You are on page 1of 73

ROSA LUXEMBOURG

HAPİ SANE
MEKTUPLARI

Türkçesi:

BERTAN ONARAN

Y ANKI Y AYlNL A RI
Dizgi ve Baskı

YAYLACIK MATBAASI

İSTANBUL - 1970
Ünlü bir Alman toplumeusu olan Rosa
Luxembourg 1870'te Rusya'nın Zamose ken­
tinde doğmuş, 1919'da Berlin'de ölmüşti.ir. Bir
tüccar ailesinin kızıdır, Zürieh'te siyasal - ikti­
sat öğrenimi görmüş, Almanya'daki toplumen
yayınların çıkarılıpasında çe.hşmıştır ; toplum­
cu partinin sol koanadındandı. 1905'te Rus Dev­
rimi'ne katılmıştır. 1914- 1918 yılları arasın­
da toplumen demokrasi eğilimine karşı sayısız
kitapçık basmış, savaşa karşı çıktığı için hapse
atılmıştır.. 191Tde Spartakus adlı gizli bir ör­
güte katılmıştır; bu örgüt, 1918 yılında kurula­
cak Alman Komünist Partisi'nin çekirdeğidir.
1919 yılmda, Spartakus'cülerin ayaktaninası
sonunda Liebknecht'le birlikte tutuklanmış,
onun gibi dövüle dövüle öldüri.ilmüştür.
Karl Liebkneeht ise. 187l'de Leipzig'de do­
ğup 1919'da Berlin'de ölmüş bir Alman siya-
5
setçisidir; ünlü siyaset adamlarından Wilhelm
Liebknencht'in vğludur. Önce Prusya Mecli­
si'nde (1908), daha sonra Alman Meclisi'nde
(1912) temsil ettiği Sosyal Demokrat Parti'nin
aşırı sol kanadındandır, bağımsızlada birlikte
savaş h·::ırcamalarma karşı Çıkmış (1914-1915),
savaşa kaq:;ı gösteriler düzenlemiştir. 1916'da,
eylemli direnmeden yana olan ve daha sonra
kurulacak Alman Komünist Partisi'ne çekir­
deklik eden Spartakusbund'u (Spartakus Der­
neği'ni) kurmuştur; 1 mayıs 1916'da tutuklan­
mış, 1918'e dek hapis yatmıştır. 1918 kasımm­
da Ebert ile Scheidemann'ın kurdukları dev­
rimci hükümette görev ·almaya yanaşmamış,
1919 ocağmda, Rosa Luxembourg'la birlikte
Spartakus. ayaklanmasını yönetmiştir.
Elinizdeki mektuplar, Karl'ın eşi Sophie
Liebknecht'e yazılmıştır.

6
Posta kartı ( *) Leipzig, 7 temmuz 19r16

Sevgili Sonya'cığım,
Leipzig'de adet olduğu üzere, bugün ağır
ve bağucu bir sıcak vardı. İnsan güçlükle so­
luk alıyor. Bu sabah, parkta, göl kıyısında otu­
rup iki saat The Proprietor'ı (**) (Mal sahibi)
okudum. Müthiş bir kitap. Tonton bir hanım
oturdu yanıma, kitabın adına şöyle bir göz at­
tı, sonra gülümseyerek: «İyi bir kitap galiba.
Ben de çok severim kitap okumayı» dedi. Oku­
maya başlamad·an, parktaki ağaçlada . tatlan­
ları seyrettim tabii, ve büyük bir sevinçle, hep­
sini tanıdığıını gördüm. Buna karşılık, insani
ilişkiler gün geçtikçe daha büyük hayal kırık­
lığına uğratıyor beni; bu gidişle, pek yakında,
Ermiş Antonius gibi, ben de bir köşeye çekilip
tek başıma y·aşayacağım galiba - tabii şeytana
falan uymadan. Aman sinirini zi bozmayın.
Bütün kalbimle,
Rosa.
Çocuklara da sevgi.

( *) Elinizdeki güldestenin hapisaneden yazılma"


·yan tek mektubu budur. Rosa Luxembourg lO tem...
muz 1916'da tutuklanmıstır.
( **) İngiliz yazarı Galsworthy'nin (1867 _ 1933)
bir romanı.

7
Posta kartı Berlin, 5 a�ustos 1916.
( Barnimstrasse hapisanesi )'

Sevgili Sonya'cığım,
Bugün 5 ağustos, az önce 11 temmuz ( ! }
ve 23 temmuzda attığınız iki mektubu birden
aldım. Görüyorsunuz ye., mektuplar elime New
York'a gidiş süresinden daha uzun bir zaman­
da geçiyor. Bu arada, gönderdiğiniz kitaplarr
da aldım, ve hepsi için bütün kalbirole teşek­
kür ederim. Sizleri o durumda bırakmak çok
güç oldu benim için. Birlikte kırlara çıkıp gez­
meyi, ya d•3. mutfağın penceresinden güneşin
batışını seyretmeyi bilseniz nasıl isterdim...
Helmi'den bir kart aldım, yolculuğunu bi.itün
ayrıntılarıyla aniatmış. Hölderlin için binlerce
teşekkür size. Ama onca parayı benim için har­
camayın, üzülüyorum. Öteki güzel şeylerle be-·
zelyelere de çok çok teşekkürler. Hemen yazın
bana, ay sonundan önce alının belki. Dostça sı-·
karım ellerinizi: Sakın kendinizi kapıp koyver­
meyin; cesaretinizi yitirmeyin. Ben zihnen si­
zin yanınızdayım. Karl'a ve çocuklara kucak
dolusu sevgi.
Rosa'nız.

Pierre Loti nefis. Öbürlerini okuyamadım ..


8
Posta kartı ( *) Wrancke, 24 atustos 1916.

Sevgili Soniçka, şu anda yanınızda olama­


mak ne üzücü. Ama yalvarırım, başınızı dik tu­
tun. Zamanla pek çok şey değişecek. Şimdi he­
men yola çıkmalısınız, gideceğiniz yerin önemi
yok, şöyle kırlık bi:r yere, doğanın, güzelliğin
kucağına koşup dinlenin azıcık. Olduğunuz yer­
de kalıp gün günden çökmenin anlamı yok. Son
duruşma haftalarca sonra yapılabilir. Rica ede­
rim, en kısa zamanda yola çıkın .. . Dinlenme-·
niz, Karl'ı da rahatlatacaktır. Ayın lO'unda
yazdığınız mektuba da, bütün öteki şeylere de
binlerce teşekkür. Göreceksiniz, bakın, önü­
müzdeki . bahar yine hep birlikte kırlarda, Ör­
nek Bitkiler Parkı'nda dolaşmaya çıkacağız,
o günleri düşündükçe, daha şimdiden yerimde
duramıyorum. Yalnız, şimdi hemen yola çıkın,
Soniçka! Güneyin o sıcak havasından yarar­
lanmak üzere, Constance gölü kıyılarına gide­
mez misiniz? Bilseniz ne çok isterdim yola çık­
madan sizleri görmeyi! Kommandantur'·a bir
dilekçe yazın bunun için. Bana da hemen bir iki
satırcık. Her şeye rağmen, cesaretiniz kırılma­
sm. Hepinizi kucaklarım.
Rosa'mz.
Karl'a kucak dolusu sevgi.
Helmi He Bobbi'den gelen kartlara çok se­
vindim.
Wroncke, 21 kasım 1916.

( *) Bn kart, Karl Liiıbkııecht'in dört yıl hapis


cezası yediği gün yazılmıştır.
Wroiıcke, 21 kasım 1916

Sevgili Söniçka'cığım, Mıathilda'dan, erkek


kardeşinin savaşta öldüğünü öğrendim, başını­
za gelen bu yenı felaket allak bullak etti beni.
Bir süredir dertlerinizin ardı arası kesilmiyor.
Üstelik, sizlere destek olabilmek, azıcık cesaret
verebilmek için yanınıza bile gelemiyorum! ...
Ayrıca, anneniz için de' kaygılıyım. Nasıl da­
yanacak bu son darbeye ? Çok kötü bir dönem­
de yaşıyoruz, öliiler listesine her gün yeni ad­
lar eklemek gerekiyor. Doğrusunu isterseniz,
tıpkı SivastopaJ'daki gibi, aylar yıl gibi geliyor
insana. Yakında görüşürüz sanırım, dört göz­
le sizi bekliyorum. Nerden öğrendiniz karde­
şinizin ölümünü, annenizden mi, yoksa doğru­
dan doğruya mı? Öbür kardeşinizden haber
var mı? Mathilda aracılığıyla size birşeyler gön­
dermek istiyordum, ama burda şu kötü bez par­
çasından başka bir şey yok; güleceksiniz bel­
ki, ama sizleri ne kadar sevdiğimi de anlaya­
caksınız. Ne durumda olduğunuzu bilditen iki
satırlık mektubu yazmakta gecikmeyin, olur
mu ? Karl'a gönülden sevgiler. Öperinı.
Rosa'nız.

Çocuklara da sevgi.
10
Wroncke, 15 ocak 1917.

Ah! Korkunç bir gündü bugün. Saat 3,19'­


<d.a, lokomotifin düdüğü Mathilda'riın yola çık­
tığını duyurdu bana, ve ben, k·afese tıkilrmş
·yırtıcı bir hayvan gibi, her zamanki «gezinti­
meı> çıktım, duvar boyunca yürümeye başla­
dım. Onunla birlikte gidemediğimi düşündük­
çe yüreğim duracak gibi oluyordu. Of, of! Git­
mek! Ama faydasız_ Yüreciğim yaman bir sil­
le yedi, sonra sakinleşti; uslu bir köpek gibi
söz dinlemeye alıştı artık. Bırakalım artık be­
ni de, başka şeylerden söz edelim.

Soniçka, savaş bitince yapmayı tasarladı­


ğımız şeyi hatırlıyor musunuz ? Birlikte Güne­
ye gidecektik. Ve gideceğiz de! Benimle İtal­
ya'ya gitmek istediğinizi, en tatlı hayalinizin
-bu olduğunu bilıyorum. Bense sizi Korsika'ya
dek götürmek arzusundayım. İtalya'dan daha
iyi orası.- İnsan orda Avrupa'yı, daha doğrusu
çağdaş Avrupa'yı unutuyor. Dağlada yaylala-
rın keskin çizgilerle belirdiği geniş mi geniş bir
görünüm getirin gözünüzün önüne. En tepede,
külrenkli, çıplak ve soylu kayalar; eteklerdey­
se zeytin ağaçları , gür taflanlar, yüz yıllık kes­
tane ağaçları. Ve dört bir yanda, dünya­
nın yaratılışından önceki sessizlik, ne bir insan
.s esi, ne kuş cıvıltısı, yalnızca bir köşede, kaya-

1ıklar arasından kayıp giden bir derenin şırı!-


11
tısı, ya da tepelerde, kayalıklarda esen rüzga­
rın, Ulysse'in bindiği geminin yelkenlerini şi­
şiren rüzgarın mırıltısı. Ra.stladığınız insanlar
görünüme uygun. Bir dönemeçte, bir kervanla
karşılaşıyorsunuz. Korsikalılar, bizim köylüler
gibi küme halinde değil, kervan olup yürürler.
Genellikle, ilkin hoplayıp sıçrayan bir köpek
görürsünüz, onun ardından ağır aksak yürü­
yen bir keçi ya da sırtına kestane çuvalları vu­
rulmuş bir eşek gelir; en arkadaysa, kocaman
bir k·:ıtır, katırın sırtında yanlamasına oturmuş:
bir kadın; kadın bacaklarını aşağı sarkıtmıştır,
kucağında da bir çocuk vardır. Servi gibi ince­
ciktir, hiç kıpırdamadan, dimdik oturmaktadır
katırın sırtında. Hemen yanında, S•ak allı bir
adam sakin ve ;::ağlam adımlarla yürümektedir.
İkisi de suskundur. Gören, Kutsal Aile geliyor
sanır. İki adıında bir böyle görünümlerle karşı­
laşırsınız. Her seferinde öylesine heyecanlanı­
yordum ki, kendimi tutmasam diz çökecektim.
Zaten, güzellik karşısında hep bu duyguya ka­
pılırım. Korsika'da Kutsal Kitap'la Eski Yunan
hala yaşamaktadır. Mutlaka gitmeliyiz oraya,
gidince de benim yaptığımı y.aparız: bütün ada-·
yı yayan dolaşır, her gece başka bir yerde ya·
tar, sabah gün doğarken yolda olabilmek için
erkenden hareket ederiz. Na.sıl, hoşunuza gitti
mi bu tasarı ? kılavuzunuz ben olurum ...
Çok çok okuyun. İnsan zihnen d� ilerleme­
Ii. Başıarabilirsiniz bunu, çok gençsiniz daha,.
yumuşacıksınız. Burda kesrnek zorundayım�
Gününüzü sakin geçirin, geleceğe güvenin. ·
12
Wroncke, 18 şubat ıı.l'7.

Martha, Karl'ı ziyaret edişinizi ve onu


parmaklıklar ardmda g öıiişünü zü anlattı bana;
nicedir hiç . bir şey beni bu kadar ü zmemişti .

