You are on page 1of 126

Paradigma'nın Vitrinindekiler

H üsamettin Arslan, Epistemik Cemaat.


lmre Lakatos & Alan Musgrave, Bilginin Gelişimi ve Bilginin Gelişimiyle
İlgili Teorilerin Eleştirisi.
Jacques Ellul, Sözün Düşüşü.
Hakkı Hünler, Estetik'in Kısa Tarihi.
David West, Kıta Avrupası Felsefesine Giriş
Martin Heidegger, Tekniğe ilişkin Soruşturma
Martin Heidegger, Bilim Üzerine İki Ders
Ahmet Cevizci, Paradigma Felsefe Sözlüğü
Wilhelm Dilthey, Hermeneutik ve Tin Bilimleri
S. Woolgar, Bilim İdesi Üzerine Sosyolojik Bir Deneme

* * * * *

Paradigma'nın Gündemindekiler

Hans Georg Gadamer, Hakikat ve Yöntem.


Giambattista Vico, Yeni Bilim.
Kant, Saf Aklın Eleştirisi
Friedrich Nietzsche, İyinin ve Kötünün Ötesinde
Friedrich Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü
Leo Strauss. Siyaset Felsefesi
Alasdair Mclntyre, Etiğin Kısa Tarihi
N. K . Smith, Kant'ın Saf Aklın Ele ştirisi nin Yorumu
'

Joseph Rouse, Bilgi ve İktidar/Bilimin Politik Felsefesine Doğru.


Susan Hackman, Bilgi Sosyolojisi ve Hermeneutik
Anthony Giddens, Tarihsel Materyalizmin Çağdaş Eleştirisi
Paul H ühnerfeld, Heidegger: Bir Filozof. Bir Alman .
O. Pöggeler, B. Alleman, Heidegger Üzerine iki Yazı.
H üsamettin Arslan, Bilim ve Entellektüeller.
Hüsamettin Arslan (der.), Gelenek, Hermeneutik ve Retorik
Edibe Sözen, Söylem
G. Holton, Kepler'den Einstein'a Bilimsel Düşüncenin Tematik Kökenleri.
Bryan M agee, Büyük Filozoflar.
John W. Murphy, Postmodern Toplumsal Analiz ve Postmodern Eleştiri
Peter L. Berger ve Thomas Luckmann, Gerçekliğin Sosyal İnşası/ Bir Bilgi
Sosyolojisi Denemesi
B . Lee Whorf, Dil, Düşünce ve Gerçeklik!Benjamin Lee Whorftan
Seçmeler .
K. M. Wheeler, �omantizm, Pragmatizm ve Dökonstrüksiyon.
Eric Vogelin, Aydınlanmadan Devrime.
Wilhelm Dilthey

Hermeneutik ve Tin Bilimleri

Paradigma
Hermeneutik ve Tin Bilimleri
Wilhelm Dilthey

Türkçesi
Doğan Özlem

9. Paradigma Kitabı
Felsefe Dizisi 7. Kitap

Bu kitabın Türkçe yayım haklan


Paradigma Yayınları'na aittir.

Baskı
Engin Yayıncılık

Birinci Basım
İstanbul, Eylül 1999

PARADİG M A Y A YINLARI
Cankurtaran mah. Seyit Hasan sok. 1 2/4
S ultanahmet / İSTANBUL
TEL (0 2 1 2 638 64 46)
Wi lhe l m Di lthey

Heımeneutik ve Tin Bilimleri

Türkçe i: Doğan Özlem

Paradigma
İçindekiler

Çevirenin Önsözü 9

Tin Bilimlerine Giriş 11

İnsan ve Tarih Dünyasında Tekilleşme ve Sanat 31

Tekilleşme ve Karşılaştırmacı Tin Bilimleri 71

Hermeneutiğin Doğuşu 83

Dizin 125
Wilhclm Dilthcy, 19.1 l .1833'de Bir Protestan rahip ailesinin çocuğu olarak
Ren kıyısındaki Biebrich'de doğdu; teoloji ve felsefe öğrenimi gördü. 1882'de Berlin
Üniversitesi'nde felsefe profesörü oldu ve 1.10.191 l 'de Berlin'deki ölümüne kadar bu
görevini sürdürdü.
Dilthey, hermeneutiğin ve tin bilimleri epistemolojisinin büyük fılozofu olarak anılır.
Dilthey'ın etkilendiği başlıca kaynaklar, Vico, Herder, Goethe, Schleiermacher'in yeni­
lediği şekliyle 19. yüzyılın felsefi hermeneutiği, Alman İdealizmi (özellikle Hegel),
Romantik Filoloji Okulu (özellikle Schlegel ve Böckh) ve Alman Tarih Okulu'nun ta­
rihçilik anlayışıdır. O, bu etkiler çerçevesinde yöneldiği Batı tarihinin tümünü, öı.ellikle
Batı bilim ve sanat tarihini, didiklercesine araştırmış ve yorumlamıştır. Onun Batı tarihi,
bilimi ve sanatı üı.erine yorumlarının pek çoğunun bugün de aşılamamış olduğunu söy;­
lemek, hiç de abartma olmaz. Dilthey bu derinleşme ve yoğunlaşma içerisinde; tarihi v�
toplumu konu edinen bilimlerin (tin bilimlerinin) dayanacağı ve fakat doğa bilimlerinin
dayandığı ve Kant'ın "salt akıl eleştirisi"nde işaret ettiği reminden farklı olacak bir
epistemolojik zemini araştınnaya yönelmiş, ölümüyle yarım kalan bir "tarihsel akı�-'
eleştirisi"ne kendini adamıştır. Ölümünden sonra "Toplu Yazılar" (Gesammelte Sc hrif..
ten) dizisi içinde bir araya getirilen eserlerinin basımı, 1972'de 16 büyük boy cilt olarak!
tamamlanmıştır. •

Başlıca eserleri: Einleitung in die Geisteswissenschaften [Tin Bilimlerine Giriş,,


1883], Philosophie der Philosophie [Felsefenin Felsefesi, --ölümünden sonra-1931],
Der Aufbau der geschichtlichen Welt in den Geisteswissenschaften [Tarihsel Dünyanın
Tin Bilimlerinde Kuruluşu, 1910], Untersuchungen zur Geschichte des deutschen Geis­
tes [Alman Düşünce(fin Tarihi Üzerine Araştınnalar, --ölümünden sonra- 1927],
Über das Studium der Geschichte der Wissenschaften vom Menschen und Gesellschaft
[İnsan ve Toplum Bilimlerinin Tarihi Üzerine İncelemeler, 1875], Beitriige zur Lösung
der Frage vom Urspnıng unseres Glaubens an die Realitat der Aussenwelt und seinem
Recht [Dış Dünyanın Gerçekliğine Duyduğumuz İnancın Kökeni ve Haklılığı Sorunu­
nun Çözümüne Katkılar, 1890], Ideen über eine beschreibende und zergliedemde
Psychologie [Betimleyici ve Çözümleyici Bir Psikoloji Üzerine Düşünceler, 1894],
Über vergleichende Psychologie [Karşılaştırmacı Psikoloji Üzerine, 1895/96], Die
Entstehung der Henneneutik [Hermeneutiğin Doğuşu, 1900], Das Wesen der Philo­
sophie [Felsefenin Neliği, 1907], Schleiennacher, Leben und Denken [Schleier­
macher'in Yaşamı ve Düşüncesi, 1870], Leben derjungen Hegel [Genç Hegel'in Ya­
şamı, 2 cilt, 1875], Erlebnis und Dichtung [Yaşantı ve Şiir, 1877], Van deutschen Dich­
tung und Musik [Alman Şiiri ve Müziği Üı.erine, --ölümünden sonra- 1933), Ethik
[Etik, --ölümünden sonra-1958), ZurGeistesgeschichte des 19. Jahrhundert [19.
Yüzyıl Düşünce!fin Tarihi, --ölümünden sonra-1972] [Doğan Özlem].
Çevirenin Önsözü

Bu kitapta Wilhelm D ilthey ( l 833- ı 9 l l ) ' d a n çevirdigim


dört yazı yer almaktadır.
ilk yazı, d a h a önce Kültür Bilimleri ve Kültür Felsefesi
( ı 986, 3 .baskı : 1 994) ) ve Tarih Felsefesi ( 1 984, 6. baskı:
1 998) adlı kitaplarımın ek bölümlerinde yer almış olan "Tin
B i l i m l erine Giriş" a d l ı yazıdır. (Anılan kitaplarımda "Tinsel
B i l i m lere G iriş" a d ıyla yer a l m ıştı.) Yazı burada yeniden
gözden geçirilmiş ve açıkl ayıcı notlar eklenmiş olarak ya­
yımlanıyor.
ikinci yazı, "insan ve Tarih Dünyasında Tekilleşme ve
S a n at" a d ıyla ilk kez bura d a yayımla n m a ktadır. D i lthey,
uzun süre, "son derecede zengin bir bilgi dagarcıgına sa­
hip bir ta rihçi, özellikle b üyük bir kültür tarihçisi, bilim
ve s a n at e leştiri s i n d e eşsiz b i r deha" (Roth a cker, E.,
Mensch und Qeschichte, l 944, s . 2 2 .) olarak büyük bir say­
gıyla selamlanmışsa d a; geliştirdlgi felsefe, alışılm ışın dı­
şında şeyler söyleyen hemen h er felsefenin başına geldigi
ü zere, zamanında layıkıyla a nlaşılıp d egerlendirilemem iş­
tir. Bu yazı, D ilthey'ın tari h ç i, özellikle sa nat tarihçisi yö­
nünü ve fakat esasen sanat e leştirisindeki "eşsiz deha"sını
yeterince gösteren bir yazıdır. fakat yazıda, sanat eleştir­
m e n i Dilthey'ın degıı, filozof D i lthey'ın agırlıgı hissedilir.
Dilthey b u yaz ı s ı n d a h e r m e ne utigin ve tin b i l i m lerinin
başlıca konusu olan "te k l l l i k/tekilleşme"nin felsefi n e l i­
gınt Avrup a sanat tarihinden, özellikle edebiyat ve şiir ta­
rihinden örneklerle sergilemek a m a cındadır. Yazıyı, uzun
süre yapıldıgı üzere b u fel sefi kaygıyı göz ardı ed erek
okumak, eksik ve hatalı bir o ku m a olur.
"Te k i l l e ş m e ve" K a rş ı l a şt ı rm a c ı Tin B i l i m l e r i " a d lı
üçüncü yazı, ikincinin bir devamıdır ve burada da D ilthey,
10 Herm eneutlk ve Tin BJ/Jmleri

ilk b akışta sanki yalnız b ir b i l i m tarihçisi kimllgiyle kar­


ş ı m ı z d a dır. G e rçi D llthey b urad a b i l i m tari h in deki engin
b ilgisinden örnekler sergilemektedir; fakat yazının esas
a m acı, ikinci yazıda o ldugu gib i, h ermeneutıgın ve tin bi­
l i m l e r i n i n b a ş l ı c a k o n u s u olan "te k l l l l k/te k l l l e ş m e " n i n
n e llgini, b u k e z bilim tarihinden örneklerle göstermektir.
Daha önce Felsefe Tartışma/an dergisinin 22. sayısında
( 1 99 7) yayımlanmış olan dörd ü ncü ve son yazı, "Hermene­
utıgın Dogu şu", Dilth ey'ın yazılarınd a n yab a ncı dillere en
çok çevrilmiş olanıdır ve tüm h ermenetlk geleneglnln b aş­
lıca k l a s i kl e ri n d e n d i r . B u y a z ıya a ç ı klayıcı d ip n o tları

koydum ve arkasına bir açıklamalı ad dizini ekledim.
Kitap, Türkçede Dllthey'dan kitap hacminde yayımlanan
ilk çeviri ve d erleme olma özelligine s a hiptir. t

lzmlr/KartJyaka
EylüJ;ı999

Tin Bilimlerine Giriş*

Önsöz
B u rada ilk yarısını yayı m l a d ıgım bu kita p, tin bilimlerinin
fe lsefi tem e l leri soru n u n u , b u konuda erişebildiglm en
yüksek kesinlik d erecesiyle çözmek yolunda tarihsel ve
sistematik bir denemed ir. Deneme, tari hsel yönüyle, böyle
bir temellendirme bakımından felsefenin şimd iye kadar
g e ç i rm i ş o l d u g u g e l i ş i m s ü r e c i n i i z l iyo r; bu ge lişim
i ç i n d e ortaya çıkan tekil teorilerin tarihsel yerini belirt­
m eyi ve yine b u teorilerin tarihsel baglamı açıklama ba­
kımından taşıdıkları degere egilm eyl amaçlıyor. K uşkusuz
deneme b u baglam üzerine b ugüne kadarki gelişimle yo­
gun biçimde ilgilenmekle, çagdaş bilimsel hareketin da­
yandıgı içsel m o tifler h a kkında bir yargıya varmak iste­
mektedir. Ama burada yapılacak olan tarihsel betimleme,
denem enin öbür yarısının konusunu oluşturacak olan bll­
glkura m sa l (eplstemolojik) temellend irmeye bir ön hazır­
l ı ktır. 1

• Özgün metin: Wilhelm Dilthey, Ein/eitung in die Geisteswissenschaften, Ge­


sammelte Schriften, 2.Band : Die geistige Welt, Leipzig/Berlin 1 922, Yerlag
von B .G. Teubner, s. XV-XX (Önsöz) ve s. 1 -7 (B irinci Kitap).
Çevirenin notu: Ceviri. daha önce, "Tinsel Bilimlere Giriş" adıyla, Kültür
Bilimleri ve Kültür Felsefesi (Remzi Kitabevi, İstanbul 1 986, s.99- 1 1 2) ve
Tarih Felse/esi (Dokuz Eylül Yayınları, İzmir 1 998, 6.baskı, s.335-348) adlı
kitaplarımda yayımlanmıştır. Bu baskıda çeviri yeniden gözden geçirilmiştir.
Özgün metinde dipnotu yoktur. B uradaki dipnotlarının tümü, açıklayıcı dip­
notları olarak, çeviren tarafından konulmuştur.
1 Dilthey, yapıtının bilgikuramsal ve sistematik yanını tamamlayamadan öldü.
Onun bu konudaki ytftım kalmış yazıları ve birkaç cümlelik fragmanları, ya­
yımcı B. Groethuysen tarafından bu yapıtın sonuna eklendi.
12 Herm eneutik ve Tin Bilimleri

