Professional Documents
Culture Documents
ÜNIVERSITESI
ILAHIYAT FAKÜLTESI YAYINLARI
LXXXIV
İ SLAM TARIHI
EMEVILER ABBASILER
LXXXIV
İ SLAM TARIHI
- ABBASILER
A
Li4i.FIVA T 1 Aş<ouras t
w:ırl',.:, PI-LANE.s
«Bir an bilgi ile uğraş mak, bir an kitaba yazıya bakmak, altm ış y ıl
ibâdet etmekten hay ırlıdır».
HZ. MUHAMMED
ÖNSÖZ
VII
I. HALİFELİĞİN EMEVI SOYUNA GEÇIŞINI HAZIRLAYAN
SEBEBLER
ni Ebi Serh) ı Mısır vâliliğ ine tâyin etmişti (muhtemelen 646). Ab-
dullah 40 000 mücahid ile Afrika'n ın fethine ba şladı . Mısır'dan kal-
kı p Libya çölünü büyük zahmetler, me şakkatlar sonunda a ştı ve
Trablus sudan önünde mevzie girdi. Bizansl ıların vâlisi Gregorius
120.000 askerle Trablus'u korumaya ko ştu. Abdullah ibni Ebi Serh
kuşatmayı bırakı p Gregorius'un üzerine yürüdü; onu islâm' ı ka-
bule, yoksa cizye verme ğe çağırdı. Abdullah' ın önermeleri nefretle
redolunduğundan iki ordu Trablus'un duvarlar ı önünde şiddetli
bir savaşa tutuştu. Müslümanlar şerefleııini korumak için canla
başla savaşı yorlardı . Kuzey Afrika'n ın geleceğini tâyin edecek olan
bu savaşı kazanmak için Gregorius'un kendisine refakat eden ve
güzelliği derecesinde . de cesur olan k ızı askerleri teşci etmekteydi.
Hergün şafakla savaşa başlanıyor, günün en kızgın saatlerinde iki
tarafın ordusu çadırlarına çekiliyorlardı.
Uzayıp giden savaşın bitmesini istiyen Gregorius bir gün Ab-
dullah ibni Ebi Serh'i öldürecek askere 100 000 alt ın ile kızını ve-
receğini vâdetti. Bu vâd Rum gençlerini 'rekabete sevketti. Haber
Islâm ordusunda da duyuldu. Küçük bir birli ğin başında bulunan
Abdullah ibni Zübeyr, Abdullah İbni Ebi Serh'e: «Sen de aynı
mükâfatı, Gregorius'un ba şını getirme 100 000 alim ve onun gü-
zel kızını vereceğini vâdet» dedi. Önerme kabul edildi; bunun üze-
rine Abdullah ibni Ebi Serh ancak dü şmanı durduracak bir kuv-
vette sava şa girip sıcak saatlerde her iki taraf askerleri çad ırlarına
döndükleri s ırada yeni taze bir kııvvetle düşman üzerine yürüdü.
Bu savaşta Abdullah ibni Zübeyr kendisi, Gregorius'u hedef tutarak
üzerine atılmış ve onu öldürmüştü. Kızı babasının öcünü almak
istemiş idiyse de Abdullah ibni Zübeyr'e esir düşmü ştü.
(4) Hatta Hz. Ömer'in e şi ve Hz. Ali'nin kızı Ümmi Gülsüm, Bizans İmpa-
ratoriçesine baz ı kokular ile kad ın eşyaları hediye etmi şti. İmparatoriçe
de karşılık olarak değerli bir gerdanl ık yollamıştı . Ama hediyeleri geti-
ren devletin postac ısı olduğu için Hz. Ömer bu hediyeleri beytülmâle
yollamıştı.
(5) Belâztırl, Futuh tü-Buldan, Z. K. Ugan çevrisi, C. I, S. 245.
6 Bahriye ÜÇOK
(10) Sadr ül- Islâm, Ö. R. Do ğ rul çevrisi, C. X., S. 252 -3; Clement Huart,
Histoire des Arabes, C. I., S. 245.
8 Bahriye ÜÇOK
gün en derin sayg ı ile muhafaza etti ğimiz ve okudu ğumuz Kur'an
Hazret-i Osman' ın hazırlatt ığı Kur'an'dır. islâm'm en büyük ha-
sı mlan da bunu kabul etmekte tereddüt etmemektedirler. Böyle-
ce Kur'an' ın tam ve mükemmel mevsukiyeti meydana ç ıkmış olu-
yor.
(12) Ilk Şia mezhebi böylece M ısır'da ortaya ç ıktı ve pek çok yanda ş buldu
(bk. CMment Huart, Histoire des Arabes, C. I. S. 248; Cevdet Pa şa,
Kısas-i Enbiyâ, C. VI., S. 657).
İTALİFELİĞİN EMEVİLERE GEÇİŞİ
11
feli emirleri dâvet etti ği bir toplantıda «Irak Kureyş 'in bir bahçe-
(13) Çünkü Küfeliler Abdullah İbni Mes'ud'dan, Basral ılar Ebu Musal -
Eş'ârrden, Şam halkı Ubey ibni Kâ'b'dan, humuslular ise Mikdad bin
Esved'den ö ğrendikleri üzere Kur'an okumakta idiler. Bu durum her
biri kendi okuyu şunun doğruluğunu iddia edenler aras ında huzursuzluk
yaratmıştı (bk. Cevdet Pa şa, Kısas-i Enbiyâ, C. VI, S. 634).
(14) Kısas - i Enbiyâ, C. VI., S. 685.
12 Bahriye ÜÇOK
sidir» gibi bir söz sarfedince, orada bulunan Eşter el-Nehai bu söze
karşı gelmiş, «Irakı biz kılıçlarımızla fethettik» diye cevap vermi ş-
ti. Vâlinin zab ıta memuru, vâliyi koruyucu yolda şiddet göstermi ş-
se de, Eşter ve arkadaşları kendisini bayıltıncıya kadar dövdüler.
Vali ile bu ileri gelenlerin aras ı artık açılmış , şiddetli tenkitler baş-
lamış olduğundan, Said durumu Halife'ye bildirip bunların Ktı-
fe'den sürülmesini rica etmi şti. Halife'nin verdi ği izin üzerine■
kendine taraftar ohn ıyanlan topluca Şam'a, Muâviye'ye islâh et-
mesi temennisi ile yollad ı. Muâviye, içlerinde Sâbit bin Kays, Sa'-
sa'a ve Urve bulunan kişileri uzun tart ışmalardan sonra, mant ıkla
islâh edemiyeceğini anlayıp Şam'dan uzakla ştırdı (15).
Kûfeliler bu sefer Hâlid bin Velid'in oğlu Hums valisi Abdur-
rahman'ın yanı:na gönderildiler. Abdurrahman bunlar ı tehdit ile bi-
raz sindirdi ise de kamu oyunda ayaklanma istekleri art ık açıkça
görüyordu. Hz. Osman, Araplar ın şeflerinden, çoğu Kureyşli olan
kişileri davet edip ne yapmak gerekti ğini onlarla görüştü. Bu s ıra-
da Küfe'den Emevi şeflerin uzaklaştığını gören Hz. Osman'ın mu-
haliflerinden Yezid bin Kays, Hz. Osman'ı hilafet-ten indirmek mak-
sadıyla harekete geçti. Abdullah ibni Sebe ile mektuplaşanlar ona
katıldılar. Eşter'in de kışkırtmasıyla ayaklananlar ın sözle yola gel-
meleri art ık imkan sınırlarını a şmıştı . Vâliyi Kfıfe'ye sokmad ılar,
durumu haber alan Hz. Osman Kılfelilerin iste ğine uyarak Ebu Mu-
sa el-Aş'arl'yi Kûfe vâliliğine tâyin etti. Böylece İraklıların ayaklan-
ması önlenmi ş oldu. Ama öteki eyâletler ihtilâle haz ırlanmışlardı .
Medine'dekilerin de ça ğırmaları üzerine Mısırlılar'dan bazıları Me-
dine'ye gelip valileri Abdullah bin Sa'd bin Ebi Serh'den şikayette
bulundular. Hz. Osma ıı valiye bir tehdit mektubu gönderdi. Abdul-
lah bin Ebi Serh ise bundan hiddetlenip şikayetçilerden birini dö-
verek öldürdü. Bu olay mevcut heyecan ate şini bir miktar daha kö-
rükledi. Mısır'da, Kûfe ve Basra gibi şehirlerde ayaklananlardan
yedi ila sekizyüzer ki şi birleşerek gûya Kabe'yi ziyaret edecekmi ş
gibi 35/655-6'da yola girip Medine üzerine yürüdüler. Kinâne bin
Bişr gibi kabile şefleri, Eşter el-Nehal gibi ünlü kişiler de bunların
aralarında idi. Medine'ye ilk ula şanlar Mısırlılar oldu. Basral ılar
Talha'ya, Kûfeliler Zübeyr'e, Mısırlılar Hz. Ali'ye e ğilimli oldukları
halde, hepsi de Hz. Osman' ın hal'ini istemekte idiler. Bunlar Me-
(15) Clement Huart, Histoire des Arabes, C. I., S. 248; Cevdet Pa şa, Kısas-i
Enbiyâ, C. VI., S. 659.
HAL İFELİĞİN EMEVÎLERE GEÇ İŞİ
13
(16) Mes'udi, Müruc üz - Zeheb, C. IV. S. 278'de yaz ını n Mervân'a ait oldu-
ğunu onlar tan ıdılar denmektedir.
(17) Muâviye Suriye'den bir yard ımcı kuvvet göndermekteydi. Mes'udi, Mü-
ruc üz - Zeheb, C. IV., S. 279; Sadr ül -Islam, C. X., S. 308.
HALİFEL İĞİ N EMEVİLERE GEÇİŞİ
15
(18) Bu sırada Hz. Osman' ın sakalına yapış an Muhammed bin Ebi Bekr'e
Hz. Osman «baban bu hâlini görseydi acaba ne derdi» diyince Muham-
med utan ıp dışarı çıkmıştı. Bk. Mes'üdi, a.g.e., C. IV., S. 280.
(19) Mes'üdi bu adi Sa'd bin Humran olarak yazmaktad ır bk. C. IV, S. 282.
(20) İbni Hacer, isâbe, C. III., S. 456; Yâkut Hamavi, Mu'cem ül-Buldân, III.,
S. 363; Cevdet P ş . a.g.e., C. VI. S. 688; Wellhausen, Arap devleti ve sükutu,
S. 23. Onu baz ı kişiler Baki' denilen müslüman mezarl ığına defnetmeğe
bırakmadılar. Bakı 'in hemen yanında bir yahudi mezarlığı vardı, oraya
gömdüler. Daha sonra I. Muâviye zaman ında bu duvarlar y ıkıldı ve
Müslüman mezarl ığı ile Yahudi mezarl ığı birleştirildi; Osman'ın bu-
lunduğu tarafa Umeyyeo ğulları mezarlığı denildi. Bk. Taberi, C. III.,
S. 616.
16 Bahriye ÜÇOK
(21) Biatten çekinenler aras ında Sa'd ibni Ebi Vakkas, Muhammed bin
Mesleme, Zeyd bin Sâbit, şair Hassan bin Sabit, Ebu Sa'id el - Hudri,
Mugire bin Şu'be, Usâme ve daha ba şkaları da vardı.
(22) Brockelmann, Islam Milletleri ve Devletleri Tarihi, N. Çagatay çevrisi,
S. 68. Basra valisinin öldürüldü ğünü yazarsa da, bu do ğru değildir, Bk.
Taberi Zotenberg çevrisi, III., S. 642.
Hz. Ay şe'nin böyle bir zamanda islarnlar' ı bölücü bir harekete gi-
rişmiş olması bunu ho ş görmeyen Beni Sa'd'l ı bir kızın «Osmanın kat-
li, senin bu deve üzerinde kendini silaha hedef etmenden daha ehven-
dir. Sana kar şı duyulan saygıyı yok etme, evine git otur.» demesine
vesile olmu ş tur, bk. Mes'üdi, C. VI, S. 292; C. Huart, histoire des Ara-
bes, C. I., S. 250 - 1; Brockelmann, a.g.e., S. 68 - 9; Wellhausen, Arap Dev-
leti ve sukutu, F. I şıltan çevrisi, S. 24, v. öt.
HALİFELİĞİN EMEVILERE GEÇ İŞİ 17
(23) Abdullah ibni Sebe'nin çabas ı olmasa da bu savaş ergeç patlak verecek-
ti, çünkü Ka'kaa'n ın barış vadi almas ından sonra bile her iki partiye
mensup olanlar aras ında hala çarp ışma isteğinde olan önemli sayıda
insan vardı, bk. Cevdet Paşa, a.g.e., C. VII., S. 25 v. öt.
18. Bahriye ÜÇOK
Sava şın başında Hz. Ali atını Zübeyr'e doğru sürüp ona Pey-
gamber'in bir hadisini (24) hat ırlayıp hatırlamadığını sormuş, Zü-
beyr de hadisi hat ırladığı için üzülmü ş ve sava ştan vazgeçmi ş ise
de oğ lu Abdullah onu korkakl ık ile suçlayarak bir kez daha sava şa
sokmuş , sonunda Zübeyr sava ş meydanında kalmıştır. Talha ise Zü-
beyr'den az önce Mervân bin Hakem'in attığı bir okla ölmü ştü.
Başı bo ş kalan askerler Hz. Ay şe'yi alıp iyice zırhlanmış mahfa-
sına oturtmu şlar, mahfay ı da bir devrinin üzerine yerle ştirmişlerdi.
Artı k kaçan sava şçılar devenin etraf ında toplanıyorlar ve şaşılacak
bir fedakârl ıkla Hz. Ayşe'yi koruyorlard ı. Devenin yularm ı tutan biri
yere düştükçe bir ba şkası hemen onun yerini al ıyordu. Böylece Hz.
Ayş e'yi koruyanlardan bir rivâyete göre 70, bir ba şka rivâyete göre
de 40 ki şi ölmüş tür. Sonunda Hz. Ali'nin bir i şareti üzerine devenin
arka ayakları na vuruldu, deve yere dü ştü, Hz. Ayşe de bu suretle esir
edildi (25). Kardeşi Muhammed onun muhafazas ı ile görevlendi-
rildi. Hz. Ali ganimet mallar ına dokundurmad ı. Kırk kadının eşli-
ğinde Hz. Ayşe Medirıe'ye yolcu edildi. Ay şe önce Kâbe'yi ziyaret
ettikten sonra bütün hayat ı boyunca Medine'de bir kö şeye çekilip
pişmanlık acıları çekti.
(24) Hz. Peygamber «Bir gün sen haks ı z yere Ali ile mücade edeceksin»
demiş .
(25) Sâdece bir gün süren sava şta iki taraftan 13.000 ki şi ölmüştü, Mes'üdl,
müruc, C. IV., S. 305, 306; Taberl, III., S. 657; Ibn Tiktaka, el-Fahri,
S. 140 v. öt.
HALIFEL1ĞİN EMEVILERE GEÇİŞİ 19
Sıffin yak ınında yerle şen Muaviye, Hz. Ali ordusunu sudan
yoksun b ırakacak bir tedbir uygulamak istedi. Bunu farkeden Hz.
Ali daha önce davranarak Muaviye ve askerlerini susuz b ıraktı.
Fakat Hz. Ali, Muaviye askerlerinin kullanmalar ına engel olunma-
(30) Taberi, Zotenberg çevirisi, III., S. 680; Mes'üdI, C. IV., S. 370 v. öt.;
Cl. Huart, Histoire des Arabes, C. I., S. 253,
22 Bahriye ÜÇOK
kimin layık olduğunu kılıçla değil Kur'an hükümleri ile tayin etme-
yi sahi( verdiler. Hz. Ali buna itiraz edince, onu da Hz. Osman' ın
akibetine uğ ratmakla tehdit ettiler (31). Davan ın hakem yoluyla
halline karar verildikten sonra Şamlılar, Amr ibn İraklılar
ise Eş'as bin Kays'ı hakem yapt ılar. E ş 'as hakemliği Ebu Musa el-
Eş 'ari'ye devretti. Bu s ırada Ebu Musa el-A ş 'ari, Şam dolaylannda
bir köyde inzivaya çekilmi ş bulunuyordu. İraklılar ona bir elçi
göndererek ça ğırtmışlardı. İraklıların uzun tart ışmalardan sonra
verdikleri karara göre Hz. Ali ve Muâviye kendi dilek ve gönül nza-
ları ile Ebu Musa'yı ve Amr'ı hakem tâyin etmi ş oldular. Onların
kitap ve sünnet üzre verecekleri karar ı kabul edeceklerini aç ıklıyan
bir anlaşma yap ıldı. Anlaşma 13 Sefer 37/31 Temmuz 657'de resmen
imza edilmişti. E ş 'as bin Kays bazı kabilelere, yap ılan andla şmayı
anlatırken bunlardan birkaç ı ona karşı ayaklannaış sonra da Şam
askerlerine hücuma kalkm ışlardı (32). Allah'dan ba şka kimse hakem
olamaz diyerek Murâd, Dabbe, Temim kabileleri de bunlar gibi
itirazlarda bulunmuşlardı . Ayrıca birçok kimse de Ali'ye ba ş vu-
rarak hakem usûlünden vazgeçilmesini tavsiye etmi şlerdi.
İki hakem Dûmet ül-Cendel (veya Azruh)'de 400 tanık ile bir-
likte bulu şacaklardı . Iktidar mücadelesinin do ğurduğu gerginlik-
ten üzülerek bir müddetten beri inzivaya çekilmi ş olan Abdullah bin
Ömer, Sa'd ibni Ebi Vakkas, Mugire bin. Şube, hakemlerin verecek-
leri kararı merak ettikleri için Dûmet ül-Cendel'e gelmi şlerdi.
İki hakem bir araya gelince görü şmelere başladılar. Ebu Musa
el-E ş 'ari'nin fikri Hz. Ali'yi de Muaviye'yi de imam-etten yani hilâ-
fetten uzakla ştırıp, Hz. Omer'in oğlu Abdullah'ı hilafet makamına
geçirmekti. Ama Amr ibn «Muaviye'den ne kötülük gördük?»
diye Muâviye taraf ını tutmakta idi. Ebu Musa ise Hz. Ömer'in de-
dikodulu mücadelelere girmemi ş, adını lekelememiş olan oğlunu
başa geçirip, babas ının devrini yeniden canland ırmak istiyordu.
Sonunda her ikisi de şöyle bir karara vard ılar. Hz. Ali ve Muâviye'
yi halledip yeni Halife'yi seçmeyi bir şuraya devretmek.
(35) Mes'üdl, a.g.e., C. IV., S. 295 v. öt.; Huart, C. I., S. 254; Frants Buhl
Sıffin maddesi, IA., X., S. 552; Wellhausen, Arap Devleti, S. 30 - 2.
