You are on page 1of 27

Mahatma Gandhi MERYEM

"Tanrı'nın her kulu dokunulmazdır."


• 1869 yılında doğdu.Bu sözlerin sahibi olan Hintli pasifist siyasetçi ve düşünce
adamı Gandhi, İngiliz sömürgeciliğine karşı Hint milli hareketinin, 1919-48 yılları
arasındaki en önemli lideriydi. 1869’da Porbandar’da Vaşiya kastından bir ailenin
oğlu olarak doğan Mohondas Karamçand Mahatma (Ulu Ruh) Gandhi, 1888-91
yılları arasında Londra’da hukuk öğrenimi gördükten sonra, iki yıl Bombay ve
Rackot kentlerinde avukatlık yaptı. 1893-1914 yılları arasında Güney Afrika’da
avukat olarak çalıştı. Burada ırkçı Apartheid rejiminin ırk ayrımı politikalarına
maruz kalan Hintli göçmen işçilerin haklarının savunucusu durumuna yükseldi.

• Gandhi’nin Güney Afrika’da geçirdiği yıllarda oluşturduğu ‘ideoloji’sinin


temellerini, şiddet karşıtlığı, sivil itaatsizlik, pasifizm, uzlaşmacılık, çilecilik, Asya
milliyetçiliği, Hinduizm akımının dinsel mistik öğeleri,dinlere saygı ve teknoloji
karşıtlığı oluşturur. Tam 21 yıl sonra, 9 Ocak 1915’te ülkesi Hindistan’a dönen
Gandhi’yi karşılamaya gelen onbinlerce Hintli, onun artık Hindistan için milli bir
simge haline geldiğinin de bir kanıtıdır. Hindistan’da olduğu yıllar boyunca İngiliz
emperyalizmine karşı pasif ve uzlaşmacı bir çizgi izleyen Gandhi, gerçekleşen
birçok yığınsal milli bağımsızlıkçı ve emekçi eylemlerinden doğan kurtuluş fikrini,
olgun bir fikir olarak görmedi. Arap ürünlerini boykot eden, sivil itaatsizlik gibi
eylemler gerçekleştiren Gandhi, ayaklanmaya ve ulusal kurtuluş için savaşa karşı
oldu. Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizler için asker toplamak en büyük
hatalarından biri olmuştur. 30 Ocak 1948’de radikal-milliyetçi bir Hintli tarafından
gerçekleştirilen bir suikastla öldürdü.
• Yüce ruh anlamına gelen "Mahatma" adıyla anılan
Mohandas Karamçand Gandhi, İngiliz himayesine
karşı Hindistan'daki bağımsızlık hareketinin lideri
ve ülkesinin kurucusu olarak kabul ediliyor.

• Kötülüğe karşı aktif ama şiddet unsuru içermeyen


direnişe dayanan Satyagraha felsefesinin öncüsü
olan Gandhi, bu anlayışıyla dünya üzerinde
vatandaşlık hakları ve özgürlük savunucularına
ilham kaynağı olmuştur.
Water belongs to a sudden surge in Hindi films in general to
show Gandhi as a real person or using his ideals and thoughts
as vehicles to promote film philosophy. Extending that,
'Gandhi-giri' -- or applying Gandhism to contemporary living --
has started to become an accepted idiom of expression in art
and culture as practiced in India. In setting the film in the late
1930s Mehta probably wanted to hit a couple of blows in one
shot. On the one hand, in the depiction of Gandhi as a
harbinger of hope, she silenced her critics who disrupted
shooting of the film in 2001. On the other, with Gandhi, she
wants to convey a strong social and political message. This is
the time (the late 1930s) when the awareness of Gandhi is
reaching beyond the limited intellectual periphery and
touching the cauldron of caste and creed, rich and poor.Gandhi
stands for liberation, hope and emancipation. In water, Gandhi
and the Ganges represent the fluidity of life, the unobstructed
flow of humaneness and the path to spiritual freedom.
HİNDİSTAN ’DA ÖKÜZ OLMAK DAHA İYİDİR…
Hindistan da dul kadın olmak;

