You are on page 1of 223

ANKARA.

ÜNIVERSITESI
ILAHIYAT FAKÜLTESI YAYINLARI

LXXXIV

İ SLAM TARIHI

EMEVILER ABBASILER

Doç. Dr. Bahriye ÜÇOK


Ankara Üniversitesi ilâhiyat Fakültesi

SEVINÇ MATBAASI ---- 1968


ANKARA ÜNIVERSITESI
ILAHIYAT FAKÜLTESI YAYINLARI

LXXXIV

İ SLAM TARIHI

- ABBASILER

Doç. Dr. Bahriye ÜÇOK


Ankara Üniversitesi ilâhiyat Fakültesi

A
Li4i.FIVA T 1 Aş<ouras t
w:ırl',.:, PI-LANE.s

SEVINÇ MATBAASI — 1968


Tarihi çok seven k ızım
Kumru Hatun'a
«İlim tahsil etmek her Müslüman kad ın ve erke ğe farzdı r»

«Bir an bilgi ile uğraş mak, bir an kitaba yazıya bakmak, altm ış y ıl
ibâdet etmekten hay ırlıdır».

«Kimsecikler bir bilgiyi yaymaktan daha üstün bir sadaka veremez»

HZ. MUHAMMED
ÖNSÖZ

Bu kitapta bütün İ slâm devletlerinin tarihi gelişimi de ğil sâde-


ce Emeviler ve Abbasiler ça ğı ele alınm ış ve bu iki yönetici so-
yun çabalarıyla üç k ı ta üzerindeki geni ş ülkelerde Müslümanl ığın
nasıl yay ıldığı; ayrılı kların nasıl doğduğu, Cahiliye çağından beri
mevcut olan kabile rekabetlerinin zaman zaman nasıl canlandığı,
fakat tedbirli, âdil halifeler zamanında kuşku uyand ırıcı olayların
nasıl önlendiği, seçilmi ş olan bazı örneklerle, haftada iki saatlik
ders progoramına uygun düşecek kadar özetlenerek aç ıklanm ıştır.
Bu arada Ispanya'nın fethi ve Mülsümanlar ın Fransa içlerine yap-
tıkları akınlar incelenmişse de, başlı başına bir kitap kapsıyacak
kadar geniş bir konu olan Endülüs Emevi devleti burada ele alın-
mam ıştır.
Gerek E'mevilerin, gerek Abbasilerin fetihler sonucu kar şılaştık-
ları eski imparatorlukların etkisiyle çok büyük bir uygarl ığın temsil-
cileri durumuna nasıl geçmi ş oldukları da kitapta belirtilmiş tir.
Ayr ıca tarihi kişiler ve onların gördükleri işler hakkında bilgi ve-
rirken İslâm tarihi için en sağlam, en değerli kaynakları bırakmış
olan İbni Hişâm, Belâzuri, Taberi, Mes'udi, İbn ül - Esir, Makrizi,
Ebu'l - Ferec İsfehani, Ebu'l - Ferec Bar Hebraeus, İbni Haldiln gibi
değerli bilginlerin çeşitli eserleri esas alınm ıştır.
Dilerim ki, öğrencilerim bu kitabı bir hikâye okur gibi okuyup
geçmesinler; tarihteki olayların temellerinde yatan ve devletleri çö-
küntüye götüren nedenleri iyi görsünler ve kitap kendilerine ba şa-
rılarında yardımc ı olsun.

Ankara 19. May ıs. 1968


Bahriye ÜÇOK

VII
I. HALİFELİĞİN EMEVI SOYUNA GEÇIŞINI HAZIRLAYAN
SEBEBLER

I. Sınıf Islam tarihi derslerinde Islâmtdan önce Arap yar ım-


adasında kurulmuş , sonra dağılmış bazı devletler, Cahiliye devrin-
de yaşayan Araplar'ın âdet ve inançlar ı, islâmiyetin doğuşu ve dört
Halife devri görülmektedir. Tarihin ak ışı bizi şimdi seçimle değil
hile ve bask ı ile iş başına gelen Emevi soyunun ba şarılarını gözden
geçirmeğe yöneltiyor. Emeviler'in ve onları izliyen Abbasoğulları'nın
zamanları nda bu imparatorluklar ı temellerinden sarsan dini ve
siyasi olayların niteliklerini anl ıyabilmek için üçüncü Halife Haz-
reti Osman devrine kadar geriye gitmek ve islâm tarihçilerinin
«Fitne» adını verdikleri problemleri bir kez daha gözden geçirmek
zorunluluğunu duymaktayız. Bu nedenle, as ıl konuya girmeden ön-
ce, Hazret4 Osman devrine bu aç ıdan bakmak yerinde olur.
1. — Hazret-i Osman'm Halife Seçilmesi : Mugire bin Sube'nin
bir kölesi tarafından hançerlenen ve hayat ının son saatlerini ya-
ş ayan Hazret-i Ömer, Peygamber'in amcazadesi ve damad ı Haz-
ret-i Ali lehinde bir vasiyette bulunmam ıştı. O, kendisini izliyecek
Halife'nin tayinini 6 ki şilik bir heyete havale etmi şti. Bu heyet bü-
tün Müslümanları bir araya toplamaktan çak uzakt ı. Sadece Me-
dine bu seçime kat ılıyordu. Önce bu alt ı kişi bir isim üzerinde birle-
şecekler, diğer Medineliler, seçilene biat edeceklerdi. Heyetin üye-
leri : Ali, Osman, Talim, Zübeyir, Abdurrahman ibni Avf, Sa'd ibni
Mâlik (Ebi Vakkas) dil-. Bunlardan Talha seçim s ırasında Medine'
de olmadığından onun yerine Sa'd ibni Malik oy kulland ı ve Haz-
reti Osman üzerinde anla ştılar.
Kimi orientalistler Hazret-i Osman' ın seçilmesini, onun çok
yaşlı bulunmasına, çok yumuşak huylu olmas ına yorarlar; bu bir
gerçektir. Zira Osman' ın devlet, yönetimini s ıkı bir disiplin altına
Bahriye ÜÇOK

alamayaca ğını ve bu durumda da rakipleri, Osman'a kendi arzu-


larını kabul ettirece:klerini hesaba katm ışlardı . Ama hesaplar ında
son derece yan ılmış olduklarını çok geçmeden gördüler.
2. — Hazreti Osman Devri : Hz. Osman devrini iki k ısma ayır-
mak doğ ru olur. Birincisi, Hz. Ömer devrinin âdeta bir devam ıdır.
İ kincisi ise karışıklıklar devridir, sonunda Osman' ın şehadeti
ile kanlı bir nitelik kazanan ve islau - toplumunda ayr ılıklara sebep
olan devirdir.
A) Hazret-i Osman' ın başarıları : a) İran'daki fetihlerin ta-
ınamlanması : Hz. Ömer zaman ında Kisra'nın orduları İslam or-
duları taraf ından ağır darbeler yemi şti. Güçlü kumandanların yö-
netiminde hareket eden İ slam ordular ı, türlü yönlerden fetihlere
devam, ederek eski Asur topraklar ında zaferler kazanm ışlar, Mu-
sul köprüsünden Dicle'yi geçmi şler, Babil'e ve Ninive'ye varmışlar-
dı . Diğer bir kısım Müslümanlar ise Iran'da güney ve do ğu illerin-
de Yezelecerd'i adım adım izliyorlardı ; çünkü Hz. Ömer onun koğuş-
turulmas ı emretmi ş ti. Yezdecerd, Rey dolayiarını boşalttıktan son-
ra, ba şı bo ş bir halde dola şmaya, bir şehirden diğerine ko şmaya
başladı . Öyleki onu İsfehan gibi muhte şem bir şehirde iken, az son-
ra Iranl ı fatihlerin be şiği olan Fars dağlarında görmek mümkündü.
Tarihin garip bir eilvesidir ki, Kisra (yâni Iran hükümdar ı ) III.
Yezdecerd'in çok eski selefi Küros (Kurus veya Kura ş da denir) ba-
sma topladığı çeteleri bu da ğlardan yöneterek dünyan ın en büyük
imparatorluklarından birini kurmu ştu; şimdi ise son Kisra ayn ı
dağlarda son günlerini ya şıyordu.

III. Yezdecerd, Fars'tan Kirman'a oradan Horasan'a, Merv'e


sığındı . Medain'den kaçan de ğersiz bir sürü adamlar ona refakat
ediyor ve hala eski ihti şamlı devirde imi şler gibi alt ınlar, sırmalaı
içinde görülüyorlardı . Yezdecerd, Merv'e vard ığı zaman bende-
!ân' ından 4000 kiş i de beraberinde idi. Bunlar a şçılar, hizmetçiler
ve cariyelerden ibaretti. Yezdecerd, Merv'de bir ate şgede yapt ırma-
ya baş hyarak henüz istilâya u ğramamış ülkeler halklarına mektup-
lar yazıp onları Iran topraklar ının geri kalmış kısımiarm ı karış ka-
rış savunmaya ça ğırdı . Nihavend savaşı ndan kurtulabilenler İran'
ın en önemli ş ehirlerinden biri olan İ sfehan'a s ığınmışlard ı ; ancak
burası da Müslümanlar' ın hamlesine karşı koyamadı , teslim oldu.
Müslümanlar İ sfehan'dan sonra Stahr'a (= Persepolis) saldırdılar.
Stahr Iran gururunu tahrik eden bir yer oldu ğundan, Şahruh ku-
HALİFELİĞİN EMEVİLERE GEÇİŞİ
3

mandasında 120.000 asker toplanm ıştı . Stahr'ı savunma yolundaki


çabalar da bo şuna oldu ve sonunda Stahr vergi ödeme ği kabule
mecbur oldu. Müslümanlar Horasân'a ulaştılar, oraları da yer yer
istilâ ettiler. Yezdecerd Ceyhun ırmağım ve onun ötesindeki çölle-
ri aşıp kuzeye doğru çekildi. 651 yılında 31 yaşında iken kendisini
izliyenler taraf ı ndan öldürüldü, böylece Sâsâni saltanatı sona ermiş,
bütün Iran islam egemenli ği altına girmiş oluyordu (1).
Bu arada Rey halk ı Müslümanlarla yapmış olduğu barış ko-
şulları na uymamış olduklarından Sa'd ibni Ebi Vakkas ernrine ve-
rilen bir kuvvet Rey'de ba şarılar elde etmi ş ve barışı yeniden sağ-
lamıştı. Aynı yı llarda Azerbaycan ahâlisi bar ışı bozmuş olduğundan
Küfe valisi Velid ibni Ukbe bunlara karşı hareket ederek, onlar ı
barış hükümlerine uymaya zorlam ıştı . Daha sonra Selman ibni
Rebia'yı Hz. Osman Ermenistan'a göndermi ş, o da bu havalide
sükûneti sağlamıştı r. Böylece Hz. Ömer zaman ındaki fetihlere da-
ha birçok yenileri eklenmi ş, İslam bayraklar ı Kabil'e kadar ula ş.
ınıştı.

b) Afrika'da savaşlar : Hz. Osman devrinde Afrika'daki ba şa-


rılann bir kısmı, eski fetholunmuş ülkelerde ba ş gösteren ayak-
lanmaların bastınlması, bir kısmı da yeni fetihler şeklinde görül-
mektedir. Hicretin 25. y ılında Bizans imparatorunun emriyle Ma-
nuel adındaki bir kumandanın yönettiği bir ordu İskenderiye'den
de yard ımlar alarak isyan etmi ş ti. Amr ibn ül As bu ayaklanmayı
-

bastırıp Manuel'i savaş meydanında katletmeği başarmıştı . Bu sı-


rada İskenderiye'de ve dolaylannda oturduklar ı hâlde ayaklanma-
ya katılmamış olan, ama asiler taraf ından malları yağma edilmiş
bulunanlar Anır ibn ül-As'a baş vurarak mallarını n geri verilmesini
dilediler. Yapılan soruşturmadan sonra Amr ibn ül-As onlar ın
zararlarını ödetti (2).
Hz. Osman Mekke fethinden sonra. Hz. Muhammed'in öldürt-
mek istediği, fakat sonradan afeyledi ği (3) Abdullah ibni Sa'd (ib

(1) Onun sığındığı bir değirmende, değirmenci tarafından öldürüldüğ ü ri-


vâyeti de vard ır.
(2) CMment Huart, Histoire des Arabes, C. I., S. 238.
(3) Abdullah İbni Sa'd önce vahiy kâtibi iken sonradan irtidat etmi ş , hat-
ta âyetlerden birkaç ını kendi istediği şekilde okumuş olduğundan Hz.
Peygamber'in nefretini üzerine çekmi ş ti. Bir rivâyete göre (Ve men
4 Bahriye ÜÇOK

ni Ebi Serh) ı Mısır vâliliğ ine tâyin etmişti (muhtemelen 646). Ab-
dullah 40 000 mücahid ile Afrika'n ın fethine ba şladı . Mısır'dan kal-
kı p Libya çölünü büyük zahmetler, me şakkatlar sonunda a ştı ve
Trablus sudan önünde mevzie girdi. Bizansl ıların vâlisi Gregorius
120.000 askerle Trablus'u korumaya ko ştu. Abdullah ibni Ebi Serh
kuşatmayı bırakı p Gregorius'un üzerine yürüdü; onu islâm' ı ka-
bule, yoksa cizye verme ğe çağırdı. Abdullah' ın önermeleri nefretle
redolunduğundan iki ordu Trablus'un duvarlar ı önünde şiddetli
bir savaşa tutuştu. Müslümanlar şerefleııini korumak için canla
başla savaşı yorlardı . Kuzey Afrika'n ın geleceğini tâyin edecek olan
bu savaşı kazanmak için Gregorius'un kendisine refakat eden ve
güzelliği derecesinde . de cesur olan k ızı askerleri teşci etmekteydi.
Hergün şafakla savaşa başlanıyor, günün en kızgın saatlerinde iki
tarafın ordusu çadırlarına çekiliyorlardı.
Uzayıp giden savaşın bitmesini istiyen Gregorius bir gün Ab-
dullah ibni Ebi Serh'i öldürecek askere 100 000 alt ın ile kızını ve-
receğini vâdetti. Bu vâd Rum gençlerini 'rekabete sevketti. Haber
Islâm ordusunda da duyuldu. Küçük bir birli ğin başında bulunan
Abdullah ibni Zübeyr, Abdullah İbni Ebi Serh'e: «Sen de aynı
mükâfatı, Gregorius'un ba şını getirme 100 000 alim ve onun gü-
zel kızını vereceğini vâdet» dedi. Önerme kabul edildi; bunun üze-
rine Abdullah ibni Ebi Serh ancak dü şmanı durduracak bir kuv-
vette sava şa girip sıcak saatlerde her iki taraf askerleri çad ırlarına
döndükleri s ırada yeni taze bir kııvvetle düşman üzerine yürüdü.
Bu savaşta Abdullah ibni Zübeyr kendisi, Gregorius'u hedef tutarak
üzerine atılmış ve onu öldürmüştü. Kızı babasının öcünü almak
istemiş idiyse de Abdullah ibni Zübeyr'e esir düşmü ştü.

Savaş zaferle son bulmuş , herkes ganimetten hissesini al-


mış, ama vâdolunan büyük mükâfat ı Abdullah ibni Zübeyr, bu-
nun için savaşmadığmı, Allah yolunda savaştığını ileri sürerek
reddetmi şti. Onu Halife Osman'a müjdeci olarak yollad ılar. Ab-
dullah ibni Zübeyr, Mescid-i Nebevi'de cemaat önünde zaferi müj-
delemiş, savaşın ayrıntılannı anlatmış , yalnız kendi kahramanl ığı-
nı söz konusu etmemi şti

ezlemu mi men iftera...) âyeti de bunun üzerine gelmi ştir. Daha ba ş-


ka rivâyetler ise bu âyetin yalanc ı peygamber Müseylime için indi ği
yolundadı r. Bk. Bahriye Üçok, İslâm'dan dönenler ve yalanc ı peygam-
berler s. 90.
HALİFELİĞİN EMEVILERE GEÇİŞİ

Abdullah ibni Ebi Serh Afrika'da onbe ş ay kadar meşgâ1 olduk-


tan sonra Mısır'a dönmüş oradan Nubya'ya hareket etmi ş, bu ül-
kenin hristiyan hükümdan ıu da cizye'ye ba ğlamıştı.
c) Müslümanların ilk deniz savaşları ve Akdeniz'de fetihler :
Hz. Osman devrini, Hz. Ömer devrinden ay ıran en belli başlı nitelik,
Hz. Osman devrinde Müslümanları n denizciliğe verdikleri önem,
bunun sonucu olarak da kazan ılan zaferlerdir.
Hz. Ömer zaman ında Amr ibn ül-As, Mısır valisi iken, Ömer'in
İbn ül-As'dan deniz yoluyla fetihler meselesini sormas ı üzerine,
onun şu yolda cevap verdiği kaynaklarda yer almıştır: «Bir tak ım
büyük tekneler ki, içinde küçük adamlar var, sular sakinken, bun-
ların kalbleri endi şe ile titrer, sular kabar ınca akıllan oynar. De-
nizde insanın yakini azalır, kuşkusu çoğalır. Tekneler eğilirse ba-
tar, kurtulursa talihli say ılır». Hz. Ömer bu mektubu okuduktan
sonra, bunca tehlikeli ve korkulu bir i şe girmek istememi ş ve Mua-
viye'nin Kıbrıs'ı feth için istediği izni vennemi şti. Esasen bu sıra-
da Bizans imparatoru Müslümanlarla dostluk kurmak yolunda
harekete geçmi şti (4).
Hz. Osman hilafet makam ına geçince, Muaviye ona ba ş vura-
rak Suriye'de egemenli ği savunabilmek amac ıyla mutlaka bir do-
nanmaya ihtiyaç olduğunu bildirip, bunun yap ımı için kendisinin
iznini istemi şti. Hz. Osman bn izni verir vermez Muaviye donan-
mayı yaptırıp Kıbrıs'a bir sefer açt ı. Muaviye bu sefer için gereken
askerleri Halifenin emrine uyarak yaln ız gönüllüler arasından seç-
miştir (5).
ca) Kıbrıs'ın fethi 649'da Abdullah ibni Kays'ın kumanda-
sında İslam denizcileri Suriye'den K ıbrıs'ı fethetmek üzere denize
açılmışlardı . Öte yandan, M ısır valisi Abdullah ibni Ebi Serh, Mı-
sır'dan Kıbrıs'a doğru denizden ilerlemiş ve bu iki kuvvetin bir-
leşmesi ile ada çokca direnme gösteremeden İslamlann eline dü ş-
müştü. Barış koşulları aras ında başta, yılda 7000 dinar ödemek,

(4) Hatta Hz. Ömer'in e şi ve Hz. Ali'nin kızı Ümmi Gülsüm, Bizans İmpa-
ratoriçesine baz ı kokular ile kad ın eşyaları hediye etmi şti. İmparatoriçe
de karşılık olarak değerli bir gerdanl ık yollamıştı . Ama hediyeleri geti-
ren devletin postac ısı olduğu için Hz. Ömer bu hediyeleri beytülmâle
yollamıştı.
(5) Belâztırl, Futuh tü-Buldan, Z. K. Ugan çevrisi, C. I, S. 245.
6 Bahriye ÜÇOK

Bizans'dan deniz yoluyla gelecek tehlikeleri Müslümanlara haber


vermek, Bizans'a verdikleri vergiyi gene eskisi gibi ödeme ğe de-
vam etmek vard ı. Bu son ko şulu kıbrıslılar istemişlerdi (6).
cb) Zat ül Savâri deniz sava şı : İslâmlar'm deniza şırı ülkeler-
-

de de egemenlik kurmaya ba şladıklarını gören Bizans imparatoru


Konstans (641-668) (7) hakl ı bir korkuya kap ıldı ve Afrika'daki Bi-
zans topraklar ına girmiş olan Müslümanları önce bu topraklardan
çı karmak için bir donanma haz ırladı. İmparator kendisi emrindeki
500 parça gemi ile savaşı yönetiyordu. Bizans donanmas ının yelken
direkleri bir orman ı andırdığı için bu savaşa Zat ül Savârl adı ve-
-

rilmiştir. 31/651-2'de Likya k ıyılarında vuku bulan bu sava şta Bi-


zans gemileri görüldüğü zaman deniz çok sertti, Müslümanlar ve Bi-
zanshlar sükûnetlerini muhafaza ederek gemilerini k ıyıya yanaş-
tırdılar. O geceyi Müslümanlar Kur'an okuyarak, namaz k ılarak,
Hristiyanlar çarı çalarak, haç ç ıkartarak geçirdiler. Ertesi gün ge-
miler birbirine yakla ştınhp sava şa başlandı . Müslümanların bu
savaşta gösterdikleri çabay ı İbn ül-Esir, başka bir savaşta göster-
memiş olduklarını ileri sürmektedir. Sava ş Bizanslıların yenilgisi
ile bitmiş , İmparator Konstans yaralanarak Sicilya'ya kaçm ış, as-
kerleri perişan olmuş, donanması imha edilmişti.
cc) Rodos'un fethi : Bu büyük zaferden sonra Müslümanlar
her tarafta serbestçe harekete ba şladılar. Girid ve Malta adalarına
karşı birçok akınlarda bulundular. Bu arada Cunâde ibni Ebi
ihneyye Rodos'a gönderildi (653) (8). O, Rodos adas ını fethedip
dünyanın 7 harikasından biri olan tunç heykeli ganimet mallar ı
arasına katt ı . Rodoslular taraf ından yapılan ve M.O. 225 s ıralar ın-
da vuku bulan depremde parçalarup devrilen bu heykel limana gi-
riş noktas ında bulunmaktaydı . Müslümanlar onu bir Yahudi tüc-
cara satt ılar (9).

(6) Belâzuri, a.g.e., C. I., S. 247.


(7) Cevdet Pa şa dahil (bk. Kısas-i Enbiyâ, VI. S. 647) birçok İ slam tarih-
çilerinin eserlerinde bu ad Konstantin olarak gösterilmi ş ise de,
Konstans'ın babası ve Heraklius'un o ğlu olan III. Konstantin 641 y ı-
lında ş ubattan hazirana kadar ancak 4 ay hüküm sürmü ştür.
(8) Bazı kaynaklar Rodos'un 672 - 3'te Müslümanlar eline geçti ğini yazmak-
ta iseler de (bk. Caetani, Chronographia Islamica, y ıl 52 - 3, 60) Ebu'l -
Ferec tarihinde (C. I., S. 181), bu y ıl 654 olarak gösterilmi ştir.
(9) Ebu'l-Ferec, C. I., S. 181.
İ1ALİFELİĞİN EMEVİLERE GEÇİŞİ

cd) İslam donanmasınm Istanbul'a varması : Müslümanlar


Fenike halicinde Bizans imparatorunun donanmas ını perişan
ettikten sonra, Anadolu k ıyılarında yol alıp Çanakkale boğa-
zını geçerek Kad ıköy'e kadar ilerledilerse de şiddetli bir fırtına
sebebiyle yeni bir ba şarı elde edemediler. Böylece Hz. Osman dev-
ri deniz sava şları bakımından da şerefle dolu yeni sahifelerin ya-
zılması na vesile oldu.
d) Kur'an'ın resmi şeklini alması : Kur'an ilk kez Hz. Ebu
Bekir taraf ından mushaf haline getirilmi ştir diye bilinmektedir.
Ama şüphe edilmenıeliki, daha Hz. Peygamber zaman ında, belki
bugün elimizde oldu ğu gibi tam değilse de, onun bazı bölümleri
mushaf halinde uzak bölgelerde elden ele dola şmakta idi. Bunun
bir delilini bize, ana kaynaklardan biri olan Taberi vermektedir
(Bk. Kadir Z. Ogan çevrisi, II., S. 872, I. bask ı ). Kur'an Hz. Mu-
hammed zamanında hafızası kuvvetli kimselerce ezberlenmi şti.
Hz. Ebu Bekir'in çabalar ıyla mushaf haline getirilmi ş olan Kur'an
Peygamber taraf ından ezberletilen, tertip edilen kur'an ın aynıydı.
Bu nüsha, Hz. Ebu Bekir'in hayat ı boyunca onun yan ında kalmış ,
ölümü üzerine Hz. Ömer'e geçmi şti, Ömer'den sonra bu nusha
Ömer'in k ızı Hafsa'ya emanet b ırakılmış, böylece Hz. Osman za-
manına kadar ulaşmıştı. Gerektikçe bu nushadan kopyalar ç ıkarıl-
mış olması muhtemeldir. Hz. Osman önem verdiği bazı olaylardan
dolayı Kur'an-i Kerimi resmen istinsah ettirip kontrol ettikten
sonra her yana göndertmi ş, özel olarak yazılmış nushaların orta-
dan kaldırılmasını (yakılmasını ) emretmiştir (10). Halife Osman'a
bu fikri verenin Huzeyfe bin el-Yeman oldu ğu Enes bin Malik ta-
rafından rivayet edilmi ştir. Gûya 25/645-6'da Küfeli askerler Azer-
baycan'a sefere ç ıktıkları sırada Huzeyfe de yard ımcı kuvvetlerin
başında bunlarla birlikte bulunmaktayd ı . Şam'dan gelen ordular-
la Irak birlikleri birle ştikleri zaman bu her iki taraf Kur'an' ı ken-
dine göre okumaya ve kar şı tarafın okuyuşunun doğru olmadığını
iddiaya koyuldular. Huzeyfe i şte bu anlaşmazlığın islâmiyet için
ileride bir tehlike yaratacağı ndan korkup İ slam ümmetini hep ayn ı
şekilde Kur'an okumaya yöneltecek_ bir çare arad ı . Hazreti Os-
man'a durumu söyledi, Hazret-i Osman, Hazret-i Ali ba şta olmak
üzere ashab ın büyüklerini davet ederek, onlar ın düşüncelerini ö ğ-

(10) Sadr ül- Islâm, Ö. R. Do ğ rul çevrisi, C. X., S. 252 -3; Clement Huart,
Histoire des Arabes, C. I., S. 245.
8 Bahriye ÜÇOK

rendi, sonra Hazret-i Ömer'in k ızı, Peygamber'in dul e şi Hafsa'ya


haber gönderip yan ındaki Kur'an nushas ını emanet olarak kendi-
sine yollamas ını rica etti ve. Zeyd ibni Sabit, Abdullah ibni Zübeyr,
Said ibn ta-As, Abdurrahman ibni Haris, Hâris ilmi Hi şam gibi as-
habm en ünlü ki şilerinden kurdu ğu bir komisyonu Kur'an'ın dik-
katli ve emin bir şekilde kopye edilmesine memur etti; fakat Medi-
ne'li olan Zeyd ile bir anla şmazlığa düşerlerse Kur'an' ı Kurey ş
lehçesine sad ık kalarak kopye etmelerini emretti. Verilen emre
uyularak Kur'an Kurey ş arapças ı ile yaz ıldı. Bununla birlikte
Kur'an' ı okuyan yabanc ıların bazı kelimeleri Kureyş arapças ı ile
telaffuz edememeleri kar şısında Hazret-i Muhammed'in bunlara
hoşgörü ile muamele etti ği rivayet edilir. Çok muhtemeldir ki, bu
müsaade islâmiyet'in geni şlediği, Peygamberin hayat ımn son za-
manlarında verilmiştir. Bahis konusu etti ğimiz bu lehçe fark ı
Kur'an' ın manas ında hiçbir de ğişikliğe meydan vermemekle beraber
fonetik yönden ayr ılığa vesile olnıaktaydı. Bir iki örnekle aç ıkla-
mak gerekirse: Kurey ş lehçesinde «Hatta» dendi ği halde, Huzeyl
Arapları bunu «Atta» diye okur ve söylerler; Kurey şliler t'nin fet-
hiyle «talemun» dedikleri halde, Esed'li Araplar t'nin kesri ile «Ti'-
lemün» okurlard ı . Birinin «asin» okudu ğunu öteki «Yasin» okur-
du.
Hazret-i Peygamber'in bu müsaadeyi vermekteki maksad ı,
Müslümanlara kolaylık temin etmek idi; çünkü türlü Arap kabile-
leri Kur'an okumakta ve namaz k ılmakla idiler. Bunu zorla ştırmak
İslam dininin yararına değil zararma olurdu (11).
Bir rivayete göre Kur'an' ı istinsah edenlerin say ısı ona kadar
yükselir. Ubey ibni Kâ'b, Enes ibni Malik, Abdullah ibni Abbas bun-
ların aras ındadır. Ebu bekir zaman ında olsun, Ömer zaman ında
olsun Zeyd bu mutlu i şe daima yard ımcı olmuş tur. Hazret-i. Os-
man ihtilâfl ı olan nushaları toplat ıp yaktı rmak hususundaki arzu-
sunu beyan etiği zaman, hiçbir muhalefetle kar şılaşmamıştır. Bu-

(11) Bu konu ile ilgili hadisler Buhari'nin Sahih'inde ve Müslim'de, İbni


Mes'ud, Ubey ibni Kâ'b ve İbni Abbas gibi Islam'ı n en yüzsek hadis
ravilerine dayanmaktad ır. Sadr ül - İ slam, C X., S. 246. Frants Buhl,
Islam Ansiklopedisi C. VI., S. 1012.; Cevdet Pa şa, Kı sas-i Enbiyâ, C. VI.,
S. 634 - 6. C16-nent Huart, Histoire des Arabes, C. I., S. 245. Arapça'da
kıraat yerine harf kullan ılı yor, haften murad olunan anlam ise diyelek
yâni lehçedir. Hadislerde Kur'an yedi harf üzere nazil olmu ştur denil-
mektedir.
HALİFELİĞİ N EMEV1LERE GEÇI Ş I

gün en derin sayg ı ile muhafaza etti ğimiz ve okudu ğumuz Kur'an
Hazret-i Osman' ın hazırlatt ığı Kur'an'dır. islâm'm en büyük ha-
sı mlan da bunu kabul etmekte tereddüt etmemektedirler. Böyle-
ce Kur'an' ın tam ve mükemmel mevsukiyeti meydana ç ıkmış olu-
yor.

Kur'an' ın nüshalarının hakikiliği ve tahrife u ğramadığı husu-


sunda en müşkilpesent orientalistlerden Nöldeke bile Encyclopedia
Britannica'da Muhammedilik hakk ında yazdığı maddede bu yolda-
ki olumlu savunmalar ını esirgememi ştir. Yine Nöldeke bugün eli-
mizde bulunan Halife Osman nushalar ının Ubey ibn Kâ'b ile İbni
Mes'ud nüshalarının aynı olduğu inancındadır. Bu iki sahabinin
nushalan ise Zeyd'in nushas ından kopya edilmi ş olmalıdır. An-
cak İbni Mes'ud kendi nushas ı nda Fatiha ile Muavvazateyn'i
bulundurmamakta, Ubey ise Kur'an'a Hazret-i Muhammed taraf ın.
dan söylenilen fakat ayet olmayan iki dua eklemektedir. Bunlardan
biri Müslümanların Vitir namazlannda okudukları Kunut duası,
öteki «Allahumme ihdena femen hediyet» kelimeleri ile ba şlayan
dualardır. Bunlar ın Kur'an ile bir alâkas ı yoktur. Hazret-i Muham-
med bu duaları ashabına öğrettiğinden, o günden sonra sadece dua
olarak okunmas ı âdet halinde devam edegelmi ştir.

B) Hazreti Osman Devri'nde Fitnenin Sebebleri : Hz. Osman'ın


altı yıl süren ba şarı ve şereflerle dolu devrini alt ı yıl da haksızlık,
huzursuzluk ve kayırma devri izler. Bunun türlü nedenleri vard ır:

a) İlkelerden ayrılma : Hz. Osman zamanındaki yeni kuşak,


eski kuşak gibi züht ve takva sâhibi de ğildi; ilkelere s ıkı sıkıya
bağlanmıyordu. Peygamber zaman ındaki kuşaktan pez az insan kal-
mıştı . Onlar da çok yaşl ı bulunmaları sebebi ile bir k ısmı inzivayı
tercih etmi şlerdi.

b) Kureyşlilerin Kabile Asabiyeti : Gene yeni ku şak ümmetin


ba şına geçecek şefin, ancak Kuery ş 'den olabilece ği inanc ını taşı-
maktaydılar. Gerçekten de Peygamber'in ça ğdaşları bu amaçla ha-
reket etmi şlerdi, ama asla bunu belli etmemi şlerdi. Yeni ku şak Ku-
reyş 'in bütün öteki kabilelerden üstün oldu ğu iddiasını açıktan
açığa savunmaktan çekinmiyordu. Kurey ş kabilesi dışında 'kalan-
lar bu anlayışa karşı idiler. Ülkeler fethetmekte onlar ın kılıçları par-
lamış , onların kanı dökülmüştü; Peygamber nas ıl herkese eşit mua-
mele yaptıysa şimdi de aynı olmalıydı . Bu tür tart ışmalar doğudan,
10 Bahriye ÜÇOK

bat ıya, tüm İslâm topraklarında dalgalanan İ slam bayrağını teh-


dit etmeyteydi.
c) Meeusi ve MusevIlerin gizli mücadeleler! : Eski Mecusile-
rin amacı da yönetimi İranlıları n eline geçirmekti. Musevilerinki
ise doğrudan doğruya islâm'ı yıkmaktı. Bunun için bir takım di-
ni mezhepler yaratmak ve islâm' ı içinden parçalamak gerekiyor-
du. Nitekim yahudi dönmesi İbn ül-Sevda adıyla tamnmış olan
Abdullah ibni Sebe, İslam kabileleri aras ında Basra'dan Şam'a
kadar dola şmış ve Sebeiye adlı batıl bir mezhep kurmuş, Ali yan-
daşlarını Hz. Osman'a kar şı kışkırtmıştır. (Bk. Cl. Huart, I., S. 246-
247) O, Hz. İ sa'nı n yeniden dünyaya gelece ğine nasıl inanılmakta
ise, Hz. Muhammed'in de ayn ı şekilde dünyaya gelece ğine iman edil
mesini, onun yokluğunda da hayatta iken kendisine en çok yard ım
eden Hz. Ali'nin hilâfete geçmesi gerekti ğini, Osman' ın haksız yere
bu makam ı elinde bulundurduğunu iddia etmekteydi. Bunun üzeri-
ne Basra'dan ç ıkarıldı, Küfe'de de tutunamad ı ; Şam'da Ebu Zer ile
Muâviye'nin aras ını açmaya çal ıştı . Orada da başarı sağlayamayın-
ca Mısır'a gitti. Mısır valisi Abdullah ibni Ebi Serh'in deniz seferle-
ri müminlerce ho ş karşılanmadığından A. ibni Sebe'nin vaızları bu-
r ada elverişli bir ortam buldu (12).
d) Hz. Osmanın yumuşak huylu olması : Hz. Osman akraba-
larını ve Emevi soyundan olanlar ı vâliliklere ve yüksek memurluk-
ları kayırdığı ve ayrıca suçluları çabuk affetti ği için devlet otori-
tesine büyük çapta zarar vermi ş, özellikle bu husus onun aleyhine
çalışanları çoğaltmış tı. örneğin: Hz. Osman, Hz. Önıer'in tâyin et-
tiği bazı valileri değiştirip yerlerine akrabas ından, ehliyet ve ikti-
dardan mahrum bir tak ım kimseleri getirdi; Mısır fatihi Amr ibn
ül-As'ı Mısır'da refah ı artt ırdığı hâlde, devletin gelirlerini artt ır-
mamış olmakla suçlayarak aziedip yerine Abdullah ibni Ebi Serh'i
tâyin etti. Bu, bir ara Hz. Peygamber zaman ında dinden dönmü ş ve
bu sebeble de onun taraf ından idamı emredilmi ş olduğu hâlde, son-
radan affedilmi şti. Bu durum Peygamber soyundan gelenlerin Ha-
life Osman'a gücenmelerine sebep oldu. Muglre bin Şube ile Sa'd
ibni Ebi Vakkas' ın azil sebebi ise beytülmalden bir miktar para al-
dıkları iddiası idi.

(12) Ilk Şia mezhebi böylece M ısır'da ortaya ç ıktı ve pek çok yanda ş buldu
(bk. CMment Huart, Histoire des Arabes, C. I. S. 248; Cevdet Pa şa,
Kısas-i Enbiyâ, C. VI., S. 657).
İTALİFELİĞİN EMEVİLERE GEÇİŞİ
11

Buna karşılık Hz. Osman'ın yakınlarından olan Muâviye ile ibni


Ebi Serh eyâletlerinde adeta birer ba ğımsız hükümdar gibi idiler.
Emeviler'in savaşlar sonunda ummadıklar ı zenginliklere sâhip
olmaları bundan da pek çok gurur duymalar ı ve Kureyş 'ten olma-
yanları aşağı görmeleri, islâm' ın unutturduğu eski kabilecilik duy-
gulannı yeniden alevlendirdi. Bunlara eklenen Amınar bin Yâsir
gibi seçkin bir sahabinin mesçitte bay ıltılıncaya kadar dövülmesi,
bir Kurey ş li gelirken «Savulun yoldan» diye ba ğrılması, Medine
etrafı ndaki genel otlakların Hz. Osman taraf ından yalnız miri
hayvanlara aynlmas ı ve bunun gibi daha pek çok sebep, Hz. Os-
man'a karşı duyulan saygı ve bağlılığı iyice gev şetmişti.
C) Hz. Osman' ın Şehid Edilmesi : Hz. Osman'ın düşmanları
sırasına girenlerden bir gurup da İbni Mes'ud'un gözden düşmesi-
ne kızmış olanlar ile Kur'an' ın eski nushalarının yakılıp resmi nus-
halarının çoğaltılması na tahammül ederrlyenlerdi (13). İbni Mes'
ud, Hz. Osman'ın Küfe'ye yolladığı resmi nushay ı okumayi redde-
dip kendi nu.shas ını okumakta israr etmi ş ; bu husus onun ya şadığı
müddetçe kendi yanda şlannca da izlenmi şti. Esasen Kutsal Metnin
okuyucu ve tefsir edicileri, yâni Kurra, resmi nushaların eyâletlere
dağıtılmasından hoşnut kalmam ışlardı ; çünkü böylece Kurra küt•
leler üzerindeki merkezi iktidardan müstekil sonsuz güçlerini yitir-
mişler, Halife ise Kutsal Metnin tek koruyucusu olarak meydana
çıkıp hükümet birli ğini kurmuştu.
Hz. Osman yiğeni Mervan'a Afrika'dan gelen ganimet mallar ı-
nın önemli bir bölümünü ba ğışladı. Cuma gün Selâ vermek âdetini
çıkardı, Mina'da sünnetin hilâfma namaz ı dört rekât k ıldı ve Hz.
Peygamber'in mührünü kuyuya düşürdü diye de müminlerin sitem-
leri ile karşılaştı (14).
Hz. Osman devrini bir ç ıjunaza sürükliyen olaylardan biri, Kü-
fe'de ba ş gösterdi; şöyleki: Küfe vâlisi Said bin el As bir gece Kü-
-

feli emirleri dâvet etti ği bir toplantıda «Irak Kureyş 'in bir bahçe-

(13) Çünkü Küfeliler Abdullah İbni Mes'ud'dan, Basral ılar Ebu Musal -
Eş'ârrden, Şam halkı Ubey ibni Kâ'b'dan, humuslular ise Mikdad bin
Esved'den ö ğrendikleri üzere Kur'an okumakta idiler. Bu durum her
biri kendi okuyu şunun doğruluğunu iddia edenler aras ında huzursuzluk
yaratmıştı (bk. Cevdet Pa şa, Kısas-i Enbiyâ, C. VI, S. 634).
(14) Kısas - i Enbiyâ, C. VI., S. 685.
12 Bahriye ÜÇOK

sidir» gibi bir söz sarfedince, orada bulunan Eşter el-Nehai bu söze
karşı gelmiş, «Irakı biz kılıçlarımızla fethettik» diye cevap vermi ş-
ti. Vâlinin zab ıta memuru, vâliyi koruyucu yolda şiddet göstermi ş-
se de, Eşter ve arkadaşları kendisini bayıltıncıya kadar dövdüler.
Vali ile bu ileri gelenlerin aras ı artık açılmış , şiddetli tenkitler baş-
lamış olduğundan, Said durumu Halife'ye bildirip bunların Ktı-
fe'den sürülmesini rica etmi şti. Halife'nin verdi ği izin üzerine■
kendine taraftar ohn ıyanlan topluca Şam'a, Muâviye'ye islâh et-
mesi temennisi ile yollad ı. Muâviye, içlerinde Sâbit bin Kays, Sa'-
sa'a ve Urve bulunan kişileri uzun tart ışmalardan sonra, mant ıkla
islâh edemiyeceğini anlayıp Şam'dan uzakla ştırdı (15).
Kûfeliler bu sefer Hâlid bin Velid'in oğlu Hums valisi Abdur-
rahman'ın yanı:na gönderildiler. Abdurrahman bunlar ı tehdit ile bi-
raz sindirdi ise de kamu oyunda ayaklanma istekleri art ık açıkça
görüyordu. Hz. Osman, Araplar ın şeflerinden, çoğu Kureyşli olan
kişileri davet edip ne yapmak gerekti ğini onlarla görüştü. Bu s ıra-
da Küfe'den Emevi şeflerin uzaklaştığını gören Hz. Osman'ın mu-
haliflerinden Yezid bin Kays, Hz. Osman'ı hilafet-ten indirmek mak-
sadıyla harekete geçti. Abdullah ibni Sebe ile mektuplaşanlar ona
katıldılar. Eşter'in de kışkırtmasıyla ayaklananlar ın sözle yola gel-
meleri art ık imkan sınırlarını a şmıştı . Vâliyi Kfıfe'ye sokmad ılar,
durumu haber alan Hz. Osman Kılfelilerin iste ğine uyarak Ebu Mu-
sa el-Aş'arl'yi Kûfe vâliliğine tâyin etti. Böylece İraklıların ayaklan-
ması önlenmi ş oldu. Ama öteki eyâletler ihtilâle haz ırlanmışlardı .
Medine'dekilerin de ça ğırmaları üzerine Mısırlılar'dan bazıları Me-
dine'ye gelip valileri Abdullah bin Sa'd bin Ebi Serh'den şikayette
bulundular. Hz. Osma ıı valiye bir tehdit mektubu gönderdi. Abdul-
lah bin Ebi Serh ise bundan hiddetlenip şikayetçilerden birini dö-
verek öldürdü. Bu olay mevcut heyecan ate şini bir miktar daha kö-
rükledi. Mısır'da, Kûfe ve Basra gibi şehirlerde ayaklananlardan
yedi ila sekizyüzer ki şi birleşerek gûya Kabe'yi ziyaret edecekmi ş
gibi 35/655-6'da yola girip Medine üzerine yürüdüler. Kinâne bin
Bişr gibi kabile şefleri, Eşter el-Nehal gibi ünlü kişiler de bunların
aralarında idi. Medine'ye ilk ula şanlar Mısırlılar oldu. Basral ılar
Talha'ya, Kûfeliler Zübeyr'e, Mısırlılar Hz. Ali'ye e ğilimli oldukları
halde, hepsi de Hz. Osman' ın hal'ini istemekte idiler. Bunlar Me-

(15) Clement Huart, Histoire des Arabes, C. I., S. 248; Cevdet Pa şa, Kısas-i
Enbiyâ, C. VI., S. 659.
HAL İFELİĞİN EMEVÎLERE GEÇ İŞİ
13

dine'ye üç konak -uzaklıkta durdular. Medine'de kendilerine kar şı


asker toplandığı haberini işitmişlerdi. Aralarından iki elçi seçip
Medine'ye yolladılar. Bunlar Ali, Talha, Zübeyir ve Hz. Ayşe ile gö-
rüş tüler. Hz. Ali ayaklananlar ın barış yoluyla da olsa Medirie'ye
girmelerine izin vermedi; hatta bunlara kar şı silahlı kuvvetler te-
dârik etti. M ısırlılar Hz. Ali ile görü şüp Halife s ıfatıyla kendisine
biat etmek istedikleri zaman da Hz. Ali onlar ın askerlerinin mel'iln
olduğuna dair bir hadis-i Şerif bulunduğunu söyledi. Bu arada Bas-
rahlar Talha'ya, Kûfe temsilcileri de Zübeyr'e biat etmek istemi ş
ama Hz. Ali gibi bunlar da teklifleri reddetmi şlerdi. Her üç birlik
uzaklarda birle şip anlaştıktan sonra «silahlara davranmayanlara
aman» diye bağıran tellallar ç ıkartarak Medine üzerine yürüdüler.
Herkes evine çekildi.
Bu sırada dünyan ın o devir için hiç şüphesiz en kudretli dev-
letine hükmeden Hz. Osman hükümet merkezinde, dayanaca ğı
küçük bir kuvvete dahi sahip olmad ığı için Dar'da ku şatıldı ve
doğudan, batı dan gelen bu çeteler ile görü şmelere katlanmak zo-
runda kaldı . Bu arada Talha bin Ubeydullah (Cennetle müjdelen-
miş olanlardand ır) Hz. Osman'la şiddetli tart ışmalara girmiş ve
müminlerin anas ı Hz. Ayşe de Mısır valisi Abdullah ibni Ebi Serh'in
azlini istemiş «Sen çekimser davranm ışsın, halbuki o bunlardan
birini öldürmüş , sen de kendi memurundan onların hakkını al» di-
ye haber yollam ıştı. Hz. Ali de sürekli olarak Halifeyi uyarmaya
çalışmıştı ; ama Hz. Osman' ın aldığı iyi kararları yeğeni ve katibi
Mervan her zaman tersine çevirmekte hünerli idi.
Hz. Osman 30 gün kadar Medine mescidinde imamete devam
etmiş ve isyancılar da onun arkas ında namaz k ılmışlard ı ; yalnız
hac zaman ı geldiğinde kendi yerine hac emiri olarak Abdullah ibni
Abbas'ı tayin etmek zorunda kalm ıştır. Eski sahâbeden ve Hz. Os-
man'dan yana olanlardan birçoklar ının Medine'lilerin yardımına
hazırlandıklarmı duyan Mısırlılar ve İraklı lar bir an önce sonuca
varabilmek amac ı ile daha s ıkı bir kuşatma tedbiri almaya ve Hz.
Osman'ın hal'ine karar verdiler. Medine halk ı da art ık camiye git-
mekten vazgeçti; evlerinde, d ışarda silahlı bir halde bulunmağa
itina gösterdi. Bu gergin havayı sürdürmenin doğuraca ğ' ı kötü so-
nuçlardan Müslümanları korumak amacı ile Hz. Ali, aralarında
cennetle müjdelenmiş olanların da bulunduğu Muhâcirin ve Ensâr'-
dan 30 ki şi ile birlikte anla şmak üzere isyanc ıların yanına gitti.
Ayaklananlarm Hz. Osman hakk ındaki sözleri son derece sert oldu.
14 Bahriye ÜÇOK

Ama onları n hemen hemen bütün istekleri kabul edildi; zalimlerin


cezaland ınlacaklan, daha önce al ınmış sert tedbirlerin kald ınlaca-
ğı , valilerin deği ştirileceğ i kendilerine vadedildi. Halife'nin bar ış
sever tutumu kar şısında Mısırlılar silahlarını bıraktılar ve memle-
ketlerine do ğru yola girdiler. Abdullah ibni Ebi Serh azledildi yeri-
ne Ebu Bekir'in oğ lu Muhammed vali olarak Mısıra yolland ı . Yolda
el-Ariş konak yerinde durumu şüphe uyandıran bir siyah köle yaka-
lanı p sorguya çekildi. Üzeri aran ıp kuru bir mataran ın içine sak-
lanmış , Halifenin mühürü ile de mühürlenmi ş bir mektup bulundu,
bunda «Muhammed bin Ebi Bekir ve yanındakiler M ısır'a gelince
onları idam etmek için imkan ara, ellerindeki ferman ı yok et ve
yeni bir emir gelinceye kadar eski vazifende kal» deniliyordu.
Muhammed bin Ebi Bekir bu mektubu yan ındakilerin mühürleriyle
de mühürlettikten sonra içlerinden birine emanet etti (16).
Mısırlılar h ışımla ve öç alma karar ı ile geri, Medine'ye, döndü-
ler. Hz. Osman'a kefil olup ba ş kaldıranlara teminat veren Hz. Ali
derin bir utanç içinde kald ı . Medine'de art ık Hz. Osman' ı koruya-
cak kimse kalmam ıştı . Kı:ıfeliler, Basral ılar bu olayı daha yolda iken
duyup geri dönmü şlerdi. Hz. Osman mührün ve kölenin kendisine
ait olduğunu, fakat böyle bir mektup yazmad ığını yeminle teyid et-
li. Ayaklananlar, hatta Medine'deki Umeyyeliler Mervan'ın cezalan-
dırılmas ını ondan istediler. Hz. Osman buna yana şmadı . O zaman
Medine'liler «.Made ırki senin isteklerinin tersine böyle i şler yap ı-
labiliyor, o halde sen hükümdar de ğilsin, istifa et» dediler. Hz.
Osman Tann= kendisine uygun gördü ğü iktidar kisvesini b ırak-
mayaca ğını söylemek suretiyle istifa teklifini gururla reddetti.
İşte bundan sonra onu çok s ıkı bir şekilde evinde (Dar) ku-
şattılar; öyleki oraya gerekli suyun ta şınmasına bile izin verilme-
di. Hz. Ali oğullanm onun kapısını korusunlar diye nöbete soktu.
Ebu Hureyre gibi sahabiler yat ıştırıcı , arabulucu olarak çaba gös-
terdiler ama, faidesi olmad ı . Bu heyecanl ı kalabalığın ortas ında Hz.
Osman odas ına çekilmi ş sessizce Kur'an okumaya dalm ıştı . Yanın-
da sadece e şi Naile vardı .
Daha çok zaman yitirmenin do ğru olmıyacağı m hesaphyan Mu-
hammed bin Ebi Bekir (17) ve yan ına aldığı birkaç ki şi H. 35 yılı-

(16) Mes'udi, Müruc üz - Zeheb, C. IV. S. 278'de yaz ını n Mervân'a ait oldu-
ğunu onlar tan ıdılar denmektedir.
(17) Muâviye Suriye'den bir yard ımcı kuvvet göndermekteydi. Mes'udi, Mü-
ruc üz - Zeheb, C. IV., S. 279; Sadr ül -Islam, C. X., S. 308.
HALİFEL İĞİ N EMEVİLERE GEÇİŞİ
15

n ı n son günlerinde (656 Haziran) Hz. Osman' ın evine bitişik bir


evden duvarı aşarak onun odas ına girdiler ve onu şehid ettiler (18).
Engel olmak için gayret eden Naile'nin parrnaklan kesildi. Içeri gi-
renler Muhammed bin Ebi Bekir'den ba şka, kesin olmamakla bir-
likte, Kuteyre, Sudan bin Hamran, (19) Kinâne bin Bişr ve G'afild
idiler. Hz. Osman' ın kanı Kur'an-i Kerim, üzerine akt ıktan sonra
«fitne kap ısı artık açılmış değil, bundan böyle kapanmamak üzere
• ınlmıştı r».

Ayaklananlar içeriye girdiler, e şyaları yağma ettiler. Hz. 0S-


madın naşı hemen o gün kald ırılamadı ; üç gün ortada kald ı. Naile'•
nin ı srarlı riealan sonunda iki yak ın arkada şı onu haz ırlamak için,
Hz. Ali'den izin ald ılar. Cenazeyi ta şlamak için yollara toplanm ış
bulunan halk da Hz. Ali'nin emri ile da ğıtıldı : ama Hz. Osman an-
cak geceleyin Medine'de Bakı' adlı mezarl ığın yakınlarında duvarla
çevrili bir yere defnedildi (20).
Hz. Osman'ın katli İslam tarihinde, hemen hiçbir olay ın yara-
tamadığı sonuçlar doğurdu. Art ık bundan sonra din devletinde ik-
tidarın kimin hakkı olduğu sorunu kılıçla hallolundu.
Başındaki imamla temsil edilen ümmetin i ğreti birliği ancak
zorla korunabildi. Gerçekte ise cemaat çözüldü ve her zaman siyasi
bakımdan tutunmaya çal ışan ve kendi imamları için, resmen hüküm
süren halifeye karşı silaha davranan bir tak ım partilere bölündü.
Bu yüzden iç savaşa fitne denildi. Bu durum gerçek dindarlar için
çok üzücüydü. Bunlar birşeye karışmıyacak olsalar Islam ın hak yo-
lundan gitme emrine uymam ış olacaklar, bir yan ı tuttukları takdir-
de ise müminlerin ancak kâfirlere kar şı savaşabilecekleri ve bir-

(18) Bu sırada Hz. Osman' ın sakalına yapış an Muhammed bin Ebi Bekr'e
Hz. Osman «baban bu hâlini görseydi acaba ne derdi» diyince Muham-
med utan ıp dışarı çıkmıştı. Bk. Mes'üdi, a.g.e., C. IV., S. 280.
(19) Mes'üdi bu adi Sa'd bin Humran olarak yazmaktad ır bk. C. IV, S. 282.
(20) İbni Hacer, isâbe, C. III., S. 456; Yâkut Hamavi, Mu'cem ül-Buldân, III.,
S. 363; Cevdet P ş . a.g.e., C. VI. S. 688; Wellhausen, Arap devleti ve sükutu,
S. 23. Onu baz ı kişiler Baki' denilen müslüman mezarl ığına defnetmeğe
bırakmadılar. Bakı 'in hemen yanında bir yahudi mezarlığı vardı, oraya
gömdüler. Daha sonra I. Muâviye zaman ında bu duvarlar y ıkıldı ve
Müslüman mezarl ığı ile Yahudi mezarl ığı birleştirildi; Osman'ın bu-
lunduğu tarafa Umeyyeo ğulları mezarlığı denildi. Bk. Taberi, C. III.,
S. 616.
16 Bahriye ÜÇOK

birlerinin kanını dökmemeleri gerekti ği yolundaki temel ilkeye ay-


kırı hareket etmi ş olacaklard ı .

3. — Hz. Ali'nin halifeli ği ve siyasi partilerin do ğması ,: Pey-


gamber'in Müslümanlar aras ında büyük bir nüfuza sahip olan da-
madı ve amcas ı oğlu Hz. Ali, Hz. Osman' ın şehit edildiği gün cami-
de Halife olarak biat ı kabul etti. Ancak biat merasiminde Talha ile
Zübeyr bulunrnamışlardı . Bunlar sonradan, bir rivayete göre, bas-
kı yapılarak Hz. Ali'ye biat ettirilmi şlerdir (21). Hz. Ali'nin hilafe-
ti kabulü Mısırlı ları memnun etmiş ise de Küfe ve Basral ıları kız-
dırmıştı . Talha ve Zübeyr, Hz. Ali'ye biran önce Hz. Osman' ın ka-
tillerini bulmay ı ve cezalar ını vermeyi telkin ettiler. Hz. Ali heye-
canın yatışmasını bekleırleği gerekli görüyordu. Hz. Osman zama-
nında idaredeki bozukluklar ı iyi karşılarmyan Hz. Ayşe, onun ölüm
haberini al ır almaz Mekke'ye gidip karde şi Muhammed'in katillere
yol göstermiş olmasına rağmen, Hz. Osman' ın kanını dava etme ğe
koyulmuştu. Hayatta iken Hz. Osman' şiddetle tenkit edenlerden
Talha ve Zübey de Hz. Ay şe'nin yan ına ko ştular. Gerdanl ık mesele-
sinden (yani İfk olayından) Hz. Ali'ye k ızgın olan Hz. Ayşe'nin
etrafında türlü zihniyetlere sâhip insanlar toplanma ğa ba şladı.
Bunlar kendilerinden daha çok güçlü olan Medinelilere kar şı du-
ram ıyacaklarını bildiklerinden, Arap yarımadasım bırakıp ilişki-
lerinin bulunduğu Basra'ya gittiler. Orada kendilerine yanda şlar
aradılar. Bir so ğuk ve, karanl ık gecede Basra mescidinde k ırk ki-
şiyi öldürüp valiyi hapsettikten sonra. Basra'ya sâhip oldular (22).
Abdullah ibni Zübeyr «Biz Osman' ın kanı için kan döküyoruz» di-
yerek kendini hakl ı gösterme ğe çal ışıyordu.

(21) Biatten çekinenler aras ında Sa'd ibni Ebi Vakkas, Muhammed bin
Mesleme, Zeyd bin Sâbit, şair Hassan bin Sabit, Ebu Sa'id el - Hudri,
Mugire bin Şu'be, Usâme ve daha ba şkaları da vardı.
(22) Brockelmann, Islam Milletleri ve Devletleri Tarihi, N. Çagatay çevrisi,
S. 68. Basra valisinin öldürüldü ğünü yazarsa da, bu do ğru değildir, Bk.
Taberi Zotenberg çevrisi, III., S. 642.
Hz. Ay şe'nin böyle bir zamanda islarnlar' ı bölücü bir harekete gi-
rişmiş olması bunu ho ş görmeyen Beni Sa'd'l ı bir kızın «Osmanın kat-
li, senin bu deve üzerinde kendini silaha hedef etmenden daha ehven-
dir. Sana kar şı duyulan saygıyı yok etme, evine git otur.» demesine
vesile olmu ş tur, bk. Mes'üdi, C. VI, S. 292; C. Huart, histoire des Ara-
bes, C. I., S. 250 - 1; Brockelmann, a.g.e., S. 68 - 9; Wellhausen, Arap Dev-
leti ve sukutu, F. I şıltan çevrisi, S. 24, v. öt.
HALİFELİĞİN EMEVILERE GEÇ İŞİ 17

Bu sırada hapsettikleri Basra valisi Osman bin Hanif de ka ş-


ları ve sakal ı yolunmu ş olarak b ırakıldı (Taberi II, S. 639-640).
Gene bu s ırada onlardan önce Basra'ya ula şmak niyetiyle harekete
geçen Hz. Ali'ye Medine'de bulunan Basral ı ve Küfelilerden 900 gö-
nüllü katılmıştı . Medine'yi terketmesini sağlı k veren Abdullah bin
Selam, Hz. Ali'nin adamlarının hücumundan kendisini zor kurtar-
dı . Hz. Ayşe, Talha ve Zübeyr'in kendinden önce Basra'ya ula ştık-
ların' haber alan Hz. Ali'ye yol boyunca Tayy ve ba şka kabilelerden
birçok sava şçı katıldı . Kendisinin yanına oğulları Hasan ve Hüseyin,
eshâbdan Ammar bin Yasir ve piyade kuvvetlerine komutan tâyin
ettiği Muhammed bin Ebi Bekir (yani Hz. Ay şe'nin karde şi) bulun-
maktaydılar. Zikar denilen yerde yüzü yolunmu ş olan Basra valisi
Osman bin Hanif onlar ı karşıladı . Hz. Ali bir yandan da Küfe'de otu-
ran Ebu Musa el-E ş'ari'yi kand ı rmak için elçiler gönderdi. Ebu Mu-
sa ise yans ız kalmakta direndi. Hz. Ay ş e de Küfelilere mektup ya-
zıp yardım istedi, ama Hz. Ali'nin o ğ lu Hasan ve Ammâr bin Yasir,
Küfelilerden 900 ki şi bularak Emir ül-Mümininin yan ına geldiler.
Abdülkays'lar ile Bekir bin Vailler de bunlara kat ıldı lar. Uzun gö-
rüşmeler, tart ışmalar, hatta çarp ışmalar sonunda Irak' ı siyasi ba-
kımdan üçe ayrılmış görüyoruz: 1) Tarafs ız kalanlar; 2) Hz. Ay şe,
Talha ve Zübeyr'den yana olanlar; 3) Hz. Aliyi tutanlar. Küfe'de
oturanlar Mudar ve Rebia kabileleri Hz. Ali'ye, Basra'da oturanlar
Hz. Ayşe'ye yard ı mcı oldular. Hz. Ay şe'nin bir karde şi kendi yan ın-
da, öteki Hz. Ali'nin yanında idi. Bu durumu gören eshabdan baz ı-
larının tavsiyeleri üzerine Ali, Ka'ka'a'y ı Basral ılara özel bir mesaj
ile yolladı . Ka'ka'a ümidin üstünde bir kolayl ıkla başarı sağlamış
göründü.
A) Cemel olayı : Bütün sünni râvilerin birle şmiş göründükleri
bir rivayete göre Abdullah ibni Sebe bu anla şmanın gelecekte ken-
disi için cl4uraca ğı zararlar ı göz 6nünde tutarak bir gece askerle-
ri ile Talha ve Zübeyr'inkilere bask ın yapmış ve bunu Ali'nin as-
kerleri taraf ından yap ılmış bir baskın gibi göstermi ştir. 9 Aral ık
656'da yeniden ba şlayan çarp ışma her iki yan için a ğır yitiklere se-
bep olmuştur (23). En gözde sahâbiler bu çarp ışmada karşılıklı
birbirlerine ok ya ğdırdılar.

(23) Abdullah ibni Sebe'nin çabas ı olmasa da bu savaş ergeç patlak verecek-
ti, çünkü Ka'kaa'n ın barış vadi almas ından sonra bile her iki partiye
mensup olanlar aras ında hala çarp ışma isteğinde olan önemli sayıda
insan vardı, bk. Cevdet Paşa, a.g.e., C. VII., S. 25 v. öt.
18. Bahriye ÜÇOK

Sava şın başında Hz. Ali atını Zübeyr'e doğru sürüp ona Pey-
gamber'in bir hadisini (24) hat ırlayıp hatırlamadığını sormuş, Zü-
beyr de hadisi hat ırladığı için üzülmü ş ve sava ştan vazgeçmi ş ise
de oğ lu Abdullah onu korkakl ık ile suçlayarak bir kez daha sava şa
sokmuş , sonunda Zübeyr sava ş meydanında kalmıştır. Talha ise Zü-
beyr'den az önce Mervân bin Hakem'in attığı bir okla ölmü ştü.
Başı bo ş kalan askerler Hz. Ay şe'yi alıp iyice zırhlanmış mahfa-
sına oturtmu şlar, mahfay ı da bir devrinin üzerine yerle ştirmişlerdi.
Artı k kaçan sava şçılar devenin etraf ında toplanıyorlar ve şaşılacak
bir fedakârl ıkla Hz. Ayşe'yi koruyorlard ı. Devenin yularm ı tutan biri
yere düştükçe bir ba şkası hemen onun yerini al ıyordu. Böylece Hz.
Ayş e'yi koruyanlardan bir rivâyete göre 70, bir ba şka rivâyete göre
de 40 ki şi ölmüş tür. Sonunda Hz. Ali'nin bir i şareti üzerine devenin
arka ayakları na vuruldu, deve yere dü ştü, Hz. Ayşe de bu suretle esir
edildi (25). Kardeşi Muhammed onun muhafazas ı ile görevlendi-
rildi. Hz. Ali ganimet mallar ına dokundurmad ı. Kırk kadının eşli-
ğinde Hz. Ayşe Medirıe'ye yolcu edildi. Ay şe önce Kâbe'yi ziyaret
ettikten sonra bütün hayat ı boyunca Medine'de bir kö şeye çekilip
pişmanlık acıları çekti.

B) Muâviye ile çatışma ve Sıffin savaşı : Ali, Cemel vakasın-


dan sonra Küfe'ye gitti; buradan bütün imparatorlu ğu egemenliği
altına almaya çal ıştı . Mısır, Arabistan ve İran'a bir zaman için gön-
derdiği vâlileri ile bunda ba şarıya ulaştı Ama kuvvetli hasm ı geri-
ye b ırakmaya mecbur oldu. E ğer onu da yenebilseydi ayr ılıklar
kalkacak ve İslam imparatorlu ğunun tarihi bamba şka bir yol izli-
yecekti. Bu hasım Şam valisi Muâviye idi.

Muâviye'ye gelince zengin bir hazineye sâhipti. Son derece mâ-


lıir bir siyasi olduğundan para ile sat ın alabileceği kimseleri ve fi-
kirlerinden yararlanmas ı mümkin olanları kendine bağlardı . Hz. Os-
man, Emevi, Muâviye de Emevi idi. Hz. Osman' ın şehadeti Eanevi-
ler'in sonu olmak gerekirdi ama. Muâviye'nin siyasi dehas ı sayesin-
de aksi oldu. Osman' ın katlini o, Hz. Ali'ye yükledi. Osman' ın kanlı

(24) Hz. Peygamber «Bir gün sen haks ı z yere Ali ile mücade edeceksin»
demiş .
(25) Sâdece bir gün süren sava şta iki taraftan 13.000 ki şi ölmüştü, Mes'üdl,
müruc, C. IV., S. 305, 306; Taberl, III., S. 657; Ibn Tiktaka, el-Fahri,
S. 140 v. öt.
HALIFEL1ĞİN EMEVILERE GEÇİŞİ 19

gömleği ile Nail,-;'nin parmaklarını gösterip halk ı heyecanlandırdı.


Suriyeliler eski_Gassani idaresinde ya şamış ve Grek- Roma nüfuzu-
nu tanımış, düzen ve disipline, itaat etmeğe oldukça al ışık bir top-
lum idiler. Bunun için Ebu Sufyan' ın oğlu Muâviye yirmi y ıl bo-
yunca Suriye valiliğini, halkı memnun ederek, elinde bulundura-
bilmişti. Şimdi ise Hz. Ali'nin Şam'a yeni bir tayin yapmas ına boyun
eğıııeği ve ona biat ı aklından geçirmiyordu. Gerçi hilafet üzerinde
bir iddias ı da yoktu, ama Osman' ın öldürülmesi ile kendi iktidar ının
bitmiş olmasını kabul etmiyor, ihtilâle ra ğmen mevkiini muhafa-
zaya devam ediyordu. Şehit edilen Halifenin yiğeni olmasından ötü-
rü onun intikamını almayı sağlıyabilirdi.
Hz. Ali ile emir Muaviye sava şa başlamadan önce bir kez daha
barış yolunu arad ılar. Bunun için Hz. Ali, Cerir bin Abdullah' ı Mu-
aviye'ye göndererek onu biata davet etti. Yazd ığı mektupta Ensar ve
Muhacirin'in ittifakla kendisine biat etti ğini, şayet kendisi biat
etmiyecek olursa, bunun savaşla elde edileceğini ona hatırlatıyor
ve Hz. Osman hakk ındaki iddialarının birer hile ve hud'a oldu ğu-
nu bildiriyordu.
Muaviye arad ığı fırsatı böylece bulmu ş oldu. Haşimi olan Ali'
ye karşı eskiden beri mevcut olup da unutulan Ha şimi-Emevi re-
kabetini yeniden canland ırarak Emevileri k ışkırttı ; yanında deha
sahibi kimseler vard ı : Amr ibn Mugire bin Şube, Ziyad ibni
Ebihi gibi. Ayrıca şairler, hatipler, vaizler hep Muâviye'nin dava-
sını savunuyorlard ı.
Hz. Ali önce Abdullah bin Abbas'ı Yemen'e, Yâla bin Umey-
ye'nin yerine yolladi. Basra valili ğini Osman bin Huneyf'e, Kiıfe
valiliğini ise Ebu Musa el-Aş'arî'den al ıp İbni Şihab'a verdi, (daha
başkaları için Bak. Belazûri, II, 141).
Öte yandan Mısır'ı kendine bağlıyabilmek amac ı ile Kays bin
Sa'd'ı oraya tayin ederek birliklerle Nil ülkesine gitmesini emret-
ti. Kays bin Sa'd bu emre ra ğmen yan ına scdece yedi ki şi alarak
gitti; orada bir hutbe okudu. Bunda Peygamber'den sonra en ha-
y ırlı kişi olarak tan ıdıkları Ali'ye biat etmelerini tavsiye etti. M ı-
sır'da hemen herkes bu teklifi kabul edip Hz. Ali'yi halife tan ıdı.
Tanımayanlardan meydana gelen bir gurup üzerinde bask ı yapıl-
madı. Kays onları hediyelerle zararl ı olmaktan alakoyabildi. Mua-
viye, Hz. Ali'nin birgün Şam'a hücum edeceğini bildiği için önce-
den davranıp ona karşı çıkmanın gerekli olduğu kanısındayd ı;
20 Bahriye ÜÇOK

ama arkas ında Kays bin Sa'd' ı bırakman ın tehlikeli olabileceğini


düşünmüş , onunla dost olma çarelerini aram ıştı . Bunda ba şar ı sağ-
layamayınca Muaviye hileye ba ş vurmuş , Kays bin Sa'd' ın kendi-
sine, Şam halk ı ile beraber oldu ğuna dair, mektuplar yazd ığı m
ilan ettirmiş ti. Hz. Ali buna inanmak istemedi ise de yan ındaki
adamlar onu Kays' ı azle k ışkırtmışlar, yerine Hz. Ayşe'nin karde,
şi Muhammed bin Ebi Bekir'i Mısır'a vali tayin ettirmi şlerdi (26).
Muhammed bin Ebi Bekir, M ısır'ı Kays bin Sa'd kadar ehli-
yetle yönetememi ş , Hz. Ail'ye biatten çekinmi ş olanlara bask ı yap-
mış , bu davran ış ise Muaviye'ye yanda şlar kazand ırmıştı .
Amr ibn da iki oğlunu zorla kand ırarak yan ına alıp Şam'a
gelmiş ve Hz. Ali aleyhine Muaviye ile bir anla şmaya yarma kar-
şılığında müstakbel M ısır valili ğini garanti etmi şti (27). Bu arada
Hz. Omer'in büyük o ğlu Ubeydullah da Hz. Ali'ye biat etmeyip
Ş am'a gitmi ş ti (28). Bu durum kar şısında Ali sava şı kaçınılmaz
gördü. Fırat boylarına geldi ği zaman Suriye ordusuyla kar şılaştı.
Muaviye de İrak sınırında Sıffin denilen yerde ordusunu mevzi-
lendirdi.
Hz. Ali savaşmadan önce bar ış yollarını arad ı . Elçiler yolla-
d ı . Muaviye cevab ında Osman' ın katillerinin teslimini istedi. Hz.
Ali, Muaviye'nin elçisine, birgün sonra gelmesini söyledi. Ertesi
gün 10000 askerle elçinin kar şısına çıktı . Askerler, elçiye «biz he-
pimiz Osman'ın katilleriyiz» diye ba ğırdılar. Hz. Ali katilleri bu-
lup teslim etmenin imkans ız olduğunu gördüğünü, Muaviye'nin
haks ız inadından vazgeçmesi gerekti ğini, kendisinin Hz. Osman' ın
katlinde zerre kadar ilgisi bulunmad ığını elçiye söyledi (29).

Sıffin yak ınında yerle şen Muaviye, Hz. Ali ordusunu sudan
yoksun b ırakacak bir tedbir uygulamak istedi. Bunu farkeden Hz.
Ali daha önce davranarak Muaviye ve askerlerini susuz b ıraktı.
Fakat Hz. Ali, Muaviye askerlerinin kullanmalar ına engel olunma-

(26) Taberi, III., S. 667.


(27) Mes'ıldi, a.g.e., C. IV. S. 298.
(28) Ubeyudllah babas ının katili Hürmüzasn' ı katletti ği zaman Hz. Osman
onu diyet verip kurtarm ıştı . Hz. Ali halife olunca, Ubeydullah'a 'k ı sas
uygulanmas ı gerekli olduğunu söylemesinden ötürü Ubeydullah ona
biat etmemi ş olmalıdır.
(29) Sadr ül - islâm, C. IX., S. 77 - 8.
. HALİFELİĞİN EMEV1LERE GEÇ İŞİ 21
masını emretti. iki taraf askerleri su almaya ç ıktıkça karşılaşıyor,
konuşuyor, hatta birbirlerini ziyaret ediyorlard ı . Bu durum barı-
şın yakın olduğu kanısını uyandırıyordu. Hz. Ali bir kere daha
barış teşebbüsünde bulundu; ama ba şaramadı . Rivayete göre bu
barış teşebbüsleri her iki taraf haf ızları, bilginleri, erdemlilerince
seksenbe ş kez tekrarlanmıştır. Gene de bütün bu u ğraşmalar bo-
şuna olmuştu. Bu yüzden savaş üç ay kadar geri kalm ıştı. Sonun-
da Hz. Ali, Küfe'li süvarilere komutan tâyin etti ği Ester ile öteki
komutanlarından Ammar bin Yâsir, Kays bin Sa'd, Haşim bin Ut.
be'yi sava ş alanına çıkardı . Bunlar birer gün sabahtan ak şama
kadar savaştılar. Sonra, topluca bu âsilere sald ırmak gerekli oldu-
ğu yolunda Hz, Ali bir hutbe okudu.
Sonunda, 36 yılı (656 M.) Zilhiccesinde çarpışma başlayıp bir
ay sürdü. Muharrem ayı gelince savaş durduruldu. Ali'nin ordusu
gene hep birlikte Osman' ın katilleri olduklarını öne sürdüler. Muâ-
viye ise katiller teslim edilirse biat edece ğini söyledi. Sava ş yeni-
den ba şladı, iki yan birbirlerine öyle merhametsizce i şler yapt ılar
ki; Hz. Ali Müslümanlar' ın kanlarımn • akınaması için, Muaviye'yi
kendisiyle düelloya davet etmi şti Amr ibn ül-âs, Hz. Ali'nin bu tek-
lifinin doğru olduğunu Muaviye'ye hatırlatmış ise de Muâviye ona
«sen iyi bilirsin ki, bu işin sonu ya mahvolmak ya hapsolmakt ır
cevabını » vermişti. Amr, şerefini kurtarmas ı gerektiğini söyleyince
de, onu kendi iktidarına göz dikmekle itham etti. Bir bak ıma bu
doğru idi de. Ba şka bir rivâyet Muaviye'nin Amr' ı kendi yerine Hz.
Ali ile çarpışmaya zorladığı, Amr'in bunu kabul etmek zorunda
kaldığı, fakat Ali'nin Amr' ı tanıdığı ve Muâviye için küçültücü söz-
ler söylediği yolundadır (30).
Hz. Ali'nin ordusunun üstün gelmek üzere oldu ğunu anlayan
Muâviye, hezimeti kabul etmek üzereydi ki, şeytan gibi kurnaz olan
Amr ibn ül-Jis bir hiyleye ba ş vurdu. Hiyle şu idi: Kur'an cüzlerini
ve sayfalarını mızraklar üzerine takmak. Öyle yapt ılar ve beş asker
önce, mushaflar m ızraklarm ucunda, iki taraf aras ında Kur'an ha-
kem olsun diye bağırdılar. Ali ve bazı akıllı şahsiyetler bunun bir
hiyle olduğunu anladılar ve gene de hücum edilmesini fikrini ileri
sürdüler. Ön safta bulunan mutaass ıp dindarlar Kur'an kar şısında
silahla= bıraktı lar; onları taklit edenler oldu, bunlar halifeli ğe

(30) Taberi, Zotenberg çevirisi, III., S. 680; Mes'üdI, C. IV., S. 370 v. öt.;
Cl. Huart, Histoire des Arabes, C. I., S. 253,
22 Bahriye ÜÇOK

kimin layık olduğunu kılıçla değil Kur'an hükümleri ile tayin etme-
yi sahi( verdiler. Hz. Ali buna itiraz edince, onu da Hz. Osman' ın
akibetine uğ ratmakla tehdit ettiler (31). Davan ın hakem yoluyla
halline karar verildikten sonra Şamlılar, Amr ibn İraklılar
ise Eş'as bin Kays'ı hakem yapt ılar. E ş 'as hakemliği Ebu Musa el-
Eş 'ari'ye devretti. Bu s ırada Ebu Musa el-A ş 'ari, Şam dolaylannda
bir köyde inzivaya çekilmi ş bulunuyordu. İraklılar ona bir elçi
göndererek ça ğırtmışlardı. İraklıların uzun tart ışmalardan sonra
verdikleri karara göre Hz. Ali ve Muâviye kendi dilek ve gönül nza-
ları ile Ebu Musa'yı ve Amr'ı hakem tâyin etmi ş oldular. Onların
kitap ve sünnet üzre verecekleri karar ı kabul edeceklerini aç ıklıyan
bir anlaşma yap ıldı. Anlaşma 13 Sefer 37/31 Temmuz 657'de resmen
imza edilmişti. E ş 'as bin Kays bazı kabilelere, yap ılan andla şmayı
anlatırken bunlardan birkaç ı ona karşı ayaklannaış sonra da Şam
askerlerine hücuma kalkm ışlardı (32). Allah'dan ba şka kimse hakem
olamaz diyerek Murâd, Dabbe, Temim kabileleri de bunlar gibi
itirazlarda bulunmuşlardı . Ayrıca birçok kimse de Ali'ye ba ş vu-
rarak hakem usûlünden vazgeçilmesini tavsiye etmi şlerdi.

İki hakem Dûmet ül-Cendel (veya Azruh)'de 400 tanık ile bir-
likte bulu şacaklardı . Iktidar mücadelesinin do ğurduğu gerginlik-
ten üzülerek bir müddetten beri inzivaya çekilmi ş olan Abdullah bin
Ömer, Sa'd ibni Ebi Vakkas, Mugire bin. Şube, hakemlerin verecek-
leri kararı merak ettikleri için Dûmet ül-Cendel'e gelmi şlerdi.
İki hakem bir araya gelince görü şmelere başladılar. Ebu Musa
el-E ş 'ari'nin fikri Hz. Ali'yi de Muaviye'yi de imam-etten yani hilâ-
fetten uzakla ştırıp, Hz. Omer'in oğlu Abdullah'ı hilafet makamına
geçirmekti. Ama Amr ibn «Muaviye'den ne kötülük gördük?»
diye Muâviye taraf ını tutmakta idi. Ebu Musa ise Hz. Ömer'in de-
dikodulu mücadelelere girmemi ş, adını lekelememiş olan oğlunu
başa geçirip, babas ının devrini yeniden canland ırmak istiyordu.
Sonunda her ikisi de şöyle bir karara vard ılar. Hz. Ali ve Muâviye'
yi halledip yeni Halife'yi seçmeyi bir şuraya devretmek.

(31) Cevdet Pa şa, Kısas-i Enbiya, C. VII., S. 97.


(32) Hz. Ali ile Muâviye aras ındaki bu sava ş tahminen 110 gün sürmü ş , her
iki fırkadan 70.000 ki şi ölmüştür. Mes'üdi'nin dedi ğine göre 40.000'i Su-
riyeli, 25.000'i Iraklı, Müruc üz - Zeheb, IV., S. 295; Sadr ül - İ slam, C. IX.,
S. 85; Cevdet Pa şa, C. VII., S. 99. Wellhausen, Arap Devleti, S. 26.
İ-IALİFELİGİN EMEVİLERE GEÇ İŞİ zs
Bu sırada Amr'in hile:kar oldu ğunu bilenlerden bir iki ki şi Ebu
Musa'yı, hal' işinde Amr'dan önce bir şey söylememesi yolunda uyar-
mış larsa da Ebu Musa, birlikte karar ald ıklarını, bu kararın dışın-
da birşey yapılmıyacağını bildirerek dürüst hareket etmi ştir. İki
taraf karşı karşıya gelip hükmü tebli ğ etmek istediklerinde, Amr,
Ebu Musa'nın yaşını ileri sürerek, önce onun konu şmasını sağladı.
Ebu Musa, Tanrı'ya şükredip sonra Hz. Ali'yi hal' etmişti. Arkas ın-
dan sözü alan Amr da Hz. Ali'yi hal' etti ğini, buna karşılık Muâvi-
ye'yi halife naspetti ğini, (33) çünkü onun Hz. Osman' ın vârisi bu-
lunduğunu, yâni Osman' ın kanını onun dava edebileceğini ilan etti,
Buraya kadar anlatt ığımız tarihi olaylara bakarak Ebu Musa el-E ş '
arVin çok saf bir insan oldu ğu inancına varılabilir; ama Ebu Musa,
gerektiği gibi, tam bir dürüstlük içinde hareket etmi ştir. Karşı tara-
fın hiylesini düş ünmek, onlardan şüphe etmek akl ına gelemezdi.
Amr ibn ül-As' ı n hareketi ise bir politik zafer say ılamaz; onun yap-
tığı hareket gayeye ve al ınan kararlara tamamiyle ayk ırıdır.
C) ,a) Haricilerin sebep olduğu fitne,: Sıffin savaşından sonra
meselenin hakeme intikalinden Hz. Ali'ye k ızan ve Küfe'ye döner-
ken onun ordusundan ayrı lan 12000 kişi K(Ife yak ınındaki Harura'
da oturmu şlardı (34). Hz. Ali bunlara İbni Abbas'ı gönderdi ise de
gönüllerini alamadığından bizzat kendisi kalk ıp gitmiş ve bunları
birlikte Kûfe'ye gelme ğe razı etmişti. Bundan sonra hakemi kabul
etmenin küfür sayılacağı ortalığa yayıldı . Hz. Ali bunu tekzib ede-
rek önce harpten vazgeçmek istiyenlerin kendileri, daha sonra bu-
nun aksine harekete geçenlerin yine kendileri olduklar ını söyledi.
Bunlara mensup olan birisi «La hakeme il'Allah» diye bağı rdı (35),
bir başkas ı da «Allah'a Şefik koştuğun takdirde say ve am:elini aka-
mete uğrataca ğını sana da senden öneekilere de vahyetmi ştik» üye-
tini okudu. Hz. Ali de buna gene bir âyetle cevap verdi. Demek
oluyor ki, bunlar Hz. Ali'nin hakemi kabul etmesini sirk say ıyorlar-
dı. Onlara göre hakem yaln ız Allahtır. Sayısı gittikçe artan ve Hz.
Ali'den yüz çevirmeğe başlıyan bu parti mensuplar ına Hariciler (Bk.
Mass, l'islam, S. 44; Lammens, &ude sur le sicle, S. 154) de-
nildi. Bunlar aralar ında toplanıp Abdullah bin Vehb bin Rassibl'ye

(33) İbni Tiktaka, el - Fahri, S. 150.