Denemenin tari h s e l ve s istem atik bölüm lerinin birbir­


l erini tamamlam aları gerekeceginden, bu tarihsel bölüm,
kuşkusuz tem el sistem atik düşünceleri m i açık kılm ayı da
kolaylaştıracaktır.
Tekil bilim lerin bagımsızlıklarını kazanm aları Ortaçag·
'ın s o nunda başlar. Ancak n e var ki, bu bilimler arasında
top l u m u ve tarihi konu alan b ilim ler, çok uzun bir süre,
hatta geçen yüzyıla ( 1 8. yüzyıla -ç . n .-) kadar, metafizigin o
eski güdümünde kalmışlardır. Fakat öbür yandan, doga bil­
gisinin serpilen gücü, bu bilimleri, m etafizigin o eski gü­
düm ünden hiç de aşagı ka lmamak üzere, bu kez de bu gü­
cün (doga bilim lerinin -ç .n .-) güdü müne sokm uştur. \ ık kez
TarihÇ_i Okul [Alman Tarih Okulu -ç . n . -) tarit1��J bilffi_cin ve
tarih b i l i m i n in_-sözc ügün tam a n l a m ıyla- vesatet!.en
(m etafizigln ve doga bilim lerinin vesayetinden -ç . n . -) kur­
taı:ılıp bagımsı z lı klarını kazanmasını s a gl a m ıştır. 2 O nye­
dinci ve Onsekizinci yüzyıllarda dogaı hukuk, dog41 din,
s oyut devlet ögretisi ve soyut ekonom i-politik için e ge­ �
liştirilmiş olan toplumsal ideler sistem i, pratik sonu�Iarını
Fransa'da 1 789 Devri m i içi nde b u l m u ştu . N e var k� aynı
D evrim 'in ordula rı, eski, kendi içine dönük ikibin.yı llık
bir ta rihin sisleri arasına gömülüp kalmış olan Alman dev­
letinin topraklarını işgal edip p arçalamıştı. işte bu durum,
bizim anayurdumuzda, tinsel olaylar söz konusu oldugunda,
t o p l u m s a l idelerin bütüncül b i r s i steminden h a reketle
gerçeklige OOy.arg.ıll-Olarak �önelmenin ya.nlı.şlıgınLgilren.
bir tarih görü�ünün kurulma sına yol açtı . Bu görüş, Winc­
k e l m a n n ve Herder'den, R o m a ntik Okul aracıl ıgıyla Ni­
ebuhr, Jakob Grimm, Savigny3 ve Böckh'e4 kadar, oldukça
yaygın lık kaza ndı; giderek Fransız D evrim i'ne karşı bir
tepki olarak güçlendi; lngiltere'de Burke, Fra nsa'da G uizot

2 Tarihçi Okul (Alman Tarih Oku l u ) hakkında bkz . : Doğan Özlem, Tarih
Felsefesi, s. 1 1 5-123, 237-243 ve 323-335; Kiiltiir Bilimleri ı·e Kültür Felse­
fesi, s.57-66.
3 Bu adlar hakkında Tarih Felsefesi adl ı kitabımın ilgili bölümlerine bkz.
4 August Böckh (178 5 - 1 867) hakkında bkz.: H.G. Gadamer, "Hermeneutik" ve

U. Japp , "Hermeneutik, Filoloji ve Edebiyat". Her iki yazı da Herme11eurik


(Yorıımhilgisi) Ü:::eri11e Ya:ılar adlı çev irimde (Ark Yayınları, Ankara
1995) yer almaktadır.
Tin BJJJm ler/ne Oiriş ı3

ve Tocquevllle ile yaygı nlaştı . Bu görüşün yaygınlaşması,


Avrupa toplumunun içinde bulundugu savaşlara rastladı. Bu
görüş, h ukuk, devlet veya dine, toplumsal !delerin bütün­
cül bir sisteminden hareketle degil, somut olara k yönel­
m e k istedi ve bu yüzden, Onsekizinci yüzyılın !delerine
(Ayd ınlanma'nın id elerine -ç . n .-) her yerde d üşmanca karşı
çıktı . Tari hçi Ok l'da s a l t e mpirik bir gözlem tarzı .eg e­
mendi; tarihs el süreç lerin kendine özgülügünetözgül lügü­
n e sevg i d o lu bir yakl a ş ı m la yönelinlyordu . Tekil ta_r lhsel
olay ların ta ş ıdıgı d egeri/anlamı sa dece o o layın kendi g�­
lişim baglamı içerisinde b el irlemek isteyen bu taı;Jtı_ gtırQ­
� ü, bugünün yaşamı açısından geçmişte kalmış olanın nasıl
açıklanabilecegini s orgu l uyor ve tinsel yaşamın her anın­
d a tarihsel bir n itelige sahip o ld u gu n u b e n i m s eyen bir
top l u m ögretisine dayanıyord u . işte bu tarih görüşü, tüm
tekil tarih bilim lerine uzanan sayısız ka n a l l arla yeni bir
düşünce akımı dogurdu.
Fakat Tarihçi Okul, bugüne kadar, kendi teorik yapısının
gelişimini old ugu kadar, yaşamaya nüfuz etmesini de bazan
önlemiş olması gereken kendi içindeki engelleri kıramadı.
B u okulun inceleme ve tari h s e l fe n o m e n leri d egerlen­
dlrme tarzı, bilinçle ba gıntılı o lgu ve olayla rın çözümlen­
m e s i bakımından eksiktir. 5 işte bu n e d e n l e bireysel ve
tarihsel/tinsel o l a n la ilgili bir temellendirme için güveni­
lir bir bilgiye ulaşm ak konusunda başvurulacak son karar
yerine (ln stanz) geçm eye, kısacası bir felsefi temellen­
d i rmeye gerek v a r d ı r . Tari h ç i O k u l ' d a b i lg i k u ra m ı

5 Dilthey. tüm tarihsclitoplumsal olgu ı; e olayların-öiınttekğifHR---'.'.9ilmce bağ-


1ılık" olduğunu, bu olgu ve o l ayların insanın b ilme, isteme, amaç
koyma/arzulama/amaçlı eyleme yetileri doğrultusunda ortaya çıktıklannı,
onları doğal olgu ve olaylardan ayıran yönün esasen bu olduğunu belirti)'.or;
"tinscllik''in de bizzat bu olgu ve olayların özniteliği olmaktan ibaret olduğu ­
nun altını çiziyordu. (Almancada "Geist" terimi, hem "tin" hem "bil inçli dü­
şünme/düşünce" anlamına gel ir.) 18. yüzyılın Aydınlanmacı felsefe ve bili­
minin ve 1 9. yüzyıl pozitivizminin eleştirisini de, o, bunların bu özniteliğin
farkında olmayışlarına dayandırıyordu. Tarihçi Okul'un çizgısi.A�
maçı ve pozıtıvist çi�i lerden farklıdır; bununla birlikte Okul, (Ranke'de ol ­
duğu gibi) pozitivist b ilim anlayışından kısmen etkıler taşıyan bir bilım mo­
deline de bağlıydı. Dilthey. burada Okul'un bu yönünü eleştirmektedir.
14 Hermeneutik ve Tin Bilimleri

(ep istemoloj i} ile p sikolojj6 arasında ilişki kıırıılam�ıcru.�r.


B..ı.!.._ nedenle d e T arihç i Okul'da (tarihsel/top l umsal olgu ve
olayları bi l i n c e _ b agJı olg u_ ve olayla r ola.ı:ak. -a.ç.ıklıcya n
-ç . n .-) a çıklay ıcı bir v: öntemP. k::1vıısu!amamıs v e tersine t a­
rihsel gözlem ve karşı laştırm ac ı y ö ntem, bu Okul'da ne tin
b i l i m lerinin bagımsız bir öbek oluşturm a s ı n a yetebilmiş
n e de yaşam aya nüfuz etme konusunda başarılı olabilmiş­
tir. Bu y ü z d e n d i r ki, C o m te, M i l i ve B u ckle "tari h s e l
d ü nya· d e n en bilm eceyi b u alana dogabilimsel i l k e v e
yöntemleri aktararak yeni b i r tarzda çözmeyi denedikleri
s ırada; aslında onların yoksu l ve yalınkat, fakat çözüm le­
yici yan ıyla üstün olan bu tutu mları karşısında, yaş a m aya
d erinligine nüfu z etm ek isteyen Tarihçi Okul'un ne yete­
rince gel iştiri l e b i l m i ş ne de yeterince tem ellenq irilebil­
m i ş olan görüşü, ancak etkisiz bir protesto olarak ka ldı. 7
Bir Carlyle'ın ve derin düşünceli öbür düşünürlerin eksakt
d oga bilimine karşı sürdürdükleri m u h a l efet de, setii ni du­
yuramayan bir girişim olarak bu durum un gösterges ir. Tin ifj
b i l i m l erinin d a y a n d ı g ı temeller k o n u s u n d aki bel1rsizlik
içinde, her alandan araştırmacılar. öbür yandan. hemf n top­
tancı betimlem elere daldılar; hemen öznel yorumlara ' baş-
vurdular ve kendilerini yine b i r m etafizigin kollarına b ı-
raktılar. öyle ki, bu betimlem elerde ve yorumlarda, pratik
yaşama yön verici güce sahip o l d u guna inanı lan ilkeler
ü zerine ciddi ciddi söz edilebilmekteyd i .
i ş t e bu d e n e m e. t i n biliml erinin i ç i n d e b ulund ugu bu
d urumdan duydugum kaygıdan dogd u . Deneme, Tarihçi
Okul'un dayandıgı ilke ile, günümüzde bu ilkeden hareket
eden ve topl u m u inceleyen tekil bilim lerin çalışma tarzını
temellendirmek ve giderek Tarihçi Okul' un ögretisi ile so­
yut teoriler ara sındaki çatışm ayı giderm ek istiyor. Beni ça-

6 "Psikoloji" teriminden Dilthey'ın ne anladığı konusunda 12 numaralı dipno­


tuna bkz.
7 Dil they'ın 19. yüzyılın ilk yarısında pozitivist ve antipozitivist bilim anlayış­
ları arasında işaret ettiği bu çatışma, pozitivist bilim anlayışının 100 yıldan
fazla süren bariz üstünlüğü dolayısıyla neredeyse unutulmuş veya unutturul­
muş; yüzyılımızın son onyılları içerisinde değişik bir üslupla da olsa, pozitivist
bilim anlayışının yetersizliğine yöneltilen eleştiriler doğrultusunda yeniden
yaşanmaya başlamıştır.
Tin Bilimlerine Oiriş 15

lışm alarım sırasında kaygılan d ıran sorunlar, yaptıgı iş üze­


rinde düşünen her tarihçiyi, her hukukçuyu veya politika­
cıyı da yüreginden kaygılandırmakta olmalıdır. Tin bilim­
lerine bir temel kaz a n d ırma konusundaki özel istegim ve
b ununla ilgili planım işte böyle oluştu . Bir tarih yazımcı­
s ı n ı n yargılarının, bir iktisatç ı n ı n vard ıgı s o n uçların, bir
h u ku kç u n u n kulland ıgı kavra mların altında h e p tem elde
yatan ilkeler bagl a m ı h angisidir ve b u baglamı kesinlikle
b e l irle m e k olan aklı m ıd ır?8 B u n u araştırm ak metafizige
dönüş müdür? örnegin; m etafizik kavram ların içine taşın­
dıgı bir tarih felsefesi ola bilir mi? Veya gerçekten d e do­
gaı hukuk diye bir şey var mıdır?9 B u n ların varlıgı yadsı­
nabiliyorsa, bu d urum da bilimlere düzen ve açıklık sagıa­
yan ilkeler topl ulugunun dayandıgı saglam zemin nerede­
d i r?
Comte ve p o z itivistlerin, J . S . Mili ve e m piristlerin bu
sorulara verdi kleri yanıtlar, bana, tarihsel gerçekligi do­
gabilimsel kavram ve yöntemlere uyd urma ugruna, bu ger­
çekligi çarpıtm a k ve tahrif etm e k o larak görü nmektedir.
öbür ya ndan, bu yanıtlara karşılık o larak deha dolu temsi­
lini Lotze'nin "Mikrokosmos·unda b u la n tepki, bana, tekil
b i l i m lerin h a kları o l a n b a g ı m s ı z l ıklarını, bu b i l i m l erin
başvurdukları deneysel yöntemlerin gücünü ve bu yöntem-

8 Dilthey'ın burada "temel ilkeler bağlamı"ndan kastettiği; tüm tarih­


sel/toplumsal olgu ve olayların bilince bağlı olgu ve olaylar olmalarını yani
tinselliklerini yapan ilkeler bağlamıdır. Dilthey, daha sonra, Kant'ın çözüm ­
lediği bir "teorik akıl" yanında, bize tarihselliğin/tinselliğin kategorilerini ve­
recek olan bir "tarihsel akıl"dan, bu dolayımda söz edecektir.
9 Dilthey "doğal hukuk" teriminde bir contradictio in adjecto (bir şeyi karşı­
tıyla/çelişiğiyle nitelendirmek) saptamaktadır. Çünkü "doğa" ile "hukuk" te­
rimleri karşıt veya en azından birbirine aykırı alanları adlandırırlar. "Hu­
kuk", ancak ve sadece insan bilincin: bağlı bir olgu sayılabilir yani o ancak
tarihsel/tinsel bir olgu olarak vardır. Doğal hukuk" terimi, Ortaçağ Hıristi­
yan skolastiğinin "tanrısal hukuk"unun bir mirası ve versiyonu olarak, özel­
likle 18. yüzyıl Aydınlanma çağında ve daha sonra 19. yüzyıl hukuk felsefe­
sinde, bu kez laik bir kılıkta, yeniden ortaya çıkmış bir terimdir ve ancak
"doğa" ile "tin" ayrımından habersiz bir hukuk metafiziğinin bir fiksiyonu­
dur. Bu konuda bk�: Manfred Riedel, Rehabilitierung der praktischen Phi/o­
sophie (Pratik Felsefenin Rehabilitasyonu), Stutıgart 1972/74, il.bölüm,
s.75-82.
16 Herm eneutik ve Tin Bilimleri

! erin d uyusa l ola na uya rla n mış eksa ktlıgını feda eden bir
tepki ola ra k görünüyor. B u ya n ıt ve tepkilerin dışında, en
s o n unda ben, bilince ba glı olgula ra yönelme konusu n da,
"iç deneyim" denen şeyde düşüncem için sagla m bir lima n
b u l d u m ve h i ç b i r okuyuc u n u n b u n u n b öyle o l d u g u n u
k e n d i ken d ine ka nıtlama kta n ka çına b ileceginl sa nm ıyo­
rum . Tüm bilim d eney blllmld lr; fa kat her türlü deney, kö­
kensel ba gıa m ı n ı ve b u bagla m ı n belirledlgi geçerllliglni
b i l i n c i m iz i n k o ş u l ları i ç i n d e b u l u r; d e ney b u koşullar
i ç i n d e m eyda na çıka r; ya n i ya ra d ıl ı ş ı m ı z ı n bütünl ügü
içinde. Biz, bu koşulla rın ardına geçmeyi olana ksız gören,
gözle görülm eyen veya bilen öznenin ba kışına dogJ u ca
ra stla mayan, ona açık olmayan şeyleri bilmeyi olanaksız
saya n b u çıkış noktasını, bllglkura m sal (epistemolojlk) bir
çıkış noktası olara k gösteriyoru z . Gerçekten de modern bi­
lim b u n da n ba şka bir çıkış nokta s ı ka b u l edemez . 10 Bu,
bana, gitgid e, tin b i l i m l erinin ba gımsızlıkları konusullda
bilincim izin koşulla rı n ı ka lkış n o kta s ı a lıp bura da n hire­
ketle bir temel b u l u na bileceglnl gösterdi; Ta rih çi Oku un f
ihtiya ç d uydugu şey de b uydu . Ç ünkü bizim doga hakkın­
da ki ta sarım ımız bu bilinçten çıka r ve d o ga, bize d ö ük �
b i r gerçeklik o la ra k b i l i n c e ba g l ı o l g u la r d ü nya sİ na
(tinsel dünyaya -ç . n .-J gö re, bizim için silik bir gölgedir.
Na s ılsa öyle o la n gerçeklik (n umena l gerçeklik, kendinde
nesne -Dlng a n sich- d ü nya s ı -ç . n .-J ka rşısında biz, olsa
o l sa, b i l i n c i m i z e verili olguları içten d e n eyleyerek bir

