Professional Documents
Culture Documents
Productivity
John TASKINSOY
Istanbul Aydın University, Istanbul – Turkey
jtaskinsoy@yahoo.com
ABSTRACT
This paper examines the important factors of productivity and makes a detailed comparison
between Turkey and OECD countries. Productivity is a key factor in any country’s economic
success. There is a very direct and a close relationship between productivity and a country’s
economic growth, increase of living standards and purchasing power of its citizens. From the
beginning of the 19th century till just before the start of the World War II, primarily the
United States and some of the European countries had experienced stagnant economies, but
this unfavorable situation immediately changed during the postwar period. We can come up
with various reasons for this unprecedented growth however listing a few of the important
ones will be satisfactory: 1) Increase in international trade; 2) shift of the workforce from low
productivity agriculture to high growth industries; 3) the accumulation of wealth and
innovation of new technologies during the depression years entering the economy during the
postwar period; and lastly 4) people feeling optimistic about the future created favorable
competitive environment which enabled them to act freely in their investment activities.
The factors effecting productivity can be countless and in great variety. A Canadian agency
named CSLS (Centre for the Study of Living Standards) identified and discussed seven main
factors effecting productivity in its report titled ‘Productivity: Key to Economic Success.’
These are: 1) Natural resources base; 2) industrial structure and intersectoral shifts; 3)
capital accumulation; 4) rate of technical progress; 5) quality of human resources; 6)
macroeconomic environment and lastly; 7) the microeconomic policy environment (CLSL,
1998).
Öğr. Gör. John TASKINSOY, İstanbul Aydın Üniversitesi, İşletme – İngilizce, 34299, Küçükçekmece, İstanbul,
jtaskinsoy@yahoo.com
Istanbul Aydın University ABMYO Journal
Year 3, Vol. 9, pp. 11-24, January 2008 (ISSN 1306-3375)
Verimlilik
John TASKINSOY
Istanbul Aydın University, Istanbul – Turkey
jtaskinsoy@yahoo.com
ÖZET
Bu makalede verimlilik ile verimliliği etkileyen önemli faktörler ele alınmış ve Türkiye ile
OECD (Organisation for Economic Co-operation and Development) ülkeleri arasında bir
karşılaştırma yapılmıştır. Verimlilik, bir ülkenin ekonomik başarısında en önemli bir faktör
olarak değerlendirilmektedir. Bir ülkenin ekonomik olarak büyümesi, halkının refah
seviyesinin artması ve yaşam standartlarının yükselmesi verimlilik ile yakından ve doğrudan
ilişkilidir. 19’uncu yüzyılın başlarından ikinci dünya savaşı öncesine kadar olan zaman
içerisinde birçok ülkede (özellikle Amerika ve Avrupa ülkeleri) ekonomik durgunluk
yaşanmış ama ikinci dünya savaşı sonrasında verimlilikte ciddi artışlar kaydedilmiştir. Bu
gelişmenin farklı birçok sebebi olmakla birlikte en başta gelenleri: 1) Ülkeler arası ticaretin
canlanması ve artması; 2) verimliliğin az olduğu tarımsal üretimden çok verimli endüstriyel
ve teknolojik üretime geçiş; 3) durgunluğun yaşandığı 19’uncu yüzyılın ilk çeyreğinde biriken
yeni buluşların ve finansal gücün daha sonra ekonomiye katılması ve son olarak; 4) gelecek
hakkındaki iyimser düşüncenin hâkim olması rekabet ortamına zemin hazırlamış ve
insanların yatırımlarında daha özgürce ve korkmadan hareket etmelerini sağlamıştır.