• Dul kadın ölümüne kadar sabırlı, nefsine


hakim ve temiz olmalıdır.
• Kocası öldükten sonra kendisine hakim olan
eş, cennete gider.
• Eşine sadık olmayan ise yeniden doğduğunda
kendisini bir çakalın rahminde bulur.
(kutsal hindu yazıtları)
"...Gökyüzünün altında ölmek istiyorum."(Yıllarını dullar evinde
geçirmiş, ölmek üzere olan yaşlı bir kadının son isteğidir.)
"Sekiz yaşında dul kalmak" ne demektir anlamaya
çalışırsınız film boyunca.Kareler sizi gittikçe zorlaşan
hayat şartlarında çocukça sorulmuş soruların verdiği
hoşlukların içine atıp, kazanda kaynatmaya başladıkça
"HİNDİSTAN'DA KADIN" olmak gerçeğiyle yüz yüze
gelirsiniz.
Daha kundaktayken evlendirilmek, sekiz
yaşında evlendiğin adamın yetmiş yaşındayken
ölmesi üzerine, babanın uykundan uyandırıp
"Evlendiğin günü hatırlıyor musun? şimdide dul
kaldın.Sen artık dulsun!" demesi üzerine
hayatının değişmesi... Ertesi gün daha tan yeri
bile ağırmamışken Ganj nehrinin sularının
üstünde bir sandalda karşı kıyıya geçen kadının
gittiği evde yaşamaya başlamak."DULLAR EVİ..."
Her gün eve gideceğini düşünen küçük Çhuiya'nın
inatla "Annem bugün olmasada yarın mutlaka gelecek
ve beni alacak"demesi üzerine sessizliğe boğulan bir ev
dolusu kadın.
Onlar Hindistan'da dul kalmanın ne demek
olduğunu biliyorlardı .Maalesef dini paraya alet eden
kast sisteminin olumsuz yönleri sonucunda bir daha
evlenemiceklerinide, hayatlarını idame ettirebilmek için
BEDENLERİNİ SATMAK zorunda kalacaklarınıda...Ya da
daha da kötüsü eşlerinin ölümünün hemen arkasından
eşlerinin küçük kardeşleriyle evlenirlerse kurtulmuş
olacaklarınıda…
"...Din diye kılık değiştiren bu şey...PARADIR”
Dul kadın, belki doğrudan öldürülmüyor ama,
geçimlerini sağlamak için dilenmeye, ya da
erkeklere satılmaya zorlanıyor.
• Dul
kadının(çocuğun)
saçı kesilir.
• Dullar bekâr kızlar
gibi koşamazlar.
• Dul kadınlar
kızarmış ve tatlı
şeyler yiyemezler.
"Birini ısırmazsan seni nehre "Dul erkeklerin evleri nerde?"
atmazlar."
SATİ GELENEĞİ
Hindistan'da sosyal yaşama hakim olan sapkın uygulamalar saymakla
bitmeyecek kadar fazladır. Her bir inanışın ise çok detaylı ritüelleri,
bölgeden bölgeye değişen şekilleri vardır. Ancak bunların içinde en
ürkütücü olanı hiç şüphesiz asırlardır yüzbinlerce kadının ölümüne
neden olan "sati geleneği”dir. İngilizceye “Suttee” olarak çevrilen
kelime aynı zamanda Hintçe’de “iyi kadın” anlamına geliyor. Bu
geleneğe göre kadınlar kocalarının ölümünün ardından kendilerini
yakmalıdırlar. Kadınların yakılması iki farklı nedene bağlanıyor: Kocası
ölen kadın Hindu geleneklerine göre yaşamayı hak etmiyor. Hindular
ölülerini gömmek yerine yaktığı için, ölü koca yakılırken beraberinde
eşi de diri diri yakılıyor. Uygulama dehşet verici: Yakılacak olan dul
kadın odun ve samanlarla dolu bir yığının üzerindeki kazığa
bağlanıyor. Samanların üzerine ölü kocası yerleştirildikten sonra
samanlar ateşe veriliyor. Alev kadına değdiğinde kaçmaması için
“brahmuns” denilen gardiyanlar kadını sabitliyor.
Korkunç sati geleneği Aryanlar'ın Hindistan'ı istilaları
döneminde başlamıştı. Tek bir kişi için uygulandığında
sati olarak adlandırılan bu uygulama, kitleler halinde, bir
kasabadaki tüm kadınların ve kızların dul kalmasının
beklendiği durumlarda (örneğin erkekler bir savaşa
gittiklerinde) uygulandığında Jauhar olarak bilinir.
Kadınların eşlerinin ardından kendilerini yakmalarının
nedeni ise "kocalarından önce ölmemelerinin"
cezalandırılmasıdır. Jauhar sırasında, kadınlar hiçbir
suçları olmaksızın canlı canlı haşlanır, bazıları iki parçaya
kesilir ve diğerleri de köpeklere yem edilir. Hindu
gelenekleri bu vahşi uygulamayı meşrulaştırmak için
bazı açıklamalar da getirmektedir. Örneğin bazı Hindu
metinlerinde "Jauhar'ın kadınların savaşılan
düşmanların ellerine düşmesini engellemek için
yapıldığı" anlatılır.
HİNDİSTAN’ DA KIZ ÇOCUK

• Kız çocuk ceza olarak görülüyor.


