Professional Documents
Culture Documents
HAPİ SANE
MEKTUPLARI
Türkçesi:
BERTAN ONARAN
Y ANKI Y AYlNL A RI
Dizgi ve Baskı
YAYLACIK MATBAASI
İSTANBUL - 1970
Ünlü bir Alman toplumeusu olan Rosa
Luxembourg 1870'te Rusya'nın Zamose ken
tinde doğmuş, 1919'da Berlin'de ölmüşti.ir. Bir
tüccar ailesinin kızıdır, Zürieh'te siyasal - ikti
sat öğrenimi görmüş, Almanya'daki toplumen
yayınların çıkarılıpasında çe.hşmıştır ; toplum
cu partinin sol koanadındandı. 1905'te Rus Dev
rimi'ne katılmıştır. 1914- 1918 yılları arasın
da toplumen demokrasi eğilimine karşı sayısız
kitapçık basmış, savaşa karşı çıktığı için hapse
atılmıştır.. 191Tde Spartakus adlı gizli bir ör
güte katılmıştır; bu örgüt, 1918 yılında kurula
cak Alman Komünist Partisi'nin çekirdeğidir.
1919 yılmda, Spartakus'cülerin ayaktaninası
sonunda Liebknecht'le birlikte tutuklanmış,
onun gibi dövüle dövüle öldüri.ilmüştür.
Karl Liebkneeht ise. 187l'de Leipzig'de do
ğup 1919'da Berlin'de ölmüş bir Alman siya-
5
setçisidir; ünlü siyaset adamlarından Wilhelm
Liebknencht'in vğludur. Önce Prusya Mecli
si'nde (1908), daha sonra Alman Meclisi'nde
(1912) temsil ettiği Sosyal Demokrat Parti'nin
aşırı sol kanadındandır, bağımsızlada birlikte
savaş h·::ırcamalarma karşı Çıkmış (1914-1915),
savaşa kaq:;ı gösteriler düzenlemiştir. 1916'da,
eylemli direnmeden yana olan ve daha sonra
kurulacak Alman Komünist Partisi'ne çekir
deklik eden Spartakusbund'u (Spartakus Der
neği'ni) kurmuştur; 1 mayıs 1916'da tutuklan
mış, 1918'e dek hapis yatmıştır. 1918 kasımm
da Ebert ile Scheidemann'ın kurdukları dev
rimci hükümette görev ·almaya yanaşmamış,
1919 ocağmda, Rosa Luxembourg'la birlikte
Spartakus. ayaklanmasını yönetmiştir.
Elinizdeki mektuplar, Karl'ın eşi Sophie
Liebknecht'e yazılmıştır.
6
Posta kartı ( *) Leipzig, 7 temmuz 19r16
Sevgili Sonya'cığım,
Leipzig'de adet olduğu üzere, bugün ağır
ve bağucu bir sıcak vardı. İnsan güçlükle so
luk alıyor. Bu sabah, parkta, göl kıyısında otu
rup iki saat The Proprietor'ı (**) (Mal sahibi)
okudum. Müthiş bir kitap. Tonton bir hanım
oturdu yanıma, kitabın adına şöyle bir göz at
tı, sonra gülümseyerek: «İyi bir kitap galiba.
Ben de çok severim kitap okumayı» dedi. Oku
maya başlamad·an, parktaki ağaçlada . tatlan
ları seyrettim tabii, ve büyük bir sevinçle, hep
sini tanıdığıını gördüm. Buna karşılık, insani
ilişkiler gün geçtikçe daha büyük hayal kırık
lığına uğratıyor beni; bu gidişle, pek yakında,
Ermiş Antonius gibi, ben de bir köşeye çekilip
tek başıma y·aşayacağım galiba - tabii şeytana
falan uymadan. Aman sinirini zi bozmayın.
Bütün kalbimle,
Rosa.
Çocuklara da sevgi.
7
Posta kartı Berlin, 5 a�ustos 1916.
( Barnimstrasse hapisanesi )'
Sevgili Sonya'cığım,
Bugün 5 ağustos, az önce 11 temmuz ( ! }
ve 23 temmuzda attığınız iki mektubu birden
aldım. Görüyorsunuz ye., mektuplar elime New
York'a gidiş süresinden daha uzun bir zaman
da geçiyor. Bu arada, gönderdiğiniz kitaplarr
da aldım, ve hepsi için bütün kalbirole teşek
kür ederim. Sizleri o durumda bırakmak çok
güç oldu benim için. Birlikte kırlara çıkıp gez
meyi, ya d•3. mutfağın penceresinden güneşin
batışını seyretmeyi bilseniz nasıl isterdim...
Helmi'den bir kart aldım, yolculuğunu bi.itün
ayrıntılarıyla aniatmış. Hölderlin için binlerce
teşekkür size. Ama onca parayı benim için har
camayın, üzülüyorum. Öteki güzel şeylerle be-·
zelyelere de çok çok teşekkürler. Hemen yazın
bana, ay sonundan önce alının belki. Dostça sı-·
karım ellerinizi: Sakın kendinizi kapıp koyver
meyin; cesaretinizi yitirmeyin. Ben zihnen si
zin yanınızdayım. Karl'a ve çocuklara kucak
dolusu sevgi.
Rosa'nız.
Çocuklara da sevgi.
10
Wroncke, 15 ocak 1917.
14:
tan dertli insanlar için, haftanın en kötü günü..
�ederliyim, ama ne Karl'ın, ne sizlerin böyl�
bir duyguya kapıimamanızı bütün kalbirole is
terim. Ne zaman ve nereye gideceğinizi bildirin
bana.
Hepinizi kucaklarım. Çocuklara sevgi.
Rosa'ıuz.
15·
Wroncke, 19 nisan 1917.
17
lar.) Nasıl da benziyor. Karl, Rusya'dan gelen
haberlere kimbilir ne çok seviniyordur! Siz de
mutlu olmakta haklısınız. Şimdi artık hiç bir
engel kalm:ıdı annenizin gelip sizi görmesine.
Düşündünüz mü bunu? Bol bol güneş ve sıcak
hava dilerim size. Burda tomurcuklar yeni yeni
boy göstermeye başladı, dün de dolu yağdı. Be
nim o «Sıcak» Südende'min ne halde olduğunu.
merak ediyorum. G€çen yıl, bir ara parmaklı'
ğın önünde durmuştuk da, bitkilerin gürlüğüne
hayran olmuştunuz.
Mektup yazma zahmetine girmeyin. Ben.
uzun uzun yazarım, sizse bir kart atın yeter.
Elinizden geldiğince sık gezmeye çıkm, doğay
la haşır neşir olun. Benim çiçekleri alıp götür
dünüz mü? umudunuzu kırmayın, sevgili dos-
.
tum, göreceksiniz, her şey düzelecek.