Neden bana bi r şey demediniz ? Bütüh acılarmı­


zı paylaşma hakkına sahibim, ve bu hakkımdan
kolay kolay vazg�mem. Aynca, bu bana, on
·

yıl önce, Varşova kalesinde kız ve er�ek ·kar­


deşlerimi gördüğüm günü hatırlattı. Ord•a, in­
.sanı çift kafese kapatıyorlar, yani tellerden
örülmüş küçük bir kafesin dışmda büyük bir
kafes daha var, bunların ardından konuşuyor­
sunuz, tabii teller .sarsılıyor. Üstelik, görüşme
benim altı günlük açlık grevinden sonraydı,
_{kale komutanı) yüzbaşı, beni konuşma yerine
dek düpedüz taşımak zorunda kalmıştı. İki
elimle tel örgülere sarılmwtım, dolayısıyla, tam
hayvanat bahçesindeki hayvanıara benziyor­
dum. Kafes, salonun karanlık bir köşesine kon-
. muştu, erkek kardeşim yüzünü kafese dayıyor,
hiç durmadan «Nerdesin ?» diye soruyor, sap­
sız gözlüğiinün üstünden, beni görmesine engel
. olan gözyaşlarını siliyordu. Karl ı bu durumdan
'

kurtarmak için, şu anda Luskau'daki .kafeste


olmaya bin kere razıyım! _ ,
-
,

Pfemfert'e; . GeJsworthy için tı:;şekkürleri-


, 13'
mi iletin. Kitabı dün bitirdim, okuduğuma se­
viniyorum. Toplumsal konulara daha çok yer
vermesine rağmen - belki de bundan ötürü - ,

The Proprietor iradar hoşlanmadım ondan. Ben


bir romanda toplumsal temalardan çok sanat
değeri arıyorum ... Fraternity'de (Kardeşlik'te)
en çok canıını sikan şey, Galsworthy'nin zeka­
sı. Bu na şaşmayacaksınız elbet. Bernard Shaw
ya da Oscar Wilcle türü bir yazar o da; bu
·

türse, �u sıralar, pek yaygın ingiliz aydınları


arasında: çok zeki, çok ince, ama yeryüzünde­
.
ki her şeye ·alaycı· bir kuşkuculukla bakan; bık­
kın adam. Galsworthy'nin, şaşmaz bir kesinlik­
le; ince bir alayla kişileri hakında söylediği
şeylere çoğu kez kahkahayla gülüyorum. An­
cak, terbiydi ve görgülü insanlar nasıl çevre­
leriyle, en gülünç yanlannı yakaladıkları za man
bile alay etmezler - ye. da pek ender ederler­
se-, gerçek sanatçı da kendi yarattığı kişileri
alaya almaz. Soniçka'cığım, bunu derken usta
işi taşlamayı silkip atmıyorum elbet. Örneğin,
Gerhard Hauptmann'ın Emmanuel Quint'i, çağ­
daş toplumun üstüne, son yüzyıl içinde yazıl­
mış taşlamaların .en,sertidir. Ama Hauptmann
yazarken sıl.'ıtmaz. Thşlamanın sonunda, dudak­
ları titreyerek karşımızdadır, faltaşı gibi açıl­
mış gözlerindeyse yaşlar belirnıiştir. Ge.lıs­
worllıy'yse. ooud€, yemek bOyunca kulağıma
eğilip salona giren yeni konukla r hakkında iğ­
neli laflar fısıldayan masa komşusu izlenimi
uyandırıyor.
Bugün yine pazar, hapistekiler, :ralnızhk -

14:
tan dertli insanlar için, haftanın en kötü günü..
�ederliyim, ama ne Karl'ın, ne sizlerin böyl�
bir duyguya kapıimamanızı bütün kalbirole is­
terim. Ne zaman ve nereye gideceğinizi bildirin
bana.
Hepinizi kucaklarım. Çocuklara sevgi.

Rosa'ıuz.

Pfemfert bana yine böyle güzel bir kitap•


gömılerebilir mi? Örneğin, Thomas Mann'dan ..
Bugüne clek hiç bir şey okumadım .ondan. Bir
ricam daha var. Dışarı çıkınca güneş gözümü
kamaştırıyor. P:Ostayla bana, şöyle bir metre
kadar ince, kara, noktah bir tül yoUayabilir mi-­
siniz? Şimdiden binlerce teşekkür.

15·
Wroncke, 19 nisan 1917.

Dün, �endisi kederli de olsa, büyük bir se­


vinçle aldım kartınızı. Karl'ın tutuklanmasın­
dan sonra, sizi eskisi gibi güldürebilmek için
yanınızda olmayı bileniz ne çok isterdim. Ha­
tırlar Il).lsınız? Fürstenhof kahvesinde, korkunç
kahkahalarımızla herkesin dikkatini çekmiştik.
Her şeye rağmen, ne güzel günler geçirdik!
Her gün, erkenden Postdamer Platz'a araba
bulmaya gider, çiçeğe bezenmiş Tiergarten'dim,
ulu karaağaçların gölgesinde sessizce uzayıp gi­
·den Lehrter sokağından geçer; dönüşte, mut­
laka Fürstenhof'a uğrardık; ve siz, mayısın
bütün görkemiyle hüküm sürdüğü Südende'de­
ki evime gelirdiniz; rtıutfakta, tadına doyulmaz
saatlar geçirirdik, Mimi'yle ikiniz, beyaz örtü­
lü küçük masanın başında, aşçılık sanatırnın
sonuçlarını beklerdirriz (piş:i.rdiğim o P;aris
usulü taze fasulyeleri hatırlar mısınız ?) Ala­
bildiğine güzel, güneşli ve sıcak günlerin izi
kalmış belleğimde: insan baharın sevincini an­
cak öyle günlerde duyabiliyor. Sonra, akşam
oldu mu, bu sefer de ben o küçük oda.nızda sizi
görmeye gelirdim. Size pek yaraşan o evkadını
rolünde, incecik bir genç kız gibi masanın ba-
16
;şında durup da çay koyuşunuzu seyre doya­
mazdım. Ve gece yarısı, misk kokulu, karanlık
sokaklardan geçerek, sırayla birbirimizi evie­
rimize götürürdük. Südende'deki, ı:;izi evinize
götürdüğüm o eşsiz geceyi hatırlar mısınız?
kesin çizgili kana gölgeleri masmavi, incecik gö­
ğe vuran piramit şeklindeki çıkıntılar evleri
şatoiara benzetmişti.
Sonyuşa, sizi eğlendir;mek, sizinle birlikte
�.susmak ya da gevezelik etmek, o karamsar dü­
şüncelere ve umutsuzluğa kapılmanızı önlemek
üzere her dakika yanımzda bulunmak isterdim.
·Gönderdiğiniz kartta: «İyi ama neden böyle ol­
.sun?» diye soruyorsunuz. Küçük bi:c çocuksu­
.nuz siz, yaşam öteden beri. «böyle», yani bir acı,
.ayrılık ve özlem karışımı değil midir? Onu ol­
·duğu gibi kabul etme�. her şeyin !)öyle de iyi
olduğuna inanmak gerekir. Ben de ?.aten, uzun
uzun düşündükten sonra değil, yaradılışım ge­
reği öyle yapıyorum. Yaşamı ancak bu açıdan
·ele alabileceğimi, bir bakıma içgüdüyle, seziyo­
rum, ve koşullar ne olursa olsun, gerçekten
mutluyum. Şu anki ve geçmişteki yaşamıının
bir tek anını çıkarıp atmaz, tek bir noktasını
değiştirmezdim. Biricik arzum, yaşamı size de
böyle gösterebilmektir.
Karl'ın resmi için teşekkür etmedim daha
size. Büyük bir sevinç verdiniz bana. Bundan
daha güzel bir doğum günü armağanı olamaz­
dı. Çerçeveleyip masama yerleştirdİm onu, her
an gözü bende. (Farketmişsinizdir herhalde,
-bazı resimler nerde olursanız olun size bakar-

17
lar.) Nasıl da benziyor. Karl, Rusya'dan gelen
haberlere kimbilir ne çok seviniyordur! Siz de
mutlu olmakta haklısınız. Şimdi artık hiç bir
engel kalm:ıdı annenizin gelip sizi görmesine.
Düşündünüz mü bunu? Bol bol güneş ve sıcak
hava dilerim size. Burda tomurcuklar yeni yeni
boy göstermeye başladı, dün de dolu yağdı. Be­
nim o «Sıcak» Südende'min ne halde olduğunu.
merak ediyorum. G€çen yıl, bir ara parmaklı'­
ğın önünde durmuştuk da, bitkilerin gürlüğüne
hayran olmuştunuz.
Mektup yazma zahmetine girmeyin. Ben.
uzun uzun yazarım, sizse bir kart atın yeter.
Elinizden geldiğince sık gezmeye çıkm, doğay­
la haşır neşir olun. Benim çiçekleri alıp götür­
dünüz mü? umudunuzu kırmayın, sevgili dos-­
.
tum, göreceksiniz, her şey düzelecek.
Sevgiyle kucaklartın sizi.

Sadık dostunuz,

Rosa.

18
Wroncke, 2 mayıs 1'9 17.

Geçen, nisanda, hatırlarsanız, ikinizi de


telefona çağırmış ve saat onda, benimle birlikte
Bitkiler Bahçesi'ne, sözlin en ger,Çek anlamıyla
konser veren bülbülü dinlemeye gelmenizi is­
temiştim. İncecik bir akarsuyun yakınında, gür
fundalıkların ardındaki kayalara oturmuştuk.
Bülbülün şarkısından sonn:ı, birden, tek notalı,
acıklı, «gli gligliglic» gibi bir ses işitmiştik. Ben
bunu bataklıkta yaşayan su kuşlarından biri
sanınıştım, Karl da aynı fikirdeydi, am.a kesin­
likle bulamaınıştık ne olduğunu. Ve n'oldu bilir
misiniz! -bundan birkaç gün önce- hemen ya­
kınl.arda aynı kederli sesi duymaz mıyım?
Müth1ş bir teHişa kapıldım, hemen bu kuşun
adını öğrenmek istedim. Bulana dek araştır­
dım, ve bugün, onun bir bataklık kuşu değil,
toı·kol denen bir ağaçkakan türü olduğunu öğ­
rendim. Serçe büyüklüğündeki bu h:ayvancık,
adını, tehlike anında gülünç tavırlar takınıp ba­
şını sağa sola kırarak düşmanlarından kurtul­
,
maya çalışmasından almışmış. Karınca yiyenler
gibi uzun ve yapışkan dilin topladığı karıncalar­
la besleniyor. Bunun için de, İspanyol'lar ona
«hormiguero» tKarınca yiyen kuş) diyorlar.
Möricke bu sevimli kus üstüne bir şiir yazmış,
Hugo Wolf da müziklendirmiş. Kederli sesli

.19
kuşun adını öğreneli beri, sevdiklerimden ar­
mağan alm1şcasına seviniyorum. Karl'a yazın
bunu, sevinir.
Neler mi okuyorum? Özelikle doğal bilim­
lerle ilgili kitaplar: bitkiler ya da hayvanlar
üstüne yazılmış kitaplar. Örneğin, dün, Alman­
ya'daki şarkıcı kuşların yavaş yavaş tükendi­
ğini öğrendim. Bunun nedeni, akılsal ekim - di­
kimmiş - ormancılık, çiçekcili:k, tarım -, kuş­
ların yuva yapıp beslendikleri yerler. yok olu­
yormuş böylece: yani içi oyuk ağaçlar, sürüi­
memiş topraklar, çalılıklar, yere düşmüş yap­
raklar. Büyük bir üzüntüyle okudum bunu.
Kuşların şarkısını, bunun insanoğlu için taşıdı­
ğı·. anlamı değil de, bu zararsız hayvancıkl·arm
bir d·aha geri gelmemecesine, sessizce yok olu­
şunu düşündüm, ve gözyaşlarırp.ı tutamadım.
Zürih'teyken okuduğum, Amerika'daki Kızıl
Deriiiierin ortadan kalkışını anlatan Profesör
Sieber'in kitabı geldi aklıma: onlar da, uygar
insan tarafından yerlerinden yurtlal'ır�dan ko­
vulmuş, sessiz ve ac!masız bir ölüme terkedil­
mişler.
En küçük şeyler beni böylesine allak bulak
ettiğj.ne göre, ha.stayım herhalde. Bilir misiniz,
çoğunlukla kendimi bir insan gibi değil de, in­
san biçimine girmiş bir kuş ya da hayv.an gibi
hissederim. Aslında, burdaki gibi, bir bahçe­
deyken, ya da kırlara çıkıp böcek sesleri arasın­
da çimenlere uzandığım zaman kendimi bir par­
ti kurultayındakinden çok daha rahat hissedi­
yorum: Bunu çekinmeden söyleyebilirim size:

20
toplumculuğa ihanet ettiğimi sanmazsınız na­
sıl olsa. Bilirsiniz, her şeye rağmen görev ba­
şında, bir sokak çatışmasında ya da darağacın­
da can vermek isterim. Ama benliğimin derin­
iiklerinde, «partili arkadaşlarım» dan çok, baş­
tankara iskete kuşlarıma yakınım. !ç dünyala­
rında çöküntüye uğramış . bir sürü siyaset ada­
mı gibi doğ.::ı,da dinlenecek, sığınacak hir kucak
bulduğumd-an değil. Tam tersine, doğa da za­
man zaman karşıma beni kıyasıya üzen görü­
nümler çıkarmakta. Şimdi size, bir türlü unu­
tamadığım küçük bir serüveni anlatacağım. Ge­
çen baharda, bir kır gezintisinden dönerken, ıs­
sız ve sakin bir sokakta yürüyordum, birden gö­
züm yerdeki koyu bir lekeye takıldı. Eğilip
haktım ve sessiz bir dramla karşılaştım. İri
bir domuzlan böceği sırtüstü yatmış, çevresine
üşüşüp kendisini diri diri yutmaya çalışan ka­
rınca ordusuna karşı ·koymaya uğroaşıyordu!
Duyduğum tiksintiyle ürpererek mendilimi çı­
kardım ve o minik canavarları kovmaya başla­
dım. Ama karıncalar öylesine direngen ve ya­
pışkandılar ki, yaman bir savaş vermek zorun­
da kaldım. Zavallı kurbam kurtarıp çimenler
üstüne koyduğumda, iki hacağının çoktan yen­
miş olduğunu gördüm. İçimde, kendisine epey
su götüren bir hizmette bulunmuş olmanın ver­
diği eziklik, koşarak ordan uzaklaştım.
Gün batıroları daha şimdiden uzamaya baş­
ladı. Bayılıyorum günün bu saatlarına. Süden­
de'de bir sürü karatavuğum vardı; burdaysa
hiç gözükmüyor ve şimdilik susuyorlar. Bütün

21
kış bir çift karatavuk besledim, ama onl•ar da
çekip gitti. Südende'de, geceleri, genelikle so­
kaklarda dolaşırdım. Günün son menekşe renk­
li ışınlarından korkup büzüşüyormuş gibi du­
ran gaz lambalarının ·alevleri ansızın sokak fe­
nerlerinin camları ardında belirdiği an, tadına
doyulmaz bir görünüm çıkardı ortaya. Sokak­
tan, koşa koşa evine dönen kapıcı kadının, y•a
da fırından, bakkaldan bir şey almaya giden
hizmetçi kızm karaltısı kayıp geçerdi. Yakın
dostlarım, kunduracmın çocukları, köşe başın­
d·:ı. gürleyen bir ses kendilerini içeri çağırana
dek, karanlığın oasmasına aldırmadan oynarlar­
dı. O saatta, hemen her zaman, bir türlü raha­
ta eremeyen, ansızın keskin çığlıklar atan ya da
yaramaz çocuklar gibi gevezelik ederek daldan
dala uçan bir karatavuk bululunurdu çevrem­
de. Ve ben, sok·ağın ortalık yerinde durur, gök·
te beliren· ilk yıldızları .say�rdım. Eve dönmek,
gündüzle gecenin yavaş yavaş kaynaşıp eridi­
ği o alacakaranlık ortamdan ayrılmak istemez­
dim. Sonyuşa, yakında yine yazacağım size.
Umudunuzu kırmayın, her şey süzelecek - Karl
için de öyle. Bir dalıald mektuba kadar hoşça
kalın.