24 Bahriye ÜÇOK
biat ve Basra, Kûfe, Anbar ve Medain'deki yanda şları ile birle şerek
Nehrevan'da toplanm ış lar hem Ali hem Muaviye'ye ba ş kaldırmış-
lardı . Hak uğ runa ortaya at ılan Irakhlardan bir parti önce Osman'a
sonra Ayşe'ye ve ş imdi de Suriyelilere kar şı mücadelelere girmi ş-
lerdi. Böylece Hz. Peygamber'in ümmeti parçalanm ıştı . Ancak gene
de Hz. Ali'ye ba ğlı kalan bir kütle vard ı . Bu da Şia'ydı .
b) Nehrevân savaşı : Haricilere göre hakem tâyin etmek kü-
fürdü. O halde Ali ve Muaviye'nin hakem tâyin etmeleri bu hakem-
lerin hüküm vermeleri de küfür say ılırdı. Bu akideyi kabul etme-
yenlerin de katledilmeleri gerekirdi. Bu yüzden kendi inançlar ına
uymıyan müslümanlar ı türlü i şkencelerle öldürüyorlard ı . Hz. Ali
bunlara nasihat etsinler diye Kays bin Sa'd ile Hz. Eyyub el-Ensari'
yi gönderdi. Fakat bu tedbir fayda vermedi. Bunun üzerine Hz. Ali
bunları tedip yoluna gitti. Önce gene de bir anla şmaya varmaya ça-
lıştı , onlara ayaklanmalar ının sebebini sordu. Onlar Allah' ın irade-
sini yetkili olmayan iki adama tammakla Ali'nin dinden sapm ış ol-
duğunu ifade ettiler. Ali onlar ın kendisini hakem yoluyla uzla ş-
mayı kabule zorlad ıklarmı açıklayınca, Hariciler kendilerinin, o
zaman imans ız olduklarını ama şu anda islâmiyet'i kabul ettikleri-
ni söylediler ve e ğer kendilerinden olmay ı reddetmezse ona he-
men biat etmeyi önerdiler. Hz. Ali sava ştan ba şka çıkar yol olmad ı-
ğını görerek, üzerlerine yürüdü 37/657 y ılında Nehrevan'da u ğra-
dı kları yenilgi ile Hariciler'in ç ıkarmak istedikleri fesat bir süre
için önlenmi ş oldu (36). O zaman bir kısm ı tövbe edip Hz. Ali'ye ka-
tıldılar; dörtbin kadar ı Abdullah bin Vehb'den ayrılmadılar.
D) Hz. Ali ile Muaviye'nin mücadeleye devam etmesi ve Hz.
Ali'nin şehit edilmesi Bundan sonra Hz. Ali Küfe'ye döndü. Ora-
da Mısır valisi Kays bin Sa'd' ı haksız yere azlederek yerine Muham-
med bin Ebi Bekr'i tayin etti. Muhammed, M ısır'da Hz. Osman' ın
yandal şarı ile uğraşmak zorunda kald ı ; Kays gibi dahiyane bir usul-
le bunları yönetemedi. Bu arada Muâviye, Art ır ibn ül-Âs'a bir kuv-
vet verip onu M ısır'a yollamış tı . Muhammed bu kuvvetleri yenil-
giye uğratt ı idiyse de Muâviye, Amr'in imdad ına yetişip Muham-
med'in bütün kuvvetlerini mahvetmi şti. Bir harebeye saklanm ış
bulunan Muhammed bin Ebi Bekr, öldürüldü ve bir at derisine
sarılarak yak ıldı (37). Böylece Hz. Ali M ısır'ı da 38/658-9 y ılında
(36) Taberi, III., S. 690; Mes'ûcli, Müruc üz - Zeheb, IV., S. 295 v. öt.
(37) Taberl, III, S. 694; Mes'üch, Müruc üz - Zeheb., IV, S. 422.
HALİFELİĞİN EMEVİLERE GEÇİŞİ
23
Hz. Ömer zaman ında sadece Şam valisi olan Muaviye, Hz. Os-
man halife olur olmaz Suriye'de fethettiti bütün illeri kendi eli al-
tında topladı . 20 yıl süresince Suriye'yi yeni devletin en iyi örgüt-
lenmiş askeri birliklerine sâhip örnek bir eyaleti haline getirdi.
Bununla birlikte Hz. Osman' ın öldürülmesine engel olamad ı ise de,
onun katillerini aramak ve cezaland ı rmak bahanesi ile kendisini
hilafet makam ına ulaştıracak yolları bulmayı bildi. Sı ffin sonuçsuz
savaşı ve Dûmet ül-Cendel'de verilen hakem karar ı ile Muâviye büs-
bütün hareket serbestisine kavu şmuş oldu.
(46) İbn ül-Esir, Tornberg yay ını, II., S. 417, III., 149.
(47) BeMzuri, Fütuh, I., S. 368.
32 Bahriye ÜÇOK
sonra Ebu Turâb lakabı ile anılan Hz. Ali'ye küfredilirdi K ılfe'de
vali bulunan Mugire bu yolu izlediyse de Hücr bin A'di bin Hâtem
ve onunla birlikte cemaat bu bedduay ı hemen reddederdi. Mugire
cemaatin tepkisine ses ç ıkarmazdı; ama Ziyad ibni Ebihi Kûfe va-
lisi olduktan sonra Hücr bin A'di'nin bu karşılığını hoş görmiyerek,
onun ve bazı arkadaşlarının hapis ve idamına sebeb oldu (49).
2. Seçime uymıyarak kılıç kuvvetiyle ve hiyle ile hilafeti alma-
sı.
3. Ziyad'ı kendi nesebine ba ğlaması (50).
4. Oğlu. Yezid'e veliand olarak halk ı zorla biat ettirtmesi (51).
Yalnız bir tarihçi Muaviye'yi temize ç ıkarmakta oldukça güç-
lük çeker. Ancak Araplar gene onun şahsında hükümdarl ık kudre-
tinin sembolünü görmektedirler. Mes'udi'nin inanc ına göre ardge-
lenleri onun maharet derecesine ula şamazlar, olsa olsa ancak onu
taklid edebilirlerdi. Sufyaniler'e mensup bu dâhi hükiirr ıdara karşı
duymuş oldukları az yakınlığa rağmen Mervanner çok kez onun or-
taya koyduğu yönetsel gelenek ve yöntemlere dayanm ışlardır.
Muaviye hiç şüphe yokki Islam'ı n en ilerici hükümdarlanndan
birisidir. Kamu oyu'nu asla küçük görmezdi; insanlar ın yönetilme-
sinde yalnızca gücün başarı sağlıyacağına inan ır, onları n sevgisini
kazanmaya çal ışır, böylece uyruklarının kendisine bağlanmasını
sağlar, «dünyanın kılınçtan daha iyi, dil ile yönetilece ğ'ini» savunur-
du. O, kabilelerden gelen ve Vüfüd denilen temsilcileri s ık sık kabul
eder, yakınmalannı çekinmeden söylemelerine izin verirdi. Ayr ıca
yönetim işlerine bu ki şileri kattırMakla, eski bedevi bireycili ğini
kendi planları lehine kullanmay ı bilirdi. Muaviye Suriye'deki dan ış-
ma kurulunun görüşmelerinde bir «primus inter pares» (=e şitler
arasında birinci) idi.
Yavaş yavaş uyruklann ın siyasal terbiyelenini geli ştirmeği ve
başı boş hareketlerinin önüne geçme ği başardı . Hiçbir zaman onla-
rın eleştirmelerindeıı ve şairlerin saldırılarından ürkmezdi. «Birer-
eylem haline gelmedikçe kelimeler beni ilgilendirmez» demek al ış-
kanlığındayd ı . Bu geni ş düşünüş tarzı, Mervannerde gittikçe nadir-
dine vermi ştir, iktidar peşinde koşmıyacakt ır. Zübeyr'in oğlu Ab-
dullah en tehlikelisidir. Onu biata zorl ıyacak bütün çareleri ara.
Ali'nin oğlu Hüseyin'e gelince, onu da biata ça ğir, eğer reddederse
dikkatli ol, fakat kabul ederse onunla anla ş ve ona iyi muamele
et, zira biz onun ailesini zorla haklar ından ettik.»
D) I. Yezid'in halifeli ği a) Kerbela olayı : Yezid babas ının
yerine geçtiği sı rada, Medine'de Velid bin Utbe, Mekke'de Amr bin
Said bin As, Basra'da Ubeydullah bin Ziykl, Ktife'de ise Nu'man
bin Bişr vâli idiler. Yezid babas ının tavsiyelerine uyarak hemen
Medine'de yaşıyan muhaliflerini biata zorlamas ı için Velid bin
Utbe'ye bir mektup yazd ı. Velid bin Utbe daha sonra Emevi hali-
fesi olarak tahta oturacak olan Mervan bin Hakem'in bu konuda-
ki düşüncelerini ö ğrenmek istedi. Mervan, biat ı redettikleri tak-
dirde hiçbir mazeret dinlemeden onlann hemen öldürülmelerini
tavsiye etti. Velid bin Utbe bu kanl ı tavsiyeyi redetti; vakit geçir-
meden Hüseyin'e haber yollad ı. Peygamberin torunu vâlinin kona-
ğına gitti, elli kadar silâhlı adamı da onu kapıda bekledi; Muâvi-
ye'nin öldüğüne ve Yezid'in ona halef oldu ğuna dair mektubu oku-
du sonra Velid'e yukar ıda adları bildirilen dört ki şinin bir arada
açık olarak biat etmelerinin daha iyi olaca ğını söyledi ve çıkıp
gitti. Abdullah ibni Zübeyr de Velid'i bir miktar oylad ıktan sonra,
bir yolunu bulup Mekke'ye kaçt ı . Orada Kâbe'ye s ığındı. Arkas ın-
dan Hüseyin bin Ali, karde şi Muhammed bin Hanife hariç bütün
ailesi ile Mekke'ye göçtü. Bu haberler halife Yezid'e ula şınca, Me-
dine vâlisini azletti ve yerine Amr bin Said bin ..As' ı geçirdi. Amr,
Abdullah ibni Zübeyr'i Yezid'i tan ımaya zorlaınak için, karde şi
Amr bin Zübeyr'i onun üzerine 2000 askerle gönderdi. Abdullah da
sağladığı birliklerle karde şini esir edip hapse att ı (54). İşte bu
olaylarla elde etti ği ünledir ki, Abdullah ibni Zübeyr ilerde İslam
Imparatorluğunun büyük bir kısmında Halife olarak kendisini ta- .
nıtma olana ğını elde etmiştir. Bu sırada Kûfeliler Hz. Hüseyin'i yö-
netimi ele almas ı için çağırdılar. O, bunların ısrarlar ına dayanamı-
yarak Irak'a gitti. Fakat orada umdu ğu yardımı bulamadı ; kendi-
sine yardım edecek olan amcazadesi Müslim bin Akil de Yezid'in
vâlisi Ubeydullah ibni Ziyad tarafından yakalanıp idam olundu.
Kûfe vâlisinin kuvvetleri, Hz. Hüseyin'in yolunu kesip ona geri
dönmesini sağlık verdiler. Hüseyin bu teklifleri redetti ğinden, Bağ-
(54) Cl. Huart, a.g.e., I., S. 262; Cevdet Pa şa, Kısas, VIII., S. 198.
36 Bahriye ÜÇOK
dat'ın aşağı yukarı 100 km. güney-bat ısınaki Kerbela yerine kadar
onu koğuş turdular. Burada kendisini susuzluktan teslime mecbur
bı rakmak istediler. M. 680'de Yezid'in ordu kumandan ı ve Peygam-
ber'in ünlü sahâbisi Sa'd ibni Ebi Vakkas' ın oğlu Ömer ona teslim
olmasını önerdi (55). Hz. Hüseyin her nekadar akrabas ı Müslim'in
idarr ı ile desteksiz kalm ışsa da yine de bu önermeyi kabul etmedi.
Hüseyin her hâlde ba şına gelecekleri bir önsezi ile anlam ış ol-
malı ki, yanındakilere kendisini terketmelerini, onlara izin verdi ği-
ni söyledi. Onlar mertçe ve pervas ızca Hüseyin'in bu öenrmesini
redettiler. Ertesi gün, yâni 10. Muharrem 61/10. Kas ım 680'de,
Hüseyin çad ırların arkas ında ate ş yakt ırıp tek cepheden sava şa
hazırlanmıştı . 23 süvârisi, 40 da yayas ı vardı . Hüseyin atını düş-
manlarına doğru sürdü, maksad ı onlara son defa hitap etmekti.
Feryad eden k ız karde şini susturduktan sonra: «Peygamberimizin
kızının oğlu ben değil miyim? Şehitlerin efendisi Hamza, babamın
amcası değil midir? Şehid Ca'fer üt-Tayyar amcam değil midir?
Tanrı Elçisi'nin, benim ve karde şim için, siz Ehl-i Beyt'in seyyidle-
risiniz ve Sünnet ehlinin göz bebeklerisiniz dedi ğini duymadınız
mı ? Bırakınız Peygamberin, dedemin mezar ının yanında ömrümün
sonuna kadar oturay ım» dedi ve onlar ı biraz sonra i şleyecekleri
nâyetten alakoymak istedi. Fakat Ubeyduliah bin Ziyad' ın adamlar ı
bu sözleri hiç dinlemiyorlard ı . Karşılıklı ok atmalarla, çok nispet-
siz kuvvetler aras ında, sava ş başladı . Bu arada Hz. Hüseyin'in o ğ-
lu Abdullah ve henüz çocuk olan Ali, karde şi Hz. Hasan' ın oğulla-
rından Ebu Bekir, Kasım, amcas ının iki oğlu ve daha. Peygam-
ber soyundan bir çoklar ı şehit edildiler. Öğleden sonra Hz. Hüse-
yin'in adamları çok azaldı. Sağ kalanlar onu savunmak için can
verdiler. Ancak dört ki şi kaldıktan sonra bizzat Hüseyin de sa-
vaşa giri şti. Onu daha önce öldürebilirlerdi. Fakat rivâyete göre
kimse kendisine bu darbeyi indirme ğe cesaret edemiyordu. Niha-
yet Sinan bin Enes Nehai mızrakla vurup onu yere dü şürdü ve
hemen başını vücudundan ayırdı . Ötekiler Hz. Hüseyin üzerin-
dekileri yağma ettiler. O zaman görüldü ki, vücudunda 33 m ızrak
ve ok 34 kılınç yaras ı vardı . Bundan sonra çad ırlar ve kadınların
üzerindekiler yağma edildi (56). Çadırların birinde Hz. Hüseyin'in
(57) Hz. Hüseyin'in Ali adında üç oğlu vardı : Ali Ekber, Ali Evsat, Ali Asgar.
Ali Evsat'ın öteki adı Zeynelabidindir. Ayr ıca Hasan ve Ömer adl ı iki
oğlu daha vardı .
(58) Taberi, a.g.e., IV., S. 48 - 9. sayfalarda Yezid için asa ile Hüseyin'in du-
daklarım dokundu diye yazar ama her bAlde bu do ğru değildir.
38 Bahriye ÜÇOK
(61) Gerçekten de Taberi, IV., S. 55; Mes'üdi, Muruc, V., S. 165 ve İbni Tik-
taka, el- Fahri, S. 189 gibi kaynak kitaplarda katledilen Medinelilerin
dere gibi kanlarının akıtıldığı, şehrin yağma edildiği ve kadınlara te-
cavüz edildi ği, esirlerin hapsedildi ği belirtilmiş ise de, Emir Ali (Mu-
savver Tarihi İslam, I., S. 87 v. öt.)'den ba şkasında mescidin ahır hâ-
line sokulduğu ve süslerini almak için türbelerin y ıkıldığı yazılmamış-
tır. Ayrıca bk. Frants Buhl, İ .A., VII., S. 466.
(62) Taberi, mancınığı kullanan adam ın Habeşli bir gayrimüslim olduğunu,
Kâbe'yi ta şlarken bir yandan da m ı sralar terennüm etti ğini kaydeder
(IV., S. 57).
(63) Wellhausen, Arab Devleti, S. 78. Yezid 39 ya şında 3 yıl 9 ay saltanattan
sonra Rebülevvel 14'te ölmü ştü. Tarihi rivâyetler onun öldü ğü günün
Mekke'nin yakıldığı günle aynı olduğunu bildirirler. Taberi, IV, S. 57;
Mes'641, Muruc, V., S. 168, Cl. Huart., a.g.e., I., S. 263.
40 Bahriye ÜÇOK
parti birbirlerine kar şı 684'te Merc Rahlt denilen yerde çok kanl ı
bir savaş verdiler. Dahhak bin Kays sava şta öldürüldü, yandaş ları
periş an oldu. Mervân Şam'a girdi, Şamlı lar ona biat ettiler (66).
Mervan, Amr bin Sa'id'i yan ına alarak Mısır'a gitti. İbni Zü-
beyr'in adamların ı oradan koyup o ğlu Abdülaziz'i Mısır valisi nas-
petti. İbni Zübeyr ise karde şi Müs'ab'ı Şam üzerine gönderdi. Müs'
ab'ı n ordusu bozuldu. Mervan, Hicaz' ı düşünmekten huzursuzdu
Daha önce Kabe'ye hücum eden Şam askerlerine kar şı canla başla
savaş an Hariciler, İ bni Zübeyr'in Hz. Osman dostu olduğunu öğre-
nince kendisini bırak ıp Yemâme ve Basra taraflarına doğru gittiler.
Şiiler de Tevvâbin adı yla gizli dernek kurdular. Hz. Hüseyin'in şe-
hit edilmesinde kendilerini suçlu görüp onun kan ını talep etmek
suretiyle temize ç ıkacaklar ına inandıklarından ayaklandılar.
Bu arada Mervan iki odu hazırlayıp, birini Medine'ye ötekini
Ubeydullah bin Ziyâd' ın emrinde Irak'a yolladı . Medine'ye giren or-
du perişan oldu. İbni Ziyad, Irak'da komutanlar ı aracılığıyla Tev-
vabin üzerine savaş açtı ; büyük kahramanl ıkla savaşan Tevvabin
yenilgiye uğradı ve Küfe'ye geri döndüler. Abdullah ibni Zübeyr bu
sırada yıkılan Kâbe duvarlar ını büsbütün yıktırıp yeni baştan ve
taştan yaptırdı. Hacer-i Esved'i de Hz. İbrahim zamanında olduğu
gibi Kabe'ye dahil etti.
Emevi saltanat ını Sufyaniler kolundan alıp Mervâniler koluna
geçmesine sebeb olan Mervan bin Hakem büyük amcas ı Osman bin
Affan halife oldu ğu vakit onun kâtipliğini yapmış, bu sıfatla Os-
man adına devleti istedi ği gibi yönetmi ş , büyük eyâletlere kendi ya-
kın akrabalarını tâyin etmekten çekinmemi şti. Böylece de Hz. Pey-
gamber'in en yak ın dostlarını gücendirmiş ti. Bunun bir sonucu ola-
rak Bâr günü yahut Hz. Osman' ın şehit edildiği gün, ağır surette
yaralanmış , sonra Cemel olay ına katı larak orada da a ğır yaralar al-
mıştı (67). Bu olaylarla kazand ığı ş öhret sâyesindedir ki, hilafet ma-
kamına geçmiş ve oğlu Abdülmelik'in veliandliğini kabul ettirmi ş-
ti. 65/685 yılı ramazan ında Mervan öldü ğü zaman (bir rivâyete
göre onu evli bulunduğu I. Yezid'in kar ısı ve. Sufyânilerden Ha-
lid'in annesi, oğlunu veliahtlikten ç ıkart ı p üstüne de hakaret et-
(66) İ bni Tiktaka, el - Fahri, S. 191; Cl. Huart, Histoire des Arabes, I., S. 264
v. öt.