Sevgiyle kucaklartın sizi.
Sadık dostunuz,
Rosa.
18
Wroncke, 2 mayıs 1'9 17.
.19
kuşun adını öğreneli beri, sevdiklerimden ar
mağan alm1şcasına seviniyorum. Karl'a yazın
bunu, sevinir.
Neler mi okuyorum? Özelikle doğal bilim
lerle ilgili kitaplar: bitkiler ya da hayvanlar
üstüne yazılmış kitaplar. Örneğin, dün, Alman
ya'daki şarkıcı kuşların yavaş yavaş tükendi
ğini öğrendim. Bunun nedeni, akılsal ekim - di
kimmiş - ormancılık, çiçekcili:k, tarım -, kuş
ların yuva yapıp beslendikleri yerler. yok olu
yormuş böylece: yani içi oyuk ağaçlar, sürüi
memiş topraklar, çalılıklar, yere düşmüş yap
raklar. Büyük bir üzüntüyle okudum bunu.
Kuşların şarkısını, bunun insanoğlu için taşıdı
ğı·. anlamı değil de, bu zararsız hayvancıkl·arm
bir d·aha geri gelmemecesine, sessizce yok olu
şunu düşündüm, ve gözyaşlarırp.ı tutamadım.
Zürih'teyken okuduğum, Amerika'daki Kızıl
Deriiiierin ortadan kalkışını anlatan Profesör
Sieber'in kitabı geldi aklıma: onlar da, uygar
insan tarafından yerlerinden yurtlal'ır�dan ko
vulmuş, sessiz ve ac!masız bir ölüme terkedil
mişler.
En küçük şeyler beni böylesine allak bulak
ettiğj.ne göre, ha.stayım herhalde. Bilir misiniz,
çoğunlukla kendimi bir insan gibi değil de, in
san biçimine girmiş bir kuş ya da hayv.an gibi
hissederim. Aslında, burdaki gibi, bir bahçe
deyken, ya da kırlara çıkıp böcek sesleri arasın
da çimenlere uzandığım zaman kendimi bir par
ti kurultayındakinden çok daha rahat hissedi
yorum: Bunu çekinmeden söyleyebilirim size:
20
toplumculuğa ihanet ettiğimi sanmazsınız na
sıl olsa. Bilirsiniz, her şeye rağmen görev ba
şında, bir sokak çatışmasında ya da darağacın
da can vermek isterim. Ama benliğimin derin
iiklerinde, «partili arkadaşlarım» dan çok, baş
tankara iskete kuşlarıma yakınım. !ç dünyala
rında çöküntüye uğramış . bir sürü siyaset ada
mı gibi doğ.::ı,da dinlenecek, sığınacak hir kucak
bulduğumd-an değil. Tam tersine, doğa da za
man zaman karşıma beni kıyasıya üzen görü
nümler çıkarmakta. Şimdi size, bir türlü unu
tamadığım küçük bir serüveni anlatacağım. Ge
çen baharda, bir kır gezintisinden dönerken, ıs
sız ve sakin bir sokakta yürüyordum, birden gö
züm yerdeki koyu bir lekeye takıldı. Eğilip
haktım ve sessiz bir dramla karşılaştım. İri
bir domuzlan böceği sırtüstü yatmış, çevresine
üşüşüp kendisini diri diri yutmaya çalışan ka
rınca ordusuna karşı ·koymaya uğroaşıyordu!
Duyduğum tiksintiyle ürpererek mendilimi çı
kardım ve o minik canavarları kovmaya başla
dım. Ama karıncalar öylesine direngen ve ya
pışkandılar ki, yaman bir savaş vermek zorun
da kaldım. Zavallı kurbam kurtarıp çimenler
üstüne koyduğumda, iki hacağının çoktan yen
miş olduğunu gördüm. İçimde, kendisine epey
su götüren bir hizmette bulunmuş olmanın ver
diği eziklik, koşarak ordan uzaklaştım.
Gün batıroları daha şimdiden uzamaya baş
ladı. Bayılıyorum günün bu saatlarına. Süden
de'de bir sürü karatavuğum vardı; burdaysa
hiç gözükmüyor ve şimdilik susuyorlar. Bütün
21
kış bir çift karatavuk besledim, ama onl•ar da
çekip gitti. Südende'de, geceleri, genelikle so
kaklarda dolaşırdım. Günün son menekşe renk
li ışınlarından korkup büzüşüyormuş gibi du
ran gaz lambalarının ·alevleri ansızın sokak fe
nerlerinin camları ardında belirdiği an, tadına
doyulmaz bir görünüm çıkardı ortaya. Sokak
tan, koşa koşa evine dönen kapıcı kadının, y•a
da fırından, bakkaldan bir şey almaya giden
hizmetçi kızm karaltısı kayıp geçerdi. Yakın
dostlarım, kunduracmın çocukları, köşe başın
d·:ı. gürleyen bir ses kendilerini içeri çağırana
dek, karanlığın oasmasına aldırmadan oynarlar
dı. O saatta, hemen her zaman, bir türlü raha
ta eremeyen, ansızın keskin çığlıklar atan ya da
yaramaz çocuklar gibi gevezelik ederek daldan
dala uçan bir karatavuk bululunurdu çevrem
de. Ve ben, sok·ağın ortalık yerinde durur, gök·
te beliren· ilk yıldızları .say�rdım. Eve dönmek,
gündüzle gecenin yavaş yavaş kaynaşıp eridi
ği o alacakaranlık ortamdan ayrılmak istemez
dim. Sonyuşa, yakında yine yazacağım size.
Umudunuzu kırmayın, her şey süzelecek - Karl
için de öyle. Bir dalıald mektuba kadar hoşça
kalın.
Öperim sizi.
Rosa'nız.
22
Wroncke, 19 mayıs 1917.
23
üstü beyaz tüyl�rle kaplı oluyor ve güneşte be
yaz çiçek gibi parlıyorlar. Küçücük bahçemde
bu tür bir kavak var, bütün şarkıcı kuşlıar
özellikle gelip ona konuyorlar. O günün ak
şamı gelmiştinir., hatırlıyor musunuz? Hava
öyle güzeldi ki. Yüksek sesle birşeyler okumuş
tuk, ve gece yarısı, tam ayrılırken - açık bal
kon penceresinden nefis bir yasemin kokusu.
geliyordu-, size çok sevdiğim şu İspanyol şii
rini okumuştum:
24
Wroncke, 23 mayıs 1917.
25
pıyor: ama isketelerimden eser yok. Dün, o da
derinlerden olmak üzere, mavi bir iskete ses
lendi bana, allak bullak oldum. Mavi isketele
rin kışı bizim ülkede geçirmediğini, ancak
mart sonunda geri geldiklerini bilir miydiniz?