ıo Burada betimlenen "deneysel bilim modeli", Kant'ın, teorik akıl çözümle­


mesi doğrultusunda sınırlarını çizip meşrulaştırdığı Yeniçağ biliminin da­
yandığı modeldir. Kant, "doğa bilimi"ni, teorik aklımızın ve bilincimizin
olanaklarının deneysel yoldan (dış deney) içeriklendirilmiş bir izdüşümü
sayıyor; bilimin insanın bilme yetisini önceleyen veya aşan hiçbir yönünün
olamayacağının altını çizmiş oluyordu. Bilincimizin olanaklarının bilgisi
bize "bilim"in ne olduğunu öğretir; buna karşılık "bilim" bilincimizin ola­
naklarının bir bilgisini, kendisi bu olanaklara göre kurulmuş bir şey oldu­
ğundan, sağlayamaz. Dilthey da bilimin öncelikle böyle bir bilinç analizi ve
bilgikuramsal (epistemolojik) temellendirme doğrultusunda yani bir felsefi
refleksiyon aracılığıyla neliğinin ortaya konulması gerektiğini belirtmekle,
bilimi herşeyi önceleyen ve herşeyin açıklayıcısı bir konuma yerleştirmiş
olan "bilimci"leri ("scientificist"leri, Hüsamettin Arslan'ın daha çok bizdeki
"bilimci"leri düşünerek önerdiği terimle, "bilimist"leri) de eleştirmiş oluyor.
Tin Blllmlerln e Oir/ş 17

b i l giye s a h i p o l ab i liri z . işte, tin b ilim l erinin m erkezinde


bu olguların çözümlenmesi yatar ve bu b öyle kalacaktır.
Tarihçi Okul'un anlayışına uygun olarak, tinsel dünyanın
d a y a n d ı gı ilkelerin b i l gisi, yine b izzat bu a l a n ı n ken d i
i ç i n d en çıkartılab ilir ve t i n b il i m l eri, i ş t e t a m d a b u yüz­
den kendi içlerinde b agımsız bir sistem kurarlar.
Ben bu noktada kendimi, Locke, H u m e ve Kant'ın b agıı
o l d u kl a rı b l lgikura m c ı (e piste m o l oj ist) okulla pek çok
noktada uzlaşmış b uluyoru m . Fakat b una karşılık, felsefe­
nin her türlü anadayanaklarını ancak onlar sayesinde tanı­
dıgımız b ilinç olguları b aglam ı n ı, bu okulun ele aldıgın­
dan b aşka bir tarzda ele almak zorundayı m . Herder ve Wil­
helm von Humboldt'u nkllerde oldugu gibi, az sayıda ve bi­
limsel kurguyla hiç de tam olarak b agdaşm ayan savlar dik­
kate alınm azsa, şim diye kadarki gelişimi içerisinde b ilgi
kuramı, Ka nt'ta oldugu gib i, deneyi ve bilgiyi, katıksız bir
zihinsel tasarım altına sokulmuş olan olgu· n yola çıkarak •

açıklamıştır. Locke, H u m e ve Kant'ın tasarl a d ı kları b i l en


öznenin (süje) dam arlarında hiç de gerçek kan dolaşm az;
tersine, bu öznenin damarlarınd a katkısız bir düşünme et­
k i n l i gi sayılan a k ı l ' ı n i mb i kten geçiri l m i ş/a rın d ı rı l m ı ş
ö zs uyu dolaşır. 1 1 Oysa b eni ilgilend iren, insanla tarihsel

ı ı Dilthey; Locke, Hume ve Kant'ın epistemolojilerinde savunulan temel tezi,


bilginin doğa karşısında sadece duyumlama-tasarımlama bağıntısı çerçeve­
sinde edinildiği, duyusal yolla verili olanın aklın/zihnin tasarımlayıcı faali ­
yeti altında bilgiye dönüştüğü, doğanın bir "açıklama" nesnesi olduğu hak­
kındaki tezi onaylar. Ne var ki bilen öznenin damarlarını sadece duyum -
lama ve tasarımlama öğelerinden oluşan bir sıvı (özsuyu) doldurmaz. Bilen
öznenin damarlarında dolaşan gerçek kan, duyumlama ve tasarımlamayı
sadece birer öğe olarak içeren pek çok öğeyi barındırır. Bu öğeler; isteme,
arzulama, heyecan, duygulanma, sempati, antipati, amaç koyma, değer
verme, değerlendirme, vd. olmak üzere, bilen öznenin psişik "totalite"sinde
yer alırlar ve bilen özne nesnesinin karşısına aslında psikesinin bu totalitesi
ile çıkar. Oysa doğa bilimlerinde özne nesnenin karşısına, kendine koyduğu
kısıtlamalar dolayısıyla, bu total kimliğiyle çıkmaz. O, doğa bilgisi elde et­
mek üzere, bu total kimliği oluşturan öğelerden sadece duyumlama ve tasa­
rımlamaya başvurmakla yetinir; diğerlerini paranteze alır (veya aldığını sa­
nır). Bu bir kısıtlamacılık ve indirgemecilik olmakla birlikte, anlaşılır bir
tavırdır. En nihayet doğa, dış deneyde tanınan bir şey olarak, bizim mey­
dana getirdiğimiz bir şey değildir. Oysa tinsel dünya, insanın yukarıda sayı­
lan öğelerin ıotalitesi ile bizzat meydana getirmiş olduğu bir dünyadır ve
18 Herm eneutlk ve Tin BJ/Jmlerl

ve psikoloj i k açıdan ugraşmaktır. 12 insanın sahip o l dugu


g ü çlerin çeşltıı llgl i ç i n d e b e n i m i lg i m i çeken şey, o n u n
b u yön ü d ür. B u yönüyle insanı, isteyen, hisseden ve bir
şeyler pla nlayıp a m aç l ayan yön üyle i n sanı, b ilginin ve
bilgi kavram larının da (dış d ünya, z a m an, töz, ilk neden,
vb .) açıklanmasında temele koymak; b ilginin ve b ilgi kav­
ramlarının sadece algı, tasarım ve düşünme m alzemesiyle
dokunmuş şeyler olup olmadıgına yönelmek istiyorum. 1 3
Buna göre, b u denemenin b aşvuracagı yöntemler şunlardır:
B en, çagdaş s oyut b ilimsel d üşüncenin her bir ögesini,
örnegı n d eneyi, dil ve tarih i n c e l e m elerinin gösterd lgl
'
gib i, i n s a ni varo l u ş u n b ütünlügüne (i n s a n ı n total klmll-
gı ne, öznenin totaıı teslne - ç . n .-) b aglıyo ru m . Oerçektı:: n de
bu b ütünlük ancak dil ve tarih araştırm a s ı ile işaret � d ile­
b i l i r olan bir b ütünlüktür. B uradan şu çıkar: Bizim gerçek­
lik h a kkındaki tasarım ve bilgimizin en önemli yapıtaşları,
ögeleri; kişisel yaşamın b lrllgt, d ış dünya, dışımızd•ı bi­
reyler, onların zaman içerisindeki yaşamları ve bu yaşş mla-
'

tam da bu nedenle ancak öznenin iç deneyimde tanıdığı kendi totalitesini


harekete geçirerek kavrayabilme şansını bulabileceği bir nesne alanıdır.
Dilthey, tüm bu öğelerin birlikteliğinde gerçekleştirilen kavrayıcı/hissedici
edime "anlama" adını verir. Daha sonraları Yeni Kantçı Rickert şöyle diye­
cektir: "Doğa açıklanır, fakat anlaşılamaz." (H. Rickert, Naturwissenschaft
und Kulturwissenschaft , 19 15, s. 44).
ıı Dilthey'ın burada "psikoloji"den kastettiği, geçen yüzyılın ve bu yüzyılın
empirist/pozitivist/behaviorist/nomotetik psikolojisi değildir. Dilthey, bu tür
bir bilimin kısırlığı üzerinde sık sık durmuştur ve bir "anlamacı psikoloji"nin
gerekliliğini vurgulamıştır. Gerçi bu "anlamacı psikoloji" de bir bilimdir; fa­
kat bilginin ve hilimin )'.apısını anlamakta haşvurulacak bic çeşit "temel bi ­
lim" konumundadır. Dilthey "bilim" kavramını bir geniş ve bir de dar an­
lamlanyla kullanır. (Bunun için aşağıda 22 numaralı dipnotuna bkz.) Çeşitli
çalışmalarımda Dilthey'ın "anlamacı psikoloji"sinin özellikleri üzerinde
durdum. Bu konuda özellikle şu çalışmama bkz.: Max Weber'de Bilim ve
Sosyoloji, 2.baskı: 1998, s.92-128. Ayrıca Dilthey'ın nasıl bir "temel bilim"
peşinde olduğu konusunda bkz.: M. Riedel, "Wilhelm Dilthey'da Teorik
Bilme ve Pratik Yaşama Kesinliği Bağıntısı", çevirenin derlediği Hernıene­
utik ( Yorumbilgisi) üzerine Yazılar içinde, Ark Yayınları, Ankara 1995,
s.5 1-83.
13 Yukarıda 1 1 numaralı dipnotuna bkz.
Tin BJ/Jmlerlne Qirlş l9

r ı n b i rb i rl e ri n e karş ı l ı kl ı etki l e ri d i r . 1 4 i n s a n ı n i stek,


duygu ve amaç koymaya dayalı gerçek yaşama süreci, işte
ancak b u bütü n lügün çokçeşltllllgl içerisinde kavra n a b i­
l i r. Bu kavrama d a, salt a prlorl bir b ilgi olanagına (salt ak­
l ı n a pr/ornerl n e -ç . n .-) başvurularak sagıanamaz; çünkü
ters i ne, b u ra d a salt a prlorl b i r bilgi o l a n agının kabulü
d egıı, içinde b u l u n dugumuz konumlar toplamından çıkan
bir gelişim tarihi söz konusudur. 1 5 öyle ki, bizi felsefeye
yön e lten tü m s o r u l a rı n y a n ı t ı n ı, b u ta r i h s e l gel i ş m e
v e re b i l i r.
B u tem e ll e nd irm e n i n içinde barınd ırdıgı bilmecelerin
e n keskini de b ura d a ortaya çıkıyor: Bizim dış d ünyanın
gerçekllglne d uydugumuz inancın neye daya ndıgı ve hak­
l ı l ı gı soru n u . Tasarı m l a n an bir şey o larak d ı ş d ü nya, bu
açıdan dalma ve sadece bir fenomen olarak kalır. Buna kar­
ş ı l ı k, b i z i m i steye n - h i s s e d e n -a m a ç l a y a n n e l l g l m l z
(mah iyetimiz), tümüyle bizden b i r şey, bize a lt b i r şeydir
ve b u n elik, bu h a l iyle, dış d ü nya gerçekllglnden (yani
b izden bagımsız olarak kend i uzamsal belirlenimi içindeki
gerçekl ikten) d a h a kesin b i r verldlr. 1 6 Çü n kü bu n e l ik,

14 Dilthey'ın burada, kendisinden sonra bilginin "öznelerarasılık"


(intersühjektivite) olarak belirtilen niteliğini betimlediği açıktır.
15 Burada Dilthey'ın Kantçı epistemolojinin ve Yeniçağ biliminin yetersizliğini
eleştirdiği açıktır. Bu konuda şu yazıma bkz.: "Hermeneutiğe Geçiş Yolu
Olarak Tarihselcilik'', Siyaset, Bilim ve Tarih Bilinci içinde, İnkıliip Yayı­
nevi, İstanbul 1999, s. 75 ve devamı.
16 Dilthey felsefenin temel ve klasik sorunlarından olan dış dünyanın gerçekliği
sorunu üzerine burada yaptığı saptamayı, pek ünlü olan bir yazısında, "Dış
Dünyanın Gerçekliğine Duyduğumuz İnancın Kökeni ve Haklılığı So­
rununun Çözümüne Katkılar" adlı yazıda genişliğine açmaktadır. Dış dün -
yanın biçim için sadece fenomen olarak bilinebileceği, onun kendindeliğinin
bilinemeyeceği, aslında Kantçı bir tezdir ve bu durum Kanı tarafından üste­
lik "felsefenin skandalı" olarak da gösterilir. (Bkz.: E. Cassirer, Kant'ın Ya­
şamı ve Öğretisi, çev.: D. Özlem, İnkılap Yayınevi, İstanbul 1997 -2.baskı­
s.78-86.) Bununla birlikte Dilthey, dış dünyanın gerçekliğini kanıtlayama­
yan öznenin bizzat kendisinin, aynı özne için dış dünyaya göre daha kesin
bir veri olduğunu belirtirken, Yico gibi düşünür. Vico, doğa tarafından "ya­
pılmışlık"ımızdan ötürü doğanın yapımındaki gerekçeyi ve doğanın yapısını
asla bilemeyeceğ°?m izi; buna karşılık tarih ve toplum dünyasını ve bu dünya
içindeki konumuyla kendimizi, bunlar bizzat "bizim yapımımız" oldukla­
rından ötürü, doğaya oranla daha kesin bilebileceğimizi belirtmişti. Bu ko-
20 Herm eneutik ve Tin Bilimleri

tasarl a n a n bir gerçeklikten önce, yaşan a n bir gerçeklige


aittir. Biz dış d ü nyadaki neden-etki (eser) bagını veya b u
b a ga göre o l u ş a n süreci hiç d e yeterince b i l e m eyi z .
Ç ünkü, d ı ş d ü nyaya ait neden v e etkiler (eserler) h a kkın­
daki tasarımlar, kökenleri bakımından, bizzat ve sadece
bizim istemeye dayalı yaşamımızdan çıkan soyutlamalardır.
öyle ki, d en eyim i n biz e açtıgı ufuk, öncelikle ve sadece
bizim özgür ve içkin d u ru m u m uz d a n h a b er verir gibidir.
Dış d ünya, b i z im yaş a m a bütü n l ü g ü m ü z aracılıgıyla/sa­
yesinde bize verilidir. Oysa o, kendindeligi içinde, bizim
'
yaş a m a bütünlügümüzden farklı bir bütü n lüge sahip ola­
bilir. Bu söyled iklerimi nereye kadar kan ıtlaya bilecı;gım
ve yukarıda işaret e d i l e n kalkış n okta s ı n d a n harekttle,
to p l u m ve tarih b i lgis i n i n d a y a n a c a g ı s a gl a m z e m i n i
oluşturm a konusunda b u kanıtları n ne oranda geçerli ola­
cagı, kuşkusuz, o kuyu c u n u n kita b ı n s o n u n d a vere<;egi
yargıya baglıdır. �
Tin b ilim lerinin b u ra d a bilgikura m s a l (epistem olojik)
açıdan temellendirilmesi sırasında başvurulan ana düşünce
ve a n a i l keleri çagım ı z ı n b i l im sel d ü ş ü n ü ş ü n ü n çeşitli
yönleriyle ilişkiye getirm e k ve böylece çok yön l ü bir te­
m e l l e n d irme ya p a b i l m e k için, b i l i n e n konulara yeniden
dalmaktan çekinmedim . Bu nedenle deneme, önce, tekil tin
b i l i m l eri üzerine bir toplu bakıştan yola çıkmaktadır. Ça­
lışm anın tümünün beslenecegı e n geniş m alzeme ve motif­
ler, yine bu bilim lerin ken d i s i n d e b u l u n m aktadır ve de­
n e m e Biri nci Kita p'da b u nları genişligine ele almaktadır.
ikinci Kita p, b i lgiyi sagıam y o l d a n tem e l l e n d irmek için
Dogru·yu hep uzam-za m a n boyutları içinde aramış ve bu
yüzden de aslında metafiziksel düşünme tarzının da kade­
rini çizmiş olan felsefi düşüncenin tarihine yöneliyor. Bu­
rada, tin bilim l e ri n i n m etafiziksel yön d e n temellendiril­
mesi çagının artık ta mamen geçmiş oldugunu göstermeyi
d e n iyorum . Birinci cilt, bu iki kitaptan o l u şuyor. ikinci
cilt, önce, tarihsel süreç içerisi n d e tekil bilim lerin gös­
terdikl e ri g e l i ş m eye ve bilgi kuram ı n ı n i n c e l e n m e s i n e