Verimliliği etkileyen faktörler kuşkusuz sayısız ve çok çeşitli olabilmektedir. Kanada’da CSLS
(Centre for the Study of Living Standards) adında bir kuruluşun yaşam standartları ile ilgili
hazırladığı bir raporda verimliliği doğrudan etkileyen yedi önemli belirleyici faktör ele
alınmıştır: 1) Doğal kaynakların yapısı; 2) endüstriyel yapı ve sektörler arası geçişler; 3)
kapital birikim; 4) teknolojik gelişme hızı; 5) insan kaynaklarının kalitesi; 6) makroekonomik
faktörler ve son olarak; 7) ülkenin mikroekonomik politikaları (CLSL, 1998).
Giriş
En basit şekliyle açıklamak gerekirse, verimlilik bir işin yapılışında, bir hizmetin
sunulmasında veya bir ürünün üretilmesinde ortaya konulan girdiler (inputs) ile sonuçta elde
edilen çıktılar (outputs) arasındaki ilişkidir. Bu ilişki genel olarak rakamsal bir oran şeklinde
ifade edilmektedir. Verimlilik oranı elde edilen çıktıların girdilere bölünmesi ile
sağlanmaktadır. Bu matematiksel işlem sonucunda ortaya çıkan verimlilik oranı yüksek ise
yapılan işin, sunulan hizmetin veya üretilen ürünün verimli olduğunu aksi durumlarda da az
verimli ya da verimsiz olduğunu söyleyebiliriz. Ürün denince sadece fiziksel gördüğümüz veya
dokunabildiğimiz ürünler akla gelmemelidir. Sunulan bir hizmet, düşünceler, oluşturulan yeni
Öğr. Gör. John TASKINSOY, İstanbul Aydın Üniversitesi, İşletme – İngilizce, 34299, Küçükçekmece, İstanbul,
jtaskinsoy@yahoo.com
metotlar ve prosesler de fiziksel olmayan ürünler olarak tanımlanmaktadırlar. Çıktıların ne
olduğunu tahmin etmek çok güç olmasa da girdiler yapılan veya sunulan hizmetten üretilen
ürünün çeşidine göre büyük farklılıklar gösterebilirler. Genel olarak girdileri: İnsan kaynağı
(akıl, güç, yaratıcılık, beceri, iş yapılış şekli), materyal, harcanan zaman (saat), para, kullanılan
teknoloji ve enerji olarak sıralayabiliriz.
Verimliliğin hesaplanmasında sadece rakamsal verilerin yanında bir işin yapılış kalitesi,
ortaya çıkan ürünün veya sunulan hizmetin kalitesinin de ölçülmesi oldukça önemlidir. Bu
sebeple Jorgenson and Griliches’ın ‘The Explanation of Productivity Change’ (Verimlilikteki
Değişimin Açıklanması) adlı kitabında ifade ettiği üzere kaliteyi vurgulamak açısından
verimlilik oranı aslında şu şekilde hesaplanmalıdır: Toplam Verimlilik = Çıktıların Sayısı ve
Kalitesi / Girdilerin Sayısı ve Kalitesi (Jorgenson ve Griliches, 1967). Her ekonomik aktivitenin
altında yatan temel ilke insanların ihtiyaçlarını karşılamaktır. Fakat bu ihtiyaçlar
karşılanırken sayıca en çok ihtiyacın en az (minimum) kaynaklar kullanılarak kaliteli ve etkin
bir şekilde yapılması asıl amaçtır (Saari, 2006).
Doğal kaynaklara sahip olmak, yüksek verimliliğin sağlanması açısından herhangi bir garanti
teşkil etmediği gibi bu kaynaklardan yoksun olmak da aynı şekilde verimliliğin düşük olacağı
ya da hiç olmayacağı anlamına kesinlikle gelmemelidir. Tarih içerisinde bazı ülkeler
yenilenebilir doğal kaynakları maalesef iyi kullanamamışlar ve bu kaynakların azalmalarına
veya tamamen yok olmalarına sebep olmuşlardır. Türkiye’de kömür, demir, bakır, krom, altın,
mermer gibi çeşitli madenler bulunmakla birlikte, ülke bora madeni dışında doğal kaynaklar
açısından çok zengin değildir ve bugün birçok alanda özellikle enerji kaynaklarının kullanımı
ve tüketilmesinde halen dışa bağımlı bir ülkedir. Türkiye’nin bugün petrol ve doğal gaz
ihtiyacının neredeyse tamamı petrol zengini ülkelerden ithal edilmektedir. Türkiye, 2007
rakamlarına göre 110,5 milyar dolarlık ihracat gerçekleştirmiş ama diğer ülkelerden de 156,9
milyar dolar değerinde mal ithal etmiştir.