Öperim sizi.

Rosa'nız.

22
Wroncke, 19 mayıs 1917.

Ah ne güzel görünüm! Burda her yan ye­


:şillik ve çiçek içinde. İri kestane ağaçları taze
ve zengin giysilerine büründü, Frenk üzümü
fidanları küçük sarı yıldızlar saldı, kızıl yap­
.raklı kiraz ağacı çoktan çiçeğe durdu, akçaağaç
..da pek yakmda onu izler herhalde. Bugün Lu­
ise Kautsky geldi beni g-örmeye ve giderken bir
yığın unutmabeni ile hereai menekşe bıraktı,
ben de kendi elceğizimle diktim onları. Hepsi
öyle bir tuttu ki, gözlerime inan.amıyorum! İlk
kez bir şey dikiyorum, ve başanya ulaştım.
.Pentecote yortusunda, penceremin önü çiçek
dolacak.
Burda bil:· sürü yeni kuş var. Her gün, bil­
mediğim yeni bir türle tanışıyorum. Ah! Karl'­
.la birlikte Örnek Bitkiler Bahçesi'ne blübül din­
lemeye gittiğimiz sabahı hatırlıyor musunuz?
henüz bir tek yaprağı bulunmayan, •:ıma tepe­
den tırnağa bembeyaz, parlak çiçeklerle donan�
.mış dev gib!. bir ağaç gcrmüştük. O ağacın adı­
nı bulmak içi::ı ne kadar kafa paUatmıştık,
,çünkü, meyve ağacı olmadığı besbelliydi, çiçek­
leri de epey garipti. Şimdi artık öğrendim adı­
nı! Beyaz kavakmış, ve «çiçekler», gerçekte, ye­
ni yapraklarmış. Kavağın eski yapnaklarının al­
tı beyaz, üstü koyu yeşil, yeni yapraklarınınsa

23
üstü beyaz tüyl�rle kaplı oluyor ve güneşte be­
yaz çiçek gibi parlıyorlar. Küçücük bahçemde
bu tür bir kavak var, bütün şarkıcı kuşlıar
özellikle gelip ona konuyorlar. O günün ak­
şamı gelmiştinir., hatırlıyor musunuz? Hava
öyle güzeldi ki. Yüksek sesle birşeyler okumuş­
tuk, ve gece yarısı, tam ayrılırken - açık bal­
kon penceresinden nefis bir yasemin kokusu.
geliyordu-, size çok sevdiğim şu İspanyol şii­
rini okumuştum:

«Şükürler olsun dünyayı yaratana


«Dört bir yana aydınlıık saçana
«0 yarattı denizleri ve onlann
uçsuz bucaksız derinliklerini
«Üstlerinde gezen gemileri,
«Cenneti ve ölümsüz ışığı,
«Dünyayı - ve senin yüzünü! »

Ah! Soniçka, Wolf'un müziklendirdiği bu


şiiri dinlemediyseniz, «ve senin yüzünü» sözle­
rindeki yakıcı tutkuyu tasavvur bile edemezsi­
niz.
Ben bu satırları yazarken, pencereden içeri
kocaman bir yaban arısı girdi, kocaman sesiyle
odayı doldurdu. Bilsen ne güzel şey! Ateşliliğin,
yaz sıcağınm ve çiçek kokularının titreştiği bu
ezgide ne köklü bir yaşama sevinci var.
Soniçka, geleceğe güvenin ve hemen, he­
men mektup yazın bana. Merakla sizden haber
bekliyorum.
Rosa'nız.

24
Wroncke, 23 mayıs 1917.

14 mayısta yazdığınız en son mektup elime


geçtiğinde, benimki yola çıkmıştı. Yeniden ya­
zışmaya başl•adığımız için çok mutluyum, Pen­
tecote yortusu dolayısıyla. en içten sevgilerimi
belirtmek isterim. «İşte o sevimli P�ntecote
günleri geldi yine» diye başlar Geothe'nin Til­
ki Usta'sı ("'). Bu yortuda biraz kendinize ge­
leceğinizi umarım. Geçen yıl, işte bu yortuda
Mathilda'yla birlikte Lichtenrade'ye güzel bir
gezi yapmış, ben yolda Karl'abaş-ak çiçekleriyle
o eşsiz kayın dah]J.ı koparmıştım. Akşamüstü,
\ «Ravenalı Üç Soylu Hanım» gibi, elimizde gül­
ler, Südende kırlarında dolaşmaya çıkmıştık ...
Burda leylaklar çiçek açtı bile, hem de bugün!
Hava o kadar sıcak ki, en ince muslin entarimi
giyrnek zorunda kaldım. Minik kuşlarım, güne-·
şe ve sıcağa rağmen, birbiri ardından suskun­
luğa gömülmekte. K uluçkaya yattılar besbelli;
dişiler yuvada kalıyor, erkekler de hem kendile­
rini, hem eşierini beslemek üzere yiyecek bul­
maya gidtyor. Daha çok kırlarda ya da büyük
ağaçlarda yuva yapıyorlar, benim küçük bahçe
sessiz kalıyor. Arasıra bülbül bir iki notacık
söylüyor, ispinozun ayak sesleri duyuluyor, ya
da, akşama doğru, son bir gövde gösterisi ya-

(ı) Reineke Fuchs.

25
pıyor: ama isketelerimden eser yok. Dün, o da
derinlerden olmak üzere, mavi bir iskete ses­
lendi bana, allak bullak oldum. Mavi isketele­
rin kışı bizim ülkede geçirmediğini, ancak
mart sonunda geri geldiklerini bilir miydiniz?
İlk zamanlar, bir tanesi hep penceremin dibin­
deydi. Eşlerinden biriyle gelip penceremin ke­
n:ırına konuyor. müthiş bir sesle türküsüne
başlıyor, ama öyle yayıp uzatıyordu ki, şarkı­
·dan çok kötü yetiştitilmiş bir çocuğun maska­
ralıklarına benziyordu. Her seferindB kendimi
tutarnayıp gülüyor ve aynı tonda cevap veri­
yordum ona. Sonra, mayıs başın,d-a, öbür kuş-
1arla birlikte, doğanın bir köşesinde kuluçkaya
yatmaya gitti. Haftalarca gözükmedi. · Dün,
hapisane içinde bizim aviuyu başka bir bölüm­
·den .ayıran duvarın öte yakasından gelen tanı­
dık bir ses duydum, ama bu seferki tümden
.değişikti, eskisi gibi uzun bir ezgi değil, kısacık
üç nokta: «tsitsi be - tsitsi be- tsitsi be » . O
kadar. Küçük bir kuşun öyküsünü dile getiren
bu kısa ve ırak çağrıyı duyunca içim ezildi. Bü­
tün gün türküler çağrılıp eşierin birbirlerine
seslendiği irkbahar öncesi aşkların tatlı amsıy­
dı bu. Şimdiyse gün boyu sağa sola koşmak,
hem kendine, hem ailesine sinek falan avlamak
gerekiyordu. ö güzelim günlerden geriye yal­
nızca tatlı bir anı kalroJştı: « Vaktim yok artık
- ah! - ne güzel günlerdi onlar - bitiyor iş­
te bahar - tsitsi be - tsitsi be- tsitsi be! . . . »

!nanın, Sonyuşa, küçük bir kuşun ötüşü alabil­


diğine heyecanlandırır beni, müthiş anlamlıdır

26
çünkü. Schiller gibi Tevrat'ı bilgeliğin kaynıağı
.sayan annemin inancına göre, Hazreti Süleyman
kuş dilinden anlarmış. O n dört yaşımlh kendini
beğenmişliği, çağdaş bilime göre yetişmemin et­
kisiyle annemin bu · saflığına gülerdim. Oysa
şimdi ben de Hazreti Süleyman gibiyim, kuşla­
rm ve hayvanlarır.. dilinden anlıyorum. Kuşlarım
insanlar gibi kon�şmuyor elbet, ama kendilerine
·Özgü bir biçimde dile getirdikleri duygulanım­
lan bütün ayrıntılarıyla ya.kalıyorum. Kuşlarm
şarkıları ancak onları dinlemesini bilmeyen ki­
:şiler için anlamsızdır. Hayvanları sevip anladı­
nız mı, onların da çok değişik anlatım yolları,
_yani sözün. en gerçek anlamıyla bir dilleri bu­
lunduğunu farkediyorsunuz. O zaman da, ilkba­
hardan ·Sonraki �essiz haftalara şaşmıyorsunuz.
Sonbahar da bmda geçirirsem - ki öyle gözü­
küyor- bi.itün dostlarıının pencereme yiyecek
.aramaya geleceklerini biliyorum; Özel bir bağla
bağlandığım isketeyi yeniden göreceğiınİ dü­
şündükçe uçuyorum.
Sonyuşa, tutukluluğumun uzayışına sinir­
leniyor: «Neden insanlar başkalarının yazgısı­
-m saptama gücüne sahip olsunlar ? » diye soru­
yorsunuz. Bağışlayın ama, kahkahalarla gül­
·düm mektubunuzu okurken. Dostoyevski'nin
I{araınazof Kardeşler'inde de tıpkı böyle soru­
lar sor.an, sonra dönüp yanındaki insanların
:.suratına alık alık bakan. ama sorusuna karşı­
Iık verilmesini beklemeden başka bir konuya
:geçen bir Bayan Şoşlakova var. İyi ama yavru­
·cuğum, en alçakgönüllü tahminlere göre yirmi
27
bin yıl öncesine uzanan uygarlık tarihi hep bu
güce, yani «bazı insanların kendi benzerlerinin
yazgısına egemen olmasına», buysa maddi ko­
şullara bağlı kalmıştır. Ancak ağrılı sancılı bir
evrim değiştirebilir kurulu düzeni, şu andaysa
ışte böyle sancıl� dönemlerden birini yaşamak­
tayız. Siz de kalkmış: «Neden ama bütün bun­
!•ar ?» diye soruyorsun uz. Bu «neden?» Hifı ya­
şamı ve onun aldığı türlü biçimleri kapsayamaz.
Yeryüzünde neden mavi isketeler var? Bilemem
bunu, ama onların varlığına sevinir, ve duvarın
öte yakasından gelen o kısacık «tsitsi be»yi
duydum mu, içimi kaplayan bir yumuşaklık bü­
tün acılarımı unutturur bana.
Ayrıca, « bilgeliğimi» gereğinden fazla bü­
yütüyorsunuz. lç dengerole yaşama sevincim
sandığınızdan daha kınlgandır, üzerlerine dü­
şen küçücük bir gölge anlatılmaz acılar çekti­
rir bana. Bu gibi durumlarda, biricik tepkim,
susmaktır. lnamn, Soniçka, tek bir söz edemem
o zaman. Örneğin, şu son günlerde alabildiğine
sakin ve mutluydum, güneşin verdiği sevinç
içersinde yüzüyordum; derken, geçen pazarte­
si buz gibi bir acı kapladı her yanımı, ışıkh
mutluluğum derm bir düzensizliğe dönüşüverdi.
O .anda, sevincim insan kılığına girip karşıma
gelseydi, ancak sessiz bir bakışla dile getirebi­
lirdİm umutsuzluğumu. Doğrusunu isterseniz,
pek ender duyuyorum konuşma arzusunu, haf­
talarca kendi sesimi duymadan yaşıyorum..
Mimi'yi getirtıneme konusundaki yiğitçe kara­
rı da işte bu yüzden verdim. Hayvancağız ne-

28
şeye, canlılığa alışık, ben şarkı söylerken, güler
oynarken son . derece mutludur; burda sinir
hastası olurdu. Bunun için, Mathilda'ya bırak�
tım onu. M)athilda birkaç gün sonra beni gör­
meye gelecek, ziyaretinin bana güç katacağını
umuyorum. Yortu benim için de «tatlı bir bay­
roamv> olur belki. Soniçka. sakın güveninizi yi­
tirmeyin, inanın bana, her şey yoluna girecek.
Karl'a kucak kucak sevgi. Öperim.

Rosa'nız.

Küçük gravüre binlerce teşekkür. Ne de


güzel!