nuda ş u çevirime bkz.: "K. Löwith, "Vico", Tarih Felsefesi, Ekler bölümü.
a.g.y.
Tin Bilimlerine Olrlş 21

yöneliyor ve çagımıza kadarki bilgikuramsal çalışmaları


betimleyip yargılıyor (üçüncü Kitap). Daha sonra, tin bl·
limlerlnin bilglkuramsal açıdan kendine özgü bir tarzda
temellendirilmesi deneniyor (Dördüncü ve Beşinci Kitap·
lar).1 7 Tarihsel bölümün geniş tutulmuş olması, sadece bu
Giriş için duyulan pratik bir ihtiyaçtan gelmiyor; tersine.
benim bilgikuramsal tutumumdan, bilgi kuramında tarihsel
düşünme tarzının donatıcılık ve kuşatıcılık degerine olan
inancımdan kaynaklanıyor. Böyle bir inanç, Hegel'ln, daha
sonra da Schelling ve Comte'un denedikleri gibi, aslında
felsefe tarihinde birçok kuşaktan beri süregelen bir
egillmden kalkarak, felsefenin sistematik olarak ancak
tarihsel açıdan temellendirilmesi gerektiginden söz eder.
Bu inanç, farklılıgını. tarihsel gelişmeyi kalkış noktası
almasında bulur. Çünkü entelektüel gelişme tarihi, bilgi
olayını ele alırken bilgi agacının güneş ışıgı altındaki
gelişimini izlemekle yetinmiştir. işte bu agacın yer
altında kalan kökleri, şimdi bir bilgikuramsal temellen­
dirmeyi beklemektedir. ıs

17 Dilthey, üçüncü, dördüncü ve beşinci kitapları yazamadı. Onun bu konudaki


parçalı yazıları, birkaç cümlelik fragmanları, ölümünden sonra bu kitabın
arkasına eklendi.
1 8 Dilthey bu satırlarda Descartes'ın "'bilgi ağacı"'na ve dolayısıyla Descartes
felsefesine karşı bir örtük eleştiri getirmektedir. Descartes'la başlatılan Ye­
niçağ felsefesi, "özne"yi merkeze alan, fakat onun bilme olanaklarını du­
yumlama-tasarımlama ilişkisiyle sınırlayan bir epistemoloji geliştirmiştir.
Dilthey, böyle bir epistemoloji ile, ancak, bilginin yüzeydeki yapıcı öğelerinin
(duyumlama-tasarlama) tanınabileceğini, yüzeyin altında kalan yapıcı
öğelerin (islernt, hissetme, duygu, duygulanma, sempati, antipati, amaç
koyma, değer, değer verme, vd.) tanınamayacağını ima etmektedir. Bkz.:
Yukarıda 11 numaralı dipnot.
22 Herm eneutlk ve Tin Blllmler/

Berlln, 1 883

BİRİNCİ KİT AP

Tin B ilimleri B ağlamma,


Bu Bilimlerin İhtiyaç Duyd ukları
Bir Temellendirici B ili m Açısından Bakı�

Tin Bilimlerine Bu Girişin Ana Amacı �


.,_,.
Bacon'un ünlü yapıtlarından 19 bu yana, doga bilimlerinin
ilke ve yöntemlerini betimleyen, bu ilke ve yöntemleri
ele alıp tanıtan ve büyük çogunluguyla doga araştırmabıa­
rının kaleme almış oldukları kitaplar arasında en ünlÖsü,
Sir John Herschel'lnkidlr. 20 Bu kitapta ve öbürlerinde,
doga bilimlerini tanıtmanın yanı sıra, tarih, politika, hu­
kuk, ekonomi-politik, teoloji, edebiyat ve sanatla ilgile­
nenlere de, yine benzeri bir tanıtıcı betimleme ile hizmet
götürme ihtiyacının duyuldugu görülür. Burada da, toplu­
mun pratik ihtiyaçları açısından insanlara meslekleri ve
dalları tanıtmak gibi bir hedef göz önünde tutulur; meslek­
ler ve dallar hakkında bu türden bilgiler vermekle, insan­
lara meslek seçiminde bu dal ve bilimlerden hangilerine

19 Francis Bacon, De dig11itate et aııgmentis scientiarum (1605); Novıım oga­


mmı scie11tiarıım ( 1620).
20 John Frederick William Herschel ( 1792- 187 1 ) : Alman asıllı ünlü İngiliz
astronomu ve doğa araştırmacısı. 183 1 'de ilk kez yayımlayıp 1836'da ol ­
dukça genişletilmiş yeni baskısını yaptığı A Prelimi11ary Discoıırse on the
Stııdy of Natura/ Phi/osophie adlı eserinde, tümevarımın ve tümevarımsal
genelleştirmenin bilimsel buluşlarda son derecede önemli olduğuna inandığı
rolünü, çok zengin örneklerle ve duru, akıcı bir dille anlatmıştır. Çok popü­
ler olan bu eseri yanında Herschel'in nebula ve yıldız kümelerininin bir ka­
taloğunu içeren eseri de, astronominin klasikleri arasındadır.
Tin Blllmlerlne Olrlş 23

yönelmeleri gerektlgi d e gösterilmeye çalışılır. Kuşkusuz


burada güdülen egitsel amaç, insanı bir bilimle ilişkiye
sokmak, onu seçtıgı konuda gitgide daha faal hale getir­
mektir. Bu amaç dogruıtusunda, bu gibi kitaplarda, toplum
makineli üretim yapan bir lşyerine benzetilir. Kuşkusuz bu
lşyerlnde işler, çok sayıda kişinin çalışmasıyla yürümek­
tedir. fakat bu lşyerlnde tek tek her bir iş, lşyerlnln genel
çalışma düzeni içerisinde birbirinden teknik olarak yalı­
tılmıştır. Zaten teknik burada önceden kurulmuş haldedir
ve bir işçi, yaşamı boyunca bu işyerinin belli bir nokta­
sında çalışıp durur. Ne var ki, bu kişi, bu çalışma sırasında
kendi işinin ne oldugunu saptamış olan güçleri oldugu ka­
dar, lşyerinln öbür kesimlerini de tanımamakta ve kendi
işini, bu kesimlerin bir arada çalışmasındaki bütüncül
amacın farkında olmaksızın sürdürüp gitmektedir. Yine o,
bu bütüne ait bir organ, bir parça oldugunu bilmeden, iş­
yerine (topluma) hizmet götüren bir araç durumundadır.
işte bu Giriş, işlevlerini bu konum içerisinde tanıyan in­
sanlara ve meslek adamlarına (politikacıya, hukukçuya, pe­
dagoga, vb.), insan toplumunun bütüncül gerçekliginin ta­
nınıp bilinmesi için bu gerçeklige yön veren ilke ve ku­
ralları ortaya çıkarmak görevini üstlenmekle; yine onlara
bir hizmet sunmak istemektedir. Çünkü bu bütüncül ger­
çeklige yön veren ilke ve kurallar, onların bu gerçekııgı
kendi bulundukları noktadan tanımalarını da saglayan ve
gitgide bizzat kendi yaşam faaliyetlerini de yönlendiren
şeylerdir.
Bu görevin yerine getirilmesinde ihtiyaç duyulan ve
doganın oldugu kadar tarihsel/toplumsal dünyanın bilgi­
sine de temel oluşturması gereken bu ilke ve kuralların
dogru bilgisine bizi götürecek bakış açıları ise. yine ob­
jenin (insan toplumunun bütüncül gerçekliginin -ç.n. -)
kendi dogasında21 bulunmaktadır. Durum böyle olunca

21 Dilthey'ın "doğa" terimini hem "nesneler dünyası" hem "tarih/toplum


dünyası", "tin dül'tyası" için kullandığı, bu ve bundan önceki cümlede açıkça
görülmektedir. Bu durum Dilthey'dan İngilizce ve Fransızca'ya yapılan çe­
virilerde anlama güçlüklerine yol açmaktadır. Oysa "doğa" terimini her iki
dünya için de kullanmak, özellikle Alman geleneğinde sık rastlanan bir du-
24 Hermeneutik ve Tin Bilimleri

pratik yaşamın ihtiyaçlarından kaynaklanan bu görev (insan


toplumunun bütüncül gerçekligini görme görevi -ç.n.-) salt
teorik düzeyde bulunan bir problemi ele almakla yerine
getirilebilir.
Tarihsel/toplumsal gerçekligi kendilerine konu edinen
bilimler, eskiden beri, öbür bilimler arasındaki yerlerini
ve dayandıkları temelleri tutkuyla arayıp dururlar. Bu ara­
yışta, ne var ki, yalnızca tekil pozitif bilimlerin konumunu
gözetme kaygısı yönlendirici olmamıştır; hatta Fransız
Devrlmi'nden bu yana toplumda meydana gelen �arsıntılar­
dan kaynaklanan güçlü arayışlar daha çok etkili olmuştur.
öyle ki, gitgide, toı:>lumu et�ileyen qüçlerin. sarsıntılara_
yol açan nedenlerin_ toplumsal gelişme için ihtiyaciduvu­
Ian gereçlerin bilgisine ulaşmak, uygarlıgımızın yaşamsal
bir sorunu haline gelmiştir. Zaten toplumu konu alan .b.i­
limlerin doga bilimlerine göre önemi de buradan k�k­
lanır. Modern yaşamımızın büyük boyutları içerisinae bi­
limsel ilgide meydana çıkan bu degişiklik, l.ö. 5 . 1ve 4.
yüzyıllarda küçük Grek site devletlerinde meydana !J elen
bilimsel ilgi degişlkllgine benzemektedir. O sıralarda da
bu site devletlerinde meydana gelen toplumsal degıŞiklik­
ler, sofistlerin dogaı hukuka karşı çıkan devlet ögretlleri
ile sofistleri eleştiren Sokratik Okul'un çabalarını dogur­
muştu.

il

Doğa Bilimleri Ka rşısınd a


Bağı msız B i r Bütün Olarak Tin Bilimleri

Tarihsel/toplumsal gerçekligi konu alan bilimlerin tümü,


bu yapıtta "tin bilimleri" adı altında toplanmışlardır. Tin
bilimi kavramı, bu bilimleri bir bütün olarak kurma ola­
nagı saglar; bu bütünün doga bilimi karşısındaki sınırları,

rumdur. Bu konuda şu çevirime bkz.: G. König, "Doğa Felsefesi", Günü­


müzde Felsefe Disiplinleri, İnkıllip Yayınevi, İstanbul 1997 (2.baskı, s.231-
232.
Tin Bmmıerin e Giriş 25

en sonunda. ancak yine bu bilimlerin ortaya koydukları


yapıtlar içerisinde aydınlatılıp temellendirilebilir. Ancak
bu işe başlarken, şimdilik yalnızca bu terimi hangi an­
lamda kullandıgımızı saptamakla yetinecegiz ve gitgide,
böyle birlikli bir bütün olarak tin bilimlerini doga bilim­
lerinden ayıran sınırlara ve bu sın ırlar içeri sinde bu bi­
limlere düşen olgular kümesine işaret edecegiz.
Sözcük anlamıyla "bilim"den, kendilerinden hareketle
kavramların oluşturuldugu bir ilkeler toplulugu anlaşılır
ki. bu kavramlar gerçekten de bu ilkelere göre tamamen
belirlenmiş haldedirler. Bu ilkeler tüm düşünsel ilişkiler
baglamı içi n sabit ve genel-geçerlidirler ve parçaları bir
bütüne bagıamaya aracılık ederler.22 Çünkü gerçeklige
ilişkin bir şey, ya bu parçaların birbirlerine baglanması
yoluyla bir bütünlük içerisinde düşün ülür ya da insani et­
kinli klerin bir alanı bu ilkelerce düzen lenir. işte bu yüz­
den biz, "bilim" terimi nden bir tinsel olgular toplululu­
gunu anlıyoruz. Çünkü bilgide de, eylemde de, bu ilkeler
toplulugu hep önde bulunur ve "bilim" denince bu ilkeler
toplulugu ve bunlar sayesinde kurulmuş bir şey anlaşılır.23

22 Dilthey'ın bu ilkelerden kastettiği, mantık ilkeleri (özdeşlik, çelişmezlik,


üçüncü halin olmazlığı), akıl yürütme kalıp ve ilkeleri (tümevarım, tümden­
gelim, analoji), zihin kategorileri (nedensellik, karşılıklı etki, vd.) gibi bi ­
rincil ilkeler ile, bunların gerçekliğe uygulanmış türevleri olan (bütünün
parçadan büyük olduğu ilkesi, vd.) gibi ikincil ilkelerdir. Almancada "Wis­
senschaft" (bilim) teriminin geniş ve dar olmak üzere iki anlamı ve kulla­
nımı vardır: 1 . Birincil ve ikincil ilkeleri içerecek şekilde, öznenin bilme ka­
pasitesinin tümlüğü ve bu tümlükle bilgi elde etme etkinliği. Burada "Wis ­
senschaft"ın, Greklerin felsefe ile bilimi özdeş sayan, onla,rı birbirinden
ayırmayan anlayışlarına uygun, geniş tanımıyla karşılaşırız. 2. Yalnızca de­
ney ve gözleme dayalı olarak yürütülen bilgi etkinliklerinin adı . Özellikle
Yeniçağ'dan bu yana "Wissenschaft"ın "science" karşılığına indirgendiği,
onunla sadece deneysel-pozitif bilimlerin kastedildiği belirtilmelidir. Dil t ­
hey'ın burada "Wissenschaft"ı birinci, geniş anlamıyla düşündüğü bellidir.
23 Kant, mantık ilkelerinde, akıl yürütme kalıplarında, zihin kategorilerinde ve
bunlar aracılığıyla elde edilen doğa bilgisinde, "insan düşünmesi nin/tininin
özgürlük ve otonomisinin işareti"ni görüyor ve bilgi ve bilimde " insan
düşünmesinin/tin�in biçim verici üretkenliği"nden söz ediyordu. (1. Kant,
Refleksiyonlar , N. 1 40, 2 1 5 ; ayrıca şu çevirime bkz.: E. Cassirer, Kant'ın
Yaşamı ve Öğretisi, a.g.e. s . 1 66- 1 68.) Dilthey'ın ilkeleri ve bunlar doğrul­
tusunda gerçekleşebilen bilimi bir "tinsel olgular topluluğu" olarak nitelen-
26 Herm eneutik ve Tin Bilimleri