(67) Wellhausen, Arap Devleti ve sukutu, S. 22, v. öt., 86.
42 Bahriye ÜÇOK.
ti ğ i için bir gece uyurken yast ıkla boğmuştur) (68) oğlu Ab-
dülmelik kolayca yerine geçebildi.
G) Abdülmelik'in halifeli ği : Abdülmelik bin Mervan hilafet
makamına geçtiği zaman imparatorlu ğu siyasi bakımdan bir bütün
halinde bulamad ı . O, hilafet miras ını güçlükle ve mücadele ederek
elde etmeğe, tıpkı Muâviye gibi baş kalarının bayrağı altında bulu-
nup kendini halife tan ımıyan ülkeleri yeniden itaat alt ına almaya
mecbur oldu.
Onun karşılaştığı en önemli gaileler şunlardır: Muhtar üs-Saka-
fi'nin ayaklanmas ı ; Abdullah ibni Zübeyr'in halifelik iddias ında is-
rarı ; çeş itli bölgelerde isyanlar; Afrika'da ayaklanmalar.
a) Muhtar üs SakaWnin ayaklanması : 64/684 Ramazan ında
-
an'ı taklid ederek, seci ğli fakat müphem bir ifade ile, Cebrail'den
aldığını iddia ettiği ilhamları söyleme& ve Mehdi'nin gelece ğini,
böylece gerçek dinin yeniden kurulaca ğını, bütün haksızlıkların or-
tadan kalkaca ğını , yer yüzünün yüzyıllarca adaletle yönetilece ğini
vazetme ğe başladı .
Muhtar üs-Sakafi, İbni Zübeyr'e kar şı açıktan açığa cephe al-
mamış olmakla birlikte İbni Zübeyr, Muhtar' ı şüpheli adam telâk-
ki etmiştir. Muhtar, Hz. Ali yanda şlarına önemli vazifeler ba ğışla-
dıysa da, onların itirnadlarm ı kazanamad ı . Ali yandaşı olan kimse-
ler, Muhtar' ın aşırı fikirlerinden her zaman y ılmakta idiler. O, İs-
lam'i kabul etmi ş olmalarına ve kendisinin gerçek kuvvetini te şkil
etmelerine rağmen ak ıncı Araplarla aynı haklara sahip olm ıyan
Iranlı ve Aramlı unsurlara dayanmakta fayda gördü.
Kurduğu ordunun başı na Ali'nin kumandanlarmdan birinin o ğ-
lu olan İbrahim bin Eşter'i geçirdi. Muhtar, Kûfe Araplar' ının kendi
sine karşı olduklarını öğrendiği zaman, düşmanlarını yok edebilmek
için Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin'in şehid edilmesine kat ılan veya onu
korumayan herkesi idam etti. Bu kanl ı hareketi Allah' ın uygun bul-
duğunu ileri sürdü; zira bu olaydan iki gün sonra Irak üzerine yürü-
(68) Mes'udi, Muruc üz - Zeheb, V., S. 266 v. öt.; İbni Tiktaka, el - Fahri,
S. 192.
EMEV İ DEVLETI 43
(70) M. Seligsohn, İA., I., S. 45; Yakühi (Houtsma yay.), II., S. 303 v. öt.;
Muruc üz - Zeheb, V., S. 130 v. öt.)
EMENTi DEVLETI
45
(74) Ebu'l - Ferec, Tarih, I., S. 188; Belâzûri, Futuh, II., S. 374 - 9; esasen
dinar o zamanki alt ın, dirhem de gümü ş paranın adıydı ; fels ise ma-
halli olarak da bast ırılan değeri az bak ır paraya denirdi.
Mus'ab ibni Zübeyr ve Abdullah ibni Zübeyr zamanlar ında az ölçü-
de dirhem bastırıldı .
(75) Hicri 75 yılında Haccâc Bagliye dirhemleri darbettirdi, üzerine Bismillah
el Haccâc yazdırdı . Bir yıl sonra Allahu ahad, allahu s samad hâket-
- -
Stanley Lane Poole, Oriental Collection C. IX. London 1889, PL. II. Nu. 59.
EMEV İ DEVLET İ 49
beye çevirdi. Onun oynad ığı bu dram kendi âsi askerleri taraf ın-
dan ba şı kesilinciye kadar devam etti (717) (83).
Kuteybe'den sonra Maveraünnehr'de Türkler birle şip Arap-
lafı yurtlar ından sürüp ç ıkardılar; yaln ız Buhara ve Semerkant
gibi Araplar, iranl ılar ve Müslüman olmu ş Türklerle nreskun şe-
hirlerde mü ş terek bir yönetim kurulabildi.
Emeviler'in Horasan valisi E şres hiç olmazsa Buhara ve Se-
merkant bölgelerinde tutunabilmek için Islam dinini kabul edecek
olan Türkler'den cizye al ınmamas ını uygun gördü ve bunu ilana
mecbur oldu. Bu ilan ayn ı zamanda, Müslüman olacak Türkler'e,
Araplar'la e şit haklar verilece ğini de ihtiva ediyordu. Tahammül
edilemiyecek kadar a ğır olan cizyeden kurtulabilmek için Buhara
ve Semerkant Türklerinden birço ğu İslam dinini kabul ettiklerini
bildirdiler. Ancak halkın çoğu Islam dinini kabul edince, gelir bir-
denbire azald ı ; Buhara bölgesini Emeviler'in bir malikânesi sayan
Şam sarayını tela ş aldı . Müslüman olan Türklerden de Cizye al ın-
makta devam edilmesi yeniden emredildi (84). Islamiyet'e ayk ırı
olan bu emir yeni ayaklanmalara sebeb oldu. Bu tarihlerde Seyhu ıı
irmağı boylarnıda da Türke ş devleti kurulmu ştu. Maveraünnehr'de
Müslüman olmu ş veya olmam ış bütün Türkler toplan ıp Türkeşle'-
i in Hani Suluhan'dan yard ım istediler. Suluhan yard ıma koşup
Araplar' ı Maveraünnehr'den sürüp ç ıkardı . Toharistan' ı da Arap-
lar'dan kurtard ı . Fakat Suluhan'dan sonra Türke şler kara ve sarı
diye ikiye ayr ılınca, bu iki grup aras ında sava şma başgösterdi. Bu
savz,smalardan yararlanan Araplar yeniden ç ıkarıldıkları yerlere
girebildiler, ama teker teker her beylik gene de kendi topraklar ı-
nı yıllarca savundu.
Yüzyıl kadar süren Türk-Arap anla şmazlıklar' ve çarp ışmala-
rı na, hatta Araplar' ın Tibetlilerle yapm ış oldukları anlaşmaya rağ-
men, Maveraünnehr ve Toharistan Türklerinin hemen hepsi de
varlıklarını koruyabiliyorlard ı .
Araplar' ı n Türkler için izledikleri siyaset zulüm ve tenkil ile
özetlenebilir. Arapç ıl ık siyasetini izliyen Emeviler devrinde Arap-
lar, Türkler'e Müslüman olsalar bile yukardan bak ıyorlar, kendi-
(83) Bel'azuri, Futuh, II., 285 - 301. Belâzuri S. 301'e göre Kuteybe hâl'a. ha-
yattadır.
(84) Belâzurı, Futuh, II., S. 314.
EMEV İ DEVLET İ 51
rahman ül-Gâfiki İ spanya vâtili ğine atan ınca, önce bölge bölge ge-
zip, yönetimi düzenledi. Bu i şlerle üç yıl uğraştı. Ondan sonra Pire-
neleri geçip Fransa'y ı istilâya ba şladı. Önce batıdan Bordeaux'yu
aldı, Garonne ve Charente ırmaklannı geçti, Loire ırmağının yakı-
nındaki Poitiers şehrini aldı. Bundan sonra Tours şehrine gidip,
orayı da zaptetti (96). Bu arada Lyon şehri de Fransa'n ın doğusun-
da ilerliyen Müslümanlar taraf ından alınmış ve bunlar daha da ku-
zeye çıkarak Autun ( =Otön) şehrini de zaptetmi şlerdi. Bu son ak ı-
nı yöneten kumandan Anbese aldığı yerlerin yönetiminin düzenlen-
mesi için geri dönerken bir sava şta yaraland ı ve öldü.
Abdurrahman' ın bütün tedbirlerine ra ğmen Müslüman asker-
leri yağmaya dalmışlardı . Bu yüzden düzen bozuldu, bu hâl büyük
başarılara ulaşmış olan Abdurrahman'm bozguna uğramas ına se-
beb oldu. Çünkü tam bu s ırada Frank prenslerinden Charles Martel
( Şad Martel) üstün kuvvetlerle görünmü ştü. Abdurrahman kendi
askerlerine düzen vermek amac ı ile Poitiers (Puatye)'nin kuzeyine
çekildi. Orada Charles Martel ile 732'de sava şı kabul etti. O bu sa-
vaşta ş ehit oldu. Ordusundan arta kalanlar sava ş meydanım bıra-
karak Narbonne'a do ğru çekildiler. Kumandans ız kalan bu ordu
Narbonne'a kadar dü şman tarafından koğuşturuldu. Ama Narbon-
ne'u Müslümanlar Charles Martel'e teslim etmediler. 732 Poitiers
savaşı İ slam ordularının batı Avrupa'da ilerlemelerinin durdurul-
mas ı bakımı ndan tarihte büyük bir yer tutar (97). E ğer Abdur-
rahman Poitiers sava şını kazansaydı . Islamlann önce Almanya'ya,
sonra Bizans Imparatorlu ğu üzerine yürüyecekleri muhakkakt ı.
Bu olaydan 280 yıl önce Attilâ'n ın askerleri de Abdurrahman ül-Gâ-
fiki'nin askerleri gibi ya ğmaya daldıklan için Orleans'da Aetus'la
karşılaştıkları zaman yenilgiye uğramışlardı. Sırf bu yağma yü-
zündendir ki, Attila ve Abdurrahman, Avrupa'y ı tam olarak ele ge-
çirmemi şlerdir.
ce) İspanya'da düzenin bozulması : Poitiers bozgunundan
sonra, Pireneler'in kuzeyindeki topraklar bire birer elden ç ıktı.
İspanya halkı da Şam'dan gönderilen valilerin yönetiminden mem-
nun kalmıyordu. Yer yer kar ışıklıklar çıkıyordu. Kuzey Afrika'da
sükun tam değildi; birçok yerlerde Emirler kendilerine göre, key
fi olarak, memleketi yönetiyorlar& As ıl önemli olan taraf, Ispan-
ya'nın kuzey - bat ısında, yani Asturya ve Galiçya bölgelerindeki
halkın 745'te Alfons'u kral tan ıyarak, onun yönetimi alt ında top-
lanmış olmas ıydı . Halbuki Müslümanlar bu bölgeyi, İspanya'da
değilmiş gibi, ellerine geçirmeyi dü şünmemişlerdi bile. Saragossa,
Kurtuba bölgesinde ise Müslüman Emirler, ba ğımsızlıklarını ilan
ettiler. Bu durum kar şısında İ spanya'mn ileri gelenleri toplan ıp
Ukbe bin Nâfrnin torunlarından Yusuf bin Abdurrahman adında
birini İspanya hakimi ilan ettiler (742).
Bu tarihe kadar İspanya valileri Şam Halifesi taraf ından tâyin
olunurdu. Gerçi halk ın seçti ği bu hâkimi, Halife onaylam ış ise de,
art ık Ispanya'n ın yönetimi bağımsız olmuş, Halifeye uyruk olmak
anlamsız bir sözden ileriye gidememi şti.
Gerçekten de bu tarihlerde art ık Emevi devleti y ıkılmış ve Ab-
basi soyundan gelenler iktidara sâhip olmu şlardı . Abbasiler'in ya
nını tutan İspanya'daki partililer her ne kadar kuvvet toplayarak
vali Yusuf'un üzerine yürüdüler ise de amaçlar ına ulaşamadılar.
(97) Emir Ali, a.g.e., I., S. 127; Wellhausen, Arap Devleti, S. 161.
EMEVI DEVLET İ
61
man da oğlunu tahta varis göstermi şti. Ama büyük oğlu Eyyfıb
kendisi hayatta iken ölmüştü. .İ kinci oğlu Davud'un ise Bizans ku-
şatmas ı sırasında şehit düştüğü sanılmaktadır. Çaresiz kalan Sü-
leyman amcas ı oğlu ve I. Ömer gibi adâleti ve dindarl ığı ile tanın-
mış bulunan Ömer ibni veliaht bıraktı . Sünniler'in
kendisini V. Halife diye tanıdıkları II. Ömer'e Halifet üs Salih la.
- -
kabı da verilmiştir.
120 000 askerle ona kar şı yolladı. İbni Muhalleb maktul düştü ve
bütün ailesinin erkekleri öldürüldü. Do ğu bölgeleri bu biçim ayak-
lanmalarla hanedanın kuvvetini sarsarken, bat ıda da bazı ayaklan-
malar baş göstermi şti. II. Ömer zamanında İspanya'da kabile an-
laşmazlı klan görülmezken, şimdi eski neseb kavgaları yeniden alev-
lenmişti, her şehir savaş durumuna girmi şti.
I. Velid zamanında Haccac' ın kardeşi tarafından Yemenliler'den
tahsil edilen ağı r vergi, II. Ömer taarf ından kaldınlmışken, şimdi
yeniden bu vergi konulmu ş ve Yemen ahâlisi sefaletin en a şağı
derecesine düşmüş tü. Ömer ibni Abdülaziz'in kurdu ğu düzenin,
hepsi yok farzedilmi şti. Yani, vergi islahat ı kaldırılmış, Hristiyan-
lara verilmi ş olan kiliseler geri al ınmış , hatta onların kilisedeki re-
simler önünde ibâdet etmeleri yasak edilmi şti. Gene II. Yezid'in
emri ile tap ınaklardaki duvarlar, ta şlar, tahtalar üzerindeki ve ki-
taplar içindeki bütün canl ıların resimleri de kald ırtılmaya çah şıl-
mıştı . Halifenin bu hareketi Bizans Imparatoru III Leo'nun ikonla-
rı (Aziz resimleri) yasak etmesiyle ayn ı zamana rastlamaktadır.
(Ebu'l-Ferec, I., S. 194; Wellhausen, Arap Devleti ve sükutu, Es.
154).
Hariciler'in zâlim tan ıdıkları bazı âmirlerden intikam almalar ı
gene II. Yezid'in tahta geçmesi ile ba şlamıştır. Bütün bu zorlama,
isyan ve karışıklıklar içinde II. Yezid herşeye karşı kayıtsız bir du-
rumda, önce güzel Sellâmet ül Kas, sonra güzel sesi ile ün yapm ış
-
II. Yezid'in oğlu Velid halef oldu. Bu Halife babas ından eğlenceli
bir hayat sürme e ğilimi ve sanat istidadı tevarüs etmi şti. Halife
olunca halk kendisini, önce a ğır vergilerden bir kurtarıcı olarak
karşıladı . Çok geçmeden uyruklar ı yanılmış olduklarını anladılar.
Halifelik merkezinden uzak bulundurulmak amac ıyla Filistin'de
bir çöl sarayında gençli ğini geçirmek mecburiyetinde b ırakılmış
olan II. Velid iktidara geçtikten sonra Şam'ı terkedip gene çöl sa-
rayında kendini spora, şaraba, şiire, şarkıya verdi. Islâmiyet ço-
ğunlukla Emevi Araplann ın yaşamına esasta nas ıl büyük bir de-
ğişiklik getirmemi şse Arap şiiri de kendi eski geleneklerine öylece
bağlı kalmıştı. Ancak Suriye ve Irak'ta hayat eski anayurttakinden
daha çok bir geli şmeye uğramıştı. Burada ikabileler aras ındaki kin
çok daha ihtiraslı şekiller alıyor ve Kays kabilesi ile Kelb kabilesi
arasındaki sava şma yıllardanberi süregeliyordu. Bu kabile kav-
gaları Abdülmelik ve Haectic zamanında olduğu gibi en parlak şi-
irlerin söylenmesine vesile oluyordu. Saray şairi el Ahtal ve rakip-
-
(114) Mes'âdi, Muruc, VI., S. 10 v. öt., İbni Tiktaka, el-Fahri, S. 214; İbn
ül - Esir, el - Kamil, IV., S. 269.
(115) Bk. Şerefettin Yaltkaya, Darülfünün ilahiyat Fakültesi Mecmuas ı Sa-
yı 15., S. 7 v. öt.
EMEV İ DEVLET İ 71
(118) Mes'üdi, Muruc, VI., S. 46 v. öt.; Ebu'l-Ferec, Tarih, I., S. 197; Well-
hausen, Arab Devleti, S. 173 v. öt.
EMEV İ DEVLET İ 73
idiler. Zeyd'in 121 veya 122 hicri y ılında yukarda söylemi ş olduğu-
muz gibi öldürülmesi, Abbaso ğullarını hem güçlü bir rakipten kur-
tarmış, hem de Şiilerin İmami ve Zeydi olarak ikiye ayr ılmaları ik-
tidar yolunun onlara daha kolay aç ılmasına sebeb olmuştu.
(120) Ibn ül - Esir, el-Kamil, IV., S. 252; Emir Ali, a.g.e., S. 173.
EMEV İ DEVLET İ 73
siyah bayraklar ta şıyarak şehirden şehire bat ıya doğru yol aldı-
lar; önlerine ç ıkan engelleı i devirip ilerlediler. Mudarl ılar tarafın-
dan Kirmani'nin öldürülmesi üzerine, onun o ğulları, Ebu MüslIm'e
katıldıklanndan bir kat daha güçlenen ihtilalciler Nasr bin Sey-
yar'ı Merv'e kadar geri çekilme ğe mecbur ettiler (121).
Haşimoğullarının siyah bayra ğı, o vakta kadar bölünmü ş bir
halde bulunan Suriyeliler ı birbirlerine yakla ştırdı . Kendilerini teh-
dit eden tehlikeyi şimdi anlamış olduklarından; Kendilerini Şuu-
biye'ye karşı savunabilmik için, bir süre için de olsa birle şmeye
yöneldiler; Ama bu birleşmenin bir faydas ı olamadı, çünkü Hicaz
ve Irak halkı Araplanndan birço ğu da ihtilâlcilere kat ılmışlardı.
Biçare Horasan valisi Nasr bin Seyyar yaln ız başına Ebu Müs-
lim'in bir ç ığ gibi gitikçe büyüyen güçlerine kar şı koyamıyacağını
anhyarak Mervan'dan yard ım birlikleri göndermesini üst üste isti-
yordu: «Ah Umeyyeoğulları ! Uykuda mı yoksa uyanık mı oldukla-
rını bilsem... eğer böyle bir zamanda hala uykuda iseler, onlara
kalkın vakit geldi diye hayk ınnız!» diye mektuplar yaz ıyordu (122).