(34) Henri Mass, l' İslam, S. 144 v. öt. Bundan ötürü onları n ilk adı

(35) Mes'üdl, a.g.e., C. IV., S. 295 v. öt.; Huart, C. I., S. 254; Frants Buhl
Sıffin maddesi, IA., X., S. 552; Wellhausen, Arap Devleti, S. 30 - 2.
24 Bahriye ÜÇOK

biat ve Basra, Kûfe, Anbar ve Medain'deki yanda şları ile birle şerek
Nehrevan'da toplanm ış lar hem Ali hem Muaviye'ye ba ş kaldırmış-
lardı . Hak uğ runa ortaya at ılan Irakhlardan bir parti önce Osman'a
sonra Ayşe'ye ve ş imdi de Suriyelilere kar şı mücadelelere girmi ş-
lerdi. Böylece Hz. Peygamber'in ümmeti parçalanm ıştı . Ancak gene
de Hz. Ali'ye ba ğlı kalan bir kütle vard ı . Bu da Şia'ydı .
b) Nehrevân savaşı : Haricilere göre hakem tâyin etmek kü-
fürdü. O halde Ali ve Muaviye'nin hakem tâyin etmeleri bu hakem-
lerin hüküm vermeleri de küfür say ılırdı. Bu akideyi kabul etme-
yenlerin de katledilmeleri gerekirdi. Bu yüzden kendi inançlar ına
uymıyan müslümanlar ı türlü i şkencelerle öldürüyorlard ı . Hz. Ali
bunlara nasihat etsinler diye Kays bin Sa'd ile Hz. Eyyub el-Ensari'
yi gönderdi. Fakat bu tedbir fayda vermedi. Bunun üzerine Hz. Ali
bunları tedip yoluna gitti. Önce gene de bir anla şmaya varmaya ça-
lıştı , onlara ayaklanmalar ının sebebini sordu. Onlar Allah' ın irade-
sini yetkili olmayan iki adama tammakla Ali'nin dinden sapm ış ol-
duğunu ifade ettiler. Ali onlar ın kendisini hakem yoluyla uzla ş-
mayı kabule zorlad ıklarmı açıklayınca, Hariciler kendilerinin, o
zaman imans ız olduklarını ama şu anda islâmiyet'i kabul ettikleri-
ni söylediler ve e ğer kendilerinden olmay ı reddetmezse ona he-
men biat etmeyi önerdiler. Hz. Ali sava ştan ba şka çıkar yol olmad ı-
ğını görerek, üzerlerine yürüdü 37/657 y ılında Nehrevan'da u ğra-
dı kları yenilgi ile Hariciler'in ç ıkarmak istedikleri fesat bir süre
için önlenmi ş oldu (36). O zaman bir kısm ı tövbe edip Hz. Ali'ye ka-
tıldılar; dörtbin kadar ı Abdullah bin Vehb'den ayrılmadılar.
D) Hz. Ali ile Muaviye'nin mücadeleye devam etmesi ve Hz.
Ali'nin şehit edilmesi Bundan sonra Hz. Ali Küfe'ye döndü. Ora-
da Mısır valisi Kays bin Sa'd' ı haksız yere azlederek yerine Muham-
med bin Ebi Bekr'i tayin etti. Muhammed, M ısır'da Hz. Osman' ın
yandal şarı ile uğraşmak zorunda kald ı ; Kays gibi dahiyane bir usul-
le bunları yönetemedi. Bu arada Muâviye, Art ır ibn ül-Âs'a bir kuv-
vet verip onu M ısır'a yollamış tı . Muhammed bu kuvvetleri yenil-
giye uğratt ı idiyse de Muâviye, Amr'in imdad ına yetişip Muham-
med'in bütün kuvvetlerini mahvetmi şti. Bir harebeye saklanm ış
bulunan Muhammed bin Ebi Bekr, öldürüldü ve bir at derisine
sarılarak yak ıldı (37). Böylece Hz. Ali M ısır'ı da 38/658-9 y ılında

(36) Taberi, III., S. 690; Mes'ûcli, Müruc üz - Zeheb, IV., S. 295 v. öt.
(37) Taberl, III, S. 694; Mes'üch, Müruc üz - Zeheb., IV, S. 422.
HALİFELİĞİN EMEVİLERE GEÇİŞİ
23

kaybetmişti. Nehrevân sava şı ile kuvvetleri kırılan ve dağınık bir


halde kalan Hariciler, Mecusileri, mürtedleri ve Müslümar ılığ'a ye-
ni girenleri kendilerine celbediyorlar ve bunlar ı hükümet aleyhine
kışkırtı yorlard ı . Hz. Ali bunların üzerine bir kuvvet göndererek
tövbe edenlere ş efkat göstermi şti. 39/659-60 yılında Muâviye her
,

yanda Hz. Ali'ye kar şı hücuma geçti. Hicaz ve Irak, Muaviye'nin


gönderdiği askerlerden dolayı perişan oldu. Hz. Ali ise güç bir du-
ruma düş tü. Bununla birlikte bo ş durmayıp Muâviye askerlerini bu
havaliden koymuş , bütün İran'a hakim, olduktan ba şka Bombay'a
kadar asker yollamay ı başarm ış tı. Hicretin 40. y ılında (M. 660-1)
yâni bu olaydan bir yı l sonra Muâviye gene Hicaz üzerine sald ırdı .
Gönderdiği kuvvetler, Yemen'e ula şınca Hz. Ali telaşa düşüp buna
karşı hazırlık yaparken İbni Mülcem adında bir Harici'nin zehirli
hançeri ile şehit edildi.
Hz. Ali'nin öldürülmesi tamamiyle siyasi bir mahiyet gösterir.
Şöyleki Hariciler Hz. Ali, Muâviye ve Amr ibn öldürme ğe ka-
rar vermi şlerdi. Çünkü bunların ikisi hakem usulünü hiyle ile, ilki
ise sâfiyetle kabul ve tatbik etmi şlerdi. İbni Mülcem 40/660-1'de
Küfe'ye gelip camide uyumu ş , sabahleyin Hz. Ali namaz için onu
uyandırdığı sırada fırsattan faydalanarak onu yaralam ıştır. Han-
çer zehirli olduğundan Hz. Ali kurtulamadı . Aynı gün Amr ibn
ül-:As hastal ığından ötürü evinden ç ıkıp camiye gitmediği için
onun yerine imamalık eden Harice bin Ebi Habibe kurban git-
miştir. Muâviye ise hafif bir yara ile kurtulmu ştur.
4. — Hasan'm Hilafeti : Hz. Ali'nin büyük oğlu Hz. Hasan,
Kûfe şehri ile ona ba ğlı olan yerlerin halk ı taraf ından oy birliği
ile hilafet makam ına tâyin edildi. Fakat babas ının hilâfetine karşı
olan büyük bir Arap topluluğu çok geçmeden bu yeni halifeyi is-
tifaya davet ediyordu.
Hz. Hasan halife olur olmaz Muâviye Irak' ı istilâya koyuldu.
Böylece halife, mevkiini sa ğlamla ştırmaya fırsat bulamadan sava ş
meydanına gitmeğe mecbur oldu. Kays adında bir komutanı Su-
riyeliter üzerine göndererek önemli bir askeri kuvvetle de kendi-
si Medain'e doğru yola koyuldu. Ancak bu s ırada Kays öldürüldü.
diye bir rivâyetin askerler aras ına yayılmas ı —ki bu yalan bir ha-
berdi— halife Hasan' ı n emrindeki askerler aras ında fitnenin ve is-
yanın ortaya çıkması na vesile oldu. Sonunda bu askerler, onun ça-
dırına kadar gidip eşyaların' yağma ettiler. Hatta bir aral ık onu ya-
26 Bahriye ÜÇOK

kalayıp düşmana teslim etme ği bile düşündüler. Bu durum kar şı-


sında kuvvet ve cesareti k ı nlan Hz. Hasan, hilafetten istifaya kesin
olarak karar vermi ş olduğu halde Küfe'ye geldi. Yakubrnin rivâye-
tine göre, askerler aras ında «Hasan, Muâviye ile ban şa razı oldu»
ş eklindeki yalan haberlerden dolay ıdır ki onun çadırı yağma edil-
miştir.
Irakhlann daima de ğişen meşreblerine güvenemeyen Hasan,
Muâviye'nin önermelerine uyarak halifelikten çekilmi ştir. Hasan ile
Maviye aras ında yapılan bir anlaşmaya göre, halifelik ya şadığı sü-
rece Muaviye'ye geçecek, ama ondan sonra Hz. Ali'nin küçük o ğlu
Hüseyin halife olacakt ı. Buna karşılık Hasan, Küfe'deki hazineye
sâhip olacakt ı . Böylece Muâviye 41/661 y ılının yaz aylarında Hz.
Muhammed'in ümmetini yeniden bir bayrak alt ında toplamayı ba-
şarmıştı . Bundan ötürü buna Cemaat Yılı adı verilmiştir. Fakat bu
tarih çeşitli râvilerce ba şka ba şka aylarda gösterilmi ştir (38).
Hicri 49 yılında Muâviye, Eş 'as bin Kays' ın kızı ve Hz. Hasan' ın
eşlerinden Esma'yı oğluna almak 10 000 dirhem ve 10 çiftlik hediye
etmeği vâdederek zehirleme ğe teşvik etti. Hz. Hasan 46 yaşındayken
Taberrnin rivâyetine göre böyle bir tertiple öldü. Vasiyeti üzerine
Hz. Peygamber'in yanında hazırlanan yere gömülecekti, ama Hz.
Ayşe hemen devesine binip yan ına adamlarını alarak Hz. Hasan' ın
vasiyetinin gerçekle şmesine izni vermedi. Medineliler bunda çok
üzüntü duydular. Ona : «Sen bir gün deve üzerinde sava şa girer, bir
başka gün peygamberin torununu kendi yan ına gömülmeğe bırak-
mazsın» dedilerse de, onu karar ından caydıramadılar. Hz. Ayşe'nin
adamlan kar şı tarafa ok atmaya ba şladılar. Atılan oklardan Hasan
bin Ali'nin tabutu delik de şik oldu. Bunun üzerine, onu Baki mezar-
lığına defnetmeğe mecbur kaldı lar (Taberi, Tarih, IV., S. 8; Cevdet
Paşa, VIII., S. 271) (39).

(38) bk. Wellhausen, a.g.e., S. 53.


(39) TaberI, IV., S. 8; Cevdet Pa ş a, VIII., S. 171; Lammens bunu iftira ka-
bul eder bk. İ . A. Hasan maddesi, V., 1., S. 309.
II. EMEV İ DEVLETI

1. — Emevi Devletinin Kurulu şu ve Gelişmesi : A) Emevi dev-


letinin kurucusu Muâviye'nin kimli ği : Muaviye'nin doğduğu yıl bi-
linmemektedir. 680 y ılına kadar ya şamış tır. Kureyş başkanlarından
lJtbe bin Rebia'n ın kızı Hind'in oğludur. VII. Yüzyılın ilk on sene-
si içinde doğmu ş olmas ı muhtemeldir. Babas ı Ebu Sufyan'ın nü-
fuzu ve idarecili ği ona başkanlık hususunda örnek olmu ştur. Mek-
ke'nin fethi yılı nda (630) Müslüman olmu ştur. Bundan sonra Pey-
gamber'in yanı na kâtip olarak girmi ş , böylece devletin müessesele-
rini, ilerde birlikte çal ışacağı veya mücadele edece ği kimseleri ya-
kından tan ıma fırsat ını bulmu ştu: Hz. Ömer, Hz. Ali, Talha, Zübeyr,
Hz. Ayşe, Amr ibni ili-As ve Mugire bin Şube gibi. Bu iki yanlı yetiş-
ıne tarzı, genç ve ola ğanüstü kabiliyetli Muaviye'yi çok erkenden
olgunlaştırmış , onu gelecek için iyice haz ırlam ıştı . Daha Hz. Ebu
Bekir zamanında kardeşi Yezid ile birlikte Suriye fethine gönderi-
lince hayret uyand ıncı bir başarı gösterdikten ba şka, Hz. Ömer
zaman ında Caesarea ( = Kayseri, Filistin)'nin ve Feniıke kıyılarının
alınmas ında üstün askeri kabiliyetini 'ispat etmi şti. Yezid'in ölümü
üzerine Şam valisi olarak, onun yerine geçti.

Hz. Ömer zaman ında sadece Şam valisi olan Muaviye, Hz. Os-
man halife olur olmaz Suriye'de fethettiti bütün illeri kendi eli al-
tında topladı . 20 yıl süresince Suriye'yi yeni devletin en iyi örgüt-
lenmiş askeri birliklerine sâhip örnek bir eyaleti haline getirdi.
Bununla birlikte Hz. Osman' ın öldürülmesine engel olamad ı ise de,
onun katillerini aramak ve cezaland ı rmak bahanesi ile kendisini
hilafet makam ına ulaştıracak yolları bulmayı bildi. Sı ffin sonuçsuz
savaşı ve Dûmet ül-Cendel'de verilen hakem karar ı ile Muâviye büs-
bütün hareket serbestisine kavu şmuş oldu.

B) Muâviye'nin dahi yard ımcıları : Yukarıda Hz. Ali bahsin-


de anlat ıldığı üzere, Muâivye Amr ibn üljks'ı kendi davas ına kazan-
28 Bahriye ISIÇOI‹

dı ktan sonra daha da güçlendi. Esasen Muâviye için halifelik yirmi


yıldan beri sarfetti ği çabalar ın ve Suriyeli sadık yandaşlarının res-
mi bir onaylamas ından başka bir şey değildi. Hz. Ali'nin oğlu Hz.
Hasan'ı n halifelikten vazgeçmesi ile Irak' ı da tehlikesiz bir hale ge-
tiren Muâviye, Şam'ı hukümet merkezi yaparak Iran ve Bizans hü-
kümdarları gibi debdebe içinde yaş amaya başladı . Bu arada İran'ın
Stahr şehrinde hâla Hz. Ali'nin bayra ğına bağlılık gösteren Ziyad
ibni Ebihryi kendisinin baba bir ana ayr ı karde şi ilan ediverdi.
a) Ziyad ibni Ebihi : Gerçekten de Ziyad, Ebu Sufyan'm
Sümeyye'den evlilik dışı doğmuş bir oğlu idi. ,Siimeyye önce Ebu
Bekre ile, sonra da Ubeyd adında bir Rum köle ile evlenmi şti. Bas-
ra ordusunda kâtiplik ile i şe başlayan Ziyad 662 y ılına kadar Muâ-
viye'ye biat etmeden kald ı . Hemşehrisi olan Mugire'nin arac ılığı ile
Şam'a dâvet edildi. Böylece Amr ibn Mugire bin Şube ve
Ziyad ibni Ebihi ile Muâviye öyle dört ba şı mamur bir yönetim
kurdu ki, Ernevi aleyhtarlarının bütün kuvvetleri yıkılmaya mali-
küm bir hâle geldi. Muâviye önce Ziyad' ı Küfe'de Mugire'nin yanın-
da bulundurdu. Mugire ona babaca bir şefkat ile muamele etti.
Sonradan, yani Hicretin 45. y ılında Şam'dan gelen bir emirle. Zi-
yad, Basra'ya tâyin edildi. Rebiülahir sonunda Ziyad oraya vard ı.
Basra'da giri ş yapmadan, do ğrudan doğruya, maksada giren bir
hutbe okudu. Bunun için bu hutbeye «Girişsiz hutbe» denilmekte-
dir. Bu s ırada Basralılar birbirlerinin evlerini yakmakta, dü şmanla-
rı nı su kanallanna at ıp boğmakta ve mezarlar ı açıp ölülere musal-
lat olmakta idiler. Onun için Ziyad Hutbesinde şöyle konuştu: «Ca-
hiliye devri âdetlerini savunanlar ın dilleri kesilecektir. Sizler bilin-
miyen suçlar icad ettiniz. Ben de her kötülük için özel bir ceza icad
edeceğim. Hemşehrilerinden birisini suda boğan', ben de suya ata-
cağım. Birisinin duvar ını delen veya evini yakan ı ben de tutup ya
kalbini delece ğim ya diri diri yakacağım. Mezarlara musalllat olan-
lar ise diri diri gömüleceklerdir!

Sizden itaat bekliyorum ve yönetimimde adâlet istemek hak-


kını size tanıyorum. Her hususta muktedir olmasam bile üç husus-
ta hiçbir zaman şaşmıyacağım: her şikayeti olan bana, gece veya
gündüz istediği saatte gelip yak ınabilir, maaş ve ücretleriniz mun-
tazaman ödenecektir, ve sizleri s ınır garnizonlarında çürümeğe ter-
ketmiyeceğim. Allah'tan herbirimize vâzifemizi yapmakta yard ımcı
olmasını dilerim. İçinizden bir çoklarına ciddi hesaplar sorabilirim.
EMEVI DEVLET İ 29

Ornuzlann üzerinde birden fazla ba şın sallandığını görüyorum; her


kes kendi başını korumaya dikkat etsin» (40).
O, Başlangıçta uyguladığı bir kaç sert ceza ile kendisini sayd ı',
ı başardı ; Sadece Basra'da de ğil, Iran eyâletlerinde ve Arabis- may
tan çölünde bile mucizeyi hikayeler anlat ılmasına vesile olan ve
o zamana kadar görülmemi ş bir güvenlik ve asayiş havas ı getirdi.
Basra'daki Hariciler de onun önünde gev şernişlerdi. Ziyad sağlam
iradesi ile kabileler aras ındaki çatışmalardan ötürü zay ıf düşen
devlet otoritesini yeniden güçlendirdi. Kendisinden önceki valinin
hoşgörürlüğü yüzünden şımarmış olan Siiler, Ziyad'a karşı baş kal-
dırı nca o bundan yararland ı ve onları iyice sindirdi. Ayaklanan Kiı-
felilerden 50 000 ki şi Horasan bedevilerinin yan ına gönderildiler.
Ziyad' Irak ve iran'daki geni ş toprakları 675 yılında Küfe'de yeba-
dan ölünceye kadar liyâkatla yönetti.
İslamda arpal ıklara, maaşlara devlet mülklerine bakan, «Zi-
mam» dairesi ve mühürdarl ık, ilk önce Ziyad b. Ebi Süfyan tara-
fı ndan Farslar örnek tutularak kurulmu ştur.
b) Mugire bin şübe: Muaviye'nin, önce ad ından bahsetmi ş
olduğumuz Kûfe valisi Mugire bin Şübe ise gençliğinde uyuyan bir
arkada şını bıçaklam ış ve 8. Hicret yılında Medine'ye kaçm ıştı (41).
Orada Hz. Muhammed'e sokuldu, o da onu 9. y ılda kendi memleke-
tindeki Taif putlar ını kırmakla vazifelendirdi. Bu f ırsattan yararla-
narak tapınağın hazinesini de Mugire yan ına aldı . Bir rivayete gö-
re Hz. Muınammed'in defni s ırasında yüzüğünü kasten kabre dü-
şürdü. Bundan da ileride bir tak ım menfaatler sa ğlamayı düşün-
müştü. Farsçayı çok iyi bildiği için çoğu zaman elçi olarak kullan ı-
lıyordu (42). Hz. Ali'ye Muaviye'yi yerinde b ırakmayı tavsiye etmi ş,
fakat tavsiyesini dinletemeyince Muaviyetnin taraf ını tutmuş tu.
Hicri 17. yılda bir Zina suçundan ötürü Hz. Ömer taraf ından
muhakeme edilip sonunda da valilikten uzakla ştırı lan Mugire bin
Ştrbe, Kûfe valisi olduktan sonra, Muâviye zaman ında, Azerbeycan
ve Medya'yı fethetmişti(43). Hz. Osman zaman ında ikinci plana dü-

(40) Lammens, Etudes sur le siecle des Omeyyades, S. 65.


(41) İbni Hacer, İsâbe, II., S. 411; İ bni Sa'd, Tabakat, IV, 2., S. 25.
(42) Mes'üdI, Muruc üz - Zeheb, IV., S. 300; Belâzurl, Fütuh ül-Buldân, IL,
S. 141.
(43) Taberi, IV., S. 11 -3; Belâzûr1, Fütuh, II., 171.
30 Bahriye ÜÇOK

ş en Mugire, bu halifeye kar şı çıkan ayaklanmaya kat ılmadığı için


yeniden yükseldi. 40/660-1 y ılında Muâviye adı na Hac emirliği vâzi-
fesine tâyin edilmi ş görünen sahte bir belge düzenledi. Bundan son-
rad ı r ki, Muâviye bu kurnaz ve becerikli adam ın yard ımına muhtaç
olduğunu dü ş ünerek onu Küfe vâlili ğine getirdi. Küfe'deki Haricile
rin bozguncu hareketlerini, Ali yanda şlığını görmezden geldi ve on-
larla uğra şmadı . Kendi rahat hayat ını yaşamaya bakt ı . Haricilerin
ileride meydana getirecekleri karga şalıklarla ba şa çıkma işini yerini
alacak olan vâliye b ı rakmakta adeta bir zevk duydu. Mugire, kesin-
likle bilinmemekle birlikte, 668 veya 671 y ılında öldü ve yine Taifli
olan Ziyad onun eyaletinin yönetimini de ele ald ı (44).
C) Muâviye'nin Halifeli ğ i : Muâviye henüz halife olmadan ön-
ce 649 yılında Kıbrı s'a sald ırıp bu adayı İ slam egemenliği altına
sokmuş tu (45). Bundan alt ı yıl sonra, yâni 655'te Istanbul'da kar şı
bir donanma yollam ıştı . Bu donanmayı imparator Konstans Likya
kıyılarında karşılamış fakat yenilmi şti. Muâviye'nin bu ba şarı larma
rağmen Araplar henüz amaçlar ına ula şamam ışlardı . Çünkü bir yan-
dan kara yoluyla yürüyen Muâviye, Kapadokya'daki Kayseri'yi geçe
memi ş ti. Bu seferin sonuna do ğru Muâviye, Hz. Ali ile mücadele
edeceği için bar ışı Bizanshlardan para ile sat ın almaya mecbur ol-
muş tu. Fakat bundan sonra her yaz Bizans'a bir sefer açm ış , kışın
geri dönmüş tü. Bu seferlerden ikisinde Muâviye ordular ı Bizans
başkentini ku şatt ı , ama bu şehir kuvvetli ve yüksek surlar ı ve grek
ateşi sayesinde dü şmekten kurtuldu. 676 y ılında Muâviye Bizans'ta
bulunan bir Ermeni asi çete ba şkanının (Soborius) daveti üzerine
harekete geçti; Malatya'ya geldi ğinde ayaklanmamn bast ırılmış ol-
duğunu gördü. O ğlu Yezid'i İ stanbul üzerine yollad ı . Yezid raha-
tını ve eğlenceyi pek sevdi ğinden ağır davranrm şsa da, babas ı
Muâviye'nin tehditleri kar şısında, orduya kat ılmıştı . Bu seferde
askerlerin aras ında İbni Abbas, İbni Ömer, İbni Zübeyr, Ebu Ey,
yub el-Ensari Halid ve Abdülaziz bin Zürrâre gibi Islam ın değerli
kişileri de vard ı . Bu sava şta islanalar bir hayli kay ıplar vermi ştir.
Ebu Eyyub el-Ensari bunlardan biridir. Türbesi hala Istanbul'da
kendi ad ını ta şıyan semt ve carniide bulunmaktad ır. Araplar k ışı
Kadıköy'de geçirip ilkbaharda sald ırıya geçtilerse de ba şaramadı-
lar. Muâviye 674'te enerjik bir hamle yapt ı ve bir donanma yolla-

(44) Lammens, Etudes sur le sicle des Omeyyades, S. 34 - 40.


(45) Belâzuri, I., S. 245 - 50.
EMEV İ DEVLET İ
31

dı . Bu donanma Marmara'n ı n güneyinde tutundu; 7 y ıl Bizans'ı


sıkıştı rdı . Sonunda bir anla ş ma yapmakla bu sonuçsuz sava ştan
vaz geçildi.

Araplar kendileri için daha ba şarılı olacak seferleri, ikinci bir


savaş alanı olan Afrika'ya yapt ılar. Hz. Osman zaman ında, 652'de
İbni Hudeyc'in sefer etti ği Sicilya'ya bu. kez Muâviye zaman ında
668'lerde Abdullah ibni Kays' ın kumandasında yeni bir akın ya-
pı larak zengin ganimetler ele geçirildi (46).

Kuzey Afrika'da Arap egemenli ğinin asıl kurucusu Mısır fati-


hi Amr ibn ül-As' ın teyzesi o ğlu Ukbe bin Nafi'dir. Bu zat Mısır-
dan yola çı karak Berka'yı zaptetti. 670'de de Berberilerle bir an-
laşma yaparak Afrika'da Hristiyan egemenli ğini tamamiyle kırdı ;
ilerde gelecek tehlikeleri önlemek maksad ıyla da ordugâh olarak
Tunus'ta Kayravan askeri kolonisini kurdu (670) (47). Bundan son-
ra Atlas dağları güneyinden yürüyüp Atlas Okyanusu k ıyılarına
geldi. O yüzyı la göre bu k ıyılar karalar ın sonu sanılırdı . Bunun
için Ukbe bin Nafi at ını denize doğru sürüp şöyle demişti: «Ya
Rab bu büyük derya yürüme ğe engel olmasaydı büyük adını da-
ha ileriye götürürdüm».
Böylece Ukbe bin Nafi, Do ğu Roma İmparatorlu ğunun elinde
bulunan Magriıb-i Aksa ( =Mavritanya)'y ı istilâ etmi ş oldu. Mua-
viye'nin halifeli ği zamanında özgürlüklerine s ıkı sıkıya bağlı bu-
lunan bu Berberiler çok geçmeden Araplar'a kar şı ayaklandılar,
Ukbe'yi geri çekilmek zorunda b ıraktılar. Ukbe Kayravan'a s ığın-
dı, ama orada kendisini ve askerlerini mahvettiler; Kayravan ı da
ele geçirdiler. Bu ayaklanman ın başında Kâmran oğlu Kuseyle
vardı . 683'te öldürülmü ş olan Ukbe'nin türbesi Biskra'ınn güne-
yinde bugün hala Sid-i Ukba adını taşı makta ve Afrika'da İ slam
mimarisinin çok basit ve eski bir an ıtı olarak durmaktad ır.
Muaviyenin Suriye'deki nüfuzunu eş i, Kelb kabilesinden, Mey-
sun'un yakınlarıyla kurduğu sıkı ilişkilere ba ğlıyanlar vard ır. Muâ-
viye ve ardgelenleri iktidarları boyunca bu Yemenli zümrelerde ken-
dilerine bir dayanak bulmu şlardır.
Muaviye'nin Hristiyanlar'a kar şı güttüğü siyaset_ son derece

(46) İbn ül-Esir, Tornberg yay ını, II., S. 417, III., 149.
(47) BeMzuri, Fütuh, I., S. 368.
32 Bahriye ÜÇOK

müsamahal ı idi. Bu hususta onu etkiliyen belki de dam şmanlarm-


dan hristiyan SercCm bin Mansûr olmuştur (C. Huart, a.g.e. I. 261).
Erişmek istediği her şeye oldukça kolay sâhip olan Muâviye
şimdi de şarap ve eğlenceye dü şkün, güzel tambur çalan oğlu Yezid'i
daha ciddi davranmaya, kendi yönetim usullerine al ıştırmaya çalış-
tı (48). Halifeliğinin sonuna doğru onu önce Suriye'de, sonra öte-
ki eyâletlerde veliaht olarak tan ıttı . Bu nâzik iş onun son siyasi za-
feri olmuş tur. Muâviye, Hasan bin Ali'nin halifelikten vazgeçme-
sinden sonra islam kuvvetlerinin eline geçen topraklardan hiçbirini
yitirmeden hüküm sürmeyi ba şarmıştır. Ne Abdülmelik, Ne Mansûr,
ne Harunürresid İ slam tarihinde bu e şsiz övgüye hak kazanm ıştır.
Sünni tarihçiler Muâviye'nin hat ıras ına oğlu Yezid'in hatırasından
çok daha fazla sayg ılı davranmaktad ırlar. Suriyelilere gelince, onun
şan ve ş eref dolu yönetimini uzun y ıllar saygı ile ammşlardır. Soğuk-
kanlılığı , yumuşak başlı görünüşü, güler yüzlü olu şu, ayrıca cö-
mertçe da ğıttığı zengin hediyeler ve bağladığı maaşlar en inatçı
ve uzla şmaz düşmanlarmi bile zarars ız hale getiriyordu. Muâviye
önemli mevkilere tâyin etti ği yakın akrabalar ına kendi emirlerini
körü körüne yerine getirme duygusunu a şılamıştı . Muâviye lehin-
deki tutumu, bazı Sünniler, onun Peygamber'e vekâlet demek olan
h.alifeliği sırf dünyevi bir iktidar hâline getirdi ğini iddia ederek
yerdiler. Bu tutum onu kötüleme ği hedef tuttu ğu hâlde büyük me-
ziyetlerini de belirtmi ş oluyordu.
Tıpkı Floransa'daki Medici soyunun son zamanları nda görül-
düğü gibi Muâviye de bir dü şmanından ya da zorluk ç ıkaran bir
dostundan kurtulmak istedi ğinde hançer ve zehir kullanmaktan çe-
kinmezdi. Örneğin, Suriyeliler'ce çok sayg ı gören Abdurrahman
adında biri halkın kendisine duydu ğu sevginin kurbanı olmuştu.
Bazı tarihçiler Muâviye'yi duygusuz, merhametsiz ve hiylekâr olarak
t asvir ederler. Hz. Peygamber'in büyük torununu zehirletmek ve
Hz. Ali'nin kahramanl ık ve şöhret arkada şı olan Mâlik el-Eşter'i
ortadan kald ırmak onun cinayetleri aras ında sayılır.
Muâviye'nin sünnilere göre baz ı suçları vardır. Bunların en
önemlilerinden dördünü belirtelim :
1. Hz. Ali'ye ve soyuna küfretrnek (sebb); bu kötü görenek
önce Şam'da ba şlamıştı r. Namazdan sonra Hz. Osman'a dua edilir,

(48) Cevdet Pa şa, Kısas, VII., S. 174.


EMEVÎ DEVLET İ 33

sonra Ebu Turâb lakabı ile anılan Hz. Ali'ye küfredilirdi K ılfe'de
vali bulunan Mugire bu yolu izlediyse de Hücr bin A'di bin Hâtem
ve onunla birlikte cemaat bu bedduay ı hemen reddederdi. Mugire
cemaatin tepkisine ses ç ıkarmazdı; ama Ziyad ibni Ebihi Kûfe va-
lisi olduktan sonra Hücr bin A'di'nin bu karşılığını hoş görmiyerek,
onun ve bazı arkadaşlarının hapis ve idamına sebeb oldu (49).
2. Seçime uymıyarak kılıç kuvvetiyle ve hiyle ile hilafeti alma-
sı.
3. Ziyad'ı kendi nesebine ba ğlaması (50).
4. Oğlu. Yezid'e veliand olarak halk ı zorla biat ettirtmesi (51).
Yalnız bir tarihçi Muaviye'yi temize ç ıkarmakta oldukça güç-
lük çeker. Ancak Araplar gene onun şahsında hükümdarl ık kudre-
tinin sembolünü görmektedirler. Mes'udi'nin inanc ına göre ardge-
lenleri onun maharet derecesine ula şamazlar, olsa olsa ancak onu
taklid edebilirlerdi. Sufyaniler'e mensup bu dâhi hükiirr ıdara karşı
duymuş oldukları az yakınlığa rağmen Mervanner çok kez onun or-
taya koyduğu yönetsel gelenek ve yöntemlere dayanm ışlardır.
Muaviye hiç şüphe yokki Islam'ı n en ilerici hükümdarlanndan
birisidir. Kamu oyu'nu asla küçük görmezdi; insanlar ın yönetilme-
sinde yalnızca gücün başarı sağlıyacağına inan ır, onları n sevgisini
kazanmaya çal ışır, böylece uyruklarının kendisine bağlanmasını
sağlar, «dünyanın kılınçtan daha iyi, dil ile yönetilece ğ'ini» savunur-
du. O, kabilelerden gelen ve Vüfüd denilen temsilcileri s ık sık kabul
eder, yakınmalannı çekinmeden söylemelerine izin verirdi. Ayr ıca
yönetim işlerine bu ki şileri kattırMakla, eski bedevi bireycili ğini
kendi planları lehine kullanmay ı bilirdi. Muaviye Suriye'deki dan ış-
ma kurulunun görüşmelerinde bir «primus inter pares» (=e şitler
arasında birinci) idi.
Yavaş yavaş uyruklann ın siyasal terbiyelenini geli ştirmeği ve
başı boş hareketlerinin önüne geçme ği başardı . Hiçbir zaman onla-
rın eleştirmelerindeıı ve şairlerin saldırılarından ürkmezdi. «Birer-
eylem haline gelmedikçe kelimeler beni ilgilendirmez» demek al ış-
kanlığındayd ı . Bu geni ş düşünüş tarzı, Mervannerde gittikçe nadir-

(49) Mes'üdi, Müruc, V., S. 80.


(50) Taberi, a.g.e., IV, S. 12-15.
(51) Taberi, a.g.e., IV., S. 20-24.
34 Bahriye ÜÇOK

leş ecek ve Abbasiler'de mutlâkiyetin ortaya ç ıkması ile büsbütün


kaybolacaktır.

Eğ er Muaviye'de bir devlet kurucusunun keskin görü şü, çabu-


cak harekete geçi şi, koğuş turrna fikri, eskimi ş önyargılardan uzak
bulunma, insanları eşit tutma ve onlar ın önkanılarına karşı anlayış
gösterme sab ırsızlığı olmasaydı . Bedevileri bulunduklar ı durumdan
kurtarıp disiplin altı na alamazd ı . Onun hakkında yans ız bir yarg ı
vermek isteyenlerin, hatalar ına rağmen çal ıştığı çevrenin, Bedevile-
rin içine i şlemiş bireyciliğ in direncini hesaba katmalan gerekir.
Muâviye onları yüksek kültürlü çok eski uygarl ıkların vârisi olan
milletlere hükmedecek fatihler haline getirebilmi ştir. Bu milletler,
Bizanhlar, İranlılar, Moğollar, Türkler ve bg. dir.
Muâviye İslâmiyet için çok yararl ı olmuştur. Kurnandanlann-
dan Amr ibn Ziyad ibni EM' Sufyan (Ebihi), Mugire bin Şube
gibi şahsiyetler sayesinde Horasan ve Iran'da cereyan eden kabile
kavgaları uzayıp gitmemi ş, tersine bunlar hemen önlenrni ştir. Muâ-
viye tahta geçtikten sonra o vakta kadar Suriye'de uygulad ığı ve ba-
şarı sağladığı yönetim usulleri hilâfetin öteki bölgelerinde de geni ş
bir uygulama alanı buldu. Böylece Islam' ın çekirdeğini teşkil eden
Bedevileri merkezi bir yönetime ba ğlı bir duruma soktu. Maliyeyi
de düzenledi. Çok fazla maa ş alanların, aylıklarını azalttı, düzensiz
eyalet gelirlerini düzenli hale getirdi. Devlet kasas ını fatihlerin is-
tedikleri biçimde kullanabilecekleri bir kasa olmaktan kurtard ı .
«MM ül Müslimin» sayılan devlet hazinesini «M'alullah» haline ge-
-

tirdi (52). İslam ülkelerinde disiplinli bir uzla ştırma örgütü de


Muâviye tarafından kurulmu ştur (Cevdet Pa şa, KE., VII., S. 195).

Muâviye Receb 60/Nisan 680'de Şam'da öldü (53). Son nefe-


sinde oğlu Yezid'i yanına getirtip şu tavsiyelerde bulundu: «O ğlum
bilesin ki, imparatorlu ğu sana sağlamak için ne gerektiyse yapt ım.
Halifeliğin her yönünde, benim veliand' ırn olarak tan ındın. Yalnız
dört ki şi biat etme ği reddetti. İşte onlara kar şı nası l hareket ede-
ceğini sana söyliyeyim: «Ebu Bekir'in o ğ lu Abdurrahman zevk düş-
künüdür; ona bu yolda gerekeni öylesine ver ki, e ğlencenin d ışında
başka birşey düşünemez olsun. Ömer'in oğlu Abdullah kendini

(52) Lammens, İA., VIII., S. 443.


(53) Taberi'de 60 y ılı receb ay ı denildiği hâde, Cevdet Pa ş a 63 Receb, Mes'0-
di, Muruc'da 61 Receb - diye gösterilmiştir
EMEVI DEVLET İ 35

dine vermi ştir, iktidar peşinde koşmıyacakt ır. Zübeyr'in oğlu Ab-
dullah en tehlikelisidir. Onu biata zorl ıyacak bütün çareleri ara.
Ali'nin oğlu Hüseyin'e gelince, onu da biata ça ğir, eğer reddederse
dikkatli ol, fakat kabul ederse onunla anla ş ve ona iyi muamele
et, zira biz onun ailesini zorla haklar ından ettik.»
D) I. Yezid'in halifeli ği a) Kerbela olayı : Yezid babas ının
yerine geçtiği sı rada, Medine'de Velid bin Utbe, Mekke'de Amr bin
Said bin As, Basra'da Ubeydullah bin Ziykl, Ktife'de ise Nu'man
bin Bişr vâli idiler. Yezid babas ının tavsiyelerine uyarak hemen
Medine'de yaşıyan muhaliflerini biata zorlamas ı için Velid bin
Utbe'ye bir mektup yazd ı. Velid bin Utbe daha sonra Emevi hali-
fesi olarak tahta oturacak olan Mervan bin Hakem'in bu konuda-
ki düşüncelerini ö ğrenmek istedi. Mervan, biat ı redettikleri tak-
dirde hiçbir mazeret dinlemeden onlann hemen öldürülmelerini
tavsiye etti. Velid bin Utbe bu kanl ı tavsiyeyi redetti; vakit geçir-
meden Hüseyin'e haber yollad ı. Peygamberin torunu vâlinin kona-
ğına gitti, elli kadar silâhlı adamı da onu kapıda bekledi; Muâvi-
ye'nin öldüğüne ve Yezid'in ona halef oldu ğuna dair mektubu oku-
du sonra Velid'e yukar ıda adları bildirilen dört ki şinin bir arada
açık olarak biat etmelerinin daha iyi olaca ğını söyledi ve çıkıp
gitti. Abdullah ibni Zübeyr de Velid'i bir miktar oylad ıktan sonra,
bir yolunu bulup Mekke'ye kaçt ı . Orada Kâbe'ye s ığındı. Arkas ın-
dan Hüseyin bin Ali, karde şi Muhammed bin Hanife hariç bütün
ailesi ile Mekke'ye göçtü. Bu haberler halife Yezid'e ula şınca, Me-
dine vâlisini azletti ve yerine Amr bin Said bin ..As' ı geçirdi. Amr,
Abdullah ibni Zübeyr'i Yezid'i tan ımaya zorlaınak için, karde şi
Amr bin Zübeyr'i onun üzerine 2000 askerle gönderdi. Abdullah da
sağladığı birliklerle karde şini esir edip hapse att ı (54). İşte bu
olaylarla elde etti ği ünledir ki, Abdullah ibni Zübeyr ilerde İslam
Imparatorluğunun büyük bir kısmında Halife olarak kendisini ta- .
nıtma olana ğını elde etmiştir. Bu sırada Kûfeliler Hz. Hüseyin'i yö-
netimi ele almas ı için çağırdılar. O, bunların ısrarlar ına dayanamı-
yarak Irak'a gitti. Fakat orada umdu ğu yardımı bulamadı ; kendi-
sine yardım edecek olan amcazadesi Müslim bin Akil de Yezid'in
vâlisi Ubeydullah ibni Ziyad tarafından yakalanıp idam olundu.
Kûfe vâlisinin kuvvetleri, Hz. Hüseyin'in yolunu kesip ona geri
dönmesini sağlık verdiler. Hüseyin bu teklifleri redetti ğinden, Bağ-

(54) Cl. Huart, a.g.e., I., S. 262; Cevdet Pa şa, Kısas, VIII., S. 198.
36 Bahriye ÜÇOK

dat'ın aşağı yukarı 100 km. güney-bat ısınaki Kerbela yerine kadar
onu koğuş turdular. Burada kendisini susuzluktan teslime mecbur
bı rakmak istediler. M. 680'de Yezid'in ordu kumandan ı ve Peygam-
ber'in ünlü sahâbisi Sa'd ibni Ebi Vakkas' ın oğlu Ömer ona teslim
olmasını önerdi (55). Hz. Hüseyin her nekadar akrabas ı Müslim'in
idarr ı ile desteksiz kalm ışsa da yine de bu önermeyi kabul etmedi.
Hüseyin her hâlde ba şına gelecekleri bir önsezi ile anlam ış ol-
malı ki, yanındakilere kendisini terketmelerini, onlara izin verdi ği-
ni söyledi. Onlar mertçe ve pervas ızca Hüseyin'in bu öenrmesini
redettiler. Ertesi gün, yâni 10. Muharrem 61/10. Kas ım 680'de,
Hüseyin çad ırların arkas ında ate ş yakt ırıp tek cepheden sava şa
hazırlanmıştı . 23 süvârisi, 40 da yayas ı vardı . Hüseyin atını düş-
manlarına doğru sürdü, maksad ı onlara son defa hitap etmekti.
Feryad eden k ız karde şini susturduktan sonra: «Peygamberimizin
kızının oğlu ben değil miyim? Şehitlerin efendisi Hamza, babamın
amcası değil midir? Şehid Ca'fer üt-Tayyar amcam değil midir?
Tanrı Elçisi'nin, benim ve karde şim için, siz Ehl-i Beyt'in seyyidle-
risiniz ve Sünnet ehlinin göz bebeklerisiniz dedi ğini duymadınız
mı ? Bırakınız Peygamberin, dedemin mezar ının yanında ömrümün
sonuna kadar oturay ım» dedi ve onlar ı biraz sonra i şleyecekleri
nâyetten alakoymak istedi. Fakat Ubeyduliah bin Ziyad' ın adamlar ı
bu sözleri hiç dinlemiyorlard ı . Karşılıklı ok atmalarla, çok nispet-
siz kuvvetler aras ında, sava ş başladı . Bu arada Hz. Hüseyin'in o ğ-
lu Abdullah ve henüz çocuk olan Ali, karde şi Hz. Hasan' ın oğulla-
rından Ebu Bekir, Kasım, amcas ının iki oğlu ve daha. Peygam-
ber soyundan bir çoklar ı şehit edildiler. Öğleden sonra Hz. Hüse-
yin'in adamları çok azaldı. Sağ kalanlar onu savunmak için can
verdiler. Ancak dört ki şi kaldıktan sonra bizzat Hüseyin de sa-
vaşa giri şti. Onu daha önce öldürebilirlerdi. Fakat rivâyete göre
kimse kendisine bu darbeyi indirme ğe cesaret edemiyordu. Niha-
yet Sinan bin Enes Nehai mızrakla vurup onu yere dü şürdü ve
hemen başını vücudundan ayırdı . Ötekiler Hz. Hüseyin üzerin-
dekileri yağma ettiler. O zaman görüldü ki, vücudunda 33 m ızrak
ve ok 34 kılınç yaras ı vardı . Bundan sonra çad ırlar ve kadınların
üzerindekiler yağma edildi (56). Çadırların birinde Hz. Hüseyin'in

(55) Taberi, a.g.e., IV., S. 37-7.


(56) Taberi, a.g.e., IV. S. 45'de Hüseyin'in vücudu üç gün sava ş alanında
kaldı diye yazılıdır.
EMEVi DEVLETI 37

oğullarından Ali (57) de öldürülmek istendi, ama Ömer bin Sa'd


buna engel oldu. Bu savaşta Hüseyin taraf ından 72, kar şı taraftan
da 58 kişi öldüğü kaydedilmiştir.
Hz. Hüseyin'in başı Kûfe'ye getirildi ği zaman Ubeydullah bin
Ziyad elindeki asas ı ile Hüseyin'in dudaklarım vurdu. Orada bu-
lunan Yezid bin Arkam ve başkaları dayanamayıp, Ubeydullah bin
Ziyad'a asas ını çekmesini, çünkü birçok defalar Peygamber'in öp-
n- ek üzere onun yüzüne e ğildiğini gördüklerini söylediler (Taberi,
K. Z. Ogan. Ter. II., 370).
-
Bütün bu olaylar s ırasında Yezid'in ald ığı durum bizce tam ola-
rak bilinmemektedir. Baz ı yazarlar Hüseyin'in öldürülmesi emrinin
Yezid tarafından verildiğini ileri sürerler, ama bu iddia ilk Şii-
ler'de mevcut de ğildir. En eski kaynakların hemen hepsi Hüseyin'
in başı Şam'a getirildiği zaman Yezid'in çok üzülmüş olduğunu,
gözlerinin ya şardığun ve onu getirenlere «Hüseyin'i öldürmemi ş
olsaydınız, bağlılığınızdan gene memnun kal ırdık; onun yanında
olsaydım, kendisini affederdim» demi ş olduğunu ve mükâfat ümit
edenlere hiçbir şey vermediğini kaydederler. Ayr ıca Yezid, Hz. Hü-
seyin'in peri şan bir halde Şam'a getirilmiş olan ailesi ile birlikte
ağlamış ve sonra onların bütün ihtiyaçlarını sağlıyarak kendile-
rini Medine'ye yollam ıştır. (58). Bütün bu rivayetler Yezid'in bu
fiillerinin samimi .olmadığını gösterir. E ğer sahiden Ubeydullah'a
kızmış olsaydı onu Kûfe valiliğinden azlederdi. Sonra Kilfe kuv-
vetleri bu kadar üstün oldu ğu halde onu diri yakalamayıp şehit
etmeleri ve bo ş yere adamlarını katletmeleri de bu yolda bir emir
almış olduklarını göstermektedir.
Bu tarihten itibaren birçok eserlere konu olan Hüseyin'in
şehadeti, Müslümanlar' ın kalbinde ikapanmaz bir yara açt ı. Az
sonra kendisini gösterecek olan bütün muhalefet hareketlerinde
Hüseyin'in intikam ı sebeb gösterilecek ve bu yüzden yüzy ıllar bo-
yunca sayısız Müslüman kan ı akıtılacaktır. Şiiler 10 Muharrem'i
matem günü ilan edecekler, bu ac ıklı olay Şii veya Sünni pek çok

(57) Hz. Hüseyin'in Ali adında üç oğlu vardı : Ali Ekber, Ali Evsat, Ali Asgar.
Ali Evsat'ın öteki adı Zeynelabidindir. Ayr ıca Hasan ve Ömer adl ı iki
oğlu daha vardı .
(58) Taberi, a.g.e., IV., S. 48 - 9. sayfalarda Yezid için asa ile Hüseyin'in du-
daklarım dokundu diye yazar ama her bAlde bu do ğru değildir.
38 Bahriye ÜÇOK

şaire ağı tlar ilham edecektir. Hz. Hüseyin'in Kerbela'daki türbesi


bugün hala Şiiler ıçin kutsal bir yerdir.
b) Harre sava şı : Emeviler için daha çok tehlikeli olan adam,
Mekke'de kutsal s ığınağı nda Halife'ye kafa tutan Abdullah ibni
Zübeyr'di. O. şehirlerinin eski canl ılığını kaybettirmiş olan hükü-
mete kar şı nefret ve kin duygulann ı açığa vurmak için fırsat kol-
hyan Medinelileri k ışkırtt ı. Yezid 683 yılında onları kendisine ka-
zanmak ıçin boş yere çal ıştı . Tecrübesiz yeni vali Osman bin Mu-
hammed el-Sufyani aklınca Medine halk ını kazanmak amac ıyla,
içinde Uhud gazası şehitlerinden Hanzala'nın oğlu Abdullah'm da
bulunduğu bir gurubu Şam'a gönderdi (Clernent Huart bunu Ukbe
bin Velid diye gösterir, I. S. 263). Yezid bunlara çok iltifat etti; Ab-
dullah bin Hanzala'ya ve sekiz o ğluna 180 000 dirhem bağışta bulun-
du. Yezid'in bu fedekarl ığına karşılık, temsilciler Şam sarayında
gördüklerini, sonradan gittikleri her yerde anlatmaktan geri kal-
madılar. Halife'nin gece gündüz sarho ş olduğunu, müzik, dans ve
av partilerinden ba şka birşey ile uğraşmadığını , hatta namaz ı ni-
yan terketti ğini yaydılar (59). Bunlardan Abdullah bin Hanzala
da oğullarımdan başka kimseyi bulmasam bile, ona kar şı savaşı-
nm diye ayakland ı . Böylece Medine'liler Yezid'i hal'edip Abdullah
bin Hanzala'yı başkan seçtiler. Bu haberi duyan Yezid, Ensar'dan
Numan bin Bişr'i nasihat etsin diye Medine'ye gönderdi; bu bir
sonuç elde edemedi. Tersine Medineliler vali Osman bin Muham-
med'i şehirlerinden koydular ve Mervan bin Hakem'i aman alın-
caya kadar evinde hapsettiler. Bütün bu kayna şmalar, huzursuz-
luklar, Yezid'in mevkiinin adam ı olmamas ından ve Peygamber'in
torunlarını şehit ettirmesinden do ğmaktaydı.
Yezid hemen, Amr bin Sa'id'e Medine üzerine gitmesini em-
rettiyse de Amr bin Sa'id ikinci bir günaha girmek istemedi ği için
özür diledi (Cevdet Pa şa, KE., VIII., S. 231). O zaman yezid ihti-
yar Müslim bin Ukbe'yi askerle Medine üzerine yollad ı. O, on-
bin askeri Harre denilen yerde konaklatt ı . Burada Abdullah bin
Hanzala, gözü önünde oğullarının birer birer öldürüldü ğünü gör-
• dükten sonra, Medine asillerinin pek ço ğu ile birlikte ve bütün
kuvvetiyle sava şa savaşa can verdi (26. Ağ ustos 683) (60). Müslim

(59) Taberi, IV., S. 53; Cl. Huart., I., S. 263.


(60) Tabert IV., S. 54; Cl. Huart, a.g.e., I., S. 263, İ bni Tiktaka, el-Fahri,
S. 178.
EMEVj DEVLE 1"
. İ 34
şehri ele geçirdi ve üç gün boyunca ya ğmaya izin verdi. Suriye
askerleri bu üç gün içinde hem Medinelileri katlettiler hem de şeh-
ri bir harabe haline getirdiler. Bu s ırada mesçit ahır haline getiril-
di; türbeleri, süslerini alabilmek için yakt ılar (61); birçok asil kim-
seler Yezid'in zulmünden kurtulmak için uzaklara kaçm ışlardı . Bu
arada Hüseyin'in oğlu Ali (II.) ve Abbas'ın oğlu Ali kurtuldular.
Hastahaneler, medreseler . yıkıldı veya kapat ıldı.
c) Mekke'nin kusatılması Yezid'in kuvvetleri için art ık Mek-
ke yolu açıktı . Ancak, hasta olan Müslim bin Ukbe öldü ğünden ye-
rine Husayn bin Nümeyr geçti. Mekkeliler ve Medine'den kaç ıp
kurtulanlar, ayrı ca Küfe'de daha sonra Emeviler'e kar şı ayaklana-
cak olan Muhtar üs Sakafi ve bir kısım Harici Mekke'ye gelerek
-

Abdullah ibne Zübeyr ile birlikte Suriye'li birliklere kar şı kahra-


manca çarp ıştılar (31. Ekim 683). Sonunda şehrin surları içinde
savunmaya geçmek zorunlulu ğunu duydular. Harem'de yani Kâbe'
de kan dökmek yasak olduğu halde, Şam askerleri manc ınık getirip
Kasbe'yi taş yağmuruna tuttular (62). Bu arada at ılan ateşli mızrak-
lardan biri Kabe'nin örtüsünü ve tahta k ısımlarını tamamiyle tutu ş-
turdu; k ısa zamanda «Beytullah» bir kül yığını haline geldi. Tam
bu sırada Halife Yezid ölmüştü (63). Abdullah ibni Zübeyr, Hu-
sayn bin Nümeyr'e bir mektup yaz ıp Halife'nin öldü ğünü, bu du-
rumda onun kimin adına savaşmakta olduğunu sordu. Husayn bin
Nümeyr bile haberin- do ğruluğunu öğrenince Emevi soyunun hilâ-
fette kalmas ını artık istemediğinden Abdullah ibni Zübeyr'in hali-
feliğini tanıyacağını bildirdi. Ortam buna çok elveri şli idi. çünkü
Kerbelâ olayından ötürü iman sahipleri çok üzgündüler. Ayr ıca

(61) Gerçekten de Taberi, IV., S. 55; Mes'üdi, Muruc, V., S. 165 ve İbni Tik-
taka, el- Fahri, S. 189 gibi kaynak kitaplarda katledilen Medinelilerin
dere gibi kanlarının akıtıldığı, şehrin yağma edildiği ve kadınlara te-
cavüz edildi ği, esirlerin hapsedildi ği belirtilmiş ise de, Emir Ali (Mu-
savver Tarihi İslam, I., S. 87 v. öt.)'den ba şkasında mescidin ahır hâ-
line sokulduğu ve süslerini almak için türbelerin y ıkıldığı yazılmamış-
tır. Ayrıca bk. Frants Buhl, İ .A., VII., S. 466.
(62) Taberi, mancınığı kullanan adam ın Habeşli bir gayrimüslim olduğunu,
Kâbe'yi ta şlarken bir yandan da m ı sralar terennüm etti ğini kaydeder
(IV., S. 57).
(63) Wellhausen, Arab Devleti, S. 78. Yezid 39 ya şında 3 yıl 9 ay saltanattan
sonra Rebülevvel 14'te ölmü ştü. Tarihi rivâyetler onun öldü ğü günün
Mekke'nin yakıldığı günle aynı olduğunu bildirirler. Taberi, IV, S. 57;
Mes'641, Muruc, V., S. 168, Cl. Huart., a.g.e., I., S. 263.
40 Bahriye ÜÇOK

Mekke'nin kuşatılması sebebiyle islam alemi Emevilere kar şı yer


yer ayaklanmak istidad ı göstermi ş , Irak, Yemen ve M ısır da, daha
önce Mekke'de halifeli ğini ilan etmi ş olan Abdullah ibni Zübeyr'i
tanımıştı . Ama İbni Zübeyr siyasi deha sâhibi bir ki şi olmadığın-
dan Husayn ibni Nümeyr'in yapt ığı teklifi reddetti; Mekke'de sava-
şa devam etti.
E) IL Muâviye'nin halifeli ği : Bu arada, Yezid'in geceden kor-
kan çocuklara benzetildi ği için kendisine Ebu Leyla adı verilen (64)
genç ya ş taki oğlu II. Muâviye halifeliğe seçildi. II. Muâviye birgün
halkı camiye toplad ı . Onlara: «Ey Nas! Ben sizin i şlerinizin yükünü
taşıyacak kudrette de ğilim. Sizin için Hz. Ömer gibi bir adam ara-
dım bulamad ım. Dan ışmak için Ehl-i Şura gibi altı kişi aradım; bu-
lamadım. Siz hilâfete be ğendiğinizi seçiniz» deyip minberden indi
ve doğru evine gidip kapand ı . Haz ır bulunanlardan Dahhak bin Kays
halifeye vekil -olarak namazda imaml ık etti.
İİmeyye soyundan olanlar bu durum kar şısında şaşırmış bir
halde kald ılar. Çok geçmeden, seçildikten belki k ırk gün sonra,
IL Muâviye öldü (65).

F) Mervan bin Hakem'in halifeli ği : II. Muaviye'nin ölümün-


den sonra eski Irak valisi Ubeydullah bin Ziyâd bile Irak'da halk ı
kendine biata davet etti. Ama halk ayakland ı . Ubeydullah bin Zi-
yad ancak kaçarak can ını kurtard ı . Bu arada, yukar ıda söylediği-
miz gibi, Abdullah ibni Zübeyr'e ba ğlandıklarını bildiren Irak, Ye
men, Hicaz ve Mısır'dan ba şka Kinnesrin Emiri ile Humus (Homs)
Emiri, Abdullah ibni Zübeyr'e biat ediverdiler. O derecedeki Eme-
viler'in büyüklerinden olan Dahhak bin Kays bile gizlice İbni Zü-
beyr'e biat etmi şti. Tam Mervan bin Hakem de ibni Zübeyr'e biat
edecek iken Ubeydullah ibni Ziyâd Şam'a geldi ve onun zihnini
çeldi: (bak. Taberi IV., s. 60) «Sen Kurey ş 'in şeyhi ve bir ulu kiş i-
sin; İbni Zübeyr'e biat edersen ben senin için utamr ım» dedi.
ümeyyeliler onun etrafında topland ılar. Baz ı Yemen kabileleri de
Mervan' ı tanıdılar. Bu yüzden Mervan' ın etrafında toplanı p onu
tanıyanlara Yemeniyye denildi. Dahhak bin Kays İbni Zübeyr'e ta-
bi olduğu için İbni Zübeyr'i tanıyanlara da Kaysıyye denildi. Bu iki

(64) Ebu'l - Ferec, I., S. 186 .


(65) Mes'üdi, Müruc, V., S. 168'de 2 ay, bir ba şka rivâyete göre 3 ay; İbni
Tiktaka, el - Fahri, S. 190; Ebu'i - Ferec, I., S. 186'ya göre ise 4 ay.
E M E Vi D EV L ET I
41

parti birbirlerine kar şı 684'te Merc Rahlt denilen yerde çok kanl ı
bir savaş verdiler. Dahhak bin Kays sava şta öldürüldü, yandaş ları
periş an oldu. Mervân Şam'a girdi, Şamlı lar ona biat ettiler (66).
Mervan, Amr bin Sa'id'i yan ına alarak Mısır'a gitti. İbni Zü-
beyr'in adamların ı oradan koyup o ğlu Abdülaziz'i Mısır valisi nas-
petti. İbni Zübeyr ise karde şi Müs'ab'ı Şam üzerine gönderdi. Müs'
ab'ı n ordusu bozuldu. Mervan, Hicaz' ı düşünmekten huzursuzdu
Daha önce Kabe'ye hücum eden Şam askerlerine kar şı canla başla
savaş an Hariciler, İ bni Zübeyr'in Hz. Osman dostu olduğunu öğre-
nince kendisini bırak ıp Yemâme ve Basra taraflarına doğru gittiler.
Şiiler de Tevvâbin adı yla gizli dernek kurdular. Hz. Hüseyin'in şe-
hit edilmesinde kendilerini suçlu görüp onun kan ını talep etmek
suretiyle temize ç ıkacaklar ına inandıklarından ayaklandılar.
Bu arada Mervan iki odu hazırlayıp, birini Medine'ye ötekini
Ubeydullah bin Ziyâd' ın emrinde Irak'a yolladı . Medine'ye giren or-
du perişan oldu. İbni Ziyad, Irak'da komutanlar ı aracılığıyla Tev-
vabin üzerine savaş açtı ; büyük kahramanl ıkla savaşan Tevvabin
yenilgiye uğradı ve Küfe'ye geri döndüler. Abdullah ibni Zübeyr bu
sırada yıkılan Kâbe duvarlar ını büsbütün yıktırıp yeni baştan ve
taştan yaptırdı. Hacer-i Esved'i de Hz. İbrahim zamanında olduğu
gibi Kabe'ye dahil etti.
Emevi saltanat ını Sufyaniler kolundan alıp Mervâniler koluna
geçmesine sebeb olan Mervan bin Hakem büyük amcas ı Osman bin
Affan halife oldu ğu vakit onun kâtipliğini yapmış, bu sıfatla Os-
man adına devleti istedi ği gibi yönetmi ş , büyük eyâletlere kendi ya-
kın akrabalarını tâyin etmekten çekinmemi şti. Böylece de Hz. Pey-
gamber'in en yak ın dostlarını gücendirmiş ti. Bunun bir sonucu ola-
rak Bâr günü yahut Hz. Osman' ın şehit edildiği gün, ağır surette
yaralanmış , sonra Cemel olay ına katı larak orada da a ğır yaralar al-
mıştı (67). Bu olaylarla kazand ığı ş öhret sâyesindedir ki, hilafet ma-
kamına geçmiş ve oğlu Abdülmelik'in veliandliğini kabul ettirmi ş-
ti. 65/685 yılı ramazan ında Mervan öldü ğü zaman (bir rivâyete
göre onu evli bulunduğu I. Yezid'in kar ısı ve. Sufyânilerden Ha-
lid'in annesi, oğlunu veliahtlikten ç ıkart ı p üstüne de hakaret et-

(66) İ bni Tiktaka, el - Fahri, S. 191; Cl. Huart, Histoire des Arabes, I., S. 264
v. öt.
(67) Wellhausen, Arap Devleti ve sukutu, S. 22, v. öt., 86.
42 Bahriye ÜÇOK.

ti ğ i için bir gece uyurken yast ıkla boğmuştur) (68) oğlu Ab-
dülmelik kolayca yerine geçebildi.
G) Abdülmelik'in halifeli ği : Abdülmelik bin Mervan hilafet
makamına geçtiği zaman imparatorlu ğu siyasi bakımdan bir bütün
halinde bulamad ı . O, hilafet miras ını güçlükle ve mücadele ederek
elde etmeğe, tıpkı Muâviye gibi baş kalarının bayrağı altında bulu-
nup kendini halife tan ımıyan ülkeleri yeniden itaat alt ına almaya
mecbur oldu.
Onun karşılaştığı en önemli gaileler şunlardır: Muhtar üs-Saka-
fi'nin ayaklanmas ı ; Abdullah ibni Zübeyr'in halifelik iddias ında is-
rarı ; çeş itli bölgelerde isyanlar; Afrika'da ayaklanmalar.
a) Muhtar üs SakaWnin ayaklanması : 64/684 Ramazan ında
-

Hz. Ali'nin üçüncü oğlu Muhammed'in nıurahhas ı olduğunu öne sü-


rerek kendi propagandas ını yapmaya başlayan Muhtar Ebu Ubeyd
üs Sakari ateşli ve garip bir belâgete sahipti. Çok geçmeden Kur'-
-

an'ı taklid ederek, seci ğli fakat müphem bir ifade ile, Cebrail'den
aldığını iddia ettiği ilhamları söyleme& ve Mehdi'nin gelece ğini,
böylece gerçek dinin yeniden kurulaca ğını, bütün haksızlıkların or-
tadan kalkaca ğını , yer yüzünün yüzyıllarca adaletle yönetilece ğini
vazetme ğe başladı .
Muhtar üs-Sakafi, İbni Zübeyr'e kar şı açıktan açığa cephe al-
mamış olmakla birlikte İbni Zübeyr, Muhtar' ı şüpheli adam telâk-
ki etmiştir. Muhtar, Hz. Ali yanda şlarına önemli vazifeler ba ğışla-
dıysa da, onların itirnadlarm ı kazanamad ı . Ali yandaşı olan kimse-
ler, Muhtar' ın aşırı fikirlerinden her zaman y ılmakta idiler. O, İs-
lam'i kabul etmi ş olmalarına ve kendisinin gerçek kuvvetini te şkil
etmelerine rağmen ak ıncı Araplarla aynı haklara sahip olm ıyan
Iranlı ve Aramlı unsurlara dayanmakta fayda gördü.
Kurduğu ordunun başı na Ali'nin kumandanlarmdan birinin o ğ-
lu olan İbrahim bin Eşter'i geçirdi. Muhtar, Kûfe Araplar' ının kendi
sine karşı olduklarını öğrendiği zaman, düşmanlarını yok edebilmek
için Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin'in şehid edilmesine kat ılan veya onu
korumayan herkesi idam etti. Bu kanl ı hareketi Allah' ın uygun bul-
duğunu ileri sürdü; zira bu olaydan iki gün sonra Irak üzerine yürü-

(68) Mes'udi, Muruc üz - Zeheb, V., S. 266 v. öt.; İbni Tiktaka, el - Fahri,
S. 192.
EMEV İ DEVLETI 43

yen ve Kerbelâ olayına karışmış olan Ubeydullah bin. Ziyad' ın ku-


mandası ndaki Suriye ordusu Hazir k ıyısında tamamiyle yok edilmi ş-
ti. Kumandanlan Ubeydullah bin Ziyâd da kurtulamam ıştı . Fakat
Muhtar'ın güya ulûhiyetin makam ı diye adlandırdığı boş bir taht
önünde kutladığı bu büyük başarısını çok geçmeden kendi zevâli
izliyecektir.
Nitekim 67/687 Ramazan ında, Harûra (Küfe yak ınlarında) da
Basra valisi Müs'ab ibni Zübeyr (Abdullah ibni Zübeyr'in karde şi)
ve bunun kumandanı Muhalleb, Muhtar ile çarp ıştılar. Kûfe kale-
sine çekilmek zorunda kalan Muhtar' ı Müs'ab burada dört ay ku-
sattı. Hiçbir yandan bir yard ım görmiyen Muhtar sonunda bir ç ı-
kış hareketi s ıras ında Müs'ab taraf ından öldürüldü. Onun akide-
sine sadık kalanlar da ayn ı akibete uğratıldılar.
Bununla birlikte Müs'ab' ın bu hususta gösterdiği şiddet ha-
reketi, gene de boşuna olmuştur; çünkü Muhtar' ın mezhebi, Şii es-
katoloji (= kıyamet günü inançlan)'sinde derin izler b ırakarak
devam etmi ştir. Muhtar' ın dini propagandalan sonundad ır ki, Şia
siyasi bir hareket olmaktan ç ıkarak dini bir akide haline gelme is-
tidadını göstermi ştir. Böylece, Muhtar' ın siyasi başarıları çok kısa,
fakat dini telkinleri derin ve uzun süreli olmu ştur. (Brockelmann,
İ slam Milletleri ve Devletleri Tarihi s. 82).
Abdülmelik her ne kadar Muhtar'dan kurtulmu ş oluyor idiyse
de, Irak bu defa da Hicaz halifesi Abdullah ibni Zübeyr'e, karde şi
Mus'ab ibni Zübeyr'in çabalar ı ile bağlanmış oluyordu. Şimdi Müs'
ab ibni Zübeyr'e karşı yürümek gerekiyordu. 689'da Şam'dan yola
çıktı (69). Fakat derhal geri döndü, çünkü ba şkentte tehlikeli bir
isyan çıkmıştı. Asiler'in başında bulunan Amr bin Sa'id el Eşdak'ı
Şam surları içinde kuşattı . Eğer teslim olursa, hürriyetini ona ba-
ğışlıyacağını vâdetti. Halbuki Abdülmelik verdi ği sözü tutmad ı, bir
rivayete göre onu kendi elleriyle öldürdü. El-E şdak'ın yanda şları sa-
rayı kuşatınca o, onun başını kaleden a şağıya fırlattırmış ve arka-
sından avuç avuç aTtınlar saçmış , böylece asilerin dağılmas ını sağ-
lamıştı. Şam'da sükûnetin geri gelmesi üzerine Halife Müs'ab ibni
Zübeyr'e kar şı yeniden sefere ç ıktı, ama başarı elde edemeden geri
döndü. Ertesi yıl iki ordu Ba ğdat yakınında Maskin'de yeniden kar-

(69) Sait Pa şa (Diyarbekirli) Mir'at ül - İber,


44 Bahriye ÜÇOK

şılaştı lar. Önce Abdülmelik Mus'ab'a samimi olarak kumandanlik


teklif ve vâdetti. Fakat o, karde şine ihanet etmedi, sava ştı ve öldü.

Abdülmelik Irak halk ının biatını kabul ettikten sonra, hükû-


met merkezi Şam'a döndü.

b) Abdullah ibn-i Zübeyr'in halifelik iddialar ına son veril-


mesi : Şimdi artı k nüfuzu Hicaz bölgesini s ınırlarını aşmıyan Ab-
dullah ibni Zübeyr'i ortadan kald ı rmak gerekiyordu. Bu i ş için
Halife son sava şlarda gösterdi ği başarılarını göz önünde tuttu ğu
Taif'li Haccâc bin Yusuf'u seçti. Haccâc do ğduğu Taif şehrini üs
kı larak Mekke üzerine yürüdü. Şehrin kutsallığını göz önüne alma-
dan, Ebu Kubeys dağından Mekke'yi manc ınık yağmuruna tuttu.
Gene de Abdullah ibni Zübeyr, Kâbe ve dolaylarında daha yedi ay
tutundu ve kendi öz o ğulları taraf ından bile (70) terkedildikten
sonra, yapt ığı bir çıkış hareketi s ıras ında Cemaziülevvel 73/Ekim
692'de öldürüldü. Böylece Irak ve İ slâm imparatorlu ğunun kalbi
sayılan Hicaz, Haccâc bin Yusuf'un çabalar ıyla Emevi soyuna ka-
zanılmış oldu.

Abdullah ibni Zübeyr gecesini gündüzünü ibadetle geçiren çok


dindar ve emsalsiz bir kiş i idi. Hz. Ebu Bekir'in k ızı Esma'n ın
oğlu idi. Dâvas ında hakl ı ise sonuna kadar savaşmas ını kendisi-
ne annesi sal ık vermi şti. 73 ya şında iken öldürülmü ş olan Abdul-
lah ibni Zübeyr 9 y ıl, hükümet merkezi Mekke olmak üzere hali-
felik etmi ş ve zaman zaman Irak ve M ısır da kendisine tâbi ol-
muştu.
c) Türlü bölgelerde ayaklanmalar : Abdülmelik bu hizmet-
lerine karşılı k Haccâc'a Hicaz, Yemen ve Yemâlne vâliliklerini ver-
di. Irak' ın ve. Hicaz' ın Ş am hükümetine ba ğlanmas ı ile Abdülme
lik'in art ık bundan böyle rahat bir saltanat sürdü ğü belki hat ıra
gelebilir. Ancak böyle olmam ış tır. Çünkü anlatt ığımız bu mücade-
lelerden faydalanan Hariciler güçlenmi ş , eski Akad bölgesi İran'ın
güney bölgesini ellerine geçirmi şler ve canlarını hiçe sayarak dur-
madan sava şmaya koyulmu şlard ı . Bunlardan özellikle Ezrakii ko-
lundan olanlar çok korkunçtular. İbni Zübeyr'in bir süre önce
Abdülmelik'e tâbi olmay ı kabul eden eski vâlisi Muhalleb bunlarla

(70) M. Seligsohn, İA., I., S. 45; Yakühi (Houtsma yay.), II., S. 303 v. öt.;
Muruc üz - Zeheb, V., S. 130 v. öt.)
EMENTi DEVLETI
45

başa çıkamam ıştı . Sonunda Halife, Haccac' ı ve Muhalleb'i daha


önemli bir kuvvetle bunlar ı n üzerine yolladı.
78/697'de Iran'da yap ılan kanlı bir çarpışma sonunda Harici-
ler'in büyük k ısmı kılı çtan geçirildi; geri kalanlar ı da el Ahsa çöl-
-

lerinde oturmaya mecbur edildiler. Küfe valili ğine ek olarak ken-


disine bir de doğu illeri verilmi ş olan Haccâc, özellikle Iran'da çok
şiddet gösterdi. ı Siistan valisi olan Abdurrahman bu zulümlerden
baktı ; önce baş kaldırdı , sonra halifeli ğini ilan etti. 701 yılında ken-
disine karşı yollanan ordular ı yendi. Sonunda Deyr ül Cemâeim'de
-

ve Maskin'de yap ılan savaş lar sonunda yenildi ve kaçt ı .


d) Kuzey Afrika'nın Emevi halifeliğine yeniden bağlanması:
Araplar'ın ele geçirdikleri ülkeler halk ına karşı gururlu davranışla-
rı , özgürlüklerin çok dü şkün olan Afrikal ı Berberiler'i kırdığı için,
onlar en küçük fı rsatlardan yararlanarak islam İmparatorluğun-
dan kapmak yollar ını bulmakda gecikmiyorlard ı. VII. Yüzyılın son-
larına doğ ru, yani Halife Abdültrıelik'in Irak ve Hicaz olaylar ıyla •
yoğun bir şekilde uğraştığı yıllarda durum gene böyle olmu ş, Ku-
zey Afrika, Mısır sınırları na kadar, Islam egemenli ğinden çıkmıştı.
693 yılı nda Abdülmelik, Afrika'y ı bir kez daha Islam egemen-
liği altına almaya mecbur kald ı . Bunun için bir ordu haz ırladı . Bu
ordunun kumandanl ığına Ukbe bin Nâfrnin adamlarından Züheyr
getirildi. Züheyr, Berberiler'i ve bunlar ın mütefikleri Bizansl ılar'ı
yenerek Islam topraklanndan ç ıkardı . Ama Züheyr'in bir dalgınlı-
ğı yüzünden Bizansl ılar yeniden fırsat bulup Berka'ya hücum etti-
ler ve islam ordusunu a ğır yitiklere uğratt ılar.
Abdülmelik Afrika'da yitirdi ği yerleri geri almak için 11as~
bin Nu'man kumandasında yeni bir ordu yolladı . Bu ordu Kayra-
-

van'ı geri al ıp Rumlarla Berberiler'i büyük bir yenilgiye u ğrattı


Araplar bir kez daha Atlas Okyanusuna vard ı lar. Ama çok geçme-
den Berberiler ile öteki â şiretler pek zeki: bir kadı n olan Kahine'nin
emri altında toplandılar ve ellerinden ç ıkmış olan bütün yerleri
yeniden zaptetmeyi ba şardı lar. Islam ordulanmn bir k ısmı şehıd
düşmüş , geri kalanlar da Berka'ya kaçm ışlardı (697) (71).
Kahine bu baş anlannın sayesinde be ş yı l Afrika'da saltanat
sürebilmiş tir. Sonunda 702'de Abdülmelik Hassan bin Nu'man' ın

(71) Rene Basset, Hassan maddesi, İA., C. V. I.


46' Bahriye ÜÇOK

imdadına bir ordu daha yoll ıyabildi. Abdülmelik'in askerleri, bü-


yük bir denizi a şan bir gemi gibi, Kuzey Afrika kabilelerini vara-
rak ilerleme ğe başladığı zaman, Kâhine buna kar şı koyabilmek için
emrindeki ülkeleri bir çöl haline getirme ğe karar verdi. Saraylar,
kışlalar onun emriyle y ıkılıyor, değerli eşyalar götürülüyor, götürü-
lemiyenler parçalan ıyordu. Böylece kasabalar ve beldeler yerle
bir edildi; bahçelerdeki a ğaçlar bile kesilip yak ıldı . Bakımlı Ber-
beri beldeleri, kasvet ve hüzün dolu bir hal ald ı. Müslüman ku-
mandanı Hassan bin Nu'ınan yıkılmış olan bu yerleri birer birer
ele geçirdi. Kâhine Atlas da ğları eteklerinde verilen bir sava şta hala
Bir el-Kâhine denilen yerde katledildi (703). Bundan sonra Berberi-
ler 25 000 süvâri vermek suretiyle bar ış yaptılar. Bu olay Berbe-
iller aras ında islâmiyet'in ak ıl ermiyecek kadar çabuk yay ılmasına
vesile olmuştur. Ne yazık ki, Hariciler yava ş yavaş Afrika'ya göç
etmeğe başladılar ve taşıdıkları nefret duygularını Berberilere de
aşıladılar. Zamanla bu Hariciler Afrika'da a şiret ba şkanlığına ka-
dar yükselebilmi şlerdir. Bu yüzden de Berberiler'in kanl ı sonuç-
lar veren ayaklanmalar ına sebeb olmu şlardır.
e) Yönetim ve maliye'de yenilikler : Bütün bu başarıları el-
de etmek için Abdülmelik, Bizansl ılar'a a şağı yukarı 15 yıldan beri
haraç vererek hiç olmazsa Bizans s ımrlarında barışı korumaya ça-
l ışm ıştı (72). Şimdi artık bu anla şmayı sürdürmek gerekmiyordu.
Abdülmelik, Bizans'la sava şa girdi. Bu sava ş hemen hemen Traz ve
para islahat ı ile aynı zamana rastlamaktad ır. Traz, devlet büyükleri
için özel olarak dokutulan s ırma veya ipek i ş lemdi elbise, bohça
veya mendiller üzerindeki yaz ılara denir. Bu yazılar rumca idi ve
baba-oğul-ruhülkudüs, yani teslis duas ını taşırlard ı. Birgün Abdül-
melik; kendi meclisinde otururken bir bohça görerek, üzerinde yaz ılı
olan rumca bir ibareyi anlamak istedi. Yaz ılar kendisine tercüme
edildiğinde bu islâmiyet'e yak ışır mı ? Böyle yaz ılar taşıyan bohça-
lar nasıl olur da İslam ülkelerinde kullan ılır diyerek rumca traz ı
yasak edip onun yerine «la ilahe illahu» yazılmasını emretti. Bun-
dan böyle İslam ülkelerinde trazlar arapça oldu (73).
Arap İmparatorlu ğunda halifeler taraf ı ndan darbedilen üzerle-
rinde farsça veya yunanca yaz ılı , hatta ate şgedeli veya haçl ı paralar

(72) Belâzuri, Futuh ül-Buldân (Z. K. Ugan çev.), I., S. 257.


(73) Cörci Zeydân, Medeniyet-i İ slâmiye Tarihi, I., S. 120 - 1; W. Barthold,
İslâm Medeniyeti Tarihi, S. 25.
EMEV İ DEVLET İ
47

bulunmakla birlikte, bunlar tam anlam ıyla tedavül etmemi ş, devle-


tin batı bölgesinde Bizans, do ğu bölgesinde ise Iran paralar ı kulla-
nılmışt ı.

Abdülmelik trazı rumcadan arapçaya çevirmek isteyince, Bi-


zans imparatoru IL Justinianusu (685-711) tahttan bir süre için in-
dirmiş olup Kırıma sürmüş bulunan geçici Imparator Leontius
(695-698) dinarlar üzerine Peygamber'i küçültücü ibareler bast ıra-
cağ' ını bildirerek tehditte bulundu. Halife bunun üzerine devletin
ileri gelenleri ile görü şmeler yaparak, alt ın ve gümüşten dinar ve
dirhemler darbettirdi (74). Bu paralar ın bir yüzüne Hz. Peygam-
ber'in ad ını koydu, sonra bunları İmparatorluğun bütün bölgelerine
yollayarak, bunlardan ba şka bir para ile al ış veriş edecek kimseleri
idam cezas ı ile tehdit etti. Ertesi y ıl Haccâc bin Yusuf, halifenin
yaptığı bu iş i Küfe'de taklit ederek onu izledi(75).
Abdülmelik zamanına kadar İslam ülkelerinde resmi dairelerde
defterler ve yaz ışmalar, o memleketin halk ının dili ile olur ve bu dile
aş ina yerli memurlar arac ılığı ile işler yürütülürdü. Orn. Mısı r di-
vanını n, yâni hükümet dairesinin resmi dili yerli halk ın dili olan
kıptice idi; memurları da ,kıpti idiler. Şam'da resmi dil rumca ve
memurlar da bu dili bilen yerli hristiyanlar idi. Irak'ta ise resmi
dil farsça, i şlere bakanlar da bu dili bilen yerli memurlar idi. Ab-
dülmelik her tarafta resmi dilin arapça olmas ını ve yönetimin de
Müslüman memurlara verilmesini emretti (76).. Böylece ülkenin
her yönüne arapça yay ılmış, birçok yerlerde yerli halk anadillerini
unutarak kendilerini Arap saymaya ba şlamışlardı .
Abdülmelik İmparatorlu ğun birliğini elinde bulundurmak için

(74) Ebu'l - Ferec, Tarih, I., S. 188; Belâzûri, Futuh, II., S. 374 - 9; esasen
dinar o zamanki alt ın, dirhem de gümü ş paranın adıydı ; fels ise ma-
halli olarak da bast ırılan değeri az bak ır paraya denirdi.
Mus'ab ibni Zübeyr ve Abdullah ibni Zübeyr zamanlar ında az ölçü-
de dirhem bastırıldı .
(75) Hicri 75 yılında Haccâc Bagliye dirhemleri darbettirdi, üzerine Bismillah
el Haccâc yazdırdı . Bir yıl sonra Allahu ahad, allahu s samad hâket-
- -

tirdi, fıkıhçılar bunun yaz ılmasını mekruh gördüler; bundan dolay ı bu


paralara mekrühe adı verildi; rivâyete göre Arap olm ıyanlar da bu dir-
hemlerin eksikliğini gördükleri için makrûhe demi şlerdir. En iyi paralar
Hubeyriye, Hülidiye, Yusufiye paralarıdır. Bunların gümüşleri saflaştı-
rılmıştır ve miktarları eksik değildir.
(76) Belâzuri, Futuh, I., S. 312 ve II., S. 99.
48 Bahriye ÜÇOK

zimmilere tan ınmış olan özgürlükleri hissedilir derecede azaltt ı .


O kendi saray ı na da o zamana kadar mevcut olm ıyan bir hava ge-
tirdi. Selefleri, uyruklar ı na her zaman eski Arap kabile şefleri gibi
muamele etmi şlerdi. İ lk olarak o, bir hükümdar tavr ı ile ortaya
çı ktı . Teokrasinin bir temsilcisi olarak din bilginlerine büyük bir
nüfuz bahsetti. Dini vazifelerini de büyük bir dikkatle yerine getir-
di. Bununla birlikte hiçbir zaman mutaass ıp değildi; hatta I. Yezid'e
hizmet etmi ş hristiyan şair el Ahtal'i bile sarayında alakoymaktan
-

çekinmemi şti (77).

Yukardan beri aç ıkladıklarımızdan görüldüğü üzere Abdül-


'Delik _t ıpkı I. Muâviye gibi, parçalannu ş olan islam devletini bir
kez daha tek bayrak alt ında toplamayı başarmış , bu yolda kendi-
sine büyük yard ımlarda bulunan Haccâc bin Yusuf elde etti ği bü-
yük iktidar ve nüfuza ra ğmen hâlifeye sadakatten ayr ılmayı bir an
için bile düşünmemiştir. Netekim giri ştiği şiddet hareketleriyle
devletin siyasi vandetini takviye eden, imparatorlu ğun belki yarı-
sı na hâkim bulunan Haccâc, kendisini Halifenin sad ık bir hizmet-
karı saymış , valileri de alelâcle bir memur durumuna getirme ğe
çalışmıştır.

Vasıt şehrinin kurulmas ı, Basra'nın bataklık alanlarına zen-


cilerin yerleştirilmesi (78) de kabilelerin mahalli otoritelerini k ır-
maya yöneltilmi ş bir hareket olarak kabul edilebilir. Haccâc'a <zâ-
lim» adı tak ılmıştır. Gerçekten de çok adam öldürmii ştür. Ama
imparatorlu ğun bütünlüğünü sarsan Hariciler'i y ıldırmak için, o
zamanlar başka türlü hareket edemezdi. Haccac' ın şiddetli hare-
ketleri sonundad ır ki, Haricilik, propagandas ını açıktan açığa de-
ğil, gizli yapan bir mezhep haline gelmi ştir. Bütün tethi ş hareket-
lerini, Peygamber taraf ından kurulmuş olan teokratik devlet ge-
leneğini sürdürmek amac ıyla yapt ığı söylenebilir.

703 yılına kadar saltanat ı çekiş me ve didinmeler içinde geçen


Abdülmelik, 705 yılında öldü. Babas ı Mervan taraf ı ndan veliaht
olarak gösterilmi ş bulunan Abdülaziz ölmüş olduğundan Velid bin
Abdülmelik hiçbir itirazla kar şılaş madan hilafet taht ına oturdu.

(77) Brockelmann, Islam Milletleri ve Devletleri Tarihi, S. 74.


(78) Cl. Huart, Histoire des Arabes, I., S. 268; Haccâc 702 y ılında KıCıfe ile
Basra'dan Medain ve el - Ahvaz'den ayn ı uzaklıktaki bir yerde Vâs ıt'ı
inşa ettirdi.
Abdülmelik adına basılmış bir para.

Stanley Lane Poole, Oriental Collection C. IX. London 1889, PL. II. Nu. 59.
EMEV İ DEVLET İ 49

H) Müslümanlar'ın Orta Asya'da savaşları : Abdülımelik'in tah-


ta çıkışı ndan 4 yı l önce Orta Asya'da Elteriş Kagan (= Kutluk
Han) 681'de Göktürk devletini yeniden kurmu ştu. Yeni Göktürk
-

devletinin ikinci bakanı Kapagan Han (691-716) bazı Türkleri, bu


arada Türkeşleri, Karlukları egemenliği altına aldığı sırada, Kutluk
Han'ın oğlu Kül Tigin'i Sudakları bir düzene sokmak üzere Mave-
-

raünnehr'e yolladı (79). Bu s ırada Abdülmelik Horasan valiliğini


Haccac'a vermi ş ti. Haccâc kendi emrindeki en ımeşhur kumandan-
ları Türk ellerine saldırtt ı. Bunlar kolay başarı elde edemiyorlar-
dı . Ancak Türk beyleri aras ındaki rekabet bunlar ın işine yarıyor-
du (80). Sonunda Haccâc, Kuteybe bin Müsılm.'i Türk ellerinin
fethine memur etti (705). Çok kan dökücü bir kumandan olan
Kuteybe, Türk beylerinin uzakta bulunmas ından yararlanarak To-
haristan'da baz ı şehirleri aldı ve ticaret merkezlerinden Baykent'e
yürüdü (707). İki ay uğraştıktan sonra halk ı teslim olmaya mec-
bur etti. Araplar Baykent'e barış yaparak girdiler ama şehrin zen-
ginliğini görünce ya ğmaya koyuldular, bu güzel şehri birkaç gün
yağma ettikten sonra yaktılar, yıktılar. Şehirde eli silah tutan ne
kadar - Türk varsa hepsini öldürdüler; kad ın ve çocukları esir edip
Horasan'a gönderdiler. Kuteybe, Baykent'ten sonra Talkan mamur
şehrini harabeye çevirtti; halk katledildi, bu i şten yorulanlar Türk-
leri sıra sıra ağaçlara ast ılar. Talkan yolunun 6 km. lik bir k ısmı
böyle asılmış insanlarla çevrildi (81). Kuteybe 12 y ıl zengin ve
mamur Türk şehirlerini yıkmakla uğraştı ; işitilmedik vahşetler
işledi; geçti ği yerlerde yan ık kokusundan ba şka birşey bırakmadı,
ama gene de kesin .bir sonuç alamad ı. O kadar ki, Seınerkant
Türkleri Kuteybe'ye vergi vermeği kabul eden Hanlar ı Tarhun'u
tahttan indirdiler (82); yerine Gurak Han ı geçirdiler (709) ve sa-
vaşmaya devam ettiler. Kuteybe ancak alt ı yıl uğraştı ktan sonra
Semerkand'a girebildi (711). Harezm bölgesinde de ayn ı facialar
oldu. Kuteybe zengin ve bak ımlı Harezm şehirlerini yağma ettik-
ten sonra kardeşi Abdurrahman'ın esir etti ği 4000 Türk gencini
öldürttü. Emevilere yaranmak için Kuteybe her geçti ği yeri hara-

(79) Coşkun Üçok, Türk Hukuk Tarihi Dersleri, S. 16.