İlk zamanlar, bir tanesi hep penceremin dibin
deydi. Eşlerinden biriyle gelip penceremin ke
n:ırına konuyor. müthiş bir sesle türküsüne
başlıyor, ama öyle yayıp uzatıyordu ki, şarkı
·dan çok kötü yetiştitilmiş bir çocuğun maska
ralıklarına benziyordu. Her seferindB kendimi
tutarnayıp gülüyor ve aynı tonda cevap veri
yordum ona. Sonra, mayıs başın,d-a, öbür kuş-
1arla birlikte, doğanın bir köşesinde kuluçkaya
yatmaya gitti. Haftalarca gözükmedi. · Dün,
hapisane içinde bizim aviuyu başka bir bölüm
·den .ayıran duvarın öte yakasından gelen tanı
dık bir ses duydum, ama bu seferki tümden
.değişikti, eskisi gibi uzun bir ezgi değil, kısacık
üç nokta: «tsitsi be - tsitsi be- tsitsi be » . O
kadar. Küçük bir kuşun öyküsünü dile getiren
bu kısa ve ırak çağrıyı duyunca içim ezildi. Bü
tün gün türküler çağrılıp eşierin birbirlerine
seslendiği irkbahar öncesi aşkların tatlı amsıy
dı bu. Şimdiyse gün boyu sağa sola koşmak,
hem kendine, hem ailesine sinek falan avlamak
gerekiyordu. ö güzelim günlerden geriye yal
nızca tatlı bir anı kalroJştı: « Vaktim yok artık
- ah! - ne güzel günlerdi onlar - bitiyor iş
te bahar - tsitsi be - tsitsi be- tsitsi be! . . . »
26
çünkü. Schiller gibi Tevrat'ı bilgeliğin kaynıağı
.sayan annemin inancına göre, Hazreti Süleyman
kuş dilinden anlarmış. O n dört yaşımlh kendini
beğenmişliği, çağdaş bilime göre yetişmemin et
kisiyle annemin bu · saflığına gülerdim. Oysa
şimdi ben de Hazreti Süleyman gibiyim, kuşla
rm ve hayvanlarır.. dilinden anlıyorum. Kuşlarım
insanlar gibi kon�şmuyor elbet, ama kendilerine
·Özgü bir biçimde dile getirdikleri duygulanım
lan bütün ayrıntılarıyla ya.kalıyorum. Kuşlarm
şarkıları ancak onları dinlemesini bilmeyen ki
:şiler için anlamsızdır. Hayvanları sevip anladı
nız mı, onların da çok değişik anlatım yolları,
_yani sözün. en gerçek anlamıyla bir dilleri bu
lunduğunu farkediyorsunuz. O zaman da, ilkba
hardan ·Sonraki �essiz haftalara şaşmıyorsunuz.
Sonbahar da bmda geçirirsem - ki öyle gözü
küyor- bi.itün dostlarıının pencereme yiyecek
.aramaya geleceklerini biliyorum; Özel bir bağla
bağlandığım isketeyi yeniden göreceğiınİ dü
şündükçe uçuyorum.
Sonyuşa, tutukluluğumun uzayışına sinir
leniyor: «Neden insanlar başkalarının yazgısı
-m saptama gücüne sahip olsunlar ? » diye soru
yorsunuz. Bağışlayın ama, kahkahalarla gül
·düm mektubunuzu okurken. Dostoyevski'nin
I{araınazof Kardeşler'inde de tıpkı böyle soru
lar sor.an, sonra dönüp yanındaki insanların
:.suratına alık alık bakan. ama sorusuna karşı
Iık verilmesini beklemeden başka bir konuya
:geçen bir Bayan Şoşlakova var. İyi ama yavru
·cuğum, en alçakgönüllü tahminlere göre yirmi
27
bin yıl öncesine uzanan uygarlık tarihi hep bu
güce, yani «bazı insanların kendi benzerlerinin
yazgısına egemen olmasına», buysa maddi ko
şullara bağlı kalmıştır. Ancak ağrılı sancılı bir
evrim değiştirebilir kurulu düzeni, şu andaysa
ışte böyle sancıl� dönemlerden birini yaşamak
tayız. Siz de kalkmış: «Neden ama bütün bun
!•ar ?» diye soruyorsun uz. Bu «neden?» Hifı ya
şamı ve onun aldığı türlü biçimleri kapsayamaz.
Yeryüzünde neden mavi isketeler var? Bilemem
bunu, ama onların varlığına sevinir, ve duvarın
öte yakasından gelen o kısacık «tsitsi be»yi
duydum mu, içimi kaplayan bir yumuşaklık bü
tün acılarımı unutturur bana.
Ayrıca, « bilgeliğimi» gereğinden fazla bü
yütüyorsunuz. lç dengerole yaşama sevincim
sandığınızdan daha kınlgandır, üzerlerine dü
şen küçücük bir gölge anlatılmaz acılar çekti
rir bana. Bu gibi durumlarda, biricik tepkim,
susmaktır. lnamn, Soniçka, tek bir söz edemem
o zaman. Örneğin, şu son günlerde alabildiğine
sakin ve mutluydum, güneşin verdiği sevinç
içersinde yüzüyordum; derken, geçen pazarte
si buz gibi bir acı kapladı her yanımı, ışıkh
mutluluğum derm bir düzensizliğe dönüşüverdi.
O .anda, sevincim insan kılığına girip karşıma
gelseydi, ancak sessiz bir bakışla dile getirebi
lirdİm umutsuzluğumu. Doğrusunu isterseniz,
pek ender duyuyorum konuşma arzusunu, haf
talarca kendi sesimi duymadan yaşıyorum..
Mimi'yi getirtıneme konusundaki yiğitçe kara
rı da işte bu yüzden verdim. Hayvancağız ne-
28
şeye, canlılığa alışık, ben şarkı söylerken, güler
oynarken son . derece mutludur; burda sinir
hastası olurdu. Bunun için, Mathilda'ya bırak�
tım onu. M)athilda birkaç gün sonra beni gör
meye gelecek, ziyaretinin bana güç katacağını
umuyorum. Yortu benim için de «tatlı bir bay
roamv> olur belki. Soniçka. sakın güveninizi yi
tirmeyin, inanın bana, her şey yoluna girecek.
Karl'a kucak kucak sevgi. Öperim.
Rosa'nız.
29
Wroncke, 1917 mayısımn sonu.
30
salıneyi ? İnsan ancak böyle günlerde anlıyor
o sahneyi. Dün öyle çok şey geldi ki başıma;.
Bir bir anlatayım size. Sabahleyin, banyo pen-
ceresinde kocaman bir gece kelebeği buldum.