işte biz buradaki görevimızın çerçevesini de buna göre


çiziyoruz: Bilimin de imkanını saglayan bu tinsel olgular,
insanlık içerisinde tarihsel olarak gelişmiş olan şey­
lerdir24 ve insan, tarih ve toplum bilimlerinin kon u lan
tinsel ya her eyden önce ü z erin d e hakimi�etJ.rnmıak
··

istedtgimiz bir gerçeklik (doga -ç.n.-1 degil, tam t�


kavramayı diledigimiz bir gerçeklik halindedir· Bilimlerin
yapıtaşları arasında olan empirik yöntemler, yöneldigi
konu hakkında kendine koymuş oldugu görevleri yerine
getirmesine hizmet etmek üzere, insan düşüncesinin tarih­
sel/eleştirel yoldan geliştirilmiş olan tekil araştırma tarz­
ları olma degeri taşırlar. Ne var ki, önce kavramayı diledi-
'
gimiz tinsel olgular bakımından. emı::ı h :ik }".öntemler ...ç.o k
ender alarak bir araştırrna_ta rzı olma degeri taşırlar. Çijnkü
bu büyük sürece (insanlık tarihi -ç.n_-) bakıldıgında! bu
süreci yapan şey, onun öznesi, yine bizzat insanlıktır. öyle
ki, bilmenin ve bilginin dogası, ancak bu alanda aydınlatı­
labilir. Bunun için gerekli olan bir tarihsel/eleştirel ;tön­
tem, son zamanlarda adlarına "pozitivist" denen kişil�rce
uygulanan yöntemle karşıtlık içindedir. P.ozithıist yönt� ..
"bili�vramının içeriglni, bilme olayını dogahiUnt-sel
bir ugraşıdan çıkarılmış kavramlara göre belirleyen binan-

dirmesinde bu Kantçı saptama belirleyicidir. Daha sonra Hegel de Kant'ın


ayrıca "özbilincin ilksel aperzepsiyonu" adını da verdiği ve insan özgürlüğü­
nün ve otonomisinin işareti saydığı şeye "Ben'in kendisini ve sahip olduğu
düşünme olanağını düşünme edimi" diyecek ve bizzat bu edimde tinselliğin
ve insan özgürlüğünün kanıtını bulacaktır. (Bu konuda şu çevirime bkz . : K .
Löwith, "Hegel Felsefesi", Tarih Felsefesi adlı kitabımın Ekler bölümünde,
a.g.e. s.268-269.)
24 Düsünme ve bilme kapasitesinin. düş.ünnıeyi ııe- Wmeyi mümkün kılaı:ı...il.:.
kelerin insanda doğustan (innat) bulunduğunu ileri süreıı_ klasik_doğuşıanc.ı
rasyonalizmiıı.. görüşüne. onların de�imden a posteriori türevlenen ve ka­
lıplaşan şeyler olduğuııı.ı iddia eden klasik. emgirizmin tutumun��-�­
rıı_k _IS._2. nt'ın_ bunları tarihsel gelişmeden bağıms.ız..seyler _ olarak "öznel_(:XaJ:l!.§.1
_

ortak" saymasına karşıtlık içerisinde; Dilthey bunların ancak ve sadece-'.:.liL­


rihsel olarak gelişmiş şeyler" olduklarını belirtmekle, düşünmeyi, bilgiyi, fel -
• sefeyi ve bilimi de tarihselleştirmektedir. Djlthey'ın başlıca temsilcileriıı.deıı
birisi olduğu tarihselcilik, insan düşünmesinden ve emeğinden çıkmış olaıı
herşeyin tarih içerisinde, bir . birliktelik ortamında olu�tuğunu ve bunların
hı::Ldönemde değişime uğradığını ileri s ürer.
Tin Bilimlerin e Giriş 27

l� g�ap.tam� v e buradan yola çıkarak, hangi ente­


lektüel çabaların "bilim" adına ve rütbesine layık olaca­
gına karar vermiştir. Bu yüzden de bazı pozitivistler, bilme
ediminin iradi bir edim oldugu anlayışından hareket eden
ve büyük ustaların ugraşı verdikleri bir alan olarak tarih
yazımcılıgını, bir kısa görüşlül ü k ve yüzeysellikle bilim
sınıfından atarlarken; başka bazı pozitivistler, temelle­
rln�_bt.Hradf- eyl emi barındıran bilimler oldugunu kabul
etmekle birlikte, bu bilimlerin asla d oga bilim leri gibi
gerçeklik hakkında yargılar verem _eyecegine karar vererek,
bunlı!rın a gerçeklik (doga -ç_.n.-) bilgisine göre kurulma­
larının .zorunlu olduguna inanmışlaıdır.25
Bilimin yöneldigi olgular toplulugu iki bölüme ayrıla­
bilir: Birinci bölümdeki olgular topluluguna (dogaı olgular
topluluguna -ç.n.-) yönelen bilime "doga bilimi" denebilir.
öbürü içinse, hala genel olarak tanıtıcı bir işaret bulun­
madıgına dikkat etmek gerekir. işte ben, konuyla ilgilenen
düşünürlerin kullandıkları bir terimle, globus in tellec tu ­
alis'in26 yöneldlgi iki olgu toplulugundan bu ikinci sin e
yönelen bilimlere "tin bilimleri" adım veriyorum. Bu ad.
aynı zamanda J.S. Mill'in "M antık"ında da kullanılmıştır.21

25 Dilthey'ın pozitivizme ve pozitif bil imcilere yönelttiği bu eleştirilerin bu gün


de geçerliliklerini korudukları açıktır. B u yüzyıl ın ilk çeyreğinde Viya na
Çevresi'nin neopozitivizmi ve Anglosakson empirizmi doğrultusunda ortaya
çıkan bir bilim felsefesi tipi, pozitivizm in/neopozitivizmin ve Anglosakson
empirizminin sınırlarını çizdiği ve uygulamasını doğa bilimlerinde bulan bir
bilim modelini biricik model saymış, başta tarih olmak üzere kendi verdik­
leri adla "sosyal bilimler"i ikinci dereceden bilimler olarak kabul etmiş, bun­
ların da doğa bilimleri modeline göre kurulmalarını talep etmiştir. Bu bilim
felsefesi tipinde, "tin bilimi"nin esamisinin bile okunmamış olduğu hemen
anlaşılabilir. B u konuda şu yazıma bkz.: "Doğa Bil imleri ile 'Sosyal Bilimler'
Ayrımının Dünü ve B ugünü Üzerine", Siyaset, Bilim ve Tarih Bilinci
içinde, a.g.e.)
26 globus inte/lecrııalis: Sözcük anlamıyla "zihinsel küre", "zihin küresi" de­
mektir. Fakat daha çok (özellikle Spinoza'da) bilgi faaliyetlerinin bütününe
gönderme yapan bir anlam içeriğiyle kullanılır.
27 J .S. M ili, System of logics, ratiocinative and inducrive ( 1843, 1877). Mill 'in
bu kitabı kısaca "Logics" (Mantık) adıyla anılır. Mili kitabının genişletilmiş
4. baskısında (1877) "moral sciences" (moral bilimler) terimini kullanmış­
tır. Her ne kadar Mili �moral" terimiyle sadece ahilik alanını ve ahtaksallığa
ilişkinliği kastetmiyor, terimi hatta "toplumsallık"ı ve "tinsellik"i karşılaya-
28 Hermeneutik ve Tin Bilimleri

Bu yüzden, benim burada bu bilimleri temellendirme tar­


zım ile Mill'in yapıtında bu bilimlerin ele alın ış biçimi
arasında en az oranda bile bir ilgi olmasa da; 'tin bilimi'
terimi, yine de, bu bilimlerin yerleşmiş ve genel bir adla
anlaşılmasını saglar. öbür yandan, bu adlandırma, tüm öbür
uygunsuz adlandırmalarla karşılaştırıldıgında ve bunlar
arasında bir seçim yapmak gerektiginde, en az uygunsuz
olan ıdır. Çünkü 'tin bilimi' adı bile, büyük ölçüde, yine
de bu bilimlerin objesini yetersiz bir biçimde ifade et­
mektedir. Çünkü tinsel yaşama ait olgular, insanın psiko-fi­
zik yaşam bütünlügünden kopartılamazlar. öyle ki toplum­
sal/tarihsel olguları betimlemek ve çözümlemek isteyen
bir teorik çaba, insan dogasının bu psiko-fiiik bütünlü­
günü gözardı edemez ve bu bütünlük bu nedep le sadece
tinsel olan şeylerle sınırlandırılamaz. Bununla! birlikte te­
rim, hiç olmazsa, kendisini, ona yakın gibi görünen, örne­
gin 'toplum bilimleri' (sosyal bilimler) , 'tarih bilimleri',
'kültür bilimleri' diger uygunsuz terimlerden �yırmamızı
saglar.28 Çünkü tüm bu adlandırmalar, ifade etmeleri ge-
'

reken objelerle çok dar bir ilişkide olmak gibi ıbir kusura
sahiptirler. Burada seçilmiş olan ad, en azında!\, bu bilim­
lerin merkecil olgu çevresine uygun bir biçimde işaret
etmek ve buradan kalkarak bu bilimlerin oluşturdugu bir­
ligi görmek, onların ilgi alanlarını ortaya sermek ve yeterli
almasa da onların doga bilimleri karşısındaki sın ırlarını
göstermek bakımından yönlendiricidir.
Buna göre kalkış noktası, alışkanlıkları bir yana bırakıp
bu bilimlerin bir birlik halinde doga bilimleri karşısın-

cak bir genişlikte kullanıyor idiyse de; tipik bir pozitivist tavırla, "moral sci­
ences"ın, "toplumsallık"ı ve "tinsellik"i, doğa bilimlerini model almak sure­
tiyle inceleyen bilimler olmaları gerektiğini ileri sürüyordu. Bu konuda ay­
rıca 25 numaralı dipnotuna bkz.
28 " Toplum bilimleri" veya "sosyal bilimler" terimi, geçen yüzyılın poziti:
vizminin kullandığı bir terimdir. "Tarih bilimleri� ter.imini daha çok Ta­
rihçi Okul (Alman Tarih Okulu) benimsemiştir. " K.iilt.ür biliml�ri" teri ­

\ miyse, geçen yüzyılın son çeyreği ile bu yüzyılın ilk yarısında Yeni J(antçı
akım içerisinde kul lanılmıştır. Bu konuda şu yaz ıma bkz. : "Doğa B ilimleri
_
ile 'Sosyal Bilimler' Ayrımının Dünü ve B ugünü Uzerine", Siyaset, Bilim ve
Tarih Bilinci içinde, a.g.e.)
'Tin Bilimlerine Olrlş 29

dakl sınırlarını çizmek, insanın kendi hakkındaki bilinci­


nin derlnligine ve bütünlügüne ulaşmak hedefine yönelik­
tir. insan, tinset olan şeylerin kökenlerini araştırırken,
kend1sl hakkındaki- bu ·btttnctn {ezbilinclnin -ç.n.·l içeri­
sinde, doJlruca. bi_r irade özgürlügü. bir eylem sorumlulugu
yakalar. insanda herşeyl iradeye baglamak ve dayandırmak
ve herşeyl kendi kişisel özgürlügü içerisinde yadsımak
gibi bir olanak vardır ki; o. sahip oldugu bu olanakla, ken ­
disini dogadan tümden farklılaşmış ve başkalaşmış bir şey
olarak tanır. öyle ki, o, kendisini, doganın ortasında, kendi
eylemlerinin oluşturdugu çerçeve içerisinde, Splnoza'nın
bir terimine başvurursak, lmperium in imperio29 halinde
tanır. Ve işte burada, insan için, kendi bilincinin olgusu
denen şey, tinsellik oluşur;30 böylece de kendi olanakla­
rıyla bagımsız hareket e_Q_�n__b_u tinsel dünya icinde. Jns�­
nın kendi eylemlerine koydugu hedeflere göre oluşan bir
deger. bir yaşama amacı ortaya cıkar. O, bununla, bir nes­
nel zorunluluklar alanı olarak doga alanından ayrılıp yine
bu doga ortasında oluşan bir şey olarak tarih alanına geçer.
özgürlük, bu tinsel bütünlügün sayısız noktalarında hep
ışıldar; burada dogaı deglşmelerln mekanik akışına karşıt
olarak. iradeye dayalı eylemler vardır. .Bu bütün. insanın
ken<iL lçlmie -s üreçle� --herşevL ken<!L�_l!l e_gi �-kendi
atJ lımlaııyla- baş-ardıgı heFşeyi lçine alır. Ne var ki, birey.
bu bütünlügün an-lamına yaşadıgı zamanla sınırlı olarak,
kendi deneyimleri çerçevesinde sahip olur. Gerçekte. in·
sanın ve insantıgın gelişimini de, öncelikle ve hep, bunlar
yapar. insan burada, doganın akışındaki boş ve ıssız tekrarı
bilinç xoıuyla aşar ve bilincinin tasarımları altında kendi
tarihsel gelişimini kura r ki; böylece o burada kendi ente·
lektüel çabasının ürünleri olan ideallere dogru yön lenmiş
bir putperestııgi yaşamaya koyulmuş olur. işte, tin bilim-

29 imperium in imperio: hükrnedilmişlik içinde hükmetme; devlet içinde de v let


olma. Terim, insanın doğanın hükmü altında olduğunu, bununla birlikte bu
hükmedilmişlik içinde kendine ait bir hükmetme alanına (otonomi ve
özgürlük alanın� sahip bulunduğunu ifade eder.
30 Bkz.: 2 1 ,22.23.24 numaralı dipnotları.
30 Hermeneut/k ve Tin B/l/mler/

terinin konusu, tamamen insani/tarihsel olan bu gerçeklik­


tir.
İnsan ve Tarih Dünyasında
Tekilleşme ve S anat*

Te kil l e ş m e nin S a n a t
Yoluyl a İfadesi v e A n lama

insani-tarihsel dünyanın kendisi v e b u dünyanın eşblçlm­


lilikler temelinde pek esrarengiz bir şey olarak tekille şme
yoluyla tıpkı bir gövdeden çıkıp serpilen dallar gibi ge­
nişleyip durması; ifade ve temsil sanatlarının. bu demektir
ki, plastik sanatların. resmin, anlatıcı ve dramatik edebiya­
tın ve şiirin merkezcil konusudur. Hayvanlar aleminin veya
bir kır manzarasının yapay yoldan ortaya konan taklitleri
(pastiş, benzek), bu ifade ve temsil sanatlarının sadece pe­
riferisine alt şeylerdir ve bu taklitlerde yaşantı olarak te­
killeşmiş ruhsal yaşam, sanatçının canlılık ve yaratma gü­
cünün alt basamaklardan bir yansıtılışına konu olur. ifade
ve temsil sanatları, her yerde, bu dünyanın bilimsel yoldan
nasıl incelenmesi gerektıglni de gösterirler ve böyle bir