(80) Belâzuri, II., S. 282 v. öt.
(81) Taberi, IV., S. 168; Gibb, Ortaasya'da Arap Futuhat ı, S. 32.
(82) H. A. R. Gibb, Ortaasya'da Arap futuhat ı, S. 31.
50 Bahriye ÜÇOK

beye çevirdi. Onun oynad ığı bu dram kendi âsi askerleri taraf ın-
dan ba şı kesilinciye kadar devam etti (717) (83).
Kuteybe'den sonra Maveraünnehr'de Türkler birle şip Arap-
lafı yurtlar ından sürüp ç ıkardılar; yaln ız Buhara ve Semerkant
gibi Araplar, iranl ılar ve Müslüman olmu ş Türklerle nreskun şe-
hirlerde mü ş terek bir yönetim kurulabildi.
Emeviler'in Horasan valisi E şres hiç olmazsa Buhara ve Se-
merkant bölgelerinde tutunabilmek için Islam dinini kabul edecek
olan Türkler'den cizye al ınmamas ını uygun gördü ve bunu ilana
mecbur oldu. Bu ilan ayn ı zamanda, Müslüman olacak Türkler'e,
Araplar'la e şit haklar verilece ğini de ihtiva ediyordu. Tahammül
edilemiyecek kadar a ğır olan cizyeden kurtulabilmek için Buhara
ve Semerkant Türklerinden birço ğu İslam dinini kabul ettiklerini
bildirdiler. Ancak halkın çoğu Islam dinini kabul edince, gelir bir-
denbire azald ı ; Buhara bölgesini Emeviler'in bir malikânesi sayan
Şam sarayını tela ş aldı . Müslüman olan Türklerden de Cizye al ın-
makta devam edilmesi yeniden emredildi (84). Islamiyet'e ayk ırı
olan bu emir yeni ayaklanmalara sebeb oldu. Bu tarihlerde Seyhu ıı
irmağı boylarnıda da Türke ş devleti kurulmu ştu. Maveraünnehr'de
Müslüman olmu ş veya olmam ış bütün Türkler toplan ıp Türkeşle'-
i in Hani Suluhan'dan yard ım istediler. Suluhan yard ıma koşup
Araplar' ı Maveraünnehr'den sürüp ç ıkardı . Toharistan' ı da Arap-
lar'dan kurtard ı . Fakat Suluhan'dan sonra Türke şler kara ve sarı
diye ikiye ayr ılınca, bu iki grup aras ında sava şma başgösterdi. Bu
savz,smalardan yararlanan Araplar yeniden ç ıkarıldıkları yerlere
girebildiler, ama teker teker her beylik gene de kendi topraklar ı-
nı yıllarca savundu.
Yüzyıl kadar süren Türk-Arap anla şmazlıklar' ve çarp ışmala-
rı na, hatta Araplar' ın Tibetlilerle yapm ış oldukları anlaşmaya rağ-
men, Maveraünnehr ve Toharistan Türklerinin hemen hepsi de
varlıklarını koruyabiliyorlard ı .
Araplar' ı n Türkler için izledikleri siyaset zulüm ve tenkil ile
özetlenebilir. Arapç ıl ık siyasetini izliyen Emeviler devrinde Arap-
lar, Türkler'e Müslüman olsalar bile yukardan bak ıyorlar, kendi-

(83) Bel'azuri, Futuh, II., 285 - 301. Belâzuri S. 301'e göre Kuteybe hâl'a. ha-
yattadır.
(84) Belâzurı, Futuh, II., S. 314.
EMEV İ DEVLET İ 51

lerini Türklerden pek üstün görüyorlard ı. Türklerin ister malları


ister canları olsun, kendileri için helâl say ılıyordu. Bu husus özel-
likle cizye toplarken aç ıkça görülmekte idi. Halifeler Şam saray-
ları= israf giderlerini kar şılıyabilmek ve eğlencelerine gerekli
mali kaynakları sağlıyabilmek için komuta-nlannı yağmacılığa teş-
vik ederlerdi. Yüz yı la yakın bir zaman boyunca yap ılan bu yağma
ve tahripçiliğin sonu şu oldu ki, Türk topraklarındaki sanat eser-
leri mahvoldu. Emevi halifelerinin bir k ısmı (Ömer ibni Abdül-
aziz gibi bir iki hükümdar d ışında) yüksek islâm dinini yaymak
amacı ndan çok, zengin ülkeleri ya ğma etmek, yeni gelir kaynakla-
rı bulmak için ak ınlar yaptırıyorlardı. Türkler ise mevâll mertebe-
sinde yaş amak istemedikleri için, İslâm dinini kolayca kabul etmek
yolunu tutmamışlardı . Ancak Emeviler aleyhinde Şuubiye hareketi
oluşmaya başladıktan sonradır ki, Türkler Müslüman olmay ı kütle
lıâlinde benimsemi şlerdir.
I) Şuubiye hareketi : Ş'ab kökünden gelen bu kelime Müslü-
man Araplar'ı n gitikleri yerlerde hukuk ve siyaset bak ımından ken,
şka kavimler üzerinde üstünlük kurma çabalar ına karşıdineba
çıkan sosyo-politik ak ımı ve bunun mensuplann ı ifade eder. Şuubi-
ye yandaşları bütün Müslümanlar' ın eşitliğini kabul ettikleri için
kendilerine Ehl üt-tesviye yâni eşitleştirme yandaşlan adını verirler-
di. Daha Hz. Ömer zamanında, onun ünlü adâletine ra ğmen, Araplık
taassubu aç ıkça görülmeğe başlamıştı . Yabancı ırk ve uluslardan
olan dindaşlanna karşı (bir iki halife dışında) Kitap ve (Sünnete uy-
mayı akıllarına getirmeyen Erneviler zaman ında, Araplar. ın siyasal
ve hukuki baskısı son haddine varm ıştı. İşte birden bire .çök geni ş-
leyen Emevi imparatorlu ğu zamanında Allah'ı n ve Peygamber'in
eşitlik emirlerine ra ğmen (bk. Cörci Zeydan, Medeniyet-i İslâmiye,
IV., S. 257-258), Arap'tan ba şka Müslümanlar asla Araplarla e şit sa-
yı lmıyor, tersine onların kölesi gibi kabul ediliyorlar& O derece
Arap asabiyeti ile hareket ediliyordu ki, Arap olmayan bir anadan
doğan bir prens tahta geçen ıiyor, bir Türk veya İranlı'nın arkas ında
bir Arap namaz k ılmıyor araptan gayr ısı ile bir arab evlenemiyor,
(Zeydan IV, 167-168) ve Arap, Arap'tan gayri bir kimse ile dola şa-
mıyordu (bk. İkd ül-Ferid, II., S. 73).
İşte bu arap şovinizmi'dir ki, bir tepki yaratt ı ve o zamana ka-
dar süregelen bu bedevi asabiyeti kar şısında Araplar dışı nda kalan
ulusların kavim bilinçleri uyand ı. Emeviler zaman ında başlayarak,
onların yıkılması nda olumlu bir rol oynayan bu psikolojik tepki
52 Bahriye ÜÇOK

Abbasiler devrinde Araplar' ı pek sevmiyen Halife Mansur zamanın-


dan itibaren türlü sebeblerle yava ş yavaş güçlendi ve Halife Me'mun
devrinde büyük bir sosyo-politik ak ım niteliğini kazanarak siya-
sal hayatta da etkisini gösterdi. Öyle ki az sonra Mu'trısmı zama-
nında Araplar' ın ödeneklerinin kesildi ğini valiliklerden uzaklaştı-
,

rıldıkları m bile görmekteyiz. Zira Abbasi ordusu sadece Arap as-


kerlerinden meydana gelmi ş bir kuvvet olmayıp türlü uluslardan,
bu arada en çok Türkler'den olu şmaktaydı . .1
Ancak Halifeler nas ıl Araplar'dan, Kurey ş soyundan, iseler,
devletin resmi dili, saray dili, yâni kültür dili de öylece Arapça
olmakta devam etmi ştir. Abbasiler'in siyasetlerinin temeli ise sün-
ni Müslümanlıktı (85).
İşte Araplar'ın Abbasoğulları zamanında Müslüman uluslara
tanımış olduğu özgürlük ile Arap siyasal ve sosyal bask ısı geniş
çapta kalk ınca, Arap'tan ba şka Müslümanlar, Araplar'a karşı ken-
di kavıni geleneklerini ve tarihi şereflerini, dillerini açıktan aç ığa
korumaya başladılar. Arap olmayan bir tak ım şair ve yazarlar s ırf
bu inancı savunmak amacı ile şiirler ve türlü kitaplar' yazd ı-
lar (86). Buna kar şı Araplar da harekete geçtiler; her iki yan bir-
birlerini küçültücü yayınlara başvurdular. Bu arada ad ının yazıl-
ması gerekli biri varsa, o da İbni Kuteybe'dir. O, Araplar' ın öteki
bütün uluslardan üstün oldu ğunu savunan «Tafdil ii1--Arabl» adlı
kitabını sırf bu amaçla kaleme alm ıştır.
Bu iki z ıt partinin ortas ında olup hiç bir yan ı tutmayanlar da
vardı . Bunlar İslam ümmetini içinde olan türlü uluslar ın, hatta
Müslüman olmıyanların bile, faziletlerine ve meziyetlerine dair
eserler yazd ılar. Abbasi ordusunu oluşturan türlü ulusların, çoğun-
lukla Türkler'in meziyetlerine dair Câhiz taraf ından yazılar kale-
me alındığı gibi Ebu Hayyan-i Tevhidi'nin Araplar'ın, Yunanlılar'
ın, İranlılar'ın, Hindliler'in özel meziyyetleri hakk ındaki yazdık-
ları örnek olarak gösterilebilir. Bir kere daha söyliyelim ki, Şuu-
biye akımı Arap olmayan Müslümanlar' ın Arapçılık ideolojisi gü-
den ve tahakküm etme ğe uğraşan sınıfa karşı ulusal bilinçlerinin
uyanrnas ı, onlarda eski ahlaki edebi ve siyasi geleneklerin yeniden
canlanması ve değerlenmesidir (87).

(85) Barthold, islâm Medeniyeti Tarihi, S. 100.


(86) Cörci Zeydân, IV., S. 258.
(87) bk. F. Köprülü, (Barthold) Islâm Medeniyeti Tarihi, S. 100.
EMEVi DEVLET İ 53

Gerçekten de ilk zamanlarda Şuubiye hareketi dini-siyasi ba-


kımdan Islam birliğini zayıf düşürmek gibi zararl ı bir sonuç do-
ğurmuş ise de buna kar şılık gene Islâm çevresine kuvvetli bir
özgürlük havas ı da getirmi ş, Araplar'dan ba şka ulusların dillerine,
geleneklerine, tarihlerine de ğer verilmek gibi yararl ı sonuçları
doğmuş tur. Böylece islâm kültürünün yükselmesine, bunun etkisi
pek büyük olmuştur (88).
J) I. Velid'in halifeligi : a) Asya'da fetihler : I. Velid bir kez
daha islâm silahlar= imparatorlu ğunun her yönündeki s ınırları-
nı n ötesine götürdü. Anadolu'da baz ı yerler kuşatmalardan sonra
Araplar' ın eline geçti. Mesleme bin Abdülmelik Anadolu'da Herak-
lea (Ereğli) ile Amoria (Ammuriye)'yi zaptetti, fakat İstanbul üze-
rindeki emellerini gerçekleştiremedi. Do ğudaki fetihleri Haccâc
valisi . bulunduğu İrak'tan yönetiyordu. Buhara, Semerkant, Fergana
ve Kâşgar Araplar' ın eline geçiyordu. I. Velid'in valilerinden olan
Muhammed bin Kasım, Sind ile Blucistan arasındaki bölgelerde
oturan aş iretleri yola getirmek için aç ılan savaşlar sonunda Sind,
IViultan ve Pencab'ı Arap imparatorlu ğuna ,katmıştı (96/715) (89).
b) I. Velid'in imar işleri: I. Velid, Ömer ibni Abdillaziz'i Hi-
caz vâliliğine getirmi şdi. Ömer ilmi Abdülaziz metin, itidalli oldu-
ğundan ve milletin refah ından başka birşey düşünmediğ inden yö-
nettiği ülke halk ı huzur ve mutlulu ğun tadını tattı.. Haccâc' ın zul-
münden kaçan birçoklar ı Irak'ı bırakıp Hicaz'da rahata kavu şuyor-
lardı . O, I. Velid'in emri ile Hz. Peygamber'in e şlerinin evlerini
satın aldı ve bu evlerin yerlerini camiye katt ı (90). I. Velid zama-.
nında mescitlere minareler yap ılması emredildi. Ama Belâzûri'ye
göre ilk minare I. Muâviye zamanı nda Basra camini onaran vali
Ubeydullah bin Ziyâd tarafından yapılmıştı r (91). Ömer ibni . Ab-

(88) Bu konu için Mısırlı yazar Ahmet Emin ve Abdülhamid'in Fecr ül -


islâm (1347), ve Sahih ül - Islâm (1351) adl ı eserlerine bakınız.
(89) Kuzey Hindistan'da büyük zaferler kazanan Muhammed bin Kas ım
hiçbir suç işlemediği hâlde, Hi şâm tahta geçince, Haccâc ile akrabal ığı
yüzünden onu zincire vurdurtup Irak'a getirtti ği zaman Hindliler, Mu-
hammed bin Kas ım'ı kaybettikleri için a ğladılar Kireç'te onun heykeli-
ni yaptılar. Belâzûri, IL, S. 332.
(90) Taberl; a.g.e., IV., S. 152.
(91) Ama Belâzuri'ye göre (II., S. 177) ilk minare Basra'da I. Muâviye za-
manında, Basra camiini tamir eden vali Ubeydullah bin Ziyâd taraf ın-
dan yaptınlauştır.
g4 Bahriye Üçok

dülaziz, Yezid ve Abdülmelik zamanlar ında yıkılmış olan yerleri,


yâni Mekke'nin yak ılıp yıkı lması ndan ötürü meydana gelen harap
.

yerleri yeniden onararak, özellikle Medine'de devlete ait pek büyük


binalar, su kemerleri, yollar ve geçitler in şa ettirmiştir. Fakat bü-
tün bu çabalar ına rağmen, Haccac' ın çevirdiği entrikalarla, Hicaz
vâliliğ inden azledilmi ştir.
I. Velid, Irak'ta su kanallar ını onart ıp, suların düzenli olarak
tarımcılara dağıtılması , uzunluk ve ağırlık ölçülerinin ayarlanmas ı
gibi devletin pek hayırlı işleri ile uğraşm ıştır.
Ayrıca Şam'da İ slam mimarisinin en üstün zevk örneklerinden
birisi olan ve bugün hâla, Timur taraf ından uğratıldığı tahribata
ve 1892'de geçirdi ği yangına rağmen (sonradan restore edilmi ştir)
görenlerin hayranl ıkla seyrettikleri Büyük Emevi camiini de büyük
meblağlar sarfıyla I. Velid yaptırmıştır.
ca) Afrika ve Ispanya'da fetihler : I. Velid zaman ında Afri-
ka seferlerine devam edildi. 708 y ılında Afrika kumandan ı olan
Hassân bin Nu'mân bölgesini iyi yönetmesine ra ğmen, azledildi
onun yerine Musa bin Nusayr tâyin edildi. Hassan' ın Afrika vâlili-
ğinden ayrılması Berberiler'e ayaklanma f ırsat ı verdi. Fakat yeni
vali Musa onları çabucak yola getirdi. Musa ve o ğulları bütün Rum:
ları Afrika'dan koydular. Bar ış ve düzen yeniden kuruldu; böylece
aşiret başkanları Musa'ya bağlandılar. Musa sağa sola birçok din
öğretmenleri yollayıp Berberiler aras ında Müslümanlık'ı iyice yayd ı.
710-715 aras ında Akdeniz adalarında bulunan Bizanslılar üzerine
asker göndererek Mayorka ve Minorka gibi yerler islâm'a kazan ıl-
mış oldu ve bu yerlerde birçok güzel binalar yap ıldı. Haccâc' ınki ile
kıyaslanırsa, Musa'nın yönetimindeki topraklar daha büyük idi
(Mısır'dan Atlas okyanusuna kadar); ama Musa bu geni ş toprak-
lara yeni bir ülke daha katacakt ır ki, bu da İspanya'dır.
İ spanya bu sırada hiçbir zaman olmad ığı kadar çökmeye yüz
tutmuştu. Romalılar zamanında olduğu gibi yüksek s ınıf vergiden
muaf tutulmuştu. Orta sınıf ağır vergilerle ezilmiş, zanaat ve zi-
raat hemen hemen yok olmu ş, ticaretten ise bir iz bile kalmam ış-
tı . Toprak sahipleri saraylar ında zevk ve eğlence ile ya şarlarken,
köleler topra ğı işlerlerdi ama, ne kadar i ş leyebilirlerse. Ispanya'da
çokça ya şıyan Museviler hükümdann, rahiplerin ve asillerin i şken-
celerinden inlemekteydiler. Bir aral ık tedbirsizce ayakland ılar, bu
EMEV İ DEVLET İ
55

yüzden çok korkunç bir katliama u ğradı lar, öldürülmiyenler esir


edildiler. Ihtiyar ıesirlerin dinlerine kar ışılmadı ama, gençler Hris-
tiyan olmak zorunda b ırakıldılar. İşte bu olayların geçtiği sırada,
yâni Musa bin Nusayr, Afrika'ya tayin edildi ğinde Rodrik İspanya
kıralı Viçia'yı tahttan indirip öldürterek iktidar ı eline alm ıştı. Ah-
laken kötü olan Rodrik, Susa valisi olan Jülien'in k ızına tecavüz-
de bulunmuş tu. Bundan ötürü Jülien, Rodrik'ten öç almak amac ıy-
la Musa'yı İspanya'yı fethe ça ğırdı . Musa, Halife I. Velid'in de izni-
ni alıp, Şerif adındaki bir subayın' ke:şfeıtsin diye Güney- İ spanya
bölgesine yolladı . Aldığı elveri şli haberler üzerine en de ğerli ku-
mandanı olan azatl ı kölesi Tarık bin Ziyad'ı 7000 ıkişi ile 'Ispanya'
ya geçirdi (711) (92).
Bu bölgenin Got valisi topladığı üstün kuvvetlerle Tar ık or-
dusunu karadan ku şattı . Yalnız kıyı açık kalmıştı . Tank çekilmek
umudunu yitirmek için limandaki gemileri yaktırdı ; ordusuna hi-
taben: «Sabır ve sebat ederseniz zafere ula şırsınız, Endlüs'ü fet-
hederiz. Aksi halde dü şman hepimizi denize döker» dedi ve sonra
düşmana saldırarak onu yendi. Geri kaçanlar ı koğuşturarak Kadis
dolaylarına geldi. Rodrik bütün imkanlann ı toplamış , 90 000 kişi-
lik ordusuyla onu" Kadis'in güneyinde kar şılamışti. Savaş , yâni
Kadis savaşı 8 gün sürdü. Tank' ın ordusunda çözüntü ba şlamak
üzereydi; askerlerden kimisi kaçmaya yeltenmi şlerdi bile. Tank
atına atladı ve kaçanlara a şığadaki çağrıda bulundu: «Ey Magrip'li
gaziler, ey Müslüman kahramanlar nereye gidiyorsunuz? Gafilce
hangi yere kaçmak istiyorsunuz? Dü şününüz ki, önünüz dü şman an
kamz deryad ır. 'Sizin için çıkar yol fıtri şecaatinize dayanarak ve
güvenerek savaş meydanında durmak ve dayanmakt ır. Ey süvariler
bana bakın ve benim gibi yap ı n». Bu çağrının ardından at ım dört
nala kaldırıp düşman ordusunun üzerine yürüdü. Süvarileri kendi-
sini izlediler. Tarık düşman sanca ğının olduğu yere sald ınyordu.
Orada başında tac ı olduğu halde bir araba içinde kral Rodrik'i sez-
di, derhal ona yönelerek k ılıcı ile onu kalbinden vurdu. Kendisini
izliyen askerleri de dü şman ordusunu kılı çtan geçirdiler. Kral ın ölü-
mü ve ordusunun tam yenilgisi Got devletinin y ıkılması ve tarihte
Kadis savaşı denilen bu savaşın da İ slam zaferiyle bitmesi sonu-
cunu doğurdu.

(92) Belâzurl, a.g.e., I., S. 372 v. öt.


56 Bahriye ÜÇOK

Bu başarıyı öğrenen Musa bin Nusayr 10 000 süvari, 8000 pi-


yade ile Ispanya'ya geçme ğe karar verdi. rank'a kendisini bekle-
mesi haberini yolladı. Tarık yenilmiş düşman ordusunun ba şı boş
kaçışı na göz yumarak, onlar ın yeniden birleşmesine fırsat verme-
mek için koğuşturmanı n yerinde olaca ğını düşündü; ordusunu üç
kola ayırdı , ortadaki kola kendisi kumanda etti. Yan kollar ı gü-
vendiği baş ka kumandanlara teslim etti. Her biri bir hedefe do ğru
ilerlediler. Kurtuba'ya, kadar olan şehirler bu üç kol taraf ından
fethedildi. Dü şman ordusu kuzeye doğru kaçmakta iken, Tuleytula
(Toledo)'mn önüne gelindi. Tank buray ı kuşattı . 712'de şehir Ta-
r ık'a teslim oldu. Böylece 350 y ıllık koca bir devleti ortadan kald ı
rıp, taç ve taht ı ele geçirdi. Tarık Tuleytula'da hükümdar saray ına
girdiği zaman 25 Got kralının değerli ta şlarla süslü taçlarını yan
yana dizilmi ş buldu.
Musa bin Nusayr, Vadi (Guadalquir) ırmağının denize
döküldüğü yer yakınında İ spanya kıyısına çıktı . Tarık ordusunun
batı yönünden yürüyerek İşbiliye (Sevilla)'ye geldi. Oradan Luzita.
niya (aşağı yukarı bugünkü Portekiz) topraklar ı üzerinden istilaya
ba şladı. Bir aralık geri dönerek Merida'yı kuşattı . Birçok Got bü-
yükleri, bu arada Got kral ının eşi de burada bulunuyorlar& Musa
bu kaleyi bir türlü zaptedemedi. Sonunda Afrika'da yerine b ıraktığı
oğlu Abdülaziz'den yardım kuvvetleri ald ı . Bu sayede ancak kaleyi
teslime razı etti. Musa buradan rehine olarak Rodrik'in kar ısını ve
birkaç asilzadeyi al ıp Tuleytula şehrine doğru yola koyuldu ((93)
Tank'a gelince bu s ırada Kastilya topraklarını tüm ele geçirmişti
Musa kendi kumandanlann ın bunca zaferlerini ho ş karşılayacağı
yerde, kıskandı . Tarık bin Ziyad'ı kendisini beklememiş olmakla
suçladı. Ganimet olarak ele geçen ve Maide-i Süleymani denilen bil
tepsiyi Halifeye göndermek için istedi. Bu tepsi gayet büyüktü ve
iri zümrütlerle i şlenmişti ve 36 ayaklıydı . Bir rivâyete göre Hz. Sü-
leyman zamanından kalmış ve nasılsa Kudüs'ten ispanya'yagelmi ş-
ti. Tank tepsiyi verdi ama, onu ele geçirenin kendisi oldu ğunu ge-
rektiğinde ispatlayabilmek için bir aya ğını koparıp sakladı . Musa,
Tankı başkumandanlı ktan azletti. Bu durum hükümet merkezi
Şam'a aksetti. Halife taraf ı ndan gelen bir ihtar ve takdirname ya-
zısı üzerine Musa, Tank'tan özür diledi ve böylece ban ştılar. Arap

(93) tbn ül - Esir, el - Kamil fi't - Tarih, IV., S. 122-3.


EMEVi DEVLET İ
57

ve Berberi iki kumandan kuzeye do ğru fetihlere koyuldular. Abdül•


aziz bin Musa, doğu ve güney bölgelerde ilerlerken, Tar ık ise Tajo
Irmağı vadisine girdi buradan İber (Ebro) Irmağı vadisine geçerek
Saragossa'yı ,kuşattı . Musa bin Nusayr da Tânk'a destek olmak
üzere onunla buluş tu. Saragossa zaptolundu. Oradan İ slam orduları
iki kola ayrılı p Pireneleri a şarak Fransa'n ın güneyinde bulunan
Narbonne şehrine ula ştı klannda Halifenin geri dön emrini alarak,
Pireneler'in güneyine çekildiler' Asl ında koca bir yarımadadaki Gol
devleti bir avuç Arap ve Berberi kuvvetleri önünde acz içinde kal-
mıştı .
Tânk'ın bu başarıları karşı sında Musa ona muhabbet yerine
kin ve kıskançlık beslemekteydi. Tank elde edilen ganimetin 1/5'ini
Halifeye göndermekte gerisini de askerler aras ında üleştirmekteydi
Bu ise Musa'yı ayrıca kızdıırıyordu. Zira bütün ganimeti kendisi-
ne saklamaktayd ı . Sonunda iki kumandan aras ındaki geçimsizlik
Şam'da duyuldu ve her ikisi de muhakeme edilmek üzere merke-
ze çağrıldılar. Ancak bu s ırada I. Vebd ölmü ş ve yerine Süleyman
bin Abdülmelik (715) geçmişti Önce gelen Tank' ın ifadesiyle,
sonradan gelen Musa'n ın ifadesi al ındıktan sanra, Musa'nın birçok
hususlarda şöhreti kendisine maletmek istedi ği, Maide'i Süleyma-
nrnin ayağı ile de ispatlandığından kendisine küçültücü muamele
lerde bulunuldu (94); Musa bundan o kadar üzüldü ki, k ısa bir za-
man sonra öldü.
Tank ve Musa, İ spanya'dan ayrıldıktan sonra Musa'n ın orada
kalan oğlu Abdülaziz, Magrib ve Endülüs'e Emir tayin edildi. Ab-
dülaziz yönetim merkezini Tuleytule'den İşbiliye'ye nakletti. Mu-
sa'nın ve Tank'ın her ne sebeble olursa olsun İspanya'dan Şam'a
çağnlmalan hiç de iyi.olmam ıştı . Hatta bu, Islam dini için büyük
kayıpların başlangıcı olmuştur. Zira kumandanları ndan yoksun kal-
mış olan İ spanya'daki Müslüman garnizonlan, kar şılarında git gide
güçlenen bir avuç Hristiyan ın ileride çıkaracaklan büyük yang ının
ilk kıvılcımları olduklarını farketmerni şlerdir.
cb) İ spanya'mn fethedilinesinin sonuçlar ı : Ispanya'nın Müs-
lümanlar tarafından fethedilmesi pek büyük bir sosyal devrim
meydana getirmi ş tir. Çünkü rahiplerin ve asillerin daha önce mev-
cut olan sınırsız hakları İslam egemenli ği ile ortadan kald ırıldı.

(94) İbn ül-Esnr, a.g.e., IV., S. 124.


58 Bahriye ÜÇOK

Zanaat erbab ınm ve köylülerin ödedikleri a ğır vergiler kald ırıla-


rak yerlerine orant ılı ve adil vergiler konuldu. Gayrimüslimler
cizye veriyorlardı ama, bu cizye mali durum göz önünde tutularak
kademeleştirilmiş ve taksite de ba ğlanmıştı. İspanya sava şları sı-
rasında beldeler ve kasabalar baz ı mali imtiyazlara sahip olmu ş-
lardı . Araplar bu imtiyazları daha sonra kald ırmamışlardır. Eğer
Müslüman askerleri çapulculuk veya ya ğmacılık yaparlarsa şid-
detle cezaland ınlmaktaydılar. Daha önce Gotlardan zulüm görmü ş
olan Yahudiler dinlerini serbestçe muhafaza edebildiler. Hristi-
yanların da kendi inanç ve kanunlarına dokunulmadı, bunlar hris-
tiyan papaz ve yarg ıçlara uyruk kaldılar. Böylece eski merhametsiz
Got yönetiminin yerine hak ve adalet düzenine sayg ı gösteren yeni
ve rahat bir yönetim kurulmu ştu. İspanya'da İ slam yönetiminden,
önceleri papazlar bile memnun olmu şlardı . Avrupa henüz cehalet
içinde yüzerken Endlüs Müslümanlar ı Kurtuba hükümetini kura-
rak bütün bat ı Avrupa'ya ışık saçan bir merkez meydana getirmi ş-
lerdi. İ spanya Müslüman fatihlerin zaman ında olduğu kadar adila-
ne bir surette hiç bir vakit yönetilmemi şdir denilebilir (95).

cc) İspanya'da gelişme : İ spanya'yı vatan edinen M ısır, Su-


riye ve Iran gibi ülkelerden, yâni tar ım ülkelerinden gelenler ile
ticari bilgileri geni ş olan Museviler elbirli ği ile çal ıştıklarından kı-
sa zamanda İ spanya'da refah gözle görülür bir şekilde artmıştı.
Tarım aletleri yap ımı sayesinde ekilmemi ş tarlalar ekildi; y ıkık
binalar ve şehirler yeniden onarıldı, süslendi.

Derebeylerinin esaret pençesinden kurtulan halk çal ışmaya


ve zengin olmaya ba şladı . Araplar İspanya'yı baştan ba şa bir gü-
listana çevirdiler. Sadece tar ım ve ticaret de ğil, bilim bakımından
da Ispanya Ok ileri bir ülke oldu. Ne yaz ık ki Araplar aras ındaki es-
kidenberi hakim olan aile geçimsizlikleri yok olmuyordu. Bu yüz-
den de, daha sonralar ı, ayrılıklar doğacak ve bu güzel topraklar ı
elden ç ıkarmaya mecbur olacaklard ır. Arap ordusunda oldukça ka-
barık sayıda bulunan Berberiler, Arap subaylar ının emrinde çal ış-
mak istemiyorlard ı . Bu durum askerler aras ında serke şlik çıkma-
sına sebeb oluyordu. Beledlytın denilen Ispanya Müslümanlar ı ise,
gururlarından ötürü Araplar'', vah şetlerinden ötürü de Berberiler'i
sevmiyorlardı . İslam esaslarına göre Müslümanlar aras ında ırk ve

(95) Seyyid Emir Ali, Musavver tarih-i İslam, I., S. 115.


EMEV İ DEVLET İ
•59

dil farkı gözetmemek gerekti ği hâlde, zorla Yarımada'ya girmiş


Araplar'ın ırki gururları alt edilemiyor; Anglosaksonlar gibi kendi-
lerini üstün ulus say ıyorlard ı . Araplar'la Belediyûn aras ındaki ge-
çimsizlik bir dereceye kadar, Lombardiyal ılarla Avusturyal ılar, ya-
hut Keltler ile Saksonlar ı birbirinden ayıran nefreti andırır.
Musa bin Nusayr'in Ispanya'da vâti olan o ğlu Abdülaziz'in ka-
t ısına uyarak Hristiyanlarla anla ştığını ve onlara dayanarak yeni
.

baştan Got devletini kurmak ve kendisinin de bu devletin ba şına


geçmek niyetinde bulundu ğu söylenmeye ba şladı . Bunun üzerine
gizli bir dernek kuruldu, Bu dernek Abdülaziz'i saray ında öldürdü.
Bunun ölümü üzerine Halife taraf ından bir vâli gönderilmedi ği için
Abdülaziz'in akrabas ı Eyytıb bin Habib, Halife'nin onaylamasına
kadar, ba şkanlar ve şeyhler taraf ından yönetime seçildi. Bu ki şi
yönetim merkezini İşbiliye'den Kurtuba'ya ta şıdı. Ondan sonraki
vüliler zaman ında Afrika'n ın en ünlü aşiretlerinden 400 ki şi getiril-
di ki, bunlar daha sonra Ispanya'n ın asillerini teşkil edeceklerdir.
Bu tarihten sonra İspanya kâh Şam Halifesi taraf ından, kâh Kay-
ravan'dan gönderilen vâlilerce yönetilecektir. Abdurrahman ül Gâ- -

fild bunların en ünlüsüdür.


cd) Abdurrahman ül Gâfiki ve Fransa seferi : 729'da Abdur-
-

rahman ül-Gâfiki İ spanya vâtili ğine atan ınca, önce bölge bölge ge-
zip, yönetimi düzenledi. Bu i şlerle üç yıl uğraştı. Ondan sonra Pire-
neleri geçip Fransa'y ı istilâya ba şladı. Önce batıdan Bordeaux'yu
aldı, Garonne ve Charente ırmaklannı geçti, Loire ırmağının yakı-
nındaki Poitiers şehrini aldı. Bundan sonra Tours şehrine gidip,
orayı da zaptetti (96). Bu arada Lyon şehri de Fransa'n ın doğusun-
da ilerliyen Müslümanlar taraf ından alınmış ve bunlar daha da ku-
zeye çıkarak Autun ( =Otön) şehrini de zaptetmi şlerdi. Bu son ak ı-
nı yöneten kumandan Anbese aldığı yerlerin yönetiminin düzenlen-
mesi için geri dönerken bir sava şta yaraland ı ve öldü.
Abdurrahman' ın bütün tedbirlerine ra ğmen Müslüman asker-
leri yağmaya dalmışlardı . Bu yüzden düzen bozuldu, bu hâl büyük
başarılara ulaşmış olan Abdurrahman'm bozguna uğramas ına se-
beb oldu. Çünkü tam bu s ırada Frank prenslerinden Charles Martel
( Şad Martel) üstün kuvvetlerle görünmü ştü. Abdurrahman kendi
askerlerine düzen vermek amac ı ile Poitiers (Puatye)'nin kuzeyine

(96) Cl. Huart, Histoire des Arabes, I., S. 274.


60 Bahriye ÜÇOK

çekildi. Orada Charles Martel ile 732'de sava şı kabul etti. O bu sa-
vaşta ş ehit oldu. Ordusundan arta kalanlar sava ş meydanım bıra-
karak Narbonne'a do ğru çekildiler. Kumandans ız kalan bu ordu
Narbonne'a kadar dü şman tarafından koğuşturuldu. Ama Narbon-
ne'u Müslümanlar Charles Martel'e teslim etmediler. 732 Poitiers
savaşı İ slam ordularının batı Avrupa'da ilerlemelerinin durdurul-
mas ı bakımı ndan tarihte büyük bir yer tutar (97). E ğer Abdur-
rahman Poitiers sava şını kazansaydı . Islamlann önce Almanya'ya,
sonra Bizans Imparatorlu ğu üzerine yürüyecekleri muhakkakt ı.
Bu olaydan 280 yıl önce Attilâ'n ın askerleri de Abdurrahman ül-Gâ-
fiki'nin askerleri gibi ya ğmaya daldıklan için Orleans'da Aetus'la
karşılaştıkları zaman yenilgiye uğramışlardı. Sırf bu yağma yü-
zündendir ki, Attila ve Abdurrahman, Avrupa'y ı tam olarak ele ge-
çirmemi şlerdir.
ce) İspanya'da düzenin bozulması : Poitiers bozgunundan
sonra, Pireneler'in kuzeyindeki topraklar bire birer elden ç ıktı.
İspanya halkı da Şam'dan gönderilen valilerin yönetiminden mem-
nun kalmıyordu. Yer yer kar ışıklıklar çıkıyordu. Kuzey Afrika'da
sükun tam değildi; birçok yerlerde Emirler kendilerine göre, key
fi olarak, memleketi yönetiyorlar& As ıl önemli olan taraf, Ispan-
ya'nın kuzey - bat ısında, yani Asturya ve Galiçya bölgelerindeki
halkın 745'te Alfons'u kral tan ıyarak, onun yönetimi alt ında top-
lanmış olmas ıydı . Halbuki Müslümanlar bu bölgeyi, İspanya'da
değilmiş gibi, ellerine geçirmeyi dü şünmemişlerdi bile. Saragossa,
Kurtuba bölgesinde ise Müslüman Emirler, ba ğımsızlıklarını ilan
ettiler. Bu durum kar şısında İ spanya'mn ileri gelenleri toplan ıp
Ukbe bin Nâfrnin torunlarından Yusuf bin Abdurrahman adında
birini İspanya hakimi ilan ettiler (742).
Bu tarihe kadar İspanya valileri Şam Halifesi taraf ından tâyin
olunurdu. Gerçi halk ın seçti ği bu hâkimi, Halife onaylam ış ise de,
art ık Ispanya'n ın yönetimi bağımsız olmuş, Halifeye uyruk olmak
anlamsız bir sözden ileriye gidememi şti.
Gerçekten de bu tarihlerde art ık Emevi devleti y ıkılmış ve Ab-
basi soyundan gelenler iktidara sâhip olmu şlardı . Abbasiler'in ya
nını tutan İspanya'daki partililer her ne kadar kuvvet toplayarak
vali Yusuf'un üzerine yürüdüler ise de amaçlar ına ulaşamadılar.

(97) Emir Ali, a.g.e., I., S. 127; Wellhausen, Arap Devleti, S. 161.
EMEVI DEVLET İ
61

Zaten az bir zaman sonra El -nevi soyundan olup katliamdan kur-


tulan Abdurrahman' ın İspanya olaylarını burada b ırakıp gözleri-
rnizi gene, Emevi baş kenti Şam'a çevirdim.

K) Süleyman ibni Abdülmelik'in halifeli ği (96 98/715 717) : L


- -

Velid'in 715 yılında ölmüş olduğunu yukarıda söylemi ştik. O, ye-


rine kardeşi Süleyman' ı değil oğlu Abdülaziz'i geçirmeği tasarla-
'Ilişti. Bu tasarıs ını gerçekleştirmeğ e çalışırken öldü. Abdülaziz'e
biat edilmemi ş olduğundan I. Velid'in karde şi Süleyman halifeliğe
geçirildi

Süleyman ibni Abdülmelik ilk iş olarak zindanlar ın kapılarını


açtı . Haksız yere zalim Haccae tarafından hapsedilmi ş binlerce in-
sanı serbest b ıraktı. Gene Haccac' ın atadığı maliye memurlanndan
çoğunu değiştirdi ve şiddetli bazı hükümleri ilga etti. E ğer Süley-
man bu iyi hareketleri ile yetinmi ş olsaydı, tarihte iyi bir ad bırak-
mış olacaktı . Ancak, o kardeşi Velid'e yard ım etmiş olan Mudarlı-
larta karşı kötü davranmaya ba şladı . Halifenin bu yoldaki eylemle-
rinden cesaret alan Yemenliler yâni Himyerli kabileler zaslim Hac-
ca<:Ian gördükleri zulmün öcünü almak için silaha sar ıldılar. O sı-
rada Irak' ın yeni valisi Yemenli Yezid bin Muhalleb ise düşmanı
accac' ın ölümü üzeıhıe ondan almak istediği öcü, onun yandaşla-
rından almaya kalk ıştı (98). Mudarl ılarla Yemenliler aras ındaki
mücadele böylece bütün irn.paratorlukta gözle görülür bir duruma
geldi. İşte bu sava şdadır ki, Kuteybe- bin Müslim katlolunmuş tur.
Gene Süleyman' ın bu ha şin davranışından dolayıdır ki, Musa bin
Nusayr ve Tarık bin Ziyâd sefâletle baş başa bırakılmış lardır.
Hatta Musa'n ın oğlu İ spanya valisi Abdülaziz'in İşbiliye'de öldürül-
mesine gene Süleyman' ın sebeb olduğu söylenebilir. Peneâb ve Sind
fatihi Muhammed bin Kasım da fethettiği ilkeleri büyük bir ba şarı
ile yönetmekte iken, Halife Süleyman taraf ından azlolunmuş tu. Yu-
karıda da belirtti ğimiz üzere bunun tek kusuru Haccâc' ın yeğ eni
olması idi.
a) Bizans'ın kuşatılması : 98/716-717 yılında 'Süleyman Dabık
denilen yerde bulunduğu bir sı rada Küçükasya'daki Bizans asker-
lerinin kumandan ı Leo onun ziyaretine gelip riyakârhk ile Süley-
ma/1'a Istanbul'un kolayca zaptedilebilece ğini ve Araplar taraf ın-
dan bu şehrin ele geçmesi ile bu yerlerin İslamlaş acağım söyleme-

(98) Taberi, IV., S. 202 v. öt.


62 Bahriye ÜÇOK

si, Süleyman'ı tıpkı İspanya gibi bu yerlerin de sâhibi olaca ğı tatlı


halyasına 'kapt ırdı. Kardeşi Mesleme bin Abdülmelik'i 12 000 kişilik
bir kuvvetle İstanbul üzerine yöllad ı (99). Donanma 716'da kolayca
Çanakkale Boğazını geçip İ stanbul surları önüne geldi. Ku şatmadan
çok zarar gören Rumlar Mesleme bin Abdülmelik'e para teklif ede-
rek, İ slam ordular ı= hışmından kurtulmak istediler, ama bu yol-
da bir ba şarı sağlıyamadılar. Rumlar bu arada imparatorlan III.
Teodosius (716-717)u tahttan indirip öldürdüler ve Leo'yu tahta
davet ettiler. III. Leo (717-741) ad ıyla tahta ç ıkan bu komutan
teklifi hemen kabul etti. Gizlice İslam ordugahından kaçıp Istan-
bul'a gitti. Bu yeni imparator İslam orduları= sırlarını ve zayıt
yanlarını bildiği için Araplar'a kar şı koymakta mahir davrand ı.
Rum ateşi sayesinde Araplar' ın mühimmatının büyük bir kısmını
yaktırdı . Bunun üzerine Araplar aras ında ık ı tlık ve veba baş gös-
terdi; hasar pek büyük oldu. Araplar ku şatmayı gene de bırakira-
dılar. Meseleme o kış kardeşi Süleyman'dan yard ım alamadı ; kış
da çok şiddetli geçti; açl ık ve sefalet o dereceye vard ı ki, Müslü-
manlar gemilerin ziftini bile yediler. Meseleme bunlar ı , «sabredin
Halife size büyük hediyeler gönderiyor» diye avutmaktayd ı (Ebul-
Ferec, I., S. 193). O k ış kar 100 gün yerden kalkmad ı; Meseleme
barakalar yapt ırmak zorunda kald ı . İlkbaharda Araplar merkezden
de yard ım alarak toparland ılar. Bu yard ım İskenderiye'den 400 ve
Magrib'den 300 parça gemi ile yap ıldı. Ama bu gemiler de ötekiler
gibi bizansl ıların su ile söndürülemiyen ate şi yüzünden yak ıldı.
Kurtulabilen çok az ı geri çekildi. Müslüman askerlerin tah ılları
kalmadığından, otların köklerini ve ağaçların kabuklarını yemeğe
başladılar. Meseleme gene de dayanacakt ı ama, bu sırada Süleyman
ibni Abdülmelik ölmüş yerine Ömer ibni Abdülaziz (II. Ömer) ha-
life olmuştu. Yeni halife onu geri ça ğırdı. Meseleme: «Hepimiz iyi-
yiz, İ stanbul fethedilmek üzeredir» diye halifeyi oyalamak ve illa
da istediği sonuca ula şmak istediysıe de, II. Ömer, gönderdi ği me-
rrurundan gerçeği öğrendiği için Mesleme'ye geri dön emrini tek-
rarladı . Bunlar Istanbul'dan çekilme ğe başlayı nca Rumlar karada
ve denizde birçoklann ı öldürdüler.
Bu olayda n sonrad ır ki, Emeviler artık bir daha Bizans'ı ku-
şatmayı düşünmediler (100). Bu s ırada Endülüs MüslüManları da-

(99) Ebu'l-Ferec, Tarih, I., S. 192.


(100) Ebu'l-Ferec, I., S. 194.
EMEVI DEVLETI 63

ha önce söyledi ğimiz gibi Avrupa içlerine ilerlemekteydiler. Yezid


bin Muhalleb de Taberistan'da başarılar kazan ıyordu.

Süleyman iki yıl beş ay saltânattan sonra 99/717 y ılında öldü.


L) II. Ömer'in halifeliği (99 101/717 720) : Kardeşi gibi Süley-
- -

man da oğlunu tahta varis göstermi şti. Ama büyük oğlu Eyyfıb
kendisi hayatta iken ölmüştü. .İ kinci oğlu Davud'un ise Bizans ku-
şatmas ı sırasında şehit düştüğü sanılmaktadır. Çaresiz kalan Sü-
leyman amcas ı oğlu ve I. Ömer gibi adâleti ve dindarl ığı ile tanın-
mış bulunan Ömer ibni veliaht bıraktı . Sünniler'in
kendisini V. Halife diye tanıdıkları II. Ömer'e Halifet üs Salih la.
- -

kabı da verilmiştir.

Gerçekten de o, merhamet hissi dolu, derin bir adalet fikri-


ne sahip, çok sâde bir hayat ya şayan, sorumluluk duyan bir in-
sanda. Onu tan ımlamak için şu örneği vermek yerinde olur : Bir
gün eşi Fâtime, Ömer ibni Abdülaziz'i çok üzgün görmü ştü. Bunun
nedenini kendisinden sordu ğu zaman, Ömer, Abdülmelik'in k ızı
olan eşine şöyle cevap verdi. «Ey Fâtime, müslümanlarla gayri-
müslimlerin yönetiminin başında bulundu ğum için, açlıktan ölen
fakirleri, umutsuzluk içinde ç ırpınan hastaları , felaketin pençesinde
• inleyen çıplak insanları, zulüm görevleri, hapse girenleri, sayg ıya
layık ihtiyarlan, çok çocuklu esirleri dü şünüyorum da kıyamet
gününde Cenab-i Hakk'ın onlar hakkında benden hesap isteyece-
ğini düşünerek ,korkuyor ve ağlıyorum (101). Sana soyundan, kar-
deşinden kalmış olan mücevherlerin hepsini devlet hazinesine ter-
ketmeni rica etsem, kabul eder misin?» Bu teklif karşısında, eşi
Fâtime hiç tereddüd etmeden bütün mücevherlerini beyt ül-mâl'e
teslim etmi şti. E şinin ölümünden sonra yeni halife II. Yezid, kar
deşi Fâtime'ye bu mücevherleri geri vermek istediyse de, bu asil
ruhlu kadın, kocasından sonra ona âsi olamayaca ğını söylerek
reddetti. Yezid de bunlar ı akrabalarına dağıttı .
Ömer ibni Abdülaziz kendinden önceki halifeler taraf ından
gaspedilmiş , hristiyan ve musevilere ait kilise ve sinagoglan eski
sahiplerine geri verdi. Her valiye adalet ile i ş görmelerini emreden
mektuplar yazd ı . Adâletsizli ği ile tanınan valileri, memurları işten
uzaklaştırdı. Hilafet makamına mahsus bütün atlar ı hazineye geri

(101) Emir Ali, a.g.e., I., S. 125.


64 Bahriye ÜÇOK

verdi, kendi at ı ile gezdi. Emir ül-Müminin önce nefsine ve evin-


deikilere adâleti uygulad ıktan sonra selefleri olan Emevi emirleri
tarafı ndan ihdas edilmi ş olan bidatların kaldırılmasına çalıştı . Bu
arada Hz. Ali'nin o ğlu Hasan'ın hilâfetten vazgeçmesinden beri,
Emevi emirlerinin Hz. Ali'yi hutbelerde sebb etme âdetini bir cu-
ma hutbesi ile yasak etti. O günden sonra Hz. Ali ve ailesine sebb
yerine «innallahe ye'mür'i bi'l-adli...» diye ba şlayan ayeti koy-
du (102). Bunun üzerine devrin şairleri ona methiyeler yazd ılar.

Vaktiyle Hakem'in o ğlu Mervan, Hz. Peygamber'in vakfı olan


Fedek topraklar ını «Arazi-i emiriye»den sayarak mukataa ile tasar-
rufuna geçirmi şti. Kendisinden de çocuklarına kalmıştı, yani Ömer
ibni Abdülaziz de mirasç ılar aras ındaydı. Halife bunu, vezirinin ya-
nı nda, eski haline getirip Hz. Ali ailesine geri verece ğini söyledi. Ve-
ziri ona,.«ama evladm ı ne yapacaks ın?» diye sorunca, «onlar ı Al-
lah'a ısmarladım» diye cevap verdi.

IL Ömer, Hz. Ömer gibi beyt ül-mâl'dan nafaka al ıyordu.


Halifenin bu tevazu içinde geçen hayat ı , öteki .e şraf ve emirler
tarafından taklit edilmek gerekirdi. Öyle de oldu, ama Emevi soyu
çok lükse ve israfa al ışkındı. Birgün toplanıp Fâtime binti Abdül-
melik'in yanına geldiler. Durumdan şikayette bulundular. Fatime
e şine gidip meseleyi anlatt ı. II. Ömer ona : «Hz. Huhammed, bize
yüce bir ırmak b ıraktı. Ebu Bekir ve Ömer gerekti ği gibi hareket
ettiler, sonra Yezid, Mervan, Abdülmelik ve onun o ğulları Velid ve
Süleyman bu ırmaktan yararland ılar. Sıra bana geldi, halbuki ır-
mak kurumu ştu. Eğer bu ırmak eski haline getirilmezse sahiplerini
kandırmaz.» Halifenin ne demek istedi ğini çok iyi anlayan Fatim.e»
«Ama Beni Ümeyye birgün fırsat bulur, sana bir zarar verir» diye
halifeyi uyarmak istedi ise de; 0,hiddetle «korktu ğ'um gün kıyamet
gününden daha korkunç de ğildir ya» dedi. Fatime, Emevi ürneras ı-
nın yanına gidip «Bu duruma sebeb sizsiniz, çünkü Ömer ibni Hat-
tâb'ın soyundan siz kız aldınız» dedi (103). Ömer ibni Hattab'm
doğruluğu, adâleti bilinmektedir. Bir gece kol gezerken, birden bir
kadının kızına, evinde, «kalk süte su kar ıştır» dediğini duymuş . Kız
«Emir ül-Müminin süte su katmay ı yasakladı » diye cevap vermi ş .
Anası «Emir ül-Müminin nereden duyacak» deyince, k ız «Görünüş-

(102) İbni Tiktaka, el-Fahri, S. 207.


(103) Cevdet Paşa, Kısas, VIII., S. 306.
EMEV İ DEVLET İ 65

le ona uyup gizlide isyan m ı edelim, buyruğundan aynlahm mı ?»


diye karşılık vermiş . Hz. Ömer evin adresini belleyip Dar ül-Hilâ-
fe'ye geldiğinde oğlu Asım'ı çağırıp evin adresini kendisine bildir-
dikten sonra «E ğer kimsenin nikah ında değilse, bu kızı nikah et-
mesini, böylece belki Tanrı'nın hayırlı bir evlât vereceğini» söyle-
di. Bu evlenmeden Ömer ibni Abdülaziz'in annesi Ümm Asım doğ-
muştur.

II.. Ömer zaman ında Harieller, Arabistan ve Afrika'dan elle.


rini çektikleri gibi, onun yan ına elçi göndererek kendisine biat
ettiklerini, fakat kendisinden sonra yerine Abdülmelik'in o ğlu Ye-
zid'in geçmesine raz ı olmadıklarını haber verdiler. II. Ömer Hani-
cilerle yapt ığı ünlü tart ışmada, yalnız bu noktaya cevap verememi ş
ve bundan da çok üzülmü ştü (104).
Emeviler gördüler ki, Ömer ibni Abdülaziz'in hilafet süresi
uzarsa, belki de Yezid'i veliandlikten ç ıkaracak; o zaman i ş bütün
bütün onları n elinden gidecek. Bunun için onu zehirlemeyi dü şün-
düle. Bir rivâyete göre de bu dü şüncelerini gerçekle ştirdiler.
Oun valilerine yolladığı genelgelerde çok gerekli baz ı tavsiye-
lerden sonra : «Her ne ad alt ında olursa olsun, hediye kabul etme;
halka dağıtılan kutsal kitaplardan bedel kabul etme, seyyahlardan,
nikahlardan, süt ve deve üzerinden vergi alma» gibi emirleri mer-
hametinin bir ba şka belgesidir (105). Onun zaman ında sınırlarda
barış ve selâmet yolları aranmış , isyanlar bastırılmış , fakat yeni ve
büyük fetihlere giri şilmemiştir. Kaynaklar I. Velid'in büyük bina-
lar yaptın-na merakını, Süleyman'ın kadınlara düşkünlüğünü tasvir
ederlerken, II. Ömer'in dindarl ığını hep birlikte övmektedirler (Ta-
beri, IV. S. 197).
Her ne kadar Ebul-Feree tarihinde, (I. S. 194) onun hakk ında
Bizans kuşatmasının kaldırılması sonucunde Bizansl ıların karadan
ve denizden çekilmekte olan Müslüman askerlerini öldürrneleri üze-
rine, onun da hristiyanlara kötü muamele etti ğini, kiliselerinde çan
çalmalarına, ibadellerinde seslerini yükseltmelerine, hayvana bin-
dikleri zaman eğer kullanmalarına engel olduğunu yazarsa da, bu-
nun doğru olmadığı kanısına diğer kaynaklar bizi ula ştırmaktadır.
Netekim II. Ömer'in valilerinden Cerrah bin Abdullah'ın Horasan' ın
(104) Cevdet Paşa, Kısas, VIII., S. 310.
(105) Emir Ali, a.g.e., IL, S. 126.
66 Bahriye ÜÇOK

ancak kılı ç kuvvetiyle yola gelece ğ ini kendisine bildirmesi üzerine


Halife onu valilikten azledip Horasan Müslürnanlar ına «paylar tah-
sis etti», haraç vermekten onlar ı affetti (106).
II. Ömer 25. Receb. 101/12. Ş ubat 720'de öldü (107).
M) II. Yezid'in halifeli ğ i (101-5/720-4) : II. Ömer'in öldüğü
gün Yezid bin Abdülmelik (II. Yezid) hilafet taht ına oturdu. Anne-
si I. Yezid'in k ızı Atike idi.
II. Ömer'in zamanında Mudarlar'la Yemenliler barış içinde ya-
sarlarken, II. Yezid zaman ı nda bu durum bozuldu, halifenin kar ısı
Haccac'm ye ğ eni idi. Bundan ötürü II. Yezid Mudarlar'a kar şı her za-
man dost ve yard ımcı oldu. II. Yezid, II. On-:.er'in yapt ığı ne kadar
iyi iş varsa onları bozmakla görevine ba şladı .. Örneğin, II. Ömer
savaşa gidenlere maa ş bağlamış tı ; onlardan vergi alm ıyordu;
Mev'ali'yi de Araplarla e şit düzeye getirme ğe çalışıyordu. Hristiyan-
lara iyi muamele ediyordu. Bu muamele o dereceydi ki, vaktiyle ki-
lise iken camiye çevrilmi ş olan bir tap ınağı eski sahiplerine verip
gene kilise olarak kullan ılmasına izin vermi şti (108). II. Yezid'in
cülusunu haber alan Küfe valisi, ondan Hariciler üzerine bir kuv-
vet göndermesini istedi. Hariciler ise Halifenin de ğiştiğinden ha-
bersizdiler. Bununla birlikte üzerlerine gönderilen birlikleri ye-
nilgiye uğratmaktan geri katmad ılar. Halife Irak valisi eliyle on-
ların üzerine bir kaç kez asker yollad ı . Ama Hariciler her seferin-
de üstün geldiler. Sonunda II. Yezid, karde şi Mesleme bin Abdül-
melik'i 10 000 kişilik bir kuvvetle Küfe'ye yollad ı ve Hariciler'in
ba şkanı Bestam bu sava şta katledildi. Böylece ayaklanma bast ı-
' ılmış oldu.
II. Yezid'in saltanat dönemini sars ıntıya uğratan ikinci bir olay
da eski Irak valisi Yezid bin Muhalleb'in ayaklanmas ıdır. Yezid bin
Muhalleb Horasan valisi iken Curcân'da elde etti ği ganimeti teslim
etmek istemedi ğinden II. Ömer tarafı ndan azl ve Basra'da hapse-
dilmişti. Bu halifenin hastal ığı sırasında hapisten kaçt ı ve II. Ye=
zid'e kar şı (109) Kitap ve sünnet ad ına etraf ına toplad ığı adamlarla
Basra, Vas ıt ve Küfe'de ayakland ı (102/721). Halife karde şini

(106) Belâzuri, Futuh ül-Buldân, II., S. 310; Wellhausen, Arap Devleti,


S. 163.
(107) Taberi, a.g.e., IV., S. 249; Mes'üdi, Muruc, V., S. 446.
(108) Emir Ali, a.g.e., I., S. 125.
(109) Mes'üdi, Muruc, V., S. 453; Taberi, a.g.e., IV., S. 245 v. öt.
EMEVI DEVI ET İ 67

120 000 askerle ona kar şı yolladı. İbni Muhalleb maktul düştü ve
bütün ailesinin erkekleri öldürüldü. Do ğu bölgeleri bu biçim ayak-
lanmalarla hanedanın kuvvetini sarsarken, bat ıda da bazı ayaklan-
malar baş göstermi şti. II. Ömer zamanında İspanya'da kabile an-
laşmazlı klan görülmezken, şimdi eski neseb kavgaları yeniden alev-
lenmişti, her şehir savaş durumuna girmi şti.
I. Velid zamanında Haccac' ın kardeşi tarafından Yemenliler'den
tahsil edilen ağı r vergi, II. Ömer taarf ından kaldınlmışken, şimdi
yeniden bu vergi konulmu ş ve Yemen ahâlisi sefaletin en a şağı
derecesine düşmüş tü. Ömer ibni Abdülaziz'in kurdu ğu düzenin,
hepsi yok farzedilmi şti. Yani, vergi islahat ı kaldırılmış, Hristiyan-
lara verilmi ş olan kiliseler geri al ınmış , hatta onların kilisedeki re-
simler önünde ibâdet etmeleri yasak edilmi şti. Gene II. Yezid'in
emri ile tap ınaklardaki duvarlar, ta şlar, tahtalar üzerindeki ve ki-
taplar içindeki bütün canl ıların resimleri de kald ırtılmaya çah şıl-
mıştı . Halifenin bu hareketi Bizans Imparatoru III Leo'nun ikonla-
rı (Aziz resimleri) yasak etmesiyle ayn ı zamana rastlamaktadır.
(Ebu'l-Ferec, I., S. 194; Wellhausen, Arap Devleti ve sükutu, Es.
154).
Hariciler'in zâlim tan ıdıkları bazı âmirlerden intikam almalar ı
gene II. Yezid'in tahta geçmesi ile ba şlamıştır. Bütün bu zorlama,
isyan ve karışıklıklar içinde II. Yezid herşeye karşı kayıtsız bir du-
rumda, önce güzel Sellâmet ül Kas, sonra güzel sesi ile ün yapm ış
-

liabâbe adındaki cariyeleri ile günlerini geçiriyordu. Ülkenin her


yönünden gelen şikayetçiler günlerce, haftalarca saray kap ısında
beklerlerken, o, güzel Hababe ile şiir, musiki ve şarap alemleri ter-
tiplemekten çekinmiyordu. Halifenin Habahe'ye olan e ğilimi o de-
recedeydi ki, devletin bütün i şlerini onun eline bı rakmakta bir sa-
kınca görmemişti; Hababe istediklerini istedi ği yere atayabiliyor,
istediklerini azledebiliyordu. Bu durumdan s ıkı lan Halife'nin kar-
deşi Mesleme bin Abülmelik onu boş yere uyarmaya çal ıştı. Habâ-
be elindeki ut ve güzel sesiyle Halifeyi o kadar kendisine ba ğlamış-
tı ki, II Yezid cuma namazlannda imamet vazifesini bile karde şi
Mesleme'ye bırakmıştı (110). Güzel Hababe'rlin bir nar tanesi yü-
zünden ans ızın ölınesinden Halife o derece büyük bir üzüntüye ka-
pıldı ki, on onbeş gün sonra 25. Ş evval 105/27. Mart. 724'de öldü.

(110) Mes'ûcli, Muruc, V., S. 450 v. öt.; Cörci Zeydân, Medeniyet-i


I., S. 81-2.
613 Bahriye ÜÇOK

N) Hiş âm bin Abdülmelik'in halifeli ği (105-125/724-743) : Hi-


şânt kardeş i II. Yezid gibi II. Ömer'in yapt ıklarını kendi menfaati
için bozmaya çal ıştı denilemez. II. Yezid'e oranla daha az zararl ı
bir insand ı . O, pek halin, akidesi dürüst, çok dindar fakat o nis-
pette hasis idi. Umeras ı onu memnun edebilmek için pek çok mal,
mülk hediye etmek gere ğini duymu şlardı . Esasen Emevi soyunun
özelliklerinden birisi de mal ve mülk biriktirmek hevesiydi. Bu
yüzden de rü şvet kap ıları ard ına kadar aç ılmıştı .

Hişam'ı n saltanat ı s ıras ında bir Türk hükümdar ı (Belazurrye


bakılırsa bu Afşin olmalı ) Fergana'da ayaklandığından (111) Hora-
san valisi Eşres bunu bast ırmakla uğraşmaktaydı . Fakat Emevi
Emirlerinden birinin şikayeti üzerine vazifeden azledildi. Halbuki
Eşres'in politikas ı , çok daha ak ıllıca ve insani idi. Onun yerine,
Hişam'a ve e şine çok be ğendikleri birer gerdanl ık hediye eden
Cüneyd atandı . Ancak Cüneyd, Horasan'da yapt ığı birçok sava şlar-
da ba şarı elde edemedi. Bu arada Türk hükümdar ı da Semerkant
ve Buhara'yı sıkış tırmaya ba şladı . Bir süre sonra Cüneyd Halife
Hişam'ın nefret etti ği Muhalleb ailesinden bir kızla evlendi ği için
azledildi. Yerine As ım Hîlâlî geçirildi. Ama Türklerle sava şmada
Asım da ba şarılı olamadı . O da azledilerek yerine Esedi Kasti atan-
d ı . Bunun karde şi Halid-i Kasri ise Irak'da vali idi. Hâlid çok zul-
metti ğinden Hariciler parti, parti isyân ettiler. Gerçi Haneler ye-
nildi ise de, Halife dayanam ıyarak Hâlid'i azledip yerine Nasr bin
Seyyar'ı getirdi (112). Hi şam 717 yıllarında hükümet merkezine
kar şı girişilmiş olan sonuçsuz sava ştan sonra çok ihmal edilmi ş
olan Bizans'a kar şı yeniden saldırıya geçti. Onun ordular ı çoğun-
lukla yaz ın elde edilmi ş yerleri, k ışın yitirdiklerinden, saltanat ı sı-
rası nda Bizans s ınırları içinde hiçbir devaml ı fetihte bulunamad ı-
lar.

Hişam devrinde Araplar bat ıda, doğ udakinden daha büyük


bir kudretle ilerlediler. Yukar ıda da iş aret edildiğ i üzere Hi şam
Ispanya'ya Abdurrahman iii-Gafiki'yi yollamış , o da Tours ve Poi-
tiers'ye geçmi şti (732). Afrika Müslümanlar ı her nekadar halis
Müslüman idiyseler de, gene de Araplar'a e ş it bir muamele gör-
memekteydiler. İşte bu durumdan Harieller yararlanmay ı bildiler

(111) Belâzuri, Futuh, III., S. 314 v. öt.


(112) Gibb, Ortaasyada Arab Futuhat ı, S. 55.
EMEV İ DEVLETI

ve şiddetli bir ayaklanman ın patlamas ına sebeb oldular (741). Böy-


lece Kayravan'a kadar olan yerler Emeviler'in ellerinden ç ıktı.
125/743 yılı başlarında ölen Hi şam'ın en büyük kusuru servet
biriktirmekti. 20 yıla yakın saltanat süren bu Halife K ıbrıs'ın ver-
diği haracın arttırılmasını, ıskenderiye'ninkinin de iki kata ç ıkar-
tılmasım emretmi şti. Onun politikas ı Berberileri olduğu kadar Ma-
veraünnehr'deki Türkleri ve İranlıları da ümitsizliğe düşürmüş ve
Abbasi propagandac ılarmın çalışmalanna zemin hazırlamıştı .
O) IL Velid'in halifeli ği (125 126/743 744) : Hişam'a yeğeni
- -

II. Yezid'in oğlu Velid halef oldu. Bu Halife babas ından eğlenceli
bir hayat sürme e ğilimi ve sanat istidadı tevarüs etmi şti. Halife
olunca halk kendisini, önce a ğır vergilerden bir kurtarıcı olarak
karşıladı . Çok geçmeden uyruklar ı yanılmış olduklarını anladılar.
Halifelik merkezinden uzak bulundurulmak amac ıyla Filistin'de
bir çöl sarayında gençli ğini geçirmek mecburiyetinde b ırakılmış
olan II. Velid iktidara geçtikten sonra Şam'ı terkedip gene çöl sa-
rayında kendini spora, şaraba, şiire, şarkıya verdi. Islâmiyet ço-
ğunlukla Emevi Araplann ın yaşamına esasta nas ıl büyük bir de-
ğişiklik getirmemi şse Arap şiiri de kendi eski geleneklerine öylece
bağlı kalmıştı. Ancak Suriye ve Irak'ta hayat eski anayurttakinden
daha çok bir geli şmeye uğramıştı. Burada ikabileler aras ındaki kin
çok daha ihtiraslı şekiller alıyor ve Kays kabilesi ile Kelb kabilesi
arasındaki sava şma yıllardanberi süregeliyordu. Bu kabile kav-
gaları Abdülmelik ve Haectic zamanında olduğu gibi en parlak şi-
irlerin söylenmesine vesile oluyordu. Saray şairi el Ahtal ve rakip-
-

leri Cerir ve Farazdak duyulmamış derecede küstah bir ifade ile


birbirlerine hücum ediyorlard ı. Bunlardan daha a şağı derecede
olan bir şairler ordusu ise, kendilerine bu ünlüler sayesinde isim
yapabilmek amac ı ile kavgalara karışıyorlard ı. Mekke ve Medine
daha sâkin ve kibar bir toplumun şehirleri halinde kalm ıştı.
Şiirin yanı sıra şarkılar da önem kazand ı . Bu arada kad ın aş-
kı şiirlerde ve şarkılarda yer ald ı . Bunlarda istiraptan eser yoktu.
Bu yeni tarz, Arabistan'da heyecan ve şevk ile karşıland ı. II Velid
yaşama zevkinin methedilmesine yeni bir alan açt ı. Bu da şaraba
dair söylenen methedici şarkılardı r (113). Cahiliye devrindeki şa-
raba düşkünlük, Arap şiirinde de öylesine önemli bir yer tutmu ş-

(113) Brockelmann, a.g,e., S. 121-2.


70 Bahriye Ti- ÇOIC

tu ki, İ slâmiyet'in kesin yasa ğına rağmen Araplar ne şarap içmek-


ten, ne de onu ş iirlerle methetmekten geri kalmam ışlardı. Şimdi
ilk defa bir Halife bunlar ı te şvik ediyordu. Abbasiler devrinde de
bu şarap üstüne şiirler sadı k okuyucular bulacaktı r. II. Velid'e bu
tür ş iirleri onun Hristiyan içki arkada şı el-Kasım bin Tufeyl öğret-
miştir.
Halife II. Velid kad ınlar, şarkıcılar ve şairler aras ında zevk ve
eğlence içinde yaş amaya devam etti: güzel sesli köleler ve cariyeler
her tarafı doldurdu. Bütün ülkede şarkılar besteleyip söylemek mo-
da oldu. İ bni Sureyç, Mâbed, Garid, İbn Ayşe vbg. şarkıcılar saray-
da baş üstünde tutuldu. Halife taraf ından muazzam at yar ışları dü-
zenlendi. Kendisi gece gündüz içiyordu. Hatta birgün kendisine ge-
lip «Ya Emir ül-Müminin, saray ın etrafı Arap ve Kurey ş temsilcile-
riyle doldu. İçinde bulunduğunuz durum Halifelik şerefi ile bağ-
daşmaz» diyen bir mabeynciyi yere yat ırıp ağzına bir boru ile ölün-
ceye kadar şarap ak ıturm ıştı. Bu sefih hayat ın yanı sıra mukadde-
sata karşı en küçük bir saygı duygusuna sahip olmadığı da kay-
naklardan anlaşılmaktadır: Bir gün XIV. Sure'nin 15. ve 16. ayet-
lerini okurken Kur'an' ı hedef Olarak kar şısına diktirmi ş ve att ığı
oklarla kutsal kitab ı delik deşik etmiş ve şu mealde de bir beyit
okumuştu : «Mağrur ve âsi insanı tehdit ediyorsun; i şte mağrur
ve âsi insan benim; rabbinin önünde k ıyamet günü göründü ğün-
de ona de ki, beni böyle parçalayan Velid idi» (114). Ayr ıca onun
islâmiyetten ç ıktığını ve Mani dinine girmiş olduğunu bildiren ka-
yıtlar da mevcuttur (115). Hatta birgün güzel bir cariyesine hila-
fet elbiselerini giydirerek camiye imamete göndermi ştir. II Velid'in
bu her türlü iz'an dışı hayatı halkı kendisine karşı galeyana getir-
diği gibi selefi Halife Hi şam' ın biriktirdiği hazineleri kısa zamanda
bitirmesi ve valilerden para istemesi onlar ı kendisine karşı ayaklan-
maya yöneltti. Henüz ergin olm ıyan ikinci oğ lunu veliah tayin et-
mek istemesi de akrabalar ını darılttı. Ayaklananlar ona kar şı —bir
direnmeyle kar şılaşmadan— III. Yezid'i tahta ç ıkardı lar. II. Velid
kendisine karşı gönderilen birlikleri umulmaz bir cesaretle kar şı-
ladı ; daha sonra Palmir'in güneyindeki çölde Bahra sarayına çekil-
di; kendisini orada k ıstıran düşmanları başını keserek bir mızrağın

(114) Mes'âdi, Muruc, VI., S. 10 v. öt., İbni Tiktaka, el-Fahri, S. 214; İbn
ül - Esir, el - Kamil, IV., S. 269.
(115) Bk. Şerefettin Yaltkaya, Darülfünün ilahiyat Fakültesi Mecmuas ı Sa-
yı 15., S. 7 v. öt.
EMEV İ DEVLET İ 71

ucunda Şam'a götürdüler ve yan ına da bir çatlak şarap koyarak


günlerce teşhir ettiler 0 16).
2. — Emevi Devletinin çöküsü : A) III. Yezid (126-7/744)'e kar-
şı ayaklanmalar ve İbrahim'in tahttan vazgeçmesi : Şam'da resmi
biat s ırasında III. Yezid, II. Ömer'i örnek tutmu ş olduğu belli olan,
dolgun bir hutbe okudu. Bunda zorla in şaat yapmamay ı , kanal yap-
t ırmamayı , servet biriktirmemeyi, bir eyalette elde edilen paray ı
gene o eyâletin ihtiyaçlar ı için sarfetme ği, askerleri uzun süre sava ş
yerlerinde tutmamay ı, gayrimüslim arazi sahiplerine fazla vergi yük-
lememeyi ve her zaman için zay ıfların güçlülerden şikayetlerini din-
leyeceğini vadetti. «E ğer bunu yapmazsam, beni azledebilir, cezalan-
d.ı rabilirsiniz,- benden daha layik bir kimse varsa ba şınıza geçirin;
ona ilk biat edecek olan ben olaca ğım; kayı tsız şarts ız itaat, hiçbir
insana de ğil sadece Allah'a d ır» dedi.
III. Yezid a ğır vergileri indirdi, ehliyetsiz Emirleri de ğiştirdi.
Tam anlamıyla Kelb kabilesine dayand ı ; etraf ında hiçbir Kays'lı
yoktu.
II. Velid'in katil üzerine Humus halkı ayaklandı; bunlar Yezid'e
biat etmek istemediler. Filistinliler de ayaklanmaya kat ıldılar. İç
savaş birçok katliamlar ı gerektirdi. Fitne ve fesat pek büyük güç-
lüklerle bast ırıldı. Fakat Şam'da ayaklanma ç ıkınca, hükümet sar-
sı ldı . Yemâme ve İrak'da da ayaklanmalar çıkmış tı . Bu sırada
Horasan valisi bulunan Nasr bin Seyyâr azledildi; Nasr bin Seyyar
bu emri dinlemedi, halefini de tan ımadı . Hükümet çaresiz onu ge-
ne Horasan valisi b ıraktı . Ama bu kez de Horasan'da aç ıkça ayak-
lanma çıktı . Halkın bir fırkası Nasr'a karşı ayaklandı . O zaman
Magrib'te de ayaklanmalar oldu. Ama i şler daha çok karışı k ol-
duğundan bat ıya kimsenin önem verdi ği yoktu. Altı aya yak ın
bir saltanattan sonra, III. Yezid, Ebu'l-Ferec'in bildirdi ğine göre
ülserden öldü (I. S. 197).
Cariyeden do ğma ilk halife olan III. Yezid ölünce yerine gene
bir cariyeden do ğma olan karde şi İbrahim geçti (117). Ancak
Şam'ın dışında hiç kimse kendisine biat etmedi ğinden iki ay on gün
iktidarda kaldıktan sonra kendisi tahttan feragat ederek bir kenara

(116) Ebu'l-Ferec, Tarih, I., S. 197.


(117) Mes'ûcli, Muruc, VI., S. 31 v. öt.; Emir Ali, Musavvar Tarih - i Islam,
I., S. 166.
72 Bahriye ÜÇOK

çekildi. Bunun üzerine daha önce ayaklanm ış bulunan ve I. Mervan'


ın torunu olan Mervan bin Muhammed'e biat olundu. İbrahim de
sonradan ona biat gittiğinden arada bir anla şmazlık kalmadı.
B) II. Mervan'ın halifeliği (127-132/744-749) : Mütezili bir
inanca sahip olan (Mes'udi, VI. S. 20) II. Mervan çok tedbirliydi
meş akkatlere mütehammildi, tarih incelemelerinden büyük bir zevk
duyard ı , ancak Emevi soyunun iflâs ı sırasında iktidara geldi ği için
faydal ı işler görmeğe fırsat bulamad ı .
II. Mervan' ı n cülusundan az zaman sonra Humus ve Filistin
halk ı gene ayaklandı . Hariciler çöldeki s ığınaklarından çıkarak
Emeviler'in me şru saymad ıkları yönetimlerine karşı harekete ge•
çip halkı kendi inançlarına kat ılmaya çağırdılar. Hariciler say ıca
çoğunlukta olmadıkları hâlde Yemen, Hicaz ve bütün Irak dolay-
larına akı n ederek bir süre egemenliklerini buralarda tan ıttılar.
II. Mervan bu karga şalığın yat ıştırılmas ı işinde çok ileri görü şlü
bir devlet adam ı olduğunu gösterdi: önce Humus ve Filistin'deki
ayaklanmay ı bastırıp başkanlarını idam ettikten sonra, Irak'a
derek Hariciler'i Dicle ırmağının ötesine çekilmeğe mecbur eyledi.
Ilicaz'da Ebu Hamza'n ın komutas ında bulunan Hariciler Medine'
yi kuşatmışlardı . Meydana gelen sava şta şehri ele geçirip halkına
Emeviler'den görmedikleri bir biçimde yumu şak ve nâzik davran
dılar. Mervan taraf ından Hariciler üzerine gönderilen bir komutan
kanlı sava şlardan sonra Hariciler'i bozguna u ğratarak Hicaz ve
Yemen'i yeniden Şam hükümetine bağlamayı başardı. Irak'tan çe
kilen Hariciler'in bir k ısmı İran'a s ığındılar. Esasen Iran'da mev
cut olan kar ışıklıkların büsbütün artmas ına sebeb oldular. II
Mervan Suriye, Irak ve Arabistan bölgelerinde bulunan Hariciler`
i sindirmeği başarm ış sa da daha do ğudaki bölgelerde Mudarlar,
örne ği görülmemiş bir şiddetle Emevi taht ının yıkılmas ına çalışı-
yorlardı (118).
C) Abbasi hareketi : II. Yezid'in hilâfeti s ırası nda Hz. Pey
gamber'in amcas ı Abbas'ın torunları lehinde doğu illerinde pro ,
ılmaya ba şlanmıştı. Kışkırtıcı lar tüccar k ıyafetin.pagndlry
de Horasan'a gidip Abbasi ailesinin ba şkanı olan Muhammed hak-
kında telkinlerde bulunuyorlard ı . Durumu haber alan Emevi vâli

(118) Mes'üdi, Muruc, VI., S. 46 v. öt.; Ebu'l-Ferec, Tarih, I., S. 197; Well-
hausen, Arab Devleti, S. 173 v. öt.
EMEV İ DEVLET İ 73

si Said bunların tümünü yanı na getirtip sorguya çektiyse de halk ın


teminat vermesi üzerine onlar ı serbest b ırakmıştı. Ama Said'in ha
lefleri kolayca kand ırılamadılar. Abbasi yanda şları kendilerini teh-
dit eden korkunç tehlikeye ra ğ men dâvalanndan vazgeçmediler
İçlerinden yakayı ele verenler ağır işkencelere uyruk tutuldular;
ancak bu oranda da say ıları çoğaldı . Kı sa bir süre sonra Emeviler,
den hilafet hakk ını istemek amacıyla gizli bir dernek de kurdular
II. Yezid'in kötü yönetimi ve Yezid bin Muhalleb'e uygulad ığı akıl-
s ızca muamele Yemenlileri heyecanland ırdı ve üzdü. Artık her yer-
de II. Yezid'in kötü yönetiminden yak ınılmaya başlandı .
Emevi saltanat ı yöneticilerinin kötü tutumlar ı kendilerine-kar-
şı bir Şuubiye partisi yarat ırken, Hz. Ali soyundan inenler arasm
da baş gösteren yeni bir ayr ılık, Abbasoğulları'nın parlak gelecek-
lerine elveri şli bir ortam meydana getiriyordu. Şöyleki :
Halife Hişam zamanında Hz. Hüseyin'in torunlar ından Zeyd
şikayet amacıyla huzura çıktığı zaman, Halife taraf ından tahkir edi-
lerek kovulmuştu. Zeyd Küfe'ye vard ığı zaman, akrabalarının kar-
şı koymalarına rağmen ayakland ı ; ama düşmanları tarafından öl-
dürüldü. Bu yetmiyormu ş gibi. Eıneviler onun cesedini yerinden
çıkarıp yakmışlar ve külünü Fırat ırmağ' ına atmışlardı (119). Ştilet
aras ında ilk ayrılık da böylece ba şlamış oldu. Zeyd'e uymay ıp daha
itidal sahibi olan Şiilere İmamiye adı verilmiştir ki, bunlar Zeyd'in
ayaklanmas ına kat ılmamışla rdı . Zeyd'e uyanlara ise Zeydiler adı
verilmiştir. (Zeyd sadece Hz. Hüseyin'in torunlar ından olmakla ün
almış olmayıp aynı zamanda bir takım telif kitaplara sahip olmak-
la da tanınmıştır. En bilinen eseri «El Mecmu' fi'l Fıkh» dırki, ilk
- -

fıkıh kitabının bu eser olduğu söylenmektedir).


Abbasoğulların'dan Muhammed bin Ali kendi soyunun halife-
liği için bir hayli propaganda da yapt ıktan sonra 125/742-3'de ölmü ş,
ölmeden önce de kendisine üç o ğlunu sırasıyla veliaht tâyin etmi ş-
ti. Bunlar, İbrahim, Ebu'l Abbas (Seffah) ve Ebu Cafer (Mansur)
-

idiler. Zeyd'in 121 veya 122 hicri y ılında yukarda söylemi ş olduğu-
muz gibi öldürülmesi, Abbaso ğullarını hem güçlü bir rakipten kur-
tarmış, hem de Şiilerin İmami ve Zeydi olarak ikiye ayr ılmaları ik-
tidar yolunun onlara daha kolay aç ılmasına sebeb olmuştu.

(119) !bn Tiktaka, S. 213.


74 Bahriye OÇOX

Ayrıca bu s ırada Ebu Müslim de ortaya ç ıkmıştı : Ebu Müs-


lim Arap as ıllı olmasına (bir rivâyete göre İranlıdır) rağmen Ho-
rasan'da doğup büyümüştü (120); sonradan, Abbas' ın torununun
oğlu, yukarda ad ını söylediğimiz, Muhammed'in hizmetine girerek
Horasan'a gitmi şti. Ebu Müslim bu bölgede Haşimileri savunacak
yandaşlar buldu; kısa bir süre sonra bu bölge halk ını Emevilere
karşı ayaklandırmakta gecikmedi. Bu i şi ondan başka böyle
üstün bir başarıyla yürütecek bir kimse dü şünülemezdi. Çünkü
Ebu Müslim sebatkard ı, hislerini saklıyabilirdi, ve gerekti ği za-
man şiddet kullanmaktan çekinmezdi. Eski bir tarihçi onun için
«En feci bir yaka bile onun yüzündeki memnuniyet ifadesini sil-
meye yetmez, en büyük müjdeler onun yüzünde ufak bir sevinç
çizgisi çizemez, fena rastlant ılardan hiçbir zaman üzülmez, en öf-
keli zamanlar ında bile metanet ve iradesini elden kaç ırmazdı » de-
mektedir.
Ebu Müslim suni nezaketi ile dost, dü şman birçok kimseyi
kendine kazanmay ı bildi. Makyavellrye layık bir maharetle Mudar-
hlar ile Himyerliler'i birbirlerine düşürüp sava ştırdığı halde ne Mu-
darlılar ne Himyerliler onu arabozuculukla suçlamam ışlardı . Esa-
sen imparatorluğun Iran gibi uzak bölgelerinde ayaklanma hissi-
ni harekete geçirmek için bir tek söz bile yeterliydi : «Ehl-i Beyt'in
hakları ! ». Horasan'da yerle şen Himyerliler ile Irak ve Hicaz Arap-
lar'ı aynı his ve düşüncedeydiler. Yöneten zümre, nüfuz ve iktidar ı
yalnız kendinde toplad ığı için, kıskançlık, haset duyguları en şid-
detli anlaşmazliklara sebebe olabiliyordu.
Çok geçmeden Horasan, Abbasi yanda şlarının merkezi haline
gelmişti. Horasan valisi Nasr bin Seyyar gerçi muktedir bir insan-
dı ama daha elveri şli bir fırsatta ehliyetini gösterebilirdi. Halife
Hariciler ile savaşırken, o da do ğuda Kirmani adında birinin em-
ri altında toplanmış olan Yemenlilerle mücadele ediyordu. Böyle-
ce Araplar' ın askerlerinin s ık sık karargahlar ından uzaklaştıkları-
nı gören Ebu Müslim çoktanberi tasarlad ığı ayaklananayı başlat-
manın zamanı geldiği kams ına vardı.
ihtilalciler 25. Ramazan 129/10. Haziran. 747'de topland ılar.
Bir hafta içinde, daha önce öldürülmü ş veya ölmüş ne kadar ba şkan
varsa onların matemini tutmak istiyormu ş gibi siyahlar giyinerek,

(120) Ibn ül - Esir, el-Kamil, IV., S. 252; Emir Ali, a.g.e., S. 173.
EMEV İ DEVLET İ 73

siyah bayraklar ta şıyarak şehirden şehire bat ıya doğru yol aldı-
lar; önlerine ç ıkan engelleı i devirip ilerlediler. Mudarl ılar tarafın-
dan Kirmani'nin öldürülmesi üzerine, onun o ğulları, Ebu MüslIm'e
katıldıklanndan bir kat daha güçlenen ihtilalciler Nasr bin Sey-
yar'ı Merv'e kadar geri çekilme ğe mecbur ettiler (121).
Haşimoğullarının siyah bayra ğı, o vakta kadar bölünmü ş bir
halde bulunan Suriyeliler ı birbirlerine yakla ştırdı . Kendilerini teh-
dit eden tehlikeyi şimdi anlamış olduklarından; Kendilerini Şuu-
biye'ye karşı savunabilmik için, bir süre için de olsa birle şmeye
yöneldiler; Ama bu birleşmenin bir faydas ı olamadı, çünkü Hicaz
ve Irak halkı Araplanndan birço ğu da ihtilâlcilere kat ılmışlardı.
Biçare Horasan valisi Nasr bin Seyyar yaln ız başına Ebu Müs-
lim'in bir ç ığ gibi gitikçe büyüyen güçlerine kar şı koyamıyacağını
anhyarak Mervan'dan yard ım birlikleri göndermesini üst üste isti-
yordu: «Ah Umeyyeoğulları ! Uykuda mı yoksa uyanık mı oldukla-
rını bilsem... eğer böyle bir zamanda hala uykuda iseler, onlara
kalkın vakit geldi diye hayk ınnız!» diye mektuplar yaz ıyordu (122).
Bunun üzerine Mervan, Irak valisine, Nasr'a yard ım etmesini em-
retti. Fakat o, daha yard ıma koşmadan Fergana ve Horasan, Ebu
Müslim'in eline geçmiş ve gücü artmıştı . Ebu Müslim'in ne derece
iktidarlı bir adam olduğu, onun ordusu içinde kulland ığı komu-
tanlardan belli idi. Örneğin Kahtaba bin Şebib adında Hicazlı bir
Arap, Nasr bin Seyyar' ı Serhas'a kadar ko ğuşturarak büyük zarar-
lara uğratmıştı. Suriye askerlerinin mâneviyatlan bundan ötürü
çok kınlmıştı . 85 yaşında bulunan Nasr bin Seyyar önce Ciireân'a,
oradan Fars'a doğru kaçmakta iken öldü.
Bu sırada Halife Mervan bu ayaklanman ın hangi Hâsimi için
yapıldığını araştırmakla meşgüldü. Sonunda İmam denilen İbrahim
bin Muhammed bin Ali yüzünden ayaklanman ın çıktığını anlayınca,
onu Harran'a getirtti. İ brahim zindanda birçok El-nevi ve Ha şimi
buldu. II. iimerlin oğlu Abdullah ve I. Velid'in oğlu Abbas bunlar
arasındaydı .
İbrahim'in tutuklu bulunmas ı , ayaklanma hareketine engel ol-
madı. Kahtaba bin Şebib Cürcan'da Nasr bin Seyyar' ı yendikten
sonra, hemen bat ıya yürümü ştü. Orada Hâlid bin Bermek adında

(121) Emir Ali, a.g.e., I., S. 174.