Tablo 1’e baktığımızda Türkiye’nin enerji üretiminde ve tüketiminde OECD ülkelerinden çok
daha alt sıralarda olduğunu görmekteyiz. Amerika, 15 Avrupa (yeni katılan ülkeler hariç)
ülkesinin ürettiği toplam enerjiden yüzde 50 daha fazla üretim yapmaktadır ki bu rakam
Türkiye üretiminin 25 katından daha fazladır. Dünyanın en fazla enerji tüketen ülkesi olan
Amerika aynı şekilde 15 Avrupa ülkesi artı İngiltere ve Türkiye’nin tüketmiş olduğu tüm
enerji miktarından daha fazla tüketim yapmaktadır. CIA (Central Intelligence Agency) web
sitesinde Türkiye ile ilgili yayınlanan istatistiksel rakamlara göre; Türkiye 2005 yılında 26,25
milyar metreküp doğal gaz tüketmiş ve bunun 25,48 milyar metreküpünü ithal etmiştir (97%
ithal). Buna benzer durumu maalesef petrol kullanımında da görmekteyiz. Örneğin,
Türkiye’nin 2005 yılında günlük petrol tüketimi 660.800 milyar varil ve günlük ihracatı ise
112.600 milyar varilken, aynı yılda yapmış olduğu günlük petrol ithalatı ise 724.400 milyar
varildir, bu da Türkiye’nin petrol ihtiyacının tamamına yakın kısmını ithal ettiği anlamına
gelmektedir (URL1). Türkiye elektrik üretimi ve tüketimi açısından geçmiş yıllara göre dışa
çok daha az bağımlı hale gelmiştir. Yine CIA istatistiklerine göre Türkiye, 2005 yılında 154,2
milyar KW saat elektrik üretmiş ve bunun sadece yüzde birinden az bir bölümünü dışarıdan
ithal etmiştir.
Amerika’da ve diğer bazı Avrupa ülkelerinde ikinci dünya savaşı sonrasında verimlilikte ciddi
artışlar sağlanmıştır. Bunun sebebi olarak da 19’uncu yüzyılın ilk çeyreğinde başlayıp
ortalarında hız kazanan sektörler arası göç gösterilmektedir. İnsanlar az verimin sağlandığı
tarımsal alanları terk edip, daha iyi ekonomik koşullarda çalışmak ve yaşam standartlarını
yükseltmek için verimliliğin yüksek olduğu ve teknolojinin de ağırlıklı kullanıldığı iş
sektörlerine yönelmişlerdir. Bir ülkenin toplam iş gücünün sağladığı bütün verimlilik, o
ülkede bulunan farklı endüstrilerin ve sektörlerin elde etmiş olduğu ortalama verimlilik
rakamlarının her birinin toplanmasıyla elde edilmektedir. Dolayısıyla, hangi endüstride veya
sektörde ne derece verimliliğin sağlandığını anlamak için her sektörün toplam verimlilikteki
payını incelemek gerekmektedir. Bunu başarmak için de her sektörün toplam ekonomi
içindeki ağırlığının belirlenmesi şarttır. Çünkü ülkenin endüstriyel yapısından kaynaklı olarak
o ülkenin çeşitli şehirlerinde veya bölgelerinde sektörler arası verimlilik çok büyük farklılıklar
gösterebilmektedir.