*özgün metin: Wilhelm Dilthey, Die Kunsr als erste Darstellung der mensclı­
liclı-gesclıiclıtliclıen Welt in ilırer lndividuation ( 1 895/96). (İnsani-Tarihsel
Dünyanın, ,4( endi Tekilleşmesi İçinde İlk İfadesi/Gösterilişi Olarak Sanat),
in: Gesammelte Schriften, 5 . Band: Die geistige Welt, Verlag von B.G. Teub­
ner, Leipzig/Berlin 1 924, s.273-3 1 7.
Cevirenin notu: Yazının özgün başlığı, uzunluğu nedeniyle kısaltılmıştır.
32 Hermeneutik ve Tin BJ/imleri

inceleme tarzına giden yolu hazırlarlar. Tabii ki bu, bu sa­


natl arın bilimsel incelemeye bir önhazırlık teşkil ettlgi
anlamına gelmez. Çünkü bu sanatların insani-tarihsel dünya
ve onun kendi içerisindeki tekilleşmesi üzerine ifadeye
döktükleri şeyler. bu dünya üzerine yapılan herhangi bir
bilimsel araştırmanın sonuçlarından sonra da. kendi bagım­
sız, estetik degerlerlnl korurlar. Hiçbir bilimsel kafa bir
şey yaratamaz ve bilimdeki hiçbir ilerleme. sanatçının ya­
şamın lçerigi üzerine ifade yoluyla ortaya koydugu şeyle
boy ölçüşemez. Sanat, yaşamayı anlamanın organonudur.
Yaşama deneyimi. sanat ve bilim arasında oluşan bagın­
tıların kavranması için gerekli olan saglam temel, bir ilk
cümle içerisinde şöyle saptanabilir: Yaşama gerçekllÜ inln.
yaşama deneyimi, sanat ve bilimsel düşünüş arasındaki
kopmaz bagla koşullanmış oldugu olgusunu bizzat kendi­
miz saptayabiliriz ki; böyle bir yol la elde edilen bilgi,
duyularımıza açık sıradan deneyden hareketle soyutlama
yoluyla elde edilen doga hakkındaki bilgi ile tam bl� kar­
şıtlık içerisindedir. Tinsel yaşamımızın her basamagıııda.
i n sani yaşama gerçekligl hakkında ve bu gerçeklik l� eri­
sinde yaşam deneyimi, sanat eserleri ve bilimsel faaliyet
arasındaki bagıntıda vuku bulan tekill eşme üzerine bir
bilme tarzına sahibizdir.
Sanatın yaşama deneyimine dayalı olması ve malzeme­
sini, konu içerigini bu yaşama deneyiminde bulması. ken­
dlllginden an laşılır bir husustur. Sanat, gökyüzün ü ve ce­
hennemi, tanrıları ve hayaletleri bile, ancak yaşama ger­
çekliginde içerilmiş olan renklerle resmeder. Fakat her bi·
rlmizln yaşama deneyimi de sanatın bu yaşama deneyimine
yapmış oldugu etkilerden ayrılamaz. Hepimiz bizdeki in ­
sana Hamlet ve Gretchen 'in. Rlchard ve Cordelia'nın. Marki
Posa'nın ve Philipp'in şairinin gözüyle bakıp. bizdeki in ­
sanın farkına bu yolla varma alışkan ııgına sahip olmasay­
dık; günümüzün insanlık durumunu anlamak hususunda eli­
mizde pek az şeyimiz olurdu. Ve sanatın yaşama deneyimi
içerisinde temel lerini buldugu nasıl ki kendiliginden an ­
laşılır bir şeyse, aynı şey bilim için de böyledir. En niha­
yet �d e. yaşama deneyimi gibi. belirli bir çerçeve
insan ve Tarih Dünyasında Tekilleşme ve Sanat 33

i ç erlsln d e,_sanatsaı erke ve sanatsal araçlara bagiı­


dır/ba(lımlıdır. Tarih yazımcısı, toplumsal konular üzerinde
yazan bir yazar, siyaset düşünürü, ancak sanatsal erk ve
araçlar sayesinde insan ve insani halleri canlandırabilirler.
Bu yüzden tarih yazımcılıgında en yüksek noktaya ulaşmak,
dalma ve özellikle, böyle bir edebi canlandırma faaliye­
tini, bir poetik faaliyeti gerekli kılar. Büyük tarih yazımcı­
larının işe şairce denemelerle başlamaları hiç de nadirat­
tan deglldir ve büyük şairler, sık sık, tarihçilik sanatına
güçlü bir itilim vermişlerdir. Geçen yüzyılda ( l 8 . yüzyıl
-ç.n.-J, sözü edilen bu ilişkiler öbeglni tamamen dışta bı­
rakmak amacıyla, oldukça ragbet gören ve bugün bile pro­
pagandası yapılan bir ögretl, sanatın kökeninde vahşlllgln,
vahşice duygulanımların, kültürel biçimlenmeye ugrama­
mış heyecanların bulundugu ögretlsl ortaya atılmıştı. Bu
ögretıye karşı şuna hep dikkat etmek gerekir: Her büyük
plastik sanatçısı, tasarım sanatçısı, özellikle şair, kendi
çagının kültürel oluşmuşlugu ve tinsel/düşünsel savaşla­
rıyla içten bir ilişki içerisinde yaratır.
Yaşama gerçekllglnln anlaşılması, her blrlmlzde�iste
böyle, yaşam deneyiminin, ifade ve temsil edici 1>anat.n ı.ıe
hepimizi her konuda ve yerde etkileyen bilJmsel düşünüş
tarzının birlikte oluşturdukları etki aracılıgıyla gerçekle­
şir. Sahibi ve aynı zamanda parçası oldugumuz insan dün-
yası, yaşama deneyimi içerisinde, bize, sanat, tarih yazım­
cılıgı ve soyut bilimler aracılıgıyla, hep yükselen bir bi­
linç saglarlar. Her birimizin yaşamı, kendi en derin ilgileri
yönünde, ancak güzel sanatların, ifade, temsil ve yansıtma­
nın, edebiyatın, tarih yazımcılıgının ve bilimsel düşünme­
nin oluşturdugu bu atmosfer içerisinde soluk alabilir,
kendini geliştirebilir ve şekillendirebilir. Yas.amanın ken­
<tis.I. bundan dolayı, biz farkında olalım veya olmayalım. ta­
ritısel. oJaı:3*- koşullanmıştır. Ressamlar, insan yüzünü oku­
mada ve hal, tavır ve jestleri, mimikleri anlamlandırmakta
bize ögretmenllk ederler ve aşkta, evlilikte ve dostları­
mızla birlikte yaşamı sürdürme tarzımızda bizi etkilerler.
Tarih yazımcıları !terkesin kendi çabasıyla herhangi bir
34 Herm en eutik ve Tin Bilimleri

derecede anlamaya çalıştıgı tarih dünyasını, şüphesiz ki


çok daha derinden anlamamızı saglarlar. ·

öyleyse şurası açıktır: insani-tarihsel dünyanın içerigi,


türdeşlikler ve Eşbiçlmlilikler zemini üzerinde serpilip
gelişen kendi tekilleşmesi içerisinde, sanatsal ifade ve
temsil ile bilimsel kavrayış tarzı dogruıtusunda bize verili
olan yaşamın bizzat kendinden ayrılabilir, yalıtılabilir de­
gildir. Doga bilimleri ile tin bilimleri arasındaki tüm ay­
rım, burada tam bir geçerlilikle ortaya çıkar.
içerisinde ifade ve temsil edici sanatı buldugumuz bu
baglamda, ona, bizzat bu ifade ve temsil edici sanata,
şimdi, insani-tarihsel dünyayı ve bu dünyadaki te,killeş­
meyi insanların anlamasını saglayan organon olarak tlakıyo­
ruz. insanlık, sanatta bizzat kendisini bulur. Yaşama hak­
kında bir olgunluga, şu veya bu derecede, onun içerisinde
ulaşılır; ulaşılmış bu olgunluk (duygu ve düşünce ztJıgin­
ligi) her aşamada ve alanda insanlıgı da geliştirir. lfape ve
temsil edici sanatın bu işlevinin gözlemlenmesi, sadece
ondaki tek bir yönü kapsar. Sanatın diger yönleri hakltmda,
burada ancak bu konuya ilişkin önceki yazılarıma , gön­
derme yapabilirim. Burada ise sanatın yukarıda degindigim
işlevini birkaç cümleyle betimlemeyi deneyecegim.

• Yavımcının notu: Dilthey, yazının müsveddesinde, bu paragrafın yerine önce


aşağıdaki paragrafları yazmış, sonra bunların üstünü çizmiştir:
Ye muhakkak ki, insan öylesine tarihseldir ki, onun sadece düşünme tarzı
değil, bizzat yaşamı da, kendi en derin ilgileri yönünde. ancak edebiyat/şiir.
tarih yazımcılığı ve insani olan üzerine düşünmenin oluşturduğu bu atmosfer
içerisinde ortaya çıkar ve soluk alır, gelişir ve kendisini şekillendirir. Yaşamın
bu tarihsel koşullanmışlığı üzerine sonradan düşünmediğimiz takdirde, bu
tarihselliğin farkına varamayız. Oysa şiir ve edebiyat, doğanın kavranması­
nın. insanın anlaşılmasının, aşkta, evlilikte, dostlukta, sevdiklerimizle bir­
likte yaşamamızı sürdürme tarzlarının anlaşılmasınının organonudur. Bu­
nun gibi tarih yazımcılığı bize, toplumda ve devlette, din ve meslek yaşa­
mında etkili olmuş ve olmakta olan hareket noktalarını ve zihniyet tarzla­
rını verir.
Buradan daha geniş bir bağlama geçilir. Yaşam. yaşama deneyimleri ve
yaşama bilgisi bağıntısı, devlet, din ve meslek yaşamı alanlarında daha sıkı­
dır. Hal böyle ise, ruhsal yaşam bağlamını buradan hareketle anlamak gere­
kir; (çiinkü) tinsel dünya bu ruhsal yaşam bağlamı içerisinde bize açılır.
insan ve Tarilı Dünyasında Tekilleşme ve Sanat 35

ifade ve temsil edici sanat, yaşantılarımızı ve dolayı­


sıyla içlerinde kuşatılmış halde oldugumuz bu yaşantıların
dar çerçevesini genişletir. O, karanlık ve sert iç gözlemde
içerilmiş yaşama baglamını, yeniden üretimi n aydınlık,
yumuşak sterine yükseltir. O, yaşamın bizim duyu­
sal/dogabi/imsel ka vrayışımızdan daha güçlü bir ka vrama
p o tansiyeli iç erisinde nasıl göründügünü gösterir ve ya­
şamımızı özgül, gündelik faaliyetlerimizin dar çerçevesin­
den daha ötelere çeker, varoluş ufkumuzu genişletir. Sanat
sayesinde kendimizi yaşam karşısında serbest bir konumda
buluruz (Schiller sanatı oyunla karşılaştırır) . Böylece varo­
luş ufkumuz, birbirlerini bütünleyen birçok büyük dahi­
nin yarattıklarıyla hatta sınırsızca genişler. Birçok yö­
nüyle san atçıyla aynı hamurdan olmak zorunda olan tarih­
çinin yaratıcılıgının hakkı yukarıda zaten teslim edilmişti.
insan yaşamının en içsel, en kişiye özel sayılan yönleri
bile, tarihsel bir konum ve durum içerisinde yaşanabilir.
i nsanın kend i p s işik p otan s iye l l e rini edimseJleştirm e
şa nsı da ayın-tarihsel konum ve durum içerisinde bl,!luna­
bilir. V...e..insan sahip oldugu psi�ik pgtansi�eli, en ii.s.L.dü­
zeyee, at'teak tarihsel konum ve durum içerisinde gerçek­
leşebilen sanatsal ;}laratmada edimselleştirebilir. Sanat, in­
sanı ve yaşamı anlamanın, bu yüzden organonudur.
Böyle bir anlama nasıl gerçekleşir?
Her anlama bir yeniden _üre1imdir. Ve yeniden üretme ve
anlama sürecini aydınlatmak için, iç deneyim den, kişiye
özel durumların yaşantısından yola çıkmak zorundayız. Ve
açıktır ki şurada burada, parça parça yaşadıgımız hallerin
içsel bagıamı, hatta iç deneylerin birbiri içine geçmişlik­
leri, yaşantıda ortaya çıkar. Kişiye özel bir halin yaşantısı
ile diger kişinin ve halin yeniden üretiminin yaşantısı, sü­
recin çekirdeginde artık türdeştirler. Yaşamın gerçekleş­
miş, idrak edilmiş her a nında, psişik güçlerimizin tümü faal
haldedir. öyle ki, yaşanan an, geçmişten ve gelecekten, za­
ten güçlerimizin tümünün faal halde oldugu an olmasıyla
ayrılır. Bun a ka ., ılık geçmiş ve gelecek, sadece, başka
psişik egilimlerin ve heyecanların, dolaylı olarak yaşanan
a nın kendi içinde, yaşan tıda geride kalmış şeyler olarak
36 Herm eneutlk ve Tin 61/Jmlerl

muhafaza edildigi ve ileriye projekte edildigi tasarımsal


şeylerdir. Ve bu yaşantı hali, muhakkak ki, bir yüklemin
bir özneye ba glı olması gibi, bizim klşiligi­
mize/klşiselligimize baglıdır. Bu hal, daima, belli belirsiz
de olsa, içinde bulundugumuz yaşama ortamına baglıdır ve
aynı ortam içerisinde yerini bulur. Yaşantının bu karakte­
ristigi, diger kişilerin hal ve tavırlarından onların yaşantı­
larını yeniden kendimizde üretme sırasında tekrarlanır.
Herşeyden önce biz, bir diger kişinin, bir yabancı halin
anlaşılmasını bir analojik çıkarımla saglayabilirlz. Bu çıka­
rım, dışsal/fiziksel olandan benzerl/k yoluyla içse/ olana
giden bir çıkarımdır. Burada kendi yaşantımızdak' içselin
dışsal/fiziksel dışavurumunun bir benzerini başkasında
gözler, bu dışsal/fiziksel dışavurumdan o başkasın\ n içsel­
ııgıne, onun yaşantılarına, benzetme yoluyla geçeriz. Ne
var ki bu durumda ancak ve yalnızca, yeniden üretimin
yani analojik çıkarımın sonucu olarak elde edil rTttş olan
şey, başkasının içselllglnln kendimizde kaba ve şematik
bir temsili, yansımasından ibaret bir tasarım olm aktan
öteye geçmez. Çünkü bir çıkarım formundan elde �dilmiş
olan bu tasarım, içsel halleri, hem çıka rımın öncüliinü ve
hem de ancak sonuç önermesiyle bütünlenen digerlnl, psi­
şik yaşamın her defalık baglamından koparır; hatta her ne
kadar yeniden üretim bununla ilgili olarak kendi kesinli­
gının ancak yaklaşıklık derecesinde olacagını kabul etse
de. Bu husus aşagıda üzerinde durulacak olgularla da de­
gerlendirilecektir. Diger kişilerin ifade ve yansıtmaları­
nın, dışavurumlarının yorumlanması çok deglşlk şekil­
lerde, böyle bir dışavurumun ait oldugu baglamın bilgi­
sine veya bu dışavurumlar üzerine refleksiyona başvurma­
dan, çogu durumda onların temelinde yatan psişik yaşam
tipine dayanılarak ya pılır. Ve bizim anlayışımızın/an­
lamamızın sınırları, daima, baglamından hareketle yeniden
üretim ve yeniden kurma yapacagımız yerdedir. Bununla
birlikte yeniden üretme ve yeniden kurma sürecinin
ögeleri hiç de sadece mantıksal işlemlerle, örnegin bir
analojik çıkarımla birbirine baglanmazlar. Çünkü yeniden
üretim ve yeniden kurma, hemen hemen yeniden yaşamadır
insan ve Tarih Dünyasında Tekilleşme ve Sanat 37