29
Wroncke, 1917 mayısımn sonu.

Sonyuşa, nerdeyim, bu mektubu size· ner­


den yazıyorum biliyor musun. uz? Bahçeden!
Küçük bir masa taşıdım bahçeye, iki yeşil ça­
Jılığın gölgesine oturdum. Sağırndaki Frenk
üzümü fidanı keskin karanfiller gibi kokuyor;
solumda bir öbek kurtbağrı; tepemdeyse, kör­
pe bir kestane ağacıyla bir akQaağacın koca­
man, yeşil elleri; önümde de, upuzun akkavak,
ciddi ve dost bit' yüzle, ağır ağır yapraklarını
hışırdatmakta. Yapraklarm gölgesi, kü�ük gü­
neş parıltılarıyla birlikte kağıdıının üstünde
oynaşmakta, ve yağmurdan hala sırılsıklam
olan yapnaklardan arasıra ellerime ya da yüzü­
me damlacıklar düşmekte. Hapisane kilisesinde
ayin var. Orgun boğuk sesini duyuyorum de­
rinden derine; yaprakların hışırtısı ile keyifle­
rinden yanlarımı varılınayan kuşların cıvıitısı
orgun sesini bastırıyor. Ta ötelerden guguklu
saa
ı tın sesi geliyor. Oh, ne güzel! Nasıl da
mutluyum! Daha şimdiden Saint-Jean bayra­
mındayız sanki; yaz, bütün aydınlığı ve yaşama
sarhoşluğuyla geldi. Wagner'in Usta Şarkıcı­
lar'ında şöyle bir sahne vardır: kadınlı erkek­
li bir kalabalık, ansızın elerini çırpıp «Saint-Je­
an! Saint-Jean! » çığlıklar atarak bir eski za­
man valsi yapmaya başlar; bilir misiniz bu

30
salıneyi ? İnsan ancak böyle günlerde anlıyor
o sahneyi. Dün öyle çok şey geldi ki başıma;.
Bir bir anlatayım size. Sabahleyin, banyo pen-­
ceresinde kocaman bir gece kelebeği buldum.
Birkaç gündür ordaydı herhalde, kendini cama
vura vura bitkin düşmüştü. Yaşadığı arasıra .
hafif hafif kanat çırpışından anlaşılıyordu. Gö­
rür görmez giyindim, pencereye tırmandım, se.­
bırsızlıktan tir tir titriyordum, büyük bir dik-­
katle avucuma aldım onu. Kendini korumaya .
kalkışmıyordu, ölmüş se.ndım. Penceremin ke­
narına koydum onu, toparlanır umuduyla ; . bir­
ara yaşam meşalesi canle.nır gibi olduysa da, .
kelebek az sonra hareketsizleşti. Bunun üzeri­
ne, yiyecek vermek istedim ona ve duyarge.ları-­
nın önüne bir iki açılmış çiçek koydum. Tam O ·
sırada, çalı bülbülü pencerenin önünde · sevinçli
bir türkü tutturdu. Yüksek sesle : « Sevincin
türküsünü çağıran şu küçük kuşu dinlesene.
Canlanırsın belki ! » demekten kendimi alama­
dım. Yarı ölü bir kelebekle konuştuğumu farke- ­
dince kendi kendime güldüm ve : «Hay Allah , .
ne yararı var bu lafların ! » diye düşündüin . .
Ama hiç de öyle değildi ! Minik hayvan, yarım
saat sonra toparlandı, canıandı ve ağır ağır
uçup gitti. Canını kurtardığım için öylesine
mutluydum ki ! Ne bulunmaz bir serüvendi bu !'

Ögleden sonra, her zamanki gibi be.hçeye-­


çıktım, sabah sekizden öğleye ( öğlen olunca,
:vemeğe çağırıyorlar beni ) ; ve saat üçten altıya
dek orda yaşıyorum. Güneşi bek!iyordum ;

31
iç imde, az sonra ortaya ç ılr acağı duygusu vardı.
Ama güneş çı km a dı , hüzün kap ladı iç im i. Do­
laşmaya başla dım. Hafif bir rüzgar esiyo rdu,
ç ok garip bi r şeyle ka rşılaştım. A kk avağı n tı r­
t ıl s ı başakları ol gunl aşmı ş, tüy lü tohuml arın ı
dö rt bir ya na saçmaktaydı ; i ri ka r ta neleri ha­
vaya yayılmış, yere d üşüp avi uyu ört üyordu
. s ank i. Havada uç uşan bu tüylü tohumda garip
b ir şey vardı. Ak kavak öbür tırt ıl baş.a klı ağ aç ­
lard an s onra çiç ek aç ıyor ve tohumları nı ta
uz akla ra d ek saç ıyor, t ohuml ar, zar arlı otl ar
. gibi , d uvar ç atl a k1a rı nda, kaya yarı kl arı nda bi­
le yeşeri yor.
Her zam anki gib i, s aat altıda yi ne hücre­
me ka pattıla r b eni. P enc ere kenarı na oturdum,
başım k aza n gib iydi, bakışl arımı solg un mavi
göğ e ç evir dim, başdö ndürücü yüksekli kte, yu­
ma k hali ndeki bul ut kümel erinin alt ında . uç an
kı rla ngıçlar o si vri k anatla rı yla göğ ü makas­
b yord u s anki . De rken gökyüz ü ka rardı, g ürül­
t ül er d indi, ve yeri gö ğü inleten iki korkunç
gök gürült üsünün ardından başlayan sağn akl a
fı rt ın a kopt u. O z aman, unutulmaz bi r gösteri­
ye t anık ol dum. Fırtına uz akl aştı ğı nda, gökyü­
z ü t ekd üz e ve koyu bir külrengine b oya ndı ; yer­
yüz ün e k ara peç eler ç ekercesi ne, z ayıf ve sol gun
renkli, hayall er evrenin e yaraşır bir al acaka­
ranl ık ç öktü. Y ağmur, düz enli bir temp oyl a,
usul usul ya pr a kl ardan süzül üyordu; z aman za­
m an kızı la b oyam yo rdu ku!§U ni göky üz ü, ve
gö kgür ültül eri, k umsal da eriyen dalgal ar gibi,
t a uz aklarda yitip gidiyordu. Birden, p encere-
_min önündeki ıakçaağaçtan, bu hayali görünüm
içersinde, bülbülün şarkısı yükseldi ! Yağmu­
run, şimşek parıltılarının, gökgürültülerinin or­
tasında, ince bir çan sesi gibiydi. Kuş, sesiyle
gökgürültüsünü bastırmak, alacakaranlığı ay­
dınlatmak istercesine, çılgınlar gibi, kendinden
geçerek ötüyordu. Böylesini işitmedim şimdiye
dek. Sırayla. bir kurşuni, bir kızıl renge boya­
n•an gökyüzünün önünde, gümüş gibi parlıyor­
du şarkısı. Bütün bunlar akıl almaz derecede
g!z dolu, inanılmaz güzellikteydi, bir de baktim
Geothe'nin bir şiirinin şu son dizesini söylü­
yorum : «Ah ! keşke sen de burda olsaydın . . . »

Sadık dostunuz,

Rosa.

33
Wroncke, 1 haziran 191'7-
. . . Çok iyi tanırım orkideleri. Büyükçe
bir yer kapladıkları şu harika çi�ek bahçesi
Frankfurt'ta, bana bir yıl hapis cezasına pat­
layan davadan sonra, birkaç gün, uzun uzun in-­
celemiştim onları. O ince güzelliklerinde, garip,
gerçek dışı biçimlerinde bozulmaya yüz tut­
muş, narin mi narin bir yan buluyorum. Rokoko·
çağının allı pullu ve pudralı markizlerini hatır­
latıyorlar bana. Bir · çeşit itki ve tedirginlikle­
beğeniyorum bu çiçekleri, çünkü, içgüdüyle,
yozlaşmaya yüz tutmuş, sapık şeylerden kaça-­
rım. Tıpkı benim gibi güneşi görünce açılan,
ama üstüne ufacık bir gölge düştü mü büzülüpo
kapanan, al renkli aslanağızlarını yeğlerim.
Akşamüstleri ve geceler ne güzel şu sıra­
da ! Dün, anlatılmaz bir büyü vardı doğamn gö-­
rünüşünde. Güneş çoktan batmıştı, ama gök­
yüzü, yorucu bir günden sonra, ressamın, din­
lenıneye çeldlmezden önce kocaman bir palete­
fırçalarını silmesiyle meydana gelmiş opal ren-'
gi çiziklerle dolmuştu. Havada fırtına kokusu,
insanın yüreğini daraltan hafif bir gerilim var­
dı. Çalılıklar hemen hiç kıpırdamıyör, bülbül
susuyor, ama yorulmak nedir bilmeyen çalıku­
şu hala daldan u.ala sıçrıyor, o tiz sesiyle tür­
küler çağırıyordu. Her şey bekleyiş kesilmişti
sanki. Ben de pencere önünde, ayakta durmuş,
bekliyordum - beklediğim neydi bil em em ! Sa­
at ·:ıltıda « kilit altına» koyuyorlar bizi, ondan­
sonra yerle gök arasında, bekleyebileceğim hiç:
hir şey kalmıyor . . .

34
Wroncke, 2fi temmuz 1917.

Soniçka, sevgili dostum, şu delikte beni


umduğumdan çok tutukianna göre, Wroncke'­
den bir mektup daha alacaksınız demektir. Na­
sıl düşünebildiniz size mektup yazmayacağ"Imı !
Size beslediğim duygular değişmedi, değişme­
yecek de. Yıazmadım, çünkü Ebenhaus(m'den
ayrıla�ı beri başınıza çöken sıkıntıları biliyor­
dum, ayrıca, mektup yazacak durumda değil­
dİm.
Biliyorsunuz belki, Breslau'ya aktarıyorlar
beni. Bu sabah küçük bahçemle vedalaştım.
H:wa kapalı ve nemli, fırtına tehlikesi var,
gökyüzünde kapkara bulut kümeleri dolaşıyor,
ama ben her zamanki gezintimi yaptım. Duvar
boyunca uzanan daracik çakıllı yola v�da ettim.
Dokuz aydır öyle çok geçtim ki oradan, hemen
her t•:ışını, aradan fışkıran her otunu ezbere bi­
liyorum. Taşların en çok renklerine bayılıyo­
rum : kimisi kırmızı, kimisi mavi, kimisi yeşil,
kimisi de külrenkli. Kış boyunca, seyredecek
bir avuç yeşillik bile bulamayan gözlerim işte
bu taşların değişik renklerinde azıcık çeşitlilik
ve dinlendiricilik aradı. Şimdi artık yaz, taşlar
arasmda görülecek öyle garip ve ilginç şeyler
var ki ! Bir yığın yaban arısıyla eşekarısı yuva
yaptı aralarında. Kayaları şöyle fındık büyük-

35
lüğünde oyuyorlar, bu deliklerden derin kovuk­
lara giriliyor. Dışarı attıkları topraklada gü­
zel mi güzel, minicik yığınlar yapıyor, bunların
üstüne yumurtalarını bırakıyor, sonra balmumu
ve bal üretiyorlar. Durmadan girip çıkıyorlar.
Gezintilerim sırasında, bu yeraltı yuvalarını
bozmamay.a çalışıyorum. Bir de karıncalar
var tabii, benim dar yolu birkaç yerin­
den geçmektelcr, üstelik, ıki noktayı birleştiren
en kestirme yoiun doğru çizgi olduğunu içgü­
düyle bilirmişcesine ( oysa ilkel kavimlerin bun­
dan haberi bile yoktur ) , ip gibi düz gidip geli­
yorlar. Duvar boyunca, karman çarman bir yı­
ğın ot bitmiş ; biı· kısmı çoktan solmuş, tohum
saçmakt•a , öbürleriyse bıkıp usanmadan tomur­
cuk vermekte. Ayrıca, ilkbahar boyunca , pati­
kada · ya da duvar boyunda bir sürü minik ağaç
bitti : yaşlı ağaçtan düşmüş bir tohumdan fi­
lizlendiğine kuşku bulunmay·an küçük bir akas­
ya, ve mayıs başında boy gösteren birkaç ak­
kavak. Kavaklar, daha şimdiden zengin bir ye­
şilli beyazlı giysiye büründüler ve tıpkı ataları
gibi, burada, •an l atılmaz bir çalımla bu minik
yaprakları sallamaktahr O fidanlar arasında
kimbilir kaç kez yürüdiim, kimbilir kaç kez
geçtim o dar yoldan, neler duydum, neler dü­
şiindüm orda ! Kışın en - kötü günlerinde, her
kG.r yağışından sonra, daracık bir geçit açtım
arda kendime. Her gezintimde, sevgili isketem
yanımdaydı, sonbaharda onu yeniden göreceği­
mi umuyordum, ama geri geldiğinde, pencere­
min kenarına konup yiyecek aradığı zaman be-

36
ni bulamıyacak. Martta, buz gibi soğuk günler­
den sonra k·arlar erimeye başlayınca, patikam
dereciğ·e dönüştü.. Ilık rüzgarın suyu kırıştırı­
şı, avlu dmrarmdaki taşlarm parlak yansısının
minik dalg�lar üstünde oyuaşması hala belle­
ğimdedir. Sonra mayıs geldi, ve duvar dibinde
biten ilk menekşeyi gönderdim size.

r Bugün bahçede dolaşırken, gözlem ve dü­


şüncelerim ar-asında, Geethe'nin şu dizeleri ge­
çiyordu akhmdan :

«Ak saliallı Merlin aydınlığında gömütünün


Geç:liğimde kendisiyle konuştuğum » . . .

Şiirin gerisi!ü bilirsiniz. Bu dİzelerin o an­


ki ruh halirole ve düşi.incelerimle hiç ilgisi yok­
tu eibet, ama kendimi sözcüklerin ezgisine kap­
tırmış, şiirin o anlatılmaz büyüsüne girmiştim.
Nedendir bilmem, güzel şiirler, hele Geothe'nin­
kiler, heyecanlandığım zaman derinliğine etki­
Iiyar beni . Ade h bedensel bir tepki bu ; böyle
•J.n larda, tadma doyulmaz bir içki susuzluğ·umu
gidermiş, beni f3�rinletmiş, vücuduma ve ruhu­
ma sağlık kazandırmış gibi oluyornm. Son
mektubunuıda sözünü ettiğiniz Doğu ve Batı
Şiirleri Div:mı'nından ( " ) alınma şiiri bilmiyo­
rum. Bana da btr kopyasını çıkarınanızı isteye­
ceğim. Bir de, ni.cedir edinmek istediğim bir şi­
iri var, elimdeki küçük güldestede yok bu. Adı

(*) Goethe'nin şiirlerinden seçmeler.

37
_Bir Demek Çi�eğjn Suu.gusu ( * ) . Dört be§ di­
zelik, küçük bir şiir ; Hugo Wolf'un ezgisiyle
tanıyorum onu, korkunç güzel, hele aşağı yu­
k·arı şöyle biten sonu :

«Göulümde sonsuz bir karabasanla


Tlopladım bu çi('ek demetini
Kalbime hastırdım sonra
Belki biuler.ce kere.»

Sessiz bir Jua için diz çökmek gibi, dinsel


bir duyguyu, inceliği, utancı dile getiriyor bu
ezgi. Ama metni bütünüyle hatırlayamıyonım,
onun için de asiını öğrenmek istiyo rum.
Dün akşam, saat dokuza doğru, yine hari­
ka bir gösteriye tanık oldum. Oturduğum yer­
den, camı aydınlatan pembe bir ışık yansısı ya­
kaladım. Şaşıp kaldım, çünkü gök tümden kül­
rengiydi. Pencereye koştum ve büyülendim. Do­
ğuda, göğün o tekdüze kurşunisinde akıllara
durgunluk verecek k·adar güzel, pembe bir bu­
lut vardı, öylesine gerçekdışıydı ki, bilinmeyen
diyarlardan gönderilmiş bir selam, bir gülüm­
seyiş sanırdınız. Bir anda bütün bağlardan kur­
tulmuş hissettim kendimi, ve elimde olmaksı­
zın, kollarımı uzattım o sihirli buluta doğru.
Yaşam, bize işte böyle umulmadık biçimlerde
umulmadık renkler sunduğu zaman yaş-anmaya
değer ve güzel olmuyor mu ? gözümü alamıyor
dum bu ışıklı görüntüden, her yamm onunla

( •:• ) Blumengruss.

