız gerektiğini söyledi. Kendi yaşındaki bir in
sandan umulmayacak bir hız ve tezcanlılıkla çekilip giden i hti
yar, bana konuşma fırsatı vermemişti .
Uzaktan izlemediğimden ve gözetleyip gözetlemediğim
den güvenç duymak istiyormuş gibi ; durup birkaç kez arkası
na baktığ ı n ı ayırdettim. Gecenin karanlığı gözden yitmesine
yard ı m etmiş, çok geçmeden görünmez olmuştu.
İhtiyarı n ayrıldığı yerde; bilmem ne nedenle, duraklayıp
kalmıştım. Kayg ıyla dönüp birlikte yürüdüğümüz caddeye
baktım ve bir an düşündükten sonra, adı mları m ı o yöne çevir
dim. Eve vard ı m ama kapının önünden birkaç kez çalmadan
geçtim, durup kapıdan içerisini dinledi m . Çevre kapkaranlık,
sessiz ve ıssızd ı .
17
Antikacı Dükkanı I F: 2
Sokaktan bir türlü ayrı lmayarak dolaştım durdum . Yangı n ,
h ı rsızlık v e hatta cinayet olasılıkları n ı düşünerek kızcağıza bir
zarar gelmesinden korkuyordum. Sanki ben ayrılı nca bir fela
ket kapacakt ı ! Sokaktaki bir kapı ya da pencerenin kapan
ması beni gene antikac ı n ı n kapısı önüne sürükledi. Karşı
yana geçerek sesin i hitiyarı n oturduğu yerden gelmediğine
güven duymak istedim. Hayır, hiçbir ses yoktu. İçerisi gene
karanlı k, gene soğuk ve ıssız görünüyordu. Bizim kasvetli ,
gamlı sokakta birkaç yolcu belirdi. Tiyatrodan dönen iki kişi
tez ad ı mlarla evlerinin yolunu tutmuştu . Sendeleye sendeleye
geçen bir sarhoştar:ı kaçı nmak için yana çekild i m ; ama soka
ğ ı n sessizliğini bozan ayak sesleri çabuk kesildi. Ve saat biri
çaldı . Daha bir aşağı bir yukarı dolaşmayı sürdürüyor; her dö
nüşte son kez olarak geri dönmeyi kuruyor; ama gene bir ne
denle sözümü tutmuyordum.
İ htiyarın söylediklerini, davran ış ve durumunu düşündükçe
görüp işittiklerime anlam vermek zorlaşm ışt ı . İ htiyarın böyle
ce gece yarısı çı kıp gidişi bende g üçlü bir kuşku uyandı rmış
t1; Bunu i yi bir amaca yormak zordu. Sonra, i htiyarı n gece ya
rısı ndan sonra çıkıp gideceğini bana küçük Nell'i masumluğu
öğretmişti ! Her ne değin o sı rada ihtiyar yan ı ma gelmiş ve
saklayamadığı m , şaşkınlığ ı m ı n ayı rdına varm ışsa da bu konu
üzerinde tuhaf bir giz saklayarak hiçbir açıklamada bulunma
m ıştı . Bu gibi d üşünceler ihtiyarın uçuk benzini, derbeder ha
lini ve sıkıntılı bakışları n ı zihnimde daha büyük bir güçle can
landı rmaya yard ı m etmişti. Kim bi lir küçük kıza karşı
gösterdiği sevgi belki de büyük bir kötülük eseriydi!
Zaten bu sevgi kendi kendini çürütmüyor muydu? Eğer
küçük Nell'i o denli seviyorsa ne diye böyle gece yarıs ı çıkıp
gitmişti ? İhtiyar üzerine iyi bir düşünce beslemesem de küçük
kıza karş ı duyduğu sevginin içtenliğinden kuşkulanmak da
olası değildi. Aramızda geçeni ve küçük Nell'i adıyla çağı rır
ken sesindeki titreşimi an ı msadıkça bu düşünceyi benimse
memek elimden gelmiyordu.
Küçük Neli sorduğum soruya yanıt olarak: 'Elbet ben bu
rada kalıyoru m ! Ben her zaman burada kalıyorum!' demişti.
18
İhtiyarı böyle her gece evden ayı ran acaba neydi? Büyük
kentlerin karanlık ve tenha köşelerinde işlenen suçlar, ve y.ı�
larca çözülemeyen türlü tuhaf öyküler, türlü giz taşıyan olay
lar akl ıma geldi . Ama an ımsadığım bu vahşiliklerin hiçbirisi
de bu geceki gize benzemiyordu. Bu bilmece; çözmeye ça
l ıştığım oranda; akı l almaz bir giz halini alıyordu»
Zihnim bu gibi düşüncelerle yüklüyken, sokakta bir aşağı
bi r yukarı tam iki saat dolaşmışım. Sonunda bardaktan boşa
n ı rcasına yağmur yağmaya başlayınca, yorgunluktan güçsüz
leşmiş bir halde, ilk rastladığım arabaya atlayarak eve dön
düm. Ama daha ilgim azalmış değildi. Ocaktaki ateş neşeli bir
ısı saçıyor, lambam bol ışıkla yanıyordu. Saatin uysal tiktak
larıyla karş ı ladı beni. Geldiğim yerle mutlu bir karşıtlık oluştu
rurcası na her şey de bir suskunluk, tatlı bir ı lıklık ve neşe
vard ı .
A m a bütün gece gerek uyurken, gerek uyanıkken, ayn ı
düşünceler v e düşler aklımdan çıkmam ış; eski, karanlık, izbe
odalar; soğuk ve sessiz bir hayalete benzeyen z ı rhlar; tahta
ve taştan yapı lmış bir takım çarpık çurpuk, s ırıtkan yüzler,
eski tahtalardaki toz, çürük ve kurtlar; sonra bütün bu çürü
m eye yüz tutmuş koca bir küme içinde ve çirkin bir ihtiyarla
yaşayan sevimli bir yavrucuğun tatl ı uykusunda gülümseyerek
gördüğü tatlı , sıcak düşler gözümün önünden silinmemişti.
il
19
gene kolay kolay ayırtedemezdi. B u düşünceyle duraksama
dan kurtularak antikacı dükkanı na girdim.
İhtiyar, dükka·n . ı n arka yan ında bir başkasıylaydı . Ve ara
ları nda bir tartışma geçiyordu. Çünkü pek yüksek bir perde
den konuşuyorlard ı . Ben içeri giri nce tartışmayı kestiler. İ hti
yar bana doğru ilerleyerek titrek bir sesle ziyaretime
sevindiğini söyledi . Sonra yanı ndaki kişiye işaret ederek:
Tartışmam ızın üzerine geldiniz,,, dedi. «Bu genç beni bir
gün öldüreceki Eğer cesareti olsaydı buna şimdiye değin kal
kışı rd ı . »
Yabancı beni süzüp kaşların ı çattıktan sonra:
« Hani, » dedi, « elinde olsa yalan yeminle yaşam ına kaste
derdim ! Bunu hepimiz de biliyoruz! .. »
İ htiyar, azdan ona dönerek:
« Her halde ederdim, » dedi, « Eğer yemin, dua işe yarasay
d ı ; şimdiye değin senden kurtulmam gerekirdi. Hiç kuşkusuz
ölsen rahat yüzü görürdüm.»
« Be n demedim mi? Bunu iyi biliyorum. Ama ne dua, ne
yemin, ne de söz beni öldürebilir. İşte onun için yaşıyorum ve
daha da çok yaşayacağı m . »
İ htiyar ellerin kavuşturup başını yukarı kaldı rdı v e sonra
öfkeli öfkeli :
« Kendi öleceğine annesi öld ü ! İşte Tanrı n ı n adaleti ! » dedi .
Yabancı , ayağını bir sandalyeye uzatmış hor ve alaycı bir ba
kışla i htiyara bakıyordu. Yirmi bir yaşlarında, ölçülü bedenli
ve yakışıkl ı bir gençti. Ama yüzünün anlatımında bir soğuk
luk, davran ışında ve kı lığı nda göze batan küstah ve düşkün
bir hal• vard ı .
Genç adam :
« Be n adalet madalet dinlemem," dedi. « Burada canı m is
tediği değin oturacağı m . Yoo, beni dışarı attırmak için yardım
isteyecek olursam o başka. Ama buna da cesaret edemeye
ceğini biliyorum. Sana kız kardeşimi göreceğim diyoru m . »
İhtiyar acı b i r anlatımla:
«Kız kardeşin mi?» dedi.
« H ısımlığı değiştirmek de elinde değil ya! Eğer elinde ol-
20
saydı buna çoktan kalkışırd ı n ya,, Sana burada hapsettiğin
kardeşimi göreceğim diyorum. Şeytanca bir takım gizlerle
onun zihnini karıştı rıyor, sözüm ona beslediği n sevgiyle za
vallıyı öldüresiye çalıştı rıyor, tükenmez servetine her hafta
birkaç kötü şilin daha eklemek istiyorsun! Sana kardeşimi gö
receğim diyorum. Anlad ı n mı?,,
İ htiyar yüzünü bana çevirerek:
« İşte karıştı rılan zihinlerden bahseden bir ahlak hocası !
İşte kötü şilinlere iyi gözle bakmayan cömert bir insan! . . »
dedi. «Aziz bayı m : İşte size yalnız ayn ı kandan gelmek baht
sızlığı nda bulunan bütün hısı mları na karşı değil ; ama kötülQ
ğünden başka bir şey tan ı m ayan topluma karşı da herhangi
bir hak iddiasında bulunmak hakkını yitiren bir çapkı n ! . . »
İhtiyar sözünü bitirmemişti. Bana doğru daha çok sokula
rak daha yeğnik bir sesle ekledi:
« Hem de yalancının biri ! Nell'in benim için ne aziz bir var
lık olduğunu bile bile, bir yabancın ı n önünde olmaktan yarar
lanarak beni iğnelemek istiyor.»
Genç adam yabancı sözcüğünün üzerine basarak:
« Benim yabancı larla alışverişim yok, » dedi. « Umarım on
ların da benimle bir alıp veremediğim yoktur!:. Herkes kendi
işine bakmalı ! D ışarda bir arkadaşı m bekliyor . . . Anlaşı lan
daha bir süre burada kalacağ ı m . Onun için, izninizle arkada
şımı da çağ ırayım.»
Genç adam bu sözleri söyler söylemez, kapıya doğru yü
rüdü. Sokağa bakarak görünürde olmayan birine işaret etti.
Sabırsızca yinelenen bu işaretlerden d ışarıdakinin içeri gir
meye pek istekli olmadığı anlaşı lıyordu. Sonunda, yolun
karşı yakası na dolaşan ve ş ı k giyinmesine karşın kirli ve pa
saklı olduğu bir anda göze çarpan bir kişi sanki rastgelerek
oradan geçiyormuş gibi , çağrıya direnmesini belirten, alnı n ı
buruşturup başını sağa sola salladıktan sonra, karşıya geçip
dükkana girdi.
Genç adam, onu içeri alarak:
« H aa, şöyle!..» dedi. « İşte Dick Swiveller geldi. Otursana
Swiveller!»
21
Yeni gelen yeğnik bir sesle:
« Bakalı m ihtiyar izin verecek mi?» dedi.
Arkadaşı üsteledi :
«Sen oturmana bak!..»
Swiveller, uysallıkla oturdu ve kendini sevdirmek isteyen
tatlı bir gülümsemeyle geçen haftanın ördek havası bu h afta
n ı n toz haftası olduğu görüşünde bulundu. Sonra sokağı n kö
şesinde dururken bir domuzun ağzı nda bir saman çöpü ile tü
tüncü dükkanı ndan çıktığını gördüğünü; bundan da gene iyi
bir ördek haftas ı n ı n gelmekte olduğunu söylediyse yağmurl u
havanı n yeniden yaşanacağı görüşünde bulundu. G iysisinin
savraklığı için özür dileyerek: 'Önceki gece güneş başıma
vurdu!' dedi. Bu anlatımla bize -en kibar bir biçimde- pek
fazla içtiğini anlatmak istiyordu.
Bay Swiveller, içini çekerek ekledi :
«Ama cümbüş sofras ı n ı n mumu yandı ktan, dostluk kuşu
nun tek tüyü bile dökül medikten sonra ne zararı var! Gül
renkli şarabı n etkisiyle gönüller açı ldıktan sonra varsı n şu an
mutluluktan uzak olsu n !..»
Genç adam yarım ağızla:
« Başkanlık kürsüsünden hitap eder gibi konuşmaya gerek
yok! » dedi.
Swiveller, burnunu okşayarak:
«Fred ! » dedi. « 'Anlayana sivrisinek saz.' Biz zengin olma
dan da iyi ve mutlu o labiliriz. Ama bunu söze dökmeye gerek
yok. Ben işimi biliyorum. Parola: Tetik!.. Bir fısıltı yeter, Fred !
İ htiyar yola g i rdi mi?»
Geriç adam yan ıt verdi:
«Aldırış etme!..»
« İyi, iyi ! . . Önlemli davranmak gerek; işte bu.»
Swiveller bu sözcükleri söylerken büyük bir giz ·saklıyor
muş gibi, gözünü kı rptı ve son ra kolların ı kavuşturup sandal
yesine yaslandı ; gözlerini de tavana dikerek pek· ciddi bir
duruş ald ı .
Olup biten lerden bay Swiveller'in, kendi deyimince bahset
tiği güçlü güneş ışığının etkisinden henüz kurtulamadığını
22
olas ı saymak akla aykırı değildi. Söylediği sözlerden bir kuş
kuya düşmek yerinde değilse bile; fırçalaşmış saçları, donuk
bakışlı gözleri, solgun yüzü asıl gerçeğine tan ıklık ediyordu.
Kılığı , kendisi nin de söylediği gibi , temiz pak olmaktan uzak
ve perişan bir haldeydi. Hiç kuşkusuz bir gece önce giysileriy
le yatmıştı. önü bol, sarı düğmelerle kaplı kahverengi ceketi
min arkası nda tek bir düğme vardı. Şatrançl ı parlak renkli bir
atkı takmış, şal, yelek ve lekeli beyaz bir pantolon giym iş,
lirııo n kabuğuna dönmüş şapkası n ı n önündeki deliği sakla
mak için önünü arkaya çevirmişti ! Ceketinin üst cebinden
pek geniş ve yakışıksız bir mendilin en temiz ucu sarkm ış;
kirli gömlek yenlerini ta bileklerine değin indirmiş, çalımlı bir
biçimde kol kapakları n ı n üstünü kıvırmıştı . Ellerinde eldiven
yoktu. Ama küçük parmağı nda bir yüzük ve avucunda siyah
bir yuvarlak tutan kemik kabzalı sarı bir baston taşıyordu.
Bay Swiveller, bütün bu kişisel özelliklere bir ek olarak keskin
bir tütün kokusu ve yağlı ballı bir kılık içinde sandalyesine
yerleşip başını tavana dikmiş ve sesini bir a lçaltıp bir yüksel
terek kötü bir havanın birkaç noktasıyla haz ı r bu lunanlara ik
ramda bulunduktan sonra, bir perdenin ta ortası nda sesini ke
serek gene ö nceki susku nluğuna dönmüştü .
İ htiyar antikacı ellerini kavuşturmuş oturuyor, bir torununa,
bir onun tuhaf tavırlı arkadaşına bakıyor, ve sanki her ikisinin
de istedikleri gibi davranmalarına rıza göstermekten başka
elinde birşey yokmuş gibi davranıyordu. Genç adam arkada
şının oturduğu yerden pek uzak bulunmayan bir köşedeki
küçük bir masaya yaslanm ı ş ; ortada olup bitenlere ilgisiz gö
rünüyordu. Ben i htiyarın gerek gözleriyle, gerek sözleriyle ya
karmasına karş ı n, herhangi bir karışmanı n tatsızlığ ı n ı düşü
nerek, karşı mdakilere karşı pek az i lgili davrand ım ve satış
için sunulan eşyadan birini i nceler göründüm.
Suskunluk çok sürmedi; çünkü bay Swiveller, bizi, yüreği
nin yüksek dağ tepeleri nde olduğuna i lişkin ve yüreklilik ve
sadıklık sergileyebilmek için bir arap atı ndan başka bir şeye
gereksinimi olmadığ ı n ı bildiren diğer bir şarkıyla övgülerine
uğrattı ktan sonra, nazmı bırakıp nesre döndü ve ancak duyu-
23
lur bir fısıltıyla sanki bu düşünü zihnine birdenbire doğmuş
gibi:
«Fred !» dedi. « İ htiyarı n gönlü oldu mu?»
Genç adam terselenerek yanıt verdi:
«Aman ne önemi var!»
Swiveller:
« Her halqe gönlü olmuştur,» yorumun yapt ı .
« Elbette ! ister olsun, ister olmasın. Bana göre hava hoş! »
B u sözlerden daha derin b i r konuya girişmek yürekliliğini
bulan Swiveller, dikkatimizi çekmek fırsatını bulmuştu.
Önce, soda Water'in kendisi iyi bir şey olmasına karşın,
bir miktar zencefil ve konyakla karıştı rmayacak olu rsa, mide
de soğuk bir etki yaptığı n ı ; hepsinden iyisi pahalı olmasına
karşı n konyak olduğunu ileri sürdü. Hiç kimse tersini' ileri sür
mek cüretini göstermeyince, saçları n tütün kokusunu, çek
mek özelliğine sahip olduğunu; Westminster ve Eton Kollej le
ri öğrencilerinin tütün kokusunu gidermek ve arkadaşlarının
tütün kokusu duyamamaları için pek fazla elma yediklerini
ama ne de olsa saçlarından sigara içtikleri besbelli olduğu
nu söyledi. Sonra Royal Society'nin tünün kokusunu gider
mek için tekniğin gelişmelerinden yararlanabileceğini ve
böylelikle insanlığa büyük bir hizmette bulunabileceği sonu
cunu çıkard ı ! Bu düşü nülerin de öncekiler gibi çürütül mediğini
görünce Jamoika romunun pek zevkli ve çeşnili bir içki oldu
ğunu, tad ı n ı n ertesi güne deği n ağızdan yitmediğini bildirdik
ten sonra sözlerinin tartışmasız benimsendiğini görerek daha
çok açı ldı .
« H ıs ımların uzlaşıp anlaşamayarak birbirinden uzaklaş
ması üzülünecek bir şeydir baylar! . . » diye başladı . « Dostluk
bağları nın sağlam olması istendiği gibi hısı mlar arasında da .
bir dayanışma gereklidir. Mutlu bir anlaşmaya varmak elbet
olasıyken karşılıklı bir tepkiciliğin gereği var m ı ? Niçin elele
verip tatsız şeyleri unutmamalı ? .. »
Arkadaşı :
«Dilini tut ! » dedi.
Swiveller yanıt verdi:
24
« Başkanı n sözünü kesme! Baylar, önümüzdeki davan ı n iç
yüzü nedir? İşte size ihtiyar bir dede ve genç bir taşkı n bir
toru n ! İhtiyar dede, genç ve taşkın torununa: 'Fred , ben seni
büyütüp yetiştirdi m ; sonra okuttum ve yaşama hazırlad ı m .
Oysa, sen delikanlı ları n çoğunun yaptığı gibi, yoldan çıkt ı n !
Artık senin için b i r başka fırsat, h atta b u fırsatın gölgesi bile
kalmadı,' diyor. Genç ve taşkın torunu da buna şöyle yan ıt
veriyor: 'Sen altı n babasısın! Benim için fazla bir masrafa da
girmedin. Diğer yandan, seninle g izli saklı ve sıkı fıkı yaşa
yan, oyun eğlence bilmeyen kızkardeşim için torbalar dolusu
altın biriktiriyorsun. Biraz da yetişkin h ı s ı m ları n a el uzatsan
ne olur!' İ htiyar dede yaşına yakışır bir biçimde elini cebine
dald ıracağı yerde, kızıp köpürüyor ve her rastlayışı nda toru
nuna ağzı na geleni söylüyor. Şu h alde, sorun ortada!.. Böyle
davranacak yerde ihtiyarın torununa akla uygun miktarda
para vererek işi tatlıya bağlaması doğru olmaz m ı ?»
Ellerini kolları n ı sallayarak bu sözlerin i bitiren bay Swivel
ler, sanki söylediği sözlerin etkisi bir sözcük eklenmesiyle bo
zulacakm ış gibi , birdenbire bastonu nu n kabrası n ı ağzı m a
sokup sustu .
İ htiyar torununa dönerek:
« Niçin bana rahat vermez, düşmanlık edersi n? Tanrı bana
acısın! »dedi. « BU boş eğlenceler düşkünü arkadaşları nı niçin
buraya toplarsın? Sana yaşamı n ı n zorluklarla geçtiğini ve
yoksul bir adam olduğun kaç kez anlatmad ım m ı ?»
« Ben de sana kaç kez ası l gerçeği bildiğimi söylemedim
mi?»
« Sen kendi yolunu kendin seçtin. Şimdi yoluna devam et!
Bırak Nell ile ikimiz kendi yolunuzda d idinip d uralım.»
« Nell yakı nda yetişmiş kız olacak. Senin egemenliğin al
tında büyüdükçe, böyle ara sıra da görünmezsem beni unu
tup gidecek. . . »
İ htiyar, gözlerinde bir parı ltıyla:
«Sakı n anısı n ı n en canlı olduğu bir zamanda seni unut
muş olmas ı n ! Sen yal ınayak gezerken o kendi arabasına ku-
·
25
«Senin altı nların ona kal ı nca öyle mi? Tıpkı yoksul bir
adam gibi konuşuyorsun."
İ htiyar sesinin tonunu i ndirip kendi kendine koşuyormuş
gibi:
«Ne kerte yoksul olduğumuzu ve nasıl yaşam sürdüğümü
zü görüyorsun ! Buna neden suçsuz, kabahatsiz bir çocuk!
Ama hiçbir şey doğru yürümüyor! Ama ne de olsa u m udu
kesmeyip dayanmal ı . Evet, umut ve sabır! . » .
26
Bütün bu ayrı ntı lara dikkat edecek vakit bulmuştum . Zaten
bu ayrıntı lar öyle ince i nce gözlemeye gerek bırakmayacak
denli kal ı n çizgili ve apaçıktı ve bu sıra kimse ağz ı n ı açıp sus
kunluğu bozmam ışt ı . Küçük Neli, çekingen bir tutu mla karde
şine doğru ilerleyerek elini tuttu. Cüce de i nceleyici bakışlarla
orada bulunanları ve antikacıyı i nceden inceye süzdü. Yakı
şıksız ve sevimsiz ziyaretçiyi hiç beklenmeyen ihtiyar antika
cı, şaşırmış ve bozulmuştu . Elini gözleri hizasına kald ırıp dik
katli bakışlarla genç adamı süzen cüce:
« Ha, komşu , » d edi. «Bu genç senin torunun olacak!»
İhtiyar hemen yanıt verdi :
« Keşke olmasayd ı !»
Cüce, Swiveller'i işaret ederek:
«Ya bu kim oluyor?» diye sordu,
İ htiyar:
«Burada varlığı ndan ayn ı derecede etkilendiğim bir araka
daşı !» yan ıtı n ı verdi. Cüce sonra da beni işaret ederek sordu :
«Ya bu kim?»
«Geçen gün $İzden dönerken yolu nu şaşıran Nell'i eve
getirmek lütfunda bulunan bir centilmen !»
Cüce, azarlamak için mi, yoksa şaşkı nlığını anlatmak için
mi olduğu belirsiz bir tutumla, Nell'e döndü ; ama kızcağız
ağal;>eyiyle konuştuğundan suskun ve başı önünde dinledi.
Genç adam yüksek sesle :
«Sana, benden nefret etmeni öğütlüyorlar değil mi Nell?»
diye sordu.
Küçük kız:
«Oo, hayı r, hayır! Ne ayıp şey ! ,, diye bağ ı rd ı . Kardeşi
alayçı bir anlatımla:
«Öyleyse sevmeni öğretiyorlar!» dedi.
« Hayır, hiçbirini öğretmiyorlar! Senden hiç söz edilmiyor.»
Genç adam acı acı dedesine bakarak:
« İşte buna i nanırım. Buna inanırı m ! . . » dedi.
Küçük Nell:
«Ama ben seni çok seviyorum, Fred ! » diye mı rıldandı.
«Ona kuşku yok, ona kuşku yok!»
27
«Seni seviyorum diyoru m , Fred! Her zaman da sevece
ğim. Ama dedemi sinirlendirip üzmezsem daha çok severim.»
Geç adam kayıtsızca eğilip kızkardeşini öptükten sonra:
«Anlaşıldı, haydi git!» dedi. « Dersini çok iyi bellemişsin ! Mı rıl
danmaya hiç gerek yok! İ stediğin buysa gene dostça ayrı la
lım.»
Fred b i r a n sustu. Kızkardeşini gözleriyle izleyip odasına
girdiğini ve kapıyı kapadı ğ ı n ı görünce, cüceye dönüp birden
bire:
«Bana bak, azizim !» dedi .
Cüce:
«Bana mı söylüyorsunuz?» dedi. «Adımı sorarsanız Quilp!
Uzun bir ad değil; Daniel Quilp ! . . »
«Öyle m i ? Beni dinle bay Quilp! Senin dedem üzerinde
büyük bir nüfuzun olduğu anlaş ı lıyor!»
Bay Ouilp kesin bir dille:
«Oldukça . . . » Yanıtın ı verdi.
«Biraz da onun içyüzünü, gizli kapakl ı ·i şlerini bi liyorsun.»
Quilp aynı kesi nlikle:
«Eh, biraz! » dedi .
«Öyleyse senin yan ı nda da son olarak bir kez daha söyle
yeyim ki, dedem, Nell'i burada hapsettikçe ben buraya istedi
ğim gibi girip çıkacağ ı m . Eğer benden kurtulmak isterse
Nell'in yakasını bı rakmal ı ! Benden böyle u macı gibi kaçınıp
çekinecek, sanki veba ile karşılaşıyormuş gibi ü rkecek ne
var? Olası ki size benim ona sevgim olmadığın ı , ne Nell'e ne
de ona karşı çıkarsız bir sevgi beslemediğini söyleyecektir.
Varsın, istediğini söylesin ! Ben de merakım ı dindirmek için
buraya istediğim zaman gelip gideceğim ve ona sağ olduğu
mu anı msatacağ ı m ! Bugün bunun için geldim. Daha da aynı
düşünü ve amaçla yüzlerce kez geleceğim. Onu görmeyince
gitmeyeceğimi söyledim ve görmeden gitmedim. Şimdi ziya
retim sona erdi. Haydi biz gidelim Dick!»
Bay Swiveller, arkadaşı kapıya doğru yürüyü nce:
« Biraz duru n , aziz bay ı m ! » dedi.
Kendisine hitabedildiğini anlayan Quilp:
28
«Buyurun, buyruğunuza hazırım . . . " yanıtında bulundu.
«Bu neşeli bayram yerinden, bu göz kamaştırıcı ışıklarla
aydı nlanan salondan ayrılmadan önce izninizle, küçük bir dü
şüncede bulunmak isterim , aziz bayım. Ben bugün buraya
sayın i htiyarın bir dost olduğunu varsayarak geldim. "
Daniel Quilp, Dick'in birdenbire durakladığını görerek:
·
29
«Senin yerinde olsam ne mi yapard ı m ?»
« Her h alde ceza olacak bir önlem alırd ı m ?»
Cüce, bir övgü saydığı bu düşünceden çok sevinerek ve
kirli ellerini oğuşturup şeytanca sırıtarak:
« Değil mi ya?» dedi. «Bayan Quilp'e sor! Sevim li , uysal,
mahçup ve sevgisinde kusur olmayan bayan Quilp'e sor! Ha
akl ı m a geldi ! Onu yalnız bıraktım. Ben dönünceye değin
rahat, huzur bilmeyip merakı ndan, çatlar. Ben yokken bu
h alde olduğunu iyi bilirim; ama kızmayacağ ı m ı , darı lmayaca
ğ ı m ı söylemezsem çekinmeden düşüncesini söyleyemez ! ,,
Bizim ki iyi terbiye görmüştür!»
Cüce koca kafası , küçük bedeniyle pek çirkin ve sevimsiz
görünüyordu. Elleri ni ovuşturup dururken bile, pek tuhaf bir
tavı r almış ; kaba, kal ı n kaşları n ı indirip çenesini havaya dik
m iş bir zebaniye yakışacak biçimde hileci ve memnun bakış
larla yukarı bakıyordu. Konuşurken yan yan ihitiyara yaklaştı
ve elini göğsüne koyarak:
« İ şte!» dedi. «Altı n olduğu için herhangi bir arızadan kor
karak kendim getirdim. Sonra pek ağır ve büyük!.. Nell'in
torba içinde getirmesi çok zor olurdu. Ama ne de olsa bu gibi
paketleri de taşımaya al ışsa iyi olur, komşu !.. Sen öldükten
sonra da o nice paketler taşıyacak.»
İ htiyar, iniltiye benzer bir sesle:
« İ nşallah, inşallah ! . . " dedi.
Cüce:
« İ nşallah !» dedi. Sonra ekledi: « Komşu bütün bunları ne
reye yat ı rdığını öyle merak ediyorum ki. Ama sen kapalı bir
kutusun! Hiçbir giz sızd ı rmıyorsun.»
İ htiyarın benzi sararmıştı.
«Giz, evet; ben gizimi kimseye söylemem,» dedi.
İhtiyar antikacı başka bir şey söylemedi; ama parayı ala
rak ağ ı r ve düraksak adı mlarla yorgun ve üzgün bir insan gibi
yürümeye başlad ı . Cüce gözlerini dikmiş onu gözetliyordu. İh
tiyar, küçük odaya girip parayı şöminenin üstündeki demir bir
kasaya yerleştirirken, cüce de bir süre daha oyalandı ve
sonra geç kalırsa karısının meraka düşeceğinden bahsede
rek izin istemeye hazı rland ı .
30
« Eh, komş u ! Ben evin yolunu tutayım ! Nell'in gözlerinden
öperim. U marım bir daha yolunu şaşırmaz. Bunu nla birlikte
onun yolunu şaş ı rması bana hiç um madığım bi r onur kazan
d ı rd ı . ,,
Bu sözleri söyleyen cüce eğilip yan gözle bana baktı ve
çevresine fırlattığı keskin bir bakışla gözünün önündeki. en
küçük ve en önemsiz eşyayı bile belleğine yerleştirmiş görü�
nerek çekilip g itti.
Ben de bi rkaç kez ayrı lmak arzusunu göstermiştim . Ama
ihtiyar her seferinde engel olmuş, biraz daha kalmamı rica et
mişti. Yalnız kalı nca ricalarını yineledi ve sözü i lk görüşmemi
ze getirerek teşekkürlerini sundu . Ben de seve seve razı ola
rak oturdum. Önüme koyduğu tuhaf minyatürleri birkaç eski
madalyayı incelemeye koyuldu m . Beni alı koymak için zaten
büyük bir çabaya gerek yoktu. Çünkü ilk görüşmemizde uya
nan merakım eksilecek yerde artm ıştı.
Çok geçmeden Neli de aramıza katıldı ve eline bir iş ala
rak masa baş ı nda ihtiyarı n yanına oturdu. Odada taze çiçek
ler ve küçük bir kuşun kafesini gölgeleyen yeşil bir fidan gör
mek hoşa gidiyor; bu sünük ve neşesiz ve bir tazelik
veriyordu. Ama küçük kızın güzellik ve tazeliğinden i htiyarı n
bükülmüş beline, endişeli yüzüne ve güçsüz haline bakmak,
tuhaf bir tatsızlık uyandı rıyordu. Pek çaresiz bir koruyucu oı�
masına karş ı n ; bu ihtiyar yaşlanıp daha çok çöktükçe ve so
nunda ölünce, bu kızcağızın hali ne olacaktı ?
İhtiyar sanki düşüncelerini anlam ış gibi, elini Nell'in elinin
üstüne koyarak yüksek sesle yanıt verdi.
« Bahtın sesi yüzünü g üldürecektir, Neli ! O zaman benim
de yüzüm gülecek. Ben kendim için bir şey istemiyorum . Yal
nızca senin mutluluğunu düşünüyorum. Senin masum ve saf
yaşamına böyle büyük bahtsızlıklar karıştıktan sonra, talihin
ergeç sana güleceği ne inanıyorum.»
Neli, neşeli ve memnun bakışlarla dedesine baktı , ama
hiçbir yanıt vermedi.
İ htiyar devam ediyordu:
31
« Kısa yaşamı nda benimle birlikte yaşadığım yılları , hiçbir
arkadaş yüzü görmeyerek; eğlence, oyun tanımayarak bütün
yaş ıtları ndan uzak, bir ihtiyarla geçirdiğin sıkıcı , sessiz, saki n
yaşam ı düşündükçe, bazan sana karşı haksızlık ettiğimden
korkuyorum, Nel i ! »
Neli, içten b i r şaşkı nlıkla:
« Dede!» dedi.
« Hayır, hayır!.. İsteyerek değil yavrum ! Ben her zaman
neşe ve sevinç ortamına katılmanı ve en iyi insanlar aras ında
yer almanı arzu ettim. Ama daha umudumu kesmedim, Neli,
daha u mudu kesmedim ! Yazgıda seni yalnız bı rakmak varsa
yaşamla cebelleşebilmek için sana ne hazı rlayabildim ki? ..
Şu küçük kuşcağız senden daha donanımlıdır. Ve doğan ın
koruyucu kucağında senden daha iyi barınabi lir. Dur! . . Kit
geldi her halde! .. Git kapıyı aç, Nel i ! »
Küçük kız, tezcanl ı lı kla kalkıp kapıya yöneldi, sonra geri
döndü ve kol ları nı ihtiyarın boynuna dolad ı . Ama göz yaşları
nı saklamak için gene kapıya koştu.
İhtiyar ağzını kulağ ı na değdirerek:
«Kulağınıza bir şey ftsıldayayı m ! » dedi . «Geçen gece söy
ledikleriniz benim rahatımı kaçırd ı . Elimden geleni yaptığımı
söylemekten başka dileyecek özür bulamıyoru m . Geriye dön
m eye artık vakit ve olanak yok. Zaten istesem de bu benim
elimde değil. Ama henüz talihin güleceğine umutluyum.
Bütün bunlar onun hatırı içi n ! . . Ben kendim büyük zorluklara
katlandım? Bu yüzden yoksulluk ve zoru nluğun birlikte getir
dikleri ezinçlerden N�ll'i korumak isterim . Kendi kızımı , zavallı
annesini genç yaşında m ezara götüren zorunluklardan onu
korumak istedim. Ben onu kolaylıkla sarf ve israf edilen bir
gelire değil, ama ölünceye değin onu darl. ı ktan uzak tutacak
bir servete varis kı lmak isterim ! .. Sözüme güvenin, aziz konu
ğum! Onu yoksul evlerine muhtaç etmeyeceğim. Ona bir ser
vet nasibolacak! Bundan fazlas ı n ı ne şimdi ne de bir başka
zaman söyleyebilirim. «Yavaş !' işte kendisi geliyor. »
İ htiyarın, saklı bir coşkuyla kulağıma fısı ldadığı bu sözcük
ler, kolumu kavrayan elinin titreyişi, üzeri me diktiği yorgun ve
32
heyecanlı bakışlar, kaygı l ı ve sıcak tutumu beni şaşkınlığa
boğdu. Bütün duydukları m ı n ve gördüklerim ; sonra kendi söy
lediklerimin önemli bir kısm ı ; beni onun para sahibi bir adam
olduğunu düşünmeye yönlendiriyordu. Ama halinden hiçbir
şey anlamıyordum. Olası ki bu ihtiyar, parayı, yaşamların ı n
tek amacı sayan v e bir kez büyük b i r servet toplamayı başar
dıktan sonra hep yoksulluk ve zorunluktan korkup ürken,
zarar edip mahvolmaktan çekinen, zavall ılardan biriydi. Söy
lediği şeylerin çoğunu anlamak benim için olası olmamakla
birlikte, aklıma gelen bu düşünü söylediklerin arası nda büyük
bir ilinti görüyordum. Sonunda ihtiyarın bu çeşit i nsanlardan
biri olduğuna hükmettim . Bu hüküm karalamadan verilmiş bir
kararın sonucu değildi. Bununla birlikte uzun boylu düşünme
ye fırsat kalmam ıştı. Çünkü Neli içeri girmiş ve Kit'e yazı
dersi vermeye haz ı rlanm ıştı. Gerek Kit'in gerek öğretmeni
Nell'in pek hoşuna giden bu derslerin, haftada iki kez olduğu,
birinin düzenli bir biçimde bu akşam verildiği anlaşılıyordu.
Kit'in bir yabancı önünd e oturup derse başlamak hususun
da gösterdiği utangaçlığın önüne geçmenin ne değin uzun
sürdüğünü, sonunda razı olup oturunca nas ı l kollarını s ıvayıp
dirseklerini defterin üzerine yerleştirdiğini ve başını defterin
üzerine eğerek yan gözle nasıl satırlara baktığı n ı ; kalemi
eline alır almaz nasıl ta saçla rının ucuna değin mürekkebe
belendiğini; tam bir harfi doğru yazdığı sı rada bir başkası n ı
yazmaya çalışırken, nasıl koluyla harfi bulaştırıp sildiğini, h e r
yeni hatanın Nell'de nasıl neşe uyandırdığ ı n ı ; bunun üzerine
çaresiz Kit'in de daha yüksek bir kahkahayla güldüğünü; bi
risinde çok nazik bir öğretme tutkusu, diğeri nde çok şaşırtıcı
bir öğrenme h evesi bulunduğunu anlatmak gereğinden fazla
yer ve zaman alır. Burada yaln ızca dersin verilmiş olduğunu ;
akşam ın ilerleyip gece olduğunu ve ihtiyarın gene sabırsızla
nıp meraklandı ğ ı n ı ; gene eskisi gibi aynı saatte gizlice evden
çıkıp gittiğini ve zavallı kızcağ ızın gene bu kasvetli duvarlar
arasında yapayalnız kaldı ğ ı n ı söylemek yeterlidir.
Öyküyü buraya değin kendimle birlikte getirip oku rlarıma
romanın kişilerini sunduktan sonra, şimdi kendini öyküden
33
Antikacı Dükkanı / F: 3
ayırıp belli başlı, ve önemli roller oynayacak olan kişileri
kendi kendilerine davranıp konuşmaya bırakıyoru m .
iV
34
kişme halinde olmasına karş ı n ; ondan pek korkard ı . Cüce ve
çirkin yaratık sevimsizliği, haşinliği, doğuştan hileciliği ile her
gün bir araya gelip görüştüğü insanları kötülükleriyle yıldır
m ıştı . Ama sevimli, tatlı dilli, mavi gözlü karısına herkesten
çok yükleniyordu; örneği eksik olmayan tuhaf bir sevginin i lgi
siyle yaşam ı n ı evlilik bağlarıyla cüce tüccara bağlayan zaval
lı kadı nsa akı lsızl ığının cezasını her gün bi r başka üzüntüyle
çekiyordu.
Bayan Quilp'in merak içinde odası nda oturup kocası n ı
beklediği ni yukarda belirtmiştik. Ama, cücenin karısı odasın
da yaln ız değildi. Az önce birlikte olduğunu söylediğimiz an
nesinden
"
başka, yakı ndaki komşulardan birkaçı, sanki söz-
leşmiş gibi; çay zamanı hep birden, bir biri arkasına
çıkagelmişlerdi. Uzun boylu dedikodulara girişmeye elverişli
olan mevsimin; kuytu ve sessiz oturma odasının; açık pence
reden göze çarpan ve içerideki çay m asası ile ilerideki kule
arasında yetişip pencereden tozların girmesine engel olan
gönül açıcı fidanların ; özellikle çay masasında taze tereyağı ,
ekmek, karides v e tere bulunduğu bir s ı rada; komşu kadı nla
rın fazlaca oturup çene çalmaları na yard ı m etmesi şaşılacak
bir şey değildi.
Bu suretle bir araya toplanan kadı nların zayıf cinse zulüm
ve eza etmeye eğilimli olan erkeklerden bahsetmeleri ve
kendi hak ve onurların ı ne yolla korumak gerektiğini konuş
maları da pek doğaldı r.
Konunun bu duygunluğa dökülmesine başlıca nedenler de
vard ı . Çünkü kocası n ı n pek fazla baskısı altında yaşadığı dil
lere destan olan beyaz Quilp'in isyana kışkırtılmas ı gerekti
ğinde herkes birleşiyordu ; buna karşılık annesinin erkek bas
kısına karşı koymak hususundaki cerbezesi övülüyor; her
ziyaretçi de kendisinin bu hususta zayıf cinsin �oğunluğun
dan ne derece üstün olduğunu göstermek istiyorlardı. Fazla
olarak hazır bulunanları genellikle ikişer ikişer toplanıp birbir
lerini çekiştirmeye alışkın olduklarından, böyle dostça bir
araya toplanı nca her zamanki konuları nı b ı rakıp ortak düş
manları na karşı saldırılarla bulunmaktan daha uygun bir konu
seçememişlerdi.
35
B u gibi görüşlerle davranan tıknaz bir bayan, büyük bir ilgi
ve sevgiyle bay Quilp'in ne alemde olduğunu sorunca bayan
Quilp'in annesi keskin bir anlatımla:
«Nasıl olacak, her zamanki gibi keyfi yerinde! Acı patlıcanı
kırağı çal m ıyor!» yanıtı vermişti.
Komşu kadı nlar hep bir uyumla göğüs geçirip ciddi ciddi
başları n ı sallam ış ve bayan Quilp'e sanki işkenceye katlanan
zavall ı biri ne bakar gibi bakm ışlardı .
Tıkıiaz bayan:
«Bayan Jiniwi n ; kızınıza biraz öğüt vermeniz fena olmaz !
Biz kadınları n, birbirimize, yard ı m etmemiz gerektiğini, siz
herkesten iyi bilirsiniz! ,, dedi.
Bayan Quilp'in annesi:
«Elbette! Benim kocam -kızı m ı n babası- yaşarken öfkeli
bir tek sözcük söylecek olsa . . . " Söze başlamı ş ama tümcesi
ni bitirmeyerek büyük bir öç duygusuyla bir karidesin başını
koparm ış ve bu davranışı tamamlamadığ ı tümcesinin eksik
kalan sözcüklerinin yerine geçmişti. Bayan Jiniwin'in ne
amaçladığını elbet anlayan tıknaz bayan onun bu davranışı
n ı beğenerek:
« Ben de tam öyle sizin düşüncenizdeyim. Ben de olsam
böyle yapard ı m ! . . » görüşünde bulundu.
Bayan Jiniwin:
«Ama, iyi ki sizin için buna gerek yok! Siz bu h ususta
benden talihlisiniz !,, dedi.
Tıknaz bayan :
« Kendini bilen hiçbir kadın için buna gerek yoktur. » yanı
tı verdi.
Bunun üzerine bayan Jiniwin öğüt yollu :
« Duyuyor musun, Betsy?» dedi. «Ben de sana kaç kez
hep ayn ı şeyi söyledim. Bir dizleri mi n üzerine çökerek sana
yalvarmaqığım kald ı ! »
Umutsuz bir halde komşuları n ı n üzgü anlatan yüzlerine
bakan çaresiz bayan Quilp, renkten renge g irmiş, gülümse
miş, sonra kuşkulu kuşkulu başını sallanmıştı. Onun bu tutu-
36
mu alçak ve yeğnik bir m ı rı ltıyla başlayıp yavaş yavaş herke
sin bir ağızdan konuştuğu büyük bir gürültüye dönüşmüş ve
ziyaretçilerin hepsi de bayan Quilp'in -genç ve deneyimsiz ol
duğu için- yaşamda deneyim kazanmış ve daha iyi düşünen
insanlar karşısı nda kendi düşüceleri ni savunmaya hakkı ol
madığını; böyle bir tutuma girmenin nankörlükten başka bir
şey olmadığı n ı ; kendisine saygısı yoksa diğer kadınlara saygı
duyması gerektiğini; tek kendi yumuşaklığ ıyla diğerlerinin
ağ ı rbaşlılık ve onurunu teh likeye koyduğunu; eğer başkaları
na karşı saygısı yoksa onları n da bir gün kendisine sayg ı
göstermeyeceklerini ve sonuçta gene kendisinin pişman ola
cağını açıkça söylemişlerdi .
Komşu bayanlar b u öğütlerinden sonra daha büyük b i r ça
bayla çay, taze ekmek, tereyağı , karides ve tereye saldı rmış
lar oysa öfkelerinin tek bir lokma bir tatmaya izin vermeyece
ğini söylemişlerdi.
O zaman bayan Quilp büyük bir yalınlı kla:
« Böyle konuşmak kolay ama ben yarı n ölecek olsam
Quilp'in beğendiği kadınla evleneceğini pek iyi biliyoru m , » gö
rüşünde bulundu.
Bu görüşü komşu kadınların öfkesini büsbütün arttırm ıştı .
istediği kad ı nla evlenmek!.. Bay Quilp gelsin d e içlerinden bi
riyle evlensin ! Doğrusu, bay Quilp'i n bu hususta dul konuklar
dan biri, daha ileri giderek, eğer bay Quilp böyle bir cürette
bulunacak olursa, ona gününü göstereceğini söylemişti.
Bayan Quilp baş ı n ı sallayarak:
« Demin de söylediğim gibi söz kolay! Ama Quilp'de öyle
bir hal var ki eğer ben ölecek olsam ve içinizden en yakışıkl ı
'
v e sevimliniz d e evlenecek bir durumda olsanız, onu redde
dip sevgisinin önüne geçemezsiniz! Ben bunu bilir bunu söy
lerim!» dedi.
Bu düşünce konukları n her birinin gururunu okşamış ve
hepsi de içlerinden: 'Biliyorum beni kastediyorsun: Ama bay
Quilp bir denesin de görsün!' demek istemişti. Bununla birlik
te, konuklar belli olmayan bir . nedenle dul komşuya kızmışlar;
her biri yanındakinin kulağ ına eğilerek dul bayanı n bu sözleri
37
kendine mallettiğini ve onun pek kurnaz bir kad ı n olduğunu fı
sıldamı ştı .
Bayan Quilp düşüncesini savundu:
« Söylediğiniz doğru olduğunu annem de biliyor. Çünkü ev
lenmeden önce bana bunu kendisi söylemişti . Öyle değil mi,
anne?» ,
Bu soru sayın bayanı zor duruma sokmuştu. Zira, kızı n ı
Quilp i l e evlendirmek hususunda oldukça etkin b i r rol oyna
mış olduğu gibi, kızının hiçbir kadının evlenmek istemeyece
ği bir erkekle evlenmiş olduğu düşüncesini kabul etmek, aile
itibarın ı düşürmekten başka bir işe yaramayacakt ı . Diğer yan
dan, damad ı n ı n çekiciliğini abartmak bütün çabasıyla, alev
lendirmeye çal ıştığı boş kaldırımın zayıflamasına neden ola
caktı. Zihni böyle görüşlerle yüklü olan Ji niwin, damad ı n ı n
kendini sevdirmek yeteneğini teslim etmekle birlikte baskı
hakkı n ı reddedip tıknaz konuğu pohpohladıktan sonra tartış
mayı gene başladığı yere döndürdü ve:
« Bayan George pek yerinde ve pek akla uygun bir şey
söyledi ; ama kad ınların önce kendilerine saygısı olmas ı
gerek! Ne yazık ki, Betsy pek alçak gönüllü ! . . » görüşünde bu
lundu.
Bayan George yanıt verdi:
« Bay Quilp'in Betsy'ye istediği gibi baskı uygulamasına
razı olup Betsy'nin de ondan korkarak ezilip büzülmesine da
yanmasını kabul etmektense, kendimi öldürmeden önce, ko
cam ı n yaşamıma kastettiğini bildiren bir mektup yazıp i ntihar
etmeyi yeğleri m ! . . »
B u görüş herkesçe yüksek sesle onaylanı nca b i r bayan
daha söze karışt ı :
« Bay Quilp s ıcak kanlı b i r insan olabilir v e olası ki öyledir
de; çünkü bayan Jiniwin de, bayan Quilp de aynı konudalar.
Her h alde bunu onlar herkesten iyi bilirler. Ama ona ne yakı
şıkl ı , ne de genç diyebiliriz. Elbet bu hoşgörülecek bir şeydir.
Ama bayan Quilp genç ve güzel bir taze! . . »
Büyük b i r heyecanla anlatılan b u sözleri dinleyenler üze
rinde derin bir etki uyandırmış; mırıltılarla katı lınmış; bu dü-
38
şünceyi ortaya atan konuk da yüreklenerek: ' Eğer böyle bir
koca genç ve güzel karısına karşı insafsızl ı k edip öfkelene
cek olursa . . . ' diye söze başlam ış, ama gelinin anası araya gi
rerek elindeki çay fincan ı n ı bırakm ış, eteğindeki kırıntı ları sil
kelemiş; sonra ciddi bir şey söyleı:neye hazırlanan bir insan
tutumuyla:
«Ona dü nyadaki zalimlerin en büyüğünden başka bir şey
denemez! Ne yapayım ki. zavallı kız ı m ı n aklı başında değil.
Tek bir sözcük ve yeğnik bir bakışla onu tir tir titretiyor, korku
tuyor; gene de çaresiz kızı m ağzını açıp tek bir sözcükle
yanıt vermeye cesaret edemiyor, " demişti.
Gerçi bu gerçek çay içen konukları n hepsinin bildiği , son
bir yıl içinde, her çay zaman ı , çevredeki komşu ları n evi nde
uzun uzadıya konuşulup dedikodusu yapı lm ışsa da; gerçeği
Jiniwin kendi ağzıyla teslim edince konukların her bi ri , bi rbir
leriyle yarış edercesine, üsteleyerek söze karıştı. Bayan Ge
orge herkesin ağzı nda bakla bu lunmadığı n ı , bunu önceden
birçok kez işittiğini, h atta hazır bulunanlardan bayan Sim
mons'u n belki yirmi kez ayn ı şeyden bahsettiğini, ama kendi
sinin: 'Hayır, Henrietta, ben buna kendi, gözümle görüp kendi
kulağımla işitmedikçe inanmam !' dediğini bildirmiş; bayan
Simmons da bu tanı klığı kabul edip kendi kan ısını tanıtlarıyla
birlikte açı klam ıştı. Mimories'de oturan bir diğer konuk evlen
diğinin ilk ayında tıpkı bir kaplan vahşeti gösteren kocası n ı n ,
izlediği elverişli b i r plan sayesinde, nasıl kuzu kesildiğini an
lattı. Gene bir başka konuk; kendi savunma ve başarısı ndan
bahsetmiş; annesi de teyzelerini çağ ı rıp nasıl altı hafta geceli ·
gündüzlü gözyaşları döktüğünü söylemişti. Bu genel kargaşa
l ı k içinde en geniş ve henüz evlenmemiş bir konuktan başka
dinleyici bulamayan diğer bir konukda, eğer genç konuk rahat
ve huzurunu düşünüyorsa, bundan böyle bayan Ouilp'in yu
muşaklı ve sessizliğinden örnek alarak bütün çabasıyla er
keklerin baskı ve ruhları nı ve gazapların ı yumuşatmaya çal ış
masını ricayla dilemişti . Gürültünün en çok şiddetlendiği,
konuklardan yarısının diğerlerinin sesinin üstüne çıkmak iste- .
yerek en yüksek perdeden konuştuğu bir s ı rada; bayan Jini-
39
win'in renginin değiştiği ve işaret parmağını gizlice oynatarak
konukları suskunluğa çağırdığı ve tam bu s ırada bütün bu gü
rültüye neden olan Daniel Quilp'in odadan içeri girdiği ve çev
resine bakı narak söylenenleri dinlediği görülmüştü .
Daniel Quilp:
« Devam edin, bayanlar; devam edi n ! » dedi. «Betsy! Ba
yanları n akşam yemeğine kalmalarını rica et. .. Kendilerine is
takozla hafif ama besleyici bir yemek sunarız.»
Karısı kekeledi :
«Çaya davet etmemiştim, Daniel! Bu . . . bir. . . bir. . . rastlantı
oldu ! »
Cüce kir içindeki ellerini o değin sıkı ovuşturmuştu k i avu
cunun içinde kir yuvarları oluştu.
«Daha iyi ya!» dedi. «Bu rastlantı partileri daha zevkli olur.
Hiç rah atınızı bozmayın, bayanlar!.. Şimdiden gitmek
olmaz . . . »
Quilp'in dişil düşmanları , başları nı sallayarak şapka ve at
kılarını aramaya koyulmuş; yanıt vermeyi bayan Jiniwin'e bı
rakm ışlard ı . O da üzeri ne düşen rolü oynamak üzere azdan
tartışmaya girerek:
« Eğer kızı m isterse niçin yemeğe kalmasınlar?» diyebildi.
«Öyle ya, öyle ya! Niçin kalmasınlar?»
« Her halde bi rlikte yemek yemekte namusa doku nacak bir ·
hal yoktur!»
«Elbette yok, elbette yok! . . İstakoz ve tere de olmadıktan
sonra mideye dokunacak da yoktur. »
« Elbet, sen ailenin mide rahatsızlığına uğramasını iste
m ezsin değil mi, Quilp?»
Cüce s ı rıtkan bir yüzle yanıt verdi:
«Yirmi dünyaya sahip olacağ ı m ı , yirmi tane de kaynanam
olacağı n ı bilsem, gene buna razı olmam ! Bununla birlikte bu
hiç umulmadık bir nimet olurdu . »
Bayan Jiniwin kıkır kıkır gülerek:
« Benim kızım senin eşin, bay Quilp!» dedi ve alay yollu
kullandığı bu sözcüklerden damadının 'kızım senin nikahlı
karın' anlam ı n ı çıkarmasını istedi.
40
« Kuşkusuz, kuşkusuz öyle !»
Kaynanası yarı öfkeden, yarı bir zebaniye benzeyen da
madının yaydığı korkudan titrer bir halde:
« Her halde, kız ı m ı n istediğini yapmaya hakkı var!» yanı
tı nda bulundu.
« Değil mi ya! elbet hakkı var. Bunu sen de takdir ediyor-
sun değil mi, bayan Jiniwin?»
« Eğer benim gibi düşünürse hakkı olmas ı gerek! .. »
Cüce, dönüp karısına hitabetti:
« Niçin sen de annenin düşüncesinde değilsin, karıcığım?
Ne diye hep annenin yolundan gitmiyorsun? Annen hiç kuş
kusuz kadı nları n en değerlisi . . . Her halde baban da aynı dü
şüncedeydi, değil mi?»
Bayan Jiniwin yanıt verdi :
« Babası çok saygı n bir insand ı . On binlercesine bedel bir
erkekti. »
Cüce :
« Kendisiyle tanışmayı ne çok isterdim!» dedi. «Yaşarken
sayg ın bir insanmış diyebilirim, ama şimdi Tanrını n rahmetine
kavuşmuş demektir. Bu mutlu bir kurtuluş olmuş. Her halde
yaşarken epey acı çekmiş olmal ı ! . . »
İhtiyar bayan derince bir soluk ald ı . A m a verecek yanıt bu
lamayı nca, Quilp, gözlerinde ayn ı kemlik ve dilinde aynı alay
cı naziklikle sözlerine devam etti:
«Sen biraz rahatsız görünüyorsun, bayan Jiniwi n ! Her
halde bir şeye sinirlenmiş olacaks ı n ! Çok konuşmanın etkisi
olacak! Bu senin zayıf yanınd ı r. Git, dinlen . . . git dinlen . . . »
« Ben, canı m ne zaman isterse o zaman giderim Quilp!»
« Rica ederim, şimdiden g it!»
İhtiyar kadın, ona öfkeli öfkeli baktı, ama cüce. İ lerleyince
geri çekildi ; Quilp de arkası ndan kapıyı kapayı p sürmeledi.
Ve onu şimdi aşağ ıda toplanan konuklarla dışarda bıraktı.
Cüce, bir yerde titreye titreye oturan ve gözlerini yerden
ayırmayan karısıyla başbaşa kalı nca, onun önünde dikilip kol
larını kavuştu rdu, derin derin süzdükten sonra:
«Bayan Quilp!» dedi.
41
Karısı, mazlum bir duruşla:
«Ne istiyorsun, Quilp?» diye sordu.
Quilp ağzı ndaki baklayı çıkarmadan kolları n ı yeniden ka
vuşturup, gözlerini yere i ndiren karısına daha sertçe baktı.
« Bayan Quilp! » dedi.
«Ne var Quilp?»
« Eğer bir daha oturup bu cad ı ların sözlerin dinleyecek
olursan seni ısı rıveriri m ! . . »
Dişlerini gösterecek savurduğu b ll tehditten h iç d e de
şaka etmediği apaçık olan bay Quilp, karısı na, çay masas ı n ı
kaldırıp rom geti rmesini buyurdu. B i r gemi ambarından sağla
n ı lan koca rom şişesi önüne geldikten sonra, bay Quilp soğuk
su ve havana sigarası kutusunu istedi ; bunlar da getirilince
bir koltuğa yerleşip kocaman başını ve ablak yüzünü koltu
ğun arkalığına rahatça yaslayıp bacakları n ı da masaya uzat
tı ve:
«Hanım!» dedi. « Şöylece oturup da sabaha değin sigara
n ı n birini söndürüp birini yakmak niyetindeyim. Ama, belki ge
rekli olursun. Onun için lütfen sen de benimle otur!»
Karısı her zamanki 'peki Quilp!' den başka bir yanıt ver
meyince, bizim cüce lord ilk sigarasını yaktı ve rom kadehini
doldurdu. Gü neş batm ış, yı ldızlar parıldamaya başlamış;
karşıdaki kule kurşuni bir renk almış; sonra kararm ışt ı . Odaya
derin bir karanlık çökerken Quilp'in Havana sigaras ı n ı n ucu
kıpkızıl bir kıvılcı m · halini alm ış; ama bizim lord s ı rıtkan bir
köpek yüzüyle kayıtsızca pencereye bakarak sigara ve içkisi
ni içmeye devam etmiş; karısı yorgunluk ve usanç belirtileri
göstermeye başlayı nca bundan haz duymuş, ağzı kulakları na
varm ı şt ı .
42
duymadan sabaha değin sigara içtiği kesindi . Her saat başın
da çalan saatin dandanları da cüceye ne uyku getirmiş ve ne
de onda bir dinlenme isteği uyandı rmış; tersine uykusu açıl
mış; gecenin saatleri ilerledikçe uyan ık olduğunu göstermek,
için yeğnik yeğnik gıdıklan ı r gibi boğazını temizlenmiş; kah
kahasını tutmaya çal ışan bir insan haliyle omuzları nı oyna
tıp durmuştu.
Sonunda sabah olup ortalık a(ıarırken zavall ı bayan
Quilp'in soğuktan titreyerek yorgunluk ve uykusuzluktan güç
süz bir halde daha büyük bir sabırla koltuğunda arasıra sakin
bir dilekle efendi�inin acıma duygusunu uyandı rmaya ve
zaman zaman yeğnik yeğnik ökrürerek henüz bağışlamadığı
nı ve cezası nı n pek uzun sürdüğünü naziklik sınırları içinde
anımsatmak istediği görülmüştü. Ama cüce lord sigarasını
tüttürüp içkisini içmiş ve ona hiç önem vermemiş; ancak
güneş doğup yükseldikten ve kentin kargaşaşı ve gürültüsü
duyulur derecede arttıktan sonra, söz ya da işaretle karısının
odadaki varl ığına önem vermeye başlam ışt ı . Olası ki, cüce
yaratık daha uzun zaman ağzını açıp bir şey söylemeyecekti;
ama kap ı n ı n dışındaki tık tıkların, kaynanasının sert parmak
kemiklerinden çıktığını anlayarak konuşmak zorunluğu duy
muştu ; çevresine kinci bir s ı rıtkanlıkla bakm ış:
«Oo , sabah olmuş!.. Kapıyı açar mısın beni m tatlı karıcı
ğ ı m?» demişti.
Uysal karısı kapının sürgüsünü çekmiş ve annesi içeri gir
mişti.
Bayan Jiniwin, damad ı n ı n daha yatakta olduğunu düşüne
rek içindekileri boşaltmak ve ona bu yaptıklarının yakışık al
mayacağı n ı bildirmek için hısımla içeri g irmiş; ama damadı
n ı n kalkıp giyinmiş olduğunu ve odan ı n halinde, bir akşam
önce ayrı ldığından beri hiçbir değişiklik olmadığını görünce,
şaşalayıp duraklamıştı.
Atmaca gözlerinden hiçbir şey kaçmayan cüce i htiyar ka
dının zihninden ne geçtiğini pek iyi anlayarak vahşi bir zevkle
daha çirkin bir hal alıp başargan bir sı rıtışla kaynanasına gü-
·
naydı n diledi.
43
İ htiyar kadın:
«Betsy, Betsy! . . Bu ne hal?» diye söze başlayıp, «yoksa ...
yoksa . . . " diye ekledi.
Quilp, kaynanasının tümcesini tamamlad ı :
« Evet, bütün gece oturduk! . . »
«Bütün gece mi?»
Quilp asık yüzlü bir gülümsemeyle m ı rı ldandı :
«Sağır mısın can ı m ? Evet, bütün gece! Karı kocan ı n iyi
birer arkadaş olamayacakların ı kim söylemiş? Saatler uçup
gitti. .. »
« Ne düşüncesizlik, Tanrı m !»
Quilp, kaynanası n ı n söylediklerini yanlış anlayarak:
«Zararı yok. . . » dedi. « Kızına acı sözler söylemeye gerek
yok. O, şimdi evli bir kad ı n ! Her ne deği n oyalanarak beni ya
tağ ı mdan alıkoyduysa da benim için fazla ilgi ve acı ma göste
rerek ona kızıp darılmas ı n ı istemem. Sen çok saygı n bir ka
d ınsın, bayan Jiniwin! Var o l ! . . »
İ htiyar kad ı n ellerinde sinirli b i r hareketle damadına yum
ruklarını sıkmak için şiddetli bir arzu duydu.
«Cömertliğine teşekkür ederim, çok teşekkür ededim.»
dedi .
Cüce:
« Değer bilen insanlara sözüm yok! » dedi.
Betsy ürkek, çilekeş yanıt verdi:
« Ne istiyo�un Quilp?»
«Annene kahvaltı için yard ı m et! Ben rı htı m a ineceğim.
erken çıkarsam iyi olur. Onun için elini çabuk tut!. . »
Kaynana kolları nı kavuşturup kapı n ı n yanı ndaki bir san
dalyeye oturmuş; elini bir şeye sürmemek kararıyla yeğnik bir
başkald ırı yansıtmak istemiş; ama kız ı n ı n kulağ ı na fısıldadığı
birkaç sözcük ve damadinın sorup anlamayla, eğer bir bay
g ı nl ı k duyumsuyorsa, bitişik odada bol soğuk su bulunduğu
nu anı msatan sözleri, bayg ınlık belirtilerini kökünden silip
almış ve yaşlı kadını asık bir yüzle gereken h azırlığı yapma
ya yöneltmişti.
Ana, kız kahvaltı haz ı rl ığıyla uğraşı rlarken Quilp, bitişik
44
odaya geçerek yüzünü ıslak ama kirli bir h avluyla silmeye
başlam ış, ama yüzü eskisinden daha bulan ı k bir renk alm ıştı .
Bu kısa uğraşı arası nda bile dinleyip gözlemeyi elden bı ra
mayarak her zamanki hileci ve şeytan yüzüyle öteki odada
kendisiyle ilgili her sözcüğün konuşulmas ı n ı ayakta durup ol
duğu gibi duymaya koyulmuştu.
Kısa süren bir dikkatten sonra kendi kendine:
«Havlu kulakları m ı tıkamadı bayan Jiniwin ! demek ben
habis, h ayırsız, kamburu n biriyim, ha!» dedi.
Duyduğu bu sözcüklerin neşesiyle yüzüne köpeklerde
rastlanılan bilinen s ırıtkanlık gelmişti. İşini bitirince gene bir
köpek gibi silkinip kadınların yanına gitti.
Quilp bir aynanın karşısına geçip atkısını bağlarken bayan
Jiniwin damadına yumrukların ı sıkmak arzusunun önüne ge
çememişti. Bir an süren bu davranışına bir de tehdit edici ba
kışı eklenen kaynanasının gözleri, aynada damad ı n ı n gözle
rine takılınca onun bu davranışını izlediğini anlam ış ve ayn ı
anda çirkin v e biçimsiz b i r yüzden sarkan b i r dilin aynadaki
yansımasını görmüştü.
Cüce pek tatlı ve yumuşak bir bakış ve sevgi içeren bir
sesle sordu:
«Şimdi nasılsın, aziz bayan Jiniwin?»
Bu yalı n ne gülün olay cüceyi öyle amansız bir zebani ha
line sokmuştu ki; i htiyar kadı n korkusundan tek bir sözcük
söylemeyi göze alamayarak damad ı na büyük bir naziklikle
işaret ettiği kahvaltı sofrası na oturdu. Zalim koca sofra baş ı n
da da yarattığı gerginliği hiç bozmayarak, h azırlanmış, yu
murtaları kabuklarıyla birlikte midesine i ndirmiş; iri karidesleri
başları ve kuyruklarıyla yalayıp yutmuş; büyük bir açgözlülük
le ağzına ald ığı tere ve tütünü birlikte çiğnemiş; kaynar çayı
gözünü kırpmadan içmiş, karışık ve çatalını bükülürcesine
ısırmış; özetle o denli akla gelmeyecek korkunç davranışlar
da bulunmuştu ki ; çaresiz kadı nlar korku ları ndan şaşırıp sa
rarmışlar ve onun gerçekten bir insan olup olmadığından
kuşku duymaya başlamışlard ı ! Bunlara benzer daha birçok
tuhaf davranışlardan sonra ayrılarak nehir kıyısına yürümüş
45
ve adı n ı taşıyan iskeleye gitmek üzere bir sandala binmişti .
Daniel Quilp karşı yakaya geçmek için sandala bindiği
zaman, nehir suları yükseliş hali ndeydi Mavnalardan bir filo
tembel tembel i lerliyor, bazıları yan yan , bazı ları n ı n baş
kısmı önde bazı ları n ı n arkası önde, hepsi de ters ve inatçı bir
h alde seyrediyor; daha iyi teknelere toslayıp çarpıyor, vapur
ların önüne düşüyor; hiçbir ilişki olmayan köşelere, bucaklara
sokul uyor; ceviz kabukları gibi birbirine çarpıp ve yaralanmış
dev bir balık gibi görünüyordu. Demirli teknelerden bazıların
da tayfa harıl h arı l halat sarıyor; yelkenleri serip kurutuyor;
yük alıp boşaltıyor; diğerleri nde göze çarpar bir devinim gö
rünmüyor; ziftlere bulanmış bir iki çocuk ve güvertede oraya
buraya koşup havlayan ve çabalaya çabalaya teknenin kena
rına gelince sulara daha yüksek perdeden u luyan köpekten
başka bir şey göze çarpmıyordu. Bir orman görünümü oluştu
ran direkler arası ndan tezcanlı parklarıyla suları yararak ağı r
ağı r ilerleyen dev bir vapur kendine yol açıyor; Thames neh
rinin ufacık balı kları arası nda sanki bir deniz azmanı gibi gö
rünüyordu. Her iki kıyıda, s ı ra sıra dizilen kömür kayıkları
aras ı nda, güneş ışığında yelkenleri parıldayan gemiler, li
mandan ayrı lmaya hazırlanıyor; güvertelerindeki gıcırtılar
çevreyi gürültüye boğuyordu. Su ve nehrin üstündeki tekne
ler kıyıdaki eski kurşuni kule ve küme küme binlara kuleleri
h ı rçın ve rahat bilmez kumşularına soğuk bir umursamazlıkla
bakıyordu.
Şemsiye taşı mak zahmetinden kurtuldukça havanın açık
ve kapalısına aldırış etmeyen Daniel Quilp, rıhtıma çıktı ve
balı k türünden hem karada ve hem suda yaşayan yolcuların
sık sık gelip geçtiği çamur ve su birikintisi kaplı dar bir geçit
ten geçerek adırıı taşıyan iskeleye vard ı . iskeleye va rı r var
maz gözüne ilk çarpan şey, tabanları havaya kalkm ış bir çift
ayak olmuştu ! Ayrıksı bir ruh taşıyan ve yuvarlanmayan bu
ayaklar, yırtık bir çift kundura taşıyor ve çocuk bu tuhaf du
rumda; baş aşağı nehirdeki devinimi seyrediyord u ! Patronun
sesini duyunca hemen ayakları üzerine kalkan çocuğun başı
yukarıya kalkı nca Quilp -daha uygun bir sözcük kılığı nda- ço
cuğa tokatı yapıştırdı.
46
Çocuk bir yandan dirseklerinin yard ı m ıyla yumruklardan
kurtulmaya çalışırken:
« Beni bırak! yoksa hoşuma gitmeyecek bir şey yaparı m , "
diye bağırd ı .
Quilp kızg ı n bir köpek h ı rlamasıyla:
« Seni köpek, seni ! Benimle böyle konuşmaya nas ı l kalkı
şıyorsun? Kafanı b i r demirle ezer, etleri ni paslı bir çiviyle ka
zıyıverir, gözlerini oyarı m seni n ! Anladın m ı ?» diye hı rı ldand ı .
Quilp b u tehditlerle yumruklarını sıkıp, çocuğa dirsekleri
arası nda iki yana sallayıp durduğu baş ı n ı yakalayıp, bir iki
yumruk daha attı ktan sonra, hırsını yenip çekildi.
Başını sallayarak daha kötü vuruşlardan sakınmak üzere
geri çekilen ve dirseklerini tetikte tutan çocuk:
Quilp:
« Kıpırdama köpek!» dedi. «Yediğin yumruklar yetitiği için
belki bir dahasına gerek kalmaz. Al şu anahtarı bakay ı m ! »
Çocuk, yavaş yavaş yaklaşarak:
« Niçin kendi dengine yumruk atmıyorsun?» diye sordu.
Quilp yanıt verdi:
« Benim dengim nerede, köpek? Al şu anahtarı yoksa
onunla kafan ı kırarı m ! ,,
Bu sözleri söylerken ahantarın sapıyla çocuğun başına
vuran Quilp ekledi:
«Haydi aç şu anbarı ! ,,
Çocuk önce homurdanmış, sonra dönüp Quilp'i vahşi bir
bakışla kendisini izlediğimi görünce homurtuyu kesip ister is
temez rıza göstermişti. Burada şunu da kaydedelim ki bir
yanda yum ruk, kötek ve tehditler; diğer yanda karşı koyma ve
savunmaya karşın; bu çocukla cüce arası nda karşılıkl ı ve
tuhaf bir hoşlanma vardır. Cücenin bu çocuktan başkası n ı n
kendisini yalanlamasına dayanamadığı gibi , çocuğun da iste
diği zaman elbet tabanları yağlayıp kaçabilmesine karşın;
Quilp'ten başkasını n kötü tutumuna dayanmadığı bir gerçekti :
Quilp barakaya girerken:
«Sen iskeleye gözkulak ol ! Hem sakı n bir daha başaşağ ı
durayım deme!.. Senin ayakları n ı keseri m ! » tehtidini savurdu.
47
Çocuk hiçbir yanıt vermemiş; ama Quilp barakaya kapan
dıktan sonra, kap ı n ı n önünde bir takla atmış; sonra elleri ar
kası nda yürüyerek gene başaşağı durup tabanlarını kaldır
m ı ş ; karşı yana geçip aynı eylemi yinelemişti . Barakanın dört
yönü vard ı ; ama çocuk, cüceni n pencereden bakması olasılı
ğına karşı, kör bir noktayı seçmişti. Bu düşünceler bir tutum
du. Çünkü , cüce onun huyunu bildiği içi n ; elinde çevresi kırık
çivilerle saplı , sivri uçlu, koca bir sopayla pencerenin kenarın
da beklemekte olduğundan, çocuğun kötü halde incinmesi
olasıyd ı . Baraka küçük ve dağınık bir yerdi. İçinde kırık dökük
bir masa, iki iskemle, bir şapka askısı eski bir atmamak içinde
mürekkep kalmam ış bir hokka, bir halek sapı, yelkovanı kür
dan yerine kullanı lmak için çekilip koparı lmış ve on sekiz yıl
d ı r işlemeyen bir saat bulunuyordu.
Daniel Quilp şapkası n ı kaşların ı n üstüne indirip cüce be
denini -bu hali alışkanlık edinmiş, bir insan tavrıyla- masanın
üstüne sermiş, bir gece önceki uykusunu şimdi gidermek
üzere rahat, uzun ve derin bir uykuya dalmak istemişti.
Ama olası derin olan bu uyku fazla sürmemişti; çünkü bir
çeyrek saat geçmeden çocuk kapıyı açıp dağ ı n ık saçlı başını
içeri uzatmış; uykusu yeğnik olan cüce de birdenbire i rkilip
kalkmıştı .
« Bi risi geldi?»
«Kimmiş o? .. »
«Ne bileyim ben! »
Quilp:
«Git sor, köpek!» diyerek sopaya sarılmış ama büyük bir
beceriye savurduğu sopa tezce ortadan yiten çocuğun arka
s ı n ı bulmamıştı . « Git de sor, köpek! »
Çocuk sopanı n etki alanı nda bulunmayı göze alamayarak
patronun uyandırılmas ı na neden olan ziyaretçiyi içeri almak
üzere kapı n ı n ağzında durup bekledi.
Quilp şaşkı nlıkla:
« Nee ... Sen misin, Nell?» diye bağırd ı .
Henüz uykusundan uyand ırılan, saçları yüzüne dağılmış,
başındaki örtüyle çok korkunÇ görünen cüce ile karşı karşıya
48
gelince, Neli, içeri girip · gi rmemekte bir an duraksadıktan
sonra:
« Evet benim ! » dedi.
Quilp masanı n üzerinde hiç istifini bozmadan:
«Gel, gel ! » dedi . «Ama dur biraz! Bak bakalım şu dışarda
ki çocuk gene baş aşağı m ı duruyor?»
« Hayır efendim, ayakları üstünde duruyor. »
« Doğru söyle!. . Gel bakalım. Kapıya kapa. Ne haber getir
din?»
Nel, cüceye bir m ektup uzattı , Quilp gene istifini bozmaya
rak yeğnikçe sağa döndü ; çenesini dirseğine dayayarak mek-
·
VI
49
Antikacı C.ükkanı / F: 4
« Bana bak, Nel i ! . . » dedi.
« Buyurun efendi m ?»
«Bu mektupta ne yazılı olduğunu biliyor musun?»
« Hayı r efendim!»
«Ama doğru söyle; gerçekten ne yazılı olduğunu bilmiyor
musun?»
« Hayır!»
«Yemin eder misin?»
« Ederi m . »
Quilp, kızcağızın ciddi bakışlarını görerek:
« İyi, sana inanırım,» dedi. «Hepsi g itmiş! Yirmi dört saat
içinde hepsi yok olmuş!.. Akı l erecek şey değil bu ! »
Bu düşünce cüceyi b i r kez daha tırnakların ı kem i rip baş ı n ı
kaşımaya yöneltti ve bu sırada yüzünde yavaş yavaş herhan
gi bir insan için ezinç yanısı mas ı ama onun için neşeli bir gü
lümseme demek olan bir sırıtma oluştu ; kızcağız baş ı n ı kaldı
rıp cüceye baktığı zaman onu beklenmedik bir tatlı l ı k ve
sevimlilik içinde bulmuştu.
«Bugün pek güzel, pek tatlı görünüyorsun, Neli! Yoruldun
mu?»
«Hayır, yorulmadı m , ama bir an önce geri dönmek istiyo
rum. Geç kalırsam dedem merak eder.»
« Hiç kendini sıkma, Neli! Benim ikincim olmak istemez
misin, Neli?»
«Ne olmak efendim?»
« İkinci bayan Quilp demek istiyoru m ! »
Quilp, kızcağızı üzdüğünü, ürküttüğünü v e ne demek iste
diğini anlamadığını görünce, amacını daha açıkça açı klama
ya çabaladı ve yüzünü kırıştırıp işaret parmağ ı n ı bükerek onu
tatlılıkla yanı na çağı rdıktan sonra:
«Sevimli Neli ! » dedi. «Bayan Qui lp öldükten sonra senin
ikinci bayan Quilp, yani benim pembe yanaklı , kiraz dudaklı ,
ikinci karım olmanı tasarlıyoru m ! Bayan Quilp haydi haydi
dört beş yıl daha yaşas ı n ! O zaman sen de, tam evlenecek
yaşa gireceksin. Sırası gelince senin Tower Hill'in ikinci
bayan Quilp'i olmayacağ ı n ı kim idida edebilir?»
50
Bu tatlı düşten güç alıp coşmak şöyle dursun ; kızcağ ız cü
ceden ürküp kaçmış tiri l tiril titmeye başlamıştı. Herkesi kor
kutmaktan zevk aldığı ya da karısının ölümünü düşünmek ve
onun yerine bir ikincisini almaktan hoşland ığını ya da kendi
since bilinen bazı nedenlerden ötürü uysal ve sevimli davran
mayı aklı na koyduğu için; cüce yalnız gülmüş, kızcağızın kor
kusuna aldırış etmeden:
« Benimle birlikte gelip bayan Quilp'i göreceksin, Nel i !
Benim gibi değilse de o d a seni çok sever. Haydi birlikte gide
lim !» demişti .
«Dedem yanıtı alır almaz, geri dönmemi söyledi. Hemen
dönmem gerek."
«Ama daha yanıtı almad ı n ki ! Eve gitmeden önce alama
yacaksın, alamazsı n da!.. Görevini yapabilmem için her halde
benimle birlikte eve gelmelisin. Şu şapkamı ver, yavrum !
Hemen yola çıkal ı m . »
B u sözleri söyleyen Quilp masanı n üzerinde yuvarlanarak
ağır ağı r kalktı ve kısa bacakları yere değince ayakları üzeri
ne doğ ruldu ve barakadan ç ıkarak iskeleye doğ ru yürüdü. Dı
şarı çıkı nca gözüne ilk çarpan şey, başaşağ ı duran çırağıyla
gene onun boyunda ve yaşı nda başka bir delikanlının çamur
da alt alta, üst üste döğüştüklerini görmek oldu.
Neli, onları görünce ellerini kilitleyip:
«Oo, Kit! Kit benimle birlikte geldi, bay Quilp! Lütfen şunla
rı ayı rı n ! . . » diye bağ ı rd ı .
Quilp:
« Ben şimdi o nları ayırırı m , >• diyerek barakaya döndü ve
eline geçirdiği bir sopayla geri geldi .
« Ben şimdi o nları ayı rırı m , » dedi. «Haydi bakalı m gene
döğüşün. Ben de iki nize karşı döğüşeceğim!»
Bu tehditlerle elindeki sopayı sallayan ve döğüşen çocuk
ları n çevresinde çılgınca dolaşıp sıçrayan ve üzerlerin de ge
zinen cüce, tıpkı bir vahşi gibi, çocukların başlarını hedef ala
rak müthiş sopalar indirdi. Umdukları ndan fazla kötek yiyen
kavgacılar yelkenleri indirip doğruldular ve yalvarmaya başla
dılar.
51
Sopasını son bir kez daha kullanmaya hazı rlanan cüce:
«İkinizin de pestilini çıkaracağ ı m ! İkinizi de mosmor ede
ceğim! Kafanızı kıracağı m . İştiyor musunuz?,, dedi.
Cücenin çırağı , siper alıp üzerine atılmak için fırsat kolla-
·
yarak:
« B ı rak şu sopayı, yoksa karışmam !» diye m ı rıldandı .
Cüce, gözleri kıvılcımlar saçarak:
«Yaklaş, biraz daha da, ben sana anlatırı m !» tehdidinde
bulundu.
Çocuk, cücenin sözlerine ald ırış etmeyerek, onun boş bu
lunduğu bir sırada üzerine atı larak sopayı kaptı ve zorla elin
den almaya çal ıştı. Bir aslan gibi güçlü olan Quilp, sopayı ko
laylıkla elinde tuttuktan sonra, çocuğun var gücüyle sopaya
ası ldığı sı rada, birdenbire sopayı bıraktı; sı rtüstü yere yapı
şan çocuğun başı da yere çarptı. Becerisinden kıvanan cüce,
kahkalarla gülüp çılg ı n bir jestle zıplarken çocuk başını hem
sallayarak, hem de uğuşturarak:
«Zararı yok!» dedi. «Bak bakalım ben de bir daha senin
için sirklerde bir peniye seyredilen cücelerden daha çirkin bir
bodur olduğunu söyleyenlere ağzımı açar m ıyım?»
« Doğru değil mi, köpek!»
« Hayır, değil!»
.« Öyleyse ne diye burada kavga ediyorsun. Haa? . . »
Çırak, Kit'i işaret ederek:
«Bu öyle söyledi de ondan ! Yoksa senin çirkin olmadığını
söyleyecek var m ı ?» yanıtı verdi.
Kit:
« Peki öyleyse o da niçin bayan Nell'e çirkin dedi? Niçin
bayan Neli de, dedesi de patron ne derse onu yapmak zorun
dadı rlar dedi!» diye bağ ı rd ı .
Quilp pek tatlı b i r tavı rla a m a gözlerinde saklı b i r kinle:
«O ne söylediyse budalalığından söylemiş. Oysa senin
akı llı ve zeki olduğun sözlerinden belli. Sen, daha doğrusu,
ayağı n ı denk atmayacak olursan, gerekenden çok zekisin !
Çok zeki !.. İşte sana altı peni , Kit!» dedi. Sonra çırağına hitap
etti : «Al şu anahtarı da git barakanın kapısını kapa, köpek!
Sonra anahtarı gene bana getir.»
52
Patronu, buyruğunu yerine getiren çırağın, burnumun
ucuna anahtarla vurarak ödüllendirmiş, çocuğun gözüne yaş
gelmişti . Quilp bundan sonra Kit ve Neli ile birlikte bir sandala
atlayarak karşı kıyıya geçmiş; çırağı da patronunun sandalda
olmasından yararlanarak, iskelenin kenarında başaşağı dur
mayla, takla atarak öç almıştı.
Evde, bayan Ouilp'te başka kimse yoktu . Efendisinin
erken döneceğini hiç ummayarak rahat rahat uyuklamaya
başladığı bir sırada ayak seslerine uyandı. Quilp, Kit'i aşağı
da bı rakarak Neli ile yukarı çıkmış, karıs ı da o içeri girdiği
zaman bir işte uğraşacak vakit bulabilmişti .
Kocası :
«Aziz karıcığ ı m , sana Neli Trent'i getirdim,,, dedi. «Bir bar
dak şarapla bir bisküvi sun ; uzak yoldan geliyor. Siz birlikte
oturun ben bir mektup yazacağı m . »
Bayan Quilp ürkek ü rkek kocasının yüzüne bakarak sey
rek rastladığı bu nazikliğin anlam ını anlamaya çal ışt ı ; sonra
kocasının işareti üzerine; onun peşinden bitişik odaya girdi.
Oui lp fıs ı ldadı :
« Sözlerimi iyi dinle! Bak bakalım dedesi için neler söyleye
cek? Neler yapıyorlar, nasıl yaşıyorlar, dedesi ona neler söy
lüyor? Bunların bana gereği var. Siz kadı nlar birbirinizle sa
kınmasız konuşursunuz. Senin tatlı dilin, uysal doğan onunda
dilini çözecektir. Anland ın m ı ?,,
«Peki Quilp!»
« Haydi öyleyse ne duruyorsun?»
Karısı tutuk tutuk:
«Canım , Quilp!» dedi. «Ben bu kızı çok severim. Beni
onun güvenini kötüye kullanmaya yönlendirme. Bu işini
başka yolla görürsen iyi edersin . »
Cüce müthiş bir sövgü savurarak söz dinlemeyen karısına
hakettiği cezayı verecek sopa için çevresine bakındı. Uysal
ve yumuşak başlı kadın, kocası ndan öfkelenmemesini rica
etti. Sonunda da istediğini yapmayı kabul etti.
Cüce, karısının kolunu sıkı ştırıp çimdikleyerek fısıldad ı :
« Dediğimi anlad ı n ya! Ağzını ara, gizlerini iyice öğren . .
53
Sen bunu elbet yapabilirsin. Ben de dinleyeceği m . Şu da ak
lında olsu n ! Eğer zekanı kullanmayacak olursan kapıyı g ıcır
datırı m . Ama dikkat et, kapıyı fazla g ıcırtdatmaya gerek olma
s ı n ! Haydi şimdi git ! . . »
Bayan Quilp kocas ı n ı n buyruğu na uymak üzere ayrı lmış,
kocası da yarı açık kapan ı n arkası nda gizlenerek kulağ ı n ı ka
pıya vermiş; hi leci, dikkatli bir yüzle dinlemeye koyulmuştu .
Zavallı kad ı n nasıl başlayacağı n ı ve ne soracağ ını düşü
nürken kapı sab ı rsızca gıcırdam ış; ona fazla düşünmeye ge
rek olmp.dığını ve sesinin d ışarıdan duyulduğunu uyarmıştı.
« Bay Quilp'e bu yakınlarda sık sık geliyorsun deği l mi,
yavrum?»
Neli, masum bir tavırla:
« Dedeme de söylediğim gibi belki yüz kez oldu ! ,, dedi.
« Peki , deden sana bir şey söylemiyor mu?»
«Yaln ız içini çekiyor, başını eğiyor; o değin keyifsiz, neşe
siz ve kederli ki ; onu görseniz siz de üzülürsünüz. Şu kapı da
ne çok gıcırd ıyor! .. »
Bayan Quilp rahatsız bir tavırla kapıya doğru bakıp:
«Çoğunlukla böyle gıcırdar," dedi. «Ama senin deden
·
54
Bayan Quilp sessizce:
« Rüzgar olacak! ,, dedi. « Hangi hale düşeli kızım?,,
« Dedem böyle düşünceli ve kaygılı bir hale düştüğünden
beri uzun gecelerde ne hoş vakit geçirdiğimizi bile unuttuk.
Ben ateşin yanı nda oturup ona okurdum ; o da oturur dinlerdi.
Ben durunca konuşmaya başlar, bana annemden bahseder;
onun çocukken tıpkı bana benzediğini ve benim gibi konuş
tuğunu anlatırd ı . Sonra beni dizine alır, annemin mezarda
yatmadığını ama göklerin ötesine ölüm ve i htiyarl ık olmayan
çıüzel bir ülkeye uçtuğunu söylerdi. Bir zamanlar biz ne değin
mutluyduk. . . »
Zavallı bayan Quilp:
«Neli, Neli ! . . » dedi. «Senin gibi genç ve güzel bir kızı n ağ
lamasına dayanamam. Ağlama kız ı m , ağlama!»
«Ben böyle her zaman ağlamam; ama çoktan beri gözyaş
ları mı tuttum . Her h alde biraz da hasta olmalıyım; çünkü göz
yaşları nı tutam ıyoru m . Üzüntülerimi size açmak ta bir mahzur
.
görmüyorum. Sizin bunları bir başkası na iletmeyeceğinize
inan ıyorum.»
Bayan Quilp başını çevirip bir şey söylemedi.
Neli devam etti:
«Çoğunlukla kı rlarda yeşil ağaçların arasında, gezer,
akşam geç vakti eve döndüğümüz zaman yorgunluğumuzu
dinlendiren evinize dönmekten hoşlan ı rdık. Eğer hava kapalı
olup da dışarı çıkamayacak olursak; hiç tasalanmaz, son ge
zintimizi daha büyük bir zevkle anar, gelecek gezintimizi sa
bırsızlı kla beklerdik. Ama şimdi bu g ezintileri hep bıraktık.
Oturduğumuz yer aynı yer olmasına karşı n her zamankinden
kasvetli görünüyor . . .
Neli, burada susmuş kapı b i r kezden fazla gıcırdam ış;
ama bayan Quilp hiçbir şey söylememişti.
Genç kız büyük bir saflıkla:
«Sakın ... » dedi. « Dedemin bana karşı olan tatlı ilgisini de
Oiştirdiğini sanmayın ! Şimdi beni her gün artan bir derinlikle
seviyor, daha sevecen davranıyor. Onun bana ne derece
düşkün olduğunu siz ne de olsa pek bilm ezsiniz ! . . »
55
Bayan Quilp:
«Seni çok sevdiğine kuşkum yok! » yanıtını verdi.
Neli coşarak:
« Hiç kuşkusuz dedem beni çok seviyor, » dedi . «Ama size
en büyük değişiklikten bahsetmedim. Sakı n bunu bir başkası
na söylemeyin ! Artık dedem uykusunu, dinlenmesini yitirdi.
Anca gündüzleri, koltuğun üzerinde uyukluyor. Çünkü her
gece sabahlara değin dışarda kalıyor! .. »
«Ne diyorsun, Neli? . . »
Neli parmağını dudağına götürerek ve çevresine bakına
rak:
«Yavaş! .. » dedi. «Sabahleyin erken bir saatte kapıyı ona
ben açıyorum. Ama dün o rtalık ağardıktan sonra geldi. Yüzü
kül gibi, gözleri kan çanağı dizleriyse titriyordu . Ben yatağıma
çekilince inlemeye başlad ı . Kalkıp ona koştum. Benim girdiği
min ayırdı nda olmayarak 'artık yaşama dayanamıyorum,' de
diğini duydum. Ben olmasam ölümü yeğliyordu. Kendi kendi
ne, 'Ne yapacağım? Ne yapacağı m ?' diye sayıklı yordt,ı.
Genç kızın üzüntü ve merakla sinirleri boşalmış; i lk kez
olarak yüreğini bir başkasına açm ış; karşısı ndakince ilgi ve
sevgiyle dinlenildiğini görünce yüzünü onun kolları arasına
gömerek acı gözyaşları dökmüştü.
Birkaç dakika sonra Quilp içeri girmiş; kızcağızı bu halde
görünce şaşkınlığa düşmüş; ama sık sık rastladığı böylesi
sahnelere alışık olduğundan pek doğal ve ilgisiz davranmış,
hiç istifini bozmamıştı.
Cüce pek sevimsiz bir biçimde, yan gözle karısına baka
rak ve onun da aynı düşünceyi ileri sürmesini bekleyerek:
«Çok yorulmuş olmalı! Oturduğu yerden iskeleye değin
yol epey uzun. Sonra iki haylaz delikanlın dövüştüğünü gö
rünce üzülüp meraklandı ; nehri geçerken de ürktü. Her halde
yorgunluk ve heyecan sarsmış olacak. Zavall ı Neli! . . diye mı
rı ldand ı .
Hiç ayırd ı nda olmayarak Quilp genç kızı kendine gelmesi
için en uygun araca başvurarak başını okşadı . Başka birisi
nin bu gibi davran ışı genç kız üzerinde o denli tuhaf bi r tepki
56
uyandırmayabilirdi; ama Neli, cücenin elinin teması ndan o
denli tiksinmiş, yanı ndan uzaklaştı rmak için o denli büyük bir
arzu duymuştu ki , hemen kalkıp gitmek istediğini söyledi.
Cüce sordu:
« Kalıp bizimle yemek yesen olmaz m ı ?»
Neli, gözlerini silerek yanıt verdi :
«Zaten geç kald ı m . Artık gideyim . »
Quilp:
« İyi, Neli, nasıl istersen ! » dedi. « İşte ben mektubu yaz
dım. Dedeni yarı n, olmazsa öbür gün göreceğim. İstediği işi
bugün yapmama olanak yok! Güle güle, Neli! Kit! Neli'i
kolla!..»
Çağırılırı_ca ortaya çıkan Kit, cücenin gereksiz buyruğuna
yanıt vermeyi de gereksiz sayarak, Neli'in gözyaşlarına onun
neden olduğu kuşkusunu duydu. Ve tehdit edici bir bakışla
cüceyi süzdü, öç almak için kıvranı yordu. Sonra cüce ve karı
sından, izin isteyip ayrılan genç kızı izledi.
Onlar ayrılı nca cüce karısına döndü :
« Doğrusu iyi sorular sorması n ı bildin. " dedi.
Karısı tatlı l ı kla yanıt verdi :
« Daha ne yapabilirdim?»
Cüce alaycı bir tutumla:
«Öyle ya, daha ne yapabilirdin?» dedi. «Yapacak başka
bir şey yok muydu? Niçin gereken soruları sormad ı m ? Sen
zaten timsah gibi iki yüzlülükten başka bir şey bilmezsin !..»
Karıs ı :
« Bu kıza çok acıyorum, Quilp! " diyebildi. « Her halde ge
rekeni yaptım. Onu yalnız olduğumuza inandı rarak gizlerini
söylettim . Sen de dinledin ! Tanrı beni bağışlas ı n ! . . »
«Sen onu kışkırttın, h a ? Doğrusu çok şey öğrendim! Kapı
yı niçin gıcırdattım? Bereket versin kızın ağzı ndan kaçırdıkla
rı bana istediğimi öğretti. Eğer bir ipucu elde etmeyecek ol
saydım, inan, hesabını senden soracaktı m . »
Karıs ı , cücenin h uyunu bildiğinden h iç ses çıkarmayınca,
cüce horozlanarak ekledi:
«Ama yı ldızlarına -seni bayan Ouilp yapan yıldızları na-
57
şükret! İhtiyar dedenin izi üzerinde oldu g umu sonunda bir dü
şünü edindiğime şükret! B u sorun üzerine artık bir şey işitme
yeyim . Yemeğe sakı n iyi bir şey haz ı rlama! Ben yemeğe dö
necek değilim ! . . »
Bay Quilp b u sözleri söyleyerek çıkıp gidince oynadığı
rolün anıs ıyla pek hüzünlenen karısı odasına kapanıp başı
nı yastığına gömdü. Ve daha katı yürekli insanların çok
büyük bir cürüm karşısı nda gösterecekleri kederden fazlasını
göstererek, h ıçkı rı p inledi . Zira vicdan, pek çokları için eğilip
bükülebilen ancak bir maddeden yapı lm ıştır. Yani uzayıp kı
sabilir ve olayların türlüsüne uyabilir. Gene bazı i nsanlar
zaman geçtikçe sıcak havada birer birer atılan fanila ve ye
lekler g ibi vicdanı elden bı rakmas ı n ı öğrenirler. Baz ıları da
döndürürler. Hepsi rıden elverişlisi de bu olduğu için gittikçe
,
rağbet kazanıyor!
Vll
Bay Swiveller:
« Fred ! . . » dedi. «Şu bir zamanlar herkesin ağzından d üş
meyen 'tasayı bırak' şarkısını biliyor musun? Sönmeye başla
yan sevinç ateşini dostluk yelpazesiyle alevlendir. Bana da
şu gül renkli şarabı sun ! . . »
Bay Swiveller'in odası Durury Lane civarındaydı ve konu-,
munun rahatlık ve huzuru ndan başka bir tütüncü dükkanı n ı n
üstünde olması da ayrıca bir avantaj oluşturuyordu. Çünkü
yalnız merdiveni inivermekle bir tutam enfiyeyle keyiflenebili
yor ve böylece enfiye kutusunu taşı mak zahmetinden de kur
tulunmuş olunuyordu. Bay Swiveller yukarıdaki sözleri , tasa
lanan, arkadaş ı n ı neşelendirmek ve avutmak için işte bu
odada söylemişti. Bununla birlikte, bu kısa sözler bile, bay
Swiveller'in şair doğası n ı gösteriyor; kullandığı sözcükler me
cayi bir anlam taşıyordu. Zira gülrenkli şarap yerine masa
üzerinde duran bir sürahi ve şişeden cin ve soda water bir
bardağa boşaltılıyor -bay Swiveller, bekar olduğu içi n şunu
da hiç ayıplamadan aktaralım ki - bardak kıtlığı nda, aynı bar
dak, nöbetleşe bir elden öbür ele geçiyordu.
58
Swiveller bu bi r tek odası ndan hep 'dairem' diye bahse
derdi. Odan ın boş bulunduğu s ı ralarda, tütüncü bu odayı
'bekar bir bay için daire' diye ilan etmiş ; Swiveller de hiç boz
mayarak bu odasından 'dairem' diye bahseder olmuştu ve
kendisini di nleyenlerin düşlerinde geniş ve sınırsız odalar
yüksek tavanl ı salonlar canland ırmaya değin varm ıştı.
Bu düş genişliğinde, bir hitapl ığa benzeyen, ama gerçekte
bir karyola görevi gören ve odada göze çarpan bir yer kapla
yan aldatıcı bir mobilya parçası bay Swiveller'e yard ı m edi
yor; görenler üzerinde kuşku ve duraksaklık uyandırıyordu.
Swiveller için bu mobilya parçasının gündüzün kütüphaneden
başka bir şey olmadığına; yatağa aldı rı ş bile etmediğine, bat
taniyelerin varlığını tamamen yokumsayıp yastıkları aklına
bile getirmediğine hiç kuşku yoktu . Hatta en içten arkadaşları
na bile, bu mobilya parçasının ne gerçek yararı ndan, ne ya
rad ığı işten, n e de tuhaf uygunluğundan bahsetmişti. Düş ve
düşünceyle avunmak Swiveller için , bir inanış gibi güçlüydü.
Onun arkadaşı olabilmek için her türlü tanıt, düşünce,gözlem
ve deneyimi b ı rakıp kütüphanede avunmak gerekti. Bu onun ·
59
söz doğruysa, yarısını olsun kabul etmek zarar vermez. Bana
kalsa, kararlılık ve önlem yerine sevinci yeğleri m . Ama sende
bunların hiçbirisi yok ya . . . "
Arkadaşı huysuzca:
«Bah ! » . dedi .
«Aman azizim, b i r centilmene kendi odası nda böyle söz
cüklerle kon uşmak kibar çevrelerin hoş göreceği bir şey de
ğildir! Ama zararı yok. Sen keyfine bak!. . »
B u sitemden sonra arkadaşın ı n biraz ters huylu olduğunu
ekleyen Swiveller, bir kez daha kadehini cinle doldurup zevk
le yudumladıktan sonra; düşünde canlandırdığı bir takım ko
nuklara konuştu :
« Baylar!. . » dedi . « Eski bir aile olan Swiveller ailesine ve
özellikle Richard Swiveller'e mutluluklar dileri m ! O Rich ard ki
arkadaşları için her türlü özveriyi göze alır, ama hizmetlerine
karşılık bir 'bah !' kazanı r! . . »
Odayı iki kez arş ı nlayıp gene yerine oturan arkadaşı :
« Dick!..» dedi . « Eğer sana zahmetsizce servet sahibi ol
m an ı n yolunu gösterirsem, benimle bir iki dakika ciddi konu
şabilir misin ?»
«Sen şimdiye değin bir değil birkaç kez gösterdim ! Ama
hiçbirisinden de bir m etelik çıkmad ı . »
Fred sandalyesini masanı n yanı na çekerek:
«Yok, bu öyle değil!» dedi. «Yakında sen bu düşünceni
değiştireceksin. Sen kızkardeşim Nell'i gördün, değil mi?»
« Gördüm ne olacak?»
«Güzel bir kız değil mi?»
« Hiç kuşkusuz öyle! Hemen hemen, diyebilirim ki birbirini
ze hiç benzemiyorsunuz. »
« Dur söyleyeçeğim ! İ htiyar dedemle ölünceye değin yıldı
zınızı n barışmayacağı belli! Ben ondan hiçbir şey beklemiyo
rum . Bunu sen de biliyorsun.»
«Bir yarasa bile bunu gündüz ışığında görebilir.»
«Şurası da belli, ki, koca cimri , önce paylaşacağ ı n ızı söy
lediği servetinin tamam ı n ı Nell'e bı rakacak.»
«Bu da doğru ! ama gene i htiyara söylediğim birkaç söz-
60
cüğün bir etkisi olmas ı da olasıdır; çünkü söylediklerim yaba
na atı l ı r sözler değildi . 'İşte size kusursuz, yetkin bir dede!'
Bu ne değin doğal ve dostça söylenmiş bir sözdü . Her halde
ihtiyarın hoşuna gitmiş olacaktır; öyle değil mi?»
«Onun bu sözlerinden pek hoşlandığını sanmıyoru m .
Bunun sözünü bile etmeyelim. Şimdi s e n beni dinle! . . Nell
nerdeyse on dört yaşında olacak... "
Swiveller:
«Tam yaş ı na göre güzel bir kız, ama biraz çelimsiz . . . » gö
rüşünde bulundu.
Arkadaşı n ı n bu konumaya yeterli önemi vermediğini görüp
sinirlenen Fred:
« İ ki dakika sus da beni dinle! Şimdi ası l konuya geliyo-
·
rum,» dedi.
«Haydi bakalım.»
«Kızcağız sıcak kanl ı olduğu gibi sevdiğini de seviyor.
Sürdüğü yaşama bakıl ı rsa kolaylıkla etkileneceğine benzer.
Akl ı ma koyarsam ona biraz tatlılıkla, bir ağabeyliğimi kullana
rak sözümü dinleteceğimi biliyorum. Sözü kısaltmak gerekir
se- zira bu planın yararların ı anlatmak haftalar sürer -ben iki
nizin evlenmesine hiçbir engel görmüyoru m !.."
Bu sözleri büyük bir. içtenlikle ve üsteleyerek söyleyen ar
kadaşı nı kadehinin kenarından bakarak dinleyen Swiveller,
bu sözcükleri işitince şaşkınlıktan irki lip şu bir tek heceli söz
cüğü bir zorlukla söyleyebildi.
« Nee!. .»
Fred uzun deneyimler sonucu arkadaşı üzerinde derin bir
etki uyandıracağına güvenen bir kesinlikle:
« İkinizin evlenmesine hiçbir engel yok!» diye yineledi.
Dick, şaşkınlıkla:
« Nell henüz on dördünde!» diyebildi.
Küçük Nell'in ağabeyi:
«Şimdi hemen evlenin demiyorum ya!» dedi. « İki yıl, üç
yıl, hatta dört yıl sonra!.. İ htiyar daha uzun y ıllar yaşayacak
mı sanıyorsun?»
Dick baş ı n ı sallayarak:
61
« Hayı r uzun yaşayacağa benzemiyor!» dedi . Ama bu ihti
yarlara güvenmeye gelmez. Fred! Benim Dorset' de oturan
bir halam vard ı r. Ben daha sekiz yaşındayken yaşama gözle
rini yummak üzereydi; aradan bunca yıl geçti daha sözünü
tutmad ı L . Bu ihtiyarlar o değin insanı günaha sokan, o değin
acı mazsız ve kinci yaratıklardır ki ; eğer aile içinde inme illeti
yoksa ne değin yaşacakları nı hesaplamak zor bir sorundur
hatta gene de insan aldanır!»
Fred Trent gözlerini arkadaşından ayı rmayarak ve aynı
ciddilikle:
« İyi öyleyse, işin en kötü yanına bakalı m ! . . » dedi.
« Düşünelim ki, ihtiyar daha uzun yıllar yaşasın ! »
« Değil m i ya! Kötü yanı d a b u değil m i ?»
« Evet, düşünelim ki uzun yı llar yaşad ı , ben de Nell'i etkile
dim ya da daha düzcesi onu seninle gizlice evlenmeye yö
nelttim ! Bundan ne çıkar sanı rsın?»
Swiveller bir an düşündükten sonra:
«Ne çıkacak! » dedi. « Gelirsiz bir aile! . . "
Fred yapmacık da olsa, gerçek de olsa arkadaşı üzerinde
aynı etkiyi uyandı ran bir ciddilikle:
«Sana şunu söyleyeyim ki, ihtiyar, Neli için yaşıyor; onun
bütün istek ve düşüncesini Neli oluşturuyor. Onun beni her
hangi uysal bir davranışı mdan dolayı yeniden sevmesi olasılı
ğı yoksa, Nell'i de herhangi yakışıksız bir şeyinden dolayı mi
rastan yoksun etmesi olasılığı yoktur. Bunu yapamayacağı n ı
biraz sevgi gücü olan b i r insan hemen anlar. . . » yorumu yaptı .
Fred dalgı n dalg ı n :
« Evet b u olası değil!» diye m ı rı ldandı .
« Elbette olası değil ; çünkü olamaz. Hele ihtiyarı n seni ba
ğ ışlaması için ileriye bir de neden sürecek olursan . . . Örneği n
aranızda düzeltilemez bir dargınlık; m üthiş bir kavga örne
ğin . . . Elbet bu aram ızda kararlaştıracağı mız bir bahane olur . . .
O zaman ihtiyar razı olacaktır. Nell'e gelince taş bile yuvarla
na yuvarlana aşı n ı r. Bu hususta bana güvenebilirsin. Görü
yorsun ki ihtiyar yaşasa da yaşamasa pa hiçbir ayı rd ı yok.
Sen bir kez şu zengin cimrinin varisi ol da, alt yanı kolay ! ..
62
Parayı birlikte sarfederiz. Sen de üstelik güzel bir yaşam ar
kadaşı kazanmış olursun . "
Dick:
« Her hade onun zengin biri olduğuna kuşku yok, değil
mi?» diye sordu.
«Kuşku mu? Geçenlerde onun evindeyken yere ne düşür
düğünü görmedim mi? Kuşku . . . Daha neden kuşkulanacak
sın, Dick? . . »
Bütün bu görüşmenin kurnazca tasarlanmış ayrı ntı ları n ı
izlemek v e sonuçta Swiveller'in nasıl razı olduğunu aktarmak
pek sıkıcı bir şey olurdu. Yalnız gurur, çıkar, yoksulluk ve mi
rasyedilik düşünceriyle arkadaşının ileri sürdüğü bu öneriye
Swiveller'in elverişli . davrandığını ve derbeder doğasının da
böyle bir öneriyi kabul hususunda ayrı bir etki yürüttüğünü
kaydetmek yeterlidir. B Lt etmenlere bir de Fred'in arkadaşı
üzerinde eskiden beri yerleşmiş olan nüfuzunu eklemek pa
hasına yürütülen bu nüfuz daha güçlü etkisini yitirmemiş;
fazla olarak Dick arkadaşı n ı n kötü huyları n ı , kötü sonuçların
dan zarar da görm�ü. Gerçekte düşüncesiz ve sersem bir
yaratı ktan başka bir şey olmayan Fred, birçok hususlarda
onun düzenbaz bir kışkıştıcısı ndan başka bir şey değildi.
Fred'in kendi imgeleri Swiveller'in bildiğinden ve anladı
ğı ndan çok daha deri ndi. Ama bu düşünceler.öykümüzün ge
lişmesine terk edileceği için şimdiden açıklamaya gerek bı
rakmıyor. Şu değin var ki görüşme tatlıya bağlanm ış; bay
Swiveller de kendine özgü süslü sözlerle kendisiyle evlenme
ye razı edilen herhangi servet sahibi genç bir kızla evlenme
ye hiç karşı olmadığını söylemiş ve tam bu sırada kapı vuru l
muş o da sözünü keserek 'giriniz' diye seslenmek zorunda
kalm ıştı.
Kapı açılınca, içeriye ancak sabunlu bir kolla tütün kokusu
girmişti. keskin tütün kokusu aşağıdaki dükkandan geliyor;
sabunlu kol da merdivenleri yıkayan ve bir mektup vermek
üzere, elini içinde s ıcak su bulunan bir kovadan henüz çıka
ran hizmetçi kızı nd ı . Hizmetçi kız mektubu elinde tutarken
63
kendi s ınıfı ndaki insanlara özgü bir tavı rlar, ve yüksek sesle,
m ektubun bay Swivel ler'e geldiğini bildirdi .
Dick bir yandan hizmetçi kıza, diğer yandan alık alık ve
uçuk bir benizle mektuba bakm ış; mektubu okuyunca da
daha çok alıklaşmıştı. Kad ınları n hoşlandığı bir tipe sahip ol
manın mahzurlarından . bahseden bay Swivel ler, biraz önce
konuşulurken bunu olduğu gibi unuttuğunu söyledi.
Arkadaşı sordu:
«Kimden bahsediyorsun?»
«Kim olacak, Sophy, Wackles ! . . »
«O da, kim?»
Bay Swiveller, ciddi ciddi arkadaşı na bakıp kadehini dik
dikten sonra:
« Benim idealim !» dedim. «Pek güzel, pek çekici bir kad ı n ..
Sen onu görmüştüm , değil mi?»
Fred önem vermeyerek:
«Anımsıyoru m ! » dedi. « Peki ne istiyor?»
« Ne söylüyorsun, azizim ! Şimdi sana hitabetmek o nuruna
kavuşan yoksulla bayan Wackles arası nda , pek candan ve
pek içten olduğu değin pek onurlu ve pek u m ut verici bir ilişki
kurulmuştur. İ nan ki Av Tanrısı Diana bile, davranışında onun
gibi önlemli d eğildir.»
«Söylediklerini ciddiye alabilir miyim? Her halde aran ızda
bir serüven olduğunu anı ştırm ıyorsun, değil mi?»
« Bu davet! Bu gece için yirmi kişilik bir dans; hiçbir eğilim
göstermemiştim. Onun için sözden dönmek, sözünü tutma
mak diye bir şey düşünülemez. Sorunun hoşa gidecek yanı
da bu değil mi? Yazıyla hiçbir şeyi üstlenmedim . »
«Şu mektupta ne yazıyor?»
« Bir daveti Bu gece için yirmi kişilik bir dans partisi var
m ış . Aramızdaki serüvene bir sön vermek pahasına da olsa;
gitmem gerek, Fred ! . . Dur bakalım mektubu kendisi mi bırak
m ı ş ! Eğer öyleyse, zavallıcık mutluluğunu elden yitirdiğinin
ayı rd ı nda bile değil! Ne denli acıklı değil mi?»
Bay Swiveller, hizmetçi kızı çağı rıp m ektubu bayan Sop
hy'nın kendisinin getirip getirmediğini araştırmış; mektubu
64
onun kendi eliyle bıraktığ ı n ı , göreneklere uyarak kızkadeşiyle
birlikte geldiğini; hitmetçi kızın, kendisinin yukarda olduğunu
söylemesine karşın, yukarı çıkmak istemediğini ve hizmetçi
kızın bu önerisini büyük bir şaşıkl ıkla karşıladığını öğrenmişti .
Richard Swiveller, hizmetçinin sözlerini biraz önce giriştiği
görüşmeyle birleştirilemeyecek bir haz ve ·memnunlukla din
lemiş; ama Fred olası ki arkadaşı üzerinde gerek bu sorun
gerek herhangi başka bir hususta yeter derecede bir nüfuz
sahibi olduğu, ve bu nüfuzu gerektikçe kendi planların ı ger
çekleştirmek için kullanı labileceğinden emin olduğu için onun
bu tavrı na fazla önem vermemişti.
Vlll
65
Antikacı Dükkanı / F: 5
« İyi ki bu gün kara günlerin sonudur!» dedi. «Şu patatesle
ri soymadan gönderdiklerine çok memnun oldum doğrusu !
Haşlanmış patateslerin kabuğunu soymakta -deyim gerekir
se- onları elbet ögelerinden çekip çıkarmakta zenginleri n yok
sun kaldığı bir zevk vardı r. Azizim insanı n bu dünyada istedi
ği fazla bir şey değil. Onu da zaten uzun bir zaman
istemiyoruz! Karn ı mızı doyurduktan sonra bu gerçeği keşfet
m ek zor bir iş değil ! . . » .
« Umarım ahçı bu yemek için fazla bir şey istemez ve pa
ras ı n ı da yakında alı r. Ama her halde sende bu yemeğin he
sab ı n ı görecek para yok ! »
Dick, anlaml ı anlaml ı gözlerini kısarak:
« Ben birazdan geçerken uğrarı m ! » dedi. «Bu garson da
pek beceriksizmiş. Biz yemeği yedik ya, ötesi kolay!..»
Garson da bu gerçeği sezmişti; çünkü tabakları almak için
geri döndüğü zaman bay Swiveller, kendine g üvenen bir tu
tumla ve önemsemeyerek biraz sonra geçerken hesabı göre
ceğini söyleyince; garson bundan tedirgin olmuş; 'para
peşin', 'güven' gibi bazı can sıkıcı sözcükler m ırıldanmış;
sonra getirdiği etle patates ve tüm siparişten kendisinin so
runlu olduğundan ne zaman dükkanda hazır bulunacağ ı n ı
bay Swiveller'de sormakla yetinmişti. Swiveller zihninden
ince· bir hesap yaparak altıya iki kala ya da altıyı yedi dakika
geçe uğrayacağı n ı bildirmiş; garson da bu zayıf ayrıntıyla çe
kilip gitmişti. O çıkar çıkmaz Swiveller not defterini bir şeyler
karaladı .
Fred Trent, alaycı bir gülümsemeyle:
« Unutmayayım diye defterine mi yazıyorsun?» diye sordu.
Richard Swiveller, işinden baş kaldı ramayan bir insan tav-
rıyla yazısına devam ederek:
«Yok, hayır, pek öyle değil!..» dedi. « Ben defterimi dük
kanları n açık bulunduğu sırada içinden geçemeyeceğim so
kakların adı n ı yazıyoru m ! Geçen hafta Great Queen Stre
et'de bir çift ayakkabı satın aldığ ı m için bu yol da bana
kapandı. Strand taraflarında bir çit eldiven alacağı m için bu
yol da kapanmış olacak. Yollar birbiri ard ı na öyle büyük bir
hızla kapan ıyor ki, eğer halam para göndermeyecek olursa
66
bir iki aya değin buralarda geçecek bir tek sokak kalmaya·
cak!..»
« Halan seni parasız bı rakmaz canım ... »
«Öyle umarım. Ama şimdiye deği n onu yumuşatmak için
altı mektup yazdı m da gene bir etkisi olmad ı . Yarın sabah bir
mektup daha yazacağım. Mektuba bir pişmanlık çeşnisi ver
mek için de birçok yerlerini lekeleyeceğim, üzerine de tuzlu
su damlatacağı m ! Şöyle bir şey yazmak istiyorum : 'Öyle zih
nim perişan ki ne yazd ığ ı m ı bile bilm iyorum. -Mürekkep dam
lası- eğer şu anda geçmişteki kötü ve uygunsuz davranışla
rım için ne acı gözyaşları döktüğümü bilsen -tuzlu su
damlası- düşünürken bile şimdi ellerim titriyor- gene mürek
kep damlası- Ama bu mektubun da bir etkisi olmazsa her şey
mahvoldu demektir! . . »
Swiveller bu s ırada defterine yazdığı notu bitirmiş, pek
ciddi ve ölçülü bir tavırla kalemi mahfazası na koymuş ve def
terini de kapatmıştı. Daha görülecek bazı işleri olduğunu
anı msayan Fred, arkadaşı ndan izin isteyip ayrılınca Dick, iç
kisiyle başbaşa kal ıp bayan Sophy Wakles'i düşünmeye baş
lamıştı.
Böylece yalnız kalan genç adam düşlemlere dalmış; kendi
kendine planlar kurmaya başlamış; sonra ölçülü ve düşünce
li bir tavırla başını sallam ış: 'Bu da pek apansız oldu!' demiş
ti. Daha sonra alıştığı gibi işi aceleyle yazılmış şiir parçaları
na dökerek: ' İnsan ı n ruhu korku ve kaygıyla sarıldığı zaman
hayan Sophy'nin yüzü sisleri dağıtan bir güneş etkisi yapı
yor! Tıpkı haziranda açan kırmızı gül kancasına benziyor!
Sanki tatlı bir uyumla çalı nan bir melodi ! Ne tatlı bir kız!' diye
söylenmişti. 'Ama bu pek beklenmedik bir öneri oldu. Elbet
Fred'in küçük kız kardeşi için birdenbire soğuk davranmaya
çıerek yok! Ama işi uzatmamak daha iyi olur. Eğer soğumak
nerekirse birdenbire soğumak gerek! Çünkü daha ileri gide
r.ek olursak nişan ı bozmakla suçlanabileceğim gibi;
sophy'nin de kısmetine engel olmuş olacağı m . Sonra bir de . . .
l ıayır; hayır bunun hiçbir etkisi yok! Ama n e d e olsa güvenilir
yerde bulunmal ı ! görüşünde bulundu. ·
67
çekiciliğinden kurtulamayarak onunla yaşam birliği ve biraz
önce arkadaşıyla kurdukları planı gerçekleştirme gücü olama
yacağ ı olasılığını kendinden bile saklamaya çabalıyordu. Bu
nedenlerden, hiç gecikmeden bayan Wackles ile bir hır çıkar
mak, kıskançlığı bahane etmek istiyordu. Bu önemli nokta
üzerinde kararını verdikten sonra; Swiveller daha büyük bi r
önlemle davranmak gereğini duyumsayarak kadehini bir elin
den öbür eline geçirip durdu ve sonunda kendine biraz çeki
düzen verip zihnini uğraştıran dişil varlığın oturduğu semtin
yolunu tuttu. ,
Bayan Wackles'in oturduğu yer Chelsea'deydi. Genç
kad ı n annesi ve iki kardeşiyle birlikte oturuyor ve küçük evle
rin küçük kız çocuklarına ders veriyordu. Zeminkat pencere
sindeki küçük tabela üstünde süslü bir yazıyla yazılmış 'Kız
lar Semineri' yazısı seçiliyor; civarı nda oturanlar burasının
bir okul olduğunu her sabah saat dokuzbuçukla on arası n
da, elinde bir yaz ı m defteriyle, paspası n üzerinde ayak par
makları n ı n ucuna yükselerek tokmağa yetişmek için yok yere
çabalayan , geç kalm ış arkadaşsız bir küçük kızcağızın dü
zenli devamından anl ıyorlard ı . Okulda görev bölüşümü şöyle
yapılmışt ı ; Gramer, kompozisyon, coğrafya ve jimlastik, ba
yan Melissa Wackles; yazı aritmetik, dans, müzik ve oyun
bayan Sophy Wackles; dikiş, işleme ve nakış bayan Jane
Wackles tarafından gösteriliyor; dayak, perhiz gibi ceza ve
eza da açıklanmamasına karş ı n anneleri bayan Wackles'in
üzerindeydi. Kızkardeşler içinde Melissa Wackles en büyük
leri , Sophy Wackles ortancaları, Jane Wackles en küçükleriy
di. Melissa aşağı yukarı otuz beş yaşlarında, bayan Sophy
tıknazca, iyi huylu, yirmilik b i r taze ; bayan Jane ise henüz on
altısındaydı. Bayan Wackles'e gelince; altm ışlık, oldukça
kinci, ama zararsız bir kadındı.
İşte Swiveller, temiz pak, beyaz bir giysi giymiş ve süs
adına yalnız göğsüne kırmızı bir gül takm ış olan sevimli Sop
hia'nı n yürek dinlencesini bozacak plan larla donanmış bir
halde, bu binada ziyarete koşmuştu. Geriç kız onu -Pek göz
kamaştırıcı denmese bile- zarif bir biçimde düzenlenen bir
odaya aldı . Rüzgarlı havalardan başka- dökülen yapraklar
68
ovi n onunun kirlettiğinden- her gün pencerelerin dışında
duran çiçek saks ı ları içeri alınmış; tertemiz giyinen gündüz
öğrencilerinin de toplantıya katılmalarına izin verilmiş; bayan
Jane koca bir parça sarı , kaba kağ ıtla bir gün öncesinden
saçları na bükleler yapm ış; i htiyar bayan Wackleş ve en
büyük kızı soylu ve ağ ı rbaşlı bir tavır takı nm ışlard ı ; ama
bütün bunlar Swiveller'e yalnız bir değişiklik duygusu vermek
ten öteye geçmedi.
Gerçek şuydu ki -zevkler, hatta bunun gibi tuhaf olmasına
karşı n bilerek yapılmış ve kötü niyetli bir yalan sayılmayan
zevkler bile tartışma götürmez- gerçek şuydu ki, bayan .
Wackles, ne de en büyük kızı Swiveller'in iddialarına hiçbir
zaman fazla ilgi göstermemişlerdi. Ama, kızlar ondan yalnız
ipsiz sapsız bir genç diye bahsediyorlar ve onun ad ı geçtikçe
içlerini çekip kuşkulu kuşkulu başlarını sallıyorlard ı . Swivel
ler'in bayan Sophy'ye karşı takı ndığı tavırda evlenmek niyeti
bulunmayan, belirsiz ve soğuk bir ilgi sezildiğinden ; genç kız,
bu ilişkinin şu ya da bu biçimde bir sonuca bağlanmasını ca
nıgönülden istiyordu. Bu itibar, bayan Sophy küçük bir des
tekle kendisini evlilik önerisinde bulunarak bir bahçıvanı n
toplantıda hazır bulunmasına razı olmuş; b u toplantı zaten iki
rakibin karşı karşıya gelmelerini sağlamak amacıyla hazırlan
mış olduğundan; yukarda kaydettiğimiz gibi, genç kad ın Swi
veller'e haber bırakm ış ve onun bu toplantıya gelmesini heye
canla beklemişti .
Bayan Wackles büyük kızına: 'eğer bay Swiveller ciddi bir
amaçla davranıyor; ve eğer evleneceği karısını mutlu edebi
lecek araç ve olanaklara sahip bulunuyorsa, artık bunu bize
bildirmelidi r,' demişti .
Bayan Sophy de kendi kendine: 'bana akşam kesin kararı
nı bildirmesi gerek' diyordu.
Diğer yandan bütün bu düşünce ve planlar bay Swivel
ler'in bilgisi olmadığından onun üzerinde hiçbir etki yapma
mıştı . O kendi kendine nasıl bir kıskançlık çekişmesi çıkara
cağını kuruyor. Bayan Sophy'nin bu akşam ya h er
zamankinden daha az çekici görünmesini, ya da onun kendi
kızkardeşi olmasını arzu ediyordu ki her iki biçimde de amaç
69
gerçekleşecekti . Swiveller bu görüşlerle uğraş ırken davetliler
ve bunlardan Cheggs ad ını taşıyan bahçıvan da içeri girmişti.
Ama bay Cheggs içeri girer girmez doğruca bayan Sophy'ye
koşmuş ve onu iki elinden tutup iki yanağı ndan öpmüş; işitilir
bir fısı ltıyla pek erken gelip gelmediğini sormuştu .
Bayan Sophy:
« Hayı r, tam vaktinde geldiniz ! » dedi.
Bay Cheggs ayn ı fısıltıyla ekledi :
«Alick beni öyle üzdü, öyle üzdü ki, buraya saat dörtte ge
lebilirdik. O denli sabırsızland ı ki anlatamam. Öğle yemeğin
den önce hazırlanıp saat on ikiden beri baş ı m ı n etini yediğini
söylersem abartmış olmam ! Hep suç bende ... »
Bayan sophy bu sözlerle kızard ı . Kad ı n lar önünde utan
gaç olan bay Cheggs de kızard ı . Bunun üzerine bayan Wack
les diğer iki kızı ile birlikte bay Cheggs'i daha fazla utanma
dan kurtarmak içi n türlü nazik sözcükler edip Swiveller'i kendi
haline bı raktı lar. Swiveller gökte ararken yerde bulmuştu.
Kuşkuşuz bu. öfkelenilecek bir şeydi. Hiç u mmadığı bir sahne
karşısında kötü halde h ı rslanmıştı. Acaba bu şeytan Cheggs
bu küstahlığıyla ne yapmak istiyordu?
Ama Swiveller ilk kadrilde -halk dansları basit sayıldığın
dan program dışı b ı rakı lmıştı -bayan Sophy ile dansederek
bir köşede üzgün, içine kapanı k oturup genç kad ı n ı n bu hayli
çetrefil danstaki zarif endam ını seyre dalan rakibi üzerinde bir
üstünlük kurmuştu. Swiveller, bahçıvan üzerinde kazandığı
bu üstünlükle de kalmamış; Wackles'lere ne kı ratta bir ada
ma kapı ları n ı açtıkların ı göstermek için , ve biraz da içkimizin
etkisiyle ayakları üzerinde çevik ve zarif dönüşler ve kıvrılış
larla haz ı r bulunanları n gözlerini kamaştırm ış ; ve h atta bir kız
öğrenciyle dans eden uzun bolu bir konuğun bir köşeye çeki
lip şaşkı nlık ve imrenmeyle kendisini Sı;3yretmesine neden ol
muştu . Bayan Wackles bile fazla neşelenen üç genç kıza ha
berini bildirmeyi unutmuş; aile içinde bay Swiveller gibi
yetkin dans eden birinin bulunmasının övünülecek bir şey ol
duğunu düşüncesinin önüne geçememişti.
Bu zor olduğu denli önemli durum karşısında, bayan Alick
Cheggs canlı ve yararlı bir yandaş sıfatıyla davranarak yalnız
70
bay Swiveller'in b aşarı ve üstünlüğüne alaycı gülümsemeler
le nefret göstermekle kalmam ış; her fırsatta bayan Sophy'nin
kulağına eğilerek böyle gülünç bir yaratık içi n kendini üzmeye
yerolmadığı n ı avunma olsun diye fısı ldanmış; ama öfke ve
sevgiyle gözlerinden ateş saçan kardeşine bakmasını rica
etmiş; öfkeden burnu · kızaran Alick'in bu öfkeyle kalkıp Swi- _
71
kaçan genç kızlardan olduğu için, oynadığı role öyle bir
anlam ve önem verdi ki, sonuçta Swiveller gazaba geldi ve
sevgilisini Cheggs'e bı rakıp öfkeli öfkeli süzdü; o da ayn ı ba
kışla karşıltkta bulundu.
Cheggs rakibini bir köşede bulunca:
«Bir şey mi söylediniz?,, diye sordu. « Lütfen biraz gülüm
seyin de kimse bizden kuşkulanmas ı n ! . . »
Swiveller, kendine g üvenli ve kibirli bir gülümsemeyle
Cheggs'in ayak uçlarına baktı, sonra gözlerini topuklarına ve
bacakları na ve sırayla dizlerine ve yeleğine dikerek, birer
birer düğmelerini süzd ü ; sonra çenesine ve burnuna doğru
yükselerek göz göze gelince:
« Hayır ... » dedi. «Hiçbir şey söylemedim."
Cheggs omuzları üzerinden bakarak:
« H ı m m ! .. " yaptı. « Belki bir şey söylemek istiyordunuz! »
« Hayır, hiçbir şey söylemek istemiyorum . "
Cheggs öfkeyle:
«Olası ki, şimdilik, bana bir şey söylemek istemiyorsu
nuz!» dedi.
Swiveller, gözlerini Cheggs'in yüzünden ayırd ı ; gene bur
nun ucundan aşağı doğru i nerek yeleğine, bacağına ve ayak
uçlarına inceden inceye baktı, sonra diğer bacağı na geçerek
ayn ı biçimde bu sefer yukarı doğru incelemeye başladı , tam
gözgöze gelince.
« Hayır, hayır!» dedi.
«Yaa, öyle mi, bay ı m ! Memnun oldum. Bununla birlikte;
eğer benimle görüşmek isterseniz san ırım nerde bulunduğu
mu öğrenebilirsiniz! ,,
« Eğ er buna gereksinim olursa, pek kolay bir iş! .. "
«Şu halde, şimdilik,. başkaca konuşacak bir şey kalmad ı . »
« Hayır, h içbir şey kalmad ı ! »
B u sözcüklerle her ikisi de kaşları nı çatarak bu müthiş gö
rüşmeyi noktalam ışlard ı . Cheggs koşup bayan Sophy'ye elini
uzatm ış, bay Swiveller de bir köşeye çekilerek küsüp otur
muştu .
Bayan Wackles ile bayan Melissa bu köşeye yakı n bir
yerde durmuş, dansı seyrediyorlar; bayan Cheggs de kaval-
72
yesinin kendi payına düşen figürü yapmakta olduğu s ırada,
onlara doğru seyirtip Swiveller için sözler söylemeye fırsat
buluyordu. Katı sandalyeler de dimdik ve rahatsız bir halde
du ran iki küçük kız, bayan Wackles ve bayan Melissa'nın
gözlerinin içine bakarak destek bekliyorlardı . Bayan Wack
les'ten sonra anne Wackles'de gülümseyince iki küçük kız da
tatlı tatlı gülümsemiş; ama bayan Wackles kaşları nı çatarak
bir daha böyle bir küstahlıkta bulunurlarsa hemen gözlem al
tında evlerine gönderilecekleri ni bildirmişti. Bu tehdit, utan
gaç ve sıkı lgan kızlardan birinin gözyaşları na neden olmuş
ve bu kabahatinden ötürü bütün kız öğrencilere örnek olması
için her ikisi de kapı d ışarı edi lmişti .
Bayan Cheggs bir aralı k gene fırsat bularak sokuldu :
«Size söyleyecek önemli haberlerim var! Alick, bilseniz,
bayan Sophy'ye neler söyledi, neler. . . Artık bunun ciddi ve
içten olduğuna kuşku yok! » dedi.
Bayan Wackles sordu:
« Neler söyledi, yavrum ? .. »
« Her şey . . . Neler söylediğini düşünemezsiniz! . . »
Swiveller, daha fazlasını işitmeye gerek kalmadığını gözö
nüne alarak, dansa ara verildiği bir s ı rada ve bay Cheggs'in
bayan Wackles'in övgüsünü kazanmak için yaklaştığı bir
anda, tasarlanmış bir i lgisizlik ve çalımlı bir tavı rla, kapıya
doğru yürüd ü ; zemin katta oturan zayıf, i htiyar bir adamla
daha uygununun yokluğunda- kıvrı lmış saçları nın görkemi
içinde flört etmekte olan bayan Jane Wackles'in önünden
geçti. Kapın ı n yanı nda bay Cheggs'in özenleri ve i lgisine şa
şırmış ve heyecanlı bir halde bayan Sophy duruyordu. Swi
veller ayrı lmadan onunla birkaç sözcük konuşmak için durak
ladı ve neşesiz bir tavırla genç kadına bakarak:
« Bana artık yol göründü ; ama ayrı lmadan önce birkaç
sözcükle veda etmek isterim ! » diye m ı rı ldand ı .
Bayan Sophy kurduğu planın ters tepkisiyle üzgün, ama
gene de içindekini bell i etmez bir i lgisizlikle:
«Gidiyor ' musun?» diye sordu.
Swiveller acı bir anlatımla yanıt verd i :
«Gidiyor muyum ? Elbette gidiyorum . Başka ne yapabili
rim?»
73
« Henüz erken demek istiyorum. Ama kuşkusuz karar
senin ! . . "
« Keşke seninle tanışmadan d a karar vermede böyle kesin
olsayd ı m . Senin doğruluk ve sadakatine inanarak kendimi
mutlu sayıyordum. Ama şimdi güzel olduğu değin de vefasız,
genç bir kızla tan ıştığ ı ma üzülüyoru m ! . . »
Bayan Sophy dudakları n ı ısırıp öte yanda limonata içen
bay Cheggs'e özgü ilgili bakışlarla baktı.
Swiveller sanki onu buraya yönelten gerçek nedeni unut
m uş görünerek:
«Ben buraya göğsü mü kabartarak, yüreğim ferah ve
memnun geldim. Ama şimdi tarif edilmez ama kolaylıkla an
laşılır bir duyguyla ayrı lıyorum . B u gece en içten duyguları
m ı n içimde boğulduğunu hissettim . . . " dedi.
Bayan Sophy gözlerini yerden ayırmayarak:
«Ne kastettiğinizi anlam ıyorum. Ama eğer ayı rd ı nda olma
yarak sizi gücendirecek bir harekette . . . "
« Beni gücendirecek bir hareket mi ! Bay Cheggs'e göster
d iğiniz bütün bu övgülerden sonra, bir de beni gücendireceı<:
hareketten mi bahsediyorsunuz !.. Size rahat bir gece dileye
rek ayrı lmadan önce şu anda tek beni m nişanlım olarak yeti
şen, güzel olduğu değin de büyük bir servet sahibi olan ve h ı
s ı m ı aracılığıyla bana evlilik önerisinde bulunan, genç b i r kız
bulunduğunu ve aileye karşı özel bir saygım olduğu için bu
öneriyi kabul ettiğimi söylemek isterim . Bu genç kızı n tek
benim için yaşadığını ve bütün servetini bana ayı rdığını söy
lemek de benim için ayrıca kıvandı rıcı bir olaydı r. Size bunu
bildirmek gerekiyordu. Şimdi uzun zaman ilginizi çektiğime
özür diler, size iyi geceler dileri m ! . . "
Swiveller odası na döndükten sonra, şamdanı söndürme
den önce kendi kendine: 'Bütün bunlardan çıkan sonuç
Fred'in küçük Neli üzerindeki planları na dört elle, canla başla
sarılmak oluyor. Hiç kuşkusuz o da benim bu plan üzerine
düşmeme çok memnun olacaktır. Yarın ona her şeyi anlatı
rı m . Vakit geç, ben şimdi güzel bir uyku çekeyim !» dedi.
Swiveller başını yastığa . koyar koymaz, derin uykuya dal
m ış ; düşünde Nelly Trent ile evlenerek büyük bir servete
74
konmuş ve ilk iş olarak bay Cheggs'in bostan ı n ı n altını üstü
ne getirerek orayı tuğla ocağ ına döndürmüştü.
ıx
75
neler gizli olduğunu ayırdedemeyerek ve her ne de olsa,
küçük kız ı n mutlu olduğunu varsayarak yaşayıp gitmekteydi.
Evet, Neli, bir zamanlar mutluydu . . . boş odalarda şarkı lar
söyleyerek, tozlu antikalar arası nda kıvrak ve neşeli adımlar
la dolaşarak, odalardaki eşyan ı n kendi gençlik ve körpeliğiyle
bir kat daha köhne ve eskimiş görünen, bir kat daha sertleşip
çirki nleşen havası içinde ; şen ve sevinmiş bir ruhla gezip
durmuştu . Oysa şi mdi, odalar soğuk ve kasvetliydi . Kendi
odası ndan çıkarak bu odadan birinde oturup uzun ve sıkı ntı lı
saatler geçirdiği sırada, bu eşya ne değin kımıltısız ve can
sız kalıyor; ağzını açıp sessizlikten kısı lan sesiyle suskunluğu
bozmayı göze alam ıyordu.
Bu odalardan birinin penceresi caddeye bakard ı . Genç kız
yapayalnız ve düşünceli bir halde nice geceler, geç vakitlere
değin , hep bu pencerenin yanı nda oturmuştu. Yalnız başına
oturup bekleyenlerin merak ve heyecanı , hiç kimsede yoktur.
Küçük Nell'in zihnine bu ıssız saatlerde çeşitli keder ve düş
ler sürü sürü saldırırd ı .
Akşam ı n alaca karanlığında b u pencerenin yan ı nda oturur
sokaktan gelip geçenleri ya da karşıki evin penceresinden
görünenleri seyreder; bu evlerin odaları n ı n da kendi oturduğu
oda değin ıssız olup olmadığını düşünürdü. Damlardan birin
de bir sıra çarp ı lmış bacalar vardı ki, onlara baktıkça sanki
çirkin yüzler ve çatı lmış kaşlar görür; onları n odayı gözetle
diklerini tasarlard ı . Ortalı k kararıp bu çirkin bacalar gölgelen
m eye başlayı nca memnun olur; ama sokak lambaları n ı n yan
dığını görünce, üzerin e bir hüzün çökerdi; çünkü o zaman
içerisi daha kasvetli ve karanlık görünürdü. Neli artık içeri çe
kilir; odan ı n içindeki eşyanın yerli yerinde olup olmadığını
denetler; gene sokağa bakı nca olası ki sırtında bir tabutla
geçen bir adam ve onu susku nlukla ölQnün evine izleyen bir
kaç kişi görüp ürperir; yeniden bir sürü korku ve kuruntulara
uğrar kal ı rd ı . Dedesi ölecek olsa, ya da ansızın hastalansa
ve eve dönmese! . . Bir akşam her zamanki gibi, eve gelip onu
öpse ve kendisi yatağ ına çekilip derin bir uykuya daldıktan
sonra, dedesi intihar etse; çevreye kanlar yayı lsa ve kendi
yatak odasına değin taşsa ne yapacaktı? Bu düşünceler,
76
üzeri nde durulmayacak müthiş şeylerdi. Neli, bir kez daha,
gittikçe tenhalaşan ve kararıp ıssızlaşan sokağa bakıp oyala
n ı rd ı ; dükkanlar birer birer kapan ı r, komşular yatakları na çe
kilince üst kat pencerelerinde ışıklar görünmeye başlard ı .
Sonra b u ışıklar d a birer birer söner, yiter yalnız sönük bir
gece kandili kal ı rd ı . Geç kapanan bir dükkan kırmızı, parlak
ışıkları caddeye yansır; genç kız ı n gözlerini oyalard ı . Biraz
sonra bu dükkan da kapan ı r; her yeri n ışıkları söner; her
yana bir kör karanlık ve sessizlik çöker; tek ve yalnız kalmış
bir yolcunun kald ırım taşları ndaki ayak sesleri işitilir; ya da
alışılm ışdan fazla geç kalmış bir komşunun uykuya dalanları
uyandı rmak için kap ı n ı n tokmağ ı n ı h ızlı h ızlı çaldığı duyulur
du.
O zaman Neli pencereyi kapatı r, sessizce aşağ ı iner; düş
lerine giren antikaları n korkunç görüntü lerinin birdenbi re can
lanıvereceklerini tasarlayarak korkular geçirirdi. Ama kendi
odasının uysal gorünümü ve iyi bakılmış bir lambanı n ışığı
ona bu korkuları u nuttururdu. İhtiyar için gözyaşları dökerek
onu kurtuluş ve ferahlığ ı ve kendi mutluluğu için istek ve
coşkuyla dua ettiktan sonra baş ı n ı yastığa koyar; içini çeke
çeke uykuyadalar; ama ortalık ağarmadan birkaç kez irkilip
uyan ır; zihninde kurduğu ve onu uykusundan uyandı ran düş
sel bir çağrıya yanıt vermek için kulak kabartırd ı .
B i r gece, Neli'in bayan Quilp i l e görüşmesinden üç g ü n
sonra; bütün g ü n ü rahatsız ve güçsüz geçiren ihtiyar, o gece
evden ayrılmayacağ ı n ı söyledi. İ htiyarı n bu haberi Neli'in çok
hoşuna gitmiş; ama dedesini n yorgun ve hasta yüzüne bakı n
ca gözlerindeki sevinç yok olmuştu.
İ htiyar:
« İki gün, iki koca gün geçti; daha yanıt yok! Sana Quilp ne
dedi Neli?» diye sordu.
«Sana söyledim ya, dedeciği m ! "
İhtiyar pes bi r sesle:
« Doğru f . . ,, dedi. «Ama bir daha söyle, Neli ! Akl ı m başım
da deği l ! Sana ne söylemişti? Bir iki güne değin beni görece
ğinden başka bir şey söylemedi mi? M ektubunda da bunu ya
z ıyordu . . . "
77
« Hayı r, fazla bir şey söylemedi ! İ stersen yarın erkenden
bir daha gideyim, dede! Kahvaltıdan önce gider gelirim ! »
İ htiyar adam başını sallad ı , kederli kederli içi ni çekti v e to
rununu yanına çekerek: ,
« Hiç, hiç yararı olmaz, yavrum ! » dedi . «Ama şu sı rada
tam yardı mıyla yiti rdiğim zaman ve paranın, çektiğim bütün
ezincin acisını u nutacağım şu sırada; beni terkeder ve gördü
ğün hale sokarsa ... Mahvoldum! Daha kötüsü senin için çalı
şıp dururken seni de mahvettim!.. Belki dilencilik edersek .. · "
Neli, büyük bir gözü peklikle:
«Dilenci olursak ne olur! Dilenci olal ım da mutlu ola
l ı m . . . »dedi.
« Dilencilik ve mutluluk, ha! .. »
Neli, pembeleşen bir yüz, titrek bir ses ve heyecanlı bir
tutum ve büyük bir enerjiyle:
«Dedeciğim ! . . » dedi. « Bu sözleri söyledim diye beni büs
bütün çocuk sanma! . . Ama çocuk da olsam, ben böyle yaşa
maktansa dilencilik ederek, sokaklarda, kırlarda çal ışarak, az
bir parayla geçinmek için Tanrıya dua ediyorum . . . »
«SUs Nelly, ne diyorsun ! »
Neli, daha coşkulu ve içten bir dille:
« Evet, evet! » dedi. « Böyle yaşamaktansa kederini bana
da söyle de paylaşay ı m ! Solup sarardığının ve gititkce zayıf
ladığın nedenini söyle de yüreğine su serpeyim ! Sana hasta
bakıcılığı edeyim ! Eğer yoksul düştünse ben de yoksul ola
yım. Ben her zaman senin yanınday ı m ! . . üzerime çöken bu
değişikliği görüp dururken nedenini benden saklarsan, daha
çok üzülüyorum. Dedeciğim , yarın buradan çıkı p kapı kapı
dilenelim, ama ... »
İ htiyar yüzünü elleriyle örterek uzandığı kerevetin yastığı
na gizledi.
Neli, kolunu dedesinin boynuna dolayarak:
« Di lencilik ederek geçiniriz! ,, dedi. «Uzaklara kaçalı m , kı r
larda ağaçları n altında yatal ı m . Bir daha para düşünmeyelim ;
seni bahtsız eden şeyleri unutalim. Gündüz gü neşin ışığ ı n ı
v e rüzgarları yüzümüzde duyumsayalı m ; geceleri dinlenme
ye çekilip birlikte tanrıya yakaralı m . Bir daha loş odalara,
18
kasvetli evlere ayak basmayalı m ! Hoşumuza giden yer nere
siyse orada dolaşalım. Sen yoru lursan iç açıcı bir yerde dinle
nirsin. Ben gider iki miz için dileniri m ! . .
"
ret ederek:
«Nasıl olacak. . . » dedi. « Kapıdan ! Ne yazık ki anahtar deli
ğinden sığacak denli minik değilsin ! .. Ben s.e ninle başbaşa
konuşmaya geldim, komşu ! Haydi sen çık, Neli !..»
Neli, dedesinin yüzüne bakınca, çıkması gerektiğini anla
d ı , ihtiyar yanağ ından öptü.
79
Cüce dudaklarını şapırdatarak:
«Ne nefis, ne leziz bir öpücük!» dedi. « Hem de elma ya
naklardan ! . . »
Neli, bu sözleri duyunca hiç durmadı, hen:ıen çıktı. Quilp,
onun arkası ndan yiyecekmiş gibi bir süzüşle baktı ve kapıyı
kapayıp çıkınca, kısa bacakları n ı oğuşturup gözlerfni parılda
tarak gençlerin çekiciliğini övdü.
«Taze açmış bir konca, komşu ! Sevimli, pembe yanaklı ,
tatl ı , dilber b i r kızcağız! . . »
Zoraki bir gülümsemeyle karşılık veren ihtiyarın büyük bir
sabırsızlıkla çekişme içinde bulunduğu açıktı. Bu sabırsızlık
herkesi olduğu gibi ihtiyarı da azaba sokmaktan zevk alan
Quilp'in gözünden kaçmamışt ı .
Quilp kısık b i r sesle konuraşarak v e b u konu üzerinde
sözde büyük bir ilgi göstererek:
« Ufak tefek, derli toplu, çekili düzenli, hoş, mavi damarl ı ,
billur tenli , minicik acıkl ı , sevi mli bir kızcağız! .. » dedi. «Ama
sana ne oluyor? Pek sinirli görünüyorsun, komşum ! »
Cüce koltuğun tepesinden inip; hiç görünmeden üzerine
çıkarken gösterdiği çevikliğe karşıt pek hantal ve ağırdan
gene koltuğa kurulduktan sonra şunları ekledi:
«Yemin ederim ki yaşlı ları n kanların ı n böyle kaynadığını
bilmezdim. İ htiyarlar hep soğukkanl ı davranırlar sanıyordum.
Her halde bu böyle olmalı . . . Senin kanı n bozuimuş kom
şum !..»
İ htiyar, baş ı n ı avuçları içine alarak:
«Öyle olacak!» diye mırıldand ı . «Şurada ateşler yanıyor
ve ara sıra beni korkutan heyheyler geliyor. »
Cüce tek bir sözcük söylemeden sıkıntılı s ı kıntı lı odanın
içinde bir aşağ ı bir yukarı dolaşan, sonra gene yerine oturan
i htiyarı süzdü. İ htiyar baş ı n ı sallayarak:
«Son kez olarak bana para getirdin mi?» diye sordu.
« Hayır!"
İ htiyar umutsuzca ellerini kilitleyip başını dikelterek:
«O halde çocuk da ben de m ahvolduk! . · " dedi.
Quilp sert bir bakışla ihtiyara bakıp onun dalgı n ilgisini
uyandırmak iÇi n elini iki üç kez masaya vurdu:
80
« Komşu!..» dedi. «Seninle daha açık konuşayım ve senin
kartları elinde tutup bana ancak arkaların ı göstererek oyna
dığın oyundan daha temizini oynay ı m !
İhtiyar titreyerek başını kaldı rıp o n a baktı.
Quilp:
«Şaşıyorsun ha!..» dedi . «Olası ki bu doğal bir şeydir.
Şimdi her şeyi anlıyorum. Sana verdiğim bütün paraların, a
vansları n, hası latın nereye gittiğini biliyorum. Sana da söyle
yim mi?»
İhtiyar:
«Söyle bakalım . . . » .d edi.
« Nereye olacak, her gece hoş bırakmadığın kumar masa
sına! Düşleri ni kurduğun serveti bu yolla elde edecektin öyle ·
mi? Bir Sf;')rvet kaynağı sandığın bu gizli işe ben de, bir buda
la gibi, bütün paramı yatıracaktım öyle mi? Tükenmez bir
altın kuyusu , bir Eldorado sandığın şey buydu ha!..»
İ htiyar parı ldayan gözleriyle ona doğru dönerek:
« Evet buydu! Gene de bu, ölünceye değin de bu ola
cak!..» diye bağ ı rd ı .
Quilp aşağılayan gözlerle:
« Demek ben de böyle bir izansız kumarcın ı n hilesine ka
pılıp duracağ ım öyle mi?» yan ıtın ı verdi.
« Ben kumarcı değilim ! Tanrı tanık ki ben hiçbir zaman
kendi kazancım için kumar oynamad ı m. Kumarı sevdiğim
için oynayıp para vermedim! Her tehlikeye koyduğum para
için şu zavallı yetimin adı n ı anarak Tanrıdan şans istedim;
ama Tanrı hiç yard ı m etmedi!.. Kime yard ı m etti? Benimle OY"
nayan kimlerdi? Yağma, hayasızlık, fesat ve sefahat için
avuç dolusu para döken kötülüklerden başka bir şey bilme
yen insanlar!. . B u adamlardan kazandığım son meteliği gü
nah, kabahat bilmeyen bir kızcağızın mutluluğu için harcaya
caktım. Ama onlar ne kazanacaklardı ? Fesat, kötülük ve en
sonunda yoksulluk. Bunu böyle düşünmeyecek kim var?
Söyle bana!..»
İhtiyarı n keder ve dehşetiyle bir an yumuşayan Quilp:
«Bu delice düşünce sana ne zaman egemen oldu?» diye
sordu.
81
Antikacı Dükkanı / F : 6
İ htiyar elini alnına koyarak:
«Ne zaman m ı ?» dedi. «Ne zaman olacak! Ne değin az
bir servet sahibi olduğumu ve bunu toplayabilmek için de ne
değin uzun bir zaman geçtiğini ; benim yaşı mda birinin zama
n ı n ı n azladığı n ı ; Nell'in dünyanı n sevgi ve sıcakl ığına gerek
sindiğini ; onu yoksulluğun birlikte getirdiği keder ve acı lardan
koruyacak bir mi rasa sahip edeceği mi düşündüğüm zaman
oldu. "
Quilp:
«Yani torunun Fred'i vapura bindirip uzaklara göndermek
için bana başvurduğun s ı ralarda öyle mi?» diye sordu.
« Evet ondan biraz sonra ... Ama bunu uzun zamandan
beri düşünmekteydim. H atta düşlerimde bile bunu görüyor
dum. Sonunda başladım. Ama bunda hiçbir zevk ummadı
ğım gibi, h içbir zevk de bulamadım. Bana kayg ı l ı günler, uy
kusuz gecelerden başka bir şey getirmedi. Sağlığımdan
oldum ve yürek dinginliğini yitirdim. Kazancım keder ve güç
süzlükten başka bir şey olmad ı . »
« Demek bütün elindekileri yitirdikten sonra bana geldin!
Ben de senin sözüne uyarak büyük bir servet topladığını sa
nıp dururken, sen kendini dilenciliğe sürüklemişsin; çok şey!..
Şu halde kalan bütün mal ı n mülkün bana geçmiş oluyor!. . »
Quilp b u sözleri söyledikten sonra kalkıp çevresine baktı
ve hiçbir şeyin yerinden kaldırı lmadığını görünce:
«Ama hiç de kazandığın olmadı m ı ?» diye sordu.
İ htiyar:
« Hiç!.. Yitirdiğimi hiç geri alamad ı m ! » diye m ı rıldand ı .
Cüce sırıtkan ve alaycı b i r yüzle:
« Ben de insan uzun süre kumar oynarsa eni nde sonunda
bir gün kazanacağı n ı , ya da h iç olmazsa, zararını çıkaracağı
n ı sanıyordum!» dedi.
İ htiyar birdenbire umutsuzluktan çılgın bir heyecana dü
şerek:
« Kuşkusuz öyledir . . . » dedi. «Ben bunu önceden duyumsa
m ıştım. Her zaman görüp anladığım bu old�; ama hiçbir
zaman şi mdiki değin güçlü duyumsamam ıştım . Uç gecedir yi
tirdiğim önemli parayı gene kazandığımı düşümde görüyo-
82
rum. Hiç böyle bir düş görmemiştim. Şimdi elimde bir fırsat
varken beni terketme. Son bir kez şansı m ı deneyim ! . . »
Cüce omuzları n ı silkip başını sallad ı .
İhtiyar titrek elleriyle cebinden birkaç kağ ıt parçası çıkarıp
cücenin kolunu tuttu :
« Benim iyi huylu ve yumuşak yürekli dostum Oui lp!» dedi.
«Şuraya bak! Şu uzun hesaplara ve acı deneyimler sonucu
na bak! Her halde kazanmam gerek ! . . Son bir kez küçük bir
yardımı esirgeme. Yalnız birkaç lira ... Şöyle yirmi , otuz liracı k
bir şey istiyorum.»
Cüce:
«Son verdiğim yetmiş liraydı . Hepsini bir gecede yitirdin,
deği l mi?» dedi.
« Evet öyle! Ama bu çok kötü bir şans sonucuydu. Daha
rhenüz kazanma. zaman ı gelmemişti.
İhtiyarın elindeki kağ ıt parçaları , bu sözleri söylerken rüz
garda sallanan küçük yapraklar gibi titreşiyordu.
«Şu yetimi düşün! Yaln ız başıma olsaydı m ölüm benim
için bahtiyarlı k olu rdu. Hatta pek eşitsizce bölünen mutlu ve
bahtiyar insanlara en dinç zamanlarında tebelleş olup, muh
taç bir halde ezinç içinde umutsuzca bekleyenlerin yanına
yaklaşmayan bu son hükmü, ben canı gönülden arzu eder
dim. Ben ne yaptımsa hep bu yetim için yaptım. Sana yalvarı
rım; bana onun hatırı için yardım et! Benim için değil, onun
içi n ! . . »
Cüce hiç istifini bozmayarak saatine bakt ı .
«Yazık ki kentle önemli bir randevun var! » dedi. «Yoksa
benim daha serin kanlı koı nuşabilmem için yarım saat fazla
kalmak istemez değildi m ! . . »
İ htiyar, cücenin eteğini yakalayarak:
«Quilp, QuilpL.» diye bağırd ı . «Seninle zavallı Nell'in an
nesinin acıklı öyküsünü kaç kez konuştuk. Belki Nell'in de zo
run luğa düşmesi korkusu bana buradan gel�or. Bunları göz
önünde tutarak biraz daha yumuşak yürekli ol. . . Benim sa
yemde epey para kazand ı m . Bana son bir fırsat vermekten
kaçınma!..»
Quilp alışık olmadığı bir naziklikle:
83
« Doğrusunu istersem yapamam ! » dedi. «Ama bu olay cid
den akılda tutulacak bir şey . . . İçimizle en kurnazlarımız bile
bazan böyle aldanıyor! Senin Neli ile yaln ız başı na sürdürdü
ğün yaşam beni de aldattı.»
İ htiyar:
«Bunların hepsi de para biriktirebilmek, talihi yenmek için
di," diye m ı rıldandı.
« Evet, şimdi bunu pek iyi anlıyoru m . Demek istediğim,
senin hasisçe yaşayış ı n ; seni tanıyanlar üzerinde zengin bir
adam ünü kazanmış olman, sana verdiğim paraları üç dört
katına çıkaracağı n ı temin edişin; ve verdiğin faizler beni o
değin aldattı ki kuşku ları ma karşı n eğer u m madığım bir za
manda senin gizini öğrenmemiş olsaydım, gene sana, hatta
şimdi para verebilirdim.
İhtiyar umutsuz bir sesle:
« Bütün önlemlerime karşın sana bunu söyleyen kim oldu?
Onun adı n ı öğrenmek isterim,» dedi.
Şeytan cüce, Nell'in adı n ı vermekle başvurduğu hilenin
açığa çıkacağını ve bunu söylemekle hiçbir çıkar oluşmaya
cağını düşünerek kısaca:
«Kim olabilir?» diye sordu.
İhtiyar:
«Her h alde Kit olacak! » dedi. «O her şeye burnunu sokar.
Sen de onu elde etmekte kusur etmemişsindir.»
Cüce,derin bir acıma yüklü bir sesle:
«Ne güzel keşfettin, evet, Kit söyledi!» dedi .
Cüce bu sözlerden sonra dostça baş ı n ı sallayıp kapıya
doğru yürüdü. Sokak kapısından çıkı nca bir an duraklayıp
büyük bir haz ve memnunlukla s ırıttı.
« Çaresiz Kit! » diye m ırıldand ı . «Her halde bir peni karşılı
ğ ı nda seyredilen cücelerin en çirkini ben olduğumu söyleyen
o'ydu. Ha �a hal» Zavallı Kit!. . »
Cüce keyifli keyifli gülerek yoluna devam etti.
x
84
kaç yoldan birine açılan gölgeli bir kemerin altında; daha orta
lık kararmaya başlarken, yerini tutan bir kişi, hiç eksilmeyen
bir sabı rla bekleyip durmuş; daha uzun zaman beklemek zo
runda kalan bir insan tutumuyla ve uzun bir alışkanlığın ver
diği bir boyun eğmeyle duvara yaslanm ış koca bir saat konu
mu bile değiştirmemişti.
Sabı rl ı, haylaz ve yoldan geçenlerin ilgisini uyandırmaktan
uzak kalmış, ne de kendisi onlara önem vermişti. Gözlerini
yalnız bir noktaya, küçük kızın her zaman oturduğu pencere
ye dikmişti. Ancak duvardaki bir dükkanın saatine bakmak
içi n birkaç dakika yerinden ayrılmış, sonra gene dönerek
artan bir ciddilikle ve ilgiyle gözlerini yararcasına pencereyi
gözetleyip durmuştu.
Gizlendiği yerde bekleyip duran bu kişi, beklediği saatlerin
uzamasına karşın, hiçbir usanç belirtisi göstermemiş; ama
vakit geciktikçe kaygı ve şaşkınlığı artm ış; saate daha s ı k ve
pencereye daha az bir umutla bakmaya başlam ıştı. Sonunda
dükkanı n kepenkleri kapanm ış, saat arkada kalm ış, kilisenin
saati on biri çalm ış, sonra çeyreği vurmuş, o zaman daha
fazla oyalanmas ı n ı n hiçbir zaman olmadığı sonucuna varmış
tı.
Bununla birlikte; bu kan ıyı hoşnutsuzlukla kabul ettiği ve
kazaya rıza göstermek istemediği bulunduğu yerden bir türlü
ayrılmayışından sık sık, ağı r adı m larla yerinden ayrı lıp omu
zu üzerinden, ayn ı pencereye bakmas ı ndan; düşlerinde can
land ırdığı bir ses ya da yeğnik bir ışıktan pencerenin usulca
açıldığ ı n ı sanarak. tezelden gene yerine dönmesindt ;1 anlaş ı
lıyordu. O gece için daha fazla beklemekten umudunu kesen ·
85
İçerde bulunan bir kadı n ivecenlikle baş ı n ı çevirdi :
«Tanrım n'oluyor! K i m o? . . Sen misin, Kit?» diye sordu.
« Evet anne, beni m ! . . »
«Çok yorulmuşsun, oğlum!»
« İhtiyar efendi bu gece dışarı çıkmad ı , ve bayan Neli de
pencerede görünmedi.»
Bu sözleri söyleyerek üzgün bezgin ateşin yanına oturdu.