Türkiye, bölgeler arası farklılıkları net olarak görebileceğimiz ender ülkelerden biridir. Ülke
ekonomisini oluşturan büyük sektörlerin tamamına yakın bir bölümü İstanbul, Anakara,
İzmir, Antalya, Adana gibi büyük şehirlerde toplanmış ve ülkenin doğu bölgeleri ile batı
bölgeleri arasında ciddi ekonomik dolayısıyla verimlilik açısından uçurumlar oluşmuştur.
Türkiye, dinamik ve modern endüstrilere ev sahipliği yapmakla birlikte halen ülkenin mevcut
iş gücünün yüzde 36’sı tarım alanında çalışmaktadır ki bu OECD ülkeleri ile kıyaslandığında
rekor seviyededir. Tarımdaki yüzde 5 payı ile İtalya OECD ülkeleri arasında lider olmasına
rağmen yine de bu rakam Türkiye’nin yedide birinden daha azdır. Endüstriyel yapının arzu
edildiği şekilde gelişmesi ve sektörler arası geçiş sıklıklarının azalması, o ülkede farklı
bölgelerdeki verimlilik seviyesinin arttığı anlamına gelmektedir. Sektörlerin bölgeler arasında
mümkün olduğu kadar eşit dağıtılması verimlilikte dengenin sağlanması açısından oldukça
önemlidir. Bu durumun oluşması aynı zamanda bölgeler arası meydana gelen göçlerin
rakamsal olarak daha az gerçekleşmesini de sağlar.
İŞ SAHASI
İŞ
ÜLKELER GSYİH ENDÜSTR İŞSİZLİK BÜTÇE
GÜCÜ TARIM HİZMET
İ
$ İNSAN % % % % $
AMERİKA 13,86 T 153,1 M 0,9 20,6 78,5 4,6 2,57 T
İNGİLTERE 2,15 T 30,7 M 1,4 23,6 75,5 5,4 1,16 T
ALMANYA 2,83 T 43,6 M 2,8 33,4 63,8 9,1 1,47 T
TÜRKİYE 668 Mi 25,3 M 36 22,8 41,2 9,7 138 Mi
FRANSA 2,07 T 27,8 M 4,1 24,4 71,5 8,0 1,31 T
HOLLANDA 639 Mi 7,5 M 3,0 21,0 76,0 4,5 303 Mi
DANİMARKA 205 Mi 2,9 M 3,0 21,0 76,0 3,5 168 Mi
İTALYA 1,80 T 24,9 M 5,0 32,0 63,0 6,7 976 Mi
NORVEÇ 257 Mi 2,5 M 4,0 22,0 74,0 2,4 232 Mi
JAPONYA 4,31 T 66,1 M 4,6 27,8 67,7 3,8 1,46 T
KANADA 1,27 T 17,9 M 2,0 22,0 76,0 6,0 566 T
Kaynak: https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/ca.html
T = Trilyon, Mi = Milyar, M = Milyon, GYYİH = Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla
Tablo 2’deki veriler CIA web sitesindeki bilgiler kullanılarak hazırlanmıştır. Türkiye dışındaki
diğer OECD ülkelerinin ekonominin farklı alanlarında gösterdiği faaliyetlere baktığımızda şu
ortak özellikleri görüyoruz: 1) Yüksek verimliliği sağlamış ülkelerde iş gücünün yüzde 70’den
fazla bir bölümü hizmet sektöründe yoğunlaşmıştır; 2) endüstriyel ve teknolojik alanlarda
verimliliği etkileyen ciddi yatırımlar devam etmektedir; 3) tarım alanındaki çalışan işçi sayısı
toplam iş gücünün yüzde 5’ini geçmemektedir; 4) işsizlik oranı yüzde 10’nun altındadır.
Türkiye bu son kriteri sağlamakla birlikte (işsizlik oranı yüzde 9,7) halen bu alanda ve diğer
tüm kategorilerde OECD ülkelerinin çok gerisinde kalmaktadır. Amerika’nın 13,86 trilyon
dolarlık devasa ekonomik gücü neredeyse tabloda yer alan bütün ülkelerin ekonomik
güçlerinin toplamı kadardır (Japonya dışındaki 9 ülkenin ekonomilerinin toplamı yaklaşık
11,9 trilyon dolardır). Endüstriyel alandaki faaliyeti ile Türkiye OECD ülkeleri ortalamasını
tutturmuştur ama hizmet sektöründeki iş hacmi normallerin oldukça altında kalmaktadır.