ve yaşamanın, özellikle tarihsel/tinsel dünyanın kendisine


salt manhksal yoldan nüfuz etmek mümkün deglldlr.
Bulmacamsı bir fenomeni Biz bu fenomeni, bir te­
mel/ilksel fenomen olarak, başkalarının içinde bulunduk­
ları halleri kendimizin içinde bulundugu hallermlş gibi
hlssedebllmemlze, empa tlye (Einfühlung; etwas wle
elgens fühlen). başkalarının sevinçl erine ve kederlerine
ortak olabilmemize (Mltfühlung, Mitfreu en, Mltscha den)
dayandırabiliriz; tabii ki bu hissiyat ve ortaklık, dlger ki­
şilere duydugumuz sempati, sevgi ve yakınlıgın derece­
sine göre deglşlr. Bu fenomenin yen iden üretici/­
kuruc u/oluşturucu anlama ile yakınlıgı, pek çok durumda
kendini gösterir. Anlama da bir dereceye kadar sempatiye
baglıdır. örnegın bize hiçbir şekilde sempatik gelmeyen
insanları pek öyle kolayca anlayamayız. Buna karşılık bir
tiyatro sahnesi önüne oturdugumuzda, sempatinin yeniden
üretici/kurucu/oluşturucu anlamayla yakınlıgı kendini çok
daha açık gösterir. Oyunu izlerken artık sadece tasarla­
mayız, sadece algılamayız; hatta oyun kahramanlarının
psişik hallerini yeniden yaşarız. Ve psişik hallere bu içten
katılma, şimdi artık hiç de bizim sahnede olup bitenlere
duydugumuz özel bir ilgi/çıkar bagından çıkmış deglldlr.
Bizi kendimizle karşı karşıya getirebilen şey olarak
refleksiyon, başkalarının psişik hallerine bu içten katılma
hareketimizi öncelemez. Durum tam tersinedir. Psişik
hareketlilik ve reflekslyon arasındaki bir ilişkinin bu­
Iundugu yerde, reflekslyon, hatta, bu yeniden üretici/­
kurucu/oluşturucu anlamaya, onun sessiz ve derinden
akışının önünü kesen ve bu akışı engelleyen pek kaba ve
pek sert türde bir set oluşturur. Aklı ve zlhlnselllgi empa­
tlnln önüne koymak, insanı ve tinsel yaşamı anlamak bakı­
mından. sanıldıgının tersine. çogu kez basbayagı engelle­
yicidir. Bu nedenledir ki, sahnedeki oyunun bir eplso­
dunda olup biten bir şey oyunun dramatik tasviri saye­
sinde üzerimizde empatlk yoldan çok yakın bir etki bıra­
kırken; oyunun kahramanlarının reflekslf yoldan gerçek­
leştirilen blr anallzl, o kahramanların bizden uzakl aşma­

sına yol açar. öyle ki, oyuna ve kahramanlara geri dönmek
38 Hermeneutik v e Tin Bilimleri

için, artık ancak onlarla yeniden bir empatik bag kurma­


mızı saglayacak yeniden üretici/kurucu/oluşturucu anla­
maya başvurmalıyız. insani ve tinsel olan şevler hakkın._d a
kesinli((!. o da bir �.e}Le..Js_ağ_qr,__ refleksif/analitik vçı l­
dan degil. empati ve arı@ma_y9luvla saglavabiliriz. öyle ki,
aestan kahramanları, krallar ve tarihsel kişiler, sadece
önemli kişiler olmaları bakımından tragedyaya uygun kişi­
ler degildirler; onlar aynı zamanda kendileriyle en fazla
oranda empatik bag kurmak konusunda bizi kışkırttıkları
ve bu nedenle oyunun etkisini daha da arttırdıkları için de
tragedyaya uygun olurlar. Buna karşılık komedid,e kahra­
manlarla böylesine yogun bir empatik bag kurmayız, kah­
ramanların yalınlıgı bizi rahatsız etmez; çünkü tra�edyanın
yogunıuga dayalı dogasının tersine, komedinin yalınlıga
dayalı dogası sayesinde büyük kederlerimizden sıyrılırız.
Aristoteles'in sadece tragedyaya bahşettigi katartik etki,
komedide de belli bir ölçüde yaşanır. Zaten büyük�omedl
yazarları, daima. buluşlar ve yarattıkları karakterjerin bi­
linçli olarak donatılmış grotesk ve tuhaf özellikleti aracı­
lıgıyla bizi günlük yaşam sterinin gailelerinden koparıp
alırlar. Shakespeare, Rabelais ve Dickens'in bazı ttplerine
bakarak groteski yerenler vardır; oysa grotesk, bu şair ve
yazarlarda onların sanatını soylu kılan bir yöndür.
Tıpkı sanat eserlerinin kendileri gibi, bu eserler hak­
kında gerçekleştirilen bü;imsel acım/ama veva yorUD1lama
da, mahirane, ustalıklı, dolayısıyla yine sanatsal olan für
yenideı:ı üretici/kurucu_ anlamanın ürünü olarak gerçekle­
ş!r. Usta yorumcular usta sanatcıl� rdır da. B�en yo­
gun, derinlikli acımlama veva vorumlama, her zaman belli_
ölçülerde dehaya özgü bir yöıı_e sahiptir. Bu demektir ki
yogun derin llklLaı;:ımlama veya yorumlama, oncelikle,--0 b­
j eye karşı içsel yakınlık. yatkınlık ve semp ati sayesinde
ancak yüksek bir oJsl!..r!J.!!15 derecesi�li r. Burada
saf analitik ve refleksif düşünmenin yapabllecegi çok şey
yoktur. Aç.ımlama _yeva vorumlama. insanın tüm p.sis.ilcl.Le
zihir!şel donanımı�Ja gerçekleştirdigi bir �eniden anlama­
d ır� örnegin antik eserler, özellikle Rönesans döneminde,
benzer içsel hallerin insanlar arasında benzer sonuçlara
insan ve Tarih Dünyasında Tekilleşme ve Sanat 39

yol açtıgından hareket edilerek, bu dahice açımlama ve


yorumlama sayesinde önemli ölçüde yeniden anlaşılmıştır.
Burada analojik çıkarıma, bu demektir ki bir zihinsel iş­
leme başvuruldugu açıktır; ne var ki bir Rönesans insanı­
nın içsel hali ile benim içsel halim arasında bir benzerlik
oldugunu bizzat analojik çıkarım ögretemez, bu ancak em­
pati ve anlama yoluyla saglanabilir. J_ranspozisyonu
(kendini bir başkasının yerine koyma -ç.n.-1 mümkün kılan
bu içselleştirme hali, hermeneutigin tüm kuralları n ı n da­
vandıQı temeli olusturur. övle ki ancak bu kurallar save­
sinde bu içse!_Xaşanmışlık halinl_ya ş antıyı esas �lan bir
yöntem l i harnket tarzıyla çe ·rn Qbjeler .kar�ısında tekil
kalan beljrlemeler yapma imkanı da�r. Aynı içsel yaşan­
mışlık halinden, yaşantıdan hareketle, ilk planda yer alan
geleneksel ve rasyonel etkenler yanında, onlarla birlikte
etki yapabilen, fakat sahih olmayan, sahte şeylerin ayık­
lanması da hatta mümkün hale gelir. lcsel vasanmıslık ha­
�asantı�ı }.le _ yeniden üretici/oluşturucu/kurucu d.nla­
m ayı en temelinden düze n l e yen, J :nı _ q errıektir_ ki bunları
önceleyen, bunları arkasında bırakma gücüne sahip. olan
hiçbir bilimsel süreç yoktur. Çünkü bilim yasamavı önc�­
leye�� Qnun kendisi yaşaınanm fıriınOdür. Bu tabii ki tin
D ilimleri için de böyledir ve tin biliıpl�rh_ nesnelerinin
karşısına onları önc.eledig.Ldüşünülen ilke. kural, teori ve
ya_scılarla_çıkan doga bj_liml�rinin tersine. bu temel olgu­
n u n tam olarak bilincindedirler_x�erçekten de onlar an­
cak, Minerva'nın baykuşu gibi, ycı�an lzlcrler. öyle ki.
bu içsel yasanmıslık hali ve kavnaQım orada bulan yeni­
den üreticijolusturucu/kur.uc.u anlama, tin bilimlerinin ve
o n ların en sovut islemlerinin bile kendisi üzerinde nihai
.nı eşruluklarını kazandıkları ana zemindir. Burada anlama,
rasyonel kavrayış içine taşınıp orada onun bir basamagı ha­
line getirilemez. Bir kahramanı veya dahiyi rasyonalite
zemininde kavranılabilir kılmayı denemek, nafile bir ça­
badır. Onlara ulaşmaya götüren en özgül yol, en öznel yol­
dur. Çünkü dahideki gücü idrak etmek konusunda en yük­
sek imkan, b4Zzat, onun üzerimizdeki etkilerinin yaşantıla­
rında, kendi özgül yaşa m ımızın bu etkilerle daha ötelere
40 Hermeneutik ve Tin B/llmleri

gidip genişleyen alanı içinde bulunur. Ranke'nln Luther.


O oethe'nln Wlnckelmann. Tukldldes'ln Perlkles portreleri,
bir kahramanın, bir dahinin sahip oldugu yaşam gücüyle
kurulan böyle bir ilişkiden çıkmışlardır.

1 1

Sanatta Tekillik ve Tipsellik

Şimdi. yukarıda belirtilenlerle bagdaşmazmış gibi görünen


bir temel fenomene deglnmek gerekecektir. Dlger k işile­
rin hal ve aidiyetlerinin empatl ve anlama yoluyla yeniden
üretimi. bu yeniden üretimi bizzat yaşama deneyiminin
kendisinden ayıran özgül çizgiler ve yönler de taşır t.e bu
çizgiler ve yönler hakkında daha geniş bir açıklamaya ih­
tiyaç vardır. Bir sanatçının yarattıgı dünya, bu dünyanın
insanları, bu insanların içinde bulundukları özel h!ıller.
onların kaderleri; kendi varoluşumuzun içinde bulunttugu
baglamdan. sanki özel bir alana aitlermiş gibi. kopukturlar
da. Varoluşumuzun içinde bulundugu karşılıklı etkilerden
hareketle bu dünyanın yanına bile varılamaz. Gemimizin
üzerinde yüzdügü dalgalar, bu dünyanın kişilerinin ayakla­
rına degmezler. Onların dünyasını oluşturan şeylerden
hiçbiri. bu dünyadan hiçbir etki. en güçlü olanları bile.
bize ulaşmaz. Sanatçının yarattıgı dünya_ -�endi lç�nde ba­
gıntılı bir süreçtir; fakat bizim yaşamımızla hlçbh: şekü.de _
nedensel bir bagı _yoktur. 3ü-yüz_den sanatçı ile alımlayıcı
arasındaki ilişki. Schlller'ln ®gru görmüş oldugu gibi hir
ox_un lllsklsldlr. Ciddiyet ve çalışma/iş, amaçlı yaşamımız
baglamında, bizim tarafımızdan uygulamaya konulmuş şey­
lerdir. Burada çok kez katı ku ralların mengenesi içinde­
yizdir. Buna karşılık oyun, belirlenmiş psişik yaşamımızı
serbest. neşeli bir etkinlik içine sokan şeydir. Ve oyun,
yaşamanın amaçlara göre yönlenen sert bagımlılıklar agı
içerisinde, bu sert bagımlılık agından dolayı sık sık ken-
insan ve Tarih 'Dünyasmda Tekilleşme ve Sanat 41

dini sıkışıp daralmış halde yiyip duran ruhumuzu özgürleş­


tirir .
Bununla birlikte ifa�_Jle_İem :ii i l-Eıd-i€1- sanat, insan ya­
şamının �eniden üretiminden daha lazlasıru \lem. Tips e/
olam görm ek ve yansıtmak, olaylar/olgu/ar içinc:te _Q/JJ.P- bi­
tene kural verm e hilesidir. övle ki ifade_ve temsi edici
sanat, görm eyi bir _/sJlav.uz olaı:ak içerir. Daha önceki bir
derlem-ede bildirilenler, zaten bunun böyle oldugunu gör­
meye hazırlayıcı nitelikteydiler. Başka bir ifadeyle, o de­
nemede, psişik-tarihsel (bir defalık) hallerin kişilerin ba­
gımsız degerlnden ve olayların degerlerin belirleniminden
ve normlardan ayrılamazlıgını gördük. · Orada da göster­
meye çalıştık ki, sa��L�ara.tmada- tipsel olanın önemi ve
anlamı büyüktür. Sadece sanatta degil,-bilimde de tlpsel
olanı görmek büyük öneme sahiptir. Ve sanatsal ve blllm­
sel/billşsel kavrayış tarzları tipsei olanı görmede de karşı­
laşırlar. Tipsel olanı görme. bir formdur. Sanat eseri, özel­
likle şiir, insani-tarihsel yaşam içindeki farklılıkların, de­
recelerin, yakınlık ve benzerliklerin tekerrürünü, tlpsel
olanı görme formu içinde yansıtır. Bir patinajcıyı veya
danseden birini gözlemliyorum. Hareketlerin birbirleriyle
olan uyumunun estetik algısı, benim için, bu hareketlerin
bilişsel kavranılışı ile ayrılmaz biçimde birbirine bag­
lanmıştır. Ben bu görünümü hatırladıgım benzer görünüm­
lerle, onların uyum ve mükemmelligini gözeten görüş nok­
tası altında birbirlerine baglarım. Ben burada da gördükle­
rimin, görünümün nesnel tasarımlarını, ancak rasyonel de­
netim ve daha önce gördüklerimin bana kazandırdıgı dene­
yim sayesinde, aynı görünümün degersel tasarımlarından
ayırabilirim. Böylece insani yaşam nesnelleşmelerinin her
bir kısmı için onlara uygun gerçekleşmenin bir tipi mey­
dana gelir. Bizzat bu gerçekleşme, kendi tipinin, nesnel ve
degersel olmak üzere her iki yönde nasıl oluştugunu gös­
terir. öyle ki tipsel bir yaşam nesnelle�mesL n_esnel ve
degersel olanın bir karışımı olarak, tam bir S_!11 ıfı temsil