Bu oda bir yoksul odas ı ; ama derli topluydu. Odanın için
de bir çeki düzen ve rahatlık da olmasa, pek sevimsiz bir yer
duygusu verecekti . Duvardaki saat vaktin epey ilerlemiş oldu
ğunu göstermesine karş ı n ; ihtiyar kad ı n ütü masas ı n ı n başın
da harı l harıl çalışıyor; küçük bir çocuk ateşin yanındaki bir
beşikte mışıl mışıl uyuyor; iki üç yaşları nda sağl ıklı bir çocuk
da baş ı nda bir takke, s ı rtında bedenine küçük gelen bir enta
riyle çamaşır sepetinde bici! bici! oturuyor; iri gözleriyle sepe
tin kenarından -sanki hiç uykusu yokmuş gibi- bakıyor; zaten
uyumad ığı için yatağı ndan çıkı p sepetin içine giren bu yav
rucak, çevresine neşeli bakışlar saçıyordu. Bu tuhaf ailede
çocuklar da, Kit de, anneleri de birbirlerine çok benziyordu.
Çoğumuzun birçok zamanlarda olduğumuz gibi, Kit de kız
g ı n ve küskün bir .haldeydi. Ama beşikte mışıl m ışıl uyuyan
en küçük kardeşine, son ra çamaşır sepetine oturan , ve daha
sonra sabahtan beri hiç yakın madan harıl harıl çalışan anne
sine bakınca, tatlı lı k göstermenin akıl karı olduğunu düşüne
rek, ayağıyla beşiği sallad ı ; sepetteki, kardeşine göz ederek,
türlü mimikler yaparak onu neşelendirdi; tatlılık göstermeye
ve konuşganlık etmeye öğrendi. Sonra cebinden çakısını çı
kararak annesinin saatlerce önce hazırladığı büyük bir parça
ekmekle soğuk ete yanaşarak:
«Sen ne iyi kadınsın, anne! Senin gibisi az bulunur! . . »
dedi
Kit'in annesi bayan Nubbles:
«Kuşkusuz daha iyileri de eksik değildir, oğlu m ! » dedi.
« Her halde vard ı r ve olmalı da . . . Küçük kilisedeki papaz öyle
söylüyor!»
Kit, küçümseyen bir tonla:
86
«O ne bilecek ! . . » dedi. «'O da senin gibi böyle dul kalıp
du rmadan çalışsın da o zaman konuşal ı m ! . . Çok çal ışıp az
dinlenebilen gene de neşe ve enerjisini yitirmeyen kişi nerde
görülmüş? Hanya'nın Konya'nın kaç bucak ettiğini ben ona o ·
virerek:
87
«Bilmem herkes ne der, Kit ! . . " dedi.
Kit bu nun arkası ndan ne geleceğini anlayarak:
«Saçma . . » diye m ırıldandı .
"Yok, öyle deme. H e r halde senin bayan Nell'e aşı k oldu
ğunu söyleyecekler vard ı r; bunun adı m gibi biliyoru m . "
Kit, annesinin b u sözlerine 'Haydi can ı m !' derken kolları
ve bacaklarıyla türlü pozlar alm ış ve yüzünü buruşturmuştu .
Ama bu davranışları ndan beklediği gönül rahatlığını bulama
yınca, et ve ekmekten koca birer parça koparıp bira kupası na
sarılmış, hemen hemen kendisini boğarcası na tıkıştırm ış ve
konuyu değiştirmek istemişti.
Bir süre sonra aynı konuya değinen annesi :
« Biraz önce ben şaka ediyordum, Kit!» dedi. « Doğru·s unu
istersen, sen pek dürüst ve düşünceli davranıyorsun. Tam
senden beklediğim gibi . . . Her ne değin kimseye bir şey söy
lemiyorsan da umut ederim ki bir gün gelip senin bu i lgini öğ
renecek ve hiç kuşkusuz sana karşı iyi duygular besleyecek
ve borçluluk duyacaktı r. Bu sevimli yavrucağı böyle yapayal
nız bı rakmak cidden çok acımasız bir şey ! . . Bilmem ihtiyar
bay onu ne diye senden saklıyor? .. »
«Anne, ihtiyar bay bunu acımasızlık diye yapmıyor.
Amacı, Nell'e acı vermek değil. Bana öyle geliyor ki, o, bunu
dünyan ını bütün altı n ve gümüşleri için bile yapmaz. Hayır,
onun bu derece acı m asızlık etmesine olası l ı k yok. Ben onu
daha iyi tan ıyorum.»
«Öyleyse, böyle davranmasının nedeni n edir? Niçin onu
senden saklıyor?»
«Orası n ı ben de bilmiyorum. Ama bu değin gizli kapaklı
tutmasa hiçbir şey anlamayacaktım. Çünkü geceleri beni eve
göndermesinden ve gittikçe her zamankinden önce izin ver
mesinden kuşkulanı p olup bitenleri anlamak merakına düş
tüm. Ne o! Birisi mi geliyor?»
« Dışarıda birisi olacak!»
Kit kalkıp kulak kabarttı.
« Birisi bize geliyor!» dedi. «Ne değin de tezcanlı ! . . Ben ay
rıldıktan sonra ihtiyarın dışarı çıkmasına olanak yok! Yoksa
evde yangı n mı çıktı acaba?»
88
Kit, kap ı ld ığı kayg ıyla bir an kımıltıdan yoksun kaldı . Ayak
sesleri yaklaşmış, kapı h ıza! açılmış; Neli, uçuk bir benizle
ve soluk soluğa, gelişi güzel s ı rtına geçirdiği bir giysiyle, içeri
girmişti.
Ama, oğul, ikisi birden şaşkı nlıkla:
«Bayan Nell, ne oldu ?,, diye bağı rdılar.
«Fazla oturacak değilim, dedem ansızın hastalandı. Onu
nöbetler içinde döşemeye serilmiş buldu m . »
Kit, hemen kenarsız, şapkası n ı yakalayarak:
«Ben koşup doktor bulayım; iki dakikada geliri m ! » dedi.
« Hayı r, hayır!.. Zaten eve doktor geldi. Dedem artık seni
hiç istemiyor! . . ,,
Kit:
«Nee?» diye bağırd ı .
«Niçin olduğunu sorma! Ben d e bilmiyorum. Tanrı aşkı na
soru sorma; kendini üzme ve bana da darı lma; buna hiç razı
değilim !»
Kit gözlerini açıp şaşkın şaşkın genç kıza bakt ı ; birkaç
kez ağzını açtı kapadı . Ama ağzından tek bir sözcük bile çık- .
madı.
«Hep sana kızıp söyleniyor, Kit! Bilmem ne yaptın. Her
halde onarılmayacak bir şey değildir.»
«Ben ne yapm ışım?»
Nelle gözyaşları dökerek:
«Bütün ezinçlerin nedeninin sen olduğunu söyleyip duru
yor. Hep senin adı n ı anıyor. Doktor, senin bir daha eve gel
menini doğru olmayacağını söyledi. Yoksa kederinden ölür!..
Sakın bir daha uğrama! Size bunu söylemeye geldim. Bir
başkası n ı göndermektense, kendim gelmeyi daha uygun bul
dum. Acaba ne yaptın, Kit? Ben bu dünyada bir tek sana gü
veniyordum. Bir tek arkadaş olarak seni tan ıyordum ... »
Zavall ı kit, genç dostuna gittikçe büyüyen gözlerle ve acı
acı baktı ; ama put gibi sessiz ve kı m ı ltısız kaldı.
Neli, bayan Nubbles'e bakarak m_asanın yanına geldi.
« Kit'in haftalığını getirdim , ,, dedi. « Biraz da fazlasıyla . .
Çünkü h e r zaman bana karşı sevecen davrandı . Umarım ki
89
yaptığına pişman olur ve gideceği yerde de iyi çalışı r. Hiç
kendisini üzmesin. Bana ondan ayrı lmak acı geliyor ama ne
çare ! Böyle gerekiyor. Hoşça kal ı n ! . . »
Bayan Neli yanakları ndan gözyaşları akarak bitirdiği sah
neni n heyecanıyla cılız bedeni titreyerek, geçirdiği büyük sar
sıntı , gördüğü iş ve daha binlerce acı duyguların etkisi altın
da, kapıya doğru koştu ve geldiği h ızla gözden yitti.
Ama bayan Nubbles'in oğlundan kuşkulanması, için orta
da hiçbir neden yoktu. Oğlunun dürüstlük ve namusuna gü
venebilirdi; ne de olsa oğlunun kendisini savunmak için tek
bir sözcük etm emesi onu şaş ı rtmıştı.
Yiğitlik, hilecilik, h ı rsızlık düşünceleri ; gece göze görü nme
mek üzerine verdiği tuhaf bilgiler, hep kadıncağızın zihnine
dolmuş, oğluna soru sorgu etmekten çekinmemişti. Böylece
bayan Nubbles bir sandalyeye oturarak ellerini oğuşturdu ve
acı gözyaşları döktü. Oysa oğlu annesini avutmak girişiminde
bile bulunmayarak şaşkın şaşkın ona baktı . Ne olmuştu ? Be
şikteki bebek uyanıp ağlamaya başlamış� sepet içindeki
küçük çocuk da yuvarlanı p sepeti başına geçirmişti. Anneleri
bir yandan gittikçe daha acı gözyaşları dökerken, beşiği
daha h ızla sallamaya başlamış, bütün bu gürü ltülere sağır
kalan Kit'in ağzı da açık kalmı ştı.
XI
90
ğinde ateşler içinde yatan i htiyara karşı gösterdiği sadakat ve
özende yalnız içten üzgüsünde olduğu değin seve seve gös
teriği sevecenlik ve ilgisinde de yaln ızdı . Zavall ı , günlerce,
bütün gece dalgı n yatan hastanın başı ucundan ayrılmayarak
her istediğini yerine getirmiş; adını ağzı ndan düşürmeyen ih
tiyarın nöbet sayı klamaları n ı dinleyip durmuştu.
Ev artık kendilerinin değildi . Hatta lıastanı n yattığı oda bile
Quilp'in tasarrfuna geçmiş ve ihtiyarın ikameti, cücenin hoş
görüsüne kalm ıştı. Daha ihtiyar dede yatağa düşeli birkaç
gün olmuştu ki cüce yasan ı n verdiği h akları kullanarak eve ve
içindeki eşyaya tasaruf etmiş; h erkes olan biteni o zaman an
lamış; ama hiç kimse kendisinden hesap sormak yürekliliğini
gösterememişti. Yanı nda getirdiği bir avukatla bu önemli işin
üstesinden gelen cüce, onunla birlikte eve yerleşmiş, gelen
gidenlere tasarruf hakkını kullandığını bildirmiş ve sonra
kendi yöntemi nce rahatına bakmıştı.
Dükkanı kapayarak alışverişi kökünden kesen bay Quilp
arka odaya yerleşmişti. Eski mobilya arısında eline geçirebil
diği en rahat ve gösterişli bir koltuğu kendisi, en hantal ve ya
kışıksız olanı n ı da arkadaşı için seçtikten sonra her ikisini de
arka odaya taşıtmış; büyük bir azametle yerine oturmuştu. Bu
oda ihtiyarın odas ı na uzak düşüyordu. Çünkü cüce, akıllı
davranarak nöbetin bulaşmasından kaçınm ış, istediği gibi çu
buğunu tüttürebilmek ve avukatını da ayn ı biçimde durmadan
duman savurmaya destek vermek içi n , hastanın odası ndan
uzaklaşmıştı . Cüce, iskelede takla atmakla vakit geçiren ço
cuğu da savsamamış, bir adam gönderip onu da çağırtmış ve
aldığı buyruk üzerine h emen yetişen haylaz ı n da odan ı n bir
köşesindeki sandalyeye oturup sağladığı koca bir pipoyu hiç
durmadan içmesini, hatta cüret edip bir dakika bile pipoyu ağ
z ı ndan ayırmamasını tembih etmişti. Bütün bu düzen tamam
landı ktan sonra bay Quilp memnun ve mutlu çevresine bak
mış: ' İşte rahatlık buna derler' demişti .
Uyumu tatlı bir ad sahibi olan Avukat Brass'da, iki engel
olmasa, buna rahatlık diyebilecekti. Ama koltukta ne biçimde
oturursa otursun rahat edemiyordu. çünkü pek sert ve bası k
91
bir koltuktu bu. Tütün dumanından da ayrıca tedirgin oluyor
du. Diğer yandan B rass; Quilp'in adamıyd ı ve onun düşünüle
rini hoş görmeye çalışarak pek tatlı ve zarif bir tavırla başını
sallayarak cücenin düşüncesini onaylam ıştı .
Brass, Londra'da pek iyi bir ü nü olmayan, Bevis Marks
adını taşıyan bir kuruluşun Avukatları ndan biriydi. Zayıf,
uzun boylu, yumru buru nlu, şişkin alınlı, çekik gözlü, kızıl
saçlı bir adamdı . Topuklarına değin inen bir pardesü , kısa
siyah bir pantolan giymiş, ayağına gri bir pamuk çorap ve bir
de koca fotin geçirmişti. Korkak ve yaltaklanıcı bir tavrı, kes
kin ve haşin bir sesi vard ı . E n tatlı gülümsemeleri bile o
değin çirkindi ki, herkes onun öfkelenip kaşların ı çatmasını
yeğlerdi!
Quilp, Avukatına bakıp, onun piponu n etkisiyle gözlerini
kırpıştı rd ı ğ ı n ı ve derin bir soluk çekerek kokulu dumanı ona
doğru savurduğu zaman tiksindiğini ve dumanı elleriyle yel
pazelediğini görünce, son derece memnun olarak neşeli ne
şeli ellerini oğuşturmuş; sonra çocuğa dönerek:
« Haydi, çek şu pipoyu, köpek!» demişti. Piponu bir daha
doldur; durmadan dumanı savur!.. Yoksa piponun zifirini kız
d ı rıp diline sürerim, ha!.."
Bereket versin ki çocuk pişkindi; değil bir pipo, bir kireç
ocağı bacasını bile tüttürebilirdi. M ı rıldanarak onun buyruğu
nu yerine getirdi.
Cüce, Brass'a dönüp sordu:
« Nası l kokusu, değişik bir tütün değil mi? Tam sultanlara
değer bir keyif!..»
Brass, eğer sultanların keyfi buysa bundan pek imrenile
cek bir şey olmadığ ı n ı düşünürken gene tütünü övüp tıpkı bir
sultan rahat ve huzuru içinde bulunduğunu söyledi.
Cüce, bu kez çocuğa dönüp ekledi :
«Soğuk alg ı nl ığına karşı koymanın, felaketlere göğüs ger
menini yolu budur! Burada kaldığımız süreGe çubuklarımızı
tüttürüp keyfimize bakacağız. · Sakın pipoyu söndüreyim
deme; yoksa pipoyu gırtlağına tıkarım ! »
Cücenin b u kibar sözleri üzerien Brass sordu :
92
« Burada çok kalacçı.k mıyız?»
Cüce yanıt verdi:
«Olası ki ihtiyar ölünceye değin kal ırız . . ,,
Brass gevrek gevrek güldü.
«Ne iyi.. » dedi.
« Sen dumanı savurmana bak! Konuşurken de piponu içe
bilirsin. Hiç vakit yitirme!..»
B rass gene hiç hoşlanmadığı pipoya sarıla�ak yeğnikçe
gülümsedi :
« İ htiyar iyileşirse ne yapacağız?,, diye sordu.
«O zaman iyileşinceye değin bekleriz ... »
«Ne değin iyi yüreklisiniz. Birçokları şimdiye değin eşyayı
ya satar, ya da başka bir yere kaldırtırd ı . Yasa elverişli olun
ca, hiç fı rsat vermezler, taştan bir yürekle davranırlard ı . Bazı
ları da .. "
« Bazı ları da senin gibi böyle boş sözler edenlere aldı rı ş·
93
Brass kendi kendine: 'Çocuklarla ne hoş geçiniyor, din le
m esi bile hoşa gidiyor' diye m ı rı ldanmaktan başka bir şey
yapmam ıştı.
Neli, kesik ve tutuk bir sesle:
« Hiç oturacak değilim ... » dedi. «Odadan bir iki . . . şey ala
cağ ı m . Sonra . . . artık buraya uğramayacağı m ! » Çaresiz kız
odaya girerken cüce başını çevirip bakt ı :
«Ne şirin b i r oda! Tıpkı bir gelin odası !..» dedi. «Sahi bir
daha gelmeyecek misin, Nelly? Doğru söyle! . . »
« Hayı r .. » dedi. « B i r daha h i ç gelmeyeceğim.»
.
94
senini bile işitmek istemiyordu. Avukat Brass' ı n sevimsiz gü
lümsemeleri de onun için cücenin sı rıtkanl ıkları değin çirkin
ve tatsızd ı . Zavallı kız her ikisine de merdivenlerde ya da so
fada rastlamaktan çekiniyor, dedesinin odası ndan nen;ieyse
hiç ayrılmıyordu. Ancak gece geç vakit suskunluktan yürekle
nerek boş bir odanı n tem iz havasını solumaya çıkabiliyordu.
Gene bir gece, her zaman yan ı nda oturduğu pencerenin
kenarında, üzgün ve bezgin oturuyordu. Zira ihtiyar o günü
pek rahatsız geçirmişti. Sokaktan adı nı n ünlendiğini işiten
kızcağ ız aşağıya bakmı ş ve dikkatini çekmeye çalışan Kit'i ta
nıyınca kederli düşüncelerden, bir an için sıyrılm ıştı.
Kit, pesten bir sesle:
«Bayan Neli! Bayan Neli !..» diye seslendi.
Neli, suçlu sanı lan eski arkadaşına yanıt vermekte bir
süre duraksadı ktan sonra:
«Ne istiyorsun, Kit?" diye sordu.
«Seninle çoktan beri görüşmek istiyorum, bayan Neli!
Ama aşağ ıdakiler beni uzaklaştı rıyorlar, seninle konuşmama
izin vermiyorlar. Söyle, bayan Neli, sen benim dışarı atılmamı
onaylamıyorsun, değil mi? Kapı n ı n yüzüm e böyle kapanma
sını hak edecek bir kabahat işlediğime i nanm ıyorsun, değil
mi?»
« İnanmam gerek, Kit! Yoksa dedem niçin sana böyle kız
gın olsun?»
«Ben de bilmiyorum, bayan! Ne dedeni, ne de seni kızdı
racak bir davranışta bulunmadığıma inanıyorum. Bunu bütün
içtenliğimle söylüyorum . Ama dedenin nasıl olduğunu sorma
ya geldim diye kapıdan kovulmak çok gücüme gitti. .. »
«Bana bir şey söylemediler. Bundan hiç haberim yok!
Sana bunu yapmalarına gönlüm razı değil.»
«Sağ ol, bayan! Senden bunu işitmek benim için ne büyük
bir avunma. . . Senin buna razı olmayacağ ı n ı biliyorum.»
« Elbette ... "
«Bayan; yeni gelenler senin için büyük bir değişiklik oldu
değil mi?»
«Evet, büyük bir değişiklik. "
95
Kit, hastanın odasını işaret ederek sordu:
« Deden de iyileşince bu d eğişikliği görecek . . . »
Neli, göz yaşlarını tutamad ı :
« Bilmem, dedem iyileşecek mi?» dedi.
«Elbet iyileşecek! Kendini böyle üzme, bayan ! Yalvarırım
sana!..»
B u avutucu ve yüreklendirici sözcükler, her ne denli kısa
ve i ncelikten uzaksa da Nell'İ çok etkilemiş ve daha içten
gelen bir tepiyle ağ ırlamas ı na neden olmuştu.
Kit, h içbir şeye aldırmayarak ekledi:
« Ben, dedenin iyileşeceğine güveniyorum . Ama tam o iyi
leşirken sen kendini böyle üzer, neşeni yitirirsen, onun iyiliği
n e davranm ı ş olmazsın. Deden iyileşince berii temize çıkar
ma konusunda bir iki söz etmeyi u nutma!»
«Bana senin adın ı uzun zaman anmak bile doğru olmaya
cağını söylediler. Bunu göze alamam. Hem söylesem de ne
çıkar, Kit? Biz artık çok yoksul bir hale düştük! Belki yiyecek
ekmek bile bulamayacağız!..»
« Be n ne geri alı nmak, ne yemek, ne de para için senden
bir ricada bulunmaya gelmedim. Bu h üzünlü zamanım ızda bu
gibi şeyleri düşündüğümü sanma!»
Neli, ona sevecen ve gönül borcu duyan bakışlarla bak
m ış, ama hiçbir şey söylemeyerek sözü ona b ı rakmı ştı.
·
96
den daha huzurludur. Deden kalkıp daha iyisini bulu ncaya
değin niçin bize gelmiyorsunuz?,, dedi.
Neli, suskunluğunu hiç bozmayınca, Kit, yaptı�ı önerinin
neşesiyle dilienerek olurunu sağlamak için üstelemeye baş
ladı.
« Biliyoru m, evimiz pek küçük ve ku llanışsız; ama terte
mizdir. Belki sokak gürültüsünden uzak olmadığını sanıyor
sun. Oysa bizim ev gibi sessiz yer az bulunur. Çocuklardan
lıiç çekinme. En küçükleri hiç ağlamaz, ortanca da yaramaz
değildir. Ben onlara bakarı m. İ r:ıanıyorum ki sizi rahatsız et
mezler. Bir kez deneyin. Yukarıdaki küçük oda pek rahattır.
Bacaların arası ndan kilisenin kulesini görür, ben de gidip iste
dikleriniz alırım. Sakın aklın ıza para gelmesi n ! Paranın hiç
gereği yok! Bir kez söyle bayan Neli! Dedene bunu aç ve razı
olmasına çabala! Benim onu öfkelendirecek ne yaptığını da
sormayı unutma!»
Genç kız, daha bu pek içten öneriye yanıt vermeye vakit
bulmadan, sokak kapısı açılmış ve Brass başında bi r takkey
le kızgınca: 'Kim var orada?' diye seslenmişti. Kit, hemen giz
lenmiş; Neli de yavaşça içeriye çekilerek pencereyi kapatmış
tı.
Brass ikinci kez seslenmek fı rsatını bulmadan, Quilp ge
celik takkesiyle kapıya fırlamış; sokağ ı n bir ucundan öteki
ucuna dikkatli dikkatli bakmış; sonra karşı yana geçerek pen
cereleri gözden geçirmişti . Görünürde hiçbir kimseyi bulama
yınca Brass'la birlikte içeri girerek m erdivende bu lunan Nell'in
kolayca işitebileceği bir sesle evin içinde fesat kaynadığını;
evin önünde dolaşıp duran kuşkulu bu kişilerce bütün eşya
nın çalı nma tehlikesinde olduğunu ve bu nedenle ne var ne
yok hepsini satmak için hemen önlemler alarak kendi huzur
lu evine çekileceğini, protesto yerine söylemişti.
Bu ve buna benzer tehditler savuran vesveseli cüce,
Nell'in küçük yatağına girip büzülmüş, Neli de yavaşça merdi
venleri çıkıp yukarı gitmişti .
Kit'in söylediği sözlerin genç kız ı n zihninde derin bir iz bı
rakmı ş olmas ı ; hatta düşlerine bile girerek uzun zaman anı-
97
Antikacı Dükkanı I F: 7
s ı ndan silinmemesi pek doğald ı . İ nsafsız alacakl ı lar, paradan
başka bir şey düşünmeyen hasta bakıcılarla çevrilen kızca- '
ğız; çevresindeki kadı nlardan bile en küçük bir sevgi ve in
sanlık kırıntısı görmediği bir anda; çirkin ve kaba bir çocuktan
bile olsa, işittiği gönül alıcı sözlere pek duygunlaşmış iyi ki bu
soylu ruhların kurdukları kutsall ıklar elle yapılmıyor ve atlas
lar yeri ne yamalarla örtülse bile değerden düşmüyor.
Xll
98
İhtiyar, gelenin Quilp olduğunda duraksamayarak: 'Buyu
run ! ' demişti. Quilp artık evin efendisi olmuştu. Elbette girebi
lirdi ve girdi.
Cüce Quilp onun karşısına oturarak:
« İyileştiğine çok sevindim komşu ! » dedi. « H astalığı artık
tamamen atlattın ya?»
İ htiyar, yeğnikçe:
«Evet.. . » diyebildi.
İ htiyarın işitmesi de ağı rlaştığından, cüce sesini yükseltti :
«Seni aceleye sokmak istemem komşu ! Ama bir an önce
n e yapacağı n ı karş ılaştırırsan iyi edersin ! . . "
« Elbette! H e r iki m iz içi n d e i y i olur!»
Cüce kısa bir suskunluktan sonra ekledi:
« Eşya da kaldırılınca evin rahatı kaçar, yani oturulmaya-
cak bir hale gelir.»
« Öyle ya, öyle ya! . . Zavallı Nell'in baş ı na gelenler!. . "
Cüce başını sallayarak: r
99
doğruya, ne herhangi başka bir yolda, cüce ile son görüşme
si üzerinde bir şey söylemiş; ne de bir başka yer bulmak hu
susunda tek bir sözcük kullanm ıştı. Zihninde belirsiz bir dü
şünceyle Nell'in kederli, ve avunma gereksinen halde olduğu
nu takdir ediyordu. Çünkü onu sık sık kucaklıyor, hiç
tasalanmamasını yineliyor, birbirlerinden ayrılmayacakları nı
söylüyordu. Oysa, içinde bulundukları durumu gereği gibi
kavrayam ıyor; gerek ruhça, gerek bedence çektiği ezincin et
kisiyle kayıtsız ve ilgisiz bulunmuyordu.
Buna ikinci çocukluk hali diyoruz. Çocukluk ve ihtiyarlık;
uyku ve ölüm arasındaki zavallı ve alaycı benzeyiş gibi değil
midir? Bunamış bir ihtiyarın fersiz gözlerinde çocukların par
lak ve berrak gözlerini ; sonsuz sevinç ve sıcak içtenliğini; hiç
kırı lmamış umudunu daha çiçeklenirken solan sevincini bul
mak olası m ıd ır? Acı , soğuk ve çirkin görünümlü ölüm ; umut
ve dinlenme kaynağı olan tatl ı uykuya benzer mi? Hiçbir kim
senin ikisi arası nda bir benzerlik bulmasına olas ı l ı k var m ı?
Çocuk ve çocuklaşan ihtiyar arasındaki ayı rd bizi utandıracak
denli büyüktür.
Perşembe olmuştu. Ama i htiyarı n halinde hiçbir değişiklik
yoktu . Akşam üstü torunuyla birlikte sessizce otururken pen
cerenin aşağ ısındaki yeşil ve taze bir ağacı n yaprakları rüz
gar estikçe duvarda titreşen bir gölge oluşturmaktaydı . İ hti
yar, güneş batıncaya değin oturup gölgeleri seyretmişti.
G üneş batıp yavaş yavaş ay yükselmeye başladığı zaman
daha aynı yerde oturmaktaydı .
Uzun bir zaman yatakta rahatsız yatan bir insan için bu
yeşil yapraklar; sakin ve sessiz bacalar ve damlar, üzerine
düşen bu gölgeler bile zevk verici şeylerdi. Çünkü bunlar
barış, suskunluk, durgunluk ve dinlence anıştırıyordu.
Neli, dedesinin bütün bunlardan mutlu olduğunu ve konuş
mak istediğine dikkat etmişti. Dedesinin birdenbire gözleri ya
şarm ış ve dizleri üzerfne çökecekmiş gibi yaparak torunun
dan af dilemişti.
Neli, onun bu halinin önüne geçerek:
«Neyi bağışlayım dedeciğim?» diye sordu.
1 00
« Bütün olup bitenleri ve bütün katlandı kları nı Nel i ! . . Bir
düş içinde yaptıkları m ı ! . . »
« Bunlardan h i ç bahsetme, dede! Başka şeyler konuşa
lım..."
"Peki, peki Nel i ! . . Bir süre önce birlikte konuştuğumuz bir
şeyi anı msıyor musun? Aylar m ı ? Haftalar mı? Günler mi
geçti bilmiyorum?»
«Ne demek istediğini anlam ı yoru m , dede!»
« H er şeyimizi yitirip dilenci durumuna düştüğümüz zaman,
ne söylediğini anımsıyor musun? Ama yavaş konuşalı m ! Aşa
ğıdakiler ne konuştuğumuzu anlayacak olurlarsa beni deli
sanıp seni elimden alırlar! Artık burda bi r gün daha kalmaya
lım, Neli ! . . Uzaklara, ta uzaklara kaçal ı m ! . , »
Neli, coşkuyla:
« Evet. . . . » dedi. «Buradan gidelim, bir daha dönmeyelim
ve hiçbir şey düşünmeyelim ! K ırlarda yalınayak dolaşalım;
ama artık burada kalmayalı m . »
İhtiyar yanıt verdi:
« Gideceğiz ... Tarlalarda yal ı n ayak dolaşacağız; nehir kı
yılarında gezeceğiz ve kendimizi Tanrının esirgemesine bıra
kacağız. Sıkıntı l ı ve üzüntüyle yoğrulmuş odalarda kalmak
tansa, şu ilerideki açıklık gibi bir yerde, mavi göğün altında
barı nmak çok daha iyidir. Seninle ikimiz daha nice mutlu ve
neşeli günler yaşayacağız ve bugü nleri unutacağız. »
« Dedeceğim , artık burada mutlu olmamıza olanak kalm a
d ı . Hemen çıkıp gidelim.»
« Doğru! Burada bir daha mutlu olamayız. Yarı n sabah
erkenden, sessiz sedasız, çekilip gidelim. Bizi ne gören, ne
işiten, ne de izleyen olsun! Zavallı yavrum, yüzünde renk
gözlerinde uykusuzluk ve ağlamaktan fer kalmam ı ş ! Hep
beni m için olduğunu biliyoru m . Bir kez buradan uzaklaşırsak
gene eski n eşeni bulursun. Yarın bu keder, üzüntü sahnesin
den ayrı lıp kuşlar gibi özgür ve m utlu olacağız. Evet yarı n ! . . »
İ htiyar dede ellerini torunu başı üzerinde kavuşturarak bir
kaç uyumsuz sözcükle ölünceye değin birbirlerinden ayrılma
yacakları nı ekledi.
101
Nell'in yüreği umut ve güvenle dolmuştu. Şimdi ne açlık,
n e soğuk, ne susuzluk, ne de yoksulluktan korkuyordu. Bir
zamanlar dedesiyle birlikte sürdüğü yalı n ama neşeli günleri
anımsıyor; içinde suskun ve durgun yaşadığı bu ıssız yerden
ayrılmanın verdiği hazla, son çilesi sırası nda çevresini doldu
ran yüreksiz insanlardan kurtulmas ı n ı n zevkini, ihtiyar dede
sinin düzelen sağl ığı n ı n verdiği neşeyi ve durgun ve mutlu
bir yaşam ı n tadını . duyuyordu. Gözlerinin önünde güneş, or
manlar, yaylalar, yaz gü nleri canlanm ı ş; bütün bu güneşli
tabloyu karartacak tek bir kara gölge kalmamıştı .
İhtiyar birkaç saatten beri yatağı nda rahat rahat uyur
ken Neli daha bu çile yuvası ndan kaçmaları için gereken ha
zırlıkları tamamlamakla uğraşıyordu. Kendisinin birkaç parça
eşyası , ihtiyarı n giyeceği, kendileri ne kalan bir i ki eski püskü
ve ihtiyarı n güçsüz bacakları na yard ı m ı olacak bir baston
hep hazırlanmı ştı. Odaları son kez dolaşmak vard ı .
Bu veda, özellikle e n çok oturduğu odadan ayrılış, umdu
ğundan ne değin farklı çıkm ıştı . N as ı l olmuştu da, buradan
memnun ve kıvançlı ayrı labileceğini sanmıştı ! . . Yapayalnız
yaşadığı hüzünlü saatlere karş ı n bütün eski anıları canlan
mış; veda onun için bir işkence olmuştu. Nice geceler köşe
sinde daha karanlık günler geçirdiği pencerenin yanına otur
du. Orada daldığı tatl ı düşler birdenbire gözü nün önünde
canlanmış, bir dakika içinde hüzünlü geçen saatleri unutu
vermişti.
Sonra kendi küçük odası . .. İçinde, nice geceler, şimdi doğ
duğunu umduğu g ünler için dua ettiği küçük odas ı n ı ; durgun
ve düzenli uyurken tatl ı düşler gördüğü küçük odasını ; son
ve sevecen bir bakışla süzmeden, gözlerinden bir damla
gönül yaşı akmadan tergemek ne değin acıyd ı ! . . Orada ya
nında götürmek istediği ufak tefek, zavallı ve yararsız şeyler
de vard ı . Ama odaya girmek olanaksızd ı .
Birdenbire akl ı na odasında b i r kafes içinde ası l ı duran
küçük kuşu geldi . B u mini mini yaratıktan, ayrı lmak ona acı
gözyaşları döktürmüştü. Nasıl olmuştu da Kit akl ı na gelmişti?
Kendisi de bilmiyordu. Evet, bu minimini kuş bir yol bulup
1 02
Kit'in eline geçebilirdi. Olası ki o da bu kafesi n kendisine bir
borçluluk nişanesi olarak armağan bı rakı ld ığını düşünebilirdi.
Bu düşünce ona suskunluk ve yürek dinlencesi verdi. Artık
rahat bir yürekle yatağı na çekilebilirdi.
Yatarken düşlerinde güneşli ve bol ışıkı l ı· yerler de dolaş
tığını, ama bütün bu ışıklar içinde elde edilemeyen, bi r şeyin
belirsiz ve karanlık kaldığını görerek bir süre uyudu . Uyandığı
zaman, daha çevre loştu ve gökyüzünde yıldız lar parı lda
maktaydı . Sonu nda ortalı k ağarm ış yıldızlar yavaş yavaş, sa
rarıp solmaya başlam ı ştı. Hemen kalkıp giyindi , ve yola çık
mak üzere hazırlandı . İ htiyar daha güneş doğuncaya değin
bekledi. Dedesi uyanı nca bir dakika yitirmeden, uzaklaşmak
arzusuyla acele hazırlığını bitirdi.
Zavallı Neli, dedesinin elinden tutmuş, birlikte sessiz seda
sız merdivenleri iniyor; gıcırdayan bir tahtanın sedasıyla
duyulacaklarından ürkerek basamaklarda durup çevreyi dinli
yordu. Bir ara, i htiyar, içinde pek yeğnik bir şey bulunan çan
tasını unuttuğu için geri dönmüş, birkaç basamak yukarı çık
mıştı ; ama bu birkaç dakikalık zaman Nell'e bir ömür gibi
uzun görü ndü.
Sonunda zemin kattaki taşlığa geldikleri zaman, Quilp'le
Avukatın horultusu kulaklarında bir arslan kükremesi nden
daha acı bir etki uyandırd ı . Kapının sürgüleri paslanmıştı. Gü-
\· rültüsüzce kolu kald ırmak zor bir sorundu. Sürgüleri çekince
kapı n ı n kilitli -ve daha kötüsü- anatarın da üzerinde olmadığı
nı gördüler. Neli, o zaman Quilp'in kapı ları kilitlediğini ve
anahtarı da yatak odası ndaki masanı n üzerine sakladığını
anımsad ı .
Neli, korka korka iskarpin lerini çıkard ı v e içinde antika
parçaların bulunduğU, ama bunlar arasında en çirkin antika
n ı n yatağı nda uyumakta o lan B rass'ı n bulunduğu odadan ge
çerek kendi küçük odasına girdi.
İçeri girince yatağ ın tam ucunda, sanki başının üstüne dü
şecek gibi yatan ve bu rahatsız konumdan dolayı, ya da alış
kanlık eseri , pof pof horuldayan Quilp ile karşılaşıp olduğu
yerde bir dakika m ı hlanmış gibi durdu. Qui lp'in ağzı avurtları-
1 03
na değin açık ve kirli sarı dişleri ortadaydı . Elbet onun rahat
sız olup olmadığını soracak zaman değildi . Onun için, Neli,
anahtarı ele geçirince odayı gözleriyle hızlı bir biçimde taradı
ve gene Brass'ın yattığı odadan geçerek i htiyar dedesi ne ka
vuştu . Kapıyı sessizce açı p dışarı çıkı nca dede ve torun bir
an duraklad ılar.
Neli:
«Ne yana gideceğiz?,, diye sordu.
İ htiyar adam umutsuzluk ve kararsızlık içinde önce toru
nuna, sonra sağı na soluna, gene torununa bakıp başını sal
lad ı . Artı k olsa olsa onu da Neli ayı rdedebilirdi. Zavallı kız
bunu açı kça duyumsam ıştı. Dedesinin elinden tutarak yavaş
yavaş yürümeye başlad ı .
B i r haziran sabah ıyd ı . Gökyüzü masmavi, bulutsuz ve ber
raktı. Sokaklar henüz tenhaydı. Uyuyan kent sabahı serin ve
sağlık verici havası sanki bir melek soluğu tatlı lığıyla esiyor
du.
Dede ile Torun bu mutlu suskunluğun içi nde serin bir
yürek ve umut ve zevkle doymuş bir halde, yolları na devam
ettiler. Gene bir kez daha başbaşa kalm ışlard ı . Her yan taze
ve bol ışık içindeydi. Aradaki değişmez ve sıkıcı yaşamı
anımsatacak hiçbir şey yoktu. Günün başka saatlerinde
çatık kaşlı duran kilise kuleleri bile şimdi sabah güneşinin
ışıklarıyla yıkanıyor; her köşe ve kovuk bu ışıkları yansıtıyor;
gökyüzü g ülüyordu.
İşte tam bu s ı rada, nereye gittikleri ni bilmeyen bu iki serü
ven yolcusu, sabah uykusundan henüz uyanmayan kentten
ayrılmaktaydı lar.
xııı
1 04
dalmışlard ı . G ü rültüyle uyanan Quilp doğrulup ilgisiz ve şaş
kın bir tutumla tavana baktı . Gürültünün nedenini anlamayan
Cüce, anlamak için zahmet ve zorlanmaya da katlanmak is
temez görünüyordu.
Kapıdaki gürültü kendi tembel ve uyku sersemi haline
uyacak yerde, gittikçe artan bir sab ı rsızlıkla devam etmiş ve
sanki onun gene uykuya dalmak olas ı l ığını protesto ederce
sine artmıştı. Quilp yavaş yavaş kendine gelerek kapı n ı ça
l ı nd ı ğ ı n ı ayı rd ı na vard ı . Günlerden cumayd ı . O gün için karı
sını sabahleyin erke nden davet ettiğini a n ı msadı.
B rass, bir takım tuhaf hallerden ve sanki turfanda e rik
yemiş gibi yüzünü buruşturarak türlü kılıklara girdikten
sonra uyanmış; Quilp'in giyindiğini görerek kendisi de giyin
meye başlamış; aceleyle giyenenlerin yaptı kları gibi çorrabı
nı giymeden ayakkabısı n ı giymeye, bacakların ı ceketinin
kollarına sokmaya koyulmuş; ve ansızın uykudan uyandırı
lan insanlara özgü bir sarsıntıyla harekete geçmişti.
Brass, giyine dursun; cüce, masanı n altında bir şeyler arı
yor, bir yandan da hem kendisine, hem bütün insalara, hatta
bütün eşyaya sövgü ve lanetler savuruyordu.
Onun bu halini gören Brass sordu:
«Ne oldu? .. »
Cüce ona ters ters bakarak:
«Ne olacak! . . » ' dedi. «Anahtar yerinde yok. Sen nerde ol-
duğunu biliyor musun?»
« Ne bileyim ben ! . . »
Quilp, alaycı b i r s ı rıtkanlıkla yanıt verdi:
«Öyle ya, ne bileceksin sen ! . . Ne becerili bir avukatmışs ı n
sen yok m u ! . . Budala herif!»
Brass, cücenin kızgı n olduğu bir s ı rada başka birinin bir
anahtar yitirmesinin kendi hukuksal bilgisiyle hiçbir ilgisi ol
madığını söylemekten çekinerek, anahtarı n gece kilidin
üzerinde unutulmuş olması olasılığını ile ri sürdü. Anahtarı
kil itten çıkardığını pek iyi anımsamasına karşın; Quilp bu
olasılığı memnunlukla teslim ederek söylene söylene kapı
ya doğru yürüdü ve gerçekten anahtarı kilidin üzerinde
1 05
buldu. Ama anahtarı çıkarmak üzere bulunduğu sırada,
sürgüleri n de çekilmiş olduğunu görünce şaşalad ı. Bu sırada
tokmak güm güm çal ınıyor ve anahtar deliğinden bir insan
gözünün içeri baktığı ayı rdediliyordu. Cüce fena halde öfke
lenmişti . Hemen dışarı fırlayıp böyle müthiş bir gürültü çıka
ran karısından öç almaya karar verdi.
Bu düşünceyle sürgüyü yavaşça ve sessizce çekip kapıyı
birdenbire açan Quilp dışardan kapıyı bir kez daha çalmaya
haz ırlanan kişinin üzerine atı ld ı . Ellerini, kolları n ı , bacaklarını
çevresin e savurarak bütün şirretliğiyle harekete geçtiği ve ka
rısı sandığı için hiçbir karşı koyma göstermeyerek acı masına
sığınacağ ı n ı umduğu bir kişi yerine, ansızın, başına ve göğ
süne yediği iki sersemletici darbeyle karşı laşınca, kavgaya
tutuşmuş ve hiç de yabana atı lacak bi r h asımla karş ı laşmadı
ğını anlam ışt ı . Hiç cesaretini kı rmayarak hasmıyla cebel leş
meye girişip boğuşan cüce, birkaç dakika sonra kendini kur
tarabildi ve o zaman saçları darma dağınık ve kıpkırmızı
kesilmiş bir h alde caddenin ortası nda bir tür dans gösterisin
de bulunan Swiveller ile karşı karşıya geld i !
«Nas ı l , yetişir mi?»
Swiveller tehdit edici bir tutumla ileri geri çekilip ekledi.
« Eğer yetişmiyorsa aynı mağazada vardır! istediğiniz çe-
şitler her zaman isteğinize hazırd ır. Siparişler adresinize de
gönderilir. Eğer gerekirse hiç duraksamadan siparişinizi veri
niz ! . . »
Cüce omuzları nı oğuşturdu :
«Ben d e bir başkası sanıyordum !» dedi. «Ne diye söyle
m edin?»
«Tımarane kaçkını gibi üzerime sald ı racağı na, sen ne
diye kim olduğunu söylemedin?»
Cüce h.o murdanarak doğruldu .
« Demek kapıyı güm güm çalan sendin, ha?»
Dick de söze karıştı ve uzakta korku içinde bekleyen
bayan Quilp'i işaret ederek:
« Kapıyı çalan benim , » dedi. «Önce bayan çalıyordu. Bak
tım pek yavaş çal ıyor, onun yerine bu görevi ben üzerim e
ald ım . . . ..
1 06
Cüce, öfkeyle karısı na bakarak:
«Yaa ! . . » dedi. «Ben de kabahat sende sanıyordum. Ama
burada bir hasta olduğunu bildiğiniz halde kapıyı yıkacak g ibi
çalmanızın anlamı nedir?»
Dick yanıt verd i :
« Lanet olsu n ! B e n o n u n için yaptım ya! A m a b u evde
i nsan hasta değil ölü var sanacak! . . »
«Elbet bir amaçla gelmiş olacaksınız. istediğiniz nedir?»
« Ben ihtiyarın ne halde olduğunu öğrenmeye geldim. Neli
i le de biraz görüşmek isterim . Ben ailenin, daha doğrusu,
aile çevresinden birinin dostuyum . »
«O halde içeri buyrun . Buyrun bayan Quilp! . . »
Bayan Quilp duraksıyordu; ama cüce üsteledi. Cücenin
karıs ı bir çağrı n ı n naziklikle ilgili olmadığı n ı , kocasının kendi
sinin önce girmesini istemekteki amacı çoğunlukla parmakla
rının mor izini taşıyan kolunu çimdiklemek için iyi bir fırsat
oluşturduğunu kestirmiş olmasından ileri geldiğini elbet an
latmıştı. Elbet bunu ayı rdedemeyen bay Swiveller, arkası nda
tutulmuş bir bağırı ş işitince, dönüp bakm ış ve bayan Quilp'in
apansız bir sars ı ntıyla kendisini izlediğini görmüş; bununla
birlikte bu bağrışa karşı hiçbir yorumda bulunmayarak en ar
kadan gelen kocayı unutmuştu.
İçeri giri nce cüce karısına dönerek:
« Bayan Quilp! .. » dedi. «Yukarıya Nell'in odasına çık da
aşağ ıda beklediğini söyle ! »
Cücenin hüküm v e nüfusundan habersiz olan bay Dick:
«Ya hu sen buranı n efendisi gibi davranıyorsun ! » dedi.
«Ona kuşku mu var, bayım !»
Dick bu sözcüklerin ne demeye geldiğini, Brass'ı nda kim
olduğunu düşüne dursun ; bayan Quilp tez koşu aşağı inerek
yukarıdaki odaların bomboş olduğunu söyledi .
Cüce şaşalayarak:
«Haydi ordan, budala!» yanıtını verdi.
Korkudan titreyen karısı :
«Odaların hepsine girdim , Quilp! » dedi. « İ nsan gölgesi
bile yok, yemin ederim . . . »
1 07
Brass elini eline vurarak söze karışt ı :
« İşte şimdi anahtarı kilit üzerinde bulunmas ı n ı n nedeni an
laşıld ı . »
Cüce karısına da, Brass'a da, Swiveller'e d e kaşları nı
çatıp bakt ı ; ama hiçbirisinden ses çıkamayı nca, tezden yuka
rı koştu, odaları n boş olduğunu bir de kendi gözleriyle gördü
ve aşağı döndü .
Sonra Swiveller'e bakarak:
«Bu da pek tuhaf bir sıvışma! » dedi. « Hiç insan yakın ve
içten davranan bir dostuna haber vermeden böyle çıkıp gider
mi? Kuşkusuz mektup yazacaktır. Hiç olmazsa Nell'e ve
bunun eşyaları satmaya engel olamayacağı n ı açıkladı ve ek
ledi:
«Zaten onların bugün gideceklerini biliyorduk; ama bu
değin erken, bu değin sessiz sedasız çekilip gideceklerini
varsaymazd ık. Her halde yalnız kendilerince bilinen bir nede
ni olmal ı !»
Dick şaşkınlıkla sordu:
« Peki, nereye gittiler?»
Cüce elbet bildiğini ona söylemek istem ediğini belirten bir
tutumla baş ı n ı sallayıp dudakları n ı büktü.
Dick şaşkın şaşkın çevresine baktıktan sonra:
« Eşyaları kaldı rmak ne demek oluyor?» diye sordu.
«Ne demek olacak, satın ald ı m . »
«Demek kurnaz ihtiyar büyük bir servet elde ettikten sonra
durgun bir yerde, denize bakan şirin bir evde yaşamak için,
tası tarağı toplayıp sıvışm ı ş ! . . »
Sıkı s ıkı ellerini oğuşturan cüce şu görüşü ileri sürdü:
«Sevgili torunu ve arkadaşları s ı k s ı k ziyaret edi lmek is
temediği için gittiği yeri saklı tuttuğu anlaşılıyor! »
Sw\veller arkadaşıyla kurduğu plan ı n daha başlangıçta
suya düşmesinden ve ansız ı n ortaya çıkan değişimden ötürü
fena halde şaşalamıştı. Bir gece önce, geç vakit, Dick'ten ih
tiyarın hasta olduğunu işitince; hem sonunda Nell'in yüreğini
tutuşturacak olan çekici bir bağlı l ığ ı n aslı n ı konuşmak; hem
de ihtiyann halini sormak üzere ziyarete gelmişti. Ama bu
1 08
gibi tatlı düşüncelerle davran ıp Sohpy Wackles'den öç al
mayı kurduğu bir sırada ihtiyarı n da, Nell'in de, bütün serve
tin de elden kaçtığını görmek; sanki arkadaşıyla birlikte kur
dukları planın bir ad ım daha ileri g itmesine engel olmak için
tasarlanmış bir çare olduğunu kabul etmek demekti .
İ htiyarın kaçısı aynı biçimde Daniel Quilp'in hem şaşırma
sına hem d'e kederlenmesine neden olmuştu . Diğer yandan
i htiyar ile torununun birkaç parça gerekli giyecek eşyasını
da yanlarında götürdükleri cücenin keskin gözlerinden, kaç
mamıştı. İ htiyarı n o şaşkın haliyle toru nunu da birlikte kaçır
masıyla sonuçlanan girişiminin özü onu şaşkı nlaştı rıyor
du. Hiç kuşkusuz ki cüce hiçbi risi için içten ve insansal bir
üzüntü duyumsam ıyordu. Onu ası l kederlendiren; ihtiyarı n
kendi gözünden kaçan bir yerde saklı bir servetin bulunması
olasılğıydı. Nasıl olmuştu da bu serveti elden kaçırmıştı?
Bu gibi düşüncelerle zihni dolu olan cüce için bay Swivel
ler'in de ayn ı nedenlerden kaygı lanıp kederlendiğini görmek
bir avunç oldu. Swiveller'in ihtiyarı biraz korkutup koltukla
mak yoluyla büyük servetinin bir kısm ı n ı elde etmek istediği
cüce için apaçıktı.
Swiveller ne yapacağı n ı bilmez bir tutumla:
«O halde benim burada kalmamın hiçbir yararı yok!»
dedi.
« Hayır, hiçbir yararı yok.»
Cüce başı n ı salladı ve ilk görüşte haber vereceğini söyle
di.
« Benim buraya uzlaşma kanatlarına binerek dostluk ça
pasıyla düşmanlık ve kin tohumların ı ayıklayıp, onun yerine,
karşılıkl ı anlaşma ve bağlaşma toh umları saçmaya geldiğimi
söylemek IOtfunda bulunur musunuz? .. »
«�fay hay!. . »
B u n u n üzerine Swiveller cebinden b i r kart çıkarıp uzattı.
«İşte adresi m . . " dedi . « Lütfen her sabah evde olduğumu
söylersiniz. Kapıyı iki kez, işitilir derecede çalmak yeterlidir.
Senlibenli arkadaşları m kapıyı açı k buldukları zaman hizmet
çiyi bilgilendirmek içi n , aksırırlar ve böylelikle ziyaretlerinde
1 09
herhangi bir çıkar hesabı bulunmadığını ve içten dostların ol
dukların ı belirtmiş olurlar! Bağı şlayı nız, şu size verdiğim karta
bir bakabilir miyim?»
« Kuşkusuz!,,
Swiveller cebinden bir başka kart çı kararak:
« Dalg ınlıkla size hep başkanı olduğum seçkin bir kulübün
kartı nı vermişim,» dedi. « İşte doğrusu ! Hoşça kal ı n ! . . »
Cüce, güle güle deyince, başkan, bayan Quilp'e şapkası n ı
çıkartıp gene baş ı na koydu . V e çal ımlı b i r yürüyüşle ortadan
yitti.
Bu sırada kapının önüne kamyonlar yanaşmış ve güçlü
gövdeli birkaç adam masa, konsol ve buna benzer ev eşyası
n ı başları nda taşıyarak kamyonlara yüklemeye, böylece yoru
cu bir göreve başlam ışlard ı . Bu kalabalık ve devinimin dışın
da kalmak istemeyen cüce, şaşı rtıcı bir çabayla işe karışmış;
önüne geleni itip bakarak, karısını her türlü zor ve yorucu iş
lere sokarak, kendisi de ağı r yükleri hiçbir yoğunluk eseri
göstermeden taşıyıp durmuş; rıhtımda yan ı nda çalışan ço
cuğa her rastladıkça bir tekme savurarak ve taşıdığı ağı r eş
yayı -hıyanetlikle- kap ı n ı nönü nde toplanan sorgu soru eden
komşulara yanıt yetiştirmeye çalışan Brass'a çarparak harıl
harıl çalışmaya koyulmuştu. Onun canıgönülden çalıştığı n ı
gören hamallar da gaza gelmiş, birkaç saat içinde evde bir
iki hasır parçası bir bira bardağı ve çevreye saçılan saman
çöplerinden başka bir şey kalmam ıştı .
Tıpkı Afrika kabile başkanlarından biri gibi bu hasır parça
larından birinin üzerine çöküp peynir ekmekle bira içen cüce,
sokak kapısından birinin girdiğini ayırdetti. Gelenin ancak
burnunu görmesine karşı n Kit olduğunda emin ne istediğini
sordu.
«Gel bakalı m , gel ! . . Demek efendinle küçük bayan e rken
den çıkıp · gittiler, ha? .. »
« Benim hiç haberim yok! »
«Haydi ordan ! Sabahleyin erkenden çıkıp gittiklerini bilmi
yor musun?»
Kit, apaçık bir şaşkınlıkla:
1 1o
« Hayı r . . . » dedi.
« Bilmiyorsun, ha? Geçen gece bir h ı rsız gibi evin önünde
dolaşırken de sana söylemediler mi?»
« Hayır!»
«Öyleyse ne konuşuyordu nuz?»
Kit, artık saklamakta akla uygun bir neden olmadığını dü-
şünerek bir gece önce Nell'e yaptığı öneriyi anlattı .
Cüce kısa bir düşünceden sonra:
«Öyleyse daha gelirler! » dedi.
Kit, sevinçle:
« Ciddi mi söylüyorsun?» diye sordu.
« Bana kalı rsa geleceklerdir. Onlar gelince bana haber ver
meyi de u nutma! Haber verirsen seni öldüllendiririm. Onlara
bir iyilik etmek istiyorsun, değil mi?»
Eğer rıhtımda cücenin yanı nda çalışan çocuk odanı n için
de unutulup bırakı lan bir şey ararken «Bir kuş, bir kuş, bunu
ne yapacağız?» diye sormamış olsayd ı , Kit'in mendebur cü
ceye vereceği yanıt hoşuna gitmeyecekti.
Cüce çırağına seslendi:
«Ne yapacaks ı n , koparıver boynunu!..»
Kit ilerleyerek:
«Sakın böyle bir şey yapayım deme, ver onu bana!» dedi.
«Gel de al bakayım ! B ı rak şu kafesi diyorum ! Ustam öyle
söyledi. Boynunu koparacağı m . »
Cüce seslendi:
«Haydi çekişin , bakalı m kimde kalacak!.. Yoksa ben ken
dim kalkıp boynunu koparacağı m . »
Fazla söze gerek kalmadan iki çocuk birbirine girişti.
Cüce bir elinde kafes, bir elinde çakı olduğu halde, memnun
ve haz dolu, döşeme tahtası n ı yontmaya koyuldu. Ve kavga
yı, kızı�tı rmaj5 için çocukları kışkırtmaya, başlad ı . İki çocuk
tam birbirlerinin dengiydi. Yerlerde yuvarlanıp yumruk yumru
ğa geldikten sonra; Kit bir aralık hasm ının göğsüne hatırı
sayılır bir yumruk indirerek elinden kurtuldu ve cücenin de
elinden kafesi kaparak ganimetiyle ortadan yitti.
Eve varı ncaya değin arkası na bakmadan koşan Kit'in ka-
111
nayan yüzü evdekileri korkutmuş ve kardeşlerinin bir çığlık
koparmasına neden olmuştu.
Annesi bayan Nubbles;
«Ne oldu, Kit? Nedir bu halin?» dedi.
Kit kapının arkasındaki havluya yüzünü silerek:
« Merak etme anne ! » dedi . « Hiçbir yerin incinmedi. Bir
kuş için tutuştuk. Kuşu kurtard ı m ! »
«Bir kuş için kavga mı ettin ?»
« Evet, bir. kuş içi n ! Bayan Nell'in kuşu ... Sözde boynunu
koparacaklard ı . Benim yan ı mda böyle bir şey yapılmasına
izin verir miydim? Hah ! hah! ha!..»
Kit bir yandan da şişen, yaralanan yüzünü silerek öyle ne
şeli neşeli gülüyordu ki , neşesi kardeşlerine ve anesine de
bulaştı. Hep birden gülüşmeye, en küçükleri de tepinip yay
gara koparmaya başladı . Buna neden, araları ndaki sevgi ve
Kit'in başarısıyd ı . Gülmeleri kesilince, Kit küçük kuşu ; sanki
çok değerli bir ödülmüş gibi kardeşlerine, gösterdi. Sonra
masanın üzerine bir sandalye koyup çıktı ve duvarda ki çiviye
kat esi astı .
« Dur bakalı m . Merdivene assak daha iyi olacak her halde.
Orada bol ışık var; hem havadar. Başını kaldırınca gökyüzü
nü görebilir. Çok güzel öten bir kuş olduğu da besbelli. »
Kit gene b i r iskele kurarak bütün aileyi memnun edecek
biçimde kafesi astı. Kafesi. birçok kez düzeltip yerleştirdikten
sonra; geri çekilerek beğenen bir bakışla baktı. Evet kafes
şimdi tam yerindeydi.
«Anne ben şimdi g idip yuları tutulacak at araray ı m ! Gelir
ken hem senin sevdiğin bir şey alır getirir, hem de kuşa yem
alırı m . »
XIV
1 12
daha iyi yetişip büyüyenler için bile, daha az ilişki bir işde, tek
kendi eğilimlerini bir ödev sayarak gösterdikleri özverilerle
öğünenler az değildir.
Bu sefer hiçbir önleme gerek olmadığı gibi, Quilp'in çırağı
i le rövanş maçı na tutulmak korkusu da yoktu ! Ev olduğu gibi
boşalm ı ş ; toz, toprak içinde ve sanki aylardan beri boşmuş
gibi , tergenmiş bir haldeydi. Kapıya koca, pasl ı bi r asma kilit
takılmış; yukarıki yarı açık pencerelerin kirli ve tozlu perdele
rinin ucu rüzgarda sallanıyor, aşağıdaki kepenklerin delikl e
rinden içerinin karanlığı seçiliyordu. Çok kez durup gözetledi
ği pencerenin camları, sabahın evecenliği ve kargaşası
içinde, ıssız bir görünüm alm ıştı . Kapı n ı n m erdiveninde kirli
sokak çocukları birikmiş, içlerinden bazıları durmadan kapı
n ı n ' tokmağını çalıp içerden gelen ıssızl ıktan gelen derin
sesi korkulu bir neşeyle dinliyorlard ı .
Diğerleri kapının deliğinden bakıyor; yarı ciddi, yarı şaka
yollu, evin son sakinlerinin uyand ı rdığı bir gizle, içerden çıka
cak bir umacı bekliyordu. Kit caddenin kalabalı k ve devinimi
içinde pek ıssız duran, bir zamanlar kışı n soğuk günlerinde
içinde neşeli ateşler yanan ve bundan daha neşeli kahkaha
lar yükselen evin önünden mahzun \(e üzgün ayrıld ı .
Duygunluk v e içliliğin n e olduğunu bilmeyen Kit'e b u nite
likleri yükleyecek değiliz. Ama Kit yumuşak yürekli, iyilik bilir,
soyluluk ve kibarlı ktan yoksun bir çocuktu. Özgüyle eve
dönüp kardeşlerini h ırpalayacak ve annesine çıkışacak yerde
-zira duygun olan i nsanlar kendi yazgılarıyla diğerlerinin de
kederlenmesini isterler- onları olabilirse daha fazla rahat ettir
me çaresini düşündü.
Ama ne yazık ki ; birçok zenginler at üzerinde bir aşağı bir
yukarı g�ziyor; ama pek azı atların ı tutturmak istiyordu. İyi bir
spekülatör ya tfa uyanı k bir memur, atlarını rahvan süren bu
zengin kalabalı ktan yalnızca at baş ı tutmakla Londra'da
yı lda ne miktar para elde edileceğini santi mi ne değin hesap
layabilir. Hiç kuşkusuz atı üzerinde gezenlerin yirmide biri at
larından i nmek istediğini gösterseler, bu para hatırı sayıl ı r bir
toplam olurdu. Ama atından inmek· isteyen olmamıştı. Dün-
113
Antikacı Dükkan ı / F: 8
yadaki en becerili varsayımları bozan da bu gibi ters işler
değil midir?
Kit dolaşıyor, arasıra yavaşl ıyor sonra hızlanıyor, atı n ı n
dizginini kasıp kendisine bakan b i r atlı i l e karşı laşı nca, du
rakl ıyor; ilerdeki, yolun gölgeli ucu na doğru tembel ve ahes
te ilerleyen ve sanki her an inmesi beklenen bir atl ı görü nce,
fı rlayıp atlıyordu. Ama hepsi sözleşmişler gibi, birbirlerinin
ardı sıra yolları na devam ediyor, ortada metelik dönmüyordu.
Kit kendi kendine: 'Bilmem bu centilmenlere evim izde, dolap
ta yiyecek bir şey olmadığı n ı söyleyecek olsam, tek bana bir
kaç kuruş kazandı rmak için durur; zaten bir yere uğramak is
tediklerine beni inandırmaya çalışırlar m ı ?' diye sordu.
Süregelen boş umutları bir yanda dursun; sokaklarda do
laşmaktan fena halde yorulmuştu. Tam bir basamakta oturup
dinleneceği s ı rada; kaba tüylü, inatçı bir midillinin çektiği ve
kısa boylu, tıknaz uysal görünüşlü yaşl ıca birinin yönettiği
tıkır tıkır, çıng ı l çıngıl dört tekerlekli bir arabanı n kendisine
yaklaştığını gördü. Kısa boylu, yaşlı kişinin yanı nda tıpkı
kendisi gibi tıknaz ve uysal bir kad ı n oturuyordu; midilli de
kendi havası nda, arabayı istediği gibi çekip götürüyordu. İhti
yar sürücü hoşnutsuzluk gösterip dizginleri kasacak olsa, mi
dilli de başını sallamakla karşılıkta bulunuyordu. Sanki yaşlı
centilmenle midilli arası nda imzasız bir anlaşma vard ı . M idil
linin arabayı sahibinin istediği biçimde çekmek ya da hiç çek
memek iradesine bağlıyd ı . Oturduğu yere yaklaşı nca Kit,
küçük araba ve içindekilere o denli istekli bir bakışla bakmıştı
ki, ihtiyar da baş ı n ı çevirip ona baktı ve Kit ayağa kalkıp elini
şapkasına götürünce, arabadaki rnidilliyi durdurdu . Kit:
«Bağışlayı nız . . . » dedi. «Sizi durdurduğuma üzgünüm.
Arabanıza biraz gözkulak olmamı ister misiniz?,,
İhtiyar yanıt verdi:
«İlerdeki sokakta ineceğim. Arkam ızdan gelirsen sana
küçük bir işim olacak.»
Kit, teşekkür ederek bu isteğe seve seve uydu. Midilli ha
rekete geçerek keskin bir açı çevirdi ve bir fener direğinin ta
yan ına değin gittikten sonra, yolun karşı yanı ndaki bir başka
1 14
direğe yanaştı ve her ikisinin de aynı örnek ve aynı madde
den yapı ldığına kanı getirdikten sonra, sanki birden bire dü
şünceye dalmış gibi caddenini tam ortasında mola verdi.
İ htiyar şaşkı nlıkla:
«Sayı n bay ! . . » dedi. «Randevumuza geciki nceye değin
sizi bekleyecek miyiz? Yoksa lütfen yola devam edermisi
niz?,,
Midilli, söylenene hiç aldırmad ı . İ htiyar bayan da söze ka
rıştı :
«Seni yaramaz, sen i ! Bu çok ayıp bir şey! . . Bu yaptığınız
dan hiç utanm ıyor musunuz?,, gibi azarlamada bulundu.
Midilliyi bu sözlerde etkilemedi. Asık yüzle yürüyüşe geçti
ve ta bronz bir levha üzerinde 'Noter Witherden' yazılı bir ka
pı n ı n önüne gelinceye değin bir daha hiç durmad ı . İhtiyar ara
badan inerek yaşlı bayanın da i nmesine yardım etti ve sonra
araban ı n içinden uzun sapl ı bir tava biçimindeki çiçek demeti
ni ald ı . İ htiyar bayan çiçekleri çok ağı rbaşlı bir pozla taşıyarak
içeri girdi. İ htiyar adam da onu izledi.
Sesleri nden, öndeki odalardan birine girdikleri anlaşı lıyor
du. Bu oda, bir tür yazaneydi. Oldukça sıcak bir gün olduğun
dan ve sokak da tenha bulunduğundan, pencereler açıktı ve
içeride konuşulup Venedik pancurlarından sızan sözleri ko
layca duymak olasıyd ı .
Önce ayak tıkırtıları işitilmiş, sonra el sıkışmalar v e çiçek
demetinin sunumu duyulmuş ve Noter Witherden'in olduğu
anlaşılan bir ses birkaç kez 'Ne lütuf . . . Ne güzel koku ! .. ' diye
m ı rı ldanmış ve gene Noterin olduğu varsayılan bir burun
büyük bir zevkle çiçeklerin güzel kokusunu derin bir solukla
koklamıştı.
Yaşlı bayan:
«Çiçekl�ri bu ll}Utlu olayın onuruna getirdim!» dedi.
Noter yanıt verdi:
« Kuşkusuz mutlu bir neden ! Benim için de ayrı bir onur
oluşturan bir olay! .. Aziz bayan; benim yanımda pek çok
gençler çal ıştı . İçlerinden bazıları para içinde yüzüyor; ama
onlar eski dostları n ı unuttular; birkaçı ziyaretime geliyor, 'Bay
1 15
Witherden, yaşa-mının en tatlı saatlerinden birkaçını bu
odada, hasır sandalyede geçirdim!' diyorlar. Ama her ne
değin birçoğuna karşı sevgi ve ilgim eksik değilse, de; oğlu
nuz gibi hiçbiri üzeri nde fazla umut beslememiş ve parlak bir
gelecek düşünmemiştim.
« Bu sözleriniz bizi cidden mutlu ediyor . » ..
1 16
hiçbir zaman bizden ayrılmad ı . Abel bizden bi r gün bile ayrıl
madın değil mi Garland? . . "
İhtiyar yanıt verdi: ,
« Hiç . . . Yalnız bir kez; bir cumartesi günü eskiden okuduğu'
bir okulda öğretmenlik eden bay Tom Kinley ile Maryate'e git
miştL Pazartesiye döndü. Ama döndüğünde hastalanm ışt ı .
Belleğimdeyse, b u onun için tam b i r cümbüş olmuştu. "
«Al ışık olmadığı için buna dayanamamışt ı . Sonra bizden
ayrı kalmak onu eğlendirmemiş, eğlenecek kimse de bulama
mışt ı . "
Önce b i r kez daha işitilen durgun b i r ses:
« Evet.. . ,, dedi. « Pek yadırgam ıştı m . İlk kez aramızı bir de
nizin ayı rdığını düşündüğüm zaman duyduğum üzgüyü hiç
unutamayacağ ı m , anne !.."
Noter:
«Yaptığınız açıklama bu koşullar altında pek doğal görü
nüyor. . . " dedi. « Bay Abel'in duyguları hem kendisi, hem
sizin, hem de insanlık için övünülecek bir şeydir. Ben de
şimdi aynı eğilimleri onun sessizce alçak gönüllü çal ışmasın
da buluyorum . Şimdi, gördüğünüz gibi, şu sözleşmeyi Chuks
ter'in yüzüne karşı i mzalayıp zı mbal ı etiket üzerine parmağı
m ı basacağı m ve açık bir sesle, hiç meraklanmayın bayan -
bu senedi teslim ettiğimi söyleyeceğim, bay Abel de parma
ğını öbür etiket üzerine basıp ayn ı gizemli sözcükleri yinele
yecek. Ne gizemdir, ne keramet. .. Tören de böylece sona
erecek. Ha ha ha! görüyor musunuz bu gibi şeyler ne kolay
l ıkla çözülüyor! »
Anlaş ılan bay Abel'in b u törenle ilgilendiği s ı rada kısa bir
susku nluk olmuş ve sonra gene el sıkışmaları ve ayak sesle
ri işitilmiş, bunun ardı ndan şarap bardakları tokuşturulmuş
ve içerideki lerin çenesi büsbütün açılm ışt ı . Aşağı yukarı bir
çeyrek saat sonra, Chukster kulağ ı n ı n arkası nda bir kalem
ve yüzü şaraptan kızarmış bir ha,lde, kapı n ı n önünde görün
dü ve Kit'e alaycı bir tutuma: 'evlat' diye seslenerek konukla
rın çı kmak üzere oldukları haberini verdi.
Konuklar kapıda göründü. Kısa boylu, şişman, tezcanlı bir
1 17
adam olan bay Witherden, azametle, ama kibar bir tutumla
i htiyar bayana yol vermiş; baba oğul kolkola onu izlemişti .
Tuhaf ve yaşlı bir insan görü nümüne giren Abel, babası gibi
yaşlı görünüyordu. Boy ve yüzü de babasına pek benzeyen
oğlu babasının neşesi yeri ne, utagaç bir çekingenlik içi ndey
di. Diğer hususlarda, giysilerinin temizliğinde ve hatta aksak-
1 ıkları nda bile ikisi arası nda büyük bir benzerlik vard ı .
Abel, yaşlı bayanı v e h içbir zaman yanı ndan ayı rmadığı
küçük sepet ve örtüsünü yerleştirdikten sonra arabanı n arka
sı nda kendisi için ayrılan kutu gibi yere çıktı, ö nce annesin
den başlayıp midillide bitirerek hazır bulunanların tü müne
gülümsedi. Yuları n midillinin ağzına geçirilmesi oldukça
önemli bir işti . Sonu nda bu iş de başarılınca yaşlı bay yerin i
ald ı ve dizginleri tarttıktan son ra e l i n i cebine soktu. Kit'e ver
cek altı peni arad ı .
A m a cebinden altı peni bozuk para yoktu. Ne yaşlı bayan,
ne Abel , ne noter, ne de Chukster'de altı peni çıkamad ı . Yaşlı
bay, bir şilini fazla görüyordu. Ama parayı bozduracak dük
kan da yoktu. Böylece Kit'e bi r şilin verdi.
Şaka yollu:
«Al şunu oğlu m , ,, dedi. « Haftaya pazartesiye gene ayn ı
saatte geleceğim , s e n de burada bulunur paranın üstünü ve
rirsin!»
Kit:
«Teşekkür ederim,,, dedi. « Burada beklerim.»
Kit sözlerinde içtendi. Ama hepsi birden, özellikle bay
Chuhkster, bu şakadan pek fazla hoşlanarak kahkahalarla
güldüler. Midilli eve dönüleceğinin ayı rdına vararak -tersi ol
saydı yeri nden kımıldamama azmiyle- hızla rahvana kalkın
ca, Kit söyleyecek söz bulamamış; o da yoluna koyulmuştu.
Kazandığı parayı evde en beğenilecek şeye sarfederek ve
kuş i'ç in yem almayı da unutmayarak olabildiğince h ızla ve
kazandığı para ve başarın ı n kıvancıyla, ihtiyar dede ile
Nell'in kendinden önce geri döndüklerinin umarak evin yolunu
tuttu.
1 18
xv
119
ya ve fırsat kollayıp dışardaki g üneşte keyiflenmeye hazır
landığı bir sırada, ahı rlardaki hayvanlar da gözlerinde kırla
rın sevdasıyla sallanan dallara ve küçük pencerelerden giren
ışıklara başları nı kaldırarak parmakların gerisinde sabı rsızca
dolaşmaya ve çevrelerine bakı nmaya başlamışlard ı . Zindan
lardaki çaresizler uyanıp uyuşan bacakları n ı uzatıyor ve
güneş girmeyen taş binaya lanetler savuruyordu. Gece uyku
suna çekilip gözlerini kapayan çiçekler açılmış ve yaprakları
nı güneşe çevirmişti. Doğanı n gizi olan ışık çevreyi sarıyor
ve her şey onun gücüne teslim oluyordu.
İki Tanrı yolcusu çoğunlukla birbirinin ellerini sıkarak ve
sevinçli gülümsemelerle birbirinin yüzlerine bakarak sessizce
yollarına devam ediyordu. Uzun ve ıssız yollarda ışık ve sus
kunluğa karşın ağı r ve sıkıntı l ı bir hal vardı. Sanki ruhsuz ci
simler gibi her şeyin anlatım ve karakteri silinmiş, tekdüze bir
suskunluk her şeyi aynı kılığa bürümüştü. Parlak güneş ışı
ğ ı nda rengi soluk kalan unutulmuş birkaç fener gibi sabahı n
b u erken saatinde yolda tek tük rastladı kları solgun benizli
birkaç kişi bu sahne ve görünüme pek yabancı kalıyordu.
Daha kentin varoluşlarıyla bulundukları yer arası ndaki ev
leri geçmeden, görünüm değişmeye ve sessizlik yerine gürül
tü ve kalabalık kendini göstermeye başlam ı ştı. Tatur tukur
geçmekte olan arabaların sayısı gittikçe artm ış, görünümün
kasveti silinmiş, kalabalık ve devinimin, neşeli gürültüsü art
maya başlam ıştı. Sabah ın erken saatinde bir dükkanı n açık
olduğunu görmüşler, ama çok geçmeden zaten kapalı dük
kan bulunmadığı n ı anlamışlard ı . Bacalardan ağı r ağı r du
manlar yükseliyordu. İçeriye temiz hava atmak için evlerin
pencereleri açılmış; sokak kapı larının önündeki hizmetçi kız
lar süpürgelerinden başka her şeye bakarak tembelce vakit
geçiriyor; tozdan sakınan yolcuların üzerine toz bulutları yağ
dırıyor; ya da kasabadaki panayırlardan, bir saat sonra
dede ve torununun yolları üzerinde rastlayacakları tenteli ba
rakalardan ve yakışıklı köy delikanlı ları ndan bahseden süt
çüleri özlem le dinliyorlard ı .
B u bölgeyi geçince, Ticaret merkezine gelmişlerdi. Çevre
1 20
kalabalık ve al ışveriş yolundaydı . İ htiyar çevresine korkulu
ve kayg ı lı bakışlarla baktı. Buralardan çekiniyordu. Elini du
dağına götürdü ve torununu dolambaçlı dar yollardan geçire
rek yoluna devam etti ancak burayı geçince rahatladı . Ara
sıra arkasına bakıyor ve bu sokakların tehlikeli olduğunu, bu
ralardan kaçıp gitmek gerektiğini mırıldanı yordu.
Bu bölgeyi de geçince içinde kalabalı k ve yoksul insanları
barındı ran pencereleri kağ ıt parçaları ve paçavralarla yaman
mış, birkaç odaya bölünen döküntü kulübelerin bulunduğu
dağınık bölgeye gelmişlerdi. Dükkanlarda ancak yoksul hal
kı n alabileceği eşya vard ı . Satıcılar da, müşteri lerde birbirin
den yoksul insanlard ı . Buradaki halk son bir hamle yaparak
ellerindeki zavallı servetle geçinmeye çalışıyor, ama her
yerde olduğu gibi buraya da vergi memuru ve alacaklılar yeti
şiyor ve zoru nlukla güçsüz bir çekişmeye girişmelerine kar
şın; çaba ve dayançları boşa gidip teslimiyet ve rıza gösteren
diğer insanlar denli güçsüz ve düşkün görünüyordu.
Burası hayli geniş bir yerdi. Çünkü bu yoksul insanların
dağınık düşen, çevreye serpilmiş evleri millerce sürüyordu.
Ama biçimde bir değişiklik yoktu. Burada rutubetli ve çürüme
ye yüztutmuş evler, kiralı k kulübeler, yapılmakta ya da yarı
bı rakı lıp yıkılmaya yüzelmiş, . evler göze çarpıyordu. Burada,
kiraya verenlerin mi, yoksa kiracı ları n mı daha çok acı m aya
değdiği kestirilemeyen kira odaları vard ı . İyi besin alamayan
perişan kılıkl ı çocuklar sokakları doldurmuş, toz toprak içinde
yuvarlanıyorlard ı . Burada, sokak kapısı önünde ayakları nı
yere vurup gürültülü seslerle tehditler savurmalar, günlük ek
meklerini ve belki biraz da katık kazanmak için umutsuz bir
yüzle ve eskimiş giysileriyle işlerine giden babalar, presci ka
dı nlar, çamaş ı rcı kadınlar, ürünlerini oturma odalarına, mut
faklara, tavan aralarına değin seren ve bazan aynı çatı altın
da toplanan kundu racılgr, terziler, mumcular vardı. Burada
tuğla harmanları, eski fıçı parçalarıyla ya da yangından kur
tarılmış ya da aşı rı lm ış siyah ve yan ı k tahta parçalarıyla çev
rilmiş bahçeler, karmakarışık bir biçimde küme küme otlar,
ısırganlar, ve midye kabukları, Anglikan kilisesinden ayrılan
1 21
ve örnekleriyle dünyanın ezincini öğreten ufak kiliseler ve
gene fazla bir miktar parayla yaptırılarak cennetin yolunu
gösteren yeni yapı lmış ufak kiliseler göze çarpıyordu.
Bu yollar da gittikçe daralarak ancak bahçe ve bostan ke
narları nı çevreleyen dar geçitlere dayanıyordu. Bahçelerde,
eski kirişlerden ya da sandal parçalarından yapılmış, rengi,
çevresinde yetişen lahana sapları gibi belirsiz, tahta araları na
zehirli mantarların ve salyangozların tutunduğu barakalar
vard ı . Bunları ikişer ikişer dizilmiş, önlerinde ufak bahçeleri
bulunan basit kulübeler izliyordu. Bu kulübelerin önlerinde
köşeli ve kenarları şimşirle çevrilmiş çiçek tarlaları ve aras ı n
dan ancak bir insanı n geçebileceği dar iz bulunuyordu. Daha
i leride; yeşil ve beyaza yeni boyanmış, bir salonu ve çimenli
ği bulunan bir birahane, önündeki yalak başında atlı arabala
rın durduğu eski komşusuna küçümseyerek bakıyor; yer yer
tarlalar, büyük bahçeli, hatta içinde bahçıvan kulübesi bulu
nan binalar göze çarpıyordu. Daha sonra çitler, tarlalar, ağaç
lar, saman yığı nları ve bir tepe gözüküyordu. Bir tepenin üs
tüne çıkan bir yolcu, sis ve duman tabakası arasından
yükselen Saint Paul Katedralinin güneşli havalarda parı lda
yan kubbesini görebilir, tuğla ve harçları yapılm ış bina yığın
ları n ı gözüyle izleyerek kentin banliyölerine ve ayağı altı ndaki
tuğla harmanlarına değin gelir ve sonra Londra'dan uzakta
olduğunu duyumsayabilirdi.
İ htiyar ve -deyim yerindeyse- nereye g ittiklerini bilmeyen
küçük rehberi, böyle bir yerde bir tarlanın kenarında oturmuş
dinleniyorlard ı . Neli, küçük bir sepet içinde birkaç dilim ekmek
ve soğuk et almak düşünceliliğini göstermişti. İhtiyar ve toru
nu, alçak gönüllü bir kahvaltı ettiler.
Hepimiz için büyük bir neşe ve zevk kaynağı olan sabahı n
serin havası , kuşların cıvıltısı, dalgalanan çayırları n güzelliği,
koyu yeşil yapraklar, kır çiçekleri, havadaki binbir hoş koku
ve ses, özellikle, büyük ve kalabalık kentlerde kapalı ve yal
n ı z bir yaşam sürenler için daha fazla zevklidir, i htiyar ile toru
nuna bir yürek yeğnikliği gelmişti. Küçük Neli, sabahleyin
masum duas ı n ı her zamankinden daha büyük bir ciddilikle yi-
1 22
nelemişti. Ama bütün bu duygular karşısında dua bir kez
daha dudaklarına değin yükseldi. İhtiyar şapkasını çıkard ı .
Duayı unutmuştu. Ama duan ı n çok iyi olduğu nu söyleyerek
'Amin' dedi.
Evlerinde bir raf üstünde, tuhaf resimler taşıyan 'Haç Yo
lunda' adl ı bi r kitap üzerinde meraklı geceler geçirir; kitabı n
her sözcüğünün doğru olup olmadığını bu uzak ülkelerin ne
rede oldukların ı kendi kendine sorup durdu. Ayrıldıkları yere
bakınca kitabı n bir bölümü belleğinde canland ı .
« Dedeciğim; .. » dedi. «Burası asl ından daha g üzel, eğer
kitaptaki de böyleyse, bana öyle geliyor ki , biz ikimiz de iyi in
sanlarız ve bütün üzüntülerimizi bir daha görmemek üzere şu
çayırların üstünde bıraktık"
İhtiyar elini kente doğru çevirip sallayarak:
«Hayı r Neli ! . . » dedi. «Artık bir daha üzü ntü yüzü görmeye
ceğiz, hiçbir kimse bizi yolumuzdan döndüremeyecek. »
Neli sordu.
«Yoruldun mu, dede? Bu uzun yüzüyüşten sonra hastalık
duyumsam ıyorsun ya?»
«Artık buralardan ayrıldıktan sonra bir daha hastalı k nedir
bilmeyeceği m . Yolumuza devam edelim . Buralardan uzakla
şal ım. Daha uzaklara, daha uzaklara gidelim . Henüz oturup
dinlenecek değin yol almadık. Haydi yolumuza ! . . »
Tarlada berrak s u l u b i r havuz vard ı . Neli burada elini· yü
zünü yıkadı ve gene yola koyulmadan serinleyip ferahlad ı .
Dedesinin de böyle ferahlaması n ı isteyerek çayırı n kıyısı na
oturdu, eliyle su döktü ve giysiyle kurulad ı .
Dedesi:
«Ben kendi kendime bir şey yapamaz oldum, yavru m ! . . »
dedi. «Bir zamanlar kendi işimi kendim görürdüm . Beni bırak
ma Neli. Ben seni her ıaman sevdim. Seni de yitirecek olur
sam artık ölmeliyi m . "
İhtiyar, başını torununun omuzlarına yaslayarak acıklı
acıklı inildemişti Birkaç gün önce genç kız da dedesiyle birlik
te gözyaşları n ı tutamayarak ağlayabilirdi. Ama ihtiyarı nazik
ve sevecen sözcüklerle avutarak dedesinden ayrılmak dü-
1 23
şüncesine güldü ve onunla şakalaştı . İhtiyar suskunluk bula
rak küçük bi r çocuk gibi yeğnik bir sesle şarkı söylemeye
başladı ve sonra uykuya dald ı .
Uyandığı zaman di nlenmiş v e ferahlamıştı. Birlikte yolları
na devam ettiler. Yol pek eğlenceliydi. Çevrede çayırlar ve
tarlalar; tepelerinde masmavi bir gökyüzü vard ı . Bir tarla kuşu
şakrak sesiyle ötmekteydi. Hoş bir kokuyla yüklü havada ,u çu
şan arı lar çevreye uyku getiren vızı ltılar saçıyordu.
Artık kent dışına çıkım ışlard ı . Evler pek seyrelmiş hatta
birbirlerine millerce uzaklıkta konumlanm ışlard ı . Yollarında
aras ı ra, yer yer, zavallı kulübelere rastlıyorlard ı . Bunlardan
baz ı larının açık kapısı önünde birbirleriyle kapışan küçük ço
cukları sokağa çı kmaktan alıkoymak için bir sandalye ya da
alçak bir tahta perde bulunuyor, gene bazıları nın kapısı,
bütün aile bireyleri tarlada çalıştığ ı için, kapalı tutuluyordu. Bu
kulübecikler çoğunlukla bölgede bir köy bulu nduğuna işaret
ediyor ve köye daha yaklaştı kça bir arabacı dükkanına ya da
demirci ocağına rastlan ıyo rdu. Daha sonra işi yolunda bir çift
liğin avlusunda yatan tembel i nekler ve alçak bir duvarın ar
kası ndan yoldan geçen koşulu atlara bakıp özgürlüklerine
sahip olman ı n verdiği neşeyle sıçrayıp kaçan çiftlik atları gö
rülüyordu. Hantal ve battal domuzlar toprağ ı altüst ederek
hoşları na gidecek yiyecek arıyor ve ağı r ağ ı r çevrede dola
ş ı rken homurdanıp duruyor tavl ı güvercinler çatı ların çevre
sinde uçuşuyor, ya da saçaklarda kurumlanıyor, çalımlarında
daha zarif olan ördek ve kazlar havuzun çevresinde paytak
paytak geziniyor ya da suyun üstünde süzülüp yürüyordu.
Çiftliği geçince s ı rasıyla ufak bir han, ortahalli birahane ve
köy bakkalı ve Avukatı n ı n evlerine ve birahane sahibinin hiç
hoşlanmadığ ı köy papaz ı n ı n evine, sonra ağaçlar a
rası ndaki köy kilisesine, daha sonra birkaç kulübeye, kü mes
ve ağı l ı ve yolun kenarında sık sık derin ve tozlu eski kuyula
ra rastlam ışlard ı . Bundan sonra ortal ık çitlerle çevrilmiş tarla
larla dolu gene köy dışına çıkm ı ş bulunuyorlard ı .
O g ü n , bütün gün yürü müşler, geceyi bir köy kulübesinde
geçirmişlerdi. E rtesi sabah gene yola koyulmuşlar; önce yor- .
1 24
gun ve güçsüz bir halde görünm elerine karş ı n ; açı k havada
gene açılmış ve adı mları nı h ızlandı rmışlard ı .
S ı k s ı k durup dinleniyor, sabahtan beri ağızlarına pek az
bir şey girmiş olmasına karşın; kısa bir dinlenmeden sonra
gene yürüyüşe geçiyorlard ı . Akşamüstü, saat beşe doğru ,
köylü kulübelerine, rastlayınca· Neli hangisinde konaklamak,
ve biraz süt almak uygun olacağ ı n ı kestiremiyerek, her birini
ayrı ayrı arzu ve iştahla süzdü.
Bu kolay kolay kestirilecek bir şey değildi. Çünkü iyi kar
şı lanmayacağından çekinip korkuyordu. Kulübenin birinden
ağlayan bir çocuk sesi, diğerinden ağzı kalabalık bir kad ı n
sesi geliyordu. Birinde pek yoksul, diğerinde pek kalabal ı k
bir aile bulunuyordu. N eli, sonunda masa çevresinde topla
nan bir ailenin oturduğu kulübenin önünde durdu. Çünkü
içeride ocağı n yan ı nda, üstü yastıklı bir sandalyede, ihtiyar
bir adam oturuyordu. Neli, i htiyarın dedesinden hoşlanacağı
nı varsaym ıştı.
İçeride ihtiyar ile karısından başka üç sağlı kl ı , esmer
çocuk bulunuyordu. Neli iyi karş ı lanmış, çocukların en büyü
ğü hemen süt almaya g itmiş, ortanca kapının önüne iki san
dalye sürüklemiş, en küçükleri de annesinin eteğine sarılarak
parmakları n ı n arasından yabancıları süzmüştü.
İ htiyar köylü in,ce, düdük gibi bir sesle:
«Yolunuz açık olsun ! Uzağa mı gidiyorsunuz?,, diye
sordu.
Neli, dedesinin yerine yan ıtlad ı .
« Evet uzağa gidiyoruz."
« Londra'dan m ı geliyorsunuz?,,
« Evet!..»
İ htiyar köylü Londra'ya,. kaç kez gidip gelmişti. Son kez,
tam otuz iki yıl önce g itmfşti. İşittiğine göre, o zamandan beri
bu koca kentte birçok değişiklikler olmuştu. Kendisi de ne
değin değişmişti. Her ne denli, kendisi değin sağlam bünyeli
olmayan bazı tanıdıkları n ı n yüz yıl yaşad ıkları nı görmüşse
de, otuz iki yıl uzun bir zaman, seksen dörtte ilerlemiş bir
yaştı.
1 25
İ htiyar elindeki bastonu tuğla döşmeye vurarak: «Şu san
dalyeye oturu n ! » dedi ve kendisi de bir sandalyeye oturdu.
«Şu tabakadan piponuzu doldurun! Ben kendim pek kul
lanmaz oldum . Hem pahalandı , hem de geceleri beni uyandı
rıyor. Siz bana göre daha çocuk sayılırsın ız. Oğlum sağ ol
sayd ı , size denk olurdu. Ama askere yazıld ı . Geri döndü
ama, bacağ ı n ı n birini yitirdi. Bize, çocukken üzeri ne tırman
dığı kum saatinin yanına gömülmek istediğini söylerdi. Arzu
sunu yerine getirdik; işte siz de görüyorsunuz. Şu çayı rı o za
mandan beri bakımlı tutuyoruz.
İ htiyar baş ı n ı salladı ve gözleri yaşaran kızına baktı. Onun
üzgün olduğunu görünce, bu konuyu artık kapadığını, sözle
riyle hiç kimseyi üzmek istemediğini, eğer bir üzüntüye
neden olduysa bağışlanmas ı n ı rica etti .
Süt gelince, Neli sepetini açıp içindekilerin en iyi yerlerini
dedesine sundu. Birlikte iştahlı bir yemek yediler! Odanı n mo
bilyası pek basitti. Birkaç adi sandalye, bir masa, köşede bir
dolap içinde kab kacak ve bir sini, mavi güneş şemsiyeli, kır
mızı giysili bir kadı n resmini taşıyan bir tepsi, duvarlarda ve
ocağ ı n üzerinde İ ncil'den alınmış satırları içeren yazılar, eski
bir ütü, dededen kalma bir saat, bir iki tava ve çaydanlık
bütün eşyayı oluşturuyordu. Ama her şey yerli yerinde ve te
mizdi. Neli çevresine bakı nca uzun zamandı r uzak kaldığı
bir rahatlı k ve huzur havası içinde olduğunu duyumsad ı .
«En yakı n kasabaya buradan çok uzak m ıyız?., diye
sordu.
«Şöyle böyle beş mil, yavrum ! Bu gece kalacak değil misi
niz?.,
Dede, tezden söze karıştı ve torununu işaret etti :
« Evet, evet! Yolumuza devam edeceğiz; hatta gece yarısı
na değin yüreyeceğiz! .. »
Neıı,· dedesinin huzursuz tezcanlı lığı na boyun eğerek:
«Yolumuza devam etmemiz gerek! Çok teşekkür ederiz.
Ama kalamaycağız. Ben hazırım, dede! » dedi.
İ htiyar köylünün karısı, genç kızın küçük ayağının yürü
mekten şişip nasır bağladığını görünce, bir kad ı n ve anne
1 26
sevgisiyle ayağı n ı yıkayıp bir parça merhem koymadan yola
çıkmalarına razı olmamıştı. İş ve güçten ellerinin sertleşmiş
olmasına karş ı n ; i htiyar kadın bu işi o değin büyük bir sevgiy
le görmüştü ki, genç kızın gönül borcu duygularıyla taşan yü
reği kulübed�n hayli uzaklaşıncaya değin söz söylemesine
ve kadına teşekkür etmesine engel oldu.
Neli başını çevirip geriye bakı nca, bütün aile bireylerinin
kulübenin önüne çı kıp kendilerine baktı klarını gördü. Ve böy
lece dede i le toru nu el sallamalar, baş eğmeler ve gözyaşları
arası nda ayrıld ı lar. ..
Daha yavaş ve yorg u n bir halde bir mil değein daha yürü
dükten sonra, arkalarından bir tekerlek sesi işitmişler ve baş
ları n ı çevirince boş bir arabanı n h ızla kendilerine doğru gel
mekte olduğunu görmüşlerdi. Arabacı yanları n a gelince atı
durdurup içtenlikle Nell'e baktı ve:
« Siz gerideki kulübede durup dinlemiştiniz değil mi?»
diye sordu.
Neli:
« Evet!» dedi.
« Bana haber verdiler. Ben de o yana gidiyorum, atlayı n
·
içeri ! . . »
B u büyük bir yard ı mdı. Çünkü yürümeye güçleri kalma
m ı ştı. Bu nedenle sars ı ntıl ı araba onlara lüks bir fayton ve bu
yolculuk pek tatlı bir gezi gibi gelmişti. Neli, arabanı n köşesin
deki saman yığ ı n ı üzerine oturur oturmaz o gün ilk kez ola-
·
XVI
1 27
yoğunlukta yadığı gibi, batan güneşin solgun ışı nları da ölü
leri n mezarları üzerine düşüyor, ertesi gün gene doğacağı n ı
vadederek onlara umut veriyordu. Eski , kül rengi kilisenin
duvar ve kapısının çevresini sarmaşık sarm ıştı . Mezarlara
yaklaşmayarak, altı nda yoksul ve alçak gönü llü insanları n
dinlendiği toprakları n çevresinde onlara yaşamalarında ilk
kez kazandıkları çelenkler ören sarmaşıklar, mermerlere ve
taşlara kazılan çiçeklerden daha ömürlü ve taze çelenkler
oluşturuyor, ancak yas tutan geride kalanlara bilinen saklı
kalmış erdemlerin destanı n ı naklediyordu.
Papaz ı n atı boğuk ve donuk bir sesle m ezarlar üzerindeki
yeşillikte tökezleyerek sözleri onaylıyordu. Beri yanda, boş bir
ağı lda kulaklarını dikelten sıska bir eşek de yetkisiz ve izin
siz olmasına karşın, ayn ı yorumda bulunuyor ve aç gözlerle
sofu komşusuna bakıyordu.
İhtiyar dede ile torunu çakıl döşeli yolu tergeyerek mezar
lar arası ndaki açı klıkta durdular. Çünkü yumuşak toprak
ayakları na daha rahat geliyordu. Kiliseye dönünce, sesler
işitmişler ve biraz daha i lerleyince bu seslerin sahipleriyle
karşı karşıya gelmişlerdi.
Bunlar çayır üzerinde rahatça oturan iki kişiydiler. İşleri
ne öyle dalmış görünüyorlardı ki; önce bu katılmanın ayı rdı
na bile varmadılar. Kulaklarından, bunları n gezici kuklacı lar
oldukları nı anlamak zor bir şey değildi . Zira arkalarındaki bir
mezar taşının üstüne çıkıp bacaklarını sallandıran sivri çene
li, çengel burunlu bir kukla vard ı . Olası ki Punch'in kalender
tavrı , şimdiye değin bu denli ustalık ve beceriyle canlandırıl
mamışt ı r. Çünkü mezar taş ı n ı n üzerindeki rahatsız konu
muna gevşek, zayıf ve biçimsiz bedenine, incecik bacakları
üzerinde dengesiz duran koca, uzun külahı n ı n onu her an
aşağı yuvarlamak tehlikesine karş ı n ; yüzün-deki değişmez
gülümsemeyi saklıyordu.
Dramda rolü olanlardan bir kısmı bu iki kişinin yan ı nda
yere serilmiş bir kısm ı da uzunca bir sandığın içine yerleştiril
mişti . Kahramanı n karısı, çocuğu, oyunca at, doktor düşün
celerini tek bir sözcüğü üç kez yinelemekle anlatan yabancı,
1 28
Nuh deyip peygamber demeyen köktenci komşu, cellat şey
tan hep kukla sandığ ı n ı n içindeydi. Kuklacılar, görünüşte,
buraya gerekli onarı mı yapmak için gelmişlerdi . Çünkü bun
lardan biri, bir sehpayı onarmaya diğeri de bir kavga s ı rası n
da dayak yiyip takma saçı başından düşen köktenci komşu
nun saçları nı bir çekiç ve küçük çivilerle yeniden takmaya
çalışıyordu. İ htiyar dede ile torunu yaklaşınca, gözlerin i kal
dırmış ve işlerini bı rakarak onları kuşkuyla süzmüşlerdi. Asıl
kuklayı oynatan olduğunda kuşku edilmeyecek olan gülen
yüzlü, zeki başl ı , kırmızı burunlu, kısa boylu adam Punch ' ı n
karaterini ne değin benimsemiş görünüyordu. Oyunda para
toplayan diğer kişi -görevi gereği olacak- pek dikkatli ve ön
lemli görünüyordu.
Güleryüzlü adam bir baş işaretiyle yabancı ları selamlad ı
v e ihtiyarın gözleri ne bakınca onun kuklayı sahne dışında ilk
Kez gördüğünü anlad ı . Asıl Punch rolündeki uzun külahlı
adam külah ı n ı n ucuyla bir mezar taşının kitabesine işaret
ederek kahkahalarla gülmekteydi.
İ htiyar onların yan ına oturarak büyük bir zevkle kuklq.lara
baktı ve:
« Bu nlarla niçin burada uğraşıyorsunuz?» diye sordu.
Kısa boylu adam :
« Ha, niçin mi? . . » dedi. «Bu akşam şu ilerideki handa kala
cağız. Bizim onarı mla uğraştığı m ız ı görmeleri işimize gel
mez.»
İ htiyar, Nell'i dürterek sordu:
« Görseler ne çıkar?»
Kısa boylu adam yanıt verdi:
«Bu bütün heves ve ilgiyi kı rar. Eğer başsavcı , tanıdığınız
olsa ve onu perukasız görecek olsanız önem verir misiniz?
Kuşkusuz vermezsiniz, değil mi?»
İ htiyar, kuklalardan birine dokunup gevrek bir kahkahayla
elini çekti ve:
« Doğru . . . » dedi. «Bu akşam oyun var mı?»
Kuklacı :
« Niyetimiz öyle!.. Ve eğer yan ılm ıyorsam Tommy Cad'lin
1 29
Antikacı Dükka n ı / F: 9
bu anda sizin karışmanızla kaç para yitirdiğimizi hesaplı
yor! . . » yanıtında bulundu.
Kısa boylu adam, bu son sözcüklere bir de göz kırpması
eklerken dede ile torununun değerlerini biçmiş oluyordu.
Ters huylu ve homurdanıcı bi_r insan olan Codlin, Punch' ı
mezar taş ı n ı n üzerinden kutunun içine yerleştirerek:
«Önemi yok, ama sen çok tasasız bir adamsın. Sen de
benim gibi perdenin önünde durup halkı n yüzünü incelesey
din insanları daha iyi anlard ın . "
Arkadaşı yanıt verdi :
«Bu iş seni çok değiştirdi Tommy! Panayırlarda hayalet
rolü oynarken sen ruhtan başka her şeye inan ı rdın. Ama
şimdi hiçbir şeye inan ı n kalmamış. Senin gibi değişen bir in
sana ben yaşamımda rastlamadı n . »
Codlin'in halinden memnun olmayan b i r filozof tutumuyla:
«Zararı yok... » dedi. « Ben şimdi her şeyi daha iyi anlıyo
rum, ve belki de buna pişman ı m ! »
Kutunun içindeki kuklaları , onları bilip tanıyan v e hatta on
lardan nefret eden, bir insan gibi evirip, çevirdikten sonra,
Codlin bir tanesini çıkarıp arkadaşına gösterdi:
«Şuna bak! Giysileri parça parça olmuş, iğne, iplik var
m ı ?» diye sordu.
Kısa boylu adam kuklalardan belli başl ı bir aktörün bu
acıklı haline bakarak baş ı n ı salladı ve sonra onu tasal ı tasal ı
kaşıd ı . Neli, onların b u zor durumunu takdir ederek:
«Sepetimde iğne de var, iplik de var. İ sterseniz dikivere
yim. San ı rsam sizden iyi de yaparı m.» dedi..
Codlin'in bile bu düşünceli öneriye bir diyeceği yoktu. Böy
lece Neli kutunun yanı nda diz çökerek iğne ipliği eline almış
ve işini çok iyi görmüştü.
Neli, elindeki işle uğraşırken kısa boylu adam onu ilgiyle
süzmüş ve bu ilgisi zavallı i htiyar dedesine baktığı zaman bir
kat daha artm ıştı. Neli, işini bitirince kuklacı teşekkür edip
nereye gittiklerini sordu. Kızcağız dedesine bakıp:
«Sanırım bu akşam daha ileri gidecek değiliz!» dedi.
« Bu akşam burada kalacaksanız bizim gideceğimiz yerde
1 30
kal ın. İşte şu alçak beyaz bina! Pek de ucuzdur.»
Yeni tanıştığı bu adam kalacak olsa, ihtiyar da bütün yor
gunluğuna karşın, geceyi kilisenin avlusu nda geçirecekti.
Ama öneriyi hemen ve severek kabul edi nce hep birlikte kal
kıp yürüdü ler. İ htiyar büyük bir ilgiyle kukla sandığının ya
n ı nda yürümekteydi. Kısa boylu, şen adam, sand ığı bir kayı
şa bağlayarak omuzuna atmış, Neli de dedesinin elini
tutmuştu .
Codlin yavaş yavaş ve salına sal ı na arkadan geliyor ve
çevresine bakınarak oyun için elverişli bir yer arıyordu.
Han, yeni konukları kabulde duraksamayan ve Nell'in gü
zelliğini öven bir karı koca tarafından işletilmekteydi.
Sofrada iki kuklacı olan başka kimse olmaması. Nell'i çok
sevindirmişti. Hancı kadın, dede ile torununun Londra'dan
yürüyerek geldiğini öğrenince şaşırm ış; gidecekleri yeri de
öğrenmek merakına düşmüştü . Neli, kad ı ncağızın soruları na
fazla zorluk çekmeden kaçamak yanıtlar bulmuş ve genç
kız ı n üzüldüğünü anlayan kad ın, uzun boylu soru sormaktan
vazgeçmişti.
Han sahibi , Nell'i salona alarak:
«Bu iki kişi akşam yemeği ısmarladı lar. Bir saate değin
haz ı r olur, siz de birlikte yersiniz. O zamana değin boğazına
bir iki yudum bir şey gidecek olursa fena olmaz. Uzun bir yor
gunluktan sonra yararı vard ı r. Hiç dedeni bekleme. Nasıl
olsa ona da içecek bir şey buluruz . . . ,, dedi.
Ama Neli, dedesi başlamadan hiçbir şeye elini sürmek is
temediğinden, kadı ncağız önce ihtiyar dedeye hizmet etmek
zorunda kalm ıştı . İçkilerini bitirince kendilerine gelen konuklar
hep birlikte, eski boş bir ahırda kurulan kukla tezgahı n ı n oldu
ğu yere geçtiler. Tavana, bir iple salland ı rılan bir çembere
geçirilmiş mumlar burayı aydı nlatmaktayd ı . İşte kukla burada
oynatılacaktı.
Thomas Codlin bütün soluğuyla avurtları n ı şişirip borusu
nu örttürdükten sonra, kareli bir basma parçası arkası na, ası l
kuklayı oynatan adam ı n yanı nda, yerini olarak ellerini cebine
soktu ve Punch' ı n her düşünce ve görüşüne yanıt vermeye
1 31
haz ı rland ı . Sözde en içten dostu s ıfatıyla her hususta kendi
sine güven beslediğine onun gece ve gündüzünün hep böyle
eğlence içinde geçtiğine, her yerde ve zamanda tıpkı seyirci
lerin gördüğü gibi, hep aynı zeki ve alaycı kişi olduğuna i liş
kin sözler söylemeye başlad ı . Codlin bütün bu sözleri işin
en kötü yanını düşünen ve onu uysallıkla karşılayan bir insan
tutum uyla söylemiş; gözlerini zarif ve nükteli yanıtlardan
sonra dinleyenlere çevirerek onlar üzerinde uyandırdığı izle
nimi gözlemeye dalmış ve özellikle akşam yemeği içi n önemli
sonuçlar doğu racak olan bu nüktelerini, han sahibi karı
koca üzerindeki etkisini anlamaya çalışmıştı.
Oysa, bu hususta kayg ılanmaya hiçbir neden yoktu. Zira
oyun hazır bulunanları çokça sevindirmiş ve coşkuyla alkış
lanmıştı. Toplanan paranın bolluğu sevincin derecesine ayrı
bir kanıt oluşturuyor; yükselen kahkahalar arasında en sü
reklisi ihtiyara i lişkin bulunuyordu. Nell'in hiç sesi duyulmu
yordu. Çünkü çaresiz kızcağ ız ı n başı omuzuna düşmüş uyu
yakalmıştı. Hatta o değin derin bir uykuya dalm ıştı ki ihtiyarın
onu kendi neşesine katı lmak hususu ndaki çabaları boşa çık
m ıştı .
Akşam yemeği çok iyiydi, ama zavallı Nell'in yiyecek hali
yoktu . Gene de dedesi yatağına çekilmeden ondan ayrılmak
istemiyordu. İhtiyar dalg ı n ve hayran bir bakışla oturup yeni
dostların ı dinlerken torununun gösterdiği bu sevecenlik ve il
giye bahtiyarca ilgisiz kalmı ştı. Ancak kuklacılar esneyerek
odalarına çekildikten son ra, ihtiyarda torununun arkası ndan
yukarıya çıktı .
Dinlenmeye çekildikleri bu oda, ikiye bölünmüş bir çatı
arası olmasına karşı n ; onu umdukları ndan daha rahat bul
muşlard ı . Ama ihtiyar yatağı n a girince meraklanıp tasalanoık
ça Nell'in eskisi gibi, yatağ ı ucuna gelerek oturmas ı n ı rica
etti . Neli dedesinin bu arzusunu yerine getirerek o uyuyunca
ya değin yan ı ndan ayrı lmad ı . Kendi yanında duvarda küçük
bir pencere vard ı . Dedesinin yanında, ayrı l ı p pencereyi
açı nca, karşı laştığı susku nluk onu hayran etm işti. Eski kilise
ve m azarlığın ay ışığındaki görünümü, kendi aralarında fısıl-
1 32
daşan ağaçlar onu bir kat daha düşünceye yöneltmişti. Pen
cereyi kapatıp yatağ ı na oturdu. Ve önlerin de açılan yaşamı
kapsam ıyla düşünmeye koyuldu.
Pek az bir paraları kalmıştı ; o da tükenince dilenmekten
başka çare kalmıyordu. Kalan para arasında bir de altın
sikke bulunuyordu. Ama bu para ölüm dirim akçasıydı. Bunu
her halde saklamak, en kara günleri için saklamak gerekti.
Neli kararı n ı verince, parayı giysisine dikip yüreğinde bir
avuç kıvılcı m ıyla yatağına çekildi ve derin ve uykuya daldı .
XVll
1 33
çabuk kuşların alçalıp yükselen, gene kesilip başlayan bu
şamataya katıldıkları görülüyordu, kargalara bu yaygaraları
sırasında sürü halinde öteye beriye süzülüp uçuyor, yeniden
dallara konuyor, durmadan yer değişti riyor ve sanki şimdi
aşağ ıda çayırları n altında yatan, yaşamları n ı yok yere çaba
larla sarfeden, insanları n huzursuzlukları n ı sembolize ediyor
du.
Başını sık sık kaldırıp bu seslerin geldiği ağaçlara çeviren
Neli, sanki bu sesler · olmasa mezarlığın suskun olduğuna
zarar gelecekmiş duygusuyla, mezardan mezara dolaşıp
durdu . Bir, yeşil bir tepeciğin kenarı nda yetişen bir çalıyı
özenli ellerle düzeltip yerleşti rmek; bir, kilisenin kafesli alçak
pencereleri nden içerideki rahleler üzeri ndeki kurt yemiş kitap
ları , mahfellerin kenarı ndaki çürüyüp rengi kaçan yeşil çuha
ları seyretmek için durakl ıyordu.
Kilisenin içinde ancak i htiyar ve yoksul insanları n oturduğu
eski ve sararm ış sandalyeler, kutsama teknesi, önünde diz
çökülen mihrap, serin ve gölgeli kiliseye son ziyaretlerini ya
panları n ağı rlığını taşıyan musalla hep eskiyip aşı n m ıştı .
Hatta kapının önündeki çan ipi bile kul lan ıla kullanıla saçak
saçak olmuştu.
Elli beş yıl önce yirmi üç yaşında ölen gene bir adamı n sı
radan taşına bakarken sendeleyerek yaklaşan bir kad ı n ı n
ayak seslerini işitip başını çevirdi. İ htiyarlıktan beli bükülen bu
kad ı n , ayn ı mezartaşına doğru sarsıla yıkıla ilerleyip kitabeyi
okumasını Nell'den rica etti. Yazıyı okuyunca kadı ncağız
Nell'e teşekkür etti ve uzun yıllar ayn ı yazıyı okuya okuya ez
berlediğini ama artık bu yazgıyı seçemediğini ekledi .
Neli sordu:
«Siz onun annesi misiniz?»
« Hayı r, yavrum ! Ben onun karısıyım . .. »
Karısı . . . Öyle ya; öleli elli beş yıl olmuş.»
İhtiyar kadın başını sallayarak:
«Şaşıyo rsun değil mi, yavrum ? Şimdiye değin senden çok
yaşlı insanlar da hep şaşt ı . Evet, ben onun karısıyı m. Ölüm
bizi ayı ramad ı . » dedi.
1 34
« Buraya sık sık geliyor musunuz?,,
«Yazın gelip çoğunlukla burada otururu m . Bir zamanlar
buraya gelip ağlar, feryat ederdim . Ama çok şükür artık bun
lar geçti. Şimdi gelip burada papatya topluyorum . Hiçbi r çiçek
buradaki papatyalar gibi beni sevindirmez. Elli beş yı ldan
başka bir çiçek yüzüne bakamad ı m . Uzun bir zaman değil
mi? Artık ben ihtiyar bir kad ı n ı m . »
Bundan sonra ihtiyar kadının çenesi düşüp kocası ölünce
nasıl ağlayıp, dövündüğünü, nas ı l Tanrıdan ölüm beklediği ni,
bu kez gene yüreği nde keder ve sevgi dolu olduğu hale geldi
ği zaman nas ı l Tanrıdan yüreğinin durmas ı n ı dilediğini anlat
tı. Ama o zamanlar geçmişti . Her ne değin bir süre için bura
ya her gelişinde üzgün olmuşsa da buna dayanabilmiş ve
artık bu ziyaretler onun içi n bir acı olmaktan çıkmış; pek iyi
öğrendiği bir görev ve zevk halini almışt ı . Aradan elli beş yıl
geçince, ihtiyar kadı n ölü adamdan şimdi sanki anne ya d a
nine sıfatıyla bahsediyor, o n u n gençliğini kendi i htiyarl ığından
doğan bir tür sevgiyle dile getiriyor, onun gençlik ve güzelliği
ni kendi güçsüz ve dayanıksız ihtiyarlığıyla karşı laştı rarak
övünüyordu. Bununla birlikte ondan karısı sıfatıyla da bahse
diyor, birlikte ya evlilik yaşamları n ı özlemle anıyor, kocası
sanki dün ölmüş gibi, bir başka dünyada buluşacaklarını kay
deden güzel bir kızın mutluluğunu düşünüyordu.
Neli, ihtiyar kadını mezarın üstünde yetişen çiçekleri topla
maya tergeyerek düşünceli onun yanı ndan ayrıldı .
İhtiyar dede kalkıp giyinmişti . Codlin, i l m i yaşamanın acı
gereçekleriyle uğraş ı r bir halde, bir gece önceki oyundan
kalan mum parçalar ı n ı bir beze sarıyordu. Arkadaşı bir gece
önceki oyunda kendisini görüp takdir edenlerin övgülerini
kabul edip kahvaltı sofrasına oturduğu zaman herkes toplan
m ıştı .
Kısa boylu adam sofrada, Nell'e sord u :
« Bugün yoluculuk nereye?»
Neli yanıt verdi:
« Henüz hiçbir karar vermedik. Nereye gideceğimizi doğru
su bilmiyoru m . »
1 35
« Biz yarışlara gidiyoruz. Eğer yolumuza yanaysa ve bizim
arkadaşlığım ızdan memnun kalı rsanız birlikte gideriz. Eğer
yalnız ka�mak istiyorsanız ona sözüm yok. Sizi rahatsız
etmek istemeyiz! ,,
Bu arada ihtiyar söze karıştı :
« Biz de birlikte g ideceğiz değil mi, Neli?» dedi.
Neli bir an düşündü ve kısa bir zaman sonra dilenmek ge
rektiği için, yarış alanı gibi, ancak zevk ve eğlence için gelen
zengin erkek ve kadı nların toplanacağı varsayarak kuklacı la
ra katılmaya karar verdi. Kısa boylu adama bu öneri için te
şekkür ettikten sonra, ürkek ü rkek arkadaşına bakıp bir mah
zur olup olmadığını sordu.
Kısa boylu adam arkası na dönerek:
« Mahzur mu? Ne mahzuru olacak! Haydi Tommy bir kez
nezaket göster de sen de onları davet et! » dedi.
İ nsanlardan nefret edenler ve filozoflar arası nda rastlan ı l-
dığı gibi oburcasına atıştırıp ağı r ağı r konuşan Codlin :
«Trotter;s ! » dedi. « Sen pek uysal b i r insans ı n ! »
Diğeri yan ıt verdi:
« Bir mahzur var mı?»
« Belki bir mahzur yok; ama ilke bakı m ı ndan tehlikeli! Sen
pek uysalsın dedim ya!..»
«Bizimle birlikte gelsinler mi, gelmesinler mi?» sen onu
söyle ! »
«Gelsinler; gelsinler ama h e r şeyin b i r yolu var.»
Kısa boylu adamı n ası l adı Harris'di. Ama bu ad yavaş
yavaş uyumunu değiştirip Trotters biçimini almış ve bacakla
rının kısalığı yüzünden kendisine 'Short' lakabı verilmişti.
Short Trotters uzun bir ad olduğundan ve konuşurken de dile
uzun geldiğinden yakın arkadaşları ona ya Short ya da Trot
ters diye hitab ediyorlar; ancak pek ayrıksın hallerde tam
adıyla Short Trotters diyorlard ı .
Short - y a da okurun isteğini göre Trotters- arkadaşı Tho
mas Codlin'in sitem ve hoşnutsuzluğunu giderecek şakacı bir
yan ıt vererek büyük bir zevk ve iştah ile soğuk et, çay, tere
yağ ı ve ekmeğini yemeye koyuldu ve arkadaşlarına da iştah-
1 36
lar diledi . Codlin'i davete hiç gerek yoktu ; çünkü yiyebileceği
değin yedikten sonra birasını da sessizce içmeye başlamış
ve hiç kimseyi de davet etmemişti .
Kahvaltı bittikten sonra, Codlin hesap istedi ve birayı ortak
hesaba geçirdikten sonra toplam ı ikiye böldü. Hesabı n yarısı
n ı kendisiyle arkadaş ı na ve yarısını da dedesiyle Nell'e ayır
dı. Bu iş de bitip ayrı lmaları için her şey tamamlandıktan
sonra han sahibine veda edip yola çıktılar.
Yolda Codlin'in toplum içindeki sahte konumu ve bunu
kendi yaralı ruhu üzerindeki etkisi pek açı k bir biçimde görü
lüyordu; çünkü bir gece önce Punch tarafı ndan 'üstat' diye hi
tabedilmesine ve seyirciler üzerinde bıraktıkları izlenime göre
bu işi tek kendi zevki için yapar görünmesine karşı n, şimdi
kuklanı n kahraman ı Punch s ıcak bir günde ve tozlu bir yolda
omuzları üstünde taşıyordu. Punch sonsuz nükteler savurup
şaklağını dost ve hısımlarına i ndireceği yerde bütün nitelikle
rini yitererek süklüm püklüm bir kutunun içine büzülmüş, ba
cakları n ı boynunun çevresine dolam ıştı ! . .
Codlin zor zahm et yürüyüşüne devam ediyor, arada bir
Short'la bir i ki sözcük konuşuyo r ve homurdanarak dinlenmek
için mola veriyordu. Short yassı bir kutu; bir bohça içindeki ki
şisel eşyası ve omuzuna astığı bir boruyla bir yanı nda Neli,
bir yan ı nda ihtiyar dedesi önde yürüyor, Codlin arkadan geli
yordu.
Bir kasabaya, bir köye, hatta gösterişli bir eve girdikleri
zaman, Codlin kuklacılara özgü, neşeli bir uyumla borusunu
öttürüyor ve bir şarkı söylüyordu. Halk pencerelere üşüşünce
Codlin tezden tezgahı kuruyor ve Short'u perdenin arkasına
geçirerek bir hava çalmaya başl ıyordu. Sonra olabilen h ızla
oyun başlıyor, toplanacak paranın miktarına göre oyunun
uzunluğunu takdir e1Jnek sorumluluğu da Codlin'in üzerinde
bulunuyordu. Son m etelik toplandıktan sonra, sand ı k yerleşti
riliyor ve gene yolları na devam ediyorlardı .
Bazan para i l e geçilen yol ve köprülerin karşısı nda kukla
ların ı oynatıyorlard ı . Hatta bir kez turnikenin başı nda, içip sar
hoş olan memurun isteği üzerine, bir oyun oynamışlar ve
1 37
oyunu tek baş ı na seyreden, bu adamdan bir şilin almışlard ı .
Oysa küçük a m a zengin b i r kasabada bütün umutları boşa
çıkm ı ştı. Çünkü oyunda kuklalardan birinin yakası çevresin
deki dantela muhtarın kılığına çok benzediğinden ve tıpkı
onun gibi her şeye burnunu sokan cahilin biri olduğundan ka
saba amirleri bunu bir hakaret saym ışlar ve hemen uzaklaştı
rılmışlard ı . Buna karş ı n genellikle her yerde iyi kabul görmüş
lerdi. Ve ayrı l ı rken her zaman arkaları ndan koşup bağrışan
kasaba çocukları eksik olmam ı ştı .
Bütün bunlara karşı n o gün bir hayli yol yürü müşler ve ay
ışığı ortalığı ayd ı nlatı rken gene yolları na devam etmişlerdi.
Short şarkılar ve soytarı lı klarla vaktin geçmesine yard ı m
etmiş ve h e r şeyi neşeyle karş ı lam ıştı. Codlin'de kendine de,
dünyanı n ikiyüzlülüklerine de lanet ederek sırtındaki yükle bir
kat daha kedere kapı larak, apar topar yol yürümüştü.
Bir dörtyol ağzı nda, yol gösteren levhalardan birinin altın
da durup dinlendikleri ve Codlin'in sahnenin içinde hiçbir kim
senin göremeyeceği bir biçimde oturup bütün insanları hoş
gördüğü bir s ı rada, geldikleri yoldan, iki d ev gölgesinin
kendileri ne doğru ilerlediği görülmüştü ! Neli, önce ağaçların
altı nda dev adı mlarıyla i lerleyen bı.i i nce uzun gölgelerden
pek korkmuştu. Short korkacak bir şey olmadığını söyleyerek
borusunu çalı nca neşeli bi r ses yanıt vermişti.
Short yüksek sesle bağ ı rd ı :
«Grinder kumpanyası değil mi?»
İ ki keskin ses duyuldu:
« Evet!»
«Gelin bakalım, sizi bir göreli m . Sizi tanı m amak olası
mı?»
«Gri nder kumpanyası bu davet üzerine artan bir hızla kuk
lacıların yan ı na yaklaşt ı . G ri nder'in kumpayası pek uzun sı
rıklar üzerinde yürüyen genç bir e rkek bir kadınla, yürürken ,
kendi ayakların ı kullanan v e s ı rtında b i r davul taşıyan G rin
der'le s ı n ı rlıyd ı . Gençlerin kı l ı ğ ı Highland biçimi ndeydi, ama
gece soğuk ve rutubetli olduğundan etekliği üzerine topukları
n a değin i nen bir pardesü geçirmiş, baş ı n a da parlak renkli
1 38
bi r şapka takmıştı. Genç kadı n da önü yırtmaçlı bir giysi giy
miş başına da bir atkı dolam ıştı . Başları nda ki iskoç şapkala
sı siyah tüylerle süslenmişti . Gri nder de bavulu taşıyordu.
Grinder soluk soluğa yaklaşarak:
«Anlaşıldı, yarış alanına gidiyorsunuz! ,, dedi . «Biz de
oraya gidiyoruz. Nasılsın bakalım Short? .. "
İki adam dostça el sı kıştı lar. İki genç bu biçimde selamlaş
ma için çok yüksekte bulunduklarından, kendilerine göre
selam verdiler. Genç adam sağ koltuk değneğini kaldırarak.
Short'u omuzundan okşad ı , genç kad ında tefini şakı rdatt ı .
Short değnekleri işaret ederek:
«Pravo ! Öyle mi?» dedi.
Grinder:
« Hayı r, ,, dedi. « Bu nları ya taşı m ak ya da takıp öyle yürü
mek gerek. Onlar takıp yürümeyi yeğliyorlar. Görünüşü de il
ginç! Siz hangi yandan gideceksiniz? Biz kestirmeden gide
ceğiz.,,
« Biz uzun yoldan giderek bir iki mil ötede geceyi geçirmek
istiyorduk. Ama bugün kazanı lan üç dört milin yarı na yararı
vardır. Onun için biz de sizin gibi yapsak fena olmaz.,,
Grinder sordu :
«Ortağı n nerede?,,
Thomas Codlin baş ı n ı sahneden çı kararak:
« İşte burada!» dedi. «Şu bizim ortağı yola, çıkmadan diri
diri kazana atacağ ı m geliyor.»
Short yanıt verdi:
«Şu eğlence sahnesinden böyle acı sözler söyleme
Tom my ! İ nsan öfkelense bile arkadaşlarına saygı göstermeli
dir."
Codlin, elini tezgahın yanına vurarak:
« Ben acı tatlı anlamam ! » dedi. « Ben bu akşam bir buçuk
milden fazla yürüyemem. 'Sand boys' pansiyonu ndan başka
bi r yerde kalacak değilim. Eğer gelmek istiyorsan sen de ge
lirsin. Yok eğer kendi kendine gitmek istiyorsan o başka; ama ·
1 39
ve tezgah ı n ı sırtına yüklenerek dikkate değer bir çeviklikle
yola koyuldu.
Bu durumda, artık fazla tartışmaya gerek olmadığı ndan
Short; Gri nder i le çömezleri nden ayrı lıp asık yüzlü arkadaşını
izlemek zorunda kaldı . Böylece yol gösteren levhanın altı nda
bir iki dakika oyalanıp koltuk değnekleri üzerinde, ay ışığı al
t ı nda uzaklaşan iki gence ve omuzunda davul u ile onları izle
yen G ri nder'e bakıp borusuyla bir veda havası çald ıktan
sonra Short tez çaba Codlini izlemeye koyuldu.
O gece için yolculukları sona erdiğinden bahisle Nell'e
neşe öğütleyerek elinden tutan ve ihtiyar dedesini de avutma
ya çalışan Short, şimdi hava kararmaya başlayıp yağmur teh
likesi baş gösterdiğinden, bu yolculuktan daha az hoşnut bir
tutumla onları h edeflerine doğru sürüklemekteydi .
XVlll
1 40
«Şimdilik öyle. " dedi. «Ama akşama değin müşterilerin ar
tacağını umuyordum. Çocuklar, şu kukla takı m ı n ı samanlığa
götürü n ! Yağmurda durma tom ! İçeri gir! Hava yağmurlayı nca
mutfakta ateş yaktırd ı m . Pek de keyifli yan ıyor. »
Codlin bu sözleri memnunlukla dinleyerek mutfağa giri nce
han sahibini n yaptığı hazırlıkları boş yere övmediğini öğrendi .
Ocakta gür bi r ateş harıl harıl yan ıyor, tatlı bir çıtırdı bacaya
yükseliyor, ocak üzerinde kaynayan bir tencerenin fıkırtı ları
da buna karış ıyordu.
Han sahibi ateşi karışt ı rıp alevleri canland ı rdığı zaman
odayı kızıl bir renk sarmış, tencerenin kapağı n ı kald ırınca or
talığa güzel bir koku yayılm ışt ı . Tencerenin fıkırdaması art
tıkça yükselen buhar tabakası zevkli bir sis tabakası oluştu
ruyordu. Bütün bu görünüm karşısında Codlin memnun ve
gülümseyerek ocağ ı n yanına oturdu.
Ocağ ı n yanına oturan Codlin keyifli keyifli han sahibine
bakmaktaydı . Han sahibi tencerenin kapağı n ı kald ırmış,
sanki gerekli bir iş görüyormuş gibi, elinde tutuyor ve çevreye
yayı lan yemek kokusunun konuğunun burnunda tütmesine
yardım ediyordu. Ocağ ı n kızıl ışığı han sahibinin saçsız, çıp
lak baş ı na, parı ldayan gözlerine, sulanan ağzına, çiçek bozu
ğu yüzüne ve tıknaz bedenine vurmuştu.
Codli n kolunu dudakların ı n h izasına kaldırarak m ı rı ltı h a-
linde sordu :
«Ne kaynıyor?»
Han sahibi ağz ı n ı şapı rdatarak:
« İşkembe yah nisi . . » dedi, ve sonra ağz ı n ı bir kez daha
şapırdatarak: 'Sığır paçası' gene şapırdatarak: 'et', dördüncü
kez şapı rdatarak: ' bezelye, karnıbahar, patates, hepsi ayn ı
s u da kaynıyor, nefis bir yemek', görüşünde bulundu. Han sa
hibi bu bilgileri verdikt�n sonra, ağz ı n ı birkaç kez daha şapır
datıp çevreye yayı lan yemek kokusunu iştahl ı kokladı ve
sanki dünyada en mutlu i nsan kendisiymiş gibi kıvançlı, ten
cerenin kapağ ı n ı kapadı.
Codlin yeğnik bir sesle sordu:
«Yemek ne zaman hazır olacak?»
1 41
Han sabihi duvardaki tozlu saate bakarak:
« On bire yirmi iki kala !» dedi .
Codlin:
«O halde bana şimdi bir sıcak bira ver! Sakı n yemek za
manına değin kimse buraya bir büsküvit bile getirmesin!»
dedi .
Bu erkekçe kararı bir baş işaretiyle onaylayan han sahibi,
odadan çıkarak hemen birayı getirdi ve bacak biçimindeki te
neke bir kaba boşaltarak ısıtmak üzere ateşin üstüne koydu.
Çünkü bu biçimdeki kabı ateşin üstüne istenildiği gibi yerleş
tirmek olanaklıyd ı . Bu iş kolaylıkla görülünce, han sahibi bol
köpüklü birayı Codlin'e sundu.
Bu sinir yatıştırıcı içkiyi içip yumuşayan Cordlin, arkadaş
ları n ı anı msadı ve han sahibine neredeyse onları n da gelmiş
olacakları nı bildirdi. Yağmur pencerelere çarparak sağnak
h alinde yağmakta olduğundan Codlin çok iyi yürekli bir insan
düşüncesiyle, yol arkadaşlarının budalacasına ıslanmak iste
meyeceklerini umduğunu yineledi durdu.
Sonunda, geri kalan yolcular, yağmurdan ıslanmış ve peri
şan bir halde, bana varm ışlard ı . Her ne değin Short, küçük
Nell'i kendi paltosunun altında olabildiğince korumaya çalış
mışsa da hepsi koşmaktan soluk soluğayd ılar.
Yeni gelenlerin ayak sesleri işitilince basamaklarda onları
kaygı ve merak içinde bekleyen han sahibi, hemen mutfağa
koşup tencerenin kapağı n ı kaldırd ı . Sonuç bir elektrik etkisi
yapmıştı. Zira yağmur damlaları üzerlerinden şıpır şıpır aka
rak içeri girmelerine karş ı n ; hepsinin yüzü gülmüş ve
Short'un ilk sözü : 'Ne nefis bir koku !' olmuştu.
Rahat bir odada, ateş başında, dışardaki yağmur ve ça
muru unutmak zor bir şey değildir. Yeni gelenler, gerek anım
sayabileceği ve gerek kendi çıkı nları nda taşıdıkları terlik ve
kuru giysiyle donanmış ve hepsi tıpkı Codlin'in yaptığı gibi
ocağı n kenarı na yerleşerek yolda çektikleri çileyi unutmuşlar
ya da bunları tek ateş başı ndaki keyiflerini arttı rmak için
anı msamışlard ı .
Kavuştukları sıcak odanın rahatlığı v e yorgunlukların etki-
1 42
siyle Neli ile ihtiyar dedesi otu rur oturmaz uyuyakalmışlard ı .
Han sahibi usulca sordu:
«Ki m bunlar?»
Short başını sallayarak kendisi de bilmediğini söyledi. Han
sahibi bir de Codlin'e dönerek:
«Sen de bilmiyor musun?» diye sordu.
«Hayır, bilmiyoru m . »
« İyi i nsanlar m ı acaba?»
Short:
«Hiçbir zararı olmayan insanlar!» dedi. « Bana inan. İ htiya
rın pek aklı baş ında değil ! »
Codli n saate bakarak homurdand ı :
« Eğer söyleyecek yeni bir haberi n yoksa, bizi rahat bı rak
da yemek zaman ı n ı bekleyelim . »
Arkadaşı yanıt verdi:
«Onların bu çeşit yaşama alışık olmadığı besbelli! Sonra
bu güzel kızcağızın bizimle birlikte bulunduğu son bir iki gün
içindeki gibi sürtmeye alışık olduğunu hiçbir kimse söylemez.
Ben insanlardan anlarım.
Codlin önce saate, sonra tencereye bakarak homurdandı :
«Alışık olduğunu kim söyledi? Bir söylediğini biraz sonra
yalanmaktan başka konuya konuma uygun söyleyecek bir
şey bulam ıyor musun? . ».
1 43
« Dayanmam zor, ha?» dedi. «Tam yaşanacak bir
dünya . . . "
Short ağ ı r ve kesin bir anlatı mla yineledi :
« Buna dayanmam zor. Bu kızcağızın kötü ellere düşmesi
ne dayanamam ! Bir melek özelliği taş ıyan bu yavrucağızın
uygunsuz i nsanlarla düşüp kalkmasına raz ı olamam ! Bizden
ayrı lmak isteyince onları sal ıvermeyeceğim ve şimdi Lond
ra'da belki bir duvara ilan astıran kederli arkadaşları na kavuş
malarını sağlayacağı m . . . "
Bu zamana değin başını elleri arasına alıp dirseklerini diz
lerine yaslayarak, ayakların ı sab ı rsızca yere vuran Codlin,
başını kald ı rı p ilgiyle baktı :
«Söylediklerinde büyük bir gerçek gizli olabilir, Short ! »
dedi. « Eğer dedi kleri n doğruysa v e sonunda b i r ödül varsa
akl ı nda olsun , biz her şeyde ortağız . . . "
Arkadaşı , yeğnik bir baş işaretiyle yanıt verecek vakit bu
labildi, çünkü genç kız tam bu s ı ra · uyan m ıştı. İki arkadaş bir
birleriyle fısıltıyla konuşurken başbaşa verdikleri için hemen
ayrılıp beceriksizcesine, gelişigüzel, olağan olan sesleriyle
konuşmaya çal ıştıkları sı rada ayak sesleri işitilmiş ve gelenler
içeri girmişti.
Bun ları n başlarında kocamış, çarpı k bacaklı , kederli bir
köpeği izleyerek pıtır pıtır içeri giren diğer dört köpekti . Koca
mış köpek, diğerleri de içeri giri nce, çevresine bakın ı p arka
ayakları üzerine kalktı. Diğerleri de salta durup acıkl ı bir tavır
la dizildiler. Köpeklere kenarları paslanm ış pullarla süslü par
lak renkli örtüler takı lmış, birisinin başına da çenesi altı na sı
kıca bağlanan bir külah geçirilmişti. Ama gevşeyen bağ,
külah ı n ı burnunun üzerine düşürmüş ve gözünün biri tam
olarak örtül müştü. Bu çaresiz hayvanların renkli örtülerin yağ
mur ve çamurdan kirlenip boyaları n ı n aktığı ve kendilerinin
de kirli ve pasakl ı halde olduğunu söyleyecek olursak Sand
boys'a gelen bu ziyaretçilerin tuhaf ve komik görünümü üze
rinde bir düşünce edi ni lebilir.
Oysa ne Short, ne han sahibi, ne de Thomas Codlin hiçbir
şaşkı nlık yeri göstermemiş, yalnız bunların Jerry'nin köpekleri
1 44
olduklarını ve kendisininde hemen çıka geleceğini söylemiş
lerdi. Böylece, köpekler gözlerini açıp kapayarak esnemiş
durmuşlar, arada bir başları n ı , kaynamakta olan tencereye
çevirip bakm ışlar ve ancak Jerry içeri giri nce, dört ayak üstü
ne düşüp odan ın içinde gezinmeye başlamışlard ı . Bu durum
da köpekleri yatıştı ramamıştı. Çünkü kendi kuyruklarıyla
üzerlerine geçirilen örtünün kuyrukları birbirine denk değildi !
Bu becerikli gösteri köpeklerinin meneceri Jerry, uzun
boylu, kadife giysili, favorili bir adamdı. Han sahibi ile müşteri
lerini pek iyi tanıdığı için, onları dostça selamlad ı . Jerry taşı
dığı küçük 18.tarnavı bir sandalye üzerine yerleştirdi; ama kö
pekleri eğitmek için kullandığı kamçıyı elinden b ı rakmayarak
ateşin yanı nda üstünü başını kurutmaya başladı ve hemen
konuşmaya girişti :
Short, köpeklerin giysilerini işaret ederek:
« Sizin kom edyenlerimiz her zaman böyle makyajlarıyla
yolculuk etmezler değil mi? Bu pek pahalıya ! .. " dedi.
Jerry:
« Hayır,» dedi. « Buna alışkın değiliz. Ama bugün yolda bir
oyun verdik. Yarışlarda başka giysi giyecekleri için yolda giy
silerini çıkarmayı gerekli görmedim. Boşyere, Pedro!..»
_ Bu sözler g ruba yeni katıldığı için rölünün ne olduğunu
açıkça ve iyice bilmeyen, açık kafan gözünü sahibinden ayır
mayarak hiç gereği yokken boyuna saltaya kalkan köpeğe hi
tabedilmişti.
Jerry elini paltosunun geniş cebine soktu köşesinde küçük
bir elma, bir potakal ya da buna benzer pek küçük bir şey arı
yormuş gibi :
«Şuracıkta bir hayvan var, Short ! » dedi. «Her halde ne ol-
duğunu sen bilirsin.»
Short yanıt verdi:
«Olası ki . . . Hele bir göreyim!»
Jerry cebinden son derece mini mini bir köpek çıkararak:
« İşte . . . » dedi. «Bu bir zamanlar senin Toby'ydi!»
Punch oyununda, bu tipin kendi malı olduğu varsayılan,
küçük bir köpek vardır ki hep Toby adı n ı taşı r. Bu köpek,
1 45
Antikacı Dükkan ı / F: 1 0
daha yavruyken, eski sahibinden aşırıp hile ve dolandırıcılık
bilmeyen ve herkesi kendi gibi sanan oyunun başkişisine sa
tılmı ştır? Ama eski sahibine karşı şükran duyg uları taşıyan ve
başka yeni bir sahip tanımak istemeyen Toby, oyunun başki
şisi Punch'in buyruğuyla pipo içmek şöyle dursun, eski sahi
bine olan bağlılığını göstermek için kuklayı burnundan yaka
layıp ısırır ki , seyirciler bu bağlılığı hayranlıkla seyrederler.
İşte Jerry'nin köpeği vaktiyle oyunda bu rolü oynamakta
olduğundan bunu şimdi de davranışlarıyla kanıtlamaya haz ı r
d ı . Bu nedenle Short'u görür görmez tan ı m ış ve kukla sandı
ğ ı n ı görünce içindeki karton burnu anımsayarak o değin acı
acı havlamaya başlam ıştı ki, Jery onu gene cebine sokmakla
herkesin hoşnutluğunu kazandı .
Han sahibi b u sı rada sofranın örtüsünü yaymaya, koyul
muş. Codlin de kendi çatal bıçağını en elverişli bir yere yer
leştirip kendisi de arkasına geçmek suretiyle nazik bir yar
dımda bulunmuştu. Her şey hazı rlanı p h an sahibi son bir kez,
tencerenin kapağı n ı kaldırınca, o denli nefis bir yemek
umudu doğmuştu ki, gene kapağı kapamak ya da yemeğin
zamanı n ı geciktirmek önerisinde bulunsa konuklar onu kendi
ocağ ı nda kurban edeceklerdi.
Han sahibi, hiç böyle bir işe girişmeyerek, büyük tencere
nin içindekileri derin bir tabağa boşaltmak için şişman hizmet
çiye yardıma başlam ıştı. Burunları na s ıçrayan sıcak yemek
suyunun kokusundan köpekler, bu hazırlığı müthiş bir iştahla
seyre daldı lar. Sonunda tabak sofranın üzerine yerleştirilmiş
ve bira kupaları da daha önceden dizilmiş olduğundan Nell
dua etmiş ve yemek başlamıştı .
Bu s ı rada köpekler hep birlikte saltaya kalkmış oldukların
dan, Neli, her ne değin kendisi de anlar gibi aÇsa da, yeme
ğe başlamadan önce onlara birkaç lokma ekmek atmak iste
miş, ama köpeklerin sahibi engel olarak:
«Hayır, hayır . . . » demişti. «Onlar benim elimden . başka
kimseden bir şey yemezler.»
Sonra, köpeklerin kocam ış liderine işaret ederek kızg ı n bir
sesle ekledi:
1 46
«Şu köpek bugün yarım Peny yitirdi , ona akşam yemeği
yok! . . »
Çaresiz köpek hemen dört ayağı üzerine düşerek kuyru
ğunu salladı ve yalvarı r bir halle sahibine baktı.
Jerry büyük bir soğukkanlıl ıkla üzerine latermayı koyduğu
sandalyenin önüne doğru yürüyerek:
«Haydi bakalım azizim, sen bu yana!» dedi.
Köpek hemen acı klı bir hava tutturdu. Jerry kamçısını sal
layarak yerine oturdu ve diğerlerine de buyruk vererek hepsi
ni tıpkı askerler gibi bir sı raya dizdi ve:
«Şimdi baylar . . . " dedi. «Adı çağrı ları lokmasını yer. Diğer
leri sessizce bekler. Carlo!»
Adı çağ ı rılan talihli köpek atılan lokmaya saldırmış, ama
diğerleri kılların ı bile kıpırdatmamıştı. Böylece köpekler sa
hiplerinin arzusuna göre, karınları n ı doyurmuş, ama kabahatli
köpek, bazan yavaş, bazan h ızlı, laternanın kolunu çevirip
durmuş ve hiç bırakmamıştı. Çatallar ve bıçaklar daha büyük
bir iştah etkisiyle fazla tıkırdamaya ve arkadaşları ellerine iri
bir kemik parçası geçirmeye başlayınca, çaresiz köpek kısa
bir havlamayla müziğe katılmış, ama sahibi dönüp bakınca
kendisine gelerek daha büyük bir çabayla laternadaki eski
havayı çalmaya koyulmuştu.
xıx
1 47
hamaratça işe koyulmuş ve kısa bir zaman içinde her ikisi de
rahatları nı bulmuştu .
Hepsi ocak başına oturmuş sigaraları nı içerlerken Short:
«Bizim dev nasıl?» diye sordu.
Vuffin yanıt verdi:
« Bacakları zayıflad ı , dizleri de pek güçlü değil.»
«Bu pek hoşa gidecek bir şey değil.»
Vuffin içini çekerek ateşe baktı :
« Elbet değil ! » dedi. «Bir kez dev diye gösterilen bir ada
m ı n dizleri titremeye başladı mı halk artık ona bir daha önem
vermez . . . ,,
Short kısa bir düşünceden sonra ona doğru dönüp sordu:
«Yaşlanan devlerin sonu ne olur?»
«Çoğunlukla cücelere hizmet ederler!,,
Short, kuşkulu bir bakışla arkadaşı n ı süzerek:
«Artı .k gösteri yapacak güçleri kalmayınca devleri besle
mek pek pahal ıya oturur. . . » görüşünde bulundu.
Vuffin yan ıt verdi :
« Belediyelerin s ı rtına yük etmek ya da sokak hizmeti gör
dürmekten çok daha iyi ! .. Bir kez devlere sı radan işler gördür
meye başladı ktan sonra, artık onları'n değeri kalmaz. Şu
tahta ayakl ı ları bir düşün! . . . Ama dünyada bir tek tahta ayaklı
·
1 48
bir dev barakas ı n ı tergeyip Londra sokakları nda kendisini bir
çöpçü derekesine i ndirdi ve i lancı lığa başlad ı . Sonunda ölüp
gitti .
Vuffin çevresini yoklayarak ekled i :
« Hiç kimseye sözüm yok. Zenci, ticareti mizi bozdu ve
sonu da ölüm oldu . »
Han sahibi derin bir soluk al ıp baş ı n ı sallayan ve soğuk bir
sesle bunu anı msad ı ğ ı n ı söyleyen köpeklerin menejerine
baktı .
Vuffin çok önemli bir şey söylüyormuş gibi yanıt verd i:
« Elbet anı msars ı n , Jerry! Herkes: 'Pek iyi olmuş!' demişti.
Ben i h ityar Maunders'in Spa Field'deki kulübesinde, kışın
sezon sonunda sekiz erkek ve sekiz kad ı n cücenin hep bi rlik
te sofraya oturdukları n ı biliri m . Bu cücelere yeşil ceketli , kır
mızı pantolonlu, mavi çoraplı ve yarım çizmeli sekiz ihtiyar
dev h iz met ederdi. H atta cücelerden biri pek ihtiyarlamış ve
huysuzlanmış olduğundan kendisine h izmet eden dev, onu
memnun etmeyecek olursa -daha yükseğe yetişmediği için
bacağı n a iğne batırmış. Bunu bana Maunder kendisi anlattı .
Han sahibi sordu:
« İ yi : Cüceler i htiyarlayı nca ne olur?»
« Cüce i htiyarlayı nca değeri artar. Ak saçlı, buruşuk yüzlü
bir cüce her türlü kuşkudan uzaktır. Oysa dizleri titreyen bir
devi bi r barakaya kapayıp kimseye göstermemek gerekiyor. »
Vuffin ile arkadaşları pipoların ı içip bu gibi konuşmalarla
vakitleri ni geçirirken sessiz konuk da s ı cak bir köşede otur
muş, egzersiz yapıyor bir biri peşisı ra on i ki yarım peni yutu
yor; burnunun üzerindeki bir tüyü dengede tutuyor; ve diğer
lerine hiç kula k asmayarak buna benzer hokkabazlı kları
prova ediyordu. Son u nda pek yorgun d üşer Nell, dedesini de
sürükleyerek onunla birlikte çıkıp yatağ ı na çeki lmişti ; diğerleri
daha ateşin çevresin r bı rakm am ış, köpekler de derin uyku
daydı lar.
Neli dedesine iyi geceler diledikten sonra, kendi zavallı
odasına çekil mişti, ama henüz kapı s ını kapamadan, yeğnikçe
kapı n ı n vuru lduğunu işitince, dö nüp açmış ve aşağ ıda görü-
1 49
nüşe göre, derin bi r uykuya dalm ış b ı raktığı Thomas Codli n
i le karşı karşıya geli nce sars ıl m ıştı .
Genç kız:
«Ne var?» diye sordu.
Ziyaretçi yanıt verd i :
« H içbir şey yok, yavrum ! Belki s e n ayırd ı nda değilsin ama
ben senin dostu num. O değil, ben senin dostunum ! »
« Dostu m ol mayan kim ?»
« Ki m olacak, Short ! Onu hoşa g iden bir yan ı varsa da
sen i n için ası l , gerçek ve açı kyürekli dost benim. Olası ki
böyle görünmüyorum, ama buna hiç kuşkun olmas ı n . . . »
Neli, Codlin'in böyle kendini övmesi içtiği buranın başına
vurmuş olmas ı ndan i leri geldiğine h ükmederek ürkmeye baş
lad ı .
Codlin sürdürdü :
«Short kötü bir i nsan değil, iyi yürekli görünüyor, ama gös
terişe bakıyor, oysa ben h içbir zaman işin tad ı nı kaçı rma.m . »
Hiç kuşkusuz Codlin'in durum ve konumundaki kusur çev
resindekilere çok değil, az sevgi göstermesindeydi. Ama
ge:ıçkız şaş ı rm ı ş, ne söyleyeceğini bilm iyordu.
Codlin:
« Sana öğütüm olsu n ! » dedi . « N için olduğunu sorma ! Bir
likte yolculuk ettiğimiz sürece benim yanı mdan ayrılma.
Sakı n bir başka yere gitmek de aklı ndan geçmes in ! Hep
bana inan ve beni bir arkadaş bi l ! Her zaman ve her yerde
benim sana dost olduğumu söyle ! »
Neli, mahzun bir tutu mla:
« Bunu nerde ve ne zaman söylemeliyi m ? » diye sordu.
Bu soruya şaş ı ran Ladlin yanıt verd i :
« Belli bir yerde demek istemiyorum . Beni sana yaln ız dost
bilmemi istiyorum. Benim sana karş ı ne büyük bir ilgi besledi
ğimi varsayamazsın. Ama sen bana i htiyarla kendi öykü nü
henüz anlatmad ı n . Benden iyi yol gösteren bulun maz. Benim
sana gösterdiğim i lgiyi Short hiç gösteremez. Her h alde aşa
ğıda dağ ı l m aya başladı lar. Bu konuşmamızdan Short'a bah
setmeye . hiç g erek yok. İ yi geceler, unutma! Senin dostun
1 50
Short değil Codli n'dir. Short ancak bir dereceye değin dost
olabilir; ama senin gerçek dostun Codlin'dir. »
Tho mos Cod lin bu sözleri koruyucu iyiliksever bakışlarla
coşkulu coşkulu söyledikten sonra, ayakları n ı n ucuna basa
rak ayrı l ı rken, genç kızı şaşkınlıklar içi nde b ı rakm ıştı . Neli, bu
tuhaf tutu mun anlam ı n ı düşünüp dururken aşağ ıda, merdive
nin altı, yatakları na çekilen yolcuların ayak sesleriyle gıcırda
maya başlam ı ş ; hepsi çekilip gittikten ve ayak sesleri duyul
maz olduktan sonra içlerinden birisi geri dönmüş, ve sanki
hangi kap ıyı vu racağ ı n ı pek kestiremiyormuş gibi , safada
bi raz duraksak hışırtıdan sonra genç kızı n kapısını vurmuş
tu.
Neli, içerden:
« Ki m o ? . . » diye seslendi.
Kapı deliğinden bir ses yan ıt verdi :
« Ben . . . S hort !. . Sana yarı n sabah erkenden yola çıkacığı
mızı söylemeye geldim. Çünkü köpeklerin sahibi nden ve hok
kabazlardan önce yola çı kmazsak metelik kazanamayız.
Onun için yarı n erken davran. Ben sana h aber veririm ... "
S hort ertesi sabah erkenden, sözünü yerine getirerek ya
vaşça Nell'in kapısını vurdu ve köpeklerin sahibi henüz horla
makta olduğundan eğer tez davranacak olurlarsa uykusunda
sayıklayan ve işitilene göre, düşlerinde bir merkebi dengede
tutmaya çalışan hokkabazlardan da çok önce yola çıkabile
ceklerini söyledi . Neli, hemen yatağ ı ndan sıçrayarak dedesini
uyandı rd ı ve her i kisi de çarçabuk giyinerek Short'la aynı za
manda h az ı r oldular. Short buna çok sevinmiş ve ferahm ıştı.
Başlıca past ı rma, ekmek v e biranın oluşturduğu b i r kahvaltıyı
çal ıp kotarıp ayaküstü yedikten sonra, han sahibine veda
ederek Jolly Sandboys han ı n ı n kapısından çıktı lar. İ yi ve ı l ı k
bir sabahtı. Yağmuru n etksiyle yollar serindi. Çitler daha ne
şeli ve yemyeşil, hava. açı k ve her şey taptazeydi. Grup çev
renin bu hoş etkisi altında sevinçle yolları na devam etti.
Neli, henüz pek uzaklaşmadan daha önceki yürüyüşlerde
kendi baş ı n a ayakta yürüyen Thomos Codlin'in . bu sefer ya
nından ayrı lmadı ğ ı n ı görerek ve arkadaşı nı n kendisine bak-
1 51
m ad ı ğ ı an lardan yararlanarak boş işaretleri ve yüzündeki
bazı anlat ı mlarla Short'a güvenilmeyerek kendisine güven
göstermesi ni tembih edişinden ve tutum undaki değişiklikten
bir kat daha kuşkulanmaya başlam ışt ı . Cod lin bu jest ve mi
miklerle d e yeti nmeyerek yan ı nda- yürüyen Nlell'le dedesine
çeşitli konularda her zamanki neşesiyle söz yetiştiren Short'u
kıskand ı ğ ı için genç kızın arkası ndan yürüyüp i kide bir kukla
tezgah ı n ı n ayaklarıyla arkadaşı n ı n topuğunu hoyratça incite
rek onu uyarmaya çal ışıyordu.
Bütün bun lar pek doğal olarak genç kızı daha fazla kuşku
ve meraka düşürmüştü. Neli, bir köy birahanesi ni önünde ya
da buna benzer başka bir yerde, bir oyun verd ikleri zaman
Codlin'in bir yandan oyuna devam ederken diğer yandan göz
lerini hiç üzerlerinden ayı rmad ı ğ ı na ya da dedeyi yan ı na ça
ğ ırarak dostça koluna yaslanmasına izin verdiğine ve oyun
bitinceye d eğin onu s ı kı s ı kı tutarak yanı ndan ayı rmad ı ğ ı na
dikkat etmişti. Short bile bu h ususta değişmiş görünüyor,
uysal ve şakacı doğasına dede ve torununun güvenliği a rzu
su da karışmış bulunuyordu. Bu da ayrıca zavallı kızın üzün
tülerinin artmasına yol açı yordu.
Bununla birlikte ertesi gün yarışları n başlayacağı kente
yaklaşmaktayd ı lar. Zira, ara s ı ra dar kasaba yolları ndan ve
patikalardan caddeye çıkan çingene grupları ve serseriler ka
labal ı ğ ı na, üzeri kapalı arabalar yan ında yürüyen kafileler
atlı ya da merkepliler ya da s ı rtları nda ağ ı r yüklerle ezilyetli
yürüyüşlerine devam eden aynı yolun yolcusu bir sürü insan
karış m ı ştı. Daha kente yaklaşmadan, yolda rastlad ı kları boş .
ve gürü ltüsüz birahaneler yerine şimdi her meyhaneden bağ
rışmalar ve bulut halind e sigara dumanları yükseliyor; pence
relerden ablak, kırmızı yüzlü i nsanlar aşağıya bakıyorlard ı .
H e r boş yer v e arsada niyetçil e r gü rültüyle tezgahların ı sürük
lüyor ve gelip geçenlere avaz avaz bağ ı rıp onlara şansları n ı
denemelerini tavsiye ediyorlard ı . Tezgahla rdaki tarçınlı ek
m ekler toz içinde kalıyor ve çoğunlukla h ızla geçen dört atlı
bir araba kald ı rdı ğı toz bulutuyla h er şeyi toza bürüyor ve
bizim yolcularım ızı sersem ve şaşkın geride b ı rakıyordu.
Kente girmeden gün kararmış ve son birkaç milli.k yol pek
1 52
uzam ıştı . Çevrede bir karışıklık, bir gürültüdür gidiyordu . Cad
deler, bakın ışları ndan yabancı oldukları anlaşıian bir sürü
halkla dolmuştu. Kilise çanları çan çan çal ıyor, evlerin tepe
sinde ve pencerelerde bayraklar sallanıyordu. Otel ve han sa
lonlarında garsonlar f ı ldır fıld ı r çevrede dolaşırken birbirine
çarpıyor; atlar kaba taşlar üzerinde takı rdayıp du ruyor, araba
basamakları pat ı r patır indiri liyor; ağ ır, yağ l ı , sıcak yemek ko
kuları m ideye bunaltı veriyordu, Daha küçük birahanelerde;
çalgı lar, sendeleyen ayaklara son perdeden dans havaları
yetiştiriyor; ne söylediğini bilmeyen sarhoşlar anlamsızca
havlıyor, bütün bu gürültü ve şamata kilise çanların ı bastırı
yor, sarhoşlukları n ı arttı rıyor, kapıların önünde serseriler top
lanarak içeride dans eden bir kad ı n ı seyrediyor ve attıkları
yaygaralar davulun kulakları sağ ı r eden güm gümlerine ve fü
lütün keskin sesine karışıyordu.
Bu çılg ı n sahne ortası nda genç kız korkmuş ve bütü n gör
dükleri nden tiksinmiş bir halde ona sokuluyor ve kalabalık
içi nde ondan ayrı düşüp yolunu kendi baş ına bulmak korku
suyla yanı ndan ayrı lmıyordu. Bu gü rültü lü ve kargaşadan kur
tu lmak için adı m ların ı sıklaştı rarak kentin içinden geçtiler ve
bir tepecik üstünde yeşillikte kurulan yarış alan ı n ı n yolunu tut
tular.
Her ne deği n burada da en iyi tabakadan olmayan k ı l ı ksız
bi r sürü i nsan harıl harıl çadı rlar kuruyor, kazı klar kalkıyor,
tozlu ayaklarıyla tez tez çevreye seğirtip du rurken sövgüler
savuruyorsa da her ne değin araba üstünde i ki tekerlek ara
sı ndaki saman yığın larına yatırılan küçük çocuklar ağlaya
ağlaya uyuyakal ıyor, başıboş b ı rakılan atlarla . merkepler
kad ı n ve erkeklerin ayakları arası nda otlayıp du ruyors a da;
her ne değin kaplar kacaklar, yarı yakı l m ı ş ateşler, alev alev
yanan m u mlar çevreyi dolduruyorsa da -bütü n bunlara kar
şın- genç kız kentten çıktığına memnun olarak geniş bir
soluk ald ı . Ertesi sabah ı n kahvaltısı için yanlarında ancak bir
kaç metelik bı rakan yeğnik bir akşam yemeğinin hes abı n ı
gördükten sonra, N e l i i l e dedesi çad ı r ı n b i r köşesine büzülüp
yat m ışlar ve bütün gece, çevresindeki hummalı h azırlıklara
karş ı n uyuyakal m ı şlard ı .
1 53
Artık yiyecekleri ekmek için dilenmek zamanı gelmişti. Bu
nedenle gü neş doğduktan az bir zaman sonra, Neli, sessizce
çad ı rdan çıkarak arabayla geçen bayanlara vermek üzere ci
vardaki tarlalarda çiçek toplamaya gitmişti. Bu işle uğraş ı rken
bile zihni nde bir şeyler tasarlamaktayd ı . Geri dönünce çad ı rı n
b i r köşesinde ihtiyar dedesinin yanına oturup çiçeklerden de
m etler yapmaya koyulduğu s ı rada kuklac ı lar çad ı rın diğer kö
şesinde uyuklam akta olduklarından dedesinin yavaşça ko lu
nu çekip yeğnik bi r sesle:
« Dedeciğim ! .. » dedi . «Sen şu adamlara bakma, yalnız
söyleyecekleri mi dinle! Bu evden ayrı lmadan önce sen ne
demiştin ? Eğer ne yapacağ ı m ız ı söyleyecek olursak seni deli
sanarak bizi birbirimizden ayırırlar, demiştin, değil mi?»
İ htiyar toru nuna doğru dönerek ona dehşetle baktı , ama
Neli onu bir bakışla yatıştı rarak ve çiçekleri bağlamak için
demetleri tutması n ı rica ederek dudakları nı onun kulağ ına
yaklaştırd ı :
« Bana ne söylediğini bi liyorum . . . " dedi. «Senin tekrarla
m ana gerek yok, dedeciğim. Pek iyi anımsıyorum . Unutma
ma olanak yoktur, dedeciğim ; o adamlar bizim gizlice eş ve
dostum uzdan ayrıld ı ğ ı m ız ı san ıyorlar. Bizi bir kişinin yan ına
götürerek kollanmamızı istiyorlar. Ama sen böyle titrer durur
san, onlardan hiç kurtu lamayız; ama suskunluğunu sürdü rür
sen işimiz kolaylaşı r. "
İ htiyar:
« Nas ıl, bu nas ı l olur, sevgili Neli! Beni soğuk ve karanlık
taş bir odaya kapay ıp zinc;ire vuracaklar ve kamçıyla döve
cekler. Bir daha seni görmeme de izin vermeyecekler ! . . " diye
m ı rıldand ı .
Neli:
« Dede, gene titriyorsun ! . . » dedi . «Hiç yanı mdan ayrılma,
sen on lara değil, bana bak. Ben kaçıp kurtulacak zaman bu
lurum. O zaman sak ı n durup tek bir sözcük söyleyeyim
deme! Arkamdan gel. Sus!.. Şimdilik bu . . . "
Codlin baş ı n ı kald ı rıp esneyerek:
«Gene ne iş peşindesin, Neli?» d iye sordu. Sonra arkada
ş ı n ı n derin bir uykuda olduğunu gözlemleyerek fısıldad ı :
1 54
«Belleğinden çı karma senin arkadaş ı n Short değil, benim ! . . "
Genç kıZ yanıt verdi:
« Buketler yapıyorum . Yarı şları n süreceği üç gün içinde
bunları satmaya çalışacağ ı m . Bir tane siz al mazm ısın ız? He
diye demek istiyorum.»