Kapital Birikim
Tablo 3’deki veriler CIA web sitesindeki bilgiler kullanılarak hazırlanmıştır. Türkiye, kapital
birikim açısından maalesef OECD ülkeleri arasında en zayıf olanıdır. Kapital birikim
performansındaki düşüklüğü açıklamak çok kolay olmamakla birlikte bu performansı
etkileyen bazı önemli faktörleri sıralayabiliriz:
Dış yatırımlar daha çok yüksek verimliliğin sağlandığı ülkelerde yoğunlaşmıştır.
İşsizlik oranının yüksek olması verimliliği negatif yönde etkilemektedir
(Türkiye’nin yüzde 9,7 işsizlik oranı OECD ülkeleri içinde en yüksektir).
Uluslararası ticaret arzu edildiği ölçüde gelişmemiştir (ihracat ve ithalat arasındaki
46,4 milyar dolarlık açık ile OECD ülkeleri arasında ilk sırada gelmektedir. Norveç,
Kanada, Japonya bu alanda en iyi performans gösteren ülkelerdir.
Çok verimliliğin sağlandığı endüstriyel ve teknolojik sektörlere geçiş yavaş
olmuştur ve geçiş yapılan sektörlerde de arzu edilen üst düzey başarılar
sağlanmamıştır (Türkiye ekonomisinin yüzde 36’sı halen tarım alanında faaliyet
göstermektedir).
Türk firmaları global pazarlarda istenilen rekabet ortamını yaratmakta yetersiz
kalmışlardır. Forbes magazinin 2007 yılında yayınladığı dünyanın en büyük 2000
şirketi listesine göre: İş Bankası – 375, Akbank – 508, Sabancı Holding – 612, Koç
Holding – 683, Garanti Bankası – 792, Türkcell – 965, Türkiye Vakıflar – 932,
Tüpraş – Türkiye Petrol – 1107, Doğan Holding – 1254 ve Enka – 1551 sırasını
almıştır (URL2). Bu listenin en başında gelen firmaların çok büyük bir bölümü
Amerika’da bulunmaktadır.
Son yıllarda OECD ülkeleri ile Türkiye arasındaki verimlilik performans farkını
gidermek için çok ciddi çalışmalar yapılmamıştır. Avrupa Birliği’ne katılım
sürecinde bazı adımlar atılmış fakat bunların verimlilik üzerindeki etkisi fazla
olmamıştır.
Yaratıcılık ve yeni buluşlar verimliliğe hız kazandırır. Türkiye’nin bu alanda da
ortaya koyduğu performans oldukça yetersiz kalmaktadır. Mevcut işçilerin eğitim
seviyeleri ve iş becerme kabiliyetleri OECD ülkeleri ile kıyaslandığında alt
seviyelerdedir.
Rekabet baskısı şirketleri daha kaliteli ve ucuz üretim yapmaya zorlar. Fakat devlet
bankacılık hariç birçok sektörde arzu edilen rekabet ortamının oluşması için
gerekli yasal düzenlemeleri yapmakta başarılı olmamıştır.
Türkiye, OECD ülkeleri içinde Japonya’dan sonra en az seviyede dış yatırım alan
ülkedir ve bu nedenle daha çok içeride borçlanmaya gitmiştir (389 milyar, 2007).
İşçinin kullandığı makine, araç ve gereç sayısının artırılması verimliliği doğrudan
etkilemektedir. Finansal imkânların artırılması ve teknoloji için yapılan yatırımlar
ise verimliliği farklı ama olumlu şekillerde etkilemektedir. Türkiye’deki firmaların
bu alanlardaki yatırımları iç ve dış piyasalarda kredi sağlamakta çektikleri
güçlükler sebebiyle küçük yatırımların ötesine gidememiştir.