(122) Emir Ali, a.g.e., I., S. 174.
76 Bahriye 11ÇO1

birisi de vard ı . (Bunun mensup oldu ğu Bermek ailesinin Abbasi


devletine yapaca ğı hizmetler ileride görülecektir). Kahtaba Rey
şehrinde düzenin sa ğlanması ile uğra şırken, o ğlu Hasan Haricile-
ri tenkil ediyordu. Hasan Nihâvend'i de kuşattı . Babas ı Kahtaba
ise Mervan taraf ından bu şehre gönderilen yard ımcı birliklerle
sava ş tı ve onları yendi.
Kahtaba Irak'a geldi, Fırat'a yakın bir noktada ordugahm ı
kurdu. Irak valisi Yezid'in ordusu ile Kahtaba'n ın ordusu Hz.
Ali'nin oğlu Hz. Hüseyin'in şehit edildiği yerde karşılaştılar. Eme-
viler burada büyük bir yenilgiye u ğradılar, ama Kahtaba da sava ş-
la öldü. Oğlu Hasan ordu kumandanl ığım eline aldı ve Vâsıt'a ka-
dar, kaçışan Emevileri kovalad ı . Böylece Kûfe onun eline geçti.
Başarısızlık haberleri Mervan' ı deliye çevirdi ğinden intikam ate şi
içinde kıvranıyordu. İbrahim'in Ebu Müslim ile gizlice haberleş-
tiğini keşfeden Halife, hemen onun katlini emretti; di ğer tutuk-
lular da onunla birlikte idam edildiler.
Veliahtlık sırasına göre İbrahim'in yerini alan Ebu'l-Abbas
Abdullah kardeşinin üzücü akibetinin öcünü almaya yemin etti.
Bu yemini öylesine tuttu ki, kendisine Seffah (= Kan dökücü) la-
kabı verildi.
Hasan bin Kahtaba Küfe'ye girdi ği zaman, Abbasi dailerinden
Ebu Seleme e1-Hallâ1 de kendisine ulaş tı. Durum onu göstermek-
teydi ki, bu şahıs Hz. Ali soyundan gelenlerin gayriresmi temsil-
cisiydi. Ebu Melerne el-Hallal, Abbasi ailesince büyük bir sayg ı ile
karşılandı (123). Herkes onun ellerini öpüyor ve şeref yerini ken-
disine b ırakıyordu. sadece Ebu Müslim'e itaat etmesi gerekli ol-
duğu ona hat ırlatılmakta idi. Ebu Seleme ve Hasan bin Kahtaba,
şehir halkını bir Halife seçme ğe davet ettiler. Belirtilen günde
Küfe büyük bir heyecan içindeydi. Siyahlar giyinmi ş binlerce halk
mescide doğru gidiyordu. Ebu Seleme de siyahlar içinde ortaya
çkıp toplantının sebebini aç ıkladı ; Islannyet'i ve Ehl-i Beyt'in hak-
larını savunan Ebu Müslim'in art ık Emevi soyunun kötü yönetimi-
ne son verdiğini ve bugün bir halife seçmek için toplanm ış bulu•
duklar ını, bu vâzifeye en lay ık olan Ebu'l-Abbas Abdullah' ı teklif
ettiğini bildirdi (124).

(123) Taberl Tarih, IV., S. 334 v. öt.


(124) Wellhausen, Arap Devleti ve sukutu, S. 257 v. öt., Cevdet Pa şa, Kısas,
VIII., S. 340.
EMEV İ DEVLET İ '77

Bu arada Hz. Ali soyundan olanlar ın haklarının çiğnendiğini


hatı rlatan Küfeliler'in ayaklanmas ından korkulmakta idiysa de,
gene renkten renge girmekten çekinmiyen İraklılar, Ebu'l-Abbas
adını iş tir iş itmez, hemen tekbir getirme ğe koyulmuşlardı .
Ebu'l-Abbas Abdullah gizlendiği yerden camiye getirildi ve her-
kes ona biat etti (132/750).
D) II. Mervan'ın sonu : II. Mervan büyük fedakarl ıklarla bir
araya getirebildi ği 10 000 kişilik bir güçle Zab suyu kenarında Ab-
dullah bin Ali kumandas ındaki ordu ile sava şa tutu ştu ve bozuldu.
Mervan kendisi köprüden kar şıya geçti ve kurdurmu ş olduğu köp-
rüyü yıktırdı . Geri kalan askerleri bu yüzden k ılıçtan geçirildi. Ço-
ğu da sulara gömüldü. Ordusundan kalan silah ve e şya komutan
Abdullah bin Ali'nin eline geçti.
Bu bozgundan sonra II. Mervan Musul'a geldi. Musul halk ı onu
kabul etmedi, «Allah'a şükrolsun ki, devleti senin elinden ald ı ve bi-
ze Haş imi soyundan bir Halife verdi» dedi. Mervan bu sözleri i şitip
Dicle'den Harran'a doğru yollandı,. Abdullah bin Ali de onu izli-
yerek Harrân'a gitti. Mervan oradan Humus'a, buradan Şam'a
Şamdan da Filistin'e s ığındı . Burada da barmamaym sonunda
Mısır'a kaçt ı .
Abdullah bin Ali'nin karde şi Salih bin Ali, Ebu'l-Abbas Abdul-
lah'm verdi ği bir emir üzerine çok say ıda askerle M ısır'a yürüdü.
Öncü süvariler Mervan' ı Busayr kilisesinde saklanm ış buldular.
Üzerine hücum ettiler, o hayat ını pahalıya satmak istedi ğinden çar-
pışa çarp ışa can verdi. İşte 132/750 tarihinde II. Mervan' ın ölü-
müyle Emevi halifeli ği böylece son bulmu ş oldu.
III. ABBAS' İMPARATORLU ĞU

1. — Abbasi imparatorlu ğunun kuruluşu ve gelişmesi : A) Ebu'l


Abbas'm Halifeliği (132-136/750-954) : Yukarda anlatt ığımız şekil-
de Ebu'l-Abbas Abdullah' ın Küfe'de halife seçilmesi ve Mervan' ın
Mı sı r'da öldürülmesi ile hilafet Emevi soyundan Ha şimi soyunun
Abbasi koluna geçmi ş ve Şam da Islam imparatorlu ğunun merkezi
olmaktan art ık çıkmıştı .

a) Emeviler'e karşı şiddet tedbirleri : Ebu Müslim Horasanr


nin askeri kudreti ve ba şarıları sayesinde iktidara gelen Abbasiler,
Suriye'de yüz y ılı aşan bir zamandanberi Emevi ailesinin hegemon-
yas ına alışı k toplumun gelecekte bir tehlike yaratmas ından duy-
duklar ı kuş kudan olacak, korkunç cinayetlerle bir y ıldırma poli-
tikas ına giriştiler. Bu hareketin ba şı nda komutan ve halifenin am-
cası Abdullah bin Ali vard ı . İş ledikleri cinâyetleri me şru göstere-
bilmek amac ıyla, yaptıkları işleri «gazab-i ilahi» olarak vas ıflan-
dırd ı lar. Hz. Ali soyuna re-va görülen kötülüklerin cezas ını veriyor
göründüler. Asl ında amaçlar ı , iktidardan dü şmüş olan Emevi so-
yunu tamamiyle zarars ız bir hale getirmekti.

Tarihte e şine az rastlanan büyük cinayetler daha çok Suriye'de


i şlendi. Mervan' ı kovalayan Abdullah bin Ali, Şam'i 15 gün kuşat-
tıktan sonra halk ını kılıçtaıı geçirip şehrin surlar ını yerle bir ettir-
di. Sonra Ernevilere aman verdi ğini ilan ettirip toplanan Emevi ile-
ri gelenlerinin hepsini öldürttü (125). Ayr ıca Abdullah bin Ali'nin
bir emri üzerine I. Muaviye'nin, II. Yezid'in, Abdülmelik bin Mer-
van'ın ve Hişam'ın mezarlar ı açıldı . Onların kemikleri hakarete u ğ-
radı ve yak ıldı . Duyulan kin özellikle Hi şam'ın çürümemi ş olan ce-
sedine karşı açığa vuruldu: önce k ırbaçland ı sonra as ılıp yakıldı..

(125) Mes'üdi, VI., S.„76; Makrizl, en-Nizâ ve 't- Tehâsüm..., S. 54.


ABBAS İ İ MPARATORLU Ğ U 79

Mesleme bin Abdülmelik'in cesedi ise da ğılıncıya kadar ni şangâh


olarak kullanıldı (126). Bu vah şetlerden yaln ız II. Ömer'in cesedi
uzak kalabilmiş ti. Abdullah bin Ali, Hişam'ın eşi Abde'ye yapt ığı
evlenme teklifi, bu prenses taraf ından reddedildi ği için onun kar-
nını deşmelerini emretrni şti.

Ebu'l-Abbas Abdullah kardeşi oğlu İbrahim bin Yahya'yı 133/


750-1'de Musul'a vali tâyin etti ği zaman da buna benzer olaylar geç-
ti. İ brahim bin Yahya 12 000 ki şi ile Musul'a girdi. Önce şehir hal-
kını davet etti; onlardan oniki suçsuz insan ı öldürttü. Musullular
geri çekildiler. Vali camiye gireceklerin emniyette olacaklar ı yolun-
da bir bildiri yayınlayı nca halk çabucak camide topland ı. Caminin
önünü kesen askerler bunlardan 11 000 ki şiyi orada katlettiler (127).
Bu korkunç katliamdan kurtulabilen dörtyüz erkek de ayr ıca bir
baskı n sonunda öldürüldüler. Geceleyin a ğlaşan kadınların sesle-
rinden sinirlenen İbrahim kadınlann ve çocukların öldürülmesi-
ni de emretti. Üç gün süre ile .bu emrin yerine getirilmesine çal ı-
şıldı . Musul katliamım tasvir eden Makrizi «Bundan daha kötüsü-
nü Ebu'l-Abbas'dan ba şkasının yaptığı işitilmemiş tir» demektir.
Bütün bu ağır cezaların Musul halkına ne sebeble reva görül-
düğü yeni Halife'den soruldu ğu zaman, O «Vallahi bilmem ki!» di-
ye verecek bir cevap, bir suçlama bulamam ıştı . Bütün bu cinayet-
ler i şlenirken kendisine Seffâh diye ad verilen ilk Abbasi halifesi
güzel sesli şarkıcılann ortas ında Nebiz denilen hurma şarabın]
içerek mestolmaktayd ı. Yakınları onun böyle içki içerken görün-
mesinin doğru olmıyacağını söylemeleri üzerine kendini bir perde
ile mütecessis gözlerden ay ırmıştı (128).
Abdullah bin Ali'nin diğer bir karde şi, Süleyman bin Ali, Bas-
ra'da bulduğu Emevi soyundan kimseleri öldürtüp sokaklarda sü-
rükletti. Bu s ırada Ebu Müslim'in katlettirdi ği insanların sayısı ise
600 000'e ula şmıştı (129). Şurada burada k ılıçtan kurtulabilmi ş
olan Emeviler ise Endülüs'e gidip orada yanda şlan ile birleşebildi-
ler. Abbasi devleti kudretini oralara kadar ula ştıramadığı için Eme-

(126) Makrizi, en- Nizâ ve 't - Tehâsüm, S. 54, v. öt.


(127) Makrizi, a.g.e., S. 54.
(128) Makrizi, a.g.e., S. 55.
(129) Agani, IV. S. 92; Mes'üdi, et - Tenbih, S. 328, İbn ül - Esir, V., S. 326'da
bu cinayetler anlat ılır, ama Taberi bunlardan bahsetrr ıemektedir.
80 Bahriye ÜÇOK

viler, Abbasoğlulları'na biat etmediler ve Ispanya'da ba ğımsız bir


devlet kurabildiler.
b) İspanya'da Endülüs Emevi devletinin kurulu şu : Emevile-
rin her yerde takip edildikleri bu s ırada Abdurrahman bin Muâviye
bin Hişam bin Abdülmelik ,Suriye'den kaç ıp şurada burada dolaş-
tıktan sonra Magrib'e ulaştı . Abdurrahman o zaman henüz yirmi
yaşındaydı . Adını Cafer ül Mansür diye bildirmiş ; ancak böylece
-

Afrika'da 5 - 6 yıl kalabilmişti. Bu sırada Ispanya'ya Emirler ara-


sında anlaşmazlıklar vardı . Bazı doğru düşünenler bu çeki şmelere
bir son verebilmek amac ıyla aralarında gizli bir dernek kurmu şlar-
dı . Abdurrahman bu dernek üyeleri ile ba ğlantı kurmaya, kendini
Ispanya'ya çağırtmaya muvaffak oldu. Sonunda Abdurrahman, Ber-
beri Zenata kabilesinden ald ığı birkaç yüz süvâri ile Ispanya'ya
çıktı . İşbiliye şehri 20 000 askerle ona yard ım etti. O, Ispanya'ya
hakim olmak isteyen birçok Emirlerle sava şlar yapmaya mecbur
oldu. Her seferinde üstün geldi. Kendisine kar şı olan Emirlerden
bir kısmı Hristiyan k ırallara s ığındılar. Böylece elde etti ği başarı-
lardan sonra 138/755-756 y ılında ona biat edildi ve Endülüs'te ba-
ğımsız bir Ernevi devleti kurulmu ş oldu. Ama kendisine Emir ül-
Müminin dedirtmedi. O sâdece Emir unvan ı ile yetindi.
c) Yezid bin Hubeyre'nin direnmesi : Hükümet merkezini
Şam'dan Küfe'ye (daha çok Haşimiye'ye) nakleden Ebu'l Abbas za-
-

manında Suriye art ık önemini yitirdi. Buna karşılık Irak, Hz. Ali'
nin halifeliğinde kısa bir zaman için kazand ığı üstünlüğü yeniden
elde etti. Arap kabilelerinin art ık eski önemleri kalmadı . Arap ol-
mıyanlarla Araplar aras ındaki fark ortadan kalkt ı. Bu sırada kuzey
Afrika, Abbasi hegemonyas ı altında ise de hükümet merkezinden
ayrı, özerk bir duruma geçme e ğilimini kısa zaman sonra göstere-
cektir.
Ebu'l-Abbas' ın güçlükle elde etti ği şehirlerden birisi de Va.
sit' t ır. Burada II. Mervan' ın eski valisi Yezid bin Hubeyre, Hasan
bin Kahtaba ile Halifeye kar şı onbir ay direndi. Ç ıkar bir yol bu-
lamayı nca, kendisi ve ailesi için aman aldı ktan sonra teslim oldu;
ama Ebu Müslim Horasani, Yezid'in sağ bırak ılmamasını Halifeye
ısrarla söyleyince, onu ve yak ınlarını öldürdüler.
Bo arada Ebu Seleme el Hallül da bir gece Halifenin saray ın-
-

dan çı karken, kendisini çekemiyen Ebu Müslim'in adamlar ı tara-


fı ndan öldürülmü ş ve bu suç da Hariciler'e yüklenmi şti.
ABBAS1 İ MPARATORLU Ğ U

d) Ebu'I-Abbas'm ölümü : Halife, Ebu Müslim'e sormadan


hiçbir işte karara varamıyordu. Askerin çoğu Halife'den çok Ebu
Müslim'e bağlıydılar. Ebu Müslim'in de Abbasi soyuyla akrabal ığı
olduğu sbylentisi Abbasoğullarını kuruntuya düşürüyordu; hatta
Seffah'ın kardeşi Mansur, Ebu Müslim'in katlini bile teklif etmi şti.
Ama Ebu'l-Abbas 8..effah, kendisini iktidara getiren böyle bir şöval-
yenin idamına o zaman raz ı olmamıştı. Seffah'ın Küfelilere güveni
olmadığı ndan bir zaman Küfe'de oturup sonra Hire'ye geçti; 134/
751-752'de de Anbar'a.

Bu arada Maveraünnehr'de ayaklanmalar olmu ş, Ebu Müslim


Horasani bunları da önlemişti. Ebu Müslim'in bu ba şarısından son-
ra, Halife'nin ona kar şı güveni azald ı. 136/753-754 yılında Seffah
kardeşi Mansur'u hac Emiri nasbetmi şti. Ebu Müslim ayn ı yılda
Hicaz'a gidip Mansur ile birlikte hac farz ını yerine getirdi. Yolda
pek çok hayır işleyip kuyular açt ırmış ve hediyeler dağıtmıştı .
Onun bu cömert davran ışı veliandi sönük bir duruma düşürdü.
Mansur Hac'dan dönerken Ebu'l-Abbas Seffah 29 veya 33 ya şın-
dayken öldü. Hayattayken birinci veliand olarak karde şi Ebu Ca-
fer Mansur'a, ikinci veliaht olarak da ye ğeni İsa bin Musa'ya biat
ettirmişti. Bu ahitnameyi de Isa'ya vermi şti. Ebu'l-Abbas. ölünce
İsa bin Musa durumu Mansur'a yazdı. Hac dönüşü mektubu alan
Mansur'a Ebu Müslim ve orada bulunanlar biat ettiler (130).
B) Mansur'un halifeliği (136-158/754-775) : Mansur halife ol-
duktan sonra, baz ı rakiplerle uğraşmaya mecbur oldu. Bir yan-
dan da halifenin amcas ı Abdullah bin Ali bu sırada Bizansa kar şı
sefere çıkmış olduğundan elinde büyük bir kuvvet bulundurinak-
taydı . Bu kuvvetle hilafet iddias ında bulunması muhtemeldi. Man-
sur bu korku ve ku şkusundan Ebu Müslim'e bahsetti ği zaman, o,
Halife'ye merak etmemesini, kendisinin Abdullah bin Ali'yi yen-
meye yeterli olduğunu, onun emrindeki askerlerin ço ğunun Hora-
sanlılardan meydana geldi ğini, bu askerlerin Abdullah bin Ali'den
çok kendi sözünü tutacaklar ı m söyliyerek Halife'yi teselli etti.
a) Abdullah bin Ali'nin halifelik iddiası : Halife Mansur Ebu
Müslim ile Küfe'ye geldi. Bu s ı rada Abdullah bin Ali, Mansur'a biat
olunduğunu duyunca gerçekten de halifelik iddias ıyla ayaklandı
ve ordusuyla Harran'a geldi. Ebu Müslim onun üzerine yürüdü.

(130) Cevdet Pa şa., Kısas, VIII., S. 355,


82 Bahriye ÜÇOK

Abdullah'ı n ordusu daha büyük oldu ğundan, Ebu Müslim bir ta-
kim sava ş hiyleleri kullanmak zorunda kald ı ve ancak bu yoldan
onu 137/754-755 yılı nda yenebildi. Abdullah bin Ali Basra'ya kaç-
tı . Mansur onu ele geçirip hapsettirdi.
b) Ebu Müslim'in öldürülmesi : Abdullah bin Ali'nin ordu-
sunda bulunan pek çok mal böylece Ebu Müslim'in eline geçmi ş-
ti. Mansur bu mallar ın deftere i şlenmesi amac ıyla Ebu Müslim'in
yanı na bir memur yollayı nca, Ebu Müslim hiddetlendi ve «bize
can emniyet olunuyor da, mal için emniyet olunmuyor mu?» diye-
rek Mansur hakkı nda kötü konu ştu. Neredeyse Mansur'un memu-
runu katledecekti.
Mansur esasen Ebu Müslim'den ku şkulanmaktayd ı . Onun bu
son hareketi kendisini vehme götürdü ve Ebu Müslim'e Şam ve
Mısı r eyâletlerinin vâliliklerini verdi. Hükumet merkezine yak ın ol-
mak için Şam'da oturup M ısırı da dilediği gibi yönetmesini yolla-
dığı cmirnameye yazd ı . Ebu Müslim bundan memnun olarak «Ho-
rasan da bizim» deyip Horasan'a gitti. Mansur bundan çok ürktü
ve Anbar'dan Medain'e geldi; Ebu Müslî ınl yanına dâvet etti. Ebu
Müslim çekindi ği için gitmedi. Bu kez Halife, Beni liâsim'in ihti-
yarlarından saygıya değer kimseleri Ebu Müslimse yollay ıp onu
kendi yan ına gelmeye ikna ettirdi. Böylece Ebu Müslim sadece
3 000 kişi ile Medain şehrine geldi; huzura ç ıkt ı. Tatlı tatl ı sohbet
ettiler, ertesi gün gene hilafet makam ına girdiğinde, Mansur ön-
ceden gizletti ği adamları ile onu katlettirdi (131). İşte böylece
Ebu Câfer Mansur, Abbasi İmparatorlu ğunda bağımsız bir hüküm-
dar mertebesine ula şabildi.
c) Bağdat'ın kuruluşu ve merkez oluşu : Mansur ne Medine,
ne Şam, ne de Kûle'yi siyasi dü şüncelerle ba şkent yapmay ı uygun
görmediğinden, kendine ba şket yapabileceği bir yer aramakıtaydı.
Suriye'ye kar şı kendini emniyete almak, Hz. Ali'nin yanda şları ile
dolu olan Kûfe'den de uzak bulunmak amac ıyla Bağdat' ın bulun-
duğu yeri seçti. Daha önce o Kûfe yak ınında kendi adın ı taşıyan
bir şehir kurduysa da, mutaass ıp Şiilere yakı n olmaktan huzursuz-
luk duyduğu için buray ı bırakmaktan çekinmemi şti. Gerçekten de
Bağdat Dicle ile F ırat' ın birbirlerine en çok yakla ştıkları , su ve ka-
ra yollarının düğüm noktas ında, tarıma çok elveri şli bir yerdeydi.

(131) Makrizi, en-Nizâ, S. 53; İbni Tiktaka, el-Fahri 282/3.


ABBASI İ MPARATORLU Ğ U 83

Mansur devletin yeni merkezinin temelini 145/762'de att ı . Irak'


dan ve başka bölgelerden toplanan mühendis, mimar ve i şçilerin
sayısının 100 000 olduğu söylenmektedir. Dört y ıl gibi kısa bir za-
manda bunlar yeni başkenti inşa ettiler. Şehir bir merkez etraf ın-
da daire biçiminde geni şleyen bir plana göre yap ıldı . Tam ortas ın-
da Bab ül-Zeheb veya Kubbet ül-Hadra denilen Halife saray ı ve
büyük cami vard ı . Devlet büyükleri için tören alan ının ortasında
binalar yapt ırılmıştı . Askeri kışlalar Ba ğdat'ın karşısı nda, yâni
Dicle'nin doğu kıyısında kurulmuştu ve Mudar, Horasan ve Yemen
askerlerine olmak üzere üçe ayr ılmıştı . Çifte duvarla ku şatılmış
olan. Bağdat' ın sokakları çok düzenli bir biçimde yap ılmıştı . Man-
sur sonradan oğlu Mehdi için şehrin kuzey bölümünde, surlar ın dı-
şında Rusâfe kö şkünü yapt ırdı . Kendisi de, belki Ba ğdat' ın umdu-
ğundan çok kalabal ık olmas ı yüzünden, Rusafe'ye çekilmi şti. Şehre
önce Medinet üs-Selâm veya Dar üs-Selâm ad ını verdi ama, halk
bunu bir süre kurucusunun ad ıyla (Medinet ül-Mansur) and ı (132).

Şehir kurmaya merakl ı olduğu anlaşı lan Mansur kendisi henüz


hilafet makam ına geçmeden önce: Bizans imparatoru. V. Konstantin'
in (741-775) sald ırıp bir anbardan ba şka bir yapı bırakmamacas ına
yıktırdığı ve halk ını sürgün ettiği Malatya'yı 139/756-757'de, Sâlih
bin Ali'ye verdi ği bir emirle yeni ba ştan inşa ettirmi şti. Bu i ş için
70 000 asker ve her şehirden işçi gönderdi (133).

d) Hz. Ali soyundan gelenlerle mücadele : Mansur'un 144/761-


762 yılından sonra Hz. Ali soyundan gelenleri yok etmek için giri ş4,
ği savaşlardaki tutumu, onun ne kadar merhamet duygusundan ti
yoksun olduğunu gösterir (134).

Hz. Hasan'ın iyice yıldırılmış olan torunlar ı bu sıralarda ede-


biyat, felsefe, sanat ve bilim ile u ğra şıyorlar, politikadan uzak sade
bir hayat sürüyorlard ı. Abbasilere gelinciye kadar hayatta kalan Ali
evlatlanna halifeler iyi davranm ışlardı , ama Emeviler'i y ıkmak ve
yerine Haş imi soyundan halife geçirmek bahis konusu olunca, Me-
dine'de Mansur'un da içinde bulundu ğu Haşimiler'den meydana ge-
len bir toplant ı düzenlenmi ş ve erdemli bir ki şi olmasından ötürü

(132) İ bn ül - Esir, el -Kâmil, V., S. 20; Emir Ali, Musavver Tarih -i İ slâm,
I., S. 216.
(133) Belâzuri, Futuh ül - Buldân, I., S. 301 - 2; Ebu'l - Ferec, Tarih, I., S. 200.
(134) Ebu'l - Ferec, Tarih, I., S. 200.
84 Bahriye ÜÇOK

kendisine Nefs ül-Zekiye diye ad tak ılan Muhammed Mehdiye biat


edilmişti. Mansur da biat edenler aras ındaydı, ama halifelik Abbasi-
lere geçtikten ve kendisi halife olduktan sonra, bu biat ın anısı Man-
sur'un rahat ını kaçırır oldu. Günün birinde Muhammed Mehdrnin
ayaklanmas ından korktuğu için Medine'de casuslar bulunduruyor-
du. Casusların verdiği haberlere inanan Mansur, Muhammed Meh-
di ile kardeşi- İbrahim'in yakalanması emrini verince, bunlar kaç-
tılar. Mansur bu kez Hz. Ali soyundan ileri gelenleri yakalat ıp zin-
cire vurdurtarak Küfe'de bir zindana yollad ı. Bunlara o kadar i ş-
kence edildi ki, Emevi saltanat ı sırasında çok daha rahat bir ha-
yatları olduğunu itiraftan çekinmediler (135). Mansur, Imparator-
luğun topraklarını köy köy, adım adım araştırdı . Çöllerde onları
aramakla görevli ücretli adamlar tutuldu. Onlar ı misafir etmeleri
ihtimali bulunan kimseler hapse at ıldılar ve işkencelere uyruk tu-
tuldular.
Artık bu çekilmez takipten yorulan Muhammed Mehdi karde-
şini Basra'ya yollayıp hazırlık yaptı ; Basra ve Medine'de ayn ı za-
manda Mansur hal'edildi; Medine valisi hapse at ıldı . Hicaz ve Ye-
men Muhammed Mehdryi halife olarak tan ıdı, hattâ imam Ebu Ha-
nife ile imam Mâlik bin Enes de bu seçimi uygun bulduklarını bil-
dirmişlerdi.
Durumu çok tehlikeli bulan Mansur gene hileye ba ş vurdu,
Muhammed Mehdrnin mutlak olarak affedildi ğini bir mektupla
kendisine bildirdi. Muhammed Mehdi halifelik kendisinde olduğu-
na göre, Mansur'un yetkisinin bulunmay ıp bu yetkinin de kendi-
sinde bulunduğunu hatırlatmış ve bu teklif edilen aff ın, Ebu Müs-
lim'in, Abdullah bin Ali'nin ve Yezid bin Hübeyre'nin haklarında
esirgenmemiş olan lûtfun e şi olup olmadığını sormuştu. Mansur ise
bu kez, ba şka bir eda ile Hz. Peygamber'in erkek çocu ğu bulunma-
dığına göre hilafet hakk ının amcası soyuna geçmesi gerekti ğini ha-
tırlatıyor ve kendi halifeli ğinin meşruluğunu savunuyordu (136).
Mektubun arkas ından yeğeni veliaht İsa'nın komutas ında büyük
bir orduyu da onun üzerine yollad ı. İsa şehri terkedenlere veya ev-
lerine sığınanlara zarar gelmeyece ğini ilan etti; bunun üzerine bir-
çok Medineli şehrin dışına çıktı. İ sa saldırıya geçti. 145/862-763'te
yanında yalnız 300 asker kald ığı halde bizzat çarp ıştı ve İ sa'nın as-
kerlerini bozguna u ğratt ı, ama sonunda savaşa savaşa can verdi. Hz.

(135) Makrizi, en - Nizâ, S. 58.-


(136) Taberi, Tarih, IV., S. 400.
.AE1BAS İ 85

Ali'nin zülfikah Muhammed Mehdi'nin yan ında olduğundan İsa bu-


nu ganimet olarak aldı Muhammed Mehdi'nin ba şı ile birlikte ha-
life Mansur'a yollad ı (134). Muhammed Mehdinin karde şi İbrahim
ise büyük bir yanda ş gurubu ile Ba ğdat yakınında bulunan Vasıt
ve Fars bölgelerini egemenli ği altına aldı ve Küfe üzerine yürüdü
Bu haber, kuvvetlerini Afrika ve Rey'deki ayaklanmalar ı bastırmak
için yollam ış olan Mansur'un uykusunu kaç ırmaya yetti. Hatta kaç-
maya hazırlanırken ordusunun zafere ula ştığı haberi geldi. Sonun-
da İsa, İbrahim'in de ba şını kardeşininki gibi Halife'ye teslim etti.
Bundan halife o kadar memnun kald ı ki, adeta yeniden do ğmuş gibi
oldu ve ibrahimle Muhammed Mehdi'ye uymu ş olanları ara ştırma-
ya koyuldu. Mansur bunlardan kimini hapsetti, kimini k ırbaçlat-
tı, kimini de öldürttü (138). Bu arada Muhammed bin İbrahim
üzerine bir çat ı yaparak onu diri diri defnetti ği söylenir (Makrizi
en-Niza, S. 57-58). Mekke imam ı ve Maliki mezhebinin kurucusu
Mâlik bin Enes de bu yüzden kamçılammştı . Fakat bu olaydan
sonra Malik bin Enes'in şöhreti daha çok yay ılmış, Mansur'un
şiddeti ise müçtehitlerin metanet ve sebatlar ına ziyan verememi ş-
tir. Bu imamlann Mehdi'ye hak tan ımaları, daha Abbasiler'den
önceye ait bir olayd ır.
Hz. Ali soyundan gelenlerle amans ız mücadele ve onlara ya şa-
ma hakkı tammama Abbasoğullan devletinde Mansur'dan sonra da
aralıklarla devam etmi ştir.
e) Maıasur devrinin özellikleri : Mansur zamanında birçok si-
yasi gaileler hallolunmuş , ve İslam İn-2paratorlu ğu, Ispanya bir ya-
na, heryerde asayi şe kavuşmuştur. Bu Halife zaman ında Iranlı bir
aile olan Bennekoğullan ileri gelenler! hapisten ç ıkarılıp Kürtler'in
aya;klanmalannı bastırmakla göreviendirilmi şlerdi. Bermeki Hâlid
ise Mısır valiliğin atanmıştı.
Mansur hadis biliminde alim sayılacak dereceye yükselmi şti.
Onun zamanında hadis, fıkıh ve tefsir kitapları yazılmış ve bun-
ların tasnifine ba şlanmıştır. Emevilerin gözüne diken gibi batan
Medine'deki fıkıhçı lar Mansur taraf ından saraya davet olundular.
Basra ve Küfe °kullanım çabalarıyla Mansur zamanında Arap

(137) Taberi, Tarih, IV., S. 410.


(138) Bu arada Muhammed bin İbrahim'in üzerine bir çat ı yaparak onu
diri diri defnettiği söylenir. Makrizi, en Nizâ, S. 57 v. öt.
-
86 Bahriye ÜÇOK

grameri bir bilim hâline getirildi. Ayn ı zamanda eski şiirleri de


araştırıp incelemeğe büyük bir heves uyand ı . Ancak, bu i şle uğra-
şanlar zeki olduklar ı oranda dürüst olmadıklarından, zevklerine
uymıyan şiirleri değiş tirmekden çekinmiyorlard ı. Hatta okadar bü-
yük bir intibak kabiliyetiyle bu i şi yapıyorlardı ki, asıl parçadan
bunları ayırd etmek imkans ız&
Gene bu sırada İbn ül-Mukaffa, İranlıların eski şanlı tarihle-
rinden büyük bir an ı olarak sakladıkları Hazaynâme'yi ve Hindis-
tan'dan gelmi ş olan ünlü Kelile ve Dimne'yi arapçaya çevirdi; Ok-
lit'in geometrisi de yunancadan çevrildi. Islâm'da büyük bir yer
tutan eski eserlerin tercüme devri ba şlamış oluyordu. Böylece Iran
düşünce tarz ı Arap şiirini nüfuzu alt ına alabilme imkânlann ı elde
etmi ş oldu (139).
Yirmi yıl saltanat süren Halife Mansur'un hayat tarz ının örnek
sayılacak bir durum gösterdi ğini söyleyenler vard ır. Sarayında ede-
be aykırı hiçbir olaya rastlanmamıştır. Sabah erkenden kalkar ve
geç vakte kadar hükümet i şleri ile uğraşır, sınırların güvenliği için
tedbirler alır, devletin gelir ve giderlerini gözden geçirirdi. Bir tek
kadınla evlenmi şti. Her gün ak şam üstü çocukları ile sohbet eder,
sonra istirahete çekilirdi. Askerlerine geçit resimleri düzenletir, on-
ları denetler, ordusunu en iyi silahlarla donat ırdı .
Mansur memurlar ının hesaplarını denetlerken, o kadar inceden
inceye ve küçük kusurlara kadar gözden geçirirdi ki, ona Daniki
adını takmışlardı (140). Mansur halkı adalete boyun eğmeğe alış-
tırmıştı . Bir deve meselesi için daval ı olarak kadı karşısına çağrıl-
dığı zaman o, yaln ız mabeynçisinin eşliğinde, mahkemeye giderek
ayakta durmu ş , kadı da Halifeyi oturarak dinlemekten çekinme-
miştir. Karar davac ı olan devecilerin lehinde idi. Mansur bir uygun
zamanda bu kad ıya büyük bir kese dolusu para hediye etmekle yar-
gıçların bağımsızlıklarını halka göstermek istemi ştir.
İbni Tiktaka (S. 254) Mansur'un kaba saba elbiseler giydi ğini,
hatta bunların bazan yamalı olduğunu, sarayında hiçbir eğlenceye
izin vermediğini, hatta bir gün bir ut sesi duyunca k ızıp bunu çalan
kölenin ba şında kırdırmış olduğunu bildirmekte ise de, Malutzi
(en-Nizâ, S. 55) Halife Mansur'un Iran kisralan gibi elbiseler giy-

(139) Cl. Huart, Histoire des Arabes, I., S. 29.


(140) Mnik dirhemin 1/3 üdür.
Ar3BASi İ MPARATORLU Ğ U 8.7

diğini, Bermek ve Nevbaht ailesi gibi İranlıları devletin ba şına ge-


tirdiğini yazmaktadır. Gene Makrizi, yer öpme âdetini de Mansur'un
İ slam sarayına soktuğunu ve oturdu ğu yeri de yükseltti ğini bildirir.
Bu son husustan dolayı da Akkal bin Şebbe adındaki şairin kendisi-
ni hicvettiği yazılıdır. Hil'at hediye etme i şi, bir sürü saray memuru
ile halktan tecrid edilme âdeti onun zaman ında ortaya ç ıkmıştır. Ge-
ne onun zamanına kadar Araplar'ca bilinmiyen cellâd her zaman
Halife'nin yan ında bulunan bir görevli durumuna girmi ştir.
Mansur 158/775'te Hacca giderken Mekke yolunda öldü. Vezi-
ri Rebi' hemen halifelik ni şanlarını Mansur'un o ğlu Mehdi'ye yolla-
dı .
C) Mehdi'nin halifeli ği (158-169/775-785) : Mansur'un şerrin-
den korkan İsa bin Musa, halifenin imalar ından esinlenerek sonun-
da kendi kendisini birinci valiahtlikten çekmi ş ve Mansur'un oğlu
Mehdi'yi birinci veliaht tan ımıştı . Bundan ötürü babas ı ölünce
Mehdi kolaylıkla hilâfet taht ına oturdu.
Mehdi babas ının siyasetinden büsbütün ba şka bir yol tuttu.
Çok daha yumu şak huylu olduğu için babas ının şiddetini, cömert-
lik ve iyiliklerle gidermeye çal ıştı : Katil ve cinayet gibi suçlar
bir yana ba şka Suçlardan ötürü tutuklu bulunan herkese özgür-
lüğünü bağışladı ; tahta ç ıkışını böylece kutladı; Muhammed Mehdi'-
nin kardeşi İbrahim'in o ğlu Hasan'ı zindandan çıkart ıp ona maa ş
ba ğladı ; babas ının Hz. Peygamber ailesinden gaspetti ği emlâki pey-
gamber'in torunlarına geri verdi; 160/777 y ılında hacca gitti ğinde,
Hicaz'ın fakir halkına 30 milyon dirhem ve Mekke halk ına 150' 000
elbise dağıttı . Mehdi şairlere büyük de ğer verdi; yol şebekesini ve
posta berid) i şlerini düzenledi. Ba ğdat onun zaman ında bir yük
alma limanı hâline girdi; Hind ticareti bak ımından büyük bir geli ş-
me kaydetti. Meseid-i Nebevi onun taraf ından yeniden in şa ettiril-
di. Okullar yapt ırdı . İlk olarak Medenililer'den olu şan bir hassa
ordusu kurdu. E ğer kendi ardgelenleri bu yolda yürümü ş olsalardı,
sonradan Türklerden kurulmu ş olan hassa askerlerinin, özellikle
bunların komutanlarının, nüfuzu alt ına girmezlerdi. Haccâc zama-
nında başlanmış ola hac yolunu geni şletti ve uzzatt ı . Bu yolun üze-
rinde kuyular su depoları ve hac ıları korumak için karakollar kur-
durttu.
II. Mervan'ın oğullarından biri Suriye'de bu s ırada ayaklanma-
ya kalkışmışsa da yakalanıp bir süre hapsedildikten sonra maa ş
88 Bahriye ÜÇOK

bağlanarak serbest b ırakıldı (141). Mervan'ın eşini de Mehdi kendi


sarayı nda, yâni halifelik saray ında oturttu.
Mehdi küçük bir şüphe üzerine veziri Ubeydullah' ın oğlunu
idam ettirmi şse de mezhep kavgalar ında dinden saptıkları kanısın-
da olduğu kimselerden ba şkalarına karşı pek şiddetli muamele et-
memiştir.
a) Mezhep kavgaları : Mehdi zamanında, Horasanda bir tak ım
mezhepler geli şti. Bu, Horasan'da kar ışıklıklara sebeb oldu. Bu kar-
gaşalığın başlıca yarat ıcısı kısa boylu, çirkin bil adam olup yüzünü
daima bir perçe ile örten bundan ötürü Mukanna adını alan M-
sim bin Hâkim idi. Mukanna' doktrininde uluhiyetin muhtelif vü-
cutlan işgal ettiğini, nitekim Hz. Adem'den Nuh'a sonra Ebu Müs-
lim'e en sonunda da kendisine geçti ğini söyleyen bir yalancı pey-
gamberdi. Onun yaymak istedi ği mezhep bazı gayriahlâki ve ihtilâl-
d fikirler ihtiva etmekteydi.
Mukanna bir çok yandaş bularak bir aral ık Halife'yi tehdide kal-
kışmış, fakat yakalan ıp idam edilmi ştir. (142) Mukanna'ın yandaşla-
n beyaz renk ta şıdıkları için, kendilerine Mübeyyize adı verildi.
Bir süre sonra Hazar denizinin do ğu bölümünde Cürcân'da
Muhammere (kırmızılılar) adı ile anılan ve ahlâka ayk ırılık"' görü-
len bir mezhep daha türedi. Bunlar da kolayl ıkla susturuldu. Ayrıca
Mezdek tarafından vaktiyle (V. Yüzyıl) kurulmuş olan eski bir mez-
hep de yeniden nüfuz kazanarak birden bire geni şledi. Hris-
iyanlıkla mecüsilikin (Mazdeizm) kar ışmasından doğan ve III. Yüz-
yılda Mani adında bir din kurucusu taraf ından İranda ortaya at ı-
lan bir mezhep veya din Irak ve Suriye'de gizliden gizliye ya şama-
ya devam etmi şti. Bir yandan Doğu Türkistan'da Uygurlar arasında
faaliyet gösteren Maniheistler öte yandan, Mehdi zamanı nda, Irak'-
ta öylesine ço ğaldılar ki, Halife Zenâdıka (= Zındıklar) taifesi di-
ye adlandırılan bu akım yandaşlarından Şemgâle adı nda birini yanı-
na çağırıp kendisine Müslümanlar'dan kimlerin uymakta oldu ğunu
bildirmesini emretti fakat Şemgâle'nin cevab ı, «Bunlar saymak-
la bitmez» şeklinde olunca, Mani dinine girmi ş olanlar hakk ında ta-
kibata nezaret etmek üzere «Sâhib üz Zenâdika» adıyla bir men-lu-
-

riyet kurdurdu ve Manicileri şiddetle cezalandırd ı (143).


(141) İbn ül -Esir, el -Kâmil, V. S. 52.
(142) İbn ül- Esir, el- Kâmil, V., S. 52 ve 58.
(143) Şerefettin Yaltkaya, Darüldünün Ilâhiyat Mecmuas ı, sayı 15; S. 7.;
Ebu'l - Ferec, Tarih, L, S. 203.
ABBAS İ İ MPARATORLU Ğ U
89

b) Bizans'la mücadele : 162/778-779 y ılında Bizansl ılar is-


lam topraklar ına akın edip büyük zararlar verdiler, Mara ş halkı-
nı katlettiler. Bunlar ın üzerine Hasan bin Kahtaba bir orduyla gi-
dince ve bir iki şehri, karşılık olarak yıkınca, Bizanslılar kaçtılar.
Ama Rumlar yeniden sald ırıya geçmekte gecikmediler. O zaman
Halife Mehdi o ğlu Musa'yı yerine b ırakıp Musul yoluyla kuzeye doğ-
ru yürüdü, Haleb'de 'karargah kurdu ve o ğlu Ilarün'u Kürdistan
ve Azerbaycan bölgelerini yönetmekle görevlendirdi. 165/782'de
Hartin İslam Istanbul Boğazına kadar götürdü. 780'de
ölmüş olan imparator IV. Leo'nun zorba ve saltanat heveslisi e şi
İrene henüz ergin olmayan o ğlu VI. Konstantin' (780-797)e naibe-
lik ettiği sı rada (144) Araplar' ın Boğaziçi kıyılarına ulaştıklarını
görüp telâ şa düştü. Sonunda büyük bir yenilgiye uğrayan Bizans
Imparatoriçesi a ğır vergiler ödemek 'koşuluyla 3 yıllık bir barış
andlaşmasını imzalamak zorunda b ırakıldı .
Mehdi 785'te Mazenderan'da bir av partisi s ırasında atı ile
birlikte harap bir binan ın, kapısına çarpmış bu yüzden ölmüştür.
Hükümdar olarak o, hiç şüphe yok ki, Abbasi soyunun en iyi ha-
lifelerinden birisi idi. Mehdrnin zehirlenerek öldü ğü de rivayet
edilmektedir (145).
D) Ilâclrnin halifeli ği (169 170/785 786) : Harun babas ının
- -

ölümü üzerine ağabeyi henüz yirmidört ya şındaki Musa el Hâdryi


-

halife ilan etti; herkesten önce kendisi ona biat edip, hilâfete mah-
sus mühür, asa ve hırkayı ona teslim etti. Aynı yıl alevilerden
Hüseyin bin Ali 'yakın akrabalarının yardımiyle hilafet iddia ede-
rek ayakland ı . Bir sabah erkenden Mescid i Nebevrde cemaatin
-

biatini kabul edip vâliyle küçük bir savaştan sonra beytülmâldeki


paraları aldı ve Mekke'ye gitti. Kendisinden yana olacak bütün kö-
lelerin azat edileceğini ilan etmesi üzerine pek çok yanda ş topla-
yabildi. Abbasi halifesi onunla 169 zilhiccesinde (Haziran - Temmuz
786) çarp ıştı . Hüseyin bin Ali öldürüldü, askerleri da ğıldı.
Sert yürekli, inatç ı ama cesur, edebiyata dü şkün bir kiş i olan
Hadi kardeşi Harün'un kendisine kar şı gösterdiği güzel niyetlere
rağmen onu veliahtlikten uzaklaştırıp oğlu Cafer'i veliaht tâyin et-
meğe çalıştı. Bazı Emirler bu yoldaki iste ğine uydular; ancak Ber-

(144) Ebu'l-Ferec, Tarih, 1., S. 204.


(145) 'bn ül-Esir, el -Kamil, V., S. 71.
90 Bahriye ÜÇOK

mekoğullarından Yahya bin Hâlid'in bilgece tedbirleri sayesinde bu


gerçekle şemedi. Zira Hadi bir yıl üç ay halifelik makam ında kala-
bilmiştir.
E) Hârıln ür-Re şid zamanında (170-193/786-809) Abbasi 1m-
paratorbığu : 766 yılında Hayzuran adlı bir câriyeden dünyaya gel-
miş olan Hârûn 786 y ılında tahta ç ıkınca Yahya bin Hâlid Berme-
kryi sınırs ız yetkilerle vezir tâyin etti. Yahya iki o ğlu Fazl ve Câfer
ile birlikte onyedi yıl Abbasi İmparatorlu ğunu yönetmi ştir. Harûn
ür-Re şid devri Asya'da Arap saltanat ının en parlak bir dönernidir.
Halifenin k ıyafet de ğiştirerek geceleri halk ın toplumsal vve ahlâki
durumunu incelemesi, haks ızlığa uğramış olanlara yard ım etmesi,
şefkatli davranmas ı, ayrıca debdebe ve ihti şama düşkün olduğu hâl-
de dindarl ığı elden b ırakmamas ı , Araplar' ın toplumsal hayat ım ge-
ni ş ölçüde etkiledi ği gibi, ününürı uzak ülkelere kadar ula şmas ını
sağladı . Doğuştan asker oldu ğu için, çok kez sava şlara kendisi kat ı-
lır, uyruklarının geçim durumu ile yak ından ilgilenir ve haks ızlık-
ları ortadan kald ırmak için s ık sık denetlernelerde bulunurdu. O
kendi zamanında tüccarlar ın, hacıların ve ö ğrencilerin ülke içinde
rahatça seyahat edebilmelerini sa ğlamıştı . Onun zaman ındaki refa-
h ın derecesi, yapt ırdığı camiler, okullar, hastahaneler, kervansaray-
lar, yollar, köprüler ve kanallarla en iyi tan ıklarını bulmuştur.
a) Bernıekoğullarının vezirliği : Ama unutulmamalıdır ki, Hâ ,
şid bütün bu kalkınmayı ve iyi yönetimi, saltanat ımn ilkrün-Re
on yılında iktidarda bulunan Bermekoğulları'ndan vezirlere borçlu-
dur.
Belh dolaylarından asil bir aile olan Bermeko ğulları, daha Alı-
dülmelik zaman ında sarayla ili şki kurmu şlardı . Bunlardan Hâlid,
Ebu'l-Abbas Saffah' ın merkez yönetiminde vâzife alm ış ve kısa za-
manda temayüz etmi şti. Bunun oğlu Yahya, Harün'un veliahtl ık
zamanında onun hizmetinde bulunmu ş ve kendisini ona o kadar
sevdirmişti ki, Hârün Halife olunca. Yahya'y ı yukarda da söyledi-
ğimiz gibi s ınırs ız yetkilerle vezir tâyin ve kendisine sayg ı göster-
mek amacıyla çok kez «Baba» (146) diye hitap etti. Eski hocas ı olan
Yahya'nın nasihatlarını Hârün hiç ihmal etmeden tutard ı . Yahya'
nın oğulları olan Fazl, Câfer, Musa ve Muhammed de babaları gibi
ileri görüş lü idilor. Yüksek iktidarlı kimselerdi. Bunlardan Fazl

(146) Mes'üdl, Muruc, VI., S. 392.


ABBASi İ MPARATORLU Ğ U 91

Horasan ve M ısır valiliklerinde bulunmuş , Deylem'de ba ğımsızlık


ilan etmi ş olan Yahya bin Abdullah'a boyun eğdirmişti.
Câfer de birçok illerde hizmet etmi ş, Suriye'de Mudarhlar ile
Himyerliler aras ında yeniden ba şlıyan çekişmeyi yatıştırma işini
üzerine almıştı.
Yahya yaşlanınca ba şarı ile yönettiği vezaret makamını oğlu
Cafer'e bıraktı. Bennekoğullannın, Abbaso ğulları soyuna yaptığ)
büyük hizmetler gene bu devirdeki entrika ve iftiralar yüzünden
umulmadık bir biçimde sonuçlanmıştır.
Bermekoğullarının üstün niteliklerini k ıskananlar, Hârûn'a ül-
kenin asıl sahiplerinin onlar oldu ğunu, Halife'nin imparatorluk üze
rindeki nüfuzunun birgün hiçe ineceğini ve belki de kendisini orta-
dan kaldırmak istiyeceklerini ilham edip bütün bu aileyi bir iki
kişi dışında öldürttüler (187/803). İşte bu kudretli yöneticilerin or-
tadan kalkmas ı sonucudur ki, Harûn'un saadet devrine gölge dü ş-
müş, Halife çıkan ayaklanmalar ı bastırmak ve savaşlara gitmek zo-
runda kalmıştır.
b) Kuzey Afrika'nın Abbasi İmparatorluğundan çözülmesi :
Harun ür-Resid'in Saltanat ı sırasında Afrika'da baz ı karışıklıklar
meydana çıkmıştı Halife, Herseme adında birini Afrika'ya vali -
olarak atad ı . Herseme orada kar ışıklıkları bastırdı . ama üç yıl son-
ra istifa etti. Yerine giden yeni vali Afrika'da düzeni sa ğlıyarnadı .
Esasen Afrika eyaleti o s ıralarda Abbasi Devletine gelir sa ğlıyamı-
yor, tersine üste para sarf ına sebeb oluyordu.
İbrahim bin Agleb adındaki Zâb valisi bu durum karşıs ında
Hârûn ür-Reşid'e baş vurarak Afrika'daki İslam topraklarının yö-
netimi veraset yoluyla kendi soyunda intikal etmek ko şuluysa veri-
lirse, orada bar ışı ve düzeni herzaman sağlıyacağını ve hükümetin
para yard ımını da istemeyip üste kendisi her yıl devlet hazinesine
40 000 dinar ödiyeceğini bildirdi (147). Eski valisi Herseme bu tek-
lifi duraksamadan kabul etmesini Halife'ye sal ık verdi. İşte böyle-
ce İbrahim bin Agleb ifriklye valiliğine atanmış ve kısa zamanda
Abbasi imparatorlu ğu içinde ilk kez özerk bir devlet kurmu ş oldu.
c) Asya'da durum : ca) Bizans'la mücadele : Asya'ya gelince
oranın yönetimi zarars ız gitınekteydi. Sınırlar Hindukuş dağların.

(147) İbn ül - Esir, el - Kâmil, V., S. 104.


92 ahriye ÜÇOK

dan Küçükasya içlerine kadar uzan ıyordu. Anadolu'da Hâran ür Re- -

şid, Avâsım adıyla bir bölge ayırdı ve buraları askeri bir vâlinin em-
rine verdi (148). 171/787-788 y ılında Tarsus böylece berkitilmi ş bir
sınır şehri durumuna getirildi.
183/799'da Bizansl ılar'ın kışkırtmas ıyla Kuzeyde oturan Hazar
Türkleri düşmanca hareketlere giri ştiler, Kürdistan' ın kuzeyine
akınlara ba şladılar, orada görülmemi ş vahşetlerde bulundular. Hâ-
rün ür-Re ş id bu kavimler üzerine bir kuvvet göndererek onlar ı ağır
bir yenilgiye uğrattı . Onun vâlileri de Bizans s ınıflarında akınlarda
bulundular, hatta bir defas ında Halife kendisi sefere kat ıldı. Bir
y ıl sonra Bizansl ılarla gene çarp ışmalar başladı . Bu sırada İrene,
erginleştiği için kendisini naibelikten uzakla ştırmış olan oğlu VI.
Konstantin (780-797)'i tahtmdan indirmi ş, gözlerine, mil çektirmi ş
ve kendisi Bizans Imparatorlu ğu taht ına oturmu ş idi (797-802). Ül-
kesindeki kan şıklıkları gidermek amac ıyla Müslümanlara gene ver-
gi ödemek koşulu altında barış önerdi. 802 yılında İrene başbakanı
veya maliye bakan ı Nikeforos (802-811) tarafından taht ından indi-
rilip Midilli (= Lesbos) adas ına sürülüncüye kadar bu bar ış süre
bildi.
Nikeforos tahta geçer geçmez, Halife'ye alayc ı bir mektup ya-
zıp önceki yıllarda Bizarıshlar'ın vermiş oldukları vergileri geri is-
tedi. Hârün ür-Re şid hemen sefere ç ıktı ve Nikeforos'u yeni ba ştan
vergi vermeğe mecbur etti. Imparator anla şmalara ba ğlı kalmadı .
806'da Heraklea (Konya Ere ğlisi)'yı alan Halife, Bizans İmparato-
runu öyle bir yenilgiye u ğratt ı ki, Nikeforos kendisi ve ailesi için
bir çeşit kafa vergisi verme ğe mecbur oldu.
cb) İran ve Ortaasya olaylan : Harün ür-Re şid'in vâlilerin-
den Ali bin İsa aşırı vergi toplaması yüzünden bütün halk ın nefreti-
ni kazanmıştı . Yakınmaların çoğalması üzerine Halife 805'te kendisi
Rey'e gitti; ama Ali bin İ sa'nın sözlerine katı larak, onun memuri-
yetini yeniden onaylad ı . Aynı yılda Semerkanfta Râfi' bin Leys
ayaklannn ş ve Ali bin İsa ona karşı gönderilmiş ti. Fakat Ali bin
Isa'dan yak ınmalar o kadar artm ıştı ki, sonunda Halife onun yeri-
ne Horasan vâliliğine Herseme'yi atadı . Ancak Rafi' bin Leys bu
sırada bütün Maveraünnehr'e egemen olmu ştu. Durum günden gü-
ne güçleştiği için Halife, oğlu Me'mun'u Merv'e yolladı ve ayaklan-

(148) Belâzuri, Futuh, I., S. 303 ve 309.


ABBAS İ fIVIPARATORLU Ğ II
93

mayı bastırmak üzere Tus şehri üzerine kendisi de yürüdü. Orada


hastalandı , bir rivâyete göre 3. Cemaziülahir 193/21. Temmuz 809'da
öldü.

d) Hârûn ür Reşid'in kişiliğ i : Avrupalı tarihçiler Hârûn ür


-

Reşid ile Büyük Karl (Charlemagne)' ın dostluk ili şkilerinden söz


ederler. Bu iki hükümdar anlat ıldığına göre birbirlerine elçilik he-
yetleri göndermi ş lerdir. Bu elçilik heyetleri baz ı hediyeler getirmi ş-
lerdir. Hârûn ür-Re şid'in hediyelerinden biri de o zamana kadar
Avrupa'da hiç görülmemi ş bir çalar saatti. Bu, Imparator saray ın-
da oldukça büyük bir hayret uyand ırmıştı . Ama bütün bu açıkla-
malar yalnız Avrupa kaynaklar ına dayanır İslam, kaynakları böy-
le bir elçilikten asla söz etmemektedirler.Bu yüzden de bu husus-
taki rivâyetler daima şüphe ile karşılanmaktadır (149).
Hârûn ür-Reşid adını dünya tarihinde büyük hükümdarlar s ı-
rasında yazdırmayı başarmış bir imparatordur. Ülkesini istibdatla
vönetmiştir. Zaman zaman kindar olmu ştur ve zaaf göstermi ştir.
Ancak mâlik olduğu sınırsız iktidara rağmen, o kadar hayır sever
ve o kadar fedakârd ı ki, bu kusurlan göze çarpmazd ı. Uyruklarma
karşı cömertti. 9 kez hac kafilelerine kat ıldı. Sırf onlara bir zarar
gelmesin diye güvenlik tedbirleri ald ırtmıştı (150). Zira o zamanlar
hac yolları bugünkü gibi güven alt ında değildi. Arap kabileleri hac
kervanlarına saldırır, hacılan öldürür ve malları gaspederlerdi.
Bu yüzden hacca giden son halife Hârûn ür-Re şid olmuştur.
Hârân'Un saray ı zamanının en parlak ve en ihti şamlı sarayla-
rından biri olmakla kalmam ış aynı zamanda bir bilim ve sanat
merkezi olmu ştur. Müzisyenliği saygı değer bir meslek hâline ge-
tiren, edebiyatta dereceler tesis eden gene Hârûn ür-Re şid'tir: Onun
zamanında Ebu Hanife'ye atfedilen fakat ö ğrencisi Kadi'l-Kudat
Ebu Yusuf'un çalışmaları ile gelişen Hanefi mezhebi iyice yayıldı.
Hârûn ünReşid babası zamanında başlanmış olan bilim, sanat
ve fen kitaplarının arapçaya çevrilmesi alan ını genişletti. Oğullannı
büyük bilginlere, e ğitim ve ö ğrenimleri ile uğraş sı nlar diye, teslim
etti. Bunlar aras ında Sofiyun'dan ünlü Esmüi ile Safii mezhebinin
kurucusu İmam Muhammed bin İdris ül-Safii, İ sa bin Yunus, Suf-

(149) Bu hususta bakını z, Schmidt, Karl der Grosse und Harun ar - Ra şid,
Der. Islam, III., 409-11.
(150) İ bn ül- Esir, el-Kamil, V., S. 112.
94 Bahriye ÜÇOK

yan bin Sûri, müzisiyen İbrahim bin Mavsull gibi ünlü ki şilere rast-
lamaktayız. Hiçbir halife ö ğretim ve eğitimi onun kadar koruma-
mıştır. Kendisi de şair olduğundan şairlere, büyük yak ınlık göster-
miş , yardımlarını esirgememiştir.
F) Emin (193-198/809-813) ve Me'mun (198-218/813-833) dev-
ri a) Emin'in Halifeliği : Emin tahta geçti ği vakit kardeşi Me'
mun Horasan valisi idi. Babaları Haran ür-Re şid ölmeden önce
oğulları Emin, Me'mun, Mu'temin'i s ırasıyla veliahtliğe atam ıştı.
Emin ve Me'mun her, ikisi de, ça ğdaş en büyük bilginlerin yan ında
yetiştirilmişlerdi. Ancak Me'mun hadis fıkıh ve tarih bilimlerini ve
ayrıca güzel konuşma sanat ını iyice öğrenirken, Emin ö ğrenimden
çok, eğlenceye dü şkün olduğu için vaktini hoşça geçirmenin çarele-
rini aramıştı. Hârûn ür-Re şid bunu farkettiği içindir ki, Horasan'da-
ki hazine ile ordunun komutanl ığını Me'muna bırakmıştı . Emin ba-
bası zamanında başvezir olan Fazl bin Rebi'i gene bu görevde b ırak-
tı . Ordunun iki yıllık ücretini birden askere da ğıttı . Bu yoldaki
hareket askeri tamamiyle Emin'e ba ğlamış olduğundan Me'mun
askerin büyük bir k ısmından yoksun kalm ıştı . Buna karşılık Me'
mun da Horasan'da Fazl bin Sehl adlı bir İranlının yardımını gör-
dü. Ayncı Herseme ile Tahir bin Hüseyin adındaki kişiler de ona
yardımcı olmuşlardı. Me'mun halk ın vergilerini indirmek gibi ted-
birler sayesinde çevresinde büyük bir sempati toplad ı . Kardeşine
karşı da sadık ve vazifesine ba ğlı bir durum tak ındı.
Ercin ise yönetiminde bulunan ülkede ya ğmacılığı kendine i ş
cdinmiş olan askerlerini cezaland ırmak şöyle dursun, onları hedi-
yelerle şımartıyordu. Böylece hem hazine bo şalıyor, hem de mü-
neccimler ve asalaklar gün geçtikçe art ıyordu.
Emin yüz dansözden olu şan bir baleyi saray ında bulundurur,
bunlar değerli taşlarla süslü elbiseler içinde ola ğanüstü güzel raks
gösterileri ile Halife'yi e ğlendirirlerdi. Ayrıca Emin Dicle ırmağı
üzerinde yap ılacak şenlikler için aslan, fil, kartal, yılan ve at biçi-
minde e şsiz derecede süslü beş büyük kayık yaptırmıştı . Bu ka-
yıklarda düzenlenen şenlikler ve bale gösterileri aras ında vakit ge-
çiren Halife imparatorlu ğun yönetimini tamamiyle âciz ve iktidar-
sız bir adam olan Fazl bin Rebi'e b ırakmıştı.
Bu durumu farkeden Bizanslılar, İslam sınırlarını geçmenin
zamanı geldiğine inandılar. Emin onlarla u ğraşacağı yerde, karde şi
Me'mun'u Horasan valili ğinden azletti. Me'mun ile Emin'in aras ı
ABBAS? İ MPARATORLU Ğ U 95

bu yüzden açıldı. Üçüncü veliaht olan Mu'temin'e (Kasım) babası


tarafından yönetimi verilmiş olan iller de bunun elinden al ındı.
b) Emin Me'mun mücadelesi : Fazl bin Rebi' Me'mun halife
-

olduğu takdirde kendisinden öç al ır diye korktuğu için, Halife'ye


durmadan Me'mun'u veliahtlikten çıkartma= sal ık vermekteydi.
Halife önceleri buna önem vermedi ği halde, sonraları, israrlara da-
yanamamış, sarayı erkanından olan Al! bin İsa bin Mâlıân'ın da
kışkırtınası yla Me'munu yeliahtlikten azletmi ş ve henüz çok küçük
olan oğlu Musa'yı veliahtliğe atamıştı (151). Me'mun bütün bu
olanlara kar şı valisi bulunduğu yerlerin bat ı sınırlarını sıkı bir
kontrol alt ına aldı . Böylece Emin ile Me'mun aras ındaki bağ tama-
miyle kopmu ş oldu.
Emin, babas ı Harün ür-Reşid tarafından yaz ılıp Kübe'de sak-
lanmakta olan iki ahitnameyi getirtti ve y ırtıp attı . Öte yandan
50 000 kişiden oluşan bir ordu da Ali bin İsa bin Mahan komutas ın-
da Rey'e gönderildi. Me'mun'un, Tahir bin Hüseyin'in komutas ın-
da bulunan ordusu ile bu ordu karşılaştılar. Emin'in ordusu bü-
yük bir yenilgiye uğradı . Ali bin İsa öldürüldü. Onun ordusundan
bir kısm ı da Me'mun'un ordusuna kat ıldı. Tâhir bin Hüseyin'in
Me'mun'a gönderdi ği zafer bildirisi Caesar'ın Roma senatosuna
gönderdiği zafer bildirisi kadar k ısa ve özlüydü: «Ali bin İ sa'nın
kesilmi ş başı önümde, yüzü ğü parmağunda, askerleri ise emrim-
dedir» (152). Bunun üzerine Emin'in veziri Fazl bin Rebi'in Me'
mun ve çocuklarının bazı mallarına el koyması halkı Halife'den
ve vezirden soğuttu. Bu s ırada Tâhir bin Hüseyin Kazvin'e kadar
ilerlemiş ti. Bir yandan da Herseme kuzey bölgesinden bat ıya doğ-
ru ilerlemekteydi. Bu olaylar üzerine Me'mun bütün Iran halk ı ta-
rafından Halife olarak tan ındı. Fazl bin Sehl tam yetkilerle He-
medan, Hind Denizi, Hazar Denizi aras ı ndaki bölgeye vali tayin
edildi. Maliye bakanl ığı (Emir ül-Harâc) ile sava ş bakanlığı (Emir
ül-Harb) da kendisine verilmi şti. Bütün bunlardan ba şka Me'mun'
un orduları Yemânte, Bahreyn yönlerini ele geçirdikten sonra Va-
sıt'ı zaptetti; bu i ş o kadar çabuk olmuş tu ki, Küfe'de Emin'in
valisi bile' Me'mun'a biat etmek zorunda kalm ıştı . Daha sonra
Basra valisi de onu izledi. Tahir bin Hüseyin'de Medain'i alarak
Bağdat yöresine geldi. Herseme ise kuzeyden inip Ba ğdat'a sald ır-

(151) Emir Ali, a.g.e., I., S. 258.


(152) Emir Ali, a.g.e., I., S. 258.
96 Bahriye ÜÇOK

maya başladı. Bu sırada Emin hazineyi bo şaltıp askerlerine dağıt-


tı Sonunda altın ve gümüş sahanları da erittirdi. Bu ku şatmadan
Bağdat ş ehri çok zarar gördü. Uzun çarp ışmalardan sonra Emin,
Me'mun'un iki emirine teslim oldu ve hilafet mührünü karde şine
yolladı . Emin'in çoluk çocu ğu ile vedalaşması çok hazin olmu ştu.
Komutanlar ona çok sayg ı gösterdiler. Ancak bir kalede gözalt ına
alındı . O gece duygusuz baz ı Iran askerleri, Emin'in yan ına gidip
ba şını kestiler ve Horasan'a gönderdiler; Emin'in ba şsız vücudu
ise Bağdat'ta gömüldü (153).
c) Me'mun'un halifeli ği : Henüz halifeliğe geçmiş olan Me'
mun bu haberden o derece üzüldü ki, ,katilleri yakalat ıp cezalandır-
dı. Karde şinin çocuklarını kendi yanına aldı. Onları kendi kızları
ile evlendirdi. Karde şinin dört yıl sekiz ay süren saltanat ından
sonra 198/813'te tahta geçen Me'mun hemen Ba ğdat'a gelmedi;
başveziri Fazl bin Sehl'e s ınırsız yetkiler tanıyıp kendisi bilginler
ve fıkıhçılar ile bilimsel tart ışmalara dald ı . İmparatorlu ğun uzak
sını rlannda olan bitenleri asla bilmiyordu. Örne ğin Emevi yandaş-
larından Nasr adında birisi Elcezire'de ayaklanmış ve Halife'nin
askerleri ile be ş yıl çarpışmıştı. Irak'ta ise Bedeviler ayaklanm ış-
lardı.
199/814 yılında ayrıca İbni Tabâtabâ adında bir alevi Küfe'de
çıkarak halkı Resul soyuna biata ça ğırmıştı. Sonunda Irak'taki is-
yanın bastırılması ile vezir Fazl bin Sehl, kıskandığı halde Herse-
rne'yi görevlendirdi. Irakta'ki kar ışıklıklar Herseme taraf ından bas-
tınlınca, Herseme'ye M ısır'a dönmesi emri verildi. Ancak tedbirli
komutan hala tehlikenin mevcut olduğ unu, bunun için Halifenin
dikkatini çekmek gerekti ğini söyledi ve Merv'e Halifenin yanına git-
ti. Halife ile aralar ında şiddetli bir tart ış ma geçti. Herseme devletin
nasıl çöküntülere sürüklendi ğ ini askerce Me'mun'a anlatt ı ama o,
hükümdar sarayı ndan evine giderken Fazl bin Sehl'in adamlar ı ta-
rafından ağır şekilde yaraland ı . Bir iki gün sonra ald ığı yaralardan
öldü. Halife onun öldürülmüş olduğunu epeyi sonra ö ğrenebildi.
ca) Bağdat'ta kargasalik : Herseme'nin katli Bağdat'ta asker-
ler arasında kargaşalıklar doğmasına sebeb oldu. Şehir halkı Hasan
bin Sehl ile kardeşi Fazl bin Sehl'e karşı ayaklandı ; 200/815'te Me'

(153) Mes'üdi, Muruc, üz - Zeheb, VI., S. 415; Ibn ül - Esir, el -Kâmil, V„


Ş . 134 -36,
ABBAS! İ MPARATORLU Ğ U

mun uzun zamandanberi mevcut, hilafeti Hz. Muhammed'in ailesine


bırakma yolundaki tasarıları gerçekle ştirmek istedi. Bu amaçla da
Hz. Ali soyundan Musa Kazım'ın oğlu İmam. III. Ali'yi Medine'den
getirtti. Bir yıl sonra yani 201/817 ramazan ında onu Riza man
Muhammed ad ıyla veliaht ilan edip Emirlerden biatlerini ald ı (154).
Me'mun o zamana kadar Abbasiler'in resmi rengi siyah ı kaldırıp
yerine yeş il rengi kabul etti. İmam Riza'nın veliahtliği Bağdat'ta bu-
lunan Abbasi ailesi üyeleri aras ında kaynaşmaya sebeb oldu. Kısa
bir süre sonra Ba ğdat kişisel güvenliğin kalmadığı bir anarşi böl-
gesi haline geldi. Bir tak ım komiteler türedi. Bunlar suçlu sayd ık-
ları kimseleri yargılamaya 'üzüm görmeden idam etmekteydiler.
Abbasiler'den İbrahim bin Mehdryi halife ilan ettiler (155). Bu
anarşiye karşı ne İbrahim bin Mehdi, ne de veziri Hasan bin Sehl
birş ey yapabildiler; çünkü ayaklanmalar, çapullar hemen bütün
Irak'a yayılmıştı .
cb) Veliaht Ali el-Riza'n ın Halife'yi uyarması : Bu kötü du-
rumdan üzüntü duyan veliaht Ali el-Riza, Me'mun'a ba ş vurarak
ülkenin gerçek durumu hakk ında ona baz ı sırları açıkladı . Bu
cürrleden olarak ba şvezir Fazl bin Sehl'in herşeyi kendisinden
sakladığını, hatta kendisinin veliahtli ğine Bağdatlılar'ı n çok kızıp
ayaklandıklannı ve İbrahim bin Mehdi'yi Halife ilan ettiklerini
bildirdi. Bu haberler Halife Me'mun'u dalm ış olduğu bilimsel araş-
tırmalardan çekip ç ıkarmaya yetti. Me'mun Riza'n ın bildirdiği şey-
lerin doğruluğuna daha ba şkalanndan da öğ renmek istedi. Ali el-
Riza, Emirlerden baz ılarının adlarını ona verdi. Onlar huzura çağ-
rıldılar ve Halife'den ba şvezirin gazab ına karşı kendilerini koruya-
cağına dair söz ald ıktan sonra, İmam Ali el-Riza'n ın bildirdiklerini
onaylad ılar. Herseme'nin nas ıl Fazl bin Sehl'in kurban ı olduğu-
nu, İbrahim bin Mehdi'nin Abbasiler'ce Halife-i Müslimin tayin
edildiğini ayrıntılarıyla anlatt ılar.
Bunları öğrenince Me'mun hemen hareket emrini verdi ve er-
tesi gün sarayı erkanı ile birlikte Bağdat yoluna koyuldu.
Hilelerinin ortaya ç ıktığını anlıyan Fazl bin Sehl, İmam Ali el-
Riza'nın yandaş]annı ezmek suretiyle h ıncını teskin etmeğe kalkış-
tı; birçoklarm ı öldürtüp çocuklarını zindanlara attırdı. Ancak ve-
zirin düşmanları da kendisini birgün gizlice öldürdüler.
(154) İbni Tiktaka, el - Fahri, 374 v. öt.
(155) Ebu'l- Ferec, Tarih, I., S. 216.
Bahriye 1JÇOK

cc) Veliaht Ali el-Riza'n ın ölümü : 203/818 yılında Me'mun'un


gerçek dostu, veliandi İmam Ali el-Riza öldü. O zaman Me'mun ba-
basının mezar ını ziyaret etmek için Tus'da bulunuyordu. Bu haber
onu o kadar etkiledi ki, İ mam Ali el-Riza için bir türbe yapt ırttı .
Bu türbeye Meşhed denir, Me şhed, Horasan'da Tus şehrine yak ın
bulunmaktadır ve Siiler'in halen en büyük ziyaretgâhlarmdan bi-
risi say ılmaktadır.

İmam Ali el-Riza'ya son vazifeler yerine getirildikten sonra,


Me'mun bat ıya doğru yoluna devam etti. Nehrevan'da sekiz gün ka-
l ı p Abbasilerle görü ş tü. Onlardan baz ılarının israrl ı isteklerine ka-
pılarak renk ye şilden gene siyaha çevrildi. Me'mun debdebeli bir
şekilde Bağdat şehrine girdi; Me'mun'un Ba ğdat'a girmesiyle bü
tün karışıklıklar son buldu (156). Komiteler da ğıldı . Bağdat surla-
rındaki yıkıntılar onarıldı , Kutsal Yerler vâlili ğ i alevilerden bir
kimseye verildi. Kûfe ve Basra vâliliklerine ise Halife'nin iki kar-
de şi atand ı .

cd) nhiriler'in ortaya çıkışı : 825 yılında baz ı gönüllülerin


de yard ımıyla Girid adas ı zaptedildi. Daha önce 823 yılında İbrahim
bin Agleb Sicilya'yı dolayısıyla Abbasi imparatorluğuna katmıştı .
Bu sırada Yemen'deki ayaklanma da çıkartılan bir genel af üzerine
vatışmış tı . Ancak Horasan'da 821'de hariciler ayaklanm ışlardı (157).
Me'mun bunu bast ırmakla komutanlar ından Tahir'i görevlendir-
mişti. Aslen Iranlı olan ve farsça konu şan general Tahir bu uzak
âsi eyâlete k ısa zamanda ba ş eğdirdiğ inden 207/822 Ekim ayı nda cu-
ma hutbesinden Halife'nin ad ını kaldı racak kadar kendisini emni-
yette ve ortam ı elveri ş li buldu. Bu olaydan bir gün sonra. Tahir öl-
dü, ama harekete yön verilmi şti. Halife Me'mun onun o ğulları nın
bu eyâlette egemenliklerini tammaktan ba şka çıkar yol göremedi
ve böylece modern Iran hanedanlarm ın tarihte ilki olan Tahiri ha-
nedanı kurulmuş oldu. O tarihten bu yana Horasan bölgesinin ka-
deri, Ba ğdat'tan kopmu ş ve İranınkine bağlanmış bulunuyordu.
Böylece Abbasi halifesi Me'mun, babas ı zamanı nda kuzey - bat ı Af-
rika'da Aglebi devletinin kurulmas ına nas ıl ses çıkarı lmadıysa, Ta-

(156) Ebu'l- Ferec, Tarih, I., S. 220. Me'mun amcas ı İ brahim bin Mehdi'yi
affetti. Belki iyi bir müzisyen olmas ı , ut çalmas ı onun affı na vesile
olmuştur.
(157) Cl. Huart, Histoire des Arabes, I., S. 302; Ebu'l-Ferec, Tarih, I., S. 217.
ABBASi İ MPARATORLU Ğ U
99

bir oğullarının Horasan'da merkeze ba ğlı bir devlet kurmas ına göz
yummak zorunda kalmıştır.
ce) Hurremi hareketi ve Bâbek : Ebu Müslim'in 136/753-4'te
idam edilmesi üzerine Horasan'da Hurrerniye adl ı bir mezhep geli ş-
meğe başlamıştı. İslâmiyet, Zerdü ştçülük ve Maniheizm'in karış-
masından meydana gelmiş olan bu mezhep mensuplar ı hoş olan ve
başkası na zarar vermeyen her şeyi yapmayı mubah sayıyerlardı. Men-
suplarından bir kısmı Ebu Müslim'in öldüğüne inanmay ıp kendisi-
nin «dünyada adâleti yaymak üzere» tekrar gelece ği kanısındaydı-
lar ki, bunlara Müslimiye ad ı verilmişti. Diğer bir kısmı ise Ebu
Müslim'in bütün yetkilerinin kızı Fatima'ya geçti ğini ve onun imam
olduğunu kabul ediyorlardı ki, bunlara da Fathrdye denihniştir.
(Mes'udi, Muruç VI. 186).
Halife Me'mun devrinde Hurrerniye mezhebinin ba şına, Ab-
basi imparatorlu ğu içindeki disiplini bir hayli sarsan ve ciddi bir
tehlike yaratm ış olan Bâbek geçmiş ve bu mezhebin yaygın olduğu
bölgelerde merkeze kar şı ,ayaklanmıştı . Bizanslılarca kışkırtı lan ve
kendisine yardım edilen Bâbek'in sindirilmesi Me'mun zaman ında
mümkün olamadı . Birçok kez üzerine gönderilen asker yenildi ğin-
den onun bat ıl mezhebi gittikçe yay ıldı. Hemedan dolaylarında ber-
kitilmiş bir mevki' kurduğu zaman Halife Mu'tasım onun üzerine
büyük bir ordu gönderdi, Bâbek'in 60 000 kadar yanda şı öldürül-
düyse de, kendisi ele geçirilemedi. Mu'tas ım bir kez daha büyük bir
ordu gönderip Erdebil ile Zencan arasında Bâbek'in yıkmış olduğu
kaleleri onart ıp Erdebil yolunu güven alt ına aldı ; Afşin ve Büyük-
boğa gibi komutanları da Bâbek'in ele geçirilmesi ile görevlendir-
di. Sonunda Büyükboğa, Bâbek'in hazinelerini ele geçirdi, ama Bâ-
bek ancak daha birçok sava şlardan sonradır ki, 222/837'de kendi-
sini tanıyan bir çobanın Ermeni prensi Sanpat o ğlu Sehl'e haber
vermesi üzerine bu prens taraf ından tutukland ı ve Afşin'e teslim
edildi. Bâbek 223/838'de Samarra'da i şkence ile öldürüldü (Mestudi,
Müruc, VII. 123 v. öt).
cf) Bizans% savaş : Me'mun ayaklanmış olan Bâbek'e yardım
eden Bizanshlarla da çarp ıştı. Bizans imparatoru ayrıca Arap sı-
nırındaki birçok kalelere sald ın-nış ve onları yakıp yıkmıştı. 831.
Mayıs ayında Me'mun Bizans'a sefer açt ı ve Kapadokya'da dört
kaleyi zaptetti. Daha önce Bizansl ılar'ın vermi ş oldukları zararla-
rı görerek onları şiddetlice cezaland ırmaya yemin etti. İmparntor
100 Bahriye ÜÇOK

Teofilos (829-842) bunu haber al ınca, Me'mun'a barış yapmak ve


vergi ödemek teklifinde bulundu. Me'mun verginin azl ığının veya
çokluğunun önemi olmadığını, ancak Rumlar' ın kendisini Bizans
imparatoru tan ıdıkları takdirde bar ış yapabileceğini bildirdi. Teo-
filos buna hiçbir cevap vermedi. Me'mun Kilikya'yâ, gitti, orada
Tarsus'a birkaç mil uzakta, bulunan Tiyana adlı biryerde çok tahkim
edilmiş bir askeri üs kurdu ve bir sonbahar günü karde şi Mu'ta-
sımla birlikte yar ı donmuş bir çayda ayaklar ını yıkadıktan sonra
ş iddetli bir hummaya tutuldular; Me'mun bu ate şten kurtulannya-
rak 833 yılı ağustos ayında öldü (158).

cg) Me'mun devrinde bilim, sanat ve rasyonalizm : Me'mun


bu bitmek bilmiyen karışıklıklar ve güçlükler ortas ında gene de
bilimi korumaya zaman ve araçlar buldu. Onun hilafeti s ırasında
sünni mezheplerden ikisinin kurucusu, İmam Muhammed ibni
Idris el Safii ve Ahmed ibni Hanbel gibi fakihler ve ilahiyatç ılar-
-

dan iki Sahih'den birinin yazarı Buhari ve eserlerinin büyük bir


kısmı kaybolmu ş , ama oldukça önemli bir bölümü de parçalar ha-
linde kendinden sonra gelenlerin eserlerinde bize kadar intikal et-
miş bulunan Vandi gibi kimseler yeti şmiştir.
Bu devirde müsiki, İ slami devrin en ünlü sanatç ısı musullu İb-
rahim'in oğlu İshak ile temsil edilmekteydi.

Me'mun ençok Yunan, felsefesine ve pozitif bilime verdi ği de-


ğerle dikkate de ğer. Bu cümleden olarak I. Hüsrev -Anuşirvan'dan
beri Suziyana'da Cünd-i Sapur'da bulunan bir t ıp okulu Me'mun
devrinde çal ışmalarını sürdürmü ştür. Me'rrun Ba ğdat'ta astrono-
miden çok astrolojiye tahsis edilen bir gözlem evi bulunan, ancak
zaman zaman astronomik ara ştırmalar içinde kullan ılan «Dar
ül-İ lm»i kurdu. Gene bu halife zaman ında Aristo'nun felsefi ya-
zılan ve yunan anatomisti Galien'in tıp kitabı arapçaya çevrildi
(bk. Cl. Huart, Histoire des Arabes, I. S. 302).

Me'mun'un ak ılcılığa ve müsbet bilimlere e ğilimi, onu daha


son Emevi halifesi II. Mervan'ın devrinde ortaya ç ıkan Mutezill-
ler'in düşüncelerini kabule yöneltti ve 827'de Kur'an'ın yaratılmış
olduğu akidesini ilan eden bir ferman ç ıkarttı. Bu ferman Kur'an'ı
Tanrı'nın maddi bir eseri yap ıyordu; ebedi dü ş üncelerin ifadesi de-

(158) MesTıcli, Muruc, VII., S. 96 v. öt.