Codlin kalkıp alacaktı ; ama genç kız hemen yeri nden fı rla
yıp çiçekleri verdi. Codlin anlatılmaz bir tatl ı l ıkla çiçekleri göğ
süne yerleştirdikten sonra memnun ve sevinçli kendi nden
geçip uyuyan arkadaş ı na göz ucuyla baktı ve gene yerine
otururken: ' Elbette Cod lin dosttur!' diye m ı rıldand ı .
Sabah olunca çad ı rlar d a h a neşeli v e çekici b i r görC•nüm
almış, arabalar birbiri arkası ndan yumuşak çayı rların üzerin
den akın etmeye başlam ışt ı . Geceyi önlükler ve tozluklarıyla,
orada burada g elişigüzel geçirenler sabahleyin ya ipek göm
lekler ve tüylü şapkalarıyla hokkabaz ve cambaz olarak ya
garip giysileriyle tatlı dilli kumarhane garsonları biçi m i nde ya
da zinde m u hafız giysileriyle yasak oyunları n tuzakçısı sıfa
tıyla ortaya çıkmışlard ı . Parlak renkli yemenilerini başları na
dolayan kara gözlü çingene kızları fala bakmak için çevrede
dolaşıyor; solgun benizli zayıf kad ı n lar hokkabazları n ve vant
rolokların peşinden yürüyor, her biri daha kazanı lmadan elde
edilecek paraların miktarı nı hesaplıyordu. Ele avuca sığabi
len çocuklardan bir kısmı atlar, arabalar, m erkepler arası nda
dolaşıyor; atları n ayakları altından i ncinmeden çı kabiliyordu.
Dans eden köpekler, uzun koltuk değnekleriyle yürüyen kısa
boylu kad ı nla uzun boylu adam ve daha nice bandolu, müzik
li, say ısız, hesapsız oyuncular geceyi içinde geçirdikleri delik
lerden, kovuklardan ç ı kmış, güneş alt ı nda boylarını gösteri
yorlard ı .
Short henüz açı l m ayan yarış alanı ndan borusunu çalarak
Punch ' ı n sesi ni neşeyle öykünerek geçiyor, a rkas ı ndan yürü
yerek her zam anki gibi kukla tezgah ı n ı taşıyan Codli n'se geri
de kalan Neli ile de� eden gözlerini ayırmıyordu. Genç kız ko
lu ndaki küçü k bir sepette çiçekleri taşıyor ve arası ra
utançgaç ve terbiyeli bakışlarla süslü bir arabaya bakıyordu.
Ama pek yüzsüz di lenciler, kocalar vadeden falcı çingeneler
daha nice sanatı n ı n ehli serseriler az olmad ı ğından, her ne
1 55
değin gülümseyerek baş ı n ı sallayan ve yanları ndaki baylara:
'Aman ne güzel kız!' diye seslenen zengin bayanlar olmuşsa
da arabanı n içindekiler bu güzel kızın yorgun ve aç olduğunu
düşünmeden geçip gitmişlerdi .
Kızcağ ı z ı n hal i n i anlam ış görü nen b i r bayan zarif bir ara
ban ı n içinde oturmaktaydı . Aynı arabadan çıkılan iki ş ı k genç
onu unutmuş görünerek biraz ötede yüksek sesle konuşup
gü lüştüler. Çevrede birçok hali vakti yerinde bayanlar dolaş
makta, ama her biri arkas ı n ı çevirip geçmekte, ya da i lgiyle iki
şık gence bakmaktayd ı lar. Araba n ı n içindeki bayan fal bak
mak üzere yan ı n a yaklaşan bir çingene kad ı na fal ı na çok
önce bakı ldığ ı n ı söyleyerek onu yan ı ndan uzaklaştırm ış ve
g enç kıza işaret edip ald ığı çiçeklerin paras ı n ı titreyen eline
b ırakı rken Tanrı rızası için buralardan uzaklaşıp evinde otur
mas ı n ı rica etmişti.
Atlardan ve yarıştan başka her şeyi görerek bu araba dizi
lerinin arası ndan kaç kez gelip geçmişler ve kampana çal ı
nıp yarış alanı açı ldı ktan sonra, atları n ve arabaları n arası n
da dinlenmeye çeki lmişler, öğle s ı cağ ı geçinceye değin
yerlerinden ayrılmamışlard ı . Kaç kez Punch bütün nükteleriy
le temsil edilmiş ve bu s ı rada Thomas Codlin gözlerini Neli ile
dededen ayırmam ıştı .
Akşama doğru Codlin kukla tezgah ı n ı uygun bir yere kura
rak çevresine hayli seyirci toplad ı ğı bir s ı rada Neli, dedesi ile
arkada oturmaktaydı. Genç kız bu değin soylu bir hayvan
olan atları n nas ı l olup da çevresine toplanan i nsanları serseri
leştirdiğini düşünü rken, günün olaylarıyla ilgili bir nükte savu
ran Short'un kahkahas ı n ı n etkisiyle düşüncesini unutarak
çevresine bakm ışt ı .
Tam sıvışıp kaçacak zamand ı . Short, kukla çanakları n ı
sallayıp duruyor; kuklaları sahnenin kenarı na çalıyor; halk gü
lümsemeli yüzlerle seyrediyor; Codlin de fıld ı r fıldır dönen
gözleriyle halkın yelek ceplerinden para çıkard ı kları n ı sevim
siz bir s ı rıtmayla izliyordu. Eğer görünmeden kaçmak istiyor
larsa, dede ile torunu için bundan daha elverişli bir zaman bu
lunamazd ı . Onlar da bu fı rsattan yararlan ıp kaçtı l ar.
Tezgah ı n ve arabanı n aras ı ndan sıvışarak kendi lerine yol
1 56
açm ı şlar ve bir kez olsun arkas ı na dönüp bakmamışlard ı .
Kampana çal ıp yarış alanı boşalt ı l ı rken alan ı n içinden
geçtikleri için, arkaları ndan bağ ı rış ıp söylenen halkın dil uzat
masına ald ı rış etmeyerek tepeyi tırmanıp kı rlığa ç ıkm ı şlard ı .
xx
1 57
söylüyorlar; hatta hangi vapura bindiklerini ve nereye gittikle
rini bilenler bile var. Ben bu derecesini bilmiyorum . . . "
«Bir sözcüğüne bile inanmam ! Çenesi düşük gevezeler,
nereden biliyorlarm ı ş sanki ! .. "
«Yan ıl m ı ş olabilirler, ama ben kendi . hesabı m a hiç san m ı
yoru m. Çünkü söylediklerine göre, i htiyar centilmen h i ç kim
senin, hatta neyd i o çirkin yüzlü adam ı n ad ı ? Quilp ... İ şte
onun bile bilmediği bir yere bir miktar para 1•atırmış. Bayan
Neli ile dedesi bu parayla kimsenin karı şmayacağı , kimsenin
terdirgin edemeyeceği bir yere gitmişler. Bu sözler yabana
atılacak gibi değil. . . »
Kit istemeye istemeye, b u gerçeği kabul ederek kederli
kederli baş ı n ı kaş ı d ı ktan sonra, merdivene t ı rm and ı ve çiviye
as ı l ı kafesi i ndirip temizlemeye ve kuşu beslemeye koyuldu.
Bu işle uğ raşı rken aklı ona bir şili n veren i htiyar centilmene
gitti ve bi rd enbire bu kişinin tam o gün .ve saatte Noteri n kapı
s ı önünde bekleyeceğini söylediğini anı msad ı . B u n u an·ımsar
anı msamaz kafesi tezden yerine asıp annesine işini anlattı ve
h ız la çıkıp Noteri n kapıs ı na yolland ı .
Evinden epey uzakta olan buraya belli s aatten i ki dakika
sonra erişen Kit, bir tal i h ese ri ihtiyarı n henüz gelmemiş oldu
ğunu gördü. Midillinin çektiği araba görünürde olmadığ ı ndan
bu bay ı n i ki dakika içersinde gelip gitmiş olması da olasıyd ı .
Fazla g ecikmiş olmad ı ğ ı n ı görerek rahatlayan Kit, bir lamba
direğine yaslanarak derin bir soluk ald ı ve arabayla içindekile
rin gelmes in i bekledi.
Gerçekten, Midilli bütün inatçılığıyla ve rahvan bir yürü
yüşle köşeyi dönerken sanki basacak en temiz yeri kolluyor
ve hiç tezlenmeden ayakları nı kirletmek istemiyord u. Midilli
nin arkası nda kısa boylu i htiyar kişi ve onun yan ı nda da ön
ceden geti rdiği çiçek demetini n ayn ı n ı getiren bayan oturu
yJrdu.
İ htiyar kişi, i htiyar bayan, midilli ve araba caddeye güzelce
çıktı lar, ama N oterin kapısına kısa bir arada, midilli bir terzi
nin kapısındaki bronz levhaya aldanarak durdu; ve h iç kım ı l
damayarak istedikleri yerin burası olduğundan üsteleyerek
'
durdu.
1 58
İ htiyar:
«Sayı n bay, istediğimiz yer burası değil, lütfen bi raz daha
ilerler misiniz?» dedi.
Gözü bir yangı n musluğuna dalan midilli, her şeyi unut
muş görünüyordu.
Yaşl ı bayan :
«Aman ne yaramaz şey! . . » dedi. « N e güzel çekiyordu.
Şimdi ne oldu sanki ? Bilmem bu yaramazla ne yapacağ ız?,,
Midilli yang ı n musluğunun biçimini, görünüşünü i nceledik
ten sonra baş ı n ı havaya kald ı rıp eski düşmanları sineklere
baktı ve tam bu sırada düşmanlarından biri kulağ ı n ı g ı d ı kla
makta olduğundan, baş ı n ı silkip kuyruğunu sallad ı . İ htiyar
bütün i nandırma yeteneğini kullanıp yorulduktan sonra, midil
liyi, yedeklemek için arabadan indi. Bunun üzerine midilli, ya
bunu yeterli bir uzlaşma nedeni saydığından, ya biraz ilerdeki
bir bronz levhaya gözü iliştiğinden, ya ki nci liğinden arabayı
içi ndeki yaşl ı bayanla birlikte dolu . dizgin çekerek istedikleri
kapın ı n önünde durdu .
İ htiyar:
« Pu h şaşt ı m ! Bizi m delikanlı bu radaym ı ş ! » dedi.
« Ne iyi çocuk! Her halde çok iyi bir evlattır! . . "
Kit bu övgüleri utangaçlı kla karşılayarak gene elini şapka
sına kald ı rd ı .
İ htiyar, Kit'e övücü bir bakışla bakarak, yaşlı bayana elini
uzatıp i nmesine yard ı m etti ve sonra her ikisi de, Kit'in pek
güzel duyumsadığı gibi, onu konuşarak . içeri girdiler. Çok
geçmeden bay Witherden derin bir solukla çiçekleri koklaya
rak pencereden Kit'e bakt ı ; onun arkas ı ndan Abel, onun arka
sı ndan i htiyar bayla bayan birer birer ve biraz sonra h epsi bir
den Kit'e baktı lar, gösterilen bu i lgi karşısında utanıp sıkılan
Kit onları görmezliğe gelerek durmadan m idilliyi okşamaya
koyuldu. Midilli de bu.,o kşanmadan pek memnun görünüyor
du.
Pencereden bakanlar çeki ldikten pek kısa bi r zaman
sonra, Chukster, üniforması ve baş ı nd a iğreti duran şapka
sıyla d ı şarı çıkarak, Kit'in içeriden çağrı ldığını ve o içeridey-
1 59
ken arabaya kendisinin bakacağı n ı söyleyerek onu içeri gön
derdi. Bu çağrıyı ileten Chukster onun pek m i saf, yoksa pek
mi kurnaz olduğunu kestiremediğini m ı rı ldand ı ktan sonra,
kuşkulu bir baş sallamasıyla iki nci Kategoriden olması olas ı l ı
ğ ı n ı güçle anışt ı rd ı .
Yabancı kad ı n v e erkekler arası na girmeye a l ı ş ı k o lmayan
Kit, utangaç ve ü rkek, içeri girdi. Gözüne çarpan teneke kutu
ları ve kağ ıt tomarları da onun için ayrıca say ı gerektiren şey
lerdi. Diğer yandan bay Witherden yüksek perdeden çabuk
çabuk konuşan tezcanlı bir i nsan olduğu gibi, h epsinin gözleri
de onun eskimiş giysisine çevril mişti.
Bay Witherden :
«Sen yeniden bir şi lin kazanmaya değil, geçen h afta aldı
ğ ı n şilinin üstünü vermeye geldin değil mi yavrum ?» diye
sordu. .
Kit baş ı n ı kald ı rmak yüre kliliğini göstererek:
« Yeniden bir şilin almak aklı mdan bile geçmedi! » yan ıtın-
da bulu ndu .
« Baban sağ m ı ?»
« Ö ldü efendim . . . »
«Annem?»
« Sağ efend i m . "
«Yeniden evlenmedi m i ? »
Kit, biraz öfkelenerek annesinin üç çocuklu b i r dul bayan
olduğunu ve eğer bay Witherden onu tanı m ı ş olsa böyle bir
şeyi aklı ndan geçirmeyeceğini söyled i . Bu yanıt üzeri ne bay
Witherden gene burnunu çiçek dem.etine gömerek i htiyara fı
s ı ltıyla çocuğun çok namuslu olduğunu söyledi .
Bay Garland bi rkaç şey daha sorduktan sonra:
« Şi mdi sana bir şey verecek değili m ! » dedi.
Kit, bu sözler kendisini Noter'i n anıştırd ı ğ ı kuşkudan kur-
tard ı ğ ı için ciddilikle:
«Teşekkür ederi m ! . . » dedi.
İ htiyar:
«Ama. . . » dedi. « San ı r ı m senin üzerine biraz daha bilgi
edi nmek isteyeceği m ! Bana nerede oturduğu nuzu söyle de
defterime yazayım . "
1 60
Kit, adresi söyledi, ihtiyar da kurşun kalemiyle defterine
yazdı . İ htiyar, daha elinden kalemi b ı rakmadan kapının
önünde bir gürü ltü işitilince, yaşlı bayan pencereye koşup mi
dillinin arabayı sürükleyip götürdüğünü h aber verdi. Kit
hemen fı rlay ıp i mdada koştu ve d iğerleri de onu izlediler.
Anlaş ı ld ı ğ ı na göre Chukster elleri cebinde i lgisiz bir tutum
la midilliye bakm ı ş ve ara s ı ra ' rahat dur', 'huysuzlanma?',
'Huyyy!' biçi minde genç bir midi llinin dayanamayacağı haka
retleri savurmuştu . Görev ya da uysall ı k gereği yasaklanma
yan. ve önünde korkulacak bir insan bu lunmayan bir midilli de
so nu nda arabayı çekip sürüklemiş ve tam bu s ı rada takır
takır caddeyi tutmuştu. Chukster şapkası düşmüş, kulağ ı n ı n
arkası nda b i r kalem, araban ı n arkas ı na ası l m ı ş oradan ara
bayı durdurmak için seyircilerin kahkahası arası nd a yok yere
çaba sarfediyordu. Midillinin arabayı kapıp kaç ı rmas ı nda bile
bir h uysuzluk vard ı . Çü nkü pek uzaklaşmadan birdenbire dur
muş ve hemen ayn ı h ızla arabayı geri çevirm işti. Böylece
Chukster, Noterin kapısına değin itilip sürüklenmiş, pek ra
hatsız ve yorgun bir h ale düşmüştü.
Sonunda yaşlı bayan arabaya binmiş, Abel de yerini al
m ıştı . İ htiyar, midi lliye, bu davranı ş ı n ı n uygunsuzluğunu anla
tıp Chukster'e özür diledikten sonra, o da yeri ni alm ış, Noter
ile katibine el sallamış ve arkadan bakan Kit'e de sevgiyle
başların ı sall ayıp gitmişlerdi.
XXI
1 61
Antikacı Dükkanı / F: 1 1
oradayd ı . . . Arabada yalnız baş ına oturarak midillinin her dav
ran ı ş ı n ı gözleyen bay Abelle bir rastlantı dönüp Kit'in geçtiği
ni görünce başıyla işar�t etti.
Kit midilliyi kendi evlerinin bu denli yakı n ı nda görünce şa
ş ı rm ış, arabanın ne amaçlı bu raya geldiğini anlayamam ış, ih
tiyar bay ve bayan ı n nereye gitiklerini kestirememişti. Kapı nın
mandal ı n ı kaldırıp içeri giri nce, onların otu rmuş, annesiyle ko
nuştuklarını gördü. Hiç beklemediği bu sahne karş ı s ı nda şap
kas ı n ı çıkarıp şaşk ı n şaşkın baş ı n ı eğd i .
Bayan Garland gülümseyerek:
«Gördün mü, gene biz senden önce geldik?» dedi.
Kit, bu ziyaretin nedenini anlamak isteyen bir yüzle anne-
sine bakarak:
« Evet öyle . . . " dedi.
Annesi onun sessiz sorusuna yan ıt verdi :
«Bu centilmen senin bir yerde olup olmad ı ğ ı n ı , eğer bir
yerdeysen yerinden memnun olup olmad ı ğ ı n ı sordu, ben de
belli başl ı bir işin olmad ı ğ ı n ı söyleyince . . »
.
lemli olmak gerekir. Biz düzenli bir yaşam süren, üç kişilik bir
aileyiz eğer bir hataya düşüp u mduğumuzu bulamazsak üzü
lürüz ... »
Kit'in annesi bu düşüncenin pek doğru, pek yerinde oldu
ğunu ve iyi ki ne kendisinin ve ne de oğlunun karakteri üze
rinde sorulacak herhangi bir sorudan çekinmeye gerek olma
d ı ğ ı n ı ; kendi oğlu olduğu için övmek kendisine düşmese de
1 62
Kit'in çok iyi bir çocuk olduğun u ; oğlunun tıpkı kendi annesine
karşı çok iyi davranan ve çok iyi bir baba olan merhum koc<..
s ı na benzediğini söyledikten sonra Kit'in , h atta Jacop ve en
küçük oğlunun bile akı lları erse bunu onaylayacaklar ı n ı ; yaş
ları büyük babas ı n ı n ölümünün ne büyük bir yitim olduğunu
takdir edecekleri için olası ki küçük olmaları n ı n bir nimet oldu
ğunu anlatıp uzun öyküyü kısa kesti ve beşiği sallayarak
bütün i lgisiyle yabancı konuklardan gözünü ayı rmayan küçük
Jacop'un baş ı n ı okşayarak önlüğünün ucuyla gözünü si ldi.
Kit'in annesi sözlerini bitirince, yaş l ı bayan, onun saygıya
değer, doğru bir insan olduğunu, yoksa böyle ko nuşamaya
cağ ı n ı çocukların bakım ı ve evin temizliği de lehinde tan ıklık
ettiğini bi ldirdi. Kit'in -annesi avunarak başını eğdi. Sonra
Kit'in doğumundan başlayarak o güne değin süren yaşam ı n ı
uzun uzun anlatmaya başlad ı . Daha pek küçükken, pencere
den nasıl düştüğünü kızamığa yakaland ığı zaman ne büyük
bir ıztı rap çektiğini nas ı l gece gündüz 'ekmek, su' diye inledi
ğini, 'ağlama anneciğim yakında iyi o lacağ ı m' diye kendisini
avutmaya çalıştığı n ı birer birer öykülendirdi. Bütün bunlara
köşede peynircinin yan ı nda oturan bayan Green, İ ngi ltere ve
Gal ükesinde oturan daha nice bay ve bayanlar, o zamanlar
Doğu Hindistan' ı nda bir yerde çavuş olduğu söylenen ve kuş
kusuz aramakla kolayl ı kla bulunacak olan bay Brown bile ta
n ı ktı . . . Bu öykü de sona erince, bay Garland, Kit'e yeterlik ve
bi lgisi üzerine bazı sorular sorarken bayan Garland da Kit'in
anesinin evlatları n ı n doğumuna i lişkin anlattığı olayları dinle
dikten sonra, kendi oğlu Abell'in doğumuyla ilgili olayları an
latt ı. Bu öykülerden her i ki bayanın da aynı h alde bulunan ka
dınlardan çok daha fazla tehlike ve korku atlattıkları
anlaşıl ıyordu. Sonunda Kit'in giysi ve çamaşırlarının cins ve
miktarı sorulmuş, donan ı m için biraz avans verildikten sonra.
�
Fi nchly'de Abell Cottage'de oturan bay ve bayan Garland,
Kit'i -yiyip içeceği dışında- y ı lda altı sterline yanlarına alm aya
karar vermişlerdi.
Bu anlaşmada hangisinin daha çok sevindiğini söylemek
1 63
zorsa da her iki yanda sonucu gülümseyen tatlı ve neşeli bir
yüzle karşı lam ışt ı .
Kit'in i şe başlaması ertesi günün saba h ı na b ı rakı ld ıktan
sonra, ihtiyar bay ve bayan, Jakop'l a küçük kardeşinin avuç
ları na bi rer çil gümüş i ki buçuk şilinlik s ı kıştırıp ayrıldılar. Yeni
uşakları onları kapıya değin geçird i . İ natçı midillinin baş ı n ı
tuttu v e neşe içinde ayrı ld ı kları nı seyretti.
Kit, heyecanla içeri girip:
«Anne, benim artık kısmetim açı ldı . » dedi.
« Öyle yavrum ! Düşü n bir kez y ılda altı sterlin ! »
Kit, böyle önemli b i r paranı n verdiği bir ciddi liği saklamaya
çal ışarak ve gene de sevincinden sı rıtarak:
«Bu bi r servet!..» dedi.
Sonra derin bir soluk alarak sanki ceplerinin her birinde
hiç olmazsa bir yıllık kazancı varm ış gibi; ellerini ceplerine
daldırıp annesine baktı. Gözlerinin önünde yığı n y ığ ı n altın la
rın düşü belirmişti.
«Anneciğim , pazar günleri için yeni bir kat giysim olacak,
Jakop okuyup bilgin olacak, küçük kardeşim yetişip büyüye
cek, yukardaki odayı dayayıp döşeyeceğiz. Düşün bir kez
yı lda altı sterlin !»
Tam bu sırada yabancı bir sesin homurtusu işitildi.
« H ı m m ! Yılda altı sterlin! Neler o luyor? Bu y ı lda altı sterlin
ne demek? .. »
Bu soruyu soran Daniel Quilp, arkası ndan gelen Richard
Swiveller'le birlikte içeri girdi.
Quilp h ızlı bir bakışla çevreyi süzerek sordu:
«Ona yı lda al.tı sterlini kim verecek? Bunu söyleyen Neli
miydi, yoksa dedesi mi? Bunu ne diye verecekler? Kendileri
nerede?»
Çaresiz kadı n tan ı m ad ığ ı bu çirkin adam ı n ans ı zı n ortaya
çıkmasıyla o denli ü rkmüştü ki, hemen bebeği beşiğinden ku
cağ ı na alıp odanın en uzak köşesi ne kaçt ı . Elleri dizi nde is�
kemlesinde oturan küçük Jakop, cüceye tuh af bir çekicilikle
bakarak yüksek perdeden ağlamaya başlam ış; içerdeki leri
rahatça süzmüş; Quilp de elleri cebinde, aile üzerinde uyan-
1 64
d ı rd ığ ı karışıklık ve heyecandan memnun sı rıtıp durm uştu .
Cüce bir an suskunluktan sonra :
. « Bayan, h eyecana gerek yok! . . " dedi. « Oğlunuz beni
tan ı r; ben bebekleri ne yerim, ne de severim ! Ama şu yayga
racı çocuğu sustursanız fena olmaz. Belki kızar da can ı n ı ya
karım. Sus bakal ı m say ı n bay ! . . »
Küçük Jakop gözyaşları nı tuttu v e korkup oturdu.
« Sakı n gene yaygaraya başlayayı m dem e ! . . Seni korku
tup da gene susturması n ı da bi liri m . Sen ne diye sözünü
tutup beni görmeye gelmedin, delikan l ı ? »
Kit yanıt verd i :
« N e diye g eleyi m ? N e senin benimle, ne de beni m seni nle
bir işim var! . . »
Ouilp b u kez Kit' i n annesine dönerek:
« Bayan ! Bu çocuğun eski efendisi buraya ne zaman geldi,
ya da ne zaman haber yollad ı ? Şimdi burada m ı ? Eğer değil
se nerede?» diye sordu.
« Bu raya hiç uğramadı lar. Keşke nereye g itti kleri ni bi lsey
dik. Bu beni d e, oğlum u da sevindirirdi. Bay Quilp sizseniz,
bunu sizin daha iyi bilmeniz gerek. Bu sabah oğluma da öyle
·
söyledim . . . »
Kad ı n ı n söylediklerinin doğru olduğuna üzülen Ouilp:
« H ı m m ! » ded i . « Demek bu centilmene de söyleyeceğiniz
bu . . . "
« Eğer bu centilmen de soracak olsa vereceği m yan ıt aynı
d ır. Keşke verecek başka yanıt ı m ı z olsayd ı . »
Quilp kap ı n ı n eşiğinde rastladı ğ ı Richard Swiveller'in d e
ortadan yiten dede i l e torunu üzerine bilgi almak üzere geldi
ğini varsayarak o ndan ziyaretinin n edenini sordu .
Dick:
« Evet, ziyaretimin nedeni buydu . . . » ded i . «Bel ki bir haber
alı nabilir, sanıyordum . »
« Demek umudum boşa çıkt ı , ha?»
«Şaşı l acak şey ! . . Sonu kazançlı olacağı n ı sandı ğ ı m bir işe
giriştim . Ama sonu çıkmad ı . »
Cüce, Richard'ı kinayeli b i r gülümsemeyle süzdü. Ama bir
1 65
arkadaşıyla oldukça açı klayıcı bir öğle yemeği yemiş olan
Richard , üzgün ve u m utsuz bakışlarla talihine küserek cüceyi
unuttu . Bu ziyaretin ve bu u mutsuzluğun bilinmez bir nedeni
olduğunu düşünen Quilp işin içinde bir oyun olduğunu sana
rak onu anlam aya çal ışt ı . Bu kararı verir vermez, yüzü nün
an latabileceği dürüst bir tavrı takı ndı ve bay Swiveller'i avut
tu:
« Ben de düşk ı rıklı ğı na uğrad ı m . Benim ki elbet yalnız ar
kadaşlı k duygusu; ama sizin düşkırıkl ı ğ ı nıza neden her halde
özel bazı şeyler olcaktır ki benimkinden önemlidir. »
Dick terslenerek:
« Elbette ! . .. » yan ıtında bulundu.
Quilp, Dick'i kol undan çekip gözucuyla şeytanca bakıp:
«Gerçekten çok üzüldüm !. . » dedi. « Benim de canı m s ı k ı l-
d ı . Ü z üntü ortağı olduğumuzdan, unutması için dost olalı m !
Eğer onu başka bir yana yönlendirecek önemli bir işin yoksa,
nehir kıyısındaki bir meyhanede -söz aram ızda kaçak olduğu
söylenen iyi Schicdam evinin satıldığı yere gidelim. Meyhane
ci beni tan ı r. Nehire karşı küçük bir teras ı var. Gidip orada
bu nefis içkiden birer bardak içer, birer de pipo yakarız. Ra
hatça keyfi mize bakarız. Ne dersi n, bay Swiveller? .. »
Quilp bu sözleri söylerken Dick'in yüzü nü bir gülümseme
kapladı . Ve kaşları indi. Cüce, sözlerini bitirince Dick, tıpkı
onun aşağ ıdan yukarı baktığı gibi, kendisi de yukardan aşağ ı
kurnazca ona bakt ı . Başkaca yapacak bir şey kalmadı ğı ndan
adı geçen meyhanenin yolunu tuttu lar. Onlar arkaları nı dönüp
çıkı nca, küçük Jakop fırsat bulup yaygarayı bast ı .
Quilp'in bahsettiği meyhane, nehri n çamurları içine yuvar
lamaya yüzelmiş, çürümüş ahşap bir barakaydı . Bu baraka
farelerin kemirip oyduğu payandalarla yıkı lmasın ı n önüne ge
çilmiş h arap meyhanenin bir kısmıydı . Uzun zamandan beri
bi nan ı n ağ ırlığı n ı taş ıyan payadalar, çürüm üş kamburlaşmış
olduğundan, rüzgarlı gecelerde çat ı rdayıp gıcırdar ve yıkı lma
tehl i keleri atlat ı rd ı . Fabrika bacalarından ç ıkan dumanlarla:
sararıp rengi kaçan bina, ıssız bir arsa üzerinde duruyor;
demir tekerlekler ve kıyıyı yıkayan suların sesini yansıtıyordu.
1 66
Binan ı n içide dışı gibiydi. Odalar alçak ve rutubetli , duvarlar
delik deşik, döşeme çökmüş, kalasları yerinden oynam ıştı.
i şte cüce, Richard ' ı buraya davet etmiş yoldan geçerken
çevreni n güzelliğini gözlemesini rica etmiş ve barakaya girer
gi rmez masan ı n üzerine övgü beğenilerini yazd ığı, içi içki
dolu, küçük bir fıçı gelmişti. Deneyi mli bir elle küçük fıçıdan
iki bardak cin dolduran cüce onu üçte bir miktar suyla karıştır
d ı . Bardağ ı n birini Richard'a uzattı ve Piposunu eğri büğrü bir
fenerden yakarak bir sandalyeye oturdu ve dumanları savur
maya koyuldu.
Richard' ı n dudakları n ı şapırdatt ı ğ ı n ı gören cüce:
« Nasıl , barut gibi değil mi? .. » dedi. « İ nsan ı n gözlerini su
land ı rıyor, soluğunu kesiyor!. . »
Richard bardağı ndan birazı nı boşaltıp yerine s u koyduk
tan sonra:
« N e söylüyorsun, azizim, bu barutu sen nas ı l içiyorsun? .. »
·
dedi.
« Nas ı l m ı içiyorum ? İ şte böyle . . . "
Daniel Quilp üç bardak katkısız ispirtodan sonra korkunç
bir yüzle piposunu çekmeye başladı . Dumanı yutarak burnun
dan ç ı kard ı . Bütün bu becerileri yaptıktan sonra, toparlanıp
oturdu ve kah kahayı bastı .
Yumru k ve dirseğiyle m asada Trampeta çalan Quilp:
« Bir güzellik onuruna içelim ! Haydi ad ı n ı söyle! . . » dedi.
« Eğer ad istiyorsan; adı Sophy Wackles! . . »
Cüce:
«Bayan Sophy Wackles . .. yani . gelecekteki bayan Richard
Swiveller değ il m i ? Hah ha . . . " diye güldü.
«Sunu bir hafta önce söyleseydin doğru olurdu; ama şimdi
bayan Sophy kendisini Cheggs'e kurban ediyor!..»
Bu sözlere Quilp şu eklemede bulundu:
«Cheggs'in kulakları n ı kesmeli onu zehirlemel i ! . . Ben
Cheggs'in ad ı n ı duymak i stemiyorum . Genç ve güzel bayanın
ad ı Swivel ler'den başKa olamaz ! Onun bütün kardeşleri,
anas ı , babas ı , h ı s ı m ı , yani bütün Wackles ai lesi onuruna içi
yorum . . . Bardağ ı n ı kaldır! Son damlasına değin Wakles'ler
onuruna .. "
1 67
Richard ellerini kolları n ı çevreye savurup duran cüceye
şaşırarak kadehini kald ı rd ı ve elinde tutarak bir an bekledi.
«Sen gerçekten pek keyifli bir insansın. Ama gördüğüm
bütün keyifli insanlar arası nd a senin gibi tuhafına hiç rastla
mad ı m . "
B u . içten sözler cücenin zembereği boşanm ış davran ışla
rı n ı n eksilmesine değil, artm ası na neden olmuş, Richard da
onun tu h afl ı kları n ı seyrederek içkide ondan aşağı da kalma
m ı ş ve cücenin desteğiyle gitgide aç ılmaya başlam ışt ı . Cüce
için onu tasarlad ı ğ ı bu içtenlik h avası içine soktuktan sonra,
boş bir zaman ı nda ağzı ndan istediği bilgiyi almak kolaylaş
m ı ştı . Çok geçmeden uysal Richard ile kurnaz arkadaşı ara
s ı nda kurulan plan ı n bütün ayrı ntıları n ı öğrendi.
«Yeter, yeter!.." dedi. «Yetkin bir plan, bunun gerçekleş
mesine çal ı şmalıyız. Ben de elimden gelen yard ı m ı esirge
mem. Bu dakikadan başlayarak ben senin arkadaş ı n ı m ! . . »
Richard yüreklenerek:
« Haa, daha bir u m ut var m ı ?» diye sord u .
Quilp:
« Umut m u ?» dedi . « Bundan kesin bir şey olamaz Sophy
Wackles, ister bayan Cheggs olsun, ister kim olursa olsun,
ama bayan Swiveller olamaz! Çok talihin varm ış. İ htiyar
dede, yaşayan Yahudilerin bile hepsinden zengindir. Ben
sana şimdiden Nell'in kocası gözüyle bakıyorum . Altı nlar için
d e yüzeceks i n ! . . Sen benim sözümü dinle, bu iş olacak! . . »
Richard sord u :
«Ama nas ı l olacak?»
« Daha vakti var! Ama bu her halde olacak. Otu ru r uzun
uzun konuşuruz. Ben şimdi gelirim. Sen bardağı n ı doldur,
keyfine bak! »
B u sözleri söyleyen Daniel Qui lp, m eyhanenin arkas ındaki
oyun alan ına çıkarak kendini yerlere attı ve sevincinden yu
varlanıp bağ ı rmaya başladı .
« İ şte bana bir eğlence! . . » dedi. « H azı rlanmış, önüme kon
muş bir eğlence! Keyfini sürmek bana düşüyor. Şu mankafa
g eçen gün benim kafam ı şişirdi. Arkadaşı Trent de bir kez
1 68
bayan Qui lp'e göz edip yılışm ışt ı . B u, üç y ı l uğraşıp kurdukla
rı planı n sonu nda ancak meteliksiz bir insanla karş ı laşacak
lar! Evet, Richard, sözüm ona zengin Nell ile evlenecek . . .
Ben d e tan ı k olacağ ı m : H a h , h a h , h a ! . . H e r şey olup bitince
on lara anlatacağ ı m . Bütün eski hesapları göreceğiz. Zengin
varis ile evlenmesine niçin çabalad ı ğ ı m ı anlayacaklar! Ha ha
ha!.."
Bu coşkun sevinçler v e kıvaçlar aras ı nda Quilp a z kalsın
hiç hoşlanmayacağı bir olayla karşı laşacakt ı ; çünkü yuvarla
nı p duru rken kırık bir köpek kulübesinin yanı na gelmiş ve içe
riden -zinciri pek kısa olmasa- f ı rlay ı p onu pek tats ız bir bi
çimde selamlayacak olan i ri ve azgı n bir köpekle yüzyüze
gelmiş olacakt ı . Köpeği n bağlı olmas ı ndan yararlanan cüce,
s ı rtüstü, yatmış, yüzünün türlü korkunç mimikleriyle hayvan ı
kızd ı rmaya başlamış, aralar ı nda pek az bi r uzakl ı k bulunma
s ı na karşın, köpeği azarlamaktan geri kalmam ıştı. Quilp hay
van ı kızd ı rı p deli eden ısl ıklar ve tis tislerle kışkırtıyordu.
« Haydi gel de ı s ı r bakalı m ! · Gel de parçala! Seni korkak
sen i ! Yüreğin yemiyor değil mi?»
Köpek zincirini zorlayarak, gözlerini açm ış acı acı uluyor,
ama cüce parmakları n ı şaklatarak kafa tutuyordu. Keyfini ye
ri ne getirdikten sonra doğrulup kalkt ı . E llerini kalçalarına ko
yarak kulübenin çevresinde kaçıkça dans edip hayvanı büs
bütün kudurttuktan sonra, kendini toparladı ve h içbir şeyden
kuşkulanmayan arkadaşı n ı n yan ına gitti . Richard büyük bir
ciddilikle su ları n akışı n a bakıyor ve cüceni n bahsettiği altın
v e gümüşleri düşün üyordu.
XXll
1 69
bir o değin çorap ve mendil küçük Jakop'un gözünde büyüdü
ğü değin hiçbir çeyiz ilgi uyand ı rmam ışt ı r. Sonunda, bavul
nakliyat ambarına teslim edilm işti. Kit bavu lunu Finchley'de
alacakt ı . Bavul ambara teslim edilince düşünü lecek iki nokta
kalıyordu. Acaba ambar bavu lu yiti rmeden, ya da yitirdiğini
bahane etmeden tesli m edecek miydi ? Sonra Kit gidi nce an
nesi yalnız baş ı n a kendi kendini yönetebilecek miydi?
Bayan N ubbles ilk noktaya değinerek kayg ıyla:
« Bavu lun kendi kendine yiteceğini sanmam. Ama bu
emanetçiler bahane bulmay ı bilirler . . . » dedi.
Kit ciddil ikle yan ıt verd i :
«Gerçekten öyle, anne! Keşe bavulu vermeseydik. E n
doğru bavulla birlikte biri ni n gitmesi olurdu. »
«Şimdi yararı yok! Ama budalaca da'ıtrandı k. İ nsanlara
hiç fazla güven duymaya gelmez ! »
Bu ndan böyle emanetçilere ancak boşbavul emanet etme
ye.karar veren Kit'i n zihni i ki nci noktayla uğraşıyo rd u.
«Anne, sak ı n gidiyorum diye neşeni yitirme ! Her halde
kente i ndikçe eve de uğrarı m . Ü ç ay sonra mezuniyet zamanı
d a gelir. O zaman Jakop'u al ı r oyu nlara götürürüz . . »
.
Annesi :
« Bilmem oyu nlara gitmek günah m ı ? Gü nah olmasından
korkarım ! . . » dedi.
Kit üzgüyle yan ıt verdi:
« Bu düşünceyi senin akl ı na koyan gene küçük Bethel ola
cak. Kuzum anne, oraya s ı k gitme! Evin içine neşe veren yü
zünün as ı ld ı ğ ı n ı , küçü k kardeşimin de yüzünü astı ğ ı n ı ve
Jakop'un da tasaland ı ğ ı n ı görecek olursam gidip askere yazı
l ı r, ilk atı lan kurşuna kendini siper ederi m ! »
« Kit, böyle sözler etme ! »
«Anne, ben dediğimi yaparı m ! Eğer beni üzüp tedirgin
etmek istemezsen geçen hafta sökmek istediğin şapkan ı n fi
yangosunu ç ı ka rma! Alçak gönüllü yaşam ı z ı n izi n verdiğ i
oranda neşeli ve memnun görünmemizde hiçbir kötülük yok_.
Ha ha ha ! . . Bu yürü mek g ibi doğal ve sağl ı kl ı bir şeydir. H a
ha h a ! . . B u , kuzu ları n melemesi , domuzların homurdamas ı ,
1 70
atları n kişnem esi, kuşları n ötmesi gibi doğaldı r. Ha ha ha! . .
Öyle değil mi?»
Kit'in kahkahaları annesine de geçmişti. Pek ağı r ve ölçü
lü du ran annesi önce gülümsemiş; sonra o da coşkulu coş
kulu gülmeye başlayı nca, Kit bunun ne değin doğal bir şey ol
duğunu söylemeye bir kez daha fırsat bul muştu . Yüksek
perdeden kahkahaları basan Kit ve annesi nin gürültüsü bebe
ği de uyand ırmış, annesinin kucağ ına sokulur sokulmaz orta
da pek hoşa gidecek bir şey o lduğ u nu duyumsamayarak o da
bacakları n ı çevreye savurup gülmeye başlam ıştı. İ ddias ı n ı n
b i r kez daha b u biçimde kanıtland ı ğ ı n ı gören Kit, o değin
memnun olmuştu ki, bebeği işaret edip arkas ı na yaslandı ve
kas ıtları n ı tutarak makaraları koyverdi. Bu biçimde iki üç kez
kahkahaları n ı tazeleyip gene kendine geldikten sonra, gözle
rinin yaş ı n ı silip dua etti. Bunun üzerine hep birlikte sı radan
yemeklerini neşeyle yemeye başladı lar.
Kit, kileri tıklım tıklım dolu evleri ni tergeyip yola ç ı kan bir
çok gençleri n olası ki , vereceğinden daha bol öpüşmeler, ku
caklaşmalar ve gözyaşları ndan sonra, ertesi sabah erkenden
yola ç ıkarak Finchley'nin yolunu tuttu.
Onun ne giyindiğini merak edenlere kısaca işaret edelim
ki ü niforma yerine karyağd ı l ı bir ceket alt ına sarı bir yelek ge
çirmiş, sırtına gri bir gömlek giymiş, bütün bu gözlemden
başka ayağ ı n a bir çift yeni kundura, baş ına da p-armakla vu
rulu nca davul gibi çalan sert bir kasket geçirmişti . Bu görkem
li kılığıyla pek ilgi çektiğine şaşı ran Kit, bu i lgisizliği sabahle
yin erken kalkan ları n mah murluğuna vererek Abel Cottage'in
yolunu tuttu.
Tıpkı kendi eski kı l ı ğ ı nda, başı nda çelimsiz bir şapkasıyla
yolda rastlad ığı bi r çocuğa cebindeki altı peninin yarıs ı n ı ar
mağan etmekten başka anıl maya diğer bi r olayla karş ılaşma
yan Kit, zamanında ve olduğu gibi gele.n bavulunu emanet
çiden alıp omuzuna yüKledi ve bu namuslu adam ı n karısının
tarifi üzerine, bay Garland'ın evini aramaya koyuldu .
Buras ı , evlerinin damları sazla kaplı küçük ve şirin bir ka
sabayd ı . Pencereleri nden bazı ları küçük, renkli camlarla süs-
1 71
len mişti. Evin bir yanı nda tam midilliye göre küçük bir ah ır ve
ahırın üzerinde tam Kit'e göre, küçük bir oda vard ı . Beyaz
perdeler pencerelerde sallan ıyor, altı n gibi parı ldayan kafes
lerde kuşlar ötüyordu. Evin her i ki yan ı na fidanlar dikilmiş,
sarmaşı klar kapıyı kaplamışt ı . Bahçe, açı l m ı ş çiçeklerle be
zenmiş ve yüze gülüyor, çevreye güzel kokular yay ı lı yord u.
He r yanda bi r çeki düzen göze çarpıyor, bahçede tek bir ya
ban ı l ota rastlan m ı yordu. Ortada duran bahçıvan aletleri,
sepet ve eldiven lerden i htiyarın sabahleyin bahçede uğraştığı
anlaş ı l ı yord u .
Kit d a ha kapıyı çalmadan çevresine şaşk ı n l ı k v e takdirle
bakı nıp durdu. Oysa çevreyi seyeredecek bol zamanı vard ı .
Kapıyı iki üç kez çal ı p kimse açmayı nca, bavu lun üstüne otu
rup bekled i .
Zili birkaç kez daha çaldı ğ ı halde henüz açan olmamışt ı .
Sonunda gene bavu lunun üzeri ne oturup devlerin şatoları n ı ,
saçlarından çivilere asılan prenslerin şatoları n kapısından f ı r
lay'ıp ç ı kan ejderleri ve daha buna benzer halkın masal kitap
ları nda okudukları olayları zih ni nden canlandırıp du rurken
yavaşça kapı açı l m ı ş temiz ve s ı radan olduğu değin şiri n
yüzlü küçük bir hizmetçi k ı z kapıya ç ı km ı şt ı .
Hizmetçi k ı z sordu :
« Her h alde sizin ad ı n ı z C h ristopher olacak?»
Kit bavulun üstünden kalkarak:
« Evet ! » dedi .
« Olası ki kapıyı birkaç kez çald ı n ı z ! Midilliyi yakalamaya
çal ışıyorduk! İ şitmedik!»
Kit, bunun ne demek olduğunu pek iyi kestirememekle bir
likte, kapın ı n ağz ı nda durup soru sormaktansa, bavulunu sı rt
layıp hizmetçi kızı izled i. Hole girdiği zaman arkaya açı lan ka
p ı lardan birinde bay Garland'ın midilliyi bahçeye doğru
çektiğini görmüştü. Sonradan .öğrendiğine göre, Whisker
bütün aileyi bahçenin arkası ndaki kırlıkta i ki saat koşturduk
tan sonra yakayı ele vermişti !
Gerek i htiyar, gerek ayakkabı ları n ı paspasta s ı kı s ı kı sildi
ği için önceden üzerine bestelediği iyi düşü nceleri bir kat
1 72
daha güçle i htiyar bayan, Kit'i pek iyi karş ı lam ışlard ı . Kit yeni
giysisi gözden geçirilmek üzere oturm a odas ı na alınmış; giy
sileri dikkatle i ncelenmiş; sonuç memnunluk verm işti. Daha
sonra, kendisinin de önceden gözüne ilişen, küçük ama temiz
ve rahat odaya çıkarı lmış, oradan da bahçeye yönlendirilmiş
ti . İ htiyar, Kit'e bahçede ne gibi işler yapmas ı n ı öğ reteceğini
ve eğer hak kazan ı rsa, dinlenme ve m utluluğu için neler dü
şündüğünü söyfedi . Bütün bu i nceliğe karşı Kit teşekkürlerde
bulunmuş ve elini o değin çok şapkasına kald ırıp- indirmişti ki ,
yeni şapkası bayağı aş ı n m ışt ı .
İ htiyar öğüt v e vaad yolunda, Kit de teminat v e teşekkür
makam ı nda söyleyeceklerini söyledikten sonra, Kit i htiyar ba
yan ı n yanına götü rülmüş o da ad ı Barbara olan küçük hiz
metçi kızı çağ ı rarak Kit'e aşağ ıda yiyecek içecek vermesini
buyurmuştu.
Kit aşağ ıda, merdivenlerin alt ı nda, ancak oyuncakçı, d ük
kanları n ı n vitrinlerinde rastlanı lan tertemiz ve pırıl pırıl duran
mutfağa girmişti, m utfakta her şey t ıpkı Barbara gibi çekidü
zenliydi. Tertemiz bir masaya oturarak soğuk eti ni yedi ve bi
ras ı n ı içti. Yan ı nda kendisine bakan bir yabancı bulunduğu
için çatal ve b ıçağ ı n ı her zamankinden beceriksizce kullanı
yordu.
Oysa çok sessiz bi r yaşam geçirdiği için Kit gibi utangaç
ve sıkılgan olan, ne söyleyip ne edeceğini kestiremeyen Bar
bara'dan çekinmeye gerek kalmad ığı anlaş ı l ı yordu. Bir süre
sessizce oturd u . Saatin ölçülü tik takların ı dinledikten sonra,
başını çevirip raftaki kabkacağa bakarken gözü , içinde yu
maklar, iplikler, bir dua kitabı ve incil bulunan Barbara'n ı n
dikiş kutusuna i lişti. Barbara'n ı n aynası pencerenin yan ı nda,
ayd ı n l ı kta, şapkası da kapı n ı n arkası nda ası l ı duruyordu. Hiz
metçi kızın varl ı ğ ı n ı l\an ıtlayan bu belirtiler etkisiyle Kit bu
sefer baş ı n ı çevirip bezelye ayı klayan Barbara'ya bakt ı .
Bütü n yal ı n l ı k v e saflığ ıyla tam o n u n yüzüne bakıp gözünün
rengini görmek istediği bir anda, Barbara da rastlantıyla ona
bakı nca görmek istediği bir anda, Barbara da rastlantıyla ona
1 73
bakınca, her i kisi de başlar ı nı i ndirmiş, göz göze gelmenin
verdiği şaşkı n l ı kla biri bezelyelerine diğeri de tabağ ı na eği l
mişti .
xxıı ı
1 74
Swiveller ciddilikle:
« Sen bir yeti m i aldatt ı n ! . . » dedi.
Quilp:
« Ben mi ? Ben senin i ki nci bir baban ı m ! » yanıtını verdi.
c• Sen ! . . Sen benim babam, h a ? . . Ben kendime sahibim,
beni yalnız b ırak. Hemen şimdi ! . . "
;, Sen n e tu haf b i r i nsans ı n ! »
B i r direğe dayanıp ellerini sallayan Richard :
« Haydi git, sana git diyoru m ! Olası ki bir gün olur da zevk
ve sefa uykusundan uyanı r; tergenmiş yetim lerin kederini an
lars ı n . Haydi işine git ! . . » diye m ı r ı ldand ı .
Cüce hiçbir şeye ald ırış etmeyince, Swiveller o na hakketti
ği cezayı vermek amacıyla üzerine yürüd ü ; ama daha yanı n a
gelmeden, y a amac ı n ı u nuttuğundan, y a d a düşüncesini de
ğiştirdiğinden, elinden tutup hoşa giden bir içtenlikle, dış gö
rünüşleri nden başka her şeye sonsuz kardeşlik i lan etti .
Sonra gizini bozan Wackles'e karş ı duyduğu üzgüyle birlikte
bi r kez daha anlattı , ama anlat ı m ındaki tutarsızlığın şarap ve
içki etkisiyle olmayıp ancak deri n sevgisine kanıtlı k ettiğine
değindi. Bundan sonra cüce ile kolkola g irip dostça yollarına
devam ettiler.
Quilp ayrı l ı rken:
« Ben bir sansar değin zeki ve bir gelincik değin kurna
zım. Sen Trent'i bana getir. Niçin bilmem, o pek güvenilmez
ama, ben onun da bir dostuyum. Siz ikiniz de i leride büyük bir
servete konacaksınız ... » dedi.
Richard yan ıt verdi:
« İş in kötü yan ı , bu uzak servetler bir türlü elde edi lemez.»
Cüce Richard'ın kolunu sıkarak:
« Uzak oldukları için bu gibi servetleri küçümsememeli, bu
servete yaklaşmadı kça onun değerini gereğince takdir ede
mezsin,., dedi.
Richard sordu :
« Demek s en böyle düşünüyorsun?» .
« Doğal değil mi ya? Ben ne söylediğimi bi liyorum. Sen
Trent'i bana getir. Ona her i kinizin de dostu olduğumu söyle-
1 75
meyi u nutma. Ne diye dost olmayım ?,,
« Ö yle ya, ne diye olamazs ı n ! Gerçi dost olman için birçok
nedenler vard ı r, ama dost ol maman için h içbir neden görmü
yorum . Kaldı ki iyi ruh sahibi bir i nsan olsan benimle dost ol
mamda tuhaf sayı lacak bir şey olmaması gerek. Gelgelelim
sen iyi bir ruh taş ı m ı yorsu n ! »
« Ben i y i b i r ru h taş ı m ıyor muyu m ? »
«Olsa ols�, şeytan ruhu ! Senin biçim v e görünüşündeki bir
insan, iyi bir ruh taşıyamaz. Eğer sen de bir ruh varsa, her
halde kötü bir ru h olmal ı . »
Richard elini göğsüne vurarak devam etti:
« İ yi ruh taşıyan i nsanlar, bambaşka insanlard ı r. Buna hiç
kuşkun olmasın ... "
Quilp açı k sözlü arkadaşı n ı yüzü nde h ilecilik, ve hoşnut
suzlukla karışık bir anlatımla süzerek, onun özgün bir karter
sahibi olduğunu ve kendisine karşı takdir duyguları beslediği
ni söyledi. Bu sözlerin ard ı ndan Swiveller ayrı l ı p uyanabil- .
mek için .evi nin yolunu bul maya; Quilp de elde ettiği giz üze
ri nde düşünüp kendisine açı lan büyük eğlence ve öç alma
kapısıyla keyiflenmek üzere birbirlerinden ayrıldı lar.
Swiveller ertesi sabah ünlü Sehicdan içkisi nin etkisiyle,
başı sersem bir halde, gönülsüz ve du raksak, eski ve izbe
bir h an ı n çatı altı odası n da oturan arkadaşı Trent'in ziyaretine
g itti ve bir gün önce Quilp ile aras ı nda geçenleri suskunlukla
ama birer birer anlatt ı . Trent bu öyküyü Quilp'in olası amaçla
rını düşünerek büyük bir şaşkınlıkla d i nleyip arkadaş ı n ı n boş
boğaz l ığı üzerine acı sözler etti.
Richard Swiveller yaptı klarına pişman olarak:
« Kendimi savunmaya çalışm ıyorum, Fred, ;,_ dedi. «Ama
şu herif o değin tuhaf, O değ i n kurnaz bir i nsan ki ben daha
söyleyeyim mi, söylemeyeyim m i diye düşü nürken: ağzı mdan
kapıp ald ı . Sen d e benim gibi onun nas ı l baca gibi duman
savurup içki içtiğini görsen, bir şey saklayamazd ı n . Herif sanki
semender!»
Frederick Trent, semenderin giz açıklanacak yaratıklar;
ateş geçmez i nsanları n da ne olursa olsun güvene değer in-
1 76
sanlar olup olmadıkları n ı sormaya gerek görmeden, bir san
dalyeye çöktü ve baş ı n ı elleri aras ına gömüp Qui lp'i arkad aşı
Swiveller'in gizemlerine gi rmeye yönelten nedenleri düşünüp
tartmaya koyuldu. Zira açığa vurulan gizin Richard1ca isteye
rek yapılmad ı ğ ı , cüceni n onu kandırıp ayarttığı apaçıkt ı .
Cüce, kaçaklar üzerine bilgi almaya çalıştığı s ırada, onun
la iki kez yüz yüze gelmişti. Richard ' ı n önlemsizce davranışı
yüzünden meraka düşebi leceği bir yana bırakılsa bi le; dede
i le toru nu üzerinde önceden bir kaygıya düş mediğine göre,
bu rastlant ı n ı n bir kuşku uyand ı rması yeterli gelebilird i; ama
bir kez planları n ı öğrendi kten sonra, acaba cüce ne diye yar
dım etmek istiyordu. Bu çözümü zor bir sorundu. Ama hileci
ler kendi hilelerini başkaları na yüklemekle çoğu kez gene
kendilerini aldattıkları ndan, cüce ile i htiyar dede aras ı nda
olas ı ki onun birdenbire ortadan yitmesiyle sonuçlanan, gizli
birtakı m işlerden, ortaya çıkan bi r darg ı n l ık yüzünden Quilp,
ihtiyarı n tek sevgi ve kayg ı s ı n ı oluşturan torununu, dedesinin
korkup nefret ettiğini bildiği bir bağa sürüklemekle ondan öç
almak istiyordu. Kızkardeşini hiç düşünmeden, kazanç umu
du ndan sonra yüreğinde en çok bu düşü besleyen Trent için
Quilp'in davran ış biçimine neden bu görü nüyordu. Cücenin
böyle bir kan ıyla davrand ı ğ ı n ı kabul ettikten sonra, bu sorun
da onun içtenliğine i nanmak kolayd ı . Onun kendileri için
güçlü ve yararlı bir yard ı mcı olması da kuşku götürmeyeceği
için, Trent daveti kabul ederek o gece cücenin, evine gitm eye
karar verdi . Cücenin düşüncesi ve eylemi kendisini olurlaya
cak özdeyse, planları n ı n gerçekleşmesi için gerekli olan
emek ve zahmeti ona yükleyecek; ama onu kazanca ortak
tutmayacaktı.
Fred, zih ninde bu nları tasar!ayıp bu sonuca var d; :-:.tan
sonra -Swiveller'in daha azıyla kanacak olmasına karş ı ti -·ona.
düşüncesinin uygun gördüğü miktarı n ı anlatt ı . Ve gür;ürı son
raki kısmı n ı kend ine gelmesi için bağışlad ı ktan sonra, cınuııa
birlikte Ouilp'in evini yolunu tuttu.
Quilp, onları gördüğüne çok memnun ya da öyle görünü
yor, bayan Quilp ve kaynanası bayan Jiniwin'e karşı çok gör-
1 7'7
Antikacı Dükkanı / F: 1 2
gülü davranıyo r, genç Trent'i n karıs ı üzerinde ortaya ç ı kard ı
ğ ı etkiyi anlamak içi n karısı n ı keskin gözleriyle süzüyordu.
Bayan Ouilp genç adamı n karşısında annesi değin acı ya da
tatlı herhangi bir heyecandan uzak bulu nuyor; ama kocası n ı n
bakışları o n u utand ı rı p şaşı rttığından n e yapmak gerektiğini
ve kocası n ı n ne istediğini kestiremiyordu. Quilp karıs ı n ı n bu
halini zihninde tasarlad ı ğ ı nedene dayand ı rı rken bu saptama
s ı na için için gülüyor, bir yandan da kıskançlıktan kudu ruyor
du.
Buna karş ı n Ouilp duyguları nı açığa vurmayarak pek yu
muşak ve pek tatl ı davranmış, olağanüstü bir içtenli kle rom
şişesinden i kramlarda bulunmuştu.
« İ lk görüştüğümüzden beri her halde iki yıl falan oldu . . . »
Trent düzeltti:
« Ü ç yıla yaklaşıyor!»
Quilp:
« Üç yıla yaklaş ıyor, h a ! .. Zaman ne çabuk geçiyor. . . »
dedi. « Sana da böyle uzun geliyor mu, bayan Ouilp? . . »
Bahtsız kad ı n :
«Tam üç y ı l oluyor. . . » yanıtını verdi.
Quilp kendi kendine «Yaa, öyle mi, bayan? Demek onu
özledin h a ! Ben bi raz azgı n l ı ktan, hovardal ı ktan hoş lan ı rım
B e n de bir zamanlar uçar, kaçard ı m . "
Cüce, b u açı klam ısını eski avarelik v e hovardal ı ğ ı n ı o rta
ya vuran öyle sevimsiz bir göz kırpmasıyla söylemişti ki, ba
yanı Ji niwin öfkelenerek yeğnik bir sesle bu açı klamayı karı
s ı n ı n duymayacağı bir ortamda yapmas ı n ı n uygun olacağ ı n ı
söylemekten kendini alamad ı . Quilp, kaynanas ı n ı n bu kendini
beğenmiş, tutu mla söylediği sözlere karşı onu ekşi bir yüzle
süzerek karş ılad ı ktan sonra abart ı l ı bir davran ışla onun sağ
lığ ı na içti.
Cüce kadehini masan ı n üstüne bırakırken:
« Ben senin hemen geri geleceğini biliyordum , Trent!»
dedi. «Ne değin pişman olduğun ve sana sağlanan mevkinin
seni ne değin m utlu ettiğini bildi ren bir mektup yerine Mary
Anne seni geti rince, nas ı l hoşlanıp keyiflenmiştim. Ha ha
ha!..»
1 78
Genç adam, seçilen konunun kendisi ni eğlendirerek e r
uygun şey olmamas ı na karşı n gülümsedi. Ouilp devam etti :
«Zengin bir h ı s ı m kendi eline bakan iki kişiden -kız ve
erkek iki kardeşten: yalnız bi risine bağl ı olur, diğerini başın
dan atarsa yanlış davranmış sayılır.»
Fred, sabırsızlık belirten bir k ı m ı ldanmada bulundu ; ama
Ouilp h az ı r bulunanlardan hiç birisini kişisel olarak ilgilendir
meyen soyut bir konudan bahsediyormuş gibi, suskunlukla
sözleri ne devam etti :
«Deden yinelenen hoşgörmeler, nankörlükler, isyanlar ve
taşkınlı klardan bahsedince ona bu gibi şeylerin her yerde gö
rü legelen kusurlar olduğunu söyledim. Deden bana: 'Ama
Fred, ıslah olmaz haylazı n bi ri !' dedi. Ona -elbet yal n ız söz
olsun diye- bunu kabul etsek bile nice. genç soyluları n ıslah
olmaz haylazlar oldukları n ı söyledimse de bir türlü inandı ra
madı m . »
Genç adam alay yollu :
«Şaş ı lacak şey ! » dedi.
«Ben de o zaman şaşkı nlı klara düşmüştü m ; ama deden,
hep i natçı bir insand ı . O bir bakı ma, benim arkadaşı mdı . Gel
gelelim inatçı ve yanl ış düşüncelere sahip bir insand ı . Küçük
Neli iyi, hoş, genç bir kız ... Ama sen onun kardeşisin, Fred !
Son kez dedene söylediğin gibi ; o, bu gerçeği değiştire-
mez . . . »
Fred, sabı rsızlıkla:
« Elinden gelse buna da çal ışırd ı ! Onun sevgisi de, iyiliği
de olmaz olsu n ! » dedi. «Şimdi bu sözlerin hiç yararı kalmad ı ;
onun için b u konuyu kapayal ı m . »
Oui lp:
« İ yi , iyi . . . » dedi. «Bundan ne diye bahsediyorum? Hep
senin bir dostun olduğumu anlatmak istedim de onun için . . .
Sen dostunu düşman ı n� ayı rdedemiyordun. Şimdi kimin dost,
kimin düşman olduğunu taktir ediyor musun? Sen benim
dostluğuma i nanmadığın için bana karşı soğuk davran ıyor
dun. Bu soğuk davran ı ş senden geliyordu. Şimdi gene el sı
kı ş ıp dost olal ı m , Fred ! . . »
1 79
Cüce, başı omuzlarına gömü lü, yüzü nde sevi msiz bir gü
lümsemeyle kalkıp kısa kolunu masan ı n üstünden uzatt ı .
Bi raz duraksadı ktan sonra genç adam d a elini s ı ms ı kı s ı kıp
bir an için parmaklarında kan ı n dolaşmas ı nı durdurdu. Ö bür
elini dudağ ı na götürdü, h içbir şeyden kuşkulanmayan Ric
hard'a kaşları n ı çatt ı , sonra elini çekip otu rdu.
Trent, Richard Swivel ler'in h ep amaçları na ancak bir araç
ve planları n ı n açı klanmas ı n ı uygun gördüğü kısmı ndan ha
beri olduğunu bildiğinden, cücenin her ikisinin de durumunu
elbet anlad ı ğ ı n ı ve arkadaşı nı n h uyunu da pek iyi kavrad ığı nı
duyumsad ı . Bu, hilecilik b i l e ol s a takdir edi lecek bir şeydi.
Kendi üstü n yeteneklerine karşı cücenin gösterdiği bu sessiz
'
sayg ı ve bağ l ı l ı k genç adamı cüceye çekmiş ve onun yardı
m ı ndan yararlanmak kararını güçlendirmişti.
Swiveller'in kad ı nları n işitmesi uygun olmayan şeyleri so
rumsuzca açı klaması ndan korkan cüce; gerekli bir h ızla ko
nuyu değiştirdi ve dört kol iskambil oynamak önerisi nde bu
lundu. Eşler seçilmiş; bayan Quilp Frederick Trent'e; Dick de
cüceye düşmüştü. Bayan Ji niwin kart oyu nuna pek düşkün
olduğu için damad ı nca oyun d ı ş ı tutulmuş; ona arası ra şişe
den kadehleri doldurmak görevi ver.i lm işti. Cüce bu andan
başlayarak kart oyunu değin içkiyi de seven kaynanas ı n ı n iç
ki nin tadına bakmas ı n ı n önüne geçmek ve bu suretle onu
pek kurnazca i ki katl ı bir azaba sokmak içi n, gözü nün birini
ondan ay ı rm ad ı .
Quilp'in di kkati -daha birçok şeylerde uyan ıklığ ı n ı gerektir
diğinden- yal n ı z bayan Jiniwi n'le kalmıyordu. Çeşitli alışkan
l ı kları dikkatle izlemek ve sayıp yazarken elçabukluğ una ge
tirmekle kalm ıyor; kartları n sayı lma h ızı ve say ı ların yaz ı lma
h ı zı ndan şaşkı na dönen ve bu şaşkınlık ve kuşkusunu sakla·
mayan Swiveller'e vurduğu tekmelerle uyarm aya çal ışıyordu.
Karıs ıyla Trent'in birbirine her bakış ı , her kullandı kları sözcük
ve her oynadı kları kart j çin de cüce göz kula!\ kesilmişti . Ya;
nız masanın üstünde olup bitenlerle kalm ıyor, masan ın altın
dan yapı labilecek işaretleri ve tü rlü tuzaklarla keyf yapıyor,
bununla da yeti nmeyerek, bakal ı m bağ ı racak rnı yoksa sesini
1 80
çıkarmayacak mı diye, karıs ı n ı n ayağına basıyordu. Karısı
sesini çı karmayacak olursa Trent'in daha önce onun ayağ ına
bastığı anlaş ı l m ış olacaktı, bütün bu zihin uğraşı aras ında cü
cen i n bir gözü kaynanas ından ayrı lm ıyor, ihtiyar kadı n -birkaç
kez denediği gibi- şöyle bir tadına bakmak için çay kaşığını
yan ı ndaki bir kadehe yaklaştı racak olsa, tam bu başarıs ı
an ı nda, Quilp kad ı n ı n kolunu dürtüyor, alaycı bir sesle kayna
nas ı n ı n sağlığ ı n ı koruması n ı rica ediyordu. Bütün bu çeşitli
özen ve uyan ı klarında Quilp hiç yumuşayıp gevşememişti.
Birkaç parti oyun oynayıp bir hayli içki içtikten sonra,
Qui lp, karısını dinlenmeye yollad ı . Uysal kad ı n buyruğa uyup
öfkeli annesi de onu izleyi nce, Swiveller de uyuklamaya baş
lad ı . Cüce, arkadaş ı n ı odan ın öbür köşesi ne çekip fısı ltıyla
onunla görüşmeye girişti.
Quilp, uyuklayan Swiveller'e doğru bakıp yüzünü buruştur
du ve:
« Değerli dostum uzun yanında fazla konuşmak doğru
olmaz,,, dedi. «Bu, iki m izin arası nda bir pazarl ı k, öyle değil
mi, Fred? Arkadaşı n küçük ve sevimli Neli ile evlenecek mi?»
« Her halde senin de bu işde bir i lgin olmal ı ! »
Quilp, ası l ilgisinin n e olduğu nun ayı rdında olmayan
Fred'e sı rıtarak bakt ı :
« Elbet i lgim var, Fred ! . . » dedi. « Bu belki bi r karş ı lık, belki
de bir kapris . . . Ama ben nüfuz sahibiyim . Bu nüfuzu istersem
yardım, istersem engel olmak için kullanabilirim. Ne biçimde
olması n ı istersin? Ağ ı rl ı k terazisi nin hangi kafesine gitsin? .. »
« Benim tarafıma!»
Quilp yumduğu elini uzatıp sanki içinden bir ağ ı rlık b ı rakı-
· ·
yormuş gibi:
« İşte oldu, Fred ! » dedi. «Bu dakikadan başlayarak ağ ırlık
senin tarafında! Bunu akl ı ndan çıkarma ! . . »
Trent sord u :
«Nereye gitmişler acaba?»
Quilp başı n ı sallayıp bilmediğin i ; ama kolaylıkla öğrenebi
leceğini söyledi. Gittikleri yeri öğrendikten sonra planları n ı uy
gulamaya başlayabilirlerdi. Kendisi ya da Swiveller i htiyarı zi-
1 81
yaret edip onun adına sahte, deri n bir ilgi göstererek onuruyla
uygun bir evde yerleşmesini rica edebilir ve bu suretle genç
kız üzeri nde gönül borcu ve sevgi uyandı rabi lirdi. Nell'de bu
duyguyu uyand ı rdıktan sonra, onun bir iki yıl içinde kazan
mak kolaylaşı rd ı . Çünkü, birçok ci mri leri n yaptığı gibi, kendi
sini yoksul göstermek ihtiyarı n kıskançl ıkla izlediği bir siya
sayd ı . Kaldı ki Neli de buna i nanıyordu.
TrEint:
« Bana karşı da son zamanlarda hep böyle davranı rd ı , "
dedi.
Quilp yanıt verd i :
« Bana d a ayn ı biçimde davrand ı . O n u n ne değin zengin
olduğunu bildiğim için bunu pek tuhaf buldum . »
« Her halde bilmen gerek!»
Cüce: 'Evet, öyle! . . ' yanıtında bulundu ve hiç olmazsa
bunda yalan söylememişti.
Fısıltıyla konuşulan bi rkaç sözcükten son ra gene masan ı n
baş ı na döndüler. Genç adam Swiveller'i sarsarak gitmek için
onun uyanmas ı n ı beklediğini bildird i . Bu müjdeyi alan Swi
veller hemen kalktı , planları üzerinde birkaç sözçük daha
sarfettikten sonra sı rıtkan cüceye rahatlı k dileyip ayrıldılar.
Onlar sokağa çıkınca cüce de pencereye koştu. Trent, cüce
nin karısı üzerine övgüler s ı ralıyor ve her ikisi de onun böyle
biçimsiz bir mendeburla hangi gizemi n etkisi altında evlenme
ye vardığına şaşırıyordu . . . Quilp onların uzaklaşan gölgelerini
. o ana değin yüzünde görü lmeyen bir s ırıtmayla izledikten
sonra, karanlıkta sezsizce yatağ ına çekildi.
Kurdukları bu planda, ne Trent, ne de Quilp zavallı ve
masum Nell'in üzgü ve mutluluğunu hiç hesaba katmamışlar
d ı . Diğer yandan her ikisinin de oyuncağı olan ve bu gibi dü
şüncelerle zihnini hiç yormayan haylaz ve sefil Swiveller de
kendi değer ve özellikleriyle övünerek bu planı hoş görüyor
du. Ama yalnızca kendi zevk ve iştahın� tatminden başka bir
şey düşünmeyen akılsız ve haylaz adam -karı s ı n ı dövüp öl
dürmek istemediğinden- her şeye karş ı n dayan ı l ı r sı radan bir
koca olacağı düşüncesiyle dolu olabi lirlerdi.
1 82
xxıv
1 83
« Korkacak bir şey yok mu?» dedi. «Seni benden , bizi bir
birimizden , ayı racak olsalar, gene korkacak bir şey yok mu?
Hiç kimse bana sadık değil, hatta Neli bile ! . . »
« Böyle söyleme, dede! Sad ı k ve içten bir i nsan varsa o d a
benim. H e r halde bu.nu biliyorsun? . . »
İ htiyar, çekingenlikle çevresine bakarak:
«Öyleyse nas ı l oluyor da beni lıer yanda arayıp duru rlar
ken ve şimdi buracı kta konuşurken bi le buraya değin gelme
leri olasılığı da varken bizi güvende san ıyorsun?» diye sordu.
«Çünkü, i nanıyorum ki , bizi izleyen olmad ı . Sen de çevre
ne bir bak� Ne değin sessiz ve durgun. Yalnız ve istediğimiz
yöne gidebiliriz. Senin bi r tehlikeye uğrayacağ ı n ı sezersem
hiç rahat edebilir miyim ? .. »
İhtiyar, torunu nun elini m ı ncıklayarak ve çevresine kayg ıy
la bakarak:
« Doğru söylüyorsun, Neli ! » dedi. «Ama şu g ürültü de ne
reden geliyor?»
« Bi r kuş, dedeciğim ! Ormana doğru uçup bize izleyeceği
m iz yolu gösteren bir kuş ... Ormanlarda ve kırlarda yürüyece
ğimizi, nehir kıyılarında dolaşacağ ımızı ve ne değin m utlu
olacağ ı m ızı konuştuğumuzu anımsıyorsun değil mi? Oysa
· güneş parlayıp duru rken, her şey neşeli ve coşkuluyken biz
küsüp otu ruyor ve boş yere vakit yitiriyoruz. Bak ne güzel bir
yol ! işte ayn ı kuş bir başka ağaca uçuyor ve ötmeye hazırla
n ıyor. Biz de yolumuza devam edelim. »
Oturdukları yerden kalkıp ormanın içinden geçen gölgelik
li yolu izlerken Neli, hoplaya sıçraya önde gidiyor, mini mini
ayakları n ı n yosunlarda bıraktığı iz -aynaları n soluğu çevirme
si gibi- bu yeğnik bası nç altında esnekliğinde n , düzelip doğru
luyordu. Böylece genç kız i htiyara baş ı n ı çevirip geriye baka
rak ve neşeli işaretler yaparak, bir yolların ı n üstüne sarkan
bir ağacı n dal ı na konup öten eşsiz bir kuşu sessizce parma
ğ ıyla göstererek, bir, bu m utlu durgunluğu bozan bir kuşun
şarkısını durup dinleyerek, bir, yaprakların aras ı nda titreşen
ya da çevresini sc;ı.rmaşı klar kaplayan i htiyar ağaçları n ara
.1 84
sından sızarak aydınlık yollar açan güneş ışığ ı n ı seyrederek
ona rehberlik etti . Yollların üzeri ne sarkan dal ve fundaları
açarak yollarına devam ederlerken genç kız ı n önce takındığı
rahat ve dinç tavı r şimdi yüreğini sarmışt ı . İ htiyar da artık kor
kuyla arkası nda bakmıyor, di ngin durgun görü nüyordu.
Çünkü koyu yeşil gölgeliğin içine işledikçe Tanrının ru h sus
kunluğunu daha fazla duyumsayarak yürek dingi nliğini kazan-
·
mışt ı .
Sonu nda yol daha düzelip doğrularak açı ld ı ve onları or
man ı n . sonuna ve ana yola çıkard ı . Bir süre bu yolda yürüdük
ten sonra, her iki yan ı ağaçlıkla ve dallarıyla yolun Ozerinde
bir kemer oluştu ran bir koruya vardı lar. Yol kıyısındaki bir işa
ret köye üç mil olduğunu gösteriyordu. Adı mları nı o yöne çe
virdiler.
Burası küçük bir köyceğizdi. Çocuklar ve yetişkinler çayı r
l ı kta kriket oyunuyorlar, diğerleri de seyrediyordu. Dede ile to
runu nerede s ı radan bi r oda bulacakları n ı düşünerek aşağ ı
yukarı dolaşıp durdular. Külübesi önündeki bahçede ayakta
duran i htiyar biri var-d ı . Ama ona yaklaşmayı gözleri kesme
di. Çünkü o bir öğretmen ve pencerenin üstündeki beyaz lev
hada siyah harflerle 'okul' sözcüğü yazı lıyd ı . Öğretmen , sol
gun benizli, yalın görünüşlü, babacan kı l ı kl ı bi r i nsand ı .
Çiçekler v e kovanlar arası nda kapı s ı n ı n önünde durup çubu
ğu nu yakm ı ştı.
İ htiyar dede bir fısıltıyla:
« Konuş bakalım, Nell! . » dedi.
.
1 85
Pek yorgun oldukları için genç kız, hatta bir öğretmene
bile hitap edecek yürekliliği gösterebilirdi ; ama öğretmenin
halinde b i r huzursuzlu k ve sıkıntı vardı. Ona yakı n bir yerde,
duraksaklık içinde durup beklerken; zihni uğraşlı bir i nsan
tavrıyla ancak birkaç dakika için piposunu bir yana b ı raktığı
na, sonra bahçede gezindiğine, bahçe kapıs ı na doğru yürü
yüp çayırlığa baktığına, bi r iç çekmesiyle piposunu gene eline
ald ığına, sonra eskisi gibi düşünceli haline döndüğüne dikkat
ettiler.
Yanına gelen hiçbir kimse olmadığı ndan ve çok geçme
den hava kararacağ ı ndan Nell, yürekliliğini toparladı ; yaşlı
öğretmen piposunu ağzına götürünce dedesinin elinden tutup
ona yaklaştı. Bahçe kapı s ı n ı n mandalını kaldı rı nca duyulan
yeğnik tıkırtı öğretmenin dikkatini çekmişti. Dönüp onlara se
vencenlikle karışık kırık bi r düşsellikle baktı ve baş ı n ı sallad ı .
Nell, başını eğip yoksul yolcular oldukların ı geceyi geçire
cek bir yer arad ı kların ı , keselerinin izin verdiği oranda parası
n ı da vereceklerini söyledi. Genç kız konuşurken yaşlı öğret
men ona ciddilikle baktı ve sonra piposunu bir yana
bı rakarak onlara bir adı m da kendisi yaklaştı.
« Bize bir yer salık verirseniz çok seviniriz efendim ! »
« Uzaktan m ı geliyorsunuz, kızım? .. »
« Evet...»
Öğretmen elini Nell'in başına koyarak:
« Pek genç bir yolcusun, yavrum . . . » dedi. « Sizin torun her
h alde? .. »
İhtiyar:
« Evet, efendi m ! » dedi. «Yaşamı m ı n dayanağı ve avuntu
su . . . "
« İçeri giri n ! ,,
Öğretmen daha fazla soru sorgu etmeden onları hem
salon, hem de mutfak olan sınıfa aldı ve geceyi çatısı altında
geçirmelerine izin verdi. Sonra onları n teşekkür etmelerine ·
1 86
Neli otururken çevresine bakt ı . Birkaç s ı ra, kesilmiş, mü
rekkep bulaşığ ı , çam ağacı ndan bir masa; yüksek bir safta
sayfaları bükülmüş bi rkaç kitap, askı çengel leri , toplar, uçurt
malar, oltalar zıpzıplar, yarısı yenmiş elmalar, yaramaz öğ
renci lerden el konulan çeşitli bir kolleksiyon göze çarpıyordu.
Falaka ve cetvel tahtası bütün dehşetiyle duvardaki çengel
lerde ası lı duruyor, gene küçük bir rafta eski gazete kağ ıtla
rıyla yapı lan ve parlak renkli kağıtlar'a süslenmiş, tembel ço
cukları n baş ı na giydirilen külah bulunuyordu. Ama duvarların
as ı l mücevherlerini iyi bir yazıyla kopya edilen vecizeler,
gene ayn ı elden çıkma doğru olarak çözülmüş basit aritmetik
denklemleri oluşturuyordu. Bu vecize ve işlemler -anlışı lan
bir yandan okulun yetki nliğini kanıtlarken, diğer yandan da
öğrenciler aras ı nda rekabet duygusu uyandı rmak gibi i ki
amaca hizmet ediyordu.
Nell'in dikkatinin bunlar üzerinde topland ığı n ı gören öğret-
men:
« Evet, güzel bi r el yazısı, kız ı m ! . . » dedi.
« Çok güzel bir yazı, siz mi yazdınız?,,
Öğretmen pek hoşlandığı bu başarıyı sanki daha iyi gör
mek istiyormuş gibi gözlüğünü taktı ve :
« Ben mi?» dedi . « Ben şi mdi böyle güzel yazamam . Bunla
rı, küçük, seninkinden daha küçük, ama pek becerikli bi el
yazdı , kızım ... »
Bu sözleri söyleyen öğretmen levhalardan birinin üzerine
mürekkep damlamı ş olduğunu görerek cebi nden çakısın çı
kard ı , duvara gitti ve özenle lekeyi kazıdı. Bı.İ işi. de bitirince -
sanki çok güzel bir tablo seyrediyormuş gibi- geri çekilerek,
hayran hayran baktı ve övücü sözler söyledi.
Ama sesinde ve halinde -nedenini bi lmemesine karşın
Nell'in yüreği ne pek dokurian bir ·h uzur vard ı .
« Pek küçük b i r el! Okuma v e sporda arkadaşları n ı hep
geçen bir yavrucak. Bilmem nasıl oldu da bana bu değin bağ
land ı ? Benim onu sevmem pek doğal bir şey; ama nasıl oldu
da o beni bu değin sevebildi?»
Öğretmen burada sanki gözlüğü buğulanmış gibi çıkarıp
sildi.
1 87
Neli, üzü ntüyle:
« Umarı m , kaygı lan ılacak bir şey yoktur, " dedi.
« Hayır, fazla kaygı lanı lacak bir şey yok. Onu bu akşam
çayırda göreceğimi sanıyordum. Oyun ve sporu herkesten
çok severdi. Her halde çayırlığa yarı n çı kacaktır . . . "
Neli, çabuk duygulanan bi r çocuk i lgisiyle:
«Hasta m ı ? ,, diye sordu.
«Tehlikeli değil. Yavrucağı m dün sayıkladığımı söylediler.
Bir gün önce de böyle demişlerdi . Ama bir hastalı ğ ı n seyri
böyledir. Kötü bir belirti sayılmaz.,,
Neli, sustu. Öğretmen kapı ya yürüyüp dalg ı n solgun dışa
rıya baktı. Akşam karanlığı çökmeye başlam ış ve her yan
sessizdi. Gene içeri girdi.
« Birinin koluna tutunabilse, biliyorum ki bana gelirdi. Ak
şam ları bahçeye geli r ve bana iyi geceler dilerdi. Belki henüz
iyileşmeye yüz tuttuğu, vakit de çok geç olduğu için geleme- .
miştir. Hava da pek rutubetli , bu akşam gelmese iyi olur... "
Öğretmen bir kandil yakıp pencere panjurları n ı çekti ve
kapiyı kapadı . . . Ama bu işleri görüp kısa bir süre oturdu ktan
sonra şapkası n ı aldı ve eğer Neli otu rup beklerse gidip me
raktan kurtulmak üzere küçük öğrenciyi ziyaret edeceğini
söyledi. Neli, seve seve kabul edince, yaşlı öğretmen çıkıp
gitti.
Genç kız, yarım saaten faz.la oturup beklemiş, kendisini
pek yalnız duyumsayıp köyü garipsemişti . Çünkü dedesini
yatmaya göndermişti. Şimdi eski bir saatin tiktakları ndan ve
ağaçları n h ı ş ı rtısından başka bi r şey işitilmiyordu. Öğretmen
dönünce ocağ ı n yanındaki yerini ald ı ; ama uzun zaman sesi
ni çıkarmad ı . Sonunda Nell'e doğru dönerek hasta çocuk için
dua etmesini istedi.
Yaşlı öğretmen yakmayı unuttuğu piposunu içerek ve ke
derli kederli duvara bakarak:
« En sevdiğim öğrencim . . . " dedi. « Küçük elleriyle bütün
bunları yapan yavrucak acaba bu hastalı ktan kurtulacak m ı ?
Ne değin küçük, minimini eller . . . »
1 88
xxv
Damı sazla kapl ı , çatı altı odası nda rahat bi r gece geçiren
Neli, ertesi sabah, erkenden uyanıp kalkm ıştı . Yattığı oda yıl
larca küçük kilisenin hademesi nin barı nd ığı odayd ı . Ama ev
lenip kendi kulübesine geçtikten sonra boş kalm ışt ı . Genç kız
bir gece önce akşam yemeğini yediği odaya inince öğeretme
nin daha ö nce kalkıp dışarı çıktığ ı n ı anlad ı . Odayı derleyip
toparlamaya koyulan Neli, tam bu işi bitirdiği sırada iyi yürekli
ev sahibi de dönüp geldi .
Öğretmen, genç kıza teşekkürlerde bulundu ve genellikle
evi n temizliğini yapan yaşlı bir kadı ncağ ızın bahsettiği çocu
ğa hasta bakıcılık etmekte olduğunu söyledi. Neli de küçük
öğrencinin sağlığını sorup iyi dileklerde bulundu.
· Öğretmen kederli kederli başını sallayarak:
«Ne yazık hiç iyi değil . . . » dedi. «Hatta daha da rahatsız ol-
·
duğunu söylüyorlar!»
«Vah vah ! . . Çok üzüldüm . . . »
Nell'in bu içten duygularına memnun olan öğretmen, bir
yandan kendisi de kayg ılanarak tezce ekled i :
« Üzüntülü i nsanlar çoğu nlukla dertlerini büyütü rler. Ben
kendi hesabı na hastlalığı o değin ciddi sanmıyorum . Umarım
deği ldi r de! .. »
Genç kız, izin isteyip kahvaltıyı hazı rlad ı . Dedesi inince ,
birlikte sofraya otu rdular. Kahvaltı ederken ev sahibi , dedenin
çok yorgun göründüğünü ve dinlenme gereksinimi olduğun
söyledi.
« DOstum , eğer yolunuz uzun ve vaktiniz d e elverişliyse bir
gece daha kalı n ız. Kal ı rsanız çok sevinirim .. »
Öğretmen, dedenin kabul edip etmemekte duraksak bir
halde Nell'e baktığ ı n ı görü nce, şu eklemede bulundu:
«Torununuzun bir gün daha bu rada kalm asını isterd i m .
Yalnız b i r insana b i r lütufta bulunmak v e siz d e dinlenmek is
terseniz hiç çekin meyin ! Ama ne olursa olsun yolunuza
devam etmeniz gerekiyorsa, iyi yolculuklar diler ve derse baş
lamadan önce sizinle biraz yürürüm . . » .
1 89
İhtiyar dede:
«Ne yapalım, Neli? Sen yan ıt ver, yavru m ! ,, dedi . Öneriyi
kabul edip bir gece daha kalmaları hususunda Nell'i daha
fazla etkilemeye gerek kalmam ıştı . Genç kız, iyi yürekli öğret
mene gönül borcunu göstermek için küçük kulübenin gerektir
diği evişlerini görmeye koyuldu. Bu işleri bitirince, sepeti nden
el işini ç ı karıp bir sandayle çekti ve i nce dallarla kafesi n çev
resini sarıp odan ı n içini hoş bir kokuya bürüyen hanımelinin
yan ı na oturdu. Dedesi, dışarı çıkm ı ş güneşleniyor, çiçekleri n .
güzel kokularıyla ciğerlerini dolduruyor, yeğnik yaz rüzgarıyla
süzülen bulutları tembel tembel seyrediyordu.
Öğretmen s ı raları düzeltip ders için gerekli düzeni ald ıktan
sonra masası başına oturunca, Neli de rahatsız etmekten çe
ki nerek yukardaki küçük yatak odas ı na çekilmek önerisinde
bulundu. Öğretmen buna karşı durdu. Neli, öğretmenin kendi
sini orada görmekten hoşlandığını anlayarak otu rup işiyle ilgi
lendi.
«Öğrenciniz çok mu, efendim?»
Zavallı öğretmen başını sallayarak ancak iki s ı rayı doldu-
racak sayıda öğrencisi olduğunu söyledi.
Genç kız, duvardaki başarı belgelerine bakarak:
« Diğerleri de böyle becerikli mi?» diye sordu.
« Hepsi de iyi çoçuklar, yavrum . Ama hepsi bu beceriyi
gösteremez ! »
Öğretmen konuşurken güneşten yanmış, beyaz saçl ı
küçük bir çocuk kapıda görünmüştü . Duru p köylüce baş ı n ı
eğdi v e içeri girip sı ralardan birinde yerini ald ı . Sonra yaprak
ları şaşılacak derecede kıvrı lıp bükülmüş kitab ı n ı dizleri üze
rine koydu ve ellerini cebine daldırıp zihnini, gözleri diktiği ki
tabı ndan ayırarak zıpzıpları n ı saymaya koyuldu. Biraz sonra
beyaz saçlı bir çocuk daha salı narak gelmiş onu beyaz saçlı
iki çocuk, sarı saçlı bir çocuk daha izlemiş ve sıralar g riden
başka her renk saçlı bir düzüne çocukla dolmuştu. Yaşları
dört ile on dört arası nda değişen bu çocukları n en küçüğünün
ayakları, oturunca, döşemeden epey yüksekte kalıyor; iri kı
yımlı, iyi huylu, saf bir çocuk olan en büyüklerinin öğretmenin
kinden bir baş yüksek duruyordu.
1 90
Sınıfın onur m evkii olan ön sıran ı n baş yan ı -sahibi hasta
olduğu için- boş bırakılmış, öğrencileri n şapka ve kasketlerini
astıkları çengellerden biri de gene boş kalmıştı. Hiçbirisi sı
radaki yeri nin ve askı n ı n kutsallığını bozmuyor, ama çoğu
boş yerlerden öğretmene elini siper edip yan ı ndaki tembel
arkadaşıyla fısıtıyla konuşuyordu.
Çocuklar, arı kovanı n ı and ıran blir vızı ltıyla derslerini ez
berlemeye başlam ışlar, fısıltı halinde şakalar, gizliden gizliye
oyunlar, okullara özgü gürü ltü ve yayvan konuşmalar sı nıfı
doldurmuştu. Bütün bu gürültü sırası nda yalınlık ve sıradan l ı k
örneği olan zavallı öğretmen de zihnini günün görevlerine
vermek için boş çabalar sarfederek küçük dostunu unutmaya
çalışıyordu. Oysa görevinin verdiği usanç ona çalışkan ve
zeki küçük dostunu daha fazla anı msatıyor, apaçık bir biçim
de zihni öğrencilerden dağıl ıyordu.
Bunu hiçbir kimse ceza dokunulmazlığıyla daha yürekle
nip daha gözü kara davranmaya, öğretmeninden hiç sakın
madan tek mi, çift mi oynanmaya, hiçbir azar işitmeden elma
yemeye, sıranın bir yerine adını kazımaya kalkışan tembel
öğrenciler gibi takdir edemezdi. Öğretmenin masasının ya
nında durup dersini şaşıran öğrenci, unuttuğu sözcükler için
artık tavana bakmıyor, yaklaşı p öğretmenin kolunun dibinden
açıkça kürsünün üstündeki kitaba gözlerini dikiyor, sınıfın en
yaramazı yüzüne kitap tutmaya gerek görmeden sınıfın en
küçüğüne şaşı bakıyor, ya da yüzünü buruşturuyor, buna ke
yiflenen çocukların neşesine ölçü olmuyordu. Öğretmen to
parlanıp olan bitene ilgi gösterecek olsa, gürültü bir an için
kesiliyor, onun gözlerine ar.ıcak çalışkan ve alçak gönüllü bir
yüzle bakabiliyorlardı . Ama bir kez ilgisini gevşetti mi gürültü
on kat fazlasıyla yeniden başlıyordu.
Bu tembel çocuklardan bazı ları dışarı çıkmayı canı gönül
den istiyor, sanki ç ı lg ı nca atıl ıp çıkmak istiyorlarmış gibi açı k
pencereye v e kapıya� bakıyor, ormanlığa dalıp vahşileşmek
istiyorlard ı . Kitabıyla yüzünü serinletmeye çalışan, gömleği
nin yakası açık, sağlam yapılı ve sağlıklı bir çocuk serin nehir
ve dalları suya giren söğüt ağaçları altında gölgelikli bir
1 91
yerde banyo yapmak düşüncesiyle çoşuyor, öğrenci olmak
tansa, bir balina, bir hamsi, bir sinek ya da herhangi başka bir
şey olmayı ne değin arzu ediyordu.
Hava sıcaktı . Bunu -yeni kapıya en yak ı n olduğu için- bah
çeye s ıvışıp kuyunun kovas ı n ı baş ı na geçirerek çayı rları üze
rinde yuvarlanmak suretiyle arkadaşları n ı çileden çıkarmak
fırsatını bulan çocuğa sormalıyd ı . Bakalı m , arı ları n, çiçeklerin
ta içlerine dalarak sanki emekliye ayrıl ı p artık bal yapmayı
boykot ettikleri bugünden daha sıcak bir gün düşünülebiW r
miydi ? S ı rtüstü yeşil çayı rlara bakıp tembelce vakit geçiri le
cek, gökyüzünü seyre dal ı p, fazla ışık etkisiyle, gözlerini ka
payıp uykuya dalacak bir gündü bu. İ nsan böyle bir günde
güneşin savsad ığı loş bir odada küflü bir kitabı n üstü ne başı-
·
·
1 92
yulmuyord u. Ama sakin olmaları nı istediğine işaret olarak
elini kal d ı rd ı ğ ı zaman en çok solukluları n ı n soluğu kesi ldiğin
den şamatayı kesmek sayg ı s ı n ı gösterdi ler.
Bunun üzerine öğretmen şu sözleri ekledi:
« Ö nce bana gürü ltü etmeyeceğinize, yalnız hiç olmazsa
gürü ltü edecekseniz, köyden çıkıp ormanlığa gideceğinize
söz veri n bakay ı m ! Hasta arkadaşınızı rahatsız etmek iste
mezsiniz, değil m i ? »
Genel bir m ı rıltı -belki de içten olarak çünkü ne de olsa ço
cuktular- rahatsız etmeyeceklerine söz verdiler. Uzun boylu
çocuk da h erhangi diğer biri gibi içten o larak yan ı ndakileri
tan ı k gösterip anca� fısıltıyla bağ ı rd ı ğ ı n ı söyled i !
« O halde söylediklerimi unutmayın yavruları m . Benim h a
tırım için gürü ltü etmeyin ! İ stediğinizce eğlenin! Sağ l ı klı oldu
ğunuzu da u nutmayın, haydi güle güle!. . »
Çeşitli seslerle birçok 'Teşekkürederiz', ' hoşçakal' dan
sonra çocuklar yavaşça ve sessizce çekilip gittiler. Ama
güneş parlı yor ve kuşlar ötüşüyord u. Ağaçlar, özgür kalan ço
cuklara t ı rmanıp bol yapraklı dalları nda tünemeleri ni işaret
ediyor; saman yığın ları gelip samanları temiz havaya savur
maların ı bekliyor; yeşil başaklar, nehir ve orm an ı n yolunu
gösteriyor; gölge ve ı ş ı klar içinde pek yumuşak görünen ça
yırlı k, koşup atmaya ve uzun yürüyüşlere davet ediyordu. Bu,
çocukları n dayanacaklarından fazlasıyd ı . Neşeli bir çığlıkla
tabanları kaldı rıp çevreye yay ı ldı lar. Bağırıp kahkahalar at
maya başladı lar.
Onların arkalarından bakan öğretmen :
« Nasıl doğal bir şey! » dedi. « Bana ald ı rış etmemeleri ne
güzel ! . . »
Bununla birlikte, h epimizin iyi bildiğimiz gibi herkesi, sevin
dirmek pek güç bir iştir. Öğ leden sonra birçok analar, teyze
ler, h alalar okula gelip öğretmenin mu tutumundan h iç mem
nun olmad ı kları n ı bijdirdiler. İçlerinden bazı ları -kinaye yollu
takvim de ne tati li ya da bayramı yazdığını sordu. Baz ı ları
(bunlar bağnaz köy politikacı larıydı) kral'ın doğum gününden
başka h al lerde tatil yapmak, tahtı h içe saymak, devlete ve ki-
1 93
Antikacı DOkkanı / F: 1 3
liseye kafa tutmak olduğunu ileri sürdüler. Ama çoğun lukla
hoşnutsuzlukların ı açıkça özel nedenlere dayandı rdı. Çocuk
lara verilen bu tatilin öğrenimlerinden, bir şey çalmak olduğu
nu ileri sürdü ler. Yaşlı bir kad ı n da sessiz ve soğukkanlı öğ
retmeni konuşmakla kızd ı rıp öfkelendirmeyeceklerini
kestirerek evi nden fı rlayarak pencerenin dibinde bir başka ka
dı nla konuşmaya başladı ve öğretmenin bu yarı m günlük ta
tili ücretinden kesilmesi gerektiğini, yoksa üzerine gelişecek
bir akımdan kaç ınamayacağı n ı ve köyde tembellerin yerinin
olmadığını söyledikten sonra, sesini yükseltip öğretmenlik
edemeyecek denli tembel o lanları n yerlerine başkaların ı n ge
çirileceğini unutmamak gerektiğini bu bakımdan adı mlarını
ona göre atmaları gerektiği ni ekledi. Ama bütün bu olay ve
öfkelendirici sözler Nell'in yanı nda oturan yumuşak huylu öğ
retmenin tek bir sözcük sarfetmesine yol açmadı . O, belki
biraz daha üzgün, ama sessiz ve soğukkanl ı , oturuyordu.
Geceye doğru, yaşlı bir kadı n yıkıla sendeleye bütün hı
zıyla bahçeye doğru gelerek kapıda öğretmenle karşılaştı ve
hemen Done West'in evine, h iç beklemeden, koşarak g itme
sini söyledi . Öğretmen, genç kızla bir gezintiye çıkmak üzere
olduğundan, Nell'in elini bı rakmayarak ve haberciyi istediği
gibi izleyerek hemen ortadan yitti.
Öğretmen, kulübenin önünde durup yavaşça tokmağı ça
l ı nca, kapı hemen açıldı. Küçük bir kadı n grubunun toplandığı
adanı n o rtası nda hepsinden daha yaşlı bir kadı n acı gözyaş
ları döküp elerini oğuşturuyor ve sağa sola sallanıp duruyor
du.
Öğretmen ona yaklaşarak sord u :
«Vah, vah ! Böylesine ciddi mi? . . »
«Torunun gidiyor, h ızla gidiyor! Siz neden oldunuz. O
değin üstelemeseydi sizi çağ ı rtmazd ı m . İ şte okuyup yazma
nı'n son u ! Aman Tanrım, sen acı ! . . »
« Bayan, bana yüklemeye çalışmayın. Çok kederli olduğu
nuz için ne dediğimizi bilmiyorsunuz. İnan ıyorum ki söylediği
niz yüreğinizden geçmiyor. . . "
«Ben ne söylediğimi biliyorum. Sizden korkup başını kita-
1 94
bının üstünden ayırmamazlık etmeseydi; şimdi coşku ve se
vinç içinde olurdu. Evet, her halde sağlığı da yerinde olur-
·
du ... » .
Öğretmen, sanki kollayıcı ve gönül alıcı birkaç sözcük
ederler diye hazır bulunan kadınlara bakt ı ; ama onlar başları
nı sallayıp, birbirlerine, okumanın pek de iyi bir şey olmadığı
nı söylediler. Öğretmen tek bir sözcükle yanıt vermeden ve
onlara hiçbir sitemde bulunmadan, kendisine işaret eden ihti
yar kad ı n ı diğer bir odaya izledi. Hasta çocuk yarı giyinik, ya-
·
1 95
den süzülürken odaya bir sessizlik çökmüştü.
Hasta gözlerini açarak:
« Bu sesler nerden geliyor?» diye sordu.
«Çayı rda oynayan çocukların sesi. .. »
Hasta yavrucak, yastığının altından bir mendil alarak, ba
şının üstünde sallamaya çalı ştı ; ama güçsüL kolu yastığı n üs
tüne düştü.
Öğretmen:
«Senin için onu ben yapayım . . » dedi.
Hastadan yeğnik bir yanıt yükseldi :
« Lütfen pencereden sallayın ! Daha iyisi kafese bağlayın.
Oradan görürler; belki de beni düşünüp bu yana bakarlar ... "
Hasta çocuk başını kaldırıp rüzgarda uçuşan m endile bak
tıktan sonra, gözleri , bir masa üstündeki taş tahta, kitap,
kalem gibi çocuk eşyasıyla birlikte durup duran kriket sopası
na ilişti, öyle dald ı . Başını yastığa koydu ve görmediği için
genç kızın orada olup olmadığını sordu.
Neli, yorgan ın üstünde kımıltısız duran minicik eli sıktı.
Yaşlı bir adamla bir çocuk olmalarına karş ı n ; iki eski dost -
öğretmen ile öğrenci- birbirine sarıldılar. Sonra küçük öğrenci
başını duvara çevirip uykuya daldı . Öğretmen aynı yerde otu
rarak küçük ve soğuk eli elinde tutup oğdu. Bu, ölü bir çocu
ğun eliydi. Öğretme n bunu duyumsamış; ama daha küçücük
eli oğuyor, ve elinden bırakm ıyordu.
XXVI
1 96
avunç ve şükran dersleri yüklü olmaktan geri kalmıyordu.
Avunç, çünkü yazgı ona sağlık ve özgürlük sunmuş, şükran;
çünkü Tanrı onu sevdiği tek bir hısım ve dosta bağlamış, ken
disi gibi genç ve umutla dolu bi r çok yaratıklar göçüp mezara
giderlerken o, bu güzelim dünyada yaşayıp davranmaya
devam etmeye bırakı lmıştı . Son zamanlarda içinde dolaştığı
şu eski mezarlıktaki tümseklerden nicesi küçük çocukların
mezarları üzerinde yeşermişlerdi. Kendisi de bir çocuk olarak
düşünmesine ve genç yasta ölenlerin ne parlak ve bahtiyar
bir yaşama kavuştukların ı , ölümle çevresindekilerin ölümünü
görmek acısından kurtulmuş oldukların ı , yüreklerindeki sevgi
den bir kısmı n ı da mezara götürdüklerini -bu nedenle ihtiyar
ların uzun ömürlerinde 'birkaç kez öldüklerini- tam değeriyle
takdir edememesine karşın; gene o gece gördüklerinden
basit ve kolay bir moral çı karacak denli akıllıca düşünüp bu
düşüncesini zihnine kazımıştı.
Düşünde, küçük öğrenciyi kefenlenmiş ve tabutlu olarak
değil; ama mutluca gülümseyen melekler arası nda gördü. Sa
bahleyin neşeli ışıkların ı odaya saçan gün eş, genç kızı uyan
d ı rdığı zaman zavallı öğretmenden izin isteyip ayrılmak ve
avare yürüyüşlerine devam etmekten başka bir şey kalma
m ıştı .
Ayrılmak üzere hazırl ıklarını bitirdikleri sı rada, okulda ders
başlam ıştı. Loş odada bir gün önceki uğultu -belki biraz daha
ağı rbaşlıca ve yumuşak- devam etmekteydi. Öğretmen kür
süsünden kalkıp onlarla birlikte bahçe kapısına değin yürüdü.
Genç kız, titrek ve isteksiz bir elle, bayanın at yarışların
da, çiçekleri içi n verdiği parayı öğretmene uzatırken nasıl te
şekkür edeceğini şaşırmış, paranın azl ığından kızarıp utan
m ıştı. Ama öğretmen ona parasını cebine koymasını söyledi
ve yanakları ndan öpmek için eğildikten sonra kulübesine
döndü. Dede ile toru" daha ad ım atmadan gene kapıda gö
ründü. İhtiyar dede geri dönüp el s ı ktı, Neli de dedesine
uydu.
« Bahtınız açık olsun ! Ben şimdi tam bir kimsesiz insanım.
Yolunuz bu yana düşerse, küçük köy okulunu unutmayınız.»
1 97
Neli, öğretmene yanıt verdi:
« Hayı r, hiç unutmayacağ ız. Bize gösterdiğiniz ince ilgiye
de hep gönül borcunuz olacak . . . »
Öğretmen düşünceli düşü nceli gülümseyip baş ı n ı salladı
ve:
«Ben çocukları n ağzı ndan bu sözü çok işitmişimdir; ama
hepsi de çok çabuk unuttu ! . . » dedi . « Pek körpe olduğu için
herkesten iyi bir dost olan bu çocuğa bütün yüreğimle bağlan
m ıştı m; ama o da yaşamad ı . Haydi, Tanrı sizi korusu n ... »
Dede ile torun, gene, hoşça kal dedikten sonra; artık onu
göremedikleri bir ana değin sık sık dönüp arkalarına bakarak,
yavaş yavaş yola koyuldular. Sonunda köyü epey geride bı
rakm ışlar ve hatta ağaçların arası ndan yükselen dumanı bile
göremez olmuşlardı. Şimdi daha hızlı ve zahmetli bir yürü
yüşle yollarına devam ediyorlar ve anayol nereye çı karsa
oraya gitmeyi tasarl ıyorlard ı .
Şurası varki ana caddeler uzun yollara gider. Durmadan
geçtikleri iki, üç önemsiz köy kulübesi kümesi ve biraz
ekmek, peynir satın ald ı kları han dışı nda; bu yol onları öğle
ye değin hiçbir yere ulaştırmam ıştı . Bütün gün yürüd ükleri bu
yorucu ve sıkıcı yol, aynı biçimde kıvrıla büküle ta uzaklara
gidiyordu. İ leri gitmekten başka yapacakları bir şey olmad ı
ğından, bitkin ve yorgun, daha yavaş adı mlarla yolları na
devam ettiler.
Yolun keskin bir dönemeç oluşturduğu çayırl ı ktan geçtiği
yere geldikleri zaman ; gün, güzel bir akşama dönüşmüştü.
Bu çayı rlığın s ı n ı rında ve onu sürülmüş tarlalardan ayı ran
çite yakın bir yerde -durumu bakımı ndan isteseler de kaçı na
mayacakları- üstü kapal ı , büyük bir arabayla birdenbire karşı
karşıya geldiler.
Bu eski kı l ı ksız, tozlu, paslı bir araba değil, tekerlekler üs
tünde küçük, sevimli bir evdi. Pencerelerinde kruvaz beyaz
dini perdeler vard ı . Aynalı kları parlak kırmızı olan yeşil pan
jurları n oluşturduğu çekici bir renk kontrastı içinde bu gör
kemli araba pırıl pırıl duruyordu. Bu araba bir tek merkep ya
da suska at tarafı ndan çekilen zavallı bir araba d a değildi ;
1 98
çünkü oklardan çıkarı lan bir çift bakı mlı at, bakımsız çayırlar
da otluyordu. Bu, çingene cergesi de değildi. Zira parlak,
bronz tokmaklı , açık kapısında tıknız ve hali nden memnun
Hristiyan bir bayan oturmaktaydı . Başmda fiyagaları rüzgarda
titreşen geniş bi r bone vard ı . Araban ı n h. er şeyi yerinde ve
tamam olduğu anlaşılıyordu ; çünkü bu bayan çay içmektey
di. Kuşkulandı ran bir şişeyi de taşıyan çay takımı ve bir parça
jambon, üstü beyaz bir örtüyle örtülü bir davulun üstüne yer
leştirilmiş ve bu tasasız bayan -sanki dünyadaki en rahat ma
san ı n başı ndaym ı ş gibi- çayını içip keyfine bakıyordu.
Tam bu s ı rada araba sahibi bayan fincanı -çevresindeki
her şeyi n rahat ve sağlam olmasına dikkat ettiği için bu,
büyük bir kahvaltı fincanıydı- ağzına götürmüş ve çayın tam
keyfine varmak için de gözlerini gökyüzüne dikmiş ve belki de
kuşkulandı ran şişeden -tarihsel bir gerçek olmasa da varsa
yarak bir miktar içmiş ve böylece pek zevkli bir biçimde uğ
raştığ ı ndan, yolcuları önce görmemişti. Fincanı masaya
koyup içindekini mideye indirmenin yüklediği zahmetle derin
bir soluk ald ıktan sonra, ihtiyar bir adamla genç bir kızın ara
ban ı n yanı ndan ağı r aksak geçmekte oldukları nı ve alçakgö
nüllü ama aç gözlerle kendisini kıskanarak süzdüklerini ayır
detti.
Araba sahibi bayan, eteği ndeki kırıntıları eline kepçe biçi
minde getirip toplad ı ktan ve d udakların ı silmeden önce ağzı
na attıktan sonra:
« Hey kızım !..» dedi. «Arap saçı yarışkupasını kim kazan-
d ı ? .. »
Neli sordu:
« Kim, neyi kazand ı, bayan?»
«Yarış ı n ikinci günündeki kupayı kim kazandı?»
« İkinci günü mü, bayan?»
Tı knaz bayan sabırsızl ıkla yineledi :
« Evet, ikinci günii ! Nazikçe sorulunca, kupayı kimin ka
zand ığını söyleyemez misin?»
« Bi lmiyorum ki, bayan!»
« Bi lmiyor musun? Sen de oradayd ın. Seni gördüm.»
1 99
Neli, tı knaz bayanın Short ve Codlin kumpanyası n ı yakın
dan tanıdığını düşünerek kayg ı lanm ıştı. Ama süren konuşma
ona güven verdi.
«Seni, herkesin küçümseyerek bakacağı , d üşkün bayağı
heriflerle -şu kuklacılarla- birlikte gördüğüme doğrusu çok
üzülmüştüm . . . »
« İsteyerek aralarına girmedim ; bayan, yolumuzu bilmiyor
duk. Bu iki adam bizimle birlikte yolculuk ederek bize yolumu
zu gösterdiler. Siz, onları tanıyor m usunuz, bayan? .. »
Arabalı kad ı n çığlıkla:
«Onları tanıyor muyum?» dedi. «Sen genç ve deneyimsiz
bir insansın. Yoksa böyle bir soru sormazdın. Ben onları tanı
yan bir insana benziyor muyum ? Bu araba o nları tanı m ışa
benziyor mu? .. »
Neli, kötü bir yanlış yaptığından korkarak:
« Hayır, bayan, hayır!..» dedi. « Bağışlayınız . . . »
Bu küçük d üşürücü düşünceyle gücenip sinirlenmiş görün
m esine karş ı n ; arabalı kad ı n Nell'i hemen bağ ışlad ı . Bunun
üzerine Neli, yarış alanından ilk günü ayrıldıkları n ı ve geceyi
yakın bir kasabada geçirmek üzere yolları na devam ettiklerini
anlattı . Kad ı n ı n yüzü gülümsediğinden, genç kız kasabanı n
daha n e değin uzakta olduğunu sordu. Kad ı n, tek atlı yeğrıik
bir arabayla yarışın ilk gününde, kazanç ve iş içi n değil, eğ
lence diye oraya gittiğini uzun uzadı ya anlattıktan sonra; ka
sabanın sekiz mil ileride olduğunu söyledi.
Bu cesaret kırıcı bilgi genç kızı epey üzdü ve kararmaya
başlayan yola baktığı zaman gözlerindeki bir damla yaşı tuta
mad ı . Dedesi de yakınmadan bastonuna yaslanıp derin derin
içini çekti ve tozlu yolu ne değin çekeceğini tasarlamaya ko
yuldu.
Arabalı kadı n sofrayı toplamaya, çay takı mları n ı kaldırma
ya başlam ıştı ; ·ama genç kızın kaygı l ı halinin ayı rd ı na vararak
ikircime düşüp duraksadı . Genç kız başını eğip verilen bilgiye
teşekkür ettikten sonra, elini dedesine verip elli yarda yürü
m üştü ki arabalı kadı n onlara seslenip geridönmelerini istedi
ve Nell'e işaret edip basamakları çıkmasını buyurdu.
200
«Yakın, daha yakı n gel kızım; karn ın aç m ı ?»
«Hayı r, pek aç değil ama . . . yorgunuz ve yolumuz uzun . . . »
Yeni dostları :
«Aç olsanız da olmasanız da, bir fincan çay için . . » dedi .
« Her halde senin ihtiyarın qa buna bir diyeceği yoktur... »
İhtiyar dede alçak gönüllülükle, şapkası n ı çıkarıp teşekkür
etti . Arabalı kadın, ona da basamakları çıkmasını söyledi .
A m a b i r davul ikı kişi için elverişliz pi r masa olduğundan ;
gene aşağ ı inip Çayırların üzerine oturdular. Kadı ncağ ız bir
fırsatın ı bulup cebine koyduğu şişeden başka, bir çay tepsisi
içinde; ekmek, tereyağı , jambon, özetle kendi yediği her şey
den onlara da çıkardı ve yerleşmelerine arabadan komuta
ederek:
«Arka tekerleklerin yanına götür, kızı m !» dedi. « En iyi yer
. orası. .. Çaydanlığı uzat da biraz sıcak su ve bir tutam çay
daha vereyim . Sizden istediğim hiç çekinmeden canı nız çekti
ği değin yeyip içmenizdir. .. »
Yeni dostları hiçbir şey söylemes de; ya da d aha az cö
mert davransa da; olası ki onun arzusunu gene yerine getire
. ceklerdi. Ama bu komut onları sıkı lganlıktan kurtardığı için,
büyük bir iştah ve zevkle yemeklerini yediler.
Onlar yemeklerini yerlerken, arabalı kad ı n da çayıra ine
rek ellerini arkası nd a bağladı ve rüzgarda titreşen geniş çe
nesiyle pek vakur ve ölçülü adımlarla bir aşağı. bir yukarı do
laşarak ara �ıra büyük bir h14la arabası na bakıp kırmızı
aydınlıklarla bron.z tokmaktan özel bir zevk ald ı . Bir süre bu
biçimde aşağı yukarı dolaştı ktan sonra basamaklara oturdu.
'George!' diye seslenince arabacı ceketi giymiş, kendi görün
meden her şeyi görüp işiten bir adam, kendisini gizleyen çal ı
ları aralayıp ortaya çı ktı. Arabacının dizlerinin üstünde bir
tabak ve bir şişe sağ elimde bıçak, sol elinde de bir çatal bu
lunuyordu.
«Buyuru n, bayan ! »
«Börek nası l?,,
« Nefis, bayan !»
Arabalı kad ı n daha ilgili bir tavırla sorularına devam etti:
201
«Bira da içilecek gibi mi. George?»
«Biraz yatkı n ama; hiç de fena değil, bayan ! »
Arabacı , han ı m ına güven vermek için şişeden yarı m litre
ye yakın bir miktarı n ı bir yudumda dikip dudakları n ı şapı rdat
t ı ; sonra gözlerini kırpıp baş ı n ı sallad ı . Gene aynı candan ar
zuyla ve biran ı n iştahı üzerinde kötü bir etki bı rakmadığını
temin amacıyla hemen çatal ve bıçağ ı n ı gene eline ald ı .
Arabalı kad ı n ona bir süre onaylayan bakışlarla baktıktan
sonra:
« Her halde yemeğini bitirdin, George! » dedi.
« Hemen hemen, bayan !»
Arabacı tabağı n ı bıçağıyla sıyı rıp leziz lokmaları ağzına
attıktan ve şişenin içindekinden derin . yudumlar çektikten
sonra; başını yavaş yavaş, duyumsanacak derecede geriye
kayd ı rd ı ve hemen hemen s ı rtüstü denilecek değin yere yat
tıktan sonra, yemeğini bitirdiğini söyleyerek bulunduğu yer
den çıktı.
Arabac ı n ı n bu son halinden çok memnun olan bayan :
« İ ki ayağını bir pabuca sokmadı m ya?» diye sordu.
Arabacı, akıllıca, ilerideki fırsat ve olanakları düşünerek:
«Tezlendimse gelecek sefer acısını çıkarırız,» dedi.
«Yükümüz pek ağı r değil, değil mi George?»
Arabacı sanki bu gaddarca görüş karşısında yüce doğa
ya sığınıyormuş gibi, çepeçevre, ta uzaklara değin çevresine
bakarak:
« Kadı nlar, her zaman böyle söylerler ... » dedi. « Bir kadı n
araba sürüyorsa kamçıyı elinden bı rakmaz. Atlar hiçbir
zaman onlar için yeterli derecede hızlı değildir. Hayvanlara
çekebileceği yükü yükledikten sonra bile, bir kad ı n ı , atların
daha fazlası n ı çekemeyeceğine inandıramazs ı nız. Buna ne
dersiniz, bayan ! »
Kad ı n, arabacın ı n b u filozofca sorusuna yanıt vermeden,
yaya olarak yolları na devam etmeye hazı rlanan Neli i le de
desine işaret etti ve:
«Şu yolcuları da birlikte alacak olursak, atların yükü pek
fazla ayı rd olur mu?» diye sordu.
202
Arabacı bildiğinden şaşmaz bir tavırla:
«Olmaz olur mu?» dedi.
« Fazla ağ ır değiller, atlar yükü pek fazla ayı rdetmez.»
George, dede ile torunu gram ına değin tartıyormuş gibi
süzdükten sonra:
« Her ikisinin ağı rlığı, Cromwell'in ağ ırl ığı ndan biraz daha
eksiktir » dedi.
. . .
XXVll
203
şede oturu rlarken, araba sarsı ntı lı ilerleyişiyle bu kasvetli gö
rünümü ağ ı r ağı r değiştiriyordu. Yolcular önce pek az ve fısıl
tı halinde konuştular; ama bulundukları çevreye alışınca
artan bir özgürlükte; geçti'k leri kasabadan, gördükleri çeşitli
şeylerden bahsettiler ve ihtiyar dede uykuya dal ı nca, bunu
gören araba sahibi Neli'i yan ına çağ ı rd ı :
« Bu çeşit yolculuktan hoşlan ıyor musun, kızım? ,,
Neli, bu yolculuğun pek hoş olduğunu söyleyince araba
sahibi keyfi yerinde olanlar için bunun doğru olduğunu kabul
etti . Oysa kendisi can sıkı ntısı içinde olduğundan gam dağı
tan bir yatıştı rıcıya sürekli olarak gereksinim duyduğunu ekle
di, ama bu yatıştı rıcı önceden sözü geçen kuşkulu şişeden
mi, yoksa başka kaynaklardan mı sağlandığını açıklamad ı .
«Gençler bu bakımdan çok bahtiyardır. Siz; cansıkı ntısı
nedir bilmezsiniz. İştah ınız · da her zaman yerindedir. Bu da
büyük bir nimet. . . »
Neli, kendi iştah ı n ı bazan pek uygun bir surette unutabile
ceğini ve araba sahibi kad ı n ı n durum ve konumundan yiye
cek içecekten kesildiği sonucuna varılacak bir belirti görül
mediğini düşünmekle birlikte; susku nlukla kad ı n ı n
söylediklerinin -sanki b i r görev gereği- kabul edip sözü ona
bıraktı.
Kad ın, sözleri ne devam edecek yerde uzun süre sessizce
oturup genç kıza baktı; sonra ayağa kalkıp bir köşeden bir
metre genişliğinden bir bez getirdi ve ayağ ıyla baştan başa
döşeme üzerine serdi.
«Oku bakalı m , kız ı m ı . . ..
Neli, beyin kenarından yürüyüp pek iri, siyah harflerle ya-
zılmış, yazıyı yüksek sesle okudu; 'Jarley mumya işleri'.
Araba sahibi memnun, kıvanık:
«Gene oku, kız ı m ! . . » ded i .
Neli; 'Jarley, mumya ·işleri , ' diye yineledi.
«Bayan Jarley benim! .. »
Genç kıza yüreklendirici bir bakışla bakan araba sahibi,
her ne değin ü nlü Jarley'in ta kendisiyle karşı karşıya bulunu-
204
yorsa da onun büyük bir şaşkı n lığa düşüp kendini küçük gör
mesinin önüne geçmek amacıyla üzerinde ' Doğal büyüklükte
yüz insan modeli' yazılı olan Tomar halindeki bir bezi yuvarla
yıp açtı. Sonra üzerinde 'Dünyada tek büyük mumya işleri
kolleksiyonu', yazılı bir başka Tomar, daha sonra üzerinde
' İçeride sergileniyor', 'Tek ve gerçek Jarley', ' Rakipsiz Jarley
kolleksiyonu', 'Jatley'den herkes hoşlanı r', ' Kral, Jarley kol
leksiyonunu korumasına alm ıştır' g ibi yazılar yazı l ı , daha nice
ufak tomarlar açtı. Bu koca, genel ilanları şaşıran genç kıza
gösterdikten sonra, bayan Jarley, daha küçük el ilanları ör
neklerine geçti. Bunlardan bazıları ' İ nan bana Jarley mumya
müzesi her yerde bulunmaz', 'Gençlikte görmüştüm onu',
' Denizden Jarley koleksiyonu' biçiminde popüler şarkılara
güldürgeç nazirelerdi. Bununla birlikte her zevki okşamak için
daha nükteli ve daha yeğnik nazireler de yapılmıştı . Örneğin
'Bir okulum olsaydı' diye başlayan, pek sevilen bir şarkıya da
şöyle bir mazire düzülmüştü.
205
Neli:
«Ben hiç mumya müzesi görmedim, bayan ! Kukladan
daha eğlenceli mi?» diye sordu.
Bayan Jarley keskin bir sesle :
« Daha eğlenceli m i ? Hiç d e eğlenceli değil , » dedi .
Neli, memnunlukla:
«Yaa!.." dedi.
« Hiç gülünç değil . Pek sessiz ve gürültüsüz. Pek -ne di
yorlar- ilginç; hayır, hayır. .. Klasik ... evet; gürültüsüz ve kla
sik. Şu adi kukla oyunları ndaki kötekler, şakşaklar, itip kak
malar, şakalar ve cırlak bağ ı rışmalardan eser yok. Hep aynı
kalan ve hiç değişmeyen, serin kanlı, kibar bir hava . . . O
değin yaşam ı n tıpkısı ve aynı ki ; eğer bir mumya konuşup
yürüyecek olsa orada hiçbir ayrım göremezsin. Doğadakile
rin tıpkısı m u mya gördüm diyemezsem bile hiç kuşkusuz
tıpkı mumyaya benzeyen, yaşamda i nsan gördüğümü söyle
yebilirim.
Bu tarifle merak büsbütün artan Neli sord u :
«Mumyalar burada m ı , bayan?»
« Neler burada m ı , kızım?»
«Mumyalar bayan?»
« Hay sen çok yaşa, kızı m ! Sen ne sanıyorsun? Böyle bir
kolleksiyonun burada olmasına o lanak var m ı ? Burada ancak
bir dolapla birkaç sandı ktan başka bir şey yok ki ! Onları
başka arabalarla sergiye gönderdim . Öbür gün açacağız. Siz
de ayn ı kasabaya gittiğinize göre, her halde gelip görürsün,
senin bunları görmek istemem gibi doğal bir şey olamaz. Hiç
kuşkusuz görmek istersin. Zaten ne değin dirensen de gör
memezlik edemezsin . »
«Biz her h alde kasabada kalmayacağız, bayan ! »
Bayan Jarley yüksek sesle:
« Kalmayacak mısınız? Öyleyse nereye gideceksiniz?,,
diye bağ ı rdı.
« Kesin olarak bilmiyoru m , bayan ! ,,
Bayan Jarley sordu :
206
« Nereye gittiğinizi bilmeden mi dolaşıyorsunuz? Bu ne
tuhaf şey! Siz ne iş görüyorsunuz? Kızım , sen at yarışları nda
bir rastlantıyla orada bulunmuş ve sudan çıkmış balığa ben
zer görünmüştün . . . »
Nell,ansızın karş ılaştığı bu soru yağmuru ndan şaşı rarak:
« Evet biz bir rastlantıyla yarış alanı na düştük. . . » dedi. «Biz
yoksul insanlarız. Oradan oraya dolaşıp duruyoruz. Yapacak
bir işimiz de yok. Keşke olsayd ı . »
Bayan Jarley tıpkı kendi mumyaları gibi bir süre sessiz
kaldıktan sonra sord u :
« Sen beni şaşkınl ığa düşürüyorsun, kız ı m ! Peki a m a siz
nesiniz? Dilenci değilsiniz ya!»
« Bilmem bize başka ne denir bayan!»
«Olur, şey değil ! Hiç böylesini de işitmemiştim ! Kimin aklı
na gelir ki ! . . »
Bayan Jarley bu sözlerden sonra o değin uzun zaman se
sini çıkarmad ı ki Neli bu derece yoksul bir insana çar çu r edi
len koruma ve lütufların arabalı kad ı n ı n onur ve vakarını ona
rılmayacak biçimde kırdığından korktu. Genç kızın bu kanıyı
kad ı n ı n suskunluğu bozup gene konuşmaya başladığı zaman
kullandığı tonla gerçekleştirmişe benziyordu.
« Bununla birlikte iyi okuyorsun ve herhalde yazıyorsun
da?»
Nell, bu açı klamayla kad ı n ı daha fazla gücendirmekten
çekinerek:
« Evet, bayan ! .. » dedi .
«Akıl edecek şey değil bu! » .. .
207
Sonunda baylan Jarley içinde bulunduğu denetim halin
den ayrılıp arabacıyı oturduğu pencerenin yanına çağı rdı ve
sanki onunla pek önemli bir sorunu konuşuyormuş gibi, alçak
sesle, uzu n bir görüşmeye girişti. Bu görüşme sona erince,
başını içeri çekti ve Nell'e yaklaşmasını işaret etti.
« Deden de gelsin. Onunla da konuşmak istiyorum. Toru
nuna bir iş versem, ne dersin, efendi?»
«Onu bırakamam , bir birimizden ayrılamayız. Ondan ayrı
lacak olsam benim halim nice olur? .. »
Bayan Jarley sert sert:
« Niyetiniz varsa, kendi kendinizi yönetecek değin yaşlı ol
duğunuzu sanıyorum ! .. » yanıtında bulundu.
Genç kız, içten gelen bir fısıltıyla:
«Yönetemez ve artık yöneteceğini de sanmıyoru m , » ded i .
« Rica ederim , onunla böyle sert konuşmayınız. Size çok te
şekkür borçluyuz ... ,,
Bu sözleri söyleyen Nell, daha yüksek birsesle ekledi:
« Dünyanın bütün servetini aram ızda bölüştürülecek o lsa,
biz birbirimizden ayrılamayız.,,
Bayan Jarley, önerisinin bu suretle karş ılanmasına sinir
lenmiş göründü ve Nell'in elini eline alıp onu duygunlukla
tutan ihtiyarı , sanki genç kızın ona hiç gereksinimi yokmuş ve
onsuz da elbet yapabilecekmiş g ibi inceden inceye rüzdü .
Tatsız b i r suskunluktan sonra, gene baş ı n ı pencereden çıka
rıp arabacıyla ikinci bir görüşmeye girişti; ona bu sefer ilk gö
rüşmelerindeki h ızlı anlaşmadan uzak görünüyorlard ı . So
nunda bir anlaşmaya, varınca, kadıncağız gene ihtiyar
dedeye hitabetti :
« Eğer çalışmak istiyorsanız, mumyaların tozunu almak,
para toplamak gibilerden size de birçok işlerimiz olacaktır.
Torununuzu halka mumyaları gezdirmek için istiyorum. Bun
ları öğrenmek zor değildir, benden sonra gelmesine karş ı n ;
genç kızın halkın hoşuna gidecek bir yanı var. B e n ziyaretçi
leri gezdirmeye alışığ ım. Gene de işime devam edeceğim.
Ama sağlığım bi�az rahatlığa gereksiniyor! .. »
208
Mumya müzesi sahibi ziyaretçilere hitapederken alışık ol
duğu ton ve tavrı alarak sözleri ne devam etti :
«Şunu da düşünün ki, bu sı radan bir öneri değildir. Akl ı
nızdan olsu n, bu Jarley Mumya müzesidir. İş yeğnik ve kibar;
ziyaretçiler de seçkin i nsanlard ı r. Modellerimiz belediye bina
larında, otel ve müzayede salonların da sergiliyoruz. Jarley
müzesinde açık hava serseriliğinden eser yoktur. Bunu da
unutmayın. Bizde katranlı m uşamba ve testere talaşı yoktur.
El ilanları ndaki bütün vaadler kı l ı kılına yerine getirilmekte
dir, duhuliye yalnız altı bir penidir. Şu da aklı nızda olsun ki,
bu her zaman ele geçmez bir fı rsattı r . . . »
Hitabetin bu yüksek doruğuna eriştikten sonra, bayan Jar
ley günlük yaşamı n ayrıntı ları na girdi ve ücret soru nu nda
Nell'in yeteneklerini, görevini nasıl başardığını görmeden, bir
şey diyemeyeceğini bildirdi. Bununla birlikte hem onun için,
hem de dedesi için yiyecek ve yatacak yer sağlanacağın ı ; yi
yeceği n de hep bol ve iyi kalite o lacağını yüklendi.
Neli ile dedesi başbaşa verip görüşürken, bayan Jarley,
tıpkı çayını içtikten sonra yapmı ş olduğu gibi, kibir: ve gurur
içinde, elleri arkası nda dolaşıp durdu. Arabanı n durmaksızı n
sarsılıp sallandığını anımsatacak olursak, bu sarsıntıya
ancak kerliferli, tav ırları na egemen bir insanın sendelenme
den karşı koyabileceği kendiliğinden ortaya çıkar.
Genç kız ona doğru dönünce bayan Jarley:
« Neye karar verdiniz, kızım?» diye sordu .
«Sizi sayıyoruz, bayan ! Önerinizi teşekkürle kabul ediyo- ·
ruz.»
« Hiç pişman olmazsı n ız, inan ıyorum. Madem ki bu iş de
çözüldü; şimdi bir lokma bir şey yiyelim.»
Bu s ı rada araba, sanki fazla alkollü bira içip keyiflenmiş
gibi, sendeleyerek yoluna devam ediyordu. Araba sonunda
kaldırım taşı döşeli kasaba caddesine çıktığı zaman; gelen
gecenin ardı kesilmiş ve çevre suskunluk içindeydi. Çünkü
gece yarıs ı olmuş ve kasaba halkı yataklarına çekilmişti.
Gösteri salonuna gitmek için vakit çok geç olduğundan, kasa
ba kapısı n ı n bulunduğu yanda bir arsaya ç,e kilerek geceyi g e
çirmek üzere diğer bir arabanı n yanında mola verdiler. Bu
209
Antikacı Dükkanı / F: 1 4
arabının aynalık tahtası nda övünç kaynaği olan mumyaları
bir arabadan diğerine taşımas ına karş ı n ; Damga İdaresi'nce
'Genel istasyon taşıtı' olarak damgalanm ı ş ve sanki değerli
yükü un ya da kömürdenmiş gibi yedi bin yüz numarası veril
mişti.
Hor kullanı lan bu araba yükünü gösteri salonuna boşalt
m ı ş ve gerekli oluncaya değin Tergenmiş olduğundan, geceyi
geçirmek üzere ihtiyar dedeye ayrıldı. Neli de elde varolan
eşyayla arabanı n tahta bölmeleri arasında dedesi için olabile
cek en iyi yatağı · yaptı. Kendisi de bayan Jarley'in özel bir
lütuf ve güven sonucu onun yolculuk arabası nda yatacaktı.
Neli, dedesinin yanı ndan ayrı lıp kendi yatacağı arabaya
döndüğü s ı rada, gecenin ince serinliğine kapı larak açık hava
da biraz dolaşmak hevesine kapıldı. Ay ışığı kasaba kapısı
nın üstüne vurmuş, alçak kemer koyu ve karanl ı k kalm ıştı.
Merak ve korku karışık bir duyguyla yavaş yavaş kemere
doğru yaklaşt ı . Durup çevresine baktı. Kemer ne değin ka
ranlık, ıssız sesleri ve soğuk duruyordu.
Düşen, ya da yüzlerce yıl önce yerinden çekilip çıkırılan,
bir statüye ilişkin boşbir hücre vard ı . Neli, bu statü yerindey
ken kim bilir ne tuhaf insanlara yukardan aşağı bakm ış ne
türlü uğraş ve cinayetlere tanı k olmuştur diye düşünüp durur
ken, kemeri karanl ı k yanından birdenbire bir insan ortaya çık
m ıştı . Genç kız onu görür görmez taiııdı. Çirkin ve biçimsiz
Quilp'i nas ı l tanımazlık edebilirdi.
İlerideki yol öyle dar ve yolun bir yanı ndaki gölgeler öyle
koyuydu ki, cüce sanki yerden bitmişti. Her nerede n çıksa da
Quilp oradaydı ! Genç kız karanlık bir köşeye çekildi ve onun·
kendisinin yan ından geçtiğini görd ü . Cücenin elinde bir bas
ton vardı. Kemerin a.l tından geçince, bastonuna, yaslandı ve
sanki genç kızın bwlunduğu yere doğru bakıp işaret etti .
Bu işaret, ne iyi ki, Nell'e yapılmış değildi. Zira genç kız
büyük bir korku içinde, Quilp daha çok yaklaşmadan, imdat
için bağı rmak ya da saklandığı yerden uçup kaçmak arasında
duraksarken kemerin altından, s ı rtında bir bavul taşıyan bir
çocuk çıktı .
210
Quilp çocuğa:
« Daha çabuk, yumurcak; daha çabuk!» diye seslendi.
Çocuk özür diledi :
«Çok ağ ı r bir yük. Gene de çabuk geldim."
« Evet, gene de çok çabuk geldin ! Süründüğü yeri ölçen
bir solucan gibi yürüyorsun. Bak, saat gece yarısı ndan sonra
çeyreği vu ruyor. »
Cüce durup saatin çalmas ı n ı dinledikten sonra; çocuğun
yüreğini hoplatan apansız bir canavar saldırışıyla Londra
postasının köşeyi ne zaman geçtiğini sordu. Çocuk, saat
birde geçtiğini bildirdi.
«Haydi çabuk öyleyse . . . daha çabuk! İşitiyor musun? daha
çabuk! Yoksa geç kalacağ ı m ... "
Çocuk, elden gelir h ızla yürümeye başlad ı . Quilp önde yü
rüyor, dönüp arkasına bakıyor, çocuğu tehdit ediyor, onu
daha fazla h ızla yürümeye zorluyordu. Neli, onlar gözden ve
işitme alan ı ndan uzaklaşıncaya değin yerinden kı m ıldamayı
göze alamad ı ; sonra sanki cücenin böyle yakı ndan geçmesi
dedesini korkutup dehşete sokacağı n ı duyu msayarak, onu bı
raktığı yere döndü. Oysa dedesi derin bir uykuya dalmışt ı .
Genç kız sessizce çekildi.
Neli, kendi yatağı nda giderken tanığı olduğu bu serüven
den kimse söz etmemeyi akl ına koymuştu. Quilp'in her ne ne
denle olursa olsun -korktuğu gibi kendilerini aramak için de
olsa- Londra postası n ı sorması ndan evine gittiği anlaş ı lıyor
du ve oradan geçip gittiğine göre, onun sorup soruşturmasın
dan, bulundukları yerde, her yerden daha güvende oldukları
nı varsaymak akla yatıyordu. Bununla birlikte bu düşünceler
onun korkusunu si lkip atamamışt ı ; çünkü h ızla kendisine ge
lemeyecek değin ü rküp korkmu ştu. Sanki Quilp'in soy ve cin
sinden bir ordu tarafından kuşatılmış ve sanki hava bile onlar
la doluydu.
Halkı n ve soyluların büyük zevki ve kral ailesinin koruduğu
mumya müzesi sahibi -kendince bilinen bir küçülme sayesin
de- arabadaki yatağı na çekilmiş, rahat rahat horluyordu . Da
vulun üzerine özenle yerleştirdiği geniş bonesi tavana ası l ı
21 1
bir kandilin loş ışığında görkem saçıyordu. Genç kızın yatağ ı ,
döşeme üstüne seri lmişti . İçeri girer girmez merdivenin çekil
miş olduğunu görünce yüreğine su serpildi ; çünkü bronz tok
makla dışarıda bulunanlar arası ndaki kolay bağın bu suretle
önüne geçilmiş bulunuyordu. Diğer yandan arabanı n altın
dan aras ıra yükselen bir hırıltı ve aynı yönden gelen saman
hışırtısından arabac ı n ı n arabanı n altında yattığı anlaş ı l ıyo r
du. Bu da Nell'e ayrıca bir güven duygusu verdi.
Bütün bu korunmaya karşın, genç kız bütün gece ancak
düzensiz bir biçimde ve kesik kesik bir uyku yüzü görebilmiş
ti. Çünkü rahatsız düşlerinden eksik o lmayan Quilp'in mum
yalarla, m umyanın kendisiyle, ya da hem bayan Jarley, hem
mumya, hem de bir latarna ile ilişiği olduğunu sanı yor, ama
gene de hiçbirine benzetemiyordu ! . . Sonunda sabaha karşı
yorgunluk ve kaygıdan güçsüz düşüp derin ve tatlı bir uykuya
daldı .
xxvıı ı
21 2
bitince, fincan ve tabakların yıkanıp yerli yeri ne yerleşti rilme
sine yard ı m etti . Bu işler de görülünce, bayan Jarley kasaba
n ı n ı sokakları ndan geçmek üzere omuzları na pek gösterişli
ve parlak bir şal ald ı .
« Sandıkları araba getirecek, sen d e arabayla gelirsin,
kız ı m ! » dedi. « Ben, istemesem de yürü mek zorundayım. Ne
yapalım, halk benden bunu bekler. Bu gibi durumlarda tan ı n
mış kişiler istedikleri gibi davranamazlar. Nasıl görünüyorum,
kız ı m ? . »
.
21 3
!ard ı . Köpeklerin hepsi de uyukl uyordu. Bakkal dükkanı nda
rutubetli şekerlerle sarhoş olan sinekler, kanad ları n ı ve dav
ran ışları n ı unutup, vitrinin tozlu köşelerinde, güneşten kavru
lup ölmeye yüzelmiş görünüyorlard ı .
Kasaban ı n alışık olmadığı b i r gü rültüyle gümbür gümbür
i lerleyen araba, gösteri yerine gelince durdu ve Neli kendisini
merak ve takdirle seyreden, dedesini de mumyaları n en be
cerikli bir örneği sanan bir çocuk grubu aras ı nda arabadan
indi. Sandıkları içeride bekleyen bayan Jarley, arabacı Geor
ge, kısa kadife pantolonlu ve şapkası biletlerle süslenmiş bir
adam tarafı ndan açı lmak üzere; uygun bir h ızla çıkarılmıştı.
Sandıklarda kırmızı kordan ve diğer süsleme eşyası bulunu
yordu ki, salon bunlarla güzelleştirilecekti.
Hiç vakit yitirmeden hep birden, harı l harıl çal ışmaya ko
yuldular. Görkemli mumya kol1eksiyonu, figürlerin tenine toz
dan bir zarar gelmemesi için daha bezlerle sarı l ı olduğundan,
Neli, odanı n süslenmesine yard ım etti . Dedesi de hizmetten
geri durmad ı . İki adam alışık ve deneyim sahibi oldukları ndan
az zamanda çok iş gördüler. Bayan Jarley vergi tahsildarın ı n
keselerine benzeyen b i r keseden raptiyeler çıkarıp dağıtarak
yard ı mcıları n ı yeni bir çabayla çal ışmaya yöneltti.
Onlar böyle çalışıp dururlarken , uyunca boylu, konca bu
runlu, siyah saçlı , sırtına bir zamanlar şerit ve düğmeleri
tamam olan, ama şimdi eskiyip havı dökülmüş ve pek dar
ve kısa kollu bir asker kaputu geçiren, bacakların a pek sıkı
oturan eski , gri bir pantolan takan , ayakları nda gençliğini
çoktan geçirmiş, yeğnik kunduralar bulunan bir adam kapı
nın ağz ı ndan bakıp tatlı tatlı gülümsedi. Bayan Jarley s ı rtını
dönmüş olduğundan, asker kılıklı adam, yardımcı ların haber
vermemesini sağlamak makam ında işaret parmağ ı n ı oynata
rak i lerledi, bayan Jarley'in tam arkas ı na gelince s ı rtına do
kunup alaycı bir tutumla, 'Bom !' dedi.
«Nee! Bay Slum! Seni burada göreceğimi akl ı mdan bile
geçirmemiştim . ,,
« Başı m ve onurum hakkı için ; bu çok doğru bir söz, başım
ve onurum hakkı için; bu çok akı l l ı bir söz. Evet, kimin aklına
gelirdi ki ! George nasılsın?»
214
George bu sorup anlama kurnazlığını asık yüzlü bir ilgi
sizlikle karşı layıp çekicini coşkuyla savururken keyfinin yerin
de olduğu yanıtını verdi.
Asker kıl ıklı adam, bayan Jarley'e dönerek:
« Ben buraya . . . başım ve onurum hakkı için; niçin geldiğimi
bilmiyoru m ! Olsa olsa biraz ilham, biraz baş ı m ı dinlemek, bir
iki söz etmek için geldim . . . » dedi. Sonra çevresine bakı nip
kendini toparladı . Ve ekledi. «Bu ne değin klasik bir iş; başım
ve onurum hakkı için, Minerva zekası . . . »
Bayan Jarley yanıt verdi:
« Bitince çok iyi görünecektir.»
Bay Slum:
« Her halde çok güzel. . . » dedi. «Kalemimi bu çekici konu
üzerinde yürüttüğümü düşününce şiir yazmanın yaşam ı m ı n
e n büyük zevkini oluşturduğunu söyleyecek olursam; bana
inan ın. S ı rası gelmişken sorayım; bir siparişimiz ya da sizin
için yapabileceğim bir şey var m ı ? . . »
« Pek pahalıya oturuyor, pek fazla yararı da olmuyor. »
Bay Slum elini kaldı rarak:
«Yook, böyle söylemeyin ! » dedi. «Bunu işitmek bile iste-
mem. Yararı olmaz olur mu? Ben bu işten çok iyi anları m ... »
Bayan Jarley yanıt verdi:
« Ben de yararı olduğumu pek sanm ıyoru m ! »
« Hah hah h a ! . . Yumuşuyorsunuz. Lavantacı lara sorun,
boyacı lara sorun, piyangoculara sorun! Bakalım benim şiir
lerimin ne yararı olmuş! Sözüme güvenin. Hepsi Slum adını
hayı rla anıyor. · Bunlar arasında dürüst olanların başlarını
gökyüzüne kaldırıp Slum için hayı r dua etmesi gerek. Buna
güvenim, siz Wets minster kilisesini bilirsiniz, değil mi, bayan
Jarley?»
« Elbette bilirim. Bilmez olur muyum?»
Slum, elini yeğnik yeğnik ve anlamlı bir biçimde başına
vurarak ve başında bir miktar akı l bulunduğunu kastederek:
«O halde baş ı m ve o nurum h akkı için bayan, o sevimsiz
taş yığ ı n ı n ı n bir yanı nda, 'Şairler Köşesi' denilen yerde,
Slum adı ndan çok daha önemsiz nice adlar yazılıdır. . . " dedi.
215
Sonra kağıt parçalarıyla dolu olan şapkas ı n ı çıkarıp ekledi :
«Burada bir şeyler var. Bir ilham anında karalad ı m . Tam bu
rası için yazılmış bir şey. Bir . akrostiş . . . Dizelerin ilk harfinin
oluşturduğu ad şimdilik Warren ... Ama değiştirilebilir. Jarley
için biçilmiş kaftan. Bu akşamüstü alın . »
« Her halde pek pahalı olmal ı ! . . »
Bay Slum kalemini kürdan yerine kullanı rken :
«Nesirden biraz ucuz, beş şilin ! » dedi.
« Üç şilinden fazla vermem . »
«Altı peni daha verin. Ü ç şilin altı peni. »
Bayan Jarley, şairin üstelemesine dayanmad ı v e bay
Slum küçük defteri ne üç şilin altı penilik bir sipariş not etti.
Sonra akrostişi değiştirmek üzere koruyucusundan pek se
vecan bir biçimde izin istedi ve matbaacı için hazırlayacağı
temiz kopyayı elinden geldiğince çabuk yerleştireceğini va--
·
dederek ayrıldı .
Şa,irin huzuru, yapılan hazırlıkları aksatmad ığından, süs
leme . hayli ilerlemiş ve o ayrı ld ıktan kısa bir süre sonra, bit
mişti. Bütün askı ve fastonlar zevkle ası ldıktan sonra gör
kemli kolleksiyon açılmış ve salonda çepçevre iki ayak
yükseldiğinde bir platform üzerine dizilmişti. Göğüs yüksekli
ğinde kı rmızı bir kordonla kaba halktan korunan, tanınmış
bir takım kişilerin pek can l ı mumyaları, teker teker, ya da
g ruplar halinde çeşitli zamanlara ilişkin göz kamaştırıcı giy
silerle, ayakları üzerinde az çok güvensiz duruyor; gözleri
faltaşı gibi açık, burun delikleri pek kabarm ış, kol ve bacak
adeleleri pek fazla gelişmiş ve hepsinin yüzünde büyük bir
şaşkınlık okunuyordu. Hepsinin göğüsleri kabarık ve sakalları
maviye çalıyordu. Bütün kadı n mumyalar da m ucize denecek
bir canlılıktaydı . Kad ı n olsun, erkek olsun ; bütün mumyalar
büyük bir ciddilikle ve boş bakışlarla hiçbir yere bakm ıyorlar
dı.
Nell, b u görkemli görüntü karşısındaki i l k şaşkınlığını ge
çirdikten sonra; bayan Jarley, genç kızdan başka herkesin
odayı tergemesini buyurdu. Kendisi de odanı n o rtası nda bir
216
koltuğa kurularak pek resmi bir tutumla uzun zamand ı r
m umyalara işaret etmek için kullandığı b i r sögüt çubuğunu
eline aldı ve Nell'e görevini öğretmek içi n büyük zahmetlere
girdi.
Neli, platformu n başı ndaki bir mumyaya dokununca bayan
Jarley gösteri sırası nda kullandığı bir tonla: «Bu, Kraliçe Eli
zabet zaman ı nda kutsal pazar günü çal ıştığı için iğne bat
m ak suretiyle ölen. talihsiz bir medinedi r. Parmağından sızan
kana ve iş işlediği -zamanın modası- altın baş iğneye dikkat
ediniz,,, biçiminde bir açıklama da bulundu.
Genç kız, bütün bu sözleri , tam zamanında iğne ve par
mağa işaret ederek, iki, üç kez yineledikten sonra, ikinci
m umyaya geçti.
Bayan Jarley devam etti:
«Baylar, bayanlar şu gördüğünüz, on dört kadına kur
yapıp onlarla evlendikten sonra hepsini de masum yatakların
da uyurlarken tabanlarını gıdıklamak suretiyle ölümlerine
neden olan acı masız Jaspar Packlemerton'dur. Darağacı n ı n
altı nda, yaptıklarına pişman olup olmadığı sorulduğu zaman :
onları böyle kolay bir ölümle ahrete gönderdiği pişman ol
duğunu ve bütün Hristiyan kocaların kendisinin bu cürmünü
bağışlayacaklarını u mduğunu söylemiştir. Bu bütün bayanla
ra, seçecekleri eşin karakterini h ususunda bir ders olmalıdır!
Packlamerton'un gıdıklamaya hazır olan kıvrık parmağına ve
bu barbarca cinayeti işlerken gözünü kırpmasına dikkat edi
niz!..»
Neli, Packlemerton üzerine söyleneceklerini öğrendikten
ve kekelemeden anlattıktan sonra bayan Jarley sırasıyla pek
şişman adama, pek zayıf adama, uzun adama, kısa adama,
yüz otuz iki yaşında dans edip ölen ihtiyar kadına, ormanlar
da yaşayan vahşi çocuğa, on dört aileyi ceviz turşusuyla ze
hirleyen kadı na ve daha nice nice tarihsel kişilerle, ilginç
ama, yanlış yola sapmış insanlara geçti. Genç kız, mumya
m üzesi sahibinin söylediklerinden o değin yararlanmış ve on
ları belleğimde tutmak hususunda öyle büyük bir' yetenek
göstermişti ki, birlikte kaldıkları iki saat içinde kurumun bütü n
21 7
tarihçesini öğrenmiş ve ziyaretçileri aydı nlatacak bir haz ı rlık
kazanm ıştı .
B u mutlu sonuç karşısı nda bayan Jarley takdirlerini anlat
m akta gecikmemiş, genç arkadaşı ve öğrencisine diğer ha-
. zırlıkları da göstermeye kalkmıştı. Koridor, yeliş çuha üzeri ne
bay Slum'un becerisi olan, daha önce gördüğü yazılarla süs
lenerek, yemyeşil bir koru haline sokulmuş, öbür uca bayan
Jarley'in m ajeste kral George 1 1 1 , ünlü bay Grimaldi ; iskoçya
Kraliçesi Mary, Quaker tarikatında adsız bir centilmen ve
pencere vargisi yasa tasarıs ı n ı n net bir örneğini elinde tutan
bay Pitt yanı nda oturmasına ve para toplamasına özgü,
pek süslü bir masa yerleştiril mişti. Kapı dışındaki hazı rlıklar
da savsanmam ışt ı . Zira kapı n ı n üzerindeki portikte pek çeki
ci bir sahibe tespih çekiyor; simsiyah saçlı, bembeyaz tenli
bir haydut da bu s ı rada araba içinde, elinde bir kad ı n minya
türüyle kasaba içinde dolaşıyordu.
Geriye bay Slum'un kompozisyonlarının dikkatle ve isa
betli yerlerde dağıtı lması, etkili ve coşturucu yaz ı ların evlere
ve esnafa duyurulmas ı , 'Bir merkebim olsayd ı' ile başlayan
güldürücü şiirin meyhanelere avukat katiplerine ve kasaba
nın seçkin s ı n ıfına ulaştırılması kalıyordu. Bütün bunlar da ta
mam lanıp bayan Jarley, m umya m üzesinin zihni geliştirdiğini,
zevkleri i ncelttiğini, anlayış ve kavrayış alan ı n ı genişlettiğini
bildiren, özel olarak bastırılmış el i lanlarıyla ta kendileri yat ı l ı
okullara gittikten sonra; yorulmak bilmez kadı n akşam yeme
ğine oturup kuşku veren şişeden beğenilen girişimi onuruna
içti.
xxıx
21 8
n ı nda Nell'e yapma çiçeklerle süslenen bir yer ayrı lmış, genç
kız bu debdebe ve seremoni içinde her sabah davul ve bora
zan sesleri arası nda bir sepetten el ilanları dağıtarak, kasaba
içinde dolaşmaya başlam ıştı . Genç kız, güzelliği, nazik ve
utangaç tavrıyla küçük kasabada bir sansasiyon yaratm ışt ı .
Bu nedenle kasaban ı n caddelerinde başlıbaşına b i r ilgi kay
nağı oluşturan haydut i ki nci plana dü7müş, Nell'in çeki m mer
kezini oluşturduğu bu reklamda, dolayısıyla önemi olan bir
duruma inmişti . Yetişkinler, pırıl pırıl gözlü, genç kıza karşı
ilgi duymaya başlad ı kları gibi, yirmiye yakı n delikanl ı da sev
daya kapılarak müzeni n kapıs ı nda ona birkaç satırla paket
ler içinde elma, fınd ı k bı rakmaya başlamışlard ı .
Bayan Jarley, N ell'in yarattığı b u iyi izlenime i lgisiz kala
mayarak ve onun değerini yitirmesinden korkarak haydutu
araba içinde yalnız olarak göndermek ve genç kızı gösteri
salonunun d ışına çı kartmamak kararın ı aldı ve uyguladı.Neli
de her yarı m saatte bir merakl ı ziyaretçilere mumyaları an
latmaya devam etti.
Bayan Jarley, yatılı kız okulu öğrencilerini de içine alan
seçki n tabakayı memnun etmek h ususunda dehasını zorlaya
rak bay G rimaldi'nin yüz ve giysilerini değiştirerek onu İngi
lizce gramerini yazar bir durumda bay Lindley Murray; ünlü
katil bir kad ı n ı da bayan Hanna More kılığına sokmuştu.
Her ikisinin asl ı na olan büyük benzerliği, sekiz seçkin genç
kızla özel bir ziyarette bulunmak alçak gönüllüğünü gösteren
kasabanı n yatılı kız oku lu müdürü bayan Monflathers tarafın
dan şaşılacak derecede olduğu bildirilmişti. Bay Pitt'e
takke ve gecelik entarisi giydirilip kunduraları çıkarılmış ve
şair Cowper'in yetkin bir kopyası haline konmuş; İskoçya
kraliçesi Mary'ye koyu bir peruka ve beyaz yaka takılıp
erkek giysisi giydiri lmiş ve Lord Byron'a öylesine benzetilmiş
ti ki, genç bayanlar onu görür görmez hayranlıkları n ı sakla
yamam ışlard ı . Bununla birlikte bayan Monflathers bu coşku
ve heyecan ı h oş görmeyerek bayan Jarley'e sitemlerde bu
lunmak fırsat ı n ı kaç ı rmamış ve say ı n Lord'un mumya müze
si onur ve geleneğiyle birleştirilmeyecek taşkın düşüncelere
21 9
sahip bulunduğunu bildirdikten sonra ; bir papaz ve papaz
lar meclisi üzerine mumya müzesi sahibinin anlayamadığı
bir şeyler eklemişti.
Her ne değin gördüğü iş epey yorucuysa da Neli mumya
müzesi sahibini yalnız kendi rahatına düşkün bir i nsan değil,
ayn ı zamanda çevresinde bulunanları da kollanmaktan zevk
o lan bir kadın olarak tan ı m ıştı. Yolculuk arabalarından çok
daha iyi yerlerde yaşayan kişilerde seyrek rastlan ı lan bu
zevkin, sürdüğü yaşam ı n bir sonucu olmadığını da teslim
etmek gerektir. Neli, patronunun giriş ücreti almadığı ziya
retçilerden, iyi huyu sayesinde küçük bahşişler elde ettiğin
den, dedesi de iyi i lgi görüp yararlı olmaya çalıştı ğ ı ndan,
mumya müzesinden korkup çekinecek bir neden kalm ıyor;
ancak Quilp'i anı msayıp onun günün birinde karş ı larına çıka
cağ ı ndan kaygı lanıyordu.
Gerçekten Quilp genç kız için sürekli bir kabuz oluşturu
yor, onun çirkin yüzü ve bodur boyu akl ı ndan çıkm ıyordu.
M umyalar ı n güven altında bulunmaları için onların sergilendi
ği salonda uyuyor, yatağına çekilirken -elinde olmayarak
mumyaların ölü benizli yüzlerinde Quilp'in bir benzerini düşü
nüyor, onun mumyalarından birini yerinden kald ırıp giysile
rinin içine girdiğine inanmaya değin varıyordu. Çevresine di
zilmiş olduğundan, canlı yaratıklar gibi görünüyor, sevimsiz
suskunluk ve sessizlikleriyle i nsana benzemeseler bile, gene
onlardan, onlar adı na bir tür korku duyuyor; bir mum yakıp
kalkmak zorunluğunu duyuncaya değin mumyaları n karanl ı k
taki biçimlerini yatağı nda seyre dalıyor; sonra açı k pencere
nin yanı nda oturup parı ldayan y ı ld ızlardan arkadaşlık umu
yordu. Bu sı rada eski evini ve köşesinde yalnız başına
oturduğu pencereyi anımsıyor; zavallı Kit'i ve onun iyiliklerini
düşünüyor; hem ağl ıyor, hem gülüyordu.
Genç kız bu sessiz saatte çoğunlukla kaygı ve m erakla
dedesini düşünüyor, onun önceki yaşamların ı ne dereceye
değin ve içinde bulundukları çaresizlik ve zoru nluğu ciddiye
alıp almadığını aklından geçirirdi. Avarece oradan oraya do
laş ı rken, bunları pek seyrek düşünmüştü. Ama şimdi dedesi
220
hastalanacak olursa; ya da kendisi güçten düşecek olursa,
hallerinin ne olacağını zihninde kurmaktan kurtulamıyordu.
İ htiyar adam pek sabırlı ve herhangi bir işi yapmaya haz ı r ve
bir işi yapmaya haz ı r ve bir işe yaradığından memnun görü
nüyor; hiçbir düzelme eseri göstermiyor; ancak bi r çocuk,
zavall ı , düşüncesiz, işsiz güçsüz bir yaratık, torununa karşı
yufka yürekli bir sevgi ve ilgi besleyen zararsız bir i nsan niteli
ği taşıyordu. Neli, dedesini bu halde görmekten hüzün duyu
yor, onun bazan yanı nda tembelce oturup başını salladığını
ve gül ümsediğini görmek ya da küçük bir çocuğu okşayıp
aradan oraya gezdirirken sorduğu basit sorularla şaşırmış ol
masına karşın, güçsüzlüğünü sabı rla karşıladığını, hatta
bunun kendisi de ayı rd ında olduğunu, pek küçük bir çocu
ğun zekası karşısında zor bir duruma düştüğünü ayı rdet
mekle o değin hüzünlü oluyo rdu ki, gözyaşları nı tutamayarak
gözden uzak bir yere çekilip dizleri üstüne çöküyor ve dedesi
nin iyileşmesine dua ediyordu.
Genç kızın kederinin acı yanı yalnızca dedesini bu halde
gördüğünden ileri gelmiyordu. Çünkü h iç olmazsa ihtiyar
memnun ve durgun görünüyordu. Genç bir yürek için acı bir
deneyim olmasına karışn, değişen yaşam koşulları üzerinde
ki kaygı ları da dertlerinin en kötü yanı n ı oluşturmuyordu.
Olaylar da kaçınılmaz bulunuyordu.
Bir akşam dede i le torunu tatil yaparak birlikte gezmeye
çıktılar. Birkaç gündür kapali kaldıkları için ve hava da
s ıcak olduğundan uzun bir yürüyüş yaptı lar. Kasabanın dı
şına çı kınca; ayrıldıkları yola çıkacağını varsaydıkları ve
geri dönmelerini sağlayacak olan yola varacakları nı tasarla
dıkları şirin tarlalar arasından geçen bir patikaya saptılar.
Ama politika sandıklarından daha geniş bir dönemeç çevirdi
ğinden yolu uzattılar ve g ezmek istedikleri yola ancals güneş
batarken vard ı lar ve durup din lendiler.
Hava gittikçe kapanmış, şimdi bulutlar kararıp alçalmıştı .
Ancak, batan güneş gökyüzünde altın sarısı ve kızıl bulut kü
meleri oluşmuş, ve kara bulutlar arası ndan yer yer s ızan sol
gun kırmızı ışıklar, yeryüzüne vurmuştu. Gün ışığını başka
221
yerlere taşıyan güneş batarken; rüzgar derinden deri ne uğul
damaya başlamış ve kara bulutlarla karşı laşınca gök gürültü
sü ve şimşek tehlikesi başgöstermişti . Çok geçmeden iri
yağmur damlaları düşmeye başlam ış, fırtına bulutları göğü
kaplamıştı. Ufaktan ufağa gök gürültüsü işitilmiş, şimşekler
çakm ış, bir anda her yan ı karanlık basm ışt ı .
Bir ağaç altı nda y a d a cit kenarında barı nmaktan korkan
dede ile toru nu, anayoldan hızlı h ızlı yürüyereke şimdi büsbü
tün azıtan fırtı nadan korunacak bir ev bulacakları n ı umuyor
lard ı . Sağnak halinde yağan yağmurdan sırılsıklam kesilmiş,
kulakları sağ ı r eden gökgürü ltüsünden ve çatal çatal çakan
şimşeklerden şaşkı n bir halde bulunan dede ile torunu, bir ka
pıda durup avaz avaz bağı rarak onları çağ ıran bir adamla
karşılaşmasalard ı , duvardaki bir evin varl ığından bile haber
siz, geçip gideceklerdi.