Bunun üzerine Mervan, Irak valisine, Nasr'a yard ım etmesini em-
retti. Fakat o, daha yard ıma koşmadan Fergana ve Horasan, Ebu
Müslim'in eline geçmiş ve gücü artmıştı . Ebu Müslim'in ne derece
iktidarlı bir adam olduğu, onun ordusu içinde kulland ığı komu-
tanlardan belli idi. Örneğin Kahtaba bin Şebib adında Hicazlı bir
Arap, Nasr bin Seyyar' ı Serhas'a kadar ko ğuşturarak büyük zarar-
lara uğratmıştı. Suriye askerlerinin mâneviyatlan bundan ötürü
çok kınlmıştı . 85 yaşında bulunan Nasr bin Seyyar önce Ciireân'a,
oradan Fars'a doğru kaçmakta iken öldü.
Bu sırada Halife Mervan bu ayaklanman ın hangi Hâsimi için
yapıldığını araştırmakla meşgüldü. Sonunda İmam denilen İbrahim
bin Muhammed bin Ali yüzünden ayaklanman ın çıktığını anlayınca,
onu Harran'a getirtti. İ brahim zindanda birçok El-nevi ve Ha şimi
buldu. II. iimerlin oğlu Abdullah ve I. Velid'in oğlu Abbas bunlar
arasındaydı .
İbrahim'in tutuklu bulunmas ı , ayaklanma hareketine engel ol-
madı. Kahtaba bin Şebib Cürcan'da Nasr bin Seyyar' ı yendikten
sonra, hemen bat ıya yürümü ştü. Orada Hâlid bin Bermek adında
manında Suriye art ık önemini yitirdi. Buna karşılık Irak, Hz. Ali'
nin halifeliğinde kısa bir zaman için kazand ığı üstünlüğü yeniden
elde etti. Arap kabilelerinin art ık eski önemleri kalmadı . Arap ol-
mıyanlarla Araplar aras ındaki fark ortadan kalkt ı. Bu sırada kuzey
Afrika, Abbasi hegemonyas ı altında ise de hükümet merkezinden
ayrı, özerk bir duruma geçme e ğilimini kısa zaman sonra göstere-
cektir.
Ebu'l-Abbas' ın güçlükle elde etti ği şehirlerden birisi de Va.
sit' t ır. Burada II. Mervan' ın eski valisi Yezid bin Hubeyre, Hasan
bin Kahtaba ile Halifeye kar şı onbir ay direndi. Ç ıkar bir yol bu-
lamayı nca, kendisi ve ailesi için aman aldı ktan sonra teslim oldu;
ama Ebu Müslim Horasani, Yezid'in sağ bırak ılmamasını Halifeye
ısrarla söyleyince, onu ve yak ınlarını öldürdüler.
Bo arada Ebu Seleme el Hallül da bir gece Halifenin saray ın-
-
Abdullah'ı n ordusu daha büyük oldu ğundan, Ebu Müslim bir ta-
kim sava ş hiyleleri kullanmak zorunda kald ı ve ancak bu yoldan
onu 137/754-755 yılı nda yenebildi. Abdullah bin Ali Basra'ya kaç-
tı . Mansur onu ele geçirip hapsettirdi.
b) Ebu Müslim'in öldürülmesi : Abdullah bin Ali'nin ordu-
sunda bulunan pek çok mal böylece Ebu Müslim'in eline geçmi ş-
ti. Mansur bu mallar ın deftere i şlenmesi amac ıyla Ebu Müslim'in
yanı na bir memur yollayı nca, Ebu Müslim hiddetlendi ve «bize
can emniyet olunuyor da, mal için emniyet olunmuyor mu?» diye-
rek Mansur hakkı nda kötü konu ştu. Neredeyse Mansur'un memu-
runu katledecekti.
Mansur esasen Ebu Müslim'den ku şkulanmaktayd ı . Onun bu
son hareketi kendisini vehme götürdü ve Ebu Müslim'e Şam ve
Mısı r eyâletlerinin vâliliklerini verdi. Hükumet merkezine yak ın ol-
mak için Şam'da oturup M ısırı da dilediği gibi yönetmesini yolla-
dığı cmirnameye yazd ı . Ebu Müslim bundan memnun olarak «Ho-
rasan da bizim» deyip Horasan'a gitti. Mansur bundan çok ürktü
ve Anbar'dan Medain'e geldi; Ebu Müslî ınl yanına dâvet etti. Ebu
Müslim çekindi ği için gitmedi. Bu kez Halife, Beni liâsim'in ihti-
yarlarından saygıya değer kimseleri Ebu Müslimse yollay ıp onu
kendi yan ına gelmeye ikna ettirdi. Böylece Ebu Müslim sadece
3 000 kişi ile Medain şehrine geldi; huzura ç ıkt ı. Tatlı tatl ı sohbet
ettiler, ertesi gün gene hilafet makam ına girdiğinde, Mansur ön-
ceden gizletti ği adamları ile onu katlettirdi (131). İşte böylece
Ebu Câfer Mansur, Abbasi İmparatorlu ğunda bağımsız bir hüküm-
dar mertebesine ula şabildi.
c) Bağdat'ın kuruluşu ve merkez oluşu : Mansur ne Medine,
ne Şam, ne de Kûle'yi siyasi dü şüncelerle ba şkent yapmay ı uygun
görmediğinden, kendine ba şket yapabileceği bir yer aramakıtaydı.
Suriye'ye kar şı kendini emniyete almak, Hz. Ali'nin yanda şları ile
dolu olan Kûfe'den de uzak bulunmak amac ıyla Bağdat' ın bulun-
duğu yeri seçti. Daha önce o Kûfe yak ınında kendi adın ı taşıyan
bir şehir kurduysa da, mutaass ıp Şiilere yakı n olmaktan huzursuz-
luk duyduğu için buray ı bırakmaktan çekinmemi şti. Gerçekten de
Bağdat Dicle ile F ırat' ın birbirlerine en çok yakla ştıkları , su ve ka-
ra yollarının düğüm noktas ında, tarıma çok elveri şli bir yerdeydi.
(132) İ bn ül - Esir, el -Kâmil, V., S. 20; Emir Ali, Musavver Tarih -i İ slâm,
I., S. 216.
(133) Belâzuri, Futuh ül - Buldân, I., S. 301 - 2; Ebu'l - Ferec, Tarih, I., S. 200.
(134) Ebu'l - Ferec, Tarih, I., S. 200.
84 Bahriye ÜÇOK
halife ilan etti; herkesten önce kendisi ona biat edip, hilâfete mah-
sus mühür, asa ve hırkayı ona teslim etti. Aynı yıl alevilerden
Hüseyin bin Ali 'yakın akrabalarının yardımiyle hilafet iddia ede-
rek ayakland ı . Bir sabah erkenden Mescid i Nebevrde cemaatin
-
şid, Avâsım adıyla bir bölge ayırdı ve buraları askeri bir vâlinin em-
rine verdi (148). 171/787-788 y ılında Tarsus böylece berkitilmi ş bir
sınır şehri durumuna getirildi.
183/799'da Bizansl ılar'ın kışkırtmas ıyla Kuzeyde oturan Hazar
Türkleri düşmanca hareketlere giri ştiler, Kürdistan' ın kuzeyine
akınlara ba şladılar, orada görülmemi ş vahşetlerde bulundular. Hâ-
rün ür-Re ş id bu kavimler üzerine bir kuvvet göndererek onlar ı ağır
bir yenilgiye uğrattı . Onun vâlileri de Bizans s ınıflarında akınlarda
bulundular, hatta bir defas ında Halife kendisi sefere kat ıldı. Bir
y ıl sonra Bizansl ılarla gene çarp ışmalar başladı . Bu sırada İrene,
erginleştiği için kendisini naibelikten uzakla ştırmış olan oğlu VI.
Konstantin (780-797)'i tahtmdan indirmi ş, gözlerine, mil çektirmi ş
ve kendisi Bizans Imparatorlu ğu taht ına oturmu ş idi (797-802). Ül-
kesindeki kan şıklıkları gidermek amac ıyla Müslümanlara gene ver-
gi ödemek koşulu altında barış önerdi. 802 yılında İrene başbakanı
veya maliye bakan ı Nikeforos (802-811) tarafından taht ından indi-
rilip Midilli (= Lesbos) adas ına sürülüncüye kadar bu bar ış süre
bildi.
Nikeforos tahta geçer geçmez, Halife'ye alayc ı bir mektup ya-
zıp önceki yıllarda Bizarıshlar'ın vermiş oldukları vergileri geri is-
tedi. Hârün ür-Re şid hemen sefere ç ıktı ve Nikeforos'u yeni ba ştan
vergi vermeğe mecbur etti. Imparator anla şmalara ba ğlı kalmadı .
806'da Heraklea (Konya Ere ğlisi)'yı alan Halife, Bizans İmparato-
runu öyle bir yenilgiye u ğratt ı ki, Nikeforos kendisi ve ailesi için
bir çeşit kafa vergisi verme ğe mecbur oldu.
cb) İran ve Ortaasya olaylan : Harün ür-Re şid'in vâlilerin-
den Ali bin İsa aşırı vergi toplaması yüzünden bütün halk ın nefreti-
ni kazanmıştı . Yakınmaların çoğalması üzerine Halife 805'te kendisi
Rey'e gitti; ama Ali bin İ sa'nın sözlerine katı larak, onun memuri-
yetini yeniden onaylad ı . Aynı yılda Semerkanfta Râfi' bin Leys
ayaklannn ş ve Ali bin İsa ona karşı gönderilmiş ti. Fakat Ali bin
Isa'dan yak ınmalar o kadar artm ıştı ki, sonunda Halife onun yeri-
ne Horasan vâliliğine Herseme'yi atadı . Ancak Rafi' bin Leys bu
sırada bütün Maveraünnehr'e egemen olmu ştu. Durum günden gü-
ne güçleştiği için Halife, oğlu Me'mun'u Merv'e yolladı ve ayaklan-
(149) Bu hususta bakını z, Schmidt, Karl der Grosse und Harun ar - Ra şid,
Der. Islam, III., 409-11.
(150) İ bn ül- Esir, el-Kamil, V., S. 112.
94 Bahriye ÜÇOK
yan bin Sûri, müzisiyen İbrahim bin Mavsull gibi ünlü ki şilere rast-
lamaktayız. Hiçbir halife ö ğretim ve eğitimi onun kadar koruma-
mıştır. Kendisi de şair olduğundan şairlere, büyük yak ınlık göster-
miş , yardımlarını esirgememiştir.
F) Emin (193-198/809-813) ve Me'mun (198-218/813-833) dev-
ri a) Emin'in Halifeliği : Emin tahta geçti ği vakit kardeşi Me'
mun Horasan valisi idi. Babaları Haran ür-Re şid ölmeden önce
oğulları Emin, Me'mun, Mu'temin'i s ırasıyla veliahtliğe atam ıştı.
Emin ve Me'mun her, ikisi de, ça ğdaş en büyük bilginlerin yan ında
yetiştirilmişlerdi. Ancak Me'mun hadis fıkıh ve tarih bilimlerini ve
ayrıca güzel konuşma sanat ını iyice öğrenirken, Emin ö ğrenimden
çok, eğlenceye dü şkün olduğu için vaktini hoşça geçirmenin çarele-
rini aramıştı. Hârûn ür-Re şid bunu farkettiği içindir ki, Horasan'da-
ki hazine ile ordunun komutanl ığını Me'muna bırakmıştı . Emin ba-
bası zamanında başvezir olan Fazl bin Rebi'i gene bu görevde b ırak-
tı . Ordunun iki yıllık ücretini birden askere da ğıttı . Bu yoldaki
hareket askeri tamamiyle Emin'e ba ğlamış olduğundan Me'mun
askerin büyük bir k ısmından yoksun kalm ıştı . Buna karşılık Me'
mun da Horasan'da Fazl bin Sehl adlı bir İranlının yardımını gör-
dü. Ayncı Herseme ile Tahir bin Hüseyin adındaki kişiler de ona
yardımcı olmuşlardı. Me'mun halk ın vergilerini indirmek gibi ted-
birler sayesinde çevresinde büyük bir sempati toplad ı . Kardeşine
karşı da sadık ve vazifesine ba ğlı bir durum tak ındı.
Ercin ise yönetiminde bulunan ülkede ya ğmacılığı kendine i ş
cdinmiş olan askerlerini cezaland ırmak şöyle dursun, onları hedi-
yelerle şımartıyordu. Böylece hem hazine bo şalıyor, hem de mü-
neccimler ve asalaklar gün geçtikçe art ıyordu.
Emin yüz dansözden olu şan bir baleyi saray ında bulundurur,
bunlar değerli taşlarla süslü elbiseler içinde ola ğanüstü güzel raks
gösterileri ile Halife'yi e ğlendirirlerdi. Ayrıca Emin Dicle ırmağı
üzerinde yap ılacak şenlikler için aslan, fil, kartal, yılan ve at biçi-
minde e şsiz derecede süslü beş büyük kayık yaptırmıştı . Bu ka-
yıklarda düzenlenen şenlikler ve bale gösterileri aras ında vakit ge-
çiren Halife imparatorlu ğun yönetimini tamamiyle âciz ve iktidar-
sız bir adam olan Fazl bin Rebi'e b ırakmıştı.
Bu durumu farkeden Bizanslılar, İslam sınırlarını geçmenin
zamanı geldiğine inandılar. Emin onlarla u ğraşacağı yerde, karde şi
Me'mun'u Horasan valili ğinden azletti. Me'mun ile Emin'in aras ı
ABBAS? İ MPARATORLU Ğ U 95
(156) Ebu'l- Ferec, Tarih, I., S. 220. Me'mun amcas ı İ brahim bin Mehdi'yi
affetti. Belki iyi bir müzisyen olmas ı , ut çalmas ı onun affı na vesile
olmuştur.
(157) Cl. Huart, Histoire des Arabes, I., S. 302; Ebu'l-Ferec, Tarih, I., S. 217.
ABBASi İ MPARATORLU Ğ U
99
bir oğullarının Horasan'da merkeze ba ğlı bir devlet kurmas ına göz
yummak zorunda kalmıştır.
ce) Hurremi hareketi ve Bâbek : Ebu Müslim'in 136/753-4'te
idam edilmesi üzerine Horasan'da Hurrerniye adl ı bir mezhep geli ş-
meğe başlamıştı. İslâmiyet, Zerdü ştçülük ve Maniheizm'in karış-
masından meydana gelmiş olan bu mezhep mensuplar ı hoş olan ve
başkası na zarar vermeyen her şeyi yapmayı mubah sayıyerlardı. Men-
suplarından bir kısmı Ebu Müslim'in öldüğüne inanmay ıp kendisi-
nin «dünyada adâleti yaymak üzere» tekrar gelece ği kanısındaydı-
lar ki, bunlara Müslimiye ad ı verilmişti. Diğer bir kısmı ise Ebu
Müslim'in bütün yetkilerinin kızı Fatima'ya geçti ğini ve onun imam
olduğunu kabul ediyorlardı ki, bunlara da Fathrdye denihniştir.
(Mes'udi, Muruç VI. 186).
Halife Me'mun devrinde Hurrerniye mezhebinin ba şına, Ab-
basi imparatorlu ğu içindeki disiplini bir hayli sarsan ve ciddi bir
tehlike yaratm ış olan Bâbek geçmiş ve bu mezhebin yaygın olduğu
bölgelerde merkeze kar şı ,ayaklanmıştı . Bizanslılarca kışkırtı lan ve
kendisine yardım edilen Bâbek'in sindirilmesi Me'mun zaman ında
mümkün olamadı . Birçok kez üzerine gönderilen asker yenildi ğin-
den onun bat ıl mezhebi gittikçe yay ıldı. Hemedan dolaylarında ber-
kitilmiş bir mevki' kurduğu zaman Halife Mu'tasım onun üzerine
büyük bir ordu gönderdi, Bâbek'in 60 000 kadar yanda şı öldürül-
düyse de, kendisi ele geçirilemedi. Mu'tas ım bir kez daha büyük bir
ordu gönderip Erdebil ile Zencan arasında Bâbek'in yıkmış olduğu
kaleleri onart ıp Erdebil yolunu güven alt ına aldı ; Afşin ve Büyük-
boğa gibi komutanları da Bâbek'in ele geçirilmesi ile görevlendir-
di. Sonunda Büyükboğa, Bâbek'in hazinelerini ele geçirdi, ama Bâ-
bek ancak daha birçok sava şlardan sonradır ki, 222/837'de kendi-
sini tanıyan bir çobanın Ermeni prensi Sanpat o ğlu Sehl'e haber
vermesi üzerine bu prens taraf ından tutukland ı ve Afşin'e teslim
edildi. Bâbek 223/838'de Samarra'da i şkence ile öldürüldü (Mestudi,
Müruc, VII. 123 v. öt).
cf) Bizans% savaş : Me'mun ayaklanmış olan Bâbek'e yardım
eden Bizanshlarla da çarp ıştı. Bizans imparatoru ayrıca Arap sı-
nırındaki birçok kalelere sald ın-nış ve onları yakıp yıkmıştı. 831.
Mayıs ayında Me'mun Bizans'a sefer açt ı ve Kapadokya'da dört
kaleyi zaptetti. Daha önce Bizansl ılar'ın vermi ş oldukları zararla-
rı görerek onları şiddetlice cezaland ırmaya yemin etti. İmparntor
100 Bahriye ÜÇOK
ğil. İlâhiyatç ılar, bunlar aras ında Ahmed ibni Hanbd bu düşün-
ceyi reddettiler. Kaderi reddeden Mutezile'nin yanda şları Cenab ı -
ihtimamla incelemi ş ve bu yolda öyle bir a şamaya ula şmıştı ki, za-
manının bilginlerinden öğrenecek birşeyi kalmamıştı . Öyleki Me'
mun yaşadığı devre kendi adını verebilmiştir.
G) Mu'tasınfın halifeliği (218 227/833 843) : Me'mun'un ölü-
- -
(168) Muntasır'm Alevilere karşı iyi davrandığını yazmış olan Cevdet Pa şa'-
nin tersine Makrizi (en - Niza, S. 64) onun Alevilere ve ba şkaları na son
derece zulmetti ğini, onlara arazi satt ırmadığını , birden çok köleye sâ-
hip olmamalarını, ata binmemelerini emreden fermanlar ç ıkartıp Mısır
minberlerinde okuttuğunu kaydetırıektedir. Muntas ır'ın ölümü hakkın-
daki rivâyetler için bk. Muruc üz - Zeheb, VII., S. 297 v. öt.; İbni Tik-
taka, el - Fahri, S. 416; Ebu'l - Ferec, Tarih, I., S. 236; Taberi, Tarih, IV.,
S. 547 v. öt.
(169) Taberi, Tarih, IV., S. 548.