ABISAS İ İ MPARATORLU Ğ U 101

ğil. İlâhiyatç ılar, bunlar aras ında Ahmed ibni Hanbd bu düşün-
ceyi reddettiler. Kaderi reddeden Mutezile'nin yanda şları Cenab ı -

1 lakk'ı zulümden tenzih ve adl-i ilâhiyi ispat ediyorlard ı. Müte-


-

zililer başlıca şu esasları kabul etmekteydiler : 1) Kader yok-


tur; 2) Kullann fiilleri Allah' ın mahlukü değildir; 3) Ebedden beri
mevcut olan ve ezele kadar mevcut olacak olan yaln ız Allah'4;
4) Allah kötülük sevmez onun için günâhlar Allah' ın isteğiyle iş-
lenmez; 5) İman etmiş oldukları hâlde iyi işler yapmıyanlar ebe-
diyyen cehennemde kal ırlar (159). Eş'arllik ise bu sayılanların ta-
mamiyle aksini kabul etmektedir.
Me'mun ileri görüşlülüğü ile başında bulunduğu devletin di-
ninin gittikçe etki alan ını geni şlettiğini, halbuki dinin aynı zaman-
da batıl itikatlar, taassup ve hurafelerle doldu ğunu farkedip dini
bunlardan kurtarmak için son dört saltanat y ılında pek büyük ça-
balarda bulunmu ştur. Bu hususta kendisinden daha uygun ve da-
ha müteşebbis hiçbir ki şi düşünülemezdi; çünkü o, f ıkıh ve tarih
ilimlerinde olduğu gibi Kura'n i Kerimi de büyük bir dikkat ve
-

ihtimamla incelemi ş ve bu yolda öyle bir a şamaya ula şmıştı ki, za-
manının bilginlerinden öğrenecek birşeyi kalmamıştı . Öyleki Me'
mun yaşadığı devre kendi adını verebilmiştir.
G) Mu'tasınfın halifeliği (218 227/833 843) : Me'mun'un ölü-
- -

mü üzerine son derece kuvvetli ve sportmen ,kardeşi Mu'tasım ha-


life oldu. Şebib kızı M'aride adlı Türk bir câriyeden dünyaya ge- -
len (160) Mu'tasım'ın ilk işi Basra ve Vâsıt dolaylarına gelip yerleş-
miş olan Zutlar'la uğraşmak oldu. Bu Zutlar yardımcı asker ola-
rak halifeler taraf ından Hind'den getirtilmi ş fakat sonradan ba ş
kaldırıp bulundukları yerleri ve dolaylar ını harap etmeğ e koyul-
muşlardı . Mu'tas ım yedi ay bunlarla u ğraştıktan sonra, Zutlar'a
boyun eğdirdi.

a) Samarra'nın kuruluşu : Mu'tas ım imparatorlu ğu sık sık


uğraştıran iç ve dış huzursuzlukları kolayca önliyebilmek amac ıy-
la Türkler'den bir hassa ordusu kurmuştu. Bunlar Bağdat'ta pek
pervas ız at koştururlarken, küçük çocuklar ı istemiyerek ezer bu
yüzden de halk ile aralarinda çarpışmalar eksik olmazd ı. Mu'tasım'

(159) Şerefettin Yaltkaya, Darülfünun ilâblyat Mecmuas ı, Sayı 15., S. 11.;


H. Mass6 l'Islâm, S. 168, Mes'ûcli, Muruc, VI., S. 20 v. öt.
(160) Mes'f.ıdl, Muruc, VII., S. 103.
102 Bahriye bçox

ııı Mutezile akidelerini kabul etmiyenlere revâ gördü ğü şiddetli


muamele de buna eklenince 835'te hükümet merkezini Ba ğdat'tan
uzak bir bölgeye ta şımaya mecbur oldu. Bunun için de Samarra
(Surra man ra'a)'y ı askeri bir şehir olarak kurdurdu; güzel yap ılar
ve bahçelerle bu yeni merkezi süsledi. Getirdi ği askerleri boylara ve
akrabal ık derecelerine göre yak ın mahallelere yerle ştirdi. O zamana
gelinciyedek sadece sava şlarda kullanılan Türkler Mu'tas ım'ın uy-
gun görmesiyle halife divanlar ına kabul olundular ve Erkân-i Dev-
let sıras ı na geçtiler. Bundan sonra en önemli i şlerde Türk adları
işitilmeğe başladı . Yukarda anlatt ığımız Bâbek'i yenip teslim alan
da bir Türk komutanı olan Afşin'di.
b) Bizansla savaş : Mu'tas ım 838 yılında Tarsus kalesinden
büyük bir kuvvet alarak Bizans üzerine gönderdi. Önce Iznik (Ni-
caea)'e geldi şehrin surlarını yıktıktan sonra Ankara'ya ula ştı . Anka-
ra'n ın da surlar= y ıktı ve Haymana yak ınındaki Amorium'u ku-
sattı . Bunun üzerine Bizans Imparatoru Teofilos, Abbasi komutan ı
Af şin'e karşı harekete geçti. İ ki taraf aras ında şiddetli savaşlar ol-
du. Sonunda. Mu'tas ırrı Amorium kalesini ele geçirip y ıktı, halkını
esir edip mallar ına el koydu ve bu fetihle tarihte büyük bir ün ka-
zandı.
Mu'tasım bir tak ım ayaklanma hareketlerini önledikten sonra
18. Rebiülevvel 227/5. Ocak 842'de Samarra'da öldü. Mu'tas ım, Me'
mun'a bakarak bilim ve sanat ile pek u ğraşınamıştı .. Ancak Mute-
zile mezhebinin yâni rasyonel dü şüncenin egemen olmas ını istiyen-
ler gene de Mu'tas ım'da kendilerine bir koruyucu buldular. Fakat
Mütevekkil zamanında bu fikirler taassupla reddedildi. Yukar ıda
Fc'de açıklamış olduğumuz gibi Hurremi ayaklanmas ının bast ı-
r ılması ve ba şkanları Babek'in esir edilip idam edilmesi de Mu'ta-
sı m zamanında olmuş ve bununla Abbasi İmparatorlu ğu büyük bir
tehlikeyi önliyebilmi ştir.
H) Vâsık (227-232/842-847), Mütevekkil (232-247/847-861) ve
Muntas ır (247-248/861-862) devirleri': a) Vâs ık'ın halifeliği ve
Türk Emirlerinin iktidarı ele geçirmeleri : Mu'tasım'ın yerine ge-
çen oğlu Vasık zaman ında Türk komutanlar nüfuzlar ını o derece
ileri götürdiiler ki, Halife onlardan Eşnas'a saltanat sembolü olan
değerli ta şlarla süslü bir taç giydirip Sultan unvan ını vermeğe mec-
bur oldu (161). Askeri yetkilerin s ınırını aş an bir iktidar böylece

(161) Cevdet Pa şa, Kısas, VIII., S. 423.


ABBAS1 İ MPARA,TORLU Ğ IJ

Türk beylerinin eline geçerken, Halife sâdece Emir ül Müminin, yâ-


-

ni mânevi bir iktidara sâhip ki şi hâline geliyordu.


Vâsık Peygamber soyundan gelenlere çok derin sayg ı beslemek-
le birlikte kendisi mutaass ıp bir Mütezili olduğu icin Kur'an' ın
mahlük olup olmadığı hususunda önüne geleni imtihan ederdi. Hat-
ta birgün Abbasoğullanna mensup Mâlik bin Heysem Huzâi'nin to-
runu olan Ahmed bin Nasr bin Mâlik'in Mutezile'ye dü şman olduğu
için kendisi hakkında ağır küfürler söyleyip halkı kışkırtt ığını öğ-
renir. Vâs ık, Ahmed'i huzuruna ça ğırır, «Kur'an hakkında ne der-
sin,» diye sorar. O, «Kelâmullah't ır» cevabını verir; «Rabbin
hakkında neyin nedir? Kıyamette onu görecok misin?» dedikte, «Re-
sul-i Ekrem, kameri nas ıl görürseniz kıyamette Rabbinizi de öyle
görecekseniz buyurmu ş biz buna inamnz» diye kar şılı k verince, mu-
tezili fakihler onun hakk ında «Cenab-i Hakk' ı cisimlere benzetiyor»
diyerek katiine fetva verirler. Vâs ık ise kendi eliyle onu katle-
der (162).
Vâsık'ın bir hastalık sonunda 32 yaşı nda 232/847'de ölümü üze-
rine Türk Beylerden Davudoğlu Ahmed ile İtah ve Vasif gibi kim-
seler. toplan ıp Vâs ık'ın henüz reşid olmamış oğlu Muhammed'e biat
ettirmek istemi şler, ona siyah cübbe ve kalensüve (= kavuk) giydin
rnişler, fakat henüz boyu çok küçük oldu ğundan, bakmıslar yakış-
al ıyor, vazgeçip Mu'tas ım'ın oğlu Mütevekkil'i halife yapm ışlardır.
b) . Mütevekkil'in halifeli ği : Bu yeni Halife kendisini tahta
eıkaranlann nüfuzundan 'bir süre için kurtuirnas ını bildi. Örneğin
önceleri İtah'a çok cömert davrand ığı hâlde, sonradan onu hapse
attırıp orada ölmesine sebeb oldu.
Mütevekkil zamanında Kur'an'ın mahlük olduğuna karşı olan
Ahmed ibni Hanbel ve onun gibi düşünenler hapisten ç ıkarıldılar.
liz. Hüseyin'in Kerbelâ'daki türbesi y ıktırıldı. Orayı ziyaret yasak
edildi. Kutsal tanınan bu yerler tarla hâline getirilip ekin ektirildi.
Haiifenin bu hareketi Müslümanlar ı çok incitti. Bağdat halkı mes
ci derin duvarlar ına Miitevekkil'i k ınayan sözler yazdılar. Şairler
onu hicvettiler (163). Fakat bu yaz ılar ve şairlerin taşlamaları Müte-
vekkil'i bu çe şit davranış lardan alakoyaeağı yerde, Peygamber so-

(162) Cevdet Pa şa., Kı sas, VIII., S. 424.


(163) Ebu'l-Ferec, Tarih, I., S. 232; K ısas, VIII, S. 427.
104 Bahriye ÜÇOIC

vuna düşmanlıklar' bilinen ki şilerle içkili toplant ılar düzenleyip


Hz. Ali'nin hakkı nda kötü sözler söyliyerek e ğlenmesine vesile olu-
yordu (164). Bu e ğlencelerden hirinde ba şı saçs ız olan Ubbade adın-
daki ki şi gömleğinin altına bir yast ık sarar, böylece iri göbekli bir
görünüş alı r, gûya da Hz. Ali'yi temsil eder, sonra halife meclisinde
raks ederdi. Şarkıcı lar ise «Başı dazlak, karnı büyük Halifet ül-Müs-
limin geldi» diyerek şarkı okurlardı (165). Bir gün o ğullarından
birinci veliaht Muhammed Muntas ır bu duruma tanık olunca, tak-
litçiyi tehdit etti. Babas ı : «Sana ne oluyor?» diye sordu. Munta-
sı r: «Ya Emir ül-Müminin bu itin taklit etti ği, bununla burada
bulunanları güldürdüğü insan senin amcazadendir ve Peygamber
soyunun en saygı değer olanıdır, sen onunla övünmelisin; dilersen
sen onun etini ye, ama bu itlere yedirme» diye cevap verdi. O zaman
babas ı Mütevekkil oğluna ağır ve müstehcen bir manzum cevab ı
şarkıcılara terennüm ettirmi ştir.
Mütevekkil bu kadarla da kalmay ıp ikinci veliaht Mu'tez'i, I.
Veliaht tayin edebilmek için •Muntas ır'a veliahtlikten istifa etme-
sini teklif ediyordu. Bu teklifi Muntas ır reddetti ği için babası ona
dayanılmaz hakaretlerde bulundu. Vass ıf, Boga ve başka Türk Emir-
ler Mütevekkil'in aleyhine döndüler. Bunu hisseden Mütevekkil hem
bu Emirleri hem de o ğlu Muntasır'ı yok etmeğe kararl ı görünüyor-
du. I. veliaht bunu zamanında haber ald ı . Daha önce davran ıp ba-
basını ve veziri Feth bin Hakan' ı sarhoş bulundukları bir sırada
katlettirdi ( Şevval 247/ Aralık 861) (166).
Mütevekkil şairlere ve bilginlere cömertçe davranan müsrif ve
sefahate dü şkün bir halife idi. Samarra yak ınlarında yaptırdığı mu-
azzam el-Ca'feri saray ı israfının bir örneği idi. Zamanında birçok
ayaklanmalar ç ıkmış olan Mütevekkil, saltanat, taht ına oturdu ğu
ilk sıralarda nüfuzlann ı kırmış olduğu Türk beylerinin çak geç-
meden gene tabii haline gelmi ş ve onların entrikalanyla da öldürül-
müştür.
c) Muntasır'ın halifeliği : Babasının öldürülmesi üzerine,
Muntasır, onu vezir Feth bin Hakan'ın öldürdüğünü, kendisinin
de onu öldürterek cezas ını vermiş olduğunu yayarak, (167) Türk

(164) Makrizi, en-Nizâ, S. 63.


(165) Cevdet Pa şa., Kısas, VIII., S. 427.
(166) Taberi, Tarih, IV, S. 547.
(167) Mes'itdi Muruc, VII., S. 273.
ABBAS' IMPARATORLU Ğ U
103

Emirlerinin de yardım ıyla kolayca tahta oturdu. ,Iktidara gelen


Muntasır, babası mu tersine, Alevilere yardımcı oldu. Kerbela zi-
yaretine izin verdi ği gibi, Fedek topraklar ını gene Hasan ve Hüse-
yin soyuna tahsis etti. 248/862 y ılında Muntasır 25 ya şında iken
altı aylık bir saltanattan sonra belki de zehirlenerek öldü (168).
2. — Abbasi imparatorluğunun dağIlınast : Abbasi devletinde
Kuzey-Afrika'da Aglebi devletinin ve Iran'da Tahlif , devletinin ku-
rulmasıyla ilk adımları atılmış olan parçalanman ın artık önlene-
mez bir hale gelmi ş olduğu bir devre girilmi şti. Bir yandan da
Mu'tas ım'ın iktidarın en büyük dayana ğı haline getirdiği Türk
Emirleri ve onları n gene Türkler'den kurulu birlikleri imparator-
lukta iktidarı n gerçek temsilcisi olma yolunu tutmu şlar, Halifeler
ancak bu Emirlerin desteğiyle tahta gelip git<rni şler ve bunlar ara-
sındaki sonu gelmez iktidar mücadeleleri, Harici ayaklanmalar ı,
halk ayaklanmalar ı imparatorluğu bir anarşi içine sürüklemi ştir.
A) Mustaln (248-251/862-866), Mu'tez (251-255/866-869) ve
Milhtecti (255-256/869-870 )'nIn hallfelilderi': o) Musta'in'in halife-
Muntasır ölünce Türk Emirleri Mütevekkil'in ba şka bir oğlu-
nu, babalarının katlinden dolay ı kendilerinden hesap sorar korku-
suyla, tahta geçirmek istemediler ve velinirnetleri Mu'tasim' ın to-
runu Musta'in'i hilafet taht ına daha uygun görüp ona biat
Muntasır'ın ölümü üzerine art ık Türk Emirler yavaş yavaş bi-
rer derebeyi durumuna geçmeye ba şlamışlardır. Musta'in bu Türk
Emirleri'nin zulümlerine karşı koyarradığından Bağdat'a kaçmak ve
Iranlı askerlerden yard ım istemek zorunda kald ı. Samarra'da Türk
Emirler Musta'in'in hapsetmiş olduğu Mu'tez'i hapisten ç ıkartarak
halife ilan ettiler. Bunun üzerine iki halife aras ında büyük bir mü-
cadele ba şladı . Sonunda Musta'in yenilerek zilhicce 251/ Ocak 866'
da halifelikten vazgeçti ğini bildiren bir anla şma (169) imza etti.
Kendisi Medine'de oturacakt ı . Ancak Medine'ye giderken Vas ıt'ta

(168) Muntasır'm Alevilere karşı iyi davrandığını yazmış olan Cevdet Pa şa'-
nin tersine Makrizi (en - Niza, S. 64) onun Alevilere ve ba şkaları na son
derece zulmetti ğini, onlara arazi satt ırmadığını , birden çok köleye sâ-
hip olmamalarını, ata binmemelerini emreden fermanlar ç ıkartıp Mısır
minberlerinde okuttuğunu kaydetırıektedir. Muntas ır'ın ölümü hakkın-
daki rivâyetler için bk. Muruc üz - Zeheb, VII., S. 297 v. öt.; İbni Tik-
taka, el - Fahri, S. 416; Ebu'l - Ferec, Tarih, I., S. 236; Taberi, Tarih, IV.,
S. 547 v. öt.
(169) Taberi, Tarih, IV., S. 548.
106 Bahriye ÜÇOK

yolunu kesip kendisini şevval 252/Ekim 866'da öldürdüler. Bu olay


Türkmenler'in birbirleriyle sava şmasına sebeb oldu.

b) Mu'tez'in halifeli ğ i : Musta'in ile yapılan anla şma sonucu


tahta ç ıkan Mu'tez kendisine rakip gördü ğü karde şi Müeyyed'i ve-
liahtlikten ç ıkartt ı, hapse att ı , ancak bununla da yetinrriyerek onu
utyuz tilki derisinden yap ı lma kürkten bir torba içine sokarak ölü-
müne sebeb oldu. Ayr ıca diğer karde şi Ebu Ahmed'i de hapsettirdi.

Türk askerler 867'de ulufelerini almak için ayaklar ım sarayın


kapısı na geldiler, Mu'tez büyük bir hazineye sahip olan annesinden
yardım istediyse de, annesi ona en ufak bir yard ımda bulunma&
Askerler ona a ğır hakaretlerde bulundular, kendisini zincire vura-
rak zindana , attılar; Mu'tez orada 24 ya şında iken açl ıktan öldü.

Türk beylerinden Vasif bir ayaklanmada ayaklananlar ı yatıştır-


maya çal ışırken öldürülmü ş , Boğa ise halife Mu'tez taraf ından öl-
dürtülmüştü. Onun zaman ında Hariciler Musul dolaylarını yağma
etmekte, Bizansl ılar Anadolu'da Müslümanlar ı bozgunlara u ğrat-
makta idiler.

ba) Mısır'da Tulunoğulları devleti (254 292/868-905) : 815 yı-


lında Buhara valisi Nuh, Tulun isimli bir Türk köleyi Abbasi hali-
fesi Me'muna hediye etmi şti. Tulun zekas ı ve kabiliyeti sayesinde
kısa zarranda merkezde en yüksek görevlere kadar yükseldi. Bunun
oğlu Ahmed de 240/854'te babas ının mevkiine geçmi ş ve 254/868'te
geni ş yetkilerle M ısır valiliğine atanm ıştı . Ahmed ibni Tulun, Mısır'
da önce Abbasi halifesine sözde ba ğlı bir yönetim kurdu ve Suriye'yi
de ele geçirerek buralarda 292/905 y ılına kadar sürecek olan ve he-
men hemen bağımsız Tulunoğulları sülâlesini tesis etmi ş oldu.

Ba şkent olarak Fustat' ı seçen Tuluno ğulları devrinde bu şehir


çok zengin ve geni ş bir başkent haline geldi ği gibi el-Katayi' adıyla
yeniden kurulmu ş olan bir mahallesinde ünlü Tuluniye camii ya-
pıldı. Ayrıca birçok yüksek mimari de ğeri olan İran'dan etkilenmi ş
yapıt Fustat'ı ve bütün Tuluno ğulları ülkesini süsledi. Tuluno ğulla-
rı devrinde ülkenin zenginli ği, bayındırlık alanında ilerleyip geli ş-
mesi, ula ş tığı refah seviyesi tarihte ayr ı bir yer tutmaktad ır.

c) Mühtedinin halifeli ği : Yukar ıda anlatmış olduğumuz gibi


Mühtedi'ye daha babası Vâsik öldüğ ü zaman biat edilmek istenmi ş
ABBAS1 IMPARATORLU Ğ U
107

fakat henüz çok küçük oldu ğu için bundan vazgeçilmi şti. Mu'tezin
zindana at ılması ndan sonra 255/869'da Mühtedrye biat olundu.
Emevi halifeleri aras ı nda II. Ömer sade ve disiplinli hayat ı, din-
darlığı , adâleti ile nas ıl ayrı bir yer tutarsa, Mühtedi de parlak ilk
Abbasi halifelerinden sonra gelen âciz, sefih ve müsrif halifeler ara-
sı nda öylece ayrı bir yer almaktad ır. Kendisi tam zir zühd ve takva
içinde yaş arken bir yandan da Türk beylerinin nüfuz ve kudretleri-
ni kırmaya ve halifelere eski iktidarlar ın geri vermeğe çabaladi.
Ancak onun zaman ında da yer yer ayaklanmalar eksik olmad ı, özel
likle Hz. Ali soyundan geldiklerini iddia edenlerin ayaklanmalar ı
sürüp gitmekteydi. Bu ayaklanmaları bastırmakla uğraşan Türk
Emiri Musa bin Boga, Mühtedrnin tahta geçti ğini öğrenince Sa-
marra'ya geldi ve Halife'den, Mu'tez'in annesinin hazinesini zorla
elinden almış olan gene Türk beylerinden Sâlih bin Vasif'ten hesap
sormas ını istedi. Musa ile Salih aras ında başlayan mücadelede Müh-
tedi gevşek davrandığı için Türk birlikleri Samarra'y ı yağma etti-
ler; Salih'i bulup öldürdüler. Bunun üzerine Musa bin Boga Hari-
eller üzerine sefere ç ıktı . Halife hem Musa'yı hem de onun karde şi
Muhammed'i suçlayarak halk ı dnların aleyhine k ışkırtt ı . Muham-
med öldürüldü ise de, Halife'nin kendisini de öldürtmek için plan-
lar hazırladığını duyan Musa üstün kuvvetlerle Muhtedrnin üzerine
yürüdü, adamları Halife'yi bırakarak kaçtılar. Mühtedi hilafetten
feraget etme ği kabul etmediği için 256/870'te i şkence ile öldürüldü.
Artık İmparatorlukta, görüldü ğü gibi, Halifeler'in hiçbir önemi
kalmamış , bütün iktidar merkezde Türk Emirlerinin eline geçti ği
gibi, taşrada da merkezi tan ımıyan yeni bir tak ım devletler türeme-
ye başlamıştı .
B) İran'da Saffâri devletinin kurulu şu : Hicri III, yüzyılın
ortalarında IX. Miladi yüzyılın ikinci yarısında İran'da özellikle
Siistan bölgesinde Yakub bin Leys adında bir bakırcı (=Saffâr)
eşkiyalığa başlıyarak dikkat nazarlar ını üzerine çekmi ş bulunuyor-
du. 257/870 yılında Yakub Iran' ın oldukça büyük bir bölgesine
egemen olmu ştu. 259/872'de Horasan' da Tahiro ğullarının elinden
al ıp Taberistan'a katm ış ve böylece hem Tahiroğulları devletine
son vermiş hem de İran'da kendi lakabı ile anı lan yeni bir devlet
kurmuştu. Bundan sonra İrak bölgesine bile göz dikmi ş ve Vasıt'a
kadar ilerlemişse de Halife Mu'temid (256-279/870-892)'in karde şi
Muvaffak'ın ordusu karşısında büyük yitiklere uğramıştı. Bu boz-
108 Bahriye ÜÇOK

gun üzerine ülkesine geri çekildi, yeni bir haz ırlık yaparak Halife
ordularına saldırmayı düşündüğü sı rada öldü (265/879). Yerine
kardeşi Amr bin Leys geçip Halife ile bir anla şma yapt ı . Bu an-
laşma gereğince Saffârilerin ele geçirmi ş oldukları toprakların
egemenliği Halife tarafı ndan onlara resmen tan ınmış ve böylece
Tabaristan, Siistan, Horasan, Fars, Toharistan, Kirman ve Sind
gibi Abbasi imparatorlu ğunun zengin bölgeleri Halife'nin elinden
çı kmış oldu.
C) Zencilerin ayaklanması : Halife Mu'tez tahta geçisini ken-
dilerine borçlu oldu ğu Türkler'in nüfuzunu kırmak için Afrika'dan
zenciler getirtip bunlardan olu şan yeni bir muhafız birliği ile Türk-
ler'e karşı bir denge kurmak istemi şti. Bunlar ve Basra dolaylar ı-
na yerleştirilmiş olup zenginlerin tuzlalar ında çalışan doğu Afrika'
lı zenciler, bir rivâyete göre, Hz. Fatma soyundan gelen Ali bin Mu-
hammed'in yönetiminde topland ılar ve ayaklandılar. Zira Ali bin
Muhammed bu kölelere özgürlük, hak ve zenginlik vâdediyordu. Bas-
ra halkı onun vah şi cesareti önünde yenilgiye u ğradı. O, Muhtare
adında bir şehir kurdu. Bu şehir önce kerpiçten yap ılmıştı. Sonra
zengin ganimetlerle donand ı. Ali bin Muhammed s ınırlarını denize
kadar geni şletip Dicle ahalisini tamamiyle egemenli ği altına aldı.
256/870 yılında babas ının yerine Halife olan Mu'temid, kardeşi
Muvaffak' ı imparatorluğun yönetimiyle görevlendirdi; kendisi ra-
hatına baktı. Bu tarihte baz ı Bedeviler'in ayaklanm ış Zenciler'e ka-
tılması onların güçlerini daha da artt ırmıştı . Bir cuma namaz ı sı-
rasında Basra'ya yapt ıkları bir baskında şehri baştan ba şa yağma
ettiler, yakıp yıktılar ve şehrin sakinlerinin büyük kısm ını kılıçtan
geçirdiler.
Bu olaydan yedi ay sonra, Nisan 872'de Muvaffak da bunlara
karşı bir sefer düzenledi, ama yenilgiye u ğradı (170). Muvaffak bu-
nun üzerine Zencileri bir süre kendi hallerine b ırakıp Iran'da belir-
miş -olan Saffâri tehlikesini önlemek üzere o tarafa yöneldi. Muvaf-
lak'ın Iraktan uzakla şmış olmasını fı rsat bilen Zenciler, Vas s ıt'ı ele
geçirdikleri gibi Huzistan'a da s ızdılar.
Muvaffak yukarda zikretti ğimiz anlaşmayı Saffâri'lerle imzala-
dıktan sonra yeniden Zencilerle sava şmaya başlad ı . Sonunda, zen-

(170) Mes'üdI, Muruc, VIII., S. 58 v. öt.


ABBAS! iMPARATORLU Ğ U
109

ciler'in kurmu ş oldukları ikinci şehir Mânia'yı zaptetti (171) ve 881


yılında baş kentleri Muhtare'yi ku şattı. Burayı kolayca ele geçirebil-
mek için de hemen kar şısında Muvaffakiyye şehrini kurdurttu (172).
İki yıllı k bir kuşatmadan sonra 883'te Muhtare, Muvaffak taraf ın-
dan zaptıedildi ve böylece uzun süre Abbasi Devletini u ğra ştırmış
olan ve zaman zaman ba şkenti bile tehdit etmi ş bulunan zenci
ayaklanmas ı sona erdirilmiş oldu. Ancak yedi sekiz y ıl geçmeden
devletin başı na bundan çok daha tehlikeli ve sürekli Karmati ayak-
lanması çıkacakt ı .

D) Samanoğulları devleti (261 389/874 999) : Saffarilerin


- -

ayaklanmas ı sırasında hilafet merkezinden ayr ılmış olan Mavera-


ünnehr'de eski bir zerdüşti olup sonradan ihtida etmi ş olan Saman'
in torunları vali olarak bulunuyorlar& Bunlardan Semerkand Va-
lisi Nuh 227/841'de ölünce vilayeti, Fergana valisi karde şi Ahmed'e
kaldı. Bu sı rada henüz bunlar Tahirnere ba ğlı idiler. Tabiri devle-
tinin son bulması üzerine Ahmed'in o ğlu Nair 261/874'te Halife ta-
rafından hükümdar olarak tan ındı. Ahmed'in ikinci oğlu İsmail ise
278/900'de Horasan' ı Saffarilerden al ıp alevilerden Muhammed bin
Zeydi de yenerek Tabaristan' ı eline geçirdi ve böylece Maveraün-
nehr'den Basra körfezine, Hindistan s ınırlarından Bağdat yakınla-
rına kadar Samanoğlu devletini genişletmiş oldu. Bu hükümdar
zamanında Semerkant ve Buhara İslam dünyasını n bilim ve sanat
merkezleri haline geldiler. Ancak İ smail'den sonra Samano ğulları
hükümdarları Büveyhoğulları devleti karşısı nda gerilemek zorunda
kaldılar ve s ınırları Maveraünnehr ile Horasan' içine alacak şekil-
de daraldı. Bir yandan da iktidar burada da Abbasi devletinde ol-
duğu gibi Türk kölemenlerinin eline geçti. Bu kölemenlerden Alp-
tekin Samano ğulları topraklarının bir kısmı üzerinde 351/962'de
Gazneliler devletini kurdu. Ceyhun ırmağının kuzeyinde kalan Sa-
manoğulları topraklarını ise Türkistanl ı İlek Hanlar 382/992'de
ele geçirerek bu devlete kesin olarak son vermi ş oldular.

E) Karmat Hareketi : Zenci kölelerin isyan ı sıras ında Me-


zopotamya'da 877'den sonra gizli ve komünist ilkelere dayanan bir
mezhep türemi şti. Ayaklanmış olan bazı Arap ve Nahati topluluk-
ları bu mezhebi benimsemi ş bulunuyorlar&

(171) İbn ül - Esir, el - Kâmil, VI., S. 28.


(172) İ bn ül - Esir, el - Kâmil, VI., S. 31 -34.
110 Bahriye ÜÇOK

277/890 yılında bunların başkanı Hamdân Karmat Vasıt'ta


büyük bir ayaklanma ç ıkarttı, Krife'nin do ğusunda yandaşlan için
bir Dar ül Hicre (sığınılacak müstahkem bir yer) kurdu. Bütün
-

Suriye'de oldu ğu gibi Arabistan'da da sürekli ba şarılar elde eden


Karmatiler sonunda Ebu Said Hasan'ı El Ahsa'ya gönderdiler. Ebu
-

Said Hasan el-Cennabi burada 899'da Mümine'yi ba şkent yaparak


bir devlet kurdu. 930 yılında Bedeviler'in de yard ımıyla bunlar Mek-
ke'yi zaptedip Kabe'deki Hacer i Esved'i el-Ahsa'ya götürdüler. Ha-
-

cer-i Esved 30 yıl orada kaldı.


Karmatlann el-Ahsa'da kurduklar ı laik ve sosyalist cumhuri-
yet 150 yıl boyunca varlığını koruyabildi ve buradan yap ılan akın-
larla gerek hac yollannda, gerek Irak topraklar ında güvenlik diye
birşey bırakmadı . Yönetim alt ı kıral ve altı vezir elinde idi. Bu on
iki kişi aralannda çok iyi anlaşırlar, kararlar ı birlikte al ırlardı.
Halk hiçbir dini vergi ödemezdi; yaln ız şeflerden Hamdân Karmat
890'da sivil nitelikte iki vergi kabul etmi şti. El-Ahsa'da halkın bug'-
dayım bedava öğüten genel de ğirmenler vardı .
Kimin namaz k ılıp oruç tuttuğu aranmadığı gibi, .şehirde hiç-
bir cami de yoktu. Bununla birlikte İranlı bir zengin olan tüccar
Ali ibni Muhammed alış veri ş eden yabanc ılar için bir cami yapt ır-
mıştı .
Karmatlar sünniler'in okuyamad ıkları gizli bir alfabeye sahip-
t iler.
Kannatlar bilim bak ımından arapçanın, özellikle eski yunan di-
lindeki istilâhlan kaps ıyacak bir şekle sokulmas ını, siyasi bakı mdan
hilafetin Hz. Ali ailesine ait olmas ı yolundaki geleneğin, şefinin is-
mi gizli tutulan bir gizli dernek için istismar edilmesini, dini bak ım-
dan da gûya Kur'an'a dayanan fakat bütün ırklara, dinlere ve s ınıf-
lara uygulanabilecek remzi bir akidenin tespitini istemekteydiler.
Bu akide de ak ıl, hoşgörü ve e şitliğe dayanıyordu.
Karmat hareketi bir yandan Abbas! devletini baz ı islahat hare-
ketlerine zorlarken, di ğer yandan da ta Avrupa'ya geçip oralarda-
ki esnaf örgütlerinin kurulmas ını, Üniversitelerin geli şmesini ve bel-
ki de gizli teşkilatı, mensuplarının derecelerinin olmas ı ile Mason
localannı etkilerni ştir.
F) Mısır'ın Abbas! halifeliğinden kesin olarak ayrılmas ı : o)
Mısır'ın Abbas! imparatorluğuna yeniden bağlanması : Mühtedi'nin
ABBAS! IMPARATORLU Ğ U

yerine geçen ve pasif bir halife olan Mu'temid (256-279/870-892)'den


sonı a, Zenci ayaklanmalar ı nda büyük gayretlerini esirgemiyerek
kardeşinin tahtı na gölge düşürmemeye çal ışan Muvaffak' ın oğlu
Mutezid (279-289/892-902) iktidara geçti. Kendisine ikinci Seffâh
da denilen Mutezid cesur, çal ışkan, metin ve merhametsiz bir ki şi
olduğundan zamanı ndaki karışıklı klar bir süre için ortadan kalk-
mış , Bizansl ılarla yapılan sava şlarda üstünlük elde edilmi ş, birçok
şehir ve kasabalar yeniden kazan ılmıştır (173). Bunlar aras ında en
önemlisi Mısı r'ı n yeniden imparatorlu ğa bağlanması sayılmak gere-
kir. Ş öyleki : Ahmed bin Tulun'un o ğlu Humarevehy daha Mu'te-
mid zaman ında Muvaffak'la bir anla şma yapmış ve Mısır'dan ba şka
Suriye ve Ermeni s ınırı bölgelerini de elde etmi şti. Şimdi kızını
Mu'tezid'e vererek Halife ile s ıhrıyet kurmuş ve yılda bir milyon
dinar ödemek üzere M ısır genel valiliğini Mutezid'e onaylatm ıştı .
902'de Mu'tezid'in ölümü üzerine o ğlu Müktefl (289-295/902-
905) halife olarak Ba ğdat'a gelirken Dicle'nin iki k ıyısındaki halk
onu alkışhyarak karşıladı . Irak, Hicaz ve güney Suriye'de Kar-
matlılarla çarp ışmalarda bulunurken Bizanshlarla da sava ştı hat-
ta Antalya'yı zaptetti. 905 y ılında Tulunoğulları inkiraz ettiğ inden
Mısır ve Suriye yeniden bu sefer tan ı olarak Abbasi devletine ba ğ-
lanmış ve buralar gene valilerle yönetilmeye ba şlanmıştı. Eğer 'sal-
tanatı beş yıl kadar kısa bir süreye inhisar etmemi ş olsaydı, Ab-
basi imparatorlu ğu için belki yeni bir dönem aç ılmış olabilirdi.
Mu'tezid ve Müktefi'nin imparatorlu ğu kurtarmak yolundaki ça-
baları ne yazık ki henüz onüç yaşındayken Halife olan Muktedir
(295-320/908-932)'in aczi yüzünden bo şa gitti.
b) Mısır'da Akşit (= İhşid) devletinin (323-358/935-969) ku-
ruluşu : Mısır'ın Abbasi devletine yeniden ba ğlı olması uzun zaman
süremedi. 318/930'da Şam ve 321/933'de M ısır valisi olarak atanan
Muhammed bin Toğuç adlı bir Türk bundan iki y ıl sonra 325/935'te
bağımsızlığını ilan ederek Halife Razi'den (322-329/934-940) Ak şit
veya İhşid unvanını aldı . Muhammed bin Toğuç 330/941'de Suriye'yi
ve bir yıl sonra da Mekke ve Medinetyi ülkesine katt ı . Böylece Mı-
sır ve Suriye Abbasi devletinden art ık kesin olarak ayr ılmış oluyor-
du. Yalnız Abbasi devletinin bir kez egemen oldu ğu bölgelerde son-
radan kurulan sünni devletlerde, hilkürndarlarm hükümdarliklar ını

(173) Emir Ali, a.g.e., S. 301.


112 Bahriye ÜÇOK

Abbasi halifesine onaylatmalar ı bir gelenek olarak yerle şti. Muham-


med bin Toğuç'un ölümünden sonra yerine s ıras ıyla iki oğlu geç-
tiler. Ama bunlar bütün devlet i şlerini habe şli bir had ım olan Kâ-
fur'a bırakmışlardı . Hatta Kâfur bu karde şlerin ikincisi olan Ali'den
sonra üç yıl bizzat hükümdar oldu. Onun ölümü üzerine M ısır tah-
tı na geçen Ahmed bin Ali zaman ında Mısır ve Suriye kuzey Afri-
ka'dan gelen Fatimiler'ce zaptolunarak buralarda Abbasi Halifeli-
ğ ine hiç bir suretle ba ğlı olm ıyan şii bir devlet kurulmu ş oldu.

c) nısır'da Fatimi devletinin (358-567/969-11171) kurulu şu :


Şii İ smailiye mezhebinin büyük dâisi Ubeydullah 297/910'da Mag-
rib'e gitmi ş orada pek zay ıf dü şmüş olan Aglebiye devletine son
vermiş ve İdrisiye devleti topraklar ı dışındaki bütün Magrib top-
raklarını ele geçirmi şti. Ubeydullah kendisinin Hz. Fâtime soyun-
dan geldiğini iddia ettiği için kurmu ş olduğu devlete Fâtim1 devleti
adı verildi. Ancak kurucusundan ötürü bu devlete Ubeydiye adı da
verilmi ştir. Ubeydullah ba şkent olarak ba şlangıçta Tunus yak ın-
larındaki Mehdiye'yi seçmi şti. Fatimiler Sicilya ve Sardinya ada-
larını da ellerine geçirdiler. Fatimilefin dördüncü hüküm dar ı
Muizüddin (341-465/953-975) zaman ında ünlü ba şkomutan Cevher
358/969'da M ısır'ı Akşitlerden al ıp sonradan Mısır'ın başkenti hâline
gelecek olan el-Kahire kalesini yapt ırdı . Cami-i Ezber de Muizüddin
zaman ında yap ılmıştır. Fatimiler ayn ı zamanda Suriye'yi ele geçi-
rip 381/911'de Haleb'i de ald ılar. Mekke ve Medine de Fatimi ege-
menliğini kabul etti. Böylece Suriye içlerinden ve Asi ırmağı ndan
Mekke ve Medine'ye, di ğer yandan da Cezayir içlerine kadar uzanan
geniş topraklara Fatimi devleti egemen olmu ş bulunuyordu. Herne-
kadar Magrib, Akdeniz'deki adalar k ısa zamanda Fatimilerin elin-
den çıktıysa da, Mısır ve Suriye'de, 1171'de Eyyûbi egemenli ği ku-
rulunc ıya kadar Fatimiler hüküm sürdüler. Böylece sünni Abbasi
halifesinin yanında, eskiden Abbasilere ait olan topraklar üzerinde
Ş iî Fatimi halifeli ği yer almış oluyordu. Bu s ı rada Ispanya'da da
ayrıca bir sünni Emevi halifesi hüküm sürmekte idi.

G) Büveyhoğulları (Buyiler) devletinin kurulu şu : Türk Emir-


Ierin'in iste ğiyle başa geçen Halife Mütteki (329-333/940-944) k ısa
zaman sonra Tuzun adında bir Türk komutan taraf ından gözüne mil
çektirilerek tahttan indirildi. Bundan daha önce kendi iste ğiyle hi-
lâfetten çekilmiyen Halife Kâhir' (320-322/932-934)'in de ayn ı şe-
Yemin üd•Devie (Gazneli Mahmut) halifenin gönderdi ği hil'ati giyerken.

J3,inyon, Wilkinson, Gray, Persian Miniature Painting, London 1933,


Halife Müsteneid adına Mardin'de bas ılmış bir Artuko ğulları parası.

ştanley Lane Poole, The international Numismata Orientala, London 1875. PL. IL
Nu. ÇVJ,

Lillah'm Ankara Etnografya müzesinde bulunan alt ın madalyası .

Türk Tarih, Arkeulogya ve Etnografya dergisi, say ı II, S. 251, ist. 1934,
ABBASI IMPARATORLU Ğ U 113

kilde kör edildiği ve 17 yıl sefalet içinde başkalarının yardımıyla


yaşadığı bilinmektedir (174).
Mütteki'nin tahttan indirilmesi üzerine karde şi Müstekfi (333-
334/944-946) Tuzun tarafı ndan tahta geçirildi. Ama Tuzun'un az
sonra ölümü üzerine Ebu Şüca' Büveyh'in oğulları Irak'ı tehdide
başladı lar. Halife Müstekfi bunlar ı kazanabilmek amac ı ile kendi-
lerine unvanlar tevcih etti : Ali'ye İnıadüddevle, Hasan'a Rüknüd-
devle, Ahmed'e Muizüddevle. Ahmed Muizüddevle Ba ğdat'ı hük-
mü altına almakla kalmayıp Halife'yi de yönetir oldu. Kendisine
Sultan denildi. Bağdat'a öylesine hakim oldu ki, paralar üzerinde
onun adı görülüyor, hutbelerde ise Halifenin ad ının yanı sıra Mui-
ziddüvvele adı söyleniyordu.
Muizüddevle zalim bir yarad ılış ta olduğu halde güzel sanatlar
onun şahsı nda bir koruyucu bulmu ştur. Şii mezhebinden olduğu
için Kerbelâ'da sonradan adet haline gelen 10. Muharrem matem
gösterilerini ilk kez o ba şlattı.
932 yıllarında Abbasi imparatorlu ğu sınırlarına her yönden
Bizansl ılar'ın saldırıları başlamıştı. Halife bu düşman akınları ile
uğraşacağı yerde, Müizüddevle aleyhinde baz ı tertiplere ba ş vurun-
ca o, Halife'yi taht ından indirip gözlerini oydu ve Muktedir'in o ğul-
larından Ebu'l Kasıın'ı Muti' (334-363/946-974) adıyla Halife yap-
t ı (175). Muti'in yedi yıl süren hükümdarlığı sırasında aslen Iranl ı
bir soydan gelmi ş olan Büveyhogullari şii mezhebinden oldukları
halde Bağdat halifesine kar şı çok saygılı hareket etmi şlerdi. Gerek
Müstekfi, gerek Muti' zaman ında bu halifelerin, saray duvarlar ını
bile aşamıyan yetkilerine bakarak, sadece ad ı kalmış olan Abbasi
Imparatorlu ğunun bu çağını küçümsemek doğru olmaz. Çünkü Bil-
veyhoğulları'mn bilim ve fenne kar şı gösterdikleri kuvvetli ilgi bu
devirde yeti şen büyük kişilerde açık olarak görülmektedir. Örne ğin,
çok değerli bir tarihçi olan Mes'udi, büyük bilgin, filozof, tabiub ve
musiki nazariyatç ısı olan Far'abi, şair Mütenebbi, çok zengin bir şiir
hazinesi olduğu kadar, bir tarih kaynağı da teşkil eden Kitab ül
- Agâni'nin sahibi Ebu'l Ferec IsfehânI ve daha birçok şair, bilge ve
-

fakihler hep Büveyho ğullarfnın koruyuculuğunda yükselme ola-


nağı bulmuş kimselerdir.
(174) A. Mez, Ülkü mecmuası, XVIII., S. 304; Mes'uclI, Muruc, VIII., S. 287
v. öt.
(175) Mes'ûc11, Muruc, VIII., S. 410.
114 Bahriye ÜÇOK

H) Abbasi imparatorlu ğunun Asya topraklarında Türkler'in


kurdukları ilk devletler :
a) Gazneliler devleti : Halife Kâdir'in tahtta olduğu bir sıra-
da Samânoglu devleti y ıkılmış (999), bu devletin topraklar ı da Gaz-
ne ülkesine kat ılıp Sebüktekin'in oğlu Mahmud, Yeminüddevle un-
van ı ile Afganistan ve Pencab sultan ı olarak tamnm ıştı . Böylece Gaz-
ne sultanlığı sünni halife Kadir'in -onaylamas ı ile teyid edilmi ş olu-
yordu.
Asya tarihinin en şanlı devirlerinden birisi Gazneli Mahmud'un
devridir. Yeminüddevle Mahmud sadece ba şarılı savaşları ile değil
aynı zamanda bilim, sanat ve onar ım işlerine verdiği önemle de ta-
rihin ünlü devlet ba şkanları aras ında kendisine yak ışan yeri alm ış-
tır. El-Birâni, Sehnâme yazarı Firdevsi, Dakiki gibi bilginler ve şair-
ler onun koruyuculu ğundaydılar. Ancak onun bir yanlış tutumu,
kurdu ğu devletin oğlu Me'sud zaman ında yıkılmas ını hazırladı.
b) Selçuklu devletinin kuruluşu : Şöyleki Mahmut K ırgizistan'-
clan gelen say ısız Türkmen'lerin önceden kararla ştırılmış bir vergiyi
ödemeleri koşuluyla, Maveraünnehr'e yerle şmelerin; izin vermi ş ti.
Bunlar Selçuk'un yönetiminde gün geçtikçe ellerindeki topraklar ı
geni şlettiler. 1030'dan sonra, Gazne Sultan ı olan Mes'ut bunlarla çe-
şitli yerlerde çarp ış tı ve son sava ş Dandanakan'da (Merv yak ınların-
da) oldu; Iran, Maveraünnehr, Belh, Harezm ta İ sfehan ve Rey şehir-
lerine kadar Selçuklular ı n eline geçti. Böylece buralarda Selçuklu
devleti kurulurken, Gazne hükümdarlar ı, Mahmud'un kurduğu im
paratorluğun doğu kesimiyle yetinmek zorunda kalm ışlardı .
1040'da Selçuklular' ın kazand ıkları bu uırumulmadık başarı Is-
lam tarihi için bir dönüm noktas ı teşkil eder. Çünkü birçok parçala-
ra ayrılm ış olan Abbasi Imparatorlu ğunun görünüş ü 1040'dan sonra
bir kez daha düzenli, eski ba şarılı günleri ansıtan durumunu almış ,
din Araplar aras ında olduğundan daha büyük bir güçle O ğuz Türk-
leri aras ında destek ve himaye görmü ştür. Nitekim Tuğ rul Bey bü-
yük bir hızla, Büveyhoğullarının anayurtları na da girerek onlara
boyun eğdirdi. Tuğrul beyin her girdi ği yerde bir okul ve bir cami
yaptırarak ilerledi ği sırada Ba ğdat'ta hilafet makam ın Kadir bil.
lah'ın (381-422/991-1031) o ğlu Kaim (422-467/103111075) tutmakta
idi. Çok erdemli, çok dindar, sab ırlı ve merhametli bir ki şi olan
Kim uzun y ıllardanberi Büveyho ğulları'nı n koruyuculu ğu altında
ve kudretsiz olarak hüküm sürüyordu.
ABBAS İ İ MPARATORLU Ğ U 115

Aslen bir türk olup Büveyhoğullarmın Bağdat komutanl ığında


bulunan, hatta Halife Kâim'in vezirli ğini de yapan Arslan Besâsiri,
Halifeliği büsbütün yetkisiz kı lmak isteyince Kâim, Selçuklu sulta-
nı Tuğrul Bey'den yardı m istedi. (176) Tuğrul Bey'in Bağdat'a gir-
mesiyle Besâsiri şehri bırakıp kaçt ı. 1058'de Tuğrul Bey'in çekildi-
ğini gören Arslan Besâsiri yeniden Ba ğdat'a girdiği gibi Halifeyi
hal'etti ve Bağdat camiinde Kahire'deki şii halife Mustansır'ın adı-
na hutbe okuttu, ayr ıca hilâfet ,mührü, asâs ı ve hilatı da oraya yol-
landı (177). Tuğrul Bey bir kez daha Bağdat'a gitti gene kaçm ış olan
Besâsirryi yakalat ıp katlettirdi Kâim'i de büyük bir sayg ıyla yeni-
den tahtına oturttu. Besâsirrnin öldürülmesinden az önce Büveyh-
oğulları'nı n son hükümdarı, Tuğrul Bey taraf ından hapsettirilmi ş
olduğundan Büveyhoğulları devleti yıkılmış, bunların ülkeleri üze-
rinde Tuğrul Bey'in egemenli ği tanınmış, Halife kendisine verdiği
Melik ül-Maşrık ve'l-Magrib (Doğunun ve bat ının hükümdarı ) un-
vanıyla bunu onaylamıştı. Halife, Tuğrul Bey'in ba şına iki taç giy-
direrek onun hem Araplar'a hem de Iranl ılar'a sultan olduğunu gös-
termek istemi şti (178).
Şunu belirtmek gerekir ki, Abbasi Imparatorlu ğu çözülme ve
parçalanma devrine girdikten sonra art ık maddi kuvvetten yoksun
kalmış , fakat manevi kuvveti özellikle Selçuklu Türkleri yan ında İs-
lam tarihinin hiçbir çağında rastlanamıyan bir saygı kazanmıştır.
Bunu Tuğrul bey'in koruduğu Halife Kâim'e karşı, zorunlu olmad ı-
ğı hâlde, gösterdi ği aşırı saygıda görmek mümkündür (179).

İ ) Sicilya'nın Müslümanların elinden çıkması : 1061 yılında


Sicilya Normanlar'ın akınlarına uğradı . Bu sırada adadaki Araplar
birbirleriyle çeki şmeler, rekabetlerle u ğraştıkları ndan hristiyan Nor-
man Kontlarmdan Roger, aday ı 1091 yılında tüm eline geçirdi.
Böylece Abbasi İmparatorluğunun en bat ısı nda bulunan Akdeniz'
deki bu- büyük ada da Hristiyanların eline geçmi ş oluyordu. •
J) ismâili hareketi : Selçuklu imparatoru Melikşah'ın (465-
485/1072-1092) hükümdarlığı sırasında ş ii ve karmati mezhepleri-
nin yanda şlarından meydana gelen bir topluluk daha önce Ba-

(176) İbni Tiktaka, el- Fahri S. 509.


(177) Ebu'l-Ferec, Tarih, I., S. 313.
(178) Emir Ali, Musavver Tarih - i Islâm, L, S. 316.
(179) Cevdet Pa şa, Kısas, X., S. 609.
116 Bahriye ÜÇOK

bek'in saklandığı Mazendran'da ortaya ç ıkarak kar ışıklıklara se


beb oldu. Bu ayaklanman ı n tertipçisi Selçuklu veziri Nizam: ül-
1Vlülk'ün okul arkada şı Hasan Sabbah adında bir kişi idi. Daha
genç ya şta Mısı r'daki Fatimi halifeli ğine sempati duyard ı . Hasan
Sabbah, Selçuklu devletinde oynamak istedi ği rolü gerçekle ştire.
bilmek için ismaililerin yard ımını sağladıktan başka fedai ad ıyla
yetiştirdi ği bir sını fa da dayanmak gereklili ğini duydu. Bu s ınıf,
cahillerden toplanan kimselerden te şkil edilir ve şeyhin verece ği
öldürme emirlerini hiç duraklamadan yerine getirirdi. En büyük
şef olan Şeyh ül-Cibârden sonra Dal" ül Kebir adlı, Kuhistan, Suriye
-

gibi yerlerde iş leri yürütmekle görevli ikinci derecede ba şkanlar


vardı . Bu Dâner ismaili mezhebine yanda şlar kazanmaya çal ışır-
lardı. XI. Yüzyı lda Hasan Sabbah gerek zor kullanarak gerek iha-
net sayesinde Mazendran bölgesinde yüksek bir da ğ üzerindeki Ala.
mut kalesini eline geçirdi. Buradan kâh aç ık kâh gizli saldırılan yö-
netti. 1091 y ılında çok değerli bir devlet adamı olan ve «siyasetnâ-
me» adlı bir de yapıt bırakm ış olan Selçuklu veziri Nizam ül Mülk-

okul arkada şı Hasan Sabbah' ın besleme katilleri tarafından öldü-


rüldü.
Bu sırada Melik şah Bağdat'a gitmi şti; Bizans imparatoru I.
Aleksios Komnenos (1081 1118)'un kızıyla evlenmek üzereydi. Ama
-

39 yaşındayken öldü. Melik şah'ın yerine, Terken ad ındaki eşinin is-


teğine uyularak küçük o ğlu Mahmut tahta geçirildi. ismaililer de
bir yandan kuzey İran, Irak ve Suriye'de müstahkem yerleri elle
rine geçiriyor ve İslâm'ın en ünlü kişilerini öldürüyorlardı . Bütün
bunlara, çak iyi olmas ına rağmen, Halife Muktedi (467 487/1075-
-

1094) seyirci olmaktan ba şka birşey yapamadı . 1094'te onun ölü-


mü üzerine Müstezhir ( 487 512/1118) tahta oturdu.
-

K) Haçlı seferleri : Genç olmas ına rağmen yöneticilik vas ıfla•


rı na sâhip, merhametli bir halife olan Müstezhir'in imkânlan yok
denecek kadar azd ı . Bu yüzden onun zaman ında hristiyan alemi
kutsal savaş adını verdikleri vah şice saldırılarını İslam ülkeleri üze,
rine yöneltip tarihin yazd ığı en çılgı nca ve barbarca suçlar ı iki
yüz yıl boyunca İslam dünyasında işlemeye başladıkları zaman
Halife bunlara karşı hiçbir şey yapamadı . Göğüslerinde Hz. İ sa'nın
çektiği istirab ın sembolü olan haçı taşıyan ve bundan ötürü ken.
dilerine Haçl ılar denilen bu bat ılı hristiyanları n amaçları Hristiyan-
lığın kutsal yerlerini ele geçirmekten çok do ğunun zenginliklerini
yağma etınekti.
ARBASI IMPARATORLU Ğ U
111

Haçlı orduları 1098'de Ruzbik ad ında bir Ermeni'nin ihane-


tiyle Antakya'y ı zaptetmi şler, duyuhriamış vahşetler işlemişlerdi
Kıbrıs'ı kolayca ellerine geçiren Haçl ılar 1099'da Kudüs'ü de al ıp
halkı kılı çtan geçirdiler. Hz. Omer camiinin kap ısından akan kan.
lar Haçl ılar'ın atlarını n dizlerine kadar yükselmi şti.
Kıbrıs Haçlılar'ı n eline geçtikten sonra Godefroy de Bouillon
Kudüs kıralı ilan edildi. Bunun ardgeleni zaman ında Trablusşam,
Sur, Sayda'da Haçl ılar'ın eline geçerek halk ı katledildi ve zengin-
likleri yağma edildi.

Halife'nin nüfuzu Ba ğdat surların' aşmadığı ve elinde hiçbir


güç bulunmadığı için, bu büyük Hristiyan-Müslüman çat ışmasında
son günlerini beklemekte olan Abbasi devletinin hiçbir rolü olma.
dı. Gerek Haçl ıları karşılamak ve onları yer yer durdurmak, gerek,
Haçlılar Kutsal Yerler'e yerle ştikten sonra onlar ı oradan söküp
atmak Selçuklular'a ve onlardan sonra bu bölgelerde kurulmu ş
olan diğer Türk devletlerine dü ştü. Onlar da bu vazifeyi büyük
bir başarı ile yerine getirmesini bildiler.
L) Abbasi Halifeli ğinin sonu : Büyük Selçuklu İmparatorlu•
Bunun zayıfladığı sırada onun topraklar ından Harezm bölgesinde
kurulup gelişen ve Selçuklu Sultan" Seneer'in (511 552/1117 1157)
- -

hükümdarlığının sonuna doğru bağımsızlığına kavuşup Horasan'i


de egemenliğine alan Harezmşahlar'dan Muhammed zaman ında
Cengiz Han'ın 500 kişilik tüccar kervan ının casusluk ile suçland ı-
rılıp öldürülmeleri ve durumu ö ğrenmek için Cengiz'in yollad ığı
elçilerin de idam edilmeleri bu iki hükümdar aras ında uzun sa-
vaşların çıkmasına sebeb olmu ştu. Cengiz ordular ı Semerkant,
Buhara, Herat, Belh, Hive, Ni şabur, Rey Hemedân gibi şehirleri
alıp 100 000 lerce halk ı kılıçtan geçirdiler. Oldürülmeyen genç er-
kekler ise zorla Mogol ordusuna asker yazd ırılıyordu. Moğollarm
birer harabe haline getirdikleri Ortaasya şehirleri art ık bir daha
eski kültürlerine kavu şamıyacaklard ır. Bu sırada Bağdat halifesi
bulunan Mustansır 1242 yılında ölmüş yerine Musta'snn (640-656/
1242-1258) geçmişti.
Musta'sım kendisinden önceki son iki halifenin meziyetlerine
sâhip değildi; karars ız zayıf yaradılışhydı. Bu yüzden de Ba ğdat
karışıklıklar içinde kalm ıştı . Özzellikle Hanbeli ve Hanefi, Sünni
ve Şii çekişmeleri öylesine alevlenmiş ti ki, bir rivâyete göre Şii,
118 Bahriye tIÇOIC

Sünni mücadelesi sonunda Musta's ım oğlunu Moğollar'ı Bağdat'a


çağı rmak için gönderdi. Bu ihâneti vezirinin irtikâp etti ği de iddia
edilmektedir (180). -
655/1257 yıllarında Moğollar'dan Mengü Han' ın kardeşi Hü-
legü Tebriz'e do ğ ru yürürken Halife Musta's ım'a bir mektup yolla-
yıp tutumunu değiştirmesini, yoksa zararl ı çıkacağını bildirdi. Ha-
life buna çok mağ rurca bir cevap verdi ve Tatar halk ını tahkir etti.
Buna ölçüsüz şekilde kızan Hülegü başkent Bağdat'a karşı büyük
bir ordu ile yürümeye koyuldu. Şehri kırk gün kuşattı; dört yan-
dan ateşe verdi. Halife ancak o zaman i şin ciddiyetini anladı . Hü-
legü ile bir anlaşmaya varabilınek amacıyla konuşma isteğinde bu-
lundu, ama elçileri öldürüldü. Art ık Musta'sım'ın umudu büsbü-
tün kırıldı, teslimden ba şka çaresi kalmam ıştı. Kardeşi ve iki oğlu,
ayrıca birkaç yak ını ile birlikte sağ bırakılmak koşuluyla teslime
razı oldu. Maiyetinde kadılar, şeyhler, imamlar ve şehrin ileri ge-
lenleri olduğu halde Moğollar'ın çadırına gitti. Yalnız Halife ve üç
prens ve üç de maiyet erkan ı içeri alındılar. Önce, şehirde silahlı
kişilerin silahlarını bırakarak kalenin dışında toplanmalar ını Ha-
life'ye emrettirdiler. Halife emretti diye Ba ğdat halkı şehrin sur-
ları dışında silahsız olarak toplan ınca Moğollar onları kılıçtan ge-
çirdiler. Ertesi gün sabah vakti Hülegü kad ın ve çocuklar ay ırd
edilmeden hepsinin öldürülmesini emretti. Hastahanelerdeki has-
talar, medreselerdeki ö ğrenci ve hocaları bile bu şiddet hareketin
den kurtulamadılar. Dicle irmağı bir kaç mil öteye kadar k ırmızı
aktı . Şehir yağma edildi. Y ıllar boyunca toplanmış eski Iran eserleri
bir iki saat içinde ya tahrip edildi ya al ınıp götürüldü. Kubbeler,
süslü saraylar yerle bir •edildi. Kitapl ıklardaki değerli kitaplar
ya yakıldı ya ırmağa atıldı . Böylece beşyüz yılda meydana getirilen
bu değer biçilmez hazineler ebediyen yitip gitti.
Eğer Müslümanlar yıllarca süren mezhep kavgalann ı bir ya-
na bırakıp başkent Bağdat'ı olsun kurtarmak karar ında birleşebil-
selerdi, Haneri-Hanbell çat ışmaları bir yana b ırakılmış olsaydı
maddi ve manevi bunca yitiklere belki de u ğramıyacaklardı. işte
son halife, 524 y ıllık Abbasi imparatorluğunun yıkılmasını ve ya-
kınlarının gözü önünde katlini gördükten sonra, kendisi de Hüle-
gü'nün emri ile idam edildi; üzerindeki peygamber h ırkası ve asası

(180) Emir Ali, a.g.e., S. 420.


ARBAS İ İ MPARATORLU Ğ U 119

yakılıp külleri ırmağa atıldı . Musta's ım'ın hazinesinde bulunan ye.


di deve yükü alt ın ve gümüş kadeh ve sürahiler Hülegü'nün önüne
götürüldüğü zaman Haşişiler'in son ba şkanı Rüknüddin'in arkada•
şı ünlü matematikçi ve astronom Nasırüddin Tüsi ve orada hazu
bulunanlar hayretlerini sakhyamam ışlardı (181).
3. — Emevi ve Abbas! devletlerinin aras ındaki farklar : II. ve
III. bölümlerde Emevi ve Abbasi soylann ın siyasi ve askeri ba şarı-
larım açıklarken sırası düştükçe bu soylardan halifelerin yönetim-
deki tutumlann ın özelliklerini de yeri geldikçe belirtmeye çal ıştık
Bu iki ayrı, birbirine z ıt tutumu biraz daha geni ş ve ayrıntılı olarak
açıklamakla iki imparatorlu ğun karakterini daha iyi belirtmenin
mümkün olduğu kanısındayız.
II. Bölümde Emevi Imparatorlu ğunun kuruluşunu, genişleme-
sini ve yıkılmasını anlat ırken bu devletin bir bedevi Arap toplumu
niteliğinde olduğunu, hele Abdülmelik'e kadar geçen halifelerin bi-
rer Arap kabile şefi gibi davrandıklarını söylemiştiık. Halifelerin
Sasani hükümdarlar ına benzemeleri, ancak Abbaso ğulları zamanın-
da gerçekleşmiştir. Halifeye yalnız dünyevi de ğil ruhani bir şel
niteliğini veren Abbasi halifeli ği, as ıl Islam ruhuna tamamiyle ya•
bancı olan bu ikili egemenlik kavram ını, Iran ve Bizans müessese-
lerinden şuursuz bir şekilde alarak (182) benimsemeye çal ışmıştır.
Emeviler ile Abbasiler aras ında, zaman ın ve egemenlik merkezi
bölgelerinin birbirinden çok ba şka olması dolayısiyle mevcut bu-
lunan büyük farklar her iki saltanat ın niteliğini birbirinden ayır-
d ığı gibi, Emevi halifeleri ile Abbasi halifelerine hukuki bak ımdan
iki ayrı kimlik de vermiştir.
Emeviler Abdülmelik zamamna kadar, bir yandan geni ş ülke-
leri fethederken, bir yandan da bu ülkelerin halk ını islâm'a al ış-
tırmak için, eski mevcut yönetim örgütünün devam ına dokunma-
mışlardı . Ancak, Abdülmelik'den başhyarak yavaş yava ş Emevi
soyunun tutumunu de ğiştirdiğine, Bizans usûllerini aynen kabul
etmeğe koyulduklar ına tanık oluyoruz. Çöl geleneklerine ba ğlı
kalan Emevi hükümdarları sadece Emir ül-Mü'mlnin ve Arap aris-
tokratlanmn şefi idiler. Yabanc ı kavirrılerin yardım ve desteği ile
iktidara gelen Abbasiler ise herşeyden önce Hz. Peygamber'in am-
(181) İ bni Tiktaka, el-Fahri, S. 581 v. öt.; Cevdet Pa şa, Kısas, X., S. 894;
Emir Ali, a.g.e., II., S. 422.
(182) Köprülü Fuat, islâm Medeniyeti Tarihi (Barthold'a zeyl), S. 130.
120 Bahriye ÜÇOK

cas ı soyundandı lar. Bu nedenle birinci derecede İmam ül Müslimin


-

yani bütün islam cemaatinin imam ı, başı , yol göstericisi ve Peygam-,


ber'in vekili idiler. Bunu biraz daha aç ıklamak gerekirse diyebiliriz .
, Emeviler islam toplumunun ba şında dünyevi birer şef oldukla- ki
rı halde, Abbasiler kendilerini Hz. Peygamber'in kutsal hat ıralarının
varisi, birer ruhani ş ef, teokratik lider olarak gönnekte idiler. Hat-
ta Asya ve Afrikada'ki topraklar ı üzerinde sayısız devletler kurulup
Halifeler egemenliklerini ve ki şisel özgürlüklerini büsbütün yitirdik-
leri zamanlarda bile, bu nazari egemenlikleri söz götürmez bir bi-
çimde sürüp gitmekteydi. Bunun nedenlerini, yani Halifenin hem
dünyevi hem de ruhani iki gücü ki şiliğinde birleştirmekle adeta
kutsal bir mahiyet al ışın, Arap imparatorlu ğunun önemli bir ül-
kesi durumuna girmi ş olan Iran'dan gelen etkilerde aramak ye-
rinde olur.
Bazı batılı tarihçilerin Abbasi imparatorlu ğuna Yeni Sasani
Devleti gözüyle bakmalar ı Müslümanlığı kabul etmi ş, fakat eski
sasani geleneklerine bağlı Iran Aristokratlann ın yeni imparatorlu-
ğu geniş ölçüde etkilemiş olmalarındandır.
Hilgete Peygamber ailesinden birisini geçii ınıek amacıyla ya-
pılan propagandalar ve hareketlerde ilk halifeler ça ğına dönmek,
ırk ve milliyet farkı gözetmeden bütün Müslümanlar aras ında eşit-
liği sağlamak, keyfi hareket etmeyip şeriat hükümlerine uymak,
Peygamber ailesine sad ık kalmak gibi Arap'dan gayri kavim.lerin
memnun kalacaklan hususlar vard ı . Hz. Ali adına yapılan bu çeşit
propagandalar, sonunda Abbasiler'in i şine yaradı. Ancak Hz. Ali ai-
lesini yüzyıllarca felakete sürükledi.
Tanrısal, kutsal bir kökden geldiğine inandığı bir soya bağlan-
mak, hükürndarın kutsal bir kimliği olduğuna inanmak, teokratik
bir nitelik gösteren Sasani devletinde halk ın geleneklerindendi. İş-
te Abbasi halifeliği bu teokratik kimliğini, hükümdarlarını hem si-
yasi hem dini lider olarak görmü ş olan Sasani Devleti halk ının, özel-
likle aristokrasisinin bu yoldaki geleneklerinin etkisi alt ında kala-
rak kazanmış oldu. Halbuki Emevi hükümdarlar ı Bizans'dan aldık-
ları egemenlik kavram ını uygularlarken dünyevi kudretlerini seri-
ata fiilen dayatm ıyorlar ve böylece yava ş yavaş teokrasiden aynl ı-
yorlardı . Çünkü örnek aldıkları Bizans'da Imparator ve Patrik,
dünyevi ve uhrevi iki ayrı gücün temsilcileri idiler. Ancak bu iki
soy zamanında da devlet Bizans'ta oldu ğu gibi otokratik (= tek ki şi
egemenliği) bir nitelik göstermektedir.
ABBASI İ MPARATORLU Ğ U
121

Arap kabilelerine ve ş ehir aristokratlanna dayanan Emeviler,


bir Arap imparatorlu ğu olduğ u halde, Abbasi devletine bir Arap
devleti dernek yerinde olmaz. Bu devlette debdebeli ve ha şmetli
teş rifat kurallarını n uygulanmas ı , halifeye vekalet eden bir vezirin
bulunuş u, onu halktan ayırm ış, herkesin üstünde kutsal ve mutlak
bir varlı k haline getirmi ş , böylece eski dünyevi ve ruhani güçlere
sahip Kisralann Halifeler adeta ardgelenleri olmu şlardı (183).
Aslı nda Islam'da birbirinden ayr ı böyle iki güç mevcut olmadı-
ğı gibi, İ slam âleminde böyle iki güce sahip bir başkana da lüzunı
yoktu. Islam'da Allah ile kul aras ına hiç kimse girerniyeceğinden,
halifelerin tarihte hiçbir zaman günah af fetme, dini kurallar ı değiş.
tirme, yenileme ve kald ırma yetkileri de ohram ıştır. İ slam dünya-
sı nı n siyasi bir birlik olarak dü şünülmesinden çıkan halifelik anla-
yışı ancak Emeviler zaman ındaki gerçeklere uyuyordu. Fakat İslam
imparatorluklannın en parlak ça ğını teşkil eden Abbasiler zanıa-
nında bat ıda İspanya'da Endülüs Einevi devletinin kurulmasıyla bu
birlik parçalanmış, bu parçalanmayı Asya ve Afrika'da başka devlet-
lerin kurulmas ı büsbütün artt ınnıştır.
Abbasi İmparatorluğu toprakları üzerinde kurulan, önce de
bahis konusu ettiğimiz bu devletler şeklen Halife'yi tammakla bir-
likte, örneğin Selçuklular'da olduğu gibi tamamiyle bağımsızdılar.
Bu kadarla kalmıyarak Bağdat'ın hazinesi gibi sayılan Mısır'da X.
Yüzyılda Abbasi halifelerini hiçbir biçimde tan ımıyan, kendilerini
halife ve emir ül-mü'minin sayan Fatimi hükümdarlar ı gibi şii ha-
lifeler ortaya çıkmıştır.
Gerçi İslam kamu hukukuyla uğraşan, hilafet, saltanat sorun-
larını, tarihi gerçekleri hiç göz önüne almadan, islami esaslara gö-
re inceleyip aç ıklıyan el-Maverdi gibi, eserlerini ancak Abbasi im-
paratorluğunun yıkılnı a devrinde vücuda getirmi ş bir takım bil-
ginlere göre halife hem dünyevi hem de ruhani bir şeftir. Ama ge-
rek doğulu, gerek batılı bilginlerin araştırmaları ortaya şu gerçe-
ği koymuş tur ki, islam dininde halifelik diye bir müessese yoktur.
Birçok eski fakihler yani İslam hukukçuları , özellikle Hanefi mez-
hebi kurumları halife sözcüğünün sultan gibi sadece bir unan
olarak kullan ıldığını ve ilk dört halifenin ölümünden sonra art ık
halifeliğin mevcut olmadığı inancını taşımışlard ır (184).

(183) Köprülü Fuat, İslam Medeniyeti Tarihi, S. 139.


(184) Köprülü Fuat, a.g.e., S. 140.
IV

EMEVİLER VE ABBAS İLER ZAMANINDA UYGARLIK

Şimdiye kadar inceledi ğimiz Emevi ve Abbasi devletleri zama-


nında islam uygarlığının gelişmesi ve ula ştığı yüksek seviye «Islam
uygarlığı Tarihi» adlı ayrı bir kitap konusu te şkil edecek kadar ge-
niş kapsamlıdı r. Biz bunun için burada ancak ana çizgileriyle Eme-
vi ve Abbasi devletlerinin örgütlerini ve bu devletler zaman ında uy-
garlığın belli başlı alanlarındaki gelişmeleri kısaca gözden geçir-
mekle yetineceğiz.
1. — Örgütler : A) Halifelik : Islam devletinin ba şında bulu-
nan, dini korumak ve dünya i şlerini yürütmekle görevli ki şiye «Ha-
life» denir. Halife dünya i şlerini dini bir siyasetle yönetmek ve bu-
lunduğu şehirde cuma namaz ı kıldırmakla görevli oldu ğu için ken-
disine «Imam» adı da verilirdi. Islam ümmetinin ba şında bulunan
kişinin «Halife» adını taşıması tarihte baz ı tartışmalara yol açm ış-
tır; çünkü Islam toplumunun ba şındaki dini ve dünyevi yöneticiyi
kimisi Hz. Peygamber'in halifesi, kimisi de Tanrı'nın yeryüzündeki
halifesi olarak kabul etmekteydiler. Tanr ının halifesi olarak kabul
edenler Kur'an' ın «Ben yer yüzünde ademi kendime halife yapaca-
ğım» (Sure II., Ayet 28) ve «Tann sizi yeryüzünün halifeleri k ıldı »
(Sure VI., 165; X., 15, 74) ayetlerini iddialar ına dayanak yap ıyor-
lardı . Halbuki ilk halife Hz. Ebu Bekir «ben Tanrı'nın halifesi de-
ğilim, ben ancak Tanr ı Elçisinin halifesiyim, üstelik hazır olmıyan
birine naiplik, halifelik edilebilir, hazır olanlara naiplik edilmez»
demekteydi (185). Hz. Muhammed'in ölümü üzerine Müslümanlar
bir süre şaşırmışlar, sonra Medineliler'in hemen hemen bir icma ı
sonucu islam devletinin ba şına aynı yetkilerle bir kimseyi tayin

(185) İbni Haldün, Mukaddime, I., S. 511.


EMEVI VE ABBAS! UYGARLI ĞI
123

etmeği uygun görmü ş lerdi. Hz. Peygarnbere nas ıl herkes itaat borç-
lu ise, onun yerine seçilene de ayn ı şekilde itaatle yükümlüydü. Ona
itaat etmiyen Peygambere, dolay ısıyla Allah'a ba ş kaldırmış Bayılır-
dı.
Tarihte halifelik kurumu üzerine ilk ve en geni ş incelemeyi yap-
mış olan el-Maverdi'nin el-Ahkam üsSultaniye'sinde gösterildi ğine
göre (186) halife seçilebilmek için şu koşullar gereklidir : Hem dü-
şünüşde hem i şde adil olmak,
Bir karar veya hüküm verirken içtihatta bulunabilecek kadar
fı kıh bilmek.
Görme, işitme ve konu şmasını engelliyecek bir özrü bulunma-
mak.
Harekete engel bir vücut sakatl ığı bulunmamak.
Uyrukları yönetmek ve i şleri yürütmek için gerekli akla sahip
olmak.
İ slam topraklarını korumak ve dü şmana karşı cihad aç ıp yü-
rütebilmek için gerekli cesârete sahip olmak.
Kureyş kabilesiinden olmak (187).
El-Maverdi belki gereksiz gördü ğünden halife olmak için ara-
nılan ayrıca dört koşulu anmamıştır 1) Müslüman olmak; 2) Öz-
gür olmak; 3) Ergin olmak; 4) Erkek olmak (Arnold, İ . Ansiklo-
pedisi, Halife maddesinde yan ılmış , bu ko şulları da Eli-Maverdi'de
varmış gibi göstermi ştir). Bu koş ullar sonradan. Kadi Beyzâvrniw
revâli ül-Enver ve Gazzâlrnin ilıyau Ulüm'unda eklenmi ştir (188).
Bununla birlikte tarih boyunca İ slam devletlerinde ergin olm ıyan
halifeler görüldü ğü gibi, halife değil, ama hükümdar olan pek çok
kadın da vard ır (189).
Ayrıca Hariciler halifenin Kurey ş'den olmasını aramadıklar ı
gibi, Şiiliğin Şebibiye kolu kad ınların da İmam (yâni şii halifesi)
olabileceğini kabul etmişlerdir (190).

(186) Coşkun Üçok, Türk Hukuk. Tarihi Dersleri, 4. Bask ı, S. 52.


(187) Halifeliğin Kureyş 'e ait olmas ı fikrini Ebubekir Bakilâni reddederse
de, İbni Haldün bunu do ğrular, bk. Mukaddime, I., S. 518 -20.
(188) A. v. Kremer, Studien zur vergleichenden Culturgeschicte des Orien-
tes, II., S. 121.
(189) Bahriye Üçok, İ slam devletlerinde kad ın hükümdarlar.
(190) Makrizi, H ıtat, II., S. 333. Şebib'in Zalim Haccâc'a kar şı Irak'ta bü-
yük bir cesaretle karşı duran e şi Gazâle'ye duyulan sayg ıdan ötürü.
124 Bahriye ÜÇOK

Fakihler halife seçimini, seçmenler ile seçilen aras ında bir söz-
leşme, bir akit olarak kabul ederler, burada seçmenler itaatlerini
satmakta, kar şılığında seçilenden yönetim sat ın almaktadırlar. Bu-
nun içindir ki, halifenin seçmenlerce tan ınması işlemine bey' (= sa-
tım) kökünden bey'a denilmiştir (191).
İslam hukukuna uygun olarak iki yoldan halife olunabilir
1) Seçmenlerin seçmesi ile; bir önceki halifenin atamas ı ile. Bun-
lardan birincisine ihtiyar, ikincisine and denir. Bu yüzden halife-
nin veya hükümdarın yerine geçecek ki şiye veliand denir. Sonra-
dan bu iki yola bir üçüncüsü eklenmi ştir. Bu, zor kullanarak hü-
kümdarlığı ele geçirmek yoludur; buna kahriye, ilk ikisine birden
de ihtiyariye denir. Kahriye'nin ba şka iki adı daha vard ır: galebe
ve Şevket (192). İslam hukukçuları zor kullanarak iktidar mevkii-
ne geçen ıkişiye itaati, İslam ülkesinde huzurun sa ğlanması bakı-
mından olumlu karşılamışlardı (193). Aynı zamanda iki halife seç-
mek imkansız olduğu halde, İslam ülkesinin çok geniş olması ha-
linde, bir halifenin bütün ülkede iyi bir yönetim yürütemiyece ği
düşüncesi ile iki halifenin ayn ı zamanda, fakat ba şka başka ve
birbirinden uzak yerlerde bulunabilece ği kabul edilmiştir. İslam
tarihinde bunun örneklerinin bulundu ğunu daha önce görmüştük.
Ancak halife unvanını taşımakla beraber, gerek Emevilerin, gerek
Abbasiler'in zamanlarında halifeler çok kez oğullarını veya yakın
hısımlarını zorla veliand olarak tan ıttıklarından serbest bir halife
seçimi bahse konu olamamış ve halifeler hükümdar veya sultan
haline gelmişlerdir.
Doktrine göre halifenin ba şlıca vazifeleri ise şunlardır :
Dinin savunulmas ı ve korunmas ı.
Adli kararların infazı ve hukuki anla şmazlıkları n çuzümlenmesi.
Can, mal ve onurun her türlü sald ırıya karşı korunmas ı.
Ceza kuralları= uygulanmas ı .
Sınırların korunmas ı için savunma tedbirleri almak ve sald ı-
rıyı önliyecek kuvvetleri haz ırlamak.

(191) Coşkun Üçok, a.g.e., S. 53.


(192) Hammer - Purgstall, Über die rechtsmaessige Thronfolge nach den
Begriffen des moslemischen Staatsrechtes, in Bezug auf das Osma-
nische Reich. S. 593.
(193) A. v. Kremer, a.g.e., I., S. 403.
EMEVI VE ABBAS' UYGARLIĞI 125

Islami kabul etmek veya Islam devletine uyruk olmak istemi-


yenlere kar şı sava ş cihad) açmak.

Vergileri ve zekat ı toplamak ve bunlar ı şeriata göre bölü ştür-


mek.
Maaşları belirtmek ve bunları tam zaman ında ödemek.
Yönetime ve maliyeye güvenilir kimselerin atanmas ı .
Bütün devlet ve din i şlerine kendini verme.
Görülüyor ki, halife yaln ız yürütme ve yarg ı ile görevlidir.
Yasama alan ında bir yetkisi yoktur. Yâni halife dini kurallar ı de-
ğiştiremediği gibi, yeni bir dini kural da koyamaz. Mevcut bir di-
ni kuralın değiştirilmesinin veya yeni bir dini kural ın bütün sünni
müslümanları bağlayıcı olmasının mümkün olabilmesi için bu hu-
susta bir icma ın meydana gelmesi gereklidir. Halbuki katolik ki-
lisesinin başı olan Papa dini 'kurallar ı cleğiştirebileceği gibi, yeni
dini kurallar da koyabilir.

a) Hilâfetin üç önemli sembolü : Hilâfetin ba şlıca üç önemli


sembolü vardır : 1) Hutbe; 2) Para bastırma; 3) Traz.

Hutbe camilerde cuma namazlar ında minberlerde halife için


okunan duaya denir. İlk dört halife zaman ında namazda imâmet
vazifesi gören halifeler Hz. Muhammed'e salâvat getirirlerdi. Arap-
lar ülkelerini geni şlettikten sonra valiler bulunduklar ı şehirlerde
imamlık etmeğe ve devrin halifesine namaz ın sonunda duaya ba ş-
ladılar. Bu yolda öncülük eden, ilk örne ği veren vali, Hz. Ali za-
manında Basra'da bulunan Abdullah ibni Abbas'tı ; onun zaferi
için dua etmi şti ve zamanla bu her yerde adet oldu. Bir yerde bir
halifeye dua edilmesi, yani onun ad ına hutbe okunmas ı o halife-
nin, o yerde egemenli ğinin ifadesi olurdu. Ba ğdat halifelerinin oto,
riteleri azal ıp mahalli hükümdarlar kuvvetlendikçe, bu hükümdar.
lar kendi egemenliklerinin belirtisi olarak halifenin ad ının yanı sı-
ra kendi adlar ını da hutbede okuttular. Zamanla halifenin ad ının
büsbütün kald ırıldığı da olmuştur.
Halifeliğin ve hükümdarl ığın başka bir sembolü de parad ır.
Araplar islam'dan önce Iran ve Bizans paralar ını kullanmakta idi-
ler. Daha önce de söyledi ğimiz gibi, alt ın paraya Dinar, gümüşten
olanlara da Dirhem deniliyordu. Dinar dirhemin on- oniki kat ı de-
126 Bahriye ÜÇOK

gerinde idi (194). Her nekadar Abdülmelik devrinedek islam ülke-


lerinde Hâlid bin Velid, Müs'ab ibni Zübeyr, Ziyâd ibni Ebi Sufyân
(Ebihi) ve Haecac gibi valiler tarafından paralar bast ırılmış ise de
bunlar alt ın değildi. Altın para bast ırmak hakkı hükümdarlara
ait olup hiçbir zaman bu hakk ı valiler kullanamam ışlardır. Altın
para ilk olarak Abdülmelik taraf ından Bizans Imparatorunun teh-
ditlerine kar şı bastırıldı . Abdullah ibni Zübeyr'in emri ile Irak'da
Müs'ab'ın bast ırdığı paralar ile Ziyad' ın dirhemleri Iran tipindey-
di (195).
Halife ve hükümdarlar ın egemenliklerinin bir üçüncü sembo-
lü olan Traz, özel olarak dokutulmu ş ipek kumaşlara denirdi. Bun-
ların üzerinde ya hükümdar ın adı, ya da ba şka i şaretler, s ırmalar,
renk renk ipeklerle kuma şın kenarına su halinde i şlenirdi. Bu türlü
kumaşlardan dikilmiş kaftanlar hediye etmek de hükümdarlara
özgü bir davran ıştı . Bu adet de Iran ve Bizans hükümdarlanndan
Islam saraylarına geçmi ş tir. Ancak Bizansl ılar'ın Traziannda ba-
zen hükümdarlar ın resimleri, ya da ba şka işaretler bulundu ğu
halde, Islam trazları na putperestlikten yeni kurtulmu ş olmanın
çekingenliği içinde resim konulmam ış , bunun yerine isim ve baz ı
dualar koymak âdet olmu ş tu. Halife bu giysileri kimlere hediye
eder ise onun halife gözünde önemli bir yer tuttu ğu herkesçe bi-
linirdi.
B) Valilik : Emeviler'de iki türlü vali vard ı : 1) Geni ş yetkili
vali; 2) S ınırlı yetkili vali.
Genel valilik de iki türlü idi : 1) Emaret-i İstikfa; 2) Emal-et-I
istila. Emaret-i İstikfa veya tefviz denilen birinci tür 'genel va-
lilik halife taraf ından ehliyetlerine güvenilen kimselere verilirdi.
Bunlar şu işlerle görevli olurlard ı : 1) askeri i şlere bakmak; asker-
lerin ücretlerini vermek ve bütün ihtiyaçlar ını sağlamak; 2) memur-
ları , kadıları atamak; 3) haraç ve sadaka (zekatlan toplamak); 4)
dini ve uyruklar ın canını ve onurunu korumak; 5) narrazda imam-
l ık vazifesi görmek; 6) hac ılara kolayl ı k göstermek. Bundan ba şka
eğer yönetilen ülke yabanc ı bir devletin s ınırlarına yakı nsa, düş-
manla sava şmak, ganimetleri bölü ştürmek.

(194) Daha geni ş bilgi için bk. Belâzuri, Futuh ül- Buldân, IL, S. 373 v. öt.
Hicri 74 yılında, Müslümanların bir bayrak alt ında yeniden topland ığı
sırada ilk alt ın para bas ılmıştır.
(195) Lammens, Etudes sur le siicle des Omayyades, S. 151.
EMEV.I VE ABBASi UYGARLIĞI
127

Abbasiler devrinde valilerden ço ğu, hele halifenin yak ını olur-


sa, atandığı vilâyete gitmez, yerine bir vekil yollar; kendisi hükü-
met merkezinde kal ırdı. Abbasi devletinin parçalanmaya yüz tut-
ması sebeblerinden biri de budur (196).
Valiler hükümdar adı na da olsa para basar, hutbe okutur, ver-
gileri toplarlard ı. Bunca güce sahip olan vali e ğer hükümet merke-
zini zayı f bulursa, o zaman eyalet halk ını kendinden yana kazana-
rak halifeye vergi vermek ko şuluyla bağımsız olurdu. Kuzey Af-
rika'daki Aglebiler, Horasan'daki Tahiriler, Mısır'daki Tulunoğulla-
rı gibi.
b) Emâret 1 Istilâ Bir emir veya vali, kuvvet kullanarak bir
-

bölgeyi ele geçirince, halife onu âdeta ba ğımsız bir hükümdar gibi
tanırdı . İşte böylece tan ınmış valilik veya emirliklere Emâret i
-

lira denirdi. Ancak bu valiler her türlü yönetim i şlerini bağımsız


olarak gördükleri halde, dini bak ımdan halifeye bağlı sayılırlardı.
Iran ve Irak'da Büveyhoğullan, Mısır ve Suriye'de Eyytibiler, Mem-
lülder, Do ğuda Gazneliler ve bunun gibi daha birçok devletler ba-
ğımsız oldukları halde minberlerde halifeler ad ına hutbe okutur ve
"gene onların adına para bast ırırlardı .
Emeviler'in kurulduğu sıralarda, valilerin Umeyye ailesine ba ğ-
lılığını bir kat daha artt ırmak için Muâviye onlara birçok imtiyazlar
tanıdı. Hatta Ziyâd ibni Ebihi'yi Basra, Sicistan, Horasan'a vali ta-
yin ettiğinde istediği kadar maaş almasına izin verdi. M ısır valisi
Amr ibn da aynı hakkı tanımıştı . Bu vatiler hükümet mer-
kezine gönderecekleri mebla ğdan başka, bütün soylarma zengin
bir yaşantı sağlıyacak paray ı toplayabilmek için yönettikleri ülke
halklarına gösterdikleri şiddet, hatt2 şeriat hükümlerini hiçe sa-
yan tutumları Emevi imparatorluğunu çöküntüye götüren neden-
ler aras ında sayılmaktadır. Agani XIX. C. S. 62'de bunlardan baz ı-
larının yüzmilyon dirheme ula ş an bir servete sâhip olduklar ı açık-
la nmaktadır.
Servetin artmas ı valilerin lüksünün artmas ına sebeb olmuş,
Horasan gibi zengin bir ülkenin geliri valinin mutfak masraflar ı-
na yetişmez olmuştu. Bunun önüne geçmek için halifeler valilerin
mallarını müsadere ve valili ği de başka birine vermek yolunu tut-
tular. Halk ağır vergiler alt ında büyük s ıkıntılara uğrad ı; zulüm

(196) C. Zeydan, Medeniyet-i islâmiye Tarihi, I., S. 129.