Gene şimşek çakarken, adam kapıdan çekilip elleriyle
gözleri ni örterek:
« Gözlerinizin kör olmas ı n ı istemezsiniz, kulakların ızı n her-
kesten iyi işitmesi gerek ! . . » dedi.
«Ne diye geçip gidiyorsunuz?»
Neli yanıt verdi:
«Siz çağırı ncaya değin, binan ı n ayı rdına bile varmadık! . . »
«Bu şimşekler i nsanı n gözünde çakıp du rurken hiç de
şaşkı nlaşacak bir şey değil. Siz daha iyisi şu ateşin yan ı na
gelin de giysilerinizi kurutun. Bir şey isteyecek olursanız; ça
ğ ı rı rs ı n ız. Bir şey istemiyorsanız, ısmarlamak zorunda değil
siniz. Bundan hiç korkunuz olmasın. Burası bir otel
birahanedir. 'Valiant Soldier' bu bölgede çok ü nlüdür. »
« Bu raya Valiant Soldier mi diyorlar?»
Birahane sahibi :
«Ben de bunu herkes biliyor san ıyordum . . . » dedi. «Siz Va
liant Soldier'i bilmiyorsanız, nereden geliyorsunuz? Burası
James Groves yönetiminde, Valiant Soldier birahanesidir.
Jim G roves namuslu, kusu rsuz, karakter sahibi bir i nsandır.
Bir de dokuz kuka oyunu olan ımız var. Jim Groves'i kötüleye
cek i nsan varsa gelsin de onu Jim Groves'in yüzüne söyle-
222
sin. Herhangi bir müşteriye dörde karşı kırk üzerinden bahse
girerim .. "
Bu sözleri söyleyen adam, elini göğsüne vurarak bu denli
övülen arkalanan kişi nin kendisi olduğunu anlatmak istedi ;
sonra şöminenin içerisindeki siyah bir çerçeve içinde yum
ruklar savuran sahte· bir Jim G rovers'e yum rukların ı gösterdi
ve yarısı boşalmış olan bir içki bardağını dudaklarına götüre
rek Jim Grovers onuruna içti.
Hava sıcak olduğundan şöminenin ısısı nda yayı lmasına
engel olmak üzere odanı n içine bir paravana konmuştu. Anla
ş ı lan paravan ı n arkası ndaki bir kişi bay G roves'in yiğitliğin
den kuşkuya düşülecek sözler sarf etmiş o da bu bencil anla
tı mda bulunmuştu. Zira Jim G roves bu kafa tutuştan sonra
parmak kemikleriyle paravanoya vurup yanıt bekledi. Hiçbir
yanıt alamayı nca:
«Jim G roves'a kendi çatısı altında karşı koymayı göze
alacak insan yoktur. . . » dedi. «Bu göze alacak bir tek insan bi
liyoru m ; o da buradan pek uzakta değil. Ama o bir düzüne
adama bedeldir. Bu nedenle onun benim üzerime ne isterse
söylemesine izin veriyorum. O da bunu elbet biliyor .. »
Bu övgülere yan ıt olarak boğuk ve kısık bir ses bay G ro
ves'a sesini kesip bir mum yakmasını buyurdu. Gene ayn ı
ses, herkes onun n e m a l olduğunu bildiği için boş yere soluk
tüketmemesini sal ık verdi.
Birdenbi re i lgilenen ihtiyar dede fısıltıyla:
« Neli, N eli ! . . " dedi. « Kart oynuyorlar, işitiyor musun? .. »
İçerdeki ses:
«Şu lambayı hemen getir. Kartların ne rengini, ne işaretini
göremez oldum. Kepenkleride kapa. Şu bira da her halde
gök gürültüsünden tad ı n ı yitirmiştir. Oyun ! . . Bana yedi şilin
altı peni borçlusun, İsaac!.. Ver bakayım parayı !..» diyordu.
Para, m asan ın üzerinde çıng ı rdayınca ihtiyar dede artan
bir ciddilikle ve arzuyla:
« İşitiyor musun, Neli? İşitiyor musun?» d iye sordu.
İçeriden gelen pek sevimsiz, çatlak ve keskin bir ses, m üt
hiş bir gökgürültüsü sona erince:
223
« Ben şu bizim Luke Withers on bir kez üst üste kazandığı
geceden beri böyle deli bir fırtına görmedim ... » dedi. «Tam
şeytanın dolaşıp kol gezeceği bir gece olduğundan, hepimiz
onda şeytan şansı var demiştik . . . »
Boğuk ses:
« Ben geçen yıllarda her zaman kazanan Withers'in sürekli
yitirdiğini de bilirim. Eline her kağıt ya da zar çanağını ald ı kça
yitirdi, aldatı ldı , yolundu, sonunda da ıskartaya ç ı ktı.
İ htiyar dede gene:
« Neli, ne söylediğini işitiyor musun?» diye sord u .
Genç k ı z şaşkınlıkla v e dehşet içinde dedesinin halindeki
büyük değişiklik gözünden kaçmadı . Yüzünde bir heyecan ve
zor tutabildiği bir tutkunun derin izleri vardı. Gözlerini dikmiş,
dişlerini sıkmıştı. Kısa kısa derinden soluk alıyor, Nell'in kolu
üzerine koyduğu eli o değin şiddetle titriyordu ki, genç kız
bu elin ne yapacağı ndan korktu.
İ htiyar yukarı doğru bakarak:
« Her zaman söylerdim, biliyorum ; düşünü de görüyor ve
bir gerçek olduğundan inanıyorum . Kaç param ız var, Neli?
Haydi, hayd i ! hayd i ! Dün rüyamda para gördüm. Kaç paramız
varsa bana ver!.. ,,
Korkuya kapı lan genç kız:
« Hayır, hayır, dedeciğim, bırak, o parayı saklayayım . . . ..
dedi. « Hem buradan gidelim. Yağmurun önemi yok. Yalvarı
rım sana, buradan gidelim . . . »
İ htiyar coşkulu coşkulu:
« Ver onu bana!..» dedi . «Sus ağlama Neli ! Sert konuş
tumsa, isteyerek yapmadım. Senin iyiliğin için Neli. Ben
sana karşı iyi davranmadı m . Ama yaptığım hatayı onaraca
ğ ı m. Evet, onaracağı m , para nerede? .. »
«Bu paraya dokunma, dede; yalvarırım sana, her ikimizin
hatırı için bu parayı saklayalım. Onu şimdi sana vermekten
se bırak da atayı m . Gidelim , buradan gid e lim!»
İ htiyar yanıt verd i :
« Ver o parayı bana, Nel i ! O para bana -gerek. Haydi, yav
rum. Ver onu bana! Senin hakkın ı ödeyeceğim. Hatamı dü
zelteceğim, hiç korkma!»
224
Neli, cebi nden küçük birkese çıkard ı . İhtiyar dede konu
şurken gösterdiği sabırsızlık ve tezcanl ı l ı k içinde keseyi kav
rayıp paravanı n öbür yanına geçti. Onu durdurmanı n olana
ğı kalmamıştı. Korkudan titreyen genç kız dedesini izledi.
Otel-birahane sahibi masanı n üstüne bir lamba yerleştiri l
miş ve o s ı rada perdeyi çekmekle uğraşıyordu. Seslerini
duydukları iki adam ı n arası nda bir deste kart, bir miktar
gümüş para vardı: Sayı lar da paravanaya tebeşi rle kaydedil
mişti. Kaba sesli adam orta yaş l ı , iri yarı bir i nsand ı . Geniş,
siyah favorileri, ablak, bir yüzü, kaba, geniş bir ağzı vard ı .
Kırm ızı bir atkıyla örttüğü kalı n ensesi, yakası açı k olduğu
için tamamen ortadaydı . Baş ı n da kirli sarı bir şapka yanı nda
kal ın, i ri kabzal ı bir baston vard ı . Arkadaşı n ı n İsaac diye hita
bettiği' diğer kişi çelimsiz, geniş omuzları çökük, sevimsiz
yüzlü, uğursuz ve çi rkin bir halde yan yan bakan bir adamd ı .
·
isaac:
« Bayı m !. . » dedi. « İ ki m izden birini tanıyor musunuz? Para-
vananın bu yan ı özeldir!»
İ htiyar :
« Umarım bir hata yapmadım . . . » yanıtında bulundu.
İsaac onun sözünü keserek:
« İ ki centilmen özel bir biçimde oyalanırken onları n arası
na girmek hata değil de nedir?» dedi.
İ htiyar istekli istekli kartlara bakarak:
« Sizi g ücendirmek akl ı m ı n ucundan geçmedi, » dedi.
«Öyle sanıyorum ki. . »
«Hiçbir şey sanmaya hakkımız yok. Sizin yaş ı n ızda bir
i nsan ne sanacak ki ! . . »
Tıknaz adam ilk kez gözleri ni kartlardan kaldırarak:
«Amma zorbası n ha!..» dedi. « Bı rak da adamcağız ne
sandığını söylesin . . . »
Tıknaz adamın hangi yanı tutacağı n ı öğrencinceye değin
tarafsız kalmaya kararl ı olduğu anlaşılan birahane sahibi gev
rek sesiyle:
« Öyle ya İsaacL.» dedi. «Ne diye adamcağ ıza fı rsat bırak
m ıyorsun? B ı rak da söyleyeceğini söylesin . . . "
225
Antikacı Dükkanı / F: 1 5
İsaac alay ederek ve birahane sahibinin sesinin torun u
kendi keski n sesiyle alabildiğince öykünmeye çalışarak:
«Öyle ya, ne diye . adamcağ ıza fı rsat b ı rakm ıyorsun,
İsaac?» dedi.
Birahane sahibi yanıt verd i :
« O halde bırak da söylesin.»
List'in yan bakışı uğursuz bir hal alm ış, bu tartışmayı uzat
m ak tehdidi baş göstermişti . Bu sırada ihtiyara keskin ve hile
ci bir bakışla bakan arkadaşı tartışmayı zamanında keserek:
« Ki m bilir . . . " dedi . «Belki de bu yaşlı kişi bizimle . bir el
oyun çevirmek istiyordu . . . "
İ htiyar dede sesini yükselterek yan ıt verdi:
« İ stediğim buydu işte. Şimdi de bunu istiyorum . . . »
öyle varsaym ıştım. Şu halde yaşlı kişi eğlenmek için
oyun oynayanlardan olmad ı ğ ı m ız düşünerek parayla oyna
m ak istiyordur.»
İ htiyar dede, elindeki keseyi sallayarak masanın üstüne
attıktan sonra, tıpkı bir cimrinin altına sarı lması gibi, kartları
kavramak suretiyle yanıt vermiş oldu .
İsaac:
« Evet, para kesesi,» dedi. « Centi lmenin amacı oyun oy
namamaksa bağ ışlamasını dilerim. Bu kese centi lmenin ke
sesi mi? Küçük zarif bir kese . . . »
İsaac, · keseyi havaya atı p ustalıkla yakaladı ktan sonra ek
ledi:
«Oldukça yeğnik bir kese! Ama bir centilmenin en çok
yarım saatcik oynamasına yeter!..»
· Şişman adam söze karıştı.
« Dört kol yapalı m . G roves de oynasın. Gel Jimmy!»
Birahane sahibi bu gibi partilere alışık bir i nsan pişkinliğiy
le masaya yaklaştı ve yerini aldı . Genç kız, azap içinde dede
sini bir köşeye çekerek gene hemen buradan gitmelerini rica
etti .
«Haydi gidelim, dede! Daha mutl.u olunuz . . . " dedi .
İ htiyar dede, tezcanlı ve sabıksızl ı kla:
226
« Biz m utlu olacağ ız,. bırak oynayayım. Mutluluğun anah
tarı kart ve zarlardır . . . " dedi. « Küçük kazançlardan sonra bü
yüklerine de sıra gelecektir. . Burada fazla bir şey kazanama
yız. Ama daha çoğunun _ da zamanı gelecek. Ben yalnız,
yitirdiğimi kazanacağı m . Hepsi senin içi n ! . . »
Genç kız:
«Tanrı yard ı mcınız olsun, bizi buraya hangi kötü talih yö
neltti ! » diyebildi.
İ htiyar elini torununun ağzına kapayarak!
«Sus Neli, sus!.." dedi. «Talihi azarlamaya gelmez. Yoksa
küser . . . Ben bunu çok kez denedim.»
Şişman adam:
« Bayı m !. . » dedi. «Oynamayacaksanız kartlari bize bıra-
·
kı n ! »
«Geliyorum ... » dedi. «Otur, seyret Neli! Hiç üzülme. Her
penisi senin için , ama senin şansı na oynayacak değilim .
Belki bundan çekinirler. Bir onlara bak, bir de kendine bak!
Elbet biz kazanmalıyız . . . »
İsaac, masadan kalkar gibi yaparak:
« Her halde centilmen düşünüp taşınıp oynamamaya karar
verdi. .. » dedi. «Yılıp korktuğuna üzüldüm. Korkak bezirgan
ne kazanır, ne zarar eder demişler. Ama gene centilmen
kendi bilir. »
İ htiyar dede:
« Ben hazırım. İçiniz de benden isteklisi yok!» dedi.
İ htiyar bu sözleri söylerken masaya yaklaştı; diğerleri de
ayn ı zamanda masanın başına geçtiklerinden oyun başladı .
Neli, bir kenara oturup kaygıyla oyunun oynanmasına
dald ı . Şansa önem vermeyip kazanç ve za,rarı birlikte tutan
genç kız, ancak dedesinin saran korkunç hırsı düşünüyordu.
Ufak bir kazançtan aşırı bir sevinç duyan, ufak bir kayıptan
bütün neşesini yitiren ihtiyar; o değin meraklı ve huzursuz; o
değin şiddet ve coşkuyla hevesli küçük kazançlara karşı öyle
aç gözlü bir hal alm ıştı ki, Neli onu bu halde görmektense
hemen hemen onun öldüğünü görmeyi yeğleyecekti. Oysa,
genç kız bütün bu azap ve işkencenin masum nedenlerini
227
oluşturuyor, en doymak bilmez kumarbazın duyumsad ığı çıl
gın kazanç arzusundan daha büyük bir h ı rsla kumar oyna
yan ihtiyar dede, bencil bir düşünceyle davran ıyordu. Tersine
olarak; işleri, güçleri hilecilik ve kumarbazlıktan başka bir şey
olmayan üç adam , oyunu dikkatle izlemelerine karşın, sanki
bütün erdemleri nefislerinde toplam ış gibi , serin kanlı ve
sakin görünüyorlard ı . Bazen içlerinden biri baş ı n ı kaldı rıp di
ğerine gülümsüyor, kandilin fitilini d üzeltiyor, sanki sallanan
perde ve açık pencereden hemen içeri girmiş gibi çıkan şim
şeklere bakıyor, zihnini karıştı rmış g ibi bir an deri nden gelen
bir gök gürültüsünü geçici bir sabırs ızlıkla dinliyor, hepsi de
kartlarından başka bir şeye karşı sakin bir ilgisizlikle oturuyor,
birer fi lozof gibi, ve sanki taştan yapılmış gibi , hiçbir h ı rs ve
heyecan eseri göstermiyordu.
Fı rtına, durmadan tam üç saat sürmüş, şimşekler daha
yeğnikleşip seyrekleşmiş, başlarınd a patlıyormuş gibi kükre
yen gök gürü ltüsü yavaş yavaş d urulup uzaklaşmış; ama
oyun daha devam etmiş, korku ve kaygı içinde kalan genç
kız tamamen unutulmuştu.
xxx
228
«Şu yoksulluğun ettiğini görüyor musun?» dedi. «Oyuna
devam edebilseydim. Talih bana dönecekti ! Bu, kağıtları n
üzerindeki işaretler değin apaçık! Şuraya bak; buraya bak;
şuraya bak! .. İşte ben kazanacak m ı ş ı m ! .. »
Genç kız:
« B ı rak şunları, dede !» dedi. «Onları unutmaya çalış ... »
İhtiyar, solgun benizli yüzünü torununa çevirerek ve onun
söylediklerine inanmayan bir insan bakışıyla:
« U nutmak m ı ? .. » dedi. « Unutacak olursam nasıl zengin
oluruz? .. »
Neli, ancak başını iki yana sallamakla karşılık verdi.
İhtiyar, genç kızı n yanağ ı n ı okşayarak:
« Hayır, hayır, Neli! .. » dedi. « Unutmamalıyız. Zararı m ızı
olabildiğince çabuk çıkarmaya bakmalıyız. Dayan, dayan
yavrum. Senin hakkını yerine getireceğim. Bugün yitiren,
yarın kazanır. Hiçbir şey zora girmeden elde edilemez. Hiçbir
·
229
!arı n ı i leri sürmenin geceyi dışarıda geçirmeye iyi bi r özür
oluşturacağı n ı düşünerek, uzun bir duraksamadan sonra otel
de kalmaya karar verdi. Bu nedenle dedesini bir kenara çeke
rek otele ödeyecek paraları olduğunu bildirdi ve otelde kal
mak önerisinde bulundu.
İhtiyar:
«Birkaç dakika önce bunu bilseydim ; birkaç dakika önce
bu para elimde olsaydı !..» diye m ırıldandı.
Genç kız otel sahibine dönerek:
« Kalmaya karar verdik... » dedi.
«Çok akıllılık ettiniz. Yemeğinizi hemen hazırlarım . »
Böylece bay Groves piposunu içip bitirdikten sonra, külü-
nü, piponun ağzını baş aşağı edip özenle şöminenin kenarı
na silkti ; bira, ekmek, peynir getirip kalitelerini de övdü ve
konuklara yiyip içip rahatları na bakmaları n ı söyledi. Dede ile
torunu, her i kisi de, kendi düşüncelerine gömülmüş oldukla
rından yemeklerini iştahsızca yediler. Bünyelerine birayı pek
yavaş ve yeğnik bulan diğerleride içki ve tütünle avundular.
Otelden sabahleyin erken ayrıl acakları için Neli, yatma
dan, yatak ve yiyecek bedelini ödemek istiyordu. Ama küçük
tasarrufunu dedesinden saklamak gereğini duyu msadığın
dan, gizlice parayı sakladığı yerden çıkardı ve otel sahibinin
odadan çıkmasından yararlanarak onu izledi. Küçük içki tez
gahında ona parayı verdi.
« Lütfen paranın üstünü burada verir misiniz?»
Apaçı k olarak bay James G roves şaşkınlığa düşmüştü .
Önce paraya baktı, sonra tezgahın önüne atıp sesini dinledi.
Parayı nereden eline geçirdiğini sormak istiyormuş gibi, önce
genç kıza, sonra gene paraya baktı. Bununla birlikte; para
kalp olmadığından ve kendi otelinde bozdurulmuş olduğun
dan; akıllıca davranarak soru sorgu etmedi. Paranın üstünü
sayıp verdi. Genç kız bulundukları odaya dönerken kapıdan,
birinin sessizce içeri süzülüp girdiğini görür gibi oldu. Bu ka
pıyla parayı bozdu rduğu yer arası nda uzun ve karanl ı k bir ko
ridor vardı. Oradayken hiçbir kimsenin girip çıktığı n ı işitmedi
ğinden emin olduğu için aklı ndan gözetlenmiş olduğu
düşüncesi geçti .
230
Ama kim gözetlemişti ? Odadan içeri girdiği zaman herkesi
yerli yerinde buldu. Tı knaz adam , baş ı n ı eline dayayarak iki
sandalye üzeri ne uzanmış, yan . yan bakan adam da buna
benzer bir konumda masan ı n öbür yan ı nda dinlenmeye çe
ki lmişti . İkisinin ortas ı nda oturan dedesi, oyunun kazançlı s ı n ı
-insan üstü b i r yaratıkm ı ş gibi- dikkatli dikkatli v e açgözlü bir
hayranl ı kla bakıyordu. Genç kız, bir an şaşı rarak başka bir
kimse olup olmadığını görmek için çevresine bakı ndı. Hayır,
başka hiç kimse yoktu. Dönüp dedesine yaklaştı ve fısı ltıyla
kendisi dışardayken, odadan birinin çıkıp çıkmad ı ğ ı n ı sordu.
Dedesi : 'Hayır, hiç kimse çıkmad ı !' dedi.
Öyleyse kuruntuya kapılmış olmal ıyd ı . Ama her ne de olsa
böyle bir şeyi önce zihninden geçirmemiş olduğu na göte; bu
değin açık, apaçı k bir biçimde bir i nsan gördüğünü düşünmüş
olması cidden çok tuhaftı. Zihni daha bu düşünceyle uğraş ı r
ken, onu elinde bir mumla yatak odası na, çıkaracak olan hiz
metçi kız çıkageldi.
İhtiyar dede, hayır bulunanlardan izin alarak torunuyla bir
likte yukarı çıktı. Bu büyü k ve dolaşık bir yap ıydı. Alev alev
yanan m umları n daha kasvetli bir h ale koyduğu koridorlar ve
geniş merdivenler kapkaranl ıktı . Neli, dedesini odasına bı ra
karak rehberini koridorun sonu nda birkaç çatlak basamakla
girilen diğer bir odaya izledi. Oda hazırlan m ı şt ı . Ona yol gös
teren hizmetçi kız, bi r süre oyalanarak dertlerini döktü. Çalış
tığı yerden memnun değildi . Aldığı ücret pek az, iş ağırd ı . İ ki
hafta içinde ayrılacaktı. Acaba Neli ona başka bir iş yeri salı k
verebilir miydi? B i r yeri tergedikten son ra b i r başkası n ı bul
mak zordu. Çünkü buranı n ünü kuşku vericiydi. Pek çok oyu n
oynanıyordu. Gelen müşterilerin de pek namuslu i nsanlar ol
dukları n ı sanmak bi r hata olurd u . Ama bu herkese söylene
cek b i r giz değildi . Bundan sonra askere yazılacağını tehdit
anlam ı nda bi ldiren yüzverilmemiş bir sevgilinin öyküsü ve sa
bahleyin erkenden kapıyı vurmak vaadi ve iyi geceler dileme
si konuşmayı sona erdirdi .
Neli, yalnız başına kalınca yüreğinde bir rahatlama du
yumsamad ı . Gördüğünü sandığı kişinin aşağıdaki koridordan
231
geçip gene ortaya çıkabileceğini düşündüğü gibi, hizmetçi
kız ı n söyledikleri de ona güven vermemişti . Çü nkü gördüğü
adamların yüzünde iyilik okunmuyordu. Kim bilir belki de işleri
güçleri yolcuları soyup öldürmekti bunları n !
B u gibi düşünceleri aklı ndan geçiren Neli, bir an için bun
ları unutsa bile, gecenin neden olduğu serüvenler kaygıdan
uzak değildi. Dedesinde gerie eski h ı rs uyanm ıştı . Bunun ne
reye varacağı n ı Tan rı bilirdi. Zaten apansız bir biçimde yitiş
leri kim bilir ne korkular uyand ı rm ıştı. Belki de aranmaktaydı
lar. E rtesi sabah bağ ışlanacaklar m ıyd ı ? Yoksa gene avarelik
mi başlayacaktı . Ne diye bu tuhaf yerde kalm ışlard ı . Her ne
olursa olsun yollarina devam etmeliydiler.
Genç kızı sonunda uyku bastırd ı . Kesik kesik ve düzensiz
uykusunda yüksek kulelerden tlüştüğünü dehşet içinde gö
rerek sarsılıp uyandı . Bunu daha deri n bir uyku izledi. Ve
sonra . . . nee ! . . ayn ı hayalet kendi odası ndaydı .
Evet hayalet oradaydı . G ü n ağardığı zaman odaya ışık
girsi n diye perdeyi açık bırakm ıştı. Hayalet yatağı n ayak
ucuyla karanl ı k pencere arası nda, elleriyle sessizce çevreyi
yoklayarak çömelmiş ve sinmiş bir halde, yatağı n çevresinde
dolaşıyordu. Genç kız ı n imdat isteyecek sesi çıkmad ığı gibi,
k ı m ı ld ayacak gücü de yoktu. Sessiz ve k ı m ı ltısız yatıp gö
zetledi .
Hayalet kedi gibi sessizce yatağı n baş ucuna geldi. Neli,
yatağı n üstün e değin yaklaşan soluktan sakı nmak için başını
yastığa gömdü. Çevreyi kollayan ellerin yüzüne değmesin
den korkmuştu. Hayalet gene pencereye doğru çekildi ve
sonra yüzünü ona çevirdi .
Bu karaltı odanı n daha yeğnik karanlığı içi nde bir leke gibi
görün üyordu. Hayaletin baş ı n ı çevirdiğini ayı rdetti. Gözlerinin
nasıl baktığ ı n ı , kulakları n ı n nasıl d inlediğini duyumsad ı .
Orada, kendisi gib i, duygusuz v e kımıltısız duruyordu. Sonun
da hayalet yüzünü daha kendisi ne çevirmiş bir konumda, el
lerine bir şey aldı ve Neli para şıkırtısı işitti !
Hayalet sessiz suskun gene yaklaştı ve yatağ ı n kenarın
dan aldığı giysileri yerine koyduktan sonra, elleri ve dizleri
232
üzeri ne çökerek, sürünmeye başlad ı . Şimdi görmeyerek ama
işittiğine göre; döşeme üzerinde ne değin yavaş davranır gö
rünüyordu. Sonunda kapıya varı nca ayakları üzerine doğrul
du. Sessiz adı mları n ı n altında basamaklar gıcırdadı ve orta
dan yitti. Korkunç karaltı basamakları n sonunda durmuştu.
Genç kızın ilk tepkisi bu odada yalnız başına kalmak kor
kusundan s ıyrılmakt ı . Yan ı nda birisinin bulunmasını istiyordu.
O zaman konuşma gücü geri gelecekti. Ayı rd ı nda olmadan
kapıya yaklaştı. "·
Karaltıyı geçemedi. Karanlıkta yakalanmadan belki bunu
yapabilirdi. Ama göze alamad ı . Hayalet sessiz suskun duru
yordu. Kendisi de yüreği yediğinden değil ister istemez
durdu. Çünkü odaya dönmek ileri gitmek gibi korku vericiydi.
D ışarıda yağmur bütün hızıyla yağıyor ve şakır şakır sa
çaklardan boşanıyordu. Bir yaz böceği içerde kalm ış, duvar
lara ve tavana çarparak öteye beriye uçuyor ve odayı vızıltı
ya boğuyordu. Hayalet gene harekete geçti. Genç kız, elinde
olmaksızın onu izledi. Bir kez dedesinin odas ı n ı bulsa, gü
venlikte o lacaktı. Hayalet koridordan geçerek, kendisinin can
attığı odanı n kapısına ulaşt ı . Bu değin yakı n bulunmanı n he
yecanı içinde nerdeyse, fırl ayıp atılacağ ı s ı rada, karaltı gene
d�rdu.
Kapı yarı açı kt ı . Ne yaptığ ı n ı bilmeyerek, ama dedesini
korumak ya da ölmek pahası na, ileriye doğru sendeledi ve
içeri baktı . Gözlerinin önünde ne vard ı !
Yatağa yatı lmamıştı. Dümdüz ve bomboş duruyordu. Ma
sanı n baş ı nda yapayalnız oturup çaldığı parayı sayarken
gözleri h ı rstan parlayan ihtiyarı n yüzü, sanki uyanıp sivrilmiş
görünüyordu.
XXXI
233
yaslanmayacak dereceydi. Hiçbir yabancı h ı rsız, konukların
soyulmas ı na göz yuman, ya da onlar uyurken, öldürmek kas
tiyle odalarına giren hiçbir ev sahibi genç kızın yüreğinde bu
sessiz ziyaretçinin uyandı rdığı dehşeti uyand ı ramazd ı . Bir ha
yalet gibi odasına girerek kendisini derin bir uykuda sand ığı
bir sırada h ı rsızl ı k eden, sonra da tanık olduğu iğrenç kötü
lükler içinde çald ığı parayla keyiflenen gri saçlı ihtiyar; en kor
kunç bir kuru ntunun canland ırı lacağı dehşetten çok daha kor
kunçtu. Geride bir miktar para daha kaldığ ı n ı sanarak,
ihtiyarı n , ki litsiz ve sürgüsüz kapısından gene içeri girmesi ve
kedi gibi sessizce yürüyerek, onun ayağ ı n ı n ucunda temas
tan kaçı nmak için büzülüp sinerken, yüzünü boş yatağa çevir
mesi düşüncesi, genç kızda dayanamayacağı belirsiz bir
korku ve dehşet uyand ı rmıştı. Otu rup dinledi. Merdivende bir
ses işitildi ve kapı yavaş yavaş açı ld ı . Bu bir düş ürünüydü.
Ama bu düş bütün bu gerçekten daha müth işti . Çünkü gerçek
olsa çeki lip giderdi. Oysa hayal kuruntuya saplanıyor ve git
miyordu.
Neli, belirsiz ve anlaş ı lmaz bir korku içindeydi. Kendisine
karş ı beslediği sevgi uğruna uğrad ığı bu perişan durum için
de artık ihtiyar dedesinden korkusu yoktu. Ama gece gizlice
odas ı n a girip sönük mum ışığında para sayan adam, dedesi
nin kılığ ında, pek tuhaf biçimde çarpılıp bükülmüş bir başka
yaratık tıpkı dedesi gibi ama yakı n durduğu ve ona benzedi
ği için daha fazla korkulacak bir hayalet görünüyordu. Kendi
sine karşı sevgi besleyen bu ihtiyar adam arası nda bir ilişki
göremiyordu. Dedesini sessiz ve neşesiz görmekle göz yaş
ları dökmüştü. Şimdi daha acı göz yaşları dökmek için daha
büyük bir neden vard ı .
Bunları düşünen genç kız, zihnindeki hayalet dehşet ve
kasvetini arttırıp dedesinin sesini işitmek, uyuyorsa hiç ol
mazsa onu görmek ve onun hayaletinin çevresinde toplanan
korkuları dağ ıtmak bir ferahlık vereceğini duyumsay ı ncaya
değin oturup çevreyi gözetledi. Basamakları inip koridoru
geçti. Kapı daha bıraktığı gibi aralıktı ve mum yanıyo rdu .
Kendi mumu elindeydi. Dedesi uyanı ksa sıkılıp uyuyamad ığı-
234
n ı , onun mumunun yanıp yanmadığını görmeye geldiğini söy
leyecekti. Odan ı n içine bakınca, dedesinin sakin sakin yata
ğ ı nda yattığını gördü ve cesaretini toplayarak içeri girdi.
Dedesi derin bir uykuya dalmıştı . Yüzünde hiçbir heye
can, hiçbir hırs, hiçbir kaygı ya da taşkın arzu okunmuyordu.
Pek uysal, pek sakin, pek rahat görünüyordu . Bu, bir kumar
baz ya da odası nda gördüğü karaltı değildi; hatta sabah ı n
alaca ışığında çok kez yüzüne baktığı yorgun, ihtiyar dostu,
zararsız yoldaşı, iyi yürekli ve sevecen dedesiydi.
Onun uyuyan halinde korkulacak bir şey yoktu; ama genç
kız derin bir üzgüye kapılarak göz yaşlarıyla avundu. Sakin
sakin yatan ihtiyarın yanağ ı ndan öpmek üzere eğilirken
'Tanrı onu korusun ! ' dedi . 'Şimdi iyi anl ıyorum. Ona ancak
ben yard ı m edebilirim. Tanrı i kimizi de korusun ... '
Mumunu yakarak geldiği gibi sessiz suskun çekildi. Ve
kendi odas ı na varınca, bu uzun ve bahtsız gecenin sonraki
kısm ı n ı oturduğu yerde uyanık geçirdi.
Gün ağarı nca, mum ışığı büsbütün solmuş ve derin bir uy
kuya dalm ıştı. Geceleyin odasını gösteren hizmetçi kız çok
geçmeden ohu uyandırd ı . Giyinir giyinmez aşağıya, dedesi
nin yanına gitmeye hazırlandı . Önce cebini yokladı . Cebinde
ki bütün para çalınmıştı.
Dedesi de hazırlanm ıştı. Birkaç d akika sonra yola koyul
dular. Genç kız dedesinin göz göze gelmekten çekindiğini,
kendisinin parasını yitirdiğini söyleyeceğini umuyor sandı . .
Bunun söylemesi de gerekti ! Yoksa dedesi gerçeği sakladı
ğ ı n ı düşünebilirdi.
Bir mil sessizce yürüdükten sonra; Neli, titrek bir sesle:
« Dede!..» dedi. «Oteldekiler namuslu i nsanlar m ıydı ? .. »
İhtiyar bir ürpertiyle yanıt verdi:
« Evet, hilesiz bir oyun oynad ı lar.»
« Bunu niçi n sorduğumu söyleyeyim : Gece yatak odamda
paramı yitirdim. Belki şaka olsun diye almışlard ır. Bunu bil
sem kahkahalarla güleceğim . »
İhtiyar. akl ı ndan zoru varm ış gibi sıkı ntı l ı :
235
« Ki m şaka diye para alır!» dedi . « Para alanlar onu şaka
için değil saklamak için al ı rlar. »
Bu yanıt biçim iyle son u mudunu da yitiren Neli:
« Dedeciğim, öyleyse paramı çalm ışlar ... » dedi.
« Hepsini mi almışlar, Neli? Başka bir paran kalmadı m ı ?
Hiçbir şey birkaç kuruş olsun bırakmam ışlar m ı ? »
« Hayı r, hiçbir şey b ı rakmam ışlar!»
« Daha para elde etmeliyiz, Neli , daha para kazanmalıyız.
N as ı l olursa olsun, para biriktirip toplamalıyız. Bu yitirdiğimize
üzül me, kimseye de bir şey söyleme; belki gene ele geçirebi
liriz. Ama kimseye bir şey söyleme; yoksa başımızı derde so
karız . . . »
İhtiyar o ana değin kullandığı gizemli ve kurnaz dili bir
yana bı rakc'lrak seven ve yumuşak bir dille:
«Demek sen gece- yatağı nda uyurken gelip almışlar! Za
vallı Nel i ! Zavallı Neli . . . » dedi.
Çaresiz genç kız baş ı n ı eğip gözyaşları döktü. İhtiyarın
konuştuğu sevecen dilin içten olduğuna kuşkusu yoktu. Ken
disi için gösterilen bu acı m a da kederinin ayı msanacak bir
kısmı değildi.
İ htiyar:
«Benden başka hiç kimseye tek bir sözcük söyleme; hatta
bana bile söylem e ! » dedi. Sonra tezden ekledi: «Çünkü hiç
bir yararı yok. Yitirdiklerimiz senin gözyaşları na değmez,
sevgili Neli ! Nasıl değsin ki, onları gene elimize geçirece
ğiz . . . »
Genç kız baş ı n ı kaldı rarak:
«Vars ı n gitsin. : . " dedi. « Hepsi de büsbütün gitsin. Her
peni, bir lira bile olsaydı gene gözyaşı dökmezdim. »
İ htiyar dudakların a değin taşan heyecanlı bir yan ıtı bastı
rarak kendi kendine ! 'Bilmiyor, bilmiyor' dedi. 'Buna şükret
meliyim.'
Neli:
«Ama beni dinle, dede!» dedi. «Dinliyor m usun?»
İhtiyar daha ona bakmayarak:
«Di nliyoru m . » dedi.
236
Sonra kendi kendine, 'Ne sevimli bir ses. Bana hep tatlı
gelen bir ses. Annesinin zavallı yavrusuyken de böyleydi' gö
rüşünde bulundu.
" Öyleyse bir daha kazanç, yitik diye bir şey düşünme;
kendi yazgı ve talihimizden başka talih deneme!»
İ htiyar dede, daha, başka yana bakarak ve kendi kendine
zihnen dolu görünerek: ' Biz bu amacı birlikte izliyoruz. Oyuna
kim dürtüyor?' düşüncesine dald ı .
Neli, sözlerine devam etti :
«Bu meraktan ku rtulduğundan ve birlikte yollara düştüğü
müzden beri daha mı yoksul ve bahtsız yaşad ık? Başımız ı
sokacak b i r evden yoksun kaldığım ızdan beri merak ve kaygı
içinde yaşadığımız şu uğursuz evdekinden daha mutlu ve
zengin değil miyiz? . . »
İ htiyar kendi kendine 'Doğru söylüyor, hiç kuşkusuz doğru
söylüyor, bu tutkudan kurtulmal ı , ' diye m ı rıldandı.
«O bol güneşli sabah sırtımızı kapıya son kez çevirdiği
mizden beri sürdüğümüz yaşamı düşün ! Bütün üzüntü ve ke
derlerden kurtulduğumuzu ne rahatlanmış günler ve sakin ge
celer, ne h oş zamanlar ge.çirdiğimizi ne değin mutlu
olduğumuzu düşü n ! Yorulup aç kalsak, çok geçmeden dinle
nip karn ımızı doyurduk. Geceleri daha iyi uyuduk. Ne güzel
şeyler gördük. Durumumuzdan ne değin memnun olduk.
Şimdi bu değişiklik nereden geliyor?
İ htiyar, elini uzatarak genç kızın sözünü - kesti. Zihni çok
dolu olduğu için susmasını istedi. Bir süre sonra daha susma
sını işaret ederek eğilip onu yanağı ndan öptü. Uzaklara baka
rak kırışık alnıyla -sanki ezinç için de zihnini toplamaya çalışı
yormuş gibi- yere bakarak yoluna devam etti. İ htiyar son kez
zor ve h eyecandan uzak bir halde, önceden alışık olduğu
gibi, genç kızın elini tuttu. Ve duyumsanmayacak derecede
yavaş bir biçimde eski haline dönüşerek torunu nereye yönel
tirse oraya gitmeye hazır bir hale geldi .
Görkemli mumya sergisine vardıkları zaman bayan Jarley,
Nell'in umduğu gibi , yatağı ndan kalkmam ışt ı . Mumya müzesi
sahibi her ne değin geceleyin onlar için meraka düşmüşse
237
ve onbirden sonraya değin oturup beklemişse de evden
· uzakça bir yerde fırtınaya tutulup barındıkları na, ve sabah ol
madan dönmeyeceklerine kanı getirerek yatağ ı na çekilmişti.
Nell, büyük bir çabayla odan ın düzen ve düzeltilmesine ko
yuldu ve kral ailesinin dostu, sayın bayan ı n kahvaltıya inme
sinden önce, işini bitirip tertemiz giyindiğine çok sevi ndi.
Kahvaltıdan sonra bayan Jarley:
« Bu rada bulunduğumuzdan beri bayan Monflathers;in öğ
rencisinden yalnız sekizi sergimizi ziyaret etti . Oysa ahçıyla
konuşup onu da bedava listesine aldığım zaman öğrendiğime
göre, yirmi altı öğrenci varm ış. Onları da el ilanlarıyla kazan
maya çalışmal ıyız. Bir götür bakalım ne etkisi olacak, yav
ru m !. . » dedi .
Önerilen bu yolculuk epey önemli olduğundan, bayan Jar
ley, Nell'in bonesi ni kendi eliyle düzeltip cidden pek sevimli
göründüğünü ve kuruluşa itibar kazandı rd ı ğ ı n ı bildikten
sonra, bir takım sal ıklarda bulundu. Sağ yandaki sokağa
sapıp sonraki sokağa girm emesi üzerinde gerekli birtakı m
öneriler verdi ve sonra genç kızı yola çıkard ı . Bu biçimde
yöneri olan Nell, bayan Mauflathers'in gündüzlü ve yatılı oku
lunu bulmakta g üçlük çekmedi.
Bu, yüksek duvarlı , üzerinde bronz bir tabela bulunan
geniş kapılı bir binayd ı . Kapıda bayan Monflathers'in hizmet
çisinin içeri almadan önce, her ziyaretçiyi denetlediği ızgara
biçiminde bir kafes vardı. Çünkü, hatta sütçü bile olsa; erkek
kıl ığında hiçbir kimsenin özel izin almadan içeri girmesi ola
naksızdı . Hatta gözlüklü ve geniş şapkalı, tıknaz vergi memu
ru bile, vergiyi, kafesten alırd ı . Çelikten daha sert ve i natçı
olan okulun kapısı, sanki bütün insanlara karşı kaşların ı çat
m ıştı . Kasap bile bu gizemli kapıya karşı saygı gösterir, kapı
yı çalarken ıslığı keserdi.
Nell, bu heybetli kapıya varıp kapı menteşeler üzerinde gı
cırdayarak açı ldığı zaman, ikişer ikişer dizilen kızlar, ellerinde
kitaplarıyla ve baz ı larında güneş şemsiyesi olduğu halde, i ler
deki bir korudan geçmekteydiler. Elinde eflatun, ipek bir
şemsiye bulunan Monflathers, birbi rini pek kıskanan ve ken-
238
disine karşı pek sadık olan iki öğretmenle birlikte bu sevimli
taburun arkasından geliyordu.
Bayan Monflathers genç kızları arkas ı na alıp yaklaşı ncaya
değin Neli, onların bakış ve fısıltılarından şaş ırıp utanarak
gözlerini yere indirdi ve duru p bekledi. Nell'in selamlayarak
uzattığı küçük paketi alan okul müdürü, yürüyüş ve tabur ha
lindeki öğrencileri n durmas ı n ı buyurdu .
«Sen şu mumya müzesinde çalışan kızsın, değil mi?»
Neli, genç kızlar çevresini sardığı ve gözlerini eğip kendi
sine baktıkları için kulaklarına değin kızararak:
« Evet, bayan ! . . " dedi.
Tuhaf h uylu bir kadı n olan bayan Monflathers, genç kızla
rın körpe zihinlerine moral gerçekler yerleştirmek fırsatını ka
çırmayarak:
«Mumya müzesinde çal ışmanın ne kötü, ne bayağı bir şey
olduğunu düşünmüyor musun?,, diye sordu.
Zavallı Nell, durumunu hiç bu biçimde düşünmediği için ve
ne diyeceğini kestiremediğinden daha fazla kızararak sesini
çıkarmadı.
« Bunun nasıl kötü, nasıl kadı nlara yakışmayacak bir şey
olduğunu, bize Tanrı lütuf ve keremiyle sunu lan ve ilim irfanla
geliştirilecek olan yeteneklerin kötüye kullanılması demek ol
duğunu biliyor musu n? »
Yüreğe işleyen b u sözleri saygıdeğer bir biçimde yeğnik
bir mırıltıyla onaylayan iki öğretmen, okul müdürünün tam
hedefe vuran sözler sarfettiğini söylemek istiyorlarm ış gibi,
önce Nell'e sonra gülümseyerek okul müdürüne baktı ve göz
göze gelince, her biri kendisini okul müdürünün gülümseme
memuru sayarak birbirini süzdü ve diğerinin gülümsemeye
hiç h akkı yokmuş, güler yüz göstermek bir arsızlık yüzsüzlük-
müş gibi davrand ı . ,
'Bayan Monflathers sözlerine devam etti:
« Elinden geldiğince ve yaşına göre ülkenin sanayısıne
yard ı m etmek, buhar m akinesini sürekli olarak seyretmek,
rahat ve kendi başına bir geçinme yolu sağlayarak haftada iki
üç şilin . kazanmak suretiyle övünç duymak varken mumya
239
müzesinde çalışmaktan sıkılm ıyor musun? Ne değin çok çal ı
şırsan o değin mutlu olacağ ı n ı bilmiyor musun? . . "
Doktor Watts'tan aktarmada bulunan öğretmenlerden biri
söze karışıp: ·
240
kız i lerleyip mendili Nell'in eline verd i . Utangaç utangaç geri
çekilirken idare memuru k.adı n onun yolunu kesti .
Bayan Monflathers suçlayıcı bir tonla:
« Bunu yapan her halde bayan Edwards olacak! ,, dedi.
Evet, mendili veren bayan Edwards't ı . Herkes de bayan
Edwards olduğunu söyleyince bayan Edwards suçunu gizle
medi.
Suçluyu daha ciddi bir tutumla karşılamak için şemsiyesini
yere saplayan bayan Monflathers :
«Seni hep yanların a çeken aşağı tabaka halka karşı gös
terdiğin bu i lgi dikkate değer bir hal bayan Edwards!. . » dedi.
«Ne yazık ki, ilk yaşam koşulların ı n sende uyand ı rdığı eği
limlerin ne yapsam, ne söylesem önüne geçmek olanaklı ol
muyor. Bu, çok bayağı bir tutu m ! . . »
Pek tatlı b i r ses:
« Kötü bir davranışta bulunmak istemedim, bayan, bu
apansız bir tepkiydi ! ,, dedi.
Bayan Monflathers alaycıl ı kla:
«Apansız bir tepki . . . » dedi. «Bir de bana apasız tepkiden
bahsetmeye cesaret ediyorsun ! Hayret edilecek şey! (Her iki
öğretmen de hayret ediyordu) . Demek, önüne çı kan her
aşağı tabakadan ve düşkün i nsana yakınlık göstermeye
apansız bir tepki diyorsun ! (Her iki öğretmen de ayn ı düşün
cedeydi.)
Okul müdürü daha ciddi bir tonla sözlerine devam etti:
«Şunu aklı nda tut ki bayan Edwards bu kuruluşta terbiye
ve toplumsal etiketi zedelememek kaygısıyla senin büyük ve
üstlerine karşı . böyle kaba bir biçimde davranışta bulunmana
izin verilemez ve verilmeyecektir edilmeyecektir. Eğer
mumya müzesi hizmetçileri karşısında sana yakışan ağı r
başlılık v e gurur duyumsam ıyorsan, burada bulunan genç ar
kad�şlarına karşı saygı göstermeli ya da okulu tergemeli
sin !. . »
Anadan v e babadan yoksun o lan b u genç . kız, okula
burslu olarak alınmış, öğrendiklerini diğerlerine gönüllü öğret
miş; yiyeceği içeceği de bedava o lduğundan okuldaki bütün
24 1
Antikacı Dükkanı / F: 1 6
diğer insanlar tarafı ndan hiçe sayı lmıştı . Hatta daha iyi i lgi
görüp girip çıkmakta da özgür olan hizmetçi kızlar bile, onu
hor ve aşağılık görüyor, bu yüzden de daha çok saygı ve
sevgi çekiyordu. Öğretmenlerse kıyaslanamayacak derecede
mevki sahibiydiler. Çünkü vaktiyle öğrenim ve terbiyeleri içi n
ücret vermiş, şimdi de ücret alıyorlard ı . Öğrenciler de ev de
dikoduları bilmeyen, arabayla gelip idare memuru tarafından
büyük bir alçak gönüllülükle şarap ve pastayla karşılaşan ar
kadaşları olmayan, tatil için kendisini saygı ve alçak gönüllü
lükle aile ocağ ına götürecek olan hizmetçisi bulu nmayan,
gösterişten anlamayan ve kibarca konuşacak bir konu tanı
mayan bir arkadaşa önem vermiyorlardı . Ama bayan Monflat
hers ne diye her zaman bu parasız öğrenciye karşı öfkelenip
kızıyordu, bunun nedeni neydi?
Bayan Monflathers'in en fazla gurur duyduğu ve okula en
fazla onur veren bir Baronun kızıydı ki doğa yasaları n ı n tuhaf
bir cilvesi olarak, yalnızca yüz fukarası değil, aynı zamanda
zekası da kıt bir insandı . Oysa yoksul ve kimsesiz kızcağızın
hem keskin bir zekası , hem de pek sevimli bir yüzü ve beden
güzelliği vard ı . Bu inanı lacak şey değildi . Küçük ve önemsiz
bursu uzun zaman önce kullanan bayan Edwards okulun
bütün ekstra ders ve kursları nı alıp yarı yıllık okul ücreti her
hangi diğer bir öğrencinin i ki katı olan baronun kızı öğrenim
yaşamı nda parlak ve sayg ın bir durumdan uzak bulunurken ;
onu zeka v e kavrayışıyla kat kat geçiyordu. B u bakı mdan
okul müdürü, bir yandan da ücretsiz öğrenim gören bayan
Edwards'tan hoşlanı rken, ona karşı kin güdüyordu. İşte
küçük Nell'e karşı sevecenlik gösterdiği zaman da, tanı k ol
duğumuz gibi, onu sözleriyle incitip kötü davranmıştı .
«Bugün dışarı çıkmayacaksı n bayan Edwards! Odana git
ve izin almadan çıkma!.-.»
Zavallı kız tez topar oradan ayrı l ı rken okul müdürü tarafın
dan yeğnik bir çığlıkla -denizcilik deyimiyle- stop ettirildi .
Okul idare memuru gözlerini havaya dikerek:
«Bana selam vermeden geçti ! » dedi. «Burada olup olma
dığıma hiç önem vermeden önümden geçti . . . »
?42
Çaresiz genç kız dönüp dizlerini kı rarak selam verdi. Neli
genç kızı n siyah gözlerini idare memuruna diktiğini, gözlerin
de ve tutumunda düştüğü bu acımasız saldırıya karşı sessiz
ama dokunaklı bir içtepkide bulunduğunu gördü. Bayan Monf
lathers yalnız başını sallamakla yetindi ve koca kapı incinen
bir yürek üzerine kapandı .
Okul müdürü Nell'e dönerek:
«Sana gelince küçük yaramaz! » dedi. «Gidip patronuna
söyle; bana böyle ilanlar gönderecek o lu rsa ciddi makamlara
başvurup ceza görmesini, Tomruğa vurulup beyaz çarşafa
bürünmesini isteyeceğim. Sen de bir daha buraya gelecek
olursan, seni değirmene bağlatıp su çektiririm ! Şimdi yolunu
za devam edin , bayanlar. .. »
Genç kızlar, ikişer, ikişer, ellerinde kitapları ve şemsiyele
riyle yürüyüşe geçtiler. Okul müdürü bu sırada gülümseyen
iki öğretmeni tabu run arkası na almak ve birlikte yürümek zo
runda kaldı kları için birbirinden biraz daha nefret etmek
üzere, geride bıraktı ve baronun kız ı n ı kabaran duyarlığını
okşamak üzere yanı na çağ ı rı p onunla birlikte yürüdü.
XXXll
243
Ama daha soğukkanlı düşününce, bu biçimde öç almak
tan vaz geçerek, kuşku uyandı ran şişeyi çıkardı ve pek hoş
landığı davulun çevresin e bardakları dizip bir sandalyeye gö
müldü. Sevenlerini yanına çağı rarak uğradığı hakareti
sözcüğü sözcüğüne gene nakletti ve sonra, bir tür derin üzgü
içinde, hepsine içmelerini rica etti. Bayan Jarley gülüp ağla
dıktan sonra, kendisi de bir küçük yudum içti. Gene gülüp ağ
lad ı ktan sonra, bir miktar daha içti ve böyle böyle, yavaş
yavaş kahkahayı arttırıp göz yaş ını eksilterek bayan Moflat
hers'in müthiş bir öfke kaynağı olmaktan çıkıp büsbütün bir
o lay konu oluşturduğu ve artık ona daha fazla kahkaha ata
mayacağı bir ana değin devam etti.
« Hangirrıız daha zenginiz; o mu, ben mi? Onun ki yaln ız
kuru söz . . . O, benim üzerime cezadan, hükümden tomruğa
vurulmaktan bahsederse, ben de onun tomruğa vurulması n
dan söz açabilirim. Bu da her halde daha gülünç bir şey
olur. Kuru söz olduktan sonra ne önemi var!»
Filozof bir yanı olan arabacı George'un kısa ve ünleme
biçimindeki sözlerinin yard ı mıyla, bu rahat düşünüş biçimi
ne varan bayan Jarley, Nell'i birtakım gönül alıcı sözlerle
avuttuktan sonra, bayan Monflathers'i anımsad ı kça bütün
yaşam ı boyunca gülmesini, özel bir ICıtuf olarak rica etti.
Böylece gün batmadan çok önce, bayan Jarley'in öfkesi
yatıştı. Oysa Nell'in üzüntüleri daha derindi ve neşesi üzerin
de yaptığ ı etki de kolaylı kla silinecek gibi değildi.
O gece, korktuğu gibi, dedesi sıvışıp gitmiş ve geç vakit
lere değin dönmemişti. Genç kız ruhça ve bedence yorgun
ve bezgin; dedesi meteliksiz, neşesiz ve perişan; ama tutku
suna karşı h ı rslı bir halde eve dönünceye değin oturup daki
kaları saymıştı.
Yataklarına çekilmeden ihtiyar dede çılgınca:
«Bana para gerek, Nell ! . . » dedi. «Bana para bul! Bir gün
cömert faiziyle birlikte sana ödeyeceğim. Senin eline geçen
bütün para benim olmal ı ! Kendim için değil, hep senin için.
U nutma, Nell hep senin için!..»
Çaresiz Nell, acı deneyimine dayanaraktan velinimetlerini
saymaya kalkmasından korkarak, eline geçen her peniyi ver-
244
mekten başka ne yapabilirdi. Eğer gerçeği söyleyecek olsa,
dedesine deli diyecekler; eline geçen parayı vermeyecek
olsa, dedesi para bulmaya kendine göre kalkışacaktı ! Diğer
yandan, para verecek olsa, onun h ı rsı n ı belki onarı lamacak
bir biçimde körüklemiş olacaktı. Bu gibi kaygı larla zihni doluy
ken içini kemiren üzüntüleri açığa vurmayı da göze alamayan
i htiyar ortalardan yittikçe türlü türlü kaygılarla ezince g iren,
dedesinin ortalardan yitmesinden de, geri dönmesinden de
aynı ölçüde ürken genç kızı n yüzünde de renk kalmam ış;
gözlerinin parlaklığı donuklaşmış; yüreği taşı p kabarm ıştı.
Bütün eski kederleri yepyeni korkular ve kuşkularla gene geri
gelmişti . Gündüzün kurtulamadığı bu kaygı lar, sanki yastığı
nın çevresinde dolaşıyormuş gibi, düşlerinden de eksik olmu
yordu.
Bu, kederleri arasında yüzü ne pek kısa bir süre bakabildi
ği, ama küçük ve önemsiz bir davranışla gösterdiği sevecen
lik sayesinde anıları nda yıllarca göremediği bir naziklik ha
linde yaşayacak o lan, sevimli genç kızın bulunması pek
doğaldı . Dertlerini dökeceği bir arkadaşı olsa, yüreğinin ne
değin rahat edeceğini; onun sesini işitecek olsa ne değin
mutlu olacağı n ı düşünüyor; daha iyi bir durumda olmasını,
bu değin yoksul ve alçak gönüllü bulunmaması n ı , soğuk kar
şı lanmadan ona hitabedebilmek güvenini duyabilmesini arzu
ediyor; sonra araları nda ne değin uzaklı k o lduğunu duyumsu
yor; genç kızın kendisini artık anı msad ığından bile umudunu
kesiyordu. Okulları n tatil zamanı gelmiş; genç kızlar evlerine
dönmüş, bayan Monflathers'in Londra'da sükseler kazanıp
orta yaşlı kimselerin yüreğ ini hoplattığ ı duyulmuş; ama hiçbir
kimse bayan Edwards'ın daha okulda kalı p kalmadığ ı , evi
olup olmadığı, varsa gidip gitmediği üzerine bir şey söyleme
mişti. Bir akşam Neli, yalnız başına çıktığı gezintiden döner
ken, kentler arası arabaların ı n durduğu hanın önüne bir ara
banı n geldiğini gördü. Çok iyi anımsadığı genç ve güzel
kızın, arabadan i nmesine yard ı m edilen küçük bir çocuğu ku
caklamak üzere, ilerlediğine tanık oldu.
245
Bu, genç kızın, Nell'den çok daha küçük olan kardeşiydi.
Sonradan anlaşıldığına göre, küçük kardeşini beş yıld ı r gör
meyen bayan Edwards onu oraya getirtebilmek için harçlığın
dan para biriktirmişti . İki kızkardeşiıı buluştuğunu gören
Nell'in yüreği durgunlaşt ı . Arabanı n çevresine toplanan kala
bal ıktan sıyrı lıp biraz ötede birbirinin boynuna sarı lmış, se
vinçten hıçkırıp göz yaşları dökmüşlerdi. Yal ı n ve sade giysi
leri, küçük kardeşin yalnız başına geldiği uzun yol, sevinçler
ve h eyecanları, dökdükleri göz yaşları onların öykülerini an
latmaya yetiyordu.
Kısa bir zaman sonra, özlemleri yatışan kardeşler el ele
olmaktan çok birbirlerine sarılmış bir konumda, uzaklaştı lar.
Nell'in bulunduğu yerden geçerlerken küçük kardeş sordu:
«Mutlu musun, abla? .. »
«Şimdi çok mutluyum . . . » ·
246
onlar gezip dolaşı rken yakın bir arayla izliyor; onlar durunca o
da duruyor; oturunca oturuyor; kalkınca kalkıyor ve onlara
yakı n bulunmaktan bir arkadaşlık duygusu ve zevk duyuyor
du. Akşam gezintilerini nehir kenarı nda yapıyorlard ı. Neli de
her akşam onlar tarafından göze batmadan, düşünülüp önem
verilmeden, ama onları candan arkadaş sayarak sanki birbir
lerine karşı inan ve güvençleri varm ış, gibi sanki kendi kederi
dağ ı l ıyormuş gib), sanki birer dert ortağı ve birbirlerinden
avunç buluyorlarm ış gibi nehir kenarı na gidiyordu. Belki bu
bir düş, kimsesiz bir genç kızın çocukça bir düşüydü. Ama
nice akşamlar kızkardeşler nehir kenarında, aynı yerde gezip
dolaşmış, Neli de yumuşak ve sakin yürekle onları izlemişti.
Neli, bir akşam eve dönünce, bayan Jarley'in görkemli
m umya koleksiyonunun orada ancak bir gün daha açık kala
cağ ı n ı bildiren bir i lan hazı rlanmasını buyurduğunu anlamak
la pek sarsılmıştı . Bu tehdit gereği olarak (Halkı n eğlencesiy
le i lgili ilanların değişmez ve kesin olduğu bilinir.) Mumya
müzesi ertesi gün kapalı kaldı .
«Yarın hemen buradan ayrı lıyor muyuz, bayan?»
Bayan Jarley bir başka ilan uzatarak:
« Oku bakalım, kızım . . . » dedi. « Bu sana gerçeği öğretir . . . "
Bu ilanda müze 'kapısmda yapılan üstüste başvuruların bir
sonucu olarak ve birçok müşterilerin müzeyi ziyaretten yok
sun kaldıkları göz önünde tutularak; müzenin bir gün kapalı
kaldı ktan sonra bir hafta daha açık bulundurulacağı bildirili
yordu.
Bayan Jarley:
«Okullar tatil olup düzenli müşteriler de suyunu çekince,
şimdi halka s ı ra geldi . Onlar da böyle kışkırtma bekler. » dedi.
E rtesi sabah bayan Jarley pek süslü bir masanın başına
geçip önce bahsettiğimiz tanınmış kişilerin modelleri yan ında
oturdu, aydın ve anlayışlı halkın kabulü için kapıların açı lma
sını buyurdu. Ama ilk gün başarılı geçmedi. Çünkü her ne
değin halk bayan Jarley ve onun yanında bedava seyredile
cek olan kişilerin pek canlı mo.d ellerine karşı neşeli bir ilgi
gösterdilerse de; altı peni ödeyip müzeyi ziyaret etmeye adım
atmamışlard ı . Kalabal ık bir halk kitlesinin antre ve antrede
247
gösterime sunulan modelleri koca bir saat, latarnayı dinleyip
el ilanlarını okuyarak azim ve sebatla seyretmelerine, arka
daşları nı da müzeyi ayn ı biçimde kışkırtacaklarına ilişkin söz
verip müzenin kapısı kasabanı n yarı nüfusuyla dolmuş ol
masına ve onlar ayrıl ı nca, diğer yarı nüfusun antreyi doldur
masına karşın, kasaya para girmemiş ve girm esi umudu da
pek zayıflam ıştı.
Bu isteksiz durum karşısında, bayan Jarley halkın zevkini
okşamaya ve m erakını uyandırmaya çabaladı . Kapı üstünde
ki rahibenin bedenindeki makineler temizlenip devinime geçi
rildi. Rahibenin bütün gün, ispazmoza tutulmuş gibi, başını
salladığını görüp pek hoşlanan karşıdaki sarhoş, protestan
berber, bu baş deviniminin Roma kilisesinde rastlanan ve
i nsan zihni üzerinde onur kırıcı bir etkisi o lan ayinlere benze
diğini söyleyip bu konu üzerinde küçük bir belagatla ahlaksal
bir nutuk çekti.
İki arabacı da türlü kılıklara girerek durmaksızın gösterim
salonuna girdi çıktı. Müzenin ömürlerinde gördükleri her şey
den daha i lginç olup seyircileri böyle bir zevkten yoksun kal
maları için göz yaşlarıyla kışkı rttı . Bayan Jarley kasa başında
oturup sabahtan akşama değin gümüş paraları şıngırdattı.
Duhuliyenin ancak altı peni olduğunu kalabalı k halk kitlesi ne
bildiren m u mya müzesi sahibi, kolleksiyonun bir hafta sonra
Avrupa'nın taçl ı krallarına gösterilmek üzere kısa bir tura çı
kacağ ını ilan ediyor, bu hitabelerini şu sözlerle bitiriyordu :
« Vakit yitirmeyiniz, vakit yitirmeyiniz ! Müzemizde yüzden
fazla yapıt sergileniyor. Bu, dünyanı n biricik gerçek mumya
müzesidir. Diğerleri hep taklit ve hokkabazlıktır. Vakit yitirme
yiniz, vakit yitirmeyiniz!..,,
XXXlll
248
sıçrayıp Don Cleophas Leandro Perez Zambullo ve arkadaş ı
n ı n b u ince araçta kazandığı hızdan daha fazla bi r hızla ha
vayı yararak i lerleyip Bevis Marks'da yere iner.
Korkusuz havacı lar bi r zamanlar bay Sampson Brass'ın
ikametgahı olan küçük karanl ı k bir evin önüne inmişlerdir.
Yaya kald ırımına pek bitişik olan bu bakı mdan duvarın di
binden geçen bi r yolcunun dirseğiyle tozunu silmek suretiyle
bir hizmette bulunduğu oturma odası penceresinde, ev Brass
tarafı ndan el konulduğu sı rada, güneşten rengi atm ış, gevşek
ve çarpı k, kullan ıla kullanıla yıpranm ı ş yeşil bir perde vardı
ki , küçük ve loş odayı güneşten saklamak şöyle dursun, dı
şc;ı.rdan içeriyi daha iyi görmeye yarıyordu. İçeride, bakılıp
görülecek fazla bir şey yoktu. Cepte fazla taşınmaktan kıvrı lıp
sararmış kağ ıt tomarların ı n gösterişli bir biçimde sergilendiği
sarsak bir masa, bu kırık dökük mobilya parças ı n ı n her iki ya
nında karşılıkl ı olarak yerleştirilmiş iki iskemle, kenarların ı n
birçok müşterileri kucaklayıp onları n soyulması na yard ı m
eden şömine kenarındaki solmuş b i r koltuk, içinde beyanna
me, dilekçe ve ilan kabilinden yasal belgeler bulunan ku llan ı l
mış bir takma saç kutusu, iki üç hukuk kitabı , bir çalı süpürge
si; çiğnenip, basıla basıla lime lime olmuş ama daha son bir
çabayla sıkı sıkı keçe çivilerine tutunan zavallı bir hal ı , sarı
badanal ı duvarlar, dumandan rengi değişmiş . bir tavan, toz ve
örümcek ağı bay Sampson Brass' ı n yazıhanesinin bütün mo
bilya ve dekorasyonunu oluşturuyordu. Ama bütün bunlar ka
pının üstündeki (Dava vekili Brass) tabelası ve tokmak üzeri
ne bağlanan (Birinci kat yalnız bir bay için kiralıktır) ilanı gibi
cansız ve önemsiz şeylerdir. Oysa yazıhanede bulunan iki
canlı yaratık, hedef ve amacımıza daha uygun o lduğu için öy
kümüz onlarla daha güçlü bir biçimde i lgili ve özel surette il
gili bulunuyor.
Bunlardan Brass'ın bu sayfalarda daha önce adı geçmiş
tir. Diğeri, onun sekreteri , evinin işleri ni gören, entrikalı işleri
nin o rtağı , dan ışman ı , gider pusulaların ı yükselten yard ı mcı
sı, hukuk işlerinin bir amazonu olan bayan Sally Brass'dı ki ,
onun üzerinde bir bilgi vermek istenir ve i lginçtir.
249
Bayan Sally Brass otuz beş yaşlarında, zayıf, kuru, irade
li, yumuşak sevgi duygularını söndürüp tehditlerini uzakta
tutan, yakın bulunmak mutluluğuna erenlerin de yüreğinde
korku uyandı ran genç bir kad ı ndı. Yüzü bakı m ı ndan kardeşi
Sampson'a öyle benziyordu ki, kad ınlık gururu ve utangaçlı
ğ ı n ı bir yana bırakıp şaka ve eğ lence diye kardeşinin giysileri
ni giyip onun yan ı nd a oturacak olsa, özellikle üst dudağında
kırmızımsı bir leke taşıdığından, giydiği erkek giysisinin yardı
m ıyla bıyık sanı lması olası olduğu için ailenin en yakın dostu
tarafından kimin kim , hangisinin hangisi olduğunu söylemek
zor bir iş oluyord u . Bu leke, belki de yanlış yere konm uş kaş
lard ı . Çünkü bayan Brass'ın gözleri bu gibi doğal ilişkisizlikler
den uzak bulunuyord u ! Soluk -deyim gerekirse- kirli, sarı bir
benzi olan bayan Brass'ı n gülümseyen burnunun ucundaki
sağlıkl ı bir kızıllık tenine bir renklilik veriyordu. Derin ve tak
sesi bir kez işitilince bir daha u nutu l mayacak değin etkiliydi.
Genellikle giydiği yeşil rob yazı hane perdesinin renginden
pek ayrımsız olmayıp bedenine pek sıkı oturuyor, ta boğazı
na değin yükseliyor ve orada pek iri masif bir düğmeyle ilik
lenmiş bulunuyordu. Bayan Brass her halde basitlik ve sadeli
ğin, zarifliğin asl ı n ı oluşturduğunu kabul etmiş olmalı ki yaka
ve atkı takmıyor; yalnız başını -hiç değişmez bir biçimde
tıpkı vampir kanadına benzeyen ve herhangi bir biçimde,
gelişi güzel bağlandığı zaman, kolay ve çekici bir başörtüsü
oluşturan tül bir eşarpla örtüyordu.
Bayan Brass böyle bir kadındı. Düşünsel yapısıysa ta ço
cukluğundan beri kendini az rastlanı r bir çabayla hukukun
seyrek rastlanan kartal uçuşlu yüksekliklerinde harcamayıp
genellikle pratikte geçerli olan kaypak ve yılankavi işlerinin
izinde yürümeye özendiğinden epey ele avuca s ığmaz bulu- .
nuyordu. Bayan Brass birçok aydı nlar gibi kendini kumara
vermemiş, pratik yararın başladığı yerde de kal mayarak -
yapı labildiği değin- temize çekmek formülleri tam ve doğru
o larak doldurmak, parşömen kağıtları üzerine kabartma
damgalar basmak, hatta bir kalemi onarmak gibi yaz ıhane iş
l erinin türlüsüne girişmişti. Bu gibi çeşitli özellikleri olan bayan
250
B rass'ın nas ı l olup da daha bekar kaldığını anlamak zordur.
Ama ister yüreğini erkeklere karşı çelik bir levhayla saklam ış
olsu n ; ister yasayı parmağ ı n ı n ucunda çevirdiği nden, kendi
sini yeğleyecekler nişanı bozma davası açacağ ından ürküp
çekilmiş olsu n ; bayan Brass daha evlenmemişti ve daha kar
deşi Sampson'un iskemlesi karşısındaki iskemlede, günlük
işleriyle uğraşıyordu. Bu iki iskemle arasında halka ne oyun
lar oynanm ı ştı .
Bir sabah bay Sampson Brass iskemlesinde oturmuş. Ka
lemini çekinmesizce -sanki karşısındakinin yüreğine batıyor
muş gibi- kağıda saplayarak bir dava dilekçesi yazarken
bayan Brass da pek sevdiği işle uğraşıyor; bir hesap pusula
sı çıkarmaya hazırlanıyordu. · Bu nedenle bir süre sessizce
oturduktan sonra bayan Brass suskunluğu bozarak:
«Bitirdin mi Sommy?» diye sordu.
Çünkü onun yumuşak ve kad ı n dudaklarında her şey yu
muşuyor ve Sampson adı Sommy halini alıyordu.
« Hayı r, bitmedi. Yardım etseydi n çoktan biterdi.»
" Bir de benden yardım istiyorsun! Katip tutacak sen değil
misin?"
Sampson kalemi ağzı na alarak kinci bir halde kızkardeşi
ne sı rıtarak:
« Kendi arzum ve keyfim için mi katip kullanacağım? Alay
edip beni öfkelendirme, fesat!..» dedi.
Bay Sompson'un bir bayana fesat demesinin şaşkınlık ve
utançla karş ılanmaması için, hemen şunu da anımsatalım ki,
.
Brass kızkardeşini yanın da hep bir erkekmiş gibi bulundur
maya öyle alışmıştı ki, işi gitgide ona sanki gerçekten bir er
kekmiş gibi davranmaya vard ı rm ıştı . Diğer yandan bu duygu
o değin karşılıklıydı ki, Sampson kızkardeşine yalnız fesat
demekle kalmıyor, bayan bu sözcüğün baş ı na bir de sıfat ek
liyor, bayan Brass da bu-na doğal bi r şey olarak bakıyor ve
sanki başka bir kad ı n ı n 'melek' diye hitabedilmekten duyduğu
duyguyla duygun bir hale gelmiş bulunuyordu.
Sampson, sanki bir soylunun sorgucundaki tüymüş gibi
kalemi ağzında tutup sırıtkan bir yüzle ekledi:
251
« Dü n akşamki üç saatlik söyleşiden sonra, katip tutaca
ğ ı m diye benimle niçin alay ediyorsun? Bu benim suçu m
mu?»
Bayan Sally, erkek kardeşini öfkelendirmekten hoşlandığı
gibi hiçbir şeyden hoşlanmadığı için, ince bir alayla:
«Benim bildiğim şu ki, müşterilerden her biri biz istesek
de istemesek de, bizi bir. katip tutmaya zorlayacak olursa sen
daha iyisi listeden adı n ı çıkarıp, işini gücünü terget ve git ken
dini as ! . . »
«Ona benzer bir başka müşterimiz daha var m ı ? Sen
buna yanıt ver! »
«Onun yüzüne benzer bir müşteri mi?»
Sampson Brass hesap defterine uzanıp yaprakları teztez
çevirerek:
«Ona benzeyen müşteri ! » diye sı rıttıktan sonra; «Şuraya
bak, bay Daniel Quilp; şuraya bak, Quilp; gene Quilp, hep o . . .
O n u n 'işte sana gereken b i r katip' diye salık verdiği adam ı al
m ayıp da her şeyi kayıp m ı edeyim ? .. »
Bayan Sally yanıt vermek alçakgönüllüğünü göstermeye
rek gülümsedi ve işiyle. uğraş ı n ı sürdürdü.
Kısa bir susku nluktan sonra Sampson sözüne devam etti :
« Ben senin kayg ını biliyorum. Bundan sonra işlere istedi
ğin gibi parmağını sokmayacağ ından korkuyorsun. Beni bunu
anlam ıyor m u sanıyo(sun?»
Bayan Sally hiç istifini bozmadan :
« İşlerin bensiz pek düzenli yürüyeceğini sanm ıyorum. Bu
dalalı k edip beni kızdırma Sommy! Sen kendi işine bak!..»
dedi.
Kızkardeşinden · korkan Sampson ası k yüzle yazısına
devam ederken bir yandan da onu dinliyordu.
« Ben katibin gelmemesine karar verecek olursam hiç kuş
kusuz gelmesine izin veremem. Sen de bu nu elbet biliyor
sun. Onun için anlamsız sözler söyleme!»
Brass bu sözlere alçak bir sesle ve uysallıkla bu çeşit şa
kadan hoşlanmadığını, bayan Sally onu kızdırmaktan sakı n ı r
sa daha memnun olacağ ı n ı söylemekle karş ı l ı kta bulundu.
252
Ama bayan Sally şakadan hoşland ı ğ ı n ı ve bu zevkten yoksun
kalmak niyetinde olmadığını bildirdi. Bunun üzerine Brass
sözü daha fazla uzatmak istemediğinden her ikisi de kalem
lerine sarılarak artan bir h ı zla işlerine koyuldular. Konuşma
da burada sona erdi.
Onlar böyle uğraşı rlarken pencere -sanki arkası nda birisi
varm ış gibi- birdenbire karardı . Başların ı kaldırıp bakınca,
pencerenin üst kanadı d ı şarıdan açıldı ve Quilp başını içeri
·
uzattı.
Pencerenin kenarında ayak parmakları nın ucuna yükse
lip odaya bakan Quilp:
« Evde kimse var m ı ? Şeyt anla alışverişiniz yok ya!
Brass' ı n borsası bugün yüksek mi?» diye sordu.
Avukat, sahte bir kendinden geçiş haliyle gülerek:
« Pek iyi, pek iyi !» ded i . «Ne değişik, ne alaycı bir insan !
Cüce gözlerini süzüp bayan Sally'ye baktı ve kurbağa se�
sini andıran bir sesle:
«Adalet timsali elinden kılıç ve teraziyi bırakıp gözlerinin
bağını çözmüş! İşte yasanı n her yana yetişen kolu , Bevis'in
seçkin bakiresi burada!» dedi.
Brass söze karıştı.
«Ne şaş ı lacak bir espri tufan ı ! »
Quilp:
« Kapıyı aç, birlikte geldik ... » dedi. « Eşsiz bir katip bir
ödül kazası ! Çabuk QI, kapıyı aç Brass! Yoksa pencereden
başını çıkarıp bu yana bakan komşu Avukatlardan biri gözü
nün önünde onu senin elinden alı r. . . »
Katiplerin en yetkin i rakip bir avukata gidecek olsa,
Brass'ın o lası ki kı lı bile kıpı rdamayacaktı. Ama utanması kıt
bir tezcanl ı lı kla yerinden kalkıp m üşterisini karşı lamak üzere
kapıya gitti. Cüce, Richard Swiveller'i elinden tutmuş olduğu
halde içeri girdi.
Quilp kapının ağzında durup bayan Brass'ın bulund uğu
yana baktı ve kaşların ı oynatarak:
« İşte benim vaktiyle evlenmiş olmak isteyeceğim kad ı n ;
işte güzel Sarah! İ şte kadınlığın bütün büyüleyiciliğini v e çeki-
253
ciliği ni nefsinde toplayı p zayıflığından hiçbir eser taşımayan
Sarah ! . . " dedi.
Bu övgülere karşı bayan Brass :
«Saçma!.." yanıtında bulundu.
Quilp ekled i :
«Tıpkı, yüreği, adı n ı paylaştığı maden gibi katı! Bilmem ne
diye adı n ı değiştirmiyor, bronzu eritip daha yumuşak bir ad
alm ıyor!»
Bayan Brass sevimsiz bir gülümsemeyle:
« Bir yabancı önünde bu biçimde konuşmaktan utanıp sı
kılmıyor musun, bay Quilp? .. B ı rak şu saçmalar ı ! . . » dedi.
Quilp, Swiveller'i öne sürerek:
« Bu genç, kendisi de ayn ı duygularla duyarlı olduğu ıçın
beni çok iyi anlar. Yakı n bir dostum, iyi bir aile bireyi, gelece
ği parlak bir genç! Bay Richard Swiveller!.. Gençlik düşünce
sizliğiyle giriştiği yanlış bazı davranışlardan dolayı şi mdilik al
çakgönüllü bir katip olmaya razı . . . Alçakgönüllü ama bu hoş
h ava içinde özenilecek bir şey!..»
Eğer Quilp benzer bir anlam kullanmış ve bayan Brass'ı n
soluduğu havanı n tatlı laşı p zariflik kazanmış olduğunu
amaçlamı şsa, her halde bunun nedeni olmalıdır; ama eğer
sözel anlam kullanı p Brass'ın yazı hanesinin zevkli atmosfe
rinden bahsetmek istemişse, hiç kuşkusuz pek tuhaf bir
zevke sahip bir insan olması gerekirdi. Çünkü yazı hane ha
vasız ve toprak kokulu, bit pazarında satılan kullan ı l m ış giysi
kokusu sinmiş, fare yuvası ve küflü bir yerdi. Bu saf ve katı
şıks ız zevk hakkında olası ki kuşkuya düşen Swiveller kesik
kesik, bir iki !<aklamadan sonra, s ırıtıp duran cüceye güven
sizlikle baktı.
Cüce sözüne devam etti :
« Bayan Brass, bay Swiveller gençliğinde uçup kaçması n ı
bildiği için koyunun bulunmadığı yerde keçiye Abdurrahman
Çelebi demesini bilenlerdendir. Güçlü yerde bulunmanın ya
rarın ı da kavradığı için, ağabeyinizin önerisini kabul ediyor,
bay Brass; bay Swiveller buyruğunuzdad ır!»
254
«Çok memnun oldum. Bay Swivel ler sizin dostluğunuza
sahip olduğu için her halde çok bahtlı bir insan. Bu dostlukla
ne değin övünse yeridir."
Swiveller arkadaşlar ve şişe üzerine bir şeyler m ı rı ldandık
tan sonra pek sevdiği, tüyleri hiç dökü lmeyen dostluk kana
dı ndan dem vurdu. Ama zihnen, boş ve acıklı bakışlarla bak
tığ ı bayan Brass'la ilgileniyordu. Cüce buna çok memnun
olmuştu. İ nce yaratık bayan Brass'a gelince iş adamlarının
yaptığı gibi, kalemi kulağ ı n ı n arkasında, ellerini oğuşturup
yazı hanede bir aşağı bir yukarı dolaşmaktaydı .
Quilp hukukçu arkadaşına dönerek:
« Her halde bay Swiveller hemen işe başlayacaktır. Bugün
pazartesi. .. » dedi .
« Evet, hemen başlarsa memnun olurum�,,
Cüce ekledi:
«Bayan Sally ona pek zevkli bir bilim olan hukuku öğrete
cektir. Ona rehberlik, arkadaşlık ve dostluk edip 'Genç Hu
kukçuları n El Kitabı' olacaktır.»
Brass karşı binaların damlarına bakıp derin bir düşünceye
dalmış bir insan tavrıyla:
« Bu ne yapıcılık bu ne sistemli düşünce, cidden çok
güzel, çok güzel ! » dedi.
Cüce sözlerine devam etti :
« Bayan Sally ve hukukun tatlı öyküsüyle günleri bir daki
kaymış gibi geçirecektir. Şairin tatlı ilhamları biçiminde John
Doe ve Richard Roe onu da ilgilendirmeye başlayı nca zihni
gelişecek yüreği rahatlayacaktır.»
Brass:
«Ne güzel, ne g üzel ! Onu işitmek bir ziyafet!» diye bağı r-
dı.
Quilp çevresi ne ba.k ı narak sordu:
«Bay Swiveller nerede oturacak?»
« Bir iskemle daha satın alacağız, siz önerinceye değin
yazı hanemizde bir centilmen daha bulunacağ ı n ı akl ı mızdan
geçirmiyorduk. Yerimiz de pek geniş deği l ; ama kullanılmış
bir iskemle sağlamaya çalışırız. Ben öğleden önce dışarıda
255
olacağı m . Bay Swiveller ben gelinceye değin benim iskemle
mi alıp şu dava di lekçesini temize çekerse memnun oluru m . "
«Bi rlikte çıkal ı m . Vaktin varsa sana söyleyecek bir çift
sözüm var. "
Avukat şapkası n ı giyerek yanıt verdi:
«Vaktin varsa ! Benimle şaka ediyorsunuz, ben hazırım.
Her zaman sizinle birlikte yürümek için vaktim vard ı r. Bay
Quilp'in söyleşisinden yararlanmak fırsatı herkese düşmez bir
nimettir. . . »
Cüce, alayla yüzsüz arkadaşına baktıktan sonra yeğnik,
kesik bir öksürükle tabanı üzerinde dönerek bayan Sally'ye
veda etti. Cücenin pek nazik vedasına karşı Brass'ın kızkar
deşi soğuk ve uzaktan bir karş ı l ıkta bulunduktan sonra,
Quilp, Swiveller'e başını salladı ve Avukatla birlikte çıkıp gitti.
Swiveller tam bir şaşkı nlık içinde güzel Sally'ye, sanki bir
benzeri daha yaşamamış olan tuhaf bir yaratığa bakıyormuş
gibi, gözünü açıp şaşkınlıkla baktı. Cüce sokağa çıktıktan
sonra, pencerenin kenarına gelip sı rıtkan bir yüzle yazıhane-
. nin içini , bir kafese bakıyormuş gibi s üzdü. Dick, başını kaldı
rıp sessizce ona bakm ış ve o h içbir şey düşünmeden ve hiç
bir şey görmeden, olduğu yerde m ıhlanm ış gibi , gözünü dikip
bayan Sally'ye bakmıştı.
Bu sırada hesap pusulalarıyla uğraşan bayan Brass, Swi
veller'e hiç önem vermeden, cızırtılı bir kalemle ve pek açık
bir zevkle, bir buhar makinesi gibi çal ışarak yazısına devam
etmekteydi. Dick budalaca bir şaşkınlık içinde yeşil roba,
kahverengi şapkaya, onun yüzüne, h ız la işleyen kaleme ba
karak nasıl olup da bu tuhaf yaratığı n yanına düştüğüne, bir
düş görüp görmediğine şaşarak olduğu yerde durdu. Sonun
da derin bir soluk alarak paltosunu çıkard ı .
Dick, paltosunu çıkarıp özenle katladıktan sonra b i r yan
dan bayan Sally'yi süzerek s ı rtına, vaktiyle denizde kullan
mak için ısmarladığı ama yazıhanede kullanmak üzere getir
diği, kruvaze lacivert bir ceket giyip Brass'ın iskemlesine
oturdu. Eski uyuşukluğu üzerine çökmüştü. Çenesini eline
yaslayıp gözlerini sanki bir daha kapanmayacak değin açtı.
256
Artık hiçbir şey göremeyecek değin uzun bir zaman bak
tıktan sonra, gözlerinin kendisini şaşkı nlıklara düşüren güzel
hedeften ayı rarak müsveddenin yaprakların ı çevirdi . Kalemini
hokkaya batırd ı ve yavaş yavaş yazmaya koyuldu. Birkaç
sözcük daha yazıp kalemini gene hokkaya batıracağı sırada
gözlerini kaldı rd ı . Gözleri sevimsiz kahverengi şapka, yeşil
rob ve bütü n çekiciliğiyle oturan bayan Sally'ye takı ldı. Bu, o
değin çok yinelendi ki Dick'e bayan Sally'yi yoketmek, başın
daki şapkayı savurup şapkasız nas ı l durduğunu görmek için
tuhaf bir istek duydu. Masanı n üzerinde büyük, siyah, bir
tahta cetvel duruyordu. Onu eline alıp burnunu kaşıdı.
Burnunu kaşıyıp cetveli elinde tutan Swiveller, onu bir
balta gibi sallamaya başladı. Bu, savurmalar sırası nda cetvel
bir kezinde bayan Sally'nin şapkası n ı n ta kenarından geçti .
Şapkanı n kenarı cetvelin rüzgarından sallandı . Cetvel bir
santim d aha yaklaşsa, şapka da yuvarlanacaktı. Arna bayan
Sally hiç ald ı rı ş etmeden ve gözlerini kaldı rıp bakmadan işine
devam etti.
Sebat ve üstelemeyle, bunalıncaya değin yazıya devam
ederken tahta cetveli eline alıp isterse şapkayı bayan
Sally'nin baş ından devirebileceğini düşünmek, ona bir rahat
lık ve ferahlık veriyordu. Bayan Sally bakacak olursa, cetvelle
burnunu kaşı mak; bakmıyorsa, cetveli savurmak i lginç bir
eğlenceydi. Böylece duyguları n ı yatıştıran Dick, cetveli daha
az eline alıp birbiri ardına altı satır yazmayı başardı . Bu onun
için başarı sayılırd ı .
xxxıv
Bayan Brass iki saat harıl harıl çalıştıktan sonra, işini biti
rip kalemini yeşil sabuna sildi ve sonra her zaman cebinde ta
şıdığı küçük, yuvarlak bir teneke kutudan bir tutam enfiye
çekti. Bu masum ve ı l ı mlı zevkten sonra, iskemlesinden kal
kıp kağıtları paket yaptı ve kırmızı bir şeritle bağlayıp koltuğu
nun altı na aldı, yazı haneden çıktı.
257
Antikacı Dükkanı / F: 1 7
Swiveller daha iskemlesinden kalkıp ç ı lg ı n bir dansa baş
lamaya vakit bulamadan ve yalnız kalman ı n zevkini süreme
den, kapı açı ldı ve bayan Brass baş ı n ı uzatıp:
« Ben d ışarı çı kıyorum . . . " dedi.
Dick:
« Peki , bayan ! » dedikten sonra kendi kendine: 'Benim için
hiç acele edip bir an önce geri dönmeye çalışmayın,, bayan !'
görüşünde bulundu.
«Bir iş için gelen olursa not alı n . Avukatın öğleden sonra
geleceğini söylersiniz.,,
« Evet bayan . . . "
«Ben d ışarıda çok kalmayacağ ı m . »
Bayan Sally kapıyı kaparken Dick kendi kendine: 'Buna
çok üzüldüm doğrusu, bayan ! Umarı m, hiç beklenmedik bir iş
ç ıkar da gecikirsiniz. Küçük bir kaza atlat ı rsanız, hiç de fena
olmaz bayan !' görüşünde bulundu.
Swiveller büyük bir ciddilikle bu sözleri söyledikten sonra,
müşteri sandalyesine oturup düşünceye dald ı . Biraz sonra bir
aşağı bir yukarı odanı n içinde dolaşıp gene sandaly.eye otur
du. ·
258
Fred, beni şaşkı nlığa düşürerek Qu lip'i destekliyor ve burada
çal ışmaya arkalıyor; bir numaralı oyun bozan ! Taşradaki
halam da yardımları n ı kesip yazd ığı pek sevim'li mektupta
beni yeni vasiyetnamesinden çıkard ığı nı bildi riyor! İki numa
ral ı oyun bozan ! Birdenbire ciddileşen Fred ; para, kredi ve
yardımı kesiveriyor. Bunlar da yetmiyormuş gibi oturduğum
pansiyonun sahibi odamdan çıkmam için üsteliyor. Üç numa
ral ı , beş numaralı, altı numaralı , oyun bozanlar arar mısınız?
Bütün bu oyun bozanlar arası nda hiçbir kimse iradesine
sahip olabilir mi? Ama hiçbir kimse kendini yere vurmaz .
. Yazgı insanı bir kez yere çalınca gene kaldı rmasını bilmeli !
Ama yazg ı n ı n bana bu oyunları oynadığına memnunum.
Ona karşı n hiç aldırış etmeden keyfime bakacağım ! . . »
Anlamlı bir baş silkmesiyle gözünü tavandan ayıran Dick, ek
ledi:
« Haydi bakal ı m kör talih; sen mi yorulursun, ben mi?»
Ahlak felsefesinde yeri bulunan ve hiç kuşkusuz pek derin
olan bu düşünce biçimiyle talihine kafa tutan Swiveller, üzgü
den sıyrı lıp sorumsuz ve neşeli bir katip rahatlığı takındı.
Bu suskunluk ve huzur içinde, o zamana değin vakit bulup
da derinlemesine i nceleyemediği yazıhaneyi gözden geçir
meye koyuldu. Takma saç kutusuna, kitaplara, mürekkep şi
şesine baktı. Bütün belgeleri teker teker gözden geçirip
Brass'ı n keskin çakısıyla masaya beceri li biçimler kazıdı ve
kömür kovası n ı n içine adı n ı yazdı . Bu uğraşlarıyla sanki res
men katiplik mesleğine başlamış olan Swiveller pencereyi
açıp kayıtsızca dışarı sarktı ve bir biracı çocuk geçerken tep
sisini yere koyup bir duble bira vermesini buyu rdu. Hemen
oracıkta birasını içip, ilerideki kredilere yüzü olması için
hemen paras ını ödedi. Ve hiç vakit yitirmeden ilerideki kredi
ler konusunda bi r anlaşmaya vard ı . Bir?-Z sonra, Brass kate
gorisinden birkaç Avukatın bazı hukuksal işleri için gönder
diği üç, dört çocuğu tam mesleğe yaraşı r bir tavır bir
ortaoyununda bir palyaçonun buna benzer hallerde göstere
ceği doğru ve geniş bir anlayış ve kavrayış havası içinde,
kabul edip geri gönderdi. Bu işler de görülünce, sandalyesine
259
oturdu, bir yandan ıslık çalarken bir yandan da yazı kalemiyle
bayan Brass'ın karikatürünü yapmaya çalıştı.
Tam bu ·eğlenceli işle uğraşı rken kapının önünde bir araba
durdu ve çok geçmeden tokmak iki kez h ızlı h ızlı çalı ndı .
Sokak kapısını çalan kişi yazı hane zilini de çalmadığı için
Swiveller hiç aldırış etmeden, huzur içinde, evde bir başka
kimse olmadığını varsayması na karş ı n ; eğlencesine devam
etti .
Ama bu varsayımında yanı l mıştı; çünkü tokmak gittikçe
artan bir sabırsızlıkla çalı ndıktan sonra kapı açı lmış ve pek
sıkı basan birisi yukardaki odaya çıkm ıştı . Swiveller, bunun
dişi ejder diye nitelendirdiği bayan Brass'ın ikiz kızkardeşi ol
ması olasılığını düşünürken yazı h ane kapısı vuru lunca:
« Giriniz ... " diye seslenmiş, «girsenize ... Ee, arkadan birta
kım müşteriler daha gelecek olursa, iş çok karışır, giriniz! »
Kapı ağzında pek yeğnik bir ses:
« Lütfen gelip daireyi gösterir misiniz?,, ricası nda bulundu.
Dick, masanı n ü stüne eğilince, kirli, pasaklı sanki bir
keman kılıfına bürünmüş gibi, giydiği önlükten yalnız yüzüyle
ayakları görünen, küçük bir kızcağız gördü.
«Sen kimsin?» diye sordu.
Dick sorusuna ancak şu yanıtı aldı :
« Lütfen gelip daireyi gösterir misiniz?»
Kılığı bakım ı ndan böyle bir kız görü lmüş şey değildi .
Sanki beşikten beri çalışıyordu. Onun Dick'ten çekindiği g ibi
Dick de ona şaşakalmıştı .
« Benim boşdaire ile bir ilgim yok. Söyle başka bir zaman
gelsinler.»
«Lütfen gelip gösterir misiniz? Kirası haftada on sekiz
şilin; tabak ve çarşaf içinde. Kundura boyası ve çamaşır kira
cının üzerinde. Kışın �ömür için günde sekiz peni. .. »
«Niye kendin göstermiyorsun? Her şeyi iyice biliyorsun.»
« Ben gösteremem. Bayan Sally çok küçük olduğumu gö
rünce müşterilerin daha önceden hizmetimden memnun ol
mayacakları nı söyledi.»
« İyi ama sonradan senin ne değin küçük olduğunu görme
yecekler mi?»
260
" İyi ama, daireyi hiç olmazsa on beş günlük için tutacak
lardır. . . " dedi. «Bir kez bir yere yerleştikten sonra da halk
kolay kolay yer değiştirmek istemez!,,
Dick doğrulup kalkarken :
« B u çok tuhaf b i r iş ... » diye m ı rı ldandı. «Sen nesin? Ahçı
m ı ?,,
« Ben kolay düşen şeyler pişiriri m . Ev hizmetleri de görü
rüm . Evi n her işini ben yaparı m . "
Dick, kendi kendine: 'Brass, dişi ejder ve ben d e her halde
en kötü işleri görüyoruz !' düşüncesine saplandı . Pek durak
sak ve kuşkulu bir halde olduğu için aklından daha pek çok
şeyler geçirebilirdi; ama küçük kız ricasını yinelediği sırada
merdivenden gelen çarpma ve patırtı lar da yalnız bayın sabı r
sızlığ ı n ı gösteriyordu. Bu nedenle Swiveller işinin öneminin
ve işine olan bağlılığının bir nişanesi olarak, her iki kulağının
arkasına ve ağzına da bir kalem daha alarak müşteriyi karşı
lamak üzere acele d ışarı çıkt ı .
Çarpma v e patırtı ları n merd ivenin iki genişliğinde ve pek
ağ ır olan, yalnız bayın sand ı ğ ı n ı n arabacının da ortak çaba
sıyla ite kaka, dik merdivenden yukarı çıkarı lması ndan ileri
geldiğini görmekle biraz şaşaladı . Yaln ız adamla arabacı bir
birini sıkıştırıp bütün güçleriyle itip çekerek ve her türlü zor
köşelere saplayarak sandığı yukarı çı karmaya çal ışıyorlardı .
Onları n önüne geçmek olanaksız olduğundan Dick, sandığın
her basamağı aşmas ı nd a bay Sampson Brass'ın evinin bu bi
çimde zor kullanı larak işgal edilmesini protesto ederek yavaş
yavaş arkadan izledi.
Bu sitemlere hiç aldı rış etmeyen yalnız adam, sonunda
sandık yatak odas ı na ç ı karı lınca, üzerine oturup açık başını
ve yüzünü mendille sildi. Çok yoru lmuş terlemişti; çünkü san
dığı yukarı çıkarmak çabası ndan başka termometre'nin bütün
gün gölgede yirmi sekiz derece göstermesine karşın; kışlık
giysiler içindeydi.
Dick kalemi ağzı ndan çekip:
«Bu daireyi görmek istediğiniz anlaşılıyor. » dedi. «Evet,
güzel bir dairedir. Görünümü pek güzeldir. Sokağa bakıyor!
261
Köşeden de bir iki dakikalık uzakl ıkta. Yakı n ı m ızda pek yeğ
n ik bir bina satılıyor. Daha birçok avantajları var . . . »
«Kiras ı nedir?»
Dick ki rayı yükselterek:
« Haftada bir sterlin . . . " dedi
« İyi, tutuyorum . »
«Çamaş ı r ve kundura boyası dışındad ı r. Kışın kömür
için . . . »
« İyi, iyi, kabul . . . "
« İki h aftalı k peşin istiyoruz. ,,
Yalnız adam boguk bir sesle:
« İki haftalık m ı ?» dedi. « Ben burada iki y ı l kalacağı m . On
sterli n peşin. Kontrat hazır m ı ?»
Dick:
«Benim adı m Brass değil, onun için . . . "
«Size B rass diyen kim? Benim adı m da Brass değil ! »
«Ama e v sahibinin a d ı Brass'dı r . »
Yalnız adam :
«Memnun oldu m ! » dedi. «Bir Avukat için uygun bir ad.
Arabacı , sen gidebi lirs i n ! Sizin de işiniz kalm ad ı , bayım ! »
Swiveller, yal nız adamı n b u d€1rece dürüst görüşmesi kar
şısında o değin şaşalam ıştı ki, ona hemen hemen bayan
Sally'ye baktığı gibi sert bakışlarla baktı. Yalnız adam hiç
önem vermeden, soğukkanl ı l ı kla boynunun çevresine doladı
ğı şalı çözüp kundu-ralarını çıkarmakla uğraştı . Bu ağ ırlıklar
dan kurtulduktan sonra giysilerin i çıkarıp güzelce katladı ve
sandığın üstüne yerleştirdi. Daha sonra güneşlik ve perdeyi
çekti, saatini kurup suskunlukla yatağa girdi.
Perdeyi çekerken son sözü:
« Parayı al ı n , ben zili çalmadan kimsenin rahatsız etmesi
ne izin vermeyin ! » olmuştu .
Bu sözleriyle perdeyi çekip sanki hemen horlamaya başla
m ıştı .
Elinde parayla yazıhaneye dönen Dick kendi kendisine:
«Burası pek tuhaf, pek tuhaf, pek olağanüstü bir yer!» gö
rüşünde bulundu. « Dişi ejderler profesyonel erkekler gibi iş
262
görüyor; üç ayak boyunda ahçılar sanki yerden bitiyor; ya
bancılar da izin almadan içeri girip gün ortasında yatağa giri
yor; eğer bu aqam mucize türünden rastlanan bazı insanlar
gibi iki yıl uyuyacak olursa, ayıkla pirincin taşını ! Bu da benim
yazgım. Umarı m Brass'ı n hoşuna gider. Gitmezse üzülürüm .
Neme gerek benim. Beni ilgi lendirmez ! . . "
xxxv
263
ehven koşullarla daireyi tuttuğuna memnun olmam ıştı. Ma
demki daireyi tutmak hususunda bu değin üstelemişti ; hiç ol
mazsa i ki , üç kat kira vermesi gerekirdi.
Swiveller, yalnız adam üzerine düşüp üsteledikçe fiyatı
yükselecekti ! Ama ne bay Brass'ın iyi kan ısı, ne de bayan
Sally'nin hoşnutsuzluğu bu ve bundan sonra kendisi tarafın
dan yapı lacak işlerin sorumluluğunu bahtsızl ığına yükleyen
Swiveller üzerinde hiçbir etki yapmam ıştı, rahat ve uysal bir
halde daha kötüsüne hazır ve daha iyisine filozofça bir tavırla
i lgisiz kalm ıştı.
Swiveller'in katipliğinin ikinci gününde Brass :
«Günayd ı n bay Richard ! » dedi. «Sally sizin için Witcha
pel'de kullan ılmış bir sandayle bulmuş. Pazarlı ktan anlayan
biri varsa o da Sally'dir. Her halde sandalyeyi çok kullan ışlı
ve rahat bulacaksınız.,,
Dick:
«Görünüşe bakılırsa, pek zavallı bir şey ! ,, görüşünde bu
lundu.
«Ama üzerine oturması rahattır. Bana güven . Hastanenin
karşısı ndaki sokaktan alı n m ı ştır. Sokakta bir iki ay kal ıp toz
lanmış ve biraz da güneş yemiş, yoksa başka hiçbir kusur bu
lunamaz!,,
Dick, hoşnutsuzlukla, bay ve bayan Brass' ı n arasında otu
rarak:
« Umarım ateşi ve hastalığı yoktur!»dedi. «Ayaklarından
biri de diğerlerinden uzu n ! »
« Biraz tahta buluruz. H a h ha ha! Kardeşim pazarlı k etme
sini çok iyi bilir.»
Bu sözcüklerin konusunu oluşturan g üzel yaratık, başını
önündeki kağıtlardan kaldı rarak: ·
264
Bu sözleri söyleyen bayan Sally kalemin tüyüyle Swivel
ler'i işaret ederek:
«Onu da işinden alı koyma ! » dedi. «Zaten pek de hevesli
değil ! »
Brass öfkeli b i r yan ıt vermek eğilimi duyumsattı , ama belki
önlemli davrand ığı ndan, belki akl ı na gelen birtakı m soyut dü
şünülerle doluymuş gibi, kızdı rmak ve avarelik üzerine bir
şeyler m ırıldandı . Bundan sonra, her i kisi de suskunluk içinde
bir süre yazı ları n a devam ettiler. Öyle bir suskunluk olmuştu
ki, heyecandan hoşlanan Swiveller birkaç kez uyuklar gibi
oldu ve gözleri kapalı olduğu halde görü lmemiş birtakım yazı
larla tuhaf bazı sözcükler yazd ı ! Sonunda teneke kutuyu ç ıka
rıp, gürültüyle bir tutam enfiye çekti ve bay Richard Swivel
ler'in yapacağ ı n ı yaptığını söyled i .
« Ne yaptım, bayan?»
«Yalnız adam henüz o rtada yok! Dün öğleden sonra yattı
ğı ndan beri onu n e gören, ne işiten olmuş . . . »
« İsterse istediği değin uyuyup on sterlin i n acı s ı n ı çıkarabi-
lir. "
«Ya hiç uyanmayacak olursa?»
« Bay Brass da elinden kalemini bırakarak:
«Bu, az görülen tuhaf bir o lay, bay Richard ! Bu kişi kendi
ni karyolan ı n demirine asacak ya d a buna benzer şaş ı rtıcı bir
olay çıkacak olursa, bay Richard ; bu kişinin size iki yıllık kira
karş ı l ı ğ ı on sterli n avans verdiğini unutmazsınız değil m i ?
B u n u belleğinizde tutun bay Rich ard! İfadenize başvurulacak
olursa bunu unutmayın. Daha iyisi not a l ı n . »
Swiveller, g e n i ş bir tabaka kağ ıt alarak büyük bir ciddilikle
kağıdın bir köşesin e not etmeye koyuldu.
B rass :
«Önlemi elden b ı rakmamak gerek. . . » dedi . « Dü nyada ne
kötülükler işleniyor. Yalnız adam size . . . » «Ama şimdi bunun
sırası değil. Siz şu notu bitirin ! ,,
Swiveller, notun u bitirince onu i skem lesi nden kalkarak ya
zı hanede dolaşmaya başlayan B rass'a verdi.
B rass yazıya göz gezdirerek:
265
« Notunuz değil mi?» dedi. «Pek güzel bay Richard ; yalnız
adam size başka bi r şey söylemedi mi?»
Sally:
«Bırak şu saçma sözleri , budalalık etme!»dedi .
Dick, önce ona, sonra bay Brass'a gene ona baktıktan
sonra:
« Hayır!» dedi.
Brass yumuşayıp gülümseyerek:
"Tanrı selamet versin bay Richard; ne değin safsı
nız!,,dedi . «Yalnız adam eşyası üzerine bir şey söylemedi
mi? Haydi böyle soray ı m . »
Bayan Sally kardeşine baş ı n ı sallayarak:
«Böyle sormak daha iyi olur. . . » görüşünde bulundu.
Brass, rahat ve sevimli bir tonla ekledi:
«Örneğin, kesinkes sordu demiyorum; ama örneğin Lond
ra'nı n yabancısı olduğu, referans vermek durum ve alışkanlı
ğında olmadığı, bizim bunu istemek hakkımız olduğu ve eğer
herhangi bir zaman kendisine bir hal olacak olursa, bina için
de bulunan eşyanın, içine düşeceğim üzüntü ve dertlerin kar
ş ı l ığı benim sahipliğime geçeceği üzerine bir şey söyledi
mi? .. »
Sonra daha serin ve rahat bir tonla sözlerini şöyle bitirdi:
« Kendisini benim adıma, bu koşullarla mı kiracı olarak
kabul ettiniz? .. »
« Hayır, hiç de değil . . . »
Brass, ona küçümseyen ve sitemli bir bakışla bakıp:
«Siz mesleğinizi yanlış tutuyorsunuz, bay Richard ; sizden
hiçbir hukukçu çıkmaz ! »dedi.
Bayan Sally ekledi:
«Hatta bin yıl yaşasanız bile! »
Bunun üzerine erkek ve kızkardeş küçük teneke .k utudan
gürültüyle birer tutam enfiye çekip karamsar bir düşünceye
qaldılar.
Swiveller'in yemek zamanı olan ve ona haftalar değin
uzun gelen, saat üçe değin, başkaca bir olay çıkmadı. Saat
üçü çalmaya başlar başlamaz yeni katip ortadan yitti ve beşi
266
vururken yazıhaneye girdi. Yazıhane sanki bir sihir etkisiyle
yine limon kabuğu kokuyordu.
Brass sordu :
« Bay Richard, yalnız adam henüz kalkmad ı . Hiçbir şeyin
onu yatağı ndan kaldı ramayacağı anlaşıl ıyor, ne yapacağ ız?,,
« Vars ı n uykusuzluğunu gidersin !»
« Vars ı n uyusun m u ? Yirmi altı saatir uyuyor! Tepesi nde
çekmeceli dolaplar sürükledik, sokak kapısını h ızlı h ızlı vur
duk, hizmetçi kızı birkaç kez merdivende düşürttük (kilosuz
olduğu için kendisi pek i ncinmedi. Ama uyandı rmanı n olanağı
yok ! »
Dick:
«Bir merdiven bulup birinci kat penceresinden girelim!»
önerisinde bulundu.
«Ama orada gene kapı var. Sonra . . . sokak halkı ayağa
kalkar!»
«Öyleyse dama çıkıp bacadan içeri girelim . »
Brass ilgiyle Richard'a bakarak:
« Bi risi dostça, cömertçe, mertçe davranıp üzerine alacak
olsa; bu, pek yetkin bir plan. Her halde var sayıldığı değin de
kötü bir iş olmasa gerek!..» dedi.
Dick bu öneriyi bayan Sally'nin üzerine alacağ ı n ı düşüne
rek yapm ışt ı . Fazla bir şey eklemediği nden ve hiç oralı olma
dığından, B rass hep birlikte yukarı çıkıp uyuyan kişiyi daha
az şiddetli bir araçla uyandırma önerisinde bulundu. Eğer bu
son deneyim de başarılamayacaksa; o zaman daha sert bir
önleme başvuracaklard ı . Swiveller onaylayı nca iskemle ve
tahta cetvellle donanm ı ş olduğu halde, olay yerine seğirttiler.
Sally daha önce çıkm ı ş ve bütün gücüyle bir el çan ı çalıyor
du. Ama bunun da gizemli kiracı üzerinde hiçbir etkisi olmad ı .
Brass:
« Kunduraları dışarıda duruyor, bay Richard !»dedi.
« Hem de pek dik kafalı şeyler!»
Gerçekten kunduralar sağlam ve dayan ıklı şeylerdi ve
sanki sahibinin ayakları da kunduraların içindeymiş gibi yere
pek sıkı sıkı basmış, geniş taban ve küt burunlarıyla bulundu
ğu yeri zorla işgal etmiş gibiydi.
267
Brass, anahtar deHğine gözünü uydurarak:
«Karyolan in perdesinden başka bir şey göremiyo
rum. »dedi. « Bu adam güçlü gövdeli biri mi, bay Richard? .. »
«Öyle sayıl ır."
«Birdenbire fırlayıp çıkacak olursa pek hoş olmaz. Merdi
ven baş ı n ı açık tutun. Ondan korkacak değilim ; ama ben ev
sahibiyim . Konu kseverlik kurallarına sayg ı göstermek ve
uymak gerekir. Hala, hala !.."
Brass gözleri ni kırpıştırıp anahtar deliğinden bakarak kira
c ı n ı n dikkatini çekmek içi n bu sözcükleri sarfederken, Sally
çan çalıyor, Dick de iskemleyi kapın ı n yan ı na, duvarın dibine
koyup üstüne çıkmış dimdik duruyordu. Tahta cetvelle kapı
n ı n üst kanadında davul çalmaya başlad ı. Kendi b.ecerisinden
,
memnun ve bulunduğu yer apansız bir burun buruna gel
mekten masum olan Richard; tıpkı kalabalık ·g ecelerde tiyat
rolarda parter kapısını açan yiğit insanlar gibi, öyle bir güm
bürtüye başlam ıştı ki, çan ı n sesi bozu lmuş, ve merd iveni n
aşağısında dolaşan v e b i r anda ortadan yitmeye hazır bulu
nan küçük hizmetçi kız, bütün yaşa m ı boyunca sağır kalma
mak için kulağını tıkamak zorunda kalmıştı.
Birdenbire kapının kilidi ; içerden şiddetle açıldı. Küçük hiz
metçi kız kömürlüğe kaçtı. Bayan Sally kendi yatak odasına
çekildi, pek tabansız, olan Brass da sokağa fırlayıp kendisini
silahla izleyen bir insan görmeyince, ellerini cebine sokup
ıslı k çalarak yavaş yavaş yürümeye başlad ı .
Diğer yandan iskemlenin üstünde du ran Swiveller, duvara
yapışarak kapıda söylenip lanetler savuran ve elinde tuttuğu
kunduraları fı rlatmak üzere bulunan kiracıya kayg ıyla baktı .
Kunduraları biri leri nin kafaları na atmaktan vaz geçerek gene
söylene homurdana odası na girmek üzere bulunan kiracının
gözleri, Dick'in uyan ı k gözlerine i lişti.
« Bu iğrenç gürültüyü yapan sen m iydin?»
Dick gözlerini kiracıdan ayı rmayarak ve bir elinde de,
eğer, eğer zor kullanacak, şiddete başvuracak olursa, öfkeli
kiracının ne bekleyeceğine bir işaret almak üzere, cetveli
azdan sallayarak:
268
« Ben de yard ı m ettim ! » yanıtı nda bulundu.
« Bunu nas ı l yüreğiniz yedi?»
Dick, bu soruya bir yatışta yirmi altı saat uyumanın bir
centilmene yaraşı r bir- şey olup o lmadığ ı n ı sevimli ve erdemli
bir ailenin huzur ve suskunluğunu hiçe sayman ı n doğru olup
olmadığını sormakla karşılıkta bulundu.
« Benim huzurumun h içbir değeri yok mu?»
«Onların huzura hakkı yok mu? Tehditte bulunmak iste
mek -çünkü yasa tehdit tan ımaz ve tehdit yasaca bir suçtur
ama bir daha böyle yapacak olursanız uyanmadan gömül
müş olmamaya dikkat ediniz. Sizin ölmüş olmanızdan kor
kup şaşırdık.»
Dick iskem leden yavaşça inerek ekledi:
« Uzun sözün kısası şu ki, biz yalnız bir kişinin bu kuruluşa
gelip ekstra ücret ödemeden i ki kişilik uyumasına izin vere
meyiz!..»
«Yaa, öyle mi?»
Dick, yazg ısına teslim olarak aklına geleni söylemeye
davrandı :
«Tek bir yatakta, bir kezinde, bu değin uzun uyku işiti lmiş
şey değildir. Eğer bu biçimde uyuyacak olursanız çift yatak
ücreti ödemelisiniz!,, görüşünde bulundu.
Kiracı bu görüş karşısı nda daha büyük bir öfkeye kapıla
cak yerde, gözlerinde bir pırıltı ve geniş bir gülümsemeyle
Dick'e baktı. Güneş yanığı esmer bir insand ı . Başına geçirdi
ği beyaz gecelik takkeyle daha da esmer görünüyordu. Bazı
hususlarda sinirli bir i nsan olduğu apaçı k olan esmer kişi bu
iyi m izacına memnun olan Swiveller de onu kışkırtmak için
güldü.
Kiracı böyle hoyratça uykudan uyandırılmasına öfkelene
rek takkesini çıpl ak baş ı n ı n bir yanına eğmişti. Bu, ona öyle
havada ve değişik bir görünüş vermişti ki, şimdi ona dikkatle
bakmaya fırsat bulan Swiveller'i fazlasıyla ilgilendirdi. Bu ne
denle ve onu yatıştırmak amacıyla, kiracının artık kalkmak is
tediğini ve bir daha bu değin uzun bir uykuya dalmayacağını
umduğunu söyledi.
269
Kiracı odasına girerken:
«Gel buraya, koca çapkı n ! ,, dedi.
Dick iskemleyi d ışarda bırakarak ama cetveli n'olur,
n'olmaz diye elinde tutarak, odaya girdi. Kiracı kapıyı içeriden
iki kez kilitleyince bu önleminden ötürü kendi kendini kutladı .
·
270
istediğim zaman çıkar istediğim zaman gireri m ; sorgu soru
istemem. Casusların gözetlemesinden de hiç hoşlanmam. Bu
hususta hizmetçiler baş belasıdır. İyi ki burada yalnız bir tane
var... "
Dick:
« Pek küçük bi r hizmetçi !»dedi.
Kiracı yineledi .
« Evet, pek küçük bir hizmetçi! Burası bana gelir mi?»
« Evet..»
« Dolandırıcı lar topluluğu, değil mi?»
Dick başını sallayarak bardağını dikti.
Kiracı ayağa kalkarak:
«Öyleyse benim doğamı iyi anlası nlar. Beni rahatsız. ede
cek olurlarsa, iyi bir kiracı yitirirler. Bunu onaylayacak olurlar
sa alt yanı kolaylaşır. Daha fazlasını anlamaya kalkış ırlarsa,
kaçarım. Bunları bilmek yararlı olur. Haydi güle güle!»
Dick, kiracının açmaya hazırlandığı kapın ı n önünde dura-
rak:
«Ama sizi seven birisi soracak olursa?»dedi.
«Ne demek istiyorsun?»
«Ad ı n ız,, Mektup ya da paket gelecek olursa . . . "
« Bana ne mektup gelir, ne soran olur... »
«Ad vermemek yüzünden bir hata işlenecek olursa, tıana
suç bulmayın!»
Kiracı öyle bir öfkeyle: 'Ben kimseye suç bulmam !' dedi,
Dick bir anda kendini kapanan kapıyla merdiven arası nda
buldu.
Brass ile bayan Sally, Richard'ın birdenbire dışarı çıkma
sıyla anahtar deliğinden geri süzülmüşlerdi. Büyük çabaları
na, öne geçmek için birbirini çimdikleyip itmelerine ve buna
benzer pandominalarına karş ı n ; görüşmenin tek sözcüğünü
bile işitmediklerinden, görüşmenin öyküsünü dinlemek üzere
Dick'i teztopar aşağıya, yazıhaneye sürüklediler.
Swiveller, kiracı nın karakter ve arzularını sadakatle, büyük
sandığı da şairce bir dille öykülendirdi. Sandığın anlatım ı ger-
271
çeğe uygunluğundan çok parlak bir düş ü rünüydü. Sand ığın
bilinen ve tan ı nan her türlü zengin yiyeceği ve şarabın da tür
lüsünü içerdiğini, otomatik olarak işleyerek istenileni öne koy
duğunu yem inlerle anlatt ı . Yemek pişirme aracının üç kilo
ağı rlığında sığır fi lotosunu bir çeyrek saatte pişirdiğini gözle
riyle gördüğünü, bir göz kırpmasıyla suyun kaynayıp fıkırda
dağı nı söyledi. Bu bakımdan kirac ı n ı n büyük bir hokkabaz ya
da kimyac ı , ya da her i kisi birden olduğunu, onun burdaki
ikametinin günün birinde Brass adına bir kredi ve tanı n m a
payı ayıracağ ını Bevis Marks tarihçesine yeni bir ilgi kaynağı
oluşturacağ ı görüşünde bulundu.
Bay Swiveller'in üzerinde durmaya gerek görmeyeceği
bir nokta, alçakgönüllü 'ısı kesici'ydi. Pek g üçlü olan alkolün
bahsettiği ı l ı ml ı içkinin peşisıra gelmesi onda biraz ısı uyan
d ı rmış ve akşamüstü meyhanede i ki üç kadeh daha, ı l ı mlı ısı
söndürücüye gerek olmuştu.
xxxvı
272
süren Swiveller'in nüfuz derecesinden ne Brass, ne de bayan
Sally kuşkuya düşüyor, ona karşı tam bir güven besliyorlard ı .
Diğer yandan Swiveller gördüğü bu ilgiden ayrı olarak,
ayn ı derecede devamlı bir sayg ı n l ı k kaynağ ı na sahip bulunu
yordu ki , bu, onun işin·i epey kolaylaştırıyordu.
Bayan Sally, Dick'ten hoşlanmaya başlam ıştı. Kad ı n sihir
liliğini küçümseyenler birçok konuyu oluşturacak olan bir aşk
öyküsüne hazırlanması nlar! Çünkü her ne değin bayan
Sally, biçimi ve görünüşüyle sevilmek için yaratılmış bir var
lıksa da ; sevginin ne olduğunu bilmeyen bir i nsand ı . Ta ço
cukluğundan beri, anakucağı yerin e hukukun etekleri ne sarı
lan ve onun yardım ıyla ayakta durup, o zamandan beri bu
sıkı tutunma sayesinde geçi mini sağlayan bayan B rass, ço
cukluğunu da sanki bir tür hukuk yavrusu olarak geçirmişti.
Daha pek küçükken bir icra memurunun yürüyüş ve tutumu
nu taklit etmek konusunda gösterdiği yetenek şaşılacak bir
şeydi. Bütün seyredenleri şaşkınlık ve sevinçlere boğan bir
sağlık ve isabetle icra memurunu taklit ederek söylemsel bir
tutukevine götürmek üzere oyun arkadaşının omuzuna do�
kunmas ı , ancak pek hoş ve benzersiz bir biçimde bebek
odasına haciz koyup masa ve sandalyelerin say ı m ı n ı yapma
sıyla karş ı laştı rılabilirdi ! Bu oyun lar eşini yitiren ihtiyar babası
n ı n zevk v e avuncunu oluşturuyordu. Üstün zekası yüzünden
arkadaşları arası nda ' Koca Tilki' ü nüyle anılan ve kızın ı n bu
oyun ları n ı arkalayan bu seçkin kişinin Houndish mezarl ığına
yaklaştığını anlamakla duyduğu başlıca keder, kızın ı n bir
noter sertifikası elde edip listeye geçtiğini görememek olmuş
tu . Sevecenlik yüklü bu dokunaklı kederle harekete geçen
koca Tilki, Sally'yi değerli bir yard ı mcı olarak oğlu Sampson'a
emanet etmiş ve ihtiyar kişin i n ölümünden bugüne değin
Sally, erkek kardeşinin pek değerli bir destek ve yard ı mcısı
olmuştu.
Çocukluğundan beri kendini yalnız bu meslek ve uğraşa
verdiğinden bayan Sally'nin, yaşam ı , yalnız huku kla olan ili
şiği bakımından, tanı ması apaçı k bir gerçekti . Böylece onda
273
Antikacı Dükkanı I F: 1 8
kad ın ların tan ı ndıkları ince ve zarif becerileri aramamak gere
kir. Sally'nin başarı ve beceri alanı , erkeklerin gördüğü işler
ve hukuk alanıyd ı . Bütün bunlar da bir noterin yaptığı işlerle
başl ıyor ve orada bitiyordu. Denebilir ki , bayan Sally, bir tür
h ukuksal m asumluk içindeydi. Hukuk onun dadısı olmuştu ve '
eğer çocuklardaki çarpık bacakl ı l ık gibi bedensel sakatlıklar,
kötü bakı m ve büyütme sonucu olduğu kabul edilirse; böyle
sağ duyulu bir zihin sahibindeki her hangi ahlaksal çarpıkl ı k
için ancak bayan Sally'nin dad ısına kusur bulunabilird i !
Brass yokken can sıkıntısını gidermek için yazıhaneyi
türlü şarkı lar ve eğlencelerle, neşelendiren, hokkalar ve etiket
kutularıyla hokkabazl ı k eden, üç portakalı bir elinde yakala
yan, iskemleleri çenesinde, çakıları da burnunun ucunda den
gede tutan ve ayn ı derecede beceriye gereksinim gösteren
daha nice hünerler yapan Swiveller, Sally üzerinde yepyeni
ve işitilmemiş bir etki yapm ıştı. Bayan Sally'nin rastgele keş
fettiği bu sosyal özellikler kendisi üzerinde yavaş yavaş öyle
bir izlenim b ı rakm ıştı ki, sanki kendisi yazı hanede değilmiş
gibi, Swiveller'e dinlenmesini rica ediyor, o da -canı na m i n
net- kabul ediyordu: Böylece araları nda bir dostluk kurulmuş,
Dick de ona tıpkı kardeşi gibi herhangi bir katip olarak bak
maya başlamıştı. Sally onun pazardan getirdiği meyva, zen
cefilli gazoz kızarmış patates ve sı radan ısı söndürücü içki
ye ortaklık etmekten çekinmiyordu. Sally'yi çoğu nlukla kendi
yazıları n ı yazmaya razı ediyor, hatta bazan arkasına bir
şamar atarak çok iyi bir insan ve benzersiz bir arkadaş oldu
ğunu söylüyor, Sally de bütün bu şaka ve övgüleri memnun
lukla kabul ediyordu.
Bir duru m , Richard'in zihni ni çok kurcalıyordu. Küçük hiz
metçi kız, yerin dibi nde yaşıyor; kiracı zili çalmadıkça yeryü
züne çıkm ıyor; zile hemen yanıt verdikten sonra birdenbire
ortadan yitiyordu. Ne sokağa çıkıyor, ne yazıhaneye geliyor;
eli yüzü hiç temiz durmuyor; kalı n önlüğünü sırtı ndan hiç çı
karm ıyor; pencereden bakm ıyor; kapı önünde durup temiz
hava bile alm ıyor; rahatl ı k ve eğlence nedir bilmiyordu. Hiç
bir kimse gelip onu sormuyor; hiçbi r kimse ondan bahsetmi-
274
yor; hiçbir kimse ona yakı nlık göstermiyordu. Brass bir kez
onun için 'bir aşk çocuğu' demişti ki ; bu, aşk ürünü bir çocuk
anlamı ndan çok uzaktı ; ama Richard'ın onun üzerine elde
edebileceği bütü n bilgiler bu nunla sınırl ı kal ı yordu.
Richard bir gün otürup bayan Sally'nin yüzünü incelerken :
'bunu ejdere sormanın hiçbir yararı yok!' görüşünde bulundu.
'Bu konuda bir şey soracak olursam , dostluğumuzun sona
ermesinden korkarı m. Bilmem ona ejder m i , deniz kızı m ı
demeli? Oldukça pullu, kepekli bir hali var! A m a deniz kızları
aynaya bakmaktan hoşlanır ve saçları nı tararlar. O, taramı
yor, deniz kızı olamaz. Her h alde ejder olmal ı ! ' dedi.
Sally her zamanki gibi kalemini yeşil sabuna silip oturduğu
yerden kalkarken Dick:
« Nereye gidiyorsun?»diye sordu.
«Yemeğe!»
Dick, kendi kendine 'yemeğe' dedi. 'Bilmem şu hizmetçi
kız ne yiyip ne içiyor!'
« Sammy yemeğe gelmeyecek. Ben gelinceye değin
bekle. Ben şimdi gelirim. ,,
Dick baş ı n ı sallayıp onu gözleriyle kapıya, kulaklarıyla da
kardeşiyle yemek yedikleri arka odaya değin izledi. Elleri ce
binde yazıhanede dolaşı rken: 'Şu hizmetçi kıza nasıl baktık
ları n ı , nerede yatırıp barı ndıklarını öğrenmek için elimde
olanı veriri m ! ' dedi. 'Annem hiç kuşkusuz pek kuşkucu bir ka
dınmış ve benimde bir yanımda her halde bir soru işareti ol
malı !'
Bir süre bu biçimde düşündükten sonra Swiveller, karşı
dan çabucak bir bardak bira içmek niyetiyle, yavaşça yazıha
ne kapısını açtı. Bu s ı rada merd ivenden aşağı inen Sally'nin
kahverengi şapkasının kenarı nı gördü. 'Her halde küçük kızı
doyurmaya gidiyor!' dedi.
Önce merdiven başı ndan gözetleyip şapkası n ı aşağının
loşluğunda yitmesini bekledikten sonra sessizce aşağı indi
ve elinde bir et parçasıyla arka yandaki mutfağa giren
Sally'nin arkasından giderek kapının yan ı nda durdu. Burası ,
pek karanlık, pek sevimsiz, pek basık ve rutubetli bir yerdi.
275
Duvarlar kirli ve delik deşikti. Delik bir fıçıdan su s ızıyor, aç
ve sıska bir kedi yalanıp duruyordu. Ocak ızgarası sarılıp sı
kıştırılmış ve _ ancak pek az ateş alacak bir hale konmuştu.
Kömürlük, mum kutusu, et dolabı hep kilitliydi. Ortada, hatta
bir böceğin bulup yiyeceği bir şey bırakı l-mamıştı. Mutfağ ı n
acıklı hali -umutsuzluk içinde- bir bukalemunun bile yü reğine
i nebilird i . Hizmetçi kız: bayan Sally'nin, huzurunda baş ı n ı
eğip büzüldü.
«Orada mısın? . . ,,
Yeğnik bir sesle yanıt verdi:
« Evet, bayan . . . »
«Çekil şu etin yan ı ndan ! Biliri m , m ıncıklamaya başlarsın!»
Kızcağız bir köşeye çekilip sindi. Bayan Sally cebinden
bir anahtar çıkarıp dolabı açtı ve içinden yenip yutulmaz, taş
kesilmiş , soğuk patates artığı çı kard ı . Bunu kız ı n önüne ite
rek, eline bir bıçak ald ı , bıçağı masata sürterek gösterişli bir
bileme işlemine girişti.
Bu hazırl ıklardan sonra, sekiz santimetrekare, incecik bir
dilim eti çatalı n ucundan tutarak:
« Bunu görüyor musun?»diye sordu.
Hizmetçi kız etin her telini ve zerresini süzen aç gözlerle
bakarak:
« Evet... »dedi.
«Öyleyse sakın burada et yediğini unutayım deme! Haydi
otur da yel »
B u iş p e k çabuk görülünce, bayan Sally, sordu!
« Daha istiyor musun?»
Aç kız, belirsiz bir 'hayır!' yan ıtında bulundu. Hiç kuşkusuz
ancak aralarında kurulmuş bir usule uyulabiliyordu.
Olayları özetleyen bayan Sally:
« Etini yedin. Yiyebildiğince yedikten sonra 'daha ister
misin?' diye sorulunca 'hayır!' dedin. Onun için, sakın yiyece
ğinden kısıldığını söyleyim demeyesin! Anladın m ı ?»
Bu sözcüklerle bayan Sally eti kaldı rıp dolaba kilitledi ve
kızcağızın patatesi bitirmesini seyretti.
276
Pek apaçık bi r biçimde bayan Sally'nin sevecen yüreğinde
ayrıks ı n bir kin yaşıyordu; ve hiç kuşkusuz bu yüzden -ortada
belli hiçbi r neden yokken- sanki o değin yakın dururken
başka türlüsünü yapamayacakm ış gibi, bıçakla kızın bir eline,
bir başına vurdu. Yav'aş yavaş kapıya doğru yürüyen kcı.tip
arkadaşı n ı n birdenbire geriye dönerek kızcağızı müthiş bir
yumruk yağmuruna tuttuğunu gören Swiveller, şaşakalm ışt ı .
Çaresiz kızcağız sanki sesini çıkarmaktan korkuyormuş gibi
için için ağl ıyordu, Richard yazı haneye erişi rken bayan Sally
de bir tutam enfiyeyle keyiflenerek merdivenden yukarı çıkı
yordu.
xxxvıı
Kiracı , her gün bir yenisi ni eklediği türlü tuhaf huyları ara
sında, kukla oyununa da epey düşkün olduğu anlaş ı lıyordu.
Nedenli uzaklıkta olursa olsun, kukla sesi Bevis Marks semti
ne erişecek olsa adamcağız hatta yattığı s ıcak döşeğinden
fırl ıyor; tez topar giysisini giyip bütün h ızıyla kuklanın temsil
edildiği yere seğirtiyor; aylak bir kalabal ığın başı nda kuklacı
ları da yanı na al ıp geliyordu. Brass'ı n evinin önünde hemen
tezgah kuruluyor; kiracı birinci kat penceresine geçiyor; ve
eğlence, borular, davul sesleri ve şamataları arasında -sessiz
caddenin iş adamlarını yıldırıp bezdiren bir hava içinde
bütün heyecanıyla başlıyordu. Oyun bitince, kuklacı ların da,
seyircilerin de dağılmış olacağı düşünülebilir; ama epilog da
oyunun kendisi gibi kötüydü. Çünkü kötü adam ölür ölmez, ki
racı kuklacı ları odas ı na çağ ı rıyor; özel stokundan onlara içki
ler sunuyor; ve h içbir kimsenin özünü kavrayamayacağı bir
konuda uzun konuşmalara g irişiyordu.
Bu konuşmaların gizi pek önemli bir şey değildir. Şu değin
var ki, konuşmaları sürüp giderken d ışarıdaki kalabalı k daha
evin çevresinde oyalanıyor; çocuklar yumruklarıyla davulu
çalıyor; ince sesleriyle Punch'i taklit ediyor; yazıhane pence
resi yassılaşan burunlardan buzlu cam haline geliyor; sokak
kapısı n ı n anahtar deliği biriken gözlerle pırıl pırıl pırı ldıyord u ;
kiracı , y a da konuklarından birinin h e r pencerede görünüşün-
277
de, ya da burunları n ı n ucunun dışardan seçilmesinde, dışar
daki kalabalıktan lanetler, sövgüler savruluyor; kuklacılar ken
dilerine teslim edilinceye değin -avunç kabul etmez bir halde
bağı rışıp çağı rışıyordu. Özetle, Bevis Marks semti bu eğlen
celi toplanmalar sayesi nde bi r devrime uğram ış barış ve sus
kunluk yöreden uzaklaşmıştı .
Bu işlere ; bu değin yağl ı bir müşteriyi elden kaçı rmak iste
meyen ; kiracı n ı n gösterdiği başına buyrukluğu da cebine in
dirdiği parası gibi sindirme akı l l ığ ı n ı gösterebilen; kapı n ı n
önüne biriken kalabal ı ğ ı n üzerine, görü nmeden pis sular bo
şaltan ; evin damı ndan su ve kiremit parçaları yağd ı ran ; ara
bacılara rüşvet vererek h ızla köşeyi dönüp aralarından geç
mesini sağlayan Sampson Brass gibi kızan olmuyordu.
Bir hukuk adam ı olduğu için B rass'ın bu s ıkıntı lı hale
neden olanlara karşı yasaya başvurması gerektiğini düşünen
ler olabilir; ama onlara şunu anı msamaları n ı rica edelim ki ;
doktorları n pek seyrek kendi reçetelerini aldıkları, vaizlerin
her zaman vaaz ettiklerini tutmadıkları, terzilerin kendi sökük
lerini dikmedikleri gibi ; hukukçular da hukuku n kullanılmas ı
pek pahal ı , istenildiği zaman isteni len işi görmeyen, kesi n v e
uygulaması zor b i r araç olduğunu bildiklerinden; hukuku
kendi işleri için kullanmaktan çekinirler.
Brass bir gün öğleden sonra:
«Oh, ne iyi iki gündür kuklacı lardan kurtulduk, her halde
bütün kuklacıları elden geçirdi . . . »dedi .
Sally Brass söze karıştı :
« Kuklacı ların ne zararı var?»
Brass sabırsızl ıkla kalemi elinden bırakarak:
« Hoppala!..,,dedi. « İşte i nsan ı kızd ı rmak buna derler. »
« Peki , ne zararı var?»
«Ne zararı mı var! İ nsan ı n burnunun dibinde bağırışıp ça
ğ ı rı şmalar olup, iş göremez bir hale gelip öfkeden dişleri birbi
rine çarpacak olur, pencere insandan perdelenir, kapı tıkanır,
cadde avaz avaz haykı rıp g ı rtlağ ı n ı yırtan i nsanlarla dolacak
olursa, ne zararı var; öyle mi? Sanki boğazları . . . "
Swiveller söze karıştı:
278
«Sanki pirinçten yapı lmış!»
Brass, katibinin bu sözcüğü yerinde olarak ve hiçbir kötü
niyetle söylemediğine inanmak için onu göz ucuyla süzerek:
«Sanki pirinçten yapı lmış !»dedi.
Avukat bir an çevreyi dinleyip pek iyi tan ıdığı sesleri işi
tince baş ı n ı eline dayayıp sövüp saymayı b ı raktı ve gözlerini
tavana dikerek: 'Al sana bir daha!' dedi.
Kiracının penceresi hemen açı lmıştı .
Brass, sözlerini yineleyerek:
«Al sana bir daha!»dedi . «Kalabal ığın en fazla olduğu bir
zamanda, eline bi r araba ve dört tane safkan at geçecek
olsa, Marks caddesinden dolu dizgin geçmek içi n, hiç acı
maz, on sekiz peni verirdim.»
Uzaktan gene cı rlak bir ses işitildi . Kirac ı n ı n oda kapısı
birdenbire açıldı. Bir hışımda merdivenleri inip sokağa çıktı
ve yazı hanenin penceresinin önü nden geçti. Hiç kuşkusuz
kuklacı ları yakalamak için, başı açı k sesin geldiği yöne gidi
yordu.
Brass, cebin i kağ ıtlarla dolduru rken :
« Bu adam ı , arkadaşları n ı n kim ler olduğunu ne değin bil
mek isterdim.» diye mırıldandı . «Şu koro kıraathanesinde
'Deliler Komisyonu' kurup bana da iş önerseler, evi boşaltıp
hiç olmazsa bir süre oyalanı rd ı m . »
Brass, bu sözcükleri söyleyip -sanki görmeye dayancı
yokmuş gibi- şapkası n ı kaşları n ı n üstüne yikıp evden tez do
lambaç çıktı .
Kukla seyretmenin ya da pencereden dışarı bakman ı n ça
lışmadan da iyi olduğunu düşünen Swiveller için kukla tem
silleri pek eğlenceli bir şeydi. Swiveller katip arkadaşında
kuklanın güzellik ve meziyetleri üzerine i lgi uyandırmak husu
sunda zahmetlere katlanm ı ş olduğu ndan her ikisi de pence
renin kenarında yerlerini aldı lar. Çocuklara dadılık, lalalık
eden, ve çocuklarla birlikte bu temsilleri kaçırmayan birtakı m
kad ı n ve erkek de bir onur mevki olarak -bu gibi durumlarda
olabilen bir rahatlıkla- pencerenin yan ı n ı tuttular.
279
Pencerenin önü loş olduğundan Swiveller aralarında ku
ru lan dostça bir alışkanlığa uyarak bayan Sally'nin başı ndaki
şapkayı savurup aldı tozları n ı silkip geri verdi. Güzel yaratık
tan bir rahatlık ve kayıtsızlıkla şapkayı alıp baş ı na geçirdi. Bu
sırada, kiracı da, arkası nd a kuklacı lar, kukla tezgahı ve
büyük bir seyirci kitlesi olduğu halde, geri dönmüştü. Kuklacı
tezgah ı n arkası na, arkadaşı da yanına geçip yüzünde melan
kolik bir anlatı mla seyircileri süzdü. Halk arasında ağız mızı
kası denilen müzik aletini ağz ı na alı p ağzı ve çenesi zorunlu
olarak ispazmoza tutulmuş gibi oynarken yüzünün üst kısmı
n ı n kederli anlat ı m ı n ı h i ç değiştirmeden, b i r hava üfürdü.
Temsil devam ediyor, seyirciler de her zamanki gibi olduk
ları yere m ı hlanm ış, seyrediyorlardı . Büyük topluluklar da
deri n bir suskunluktan kurtulup gene konuşup görüşmeye ba
kıldığı bi r anda oluşan heyecan , bütün gücüyle devam edip
dururken; kiracı , kuklacıları odasına çağ ı rd ı .
Yalnız, kuklayı oynatan kısa boylu , şişman adam çağrıya
uymaya h azırlandığından, kiracı pencereden:
« İkiniz de gelin . Sizinle konuşacakları m var!»dedi .
Kısa boylu, şişman adam :
«Gel Tommy!»diye seslendi.
«Ben konuşkan biri değilim. Git öyle söyle. Ben onunla ne
konuşacağım?»
«Centilmenin yanı nda şişe ve bardağı görmüyor musun?»
Arkadaşı apansız bir neşe ve can l ı l ı kla:
«Ne diye bunu önceden söylemiyorsun? Ne bekliyorsu n !
Adamcağ ızı bütün g ü n bekletecek misin? Sen d e hiç naziklik
ten eser yok mu?»dedi.
Thomas Coldin'den başkası olmayan melankolik yüzlü
adam, arkadaşı Harsis ya d a Trotters ü nüyle anı lan Short'u
bir yana iterek ondan önce kiracın ı n dairesine çıktı .
Kirac ı :
«Çok güzel b i r kukla oynattı n ız; ne içersiniz?,,dedi. «Şu
şişman arkadaşı na söyle de kapıyı kapatsı n ... »
Coldin, arkadaşı n a dönerek:
« Kapıyı kapasana! İlle söylemek mi gerek?»
280
Short, yeğnik bir sesle arkadaşının her zamankinden çok
huysuz ve ekşi yüzlü olduğunu söyleyerek ve içindekinin
bozu lmaması için yakı nda bir mandra bulunmaması temenni
sinde bulunarak, buyruğa boyun eğdi .
Kiracı bir çift sandalye gösterdi v e keskin b i r baş işaretiyle
oturmaları n ı anışt ı rd ı . Coldin ve Short birbirine kuşku ve ka
rarsızlık içinde baktıktan sonra sonunda her biri gösterilen
sandalyenin hemen ucuna ilişip elindeki şapkayı da sıkı sıkı
tuttu. Kirac ı , yanı ndaki masanı n üstünde duran bir şişeden
iki bardak içki doldurarak uygun biçimde i kramda bulundu.
« Her ikiniz de pek yanm ışsınız, uzun bir yolculuk mu yap
tın ız?»
Short, yüzünde bir gülümseme ve bir baş işaretiyle olum lu
yanıt verdi. Codlin'se doğrulayıcı bir baş i şareti ve sanki tez
gahı n yükünü daha omuzlarında duyumsuyormuş gibi , bir inil
tiyle onaylad ı .
« Her halde sergilere, pazarlara, yarışlara d a gidiyor
sunuz?»
Short yan ıt verdi:
« Evet, hemen hemen İngiltere'nin bütün batısını dolaş
tık ... »
Kirac ı , coşkulu bir halle:
« Kuzeyde, güneyde ve doğuda bulunan kuklacı larla gö
rüştüm ; ama şimdiye değin batıdakilerle görüşmed i m . »ded i .
«Biz yazları çoğunlukla batıda dolaşırız. İlkbaharda ve
kışın Londra'n ı n doğusunda gezeriz. Yağmur çamurda gezip
metelik kazanmad ı ğ ı m ız günler çok olur.»
« Bardakları bir daha doldurayı m . »
Codlin birdenbire kendi bardağ ını i leri sürüp Short'un bar
dağını iterek:
« Lütfedersiniz !» dedi. «Bütün bu dalaşmaların evde otur
m aları n acısı n ı çeken benim. Kentte olsun, kulübede olsun,
yağmurlu havada, kurak havada, sıcak olsun, soğuk olsun,
cefayı çeken Codlin'dir. Ama Tom Codlin'in bunlardan yakı n
maya hakkı yoktur; hayır, hiç yoktur. Short yakı nabilir. Ama
Codlin tek bir sözcükle olsun yakı nacak olursa, vay efendim
281
sen misin yakı nan! Onun yakı nmaya hakkı yoktur, hatta ya
kınma onun akl ına bile gelmemelidir!"
Short, arkadaşına yangözle bakarak:
«Codlin'in yard ı m ı olmuyor değil!» dedi. «Ama her zaman
gözünü açm ıyor. Sazan uyukluyor. Son yarışları an ı msıyor
musun, Tom?"
«Sen insanı kızd ı rmadan duramazs ı n . Bir kez on beş peni
topladı ktan sonra uyuklam ıştım, öyle mi? Ben işimi görüyor
dum. Tavus kuşu gibi gözümü yirmi yerde birden tutamazd ı m
ya! Sen yapabilir misin? İ htiyar b i r adamla genç b i r kıza ar
kadaş olamadı msa, sen de olamazd ı n . Bunun için bana suç
bulay ı m deme! Şapka beni m başıma oturduğu gibi , senin ba
şına da oturuyor!"
«Sen bu konuyu bırak Tom ! Bu bayın bu işlerle ne ilgisi
var?,,
«Bu konuyu açan sen oldun. Senin adına centilmend�n
bağışlanma dilerim. Sen zaten kendi söylediğini dinlemesini
seven, söylediğini de hiç tartmayan bir insansı n ! »
Onlara ikramda bulunan kiracı, bu tartışmanın başı nda bir
birine, bir diğerine bakarak ve başka bir soru sormak için bir
ipucu bekleyerek ya da eski konuya dönmek için fı rsat kolla
yarak sessizce oturmuştu. Ama Codlin'in uykuculukla suçlan
dığı noktada konuşmaya gittikçe artan bir ilgi göstermiş ve
·
282
medim mi? Ne güzel bir kızdı. Sanki onu işitir gibi oluyoru m .
İki gözlerinden sızan şükran yaşlarıyla: » 'Benim dostum short
değil Cod'lindir. Short'a diyeceğim yok ama beni düşünen
Codlin' diyordu.
Bu sözleri büyük bir coşkuyla söyleyen Codlin, koluyla
burnu nu oğuşturdu ve başını kederli kederli bir sağa bir sola
sallayarak, ki racıya, genç kızı n izini yitirince huzurunun nas ı l
kaçtığ ı n ı anlatmak istedi.
Kirac ı , odanın içinde dolaşarak:
« Sonunda araya araya bulduğum bu iki kişi de bana bir
yard ı mda bulunup işe yarar bir bilgi veremeyecek mi? Böyle
umudum kırı lacak yerde, hiç rastlamadan umut içinde yaşa
m ak daha iyi olurdu . . . »dedi.
Short:
«Bir dakika!» dedi. «Jerry adı nda birisi . . . Sen Jerry'yi ta
n ı rs ı n Tommy?»
« Bana Jerry'den bahsedip durma! Şu sevimli kızcağızı dü
şünüp dururken, Jerry'in s ı rası m ı ? 'Codlin bana dost, iyi yü
rekli, ben Codlin'e güveniri m . ' diyordu. Bir kez de bana 'Cod
lin baba!' dedi. Yüreğim parçalanacaktı.»
Short bencil arkadaşından yeni dostlarına dönerek:
« Dans eden birkaç köpek besleyen Jerry adı nda birisi,
bana bir kez, ihtiyarı, gezici bir m umya müzesiyle birlikte ge
zerken, gördüğünü söyledi. İhtiyar ile genç kız bizim yanı m ız
dan kaçtıkları ve Jerry de onları kasaban ı n birinde gördüğü
için fazla soru, sorgu etmemiştim . Ama isterseniz sora
rım . . . »dedi.
Kirac ı , sabırsızlıkla:
«Bu adam kentte m.i? Çabuk söyle! »dedi.
« Hayır, değil , ama yarı n gelecek. O da bizim oturduğumuz
yerde kal ıyor. »
«Onu alıp buraya getir. işte size birer altın. Eğer sizin ara
c ı n ızla onları bulacak olursam , size yirmişer altın daha veri
rim . Yarı n gene geli n. Ama ki mseye bir şey açayım demeyin .
Bunu size söylemeye d e gerek yok. Kendi ç ı karı nız gereği.
Şimdi bana adresinizi b ı rakıp gidin . »
283
Kuklacılar adres verip ayrıldı lar. Kalabalık da onlarla birlik
te dağ ı ld ı . Kiracı , bütün bunlardan hiçbir şey anlamayan Swi
veller ile bayan Sally'nin tepesinde, kendi odası nda, tam iki
saat büyük bir heyecan içerisi nde dolaşıp durdu.
xxxvııı
284
ği sevginin kökleri , daha saf bir toprağa derinden bağlıdır.
Yoksulun ev Tanrı ları altın, gümüş ve mücevher değil ; et ve
kemiktendir. Yüreğindeki sevgiden başka varlığı yoktur. Eski
ye, zorluğa, kıt besine karş ı n ; çıplak duvar ve döşemelerini
sevdiği oranda ev ve aile sevgisini Tanrıdan alır ve kaba ku
lübesi kutsal bir yer olur.
Ulusları n geleceklerini ellerinde tutanlar, bütün ulusal me
ziyetlerin yuvası olan evlerine bütün yürekleriyle bağlı olan in
sanları n toplumsal terbiyenin yitmeye düzeldiği kalabalı k iz
belerde yaşamaların ı n ne değin zor bir şey olduğunu
düşünecek olur, gözlerini geniş caddeler ve büyük binalardan
çevirip arası ndan ancak yoksulluğun geçebileceği ara sokak
lardaki zavallı meskenlerin ıslahı na çalışacak olursa; sıra
dan birçok çatı uçları , cürümler, müthiş hastal ıklar arası nda
gururla yükselen en yüksek kilise kulesinden çok gökyüzüne
işaret ederdi. Bu gerçek, yıllardan beri her gün fabrikalardan,
hastanelerden, cezaevlerinden yükselip durmuştur. Bu önem
siz bir sorun, gündelikçi işçinin gereksiz bir feryadı , küçümse
necek bir rahatlık arzusundan belli değildir. Bir ü lkenin yük
selmesi ev ve aile sevecenliğin e bağlıdır. Büyük gereksinim
zamanlarında gerçek yurtseverler; ormanıyla, deresiyle ve
toprağın verdiği ürünleriyle, sahiboldukları araziye tapanlar
m ı ; yoksa koca ülkede bir avuç toprağı olmayanlar m ıdır?
Kit'in bütün bu sorunlardan haberi yoktur. O yalnız, eski
evinin pek yoksul olduğunu ve yenisinin ona hiç benzemedi
ğini biliyor; bununla birlikte; eskisini hep gönülborçlu bi r mem
nunluk ve sevecen bir kaygıyla zihninden çıkarm ıyor; annesi
ne bay Abel arac ı l ığıyla mektup yazıyor ve gene onun
cömertiliği sayesinde zarf ı n içine bir iki şilin koyup gönderi
yordu.
Bazan evinin yakı n ı nda bulunacak olursa annesine uğra
yacak zaman buluyor; annesi buna çok sevinip övünüyordu.
Jacop ile küçük kardeşi gürü ltülü bir sevinç gösteriyor; Abel
Villasın ı n söylenmekle bitmeyen görkem ve debdebesini
canı gönülden dinleyen bütün aile bireylerinin içten kutlama
ları bitmiyordu.
285
Her ne değin Kit'in arası ihtiyar bay ve bayan Garland,
bay Abel ve Barbara ile çok iyiyse de, ailenin hiçbir bireyinin,
dünyan ı n en i natçı ve dikkafalı yaratığı olan midilli değin ona
karşı özel bir sevecenlik ve bağlı lık göstermediği de bir ger
çekti . Bu inatçı hayvan onun elinde dünyanı n en mazlum ve
uysal hayvanı kesiliyordu.
Kit'in elinde h uyu suyu değişen midilli -sanki onu her
durum ve konumda aile içinde tutmak azmindeymiş gibi
ondan başka herkese karşı ele avuca sığmaz bir hal alm ıştı.
Hatta gözdesinin elinde bile, bayan türlü tuhafl ık ve yaramaz
l ı klar yapan midilli ihtiyar han ı m ı n ı n sinirine dokunuyordu.
Ama Kit hep bunun bir oyun ve efendilerine karşı olan sevgi
sinin bir anlatım olduğunu söylediği için, bayan Garland
·
286
Ch uckster bu siteme, Kit'e yüksekten bir 'delikanlı !' söz.cü
ğüyle hitabederek sözü kısa kesip çabuk dönmesini rica
etmek suretiyle yanıt verdi. Delikanlı bu ricayı kabul edince,
Chuckster elini cebine koydu ve sanki midilliye göz kulak olan
o değilmiş de .rastgelerek orada bulunuyormuş gibi davrand ı .
Kit özenle kunduralarını sildi (çünkü kağ ıt tomarları na ve
teneke kutulara olan saygısı daha devam ediyordu) yazı hane
kapısı n ı vurdu. Kapıyı açan Noterin kendisi oldu.
Bay Witherden:
« Gel bakal ı m , Kit! . . " dedi.
Odada bulunan yaşlı ama tıknaz ve tok sözlü bir yabancı :
« Bu çocuk mu?» diye sordu .
« Evet, müşterilerden bay Garland ile burada uzlaştılar. İyi
bir çocuk olduğuna tanı klık ederim . Söyleyecekleri ne güve
nebilirsiniz. Gencin efendisi benim eski öğrencim ve kişisel
dostum bay Abel'i size takdim ederi m » Noter, ipek mendilini
çıkarıp yüzünün çevresinde gezdirirken ekledi: ' Pek aziz bir
dostum ! '
Yaşl ı bay:
« Memnun oldum . . . » dedi.
Abel susku nlukla:
« Sevindi m ... » karşılığında bulundu. «Christopher ile gö-
rüşmek mi istiyorsunuz?»
« Evet, izin verirseniz?,,
« Kuşkusuz.»
Yaş l ı kişi Abel ile Noterin çıkmak üzere oldukları n ı göre
rek:
« İşimin gizli saklı yanı yok; ya da işimin burada bir giz ol
mas ı n a gerek yok. . . » dedi. «Önceden birlikte bulunduğu bir
antikacıya karşı pek içten bir ilgim var. Yıllarca ülkeden uzak
kaldı m . Onun için yol yordam bakımı ndan hata edecek olur
sam hoş görünüz . . . »
Abel ve Noter her ikisi birden:
« Hoşgörülecek bir şey yok ... " dediler.
« Eski efendisinin yaşadığı semtte sorup soruşturmalarda
bulundum. Bu delikanl ı tarafından hizmetinin görüldüğünü öğ
rendim . Annesinin evini buldum. En kısa bir zamanda ve ko-
287
!aylıkla onu burada bulabileceğini öğrendim. İ şte şimdi bura-
·
day ı m . . . "
Noter:
«Bu ziyaret onuruna yard ı m eden herhangi bir hizmete
çok memnun olurum . . . " yan ıtı nda bulundu.
«Aziz bayım, siz pek resmi bir biçimde ve bir iş adamı
yöntemiyle görüşüyorsunuz. Ben sizi daha içten görmek iste
rim . Onun için, gerçek karakterinizi saklayarak, bana hoş öv
güler sı ralamaya hiç gerek yok . . . "
« Pek açık sözlüsünüz, efendim ! »
«Ben açı k sözden de, açı k işten de hoşlanırım. Olası ki ,
uzun zaman ülkeden uzak bulunuşum ve deneyimsizliğim
beni bu sonuca yönlendiriyor. Ama bu yörelerde açı k sözlüler
seyrek bulunuyorsa; açı kca iş görenler her halde daha kıt ol
mal ı , sözlerim size dokunacak olursa, umarı m ki, açık sözlü
lüğüm bunu onaracaktır. .. "
Bay Witherden'in yaşlı kişinin bu biçimde konuşmas ı ndan
biraz keyfi kaçar gibi oldu. Kit ise şaşkı nlıktan ağzı açı k kal
mış bir konumdaydı . Öyle ya yaşlı bir noter ile bu biçimde
konuşacak olursa, kim bilir onunla nasıl konuşacaktı. Yaban
cı kişi sert olmamakla birlikte, huyu gereği, sabırsızlık içinde
ve teztopar hitabetti:
«Oğlum, bütün bu sorup soruşturmaları aradığım insanları
bulup onlara sahip çıkmak ve bir hizmette bulunmaktan
başka bir emelle izlediğimi sanacak olursan, hem hakkımda
yanlış bir düşünüş beslemiş, hem de kendini aldatm ış olur
sun. Onun için, rica ederim, sözlerime ve bana güvenin . » ..
288
rum . Bana yapabileceğiniz herhangi yardıma ne değin bek
lenti içinde olduğumu ve beni büyük bir yükten kurtaracağ ı n ı
zı bilseniz, inanıyorum ki bu yard ı m ı esirgemezsi niz.,,
Yaşl ı kişinin güvenindeki saflık iyi huylu Noteri n yüreğinde
de bir güven uyandırmakta gecikmemiş; bay Witherden ya
bancı kişinin bu arzusunda yanılmadığ ı n ı , elinden gelirse,
kendisine, severek yardı m edeceğini bildirdi.
Yabancı kişi, ihtiyar dede, küçük Neli, sürdükleri kimsesiz
yaşam ve bilinmez yerlerde sessizce ömür tüketmeleri üzeri
ne Kit'e sorular sordu. İ htiyarı n geceleri evden çıkıp gitmesi,
bu sırada Nell'in yalnız başına kalması, Quilp'in eve sahip
çıkmas ı , ansızı n ortadan yitmeleri hep sorulmuş ve yan ıtlan
dırılmıştı. Kit, evin şimdi kiralık olduğunu, kap ı n ı n üzerindeki
bir ilanla Bevis Marks'da Avukat bay Sampson Brass'a baş
vurulmas ı n ı salık verildiğini ve olası ki yaşlı kişinin bay
Brass'dan daha fazla bfıgi elde edebileceğini bildirdi.
Yaş l ı kişi baş ı n ı sallayarak:
« Bilgi istemek mi? Ben orada kal ıyoru m ! » dedi.
Bay Witherden adı geçen avukatı n meslek yaşam ı n ı bildi
ği için şaşkın lı kla:
«Avukat Brass' ı n evinde mi kalıyorsunuz?» diye sordu.
« Evet, kapıda bu ilanı gördüğüm için geçen gün özellikle
onun evinde bir daire kiraladı m . Nerede kaldığımın önemi
yok. Orada kalacak olursam başka yerde elde edemeyece
ğim bir ip ucu yakalayacağ ı m ı u mdum. Evet, B rass'ı n evinde
kalıyo rum. Bana yakışmaz değil mi?»
Bay Witherdem omuzlarını silkerek:
«Bu bir kan ı sorunu ... » dedi. « Karakterinden kuşkulanı lan
bir insandı r. »
Yaşlı kişi :
« Kuşku yok . . . » dedi. .« Daha bu biçimde düşünenler oldu
ğuna kıvançlıyı m ; ben uzun zaman ö nce artık kuşkuya yer
kalmadığını sanıyordum. Sizinle özel olarak birkaç sözcük
konuşabilir miyim?»
Bay Witherden, uygun bulunca birlikte d ışarı çıkıp Noterin
özel odasında bir çeyrek saat başbaşa görüştükten sonra;
289
Antikacı Dükkan ı / F: 1 9
gene yazaneye döndüler. Yabancı kişi bay Witherden ile kısa
bir sürede dost olmuştu.
Kirac ı , Notere bakıp Kit'in avucuna iki buçuk şilinlik gümüş
bir sikke s ıkıştı rarak:
«Şimdilik seni daha çok al ıkoyacak değilim. Seni gene gö
receğim. Efendinden başkasına sakın bir sözcük söyleyeyim
deme! Olur mu?» diye öğütte de bulundu.
Kit, kekeleyerek:
«Annem bilse çok memnun olurd u ! ,, dedi.
« Neyi bilse?»
«Bayan Nell'e bir zarar gelmediğini bilse çok sevinir . . . »
«Öyle mi? İyi , giz saklaması nı bilirse, ona da söyleyebilir-
sin. Ama daha başka hiçbir kimseye bir şey açayı m deme;
unutma emi?»
«Unutmam efendim. Teşekkür ederim. Hoşçakal!»
Yabancı kişi araları nda geçeni kimseye söylememesi için
Kit'e gene sıkı öğütlerde bulunmak kaygısıyla onu kapıya
değin izlemiş ve tam bu sırada Richard Swiveller gözlerini o
yana çevirince, Kit ve giz kutusu dostunu görmüştü.
Rastgelerek ortaya çıkan bu olayın özü şuyd u : İ nce bir
zevk ve ince bir ruh sahibi olan bay Chuckster, Swiveller'in
sürekli başkanlığını ettiği 'Şanlı Gençler Kulübü'nün üyesi bu
l unuyordu. Bir iş için caddeden geçmekte olan Swiveller pek
şanlı kulüp üyesi arkadaşı n ı n dikkat ve ilgiyle bir midilliye
baktığ ı n ı görünce sürekli başkanlara özgü bir tavırla karşı
yana geçip arkadaşı n ı selamlamak ve neşelendirmek iste
m işti. Kulüp üyesine övgülerini sunup hava üzerine görüş
açıklarken başını kaldı rıp bakınca kiracının, Christophers
Nobbles ile pek ciddi bir görüşmede o lduğunu gördü.
« Kim bu?» diye sordu.
«Bu sabah patronu görmeye gelen biri. Başkaca hiçbir
şey bilmiyoru m . »
« Hiç olmazsa adı n ı da m ı bilmiyorsu n?»
Chuckster bu soruya Şanlı Gençler Kulübü üyesine yara
ş ı r, yüksek bir hitabetle karş ı l ı kta bulunarak; bu onura ermiş
olmadığını bildirdi. Sonra parmakları n ı saçları arası nda gez
direrek:
290
«Bi ldiğim bir şey varsa azizim, o da benim burada yirmi
dakikadan beri beklememe neden olmasıdır? Onun içi.1
ondan baş düşmanı m gibi nefret ediyorum. Vaktim olsa onu
sonsuzun s ı n ı rlarına değin kovalard ı m ! »
Onlar bu biçimde konuşurlarken, Swiveller'i tanı mamış
gibi görünen konumun merkezi olan kişi gene içeri girdi. Kit
de basamakları inerek onları n yanı na geldi. Swiveller ona da
sorup soruşturmalarda bulund u ; ama doyurucu bir yanıt ala
mad ı .
Kit:
«Bütün bildiğim onun pek iyi bir centilmen olduğudur!»
dedi.