38
dolmuştu, ve ansızın, duruşumu farkedip gül­
düm. Hey ulu Tanrım ! Gökyüzü, bulutlar ve
dünyanın güzelliği Wroncke'de kalmayacaktı
ki, onlarla bir daha görüşmemek üzere veda­
laşmıyordurtı ki ! Hayır, yaşadığım sürece, ne·
reye gidersem gideyim, benimle geleceklerdi.
Yakında, Breslau'dan yazarım size. Müm­
:ı{ün olur olmaz beni görmeye gelin oraya. Karl'a
,g önülden dostluk.
Kucaklarım sizi. Dokuzuncu hapisanemde
,görüşmek üzere.
Sadık dostunuz,

Rosa.

39
Breslau, 2 ağustos 1917 ..

Sevgili Soniçka, mektubunuz 28'inde eli­


me geçti. Buraya geldikten sonra, ilk sizden
haber alıyordum, sevincimi tahmin edersiniz.
Benim için öyle iyi şeyler düşünüyorsunuz ki,
buraya aktarılışımı gereğinden fazla karanlık
goruyorsvnuz . . . Bilirsiniz. yaşamın getirdiği
yön değişikliklerini son derece sakin karşıla.rım"
Buraya da alıştım bile ; kitap sandıklanm dün
Wroncke'den geldi. Yakında, yerleştiğim iki
hücre, yanımdan ayırmadığım birkaç basit süs
eşyası, kita.plar ve çoğaltına resimler sıa.yesin­
de en az Wroncke'deki barına.ğım kadar sıcak
ve rahat bir havaya bürünecek, ve ben dört
elle çalışmaya koyulacağım. Burda ba şlıca ek­
siğim, Wroncke'rleki görece özgürlüğiim olacak =­
orda, kale bütün gün açıktı, burdaysa. bütün
gün hücremde kapalı kalacağım. Bir de oranın
temiz havasını, bahçeyi ve özellikle kuşları arı­
yorum elbet ! Bu minik arkadaşlara. ne denli
bağlandığıını bil.emezsiniz. Ama insanoğlu her
şeyden geçebilir, yakında, eskiden daha talihli
olduğumu unuturum. Burası, hemen hemen
Barnim sokağındaki gibi ; yalnız, her gün bit­
kiler ya da hayvanlar dünyasından yeni bir şey
bulup ortaya çıkardığım o güzelim, yeşil ha.sta­
ne avlusu yok tabii. Burdaki taş döşeli koca:�

40
man avl uda «keşfedilecek» hiç bir şey yo k_
A vluda ç alışan, sı rt lar ında ki berbat g iysileri.
görmeye dayanamadığım ma hpusl ara bakma­
mak iç in gö zlerim i kül renkl i kaldırım t aşl ar ın­
dan a yırmıy o rum.., İç lerind e, ko rkunç b ir yo z­
l aşma so nu nda y aş., cinse ll ik v e ki şil ik gibi ö zel­
li klerini yiti rmiş oldukl arı hal d e, bakışlarımı·
büy ülercesine çe kenler var hep. H em en her
yerde; ma hkum giysisinin b aya ğıL aşt ıramadığı.
r es samla rın gözl. erini ış ıtacak kada r biç imli in­
s anl ar gö rül eb il ir. Örneğin, mapusane avlusun­
da genç bi r işç i kadın keşfett im, ince uzun,
si nirli vücudu, ç at kıl ı b aşı, sert pro fil iyl e M il­
l et'nin t ab lo lar ınd an ç ıkmış g ibiydi. Y ükleri
t aşıyışındaki so ylul uğu seyretmek gerç ekt en
z evkt i. G ergin, t ebeşir renkl i zayıf yüzü pa lyar
çol arı n t aktı ğı t raj ik rne.s kel eri andı rıyo rdu.
A ncak, ş imdiye dek edindiğim üzücü yaşant ıl ar,
dış gö rünüşleri ço k şey va at eden b u gibi i n­
sa nl ardan kaçma ya zo rl uyo r b eni. Bernim so ka­
ğı nd aki map usa nede de hal ve t avrıyla kral iç e-·
yi andır an b ir kadın ma hkfı� la karşıl aşmışt ımr
ve r uhunun da aynı ölç üde so yl u olduğu haya-·
lin e kapılmı şt ım. Derk en, hizmetç i o larak bi­
zim böl üm e geldi, iki gün so nra o gü zel gör ünü­
şün alt ınd·a ö yl e bir aptallık ve ba ya ğı lıkl a kar­
şıt aşt ım ki, ras tladığım zama n bak amaz ol ­
dum. So nunda, M ilo V enüs' ünün yüzyıllara ka­
fa t uta n bir güzell iğe sahip ol uşunun, ağzınr
açma yışından ile ri geldiğine inand ım. Ko nuş­
sa ydı, büt ün ç ek iciliği ni �,;tirirdi.
P enceremin t am ka rş ıs ında, her zamanki

41
:g ibi kırmızı tuğladan yapılmış . hüzün verici ve
beylik erkek hapisanesi var. Ama duvann üs­
tünden, birkaç ağacın yeşil tepesini görüyorum ;
rüzgar esince tir tir titreyen kara gövdeli, uzun
bir kavaklıa, her yanları kozalak dolu, daha açık
renk yapraklı bir dizi dişbudak. Hücremin pen­
·cereleri kuzey - batıya bakıyor, böylece, akşam­
ları, çoğu kez küme kii.me geçip giden bulutları
:seyredebiliyoru:nı:. Bilirsiniz, pembe bir bulut
beni mutlu kılmaya, bütün dertlerimi unuttur­
maya yeter. Şu anda saat akşamın ::>ekizi (da­
ha doğrusu, yedisi) , güneş az önce erkek hapi­
sanesinin damı ardına gizlendi, çatı pencerele­
rine göz kamaştırıcı yansılar göndermekte, gök­
yüzüyse altın re:1ginde. Mutluyum - ve neden­
dir bilmem -, Gounot'nun Ave Mar ia'sını ava­
.zım çıktığınca bağırarak söylemek istiyorum.
( Biliyorsunuz değil mi bu şarkıyı ? )
Benim için kopya ettiğiniz Geothe şiirleri­
ne çok çok teşekkür. Ayrıcalıklı İnsanlar ( * )
gerçekten çok güzel, ama bana kalsa yakalaya­
mazdım bu güzelliği ; kimi zaman, bir güzelliği
size başkalarının duyurması gerekiyor, Sizden
1Jir de Aııacreon)un Mezarı'nı isteyebilir miyim ?
lyi bilir misiniz bu şiiri ? Ben onu ancak Wolf'­
un ezgisi aracıhğıyla tanıyorum ; ezgiye bakı­
lırsa, müthiş bir yapı, eski bir Yunan tapına­
ğı karşısında sanıyar insan kendini.
Şu anda - gökyüzünü seyretmek için mek­
tuba ara verdim - güneş birderece daha alçal-

( * ) Berechitge Manner;
42
dı yapıların ardında, ve ta tepede - nerden
.çıktıkları belli olmayan - bir küme bulut ses­
sizce toplandı. Renkleri tatlı külrengi, kenarla­
rı gümüş gibi ııarlak, bölük pörçük bir halde
kuzeye doğru gidiyorlar. Geçip gid�n şu bulut­
larda öyle bir kayıtsızlık var ki - kayıtsız bir
gülümseyiş diyesim geliyor -, ben de, elimde
olmadan gülümsedim, çünkü ,_çevremi kuşatan
yaşamın ritmiyle tam bir uyum içindeyimdir.
İnsan nasıl kötü ya da sinsi olabilir böyle bir
gök karşısında ? Her an yanınıza yörenize ba­
lon, hoşgörür olmanızı sağlayan bir sürü neden
göreceksiniz.
Karl'ın özellikle kuşların ötüşlerine ayrıl­
mış bir kitap isteyişine şaştım. Bence, kuşların
ötüşleri davranışlarından, yaşamlarından ayrıl­
maz ; küçük bir ayrı ntı değil, bütünün kendisi
ilgilendirir beni. İyi bir hayvanlar alemi kitabı
·gönderin ona, elinden bırakamayacaktır. Beni
görmeye geleceğinizi umuyorum. İzni alır al­
maz, tel çekin bana.
Kucaklarım.
Rosa'nız.

Ulu Tanrı bağışlasın beni ! Baksanıza, tam


-sekiz sayfa doldurmuşuro ! Bugı.ılük yetişir.
�Kitaplara teşekürler

43
17 kasımınm ortalan..

Çok sevgili Soniçka; bu mektubu size pek


yakında gönderebileceğimi sanıyor, onun için de
hemen oturup yazıyorum. Nicedir, hiç değilse
mektupla sesinizi duyma sevincinden yoksun
kalmıştım. Ama mektup yazma iznimi, dört
gözle onları bekleyen Hans D. 'ye ( * ) kullan-­
mak zorundHydım. Şimdi e:rtık kapandı o say­
fa. Son iki mektubum bir ölüye yazılmışmlş, bi­
ri geri geldi bile. Hala inanamıyorum. Neyse,,
en iyisi hiç a çmayalım bu konuyu ; ve bana kö­
tü bir haber verebilmek için «düzen çevrildiği»
ya da N.'nin yaptığı gibi, avutmak için ardı ar­
kası gelmeyen yakınmalara girişildiği an daha
çok sinirleniyorum. En yakın dostlar ım beni
öylesine az tanıyor, az mı sayıyor acaba ? Bu
gibi durumlarda en iyi, en ince hareketin kes­
tirmesinden doğruyu söylemek olduğunu anla­
mıyorlar 'mı ? öldü işte . . . Gerçekten çok üzücü,
ama bırakalım artık bu konuyu.
Yeryüzündeki canavarlıklara rağmen, çok
tatlı anlar yaşayabilecekken, ayların ve yılların
böyle boşu boşuna geçip gittiğini görmek ne
üzücü. Görüyorsunuz ya, Soniçka, mahpuslu­
ğum devam ettikçe, gözümiizün önündeki alçak-

(*) Hans Deiffenbach, Rosa Luxembourg'un enı


iyi dostlarından biriydi ; savaşta can verdi.

44
lık ve iğrençlik her gün bir öncekini bastırdık­
ça sakinliğim ve dş.yanıklılığım artıyor. Ahla�
ki ölçütleri evreni oluşturan öğelere, bir fırtı­
naya, bir su baskınına ya da güneşin batışına
uyguiayamayacağımıza göre, onları birer olgu,
birer aratştırma ve bilgi konusu diye görmek
'
gerekiyor.
Nesnel bir akıl için, tarihin ka:rşısına çı­
kan biricik yollar bunlardır, ve genel gidişi göz­
den yitirmeksizin, bu yolları izlemek gerekir.
içimde öyle bir duygu var ki, göbeğinde çırpı­
nıp durduğumuz şu ahlak batağı, içinde yaşa­
dığımız. şu kocaman deliler evi, sihirli bir değ­
nekle dokunmuşcasına, bir günde değişip tam
tersine dönüşebilir, güzelliğin ve yiğitliğin ege­
men olduğu bir mucizeler dünyası haline gele­
bilir. Anatele France'ın Tanrılar Susamışlardı'­
sını okuyun. Bence, bu yapıtın büyUklüğü, ya­
zarının insanoğluna geniş açıdan bakabilmesin­
dedir. Bakın, diyor bize, şu acınası kişilerden,
şu günlük hayağılıklardan, tarihin belli bir
anında, en inanılmaz olaylar, en yüce davranış­
lar doğuveriyor. Gerek toplumsal evrim, gerek­
se kişisel yaşam karşısında aynı tavrı takınmak
gerekiyor ; yani sinirlenmemek, her şeyi bütün­
lüğü içinde yakalamak ve dudaklarından hafif
bir gülümseyişi eksik etmemek. Savaştan son­
ra, ya da çatışma bittiği zaman, doğru yola gi­
receğimize bütün varlığımla inanıyorum ; an­
cak, daha önce, insanoğlunun çekebileceği en
büyük acıları tatmamız gerekecek.

45
Sırası gelmişken söyleyeyim, bu yazdıkla­
rım bende başka bir imgeyi, size aktarmak is-
. tediğim bir olguyu çağrıştır-d ı ; bence, çok şiir­
sel ve duygulandırıcı bir şey bu. Geçende, kuş­
ların göçüyle ilgili bilimsel bir yapıtta - ki bu
göç işi epey giz dolu bir görüntüdür -, genel
olarak kıyasıya çarpışan, birbirlerini yiyen kuş
türlerinin, güneye gide rken, o büyük yolculuk
sırasında, denizi yan yana geçtiklerini öğren­
dim. Kışı geçirmek üzere Mısır'a yollanan ve
göğü kararta cak kadar yoğun k üm e ler yapan
büyük kuş sürüleri içinde, çayırkuşu, çalıkuşu,
bülbül gibi ötücü kuşlar, günlük yaşamda on­
ları aviayan şahin , atmaca, karta! ve baykuş
gibi kuşlarm yanında, korkusuzca uçarlarmış.
Göç sırasında, sessiz bir antlaşmayla silahlar
bırakılıyor sanki . O anda hepsi aynı ereğe dö­
nük, Nil kıyılarma varınca, kendilerini bitkin
bir halde yere bırakıyor, sonra türlere ve böl­
gelere ,göre ayrılıyorlarmış. Dahası var : uçsuz
bucaksız denizi geçerken, büyük kuşlar küçük·
leri sırtiarına alıp taşırlarmış. Nitekim, koca­
. man turna sürülerinin, sırtlarında durmadan
şakıyan minicik kuşlarla geçip gittikleri sap ­
tanmış. Ne hoş, değil mi ?