106 Bahriye ÜÇOK
fakat henüz çok küçük oldu ğu için bundan vazgeçilmi şti. Mu'tezin
zindana at ılması ndan sonra 255/869'da Mühtedrye biat olundu.
Emevi halifeleri aras ı nda II. Ömer sade ve disiplinli hayat ı, din-
darlığı , adâleti ile nas ıl ayrı bir yer tutarsa, Mühtedi de parlak ilk
Abbasi halifelerinden sonra gelen âciz, sefih ve müsrif halifeler ara-
sı nda öylece ayrı bir yer almaktad ır. Kendisi tam zir zühd ve takva
içinde yaş arken bir yandan da Türk beylerinin nüfuz ve kudretleri-
ni kırmaya ve halifelere eski iktidarlar ın geri vermeğe çabaladi.
Ancak onun zaman ında da yer yer ayaklanmalar eksik olmad ı, özel
likle Hz. Ali soyundan geldiklerini iddia edenlerin ayaklanmalar ı
sürüp gitmekteydi. Bu ayaklanmaları bastırmakla uğraşan Türk
Emiri Musa bin Boga, Mühtedrnin tahta geçti ğini öğrenince Sa-
marra'ya geldi ve Halife'den, Mu'tez'in annesinin hazinesini zorla
elinden almış olan gene Türk beylerinden Sâlih bin Vasif'ten hesap
sormas ını istedi. Musa ile Salih aras ında başlayan mücadelede Müh-
tedi gevşek davrandığı için Türk birlikleri Samarra'y ı yağma etti-
ler; Salih'i bulup öldürdüler. Bunun üzerine Musa bin Boga Hari-
eller üzerine sefere ç ıktı . Halife hem Musa'yı hem de onun karde şi
Muhammed'i suçlayarak halk ı dnların aleyhine k ışkırtt ı . Muham-
med öldürüldü ise de, Halife'nin kendisini de öldürtmek için plan-
lar hazırladığını duyan Musa üstün kuvvetlerle Muhtedrnin üzerine
yürüdü, adamları Halife'yi bırakarak kaçtılar. Mühtedi hilafetten
feraget etme ği kabul etmediği için 256/870'te i şkence ile öldürüldü.
Artık İmparatorlukta, görüldü ğü gibi, Halifeler'in hiçbir önemi
kalmamış , bütün iktidar merkezde Türk Emirlerinin eline geçti ği
gibi, taşrada da merkezi tan ımıyan yeni bir tak ım devletler türeme-
ye başlamıştı .
B) İran'da Saffâri devletinin kurulu şu : Hicri III, yüzyılın
ortalarında IX. Miladi yüzyılın ikinci yarısında İran'da özellikle
Siistan bölgesinde Yakub bin Leys adında bir bakırcı (=Saffâr)
eşkiyalığa başlıyarak dikkat nazarlar ını üzerine çekmi ş bulunuyor-
du. 257/870 yılında Yakub Iran' ın oldukça büyük bir bölgesine
egemen olmu ştu. 259/872'de Horasan' da Tahiro ğullarının elinden
al ıp Taberistan'a katm ış ve böylece hem Tahiroğulları devletine
son vermiş hem de İran'da kendi lakabı ile anı lan yeni bir devlet
kurmuştu. Bundan sonra İrak bölgesine bile göz dikmi ş ve Vasıt'a
kadar ilerlemişse de Halife Mu'temid (256-279/870-892)'in karde şi
Muvaffak'ın ordusu karşısında büyük yitiklere uğramıştı. Bu boz-
108 Bahriye ÜÇOK
gun üzerine ülkesine geri çekildi, yeni bir haz ırlık yaparak Halife
ordularına saldırmayı düşündüğü sı rada öldü (265/879). Yerine
kardeşi Amr bin Leys geçip Halife ile bir anla şma yapt ı . Bu an-
laşma gereğince Saffârilerin ele geçirmi ş oldukları toprakların
egemenliği Halife tarafı ndan onlara resmen tan ınmış ve böylece
Tabaristan, Siistan, Horasan, Fars, Toharistan, Kirman ve Sind
gibi Abbasi imparatorlu ğunun zengin bölgeleri Halife'nin elinden
çı kmış oldu.
C) Zencilerin ayaklanması : Halife Mu'tez tahta geçisini ken-
dilerine borçlu oldu ğu Türkler'in nüfuzunu kırmak için Afrika'dan
zenciler getirtip bunlardan olu şan yeni bir muhafız birliği ile Türk-
ler'e karşı bir denge kurmak istemi şti. Bunlar ve Basra dolaylar ı-
na yerleştirilmiş olup zenginlerin tuzlalar ında çalışan doğu Afrika'
lı zenciler, bir rivâyete göre, Hz. Fatma soyundan gelen Ali bin Mu-
hammed'in yönetiminde topland ılar ve ayaklandılar. Zira Ali bin
Muhammed bu kölelere özgürlük, hak ve zenginlik vâdediyordu. Bas-
ra halkı onun vah şi cesareti önünde yenilgiye u ğradı. O, Muhtare
adında bir şehir kurdu. Bu şehir önce kerpiçten yap ılmıştı. Sonra
zengin ganimetlerle donand ı. Ali bin Muhammed s ınırlarını denize
kadar geni şletip Dicle ahalisini tamamiyle egemenli ği altına aldı.
256/870 yılında babas ının yerine Halife olan Mu'temid, kardeşi
Muvaffak' ı imparatorluğun yönetimiyle görevlendirdi; kendisi ra-
hatına baktı. Bu tarihte baz ı Bedeviler'in ayaklanm ış Zenciler'e ka-
tılması onların güçlerini daha da artt ırmıştı . Bir cuma namaz ı sı-
rasında Basra'ya yapt ıkları bir baskında şehri baştan ba şa yağma
ettiler, yakıp yıktılar ve şehrin sakinlerinin büyük kısm ını kılıçtan
geçirdiler.
Bu olaydan yedi ay sonra, Nisan 872'de Muvaffak da bunlara
karşı bir sefer düzenledi, ama yenilgiye u ğradı (170). Muvaffak bu-
nun üzerine Zencileri bir süre kendi hallerine b ırakıp Iran'da belir-
miş -olan Saffâri tehlikesini önlemek üzere o tarafa yöneldi. Muvaf-
lak'ın Iraktan uzakla şmış olmasını fı rsat bilen Zenciler, Vas s ıt'ı ele
geçirdikleri gibi Huzistan'a da s ızdılar.
Muvaffak yukarda zikretti ğimiz anlaşmayı Saffâri'lerle imzala-
dıktan sonra yeniden Zencilerle sava şmaya başlad ı . Sonunda, zen-
ştanley Lane Poole, The international Numismata Orientala, London 1875. PL. IL
Nu. ÇVJ,
Türk Tarih, Arkeulogya ve Etnografya dergisi, say ı II, S. 251, ist. 1934,
ABBASI IMPARATORLU Ğ U 113
etmeği uygun görmü ş lerdi. Hz. Peygarnbere nas ıl herkes itaat borç-
lu ise, onun yerine seçilene de ayn ı şekilde itaatle yükümlüydü. Ona
itaat etmiyen Peygambere, dolay ısıyla Allah'a ba ş kaldırmış Bayılır-
dı.
Tarihte halifelik kurumu üzerine ilk ve en geni ş incelemeyi yap-
mış olan el-Maverdi'nin el-Ahkam üsSultaniye'sinde gösterildi ğine
göre (186) halife seçilebilmek için şu koşullar gereklidir : Hem dü-
şünüşde hem i şde adil olmak,
Bir karar veya hüküm verirken içtihatta bulunabilecek kadar
fı kıh bilmek.
Görme, işitme ve konu şmasını engelliyecek bir özrü bulunma-
mak.
Harekete engel bir vücut sakatl ığı bulunmamak.
Uyrukları yönetmek ve i şleri yürütmek için gerekli akla sahip
olmak.
İ slam topraklarını korumak ve dü şmana karşı cihad aç ıp yü-
rütebilmek için gerekli cesârete sahip olmak.
Kureyş kabilesiinden olmak (187).
El-Maverdi belki gereksiz gördü ğünden halife olmak için ara-
nılan ayrıca dört koşulu anmamıştır 1) Müslüman olmak; 2) Öz-
gür olmak; 3) Ergin olmak; 4) Erkek olmak (Arnold, İ . Ansiklo-
pedisi, Halife maddesinde yan ılmış , bu ko şulları da Eli-Maverdi'de
varmış gibi göstermi ştir). Bu koş ullar sonradan. Kadi Beyzâvrniw
revâli ül-Enver ve Gazzâlrnin ilıyau Ulüm'unda eklenmi ştir (188).
Bununla birlikte tarih boyunca İ slam devletlerinde ergin olm ıyan
halifeler görüldü ğü gibi, halife değil, ama hükümdar olan pek çok
kadın da vard ır (189).
Ayrıca Hariciler halifenin Kurey ş'den olmasını aramadıklar ı
gibi, Şiiliğin Şebibiye kolu kad ınların da İmam (yâni şii halifesi)
olabileceğini kabul etmişlerdir (190).
Fakihler halife seçimini, seçmenler ile seçilen aras ında bir söz-
leşme, bir akit olarak kabul ederler, burada seçmenler itaatlerini
satmakta, kar şılığında seçilenden yönetim sat ın almaktadırlar. Bu-
nun içindir ki, halifenin seçmenlerce tan ınması işlemine bey' (= sa-
tım) kökünden bey'a denilmiştir (191).
İslam hukukuna uygun olarak iki yoldan halife olunabilir
1) Seçmenlerin seçmesi ile; bir önceki halifenin atamas ı ile. Bun-
lardan birincisine ihtiyar, ikincisine and denir. Bu yüzden halife-
nin veya hükümdarın yerine geçecek ki şiye veliand denir. Sonra-
dan bu iki yola bir üçüncüsü eklenmi ştir. Bu, zor kullanarak hü-
kümdarlığı ele geçirmek yoludur; buna kahriye, ilk ikisine birden
de ihtiyariye denir. Kahriye'nin ba şka iki adı daha vard ır: galebe
ve Şevket (192). İslam hukukçuları zor kullanarak iktidar mevkii-
ne geçen ıkişiye itaati, İslam ülkesinde huzurun sa ğlanması bakı-
mından olumlu karşılamışlardı (193). Aynı zamanda iki halife seç-
mek imkansız olduğu halde, İslam ülkesinin çok geniş olması ha-
linde, bir halifenin bütün ülkede iyi bir yönetim yürütemiyece ği
düşüncesi ile iki halifenin ayn ı zamanda, fakat ba şka başka ve
birbirinden uzak yerlerde bulunabilece ği kabul edilmiştir. İslam
tarihinde bunun örneklerinin bulundu ğunu daha önce görmüştük.
Ancak halife unvanını taşımakla beraber, gerek Emevilerin, gerek
Abbasiler'in zamanlarında halifeler çok kez oğullarını veya yakın
hısımlarını zorla veliand olarak tan ıttıklarından serbest bir halife
seçimi bahse konu olamamış ve halifeler hükümdar veya sultan
haline gelmişlerdir.
Doktrine göre halifenin ba şlıca vazifeleri ise şunlardır :
Dinin savunulmas ı ve korunmas ı.
Adli kararların infazı ve hukuki anla şmazlıkları n çuzümlenmesi.
Can, mal ve onurun her türlü sald ırıya karşı korunmas ı.
Ceza kuralları= uygulanmas ı .
Sınırların korunmas ı için savunma tedbirleri almak ve sald ı-
rıyı önliyecek kuvvetleri haz ırlamak.
(194) Daha geni ş bilgi için bk. Belâzuri, Futuh ül- Buldân, IL, S. 373 v. öt.
Hicri 74 yılında, Müslümanların bir bayrak alt ında yeniden topland ığı
sırada ilk alt ın para bas ılmıştır.
(195) Lammens, Etudes sur le siicle des Omayyades, S. 151.
EMEV.I VE ABBASi UYGARLIĞI
127
bölgeyi ele geçirince, halife onu âdeta ba ğımsız bir hükümdar gibi
tanırdı . İşte böylece tan ınmış valilik veya emirliklere Emâret i
-
verilirdi.
b) Vezir i Tenfiz : Halifenin kendisine vermi ş olduğu belli bir
-
me,ktedir. Rivâyete göre Kisra birgün gelir gider hesaplar ı ile uğ-
rayan kâtiplerin bulundu ğu daireye girmi ş , onların kendi kendile-
rine durmadan bir şeyler mırıldandıklarını görünce «Divâneler»
demiş , sonradan k ısaltılarak Divân biçiminde kullanılmış (198).
Ama genel olarak kay ıt defterlerine veya dairelerine Divân denmek
âdet olmu ştur. islâm'da devletin giderlerine ve ba ğışlarına bakmak
ve ele geçirilen ülkelerin vergi ve haraçlar ını toplamak, nüfusunu
saymak ve korumak için gereken askeri ve her türlü giderleri sa ğ-
lamak üzere kurulmu ş olan daireyi ilk önce Hz. Ömer zamanında
görüyoruz. Ömer bin Hattab' ın böyle bir daireyi kurmas ına Bah-
reyn valisi Ebu Hureyre'nin getirdi ği büyük ölçüdeki mal ve para
sebeb olmuş tur. Getirilen mal ve paralar ın üleştirilmesi bazı güç-
lükler doğurunca Hâlid bin Velid, bir Divân = daire kurulmas ını
önermiş ve Şam'da görmü ş olduğu daireleri örnek göstermi ş, Hz.
Ömer de bunu kabul etmi ştir.
Askere al ınanların adlarının bir deftere kaydedilmesine de Hz.
Ömer zamanında ve H. 20. yılda başlanmıştır.
Islam devletinin s ınırları geni şleyip işleri çoğaldıkça bu i şlerin
görülmesi için fethedilen ülkelerin resmi dairelerini örnek alarak
divânlar kurmak kaç ınılmaz bir zorunluluk olmu ştur. Çünkü Arap-
lar çoğunlukla okuma yazma bilmezlerdi. Hele mali işlere bakacak
hesap uzmanları hiç yoktu. Bu yüzden, bu i şlerde uzun zaman Iran-
lılar ve Hristiyan Rumlar, yâni islâm devletinin koruyuculu ğun-
daki zinunner kullanıldı . Böylece ilk zamanlarda defterler farsça
veya rumca tutulmu ştu. Ancak Abdülmelik halife olduktan ve hali-
felik bir hükümdarlık şeklini aldıktan sonra Araplar göçebelik ça ğ-
larındaki sâdelikten kurtulup medeni hayat ın gereklerine uydular;
okuma yazma, hesap tutma ö ğrenmeğe koyuldular. Bundan sonra-
dır ki Emevi devletinin resmi dili arapça oldu. Zimmi memurlar i ş-
ten çıkart ılıp yerlerine Arap memurlar geçirildi.
Devlet yönetimi henüz ilkel bir durumda olan Erneviler'in Suf-
yani soyu zaman ında ve özellikle I. Muâviye'nin halifeli ği sırasında
bazı divânlar kurulmaya başlandı .
a) Divân ül Hâtern : Iller ve yabancı devletlerle haberle şmeyi
-
lifelerin emri ve irâdeleri bir def tere yaz ıldıktan sonra, ait oldu ğu
yere ulaştırılı rdı.
Birinci Muâviye posta i ş lerine de önem verdi. Ancak bu i şle
ilgili divanı n ve diğer divânların gelişmesi ve son şeklini alması da-
ha çok Abbasiler zaman ında olmuştur. Emevilerde bütün i şler baş-
lıca ş u dört divânda görülürdü: 1) Divân ül Harâc, 2) Divân
-
yet de denirdi.
c) Divân ül İnsa : Abbasilerden önce halifenin önemli ve giz-
-
zalim onun özel hazinesi gibi idi. Bu divân Mutezid zamanı nda bü-
yük bir önem kazandı . Halifenin emlâkinin geliri, ceza ve müsade-
relerden sağlanan gelirin büyük bir kısmı , illerin gelirlerinden mer-
(200) Barthold, İ slârn Medeniyeti Tarihi, Köprülü notları ., S. 120 v. öt. sin-
de bu divânlar hakk ında ayrıntılı bilgi vardır.
EME‘d VE ABBAS' UYGARLI ĞI
133
(201) A. N. Poliac, Sami, Doğu'nun Arabla ştırılması (Çev. B. -üçok, hah. Fak.
Derg. III., S. 85 - 101).
(202) Emir Ali, Musavver Tarih-i Islam, IL, S. 468.
EMEVI VE ABBASi UYGARLI ĞI
135
katılmış , Hârtin ür-Re şid zamanı nda ise (170-193/786-809) kad ınla-
rın sava ş ta birliklere kumanda etmeleri yad ırganmamıştır. Halife
Muktedir (295-320/908-932) yukarda da gördü ğümüz gibi, Divân ül
Mezâlim başkanlığı na bir kad ını atam ış , kendi annesinin devlet ri-
câli ile me ş verette bulunup elçileri huzuruna kabül etmesine ses ç ı-
karmamıştı r. Mütevekkil devrine (232-247/847-861) kadar zengin ve
bilgili kadı nlar evlerinde faydal ı toplant ılar ve suvareler tertipler-
lerdi. Hârtin ür-Re şid devrindeki şair kad ınlar şiir yarışmalarma
katı larak dinleyicileri hem olgunluk, hem sanat; hem de güzellik-
leriyle âdeta büyülerlerdi (203).
■
138 Bahriye tYCOK
(213) Ebu'l - Feree, Tarih, I., S. 198; C. Zeydân, a.g.e., V., S. 137 v. öt.
140 Bahriye ÜÇOK
(214) Ali İ brahim, Nisâ lehunne fi'l - Tarih il - İ slâmi nasib, S. 126.
EMEVI VE ABBASi UYGARLI ĞI
141
giymelerini yasaklad ı ise de, onlar buna karşı kol boyunu kısalt ıp
genişliğini arttı rmak suretiyle cevap verdiler.
XIII. yüzyı lda Cengiz Han soyundan prenseslerin getirdi ği bir
moda şık kadınları başlarında tüyler ta şımaya mecbur etti ve he•
men daha önce zengin han ımların altınlarla süsledikleri çerkes tak-
keleri veya tepelikleri bu kez tüylerle kapland ı. Aynı prensesler Çin
tarzına yakı n giysileri de moda hâline getirdiler.