Chuckster onun bu yanıtına öfkelendi ve ad vermeksizin .
evrensel bir gerçek olarak burnu büyüklerin burnunu kırmak
gerektiğini söyledi. Swiveller'se bu görüşe katı ld ığı n ı bildirm e
den; bir an zihnen uğraştıktan sonra Kit'in arabayı ne yana
götüreceğini sorup öğrendi. Kendisinin de o yana gideceğini
söyleyerek arabaya atlamak istedi. Kit bu onuru seve seve
reddedebilird i ; ama Swiveller arabaya atlayıp onun yanında
oturduğu için zorla itip çıkarmaktan başka çare kal m ıyordu.
Bu nedenle, Kit, Chuckster'le sayı n başkan arasındaki veda
laşmayı, kısa kesen ve sabırsızlanan midillinin Chuckster'in
nasırı na basmasına neden olan bir h ızla arabayı sürüp uzak
laştı.
Whisker durmaktan usandığı, bay Swiveller de keskin ıs
lıklar ve şakacı bağışlarla onu desteklediği için pek hızlı gidi
yorlar ve konuşmaya fı rsat bulamıyorlard ı . Swiveller'in uyarı
larıyla coşan Whister, sokak l ambası direkleri ve yük arabası
tekerleklerine fazla rağbet gösteriyor; yaya kaldırımına çıkıp
s ı rtını duvarlarda kaşı mak için can atıyordu. Bu nedenle Swi
veller, midilli ahıra geldiğini anlayıp arabayı , dar bir kapıdan
içeri girinceye değin konuşmak fı rsatını bulamam ıştı.
«Yorucu iş doğrusu ; haydi birer bira içelim ! »
Kit önce retdettiyse d e sonra kabul etti ve her ikisi birlikte,
yakındaki bir meyhaneye girdiler.
Dick parlak ve köpüklü kupayı kald ırarak: .
291
«Haydi. .. nedir onun adı ? .. Hani bu sabah seninle konu
şuryordu? Onun onuruna içelim; ben onu tanıyorum ; iyi bir
adam ; ama pek değişik; haydi onun onuruna!..»
Kit onun onuruna içti .
Dick:
«O, bizim evde kalıyor, daha doğrusu benim ortak oldu
ğum bir şirketin malı olan bir evde kal ıyor . . . " dedi. « Pek ka
pılı bir kutu; ama ondan haşlanıyoruz ... »
Kit ayağa kalkarak:
« Ben izninizle gideceğim . . . " dedi.
« Hiç tezlenme . . . Annenin onuruna da içeceğiz . »
«Teşekkür ederim, efendim ! »
«Annen doğrusu yetkin b i r kad ı n, Christopher! Düşünüp
.
dizimi kanattığını zaman koşup öpeyim geçsin ! diyen kimdi?
Annem. Annen pek hoş pek tatl ı bir kad ı n . Kirac ı , cömert bir
insana benziyor. Annene bir hizmette bulunabilir. Anneni tanı
yor mu?»
Kit başını sallayıp kurnazca Swiveller'e baktı ve ona te
şekkür ettikten sonra bir sözcük daha sormasına f ı rsat ver
meden uzaklaştı.
Swiveller yalnız kal ı nca 'pek tuhaf, Brass ile ilgili her
şeyde bir giz bulanıklığı var. Bununla birlikte ben de kendi gi
zimi saklayacağı m . Şimdiye değin bana karşı herkes güven
gösterdi. Ben kendi m işe başlayayı m ? Doğrusu bu pek tuhaf
bir şey' görüşünde bulundu.
Bir süre derin derin düşünen Dick, bir miktar bira daha iç
tikten sonra, kendisini seyreden küçük çocuğu çağırıp kupa
da kalan birkaç damla birayı yere döktü ve çocuğa kupayı
içeri götürmesini buyurdu. Her şeyden önce ayık ve perhizci
bir yaşam sürmesini ve alkollü içkilerden kaçınmasını salık
verdi. Çocuğun katlandığı zahmete karşılık -yarı m penilik bir
bahşişten çok daha iyi olduğunu bildirerek- bu ahlaksal salık
ta bulunan şanlı gençler kulübünün sürekli başkanı ellerini
cebine daldı rarak ve daha düşünceli bir tutumla, ağı r ve
yavaş adımlarla uzaklaştı.
292
xxxıx
293
Barbara'n ı n annesine bir kadeh, şarap verdiğini görmek pek
hoş bir şey değil miydi? Barbara'nın annesi : 'Çok iyi yürekli
bir hanımsı nız. Onurunuza! Çok iyi bir centilmensiniz bay
Garland, sağlığın ıza! Barbara, sana da sevgilim. Bay Chris
topher bu da sana!' dediği zaman çok güzel konuşmam ış
m ıydı ? Kadehini bitirmesi çok uzamam ış m ıyd ı ? Elindeki eldi
venleriyle pek kibar görünmüyor muydu ? Arabada bunları ko
nuşurken, ne değin çok gülmüşler ve tatili olmayanlara ne
değin çok acım ışlard ı .
Her kim olsa. Kit'in annesinin iyi bir ai leden geldiğini ve
bütü n yaşamı boyunca bir han ı m efendi olduğunu varsaymaz
m ıydı ? İşte bir porselen mağazası n ı n itibarın ı artı racak olan
çay takımlarıyla konukları n ı kabule hazı rlamıyor m uyudu ?
Küçük Jakop da, bebek de, kim bilir ne değin eski olan giysi
leri içinde, sanki yepyeniymiş gibi, tertemiz görü nmüyorlar
m ıy-d ı . Kit'in annesi -daha otural ı beş dakika olmadan
Barbara'nı n annesinin tam u mduğu gibi bir i nsan olduğunu
söylememiş miydi ? Barbara'n ı n annesi de Kit'i n annesi üzeri
ne ayn ı duyguları besleniyor m uydu ? Kit'in annesi Barbara'yı ;
Barbara'nı n annesi de Kit'i göklere çıkarmamış m ıydı ? Bar
barada küçük Jacop'dan ne değin hoşlanmışt ı . Jacop gibi
sevildiğini anlayıp tezcandan dost olan bir çocuk görülmüş
·
m üydü ?
Barbara'n ı n annesi :
« Her ikimiz de duluz; birbirimizi tanı mak yazg ı m ızmış . . . »
dedi.
« Hiç kuşkusuz öyle ; ne yazık
. ki daha önceden tanışama-
dık.»
«Bu görüşmemizin oğlunuz ve kızımız tarafı ndan sağlan
ması da ne büyük bir zevk, öyle değil mi?»
Kit'in annesi bu anlayışa katıld ı . Ve sözü onların oluşumu
n u sağlayan , ölen kocalarına değin uzattı lar.
Yaşamları, ölümleri ve hazineleriyle ilgili o laylar arasında
ne büyük bir benzerlik vard ı . Barbara'nı n babası , Kit'in baba
s ı ndan tam dört yıl on ay daha büyüktü. Biri bir çarşamba, di
ğeri perşembe günü ölmüştü . Her ikisi de sağl ıkl ı , yakışıklı in
sanlard ı . Daha nice benzerikleri vard ı . Bu anı lar tatilin
294
neşesine hüzün kattığı için Kit konuşmayı genel konulara
çekti ve hemen eski neşelerini kazand ılar. Kit, onlara -diğer
konular arasında- eski yerinden, Nell'in olağanüstü güzelliğin
den (Barbara'ya bunu yüzlerce kez söylemişti) bahsetti. Ama
bu son görüş dinleyenler üzeri nde umduğu ilgiyi uyand ı rmak
tan çok uzak kaldı. Hatta annesi bile (rastgele Barbara'ya ba
karak) bayan Nell'in kuşkusuz pek sevi mli bir kızcağ ız oldu
ğunu; ama ne de olsa bir çocuk olduğu nu, onun gibi güzel
daha nice genç kızlar bulunduğunu söylemiş, Barbara da
Kit'in bir yanlış değerlendirmeye düştüğü nden kuşkulandığı
n ı söylemekten kendini alamam ıştı. Bu kuşkunun nedenini
kavrayamayan Kit de, büyük bir şaşkınlığa düşmüştü. Barba
ra'nın annesi genç kızların on dört, on beşinde çok değiştik
lerini, eski güzelliklerini yitirdiklerini i leri sürmüştü. Bunun
canlı örnekleriyle açıklad ı . Ve özellikle iyi bir geleceği olan,
Barbara'ya karşı deri n bir i lgi gösteren bi r yapı haftası ndan
bahsetti. Oysa Barbara yakınlık göstermemiş, hiçbir yan ıt
vermemişti . Her şey yerinde ve en iyi bir biçimde geçmiş ol
masına karş ı n ; bu , üzülecek bir şeydi.
Kit de -içten olarak- aynı düşüncede olduğunu söyledi.
Ama Barbara'n ı n niçin birdenbire susku nlaştığını ve annesi
nin niçin kendisine, sanki bunu söylememiş olmas ı n ı isteyen
bi r bakışla baktığını bir türlü anlayamam ıştı .
Artık tiyatroyu düşü nmek zamanı gelmişti . Biri portakal, di
ğeri elma dolu olduğu ve köşelerinden yuvarlanmak eğilimi
gösterdiği için, bağlanması çok uzayan iki mendili bir yana
bı rakacak olursak, bone ve şal gibi yapı lacak hazırlıkları
vard ı . Sonunda her şey tamam olunca, hemen yola koyuldu
l ar.
Kit'in annesi fıldır fıld ı r oynayan bebeği kucağ ı nda taşı
yor; Kit bir e liyle küçük Jacop'u tutarken, diğeriyle Barba
ra'ya eşlik ediyordu. Arkadan gelerek bu durumu gören iki
anne, onlar ı n tam bir aile gibi göründüklerini söyleyince, Bar
bara kızarıp: 'Aman, anne!' demişti. Ama Kit, onun, iki anne
nin düşündüklerini akl ı ndan bile geçirmediğini söyledi ve ger
çekten Kit'in düşünceleri nin flörtten ne değin uzak olduğunu
295
bilse, Barbara'n ı n böyle bir şeyi aklı ndan geçirmemesi gere
ki rdi. Zavallı Barbara!
Sonunda Astley'deki tiyatroya vardılar. Henüz kapalı olan
kapı n ı n önüne geleli daha iki dakika olmadan, küçük Jacop
sıkışıp yamyassı kesilmiş; bebek sars ı lmalara uğraşmış; Bar
bara'nın annesinin, şemsiyesi birkaç yerde ileri sürüklenip
halkı n omuzları üzerinden kendisine geri dönmüş; Kit, anne
sini gereksiz yere sı kıştı ran bir adam ı n kafasına elma mendi
lini patlatm ış ve büyük bir gürültü kopmuştu. Ama bir kez gi
şeyi geçip biletleri elinde, canlarını ku rtarı nca ve özellikle bir
kez tiyatroya girip önceden gidip seçseler bile, daha iyisini
elde edemeyecekleri yerlerine oturunca; bütün bunlar büyük
bir şaka ve sanki eğlencenin gerekli bir kısmı sayılmıştı .
Yağlı boyasıyla, yaldızıyla, aynasıyla proğramdaki harika
ları anımsatan yeğnik at kokusuyla arkasında ki m bilir ne gör
kemli gizler saklayan perdesiyle, sirkteki temiz, beyaz, tela
şıyla, birer birer gelip yerlerini alan Tiyatro topluluğuyla,
müzik aletlerini akord ederken onlara ilgisizce bakarak, hep
sini bildikleri için, sanki oyu nun başlamasını hiç istemeyen
müzikçileriyle, bu Astley Tiyatrosu cidden görülecek bir yer
değil miydi ? S ı ra sıra, parlak, uzun lambalar yukarı kald ı rı l ı n
ca, hepsi coşmuşlar; gonk çalıp, müzik, davulu, balalaykasıy
la başlayınca ne dinmez bir heyecana kapılmışlardı. Barba
ra' n ı n annesi, Kit'ni.n annesine oyunu görmek için galeri leri n
en iyi y e r olduğunu v e localardan çok daha pahal ı olmadığına
şaştığ ı n ı söylemekte haksız mıydı? Barbara' n ı n büyük bir
zevk içinde ağlamak m ı , gülmek mi gerektiğini kestirmekte
duraksaması , yersiz miydi ?
Sonra oyunun kendisi, küçük Jacop'un önce canlı olduğu
nu sandığı atlar; bir benzerini daha görmediği için gerçek ol
duğuna inanmadığı erkekli, kadınlı aktörler; Barbara'yı yerin
den sıçratan tabanca sesi ; gözlerini yaşartan yaln ı z kad ı n ;
korkudan titreten zalim ; hizmetçi kızla dans edip şarkı söyle
yen ve Barbara'yı güldüren adam ; katili görünce arka ayakları
üzerine kalkıp katil yakalanı ncaya değin dört ayağı üzerine
basmayan midilli; çizmeli, asker giysili bir adamla her türlü
yüz göz o lmalara girişen palyaço; yirmi dokuz kurdele üzerin-
296
den atlayıp güvenle atı n sırtına düşen genç kadın, hepsi,
hepsi pek zevkli, pek görkemli pek şaş ı rtıcı şeylerdi. Küçük
Jacop elleri şişinceye değin alkışlam ış; Kit, üç perdelik oyu
nun, ama başka her şeyi n de sonunda 'onkart' diye bağ ı rmış .
Barbara'nı n annesi coşarak şemsiyesi paralanı ncaya değin
onu yere vurmuştu .
Bütün bu büyülü eğlenceler arası nda Barbara'nın zihni
Kit'in çay zamanı söylediği söze saplanmıştı . Oyu ndan çıkar
larken isterik bir tavı rla Kit'e küçük Nell'in kurdeleler üzerin
den atlayan genç kadın gibi güzel olup olmadığını sordu.
«Onun gibi mi? Hayır, iki kat güzel . . .
"
297
şıdıkları ve atı lan bakı r paraları toplamaya özgü kaba benzer
bir sürahi altlığının üstüne koymuştu. Garson çekilip gidince,
Kit'in ve Barbara'n ı n annesi onun o zamana değin gördükle
ri en ince ve en zarif genç erkek olduğunu söyledi ler.
İştahla yemeye başlamışlard ı . Barbara iki taneden fazla
yiyemeyeceğini söylemiş ve dört tane yemeye razı oluncaya
değin, hayli üstelemeyle bunalmıştı. Bununla birlikte kendi
annesi onun yerine bir hayli yiyip gülmüşler ve öyle keyiflen
mişlerdi ki Kit de onlara uyup yiyip içip neşelendi. Ama gece
nin en büyük mucizesi, sanki istiridye işinde çekirdekten yeti
şip büyü müş gibi, yaşından beklenilmeyen bir basiretle, biber
ve sirkeyi de savsamayarak, istiridye yiyen ve kabuklarıyla da
mağaralar, yapan küçük Jacop'tu. Bebek de bütün gece göz
lerini kırpmam ış, uslu uslu, oturup ağzı na koca bir portakal
sıkıştı rmaya çal ışmış; avizedeki ışıklara dikkatli dikkatli bak
m ış ; annesinin kucağ ında gözünü kırpmadan ı şığa bakar
ken bir istiridye kabuğuyla yumaşacağ ı nı yüzünü en sevimsiz
insanları n bile yüreğini yumuşatacak bir biçimde çizip dur
muştu. Sözün kısas ı , daha başarıl ı bir akşam yemeği düşü
nülemez ve Kit yemeği bitirmek üzere içecek sıcak bir şey
ısmarlayıp bay ve bayan Garland onuruna içmelerini önerdiği
zaman dünyada o nlardan mutlu altı kişi daha bulunamazd ı .
Ama her mutluluğun b i r sonu vardı r. İkinci b i r mutluluğun
zevki ve burada değil midir? Vakit geç olduğundan artık ev
lerine dönme zamanı gelmişti. Böylece Barbara ve annesini
geceyi geçirecekleri bir arkadaşı nın evine bırakmak üzere,
kendi yolların ı değiştiren Kit i le annesi, sabahleyin erkenden
Finchley'e dönmek üzere ve ertesi üç ayl ı k eğlenceleri üzeri
ne birçok planlar kurduktan sonra, onları kapıda bıraktı lar.
Kit, küçük Jacop'u arkasına aldı ve bebeği öpüp annesine ko
lunu verdikten sonra neşeyle evlerinin yorucu yolunu tuttular.
XL
298
re karşı güveni sarsılmış bir halde, Barbara ve annesiyle ka
rarlaştırı lan yerde buluşmaya gitti. Olağanüstü yorgunlukları
etkisiyle henüz uyumakta olan evin küçüklerini uyandı rma
maya dikkat eden Kit, parası n ı ocak rafının üstüne koyup, te
beşirle annesine hitaben bu parayı görevsever oğlunun bı
raktığ ı n ı bildirir bir not yazdı ktan sonra, cepleri nden daha
yeğnik bir yürekle, buna karş ı n herhangi büyük bir sıkıntıdan
uzak bulu narak; yoluna koyuldu .
Ah bu tatiller! Ne diye bizde bir üzgü duygusu bırakı r ve
ne diye onları belleğimizde ancak bir iki hafta geriye atmak
suretiyle hem durgun bir i lgisizlik, hem de zevkli bir anmayla
anı msayabileceğimiz bir uzaklığa atamayız. Bu tatil günleri
niçin bizde bir gece önce içtiğimiz şarabı ya da gelecek üzeri
ne kurduğum uz ve yemek zamanına değin süren tatlı planları
andı ran bir baş ağrısı ve yorg unluk duygusu bı rakı r?
Kim Barbara'n ı n bir baş ağrısı ndan yakı nmas ı ; annesinin
de öfkelenmeye hazır, ya da Astley Tiyatrosunu küçümseye
rek, palyaçonun gece varsayd ı kları ndan daha yaşlı olduğun
dan dem vurmakta olduğuna şaşabilir? Kit onun .b unları söy
lemesine şaşmamıştı. Zaten bir gece önce, karars ız
aktörlerin -kendisi orada olmasa bile- göz kamaştırıcı ışıklar
altında, bir gece ö nce de aynı şeyi yaptıkları n ı , o gece de, er
tesi hafta ve ertesi ay da ayn ı şeyi yapacakların ı aklından ge
çirmişti . İşte dün ile bugün arasındaki ayı rd; hepimiz ya bir
oyuna gidiyor, ya da bir oyundan çıkıyoruz.
Bununla birlikte, güneş bile doğduğu zaman zayıftır, gün
ilerledikçe yüreklenip güç toplar. Yavaş yavaş, olayları daha
bir zevkle anı msamaya başlad ı lar ve yürürken konuşup gülü
şerek, Finchley'e vard ı kları zaman, Barbara'nı n annesi daha
keyifli ve daha az yorgun bir zamanı nı anımsamadığını söyle
di. Kit'in de neşesi yerindeydi. Barbara'ysa -kendisi ' de açıkla
dığı gibi- bütün yol boyunca sessiz kaldı Zavallı Barbara;
cidden pek sessizdi .
Eve o değin iyi b i r zamanda varmı şlardı k i Kit, bay Gar
land kahvaltıya i n meden midilliyi kaşağı layıp temizlemiş ve
onu bir yarış atı gibi çeki düzenli bir hale koymuştu . Zamanın-
299
da büyük bir çalışkanlıkta görülen bu işi yaşlı bay ve bayan
ve hatta bay Abel pek takdir etmişlerdi. Bay Abel zamanı nda
iş görmekten hoşlandığı için alışılmış zamanda (daha doğru
su dakika ve saniyesinde) Londra arabasına yetişmek üzere,
evden ayrıldı . Kit de bay Garland da bahçeye çal ışmaya gitti
ler.
Bu, Kit'in en hoşlandığı işlerdendi. Çünkü, iyi h avalarda
tam aile partisi oluşturuyor; yaşlı bayan kucağına dikiş sepe
tini alıyor; yaşlı bay toprak kazıyor, dalları buduyor, ya da
büyük bir makasla ince dalları kesiyor; büyük bir istek ve a
zimle Kit'e şu ya da bu surette yardım ediyor; Whisker de ça
yırlıkta durgun bir dal ıp gitme içinde onlara bakıyordu. O gün
asmayı yerleştirip budayacaklard ı . Kit, m erdivene çıkmış,
makas ve çekiç savuruyor; ihtiyar bay da, o istedikçe, büyük
bir ilgiyle çivi ve bez parçaları veriyor; bayan Garland ile
Whisker de her zamanki gibi seyrediyorlardı.
Bay Garland :
« Demek yeni bir dost kazand ı n ; öyle mi Christopher?»
d iye sordu.
Kit, merdivenden aşağı bakarak:
« İşitmedim, efendim ! » dedi.
«Abelden öğrendiğime göre, yazıhanede bir centilmenle
tanışm ışsın?»
« Evet, efendim ; pek kibar, pek cömert bir kişi. . . »
Yaşl ı bay gülümsemeyle:
«Çok sevindim ... » dedi. «Ama daha da cömert davranmak
istiyor, Christopher!»
Kit, inatçı bir çiviyi m ı hlarken:
«Çok iyi yürekli bir insan ... » dedi. «Ama bana pek fazla
cömert davranmas ı n ı da arzu etmem.»
«Seni kendi hizmetine almak istiyor. Aman dikkat et,
düşüp incinirsin.»
İşini b ı rakıp merdiven üzerinde, beceriyle bir cambaz gibi
durarak çevresine bakan Kit:
« Beni hizmetine mi almak istiyor efendim ? Bunu ciddi ola
rak söylediğini sanmam, efendi m ! » yan ıtında bulundu.
300
« Hayı r, çok ciddi. Abel'e böyle söylemiş. "
Kit, acınacak bir halde hanım ve efendisine bakarak:
« Hiç böyle şey duymamışt ı m ; şaşıyorum ... » dedi.
«Ama Christopher, bu, senin için pek önemli bir sorun.
Bunu böyle düşünmen gerek. Bu centilmen sana, benim ver
diğimden fazlasını verecek. Daha fazla sevgi ve güven gös
termese de, aranızda daha iyi bir bağ olmasa da, her halde
sana daha fazla para verecek. . . »
« Peki ama . . . »
«Dur, dinle, hepsi bu değil. Anladığıma göre, eski efendi
ne karşı büyük bir bağlılikla hizmet etmişsi n . Eğer bu centil
men onları bulacak olursa -ki bunu bir amaç edinmiş ve
bütün gücüyle çabalıyor- sen onun hizmetinde bulunacak
olursan bunun ödülünü alırsın . . . "
İhtiyar bay kesin bir anlatımla ekledi:
« Kaldı ki, kendilerine karşı çıkarsız, büyük bir bağla bağlı
olduğun bu i nsanlara kavuşmak zevkini de duyacaksın.
Bütün bunları düşünüp kararın ı teze getirmemelisin ... »
Bu son nedeni zihninde evirip çeviren Kit, vardığı kararı n
etkisiyle bir acı -geçici bir acı- d uyumsadı ve düşünde umut
ve arzuların ı n gerçekleşmesi canlandı . Ama bir an sonra,
önce söylediği gibi, bu kişinin başka birisini bulmasını bildirdi.
Yarım d akikalı k bir çekiç sallamadan sonra, gene baş ı n ı
çevirip ekledi:
« Benim kendisine hizmet etmek zorunda olduğumu dü-
şünmeye hakkı yok. Ben budala değilim.»
Bay Garla.n d temkimli bir ciddilikle:
« Reddedecek olursan, böyle d üşünebilir... " dedi.
«Ne düşünürse düşünsün , bence önemi yok. Daha iyisi
bulunamayacak olan hanım ve efendimi bırakıp başka bir
yere gidecek; sandığımızdan çok daha yoksul ve aç bir hal
deyken beni sokaktan kurtarıp evine alanlara hizmet vermek
ten cayacak olursam ; budaladan daha kötü bir duruma düş
müş olurum . . . »
Kit, burada birdenbire han ı m ı na dönerek ekledi;
301
« Eğer bayan Neli dönüp gelecek olursa o başka sorun,
bayan! isteyecek olursa, her işini gördükten sonra, sizden
izin alıp onun hizmetini de görmek isterim. Ama dedesinin
her zaman söylediği gibi geri geli nce zengin olarak gelecek.
Zengin, genç bir han ı m ı n benden ne isteyeceği olabilir?»
Kit, burada baş ı n ı sallayarak:
« Hayır, hayır. .. » dedi. Beni artık isteyemez. Umarım iste
mez de. Bununla birlikte onu görmek isterim."
Kit, bu sözlerden sonra gereğinden fazla bir şiddetle bir çi
viyi duvara m ı hlad ı ktan sonra, gene başını çevirdi:
« Sonra Whisker (nasıl kendinden bahsettiğini anlayınca
kişnemeye başlıyor) benden başkas ı n ı n yan ı na sokulmasına
izin vermez, bayan ; sonra bahçe ve bay Abel var; bay Abel
benden ayrılmak ister mi efendim? Bahçeye benden daha
düşkün biri bulunabilir mi, bayan? Bay Abel daha geçen gün
yıllarca bi rlikte bulunabileceğimizi u mduğunu söyledi kten,
sonra; bi rdenbire onun benden bu değin tez ayrılmak istediği
ni duyacak olursa, annemin yüreği ezilir; hatta küçük Jacop
bile ağlamaktan şişecek değin anlayış gösterir, bayan!»
Koşarak gelen Barbara, Kit'in konuşmas ı na hayran bir ta
vırla, efendisinin eline yazıhaneden gelen bir habercinin getir
diği notu vermemiş olsayd ı ; onun çoğunlukla yanlış kişiye dö
. nerek ve s ırasıyla han ı m ı na ve efendisine hitabederek, daha
ne süre merdiven üstünde kalacağı n ı kestirmek zor bir iş
olurdu.
İhtiyar bay, notu okuduktan sonra:
« Haberciye söyle, buraya gelsi n ! » dedi.
Barbara aldığı buyruğu yerine getirmek için yeğnik. ve
çevik adı m larla uzaklaşı rken ihtiyar bay, Kit'e dönüp bu konu
yu şimdilik kapayacakların ı , kendileri de ondan ayrı lmak iste
mediklerini s.öyledi. Yaşlı bayan da bu duyguya katıld ı .
Bay Garland elindeki yazıya göz gezdirerek:
«Ama Christopher!» dedi. «Bu centilmen seni bir lki saat
için, hatta bir iki gün isteyecek olursa buna razı olmalısın ...
İşte genç bay burada.»
«Nasılsın ız?»
302
B u söz, şapkası bir yana çok yatmış ve saçları dışarı çık
mış bir halde, çalımlı bir yürüyüşle bahçeye gelen Chuck
ster'dendi.
« Umarım keyfiniz yerindedir, efendim? Umarım sağlığ ın ız
yerindedir, bayan? Ne güzel bir ev, ne güzel bir kasaba!»
«Anlaşı lan, Kit'i yanı n ızda alıp götürmek istiyorsunuz?,,
«Araba bekliyor, Ata merakl ıysanız pek acar kül renkli bir
at! »
B u gibi şeylere pek düşkün olmadığını, atı n güzelliğini ge
rektiği gibi değerlendirmeyeceğini bildi rerek bu öneriyi geri
çeviren bay Garland; Chuckster'i yeğnik bir şey yemeğe çağı
rıp o da kabul edi nce; soğuk et, şarap ve biradan oluşan bir
yemek çarçabuk hazırlanmıştı. ·
303
«At soluklanm ıştır; bana izin verin . . . » dedi.
Bay ve bayan Garland böyle bi r kişinin kendisine özgü
olan çevresinden alıkonmas ı doğru olmayacağ ı görüşüyle
onun ayrılmasına göz yummad ı lar. Bu nedenle kısa bir süre
sonra Kit ve Chuckster arabayla kentin yolunu tuttular. Kit,
arabacının yan ı ndaki yere oturmuş; Chuckster de tek başına
içeriye kurulup ayakların ı uzatm ışt ı .
Noterin yazı hanesine vard ıkları zaman Kit doğruca içeri
girmiş ve kendisini görmek isteyen dışarı çıkmış olduğu için
bay Abel tarafından oturup beklemesi sal ık verilmişti. Bu salı k
yerindeydi; çünkü Kit daha ö nce gördüğü adam ı n , e l i ayağı
dolaşm ış gelmesine değin Hukuk ve Telefon rehberindeki
bütün yeğnik şeyleri okumuş, öğle yemeğini yemiş, çayını
içmiş, birkaç kez de uyuklam ıştı.
Yabancı kişi bir süre bay Witherden ile başbaşa kalmış;
bay Abel'in de görüşmeye katılması istenmiş; sonunda niçin
çağ ırıldığ ı n ı merak edip duran Kit davet edilmişti.
İçeri girer girmez, yabancı kişi, ona doğru dönerek:
«Christopher, eski efendini ve genç torununu buldu m ! »
dedi.
Kit gözleri sevinçten parıldayarak:
«Gerçek mi bu, efendim? Neredeler, nas ı llar, buraya
yakı n bir yerdeler mi? .. » diye sordu.
Yabancı kişi, başını .iki yana sallayarak:
«Buraya epey uzak... » dedi. «Ama bu akşam onları alıp
getirmeye gidiyorum. Seninde benimle birlikte gelmeni iste
rim ... "
Kit, şaşkınlıkl a ve sevinçle:
«Benim de mi, efendim?» diye bağ ı rd ı .
Yabancı kişi, düşünceli b i r tavırla Notere dönerek:
«Şu köpeklerin sahibi adam ı n salı k verdiği yer buraya ne ·
değin çeker? Altmış m i l var m ı ? » diye sordu.
«Altm ış, yetmiş mil çeker ... »
« H ımm, gece postasıyla bütün gece yolculuk edecek olur
sak, yarın sabah oraya varırız. Ama beni tan ımad ı kları için;
özellikle zavallı kızcağız bir yabancının kendilerini izlediğini
anlayınca, dedesinin özgürlüğüne bir kastı olduğu sanısına
304
düşeceği için, her ikisinin de tan ıdığı bu delikanlıyı birlikte gö
türecek olursam, onu tan ıyıp güvenecekler ve benim dostça
amaçlar beslediğime inanacaklard ı r. . . »
« Elbet, elbet Christopher'ı birlikte götürün ! » dedi.
Bu konuşmayı yüzü gittikçe uzayarak dinleyen Kit:
« Bağ ışlay ı nız, efendim!..» dedi. «Ama beni m yarar yerine
zararı m doku nabilir. Bayan Neli beni tanıyacak ve bana güve
necektir. Yaln ız, eski efendim -bilmem niçin- kimse de bilmi
yor; hastalandıktan sonra, benim yüzümü bile görmek iste
medi. Bayan Neli, bunu bana kendisi söyledi. Sizinle gelecek
olursam, ne yazı k ki , yapmak istediğinizi bozmuş olurum. Hiç
kuşkusuz birlikte gelmek için dünyayı gözden çıkarı rd ı m , ama
daha iyisi siz beni götürmeyin ... »
Tezcanlı yabancı bay:
« İŞte gene zorluk ... " dedi. « Benim gibi zorluklarla karşıla
şan bir i nsan düşünelebilir mi? Onları n tanıdığı ve güvenebi
leceği başka hiçbir kimse yok mu? Pek kabuğuna çekilmiş bir
yaşam sürmelerine karş ı n ; benim amacıma hizmet edebile
cek başka tek bir i nsan yok mu? .. "
Noter sordu:
«Yok mu, Christopher? .. »
« Hayır, yok ... Haa! Evet, annem var!»
Yabancı bay:
«Anneni tanıyorlar m ı ?» diye sordu.
«Tanımak m ı , efendim? Onlara sık sık gidip geliyordu .
Bana olduğu gibi anneme de iyilik ettiler. Hatta annem onla
rı n gelip bizde kalacağı n ı umuyordu ... "
Sabrını yitiren yabancı bay, şapkasını kavrayarak:
« Nerede bu kadıncağız! Niçin burada değil? Tam gerek
tiği zaman o da ne yitiklere karıştı ?,, diye bağırdı.
Kısacası, yabancı bay, yazıhaneden fırlayıp Kit'iri annesini
yakalayarak zorla bir arabaya bindirmek üzere dışarı çıkma
tayken bay Abel ve Noterin ortak çabalarıyla bu düşüncesin
den vaz geçirilip önce Kit'ten bu değin kısa bir haberle ansı
zın bu uzun yola çıkmak isteyip istemeyeceğini sormaya razı
edi lmişti.
305
Antikacı Dükkanı I F: 20
Kit, duraksamaya düşmüş; yabancı bay, şiddetli davra
n ışlar göstermiş; bay Abel ve Noter yatıştı rıcı sözler söyle
mişlerdi. Kit soru nu zihninde tasarlayıp düşündükten son ra;
annesi adına, onun ancak iki saat içinde hazırlanabileceğini
ve onu bu yolculuk için hazırl ıklı olarak bu süre sona erme
den yazıhaneye getireceğini söyledi.
Bu yürekli ve cayma olasılığı olmayan sözde bulunan Kit,
sözünü yerine geti rmek üzere hemen f ı rlay ı p çıktı .
XLI
306
!eriyle çatışan, gamlı bir evden başka bir şey görmüyordu.
Bu nedenle, -nedenini . kendisi de bilmeden- evin önünden
geçmemiş olduğunu dileyerek yitirdiği birkaç dakikayı gider
mek üzere, adı mların ı sıklaştı rarak yoluna devam etti.
Kit, annesinin s ı radan evine yaklaşınca, kendi kendine:
' Eğer dışarı çıkmış olur da annemi bulamayacak olursam; bu
tezcanlı centilmen küplere binecektir' dedi; sonra kapıyı ça
larken: 'İşte kapı kapalı , ışık da sızm ıyor, Tanrı bağışlas ı n
ama eğer şu küçük Rothel'e gitmişse, küçük Bethel . . . ' Kit bu
rada sözlerini kollayarak: 'Keşke daha çok uzak olsayd ı ' dedi.
Kapıyı ikinci kez çalmasına karşın evden bir ses çıkma
mış; ancak yolun karşısındaki bir kad ı n başını çıkarıp bayan
Nobbles'i kimin aradığı n ı anlamak istemişti.
Kit, sapkı n ibadet yerinin adı n ı istemeyerek anarak ve
kinci bir halde sözcüklerin üstüne basarak:
« Ben arıyoru m ; her halde küçük Bethel'de olacak! » dedi.
Komşu onay için başını sallad ı :
«Tanrı aşkına bunun nerede olduğunu bana söyleyin. Pek
önemli bir iş için geldim. Değil kilise de vaaz kürsüsünde bile
olsa, gidip onu bulmam gerek! »
Komşulardan h i ç kimse b u tarikattan olmadığı ndan b u ki
lisenin ancak adı biliniyor; nerede olduğu bilinmiyordu. So
nunda, ibadete gitmeden önce dinlendirici bir çay söyleşisi sı
rasında sarfedilen bazı sözcükler gerekli bilgiyi sağlam ış; Kit
de soluk alır almaz oraya koşmuştu.
Küçük Bethel daha yakın ve daha düz bir yolda bulunabi
lirdi; ama, bu takdirde cemaatin başına geçen kutsal kişi onu
cennete giden yollara benzetmekten ve mahallenin cadde
üzerindeki kilisesiyle bir karşıtlık halinde oranlamak zevkin
den yoksun kalmış olurdu . Kit, biraz zahmetle sonunda ara
dığı yeri buldu ve içeriye yakışıkalır bir konumda girebilmek
için, kapıda durup soluklandı .
Buraya boş yere Bethel dememişlerdi; burası gerçekten
pek küçük bir Betheldi. Küçük sandalyeleri ve küçük bir vaaz
kürsüsü vard ı . Asıl işi kunduracılık olan, ufak yapılı bir din
adam ı , kürsüden yüksek sesle, çoğunluğun uyuklamakta ol-
307
duğu için sayısı daha d a azalan küçük bir cemaate, uzun bir
vaazda bulunuyord u .
Cemaat arası nda geçen gecenin yorgunlukları dolayısıyla
gözlerini açık tutmakta zorluk çeken ve papazı n söylediği
sözlerin etkisiyle üzerine çöken g afletin önüne geçemeyerek
büsbütün kapanmaya başlayan göz kapakları nı açı k tutama
yarak uyuklamaya başlayan ve pek ağı r uykuda olmadığı
için sanki vaizin söylediği ilkeleri onayl ıyormuş gibi, ara sıra
işitilir bir sesle homurdayan Kit'in annesi de bulunuyo rdu. Ku
cağ ı ndaki bebek de ayn ı derecede derin bir uykuya dalmış;
çocuk yaşına göre bu uzun ruhsal besinde istiridyelerin sağ
ladığı ilginin yarısını bile bulamayan küçük Jacop'a bu hitabe
de kişi olarak anılmaktan korktukça ya da uykusu daha ağı r
bastı rdıkça bir uyuklam ış bir uyanm ıştı .
Kit, annesinin karşısı ndaki v e geçitin öte yanındaki boş
sandalyeye doğru süzülerek yürürken kendi kendine 'işte
buldum !' dedi. 'Buld u m , ama ona nasıl yaklaşıp da d ışarı çık
maya razı edeceğim? Sanki yirm i mil uzaktayım. Vaaz bitin
ceye değin uyanacağa benzemiyor. Bir yandan da dakikalar
geçip duruyor. Şu papaz bir ara verse ya da hepsi bir ağız
dan ilahi söylemeye başlasalar!'
Ama daha iki saat değin bu iki temenniden hiçbirinin ger
çekleşeceğine ilişkin bir belirti gözükmüyord u . Papaz vaazı
bitirmeden cemaati inandı rmak niyetinde olduğunu söylemişti
ve eğer vaadinin yarı s ı n ı yerine geti recek olsa, en azı , daha
iki saat konuşacağa benziyordu.
Kit, üzgü ve huzursuzluk içinde gözlerini kilisenin içinde
gezdirirken kilise katibinin önündeki küçük sandalyede Quilp'i
görünce gözlerine inanamayacak oldu.
Gözlerini iki üç kez oğuşturd u ; ama gözleri daha gördüğü
nün Quilp olduğunda üsteliyordu. Quilp gerçekten oradaydı .
Ellerini dizinin üstüne koymuş, Şapkası d izleri arası nda kirli
yüzünde o alışılmış s ı rıtkanlıkla gözlerini tavana dikmiş oturu
yord u . Ne Kit'e, ne de annesine bakıyordu. Onların varlığın
dan habersiz görünüyordu. Kit buna karşı n kurnaz şeytan ın
bütün dikkatini kendilerine vermiş olduğuna i nanmaktan ken
dini alamad ı .
308
Bu küçük cemaat arası nda cücenin de bulunmas ı na şaş
makla ve bunun bir üzüntü ve sıkıntıya bir başlangıç oluştur
mas ından korkmakla birlikte ; akşam olmakta ve sorun ciddi
leşmekte olduğundan, şaşkınlığını yenip annesini alıp
götürmek hususunda önlemler almak gerektiğini düşündü. Bu
nedenle küçük Jakop uyanı nca, aksırmak suretiyle, dağı lan
dikkati çekerek ona annesini uyandı rmas ı n ı işaret etti.
Tam bu sırada, kötü bir talih eseri , vaiz hitabesinin bir ya
n ı n ı etkili bir biçimde açı klamak için kürsünün üzerine eğilip
sağ eliyle abartmalı jestler yaparken sol elini kürsünün üstü
ne koyup doğrudan doğruya küçük Jacop'un gözlerinin içine
bakıyor gibi göründü. Küçük Jacop'a öyle geldi ki , vaiz, ger
gin bakış ve tavrıyla onu tehdit ediyor ve sanki kı l ı n ı kıpırda
tacak olsa, sözcüğün tam anlam ıyla hemen üzerine çöke
cek görünüyordu. Bu korkunç koşullar altında Kit'in birdenbire
ortaya çıkmasıyla şaşıran ve papazı n bakışlarıyla büyülenen
zavallı Jacop dimdik oturarak kı m ı ltısız kald ı . Ağlamaktan
korkarak papazın gözlerinin içine, gözleri yuvaları ndan uğra
yacak hale gelinceye değin, dimdik bakt ı .
Kit, açıkça davranmaktan başka çıkar kalmadığını düşü
nerek yavaşça oturduğu yerden kalkıp annesinin bulunduğu
yana doğru yü rüdü ve eğer Swiveller orada olmuş olsaydı
onun anlatacağı biçimde tek bir sözcük bile söylemeden be
beğin yakası ndan yakaladı ve fısı ltıyla:
«Sus, anne! » dedi. « Benimle gel . Sana söyleyeceğim
var.»
Bayan Nubbles:
« Neredeyim?» diye sordu.
Kit, terslenerek:
«Şu kutsal küçük Bethel'de!..» dedi.
Annesi sözün, ucuna yakalamaya çal ışarak:
«Cidden kutsal ! . . » dedi. «Oh, Christopher, bu akşam
ruhca ne denli yükseldi m . . . »
Kit, tez topar:
« Evet, evet biliyoru m . . . » dedi. «Ama şimdi benimle gel,
anne! Herkes bize bakıyor. Gürü ltü etmeden Jacop'u da al ! »
309
Kit, çekilirken ; vaiz:
«Dur, şeytan, dur! . . » diye bağ ı rd ı .
Bayan Nubbles fısıltıyla:
« Kit, centi lmen kalmanı istiyor. . . » dedi .
Vaiz gürüldüyordu:
« Dur, şeytan, dur! Sana kulak veren kad ı n ı ayartacağ ı n
yerde, seni limana çağı ran sese kulak ver!»
Papaz, sesini daha da yükselterek ve bebeği de işaret
ederek:
«Ağ ı ldan bir kuzu kapmaya çal ı ş ıyor! Bir kuzu; masum bir
kuzuyu alıp götürmek istiyor. Akşam karan ı lğ ı nda bir kurt gibi
· davranarak körpe kuzuları ayartıyor ... " diye bağ ı rd ı .
Kit, çok i y i huylu b i r insand ı ; a m a b u ağı r sözler karşısında
ve içinde bulunduğu durum gereği, heyecana kapı larak, ku
. cağ ı nda bebek olduğu halde, kürsüye dönerek yüksek sesle
yan ıt verdi :
« Hayı r, ben kurt değilim, o benim kardeşim.»
Vaiz, karşılık verdi:
«Benim de din kardeşi m ! »
Kit, öfkeyle:
«Hayı r ... » dedi . «Hem beni böyle suçlamayın. Benim ne
suçum var? İ nanı n ki, zorunlu olmasayd ı m , gelip onları al
mazd ı m . Ben sessizce davranmak istedim; ama siz buna izi n
vermediniz. Şimdi istediğiniz değin şeytana lanetler savurun !
Bana da lütfen izin verin . . . "
Bu sözleri söyleyen Kit, arkas ı nda annesi ve kardeşleri ol
duğu halde, kiliseden çıkıp kendini açık havada buldu . Anı.
sı nda belirsiz bir biçimde, uyanıp şaşkınlıklara düşen halk ve
bütün bu ara verme s ı rası nda eski tavrını hiç bozmadan,
gözlerini tavandan ayırmadan ve hatta olup bitenlere hiç
önem vermeden oturan Quilp vard ı .
Annesi mendilini gözlerine götürerek:
«Ooo, Kit, ne yaptın ! . . " dedi. « Ben artık bir daha oraya gi
demem . . . "
«Buna sevinirim, anne! Dün gece duyduğum küçük zevk
te, seni burada bu gece kedere düşürecek ne vardı? Kırk
310
yılda bir biraz eğlenecek olsam , bu raya gelip pişman olduğu
mu söylemek istiyorsun ! Hiç doğru değil , anne! . . "
«Aman sus, oğlum! Sözlerin biliyorum yüreğinden gelmi
yor. Günaha girecek sözler etme, oğlum! .. »
«Yüreğimden gelmiyor mu? Elbette yüreğimden ve aklı m
dan geliyor. Zararsız bir neşe ve iyi huyun cennette gömlek
yakası ndan daha büyük bir günah olduğuna inanmıyorum.
Takan da bi r, takmayan da ... Ağlamayacağı na söz verirsen
daha fazla konuşmam. Sen bebeği al; o , daha yeğniktir.
Bana da Jacop'u ver. Hem yürür, hem de konuşuruz. Biraz
da çabuk yürümemiz gerek, sana getirdiğim habere şaşacak
sın. Ha şöyle ! Şimdi küçük Bethel'i hiç görmemiş gibi duru
yorsun ve umarım bi r daha görmezsin! İ şte bebek Jacop; sen
de sı rıtma bin! Kolları nı da boynuma dola! Bir daha küçük
Bethel'in papazı sana ya da kardeşine 'kuzu !' diyecek olur
sa, ona bir yıl içinde bundan daha doğru bir söz etmediğini
söyle ! Bir daha kuzu yerken daha çok kuzu, daha az nane
sosu yiyecek olursa daha fazla hoşuma gider. İşte ona verile
cek yanıt Jacop! .. »
Kit, böyle yarı şaka yarı ciddi konuşarak annesini
de,kardeşlerini de, kendisini de iyi huyu sayesinde neşelen
dirmek suretiyle onları eve doğru yöneltti ve yolda Noterin ya
zıhanesinde geçen olayı ve küçük kilisenin ciddi ve donuk ha
vasını bozmaya neden olan isteğini anlattı.
Annesi, kendisinden beklenilen hizmeti işitince hayli sarsı
lıp şaş ı rm ıştı. Zihninde toplanan karışık düşünceler arasında
büyük bir arabada yolculuk etmenin bir onur olduğunu ama
çocukları arkada bırakıp gitmenin doğru ve yerinde bir tutum
olmad ığı düşüncesi vardı. Kit, bazı eşya ve çamaşı rların yı
kanmada olduğu ve bazılarının da hiç olmadığı gerekçelerine
dayanan yan çizmeye karşı koyarak Nell'in ele geçirilmesin
den doğacak zevki ve onu geri getirmekten duyacakları mut
luluğu ileri sürdü.
Eve vardıkları zaman :
«On dakikanız kaldı , anne! » dedi. «Şurada bir mukavva
kutu var. İstediklerini al. Hemen yola çıkalım ... »
31 1
Kit'in en uzak bir ilişiği bile olmayan şeyleri kutuya nas ı l tı
kıştırd ı ğ ı n ı , gerekli olan, şeyleri bı raktığı n ı , komşulardan biri
nin gelip çocuklarla birlikte kalmaya razı edildiğini , çocukları n
ö nce nasıl ağlayıp sonradan türlü işitilmedik oyuncaklar vaa
diyle nasıl coşkuyla güldüklerini, Kit'in annesinin çocukları
öpmeden ayrılmak istemediğini, Kit'in buna kızıp kızmamak
ta duraksad ığını anlatmak epey uzun sürerdi. Bunları n ayrın
tıları n ı bir yana bı rakarak şu değinimi işaret edelim ki, iki saa
tin bitmesine daha birkaç dakika varken, Kit ve annesi
Noterin kapısına vard ılar. Araba da kapıda bekliyordu.
Yapılan hazırlı klara ağzı açık kalan Kit:
« Hem de dört atl ı bi r araba!,, dedi . «Tam düzenli bir yolcu
luk, anne! İşte annem geldi, efendim. Yola çıkmaya hazır.»
Yabancı bay:
« İyi . . . » dedi. « Hiç heyecana kapılmayı n , bayan ! Size karşı
büyük bir özen göstereceklerdir. Bayan için yeni giysi ve ge
rekli eşyayı koyduğunuz bavul nerede?»
Noter:
«Burada . . . » dedi. «Şunları içeri koy, Christopher! »
« Başüstüne, efendim! Her şey tamam, efendim!»
Yabancı bay: 'Haydi öyleyse!' diyerek kolunu Kit'in annesi
ne uzattı. Onu nazikçe arabaya yerleştirdikten sonra, kendis.i
de yan ı na oturdu.
Arabanın basamakları kaldırıldı, kapı kapatıldı tekerlekler
döndü, ve tıkır tıkır yola koyuldular. Bayan Nubbles pencere
den nemli bir mendil sallayarak bebek ve Jacop'a hiç kimse
nin işitmediği bir şeyler seslendi.
Kit, yolun ortası nda durara� onları n ayrı lışı ndan çok dö
nüşlerini d üşünerek gözleri yaşlı olduğu halde, onlara bakı
yordu. 'Giderken yü rüyerek ve hiç ki mseye görünmeden, tek
bir içten sözcük işitmeden ayrılmışlardı. Dönerken dört atl ı
arabayla, zengin bir adam ın dostu ve bütün kederlerini geride
bırakarak dönecekler. Neli bana yazı yazmasını öğrettiğini
unutmuş olacaktır' dedi.
Kit'i n bundan sonraki düşüncelerinin seyrini kestirmek
hayli zordu; çünkü araba gözden yittikten uzun zaman sonra-
312
ya değin, durup s ı ra sıra, parı ldayan sokak lambalarına bak
m ış ve araba tekerleklerinin sesi artık işitilmez bir hale gelin
ceye değin kapı önünde kaldı ktan sonra, içeri giren Noterle;
bay Abel'in onun bu değin gecikmesi ne merak ettikleri bir za
mana değin içeri girmemişti.
XLll
31 3
ezeli sayıları nı gizleyen sayısız parlak küreciklerle ışıldad ığı
nı gördü. Eğilip durgun nehre bakınca yı ldızların -tıpkı bir
kumrunun gördüğü gibi- kabaran sular üzerinde, doğdukların
da ve toprağ ın derinliklerindeki ölülerin üzerinde görkemle
parı ldadığını gördü.
Gecenin sessizliği ve birlikte getirdiği hayranl ı klar için de,
soluğunu tutarak, sessiz suskun bir ağacın altı na otu rd u .
Zaman v e uzam onu denetime yöneltmişti . Durgun b i r umutla
-olası ki u muttan çok boyun eğmekle- geçmiş zaman, hal ve
gelecek üzerine düşünceye dald ı . Dedesi ile kendisi arasında
-dayanmas ı önceden uğradığı kederlerden çok daha zor- gi
derek bir uzaklaşma ortaya çıkm ıştı. İhtiyar, her akşam , hatta
çoğ unlukla gündüzün bile, ortadan kayboluyordu. Zayıf ke
sesindeki sürekli sızıntıdan ve ihtiyarın solgun benzinden
niçin ve nereye gittiğini pek iyi bilmesine karş ı n ; dedesi her
türlü soruşturmadan kaçınıp tam bir suskunluk gösteriyor;
hatta genç kızın huzu rundan bile kaçıyord u .
Oturup üzüntü içinde bu değişikliği aklı ndan geçirirken ve
onu etrafı ndaki her şeyle birleştirirken uzaktaki kilise çanı do
kuzu çaldı . Saat sesiyle ayağa kalkarak düşüncelf düşünceli
geriye dönüp kasabanı n yolunu tuttu.
Nehrin üzerinden geçen ve yolunun üstündeki bir çayırlığa
çıkan küçük tahta köprüye varı nca gözüne kızıl bir ışık ilişti.
Daha dikkalice bakı nca bu ışığın -görünüşe göre- yolu n yakı
n ı ndaki bir köşede ateş yakıp çevresine dizilen Çingenelerin
çergisinden çıktığ ı n ı ayı rtetti . Onlardan korkusu olmayacak
denli yoksul olduğundan yolunu değiştirmeye gerek görmedi;
(Bunun içi n pek sapa bir yoldan g itmek gerekiyordu) adı mları
nı sıklaştırarak dosdoğru yürüdü.
Çerğiye yaklaşı nca, ürkek bir m erak onu ateşe doğru yö
neltti. Ateşle yol aras ında, gölgesi ışığa vuran bir karaltı onu
birdenbire durdurdu; sonra - sanki kendi kendine akı l yürütüp
bunun olanaksızlığını kestirmiş ya da varsaydığı kişinin göl
gesi olmadığına inanm ış gibi- gene yoluna koyuldu.
Tam bu sırada, neye ilişkin olduğunu anlayamad ığı konuş
ma gene başlamıştı. Sözcükleri kavrayam am asına karşın,
kon uşan adam ı n sesinin ona kendi sesi gibi bildik geldi.
314
Dönüp arkasına baktı. Bu kişi önceden otururken şimdi
ayağa kalkm ış ve öne doğru eğilerek iki elini bastonuna yas
lam ıştı . Bu jest genç kıza sesin tonu gibi bildik geldi. Bu kişi
dedesiydi.
İ l k tepkisi dedesine seslenmek, i ki nci tepkisi ordaki arka
daşları n ı n kimler olduğunu ve ne nedenle birlikte bulundukla
rı n ı merak etmek oldu. Belirsiz bir ko.-kuya kapı l m ı ştı. Bu kor
kunun uyandırdığı güçlü eğilime dayanamayarak düz yoldan
değil, çitin yan ı ndan yürüyerek çergiye daha çok yaklaştı.
Çerginin yak ı n ı na sokularak birkaç genç ağacın altı nda
durdu. Şimdi pek fazla tehlikeye uğramadan, hem görebi liyor,
hem de işitiyordu.
Yaya yolculukları nda rastladıkları Çingene komşuları nda
olduğu gibi bunların arasında da kad ı n ve çocuk yoktu. Uzun
boylu, atlet yapıl ı , kollarını kavuşturup ayakta duran bir çin
gene bir ağaca yaslanmış; bir ateşe, bir siyah kirpikleri altın
dan dikkatli ve yarı kaçamak bir ilgiyle, konuşulan sözlere
kulak kabartarak, orada toplanmış olan diğer üç kişiye ba
kıyordu. Bu üç kişiden birisi dedesiydi. Diğerlerin i n olaylarla
dolu olan o fırtına gecesinde meyhanede kart oynayan iki
kişi -İsaac List ile huysuz arkadaşı- olduğunu anlad ı . Biraz
i leride alçak kemerli bir çingene çad ı rı bulunuyordu; ama
çad ı r ya boştu, ya da boş görünüyordu.
Şişman adam, rahatça, uyandığı yerden ihtiyar dedenin
yüzüne bakarak:
« Gidiyor musun?» diye sordu. «Bi raz önce acele ediyor
dun. İstersen git. Sen ne istediğini bildiğin gibi i radenede sa
hipsin ! »
Ateşin öte yanında bir kurbağa gibi kıvrı lıp büzülüp oturan
ve her yandan şaşı bakan İsaac List:
«Adamcağ ızın canını sıkma! » dedi. « Kötü bir şey söyle
medi ki ! . . »
İhtiyar, birden, diğerine dönerek:
« Beni parasız bı rakıyor, beni soyuyor. . . sonra da alay edi
yorsunuz. Beni deli edeceksiniz!,, dedi.
315
G ri saçl ı çocuğun halindeki kesin kararsızlık ve güçsüzlük,
eline düştüğü insanların kurnaz ve hileci bakışlarıyla bir kar
ş ıtlık oluşturarak küçük dinleyici nin yüreğine dokundu. Bu
nunla birlikte, bütün olup bitenlere, her sarfedilen söz ve yapı
l a n davranışa dikkat etmeye çalıştı.
Tı knaz adam, olduğu yerde dirseği nin üstüne doğrularak:
« Hay Tanrıdan bulas ı n ! Ne demek istiyorsun? Seni para
sız bı rakıyoruz, ha! Elinde olsa sen bizi parasız bırakı rsın ya!
M ızmız, pinti, acı nacak oyuncuların hali budur. Üzülünce
mazlum durumuna geçerler; ama kazan ı nca yitirenlere ayn ı
bakışla bakmazlar. .. " dedi.
Sonra sesini yükselterek devam etti :
« Soygunculuğa gelince; bir centilmene yakışmayacak bu
sözcükle ne kastediyorsun ?»
Bu sözleri söyleyen tı knaz adam gene boylu boyuna uza
narak -sonsuz öfkesine daha,kesin bir anlatım vermek istiyor
muş gibi- bir iki kısa tekme savurdu. Apaçık bir biçimde kaba
dayı lık ediyordu. Yatıştırıcı bir rol oynamaya çal ışan
arkadaşı n ı n da belli bir amaca hizmet ettiği, çaresiz ihtiyar
dan başkası için gün gibi apaçıktı; çünkü birbirleriyle ve Çin
gene ile açıkça işaretleştiler, o da beyaz dişleri parılday ınca
ya değin ağzı n ı açıp sırıtarak onayını anıştırd ı .
İ htiyar, onların arası nda zavallı v e acı nacak bir halde dur
duktan sonra, kendisine sataşan adama dönerek:
«Sen kendin biraz önce soygundan bahsetmiyor muydun ?
Bana böyle sert davranma!» dedi.
Karşısındaki :
«Aranızda bir soygunculuk olduğundan bahsetmedin ... "
dedi. Sonra tümcesini hemen hemen uygunsuz bir biçimde
bitirmek üzereyken, sözcüğü deşitiririp 'Centilmenler arasın
da onur duygusu vard ı r' biçiminde bağladı .
isaac List:
«Onunla sert konuşma, Jowl ! . . » dedi. « Gücendirecek söz
sarfettiğine kendisi de üzgün. Sen söyleyeceğini söylemene
bak. . . "
Jowl :
316
« Ben yumuşak yürekli budalanı n biriyim ! . . » dedi. «Bu
yaşta -yerine getirilmeyeceğini ve zahmetine karşılık ters
davranışla karşılaşacağ ı n ı bildiğim halde- gene oturup öğüt
veriyoru m . Benim de yaşamda payıma düşen buymuş! Dene
yim benim s ıcak yüreğimi soğutmadı . . . "
İsaac List protesto yollu:
« Üzgün olduğunu söyledim ya! » dedi. « Her halde devam
etmemi istiyor. »
« Devam etmeni istiyor; öyle mi?»
İhtiyar, oturduğu yerde sağa sola sallanarak:
« Evet öyle!» dedi. « Devam et! Yok yere dolaşmaya gerek
yok. Elimde değil, ne yapayı m , devam et. .. »
Jowl:
«O halde birdenbire ayağa kalktığ ı n zaman bı raktığ ı m yer
den devam edeyim . . . » dedi. « Eğer şansın dönme zaman ı
geldiğine i nan ıyorsan -ki kuşkusuz gelmiştir- ve eğer şans ı n ı
deneyecek araca sahip değilsen (as ı l sorun da burada;
çünkü sen de iyi biliyorsun ki bir seansa yetişecek paran yok)
önüne konan paradan yararlan ! Ödünç demek istiyorum .
. olanak ve fırsat bulursan geri ödersin ... "
Burada İsaac söze karıştı :
« Eğer şu mumya müzesi sahibi bayanın parası varsa ve
uyuduğu zaman parasını teneke bir kutu içinde saklıyor ve
yangı ndan korktuğu için kapısını da kapamıyorsa sorun pek
kolay! Daha doğrusu, bir nimet.»
Arkadaşı artan bir coşku ve kızışganlıkla ihtiyara yaklaşı p
Çingeneye aralarına girmemesini işaret ettikten sonra:
« İsaac, biliyorsun ki, günün her saatinde içeriye yabancı
lar girip çıkıyor ... » dedi. «Bunlardan birinin şu iyi yürekli ka
dı ncağızın karyolası n ı n altı na girmesi ya da dolaba. saklan
ması gibi akla yakın bir şey olamaz. Kuşkusuz uzaklara
gidecek ve ası l hedefinden uzaklaşacaktır. O zaman ben de
onunla bir revanş maçı yaparım.»
İsaac List arkadaşını kışkırttı :
«Ama bunu yapabilir misin? Bankan sağlam mı ?,,
Beriki sahte bir küçümsemeyle yan ıt verdi :
31 7
«Sağlam ne demek, azizim? Bana şu samanların içindeki
kutuyu verir misin?»
Bu son tümce elleri ve ayakları üzerinde sürünerek uzun
bir arama ve hışırtıdan sonra para çekmecesiyle, dönen çin
geneye hitabedilmiş, bu sözleri söyleyen adam da üzerinde
taşıdığı bir anahtarla kutuyu açmışt ı . Paraları eline alıp par
makları arası ndan su gibi çekmeye boşaltarak:
« Bunları görüyor musun?» dedi. « İşitiyor musun? bunları !
Sen altın sesinden anlar m ı s ı n ? Haydi şimdi al bunları yerine
koy! İsaac, sen de kendin bir çekmeceye sahip oluncaya
değin kasadan, bankadan bahsetme! .. "
İsaac List, sahte bir utangaçlıkla Jowl gibi onurlu davra
n ışlarıyla tanınm ış bir centilmenin itibarından hiç kuşkulan
m adığı n ı ; bunu da kuşkusunu gidermek için değil, ama bazı
ları tarafından ancak bir göz ziyafeti sayılsa bile; kendi
durumunda olanlar için böyle servetin seyrinde -onun ancak
kendi cebine güvenilmesiyle karşı laştırı labilecek- büyük bir
zevk bulunduğunu söyledi. Her ne değin İsaac ve arkadaşı
birbirlerine hitabediyorlarsa da, her ikisi de yan yan ihtiyara
bakıyor; o da gözlerini ateşe dikmiş, baş ı n ı n bilinçsiz bir ha
reketi ve yüzünün ara sıra oynamas ı na bakı lacak olursa;
bütün söylenenleri can kulağıyla dinleyip derin derin düşünü
yordu.
Jowl, kayıtsız bir tutumla yan gelerek:
«Benim sözlerim pek açık, ben söyleyeceğimi söyledim . . . "
dedi. « Ben dostça davran ıyorum. Yoksa ne diye bir adam ı n
belki d e bütün servetimi kazanması na yard ı m edeyim ? Olası
ya diğerlerinin iyiliğini bu derece düşünmek budalaca bir şey
dir. Ama bu benim huyum, elimde değil. Beni ayıplama,
List! .. "
«Ayıplamak m ı ? Aklı mdan bile geçmez. Keşke bende
senin gibi eli açı k olsaydı m . Dediğin gibi kazanacak olursa
parayı yerine koyar; ama yitirirse ... »
«Bunu hiç hesaba katma! Yitirdiğini saysan -benim şans
tan anladığıma göre yitirmesi çok uzak bir olasılıktır- her
halde bir insanın başka birinin parasını yitirmesi kendi para
sını yitirmesinden iyidir."
318
İsaac List, kendinden geçer gibiydi.
«Kazanma zevki !..» diye bağırd ı . « Parayı , pırı l pırıl sarı
cıkları eline alıp cebe indirmenin verdiği haz ! Sonunda bir
utku elde etmenin yarattığı neşe ve geri dönmeyip karşı
koyma düşüncesi ! Nee, gidiyor musun, sayın bay? .. »
Ayağa kalkıp ileriye doğru tozdolambaç birkaç adı m atan
ihtiyar, aynı tezlikle geriye dönüp:
«Yapacağ ı m ! . . » dedi. «Son meteliği bile bırakmayaca
ğım!»
İsaac, ayağa kalkıp ihtiyarı n omuzuna vurdu.
« Buna yiğit denir! . . » dedi. «Sen de böyle genç kanı bulun
mas ı n ı takdir ediyorum. Ha ha ha! Jowl ! Sana bir salık verdi
ğine şimdi yarı pişman olmalı . Şimdi biz ona gülelim. Ha ha
ha!..»
İ htiyar, buruşuk elleriyle Jowl'a işaret ederek:
«Ama revanş isterim... dedi. «Çekmecedeki son sikkeye
değin oynamalı. Bu aklında olsun.»
İsaac:
« Ben tanığım; hakkın yerine getirildiği � i göreceğim!»
dedi.
Jowl, sahte bir isteksizlikle:
« Ben sözümü söyledim ve sözü mü tutacağı m , » dedi. «Bu
maç ne zaman yapı lacak; bu akşam m ı ?»
İ htiyar yan ıt verd i :
« Önce parayı almal ıyım. Yarı n param olacak!»
« N e diye bu gece olması n?»
« Şi mdi geç oldu. Dar zamanda heyecana kapılırım. Bu iş
suskunlukla yapılmalı. Hayır, bu gece değil, yarı n.»
« İyi , yarın olsun. Şimdi bir damla rahatlı k, bol şans! Dol
dur!»
Çingene üç teneke kupa çıkararak silme konyak doldurdu.
İhtiyar içmeden önce başını çevirip kendi kendine bir şeyler
m ı rı ldand ı . Küçük dinleyicinin kulağına bir yalvarış ezinç için
de, soluk alır gibi yükselen büyük bir arzuyla birlikte kendi
ad ı çal ındı.
319
Genç kız, içi nden, 'Tanrı bize acısı n . Şu zor zamanım ız
da bize yard ı mcı olsun. Onu nas ı l kurtarabilirsin?' diye m ırıl
dand ı .
Daha alçak bir sesle süren konuşmaların sonraki kısmı ol
dukça kısayd ı ve planı n uygu lanmasıyla kuşkuyu dağıtmak
h ususunda sarfedilecek en iyi önelemlerle ilgili bulunuyordu.
Bundan sonra ihtiyar, kendisini baştan, çıkaran ları n elini sıkıp
ayrıld ı .
Çingene v e arkadaşları o n u n yavaş yavaş uzaklaşan eğil
miş bükülmüş bedenini seyrederken, sık sık baş ı n ı çevirip ar
kasına baktıkça, ellerini sallayıp kısa kışkırtıcı sözler attı lar
ve yavaş yavaş uzakta bir nokta haline gelince, birbirine
dönüp kahkayı bastılar.
Jowl, ellerini ateşe tutup ısıtarak:
«Sonunda oldu ! » dedi. «Ama sand ığı mdan fazla uğraş
mak gerekti. Bunu aklına sakalı üç hafta oldu. Bakal ı m ne
getirecek? .. »
İsaac atı ldı :
« Ne getirirse aram ızda bölüşeceğiz!»
Arkadaşı başını sallad ı :
« İşi uzatmaya gelmez. Hemen onunla dostluğu kesmeli
yiz. Yoksa kuşku altında kalarız. İşi uzatmamal ı .
List ve Çingene onayladı lar. Kurbanları n ı n aşı rı heves ve
tutkusuyla üçü birden alay edip eğlendikten sonra, bu konu
üzerindeki görüşmeyi yeter bularak genç kızı n anlayamadığı
karışık bir, diyalekle konuşmaya başlad ı lar. Pek ilgilendikleri
bir sorun üzerinde konuştukları anlaşıldığından, Neli, bunu,
görünmeden ayrı lmak için en iyi zaman bilerek yavaş ve dik
katli adı m larla çitlerin gölgesine sinerek, kuru hendeklerin
içinden geçerek, onları n göremeyeceği bir noktada düz yola
çıktı . Sonra olabilen h ızla, dikenlerin ve fundaların arası ndan
kan içinde, hem zihnen daha perişan bir halde, eve koşup
şaşkın ve güçsüz kendini yatağı n ı n üstüne attı.
Akl ı na şimşek gibi ilk çakan düşünce, dedesini buradan
çekip çı karmak; onu yeniden böyle m üthiş bir sınavla karşı
karşıya bırakmaktansa, yol üzerinde açl ı ktan ölmeyi yeğleye-
320
rek, hemen kaçmaktı. Oysa, suçun ertesi geceye bırakı ldığı
n ı , orada düşünüp karar verecek zaman kaldığını an ımsad ı .
A m a dedesinin suçu hemen o dakikada işleyebileceği korku
suyla kayg ıya kapıldı. Gecenin suskunluğunu delen çığlık ve
bağırışmalar, suçüstü yakalanacak ve yalnız bir kadınla
başa çıkmak zorunda kalacak olursa ne yapmaya yönelece
ğini düşünerek, korkular geçirdi. Bu işkenceye dayanmanın
olanağı yoktu . Yavaşça paranı n bulunduğu odaya doğru yü
rüyerek kapıyı açtı ve içeriye bakt ı . Ne iyi, dedesi orada değil
di ve kad ı ncağız derin bir uykudaydı .
Kendi odas ı na çekilip yatağı na girmeye çalıştı . Ama uyu
mak olanaksızdı . Bu gibi dehşetlerle şaşkın bir halde bulunan
bir insanın edilgin bir konumda yatmasına olanak var mıydı?
Korkular daha güçlü birbiçimde üstüne çöktü. Yarı giyinik,
saçları dağı nık bir halde, dedesinin yatağ ı n ı n kenarına koştu
ve onu bileğinden kavrayarak uykusunda sarstı .
İ htiyar, yatağ ı nda doğrulup gözlerini toru nunun b i r hayalet
gibi görünen yüzüne saplayarak:
«Ne oluyor?» diye bağ ı rd ı .
Genç kız, bu gibi dehşetlerin verdiği bir enerjiyle:
«Korkunç bir düş gördüm . . » dedi. «Önce bir kez daha
.
böyle bir düş görmüştüm. Senin gibi gri saçlı , geceleyin, uyu
yanların parası n ı çalan bir adam ! . . Kalk dede . . . Hemen
kalk! .. »
İ htiyar zangı r zangı r titriyordu. Dua eden bir i nsan gibi el
lerini kavuşturdu.
« Bana değil, bu gibi işlerden koruması için Tanrıya dua
et! .. Bu düş öyle gerçek, öyle ciddi ki gözüm e uyku girmiyor.
Ben artık burada duramam. Seni de böyle düşler gördüğüm
bir yerde bırakamam. Haydi kalk, kaçıp gidelim ! .. »
İhtiyar, genç kıza -bütün gerçeğe karş ı n- bir ru ha bakıyor
muş gibi baktı ve üzerine bir ürperme geldi .
«Yitirecek vaktimiz yok! Bir dakika bile yitirmeyelim. Kalk!
Benimle gel ! . . »
İ htiyar m ır ı ldand ı :
« Bu gece mi?»
321
Antikacı Dükkanı / F: 2 1
« Evet, bu gece ! Yarın çok geç kalmış olabiliriz. Bu düşü
gene görebiliri m . Bizi kaçmaktan başka bir şey kurtaramaz,
kalk!..»
İ htiyar, alnı soğuk korku terleriyle kaplı old uğu halde, ya
tağı ndan kalktı ve genç kızın önünde, sanki i_stediği yere yö
neltmek için onu izlemeye hazırlandı . Genç kız, dedesini elin
den tutarak çekti . Dedesi nin soymayı tasarlad ığı odanı n
önünden geçerken titreyerek dedesinin yüzüne baktı. Dede
sinin yüzü kül gibi beyaz kesilmişti.
Dedesini kendi odasına götürdü. Onu bir an için olsun gö
zünün önünden ayı rm aktan korkuyormuş gibi, elini bırakma
yarak yeğnik eşyas ı n ı topladı ve sepetini koluna aldı . Dedesi
nin çantasını verdi. İ htiyar, çantasını alıp omuzuna bağlad ı ,
bastonunu d a eline alı nca yola koyuldular.
Titrek ad ı mlarla dar yollardan ve dolambaçlı yerlerden
tez topar geçip gittiler. Doruğunda eski bir şato bulunan te
peye t ı rmandı lar ve bir kez olsun geriye bakmadan, hızla, çi
leli yolları na devam ettiler.
Harap duvarlara yaklaşı nca, ay bütün görkemiyle sarma
şık, yosun ve dalgalanan çayı rların üzerinde yükselmeye
başlad ı . Genç kız, vadinin gölgesinde uyuyan kasabaya,
uzak tepelere baktı ve dedesinin elini daha yeğnik tutarak
göz yaşları na özgürlük tanıdı ve dedesinin boynuna sarı ldı .
XLlll
323
yakışıksız bir adam tepelerinde duruyor; iki arkadaşı da
onlar uyurken nehrin kıyısına yanaşan uzun ve ağı r bir mav
nan ı n içinden onlara bakıyordu. Mavnan ı n ne kürek, ne de
yelkeni vardı . Uçları suda yüzen bi r ipe gevşek olarak koşu
lan bir çift at mavnayı yedeğe almıştı ve şimdi dinleniyorlar
dı.
« Hey! Burada ne yapıyorsunuz?,,
Neli:
« Uyuyorduk ... » dedi. «Bütün gece yürüdük del»
Yanlarına yaklaşan adam:
«Bütün gece yürüyebilecek i ki tuh af yolcu ! » dedi. «Böyle
bir yolculuk için biriniz fazla yaşl ı , biriniz fazla gençsiniz. Ne
reye gidiyorsunuz böyle? .. »
Neli şaşalayıp gelişigüzel batıyı gösterdi. Adam batıdan
bir kasaba adı söyleyince Neli, daha fazla sorgu sorunun
önüne geçmek için : ' Evet, oraya gidiyoruz,' dedi.
Bundan sonraki soru : ·
324
hesabıyla izleyecekler ve dedesinin üzerinde etkili olup onu
elinden alacaklardı . Oysa bu adamlarla birlikte gidecek olur
larsa bütün izleri bu noktada yitecekti . Bu nedenle öneriyi ka
bu le karar verdi. Mavna kıyıya yanaştı ve daha fazla düşün
meye vakit kalmadan , dedesi de kendisi de mavnaya atladı
ve mavna kanal üzerinde süzülüp yoluna devam etti.
Ağaçları n gölgelediği berrak suyun üstüne güneş vu rmuş
tu. Yer yer dereleri n ulaş ı p katıldığı nehir; geniş arazi parça
ları, ağaçlıklı tepecikler, sürülmüş tarlalar, saklı çiftlikler ara
sı ndan geçiyordu. Ara s ı ra ağaçları n aras ı ndan s ı radan bir
kilise kulesi, çalı kaplı damları ve sivri tepekcikleriyle bir köy
görünüyor; bazen , dumanlar arası nda, uzak bir kasabanı n
kuleleri düş gibi yükseliyor; evlerin üstünde yükselen fabrika
bacaları ve atelyeler göze çarpıyor ve uzun zaman uzakta
kalmalarıyla ne değin yavaş ilerlediklerini gösteriyordu.
Kanal, genellikle alçak arazi ve ovalar arası ndan geçiyor; ara
s ı ra rastlanan tarlalarda çalışan i nsanlar ve altı ndan geçtikleri
köprüler üzerinde gülen birkaç kişi dışında, tekdüze ve ıssız
yolcu luklarını değişterecek hiçbir şeyle karşı laşmıyorlard ı .
Akşama doğru b i r yük iskelesinde mola verip gidecekleri
yere ertesi sabahtan önce varmayacakların ı ve yanlarında yi
yecekleri yoksa, satın almaları gerektiğini öğrenince, genç
kızın umudu kırıld ı . Bir miktar ekmek aldığı için elinde ancak
birkaç peni kalmıştı ; ama hiçbir gelir aracı olmadan tam ya
bancı bir yere gittikleri için bu birkaç peniyi pek hesaplı kul
lanmak gerekiyordu. Bu nedenle ancak küçük bir somun
ekmek ve bir küçük parça peynir al ı p mavnaya döndü ve
adamların meyhanede geçirdikleri yarım saatlik bir gecikme
den sonra gene yola koyuldular.
Adamlar, meyhanede bol bol içki iÇmelerine karşın, mav
naya da bira ve alkollü içkiler getirerek içmeye başlamışlar ve
çok geçme.den sarhoş ve kavgacı bir hal almışlard ı . Bu ba
kı mdan Neli, dedesini ve kendisini davet ettikleri karanlık ve
pis kamaraya girmekten çikenerek ihtiyarla açık havada otu
rup heyecanla onları n gürü ltülerini dinledi. Şimdi, bütün gece
yürümek zorunda kalsa bile, güven içinde kıyıda olmayı ne
değin arzu ediyordu.
325
Mavnacı lar, iki yolcuya karş ı terbiyeli davranmalarına kar
şın, kendi araları nda pek kaba, pek hoyrat ve gürültücü in
sanlard ı . Nitekim dümendeki adamla Nell'e bira ikram etmek
önerisi nde bulunan kamaradaki arkadaşı aras ı nda başlayan
kavga genç kızın bastıran korkusu arası nda, çekişme ve dö
ğüşe varm ış; ama hiçbirisi Nell'e doğrudan kötü davranma
mış; yaln ızca muştalara ek olarak genç kız ı n anlayamad ığı
bir anlatı m la birbirlerine sövüp saym ışlard ı . Anlaşmazlık, ka
maradaki adamın dışarı çıkıp düm endeki arkadaşını tepe
üstü kamaradan içeri atması ve sanki araları nda hiçbir şey
geçmemiş gibi, hiç istifi ni bozmadan , dümene geçmesi ve
böyle küçük şeylere alışık ve güçlü gövdeli olan arkadaş ı n ı n
d a tabanları n ı kaldı rıp yatması v e bir iki dakika sonra rahat
rahat horlamasıyla çözüldü .
B u s ı rada karanl ı k basmışt ı . Yeğnik giyinmiş olduğu için
üşümesine karşın, genç kızın düşünce ve kayg ısı kendi
ezinç ve rahatsızlığından uzak kalarak, ortak rızıklar ı n ı sağ
layacak bir çare aramak olmuştu. Bir gece önce kendisine
destek olan ru h durumu ona güç verdi. Dedesi yanı başı nda
uyuyor, çılgınca atı lmaya kalkıştığı suçtan uzak bulunuyordu.
Bu düşünce onu yatıştırd ı .
Yolları na devam ederlerken kısa a m a olaylarla dolu olan
yaşam ı n ı n her evresi gözünün önüne geldi. Şimdiye değin
düşünüp anısamadığı önemsiz olaylar, bir kez görülüp unu
tulmayan yüzler, işitildiği zaman önem verilmeyen sözler, bir
birleriyle karışan bin yıl önceki ve dünkü sahneler, düşünde
canlandırdığı asl ı na hiç benzemeyen bildik semtler, karışık
bir düş hali nde görüşüp buluştuğu i nsanlar, dönüp yanıt ver
mek istediği kulağ ı nda çınlayan soru ve görüşler merak ve
heyecan içinde geçen, huzursuz, yer değiştirmeleri hep zih
ninden geçti .
Zihni bu biçimde uğraşı rken gözleri, sarhoşluğun içli ha
linden şimdi gürültücü aşamasına geçen ve daha sağlam ol
ması için çevresine ip sardığı piposunu ağzı ndan çıkarıp
kendisi ne bir şarkı söylemesini rica eden güvertedeki adama
ilişti.
326
« Pek sevimli bir sesi n, pek yumuşak bakışlı gözlerin ve
pek güçlü bir belleğin var. Ses ve gözlere tan ık istemez.
Belleğe gelince, bu benim kendi görüşüm ... "
327
ve tuğla kulübeler bir sanayi bölgesine yakı n oldukları nı gös
teriyor; yer yer sokaklar, evler bacalardan yükselen duman
lar, kasabanın varoşlarına girdiklerine işaret ediyordu. Şimdi
küme küme damlar, m akinelerin çal ışm asıyla sarsı lan ve on
ları n homurtu ve gürü ltüsünü yansıtan bin alar, siyah bir
duman savuran ve evlerin üstünde kal ı n ve kirli bir bulut ta
bakası oluşturarak çevreye kasvet veren bacalar, demir üze
rine inen çekiç,' sesleri , kalabal ı k caddeler ve gürü ltücü kala
bal ığın homurtusu, gittikçe artm ış ve bütün bu gürültü
birbiriyle karışarak birbiri nden ayrılamaz bir hale gelmiş, ve
sonunda yolculukları sona ermişti.
Mavna, bağlı olduğu iskeleye yanaşı nca, adamlar hemen
çalışmaya koyuldular. Genç kız ve dedesi on lara teşekkür .
edip yolları n ı sormak içi n yok yere beledikten sonra; pis bir
geçitten geçip kalabal ı k bir caddeye girdi ler. Boşanan yağ
mur altı nda ve gürü ltüler arası nda -sanki bir y ıl önce yaşa
yıp da bir mucizeyle getirilip oraya konmuş gibi- tuhaf ve
şaşkı n çevreye bakakaldı lar.
XLIV
328
Yağmurdan korunmak için alçak bir kemerin altına sı ğı na
rak bir umut ve yüreklilik kalkanı bulmak için gelip geçenlerin
yüzlerine baktılar. Bazı ları kaşları n ı çatıp geçiyor; bazı ları
kendi kendine söyleniyor; kimi kısa bir zaman sonra gi rişe
cekleri konuşmayı düşünerek birtakı m jestlerde bulunuyor;
kimi pazarlık ve fesat okunan hileci bir yüz taşıyor; baz ı ları
pek istekli ve can lı bazı ları yavaş ve ağı r, ki minin yüzünde
kazanç ki minin yüzünde zarar oku nuyordu. Orada durup sus
kunlukla bakarlarken, gelip geçenlerin sanki içdünyalarına
nüfus ediyorlard ı . Bu kalabalı k y e rlerde herkesi n kendine
özgü bir hedef ve cabası vard ı r. Ve h erkes de böyle düşün
düğü için, her kişinin karakter ve amacı yüzünden okunur.
Kentlerin genel caddelerinde ve salon ları nda birbirini görüp
ziyaret eden i nsaları n yüzünde de, pek az bir ayı rdla ayn ı an
latım okunur. Çal ışma günlerindeyse yüzler bu gerçeği daha
apaç ık bir biçimde o rtaya koyarlar.
Genç kız, yaln ızl ı ğ ı n verdiği dalg ı n l ı k içinde gelip geçenle
ri şaşkı nlıkla karış ı k bir ilgiyle gözlemeye devam etti ve bu
hal ona kendi durumunu unuttu ru r gibi oldu. Ama soğuk, rutu
bet, açl ı k, yorgunluk ve ağrıyan baş ı n ı yaslayacak bir yer bu
lunmamas ı , onu gene zihninin d ağ ı ld ı ğ ı eski düşüncelerine
yöneltti. On lara karşı bir ilgi gösteren, ya da başvurmaya yü
reklilik gösteren bir tek i nsanla karş ı laşmad ı . Bir süre sonra,
s ı k ı ld ı kları yerden çıkıp kalabalığa karıştı lar.
Akşam olm uştu. Şimdi çevrede dolaşan daha az insan
vard ı . Bütün çevrede ayn ı i lgisizlik, yüreklerinde aynı yalnızlık
ve tuhafl ı k duygusuyla daha bir aşağı bir yukarı dolaşıyorlar
d ı . Sokaklardaki ve dükkanlardaki ışıklar onları bir kat daha
umutsuz bir hale düşürmüştü . Çünkü, ış ı kları n yard ı m ıyla,
gece, sanki daha hızlı yaklaşmaktaydı . Soğuk ve rutubetten
titreyen , bedence rahatsız ve ruhen çökmüş bir halde bulu
nan zavallı kızcağızın ağ ı r ağ ı r yürüyebilmesi için bile, bütü n
azim ve içdirencini toparlaması gerekiyordu.
Ne diye bu gürültülü kente gelmişlerd i ! KüÇük ve durgun
bir kasabada hiç olmazsa, kötü bir çatışmaya sahne olan bu
kenttekinden daha az bir ezinçle aç ve susuz kalabilirlerdi.
329
Görünümü bile çaresizlik ve ezinçleri ni arttıran bu yoksulluk
dağ ı nda ancak bir zerre olarak kal ıyorlard ı .
Neli, yalnız perişan hallerinin birikip artan zorluk v e zorluk
ları n ı küçümsemekle kalm ıyor; aynı zamanda son meskenle
rinden ayrı lmaları na homurdanı p geri dönmelerini isteyen de
desinin sitemleri ne de göğüs germek durum unda bulunu
yordu. On paras ız ve herhangi bir yard ı m umudundan uzak
bulunduğu için, ad ı m ları n ı geri çevirerek tenhalaşan sokaklar
dan geçip geldikleri mavnayı bulmak ve geceyi geçi rmek iz
nini almak üzere gene yük iskelesine döndüler. Um utları bu
rada da boşa çı km ı şt ı . Kapılar kapan m ış ; onları n yaklaştı k
ları n ı görerek h avlamaya başlayan vahşi köpekler, onları
geri dönmeye zorlam ı şt ı .
Bu so n yan ı lg ı yenilgiden dönerlerken genç kız yeğnik b ir
sesle:
«Geceyi açı kta g eçireceğiz ... » dedi. « Durgun bir kasaba
da s ı radan bir işle ekmeğimizi kazanmak için yarın dinlenerek
yolu m u za devam ederiz.»
İ htiyar, öfkeyle yan ıtlad ı :
« Beni n e diye buralara getirdin? B u kötü, havasız sokakla
ra dayanamam. Geldiğimiz yer ne değin suskun ve durgun
du. N için beni oradan ayrı lmaya zorlad ı n ? »
Neli, g ö z yaşlarıyla eriyip akan içd i renciyle:
«Çünkü sana söylediğim düşü bir daha görmek istemiyo
rum ! » dedi. «Yoksu l i nsanlar arası nda yaşamayacak olursak
bu düşü gene görebiliri m ! Dedeciğim yaşlı ve g üçsüz olduğu
nu bi liyoru m . Ama bir de bana bak! Sen yakınmazsan ben de
yakı nmam. Ben de acı ve ezi nç duyuyoru m ! »
İ htiyar, ellerini kavuşturdu v e sanki o n u n kayg ı l ı yüzünü,
çamurlu giysilerini, şişip berelenen ayakları nı ilk kez görüyor
muş gibi :
« Ah zavall ı , yurtsuz, barksız, avare ve öksüz yavru m »
d edi. « İ şkencelere malolan koru ma v e büyük umutları n ı n so
nucu bu mu olacaktı ? Bir zamanlçı.r m utlu bir i nsanken bütün .
mutluluğunu bunun için mi yitirdin?»
Genç kız sığı nacak bir yer bulmak için çevresine bakı n ı p
yü rürken, zoraki b i r neşeyle:
330
«Şi mdi köyde olsaydık, hiç olmazsa, bizi kucaklamak isti
yormuş gibi, yeşil kolların ı uzatan, sallanıp h ış ırdayan ve bize
ninni söyleyen bir ağaç bulurduk . . . » dedi. «Tanrı m ! Oraya
çabuk, yarın ya da hiç olmazsa öbür gün varm ış olal ı m ! Bu ra
ya geldiğimiz iyi oldu, dedeciği m ; çünkü burada kalabal ı k ve
kör dolam baç yitmiş gibiyiz; bizi izleyecek herhangi gözü
dönmüş bir i nsan izimizi bulamaz. Buna sevineli m . Şurada
geniş bir kapı arası var. Pek kara.ı lık, ama kuru ve sıcak,
rüzgar da o yana esmiyor. "
Neli, içeri gi rmek istedikleri karan l ı k bir kapı ağzından
çı kan ve durup onlara bakan bir karaltıdan ürküp, yarı bir çığ
l ı kla, geri çeki ldi.
Karaltı :
« Konuş bakalım, ben bu sesi tanıyacak mıyım ?,, diye
sordu.
Genç kız, ü rkek ü rkek yan ıt verd i :
« Hay ı r, b i z yoksul insanlarız. Yatacak yerimiz ve paramız
olmad ı ğ ı için şuracı kta dinleneceğiz.»
İ çerde dört köşe bir avlu biçiminde bir yerde yeğnik bir ışık
veren biricik bir lamba vardı ve buras ı n ı n ne değin yoksul ve
süprüntü bir yer olduğunu göstermeye yeterliydi. Karaltı onla
ra işaret edip sanki kendisini gizlemek ve fı rsattan yararlan
mak niyetinde olmad ı ğ ı n ı anlatmak için ışığın yanına yaklaştı .
Bu karaltı bir i nsand ı . Pek perişan bir halde giyinmiş kur
şun ve du mandan simsiyah kesilmişti. Kirli yüzü tenini doğal
rengiyle bir karşıtl ı k oluşturarak onu olduğundan daha renk
siz ve solgun gösteriyordu. Bununla birlikte, çuku ra kaçmı ş
yanakları, yüzünün keskin çizgileri, içeri çökm üş gözleri ve
bunlara ek olarak sabırlı bir dayancı anlatan bakışları ; bün
yesi bakı m ı ndan uçuk benizli ve soluk yüzlü bir i nsan oldu
ğuna tanıklık ediyordu. Sesi kaba olmakla birlikte, sevimsiz
olmad ı ğ ı g ibi soluk yüzünü gölgeleyen uzun, siyah saçlarına
karş ı n ; yüzünün anlatı m ında bir vahşilik ve haz ı rlık eseri
yoktu.
Adam :
« Nası l oldu da burada dinlenmek akl ı nıza geldi?» diye
sord u :
331
Sonra Nell'e daha dikkatle bakarak:
«Geceni n bu saati nde nas ı l oluyor da burada dinlenmek
istiyorsunuz? . . » dedi.
Bunu ihtiyar yanıtlad ı :
«Talihsizlik!»
Adam, Nell'e daha ilgili bir tutumla bakarak:
«Onun ne değin uslanm ış olduğunu ve rutubetli sokakları n
ona hiç iyi gelmeyeceğini bilmiyor mus.un?» dedi .
« Bi lmez ol u r muyum? Tanrı yard ı mc ı m ı z olsun? E limden
ne g elir? . . »
Adam , gene Nell'e bakıp s ı rı l s ıklam kesilmiş giysisine na
zikçe dokundu ve kısa bir suskunluktan sonra :
« Size sıcak bi r ye r verebi liri m . Başkası na gücüm yet
mez .. » dedi. Ve geldiği kapı aral ı ğ ı na doğru işaret ederek ek
led i : «Şuracı kta sıcak bir yer verebi liri m ; ama hepsi bu! Ama
orada bu kızcağız buradakinden her halde daha çok güvende
olacakt ı r. Ateş de kaba saba bir yerdedir. Şu ilerideki kırmızı
ı ş ı ğ ı görüyor musunuz? i şte oras ı ! . . »
Gözlerini kald ı rı p bakı nca, karanl ı k gökyüzünde as ı l ı gibi
duran kızı l bir alevin donuk yansıs ı n ı gördüler.
Ada m :
« Uzak deği l ! » dedi . « Ben sizi götürü rüm . Soğuk tuğlalar
üzerinde uyuyacaktı nız. Ben size hiç ol m azsa sıcak kül vere
ceğim . . . "
Dede ile torununun g özlerinden sezdiği yan ıttan başkası
n ı beklem eyen adam ; Nell'i kucağı n a aldı ve ihtiyara da izle
mesini söyledi.
Genç kızı , sanki bir bebekmiş gibi, sevecenlikle ve kolay
l ı ka taş ıyan adam, ayağ ı na çabuk ve güvenli bir halde, görü
nüşe göre, kasaban ı n en yoksul bir semtinden geçerek,
köpek i nlerinden ve açı kta akar sulardan sakı nmaya gerek
görmeden yolunu doğruca sürd ü rdü. Sessizce karanlı k ve
dar sokaklarda bir çeyrek saat yürüdükten sonra, ada mın işa
ret ettiği kızı l l ı k tam gözden yittiği bir s ı rada, onu gene önle
rindeki bir binanı n yüksek bacas ı ndan ç ı kan göz kamaşt ı rıcı
bir ışık halinde gördü ler.
332
Nell'i yere bı rakı p eli nden tutan ve bir kapının önü nde
du ran ada m :
« İ şte burası ! ,, dedi. «Çekinmeyin burada size hiçbir zarar
gelmez . ,,
Adam ı n , içeri girmek için verdiği güvene kanmak zordu ve
içeride gördükleri de onları korku ve ürkülerini yeğnikleştire
cek gibi değildi. Demir di reklerle desteklenmiş üst duvarları n
da aç ı k; büyük siyah delikler bulunan, büyük ve yüksek bir
binada; çekiç seslerinin ve ocak gürültülerinin, suya dald ırılan
akkor halindeki madenlerin ç ı kard ığı h ı ş ı rtıyla karışarak,
başka yerde işitilemeyecek ol.an başka nice korkunç seslerin
yükseldiği bu kasvetli yerde; yakıcı ateşten bunalan, duman
ve alevler aras ı nda zebaniler gibi dolaşan, hatalı bir vuruşla
bir işçinin kafas ı n ı yamyassı kesecek büyük aletler kullanan
ve devler gibi çal ışan birtakı m i nsanlar vard ı . Bir kısmı yüzle
rini tepedeki siyah kemere çevirerek kömür ve kül kümeleri
üstüne seri lmiş, dinleniyor, ya da uyuyor; bir kısm ı ocak ka
pakları n ı açarak h ı rlayıp horuldayarak ve di l lerini i leri uzata
rak atı lan alevlere köm ü r atıyor, bir kısmı şıngırtılı bir sesle
ve dayanı lmaz bi r ısı için de, tıpkı vahşi hayvanları n gözreri n
de parlayan derin, donuk kızıl bir pırı ltı hali ndeki kızgın çelik
levhaları yerlerde sürüyorlardı .
K ılavuzları n onları b u şaşkı nlık verici gözünün ve kulakları
sağ ı r eden gürü ltüler arası ndan geçerek binanın karanlık bir
köşesinde d udaklar ı n ı n oynaması ndan anlaşıldığına göre -
çünkü konuştuğunu görüyor ama ne söylediğini işitmiyorlardı
gece gündüz yanan bir ocağ ı n bu lunduğu yere getirdi. Bu
ateşe bakan ocakçı işini bitirdiği için sevinerek çeki ldi ve on
ları yaln ı z b ı raktı. Adam, Nell'in paltosunu bir kül yığını üze
rine yaydı ve giysilerini nerde kurutacağı n ı gösterdikten
sonra, yat ıp dinlenmelerini işaret etti, kendisi de, ocak kapa
ğ ı n ı n önündeki bir has ı rı n üstüne kurularak ellerini çenesine
dayadı ve ı zgaralar arası nda par ı ldayan alevleri yere düşen
kızgı n , beyaz külleri gözlemeye dald ı .
Sert ve s ı radan yatağ ı n ı n sıcaklığı ve katland ığı büyük
yorgunluk etkisiyle, gürü ltü ler, genç kızın kulağ ına daha yu-
333
muşak ve sakin gelmeye baş ladı ve çok geçmeden, bir ninni
tatl ı l ı ğ ı yla onu uykuya yöneltti. İ htiyar da onun yan ına uzan
m ı ştı . Genç kız elini dedesinin boynuna koyarak yatıp d üşler
gördü. .
Uyandı ğ ı zaman, daha henüz, geceydi ne değin uyuduğu
nu da bil miyordu . Ama hem bi naya girebi lecek olan rüzgar
dan, hem de kavurucu sıcakl ıktan işçi giysileriyle korunmuş
olduğunu gördü. Yoksul dostları na baktı ve onun h ep ayn ı ko
numda değişmez bir i lgiyle ve di kkatle, hiç kıpırdamadan
ateşe bakt ı ğ ı na tan ı k oldu. Adam öyle sessiz oturuyordu ki,
sanki soluk bile almıyordu. Genç kız yarı dalg ın, yarı uyan ı k
yatarken onun k ı m ı ltısız bedenine öyle uzun bir zaman bak
m ı ştı ki , sonunda oturup dururken ölüvermiş olmas ı ndan kor
karak, yavaşça kalkıp yan ı n a gitti ve kulağ ı na fısı ldad ı .
Adam k ı m ı ldar g ibi oldu v e o n u n gerçekten genç kızın
kendisi olduğuna i nanmak istiyorm uş gibi, baş ı n ı önce yüzü
ne sonra yattığı yere çevird i , bir şey diyecekmiş gibi genç
kızın yüzüne bakt ı .
« Hasta olduğu ndan korktum . Ötekiler hep devi nme halin
de, oysa sen pek durağansı n ! ».
«Onlar benim doğam ı bildikleri için beni rahatsız etmezler.
Bana · g ü lerler; ama hiçbir zararı yok. Şunu görüyor musun?
İ şte benim arkad aş ı m o ... »
«Ateş mi?»
« Biz birlikte yaşarız; bütün gece başbaşa düşünür, ko nu
şuruz.»
Genç kız, şaşkınlık içinde, ona apansız bir bakışla baktı ;
ama adam, gözlerini gene eski yöne çevirmiş ve eski düşleri
ne dalm ıştı.
«Ateş benim için bir kitap g ibidir. Okum as ı n ı öğrendiğim,
biricik kitap. O, bana ne öyküler söyler, bir bi lsen ! Ateş benim
için bir müziktir. Binlerce ses aras ı ndan onun sesini ayı rdede
biliri m . Gürü l gürü l yanarken ne sesler çıkarır, ne türlü görü
nüm ler görürüm. Ateş benim aynamdır; bana bütün yaşamı
mı gösterir.
334
Neli, eğilmiş, adam ı n sözlerini dinlerken onun ne parlak
sözlerle ko nuşup ne derin bir düşünceye dald ı ğ ı n ı söylemek
ten kendini alamad ı .
Ateşçi yeğnik b i r gülümsemeyle:
« Evet. . . ,, dedi . « Daha pek küçük bi r yaşta uyuyu ncaya
deği n onun çevresinde emeklediğim zaman da böyleydi. O
zaman ateşi n baş ı nda babam vard ı . »
«Annen yaşı yor değil m i ? »
« Hayı r, öldü. Kad ı nlar buralarda çok çal ı ş ırlar. Kendini öl
düresiye çal ışt ı ğ ı n ı söylediler. Ateş de hep ayn ı şeyi söyleyip
du ruyor. Her h alde doğru olmal ı . Buna i nan ıyoru m ! »
«Sen burada m ı yetişip büyüdün?,,
« Yaz kış buralardan ayrıl m ad ı m . Ö nceleri gizli olarak kal
d ı m . Sonra ateşin yanı ndan ayrı lmad ı ğ ı m ı öğrenince, kal
mama izin vermişlerdi. Bana ateş dad ı l ı k etti. Hep aynı ateş,
bir kez sönmed i . »
«Ateşi çok seviyorsun her halde?»
« Elbet, babam ateşin önünde öldü , şuracı kta küllerin
önüne düştüğünü anıms ı yoru m . »
« O zamandan beri hep burada m ısı n?,,
« Evet, ateşe bakmaya geldiğimden beri hep bu raday ı m .
Seyrek aralar oldu . Bu çok soğuk ve kasvetli bir arayd ı . Ama
gene ateş yanm akta devam etti. Ben dönünce, oyun oynadı
ğ ı n ız zamanlardaki gibi gene güldür, güldür, alev alev yanma
ya başlad ı . Yüzüme bakarsan benim vaktiyle ne çeşit bir
çocuk olduğumu anlarsı n. Aram ızdaki bütün yaş farkı na kar
şın ben de bir zamanlar çocuktum . Seni bu akşam sokakta
görünce, baba n ı n öldüğü zaman akl ı m a geldi ve seni ateşin
yanı n a götürmek arzusunu duydum. Senin ateşi n yanı nda
uyuduğunu görünce, gene eski zaman lar akl ı m a geldi. Yatıp
uyumana bak, zavallı yavrucak, haydi yat, h ayd i ! »
Adam, b u sözlerle Nell'i kaba saba döşeğine götürüp
onun uyand ı ğ ı zaman üstünde olan giysileriyle örttü ve sonra
oturduğu yere dönerek, ateşi beslediği zamanlar d ı ş ı nda, bir
heykel gibi kı m ı ltısız kald ı . Genç kız da bir süre onu gözledik
ten sonra, bastıran uykuya dayanamayarak, bu karanl ı k ve
335
tuhaf yerde, yattığı yer sanki bir saray odası ve yatağ ı da kuş
tüyünden yapılmış gibi, sakin bir uykuya dald ı .
Uyandı ğ ı zaman yüksekte, duvarlardaki deliklerden sızan
güneş ışığı yarı yo lda çapraz kal ıyor; burası n ı gecekinden
daha karanl ı k gösteriyordu. Şang ı rtı ve gürültü daha devam
ediyor; aman bil mez ateş gene eskisi gibi yanıyor; gece ve
gündüz burada pek az bir değişiklikle birbirini izl iyordu.
Adam, kıt kahve kuru ekmek olan kahvaltı s ı n ı onlarla
paylaşıp nereye gideceklerini sordu. Genç kız, kentlerden
uzak bir yere gitmek istediklerini söyledi ve kekeleyerek
hangi yolu tutacakları n ı sordu.
Adam, baş ı n ı sallayarak:
« Ben köyleri pek bilmem . . . » dedi. « Bizim gibiler yaşamla
rı n ı ocak önünde geçirir ve pek seyrek olarak dışarı çıkıp
soluk alır. Ama her halde i leride köyler olacak.»
« Bu raya çok uzak m ı ?»
« Elbet! Köyler hem bize yakın, hem de yeşil ve taze kala
bilir m i ? Yol da millerce sürer. Hep böyle ateşler, ocaklarla
dolu tuhaf ve karanlık bir yol ki, gece i nsana korku verir.»
İ htiyarı n bu bilgiyi kaygıyla dinlediğini gören Neli:
«Buraya değin geldikten sonra, yolu muza devam etme
miz gerek!» dedi.
« Yol ipsiz sapsız i nsanlarla dolu. Hiç seni nki gibi küçücük
ayaklar için yapılmayan kasvetli, kederli yol lar. Geri dönseniz
daha iyi olmaz m ı , kızım?»
Nell, h ızla ilerleyerek:
«Olmaz . . . " dedi. «Bize yol gösterebilirsen ne iyi; göster
mezsen bizi yolu muzdan alıkoym a ! Sen kaçıp kurtulmak iste
diğimiz tehlikeyi bilm iyorsun. Bilecek o lsan ne değin haklı ol
d uğumuzu anlar, bizi caydı rm aya çal ışmazd ı n ! »
P e k sabırsız davranan genç kızdan sonra, baş ı nı yere
eğen i htiyara bakan tuhaf koruyucuları :
« Ö yleyse Tanrı korusun ! » dedi . «Size kapıdan yol göste
rebiliri m . Fazlasına gücüm yetmez.»
Adam, o nlara kasabadan hangi yoldan çıkacakları nı ve
sonra nereye yöneleceklerini sa�ı k verdi ve ayrıntı ları öyle
336
uzattı ki , genç kız içten gelen bi r duadan sonra hemen yola
koyuldu. Ve fazlas ı n ı dinlemedi. Ama daha köşeyi dönmeden
adam , arkalarından yetişerek genç kızın eline bir şey sıkıştır
d ı . Bu, aş ınmış, kararm ı ş iki bakı r peniydi. Ama bu iki peni
meleklerin gözünde her halde alt ı n ödüller gibi parıldam ıştır.
Böylece, genç kız, kutsal emanetini suç ve utançtan uzak
laştı rmak, ateşçi de ocağ ı n ı n ateşi nde yeni öyküler okumak
ve konukları n ı n uyuduğu yere yepyeni bir ilgi göstermek
üzere birbirinden ayrıldı lar.
XLV
337
Antikacı Dükkanı / F: 22
« Dedeciğim, bugün ancak pek yavaş yürüyebileceği m ! ,,
dedi . « Dün kü yağmurdan ayakları m şişti ve dizlerim ağrıyor.
Yoksul işçi her halde bunu düşünerek daha ne değin yürüye
bileceğimizi sormuş olacak. . . »
Dede, ac ı n acak bir halde:
« Bize sal ı k verdiği yol pek kasvetli bir yol ; başka bir yol
yok mu acaba? Başka bir yo ldan gitmemize razı değil
misin? . . . " diye sordu.
Genç kız soğukkanlılıkla:
« Suskunluk içind e ve bize bir zarar gelmeden yaşayabile
ceğimiz yerler daha çok ilerde kal ıyor; bize böyle bir amacı
gerçekleştirecek yolu tutacağız ve korkumuzun bize varsay
d ı rdığı ndan yüz kez, kötü bile olsa, oradan dönmeyeceğiz
değil m i , dedeciği m ? » dedi .
İ htiyar, çok belli bi r kararsızlıkla:
« Hayır, yolumuza devam edeceğiz!,, dedi. « Ben hazı
rım . . . »
N eli dedesinin u mduğundan çok daha fazla bir zorlukla
yürüyebiliyord u ; çü n kü eklemlerindeki ezinç pek şiddetliydi ve
her sarfettiği çaba acıs ı nı arttı rmaktaydı . Bununla birlikte, bir
ezinç onun ağzı ndan tek bir yakı nma sözcüğü ç ı kmasına ya
da yüzünde bir ağrı .sızı anlatı m ı okunmasına yol açmad ı . İ ki
yolcu -pek yavaş yürümelerine karşın- yürüyüşlerine devam
ederek, bir süre sonra istedikleri yolu tuttu klarını anlad ı .
Baz ı ları n ı n önünde bahçeler de bulunan kırmızı tuğlalı ev
lerden oluşmuş bir banliyöyü köm ür tozu ve fabrika bacaları
nın etkisiyle yaprakların büzülüp küstüğü, kaba, kötü kokulu
çiçeklerin bile kavrulup karard ı ğ ı , büyüm eye çal ı şan bitkileri
sıcak solu klarıyla sarartıp solduran ve bu bakımdan kasaba
dakinden daha m uz ı r ve kasvetli görünen taş ocakları ve yük
sek f ı rı n ları n bulunduğu bir banliyöyü geçince; yavaş yavaş
bir tek otun büyüm ediği, koca baharda bir tek tom urcuğun aç
mad ı ğ ı , ancak kapkara yol kenarları nda tembelce yerleşen
durgun havuzları n s ı cak soluklu yüzeylerinde yetişen yeşillik
ten başka bir yeşillik görünmeyen dağ ı n ı k ve sevi msiz bir böl
geye g eldiler.
Bu gam l ı bölgenin gölgesinde yürüyüp ilerledikçe ruhları
nı karanlık ve kasvetli bir keder kaplam ışt ı. Her tarafta v e
gözün alabildiğine, birbirini izleyen v e kabuslu bir düş dehşe
tiyle ayn ı sonsuz, sevimsiz ve çirkin sahneyi temsil eden yük
sek bacalar bir veba salg ı n ı biçiminde duman lar savuruyor;
ı ş ığ ı kesiyor kasvetli havayı bu land ı rıyordu. Ancak bi rkaç
kaba tahta ya da çürümüş sundurm alarla çevrilen yol kena
rı ndaki kül yığı nları üzerinde tuhaf makineler, işkenceye uğ
ram ış yaratı klar gibi, kıvrı lıp bükülüyor; demir zincirler şıngır
d ıyor; ara s ı ra h ızla savru lup dönerken, sanki dayan ı l maz bir
azap içindeymiş gibi, acı sesler çı karıyor ve bu ezi nç içinde
yerleri sarsıyord u , yer yer; y ı kı l acak gibi duran ve y ıkı lanların
enkaziyle desteklenmiş, damsız, penceresiz, kararm ış,
harap, ama gene de oturulan evler göze çarpıyordu . Soluk
benizli, perişan k ı l ı klı kadı n lar, erkekler, çocuklar makinelerde
çal ışıyor; ocakları besliyor; yollarda di leniyor ya da kapısız
evlerin önünde yarı çıplak ve kaşları çatık bir halde duruyor
lard ı . Daha sonra tıpkı vahşi hayvanlara ve gazaplı canavar
lara benzeyen ve gıcırdayıp duran makinalar; ileride, geride,
sağda ve solda kara kurum kusan; canl ı , cans ız her şeyi ka
vurup m ahveden; gün ışığ ı n ı kapayan ve bütün bu dehşet
üzeri ne bir kara bulut gibi çöken; bitip tükenmek bilmeyen
tuğla bacalar geliyordu.
Ama bu korkunç yerlerde duman ı n ateşe yer verdiği ; her
bacadan alevler fışkırdı ğı ; gündüzün karanl ı k kemerler halin
de duran ona şimdi kıpkızıl görü nen bu yerlerde; alevler
saçan çeneleri içi ndeki külçelerle öteye beriye devinirken bir
birine boğu k seslerle bağrışan aletlerin işleyip durduğu ; ka
ran l ı ğ ı n etkisiyle h er makinenin gürültüsünün bir kat daha art
tığ ı ; çevredeki halkın daha yabanı l göründüğ ü ; işsiz işçilerin
sokaklarda gösteri yürüyüşü yaptığı ve onları korkunç sesler
ve tehditler savurmaya kışkırtan bi r liderin çevresinde tabut
larla dolu arabaları n gürüldediği, yetim lerin bağ ırıp bir meşale
altında toplandığ ı ; ç ı lg ı n erkeklerin b ıçak ve meşalelerle si
lah lanarak kendilerini zaptetmek isteyen kad ınların göz yaşla
rı ve yalvarmalarına önem vermeden, kendi katlandı kları
yoksunluk ve felaketin yarısı bile olmayan bir dehşet ve yıkım
339
niyetiyle ileri atı ldı ğ ı ; ve ölüm bol olduğundan kaba şaşkın ka
d ınları n on ları izleyerek feryat ettiği ; ki minin ekm ek, kiminin
keder dağıtmak için içki diye bağırd ı ğ ı ; bazı l.arı n ı n göz yaşla
rıyla, bazı ları n ı n sendeleyen ad ım larla; bazılar ı nı n kan lan m ı ş
gözlerle düşünceli düşü nceli kulübelerinin yolunu tuttuğu;
Tanrın ı n yeryüzüne gönderdiği geceye hiç benzemeyerek
barış, suskunluk ve uyku ni metinin bir nebzesinin bulunmadı
ğ ı bu yerlerde, geceni n dehşeti ni bu genç kıza kim anlatabilir-
d·1 .ı
Bununla birlikte, zavallı genç kız, artık korkusu da kalma
d ı ğından; dedesi için dua ederek, açık havada yere uzandı .
O değin zayıf ve bitki n düşmüş, o değin durgun v e di rençsiz
kal m ı ş olmasına karş ı n ; kendi gereksinimlerini unutarak Tan
rıdan d edesi için bir dost göndermesini di ledi. Geldikleri yolu
anı msamaya ve bir gece önce yattıkları yerin ateşi yönüne
bakmaya çalıştı ; dostları yoksul işçinin ad ı n ı sormayı u nut
muştu. Dua ederken adamcağızı anı msayınca, onun besledi
ği ateş yön üne dönmemeyi bir nankörlük saydı .
Bir peni verip aldı kları bi r somun ekm ek o günkü bütün be
sinlerini oluşturmuştu. Bu ufak bir somundu ; ama genç kızın
üzerine çöken tuhaf suskunluk ve durgunluk ona açl ığı bile
unutturmuştu . Yüzü nde yeğnik bir gülümsemeyle uykuya d al
d ı . Buna derin bir uyku denilemezdi ; ama gene derin bir uyku
ya dalmış olmalı ki, bütün gece öğretmeninin pek sevdiği
küçük öğrenciyi düşünde gördü.
Sabah olmuştu. Neli, da h a zayıf düşmüş, görme v e işitme
duyuları bile gücünü yiti rmişti ; ama hiçbir yakın mada bulun
mad ı . Hatta yanı nda onu suskunluğa zorlayan i htiyar yol ar
kadaşı bulunmasa da, olası ki gene yakı nmayacakt ı . Bu ı ssız
yerlerden dedesiyle birlikte kurtulacaklarından um udunu kesi
yor; p e k hasta ve belki de ölüm e yaklaştığ ı nı belirsiz b ir bi
çimde duyu msuyor; ama hiçbir korku ve kaygı eseri göstermi
yordu.
Genç kız son penilerini harcayıp ufak bir somun ekmek
daha alıncaya değin, yiyeceğe karşı bir tiksinti duyduğunun
ayı rd ı nda olmam ışt ı . Bu tiksinti onun z2.vallı yemeklerine ka-
340
tı lmas ı na engel oldu. Bununla bi rlikte, dedesinin iştah ıyla ye
diğini görm ekle seviniyordu.
Yolları h içbir değişiklik ve kurtuluş göstermeden hep ayn ı
sahneler aras ı nda geçiyordu, gene ayn ı solunu lması zor,
yoğu n hava, gene ayn ı kavruk arazi, gene ayn ı umutsuz gö
rünüm, gene ayn ı yoksulluk ve ezinç devam ediyordu. Çev
rel erindeki nesneler daha sönük, gürültü daha yeğnik, yol
daha kaba ve arızalıyd ı . Ara sıra sendeliyor ve düşmekten
sakınm ak için çabal ıyordu. Zaval l ı kızcağ ı z !
Öğleye doğru dedesi açl ı ktan acı acı yakı ndı. Bunun üze
rine Neli yol kenarı ndaki izbelerden birine yaklaşarak eliyle
kapıya vu rdu .
Kapıyı açan kuru, sıska, perişan b i r adam:
« Bu rada ne arıyorsun?» diye sordu.
« Sadaka! Bir lokma ekmek!»
Adamcağ ız yerdeki bir kütleyi işaret ederek boğuk bir
sesle:
«Şunu görüyor musun?» dedi. « Bu, ölü bir çocuk! Benimle
birlikte beş yüz işçi işten çıkarı ld ı . Bu, benim üçüncü ve son
çocuğu m . Benim sadaka verecek bir lokma ekmeğim oldu
ğutıumu sanıyorsun ? »
Genç kız kapıdan çekildi v e kapı üzerine kapand ı . Büyük
bir zorunluk karşısı nda, yan ı ndaki kapıyı vurdu. Elinin yeğ
nik bir bas ı nc ıyla kapı ard ı n a bir açı l mı şt ı .
Burada i k i ailenin barı ndığı anlaş ı l ıyordu; çünkü i k i kad ı n
kendi çocuklarıyla odan ı n ayrı köşelerine yerleşmişlerdi. Orta
yerde, yeni geldiği anlaş ılan, siyah giysi li, pek ciddi bir bay
bir çocuğu kolundan tutmuştu.
«Al şu sağ ı r ve d ilsiz çocuğu nu, kad ı n ! Onu sana geri ver
diğime teşekkür etmelisin. Onu bu sabah h ı rsızl ı k suçuyla
karşıma getirdi ler. Başka bir çocuk olsayd ı davanın konumu
değişirdi. Buna inan. Sakatlı ğına acıdığım, iyiyi kötüyü ayı ra
mayacağ ı n a i nandığ ı m için, onu sana getirmeyi başard ı m .
İ lerisi için oğluna sahip çık!»
Öteki kad ı n hemen yerinden kalkıp siyahlı adam ı n karşısı
na diki ldi:
341
«Benim çocuğumu da bana getirmeyecek m isiniz?,, dedi.
«Aynı suçla yakalanan çocuğumu geri vermeyecek misi
niz?»
Ayaktaki centi lmen sert sert :
«Senin çocuğun da sağ ı r v e dilsiz m iydi , kadın?,, diye
sordu.
« Öyle deği l mi?»
« Ö yle olmadığ ı n ı iyi biliyorsun!»
Kad ı n :
« Evet öyle ! »diye bağ ı rd ı . «Ta beşikten beri iyi v e doğruya
karşı kör dilsiz ve sağ ı r kald ı . Bu kad ı n ı n oğlu iyiyi, kötüyü bil
mez diyorsunuz. Benimki nereden öğrendi ? Nerede öğrene
bilirdi? Ona bunu kim öğretecekti? Nereden öğrenecekti?»
«Sus kad ı n ! Senin oğlun bütün d uyularına sahip ... »
« Evet, sahip; sahip o lduğu içi ndir ki daha kolayca yalnış
yola sapabi lir! Bu çocuğu iyiyi, kötüyü bilmez diye kurtarıyor
sunuz da, kend isine iyi ve kötü nün ne olduğu öğreti lmeyen
oğlumu ne diye ku rtarm ı yor sunuz? Öğrenimden yoksun ve
cahillik içinde bı raktığınız oğlum gibi, Tanrın ı n söz ve sesten
yoksu n bı raktığı bu kad ı n ı n oğlunu da cezalandı rmak duru
mundasınız. Siz birbirinizle şunu mu öğretsi nler, bunu mu
öğretsinler diye tartışıp duru rken, algıları sağı rlaşıp körleyen
nice kız ve erkek çocuk, kadın ve erkek, bu koşullar altında
ru hca ve bedence cezaya çarp ıl ıyor; ama siz acım ıyorsunuz.
İ nsaf edi n ; bana da çocuğumu geri verin . . . »
Ayaktaki bay enfiye kutusunu ç ıkararak:
« Pek sinirli ve u mutsuz görünüyorsun ; buna üzgü n ü m ! »
dedi.
« Elbet u m utsuzum. Buna siz neden oldunuz. Bu çaresiz
yavrular için çal ı şan oğlumu bana geri verin. İ nsaf edin, · acı
yın. Bu kad ı n ı n çocuğunu kurtardığı nız gibi , benim çocuğumu
da ku rtarı n ."
Nell'in görüp işittikleri burası n ı n sadaka istenecek bi r yer
olmad ı ğ ı n ı anlatmaya yeterliydi. Dedesini yavaşça kolu ndan
çekti ve yol ları na devam ettiler.
Yolları uzadıkça umudu kırılıp gücü kesilen genç kız, kı
m ı ldayacak enerjisi olduğu sürece, herhangi bir söz ya da
342
işaretle bitkin halini açığa vurmamak azmiyle, bu çetin gunun
geri kalan saatleri boyunca yavaş yürümekle yitirdikleri za
manı kazanmak üzere, hatta önce yaptığı gibi s ık s ı k durup
dinlenmeden, yoluna devam etmeye çalı şt ı . Gün kararıp
akşam olmaya başladı ğı sı rada, aynı güçlü sahne içinde yol
alarak, oldukça kalabalık bi r kasabaya vard ı lar.
Kederli ve güçsüz bir h alde oldukları ndan caddeler daya
n ı lacak gibi deği ldi . Birkaç kapı çal ıp yard ı m istemiş ama ko
vulm uşlard ı . Bu nedenle olabildiği h ızla caddelerden uzakla
şarak kasaba dı ş ı nda tenha bir semtteki herh angi bir evden
bitkin hallerine daha fazla acı m a göreceklerini umut ederek,
merkezden uzaklaşmaya çalı ştı lar.
Son caddeden geçerken genç kız artık pek zayıf düşen
gücünün daha fazlas ı na dayanamayacağı n ı duyumsad ı . Tam
bu s ı rada, biraz ileride, s ı rtında kayışla bağlanmış bir çanta
bulunan bir elindeki kal ı n bastona dayam ış öteki elindeki bir
kitabı okuyarak kendileri gibi yaya yürüyen bir yolcu göründü.
H ızlı yürüdüğü ve ileride olduğu için ona yetişip yard ı m is
temek kolay bir iş değildi. Sonunda yolcu, kitaptaki bir cümle
si daha dikkatli okumak üzere durmuştu. Bir u mut kıvılcım ıy
la canlanan Neli, ileriye doğru atı larak yolcuya yaklaştı ve
ayak sesleriyle onu ü rkütm emeye çalışarak, bi rkaç güçsüz
sözcükle yard ı m ı n ı istedi.
Yolcu baş ı n ı çevirdi. Genç kız, yabanıl bir bağ ı rış kopard ı .
Bayg ı n bi r h alde onun ayakların ı n ucuna yığ ıldı.
XLVI
343
tembelce bir kenarda durdu ve bir sözcük olsun konuşması
için, sevgi dolu anlat ı m larla, torunundan ricalarda bulundu.
Öğretmen baş ı n ı kald ırıp ihtiyara baktı :
« Çok bitkin ve güçsüz bir halde !» dedi . «Onu gücünün üs
tünde yormuşsun, dostu m ! »
«Açl ı ktan ölecek! Ş u a n a değin o n u n böyle zayıf düştüğü
nün ayı rd ı nda olamad ı m . »
Yarı sitem, yarı acıma anlatan b i r bakışla ihtiyarı süzen
köy öğretmeni Nell'i kucağına ald ı ; dedeye de sepeti alıp izle
mesini söyleyerek, genç kızı yapabileceği h ızla taşımaya
başladı .
Görünürde b i r pavyon vardı v e herhalde öğretmen, hiç
beklemediği bir s ı rada kendisine yetiştikleri zaman, oraya git
mek üzere olacaktı . Kucağı ndaki baygı n yüküyle h emen pan
siyonun yolunu tutan öğretmen, doğruca m utfağa girdi ve
çevresine toplananlara yol açmalarını söyleyerek genç kızı
ateş.i n önündeki bir koltuğa yerleştirdi .
Oğretmenin içeri girmesiyle şaşkı n bir halde ayağa kalkan
pansiyondakiler, bu gibi durumlarda halkı n yapt ı ğı nı yapt ı .
H e r biri hiçbir kimseni n getirmediği şu y a da bu ilac ı sal ı k
verdi. Herkes bir yandan b i r acı m a tablosunun çevresini kap
larken, bi r yandan da, bol ve temiz hava diye bağ ı rd ı ve hepsi
kendi akılları na gelmeyen başka bir şeyin başkası tarafından
niçin yapılmad ı ğı n a şaş ı rd ı .
Sonunda h epsinden daha soğukkanlı olan v e işten an la
yan pansiyon sahibi kadı n, sıcak konyak ve suyla koşarak
geldi. Hizmetçi kızın getirdiği sirke, nişad ı r ru hu ve amonyak
ruhu gibi ayı ltıcı ilaçlar da uygulanınca; genç kız zayıf bir
sesle teşekkür edip yanı baş ı nda merak ve kaygı içinde
duran öğretmene elini uzatt ı. Kad ı nlar bir sözcük daha konuş
mas ı na ve hatta parmağ ı n ı bile oynatmas ına izin vermeye
rek, onu"doğruca yatağa götürdüler ve üstünü güzelce örtüp
üşümüş ayakları n ı yıkadı ktan sonra, sarıp sarmalad ılar ve
doktora haber saldı lar.
Siyah seten yeleğinden mühürler sarkan, kırmızı burunlu
doktor hemen yetişti ve zavall ı Nell'in yatağ ı n ı n yanı ndaki
sandalyeye oturarak saatini ç ıkardı ve genç kızı n nabz ı n ı din-
344
ledi. Sonra diline bakıp gene nabz ı n ı tuttu ve yarısı boşalmış
duran şarap şişesine derin bir i lgiyle baktı.
« S ık s ı k çay kaş ığıyla sıcak konyak ve su vermek gerek!»
dedi.
Buna pek sevinen pansiyon sahibi kad ı n :
« Biz de zaten bunu yaptık!» dedi.
Merdivende ayak banyosunu görmüş olan doktor:
«Ayakları n ı s ıcak suya koyup sonra da fanilayla sarmal ı ! ,,
dedi .
Sonra daha büyük bir ciddilikle ekled i :
«Akşam yemeğinde yeğnik b i r şey, b i r tavuk kanadı veri-
niz ! ,,
Pansiyon sahibi atı ldı :
"Tavuk d a zaten ocakta, pişiyor!»
Tavuk gerçekten pişiyord u . Öğretmen tavuğu ısmarlayıp
hemen pişiri lmesini buyurmuştu ve eğer doktor dikkat edecek
olsa kokusunu da alabilirdi ; olası ki alm ıştı da!
Ağı rdan ayağa kalkan doktor:
« Şaraptan hoşlanıyorsa Porto şarabı veriniz ! ,, dedi.
Pansiyon sahibi kızarm ış ekmek vermek önerisinde bulu-
nunca, doktor pek düzenli bir hoşgörüde bulunan bir insan
tavriyle:
« Evet kızarm ı ş ekmek veri niz. Ama kızarm ı ş olsu n ! »
dedi.
Doktor yavaş yavaş ve uğursuz bir görünü müyle bu öğüt
te bulunduktan sonra ; kendi akıllarına pek yatkın düşen bu bi
linçli tutum karş ıs ı nda bütün pansiyon h alkı n ı hayran b ırakıp
ayrı ldı . Herkes onun pek kavrayış l ı bir doktor olduğunu her
kesin bünyesini pek güzel anlad ı ğ ı n ı söyledi . Bunu kabul etti
recek neden de yok değildi .
Yemek pişerken Neli, rahat b i r uykuya daldı ğ ı ndan,
yemek haz ı rlanı nca onu uyandı rmak gerekmişti . Dedesinin
alt katta olduğunu ve birbiri nden uzak kald ı kları n ı öğrenince,
sıkılıp üzülen genç kızın hat ı rı için, dedesi de yukarı çıkıp
onunla birlikte yemek yedi . Nell'in daha huzursuz bir halde ol
duğunu sezerek dedesine de bitişik odada bir yatak yapı ldı
ve i htiyar orada dinlenmeye çekildi. Bu odanı n anahtarı ,
345
Nell'in odası tarafı ndaydı . Pansiyon sahibi çekilip gidince,
genç kız dedesinin odasın ı n ' kapısını kilitledi ve sevinçli ve te
şükkür dolu yatağ ına çekildi .
Öğretmen ş i m di boş kalan mutfaktaki ocağ ı n yan ında
uzun zaman oturup piposunu içerken, yüzünde mutlu bir gü
lümseme, kendisi ni ve Nell'in yaşam ı ri ı n bütün ayrıntı ları nı
öğrenmek isteyen meraklı v e kuşkucu pansiyon sahibi nin so
rularına, kendisine özgü. bir safl ı kla, kaçamak yan ıtlar verdi.
Zavallı öğretmen o değin açı k yürekli ve s ı radan ku rnazlıklar
dan öyle uzaktı ki , beş dakika geçince, kad ı n ı n öğrenmek is
tediklerini bi rer birer anlatt ı . Gene de yatışmış görünmeyen
ve bu sözleri pek ustaca bi r kaçamak sayan pansiyon sahibi,
öğretmenin her halde kendi düşü ndükleri olacağ ı n ı , müşteri
leri nin işlerine karışmak istemediğini ve kendi işlerinin kendi
sine yettiğini söyledi . Pek yerinde bi r soru sorduğunu ve ye
rinde bir yan ıt alacağ ı n ı umduğunu ekledi. Şimdi merakı din
mişti . Öğretmen ağz ı sıkı davranmas ı gerektiğini söyleseydi
daha iyi o lu rd u ; çünkü bu hoşgörülebilecek bir şeydi. Ama da
rılmaya hiç hakkı yoktu . Öğretmen istediğini söylemekte öz
gürdü , bunu hiçbir ki mse tart ışamazdı .
Yumuşak huylu öğretmen:
«Aziz bayan, inanın ki , gerçeği söylüyorum ! » dedi .
Pansiyon sahibi tatl ı l ı kla:
«Gerçeği söylediğinize ve içten olduğunuza inanıyoru m ;
size takı ld ı m ! » dedi. «Ama merak v e kuşku kad ınların zayıf ·
346
onlar da kendi odalarına gitti ler.
Sabahleyin genç kızın daha iyi olduğu ; ama pek zayıf düş
tüğü için, yola çıkmadan önce, bir gün . daha dinlenme ve
özene gereksinimi olduğu bildirildi. Ö ğretmen b u haberi
büyük bir sevinçle karşı layıp bir hatta iki günlük izni olduğu
nu ve bu nedenle bekleyebileceğini söyledi. Hastan ı n akşam
üzeri yatağ ı nda oturabileceği bildirildiği için öğretmen onu
belli bir saatte ziyaret etmeyi tasarlayarak, eline bir kitap alıp
gezmeye çıktı ve bu saatten önce dönmedi .
Başbaşa kaldı kları zaman genç kız göz yaşlarını tutama
m ıştı . Onun soluk benzi ve zayıf bedeni ni gören temiz yürekli ,
saf öğretmen de bi rkaç damla göz yaşı döktü . Bununla birlik
te, ağlamanın önüne geçebileceğini pek kesi n bir anlatı mla
belirtmekten de geri durmadı .
« Bütün b u iyilik v e naziklik karş ısında size b i r y ü k olduğu
muzu düşünmek beni üzüyor; bilmem size nasıl teşekkür
edebiliri m ? Size rastlamam ış olsayd ık, ölüp sokakta kalabilir"
dim. Dedem de koca dünyada yalnız başı na kal ı rd ı .
« Ö lmekten bahsetmeyelim. Yük olmaya gelince; siz kulü-
bede kaldı ğ ı nızdan beri ben servet sahibi oldu m . "
Genç k ı z sevi nçli :
« Buna çok sevindim . . . » dedi.
« Bu radan uzak bir yere ve eski bulunduğum köye de
yak ı n o lmayan bir yere, y ılda otuz beş sterlinle öğretmen ve
vaiz atandı m . »
« Çok, çok sevindim . . . "
« Şimdi oraya gidiyorum . Araba kiralamama izin veriyorlar.
Tanrı senden · razı olsun, benden hiçbir şey esirgemiyorlar. .
Vaktim olduğu için gezmeye ç ı km ı ştı m . Böyle yaptığ ıma
şimdi çok sevi niyorum.»
« Buna as ı l bizim sevi nmemiz gerek!. »
Ö ğretmen huzursuz bir halde sandalyesi nde dönerek:
« Evet, bu doğru, şimdi bunu bırakal ı m . Nereden geliyor,
nereye gidiyorsunuz? Benden ayrı ld ığın ızdan beri neler yap
t ın ız? Daha önce ne yapıyordunuz? Bana bunları anlat. Ben
dünya işlerinden pek az anları m. Belki ben size yol göstere
cek yerde, siz bana yol gösterebilecek durumdas ı nız ; ama
347
içtenliğime inan. Seni sevmemin nedenini -u nutmadıysan her
halde sen de bilirsin. O zamandan beri sevecenliğimi, sevdi
ğim bir çocuğun ölüm döşeği baş ı nda bulunan bir başka ço
cuğa verdiği mi duyumsad ı m ! » dedi .
Sonra başı n ı yukarı kaldı rarak ekled i :
«Buna küllerden doğan yeni b i r yaratış diyecek olursak,
bu çocuğa karşı beslediğim sevgi ve sevecenlik ad ına, bu
yürek rahatl ığım devam etsin ! »
İ yi yürekli öğretmenin gösterdiği saf v e içten sözleri nde ve
tavrındaki sevecenlik ve ciddilik bakışlarında ve sarfettiği
sözcüklerde gerçekleşen doğruluk, genç kızın yüreğinde öğ
retmene karşı en kurnaz hile ve i kiyüzlülüğün uyand ı ramaya
cağ ı bir güven uyandırmışt ı . Öğretmene ne dost, ne de h ı
s ı m ları bulunduğunu, i htiyarla birlikte onu korktuğu tehlike
l erden ve ç ı lgı n l ı klardan korumak için kaçtığı n ı , dedesinin h ı r
s ı n ı uyandı racak yerlerden uzak kendisini keder ve üzü ntü
den koruyacak, sakin bir köşede barı nmak istediğini anlattı.
Nell'in anlattıkları öğretmeni şaşkınl ığa düşürmüştü. Bütün
kuşku ve teh likelere kahramanca karşı koymak zorunluk ve
ezince göğüs,germek için bu genç kıza ancak yüreğinde bes
lediği derin sevecenlik ve yapt ığı işin doğruluğu mu destek ve
güç olmuştu ! Bununla birlikte dünya bu gibi kahramanlardan
bağı msız değildir. En büyük ve en iyi dayanı lan felaketlerden
her gün gerçekleşip de kaydedi lmeyenler değil midir? Bu
gen9 kızın öyküsünde şaşı lacak ne vard ı ki !
Oğretmenin daha neler söyleyip düşündüğünün önemi
yok, Neli ve dedesinin öğretmenin gittiği köye birlikte gitmele
ri ve öğretmenin onları n geçimini sağlayacak alçak gönüllü
bir i ş bulmaya çal ışması kararlaştırı ld ı .
Oğretmen yürekten gelen b i r içtenlikle:
«Bu nda başaramayacağı m ıza kuşku yok; çünkü çok ha
yırlı bi r amaç izliyoruz ! .. » dedi.
Ayn ı yoldan geçecek olan büyük bir yük arabası atları nı
değiştirmek üzere pansiyonun önünde konaklayacağı ndan,
ertesi akşam yola çıkmaya karar veri ldi. Arabac ı , küçük bir
ücret karş ı l ığ ında, Nell'i arabaya alacakt ı . Araba gelince, pa
zarl ı k edildi ve genç kız yumuşak yüklerin arası na yerleştiri-
348
lip dedesiyle öğretmen de araba n ı n yan ı nda yürümeye hazır
land ı . Araba, pansiyon ve halkın iyi di lekleri ve uğurlamaları
arasında yola koyuldu .
Bu yavaş devi nen dağ gibi ar.aba içi nde yatıp atların çıngı
rakları n ı , ara sıra arabacını n şaklattığı kı rbac ı , koca, geniş te
kerleklerin yuvarlanı ş ı n ı , koşu mların h ı ş ı rtısı n ı , küçük atlar
üzerinde giden yolcuların neşeli selamları nı kal ı n bir tente ar
kası ndan tembelce dinleyerek uyuklamak ne deği n rahat, ne
değin din lendirici bir yolculuktu. Boş yastı k üstünde, sağa
sola sallandı ğı için, belirsiz bir uykuya dalış; zahmetsizce ve
· yorulmadan ilerleyiş; ninni etkisi yapan bütü n h evesleri düş
sel bir müzik gibi dinleyiş; yeğni k bir uyan ış; önde yarı açı k
tatlı rüzgarlı perde arası ndan, yukarıda, soğuk parlak gökyü
zünde parı ldayan sayısız yıldızları , aşağ ıda arabac ı n ı n ya
n ı nda bir batakl ı k yalağı g ibi ışı ldayan feneri, iki yanda, ka
ran l ı k, heybetli ağaçları ve i leride gitti kçe yükselen ve sanki
yol bitmiş ve ilerisi gökyüzüymüş gibi bir tepeye varan, uzun
çıplak yolu seyrediş; sonra bir handa konaklayış; içinde ateş
ve mum yanan bir odaya çekiliş, havanı n göründüğünden
daha fazla soğuk olduğunu nazikçe anı msatış; bütü n bunlar,
araba içindeki yolculuğun pek tatl ı , pek zevkli yanlarıyd ı .
Dinlenmiş olarak gene yola koyulup bir süre senra uyu kla
maya başlamak; parlak fenerler ve at nalları n ı n takı rtısı ara
sında bir kuyruklu yıldız gibi şakıyıp geçen posta arabas ı n ı n
sesine uyan ıvermek; arkada ayakları nı ı sıtmak için ayakta
duran seyis ve şaşk ı n ve öfkeli bir h alde gözlerini açan kürk
kasketli centilmen ile karş ı laşmak; nöbetçini n uykuya çekil
diği geçitte durup yukarda içinden sönük bir ışığın s ızdı ğ ı
odadan v e yorgan altından, boğuk sesle yanıt alı ncaya değin
kapıyı çalmak; geceliğiyle üşüye üşüye aşağ ı inip bütün ara
baları n yalnız gündüzün geçmelerini isteyen geçit nöbetçisini
beklemek; hep bu yolculuğun konumlarıyd ı . Gece ile g ündü
zün arası ndaki keskin değişim ve gittikçe genişleyip yayılarak
griden beyaza, beyazdan sarıya, sarıdan kızıla dönen ışı kla
rıyla neşe ve eylem içinde geçen gündüzüyle saban başı nda
ki atlar ve çiftçileriyle, ağaçlar ve çitler üzerindeki kuşları ür
kütüp kaçı ran, ıssız tarlalardaki çocuklarıyla, bu araba
349
yolculuğu her yerde bulunur zevklerden değildi. Kalabal ık pa
zarları bulunan bir kasabaya varış ; hem çevresindeki yük ve
yolcu arabaları ; dükkanların önünde m üşteri bekleyen esnaf
satmak için atlarını sokaklarda dolaştı ran i nsanlar; uzakta,
pisliğe gömülü domuzların homurtusu , içlerinden bazı ları n ı n
iplerini koparıp eczacı dükkan ı na girmesi v e çı raklar tarafın
dan süpürge sopası yla kovul m as ı ; gece postası n ı n at değiş
tirmesi ; neşesiz, üşümüş, çirkin, saçları uzamış yolcularla bir
karşıtlık oluşturan, yakışıklı, ve tertemiz arabacı lar, hep bu
yolculuk içi ndeydi Bu denli çeşitli devi nim ve olaylarla dolu bir
araba yolculuğu gibi zevkli bir şey var m ıd ı r?
Dedesi arabada dinlenirken birkaç mil yürüyen ve ara s ı ra
öğretmeni n de arabaya binip dinlenmesinde üsteleyen Neli,
büyük bir kasabaya varıncaya deği n, bu biçimde ve sevinçli
ve mutlu bir halde yolculuk etti. Araba kasabada konakladı ve
geceyi orada geçirdiler. Sokaklarda bir çeşit sıvayla yapı l m ı ş
v e birçok yönlerde siyah kirişler geçirilmiş, tuhaf, eski biçim
d e evlere rastlad ı lar. Bunları n kap ı ları alçak ve kemerliydi.
Bazı ları n ı n meşe kapıları n ı n önünde, eski saki nlerinin yaşam
larında oturdukları sevimli, tuhaf kanapeler vard ı . Pencerele
re -sanki pek iyi seçmiyorlarm ı ş gibi- gelip geçenlere gözleri
ni kırparak bakan, ufak karelere ayr ı l m ış cam lar geçirilmişti.
Tarlalar aras ı nd a bir yanardağ gibi bulunduğu yeri kas ı p ka
vuran bir iki fabrika d ı şı nda, . artık ocak ve dumandan kurtul
muşlard ı . Bu kasabayı da geçtikten sonra gene kırlara girdiler
ve hedeflerine yaklaşmaya başlad ı lar. Pek zorunlu olduğu
için değil ; ama öğretmen vaiz atandığı bir köye yolculuk giysi
si ve toztoprak içinde girmeyi kendine yakışt ı ramadı ğı ve köy
de pek yakı nda olmad ı ğ ı için, yolda bir gece daha geçirdiler.
Bulutsuz, açı k havalı bi r güz sabah ı , öğretmenin yükselti lerek
atandığı köyün yak ı n ı na varı nca durup onun güzelliklerini
seyre dald ı lar.
Çok d uygu nlaşan öğretmen alçak bir sesle:
« İ şte kilise!» dedi. «Onun yan ı ndaki eski bina da her
h alde okul olacak. Bu güzel yerde y ılda otuz beş sterlin pek
hoş bir şey değil mi?»
350
Her şeyden, eski gri kemerlerden tirizlerle ayrı l m ış pence
relerden; yeşil kilise meydan ı n ı benekleyen ve saygı uyandı
ran, mezar taşlarından; hatta rüzgar fırıldağı ndan ; kulübele
rin ot kaplı, kahve rengi damlarından; ambardan; ağaçlar
arası ndan seçilen şirin evden; uzak bir su değirmeni kenarı n
da şarı ldayan çaydan ve daha ilerideki gal dağları ndan hep
hoşlandılar. Genç kız, sanayi bölgesinde yoğun, karan lık, dö
küntü izbeler arası nda hep bunları özlemişti. Kül yatağ ı üze
rinde yatarken ve yaya olarak geçtikleri sefil yörelerde Nell'in
zihninde hep bu güzel sahneler canlanmıştı. Bu sahneleri
gene görmek umudu zayıflayıp uzak bir düşlem kal ı nca o nları
da çok özlemişti. Öğretmen sevi nç içinde vard ı kları suskunlu
ğu bozarak:
« Sizden bir iki dakika ayrı lacağ ı m ! » dedi. «Verilecek bir
mektubum ve sorulacak soru ları m var. Sizi nereye götüre
yim? Şu i lerdeki hana gidelim m i ?»
Neli:
« Bu rada bekleyel i m ! ,, dedi . « Kapı açık, kilise avlusunda
oturup bekleriz . . . »
Öğretmen sırtı ndaki çantayı çözüp çıkard ı ve avluya doğ
ru yürüyerek:
« İ yi haberlerle döneceğime güvenin. Şimdi geliri m ,, dedi.
Böylece m utlu öğretmen bütü n yolculuğu boyunca küçük
bir paket içi nde cebinde taşıdığı yepyeni eldivenleri takarak,
coşkuyla çeki lip gitti.
Neli, onu ara yerdeki dallar ve yapraklar engel oluncaya
değin, kemer altı nda durup seyretti. Sonra, yavaş, yavaş yeri
kaplayan dökülmüş, yaprakların üzerinde .ayak sesleri bile işi
tilm eyerek giysisi nin h ış ı rtısı bile bu derin suskunluğa karşı
bir sataşma görü nen, pek durgun ve ağ ı rbaşlı ki lise avlusuna
doğru yürüdü. Buras ı pek eski, pek ruhani bir yerdi. Yüzlerce
yıl önce yapıl an kilisenin bir zamanlar bir de manast ı rı olduğu
anlaşı l ıyordu çünkü harap kemerler, yuvarlak pencere kal ıntı
sı kararm ış, yıkık duvarlar daha ortadayd ı . Binan ı n çürüyüp
dökülen diğer kısı m ları , sanki on lar da birer mezara hak ka
zınıp küllerini i nsan kemikl eriyle yoğurmak istemişler ve üze
rinde çayırl ar biten ki lise avlusunun toprağı na karışmışlardı .
.
35 1
Bu mezar taşları n ı n yanı nda ve son zamanlarda barı nı labilir
bir duruma sokmak için çabalar gösterilen harabenin bir kıs
m ı n ı oluşturan, bas ı k pencereli, meşe kap ı l ı , çürümeye yüz
tutm uş, boş ve tergenmiş iki küçük kulübe vard ı .
Genç kızın dikkati b u kulübelere sapland ı . Bunun nedenini
kendisi de bilmiyordu. Kilise, harabelerdeki mezarlar bir ya
banc ı n ı n dikkatini ayn ı ilgiyle çekecek, şeylerdi; ama gözleri
bu iki kulübeye i lişir i lişmez artık başka bir yere bakm ad ı . Av
lunun çevresi ni dolaş ı p kapı n ı n önüne gelince düşünceli, dü
şünceli otu rup dostları n ı bekledi . Kulübeleri görebileceği bir
yeri seçmiş ve sanki bu yerin gizemine kapılmışt ı .
X LV l l
352
ruyor; pencereyi açıp gene h ızla kapatıyor, baş ı n ı bir pence
reden çıkarıp öbür pencereye sokuyordu. Cebinde, yapısına
akı l ermez, tuhaf bir çakmak vard ı . Kit'in annesi gözlerini, ka
padı kça yalnız bay, bir vızı ltı , bir h ı ş ı rt ı , bir tıkırtıyla alevin ışı
ğ ı nda saatine bakıyor; arabacı lar imdada yetişmeden diri diri
kebab olmak tehlikesi yokmuş gibi, samanlar arasına kıvıl
cımlar saçıyordu. Atları değiştirmek için bir yerde mola ver
dikleri zaman, basamakları i ndirmeden arabadan atl ıyor;
han ı n avlusunda yakılmış m aytap gibi sıçrıyor; lamba ışığın
da bakmak için cebinden ç ı kard ığı saatini bakmadan gene
cebine koyuyor; özetle, o değin anı, düşlere sığm az, işler gö
rüyordu ki Kit'in annesi ondan bayağı korkuyordu. Atlar koşu
lunca bir palyaço gibi arabaya atl ıyor; daha bir mil yol alma
dan cebinden saatin i ve çakmağ ı n ı çıkarıyor; Kit'in annesinde
de uyku u m udu kalmıyord u:
Yalnız bay, bütün bu becerilerden sonra birden bire kad ı n-
cağı za dönerek:
« Rahatsı z m ısınız?» diye sordu.
« Pek rahat ı m ; teşekkür ederim . . . »
« Doğru mu? Ü şümüyorsunuz ya? .. »
« Bi raz seri n , değil mi?»
Yabancı bay, ön pencereyi indirerek:
« İ lk hanın önünde duru n ! Sıcak su ile konyak isteyin ! »
diye seslendi. « Nas ı l oldu da daha önce akı l edemed i m ! »
Kad ı ncağızın konyağa gereksinimi olmadığını söylemesi
nin, hiçbir yararı yoktu. Adam , dediğinde dedikti . Her türlü
huzursuzluk belirtisi gösterdikten sonra, yapılacak bir tek iş
Kit'in annesine konyak bulmaktı.
Gece yarısına değin böyl e yolculuk edip sonunda akşam
yemeği için mola verdiler. Yabancı bay, handa yiyecek adına
ne varsa h epsinden ısmarlad ı ; ama Kit'i n annesi hepsini bir
anda yiyemediği için yabancı bay, onun hasta olduğuna hük
metti .
Odanı n bir ucundan öbür ucuna dolaşarak:
« Her halde üzerinizde bir baygınlık olacak! » dedi.
« Hayı r, yok!. . »
353
Antikacı Dükkan ı / F : 23
« Ben inan ıyoru m . Pek kısa bir zaman içinde iyi yuvanız
dan ve yavruları n ızdan ayırd ı m . Kad ı ncağ ız, gittikçe zayıflı
yor. Ben ne tuhaf bir i nsanı m ! Kaç çocuğunuz var, bayan? . . »
« Kit'ten başka i ki çocuğum daha var.»
« H epsi erkek m i ?»
« Evet . . . "
«Vq.ftiz edildiler mi?»
« Henüz yarı vaftiz edildiler, efendim . "
« Öyleyse aklı n ızda olsun, onların vaftiz babası ben olaca
ğ ı m . Şimdi siz biraz sıcak, şekerli şarap içi n ! »
« Damlasına b i l e dokunamam ! »
«Olmaz, b u n a gereksiniminiz var. Keşke daha önce aklı
ma gelseydi ! Sanki boğulmaktan kurtarı lan bir insanın sağal
t ı m ı nda kullan ı lacakm ış g ibi tezcanlı ve heyecan içinde devi
nen yalnız bay zili çal ı p şekerli ve baharlı şarap istedi ve
kad ı ncağ ıza ağzı n a dek dolu bir bardak şarap içirdi. Şarap o
değin sıcaktı ki, kadı ncağızın gözlerinden yaş geldi.
Aynı tezcanl ı l ı kla arabaya yöneltilen Kit'in annesi -herhal ·
354
Kendini bu gürültücü kalabal ı ğ ı n ortası nda bulmakla şar ı
ran yabancı bay, seyislerden birinin yard ı m ıyla arabadan int
rek Kit'in annesine elini uzattı . Bunu gören halk sevinçten
hoplayıp zıplayarak:
« İ şte bir düğün dah a ! » diye bağ ı rd ı .
Gelin san ı lan yol arkadaşıyla kalabalığın içinden geçmeye
çal ı şan yabancı bay:
« Dü nya şaşırmış!» dedi. «Yol verin de şu kapıyı çala
yı m . . . »
Her çeşit gürültü , kalabalığa hoş geli r. . . yirmi kirli el hep
birden, kapıyı çalmaya uzand ı . Hiçbi r tokmak böyle çalınan
tokmak gibi sağ ı r edici sesler ç ı karmam ıştı r. i steyerek gör
dü kleri bu hizmetten sonra, halk yabancı bay ın sonucu kendi
baş ı na karş ılamas ı n ı yeğleyerek geri çeki ldi.
Yakası nda büyük bir fiyongu bulunan soğukkanlı bir adam
kapıyı açtı.
« Ne istiyorsunuz?» diye sordu.
« Burada kim evleniyor?»
«Ben ! »
«Siz m i ? Kiminle? O n u söyleyin?»
Güvey, yabancı bayı tepeden tı rnağa süzerek:
« Bunu ne halkla soruyorsunuz?» dedi.
Kit'in annesi bu sahneden uzaklaşmak niyetinde olduğun
dan onu kolu ndan çeken yabancı bay :
« H ak m ı ? Sizin düşünemeyeceğiniz bir hak! Ey halk, eğer
bu bay bir minik kızla evlenmişse . . . ama bu olamaz. Burada
tuttuğumuz genç kız nerede, siz onu söyleyin ? Adı Neli. . . »
Kit'in annesi nin de bu soruyu işitince, sokağa bakan
odada, birisi bir çığlık kopardı ve beyazlar giymiş t ıknaz birka
d ı n gelerek güveyi n ko luna g i rdi.
« Evet nerede? Ne haber geti rdiniz? Ne oldu ona?» diye
sordu.
Yabancı bay geri çekilerek o sabah, şair bay Slum'un öfke
ve kederine karş ı n , filozof eğilimli George ile evlenen Jar
ley'i n yüzü ne korku, u mutsuzluk ve g üvensizlik taşıyan bir ba-
·
355
«Ben size onun nerede olduğunu soruyorum . Ne demek
istiyorsunuz?» ded i .
« Eğer on a bi r iyilik yapma k için geldiyseniz, bir hafta önce
neredeydiniz?,,
Kül kesi len yabancı bay:
«Yoksa öldü mü?» diye sordu.
« Hayı r, öyle kötüsü deği l . . . »
«Oh, rahatlad ı m ! İ zin verin de i ki dakika içeri gireyi m . »
Gelin g üvey o n a yol verdiler v e içeri giri nce kapıyı kapadı-
lar.
Yabancı bay, yeni evli lere dönerek:
« Karşı n ızda bahsettiğim iki kişinin yaşam ı n ı en az kendi
yaşamı değin aziz tutan bir i nsan görüyorsunuz ! .. » dedi.
« Beni tan ı mazlar. Biçimini, görünüşünü bilmezler. Ama her
ikisi de ya da ikisinden biri bu radaysa, önce bu bayanı gör
sünler. Çünkü ikisi de onu tan ı rlar. Eğer onlara bir zarar ge
leceği nden korkuyor ve yaln ı ş bir düşünceye kap ı lıyorsanız,
eski dostları bu bayan ı tanı malarıyla amac ı n ı anlam ış olacak
s ı n ız . . . »
Geli n :
«Ben h e r zaman söylerdim. Onun s ı radan b i r kız olmad i
ğ ı n ı söyledim? N e yaz ı k ki size yard ı m edemeyeceğiz. Çünkü
bütün araştı rma ve çabaları m ız boşa ç ı kt ı ! » dedi.
Yeni evliler hiçbir şey gizleyip saklamadan Neli ile dedesi
üzerine görüp bildikleri ni, ilk kez rastlad ı kl arı zamandan, bi r
denbire ortadan yitişlerine değin, birer birer a nlatt ı lar ve pek
doğru olarak, onların güven ve kurtuluşu ad ı na kaygı ya düş
tüklerini ve ansızın ortadan yitmeleriyle, ileride karşı laşacak
ları kuşkudan korkarak, izlerini bulmak için her türlü çareye
bavurdukl arı n ı ; ama hiçbir sonuç elde edemed i klerini ekledi
ler. İ htiyarı n akıl sakatlığından, genç kızın dedesi ortalarda
yokken duyduğu kaygı ve huzursuzluktan, i htiyarın d üşüp
kalktığı varsayı lan i nsanlardan, genç kızın üzerine tebell eş
o lan ona gittikçe sağ l ı k ve neşesini yitirten kederden uzun
uzun bahse�tiler. İ htiyarı geceleyin yerinde bulamayınca, gitti
ği yerleri bildiği için, Nell'in onun peşinden g itmiş olması ya
da her ikisinin birden evden çı kıp gitmiş olmal arı olas ı l ı ğ ı
356
vard ı . Kesin olan şuydu ki artık onlardan bir haber almak
umudu pek zayıflam ıştı ve kaçmak düşüncesi , ister Neli,
ister ihtiyar tarafından i leri sürülmüş olsu n ; onların geri gel
melerinden u mudu kesmek gerekti.
Yabancı bay bütün bu sözleri keder ve umut kı rıklığıyla ve
çökmüş bir i nsan duyarlığıyla di nledi. Dededen bahsederken
göz yaşları döküp büyük bi r üzgü içinde olduğu görüldü.
Uzun öyküyü kısa kesmek için şunu söyleyelim ki, görüş�
me sona ermeden yabancı bay işitti klerinin doğru luğuna inan
dı ve onlara kimsesiz bir genç kıza karşı kucak açtı kları için
karş ı l ı kta bulunmak istedi , ama kabul ettirem edi. Sonunda
mutlu çift balayları n ı köyde geçirmek üzere arabaya binip
yola çıktı ve yabancı bayla Kit'i n annesi acınacak bir durum
da araban ı n kapısı önünde kaldı.
Arabacı sordu:
« Nereye çekeyim , efendim?
Yabancı bay, söyleyeceğini Kit'in annesinin hatırı için de
ğiştirerek: ' Hana!' dedi ve hana gittiler.
M umyaları gösteren genç kızın daha h enüz bebekken
kendilerinden çalı nan büyük ve soylu bir aileden olduğu ve
izinin yeni bulunduğu üzerine bir söylenti ağ ızdan ağıza do
laşmaya başlad ı . Nell'in bir prensin, bir dükün, bir kontun , bir
vikontun ya da baronun kızı olduğu yollu düşünceler yürütül
dü; ama herkes yabancı bayı n onun babası olduğu üzerine
görüş birliği ettiler ve herkes, dört atl ı araba içinde kırg ı n ve
kederli hana giderken, onun burnunun ucunu görmek için i leri
at ıldı.
Şu anda dede ile genç kızın sabı rla köy öğretmeni nin dön
mesini beklemek üzere kilisenin kapısı önünde oturdukların ı
bilse, k i m bilir n e büyük b i r muştu verecek v e ne büyük bir
kederin önüne geçilmiş olacaktı .
XLVlll
357
k ı n l ı k, uyandı ran dedikodu, onun han kapısında yere indiği
zaman varsayılmayacak bir heyecan ve i lgi tablosu halinde
karşı lanmas ı na neden olmuştu . M umya koleksiyonunun ka
panması ve düğün haz ı rl ı kları n ı n sona erm esiyle, sözde işsiz
kal,m ış görünen birtakı m haylaz ve aylak i nsan, onun hana in
mesini özel bir lütuf sayarak sevinç gösterilerinde bulundu.
Bu genel merak ve h eyecana kat ı lmayarak sessiz, saki n
bir köşede, kendi derdiyle baş başa kalm ak isteyen bezgin ve
üzgün bir i nsan ko numuyla arabadan inen yabancı bay, seyir
cilerde derin bir izlenim bı rakan pek ciddi bir naziklikle Kit'in
annesine elini uzatt ı ; sonra koluna girip hana götürdü. Birkaç
işgüzar garson yol açıp hazı rladıkları odayı göstermek için
·
i leri atı ld ı .
Yabancı bay:
« Hangi oda olursa olsun, yalnız yakı n bir yerde olsu n ! »
dedi.
« Hemen şuracı kta, böyle gelin, efendim ! »
B u sı rada bodruma inen merdiven aralığı ndaki küçük bir
kapı birdenbire açı ldı ve bir ses işiti ldi.
« Centil men bu odayı arzu ederler mi? Mayısta açan çi
çekler kışın aran ı lan kömür deği n hoş gelip sefalar getiren
bir konuk! Bu odayı arzu etmez misiniz? Bana bu onuru bah
şetmez misiniz? .. »
Kit'i n annesi büyük bir şaşkı nlık içinde geri çekilerek:
« Şaşı lacak şey! Olur şey değil!» dedi.
Şaşı rmak için nedende yok değildi; çünkü bu davette bulu
nan Quilp'ten başkası değildi . Baş ı n ı uzattığı küçük kapı,
h an ı n kilerine yakındı. Cüce o rada rahat rahat, sanki kendi
evinin kapısında duruyormuş gibi, soytarıca bir naziklikle ba
ş ı n ı eğmiş duruyor; ve zarar vermek için yer altı ndan çıkmış
bir canavar gibi, kilerdeki soğuk, kızarm ış etleri huzursuzluğa
boğuyordu. ·
358
Kit'i n annesi bir fısı ltıyla:
«Onu d aha dün akşam küçük kilisede görmüştü m ! » dedi .
Yolculuk arkadaş ı :
«Olur şey değil, olur şey deği l ! » dedi . « Garson ! B u ada:m
bu raya ne zaman geldi?»
«Gece postasıyla bu sabah geldi, efendim . . . "
·
« Ne zaman gidecek?»
« Bi l m iyorum efendim. Oda h izmetçisi bir oda isteyip iste
mediğini sorunca yüzü nü buruşturdu ve so nra da kad ı ncağ ızı
öpm eye kalkıştı !
«Söyleyin de i ki dakika bu raya gelsi n. Onunla konuşacak
ları m var.»
Garson bu buyruğu alı nca gözlerini açıp baktı ; zira, ya
bancı bay, cüceyi görür görmez yalnız Kit'in annesinin gös
terdiği şaşkınlığı göstermekle kalm am ış ondan korkusu olma
d ığ ı içi n , nefret ve hoşnutsuzluğunu da saklamam ıştı.
Bununla birlikte, garson ald ığı buyruğu yeri ne getirmek için
ayrı ldı ve kısa bir süre sonra cüce ile birlikte geri geldi.
Cüce :
« Buyurun , efend i m ! » ded i . « H aberciye yolda rastladı m .
Saygı ları m ı sunmama izin vereceğinizi varsayıyordum. U ma
rım keyfiniz yerindedir, efendim!»
Cüce yarı kapandı ğ ı gözleri ve buruşturduğu yüzüyle yanıt
beklerken, o rada, bir süre geçti. Hiçbir yan ıt alamayı nca,
daha iyi tanıd ığı dostuna dönd ü .
«Christopher'in annesi ! Aziz v e sayg ı n b i r baya n ; iyi ah
laklı bir oğulun mutlu annesi ! Acaba hava değişim i yaradı m ı ?
Çocuklar nasıllar? Yetişip büyüyorlar m ı ? Değerli yurttaşlar
olmaya çalış ıyorlar m ı ?»
Her sorduğu soruyla sesini bi raz daha yükselten cüce,
keskin ve cırl ak bir tonla sözünü keserek alışkın olduğu sol
gun yüzünü takı nd ı . i ster doğal, ister yapmacık olsu n, cüce
nin bu pozu onun yüzünden bütün anlatı m ı siliyor; yüzü huy
ve amac ı n ı açıklamaktan uzak, kesin ve anlamsız bir boşluk
halini alıyordu.