Birkaç gündür ordaydı herhalde, kendini cama
vura vura bitkin düşmüştü. Yaşadığı arasıra .
hafif hafif kanat çırpışından anlaşılıyordu. Gö
rür görmez giyindim, pencereye tırmandım, se.
bırsızlıktan tir tir titriyordum, büyük bir dik-
katle avucuma aldım onu. Kendini korumaya .
kalkışmıyordu, ölmüş se.ndım. Penceremin ke
narına koydum onu, toparlanır umuduyla ; . bir
ara yaşam meşalesi canle.nır gibi olduysa da, .
kelebek az sonra hareketsizleşti. Bunun üzeri
ne, yiyecek vermek istedim ona ve duyarge.ları-
nın önüne bir iki açılmış çiçek koydum. Tam O ·
sırada, çalı bülbülü pencerenin önünde · sevinçli
bir türkü tutturdu. Yüksek sesle : « Sevincin
türküsünü çağıran şu küçük kuşu dinlesene.
Canlanırsın belki ! » demekten kendimi alama
dım. Yarı ölü bir kelebekle konuştuğumu farke-
dince kendi kendime güldüm ve : «Hay Allah , .
ne yararı var bu lafların ! » diye düşündüin . .
Ama hiç de öyle değildi ! Minik hayvan, yarım
saat sonra toparlandı, canıandı ve ağır ağır
uçup gitti. Canını kurtardığım için öylesine
mutluydum ki ! Ne bulunmaz bir serüvendi bu !'
31
iç imde, az sonra ortaya ç ılr acağı duygusu vardı.
Ama güneş çı km a dı , hüzün kap ladı iç im i. Do
laşmaya başla dım. Hafif bir rüzgar esiyo rdu,
ç ok garip bi r şeyle ka rşılaştım. A kk avağı n tı r
t ıl s ı başakları ol gunl aşmı ş, tüy lü tohuml arın ı
dö rt bir ya na saçmaktaydı ; i ri ka r ta neleri ha
vaya yayılmış, yere d üşüp avi uyu ört üyordu
. s ank i. Havada uç uşan bu tüylü tohumda garip
b ir şey vardı. Ak kavak öbür tırt ıl baş.a klı ağ aç
lard an s onra çiç ek aç ıyor ve tohumları nı ta
uz akla ra d ek saç ıyor, t ohuml ar, zar arlı otl ar
. gibi , d uvar ç atl a k1a rı nda, kaya yarı kl arı nda bi
le yeşeri yor.
Her zam anki gib i, s aat altıda yi ne hücre
me ka pattıla r b eni. P enc ere kenarı na oturdum,
başım k aza n gib iydi, bakışl arımı solg un mavi
göğ e ç evir dim, başdö ndürücü yüksekli kte, yu
ma k hali ndeki bul ut kümel erinin alt ında . uç an
kı rla ngıçlar o si vri k anatla rı yla göğ ü makas
b yord u s anki . De rken gökyüz ü ka rardı, g ürül
t ül er d indi, ve yeri gö ğü inleten iki korkunç
gök gürült üsünün ardından başlayan sağn akl a
fı rt ın a kopt u. O z aman, unutulmaz bi r gösteri
ye t anık ol dum. Fırtına uz akl aştı ğı nda, gökyü
z ü t ekd üz e ve koyu bir külrengine b oya ndı ; yer
yüz ün e k ara peç eler ç ekercesi ne, z ayıf ve sol gun
renkli, hayall er evrenin e yaraşır bir al acaka
ranl ık ç öktü. Y ağmur, düz enli bir temp oyl a,
usul usul ya pr a kl ardan süzül üyordu; z aman za
m an kızı la b oyam yo rdu ku!§U ni göky üz ü, ve
gö kgür ültül eri, k umsal da eriyen dalgal ar gibi,
t a uz aklarda yitip gidiyordu. Birden, p encere-
_min önündeki ıakçaağaçtan, bu hayali görünüm
içersinde, bülbülün şarkısı yükseldi ! Yağmu
run, şimşek parıltılarının, gökgürültülerinin or
tasında, ince bir çan sesi gibiydi. Kuş, sesiyle
gökgürültüsünü bastırmak, alacakaranlığı ay
dınlatmak istercesine, çılgınlar gibi, kendinden
geçerek ötüyordu. Böylesini işitmedim şimdiye
dek. Sırayla. bir kurşuni, bir kızıl renge boya
n•an gökyüzünün önünde, gümüş gibi parlıyor
du şarkısı. Bütün bunlar akıl almaz derecede
g!z dolu, inanılmaz güzellikteydi, bir de baktim
Geothe'nin bir şiirinin şu son dizesini söylü
yorum : «Ah ! keşke sen de burda olsaydın . . . »
Sadık dostunuz,
Rosa.
33
Wroncke, 1 haziran 191'7-
. . . Çok iyi tanırım orkideleri. Büyükçe
bir yer kapladıkları şu harika çi�ek bahçesi
Frankfurt'ta, bana bir yıl hapis cezasına pat
layan davadan sonra, birkaç gün, uzun uzun in-
celemiştim onları. O ince güzelliklerinde, garip,
gerçek dışı biçimlerinde bozulmaya yüz tut
muş, narin mi narin bir yan buluyorum. Rokoko·
çağının allı pullu ve pudralı markizlerini hatır
latıyorlar bana. Bir · çeşit itki ve tedirginlikle
beğeniyorum bu çiçekleri, çünkü, içgüdüyle,
yozlaşmaya yüz tutmuş, sapık şeylerden kaça-
rım. Tıpkı benim gibi güneşi görünce açılan,
ama üstüne ufacık bir gölge düştü mü büzülüpo
kapanan, al renkli aslanağızlarını yeğlerim.
Akşamüstleri ve geceler ne güzel şu sıra
da ! Dün, anlatılmaz bir büyü vardı doğamn gö-
rünüşünde. Güneş çoktan batmıştı, ama gök
yüzü, yorucu bir günden sonra, ressamın, din
lenıneye çeldlmezden önce kocaman bir palete
fırçalarını silmesiyle meydana gelmiş opal ren-'
gi çiziklerle dolmuştu. Havada fırtına kokusu,
insanın yüreğini daraltan hafif bir gerilim var
dı. Çalılıklar hemen hiç kıpırdamıyör, bülbül
susuyor, ama yorulmak nedir bilmeyen çalıku
şu hala daldan u.ala sıçrıyor, o tiz sesiyle tür
küler çağırıyordu. Her şey bekleyiş kesilmişti
sanki. Ben de pencere önünde, ayakta durmuş,
bekliyordum - beklediğim neydi bil em em ! Sa
at ·:ıltıda « kilit altına» koyuyorlar bizi, ondan
sonra yerle gök arasında, bekleyebileceğim hiç:
hir şey kalmıyor . . .