. . . Geçen gün, her türlü beğeni ve ilkeden


yoksun bir derlemede, Hugo von Hofmannst­
hal'm ( * ) bir şiirine rastle,dım. Genellikle, yap­
macıklı, özentili, karanlık bulduğum bu azam

(*) Ver tag (Dün Doğmadan ) : Bugo von Hof­


mannsthal'ın şiiri.

46
pek sevmem ; daha doğrusu, anlayamam. Bu­
nunla birlikte, sözünü ettiğim şiir çok hoşuma
gitti ve müthiş etkiledi beni. Mektuba onu da
ekliyorum, beğenirsiniz belki.
Şu günlerde yerbilimle (jeolojiyle) uğra­
şıyorum. Belki nankör bir bilim sayacaksınız:
bunu ! Yoo, hiç de öyle değil ! Büyük bir ilgiyle·
ineeliyorum bu konuyu, ve sonsuz zevk alıyo­
rum, çünkü insanın zihnine geniş ufuklar açı-­
yor, ve doğa konusunda, öbür bilimlerden da­
ho:ı geniş bir görüş · açısı kazandırıyor. Bu ko­
nuda bir sürü şey anlatmak isterdim size, ama
bunun için ya Südende dışında gezintiye çıka­
rak, ya da dingjn bir gecede, ay ışığında, bir­
birimizi eve götürürken konuşmamız gerekir.
Neler okuyorsunuz ? Lessing - Efsanesi'ni bitir­
diniz mi ? Yaptığınız her şey beni ilgilendirir !
Hemen yazın bana, bu mektubu, mümkünse,.
.::ı,ynı yoldan, ya da, benimkini anmaksızın, res-­
mi yoldan göndErin. Sizi göreceğim günü iple·
çekiyorum. Herhalde yılbaşından sonra olur,
öyle değil mi ?
Karl ne diyor mektuplarında ? Ne zaman:
göreceksiniz onu ? Dostça selamlarımı iletin
kendisine. Benim sevgili, sevgili Soniçka;m, el­
lerinizi sıkar, yanaklarınızdan öperim ! Hemen.
uzun bir mektup yazın bana.
Rosa'mz.
Breslau, 24 ltasım 1917.

Çağda§ azanlara önyargıyla baktığıma ina­


nıyorsanız, yanılıyorsunuz demektir. Aşağı yu­
karı on beş yıl önce, Dehmel'in düzyazıyla ka­
leme alınmış y.apıtlarından birini coşarak oku­
muştum. Şimdi bütünüyle hatırlayamıyorum,
ama sevilen bir kadının ölümü anlatılıyordu,
bayılmıştım bu düzyazı şiire. Arno Holz'un
Phantasus'unu hala ezbere bilirim. Aynı biçim­
de, Johann Schlaf'ın İlkbahar'ı da sürükleyip
götürmüştü beni. Sonra onları o kurnaz oldum,
yeniden Geothe'ye, Möricke'ye döndüm. Hof­
mannsthal'ı anlayamıyorum ; Geo �ge'uysa tanı­
. mı yorum. Yalnız şurası bir gerçek ki, onlardaki
o kusursuz biçim ustahğından, şiirsel anlatım
yollarından ürküyorum azıcık, dünya görüşle­
riniyse yücelik ve soyluluktan yoksun buluyo­
rum. Bundan ötürü de, şiirleri zihnimde hiç bir
·yankı uyandırmıyor, güzellikleriniyse acı bir
alay sayıyorum. Genel olarak, insanın ruh hal­
lerini büyük bir ustalıkla yansıtıyorlar, ama
insano ğlu yalnız ruh hali değildir ki.
Ah, Soniçka. şu sırada nefis akşamlar ya­
şıyoruz ; bahardayız sanki. Saat dörde doğru
avluya iniyorum, karanhk basıyor, ve ben, ya­
şamımın o korkunç dekorunun karanlığın giz
dolu örtüsü altmda gözden silinip gidişini sey-

· 48
rediyorum ; buha karşılık gökyüzü dupduru, ay­
dınlık, ve damların üstünden gümüş renkli bir
ay doğuyor. Her gün, bu saatta, bölük pörçük
kuzgun kümeleri geçiyor avlunun üstünden,
kırlara, geceleyin kendilerini barındıracak ağaç.­
Jara gidiyorlar. Ağır ağır kanat çırpıyor ve
gündüz av peşinde koŞarken- çıkardıkları ti.z
«kroa»dan çok başka bir sesle kendi Boralarmda
konuşuyorlar. Şu anda, çığlıkları küçük, mede­
ni bi r top gibi gelip bana çarpan, derinden, ge­
len, y u m u ş a k , boğuk bir ses halini aldı.
Kuzgunlar böyle birbiri ardında «kao kao» di­
ye bağırdıkça, havada yaylar çizerek uçuşan
toplarla oynuyorlarmış gibi bir duygu uyanı­
yor içimde. Günün olaylarını, kendilerine göre
yorumluyorlar sanki . . .
Her akşam, alışkanlığın çizdiğ·i yold·an öy­
le büyük bir ciddilik ve görkemle geçi.p gidiyor­
lar ki, adeta saygı duyuyorum bu kocaman kuş­
lara, en sonund;:ı" gözden yitene dek arkaların­
dan bakıyorum. Sonra sağa sol.a gidiyor, belir­
si.z gölgeler halinde avluda koşuşan mahkfrm,
lan seyrediyordum. Düşlerirole başbaşa, kim­
seeikierin gözüne çarpmadığıma, tepemden ge­
çen kuzgun lara kaç•a k selamlar gönderdiğime
seviniyorum ; hava, bahar yumuşaklığında, gü­
zel mi güzel. Sonra, ikişer ikişer, ya da onarlı
kümeler halinde kocaman kazanlar taşıyan
mahkumlar (akşam çorbası bu) avludan geçip
yapılara giriyorlar ; alayın sonunda da ben. Av­
ludaki ve kilerdeki ışıklar yavaş yavaş sönüyor.
Hans'ın ölümünün verdiğj acıya rağmen, ınüt- ·

49
hiş bir rahatlık var içimde. Doğrusunu isterse­
aiz, ölüme falan yer bulunmayan bir düşler ev-·
reninde yaşıyorum. Benim için o ölmedi, aklıma.
gelince gülümsüyorum ona.
Soniçka, sağlık ve f!senlik içinde olmanızı;
dilerim. Yakında görüşeceğimizi düşündükçe�
sevinçten uçuyorum. Başka bir çaresini bulan�
dek, şimdilik resmi yoldan, hemen mektup ya-·
zın bana.
Yanaklarınızdan öperim.
Rosa'niz..

5(}
Breslau, 19'17 aralığının ortaları.

Evet, Karl'! Luckau hapisanesin-c kapattık­


larından bu yana tam bir yıl geçti. Bu ay hep
bunu düşündüm. 'I'am bir yıl önce, Wroncke'de
beni görmeye gelmiş, ve bana bir Noel ağacı ge­
tirmiştiniz. . . Bu yıl, burdan bir ağaç buldum
kendime, ama pek acınası bir hali var doğrusu,
dalları falan kırık, geçen yılkiyle kıyaslanmaz
bile ! Satın aldığım sekiz mumu nasıl edip de
ona tutturac•ağımı bilemiyorum. Kilit altında
geçireceğim üçüncü N oel, bu ama sakın işleri
tragedya haline getirmeyin. Her zamanki gibi,
sakinim. Dün gece, uzun süre uyanık yattım
- sabaha karşı birden önce uyuyamadığım hal­
de, E•:ıat onda yatmak zorundayım -, ve ka­
ranlıkta hayalden hayale atladım. Dün, kendi
kendime: ortalıkta belli bir neden de yokken,
böyle habire sevinçten uçmam garip değil mi ?
diye düşündüm. Karanlık bir hücrede yatmışım,
altımda taş gibi sert bir döşek, çevremde bir
ölüm sessizliği içinde uzanıp giden hıapisane,
insan mezarda sanacak kendini, bütün gece ha­
pisane kapısında yanan fenerin ışığı pencere­
den girip tavanda oynaşıyor. Zaman z.amıan
ta W'lak!ardan bir trenin boğuk gürültüsü, ya
da pencere dibinden, kalın postallıarını sürüye­
rek gezinen nöbetçinin ayak sesiyle öksürüğü
51
geliyor. Ayaklarının altında ezilen kumların
umutsuz gıcırtısı, şu karanlık ve nemli gecede,
çıkışsız bir örnrün kederini dile getiriyor san­
ki. Orda, karanlığa, can sıkıntısına, kana kışa
terkedilmiş, tek başıma yatıyorum, ve bi.ftün
bunlara rağmen, garip, akılalmaz bir sevinç,
pırıl pırıl güneş altında, çiçekli bir çayırdıa ge­
ziniyormuşum gibi heyecanla çarptırıyor kalbi­
mi. Karanlık içinde, kötülükle kederi aydınlık
ve mutluluğa dönüştürecek sihirli formülü bi­
liyormuşcasma gülümsüyorum yaşama. Oturup
bu sevincin nedenini arıyor, bulamıyor, ama
yine de kendi kendime giilümsüyorum. Öyle
S•amyorum ki, biricik giz yaşamın kendisi, çün­
kü gözlerneyi bildiğiniz an, şu koyu karanlık bi­
le kadife gibi yumuşak ve güzel oluyor. Ve
dinlemeyi bildiniz mi, nöbetçinin hantal ayak­
ları altında gıcırdayan kuml·ardan bile yaşamın
sesi geliyor. Böyle anlard.:ı siz geliyorsunuz ak­
lıma ; hangi durum ve koŞulda olursanız olun
size güzellig-in ve sevincin kapısını açacak, bin
bir renkli çayırlarda dolaşıyormuşsunuz gibi
tam bir esriklik içim'le yaşamamza izin verecek
bu sihirli anahta;rı size göndermeyi ne çok is­
terdim. Size çileciliği, ya da hayali sevinçler
sunmak, önermek savmda değilim. Elle tutulur,
gerçek sevinçleri tatmanızı arzuluyorum. Bu­
nun için de. yalnızca, şu tükenmez :.nutluluğu­
mu iletmek isterdim size. O zaman, ben sizin için
üzülmezdim, siz de, bütün soysuzluklara, ser­
semliğe ve bumı.lıma karşı sizi koruy.acak, yıl­
dızlardan örülmüş bir örtü - altında yaşam ır-
52
mağından geçerdiniz.
Steglitz parlündan bazı kara çiçeklerle me­
nekşe rengi çiçekler toplamışsınız. Kara çiçek­
ler ya mürver o:ığacındandır - bunun yemişle:..
ri ağır ve sık salkımlar halinde telek damar­
h kocaman yapraklar arasındadır ( ama siz de
bilirsiniz herhalde müvver ağacını) , ya da kurF
bağırlarından - ki bu olasılık daha hüyüktür;
bu minik a.�acın çiçekleri de, uzuri, ince, yem­
yeşil yapraklar arasmda salkım biçiminde aşa­
ğı s.arkar. Küçük yapraklar altına gizlenen me- ·.
nekşe renkli çiçekler, muşmula · ağacının ola­
bilir ; aslında kırmızıdırlar, ama mevsim ilede­
yip de olgunlaştıkları ve çürümeye başladıkları
zaman menekşe kırmızısına dönüşürler. Yap­
rakları mel'�in y•apraklarını andırır, küçük ve
sivri uçludurlar, renkleri koyu yeşil olup üstle­
ri kösele gibi ser-t, altlarıysa pürtüklüdür.
Sonyuşa, Platen'in Uğursuz Çatal ( * ) ad­
h oyununu bilir misiniz ? Onu bana getirebilir
ya da gönderebilir misiniz ? Karl, bir gün, onu
evde okuduğunu söylemişti. George'un şiirleri
çok güzel. Şimdi artık kırlam dolaşmaya çık­
tığımız zama.n nıırıldandığınız şu «Ve kızıl ba­
şakların titreşimi içinde» dizesinin kaynağını
biliyorum. Fırsat bulursanız, yeni Amadis'i ya­
zar mısınız benim için ? Tahmin edeceğiniz gi­
bi, Wolf'un müziği aracılığıyla tanıdığım bu
şüre bayılıyorum. ama bende yazıhsı yok. Les-

( *)Platen'in yergili güldürüsü : Die verhlingnis­


voJie Gabel.