Yabancı bay:
« Bay Quilp!» dedi.
359
Cüce ellerini i ri kulaklarına kald ırıp derin bir dikkat kes.i l-
mek istedi .
« Birbirimizi daha ö nce görmüştük, deği l mi?»
Cüce baş ı n ı sallayarak:
« Kuşkusuz efend i m , kuşkusuz ! Bu, o değin çabuk unutu
lacak bir zevk ve onur değildir!» dedi.
«Anımsayacak olursan ; Londra'ya varıp görmeye geldiğim
evi boş ve tergenmiş bir halde bulunca, ko mşular bana seni
sal ık vermişler; be n de durup dinlenmeden seni bulmaya ko
yulmuştum.»
Cüce, arkadaşı Sampson Brass' ı taklit edip kendi kendine
görüşmeye gi riştikten sonra:
« Evet, bu ne değin telaş l ı , ama ne içten ve ciddi bir girişim
olmuştu ! » dedi.
« Seni pek yakın bir zamana değin bir başkasına ilişkin
olan her şeyin, akı l ermez bir biçi mde, sahibi buldum. Evi ne
ayak bastığ ı m zamana değin, servet sahibi bir adam olarak
tanı nan bu bay; evinden barkı ndan atıl ı p birdenbire dilencili
ğe yöneltilmiş!»
«Buna hakkı m ız, yetkimiz vard ı . Evinden barkı ndan atı ldı
ğ ı da gerçek değildir; çü nkü geceleyin kendi isteğiyle çıkıp
gitti ve ortadan yitti yok oldu. »
Yabancı bay öfkeyle :
« Her neyse; gitti ya ! » dedi.
Quilp, ayn ı öfkelendirici soğukkanlı l ıkla:
« Evet, gitmiş!» dedi. «Ama nereye? B unu daha bilmiyo
ru.z .,,
Yabancı bay, ona dik dik bakt i ve sord u :
« Bana hiçbir bilgi vermek istemeyen v e apaçı k b i r biçim
de, bildiğini saklayıp her türlü hile, düzen ve kaçamak yola
sapan, şimdi de peşinden izleyen bir adam üzerine ne düşün
memi istiyorsun?»
«Ben mi peşinizden izliyorum?»
Buna pek sinirlenen yabancı bay:
« İ zlemiyor musun?» diye sordu. «Birkaç saat önce, altm ış
m i l uzakta, bu iyi i nsan ı n dua ettiğ i küçük kilisede değil miy
din?»
360
Quilp daha istifini bozmadan:
« Her halde o da oradaydı , ,, dedi. « Bir kabalık olmayacağ ı
nı bilsem, ben de sizin beni peşimden izleyip izlemediğinizi
sorard ı m ! Evet, kilisedeydim. Bu ndan şaşı lacak ne var? Bir
kitapta h acı ları n yo la çıkmadan önce, sağ sağlam dönmeleri
için, kilisede dua ettiklerini okumuştu m . Hiç kuşkusuz akıllıca
bir tutum . . . Yolculuk, hele araba yolculuğu pek teh likeli. . . Te
kerlekler çıkar, atlar ü rkek arabac ılar arabayı delice sürer,
araba devrilir . . . Ben yo lculuğa çı kmadan hep kiliseye gide-
• I
rım . »
Yüzündeki anlat ı m , sesi v e tutum uyla gerçek uğ runda
şehit olan bir i nsan tavrı takınan cücenin yalanlar kıvırd ığ ı n ı
anlamak için pek fazla kavrayışlı olmaya gerek yoktu.
Çaresiz yalnız bay :
« Beni sinirlendirmeden şuna yanıt ver, be adam !» dedi.
«Şu ya da bu nedenle sen de benim peşimde koştuğum işi iz
lemiyor musun? Biliyorsan bana Vereceğin bir ip ucu, bir
haber yok m u ?»
Cüce omuz silkerek:
« Ben falcı değili m ! » dedi. « Falcı olsaydı m önce kendi falı
ma bakard ı m . »
Yabancı bay sabırsızlanarak:
«Söyleyeceklerimizi söyledik. Sizi daha rahatsiz etmeye
lim, lütfen bizi yaln ız bı rakı n ! » dedi.
« Hay hay, efend i m ! Hoşça kal ı n , bayan! İ yi yolculuklar
efendim, ehem m i . . »
Ayrıl ı rken bu sözleri söyleyen cüce maymun ların v e insan
ların yapabildi kleri her türlü mimiklerden oluşan, anlatı lamaz,
çirkin bir s ı rıtışla dışarı çıkarak kapıyı arkası ndan kapadı .
Kendi odasına varı nca, ellerini kalçalarına koyup bir san
dalyeye çöktü ve son zamanlarda yüzüne verdiği her türlü çir
kin anlat ı m ve m i mikleri n bir armağan ı olarak, sanki pek bü
yük bi r sevinç içindeymiş gibi, kahkahayı bastı ; sonra, sol ba
cağ ı n ı tutup sağa sola sallanarak konusunu anlatmamız ge
reken birtakım düşüncelere vard ı .
361
Ö nce, kendisini bu raya yönelten olayları aklı ndan geçirdi.
Bir gece önce Sampson Brass ve bilgiç kızkardeşinin bulun
mad ığ ı bir sırada, yaz ı h aneye uğrayan Quilp, hukukun tozu
ve örümceği üzerine bir kadeh sıcak cin serpip -deyim gere
ki rse- beden çamurunu cömertçe ıslatmakla uğraşan Swivel
ler'le karş ı laşm ı ştı ; ama balç ık fazlaca ıs latı l ınca gevşeyip
hiç beklenilmedik yerinden kırılıp döküldüğü, kalıp tutmad ı ğ ı ,
biçim v e direncini yitirdiği gibi, bay Swiveller'in hamuru da
pek fazla rutubet kaptığ ı ndan pek gevşet ve kaygan bir hal
deydi ve zihnindeki türlü düşü nceler birbiri ne karışıp kal ı p tut
mam aktayd ı . İ nsan hamurunun bu koşullar altı nda bulunduğu
bir s ı rada, önlem ve ölçülülüğe en çok değer vermesi gerekir
ken ; bay Swiveller bu özelliklerle övü nerek yukarki katta otu
ran yabancı bay üzeri ne, ne işkence ne de yalvarmayla açı k
lamamaya azmettiği, bazı tuhaf saptamalarda bulunduğunu
söylemeyi bir f ı rsat bildi. Quilp onun bu kararı n ı pek doğru
bulduğunu söyleyerek onu daha çok konuşmaya kışkırttı ve
çok geçmeden, yabancı bay ı n Kit ile temasa geçtiğini öğren-
di. Bu, hiç söylenmemesi gereken bir gizdi.
Bu bilgiyi elde eden Quilp, yukarki katta oturan yabancı
bayın kendisini de arayan bay o lduğunu varsaymış; sorup so
ruşturma sonunda bu varsayı m ı n ı n doğru olduğuna kanı ge
tirmişti. Yabancı bay ı n amaç ve arayışı, hiç kuşkusuz, eski
müşterisi i htiyar dede ile torununu ele geçirmekti. İ şin asl ı n ı
anlamak için meraktan çatlayan cüce, Kit'in an nesi nin, kur
nazlıklarına en çabu k kapılabilecek ve dolayısıyla istediği bil
giyi en kolay biçi mde verebilecek olan biricik kişi olduğunu
düşünmüştü . Hemen Swivel ler'in yanı ndan ayrı larak kad ı nca
ğ ızın evinin yolunu tutmuş; Kit'in sonradan yaptığı gibi ; evde
olmad ığını öğre n ip kiliseyi sal ı k alınca, vaazdan sonra yolunu
·
362
di ; annesi ve kardeşleriyle kiliseden çı karken o da peşlerin
den f ı rlayıp çıkt ı . Onları Notere değin izleyip seyislerden, bi
rinden de araban ı n gideceği yeri öğrendikten sonra, bir gece
postas ı n ı n , yakı n ı ndaki bir sokaktan aynı yere gitmek üzere
kalkacağ ı n ı da öğrendi ve hemen yaz ı haneye koşup, vakit
geçirmeden, arabanın tepesinde yerini ald ı . Molal arı n uzun
luk ve kısal ığına ve arabaların h ı zına göre, geceleyin öndeki
arabayı birkaç kez g eçip, bir başka araba tarafı ndan da bir
kaç kez geçildikten sonra sabahleyin hemen hemen aynı za
manda kasabaya vard ı lar. Ouilp arabayı gözden yiti rmeyerek
kalabal ı ğ ı n aras ı na karıştı ve yabancı bay ı n izlediği işi ve kar
şılaştığı başarısızl ı ğ ı öğrenip kendisi için gerekli bilgiyi elde
ettikten sonra, ondan önce hana inip biraz önce öykü lediği
miz görüşmeyi yaptı ve küçük odas ına kapanıp olup bitenleri
h ızla belleğinde tutmaya koyuldu.
Aç gözlerle t ı rnakları n ı kemirerek:
« Demek gene karş ılaştık, azizim. Benim pabucumu dama
atı p Kit'i gizine kattı n ve ona güvendin ha? Her halde ondan
kurtulmam gerekecek! » dedi.
Ve düşünceli bir susku nluktan sonra ekled i :
Bu sabah onlara yetişebilseydik bir h a k i leri sürebilirse ka
zanç ı n ı sağlard ı m ? Şu iki yüzlü delikanlıyla annesi olmasa,
şu sinirli centi lmeni de ortak eski dostumuz ve pembe, tombul
Neli, gibi kolayl ı kla tuzağıma düşürürd üm . En kötüsü düşü
nülse bile gene yitirilmemesi gereken bir fı rsat karşısında
y ı m . Ö nce on ları bir bulay ı m sonra senin dostun ya da h ı s ı
m ı n ı güven alt ı nda tutacak parmakl ı klar, sü rg üler, kilitler var
oldukça; ben senden sana gerekli olmayan fazl a alt ı nları , sız
d ı rm as ı n ı bilirim.
Cüce bir kadeh konyak yuvarlayıp dudakları n ı şapı rdatıp
devam etti :
« Ben senin şu erdemli insanları ndan nefret ediyorum.
Evet hepsinden de nefret ediyoru m.»
Bu kuru bir övünme değil; ama cücenin, gerçek duyguları
nın bir açı klamasıyd ı . Zira, hiçbir kimseyi sevmeyen cüce,
363
iflas eden eski m üş terisiyle uzaktan yakından ilgili herkesten
nefret etmeye başlamıştı. İ htiyardan nefret ediyord u ; çünkü
bütün uyanı kl ı ğ ı n a karş ı n onu aldatm ıştı, onun kendisini her
zaman suçlu bir i nsan görmesine n eden olmuştu. Yabancı
baydan da nefret ediyord u ; çünkü bu kişi onu küçümsüyor
du. Kit ve annesinden büyük bir nefret duym ak fçin yukarda
saydığımız nedenler yeterliydi. Onlara karşı duyduğu ve deği
şik koşullar altı nda kendisini aç gözlü lükle zengi nleştirmek
kaygısı ndan ayı rdedilemeyecek olan bu genel karşı çıkış
duygusunun ötesine giden Quilp, hepsinden ayrı ayrı nefret
•
ediyordu.
Quilp bu sevimli ruh durumu içinde kendisini 'de, nefretini
de bir miktar konyak daha içmek suretiyle canland ırd ı ktan
sonra, sıradan bir m eyhanenin bir köşesine çekilerek, ihtiyar
i le küçük Nell'in, bulu nması ko nusunda olabilecek her soruş
turmayı yaptı. Dede i le torunu geceleyin kasabadan çı kmı ş
olacaklard ı . Hiçbir kimse onları görmemiş; hiçbir arabacı tarif
edilen yolculara rastlamam ış; h içbir kimse onlardan bahse
dildiğini işitmemişti bile. Sonunda bütün bu girişimleri n boş bir
umut olduğuna kanı getiren cüce, onların izleri üzerine verile
cek herhangi bir h aber için büyük ödüller vaadiyle üç arabacı
tutup ertesi sabah ki postayla Londra'ya döndü.
Arabanın tepesi nde yerini alan cüce için Kit'i n an nesi ni
arabanın içinde yaln ı z o larak görmek büyük bir sevinç olmuş
tu. Kadı ncağ ızın yal n ı zlığ ı ndan yararlanarak -yaşamı pahası
na- araban ı n üstünden sarkmak; tepe aşağı baktığı için ka
d ı ncağ ıza daha korkunç görünen iri, patlak gözleriyle pen
cereden içeri bakmak; onu pencerenin bir yanından öbür ya
n ı na kaçırmak; atları değiştirdikleri zaman m aymun gibi yere
inerek sevimsiz bir yan bakışla başı n ı pencereden içeri uzat
mak gibi türlü akla gelmez rahatsızlıklarda kadı ncağızı korku
tup bütün yolculukları boyunca yapt ığı maskaralı klardan zevk
ald ı . Şeytanca düşünülen bu işkenceler, bayan Nubbles üze
ri nde küçük kilisede nefretle anı lan kötü ruhun cücenin kişili
ğinde temsil edildiği düşüncesini güçlendirdi ve kadı ncağızı
Astley'deki istiridye cümbüşüyle dine karşı gösterdiği i lgisizlik
364
dolayısıyla bu kötü ruhun şimdi çevresi nde dolaştığı hükmü
ne varsayması na neden oldu.
Annesi nin dönmeye karar verdiği Kit'e bir mektupla bildiril
miş olduğundan, Kit, posta arabası yazıhanesinde bekliyor
du. Arabac ı n ı n omuzunun üstünden sanki ancak kendisinin
tanıdığı bir ifrit gibi sı rıtan cücenin uğursuz yüzünü görünce
şaşkınlığa düştü.
Cüce arabanın tepesinden seslendi :
« N as ılsın, iyi misin Christopher? Annen içerde!»
Kit yeğnik bir sesle :
« Nası l oldu d a birliktesi niz, anne?» diye sordu.
Oğlunun yard ı m ıyla arabadan i nen bayan Nubbles:
« Nası l ve niçin olduğunu bilmiyoru m, oğlum ; ama bütün
gün akl ı m ı yerinden oynatt ı . "
Kit:
« Ya öyle mi?" diye bağ ı rd ı .
«Yaptıkları n ı an latacak olsam, inanmazsı n ; ama ona bir
şey söyleme! Hiç o yana bakma; kendisinden bahsettiğimizi
bile anlamas ı n. Daha araba fenerinin ışığ ında yan yan bana
bakıyor. Ne korkunç şey!»
Annesi nin uyarısına karş ı n Kit, birdenbire ona bakt ı . Cüce
sanki göksel bir denetime dalmış, durgun yıldızlara bakıyor
du.
« N e şeytan yaratık! Bı rak, sakı n bir şey söyleme!»
« Söyleyeceğim anne! Ne saçma şey, baksan ıza buraya ! »
Quilp kı m ı ldamaya haz ı rlan ı rken gülümseyip baş ı n ı çevir-
di:
«Annemi rahatsız etmeyin. Onun gibi zaval l ı bir kad ı n ı -
sanki sen olmadan yeter üzüntüsü yokmuş gibi- üzüp rahat
sız etmeyi nas ı l göze alıyorsun? Ayıp değil m i ? Bodur gad
dar!. . »
Quilp içinden gülerek: 'Bodur gaddar ha?' dedi. ' B i r peniye
seyredilecek en çirkin cüce ha!..'
Mukavva kutuyu omuzuna kaldı ran Kit sözünü sürdürdü.
« Bi r daha böyle kabalı klarda bulunacak olursan, buna da
yanamam. Buna hakkın yok. Biz senin işine karış ıyor muyuz?
365
Bu ilk kez de değil. Bir daha annemi korkutup üzecek olur
san, boyuna bosuna bakarak acı rım, ama seni döveri m ! . . »
Quilp tek b i r sözcük söylemeden Kit'i n burnunun dibine
değin soku lup ona dik dik baktı ve gözleri ni ondan ayırmaya
rak bi raz g eri çeki lip gene yaklaştı ; gene geri çekildi ve bu şe
kilde çeşitli kezler yaklaşıp geri çeki ldi. Kit, apansız bir saldırı
bekleyerek yerinde s ı kı durd u ; ama bu jestlerden bir şey çık
mad ı ğ ı n ı görerek parmağ ı n ı şaklatıp yürüdü. Jacop ve bebek
üzerine annesine bilgi verirken bir yandan da omuzu üzerin
den cücenin izleyip izlemediğine bakan oğlunu, annesi kolun
dan çekip sürükledi.
XLIX
366
« Ha ha hal .. » ded i . «Bu da ne demek oluyor? Ben yokken
erkek konukları da mı ağ ı rl ıyorlar? .. »
Yukardan boğuk bir öksürük işitildi. Cüce e lini cebine
sokup anahtarı n ı arad ı ; ama anahtarı almayı unutmuştu. Ka
pıyı çalmaktan başka çare yoktu.
Anahtar deliğinden bakan cüce:
« Koridorda da ışık var!» dedi. « Kapıya yeğnikçe bir vura
yım; seni h enüz şöyle habersizce yakalayabiliri m , sayın
bayan!»
Pek yeğnik bir vuruş içerden hiçbir yanıt getirmedi; ama
aynı yeğnik vuruşla ikinçi bir kez çal ı nca, kapı , iskeledeki
çı rak tarafı ndan yavaşça açı ld ı . Cüce, bir eliyle çocuğun ağzı
n ı kapayıp, öbür eliyle yakası ndan çekerek sokağa ç ı kard ı .
« Boğul acağ ı m , bı rak beni ! »
«Yukarda kimler var, köpek? Çabuk söyle! Sesini yüksel�
teyim deme! Yoksa boğarım sen i ! »
Çocuk, ancak eliyle pencereye işaret edip büyük b i r se
vinç belirten içte'n bir gülmeyle yanıt verince, Quilp onu bo
ğaz ı ndan yakaladı ve eğer kaçıp kurtu lmasa onu boğacak ya
da hiç o lmazsa, boğmas ı na az kalacakt ı . Bir sokak lambası
direğinin arkas ına geçen çocuğu saç ı ndan yakalamaya çal ı
şan cüce, bu girişimin yararsızl ı ğ ı na kanı getirince çocuğa:
« Yukarda ne oluyor, bana bunu söyle?»
« İ nsanı konuşturmuyorsun ki ! Seni. . . hah ha ha!.. seni
öldü sanıyorlar, ha ha ha! . . »
Kendisi de sevi msiz b i r biçimde gülen Quilp:
« Ö ldü sanıyorlar ha!» dedi. « Ö yle mi, köpek!»
Kinci m izacı nda patronunun büyük etkisi olan çocuk:
« Seni boğuldu san ıyorlar ... Seni son kez iskelenin kena-
rı nda görmüşler . . . Denize düştü san ıyorlar, ha ha ha!..»
Quilp için bu gibi tatlı koşullar altında, gizlice içeri girip
hepsini de düş kırıklığına uğratmak en büyük şansı n verece
ği hazdan daha büyüktü. O da çocuk gibi gıdıklanmış gibiydi.
Usta ve çı rak, birkaç saniye, direğin karşı yanların da durdu
benzersiz iki Çin mabudu gibi , birbi rlerine sırıtıp sordu.
367
Ayak parmakları n ı n ucuna basarak kapıya yürüyen cüce
«Tek sözcük söylemeye gelmez ! Hatta döşemeyi g ıcırdatma
ya ya da örümcek ağı n ı bile bozmaya gelmez! Boğuldum ha;
bayan Quilp, boğuldum ha?»
Mumu söndürüp ayakkapları n ı ç ıkaran cüce el yordamiy
le, yukarı kata çı ktı ; pek memnun olan küçük dostu da sokak
ta taklalar atarak keyfine keyifler katt ı .
Sinsi sinsi o d a kapısından içeri giren cüce, b u oda i l e
oturma odas ı aras ı ndaki bölme kapısı n ı n arkas ına gizlendi.
Odayı havalandı rmak için aral ı k b ı rakılan kapıda bir çatlak
vard ı . Cüce, bu çatlağı önceden içeriyi gözetlemek amacıyla
genişletip büyütmüş ve bundan çok yararlanmıştı. Bu elverişli
yerde gizlenen cüce, şimdi içerde olup biten leri hem görüyor
hem de işitebiliyordu. Gözünü bu çatlağa uyduran Quilp,
Sampson Brass'ı yanında kalem, kağıt, mürekkep, rom şişe
si, (kendi Jamaika romu) sıcak su, kokulu limonlar, beyaz
kesme şeker ve her türlü ayrıntısı olduğu halde masa baş ı na
kuru lmuş gördü. Sampson bu seçme malzemeden -
·
368
« Şu kaynanam ı n içkisini zehirleyebilsem, gözüm açık git
mezd i m ! »
B rass, suskunluğu bozup b i r iç çekmesiyle baş ı n ı tavana
dikerek:
« Ki m bilir, belki de bizi bir yerden seyrediyor, ve yaptı kla
rımızı dikkatle izliyordur! .. » dedi.
Brass bu rada sözünü kesip bardağ ı ndaki punch'un yarısı
.
nı içti ve geri kalan yarısına hüzünlü bir gülümsemeyle bak
tıktan sonra başını sallayarak devam etti :
« Onun gözlerinin bardağ ı n ı n içinde parıldad ı ğ ı n ı görür gibi
oluyoru m . Onun bir benzerine daha hiç rastlayamayız.»
B rass bardağ ı n ı gözlerini n hizas ı na kald ı rarak:
« Bi r dakika şuracıktayı z ! ,, dedi. Sonra bardağı n ı boşalta
rak ve göğsüne vurarak ekled i : « Bi r dakika sonra orada, me
zardayız! Benim onun romunu içeceğim ki min akl ı na gelirdi.
Bu düş gibi bir şey ! . . »
B rass, b i r yandan konuşu rken b i r yandan da durumun ger
çeğine kendi n i i nandı rmak istiyormuş gibi , doldurmak üzere,
bardağı n ı bayan Jiniwi n'in önüne sürerek i ki denizciye döndü :
« Demek bütün araştırmalarınız boşa çıkt ı ? » dedi .
« Evet öyle, efendim. Su yüzüne çıkacak olursa, yarın
Nedle birlikte Greenwich'de kıyıya vuracaktır. Öyle değil mi,
arkadaş?»
Arkadaşı bu düşü nceyi onayladı ve önlem alındığ ı n ı bildir
d i:
Brass söze karışt ı .
« O halde beklemekten başka bir şey kalmıyor. Cesedini
bulsak her halde rahatlardık.»
Bayan Jin iwin'in tezce onaylad ı .
« Evet bir kez cesedi bulunacak olsa, kuşku kalmazdı . »
B rass kalemi eline alarak: « Biçimini, kılığı n ı tarif edeceği-
miz ilana gelince; onun özel biçi mini anımsamak insana hü
zünlü bir haz veriyor!» dedi. « Bacakları nas ı ldı?»
Bayan Jiniwin'in atı ld ı :
«Çarpık!»
B rass hileci bir tonla:
369
Antikacı Dükkan ı / F: 24
«Çarpık öyle mi?» diye sordu. «Onu şimdi kayışsız, ke
mersiz, küçü lmüş Namki n pantolonu içinde, bacakları nı ayı r
m ış yürü rken görür gibi o luyoru m . Ne hüzünlü bir dünyada
yaş ıyoruz! Nasıl, çarpık mı d iyeceğiz?,,
Bayan Quilp içini çekerek:
.
« Her h alde biraz öyleyd i ! » ded i .
Brass, söylerken yazarak:
« Baş i ri, beden kısa . . . bacaklar çarpık!» dedi.
Bayan J iniwin söze karışt ı :
« Çok çarpık!»
Brass, dindar bir havada:
«Çok çarpık demeyelim, bayan. Ö lünün kusurları üzerine
pek sert davranmayalım. O, bacaklarından sorgu soru edil
meyecek bir yere göçtü. Yalnız çarpık diyelim, bayan Jini
win ! . . »
İ htiyar bayan atı ld ı :
«Ben o lduğu gibi gerçeği istiyorsunuz sand ı m . »
Quilp kendi kendine:
« Hay Tanrı senden razı olsun! Seni ne çok seviyoru m ! »
dedi. « H aydi b i r daha ! Punchtan başka içecek şey kal madı
sanki ! . . »
Avukat kalemini bırakıp bardağı n ı boşaltarak: .
« Bu görev bana onu günlük giysileriyle Ham let'in babası
nın h ayaleti halinde gözüı:nün önüne geti riyor!» dedi. « Ceketi,
yeleği, ayakkapları , çorabı , pantolonu, şapkası , m izacı ve şa
kalarıyla, şemsiyesi ve acıklı h aliyle gözümün önüne geli
yor.»
Brass burada duvara bakıp gülerek:
« Çamaş ı rı da hep özel bir renkteydi ! » dedi. «Onun kendi
ne özgü zevk ve merakı vard ı . Şimdi, çamaşırını da görür gibi
oluyorum.»
Bayan Jiniwin sabı rsızlıkla:
« Devam edelim ! » ded i .
Brass:
« Haklısınız , bayan !» yan ıtında bulundu. « Kederle bilinci
mizin de donmasına izin vermemeliyiz. Sizi bi raz daha rahat
sız edeceğim. Şimdi sıra burnuna geldi . »
370
Bayan Ji niwi n :
« Bası k ! ,, dedi.
Quilp baş ı n ı kapıdan içeri sokup yüzünü yu mruklayarak:
«Sivri kad ı n , sivri, ,, diye - bağ ı rd ı . «Görmüyor musun?
Buna bas ı k mı derler, ha?»
Brass alışkan l ı k gücüyle:
«Ne yetki n, ne yetki n ! ,, dedi . «Ne değin iyi, ne s ı ra üstü ,
ne tuhaf bir insan ! İ nsana sürpriz yapmak hususunda benzer
siz bir i nsan ! »
Quilp ne bu komplimanlara, ne Avukatı n yavaş yavaş düş
meye başlad ığı kuşku ve korkuya, ne kaynanas ı ve ne karısı
nın bağ ırışmaları na, ne kaynanas ı n ı n odadan kaçıp gitmesi
ne, ne de karı s ı n ı n düşüp bayı lmasına önem vermeyerek
gözlerini Brass'a dikti; masaya doğru yürüdü ve onun barda
ğ ı ndan başlayarak; diğer bardakların içindekileri g ı rtlağı na
boşaltarak; sonra rom şişesini koltuğunun alt ı na alarak Avu
kat ı ; tuhaf bir biçimde de süzdü.
« Daha vakit var, Sampson! Daha vakit var!»
Brass kendi ni toparlayarak:
«Ne iyi ! » dedi. « Ha ha ha! Bu işi böyle çözecek bir tek
insan daha bulunmaz, çözülecek pek zor bir sorun. Ama ne
hoş bir mizacı, ne bol şakası var!»
Cüce anlam l ı bir biçimde baş ı n ı sallayarak:
« İ yi geceler! » dedi.
Avukat geri geri kapıya doğru yürüyerek:
« İ yi geceler!» dedi. « B u , pek hoş, pek tatl ı bir sürpriz oldu.
Ha h a ha! Pek h oş, pek hoş ... »
Merdivenden i nerken sözlerine devam eden Brass' ı n sesi
kesilince, Quilp, şaşk ı n bi r halde bakakalan, iki denizciye
doğru yürüyüp büyük bir nazi klikle kapıyı açı k tuttu ve:
« Nehri bütün gün taradı n ız öyle mi?» diye sordu.
« Dü n de arayıp durduk.»
« Çok yoru lmuş olacaks ı n ı z ; cesedin üzerinde bulacağ ı nız
sizin olsu n ! İ yi geceler! . . »
37 1
L
372
« Nası l o ldu da bana bir tek sözcük söylemeden , hiçbir
haber vermeden ortadan yittin, Quilp!» dedi.
« N için m i ? Can ı m istedi de ondan ! Ben can ı m istediği
zaman insafsızca davranabilirim, gene gideceğim . »
«Gene m i gideceksin ? ,,
« Evet, hem hemen şimdi gidiyoru m . İ skelede, yazı hane
de, can ı m ı n istediği yerde, istediğim gibi yaşayacağı m . Neşe
si yerinde bir bekar gibi yaşayacağı m . Sen vakit gelmeden
önce dul olmak istedi n ; ben gerçek bir bekar gibi yaşayaca
ğım... "
Karısı içi ni çekti :
« Şaka yapıyorsu n, Quilp» dedi.
Cüce kurduğu plandan çok memnun olarak:
« Bunun hiç şakası yok!» dedi. « Bi r bekar gibi, baş ı boş bir
bekar gibi, yaşayacağı m . Hem de garsoniyerim i yaz ı hanede
kuracağı m . Sakın oraya yaklaşayı m demeyesin ! Bir köste
bek, bir sansar gibi seni gözetleyeceği m . Sakı n seni bir daha
uygu nsuz saatlerde yakalamayay ı m , anlad ı n m ı ? Tom Scott!
Tom Scott da nerelerde?»
Ouilp pencereyi açı nca aşağ ıdan bir çocuk sesi işitildi :
« Buraday ı m , patro n ! »
« Bekle orada, köpek! b i r bekar bavul u taşıyacaksın. Ha
zırla bavu lumu, bayan Quilp! Sevgili ihtiyarı da dürtükle ki
yard ı m etsin. Hey, bana bak ! »
Bu sözcüklerle birlikte e l i n e m aşayı geçiren cüce, h ışı mla
yaşlı kad ı n ı n yatak odas ı n ı n kapısına gitti ve kad ı n anlatıla
maz bir korkuyla uyanıncaya deği n kapıya vurd u. Acaba se
vim l i damad ı , bacakları üzerine söylediği sözler için onu öl
dü rmeye mi gelmişti ! Bu düşüncenin etkisi altı nda, uyanır
uyanmaz, avazı çıktığı değin bağırm aya başlayan bayan Ji
niwin'in kızı i mdada yetişerek onu yatıştı rıp kendisinden bek
lenen yard ı m ı bildi rmese, kendisini pencereden fı rlatıp ata
caktı . Bayan Ji niwin, kızından kendisi nden beklenen hizmeti
öğrenip güven kazanı nca, fanila geceliğiyle d ı şarı fı rlayıp
soğu k ve korkudan titreyerek kızıyla birlikte uysal bir sus-
373
kunluk içinde, cüceni n buyruğunu yerine getirmeye koyuld u.
Haz ı rl ı ğ ı olabildiğince uzatan değişik huylu cüce, bavulun
yerleştirilmesini gözden geçirip içine kendi eliyle bir tabak, i ril
rnesini, gözden geçirip içine kendi eliyle bir tabak, çatal
bıçak, kaş ı k, çay fincanı ve tabağı ve daha bu gibi gerekli eş
yayı ekledikten sonra, bavulun kayışları nı bağlayıp sı rtına
aldı ve koltuğunun altı nda sıkı sıkı tuttuğu rom şişesi olduğu
h alde, tek bir sözcük daha söylemeden çıkıp gitti . Sokağa çı
k ı nca, ağ ı r yükü Tom Scott'a verdi. Cesaretini toparlamak için
elindeki şişeden bi r yudum içtikten sonra, kendi eğlencesi
için çocuğun baş ı n a şişeyle vurdu ve iskelenin yolunu tutarak
sabah ı n erken saatlerinde oraya vard ı .
El yordamıyla yazıhanesinin yo lunu bulan Quilp, her
zaman yan ı nda taşıdığı anahtarıyla kapıyı açtıktan sonra.
«Ne iyi, ne rahat ! . . » dedi. « Beni sekizde kald ı r, köpek!»
Başkaca söze ve açı klamaya girmeyen cüce, bavulu ya
kalayıp kapıyı çocuğun üzerine kapadı ktan sonra, masa nın
üstüne çıktı ve kirpi gibi yusyuvarlak kesilip s ı rtı ndaki paltoyla
derin bir uykuya dald ı .
Son yorgunlukları ndan ötürü beli rlenen saatte uykusun
dan zorlukla uyand ı rı lan cüce, Tom Scott'a tahta parçalarıyla
ateş yakıp kahvaltı için kahve pirişmesini buyurduktan sonra,
sabah ı n keyfi ni çı karmak için ona francala, tereyağı , pekerrin
ga bal ı ğ ı gibi kahvaltı malzemesi almak üzere bir m i ktar para
verdi ve böylece, kısa bir zaman içinde, dumanı üstünde,
lezzetli bir yemek hazı rland ı . Rahatlık ve huzur içinde kendi
sine ziyafet çeken, canı istediği zaman yararlanmay ı tasarla- .
d ı ğ ı t;>u Bohem yaşamdan son derece zevk alan ve bunu evli-
. lik yaşam ı n ı s ı n ı rl ı l ı k ve zorluklardan uzak, zevkli bir özgürlük
sayan Quilp, karısı ve kaynanas ı n ı sonsuz bir heyecan ve
bekleyiş içinde bı rakarak çekildiği i nzivadan daha iyi rahat et
mesini sağ layacak o lan araçları sağlamaya koyu ldu.
Bu niyetle, civarda bu gibi eşyanı n sat ı ldığı bir yere giden
cüce, kullan ı l m ı ş bir hamak satın ald ı . Ve onu denizciler gibi
barakan ı n tavanı na astırd ı . Ayn ı küflü barakaya, paslı boru-
374
sundan duman ları damı n üstüne savuran bir de eski bir gemi
sobası kurduran Quilp, bütün bu düzenleme bitince; yapılan
işleri tarife s ığmaz, bir zevkle gözlemeye dald ı .
Göz ucuyla yatacak yerini süzen cüce :
«Tıpkı Robinson Crusoe gibi bir köy evim var!» dedi .
« Köşeden bucaktan uzakta yalnız başına ıssız bir oda gibi
tenha bir yer. İ şim olduğu zaman burada istediğim gibi yal
nız kalabilirim. Burada hiçbir kimse bini dinleyip casusluk
edemez. Burada yanıma yaklaşacak farelerden başkası yok;
ama onlar da sessiz, susku n ; gizli kapaklı yaratıklard ı r. Ben
as ı l şu Christopher gibi birisini bulup zehi rleyeceğim. Ha ha
ha! Ama her şeyden önce iş görmeli; hatta zevk içinde bile işi
unutmamalı . Bu sabah vakit de çabu k geçti.
Tom Scott'a kendisi geli nceye değin beklemesini buyur
san cüce, ona başaşağı d urup takla atmamas ı n ı ve elleri üze
rinde yürümemesini öğütledikten sonra, bir sandala atlayarak
karşı yakaya geçti ve yaya olarak Swiveller'in Bevis
Marks'da,ki her zamanki eğlence yerine gitti. Genç adam loş
odas ı nd a yemek yemek üzereydi .
Cüce baş ı n ı kapı dan içeri uzatarak:
« Dick!» dedi. «Azizi m ! Yavru m ! Göz bebeği m ! »
« Do ! Sen misin? Nasılsın?»
« Katipliğin kreması nas ı l o luyor?»
« Epey m ayhoşça, peynirleŞmeye yüz tutm uş bir halde! »
Cüce ilerleyerek:
« N edeni nedir?» diye sordu. «Yoksa Sally zalimlik mi edi
yor?» «Ama bütün genç kadı nlar arasında onun gibisi yok;
değil mi Dick?»
Swiveller ciddilikle yemeğini yerken:
« Kuşkusuz yok!» dedi . «Onun gibisi bulunm az. O özel ya-
şam ı n bir gizemi, giz kumkumas ı ! »
Quilp b i r sandalye çekerek:
«Senin keyfin kaçm ış, nen var?» diye sordu.
« H u kuk bana yaram ı yor; huzursuzlandırıyor; olduğu yerde
kapanıp kal ıyoru m . Akl ı md an b ı rakıp kaçmak geçiyor. »
375
« Nereye kaçacaks ın, Dick?»
«Bilmiyoru m ; herhalde Highqate tarafları na! Belki çanlar
'Swivel ler'i gene Belediye başkanı seçi n !' diye çalacakt ı r.
Whittington'un ilk adı da Dick'ti . Ama şu kedi cinsi nden kinci
kad ı nlar eksik olmuyor!»
Cüce gözlerini büzüp gülünç bir merak anlatım ıyla yolda
ş ı na baktı ve onun açıklamaya girişmesini sabırla bekledi .
A m a Swive ller'in h i ç acelesi yoktu. Derin bir sessizlik içinde
yemeğini yedi ve sonunda tabağı itip sandalyesine yasland ı ;
kol ları n ı kavuşturup şöminede h oş bir koku saçarak kendi
kendine yanan sigara izmaritlerini kederli kederli seyre dald ı .
Sonunda cüceye dönüp:
« Bi r parça kek yemez misiniz? Afiyet olsun. Kendi bece
rin ! » dedi.
«Ne demek istiyorsun?»
Swive ller, cebinden küçük, yağl ı bir paket çıkarıp açtı ve
sindirimi çok zor görünen, dört santim kal ı n l ı ğ ı nda, beyaz
şeker kaplı , bir parça kek göstererek:
« Bunun ne olduğunu biliyor musun?» diye sordu.
Cüce s ırıtarak:
« Düğün pastası na benziyor!» dedi.
Swivel ler, tam bir suskunlukl a pastayı burnuna götürerek:
« Ki mi n düğünü dersin?» diye sordu.
« Sakı n ... "
« Evet, ta kendisi . Ad ı n ı söylemeye gerek yok. Benim için
şimdi böyle bir ad yok! Onun ad ı şimdi Sophy Cheggs. Oysa
onu hiçbir kimsenin sevemeyeceği değin sevmişti m . Ona
karşı o lan sevecenliğim yüreğimi kırd ı . »
Çok beğenilen b i r şarkıyı kendi acıklı haline beceriyle uy
duran Swiveller, paketi gene kapayıp avuçları n ı n arasına
ald ı ; sonra göğsüne yapışt ı rıp üzeri ne ceketinin düğmeleri
nin i likledi ve hepsinin üzerine de kol ları nı kavuşturdu.
«Şimdi her halde siz de, Fred de memnun olursunuz efen
dim. Bana bu azizliği yapmada Fred'le elbirliği etti niz. Benim
kazancım da bu olacakt ı , öyle rni?» Tıpkı bu ad altı ndaki köy
türküsüne benziyor; bir genç kadına iki erkek talip olurlar.
376
Biri isteğini gerçekleştiri r; öteki tabloyu tamam lamak üzere
topallayarak arkadan gelir. Yazgı bu! Benim ki dert ve üzün
tüyle yoğrulmuş!»
Daniel Quilp, Swiveller'in yenikliğine karşı duyduğu gizli
sevinci saklayarak onu avutmak için en kesin araca başvurup
zili çaldı ve içki ısmarlad ı . Hemen i kram ettiği içkiyi
Cheggs'lerle alay ederek bekarları n onuruna içmesini salık
verdi. İ çkinin etkisi. ve hiçbir kimsenin yazgı n ı n önüne geçe
meyeceği düşüncesiyle keyfi yerine gelen Swiveller, düğün
pastası n ı nas ı l kabul ettiğini öyküledi. Pasta, evlenmemiş,
olan i ki kızkardeş Wackles'ler tarafından Bevis M arks'a geti
rilmiş, kiki r kikir gülerek, sevinç içinde yazıhaneye bırakı lmış
t ı.
Quilp:
« Ha ha! Yakı nda kikir kikir gülme sırası bize gelecek!»
dedi. «Akl ı m a gelmişken soray ı m : Trent'ten bahsediyordun.
O nerede?»
Swivel ler, sayg ı n arkadaşı nı n son zam larda gezici bir ku
maranede soru m lu bir görev aldığını ve şu sırada Briston
ya'n ı n serüvenci i nsanları arası nda mesleksel bir tura çıkmış
olduğunu bildirdi.
« Yazı k, ben de onu sormaya gelmiştim. Aklı ma bir şey
geldi, Dick! Şu karşıdaki arkadaşı n . . . »
« Hangi arkadaşı m ? »
« Birinci kattaki . »
« Evet?»
« Bi ri nci kattaki arkadaşı n onu bilecektir.»
Swivel ler, baş ı n ı sallayarak:
« Hayı r, bi lmiyor. .. » dedi.
« Bilm iyor, çünkü onu hiç görmemfşti r de ondan ; ama onla
rı karşılaştı racak olursak ve Fred'i gerektiği biçimde tanıtır
sak, küçük Neli ve dede.si gibi iş görür; belki de genç adam
bir servete konar; onun sayesinde sen de zengi n olursu n . »
« Doğrusunu istersen onlar birbiriyle karşılaştı lar.»
Cüce kuşkulu kuşku lu arkadaşına bakarak:
« Karşı laşt ı lar m ı ? Kim karş ılaştırd ı anlan?» diye sordu.
377
Dick biraz şaşalayarak:
« Ben . . . " dedi. «Geçen sefer sana bahsetmedi m mi?»
« Etmediğini biliyorsun ! »
« Hakl ı s ı n , öyle olacak. Akl ı mdan çıkmış. Onları ayn ı gün
karş ı laştı rd ı m . Bunu Fred kendisi önerd i . »
« Sonuç ne oldu?»
« Ne olacak? Fred'in kim olduğunu öğrenince göz yaşları
döküp onu kucaklayacak ve ona dedesi ya da (umduğumuz
gibi) k ı l ı ğ ı n ı değiştiren n inesi olduğunu söyleyecek yerde; ga
zaba gelerek ona ağzı na geleni savurdu. Neli ve dedesi nin
yoksul düşmeleri ne neden olduğunu söyledi . Bize ikramda
bulunacağ ı n ı beklerken , bir kapı dışarı etmediği kald ı .
Cüce derin b i r düşünceye dalarak:
«Çok tu haf bir şey!» dedi.
Dick, soğukkanl ı l ı kla yan ıt verd i :
« B i z de o zaman böyle düşün müştük; a m a gerçek b u . . . »
Bu olayı işiten Quilp sarsılmış, küskün bir suskunluk için-
de derin derin düşünmüş, gözleri ni Swiveller'in yüzüne dike
rek yüzünün anlatı m ı ndan anlamlar çı karmaya çal ışm ışt ı .
Onun yalan söylediği yolunda h içbi r belirti sezmediğimden ve
kendi derdine düşen Swivelier de derin bir .iç çekmesiyle
bayan Cheggs konu üzerinde gittikçe içlenmekte olduğun
dan, cüce görüşmeyi birdenbire kesti , dertli dostunu yalnız
baş ı n a b ı rakıp ayrı ldı .
Cüce, yolda yürürken, kendi kendine; 'Demek birbi rleriyle
görüşmüş, ha?' dedi . Bizim dost benden gizli bir ad ı m atm ı ş;
a ma bir yarar el de edememiş; onun için hiçbi r önemi yok.
Amacı belli. D oğrusu, sevgilisini yitirdiğine sevindim. Ha h a
ha! Şu budala henüz hukuktan ayrı lmamal ı . Böylece herhan
gi bir iş için onu arad ı ğ ı m zaman nerede olduğunu biliyorum .
Kaldı ki Brass'ı da bilinçsiz bilse olsa, gözden kaç ı rm ıyor;
görüp işittikleri ni söylüyor. Sen bana gereklisin, Dick. Ara s ı ra
küçük bir ikramdan başka da yükün olmuyor. Senin küçük
Neli üzerine plan ları n ı öğrenip şu yabancı bay ı n da güvenini
kazanmak her halde zahmete değer. Ama şimdilik dost kala
lım.
378
Bu düşü ncelerle soluya söylene yürüyen Quilp, Taymis
nehrini bi r kez daha geçip yeni takı lan borusu dumanı çekme
diğinden içerisi duman dolan ve daha zorba i nsanlar için hiç
de hoş görülmeyen bekar odas ına kapandı. Böylece bu g ibi
rahatsızlıklar cüceyi yeni meskeninden nefret ettirecek yerde,
tam kendisine uygun geldi . Bu nedenle meyhanede keyifli bir
akşam yemeği yedikten sonra, piposunu yaktı ve bir çift kı
zarm ış ve pişmiş gözle m üthiş bir öksürük nöbeti içinde çev
reye dağ ı lf.n duman tabakası arası nda, ara s ı ra düş bulanık
seçilebilen yüzünden başka bir yan ı n ı n görünmesine olanak
kalm ay ıncaya değin piposunu tüttürd ü . Herhangi başka bir
insanı boğacak olan bu hava içinde akşam ı büyük bir neşeyle
geçiren Quilp, içki ve pipoyla oyalanarak ara s ı ra hiçbir insan
tarafı ndan ses ya da çalg ıyla söylenip çal ı n m ak için notaya
al ınmayan, hiçbir müzik parçası na benzememekle birlikte
şarkı yerine geçen, uyumlu bir havlamayla keyfine keyifler
katt ı . Böylece gece yarısına değin eğlendikten sonra büyük
bir hazla hamağı n a çekildi.
Sabahleyin uyku sersemi gözleri ni açıp kendini tavana
pek yakı n bulunca, geceleyin bir si nek ya da mavi sineğe dö
nüştürüldüğünü akl ı ndan geçiren cücenin kulağ ı na ilk gelen
ses, odanı n içindeki bir iç çekmesi ve ağlama sesi olmuştu .
Hamağ ı n ı n kenarından sakı narak bakan Quilp, karı s ı n ı seçin
ce, onu bir süre sessizce süzdü ve sonra birdenbire müthiş
bir havlamayla kad ıncağızı sarstı .
Zavallı kad ı n , baş ı n ı kald ı rıp:
« Oo, Quilp beni korkuttu n ! » dedi.
« Korkutmak istedi m de ondan ! Burada ne işin var? Ben öl
medim mi?»
Bayan Quilp içini çekerek:
« Eve dön, Quilp!» dedi. « Bi r daha böyle bir şey olmaz.
Bu, kaygıdan düştüğü müz bir hatadan başka bir şey değil
di. . »
.
Cüce s ı rı tt ı :
« Kayg ı ! Evet, biliyoru m . Ö lümümün verdiği kaygı ! Eve ne
zaman istersem o zaman döneceğim. Batakl ı k ördeği g ibi
379
hep çevrende, şimdi orada, şimdi bu rada, hiç ummad ı ğ ı n
zaman ortaya çı karak seni hep b i r huzursuzluk içi nde bı raka-
·
LI
380
işinin baş ı nda değildi. Her i kisinin de içerde olmad ıkları Swi
vel ler'in el yaz ı s ıyla yaz ı l ı p kap ı n ı n halkasına bağlanan ve
okuyana ne zaman yazıldığı üzerine bir ip ucu vermeyen,
ancak sayı n bayın bir saate değin döneceği ni bildi ren belirsiz
ve i nandı rmaktan uzak bir kağ ıt parçası ndan anlaşılıyordu.
Cüce kapıyı çalarak: 'Herhalde içeride biri vard ı r, o da
işine yarar,' dedi .
Uzun bir aradan sonra kapı açıldı ; i nce bir ses yanıt verd i:
« Lütfen bir kart ya da mesaj b ı rakır m ı s ı n ız?»
İ l k kez gördüğü bu küçük hizmetçi kızı süzen cüce:
« Haa! . . » dedi.
Küçük hizmetçi kız görüşmeyi, Swiveller'i i l k gördüğü za-
manki gibi yöneterek:
« Lütfen bir kart ya da mesaj b ı rakı r m ı s ı n ız? ,, dedi.
Cüce onu itip yazı haneye girdi ve:
«Bir not bı rakacağ ı m ! » dedi. " .Efendi n gelir gelmez verir
sin.»
Böylece Quilp yüksek bir tabureye t ı rm anarak bir not yaz
maya koyu ldu ; küçük hizmetçi kız da cüce ufacık bi r etiket
aş ıracak olsa, sokağa fı rlayıp polisten yard ı m istemek üzere,
d ikkat kesildi:
« Pek çabuk yazd ığı kısa notu katlarken Quilp'in gözleri
hizmetçi kızın gözlerine takıld ı ve ona uzun uzun, ciddilikle
bakt ı .
Sevimsiz b i r s ı rıtkanl ıkla kağ ı d ı katlayan cüce:
« Nas ı lsı n , iyi misin?» diye sordu.
Olası ki cücenin bakışları ndan korkan kızcağız işitilir bir
yanı tta bulunmad ı , ama dudakları n ı n oynamasından mesaj
ya da ·not üzerine içinden aynı sözleri yinelediği anlaşılıyordu.
Quilp bir kahkahayla:
«Sana burada iyi davranıyorlar m ı ? Yoksa h an ı m ı n insaf
sızsın bir m i ?» diye sordu .
Küçük hizmetçi bu s o n soru karşısı nda korkuyla karışık
sonsuz bir şeytanl ı kla bakıp dudakları nı yusyuvarlak ve sı m
s ı kı büzdükten sonra hızlı hızlı baş ı n ı sallad ı .
Hizmetçi nin davrao ı ş ındaki tuhaf kurnazl ı kta cücenin pek
hoşuna giden bir şey ya da onun yüzündeki anlat ı mda cüce-
381
nin dikkati ni bir başka nedenle çeken bir şey bulunmas ı ; ya
da hoş bir şaka olarak küçük hizmetçiye dik dik bakıp onu
utandırmak istemiş o lması olas ı l ığıyla birlikte kesin olan şuy
duki, cüce dirseklerini sımsıkı masaya dayayıp çenesini elle
riyle sıkarak ona donuk bakışlarla baktı ve uzun bir suskun
luktan sonra; çenesin i okşayarak sord u :
«Sen nerelisin?»
«Bilmiyoru m ! »
«Ad ı n ne?»
« Hiç!,,
«Saçma ! H an ı m ı n seni çağ ı rı rken ne diyor?»
« Küçük şeytan!»
Hizmetçi kız ayn ı solukla sanki daha fazla sorgu sorudan
korkuyormuş gibi ekledi:
« Lütfen bi r mesaj ya da kart bırakı r m ı s ı n ız?,,
Bu tuhaf yanıtlar pek doğal olarak daha birtakı m sorulara
yol açabilirdi. Bununla birlikte, Quilp bi r sözcük daha söyle
m eden gözlerini küçük hizmetçiden çekti ; çenesini öncekin
den daha düşünceli bir biçimde okşadı ve sonra -sanki yol
yordamıyla vermek istiyormuş gibi- yazdığı ve katladığı notu n
1 üzerine doğru eğilerek kal ı n kaşları altı ndan g iz lice ve sezdir-
382
rındaki bataklık kenarına bakan çürük çarı k, yazlık bir baraka
da çay içmek ki min akl ı na gelird i ! Bununla birlikte, Qui lp, bu
seçkin yerde soğuk, yeğnik çerez sayılan bir yemek ısmarladı
ve bu çatlak, akı ntı l ı dam altında Sampson i le kızkardeşi
Sal ly'yi ağ ı rlad ı .
Cüce, bir s ı rıtkanl ı kla:
« Sen doğan ı n güzelliklerinden zevk alırsın? Ne güzel bir
yer değil mi Brass?» dedi. « Pek üzgün, pek kalenderce bir
yer! »
« Pek gönül açıcı doğrusu . . . "
« B i raz seri n değil mi-?»
B rass dişleri birbirine vururken :
« Fazla serin denmez . . . ,, yanıtında bulu ndu .
« Belki biraz rutubetli ve sıtmal ı ! »
« Bi raz rutubetli diyelim, işte bu ! »
P e k keyiflenen cüce:
« Sally d e hoşlandı m ı ?» diye sordu.
İ radeli genç kad ı n :
« Sall, çay ı n ı içince d a h a ç o k hoşlanı r. Onun için çayı m ızı
içelim d e kendimizi d aha fazla üzmeyelim ! » yan ıtı n ı verdi.
Q u i l p sanki onu kucaklamak i ç i n kollarını uzatarak:
« Tatl ı , nazik, ince, karşı konmaz Sally! » dedi.
B rass da kendi kendine: 'Olağanüstü bir i nsan ! Sanki bir
saz şai ri !' dedi .
Bu gönül alıcı sözler, dalgı n ve şaşkı n bir h alde söylen
mişti ; zira zavallı Avukat soğuk alğ ınlığından ve başağrısın
dan başka yolda geli rken epey ıslanm ıştı ve kendisi bu soğuk
yerden sıcak bir odaya kavuşabilmek için neler neler gözden
ç ı karı rd ı . Diğer yandan şeytanı! isteklerinin dindirmesinden
başka gizli bir tanığı bulunduğu sözü geçen yas sahnesinde
oynad ı ğ ı rolden ötürü Brass'a ki n besleyen Quilp bütün rahat
sızlık ve huzursuzlukları anlatmaya sığmayan bir zevkle kar
ş ı layıp bunlardan en gözdolduran bir ziyafetin sağlayamaya
cağı h azzı duydu.
Salli'nin karakterinin bir yönünü d ışa vurduracağı için" şu
gerçek de kayda değer ki, çölün rahatsızl ı klarına pek zoraki
383
bir biçimde katlan ıp olası çay hazı rlanmadan önce çıkıp gide
cek olan Sally, kardeşinin saklı huzursuzluk ve rahats ızlığ ı n ı
duyumsar duyumsamaz memnun olup gaddar b i r haz duyma
ğa başlam ı ştı . Rutubet ve yağmurun damdan sızarak başları
na damlamasına karş ı n ; Salli hiçbir yakınm ada bulunmaya
rak keyifle çayın ı içti. Quilp ise gürültülü bir konukseverlikle
boş bir bi ra fıçısı n ı n üstüne oturarak barakayı üç krallıktaki
en rahat ve en hoş yer olarak övüp, kadehini bu keyifli yerde
ki sonraki neşeli toplantı ları onuruna kald ı rd ı . B �ass , bir yan
dan yağm u r çay bardağına damlarken diğer yandan neşesini
toplamaya ve rahat görünmeye çal ıştı . Bir şemsiye altı nda
kapıda bekleyen Tom Scott da yoksulluğunu un utup kas ı kları
çatlayıncaya değin güldü. Bütün bunlar aras ı nda Sally Bra:ss
nazik bedeni üstüne damlayan yağmura önem vermeden çay
masas ı n ı n baş ı nd a durgun, dimdik, kaskatı oturup kardeşi
nin rahatsızlığı n ı rahatca seyre dald ı ; hatta kendi durumuna
bile tatlı bir i lgisizlikle bütü n gece orada oturup onun h ı rslı ve
hor karakterinin katlanıp öfkeden uzak tuttuğu işkencelerine
tanık olmaktan da m em nun o lacakt ı . Tabloyu tamamlamak
için şunu da ekleyelim ki Sally iş yaşamı bakı m ı ndan kardeşi
nin duygularına kat ı l ı yordu ve m üşterilerinin işini şu ya da b u
biçimde bozacak olsa, o na fazlasıyla kızacakt ı .
Quilp g ürültülü neşesinin tam ortası nda şakayı b ı rakarak
hemen her zamanki halini aldı , bi ra fıçısından indi ve elini
avukatı n koluna koydu.
«Şimdi size söyleyecek bir çift sözüm var! » dedi. «Sen de
iyi dinle Sally ! »
Sally, m üşterileriyle gizl i görüşmelere alışık bir i nsan tav
rıyla yaklaşt ı .
C ü c e erkek kardeşten kızkardeşe gözlerini gezdirerek:
«Bu pek özel bir iş ! •; dedi. «Yaln ız kal ı nca başbaşa verip
düşünürsünüz . . . »
Brass, cep defteri ve kalemini çıkard ı :
«Hiç kuşkusuz, efendim. İzni nizle not alay ı m ! » dedi. Ve
sonra gözlerini tavana dikerek ekledi : « Di kkate değer bir
belge: Çok .dikkate değer bir belge. Düşüncelerini o değin
384
açık anlatıyor ki .bunları işitmek büyük bir zevk oluyor. Hiç bir
yasa maddesinin bu değin açı k seçik olduğunu anı msam ıyo-
rum . . .
"
Ouilp:
«Seni bu zevkten yoksun edeceği m ! » dedi ve d efteri cebi
ne koydu . « Hiçbir belgeye gerek yok! Şimdi . . . Kit ad ı nda bir
delikanlı var. . . »
Sally onaylar gibi baş ı n ı sallad ı .
Sampson Brass:
« Kit m i ? » dedi. «Kit, ha! Evet, bu ad ı duymuştu m, ama
pek anımsamıyoru m . "
N azik cüce, sabı rsızlık belirten b i r jestle:
« Bir kaplumbağa gibi yavaş, bir gergedan gibi kal ı n kafal ı
s ı n ! » i ltifatında bulundu.
Brass, düşkün bir yaltaklanmayla yanıt verdi:
« Ne hoş bir i nsan ! E lbet bilim lerdeki bilgisi de şaş ı rtıcı ,
tam anlamıyla bir soytarı ! »
H i ç kuşkusuz Brass bir kompliman yapmak istemiş ve
Buttan diyecek yerde bir harf eklemeyle sözcüğü Buffson bi
çiminde söylemişti. Her ne halse Quilp ona kendisini düzelt
r:nek için zaman b ı rakmadan, bu görevi, şemsiyesinin sapıyla
onun başı na dokunmakla gördü.
«Çekişmeye gerek yok!» dedi . « Ben tanıdığ ı m ı söyledim
ya! Bu yeterli d eğil m i ?»
Cüce, Sally' n ı n arkas ı n ı o kşayıp, Sampson'a alayla baka
rak:
« Sally sen her zaman önde geliyorsun ! » dedi. « Ben şu
Kit'ten hiç hoşlanmıyoru m . . . »
Sally yanıt verd i :
« Ben d e öyle!»
Brass da söze karıştı :
« N e d e ben ! »
Quilp:
« İ yi ! . . » diye bağ ı rd ı . « İ şimizin yarıs ı olmuş demektir. Şu
Kit, sözüm ona namuslu, iyi karakter sahibi bir insan; oysa, iki
yüzlü, korkak, sinsi, bir casus; kendisini besleyip yüzüne gü-
385
Antikacı D ü kkanı I F: 25
!en lere karşı düşkün bir köpek; bütün başkalarına karş ı h ı rla
yıp havlayan bir köpek ! »
Brass aksı rarak:
« N e söyleyiş, ne söyleyiş ! ,, dedi.
«Sally söze karıştı :
« Fazla söze gerek yok. Konuya gelel i m . "
Quilp g e n e alayla Brass'a bakarak:
« İ yi. .. " dedi. «Sen hep en öndesin Sally! Şimdi efendim,
bu delikanlı bütün başkalarına ve özellikle bana karşı h ı rla
yan, küstah bir köpek, kı sacası ona kin besliyorum . »
Sampson :
«Bu değini yeter, efend i m ! » dedi.
Quilp alay yollu :
« Hayı r, yetmez efendim ! » dedi . « Sözümü henüz biti rme
dim. Lütfen dinler misiniz? Ona olan ki nimden başka, bana
şu s ı rada hepimiz için bir hazine demek olan bir girişi mime
engel oluyor. Özetle bu delikan l ı hiç hoşuma gitmiyor ve
ondan nefret ediyorum . Onu tan ı d ı ğ ı n ıza göre, altyanı n ı size
b ı rakıyoru m. Şunu benim yolumdan kald ı racak çareyi bulup
uygulayın. N as ı l, bunu yapabilecek misiniz?,,
Sampson yanıt verdi :
« Hiç merak etmeyin.»
« O halde elini ver. Sen de Sally! Sana onun gibi hatta
d aha çok güveniyorum . İ şte Tom Scott geliyor. Fenerler çal
g ı lar, içkilerle yetki n bir gece ! »
Toplantı larının as ı l amacı üzeri ne başka bir sözcük konu
şulmamış başka h içbir bakış olmam ışt ı . Ü çlü, birlikte davran
maya pek alışıktı ve birbirine karşı l ı kl ı i lgi ve ç ı kar bağlarıyla
bağl ıyd ı . Fazlas ına da gereksinimleri yoktu. B ı raktığı gürültü
cü haline aynı kolayl ı kla dönen Quilp, birkaç saniye önceki
pat ı rtıcı gürültücü bod ur, yaban ı l kesilmişti. Sevimli Sally,
sevgili erkek kardeşini çölden çıkardığı zaman, saat gecenin
onu olmuştu. Bu s ı rada Brass kızkardeşinin nazik özenine
gereksinen bir haldeyd i ; çünkü ad ı m ları güvenden uzak oldu
ğu gibi , bacakları da hiç umulmayan yerlerinden sürekli ola
rak kırılıp bükülüyordu.
386
Son zaman lardaki uzun dinlenmeleri ne karş ı n , son bi rkaç
gün içi ndeki yorgunluklarından güçsüz düşen cüce; zaı ·f
meskenin yolunu tutup çok geçmeden yatağ ı nda düşler göı
meye başlad ı . Onun, olas ı ki eski kilise kapısında ki sessiz ki
şilerin de var olduğu düşleriyle başbaşa bıkarıp biz şimdi otu
rup çevreyi seyreden öykümüzün bu kişilerine dönelim .
Lll
387
yastutan yaratı klara benziyorlard ı .
Eskiden -bu eski yerde değişim bile eskiydi- odan ı n bir
yanı yatak odas ı n ı oluştu rmak üzere tahta bi r bölmeyle ayrı l
mıştı. Aynı tari hlerde, odaya ı ş ık vermek için, kaba bir pence
re ; daha doğrusu, sağlam duvara bir niş yapı lmışt ı . Bu
bölme, geniş şömine önündeki iki s ı rayla birlikte, unutulan bir
tarihte, kilise ya da manastırın bir kısm ı n ı oluşturuyormuş; .
zira aceleyle ş imdiki amaca hizmet için değişti rilen meşe mo
bi lya pek az bir ayrım la eski keşişlerin oturdukları zengin oy
malı koltuk sandalyaları anı msatıyordu.
Açık bir kapıdan girilen ve sarmaş ı k yaprakları aras ı ndan
s ızan gün ışığ ıyla loş bir halde ayd ı n latı lan küçük bir oda, ha
rabenin bu kısmı n ı n· içini tamam lıyordu. Burada bir kısım mo
bilya da yok değildi. Kolları , bacakları eskilikten harabolmuş
birkaç koltuk sandalye; es.ki halinin bir hayaleti halinde bir
masa; bir zamanlar kilisenin sicil ve kayıtları n ı saklayan eski
koca bir sand ı k ; daha nice tuhaf, antika, gerekli ev eşyası ve
kış için odun, çevreye saçılm ıştı ve pek uzak olmayan bir
geçmişte içinde yaşanı lan bir yer olduğu izlenimi b ı rakıyord u .
Genç k ı z koca sonsuzluk denizinde ancak birer su damla
sı haline gelen geçmiş yüzyı lları n eserlerini seyrettiğimiz
zaman duyduğumuz gururla çevresine bakı nd ı . İ htiyar da on
ları izlemişti, ama her ücü de sanki derin suskunluğu boz
maktan korkuyorlarm ı ş gibi, bir süre sessiz kalıp derin derin
soluk aldı lar.
Genç kız alçak bir sesle :
« Pe k güzel b i r yer .. " ded i .
Ö ğ retmen:
« Ben de tersini duyumsadı ğından korkmuştum ! » dedi.
« İ çeri girdiğiniz zaman buras ı n ı pek soğuk ve kasvetli buldu
nuz diye ürpermiştim . "
N e l i , yeğnik b i r ü rpertiyle çevresine bakarak:
« Hayır öyle deği l ! " dedi. « N e o lduğunu ben de bilmiyo
ru m . Kilise kapısından d ışarıya baktığım zaman, üzerim e
ayn ı d uygu g el mişti. Olası k i çok eski v e kararm ış olduğun
dan . »
388
Öğretmen:
« Susku nluk içinde yaşanacak bir yer, öyle değil mi?» diye
sordu.
Genç kız, içtenlikle ellerini kavuşturarak:
« Evet, susku n ve açı kl ı k bir yer! » dedi. «Yaşanacak ve
içinde ölmesi öğrenilecek bir yer! »
Neli, daha fazla da söyleyecekti; ama d üşü ncelerinin
gücü , sesinde bir duraksama oluşturdu ve sözcükler dudakla
rı ndan titrek fısı ltı lar halinde döküldü.
Öğretmen:
«Yaşanacak, yaşaması n ı öğrenecek, ruhca ve bedence
güç kazanılacak bir yerı . : ,, dedi . «Çünkü bu eski ev sizi n ! »
« Bizim m i ? »
Öğretmen sevi nç v e neşeyle yan ıt verdi :
« Evet, umarım nice · nice y ıl lar için. Ben de yakın bir
komşu olacağ ı m . Bitişik evde de ben otu racağ ı m . Bu ev
sizin . »
Öğretmen şaşkınlık v e meraktan kurtularak oturup Nell'i
yanı na çekti ve ona eski binan ı n uzun zaman lar, kilisenin
anahtarları n ı saklayan, onu i badet zamanları açıp kapayan
ve ziyaretçilere gezdiren, yüz yaşı n a yaklaşm ış bir i nsan tara
fı ndan işgal edildiğini ; bi rkaç hafta önce bu kadı ncağ ızın öl
düğün ü ; onun işini görecek bir başkas ı n ı n henüz bulunmadı
ğ ı n ı ; bütü n bunları romatizmadan yatakta yatan zangoçla
yaptığı görüşmeden anlad ı ğ ı n ı ; ona yol arkadaşlarından bah
settiğini ve gene onun önerisiyle sorunu kiliseni n papazı na
açtığ ı n ı birer birer anlatt ı . Kısacası , bu çabaları n ı n bi r sonu
cu olarak Neli ve dedesi ertesi gün, formalite gereği, köy pa
paz ı n ı n huzuruna ç ı kacaklardı hal ve tavırları onun tarafından
geçerli görü leceği nden şimdiden boş olan göreve atanmış sa
yılabilirlerdi .
« Küçük bir de ödeneği var. Fazla b i r şey değil ; ama bu
uzak ve kuytu yerde yaşamaya yeterlidir. Geliri mizi bi rleştire
rek iyi yaşarız. Bundan korkun olmas ı n . »
Genç k ı z içini çekerek:
«Tanrı sizden razı ols u n ! » dedi.
389
Öğretmen sevinçle:
«Amin yavru m ! ,, dedi . «Hepimizden. Zaten bizi keder ve
üzü ntüden bu durgun yaşama yöneltmedi mi? Şimdi benim
evi mi göreli m . Haydi gelin ! ,,
Öbür binaya gidip, önceleri yaptıkları gibi, pas l ı an ahtarları
birer birer denediler ve sonunda uyan ı n ı bulup kurt yemiş, ka
pıyı açtı lar. Kapı, diğer binada olduğu gibi , kemerli ve eski bir
odaya açı lı yordu. Ama bu oda, diğer binadaki gibi, geniş de
ğildi. Ve yal nız 'p ek küçük bir odaya bitişikti . Ö bür binanın öğ
retmenin hakkı olduğunu ; ama onlara karşı olan özeni yü
zünden kendisi için daha zor olan bi nayı seçtiğini kestirmek
zor bi r şey değildi. Bitişik evdeki gibi burada da pek gerekli
eski mobilya parçaları ve bir y ığın odt,ı n vardt.
Şimdi bu ko nutları olup olacağı barınabilecek rahat bir yer
haline koymak on ları n tatlı bir uğraşı oldu. Kısa bir zamanda
her ikisinin ocağ ında neşeli bi r ateş yan ıp çıtırdayarak eski,
soluk duvarı sağl ı kl ı bir pembeliğe bürüdü, Neli, eline iğnesini
alarak y ırtık perdeleri onard ı ; zamanla havı dökülmüş, ipliği
kaçmış halı parçaları n ı pekiştirerek sağlam ve temiz bir hale
koydu. Öğretmen de kapı nın önünü düzeltip süpürd ü ; uza.nan
çimenleri biçti; acı kl ı bir savsama içinde boyunları n ı büken
sarmaşı kları ayı klayıp budad ı . İ htiyarsa, bir yol birinin, bir yol
. diğerinin yan ı nda her i kisine de yard ı m etti; küçük hizmetler
de bulundu ve m utlu göründü . İ şlerinden dönen komşular da
yard ı mları n ı esirgemediler ve çocuklarıyla, . köyleri ne yeni
gelen yabancı lara armağan gönderdiler, ya da çok gerekli ev
eşyası n ı ödünç olarak verdi ler. Gündüz epey uğ �aşla geçmiş
ti. Akşam olunca daha pek çok görülecek işleri olduğunu ve
bir süre sonra hava n ı n kararacağ ı n ı anlad ı lar.
Yemeklerini -bundan sonra genç kız ı n evi diyeceğimiz bi
nada- hep birlikte yediler. Yemeklerini bitirip ateşin çevresi ne
toplanı nca, hemen hemen f ıs ı ltı halinde -çünkü yürekleri yük
sek sesten sakı nacak değin yatışıktı- geleceğe i lişkin planla
rını görüştüler. Sonra, ayr·ı ımadan önce, öğretmen, yüksek
sesle dua etti ve geceyi geçirmek üzere ayrıldı lar.
390
Her türlü sesin kesildiği bu suskun saatte, dedesi yatağ ı n
da huzurla uyurken , genç kız geçmeye başlayan ateşin kar
şısında oturarak, geçmişteki yazg ıları n ı sanki bir düşmüş ve
henüz uykudan uyan m ı ş gibi, zih ninden geçirdi. Loş çatıya
oymaları yansıyan meşe kapı , ateşin her harlayıp sön mesiy
le üzerinde tuhaf biçi mlerin oluştuğu eski duvarlar; içeride,
en dayan ı kl ı cans ız şeylere tebelleş olan harabiyet ve çürü
me; d ı şarıda, ölümün her yandaki kasvetli varl ı ğ ı , genç kızı
derin düşü nce ve duygulara boğdu ama korku ve dehşetten
uzak kald ı . Kederli ve kimsesiz zamanları nda üzerine gide
rek bi r değişiklik gelmişti. Azalan bir güç ama artan bir azimle
birlikte onda saflaştırmaya uğram ış değişik bir bilinç uzan
mış; yüreğinde ancak pek çaresizlere özgü bir u m ut ve göğ
sünde bir i nanç belirmişti. Ateş başından çekilip düşü nceli
düşünceli pencereye yaslanan genç kızın zayıf ve i nce bün
yesini görüp yukarıya kald ı rd ı ğ ı yüzünde onun tari hini oku
yacak y ıld ızl ardan başka bir şey yoktu.
Eski kilise çan ı , sanki ölülerle uzun bir içbağ ve yaşayan
lara yaptığı etkisiz uyarı lardan keder duyarak, hüzünlü hü
zünlü saat baş ı n ı çald ı ; düşmüş yapraklar h ı ş ı rdad ı ; geri
kalan her şey sakin ve uykudaydı .
Artık d ü ş görmeyen b u derin uyku düşkünü, sanki di nlen
me ve koru nma amacıyla kilisenin gölgesi içinde duvara yas
lanmış uyuyorlard ı . Bazıları ağaçları n değişen gölgeleri altın
da; baz ıları yaşayanların ayak seslerine yakı n olmak için yol
kenarında; diğerleri küçük çocukları n mezarları arası nda,
sonsuz uykusuna çekilmişlerd i . Gene bazı ları yaşarken çiğ
nedikleri toprak altında dinlen meyi dilemiş, bazı ları batan
gü neş ışıkl arın ı n dinlence yerlerinde parıldamas ı n ı , diğerleri
doğan güneşi n , ı ş ı kları altınd a yatm ası n ı yeğlemişlerdi. Olası
ki bu hapsedilmiş ruhlardan hiçbiri kendisini tastamam eski
benliği nden ayı rmamıştı. Ayı ran olsa bile, tıpkı uzun zaman
yaşad ı kları hücrelere karşı bir sevgi besleyen ve ayrı l ı rken bu
dar çerçeveye sevgi bağlarıyla bağlanan mahpuslar gibi,
daha ona karşı bir sevgi duyu msamaktayd ı .
Neli, pencereyi kapayıp yatağına çeki linceye değin epey
. zaman g eçmişti. Gene üzeri ne -önceden duyumsad ığı gibi-
391
elinde olmaksızın bir ü rperme, korkuya benzer geçici bir
duygu geldi . Ama bu duyg u , arkada bir dehşet bı rakmadan
çabucak yokold u. Gene küçük öğrencinin düşünü ve bir kez
bir din kitabındaki resimde gördüğü biçi mde gökyüzüne bir
sütun halinde yükselen ve ona uyurken yukardan bakan
nurlu yüzlerin düşünü gördü. D ı şar ı n ı n suskunluğu hiç değiş
memişti. Yalnız havada müzik ve meleklerin kanatları n ı n sesi
vard ı . Bir süre sonra iki hemşi re el ele verip mezarlı kların ara
s ı nda durdu lar. Sonra düş sönüp silindi.
Sabah ı n ışık ve neşesiyle birlikte gene bir gün önceki işler
tatlı düşü nceler yani bir enerji, neşe ve um ut geldi . Ö ğleye
deği n, şen ve coşkulu, evin düzeniyle uğraşt ı lar ve sonra pa
pazı ziyarete gittiler.
Papaz, yal ı n, yaşlı , kendi halinde, suskun, yalnızlığ ına alı
şık, buraya gelip yerleşmesinden çok önce, d ış dü nyadan
elini eteğini çekmiş bir i nsand ı . Karısı, daha içinde oturduğu
bu evde ölmüş, uzun zamandan beri dünya kayg ı ve umu
du ndan kendini uzak tutm uştu.
Yaşlı papaz onları nazikçe buyur edip Nell'e karşı hemen
bir i lgi gösterd i ; ad ı n ı , yaş ı n ı , doğduğu yeri , onu buralara,
yönlendiren o layları ve ayrı ntı ları nı sordu. Ö ğretmen ona
Nell'in öyküsünü zaten anlatm ışt ı . Gidecek başka yerleri,
yurtları olmad ı ğ ı n ı ; yazg ı ları n ı kendisiyle paylaşmak üzere
buraya geldiklerini, genç kızı öz kızı gibi sevdiğini söyledi.
Din adam ı :
« İ yi, iyi . . . » dedi. « İ stediğin gibi olsun. Ama pek genç bir
kız ... »
Öğretmen yanıt verd i :
·«Güçlükler v e deneyimle olgun laşm ış.»
" Tanrı yard ı m etsin. Burada di nlenip çektiklerini unutsun.
Ama senin gibi pek genç bir i nsan için eski bir kili s e pek
sönük, pek sıkıcı bir yerdir, yavru m . »
« Hayı r efendim. Böyle bir şey akl ı mdan bile geçmedi.»
Yaş l ı din adamı elini Nell'in başı na koyup hQzünlü bir gü
lü msemeyle:
«Onu çü rüyüp dökü len kemerlerin altında otu ru r görmek
tense, geceleri yeşil li kler arası nda dans etmesini arzu eder-
392
dim. Bu genç kız ı n bu harabeler aras ı nda üzülüp sıkı l mama
sına di kkat edin. Rican ız uygun bulundu, dostu m ! »
Daha bi rkaç nazik sözcükten sonra ayrı lı p genç kızın
evi ne gittiler. Orada kendilerine gülmeye başlayan talihlerini
konuşurlarken bir başka dost daha göründü.
Bu, sonradan öğrendikleri ne göre, on beş yıl önce papa
·
z ı n karısı öldüğünden beri kilise evi nde oturan kısa boylu,
yaşlı bir bayd ı . Yaş l ı bay, papazı n kolej arkadaşı ve yakı n
dostuydu ; her anlaşmazlığ ı çözer; her eğlenceyi düzenler ar
kadaş ı n ı n i kram ve bağ ışlar ını o bölüştürür; kendisi de arma
ğan ve sadakadan geri kal mazd ı . Özetle o, bir genel arabu lu
cu, bir avunç kaynağı ve herkesin dostuydu. Saf ve sade
köylülerden hiçbiri onun adı n ı sormaya gerek görmemiş; ya
da adı n ı öğreni nce akl ı nda tutam amışt ı . Belki daha köye gel
meden önce, parlak kolej öğrenimi üzerinde fısı ltı halinde do
laşan söylenti; belki d e evlenmemiş, çocuksuz çoluksuz bir
insan o lduğundan ona herkes (bekar bay) diyordu. Bu ad
onun da hoşuna gitmiş 'le h erhangi diğer bir ad gibi ona ya
kışmış ve g eldiği nden beri de bekarlı ğ ı n ı korumuştu. Şuna da
ekleyeyim k_i köyün yeni konukları n ı n evlerinde buldukları ya
kacak odunu da kendi elleriyle oraya koyan o olmuştu.
Bekar ü nüyle tan ı nan bay kap ı n ı n sürgüsünü kaldırarak
bir an için küçük, yuvarlak, durgun yüzünü kapıda gösterdi ve
hiç de yabancısı olmadı ğı odaya girdi.
Nell'in iyi yürekli dostunu selamlayarak:
«Siz her hald e yeni öğretmen bay Morton olacaks ı n ı z ! »
dedi.
« Evet efendim ! »
« Hakkı n ızda çok iyi sal ı klar ald ı m . Sizi gördüğüme çok se
vindi m . Beklediğimiz için dün size hoş geldiniz demek ister
dim; ama bi rkaç mil uzakta çalışan kızı na, hasta bir annenin
bir mesaj ı n ı götürdü m ve ancak şimdi döndü m . Her halde bu
genç kız da yeni ki lise bekçi miz olacak. Ne bu genç kızı, ne
. de şu yaşlı bayı birlikte getirdiğiniz için size gücenmeye hak
kımız yok. i nsan l ı k bildiğiniz için kötü bir öğretmen olamazsı
nız."
393
Nell'i yanağ ı ndan öperken ziyaretçilerinin gözlerindeki
kayg ı l ı bakışa dikkat eden öğretmen:
«Son zamanlarda rahatsızl ı k geçirdi . » dedi.
« Evet anl ıyoru m . Ezi nç ve üzüntü çekmiş ... »
« Evet . . . »
Bekar bay, yüzünü dededen Nell'e çevirdi ve elini sevgiyle
elinde tutarak :
«Burada daha mutlu olacaksı n , kı z ı m ! » dedi. « H epimiz
senin mutlu olmana çal ı şacağız. Daha şi mdi evi n içine bir
düzen gelmiş; bun ları sen mi yaptın?»
« Evet efendim . »
« Daha iyi araçlarla daha birçok yenilikler yapabilirsin. Hele
çevreyi bir dolaşal ı m . "
Neli, o n u izleyerek her i ki evdeki odalara girip çıkt ı . Bekar
baysa, eksik gördüğü rahatlık araçları n ı -akla gelen en birbiri
ne uymaz eşyayı içerdiği için- pek geniş olması gereken bir
ufak tefek deposundan sağlamaya çalışt ı. Her şey, hiç vakit
yitirilmeden hemen sağlan m ıştı . Çünkü bekar bay, beş on da
kika ortadan yittikten sonra, birtakı m eski raflar, ki lim ler, bat
taniyeler ve daha birçok ev eşyası n ı yüklenmiş, geri döndü.
Arkası ndan da, bir çocuk, b una benzer bazı eşyaları taşıyıp .
g etirdi. Bunlar dağ ı n ı k bir yığın halinde yere serilince; yerleş
tirmek,takıp düzenlemek bir hayli iş oldu. Bu işleri yönetme
nin bekar baya büyük bir zevk verdiği apaçı kt ı . Kendisi de
büyük b i r eylem ve hamaratl ı k göstermekten uzak kalmad ı ve
artık yapacak işler tükenince eşyayı getiren çocuğu, yeni öğ
retmenince görülüp tan ı mak üzere, okul arkadaşları n ı çağ ı r
maya gönderdi.
Çocuk çıkıp gidi nce öğretmene dönerek:
«Hepsi de tam istediğim gibi iyi çocuklar, bay Morto n ! »
dedi . «Ama on lara bunu söylemiyorum . Ş ı martmak istemiyo-
rum . . . "
Haberci, büyüklü küçüklü bir dizi çocuğun önünde geri
g eldi ve kapı önünde bekar bay taraf ı ncfan karş ı land ı kları için
türlü nazi k jestler içinde şapkaları n ı , kasketleri ni el lerine alıp
ezip büzdü ler ve on ları her türlü biçime soktular. Bütün bunla-
394
rı büyük bir memnunlukla seyreden bekar bay birçok baş sal
laması ve gülü msemeyle bu memnu nluğunu belirtti. Bekar
bay memnunluk ve takd irleri ni -öğretmenin varsaydı ğ ı gibi
büyük bir titizlikle gizlemeye gerek görmeden, çocukları n pek
güzel işitebi leceği biçimde, yüksek fısıltı lar ve özel görüşler
halinde bildirdi .
«Şu baştaki çocuk J o h n Owen'dir İ yi yanları olan açık yü
rekli, dürüst; ama pek düşü ncesiz, pek oyuncu , pek havai bir
çocuk. Bir gün kafası n ı kı rıp anas ı n ı n , babas ı n ı n h uzurunu
kaçıracak. Söz aramızda, onun tavşan ve tazı oyununda çit
lerden, hendeklerden, sıçrayıp atlayarak taşacağ ına indiğini
görseniz, bir daha unutmazs ı n ız. Doğrusu pek eğlenceli bir
şey . . . »
John Owen böyle azarlandı ktan ve söylenenleri iyice işit
tikten sonra, bekar bay bir başka çocuğa geçti.
«Şu çocuğu görüyor musunuz? Ad ı Richard Evans, öğren
meye çok h evesli, belleği güçlü, anlayışı yerinde. İ lahi ve dua
oku m ak içi n pek güzel bir sesi ve iyi kulağı var. Hepimizden
iyi ilahi söyler. Gelgelelim, bu çocuk yatağ ı nda ölm eyecek.
Kil isede vaaz verilirken her zaman uyuyor, gerçeği söylemek
gereki rse, bay Morton, ben de onun yaş ı ndayken aynı şeyi
yapardım. Bu, benim huyuma uygundu ve elimde değildi.»
. Bu küçük çocuk da yukarki müthiş öğütlerle uyarı ldı ktan
sonra, sıra bir başkasına geldi.
« Eğer sakı nılacak örneklerden bahsetmek gerekirse ve
eğer bütü n - arkadaşları na birer uyarı olan çocuklara gelecek
olursak, işte size bir örnek: Um arım onu cezalandırmaktan
geri durm azsınız. İ şte şu çocuk! sarı saçlı, mavi gözlüsü.
Efendim, bu çocuk bir yüzücü , Tanrı korusun, hem de dalı cı !
Bu çocuk efendim, suya düşüp tasma v e zincirinin ağ ı rlığıyla
boğu lmak üzere olan bir körün köpeğini kurtarmak için giysi
leriyle sekiz ayak derinliğinde suya atlam ış. Bu sırada zavallı
kör, dostu ve rehberi olan köpeği için dövünerek kıyıda elleri
ni ovuşturup durmuş . . . » B urada bekar bay, kendine özgü
tuhaf bir fısı ltıyla ekledi : « Bunu duyar duymaz, ad ı m ı verme
den, ona iki sterlin yollad ı m . Ama ona bu ndan bahsetmeyin.
Daha paran ı n kimden geldiğini bilmiyor. »
395
Bu suçlu nun s ı rası savıldıktan sonra bekar bay tamam ı n ı
elden geçirinceye değin b i r başkası na, b i r başkas ı na daha
geçti . H epsinin kendisine en hoş gelen yetenek ve eğilim leri
üzerinde durdu ve hiç kuşkusuz bütü n bunlarda kendisinin
büyük bir payı vard ı . Sonunda gösterdiği sertlikle hepsinin
can ı n ı · sıktığına kan ı getirerek, küçük bir armağanla hepsini
özgür b ı raktı ve atlayıp sıçramadan, itişip kakışmadan doğru
ca evlerine gitmeleri buyruğunu verdi. Oysa işitilir bir sesle,
gizli söylüyormuş gibi, öğretmene -yaşam ı pahas ı na bile
olsa- çocukken kendisinin de böyle buyrukları sallamad ı ğ ı n ı
söyledi .
Bekar bayı n mizac ı n ı n b u öze lliklerini b u andan baş laya
rak kendi tutu m unun birer güveı:ıcesi olarak karşı layan öğret
men, ondan pek memnun ve sevinçli olarak ayrı ldı ve kendini
dünyanı n en m utlu adamı saydı . İ ki eski evin pencereleri
g ene içeride yanan neşeli ateşi n etkisiyle pembeye bürün
müştü. Bekar bayla arkadaşı akşam gezintileri nden dönerler
ken genç ve güzel kızdan duygunlukla bahsedip içlerini çeke
rek mezarlı klara baktı lar.
Llll
396
yan bir bebeği yaprakları n oluşturduğu bir yatak, bir çocuk,
mezarı n ı n üstüne koymuşlard ı . Bu yeni bir mezar; hastal ığına
karşı sabırlı ve uysal küçük bir varlığın, çoğu nlukla oturup on
ları seyreden ve şimdi onlara göre hemen hemen hiç değiş
memiş olan bir yavrunun sonsuz dinlenme yeriydi.
Neli, o nlara yaklaşı p bu bebeğin ki min olduğunu sordu.
Çocuk bunun bi r mezar değil bir bahçe kardeşi nin bahçesi ol
duğunu söyledi. Bu, diğer bahçelerden daha güzeldi ve kar
deşi kuşları beslediği içi n kuşların çok sevdiği bir bahçeydi.
Çocuk, konuşmas ı n ı bitirince, gülümseyerek Nell'e baktı ve
çömelip yanağ ı n ı çayıra sürdükten sonra hoplayıp zı playıp
ayrı ldı.
Neli, baş ı n ı kald ırıp kuleye bakarak kilisenin önünden
geçti ve yan kapıdan köye çıkt ı . İ htiyar Zangoç bir koltuk değ
neğine yaslanmış, kulübesinin önünde hava alıyordu. Nell'e
·
selam verdi.
Genç kız durup onunla konuştu:
« Nas ılsınız ? Şimdi daha iyisi niz, değil mi?»
Zangoç yan ıt verdi :
«Çok şükür, daha iyiyim . "
«Yakında kesinlikle iyileşeceksiniz . . . "
«Tanrın ı n yardım ıyla ve biraz da sabırla; gel, içeriye gel,
kızı.m i »
Zangoç aksı rarak önden yürüdü ve Nell'e zorlukla indiği
basamağa dikkat etmesini örgütleyerek onu kulübesinin içine
ald ı .
« Bu rada bi r tek oda görüyorsun. B i r oda d a yukarıda var;
ama son yıllarda merdiven tırmanmak benim için çok zorlaştı.
Orayı artı k hiç kullanm ıyoru m ; gelecek yaza umarı m ku llana
biliri m . "
Genç kız, a k saçl ı b i r i htiyar ı n , özellikle b i r kilise hizmetlisi
nin, nas ı l olup da zamandan böyle suskunlukla bahsettiğine
şaştı kald ı . Zangoç, genç kızın gözlerinin duvarda as ı l ı duran
aletlerin tak ı ldığ ı n ı görerek gülümsedi. « Her halde bütün bu
aletlerin mezar kazmak için kullan ı ld ı ğ ı n ı sanıyorum!» dedi.
·
« Bu değin çok aleti ne yaptığın ızı düşü nüyordum."
397
« Hakl ısın yavru m , ben bir bahçıvan ı m . Toprağı kazar, ya
şayıp büyüyen şeyler dikeri m . Gördüğün işlerin heps i toprak
ta çürüyüp gitmez ! Şu ortada duran beli görüyor musun?"
«Şu eski ve çentik olan ı m ı ? »
«Bu b i r zangoç belidir ve gördüğün gibi çok kullan ılmış.
Biz bu köyde sağlıkl ı i nsanlarız, ama gene de çok iş gördü.
Şu bel dile gelecek olsa, birlikte ne umu lmad ı k işler gördüğü
müzü söylerdi. Ben u nuttum ; çünkü belleğim zayıf. Ama bu
da pek yeni bi r şey deği l , hep böyleydi.,,
«Gördüğünüz diğer işler arası nda çiçekler, fideler de var,
değil mi?»
« Evet, hatta yüksek ağaçlar; ama bu işler sand ı ğ ı m gibi
bir zangocun işlerinden ayrı işler değildir. .. "
« Öyle mi ?,,
« Hayı r, hatta bana birçok yard ı m ı oluyor? Şu ağacı şu
insan için dikmiştim , diyorum . Bana onun öldüğü zamanı
anı msatıyor. Ağac ı n geniş gölgesine bakıp ölüyü anı msayı n
ca, yaptığ ı m diğer işlerin tarihini de anı msıyor ve mezarı nı ne
zaman yaptığ ı m ı söyleyebiliyoru m . "
«Ama bazan d a yaşamda olanları anı msatmaz m ı ? »
« Ö len yirmi kişi içi nde karıs ı , kocası , anas ı , babası kar
deşleri , çocukları , arkadaşları olm ak üzere en az yirmi kişi.
Bunun içindir ki bir zangocun küreği çabu k eskiyip aş ı nıyor.
Gelecek yaza bir yenisine gereksinimim olacak! »
Genç kız, adamcağ ızın yaş v e rahatsızlığ ıyla alay ettiğini
sanarak ona apansız bir bakış fı rlatt ı ; ama bilinçsiz zangoç
sözlerinde ciddi ve içtendi.
Zangoç kısa bir suskunluktan sonra ekledi :
« İ nsanlar akı l ları n ı kullanıp öğrenmeye çalışmıyorlar. İ çin
de hiçbir şeyin büyümeyip her şeyin çürüdüğü derin toprakla
rı altüst eden bizim gibi insanlar, bu gibi şeyleri hakkıyla dü
şünebi liyor. Kilisenin içine girdin mi ?,,
«Şimdi oraya gidiyoru m . "
«Orada, tam çam kulesinin altında eski bir kuyu var;
derin , karanlık, t ı n t ı n öten bir kuyu. K ı rk yıl önce ipin ilk bo
ğumu çıkrıktan boşan ı nca kovan ı n soğuk suya dald ı ğı işiti lir-
398
di. Yavaş yavaş su çeki lince, on y ıl sonra iki nci bi r ip ekle
mek gerekti; yoksa kova boş olarak kuyunun içinde as ı l ı kal ı
yordu. On y ı l daha geçince s u bi raz da h a çeki ldi v e üçü ncü
bi r ip eklendi. Bir on yı l daha geçince kuyu büsbütün kuru
du. Şimdi bütün ipi b ı rakıp kolunuz ağrıyı ncaya değin kovayı
sarkıtı n ız, bir tıkırtı ve şıngırtıdan başka bir şey işitmez ve
derinden gelen sesten yüreğiniz ağzı n ıza gelir; içine düşmek
ten korkup kaçarsınız.,,
Zangoç'u n sözlerini ve bakışları nı sanki kuyunun ağzı nda
du ruyormuş gibi izleyen genç kız:
« Karan lı kta yaklaşmak istenmeyecek bir yer!» dedi.
«O da bir mezardan başka bir şey değil . Bütün bunları
bilen köyün yaşlı i nsanlarından hangisi kuyu nun suyu çekil
dikçe kendi azalan güç ve kısalan ömürünü düşündü ! Hiçbi
ri ! »
Genç k ı z elinde olmayarak sord u :
«Siz de p e k yaşlı m ısı nız? ,,
«Gelecek yaza yetmiş dokuz yaş ı nda olacağ ı m . »
« İ yi olduğunuz zaman daha çal ışıyor musunuz?,,
« Elbet, buralarda yaptığım bahçeleri göreceksi n. Şu pen
cereden bak. Şu bahçeleri kendi ellerimle yapt ı m . Gelecek
yıl bu zamanlar dallar o değin sıklaşacak ki, gökyüzünü bile
göremeyeceğim. Ben kış geceleri de yapacak iş buluru m . »
Zangoç oturduğu yere yakın b i r c!lolap açarak içinden eski
tahtalard an yapılmış küçücük kutular çı kard ı .
« Eski günleri v e onlara özgü eşyayı daha seven birtakı m
insanlar, ki lisemizden b u a n ı m al ları sat ı n al maktan hoşlanır
lar. Bu nları bazan şuradan buradan ele geçirdiğim meşe par
çalarından, bazan tabut art ı kları nda n yapar ı m . İ şte bu küçük,
kenarları bronz kaplamalı çekmece bunlardan bi ridi r. Ü zerin
de bir zamanlar yaz ı da vard ı . Ama şimdi okuması çok zor
olur. Y ı l ı n bu zaman ı nda elimde fazla kutu bulunmaz. Ama
gelecek y ıl bu zaman rafları dolu göreceksin . »
Genç kız onun e l işlerini beğenip övdü ve kısa bir zaman
sonra ayrıldı. Kendi kendine yü rürken şu yaşl ı zangocun gör
düğü işe ve bütün çevresindeki lerden ç ı kardığı pek haşin bir
399
yaşam felsefesi ne karş ı n ; nas ı l olup da bunu kendisine uygu
lamadığın ı , bir yandan insan yaşa m ı n ı n kararsızl:ğı üzerinde
dururken, diğer yandan hem sözü, hem de eylemiyle sanki
hiç ölmeyecekmiş gibi göründüğünü ne değin tuhaf buld u ;
ama düşü nceleri burada bitmedi . Pek hayırlı v e acı malı bir
düzenle bunun i nsan doğas ı olduğunu ve gelecek yaz için
planlar kuran yaşlı zangocun, bütün i nsan türünün bir örneği
olduğunu düşü necek gücü gösterdi.
Neli, bu görüşlerle yüklü bir halde kiliseye vard ı . D ı ş kapı
nın anahtarı n ı ayı rdetmek zor bir iş değildi . Çünkü hepsinin
sarı birer etiketi vard ı . Anahtarın kilitle dönmesi derin , boştan
gelen bir ses uyand ı rd ı ; duraksak ad ı mlarla içeri girip kapıyı
kapad ığ ı zaman ortaya çıkan yankı lar ona bir sarsıntı verdi.
İ yi olsun, kötü olsun, yaşa m ı m ızda her şey bize karşıtlıklar
halinde etki eder. Geride v.e uzakta b ı raktığı ve güçsüz adım
larla içinden geçtiği karanlık v e kederli yollar nedeniyle köyün
suskunluğu g enç kız üzerinde güçlü bir iz b ırakacak olursa;
derin ve oyu k pencerelerinden giren ışığın bile eski ve karan
lık göründüğü; çürük, küf ve toprak kokan kemerler ve dehliz
ler arası ndan sanki, geçmiş yüzy ı l ların bir. soluğu halinde
esen h ava; içinde, bu koca binada kendini yapayalnız bul
maktan oluşan derin izlenimi ne olmalıyd ı ? İ şte uzun zaman
önce dinci adı m ların aşı nd ı rd ı ğ ı ve h acıları n ayak izlerini
silen zaman ı n , taş döşeme yerine b ı raktığı, ufalanan, toz hali
ne gelen taşlar! İ şte çürümüş kirişler, yakı lacak h ale gelen
kemerler, çürüyüp toz haline gelen duvarlar, çukurlaş mış top
rak, üzerinde kitabesi kalmayan görkemli mezar, taşlar demir
ler, tahtalar ve toz! E n iyi ve en kötü işçilik, en basit ve e n
zengin, en görkemli v e en s ı radan, gerek Tanrının v e gerek
insanoğlunun işi burada hep aynı düzeyde o rtak bir öykü .an
latıyordu.
Binan ı n bir kısmı vaktiyle bir baronun özel ibadet yeriydi.
'
Burada taşlı kaideler üzerinde haçlı seferlerinde döğüşen bir
takım savaşçı lar, kolları n ı , bacakları nı kavuştu rmuş; tıpkı ya
şamlarında o lduğu gibi, belleri kılıçlı ve zırh l ar kuşanm ış ol
dukları halde yatıyorlardı . B u şövalyelerden bazı ları n ı n kendi
400
silah, miğfer ve zırhları bitişik duvardaki paslı bir kancaya
asılm ışt ı . K ı r ı l m ı ş eski miş olmalarına karş ı n eski biçim ve gö
rünüşleri nden bir şeyler saklıyorlard ı . Böylece, sert ve zorlu
eylemler, i nsanlar göçüp gittikten sonra da yaş ıyor; savaş ve
saldırılarla kan döküp hazin biçimleriyle çevreye h arabiyet ve
çöküntü saçanlar, toprağı n zerreleri haline geldikten çok son
raya kal ıcı oluyorlar.
Genç kız mezarlar üstündeki bu kaskatı figürler arası nda,
bu eski, suskun yerde oturdu. Gördükleri, onun düşleminde
buras ı n ı , her yerden daha sessiz suskun bir hale koymuştu.
Korku duygusuyla karı ş ı k huzurlu bir zevkle çevre sine bakı
narak m utlu ve huzur içinde olduğunu duyumsad ı . Raftan
bi r İ ncil alıp; okudo, sonra onu yeri ne koyarak güneşli bahar
ve yaz gü nlerini, cansız nesneler üzerine yandan vu racak
olan ışı k hizmetlerini, pencerelerde uçuşup zeminde titreşen
gölgeler oluşturacak olan yaprakları kuş cıvıltı ları n ı , dışarda
açacak olan bahar ve tom urcukları , içeri girip başı üstündeki
liğme liğme olan bayrakları sallayacak tatlı rüzgarları düşün
dü. Burası ölümü anı msatıyorsa ne çıkard ı ! Ö len ölse de,
gene burası hep ayn ı kalacakt ı ; görünümler ve sesler her za
manki gibi mutl u , sonsuzca kalacaktı. Bunlar arası nda uyu
mak bir acı oluşturmazdı .
Yavaş yavaş v e s ı k s ı k arkas ı na bakarak kilisenin b u kıs
m ı ndan ayrı ld ı . Kuleye açı ld ı ğ ı apaç ı k olan alçak bir kapıya
gelince, kapıyı açıp mazgallardan, ayı rdı ğı yere baktığ ı ; ya
da tozlu çanları gördüğü zamanlar dışında; karanlıkta dolam
baçlı merdiveni tı rmand ı ; sonuna değin çıkıp kulenin tepesin
de durdu.
Birdenbire çevreye saçılan bol ışığın görkemi her yana
yayı lan ve gökyüzünün mavisine karışan ağaçlıkl arı n tazeliği,
m eralarda otlayan davarlar, yeşillikler ve ağaçlar arası ndan
yükselen duman tabakası, hoplayıp sıçrayan çocuklar, hepsi
ve her şey ne değin güzel ve m utlu göründü. Bu tıpkı öldük
ten sonra dirilmek, cennete yaklaşmak gibi birşeydi.
Kilisenin kapısını kapadığı zaman çocuklar çevreden çe
kil mişti. Oku l u n önünden geçerken sürekli bir m ı r ı ltı halinde
40 1
Antikacı Dükkan ı / F: 26
sesler işitti . Ö ğretmen hemen o sabah işe başlam ışt ı . Sesler
yükselmeye başlad ı . Baş ı n ı çevirip bakı nca, çocukları n dışarı
çıkıp dağ ı ld ı klarını ve neşeli bağrışmalarla oynadıkları n ı
gördü. Kendi kendine: 'Kilisenin önünden geçtikleri çok iyi'
dedi . Sonra d urup bu seslerin kiliseden nas ı l yitilip yavaş
yavaş yiteceğini düşlemledi.
O gün i ki kez daha eski kiliseye gidip önceden oturduğu
yerde, aynı kitaptan okudu ve aynı d u rgun düşüncelere daldı .
Hava kararıp akşam ı n gölgeleri kiliseyi daha kutsal bir hale
döndürdüğü zaman bile, genç kız hiç kıpırdamadan ve korku
dan uzak bir halde, olduğu yere saplan m ış gibi kaldı .
Sonunda o n u orada bulup eve götürdüler. Rengi solgun,
ama m utluydu. Gece için ayrıl mak üzere eğilip onu yanağı n
dan öpen zaval l ı köy öğretmeni yüzünden bir damla göz yaşı
damlad ı ğ ı n ı duyu msadı .
LIV
Bekar bay, çeşitli işleri arası nda, eski kilisede kendisi için
sürekli bir ilgi ve eğlence kaynağ ı bulmuştu. Kendi küçük
dünyaları n ı n sihir ve kerametine kap ı lan i nsanlara özgü bir
gururla, kilisenin tari hçesini i ncelemeye başladı ve yaz günle
ri kilisenin duvarları arası nda, kı ş geceleri , kilise evinin ateşi
karş ı s ı nd a bi r şeyle uğraşarak kilisenin öykü ve efsanelerine
yenilerini katt ı :
Bekar bay gerçeği, zaman v e veri mli düşlemin yer yer
süslediği her türlü kuşku kisvesind.en soyutlayan haşin ruhlu
insanlardan biri olmad ığ ı ; i lgisizlik ve bıkkı n l ı k uyand ı racak
yerde, pek yaraşan ve tıpkı bir kaynağı n suları gibi onun yarı
saklı , yarı apaçı k kalan çekiciliğine yeni bir sihir katan düş ve
efsaneye de, bu sert ve inatçı insanlar d ı ş ı nda önem verip
g erçek mabudesinin tac ı n ı n gelenek ve efsanenin taktığı ve
çoğunlukla yetiştiği yerde daha taze duran yabanı l çiçeklerle
süslendiğini görmekten, hoşlandığı için yüzyı lların tozları ara
sı ndan yeğnik ad ı m ve ellerle geçerken herhangi iyi bir duygu
ve insansal sevecenliğin saklı kald ı ğ ı n ı düşünerek düş ve ef-
sanenin yükselttiği mezarları tahrip etm ekten sakı nmaktayd ı
Böylece, yabancı topraklarda döğüşerek kesip biçen ve talan
da yağmada bulunan ve sonra öl mek üzere, pişman ve mah
rum, yurda dönen bir baronun kemiklerini saklad ı ğı san ı lan
taş bir mezar vard ı ki , son zamanlarda, eski tari h l e uğraşan
bilginler tarafı ndan bahsi geçen baronun dişlerini gıcı rdatı p
s o n soluğunda lanetler savurarak savaşta öldüğü savı ileri
sürülmüştü. Oysa bekar bay eski öykünün doğru olduğunu,
baronun pişman l ı k duyarak kötülüğe tövbe ettiğini, büyük
hayı r işleri işleyip son soluğunu verdiğini ve cennete gidecek
bir baron varsa onunda bu baron olması gerektiğini tüm gü
cüyle savunmuştu . Gene tari h bilginleri, kemerli bir m ezarı n
açl ık ve susuzlu ktan kapısı önünde bayılan zavallı bir d i n
adam ı n a yard ı m ettiği için kraliçe Elizabet tarafı ndan idam et
tirilen ak saçlı bir kad ı n ı n mezarı olmad ı ğ ı n ı i leri sürerlerken;
bekar bay, bütün bu savlara karş ı n, kilisenin adı geçen yaşl ı
kadı ncağ ı z ı n kü lleriyle kutsandığı n ı v e kentin dört kapısın
dan g eceleyin gizlice getirilen kem iklerinin kiliseye gömüldü
ğünü; kraliçe Elizabet'in ün ve o nuru nu yokumsayarak ülke
içinde sevecen ve duygun bir yüreği bulunan en alçak gönül
lü bir kad ı n ı n bile ü n ve onurca daha yüksek olduğunu i leri
sürdü. Kapı n ı n yanı ndaki yassı taş ı n biricik oğlunu mi rastan
yoksun ederek kilise için çan alınmak üzere bir miktar para
bı rakan bir cimri ni n olmad ığı üzeri ndeki sava tastamam katı
lan bekar bay, köyün böyle bir i nsan yetiştirmediği görüşünde
bulundu. K ısacası , bekar bay, ancak anısı yaşaması gereken
taş, levha ve abidenin varl ı ğ ı n ı onaylıyordu; bütün diğerlerini
unutmaya haz ı rd ı . Onlar da kutsal topraklarda gömülmüş ola
biliri erd i ; ama bir daha gün ışığı görmemek üzere, pek derin
lere gömülmüş olmaları n ı istiyordu.
Genç kız, kolay olan işini işte böyle bir hocanın ağzı ndan
öğrendi.
Di lencilik bina ve çeşitli yaş ve tarih i n sürekli bir gençlikle
kuşattığı binanın bulunduğu yerin huzurlu güzelliğiyle, pek
duygulanan Neli, bütün bunları dinleyince: Buras ı nı n iyilik ve
erdeme yurtluk edildiğine; buras ı n ı n günah ve kederin gire-
403
mediği bir başka dü nya, kötülüğün varl ı k ortamı bulamad ı ğ ı
b i r huzur v e dinlence yeri olduğuna inand ı .
Bekar bay, h e r mezar, mezar taş ı üzerinde genç kıza bilgi
verdikten sonra, onu şimdi ancak karan l ı k bir kemer halinde
bulunan kilisenin eski mahzenine götürdü ve ona eskid en ra
hipler zaman ında buras ı n ı n nasıl ayd ı nlatı ld ı ğ ı n ı anlattı. Ta
vandan sarkan kandiller, güzel kokular saçan buhurdan l ı klar,
alt ın ve güm üşten parı ldayan giysiler, resimler, değerli ku
maşlar ve alçak kemerler altında parı ldayan m ücevherler ara
s ı nda eski tari h lerde gece yarısı işitilen ilahilerden bahsetti ve
başlıklı i nsanları n diz çöküp tesbih çektikleri yeri gösterdi.
Daha sonra gene yukarı çıkarıp vaktiyle uzaktan siyah giysi
leri içinde süzülüp geçtikleri seçilen, ya da karanl ı k gölgeler
halinde durup dualar dinleyen rahibelerin bulunduğu tepeye
yakı n galerileri gösterdi. Mezarları üstünde resimleri bulunan
savaşçı ları n yukardaki paslanıp çürüyen z ı rh ları giydiklerini;
şunun bir miğfer, bunun bir kalkan, onun bir z ı rhlı eldiven ol
duğunu, bu savaşçı ların koca k ı l ıçları nas ı l kullandıkları ve şu
ilerideki demir topuzlu i nsanları nas ı l yere serdi klerini bir bir
anlattı . Genç kız, bütün işittiklerini belleğine işledi ve bazan
geceleyin bu eski zamanların düşlerinden uyand ı ğı zaman,
yatağından kalkıp eski kiliseye baktı ve pencerelerin ayd ınla
nıp orgların çald ı ğ ı n ı ve sesleri n yükseldiğini duymak istedi.
Zangoç iyileşip ayağa kalkmıştı. Genç kız, ondan da daha
birçok şey öğrendi. Zangoç henüz çal ı şamıyordu. Ama bir
gün kazılacak bir mezara nezaret etmek üzere gelm işti ve ko
nuşkanlığı üzerindeydi . Neli önce onun yan ında ayakta dura
rak ve sonra yanıbaş ı nda çayı rların üzerine oturup düşünceli
başını ona doğru kald ı rarak konuşmaya başlad ı.
Şimdi zangoçluk görevi ni gören adam o ndan d a ha yaşlı
olmasına karşı n daha devinikti, ama sağ ı rd ı . Genç kız zorun
luk olunca yarı m m illik uzaklığı ancak altı saatte zorlukla yü
rüyebilecek o lan eski zangocun onunla işi üzerinde görüşür
ken -sanki yaşayan i nsanların en sağlıklı ve en güçlüsüymüş
gibi- onun sakatlığı karşısında bir tür sabı rsız acı mayla ko
nuştuğuna di kkat etmekten kendini alamad ı .
404
Neli, yaklaşarak:
« Bu ışın yapıldığı n ı gördüğüme üzüldüm ! » dedi.
« Kimsenin öldüğünü duymad ı m . »
Zangoç yan ıt verd i :
« Başka bir yerde yaşıyordu, yavrum . Buradan ü ç mil
uzak bir yerde.»
« Genç miydi?»
« Evet altmış dörtten fazla olmayacak, Davit; yoksa daha
yaşlı m ıyd ı ?»
Davit kazmaktan baş ı n ı kaldı rmıyord u. Sorulan soruyu
duymad ı . Yaşlı zangoç, mezarcıya koltuk değneğiyle yetişe
meyeceği nden ve yard ı msız olarak yerinden kalkmayacak
değin sakat olduğundan onun di kkatini çekmek için kırm ızı
takkesine bir parça toprak att ı .
Davit baş ı n ı kaldı rarak sordu:
« N e oluyor?»
« Becky Morgan kaç yaşındayd ı ?»
« Becky Morgan m ı ?»
Yaşl ı zangoç, 'evet' dedi ve sonra yarı acı m a kokan yarı
öfkeli bi r tonla mezarc ı n ı n işitmediği şu sözleri ekled i :
« Sen gittikçe ağı r işitmeye başl ıyorsun, Davit!»
Mezarcı işini qırakıp tem izlemek içi n yan ına koyduğu taş
parça�ıyla küreğini temizledi ve kim bilir kaç tane Becky Mor
gan'ı n tozunu küreği nden kazı d ı ktan sonra, sorunu düşünme
ye koyuldu.
« Bir düşü neyim ... » dedi. «Geçen gece tabutu n üzerine ne
yazdı kları n ı gördüm. Yetmiş dokuzdu her halde!»
Yc;ı.şl ı Zangoç:
« Yok, hayır ... » dedi.
Mezarcı içini çekerek yanıt verdi:
« Evet öyle, çünkü bizim yaş ı m ıza pek yakı n olduğunu var-
sayıyoru m . Evet, yetmiş dokuz olacak.»
Yaşlı zangoç h eyecanlanarak sordu:
« Rakam ı yanlış okumad ı ğ ı n ı iyi bi liyor m usu n, Davy?»
« Nas ı l ? »
. Yaşlı zangoç titizlenerek söylend i :
405
« Pek sağ ı r, pek sağı r, a can ı m ! Yaşın doğru olduğunu
söyleyebilir misin?»
« Elbet, niçin doğru olmasın?»
Yaşl ı zangoç kendi kendine m ı rı ldandı .: 'Pek ağ ı r işitiyor;
hem de her halde bu nuyor!'
Neli, onu bu düşünceye yönelten şeyin ne olduğunu kesti
remedi . Çü nkü mezarcı en azı onun gibi kavrayışlı göründü
ğü gibi , her halde ondan da güçlüydü. Yaşl ı zangoç daha
fazla bir şey söylemediğinden üstü ne varm ad ı .
« Bana yetiştirdiğiniz bahçelerden bahsetmiştiniz. Buraya
bir şey diker misiniz?»
« Kilise avlusuna mı? H ay ı r, ben dikmem. »
«Çevrede çiçekler v e fidanlar gördüm. Bakı n, şurada d a
var. Bunları sizin yetiştirdiği nizi san m ıştı m ? Ne yaz ı k k i iyi bü
yümemişler. »
« Onlar Tanrı n ı n dilediği biçi mde büyü rler. Tanrı acı malı
takdiriyle onların bu rada yetişmelerini önlemiştir. »
« Sözlerinizden bir şey anlam ıyoru m . »
«Buna inanıyorum v e böyle olduğuna memnunu m . »
«Am a şunlara bak. Nasıl boyu nları nı büküp kuruyorlar.
Nedenini düşünebi liyor musunuz?
« Hayı r. »
«Çünkü toprak altı nda yatanları n anısı çabuk unutuluyor.
Ö nce, sabahleyi n , öğle üzeri ve akşamları gelip bakarlar.
Arası çok geçmeden daha seyrek, günde bir kez, h aftada bir
kez gelirler; sonra ayda bir, daha sonra pek uzun ve belirsiz
aralarla gelirler ve sonunda hiç gelmez olurlar. Bu gibi bitki
ler pek seyrek gelişirler. Ben, en ömürsüz yaz çiçeklerinin
bile daha fazla dayandı ğ ı na tanı k oldum . »
Genç kız:
«Buna çok üzüld ü m ! » dedi.
Yaşlı zangoç baş ı n ı sallayarak yan it verd i :
«Buraya ziyarete gelenler de öyle söylüyorlar; a m a b e n bu
düşüncede deği lim. Ban a : .' Sizin burada çok iyi bir alışkanlığı
nız var. Mezarlara çiçekler, fidanlar dikiyorsunuz. Ama onla
rın kuruyup dökü ldüğünü görmek çok h azi n ! ' d iyorlar. Ben de
406
onlara bağ ışlamalarına güvenerek, yaşayanlar için bunun
daha iyi olduğun u söylüyorum . Hiç kuşkusuz öyledir de. Do
ğaya karşı ko nulmaz.»
Genç kız içten bir sesle:
« Belki ziyaretçiler gündüzün m avi gökyüzüne, geceleyin
yıldızlara bakıp, ölülerin mezarlarda değil ; gökyüzünde yaşa
d ı klar ı n ı düşünüyorlar!» dedi .
Yaşlı zangoç kuşkulu kuşkul u:
« Belki öyledir ... » yan ıtı nı verd i .
N e l i kendi kendine: ' İ ster benim düşündüğüm gibi olsu n ,
ister olmas ı n ; buras ı n ı kendime bahçe yapacağı m . Ara sıra
burada çalışman ı n bir zararı olmaz ve her halde pek hoş bir
iş olur,' diye düşündü .
Yaşl ı zangoç, genç kızın penbeleşen yüzüne ve nem lenen
gözlerine di kkat etmeden, mezarcıya dönüp ona adıyla ses
lendi. Becky Morgan ' ı n yaşı na üzü ldüğü anlaş ı lıyordu. Bunun
nedenini anlamak Neli için pek zor bir sorundu.
Adı iki, üç kez yinelendikten sonra, dikkati çekilen m ezar
cı, işini b ı rakıp küreğine yasland ı ve elini ağ ı r işiten kulağı na
kaldı rarak:
« Bana mı seslendin?» diye sordu.
Yaşlı zarıgoç mezarı işaret ederek:
«Onun bizden daha yaşlı olduğunu san ıyorum, D avy ! »
dedi
Mez arc ı , kederli b,i r baş sallamas ı yla yanıt verd i :
« Yetmiş dokuz ! Sana b u n u gözleri mle gördüğümü söyle
dim.»
« Gö rm üşsü n, evet, a m a Davy; kad ı nlar yaşları n ı doğru
söylemezler. . . "
M ezarcı gözlerinde ansızı n beliren bir parı ltıyla:
« Evet, doğru ... » ded i . « Olası ki daha yaşlıyd ı . . . "
« Ben daha yaşlı olduğuna inanıyoru m ! Onun ne değin
yaşl ı görü ndüğünü anıms ıyor musun? Biz onun yan ı nda
çocuk kalıyorduk!»
«Sahi pek yaşlı görü nüyord u . »
407
« Kaç y ı llar y ı l ı yaş l ı göründüğünü bir düşün ve sonra
bizim yaş ı m ı zda, yetmiş dokuz yaş ı nda olup olmad ı ğ ı n ı
söyle!»
Beriki yanıt verdi:
« En azı beş yaş daha büyük olmal ı . »
«Beş m i ? O n desene şuna! Rahat rahat seksen dokuz ol
malı. Kız ı n ı n öldüğü zamanı an ı ms ıyoru m . Seksen dokuzdan
bir gün eksik d eğil. On yaş küçük göstermeye heves etmiş;
ah şu i nsan l ı k gururu ! ,,
Mezarcı , bu konu üzerinde ahlaksal düşüncelere dalmakta
gecikmedi ve her i kisi de ölünün, kestirdi kleri yaşta değil say
g ıya değer bir yaş olan yüz yaşına değin yaşayıp yaşamad ı
ğını açıklayacak tan ıtlar gösterdiler. Bu sorunu her i kisini de
memnun edecek biçimde çözdükten sonra, zangoç arkadaşı
n ı n yard ı m ı yla oturduğu yerden kalkıp ayrı ld ı .
Topallayarak yo la koyulan zangoç:
« Hava seri n, yaz gelmeden fazla oturmaya gelmez ! ,, dedi.
Davit sordu :
« N e dedin?»
Zangoç söylendi :
«Zavallı adam , pek ağı r işitiyor; hoşça kal ! »
Davit o n u n arkası ndan bakarak:
«Gittikçe yaşlanıyor, her gün biraz daha güçten kesili
yor ... » ded i . Ve böylece her biri, diğerinin kendisininkinden
az sayıl ı günleri olduğuna i nanarak ve Becky Morgan ' ı n daha
o n yıla değin kendileriyle yakı n bir i lgisi olmayan ve huzur ka
çı ran bir etkisi bulunmayan ölümü üzerinde anlaştı kları uydur
ma öyküyle rahatlayı p avunarak, birbirinden ayrıldı lar.
Neli, bi rkaç dakika daha kalarak küreğiyle toprak atan ve
s ı k s ık öksürüp deri n soluk alan, kendi kendine, tepki nli, içten
g elen bir gülü msemeyle, zangocun günden güne h ızla çöktü
ğü üzerine bir şeyler m ı rı ldanan mezarcıyı seyre daldı . So
nunda o da ayrı ld ı ve düşünceli düşünceli kilise avlusundan
g eçerken, yeşil bir mezarlı kta oturu p okuyan öğretmenle an
s ı z ı n karşı karşı ya geldi.
Öğretmen kitab ı n ı kapayarak neşeyle:
408
« Vay, Neli burada ha! ,, dedi. « Seni açı k h ava ve gün ışı
ğ ı nda gördüğüme sevindim. Gene, her zam anki gibi ki lisede
olduğundan korkuyordum."
Neli onun yanı na oturarak:
« Kaçm ak m ı ?» dedi. « Niçin? Orası iyi bir yer değil mi?»
« Evet, evet ama, ara s ı ra da neşeli olmalı s ı n . Yok, öyle
baş ı n ı sallayıp m ahzun mahzun gülü mseme.»
«Yüreğimi anlayacak olsan ız, hiç mahzu n değilim. Beni
kederli g örmüş gibi bakmayı nız. Şimdi şu koca dünyada ben
den m utlu i nsan yok.»
Genç kız, duygulandı , şükran duygusuyla onun elini tuttu
bir süre sessiz kald ı ktan sonra: 'Bu Tanrı n ı n bi r i radesi' dedi.
« Ne? . . "
« Seni kederlendi ren bir şey m i konuştunuz?,,
Burada uzun bir suskunluk oldu.
Öğretmen sevgiyle:
« Neydi bu? Anlat bana ! ,, ded i .
Genç k ı z göz yaşı.a rını tutamayarak:
«Çevremizde göçüp gidenlerin ne değin çabuk unutu lduğu
beni üzüyor. .. » ded i .
Öğretmen genç k ı z ı n çevresine f ı rlattığı bakışlara dikkat
ederek:
«Ziyaret edilmeyen bir m ezar, kurumuş bir ağaç, solmuş
bir çiçeğin, u nutma ve soğu k bir savsama mı olduğunu sanı
yorsun ? ,, dedi. «Buradan uzakta görülen birtakım işlerin bu
ölüler tarafı ndan en iyi bir biçi mde anı msanacağ ı n ı düşünmü
yor musun? Neli, bize . savsanm ış gibi görünmelerine karşın,
şu anda en iyi düşü nce v e davranışları nı ş u mezarlar oluştu
ran nice i nsanlar var o labilir."
Genç kız telaşla:
« Fazlas ı n ı söylemeye g erek yok!» dedi. « Bunu bildiği mi
duyumsuyoru m . Sizi düşününce b unu bilmemezlik edebilir
miyim?,,
« Ö len h içbir m asum ve iyi i nsan unutu lmaz. Bu inanışa
dört elle sarı lal ı m . Beşiğinde cıvı ldaşıp söyleşen bir yavru,
bedeni küle çevrilse ya da derin sulara gömülse bile, onu se
venlerin iyi anılarında hep yaşayacak ve onlar aracılığ ıyla da
409
dü nyayı koruyup ıslah eden tutum larda önemli bir rol oynaya
caktı r. Cennette hiçbir melek yoktur ki, bu dünyada onu se
venler aracılığ ıyla hayırl ı bir iş görmemiş olsu n ! Unutu lmak
mı? İ nsanların iyi işlerinin gerçek kaynakları bulunacak o lsa,
ölüm bile ne değin güzelleşir; hayı rl ı işler, acı m a ve sevginin
tozlu mezarlarda yetiştiği görülürd ü . »
« Evet, doğru . Bunu ben d e biliyoru m . Bunun gücü mü
sizin için sevgili küçük öğrenciyi kişiliğinde yaşatan benden
iyi takdir edecek bulunur mu, aziz dost? Bana sağlad ı ğ ı n ı z
h uzur v e dinginliği tahmin edemezsiniz . »
Çaresiz öğretmen hiçbi r yan ıt vermedi. Ancak suskunlukl a
genç kıza doğru eğildi, yüreği taşm ıştı.
İ htiyar dede onlara yaklaştığı zaman daha oturuyorlardı .
Daha fazla konuşmaya vakit kalm adan kilise saati ders za
manını çaldı ve dostlar birbirinden ayrı ld ı .
İ htiyar dede, onun arkası ndan bakarak:
« İ yi ve acı malı bir i nsan. Ondan bize hiçbir zarar gel mez,
Neli ! » dedi. «Art ı k burada güven içindeyiz ve buradan hiç ay
rılmayacağ ı z . »
Genç kız, baş ı n ı sallayıp gülümsedi.
Dedesi, yanağı n ı okşayarak:
«Sevgili N ell'in dinlenmeye gereksinimi var . . . » dedi. « Pek
solgun, pek solgun. Ama o zamankinden çok daha iyi . . . »
" Hangi zaman . »
« Evet, n e zamand ı ? Kaç hafta oldu? Parmağı m la sayabilir
miyim ? Daha iyisi hiç saymayalı m . Geçip gittiği ne büyük
nimet!»
«Onları u nutacağ ız dedeciği m ! Anı msasak bile si linip yiten
korkuları bi r düş gibi an ı msayacağ ız . . . »
Dede, om uzları üzeri nden bakıp eliyle ona işaret ederek:
«Art ı k bu düşlerden ve getirdikleri kederden bahsetmeye
lim. Burada düş görmeyeceğiz. Burası pek dingin bir yer.
Düşlere yer yok. Art ı k bir daha bizi izlememeleri için bunları
unutal ı m . Burada, h uzur içinde yaşamak için, çökmüş gözler,
çukurlaşmış yanaklar, rutubet, soğuk, açl ı k ve hepsinden
d aha kötü olan korkuyu u nutal ı m ! » dedi.
41 0
Genç kız bu mutlu değişiklik için Tanrıya şükretti.
« Çok sab ı rl ı olacağı m , sana teşekkür borçlu ve uysal kala
cağ ı m ; Neli, benim yan ı mdan ayrı lma! Yalnız başına bir yana
çekilip gitme ! Hep senin yan ı nda kalacağ ı m . Sana karşı
doğru ve sad ı k kalacağ ı m , Neli!»
Neli, neşeli bi r havaya girerek:
« Çekilip gitmek mi?» dedi . « Doğrusu bu pek eğlenceli bir
şey olur. Şuras ı n ı görüyor musu n , dede? Burayı kendi bahçe
miz yapacağız. Çok güzel bir yer. Yarın işe başlarız. Yan
yana birlikte çal ı ş ı rız.
«Çok iyi bir d üşünce. Unutma yavrum . Yarın hemen baş
larız . . . ,,
E rtesi gün işe başladıkları zaman, i htiyar dede gibi sevin
miş ve memnun, görevin uyand ı rd ı ğ ı duygulardan uzak bir
insan düşünü lebilir miyd i ? Mezarlar aras ı nda yetişen uzun ot
ları ve ısı rg ı nları ayıklayıp fidanları budad ı lar; çay ı rı düzeltip
otları ve yaprakları attı lar. Böyle harıl harı l çalış ı rlarken Neli
toprağa doğru eğdiği, başı n ı kaldı r ı nca bekar bay çitin kena
rında oturup sessiz, suskun kendilerini seyrettiğini görd ü .
N e l i , ona selam verince ufak yapıl ı bay baş ı nı sallayarak:
«Çok iyi, çok sevecen bir i ş ! » dedi . « Bütün bunları bu
sabah mı yapt ı n ız?,,
Genç, kız gözleri yerde:
« Daha henüz fazla bir şey yapmadık, efendim ! » dedi .
«Yapmak istediğimiz daha çok işimiz var.» .
«Çok iyi bir iş, çok iyi bir iş . Ama böyle yalnız gençlerin ve
çocukları n mezarı nda mı çal ışıyorsunuz?»
Neli baş ı n ı çevirip yumuşak birsesle:
« Diğerleri ne d e s ı ra gelecek, efendim ! " dedi.
Bu küçük bir olayd ı ; belki rastgelerek, belki bilerek, belki
de genç kızın gençlere . karşı duyduğu bili nçaltı bir sevgisellik
ten ileri gelm işti. Daha önce dikkat etmemiş olmas ı n a karş ı n ;
bu gerçek dedesinin dikkati ni ; çekti. Birdenbire mezarlara ve
sonra kayg ı l ı bakışlarla genç kıza bakt ı . Onu yan ı n a çekip .
dinlenmesini söyledi . Çoktan beri unuttuğu bir şey belirsiz bir
biçi mde zihnini meşgul etti. Daha önemli işlerde olduğu gibi
41 1
bu düşünce çabuk yitm işti. O gün bi rkaç kez ve sonraları s ı k
s ı k zihnini işgal etti. B i r kez, birlikte çal ı ş ı rlarken, Neli, dedesi
nin dönüp dönüp ona -sanki acı bir kuşkuyu çözmek ya da
dağı lan zihnini toparlamak istiyormuş gibi- merakla baktığ ı n ı
görünce, nedenini söylesin diye üsteledi. Dedesi bi r şey ol
mad ı ğ ı n ı söyledi ve baş ı nı kolu üstü ne yaslayarak eliyle ya
nağını okşadı . Her gün bi raz daha güç kazand ı ğ ı n ı ve yakı n
da genç bir kad ı n olacağı n ı ekledi.
LV
41 2
ran l ı k gecelerde kalkıp torunu uyurken soluğunu dinliyor; elini
tutmak için saatlerce yatağ ı n ı n baş ı nda oturuyordu. Bu peri
şan zihind e ne umutlar, ne korkular, ne derin sevgi duyguları
n ı n yer ald ı ğ ı n ı , zavallı ihtiyar adamda ne gibi bir değişikliğin
ortaya çıkt ı ğ ı n ı ancak her şeyi bilen Tanrı bilirdi.
Haftalar geçmişti. Bayan genç kız yeğnik bi r yorgunlukla
güçsüz düşüyor; ateşin yanı ndaki sedire uzanarak saatler ge
çiriyordu. Bu s ı rada öğretmen kitaplar getirip ona yüksek
sesle okuyordu ve öğretmenin gel mediği akşamlar pek sey
rekti . Dede, oturup dinliyor; sözcükleri kavramasa bile, gözle
rini genç k ızdan ayırmıyordu. Neli, öyküyü beğenip g ü lümse
yecek olsa, o da öykünün güzel olduğunu söylüyor ve bu
kitaba karşı sevgi besliyordu. Torunu akşamları bekar bayı n
anlattığ ı masaldan hoşlanacak olsa -bekar bay kuşkusuz çok
iyi masallar anlatı yordu- dede, bin zahmetle m asal ı belleği ne
işlemeye çalışıyor ve bekar bay ayrılı rken o da yavaşça arka
s ı nd an gidiyor; Nell'den bir gülümseme kazanmak için ondan
şu ya da bu kısmı yinelemesini rica ediyordu.
Ama ne i yi ki , N e l i sürekli içerde kalm ıyordu. Çünkü genç
kız açı k havada bulunmak ve kendi düzenlediği bahçede gez
m ek için büyük bir istek duymaktayd ı . Kiliseyi görmek için
gruplar halinde ziyaretçiler geliyor ve bunlar Nell'den bahse
dip başkaları n ı gönderiyor ve böylece hatta y ı l ı n bu mevsi
minde bile, h emen h emen ziyaretçisiz bir g ü n geçmiyordu.
Dede, çok sevdiği sesi dinleyerek kısa bir aradan o nları izli
yor; yabancılar çekilip Nell'den ayrı l ı nca, onlara karı şıp ne
anlattığına kulak konuğu oluyor; ya da aynı amaçla, beyaz
saçları açı k olduğu halde, onlar geçerken kapıda durup bekli
yordu. Ziyaretçiler hep genç kızın zeka ve güzelliğini övüyor
lar; yaşlı adam da bunları duymakla övünüyordu. Ama ço
ğun lukla eklenen ve dedeni n yüreğini burkup onu h ıçkı rtıp
ağlatan neydi ? İ lgisiz yabancı lar, h atta genç kıza karşı o daki
kan ı n verdiği i lgiden başka bir sevecenlik beslemeyen, ora
dan ayrıl ı p ertesi gün böyle bir varlığın yaşadığını bile unuta
cak olanları n görüp acıdığı ve acı mayl a hoşça kal deyip
giderlerken fısıldaşmaların ı n nedeni neydi ?
413
Bütün köy halkı için tek bir i nsan yoktu ki, zavallı Nell'e
karşı bir sevgi ve ilgi duymas ı n. On lar aras ı nda da aynı
duygu, genç kıza karşı bir saygı vard ı . En katı yürekliler bile,
yolda ona alışık noktada rastlamayı nca üzülüyor; yolundan
ayrılıp kafesli pencerede onu soruyord u. Onu ki lisede otu rur
görünce açık kapıdan usulca ona bakıyorlar; ama kalkıp ken
dilerine doğru gelmeyince konuşmuyorlard ı . Orada genç kızı
onların h epsinin üstüne çıkaran bir duygu vard ı .
Pazar günl eri de böyleyd i . Ki liseye gelenler hep yoksul
köylülerdi. Çü nkü eski bir ailenin yaşadığ ı şato boş bir hara
beden başkası değildi ve yedi millik bir çevrede halktan
başka kimse yoktu . Herkesi n i lgisi Neli üzerinde toplanmıştı.
İ badetten ö nce ve sonra, kilise kapı s ı n ı n önünde, onun çev
resinde toplanıyorlar; küçük çocuklar onun eteği çevresinde
küme oluyorlar; ihtiyarlar dedikoduları unutup o na içten se
lamlarda bulunuyorlard ı . Genç olsun, yaşlı olsu n, hiçbiri
Nell'e dostça bir sözcük etmeden geçmiyordu. Ü ç dört mil
uzaktan gelenler ona küçük armağanlar getiriyorlar; en alçak
gönüllüsü de, en kabası da, ona iyilikler di liyorlard ı.
Ge n ç k ı z , i l k kez kilise avlusunda oynad ı kları n ı gördüğü
çocukları arayı p bul muştu . Bunlardan biri -küçük kardeşinden
bahseden- Nell'in en çok hoşland ığ ı arkadaş ıyd ı . Kilisede
yan yana oturuyorlar; hatta kilise kulesine birlikte çıkıyorlard ı .
Küçük çocuk N ell'e yard ı m etmekten, daha doğrusu yard ım
ettiğini sanmaktan, pek büyük b i r zevk duyuyordu v e kısa b ir
zamanda p ek yakın birer dost olm uş lard ı .
Neli, b i r g ü n , h e r zamanki yerinde oturup okurken b u
çocuk gözleri yaşlı olduğu halde koşup geldi v e o n a derinden
bir sevgiyle bakıp küçücük el lerini, karşı konulmaz bir eğilim
le, onun yanaklarına koydu.
Genç kız onu yatıştırmaya çal ışarak:
«Ne var? .. » diye sordu.
Çocuk, genç kızı kucaklayarak:
« Hayı r ol maz, olmaz ! ,, diye bağ ırd ı .
Neli, ona şaşkınlıkla baktı v e saç ı n ı baş ı n ı n üzerine sıvaz
layarak öptükten sonra, ne demek istediğini sordu.
Çocuk:
41 4
« Biz onları göremiyoruz, bizi m l e konuşup oynam ıyorlar;
sen de onlardan biri olmamal ı s ı n , sevgili Neli ! » dedi . «Bizimle
kalacaks ı n , değil mi?»
« Anlam ıyoru m ; ne demek istiyorsun?» Anlat bana!»
Çocuk onun yüzüne bakarak:
« Kuşlar gene cıvı ldaşmaya başlamadan senin bir melek
olacağ ı n ı söylüyorlar. Ama olmayacaksın, değil mi? Bizi b ı
rakma Nell ! Gökyüzü ne değin nurl u da olsa, bizden ayrı lma
Nel i ! »
Genç kızın başı ö n e düştü ve elleriyle yüzünü kapad ı .
Çocuk, gözyaşları arası nda, sevinerek:
« Düşüncesine bile dayanam ıyorum . . . » ded i .
«Gitmeyeceksin değil mi, N e l i ? bizi ne değin üzeceğini varsa
yars ı n . Bizimle birlikte kalacağı n ı söyle, sevgili Neli ! Kalacak
s ı n d eğil mi?»
Çocuk kolları n ı kavuşturup genç kızın yanı na diz çökmüş
tü.
« Neli! Gitmeyeceğini söylersen onları n yan ı ld ı ğı n ı anlar ve
ağlamam. Evet demeyeceksin, Neli!»
Nell'in baş ı öne eğilmiş ve elleriyle yüzünü örtmüştü . Ço- .
cuğun h ıçkırı kları ndan başka bir ses işitilmedi.
« Bi r süre sonra iyi yürekli melekler senin bizim aramızda
kald ı ğ ı na çok memnun olacak. Willy onlara karışt ı ; ama gece�
leyin yatağ ı mızda onu nas ı l arad ı ğ ı n ı bir bilse inan ıyorum ki
benden ayrı lmazd ı . »
Genç kız, o n a yanıt veremedi v e sanki yüreği çatlayacak
m ı ş gibi, içini çekerek ağlad ı .
Çocuk, okşayarak ve yanağ ı n ı yanağına sürerek:
« Ne diye gideceksin, Neli?» dedi. «Senin yitmene ağlad ı
ğ ı mızı işitince m utlu olamayacağ ı n ı biliyorum . Şimdi Willy'nin
cennette olduğunu, orada h ep bahar olduğunu söylüyorlar.
Oysa ben onun bahçe yatağ ı na uzanıp yattığ ı m zaman,
dönüp beni öpmediğiiıe her halde çok üzülüyor olmalı . Gide
cek olursan Neli, benim için onu sev, onu ve seni ne değin
sevdiğimi söyle! İ kimizin birlikte ve mutlu olduğumuzu bilir
sem bu ayrıl ı ğa dayanmaya çal ı şacağ ı m ; sizi üzecek hiçbir
şey yapmayacağı m . Buna inan ! . . »
41 5
Neli, çocuğun kolunu boynuna dolamasına izin verdi. Göz
yaşlarıyla karışan bir suskunluktan sonra, çocuğa, yüzünde
bir gülümsemeyle bakarak, pek yeğnik ve nazik bir sesle
Tanrı n ı n izin verdiği sürece kal ıp ona arkadaş olacağ ını söy
ledi. Çocuk, ellerini ç ı rpıp ona gene teşekkür etti ve araları n
da geçeni kimseye söylememesi üzeri ne anlaşt ı kları na ve
buna uyacağ ı na, içtenlikle söz verdi.
Genç kızı n anlad ığ ı na göre çocuk sözü nü tutmuş; ama
bütün gezintilerinde ve düşü ncelerinde sessiz bir arkadaş ol
muştu. Nedenini kavrayamamış olmasına karş ı n ; duyumsadı
ğına göre, çocuk kendisine acı veren bu konuya bir daha
dönmemişti. Bununla birlikte, çocukta güvensizliğe benzer bir
şey yer etmişti . Bayan, hatta akşam karanlığından bile gelip
genç kızın içeride güvende olup olmad ığ ı n ı anlamak için ka
pıdan ü rkek bir sesle sesleniyor; olumlu yanıt alıp içeri girme
si istenince genç kızın yanındaki alçak bir iskemleye i lişerek
g elip kendisini arayıp buluncaya değin sabı rla oturuyordu.
Sabah olur olmaz eve gidip genç kızın h at ı rı nı soruyor; sa
bahleyin, öğleyin , akşam üstü arkadaşları n ı ve oyununu bıra
karak genç kıza arkadaşl ı k ediyordu.
Bir kez yaşlı zangoç:
«Çok iyi, küçük bir dost ! » dedi. « Kardeşi ö lünce -o da
henüz yedi yaşındaydı - çok üzüldüğünü anımsıyoru m . »
Neli, öğretmenin söylediği sözleri düşündü v e gerçeğin bu
küçük çocukta bile nas ı l ortaya çıkt ığ ı n ı duyumsad ı .
İ htiyar adam ekledi :
« Bu , ona bir suskunluk vermişti. Bununla birlikte, zaman
zaman neşelenmesini biliyor. Siz her halde kilisenin mahze
nindeydiniz, değil m i ? »
« Hayır, b e n oraya gitmekten korkuyorum . Kilisenin b u kıs
m ı na hiç gitmiyorum.»
«Gel birlikte gidelim . Ben oras ı n ı çocukluğumdan beri bili
ri m . » Kilisenin yeraltı kemerleri nin bulunduğu yere birlikte in
diler ve kem erler arası nda loş bir yerde durdular.
· İ htiyar adam :
« İ şte buras ı ! » dedi. «Bana elini ver. Şu kapağı da kapa,
düşmeyesin . Yaşl ı l ı k -romatizma demek istiyorum- eği lmeme
izin vermiyor!»
416
Genç kız:
« Ne kasvetli, ne korkunç bir yer!» dedi.
Yaşlı adam , parmağ ıyla işaret ederek:
«Şuraya bak!» dedi.
Neli, uysallıkla derin çukura baktı .
« Burası başlı baş ına bir mezara benziyor. »
« Evet öyle!
« Bana öyle geliyor ki önce buras ı n ı daha karanl ı k ve kiriş
l eri de daha di ndar göstermek için kazm ışlar. Kapatı lsa daha
iyi olur.»
Neli, düşü nceli mahzene bakt ı .
Zangoç:
« Bu rası kapanı nca bakalı m toprak kimlerin baş ı n ı örte
cek?» dedi. « Gelecek bahara burayı kapayacaklar. »
Genç kız, penceresinden batan güneşi seyredip kendi
kendine; 'kuşlar baharda gene ötecek; bahar ne güzel, ne
mutlu bir mevsim' diye, düşündü.
LVI
41 7
Antikacı Dükka:nı / F: 27
Bu düşüncelerin etkisi atında bulunan Swiveller kendini
müşterilerin oturduğu sandalyeye attı.
Sonra şakacı bir suskunlukla:
«Her halde yaşam bu!» dedi. «İyi, ben halimden yakınan
değilim.» Swiveller, bundan sonra şapkasını çıkarıp ona sert
sert baktı ve sanki parasal sonuçlarını düşünmese, şapkayı
ayakları altında ezecekmiş gibi davranarak ekledi: «Bunu hiç
bir alışverişin kalmayan yaşamının sonuna değin adını bile
ağzına almayacağım bir kadının anısı, bir hainlik ve sadakat
sizlik nişanesi olarak giyeceğim. Ha ha ha!.."
Swiveller'in kendi kendine konuşmasının sonunda pek
ciddi düşünceleriyle bir karşıtlık oluşturan, neşeli bir kahkaha
atmadığı düşünülecek olsa, bile şunu kaydedelim ki, genç
adam pek dramatik bir halde bulunduğundan; rolünün bu kıs
mını melodramlar da 'şeytan gibi gülme' diye nitelendirilen bi
çimde yaptı. Çünkü şeytan heceler halinde ve hep üç hece
olarak güler ki, bu gerçekten bellekte tutmaya değer bir
şeydi.
Bu zehir zemberek sesler yitmeden ve Swiveller pek asık
bir yüzle sandalyede otururken, yazıhane kapı zili çaldı - ya
da içinde buluduğu ruh durumuna göre bir çan sesi- duyuldu.
Genç adam hemen kapıyı açınca Chuckster'in pek anlamlı
yüzüyle karşılaştı ve ikisi arasında pek içten bir selamlaşma
oldu.
Chuckster, tek ayağı üzerinde durup diğerini sallayarak:
«Şu kokuşmuş mezbahaya bugün pek erken gelmişsin!»
dedi.
«Biraz ... "
418
Diyalog biçimindeki bu bir yerden aktarmalardan sonra,
her ikisi de yeni bir poz alarak naz ı mdan nesre döndü ve ya
z ı haneye girdi. 'Şanlı Apollanlar' kulübü üyesi aras ı nda bt.1
gibi heyecanlar eksik olmazdı ve gerçekten bunlar onları bir
birine bağlayan bağlar, onları soğuk ve karan l ı k toprağ ı n üs
tüne çıkaran cezbelerdi.
Bir iskem leye oturan Chuckster:
« Nasılsın dostum?» diye sordu. « Batı özel işlerim için
kente inm işti m . Sana uğramadan geçemedi m . Ama seni
böyle erken saatte bulacağ ı m ı sanmıyord u m . »
Swiveller, teşekkürlerini sundu. Konuşma devam edip iyi
sağlı kta o lduğu, Chuckster'in de aynı özeni lecek durumda
bulunduğu anlaş ı l ı nca her ikiside üyesi bulundukları şanlı
derneğin g eleneklerine uyarak, birlikte bildik bi r düetin b ir par
ças ı n ı söyledikten sonra el sıkışıp otu rdular.
Richard sordu :
« N e haberler var?»
« Kent bir Hollanda fırını g ibi düpedüz, azizi m . Hiç haber
yok. Ama şu sizin kiracı pek ömür bir insani Akıl erecek adam
değil; görülmemiş bir insan. »
« N e işler görüyor?»
Chuckster, kapağı bronzdan bir tilki başıyla süslenmiş
olan enfiye kutusunu çıkarıp:
« Bu adam ı n işine karışı lmaz ! ,, dedi. «Bizim katiple sıkı fıkı
dost oldular. Zararsız bir i nsan ama, pek yavaş ve yum uşak,
eğer arkadaş arıyorsa, ne diye aklı eren, oturup konuşmas ı n ı
bilen birisiyle dost olmuyor? Benim d e kusu rlarım yok
·
değil. .. »
« Yok can ı m ! . . »
« Evet, kusurlarım var. Hiçbir kimse kendi kusurlarını
benim gibi bilmez. Gelgelelim, ben yumuşak baş l ı biri deği
lim. Şu bizim katipten çok i nsanları genellikle birbi rine bağla
yan n iteliklere sahip olmasam, boynuma bir kangal kaşar
peyniri bağlar, kendimi d enize atar, yaşam ımda olduğu gibi ,
kendimi rezil edip ölürdüm . Buna inan ı n ! »
419
Chuckster burada sözlerine ara verip parmağ ı n ı n kemiğiy
le tilkinin burnunu okşadı ktan sonra, bir tutam enfiye çekti ve
aksı racağ ı n ı san ı yorsa hata ettiğini anlatmak için arkadaş ı na
temkinle baktı.
«Abel'le dost olduğu yetişmiyormuş gibi, annesi ve baba
sıyla da dostluğu ilerletti. Şu sözü geçen yaban ördeği avın
dan döneli beri on lardan ayrıl m ı yor. Züppe Kit'e de pek fazla
önem veriyor. Hem onun bu raya s ık sık gelip gideceği anla
ş ı l ıyor. Oysa benimle, günlük naziklik gereği, bi rkaç sözcük
ten başka bir şey konuşmuyor."
Chuckster bundan sonra işlerin fazla i leri gittiğini an latmak
isteyen i nsanlara özgü bir tutu m la ve ağ ı r başlıl ı kla ekled i :
« Bu öyle bayağı , öyle düzeysiz b i r şey k i patronu düşün
meyecek olsam ve bensiz yapabi leceğini kestirsem, hemen
i lgiyi keseceği m . Başka yapacak bir şey kalmad ı . »
Arkadaşı n ı n karşısında, bir başka iskemlede oturan Swi
veller, onun duygularına katı ldı ; ama ateşi karışt ı rıp hiçbir
·
şey söylemedi.
Chuckster, bi r kahin havası nda sözlerini sürdürd ü:
«Şu genç zübbe Kit'i n sonu kötüye varacak. B i z mesleği
miz dolayısıyla i nsanlardan anlarız. Fazla olarak ald ı ğ ı bir
şilin için hizmet görmekten kaçmayan bu delikan l ı n ı n pek
yakı nda içyüzü anlaşı lacak. Bayağı h ı rsızın biri. Başka türlü
sü olamaz.,,
Coşan Chuckster belki bu konuyu daha kesin bir dille
daha da uzatacakt ı ; ama bir iş için geldiği an laşı lan bir müş
terinin kapıyı çalmas ıyla durgun bir hal ald ı . Ayn ı sesi işiten
Swiveller de sandalyenin bir ayağ ı üzerinde dönerek masası
n ı n önüne geldi v e heyecanla tuttuğu m aşayı masanın üstü
ne attı ktan sonra:
«Giriniz! .. » dedi .
Gelen, Chuckster'in öfkesinin ko nusu olan Kit'ten başkası
değildi. Chuckster onu görünce hemen yürekliliğini yüzü ne
yansıtarak ciddileşti. Swiveller bir an gözlerini dikip Kit'e
bakt ı ; sonra sandalyesinden f ı rlayıp kalktı ve maşayı attığı
yerden alıp her türlü sald ırı ve savunma eylemleriyle çılgı nca
bir kı l ıç tali mine başladı .
42 0
Bu pek tu haf kabulle karşı laşan Kit:
« Centilmen evde mi?» diye sordu.
Swiveller henüz bi r yanıtta bulunmadan, Chuckster b u bi
çi mdeki soruya öfkeyle bir karşı çıkışta bulunmak fırsat ı n ı
kaçırmad ı . Soru sahibi nin orada iki centilmenin oturduğunu
görüp dururken , diğer centilmen diye soracak yerde, ya da -
aradı ğ ı bayın aşağı mevkide biri olması olas ı l ığı karşısında,
ad ıyla anacak ve derece ve sıfat ı n ı n takdirini kendilerine bı ra
kacak yerde- centilmen diye değerlendirmede bulunmas ı n ı n
sayg ısız v e züppece b i r eğilim olduğunu vurgu lad ı . Bu hitap
biçiminin kendisine özellikle olduğunu, baz ı hoppaları n oldu
ğu gibi kendisinin alaya alm ayacağ ı n ı ve bunun onl ara paha
l ıya patlayacağı nı belirtti .
Kit, Swiveller'e dönerek:
«Yukarıdaki centilmen evde m i demek istiyoru m ! » dedi.
« Niçin soruyorsun?»
" Evdeyse ona bir mektup getirdi m .»
« Kimden?»
« Bay Garland'dan."
Swiveller, birden nazikleşerek:
« Ooo halde onu bana verebili rsiniz, efendi m ! » dedi.
«Yanıt isterseniz holde bekleyiniz. Orası pek havadard ır,
efendim ! . . »
« Teşekkür ederim ; ama izni nizle mektubu kendi eli m le ve
receğ i m . »
Bu yan ıttaki dikbaş l ı l ı k Ch uckster'e o değin etki etti, arka
daş ı n ı n onuru üzerine beslediği saygı d uygusuna öyle do-
.
kundu ki, yasal çekincesi olmasa Kit'i hemen oracıkta yok
edecekti. Yapı lan hakarete karşı gösterilecek olan bu tepki nin
-zorlayıcı koşullar da düşünülecek olursa- İ ngilizlerden olu
şan bir jüri tarafı ndan hiç kuşkusuz onaylanıp haklı bir adam
öldürme olayı olarak niteleneceğini ve öç alanın yüksek ka
rakteri ve ah lakı üzeriı:ıe iyi tanı klıkta bulunacağ ı n ı aç ıklad ı .
Swiveller'se b u sorun üzerinde bu değin fazla duygunluk
göstermeyen arkadaş ı n ı n aşırı h eyecanı ndan utandı ve nası l
davranacağ ı n ı şaş ı rd ı . Kit'e geli nce, o pek seri nkan l ı ve iyi
42 1
huylu davranmıştı. Tam bu sı rada yukardaki kirac ını n öfkeli
sesi duyuldu .
«Beni görmeye gelen mi var?»
« Evet efendi m !»
« Hani, nerede öyleyse?»
Dick yanıt verd i :
« İ şte burada efend i m ! Delikanlı , çağrıld ı ğ ı n ı duym uyor
musun? Seni istiyorlar!»
Kit, yeni bir çekişmenin yararsızl ığına i nanarak 'Muhteşem
Apollanlar' ku lübü üyelerini sessiz, suskun birbirlerine bakar
bir durumda bı rakarak çıkıp gitti.
« Nası l ? Ben sana demedim mi?» Buna ne dersin?»
Swiveller aslı nda iyi huylu bir insan olduğu ndan ve Kıt'in
tutu m ve davran ı şında alçakl ı k denebi lecek bi r şey sezmedi
ğinden , ne yanıt verebileceğini kestiremed i ; bununla birlikte,
Sampson ile kızkardeşinin içeri girm esiyle bu şaşkınlıktan
s ı yrı ldı. Zira Chuckser onları görür görmez apar topar gitti.
Sampson Brass ile sevimli kız kardeşi sade kahvaltı ları sı
rasında önemli bir konuyu görüşmüş bulunuyorlardı . Bu gibi
görüşmeler temelinde -sanki kurdukları plan onları yatıştırmış
ve işlerini kolaylaştırmış gibi- yaz ı haneye genellikle alışık za
manlarından yarı m saat sonra, gülü mser bir yüzle gelirlerd i.
O gün özellikle neşeli görünüyorlard ı . Sally'inin tatl ı l ı ğ ı pek
üstündeydi; Brass da pek keyifli ve şakacı bir h alde ellerini
oğuşturup du ruyordu.
« Keyfiniz bu sabah nas ı l , bay Richard ?»
Dick yanıt verdi :
« Oldukça iyi, efendim ! »
«Güzel, güzel ! Tarla kuşları gibi neşeli olmalıyız, bay Ric
hard ! İ ncelikli bir dü nyada yaşıyoruz. Gerçi içinde kötü insan
lar yok değil; ama kötü i nsanlar da olmasa iyi hukukçular ol
mazd ı . Ha ha! Bu sabah postadan bir şey çıkmadı m ı , bay
Richard?»
Swiveller, olumsuz yan ıt verdi.
Brass :
422
« Ö nemi yok . . . » dedi. « Bugün az iş olu rsa, yarın çok olabi
lir. Yaşamı tatl ılaştıran kan ı d ır. Hiç gelen olmad ı m ı , bu Ric
hard?»
«Yalnız bir arkadaş? »
Brass hemen sözü ald ı :
«Ve bir d e şişe; h a h a h a ! Şarkı n ı n devamı böyledir, değil
mi. Pek güzel bir şark ı , pek güzel bir şarkı , bay Richard. İ çin
deki duyguyu pek severim . Ha ha ha! Gelen arkadaş, bay
Witherden'in yaz ı hanesinde çalışan genç deği l m iyd i? Başka
bir kimse gelmedi m i , bay Richard?»
« Kiracıya biri geldi !»
« Oo, kiracıya öyle m i ?,,
Dick, patronunun yansıttığı aşı rı neşe karş ı s ı nda şaşala
yarak:
« Evet, şimdi onun yanı nda ... » dedi.
«Onun yan ı nda öyle mi bay Richard ? Ha ha ha! Neşeleri
bol olsun ; değil mi bay Richard? .. »
« Kuşkusuz. »
Brass masanı n üstündeki kağ ıtları karıştırarak:
« Kirac ı n ı n ziyaretçisi kim acaba?» diye sordu. « Bi r kad ı n
olmas ı n , bay R ichard? Bevis Marks ' ı n onuru koru nmal ı ; değil
mi bay Richard ? Sevimli kad ı n bir ihtiyats ızlık edecek olur-
sa . . . »
« Hayı r, hay ı r. Gene Witherden'le ilgisi olan bir genç; ad ı
Kit. . . "
« Kit öyle m i ? Tuhaf b i r ad. Demek b u Kit, yukarda, h a ?. . »
Swiveller, kardeşinin gösterdiği bu beklenmedik taşkı nlı
ğ ı n önüne geçecek yerde, suskun ve gizli bir o nayla karşıla
yan Sally'ye şaşkın l ı kla baktı ve her halde birisini aldatıp para
toplamakta oldukları na hükmetti .
Brass, yaz ı h anenin gözünden bir mektup alarak:
« Lütfen şu mektubu Peckham'a götürür müsün bay Ric
hard?» dedi. «Yan ıt istemez; ama önemli bir mektup olduğu
için elden veril mesi gerek. Araba parası benden. Onun için
hiç acı ma! Olabildiğince fazla yazmana bak! Katiplerin düşün
cesi de budur; değil mi bay Richard? Ha ha h a ! »
423
Swiveller, durumunu görevini bilir bir tutumla gündelik ce
ketini çıkarıp sokak ceketini giydi. Askıdan şapkas ı n ı ald ı ve
m ektubu cebi ne sokup ayrı ldı. O gider gitmez Sally de karde
şine tatlı bir gülümsemede bulunup ayrı ldı . Brass'sa baş ı n ı
sallayıp burnunu okşadı .
Böylece yal n ı z kalan Brass aşağ ı inip sokak kapısından
çı kacak olan herhangi bir kimseyi görebil mek için, yazı hane
kap ısı n ı ard ı na değin aç ı p karş ıs ına geçti. Büyük bir neşe ve
çabayla yazı yazmaya koyuldu ; bir yandan da müziksiz bir
sesle, devletle kiliseyi bi rleştirerek, yarı u lusalmarş, yarı ilahi
bir şeyler mırıldanmaya başlad ı .
Bevis Marks'lı avukat uzun zaman -kurnaz bir yüzle durup
din lediği zamanlar dışında -hem m ı rı ldanıp hem yazmayı
sürdürdü ve hiçbir ses işitmeyince, daha yüksek perdeden
m ı rı ldanıp daha yavaş tempoyla yaz ı s ı n ı yazd ı . Sonunda bu
kısa aralardan biri s ı ras ı nda kirac ı nı n kapısı n ı n açı l ıp kapan
d ı ğ ı n ı ve ayak seslerinin aşağ ı doğru indiğini işitti. O zaman
. Brass yaz ı s ı n ı hemen bırakıp, kalemi elinde, en yüksek per
deden bir şarkı m ı rıldanarak, yüreğini yal nız m üziğe kapt ı r
m ı ş bir i nsan tavrıyla, baş ı n ı bir yandan bir yana sallayıp bir
melekmiş gibi gülümsedi.
Merdiven ve tatlı m üzik Kit'i bu doku nakla sah neye yönelt
ti. O, kap ı n ı n önüne gelir gelmez bay Brass şarkısın ı kesip
gü lümsemesini sürdürerek, tatl ı l ıkla baş ı n ı sallad ı , ve kale
miyle işaret edip onu içeri çağ ı rd ı .
Düşünü lebilecek e n hoş bir biçi mde :
« Kit!. . » dedi. «Nasılsın? . . »
Kit, çekingendi ama uygun bir yan ıt verdi. Tam elini sokak
kapısının kilidine uzatacağ ı s ı rada, Brass yumuşak bir sesle
onu çağ ı rd ı .
Avukat, esrarl ı , a m a i ş adamlarına yaraş ı r b i r tavırla:
« Kit!. . » dedi. « Du r biraz, gitm e! Şuraya iki adı mcık atıver!»
B rass yeri nden kalktı ve s ırt ı n ı ateşe vererek ekled i : «Olur
şey değil ! Sana bakı nca gördüğüm yüzlerin en tatl ı s ın ı anım
sam ış o luyoru m. İ ki üç kez gelip gittiğini anımsıyoru m. Kit,
aziz dostum, benim mesleğimdeki i nsanlar bazan hazin gö
revler de görürler. Onun için hiç özeni lecek yan ı m ı z yoktur. »
424
« Değerlendirmesi bana düşmezse de ben özenmiyoru m ,
efendim ! »
Avukat, d üşünceli b i r dalg ı nl ı kla bakarak:
« Bi ricik avuncumuz şu ki rüzgarı n yönünü çeviremezsek
bile onu yu muşatırız. Deyim gerekirse adalete acı m a kata-
·
rız!» ded i .
Kit, kendi kendine 'hangi acıma' diye düşündü. Ama bir
şey söylemedi.
« Bu al ışkanl ı kla bay Quilp'le çok çetin bir uğraşa giriştim.
Bay Quilp h i ç ödünsüz b i r adamdı r, Nuh der peygamber
·
demez. Ama sonunda ezinç içindeki erdem bana esin verdi
ve istediğim hoşgörüyü elde ettim . »
İ ç dünyasıyla çatışma halinde görünen bir i nsan gibi du
dakların ı büzen avukat karş ı s ı nda Kit, kendi kendine: 'Hiç de
kötü bir i nsana benzemiyor' dedi .
Avukat heyecanla:
« S ıradan duru m u na karşın, senin saygıya değer yanları n ı
sezdim ! » dedi. «Ben yeleğe bakmam yüreğe bakarı m . Yelek
teki çizgiler kafesin telleri ama yürek, içindeki kuş demektir.
Bu kuşlardan nicesi sürekli olarak tüylerini döküp teller ara
s ından gagaları n ı çıkarı r ve i nsanl ığı gagalamak ister. . . »
Kendi çizgili yeleğine bir anışt ı rm a olduğunu sand ığı bu
şairce anlat ı m Kit'in kavrayışı n ı n üstündeydi. Brass ses ve
tavrıyla, bunun etkisini arttırmakta kusur etmedi ; zira konuş
masında sofu bir sakinlik ve suskunluğu takı nmış; tabloyu ta
mamlamak için şö minenin üstüne bir kuru kafayla beline bir
ip bağlaması kal m ı ştı .