Hindistan’da, halkın kızlara bakışını “kız çocuğu
yetiştirmek, komşunun bahçesini sulamakla
aynıdır” atasözü çok iyi açıklıyor.
Ülkenin özellikle kırsal kesimlerinde, bir ailenin
dört kızı olması, ceza gibi algılanıyor. Bir kızın
ihtiyaçları karşılanıp, okutulup, gelin olarak başlık
parası ödendikten sonra damadın ailesiyle birlikte
yaşamaya başlayacağı, bu nedenle kendi ailesine
hiç bir yararı olmadığı düşünülüyor.
• Kız çocuklar kürtaj kurbanı
Bu bakış açısı nedeniyle kız çocuklarının
daha doğmadan, kürtajla aldırılması oldukça
yaygın. Kanada’da Toronto Üniversitesi’nin yaptığı
bir araştırma, ülkede geçen 20 yıl içinde 10
milyondan fazla kız çocuğunun kürtajla
aldırıldığını ortaya koyuyor. The Lancet adlı
dergide yayınlanan araştırmada, Hindistan’da
yapılan nüfus sayımına göre bir ile altı yaş
arasındaki erkek çocukların sayısının kızlara göre
7,1 milyon fazla olduğuna dikkat çekiliyor. 20 yıl
önce bu farkın 4,2 milyon olduğu belirtiliyor.
• Daha doğmadan ölüme mahkumlar
Hint hükümeti, kendini kısırlaştırmak için tubal
sterilizasyon ameliyatı yaptıran annelere belli
koşullarda para ödüyor. Böylelikle nüfus artışının
kontrol altında tutulması hedefleniyor. Ancak ailelerin
erkek çocuk isteği, bazı ailelerin kızlarını öldürmesine
yol açıyor. Halk arasında yaygın olan bâtıl bir inanışa
göre, ikinci kızın ölümünün ardından doğacak
çocuğun erkek olacağı düşünülüyor.
Eskiden ebe olarak çalışan Rasammel, kız
çocuklarını gizlice öldürmede on farklı yöntemin
kullanıldığını, kız bebeklere iri taneli tahıl yedirmenin
veya ıslak bir beze sarıp, vantilatörün önüne
yatırmanın bu yöntemler arasında olduğunu söylüyor.
• Hindistan’da Kadın olmak:
Hindistan sosyolojik olarak tanımlaması bilimsel verilere
dayandırılmadan ele alınması gereken dünyanın en garip
ülkelerinden biridir. Bu garipliklerden ve kadına yönelik şiddetin
en garip tecelli ettiği ülkede bilinenin aksine erkekler
evlenecekleri kızların ailelerinden para alır. Erkek evlenmeden
önce, kızın babasıyla uzun bir pazarlığa oturur. Fakat bizdeki gibi
başlık parası vermek için değil, kızıyla evlenmesi karşılığında
alacağı ‘drahoma’ için. Pazarlık bitse de egemen erkek
evlendikten sonra, aldığı parayı ya da malı az bulur ve kızın
ailesinden daha fazlasını istemeye başlar. Ödenmezse yeni bir
kızla evlenmek ve para almak için eşini dövüp, sonra yakar. Bu
şekilde yakılan insan sayısı resmi istatistiklere göre günde 5
kadındır. Bir o kadarı da kayıtlara “Mutfakta elbisesi tutuştu, kaza
oldu, yandı.” diye geçiyor. Sonra yeni bir kız peşine düşülüp
ailesinden evlenme karşılığı para istenmeye devam edilir…
Dünyanın neresinde, hangi inanç ve hangi din olursa olsun
insanlara mutluluk ve adalet dağıtmak için var olan kurumlar, bu
yoldan çıktıkları zaman ne yazık ki bir işkence aracına
dönüşmekteler. İşkenceci başı da, sözde bir inançta sözü geçen
kişiler olarak saygınlığının sefasını sürenlerdir.
Teologlar istediği şekilde düşünsün, materyalistler istediğini
söylesin; eğer bir insanda vicdan denilen o terazi hileli tartmaya
başladıysa o insandan asla iyi bir yapı olmaz. Yani, dini kendi çıkarı
için eğip bükenler; yani, din adına, inanç adına, gelenek adına
söylenen her söze düşünmeden safça inananları kullananlar,
kendilerini ne kadar imanlı gösterirlerse göstersinler, en başta
kendileri kendilerinin ne olduğunu bilmektedirler.
İşin acı taraflarından biri de şudur; hangi din ve hangi inanç şekli
olursa olsun, bunu kurumlaştırarak orada egemenliğini ilan
edenler yine erkeklerdir. Çünkü, doğası gereği güçlü olan bu
cinsiyet asırlardır eline geçirdikleri bu erki yitirmek
istememekteler.
DEEPA MEHTA
Canadian-based filmmaker Deepa Mehta
was born in Amritsar, India in 1949. She received
a bachelors and masters degree in philosophy
from the University of New Delhi, where she met
her husband, Canadian filmmaker and producer
Paul Saltzman. Shortly after getting married, she
immigrated to Canada in 1973. However, the
marriage was short lived, and they divorced. She
has one daughter, Devyani, of whom Mehta says:
"I really admire her. She is proud and satisfied of
being who she is.
Mehta's main point in making films is
to challenge blind tradition in India: "It was
important to set it [the films] in India
because the story is happening there. It is
a microcosm of India, the challenging of
traditions. I seriously wanted to break the
stereotypes of India, the 'exotic' India of
the Raj and the princes and the
mysticism. Exotic India doesn't really exist"
ELEMENT TRILOGY
1996 1998 2005
Saadet Demirel
Esena Yangın
Hülya Öncü
Meryem Yıldız

You might also like