34
Wroncke, 2fi temmuz 1917.
35
lüğünde oyuyorlar, bu deliklerden derin kovuk
lara giriliyor. Dışarı attıkları topraklada gü
zel mi güzel, minicik yığınlar yapıyor, bunların
üstüne yumurtalarını bırakıyor, sonra balmumu
ve bal üretiyorlar. Durmadan girip çıkıyorlar.
Gezintilerim sırasında, bu yeraltı yuvalarını
bozmamay.a çalışıyorum. Bir de karıncalar
var tabii, benim dar yolu birkaç yerin
den geçmektelcr, üstelik, ıki noktayı birleştiren
en kestirme yoiun doğru çizgi olduğunu içgü
düyle bilirmişcesine ( oysa ilkel kavimlerin bun
dan haberi bile yoktur ) , ip gibi düz gidip geli
yorlar. Duvar boyunca, karman çarman bir yı
ğın ot bitmiş ; biı· kısmı çoktan solmuş, tohum
saçmakt•a , öbürleriyse bıkıp usanmadan tomur
cuk vermekte. Ayrıca, ilkbahar boyunca , pati
kada · ya da duvar boyunda bir sürü minik ağaç
bitti : yaşlı ağaçtan düşmüş bir tohumdan fi
lizlendiğine kuşku bulunmay·an küçük bir akas
ya, ve mayıs başında boy gösteren birkaç ak
kavak. Kavaklar, daha şimdiden zengin bir ye
şilli beyazlı giysiye büründüler ve tıpkı ataları
gibi, burada, •an l atılmaz bir çalımla bu minik
yaprakları sallamaktahr O fidanlar arasında
kimbilir kaç kez yürüdiim, kimbilir kaç kez
geçtim o dar yoldan, neler duydum, neler dü
şiindüm orda ! Kışın en - kötü günlerinde, her
kG.r yağışından sonra, daracık bir geçit açtım
arda kendime. Her gezintimde, sevgili isketem
yanımdaydı, sonbaharda onu yeniden göreceği
mi umuyordum, ama geri geldiğinde, pencere
min kenarına konup yiyecek aradığı zaman be-
36
ni bulamıyacak. Martta, buz gibi soğuk günler
den sonra k·arlar erimeye başlayınca, patikam
dereciğ·e dönüştü.. Ilık rüzgarın suyu kırıştırı
şı, avlu dmrarmdaki taşlarm parlak yansısının
minik dalg�lar üstünde oyuaşması hala belle
ğimdedir. Sonra mayıs geldi, ve duvar dibinde
biten ilk menekşeyi gönderdim size.
37
_Bir Demek Çi�eğjn Suu.gusu ( * ) . Dört be§ di
zelik, küçük bir şiir ; Hugo Wolf'un ezgisiyle
tanıyorum onu, korkunç güzel, hele aşağı yu
k·arı şöyle biten sonu :
( •:• ) Blumengruss.
38
dolmuştu, ve ansızın, duruşumu farkedip gül
düm. Hey ulu Tanrım ! Gökyüzü, bulutlar ve
dünyanın güzelliği Wroncke'de kalmayacaktı
ki, onlarla bir daha görüşmemek üzere veda
laşmıyordurtı ki ! Hayır, yaşadığım sürece, ne·
reye gidersem gideyim, benimle geleceklerdi.
Yakında, Breslau'dan yazarım size. Müm
:ı{ün olur olmaz beni görmeye gelin oraya. Karl'a
,g önülden dostluk.
Kucaklarım sizi. Dokuzuncu hapisanemde
,görüşmek üzere.
Sadık dostunuz,
Rosa.
39
Breslau, 2 ağustos 1917 ..
40
man avl uda «keşfedilecek» hiç bir şey yo k_
A vluda ç alışan, sı rt lar ında ki berbat g iysileri.
görmeye dayanamadığım ma hpusl ara bakma
mak iç in gö zlerim i kül renkl i kaldırım t aşl ar ın
dan a yırmıy o rum.., İç lerind e, ko rkunç b ir yo z
l aşma so nu nda y aş., cinse ll ik v e ki şil ik gibi ö zel
li klerini yiti rmiş oldukl arı hal d e, bakışlarımı·
büy ülercesine çe kenler var hep. H em en her
yerde; ma hkum giysisinin b aya ğıL aşt ıramadığı.
r es samla rın gözl. erini ış ıtacak kada r biç imli in
s anl ar gö rül eb il ir. Örneğin, mapusane avlusun
da genç bi r işç i kadın keşfett im, ince uzun,
si nirli vücudu, ç at kıl ı b aşı, sert pro fil iyl e M il
l et'nin t ab lo lar ınd an ç ıkmış g ibiydi. Y ükleri
t aşıyışındaki so ylul uğu seyretmek gerç ekt en
z evkt i. G ergin, t ebeşir renkl i zayıf yüzü pa lyar
çol arı n t aktı ğı t raj ik rne.s kel eri andı rıyo rdu.
A ncak, ş imdiye dek edindiğim üzücü yaşant ıl ar,
dış gö rünüşleri ço k şey va at eden b u gibi i n
sa nl ardan kaçma ya zo rl uyo r b eni. Bernim so ka
ğı nd aki map usa nede de hal ve t avrıyla kral iç e-·
yi andır an b ir kadın ma hkfı� la karşıl aşmışt ımr
ve r uhunun da aynı ölç üde so yl u olduğu haya-·
lin e kapılmı şt ım. Derk en, hizmetç i o larak bi
zim böl üm e geldi, iki gün so nra o gü zel gör ünü
şün alt ınd·a ö yl e bir aptallık ve ba ya ğı lıkl a kar
şıt aşt ım ki, ras tladığım zama n bak amaz ol
dum. So nunda, M ilo V enüs' ünün yüzyıllara ka
fa t uta n bir güzell iğe sahip ol uşunun, ağzınr
açma yışından ile ri geldiğine inand ım. Ko nuş
sa ydı, büt ün ç ek iciliği ni �,;tirirdi.
P enceremin t am ka rş ıs ında, her zamanki
41
:g ibi kırmızı tuğladan yapılmış . hüzün verici ve
beylik erkek hapisanesi var. Ama duvann üs
tünden, birkaç ağacın yeşil tepesini görüyorum ;
rüzgar esince tir tir titreyen kara gövdeli, uzun
bir kavaklıa, her yanları kozalak dolu, daha açık
renk yapraklı bir dizi dişbudak. Hücremin pen
·cereleri kuzey - batıya bakıyor, böylece, akşam
ları, çoğu kez küme kii.me geçip giden bulutları
:seyredebiliyoru:nı:. Bilirsiniz, pembe bir bulut
beni mutlu kılmaya, bütün dertlerimi unuttur
maya yeter. Şu anda saat akşamın ::>ekizi (da
ha doğrusu, yedisi) , güneş az önce erkek hapi
sanesinin damı ardına gizlendi, çatı pencerele
rine göz kamaştırıcı yansılar göndermekte, gök
yüzüyse altın re:1ginde. Mutluyum - ve neden
dir bilmem -, Gounot'nun Ave Mar ia'sını ava
.zım çıktığınca bağırarak söylemek istiyorum.