Brass kendi ya d a türdeşini n zayıflığına gülümseyen iyi bir
i nsan tavrıyla konuşurken m asan ı n üstünde duran iki şilini
işaret ederek:
«Bu hesap d ı ş ı . . . " dedi. «Al o nları !»
Kit, önce gümüş sikkelere, sonra Sampson'a baktı ve du-
raksad ı .
«Bunlar senin içi n . "
« Kimden?»
« Kimden geldiğinin önemi yok. İ stersen benden olsun! Yu
karda pek değişik yapıda bir dostunuz var; fazla konuşmaya
425
gerek yok. Ne demek istediğimi anlıyorsun, değil mi? Sen
şunları al ! Söz aram ızda, bunlar ayn ı yerden alacağ ın son
sikkeler olmayacak. Umarım olmaz da! Haydi güle güle,
haydi güle güle, Kit ! ,,
Birçok teşekkürlerle ve ilk konuşmada sandı ğ ı ndan çok
daha iyi çıkan bir insan üzeri ne beslediği kuşkudan kendi
kendini ay ıplayan Kit, parayı alıp evinin yolunu tuttu. Brass
da ateşin yan ında, keyiflenerek şarkısını m ırı ldanmaya bı
raktığı yerden devam etti. Ve bir melek gibi gülü msedi.
Sally baş ı n ı içeri uzatarak:
«Geleyim mi?» diye sordu.
Kardeşi yanıtlad ı :
« Elbette ! ,,
Bayan Brass anlamlı anlamlı öksürdü.
Sampso n :
« Evet . . . ,, dedi. « İ ş oldu demektir.»
LVll
426
köşesinden midillinin ayak sesleriyle araban ı n tı kırtısını ayı
racak bir hale gelmişti. Bu sesi işitir işitmez, hemen kalemini
elinden bırakıp büyük bir neşeyle ellerini oğuşturmaya başlı
yord u .
« Ha ha! İ şte midilli geliyor! Pek tuhaf, pek uysal b ir midilli,
değil m i , bay Richard ?»
Dick, uygun bir yan ıtta bulunuyo:; Brass caddeyi daha iyi
görebilmek için sandalyesinin üstüne çı kıyor ve ziyaretçiler
üzerine gözlemlerde bulu nuyordu.
« İ şte yaşl ı centilmen geliyor! Pek alımlı bir bay bu, bay
Richard ! Pek sevi m li bir yüz, pek durgun, pek hayı rsever bir
insan. Tacına tahtı na sahip olduğu zamandaki kral Lear'i
anımsatıyor. Aynı ho ş mizaç, ayn ı beyaz ve yarı dökülmüş
saçları ve ayn ı talih ! Uzerinde durulacak pek çekici bir konu,
bay Richard ! »
Bay Garland arabadan inip yukarı ç ıkı nca, Brass pencere
den Kit'e baş ı n ı sallayıp gülümsüyor, sonra dışarı çıkıp
onunla konuşuyordu.
« N e güzeli giyinip kuşanmışsın, Kit ! » diyor; sonra midilliyi
okşayarak ekliyordu. «Ne güzel t ı m ar edilmiş, pırıl pırıl. Sanki
baştan tırnağa değin cilalan m ış . Ne değin övü nsen yeridir,
Christopher!»
Kit elini şapkasına götürüyor, kendisi de midilliyi sıvazl ıyor
ve onun eşsiz bir midilli olduğunu söylüyordu.
«Gerçekten çok güzel bir hayvan, hem de pek anlayışl ı ! »
Bunun üzerine aynı sözleri, ayn ı yerde, aynı kişiden gene
işitmiş olmasına karşın, Brass şaşkınlık içinde 'öyle mi, olur
şey değil' diyordu.
Avukatın gösterdiği büyük ilgiye çok sevinen Kit, kendi
kendine 'ilk gördüğümde ona böyle alışıp sevebileceğimi san
mamıştı m ' dedi.
Ahlaksal i lkeler ve erdem söyleşisiyle coşup taşan Brass:
«Senin için üzerinde düşünülecek bir konu! » dedi. «Bir
övünme ve kutlama konusu, doğruluk en iyi yoldur, Ch ristop
her! Ben her zaman bu gerçeği gözlemleri m . Bu sabah doğ
ruluk yüzünden kırk yedi buçuk sterlin yitirdim. Ama bu ka
zanç demekti r, hep kazanç! »
427
Brass, kurnazca kalemiyle burnunu gıdıklayarak, gözleri
yaşlı, Kit'e bakt ı . Kit'de nasıl göründüğüne benzemeyen iyi
bir i nsan varsa, onun Sampson Brass olduğuna kanı getirdi.
« Doğruluğu yüzünden bir sabahta kırk yedi buçuk sterlin
yitiren bii' i nsan, özenilecek bir i nsandır. Seksen sterlin olsa
bu zevkli duygu daha da artard ı . Her yitirilen sterli n tonlarla
mutluluk olurd u . " Brass burada gülümseyip yeğnikçe göğsü
ne vurarak ekled i : « İ çi mdeki saki n ve yeğnik ses bana gü
lünç şarkı lar söylüyor, o zaman neşe ve m utluluktan başka
bir şey kal m ıyor!»
Bu konuşmadan yararlanıp onu kendi duygularına pek
uygun bulan Kit, ne diyeceğini düşünürken, bay Garland gö
ründü. Yaşlı bay, Brass tarafı ndan büyük bir ikiyüzlülükle ara
baya ,yerleştirild i . Midilli bi rkaç kez baş ı n ı sallayıp, sanki o
n oktada yaşayıp, o noktada ölmeye azmetmiş gibi; yeri nden
k ı m ı ldamayarak, üç dört dakika dört ayağı üzerinde m ı hlan
mış gibi durduktan sonra ; birdenbire ve hiç habersiz, yerin
den fırlayıp saatte on beş mil h ızla arabayı çekti . O zaman
Brass ve kapıda ona katılan Sally, anlat ı m ı hiç de hoş den
meyecek olan tuhaf bir gülümsemeyle bi rbirine sı rıttılar ve
kendileri nin yokluğu s ı rası nda türlü pantomina becerileriyle
kendi kendine eğlenip pek coşmuş ve kızarm ı ş bir halde
masa başı nda yarım bir çakıyla neyi kesip yonttuğu belli ol
mayan Richard Swiveller'in yan ına döndüler.
Kit, arabasız olarak yalnı z baş ı n a geldiği zamanlar Brass
hep bir iş anımsıyor, Swiveller'i çağ ı rarak onu Peckham'a
değilse bile, dönmesi i ki u ç saat -hatta katip bu gibi hallerde
h ızlı olacak yerde olabildiğince gecikmesini bildiğinden- daha
da fazla sürecek uzakça bir yere gönderiyordu. Swiveller gi
dince, bayan Sally çeki lip gid iyor, o zaman Brass yazı hane
kapısını ardına bir açıyor melek gülümsemesiyle eski şarkı sı
nı büyük bir neşeyle m ı rıldanm aya başlıyordu. Kit aşağı iner
ken içeriye çağ ı rı l ı yor, hoş ve ahlaksal bi rkaç sözle avutulup
eğlendiriliyor; bay Brass caddenin karş ı yan ı na geçivereceği
sı rada yazıhaneye bakması rica ediliyor; sonra gereğine
428
göre, bi rkaç şilin bahşiş veriliyordu . Bu o deği n çok yinelen
mişti ki, Kit bunun annesini çok cöm ertçe ödü l lendi ren ; kendi
sine, küçük Jacop'a bebeğe ve hatta Barbara'ya o deği n çok
ucuz armağanlar veren yabancı baydan geldiğine kuşku duy
m uyordu. Öyle ya, gün geçmiyordu ki içlerinden biri ondan
bir armağan al mamış ol s u n.
Sampson Brass ' ı n yaz ı hanesinin içinde v e dışında b u
işler o l u p biterken , Richard Swiveller çoğunlukla yalnız kal
makta olduğundan, s ı k ı lmaya başlad ı . Ve bu nedenle neşesi
ni saklamak ve zekas ı n ı n paslanmas ı n ı n önüne geçmek için,
bir deste oyu n kağ ıdıyla b i r tahta bularak düşsel bir oyun
cuyla yirmi, otuz hatta bazan elli bin siterli. nine oyun oynama
ya başlad ı .
Swiveller, düşsel bile olsa ortada dönen paranı n görkemi
ne, karşı n , sessizsce süren bu oyunlar s ı rası nda, Brass ile
bayan Sally' nin bulunmadı ğı akşamlar -şimdilerde pek sık d ı
şarıda kalıyorlardı- kapı yan ı ndan gelen b i r horultu işittiğini
sand ı ve bi r süre düşü ndükten sonra, bu sesin rutubette yattı
ğ ı için hep soğuk alg ı n l ı ğ ı ndan muztarip olan küçük hizmetçi
· kızdan geldiğine hükmetti. Bir gece bu yana doğru dikkatle
bakarken , anahtar d eliğinde bir gözün parı ldad ı ğ ı n ı açıkça
seçti ve kuşkusunun doğru olduğuna kanı getirerek yavaşça
kapıya doğru yürüdü ve hizmetçi kız ayırd ında olm adan üze
rine atı ld ı .
Küçük hizmetçi k ı z çok daha büyük bir i nsan gibi çı rpına
rak:
« Kötü bir niyeti m yoktu ! » dedi. «Aşağısı pek karanl ı k da!
Beni h ı rpalamay ı n ! ,,
« H ı rpalamak m ı ? Demek anahtar deliğinden arkadaş arı-
yordun, öyle mi?»
« Evet, doğrusu, bu ... »
« N e zamandan beri içerisini gözetliyordun?,,
« Kart oynamaya başladı ğı ndan beri. Hatta daha önce."
İ ş yorg unluğu ndan sonra dinlenmek amacıyla yaptığı türlü
tuhaf devi nimleri belirsiz bir surette anı msayan Swiveller,
429
bunların her halde küçük kız tarafından görüldüğünü düşü
nerek epey şaşalad ı ; ama bu gibi şeylere fazla önem ver
m ediğinden kendini çabuk toparlad ı .
Kısa b i r düşünüp taş ı nmadan sonra :
« İ yi, içeri gel . . . » dedi . «Otur, sana oyun öğreteyi m . »
«Olmaz, yapamam. Bayan Sal ly, bu raya geldiğimi öğre-
necek olursa beni öldürür!»
«Aşağıda ateş var m ı ?»
« Pek az . ,,
Richard kartları cebine sokarak:
«Sally benim aşağ ıya i ndiğimi öğrenecek olsa beni öldü
remez. O halde ben aşağı geleyi m ! » dedi . «Ne den l i zayıf
sın!»
«Benim suçum değ i l ! »
«Sen et yer misi n ? Hiç biran ı n tad ı na baktın m ı ? »
« B i r kez bir yudum içmişti m . »
Swiveller gözlerini tavana dikerek:
« İ şte dü nyan ı n hal i ! . . » dedi. « Daha bira tatmam ı ş ! Bir yu
dumla bi ran ı n tad ı n a bakı lmaz. Kaç yaşı ndas ı n sen?»
«Bilm iyoru m . »
Swiveller gözlerini faltaşı gibi açıp b i r a n düşündükten
sonra, hizmetçi kıza kendisi geli nceye değin kapıya bakmas ı
n ı buyurarak hemen ortadan yitti.
Çok geçmeden, peşinde karşı ki meyhanenin çı rağ ı n ı n bir
elinde, bir tepsi içinde Rozbif ve ekmek; diğerinde hoş ve ba
harlı bir koku yayan bi r kupa olduğu halde, geri döndü. Ku
panı n içinde Swiveller'in borcu defterde bir hayli kabard ığı sı
rada, meyhanecinin gönlünü hoş etmek için, kendisi
tarafı ndan tarif edilen bir reçeteye göre hazırlanan şekerli ve
baharlı, sıcak bira olduğu anlaş ı lıyordu. Ç ı rağı yükünden kur
tarıp savan Swiveller, küçük hizmetçi kıza kapıyı kapamasını
buyurduktan sonra, onunla birlikte mutfağa indi.
Richard burada tepsiyi küçüğün önüne koyarak:
« İ lkin şunu bir temizle, sonra kolay ! » dedi.
İ kinci bir öneriye gerek kalmadan küçük hizmetçi tepside
kileri temizledi. Bundan sonra Dick, birayı da ikram ederek:
430
«Şunun da bir tad ına bak bakalı m ! » dedi . · «Ama yavaş
yavaş içi n, çünkü alışık değilsi n . Çok iyi bir şeydir.»
" Her halde öyle olacak ... ,,
Bu yanıttan fazlas ıyla memnun olan Swiveller, kendisi de
deriiı bi r yudu m çekerken, durgun bakı şlarla küçük kıza: baktı .
Bu başlang ıçtan sonra, zeki ve kurnaz olan küçük kıza kart
oyu n u nu öğretmesi uzun sürmedi.
Swiveller kağ ıtları karıştırıp dağıttıktan sonra, kötü bir ışık
veren kandili temizleyip bir tabak içine i ki tane altı penilik
sikke koydu .
« Ş i m d i . . . » dedi . «Ortaya konan para bu ! Sen kazan ı rsan ,
senin ben kazan ı rsam benim olur. Oyu nu daha gerçek ve
tatlı bir hale sokmak için sana Markiz diye h itap edeceğim.»
Küçük k ı z baş ı n ı sall ad ı .
« H aydi bakal ı m Markiz, başla! »
Markiz kartları her i ki eli nde s ı msıkı tutarak hangi kartı oy
nayacağ ı n ı düşündü. Swiveller'se bu gibi yüksek sosyeteye
özgü şen bir tavı r takınarak kupadan bir yudum daha çekti ve
kız ı n oynamas ı n ı bekledi .
LVlll
431
Bu son özüre karşı bir önlem almak üzere ayakları nı oca
ğ ı n kenarı na uzatıp bu beğenmezliğini açıklayan Swiveller,
bengi suyun son nefis yudumları n ı da yavaş yavaş içti.
Swiveller, bundan sonra ko lunu, masaya yaslayarak ve ti
yatroya yakı ş ı r bir eşkiya tavrıyla sesini yükseltip sağ bacağ ı
n ı kaldırarak :
« Baron Sampson Brass, sevimli kardeşiyle birlikte tiyatro-
ya gittiler, öyle mi?» diye so rdu.
Markiz baş ı n ı sallad ı.
Swiveller tuhaf bir kaş çatmasıyla:
« Pek güzel, M arkiz! Zararı yok! » dedi. « Bana şuradan
biraz şarap ! »
Swivelle r bu melodramatik jestleri alçak gönüllülükle kupa
yı kendi kendin e vermek, onu gururla, almak ve kana kana
içip dudakları n ı şapırdatmak suretiyle yerine getirmişti.
Hizmetçi kız rastgelerek yasak yerlerden ve çatlaklar ara
s ı ndan seyretm ekten başka, tiyatro üzerine h içbir şey görüp
işitmediği için, bu pek tuhaf pozlar karşısı nda epey ürktü ve
bakışlarıyla bu kayg ı s ı n ı o deği n açı kça belirtti ki, Swiveller
eşkiya rolünü bı rakarak özel yaşamda daha uygun bir rol
aldı .
« Böyle sık sık eğlenmeye gidip seni yalnız m ı b ı rakıyor-
lar?» diye sordu.
« Evet, bayan Sally çok bilmişin biridir!»
« Çok ne ?»
«Çok bil miş !»
Swiveller bir an d üşünüp taşındıktan sonra hizmetçi kızı
eğitmek gibi sorumlu bir görevden vaz geçerek, onun konuş
mas ı n ı kışkırtt ı ; zira baharlı , s ıcak biran ın etkisiyle dili açı lan
h izmetçi kız, her zı;tman böyle konuşmak fırsatı n ı bulam ıyor
du.
Hizmetçi kız anlay ışlı bir bakışla:
« Bayan bay Quilp'i görmeye gidiyorlar. Birlikte daha bir-
·
432
« Bayan Sally değin deği l ! » dedi. « Bay Brass, bayan
Sally'ye danışmadan hiçbir iş görmez. ,,
·
«Yaa, öyle m i ? »
« Bayan Sally onun akı l hocasıd ı r; hep ondan öğüt al ı r ve
çoğu kez tutar. »
« Her halde çoğu kez başbaşa verip birçok i nsanlar üzeri-
ne konuşuyorlar; örneğin benim üzeri me . . . »
Küçük hizmetçi kız şaş ı lacak bir biçimde baş ı n ı sallad ı .
« Övünüyorlar m ı dersin?»
Hizmetçi kız sallamayı sürdürdüğü baş ı n ı n devinimini de
ğiştirerek, baş ın ı boynundan ayı rmak tehdidinde bulu nan bir
şiddetle sağdan sola çevirmeye başlad ı .
Dick sord u :
« H ı m m ! Acaba şimdi karş ı n ı zda bulunmak onuruyla mutlu
olan benim üzerime ne söyJedikleri ni bildirmek, güveni kötüye
kullanmak olur muydu, Markiz hazretleri ? . » .
433
Antikacı Dükkanı / F: 28
«Ama benim söylediğimi bilmesinler!» dedi. «Yoksa beni
öldürürler. . . ,,
« Markiz hazretleri, bir centilmenin sözü senet, hatta şimdi
ki halde olduğu gibi , senedin pek kuşkulu bir güven öğesi ol
mas ına karş ı l ı k, sözü senetten de değerlidir. Ben sizin dostu
nuzum ve u marı m bu salonda daha nice oyun partileri
yapacığız. ,,
Richard, kendisi ni elinde kandil kapıya değin geçiren
küçük hizmetçi kıza dönerek ekledi :
«Ama Markiz hazretleri, bütün bunları bilmeniz ıçı n gö
zünüzü anahtar deliğine sık s ı k uydurmak al ışkanlığ ı nda ol
duğunuz anlaş ı l ı yor. . . »
Markiz titreyerek:
« Ben yal nız kasanın anahtarı n ı n nereye saklandı ğ ı n ı öğ
renmek istedim. Bulmuş olsaydı m bile, açl ı ğ ı m ı giderecek,
paradan fazlas ı n ı almazd ı m !»dedi.
«Anlaşılan anahtarı bulamam ışs ı n ! E lbet bulamamış o la
caks ı n ; yoksa daha besili olurdun! İ yi geceler, Markiz! Hoşça
kal ! Güvenin için şu sürgüyü de çekiver. »
Swiveller ayrıl ı rken, verdiği bu övütle uzaklaşt ı . Ve bu za
mana değin yeter derecede içki içtiğini duyumsayarak (ba
h arl ı , sıcak bira hayli güçlü bir içkidi r) akı l l ı ca davran ı p odası
na gitmeyi ve hemen yatağı na çekilmeyi tasarladı . Dairesi
yazıh aneye pek uzak ol madığı ndan, çok geçmeden yatak
odasına u laşt ı ; kundarası n ı n birini ç ıkarmayı unutarak derin
bir düşünceye daldı .
Kollarını kavuşturarak:
« Şu M arkiz gizem dolu, doğaüstü bir yaratık!» dedi.
« Biranın tad ı n ı bilmiyor; kendi adı ndan haberi yok; insan
toplumu üzerine ancak bir anahtar deliğiyle s ı n ı rlan ı n bir dü
şünceye sahip! Bu, onun yazgı s ı n ı mı, yoksa meçhul bir kişi
onun ad ı n a yazg ı n ı n seyrine karşı koymaya mı kalkışıyor? ·
435
Sabahleyin rahatlamış ve dinlenmiş olarak uyandı ve flü
tüyle yarım saatlik bir. egzersiz yapt ı. Şafaktan beri merdi
vende bekleyen pansiyon sahibi taraf ı ndan kibarca pansiyo
nu terketmesi bildirilen Swiveller yazı hanenin yolunu tuttu.
Sevimli Sally daha önce gelmiş; bakı şları yeni aydan sızan
yumuşak ı ş ı klar gibi tatlı bir ayd ı n l ı k saçarak yerine oturmuş
tu.
Swiveller bir baş sallamasıyla onu selamlad ı ve kolları
pek dar olduğu için ancak bir dizi uğraşıyla ve uzun bir za
manda, sokak ceketini çı karıp günlük ceketini giydi. Bu zorlu
ğu da yendikten sonra, masan ı n başı nda yerini aldı .
Bayan Sally Brass birdenbire suskunluğu bozarak:
«Bu sabah gümüş bir kalem kutusu gözüne i l işti mi?» diye
sordu.
«Sokakta fazlası na rastlamad ı m . Yalnız oldukça yaşlı bir
çakı ve genç bir kürdanla ciddi bir görüşmede bulunan çekili,
düzenli bir kalem kutusu gördüm ; ama araları na girmek dü
şüncesizliğini göstermedim . »
«Ciddi söylüyorum , sahi kutuyu görmedin mi?»
« N e budalaca bir soru soruyorsun; ben şimdi gelmedim
mi?»
« Benim de bildiğim bir şey varsa kutu yerinde değil, masa
nı n üzerine bı rakm ı ştı m , şimdi yeri nde yok.»
Richard , kendi kendine: «Sakı n bu M arkiz'in işi olması n?»
dedi.
Bayan Sally:
«Aynı örnek bir de çakı vard ı . Yıllarca önce, her i kisini de
babam armağan etmişti ! » dedi. « Her ikisi de o rtada yok.
Senin de yiten bir şeyin olması n ! »
Swiveller, sanki ceketinin b i r başka şey olmadığına inan
mak istiyormuş gibi; i radesizce el lerini ünlü ceketine götürdü
ve Bewis Marks'daki bu bi ricik nakit· eşyas ı n ı n güvende oldu
ğuna hükm ederek, olu msuz yan ıtta bulundu .
Sally i nce teneke kutusunu ç ıkarıp bir tutam enfiyeyle ke
yiflendikten sonra :
436
« Bu, çok tats ız bir şey, Dick! » dedi. «Ama iki dost olarak
sana şunu söyleyeyim ki, -zira Sampson işitecek olursa arka
s ı n ı b ı rakm ayacaktır- ortada b ı rakı lan yaz ı h aneye i lişkin bir
miktar para da yitiyor! Ü ç kez masan ı n üstüne bı raktığım iki
buçuk şilinim ayn ı yere gitti ! »
«Ciddi mi söylüyorsun? Sözüne dikkat et. Zira b u pek
ciddi bir soru n , inan ı n ? Bir hata olmas ı n ! »
Sally kesinlikle yanıt verd i :
« Hiçbir hata yok.»
Richard kalemini bı rakarak kendi kendine: ' Markiz hapı
yuttu demektir!' dedi.
Swiveller bu sorunu zihninde kurçaladı kça suçlunun baht
sız hizmetçi kız olduğu olas ı l ı ğ ı üzerinde daha çok durdu. Ne
değin yetersiz besinle yaşad ı ğ ı n ı , ne değin savsayıp cahil bı
rakı ld ı ğ ı n ı , gereksinme ve yoksunlukla, şeytanlığ ı n ı n ne dere
ce arttığ ı n ı düşününce, hemen hükmünü, verdi. Bununla bir
likte, ona o değin acıyor ve bu değin ciddi bir sorunla pek
tu haf i lişki lerinin sona ermesine razı olmuyor; elli siterlin ödül
almaktansa, Markiz'in m asu mluğunun kanıtlanmas ı n ı arzu
ediyordu.
Swiveller, bu sorun üzerinde pek derin ve ciddi bir düşün
ceye daldığı ve bayan Sally de büyük bir gizem ve kuşku ha
vası içinde baş ı n ı sallayıp durduğu s ı rada, koridorda şen bir
şarkı m ı r ıldanan kardeşinin sesi işitildi ve Brass memnun ve
yat ışkı n bir gülü msemeyle içeri girdi .
«Günayd ı n bay Richard ! İ şte gene bedenimiz uyku ve
kahvaltıyla zindeleşmiş; ruh gücü müz yükselmiş olarak yeni
bir güne daha girmiş oluyoruz. İ şte güneşle birlikte kalkarak
işi mizi g ücümüzü, üzeri mize düşen, görevi yapmak ve işimizi
tıpkı güneş gibi görerek kendi m iz için. itibar, türdeşlerimiz için
yarar sağlamak üzere, gene işimizin başı ndayız. Pek iç açıcı
bir görüş öyle değil mi, Richard ? »
B u sözcüklerle katibine hitap eden Brass, elinde tuttuğu
beş sterl i nlik banknotu ışığın önüne tutarak pek gösterişli bir
biçimde ve i nceden i nceye i ncelemekle uğraşıyordu. Kendi
sinin yukardaki nin görüşlerini pek i lgisiz ve heyecansız kar-
437
ş ı layan Richard ' ı n yüzüne bakan patronu onun üzgün olduğu
nu gözlemleyerek:
« Keyfin kaçmış, bay Richard ! İ şimize neşe ve umutla sarı
lal ı m . Bize yakı şan da budur!» dedi.
Swiveller, Sally'ye bakınca onun, kendi sine son kez gö
rüştükleri soru n üzerine kardeşine bilgi vermesi için işaretler
de bulunduğunu gördü. Bu sorun, şu ya da bu biçimde çözül
medikçe kendi duru munun da pek hoş bir şey olmayacağı n ı
düşünen Richard sonunda sorunu açtı. Bayan Sally d a enfiye
kutusunu eli nden düşü rmeyerek onun söylediklerini destekle
di.
Neşesi kaçan Brass ' ı n yüzünü kaygı kaplamı ştı ; ama kar
deşi Sally'nin sandığı gibi, para nı n yitmesine feryat edecek
yerde, ayak parmakları n ı n ucuna basarak geri döndü ve bir
fısıltıyla:
«Bu pek kötü bir olay, bay Richard ! » dedi. « Ben de son
zamanlarda masanı n üstünden birkaç kez az miktarda para
n ı n yittiğine tanı k oldum ; ama bir rastlantıyla suçluyu o rtaya
çı karacağ ı n ı umut ederek, bir şey söylemedim. Ama rastlantı
yardı m etmedi. Bu pek keder verici bir i ş ! ,,
Sampson konuşurken dalg ı n bir halde banknotu masan ı n
üstündeki kağ ıtları n arasına sıkıştırd ı ve elleri ni cebi ne soktu.
Swiveller, buna işaret ederek parayı almas ı n ı sal ı k verdi.
Brass heyecanlanarak:
« Hayır, bay Richard ! » dedi. «Almayacağı m . Onu olduğu
yerde b ı rakacağ ı m . Onu oradan almak senin üzerine kuşku
ya düşmek anlam ı n ı içerir; oysa ben senin için s ı n ı rsız bir
güven besliyorum , bay R ichard ! Onu ardan hiçbir surette ala
cak değilim, bay Richard ! »
B u sözcükleri söyleyen Brass, katibinin s ı rt ı n ı pek dostça
iki üç kez okşayarak onun dürüstlüğüne kendi dürüstlüğü
değin güvendiğine inanmas ı n ı söyledi .
Bunu başka b i r zaman kuşkulu b i r yağcı l ı k olarak sayacak
olan Swiveller, bu koşullar alt ı nda, haks ız yere kuşku altı nda
tutu lmadığı n ı duyumsamakla yatıştı. Verdiği uygun yan ıt kar
ş ıs ında Brass onun elini s ı karak derin bir düşünceye dald ı .
438
Sally de pek düşünceli görünüyordu. Her dakika Markiz'e suç
yükleneceğinden korkup onun suçlu olduğu kan ı s ı ndan sıyrı
lamıyor Swiveller de dalg ı n bir haldeydi .
Hepsi birkaç dakika b u halde kaldı ktan sonra, Sally yum
ruğunu masaya vurarak: 'Buldum !' dedi . Masan ı n kenarı ndan
kopan ufak bir parçaya bakı lacak olursa, gerçekten bir şey
bulmuş olmalıyd ı .
Brass merakla:
« İ yi , devam et ! .. » dedi.
Kızkardeşi bir utku neşesiyle devam etti :
« Son üç, dört haftada yazı haneye bi risi gelip gitmiyor
mu?» Senin sayende bu birisi bayan yazıhanede yalnız kal
mad ı m ı ? Bunun bir h ı rsız olması olas ı l ı ğ ı yok mu?
Brass bir yaygarayla:
« Ki m bu?» diye sordu.
« Nedir onun adı , Kit değil mi?»
« Bay Garland ' ı n yanındaki genç m i ?»
« Değil mi ya! »
« Olmaz, olmaz ! Bunu işitmek bile istemem . »
Brass, baş ı n ı sallay ıp sanki örümcek ağ ı ndan ku rtulmak
içi n çabalıyormuş gibi ellerini çevreye savurarak:
«Ona yakı ştıramam ; hayır, olamaz ! » dedi .
Sally bir tutam enfiye daha çekerek:
« Ben de h ı rsızın o olduğunu söylüyoru m ! » dedi.
Sampson şiddetle karşı ç ıkarak:
« Hayı r, olamaz ! » yanıtında bulundu. « Ne demek istiyor
sun? Buna nas ı l kalkışıyorsun? İ nsan onurunun hiç değeri
yok m u ? Yaşayan insanların en namuslusu, en sadıkı o oldu
ğunu; kusursuz bir üne sahip olduğunu bilmiyor musun? Giri
niz, giriniz! .. »
Bu son sözcükler, daha önceki öfkeli sitem ler tonu ndaki
söylemi taş ı masına karşın, bayan Sally'ye hitabedilmiş değil
di. Bu sözcükler yazı hane kapı s ı n ı vuran meçhul kişiye hita
pedilmişti ve sözcükler Brass'ı n ağzı ndan çıkar çıkmaz Kit
içeriye girdi.
« Yukarıdaki centilmen odasında mı, efendi m?»
439
Brass, daha hakl ı , ve öfke içinde kızkardeşine kaşları n ı
çatarak:
« Evet Kit, yukarda!» dedi. «Seni gördükçe çok memnun
oluyorum , Kit! Aşağ ıya i nerken gene uğra, Kit!»
K i t ç ıktıktan sonra Brass:
« Bu açı k ve temiz yürekle bu çocuğun bir h ı rs ız olmasına
olas ı l ı k var m ı ? » dedi . « Bay Richard, lütfen Brass Strett'de
Wrasp ve ortaklarına değin giderek Carkem ve Paintir dava
s ı na katı l ı p katılmayacakları nı sorar m ı s ı n?"
Öfkeden kızarıp heyecanlanan Brass:
« Bu çocuk mu h ı rsız? Ben kör, sağı r ve budala m ı yı m ?
Ben i nsan lardan hiç d e m i anlam am? Kit, h ı rs ız olamaz ! »
d edi.
Ö lçüsüz bir alayla Sally'ye savurduğu bu olaylardan sonra
Sampson Brass, sanki gözlerinin önünden aşağ ı l ı k dü nyayı
sıyırmak istiyormuş gibi, baş ı n ı m asanı n içine sokarak yarı
kapalı kapağı ndan kafa tutarcası n a soluk ald ı .
LIX
Kit bir çeyrek saat sonra işini görüp yabancı bayın yan ın
dan ayrı larak aşağ ı i ndiği zaman, Brass yazı hanede yalnızd ı .
Her zamanki gibi şarkı söylemediği gibi m asas ı nı n başı nda
da otu rmuş değildi. Açı k kapıdan, arkası nı ateşe vermiş oldu
ğu halde, ayakta durduğu görülüyor ve o değin tuhaf bir
halde bulunuyordu ki , Kit onun birdenbire hastalandı ğ ı na hük
metti.
«Bir şey mi oldu, efendim?»
« H ay ır niçin ? »
« Ö yle sararm ışsınız k i, sizi a z da h a tan ı m ayacakt ı m ! »
Brass, eğilip ateşi karıştı rarak:
«Sana öyle gelmiş, Kit» dedi. « Yaşamımda böyle iyi oldu
ğumu anımsam ıyoru m . Keyfim pek yeri nde. Yukardaki dostu
muz nasıl?»
«Çok daha iyi, efend i m .»
440
«Çok memnun oldu m . Olağanüstü bir i nsan ; değerli, cö
mert bi r bay; pek az zahmeti olan bir kirac ı . Um arım, bay
Garland da iyidir. Midi lli, sevgi li midilli nas ı l ? »
Kit, Abel villası ndaki lerin hepsi üzerine bilgi verdi. Pek dal
g ı n ve sabırsız bir halde bulunan Brass, sandalyesine oturdu,
ona işaret edip yan ı n a çağı rd ı .
« Annene b i r hizmette bulunm ay ı düşünüyordum, Kit!»
dedi. « Belleğimde kald ığına göre annen sağ değil mi?»
« Evet, efendim . "
« D u l kalm ış değil mi?» Pek çal ışkan, pek ham arat bir dul
han ı m . »
« Daha çal ışkan b i r kad ı n, daha iyi b i r anne düşünü lemez
efendi m . . . "
« Bu pek üzünç, pek duygun bir şey! Ama bir dul kad ı nı n
yetim kalan çocuklarını rahat v e namuslu bir halde yaşatabil
mesi içi n çalışıp çabalaması i nsanların iyiliğine tan ıklık edebi
lecekleri esasl ı bir tablo! Şapkanı asıver, Kit ! . . »
" Teşekkür ederim, g ideceği m . »
Brass, Kit'i n şapkası n ı elinden a l ı p masanı n üstünde şap
kaya yer açmak için kağıtları alt üst ederek:
« Oturduğunca bu rada kals ı n ! » dedi. « Bi liyo rsun ki, elimiz
de m üşterilerimizin kiraya verilecek evleri var. Bu evlerde otu
ranlara hizmet edecek insanlara da gereksinim var. Buralara,
çoğunlukla, değmeyen, güvenemeyeceğimiz i nsanlar geliyor.
Güvenebileceğimiz ve ayn ı zamanda iyi bir hizmette bulun
makla zevk duyacağ ı m ız i nsanı niçin yeğlemeyelim? Ufak
tefek işler d ı ş ı nda, yatacak yer de var; hem de bütün yıl otu
rulabili necek iyi bir yer. Kira ödemek yok! Onları şimdikinden
çok daha rahat ettirecek bir de haftalık cabası ! Ne dersin?
Benim biricik isteğim size yararlı olmaktır. Ee, razı değ ilsen
açı kça söyle, Kit?»
Brass ko nuşup duru rken Kit'i n şapkası nı iki , üç kez yerin
den kaldırdı ve sanki bir şey ariyormuş gibi kağ ıtları karıştı r
dı.
Kit, bütün yüreğiyle:
441
« Böyle nazik bir öneriye ne diye razı olmayay ı m efen
dim?» dedi . ,,Size nasıl teşekkür edeceğimi i nan ı n bilmiyo
ru m, efend i m . "
Brass, birdenbire Kit'e dönüp sevimsiz b i r gülü msemeyle
yüzünü onunkine öyle yaklaştırd ı ki, çaresiz, duyduğu gönül
borçluluğunun doruğunda, bir sars ı ntı geçirdi.
·
442
« Beni deli edecek, bay Richard ! ,, dedi. « Dayanc ı n ı aşa
cak derecede beni çileden ç ıkartıyor. Pek kızıyor ve sinirleni
yoru m . Buna iş ahlakı denmez. Bana sabrım ı tükettiriyor, bay
Richard ! ,,
Swiveller:
« N için rahat bırakm ıyorsunuz?,, diye sordu.
Brass atıld ı :
« Çü nkü elinde deği l ; çünkü kızdı rı p öfkelendirmek onun
huyunda var. Yapmadan duram ıyor; yoksa sağ l ı ğ ı bozulacak!
Ama ne önemi var. Ben istediğimi yapt ı m ya! Delikan lıya olan
güvenimi gösterdim. Biraz önce yazıhaneye gene gözku lak
oldu . Ha ha! Seni hai n , sen i ! .. "
Sevimli genç kad ı n bir tutam enfiye daha çekip kutuyu ce
bine koyarken kardeşine daha büyük bir suskunlukla bak
maktayd ı .
Brass, başarı l ı bir insan havasıyla:
«Gene yazıhanede yalnız baş ı n a kald ı ! » dedi. «Ona güve-
nim var. Ve bu güvenim devam edecek şu . . . şey .. . »
Swivel ler sordu:
« N e arıyorsun?»
Brass bütün ceplerini yoklayarak ve m asan ı n içine, d ı ş ı na
üstüne, alt ı na bakarak, öfkeyle kağıtları çevreye savurarak:
« Beş sterlinlik banknot, bay Richard ! Nereye gitmiş? Şura
ya koydumdu, şaşı lacak şey . . . » dedi.
Sally yerinden f ı rlayıp elleri ni çarparak ve kağ ıtları yere
saçarak:
« N e ? Yok mu? Hakkım yok muymuş? Haydi kim aldı ba
kal ı m ? Beş sterlinin ne önemi olur! O çok namuslu bir çocuk
tur. Ondan kuşkulanmak o lmaz ! Sakı n peşinden koşayım
deme! Hay ı r, sakı n ha! Dünya bir yana, o bir yana!"
Dick de onunki gibi uçuk bir benizle bakarak:
« Sahi yerinde yok. .. » dedi.
Avukat ceplerini karıştı rarak ve üzgün bakışlarla:
« Bu pek çirki n , bay Richard ! » dedi. « Evet yok, ne yapa
l ı m , acaba?»
Sally bi r tutam enfiye daha çekerek:
443
«Sakı n onun peşinden koşayı m deme! Bırak parayı istedi
ği gibi saklas ı n . Onu suçüstü yakalamak çok zalimce bir şey
olur!» dedi.
Swiveller ile Sampson başları nı genç kad ı ndan çevirip
şaşkın şaşkı n birbirine bakt ı ; sonra, apansız bi r tepkiyle şap
kalarını giyip sokağa fırlad ı lar. Sokağ ı n tam ortas ı ndan -
yaşamları nı kurtarmaya çal ışıyorlarm ış gibi- önlerine geleni
itekleyerek koşmaya başlad ılar.
Bir rastlantı olarak, onlar gibi hızlı değilse bile, Kit de koş
maktaydı ve bi rkaç dakika önce ç ı ktığ ı , için epey ileride bulu
nuyordu. Bununla birlikte, gideceği yolu aşağ ı yukarı kesinlik
le bildikleri ve daha h ızlı koştukları için, Kit tam soluk almak
için yavaşlayıp da gene koşmaya başlayacağ ı s ı rada ona ye
tiştiler.
Swiveller, delikan l ı n ı n bir omzuna yapışınca Brass da di
ğerine yapı şıp:
« Dur!» dedi . «Acelen olduğu anlışı lıyor. Böyle aceleye ne
gerek var?»
Kit şaşkınl ıkla birinden diğeri ne bakarak:
« Evet acelem var!» dedi.
Sampson soluk soluğa:
« Hiç inanmak istemiyorum ama yazı haneden değerli bir
şey yok oldu. Senin haberin var m ı ?» diye sordu.
Kit, tepeden t ı rnağa titreyerek:
«Nerden haberi m olacak, bay Brass ?» dedi. «Olur şey
değil ; siz beni. .. »
Brass onun sözünü hemen keserek:
« Hayı r, hayı r!» dedi. « Hiçbir şey sanmıyoru m . Sen ald ın
da demedi m. Umarım sessizce bizimle birlikte gelirsi n.»
« Elbet gelirim, niçin gelmeyeyim?»
« Kuşkusuz niçin gelmeyesin. Umarım nedeni de olmaz.
Seni savunmak için bu sabah katland ı kları m ı bilsen Christop
her, sen de üzülürdün.»
«Sizin de benden kuşkuland ı ğ ı nız içi n son derece üzüle
ceğinizi biliyoru m . Haydi çabuk geri dönelim . . . »
«Elbet, ne değin çabuk olursa, o değin iyi olur, bay Ric
hard ; lütfen şu kolunu tutun, ben de bu ko lunu tutacağ ı m . Ü ç
444
kişi bir arada ve yan yana yüremek kolay bir iş değil ama, bu
koşullar altı nda yapacak başka bir şey kalmad ı . »
Kit, onlar ke ndisini böyle tutsak ederken beyazdan kırmızı
ya, gene kırmız ıdan beyaza döndü ve bir an için direnmek
eğilimi gösterdi. Ama çabuk kendi ni toparlayarak ve eğer uğ
raşacak olu rsa, sokakta kendisini sürüyerek götüreceklerini
düşünerek, gözleri yaşlı olarak ve büyük bir ciddilikle yaptık
ları na pişman olacakları n ı yineleyerek, uysallaştı ve efendice
götürül mesi ne boyun eğdi. Yolda yürürlerken gördüğü bu
yeni hizmetten son derece sıkılan Swiveller, bir baş işaretiyle
olsun suçunu açıklayacak ve bir daha böyle bi r şey yapma
maya söz verecek olursa Sampson'un bacağ ına tekme atıp
kaçmasına göz yumacağ ı n ı Kit'i n kulağ ı na fısıldayacak fırsat
buldu. Ama Kit bu öneriye ald ı rmayı nca Swiveller, onu Bevis
Marks'a değin sıkı sık tutm aktan başka çare bulamad ı ve ya
z ıhanede sevimli Sally'nin huzuruna çıkard ı . O da kapıyı
hemen kil itledi.
Brass:
« C hristopher!" dedi. « Esaslı bir araştırman ı n her iki yan
için de i nandı rıcı olmas ı gereken bir masu m l uk davası karş ı
s ında olduğumuza göre, araştırmaya razı olmal ı s ı n ! » Brass
burada ne gibi bir araştı rma kastettiğini göstermek için palto
sunun yenlerini çevirdi. «Bu her i ki yan için de h oş ve rahat
bir davranış olur."
Kit, guru rla kolları n ı kaldırarak:
« Aray ın . . . » dedi. «Şuna da inanın ki bu davranı ş ı n ız için
yaşam ınızın sonuna değin pişman olacaks ı n ı z ! ,,
Brass, bir iç çekmeyle Kit'i n ceplerinden birine dal ı p çeşit
li eşya ç ıkararak:
« Pek üzünç bir olay!» dedi . « Pek üzünç! Burada bir şey
yok, bay Richard ! Pek sevinilecek bir şey. Burada da yok. Ye
leğinde, ceketi nde de yok. Doğrusu şimdilik çok sevindim . . . "
Kit'in şapkası n ı elinde tutarak olup bitenleri büyük bir ilgiy
le gözleyen Swiveller'in yüzünde, Brass'ın sanki bir telesko
tan bakıyormuş gibi , gözünün birini kapayıp diğeriyle deli
kanl ı n ı n kolunun içine bakmas ıyla, pek yeğrıik bir gülü mseme
445
belirdi. Tam bu s ı rada Sampson tezce ona dönerek şapkayı
araması n ı söyledi.
Dick:
«Bir mend i l ! » dedi.
Brass, gözü nü ceket kolunun öbürsünün içine uydurarak
ve sanki pek geniş bir görünüm seyreden bir i nsan tavrıyla
kon uşarak:
« Bunun hiçbir yararı yok! » dedi . « Mendiline yararı olacak!
işten anlayanlar bunun sağlığa yararı olduğunu sanmıyo rlar.
İ şittiğime göre başı pek s ı cak tutarm ış. Ama mendilin orada
bulunması d iğer bakımlardan çok sevinilecek bir şey, çoook
sevinilecek bir şey ! »
Richard, Sally ve Kit'in hep birden bağı rması avukatın sö
zünü kısa kesti. Brass, dönüp bakınca, Swiveller'in banknotu
elinde tuttuğunu görd ü .
Brass, acı b i r feryatla:
« Şapkan ı n içinden mi çıktı ?» diye bağ ı rd ı .
Bu bulgudan s o n derece şaşkınlaşan Swiveller:
« Mendilin altı ndan, astarın içinden ç ı kt ı ! » dedi.
Brass, ona, kardeşine, duvarlara, tavana, döşemeye oldu
ğ u yerde sersemlemiş ve kı m ı ltısız duran Kit'ten başka her
şeye baktı .
Avukat ellerini kavuşturarak:
« İ şte kendi eksen i çevresine dönen ayı n etkisine uğrayan,
diğer gökyüzü çevresinde dönen ve daha çeşitli özellikler
gösteren dünyan ı n hali ! » dedi . « Demek, i nsan l ı k bu ! Demek,
bütü n küçük hizmetleri m le yararlandırmak istediğim ve hatta
şimdi bile, acıyıp çekip gitmesi ni isteyeceğim gaddar bura
da!"
Brass büyük bir soğukkan l ı l ı kl a sözlerine devam etti :
«Ama ben bir hukukçunun ve m utlu yurdu mun yasaları n ı n
uygu landı ğ ı n ı görmek isterim . Sal ly beni bağışla ve onU öbür
kolundan tut! Bay Richard, siz de lütfen gidip bir polis çağ ı rı n !
Zayıfl ı k v e acı m a geçti. Ahlak gücüm geri geldi. Lütfen bir
polis efend i m ! . . »
446
LX
447
Kit gözlerini kaldı rı p yalvarır bir halde çevresine bakına
rak:
« Benim de bir söz söylememe izin veri n ! » dedi. «Ben hiç
suçlu d eğilim. Bay Brass, siz beni daha iyi bilirsiniz. Benim
h ı rsız olmam o lası l ı ğ ı var m ı ? Hiç iyi etmiyorsunuz ! . . »
Brass atı ldı :
«Sözüme güven i n ! »
A m a polis memuru burada onun sözü nü keserek hukuken
sözün öneminin olmad ı ğ ı n ı ; sözün ancak bebek mamas ı ol
duğunu, yemi ni n erkeklere yaraşacağ ı n ı söyledi.
Brass aynı kederli tonla bu gerçeği teslim etti.
« Çok doğru , tastamam doğru ! » dedi. «Yemi n ederim ki
memur bey ; birkaç dakika önce bu üzünç olay ın ortaya çık
masına değin bu delikanl ıya öyle güvenim vardı ki, ona bir
güveni rdim ki ! Bay Richard, pek yavaşsı n ız efendi m ! »
Kit:
«Beni tan ıyıp da güvenmeyecek birisi var m ı ? » diye ba
ğ ı rd ı . « Benden kuşkulanan, bir meteliğini ald ığ ı m tek bir
insan var m ı ? Yoksul ve aç kald ı ğ ı m zaman dürüstlükten ay
rılmad ı m da şimdi mi ayrılacağ ı m ; buna olas ı l ı k var m ı ? N e
yaptınız düşünün b i r kez ! B u suçlamayla b e n dünyan ı n en
sevecen i nsanları o lan dostları m ı z ı n karşısına ne yüzle çıka
rı m ! »
Brass karş ı lıkta bulunarak tutuklunun bunu daha önce dü
şünmesi g erektiğini söyledi ve daha birtak ı m tatsı z görüşler
ekleyeceği s ı rada, yukardan ne olup bittiğini merak eden ve
bütün bu gürültü nün nedenini soran yabancı bay ın sesi du
yuldu. Kit, buna kendisi yanıt vermek üzere kapıya doğru ira
desiz bir atı l ı mda bulununca, polis m em uru onu h emen yaka
lad ı ve zavall ı d elikanlı Brass'ı n öyküyü kendi istediği biçimde
anlatmak üzere d ışarı çıktığını görmek ezi ncine katlanmak
zorunda kald ı .
Sampson geri geldiği zaman :
«O da inanmak istemiyor!» dedi « Ki mse i nanmaz ! Keşke
kendi gözlerimin tan ıklığı ndan kuşkulanabilseydim; ama onla
rın tan ıklığı kuşku götürmez. »
Gözlerini kırpıştırıp oğuşturan Sampson ekledi :
448
« Gözlerimi sorgulamanı n hiçbir yararı yok! İ l k ifadelerinde
üsteliyorlar. Sabah, sokakta arabanın sesi duyu luyor. Şapka
nı giy çıkal ı m . Bu çok hazin bir iş; tinsel bir cenaze ! »
Kit: .
« Bay Brass, bana bir iyilik edin. Beni önce bay Wither
den'in yan ına götürü n ! » dedi.
Sampson, karars ızca baş ı n ı sallad ı .
« Bana bu iyiliği yapın, bay Brass! Efendi m şimdi o radad ı r.
Tanrı rızası için beni oraya götürü n ! »
Brass, olası ki, notere karş ı , adaletli b i r davranışta bulun
duğunu kanıtlamak içi n , kekeleyerek:
« Bi lmem ki ! . . » dedi . « Memur bey, vakti miz var m ı ?»
Bütü n bu s ı rada büyük bir ağı rbaş l ı l ıkla ağz ı nda bir
saman çöpüyle oynayan polis memuru , hemen gidecek olur
larsa vakit olduğunu; ama çene çalmakta devam ederlerse
mahkemeye başvurmaları gerektiğini bildirdi .
Richard Swivel ler, arabaya binip yüzü atlara dönµ k olduğu
halde, araban ı n en rahat yerine yerleşince; Brass, memurun
tutukluyu götürmesini, kendisinin de haz ı r olduğunu söyledi.
Bunun üzerine Kit'i daha ayn ı biçi mde tutmakta olan polis
memuru , onu mesleksel bir yöntem olarak, bir kol boyu ileri
itip arabaya att ı ; kendisi de izledi . Arkası ndan bayan Sally,
girdi ve şimdi içeride dört kişi olduğu için, Brass arabac ı n ı n
yan ı n a oturdu v e sürmesini söyledi.
İ şlerindeki bu m üthiş ve apansız değişiklikle daha tama
men sersemlemiş bir halde bulunan Kit, araba n ı n penceresi
nin kenarı nda oturup dı şarıyı seyrederken, caddede ortaya
çı kacak olağanüstü bir olay ı n kendisini düş görmekte oldu
ğuna i nand ı rm asını bekliyord u . Ne yazı k ki her şey gerçek ve
pek bildikti ; ayn ı yol ağızları , ayn ı evler yol üzerinde çeşitli
yönlerde giden ayn ı kalabal ı k, yük ve binek arabaları n ı n aynı
koşuşturmas ı , dükkan ve vitrinleri nde p ek iyi hazırlanan aynı
eşya ve h içbir düşün hiç oluşmad ığ ı ayn ı gürültü ve koştur
maca! . . Olay, öykü g ibi görmesine karş ı n ; gerçekti. H ı rsızlıkla
suçlanm ı ş ; gerek düşünce, gerek davranış ıyla da masum ol
mas ı na karş ın ; para kendi fozerinde bulunmuş ve onu şimdi
tutuklamı ş götürüyorlard ı . .
449
Antikacı Dükkanı / F: 29
Bu acı verici düşünceler içinde, ezik bir yürekle annesi ve
küçük Jacop'u anı msaya n ; dostları onun suçlu olduğuna ina
nacak olurlarsa, masumluk bilinci nin bile kendini destekleme
ye yetmeyeceğini duyumsayan; noteri n yazıhanesine yaklaş
tıkça yürekliliğini de, umudunu da yitiren; hiçbir şey
görmeden pencereden bakan · Kit; bi rdenbire, sanki bir sinir
tepisiyle, Quilp'in yüzünü seçti .
Ve yüzü nde kötü niyetli bir bakış vard ı ! Cüce, bir meyha
nenin açık penceresinden bakıyordu ve baş ı n ı iki eli arasına
alıp dirseklerini pencere pervazı na yaslayarak o değin yayı l
m ıştı ki , bu durumun yard ı m ı ve zaptedilmiş bir kahkahanın
etkisiyle, sanki doğal cüssesinin i ki katı şişmiş görünüyordu.
Brass onu geçer geçmez arabayı durdurdu. Araba tam onun
oturduğu yerin karşısında durunca, cüce şapkası n ı çıkarıp iğ
renç ve gösterişçi bi r naziklikle onları selam lad ı .
«Aha, nereye böyle bay Brass?» dedi. « Sally de birlikte,
sevimli Sally! Dick de mi var? Hoş, tatlı bir i nsand ı r o . . . Sonra
Kit, namuslu Kit, »
Brass, arabacıya:
«O pek neşeli bir insandı r, peek!» dedi. « Pek hazin bir iş
efendi m . Bir daha dürüstlüğe inanmayın efend i m . » 1
« N e diye inanamayay ı m , derbeder hukukçu? »
Brass baş ı n ı sallayarak:
« Yazı hanede para yitti ! » dedi. «Bunun şapkasından çıkt ı .
Kendisi biraz önce yazı hanede yalnız kalmı şt ı . Hiçbir hata
yok efendim . Kanıtlar zinciri tamam; hiçbir halkası eksik
değil.»
C üce, bedeninin yarı s ı n ı sarkıtarak:
« Nehh h ! » dedi. «Kit h ı rsızlık mı yapt ı ? Ha ha ha!» «Bir pe
niye seyredilecek olan h ı �sızları n en çirkini ha Kit! Ha ha ha!
Demek beni dövmesine zaman ve fı rsat bulm adan onu tutuk
ladı n ız ha?» Kit! Bu sözleriyle arabacıyı açı kça dehşete dü
şü ren cüce, biraz ileride bir boyac ı n ı n sırığı üzerinde tıpkı ipe
çekilmiş bir i nsan gibi sallanan bir giyisiyi işaret etti ve ellerini
sıkı sıkı oğuşturarak bağı rd ı . « İ ş buraya m ı varacaktı Kit?
Arabac ı , sür araban ı ! Güle güle, Kit! Bütün iyilikler de seninle
450
birlikte gidiyor, cesaretini yitirme, aziz bay ve bayan Gar
land'a sayg ı ları m ı sunarı m. Hat ırları n ı sorduğumu unutma, o:
mazd ı m ı ? Hepsi nden, senden, herkesten ve bütü n dünya
dan Tanrı razı olsu n ! »
Cüce h ı zl ı akan bir sel halinde ağz ı ndan dökülen b u iyi ni
yetler ve selametlerden sonra, arabanın ayrı lmasına izin
verdi ve araba gözden yitince, baş ı n ı içeri çekti ve zevk için
de kendinden geçerek yerlerde yuvarlandı .
Cüceye pek yakın bir ara sokakta rastladıkları için, çok
geçmeden noterin yazı hanesine eriştiler. Brass, arabadan
inip kederli bir yüzle arabanın kapı s ı nı açtı ve kendi lerini bek
leyen acı haberi vermek üzere , kardeşinin yanına gelmesi ni
rica etti. Böylece iki kardeş ko lkola girdi . Swiveller de yalnız
olarak arkadan izledi.
Noter, yazı hanenin dış kıs m ı nda, ateşin önünde, ayakta
durmuş, bay Garland ve Abel i le konuşuyor; Ch uckster'se bir
yandan bir masa başı nda yazı yazarken diğer yandan onla
rın konuşmalarına kulak konuğu oluyord u. Kapıyı açacağı sı
rada camdan onları n bu halini gören ve noterin kendisini tanı
dığını sanan Brass, can l ı kapı arkası ndan baş ı n ı i ki yana
sallayıp derin derin içini çekti.
Deri eldiveninin sağ tekinin i ki orta parmağ ı n ı vurup şap
kas ı n ı çı karan Sampson :
« Efendim, ad ı m Brass; yazıhanem Bevis Marks'dad ı r. »
dedi. «Sizinle bir vasiyetname sorunundan dolayı karşı laş
m ıştı k. Nas ı ls ı n ı z efendi m?»
Noter, baş ı n ı çevirerek:
« Katibi m her işinizle i lgilenir, bay Brass ! » dedi.
Brass:
«Teşekkür ederim efendim ! » dedi. « İ zninizle kız kardeşimi
tan ıtayım. Bayan olmasına karş ı n, o da meslektendir. İ şleri
me çok yard ı mcı oluyor. Bay Richard, lütfen böyle buyurun."
Brass bu sı rada özel yazıhanesine çeki lmekte olan noter
ile yazı hane arasına girerek:
«Zarara uğramı ş bir insan sıfatıyla konuşuyorum . Sizinle
bi rkaç sözcük konuşmama izin veri n ! » dedi.
45 1
Noter, kesin bir tutumla:
« Bay Brass !» dedi. « Benim vaktim yok! Bu baylarla görüş
tüğü mü görüyorsunuz. Sorunumuzu şurada bay Ch uckster'e
bildirin. O size gereken i lgiyi gösterecektir: ,,
Brass sağ elini yeleğinin üstüne koyarak ve baba ile oğlu
na tatl ı bir gülümsemeyle bakarak:
«Sayı n baylar ! . . » dedi . «Sizden rica ediyoru m . Düşününüz
ki ben bir hukuk adam ı y ı m . Parlemento kararıyla ve yasaya
göre ünvanı m centilmen'dir. Bu ünvanı yılda on i ki sterlin
vermek suretiyle saklıyoru m . Ben ülkemizin yasaların ı n tanı
mad ı ğ ı bir. mevki sahibi oldukları nı sanan bi r çalg ıcı, bir
sahne artisti , bir yazar ya da ressam değilim. Bir aylak ya da
serseri de değilim. Benim üzerime dava açacak bir kimsenin
benden centilmen diye bahsetmesi yasa geriğidir; yoksa da
vası geçersizdir. Lütfen söyleyin , bu kabul biçi m i bana uygun
mu? »
Noter:
«Anladık, bay Brass ! » dedi. « Lütfen işinizi söyleyiniz?,,
« Söyleyeyim efend i m ! Ah, bay Witherden siz pek az . . .
A m a işi uzatmıyoru m , efendi m ! Bu centilmenlerden birinin ad ı
bay Garland d eğil mi, efendim?»
« Her ikisinin de.»
Brass, aş ı rı bir yaltaklanmayla:
«Ya öyle mi? Büyük benzerlikten bunu anlamam gereki r
d i . » dedi. «Tan ışm am ıza, ziyaretime neden olan olayı n pek
üzü ntü verici olmasına karşın, bu onuru duyduğuma çok
'
memnun oldu m . Baylar, sizlerden birinin Kit adında bir h iz
metlisi var değil m i ?»
Noter:
« Her i kisinin de!» yanıtında bul u ndu.
Brass gülümseyerek:
«Olur, şey değil , iki Kit mi var?» dedi.
Bay Witherden öfkeli öfkeli:
« Hayı r efendim ! » dedi. « Bir tek Kit var. Her i ki centilmenin
de hizmetindedir iyi, Kit'e ne oldu?»
452
Brass anlam l ı bir biçimde sesini alçaltarak:
« Kendisine sonsuz ve s ı n ı rsız bir güven beslediğim ve
hep eşitimizmiş gibi davrandı ğ ı m bu genç, bu sabah yaz ıha
nemde h ı rs ızlık etti ve hemen hemen suçüstü yakaland ı . »
Noter:
« Buna bir yalan karış m ı ş olmalı ! ,, diye bağ ı rd ı .
Abel'se :
« Buna olan ak yok!» dedi.
Yaşlı bay Garland:
«Tek sözcüğüne i nanmam !» dedi.
Brass ı l ı m l ı bir tavırla onlara bakarak:
« Bay Witherden, bu sözlerimiz dava açmaya değer sözler
efendi m ! Bayağ ı ve kötücül ruh lu bir insan olsayd ı m , uğ radı
ğım zarar için dava açard ı m ! » dedi. «Bununla birlikte, ben ki
şisel olarak bu gibi anlatı mları, şakayla karş ı ları m. Diğer cen
tilmenlerin içten ve namuslu heyecanına saygı duyarım.
Böyle tatsız bir haber getirdiğim için, inan ı n üzgünüm ve ina
nı n ı z ki bu üzünç sahne içinde bulunmak istemezdim ; ama
genç adam bu raya getiri lmesi için üsteledi ; ben de onun iste
ğine uydum. Bay Chuckster, lütfen arabada bulunan polise
pencereye vurarak işaret eder m isiniz? .. »
Bu sözcükleri duyan üç centilmen boş bakışlarla birbirleri
ne baktılar. Chuckster ise kendisinden beklenen işi görmek
için kehanetinin doğru çıktı ğ ı n ı gören bi. r peygamber coşku
ve çabasıyla yerinden f ı rladı ve çaresiz san ığın içeri gi rmesi
için kap i yı açt ı .
Kit içeri giri nce karşı laştığı b u sahne karşısı nda doğrulu
ğun esinlendirdiği yal ı n bir konuşmayla, Tanrıyı tan ı k göstere
rek, masum olduğunu, paranın nas ı l olup da kendi üzerinde
ç ı ktığ ı n ı bilmediğini söyledi. Olayı n oluş biçimi ve kanıtlar
nakledilmeden diller dolaşmış; her şey anlatı l ı nca, odaya bir
ölü suskunluğu çökmüş ve Kit'i n üç dostu kuşku ve şaşkınlık
·
453
Ama bunun pek apaçı k bir surette olanaksız olduğu göste
rildi. İ steksiz bir tan ık olması na karş ı n ; Swiveller, paran ı n
şapkanın içinde bulunduğu biçimde, kasten saklanm ış oldu
ğunu açıkça ve eylemsel olarak kanıtlad ı .
Brass:
« Hiç kuşkusuz pek keder verici bir duru m ! » dedi .
'
«Mahkemesi görülürke n g eçmişteki iyi ahlakı ndan dolayı ce
zas ı n ı n indirilmesini istemekle mutlu olacağı m . Daha ön.ce de
bir miktar para yitirmiştim ; ama, onları da bunun alm ış olması
gerekmez. Bu varsayı m yersiz olur. Hepimiz Hristiyan ız. »
Polis memuru çevresine bakınarak:
«Burada bulu nan centil menler içinde bu gencin son gün
lerde bol paraya sahip olduğunu bilen var mı? Siz biliyor mu
sunuz efendim?» diye sordu.
Bay Garland , polis memuruna yanıt vererek:
«Zaman zaman parası oldu ; ama söylediğine göre bunları
bay Brass ' ı n kendisi vermiş ! » dedi .
Kit, tez canlı l ı kla:
« Hiç kuşkusuz öyle!» dedi. « Bunu bay Brass·ın · kendisi
de söyler! Değil mi bay Brass?»
Brass, bir şaşkı nlık gösterisiyle çevresine bakı narak:
«Ha?» dedi .
« Bana verdiğiniz iki buçuk şilinler, kirac ı n ı n verdiği para ! »
Brass baş ı n ı sallayıp kaşları nı çatarak:
«Bu pek kötü bir dava, pek kötü ! » dedi.
Bay Garland büyük bir h uzursuzlukla:
« Bi r başkas ı hesabına ona para mı verdiniz?» diye sordu.
Sampson yanıt verdi:
« Para vermek mi?» Doğrusu bu büyük bir yüzsüzlük!
Memur bey, biz gideli m . »
Kit bağ ı rd ı :
« N e ! İ nkar m ı ediyor? Lütfen kendine soru n ; Verdi m i , ver
medi mi?»
Noter sordu:
«Verdiniz mi?»
454
Brass pek ciddi bir tavırla:
« Size şunu söyleyeyim ki bu nun davaya hiçbi r yararı
yok ! » dedi. « Eğer ona karşı bir koruma ve i lginiz varsa başka
yoldan yürümesini salı k veri n. Para verdin m i ? Hayır, hiç ver
med i m ! »
Birdenbire b i r esinle kendini toparlayan Kit:
« Centilmen ler, b ay Abel , bay Witherden, h erkese söylüyo
rum ; bunu o yaptı ! Onu gücendirecek ne yaptığ ı m ı bilmiyo
ru m ; ama bu ben i mahvetmek için kuru lmuş bir tuzak! Sonuç
ne olursa olsun. Şuna i nan ı n ız ki bu bir tuzak! Ö lürken de
şunu söyleyeceğim ki parayı şapkama koyan ke ndisidir! Bakı
nız nasıl renk değiştiriyor! Hangimiz suçlu ? O m u, ben mi?»
Brass gülümseyerek:
« İ şitiyor musunuz say ı n baylar?» dedi. « Dava sevi msiz
bir hal alm ıyor mu? Bu bir hile işi mi, yoksa aşağ ı l ı k bir suç
mu? Onun yerine bunu ben söylemiş olsayd ı m , buna olası
der m iydiniz?,,
Brass, bu gibi yatışt ı rıcı ve şakacı sözlerle karakteri üze
rindeki kötülemeleri çürütmeye ça lışt ı ; ama daha güçlü duy
gular altında bulu nan ve belki de aile onuru üzerine daha titiz .
düşünceye sahip olan erdemli Sarah, bi rdenbire kardeşi nin
yanı ndan müthiş bir gazapla san ı ğ ı n üzerine atı ld ı . Hiç kuş
kusuz Kit'i n yüzü bu saldır ıd a n pek üzgün olacaktı ; ama
mes leğinde pişmiş polis memuru Sarah'ın bu niyeti ni tam za
manında anlayarak Kit'i yana çekti ve bu suretle, Chuckster'i
tehlike altında bırakm ı ş oldu ; çünkü katip, bayan Brass'ın ga
zabına konu olan Kit'in yanı nda bu lunduğundan ve öfke tıpkı
aşk ve servet kör olduğundan, sihirli yaratık, hazı r bulunanla
rın çabasıyla hatas ı n ı anlayı ncaya değin katibin yakas ı n ı ko-
·
455
Brass da istemeye istemeye Sarah'ın eski yerine geçti. Ve bu
düzenden sonra bütün h ızıyla adalet h uzuruna çı kmaya ko
yuldular. Noter ile iki arkadaşı da başka bir arabayla arkadan
izlediler. Kit'in bir şilinin hesab ı n ı kapatmak için gene iş baş ı
na gelmesi olayı n ı on u n ikiyüzlü v e hileci karakterine iyi bir
kan ıt oluştu rduğunu düşünen ve tanı kl ı ktan yoksun b ı rakı lan
Ch uckster, bunu cü rm ü n örtbas edilmesi saymış ve öfke için
d e yazı hanede yal n ı z bı rakıl m ıştı.
Adalet binası n a varı nca daha önce oraya gelip kendilerini
sab ı rsızlıkla bekleyen yabancı bayla karş ı l aştı lar. Ama yarım
saat sonra yarg ı lanmas ı na gerek gösterilen ve hapishaneye
götürülürken dostça i lgide bulunan bir memur tarafı ndan, ya
kında duruşmanın olacağı ve kısa bir zamanda karar verile
ceği içi n fazla üzülmeye gerek bulunmad ığı sağlanan zavallı
Kit'e bir değil elli yabancı bayın yard ı m ı olamazdı .
LXI
456
yumsad ığı -bay ve bayan Garland'ın kendisini bir nankörlük
canavarı sayacakları n ı ; Barbara'nın kendisini kötülük adı na
ne varsa onunla bir tutacağ ı n ı ; midillinin kendini tergenmiş
sanacağı n ı ; hatta annesinin bile görü nüşe kapılarak kendisi
nin suçlu olduğuna i nanabi leceğini- bütün bunları duyup dü
şündüğü için, hiçbir sözcüğün anlatamayacağı bir ezinç du
yumsadı ve kederden kendinden geçmiş bir halde gece için
kilitlendiği hücrede bir aşağı bir yukarı do laş ıp durdu.
Bu heyecanları n şidddeti geçip durgunluk bulmaya başla
d ı ğ ı zaman bile, akl ı n a verdiği üzg ü daha az olmayan bir dü
şünce geldi. Sade delikan l ı n ı n yaşamı ndaki parlak yıldız, hep
tatlı bir düş gibi anımsandı ğ ı , yaşam ı n ı n en kötü gü nlerini en
iyi ve en mutlu günlere çeviren, hep nazik ve düşü nceli ve iyi
yürekli davranan genç kız bunu duyacak olursa ne düşüne
cekti ! Bu düşüncenin etkisiyle hapisanenin duvarları sanki eri
yip yitmiş; onun yerine eski ev gözükmüş -kış geceleri alışık
oldukları biçimde- ateş kenarı, küçük yemek masas ı , dede
nin palto, şapka ve bastonu, Nell'in odasına açılan yarı açı k
kapı h ep gözünün önüne gelm işti. Neli de oradaydı . Her ikisi
de -bütü n içtenlikleriyle gülüyorlard ı . Düşüncesi onu buraya
değin getirince, Kit daha ileri gidemeyerek, ke ndisi ni zavallı
yatağı n a atı p hü ngür hüngür ağlad ı .
Gece sanki bitmeyecekmiş gibi uzu ndu ; a m a Kit uyuyup
düş gördü. Hep serbest olarak, şimdi birisi , biraz sonra bir
başkasıyla dolaşıp d urdu. Bununla birlikte, hapisaneye -
kuşkulu bir düşünce halinde kaygı ve kederden yoğurulmuş,
hiç silinmeyen, bunaltıcı, tarife sığmayan bir hapisaneye
çağrıldığı · korsundan ku rtu lamad ı . Sonunda sabah olunca,
hapisane bütün soğukluğu, karanl ığı ve kasvetiyle bir gerçek
olarak belirdi.
Kendi kendine bı rakı ld ığı için bir avunç bulmuştu . Ona
belli bir saatte. Taş döşeli bir alanda gezmek izni verilmişti .
Sabahleyin hücresini açıp yı kanacağı yeri gösteren gardiyan
dan, her gün, belli saatlerde ziyaretçiler kabul edildiğini ; arka
daşları ndan gelen olursa, parm akl ığa çağ ı rı l acağ ı n ı öğrendi .
Gardiyan ona bu bilgiyi ve teneke bir kab içinde kahvaltı sını
457
verdikten sonra hücreyi kilitleyip çekildi ve taş pasajda tak ı r
dayarak yürüdü; birçok kapı ları açıp kapad ı ve -sanki onlar
da hapsedilmiş ve d ı şarı çıkamayacaklarmış gibi- binada
uzun zaman yankı lar uyandı ran sayısız sesler çıkard ı .
Gardiyan, Kit'e, tamamen doğru yoldan ç ı kmış olduğu sa
nılmadığı ve daha önce hapisanede tutulmad ığı için , hapisha
nedeki diğer bay tutuklular gibi hükümlüler topluluğu ndan ayrı
bir yer veri ldiğini söylemişti. Kit bu hoşgörüye teşekkür duya
rak gene anahtarı n sesini işitip gardiyan ı n girdiğini görünceye
değin , ezbere öğrenmiş olmasına karşın, oturup dikkatle ku
rallar kitab ı n ı okudu.
,,Gel bakal ı m !»
Kit sordu:
« Nereye efendi m ?»
Gardiyan kısaca, ziyaretçiler demekle yetinerek ve onu
tıpkı polis memurunun yaptığı gibi, kolundan tutarak birçok
dolambaçl ı yollardan ve sağlam kapı lardan geçirip bir pasaja
yöneltiği ve orada bir parmaklığın önünde b ı rakıp çeki lip gitti .
Bu parmakl ı ğ ı n karşısı nda, bir buçuk, i ki metre i lerid e ; tama
men ayn ı , bir parmakl ı k daha vard ı . Ara yerde bi r gardiyan
otu rmuş, gazede okuyordu. Kit, h ızl ı çarpan bir yürekle, d ı ş
parmaklığ ı n arkas ı nda, kucağı nd a bebek olduğu halde anne
sinin; hiç yan ı ndan ayı rmadığı şemsiyesiyl e, Barbara'nı n an
nesin i ; bütün dikkatiyle bir kuş ya da yırtıcı bir hayvan arıyor
muş gibi, içeri bakan ve demirparmaklıkların i nsanlarla bir
ilgisi olmad ı ğ ı n ı sanan zavallı küçük Jacop'u gördü.
· Jacop ağabeysini görür görmez, onu kucaklamak için, kol
ları n ı demir parm aklı klara att ı ; ama kardeşinin daha çok yak
laşamad ı ğı n ı ; demir çubuklardan birinin üstüne koyduğu kolu
üzerine yaslad ığı başıyla daha aynı uzaklı kta kald ı ğ ı n ı gö
rü nce; pek acı kl ı bir halde ağlamaya başladı . Bunun üzerine
kendil e rini tutmaya çalışan Kit'in ve Barbara'n ı n an nesi de iç
lerini çekip ağladı . Zavall ı Kit onlara katılmaktan kendini ala
mad ı ve hiçbirisi tek bir sözcük konuşamad ı .
B u gamlı suskunluk sırası nda, her halde gazetenin pek
alaylı bir kısm ına gelmiş bulu nan gardiyan, yüzü nde şakacı
458
bir bakışla gazetesini okuyordu. Sonunda sanki bir şakan ı n
tam zevkine varmak istiyormuş gibi, bir aralık baş ı n ı kald ı rın
ca, birisinin ağlad ı ğ ı n ı n ayı rdına vard ı .
Şaşkı nlıkla dönüp bakarak:
« Bayanlar, bayanlar!» dedi. «Vaktfnizi böyle harcamasa"
n ı z iyi edersiniz. Burada vaktiniz s ı n ı rlıdır. Çocuğun gü rültü
etmesine de f ı rsat vermeyin. Ku ralların dışı ndadı r.»
Alçak bir gönülle selam veren bayan Nubbles:
« Ben annesiyim, efend i m ! » dedi . «Bu da kardeşi. Aman
Tanrı m , aman Tanrı m ! ,,
Gardiyan sonra sütu nu daha kolay okuması için gazetesi
ni dizleri üstü nde katlayarak:
« Ne çare ! » dedi. «Aynı durumda olan yalnız o değil ki !
Yaygaraya gerek yok ! »
Adamcağız gazetesini oku maya devam etti. Zali m ve katı
yürekli bir i nsan değildi . H ı rsızlığı kızıl ya da yı lancık gibi bir
şey saymaya başlamıştı. Bazı i nsanlar yakalanıyor, bazı ları
yakalanm ıyo rd u !
Barbara' n ı n annesi'nin, Kit'in annesinin kucağından bebe-
ği sevecenlikle ve nazikçe al ması üzerine bayan Nubbles :
« Sevgili yavrum Kit ! » dedi. «Seni burada m ı görecektim?»
Kit boğulur gibi bir sesle:
«Anne, bana dayand ı rd ı kları suça inanm ıyorsun deği l
mi ?» dedi.
lava.Il ı kad ı n :
« Ben mi i nanacağ ı m ! » dedi. «Bir kez olsun yalan söyle
m ediğini, beşikten beri kötü bir şey yapmadı ğ ı n ı bilen; çocuk
olmana karş ı n , kıt ve zavallı besinini iyi huy ve kan ıyla yediği
ni ne değin az yiyecek olduğunu düşünüp ne değin düşünceli
davrandığını anladığım zamanlar dışında, senin hesabına
h içbir üzü ntü çekmeyen ben m i i nanacağ ı m ! Doğduğu gün
den bugüne değ i n bana bir avunç olan, bir kezcik olsun kızıp
öfkelen mediğim oğlumun suçlu olduğuna m ı inanacağ ı m ! »
Büyük b i r ciddilik v e içtenlikle demir parmaklı kları kavra
yan Kit:
459
« Öyleyse Tanrıya çok şükür!» dedi. « Şimdi dayanabilirim.
Anne, senin bunları söylediğini düşü ndükçe, sonuç ne olursa
olsun, yüreği mde bir mutluluk damlası bulu nacak ! . .»
Bu sözler üzerine bayan Nubbles da, Barbara'n ı n annesi
de gene ağlamaya başlad ı lar. Küçük Jacop'un dağ ı n ı k dü
şünceleri de bu zamana değin belirli . bir izlenim haline geldi
ve çaresiz çocuk Kit'in kendi isteğiyle dışarıya gezmeye çı
kamayacağ ı n ı ve parmakl ıkları n arkası nda ne kuş, ne arslan,
ne kaplan, ne de h erhangi merakl ı bir şey bulunmad ı ğ ı n ı an
layarak göz yaşları n ı sessizce onları nkine katt ı .
Zavallı Kit'in annesi si ldiğinden fazla gözyaşı dökerek, yer
den bir sepet aldı ve alçakgönülle gardiyana hitap ederek bir
dakika kendisini dinlemesini rica etti. Gardiyan bir şaka n ı n
tam eğlenceli yerinde o lduğundan, o n a eliyle b i r dakika sus
mas ı n ı işaret etti. Elini, okuduğu yeri bitirinceye değin eski
durumuna getirmeden olduğu yerde tutan gardiyan, sanki ,
'şu gazete yazarı olur komiklerden değil' demek istiyormuş
gibi, yüzünde bir gülüms e meyle bir iki saniye sustuktan
sonra, sonunda bayan Nubbles'i n ne istediğini sord u.
Kad ı ncağ ız:
«Ona biraz yiyecek getirdim; verebilir misiniz?» diye
sordu.
« Evet, olur. Bunda kurallara aykı rı bir şey yok! Giderken
bana b ı rak ı n ; kendisine verilmesini sağları m ! »
« Bana kızmay ı n efend i m . Ben an nesiyim . Her halde sizin
de bir anneniz vard ı . Bir parça olsun yediğini görürsem içim
rahat eder. »
Bayan Nubbles, Barbara'n ı n annesi ve küçük Jacop, gene
g öz yaşları döktü ler. Bebekse, bütün çabas ıyla sevinçle ses
ler çıkarıp gülüyor; pek olası olarak bütün bu sahnenin kendi
si eğlensin diye düzenlendiği ni sanıyordu.
Gardiyan bu ricanın tuhaf ve alışılmışın dışı olduğunu dü
şünmekle birlikte; gazetesi ni bı rakarak Kit'i n annesinin bulun
duğu yana geldi. Ve sepeti ondan aldı ; içindeki leri gözden
geçirdikten sonra Kit'e verip eski yeri ne döndü. Kit'in fazla iş
tihası olmad ı ğ ı kolaylıkla anlaşılabilir; ama yere oturup güle
oynaya atışt ı rd ı . Annesi bu görünümün verdiği sevinçle ke-
460
deri yumuşam ı ş olmasına karşın, oğlunun ağz ına götürdüğü
her lokmayla içini çekip yeniden ağlad ı .
Kit, b i r yandan b u biçimde meşgulken, b i r yandan d a efen
dileri üzeri ne bilgiler edinmeye çabalad ı . Kendisi üzerine bir
düşünce açıklayıp açı klamad ı kları n ı öğrenmek isted i; ama
bütün öğrenebildikleri bay Abel'in durumu annesine bir gece
önce büyük bir naziklik ve i ncelikle açtığından suçlu ya da
masum o lduğuna ilişkin hiçbir düşünce eklemediğiyle sı n ı rl ı
kaldı. Kit, kend ini toparlayarak, Barbara'n ı n annesinden, Bar
bara üzerine bilgi isteyeceği ; s ırada, kendisini getiren gardi
yan göründü. İ kinci bir gardiyan da ziyaretçilerin arkası ndan
o_rtaya ç ı kt ı ; elinde gazete bulunan üçüncü bir gardiyan _da,
'vaktin tamam ' diyerek ayn ı solukla, 'sıra diğer ziyaretçilerde !'
diye bağ ı rdı ktan sonra, gene gazetesine gömüldü. Kit anne
sinin duaları , küçük Jacop'un kulakları çı nlatan çığlıkları ara-
·
46 1
LXll
462
etmiyor; bestelenen güftelerde ve türkülerde rastlanmayan şu
sözcükleri içeriyordu.
'Değerli sorgu yargıcı san ı ğ ı n bu öyküye inanacak bir jüri
bulmakta zorluk çekeceğini kaydederek yarg ı lanmas ı na
gerek gösterdi ve dava dosyas ı n ı n hazırlanmas ı n ı buyurdu.'
Cüce her seferinde bu son sözcüklere gelince avazı çıktı
ğ ı değin bağ ı rıp kahkahayı basıyor, sonra gene başlıyordu.
Bu nağmenin birkaç kez yinelendiğini işiten Brass kendi
kendine m ı rı ldand ı : 'Pek önlemsiz, pek basi retsiz bir insan.
Keşke dilsiz olsa, keşke kör olsa! Tanrı cezas ı n ı versi n !' Avu
kat ayn ı nağme gene başlayınca ekledi : 'Tanrı can ı n ı als ı n ! '
M üvekkili üzerine b u dostça temenni lerde bulu nan Samp
son, bağ ı rmanın sonunu bekledikten sonra, yüzüne alışık tat
l ı l ı ğ ı n ı vererek, ahşap yazı hanenin kapısını çaldı .
Cüce bağ ı rd ı :
«Giri n ! »
Sampson baş ı n ı içeri uzatarak:
« Bu g ece nas ı lsı nız, efendim?» dedi. «Ha ha ha! Nasılsı
nız efend i m ? Aman ne şaş ı lacak şey, ne tuhaf, ne tuhaf
şey!»
« Kapın ı n ağz ı nda durup baş ı n ı sallayacak v e dişlerini gös
terecek yerde, gir içeri be adam! Gir içeri yalancı tan ı k, yalan
yeminci, tan ı klı k bozguncusu gir içeri ! »
Brass arkasından kapıyı kapayarak:
« N e zengin bir mizaç, ne şaş ı rtıcı bir şaka kaynağ ı ! Ama
pek basiretsiz bir iş değil mi efendim?»
«Ne! Ne söylüyorsu nuz. Yahuda?»
·
Brass:
«Yahuda !» d iye bağ ı rd ı . « Ne o lağanüstü bir kişilik, ne zen
gin m izaç ! Yah uda! Evet, aman ne güzel, ha ha h a ! ..»
Bütün bu sırada Sampson ellerini oğuşturup gülünç bir
şaşkın l ı k ve korku içinde, patlak gözlü, yassı burunlu, soba
n ı n yan ı ndaki duvara yaslanmış bir gülyabani ya da cücenin
taptığı korkunç bi r puta benzeyen bir gemi aslanına bakmak
tayd ı . Pek kuşku lu ve uzak bir benzetmeyle, baş ı n ı n üstünde
ki tahta, kokartlı bir şapka biçimde oyul muştu . Sol göğsünde-
463
ki madalya ve omuzları ndaki apoletlere bakılacak olursa,
bunun ünlü bir amiralin modeli olduğu anlaş ıl ıyordu. Ama bu
belirtiler de ol masa, herhangi bir değerlendirici bunun belin
den aşağ ı sı bal ı k biçiminde efsanevi bir deniz ejderinin port
resi, ya da bir deniz canavarı n ı n tasviri olduğunu varsayard ı .
Aslında şimdi süslediği yer için pek büyük olan gemi aslanı
belinden kesil mişti. Hatta bu biçi miyle bile, döşemeden tava
na değin yükseliyor; gemi aslanlarında genellikle rastlandığı
gibi, aşı rı ve sıkıcı bir naziklikle, pek uyan ı k bir h alde öne
doğru eğilmiş ve her şeyi cüceleştirmiş görün üyordu.
Quilp avukat ı n gözlerine bakarak:
«Tanıyor musun? Benzerliği görüyor musun?» diye sordu.
Brass, tıpkı eksperin yaptığı gibi, baş ı n ı biraz geriye atıp
eliyle tutarak:
« H ı m m J ,, yaptı . «Bir daha bakay ım . Evet... her halde . . . gü
lü mseme de bana . . . ama . . . »
Gerçek olan şuydu ki, Sampson bu koca h ayaleti en
küçük benzerliği olan bir şey görm ediği nden pek şaşalam ış;
Quilp'in onu kendine benzetip bir aile portresi olarak satın
alıp almad ı ğ ı n ı , ya da bir düşman ı na benzeterek keyiflendiği
ni kestirememişti. Bu kuşkusu pek uzun sürmedi, çünkü
Brass, halkı n tanı ması gereken ama tanı yamad ıkları . bir
resme bakarken, takındı kları anlayışlı bakışlar, heykeli göz
den geçirip dururken; cüce, yukardaki sözcükleri okudu, ga
zeteyi yere atarak, eline, maşa yeri ne kullandığı paslı bir
demir parçası n ı alıp, h eykelin burnuna öyle bir vuruş vurdu
ki , heykel olduğu yerde sallanıp d u rdu.
Cüce duyg usuz yüzü yumruk yağ muruna tutup yanağ ın
daki yeğnik çukurlar açarak:
« Kit'e benzemiyor mu?» dedi . «Onun resmi, Tam bir örne
ği, tam bir benzeri değil mi ?»
Sorunun her yinelenişinde koca heykeli du rmadan yum
ruklayan cüceni n yüzünden, gördüğü işin zorundan terler akı
yordu.
Bu sahnenin boğa güreşinin arenada bulunmayan lar için
rahat bir eğlence ve yanan bir evin seyri, yakın ı nda yaşama-
464
yanlar için, bir piyesten daha iyi ol ması kabi linden; güvenli bir
galeriden seyredilmesi hayli gülünç olmasına karşın, Quilp'in
tavrı nda öyle bir hal vardı ki, Brass' ı n bu şakan ı n tamamen
zevkine varabi lmesi içi n , yazı hanenin pek küçük ve pek kuytu
bir yerde olmas ı n ı istediği apaçıkt ı . Bu nedenle, Brass pek
yeğnik bir sesle takdirlerde bulunurken cüceden biraz uzağa
kaçtı ve cüce güçten kesilip otu rduğu zaman, ama her za
mankinden daha fazla bir dalkavuklukla yaklaşt ı .
«Güzeeı ı ;, dedi . « H i hi h i ! Pek g üzel efendim ! . . »
Sonra yara bere içinde kalan amirale yalvarır gibi bakarak
ekled i :
« Pek dikkate değer bir i nsan ! ,,
Cüce:
« Otu r!» dedi . «Onu dün sat ı n aldı m , Burgular saplayıp gö
züne çatal bat ı rd ı m . Ü stüne de adı m ı kaz ı d ı m . Ö nünde so
nunda onu yakacağı m . »
Brass:
« Ha ha! Pek hoş, pek eğlenceli bir şey!» dedi.
Cüce, avukata yaklaşmas ı n ı işaret ederek:
« Buraya gel !» dedi . « Ö nlemsiz olan neydi bakal ı m ? » diye
sord u .
« Hiçbir şey efendim ! H i ç ! Sözünü etmeye değmez. Şarkıyı
pek eğlenceli buldum. Belki bi raz . » .
. .
·
« Bi raz ne?»
Ateşe doğru çevirdiği hileci gözlerinde kızıl yansılar parı l
dayan cüceye ü rkek ü rkek bakan Sampson Brass:
.
« Bi raz sınıra yaklaşan ya da deyim gerekirse, s ı n ı r çizgisi
üzerinde bulunan bir ön lemsizlik!» dedi.
Quilp hiç istifini bozm adan:
« Niçin?» diye sordu.
B rass, daha çok içten olmaya bakarak:
«Takdire değer bu amaç uğrunda dostları n yaptıkları
küçük toplantılara yasa fesat düzeni adı nı verdiği içi n, dostlar
arası nda saklı kalm ası doğru olur efend i m ! »
Quilp boş bakışlarla ona bakarak:
« Ha, ne demek istiyorsun?» diye sordu.
465
Antikacı Dükkanı I F: 30
Brass, baş ı n ı sallayarak:
« Ö nlemli, pek önlemli olmak gerek; demek istiyorum efen
dim!» dedi.
«Yüzsüz korkuluk! Açıkca ne demek istiyorsun? Bana ne
diye küçük toplantı lardan bahsediyorsun? Benim toplandığım
var m ı ? S en i m , s e n i n toplantıları ndan haberim var m ı ?»
« Hayı r efendim , kuşkusuz yok, efendim !»
Cüce sanki pasl ı demir parçası n ı arıyormuş gibi çevresi- ·
ne bakınarak bağ ı rd ı :
«Bana böyle göz kırpıp baş ı n ı sallayacak olursan, senin
şu maymun yüzünün anlam ı n ı bozarı m ! »
Brass hemen kendini toparlayarak:
« Öfkelen meyin efendim ! » dedi. « H aklıs ı n ız, yerden göğe
değin hakl ı s ı n ı z ! Bu konuya hiç değinmemem gerekirdi. Lüt
fen konuyu değiştireli m . Sally'nin anlattığ ı na göre, kirac ı m ızı
sormuşsu nuz. Kiracı geri gelmedi, efendim !. . »
Cüce b i r tencerede kaynattığı rom un taşmas ı n a dikkat
ederek:
«Gelmedi mi?» dedi . « Ne diye gelmedi?»
« N e diye m i efendim? Şey. . . efendim ... »
Kızgın tencereyi ağzına götürmek üzere bulunan cüce ko
lunu geri çekerek:
« N e oluyor?» diye sordu.
«Suyu u nuttunuz efendim ! Bağ ı şlay ı n ı z, rom kaynar halde
efendim ! »
B u uyarıya ancak eylemli b i r yan ıtta bulunmak alçak gö
nüllülüğünü gösteren Quilp, sıcak tencereyi dudaklarına gö
türdü ve miktarı yarım litreyi bulan ve bir dakika önce ateşin
üstünde kabarcıklar oluşturarak kaynay ı p fokurdayan bütün
ro mu içti. Cüce bu yeğnik içkiyi yuvarlayıp amirale yu mrukla
rını sıkt ı ktan sonra, Brass'a devam etmesini buyurdu ve pe
şinden alışık s ı rıtışıyla ekledi :
« Du r, önce sen de bir yudum iç! Güzel, sıcak, kaynar bir
yud u m ! »
«Şöyle kolayca sağlanabilecek biraz su bulunacak olursa,
efendim ! »
466
«Burada öyle şey yok! Avukata su m u ? Onlara erimiş kur
şun ve kükürt; s ıcak fıkır fıkır zift ve katran gerek! Öyle değil
mi, Brass?»
«Ha ha ha! Pek acı bir şey! Ama içimde gıdıklanmak gibi
tatlı bir zevk var, efendim ! »
B u arada bir miktar rom daha kaynatmış olan cüce;
« İ ç şunu ! » dedi . « Dik başına! Damlası kalmasın. Boğazın
yansı n . Bak keyfin nas ı l yerine gelir!»
Çaresiz Sampson bu içkiden, gözlerinden yaşlar akarak,
birkaç yudum içti. Kıpkırm ızı kesi len yüzü , gözü ve müthiş bir
öksürük nöbeti içinde, zorlanarak içkinin 'pek nefis' olduğunu
bildirdi. O, bu tarife sığmaz işkence içi ndeyken cüce konuş
maya devam etti.
« Kiracı ne olmuş?,,
Brass, öksü rük nöbetleri içinde :
«Garland'lerde kal ıyormuş ! » dedi. « Suçlunun sorgusun
dan beri yal nız bir kez uğramış, bay Richard'a son olaydan
sonra bu evde otu ramayacağı n ı ; bir bakıma bütün bunlara
neden kendisi olduğunu düşünerek, üzü ntü duyduğunu söy
lemiş. Çok iyi bir kiracı, umarım temelli olarak ç ıkmaz . . . ,,
Cüce:
«Ya, öyle mi?» diye bağ ı rd ı . «Sen zaten kendinden baş
kas ı n ı düşünmezsin. Ne diye giderlerini kısmıyor, tasarrufa
uymuyorsu n?»
« Sarah gibi tasarrufa uyan i nsan bulunmaz, efendim ! »
« Ş u boğaz ı n ı ıslat! ' İ ç b e adam, i ç ! Sen sözüme uyarak bir
katip ald ı n , değil mi?»
«Bu hizmete çok memnun oldum, efendi m ! Evet ald ı m . »
«Ü halde ona hemen yol verebilirsin. İ şte sana tasarruf
yolu ! »
« Bay Richard'ı m ı işinden çı karayım?»
« Bi r başka katibin var m ı ki bu soruyu soruyorsun?»
« Bunu hiç beklemiyordum !»
Cüce alayla:
« Ben de beklemiyordum ! » dedi. «Sana kaç kez söyledim
ki onu senin yan ı na nerede olduğunu bil mek ve göz önünde
467
tutmak için vermiştim . Benim bir plan ı m , bana sessiz suskun
bir zevk verecek bir tasarı m vard ı . Onun da, arkadaş ı n ı n da
zengin sand ı kları dede ile torununun gerçekte meteliksiz ol
dukları n ı göstermek i stiyordum. Ama onlar da sanki yer yarıl-
·
468
«Şu dava sonuçlan ı nca kuyruğunu bırakıver!»
« Güzel!, efendim ; bu Sarah için büyük bir sürpriz olacak;
ama o, duyguları n ı denetlemesini bilir. Ah ! Bay Oui lp, yazgı
Sarah i le sizi daha önce bir araya getirmiş olsaydı, bu birleş
m eden ne mutlu sonuçlar doğard ı ! Siz babam ızı görmediniz.
Ne hoş bir i nsandı . Sarah onun neşe ve övünç kaynağıyd ı .
Koca tilki o n a böyle b i r ortak bularak gözlerini kapamış olsay
d ı , çok m utlu olurdu. Sarah'ı takdir ediyorsunuz, değil mi
efendim?»
Cüce kurbağa gibi bir ses çıkararak:
«Ona bayılıyo ru m ! » dedi.
«Gerçekten çok iyi bir insansı nız, efendim ! Richard'ın şu
ö nemsiz işinden başka bir buyruğunuz var mı, efendim?»
Quilp tencereyi kavrayarak:
« Hay ı r . . » dedi. «Şimdi güzel Sarah ' ı n onuruna içelim!»
.
469
«Hoşça kal, efendim, hoşça kal !» dedi.
Cüce baş ı n ı sarkıtarak:
«Gece kalmaz mısı nız?,, dedi.
Odanı n havası ndan midesi bulanan Brass.
« Kalamam , efendim ! » dedi. « Lütfen yolu görmem için
bana ışığı tutacak olursanız . . . »
Bir an içinde, bütün bedeniyle yattığı yerden sıçrayan
cüce, yazıhanedeki biricik feneri eline alarak:
« Kuşkusuz, kuşkusuz ! ,, dedi. « Bastığ ı n yere dikkat et, azi
zim! Kerestelerin paslı çivileri hep s ivrisine duruyor. Yolda bir
köpek de var. Geçen gece bir ada m ı , önceki gece de bir ka
d ı n ı ı s ı rd ı ! Geçen salı günü de bir çocuğu öldürdü. Ama bu
şakaydı . Ne olursa olsun onun yan ı na pek yaklaşma!»
Brass büyük bir korku içinde:
« Köpek yolun hangi yan ı nda efendim?» diye sord u.
« İ ni yolun sağ yanı ndad ı r; a m a i nsanı n üstü ne atı lmak için
bazan sol yanda pusudad ı r. Hiç güven olmaz ! Dikkatli ol!
Yoksa seni bağ ı şlamaz. D ı şarıda ı ş ı k var.Yolunu biliyorsun .
Dosdoğru ! »
Cüce şeytanca, göğsüyle fenerin ı ş ı ğ ı n ı siperlemişti. Avu
katın yolda düşüp kalktığ ı n ı görerek, büyük bi r zevk içinde, .
tepeden t ı rnağa değin silkinerek, kahkahayı bast ı . Sonunda
Brass gözden yitince gene yazı haneye kapandı ve bir kez
daha hamağına s ıçrad ı .
LXlll
470
diyeceği soruldu . Bu suçlamaya karşı Christopher Nubbles
pek yavaş ve titrek bir sesle suçsuz olduğunu bildirdi. Burada
görünüşe kapı larak tezden hükü m vermek alışkanlığı ndan
olan ve eğer masumsa Kit'in yüksek sesle ve başı dik olarak
suçlamayı reci edeceği görüşünde bulunanlara şunu anı msa
tal ım ki, hapis ve kaygı en yürekli kişileri sindirir. On gün için
bile olsa, yal n ız taş duvarlar ve taş gibi duygusuz yüzlerden
başka bir şey görmeyen bir zavall ı içi n, yaşam dolu, büyük bir
salon, insanı epey ü rkütüp i rkilten bir durumdur. Şu da eklen
meli ki , geniş bir halk tabakas ı için, perukalı bir yaşam, baş
üzerinde saçl ı yaşamdan çok daha dehşetli ve ezicidir. Kit'in
her iki bay Garland ve noterin uçuk bir beniz ve kayg ıyla
baktıkları n ı gördükçe düştüğü doğal h eyecan da göz önünde
tutulacak olursa, onun bundan rahats ız olması ve yeri ni ya
d ırgaması nda şaşı lacak bir şey yoktur.
Zavall ı delikan l ı , Garland'ları ve Witherden'i tutukland ığ ı
zamandan beri görmemiş olmasına karş ı n , kendisi içi n bir
avukat tutu lduğunu öğrenmişti. Bu nedenle perukal ı centi l
menlerden biri kalkıp da: ' Lordum, ben daval ı n ı n veki liyim'
dediği zaman korkudan titreyip ona da baş ı n ı eğmiş ve yüre
ğinde kendi vekilini n davacı vekilinden aşağı kalmayıp kısa
bir zamanda onu mat etmesi u m udu beli rmişti.
Ö nce davacı vekili söz aldı -son yarg ılamada babas ı n ı öl
dü rmekle suçlanan bir gencin hemen hemen aklanması n ı
sağladığı için- keyfi pek yerindeyd i . Jüriye, san ığı suçsuz çı
karacak olu rlarsa, geçen günkü duruşmadaki san ığı suçlu çı
karmakla duyacakları üzgü ve ezinçten daha fazlas ı n ı duya
cakları n ı bildirdi. Davayı ayrıntı larıyla anlatıp bundan daha
kötü bir olayla karş ılaşmad ığ ı n ı bildirdikten sonra, pek müt
hiş bir şey söylemek üzere bulu nan bir i nsan tavrıyla bir süre
sustu ve bu sı rada yan gözle Kit'in vekiline bakıp davalı veki
linin çağ ı rı l an kusu rsuz tan ı kları n tan ı klığı üzerinde bazı kuş
kuları olduğunu sezdiğini; ama sayın meslektaşı n ı n pek
güzel değerlendirdiği gibi , m ensup olduğu onurlu mesleğin
daha onurlusu bulunmayan bir üyesinin -davacının- karakteri
üzerinde daha saygı l ı olacağı na umut ve güveni olduğunu
471
açıklad ı . Say ı n jüri kurulu Bevis M arks'ı biliyor m uydu? (Kişi
likleri bakı m ı yla bildikleri varsayı lmalıydı). Biliyorlarsa, bu dik
kate değer semtin övü lmeye değer tari hçesini de biliyorlar
m ıyd ı . Sampson Brass gibi bir bayın Bevis Marks'da oturup
da erdem sahibi ve dürüst bir insan olm amas ı na olanak var
m ıyd ı ? Bu nokta üzeri nde de uzun uzad ıya durduktan sonra,
sonunda kendilerinin de pek güzel bildiği bir şey üzerinde
görüş yürütm enin on lara karşı bir nezaketsizlik olacağ ı n ı
anı msayarak, Sampson'ı hemen tan ı k bölmesine çağ ı rd ı .
Brass, çok çevik ve atik bir tavı rla ayağa kalkıp yarg ıcı
daha önceden tan ımak onuruna ermiş ol a n v e s on duruşma
dan beri keyfinin yerinde olmas ı n ı temenni etmek isteyen bir
insan tavrıyla ona baş ı n ı eğer ve : ' İ şte buradayım. Elimde ne
çok kanıt var. Sor sorabildiğini!' demek istiyormuş gibi, kolla
rını kavuşturup vekiline bakar. Vekili ona önlemli sorular
sorup kan ıtlar yavaş yavaş ve bütün hazı r bulunanlarda açı k
b i r kanı uyand ı racak biçimde ortaya koyar. Bundan sonra
Kit'in vekili de Brass'a sorular yöneltir; pek uzun sorulara pek
kısa yanıtlar alı r ve Brass ün ve onur içinde yerine oturur.
Sıra Sarah'ya gelir. O da Brass' ı n vekiline kolayl ı k göste
rip Kit'in vekiline karşı i natçı bi r tavı r al ı r. Kısacası Kit'in vekili
ondan önce söylediklerinin b i r yinelenmesinden başka bir şey
elde edemez. Hatta Sarah bu sefer Kit'i n biraz daha zararına
yürür. Bu bakımdan Kit' in vekili ·şaşkın bir halde, onun da ye
rine gitmesine izin verir. Brass'ı n vekili kürsüye bay Richard
Swiveller'i çağ ırır. Swiveller kürsüde yerini alı r.
Brass' ı n vekilinin kulağına bu tanığın san ığa eğilimi bulun
duğu fısıldanm ıştır. Avukat buna memnun olmuştur; çünkü
tanı kları sini rlendi rmekte pek becerili bir i nsand ı r. Bu neden
le, mübaşirden bu tan ığın kitap üzeri ne yemin etmesini ister;
sonra bütün ku rnazlığıyla ona da sorular yöneltmeye başlar.
Dick, açı k bir isteksizlikle öyküyü anlattıktan sonra; avukat
ona:
« Dün nerede yem ek yediniz?,, sorusunu sorar.
« Nerede mi yemek yedim?»
« Evet nerede, yemek yediniz? Bu raya yakı n m ıydı nı z?,,
472
«Ooo! Evet, karşıda!»
Brass'ın vekili jüri üyelerine bakarak yineler:
« Evet karşıda! . . Yalnız mıyd ı nız?»
Soruyu anlamayan Swiveller sorar:
« Bağ ışlay ı n ız, duymad ı m . »
Brass'ın Avukatı gürler:
«Yemekte yalnız m ı yd ınız? Yoksa birine ziyafet mi çekti-
niz? .. »
Swiveller yüzünde bir gülümsemeyle:
« Evet çekti m ! » yan ıtında bulunur.
Brass' ı n avukatı başını salayarak Swivel ler'in yerinin
sanı k mevkisi olduğunu anışt ı rarak:
« Lütfen bul unduğ unuz yere yaraşmayan yeğnikliği b ı rakr
n ı z ve beni di nleyiniz!,, der. «Bu yarg ı lamanı n yürüyeceğini
bile bile, dün buralarda, dolaşıyordunuz. Karşıda yemek yedi
niz. Birisine ziyafet çektiniz. Bu birisi san ı ğ ı n kardeşi miydi?»
Swiveller açı klamak ister.
Brass'ı n avukatı sorar:
« Evet mi, hayır m ı ? »
« Evet oyd u , a m a. . . »
Brass'ı n avukatı sözünü keserek:
« Yaa! Demek oyd u ? Ne güzel bir tan ık!» der.
Brass' ı n avukatı oturur. Kit'in avukatı sorunun içyüzünü
bilmediği için, üzeri nde durmaktan çeki nir. Richard Swiveller
süklü m püklüm oturur. Yargıç da, jüri de, di nleyiciler de onun
çirkin, uzun favoril i , bozuk ahlakl ı , altı ayak boyunda, hilecinin
bi riyle içli dışlı olduğun u san ı r. Gerçek şudur ki, yan ı ndaki ,
diz kapakları açık bulunan küçük Jacop'dan başkası değildir.
Brass'ın veki li ni n kurnazlığı sayesinde hiçbir kimse gerçeği
bilmez, herkes yalana inanır.
S ı ra savu nma tanı klarına gelmiştir. Brass'ı n vekili burada
da başarıl ı d ı r. Bay Garland ' ı n Kit'den bonservis istememiş,
annesinden başka hiç kimseden salı k · almam ış olduğu ve
Kit'in eski efendisi taraf ı ndan bilinmeyen bir nedenden işin
den çıkarı lmış olduğu anlaş ı l ı r.
Brass' ı n vekili:
473
« Bay Garland, sizin yaşı n ızda bir bay için buna en az ın
dan önlemsizlik derler! Uyarıs ı nda bulunur. Jüri de aynı ka
n ıdad ı r ve Kit'i suçlu bulur. Alçak gönülle m asum olduğunu
bildiren Kit, alınıp götürülür.
Dinleyici ler yeni bir i lgiyle yerlerine yerleşirler. Çünkü son
raki davada dinlenecek kad ı n tanı klar vard ı r. Brass'ın veki li,
tan ı kları sorguya çekerken onlarla alay edeceği fısıltısı do-
laşmıştır. .
Kit'i n annesi, çaresiz kad ı n , bebek kucağı nda, ağ lamak
tan başka bir şey yapmayan Barbara' n ı n annesini merdiven
de bekler ve h azin bir görüşme başlar. Gazete okuyucusu
gardiyan onlara her şeyi anlatmıştır. Bu yaşam boyu hapis
cezası değildir; henüz iyi ahlak sah ibi olduğunu kan ıtlaya
cak zaman vard ır. Her halde karakteri ona yard ı m edecektir.
Gardiyan Kit'in bu işi ne diye yaptığ ı na akı l erdiremediğini
söyler. Kit'in a.n nesi , ağlayarak, oğlunun böyle bir şey yapma
yacağ ın ı tem in eder; 'size karşı olm ak istemem; ama yapm ış
olsa da, olmasa da, şimdi hepsi bir' yan ıtında bulundu.
Kit'in annesi demir parmakl ı klar arası ndan elini uzatıp
onun elini derin bir üzgü içinde kavrar. Kit annesine yüreklili
ğini yiti rmem esin i söyler ve çocukların onu öpmek üzere yu
karı kald ı rmaları ndan yararlanarak Barbara'nın an nesine,
annesini alıp eve götürmesini rica eder.
Kit bağ ı rı r:
«Anne!.. Şimdi değilse bile, bir gün, bir dostumuz elbette
yard ı ma yetişecektir. Masu m olduğum anlaşı lacak ve eve dö
neceğim. Buna güven i m var? Jacop ile bebeğe gerçeği
söyle ; çünkü bin lerce mi l uzakta olsam bile, büyüdükleri
zaman benim h ı rsız olduğumu sanacak olurlarsa, yüreğim
ezi lir, ah , annemi avutacak birisi yok mu ?,,
Annesinin eli elinden kurtulur; çünkü zavallı kad ı n bayg ın
bir halde yere y ı ğ ı l ı r. Richard Swiveller y ol üzerinde bulunan
ları iterek ivedi yetişir. Tiyatroya yakışır, kad ı n kaçıran bir
adam çabas ı yla ve hayli uğraşla onu ko lundan tutup kald ırır.
Kit'e başını sallayıp Barbara'n ı n annesine birlikte gelmesini
rica eder ve o nları d ışarıda bekleyen bir arabaya yerleştirip
h ızla uzaklaşt ı rır.
474
Richard, Kit'in annesini eve götürür, ve yolda şarkı olsu n ,
şiir olsun, ne şaş ı rtıcı şeyler söylediğini kimse varsayamaz ;
kadı ncağız kendine gelinceye değin evde kalan Richard, ara
bacıya verecek parası olmadığından, ayn ı . arabayla Bevis
M arks'a gider ve Cumartesi akşam ı olduğu için para almak
üzere içeri girip arabac ıyı bekletir.
Brass onu görünce neşeyle:
« İ yi akşamlar, bay Richard !» der.
Kit'in öyküsü önce Richard'a pek gaddarca bir davranış
görünmesine karş ı n o gece tatlı huylu patronunun büyük bir
alçaklı k ettiği nden kuşkuya düşer. Ona bu duyguyu veren
belki tan ı ğ ı olduğu üzgü olm uştur. Ama nedeni her ne de
olsa, bu kuşku zihninde yer etmiştir. Bu denle ne istediğini
bi rkaç sözcükle anlatır.
B rass, para çantası n ı çıkararak:
« Para m ı , hay hay, bay Richard !» der. « Herkesin yaşama-
sı gerek! Beş sterlin bozuk paranı z var m ı ?»
« Hayı r efendim . »
« İ şte buldu m. Güle g ü l e harca, bay Richard ! »
Dick kapıya yaklaşı nca, Brass:
«Artık yaz ı h aneye zahmet etmeyin, bay Richard ! » der.
« Nası l , efendim?»
Brass, ellerini ceplerine sokup s2,ı ,dalyesinde sallanarak:
« Sizi n yeteneğiniz de bir i nsan bizim kuru ve küflü işleri-
mizde harcan ı r, bay Richard ! Ancak sahne, ordu, ya da Li
sansa bağl ı üstün kaHtede yiyecek, içecek gibi şeyler sizin
gibi bir insandaki dehan ı n gelişmesine elverişlidir. Umarım
ara s ı ra bizi ziyaret edersiniz.»
« Sally buna hiç kuşkusuz çok memnun olacaktır. Sizden
ayrı lacağına pek üzgün; ama topluma karşı olan görevi onu
avutuyor. Şaş ı l acak bir i nsandır o ; bay Richard ! Parayı doğru
bulacaksın ız. Çatlak bir pencere var ama, onu hesaba katma
d ı m . Dostlar ı m ızdan ayrı l ı rken cömertçe ayrı lmak ilkemizdir.
Bu pek tatlı bir duygudur efendim ! »
Swiveller bir konudan diğerine atlayan b u tutarsız konuş
ma s ı ras ı nda, tek bir sözcük söylemeden ünlü denizci ceketi-
475
ni alı r; onu top gibi yusyuvarlak katlar ve s a nki Brass' ı n kafa
sına atmak istiyormuş gibi, ona dik dik bakar; ceketini koltu
ğunun altına alıp derin bir suskunluk içi nde yaz ıhaneden
çıkar. Kapıyı kapar kapamaz gene açıp birkaç saniye ürkütü
cü bir ciddilikle içeriye bakar, baş ı n ı bi rkaç kez sallayıp,
yavaş yavaş, bit hayalet gibi ortadan yiter.
Arabac ı n ı n paras ı n ı verip Kit'e yard ı m ve annesini avut
mak hususunda büyük tasarılarla s ırt ını Bevis Marks'a çevirir.
Ama Richard gibi zevk düşkünü i nsa n ları n yaşamı düzen
sizdir. Son on beş günün heyecanı yıllardan beri süren içkinin
etkisiyle, onu bir kat daha sarsmıştır. Swiveller o gece ciddi
bir hastalığa yakalanıp yirmi dört saat sonra müthiş bir nö
betle kıvra nı r.
LXIV
476
kaldı rmaya çal ışınca, onun ne değin zayıf ve güçsüz, bunun
la birlikte, ne değin ağı r olduğunu görmekle şaşkınlık içi nde
kaldı . Gece kapıyı kapayıp kapamad ığı ndan kuşkuya düşe
rek, odada bi r arkadaşı bulunmas ı düşü ncesiyle şaşkına
döndü. Bu düşünceyi izleyecek enerjisi bile yoktu. Bu di nlen
me zevki ve kendini koyvermişlik içinde gözleri yatak odası
n ı n mobilyaları arası nda birtakım yeşil çizgilere takıldı ve on
ları taze çayırlara benzetti . Zeminin yarıs ı , çakıl döşeli yolları
and ı rdığından, kendisini sanki bi r sıra temiz ve düzenli bah
çeler karşısında sand ı .
Düşleminde b u bahçeler arası nda dolaşıp yiten Swiveller,
yeniden bir öksürük sesi işitti . Bahçe yol ları bu sesle birlikte
gene çizgiler haline dönüştü. Yatağı nda biraz doğrulup bir
eliyle perdeyi aralayarak çevresine bakt ı .
O d a , aynı odaydı . Mum da daha yerindeydi. Gelgelelim,
bütün bu şişeler, taslar, ateş kenarında kuruyan çamaşır,
hasta odası na, yaraşı r, tertemiz -ama yatağ ına çeki ldiği
zaman bırakt ı ğ ı ndan tamamen ayrı- eşya ne o luyordu. Oda
n ı n havası nda ferahlatıcı bitkisel ilaç ve sirke kokusu sezili
yor; döşeme yeni temizlenmiş ve ... ne Markizi.. Evet, Markiz
masa başında kendi kendine kart oynuyordu. Kendini hepten
oyun a vermiş ve onu rahatsız etmekten korkuyormuş gibi,
ara s ı ra sessizce öksürerek, kağıtları karıştırıp keserek, dağı
tarak oynayarak, sayarak, işaret eqerek, sanki beşikten beri
deneyim görm üş bir i nsan gibi, oyunun bütün ayrınt ı larıyla
pek meşgul görünüyordu.
Swiveller kısa bir süre seyretti, sonra perdeyi elinden bı ra
karak, başını gene yastığa koydu. ' Her halde ben düş görü
yoru m !' dedi. 'Yatağıma girdiğim zaman ellerim böyle yumur
ta kabuğu gibi değildi. Hemen h emen bir yandan diğerini
görebileceğ i m ! Eğer düş görmüyorsam. Londra'dan uyana
cak yerde bin bir gece m asalları nda uyand ı m ! Hayır, hiç kuş
kusuz ben uykudayım!'
Küçük hizmetçi kız gene öksürdü.
Swiveller kendi kendine: 'Olur şey değil ' dedi . 'Ö mrü mde
böyle gerçek öksürük düşü gördüğümü anı msamıyoru m !
477
Olası ki düş felsefesinin bi r cilvesi olarak bunlar düş d ı şıdır.
i şte bir daha, bir daha! Bu ne hızlı düş böyle!'
Gerçek halini anlamak için bir an düşündükten sonra kolu
nu çimdikled i .
'Çok tuhaf' d edi. 'Yatt ı ğım zaman topluydum. Şimdi tuta
cak etim kalmamış! Hele çevreye bi r bakayım.'
Bu inceleme sonunda Swiveller çevresindeki eşyanı n ger
çek olduğuna ve onları kendi uyan ı k gözleriyle gördüğü ne
kan ı geti rdi .
Güçsüz b i r halde yastığı üzerinde döndü v e karyoları n ı n
duvara bitişik yan ı na bakarak; ' Evet, b i n b i r gece! Ben de y a
Şam y a da Kahire deyi m ! Markiz de b i r peri kızı . B i r başka
periyle Çin prensesine en değer, en yakışıkl ı kocanın kim ol
duğu üzeri ne bahse girip karşılaştırm a için beni oda içinde
buraya g etirmişler! Ama prenses ortada yok! ' dedi.
Bir gerçek sayı lsa bile, bir giz ve kuşku duygusu uyandır
d ı ğı ndan bu açı klama biçimiyle de hepten dindirilmemiş olan
Swiveller ilk fı rsatta arkadaşı na seslenmeyi tasarlayarak per
deyi aralad ı . Fırsat çıkmışt ı . Markiz kağıtları karıştı rıp dağıt
m ı ş bir vale açm ış ; ama bundan yararlanamam ışt ı . Swiveller
olası olanağ ı , sesin i yükselterek: ' İ kiliyi oyna!' dedi.
Markiz sıçrayarak ellerini ç ı rptı . Richard kendi kendine:
'Tam bin bir gece! ' dedi . 'Zil çalacak yerde onlar el çırparlar.
Sıra şimdi başları üstünde m ücevher kutuları taşıyan, iki bin
zenci tutsağa geliyor! '
Anlaş ılan hizmetçi k ı z ellerini sevinçten ç ı rpmı ştı ; çünkü
h emen peşinden gü lüp ağlamaya başladı ve düzgün bir Arap
ça yerine günlük konuşma diliyle, İ ngilizce olarak, çok sevin
diği için ne yapacağı n ı bilmediğini söyledi.
Swiveller:
« Markiz hazretleri, l ütfen daha yakın geli niz ! ,, dedi. « H er
şeyden önce, bana sesimi nerede bulacağı m ı ve sonra eti me
ne olduğunu bildirmek lütfunda bulunur m usunuz?»
Markiz kederli kederli baş ı n ı sallayıp gene ağlamaya baş
layı nca, pek zayıf düşen Swiveller'in gözleri de aynı etkiye
uğrad ı .
478
Swiveller bir an suskunluktan sonra, titrek dudaklarıyla gü
lü mseyerek:
« M arkiz hazretleri, sizin hal ve tavrı n ızdan hastalanmış ol-
duğum sonucu nu çıkarıyoru m ! » ded i .
Hizmetçi k ı z gözlerini silerek:
« Evet . . . » ded i . « Bilseniz ne saçma şeyler say ı klad ınız.»
« Çok mu hastaydı m , M arkiz?»
« Nerdeyse ölü gibi ! İ yileşeceği nizi hiç ummuyordum. Tan
rıya şükür kurtuldunuz.»
Swiveller uzun süre bir şey söylemed i . Yavaştan gene ko
nuşmaya başladı ve ne zamandan beri burada bulunduğumu
sordu.
« Yarı n üç hafta olacak. »
« Üç hafta m ı ?»
Markiz kesin bir dille:
« Uzun ve geçmek bilmeyen üç hafta! » dedi.
Böyle vahi m bir duru mda bulunmuş olma n ın etkisiyle, Swi
veller gene suskunlaşıp upuzun yattı . Markiz onun yatağ ı n ı
düzeltip daha rahat b i r hale koyduktan sonra, elleri ve aln ı n ı
tutup ateşi olmad ı ğ ı n ı görünce; biraz daha ağl ad ı v e ekmek
kızartıp çay hazırlamaya başlad ı .
O , b u hazırl ı kl arla m eşgulken, Swiveller, borçlu bir yürekle
ona bakıp n e değin eli yatkı n olduğunu şaş ı rarak gözlemledi
ve bunun asl ı n ı Sally'den bilip ona d a nasıl teşekkür edeceği
ni şaş ı rd ı . Markiz ekmeği kızartı nca bi r tepsiye temiz bir örtü
serip ona gevrek, birkaç dilim ekmek ve koca bir kab yeğnik
çay verdi. Doktor ona hasta uyanı nca bunu vermesini söyle
mişti. Küçük kız, deneyi mli bir hasta bakıcı becerisiyle olma
sa bile, ayn ı sevecenlikle hastanı n arkas ı n a yastı klar koydu
ve onun ikide bir durarak elini s ı ktığ ı nı görmekten anlatı lmaz
bir sevinç duyd u . Hasta dünya n ı n en nefis yemeklerinin hiçbi
ri bu koşul altı nda sağlanamayacağı bir zevk ve iştahayla, sı
radan yemeğin i yedi : Küçük hizmetçi tepsiyi kald ı rı p her şeyi
yerli yerine yerleştirdikten sonra, masan ı n başı na oturup
kendi çay ı n ı içti .
Richard :
479
«Markiz,. Sally nas ı l ? » diye sordu. Küçük hizmetçi yüzünü
son derece kurnaz bir biçimde büzüp baş ı n ı sallad ı .
« B u yakınlarda o n u h i ç görmedin mi?»
«Onu görmek m i ? Tanrı senin derdini als ı n ! Ben evden
kaçt ı m ! »
Swiveller g e n e upuzun yattı ve beş dakika b u halde kal-
d ı ktan sonra, yavaştan oturur hale gelerek sord u:
« Nerede oturuyorsun, Markiz?,,
« N erede m i ? Burada!»
«Yaaa! . . »
Swiveller, şaşkınlık içinde ve sanki vurulmuş gibi , birden
bire, gene upuzun uzandı. Küçük hizmetçi yemeğini biti rip
her şeyi yerli yeri ne kaldı rıp ocağı süpürünceye değin bu bi
çimde sessiz ve k ı m ı ltısız kalan Swiveller, ona sandalyesini
yatağı n yan ına çekmesini işaret ederek gene konuşmaya
başlad ı .
« Demek kaçtın, Markiz?.,
« Evet, onlar da i lan verdiler.»
«Ne verdiler?»
« İ lan. Hani gazetelere veriyorlar ya ! ,,
Hizmetçi kız baş ı n ı sallayıp gözleri ni kırptı . Gözleri ağlayıp
uyanı k oturmaktan o değin kızarm ışt ı ki , Trajedi m abudesi,
ona kıyasla, daha rahat uyumalıyd ı . Hiç olmazsa, Dick böyle
düşündü.
« Nas ı l oldu da bu raya geldin?»
«Siz ayrı ldı ktan sonra arkadaşsız kald ım . Kiracı yabancı
bay da bir daha gelmedi. Onun da, sizin de ne.rede olduğunu
zu bilmiyordum. Ama bir sabah ... »
Swiveller onun duraksad ı ğ ı n ı görerek tamamlad ı :
«Anahtar deliğinden bakarken . . . ..
Hizmetçi kız baş ı n ı sallad ı :
« Evet, bildiğiniz gibi yaz ı h ane kapısı n ı n anahtar deliğin
den bakarken , bir kad ı n ı n , oturduğunuz evin sahibi olduğu
nu, pek rahatsız olduğunuz için, birinin gelip size bakması nı
istediğini duydum. Bay Brass: 'Ben karışmam', dedi . Bayan
Sally'se: 'Çok tuhaf bir i nsan, bana bakmak düşmez!' dedi.
480
Kad ı ncağ ı z da kapıyı çarpıp ç ı ktı . Ben d e o gece kaçıp bura
ya geldim . Kardeşi niz olduğum u söyledim . Bana i nand ılar. Ve
işte o zam andan beri buraday ı m . "
« Demek b u zavallı Markiz kend ini harap etmiş durmuş!»
« Hayı r, değil, siz bana bakmay ı n ! Ben oturmaktan hoşla
nırım. Ara s ı ra şu sandalyede uyukladığım da oldu. Ama pen
cerelerden nas ı l atlamak istediğinizi, nas ı l şarkı söyleyip söy
lev çektiğinizi an ı msayacak olsan ız, i nanmazd ı n ı z ! İ yileştiği
nize çok sevindim , bay Liverer!»
Swivel ler, kendi kendine d üşündü : 'Bay Liverer! Yani bu
ben!'
«Sen olmasan ben ölüp gidecekmişim M arkiz ! »
Swiveller, küçük hizmetçin i n elini gene eline ald ı ; a m a pek
zayıf düştüğü nden, şükranları n ı an latmaya çalı ş ırken onun
gözlerinin de kendi gözleri gibi kızaracağı n ı an layan hizmetçi
kız h emen konuyu değiştirerek onu yat ı rd ı sakin olmas ı n ı is
tedi.
« Doktor sizin sakin olmanızı ve gürültü olmam as ı n ı söyle-
di. Şimdi dinleni n ; sonra gene konuşuruz. Ben de yanın ızda
oturacağı m. Gözlerinizi yumarsanız belki uyursunuz. Çok iyi
olur.»
Küçük hizmetçi kız bu sözcükleri söyleyerek yatağ ı n yanı
na küçük bir masa geti rip oturdu ve bir eczacı becerisiyle fe
rah layıcı bir içecek haz ı rlamaya koyuldu . Richard pek yorg u n
olduğundan uykuya daldı v e yarım saat sonra uyanınca saa
tin kaç olduğunu sordu .
Hizmetçi k ı z , onun doğrul masına yard ı m ederek:
«Altı buçuk!» dedi.
Richard, sanki o anda akl ı n a gelmiş gibi, elini alnı üzerin
de gezdirerek ona döndü ve:
« Kit'e ne o ldu?» diye sordu.
Hizmetçi .ona, Kit'in uzun yıl lar için sürgün cezas ı n a çarptı
rıld ı ğ ı n ı söyledi.
« Sü rgüne gitti mi? Annes i ? Ona ne oldu?»
H izmetçi baş ı n ı sallayıp onun üzerine bir şey bilmediğini
söyledi ve sonra yavaş yavaş:
481
Antikacı Dükkan ı J F: 31
«Sakin olup ateşlenmeyeceği nizi bilsem size başka bir
şey söylerd i m ; ama şimdi s ı rası değil ! » dedi.
«Söyle can ı m , beni oyalarsı n . »
Hizmetçi ü rkek b i r bakışla:
«Ben daha iyisini biliyoru m , hele bi raz daha iyileşin baka
l ı m ! » dedi.
Richard pek ciddi bir tavırla küçük dostuna baktı ve hasta
lıktan gözleri büyüyüp çukurlaşmış olduğundan yüzü nün an
latı m ı öyle değişti ki, hizmetçi korkarak ondan bunları düşün
memesini rica etti. Oysa hizmetçinin ağz ı ndan kaçı rdığı
sözler yaln ız onun merakını kurcalamakla kalmamış ayn ı za
manda kaygıya da düşürmüş olduğundan hemen en kötü ne
varsa söylemesini rica etti .
« Kötü bir şey değil; sizinle de hiçbir i lgisi yok ! »
Dick heyecanla:
«Bu senin duymaman gereken, deliklerden, kovuklardan
duyulmuş bir şey olmas ı n ! » dedi .
« Evet.»
Swiveller heyecanla sord u:
«Bevis Marks'da Brass ile Sally arası nda bir konuşma
m ı ?»
« Evet.»
Swiveller, zayıf, i nce kolunu yataktan uzatarak onu bile
ğinden yakaladı ve yan ı na çekerek özgürce olup bitenleri an
latması n ı buyurdu. Böyle bir bekleyiş ve heyecana dayana
mayacağ ı için sonuçtan sorunlu sayılmayacağı n ı bildirdi.
Hizmetçi, onun pek heyecanlı olduğunu ve açı klamas ı n ı son
raya b ı rakman ı n hemen söylemesinden daha zararlı olacağı
n ı düşünerek, hastan ı n susku nluğunu sürdürmesi v e yatağı n
da kıpırdayıp durmaması koşuluyla uygun buldu.
«Ama böyle yapacak olursan ız, çıkıp giderim . »
« Söylemeden gidemezsin . Haydi söyle hemşire ! Tanrı rı
zası için söyle; sevimli bebek! Rica ederi m , nerede ve ne
zaman, h epsi ni anlat, Markiz!»
Swive ller'in en ciddi hallerde sarfedilecek bu taşkın dilek
ve ricaları na dayanamayan arkadaşı sonunda şu sözleri söy
l edi:
482
« Kaçmadan önce ben, bildiğin gibi, kart oynad ı ğ ı m ız
yerde, m utfakta yatard ı m , bayan Sally mutfağ ı n arıahtarı n ı
cebinde taş ı r, geceleyin mumu kald ı rı r, ateşi söndürürdü. B u
işleri gördükten sonra beni karanlıkta yatağa gitmek üzere
yalnız b ı rakır, kapıyı dışarıdan kilitleyip anahtarı gene cebi ne
koyar ve sabah ları erkenden gelip kapıyı açard ı . Bir yang ı n
çıkacak olu rsa, yalnız kendilerini kurtarıp beni unutacaklarını
düşünerek, böyle kilitli kalmaktan çok korkard ı m . Onun içi n
her ne zaman elime eski, paslı bir anahtar geçse kilide uyup
uymad ı ğ ı n ı .denerdim. Sonunda bir gün çöplükte kilide uyan
bir anahtar buldu m.»
Swiveller bu rada bacaklarıyla şiddetli bir gösteride bulun
du; ama hizmetçi kız sözü nü kesi nce, araları ndaki uzlaşma
n ı n akl ı ndan ç ı ktı ğ ı n ı ileri sürerek özür d iledi ve sözlerine
devam etmesini rica etti.
« Bana çok kıt yiyecek verirlerdi. Ne değin kıt olduğunu
varsayamazsı nız. Onun için onlar yattıktan sonra d ışarı çı kar,
karanlıkta, yaz ı h anede bı rakt ı ğı nız bisküvit ve sandviç artık
ları n ı , h atta portakal kabuklar ı nı arar; kabukları suya koyup
sözde şarap yapardım. Siz hiç portakal kabuğuyla su denedi
niz mi?»
Swiveller bu keskin içkiyi tatmad ı ğ ı n ı söyleyerek ondan
öykün ü n g erisin i anlatmasını istedi .
« Şarap niyetine içersiniz, h i ç kötü değil. Niyete bağ l ı ! Her
neyse, bazan onlar uyu maya çekildikten sonra, bazan uyu
madan önce, d ı şarı ç ı kard ı m . Bir gece, şu genç adam tutuk
lanmadan bi rkaç gece önce, yaz ı hanede bir gürültü oldu.
Bay Brass ile bayan Sal ly yazı h anede ateşin yanı nda oturur
larken,, doğrusunu istersen ; kasan ı n anahtarı n ı n nerede oldu
ğunu anlamak için yukarı çıktı m . »
Swiveller dizlerini bükerek yatağ ı nda koca b i r koni oluştur
du ve yüzünde bi r kayg ı belirdi. Ama küçük hizmetçi sözünü
kesip parmağı n ı kald ırınca konu yavaş yavaş yittiyse de, yü
zü ndeki kayg ı yitmedi.
« İ kisi ateşin yan ı nda oturmuş konuşuyorlard ı . Bay Brass,
bayan Sal ly'ye: 'Bu çok tehlikeli bi r iş, bize birçok üzüntüye
483
malolabilir. Hiç hoşum a gitmiyor!' dedi . Bayan Sally, -nas ı l
konuştuğumu bilirsiniz- (Senin g ibi korkak, senin g i bi zayıf
iradeli ve yü reksiz i nsan görmedi m ) dedi. (Sen benim kız
kardeşim, ben de senin ağabeyin olmal ıym ışım. Quilp bizim
başlıca d esteğimiz d eği l mi ?) Bay Brass buna: (Hiç kuşkusuz
öyle!) d edi. Bayan Sally: ( İ ş yaşam ı m ızda hep şunun ya da
bunun mahvına çal ı şıyor m uyuz?) dedi. Bay Brass: (Doğrusu
öyle!) dedi. Bayan Sally: ( Öyleyse Ouilp arzu edince Kit'i
mahvetmenin ne önemi olur!) ded i . Bay B rass: (Sahi ne
önemi olacak!) yan ıtında bulundu. So nra uzun zaman fısı lda
şıp g ü ldü ler. U staca davran ı rsak h içbir tehlike olmad ı ğ ı n ı
söylediler. B u n u n üzeri ne bay Brass cep defterini ç ı kard ı :
( İ şte Quilp'in kendi beş sterlinlik banknotu. Demek kararı m ız
şu o� acak: 'Kit'in yarın geleceğini biliyorum . O, yukarıdayken
sen ortadan yitiyorsun . Ben de bay Richard'dan kurtulman ı n
b i r yolunu buluru m . Kit yalnı z kalı nca onu söze tutar v e b u
parayı şapkası n ı n içine koyarım. Bay Richard'ın parayı şap
kadan ç ı karıp tan ı k olmas ı n ı da sağları m . Eğer bu da Kit'i
Quilp'in yolundan uzaklaştı rmaz ve garaz ı n ı söndürmezse,
bu işe şeytan karıştı demektir.) dedi Bayan Sally güldü ve
plan ı n yerinde o lduğunu söyledi . Tam bu sırada ayağa kalk
t ıkları için daha fazla duramad ı m ve aşağı i nd i m ? İ şte
öykü m ! . . »
Küçük hizmetçi de yavaş, yavaş kendini Swiveller gibi he
yecana kaptırmıştı. Bu nedenle hasta tezcanl ı l ı kla kalkıp ya
tağ ı n ı n içinde oturarak bu öyküyü bir başkas ı na anlatıp anlat
mad ı ğ ı n ı sorduğu zaman onun önüne geçmek çabası nda
bulunmad ı .
« Nası l söyleyebi lirdim ki, hemen hemen düşünmekten bile
korkuyor; genç adam ı n özgür b ı rakı lacağ ı nı umuyoru m.
Onu n , yapmad ığı bi r şeyden suçlu çı karı ldığ ı n ı duyunca da
siz ayrıl mışt ı n ız. Kiracı bay da geri dönmedi. Ama dönse de
belki ona bunları anlatm aktan çeki necekti m. Bu raya geldiği
nizden beri siz de hasta yatıyorsunuz . Söylemenin ne yararı
olurdu !»
484
Swiveller gecelik takkesini baş ı ndan ç ıkarıp odan ı n öbür
ucuna atarak:
« Markiz ! » dedi . « Bir iki dakika d ışarı ç ı kıp ne çeşit bir
gece o lduğunu bana bildirmek lütfunda bulunursan, kalkaca
ğım!»
« Böyle bir şeyi akl ı n ızdan bile geçi rmemelisiniz!,,
Hasta, odan ı n içinde gözlerini gezdirerek:
« Kalkmak gerek! Giysilerim nerde?» diye sordu.
«Giysileriniz olmadı ğı na şimdi çok memnunum ! »
Swiveller büyük bir şaşkınl ı k içinde:
« Bayan ! » dedi.
Markiz:
« Size gerekli olan şeyleri sağlamak için onların hepsini
satt ı m ! » dedi . Sonra Dick'in baş ı n ı n yastığ ı n üzeri ne düştüğü
nü görünce: « Buna hiç üzülmeyi n; çünkü ayakta duracak gü
cünüz yok. . . »
Richard hüzünle:
« N e yazık. öyle!» dedi. «Ne yapayım acaba? Ne yapma
lı?»
Kısa b i r düşünceden sonra akl ı na, hemen Garland'lerden
bi riyle temasa geçmek geldi. Pek olası ki, bay Abel henüz
yazıhaneden ayrı l mamıştı. Küçük hizmetçi kız, söylemesin
den kısa sü ren bir zaman içinde bir kağ ıt parçası üzerine ya
zılı adresi, baba ile oğlunun kolay lı kla tanı mas ı n a yard ı m
edecek sözel tarifi v e Kit'e karşı olan sevgisizliğinden ötürü
Chuckster'den sakınmas ı sal ı ğ ı n ı aldı . Bu silahlarla donana
rak bay Garland ya da bay Abel'den birini oraya götürmek gö
revini üstlenen küçük h izmetçi kız tezden ayrıld ı .
Küçük kız kapıyı gene açı p hasta nı n rahat olup olmadığı-
na baktığı zaman Swiveller sord u :
« Yeleğim de y o k m u ? »
« Hayı r, hiçbir şey kalm ad ı ! »
«Çok sıkıntı l ı bir durum. Yang ı n çı kacak olsa bir şemsiye
nin bile yararı olurdu. Ama sen h akl ısın M arkiz. Sen olmasan
ben şimdi sağ olmazd ı m ! »
485
LXV
Küçük hizm etçinin zeki ve kavrayı ş l ı bir kız olması çok ya
rarl ı olmuştu ; yoksa en tehlikeli bir çevrede ortaya çı kması
bayan Sally' nin ona gene sahip çıkarak kesin denetimi altına
almas ın a yol açarak Markiz girdiği tehlikeyi aklı ndan çı karma
yarak evden ayrı l ı r ayrıl maz, ilk gördüğü karan l ı k bi r ara so
kağa saptı ve şimdilik gideceği noktayı hiç düşünmeden, her
şeyden önce Bevis Marks ile kendisi arası nda iki üç kilomet
relik bir uzakl ı k bulunmas ı n ı dikkat etti .
Bu amacı elde edi nce, dikkati çekmemek için, iyi ayd ı n la
tılmış dükkan ya da temiz giyi mli insanl ardan sakınarak, kur
nazca, sokak ağızlarında elma ya da istiridye satan kad ı nlar
dan savuşturarak, noterin yazıhanesinin yönünü öğrendi .
Markiz, haber güvercinlerinin yabancı b i r yerde havaya salı
verildikleri zaman, belirlenen yönü tutmadan önce kanatları nı
havada gelişigüzel çırpmaları kabi linden, kendisini güvende
duyumsayıncaya değin çevrede dolaşt ı ktan sonra, gideceği
yerin yolunu tuttu.
Başı nda bone yoktu . Yaln ı z şapka h ususunda pek tu haf
bir zevki olan Sally'nin uzak bir tarihte kulland ığı bir baş l ı k
takmışt ı . Ayağına geçirdiği ç o k büyü k v e ökçesi bas ık kundu
ra ikide bir ayağı ndan f ı rl ıyor ve kalaba l ı k arasında aranmas ı
g ü ç olduğundan h ı z ı n ı kesiyordu. B u . g iyecek eşyası için ça
murlara batarak ve köpek inlerine g irerek ezilip kakı larak
araştırmalarda bulu nan çaresiz yarat ı k, noterin oturduğu cad
deye vard ı ğ ı zaman, yorulup güçsüz düşmüş; göz yaşları
dökmekten kendini alamam ı şt ı .
A m a oraya varma o n a b i r avunç oldu . Özellikle yaz ı h ane
penceresinden ı ş ı k sızıyo r ve ona geç kalmad ığı umudunu
veriyord u . Böylece Markiz elinin tersiyle göz yaşları nı si lerek
basamakları ç ı ktı ve cam kapıdan içeri bakt ı .
Chuckster masanı n kapağı arkas ı nda, işinden ayrı lmadan
önce, kollukları n ı çıkarmak, yakası n ı d üzeltmek, küçük, üç
köşeli bir ayna parçası nda favorilerini d üzeltmek su retiyle,
kendisine çeki düzen vermekle meşguldü. Sönmek üzere bu-
486
lu nan ateşin önünde iki centilmen ayakta duruyordu. Hizmetçi
kız bunlardan biri nin doğru olarak noter; paltosunu ilikleyip
ayrılmak üzere bulunan diğeri ninse bay Abel olduğuna hük
metti.
Bu gözlemde bulunan küçük casus C huckster'i n huzurun
da konuşmak korkusundan ku rtulmak ve haberi daha kolay
l ı kla ve özgürce ulaştırmak için bay Abel dışarı çıkı ncaya
değin, sokakta beklemeye karar verdi. Bu amaçla, gene usul
ca çekilip karşı yandaki bir kapı eşiğine oturdu.
O, böyle oturur oturmaz, caddede baş ı bir yanda, bacakla
rı başka bir yanda hoplayıp sıçrayan bir midilli göründü . Midil
linin çektiği bir fayton faytonun içinde de bir adam vard ı . Ama
midi lli ne arabaya, ne de içi ndeki adama hiç önem vermeden,
sanki yaratıkları n en özgürüymüş gibi, keyfine göre, arka
ayakları n ı n üzerinde şahlanarak, durararak, arabayı çekerek
gene durarak, geriye, yana kaçarak yoluna devam etmektey
di.
Noteri n kapıs ı n a gelince seyis midillinin istendiği zaman
duracağ ı n ı umarak pek sayg ı l ı bir biçimde; 'duuur!' dedi. Mi
dilli biran durduktan sonra, sanki istendiği zaman duracak
olursa, rahatsız ve tehlikeli bir örnek oluşturacakm ış gibi,
hemen h ı z l ı bir tırısla arabayı caddenin köşesine çekti , köşe
yi dönüp geri geldi ve kendiliğinden durdu.
Güvenle yere i n meden düşüncesini açığa vurmaktan çeki-
nen seyis : .
« N e sevimli yaratıks ın sen yok mu?» dedi. «Seni, doğru-
su, ödüllendirmek gerek!»
Basam akları i nerken boynuna atkıs ı n ı saran bay Abel :
« Ne yaptı ?» diye sordu.
Seyis yan ıt verdi :
« İ nsanı n kan ı n ı kurutmaya yeterli geliyor! Pek huysuz bir
hayvan. H u uuy, huuuy ! . . »
Bay Abel arabaya binip dizginleri e l e alarak:
«Ona böyle sövüp sayacak olursan hiç uslu durmaz!»
dedi. « Huyunca gidecek olursan pek uysal bir hayvand ı r.
Eski arabacı gittiğinden beri hiçbir ki mse onu kıpırdatmayı
487
başaramadı . Lambalara bakt ı n değil m i ? İ yi ! Yarın gelip ara
bayı buradan alırsın, olmaz m ı ? İ yi geceler!,,
Midilli, kendine özgü olan bir iki atıl m adan sonra, bay
Abel'in yumuşak huyuna boyun eğerek yavaş yavaş harekete
geçti.
Bütün bu s ırada, C hucskter kapıda olduğundan hizmetçi
kız yaklaşmayı göze alamamı ştı . Bu nedenle, şimdi araban ın
arkası ndan koşup bay Abel'e durmas ı n ı rica etmekten başka
yapacak bi r şey yoktu. Koştu, arabaya yaklaştığı zaman
soluk soluğa kald ığı ndan, sesini işitti remedi. Durum nazikleş
meye başlam ışt ı ; çünkü bir yandan da midilli h ız ı n ı arttırm ıştı.
Hizmetçi kız biran duraklayıp daha fazla koşamayacağını
kesti rince, son bir çabayla arabaya atlad ı ve arkaya oturdu.
Ama bu s ı rada kunduras ı n ı n tekinden oldu !
Bay Abel dalg ı n ve midilliyi yönetmekte zorlandı ğ ı ndan
çevresine bakmadan, sarsıla sallana, yoluna devam ediyor,
arkası ndaki kızdan habersiz bulunuyordu. Sonunda Markiz,
soluk al ıp yitirdiği kunduras ı n ı n üzüntüsünü ve içinde bulun
d uğu tuhaf du ru m u yenerek seslend i :
« Efendim ! »
Bay Abel midilliyi durdurd u ve b i r i rkil meyle baş ı n ı çevirip:
«Tanrı korusu n ! Ne oluyor?» diye bağ ı rd ı .
Yüreği çarpan küçük haberci:
« Korkmayın efend i m i Arkanızdan çok koştum . .. » dedi.
« N e istiyorsun? Oraya nas ı l ç ı ktı n?»
«Arkadan atlad ı m . Durmayı n ! Lütfen kente doğru sürün.
Tez olunuz. Çok önemli bir iş. Sizi birisi görmek istiyor.
Hemen gelmenizi istedi. Kit üzerine bir şey biliyormuş. Henüz
onun masun olduğunu kanıtlayıp kurtarmak um udu varm ış.»
«Ne diyorsun sen, kız ı m ! »
«Gerçeği söylüyorum . Lütfen tez olunuz. Yola ç ı kalı çok
o ldu. Beni m yittiğimi sanacakt ı r. »
Bay Abel istemeye istemeye midilliyi zorlad ı . M idilli gizli bir
d uygusal eğilimle h ızland ı ve Swiveller'i n oturduğu evi n kapı
sına gelince de -şaşılacak şey- bay Abel dizginleri çekince
durd u !
488
Markiz. Yeğnik bir ı ş ı k s ızan pencereyi işaret ederek:
« İ şte şu oda! Geliniz! ,, dedi.
Pek saf ve çekingen bir i nsan o lan bay Abel bir an durak
sad ı ; çünkü tıpkı içinde bulunduğu koşullar altında, halkın
kandı rı larak tuh af yerlere yöneltildiğini ve orada soyulup öldü
rüldüğünü, öncülerin de M arkize pek benzediğini duymuştu.
Bununla birlikte, Kit'e karşı beslediği sevecenlik bütün bu gö
rüşleri yendi. Midilliyi iş arayan bir adama tesli m etti ve elini
küçük öncüsüne vererek karanl ı k ve dar merdiveni ç ı ktı.
Bay Abel , yatağı nda sakin sakin uyuyan bir adam ı n loş
hasta odas ı na yönetildiğini görmekle şaş ı rd ı .
Küçük hizmetçi :
«Onun böyle sessiz sakin yattığını görrnek ne değin iyi
değil mi?» dedi. «Onu i ki üç gün önce gör.ınüş olsayd ı nız,
şimdi siz de memnun o lurdunuz !»
Bay Abel tek bir sözcük söylemeden, yataktan uzak. ve
kapıya yak ı n durdu. Onun bu gönülsüzlüğünü gören hizmetçi
kız mumu düzeltip eline ald ı ve yatağa yaklaşt ı . Bu sırada
bay Abel sarsılıp doğrulan Richard ' ı n solgun ve zayıf yüzünü
gö rünce hemen tan ıd ı :
Ona doğru yürüyerek nazikce:
«Ne oldu? Hasta m ıydı n?» diye sordu.
« Çok hasta. Nerdeyse ölümden döndüm. Size gö nderdi
ğim şu küçük dostum olmasıyd ı beni mezarda bulacaktı nız!
Bir kez daha elini s ı kay ı m . Markiz otu run efend i m ! »
Bay Abel, küçük öncünün b u ü nvan ı n ı işitmekle şaşkınla
ş ıp yatağı n yan ı n a bir sandalye çekti.
Dick:
« Sizi ben çağ ı rttım efendi m ! » dedi. « Her halde niçin ça
ğ ı rttı ğ ı m ı söylemişti r. »
« Evet söyledi. Cidden şaşkına dönd ü m . Ne söyleyeceği
m i , ne düşü neceği m i bilmiyoru m . »
« Bunu as ı l birazdan söyleyeceksiniz, M arkiz yatağ ı n yanı
na i lişiver. Şimdi bütün bana söylediklerini bu centi lmene yi
nele! Sözlerine dikkat et. Dinleyin efend i m ! »
Ö ykü h içbir şey u nutu lmadan v e hiçbir şey eklenmeden,
489
öncekinin aynı olarak yinelendi ; öykünün an latı lmas ı s ı rasın
d a Swiveller gözlerini ziyaretçiden ayırmadı v e öykü bitince
gene söze başlad ı .
« Hepsini duydunuz . Hiçbir şey unutmay ı n ız. Ben hiçbir
öneride bu lunamayacak derecede şaşkın ve tuhaf bir halde
yim . Ama siz arkadaşların ızla ne yapacağı n ı z ı tasarlarsınız.
Bu uzun gecikmeden sonra her dakika bir yüzy ı l gibi uzun
dur. Eve bu akşam her zamanki nden tez gidiniz. Bana tek bir
sözcük söylemeden hemen gidiniz! Bu kızcağ ızı her ne
zaman isterseniz burada bulursunuz. Bana gelince d aha bir
iki hafta d ışarı ç ı kamayacağı m . Bunun nedenleri var. Markiz
ış ı ğ ı tut! Bir saniye daha yitirirseniz sizi bağı şlamam!»
Bay Abel, daha fazla serzeniş ve üstelemeye gerek kal
madan çıkıp gitti. Markiz, ışığı elinde, döndüğü zaman, midil
linin hiç huysuzluk etmeden dört nala uzaklaştığ ı n ı bildirdi.
Dick:
« İ yi, buna çok sevindi m ! » dedi. «Sen de biraz bir şey
bulup ye ve bir bardak bira iç. Her halde çok acıkmış olacak�
sın. Seni n yiyip içtiğini görmek, kendim yiyip içmişim gibi ,
beni sevindirecek. »
Bu ilgi küçük hasta bakıcıya Swiveller'i pek memnun eden
bir biçimde yiyip içtikten sonra, ona da çay ı n ı verdi. Her şeyi
yerli yeri ne kald ı rıp bir örtüye sarındı ve ateşin önündeki kili-
·
LXVI
490
yan ı n a topland ı . Bay Garland, hepsinden önce elini uzatarak
hal hatır sordu.
Swiveller henüz pek güçsüz olmas ı na karş ı n , çok daha iyi
olduğunu söyleyeceği s ı rada küçük hasta bakıcı -sanki onla
rın karışmas ı n ı kıskanm ış gibi- ziyaretçilerin önüne geçerek,
h astanı n yastığı ucuna geldi ve kahvaltısı n ı vererek konuş
mas ı n ı dinleme yorgunluğuna gi rmeden önce, karn ı n ı doyur
mas ı n ı üsteledi. Çok acıkmış ve büt'.i n gece pek açı k bir bi
çimde pirzola, bira ve nefis yiyecek düşler görmüş olan
Swivel ler, kızarm ış ekmekle yeğnik çayın bile dayanı lmaz bir
ziyafet olduğunu duyumsayarak, bir koşulla razı oldu .
Ve bay Garland' ı n içten el sıkışına karş ı l ı kla:
«Bir lokma yiyip bir yudum bile içmeden önce şu soruma
yanı t veri n ! Çok geç kalmadı k ya?» diye sordu.
«Sizin dün akşam pek güzel başlad ı ğ ı n ız işin tamamlan
mas ı için m i ? Rahat olun. Hiç geç kalmad ı k. »
B u haberle avunan hasta, büyük b i r iştahla yemeye başla
d ı . Bununla birlikte, yemeğini yerken duyduğu zevk, hasta ba
kıc ı n ı n · onun yiyip içmekten duyduğu büyü k zevkten fazla de
ğildi. Swiveller s ı rayla çay fincanı n ı ya da ekmek dilimini sol
elinde tutarak bi r lokma yiyor ya da bir yudum içiyor; sağ
elindeyse Markizin elini tutarak bir yol sıkıyor, bir yol öpüyor;
lokmayı yutacağ ı s ı rada i kide bir büyük bir ciddi likle duraklı
yord u . Ağzına attığı her lokma ya da boğaz ı ndan geçen her
yudu m s ı rası nda Markizin yüzünde anlat ı lm az bir sevi nç oku
nuyor; ama Swiveller'in borçluluk duygu ları n ı n anlat ı m ı için
gösterdiği bu i ki belirtiden biri s ı rası nda yüzünün anlat ı m ı de
ğişip içi ni çekiyordu. Bu görünüşün anlam ı ister sevi nç, ister
kedere dayansa da, M arkiz sevecenlik uyandı ran bir bakışla
ziyaretçi lere bakıp sanki : 'Şu bayı görüyorsunuz ya! Ne yapa
biliri m ? Elimde ne var?' demek istiyordu. Onlar da bu sahne
nin diğer kişi leri sıfatıyla, bakışlarıyla: 'Yapacak bir şey yok,
çaresiz! ' demek istediklerini anıştı rıyorlard ı . Zayıf ve güçsüz
olan hastan ı n da katı ldığı bu sessiz sahnenin bütün kahvaltı
boyunca sürdüğü düşünülecek olursa, iyi ya da kötü bir söz
cük sarf etmede n , pek önemsiz ve basit jestlerle hiçbir yemek
491
s ı rası nda bu değin şeyin anlatı l ı p a nlatılmadığı kuşku götü
rür bir sorundur.
Sonunda -uzatmayal ım- Swiveller nekahat devresinin bu
evresinde önlem olsun diye yeter denecek miktarda kızarm ış
ekmek yiyip çay içti ; ama Markizin hizmet ve özeni bununla
bitmemişti. Çü nkü bir an o rtadan yitip çok geçmeden bir tas
temiz suyla geri döndü ve hasta nı n elini yüzünü yıkayıp saç
ların ı taradı ve kısacası bu koşullar altı nda, onu heri ı angi
diğer bir i nsan gibi temiz pak bir hale koydu. Markiz bütün bu
işleri o değin deneyi mli ve tez yaptı ki, sanki Swiveller küçük
bir çocuk, kendisi de onun yetişkin hasta bakıcısıyd ı . Hasta,
bu özenlere dilin tarif edemeyeceği borçluluk ve hayranlık
içinde uysallık gösterdi. Bu işler sona erince ve M arkiz de,
şimdiye değin soğumuş olan kendi kahvaltısını etmek üzere
uzak bir köşeye çe�ilince, Swiveller baş ı n ı bir an memnu nluk
la yastığı üzerinde çevirdi.
Son ra gene dönerek:
«Centi l men, beni mazur görü n ! » dedi. « Benim g ibi yetişip
büyüyenler tez yorulurlar. Şimdi kendime geldi m . Konuşabili
riz. Birçok eksiklerimiz arasında sandalyemiz de kıt. Lütfen
yatağı n kenarına oturuveri n ! »
Bay Garland, naziklikle:
« Sizin için ne yapabiliriz?,, diye sordu.
Dick yanıt verdi :
«Şu köşede oturan Markizi gerçek bir Markiz yapabilseydi
niz, hemen girişmenizi rica ederdim. Ama bunu yapamayaca
ğ ı nı z için ve sorun benim için değil, size daha yakın ilgisi
olan birisi için yapabi leceğiniz iyilik o lduğundan, lütfen neye
karar verdiğinizi bana da bildiri n. »
Yalnız bay:
« Biz de bunun için geldik!» dedi. « Çünkü birazdan bir
başka ziyaretçi gelecek. Ne yapmak, istediğimizi öğrenmeyin
ce merak edeceği nizi düşünerek, h enüz hiçbir şeye girişme
den sizi görmeyi uygun bulduk. »
«Teşekkür ederim . Benim gibi çaresiz bir durumda bulu
nan bir i nsan, pek doğald ı r ki , meraktan kurtu lamaz. Sözü nü
zü kesmeyeyi m . »
492
Yabancı bay, devam etti :
«O halde görüyorsunuz ki, Tanrı n ı n i nayetiyle ortaya
ç ı kan bu açıklamanın sağ l ı ğ ı na i n anmakla birlikte . . . "
Dick, Markiz'i işaret ederek:
«Onun açıklamas ı n ı kastediyorsunuz değil mi?» dedi.
« Elbet onun açı klamas ı . Buna kuşkumuz olmam akla birlik-
te ve bu bilginin gereği hiç kullanı lması sayesinde zavallı
gencin bağ ışlanarak özgür b ı rakılacağ ı na kan ı m ız bulunmak
la birlikte, bu alçakl ı ğ ı n baş ajanı olan Quilp'i avucumuz içine
alıp alamayacağ ı m ız ı bilemiyoru m . Şunu da söyleyeyim ki ,
bu kısa zaman içinde danıştığ ı m ız, güvenilir baylar da bu
kuşkum uzu kesinliğe yakın biçimde destekledi ler. Siz de tak
dir edersiniz ki, ona kaçmak için en küçük bir fırsat verecek
olursak, sonuç hiç hoş olmaz. Her halde kaçıp kurtu lması ge
reken bir i nsan varsa, onun Quilp olmad ı ğ ı n ı siz de söylersi
niz !,,
« Evet kuşkusuz öyle. Ama yasalar kötülüğün önüne geç
mek için yapıldığından, ben de dahil olduğum halde, hiçbir
kimsenin kaçması yan l ı s ı deği l i m . Doğru d eğil mi?»
Yabancı bay, Swiveller'in n e kastetdiğini tam olarak anla
mamış o lmakla birlikte, yeğnikçe gülü msedi ve önlemle dav
ranarak önce yum uşak yürekli Sarah'tan bir açı klama kopar
mak niyetinde oldukları n ı söyled i .
« Bizim neler bildiğimizi nası l bildiğimizi pek açı k bir bi
çimde kendisinin de bu işde d üzenleyici olduğunu anlayacak
o lu rsa, onun arac ı l ığ ıyla öbür i kisini cezalandırabileceğimizi
güçle umuyoruz. Bunu yapabilecek olursak vars ı n o istediği
gibi özgür kals ı n ! »
Dick b u tasarıya fazla ilgi göstermedi v e kendisi için şu
s ı ra olanakl ı olan taşkın Sarah'ı n denetilmesi Quilp'ten daha
zor olduğunu, onun herhangi bir biçimde korkutulması ya da
güzellikle kolay kolay değişecek bir i nsan olmad ı ğ ı n ı , onun
üstesinden gelemeyeceklerini ve yenik düşeceklerini bildirdi.
Ama onları bir başka tasarı m yapmaya kışkı rt ı l ması boş bir
çaba olurd u . Yabancı bay ı n , hepsinin ortaklaşa benimsedikle
ri bir tasarı m ı açıkladığ ı n ı söyledik. Şurası var ki hepsi birden
konuşuyorlard ı . İ çlerinden biri bir an susacak olsa. Dick söze
493
katılmak için fı rsat kolluyordu. Özetle o derece merak ve sa
b ı rsızlık içindeydiler ki, onları bir başka tasarı m ı benimsetme
ye çal ışmanı n ve akı lların ı yatırman ı n olanağ ı yoktu. Esen en
güçlü yelin yönünü değiştirmek, onları bir başka tasarı m ı dü
şünmeye yöneltmekten daha kolay olurdu. B u bakı mdan,
Swiveller'e Kit'i n annesini ve çocukları hiç gözden yiti rme
diklerini Kit'i de hiç bellekten çı karmad ı klar ı n ı , cezan ı n indiril
mesi için ellerinden gelen bütün çabayı sarfettiklerini, güçlü
suç kanıtlarıyla Kit'in masum o lduğu üzeri ndeki zayıflayan
umutları arası nda nas ı l şaşırıp kaldı kları nı anlatıp akşama
değin her şeyin yoluna girmesini bekleyerek yatışmas ı n ı ve
ayrıntısı gereksiz olan daha bir takı m nazik ve içten sözler
söyledikten sonra bay Garland noter ve yabancı bay Ric
hard'ı sonucu kendisi için pek kötü olacak i ki nci bir ateş nö
betine düşmeden ayrı ldı lar.
Bay Abel hastan ı n yan ı nda kal m ışt ı . S ı k s ı k saatine ve
oda kapısına bakıp duruyordu. Sonunda d ışarıda bir hamal ı n
s ı rtı ndan yere i ndirilen koca b i r yükün etkisiyle e v sallanıp şö
mine rafı üstündeki ilaç şişeleri birbirlerine çarpı nca, Swivel
ler daldı ğ ı kısa uykudan uyandı . Bu sesi işiten bay Abel'se
hemen yerinden kalkıp kapıyı açt ı . Güçlü gövdeli bir adam
elindeki koca, kapaklı bir sepeti içeri ald ı . Sepet açı l ı nca için
den neler, neler ç ı kt ı ! Çay, kahve, şarap, gevrek, portakal,
üzüm, haz ı r yolunmuş tavuk, donmuş paça suyu, ararot, ni
şasta ve diğer iştah açıcı yeğnik yiyecek maddeleri ortaya dö
küldü. Bu gibi şeyleri ancak dükkanlarda gören küçük hizmet
çi, ayağı ndaki tek kunduras ıyla olduğu yere m ı hlan ı p ne
söyleyeceğini şaş ı rd ı ; hem ağzı ndan, hem gözünden yaş
geldi. Ama ne bay Abel, ne koca sepeti bir anda boşaltan
güçlü gövdeli adam, ne de -sanki sepetin içinden çıkmış gibi
birdenbire ortaya çı kan iyi yürekli, yaş l ı bayan Garland şaş ı r
m ış görünüyordu. Yaşlı kad ın, hiç gürü ltü etmeden, ayakları
n ı n ucu na basarak, odada bazı işlere girişti. Paça peltesini
kaplara doldurdu; tencerede tavuk suyu çorbası kaynatıp por
takal soydu ve küçük hizmetçiyi -daha besleyici yiyecek ha-
494
z ı rlan ı ncaya değin- şarap bardağı ve daha birtakım seçilmiş
yiyecekle meşgul etti. Bütün bunlar Swiveller için o değin
beklenmedik, o değin şaş ı lacak şeylerdi ki, hamal bütü n bu
bol besini pek apaçı k olarak onun yarar ve çıkarına tergeyip
gittikten sonra, iki portakalla bi r parça pelte yiyip bu o lağa
nüstülükler üzerine zihin yormak güçsüzlüğü karş ı s ı nda başı
nı yastığa koyup gen e uykuya dald ı .