53
sin - Efsanesi'ni mi okuyorsunuz hala ? Ben,
Le.nge'ın Maddeciliğin Tarihi'n� başladım yeni­
den, bu kitap her seferinde tekrar uyarıp alev­
lendiriyor beni. Bu yapıtı sizin de okumamzı
isterdim.
Ah, Soniçka ! Geçen gün korkunç bir acıy­
la kıvrand�m. Gezindiğim avluya sık sık çuval,
asker ceketi ya da gömleği yüklü askeri ara­
talar geliyor ; bu ceketlerle gömlekler, zaman
zaman lmnlı oluyor . _ . Arabalar avluda boşaltı­
hp içlerindekiler hücrelere dağıtılıyor, çuvalki.r­
la giysiler onarılıp doldurulduktan sonra yine
orduya gönderilir. Geçen gün, yine böyle bir
arabanın boşaltılışına tanık oldum, bu seferki­
ne at değil, manda koşulmuştu. İlk kez yakm­
dan görüyordum bu h:ıyvanları. Bizim sığırla­
ra oranla daha güçlü ve yapılı bu rnandalar,
kafaları yassı, boynuzları daha bir yatık, dülla­
yısıyla kaf.atasları bizim koyunlarınkine benzi­
yor ; derileri kara, gözleri iri ve yumuşak. Ru­
manya'dan getirmişler mandaları, savaş gani­
meti _ _ . arabaları süren askerler, dağlard.:ı ba­
yırlarda yaşayan bu hayvanları yakalamanın,
özgürlüğüne alışkın oldukları için de, yük çek­
meye ı:ılışhrmanın son derece güç olduğunu
söylüyorlar Kıyasıya dövülüyorlar, öyle ki
«Vay geldi kurbanların başına» deyimi tam an­
lamıyla somutlaşıyor . . . Galiba yalnız Breslau'­
da yüze yakın manda varmış. Verimli Rumen
çayırlarında otlamaya alışmış bu hayvancıkla­
ra azıcık yem v2riliyor. Çeşitli yükler çektiril­
diğinden, kısa zamanda ölüp gidiyorlar. Birkaç
54
:gün ör,ıce, çuval yüklü bir arabanın avluya gir­
diğini gördüm ; araba öylesine yüklüydü ki, za- ·

vallı mandalar eşik taşlarını geçemiy.::ırlardı bir


türlü. Arabanın yanında yürüyen er, elindeki
kamçının sapıyla hayvanları öyle bir dövmeye
b:ışladı ki, kadın mahpusların gözetmeni ken­
dini tutarnayıp zavallıcıklara acıyıp acımadığı­
nı sordu. Asker, acı bir gülüşle : «Biz insanlara
bi!e acıyan yok ! » diye karşılık verdi ve daha
lıızlı kamçılamaya başladı. Hayvnalar en sonun­
da eşiği geçtiler, ama bir tanesi kan revan için­
de kalmıştı . . Evet, Soniçka, kalınlığı ve sağ­
lamlığı dillere destan manda derisi bile yarıl­
mıştı. Arab::ı. boşaltılırken hayvanlar bitkin bir
· ·

haldeydi, sırtı kanayansa önüne bakıyordu. Ka­


ra alnıyla yumuşak gözlerinde saatlarca ağla­
mış çocuk hav·ası v ardı Tıpkı, nedenini bilme­
.

den, bu acının ve barbarlığın elinden nasıl kur­


tulacağını bilmeden kıyasıya dövülmüş bir ço­
-cuk gibiydi . . . Ben talihsiz mandanın karşısın­
daydım, kendimi tutarnayıp ağlamaya başlia­
dım. Gözümden akan, aslında, onun yaşlarıydı.
Elim kolum bağlı, öz kardeşimmiş gibi titriyor­
dum bu sessiz il.Cı karşısında. Mandanın sere
sepre dol.aştığı Rumanya çayırları ne de uzak­
taydı ! Bir daha hiç göremeyecekti oraları ! Or­
da her şey bambaşk•3ydı : güneş parlıyor, rüz­
gar esiyor, kuşlar ötüyor, çobanlar tatlı türkü­
ler çağırıyordu. Burdaysa iğrenç bir yaooncı
lient, bağucu bir ahır, mide bulandıran, çürü­
müş yem, korkunç ve yabancı insanlar, dayak
ve yarılan deriden fışkıran kan vardı yalnız . . .

55
Ah, benim zavallı mandacığım, canım, iki-,­
miz de acı, yoksulluk ve pişmanlık içinde, eli
kolu J::.:ığlı, dilsiz varlıklarız !
Bu sırada, mahkumlar ağır çuvalları ara­
badan indidyor, hapisaneye taşıyorlar, sürücü
erse, elleri cebinde, aviuyu arşınlıyor, sırıtıyor,
ıslıkla günün şarkılarından birini çalıyordu. Sa­
vaş, bütün tantanasıyla gözümün önündeydi !
Soniçka, hemen mektup yazın bana. Ya­
naklarınızdan öperim.
Rosa'nız.

Sevgili Sonyuşa, her şeye rağmen güveni­


nizi yitirmeyin. Yaşam böyle işte. Ne olursa ol­
sun, sarsılmaz bir cesaretle, gülerek karşılamak
gerekir onu.

56
Breslau, 14 ocak 1918.

Soniçka, sevgili dostum, ne zamandan beri


mektup yazmadım size ?. Bana sorarsanız, aylar
var. Berlin'de olup olmadığınızı bile bilmiyo­
rum, ama doğumgününüzden önce bu mektu­
bu alacağınızı �ımarım. Mathilda'dan size bir
demet arkide gôndermesini istedim, ama zaval­
lıcık hastanede ; dolayısıyla, dileğimi yerine ge-·
tirmesi epey güç. Ancak, bütün kı�.lbimle ve ka­
famla yanınızda olduğumu, doğumgününüzde
sizi. orkideye, süsene, kokulu sümbüllere bağ­
mak, dört bir yanımzı çiçekle donatmak iste­
diğimi biliyorsunuz nasıl olsa. Gelecek yıl, do­
'
ğumgününüzde size kendi elimle çiçek verme
zevkini tadar, sonra da birlikte Örneic Bitkiler
Bahçesi'ne ve kırlara gezmeye giderim belki.
Ah ne harika bir şey olurdu bu ! Bugün ısı sı­
fır derece, ama havada insanın içini aydınlatan
tatlı bir bahar gülümsey.işi var, derin mavi gök,
süt beyaz bulutlar arasında parıldıyor ; serçe­
ler cıkır · cıkır ;. mart sonu sanki. Daha şimdi­
den baharın sevinci var içimde, yaşadıkça bı­
kılmayan, tam tersine, her geçen yıl değeri öğ­
renilen, sevilen biricik şey bahar zaten. Biliyor .
musunuz, Soniçka, canlılar için bahar, yani ya­
şamın kış uykusundan uyC;Lnması, takvime fa-·
lan bakmadan, daha ocak başında başlıyor.
57
Takvime göre kışın başladığı anda, dünyamız
güneşe en yakın noktada oluyor. Bu da canlı­
larda öyle gizemli bir etki yaratıyor ki, kuzey
yarımküresi hala karla kaplıyken, daha ocak
.başında, sihirli bir değnek dokunmuşcasına bü­
tün bitki ve hayvanlar uyanmakta. Tomurcuk­
lar gözükmekte, bazı hayvanlar daha bu ayda
yavrulamakta. Geçenlerde, Fransa üstüne yazıl­
mış bir kitapta, bilim ve edebiyat adamlarının
en büyük yapıtlarını ocak ya da şubat ayların­
da ortaya koyduklarını okudum. Kış mevsimi­
llin insan yaşamında önemli bir yer tuttuğuna,
yaşam güçlerine yeni bir hız kazandırdığına
inanmak gerek. Siz de öylesiniz Soniçka, karlar
buzlar altında boy vermiş vakitsiz bir çiçeksi­
niz, bundan ötürü de, yaşadığınız sürece kırıl­
gan olacak, bir ser çiçeği gibi · özel bakım iste­
yeceksiniz.

Noel'de gönderdiğiniz Rodin çok hoşuma


gitti, Mathilda Frankfurt'ta olduğunuzu söyle­
meseydi, hemen teşekkür edecektim size. Beni
€n çok duygulandıran şey, Rodin'deki doğa tut­
kusu, dağda bıayırda yetişen tek bir ot karşı­
sında duyduğu ::>aygı oldu. Olağandışı, açık, do­
ğal, sıcaklığı ve zekası yüzünde ışıldayan bir
adamdı herhalde. Jaures'yi hatırlatıyoı; bana.
Broodcoorens'i seviyor musunuz ? Daha önce
duymuş muydunuz adım ? Bu roman çok etki­
lemişti beni ; özellikle, müthiş bir şiirsel güç
taşıyan doğa betimlemelerini beğenmlştim. Ge­
rek Broodcoorens, gerek De Coster için, güneş
58
Flandre üstüne her yerdekinden daha parlak
doğmakta. Bence, Flamanlar o küçücük yurt­
larını gerçekten sevmekteler, �ünkü onu bize
.güzel bir görünüm gibi değil de, göz kamaştırı­
cı bir nişanlı gibi anlatıyorlar. Kitabın trajik
.sonu bana Tlıyl Ulenspiegel'in görkemli tablo­
ları kadar renkli geliyor, hele bucak evinini yı�
kılışını anlatan bölüm. Bütün bu kitaplar size
.de, kullanılmış altın sarısının baskın olduğu
renkleri ve gölgeleri, ayrıntılardaki şaşırtıcı
_ gerçekçiliği ve bütüne can veren hayalgücüyle
Rembrandt'ı hatırlatınıyar mu ?
Beriiner Thgeblatt'ta, Friedrich - Museum'­
·da Titien'in yeni bir resminin sergilendiğini
-okudum. Gidip gördünüz mü ? Titien'in gözde
ressamlarından olmadığını itiraf ederim ; çok
sert çizgili, çok soğuk, gereğinden fazla usta
buluyorum onu. Saygısızlık ediyorsam bıağışla­
_yın, ama ilk izienimimden şaşmam. Bununla
birlikte, yeni konuğa hoş geldin demek için Fri.­
edrich-Museum'a. gitmek isterdim elbet. Hak­
�kında onca gürültü koparılan Kaufmann mira­
sını da gördünüz mü ?
Şu ara, Shakespeare üstüne epey eski ve
çeşitli incelemeler okuyorum. Hemen hepbi
1860/1870 döneminden, yani Almanya'daki
.Shakespeare tartışmasının doruğa çıktığı yıl­
lardan kalma. Krallık Kitaplığı'ndan ya da Re­
ichst.ag Kitaplığı'ndan şu yapıtları alır mısınız
·benim için : Klein, İtalyan Dramının Tarihç�si ;
.Schlack, İspanyol Dram Ede�yatı Tarihi ve
59
Gervinus'la Ulrici'nin Shakespeare incelemele-·
·

ri. Hemen cevap yazın bana ! Ellerinizden sıkar,


dostça kucaklarım sizi. Her şeye rağmen güve­
ninizi yitirmeyin. Hoşça kalın, çok c:evgili So­
niçka'm.
Ne zaman geleceksiniz bana ?
Sonyuşa, sizden bir ricada bulunabilir mi­
yim '?
Mathilda'ya sümbül gönderin. Geldiğiniz:
zaman veririm parasını.
Rosa'iuz.

60
Breslau, 24 mart 1918.

Sevgili Soniçka, nicedir mektup yazama­


dım size, . ama hep aklımdaydınız. Doğrusunu is­
terseniz, «olaylar» çoğu kez mektup yazma ar­
zumu kırıyor. . . Oysa ne güzel olurdu buluşup
. kırlara dolaşmaya. çıkmamız, şundan bundan
konuşmamız ! Ama şimdilik olanaksız ! Kötü ve
yola gelmez bir insan olduğumu ileri sürerek di­
lekçemi reddettikleri gibi, birkaç günlüğüne dı­
şarı çıkma isteğime de hayır dediler. Demek ki,
bütün dünyada yengiye ulaşmamızı beklernem
gerekecek.
Sonyuşa, sizden belli bir süre mektup ala­
madım mı, rüzgarın önüne kapılmış giden, yal­
nız, kederli ve umutsuz bir sonbahar yaprıağı
gibi görüyorum sizi, ve buna hiç mi hiç daya­
namıyorum. Görüyor musunuz ? Bahar geliyor
yine, günler uzuyor, geceler kısalıyor. Kırlarda
görülecek, dinlenecek o kadar çok şey var ki !
Elinizden geldikçe kırlara çıkın ; bu ::nevsimde,
gök, kavalamaca oynayan, itişip kakışan bulut­
larıyla öyle ilginç, öyle değişiktir ki ; ve kireçli
topraklar, o çıplaklıklarıyla, bu değişken ışık­
ta kimbilir ne güzeldirler. Bu görünümle şölen
çekin gözlerinize, benim için de seyredin . . .
Ömür boyunca bıkıp usanmadan yapabileceği­
niz, tazeliğini sürdüren ve size sadık kalan biri-
61
cik şey bu çünkü. Ayrıca, merak ettiğim bir şe-·
yi öğrenip yazmak üzere Örnek Bitkiler Bahçe­
sin:: de gitmelisıniz. Bu yıl çok garip bir şey
oluyor. Kuşlar, her zamankinden bir buçuk ay
önce geldiler. Bülbül 10 martta buradaydı ; an­
cak nisan sonu gelen ağaçkakan 15 martta tür­
küsüne başİarnıştı bile ; ve «Pentecote kuşu» adı
verilen ve mayıstan önce gelmeyen sarı asma
kuşu bir haftadır sabahları, güneş doğmadan,
gök külrengine dönüştüğü sırada ötmeye başlı­
yor. Ta ötede, tırnarhane bahçesinde öten bu
kuşların sesini duyuyorum. Böyle e rk·cn gelişle­
rini açıklayamıyorum bir türlü, başk1 yerlerde
de böyle mi olduğunu, yoksa bunun tırnarhane­
den ileri mi geldiğini öğrenmek istiyorum. Onun
için, Soniçka, mümkünse sabah erkenden Örnek
Bitkiler Bahçesi'ne gidin, hem de güneşli bir
günde, ve olup biteni gözleyip bana yazın. Cam­
brai savaşından sonra, yeryüzünde beni en çok
ilgilendiren, bütün varlığımla merak ettiğim şey
bu çünkü.

Harika resimler göndermişsiniz bana !


Rembrandt konusunda herhangi bir şey söyle­
mek gereksiz. Titien'in resmindeyse, biniciden
çok atı beğendim ; bir hayvana böylesine yüce
bir güç ve soyluluk verilebileceğini düşünernez­
dim doğrusu. Ama en güzeli Bartolarneo da Ve­
nezi•a 'mn ( ki adını bile bilmiyordum bu ressa­
mın) kadın portresi. Renklerdeki o esriklik, çiz­
gilerdeki incelik, anlatımdaki giz dolu çekici­
lik ! Nedendir biimem, La Joconde'u hatırlattı
62
bu resim bana. Hücreınİ aydınlattılar, anlatıl­
maz bir sevince boğdunuz beni.
Hanschen'in ( * ) kitabı sizde kalacak elbet;
bütün bu kitapların elimizde olmayışma üzgü­
nüm. Özellikle size verirdim onları. Shakespea­
re'i vaktinde aldınız mı bari ? Karl ne diyor­
mektuplarında ? Ne zaman göreceksiniz kendi­
sini ? Sevgilerimi iletin ve tarafıından «Ça
ira ! » ( * * ) I İşler düzelecek deyin kendisine. Ge-­
leceğe güvenin, baharın tadını çıkarın ; gelecek
bahar birarada olacağız. Yanazlarınızdan öpe­
rim, sevgili dostum. Mutlu Yortular ! Çocuklar.a.
da sevgi.
Rosa'mz.

(*) Hans Dieffenbach.