( Biliyorsunuz değil mi bu şarkıyı ? )
Benim için kopya ettiğiniz Geothe şiirleri
ne çok çok teşekkür. Ayrıcalıklı İnsanlar ( * )
gerçekten çok güzel, ama bana kalsa yakalaya
mazdım bu güzelliği ; kimi zaman, bir güzelliği
size başkalarının duyurması gerekiyor, Sizden
1Jir de Aııacreon)un Mezarı'nı isteyebilir miyim ?
lyi bilir misiniz bu şiiri ? Ben onu ancak Wolf'
un ezgisi aracıhğıyla tanıyorum ; ezgiye bakı
lırsa, müthiş bir yapı, eski bir Yunan tapına
ğı karşısında sanıyar insan kendini.
Şu anda - gökyüzünü seyretmek için mek
tuba ara verdim - güneş birderece daha alçal-
( * ) Berechitge Manner;
42
dı yapıların ardında, ve ta tepede - nerden
.çıktıkları belli olmayan - bir küme bulut ses
sizce toplandı. Renkleri tatlı külrengi, kenarla
rı gümüş gibi ııarlak, bölük pörçük bir halde
kuzeye doğru gidiyorlar. Geçip gid�n şu bulut
larda öyle bir kayıtsızlık var ki - kayıtsız bir
gülümseyiş diyesim geliyor -, ben de, elimde
olmadan gülümsedim, çünkü ,_çevremi kuşatan
yaşamın ritmiyle tam bir uyum içindeyimdir.
İnsan nasıl kötü ya da sinsi olabilir böyle bir
gök karşısında ? Her an yanınıza yörenize ba
lon, hoşgörür olmanızı sağlayan bir sürü neden
göreceksiniz.
Karl'ın özellikle kuşların ötüşlerine ayrıl
mış bir kitap isteyişine şaştım. Bence, kuşların
ötüşleri davranışlarından, yaşamlarından ayrıl
maz ; küçük bir ayrı ntı değil, bütünün kendisi
ilgilendirir beni. İyi bir hayvanlar alemi kitabı
·gönderin ona, elinden bırakamayacaktır. Beni
görmeye geleceğinizi umuyorum. İzni alır al
maz, tel çekin bana.
Kucaklarım.
Rosa'nız.
43
17 kasımınm ortalan..
44
lık ve iğrençlik her gün bir öncekini bastırdık
ça sakinliğim ve dş.yanıklılığım artıyor. Ahla�
ki ölçütleri evreni oluşturan öğelere, bir fırtı
naya, bir su baskınına ya da güneşin batışına
uyguiayamayacağımıza göre, onları birer olgu,
birer aratştırma ve bilgi konusu diye görmek
'
gerekiyor.
Nesnel bir akıl için, tarihin ka:rşısına çı
kan biricik yollar bunlardır, ve genel gidişi göz
den yitirmeksizin, bu yolları izlemek gerekir.
içimde öyle bir duygu var ki, göbeğinde çırpı
nıp durduğumuz şu ahlak batağı, içinde yaşa
dığımız. şu kocaman deliler evi, sihirli bir değ
nekle dokunmuşcasına, bir günde değişip tam
tersine dönüşebilir, güzelliğin ve yiğitliğin ege
men olduğu bir mucizeler dünyası haline gele
bilir. Anatele France'ın Tanrılar Susamışlardı'
sını okuyun. Bence, bu yapıtın büyUklüğü, ya
zarının insanoğluna geniş açıdan bakabilmesin
dedir. Bakın, diyor bize, şu acınası kişilerden,
şu günlük hayağılıklardan, tarihin belli bir
anında, en inanılmaz olaylar, en yüce davranış
lar doğuveriyor. Gerek toplumsal evrim, gerek
se kişisel yaşam karşısında aynı tavrı takınmak
gerekiyor ; yani sinirlenmemek, her şeyi bütün
lüğü içinde yakalamak ve dudaklarından hafif
bir gülümseyişi eksik etmemek. Savaştan son
ra, ya da çatışma bittiği zaman, doğru yola gi
receğimize bütün varlığımla inanıyorum ; an
cak, daha önce, insanoğlunun çekebileceği en
büyük acıları tatmamız gerekecek.
45
Sırası gelmişken söyleyeyim, bu yazdıkla
rım bende başka bir imgeyi, size aktarmak is-
. tediğim bir olguyu çağrıştır-d ı ; bence, çok şiir
sel ve duygulandırıcı bir şey bu. Geçende, kuş
ların göçüyle ilgili bilimsel bir yapıtta - ki bu
göç işi epey giz dolu bir görüntüdür -, genel
olarak kıyasıya çarpışan, birbirlerini yiyen kuş
türlerinin, güneye gide rken, o büyük yolculuk
sırasında, denizi yan yana geçtiklerini öğren
dim. Kışı geçirmek üzere Mısır'a yollanan ve
göğü kararta cak kadar yoğun k üm e ler yapan
büyük kuş sürüleri içinde, çayırkuşu, çalıkuşu,
bülbül gibi ötücü kuşlar, günlük yaşamda on
ları aviayan şahin , atmaca, karta! ve baykuş
gibi kuşlarm yanında, korkusuzca uçarlarmış.
Göç sırasında, sessiz bir antlaşmayla silahlar
bırakılıyor sanki . O anda hepsi aynı ereğe dö
nük, Nil kıyılarma varınca, kendilerini bitkin
bir halde yere bırakıyor, sonra türlere ve böl
gelere ,göre ayrılıyorlarmış. Dahası var : uçsuz
bucaksız denizi geçerken, büyük kuşlar küçük·
leri sırtiarına alıp taşırlarmış. Nitekim, koca
. man turna sürülerinin, sırtlarında durmadan
şakıyan minicik kuşlarla geçip gittikleri sap
tanmış. Ne hoş, değil mi ?
46
pek sevmem ; daha doğrusu, anlayamam. Bu
nunla birlikte, sözünü ettiğim şiir çok hoşuma
gitti ve müthiş etkiledi beni. Mektuba onu da
ekliyorum, beğenirsiniz belki.