128 Bahriye ÜÇOK

gördü. Hemen her yeni gelen halife vergileri hafifletme ği değil,


ağırlaştırmayı düş ündü. Ömer ibni Abdülaziz ise, bu tutumun ter-
sine «Yüce Allah, Hz. Muhammed'i halka do ğru yolu göstersin di-
ye yolladı ; para tahsildarl ığına göndermedi» diyerek müslüman-
lığı kabul etmi ş olanlardan cizye al ınmamasını emrediyordu.
C) Vezirlik : Halife'den sonra en üstün yeri tutan vezirdi.
Vezirlik kurumu Abbasiler devrinde Iran örnek al ınarak kurulmu ş-
tu. Ama buna benzer vâzifeleri görenler daha ilk dört halife zama-
nında, hatta Hz. Muhammed zaman ında da vard ı. Yalnız bunlara
daha çok katip adı verilmekteydi. Islam devleti büyüdükçe vezi-
rin de önemi artm ış ve hükümdar veya halifenin ad ına ülkeyi bun-
lar yönetmi ş lerdi. Islâm Imparatorlu ğunda vezir adını alan ilk dev-
let adamı Abbasiler'de Ebu Seleme Hafs bin Süleyman (Hallal)
dı r (197). Bu vezirlerin halifelerin güçlü veya zay ıf olmaları ile
orantılı olarak yetkileri artar veya azal ırdı . Yalnız bilge ve bilgin
bir kişi olan halife Me'mun, zaman ında illerden temsilciler getirt-
miş ve bir şûra kurmu ştu ki, bu gelenler birer milletvekili olup
tam bir özgürlük içinde dü şüncelerini, halifeden korkmadan, söyler-
lerdi. Ancak halifeli ğin nüfuzu yok olunca bu şûra fakihlerden
oluşmuş bir şer'i encümen hâline geldi. Bununla birlikte. Büveyh-
oğulları, Samanoğulları, Selçuklular ve Eyyübiler zamanlarında bu
türlü millet temsilcileri ve bunlardan kurulu şüralar vard ı . Selâ-
lıüddin Eyyübrnin danışma meclisi, veziri el Kadi ül Fâdıl'ın baş-
-

kanlığında toplanır, sava ş zamanında da onunla birlikte bulunurdu.


Abbasiler'de zamanla iki türlü vezirlik ortaya ç ıkmıştır : 1) Ve-
zir i Tefviz; 2) Vezir i Tenfiz.
- -

a) Vezir i Tefviz : Veliaht atanmas ı, vezirin atadığı memurla-


-

rı görevden çıkarmak gibi yaln ız halifelerin görebilece ği işlerden


arta kalan bütün devlet i şlerine bakan vezire Vezir i Tefviz adı
-

verilirdi.
b) Vezir i Tenfiz : Halifenin kendisine vermi ş olduğu belli bir
-

iş veya işlere bakan vezire de Vezir i Tenfiz denirdi.


-

Halife mührünü Vezir-i Tefviz'e verir, o da halife ad ına bu mü-


hürü kullanırdı .
D) Divânlar : Diyar' sözünün farsçadan geldi ği kabul edil-

(197) C. Zeydan, a.g.e., I., S. 132.


EMEV1 VE ABBASI UYGARLI ĞI 129

me,ktedir. Rivâyete göre Kisra birgün gelir gider hesaplar ı ile uğ-
rayan kâtiplerin bulundu ğu daireye girmi ş , onların kendi kendile-
rine durmadan bir şeyler mırıldandıklarını görünce «Divâneler»
demiş , sonradan k ısaltılarak Divân biçiminde kullanılmış (198).
Ama genel olarak kay ıt defterlerine veya dairelerine Divân denmek
âdet olmu ştur. islâm'da devletin giderlerine ve ba ğışlarına bakmak
ve ele geçirilen ülkelerin vergi ve haraçlar ını toplamak, nüfusunu
saymak ve korumak için gereken askeri ve her türlü giderleri sa ğ-
lamak üzere kurulmu ş olan daireyi ilk önce Hz. Ömer zamanında
görüyoruz. Ömer bin Hattab' ın böyle bir daireyi kurmas ına Bah-
reyn valisi Ebu Hureyre'nin getirdi ği büyük ölçüdeki mal ve para
sebeb olmuş tur. Getirilen mal ve paralar ın üleştirilmesi bazı güç-
lükler doğurunca Hâlid bin Velid, bir Divân = daire kurulmas ını
önermiş ve Şam'da görmü ş olduğu daireleri örnek göstermi ş, Hz.
Ömer de bunu kabul etmi ştir.
Askere al ınanların adlarının bir deftere kaydedilmesine de Hz.
Ömer zamanında ve H. 20. yılda başlanmıştır.
Islam devletinin s ınırları geni şleyip işleri çoğaldıkça bu i şlerin
görülmesi için fethedilen ülkelerin resmi dairelerini örnek alarak
divânlar kurmak kaç ınılmaz bir zorunluluk olmu ştur. Çünkü Arap-
lar çoğunlukla okuma yazma bilmezlerdi. Hele mali işlere bakacak
hesap uzmanları hiç yoktu. Bu yüzden, bu i şlerde uzun zaman Iran-
lılar ve Hristiyan Rumlar, yâni islâm devletinin koruyuculu ğun-
daki zinunner kullanıldı . Böylece ilk zamanlarda defterler farsça
veya rumca tutulmu ştu. Ancak Abdülmelik halife olduktan ve hali-
felik bir hükümdarlık şeklini aldıktan sonra Araplar göçebelik ça ğ-
larındaki sâdelikten kurtulup medeni hayat ın gereklerine uydular;
okuma yazma, hesap tutma ö ğrenmeğe koyuldular. Bundan sonra-
dır ki Emevi devletinin resmi dili arapça oldu. Zimmi memurlar i ş-
ten çıkart ılıp yerlerine Arap memurlar geçirildi.
Devlet yönetimi henüz ilkel bir durumda olan Erneviler'in Suf-
yani soyu zaman ında ve özellikle I. Muâviye'nin halifeli ği sırasında
bazı divânlar kurulmaya başlandı .
a) Divân ül Hâtern : Iller ve yabancı devletlerle haberle şmeyi
-

herhangi bir sahtecilik ve tehlike ile kar şı karşıya bırakmamak


amacıyla Divân ül Hâtem adıyla bir mühür divan ı kurulmuştu. Ha-
-

(198) İbni Haldûn, Mukaddime, L, S. 665.


130 Bahriye ÜÇOK

lifelerin emri ve irâdeleri bir def tere yaz ıldıktan sonra, ait oldu ğu
yere ulaştırılı rdı.
Birinci Muâviye posta i ş lerine de önem verdi. Ancak bu i şle
ilgili divanı n ve diğer divânların gelişmesi ve son şeklini alması da-
ha çok Abbasiler zaman ında olmuştur. Emevilerde bütün i şler baş-
lıca ş u dört divânda görülürdü: 1) Divân ül Harâc, 2) Divân
-

tem, 3) Divân ül Resâil, 4) Divân


-

Abbasiler devrinde divânlar daha çok Sasani etkisi alt ında


kaldı . Imparatorluk üzerinde sonradan kurulan yeni sultanl ıklar
da ihtiyaçları na uygun divânlar veya genel müdürlük görevi yapan
daireler kurdular. Gerçi bu konu ile ilgili ara ştırmalar henüz tam
bir kesinliğe ulaşamarn ışsa da elde edilen bilgilerle ayd ınlığa ka-
vuşabilmiş olanları kısaca belirtelim :
b) Divân ül Harâc : Tarım ekonomisine dayanan Abbasiler
-

de en önemli divân Harâc divân ıdır. Burada gayrimüslimlerin top-


i•ak ve ürünleri üzerinden al ınan Harac toplan ırdı . Ayrıca bu divân
devletin mali i şlerine bakard ı. Bu divân'a Divân ül Harâc
-

yet de denirdi.
c) Divân ül İnsa : Abbasilerden önce halifenin önemli ve giz-
-

li işlerini Kâtip' (S ır kâtibi) denilen kişiler görürlerdi. Sonradan


bu görev de vezirlere yükletildi. Vezirler de bu i şleri görmek üze-
re bir divân kurdular ve buna divân denildi. Divân ül-inşa da,
gizli işlere bakan «divâni ili sır» ve gelen evraka bakan divâni ül mu-
- -

rasalât (veya resâil) olmak üzere ikiye ayrılmıştı . Önceleri vezirler


bu iki divan ın işine de bakarlard ı . Sonradan divani ül-inşan ın iş-
lerine bakmak üzere ba şka bir vezir daha atand ı ve daha sonra da
vezirin buyruğunda olan bir başkan bu divanın işlerine baktı. Bu
divânın en başhca görevi halife ile di ğer hükiimdarlar ve iller ara-
sındaki yazışmayı yönetmek ve halifeye gönderilen dilekçelerin ge-
reğine bakmaktı . Yâni Eıreviler'in divân ül hâtem'inin yerine Ab-
-

basiler de divân ül-inşa geçmi şti.


d) Divân ül Berid : Arapçada postaya berid denir. Posta i şle-
-

rinin Emeviler zaman ında iyice düzenlenmi ş olduğu bilinmektedir.


Abbasilerde posta i şleri de bir divânda topland ı . Bu divân yaln ız
posta iş lerine bakmaz, ayn ı zamanda taş radaki memurlanyla ora-
lardaki yüksek yönetim görevlilerini de gizlice denetlerdi. Yâni Di-
vân ül-Berid ayrıl zamanda bir iç casusluk örgütü idi.
EMEVİ VE ABBAS İ UYGARLI ĞI 13i

e) Divân ül-Cünd : Askerlik i şlerine bakan :-divâna Divan ül-


Cünd denirdi. Bu örgüt Hz. Ömer zaman ında kurulmuş olduğu hal-
de o zaman buna yaln ızca «Diyar"» denirdi. Bu divânda askerlikle
ilişkileri olan kimselerin künye ve sicilleri, ald ıkları aylıklar ve
görevleri yazı lan defterler tutulurdu. İlk önceleri bütün erkek, .er-
gin hür müslümanlar asker say ılırlar ve aylık alırlardı. Sonraları
cesur olanlar ve hizmet etmi ş olanlar asker say ıldılar ve cesaretle-
rine ve görevde es.kiliklerine göre ayl ık aldılar. Asker olmak istiyen
kimseler bu divan ın başkanına bir dilekçe verirlerdi. Dilekçe sahi-
binin askerliğe uygun, özgür, ergin, müslüman, sağlam, cesur ve
çalışkan olduğu anlaşılı rsa askerliğe kabul edilirdi.
f) Divân ül-Mezâlim : Zulümden yak ınanlarm Werine bakan
bu divan bir türlü yargıtay ve danıştay hatta vergi itiraz komisyo-
nu yerindedir; yâni kad ılardan ve diğer büyük memurlardan yak ı-
nanlar bu divâna ba ş vururlar& Hz. Ali'den ba şlıyarak halifeler
halkın bu yoldaki yak ınmalarmı dinlemeğe başlamışlardı. XIV. Ab-
basi halifesi Mühtedi'ye kadar, aral ıklarla da olsa, halifeler halk ın
yakınmalarını dinlerlerdi. Bundan sonra bu i şe önce vezirler, daha
sonra da Kadl-Kudât ad ı verilen başkadılar Divan ül-Mezalim de-
nilen divânlarda bakmaya ba şladılar. Tarihte ilk başkadı olarak,
imam-i azarn Ebu Hanife'nin öğrencisi imam Ebu Yusuf'u görmek-
teyiz. Daha sonraları Bağdat ve başka şehirlerin kad ıların' başkadı
tayin eder oldu.
Halife Muktedir zaman ında Divan-i Mezalim başkanlığı Stuneyl
adlı bir kadına verilmi şti. O her cuma günü Bağdat'ın bir mahallesi
olan Rusâfe'de halifenin annesi ad ına yapılmış olan bir türbede sa-
ğında solunda kad ılar olduğu hâlde oturur, yak ınmaları dinler ve
gerekli kararları aldıktan sonra imzalard ı - (199).
g) Divân ül-Beytilmâl : Bütün devlet gelirlerini kontrol eden,
gelir ve giderler aras ında denge sağlamaya çalış an divâna, Divân
ül Beytihuâl denirdi. Beytülmâl il Hassa ise halifenin özel hazine-
- -

sine bakardı. Halife Mansur'un cezalar ve müsaderelerden elde


edilmiş mal ve paralara bakmakla görevli tuttu ğu Beytühnâl il Me--

zalim onun özel hazinesi gibi idi. Bu divân Mutezid zamanı nda bü-
yük bir önem kazandı . Halifenin emlâkinin geliri, ceza ve müsade-
relerden sağlanan gelirin büyük bir kısmı , illerin gelirlerinden mer-

(199) Ibni Tagribercil, IL, S. 1203.


[32 ğ ahriye t.tçox

keze gönderilmi ş baz ı paylar burada toplan ırdı . Olağanüstü bazı


durumlarda bu hazineden halk için yard ımlarda bulunuldu ğu da
olurdu.
h) Diğer bazı divânlar : Devlet tekelinde bulunan para bas-
ma işlerine bakan divâna, Divân ül-Dar iI-Darb; vezirlerden ve bü-
yük memurlardan al ınan cezalar ve müsadere edilen servetleri top-
layıp yöneten divâna, sonradan Divân ül-Müsâderin dendi. Bunlar-
dan başka genel askerlik i şleriyle uğraşan Divân ül-Arz il-Ceyş, ba ş-
kan ve vâlilerin hesaplarını denetliyen Divân ül-Tevki', gayri müs-
limlerden al ınan cizye vergisi i şlerine bakan Divân ül-Cevâli, Ab-
basi ailesinden olanlar ile kimi saray adamlar ına maaş veren Di-
vân ül-Nafaka, vezir Ali bin İsâ zamanında kurulan ve İslam sı-
nırlarının korunmas ı masraf ını ve kutsal şehrilerin bak ımını üze-
rine alan Divân ül-Birr gibi daha birçok divânlar vard ı (200).
2. — Vergiler : Gerek Emevi, gerek Abbasi İmparatorluğunda
devlet gelirleri aras ında büyük bir yer tutan şeri vergilerin yan ında
eskiden bu topraklarda al ınmakta olan baz ı vergiler, resimler ve
harçlar da al ınmaya devam edildi ği gibi bunların yenileri de konul-
mustu. Şer'i vergiler ise Müslümanlardan al ınan Zekât ve Öşür, gay-
rimüslimlerden al ınan Cizye ve Haraç't ı .
A) Müslümanlardan al ınan şerl vergiler a) Zekât islâm'ı n
beş kc şulundan birisi olan zekât veya sadaka bazı mallardan alma-
rak belli 8 grup ki şiye verilmesi gereken bir verginin ad ıdır. Vergi
borçlusu asl ında bunu doğrudan doğruya bu gruplar aras ında da
payla ştırabilir.
Zekât vergisine uyruk olan mallar şöylece sıralanm ıştır : 1) in-
sanların ekip biçtikleri tarlalar ın ürünlerinden saklanabilen ve g ıda
olarak kullanılabilen mallar; 2) Üzüm ve hurma ürünü; 3) Deve, s ı-
ğır, koyun, keçi; 4) Alt ın ve gümüş ; 5) Tüccar e şyas ı .
Bu beş kategori mal ın her birinden ayr ıca ne kadar vergi
alınacağı da belirtilmi ştir. İ lk iki kategorideki mallardan Müslü-
man ürünü elde eder etmez 1/10 ini vermekle yükümlüdür ki bu
aşağıda hemen göreceğimiz ö şrü karşılar. Aslında aralar ında dağı-
tılması gereken gruplar bak ımından sosyal bir niteli ği olan zekât
daha Halife Ebu Bekir'den itibaren tam bir vergi biçimine sokul-

(200) Barthold, İ slârn Medeniyeti Tarihi, Köprülü notları ., S. 120 v. öt. sin-
de bu divânlar hakk ında ayrıntılı bilgi vardır.
EME‘d VE ABBAS' UYGARLI ĞI
133

muş ve İslam devleti hazinesinin belli ba şlı kaynaklarından biri


durumuna getirilmi ştir.
b) Öşür (Uşr) : Öşür kamu yararlar ı için, üründen alınan
1 /10 oranındaki verginin ad ıdır. Etimologi bak ımından hem Asur-
lar'ın altın veya ayn olarak ald ıkları İşru u adlı vergiden hem, de
-

ibranice Ma'aşer denilen ve tap ınak ve krallara, verilen 1/10 ora-


nındaki vergiden geldi ği söylenmektedir. Hz Muhammed'ten önce
Arabistan'da bu verginin bulundu ğu anla şılıyor. Önceleri yalnız
Arabistan bu vergiye uyrukken, sonralar ı islâmiyet geni şledikçe,
sahipleri İ slami kabul eden bütün topraklar ın ürünleri gene]
olarak bu vergiye uyruk tutulmu şlardır. Bu vergi daha çok sakla-
nabilir üründen al ınırsa da bütün toprak ürünlerinden al ınmas ı ge-
rektiği düş üncesinde olanlar da vard ır. Daha çok 1/10 oran ında
alınan bu vergi yerine göre 1/10 in yar ısı 1,5 ve iki katı olarak da
alınır.

B) Gayrimüslimlerden al ınan Şer'i vergiler a) Cizye : İ slam


egemenliği altında ya şıyan fakat islamiyeti kabul etmiyen ehl i ki. -

tap'lar İslam devletine mallar ının, canlarının ve ırzlarının korun-


mas ı karşılığı cizye adlı kişisel bir vergi verirlerdi. Cizye veren gay-
rimüslimlere Zimmi denirdi. Cizye'yi zimrni olmayı kabul etmiş
olanlardan yaln ız eli silah tutan erkekler verirlerdi. Kad ınlardan,
çocuklardan ve sakatlardan bu vergi al ınamazdı . İ slâmiyet, öncele-
ri mecusiler'in ve hindular' ın oturduklar ı bölgelerde egemenli ğini
kurunca bunların ,ehl-i kitap sayılıp sayılamıyacaklar ı tartışma ko-
nusu oldu. Hz. Muhammed'in Mecusiler'den cizye alm ış olduğu-
nu bildiren bir hadise dayan ılarak Mecusiler de zimmi olabildiler.
Sonradan Müslümanlar Hindu'lardan da cizye almakta bir sak ın-
ca görmediler. Muhtelif İ slam devletlerinde cizye, zimmilerin ma-
li durumlarına göre kademeli olarak y ılda bir defa ve esas itiba-
riyle para olarak al ınırdı .

b) Harâc : Cihad sonunda elde edilen ülkelerde ehl-i kitap


olup da İ slam'ı kabul etmiyen toprak sahiplerinden al ınan vergiye
Harâc adı verilir : Toprak üzerinden al ınanına Harâc i muvazzafa,
-

ürün üzerinden al ın anına ise Harâc i mukaseme denir. Bu vergi Ro-


-

malılar, Bizanl ılar ve İranlılarca da bilinmekte idi. Önceleri, Harac' ı


sonradan Müslüman olanlardan da almakta idiler; yani vergi top-
rağa bağlı idi, sahibinin değişmesi veya Müslüman olması toprağı
bu vergiden kurtaramazd ı . Sonradan Müslüman olanlar, çogal ınca
134 Ba'ı riye ÜÇOK

bunlar yalnız Öş ür ve Zekat' ı verdiler, Harac' ı vermediler. Böyle-


ce Harac'a ba ğlı topraklar da Ö şür veren topraklar durumuna gel-
di. Gene de Harac uzun zaman Islam devletlerinin gelir kaynakla-
rını n en önemlilerindendi.
3. — Toplumsal hayat : Emevi devleti zaman ında bir yandan
İ slam egemenliği altındaki topraklar geni şletilirken, bir yandan da
bu yeni elde edile topraklara Arap kabileleri getirilip yerle ştiril-
mekte, ama bu kabileler aras ında ya eskidenberi mevcut olan çeki ş-
me ve çat ış malar devam etmekte, yahut da yerle şirken yeni komşu
olan kabileler aras ında savaşlar çıkmakta idi. Bununla birlikte
Emevi devleti zaman ı, Ortado ğunun araplaşması (201) ve Araplar'
ın göçebelikten yerle şikliğe geçiş dönemiydi. Abbasiler devrinde bu
göç ve yerlerşme tamamlanm ış , göçebelikten tar ımcılığa geçilmiş
ve Arap-Islam şehirleri meydana gelmi ştir. Sanat, bilim, ticaret ve
bir bakıma da sanayi merkezleri olan bu şehirler dışında devlet
ekonomisi tamamiyle tarıma dayanmaktayd ı. Yeni fethedilen ülke-
lerin topraklar ının oldukça büyük bir k ısmı devlete ait bulunmak-
ta idi. Bununla birlikte yer yer büyük toprak sahipleri de türemi ş-
ti. Ayrıca ekonomik hayatta kölelik çok önemli bir rol oynamakta
idi. Gerek savaşlarda elde edilen köleler, gerek köle tacirlerinin ya-
bancı ülkelerden getirip satt ıklan köleler ve bunlar ın çocukları ta-
rımın büyük yükünü omuzlarında taşı makta idiler. Bunun içindir
ki, Irak'da uzun y ıllar süren ve bir ara Ba ğdat'ı bile tehdit eden
zenci köle ayaklanmalar ı çıkmıştı.
Toplumsal hayat ın bütün alanlarını ayrıntıları yla anlatmak ayr ı
bir kitabın konusu olaca ğından biz burada yaln ız önemli gördüğü-
müz bazı hususlara de ğinmekle yetinece ğiz.
A) Kadının toplumsal hayattaki yeri : Emevi İmparatorluğu
ile Abbasi İmparatorluğu devrinde kadınları n sosyal durumu bir-
birinden hemen hemen farks ızdır. Kadınlar halife Kâdir (381-422/
991-1031) devrine kadar oldukça serbest iken bu halife devrinde,
erkeklerden büsbütün ayr ı yaşamak zorunda bı rakılmış , hareme
itilmiş olduklarından islam dünyas ının geliş mesi büyük çapta en-
gellenmiş tir (202). Halbuki Abbasi halifelerinin ikincisi olan Man.
sür zamanında (136-158/754-775) amcas ının iki kızı Bizans sava şına

(201) A. N. Poliac, Sami, Doğu'nun Arabla ştırılması (Çev. B. -üçok, hah. Fak.
Derg. III., S. 85 - 101).
(202) Emir Ali, Musavver Tarih-i Islam, IL, S. 468.
EMEVI VE ABBASi UYGARLI ĞI
135

katılmış , Hârtin ür-Re şid zamanı nda ise (170-193/786-809) kad ınla-
rın sava ş ta birliklere kumanda etmeleri yad ırganmamıştır. Halife
Muktedir (295-320/908-932) yukarda da gördü ğümüz gibi, Divân ül
Mezâlim başkanlığı na bir kad ını atam ış , kendi annesinin devlet ri-
câli ile me ş verette bulunup elçileri huzuruna kabül etmesine ses ç ı-
karmamıştı r. Mütevekkil devrine (232-247/847-861) kadar zengin ve
bilgili kadı nlar evlerinde faydal ı toplant ılar ve suvareler tertipler-
lerdi. Hârtin ür-Re şid devrindeki şair kad ınlar şiir yarışmalarma
katı larak dinleyicileri hem olgunluk, hem sanat; hem de güzellik-
leriyle âdeta büyülerlerdi (203).

İ slâm tarihinin ana kaynaklar ı iyice ara ştırıldığı zaman, İ s-


lâm'ın ilkça ğmda Müslüman kadınların kendilerine tanınmış olan
haklardan rahatça faydaland ıkları açıkça görülür. Bu devir kad ın
ları sonraki yüzy ıllann Müslüman kadmiarından daha serbest, fa
kat daha dindar bir ya şantı içindeydiler. Bir örnek vermek gere-
kirse : güzellik, asâlet ve erdemiyle devrinde ün kazanm ış olan,
Kerbelâ şehidi Hz. Hüseyin'in k ızı Seyyide Seklıne'nin evini kadın
erkek her kese açt ığı nı, şair ve fakihlerin orada sanat ve biliM
üzerine sohbetlerde bulunduklar ını söylemek gerekir. Ashab'm ile-
ri gelenlerinden Talha bin Ubeydullah' ın kızı Ayş e de devrin ünlü
kadmlanndand ı . hem eski Arap tarihi, hem de kozmografya bilgi-
si, kendisini tanıyanları hayrette b ırakacak bir ölçüde idi. Zama-
rnırım en güzel ve en ak ıllı kadını diye tanıtılan Talha'nın kızı Ayşe
asla yüzünü örtmezdi. Okçular onun etraf ında yarışmalar yaparlar,
başarı gösterenlere o, ödüller da ğıtırdı . Üstün meziyetlerle süslü
bu iki kadının ikisi de Medine'de ve aynı yıllarda yaşamışlardır.

Gene bu çağda Araplar' ın en büyük kadın şairi Hansâ. (204)


gibi çölde ciddiyet ve a ğır ba şhlıklanyla tan ınan birkaç Arap kadı-
nı vardı ki, kadınh erkekli toplant ılar yaparlardı ; bu toplant ılarda
şiirler okunur, sonra bunlar tart ışılırdı . Erkeklerden birinin en kü-
çük bir münasebetsizli ği görüldüğünde onun bir daha toplant ıya
gelmesi engellenirdi. Bu devirde şair kad ınların kahramanl ık, gös-
teren erkekleri şiir yoluyla meth veya korkaklan zemetmelerine
çok önem verilirdi. Emeviler'de bahsetti ğimiz Mus'ab ibni Zübeyr ,
savaşta ölece ğini anlayınca oğluna kendisini terkedip hayat ını kur-
tarmas ını salık verdiği zaman, oğlu isâ ona «Can ımı kurtarmak için

(203) Emir Ali, a.g.e., II., S. 469.


(204) Bu şair kadın için bakınız, Mehmet Zihni Me şâhir ün - Nisâ, S. 198.
136 Bahriye ÜÇOK

seni bırakıp savuştuğumu Kurey ş kadınlarının diline düşürür mü-


yüm hiç?» diyerek babas ının teklifini kabul etmemi ş, onunla bir-
likte savaşta ölmüştü (205).
Islam'ın ilk devirlerinde Arap erke ğinin, kendi nişanlısından
başka bir kad ın için şiir söylemesi çok ay ıp sayılırdı . Hz. Ömer
bir kadın için şiir söyliyen şairi kırbaçlatmıştı (206).
Hz. Muhammed'in şairi Hassan bin Sâbit'in o ğlu Abdurrah-
man halife I. Muâviye'nin k ızı üzerine bir gazel yazd ığı zaman Muâ-
viye'nin o ğlu I. Yezid bu gazelden çok hiddetlenip babas ının yanı-
na girmi ş ve şairin katlini emretmesini ondan istemi şti. Babas ı
bunun sebebini sorunca Yezid, k ız kardeşini şairin beyaz bir inci.
ye benzetmi ş olduğunu «düz mermer üzerinde kol kola Kubbe-i
Hadra'ya kadar birlikte yürüdük» diye uydurmalarda bulundu ğu-
nu açıklamıştı . Muâviye oğlunun bu şiddetini aşırı bulduğunu söy-
lemiş , fakat günün birinde kalabal ık bir mecliste karşısına çıkan
şair Abdurrahrr an'a «Öteki k ızım sana gücendi. Onun için hiçbir
şey söyleımedin» deyince şair hemen öteki k ızı içinde birinciden
daha etkili bir şiir söyleyivermi şti. Halbuki Muâviyenin ba şka kızı
olmadığından birinci şiirin de hayal mahsulü oldu ğu anlaşılmıştı.
Genç erkek karde şlerin, zaman zaman da babalar ın sert tep-
kilerle karşıladıkları , kadınların gazellerle methedilmesini, ço ğun-
lukla bizzat kad ınlar arzulamaktayd ılar. Abdülmelik'in k ızı babası-
nın şair Ömer bin Ebi Rebi'a'ya yolladığı sıkı emirlere ra ğmen,
hac dönü şü Mekke'de bir yolcuya «Hacca geldi ğim, güzellikte misli
görülmeyen birçok câriyelerle birlikte Mekke'ye girdi ğim halde, o
şair fâsik Ömer bin Ebi Rebi'a hakk ımızda, yolda bizi eğ lendire-
cek birkaç beyit bile söylemedi, ona lanet olsun!» demi şti.
Abdülmelik'in eşi Ümm ül-Benin hakkında da şiirler söylen-
mişti. Ancak Abdülmelik o şairi oğlu Abdülaziz'in hatırı için affet-
rnişti (207).
Hac farz ını yerine getiren kad ı n ve erkekler Süleyman bin
Abelülmelik'in zamanına kadar birlikte hac ederlerken Hâlid Kas-
ri'nin Mekke valili ği zamanında Arap şairlerindan birinin «Hac

(205) Agâni, XVII., S. 163.


(206) AganI, IV., S. 98.
(207) Agâni, II, S. 128 ve IV., S. 48.
EMEVİ VE ABBASI UYGARLI ĞI
[37

mevsimi ne hoş ! Kâbe ne ho ş bir mesçit! Hacer-i Esved'e el uzat-


tığımı z zaman kadınlarla s ıkışıp kalmak ne ho ş !» anlam ında bir
ş iir söylemesi üzerine Hâlid kad ınlar ile erkekleri ayr ı ayrı tavaf
etmeğe mecbur tutmu ştu (208).
Ele geçirdikleri geni ş ülkelerden gelen ganimet ve ba şka ge-
lirlerle umulmad ı k derecede zengin bir hayata kavu şunca erkekler
tı pkı Bizans ve Sasani burjuvazisi gibi lüks ve sefahate al ıştılar;
kadınların ı haremelere kapamaya koyuldular. Böylece onlar ın sos-
yal hayattaki yerlerini almalar ına engel oldular. Bir Bizans âdeti
olan harem ağalar ı yeti ştirmek ve kullanmak II. Velid (125-126/743-
744) zaman ında başlamıştı r. Zira İran'ın etkisiyle erkekler kad ın-
lardan ayrı yaşamaya, şarap içmeğe bu devirde yani II. Velid zama-
nı nda koyuldular. Bununla birlikte kad ınlar Abbasiler'in onuncu
hâlifesi Mütevekkil'in ça ğına kadar geni ş bir özgürlü ğe sâhipti-
ler (209). Ne Bizans İmparatorlu ğunun, ne de İra'n ın etkileri, çöl-
de yaşıyan kad ının özgürlük ve sâdeli ğini yok edememi şti. Hz. Pey-
gamber devrinden uzakla ştıkça, erkeklerden ayr ı yaşamaya zorla-
nan kad ınlar bilim alanında, aileyi durumları elverdikçe toplum
yararına hizmetlerde bulunmu şlar, böylece büyük faydalar sa ğla-
mışlardı . Bunlardan XII. Yüzy ılda yaşıyan Şuhde ünlü hocalardan
iyi bir öğretim gördükten sonra Ba ğdat'taki evinde dersler verme-
meğe başlamış , kendisine Fahrünnisâ adı verilen Şuhde'nin büyük
bir kalabal ık tarafından izlenen derslerinde tutulan de ğerli notlar
büyük orientalistlerden A. v. Kremer.de imi ş (210). Sitt ül-Kuzat
adını alan ba şka bir kad ın, hadis bilimi alanında ün salmıştı. Şeyh
Takiyüddin Vâsıti'nin kızı da Yahya bin Adem'in Kitab ül-Harâc'ını
derslerinde anlatm ış ve kendisine Sitt ül-Fukeha adı verilmi şti. Bu
hatun M. 1326'da 92 ya şında ölmüştür. XI. Yüzy ılda Zeyn üd-Dâr
adını alan Vecihiye binti Müeddeb, tarihçi ünlü Zehebi'nin hocaları
aras ında olup Şam ve Baalbek'de fıkıh okutmuş tur (211).

(208) C. Zydân, a.g.e., V., S. 102.


(209) Arap Neron'u diye ün alm ış olan Mütevekkil zaman ında dâvetlerde
ve genel toplant ılarda kadınların erkeklerden ayr ılması emredildi. Mo-
golların batıya gelmeleri ve Abbasi devletini y ıkmaları üzerine bir ta-
kım din bilginleri kad ınların el ve ayaklar ını göstermeleri gerekli mi?
Gereksiz mi? diye tart ışmaya girerek dü şman kar şısındaki yenilgileri
unutturmaya çal ıştı lar, M. Cemil Beyhum, el - Mer'etu fi hazârat ül -
Arab, S. 115.
(210) A. v. Kremer, a.g.e., II., S. 121.
(211) Bahriye Üçok, İslam Devletlerinde baz ı Nâibeler (Belleten, XXXI.,
Sayı 122, S. 169).


138 Bahriye tYCOK

Abbasiler devrinde müslüman erkeklerin Türk, Rum, Iranl ı


câriyeleri o kadar ço ğaldı ki, bundan ötürü nikahl ı eşlerine karşı
duydukları ilgi kayboldu. Bu durum Islam' ın ilk devrindeki s ıkı
aile bağlarının gevş emesine sebep oldu. Şuurlu bir şekilde şerefini
korumayı bilen kadınların dışında kalan e şler koclarının kendileri-
ne değer vermedi ğini görünce, kar şılık olarak onlar da erkekle-
rine ilgisiz kaldılar. Bir zaman geldi ki, bu ilgisizlik, kad ınların
eşleri için câriyeler sat ın almalarını doğal gösterecek bir dereceye
ulaştı . Kadının yavaş yavaş gözden düşmesi, onları saygıya lâyık
kabul etmemek ve bu görüşü erkeklerin birbirlerine a şılamaları
sonunda kadınların özgürlükleri kısıtlandı ; kapı ve pencereler ka-
pandı . Onlar yollara, caddelere ç ıkmaktan, hattâ söz söylemek hak-
kından yoksun b ırakıldılar. Bu devirde erkeklerin kad ınlar hak-
kındaki yargıları genel olarak çok a şırı derecede sert ve mant ık-
sızdı• Örne ğin her zaman çe şitli memleketlerden gelmi ş ikiyüz hay-
ranı ile çevrili bulunan ve gözleri görrniyen ünlü Arap şairi Ebu
I-Ala' el-Ma'arris (ölm. 1057) bile «on ya şına gelmi ş bir erkek çocu-
ğun hareme sokulmamas ını, kadınların şer ve fenal ık tuzağı oldu-
ğ'unu» iddia eder oldu.
Aşırı zenginlerin türediği toplumlarda sefâhet alemleri ba ş gös-
terir; Romıalılar, Sasâniler ve Bizansl ılarda oldu ğu gibi, üç kıta
üzerine yayılmış olan İslam İmparatorluğunda da dinin yasaklama
rağmen eğlenceye dü şkünlük ve sefâhat yayg ın bir hale gelmi şti. Bu
dengesiz servet ço ğalmasının bir sonucu olarak Bağdat, Kurtuba,
Kahire, Fustat gibi şehirlerde fuhu ş arttı . Devlet adamları bütün
güçleri ile bunu önleme ğe çalı ştılarsa da ba şarı sağlıyamadılar; so-
nunda tüccarlardan, ve esnaftan al ınan vergiler gibi kötü yoldaki
kadınlardan da bir tak ım vergiler al ınmaya ba şlandı (212).
Mu'tasım'dan sonra durum daha da kötüle şti. Pek çok köle
satın alınmıştı . bir zamanların zenginleri güzel câriyeleri ile nas ıl
öğünmekte idiyseler, şimdi de güzel köleleri ile övünüyorlard ı.
Bu durum özellikle Mısır'da o kadar rağbet görmüş tü ki, kadınlar
kocalarının dikkatlerini kendi üzerlerine çekebilmek amac ıyla köle-
lerin giysilerini giyip evde dola şmaya başladılar.
B) Giyim kuşam : Ortaçağ da Müslümanlar giyimlerine ve
temizliklerine çok dikkat ederlerdi. Genel olarak Müslüman erkek-
ler sakallı idiler. Sakalları sosyal durumları ile uygunluk göstere-

(212) MakrIzi, H ıtat, I., S. 89.


EMEVi VE ABBAS' UYGARLIĞI
139

cek biçimde maviye, sanya, ye şile ve kırmızı ya boyanmış olur-


du. (213) Kad ı , müdrris imam gibi ilmi meslek sahibi Müslüman-
lar çok uzun ve kar gibi beyaz bir sakal ta şırlar, askerlerinki ça-
tallı olur ve koyu siyaha boyan ırdı. Köleler ise bıraktıkları çok kısa
sakaldan tanınırdı
Bu çağı n minyatürleri incelendiği zaman, XII. Yüzy ılın erkek-
lerinin önce dokuz parçadan dikilmi ş beyaz bezden bir gömlek, renk-
li kumaş tan topuklara kadar inen ve de ğerli sırma işlemelerle. süs-
lü bir uçkurla sık ılmış düz bir şalvar, en üstüne de renkli kuma ş-
tan, ipek astarl ı, kenarları dışına çevirilmi ş ve dizlerden biraz aşa-
ğı ya inen bir kaba giydikleri görülür. Kaba= beline sard ıklan bir
şal kuşak çoğu zaman para kesesinin, mendilin sakland ığı pratik
bir yer vazifesi görürdü. Şık erkeklerin çoraplan pek ince ve renk-
li nakışlarla süslenmi ş olurdu. Genel olarak halk k ırmızı ayakkabı-
ları tercih etti ği halde, güzel giyinen ki şiler san ya da siyah rengi
,

seçerlerdi. I ş çi erkeklerin elbiseleri de bu biçimlere yak ın olup yal-


nı z siyah ve lacivert renk (kirini göstermedi ği için) daha tutulmak-
taydı. Önceleri Iranl ı süvarilerin k ıyafeti iken, sonradan herkesçe
benimsenen dik yakal ı kaftan modas ı gibi saç ve sakal biçimleri
de modanın kaprislerine uymu ştu.
XI. yüzyıla gelinciye kadar kad ın ve erkekler siyah ve beyaz
renkten vazgeçmediler, ancak XIII. yüzy ıldan baş layarak herkes
en çeşitli renkleri giyme ğe koyuldu. Mu'tas ım zamanında (833-842)
elbise kolları o derece uzundu ki, boylar ı - birbuçuk metreyi bulur-
du. Bunlar aynı zamanda çok geni ş oldukları ndan geriye çevrilirler
ve hiçbir cebin ula şamadığı derinlikte olduklar ından sahibinin mes-
leğine göre, pusula, cetvel, çek defteri, sicil defteri, divit-kalem, ar-
şın ve makasları hatta batan terlikleri bile saklamaya yarard ı .
Başlarına giydikleri fötrden veya astragandan koni biçiminde
ki başlık, aslında Ortaasya kad ınlarının başlığı idi. Oradan bu mo-
da, Halife Mansur'un uygun görmesi ile Yak ın Doğu'ya geldi. -An-
cak bu modaya orada erkekler ve özellikle hukukçular, tabibler ve
imamlar uydular. Bu külahlann üzerine bir de koyu lacivert koca-
man sar ık sarar, bundan a şağıya da omuzları na kadar dü şen ve
Taylasan denilen bir eşarp sarkıtırlardı. Haçlı seferleri sı rasında bu
yüksek ve sivri ba şlı klar Avrupa'ya geçti ve XIII. Yüzy ı l Avrupa ka-.

(213) Ebu'l - Feree, Tarih, I., S. 198; C. Zeydân, a.g.e., V., S. 137 v. öt.
140 Bahriye ÜÇOK

dınlarının itibarını kazand ı . Mansur'un pek beğendi ği bu başlıklar


ilk zamanlarda, ona hizmet edenlerin bile alaylar ına şu sözlerle se-
beb olmuş tur: «Biz hükümdardan zam bekliyoruz, o bize külah
giydirdi». Harun ür-Re şid zamanında çok moda olan bu külâhlar,
Halife Musta'in (862-866) zaman ında sadece Kadiler taraf ından gi-
yildi. Fakat 1VIusta's ı m (1242-1258) zamanında bir daha yayg ın bir
moda haline geldi.
IX. Yüzyı lda Musiki besteleri yapmak ve şarkı okumaktaki
mahareti kadar zerafeti ile de tan ınm ış olan Zeryâb, Ispanya'da
Kurtuba şehrine Ba ğdat modas ını götürdü. O, enseyi, kulaklar ı ve
kaşları açıkda bı rakacak biçimde saçlar ı kesmeği ve ayrıca Hazi-
ran başı ndan, Eylül sonuna kadar beyaz ve canl ı renklerin mevsi-
mi olduğu için, bu mevsimde hafif ipekliler, k ışın da muflonlu
hil'atlar ve kürklü paltolar giymek gerekti ğini öğretti. Onun iti-
raz götürmez ince zevki, saray ve şehir halklarına alışkanlıklarını
değiş tirtti.
Ortaça ğı n şık erkekleri gözlerini İsfehan sürmesi ile boyama-
ya itina gösterir, Yahudilerinkine benzemesin diye b ıyıklarının
ortas ını kesip yanlarını uzat ırlar ve uzun uzun aynaya bakmaktan
çekinmezlerdi. Hatta bu ihtiyac ı karşılamak için sokaklarda «ki-
nedar»lar bulunur; küçük bir ücret kar şılığı , müşteriye temizlen-
miş aynan ın örtüsü aç ılır, o da sakal ını taramak f ırsat ını bulurdu.
Kadınlara gelince; Hazret-i Muhammed'in islam' ı yayma ğa
başladığı sıralarda kad ınlar ın kıyafeti, geni ş yenler ve açık göğüs-
lerle bugünkü modayı yadırgatm ı yacak derecede dekolte bir gö-
rünüşe sahipti. Peygamber bu aç ıklığı yasakladı , çünkü Nur sûr-
sinin 31. el-Ahzab süresinin 55. ve 59. ayetleriyle kad ınların görül-
mesi zarûri olan yerleri d ışındaki süslerini kapamalar ı emrolun-
muş tu. Peygamber'in ölümünden sonra, bu âyetlere ra ğmen, moda
gene hükmünü yürütn ıeğ'e koyulmuş , eski açık yakalar ve geni ş
kollar öylesine yayg ın bir hale gelmi ş ti ki, Hazret-i Peygamberin
eşi Hazret-i Ayşe: «E ğer Tanrı Elçisi bunları n durumunu görmü ş
olsayd ı , İ srail oğulları kadınlarında olduğu gibi onları mescide sok-
mazd ı » demek zorunda kald ı (214).
Islam' ın ilk çağları nda kadı nlar hem modada yenilik yapmak,
hem de islâmiyet'e ayk ırı düşmiyeceğini ümit ettikleri için «Kubâ-

(214) Ali İ brahim, Nisâ lehunne fi'l - Tarih il - İ slâmi nasib, S. 126.
EMEVI VE ABBASi UYGARLI ĞI
141

ti»yi, yani m ısır Kıptilerinin giysilerini benimsediler. Bu moda ile


elbiseler, vücudun güzel görünmesini sa ğlıyan kısım1arım sıkıca sa-
rardı . Ayaklarmda da mes veya mesin k ısası olan bir ayakkab ı ta-
sırlard ı . Ancak bununla da yetinilmedi, kad ınlar bir süre sonra uzun
elbiselerden b ıktılar, kısa ve dar elbiseleri üstün tuttular. Emevi
soyundan gelen yöneticiler, rakiplerinin ayaklanmas ım önlemekle
uğraşa dursunlar, ekonomik durumlar ı hergün biraz daha iyi-
ye giden İslam toplumundaki kad ınlar, daha çekici görünmenin yol-
larını aramaya koyuldular. Araplar' ın «Nahire» dedikleri yüksek
külâhlar bu ça ğda moda oldu. Kad ınlar bu başlıkların üzerine sa-
nklar sararlar, uçlar ını da omuzlarına düşürürlerdi (215).
Eskiden çok moda olan siyah renkten zamanla vazgeçildi. Ab-
basiler zamanında ise bütün İslam toplumundaki kadmlann göz-
leri Bağdat'a çevrildi. Renkler ve bunlar ın isimleri çoğaldı . Renkli,
çizgili ipek Ni şabur ya şmaklan, amber kokulu gömlekler, ba şka
kokular sindirilerek boyanm ış kumaşlar pek moda oldu.
Mısırlı hanımları yaratt ıkları moda çizgilerini, çe şitli siyasi
olayların ve eski M ısır eserlerinin etkiledi ği, tarihi kaynaklardan
anlaşılmaktad ır. Örn. XV. yüzyılda Kahire'nin do ğusunda beyaz
mermerden yap ılmış iki büyük sütun bulundu. Bu iki sütun E şref
Saban' ın medresesine -getirildi. Halk bu iki sütunun ta şınmasını
bir şenlik havas ı içinde seyretti. Kad ınlar o günü elbiselerinde
canlandırdılar, mendillerde traz halinde i şlendi (216). Ayn ı yüz-
yılda çok rağbet gören uzun etekli giysilerden bahseden Ayni, ipek-
ten yapılmış kadın giysilerinin kuyruklarını n birkaç kulaç geriden
sürüklendi ğini ve bir kad ın giysisinden üç-dört kad ının normal
olarak giyinebileceğini yazmaktadı r (217). Ancak bu uzun etekler
ve güzellikleri aç ığa çıkaran geni ş yenli elbirseler hiç ekonomik
değildi, çok kumaş sarfolunuyor ve bir rob bin dirheme malolu-
yordu. Sonunda hükûmet i şi ele ald ı, kadınları n sürüklenen uzun
eteklerinin kesilmesini emretti, bu emre itaat etmek istemiyenler
de tutuklandı . Gerçekten kad ı nlar ancak bir süre bu emre uydu-
lar, emri veren vezir ölünce gene eski moday ı canlandırd ılar. Mem-
lük sultanı Ketbuga'da hicri 792'de kad ınları n uzun yenli elbise

(215) Ali İbrahim, a.g.e., S. 126.


(216) Ali İbrahim, a.g.e., S. 135.
(217) Bedrüddin el-Ayni, Umdet ül- Kâri fi Ş erhu Sahih il -Buhârl, III.,
S. 230.
142 Bahriye ÜÇOK

giymelerini yasaklad ı ise de, onlar buna karşı kol boyunu kısalt ıp
genişliğini arttı rmak suretiyle cevap verdiler.
XIII. yüzyı lda Cengiz Han soyundan prenseslerin getirdi ği bir
moda şık kadınları başlarında tüyler ta şımaya mecbur etti ve he•
men daha önce zengin han ımların altınlarla süsledikleri çerkes tak-
keleri veya tepelikleri bu kez tüylerle kapland ı. Aynı prensesler Çin
tarzına yakı n giysileri de moda hâline getirdiler.
C) Spor : Hz. Muhammed kendi ça ğındaki sporların bütün
dalları nda gençleri maharet sahibi olmaya te şvik etmiştir. Örneğin,
«oğullarınıza ok atmayı öğretin, çünkü bu dü şmanı kahreden bir-
şeydir»; «Ok atmakla oyalanmak bo ş yere geçirilen zamanlar ın en
hayırlısıdır»; «Oğullarımza yüzmeyi, ok atmay ı belletin» demekte-
dir (218). Hz. Muhammed çe şitli sporları hem teşvik etmiş, hem de
seyrederek ne şelenmi ştir; Sahih-i Buhari muhtasar' ında bunun
açık delilini bulmaktaya: «Hicri 7. yılda Habeş'den gelen bir elçilik
heyeti mesçitte harbeleriyle (bir çe şit mızrak) oynuyorlard ı, bir ri-
vâyete göre Hz. Ayşe, başka bir riVâyete göre Hz. Muhammed hun-
ları seyretmeği teklif etti. Bir çe şit spor olan ve mızraklarla raksa
benziyen bu gösterileri Hz. Ay şe çenesi Hz. Muhammed'in omuzu-
na, yanağı da onun yana ğına dayannuş bir hâlde yoruluncaya ka-
dar seyretti» (219). Hadislerdeki bu aç ıklığın da desteğiyle Emevi
ve Abbasi halifeleri zamanında at yarışları, ok atma, yüzme, koşu-
lar tertip etme gibi spor ve e ğlenceler önem kazanm ıştır. Araplar
Iran ve Türkistan içlerine girdikten sonra bu ülkelerde ra ğbette olan
küre ve çögen ile oynamak fındık atmak, satranç ve bunun gibi
başka oyunlar ı zaptettikleri ülkelerin eski sâhiplerinden ö ğrendi-
ler. Bu oyunlar ilk defa Harun ür-Re şid zamanında moda olmu ş-
tur. O, halifeler içinde ilk önce çögen oyn ıyan, mızrak tepesine he-
def dikerek ok ni şanı tertip eden, asl ında bir hind oyunu olan sat-
ranc ı yayan ve oyuncular ı kendine yakla ştırarak onlara maa ş bağ-
lıyan halifedir. Bu devirde halk ın ençok hoşuna giden spor sonra-
dan Ingilizlerin bat ıya götürüp adına polo dedikleri çögen ile cirid
oyunu idi. Bu oyunlar ortaça ğ'da prenslere, iço ğlanlarma ve su-
baylara mahsustu. Her şehirde bu i ş için hazırlanmış bir veya bir-
kaç alan bulunur, belli günlerde tak ımlar, gerek yerli, gerek yaban-

(218) Abdülbaki Gölpınarlı, Seçme Hadisler, S. 128.


(219) Tecrdi-i Sarih tercümesi (Zeynüddin Ahmet bin Ahmet), III., S. 158 -9.
EMEVi VE ABBASI UYGARLIĞI
143

cı büyük sayı da seyircinin önünde ,karşılaşırlard ı. At yarışları da


gözde idi.
Arkeolojik ara ştırmaları n sonunda anlaşılm ıştır ki, en dikka-
te değer koşu meydanı Bağdat yakını ndaki Samarra'da idi. Şehrin
dışı nda bulunan bu meydan ı n çevresi onbir buçuk kilometre olup
çok güzel bir de oval piste sâhip idi. Ayr ıca şehrin içinde ve sara-
yın doğusunda halife'nin emri ile yap ılmış güzel bir çögen alanı
vardı (Çögen ucu eğri bir sopa ile at üstünde yumu şak bir topla
oynanırdı ).
Halk bazan da ok atma yar ışlarına katılırdı. Bunların sonun-
da en mâhir atıcı lara ödüller dağıtılırdı . Her şehrin ok atmaya .ay-
rılmış bir alanı bulunur, bunun merkezinde yükselen bir dire ğin
ucundaki kocaman bir kabak hedef vâzifesi görürdü. Ba ğdat'taki
Uş nas en güzel ok meydan ı idi. Ancak en popüler spor gene de gli-
reşti. Şimdiki gibi üstü kapal ı salonlarda tuttukları güreşçi için
teşvik edici sözlerini esirgemiyen ate şli hayranlar kalabal ığı orta,
ğlarda da eksik değildi. ça
Mahalli şampiyonlar uluslararas ı sampiyonlarla boy • ölçüşme-
ye çağrılır, çok kere bir Bizansl ının bir İsfahanlı şampiyonla kar-
şılaştığı olur ve herbiri kendi ulusunun şerefini temsil ederdi.
Fındık atma oyunu ise Hz. Osman zaman ında İranlılar'dan
alınmıştır. Önce mekruh Say ılmışsa da, sonradan halifeler f ındık
atıcılardan askeri birlikler teşkil etmişlerdi. BU oyun taş , toprak
veya kurşundan yapılmış küçük bilyaların yay ile atılmas ı oyunu
idi.
Koşuculuk, atletizm gibi sporlar yan ında, hamam yak ınında
yer alan havuzlarda veya ırmaklarda yüzme yar ışmaları yapılır. ka-
zananlara ödüller da ğıtılırdı . Seyircilere gelince, onlar t ıpkı bugün
olduğu gibi oturacakları yerlerin ücretlerini seve seve ödernektey-
diler (220).
4.— Sanat ,: A) Musikl: Şarkı söylemek insanda tabii bir
ihtiyaçtır. İnsan duygularını, acı veya tatl ı anılarını musiki ile dile
getirir. Bu sebeble musiki'nin tarihi belki de insanl ık tarihi kadar

(220) Aly Mazah6-1, la vie quotidienne des Musulmans au Moyen âge.,


S. 188.
144 Bahriye üçok

eskidir. Bir ülkede söylenen şarkı lar, orada ya şıyan ulusun karak-
terini, ahlak ve adetlerini bir ayna gibi yans ıtır.
Câhiliye devrinde, yâni Islam'dan önceki devrede, Araplar' ın
büyük bir çoğunluğu çadırlarda ya şar, deve ve koyun sürülerini
besliyerek göçebe bir hayat sürerlerdi. Bu yüzden de onlar güzel
sanatların yalnız ş iir kolunda üstün bir düzeye ula şmışlardı . Ya-
vaş yava ş şiire en yak ı n sanat kolu olan musiki de do ğmaya baş-
ladı . Bu musiki Cahiliye devrinde daha çok göçebe hayat ı yaşıyan
Arap gençlerinin ıssı z kum çöllerinde deve kervanlar ını yürümeye
teş vik etmek maksad ı yla söyledikleri pek ilkel melodilerden ibaret-
ti. (Mes'üdi, Muruc uz-Zeheb., VIII., S. 92) Yaln ız deve sürücüleri
değil, kumaş dokuyanlar, tarlada çal ışanlar, kayıkçılık gibi mono-
ton i şler görenlerin, s ıkıcı çalışmalarını hafifletmek ve onu daha
düzenli, verimli hale getirmek için de melodiler söylemeleri âdetti.
Buna Hudâ' denirdi (221). Huda'n ın çıkışını kadınların ölülerin
arkas ından ettikleri feryatlara ba ğlıyanlar bulunmaktad ır. Huda'y ı
terennüm izledi. Araplar'da terennüm iki türlü idi : biri şiirin mu-
siki ile söylenmesidir; Buna G ına denir (222), yani şarkı. Öteki man-
zum olmıyan, nesir halindeki sözlerin terennümüdür; buna da Tag-
bir denir (223). Daha sonra kom şu ülkelerden aldığı etkilerle ge-
lişen musiki ba şka başka adlar ta şıdı . İşte böylece dini olmıyan
musiki doğdu. Mutluluk ve sevinç duygularını ortaya koyan çocuk
şarkıları, ninniler, düğün şarkıları hiç şüphe yok ki, Huda' deni-
len türden tamamiyle ayr ıdır. Eski devre ait olan bu halk şarkıla-
rının ne güfteleri ne de besteler hakk ında bir bilgiye sahibiz. Bu-
gün onları emsalleri ile kar şılaştırarak, baz ı tahminler yürütül-
mektedir.
Araplar' ın bu halk şarkılarının makamı çok basit idi. Genel
kural olarak bunlarda bir makam cümlesi bulunur, bu her beyit

(221) İbn Haldûn, Mukaddime, türkçeye çeviren Zâkir Kâdiri Ogan, II.,
S. 460.
(222) Farmer C. H., gınâ'yı şiirin melodik olarak söylenmesi şeklinde tanım-
lamış sa da Ehad Arpat, İA., IV., S. 777'de g ınâ, tagbir, tilâva, terennüm,
savt, musiki'nin birbirine kar ıştırıldığını, gınâ'nın bunları n hiç birine
tam olarak tekabül etmedi ğini fakat ilgili bulunduğunu açıklar. Ger-
çekten de Fârâbi, kitab ül - Musiki adl ı eserinde (La Musique Arabe,
d'Erlanger çevirisi, Paris, 1935, II., S. 77 - 8, 84) g ınâ ile musikiyi bir-
birinin yerine kullanmam ıştır.
(223) Farmer C. H., 1A., IV., S. 777.
I. Hişam zamanında yap ılmış olan Kasr ül-Hayr il-Garbi'de bulunan fresklerden
müzisiyen kadınlar ve av sahnesi.

K. Otto-Dorn, Die Kunst des İslams, Baden-Baden. 1964.


EMEVi VE ABBAS"' UYGARLIĞI
145

veya mısrada tekrarlan ırdı . Bu sâde melodilerde ton ölçüsü dört-


beş telli musild âletlerinin dört-be ş not dizisine bağlı kalır. Hatta
hazan yalnız iki nota bile melodiyi idareye yeterli olurdu (224).
Eski Araplar'da kullan ılan müsiki âletlerinin en ünlüsü yuvar-
lak veya kare biçiminde yap ılan bir tempo aleti ile ilkel bir düdük
veya naydan ibaretti (225). Şebbâle, Zulanû, Bûk, Ud, Tunbûr ve
bunlara benzer nefesli ve telli saz aletleri ise kuzey Afrikal ılar ile
ranlılar'a, Bizansl ı lar'a mahsus idi (226). Araplar ancak Islami-
yet'ten sonra bu türlü musiki aletlerini tan ımışlardır. Arap halk
mûsikisinde üç tip gı nâ'ya rastlamr • 1) solo; 2) karo; 3) nöbet-
leşe şarkı söylemek; birinci tipte makam önceden belli, geleneksel
motiflere dayanır ve önceden haz ırlanır. Buna ne şid ve inşâd de-
nir. Ikincisinde irticâlen ve tuluat kabilinden söylenir, bu da tar-
til adını taşır; ama her zaman tuluat olmaz, önceden haz ırlanmış
da olabilir (227). Bu, sâde nağireli müsiki sanat ının önceliklerin-
den uzaktı . Araplar bunu öğrenmek zahmetine girmeden, içlerinden
geldiği gibi icra ederlerdi (228). Islâmi devirlerde İmam, hafız ve
hâtiblerden birçoğu musild sanat ından habersiz bulunduklar ı hal-
de, Kur'an-ı Kerim okuduklar ı zaman seslerinin ve okuyu şlarmın
güzelliği sayesinde dinlyenlerin ho şuna giden uygun sesli melodiler
bulurlardı .
Islâm'dan önce mılsiki'nin tanıtıcıları kaynât denilen şarkı oku-
mayı meslek hâline getirmi ş olan kadın şarkıcılardır. Bunların
sosyal hayatta önemli roller oynad ıkları= delillerini bizzat Haz-
reti Muhammed'in ya şadığı devirde buluyoruz. Von Kremer bu
kaynât'ların Iran, Bizans gibi yabancı ülkelerden geldiklerini söy-
lemişse de bir kısmının Mekkeli olduğu şüphesizdir (229).
Islâmlığın başlangıcında taganni'ye karşı bir direnme gösteril-
miştir. Şarkı ve müsiki dinlemenin caiz olup olmadığı fakihler ara-
sı nda bir tart ışma konusu hâline gelmi ş tir. Hele Budizm'in, Par-
sizm yâni Zerdü ştiliğin ve Hıristiyanlığın tersine asla kalbe de ğil ak-
la yönelen müslüman ibâdetinde musikiye yer vermek sert tepki-

(224) Farmer C. H., İA., IV. S. 773.


(225) Cörci Zeydân, Medeniyet-1 İ slâmiyye, V., S. 52.
(226) İbn Haldûn, Mukaddime II, S. 460; Mes'ûdi, Muruc, VIII., S. 191.
(227) Ebu'l- Ferec el- isfahani, Kitâb ül - Agâni, VII., S. 188.
(228) İbn Haldûn, Mukddime, S. 460 v. öt.
(229) Ehad Arpad, İA., IV., S. 775.
146 Bahriye ÜÇOK

lerle karşılanmıştı . Fakat Araplar geni ş ülkelere hatta k ıtalara doğ-


ru yayılınca, fethettikleri yerlerin zengin miras ına kondular. Eski
kabalık ve sadeli ği bıraktı lar. Onlar gibi ya şamaya koyuldular. Hi-
caz'a Bizans ve İran'dan şarkıcılar ve çalgıcılar akın etmeğe ba şla-
dı . Az zaman sonra Araplar bu yabanc ı sanatç ıları taklit ederek Bes-
te yapma ğa ve bunları kendi çalg ılarında dinletmeğe özendiler. Böy-
lece ritim ve ba şka unsurlar Arap musikisine sokulmu ş, sanatlı
musiki de kendini gösterme ğe başlamıştı .
Yabancı etkilerin kendini duyurdu ğu bölgeler daha çok Hicaz
ve Irak bölgeleri olmu ştur. Yaşama düzeyleri yükselen Araplar' ın
gün geçtikçe öteki sanatlara oldu ğu gibi musiki sanat ına da ver-
diği değer artt ı . Fizik ve telli sazlar tekni ğinin bir kolu olan musi-
ki nazariyesi büyük ilerlemeler kaydetti (230). El-Kindi (ölm. 874),
Sogdlu Farabi (872-950), İbni Sina (ölm. 1037) ve Azerbaycanl ı
Safiüddin (ölm. 1293)'e kadar müslüman bilginler Çin ve Iran ba-
sit garr ından hareket ederek incelemelerde bulundular ve tabii ga-
mı kurdular. Gitar, flüt, ksilifon, tanbur vesaireye halel getirme-
den piyano ve orgları n ilkel bir tipi olan kanunu yapt ılar (231).
Arap bilginlerinin, örne ğin Ptoleme'nin musiki hakkındaki ge-
niş incelemesini kendi dillerine çevirmelerinden anla şılacağı üzere
grek musikisine yabanc ı olmadıkları ve bunun sonucu olarak İsr
larn imparatorlu ğunun sınırlar ı içinde yaşıyan Türk dü şünür ve
büyük bilgini Farabi'nin de bundan örnek ald ığı biliniyorsa da, bu
örneğin yetersizliği karşısında o, tamamiyle yeni bir nazariye kur-
du. Eserinin geni şliği ve en ince noktalarda gösterdi ği vukuf onun
eserini Ortaça ğ'ın en dikkate de ğer müsiki kitabı haline koymuş-
tur (232). X. ve XVI. yüzy ıllar aras ı nda Arap müsiki nazariyesi

(230) Eski müsiki nazariyelerinden ilk faydalanan el - Kindi (ölm. 874) ol-
muştur. Bugün dördü mevcut olan yedi risâlenin yazar ıdır. Bu risâle-
lerin üçü Berlin'dedir. Bunlar ın adları şunlardır : Risâla fi iczâ' ha-
bariya al - müsiki; Risâla fi'l - luhün'dur, üçüncüsünün ad ı yoktur.
El - Kindi'den sonra iki öğrencisi Ahmed bin Muhammed al - Sarahsi
(ölüm. 899) ile Mansûr bin Talha bin Tâhir müsiki nazariyesini i şle-
diler. İbn Sina, el - Şifa' ül - necât adl ı eserleri içinde müsikiye yer
ayırmıştır. Safiüddin de ğerli bir fizikçi idi; aynı zamanda Farabi gibi
o da çalgı çalardı . Gam sistemine yenilikler getirmi ştir.
(231) Aly Mazaheri, La Vie Quotidienne des Musulmans au Moyen Age. Pa-
ris, 1951, S. 159; Carra de Vaux, Farabi'nin Kitab ül - Müsiki'sinin fr.
çevrisine önsöz. S. VII.
(232) al - Farabi, KitUb ül - Mûsikî il - Kebir (d'Erlanger çevirisi), I., S. VII.
EMENd VE ABBASI UYGARLIĞI
147

üzerine eser yazanlar önce filozoflar olmu ştur. Bu sebeble de mü-


siki matematiğin yanı nda felsefeden bir parça haline gelmi ştir. Ar-
t ı k bir sanat düzeyine ula şmış olan müsiki teknik terimlere de sa-
hip oldu (233). Bu sayede şiirlerinin bestelenmesini istiyen ve bu
amaçla şiir yazmış olan bir çok şairin adını öğrenmiş olmamıza
rağmen, bu şiirlerin bestelerinin notalarmdan pek az ı bize kadar
gelebilmiş tir..Bazı şarkı türünün ra ğbet görmesi, o türün edebi ha-
le gelmesine de sebeb olmu ştur.
İslam âleminde bütün gma yâni taganni (terennüm) tek ses
üzerine kurulmu ştur, yâni sadece melodiden ibarettir. Bat ı mftsikist,
lı armoni, yâni uygun çok sesli müsiki sanat ı , Ortaçağ Doğu alemi
için tamamiyle yabancıdı r. Müslüman Doğunun büyük bir çoğunlu-
ğu müsikryi tek sesli bir dizinin devam ı olarak görür. Hristiyan
Batı ise bunu akkorlarla süsler (234). İslam rnüsikisinde her motifi
makam denilen ve pek çoğu eskiden intikal eden özel tarza ba ğlıdır.
İslâmiyetin yeni yerle şmeğe başladığı devirlerde taganni et-
mek yani şarkı söylemek haram de ğilse bile, mekrûh addediliyor-
du. Müslümanların ileri gelenleri gına'mn haram olup olmad ığı hu-
susunda tart ışmalara girdiler. Taganni'yi helül görenlerin delilleri,
onun esasının şiirden ibaret bulundu ğu, şiirin ise Hazret-i Muham-
med'in her zaman be ğenip teşvik ettiği bir sanat kolu oldu ğu, hatta
onu müşrikler aleyhine bir silah gibi kulland ığıdı r. Gerçekten de
Hazret-i Muhammed, şairi Hassâda : «Abd Man:M o ğullarına ateş
saçan dilini musallat et, senin şiirin onlara karanl ıkta at ılan okdan
daha çok etkilidir» (235) diye emretmi şti. Taganninin caiz olduğu-
nu ileri sürenler Hassan' ın şiirlerinin şarkı halinde terennüm edil-
diğine dayanarak haram olmamas ını savundular (236).
Taganniyi haram görenlerin dayanaklar ı ise, müsiki ve şarkın ın
insanı zevk ve safaYa yöneltmesi, dini vazifelerinde ihmâle götürme-
si ve cinsel istekleri te şvik edici olmasıydı .
(233) Safiüddin, el - Fârâbi ile İbn Sinâ'nın kullandıkları istilahların yanlış
olduklarını ileri sürer ve hücüm eder, bk., IA., VIII., musiki maddesi.
(234) Batının tek sesli musikiden armonik musikiye geçi ş tarihi pek eski
değildir; hatta belki de musikiyi seven ve geli şmesine gayret sarfeden
Charlemagne'dan 200 y ıl sonrasına, Haçlı Seferleri zaman ına rastlar.
bk. Norbert de Fourcq, Petite histoire de la musique, Paris, 1960,
S. 9.
(235) Corci Zaydân, a.g.e., V., S. 54.
(236) Corci Zaydân, V., S. 54.
148 Bahriye ÜÇOK

Bazı Islam bilginleri ise şarkıların bir kısnamı helal, bir kıs-
mını haram saydı lar. Uzun tart ışmalardan sonra şarkı söylemenin
şeriata ayk ınlığı kabul edildiği takdirde Kur'an' ın tilaveti hakk ın-
da da ayn ı hükmün varid olaca ğı açıkça anlaşıldı (237). Şarkı söy-
lemenin şeriata ayk ınl ığını iddia edenlere kar şı Kur'an'ın tilaveti
hakkında da aynı hükümün verilmesi istendi. Buna kar şı müteas
sıp Müslümanların muhalefetleri pek zay ıf kaldı. Çünkü Hazret-i
Peygamber'in Kur'an' ı güzel sesleri ile okuyanlara söyledi ği okşayıcı
sözler en inan ılır hadis kitaplar ında yer alm ıştı. Örneğin sesinin
güzelliği ile ün salm ış olan Elatı Muısâ el Aş'ari bir gece Kur'an
-

okurken Hazre:t-i Muhammed onu i şitmiş, ertesi gün «Ya Ebû Mû-
sa, Davudoğullarının mizmarlarından (yass ı nay biçiminde nefes-
li saz) biri sana verilmi ştir» (238) demi şti.
Gene güzel sesiyle Kur'an- ı Kerim okuyan Salim Mevlâ Huzey-
fe için de Hazret i Muhammed.: «Ümmetimde böyle bir kimse bu-
-

lunduran Allah'a hamdolsun» diyecek kadar memnuiyet duymu ştur.


Hazret-i Muhammed'in Sa'd İbn Ebi Vakkas'dan rivâyet edilen
hadisi de «Taganni ile Kur'an okumayan bizden de ğildir» yolunda-
dır (239). Nihayet mutaass ıp Müslümanlar, Kur'anı tilavet (Tag-
bir, tartil) etmek ile dini olm ıyan taganni ( şarkı ) nin ayn ı şey ol-
madığına dair kendilerince şer'i bir hüküm verdiler (240). Halbu-
ki tilavet ve tartil ile şarkımn kaide bak ımından ve ameli bakım-
dan birbirinin ayn ı olduğunun ispat ı üzerine bu kural hükümsüz
kalmıştır.
Burada taganni kelimesine din bilginlerinden baz ıları, Kur'anı
güzel bir uslupla, düzgün şekilde okuma anlam ı vermek istemi şler
ve Kur'an' ı melodinin en sadesinden bile tenzih ettiklerini aç ıkla-
mışlardır. Sünni doktıinin dört imamından biri olan İmam Malik
bunlann başında gelir. İmam Will ise melodi (cihan, lahn) ile
Kur'an okunmas ını caiz görür. Mensup oldu ğu kavmin bile kusur-
ları nı yansız bir gözle eleştiren ve bunu yüzy ıllar sonras ına ulaştır-
makta bir sakınca görmiyen XIV. yüzy ılın tarih felsefecisi İbn Hal-
dün, İmam Mâlik'in fikirlerini benimsemektedir. İbn Haldûn, Kur'

(237) el -Ikd ül - ferid, III., 178.


(238) Muhammed Cemil Beyhum, el - Mir'at fi hazârat il - arab, Ba ğdat 1962,
S. 82; İbn Haldûn, Mukaddime, II, S. 460.
(239) Tayyib Okiç, Kur'an' ı Kerirtfin usliıb ve kı raati, Ankara. 1965. S. 17.
(240) İbn Haldûn, Mukaddime, II., S. 468.
EMEVI VE ABBASI UYGARLI ĞI 149
an-ı Kerim'i okurken uzat ılacak veya k ısa okunacak harfleri önce-
den düzenlenen ölçülü melodiye uydurman ın imkânsızlığı karşısın-
da, Kur'an-ı Kerim'i melodik ve ritmik bir tarzda okuman ın doğru
olmıyacağı inancını belli etmektedir.
İslâm'ın ilk çağında Kur'an her halde etkili fakat de ğiş ik ses
perdeleri pek az olan, muhtemelen minör gam ından ancak sâde bir
melodi ile okunmakta idi. Tarihte Kur'an' ı melodi ile ilk okuyan
kimsenin Peygamberin azatl ısı ve Ziyâd İbn Ebihi'nin anabir karde-
şi Abdullâh İbn Ebi Bekre oldu ğu, bunun torunu Abdullâh İbn
Ömer'in de onun tarz ını izlediği görülmüştür (241). Bu okuyu şun
gı na ve hudâ' ile hiçbir ilgisi yoktur. Hatta bu tarz Kur'an oku-
maya da İbn önlar kıraati adı verilmiştir. Bu uslupta okumayı da-
ha sonra devam ettiren Said el Allâf, devrin Halifesi Hârün ür Reşid
- -

tarafından övülmüştür. Fakat zamanla Abdullâh ibn Ömer ve Sald


el Allâfm tarzı bir yana bırakılmış, güzel sesli kimseler Kur'an ı ye-
-

tiştikleri ülkenin musiki özelliklerini taşıyan melodilerle süsliyerek


okumaya ba şlamışlardır. Tarihte bu yolu ilk açan, yâni belli bir
şarkı nağmesi ile Kur'an tilavet edenler el-Haysam ve Ebân ibn
Taglib (242) olmu ştur. Onları İbn. A'yün, Muhammed ibn Sa'd el-
Tinnizi izlemişlerdir. El-Haysam el-Allâf'm Abbasi Mansûr'a, Kur'an
tilâveti hakkında verdiği ,muhtıraya göre Hicazhlar Kur'an' ı Arap
uslübuna uygun okuduklan hâlde, Küfeliler onu Nabâti, Basral ılar
Husravâni-Farisi, Şamlılar ise hıristiyan rahiplerin uslübuna uygun
olarak okurlard ı (243).
Gerek Emevi, gerek Abbasi halifeleri içinde müsikiyi, ümme-
tin dini ödevlerini ihmal etmesinden korktuklar ı için yasaklayanlar
bulunduğu da bir gerçektir. Bunlar ın başında I. Muâviye gelmek-
tedir. Ama ona yak ınları taraf ı ndan bir gün bir olup-bitti ile mu-
siki dinletildiği zaman, bundan büyük bir haz duydu ğu, kendini bu
güzel sanat ın etkisine kaptınp ayağı ile ritme kat ıldığı farkedilmiş-

(241) İbn Kuteybe, Kitâb ül - Ma'ârif, S. 232; Houtsma, Ebu Bekre maddesi,
İA., IV., S. 14.
(242) Tayyib Okiç, a.g.e., S. 20.
(243) Oysa Kur'an' ı Kerim'in böyle güzel veya daha hafif bir ritimle okun-
ması, ona karşı elbette bir sayg ısızlıktı ve Hazret-i Peygamber belki
de bunun için «Kur'an'ı Kerim'in fâs ık ve günahkârları n ahengiyle
değil Arap elhanı ile okuyunuz» demiştir.
150 Bahriye ÜÇOK

ti (244). Öte yandan o, Peygamber soyundan olanlar ın hilafeti dü-


şünmelerine engel olmas ını sağlıyacağını umduğu, için de onların
musiki veya ba şka eğlencelerle uğraşmalanna göz yumar, hatta bu-
nu, bol paralar vererek te şvik etmek isterdi.
Musikiye cevaz veren ve teş vik eden ilk Halife, Muaviye'n ın oğ-
lu Yezid ve k ızı Âtike'dir. Âtike g ına'yı ve türlerini ö ğrenmekle kal-
madı, yaptığı besteleri Mekke ve Medine'den gelen kad ın şarkıcı-
lara da öğretti ve onlar ı bu yolda ilerleme ğe teşvik etti (245).

Ortaçağ İslâmı'mn musiki hayatı nda önemli bir yer tutan Râ'
ika, Azza, Ulviye gibi güzel sesli besteciler sadece kendileri şarkı
söylernekle kalmay ıp kadın ve erkek bütün Medinelileri musiki ile
uğraşmaya çağırırlardı . Devrin ünlü zevk ve şiir erbab ı (örn. Tu-
veyş, M'abed, Abdullah ibn Câfer) hemen hergün onların evlerin-
de toplanırlardı (246).
I. Yezid zaman ında Hicaz musikinin, şiirin, eğlencenin vatani
hâline gelirken, Irak bunları reddediyor, haram sayıyordu. II. Velld
(743-744) şarkıcılar' ve bestecileri Hicaz'dan Şam'a getirdi. Bu ta-
rihten sonra musiki bilimi İ slam ülkelerinin her yönüne yay ıl-
dı (247). Daha önce Abdülmelik'in oğlu II. Yezid (720-724) Habâbe
adlı câriyenin sesine o derece esir oldu ki, imparatorlu ğun bütün
idaresini hemen hemen onun eline b ıraktı (248). Fakat zaman za-
man Halifeler, devrin musiki şehri olan Medine'de bile bu tür sanat
ve eğlenceyi yasaklam ışlardır. Örneğin Abdülmelik'in oğlu Süley-
mân askerlerden birinin şarkı söylediğini duyunca yan ına çağırıp
bu şarkıyı tekrarlamasını emretmi şti. Hükümdann hoşuna gettiğini
sanan asker bir kere daha, ama daha dikkatle ve daha duygulu bir
sesle şarkıyı tekrarlayınca, Halife taassubundan ötürü askeri had ım
ettirmişti. Sadece bu kadarla da kalmay ıp Medine valisine şehirde
ne kadar şarkıcı ve besteci varsa toplay ıp hadı m ettirmesini emret-

(244) Cörci Zaydân, V., S. 54; el - İ kd ül - Ferid, II., 182; Ömar Rizâ Kahhâle,
'alâm ül-nisâ', Dımışk 1959, III., S. 211; M. Zihni, Ma şâhir ün - nisâ,
IL, S. 77.
(245) Muhammed Cemil Beyhum, a.g.e., S. 82. Ebül-Ferec el- İsfahâni, el-
Agâni, VIII. S. 19.
(246) Muhammed Cemil Beyhum, a.g.e., S. 82.
(247) Cörci Zaydân;.V, S. 55; 'Muhammed Cemil Beyhum, a.g.e., S. 83.
T:,
(248) Mes'üdi, Muruc., Paris. 1871: V., 446 v. öt.
EMEVI VE ABBAS İ UYGARLIĞI
ıs ı
mişti (249). Emevilerin musild'ye en çok yer veren Halifesi II. Ve-
M bile musild'nin sihirli etkisinden sak ınmayı sağlık vermi şti.
Abbasi Halifelerinden Me'mıtın Horasan'dan Ba ğdat'a ulaştığı
zaman hükümdarl ığını güçlendirmeğe azmettiğinden sürekli olarak
20 ay ınüsild dinlemekten uzak bulunmaya dikkat etmi şti. Fakat
böyle yasaklar günden güne geni şliyen ve medenileşen Islam ülke-
sinde musikinin gelişmesine engel olamam ıştı. Musiki daha çok
refahtan do ğan bir ihtiyaç olduğu için elbette bunun te şvikçileri,
hükümdarlar, emirler ve zengin tabaka mensuplar ı olmuştur. Me'
retün ve Mu'tasım zamanında Tanburi Ubeyde, kitab ül-Agani'de tas-
vir edildiği gibi büyük bir musild ustas ı idi. Tanbur çalmaktaki
mehareti yan ında bizzat besteledi ği şarkılarla da ün kazanm ış-
tı '(250).
Yava ş yavaş müsikinin câzibesine tutulan devlet büyükleri ara-
sında şarkı söylemek ve saz çalmak da moda oldu. I. Velid'in am-
cası oğlu olup 717'de hilâfete geçirilen Ömer ibn. Abdülaziz son
derece dindarl ığına rağmen bu modadan kendisini alamam ış ve
önceleri, Hicaz valili ği sırasında, besteler yapmıştı (251). Ama
Halifeliğe yükseldikten sonra ibâdeti engelliyebilir diye müsikiye
yer vermemi şti. Bununla birlikte, II. Ömer gene de güzel sesin,
müsildnin etkisi altında kalırdı (252). Daha sonra Velid bin Yezid

(249) Ebtsı 'l - Ferec el - isfahani, Kitâb ül - Mani, IV., S. 61.


250) Emir Ali, a.g.e., II., S. 464.
(251) Cörci Zaydân, Medeniyet-i islâmiye, V., S. 158.
(252) Mes'âdi, Muruc, V., S. 428, 431. Aşağıdaki olaylar ı zikrederek bunu
teyid ediyor : Bir gün bir Irakl ı, çok güzel sesli bir câriyeyi görmek
için Medine'ye geldi; onun Kaadi'nin Cariyesi oldu ğunu kendisine söy-
lediler. Kaadiyi ziyaret edip câriyesinin çok güzel Kur'an okudu ğunu
şarkı söylemekte de çok mahir oldu ğunu işittiğini, kendisine onu din-
letmenin mümkün olup olmadığını sordu. Kaadi cariyesinin bu mezi-
yetlerinden habersizdi. Misafirle birlikte câriyeyi dinledi; öyle heyecan-
landı ki, terliklerini kulaklarına geçirip diz üstü yürürken «beni
Kabe'ye götürün, ben kurban edilecek bir kurban ım» diye söyleniyor-
du. 'Ömer ibn Abdülaziz bu hikâyeyi duyunca kaadiyi i şinden azletti.
Bunun üzerine kaadi bu câriyeyi dinleyip de "den bir yük hayvan!~
diye bağırmazsa, Ömer'in kartlar ı boş olsunlar» dedi. Bu söz de Hali-
fe'nin kulağına erişti. Kaadi ile câriyesini görmek istedi. Halifenin hu-
zuruna çıktıkları zaman, önce cariYeye Medine'de Söylemi ş olduğu mıs-
raları söylemesini emretti. D'aha şarkı bftmeden, Omer'in büyük bir
heyecâna kat ıldığı ve gözlerinden iri ya ş darnlarının sakahndan aşa-
ğıya süzüldüğü görüldü. Şarkıyı üç kez'Söyleten Halifb -n. Ömer, Kaa-
152 Bahriye ÜÇOK

ün kazanmış besteler yapm ıştı (253). II. Velid şarabı , eğlenceyi hele
müsikiyi âdeta önüne geçilmez bir a şkla seviyordu. Her ülkenin
müzisiyenlerini etraf ına toplı yan ilk hük_imdar o oldu. Içkili ziya-
fetlerde İbn Sureyc, M'abed, İbn Muhriz, İbn Ayşe ve Tuveyş gibi
sanatç ılara gün do ğdu. Babas ı ndan tevâ;-üs etti ği iptilâ halindeki
müsiki sevgisini ve heyecan ını ateş liyen parçalar, Kurey ş arapça-
sında yazı lmış olarak Kitâb ül-Agani'de mevcuttur. Bunlar ın bes-
tesinin de İ bn Sureyc veya. Mâlik'e ait oldu ğu sanılmaktadır. Hi-
şâm'in mûsiki sevgisi Hristiyan gece ay nlerini dinleme ğe kadar
gider ve bundan o derece huzur duyard ı ki, devlet umurunu bile
unuturdu (254). Musullu İbrahim'in oğlu İshak ve Halife Mehdi'
nin İbn Şekle adıyla tanınmış olan oğlu İbrahim de şarkılar yaz-
dı . Bunlar şarkılar kitab ı adlı eserde ve ba şka eserlerde yer ald ı-
lar (255).
I. Yezid ve II. Velid gibi Halifeler devrinde geli şmesi hızlanan
mûsiki, Emevilerin son zamanlar ında saray ve konaklardan halk
arasına hatta sava ş meydanlarına kadar girdi. Abbasoğulları İ sfa-
han yöresinde Emeviler'i yenilgiye u ğratt ı kları zaman (H. 131) sa-
yısız ganimet mallar ı aras ında ud, tanbu:~ ve nây bulmu şlardı .
Böylece müsiki derece derece ilerliyerek Abbasiler ça ğında da-
ha üstün bir düzeye ula ştı . Arapçaya, fars ve sanskrit dillerinden
müsiki kitapları çevirttirildi. Hammâd, İbrahim bin Mehdi ve Mu-
sullu İbrahim gibi tanınmış müsiki üsta :lar ı, yalnız şarkı için de-
ğil, raks için de besteler yapt ılar. Musullia genç sanatç ı Zaryâb yu-
karı da kaydetı tiğimiz sanatç ılardan müsiki ve g ınâ ( şarkı ) öğren-
mişti; öyle sihirli bir sanatç ı idi ki, Musullu diğer sanatçılar onu
kıskandılar, o da bat ıya gitmek zorunda kald ı . Endülüs hüküm-
darı Hakem bin Hi şâm, Zaryâb'ın geldiğ ini duyunca kendisi de
karşılamaya çıktı Onu devlet ricâli mertebesine yükseltti ve ken-
disine iktalar verdi. Böylece Zaryâb, Endiilüs'te şarkı sanat ın! yay-
dı . Fakat Endülüs'ün ekonomik ve siyasi durumu gerileyince, bu
sanat Kuzey Afrika'ya intikal etti. «Ekonomik durumlar ı bozulma-

di'nin sözlerini mubala ğalı bulmadığını söyliyerek onu eski memuri-


yetine iade etti.
(253) İbn Tiktika, el-Fahri, Paris 1910 (tr. par Emil Amar), S. 113 v. öt.
(254) Lammens, Siecle des Omayyades, S. 386 .

(255) Ebü'l-Ferec el- isfahâni, kitâb ül- agâni, VIII., S. 143; Mes'üdi, a.g.e.,
S. 10; İbn ül - Nedim, Fihrist, S. 140, Bey.L-ut 1964.
EMEVİ VE ABBAS İ UYGARLIĞI
153

ya yüz tutmuş devletlerde en önce kaybolmaya yüz tutacak sanat


müsiki sanatıdır; sebebi de bollu ğun, refahın yaratt ığı eğlence ih-
tiyacından doğmuş olmasıdır» diyor İbn Haldûn. Fakat Yak ın Çağ'
ın teknik imkânlanyla müsiki sanat ı bu görüşü doğrulamıyacak bir
nitelik kazanmıştır. Zaryâb' ın ölümünden sonra, yerini ancak k ızı
Aliyye doldurabilmiştir. (Bk. Ali İbrahim Hasan, Nisâ lahunna fi'l-
Tânh il-İ slâmi Nasib, Kahire 1963, S. 91-92).