(**) Asıl metinde de Fransızca.
63:
Breslau, 2 mayıs 19'18•

. . . Candide' i ve Uhlfeldt'in Kontes'ini bü­


yük bir zevkle okudum. «Üı.ndide»in baskısı o
kadar güzel ki, kitabı kesmeye kıyamayıp öy­
lece okudum. Sayfalar dörder dörder katlandı­
ğından, kolayca gerçekleştirdİm bunu. Savaş­
tan önce insanların başına gelen bu sayısız dert
bende belki de bir karikatür izlerrimi uyandırır­
dı ; ama şimdi hepsini gerçek diye görüyorum ...
Zaman zaman lxmim bile kullandığım: «Her şe­
ye rağmen bahçemizi çapalamaya devam etme­
liyiz» deyiminin nerden geldiğini öğrendim en
.sonunda. Uhlfeldt'in Kontes'i tarihsel bir belge
niteliğinde ve Grimmelshausen'in yapıtıi).ı ta­
mamlamakta . . . Neler yapıyorsunuz ? Baharın
tadını çıkarıyor musunuz bari ?
Sadık dostunuz,
Rosa.
Breslau, 12 mayıs 1918.

Soniçka, mektubunum öyle sevindim ki,


hemen oturup cevap yazıyorum: Örnek Bitkiler
Bahçesi'ne gitmenin verdiği tat ve rahatlığı gö­
rüyorsunuz, değil mi ? Evet, o yakut renkli, ne­
fis çam çiçeklerini bilirim. Çiçeğe durmuş bitki­
lerin çoğu gibi, bu mevsimde öyle güzeldirler
ki, insan gözlerine inanamaz. O tırtılsı, kırmızı
başaklar, sonrad·:m kocaman çam elmalarmı do­
ğuracak d işi çiçeklerdir, o denli ağırdırlar ki,
uçları hqı toprağa bakar. Bunların hemen ya­
n ın d a
, p<�k kolay seçilmeyen, açık sarı renkte
erkek ç i�ekler vardır, durmadan altın sarısı to­
hum saçHrb.r. Bir çeşit akasya diye anlattığl­
nız « pcttori a ,. yı tanımıyoru m. Bununla, «akas­
ya» adı verilen bitki gibi, yapraklarının telek
damJ.rl ı , çic;c'klcrinin de kelebeğimsi olduğunu
mu söyleırwk istiyorsunuz ? Öyleyse, halkın
akasya dC'rliğ·i lm ağacın «yalancı akasya» ol­
duğunu öğrenmelisiniz. Örneğin « mi!lıoza » ger­
çek akasyadır ; kükürt sarısı çiçekleri vardır ve
dört bir yanı kokutur, ama mimoz.anın Berlin'­
de, açıkhavada yetişeceğini sanmıyorum, sıcak
ülke bitkisidir çünkü. Kor�ika'da, Ajaccio ala­
nında, arahk ayında açan harika mimozalar
görmüştüm, am•ı onlar koskoca ağaçlardı . . .
Burdaysa, ne yazık - ki, yeşil yaprakları ancak

65
uzaktan seyredebiliyor, ağaçların tepelerini du­
varın üstünden görebiliyorum. Biçimlerine ve
renklerine bakarak türlerini çıkarmaya çalışı­
yor, ve genel ohı;'a� yanılınıyorum galiba. Ge­
çen gün, mahkumlardan biri, garip biçimiyle
herkesi şaşırtan kırık bir dal getirdi. Herkes
kökenini merak ed,iyordu. �araağaç dalıydı.
Hatırl�r mışınız, Süqende yolunda size, hafifçe
yeşile çalan solgun k.ırmızı renkli ktıçü� çiçekli
karaağaçlar gösterı:niştim. Ayl,ardan yine ma­
yıstı> ve siz bu eşsiz görijnüm karşısında ken­
dinizden geçmiştiniz. Burdaki insanlar bilmem
kaç yıldır kara,ağaçlarla dolu bir sokakta otu­
ruyor da, çiçeğini falan farketmiyorlar. . . Hay­
v.anle.rla da i�gilendikleri yok. Aslında, kentii­
lerin çoğu oorbar . . .
Bendeyse, tam terşine, - «insanlığa rağ­
men» - beni canlı doğaya pağlayan derin bağ­
ların hastalığa benzer bir yanı var, bunu da si­
nirsel durumurula açıklayabiliriz herhald,e. Pen­
ceremin üstünde yuva yapmış bir çift tepeli ça­
yırkışınun bir yavrusu oldu geçen gün - öbür
üçü öldü galiba. Minik kuş daha şimdiden cıt.- .
navar gibi koşuyor. Tepeli çayırkuşlarının, ser­
çeler gibi, iki ayakları üstünde sıçrayarak, kısa.
ve seriı adımlarla koşarken ne şeker olduklarım
farketmişsinizdir belki. Yavru uçmaya bile baş­
ladı, tıma henüz kendi başına yeterince böcek ve
kurt bulamıyor, hele böyle soğuk havalarda.
Onun için de, her akşam avluya, penceremin
altına gelip •acı ve tiz bir sesle yakınmaya baş�
lıyor. Az sonra ana-baba çıkageliyor, «Uit-uit»e
66
�nzer, kayıtlı bi r sesle ona karşılık veriyorlar.
Sonra, deli gibi dört bir yana koşuyor, akşamın
alacakaranlık ve soğuğunda, umutsuzca yiye­
cek arıyorlar. Bir şey bulur bulmaz açlıktan cı­
yak cıyak bağıran yavrunun yanına gelip ağ�
zına tıkıyorlar. Ve bu sahne, her akş-am, sekiz
buçuğa doğru tekrarlanıyor. Penceremin altın­
dan gelen o tiz ve acı sesleri duyup da ana-ba­
banın kaygısını görünce yü reciğim duracak gi­
bi olııyor. Üstelik yardım da edemiyorum, çün­
son derece korkak, kuçu
kü tepeli çayırkuşl.arı
gibi ardımdan ayrılmayan güvercinlerle serçe­
lerin tersine, ekmek atar atma z kaçıp gidiyor­
lar. Bu yaptığımın gülünç olduğunu s öylemem,
yeryüzündeki bütün tepeli çayırkuşlarından so­
rumlu olmadığımı, her gün ağır mı ağır araba­
ları çekerek bizim avluya gelen ve kıyasıya dö­
vülen mandalar gibi pataklanan mandalar için
gözyaşı dökmenin gereksiz olduğunu düşünmem
bir işe yo:mımıyor. Böyle şeyler görün c e , sözün
en gerçek :ı,nlamıyla hastalanıyorum. Bütün
gün penceremin yakınlarında oynayıp bıktırası­
ya öten sığırcık birkaç gün sustu mu tamam,
rahatını kaçıyor, başına bir şey gelmiş olması
korkusuykı., o boş gevezeliğine başlayana dek
içim i ç imi yiyor . Sizin anlayacağınız, hücrem­
den, görünmeyen bağlarla büyükl ü küçüklü bin­
lerce varlığa bağlıyım, başlarına geleı::e kler için
kaygılamyor, acı çekiyor, kendimi suçluyo­
rum . . . Siz de, duyarlığımı ta uzaklardan .::ı yak­
landıran bu kuşlardan, bu varlıklardan birisi­
niz. Yılların, sözün gerçek anlamıyla «yaşama-

67
dan», karşı konmıaz bir biçimde akıp gidişine
ne denli üzüldüğünüzü biliyorum. Ama sabırlı
olun, geleceğe güvenin. Yaşayacak, çok büyük
olayların gerçekleştiğini göreceğiz. Şimdilik,
hergün, kocaman kalıplar halinde göçen köhne
dünyanın çöküşünü seyrediyoruz. Ve işin en şa­
şırtıcı yanı, insanların çoğunu bunu farketme­
yişi, hiUa çok s.ağlam bir toprakta yürüdükle­
r:ini sanmaları . . .
Soniçka, Gil Blas'la Topal Şeytan var ıİıı
sizde ya da benim için alabilir misiniz ? Lesage
hakkında hiç bir bilgim yok, ve nicedir ondan
birşeyler olmmak istiyorum. Siz okudunuz mu ?
Bulamazsanız, Recl.am yayınevinden satın alı­
nın.
Rosa'nız.

En kıs·a zamanda yazıp Karl'dan haber ve­


rin bana.
Stijn Streuvels'in Keten Tarlası Pfemfert'­
te vardır belki ; lıu da bir Flamand yazarı. Çok
iy iolduğu söyleniyor.

68
Breslau, 18 ekim 1918.

Soniçk;:ı, sevgili dostum, iki gün önce bir


mektup attım size. Alman İmparatorluğu Baş­
bakanı'na çektiği m tele bir cevap alamadım he­
nüz. Birkaç gün daha ister belki. Ancak, şurası
kesinlikle ortada : öyle bir haldeyim ki, dostla­
rımJ.:ı bekçi denetiminde görüşebilmem olanak­
sız artık. Yıllarca, büyük bir sabırla her ş�ye
katlandım, ve koşullar değişmese, daha yılla.r­
.
ca da katlanabilirdim. Ama durum değişeli beri,
müthiş heyecanİar içindeydim. En çok ilgilendi­
ğim şeylerden söz açınarnı engelleyen bu denet­
lemeli görüşmeler artık bana öyle acı .geliyor ki,
özgürce görüşene dek kimseyle buluşup konuş­
mamayı yeğlerim.
Ayrıca, bu iş de daha çok uzaya.maz. Ditt­
mann'Ia Kurt Eisner'i bıraktıysalar, beni daha
fazla hapiste tutamazlar, dolayısıyla yakında
Karl da serbest bırakılır. Onun için, en iyisi
bekleyin Berlin'de görüşelim.
Bu arada, candan sevgiler size.
Sadık dostunuz,
Rosa.

69
ROSA LUXEMBOURG'A İMZASIZ MEKTUP

Hapisten çıkardılar sizi. A skerl er, kap ının


ö nü nde, sanırım dipçikl erl e, tekmelerle yere i n­
dir diler sizi . İşte böyle can verdiniz. Sonr•a ce­
sedini zi yok ettiler. ·Cinayet sanığı subaylar ser­
be�t bırakıldılar. Askeri tanıklar yokoldu.
H apisa neden bi r .sürü mektup yazdınız ba­
na. Oysa, o g ünler de b en dünyada değildim he­
nüz. Şimdi. yazdıklarınızı okurken, bir ölüye
karşılık veriyorum. Ama n e önemi V•ar ? Bili­
yor musunuz, o günden bu yana hiç . bir şey
değişm edi . Dünya yine öyle güzel. Umut yine
öyle büyük. Evet, haberler iyi olduğuna, sizin
aracılığınızla dünyanın bütün hapisanelerinin
insanoğlundak,i umut ve sevecenliği yo ketm eye
y etmediğini öğrendiğimize göre, cellatlarınıza
bile bize layık gördükleri şeyi, yani ölümü reva
görmeden, kendi halimizde yaşayacağımız gü­
ne dek, her şeye rağmen sakin ve dayanıklı ola­
cağız. Ne yararı var onları öldürmenin ? Bu
çılgın adamlar, suratımza indirmek üzere yum­
ruklarını havaya kaldırdıkları an acıma duygu­
su vermişlerdir mutlaka size.
Biliyorlar mıydı acaba bunu ? Özgürl ük
uğruna işlenmiş bir suçtan ötürü hapse atılmış
Merhamet Ana'mn, bir hapisane masası başni­
da, karşınızda h apisa ne du varı , ardımzda hapi-

70
günü sev,gi ve ıımut lafları etiğiıiiz'i biliyôrlar
mıydı ? Dışarda, canımza kıymak için sizi bek­
liyorlardı. Öldürdüler sizi, emir böyleydi.
Günümüzde de böyle adamlar var. Bir baş·
"ka deyiŞle, insanlık için henüz hiç bir şey ya­
pılmadı. Bizleri bekleyen ödevler ve insanüstü
çalışma karşısında zaman zaman cesaretimiz kı­
rılıyor. Ama ideolöji.,, taktik ya da bayrak ek­
sikliği çektiğimiz yok, tam tersine, bol bol sa­
hibiz bütün bunlara. Siyasal bilincimiz öyle bir
kerteye ulaştı ki, artık : «yanaklarınızdan öper,
dostça ellerinizden sıkarım» demeyi falan unut­
tuk. Yürekten, sizin yüreğinizden yoksuiıuz -

sizi alıp canlı evrenin dışine sürüklernesi tehli­


kesi olmasa, ruhunuzdan diyeceğim.

Size ihtiyacımız var. İdeolojilerin. aslında,


oereğe varıldığı an kaldırılıp atılacak birer silah­
tan başka şey olmadığını bilmeye ihtiyacmuz
var. Bizler ağaçların güzelliği, rüzgarın tatlı
kokusu, bir bakışın sıca klığı ya da göğün ren­
gi için savaşıyoruz. Mektuplarınızın deyimiyle,
mutluluk tutkunuyuz biz. Ve öyle sanıyorum ki,
mektuplarınızı okuruazdan önce Devrim lafını
hiç duymamışırrı. Evet, özellikle karanlık bu­
lutların dağılmaya başladığı şu ,!:l.nda !htiyac�­
mız var ise. Güı:ı mü doğmak üzere, yoksa da­
ha uzun süre beklemek mi gerekecek, bllemem:
Ama şafak söktüğünde düzelteceğimiz . bir sürü
bozukluk, onaracağımız bir sürü yıkıntı olaook
önümüzde, ve bunu derken gözle görülür yara­
}(irı konu dışında bırakıyorum. Belki de, dUze··
71
nin özünden gelmedikleri zaman sevince kuş ku­
lu gözle baktırarr, sevgiyi mahkum e<:len o garip
hastalığa tutulup bir kez daha ta tepelerden
aşağı yuvarlanacağız.
llerki yıllarda belki .·. çocuklarımız ıla bu
mektupları okuyacak ve kavganızın bütün öz­
verilere değdiğini öğrenecekler. Mektuphnnız;
boyunca uzayıp giden ve temel doğruyu dile ge­
tiren o hüzünlü ve inatçı gönül türküsünden
öğrenecekler bunu : « Günlük şefkatinı, insanJ
acıma duygusuyum ben. Sakın unutmı:ıy.m bep.L
yeryüzündeki en değerli şeyiniz benim . .> '
Rosa, günün birinde gerçekten yaşama.yr
başaprsak, taştan 'Qir heykel dikmeye�eğiz si-·
zin için, söz. Bir sqkak ya da park adı da .olma.,
yacaksınız, ama dünyanın bütün baharlarında
yaşamanızı bütün varlığımla dilerim.
Yanaklarınızdaİı öper, ·. dostça ellerinizdert
sı karım.

. ı
72
R O SA L U XE M BU R G
1 8 70 - 1 9 1 9

DURAN DFSET BA S l MEVi 27 71 34 5 L i ra

You might also like