C) Spor : Hz. Muhammed kendi ça ğındaki sporların bütün
dalları nda gençleri maharet sahibi olmaya te şvik etmiştir. Örneğin,
«oğullarınıza ok atmayı öğretin, çünkü bu dü şmanı kahreden bir-
şeydir»; «Ok atmakla oyalanmak bo ş yere geçirilen zamanlar ın en
hayırlısıdır»; «Oğullarımza yüzmeyi, ok atmay ı belletin» demekte-
dir (218). Hz. Muhammed çe şitli sporları hem teşvik etmiş, hem de
seyrederek ne şelenmi ştir; Sahih-i Buhari muhtasar' ında bunun
açık delilini bulmaktaya: «Hicri 7. yılda Habeş'den gelen bir elçilik
heyeti mesçitte harbeleriyle (bir çe şit mızrak) oynuyorlard ı, bir ri-
vâyete göre Hz. Ayşe, başka bir riVâyete göre Hz. Muhammed hun-
ları seyretmeği teklif etti. Bir çe şit spor olan ve mızraklarla raksa
benziyen bu gösterileri Hz. Ay şe çenesi Hz. Muhammed'in omuzu-
na, yanağı da onun yana ğına dayannuş bir hâlde yoruluncaya ka-
dar seyretti» (219). Hadislerdeki bu aç ıklığın da desteğiyle Emevi
ve Abbasi halifeleri zamanında at yarışları, ok atma, yüzme, koşu-
lar tertip etme gibi spor ve e ğlenceler önem kazanm ıştır. Araplar
Iran ve Türkistan içlerine girdikten sonra bu ülkelerde ra ğbette olan
küre ve çögen ile oynamak fındık atmak, satranç ve bunun gibi
başka oyunlar ı zaptettikleri ülkelerin eski sâhiplerinden ö ğrendi-
ler. Bu oyunlar ilk defa Harun ür-Re şid zamanında moda olmu ş-
tur. O, halifeler içinde ilk önce çögen oyn ıyan, mızrak tepesine he-
def dikerek ok ni şanı tertip eden, asl ında bir hind oyunu olan sat-
ranc ı yayan ve oyuncular ı kendine yakla ştırarak onlara maa ş bağ-
lıyan halifedir. Bu devirde halk ın ençok hoşuna giden spor sonra-
dan Ingilizlerin bat ıya götürüp adına polo dedikleri çögen ile cirid
oyunu idi. Bu oyunlar ortaça ğ'da prenslere, iço ğlanlarma ve su-
baylara mahsustu. Her şehirde bu i ş için hazırlanmış bir veya bir-
kaç alan bulunur, belli günlerde tak ımlar, gerek yerli, gerek yaban-
eskidir. Bir ülkede söylenen şarkı lar, orada ya şıyan ulusun karak-
terini, ahlak ve adetlerini bir ayna gibi yans ıtır.
Câhiliye devrinde, yâni Islam'dan önceki devrede, Araplar' ın
büyük bir çoğunluğu çadırlarda ya şar, deve ve koyun sürülerini
besliyerek göçebe bir hayat sürerlerdi. Bu yüzden de onlar güzel
sanatların yalnız ş iir kolunda üstün bir düzeye ula şmışlardı . Ya-
vaş yava ş şiire en yak ı n sanat kolu olan musiki de do ğmaya baş-
ladı . Bu musiki Cahiliye devrinde daha çok göçebe hayat ı yaşıyan
Arap gençlerinin ıssı z kum çöllerinde deve kervanlar ını yürümeye
teş vik etmek maksad ı yla söyledikleri pek ilkel melodilerden ibaret-
ti. (Mes'üdi, Muruc uz-Zeheb., VIII., S. 92) Yaln ız deve sürücüleri
değil, kumaş dokuyanlar, tarlada çal ışanlar, kayıkçılık gibi mono-
ton i şler görenlerin, s ıkıcı çalışmalarını hafifletmek ve onu daha
düzenli, verimli hale getirmek için de melodiler söylemeleri âdetti.
Buna Hudâ' denirdi (221). Huda'n ın çıkışını kadınların ölülerin
arkas ından ettikleri feryatlara ba ğlıyanlar bulunmaktad ır. Huda'y ı
terennüm izledi. Araplar'da terennüm iki türlü idi : biri şiirin mu-
siki ile söylenmesidir; Buna G ına denir (222), yani şarkı. Öteki man-
zum olmıyan, nesir halindeki sözlerin terennümüdür; buna da Tag-
bir denir (223). Daha sonra kom şu ülkelerden aldığı etkilerle ge-
lişen musiki ba şka başka adlar ta şıdı . İşte böylece dini olmıyan
musiki doğdu. Mutluluk ve sevinç duygularını ortaya koyan çocuk
şarkıları, ninniler, düğün şarkıları hiç şüphe yok ki, Huda' deni-
len türden tamamiyle ayr ıdır. Eski devre ait olan bu halk şarkıla-
rının ne güfteleri ne de besteler hakk ında bir bilgiye sahibiz. Bu-
gün onları emsalleri ile kar şılaştırarak, baz ı tahminler yürütül-
mektedir.
Araplar' ın bu halk şarkılarının makamı çok basit idi. Genel
kural olarak bunlarda bir makam cümlesi bulunur, bu her beyit
(221) İbn Haldûn, Mukaddime, türkçeye çeviren Zâkir Kâdiri Ogan, II.,
S. 460.
(222) Farmer C. H., gınâ'yı şiirin melodik olarak söylenmesi şeklinde tanım-
lamış sa da Ehad Arpat, İA., IV., S. 777'de g ınâ, tagbir, tilâva, terennüm,
savt, musiki'nin birbirine kar ıştırıldığını, gınâ'nın bunları n hiç birine
tam olarak tekabül etmedi ğini fakat ilgili bulunduğunu açıklar. Ger-
çekten de Fârâbi, kitab ül - Musiki adl ı eserinde (La Musique Arabe,
d'Erlanger çevirisi, Paris, 1935, II., S. 77 - 8, 84) g ınâ ile musikiyi bir-
birinin yerine kullanmam ıştır.
(223) Farmer C. H., 1A., IV., S. 777.
I. Hişam zamanında yap ılmış olan Kasr ül-Hayr il-Garbi'de bulunan fresklerden
müzisiyen kadınlar ve av sahnesi.
(230) Eski müsiki nazariyelerinden ilk faydalanan el - Kindi (ölm. 874) ol-
muştur. Bugün dördü mevcut olan yedi risâlenin yazar ıdır. Bu risâle-
lerin üçü Berlin'dedir. Bunlar ın adları şunlardır : Risâla fi iczâ' ha-
bariya al - müsiki; Risâla fi'l - luhün'dur, üçüncüsünün ad ı yoktur.
El - Kindi'den sonra iki öğrencisi Ahmed bin Muhammed al - Sarahsi
(ölüm. 899) ile Mansûr bin Talha bin Tâhir müsiki nazariyesini i şle-
diler. İbn Sina, el - Şifa' ül - necât adl ı eserleri içinde müsikiye yer
ayırmıştır. Safiüddin de ğerli bir fizikçi idi; aynı zamanda Farabi gibi
o da çalgı çalardı . Gam sistemine yenilikler getirmi ştir.
(231) Aly Mazaheri, La Vie Quotidienne des Musulmans au Moyen Age. Pa-
ris, 1951, S. 159; Carra de Vaux, Farabi'nin Kitab ül - Müsiki'sinin fr.
çevrisine önsöz. S. VII.
(232) al - Farabi, KitUb ül - Mûsikî il - Kebir (d'Erlanger çevirisi), I., S. VII.
EMENd VE ABBASI UYGARLIĞI
147
Bazı Islam bilginleri ise şarkıların bir kısnamı helal, bir kıs-
mını haram saydı lar. Uzun tart ışmalardan sonra şarkı söylemenin
şeriata ayk ınlığı kabul edildiği takdirde Kur'an' ın tilaveti hakk ın-
da da ayn ı hükmün varid olaca ğı açıkça anlaşıldı (237). Şarkı söy-
lemenin şeriata ayk ınl ığını iddia edenlere kar şı Kur'an'ın tilaveti
hakkında da aynı hükümün verilmesi istendi. Buna kar şı müteas
sıp Müslümanların muhalefetleri pek zay ıf kaldı. Çünkü Hazret-i
Peygamber'in Kur'an' ı güzel sesleri ile okuyanlara söyledi ği okşayıcı
sözler en inan ılır hadis kitaplar ında yer alm ıştı. Örneğin sesinin
güzelliği ile ün salm ış olan Elatı Muısâ el Aş'ari bir gece Kur'an
-
okurken Hazre:t-i Muhammed onu i şitmiş, ertesi gün «Ya Ebû Mû-
sa, Davudoğullarının mizmarlarından (yass ı nay biçiminde nefes-
li saz) biri sana verilmi ştir» (238) demi şti.
Gene güzel sesiyle Kur'an- ı Kerim okuyan Salim Mevlâ Huzey-
fe için de Hazret i Muhammed.: «Ümmetimde böyle bir kimse bu-
-
(241) İbn Kuteybe, Kitâb ül - Ma'ârif, S. 232; Houtsma, Ebu Bekre maddesi,
İA., IV., S. 14.
(242) Tayyib Okiç, a.g.e., S. 20.
(243) Oysa Kur'an' ı Kerim'in böyle güzel veya daha hafif bir ritimle okun-
ması, ona karşı elbette bir sayg ısızlıktı ve Hazret-i Peygamber belki
de bunun için «Kur'an'ı Kerim'in fâs ık ve günahkârları n ahengiyle
değil Arap elhanı ile okuyunuz» demiştir.
150 Bahriye ÜÇOK
Ortaçağ İslâmı'mn musiki hayatı nda önemli bir yer tutan Râ'
ika, Azza, Ulviye gibi güzel sesli besteciler sadece kendileri şarkı
söylernekle kalmay ıp kadın ve erkek bütün Medinelileri musiki ile
uğraşmaya çağırırlardı . Devrin ünlü zevk ve şiir erbab ı (örn. Tu-
veyş, M'abed, Abdullah ibn Câfer) hemen hergün onların evlerin-
de toplanırlardı (246).
I. Yezid zaman ında Hicaz musikinin, şiirin, eğlencenin vatani
hâline gelirken, Irak bunları reddediyor, haram sayıyordu. II. Velld
(743-744) şarkıcılar' ve bestecileri Hicaz'dan Şam'a getirdi. Bu ta-
rihten sonra musiki bilimi İ slam ülkelerinin her yönüne yay ıl-
dı (247). Daha önce Abdülmelik'in oğlu II. Yezid (720-724) Habâbe
adlı câriyenin sesine o derece esir oldu ki, imparatorlu ğun bütün
idaresini hemen hemen onun eline b ıraktı (248). Fakat zaman za-
man Halifeler, devrin musiki şehri olan Medine'de bile bu tür sanat
ve eğlenceyi yasaklam ışlardır. Örneğin Abdülmelik'in oğlu Süley-
mân askerlerden birinin şarkı söylediğini duyunca yan ına çağırıp
bu şarkıyı tekrarlamasını emretmi şti. Hükümdann hoşuna gettiğini
sanan asker bir kere daha, ama daha dikkatle ve daha duygulu bir
sesle şarkıyı tekrarlayınca, Halife taassubundan ötürü askeri had ım
ettirmişti. Sadece bu kadarla da kalmay ıp Medine valisine şehirde
ne kadar şarkıcı ve besteci varsa toplay ıp hadı m ettirmesini emret-
(244) Cörci Zaydân, V., S. 54; el - İ kd ül - Ferid, II., 182; Ömar Rizâ Kahhâle,
'alâm ül-nisâ', Dımışk 1959, III., S. 211; M. Zihni, Ma şâhir ün - nisâ,
IL, S. 77.
(245) Muhammed Cemil Beyhum, a.g.e., S. 82. Ebül-Ferec el- İsfahâni, el-
Agâni, VIII. S. 19.
(246) Muhammed Cemil Beyhum, a.g.e., S. 82.
(247) Cörci Zaydân;.V, S. 55; 'Muhammed Cemil Beyhum, a.g.e., S. 83.
T:,
(248) Mes'üdi, Muruc., Paris. 1871: V., 446 v. öt.
EMEVI VE ABBAS İ UYGARLIĞI
ıs ı
mişti (249). Emevilerin musild'ye en çok yer veren Halifesi II. Ve-
M bile musild'nin sihirli etkisinden sak ınmayı sağlık vermi şti.
Abbasi Halifelerinden Me'mıtın Horasan'dan Ba ğdat'a ulaştığı
zaman hükümdarl ığını güçlendirmeğe azmettiğinden sürekli olarak
20 ay ınüsild dinlemekten uzak bulunmaya dikkat etmi şti. Fakat
böyle yasaklar günden güne geni şliyen ve medenileşen Islam ülke-
sinde musikinin gelişmesine engel olamam ıştı. Musiki daha çok
refahtan do ğan bir ihtiyaç olduğu için elbette bunun te şvikçileri,
hükümdarlar, emirler ve zengin tabaka mensuplar ı olmuştur. Me'
retün ve Mu'tasım zamanında Tanburi Ubeyde, kitab ül-Agani'de tas-
vir edildiği gibi büyük bir musild ustas ı idi. Tanbur çalmaktaki
mehareti yan ında bizzat besteledi ği şarkılarla da ün kazanm ış-
tı '(250).
Yava ş yavaş müsikinin câzibesine tutulan devlet büyükleri ara-
sında şarkı söylemek ve saz çalmak da moda oldu. I. Velid'in am-
cası oğlu olup 717'de hilâfete geçirilen Ömer ibn. Abdülaziz son
derece dindarl ığına rağmen bu modadan kendisini alamam ış ve
önceleri, Hicaz valili ği sırasında, besteler yapmıştı (251). Ama
Halifeliğe yükseldikten sonra ibâdeti engelliyebilir diye müsikiye
yer vermemi şti. Bununla birlikte, II. Ömer gene de güzel sesin,
müsildnin etkisi altında kalırdı (252). Daha sonra Velid bin Yezid
ün kazanmış besteler yapm ıştı (253). II. Velid şarabı , eğlenceyi hele
müsikiyi âdeta önüne geçilmez bir a şkla seviyordu. Her ülkenin
müzisiyenlerini etraf ına toplı yan ilk hük_imdar o oldu. Içkili ziya-
fetlerde İbn Sureyc, M'abed, İbn Muhriz, İbn Ayşe ve Tuveyş gibi
sanatç ılara gün do ğdu. Babas ı ndan tevâ;-üs etti ği iptilâ halindeki
müsiki sevgisini ve heyecan ını ateş liyen parçalar, Kurey ş arapça-
sında yazı lmış olarak Kitâb ül-Agani'de mevcuttur. Bunlar ın bes-
tesinin de İ bn Sureyc veya. Mâlik'e ait oldu ğu sanılmaktadır. Hi-
şâm'in mûsiki sevgisi Hristiyan gece ay nlerini dinleme ğe kadar
gider ve bundan o derece huzur duyard ı ki, devlet umurunu bile
unuturdu (254). Musullu İbrahim'in oğlu İshak ve Halife Mehdi'
nin İbn Şekle adıyla tanınmış olan oğlu İbrahim de şarkılar yaz-
dı . Bunlar şarkılar kitab ı adlı eserde ve ba şka eserlerde yer ald ı-
lar (255).
I. Yezid ve II. Velid gibi Halifeler devrinde geli şmesi hızlanan
mûsiki, Emevilerin son zamanlar ında saray ve konaklardan halk
arasına hatta sava ş meydanlarına kadar girdi. Abbasoğulları İ sfa-
han yöresinde Emeviler'i yenilgiye u ğratt ı kları zaman (H. 131) sa-
yısız ganimet mallar ı aras ında ud, tanbu:~ ve nây bulmu şlardı .
Böylece müsiki derece derece ilerliyerek Abbasiler ça ğında da-
ha üstün bir düzeye ula ştı . Arapçaya, fars ve sanskrit dillerinden
müsiki kitapları çevirttirildi. Hammâd, İbrahim bin Mehdi ve Mu-
sullu İbrahim gibi tanınmış müsiki üsta :lar ı, yalnız şarkı için de-
ğil, raks için de besteler yapt ılar. Musullia genç sanatç ı Zaryâb yu-
karı da kaydetı tiğimiz sanatç ılardan müsiki ve g ınâ ( şarkı ) öğren-
mişti; öyle sihirli bir sanatç ı idi ki, Musullu diğer sanatçılar onu
kıskandılar, o da bat ıya gitmek zorunda kald ı . Endülüs hüküm-
darı Hakem bin Hi şâm, Zaryâb'ın geldiğ ini duyunca kendisi de
karşılamaya çıktı Onu devlet ricâli mertebesine yükseltti ve ken-
disine iktalar verdi. Böylece Zaryâb, Endiilüs'te şarkı sanat ın! yay-
dı . Fakat Endülüs'ün ekonomik ve siyasi durumu gerileyince, bu
sanat Kuzey Afrika'ya intikal etti. «Ekonomik durumlar ı bozulma-
(255) Ebü'l-Ferec el- isfahâni, kitâb ül- agâni, VIII., S. 143; Mes'üdi, a.g.e.,
S. 10; İbn ül - Nedim, Fihrist, S. 140, Bey.L-ut 1964.
EMEVİ VE ABBAS İ UYGARLIĞI
153
(256) Cörci Zaydân Medeniyet-i islamiyye, V., S. 85. Kitâb el - Agâni, VIII.,
S. 189 - 190.
(257) Yâni Harûn ür - Re şid'in baba bir karde şidir. Şiir yaznıakta ve yazd ığı
şiirleri bestelemekte büyük bir maharet göstermi ş, bu yüzden devri-
nin en ünlü üstad ı sayılmıştı r. Annesi cariye Meknüna'den güzel ses
tevarüs eden 'Aliyye'yi Hârûn ür - Re ş id uzun yolculuklarda yanından
ayırmak istemezdi. Mûsikiye olan meyli 'Aliyye binti Mehdi'yi hiçbir,
zaman ibadetten uzak bulundurmam ıştı (Bk. el - Ağ ani, C. X. S. 78).
(258) Mes'üdi, a.g.e., VII., S. 387.
(259) Emir Ali, a.g.e., II., S. 470.
15.4 Bahriye ÜÇOK
bir ilişiği yoktur. Geni ş ölçüde Iran-Arap etkisini kabul eden Sel-
çuklu ve Osmanl ı saray müsikisi ise ba şkentlerden sonra büyük
şehirlere ulaşmış zamanla gerçek Türk müsikisinin en de ğerli un-
surlarını saklıyan köylere kadar s ızmıştır (263).
Yukarıda bahsetti ğimiz Ortaçağ'da müsikinin insan ı ibadet-
ten, Allah'ı düşünmekten al ıkoyduğunu iddia edenlerin tersine
Mevlânâ Celâlüddin Wırni'nin ve başka Süfilerin s ırf ilâhi sevgi
ile vecde gelip ,müsiki ahengi ve ritmi ile semâ ettiklerini gördük.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, her zaman iyiye ve güzele yönelen Is-
lâm dini, Tanrı'nı n kullarına verdiği bu en etkili sanat ı, insan ru-
hunu yüceltmeğe (Bach, Beethoven, Itri, Dedeefendi ve ba şkaları-
nın bestelerinde oldu ğu gibi), Tanrı'nın kudretinin sonsuzlu ğunu
övmeğ e, insanları n sevinç veya elemlerirıi terennüme hasretti ğimiz
takdirde yasaklanmam ış olmalıdır.
Kaldıki Hazreti Muhammed, bir kurban bayram ında, eşi Hz.
Ayşe ile birlikte def çalan iki genç cariyenin okuduklar ı şarkı ve
ezgileri dinlemekte de bir sak ınca görmemi şti (264).