Yukarıda, müsikinin kuvvetli câzibesine kap ı lanların ibkletle-


rini ihmal edecekleri yolundaki inar ıca rağmen, Halifeler ve devlet
ileri gelenlerinin bizzat müsiki bestelemekten ve müsiki icra etmek-
ten kendilerini alamad ıklarını söylemiştik. Abbas oğullarında da
_mûsiki aletlerini kullanan ve şarkı okumaya emek veren bir kaç Har
life adına rastlamak mümkündür: Muntas ır, Mu'tez, Mu'temid, bun-
ları n en ünlülerindendirler (256). Mt ısiki sanatı ile uğraşan ve sanat
eserleri toplanm ış olan ilk halife çocuklar ı İbrahim bin Mehdi ile
kız kardeşi Aliyye binti Mehdi'dir (257). İbrahim'in zaman ına ka-
dar şarkılar hep eski tarzda okunurken o, kendisinin bir prens ol-
duğunu ve istediği tarzda şarkı okuyabileceğini söyliyerek müsiki-
nin insan sesiyle icra olunan k ı smında büyük bir inkilâp yapm ıştı .
Halife Vâsık da büyük bir besteci idi, Halife Mu'tez devrinde Halife
Mehdis'nin kızının câriyesi Munise ola ğanüstü bir mevki kazanm ış-
tı (258). Bu devirde ya şamış olan prensesler ve asil kad ınlar sü-
rekli olarak, Nevbet ül-llâtûni denilen müsiki toplant ıları yaparlar-
dı . Bu suvarelerde yüze yak ın kadın müzisiyen bir şef yönetiminde
konserler verirlerdi (259).

Uzun zaman bir eğlence ya da zengin tabakan ın meylettiği bir


sanat dal ı olmaktan öteye gidemiyen rnüsiki Harûn ür-Re şid zama-
nında ve onun çabalar ıyla bir meslek hâline getirilmi ştir. Bu tarih-
ten sonra Abbasi prensleri aras ında müsiki yazarlar ı daha da art-

(256) Cörci Zaydân Medeniyet-i islamiyye, V., S. 85. Kitâb el - Agâni, VIII.,
S. 189 - 190.
(257) Yâni Harûn ür - Re şid'in baba bir karde şidir. Şiir yaznıakta ve yazd ığı
şiirleri bestelemekte büyük bir maharet göstermi ş, bu yüzden devri-
nin en ünlü üstad ı sayılmıştı r. Annesi cariye Meknüna'den güzel ses
tevarüs eden 'Aliyye'yi Hârûn ür - Re ş id uzun yolculuklarda yanından
ayırmak istemezdi. Mûsikiye olan meyli 'Aliyye binti Mehdi'yi hiçbir,
zaman ibadetten uzak bulundurmam ıştı (Bk. el - Ağ ani, C. X. S. 78).
(258) Mes'üdi, a.g.e., VII., S. 387.
(259) Emir Ali, a.g.e., II., S. 470.
15.4 Bahriye ÜÇOK

mıştı r. Abbasi Halifelerinin dördüncüyü olan Mdi'nin o ğlu Abdul-


lâh, Harün ür-Resid'in o ğlu Ebü İsâ, Emin'in oğlu Abdullâh, Müte-
vekkil'in oğlu Ebü İsâ ve X. Halife Mu'tez'in o ğlu Abdullâh bunla-
rın aras ı nda ün yapanlardand ır.
Abbasiler devrinde müsiki nazariyeleri ile u ğraşan ünlü Türk
İ slam bilgini ve filozofu Fârâhi yazmış olduğu kitâb ül-M ıCısiki ad-
li eserinde sesi bilimsel olarak aç ıkladıktan sonra müsiki aletleri
yapmak için gerekli usulleri de tan ımladı (260).
Giderek Müslüman Sofiler öteki semâvi dinler gibi islâmiyeti
de dini bir müsiki ile süslemek hevesine kap ıldılar. Dini müsiki ve
bunun bir sonucu olan raks, mutasavv ıflar aras ında büyük ölçüde
ra ğbet görürken, bir yandan da bunun İslam dini ile bağda şıp bağ=
da şmıyacağı konusu üzerinde duruldu (261). Bir ara telli ve hatta
nefesli sazların dinlenmesi haram say ıldı . Kur'an'da semâ geçmedi-
ği için onun mubah olup olmadığı hadis-i şeriflerle aç ıklanmaya
çalışıldı (262).
XIII. yüzyıl sonlarına doğru dini müsiki en iyi nitelikteki tem-
silcilerini ancak Oğuz Türklerinde ve Mo ğollarda bulabildi. Bu mü-
sikinin, insanın Allah'a kar şı olan aşkım kuvvetlendirdi ğine ina-
nan ve bunu telkin eden Mevlânâ Calâlüddin Ritmi 01m. 1273) ve
özellikle torunları zaman ında geli ştiği sanılmaktadır. Araplar' ın
yalnız gınâ tarz ı ile bir benzerlik gösteren Türkler'in uzun hava-
ları bir yana b ırak ılırsa, gerçek Do ğu müsikisi ile Arap müsikisi
aras ında aç ık bir benzerlik yoktur. Gerçek Do ğu müsikisini bugün
ancak Azeriler, Özbek Türkmenleri ve Türkistan K ırgızlarında bul-
mak mümkündür. Arap müsikisi bu güzel Do ğ u müsikisinden ancak
bir gam muhafaza eder.
Siyah islâm'ın mûsikisine gelince o tamamen zenci kültürünün
yaratt ığı bir sanat olup di ğer müslüman ülkelerin müsikisiyle hiç-

(260) Haydar Bammat, islâmiyetin manevi ve kültürel de ğerleri, S. 349.


(261) el - Gazzal ı , ihya u Ulum ud - Din; Ebû Na ş r ül - Sarrâç, kitâp ül - Lu-
ma'a; Tahsin Yaz ıcı , İA., Semai maddesi, X., S. 466.
(262) Tahsin Yaz ıcı Semd'ı mubah sayanlar ın, Kur'an' ın XXXI. Süre 19.
âyetine dayand ıklarını bu ayette güzel sesin övüldü ğünü, çirkin sesin
ise yerildiğini Ebû Nâsr ül - Sarrâc'a dayanarak kaybetmi şse de «Yü-
rüdüğünde ne acele ve ne yava ş yürü, sesini yükseltme, çünkü en çir-
kin ses e şeğin sesidir.» şeklinde inmiş olan bu ayette güzel sesle bir
melodi terennümünü mubah k ılan bir husus göremedik.
EMEVI VE ABBAS İ UYGARLIĞI
155

bir ilişiği yoktur. Geni ş ölçüde Iran-Arap etkisini kabul eden Sel-
çuklu ve Osmanl ı saray müsikisi ise ba şkentlerden sonra büyük
şehirlere ulaşmış zamanla gerçek Türk müsikisinin en de ğerli un-
surlarını saklıyan köylere kadar s ızmıştır (263).
Yukarıda bahsetti ğimiz Ortaçağ'da müsikinin insan ı ibadet-
ten, Allah'ı düşünmekten al ıkoyduğunu iddia edenlerin tersine
Mevlânâ Celâlüddin Wırni'nin ve başka Süfilerin s ırf ilâhi sevgi
ile vecde gelip ,müsiki ahengi ve ritmi ile semâ ettiklerini gördük.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, her zaman iyiye ve güzele yönelen Is-
lâm dini, Tanrı'nı n kullarına verdiği bu en etkili sanat ı, insan ru-
hunu yüceltmeğe (Bach, Beethoven, Itri, Dedeefendi ve ba şkaları-
nın bestelerinde oldu ğu gibi), Tanrı'nın kudretinin sonsuzlu ğunu
övmeğ e, insanları n sevinç veya elemlerirıi terennüme hasretti ğimiz
takdirde yasaklanmam ış olmalıdır.
Kaldıki Hazreti Muhammed, bir kurban bayram ında, eşi Hz.
Ayşe ile birlikte def çalan iki genç cariyenin okuduklar ı şarkı ve
ezgileri dinlemekte de bir sak ınca görmemi şti (264).
B) Yapı sanatı : Emevi ve Abbasi uygarl ığının bugün bile
ayakta duran büyük sanat an ıtlannı iki bölümde görmek doğru
olur. Bunlardan biri sivil mimari, ikincisi dini mimari eserleridir.
a) Sivil Mimari : Emevi halifeleri gerek saraylannda, gerek
ibâdet yerleri olan camilerde Bizans an ıtlarından sönük kalmama-
ya özellikle dikkat etmi şlerdir. Bizanstan ve M ısı r'dan getirtilen
ustaların ve bu işlerde kullanılan yapı malzemesinin, ayrı ca Suri-
yeli işçilerin bu anıtların ortaya ç ıkmasında büyük payı vardır.
Kabile rekabetleri ve bu gibi nedenlerden ba şkentte huzursuzluk
duyan halifeler I. Velid'ten başlıyarak Şam'dan uzaklaştılar. Yal-
nız cülus günlerinde ve büyük merâsimler dolay ısıyla Şam'a uğ-
radılar. Halife Hişam çölün tam ortas ında, Palmir'in kuzeyinde
Rusâfet üş Şasn'ı (Eski Sergiopolis) kendisine ikâmet yeri olarak
-

seçmişti. Çölde köşkler, saraylar yapt ırmamış olan halifeler bile,


muhteşem çadırlar kurdurup gene de orada oturmakta idiler. Bun-
da eski Bedevi hayat ının özlemi olsa gerektir. Sporcu-, avc ı ve bedevi
şiirine gönül bağlamış olan bu halifelerin yapt ırdıklan çöl saray-

(263) Aly Mazaheri, a.g.e., S. 160; Ehad Arpad, IA., IV., S. 778.
(264) Sahih-i Buhâri Muhtasar ı , Tecrid-i Sarih tercürnesi, C. III., S. 152.
Ankara 1966.
156 Bahriye ÜÇOK

larından birkaçının kalıntıları yakın zamanlarda ortaya ç ıkmış-


tır; Ürdün'de yap ılmış olan Kusayr Amrâ ve M şatta saraylar' bun-
ların iki önemli örneğidir. Bu her iki kasr arkeologlar ve sanat ta-
rihçileri tarafı ndan dikkatle incelemni ştir.
Bahr-i Lût (= Lût denizi; yâni bizim Lût gölü dedi ğimiz)'un
kuzey ucundaki Kuseyr Amrâ'n ın duvarları üzerindeki resim, ve ya-
zılardan anlaşılmıştır ki, bu kasr VIII. Yüzy ılın ilk yarısında I. Ve-
lid ya da buraya pek yak ın oturan II. Velid taraf ından yaptırıl-
mıştır. Şatonun bir duvar ında dört hükümdann resmi vard ır.
Bunlar, hemen alt ında bulunan yaz ılara göre, Araplar' ın yenilgiye
uğrattıkları, Bizans İmparatoru, Son Iran İmparatoru (III. Yezd
Gerd), Habeş Neca şi'si, İspanya Gotlarının kıralı Rodrik'tir. Ayr ı-
ca adları bildirilmiyen başka iki portrenin baz ı tarihçilere göre
Göktürk Hakanı ile Hind hükümdarı olması ihtimali vard ır. Ku-
seyr Amrâ'nın büyük bir bölümü, s ıcaklık dereceleri birbirinden
farklı bulunan hamam odaları ndan meydana gelir. Kö şkün hemen
her yerinde odaların duvarları, tavanları, türlü türlü renklendiril
miş resimlerlerle bezendirilmi ştir. Resimlerin konulan çe şitlidir:
Av sahneleri, zenaatkârlarm çal ışmaları , tarih, felsefe ve şiiri gös-
teren sembolik tasvirler, Hz. İ sa gibi bulutların üstünde taht ına
kurulmuş olarak resmedilmi ş bir halife, duvar girintilerinde bir-
çok kadın figürleri, çöl ku şları ve hepsinden daha ilginci, ba şında
incilerle i şlenmiş zengin bir başlık taşıyan çıplak bir kadın res-
midir ki, şimdi bu resim Berlin'de Kaiser Friedrich müzesinde
bulunmaktadır. Bütün bu yap ılar ve freskler Bizans ve eski Sasâ-
ni sanatının Arap topraklarındaki son mirasıdır.
Mşatta (= Kışlak) Ürdün'ün doğusunda Şam'dan 2000 km.
güneyde ve Lût Denizinin 40 km. do ğusunda yap ılmış bir sarayd ır.
114 metre uzunluğunda dört kö şe bir zemin üzerine oturtulmu ş ,
yer yer kulerle de sa ğlamlaştırılmış olan bir duvar içindeki Mşatta
tam bir Arap çöl saray ı özelliğine sâhiptir. XIX. Yüzy ıl sonlarında
keşfedilen Mşatta'n ın kimin tarafından yaptırıldığı uzun tart ışma-
lara yol açmış , XIX. Yüzyıl başlarında bilginler uzun incelemelerden
sonra, onun bir Emevi yap ısı olduğunu açığa çıkarmış lardır.
Mşatta saray ının değer biçilmez güzellikte olan cephesi şim-
di Berlin'dedir. Osmanl ı Padişahı II. Abdülhamit bu güzel eseri
dostu Alman İmparatoru II. Wilhem'e hediye etmi ştir (265).
(265) Artık bilgi için bk. E. Diez, Islâm Ans. VIII., M şatta mad.; K. Otto -
Dorn, Kunst des İslams, S. 50.
EMEVİ VE ABBASi UYGARLIĞI
157

Mşatta'nın önemini artt ıran özelliklerden biri de alç ı kabart-


malarla yap ılan arslanlar ve anka ku şlarının karşı karşıya konulf
ması , sfenkslerin, asma dallar ına konmu ş kuşların bulunmas ı, üç-
genler içinde çiçek motiflerinin yer almas ı gibi kâh hellenistik,
kah da sasâni etkilerini Orta Asya'ya özgü hayvan dekorlar ıyla
ahengli bir biçimde bir araya getirmesidir.
Abdülrnelik'in oğlu Hişam'ın yaptırdığı ilginç saraylardan bi-
risi de Şam ile Palmir yolu üıerindeki Kasr ül-Hayr 11-Garbl'dir.
Hemen hemen bütünü y ıkılmış olduğundan, temelleri üzerinde ya-
pılan araştı rmalarla plârn anlaşılan Kasr'ın en önemli yönü büyük
lüğü, ve ele geçen iç ve d ış duvar süsleridir. Kal ıntılardan çok dik-
kate değ er bir parça da, 1936 yılında bulunan ve bugün Şam'da Mil
lî Müze'yi zenginleştiren iki fresktir. Üç tablodan olu şan bu fresk-
lerin üst bölümünde biri ut, öteki flüt çalan iki müzisiyen ile, altta
bir av sahnesi canland ırılmıştır. İki müzisiyeni gösteren tablo, özel-
likle İslam tarihi yönünden ilgi çekicidir. Çünkü hâlâ İslâm dininin
hem müsikiyi, hem de resmi yasaklam ış olduğuna dair mevcut olan
inancın yersizliğini gösteren bir delil teşkil etmektedir. Gerçekten
de resim islâm'da bir âyetle doğrudan doğruya veya kesin bir ha-
disle yasak edilmemiştir. Eğer edilmiş olsaydı halifelerin saray-
larında görrnekte oldu ğumuz bu resimler günümüze kadar gele-
mezdi.
Kur'an'da tasvir veya suretle ilgili âyetler : Gâfir, 64.; Tegâ-
bün, 3.; A'râf, 11.; al-i l ınrân, 6; Ha şr, 24. âyetlerdir. Bunlardan
hiçbirinde tasvirin yasak oldu ğuna dair bir emir bulunmamakta-
dır. En çok ilgisi olan «Ey Müminler içki, kumar ve ibâdet için
yapılan timsaller şeytan i şidir, bundan kaç ının taki felâh bulas ınız
(Maide, 90) ise pek aç ık olarak görüldüğü gibi tapmak için
yapılan timsalleri yasak etmi ştir. islâmın ilkçağında •Hz. Peygam-
ber zaman ında resim ve heykellere kar şı duyulan ikrâh, islâmiye-
ti yeni kabul etmi ş, puta tapmaktan henüz ayr ılmış kişileri bun-
dan uzak bulundurmak içindi. Bu amacı gerçekle ştirmek için bel-
ki bir takım hadisler bile uydurulmus.tu. Ama puta tap ıcılık bu-
gün aşağı yukarı 1400 yıl geride b ırakılmış olduğuna göre resim
bir yasak değil, ikrah konusu bile olamaz. Hele de onun sanat ba-
kımından olduğu kadar, bilimsel yönden de ne çok yararl ı olduğu
göz önünde tutulursa! (266).
(266) Bu konuda çok geni ş ve güzel bilgilerin toplanmış olduğu, Ahmet Ti-
mur Paşa'nın et - Tasvir ind el - Arab adl ı Kahirede yay ınlanmış olan
158, Bahriye ÜÇOK

Emevi sarayları içinde, gerek plan ının büyüklüğü, gerek süsle-


rinin lüksü bak ımından hiç ş üphe yok ki, en üstün yeri Hirbet
ill -Mefcir almaktadı r. Büyük bir ihtimal ile bu II. Velid zaman ın-
da yapılmış tır. Bu yap ı kompleksinde saray, geni ş bir avlu, bir ca-
mi, çok geniş ve insanı etkiliyen hamam bir arada bulunmaktad ır.
Burada ötekilerden de ğişik olarak Ni şler'de duran, frizler halin-
de yan yana getirilmi ş olan veya kubbe kö şelerindeki insan hey-
kelleridir. Bunlar daha çok tabii büyüklü ğün 3/4 ü kadard ır. Kasr
ül-Hayr'da görüldüğü gibi, burada da ba şlıca figür bir halife ka-
bartmasıdır. Fakat beklendi ği gibi, sarayın kapısında değil, hama-
mın kapısını n üstünü süslemektedir (267).
Saray ve kas ırların duvarlarını renkli resimler kabartmalar
ve heykellerle süslemek Abbasi halifeleri zaman ında da devam etti.
Bunun örneklerini Samarra'da Mu'tasım'ın 836'da yapt ırdığı, şeh-
rin tam ortas ındaki Cavsak ül -Hakani'de; Samarra'n ın dokuz km.
güneyinde bulunan, halife Mütevekkil'in yapt ırdığı (854'de) Balku-
yara sarayında, Dicle'nin sağ kıyısında Cavsak ül-Hakani'nin kar-
şısında halife Mu'temid (878-882) zaman ında yap ılan Kasr ül -Aşk
ve ba şkalannda görmek mümkündür.
b) Dini Mimari : Dini mimariye gelince. Bunun en eski örne ği
Hz. Muhammed zamanında yap ılan Mescid- i Nebevii'dir. Sonradan
yapılan camilere örnek olmas ı gereken bu camiden, Abdullah ibni
Zübeyr ile Emevi halifeleri aras ındaki savaşlar sırasında yakılıp yı-
kılması sebebiyle pek birşey kalmamış , sonradan birçok kez yenilen-
miştir. Mimari bakımından örneklik edebilecek olan ba şka bir ya-
pı da Amr ibn ül-As' ın yaptırdığı Fustat camiidir; bu da birkaç kez
yenilenmi ştir. Bu bakımdan İslam dini mimarisinin en eski örne ği
olarak günümüze kadar gelebilmiş Kayravan camiini göstermek
mümkündür. Bu camii Kuzey Afrika fatihi Ukbe bin Nâfi' yaptın
mıştır.
Inşaat merakl ısı I. Velid'in yaptırdığı Ümeyye camii o zamana
kadar mevcut örneklerden bamba şka bir görünüş tedir. Hz. Pey-

(1342) değerli eserine bk. S. 128 ve öt., ayr ıca Mes'Cı di, Murûc, VII.,
S. 291'de Yezid bin Velid'in bir hali üzerine i şlenmiş portresinden
bahsedilmektedir. Ayn ı konu Taberi'de (Zotenberg çevrisi), IV., S.
547'de yer almıştır; Lammehs, Siecle des Omayyades'a ve ayr ıca R.
Ettinghausen'in La Peinture Arabe' ında islânı'da resim hakkında ge-
niş bilgi vardır.
(267) Otto - Dorn, Kunst des İ slams, S. 51.
EMEVi VE ABBAS İ UYGARLIĞI
159

gamber'in Medine'de, kendi oturdu ğu yerde, yapılmış olan Meseld,


ibadet yeri bir ravakla örtülmü ş bir avlu biçiminde idi. Her ne kar
dar Müslüman komutanların ilk karargahlan olarak da kullanılan
Mısır'daki Fustat, Irak'daki Küfe ve Basra camileri gibi ilk yap ılar-
da, Medine camii tipi ile yetinilmiyorduysa da Hz. Ömer ve Hz. Os-
man'ın hilafetleri s ırası nda Mekke ve Medine'deki mescidlerin yak ı-
n ında olan evler sat ın alınarak bunlar geni şletilmi ş, bu sade çardak-
ların yerine sütunları taştan yapılmış ravaklar geçirilmi şti. Bu ye,
nilestirme hareketi ba şka eyâletlerde de çok geçmeden izlendi. Ör-
neğin, Sa'd ibni Ebi Vakkas, Küfe camiini Sasani saraylanndan
ve HIre'deki Hristiyan tap ınaklanndan getirtti ği sütunlarla süsledi.
Basra camii ise I. Muâviye zamanında onun gayrime şru karde-
şi Ziyâd ibni Ebi Sufyân (Ebihi) tarafından büyük çabalarla yap-
tırıldı . İmam cemaatin üstünden atlamas ın diye, camie biti şik olan
hükümet konağı ile mihrab aras ına ayrı bir yol ve kapıyı plana
koydurdu. Her f ırsatta Basral ı eşrafın yapı hakkındaki düşünce-
lerini öğrenmek isterdi. Onlar ın olumlu sözlerini duydukça sevi-
nirdi. Hatta bir keresinde Ziyad' ın aşağıdaki beyitleri söyledi ği
Belâzuri'de yaz ılıdır : «Ziyad tanr ı'yı anmak için çamurdan de ğil
ta ştan öyle mükemmel bir yap ı meydana getirdi ki, bu bina yap ı-
lırken insanların yapı malzemesini elden ele verdikleri görülme-
miş olsaydı, onun şeytan tarafından yap ıldığını söylerdik.» (268).
Gene aynı sahifede Belaztıri, Ziyad' ın bu camie taştan bir minare
eklediğini ve bunun ilk minare oldu ğunu söylüyor. İşte I. Velid'in
yaptırdığı Ümeyye camiinin güney yönündeki iki minare Suriye ca-
mileri için ilk örnek say ılırsa da, öncülük etme: şerefi Basra camii-
ne aittir.
Ümeyye camiinin renkli mozayıklarla bezenmiş olan iç duvar-
larının bozulmamış ya da badana alt ında kalmamış olan bölümle-
ri büyük ağaç, kule, yüksek yapı resimleri ile süslenmi ştir.
Daha sonra Abdülmelik, Abdullah ibni Zübeyr'in Mekke'de
kendini halife tanıtması üzerine, Müslümanlar' ın hac farz ını yerine
getirebilmeleri için Kudüs'de Hz. elmer'in Müslümanlarla birlikte
ilk namaz kıldığı kayalık yeri seçti (269). Burada Kubbet üs Sahra -

(268) Belazüri, Futuh, II., S. 176.


(269) Brockelmann, Islam milletleri ve devletleri tarihi (N. Çagatay çevrisi),
S. 87.
160 Bahriye ÜÇOK

adı verilen sekiz kö şeli ünlü rnescidi yapt ırdı . Uzun zaman yanl ış
olarak Ömer camii denilen bu mescid Museviler, Hristiyanlar ve
Müslümanlarca hep birlikte kutsal say ılan kayayı ortas ına alacak
şekilde yap ılmıştır. Talmud'da Hz. İbrahim'in burada kurban kes-
tiği, Hz. Davud'un burada Tanr ı 'ya ibâdet etti ği bildirilir. İ slami
rivayetler buradaki kayay ı pek çok efsânelerle süslemi şlerdir (270),
Abbasiler iktidara gelinceye kadar Kubbe'nin ortas ında İ ran'ın
son hükümdar ı Yezd Gerd'in tac ı ile çok değerli bir inci, Hz. İb-
rahim'in koçunun boynuzu bir zincire tak ılı olarak bulunmaktay-
mış . Sonra bu değerli eşya Kabe'ye nakledilmi ş . 1016 yılında mey-
dana gelen depremde Kubbet üs-Sahra'n ın kubbesi, alt ındaki ka-
yamn üstüne dü şmüş ( İbn ül-Esir, el-kâmil, IX, S. 209), alt ı yıl son-
ra Fatimi halifesi el-Hakim (386-411/996-1021) taraf ından eski duru-
muna getirilmistir. 1099 da Haçl ı orduları Kudüs'e girdiler ve IL
Boduen zaman ında Hristiyanlar Kubbet üs-Sahra'y ı kiliseye çe-
virdiler. Mescidin içi ve dışı Hristiyan azizlerinin resimleri ile süs-
lendi. Kubbe'nin üstüne de alt ından bir büyük haç konuldu. Daha
sonra yap ı Avrupa'da Tampliye (Templier) kiliselerine (271) mo-
del oldu, hatta bu çok kö şeli yapı tipi Rafaello'nun «Bakire'nin Dü-
ğünü» adlı ünlü tablosunda musevi tap ınağı olarak konuyu tamam-
ladı .
Abdülmelik bu yap ıyı bitirdikten sonra, buna çok yak ın bil
yerde, Hz. Muhammed'in « İ srâ» olay ından ad ını alan Meseid-i Ak-
sa'yi yaptırdı . Eski Bizans kilisesi Aya Maria'mn sağlam kalmış
duvarlarını da buraya ekletti. Böylece eskisinin üç misli büyüklük-
te siitunlu bir ravak ortaya ç ıktı ; sonradan kubbe ve dört nef ek-
lenmesiyle cami imparatorluğun ihti şamma uygun bir tap ınak ol-
du.
Emevi soyu iktidardan at ılıp yerine Abbaso ğulları geçin-
ce (750), o zamana kadar ba şkent olan Şam üstünlüğünü yitirme-
ğe ba şladı . Onun yerine ikinci Abbasi halifesi Mansur'un yaptır-
dığı Bağdat ve Mu'tasım'ın yaptırdığı Samarra geçti. Abbasiler
sünni mezhebini izledikleri halde, İranlılar'dan büyük destek gör-
müş lerdi. Çok geçmeden halife Mu'tas ım, Horasan'da oturan Türk-
ler'den hassa ordusu te şkil edecek, böylece de her alandaki sanat
eserleri bu siyasal de ğişikliğe ayak uydurmak zorunda kalacakt ır.

(270) Bk. İ s. Ans., J. Walker, VI., S. 944'te Kubbet üs- Sahra md.
(271) Askeri ve dini, 1118'de kurulmu ş bir Hristiyan tarikat ı .
Kudüs'teki Kubbet iis-Sahra.

R. Otto- orn, Die Kunst des İslaıns, Baden-Baden 1964,


Ürdün'de E ıneviler'e ait Barbet ül-Mefeir saray ında bulunan bir kadın
heykeli.

K. Otto-Dorn, Die Kunst des İslams, Baden-Baden 1964.


Samarra'da Büyük Ca.miin minaresi.

K. Otto-Dorn, Die Kunst des İslams, Baden-Baden 1964.


Ş am'da ijmeyye Camiinin iç mozaylklarmdan bir bölüm.

R. Ettinghausen, La Peinture Arabe, Geneve 1962.


ElVIEVİ VE ABBAS" TJYGARLI Ğİ 161

Bunun Mezopotamya'da iki örneğini vermekle yetinelim: biri Sa-


marra camii, öteki bundan 15 km. kuzeyde bulunan Ebu Dülef ca-
miidir.
Samarra camii Mütevekkil taraf ından yapt ırılmış olup dün-
yan ın en büyük camiidir (272). Iç bölümünde yirmibe ş nef vard ır.
Bunlar birbirine paraleldir. Hemen hemen 38 000 metre karedir.
Daha aç ık bir fikir vermek için Roma'daki Sen Piyer katedralinin
15 160, Ayasofya'n ın ise 6890 metre kare yüz ölçümleri oldu ğunu
söylemek yerinde olur. 860 y ıllarında yapılan Ebu Dülef camiinin
sütunları ve ba şka kalıntıları bugün hala ayakta durmaktad ır. Ca-
miin Samarra'n ınkine çok benziyen bir de minaresi vard ır.
5. — Bilim : A) Genel olarak ,: Abbasoğulları devrinde Man-
sur ve Me'mun'un saraylarında Iranl ı , Musevi bilginlerin süryan-
cadan bazen de Pehlevi dilinden arapçaya bilimsel eserler çevirme-
& başladıklarını görüyoruz. Bu devirde kozmografik cedvellere,
farsça bir deyim olan Ziç deniliyordu. Iran gerek Sasaniler, gerek
İ slam devrinde olsun Yunan bilimlerinden ba şka Hind biliminin
etkisi altında kalm ıştır. Astronomi daha çok Yunan'dan cebir, ma-
_tematik ise Hind'den gelen etkiler alt ında kalmıştır. Bugün Avrupa-
lıların da Arap rakamlar ı dedikleri rakamlar Hindistan'da icad edil-
miştir. Cebir Yunanistan'da henüz bilinmedi ği yüzyıllarda Hindis-
tan'da epeyi zamandan beri geli şmişti.

IX. ve X. yüzy ıllarda bilimsel çalışmanın en yoğun olduğu yer


Fırat ve Dicle ırmakları bölgesidir. En önemli uygarl ık merkezle-
rinden olan Harran, Basra ve Bağdat pek çok bilgin yeti ştirmi ştir.
Bunlardan 869'da ölen Câhiz ile büyük dü şünür el-Kindi'yi (ölm.
873) ba şta saymak gerekir.

X. Yüzyılda Basra'da serbest dü şüncelilerin kurdu ğu bir cemi-


yet ortaya ç ıktı . Bunlar çeşitli bilimsel çal ışmalar sonucu ellibir
eser (Risâle) yazdılar. Bu bir ansiklopedi te şkil etti. Halk aras ında
bu eserler çok ra ğbet gördü. İhvân üs-Safa adı verilen bu cemiyetin
üyeleri daha çok İsmâililer'in dini-siyasi eğilimlerine yatk ındılar.
Bu cemiyet biraz da mason ce ıniyetini andırmaktaydı . Birçok ta-
nınmış bilginleri aralarında barındıran İhvân üs-Safa mensuplar ı,
eserlerinde s ık sık Pitagoras, Sokrates, Platon'un adlar ını anarlar,

(272) Bk. S. K. Yetkin, islâm sanat ı tarihi, I., bas., S. 62.


162 Bahriye ÜÇOK

Aristo'ya ise daha üstün bir yer verirlerdi. Risâle'lerde her ne kadar
Aristo felsefesini benimseyen el-Kindi'den bahis yok ise de, onun
öğ rencisi ünlü Ebu Ma'şer (ölm. 885)'in ad ı zikrolunmaktayd ı . Bu-
nunla birlikte Risâle'nin onüçüncüsü Muhammed el-Kindrnin-
di (273). XIV. Yüzy ı lda bu ansiklopedi Timur'un vezirlerinden bi-
risi için farsçaya çevrildi. Gene el-Kindi'nin ünlü ö ğrencisi Ebu
Zeyd de Ebu Ma'a ş er gibi Belh'liydi. Daha önce Ba ğdat'ta İbni Ma-
sa. el- Harezmi adl ı bir matematikçi bilgin ya şamıştı ki matemati-
ğe dair b ırakt ığı eserler Rönesans ça ğına kadar Avrupa'da izlenmi ş-
tir (274). Bu yüz y ıllarda İ slam imparatorlu ğunun doğu sınırların,
da ünlü kozmograf Ahmed el-Fergâni (ölm. 861) ile filozof Ebu
Nasr el- Farabi (870-950) görülürler. Felsefe, mant ık, tıp ve mü-
siki ve daha birçok alanlarda insan ı şaşırtacak bir bilgiye sâhip
olan Farabrilin say ısız eserlerinden baz ılarını İbni Sina'nin orta,
dan kaldırıp yok ettiğ i Brockelmann ve ba şkaları tarafından bildi-
rilmektedir (275). Farabi, Eflatun (= Platon) ile Aristo'nun felse-
fesini karşılaştırıp ele ştirdiği gibi zaman zaman bunlarla ayn ı fikri
de savunmu ştur. Ancak ara s ıra mistik ve zâhid bir yol tuttu ğun-
dan onlardan ayr ılır.
İ slam aleminin yeti ştirdiği en büyük filozoflardan biri de
Batılıların Avicenne dedikleri İbni Sina (980-1037) dır. Samano ğul-
ları zamanında Buhara'da görev alan İbni Sina da Farabi gibi man-
tık, metafizik, müsiki ve t ıp ile uğra şmıştır. XI. Yüzy ılın bu çok cep-
heli bilgini Hemedan ve İsfehan'daki Büveyhoğulları emirlerinin hiz-
metine girmi ş ve biraz sonra fizik ve matemati ğe ek olarak t ıp ile
u ğra şmış , bu alandaki güçlüklerini Farabi'ye ait olan ve pazardan
üç dirheme sat ın almış olduğu bir tıp kitabının yardımıyla çözmü ş-
tü. Büveyho ğullarının sarayına girdikten sonra, ö ğrencilerinin yard ı-
mıyla «Kanun» adlı bir tıp kitab ı yazdı . İbni Sina'nm mant ık, tabii-
vat, matematik v.b.g. alanlar ı kaps ıyan Kitab id- Şifa adlı eseri bü-
tün dünyada ün salm ıştır.
İbni Sina, Aristo felsefesini geli ştiren ve Asya'ya ileten bilgin-
dir. Farsçay ı çok iyi bilen İbni Sina u ğraştığı her bilim dalını oka-

(273) Barthold, İ slam Medeniyeti tarihi (II. bas.), S. 32; T. J. de Boer, İ s.


Ans., V., 2., S. 947.
(274) Bk. Barthold, İ slam Medeniyeti Tarihi, (II. bas.) S. 32. Lugaritma bu
adın bozulmuş biçimi imiş .
(275) Abdullah Adnan, İ s., Ans., IV., S. 454.
EİVIEV İ VE ABBASI ITYGARLI ĞI 163
dar iyi kaleme alm ıştır ki, daha sonraki bat ı dünyas ında olsun, is-
lam dünyas ında olsun büyük bir üne sâhip olmuştur. XIV. yüzyılda
bile bilginler onun eserlerine dayan ıyorlardı . O, bütün s ınıflann ta-
nı dığı , adeta Ortaça ğ'ın Dr. Faust'u gibi bir hüviyete bürünmü ş tü.
Onun çağdaşı olup kendisi ile pek sert tart ışmalara girişen Ebu
Reyhân el -Bitimi, büsbütün ba şka tipte bir bilgindir (276).
Haremide doğmuş olan el - Birimi kırk yaşına kadar kendi
memleketinde Emirin dan ışmanlığını yapmış, sonra Gazne'ye gide-
rek Gazneli Mahmud'un ve ardgelenlerinin zamanlar ında özellikle
kozmografya alanında eşsiz eserler vermi ştir. Bu en büyük Islam
bilgininin Hindistan üzerine yazdığı eserde tam bir yans ızlık görülür.
Birûni Basra ve Ba ğdat okullarını çok iyi tanırdı ; ama buradaki bil-
ginlerin görüşleri ona göre geri idi. Bununla birlikte gene de ça ğ-
daşları gibi o da astrolojiye inan ırakta devam etti. O, tarihi inceleye-
bilmek için, arkeoloji, ekonomi hatta jeolojinin bilinmesinin gerek-
li olduğunu öne sürmüş , kavimler göçünü ekonomik nedenlere ba ğ-
lam ıştır. Gene o, çok ileri bir görü şle, yer kürenin geçirdi ği değişik-
likleri kutsal kitaplardan de ğil, yer kürenin kabu ğunu inceleyerek
öğrenmek gerektiğini belirtmiştir. El-Birûni tarihte pozitivist ve
materiyalistlerin ba şı sayılır. İyi seçilmiş, ahlaklı ve bilgili vaizler
tarafından verilecek öğütlerin toplum hayat ında olumlu etkiler ya-
pacağına inanmaktad ır (277). Birünrnin co ğrafyaya büyük önem
verdiği, Batlamiyus'un coğrafyas ını araştırrnalanyla tamamlamak
istediği ve bu uğurda pek çok masraflar ederek on ar şın büyüklü-
ğünde bir yanm küre yap ıp coğrafi yerlerin enlem ve boylamlan-
nı bunun üzerinde gösterdi ği ve bu alanda baz ı kitaplar yazd ığı
biliniyorşa da Cengiz'in Harezm'e girmesi ve buradaki şehirleri
kitaplarıyla birlikte yak ıp yıkması bu uzun çal ışmaların zamanımı-
za intikalini engellemi ştir (278).
Coğrafya ara ştırmalarıyla ün kazanmış bir ba şka bilgin de
Peygamber soyundan geldi ği ileri sürülen idrisi, Norman k ıralı
II. Roger'in adına Sicilya'da Palenno'daki Norman saray ında
Kitâb ür-Rücârryi haz ırladı. Bu kitab ın nıetni ve 71 haritas ı kıs-
men yayınlanmış tır. II. Roger'in ölümünden (1154) az önce ba-

(276) Barthold, a.g.e., S. 50 v. öt.


(277) Barthold, a.g.e., S. 55.
(278) F. Gökmen, İ s. Ans., II., S. 646; Z. V. Togan, Tarihte Usul, S. 163.
164 flahri y e uçox

sında bulunduğu bir bilimsel heyetin yard ımıyla İdrisi gümüşten


bir dünya haritas ı yapt ı . Daha sonra k ıral olan I. Vilhelm (1154-
1166) için Ravd ül-Uns ve Nüzhet ün-Nefs veya Kitâb ül-Memâlik
ve 'I-Mesâlik ad ı verilen eseri yazd ı .
IX. Yüzyıldan başlıyarak dü şünce alan ında Şuubiye adı veri-
len ve islam dünyas ının çeşitli halklarının ulusal eğilimlerini kam-
ç ı lıyan bir hareket do ğmuştu. Her ulus, kendi dilinin güzelli ğini
edebiyat ının üstünlüğünü, tarihlerindeki şerefleri büyülterek yaz-
maya koyulmuştu. Bu çağda tarih ara ştırmalarında objektif olabil-
mek için çok dikkate de ğer bir istek adeta moda haline geldi; tari-
hi tasvirlerde bir büyük dakiklik endi şesi hâkim oldu. O derecede
ki, birçok bat ıl inanışlar ve efsâneler, hiçbir taraf ı atılmadan ve bir-
şey eklenmeden, tam bir objektiflik içinde bütün ayr ıntılarıyla ya-
zıldı .
Gene bu s ırada Do ğunun çeşitli dilleri, türkçe, farsça, süryan-
ca, arapça, ibranca vbg., X. Yüzy ıldan ba şlıyarak, daha önce görül-
memi ş edebi bir harekete kavu şturuldular. Her ulus kendi bilgin-
lerini, şairlerini, teknisiyenlerini, kom şu uluslarınkinden daha üs-
tün bulduğunu türlü vesilelerle söyledi ği için, bu yüzden şurada
burada kavgalar bile patlak verdi.
Şiir alan ında doğu iranlılar ünlü şair Firdevsi ile (ölm. 1025)
en uzun destanlar ı vücuda getirdiler. O, sava ş olaylar ını bir yığın
efsaneyi de içine alan k ıralların kitabı ( Şehnâme) adıyla tanınmış
eserde 10 000'lerce beyitte terennüm ediyordu.
Kâ ş gar Türklerine gelince, şair Yusuf Arslan Hâcib (XI.
Yüzy ı l) adı Kudatgu Bilig olan manzum eseri ile Firdevsi'ye cevap
verdi say ılır. Öte yandan Araplar' ın dilleri ve dü şünüş biçimleri as-
la destan yazmaya elveri şli değildi. Böylece Arap edebiyat ı Şehnâ.
me ve Kudatgu Bilig gibi şiirlere sâhip olamam ıştır. Araplar sade-
ce monoton ve çok uzun olmayan kaside türünü gerçekle ştirebildi-
ler. Buna karşılık Arap dili tarihi ve bilimsel basit nesir yaz ısında
birinci derecede bir rol oynad ı (279).
B) Tarih ve Tarihçiler : Islam'da tarih yazarl ığı Hz. Muham-
med'in hayatını incelemekle başlamıştı r. Yani Siyer ve Megâzi. Bu
alandaki çabalar daha Emeviler zaman ı nda görülmektedir. Kur'an'-

(279) Aly Mazaheri, la vie quotidienne des Musuln ıans, S. 136 v. öt.
EMEV İ VE ABBAS İ UYGARLI Ğ I
165

ın tefsiri, Peygamber hadislerinin aç ıklanması, âyetler ve hadisler-


le ilgili olaylar hakk ındaki rivâyetlerin erkenden toplan ılması zo-
runluluğu, Siyer ve Megâzi kitaplar ının vücuda getirilmesine vesi-
le olmuş tur. Hadis, tefsir, f ıkıh bilimleri geliştikçe risâlet devri gir
bi Hülefâ i Rüsidin çağının öğrenilmesine de ihtiyaç duyuldu. Siyer
-

ve Megâzi kitaplar ından az sonra, Tabakat kitapları yazılmaya baş-


landı . Bu da gene Hz. Peygamber'in hadislerini rivâyet edenlerin
kimler olduğunu, sözlerinin gerçek olup olmad ığını öğrenmek is-
teğinden doğmuştu. Böylece önceleri muhaddislerin biyografileri
yazılmış, sonra tefsir, f ıkıh, kelâm, edebiyat bilginlerinin hayat-
ları kaleme al ınmıştır. İlk Megâzi ve Siyer yazarı Urbe bin el Zü- -

beyr'dir (ölm. H. 93). Onu H. 114'te ölen Vehb ibni Münebbih iz-
lemiştir (280). Daha sonra İbni İshak, Muhammed bin Müslim
Zühri gelmektedirler. İbni İshak'ın eseri yitmiş, ele geçmemi ştir,
ama Muhammed ibni Hisân ı bu kitab ın önemli bir bölümünü ken-
di es Siret ün Nebeviyye adlı eserine almış , böylece ilk İslâm bü-
- -

yüklerinin hayatları ile onların çağındaki olaylar hakkında bilgi


edinmek mümkün olabilmi ştir. Onu bu yola götüren Abbasi hali-
fesi Ebu Câfer Mansûr olmuştur. Tarihle ilgili ilk İslâm eserlerin-
den biri olduğu için önce Wüstenfeld yayınlamış , sonra Well'in
çalışmalarıyla almancaya çevrilmi ştir. Hz. Peygamber zaman ı için
en değerli eserler Kütüb i Sitte (= Altı Kitap) ad ı verilen hadis ki-
-

taplar ıdır. Bunlardan da Sahihân denilen Buharl'nin ve Müslim'in


iki kitab ı Hz. Peygamber'in hayat ı için en değerli kaynakları te şkil
etmektedirler.
İ slâm tarihi ve Türkler'in İ slAmiyeti kabulünden sonraki ça ğ-
lar için ba ş vurulacak eserler çok çe şitlidir. Konular göz önünde
tutularak bunları dört bölüme ayırabiliriz : 1) Genel tarihler; 2)
Özel tarihler; 3) Biyografiler (= Tabakat); 4) Türlü bilim alanla-
rında yazılmış kitaplar.
a) Genel Tarihler : İslâm'ın ilkçağlarını n geleneklerine ve an-
layışına göre genel tarih yazarlar ı , önce insan ın- yaradılışını ele alır-
lar, ilk devletleri ve bunların ilerleyişlerini kısaca anlatı p sonra

(280) Taberi, Vehb ibni Münebbih'in Peygamber zaman ında Yemen'de


San'a'da bulundu ğunu ve Atâ ile birlikte islâm'a girdiklerini, bu iki-
sinin Kur'anı San'a şehrinde ilk olarak mushaf haline getirdiklerini
yazarsa da Taberi burada kronolojik bir hataya dü şmüştür, zira Vehb
ibni Münabbih H. 114'te ölmüştür. Bk. Taberi, II., 2, s. 872.
166 Bahriye ÜÇOK

asil konu olan Islam' ın doğuşu, gelişmesi ve islam devletlerinin ku


ı-uluşlarını incelerlerdi. Muhammed Cerir'in, İbn ül-Esir'in, Mes'û-
dl'nin eserleri bu türdendir.
b) Özel tarihler : Yaln ız bir devrin, bir hükümdarın veya bir
soyun, bir beldenin tarihinden bahseden kitaplar ise özel tarihler-
dir. Vâkıdirnin Futuh üş-Sâm'ı ile Belaziıri'nin Futuh ül-Buldân' ı
hem tarih hem de türlü şehir ve kasabalardan bahseden bir eserdir.
Ülkelerin tarihlerini yazan daha geni ş bir ba şka eser de İbni Asa-
kir'in 80 cild tutarındaki Tarih-i Dımışk adlı kitabıdır. Hatib Bağ-
dadrnin Tarih-i Ba ğdat adl ı eseri de bu türdendir.
c) Biyografiler (Tabakat) : Biyografilere gelince, bu konuda
yaz ılm ış eserlerin en eskisi İbni Sa'd'ın Kitab üt-Tabakat il-Kebir'i
ile İbni Kuteybe'nin Tabakat ü ş Suârâ's ıdır. Her ikisi de Avrupa'da
basılrr.ış tır. Bu türden pek çok de ğerli kaynak vard ır.
d) Türlü bilim alanlarında yazılmış kitaplar : Bu ça ğın tarih
ara ştırmalar ın' kolayla ş tıracak türlü alanlarda yaz ılmış bilimsel
kitapları da gözden uzak tutulmamal ıdır. S tahri'niıı Mesâlik ve Me-
mâlik adlı eseri bunlardan biridir. Ayr ıca din, mezhep, siyaset ve
yönetim ve sosyal hayata dair de kitaplar vard ır. El-Bağdadi, el-Es-
ferâini, el-Sehristâni gibi de ğerli yazarlar ın kaleme aldıkları Milel
ve Nahl kitapları, bunların en eski ve en önemlilerindendir.

Ortaçağ islam toplumunun gerek yönetim, gerek hukuk özellik-


lerini öğ,'renece ğimiz çok değerli birkaç esere sahibiz. Bunlardan en
önemlileri Azarn Ebu Hanife'nin ö ğrencisi İmam Ebu Yıl-
suf'un Kitab ül- Harâe, el-Mâ verdi'nin Kitab ül- Ahkâm is-Sultâniye,
Selçuklu veziri Nizâm ül-Mülk'ün Siyâsetnâme, Ebu'l-Ferec İsfehâ-
nrnin Kitab ül-Agâni adl ı çok değerli eserleridir (281).
Şimdi bu yazarların, kronolojik s ıraya göre, en eskisinden ba ş-
lıyarak kendilerini ve eserlerinden tarihi kaynak olma özelli ğini ta-
şıyan sadece bir iki tanesini tan ıyalım :
Emeviler'in yıkılrna devrinde Medine'de do ğan (180/747) Ebu
Abdullah Muhammed bin Ömer el-Vâludi gelecek nesillerde derin
bir heyecan uyand ırmak amac ıyla Suriye, Irak ve Afrika fetihleri-
ni çok ate şli bir uslübla tasvir etmi ştir. Gençliğinde buğday tica-

(281) Bk. Ş . Günaltay, İ slamda Tarih ve Müverrihler; Z. V. Togan, Tarihte


Usul.
EMEVI VE ABBASi UYGARLI ĞI 167

reti ile uğraşmıştı , ama ruhen bir bilim adam ı ve son derece erdem-
li olduğundan sermâyesini bile borç isteyenlere da ğıttı .- Perişan bir
hâlde Bağdat'a geldi. Bermeko ğullarmdan Yahya onu Ba ğdat'ta ka
dılığa atad ı . Mâlik bin Enes ve başka ünlü bilginlerden dersler al-
mış olan Vâkıdi, Fütuh üş Şâm adlı eserinden başka, Hz. Muham.-
-

Med'in sağlığı nda başlayıp Hz. Ebubekir .devrinde sürüp giden din-
den dönme (= İrtidad, Ridde) olaylarında liderlik eden Tuleyha ve
Müşeylimet ül Kezzâb gibi yalancı peygamberlerin ç ıkardıkları
-

ayaklanmaları içine alan (282) Kitab ür Ridde'yi de yazmıştır. Fu-


-

tuh üş Şam basılmıştır. Kitab ür-Ridde'nin tek nushas ı ise Hindis-


-

tan'da Bankipur' daym ış .

147/763'te babas ı ölen İbn ül Kelbi, babasının islânı'dan önce-


-

ki Araplar' ın nesepleri ile ilgili notlarma bir düzen vermekle tarih


yazarl ığına başladı . Ayrıca -Câhiliye ça ğındaki Araplar' ın putları
hakkında çok değerli bir kaynak kitap daha yazd ı . Yâkut Hamavii
bunu özetliyerek Mu'cem, ül Buldân adlı eserine katm ıştır. İbn ül-
-

KelbVnin yazdığı bu kitap zamanında derin bir nefretle . karşılan-


mıştı . Çünkü birçok mütaas ıp Müslüman ki şiler Araplar' ın puta
.

tapıcılık •devrinden bahsetmeyi, bu eski an ıları canlandırmak say-


mışlar ve pek çok sert tepkilerde bulunmu şlardır. Bu haks ız ve
yersiz sald ırılara u ğrayan yazar Yâkut Hamavl tarafından savunul-
muştur. İbn ül Kelbi 204/819'da Ba ğdat'da ölmüştür.
-

III. H. Yüzyıl (?-897) Arap tarihçilerinin en büyüklerinden bi-


ri de Ahmed bin Yahya el-Belâztiri'dir. Iranl ı olduğunu iddia eden-
ler de vardır (283). Halife Mütevekkil ile Mustain'in dostlu ğunu
kazanmış , Mu'tezi'in çok zeki ve kabiliyetli oğlu Abdullah'a hocalık
etmiştir. Önce farsçadan yapt ığı çevrilerle tanındı. Bağdat sarayına
devam, ettiği sırada islâmiyet'in I. Yüzyıl içinde kazandığı büyük
başarıları içine alan Futuh ili-Buldan adl ı ünlü eserini yazmaya
başladı. Dayandığı başka eserlerin do ğruluğunu tayin etme ğe çok
çaba sarfetmi ş , kendisinden önce yaz ılmış eserleri araştırmış , ağız-
dan işittiği rivâyetlerle bu kitaplarda bulunan haberlerin aras ında
çelişme olup olmadığına bakmış, bunları dikkatli bir eleştirid&I
-

geçirmiştir. Bu yüzden Futuh ül Buldân tarihi kaynaklar arasında


-

en önemli yeri almaktadı r. Eser Hz. Peygamber'in MusevIler'e, Mek-


ke ve Taif'e karşı açtığı sava şlarla başlayı p sonra Ridde olaylar ını,

(282) Bk. Bahriye Üçok, İ slâm'dan dönenler ve yalanc ı peygamberler.


(283) S. Günaltay, aslen İranlıdır diyor, bk. a.g.e., S. 25.
168 Bahriye ÜÇOK

Irak' ın, Ermeniye'ni ıı , Magrib'in ve Iran' ın fethini anlat ırken yeri


geldikçe Medeniyet tarihinden divânlardan. Bizans imparatoru ile
Emeviler aras ında meydana ç ıkan teşrifat anla şmazlıklanndan bah-
setmekte ve Arap yaz ısının tarihine ait çok dikkate de ğer bilgiler
vermektedir. Ayr ıca Islam s ımrlarında fetihlere devam edilirken,
Araplar' ın kurmuş olduğu yeni şehirler hakk ında çok ilginç bilgi-
leri bir araya getiren Futuh ül-Buldân'dan ba şka geniş olmasına
rağmen ancak iki cildi bize ula şan Ensâb ül-Eşrâf ad ıyla bir kitap
daha yazm ıştır. Bu eserin ba şında Hz. Peygamber ve ailesi, Hz. Ali
soyu sonra da Abbasiler yer al ır.
Hafızasm ı kuvvetlendirece ğine inand ığı bir çe şit hindistan ce-
vizi (= Belâzur)rıden çok yediği için şuuru bozulmuş , bu yüzden
de hastalan ıp 897'de ölmüştür. Kendisine Belâzuri ad ının takılmas ı
nedenini buna bağlıyanlr vardır. Futuh ül-Buldân, de Goeje tara-
fından 1866'da yayınlanmıştır. 1318/1900 y ılında da Kahire'de ya-
y ınlanmış olan bu eserin Z. K. Ugan tarafından türkçe çevrisi
M. E. Bakanl ığınca 1955-1956'da Ankara'da yay ınlanmıştır.
Arap tarihçileri içinde en üstün yeri tutanlardan birisi de Ebu
Câ'fer Muhammed bin Cerit- et-Taberi'dir 224/639'da Taberistan' ın
Âmul şehrinde orta halli bir ailenin çocu ğu olarak do ğmuştur. Ge-
leceğin büyük ününe aday olan Taberi İran' ın Nuşirvan çağını n
mutlulugundan hala baz ı izler ta şıyan Âmul'un terkedilmi ş ve ba-
kımsız kalmış ate şgedelerini ibretle göre göre büyüdü ğünden ken-
disinde tarihçilik hevesi uyar ımıştı . Taberi'nin çocukluğu Horasan'
da kurulmuş olan Tahiroğullarfnın adaletli yönetimi zaman ında
geçmiş , kendisi Amul'un en büyük bilginlerinden •iyi bir e ğitim gör-
müştür. Oğrenimini derinle ştirmek ve geni şletmek için Suriye ve M ı-
sı r'a gitmiş ve zaman ın ünlü kişilerinden ders alm ıştır. Sem'ani bu
genç dâhiden bahsederken onun bütün bilim alanlar ında gerçek bir
bilgi sâhibi olduğunu ve ça ğdaşlarının hiçbirinin ula şamadığı dere-
cede kıraat ve tefsirde, hadisleri konular ına göre s ınıflandırmada
üstün bir düzene ula ştığını söylemektedir.

Taberi büyük bir ün kazand ıktan sonra Bağdat'a gitti. Orada


fıkıh ve hadis dersleri okutmaya ba şladı . Bağdat'ta gördü ğü kanlı
olaylar kendisindeki tarih yazma e ğilimini büsbütün geliş tirdiğin-
den, kendisinden sonra geleceklere, Yüzy ılların bazen deh şet verici,
bazen de düzenli fakat muhakkakki devaml ı olarak de ğişen bir pa-
naromasm ı göstermek hevesine dü ştü,
EMEVI VE ABBASi UYGARLI ĞI 169

Önceleri Şafii mezhebinden olan Taberrnin sonradan içtihatta


bulunarak kendisine özgü bir okul kurmas ı pek çok ki şinin ona kar-
şı dönmesine sebeb oldu. Ahmed ibni Hanbel'i fakihler aras ında
değil, muhaddisler aras ında saym ış olduğu için hakkında birçok
dedikodu çıkmış , hatta ölümünden sonra Hanbeli'ler kendisini rafz
ile suçluyacak kadar ileri gitmi şlerdir. Ancak Ebu İshak Şirâzi gi-
bi gerçekten şeriatın ruhuna nüfuz etmi ş bir kimsenin bu yoldaki
isnatları koyu bir cehâlet ve çok âdi bir garezkârl ık olarak nitele-
rnesi Taberrye ne derece yersiz iftiralarda bulunuldu ğunu açıkça
göstermektedir. Çok çe şitli bilgilere sâhip olan büyük Islam bilgi-
ni Taberi'nin yazdığı risâleler bir yana, onun 30 ciltlik tefsir ve ta-
rihi en ciddi çal ışmaları arasında sayılmak gerekir.
Islam dünyas ının Heredot'u say ılan Taberrnin bütün tarihe
ışık tutan ünlü eseri Tarih ül ümem, yel Müluk adını taşır. Kitap
- -

yaradılıştan başlayıp IV. Yüzyılın başlarına kadar geçen bütün olay-


ları içine alır. Islâm'ın ilk çağlarına ait olaylar ise öylesine etrafl ı,
öylesine ince ayrıntılarına kadar anlat ılmıştır ki, bugüne dek onun
başardığı bu işi, başka hiçbir tarihçide görmek mümkün olamarrn ş-
tır. Taberi, olaylar hakk ındaki türlü rivâyetleri uzla ştırarak kendi
ifâdesine bürümeyi bile tarihi bozmak gibi anlad ığından, her olay
hakkında inandığı çe şitli rivâyetleri, râvilerin adlar ını da bildirerek
ayrı ayrı yazmıştır. Eserin hem eski oluşu, hem de yazar ın sağlam
ve yüksek bir ahlâka sâhip bulunu şu ona ayrı bir değer kazand ırmış-
tı r. Bu yüzden ona tarihin bir an ıtı gözüyle bak ılmaktadır. Taberi
tarihini yazarken kelime oyunlarından kaçınmış, olayları kronolojik
sı raya göre tasnif etmek zorunlulu ğunu duyduğu için de terkip yap-
mak ve kendi görü şlerini katmak olanağını pek bulamam ıştır. Ama
islâm'ın ilk çağları için Taberi tarihinde mevcut binlerce zengin
haberlerden ötürü bu eser en güvenilir kaynak niteli ğini kazanmış-
t ır. Tarih ül ümem'i iki bölüme ayırmak gerekir: Birinci bölüm Is-
-

railliler ve Zerdü ştiler'in rivâyetlerine dayan ır ki, bizzat Taberrnin


açıkladığı gibi pek çok efsanelerle doludur. O, sadece duyduklar ını,
vebâlini râvilere yükliyerek yazmak gereklili ğini duymuştur. İkin-
ci bölüm ise Hz. Peygamber'in vahiy almas ından IV. H. Yüzyı l baş-
ları na kadar olan olaylardan bahseder.
Araplar' ın Türk illerine sokulmas ı dolayısıyla Türkler'e dair
verdiği değerli haberler, Çin'deki Tang soyunun bu konu ile ilgili ve-
kayinâmelerini tamamlamaktad ır. Taberi tarihinin daha o zamanlar
170 Bahriye ÜÇOK

değeri anlaşıldığı için Samano ğ lu Mansur bin Nuh veziri Ebu Ali
Muhammed Belâmi'ye onu farsçaya çevirmesini emretmi ştir. Be--
lârni ise Taberryi baş ka tarihçilerin eserlerinden yapt ığı birtakım
eklerle kı saltarak çevirmi ştir. 1867'de Dubeux taraf ından Belâmi
çevrisi bu kez frans ızcaya çevrilmi ş , 1874'te de de Goeje taraf ın-
dan tamamlan ıp yayımlanmıştı r. Tarih ül-lümem vel-Mülük 1879-
1900 yılları arasında bu kez özel bir itina gösterilerek Prym, Mül-
ler, Houtsma, Guyard gibi daha birçok tan ınmış orientalistlerin yar-
dımlarıyla gene de Goje tarafından Leyden'de bast ınlmıştır. Bu ay-
nı nusha daha sonra M ısır'da Hüseyniye matbaas ı tarafından yeni-
den basılmış tır. Eser 1879'da Noeldeke taraf ından almancaya çev-
rilmiş ve Sasâni'ler bölümüne çok de ğerli geniş bilgiler eklenmi ş-
tir. 1874'te Hermann Zotenberg Belami'nin farsça çevirisinden
frans ızcaya yeni bir çevrisini haz ırladı ve yayınladı. Bu aynı çevi-
ri 1958'de yeniden bas ıldı.

Tatlı ve etkili sesi, ince uzun boyu, sa ğlam karakteri, derin ta-
rih ve fıkıh bilgisi ile öğrencilerinin büyük sevgisini kazanm ış olan
Taberi 86 ya şında öldüğü zaman, ona minnet duygulanyla ba ğlanmış
olan öğrencilerinin ve saray erkân ının saygı ve sevgi duyguları,
göz ya şları aras ında kendi evinin bir bölümüne gömüldü. Bugün
halâ Bağdatta kabri ziyaret edilmektedir.
213/828 yılında Bağdat'ta doğan İbni Kuteybe (Ebu Muham-
med Abdullah)'nin babas ı Merv'li olduğundan baz ı eski kitaplar-
da onun Mervezi ad ıyla anddığını görrnemiz mümkündür. Çok
önemli bilginlerden dersler alarak yeti şen İbni Kuteybe, Arap dili
üzerinde derin bilgi sahibi olmu ş, hadis, tefsir, Kur'an bilin-derin-
de üstün bir yer alm ıştır. İbni Kuteybe pek çok kitap yaram ştır.
Biz burada onlardan yaln ız iki tanesini söylemekle yetinelim: Ki-
tab ül-Ma'arif ve Edeb ül-Kâtib. Kitab ül-Ma'arif, Mes'udi gibi çok
ünlü bir tarihçiye kaynak olmu ş , III. H. Yüzyılın Arap tarihi ile
ilgili en değerli eserleri aras ındadır. İ slam öncesi Arapları nın ör-
gütleri ve soy kütükleri, Şam'da, Yemen'de kurulmu ş devletler
hakkında geniş bilgileri de içine almaktad ır. Ayrıca Hz. Peygam-
ber'in hayat ı ve sonraki halifeler devri olaylar ı , şairler, bilginler,
muhaddisler hakk ında bilgi edinmek için de pek sa ğlam bir kay
'taktın 1850'de Wüstenfeld taraf ı ndan Göttingen'de ilk defa yay ın-
lanmış olan Kitab ül-Ma'arif (Handbuch der Geschichte serisi),
sonra da Kahire'de 1300/1883'de bas ılmıştır.
EMEVI VE ABBASi UYGARLI ĞI
171

H. III. Yüzyılın sonlarında Bağdat'ta doğmuş olan Ebu'l Ha-


san Ali bin el-Hüseyin bin Ali atas ı İ bni Mes'ûd'a nisbetle Mes'üdi
adıyla anılı r. 346/957 yılında Mısır'da Fustat şehrinde ölmü ştür.
Gençliğ inde uzun seyahatlere ç ıkmış , böylece görgü ve bilgisini
artt ırmıştı r. Bu seyahatlerinden birinde Multan'dan döndükten
sonra Fars ve Kirman'da bulunmu ş, bir süre dinlendikten sonra
da gene Hindistan'dan Seyian adas ına geçmiş, oradan Madagas-
kar'a sonra Uman taraflar ına uğramış, Suriye'den Mısır ve Mag-
rib'e, oradan da Endülüs'e giderek ara ştırmalarını sürdürrnüştür.
Tarihçiler için en önemli eserlerinden birisi Murüe üz-Zeheb ve
Ma'adin ül-Cevher'dir. Bu eser rivâyete göre Ahbâr üz-Zaman ile
Kitab ül-Evsat'ı n bir özetidir. Murûc üz-Zeheb iki bölümden mey-
dana gelmiş tir: birinci bölümü islam,'dan önceki kavimlerin ta-
rihlerinden bahsetmekte, gene bu bölümde kozmografya ve co ğ-
rafya bilgileri vermektedir. Risâlet devrinden Abbasi halifesi El-
Muti° devrine kadar, yani miladi IX. Yüzy ıl sonuna kadar olan
olayları içine alan k ısım da kitabın ikinci bölümünü teşkil eder.
Kitab halifelerin tahta ç ıkış sırasma göre yazılmışsa da, içinde
olayları n birbirleriyle ilgisini gösteren bir mant ıki sıra olmadığı
gibi, bütün veya önemli olaylar kitaba al ınmamış , daha çok merak
çekici hususlara ve olaylarla ilgili olarak söylenmi ş şiirlere yer
verilmiştir. Keskin zekas ı bir anda tarihi, coğrafyay ı, dinleri, ırk-
ları , fenleri, gelenek ve rivâyetleri hep birden kavram ış, bunları
okuyucularma öğretmek için belli bir yöntem izlemeksizin oldu ğu
gibi yazm ıştır. Bat ılı bilginler Murtıc ilz-Zeheb'in tarihi de ğerini
doğululardan önce takdir etmi ş , Mes'ûdi'nin öteki eserleri gibi,
bu kitabını da yayınlamışlard ır. Bu önemli i şe önce Sprenger, ba şla-
mış, 1841 yılında ancak bir cildini yay ınhyabilmiştir. Sonradan
1861de Barbier de Meynard ve Pavet de Courteille gibi orientalist-
ler tarafından frans ı zca çevrisi ile birlikte dokuz cild hâlinde ya-
Yınlanmıştır. Kitab üt-Tenbih ve'l- İşrâf adlı diğer bir
kitabı , Murüc üz-Zeheb'in daha yöntemli ve tasnifli bir özetidir.
Bu kitap de Goeje taraf ından 1894'te Leyden'de ayr ıca, Carra de
Vaux tarafından da frans ı zcaya çevrilerek 1897'de Paris'te yay ın-
lanmıştır.

Ebu'l-Ferec Arap olmakla birlikte İ sfahan'da do ğmuş olduğu


için (248/897) kendisine İsfelnâni adı verilmiş tir. Ayrı ca cahiliye
devrine ve Emeviler zaman ı na ait bilgileri tercihan toplad ığı için
ona Emevi dendiği de olmuştur. Bununla birlikte kendisi şii idi.
172 Bahriye ÜÇOK

356/967'de ölen Ebul-Ferec İsfehâni, Kitab ül-Agâni adlı çok de-


ğerli bir kaynak b ırakmış tır. Ebu'l-Ferec bu eserinde ya şadığı de,
şark ıları , bunların men şelerini, faydal ı gördüğü bilgileri virdek
ekliyerek bir araya getirmi ş tir. Bundan daha önce şarkıların ma-
kamlar ın]. gösteren, ama ba şkaca bir açıklamada bulunmıyan da-
ha geni ş bir mecmua tertip etmi şti. Müzik ve kültür tarihi bak ı-
mı ndan son derece büyük bir de ğer ta şıyan Kitab ül-Agani 1285/
1868'de Mısır'da Bulak matbaas ında yirmi cilt halinde bas ılmıştır.
Bunu gene M ısı r'daki ikinci ve üçüncü bask ılar izlemi ş tir. Kitab ül-
Agâni yaz ıldığı devri bize tan ıtan bir hazinedir. Ebu'l-Ferec'in önem,
li bir eseri de önce Tahran'da ta ş basmas ı olarak (1307), sonra da
Necef'de yay ınlanmış olan (1353) ve Alevi tarihi bak ımından büyük
bir değer ta şıyan Makâtil üt-Tâlibiyin adlı kitab ıdır.
421/1030 yılında ölmüş olan İbni Miskeveyh de ünlü tarihçiler-
den biridir. Tecârib ül-Ümem adlı çok değerli eserinin tam yazma
nüshas ı Ayasofya kütüphanesinde (nr. 3116-3121) bulunmaktad ır.
Eser orientalistler taraf ından parça parça yay ınlandığı gibi bir zeyl-
le birlikte ingilizceye de çevrilmi ştir (The Eclipse of the Abbaside
Califete, VII cilt, Oxford, 1920-1921).
H. IV. Yüzyılda ya şamış olan Ebu Nasr Muhammed bin Abdül-
cebbar el-Utbi, Tarih ül-Yemini adlı bir tarih yazm ıştır. Bu kitap
Gazneli Mahmud'un Yeminüddevle unvanına nisbetle bu ad ı taşı-
makta ve onun zaferlerini seci ğli bir ifade ile terennüm etmektedir.
Ingilizceye de çevrilmi ştir.
555/1160'da do ğmuş olan İbn ül-Esir'in tahsil çağında büyük bir
üne eriş tiğ i görülür, Musul Atabeyi'nin çok yak ın dostluğunu ka-
zandı , o da kendisini elçi olarak Ba ğdat halifesine, Şam ve Kudüs
beylerine gönderirdi. Parlak bir şekilde elçilik vazifesini yerine
getirirken, bir yandan da tarihi ara ştırmalar için f ırsatlar bulu-
yordu. O zamanlar henüz Hülegü'nün ak ınlarına uğramarr ış olan
Bağdat' ın zengin kitapl ıklarını , büyük bir azimle ara ştırmaya ve
inceleme ğe çalışmıştı .
Çocukluğundan beri tarihe merakl ı olan İbn ili-Esir yazmaya
koyulduğu eserini yaln ız başka kaynaklardan edindiğ i bilgilere de-
ğil, kendi gözlemlerine yer verecek bir biçimde tertipledi. Abbas-
oğullar ı ile ilgili birçok belge toplad ı . Evine kapandı ve el-Kâmil
adı ndaki büyük ve çok de ğerli tarihini yazd ı . 626/1229 y ılında ken-
disini ziyaret eden ünlü tarihçi İbni Hallikân onun dürüstlü ğünü,
EMEVI VE ABBASI UYGAFtLI ĞI 173
crdemliliğini, ve alçak gönüllülü ğünü saygılı bir dille anlatmak -
tadın 630/1233'te Musul'da ölmü ş olan İzzüdin İbn ül Esir Musul'
-

da inzivaya çekildiği sırada, bilim dünyas ına çok değerli üç büyük


eser b ırakmıştır. Bunlar, Kitab ül-Ensab, Üsd ül-Gabe fi ma'rifet
is-Sahabe, Kitab ül-Kâmil fi't-Tarih'dir. Kitâb ill-Ensab nesebler
üzerine yazılmış kitaplar aras ında büyük bir değer ta şıdığı gibi beş
cilt olan Üsd ül Gabe de hadis rivâyet etmi ş olanların veya asha-
-

bın ileri gelenlerinin hayatları hakkında çok güvenilir bilgilerin


toplu olduğu bir kaynakt ır. H. 1280'de Mısır'da bas ılmıştır. İbn
ül-Esir, el Kamil'in başında, kendi zamanında alim geçinen insan-
-

ların çoğunun değersizliğinden yakının Yazarın bu kitabı VII. cil-


dine kadar Taberi tarihinin tek rivâyetini alarak canl ı bir uslûpla
yazılmış özeti gibidir. O zamanlar nushalar ı pek nadir olan Taberi
tarihini eski kurulu ğundan kurtararak tekrar etmekte fayda ol-
duğu düşüncesiyle kitabının baş kısmını böyle haz ırlamış olduğu
akla gelebilir. Bununla birlikte el Kamil sadece Taberi'deki bilgi-
-

lerin bir tekrarı olmayıp, İbn ül-Kelbi, Belazûrı, Mes'ûdi ve başka


kaynaklarda bulunan, fakat Tarih ül Müllak'ta bulunmıyan hususları
-

ihtiva etmektedir. Bu kitab ın X, XI ve XII. ciltleri Müslüman Türk-


lerin tarihi ile ilgilidir. Eser 1876'da Leyden'de 14 cilt olarak ba-
sılmıştır. Ayrıca Mısır'da da iki kez bas ılmıştır. İbn ül-Esir'in ge-
ne Türk tarihi için önemli bir ba şka kitab ı da de Slan tarafından
fransızcaya çevrilmi ş olan Musul Atabeyleri tarihidir; Historiens
orientaux des Croisades serisinde yayınlanmıştır. İbn ül-Esir daha
çok Haçl ı Seferleri üzerindeki incelemeleri ile ün yapm ış bir yazar-
dır.
1191 veya 1193'te Halep'te dünyaya gelen Kemalüddin ibn ül-
Adim yazdığı Halep tarihi ile tan ınmıştır. Elçi olarak türlü ülkele-
re gönderildi; Moğollar'ın akınları karşısında Halep emiri Melik
ün Nasır hükûmet merkezini b ırakıp Kahire'ye kaçt ığı zaman, İbn
-

ül Adim de kendisi ile birlikteydi. Sonradan Hülegü Han onu Suri-


-

ye Kadılığına tâyin etmi ş ise de memleketi olan Halep'in ak ınlar


yüzünden tanınmıyacak kadar yıkılmış olduğunu görmesi onun,
şiirlerle ağlamasına ve tekrar M ısır'a dönmesine sebeb oldu ve
1262'de öldü. Tarih ül Haleb'in bir özeti Blochet tarafından fran-
-

sı zca olarak bast ınlmıştır.


1203'te Şam'da doğup Kitab ür Ravzateyn fi Ahbar il Devleteyn
- -

adlı kitab ı yazmış olan Ebu şame akidesizlikle suçland ırılarak iş-
kencelere uğratıldı; bir gece evi basılıp kendisi katledildi. Ebu
174 Ba hriye t1COK•

Şâme, İbni Asâkir'in Ş am Tarihini de özetlemi ştir. Ayrıca Ebu Şâme


türlü konularda birçok eserler yazm ıştır. Tarihi yönden en önem-
lisi yukarda ad ını andığım ız Kitab ür-Ravzateyn'dir. Haçl ı Sefer-
leri hakkı nda önemli bir kaynak olan bu eser iki cilttir. Nurüddin
ile Salâhüddin Eyyûbi zamanlarını geniş olarak içine almaktad ır.
Bu eser Barbier de Meynard tarafından frans ızcaya çevrilmiş ve
ası l metni ile birlikte (1896-1906) Recueil des Historiens des Crisa-
des serisinde yay ınlanmış tır. Almanca çevrisi de Berlin'de bas ılmış-
tır (bk. art ık bilgi için Ş. Günaltay, Islam'da Tarih ve Müverrihler,
S. 163 v. öt.)

1221'de Erbil'de do ğan İbni Hallikân Ceyhun kıyılarında bü-


yüdü. Müderris olan babas ı Medrese-i Muzafferiyye'yi yapt ırdı ve
orada hocal ık etti. Bu yüzy ılı n ünlü bilginlerinden olan Umm ül-
Müeyyed Nisabilri adlı hanımdan ders ve icâzet ald ı . Ondört ya-
şı ndan sonra, o zamanki âdete uyarak, seyahate ç ıktı, Şam, Halep
sonra Mısır'a gitti. Mısır'da Baybars ona vazife verdi. İbni Halli-
kân'ın en ünlü ve önemli eseri Vefeyât ül-Ayân'dır. Bu kitap İslam
dünyas ında yetişmiş olan büyüklerin hayat hikâyetlerini ve eser-
lerini anlatan bir tür dergidir. Yazar bu eserine M. 1256 tarihinde
Mısır'da başlamış 1274 tarihinde onu gene burada bitirmi ştir. Ki-
tabın İbni Hallikân tarafından yazılmış olan orijinal nushas ı Bri-
tish Museum'dadır. De. Slane 1843-1871 y ılları aras ında bunun in-
gilizce çevrisini yayınlamıştır. Ayrıca Wüstenfeld de eseri 1835-
1843 yıllarında Göttingen'de yay ınlamıştır. Mısır'da birçok kez
bas ılan kitap, türkçeye de çevrilmi ştir.

Gregorius İbn ül-' İbri Ebu'l-Ferec 1226'da doğmuş 1286'da öl-


müştür. Malatyal ıdır, Hristiyan olmuş bir Yahudi tâbibin oğludur.
Çok kabiliyetli olduğu için küçük ya şta suryanca ve ibranca ö ğren-
di Bir yandan Yaktıbi hristiyanlarm ın başkanlığı na kadar yükselen
lbn ül-Ibri çağını n hemen bütün bilirnleriyle u ğraşla ve suryanca
bir tarih kaleme ald ı . Bunu sonra Muhtasar Tarih ül-Düvel adıyla
arapça olarak özetledi. Kendisi baz ı arapça eserleri de suryancaya
çevirmi ştir. Suryancadan Wallis Budge taraf ından ingilizceye çev-
rilen İbn ülr' İ bri tarihi, Türk Tarih Kuru ırunda Ö. R. Do ğrul'a
türkçeye çevriltilmi ş ve iki cilt halinde 1950 y ılı nda Abu'l-Ferec
Tarihi ad ıyla bas ılmıştır. Eserde baz ı isimler yanlış olmakla bir-
rmEvl VE ABEASI UYGARLI ĞI
175

likte (284), ba ş ka kitaplarda bulunmı yan hususlarda orijinal bil-


gi verilmektedir.
Emevl ve Abbasi ça ğlarmda yeti şmiş olan tarih yazarlarının
ve bunların eserlerinin başlı calarını böylece görmüş oluyoruz. An-
cak bütün bu tarihçiler eserlerinde, tarihi ele ştirmeden, bir tahlil
ve terkip yapmadan yaln ızca hikâye etmi şlerdir, doğaldır ki böy-
lece modern tarih yönteminden uzakt ırlar. Ancak sonradan XIV.
Yüzyıl'da yeti şmiş olup yalnız doğuda değil batıda da tarihçi, fey-
lesof ve sosyologlar aras ında layık olduğu yeri almış olan İbni
Haldün tarih alanı nda, kendisinden sonrakilerin ne yaz ıktır ki iz-
lemedikleri bir çığır açmıştır. Kuzey Afrika'da ve Mısır'da devlet
hizmetlerinde bulunmuş olan İbni Haldün'un tarihine yazm ış ol-
duğu Mukaddime'si Arap edebiyat ında, tarihi hikâyecilikten kur-
tarmak, yargıyı hâkim kılmak ve tarihin kanunlar ını araştırmak
için girişilmiş ilk den.emedir. O, ulusların hayatında rol oynıyan
başlı ca etkenin ekonomik olaylar oldu ğunu, coğrafyanın da bu-
nun içinde sayılabileceğ ini anlatmakla XVIII. Yüzy ılda yaşamış
olan Frans ız dü şünürü Montesquieu ve Aguste Comte'un öncüsü
olmuştur. İbni Haldûn din ile devleti el Birtınfnin tersine birbi-
-

rinden ayırıyor, devletin dinle kaim olmad ığı fikrini ileri sürüyor
ve teokrasiyi reddediyordu (285). İbni Haldün insanlık tarihinde
göçebelikten, yerle şikliğe geçişi çok önemli bir toplumsal ve eko-
nomik olay saymaktadır. Saşılacak başka bir yönü de kendisi
Arap olduğu hâlde İslam uygarl ığımn bütün kavimlerin ortak mal ı
olduğunu iddia etmesidir. Gerçi o Müslüman uygarl ığının daha
önceki uygarlıklardan üstün olduğunu yazmakta ise de art ık bu
uygarlığın yakın bir gelecekte büsbütün mahvolaca ğım da ifade
etmektedir. O, Araplara «Uygarl ığı yıkıcı bedeviler» gözü ile bak-
maktadır (286). Onların yalnız şiirde üstün olduklar ını kabul eder.
Gene İbni Haldün'a göre Araplar şehir kurarlarken, göçebe haya-
tının gereklerini göz önünde bulundurduklanndan bu şehirler ça-
bucak kaybohnaktad ırlar.

(284) Örneğin, I., S. 187'de Abdülmelik yerine Abdullah; S. 188'de Mekke


yerine Yesrib gibi.
(285) Toynbee İbni Haldün'un fikirlerini tamamiyle benimsemi ştir, bk. Z. V.
Togan, Tarihte usul, S. 176.
(286) İ bni Haldün, Mukaddime (Z. K. Ugan çevrisi), I., S. 407 v. öt.; Bart-
hold, İ slam Medeniyeti tarihi, S. 40.
176 Bahriye

İbni Haldün Bedeviler'in sald ırısına uğramış olan kendi mem-


leketi için umutlu olmad ığı halde Türk ve Moğollar'ın saldırılan
sonunda mahvolan uygarlığa, sadece baz ı şehirlerin harab olu-
şu, uygar hayat ın bir merkezden ötekine geçi şi gözüyle bakmakta-
dır. Avrupalı yazarlar ise Türk-Moğol saldırısı üzerine İslam uygar-
liginin yıkıldığını iddia ederler.

A. O.
lablyat FakUlteal
Kitapl ığı
Halifeler Listesi

HULEFAY-İ RASİDIN

H. M.

11 — 13 Hz. Ebub;ekir 632 — 634


13 — 23 Hz. Ömer 634 — 644
23 — 35 Hz. Osman 644 — 656
35 — 40 Hz. Ali 656 — 661

EMEVI HALİFELERİ
41 — 60 I. Muâviye 661 — 680
60 — 64 I. Yezid 680 — 683
64 — 64 II. Muâviye 683 — 683
64 — 65 I. Mervan 683 — 685
65 — 86 Abdülmelik 685 — 705
86 — 96 I. Velid 705 — 715
96 — 99 Süleyman 715 — 717
99 — 101 Ömer 717 — 720
101 — 105 IL Yezid 720 — 724
105 — 125 Hişam 724 — 743
125 — 126 II. Velid 743 — 744
126 — 126 İbrahim 744 — 744
127 — 132 II. Mervan 744 — 750

ABBAS! HALİFELERİ
132 — 136 Seffah (Ebu'l Abbas) 750 — 754
136 — 158 Mansur (Ebu Cafer Abdullah) 754 — 775
158 — 169 Mehdi (Ebu Abdullah Muhammed) 775 — 785
169 — 170 Hadi (Ebu Muhammed Müsa) 785 — 786
170 — 193 Reşid (Ebu Cafer Harun) 786 — 809
193 — 198 Emin (Ebu Müsa Muhammed) 809 — 813
178

198 — 218 Me'mun (Ebu Ca'fer Abdullah) 813 — 833


218 — 227 Mu'tasım Billah (Ebu İ shak Muham- 833 — 842
med)
227 — 232 Vasık Billah (Ebu Câfer Harun) 842 — 847
232 — 247 Mütevekkil Alallah (Ebu'l-Fadl Câfer) 847 861
247 — 248 Muntasır Billah (Ebu Câfer Muham- 861 862
med)
248 — 251 Müsta'in Billah (Ebu'l-Abbas Ahmed) 862 — 866
251 — 255 Mu'tez Billah (Ebu Abdullah Muham- 866 — 869
med)
255 — 256 Mühtedi Billah (Ebu İshak Muham- 869 870
med)
256 — 279 Mu'temid Alallah (Ebu'l-Abbas Ahmed) 870 — 892
279 — 289 Mu'tezid Billah (Ebu'l-Abbas Ahmed) 892 902
289 — 295 Müktefi Billah (Ebu Muhammed Ali) 902 908
295 — 320 Muktedir Billah (Ebu'l-Fadl Câfer) 908 932
320 — 322 Kahir Billah (Ebu Mansur Muham- 932 — 934
med)
322 — 329 Razi Billah (Ebu'l-Abbas Ahmed) 934 — 940
329 — 333 Mütteki Billah (Ebu İshak İbrahim) 940 944
333 — 334 Müstekri &iflah (Ebu'l-Kasim Abdullah) 944 946
334 — 363. Muti Lillah (Ebu'l-Kasim el-Fadl) 946 974
363 — 381 Tâ'i' Lillah (Ebu Bekr Abdiilkerim) 974 991
381 — 422 Kâdir Billah (Ebu'l-Abbas Ahmed) 991 1031
422 — 467 Ka'im Biemrillah (Ebu Câfer Abdul- 1031 1075
lah)
467 — 487 Muktedil Biemrillah (Ebul-Abbas Ab- 1075 1094
dullah)
487 — 512 Mustazhir Billah (Ebu'l-Abbas Ah- 1094 — 1118
med)
512 — 529 Müsterşid Billah (Ebu Mansur Fadl) 1118 1135
529 — 530 Raşid Billah (Ebu Câfer Mansur) 1135 1136
530 — 555 Muktefıl Liemrillah (Ebu Abdullah 1136 1160
Muhammed)
555 — 566 Mustencid Billah (Ebu'l-Muzaffer 1160 — 1170
Yusuf)
119

566 — 575 Mustazi Biemrillah (Ebu Muhammed 1170 — 1180


Hasan)
575 — 622 Nasır Lidinillah (Abu'l-Abbas Ah- 1180 — 1225
med)
622 — 623 Zahir Biemrillah (Ebu Nasr Muham- 1225 — 1226
med)
623 — 640 Mustansır Billah (Ebu Cafer Man- 1226 — 1242
sur)
640 — 656 Musta'sun Billah (Ebu Ahmed Abdul- 1242 — 1258
lah)
BiBL İ YOGRAFYA

Abdullah Adnan, İ sl. Ans., IV. C., Fârâbi md.


Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-i Enbiya, 12 C., İ st. 1331-1339.
Ahmed Emin ve Abdülhamid, Sahih ül- İ slâm, Mısır 1351.
Ahmed Emin ve Abdülhamid, Fecr ül- İ slâm, Mısır 1347.
Ahmed Timur Paşa, et-Tasvir ind el-Arab, Kahire 1342.
Ali İ brahim Hasan, Nisâ lehunne fi'l-Tarih il- İ slami nasib, 2 bas.
Kahire 1963.
Arpad. Ehad, İ s. Ans., IV. C., Gına md.
Wınmat Haydar, İ slâmiyetin manevi ve kültürel de ğerleri, Ankara
1963.
Barthold W., İ slâm Medeniyeti Tarihi, 2. Bas ı . Ak. 1963.
Basset Rene, İ s. Ans., V. C., Hassan Md.
Bedrüddin el-Ayni, Umdet ül-Kari fi Şerhu Sahih il-Buhâri, İ st. 2
C., L 309-310.
Belâzuri, Futûh ül-Buldân, Z. K. Ugan çevrisi, 3 C., Ankara.
Beyhum M. Cemil, el-Mer'etu fi Hazârat il-Arab, Beyrut 1962.
Binyon L, Wilkinson J. V. S. Gray B., Persian Miniature Painting,
London 1933.
Brockelmann C., İslam Milletleri ve Devletleri Tarihi (N. Çagatay
cevrisi) Ankara 1954.
Boer de T. J., İ s. Ans., V., 2. C, İhvân üs-Safa md.
Buhl Frants, İ s. Ansk., VII. C., Medine md.
Buhl Frants, İ s. Ansk., Kur'an md.
Buhl Frants, İ s. Ans. X. C., S ıffin md.
Caetani, Chronographia İ slamica, yıl 32-33, 60 .
Demombynes G., Les Institutions Musulmanes, Paris 1921.
Diez A., İ s. Ansk., VIII. C., M şatta md.
Dozy, R., Tarih-i İ slâmiyet, Mısır 1908.
181

Poğrul Ö. R., Sadr ül- İ slam, 10 c., İ st. 1928.


Ebu'l-Ferec (Bar Hebreus), Tarih 2 C., Ankara 1945-1950.
Ebu')-Ferec el- İsfahani, Agani, Mısır, Bulak, 20 C., 1285.
Ebul-Fidâ, Tarih, İstanbul 1286.
Emir Ali, Musavver Tarihi İ slam (M. Rauf çevrisi) İ stanbul 1329.
Ettinghausen R. La peinture Arab, Geneve 1962.
Farâbl, Kitâb ül-Musiki (La musique Arabe, d'Erlanger çevrisi) 2
C., Paris. 1935.
Farmer C. H., İs. Ansk. IV., C., Gına maddesi.
Farmer H.G., İs. Ansk., VIII. C., Musiki maddesi.
Fourcq Norbert de, Petite histoire de la Musique, Paris 1960.
Galib Edhem, Müze-i Hümayun Meskukât-i Kadime-i İ slâmiyye ka-
talogu. İ stanbul 1312.
Gazzaâll, ihyau ulum üd-din (Yeni harflerle türkçe çevrisi).
Gibb, H. A. R., Ortaasya'da Arap futuhat ı (M. Hakk ı çevrisi) İst.
1930.
Gökmen, F. İs. Ansk. II. C., Birûni mad.
Gölpınarlı Abdülbaki, Seçme hadisler, 3. Bas ı , İ st. 1964.
Günaltay Şemsettin, islâm'da tarih ve n-üverrihler, İ st. 1342.
Halil Edhem (Eldem), Düvel-i isla ı niyye (Stanly Lane-Poole'dan
çevri) İ st. 1927.

Hammer-Purgstall Joseph von., Über die rechtsmaessige Thronfol


ge nach den Begriffen des moslemischen Staatsrechtes besonders
in Bezug auf das Osm. Reich. München 1840.

Houtsma, İ s. Ansk., IV. C., Ebi Behre md.,


Huart Clement, Histoire des Arabes, 2 C., Paris 1912s-1913. (Bu ki-
tapta geni ş bibliyografik bilgi vard ır.)

İbni Abd Rabbihi, el- İkd ül-Ferid, M ısır 1305.


İbni Hacer el-Askalâni, el- İ sabe fi Temyiz is-Sahabe, Kahire 1323-
1325.

İbni Haldfm, Mukaddime, Z. K. Ugan çevrisi, İst. 1954.


İbni Haldün, el-İber, 7 C., M ısır 1284.
182

İbni Kuteybe, Kitâb ül-Ma'arif, Kahire 1300.


İbni Sa'd, Kitâb üt-Tabakat il-Kebir, Leyden 1904.
İbni Tagriberdi, el-Nücûm üz-Zâhire fi mülûk-i M ısr il-Kahire, 10
C. Kahire. 1929-1949.
İbni Tiktaka, el-Fakhri (Emile Omar çevrisi) Paris 1910.
İbn ül-Esir, fi t-Tarih, 12 C., M ısır 1325-1357.
Kahhâla Ömer Rıza, 'Alâm ül-Nisâ, Şam 1959.

Kremer A. v., Studien zur vergleichenden Culturgschichte des Or-


ientes, 2 C., S. 121.

Lammens H., Etudes sur le Siecle des Omayyades, Beyrouth 193G.


Lane-Poole Stanley, Addition of the oriental collection, 1876-1888,
Part I. addition to vols. I. - IV., London 1889.
Lane-Poole Stanley, The international Numismatia orientalia, coins
of the Urtuki Turkumans London 1875.

Lorey Eustache de, Les mosaiques de la mosqu& des Omayyades


sz Damas, Paris 1931.

Makrizi, En-Nizâ ve't-tahâsüm fi ma beyne beni Ümeyye ve Beni


Ilâsim, Leyden 1888.
Makrizi, H ıtat, 2. C., Kahire 1324-1326.
MassĞ Henri, L' İ slam, Orleans 1930.
~erdi el-, Kitâb ül-Ahkâm is-Sultaniyye (Ostrorog çevrisi) 2 C.,
Paris 190-1906.
Mazahery Aly, La vie quotidienne des Musulmans au Moyen-âge, Pa-
ris 1951.
Mehmet Zihni, Mesâhir ün- Nisâ, İst. 1294.
Mes'üdi, et-Tenbih, 8 C., Leiden 1894.

Mes'fıdi, Murüc üz-Zeheb, (Barbier de Maynard et Pavet de Cour-


tefik bask ısı ), 9. C., Paris 1861-1876.

Mez A., Die Renaissance des İslams (Türk. çevrisi) Ülkü mec. C.
VIII. NU . 43 ve öt.

Muir W., The Caliphate, its rise, decline and fall 3. Bas., London
1899 (Bu lkitapta geni ş bibliyografya vard ır).
183

Otto-Doru K., Kunst des İslams, Baden-Baden 1964.


Poliak, Sami doğunun arapla şması (çev. Bahriye üçok, İl. Fak. Der.
Sayı III-IV.) Ankara 1954.
Sağlam O. Ferit, E şsiz bir madalya (Türk Tarih Arkeologya ve Et-
nografya Dergisi) Say ı II. 1934. S. 250-253.
Sait Paşa (Diyarbekirli), Mir'at ül- İber.
Schmidt, Karl der Grosse und Harun ar-Raschid, Der İslam III.,
S. 404-411.
Seligsohn M., Abdullah İbni Zübeyr md. İs. Ansk. I. C.
Süyüti, Tarih ül-Hulefâ, Kahire 1305.
Taberi, Tarih ül-Ümem ve 1-Mülük (Z, K. Ugan çevrisi) 4. C., An-
kara 1955-1958.
Taberis, Tarih ü1-Ümern ve 1-Mülük (Belâmi farsça çevrisinden
,i.,otenberg'in fr. çevrisi) 2. bas., 4 C., Paris 1958.
Togan Z. V., Tarihte Usül, İst. 1950.
Üçok Bahriye, İslam devletlerinde kad ın hükümdarlar, Ankara
1965.
tiçok Bahriye, İslam devletlerinde bazı nâibeler (Belleten XXXI.,
Sayı 122).
Üçok Bahriye, İ slâmdan dönenler ve yalanc ı peygamberler, Anka-
ra 1967.
Üçok Co şkun, Türk Hukuk Tarihi dersleri, 4. Bas., Ankara 1966.
Walker J., İs. Ans, VI. C. Kubbet ül-Sahra md.
Welhausen, Arap devleti ve sükutu (F. I şılıtan çevrisi) Ankara 1963.
Wilstenfeld-Mahler, Vergleichungs ı tabellen der moha ınmedanischen
und christlichen Zeitrechnung, Leipzig 1926.
Yâkut Hamav1, Mu'cem ül-Buldân, 10 C., M ısır 1322-1325.
Yaltkaya Şerefettin, Kaderiye yahut Mu'tezile, Darülfünun ilâhi-
yat Mecmuas ı . Sayı 15.
Yazıcı Tahsin, İ sl. Ansk. X C., Semai md.
Yetkin S. K., İ slam Sanat ı Tarihi, 1. bas ı, Ankara 1954.
Zambaur E. de, Manuel de Generalagie et de Chronologie pour
l'histoire de l' İslâm, Berlin 1955.
Zeydân Cörci, Medeniyet-i islâmiye Tarihi (Zeki Megâmiz çevrisi)
5 C., İ st. 1328-1330.
Zeyrıüddin Ahmed bin Ahmed, Tecrid-i sarih tercümesi, 2 bas ı,
3 C. Ankara 1957-1966.
İ NDEKS

- A -- Abdurrahman, : 12, 32, 45, 49.


Abdurrahman bin Hasan, : 136.
Abbas, : 72, 74. Abdurrahman bin Muaviye bin Hi şam
Abbas bin Velid, : 75. bin Abdülmelik, : 80.
Abbasi, Abbasiler, : 34, 52, 60, 69, 70, 72, Abdurrahman ibni Avf, : 1.
73, 74, 76, 78, 80-1, 83, 84, 89-91, 97- Abdurraahman ibni Ebi Bekir, : 34.
99, 102, 105, 106, 108-115, 117-122, Abdurrahman ibni Hâris, 8.
124, 127, 128, 130-132, 134, 137, n. Abdurrahman ul - Gâfiki, : 59, 60, 68.
209 ,138, 141, 142, 149, 151, 153, 154, Abdülaziz bin Abdülmelik, : 136.
155, 158, 160, 165 168, 171, 175. Abdülaziz bin Mervan, : 41, 48.
Abbasoğulları (Bk.: Ayrıca Abbasi) : 1, Abdülaziz bin Musa, : 56, 57, 59, 61,
80, 81, 85, 91, 103, 119, 152, 153, Abdülaziz bin Zürrâre, : 30.
160, 161, 172. Abdülhamid II.: 156.
Abd Manâf, : 147. Abdülkays, : 17.
Abde, : 79. Abdülmelik bin Mervan, 32, 41-49, 54,
Abdullah, : 79, 154, 175 n. 284. 63, 64, 69, 78, 90, 119, 126, 129, 136,
Abdullah bin Abbas, : 8, 13, 125. 150, 157, 159, 160, 175 n 284.
Abdullah bin Ali, : 77-79, 81, 82, 84. Hz. Adem, : 88
Abdullah bin Emin, : 154. Eetius, : 60.
Abdullah bin Hüseyin, : 36. Afganistan, : 114.
Abdullah bin Mu'tez, : 154, 167. Afrika, Afrikal ılar, : 3-6, 11, 31, 42, 45,
Abdullah bin Sa'd bin Ebi Serh, : 12. 46, 54-56, 60, 65, 68, 80, 85, 91, 98,
Abdullah bin Selâm, : 17. 105, 108, 112, 120, 121, 127, 145,
Abdullah İbni Câfer, : 150. 152, 158, 166, 175.
Abdullah ibni Ebi Bekre, : 149. Afşin, : 68, 99, 102,
Abdullah ibni Ebi Serh, : 5, 10, 13, 14. Aglebi Devleti, : 98, 112.
Abdullah ibni Hanzala, : 38. Aglebiler, 127.
Abdullah ibni Kays, : 5, 31, Ahbar üz-Zaman, : 171.
Abdullah ibni Mesud, : 11, n 13. Ahd, : 124.
Abdullah ibni Ömer, : 22, 34, 75, 149. el-Ahkâm üs-Sultaniye, : 123.
Abdullah ibni Sa'd, : 3, 4. Ahmed, : 109.
Abdullah ibni Sebe (Bk. : İbn ül-Sev- Ahmed bin Ali, : 112.
da), : 10, 12, 17, 17, n 23. Ahmed bin Muhammed el - Sarahsi, :
Abdullah ibni Vehb bin Râsibi, : 23, 146 n 230.
24. Ahmed bin Nasr bin Mâlik, : 103.
Abdullah ibni Zübeyr, : 4, 8, 16, 18, 35, Ahmed bin Tulun, : 106, 111.
38, 39, 40, 41-44, 47 n 74, 126, 158, Ahmed bin Yahya el-Belâzuri (Bk. :
159. el-Belâzuri), : 167.
186

Ahmed el-Fergani, : 162. Âmul, : 168.


Ahmed ibni Hanbel, : 100, 101, 103, 169 Anadolu, : 7, 53, 92, 106,
Ahmed Muizilddevle, : 113. Anbâr, : 24, 81, 82.
el - Ahraz, 48 n 78. Anbese, : 59.
el-Ahsa, : 45, 110 . Anglosaksonlar, : 59.
el-Ahtal, : 48, 69. Ankara, : 102, 168.
Akad, : 44. Antakya, : 117.
Akdeniz, : 5, 54, 112, 115. Antalya, 111.
Akkal bin Şebbe, : 87. Arabistan, : 18, 29, 65, 69, 72, 110, 133.
Akkorlar, : 147. A'raf, : 157.
Akşit Devleti, : 111. Aramlı , : 42.
Akşitler, : 112. Arap, Araplar, : 1, 8, 12, 16, 25, 30, 31,
Alamut, : 116. 33, 42, 45, 47, 47 n 75, 48-53, 56-
Aleksios Komnenos : I. 116. 59, 61, 62, 66, 68, 70, 74, 75, 80 85-
Alevi, Aleviler,: 96, 98, 105, 105 n 168, 87, 89, 90, 93, 109, 114, 115, 119-
109, 172. 121, 125, 129, 134-136, 137 n 209,
Alfons,: 60. 142, 144-146, 149, 149 n 243, 154-
Hz. Ali, : 1, 5 n 4,7, 10, 12-18, 18 n 4, 156, 161, 167-171, 175.
19-20, 20 n 28, 21-22, 22 n 32, 23-27, Arap Şovenizmi, : 51.
29, 30, 32, 33, 42, 64, 73, 76, 77, Arapça, : 8, 8 n 11, 46, 47, 52, 100, 110,
78, 80, 82-85, 97, 104, 107, 110, 120, 129, 152, 161, 164, 174.
125, 131, 168. Arapl ık, : 51.
Ali Evsat, : 37 n 57. Aristo, : 100, 162.
Ali bin Abbas, : 39. el-Ari ş , : 14.
Ali bin Hüseyin, : 36, 37, 39. Arslan Besasiri, : 115.
Ali bin İ sa, : 92, 132. Ashab, : 7, 135
Ali bin İ sa bin Mahan, : 95. Asim bin Ömer, : 65.
Ali bin Muhammed, : 108, 110, 112. Asim Hilali, :68.
Ali Ekber, : 37 n. 57. Âsi Irmağı ,: 112.
Ali el-Riza (Bk. : İ mam III. Ali), : 97, Astronomi, : 161.
98. Asturya, : 60.
Ali Evsat, : n 57. Asur, : 2, 133.
Ali İ madüddevle, : 113. Asya, : 53, 90, 91, 114 120, 121, 162.
,

Aliyye binti Mehdi, : 153, 153 n 257. Ata, : 165 n. 280.


el-Allaf, : 149. Âtike, : 66, 150.
Alman,: 156. Atlas Da ğları, : 31, 46.
Almanca, : 165, 174. Atlas Okyanusu,: 31, 45, 54.
Almanya,: 60, 170. Attila, : 60.
Alptekin, : 109. Autun, : 59.
Ammar bin Yâsir, : 11, 17, 21. Avasım, : 92.
Ammuriye (Bk. : Amoria), : 53. Avicenne (Bk : İbni Sina), : 162.
Amoria, : 53. Avrupa, : 58, 60, 93, 110, 139, 160-162,
Amorium, 102. 166, 176.
Amr bin Leys, : 108. Avusturyahlar, : 59.
Amr bin Said bin As, : 35, 38, 41. Aya Maria, : 160.
Amr bin Said el - E ş dak, : 43. Avasofya, : 161, 172.
Amr bin Zübeyr,: 35. Âvinedar,: 140.
Amr ibn ül - As, : 3, 5, 10, 19-25, 27, 28, Ayni, : 141.
31, 34, 127, 158,
ısi
Hz. Ayşe, : 13, 16, 16 n 22, 17, 18, 20, 24, Berlin, : 146 n 230, 156, 174.
26, 27, 140, 155. Bermek Ailesi, Bermeko ğullan, : 76, 85.
Ayşe binti Talha, : 135. 87, 90, 91.
Azerbeycan, : 3, 7, 29, 89, 146. Besâsiri (Bk.: Arslan Besasiri), 115 .
Azeriler, : 154. Bestam, : 66.
Azruh (Bk. : Dûmet ül - Cendel), : 22. Bey'a, : 124.
Azzâ, : 150. Beytullah, : 39.
Beytülmâl, : 63, 64, 89.
-B - Beytülmâl il-Hassa, : 131.
Beytülmâl il-mezalim, : 131.
Baalbek, : 137.
Beyzavi (Bk. : Kad ı Beyzavi), : 123.
Bab ül-Zeheb, : 83.
Bir el-Kâhine, 46.
Bâbek, : 99, 102, 115-116
el-Biruni, : 114, 175.
Babil, : 2.
Biskra, : 31.
Bach, : 155.
Bizans, Bizanshlar, : 3, 5-7, 28, 30, 31,
Bağdat, : 35-36, 43, 82, 83, 85, 87, 95-98,
34, 45-47, 54, 61-63, 65, 67, 68, 81,
100, 101, 102, 103, 105, 109, 111,
89, 91, 92, 94, 99, 100, 102, 106, 111,
113,-118, 121, 131, 134, 137, 138,
113, 116, 119, 120, 125, 126, 133,
140, 141„ 143, 151, 160-163, 167,
137, 138, 143, 145, 146, 155, 156,
168, 170-172.
160, 168.
el-Bağdadi, : 166.
Blochet, : 173.
Bahra, : 70.
Blficistan, : 53.
Bahreyn, : 95, 129.
Boduen, : 160.
Bahr-i Lût (Bk. : bit Denizi), : 156.
Boğa, : 104, 106.
Bak'i, : 15, 15 n 20, 26.
Bombay, : 25.
Balkuvara, : 158.
Bordeaux, : 59.
Bankipur, : 167.
British Museum, : 174.
Basra, Basral ılar, : 10, 11 n 13, 12-14, 16,
Brockelmann, : 162.
16 n 22, 17, 19, 24, 28, 29, 35, 41,
Budge, Vallis, 174.
43, 48, 48 n 78, 53, 53 n 91, 66,
Budizm, : 145.
79, 82, 84, 85, 95, 98, 101 108, 109,
Buhara, : 50, 53, 68, 106, 109, 117, 162.
125, 127, 149, 159, 161, 163.
Buhari, : 8 n 11, 100, 165.
Batlamiyus, : 163. Btik, : 145.
Baybars, : 174. Bulak, : 172.
Baykent, : 49. Busayr, : 77.
Bedevi, Bedeviler, : 33, 34, 51, 96, 108, Buyiler (Bk. : Büveyho ğullan), : 112.
110, 119, 155, 175, 176. Büveyhoğulları , : 109, 112-115, 127, 128,
Beethoven, : 155. 162.
Bekir bin Vâil, : 17. Büyük Emevi Camii, : 54.
Belami, : 170. Büyük Karl, : 93.
Belâzuri, : 53, 159, 166, 168, 173. Büyükboğa, : 99.
Belediyûn, : 58, 59.
Belh, : 90, 114, 117, 162.
- C -
Beni Haşim, : 82.
Beni Sa'd, : 16 n. 22. Caesar, : 95.
Beni f1meyye, : 64. Caesarea (bk. : Kayseri, Filistin), : 27.
Berberiler, : 31, 45, 46, 54, 57, 58, 69, 80. Cafer bin Hadi, : 89.
Berid, : 87. Cafer bin Yahya, : (Bermeko ğulların-
Berka, : 31, 45. dan), : 90, 91.
188

Cafer ül-Mansur (Bk. : Abdurrahman Dakiki, : 114.


bin Muaviye bin Hi şam bin Ab- Dandanakan, : 114.
dülmelik), : 80. Daniki, (Bk. : Mansur), : 86.
Cafer üt-Tayyar, : 36. Dar, : 13.
el - Caferi Saray ı , : 104. Dar Günü, : 41.
Cahiliye Ça ğı , : 1, 28, 69, 144, 167, 171. Dar ül-Hicre, : 110
Câhiz, : 52, 161. Dar ül-Hilâfe, : 65.
Cami-i Ezher, : 112. Dar : 100.
Cavsak ül-Hakani, : 158. Dar üs-Selam (Bk. : Ba ğdat), : 83.
Cebir, : 161. Hz. Davud, : 160.
Cebrail, : 42. Davud bin Süleyman, : 63.
Cemaat Y ılı , : 26. Davudoğlu Ahmed, : 103.
Cemel Olayı , : 17, 18, 41. Davudoğ'ulları , : 148.
Cengiz Han, : 117, 142, 163. De Bouillon, Godefroy, : 117.
Cerir, 69. De Courteille, Pavet, : 171.
Cerir bin Abdullah, : 19. Dede Efendi, : 155.
Cerrâh bin Abdullah, : 65. De Goeje, : 168, 170, 171.
Cevdet Pa şa, : 6 n 7, 105 n 168. De Meynard, Barbier, : 171, 174.
Cevher, 112. De Slane, : 173, 174.
Ceyhun, : 3, 109, 174. De Vaux, Carra, : 171.
Cezayir, : 112. Deylem, : 91.
el-Cezire, : 96. Deyr ül-Cemâcim, :45.
Charante, : 59. Dicle, : 2, 72, 77, 82, 83, 94, 108, 111, 118,
Charles Martel, : 59, 60. 158, 161.
Charlemagne (Bk : Büyük Karl), : 93, Dinar, : 125.
147 n 234, Dini Mimari, : 158.
Cihad, : 125. Dirhem, : 125.
Cirid, : 142. Divan, Divanlar, : 128, 129.
Cizre, : 132, 133. Divan ül-Arz il-Cey ş , : 132.
Comte, Auguste, : 175. Divan ül-Berid, :
Cünâde ibni Ebi Ümeyye, : 6. Divan ül-Beytülmâl„ : 131.
Cünd-i $âpur, : 100. Divan ül-Birr, : 132.
Cüneyd, : 68. Divan ül-Cevali, : 132.
Cürcân, : 66, 75, 88. Divan ül-Cünd, : 131.
Divan ül:Dar il-Darb, : 132.
Divan ül-Haraç, : 130.
-Ç -
Divan ül-Harac ve'l Cibâyet, : 130.
Çanakkale, : 7, 62. Divan ül-Hâtem, : 129, 130.
Çin, : 142, 146, 169. Divan ül- İnşa, : 130.
Çögen, : 142. Divan ül-Mezâlim, : 131, 135.
Divan ül-Murasalat, : 130.
- D- Divan ül-Müstegallât, : 130.
Divan ül-Müsaderin, : 132.
Dabbe, : 22. Divan ün-Nafaka, : 132.
Dabık, : 61. Divan ür-Resâil, : 130 (Bk. : Divan-ül-
Dahhak bin Kays, : 40, 41. Murasalat).
Dâiler, : 116. Divan üs-S ır, : 130.
Dal ül-Kebir, : 116. Divan üt-Tevkii, : 132.
189

boğrul, Ömer R ıza, : 174. Ebu Müslim Horasani, : 74-76, 78-82, 84,
Doğu Roma Imparatorlu ğu (Bk. : Bi- 88, 99.
zans) : 31. Ebu Nasr el - Fârâbi (Bk. : Fârâbl), :
Doğu Türkistan, : 88 (Bk. : Türkistan). 162.
Dubeux, : 170. Ebu Nasr Muhammed bin Abdülceb-
Dûmet ül-Cendel, : 22, 27. bar el-Utbi (Bk. : el-Utbi), : 172.
Ebu Nasr ül-Sarrâc, : 154 n 262.
—E — Ebu Reyhan el-Birûni (Bk. :
ni), : 163.
Ebân ibn Taglib, : 149, Ebu Sa'id el-Hudri, : 16 n 21.
Ebi Vakkas (Bk. : Sa'd ibni Malik), : 1. Ebu Sa'id Hasan el-Cennâbi, : 110. :
Ebro (Bk. : Iber), : 57. Ebu Seleme Hafs bin Süleyman, : 128.
Ebu Abdullah Muhammed bin Ömer Ebu Seleme el-Hallâl, : 76, 80.
el-Vâkıdi (Bk. : Vâkıdi), : 166. Ebu Sufyan, : 19, 27, 28.
Ebu Ahmed, : 106. Ebu Şâme, : 173, 174.
Ebu Ali Muhammed Berami (Bk. : Ebu Şüfa' Büveyh, : 113.
Bel'ami), : 110. Ebu Turab (Bk. : Hz. Ali), : 33.
Hz. Ebubekir, : 7, 8, 14, 27, 44, 64, 122, Ebu Yusuf, : 93, 131, 166.
132, 167. Ebu Zer, : 10.
Ebubekir Bâkılâni, : 123 n. 187. Ebu Zeyd, : 162.
Ebu Bekir bin Hasan, : 36. Edeb ül-kâtib, : 170.
Ebu Bekre, : 28. Eflâtun, : 162.
Ebu Cafer Mansur (Bk. : Mansur). : 73, Ehl-i Beyt, : 36, 74, 76.
165. Ehl-i Kitaplar, : 133.
Ebu Cafer Muhammed bin Cerir et-Ta- Ehl-i Şura, : 40.
beri (Bk. : Taberi), : 168. Ehl üt-Tesviye, : 51.
Ebu Dülef Camii, : 161. Elhan, : 148.
Ebu Eyyub el-Ensari Hâlid, : 24, 30. Elteri ş Kagan, : 49
Ebu Hamza, : 72.' Emaret-i İ stikfa, : 126.
Ebu Hanife, : 84, 93, 131, 166. Emaret-i İ stilâ, : 126, 127.
Ebu Hayyan-i Tevhidi, : 52.
Emevi, Emeviler, : 1, 10-12, 18, 19, 27,
Ebu Hureyre, : 14, 129.
35, 38-41, 44, 45, 49-51, 60-62, 64,
Ebu İ sa bin Harun ür-Re şid, : 154.
65, 68, 69, 71, 76, 78-80, 83-85, 96,
Ebu İ sa bin Mütevekkil, : 154.
100, 107, 112, 119-122, 124, 126-127,
Ebu İshak Şirazi, : 169.
129, 130, 132, 134, 135, 141, 142, 149,
Ebu Kubeys, : 44.
151, 152, 155, 156, 158, 160, 164, 166,
Ebu'l-Abbas Abdullah, : (Bk. : Seffah),:
168, 171, 175.
73, 76-81, 90.
Ebu'l Alâ' el - Ma'arri, : 138. Emin, : 94-96, 154.
Ebu'l Ferec, : 6 n 8, 65, 71, 171, 172. Emir ül-Harâç, : 95.
Ebu'l Ferec İ sfehani, : 113, 166. Emir ül-Harb, : 95.
Ebu'l Hasan Ali bin el - Hüseyin bin Emir ül-Müminin, : 17, 64, 70, 80, 103,
Ali, : 171. 119, 121.
Ebu'l Kas ım (Bk. : Muti), : 113. Encyclopedia Britannica, : 9
Ebu Leyla, : 40. Endülüs, : 55,57, 58, 62, 79, 80, 121, 152,
Ebu Ma'şer, : 162. 171.
Ebu Muhammed Abdullah, : 170. Enes bin Mâlik, : 7, 8.
Ebu Musal-Eş 'ari, : 11 n 13, 12, 17, 19, Ensâb ül-E şraf, : 168.
22, 23, 148. Ensâr, : 13, 19, 38.
190
Erbil, : 174. Fitne, : 1, 9, 15.
Erdebil, : 99. Floransa, : 32.
Ereğli (Bk : Heraklea) : 53 Flüt, : 146.
Erkân-i Devlet, : 102. Fransa, : 57, 59.
Ermenistan, : 3. Frank, : 59.
Ermeniye, : 168. Frans ızca,: 170, 171, 173, 174.
Esedi Kasri, : 68. Futuh ül-Buldân, : 166, 168.
Esedli, : 8. Futuh üş-Şam, : 166, 167.
El-Esferâini, : 166. Fustat, : 106, 138, 158, 159, 171.
Esma, : 26, 44.
Esmâi, : 93. —G—
Eş 'arilik, : 101.
Eş 'as bin Kays, : 22, 26. Gâfiki, : 15.
Eşnas, : 102. Gâfir, : 157.
E şref Şaban, : 141 Galebe, : 124.
Eşres, : 50, 68. Galiçya, : 60.
Eşter, : 21 Galien, : 100.
Ester el-Nehai, : 12. Garid, : 70.
Eyyub bin Habib, : 59. Garonne, : 59.
Eyyub bin Süleyman, : 63. Gassani, : 19.
Eyyubi, Eyyubiler, : 112, 127, 128. Gazale, : 123 n 190.
Ezraki, : 44. Gazne, Gazneliler, : 109, 114, 127, 163.
Gazneli Mahmud, : 163, 172.
— F— Gazzâli, : 123,
Gına, : 144, 144 n 222, 147, 149, 150, 152,
Fahrünissa, (Bk. : Şuhde), : 137. 154.
Fârâbl, : 113, 144 n. 222, 146, 147, n. Girid, : 6, 98.
233, 154, 162. Giri ş siz Hutbe, : 28.
Farazdak, : 69. Gitar, : 146 .
Fars, Farslar, : 2, 29, 75, 85, 108, 171, Gregorius, : 4.
Farsça, : 29, 46, 47, 98, 128, 129, 152, Gregoruis İbn Ebu'l Ferec (Bk. :
161, 162, 167, 170. Ebu'1 Ferec), : 174.
Fâtima, binti Abdülmelik, : 63, 64. Grek, : 19, 30, 146.
Fâtima binti Ebu Müslim, : 99. Got, : 55, 56, 58, 59, 156.
Fatımiler, : 112, 116, 121, 160. Göktürk, : 49, 156.
Fatımiye, : 99. Göttingen, : 170, 174.
Hz. Fatma, : 108, 112. Guadalquir (Bk. : Vâdi ül-Kebir), : 56.
Dr. Faust, : 163. Gurak Han, : 78.
Fazl bin Rebi, : 94, 95. Guyard, : 170.
Fazl bin Sehl, : 94, 95-97.
Fazl bin Yahya, : 90.
—H—
Fedek, : 64, 105,
Fenike, : 7, 27. Habâbe, 67, 150.
Fergana, : 53, 68, 75, 109. Habeş, Habeş li, : 39 n 62, 142, 156.
Feth bin Hakan, : 104. Haccâc bin Yusuf, : 44, 45, 47, 47 n
Fırat, : 20, 73, 76, 82, 161. 75, 48, 48 n 78, 49, 53, 53 n 89,
Fındık Atma, : 142, 143. 54, 61, 66, 67, 69, 87, 123 n 190,
Filistin, : 27, 69. 71, 72, 77. 126.
Firdevs1, : 114,164. Hâcer-i Esved, : 41, 110, 137.
191

Haçlılar, Haçl ı Seferleri, : 116, 117, 139, Hassân, : 147.


147, n 234, 160, 173, 174. Hassân bin Numan, : 45, 46, 54.
Hâdi, : 90, 154. Hassân bin Sabit, : 16 n 21, 136.
Hafsa, : 7, 8. Haşim bin Hâkim, : 88.
Hakem, : 64, 152. Haşim bin Utbe, : 21.
el-Hakim, : 160. Haşimi, Haşimiler, : 19, 74, 75, 77, 78,
Haleb, : 89, 112, 173, 174. 83.
Hâlid, : 41. Haşimiye, : 80.
Hâlid bin Bermek, : 75, 85, 90. Haşimoğulları, :75.
Hâlid bin Velid, : 12, 126, 129. Haşişiler, : 119.
Hâlid-i Kasri, : 68, 136. Haşr, : 157.
Hâlidiye, : 47 n 75. Hatib Bağdadi, : 166.
Halifelik, : 122. Haymana, : 102.
Halifet ül-Müslimin, : 97, 104. Hazaynâme, : 86.
Halifet üs-Sâlih, : 63. el-Haysam, : 149.
Hallâl, (Bk. : Ebu Seleme Hafs bin Sü- Hayzuran, : 90.
leyman), : 128. Hazar Denizi, : 88, 95.
Hamdân Karmat, : 110. Hazar Türkleri, : 92.
Hammâd, : 152. Hazir, : 43.
Hamza, : 36. Hellenistik, : 157.
Hanbeli, 117, 118, 169. Hemedan, : 95, 99, 117, 162.
Hanefi, 93, 117, 118, 121. Heraklea, : 53, 92.
Hansâ, : 135. Heraklius, : 6 n 7.
Hanzala, : 38. Herat, : 117.
Harac, : 132, 133, 134 . Heredot, 169.
Harâc-i Mukaseme, : 133. Herseme, : 91, 92, 94, 97.
Harâc-i Muvazzafa, : 133. Hicaz, : 25, 40, 41, 43, 45, 53, 54, 72, 74,
Harem, : 39. 75, 81, 87, 111, 146, 149, 150, 151.
Harezm, : 49, 114, 117, 163. Himyerli, : 61.
Harezm şahlar, : 117. Himyeriler, : 74, 91.
Harice bin Ebi Habib, : 25. Hind, Hindliler, : 27, 52, 53 n 89, 87,
Harici, Hariciler, : 23-25, 29, 30, 39, 41, 101, 142, 156, 161.
44,-46, 48, 65-68, 72, 74, 76, 80, 98, Hind Denizi, : 95.
105-107, 123. Hindistan, : 53 n 89, 86, 109, 161, 163,
Hâris ibni Hişam, : 8. 167, 168, 171.
Harran, : 75, 77, 81, 161. Hindikuş Dağları, : 91.
Harre, : 38. Hindûlar, : 133.
Harun ür-Re şid, : 32, 89-95, 135, 140, 142, Hirbet ül-Mefcir, : 158.
149, 153, 153 n 257, 154. Hire, : 81, 159.
Harura, : 23, 43. Historiens Orientaux des Croisades, :
Harûriler, :23 n 34. 173.
Hz. Hasan, : 17, 25, 26, 28, 32, 64, 83, Hişam bin Abdülmelik, : 53 n 89, 68,
105. 69, 70, 73, 78, 79, 152, 155, 157.
Hasan bin Hüseyin, : 37 n. 57 . Hive, : 117.
Hasan bin İbrahim, : 87. Homs, (Bk. : Humus), : 40.
Hasan ibn Kahtaba, : 76, 80, 89. Horasan, : 2, 3, 29, 34, 49, 50, 65, 66, 68,
Hasan bin Sehl, : 96, 97. 71, 72, 74, 75, 82, 83, 88, 91, 92, 94,
Hasan Rüknüddevle, : 113. 96, 98, 99, 107, 108, 109, 117, 127,
Hasan Sabbah, : 116. 151, 160.
t92
Houtsma, : 170. İ bni Kuteybe, : 52, 166, 170.
Huart, Clement,: 38. İ bni Mes'ud, : 8 n 11, 9, 11, 171.
Hubeyriye, : 47 n 75. İ bni Miskeveyh, : 172.
Huda', : 144, 149. İbni Muhriz,: 152.
Humareveyh, : 111. İ bni Musa el-Harezmi, : 162.
Humus, Humuslu, : 11 n 13, 12, 40, 71, İbni Mülcem, : 25.
72, 77. İ bni Ömer, : 30.
Hurremi Hareketi, : 99, 102. İ bni Ömer Kıraat ı, : 149.
Husayn bin Nümeyr, : 39, 40. İ bni Sa'd, : 166.
Husravâni Farisi, : 149. İ bni Sina, : 146, 146 n 230, 147 n 233,
Husrev Anuşirvan I, : 100. 162.
Hutbe, : 125. İ bni Sureyc, : 70, 152.
Huzeyfe bin el - Yemân, : 7. İbni Şekle ( İbrahim bin Mu'tas ım),:
Huzeyl, : 8. 152.
Huzistan, : 108. İbni Şihab, : 19 .
Hücr bin A'di bin Hâtem, : 33. İ bni Tabâtaba, : 96 .
Hülefâ-i Râ şidin, : 165. İbni Tiktaka, : 86.
Hülegü, : 118, 119, 172, 173. İbni Zübeyr, : 30.
Hürmüzan, : 20 n 28. İbn ül-Adim, : 173.
Hz. Hüseyin, : 17, 35, 36, n 56, 37, n 58, İbn ül-Esir, : 6, 166, 172.
38, 41, 42, 76, 89, 103, 105, 135. İbn ül-Kelbi, : 167, 173.
Hüseyniye, : 170. İ bn ül-Mukaffa, : 86.
İn ül-Sevda, : 10.
- - Hz. İbrahim,: 41, 160.
İbrahim, : 71, 72, 76, 84, 85, 87.
Irak, İ raklılar, : 7, 11-13, 17, 20, 22, 22 İbrahim bin Agleb, : 91, 98.
n 32, 24-26, 28, 29, 35, 40-42, 44, İ brahim bin Ester, : 42.
47, 53, n 89, 54, 61 66, 68, 69, 71, İ brahim bin Mehdi, : 97, 98 n 156, 152,
72, 74, 77, 80, 88, 96, 97, 107, 108, 153.
110, 111, 113, 116, 123 n 190, 126,
İbrahim bin Mavsuli, : 94.
127, 134, 146, 150, 151 n 252, 159,
İbrahim bin Muhammed, : 73.
166, 168.
İ brahim bin Muhammed bin Ali, : 75.
Itri, : 155.
İbrahim bin Yahya,: 79.
Ibrahim (Bk. : Musullu İbrahim), :
— I -- 100, 152.
İber, : 57. İ branca, İbranice, : 133, 164, 174.
İbni Abbas, : 8 n 11, 23, 30. idrisi, 163, 164.
İbni Asâkir, : 166, 174. İ drisiye Devleti, : 112.
İbni Ayşe, : 70, 152. İ fk Olayı , : 16.
İbn A'yûn, : 149. İ frikiye,: 91.
İbni Ebi Serh, : 11. ihşid Devleti (Bk.: Ak şit Devleti), :
İbni Ebi Serh (Bk. : Albdullah ibni 111.
Sa'd). Ihtiyar, : 124.
İbni Haldun, : 123 n 187, 148, 153, 175, İ htiyariye, : 124.
175 n 285, 176. İhvan üs-Safa,: 161.
İ bni Hallikân,: 172, 174. İ hyau Ulfım, : 123.
İbni Hudeyc, : 31. Ikon, : 67.
İbni İ shak, : 165. İ lek Hanlar, : 109.
193

İmadüddevle, (ak. : Ali), : - J -

İmam (Bk. : İbrahim bin Muhammed


bin Ali), : 75. Justinianus II,: 47.
Jülien, : 55 .
İ mam III. Ali, : 97.
İmam-ı Azam (Bk. : Ebu Hanife), :
166. — K-
İmamiye, : 73. Kaadi, : 151 n 252.
İmam Malik, : 148. Kâbe, : 12, 18, 35, 39, 39 n 62, 41, 44, 95,
İmam ül-Müslimin, 119. 110, n 252, 160.
: 172, 174. Kâbil, : 3 .
İngilizler, : 142. Kadıköy, : 7, 30.
İnşad, : 145. Kadi Beyzavi, : 123.
Iran, İranlılar, : 2, 3, 10, 18, 25, 28, 29, el-Kadi ül-Fâchl, : 128.
34, 42, 44, 45, 47, 50,-52, 58, 69, 72, Kadi'l-Kudat, 93, 131.
74, 85, 86, 88, 92, 94-96, 98, 105-108, Kâdir, : 114, 134.
110, 113,-116, 118-120, 125-129, 133, Kâdir Bi'llah, : 114.
137,139, 142, 143, 145, 146, 155, Kadis,: 55.
156, 160, 161,164, 167, 168. Kâhine, : 45, 46.
İrene, : 89, 92. Kâhir, 112.
Hz. Isa, 10 ,116, 156. el -Kahire, : 112, 115, 138, 141, 168, 170,
Isa, : 84, 85. 173.
İsa bin Musa,: 81, 87. Kahriye, : 124.
İsa bin Mus'ab, : 135. Kahtaba bin Sebib, : 75.
Kâim, : 114, 115.
İsa bin Yunus, : 93. Kaiser Friedrich Müzesi, : 156.
Isfehan, : 2, 114, 140, 152, 162, 171. Kâfur, : 112.
İsfehani, (Bk. : Ebu'l Ferec), : 171. Ka'ka'a,: 17, 17 n 23.
Isfehanl ı,: 143. el-Kamil, : 172.
İshak, : 100. Kanun,: 146, 162.
İshak bin İbrahim, : 152. Kapadokya, : 30, 99.
Iskenderiye, : 3, 62, 69. Kapagan Han, : 49.
Ismail bin Ahmed, : 109. Karluklar, : 49.
Ismaill Hareketi, : 115. Karmatiler, : 10, 111, 115
ismaililer, : 116, 161. Karmati Ayaklanması , : 109.
İsmailiye, : 112. Kasım bin Hasan, : 36.
İ srail Oğulları, : 140. Kasım (Bk.: Mu'temin), : 95.
Israilliler,: 169 . el-Kas ım bin Tufeyl, : 70.
Isrâ olayı , : 160. Kasr ül-A şk,: 158.
Kars ül-Hayr, : 158.
İ stanbul, : 7, 30, 53, 62, 89.
Kasr ül-Hayr il-GarbI, : 157.
İspanya,: 54-62, 67, 68, 80, 85, 112, 121, Kastilya, : 56.
140, 156. Kâşgâr, : 53, 164.
Işbiliye, : 56, 57, 59, 61, 80. el-Katayi, : 106.
İşru-u, : 133. Kâtib,: 128.
İtah,: 103. Katolik, : 125.
Iznik,: 102. Kaynât,: 145.
Izzilddin İbni Esir (Bk. : İbn ül-Esir),: Kays,: 25, 69, 71.
173. Kays bin Sa'd, : 19, 20, 21, 24.
194

Kayravan, : 3 , 45, 59, 69, 158. Konya Ereğlisi (Bk. : Heraklea), : 92.
Kayseri, 27, 30. Kölemenler, : 109.
Kaysıyye, : 40. von Kreıner, : 145.
Kazvin, : 95. Ksilifon, : 146.
Kelb, : 31, 69, 71. Kubâti, : 140, 141.
Kelile ve Dimne, : 86. Kubbet ül-Hadra (Bk. : Bab ül-Ze-
Keltler, : 59. heb), : 83, 136 .
Kemalüddin ibn ül-Adim (Bk. : İbn Kubbet üs-Sahra, : 159, 160.
ül-Adim), : 173. Kudatgu Bilik, : 164.
Kerbelâ, : 35, 36, 38, 39, 43, 103, 105, 113, Kudüs, : 56, 117, 159, 160, 172.
135. Küfe, Küfeliler, : 3, 7, 11, 11 n 13, 12
Ketbuga, : 141. 16-18, 21-28, 29, 30, 33, 35, 37,
el-Kindi, : 146, 146 n 230, 161, 162. 39, 41, 42, 45, 47; 48, n 78, 66, 73,
Kıbrıs, : 5, 6, 30, 69, 117. 76, 77, 78, 80-82, 84, 85, 95, 96, 98,
Kıpti, Kıptiler, : 47, 141. 110, 149, 159.
Kıptice, : 47. (uhistan, : 116.
Kırgızistan,: 114. Kunut, : 9.
Kırım, : 47. Kur'an : 6-8, 8 n 11, 9, 11, 11 n 13, 14,
Kırmızılılar (Bk. : Muhammere), : 88. 21, 22, 70, 100, 101, 103, 110,
Kışlak, (Bk. Mşatta), : 156. 122, 145, 148, 149, 149, n 243, 151
Kilikya, : 100. n 252, 154, 154, n 262, 157, 164,
Kinâne bin Bi şr, : 12, 15. 165 n 280, 170.
Kinnesrin, : 40. Kura ş (Bk. : Küros), : 2.
Kireç, : 53 n 89. Kurey ş , Kureyşli, : 8, 9, 11, 12, 27, 40,
Kirmân, : 2, 108, 171. 52, 70, 123, 123 n 187, 136, 152.
Kirmani, : 74, 75. Kurtuba, : 56, 58, 59, 60, 138, 140.
Kisra, Kisralar, : 2, 121, 129. Kurra, : 11.
Kitab ül-Agani, 113, 151, 152, 166, 172. Kurus (Bk. : Küros), : 2.
Kitab ül-Ahkâm is-Sultaniye, : 166. Kusayr Amra, : 156.
Kitab ül-Ensâb, : 173. Kuseyle bin Kâmran, : 31.
Kitab ül-Evsat, : 171. Kuteybe bin Muslim, : 49, 50, 50 n 83,
Kitab ül-Harac, : 137, 166. 61.
Kitab ül-Kâmil fi't-Tarih, : 173. Kuteyre, : 15.
Kitab ül-Maarif, : 170. Kutluk Han (Bk. : Elteri ş Kagan), : 49.
Kitab ül-Memâlik ve'l Mesâlik, : 164. Kutsal Yerler, : 98, 116.
Kitab ül-Musikı, : 154. Küçük Asya, : 61, 92.
Kitab ür-Ravzateyn fi Ahbar il-Devle- Kül Tigin, : 49.
leteyn, : 173, 174. Kürdistan, : 89, 92.
Kitab ür-Ridde, : 167. Kürt, Kürtler, : 85.
Kitab ür-Rücâi, : 163. Küre, : 142.
Kitab üş-Şifa, : 162. Küros, : 2.
Kitab üt-Tabakat il-Kebir, : 166. Kütüb-i Sitte, : 165.
Kitab üt-Tenbih ve'il- İşraf, : 171.
Konstantin, : 6 n 7, 89. —L—
Konstantin III, : 6 n 7.
Konstantin V, : 83. Lahn, : 148.
Konstantin VI, : 92. Leo, : 61.
Konstans, : 6, 30 . Leo III, : 62, 67.
Koro, : 145. Leo IV, : 89.
195

Leontius, : 47. Manuel, : 3.


Lesbos (Bk : Midilli), : 92. Mara ş, : 89.
Leyden, : 170, 171, 173. Mâride binti Şebib, : 101.
Libya, : 4. Marmara, : 31.
Likya, : 6, 30. Maskin, : 43, 45.
Loire, : 59. Mason, : 110, 161.
Lombardiyalılar, : 59. Matematik, : 161.
Lugaritma, : 162 n 274. Maveraünnehr, : 49, 50, 69, 92, 109, 114.
Lût Denizi, : 156. el-Mâverdi, : 121, 123, 166.
Luzitaniya, : 56. Mavritanya, (Bk. : Magrib-i Aksa), : 31 .
Lyon, : 59. Mayorka, : 54.
Mazdeizm (Bk. Medısilik), : 88.
—M— Mazenderan, : 89, 116.
el-Mecmu fi'l-F ıkh, : 73.
Ma.adin ül-Cevher, : 171. Mecusi, : 10, 25, 133, 88.
Ma'aşer, : 133. Medâin, : 2, 24, 25, 48 n 78, 82, 95.
Mâbed, : 70, 150, 152. Medici, : 32.
Madagaskar, : 171. Medine, Medineliler, : 1, 8, 11-18, 26, 29,
Magrib-i Aksa, : 31. 35, 37-39, 39 n 61, 54, 69, 72, 82-85,
Magrib, Magribli, : 55, 57, 62, 71, 80, 112, 87, 97, 105, 111, 112, 122, 135, 150,
168, 171. 151 n 252, 159, 166.
Mahmud bin Sebüktekin, : 114. Medinet ül-Mansûr, (Bk. : Ba ğdat), :
Mahmud bin Melikşah, : 116. 83.
Mahmud, Gazneli (Bk : Gazneli Mah- Medinet üs-Selâm, (Bk. : Ba ğdat), : 83.
mud, : 114. Medrese-i Muzafferiye, : 174.
Mâide-i Süleymani, : 56, 57. Medya, : 29.
Makam, : 147. Megazi, : 164, 165.
Makrizi, : 79, 86, 87. Mehdi, : 42, 87, 88, 89, 152, 153.
Makyavelli, : 74. Mehdi bin Mansur, : 83.
Malatya, : 30, 174, 83. Mehdiye, : 112.
Mâlik, : 152. Mekâtil üt-Tâlibiyin, : 172.
Mâlik bin Enes, : 84, 85, 167. Meknûna, : 153 n 257.
Mâlik bin Heysem Huzâi, : 103. Mekke, Mekkeliler, : 3, 16, 27, 35, 38,
Mâlik el-E şter, : 32. 39, n 63, 40, 44, 54, 69, 85, 87, 89,
Maliki, : 85. 110, 111, 112, 136, 145, 150, 159,
Mâlullah, : 34. 167, 175, n 284.
Mâl ül-Müslimin, : 34. Mekrühe, : 47 n 75.
Malta, : 6. Melikşah, : 15, 116.
Mani, : 88. Melik ül-Ma ş rik ve'l-Magrib (Bk. : Tuğ-
Mani Dini, : 70. rul Bey), : 115.
Mânia, : 109. Melik ün-Nâşır, : 173.
Maniciler, : 88. Melodi, : 149.
Maniheistier, : 88. Memâlik, : 166.
Maniheizm, : 99. Metnin, : 141.
Mansûr, : 32, 52, 81-87, 131, 134, 139, 140, Me'mun, : 52, 92, 94-98, 98 n 156, 99-102,
149, 160, 161, 165. 106 ,128, 151, 161.
Mansûr bin Nuh, : 170. Mengü Han, : 118.
Mansûr bin Talha bin Tahir, : 146 n Merc Râhit, : 41.
230. Merida, : 56.
196

Merv, IVIervliler, : 2, 75, 92, 96, 114, 170. Hz. Muhammed, : 3, 7, 9, 10, 26, 64, 97,
Mervan, : 11, 13, 14, 14 n 16, 18, 35, 38, 125, 128, 133, 136, 140, 142, 145,
40, 41, 48, 64, 72, 75, 88. 147, 155, 158, 160, 164. 167.
Mervan I, : 72, 77, 78, 80, 87, 100. Muhammed, : 72, 107, 117.
Mervâniler, : 41, 33. Muhammed bin Ali, : 42, 73, 74.
Mervezi (Bk. : İbni Kuteybe), : 170. Muhammed bin Ebi Bekir, : 14, 15, 15
Mesalik, : 166. n 18, 16, 17, 18, 20, 24.
Mescid, : 159. Muhammed bin Hanife, : 35.
Mescid-i Aksa, : 160. Muhammed bin İbrahim, : 85, 85 n
Mescid-i Nebevi, : 4, 87, 89, 158. 138.
Mesleme bin Abdülmelik, : 53, 62, 66, Muhammed bin İ dris ül-Şafii, : 93,
67, 79. 100.
Mesud bin Mahmud, : 114. Muhammed bin Kas ım, : 53, 53 n 89,
Mesudi, : 14 n 16, 22 n 32, 33, 113, 166, 61.
170, 171, 173. Muhammed bin Mesleme, : 16 n 21.
Meşhed, : 98. Muhammed bin Müslüm Zühri, : 165.
Mevali, : 51, 66. Muhammed bin Toğuç, : 111, 112.
Mevlana Celâlüddin Rumi, : 154, 155. Muhammed bin Vasık, : 103.
Meysun, : 31. Muhammed bin Yahya, : 90.
Mezdek, : 88. Muhammed Cerir, : 166.
Mezopotamya, : 109, 161. Muhammed ibni Hi şam, : 165.
Mı s ı r, Mı sı rlı lar, : 4, 10, 10 n 12, 12-14, Muhammed İbni Sa'd et - Tı rmizi, : 149
16, 18, 19, 20, 24, 31, 40, 41, 44, Muhammedilik, : 9.
45, 47, 54, 58, 77, 78, 82, 91, 96, Muhammed el - Kindi, (Bk.: el - Kindi),
105 n 168, 106, 110, 111, 112, 116, 162.
121, 127, 138, 141, 155, 159, 168, Muhammed Mehdi, : 84, 85, 87.
170-175. Muhammed Muntas ı r, : 104.
Midilli, : 92. Muhammere, : 88.
Mikdad bin Esved, : 11 n 13. Muhtare, : 108, 109.
Milli Müze, : 157. Muhtar üs - Sakafi,: 39, 42, 43.
Minâ, : 11. Muhtasar Tarih ül - Düvel, : 174.
Minorka, : 54. Muizüddevle (Bk. : Ahmet), : 113.
Mizmar, : 148. Muizüddin, : 112.
Moğol, Moğollar, : 34, 117, 118, 137, n Mukaddime,: 175.
209, 154, 173, 176. Mukanna, (Bk. Ha şim bin Hakim), 88.
Montesquieu,: 175. Muktedi, : 116
Mşatta, : 156, 157. Muktedir, : 111, 113, 131, 135.
Muaviye, : 5, 10-12, 14 n 17, 15 n 20, 18- Multan, : 53, 171.
22, 22 n 32, 23-35, 42, 48, 53, 53 n Munise, : 153.
91, 78, 127, 129, 130, 136, 149, 159. Muntas ır, : 102, 104, 105, 105 n, 168, 153.
Muaviye II, : 40. Murad, : 22.
Muavvazateyn, : 9. Muruc üz - Zeheb, : 171.
Mu'cem ül-Buldân, : 167. Musa bin Boga, : 107.
Mudar, Mudarl ılar,: 17, 61, 66, 72, 74, Musa bin Emin, : 95.
75, 83, 91. Musa bin Mehdi,: 89.
Mugire bin Şube, : 1, 10, 16 n 21, 19, 22, Musa bin Nusayr, : 54 - 57 ,59, 61.
27, 30, 33, 34. Musa bin Yahya,: 90.
Muhacirin, : 13, 19. Musa el - Hâdi, : 89.
Muhalleb,: 43-45, 68. Musa Kazım, : 97.
197

Musıki, : 143. Nasr bin Ahmet, : 109.


Mustain, : 105, 106, 140, 167. Nasr bin Seyyar, : 68, 71, 74, 75.
Mustansır, : 115, 117. Nasırüddin Tüsi, : 119.
Musta's ım, : 117, 118, 119, 140. Nay, : 145, 148, 152.
Musul, : 2, 77, 79, 89, 106, 172, 173. Nebiz, : 79.
Musullu İbrahim, : 152. Necaşi, : 156,
Mu'tasım, : 52, 99, 102, 138, 139, 151, Necef, : 172.
158, 160. Nehrevan, : 24, 25, 98.
Mu'temid, : 107, 108, 111, 153, 158. Neron, : 137 n 209.
Mu'temin, : 94, 95. Neşid, : 145.
Mu'tez, : 104 - 108, 153, 154, 167. Nevbaht, : 87.
Mıftezid, : 111, 131. Nevbet ül - Hatuni, : 153.
Mutezile, : 101-103. Nicaea (Bk.: Iznik), : 102,
Mütezili, : 72, 103. Nihavend, : 2, 76.
Mutezililer, : 100. Nikeforos, : 92.
Muti, : 113, 171. Nil, : 19.
Muvaffak, : 107, 108, 111. Ninive, : 2.
Muvaffakiye, : 109. Nişabur, : 117, 141.
Mübeyyize, : 88. Nizam ül - Mülk, : 116, 166.
Müeyyed, : 106. Normanlar, : 115, 163.
Müktedi, : 105-107, 110, 131. Nöbetle şe Şarkı ,: 145.
Müktefi, : 111. Nöldeke, : 9, 170,
Müller, : 170, Nubya, : 5.
Mümine, : 110. Hz. Nuh, : 88.
Mürtedler, : 25. Nuh, : 106, 109.
Müs'ab, : 41. Numan bin Bi şr, : 35, 38.
Müs'ab ibni Zübeyr, : 43, 44, 47 n, 74, Nurüddin, : 174.
126, 135. Nuş irvan, : 168.
Müseylimet ül - Kezzab, : 167. Nüzhet ün- Nets, : 164.
Müslim, : 8 n 11, 36, 38, 165.
Müslim bin Akil, : 35 —O—
Müslim bin Ukbe, : 38, 39.
Oğuz Türkleri, : 114, 154.
Müslimiye, : 99.
Orta Asya, : 49, 92, 117, 139, 157.
Müstekfi, : 113.
Orta Doğu, : 134,
Müstezhir, : 116. Org, : 146.
Mütenebbi, : 113. Orleans, : 60.
Mütevekkil, : 102, 103, 135, 137, 137 n, Hz. Osman, : 1 -3, 5, 7, 9, 10 -15, 15 n
209, 158, 161, 176. 18, 15 n 20, 16, 16 ı-ı 22, 18 -20,
Mütteki, : 112, 113. 20 n 28, 21 -24, 27, 29, 31, 32, 41,
43, 159.
— N — Osman bin Affan (Bk. : Hz. Osman), :
41.
Nabati, : 109, 149. Osman bin Hanif, : 17.
Nâhire, : 141. Osman bin Huneyf, : 19.
Nâile, : 14, 15, 19. Osman bin Muhammed el - Sufyani, :
Nahl, : 166. 38.
Narbonne, : 57, 60. Osmanlı ,: 155, 156.
Nasr, : 96. Otokratik, : 120.,
198

— — Rafi' bin Leys, : 92.


Ravd ül - Uns, : 164.
Öklit, : 86.
Razi, : 111.
Hz. Ömer, : 2, 3, 5, 7, 8, 10, 20, 27, 29,
Rebi', : 87.
40, 51, 63 - 65, 129, 131, 136, 159.
Rebia, : 17.
Ömer II,: 67, 68, 71, 75, 79, 107, 151, Recueil des Historiens des Croisades,:
151 n 252.
174.
Ömer bin Hüseyin, : 37 n 57. Rey, : 2, 3, 76, 85, 92, 95, 114, 117.
Ömer bin Sa'd, : 37.
Ridde, : 167.
Ömer Camii (Bk.: Kubbet üs - Sahra), : Risâla fi iczâ' habariya al - Mus ıki, :
160. 146 n 230.
Ömer ibni Abdülaziz (Bk. : Ömer II), : Risâle, Risâleler, : 161 ,162.
51, 53, 54, 62, 63, 64, 65, 66, 128,
Risâlet, : 171.
151, 151 n 252. Riza Min 'AM Muhammed (Bk.: İmam
Ömer ibni Hattab (Bk. : Hz. Ömer), : III. Ali), : 97.
64, 129. Rodos, : 6.
Ömer ibni Ebi Rebia, : 136. Rodrik, : 55, 156.
Ömer ibni Sa'd ibni Ebi Vakkas, : 36.
Roger, : 115.
Öşür, : 132 -134. Roger, II, : 163.
Özbek Türkmenleri, : 154. Roma, Romalılar, : 54, 95, 133, 138,
161.
— P— Rönesans, : 162.
Palermo, : 163. Rum, Rumlar, : 4, 28, 45, 54, 62, 89, 100,
Palmir, : 70, 155, 157. 129, 138.
Paris, : 171. Rum Ate şi, : 62.
Parsizm (Bk. : Zerdü ştilik), : 145. Rumca, : 46, 47, 129.
Pehlevi, : 161. Rusâfe, : 83, 131.
Pencap, : 53, 61, 114. Rusâfet üş - Şam, : 155.
Persepolis, (Bk. : Stahr), : 2. Ruzbik, : 117.
Hz. Peygamber (Bkz. : Hz. Muham- Rüknüddevle (Bk. Hasan), : 113.
med), : 7, 8, 11, 16, 18, 18 n 24, 19, Rüknüddin, : 119.
26, 27, 32, 35 - 37, 41, 47, 48, 51,
53, 64, 72, 84, 87, 103, 104, 118-120, —S—
122, 123, 137, 140, 148, 149, 149 n
243, 150, 157, 158, 159, 164, 165 n Sabit bin Kays, : 12.
280, 167 -170. Sadaka (Bk. : Zekât), :132
Pireneler, : 57, 59, 60. Sa'd bin Humran, : 15 n 18
Pitagoras, : 161. Sa'd ibni Ebi Vakkas, : 3, 10, 16 n 21,
Platon, (Bk. : Eflatun), : 161, 162. 22, 148, 159.
Poitiers, : 59, 60, 68.
Sa'd ibni Malik, : 1
Polo, : 142.
Saffar, : 103
Portekiz, : 56.
Saffari, : 107, 108, 109.
Pirimus inter pares, : 33.
Safiüddin, : 146 n 230, 147 n 233
Prym, : 170.
Sâhib üz - Zenadika, : 88.
Ptoleme, : 146.
Sahih, : 100
Sahihan, : 165
— R
Sahih-i Buhari Muhtasar ı,: 142
Rafaello, : 160. Said, : 73.
199

Sa'id ibn ül - As, : 8, 11, 12. Sid-i Ukba, : 31.


Sa'id ibn el - As, 11, 12.
: Siistan, : 45, 107, 108.
Said el - Allâf, : 149 Sinan bin Enes Nehai, : 36.
Saksonlar, : 59. Sind, : 53, 61, 108.
Salâhüddin-i Eyyubi, : 128, 174. es-Siret ün-Nebeviyye, : 165.
Salih bin Ali, : 77, 83. Sitt ül-Fukeha, : 137.
Salih bin Vâsif, : 107 Sitt ül-Kuzat, : 137.
Salim Mevla Huzeyfe, : 148. Sivil Mimari, : 155.
Saman, Samanoğullart, : 109, 114; 128, Siyasetnâme, : 116, 166.
162, 170. Siyer, : 164, 165.
Samarra, : 99, 101, 102, 105, 107, 143, Soborius, : 30.
158, 160. Sofiler, : 154.
Samarra Camii, : 161. Sofiyun, : 93.
San'a, : 165 n 280. Sogd, : 146.
Sanpat oğlu Sehe, : 99. Sokrates, : 161.
Sanskrit Dili, : 152. Solo, : 145.
Saragossa, : 57, 60. Spor, : 142.
Sardinya, : 112. Sprenger, : 171.
Sa'sa'a, : 12. Stahr, : 2, 3. 28.
Sasani, : Sasaniler, : 3, 119, 120, 130, Stahri, : 166.
137, 138, 156, 157, 159, 161, 170. Sudaklar, : 49.
Satranç, : 142 Sudan bin Hamran, : 15.
Sayda, : 177. Sufiler, : 155.
Sebb, : 32, 64. Sufyan bin Sür!, : 93, 94.
Sebeiye, : 10. Sufyaniler, : 33, 41, 129.
Sebüktekin, : 114, Sultan (B. : Ahmed Muizüddevle), :
Seffah, (Bk. : Ebu'l - Abbas), : 76, 79. 113.
Seffah II,: 111. Suluhan, : 38.
Sekine, 135 Sumeyl, : 131.
Selçuklu, Selçuklular, 114 - 117, 121, 128, Sur, : 117 .
155, 166. Suriye, Suriyeliler, : 5, 14 n 17, 19, 20,
Sellâmet ül-Kas, 67 22, n 32, 24, 25, 27, 28, 31-33, 39, 43,
Selman ibni Rebia, 3 58, 69, 72, 75, 78, 80, 82, 87, 88, 91,
Semâ, 154 106, 110, 111, 112, 116, 127, 155,
Semâni, 168 159, 166, 168, 171, 173 .
Semerkant, 49, 50, 53, 68, 92, 109, 117, Surra man ra'a (Bk : Samarra), : 102.
Sencer, : 117. Susa, : 55.
Sen Piyer, : 161. Suziyana, : 100.
Sercûn bin Mansur, : 32. Hz. Süleyman, : 56.
Sergiopolis (Bk. : Rusâfet ü ş-Şam), : Süleyman bin Ali, : 79.
155. Süleyman bin Velid, : 64, 65.
Serhas, : 75. Süleyman bin Abdülmelik, : 57, 61, 62,
Sevilla (Bk. : İşbiliye), : 56. 63, 136, 150.
Seyhun, : 50. Sümeyye, : 28.
Seylan, : 171. Sünmet, : 51, 6.
Sıffin, : 18, 20, 23, 27. Sünni, : 32, 37, 63, 100, 110, 111, 112,
Sicilya, : 31, 112, 115, 163. 114, 117, 118, 148, 160.
Sicistan, : 127. Süryanca, : 161, 164, 174.
200

—$— Tampliye (Bk : Templier), 160.


Tanbur, 146, 152.
Şafii, : 93, 148, 169.
Tanburi Ubeyde,: 151.
Şafi üd Din, : 146.
Tang, : 169.
Şahrûh, : 2.
Tarhun, 49.
Şam, Şamlılar, : 7, 10, 11 n 13, 12, 18, Türı k bin Ziyâd, 55-57, 61.
19, 22, 27, 28, 32, 37, 38, 40. 41, 43, Tarih-i Bağdat, : 166.
44, 47, 50, 51, 54, 56, 57, 59, 60, 61, Tarih-i D ımışık, : 166.
69, 71, 77, 78, 80, 82, 111, 129, 137, Tarih ül-Haleb, : 173.
149, 150, 155, 156, 157, 160, 170, Tarih ül-Umem ve'l Mülük, : 169, 170.
172, 173, 174.
Tarih ül-Mülûk,: 173.
Şebbale, : 145. Tarih ül-Yemini, : 172.
Şebib, : 123 n 190, 101. Tarihçiler, : 164.
Şebibiye,: 123. Tartil, : 145, 148.
Şehname, : 114, 164. Tarsus, 92, 102.
el-Şehristâni, : 166. Tatar, : 118.
Şemgale, : 88. Tayy, : 17.
Şerif, : 55. Tecârib ül-Umem, : 172.
Şevket,: 124. Tegâbün, 157.
Şeyh ül-Cibâl, : 116. Teganni, 148.
Şia, (Bk. : Şii), : 10 n 12, 24. Ternim, 22.
el- Şifa, : 146 n 230. Templier, 160.
Şii, Şiiler, : 29, 37, 38, 41, 43, 73, 82, 98, Teodosius III, : 62.
112, 113, 115, 117, 121, 123. Teofilos, 100, 102.
Şuhde, : 137. Terennüm, : 144 n 222, 147.
Şuubiye,: 51, 52, 53, 73, 75, 164. Terken, : 116.
Tevâli ül-Enver, : 123.
—T— Tefviz (Bk. : Emâret-i İ stikfa), : 126.
Tevvâbin, : 41.
Tabakat, : 165, 166.
Tibetliler, : 50.
Tabakat üş-Şuâra,: 166.
Tilâva, Tilâvet, : 144 n 222, 148.
Taberi, : 7, 26, 165 n 280, 169, 170, 173. Timur, : 54, 162.
Taberistan, : 63, 107, 108, 109, 168. Tiyama, 100.
Tafdil ül-Arabi, : 52. Toharistan, 49, 50, 108.
Tagbir, : 144, 144 n 222, 148. Toledo (Bk : Tuleytula), : 56.
Taganni, : 145, 147. Tours, 59, 68.
Tahir,: 98. Toynbee, 175 n 284.
Tahir bin Hüseyin, : 94, 95. Trablus, : 4.
Tahiriler, : 98, 105, 109 ,127. Trablus şam, : 117.
Tahiroğulları,: 107, 168. Traz, 46, 47, 125, 126, 141.
Tahran,: 172. Tuğrul Bey, 114, 115.
Tâif,: 29, 30, 44, 167. Tulun,: 106.
Tajo,: 57. Tuluniye Camii,: 106.
Takiyüddin Vas ı ti, : 137. Tulunoğulları , • 106, 111, 127.
Talha bin. Ubeydullah, : 1, 12, 13, 16, Tuleyhâ, 167.
17, 18, 27, 135. Tuleytula, 56, 57.
Talkan, : 49. Tunbûr,: 145.
Talmud, 160. Tunus, : 31, 112.
201

Tûs, : 93, 98. Umm ül-Benin, : 136.


Tuveys, : 150, 152. Umm ül-Müeyyed. Nisaburi, : 174.
Tuzun, : 112, 113. Ürdün, : 156.
Türk, Türkler, : 34, 49, 50-52, 68, 69, 87, Üsd ül -Gâbe fi ma'rifet is - Sahâbe, :
101, 102-109, 111, 112, 114,115, 138, 173 .
146, 154, 155, 160, 164, 165, 173,
176. — V-
Türkçe, : 164, 168, 174.
Türkistan, : 109, 142. Vâdi ül - Kebir, : 56.
Türkistan K ırgızları, : 154. Vâkı di, : 100, 166, 167 .
Türkeşler,: 49, 50. Valilik, : 126.
Türkmenler, : 106, 114. Vasif, : 103, 104, 106.
Türk Tarih Kurumu, : 174. Vâsık, 102, 103, 106, 153.
Vâsıt, 48, 48 n 78, 66, 76, 80, 85, 95, 101,
—U— 105, 107, 108, 110.
Veçia, : 55.
Ubbâde, : 104. Vefeyât ül-Ayân, : 174.
Ubey ibni Kâ'b, : 8, 9, 11 n 13. Vehb ibni Münebbih, : 165, 165 n 280.
Ubeyd, : 28. Veliand, : 124.
Ubeyde, Tanburi, : 151.
Velid bin Abdülmelik (Velid I), : 48,
Ubeydiye Devleti (Bk.: Fat ımiler) : 53, 54, 55, 57, 61, 64, 65, 67, 75, 151,
112. 155, 156, 158, 159.
Ubeydullah, : 88, 112. Velid II, 69, 70, 137, 150, 151, 152, 156,
Ubeydullah bin Ömer, 20, 20 n 28. 158.
Ubeydullah bin Ziyad, : 35, 36, 37, 40, Velid bin Ukbe, : 3.
41, 43, 53, 53 n 91. Velid bin Utbe, : 35.
Ud, 145, 152. Velid bin Yezid, : 151.
Ugan, Z. K.: 168. Vezir-i Tefviz, : 128.
Uhud, : 38. Vezir-i Tenfiz, : 128.
Ukbe bin Nâfi, : 31, 45, 60, 158. Vezirlik, : 128.
Ukbe bin Velid, : 38. Vitir, : 9.
Ulviye, : 150. Vüfıld, : 33.
Uman, : 171.
Umeyye, : 40, 127. - w-
Umeyyeli, : 14.
Umeyyeoğulları , : 15 n 20, 75. Weil, : 165.
Urbe bin el-Zübeyr, : 165. Wilhelm, I, : 164.
Urve, : 12. Wilhelm IT, : 156.
Usame, : 16 n 21. Wüstenfeld, : 165, 170. 174.
Uşnas, : 143,
Utbe bin Rebia, : 27. —Y—
Uygurlar, : 88.
Yahya bin Abdullah, : 91.
—Ü — Yahya bin Adem, : 137.
Yahya Bermeki, : 91, 167.
Ümeyye Camii, : 158, 159 . Yahya bin Hâlid, : 90.
Ümm Asım, : 65. Yakın Doğu, : 139.
Ümmü Gülsüm, : 5 n 4. Yakub bin Leys, : 107.
202
Yâkubi, : 26, 174. — Z —

Yâkut Hamayi, : 167.


Yâla bin Umeyye, : 19. Zab, : 77, 91.
Yap ı Sanatı, : 155. Zat üs-Sayari, : 6.
Yâzıcı, Tahsin, : 154 n 262. Zehebi, : 137.
Yemâme, : 41, 44, 71, 95. Zekât, : 132, 134.
Yemen, Yemenliler, : 19, 25, 31, 40, 44, Zenadika, : 88.
61, 66, 67, 72, 73, 74, 83, 84, 98 Zenata, : 80.
165, n 280, 170. Zencan, : 99.
Yemeniyye, : 40.
Zenci, Zenciler, : 48, 108, 109, 111, 134,
Yeminüddevle (Bk : Gazneli Mah-
154.
mud), : 172.
Yeminüddevle (Bk : Mahmud Sebükte- Zerdüş tçülük, : 99, 145.
kin), : 114. Zerdüştiler, : 169.
Yeni Sasani Devleti, : 120. Zeryâb, : 140, 152, 153.
Yesrib, : 175 n 284. Zeyd, : 73.
Yezdecerd, : 2, 3. Zeyd ibni Sâbit, : 8, 9, 16 n 21.
Yezd Gerd, : 160. Zeydiler, : 73.
Yezd Gerd III, : 156. Zeynelâbidin, (Bk : Ali Evsat), : 37 n
Yezid I,: 27, 30, 32, 33-37, 37 n 58, 38, 57.
39, 39 n 63, 40, 41, 54, 64, 66, 136, Zeyn üd-Dar (Bk : Vecihiye binti Mü-
150, 152. eddeb), : 137.
Yezid II, 63, 66, 67, 68, 69, 73, 78, 150. Zındıklar (Bk. : Zenadika) : 88.
Yezid III, : 70, 71. Ziç, : 161.
Yezid, : 76. Zikar, 17.
Yezid bin Arkam, : 37. Zimam Dairesi, : 29.
Yezid bin Hubeyre, : 80, 84. Zimmiler, : 48, 129, 133.
Yezid bin Kays, : 12.
Ziyad ibni Ebi Sufyan, (Ebihi), : 19, 28,
Yezid bin Muhalleb, : 61, 63, 66, 67, 73.
29, 33, 34, 126, 127, 149, 159.
Yunan, Yunanl ılar, : 52, 100, 110, 161.
Yunanca, : 46, 86. Zotenberg, Herman, : 170.
Yunanistan, : 161. Zübeyr, 1, 12, 13, 16, 17, 18, 27,
Yusuf Arslan Hacib, : 164. Ziiheyr, : 45.
Yusuf bin Abdurrahman, : 60, 61. Zntlar, : 101.
Yusufiye, 47 n 75.
IÇINDEKILER

ÖNSÖZ VII

I. HALİ FELİĞİ N EMEVI SOYUNA GEÇI Ş INI HAZIRLA-


YAN SEBEBLER 1
1 — Hz. Osman' ın Halife seçilmesi 1
2 — Hz. Osman devri 2
A) Hz. Osman' ın başarıları 2
a) iranda'ki fetihlerin tamamlanmas ı 2
b) Afrika'da sava şlar 3
c) Müslümanlar'ın ilk deniz savaşları ve
Akdeniz'de fetihler 5
ca) Kıbrıs'ın fethi 5
cb) Zat ül - Savari deniz sava şı 6
cc) Rodos'un fethi 6
cd) Islam donanmas ının Istanbul'a var-
ması 7
d) Kur'an' ın resmi şeklini almas ı 7

B) Hz. Osman devrinde Fitne'nin sebebleri 9


a) İlkelerden ayrılma 9
b) Kureyşlilerin kabile asabiyeti 9
c) Mecusi ve Museviler'in gizli mücadele-
leri 10
d) Hz. Osman'ın yumuşak huylu olmas ı 10
C) Hz. Osman'ın şehid edilmesi 11
3 — Hz. Ali'nin halifeliği ve siyasi partilerin do ğması 16
2o4

A) Cemel olay ı 17
B) Mudviye ile çat ışma ve S ıffin sava şı 18
C), a) Haricilerin sebeb oldu ğu fitne 23
b) Nehrevân sava şı 24
D) Hz. Ali ile Mudviye'nin mücadeleye devam et-
mesi ve Hz. Ali'nin şehid edilmesi 24
4 — Hz. Hasan' ın Hilafeti 25

II. EMEVI DEVLETI 27

1 Emevi Devletinin kurulu şu ve gelişmesi 27


A) Emevi Devletinin kurucusu Mudviye'nin kim-
liği 27
B) Mudviye'nin dâhi yard ımc ıları 27
a) Ziyâd ibni Ebihi 28
b) Mugire bin Şübe 29
C) Mudviye'nin halifeli ği 30
D) I. Y ezid'in halifeli ği 35
a) Kerbalâ olay ı 35
b) Harre sava şı 38
c) Mekke'nin ku şatılması 39
E) //. Mudviye'nin halifeli ği 40
F) Mervân bin Hakem'in halifeli ği 40
G) Abdülmelik'in halifeli ği 42
a) Muhtar üs - Sakafi'nin ayaklanmas ı 42
b) Abdullah ibni Zübeyr'in halifelik iddia-
larına son verilmesi 44
c) Türlü bölgelerde ayaklanmalar 44
d) Kuzey Afrika'n ın Emevi halifeliğine ye-
niden bağlanması 45
e) Yönetim ve maliyede yenilikler 46
. H) Müslümanlar'ın Orta Asya'da savaşları 49
İ ) Şuubiye hareketi 51
J) I. Velid'in halifeli ği 53
a) Asya'da fetihler 53
b) I. Velid'in imâr i şleri 53
c) ca) Afrika ve Ispanya'da fetihler 54
203

cb) Ispanya'nın fethedilmesinin sonuç-


ları 57
cc) İ spanya'da geli şme 58
cd) Abdurrahman ül -Gâfiki ve Fransa
seferi 59
ce) İspanya'da düzenin bozulmas ı 60
K) Süleyman ibni Abdülmelik'in halifeli ği 61
a) Bizans' ın kuşatılması 61
L) //. Ömer'in halifeli ği 63
M) //. Yezid'in Halifeli ği 66
N) Hişdm bin Abdülmelik'in halifeli ği 68
O) I. Velid'in halifeli ği 69
2 — Emevi Devletinin Çöküşü 71
A) ///. Yezid'e kar şı ayaklanmalar ve İbrahim'in
tahttan vazgeçmesi 71
B) II. Mervan' ın halifeliği 72
C) Abbas hareketi 72
D) II. Mervan'ın sonu 77

III. ABBASI IMPARATORLU ĞU 78


1 — Abbasi imparatorlu ğunun kuruluşu ve gelişmesi 78
A) Ebu'l -Abbas' ın halifeliği 78
a) Emeviler'e karşı şiddet tedbirleri 78
b) İspanya'da Endülüs Emev1 devletinin
kuruluşu 80
c) Yezid bin Hubeyre'nin direnmesi 80
d) Ebu'l - Abbas' ın ölümü 81
B) Mansur'un halifeliği 81
a) Abdullah bin Ali'nin halifelik iddias ı 81
b) Ebu Müslim'in öldürülmesi 82
c) Bağdat'ın kuruluşu ve merkez olu şu 82
d) Hz. Ali soyundan gelenlerle mücadele 83
e) Mansur devrinin özellikleri 85
C) Mehdrnin halifeliği 87
• a) Mezhep kavgalar ı 88
206

b) Bizans'la mücadele 89
D) Hâdi'nin halifeliği 89
E) Hârun ür - Resid zamanında Abbasi impara-
torluğu 90
a) Bermekoğullarımn vezirliği 90
b) Kuzey Afrika'n ın Abbasi İmparatorlu-
ğundan çözülmesi 91
c) Asya'da durum 91
ca) Bizans'la mücadele 91
cb) Iran ve Ortaasya olaylar ı 92
d) Harün ür - Re şid'in kişiliği 93
F) Emin ve Me'mun devirleri 94
a) Emin'in halifeliği 94
b) Emin - Me'mun mücadelesi 95
c) Me'mun'un halifeli ği 96
ca) Bağdat'ta karga şalık 96
cb) Veliaht Ali el - Riza'nın halifeyi
uyraması 97
cc) Veliaht Ali el - Riza'nın ölümü 98
cd) Tahirilerin ortaya ç ıkışı 98
ce) Hurremi hareketi ve Babek 99
cf) Bizans'la sava ş 99
cg) Me'mun devrinde bilim, sanat ve
rasyonalizm 100
G) Mu'tasım' ın halifeliği 101
a) Samarra'n ın kuruluşu 101
b) Bizansla sava ş 102
H) Vâs ı k, Mütevekkil ve Muntas ır devrileri 102
a) Vasık'ın halifeliği ve Türk Emirlerinin
iktidarı ele geçirmeleri 102
b) Mütevekkil'in halifeli ği 103
c) Muntasır'ın halifeliği 104
2 — Abbasi Imparatorlu ğunun dağılması 105
A) Mustaln, Mu'tez ve Mühteanin halifelikleri 105
a) Musta'in'in halifeli ği 105
b) Mu'tez'in halifeli ği 106
c) Mühtedi'nin halifeli ği 106
B) Iran'da Saffdri devletinin kuruluşu 107
207

C) Zencilerin ayaklanmas ı 108


D) Samanoğulları devleti 109
E) Karmat hareketi 109
F) Mısır'ın Abbas halifeli ğinden kesin olarak
ayrılması 110
a) Mısır'ın Abbasis imparatorlu ğuna yeni-
den bağlanması 110
b) Mısır'da Akşit (= İhşid) devletinin ku-
ruluşu 111
c) Mısır'da Fatimis devletinin kurulu şu 112
G) Büveyho ğulları (Buyiler) devletinin kurulu şu 112
H) Abbas imparatorluğunun Asya toprakların-
da Türklerin kurdukları ilk devletler 114
a) Gazneliler devleti 114
b) Selçuklu devletinin kurulu şu 114
İ ) Sicilya'nın Müslümanlar'ın elinden çıkması 115
J) İsmaili hareketi 115
K) Haçlı seferleri 116
L) Abbasi halifeli ğinin sonu 117
3 — Emevi ve Abbasi devletlerinin aras ındaki farklar 119

IV. EMEVİLER VE ABBAS İLER ZAMANINDA UYGARLIK 122

1 — Örgütler 122
A) Halifelik 122
a) Hilâfetin üç önemli sembolü 125
B) Vâlilik 126
C) Vezirlik 128
a) Vezir-i Tefviz 128
b) Vezir-i Tenfiz 128
D) Divânlar 128
a) Divân ül - Hâtem 129
b) Divân ül - Harâc 130
c) Divân ül - Inşa 130
d) Divân ül - Berid 130
e) Divân ül- Cünd 131
f) Divân ül - Mezâlim 131
g) Divân ül - Beytilmâl 131
h) Diğer baz ı divânlar 132
2 — Vergiler 132
A) Müslümanlar'dan alınan Şer'i vergiler 132
a) Zekât 133
b) Öşür (Uşr) 133
B) Gayrimüstimlerden al ınan şer''i vergiler 133
a) Cizye 133
b) Harâc 133
3 — Toplumsal hayat 134
A) Kadının toplumsal hayattaki yeri 134
B) Giyim ku şam 138
C) Spor 142
4 — Sanat 143
A) Musild 143
B) Yap ı sanatı 155
a) Sivil mimari 155
b) Dini mimari 158
5 — Bilim 161
A) Genel olarak 161
B) Tarih ve Tarihçiler 164
a) Genel tarihler 165
b) Özel tarihler 166
c) Biyografiler ( = Tabakat) 166
d) Türlü bilim alanlarında yazılmış kitaplar 166

HALİ FELER LISTESI 177

INDEKS 185

IÇINDEKILER 203
ORTACAOA
0

ORTA-DO ĞU NAZ ARLA~ e..V.44,7

A.ÜJF ISLAM TARiN İ ÜRK/STA


1,< A,Q A D4ıi,
• TA Ş KENT
(„ı

B IZ A N S C,
SEtlri<ANI>

Amu t 50 ĞUD
B.uı-IAR•
Akeş

• KONYA • nİ ERv BAY


TE84i1:17
G IJ R
• arc

o S UGTANI Y(
--"'"••••••••••••• 7 U5 (A 1 e h e )

m a LEP • MUSU L ıx i
i'c ,ş4ts .TABER İST AN 87' AF
AKDENIZ •BAALBEK TEXRCT y
GAZ• NE
• ŞAM
z- VIARRA
crcut.4
BAKLIBA 11I'HAv Eıvp
411
HER Ar

• KIJDLİS
K T E Z. I • G-D AT
echbe -U/3 5 a 18m) . İSFEHAN 31. C İSTAN p C AP
4E0 :W

cü>int,TAPU4

YEZD

BASRA ,111 4:504P
KIPMAN
* Ş /Raz MULT N
• TEBJK III ,
'CP SIRCAN
-..'P
"P
AA
- /9 s
SIS1D
cn

* HAYBER 1<crı,,,.,
- .,,zyzycz,..»
-Z- MEK
RA ■ •••• .4.0111M~

t-4 L .4. H.SA


•ıw
ob ED İNE
NAc4 R ~IİMİlr
>** e /7,4
O araiR MASKA
/17,4,;) A 1-1/A/D OKYANUSU
••V
()MEKKE
• TAIF

Çizen : Cemil Denli


Hazı rlayan : Bahriye Üçok
eq

PARIS
F.RANK ORLEA
TUR KIRALLI Ğ I
OTÖN
tPUA7
1
E
ı e t732)

t

80 DO

9
9
(r) k'A T TULUZ
MAR3fLYA

"Orr ARBON
TLILON
< I> û' ,z r o Ir.
ar 5 STA
>- /
/ /
/

Cİ) TULEYTULE
r ZsS%
g, o k
% MERLA
'D 1
rf) ■.torolictlı

4C
RTUBA
I ş 131.1- El% G
i SEVILf-
(la I k IVIP
6/RNAT
k,. 40

KA
710% 5EPTE
EBEL İ TARN
/.49PA N YA NIN
ARAPLAR TARA ,
PAIDAN FETHI
YE
FRANSA SEFLRi

You might also like