Kaynak: https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/ca.html
Şekil 1’deki veriler CIA web sitesindeki bilgiler kullanılarak hazırlanmıştır. Ülkelerin
ekonomilerinin büyümesi yapılan ihracat ve ithalat seviyeleri ile yakından ilgilidir. Bu
büyüme gerçekleştirilirken doğal olarak belli bir ölçüde iç ve dış borçlanmanın olması
kaçınılamaz bir gerçektir. Fakat burada önemli olan bu borcun miktarı değil, borcun GSYİH’ya
oranıdır. Maastricht kriterlerine göre bir ülkenin borçlarının GSYİH’ sına oranı yüzde 60’ı
geçmemelidir (URL3). Avrupa ülkelerinin büyük bir ciddiyetle üzerinde durduğu ve her
fırsatta dile getirdiği bu kıstaslar konusunda Türkiye son yıllarda yapmış olduğu atılımlarla
ciddi başarılar elde etmiştir (58,2%). Hatta Avrupa’nın devleri kabul edilen Almanya (65,3%),
Fransa (66,6%), ve İtalya (105,6%) ile Avrupa dışındaki diğer OECD üyesi olan Kanada (64%)
gibi ülkeleri geride bırakmıştır. Maastricht kriterlerine uyum çerçevesinde Danimarka
(26,1%), Amerika (36,8%), İngiltere (43,3%) en başarılı ülkeler olmuştur. İç borçlanmada
Japonya 7,86 trilyon dolar ile listenin başında gelmektedir ve Amerika 5,10 trilyon dolarlık
borç yükü ile ikinci sıradaki yerini almıştır ama yukarıda belirtildiği üzere Amerika’nın
borçlarının GSYİH’ sına oranı OECD ülkeleri arasında en iyilerdendir.
Ustalık, beceri veya bir işin yapılışında gösterilen marifet ekonomik performanstaki başarıda
önemli faktörlerdir. Kaliteli insan kaynakları genel anlamda şu özellikleri taşımalıdır: İşçiler
yüksek verimlilikle çalışır ve fiziksel donanımı (makine, araç ve gereçler) daha etkin kullanır;
ayrıca yeni fikirler üretmeye ve yeni yöntemleri kullanmaya da daha yatkındır. 1992’de
geliştirilen bir model, insan kaynağının üretimde çok önemli bir faktör olduğunu ve insan
kaynağında görülen farklılıkların ülkeler arası gelişmişlik seviyelerinde görülen farklılıklarla
açıklanabileceğini göstermiştir (Mankiw, Romer ve Weil, 1992). Yakın zamanda OECD
tarafından yapılan bir araştırma, eğitimin OECD ülkelerinin büyümesinde pozitif ve kayda
değer etki yarattığını vurgulamıştır. Örneğin, aynı araştırmaya göre bir sene daha fazla alınan
eğitimin verimliliği uzun vadede yüzde altı arttırdığını ortaya koymuştur (Tremblay,
Marchand ve Coulombe, 2004).