B) Yapı sanatı : Emevi ve Abbasi uygarl ığının bugün bile
ayakta duran büyük sanat an ıtlannı iki bölümde görmek doğru
olur. Bunlardan biri sivil mimari, ikincisi dini mimari eserleridir.
a) Sivil Mimari : Emevi halifeleri gerek saraylannda, gerek
ibâdet yerleri olan camilerde Bizans an ıtlarından sönük kalmama-
ya özellikle dikkat etmi şlerdir. Bizanstan ve M ısı r'dan getirtilen
ustaların ve bu işlerde kullanılan yapı malzemesinin, ayrı ca Suri-
yeli işçilerin bu anıtların ortaya ç ıkmasında büyük payı vardır.
Kabile rekabetleri ve bu gibi nedenlerden ba şkentte huzursuzluk
duyan halifeler I. Velid'ten başlıyarak Şam'dan uzaklaştılar. Yal-
nız cülus günlerinde ve büyük merâsimler dolay ısıyla Şam'a uğ-
radılar. Halife Hişam çölün tam ortas ında, Palmir'in kuzeyinde
Rusâfet üş Şasn'ı (Eski Sergiopolis) kendisine ikâmet yeri olarak
-
(263) Aly Mazaheri, a.g.e., S. 160; Ehad Arpad, IA., IV., S. 778.
(264) Sahih-i Buhâri Muhtasar ı , Tecrid-i Sarih tercürnesi, C. III., S. 152.
Ankara 1966.
156 Bahriye ÜÇOK
(1342) değerli eserine bk. S. 128 ve öt., ayr ıca Mes'Cı di, Murûc, VII.,
S. 291'de Yezid bin Velid'in bir hali üzerine i şlenmiş portresinden
bahsedilmektedir. Ayn ı konu Taberi'de (Zotenberg çevrisi), IV., S.
547'de yer almıştır; Lammehs, Siecle des Omayyades'a ve ayr ıca R.
Ettinghausen'in La Peinture Arabe' ında islânı'da resim hakkında ge-
niş bilgi vardır.
(267) Otto - Dorn, Kunst des İ slams, S. 51.
EMEVi VE ABBAS İ UYGARLIĞI
159
adı verilen sekiz kö şeli ünlü rnescidi yapt ırdı . Uzun zaman yanl ış
olarak Ömer camii denilen bu mescid Museviler, Hristiyanlar ve
Müslümanlarca hep birlikte kutsal say ılan kayayı ortas ına alacak
şekilde yap ılmıştır. Talmud'da Hz. İbrahim'in burada kurban kes-
tiği, Hz. Davud'un burada Tanr ı 'ya ibâdet etti ği bildirilir. İ slami
rivayetler buradaki kayay ı pek çok efsânelerle süslemi şlerdir (270),
Abbasiler iktidara gelinceye kadar Kubbe'nin ortas ında İ ran'ın
son hükümdar ı Yezd Gerd'in tac ı ile çok değerli bir inci, Hz. İb-
rahim'in koçunun boynuzu bir zincire tak ılı olarak bulunmaktay-
mış . Sonra bu değerli eşya Kabe'ye nakledilmi ş . 1016 yılında mey-
dana gelen depremde Kubbet üs-Sahra'n ın kubbesi, alt ındaki ka-
yamn üstüne dü şmüş ( İbn ül-Esir, el-kâmil, IX, S. 209), alt ı yıl son-
ra Fatimi halifesi el-Hakim (386-411/996-1021) taraf ından eski duru-
muna getirilmistir. 1099 da Haçl ı orduları Kudüs'e girdiler ve IL
Boduen zaman ında Hristiyanlar Kubbet üs-Sahra'y ı kiliseye çe-
virdiler. Mescidin içi ve dışı Hristiyan azizlerinin resimleri ile süs-
lendi. Kubbe'nin üstüne de alt ından bir büyük haç konuldu. Daha
sonra yap ı Avrupa'da Tampliye (Templier) kiliselerine (271) mo-
del oldu, hatta bu çok kö şeli yapı tipi Rafaello'nun «Bakire'nin Dü-
ğünü» adlı ünlü tablosunda musevi tap ınağı olarak konuyu tamam-
ladı .
Abdülmelik bu yap ıyı bitirdikten sonra, buna çok yak ın bil
yerde, Hz. Muhammed'in « İ srâ» olay ından ad ını alan Meseid-i Ak-
sa'yi yaptırdı . Eski Bizans kilisesi Aya Maria'mn sağlam kalmış
duvarlarını da buraya ekletti. Böylece eskisinin üç misli büyüklük-
te siitunlu bir ravak ortaya ç ıktı ; sonradan kubbe ve dört nef ek-
lenmesiyle cami imparatorluğun ihti şamma uygun bir tap ınak ol-
du.
Emevi soyu iktidardan at ılıp yerine Abbaso ğulları geçin-
ce (750), o zamana kadar ba şkent olan Şam üstünlüğünü yitirme-
ğe ba şladı . Onun yerine ikinci Abbasi halifesi Mansur'un yaptır-
dığı Bağdat ve Mu'tasım'ın yaptırdığı Samarra geçti. Abbasiler
sünni mezhebini izledikleri halde, İranlılar'dan büyük destek gör-
müş lerdi. Çok geçmeden halife Mu'tas ım, Horasan'da oturan Türk-
ler'den hassa ordusu te şkil edecek, böylece de her alandaki sanat
eserleri bu siyasal de ğişikliğe ayak uydurmak zorunda kalacakt ır.
(270) Bk. İ s. Ans., J. Walker, VI., S. 944'te Kubbet üs- Sahra md.
(271) Askeri ve dini, 1118'de kurulmu ş bir Hristiyan tarikat ı .
Kudüs'teki Kubbet iis-Sahra.
Aristo'ya ise daha üstün bir yer verirlerdi. Risâle'lerde her ne kadar
Aristo felsefesini benimseyen el-Kindi'den bahis yok ise de, onun
öğ rencisi ünlü Ebu Ma'şer (ölm. 885)'in ad ı zikrolunmaktayd ı . Bu-
nunla birlikte Risâle'nin onüçüncüsü Muhammed el-Kindrnin-
di (273). XIV. Yüzy ı lda bu ansiklopedi Timur'un vezirlerinden bi-
risi için farsçaya çevrildi. Gene el-Kindi'nin ünlü ö ğrencisi Ebu
Zeyd de Ebu Ma'a ş er gibi Belh'liydi. Daha önce Ba ğdat'ta İbni Ma-
sa. el- Harezmi adl ı bir matematikçi bilgin ya şamıştı ki matemati-
ğe dair b ırakt ığı eserler Rönesans ça ğına kadar Avrupa'da izlenmi ş-
tir (274). Bu yüz y ıllarda İ slam imparatorlu ğunun doğu sınırların,
da ünlü kozmograf Ahmed el-Fergâni (ölm. 861) ile filozof Ebu
Nasr el- Farabi (870-950) görülürler. Felsefe, mant ık, tıp ve mü-
siki ve daha birçok alanlarda insan ı şaşırtacak bir bilgiye sâhip
olan Farabrilin say ısız eserlerinden baz ılarını İbni Sina'nin orta,
dan kaldırıp yok ettiğ i Brockelmann ve ba şkaları tarafından bildi-
rilmektedir (275). Farabi, Eflatun (= Platon) ile Aristo'nun felse-
fesini karşılaştırıp ele ştirdiği gibi zaman zaman bunlarla ayn ı fikri
de savunmu ştur. Ancak ara s ıra mistik ve zâhid bir yol tuttu ğun-
dan onlardan ayr ılır.
İ slam aleminin yeti ştirdiği en büyük filozoflardan biri de
Batılıların Avicenne dedikleri İbni Sina (980-1037) dır. Samano ğul-
ları zamanında Buhara'da görev alan İbni Sina da Farabi gibi man-
tık, metafizik, müsiki ve t ıp ile uğra şmıştır. XI. Yüzy ılın bu çok cep-
heli bilgini Hemedan ve İsfehan'daki Büveyhoğulları emirlerinin hiz-
metine girmi ş ve biraz sonra fizik ve matemati ğe ek olarak t ıp ile
u ğra şmış , bu alandaki güçlüklerini Farabi'ye ait olan ve pazardan
üç dirheme sat ın almış olduğu bir tıp kitabının yardımıyla çözmü ş-
tü. Büveyho ğullarının sarayına girdikten sonra, ö ğrencilerinin yard ı-
mıyla «Kanun» adlı bir tıp kitab ı yazdı . İbni Sina'nm mant ık, tabii-
vat, matematik v.b.g. alanlar ı kaps ıyan Kitab id- Şifa adlı eseri bü-
tün dünyada ün salm ıştır.
İbni Sina, Aristo felsefesini geli ştiren ve Asya'ya ileten bilgin-
dir. Farsçay ı çok iyi bilen İbni Sina u ğraştığı her bilim dalını oka-
(279) Aly Mazaheri, la vie quotidienne des Musuln ıans, S. 136 v. öt.
EMEV İ VE ABBAS İ UYGARLI Ğ I
165
beyr'dir (ölm. H. 93). Onu H. 114'te ölen Vehb ibni Münebbih iz-
lemiştir (280). Daha sonra İbni İshak, Muhammed bin Müslim
Zühri gelmektedirler. İbni İshak'ın eseri yitmiş, ele geçmemi ştir,
ama Muhammed ibni Hisân ı bu kitab ın önemli bir bölümünü ken-
di es Siret ün Nebeviyye adlı eserine almış , böylece ilk İslâm bü-
- -
reti ile uğraşmıştı , ama ruhen bir bilim adam ı ve son derece erdem-
li olduğundan sermâyesini bile borç isteyenlere da ğıttı .- Perişan bir
hâlde Bağdat'a geldi. Bermeko ğullarmdan Yahya onu Ba ğdat'ta ka
dılığa atad ı . Mâlik bin Enes ve başka ünlü bilginlerden dersler al-
mış olan Vâkıdi, Fütuh üş Şâm adlı eserinden başka, Hz. Muham.-
-
Med'in sağlığı nda başlayıp Hz. Ebubekir .devrinde sürüp giden din-
den dönme (= İrtidad, Ridde) olaylarında liderlik eden Tuleyha ve
Müşeylimet ül Kezzâb gibi yalancı peygamberlerin ç ıkardıkları
-
değeri anlaşıldığı için Samano ğ lu Mansur bin Nuh veziri Ebu Ali
Muhammed Belâmi'ye onu farsçaya çevirmesini emretmi ştir. Be--
lârni ise Taberryi baş ka tarihçilerin eserlerinden yapt ığı birtakım
eklerle kı saltarak çevirmi ştir. 1867'de Dubeux taraf ından Belâmi
çevrisi bu kez frans ızcaya çevrilmi ş , 1874'te de de Goeje taraf ın-
dan tamamlan ıp yayımlanmıştı r. Tarih ül-lümem vel-Mülük 1879-
1900 yılları arasında bu kez özel bir itina gösterilerek Prym, Mül-
ler, Houtsma, Guyard gibi daha birçok tan ınmış orientalistlerin yar-
dımlarıyla gene de Goje tarafından Leyden'de bast ınlmıştır. Bu ay-
nı nusha daha sonra M ısır'da Hüseyniye matbaas ı tarafından yeni-
den basılmış tır. Eser 1879'da Noeldeke taraf ından almancaya çev-
rilmiş ve Sasâni'ler bölümüne çok de ğerli geniş bilgiler eklenmi ş-
tir. 1874'te Hermann Zotenberg Belami'nin farsça çevirisinden
frans ızcaya yeni bir çevrisini haz ırladı ve yayınladı. Bu aynı çevi-
ri 1958'de yeniden bas ıldı.
Tatlı ve etkili sesi, ince uzun boyu, sa ğlam karakteri, derin ta-
rih ve fıkıh bilgisi ile öğrencilerinin büyük sevgisini kazanm ış olan
Taberi 86 ya şında öldüğü zaman, ona minnet duygulanyla ba ğlanmış
olan öğrencilerinin ve saray erkân ının saygı ve sevgi duyguları,
göz ya şları aras ında kendi evinin bir bölümüne gömüldü. Bugün
halâ Bağdatta kabri ziyaret edilmektedir.
213/828 yılında Bağdat'ta doğan İbni Kuteybe (Ebu Muham-
med Abdullah)'nin babas ı Merv'li olduğundan baz ı eski kitaplar-
da onun Mervezi ad ıyla anddığını görrnemiz mümkündür. Çok
önemli bilginlerden dersler alarak yeti şen İbni Kuteybe, Arap dili
üzerinde derin bilgi sahibi olmu ş, hadis, tefsir, Kur'an bilin-derin-
de üstün bir yer alm ıştır. İbni Kuteybe pek çok kitap yaram ştır.
Biz burada onlardan yaln ız iki tanesini söylemekle yetinelim: Ki-
tab ül-Ma'arif ve Edeb ül-Kâtib. Kitab ül-Ma'arif, Mes'udi gibi çok
ünlü bir tarihçiye kaynak olmu ş , III. H. Yüzyılın Arap tarihi ile
ilgili en değerli eserleri aras ındadır. İ slam öncesi Arapları nın ör-
gütleri ve soy kütükleri, Şam'da, Yemen'de kurulmu ş devletler
hakkında geniş bilgileri de içine almaktad ır. Ayrıca Hz. Peygam-
ber'in hayat ı ve sonraki halifeler devri olaylar ı , şairler, bilginler,
muhaddisler hakk ında bilgi edinmek için de pek sa ğlam bir kay
'taktın 1850'de Wüstenfeld taraf ı ndan Göttingen'de ilk defa yay ın-
lanmış olan Kitab ül-Ma'arif (Handbuch der Geschichte serisi),
sonra da Kahire'de 1300/1883'de bas ılmıştır.
EMEVI VE ABBASi UYGARLI ĞI
171
adlı kitab ı yazmış olan Ebu şame akidesizlikle suçland ırılarak iş-
kencelere uğratıldı; bir gece evi basılıp kendisi katledildi. Ebu
174 Ba hriye t1COK•
rinden ayırıyor, devletin dinle kaim olmad ığı fikrini ileri sürüyor
ve teokrasiyi reddediyordu (285). İbni Haldün insanlık tarihinde
göçebelikten, yerle şikliğe geçişi çok önemli bir toplumsal ve eko-
nomik olay saymaktadır. Saşılacak başka bir yönü de kendisi
Arap olduğu hâlde İslam uygarl ığımn bütün kavimlerin ortak mal ı
olduğunu iddia etmesidir. Gerçi o Müslüman uygarl ığının daha
önceki uygarlıklardan üstün olduğunu yazmakta ise de art ık bu
uygarlığın yakın bir gelecekte büsbütün mahvolaca ğım da ifade
etmektedir. O, Araplara «Uygarl ığı yıkıcı bedeviler» gözü ile bak-
maktadır (286). Onların yalnız şiirde üstün olduklar ını kabul eder.
Gene İbni Haldün'a göre Araplar şehir kurarlarken, göçebe haya-
tının gereklerini göz önünde bulundurduklanndan bu şehirler ça-
bucak kaybohnaktad ırlar.
A. O.
lablyat FakUlteal
Kitapl ığı
Halifeler Listesi
HULEFAY-İ RASİDIN
H. M.
EMEVI HALİFELERİ
41 — 60 I. Muâviye 661 — 680
60 — 64 I. Yezid 680 — 683
64 — 64 II. Muâviye 683 — 683
64 — 65 I. Mervan 683 — 685
65 — 86 Abdülmelik 685 — 705
86 — 96 I. Velid 705 — 715
96 — 99 Süleyman 715 — 717
99 — 101 Ömer 717 — 720
101 — 105 IL Yezid 720 — 724
105 — 125 Hişam 724 — 743
125 — 126 II. Velid 743 — 744
126 — 126 İbrahim 744 — 744
127 — 132 II. Mervan 744 — 750
ABBAS! HALİFELERİ
132 — 136 Seffah (Ebu'l Abbas) 750 — 754
136 — 158 Mansur (Ebu Cafer Abdullah) 754 — 775
158 — 169 Mehdi (Ebu Abdullah Muhammed) 775 — 785
169 — 170 Hadi (Ebu Muhammed Müsa) 785 — 786
170 — 193 Reşid (Ebu Cafer Harun) 786 — 809
193 — 198 Emin (Ebu Müsa Muhammed) 809 — 813
178
Mez A., Die Renaissance des İslams (Türk. çevrisi) Ülkü mec. C.
VIII. NU . 43 ve öt.
Muir W., The Caliphate, its rise, decline and fall 3. Bas., London
1899 (Bu lkitapta geni ş bibliyografya vard ır).
183
boğrul, Ömer R ıza, : 174. Ebu Müslim Horasani, : 74-76, 78-82, 84,
Doğu Roma Imparatorlu ğu (Bk. : Bi- 88, 99.
zans) : 31. Ebu Nasr el - Fârâbi (Bk. : Fârâbl), :
Doğu Türkistan, : 88 (Bk. : Türkistan). 162.
Dubeux, : 170. Ebu Nasr Muhammed bin Abdülceb-
Dûmet ül-Cendel, : 22, 27. bar el-Utbi (Bk. : el-Utbi), : 172.
Ebu Nasr ül-Sarrâc, : 154 n 262.
—E — Ebu Reyhan el-Birûni (Bk. :
ni), : 163.
Ebân ibn Taglib, : 149, Ebu Sa'id el-Hudri, : 16 n 21.
Ebi Vakkas (Bk. : Sa'd ibni Malik), : 1. Ebu Sa'id Hasan el-Cennâbi, : 110. :
Ebro (Bk. : Iber), : 57. Ebu Seleme Hafs bin Süleyman, : 128.
Ebu Abdullah Muhammed bin Ömer Ebu Seleme el-Hallâl, : 76, 80.
el-Vâkıdi (Bk. : Vâkıdi), : 166. Ebu Sufyan, : 19, 27, 28.
Ebu Ahmed, : 106. Ebu Şâme, : 173, 174.
Ebu Ali Muhammed Berami (Bk. : Ebu Şüfa' Büveyh, : 113.
Bel'ami), : 110. Ebu Turab (Bk. : Hz. Ali), : 33.
Hz. Ebubekir, : 7, 8, 14, 27, 44, 64, 122, Ebu Yusuf, : 93, 131, 166.
132, 167. Ebu Zer, : 10.
Ebubekir Bâkılâni, : 123 n. 187. Ebu Zeyd, : 162.
Ebu Bekir bin Hasan, : 36. Edeb ül-kâtib, : 170.
Ebu Bekre, : 28. Eflâtun, : 162.
Ebu Cafer Mansur (Bk. : Mansur). : 73, Ehl-i Beyt, : 36, 74, 76.
165. Ehl-i Kitaplar, : 133.
Ebu Cafer Muhammed bin Cerir et-Ta- Ehl-i Şura, : 40.
beri (Bk. : Taberi), : 168. Ehl üt-Tesviye, : 51.
Ebu Dülef Camii, : 161. Elhan, : 148.
Ebu Eyyub el-Ensari Hâlid, : 24, 30. Elteri ş Kagan, : 49
Ebu Hamza, : 72.' Emaret-i İ stikfa, : 126.