Şu günlerde yerbilimle (jeolojiyle) uğra
şıyorum. Belki nankör bir bilim sayacaksınız:
bunu ! Yoo, hiç de öyle değil ! Büyük bir ilgiyle·
ineeliyorum bu konuyu, ve sonsuz zevk alıyo
rum, çünkü insanın zihnine geniş ufuklar açı-
yor, ve doğa konusunda, öbür bilimlerden da
ho:ı geniş bir görüş · açısı kazandırıyor. Bu ko
nuda bir sürü şey anlatmak isterdim size, ama
bunun için ya Südende dışında gezintiye çıka
rak, ya da dingjn bir gecede, ay ışığında, bir
birimizi eve götürürken konuşmamız gerekir.
Neler okuyorsunuz ? Lessing - Efsanesi'ni bitir
diniz mi ? Yaptığınız her şey beni ilgilendirir !
Hemen yazın bana, bu mektubu, mümkünse,.
.::ı,ynı yoldan, ya da, benimkini anmaksızın, res-
mi yoldan göndErin. Sizi göreceğim günü iple·
çekiyorum. Herhalde yılbaşından sonra olur,
öyle değil mi ?
Karl ne diyor mektuplarında ? Ne zaman:
göreceksiniz onu ? Dostça selamlarımı iletin
kendisine. Benim sevgili, sevgili Soniçka;m, el
lerinizi sıkar, yanaklarınızdan öperim ! Hemen.
uzun bir mektup yazın bana.
Rosa'mz.
Breslau, 24 ltasım 1917.
· 48
rediyorum ; buha karşılık gökyüzü dupduru, ay
dınlık, ve damların üstünden gümüş renkli bir
ay doğuyor. Her gün, bu saatta, bölük pörçük
kuzgun kümeleri geçiyor avlunun üstünden,
kırlara, geceleyin kendilerini barındıracak ağaç.
Jara gidiyorlar. Ağır ağır kanat çırpıyor ve
gündüz av peşinde koŞarken- çıkardıkları ti.z
«kroa»dan çok başka bir sesle kendi Boralarmda
konuşuyorlar. Şu anda, çığlıkları küçük, mede
ni bi r top gibi gelip bana çarpan, derinden, ge
len, y u m u ş a k , boğuk bir ses halini aldı.
Kuzgunlar böyle birbiri ardında «kao kao» di
ye bağırdıkça, havada yaylar çizerek uçuşan
toplarla oynuyorlarmış gibi bir duygu uyanı
yor içimde. Günün olaylarını, kendilerine göre
yorumluyorlar sanki . . .
Her akşam, alışkanlığın çizdiğ·i yold·an öy
le büyük bir ciddilik ve görkemle geçi.p gidiyor
lar ki, adeta saygı duyuyorum bu kocaman kuş
lara, en sonund;:ı" gözden yitene dek arkaların
dan bakıyorum. Sonra sağa sol.a gidiyor, belir
si.z gölgeler halinde avluda koşuşan mahkfrm,
lan seyrediyordum. Düşlerirole başbaşa, kim
seeikierin gözüne çarpmadığıma, tepemden ge
çen kuzgun lara kaç•a k selamlar gönderdiğime
seviniyorum ; hava, bahar yumuşaklığında, gü
zel mi güzel. Sonra, ikişer ikişer, ya da onarlı
kümeler halinde kocaman kazanlar taşıyan
mahkumlar (akşam çorbası bu) avludan geçip
yapılara giriyorlar ; alayın sonunda da ben. Av
ludaki ve kilerdeki ışıklar yavaş yavaş sönüyor.
Hans'ın ölümünün verdiğj acıya rağmen, ınüt- ·
49
hiş bir rahatlık var içimde. Doğrusunu isterse
aiz, ölüme falan yer bulunmayan bir düşler ev-·
reninde yaşıyorum. Benim için o ölmedi, aklıma.
gelince gülümsüyorum ona.
Soniçka, sağlık ve f!senlik içinde olmanızı;
dilerim. Yakında görüşeceğimizi düşündükçe�
sevinçten uçuyorum. Başka bir çaresini bulan�
dek, şimdilik resmi yoldan, hemen mektup ya-·
zın bana.
Yanaklarınızdan öperim.
Rosa'niz..
5(}
Breslau, 19'17 aralığının ortaları.
53
sin - Efsanesi'ni mi okuyorsunuz hala ? Ben,
Le.nge'ın Maddeciliğin Tarihi'n� başladım yeni
den, bu kitap her seferinde tekrar uyarıp alev
lendiriyor beni. Bu yapıtı sizin de okumamzı
isterdim.
Ah, Soniçka ! Geçen gün korkunç bir acıy
la kıvrand�m. Gezindiğim avluya sık sık çuval,
asker ceketi ya da gömleği yüklü askeri ara
talar geliyor ; bu ceketlerle gömlekler, zaman
zaman lmnlı oluyor . _ . Arabalar avluda boşaltı
hp içlerindekiler hücrelere dağıtılıyor, çuvalki.r
la giysiler onarılıp doldurulduktan sonra yine
orduya gönderilir. Geçen gün, yine böyle bir
arabanın boşaltılışına tanık oldum, bu seferki
ne at değil, manda koşulmuştu. İlk kez yakm
dan görüyordum bu h:ıyvanları. Bizim sığırla
ra oranla daha güçlü ve yapılı bu rnandalar,
kafaları yassı, boynuzları daha bir yatık, dülla
yısıyla kaf.atasları bizim koyunlarınkine benzi
yor ; derileri kara, gözleri iri ve yumuşak. Ru
manya'dan getirmişler mandaları, savaş gani
meti _ _ . arabaları süren askerler, dağlard.:ı ba
yırlarda yaşayan bu hayvanları yakalamanın,
özgürlüğüne alışkın oldukları için de, yük çek
meye ı:ılışhrmanın son derece güç olduğunu
söylüyorlar Kıyasıya dövülüyorlar, öyle ki
«Vay geldi kurbanların başına» deyimi tam an
lamıyla somutlaşıyor . . . Galiba yalnız Breslau'
da yüze yakın manda varmış. Verimli Rumen
çayırlarında otlamaya alışmış bu hayvancıkla
ra azıcık yem v2riliyor. Çeşitli yükler çektiril
diğinden, kısa zamanda ölüp gidiyorlar. Birkaç
54
:gün ör,ıce, çuval yüklü bir arabanın avluya gir
diğini gördüm ; araba öylesine yüklüydü ki, za- ·
55
Ah, benim zavallı mandacığım, canım, iki-,
miz de acı, yoksulluk ve pişmanlık içinde, eli
kolu J::.:ığlı, dilsiz varlıklarız !