Yakın zamanda yapılan bir araştırma göstermiştir ki firma genelinde verimlilik o firmada
çalışanların eğitim seviyeleri ile firmanın faaliyet göstermiş olduğu bölgedeki mevcut işçi
kapasitesinin bu aranan özellikleri ne kadar taşıyıp taşımadığı ile yakından ilgilidir (Galindo
R., Machin ve Vignoles, 2003). Verimliliğin derecesi ve kalitesi ülkenin sahip olduğu iş
gücünün kalitesi ile doğrudan alakalıdır. Türkiye maalesef bu konuda henüz Avrupa ülkeleri
ile yarışacak durumda değildir. Ancak, bu ülkemizde kaliteli insan gücünün hiç olmadığı
anlamına da gelmemelidir. Üniversitelerin ve sunulan imkânların yetersiz olması kaliteli
elaman yetişmesini negatif yönde etkilemiştir. İnsan kaynakları kalitesinin yükselmesinde, iç
ve dış yatırımlar büyük önem arz etmektedir. Fakat dış kaynaklı yatırımlar genelde
enflasyonun ve faiz oranlarının düşük olduğu ülkelerde daha çok görülmektedir. Türkiye son
beş yıl içerisinde tarihinde görmediği en düşük tek haneli enflasyon rakamlarını yaşamış
olmasına rağmen, faiz oranları açısından baktığımızda halen OECD ülkeleri arasında en
yüksek faiz uygulayan ülkedir. İnsan kaynaklarının kalitesini etkileyen diğer önemli bir faktör
de ülke içerisinde yeterli sayıda bilim adamlarının ve mühendislerin yetişmesidir. Türkiye’nin
bu konuda pek başarılı olduğunu söylemek mümkün değildir (Amerika listenin başında yer
almaktadır).
Solow’nun neoklasik tanımına göre, uzun vadeli ekonomik büyüme; makinelerin, iş gücünün
ve yaratıcılığın bir araya gelmesi ile mümkündür. Teknik olarak gelişmek, şirketlerin ve
ülkelerin üretim faaliyetlerini iyileştirmelerine ve ürettikleri ürünleri veya sunmuş oldukları
hizmetleri daha verimli şekilde gerçekleştirmelerine yardımcı olmaktadır. Üretimdeki bu
artış, yani bir ürünün üretilmesindeki girdilerin sayıca ve kalite olarak daha fazla olması
verimliliğin de artması anlamına gelmektedir (Solow, 1956).
Amerika
Almanya
Fransa
Kaynak: Evidence Ltd, ThomsonISI (DTI - Economics Paper No. 17, 2006)
Makroekonomik Ortam
Gerçek büyüme, ekonomi içerisindeki insan gücünün dolayısıyla verimliliğin artması ile ancak
mümkün olabilir. Mevcut iş gücü kapasitesini karşılamayacak şekilde işleyen bir ekonomi,
işsizlik risklerini beraberinde getireceği gibi aynı zamanda normal verimlilik seviyelerinin
altında bir performans sergileme riskini de taşımaktadır. Ekonomistlere göre arzu edilen
makro-ekonomik ortamın oluşması için verimlilikteki büyüme ile üretim sonunda elde edilen
çıktılar arasında ciddi farklılıklar olmamalı ve gerçek verim artarak devam etmelidir. Böyle
bir ortamın oluşması demek aynı zamanda düşük faizlerin de tüketiciye sunulması demektir
(Dungan, Peter, Steve M. ve Thomas W. 1997). Türkiye’deki makro-ekonomik ortamın iyi
olduğu pek söylenemez. Temel nedenler, işsizlik oranının 9,7% ile OECD ülkeleri arasında en
yüksek olması ve faiz oranlarının yine bu söz konusu ülkelerle karşılaştırıldığında rekor
seviyelerde bulunmasıdır.
Bir ülkenin makro-ekonomik durumunu analiz etmek için o ülkenin GSYİH’ sına, işsizlik
oranına ve fiyatlardaki dalgalanmaların sıklığına bakmak ilk etapta yeterli olabilmektedir.
Türkiye’deki GSYİH son yıllarda ciddi artışlar göstermesine rağmen, OECD ülkeleri ile
kıyaslandığında halen çok düşük kalmaktadır. İşsizlik oranı daha önce de belirtildiği gibi
OECD ülkeleri arasında en yüksek seviyelerdedir. Faizlerin ve işsizlik oranının yüksek olması
doğal olarak enflasyon riskini doğurmakta ve bu da fiyatları negatif yönde etkileyip
artmalarına sebep olmaktadır.