Diğer yandan yabancı bay, noter v e bay Garland b i r kah
vehaneye giderek yazdı kları kısa ve gizemli bir mektupla
bayan Sally'nin tan ı mad ı ğ ı bir dost ve onun arkadaşlarıyla
görüşmede bulunmak üzere tez oraya gelmesini rica ettiler.
Haber etkisini hemen göstermiş ve h abercini n dönüp m ektu
bu verdiğini bildirmesinden on dakika sonra, bayan Sally çı
kagelmişti.
Yal n ız bulu nan yabancı bay Sally'ye:
« Lütfen oturunuz bayan ! ,, dedi.
Sally pek ciddi ve soğuk bir tavırla otururken, kiracı ile
mektubu gönderen gizemli kişinin aynı i nsan olduğunu anla
makla, pek hakl ı olarak, şaşkı nlığa düşmüş görünüyordu.
« Burada beni göreceği nizi um muyordunuz değil mi?»
Güzel Sally:
«Zihnimi yormad ı m ! » ded i . « Bi r iş için o lacağ ı n ı varsay
m ı şt ı m . İ şiniz, kiralad ı ğ ı n ız daire içinse, kardeşime, usulü nce
haber vermedikçe, kirayı ödemeniz gerekir. Bu kolayl ı kla çö
zülecek bir sorundur. Taraflardan biri olduğunuz içi n bu gibi
durumlarda ya para, ya haber vermek gerekir.»
« İ yi düşü ncelerinize teşekkür eder ve görüşünüze katılı
rım. Ancak sizinle görüşeceği m sorun bu deği ld i . »
« Öyleyse lütfen açı klayınız. Varsay ı m ı m a göre h ukuksal
bir sorun olacak.»
« Evet, huku kl a ilgili bir iş!»
« İ yi , h a kard eşim, ha ben. Yönerinizi alır, size öneride bu
lunabiliri m . »
Yabancı bay.yeri nden kalkıp iç adan ı n ı kapısını açarak:
« Bu işle i lgi li diğer baylar da bulunduğu için onları n da ka
tılması iyi ol�r!» dedi. «Baylar, bayan Sally burada!»
495
Bay Garland ve noter pek ağ ır, başları dik, içeri girdiler.
Her ikisi yabancı bayı n her i ki yanı na birer sandalye çekerek,
güzel Sarah ' ı n çevresine bir çit kurdu lar ve onu araları na sı
kıştırdı lar. Bu gibi hal lerde Sampson bir şaşk ı n l ı k ve kaygı
yansıtmaktan kendi ni alamazd ı ama Sarah hiç istifini bozma
dan teneke kutusunu çı kararak suskunl ukla bir tutam enfiye
•
ald ı .
Bu anda noter söz alarak:
« Bayan Brass !» dedi. « Biz meslektaş olarak birbirimizi
pek iyi anlarız ve istediğimiz zaman pek az sözcükle ne anlat
mak istediğimizi açı klayabiliriz. Geçenlerde kaçak bir hizmet
çi için i lan vermişsiniz!»
Sally kızararak:
« Peki ama ne olmuş?» diye sordu.
Noter, gösterişli bir biçimde m endilini çı kararak:
«Hizmetçi bulundu, baya n ! » dedi.
Sarah h emen sordu:
« Ki m bulmuş?»
«Biz bulduk, bayan ! Üçümüz bulduk. Onu daha henüz dün
gece bulduk. Yoksa şi mdiye değin bilginiz olurdu . »
Sally sanki yaşam ı bahasına da olsa reddedecekmiş gibi,
zihninde duru m u sorgulayarak kolları nı kavuşturup:
«Şi mdi bilg i m oldu!» ded i . « N e söylemek istiyorsunuz?
Onun üzerine aklı n ıza bir şeyler koymuş olacaks ı n ı z . Ben
kanıt isteri m . Kanıtlayın. Onu bulduğunuzu söylüyorsu nuz.
Eğer bilmiyorsanız, size şunu söyleyeyim ki, siz pek kurnaz,
pek yalancı, h ı rsız, şeytanın birini buldunuz ! . . » Bayan Sally
bu rada çevresine bakı narak ekled i : «Onu da buraya getirdi
niz mi?»
Noter: I
« Hayı r, şimdi lik burada değil ! » dedi. «Ama çok güvenli bir
yerde!"
Sally enfiye kutusundan bir tutam enfiye alıp, sanki küçük
hizmetçi nin bu rnunu koparıyormuş gibi , parmakları aras ı nd a
h ı nçla ufaklad ı ktan sonra:
496
«Onun bundan sonra güvenlik alt ı nda bulunacağ ı na kuş
kunuz olmas ı n ! » dedi .
« Öyle u marı m ! Küçük hizmetçi kaçmadan önce mutfak ka
p ı s ı n ı n iki anahtarı olduğunu bi liyor muydunuz ?,,
Sally bir tutam enfiye daha ald ı ve baş ı n ı bir yana eğerek
ağzında bi r tür ispazmozla, ama pek kurnaz bir anlatımla kar
ş ı s ı ndakine bakt ı .
« Bu i k i anahtardan birinin ona içeride kilitli olduğunu var
sayd ı ğ ı n ız bir s ı rada, g eceleyin ev içi nde dolaşmak ve gizli
konuşmalara, özellikle bugün bir yargıç önünde açı klanacak
olan ve sizin de duymak f ı rsat ı n ı bul acağ ı n ız konuşmalara
kulak konuğu ol mak olanağ ını verdiğini biliyor musunuz? Bu
nunla, şu pek bahts ız, masum gencin, ancak küçük tanığa
eklediğiniz s ıfatlar ve hatta daha güçlükleriyle nitelenebile
cek olan, korkunç bi r tasarıyla h ı rsızlıkla suçlan ı ld ı ğ ı günün
gecesi , bay Brass'la aran ızda geçen konuşmayı kastediyo
ru m, bayan !,,
Sally bir tutam enfiye daha çekti . Yüzü nün anl at ı m ı pek
sakin olmakla birlikte, bir sürprizle karşı laştığ ı pek açı ktı ve
küçük hizmetçiyle ilgili olarak kendisine dayanacağ ı n ı sandığı
suç bundan bambaşka bir şeydi.
Noter:
« Haydi, haydi bayan B rass ! » dedi. «Sinirleri nize pek sa
hipsiniz; ama görüyorsunuz ki bu aşağ ı l ı k t�sarı hiç varsay
mad ığ ı nız bir biçimde ortaya çıkmışt ı. İ ki fesatçı adelete tes
lim edilmelidir. Ne gibi bir cezaya çarpt ı rı lacağ ı nızı
bi liyorsunuz; onun için üzerinde durmaya gerek görmüyorum .
Size b i r öneride bulunacağ ı m . As ı lması gereken b i r habisin
kardeşi bulunuyorsunuz ve bir kadına söylemek yaraşırsa,
siz de onun içi n pek işe yarar bir kardeşsiniz. Oysa sizinle te
ması olan bir üçüncü kişi, bu şeytanca tasarı n ı n ası l tasarla
yıcısı, bu hain var ki, her i ki nizden de daha kötü bir insan,
onun uğruna bir işin içyüzünü bize anlatın. Şunu da anı msa
tayım ki, bunu yapacak olursan ız, güvenli ve dokunu lmaz bir
durumda olacaks.ınız. Oysa içinde bulunduğunuz durum hiç
hoşa gidecek bir şey değildir. Bunun kardeşinize de bir zararı
497
Antikacı Dükkanı / F: 32
dokunmaz; çü nkü görüyorsu nuzki, her ikiniz hakkında yeterli
kan ıtları m ız var. Bunun size acıdığım ız için söylemiyorum.
zira gerçeği söylemek gerekirse size karşı sayg ı m ız yok.
Ama buna zorunlu kaldık. Size bunu en iyi bir çare olarak
sal ık veriyorum . Bay Witherden burada saatini çıkararak. 'Bu
gibi durum larda vaktin değeri büyüktür. Lütfen kararınızı tez
veriniz!',,. uyarı sı nda bulundu.
Yüzünde bir gülümsemeyle, her üçüne bakan Sarah iki üç
tutam enfiye çekip bu zamana değin kutuda pek az kald ığı
için, baş ve işaret parmaklarıyla kutuyu kazıyıp bir tutam
daha ald ı ve kutuyu özenle cebi ne yerleştirdikten sonra:
«Ya kabul, ya reddetmemi istiyorsunuz, öyle mi?» d.edi.
« Evet, bayan !»
Güzel bayan, dudaklarını açıp yanıt vereceği s ı rada, bir
d enbire kapı açı ld ı . Sampson'un başı kapıda göründü ve tez
dola.mbaç:
«Bağışlay ı n ız , bi r dakika bekleyi n ! » dedi.
Bu sözcükleri söyleyen Brass, gelişini n uyand ı rd ı ğ ı şaş
kı nl ığa önem vermeden içeri girdi ve kapıyı kapayarak düş
kün bir halde yağlı eldivenlerini sanki tozmuş gibi öpüp zaval
l ıca boynunu kırd ı .
« Sarah, lütfen dilini tut v e benim konuşmama izin ver!
Baylar, sizin gibi duygu ve düşünce birliğine sahip üç bayı
görmekle ne değin sevindiğimi anlatabilsem bana inanmazd ı
n ız. Bahtsız ve hatta bu toplant ıda sert anlat ı m lar kul lanacak
sak suçlu ol mama karşı n; diğer i nsanlar gibi ben de hatır
gönül sahibiyim. Bir şair bunun herkeste var olduğunu söyle
miştir. Bunu söyleyen bir domuz da olsa, gene ölmezler ara
s ı nda yeri vardır!»
Sarah, sert bir tavı rl a:
« Budalal ı k etm e, dilini tut !» dedi.
« Sevgili Sarah, teşekkür ederim . Ama ben ne dediğimi bi
liyorum ve konuşmakta özgürüm . Bay Witherden ; cebi nizden
mendiliniz sarkıyor, efendim. İ zin verir misiniz . . . "
Brass bu düzensizliği gidermek üzere ona yaklaştığı
zaman noter tiksintiyle geri çekildi . Her zam anki .çekici nite-
498
liklerinden başka, yüzü tı rmalan m ış olan ve gözlerinin biri ni:·
üstünde yeşil, bi r korunaç bulunan, şapkası fena halde ezii·
miş olan Brass, duraklayıp acıklı bir gülümsemeyle çevresine
bakt ı .
« Hatta kötülüğe karşı iyi lik etmek istediğim zaman bile,
benden kaçıyor. İ yi! İ yi! Ben yıkılan bir evim. Sevip sayd ığı m
bi r bay hakkında ş u söylemi kullanmama izin verilirse, fareler
benden kaçıyor! Baylar, şimdiki görüşmenize gelince, karde
şimin bu raya geldiğini görünce, deyim yerindeyse, vesveseli
bir huyum olduğu içi n , onu izledim ve bütü n söylediklerinizi
duyd u m .
Sarah , söze karışarak:
«Akl ı n ı kaçı rm ad ıysan, sesini kes ve fazla bir şey söyle:
mel» dedi.
Brass, eksi lmeyen bir nazikli kle:
« Aziz Sarah ! » . d edi. «Ama devam edeceğim. Bay Wither
den, kirac ım olan, yani çatım altı nda barı nan diğer centi lmeni
hesaba katmasak bile, aynı mesleği n kişileri s ıfatıyla, bana
bu öneriyi sal ı k verirdiniz.» Noterin sözünü kesmek üzere ol
duğunu sezen Brass, sözünü sürdü rerek dinlemesini rica etti.
Bay Witherden sustu ve Brass, yeşilgöz korumacı n ı kaldı
rıp fena halde morarm ış olan gözünü göstererek devam etti :
« Bunu görü nce pek doğal olarak kendi kendinize bana ne
olduğunu sorar, yüzüme bakı nca bütü n bu tırmıklara şaşar,
şapkam ı n bu halini merakla karş ı lard ı n ı z . »
Brass, bu rada şapkası n ı b i r yumruk atarak: «Baylar, "
dedi. « Bütü n bun ları yapan Qui lp'tir l »
Ü ç adam birbiri ne bakıp sustu .
Brass, sanki kız kardeşine bilgi veriyormuş gibi, 6na yan
yan bakarak ve her zamanki sakin ve ı l ı m l ı haliyle bir karşıtlık
oluşturan sataşgan bir düşmanl ı kla sözlerini sürdürdü.
« Bütün bunları n nedeni, beni kışkırtıp kandı rarak iğrenç
batakhanesine çeken Quilp; ben yan ı p, yara bere içinde ve
sakat düşerken seyredip keyfinden kahkahalarla gülen Quilp;
onunla olan bütün i lişkilerimizde bana hep bir köpekmişim
gibi davranan Quilp her zaman bütü n yüre,ği mle rıefr9t etti-
499
ğinı Qui lp'ti r! Şimdi sanki öneriyi yapan kendisi değilmiş ve
bu soru nla bir i lgisi yokmuş gibi, bana s ı rtı n ı çevird i ; ona hiç
güvenim yo k! Kudurm uş, çılgın, aş ı rı cü mbüşlerinden biri sı
rası nda hatta öldürmeyi bile göze alır ve beni korkutup deh
şete düşürdüğü sürece, kendisini kenara çekip ald ı rış
etmez! ,, Brass gene şapkası n ı eline alıp gözü nün üstüne
korumacı geçirdikten sonra dizlerinin üstüne çöküp düşkü n
bir tavırla sord u :
« Bütün bunlar beni neye yöneltiyor. B u n u varsayıyor mu
sunuz, baylar?«
Hiçbiri konuşmad ı . Brass, sanki pek seçki n bir bi lmece
söylemiş gibi, bir an durup y ıl ış ı k bir halde s ı rıttıktan sonra
ekledi:
« K ısa kesmek için hemen şunu söyleyeyim ki , gerçek or
taya çıktıktan sonra -apaç ık bir biçimde böyle olduğu görülü
yor- şimşekli fırtı nalar gibi her zaman görmekten fazla hoş
lanmad ı ğ ı m ız bu kutsal gerçek ortaya çıktıktan sonra, bu
adam ı n beni mahvetmesine izin vermektense, benim ona
zarar vermeye bakmanı uygun olur. Kötü bir durumda oldu
ğumu anl ıyoru m . Onun için bi rinin açı klamada bulunması ge
rekiyorsa bunu kendim yaparak yararlanmayı yeğleri m .
Sarah , azizi m , s e n güvenli durumdas ı n . Bunları kendi çıka
rım için söylüyoru m . »
Brass, büyük b i r tezcan l ı l ıkla sevimli m üşterisini olası ola
nağı kötüleyerek ve kendisini de -kendisi de kabul ve teslim
ettiği gibi- i nsana! zayıflıkları olan bir evliya göstererek bütü n
öyküyü anlattı ve sözlerini şöyle tamam lad ı :
«Sayı n baylar, ben yarım işlerden hoşlanmam, küçük bir
tehlikeye girdikten sonra büyüğüne de hazırlanmas ı n ı bilirim.
Bana istediğinizi yap ı n ; istediği niz yere götürü n. Eğer bunu
yaz ı l ı olarak isterseniz h emen yazay ı m . Bana acıyarak davra
nacağ ı n ız ı biliyoru m . Siz onur sahibi, acıyan i nsanlarsı nız.
Ben gereksinim dolayısıyla Oulip'e boyu n eğmişti m . Gereksi
nim yasa tanı maz ama hukukçuları tan ı r. Size de hem bir zo
runluk, hem de uzun zamand ı r beslediğim duygular dolayısıy
la boyun eğiyorum . Quilp'i cezalandı rı n . Ona acı m ay ın . Beni
500
uzun zamand ı r ezdiği gibi , siz de onu ayakları nızın altı nda
ezi n ! »
Sampson, açı klamas ı n ı n sonuna gelince, öfkesini dizgin
leyerek gene eldivenini öptü ve ancak parazit ve korkakları n
yapacağı bir biçimde gülü msedi.
Kardeşini el leri arasına ald ığı başıyla ve acı bir aşağ ıla
mayla tepeden tırnağa d eğin süzen Sarah, baş ı n ı kaldı rarak:
« Bu benim kardeşim öyle mi?» dedi «Kendisi için çalışıp
çabalad ı ğ ı m , bir erkek yanı olduğunu sandı ğım kardeşim,
öyle mi?»
Sampson yeğnik yeğnik ellerini oğuşturarak:
« Sevgili Sarah, dostlarımızı sıkıyorsun ! » dedi. «Açıkças ı
düş kırıkl ı ğına uğrad ı n ve bilmeyerek kendini ele veriyorsun !»
Sarah, karş ı l ı k verdi :
« Evet, zavallı korkak! Ne demek istediğini anlıyoru m . Sen
den önce açı klamada bulu nacağ ı mdan korktu n. Ama beni bir
tek sözcük söylemeye kandırılacak mı sanıyorsu n? Yirmi yı l
uğ raşsalar benden bir tek sözcük koparamazlard ı ! »
Pek kötü bir biçi mde onuru kırı lan ve sanki kız kardeşiyle
cinsiyet değişti rmiş ve sahip olduğu son erkeklik kıvılc ı m ı n ı
da ona aktarm ı ş görünen Brass:
« H i h i ! » diye aptal aptal güldü. « Ö yle sanıyorsun Sarah !
Ama sen hiç de öyle davranmazd ı n. Akl ı ndaysa, i htiyar ti lki -
saygı n babamız, efendim- hep herkesten kuşkulanmayı ilke
olarak benimsemişti. Bu yaşamda bir destek olacak bir ilke
ben geldiğim zaman kendi güvenini satın almak üzere değil
sen, bile, her halde şimdiye değin almış olurdun. Onun için
bu işi kendim görerek seni hem zahmet, hem de utançtan
kurtard ı m . " Brass yenik olduğunu kabullenerek ekledi :
« Utanç, eğer varsa, bendedir, kad ı nları n bundan korunması
gerek. »
Brass'ı n düşüncesine ve özellikle saygı n atas ı n ı n yetkisi
ne önem vermekle birlikte, babası tarafı ndan i leri sürülen ve
oğlu taraf ı ndan uyulan bu yüksek ilkeni n hep basiretli bir
ön lem o lduğu ve uygulanmas ı nda hep istenen sonucu verip
vermediği kuşku götürür bir gerçektir. Dünya ada m ı, önlemli
50 1
müşteri , çok bi lmiş, iş adamı diye tan ı nan birçokları n ı n bu il
keyi her gün kutup yıldızı ve pusula gibi kulland ıkları ve kul
lan mış oldukları düşünü lecek olursa, bu kuşkunun yersiz ve
aş ı rı olduğu görülüyor. Bununla birlikte gene kuşkuya açı k
yer kal maktad ı r. Bir örnek olarak şunu kaydedelim ki , Brass
fazla vesveseli olmasa, gizlice soku lup dinlemeden , kızkarde
şini sorunu her i kisi içi n de çözmeye bı raksa; ya da dinledik
ten sonra, güvensizlik ve kıskançl ı k etmeyip onun önüne geç
mese, olası ki sonunda kendisi kazançl ı ç ıkacakt ı . Böylece
her zaman mi kroskoptan bakmak zah metine katlanıp en za
rarsız zaman larda bile zevk taş ıyan dünya adamları , kendile
rini hep iyi lik için olduğu gibi kötülük için de savu.nurlar.
Ü ç centi lmen bi rkaç dakika başbaşa görüştü ler: Bu kısa
görüşmenin sonunda noter masa üzerindeki yaz ı malzemesi
ni işaret ederek -Brass yaz ı l ı bir ifadede bulunmak istiyoruz
buna olanak bulunduğunu bildirdi. Noter onun aynı zamanda
birazdan bir sorgu yarg ıcı önüne ç ıkması gerektiğini, her ne
yapar ve söylerse kendi iradesiyle yapacağı n ı uyarmak zo
runluğunu duyumsad ı .
Brass, eldivenlerini çıkarıp yerde sürünürcesi ne düşkün
bir halde:
«Baylar . . . » dedi. «Güvendiği m sevecenliğinize hak kazan
mak isterim . Bu bulgudan sonra sevecenliğinize sığı nmasam,
her üçümüz arası nda en kötü durumda bulunan ben o luyo
ru m . Tam bir açıklamada bulunacağ ı m a güveni niz. Bay Wit
herden, üzerimde bir bayg ı n l ı k var, efendi m ! Lütfen zili çalı p
s ıcak v e baharl ı b i r şey ısmarlayın, bütün olup bitenlere kar
ş ı n , sağ lığ ı nıza içmekle hazin bir zevk duyacağ ı m . » Brass
burada kederli bir gülümsemeyle çevresine bak ı narak ekled i :
«Sizin üçünüzü M arks'daki alçak gönüllü çatım altı nda gör
meyi ummuştum. Ama umutlar ne çabu k soluyor! » ·
Brass bu s ı rada öyle üzgün olmuştu ki, içki geli nceye
değin hiçbir şey yapacak ya da söyleyecek gücü bulamad ı .
İ çinde bulunduğu sars ı nt ı l ı hale karşın, bol v e özgü rce içtik
ten sonra, oturup yazmaya koyuldu.
Kardeşi bu işle meşgulken, sevi mli Sarah , bir yol kolları n ı
kavuşturarak, 'bir yol arkası nda kenetleyerek odan ı n içinde
502
sinirli bir erkek gibi dolaşıp ara s ıra enfiye kutusunu çı kararak
kutu nun kapağ ı n ı ısırd ı . Yoru lu ncaya değin dolaşıp durduk
tan sonra, kapının yan ı ndaki bir sandalyeye otu rup uykuya
dald ı.
Bu uykunun o zamandan beri, haklı olarak, sahte ve yap
mac ık olduğu varsay ı l m ı ştı ; çünkü akşam karanlığında, gö
rünmeden, s ıvışıp gitmişti. Bu ayrı l ı şın, uyan ı k ve tasarlanmış
ya da uyku s ı rası nda yü rümek biçi m inde olup olmad ı ğ ı tartış
ma götürmekle birlikte, herkes bir nokta -hiç kuşkusuz önemli
bir nokta- üzerinde uzlaş ı kt ı . Her ne yolla çıkıp gittiyse Sarah
bir daha geri dönmemişti .
Akşam karanl ı ğ ı nda Brass'. ı n işi epey uzun sürdü. Sonun
da gece olmadan işi bitince Brass ve üç centilm�n bir araba
ya bi nerek yargı cı n özel bürosuna gittiler. Yarg ıç, Brass'a
s ıcak bir kçıbul gösterip onu ertesi sabah karş ıs ında görmek
zevkini sağlamak üzere güvenilir bir yerde alıkoyduktan
sonra , ertesi gün Quilp'in tutu klanmas ı n ı sağlayacak iddiana
menin ç ıkarı lacağ ı n ı ; sorunun -iyi ki kentte bulu nan- bakana
başvuru l ması ve kapsaml ı bir biçimde açıklanmasıyla Kit'in
bağ ı şlan ıp özgür b ı rakı lacağ ı n ı müjdeledi.
Artık Quilp'in kötücül ve zararlı yaşam ı n ı n sonu geldiği an
laş ı lıyordu. Çoğu kez, özellikle ağ ı r bulduğu zaman yavaş
yürüyen cezalandı rma güvenl i ad ımlarla i lerleyip ona h ızla
yaklaşıyordu. Oysa ceza kurbanı utku düşü içinde, her şey
den habersiz, kendi işine bakmaktayd ı . Kendi yo lunda ilerle
yen ceza sonunda onun ayak ucuna değin yaklaşmış ve artı k
kurtu luş umudu kalmamışt ı .
İşleri biten üç cen�ilmen nekahat devresini memnunluk ve
rici bir biçimde atlatarak yarı m saat boyunca oturup neşeyle
konuşan Swiveller'in odası na gittiler. Bayan Garland bir süre
önce ayrı l m ıştı ; ama bay Abel daha hastan ı n yanı ndayd ı .
Gördükleri işi bütün ayrınt ılarıyla anlattı ktan sonra, Gar
land'lar ve yabancı bay -sanki önceden kararlaşt ı r ı l m ı ş g ibi ,
ayrı ldılar ve hastayı noter ve küçük hizmetçi kızla yalnız bı
raktılar.
503
Noter yatağ ın kenarı na ilişerek Swiveller'e:
«Çok daha iyileşmiş olduğunuz için size mesleğim gereği
elde ettiğim bir haberi ulaştı rmak isteri m ! » dedi.
Hukuk işleriyle meşgul olan bir bayın vereceği bu hukuk
sal haberin Swiveller üzerinde hoş olm aktan uzak bir etki bı
raktığı görülüyordu. Olası ki bu haberi zaten birkaç kez tehdit
edici mektuplar aldı ğı bir iki gecikmiş borçla i lgili görm üştü .
Yan ıt verirken yüzünde bir heyecan okunuyordu.
« Hay hay efendi m ! Umarım kötü bir haber değildi r!»
« Öyle olsaydı bunun için daha uygun bir zaman seçerdim.
Ö nce şunu söyleyeyim ki, bugün buraya gelen dostları m ı n
bundan haberleri yok. Buraya kendi arzularıyla geldiler?
Bunu bilmen iz iyi olur.»
Dick, teşekkür ederek aynı temennide bulundu .
«Sizin bizi bi r araya getiren olaylara benzer bir durum
içinde bulu nduğunuzu akl ı mdan bile geçirmeyerek, üzerinize
soruşturmalarda bu lundum. Siz Dorssetshi r'e de Cheselbour
ne ilçesinde, evlenmeden ölen bayan Rebecca' nı n yeğeni bu
lunuyorsun uz . »
Dick:
« Ö len . . . » diye bağ ı rd ı .
« Evet ölmüş. Başka h uyda b i r yeğen olsayd ı nı z. Vasiyet
namede kayded ildiğine ve benim de hiç kuşku etmediğime
göre -yirm i beş bi n sterline varissiniz. Oysa şimdi y ıld a yüz
elli sterlinlik bir gelire sahip oluyorsunuz. Ama sizi gene de
·
kutları m . »
Dick hem içini çekip hem gülümseyerek:
« Edebilirsiniz efend i m ! » dedi. «Ant ederim , zavallı Mar
kiz'e iyi bir öğrenim ve terbiye vereceğiz. İ pek giysiler içinde
gezecek ve harcayacak parası olacak! »
LXVll
Geçen bölümde ayrı ntı land ırı lan bütün izlerden habersiz
olan ve ayakları n ı n alt ı na kurulan tuzağı akl ı ndan bile geçir
meyen (çünkü olan bitenlerin ihbar edilmemesi için son dere
504
ce gizli davran ı l m ıştı) Ouilp hiçbir kuşkuya düşmeden, kurdu
ğu fesadı n sonucundan kesinlikle memnun olarak, i nzivası n
da kapalı kald ı . Çeki ldiği tenha köşenin suskunluk ve sessizli
ğinden yararlanarak, baz ı hesapların görülmesiyle, meşgul
olmuş ve iki koca gün ininden ç ı kmamıştı . Ü çüncü gün de
onu d ı şarı çı kmak eğiliminden uzak olarak kendi işine gömül
müş buldu.
Brass' ı n açı klamasından beri i ki gün geçmişti . Bu nedenle
cücenin özgürlüğünün tehdit altı nda bulunduğu ve kendisine
karş ı hoş olmayan ve beklenilmedik gerçeklerin bi ldirileceği
gündü. Çatısı n ı n üzerinde dolaşan kara bulutları sezecek
güce sahip olmadığı ndan , her zam anki neşeli hali üzerindey
di ve işiyle pek fazla meşgul olduğunu anlay ınca, sağl ık ve
ruh durumuna saygı göstererek, . tekdüze işini bir yol baykuş
gibi ötmek bir yol havlamak gibi m asum eğlence ve dinlen
ceyle süsled i.
Hizmetini her zamanki gi b i , ateşin yanında kaplumbağa
gibi büzü lüp oturan ve ara s ı ra efendisi arkas ı n ı döndüğü sı
rada, korkunç bir sağ lı kla onun sevimsiz mi miklerini taklid
eden Tom Scott görüyordu.
Hava, kentin en yüksek yerlerinde bile rutubetli, karanlı k,
soğuk ve kasvetliydi. O alçak ve bataklık yerde sis her kovu
ğu, her köşeyi yoğun bir bulut tabakasıyla örtmüştü. Bir iki
metre uzaklıkta her şey belirsizdi . Bu kara örtü altında nehir
deki ışık ve fenerler yetersiz kalıyor; havada kemiklere işle
yen keskin bir soğuk egemendi. Şaşkı n bir h alde küreklerine
ası larak yolunu izlemeye çal ışan bir mavnac ı n ı n ara s ı ra işi
tilen bağ ı rması olmasa, nehir bile sanki mil lerce uzakta sanı
lacaktı.
Yoğun ve yavaş hareketli sis pek keski ndi. Kürk ve kal ı n
kumaşlarla bile korunmak pek zordu. Sis, ezilip büzülen yaya
yolcuların iliğine değin işleyerek onları üşütüp acı çektiriyor
du. Her şey rutubetli ve yapışkandı. Bu rutubete karşı koyan
ancak neşeyle çıtırdayıp yanan sıcak, parlak ateşi evde otu
rup ateşi n kenarında toplanarak bu gibi havalarda, kı rlarda,
tarlalarda yolları n ı yitiren yolcuların öyküsünü anlatacak ve
ateş kenarı n ı her zamankinden fazla sevecek bir gündü.
505
Bilindiği gibi, cüce kendi ateşi kenarında bulunmaktan
hoşlanıyor; keyfi yerinde olduğu zaman yaln ız kalmaktan
zevk alıyordu. İ çeride bulu nmak rahatlı ğ ı n a sevinerek Tom
Scott'a küçük sobayı kömürle doldu rmas ı n ı buyu rdu ve o gün
işini bı rakarak keyiflenmek istedi.
Bu amaçla yeniden mumlar yakıp sobaya bir miktar kömür
daha doldurduktan sonra, kendi eliyle pişirdiği bir bifteği yam
yamcasına yiyip koca bir kab punç hazı rlad ı ; piposunu yakı p
geceyi g eçirmek üzere oturdu.
Bu s ı rada barakanın kapısı nda işittiği bir ses dikkatini
çekti. Kap ı bir i ki kez daha vurulunca, yavaşça pencereyi
açıp baş ı n ı uzattı ve kapıyı ki min vurduğunu sordu.
Bir kad ı n sesi yan ıt verd i :
«Benim Quilp !»
Cüce, ziyaretçiyi daha iyi görebilmek için boynunu biraz
daha uzatarak:
«Sen, öyle mi?» ded i . « Ne diye buraya geldin, kocakarı !
Bu dev saray ı na yaklaşmayı nas ı l göze alıyorsun?»
Karıs ı :
«Sana bir h aber g etirdim. Bana darı lma, Quilp!» dedi.
« İ nsan ı hoplatıp parmakları n ı şaklatacak iyi, hoş bir h aber
mi? Yoksa aziz, i htiyar bayan Tanrıs ı na mı kavuştu?»
« İ yi ya da kötü bir haber olup olmad ı ğ ı n ı bilmiyoru m . »
«O h alde kocakarı n ı n b i r şeyi yok. Haydi eve ! Uğursuz
kuş, h aydi eve ! »
Suskun , küçük yap ı l ı kad ı ncağ ız:
«Bir mektup getird i m ! » diyebildi.
« Pencereden atı p çekil git! Yoksa d ışarı çıkıp seni tı rmala-
rı m ! »
Boyun eğen karı s ı , göz yaşları içinde:
«Söyleyeceği m i di nle, Quilp! Yalvarı rı m sana!» dedi .
Cüce kötü niyetli bir sırıtışla h ı rlad ı :
«Söyle bakal ı m ! Çabuk o l ve kısa kes ! »
Bayan Quilp titreyerek:
«Bu m ektubu bugü n öğleden sonra ki min taraf ı ndan veril
diğini bi lm ey"en ama getirilip sana teslim edilm�si buyuru lan
506 .
ve pek önemli olduğu için hemen veri lmesini söyleyen bir
çocuk getird i ! » dedi . Kocası elini uzatıp mektubu almak iste
yince kad ı ncağız ekledi: « B ı rak içeri gireyim Quilp! Nasıl ıs
lanm ış ve üşümüş olduğumu, bu yoğun siste kaç kez yolumu
yitirdiğimi bil miyorum. Ateşi n yan ı nda beş dakika ısı nıp giy
silerimi ku rutay ı m . Söz veriyorum sen git deyince gidece
ğim.»
Sevim li kocası bi rkaç dakika dura�sadı ktan sonra, mektu
bun bir yanıt isteyeceğini ve karıs ı n ı n bunu götürebileceğini
düşünerek pencereyi kapayıp kapıyı açtı ve içeri girmesini
söyledi. Bayan Quilp tepisel bir istekle içeri girdi ve ateşin
önünde çömelip ellerini ısıtı rken kocası n a ufak bir zarf uzatt ı .
Quilp, karıs ı na y a n yan bakıp zarfı çekip aldı ve:
« lslandığına sevindim ! » dedi . Ü şüdüğüne, yolunu yitirdiği
ne sevi nd i m. Ağlamaktan gözlerinin kı zarmas ına yüreğim yağ
bağlad ı . Küçük burnunun donup morard ı ğ ı n ı görmek ne iyi !
Karısı içini çekerek:
«Ouilp, ne ac ı masızs ı n ! » dedi.
Cüce, yüzü ne akla düşe gelmeyen birtakı m mimikler verip
yüzünü buruşturarak:
« Ö ldüğümü sanm ıştı n değil mi?» dedi . «Ha ha h a ! . . »
Bu azarlamalara, d i z çökmüş ellerini ısıtı rken içini çekip
ağlayan kad ı ncağ ız, hiçbir yanıt vermedi . Kocası onu zevkle
seyrediyord u ; ama karı s ını seyredip kıkır kıkır gülen Quilp,
Tom Scott'un da bu ndan pek hoşland ı ğ ı n ı görünce, neşesine
kendini bil mez bir ortak ç ıkmamas ı için onu yakas ı ndan yaka
layıp kapıya sü rükledi ve kısa bir çekişmeden sonra, tek
meyle kapıdan d ı şarı attı . Bu nazikliğe bir karş ı l ık olmak
üzere, Tom ell eri üzerinde yürüyerek, pencerenin yanına
geldi ve -deyim gerekirse- kunduralarıyla, pencereden içeri
bakarak, ölüm haberi getiren başaşağı çevrilmiş bir varl ı k
gibi , ayaklarıyla pencerede davul çald ı ! Quilp şaşmaz bir bi
çimde masaya el atarak saklanıp pusu kurduktan sonra,
küçük dostuna yağ çekmeye başlayı nca, Tom hemen orta
dan yitti ve ortalığı boş bı raktı .
Cüce :
507
«Serin, sakin şu işi gördükten sonra bakal ı m mektupta ne
var?» dedi. Sonra mektuba bakarak: «H aa ! » diye m ı rı ldand ı .
« B u yazıyı tan ı rı m . Güzel Sarah bu !»
Zarfı açarak, açık, işlek bir yaz ıyla yaz ı l m ı ş mektubu
okudu :
«Sammy kandı rı ldı ve h er şeyi söyledi. Ortada dolaşay ı m
deme! Zira ziyaretçiler gelecek. Henüz pek devi nimsiz görü
nüyorlar; ama sizi habersiz yakalamak istiyorlar. Hiç vakit yi
tirme! Ben yitirmedi m . Beni arayan bu lamaz. Senin yerinde
o lsam ayn ı şeyi yapard ı m S.B : ,,
Quilp bu mektubu bi rkaç kez okuyunca, yüzünde beliren
değişikliği anlatabilmek için yepyeni bir dil, şimdiye değin ya
z ı l ı p, okunup, ko nuşulmayan bir söylem gücüne gereksinim
vard ı r! Uzu n zaman tek bir sözcük söylemedi. Bu süre içinde
bakışları n ı n uyand ı rdı ğ ı korkuyla karısı nerdeyse felç olmuş
tu.
Cüce, son u nda soluyarak:
«Ah, bir elime geçseydi! Ah, onu bir yakalasaydı m ! » dedi .
«Ne oldu Quilp? Ki me kızıyorsun?»
Quilp, karısına aldı rış etmeyerek:
«Onu şuracı kta boğard ı m ! » ded i . «Çok kolay, çok kısa,
çok çabuk bir ölüm olurdu bu ! Nehir hemen şuracı kta ! Ah onu
şuracıkta elime geçirseydim! Okşay ı p yüzü ne gülerek, şaka
laşıp eğlenerek suyun kıyısına götürür; sonra apansız, bir itiş
le onu suyun içine yuvarlard ı m ! Boğulanlar suyun üstüne üç
kez çıkarlarm ış. Başı suyun üstüne ç ıkanca, onunla alay
etmek ne zevk olurdu !»
Karısı onun omuzuna dokunmak yürekliliğini göstererek
kekeled i :
«Ouilp ne oldu?»
Kocası n ı n kendi kendine kurgulad ığı o z evk karşısında
pek korkan bayan Quilp, ona sözünü di nletemedi.
Cüce e llerini yavaş yavaş, ağ ı r ağ ı r oğuşturup, sımsıkı sı
karak:
« Korkak köpek!» dedi. «Senin korkaklık ve köleliğinin,
suskunluğu sürdürmen için bir garanti olduğunu sanmıŞt ı m .
508
Ah Brass, benim aziz, iyi h uylu , değerli, sad ı k, nazi k, sevimli
dostum ; seni bu rada bi r elime geçirecek olursam !»
Bu homurdanmaları işitmemiş olmak içi n geri çekilmiş
olan karısı gene yaklaştığı zaman Quilp tezce kapıya doğru
yürüyerek Tom'u çağ ı rd ı . To m , cücenin tembihini anı msaya
rak çağrıya hemen uydu.
Oui lp, karı s ı n ı kolundan yakalayarak:
« Hemen çıkıp gidersen, söylenmemesi ve yapılmamas ı ,
daha i y i o lacak şeylerden kurtulmuş olursu n !» dedi.
« Kötü bir haber mi var? Bana bunu söyle!»
Quilp homurdand ı :
« Evet, hayı r! Hangisi olsa n e önemi var» Sana ne yapaca
ğ ı n ı söyledi m . Söylediğimi yapmayacak olursan ya da ufacık
bir boyun eğmezlik gösterecek olursan vay senin haline! Gi
decek misin?»
Bayan Quilp kekeleyerek:
« Gidiyoru m , hemen gideceğim !» dedi. «Ama bir tek söz
cükle soruma yan ıt ver. Bu m ektubun sevgili Nell'le bir ilgisi
var m ı ? O yavrucağı aldattığım için ne değin acı çektim. Ne
zararı m olduğunu bilm iyoru m . Ama küçük de olsa, büyük de
olsa bunu senin için yapm ıştım, Quilp! Bunu yaptığım zaman
yüreğime bir kuşku düşmüştü. Bu soruma yanıt ver, Quilp!»
Öfkelenmiş olan cüce yan ıt vermeyerek alışkın olduğu si
lah ı n ı öyle bir şiddetle eline ald ı ki, Tom bayan Ouilp'i h ızla
çekip götü rdü. Böyle yaptığ ı doğru olmuştu ; çünkü öfkeden
deliye dönen cüce onları yola değin izledi ve her an daha yo
ğunlaşan sis onları gözden yitirmese, daha da kovalayacak
tı!
Koşmaktan soluk soluğa, kalan cüce yavaş yavaş geri dö
nerken:
'Kimseye çaktırm adan yolculuk edilecek bir gece' dedi.
'Burada kalmak daha . iyi olur. Burası pek .rahat ve korunakl ı .'
Büyük bir çabayla çamura saplanan iki demir kapıyı ka
padı ve ağ ır bir kalasla sağlamlaşt ı rd ı , sonra gözlerinin çevre
sinde toplanan has ırlaşmış saçları n ı silkip kap ı ları zorlaya
rak s ı nad ı . 'Kapı lar sağlam d ı .
509
Bu önlem lere başvuran cüce: 'Bu iskeleden yandaki iske
leye kolayl ıkla geçilebilir. Orada arka yanda, dar bi r geçit
var. Oradan çı kar giderim. Bu gece, bu sevimli yerde bi r insa
n ı n yolunu bulabilmesi için, burafarı çok iyi bilmek gerek. Sis
devam ettiği sü rece düşman ziyaretçi lerinden korkmam!'
Hava pek karardı ğı ve sis de fazla yoğunlaştığ ı için yolunu
el yordamıyla bulmak zorunda kalan cüce, inine döndü ve
ateş kenarında bir süre düşünceye dald ı ktan sonra, hemen
ayrılmak için haz ı rl ı ğa başlad ı .
Gerekli bi rkaç şey alıp onları cebine tıkan cüce, bayan
Brass' ı n mesaj ı n ı okurken, s ı ktığı dişlerini gevşetip yeğnik
bir sesle kendi kendine konuşmayı sürdürdü :
«Ah Sampson ! » diye mırıldand ı . « Ey benim iyi, değerli
dostum , seni bir kucaklayabi lsem ! Seni kol ları m ı n arası na
alıp kaburgaları n ı çatı rdatsam ! Aram ızda ne hoş bir buluşma
olurdu bu ! Yolumuz düşecek olursa, aramızda hiç u nutu lma
yacak bir selamlaşma olacak Sampson ! Buna inan. Her şey
yolunda gidip dururken ne güzel bir zaman seçmişsin. N e
değin düşü nceli, ne değin iyi davranm ışsı n . E y korkak h u ku k
çu ! Şu odada bir kez daha yüz yüze gelecek olursak, iki miz
den biri buna pek sevinecek. »
Cüce, burada kendi kendine m ı rı ldanmayı. keserek punç
kupas ı n ı dudakları na götürdü, ve onu sanki kuruyan dudakla
rını seri nleten, soğu k su gibi içti. Sonra kupayı , birdenbire ye
rine koyarak ve hazırl ı ğ ı n ı · sürdürerek, gene kendi kendi ne
söylenmeye başlad ı .
Parı ldayan gözlerle: 'Şu Sally'de yürek, azim ve karar
var!' dedi. 'Acaba uyuyor m uydu ? Yoksa taş m ı kesilmişti !
Onu kolayca bı çaklar ya da zehi rleyebilirdi. Ortada dolaşan ı
daha önceden kestirmeliydi. H e r şey olup bittikten sonra
· bana haber vermenin ne değeri olur? Ben de . onun şuracıkta
beyaz yüzü, kırmızı saçı ve sevimsiz s ı rıtışıyla otururken , yü
reğinden ne geçtiğini ne diye kestiremedi m ! Zihni mden ge
çeni bi lseydim o gece yaşam ı biterdi. İ nsanı uykuya düşüre
cek i laç, ya da yakacak ateş kaim.ad ı m ı ?'
51 0
Gene punç kupas ı n ı baş ı n ı dikip ateşin yan ı nda yaban ı l
bi r tavı rla çömeldi v e söylenmesini sürdürdü :
'Son zaman larda içi ne düştüğ üm bütü n zorluk ve kaygı lar
gibi bu da hep şu bu nak ihtiyarla sevgili toru nu yüzünden! İ ki
düşkün serseri! Daha onlara da oynayacağ ı m oyun var?
Sonra sen, tatlı ,' namuslu , erdemli, masum Kit ! Kendini iyi
kolla! Ben kızı nca vururu m . Sana haklı olarak kızıyoru m ,
sevimli delikanl ı ! B u akşam m ağrur olup keyiflenebilirsin;
ama s ı ra bana da gelecek . . . O da ne!'
Kapadığı bahçe kapısı vuruluyordu. Yüksek perdeden,
güçlü bir vu ruş ! Sonra bir suskunluk oldu. Sanki kapıyı vu
ranlar durmuş din liyorlard ı . Ö ncekilerden daha üstelenerek,
daha gürültülü bir biçimde kapı gene vuruldu.
Cüce kendi kendine: 'Ne değin de çabu k böyle!' dedi.
'H em de ne değin inatla. Ü zgünüm sizi düş kı rı kl ığına uğrata
cağ ı m . Sally sana teşekkür ederi m . '
B i r yandan konuşurken, diğer yandan d a mumu söndürdü.
Ateşi söndürmek için harcad ığı zorlu çaba sonunda sobayı
devirdi. Soba öne doğru yıkılarak düşen korları n üstünü ka
pad ı . Oda zifiri bir karanlığa bürünmüştü . Demir kapıdaki gü
rültü daha sürdüğünden yolunu bulup açı k h avaya çıkt ı .
Bu s ırada kap ı n ı n vuru lması kesilmişti. Saat sekiz suların
dayd ı . Ama her şeyi kaplayan bu koyu sise oranla en karanl ı k
gece yarısı öyle ortası say ı l ı rd ı . Cüce, sanki karanl ı k b i r ma
ğaran ı n içine giriyormuş gibi, birkaç adı m i leri atı ld ı ; sorirçı
yanlış yol tuttuğunu düşünerek yönünü değiştirdi. Ne yöne gi
deceğini kestiremeyerek durdu.
Çevresini saran zifiri karanl ı ğ ı delmeye çalışarak: 'Kapı
gene vuralcak olursa, yönü beli rleyebilirdi m . Haydi bakalım,
şu demir kapıyı vurun!' dedi.
Durup dikkatle dinled i . Ama bir ses işitilmedi. Bu ücra
yerde ara s ı ra köpek havlamalarından başka bir şey işitilmi
yordu. Ses çok uzaktan geliyordı!.ı. Şimdi bir yandan işitiliyor,
öbür yandan yankısı geliyordu. Ses ona kılavuzluk etmekten
uzakt ı ; çünkü pek iyi bildiği gibi , bu sesler çoğunl ukla gemi
lerden gelirdi.
51 1
Cüce, kolları n ı uzatarak: 'Bir duvar ya da parmakl ı k bula
cak olursam, ne yana döneceğini kestiri rdim !' dedi. 'Zifiri ka
ranlık . . . Şeytanın cirit oynad ığı bir gece ! Ah şu aziz dostum
burada olsayd ı ! Şu arzum yeri ne gelecek olsa, vars ı n bir
daha sabah olmas ı n !'
Bu sözleri söylerken sendeleyip düştü . Bir an sonra
soğuk, karan l ı k suda çırpınmaya başlam ışt ı .
Suyun kabarıp köpürmesine karş ı n ; kap ı nın gene vuruldu
ğunu, peşinden bir bağ ı rma olduğunu ve sesi tan ı d ı ğ ı n ı du
yumsad ı . Çabalaması aras ında, yolların ı yitirdiklerini ve geri
geldikleri ni anlad ı . Kendisi boğulurken onları n hemen hemen
orac ıkta durup seyrettiklerini , pek yakında oldukları n ı , kendi
eliyle kapı ları kapamak suretiyle onları demir parmakl ı k geri
sinde b ı raktığını düşündü. Bağ ı rmaya, sanki gözlerinin önün
de dans eden yüzlerce kıvılcı m ı titretip parlatan bir ulumayla
yanıt verdi. Hiç yararı yoktu. Güçlü akı ntı boğaz ı n ı doldurmuş
ve dalgalara kapılm ışt ı .
Can zoruyla ve yeni b ir çabayla, elleriyle su ları döverek
suyun üstüne çı ktı ve yabanı l parı ldayan gözleriyle kara bir
nesneye doğru sürü klendiğini seçti . Bir gemi teknesi ! Elleriyle
geminin kaygan kenarı n ı duyumsad ı. Hemen olanca sesiyle
bağ ı rd ı . Ama amansız dalgalar daha bağ ı rmas ı na f ırsat bı
rakmadan onu suyun derinlerine çekti. Artık su üstünde bir
ceset yüzüyordu.
Dalgalar bu korkunç yükle -bir yol yapışkan ve kaygan kü
melere çarparak, bir yol çamur ve sazlara gömerek, şimdi
sert taşlara ve çakı llara sürükleyerek, şimdi toprağa teslim
etmek isteyerek -bu çirki n oyuncakla oynad ı ve sonunda kor
sanları n nice kış geceleri zinci rlerde sallandığı kasvetli bir
bataklığa savurarak orada ağarmaya tergedi.
Ceset orada kald ı . Gökyüzü kı zarm ışt ı . Cesedi oraya sa
vuran dalgalar bu somurtkan ı ş ı k altı nda kızıla büründü. Ce
sedin canlı bir i nsan olarak tergediği yer, şimdi alevler içinde
bir harabeydi. Ö lünün yüzünü kızıl bir renk kaplad ı . Rutubetli
rüzgar -tıpkı ölünün yaşarken yapmaktan hoşland ığı biçimde
saçlarını bir tür ölüm alayc ıl ığı içinde karıştırd ı . Giysisi gece
rüzgarında titreşip durd�.
512
LXVlll
513
Antikacı Dükkanı / F : 33
cünü yitirmiştir. Ve her ne değin efendisi nin ko luna dayan ı
yorsa da, ayakları nın üzerinde du rmakta zorluk çeker.
Kasvetli pasajlardan geçerken orada bekleyen h apisane
memurları Kit'i kendilerine göre, kaba bir biçimde, özgü r bıra
kıldığı için kutlarlar. Aralarında bir de dedikoducu vard ı r. Ama
o, değin içten davranmaz. Selam ve kutlamas ı nda ekşi yüzlü
dür. Kit'i gereksiz ve çağrısız bir konuk sayar. Sanki sahte bir
gösteriş ve bahaneyle buraya gelmiş ve h aks ı z bir ayrıcal ığa
sahip olmuştu r! O, iyi bir genç olabilir; ama orada işi yoktur;
onun için ne değin tez ayrılırsa o değin iyi olur.
Son kapı da arkaları ndan kapan ı r. Dış duvarı da geçip
açı k h avaya çı karlar. Kit içeride şu kasvetli dış duvarlarla çev
rili olduğu zaman bütü n düşlerinde gördüğü sokağa ç ı km ı ş
t ı r. Sokak ona her zamankinden daha geniş ve daha kalaba
lık görünür. Gece tats ızd ı r, ama onun gözlerine ne değin hoş
görünür. Centilmenlerden biri araları ndan ayr ı l ı rken onun
avucuna bir miktar para s ı kışt ı rı r; Kit parayı saymaz ; ama
yoksul mahpuslara yard ı m sand ı ğ ı n ı birkaç ad ı m geçtikten
sonra hemen geri dönüp; h epsini kutuya atar.
Yakın bir sokakta bay Garland ' ı n kiralad ı ğ ı arabacı bekle
mektedir. Kit'i arabaya alıp arabacıya çekmesini buyurur.
H atta fenerler de yanmış olmasına karş ı n , sis yüzünden
önce pek ağ ı r giderler. Ama nehirden uzaklaşıp koyu sisi ge
ride b ı rakı nca, bu önleme gerek görmez, daha h ızla yollarına
devam ederler. Caddeye çıkı nca dörtnal bile Kit'e yavaş
gelir. Oysa yolculukları n ı n sonuna yaklaş ı nca, daha yavaş
gitmelerini, ve ev görünce de, soluk almak için birkaç dakika
durm alari n ı rica eder.
Ama şimdi durman ı n s ı rası değildir. Yaşlı centilmen onu
yüreklendiri r. Atlar adı m ları nı s ı kl aşt ı rı r Bahçe kapıs ına var
m ışlard ı . Bir dakika sonra evin kapısı önündedirler. İ çeriden
konuşmalar ve ayak sesleri gelir. Kapı açı l ı r Kit içeri dalar ve
annesini boynuna atı l m ı ş bulur.
Barbara'n ı n · her zaman sad ı k annesi de oradad ı r. Ve
sanki o hazi n ve kederli günden beri bebeği kucağı ndan hiç
514
b ı rakmamış gibi, daha tutmaktad ı r. O gün böyle bir mutlu luğu
akılları ndan bile geçirmemişlerdi . Zavallı kad ı n -Tanrı raz .
olsun- oradad ı r. Ve hü ngür hüngür ağlamakta ve hiçbir kad ı
n ı n o zamana değin yapm ad ığı biçimde içini çekmektedir.
Küçük Barbara daha zayıflam ı ş , daha çok solmuş, ama daha
da güzelleşm iş olduğu h alde duvara yaslanmış, yaprak gibi
titremektedir. Her zamankinden daha temiz pak ve dürüst gö
rünen bayan Garland yard ı m ı na koşacak birini bulamadan
düşüp bay ı lı r. Bay Abel sevgiden şevinçten coşmuş bu rnu
nu silip herkesi kucaklamak ister. Hepsinin üstü nden bakan
ve bir an için hiçbir şeye di kkat etm iyormuş gibi davranan ya
bancı bay da oradad ır. İ yi, sevi m li düşünceli, küçük Jacop,
m erdivenin dibi nde elleri dizinde oturarak h içbir kimseye zah
m et vermeden ortal ığı ç ınlatarak bağı rmaktad ı r. Bir zaman
için hepsi ve her biri kendinden geçmiş, ayrı ayrı ve hep bir
likte, türlü taşkı n l ı klar yapmaktad ır.
Diğerleri gene kendine gelip söyleyecek söz ve gülü mse
me bulabildikleri zaman bile, yumuşak yürekli , sevecen, bu
dala, küçük Barbara birdenbi re ortadan yiter. Arka odada
kendi kendi ne bayı l m ı ş bulunur. Bayg ı n l ı ktan histeriye, histe
riden gene baygınlığa geçer ve gerçekten öyle fena bir hal
dedir ki, epey soğuk s u ve si rkeden sonra, hemen hemen
öncekinden ayı rds ız bi r hale gelir. Kit'i n annesi gelip oğlunun
kendisini görmesine çabalar. Kit, 'peki !' deyip gider sevecen
bir ses ı e, ' Barbara! ' der. Barbara'n ı n an nesi Kit'i n geldiğini
söyler, Barbara daha gözleri kapalı bir h alde: 'Sahi geldi mi?'
·diye sorar. Barbara'n ı n annesi : 'Gerçekten Kit geldi yavru m.
Art ı k üzülecek, bi r şey kalmad ı . ' der. Gene gene sağ ve sıh
hatli olduğu bildirilen Kit gene onunla konuşur. Barbara bir
gülme nöbeti ne, sonra bir ağlama nöbetine tutulur. Barba
ra' n ı n annesi, Kit'i n annesi bi rbi rlerine işaret ederek onu ya
lancıktan azarlamak isterler:
Deneyimli ve anlayışlı kad ı n lar oldukları ndan iyileşme be
lirtilerini sezerler. Kit'e Barbara'n ı n kendisine geldiğini söyle
yip onu erkekleri n yan ı na gönderirler.
515
BitJşik bir odada Kit'in onuruna şarap sürahi leri ve daha
neler yoktu. Konuklar hep tan ınmış i nsanlard ı r, küçük Jacop
şaşılacak bir h ızla evde yapılmış erikli bi r postaya sald ırır ve
gözlerini i ncir ve portakallardan ayı rmaz. Keyfine keyifler
katar. Kit girer girmez yabancı bay büyük bir hamaratlıkla
bardakları ağzı na bir doldurur ve onun onuruna içer. Onu
bay ve bayan Garland ve bay Abel izlerler. Bu onur ve itibar
da yeterli değildir. Yabancı bay cebinden tam ayarl ı , koca bir
gümüş saat çı karı r. Saatin arkası na süslü bir yaz ıyla Kit'in
ad ı kaz ı n m ıştır. Saat Kit'e hemen oracıkta armağan edilmiş
tir. Bay ve bayan Garland da kapal ı bir anlatı mla Kit'e aldıkla
rı armağandan bahsederler. Bay Abel'se açı kça armağan ı n ı
söyler. Kit mutlu i nsanları n e n m utlusudur.
Dört ayaklı ve nal l ı olduğu için aile çevresi ne giremeyen
bir dost daha kalm ışt ı r. Kit ilk fı rsatta sessizce ahıra gider.
Daha eli ahırın kapısına dokunu r dokunmaz midilli yüksek
perdeden kişner. Eşiği geçmeden, yular aşağ ı lanmas ı na da
yancı kalm ayan midilli hoplayıp s ıçrayarak onu karşı lar. Kit
onu okşayı nca burnunu ceketine sürer ve hiçbir midillinin hiç
bir i nsana göstermediği sevgiyi gösterir. Bu Kit'e gösterilen
yürekten gelen, içten ve sıcak kabulün son yüksek bir somut
laşmasıdır. Kit kolunu midi llinin boynuna dolar.
Ama n as ı l olmuş da Barbara oraya gelmiştir? Ne değin de
şık görü nür. Kendine geldiğinden beri şarap bardağ ı n ı elin
den b ı rakmam ıştı r. Başka yer kal mamış m ıydı ki , Barbara
ahıra değin gelmişti? Gerçek olan şuydu ki, Kit ayrı ldığ ından
beri midilli ondan başka hiç kimsenin elinden yem yememişti .
Barbara, Kit'in orada bulunduğundan habersiz o larak, . midilli
ye bakmak üzere oraya gelmişti. Utangaç, küçük Barbara!
Belki Kit midilliyi yeter derecede okşayıp sevmişti, belkide ok
şayıp sevecek daha iyi şeyler vard ı . Kit, m idilliyi bırakıp Bar
bara'ya döner ve onun daha iyi olmas ı n ı diler. Evet, Barbara
çok daha iyidir. Baş ı n ı eğip daha fazla kızararak, Kit'in kendi
sini budala sandığından korktuğunu söyler. Kit, ' h ayır,' der.
Barbara kıvançlıdır ve 'Hemm!' diye yeğnikçe öksürür.
Şu midilli de istediği zaman ne değin kavrayışlıdır! Sanki
taş kesilmiş gibi sessiz ve saki ndir. Pek anlayışlı bir bakışı
51 6
vard ı r. Ama bu onun her zamanki h alidir. Kit: ' Henüz el sıka
cak zaman bulamad ı k, Barbara! ' der. Barbara elini uzatı r. Tik
remektedir. Budala, çekingen, küçük Barbara!
Bir kol boyu uzakl ı ğ ı ! bir kol boyu uzakl ı ğı fazla bir ara de
ğildir. Barbara'nın kolu pek uzun değildi . Kald ı ki kolunu da
fazla uzatmam ış, biraz germişti. Kit el s ı ktığı zaman ona o
deği n yakındı ki, onun titreyen kirpiklerinde küçük bir damla
yaş ı n ayırdı na vard ı . Barbara sezmeden bunu görmesi pek
doğaldı . Barbara'n ı n da eli nde olmaks ı z ı n gözleri ni kald ı rma
sı ve onun gözlerine bakm ası aynı derecede doğald ı . Ama bu
sı rada herh angi ön bir tasarı ya da isteği ol madan Kit'in, Bar
bara'yı öpmesi doğal m ıydı ? i ster olsun, ister olmas ı n , Kit
bunu yapt ı . Barbara, 'Ayıp! ' dedi . Ama gene de iki nci kez öp
mesine izin verdi. Ü çüncüsü de geliyordu. Ama midilli, sanki
birdenbire huylan m ı ş gibi, tekmeler savurup baş ı n ı salla
d ı . Barbara da korkup kaçt ı . Ama yanakları n ı n pek fazla kı
zarm ış olduğunu görerek ve ne olduğunu soracakları ndan
korkarak doğrudan doğruya an nesinin ve Kit'i n annesi nin bu
lunduğu yere gitmedi. Kurnaz, küçük Barbara!
Bütün partinin ilk neşe ve taşkınlığı durulu p Kit ve annesi,
Barbara ve annesi , hatta Jacop ve bebek akşam yemeklerini
hiç tezlenmeden -çünkü geceyi orada geçireceklerdi- yedik
ten sonra bay Garland, Kit'i başbaşa kalabilecekleri bir odaya
çağı rarak onu daha büyük bir şaşkınlığa düşürecek bir haberi
olduğunu söyler, yaşl ı bay, Kit'in bunu işitince meraklanıp
sarard ığ ı n ı görünce, pek hoş bir sürprizle karşı laşacağ ı n ı ek
leyerek ertesi sabah bir yolculuğa çı kıp ç ı kamayacağ ı n ı
sorar.
Kit:
« Bi r yolculuk mu efendim?» diye sorar.
" Evet. Ben ve öbür odadaki dostumla. Niçin olduğunu var-
sayabilir misin?»
Kit daha çok sararıp baş ı n ı i ki yana sallad ı .
Efendisi :
« H er halde bileceksin; bir çabala!» dedi.
Kit, anlaşı lmaz, dağ ı n ı k · bir takım sözcükler m ı r ı ld a ndı ;
ama 'bayan Nell'sözcüğü n ü ü ç dört kez net olarak söyledi ve
517
bu s ı rada sanki hiçbir umudu yokmuş gibi, baş ı n ı iki yana
sallayıp durdu.
Kit, efendisinin 'bi r daha çabala!' demesini beklerken bay
Garland, ciddilikle onun doğru bir varsayı mda bulunduğunu
söyledi.
«Sonunda çekilip sakland ıkları yeri bulduk. Bu yolculuğu
muz oraya ! "
Kit, buran ı n neresi old uğu nu, nas ı l olup d a bulunduğunu,
bulalı ne değin olduğunu, bayan Nell'in mutlu olup olmad ı ğı
üzerine birtakı m sorular kekeledi.
« Hiç kuşkı,ısuz pek mutlu . Hiç olmazsa umarı m ki, pek ya
kı nda mutlu olacak. Duyduğuma göre, zayıf düşüp h astalan
mış. Ama bu sabah daha iyi olduğunu ve pek umutlu bulun
dukları n ı öğrendim. Otur, gerisini dinle!"
Kit, büyük bir ilgiyle hemen oturdu. Bay Garland ona genç
bir adamken çekilen fotoğrafı , en iyi odalarında ası l ı bulunan
ve kendisinden bahsedi ldiğini anı msayacağ ı erkek kardeşinin
öyküsünü anlatt ı . Bu kardeşinin şimdi gençlik ve öğrenim ar
kadaşı olan bir papazla birlikte uzak bir köyde yaşad ı ğ ı n ı söy
ledi. N asıl olup da iki kardeş olarak birbirlerini sevmelerine
karşı n uzu n zamandı r buluşmad ı kları n ı , ara s ı ra m.e ktuplaş
tıkların ı , nas ı l hep birbi rlerinin boynuna sarı lacakları günü
beklediklerini, ama insanları n alışık oldukları gibi zamanın
geçmesine ve geleceğin geçmişe dönüşmesine izin verdikle
rini anlatt ı . Bay Abel gibi pek iyi huylu, kendi halinde ve in
zivadan hoşlanan bu kardeşini, araları nda yaşad ı ğ ı saf yürek
li insanlar pek sever ve ondan her biri ayrı ayrı iyilik gördüğü
için ona ayrıca sayg ı gösterirlerdi. Bütün bu bilgiyi yavaş
yavaş ve uzun yı llar içinde elde etm işti . Çünkü bekar olan
kardeşi sessiz soluksuz iyilik eden, takdire değer olsa bile
kendi iyi davranışları ndan çok, başkaları n ı n iyiliklerini bulup
çıkaran ve onları övmekten zevk alan bir i nsand ı r. Bu bakım
dan köydeki dostları ndan pek az bahsetmiştir; ama bunlar
dan özellikle ikisi üzeri nde zihni o değin meşguldür ki, bi rkaç
gün önce aldığı mektup h epten onlar üzerinedir. Onların
518
aylak dolaşmaları birbirine karşı olan sevgileri üzerinde öyle
bir öykü anlatm ıştır ki, pek az okurken göz yaşı dökmekten
kendini alabi lir. Bay Garland bu mektubu al ı nca, öyle uzun
zamand ı r soruşturup araştı rılan yitiklerin onlar olduğunu ve
Tan rı n ı n onları kardeşinin özenine yö nelttiğini anlam ıştır.
Bunun üzeri ne kardeşine mektup yazıp onlar üzerindeki kuş
kuyu ortadan kald ı racak tamamlayıcı bilgi istemiş; yanıt o
sabah gelmiş ve kan ı s ı n ı n doğru olduğu gerçekleşmiştir.
Hemen ertesi gün yapılacak olan yolculuğun nedeni budur.
Yaşl ı bay, ayağa kal kıp elini Kit'i n omzuna koyarak:
« Bu aralık seni n dinlenmeye gereksinimin var! » dedi.
«Çünkü böyle bir yolculuk en güçlü gövdeli bir i nsan ı güç
süz düşürecek bir yolculuktur. Tanrı rq.hatlık versin. Hayırl ı
yolculuklar ! »
LXIX
520
Hiçbir okulda hiçbir öğrenci Kit'in Barbara'yı öptüğünden
beri gösterdiği ilerleyişten fazlasını gösteremezdi. Şimdi Bar
bara' n ı n yü reği ndekini anlıyordu. Dersi ni ezbere öğrenmişti .
Kitabı da Barbara'yd ı . Bu kitap açık, matbaa yazısıyla önün
de duruyordu.
« Barbara, bana darı ldı n m ı ?»
Hayır,Barbara darı lmam ışt ı . Darıl maya hakkı yoktu . Zaten
darılsa da, darı lmasa da ne önemi olurd u ! Ona kim önem ve
rirdi !
« Ben, elbette ben !»
Barbara bu n u n nedenini anlamad ı .
Barbara düşünürse nedenini bulurdu.
Barbara düşündü, ama nedenini ,bulamad ı . Kit'in ne kas
tettiğini anlam ı şt ı . Her halde onu yukarda bekliyordu. Barba
ra'nın yukarı çıkm ası gerekti.
Kit, nazikçe onu alı koyarak:
« Hayı r Barbara, dostça ayrıla l ı m ! » dedi. « Bütün üzüntül e
rim s ı rası nda hep seni düşünüyordum. Sen o lmasaydı n daha
çok üzülürdü m . »
Barbara kızarı nca v e bir kuş gibi büzülünce n e değin hoş
görünüyordu.
Kit, içtenlikle:
« Barbara, sana gerçeği söylüyorum, ama istediğim denli
güçle anlatam ıyoru m ! » dedi. «Bayan Nell'den hoşlanmanı is
teyişim, seninle aynı duyg uları paylaşmak istediği mdendi r.
Ona bir hizmette bulunmak için h içbir şeyden sakı nmam.
Ama onu görecek olursan, inanıyorum ki sen de aynı şeyi
yapars ı n . » .
Barbara, üzgün ve i lgisiz göründüğüne üzüldü.
« Ondan sanki bir melekmiş gibi düşünüp konuşmaya alış
tım. Onu gene göreceğimi, elini uzatıp her zaman söylediği
gibi (benim eski dostu m Kit!) ya da buna benzer bir şey söy
leceğini san ıyordu m . Onu, çevresinde dostlarıyla birlikte
mutlu göreceğimi ve hak ettiği biçimde yetiştiri ldiğini düşünü
yordum. Kendimi de onun eski dostu , onu sevecen, iyi yürek
li, nazik bir küçük hanım olarak seven, ona h izmet edebi lmek
521
için her zorluğa katlanan ve gene de katlanacak olan bir
insan olarak düşü nüyordum. Yanı nda eşi dengiyle birlikte
dönüp beni u nutacak ya da benim gibi s ı radan bir insanla ta
nışıklığı olduğundan utanarak, soğuk davranacağ ından kor
kuyordum. Bu, yüreğimi anlatabileceğimden fazla kırard ı .
A m a gene düşününce, o n a karşı haksızlık ettiğimi anlad ı m .
v e önceki kararımdan şaşmayarak o n u gene hep eskisi gibi
göreceğimi umdum. Bu umutla onu olduğu gibi anı msayı nca,
onu hep memnun etmeye çal ışacağ ı m ı ve sanki daha onun
hizmetindeymişim gibi davranacağ ı m ı duyumsad ı m . Bu duy
gum doğruysa -yanlış olduğunu sanmıyorum- ona borçlu
olur, daha çok sever, sayarım. Sözlerime i nan; açık gerçeğin
hepsi bu! . . »
Küçük Barbara ters ve huysuz bir i nsan değildi. Pişman
olarak g öz yaşı döktü. Bunun daha ne gibi konuşmalara yo l
açtığını araştı rmaya gerek yok; çünkü bu s ı rada arabanın te
kerleklerinin sesi duyulmuş ve peşinden kap ı nı n tokmağı pek
çal ı m l ı biçimde vurulmuş, kısa bir sessizliğe kavuşan evi n
içi nde on kat bir koşuşturma ve devinim baş göstermişti.
Yolculuk arabas ıyla hemen ayn ı zamanda Chucster de bir
kira arabasıyla ç ı kagelmiş, getirdiği bazı belge ve bir miktar
parayı yabancı baya teslim etmişti. Bu görevi gördükten
sonra, C huckster aile topluluğunun arası na katıldı ve ayakta
olduğu halde uzanıp almaca kahvaltı ederken zarif bir ilgisiz
likle arabanı n dolmas ı n ı seyretti .
Sonra bay Abel'e dönerek:
«Şu bizim züppe de birlikte m i gidiyor?» diye sordu.
«Onun varl ığı bunak ihtiyar üzerinde iyi bir etki bı rakmayaca
ğı için onun bu yo lculukta yer almayacağ ı n ı varsaym ıştı m . »
« Kimin üzerinde?
Ch uckster azdan bozularak:
«Yaş l ı centilmen üzerinde!» diye düzeltti .
Abel, i nce bi r alayla:
« Müvekkilimiz şimdi onu birlikte götürmeyi yeğ liyor! » dedi.
«Bu düşünceye artık gerek yok. Çünkü amcama olan güven
l eri , yapı lan araştırmanın dostça olduğunu kan ıtlamaya yeter
li gelecektir.»
522
Ch ukster pencereden dışarı bakarak:
« Benden başka herkes! » dedi. « Kendini beğenmiş Kit
benden önde geliyor. Şu beş sterli nlik banknotu almam ış
ama, her zaman böyle bir şeyin peşinde olduğuna kuşku m
yok! Daha hiçbi r şey ortaya ç ıkmam ışken bunu söylemiştim .
Ne güzel b i r k ı z şu! Hayran olunacak küçük b i r varl ık!»
Ch uckster'in övgü lerine konu olan bu güzel varl ı k Barba
ray'dı Arabanın bereketi için şimdi hl3r şey h az ı r olduğundan
Barbara da arabanın yanı ndayd ı . Chuckster, olup bitenlere
birdenbire büyük bir ilgi duyarak çal ı m l a bahçeye çı km ı ş;
uygun bir yerden onları seyrediyordu. Dişilere karşı deneyim
sahibi olduğundan ve onların yürekleri ni çelecek türlü yollar
bildiğinden, olduğu yerde bir elini beline dayayıp diğer eliyle
uzun saçları n ı sıvazlad ı . Kibar çevrede bu poz çok sevi lir ve
tatlı bir ıslıkta süslenecek olursa, pek verimli sonuçlardoğu
rur.
Oysa kentle kasaba arası nda öyle bir ayı r ı m vard ı r ki, hiç
kimse bu anışık, simgesel konuma önem vermedi. Hepsi, yol
cuları selamlamak, el öpmek, mendil sallamak gibi zararsız
s ı radan şeylerle meşguldü! Yabancı bay, bay Garland araba
ya binmi şlerdi. Seyis yerini almış, Kit de sarınıp sarmalan ı p
arkaya oturmuştu. Bayan Garland, bay Abel, Kit'in annesi,
küçük J acop hep oradayd ı lar. Gözüne uyku girmeyen bebeği
kucağ ı nda tutan Barbara'n ı n annesi de arka sı rada seçiliyor
d u . Hepsi baş ı n ı sallıyor, elini sallıyor ve bütün güçleriyle
'Güle güle!' diye bağı rı yorlard ı . Bir dakika sonra araba göz
den yitti. Pazar günleri parklarda fayton larla geçen hanım lar
dan i lgi toplayan başar ı l ı Chuckster, olduğu yerde yalnız kala
rak, Kit'in arabanın arkası nd an Barbara'ya el sallad ığ ı n ı ,
Barbara'nı n d a ona e l sallad ı ğ ı n ı görd ü !
Bu müthiş gerçekle olduğu yerde büyülenmiş gibi kalan ve
kendi kendine Kit'i n bir kötülük prensi, züppeler kralı olduğu
nu söyleyen, bir tiksindirici olayın başlangıcını zihninde bili
nen bir şilin hesabına götüren Ch uckster'in düşünceleri, yu
varlanarak uzaklaşan araba tekerlekleri nin izini izleyerek
yolcularım ı z ı n bu soğuk ve rüzgarlı h avadaki yolculuğuna
katıl mak olan amacı m ı zdan uzakt ı r.
523
Pek soğuk bir gündü . Sert bir rüzgar karş ı larından esip sa
vuruyor; sert toprağ ı ağı rtıyor; çitlerden, ağaçlardan silkip
sarst ı ğ ı kırağ ı ları toz gibi çevreye savuruyordu. Ama Kit ha
vaya pek ald ı rış etmiyordu. U luyan rüzgarda öyle bir tazelik
ve özgürlük vard ı ki bıçak gibi kesmese, doğrusu pek hoştu.
Rüzgar kı rağ ı ları silkip savuruyor; i nce dalları ve kuru muş
yaprakları söküp atıyor; onları allak bullak uçuruyordu . Sanki
haber çevreye yay ı l ı nca, bir duygu birliğiyle her şeye bir telaş
gelmişti . Rüzgarın ne deği n sert eserse, o değin h ızla gidiyor
görünüyorlard ı . Rüzgarı n her bir savurmas ı n ı savarak ilerle
mek, onları birer birer yenmek, yaklaştıkça h ız ve şiddet ka
zand ı kları n ı görmek, rüzgar ıslık çal ıp geçerken bir an eğil
mek, sonra arkaya bakıp uzaklaştı kları n ı , boğuk seslerin
uzaklarda yittiğini ve koca ağaçları n eğildiklerini seyretmek
zevkli bir şeydL
Rüzgar bütün gün dinmeksizin esti . Gece açık ve yıldızl ıy
d ı ; ama rüzgar kesilmemişti ve soğuk kemiklere işliyordu.
Bazan uzun bir menzilden sonra, Kit havanın biraz daha
sıcak ol mas ı n ı istemekten kendini alam ıyor; ama atları de
ğiştirmek için konaklad ı kları zaman koşup ı s ınd ı ktan eski sü
rücüye parası veri lip yenisi uyand ı rı l ı ncaya ve atlar koşulun
caya değin, gene i leri geri koştuktan sonra, kanı öyle
ı s ı n mıştı ki , parmak uçları s ızlayı p acı d ı . O zaman ı s ı n ı n bir
derece daha az olması yolculuğun bütün zevkini yitirmek
demek olduğunu duyumsayarak neşeyle yerine sıçrad ı ve te
kerleklerin keyifli müziğine uyarak, kent halkı sıcak yatakla
rında uyurken , ıssız yolda şarkı söyledi.
Diğer yandan, arabanı n içinde uyumak eğili minden uzak
olan i ki centi lmen de konuşarak vakit geçirmeye çal ı ş ıyorlar
d ı . Her ikisi de merak ve umut içinde olduklarından, konuş
maları n ı n konusunu yolculukları n ı n amac ı , duydukları , ha
berle i lgili u mut ve korkuları oluşturuyordu. Um utları çok
korkuları azd ı . Bu korku da birdenbire uzanan bir umudun
doğurduğu anlatılmaz bir tedirginlik ve uzanan bir bekleyiş sı
n ı rı n ı aşm ıyordu.
524
Gecenin yarısı geçip yabancı bay, konuşmaları aras ı ndaki
aralardan birinde, gittikçe daha sessiz ve düşü nceli bulundu
ğu bir sı rada, yol arkadaşı na dönüp sordu.
« Di nlemekten hoşlan ı r m ı s ı nız?»
Bay Garland g ü lümseyerek:
« Herkes denli ! » dedi. « İ lginç bir şey dinlemekten hoşlanı
rı m . İ lgili olmasam bile öyle görünmeye çal ı ş ı rı m . Niçin sor
dunuz?,,
« Kısa bir öyküm var. Sizi bununla deneyeceğim . Pek kısa
bi r öykü. »
Yabancı bay, yanıt beklemeden elini yaş lı yol arkadaş ı n ı n
koluna koyarak öyküsüne başlad ı :
«Vaktiyle birbirini çok seven i ki erkek kardeş vard ı . Yaşları
arasında on i ki y ı l l ı k bir ayrı m bulunuyordu. Belki yaşları ara
sı ndaki bu ayrım onları n ayı rd ında olmadan, birbirini daha
çok sevmeleri ne neden olmuştu . Araları ndaki bu önemli yaş
ayırd ı na karş ı n , birbirinin pek çabuk rakibi oldular. En derin
ve güçlü sevgileri bir kişi üzerinde toplandı .
« Bunu i l k kez anlayan -onun duygun ve uyanı k olması için
nedenler vard ı - küçük kardeş olmuştu. Onun düştüğü baht
s ız l ı k, ruhunu saran işkence, zihninde geçen savaşı m üzerin
de durmayacağı m . Hastalı kl ı bir çocuktu. Büyük kardeş iyi
sağ l ı k ve büyük bir enerj i içinde sab ı rl ı ve düşünceli davrana
rak ve sevdiği oyunları unutarak küçüğünün yatağ ı baş ı nda
oturup onun solgun yüzünde alışılmad ı k bir penbelik oluşun
caya değin masall ar anlatır; onu kucağı nda yeşil kı rlara
taşı r; zavallı tasal ı çocuk yaz günü çevresine bakı nıp doğada
kendisinden başka her şeyden sağl ık. Taştığ ı n ı görürken,
ağabey, kardeşine bakar, ona düşkün ve sad ı k bir hastaba
kıcı olurdu. Küçük, zayıf kardeşine kendisini sevdirmek için
ağabeyin bütün yaptıkları nı anlatmaya gerek yok; yoksa öy
kü m ü n sonu gelmez. Ama deneyim zamanı gelince, küçük
kardeşin yüreği bu eski günlerin anı larıyla doluydu. Tanrı ona
düşüncesiz gençliğin özverisini, düşünceli bir erkekli kle öde
yecek güç verdi .Ağabeyini m utlu etmek üzere çeki lip gitti.
525
«Gerçeği hiç söylemedi . Yabancı ülkelerde ömrünü tüket
mek üzere ülkeden ayrı ld ı .
« Büyük kardeş onunla evlendi ; ama genç kad ı n çok geç
meden öldü ve ona bir kız çocuk b ı raktı.
« Eski bi r ailenin resim ko lleksiyonuna di kkat etmişseniz,
ayn ı yüz ve bedene -çoğunlukla en i nce ve güzeline- kuşak
lar boyunca rastladığınızı an ı msay ı n ız. Ayn ı şirin genç kızın
-sanki hiç değişmemiş ve yaşlanmam ış gibi- ı rkın bir koruyu
cu meleği gibi, her türlü felaket anları nda onlara destek olup
bütün günah ları n ı n kefareti olduğunu görürsünüz.
«Annesi bu küçük kızda sanki yeniden yaşıyordu. Annesi
ni hemen hemen kazanmakla birl i kte yitiren babanın, onun
soluk alan bir örneği olan, kızına ne büyük bir sevgiyle bağ
land ı ğ ı n ı takdir edersiniz. G enç kız büyüyüp yetişti ve yüreği
ni onun değerini anlayamacak bir erkeğe verdi. Kızına pek
düşkün olan babası , onun sararıp solmasına razı olmad ı .
Belki g enç adam sand ığından daha değer bir i nsandı. Hiç
kuşkusuz kızı gibi bir yaşam arkadaş ıyla iyi bir koca olabilirdi.
·
526
d ı . El inde avucunda kalan biraz parayla önce resim, sonra
antika ti acaretine başlad ı . Daha çocukken bu gibi şeylere
merakı vard ı . Beslediği bu zevk şimdi ona kaygı l ı ve kuşku
lu bir rızı k sağlayacaktı .
« Erkek çocuk kişisel olarak ve ruhça babas ı n a çekti. Kız
çocuksa annesine öylesi ne benziyordu ki , yaş l ı dede, onu ku
cağ ı na alıp yumuşak mavi gözlerine baktığı zaman , kötü bir
düşten uyand ı ğ ı n ı ve kız ı n ı n yeniden küçük bir çocuk olduğu
nu san ıyordu. Dik kafalı erkek çocuk, dedesinin çat ı s ı n ı
küçük görerek ayrıldı v e kendi zevklerine daha uygun arka
daşlar arad ı . Yaşlı dede ile kız çocuk birlikte yaşadı lar.
«O zaman yaş l ı dede, yüreğine en yakın olan iki ölünün
bütün sevgisini bu zayıf, i nce varl ığa verdi. Hep karşısında
olan bu yavru ona her an iki ölüyü, görüp tan ığı olduğu bütün
ezinci, kız ı n ı n çektiklerini anı msatıyord u. E rkeğ in düşkün ve
yüzsüz yaşam ı -tıpkı babası gibi- yaşl ı dedenin paras ı n ı tü
ketince ve on lara geçici bir yokluk ve sıkı ntı verince; yaşlı
adamı zih ninden. eksik olmayan bir gereksinim ve yoksulluk
korkusu kaplad ı . Bu korkusu toru nu hesabı nayd ı . Bu korku
evin içinde, sanki bir h ayalet gibi, gece gündüz onu tedirgin
ediyordu.
« Küçük kardeş birçok ül kelerde yolculuk etmiş ve yal nız
yaşam ı şt ı . Bu gönüllü sürg ü n yaşam ı yanlış yoru mlanmış ve
acıyla yüreğini koparan olay, sitem ve alayla karş ı lanm ı ş; yo
lunu gamlı bir gölge kaplamışt ı . Diğer yandan küçük kardeşle
büyüğü aras ı ndaki iletişim zor, düzensiz ve çoğunlukla ke
sintiliydi . Aradaki uzun aralara karş ı n ; bu h aberleşme, size
şimdiye değin anlattı kları m ı öğrenmemi olanaksızlaştı racak
değin kesikli değildi.
« Sonunda küçük kardeş acı ve kaygıyla yoğru lmuş olma
s ı na karşın, birlikte geçirdikleri eski mutlu günlerin düşünü
görüp -tıpkı çocukken olduğu gibi- kendisi ni h ergece büyüğü
nün yan ı nda duyumsad ı . Olası olanağı h ızla iş ilişkilerini
kesip bütün malını mülkünü sattı ve her ikisi için yetecek hat ı
r ı say ı l ı r b i r servet v e açı k yürekle, titreyen bacakları ve i n
sanlar için dayanılması z o r b i r heyecanla, b i r akşam büyüğü
nün kapısını çald ı ! »
527
Öykünün sesi gittikçe kıs ı lm ı ş ve sonunda susmuştu.
Bay Garland, onun elini s ıkarak:
«Alt yan ı n ı biliyoru m ! » dedi.
Arkadaşı kısa bir suskunluktan sonra:
« Evet , " dedi . «Arkas ı n ı anlatmaya gerek yok. Araştı rmala
rımın semeresiz kald ı ğı nı bi liyorsunuz. Büyük bir kavrayı ş ve
uyanıklıkla yaptığınız araştı rmalar sonunda i ki kuklacıyla bir
likte olduklar ı n ı öğrendik. Kuklacıları, hatta onların i nzivaya
çekildikleri köşeyi bile bulduk. Ama geç kald ık. U m arı m bu
sefer geç kalmayız!»
Bay Garland !
« Hayı r , ,, dedi. « Bu sefer başarmam ız gerek. »
Diğeri yanıt verdi :
« Böyle olmas ı n ı umut ve arzu etti m . Daha da ediyorum.
Ama dostum, içimde ağ ı r b i r y ük duyumsuyorum. Beni kapla
yan hüzün ; u m ut ve mantık tan ı m ıyor!»
« Bu nda şaşılacak bir şey yok. Anı msadığı nız olayların bu
kederli ve hüzünlü yer ve saatin özellikle şu yabanıl ve kas
vetli gecenin doğal bir sonucu. Gerçekten kasvetli bir gece.
Bakın rüzgar nas ı l u luyor!»
LXX
528
da, saatlerde geçip durdu. Kışın kısa gün ışığı çabuk yitti ve
daha millerce yolculukları varken hava gene karard ı .
Akşam karanl ı ğ ı nda rüzgar kırı lmışt ı. Rüzgarın uzak inilti
leri şimdi daha deri n ve yasl ıyd ı . Rüzgar, yol üstünde her iki
yandaki kuru çal ılar arası nda uğuldayarak esiyor ve kendine
dar gelen bir yoldan görkemle geçerken giysisi h ı ş ı rdayan bir
hayalete benziyordu . Yavaş yavaş rüzgar kesilip durdu ve
kar yağmaya başlad ı .
Kuş başı kar taneleri yolu kısa bir zamanda bi rkaç santim
kapladı ve çevreyi ağ ı r bir sessizliğe bürüdü . Tekerleklerin
sesi kesilmiş; atları n nalları n ı n tıkırtı ve ş ıkırtıs ı , sıkıcı boğuk
bi r sese dönüşmüştü . Yolculukların ı n zevk ve neşesi kırı lmı ş
onun yeri ne bi r ölü suskunluğu sinmişti.
Kit kaşlar ı n ı n üstünde donan kar tanelerine karşı gözlerini
elleriyle siperleyerek, uzak bir kasabaya ulaştı klarını kan ıtla
yacak parıldayan ı ş ı klar seçmeye çal ışıyordu. Bu sırada, gö
rünürde birtakı m şeyler seçiyor; ama isabetin de yan ı l ıyordu.
Bir kilise kulesi biçim inde somutlaşan şey, bir ağaç, bir
ambar, kendi arabaları n ı n yolda bıraktığı gölgeyle s ı n ı rlı kal ı
yordu. Ö nlerinde giden ve onlara dar yollarda rastlayan atl ı
lar, yayalar ve arabalara yaklaşı nca, onların da birer gölge ol
duğu anlaş ı l ıyordu. Yolda bir duvar, bir harabe, sağlam bir
çatı yükseliyor; ama bunlara doğru dalınca, yolun kendisin
den başka bi r şey görünmüyordu. Yer yer tuh af dönemeçler,
köprüler, su yüzeyleri seçiliyor gibi oluyor ve yolu güvenil
mez, kuşkulu bir hale sokuyor; ama bunları n da diğerleri gibi
çıplak yolda birer loş hayalden başka bir şey olmadığı anlaş ı
lıyordu.
Atları değiştirecek hücra bir yere vard ı kları zaman, kolları,
bacakları uyuştuğu ndan, yavaşça oturduğu yerden i nip gide
cekleri yere ne deği n kald ı ğ ı n ı sordu. Bu tenha yerlerde
akşam şimdi hayli ilerlemiş say ı l ı rdı ve halk uykudaydı . Ama
bir pencereden bir ses, daha on mil kald ı ğını söyledi. İ zleyen
on dakika sanki bir saat gibi uzad ı . On dakika sonra, üşüyüp
titreyen bir i nsan , istediği atları getirdi . Kısa bir moladan
sonra gene harekete geçtiler.
529
Antikacı Dükkanı I F: 34
Ü ç dört mil daha ald ıktan sonra, girdikleri kırl ı ktaki çuku r
lar ve araba izleri karla kaplı olduğundan, titreyen atlar için,
birer tuzak oluşturuyor ve pek ağı r ilerlemek zoru nda kal ıyor
lard ı . İ çinde bulundukları heyecan aras ı nda, kı m ı ltısız oturup
bu değin ağ ı r bir yolculuğa dayanamayarak üçü de arabadan
inip araban ı n arkası ndan zorlukla ve ağı r ağ ır yü rümeye baş
lad ı lar. Yol bitmez göründüğü değin yürümekte zorluyd u. Her
biri kendi kendi ne arabacı nı n yolu yitirdiğini düşünüp duru r
ken , yakı ndaki bir kilise çan ı gece yarı s ı n ı vurdu ve araba
durd u . Araba yoluna sessizce devam etm işti ; ama karı çiğ
nemesi kesilince sanki büyük bir gürültü yerine tam bir sus
ku nluk gelmişçesine oluşan sessizlik, şaş ı rtıcıyd ı .
Arabacı yerinden inip küçük b i r han ı n kapısını vurarak:
« İ şte burası efendim ! ,, dedi. « Hoppala! Gece yarıs ı bura
larda pek geç bir zaman !»
Kap ın ı n şiddetle ve uzun uzun vurulmas ı na karş ı n , han ı n
içindekiler uyanmad ı . Her yer eskisi gibi karan l ı � v e d urgun
d u . Bi raz geri çeki lip beyaz badanal ı binada siyah lekeler ha
linde görünen pencerelere baktı lar. Hiçbir ı ş ık yoktu. Sanki ev
tergenmiş ya da içinde bir yaşam eseri olmas ı na karş ı n içeri
de uyuyanlar ölüp kalm ışt ı .
Bir araya toplan ı p tuhaf b i r kararsızl ı kla, sanki neden ol
d ukları hüzünlü yankı ları gene uyandırm ak istemeyerek fısıl
tıyla konuştular.
Küçük kardeş:
« Bakalım arabacı içerdekileri uyandırabilecek mi?» dedi.
« Biz şöyle bir dolaşalı m . Ben kendi hesabıma çok geç kaldı
ğ ı m ız ı anlayı ncaya değin huzur bulamayacağı m . Tanrı rızası
için bir yürüyeli m . "
Arabacıyı olanağ ı nca yer haz ı rl ı ğ ı n ı sağ lamak v e kapıyı
vurmaya devam etmek üzere orada b ı rakıp ayrı ldı lar. Kit
evden ayrıld ı kları zaman arabaya astığ ı ve o zamandan beri
akl ı ndan ç ı karmadığı küçük bir ç ıkınla -Tamamen Nell'in bı
raktığı halde, eski kafes içi ndeki kuşla- onları izledi . Nell'in,
kuşunu görmeye çok sevineceği ni biliyordu.
Yol yeğnikçe i nişliydi. Yoldan ayrı l ı nca saatinin sesini işit
tikleri kiliseyi ve onun çevresinde toplanan küçük köy evleri ni
530
gözden yiti rdiler. Gecenin sessizliğinde gene başlayan kapı
vurulmas ı n ı işitip üzüldüler. Adam ı n vaz geçmesini ya da o r a
kendileri dönü nceye değin suskunluğu bozmaması n ı söylı:-
miş olmalarını dilerdi ler.
Soğuk bembeyaz bir giysiye bürünmüş bir hayalet halinde
somutlanan eski kilise kulesi, önlerindeydi. Bi rkaç dakika
sonra yan ı na geldi ler.
Bembeyaz bir görünüm içinde sayg ı esinlendiren eski bir
bina. Çan kulesindeki güneş saati ni kar kaplam ıştı ve ne ol
duğu beli rsizdi. Vakit bile, sanki bir kasvetli geceyi hiç gündüz
izlemeyecekmiş gibi, gam l ı ve yas l ı görünüyordu.
Pek yakında, mandallı bir kapı vard ı ; ama kilise avlusuna
gelen bu kapıyı birkaç dar dehliz karş ı l ıyordu. Hangi yana
döneceklerini kestiremeyerek duraklad ı lar.
Pek yakı nda olan köyün caddesi düzensiz bi rtakı m kulübe
kümesiyle s ı n ı rl ıyd ı . Kulübeler çeşitli yükseklikte, çeşitli biçi m
deydi. Baz ıları n ı n · önyüzü baz ı ları n ı n arkas ı , baz ı ları n ı n
camları caddeye bakıyor; şurada bir işaret direği, orada bir
sundurma caddenin o rtası n ı kaplıyordu. Yakındaki bir pence
reden soluk bir ı ş ı k sız ıyordu. Kit yolları n ı sormak için oraya
yöneldi.
Kit'i n seslenmesine içeriden yaşlı bir adam yanıt verdi. So
ğuktan koru nmak için boynuna bir şey dolayarak pencereye
ç ı kt ı ve bu uygu nsuz saatte kendisini kim i n istediğini sordu.
« Bu soğuk havada beni gece yarısı kald ı rman ı n anlam ı
var m ı ? Benim işim gücüm, gece yatağı mdan kald ı rı lmaya
gerek göstermeyen bir iştir. Beni iş için isteyenler, özellikle
bu mevsimde, bekleyebilirler. Ne istiyorsun!»
«Yaşl ı ve hasta olduğunuzu bi lseydim rahatsı z etmez
d im . »
Yaşlı adam tersce:
«Yaşlı m ı ?» dedi. «Benim yaş ı m ı nereden bi liyorsun? H er
halde senin sandı ğ ı n değin yaşl ı değilim. Hastalığa gelince,
birçok gencin sağ l ı ğ ı n ı n benden kötü olduğunu görürsün. N e
yazı k ki, b u böyle ! Yaş ı ma göre sağlam v e sağ l ı kl ı olduğumu
değil, ama onların zayıf ve çelimsiz oldukları n ı kastediyorum .
531
Ö nce biraz kaba konuştuysam kusuruma bakma ! Gözlerim
geceleyin iyi seçmiyor. Bu yaştan ve hastalıktan değil. Gözle
rim hep böyleydi. Bir yabancı olduğunu göremedim . »
«Sizi kaldırdığıma üzüldü m ; ama kilise avlusu kapı sında
gördüğünüz şu centil menler de buran ı n yabancısı ve pek
uzak bir yoldan geliyorlar. Papazın evini arıyoruz. Sal ık vere
bilir misiniz?»
Yaşl ı adam titrek bir sesle :
« E lbet verebiliri m ! » ded i . «Buranın zangoçluğunu yapalı
gelecek yıl tam elli yıl olacak! Sağdaki yoldan gidin. U marı m
iyi yürekli centilmene kötü bir haber vermezsiniz! »
Kit ona teşekkür edip hemen bir yanıtla kötü b i r haberleri
olmadığını söyledi. Tam geri döneceği sı rada, bir çocuk sesi
d ikkati ni çekti. Baş ı n ı kald ırı nca yandaki pencerede küçük bir
çocuk gördü.
Çocuk merakla:
«Ne oluyor?» diye sordu. « Düşün doğru m u çıktı ? Bu sa-
atte ayakta o lan bu genç kim?»
Kit yanıt vermeye f ı rsat bulamadan yaşlı zangoç:
«Zavallı yavru m , nasılsı n?» diye sord u.
Çocuk, her dinleyenin yüreğini etkileyecek bi r içtenlikle ve
m erakla yineledi.
« Düşün doğru m u çıktı? Ama hayı r, bu hiç o lamaz ! Nasıl
o labilir, nas ı l olabilir?»
Zangoç:
«Onun ne amaçlad ı ğ ı n ı anlıyoru m ! » dedi. « Haydi yatağ ı
na h aydi yatağ ı na yavru m ! »
Çocuk b i r üzgü taşkı nlığı içinde:
« Olamayacağ ı n ı biliyordum . Sormadan önce biliyordum . »
dedi. «Ama bütün b u gece ve d ü n gece ş u ac ıklı düşten kur
tulup uyuyam ıyoru m ! »
Yaşlı adam o n u yatıştı rarak:
«Gene uyumaya çalış, artık düş görmeyi n ! » dedi.
« Hayı r, hayı r düşü mün yitmesini istemiyo ru m . Acıklı olma
s ı n a karşın, sürmesi ni istiyorum . Düş görmekten korkmuyo
rum ; ama çok üzgün çok üzgünüm.»
532
Yaşlı zangoç ona dualar etti, çocuk ona iyi geceler di ledi
ve Kit oradan ayrı ldı .
Kit, çocuğun söylediği sözlerin anlam ı n ı anlamad ığı için,
söylediklerinden çok onun haline acıyarak geri döndü. Zango
cun salı k verdiği yola saptı lar ve çok geçmeden papazın evi
ni n duvarı önüne geldiler. Burada çevrelerine bakarlarken,
uzakta harap binalar arası nda ışı ldayan, tek, b ir tek ışık gör
düler.
Işık yuvarlak bi r pencereden geliyordu ve çevresindeki
yüksek duvarların gölgesiyle kaplanm ış olduğundan bir yıldız
gibi parl ıyordu. Başları üstündeki y ı ld ızlar gibi yalnız ve kı m ı l
tısız duran bu ışık, sanki gökyüzünün oldum olası lambalarıy
la bir ilişkisi varm ı ş gibi, onlarla bir dostluk havası içinde yanı
yordu.
Küçük kardeş:
« Bu ı ş ı k nedir?» diye sord u.
Bay Garland :
« Her halde onları n oturduğu h arabeden geliyor; çevrede
başka harabe göremiyoru m ! » dedi.
Küçük kardeş:
« Bu saatte uyan ı k olamazlar ! » dedi.
Kit ise hemen araya girerek, onlar kapıyı çal ıp beklerken
ışığın yandı ğ ı yere değin gidip ayakta bir kimse olup olmadı
ğ ı n ı anlamak için izin istedi. İ stediği izni alınca büyük heye
can ve merakla, kuş kafesini elinde tutarak, ışığ ı n yandığı
noktaya koştu.
Mezarlıklar aras ı nda tez dolambaç koşmak kolay bir şey
değildi. Başka bir zaman daha yavaş yürüyebilir ya da mezar
lı ğ ın yanı ndan geçebilirdi . Ö nüne çıkan engellere önem ver
meden ve h ızı n ı azaltmadan kısa bir zamanda pencerenin
birkaç metre yanı na geldi .
Olası olanağ ı ·sessizce i lerledi , sarmaşığa giysiyle değe
cek değin yaklaşıp dinledi. İçeriden h içbir ses gelmiyordu. Ki
lise bile bu d eğin sessiz değildi. Pencere cam ına dokunarı:ık
gene dinledi. Hay ı r, hiçbir ses yoktu. Ama çevre o değin ses
sizdi ki , eğer varsa, uyuyan bir insan ı n soluğunu bile duyabi
l i rdi.
533
Böyle bir yerde, gecenin bu saatinde, ışık bulunsun da,
yakı nı nda h içbir kimse bulunmasın, şaşı lacak bir şeydi!
Pencerenin alt kısm ı n ı bir perde örtüyordu ve o.dan ı n içini
göremiyordu. Ama perdeye içeriden hiçbir gölge vurmuyord u.
Duvara ç ı k ı p pencerenin üstün d en bakmak da tehlikeliydi.
Oturdukları yer gerçekten burasıysa, gürültü genç kızı ü rküte
bilirdi . Dinleyip durdu . Usanç verici boşluk hep ayn ı kald ı .
Yavaş yavaş v e önlemli ad ı m larla oradan ayrılarak hara
benin çevresini dolandı ve sonunda bir kapıya geldi. Kapıya
vurd u . Hiçbir yanıt çıkmad ı . Ama içeriden tuhaf bir ses geli
yord u . Ne olduğunu kestirmek zord u . Acı çeken bir i nsan ı n
iniltisine benziyordu. A m a p e k düzenli v e devamlı olduğu için
bu da o lamazd ı . Bir an bir şarkı, bir an bir iniltiye benziyordu.
Daha doğrusu onun değişen varsayımlarına uyuyord u ;
çünkü ses h i ç değişmiyordu. Bu ses işittiği h içbir sese ben
zemiyordu. Bu seste korku veren, tüyleri ürperten, bu dü nya
ya ilişkin olmayan bir çeşni vard ı .
Kit, karda v e soğu ktaki nden daha çok üşüdüğünü d uyum
sad ı . Gene kapıyı çald ı . Gene yan ıt alamad ı . Ses hiç kesil
meden sürüyordu. Elini mandala koyup dizini kapıya dayad ı .
· Kapı içeriden sürgülü değildi ; iti li nce menteşelerin üzerinde
döndü. Eski duvarlarda, yanan bir ateşin parı lt ı ları n ı gördü
ve içeri girdi.
LXXI
534
parmakları nı birbirine geçi rmiş olduğu halde, hiç durmadan
sallan ı rken Kit'in dı şarıda işittiği kederli sesle bir şeyler m ı rı l
danıyordu.
Kit içeri · girerken kapı, arkas ı ndan, onu sıçratıp ürküten bir
gürültüyle kapan m ı şt ı . Meçhul kişi ne konuştu, ne arkası na
dönüp baktı, ne de bu gürültüyü işittiğini belirtecek b ir davra
nı şta bulundu. Bu, yaşlı bir adamd ı . Başı ndaki saç, gözleri
ni dikip baktığı ufalan ıp sönen korkular gibi beyazd ı . Yaşlı
adam, sönük ı ş ı k, geçen ateş, eski oda, suskunluk, sönmek
te olan bir yaşam, loşluk, hepsi birbirine ne değin uygundu.
Kül, toz ve haraboluş!
Kit, bir şey söylemeye çal ışt ı . Ağzı ndan kendisinin de bil
mediği bi rkaç sözcük çıkt ı . İ nsan ı ürküten aynı yeğnik ses,
sandalye de ayn ı sallan ış devam ediyordu. Hiç değişmeyen
ve Kit'in varl ı ğ ına önem vermeyen tasalı yaşl ı kişi ayn ı yer
deydi.
Eli kap ı n ı n m andal ı nda dururken, ocaktaki bir odun parça
s ı n ı n kısı lıp düşmesiyle oluşan alev yard ı m ıyla Kit'in di kkati
yaşlı kişinin üzeri nde topland ı . Ö nce durduğu yere sokuldu ;
bir adım , bi r adı m daha att ı . Bir ad ı m daha atı nca, adam ı n
yüzünü seçti. Evet, değişmiş olmasına karş ın, onu çok iyi ta
nı yordu.
Diz çöküp elini tutarak:
« Efendi m , aziz efendi m ! Bana bir şey söyleyin!» dedi.
Yaşl ı adam ona doğru döndü ve sanki içi boş bir şeyden
gelen bir sesle m ı rı ldand ı :
« Bir daha!.. B u gece h ayaletlerin ardı kesilmiyor!,;
« Hayalet değ il efendi m ; ben eskiden hizmeti nizde olan
Kit'i m . . . Hiç kuşkusuz beni tan ıyorsunuz. Bayan Neli nere
de?»
« Hepsi bunu söylüyor. Hepsi aynı soruyu soruyor!»
« O nerede? Bana bunu söyleyin , tek bunu söyleyin, efen
dim!»
« Şuracı kta uyuyor!»
«Oh, içi m rahatlad ı . »
535
« Evet, Tan rıya şükür! O uyurken kaç uzun geceler gecesi
Tanrıya dua ettim. Bunu ancak Tanrı bilir. Dur, dinle! Seslen
di mi?"
« Hiçbir ses duymad ı m . "
« Duydun. Şimdi gene o n u d uyuyorsu n. Ş u sesi duymuyor
musun?"
Doğrulup gene kulak verdi.
Utkun bir gülümsemeyle:
«Bunu da duymuyor musun?» diye bağı rd ı . « Hiçbir kimse
bu sesi benim gibi iyi tan ıyabilir mi? Dur, dinle ! »
Kit'e sessiz durmas ı n ı işaret ederek b i r başka odaya geçti.
Kısa bir aradan sonra -bu s ı rada yumuşak, avutucu bir sesle
konuştuğu işitiliyordu- elinde bi r lambayla geri geldi.
Bir fısıltıyla:
« Daha uyuyor!» dedi. « Hakl ıymışs ı n , seslenmemiş; belki
düşünde konuşmuştur. Bundan önce oturup onun uyuduğunu
seyrettiğim zamanlar, çok kez beni çağ ı rd ı ğı olm uştur. Sesi
çıkmamasına karşın, dudakların ı n oynaması ndan benden
bahsettiğini biliyoru m . ışığın gözlerini kamaşt ı rm as ından çe
kindiğim içi n lambayı buraya getirdim.»
Ziyaretçiyle konuşacak yerde, daha çok kendi kendine
söyleniyord u ; ama lambayı m asanı n üstü ne koyduktan
sonra, sanki ansızın bir anı ya da meraktan, lambayı gene
eline alıp onun yüzüne yaklaştı rd ı . Sonra, sanki böylece yap
mak istediği şeyi u n utmuş gibi , dönüp lambayı yere b ıraktı .
« Derin bir uykuda! » ded i . «Tevekkeli değil, en yeğnik
ayakları n bile daha sessiz olması için, melekler yeri kal ı n bir
kor tabakasıyla örttü. Kuşlar bile onu uyandırm amak içi n
göçüp gittiler. Onları beslerdi. Ü şümüş, aç olsalar bile ürkek
kuşçağ ızlar bizden kaçarlard ı ; ama ondan hiç kaçmazlard ı . »
Yaşl ı adam gene durd u v e hemen h emen soluğunu kese
rek uzun zaman ku lak verip di nledi. Bu merakı geçtikten
sonra, eski bir sandı ğ ı açtı ve sanki can l ı yarat ı klarm ış gibi,
sevgiyle ç ıkardığı bi rtakı m giysileri eliyle s ıvazlayıp okşama
ya başladı .
'Neli, d ışarıda toplanacak böğü rtlenler varken ne diye tem
bel tembel uyuyorsun?' diye m ı r ı ldand ı . 'Küçük dostları n ka-
536
pıya toplan ıp Neli, şirin Neli nerede. diye seslenip du rurken
ve seni görmedikleri için, içlerini çekip ağlarken, ne diye
tembelce yatıyorsun ? Çocukları pek severdi. En yaban ı lları
bile o ı:ıun her istediğini yapardı . Onlara karşı pek sevecendi.'
Kit, konuşacak gü ç bulamadı . Gözleri yaşarm ışt ı .
Yaş l ı adam b i r giysiyi göğsüne bastırıp buruşmuş elleriyle
okşayarak:
« En çok sevdiği ev giysisi !» dedi. « Uyand ığı zaman özle
yecek. Şaka olsun diye buraya saklamışlar. Ama ona bunu
vereceğim. Dünyan ı n bütün serveti bir araya gelse, sevgili
yavrumu üzmem. Şu kunduraları görüyor musun? Bak nasıl
yı pranm ı ş ! Bunları son uzun yolculuğumuzun anısı olarak
sakladı . Küçük ayakları n ı n nerelerde toprağa değdiğini görü
yorsun. Sonradan öğrendim ki , taşlar ayaklar ını kesip berele
miş; ama o, bunu bana hiç söylemedi. Hay ır, hiç! Tanrı
ondan razı olsu n ! Şimdi nası l topallad ı ğ ı n ı görmeyeyim diye
arkadan yürüdüğünü anı msıyorum . Ama elimi hiç bı rakma
mı ş ve hep bana rehberlik etmişti. »
Dede, giysiyi dudaklarına götürüp gene özenle yerine yer
leştirdikten sonra, kendi kendine konuşmaya devam etti.
İ kide bir, biraz önce gittiği küçük odaya dalg ı n dalgı n bakıyor
du.
« Böyle yatakta tembel tembel yatmak h uyu yoktu ; ama o
zaman sağ l ı ğ ı yerindeydi. Sabırlı olmak gerek! » dedi.
« İ yileşince, gene eskisi gibi erkenden kalkıp, i nsana sağ l ı k
veren sabah havas ı nda çevrede dolaşacak. Kaç kez gittiği
yerin izini bu lmaya çal ı şt ı m . Ama onun yeğnik, peri ayakları
şe.bnemli toprakta bana reh berlik edecek bir iz bırakmazd ı .
Kim o? Kapıyı kapa ! Çabuk! Onu soğuktan sakı nıp s ıcak tut
maya dikkat etmek gerek."
Gerçekten kapı bay Garland ile arkadaşı ve diğer i ki bayı n
içeri girmesi için ag ı l m ışt ı . Bunlar, öğretmen i le papazı n
bekar arkadaşıyd ı . Oğretmenin elinde ışık vard ı . Anlaş ı lan,
Kit içeri girip dedeyi yalnız bulduğu zaman, o da l ambaya
gaz koymak için kendi evi ne gitmişti.
Dede, bu iki dostu görünce -bu değin güçsüz ve hazin bir
şeye dayand ı rı labilirlerse- kapı açı ld ığı zaman konuştuğu si-
537
nirli tavrı b ı rakarak yumuşad ı eski yeri ne çökerek yavaş
yavaş eski davranışına ve eski kederli m ı rı ltısına başlad ı .
Yabancı lara hiç önem vermemişti. Onları görmüştü ; ama
herh angi bir ilgi ve meraktan uzaktı. Küçük kardeş uzak
durdu. Papazı n eski dostu yaşlı dedenin yan ı na bir iskemle
çekip oturdu ve uzun bir suskunluktari sonra konuşm a yürek
liliğini gösterdi.
Alçak bir sesle:
«Gece de yatağı nda değilsin ! » dedi. « Bana verdiğin söze
daha fazla değer vereceğini um m uştum. Niçin biraz di nlen
miyorsun?»
Dede yanıt verdi :
« Uyku beni tergedi; uyku h ep onunla birlikte ! »
«Senin böyle ayakta v e uykusuz olduğunu görmek onu
üzer. Onu üzmek istemezsin değil mi?»
«Buna i nanamıyoru m . Keşke onu uykudan uyandı rabi lse !
Uzu n zamand ı r uyuyor; gerçi böyle konuşmakda akla uygun
değil. Bu iyi ve rahat bir uyku değil mi?»
« Hiç kuşkusuz öyle, hiç kuşkusuz öyl e ! »
Dede kekeleyerek:
«Bu öyle , » dedi. «Ama uyanmas ı ?»
«Bu da m utlu bir olay, dilin anlat ı m ve i nsan yüreğinin du
yumsayabi leceği nden daha sevinçli bir olay olurd u.»
Dedenin yerinden kalkıp ayakların ı n ucuna basarak lam
bayı gene yeri ne koymak üzere küçük odaya geçtiğini seyret
ti ler. Sessiz duvarlar aras ı nda konuştuğu işitiliyordu. Bir birle
rinin yüzüne baktılar. Hiçbiri göz yaşları n ı tutmam ışt ı . Dede
geri dönerek daha uyuduğunu ama, sandı ğ ı na göre, kı m ı l
dan m ış olduğunu söyledi. Elini, küçücük, mini mini elini, olası
ki onun elini tutmak için oynatm ı ştı . Onun daha önceleri
derin uykudayken böyle yaptığ ı n ı söyledi. Sonra gene san
dalyesine çökerek ellerini baş ı üstünde kavuşturup hiç unutul
mayacak bir bağ ı rış kopard ı .
Öğretmen papaz ı n eski dostuna işaret ederek, köşede
onunla , kon uşmak istedi. Yavaşça ak saçları üstünde kenet
lediği ellerini çözdüler.
Öğ retmen:
538
« Yalvaracak olursak, sizi ya da beni dinleyecektir. Neli
her zaman dinlerdi ! » dedi.
Dede:
«Onun işitmekten hoşlandığı her sesi dinleri rTJ ! » dedi .
«Onun her sevdiğini ben de severi m . »
Ö ğretmen sözünü sürdürdü :
« Bunu biliyorum ve buna i nanıyorJm. Onu düşünü n ; pay
laştığı n ı keder ve üzgüyü, acı deneyi mleri, birlikte tattığ ı mız
huzurlu, sevinçleri düşünün !»
« Evet, zaten bunlardan başka bir şey düşünm üyorum ... "
« Bu gece yüreği nizi yumuşatacak eski zamanları ve sev
gileri anı msatacak şeylerden başkasını düşünmenizi iste
mem ; aziz dostu m ! O ancak bu suretle sizinle konuşabilir ve
ben şimdi sizin le onun ad ı na konuşuyoru m . »
«Yavaş kon uştuğunuza çok i y i ediyorsunuz. O n u uyandır
mayalı m . Onun gözlerini ve gülü msediğini gene görmekten
çok sevineceğim. Genç yüzünde şimdi de bir gülümseme var;
ama bu, durgun, ve değişmez, bir gülümseme. Bunun gelip
gitmesini isterdim. Tanrı n ı n izniyle bu da olur. Onu uyandır
mayalı m . »
« Ondan uyurken değil, a m a birlikte yolculuk ettiğiniz za
manlardan, uzakta, evi nizde olduğunuz ve birlikte yola çıktığı
nız zamandan, eski huzurl u zaman ı n ızdan söz edelim.
Dede, öğretmene durgun bakışlarla bakarak:
«O her zaman neşeliydi ! » dedi. « Onda yumuşak, saki n bir
hal vard ı ; ama hep sevi nçli ve mutlu görü nürd ü . »
« Gerek bünyesi v e gerek iyi huyu bakımı ndan o n u n anne
sine pek benzediğini söylerdiniz. Onu düşünüp anımsayı n ı z ! ,,
Dede, durgun bakışları n ı sürdürd ü; ama h içbir yanıtta bu
lunmad ı .
Papazı n eski dostu :
« Hatta daha öncesini ! » dedi. « Uzun bir zaman geçmiş.
-keder, zamanı daha da uzatır- ama ölümüyle size, daha
değer ve yüreğini öğrenmeden bu genç kızı sevdi rmeye
neden olan i nsanı u nutmadı n ız, değil m i ? Belleği nizi, uzakta
olan günlere çocukluğunuza götürü n ! Bu güzel, çiçek gibi, ya
şam ı n ızı yaln ız olarak geçirmediğiniz günlere dönün! Eski ta-
539
rihlere giderek, çocukluğunuzda sizi derin bir sevgiyle seven
bir diğer çocuğu anı msadığınızı söyleyin ! Uzun zamand ır
unuttuğu nuz, u z u n zaman görmediğiniz, uzun zaman ayrı
kaldığınız ve sonunda, şimdi ona en çok gereksindiğiniz bir
zamanda, sizi avutmaya gelen bir kardeşiniz olduğunu söyle
yin!»
Küçük kardeş onun önünde dizleri üzerine çökerek:
«Vaktiyle senin bana yaptıkların ı yapmaya geldim ! » dedi .
«Aziz ağabeyciği m , eski sevgini, sürekli özen ve sevgini öde
meye geldim. Denizler bizi bi rbiri m izden ayı rdığı zaman, seni
hiç aklı mdan ve yüreğimden çı karmad ı ğ ı m ı göstermeye,
senin yan ı baş ı nda bulunmaya geldi m . Bağ l ı l ı ğ ı m ı , yıllarca
süren özlem imi kanıtlamaya geldim. Bana bir tek sözcük
söyle, ağabey; bugünden başlayarak çocu kluğumuzun en
parlak gün lerinde, yaşam ımızı iki başına buyruk çocuk ola
rak geçirdiğimiz günlerdeki lerden çok birbirimize düşkün iki
kardeş olacağ ız. »
Dede gözlerini biri nden diğerine çevird i ; dudakları kıpırda
d ı , ama hiçbir yanıt duyulmad ı .
Küçük kardeş, sözlerini sürdürd ü:
« O zaman birbirimize ne değin bağ l ı v e d üşkün olduğu mu
zu düşünürsen; şimdi ilgi ve bağ l ı l ı ğ ı m ız ne olmal ı ! Dostluk
ve arkadaşlığımız; yaşamı m ız önü müzdeyken çocukluğu
muzda başladı ve sonunda, gene birer çocuk olduğuumuz
zaman da sürecek. Koca dünyada servet, ün ve zevk peşin
de koştuktan sonra, düşüş yı lları nda, ölmeden önce, gene
birer çocuk olmaya çabalarsak, yaşamda ilk kez soludukları
yere dönenler gibi : İ l k yıllarda onlardan daha az bahtl ı, ama
son yı l ları nda daha m utlu olan biz de; çocukluğum uzu geçir
diğimiz yerlerde dinlenmeye çekileceğiz. Çocuklukta besleyip
yetişkinlik çağı nda gerçekleşmeyen umutlarıyla, ancak birbiri
mize karşı duyduğ umuz özlem ve yaşam sıkıntısından yaln ız
ca bizi birbiri mize bağlayan sevgiden başka bir şey kurtara
mam ış olarak yuvamıza dönecek olursak; gene uzun yıllar
önceki çocukluk çağ ı n a kavuşabiliriz . »
Küçük kardeş, değişik b i r tonla ekled i :
540
« H atta ağzı na almayı göze alamadığ ı m şey -Tanrı koru
sun- olsa bile gene birbirim izden uzak kalmayacağ ız ve
büyük acı m ızla avunacağız.»
Bu sözler s ı rasında, dede, yavaş yavaş iç odaya çekilmiş-
ti.
« Beni ondan soğutmaya çal ı şıyorsunuz ! ,, dedi. « Ben ya
şad ı kça bunu başaramayacaksınız. Benim ondan başka yakı
n ı m , h ı sı m ı m yok! Hiç olmadı ve olmayacak. O, yalnız benim.
Bizi birbi rim izden ayı rmakta gecikti niz.,,
Yaşlı adam, elleriyle onlara yaklaşmaları n ı işaret ederek
ve yumuşak bir sesle seslenerek, odaya girdi. Geride kalan
lar bir araya toplandı lar, kolaylıkla söylenem eyen, h eyecanl ı
birkaç sözcük fısı ldadı ktan sonra, onu izlediler. O değin
yavaş yavaş yürüyorlardı ki , ayak sesleri b i le işitilmiyord u;
ama hıçkırıklar, kederli ve yasl ı sesler duyuluyordu.
Çü nkü Neli ölmüştü. Küçücük yatağı içinde sonsuz uyku
suna geçmişti. Kutsama gibi 1gelen bu sessizlik boşu na değil-
di.
Neli ölmüştü . Hiçbir uyku bu değin güzel , bu değin huzur
lu, bu değin acısız, bu değin sevimli olamazd ı . O, sanki yaşa
yıp ölen bir i nsan deği l ; Tanrının elinden yeni çıkmış soluma
ya h az ı r bir yaratıkt ı .
Yatağı y e r yer, sevdiği yerlerden toplanan kırmızı tomur
cuklar ve yeşil yapraklarla süslenmişti . ' Ö ldüğüm zaman ya
nım a ışık seven ve başı üstünde hep gökyüzünü seyreden
bir şey koyu n,' dem işti.
Neli ölmüştü. Aziz, nazik, sabırlı, yüce ruhlu Neli ölmüştü .
Bir parmak bası ncıyla ezilebi lecek olan zavallı, çelimsiz,
küçük kuş, kafesinde hoplayıp duruyord u ; ama küçük han ı m ı
n ı n güçlü yüreği sonsuzca sessiz v e devi nimsiz kalmıştı .
Şimdi bütün kayg ı ları , acı ları , yorgunlukları yitmişti. Onda
keder ölmüş; sakin bir güzellik ve derin bir dinlence somutla
şan huzur ve m utluluk doğmuştu.
Bununla birlikte, eski benliğiyle, bu değişiklik içinde, değiş
memiş olarak, orada yatıyordu. Evet eski şömine bu tatlı
yüze gülümsemiş; yoksulluk ve kaygı içinde bir düş gibi gelip
geçmiş; bir yaz akşamı yoksul köy öğretmenin kapısında,
541
soğuk ve rutubetli bir kış gecesi kızg ı n ocak önünde, ölüm
döşeği nde yatan küçük çocuğun başı ucunda, hep ayn ı se
vimli yüz haz ı r bulunmuştu . Ö lümden sonra melekleri her
halde bütün görkemiyle bu biçimde göreceğiz.
Dede, güçsüz bir kol tuttu ve küçük bir eli ısıtmak için göğ
süne bastırd ı . Bu, son gülümsemeyle ona uzattığı bütü n yol
culukları sırası nda onu yönlendiren ve yöneten küçük bir eldi.
Bu eli dudakları na götürdü, sonra göğsüne bastırıp şimdi
daha sıcak olduğunu söyledi. Genç kıza yard ı m etmelerini di
leyen bir bakışla ve bir işkence içi nde, çevresindekilere baktı.
N e l i ölmüştü. Artık yapılacak yard ı m geçmişti v e b u na ge
reksinim de kalmamıştı. Kendi yaşamı sönerken, yaşamla
doldurduğu eski odalar yetiştirdiği bahçe, zevk ve sevinçle
ona bakan gözler, nice düşünceli ve sessiz saatler, daha d ün
çiğnediği yollar, artık o n u bir d a h a göremeyecekti.
Öğretmen, artık göz yaşları nı tutmaya çalışmadan onu
öpmek üzere eği li rke n : 'Kutsal adalet yeryüzünde sona
ermez! ' dedi. 'Genç ruhunun kanatland ığ ı sonsuzluğu düşü
nün! Bu yatağ ı n başı nda söylenebilecek bir iste� onu gene
yaşama kavuşturabilse, bunu hangimiz göze alabili riz! '
LXXll
543
Küçük çocuk, Neli üzerindeki saf konuşmalarıyla dedeyi
yatıştırarak onu di nlenmeye gezmeye ve hemen hemen her
istediğini yaptırmaya razı etti. Gün ilerleyip genç kız i nsan gö
zünden, insan kılığ ıyla sonsuza ayırmak zamanı gelince;
çocuk, Nell'i dedesinden ne zaman ayı rdıkları n ı bilmesi için
onu uzaklara götürdü.
Nell'in yatağı için birlikte taze yapraklar ve tomurcuklar
toplayacaklardı . Açı k, berrak bir kış g ünüydü. Günlerden pa
zard ı . Köy caddesinden geçerlerken yolda onlara rastlayan lar
yol verip tatl ı , yumuşak yürekle selamlarda bu lundu lar. Bazı
ları yaşlı ada m ı n sevecenlikle elini s ı ktı ; baz ı ları, o sendele
yerek giderken, şapkaları nı çı kardı ve gene baz ı ları da 'Tanrı
yard ı mcı olsun!' diye m ı rı ldand ı .
Yaş l ı adam, küçük kı lavuzunun annesinin oturduğu kulü
benin önünde durarak:
« Komşu ! » dedi. «Niçin bugün herkes siyahlar giyi nmiş?
Hemen h emen herkesin yas kurdelası taktığ ı n ı görd ü m . »
Kadı ncağ ız nedenini bilmediğini söyledi.
«Siz de yas tutuyorsunuz ! Gü ndüzleri hiç kapanmayan
pencereler kapan m ı ş ! Bunun anlam ı nedir?»
Kad ı ncağ ız gene bir şey bilmediğini söyledi.
Yaşl ı adam tezcanl ı l ı kla:
« Geri dönelim; bakalım ne oluyor?» dedi.
Nell'in küçük dostu onu alıkoyarak:
« H ay ı r, hayır!» dedi. «Verdiğiniz sözü unutmay ı n ! Yolu
nuz, onunla i kimizin çoğunlukla gittiği m iz ve sizin de çok kez
onun düzenlediği bahçe için çiçek toplad ı ğ ı m ız ı gördüğünüz,
yeşil yoldur. Geri dönmeyin ! .. »
«Şimdi o nerede? Bana bunu söyle ! »
«Bilmiyor musunuz? Bi raz önce o n u n yan ı ndan ayrı lmad ık
m ı ?»
« Doğru, doğru ! Yan ı ndan ayrıld ı ğ ı m ız oydu, değil mi?»
Dede elini alnına bastırd ı , boş bakışlarla çevresine bakı n
d ı ve sanki birdenbire akl ı na gelmiş gibi, sokağı n karşı yanı
na geçip zangocun evine girdi. Zangoç ve sağ ı r yard ı mcısı
ateşin önünde oturmuşlard ı . Kim i n geldiğini görünce ikisi de
ayağa kalktı.
544
Çocuk eliyle onlara, çaktı rmadan bir işarette bulundu ; ama
bu işaret ve dedenin bakışı her şeyi an ımsatmaya yeterli
old u .
Yaşl ı adam, merakla:
« Bugün gömeceği niz birisi var m ı ? ,, diye sordu.
Zangoç yan ıt verdi :
« Hayı r, hayır! K i m i gömeceğiz?,,
« Evet kimi ? »
Zangoç suskunlukla:
« Bugün tati l günümüz,,, dedi. « Bugün çal ışmayacağız !,,
Yaş l ı adam, küçük çocuğa dönerek:
« Öyleyse seninle istediğin yere gideri m ! » dedi. Bana söy
lediğinizi bi liyorsunuz, deği l m i ? Beni aldatmıyorsunuz ya!
Son kez gördüğünüzden beri geçen kısa zaman içinde bile
değiştim . "
« Siz yolunuza gidin efendim. Tanrı yard ı mcınız olsu n ! »
Yaşlı adam uysal l ı kla:
«Gel çocuğum ben haz ı rı m ! ,, diyerek yola devam .etmeye
rıza gösterdi.
Şimdi kilise çanları, Nell'in gece gündüz işittiği ve sanki bir
i nsan sesiymiş gibi, kutsallık ve zevkle dinlediği kilise çanları ,
böyle genç, böyle güzel, böyle iyi bir i nsan için acı masızca
çal ışıyordu. Beli bükülmüş yaşl ı lar, dinç gençler, acar deli
kan l ı lar, zayıf çocuklar; kimi koltuk değneğiyle, kimi sağlık ve
dinçlik içinde, kimi yetişki n, kimi toy, hep onun mezar ı n ı n ba
ş ı na akı n ettiler. Gözleri iyi seçmeyen, duygu güçleri azalmış,
yaşl ı adamlar, on yı l önce öldükleri takdirde yaşlanm ı ş dene
cek nineler, sağ ırı, topalı, inmelisi her türlü yaşayan ölü, hep
bu mezarı n kapanmas ı n ı görm eye gelmişti. Ama mezarı n
kabul edeceği ölü, onun üzerinde daha sürüklenebilen ölümle
kıyas kabul eder miydi?
Şimdi, yeni düşen karlar gibi saf ve temiz ömrüde onlar
gibi geçici olan genç kızın cenazesini kalabal ı k yollardan ge
çiriyorlard ı . Onu Tanrı n ı n esirgemesiyle bu sakin köye ilk gel
diği zaman altı nda oturduğu kemerden geçi rdiler ve eski kili
se onu sakin gölgesi altı na kabul etti.
545
Antikacı Dükkanı f F: 35
Onu çok kez otu rup düşü nceye dald ığı kuytu bir köşeye
getirip yavaşça yere koydular. Yazı n dalların h ı ş ı rdayıp sal
landığı ve kuşları n bütün gün cıvı ldadığı renkli camlarla süslü
pencereden tabutun üstüne ış ıklar süzülüyordu. Güneş ı ş ı
ğ ı nda, esen rüzgarla sallanan dallar, o n u n mezarı n ı n üstü ne
titrek ve her an değişen bir ı ş ık serpecekti .
Toprak toprağa, kül küle toz toza! Birçok küçük el, ufak
çiçek demetleri attı ve boğuk h ıçkırıklar işitildi. Baz ı l arı diz
çökmüştü. Hepsinin de kederi içten ve yü rekten geliyordu.
Dua bitince yas tutan lar ayrıldı lar. Mezarın kapağ ı kapan
madan köyün halkı toplanıp mezara bakt ı . İ çleri nden biri
genç kız ı n ayn ı yerde kitabı kucağı na düşmüş olduğu halde
ve düşünceli bakışlarla gökyüzüne baktığ ı n ı anı msad ı . Bir di
ğ eri onun gibi ince ruhlu bir i nsanı n böyle yürekli olmasına
geceleyin yaln ız başı na kiliseye girmekten çeki nmediğine,
her şey susku nluk içindeyken orada bulunmaktan h oşlandığı
na, kal ı n duvardaki küçük deliklerden giren ay ışığ ı ndan
başka ışık bulunmayan kilise kulesine tırmanmaktan çeki n
mediğine şaştığını söyledi. Yaşlılar arası nda genç kızı n me
lekleri görüp konuştuğu fısıldand ı . Onun h alini , konuşmas ı n ı
v e erken ölümünü düşününce baz ı ları bunun b i r gerçek oldu
ğunu sand ı . Böylece, halk, küçük kü meler halinde mezarın
yan ı na gelip durdular ve diğerlerine yol vererek üçer dörder
kişilik gruplar halinde fısıldaş ı p ayrıldı lar. Kilisede yalnız zan
goçla yas tutan dostlar kalm ıştı .
Mezar taş ı n ı n kapand ı ğ ı n ı görüp akşam karan l ı ğ ı bastığ ı ;
b u kutsal yerin suskunluğunu h içbir şey bozmad ı ğ ı ; ay ışığı
nın mezar ve heykellere, sütun lar, duvarlar, kemerler -ve
özellikle on ları n düşüncesine göre genç kızı n mezarı üstüne
düştüğü içsel ve apaçı k her şeyde sonsuzluğun özü okundu
ğu s ı rada ; rahat ve uysal oradan ayrı lıp onu Tanrıya b ıraktı
lar.
Bu gibi ölümlerin öğrettiği dersi önemsemek zor bir işti r;
ama h içbir kimse bunu küçümsememelidir; çünkü bu, büyük
ve evrensel bir gerçektir. Ö lüm her genç ve masum insan ı
pençesine alıp bu i nce ten kafesinden ru hu ayı rd ı ğ ı zaman;
546
acı mak, hayır ve sevecenlik biçiminde somutlaşan nice er·
demler, dünyam ızı kutsar. Bu gibi taze mezarlara ölümlülerin
döktüğü her göz yaşı ndan bir iyilik doğar; daha yumuşak bir
yürek p ı htı laşır. Ö lümün gücü ve yıkıcı pençesine kafa tutan
yeni ve parlak yaratışlar gerçekleşir ve ölümün karanlık yolu
cennete giden ış ıklı bir yol olur.
Dede, eve döndüğü zaman, vakit h ayli ilerlemişti küçük
çoçuk, geri dönerlerken, bir bahaneyle, onu kendi evlerine
götürmüş; bu gezinti ve son zamanlardaki uykusuzluğunun
bir sonucu olarak ateşin yanı nda derin bir uykuya dalmışt ı .
Yaşl ı adam pek güçsüz olduğundan onu uyandı rmamaya
dikkat etti. Epey uyuduktan sonra kalktığı zaman, gökyüzü n
de ay parı ldıyordu.
Uzun zaman ortada görü n mediği için meraklanan küçük
kardeş, kapıda onun dönmesini beklerken, dede, küçük reh
berle yolda görü ndü. Küçük kardeş on ları karş ı lamaya çıktı
v e ağabeyinin koluna girerek yavaş yavaş v e titrek adımlarla
onu içeri ald ı .
Yaşl ı adam, dosdoğru genç kızın odasına gitti. Orada bı
raktığ ı n ı göremeyi nce, hepsinin topland ı kları odaya girip on
lara şaşkın şaşkın bakt ı . Buradan, genç kızın ad ı n ı çağ ırarak,
köy öğretmeninin evine gitti. Onu arkası ndan izlediler. Dede
boş yere arand ı ktan sonra onu alıp eve getirdiler.
Yaşlı adam ı acı mak ve sevecenliğin koşulland ı rdığı kandı
rıcı sözcüklerle yat ıştı rıp söyleyecekleri ni dinlemeye razı etti
ler. Sonra türlü i ncelik ve ustal ı kla geleceği öğrenmesine ça
balayıp genç kızı n kavuştuğu m utluluğa i lişkin coşkulu
sözcükler sarfettikten sonra, sonunda gerçeği söylediler.
Yaşl ı adam, bunu işitir işitmez, vuru lm uş g ibi yere yuvarlan
dı.
Onun kendine geleceği nden uzun zaman umut kestiler;
ama yazgı güçlüdür. Yaşlı adam kendine geldi .
Ö lümü izleyen boşluk üzgünlük ve bezginliği, en i radeli in
sanlara tebelleş olan perişanl ı ğ ı bil meyenler; yokluğu her an
duyumsanı lan, sevilen bir yakı n için duyulan kederi ; cansı z
varlı klarla bellekten çıkmayan b u i nsan arasındaki bağ v e ilin-
547
tiyi ve her eşyanı n bir anıt ve her odan ı n bir mezar kesildiğini
bilip nefsinde denemeyenler; yaş l ı adam ı n üzgün ve perişan
bir h alde arad ı ğ ı n ı bulamayan bir i nsan tedirginliğiyle, nas ı l
vakit geçirdiğini anlayamazlar.
Yaş l ı adamda geriye kalan bir anı ve düşü nce hep genç
kızla i lgiliydi . Kardeşi ni tanı mamış ya da tan ımazlıktan gel
mişti . Her türlü sevgi ve özene karş ı kayıts ız kalm ıştı . Genç
kızdan başka konuşulan her konuyu bir süre sabırla dinliyor,
sonra kalkıp eskisi gibi , aranmayı sürdürüyord u .
Onun v e hepsinin aklı ndan ç ı kmayan b i r konuya değin
mek olası deği ldi. Ö ldü ! Bu sözcüğe ne dayancı vard ı , ne de
işitmek istiyordu. En küçük bir anıştı rma ona bu sözcüğü ilk
işittiği zamanda olduğu gibi, bir bayg ı n l ı k nöbeti geçiriyordu.
N e u mutla yaşadığını kimse bil m iyordu; ama genç kızı gene
bulmak h ususunda beslediği, g ünden güne kırı lan bir umutla,
g ittikçe daha üzgün ve kederli olduğu apaçıkt ı .
O n u b u s on keder sahnesinden ayı rmayı hava v e yer de
ğiştirmek suretiyle canlandırıp neşelendirmeyi düşündüler.
Kardeşi bu gibi hall erde uzman olan kişil erle danışmad a bu
lundu. Gelip dedeyi gördüler. Baz i ları orada kalıp konuşmak
istediği zaman onunla konuştu ; yal nız baş ı na sessizce bir
aşağı bir yukarı dolaşırken onu seyretti : 'Her n ereye götürür
seniz, hep buraya gelmek isteyecektir!' dedi ler. Aklı düşünce
si bu noktadan ayrılamazd ı . Onu alıkoyacak, bi r yere kapa
yacak o lsalar, bir çare bulup kaçacak, gene bu raya gelecek
ya da gelirken yolda ölecekti.
Ö nce boyun eğdiği küçük çocuğun da art ı k nüfuz ve etkisi
kalmam ışt ı . Sazan çocuğun yanı nda yürü mesine izin veriyor;
onun varlığ ı na önem vererek elini tutuyor; durup yanağ ı ndan
öpüyor; ya da baş ı n ı okşuybrd u. Sazan da yan ı nda bulunma
s ı n a dayanamayarak çekilip g itmesini okşayan bir sesle rica
ediyord u . Am a ister uysal dostuyla birlikte olsun ; ister her ne
pahasına olursa olsun onu avutacak ve huzur verecek bir
çare bulmak için her türlü özveriye katlanacak olan i nsanlar
la birlikte bu lunsun; her zaman h ep aynıyd ı . Yaşama karşı
sevgi ve i lgisi kalmayan , yüreği ezilmiş bir i nsan !
548
Sonunda bi r gün sabahleyin erkenden kalkıp çantası s ı r
tı nda; basto nu, Nell'in has ı r şapkası ve içinde taşımak alış
kanlığ ı nda bu lunduğu ufak tefekleri içeren küçük sepeti elin
de olduğu halde çıkıp gitmişti . Onu izleyip aramaya
haz ı rlan ı rken, korkmuş bir halde çocuk geldi ve bir an önce
yaşl ı adam ı n kilisede, genç kızın mezarı başı nda oturmakta
olduğunu söyledi .
Hemen oraya gittiler v e usulca kapıya yaklaşarak onun
sabı rla bekleyen bir i nsan haliyle oturduğunu gördü ler. Onu
rahatsız etmeden, bütü n gün gözden ayı rmadı lar. Hava ada
makı l l ı kararı nca, yaş l ı adam kalkıp eve döndü ve yatağ ına
çekilirken: 'Yarın gelecektir!' diye m ı rı ldand ı .
Ertesi gün de güneşin doğması ndan gece oluncaya değin
gene orada kaldı. Geceleyin gene: 'Yarın gelecektir!' diye m ı
rı ldanarak yatağı na çekildi .
Bu zamandan başlayarak her gün, bütün gün, onun meza
rı n ı n baş ında bekledi . Eski, loş ve sakin kilisede, gözlerinin
önünde, şirin köylerde geçen yeni yolculuklar, açı k havada
dinlenme yerleri , tarlalarda ve ormanlarda gezintiler, pek az
insan ayağ ı basan dar geçitler; pek iyi tan ıdığ ı sesin tonu,
onun boyu bosu, h ı ş ı rdayan giysisi , rüzgarda gamsızca dal
galanan saç ı , olup bitenlerin ve olmas ı n ı u mduğu şeylerin
düşsel birer tablo halinde somutlaşt ı . Hiçbir zaman ne düşü n
düğünü ve nereye gittiğini kimseye söylemedi. Geceleyin on
larla oturuyor -duyumsadı klarına göre- gizli bir hazla, gene
gece olmadan torunuyla birlikte kaçmayı düşünüyor ve duala
rı nda: ' N'olur, yarı n geliverse!' diye fısıldadığı duyuluyordu.
Son kez yüze gülen bir bahar sabah ı , dede, her zamanki
saatte dönmedi. Onu aramaya çıktı lar ve Nell'in mezar taşı
nın üzerinde ölmüş olarak buldular.
Yaşlı adamı çok sevdiği Nell'in yanına gömdüler. Kilisede
çoğu kez elele dua ettikleri , düşünceye dal ıp kald ı kları yerde,
dede ile toru n yan yana, sonsuz uykuya çekilmişlerdi.
549
SON BÖLÜM
550
Şakam ıza devam ederek şunu da kaydedelim ki , bay
Brass' ı n vekil i müvekkilinin temi nat ve af vaatleriyle davrandı
ğ ı n ı ileri sü rerek. Tehiri icra talebinde bulundu ve bu biçimde
kand ırı lanlara karşı yasanın gösterdiği hoşgörüden yararlan- ·
mas ı n ı istedi. Ciddi bir görüşmeden sonra, bu nokta ve abar
tılmaya dayanamayan daha bi rtakı m gülünç, teknik hususlar
yargıçlar kurulunun kararına b ı rakıldı ve bu arada Sampson
Brass eski yerine gönderildi. Sonunda bazı noktalar yararı
na, baz ı ları da zararına yorumlanarak, sonuç bakı m ı ndan,
yabancı ülkelerde kalacak yerde, baz ı önemsiz kısıtlamalar
altı nda, yurduna onur vermesine izin veri ldi ! . .
B u kısıtlamalar, bi rkaç y ı l geniş b i r bi nada daha b i r takım
centilmenlerle birlikte, devlet hesabına yiyip, içip, barın mak;
yakası sarı , gri bir giysi giyip, saçlarını pek kısa olarak kestir
mek ve baş l ıca lapa ve yeğnik çorbayla yaşamakla s ı n ı rlı ka
l ıyordu. Bundan başka, diğerleriyle birlikte sonu gelmeyen bir
merdiveni t ı rmanmas ı , bu gibi yorucu çabalara alışık olmad ı
ğ ı için , bacakları zayıflaması n diye ayak bileklerine demir
pranga takması gerekiyordu. Brass bu koşullar altı nda bir
akşam diğer dokuz centilmen ve i ki Lady'yle birlikte resmi bir
arabayla yeni konutuna gönderilmek ayrıcal ığıyla zevk
duydu.
Bu küçük cezadan başka, Brass' ı n ad ı avukatlar listesin
den silindi ki, bu son zamanlarda pek büyük bir onursuzluk ve
rezillik sayılıyor, -birçok değersiz ad' ı n daha l istede kayıtl ı ol
duğuna bakı l ı rsa -pek büyük bir suç işlenmiş olmas ı n ı akla
getiriyordu.
Sally Brass üzerine türlü söylenti dolaştı . Bazı ları onun
erkek kılığ ıyla doklara gidip denizci olduğunu söyledi; bazı
ları muhafız alay ı na yaz ı ld ı ğ ı n ı v e hatta bi r akşam tüfeğine
dayanm ış olduğu halde bir nöbetçi kul übesinde nöbet bekler
ken görüldüğüni.i fısı ldad ı . Daha bu nun gibi nice söylentiler
dolaştı ; ama gerçek olan şu görünüyor ki, beş y ıl geçtikten
sonra -bu zaman içinde onun görüldüğüne i lişki n kesin bir
kanıt yoktur- iki düşkünün alaca karan l ı kta St. G iles semti nin
içlerinden ağ ı r ağ ı r yürüyerek caddeye çıkt ı kları , dolaş ık ba
caklarla ü rkek ve titrek bir halde, ara sokaklara ve inlere ba-
551
karak, artık yiyecek arad ıkları görülmüştü. Bu iki insana
ancak soğuk ve kasvetli havalarda, hastalık, kötülük ve açlı
ğ ı n iğrenç kuytulukları ndan -kemerler, karanl ı k kubbeler ve
mahzenlerden- çıkıp caddeye uğrad ığı zamanlarda rastlana
biliyordu. Kulağı delik olanlar tarafı ndan bu iki kişinin Samp
son ile kız kardeşi Sally olduğu fısıldandı. Söylendiği ne göre,
b:J iki kişi kötü ve gaml ı gecelerde daha bu iğrenç k ı l ı klarıyla,
sakı n ı p çeki nen yolcuları n dirseği dibinde dolaşmaktad ı rlar.
Birkaç gün geçtikten sonra Qui lp'in cesedi bulununca, ce
sedin kıyıya vurduğu yerde soruşturma açı ld ı . Genel kan ı ,
onun intihar ettiği merkezi ndeydi v e ölüm biçim i b u kan ıyı
desteklediği nden hüküm de buna göre verildi . Ücra bir dört
yol ağzı nda yüreği o rtası nda bir kazı k çakılı olduğu halde gö
mülmeye tergendi .
Sonradan dolaşan bir söylentiye göre, bu korkunç ve bar
barca cezalandı rmadan vaz geçilerek, ceset gizlice Tam
Scott'a teslim edi ldi ; ama bu hususta da söylenti çeşitliydi.
Baz ı ları, gece yarıs ı Tom'un toprağı kazarak cesedin kalanı
nın cücenin dul karısı tarafı ndan gösterilen bir yere aktarı ldı
ğ ı n ı söyledi. Pek olasıdır ki, her i ki öykünün asl ı n ı da Tom'un
-pek olağanüstü bir olay görünmesine karş ı n soruşturma sı ra
s ında göz yaŞ ı dökmesi oluşturuyordu. Diğer yandan Tam , jü
riye saldı rmak eğilimi gösterdiğinden, bu davran ış ı n ı n önüne
geçilip jüri huzurundan çıkarı l ı nca, kapı önünde takla atarak
ve elleri üzerinde başaşağı du rarak pencereyi perdelemiş ve
önlemli bi r mübaşir tarafı ndan, ustalıkla, ayakları üstüne çev
rilm işti.
Efendisinin ölümüyle koca dü nyada kimsesiz ve işsiz
kalan Tam Scott, elleri üzerinde yürüme gösterileriyle rızkını
kazanmaya çal ışt ı . Sanatı n ı n geçerli olmas ı na karş ı n İ ngiliz
uyruğunda bulunmas ı n ı n ilerlem esi ne engel olduğunu göre
'
rek, tanıd ı ğı bir İ talyan gencin i n ad ı nı aldı ve kalabal ı k seyir
ciler ö nünde büyük bir başarıyla gösterilerini sürdürdü .
Ufak tefek yap ı l ı bayan Quilp vicdan ı nda uhde kalan bir hi
leden ötürü kendini hiç bağ ı şlamad ı , her ne zaman bu sorun
dan bahsetse, acı göz yaşları dökmekten kendini alamad ı .
552
Kocası n ı n başka akrabası olmadığından, zengin bir dul ol
muştu . Quilp, vasiyetname düzenlememişti, yoksa belki de
yoksul kalacakt ı . İ lk kez annesinin üstelemesi ve kışkırtma
sıyla evlenen bayan Ouilp, iki nci evliliğin de kendisinden
başka hiçbir kimsenin görüşüne başvurmad ı . Gen Ç ,ve yakı
ş ıklı bir koca seçti , ve i kinci kocası , kaynanası bayan Jini
win'in ayrı oturması koşulunu öne sürdüğünden, evlendikten
sonra, karı koca normal kavgan ı n üstün e ç ı kmayarak, cüce
nin parasıyla m utlu bir yaşam sürdüler.
Bay ve bayan Garland ve bay Abel eski yaşamları n ı sür
dürdüler. Yal n ı z aile yaşam ı nda bi razdan an latacağ ı m ız bir
değişiklik oldu. Bay Abel dostu noter ile ortak oldu ve bu ne
denle bir yemek ve balo verildi. Bay Abel , baloya çağrılı olan
pek utangaç tavı rlı bir genç kad ı na tutuldu. Bunun nası l orta
ya ç ıktığ ı n ı , kimin bu gerçeği sezip ya da saptayıp kime söy
lediği ni kimse bilmiyordu; ama kesin olan şuydu ki , zaman ın
da evlendiler; pekmutlu bir çift oldular ve her halde buna hak
kazand ı lar. Şu da kayda değer hoş bir şeydir ki, çocuk büyü
tüp yetiştirdiler; çünkü iyilik ve iyilik severliğin yaz ı lması kü
çümsenecek bir şey olmad ığı gibi, insanl ı k içinde bir sevinç
kaynağ ıdır.
Ö mrü pek uzun olduğu için midillileri n 'ata bayı' sayı lan
midlilli, bütün ömrü boyunca bağ ı msızl ı k ve i lkesine düşkün
lüğünü bozmad ı . Gençler ve yaşlı lar s ı ks ık bir arada oldukla
rından, midi lli arabayı bay Garland i le oğlu arası nda çekmek
te devam etti ve yeni ailede ki ah ı rı na, şaşırtıcı bir dik
başl ı l ıkla, ama uysalca girip çıkt ı . Çocu klar büyüyüp onunla
arkadaş l ık yapacak yaşa gelince, onlarla oynamaya i lgi gös
terdi ve çayırda bir köpek gibi, onlarla koşuşup durdu. Ama .
bu değin gevşeyip yumuşamas ı na ve hatta onların okşamala
rına nalına bakmaları na, kuyruğuna ası lmaları na izin verme
sine karş ı n , hiçbiri n i n sırtına binmesi ne ya da arabaya koş
ması na hoşgörü göstermedi ! i steklerin de bir s ı n ı rı vard ı ve
aralarında hiç küçümsenmemesi gereken önemli ilke sorunla
rı vard ı .
553
Midilli yaşı;ım ı n ı n sonları nda, sıcak bir bağ l ı l ı k göstermek
ten geri kalmad ı ve dostu papazı n ölümü üzerine bay Gar
land' ı n kendisiyle oturmaya gelen kardeşine karşı büyük bir ·
554
Hempstead semti nde, bahçe içinde kibar sosyetenin
özendiği bir ev kiral ı ktı . Bu evi kiralamayı tasarlayarak bala
yı ndan sonra oraya taş ı ndı lar. Ch uckster her pazar bu tenha
köşeye ge lerek, kahvaltıdan başlamak suretiyle, günü geçir
meye başladı ve günün dedikodu ve h aberlerini yetiştirmekte
kusur etmedi. Diğer yandan suçunun atı lganl ı k ve gözü pekli
ğine, oysa m asumluğunun sinsi ve kurnaz doğasına bir
.
başka kan ıt oluşturduğu için, suçta;ı bağışık olduğu kan ıtla
n ı ldığı zamandan çok beş sterlini çalmakla suçland ığı zaman
Kit daha çok takdir ettiğini i leri sü rerek, yıl larca ona düşman
kalmakta devam etti . Bununla birlikte, yavaş yavaş ona ı sın
dı ve hatta ı slah olduğu için bağ ışlanması gereken bir insan
onuruyla onu ziyaretiyle ödüllendirdi. Ama bir başka şilin ka
zanmak için gelmiş olsa, bunu doğal bu,lacağı m ; oysa eski
den verilen bi r bahşişi n hesab ı n ı kapatmak için gene gelme
si karakteri üzerinde hiçbi r pişman lığın silemeyeceği bir leke
olduğunu söyleyerek, ünlü şilin olay ını ne unuttu, ne de ba
ğ ı şlad ı .
Swiveller'in h ep bir filozof v e düşünür yan ı olduğu ndan ,
gitti kçe daha çok artan bir denetime ulaştı ve bu zamanlarda
bahçedeki kCiçük kulübede kendi kendine Sophronia, kendi
si, bir yetim olduğunu sanıyordu; ama Swiveller bazı küçük
olayları bir araya toplayarak, bayan Brass'ın daha iyisi ni bile
ceğini ve karıs ı n ı n Quilp'le yaptığı konuşmayı işitince, cüce
nin de, yaşasayd ı , · bu gizi çözebi leceğini düşündü. Bununla
birlikte bu gibi görüşler onu tedi rgin etmedi; çünkü Sophro
nia ona her zaman neşeli; her zaman bağlı ve basiretli bir eş
o lmuştu. Karı s ı n ı n doğru bi r görüşle önlemekten çok kışkı rttı - .
ğ ı C hucster'le yaptığı eğlenceler d ışında Dick de eşi ne bağlı
v e usta b i r koca oldu ve birlikte yüz binlerce kez kart oynad ı
lar. Dick'in yararına olarak şunu da ekleyelim ki, eşi nden
Sophronia diye bahsetmesine karşın, o, başı ndan ·sonuna
değin, eşine Markiz diye h itabetti ve eşini h asta yatağ ı n ı n
ucunda bulduğu g ü n ü n h e r yıl dönümünde, Chuckster onları
ziyarete geldi ve bu s ırada büyük eğlence yapıldı.
555
Kumarbaz i saac List ve J awl'la güvene değer ve kuşku
dan uzak bulunan suç ortakları James Grove, mesleklerinde
ki gözü pek bir atı l ı m ı n baş ı rısızl ı kla sonuçlan ması yüzünden
darma dağ ı n olup yasan ı n güçlü pençesi altı nda meslek ya
şamları sekteye uğray ı ncaya değin, karars ız bir yaşam sür
düler. Şanssızlık, yeni bir suç ortağı olan genç Fredrick
Trent'i n uğursuz bir rastlantıyla yakayı ele vermesiyle başla
mış ve istemeyerek hem onları n, hem de kendisinin cezalan
d ırı lmas ı na neden olmuştu.
Genç adam kısa bir süre zekas ıyla yaşayarak -yani hakkı
nı vererek kullandı ğı takdirde i nsanl arı h ayvanları n üstü ne
çıkaran, kötüye kulland ı ğ ı zaman onları hayvanlardan aşağı
ya düşüren, beş h assayı kötüye kullanarak- yabancı ülkeler
de sürttü. Çok geçmeden Paris'te boğulanları n cesedinin ta
n ı nmas ı için aktarıldı kları bir hastanede rastgelerek ziyarette
bulunan bir yabancı tarafından, bir boğuşma sonucu olduğu
bildirilen yara ve berelere karş ı n , tan ı nd ı ; ama yabancı adam
yurda dönünceye değin bunu bir giz olarak saklam ış ve cese
de h içbi r kimse sahip çıkmamışt ı .
Küçük kardeş -ya da yabancı bay- yoksul öğretmeni bu
uz.ak köşeden ayırıp onu dostu ve arkadaşı olarak kabul
etmek istedi. Ama alçakgönüllü öğretmen kilise avlusundaki
konutuna alışm ı ş ve kentin gürültüsüne karı şmak yürekli liğini
göstermemişti . Okulda, köyde ve genç kız ı n yası n ı tutan
küçük çocuğun sevgisinde h uzurlu bir mutluluk bularak, �aki n
bir yaşam sürmekte devam etti ve kısaca, dostunun haklı .bir
borçululuk duygusuyla yoksul bir köy öğretmeni olarak kaldı.
Küçük kardeşin yüreğinde büyük bir üzgü yer ald ı ; ama in
sanlardan nefret etm ek ve kasvete düşmekten uzak kalarak,
türdeşini seven bir i nsan s ıfatıyla i nsanlar aras ı na karıştı .
Uzun zaman -genç kızın son öyküsünden öğrendiğince
dede ile torunun bulunduğu yerlerde dolaşmaktan büyük bir
zevk ald ı . On ları n kaldı kları yerlerde kald ı . Acı içinde oldukla
rı yerlerde onların duyguları na kat ıld ı ve mutlu oldu kları yer
lerde bulu nmakla m utluluk duydu. Onlara iyi lik edenleri ara
yıp bulmaktan boş kalmad ı . Geç kızın -dostsuz ve arkadaşsız
556
oldukları için- kendileri için dostluk duyguları beslediği i ki kız
kardeşi , mumya müzesi sahibi bayan Jarley'i, Codlin ve
Short'u, hepsini arayıp buldu. Hatta fabrika ateşçisini bile
unutmad ı .
Kit'i n öyküsü duyulup yayılı nca, birçok dost kazandı ve
i lerideki yaşam ı için birçok öneriler aldı . Bay Garland'ı n hiz
metinden ayrı lmayı, önce akl ı ndan geçirmed i ; ama bu bayın
öneri ve sitemleri nden sonra bir değişiklik yapman ı n olanakl ı
olacağ ı n ı düşünmeye başlad ı . Suçland ı ğ ı suçu işlediğine
inanarak bu konuya göre davranan bir centilmen tarafı ndan,
şaşı lacak bir hızla, ona çok iyi bir iş bulunmuştu. Aynı bay ta
rafından Kit'in annesi de gereksinimden kurtulmuş ve mutlu
olmuştu. Böylece -çoğu nlukla söylediği gibi- Kit'in bahtsızl ı ğ ı ,
sonunda o n u n için b i r refah kaynağ ı oluşturmuştu.
Kit evlendi m i , yoksa yalnız mı kald ı ? Elbet evlendi ve ka
rısı Barbara'dan başkası değildi. E n hoş olan yan ı şu ki pek
çabuk evlendiğinden, küçük Jacop henüz uzun pantolon giy
meye başlamadan amca olmuş ve hatta -ister istemez
bebek bile amcalık payesine erişmişti. Kit'in annesinin ve
Barbara'nın annesinin bu vesileyle d ışlaştı rd ı kları kıvanç an
latılacak g ibi değildir. Bu konuda ve diğer bütün konu larda
pek iyi uzlaşt ıkların ı anlayarak bir arada yerleştiler ve bu
ondan başlayarak birbirlerine pek uygun i ki dost oldular. Ü ç
ayda bir, hep birlikte Astley tiyarosuna gitmeleri Astley için
bir onur değil m iydi ? Tiyatronun d ı ş ı n ı boyad ı kları zaman
Kit'in annesi buna Kit'i n son i kram ı n ı n yard ımcı olduğunu ve
tiyatro m üdürünün evinin önünden geçerlerken kendisi bunu
bi lecek olsa ne diyeceğini merak ettiğini söylemiş miydi?
Kit'i n a ltı ve yedi yaş larında çocukları o lduğu zaman bun
lar arası nda bir de pek sevimli bir Barbara vard ı . Jacop'un is
tiridyenin ne olduğunu öğrendiği geçmiş tarihteki halinin tam
bir kopyası da eksik değildi. Hiç kuşkusuz, bay Garland'ın
vaftiz babası bulunduğu bir Abel ve bay Swiveller'in pek hoş
landığ ı bir de Dick vard ı . Bu küçük grup geceleri Kit'i n çevre
sinde toplanarak, yaşama gözlerini kapayan iyi yürekli bayan
Nell'in öyküsünü gene gene anlatmas ı n ı ondan rica ederdi.
557
Kit onların bu isteğini yerine getirir ve öykünün daha uzun ol
mas ı n ı istedikleri zaman, onlara, bütün iyi i nsanlar gibi nas ı l
cennete gittiğini öğretir; bayan N e l i gibi iyi yürekli olurlarsa,
bir gün onların da oraya gideceklerini, ve kendisinin çocuklu
ğunda yaptığı gibi , onu görüp tanı yacaklarını söylerdi. Sonra,
onlara ne değin gereksinim içi nde olduğu zamanları , genç
kızın ona öğrenip bildiklerini, bir başkas ı ndan öğrenilemeye
cek biçimde, nas ı l öğ rettiğini; dedenin nas ı l hep: 'Her zaman
Kit'e gülersi n !' dediğini anlatır; o zaman çocuklar genç kızın
bu h aline pek sevinerek göz yaşları nı silip gene neşelerini ka
zanı rlard ı .
Sazan çocukları genç kızın oturduğu sokağa götürüyordu;
ama birtakı m yeni likler sokağı o değin değiştirmişti ki, artık
eskisinin aynı değildi. Eski ev yıkılmış ve evin bulu nduğu
yerde geniş bir cadde açı l m ıştı . Ö nceleri bastonuyla yere
işaret ederek binan ı n bulunduğu yeri gösterebiliyord u. Ama
zaman geçtikçe binanın yerini kesinli kle kestiremez oldu. De
ğişikliğin çok şaşırtıcı olduğunu söyleyerek 'Şu ralarda ola
cak!' diyebildi.
İ şte bi rkaç y ı l ı n ortaya ç ı kardığı değişiklik ve işte bir masal
gibi gelip geçen olaylar! ..
SON
558