Ebu Hanife, : 84, 93, 131, 166. Emaret-i İ stilâ, : 126, 127.
Ebu Hayyan-i Tevhidi, : 52.
Emevi, Emeviler, : 1, 10-12, 18, 19, 27,
Ebu Hureyre, : 14, 129.
35, 38-41, 44, 45, 49-51, 60-62, 64,
Ebu İ sa bin Harun ür-Re şid, : 154.
65, 68, 69, 71, 76, 78-80, 83-85, 96,
Ebu İ sa bin Mütevekkil, : 154.
100, 107, 112, 119-122, 124, 126-127,
Ebu İshak Şirazi, : 169.
129, 130, 132, 134, 135, 141, 142, 149,
Ebu Kubeys, : 44.
151, 152, 155, 156, 158, 160, 164, 166,
Ebu'l-Abbas Abdullah, : (Bk. : Seffah),:
168, 171, 175.
73, 76-81, 90.
Ebu'l Alâ' el - Ma'arri, : 138. Emin, : 94-96, 154.
Ebu'l Ferec, : 6 n 8, 65, 71, 171, 172. Emir ül-Harâç, : 95.
Ebu'l Ferec İ sfehani, : 113, 166. Emir ül-Harb, : 95.
Ebu'l Hasan Ali bin el - Hüseyin bin Emir ül-Müminin, : 17, 64, 70, 80, 103,
Ali, : 171. 119, 121.
Ebu'l Kas ım (Bk. : Muti), : 113. Encyclopedia Britannica, : 9
Ebu Leyla, : 40. Endülüs, : 55,57, 58, 62, 79, 80, 121, 152,
Ebu Ma'şer, : 162. 171.
Ebu Muhammed Abdullah, : 170. Enes bin Mâlik, : 7, 8.
Ebu Musal-Eş 'ari, : 11 n 13, 12, 17, 19, Ensâb ül-E şraf, : 168.
22, 23, 148. Ensâr, : 13, 19, 38.
190
Erbil, : 174. Fitne, : 1, 9, 15.
Erdebil, : 99. Floransa, : 32.
Ereğli (Bk : Heraklea) : 53 Flüt, : 146.
Erkân-i Devlet, : 102. Fransa, : 57, 59.
Ermenistan, : 3. Frank, : 59.
Ermeniye, : 168. Frans ızca,: 170, 171, 173, 174.
Esedi Kasri, : 68. Futuh ül-Buldân, : 166, 168.
Esedli, : 8. Futuh üş-Şam, : 166, 167.
El-Esferâini, : 166. Fustat, : 106, 138, 158, 159, 171.
Esma, : 26, 44.
Esmâi, : 93. —G—
Eş 'arilik, : 101.
Eş 'as bin Kays, : 22, 26. Gâfiki, : 15.
Eşnas, : 102. Gâfir, : 157.
E şref Şaban, : 141 Galebe, : 124.
Eşres, : 50, 68. Galiçya, : 60.
Eşter, : 21 Galien, : 100.
Ester el-Nehai, : 12. Garid, : 70.
Eyyub bin Habib, : 59. Garonne, : 59.
Eyyub bin Süleyman, : 63. Gassani, : 19.
Eyyubi, Eyyubiler, : 112, 127, 128. Gazale, : 123 n 190.
Ezraki, : 44. Gazne, Gazneliler, : 109, 114, 127, 163.
Gazneli Mahmud, : 163, 172.
— F— Gazzâli, : 123,
Gına, : 144, 144 n 222, 147, 149, 150, 152,
Fahrünissa, (Bk. : Şuhde), : 137. 154.
Fârâbl, : 113, 144 n. 222, 146, 147, n. Girid, : 6, 98.
233, 154, 162. Giri ş siz Hutbe, : 28.
Farazdak, : 69. Gitar, : 146 .
Fars, Farslar, : 2, 29, 75, 85, 108, 171, Gregorius, : 4.
Farsça, : 29, 46, 47, 98, 128, 129, 152, Gregoruis İbn Ebu'l Ferec (Bk. :
161, 162, 167, 170. Ebu'1 Ferec), : 174.
Fâtima, binti Abdülmelik, : 63, 64. Grek, : 19, 30, 146.
Fâtima binti Ebu Müslim, : 99. Got, : 55, 56, 58, 59, 156.
Fatımiler, : 112, 116, 121, 160. Göktürk, : 49, 156.
Fatımiye, : 99. Göttingen, : 170, 174.
Hz. Fatma, : 108, 112. Guadalquir (Bk. : Vâdi ül-Kebir), : 56.
Dr. Faust, : 163. Gurak Han, : 78.
Fazl bin Rebi, : 94, 95. Guyard, : 170.
Fazl bin Sehl, : 94, 95-97.
Fazl bin Yahya, : 90.
—H—
Fedek, : 64, 105,
Fenike, : 7, 27. Habâbe, 67, 150.
Fergana, : 53, 68, 75, 109. Habeş, Habeş li, : 39 n 62, 142, 156.
Feth bin Hakan, : 104. Haccâc bin Yusuf, : 44, 45, 47, 47 n
Fırat, : 20, 73, 76, 82, 161. 75, 48, 48 n 78, 49, 53, 53 n 89,
Fındık Atma, : 142, 143. 54, 61, 66, 67, 69, 87, 123 n 190,
Filistin, : 27, 69. 71, 72, 77. 126.
Firdevs1, : 114,164. Hâcer-i Esved, : 41, 110, 137.
191
Kayravan, : 3 , 45, 59, 69, 158. Konya Ereğlisi (Bk. : Heraklea), : 92.
Kayseri, 27, 30. Kölemenler, : 109.
Kaysıyye, : 40. von Kreıner, : 145.
Kazvin, : 95. Ksilifon, : 146.
Kelb, : 31, 69, 71. Kubâti, : 140, 141.
Kelile ve Dimne, : 86. Kubbet ül-Hadra (Bk. : Bab ül-Ze-
Keltler, : 59. heb), : 83, 136 .
Kemalüddin ibn ül-Adim (Bk. : İbn Kubbet üs-Sahra, : 159, 160.
ül-Adim), : 173. Kudatgu Bilik, : 164.
Kerbelâ, : 35, 36, 38, 39, 43, 103, 105, 113, Kudüs, : 56, 117, 159, 160, 172.
135. Küfe, Küfeliler, : 3, 7, 11, 11 n 13, 12
Ketbuga, : 141. 16-18, 21-28, 29, 30, 33, 35, 37,
el-Kindi, : 146, 146 n 230, 161, 162. 39, 41, 42, 45, 47; 48, n 78, 66, 73,
Kıbrıs, : 5, 6, 30, 69, 117. 76, 77, 78, 80-82, 84, 85, 95, 96, 98,
Kıpti, Kıptiler, : 47, 141. 110, 149, 159.
Kıptice, : 47. (uhistan, : 116.
Kırgızistan,: 114. Kunut, : 9.
Kırım, : 47. Kur'an : 6-8, 8 n 11, 9, 11, 11 n 13, 14,
Kırmızılılar (Bk. : Muhammere), : 88. 21, 22, 70, 100, 101, 103, 110,
Kışlak, (Bk. Mşatta), : 156. 122, 145, 148, 149, 149, n 243, 151
Kilikya, : 100. n 252, 154, 154, n 262, 157, 164,
Kinâne bin Bi şr, : 12, 15. 165 n 280, 170.
Kinnesrin, : 40. Kura ş (Bk. : Küros), : 2.
Kireç, : 53 n 89. Kurey ş , Kureyşli, : 8, 9, 11, 12, 27, 40,
Kirmân, : 2, 108, 171. 52, 70, 123, 123 n 187, 136, 152.
Kirmani, : 74, 75. Kurtuba, : 56, 58, 59, 60, 138, 140.
Kisra, Kisralar, : 2, 121, 129. Kurra, : 11.
Kitab ül-Agani, 113, 151, 152, 166, 172. Kurus (Bk. : Küros), : 2.
Kitab ül-Ahkâm is-Sultaniye, : 166. Kusayr Amra, : 156.
Kitab ül-Ensâb, : 173. Kuseyle bin Kâmran, : 31.
Kitab ül-Evsat, : 171. Kuteybe bin Muslim, : 49, 50, 50 n 83,
Kitab ül-Harac, : 137, 166. 61.
Kitab ül-Kâmil fi't-Tarih, : 173. Kuteyre, : 15.
Kitab ül-Maarif, : 170. Kutluk Han (Bk. : Elteri ş Kagan), : 49.
Kitab ül-Memâlik ve'l Mesâlik, : 164. Kutsal Yerler, : 98, 116.
Kitab ül-Musikı, : 154. Küçük Asya, : 61, 92.
Kitab ür-Ravzateyn fi Ahbar il-Devle- Kül Tigin, : 49.
leteyn, : 173, 174. Kürdistan, : 89, 92.
Kitab ür-Ridde, : 167. Kürt, Kürtler, : 85.
Kitab ür-Rücâi, : 163. Küre, : 142.
Kitab üş-Şifa, : 162. Küros, : 2.
Kitab üt-Tabakat il-Kebir, : 166. Kütüb-i Sitte, : 165.
Kitab üt-Tenbih ve'il- İşraf, : 171.
Konstantin, : 6 n 7, 89. —L—
Konstantin III, : 6 n 7.
Konstantin V, : 83. Lahn, : 148.
Konstantin VI, : 92. Leo, : 61.
Konstans, : 6, 30 . Leo III, : 62, 67.
Koro, : 145. Leo IV, : 89.
195
Merv, IVIervliler, : 2, 75, 92, 96, 114, 170. Hz. Muhammed, : 3, 7, 9, 10, 26, 64, 97,
Mervan, : 11, 13, 14, 14 n 16, 18, 35, 38, 125, 128, 133, 136, 140, 142, 145,
40, 41, 48, 64, 72, 75, 88. 147, 155, 158, 160, 164. 167.
Mervan I, : 72, 77, 78, 80, 87, 100. Muhammed, : 72, 107, 117.
Mervâniler, : 41, 33. Muhammed bin Ali, : 42, 73, 74.
Mervezi (Bk. : İbni Kuteybe), : 170. Muhammed bin Ebi Bekir, : 14, 15, 15
Mesalik, : 166. n 18, 16, 17, 18, 20, 24.
Mescid, : 159. Muhammed bin Hanife, : 35.
Mescid-i Aksa, : 160. Muhammed bin İbrahim, : 85, 85 n
Mescid-i Nebevi, : 4, 87, 89, 158. 138.
Mesleme bin Abdülmelik, : 53, 62, 66, Muhammed bin İ dris ül-Şafii, : 93,
67, 79. 100.
Mesud bin Mahmud, : 114. Muhammed bin Kas ım, : 53, 53 n 89,
Mesudi, : 14 n 16, 22 n 32, 33, 113, 166, 61.
170, 171, 173. Muhammed bin Mesleme, : 16 n 21.
Meşhed, : 98. Muhammed bin Müslüm Zühri, : 165.
Mevali, : 51, 66. Muhammed bin Toğuç, : 111, 112.
Mevlana Celâlüddin Rumi, : 154, 155. Muhammed bin Vasık, : 103.
Meysun, : 31. Muhammed bin Yahya, : 90.
Mezdek, : 88. Muhammed Cerir, : 166.
Mezopotamya, : 109, 161. Muhammed ibni Hi şam, : 165.
Mı s ı r, Mı sı rlı lar, : 4, 10, 10 n 12, 12-14, Muhammed İbni Sa'd et - Tı rmizi, : 149
16, 18, 19, 20, 24, 31, 40, 41, 44, Muhammedilik, : 9.
45, 47, 54, 58, 77, 78, 82, 91, 96, Muhammed el - Kindi, (Bk.: el - Kindi),
105 n 168, 106, 110, 111, 112, 116, 162.
121, 127, 138, 141, 155, 159, 168, Muhammed Mehdi, : 84, 85, 87.
170-175. Muhammed Muntas ı r, : 104.
Midilli, : 92. Muhammere, : 88.
Mikdad bin Esved, : 11 n 13. Muhtare, : 108, 109.
Milli Müze, : 157. Muhtar üs - Sakafi,: 39, 42, 43.
Minâ, : 11. Muhtasar Tarih ül - Düvel, : 174.
Minorka, : 54. Muizüddevle (Bk. : Ahmet), : 113.
Mizmar, : 148. Muizüddin, : 112.
Moğol, Moğollar, : 34, 117, 118, 137, n Mukaddime,: 175.
209, 154, 173, 176. Mukanna, (Bk. Ha şim bin Hakim), 88.
Montesquieu,: 175. Muktedi, : 116
Mşatta, : 156, 157. Muktedir, : 111, 113, 131, 135.
Muaviye, : 5, 10-12, 14 n 17, 15 n 20, 18- Multan, : 53, 171.
22, 22 n 32, 23-35, 42, 48, 53, 53 n Munise, : 153.
91, 78, 127, 129, 130, 136, 149, 159. Muntas ır, : 102, 104, 105, 105 n, 168, 153.
Muaviye II, : 40. Murad, : 22.
Muavvazateyn, : 9. Muruc üz - Zeheb, : 171.
Mu'cem ül-Buldân, : 167. Musa bin Boga, : 107.
Mudar, Mudarl ılar,: 17, 61, 66, 72, 74, Musa bin Emin, : 95.
75, 83, 91. Musa bin Mehdi,: 89.
Mugire bin Şube, : 1, 10, 16 n 21, 19, 22, Musa bin Nusayr, : 54 - 57 ,59, 61.
27, 30, 33, 34. Musa bin Yahya,: 90.
Muhacirin, : 13, 19. Musa el - Hâdi, : 89.
Muhalleb,: 43-45, 68. Musa Kazım, : 97.
197
ÖNSÖZ VII
A) Cemel olay ı 17
B) Mudviye ile çat ışma ve S ıffin sava şı 18
C), a) Haricilerin sebeb oldu ğu fitne 23
b) Nehrevân sava şı 24
D) Hz. Ali ile Mudviye'nin mücadeleye devam et-
mesi ve Hz. Ali'nin şehid edilmesi 24
4 — Hz. Hasan' ın Hilafeti 25
b) Bizans'la mücadele 89
D) Hâdi'nin halifeliği 89
E) Hârun ür - Resid zamanında Abbasi impara-
torluğu 90
a) Bermekoğullarımn vezirliği 90
b) Kuzey Afrika'n ın Abbasi İmparatorlu-
ğundan çözülmesi 91
c) Asya'da durum 91
ca) Bizans'la mücadele 91
cb) Iran ve Ortaasya olaylar ı 92
d) Harün ür - Re şid'in kişiliği 93
F) Emin ve Me'mun devirleri 94
a) Emin'in halifeliği 94
b) Emin - Me'mun mücadelesi 95
c) Me'mun'un halifeli ği 96
ca) Bağdat'ta karga şalık 96
cb) Veliaht Ali el - Riza'nın halifeyi
uyraması 97
cc) Veliaht Ali el - Riza'nın ölümü 98
cd) Tahirilerin ortaya ç ıkışı 98
ce) Hurremi hareketi ve Babek 99
cf) Bizans'la sava ş 99
cg) Me'mun devrinde bilim, sanat ve
rasyonalizm 100
G) Mu'tasım' ın halifeliği 101
a) Samarra'n ın kuruluşu 101
b) Bizansla sava ş 102
H) Vâs ı k, Mütevekkil ve Muntas ır devrileri 102
a) Vasık'ın halifeliği ve Türk Emirlerinin
iktidarı ele geçirmeleri 102
b) Mütevekkil'in halifeli ği 103
c) Muntasır'ın halifeliği 104
2 — Abbasi Imparatorlu ğunun dağılması 105
A) Mustaln, Mu'tez ve Mühteanin halifelikleri 105
a) Musta'in'in halifeli ği 105
b) Mu'tez'in halifeli ği 106
c) Mühtedi'nin halifeli ği 106
B) Iran'da Saffdri devletinin kuruluşu 107
207
1 — Örgütler 122
A) Halifelik 122
a) Hilâfetin üç önemli sembolü 125
B) Vâlilik 126
C) Vezirlik 128
a) Vezir-i Tefviz 128
b) Vezir-i Tenfiz 128
D) Divânlar 128
a) Divân ül - Hâtem 129
b) Divân ül - Harâc 130
c) Divân ül - Inşa 130
d) Divân ül - Berid 130
e) Divân ül- Cünd 131
f) Divân ül - Mezâlim 131
g) Divân ül - Beytilmâl 131
h) Diğer baz ı divânlar 132
2 — Vergiler 132
A) Müslümanlar'dan alınan Şer'i vergiler 132
a) Zekât 133
b) Öşür (Uşr) 133
B) Gayrimüstimlerden al ınan şer''i vergiler 133
a) Cizye 133
b) Harâc 133
3 — Toplumsal hayat 134
A) Kadının toplumsal hayattaki yeri 134
B) Giyim ku şam 138
C) Spor 142
4 — Sanat 143
A) Musild 143
B) Yap ı sanatı 155
a) Sivil mimari 155
b) Dini mimari 158
5 — Bilim 161
A) Genel olarak 161
B) Tarih ve Tarihçiler 164
a) Genel tarihler 165
b) Özel tarihler 166
c) Biyografiler ( = Tabakat) 166
d) Türlü bilim alanlarında yazılmış kitaplar 166
INDEKS 185
IÇINDEKILER 203
ORTACAOA
0
cı
B IZ A N S C,
SEtlri<ANI>
Amu t 50 ĞUD
B.uı-IAR•
Akeş
o S UGTANI Y(
--"'"••••••••••••• 7 U5 (A 1 e h e )
m a LEP • MUSU L ıx i
i'c ,ş4ts .TABER İST AN 87' AF
AKDENIZ •BAALBEK TEXRCT y
GAZ• NE
• ŞAM
z- VIARRA
crcut.4
BAKLIBA 11I'HAv Eıvp
411
HER Ar
• KIJDLİS
K T E Z. I • G-D AT
echbe -U/3 5 a 18m) . İSFEHAN 31. C İSTAN p C AP
4E0 :W
cü>int,TAPU4
•
YEZD
•
BASRA ,111 4:504P
KIPMAN
* Ş /Raz MULT N
• TEBJK III ,
'CP SIRCAN
-..'P
"P
AA
- /9 s
SIS1D
cn
* HAYBER 1<crı,,,.,
- .,,zyzycz,..»
-Z- MEK
RA ■ •••• .4.0111M~
PARIS
F.RANK ORLEA
TUR KIRALLI Ğ I
OTÖN
tPUA7
1
E
ı e t732)
•
t
80 DO
•
9
9
(r) k'A T TULUZ
MAR3fLYA
"Orr ARBON
TLILON
< I> û' ,z r o Ir.
ar 5 STA
>- /
/ /
/
Cİ) TULEYTULE
r ZsS%
g, o k
% MERLA
'D 1
rf) ■.torolictlı
4C
RTUBA
I ş 131.1- El% G
i SEVILf-
(la I k IVIP
6/RNAT
k,. 40
KA
710% 5EPTE
EBEL İ TARN
/.49PA N YA NIN
ARAPLAR TARA ,
PAIDAN FETHI
YE
FRANSA SEFLRi