Bu sırada, mahkumlar ağır çuvalları ara
badan indidyor, hapisaneye taşıyorlar, sürücü
erse, elleri cebinde, aviuyu arşınlıyor, sırıtıyor,
ıslıkla günün şarkılarından birini çalıyordu. Sa
vaş, bütün tantanasıyla gözümün önündeydi !
Soniçka, hemen mektup yazın bana. Ya
naklarınızdan öperim.
Rosa'nız.
56
Breslau, 14 ocak 1918.
60
Breslau, 24 mart 1918.
65
uzaktan seyredebiliyor, ağaçların tepelerini du
varın üstünden görebiliyorum. Biçimlerine ve
renklerine bakarak türlerini çıkarmaya çalışı
yor, ve genel ohı;'a� yanılınıyorum galiba. Ge
çen gün, mahkumlardan biri, garip biçimiyle
herkesi şaşırtan kırık bir dal getirdi. Herkes
kökenini merak ed,iyordu. �araağaç dalıydı.
Hatırl�r mışınız, Süqende yolunda size, hafifçe
yeşile çalan solgun k.ırmızı renkli ktıçü� çiçekli
karaağaçlar gösterı:niştim. Ayl,ardan yine ma
yıstı> ve siz bu eşsiz görijnüm karşısında ken
dinizden geçmiştiniz. Burdaki insanlar bilmem
kaç yıldır kara,ağaçlarla dolu bir sokakta otu
ruyor da, çiçeğini falan farketmiyorlar. . . Hay
v.anle.rla da i�gilendikleri yok. Aslında, kentii
lerin çoğu oorbar . . .
Bendeyse, tam terşine, - «insanlığa rağ
men» - beni canlı doğaya pağlayan derin bağ
ların hastalığa benzer bir yanı var, bunu da si
nirsel durumurula açıklayabiliriz herhald,e. Pen
ceremin üstünde yuva yapmış bir çift tepeli ça
yırkışınun bir yavrusu oldu geçen gün - öbür
üçü öldü galiba. Minik kuş daha şimdiden cıt.- .
navar gibi koşuyor. Tepeli çayırkuşlarının, ser
çeler gibi, iki ayakları üstünde sıçrayarak, kısa.
ve seriı adımlarla koşarken ne şeker olduklarım
farketmişsinizdir belki. Yavru uçmaya bile baş
ladı, tıma henüz kendi başına yeterince böcek ve
kurt bulamıyor, hele böyle soğuk havalarda.
Onun için de, her akşam avluya, penceremin
altına gelip •acı ve tiz bir sesle yakınmaya baş�
lıyor. Az sonra ana-baba çıkageliyor, «Uit-uit»e
66
�nzer, kayıtlı bi r sesle ona karşılık veriyorlar.
Sonra, deli gibi dört bir yana koşuyor, akşamın
alacakaranlık ve soğuğunda, umutsuzca yiye
cek arıyorlar. Bir şey bulur bulmaz açlıktan cı
yak cıyak bağıran yavrunun yanına gelip ağ�
zına tıkıyorlar. Ve bu sahne, her akş-am, sekiz
buçuğa doğru tekrarlanıyor. Penceremin altın
dan gelen o tiz ve acı sesleri duyup da ana-ba
banın kaygısını görünce yü reciğim duracak gi
bi olııyor. Üstelik yardım da edemiyorum, çün
son derece korkak, kuçu
kü tepeli çayırkuşl.arı
gibi ardımdan ayrılmayan güvercinlerle serçe
lerin tersine, ekmek atar atma z kaçıp gidiyor
lar. Bu yaptığımın gülünç olduğunu s öylemem,
yeryüzündeki bütün tepeli çayırkuşlarından so
rumlu olmadığımı, her gün ağır mı ağır araba
ları çekerek bizim avluya gelen ve kıyasıya dö
vülen mandalar gibi pataklanan mandalar için
gözyaşı dökmenin gereksiz olduğunu düşünmem
bir işe yo:mımıyor. Böyle şeyler görün c e , sözün
en gerçek :ı,nlamıyla hastalanıyorum. Bütün
gün penceremin yakınlarında oynayıp bıktırası
ya öten sığırcık birkaç gün sustu mu tamam,
rahatını kaçıyor, başına bir şey gelmiş olması
korkusuykı., o boş gevezeliğine başlayana dek
içim i ç imi yiyor . Sizin anlayacağınız, hücrem
den, görünmeyen bağlarla büyükl ü küçüklü bin
lerce varlığa bağlıyım, başlarına geleı::e kler için
kaygılamyor, acı çekiyor, kendimi suçluyo
rum . . . Siz de, duyarlığımı ta uzaklardan .::ı yak
landıran bu kuşlardan, bu varlıklardan birisi
niz. Yılların, sözün gerçek anlamıyla «yaşama-
67
dan», karşı konmıaz bir biçimde akıp gidişine
ne denli üzüldüğünüzü biliyorum. Ama sabırlı
olun, geleceğe güvenin. Yaşayacak, çok büyük
olayların gerçekleştiğini göreceğiz. Şimdilik,
hergün, kocaman kalıplar halinde göçen köhne
dünyanın çöküşünü seyrediyoruz. Ve işin en şa
şırtıcı yanı, insanların çoğunu bunu farketme
yişi, hiUa çok s.ağlam bir toprakta yürüdükle
r:ini sanmaları . . .
Soniçka, Gil Blas'la Topal Şeytan var ıİıı
sizde ya da benim için alabilir misiniz ? Lesage
hakkında hiç bir bilgim yok, ve nicedir ondan
birşeyler olmmak istiyorum. Siz okudunuz mu ?
Bulamazsanız, Recl.am yayınevinden satın alı
nın.
Rosa'nız.
68
Breslau, 18 ekim 1918.
69
ROSA LUXEMBOURG'A İMZASIZ MEKTUP
70
günü sev,gi ve ıımut lafları etiğiıiiz'i biliyôrlar
mıydı ? Dışarda, canımza kıymak için sizi bek
liyorlardı. Öldürdüler sizi, emir böyleydi.
Günümüzde de böyle adamlar var. Bir baş·
"ka deyiŞle, insanlık için henüz hiç bir şey ya
pılmadı. Bizleri bekleyen ödevler ve insanüstü
çalışma karşısında zaman zaman cesaretimiz kı
rılıyor. Ama ideolöji.,, taktik ya da bayrak ek
sikliği çektiğimiz yok, tam tersine, bol bol sa
hibiz bütün bunlara. Siyasal bilincimiz öyle bir
kerteye ulaştı ki, artık : «yanaklarınızdan öper,
dostça ellerinizden sıkarım» demeyi falan unut
tuk. Yürekten, sizin yüreğinizden yoksuiıuz -
. ı
72
R O SA L U XE M BU R G
1 8 70 - 1 9 1 9