Amerika
Almanya
Fransa
Çalışan nüfus sayısının çok olması veya işsizlik oranın az olması bir ülkenin büyümesine ve o
ülke halkının yaşam standartlarının yükselmesine olumlu yönde etki eden faktörlerdir. Şekil
3’e baktığımızda çalışan işçi sayısı ve GSYİH bakımından İngiltere’nin (100 alınmıştır)
Almanya ve Fransa’dan çok daha iyi bir performans sergilediğini görmekteyiz. İngiltere,
GSYİH açısından Fransa ve Almanya’dan yaklaşık yüzde 6 daha iyi durumdadır. Ayrıca,
İngiltere yarattığı istihdam (çalışan işçi sayısı) açısından incelendiğinde de Amerika ile aynı
seviyelerde yer almakta ve Fransa’dan yaklaşık yüzde 11 ve Almanya’dan ise yüzde 7–8 daha
fazla iş imkânları yaratmıştır.
Sonuç
Bu makalede verimlilik konusu ele alınmış ve verimliliği etkileyen bazı önemli faktörler
üzerinde durulmuştur. Fakat verilmek istenen asıl mesaj: Verimliliğin, ülke ekonomisi ve
yaşam standartlarının yükselmesinde temel ve önemli bir faktör olmasıdır. Bir ülkedeki
ekonomi ile ilgili hükümet birimleri bazı önemli kararlar alırken veya yasal düzenlemeler
yaparken verimlilik ilkesini göz önünde bulundurmalı ve verimliliği pozitif yönde etkileyecek
düşüncelere yer vermelidir. Kısacası, verimlilik tüm makro-ekonomik ve mikro-ekonomik
kararların temelini teşkil etmelidir.
Yüksek verimliliğin sağlanması maalesef sadece rakamsal olarak çok çalışmakla mümkün
olmamaktadır. Hem sayı ve hem de kalite olarak gerçek verimliliğin sağlanmasında teknoloji,
eğitim ve yatırım yanlısı olmak ve bunların değerini anlamak da oldukça önemlidir.
Teknolojik gelişmelerin sağlanmadığı ortamlarda sürdürülebilir yüksek verimlilikten söz
etmek maalesef mümkün değildir. Aynı şekilde, makinelere, ihtiyaç duyulan araç ve gereçlere
yatırım yapmadan faaliyetlerini sürdürmeye çalışan şirketlerin verimli olmalarını beklemek
pek mantıklı olmayabilir. Teknolojilerin hızla değiştiği günümüzde şirketler çalışanlarını bu
hızlı değişime ayak uydurmak için devamlı eğitmelidirler. Çünkü kaliteli insan kaynakları
şirketlerin büyümesinde, verimliliğin artmasında ve ülkelerin gelişmesinde en önde gelen
faktörlerden biridir.
Kaynaklar
Brayton, G.N. (1983). “Simplified Method of Measuring Productivity Identifies Opportunities for
Increasing It”. Industrial Engineering.
Craig, C., Harris, R. (1973). “Total Productivity Measurement at the Firm Level”. Sloan
Management Review (Spring 1973): 13-28.
Galindo R., Machin ve Vignoles (2003). “Sectoral and area analysis of the economic effects of
qualifications and basic skills”, DfES
Genesca, G.E., Grifell, T. E. (1992). “Profits and Total Factor Productivity: A Comparative
Analysis”. Omega. The International Journal of Management Science Vol. 20 (No. 5/6): 553-
568.
Mankiw, Romer ve Weil (1992). “A contribution to the empirics of economic growth”, Quarterly
Journal of Economics 107(2)
Saari, S., (2006). “Productivity Theory and Measurement in Business”. ', Espoo, Finland:
European Productivity Conference.
Serge C., Jean F.T. ve Sylvie M. (2004), “Literacy scores, human capital and growth across
fourteen OECD Countries”, Statistics Canada
URL1: https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/geos/tu.html
(Ocak 30 2008, 16:01)
URL2: http://www.forbes.com/lists/2007/18/biz_07forbes2000_The-Global-
2000_Rank.html (Ocak 29 2008, 15:12)