• Yayımcının notu: Dilthey burada "Gleichartigkeit der Menschennatur und


İndividuation" (İnsan Doğasının Türdeşliği ve Tekilleşme) ( 1 895) adlı yazı­
sına gönderme yapmaktadır.
42 Herm en eutik ve Tin Bilimleri

eder. Tip kavramı ile sınıf kavramı burada birbirine yakın


anlama sahiptirler. Ne var ki, bir tip kavramı. bir sınıf kav­
ramı gibi tüm bir grubun baglı oldugu kuralları ifade eden
bir genişlikte oluşturulabilecegi gibi, bir grubun şu veya
bu yönlerini vurgulamak veya bunları daha kuvvetli çizgi­
lerle göstermek amacıyla da oluşturulabilir. Hatta biz "tip­
sel" sözcügünü daha çok bu ikinci anlamda kullanırız. Esa­
sen tip kavramı zaten bu ikinci halde ayırt edici anlamını
bulur. Buna göre tiı::> kavramı. bir sınıf içinde ön plana
çıkmış ortak yönleri göst�rir. Fakat bu öl}__Q@n a cıkıs__z.a­
mana bag!ı olarak declişir. Yani aynı sınıfın (a� ve (b) özel­
likleri (x) zamanında ön plana çıkmışken, (y) zamanında (d)
ve (e) özellikleri ön plana çıkmış olabilir. Hakim Coelius
(yaklaşık M . S. 2 . yüzyıl) bir sıtma "tip"inden (malarya), yani
sıtma sınıfı içerisinde belli yönleriyle öne k;ıkmış bir
"tip' ten söz ettiginde ve bundan hastalıgın seyrindeki öz­
gül bir düzenli gidişatı yani bir süreci kastettigini belirt­
tiginde; ''tip" teriminin çok eskilerde öncelik!� teknik an­
lamda kullanılmış oldugunu keşfederiz. GeneWikle de bir
"tipsel süreç"ten, bu anlamda söz ederiz. Shakespeare, tut­
kuların tiplerini bu anlamda verir. Onun fiziksel koşullara
tabi psişik egilimlerin ürünleri olarak gördügü dört psişik
süreç, dahiyane bir şekilde ortaya konulmuş dört mizaç ve
dört tiptir. Artık şunu söyleyebiliriz ki, insani olan şeyleri
bilinçli bir şekilde kavramak mutlaka ti sel yoldan olro.ı.ı.ş-
ur ve olmak zorundadı_r. Bu yüzden tipse! kavrayış hiç de
sadece sanatsal faaliyete özgü bir şey, onun bir sonucu,
ürünü degildir; tersine o her sanatsal yaratmada bile yaşam
deneyiminden hareketle edinilmiş bir şey olarak kendisini
gösterir.
özetliyoruz. Sanat yaşamı ifade etmeye çalışır. �
ta rihsel dünya n ın tiim tekilleşmes. i. bili min onu bilmeve
çabala m a sından _çok Öll G@ , ifü lrnzıs saRats<il yaratmada
<poesi) _gnJa�_acılır. S<!W't tipsel olanı ya n sıtı r. f3u yüz=
den sanat insani-tinsel olanı anlamanın organonu olurken;
tümelci \ ., rn syn nalist ynn i ı;yle bilim bizzat bu tümelci­
ligi ve rasvonalizmi yüzünd� bu jnsanj-tinsel olanı elden
�r. Bu yüzden bilime de tekilci ve tipse! düşünm e tar-
insan ve Tarih Dünyasında Tekilleşme ve Sanat 43

zını sokmak gerekmiştir.' Ve muhakkak ki, farklı olanların,


derecelerin, yakınlık ve benzerliklerin ortaya konulma­
sında araç, tipsel olanı görmedir. Eşbiçimiiliklerin tasvi­
rinde ise sınıf kavramlarına başvurulur. Fakat sınıf kavraı:rı ­
Iarı tümelci ve zaman-dışıcı (ausserzeitlich) bir kavram
oluşturma yöntemiyle teşki l edilirler. Buna karsılık ti�
kavramları, tekilci ve zaman-içici (inzeitlich) bir kavram
oluşturma yontemıyle elde edilirler. Bu yüzden insani-ta­
r!!!_sel dün;yafa özgü bjr sey olarak tekillesme. ancak tip
kavramlar� kavranahj) i r. Tümelci ve zaman-dışıcı bir
yöntemle yapılan bilimsel sınıflandırmanın böyle bir te­
killeşmeyi kavramak üzere başvuracagı kavramlar, "bitki"
veya "hayvan" gibi temel cinsleri veya "hastalık", "suç",
"tutku" gibi yüklemli belirlemel eri ya da bunların yaşam
ilişkilerinde ve kaderlerde nasıl yattıgına ilişkin yüklemli
bagıntıları göstermeye yöneliktir; burada tekillik ve bagiı
olarak tipselligin gösterilmesine imkan yoktur. Buna karşı­
lık ifade ve temsil edici sanat tekil ve tipsel atanın pe­
şjndedir ve o kişilerde, hallerde, ilişkilerde ve kaderlerde
tipsel olanı ifade ve temsil etmeyi başardıgı ölçüde in­
sani-tarihsel yaşamdaki tekilleşmenin kavranılmasında mo­
del olur. Tinselleştirme ve bac:tlı olarak tekillestirme. sa­
natsal yaratmaya, den�jmJeri �ragıınJaştırma ve hıı dene­
yimlere düsürı�eJ valcf a n oııfıız lilİRHJ il'l'll,�nı sagıar• öyle ki
sanatsal yaratma yaşama deneyimine sahip insanı edebile­
cegi kadar tatmin edebilsin. Sanatsal yaratm a okuyucunun
veya dinleyicinin dünyayı anlamasına aracılık eder. Bizim
birey olarak sınırlı olan yeniden anlama ve yeniden üretme
kapasitemiz, yaşam baglamının kendine özgü çizgileri sa­
natsal/tipse) yansıtma içinde yüksek veya daha güçlü bir
şekilde gösterilmemiş olsaydı, tekilliklerin bulmacamsı
labirentinden tek başına çıkma imkanını hiç de kolay ko­
lay bulamazdı.
N ihayet, bilim in, yaşam gerçekligini ve hatta ondaki
tekili eşmeyi bile, karşıtlıkçı, sınıfl andırıcı/bö lümleyici

• Yavımcı nın notu : D i l they, bil imde t e k i l c i ve tipse! düş ünmenin neliği üzerine
bel irlemelere ve bu düşünme tarzının bir küçük tarihçesine , izleyen yazıda
yer vermektedir.
44 Herm eneutik ve Tin Bilimleri

tasvir etme ve açıklama yöntemine, en yüksek örnegini


ifade ve temsil edici sanatta buldugumuz, belirli sayıda
kişinin ligi ve yön elimleri aracılıgıyla tüm yaşam gerçek­
llglnl ifade ve temsi/ etm e yöntemi karşılık gelir. örnegin
Raphael'in Atına Okulu ve bunun gibi Dispula adlı eserle­
rinde, o dönemin düşünsel/tinsel kültürünün temsilcileri­
nin oluşturdugu grubun tümü, belirli sayıdaki kişinin ve
onların ilgi ve yönelimlerinin ön plana çıkarılmasıyla yan­
sıtılmış ve tasvir edilmiştir. Shakespeare'in Bir Yaz Oecesi
Rüyası'nda aşkın yol açtıgı illüzyon ve yanılgılar, bir şaka

kalıbı içinde, tipse! ilgi ve yönelimlerle temsil ve ifade


edilir. Seyirci bu ifade ve temsil tarzından, t(\m da, şaka
denen şey yaşamın sakınımının derin anlamına ilişkin ol­
dugundan dolayı pek keyiflenir. Yaşam, kişileri karmakarı­
şık bir halde, hallaç pamugu gibi saga sola savurmuştur.
Bir sanatçının hali de dogaı olarak böyledir. Jtununla bir­
likte sanatçının büyüklügü, yaşamın saçıp sa�urdugu bu
kişilerin önemli ligi ve yönelimlerini, özelliklerini ön
plana çıkarabilmesinde, tlpselligi yakalayabilmeslndedlr.
Sanatçı, kendi üslı1p ve tarzı içinde, içinde figürlerin ha­
rekete geçtigi ve birbirine baglandıgı bir atmosfer, bir
dünya oluşturur. Bu üsIOp ve tarz içinde, onun tüm psişik
durumu ve psikesinden köklenen ve yaşam gerçekllglni
kavrayışının dayanagı olan görüş noktası, ortaya koydugu
eserde en derin şekilde ifadesini bulur. Bir büyük eserde
sanatçının kendi tarzında bir atmosfer ve bir dünya kur­
ması, o sanatçının dış yaşamla dogrudan ve canlı ilişkisi­
nin mevcut ve devam ediyor olması sayesinde mümkündür.
Degerlerin dagılımı bu ilişkide meydana gelir; hemen söy­
leyebilirim ki, bu, yaşamın figür ve süreçlere bölünmesi­
dir. Bu yüzden burada da, sanat eserinde karşılaştıgımız fi­
gür ve süreçler, en nihayet, en derin temel ve kavna.�larını
ta_rlhsel formlar içerisinde bulmak zorundadırlar. Sanatçı­
nın teknigindeki farklılıklar ancak bu en derin temelden
sonra ortaya çıkabilir. Sanat yaşamayı anlamanın or_ganonu­
dur, çünkü o yaşamadan beslenir ve onu ifade ve temsil
ebneye çabalar.
insan ve Tarih Dünyasında Tekilleşme ve Sanat 45

içsel yaşamın figürlere ve süreçlere bölünüşü, bir ese­


rin bu yolla meydana gelen eklemlenm e tarzı , o eserin te­
kil elemanlarına anlam ve önemlerini pay eden deger dagı­
lım ı; kişileri, eylemleri ve kaderleri ke ndi içinde taşır.
öyle ki, her büyük sanat eseri kendis i için bir dünyad ır.
Onun içindeki tekilleşme eserin içkin merkez noktasın dan
hareketle gerçekleşir. Bununla birlikte bir büyük edebi­
y atçının ve şairin ese rlerinin oluşt urdugu d izi k e n di
içinde bir gelişme gösterdiginden, bu eserlerde ortaya çı­
kan bireylerle bagıntılı olarak, bir iç sel akrabalık mey­
dana gelir. Bu bireyle r bir aileye aittirler . B u aileyi tipse/
kiş/Jerin belirli bir dairesi oluşturur ve bu kişiler ken di
aralarında aynı yazarın veya şairin hayalgüc ünün yarattıgı
şeyler olarak, bir aile içi yakın/Jga sa h iptirler. Onla rdan
her biri yazarı n veya şairin kanından bir şeyler alm ıştır,
her biri belirli tarzda biçim kazanmış v e esere yerleştiril­
mişlerdir. Sanatsal yaratmadaki öznellik e n büyük şair tara­
fından bile aşılamaz. Ranke'nin şeyleri na sılsalar öyle gö­
rebilmek için k e n disini ortadan kaldırm a arzusunun ger­
çekleşmesi, şair için tarih yazımcısında n çok daha im kan­
sızdır. ·
Sonuçta, kişilerde, bagınti /arda ve yönelimlerde tipse/
olan, zorunlu olarak, sana tçının özn e/Jigiyle ilişkl//dir ve
bu özn e/Jik her bir eserin bütün ünde işlevseldir. Bu kişi­
lerin ailevi yakınlıkları ve eserin, bütününde şairin öznel­
ligiyle koşullanmış olan sistematik bagıa mı, buradan çıkar.
Bir örnek verelim: Eski ressamlar fizyon om inin kalıcı çiz­
gilerini, aynı fizyonomi için kesin, özü ya nsıtan ve aşikar
old uguna inanılan ideal bir an [ momenn içinde topla maya
çalışırl ardı . Yeni bir okul yaşamın et kisini yükseltm ek

• Dilthev'ın notu: Ranke, sık sık alıntılanan bu sözlerin de şöyle der: " Şeyleri
nasılsalar öyle görebilmek için ke ndi Ben'imi ortadan kaldırmak isterdim."
Bu sözler Goethe'nin nesnelliğe ulaşma çabasını da ifade ederler. Ne var ki
sık sık alıntılanan bu ünlü sözler düz anlamlarıyla anlaş ılmamalıdırlar. On­
lar daha derin v e ironik olarak şunu ifade ederler: B iz. kendimizi, evrenselli­
ğin imkanı açısından 1'dkıldığında, ancak ve sadece, kend i iç dünyamızı şekil­
lendirdiğimiz derecede anlarız; tarihi, t arihsel yaşam güçlerinin içimizdeki
etkile ri derecesinde anlayabiliriz. K ısacası kendi B en'imizi ortadan kaldıra­
mayız.
46 Hermeneutik ve Tin Bilimleri

için ansal (momentan) bir etki saptamak isterse, o kişiyi


bu anın rastlantısallıgına terkeder. Ve bu anda, verili bir
anın kazanılmış/edinilmiş psişik baglamın etkisi altındaki
izlenimlerinin kapsamına ilişkin bir kavrayış da meydana
gelir. Bu kavrayış artık bir tamalgıdır (Apperzeption) . Bu
tamalgıda, o anda, izlenimlerin birbirleriyle bagıntılarının
bir noktada toplanışı söz konusudur. Ve işte bu nokta, re­
simde çıkmalar ve vurgulamalarla gösterilir. Böylece bir
anlık bir görünümün resminde, nesnenin/görünümün ken­
disi degil, hatta ressamın tamalgısının tarzf ortaya çıkar.
Ve resmi ressamın tamalgısından bagımsız � ekilde görme
konusundaki her çaba, başarısızlıga ugramctk zorundadır.
Çünkü ressamın tamalgısı kendi yaşamıyla başkalarının ya­
şamı arasındaki ilişkiyle koşullanmıştır ve biz resmi ancak
bu tamalgıya katılabildiglmiz oranda anlarız >'� onu zaten
sadece bu yolla anlarız. Kendimi bile, başkalarının yaşan­
tı larını kendi içselligimde hissetmek suret iyle anlarım.
Ben buradan hareketle kendimin ve başkalarVlın yaşamla­
rında birbirine yakın çizgiler bulurum. Bir tip, böyle mey­
dana gelir. Tekil olan özgüldür; tip ise öz_g_ül tekillerde iin
plana çıkanların gerçek bir portresidir; bir figüratif resim­
deki bir figür nasıl tekil kalabilir ki zaten! Şiir de tipsel
olanı önceleyen tekili aynen kopya edemez. Bir dram ya­
zarı gerçek bir konuşmayı tüm rastlantı, belirsizlik, şekil­
sizlik ve elastıkiyetiyle kopya etmeye kalkışırsa okuru
bezdirir; üstelik bu yolla yaratacagı etki, da hilere özgü
yogunlaşma, biçim verme ve yükseltmenin yarattıgı etki­
nin yanına bile yaklaşamaz. Böylece yükseltilmiş ve arın­
dırma işleminden geçmiş bir dramatik konuşma, konuşmayı
dinleyen seyircinin öznelligiyle kavranır. Zaten drama da,
yaşam içinde ortaklaşa edinilmiş kavram ve tasarımlar bag­
lamından etkilenen yazarın bir ürünü olarak, öznelligin
damgasını yemiştir. Ve bir dramada veya anlatıcı bir şiirde
(epope) ifadeye getirilen her biçim verilmiş şey; iç yaşa­
mın figür ve tipse! süreçlere taşınışını, bunların bütünün­
deki belirli işlevleri, bazılarının digerleri karşısındaki sı­
nırlarını ve nihayet hepsi bir arada, yaratıcının kanından
bir şeyleri yansıtır. Böylece o biçim verilmiş şey, daima
insan ve Tarih Dünyasında Tekilleşme ve Sanat 47

tipsel olan bir yöne sahiptir ve aslında sanatçının tipler


ailesine ve çagına aittir.

111

Tekilleşmenin İ fade E d i l i ş i n i n
Avrupa Edebiyatı ndaki B üy ü k Ç ağları

a) Home ros ' t a Tekilleşme

Şu ortaya çıkıyor ki, tekilleşmenln ifade edilişi, yansıtı­


lışı, daima öznel ve muhakkak kişisel, ulusaldır ve tarihsel
süreç içinde koşullanmıştır. Ne var ki burada ancak tekil­
leşmenin ifade edilmesinde, yansıtılmasında tarihsel süreç
içerisinde ön plana çıkan ayrımlar üzerinde durabilecegim
ve bu bile sadece Avrupa edebiyatı ile sınırlı bir alan için
söz konusu olabilecektir. A vrupa edebiyatının tarihindeki
büyük çaglar, aym zamanda genel insan dogasının tekil­
ieşmesine ilişkin şiirsel/edebi ka vrayışın kesitleridir.
lyonya'daki Grek kolonilerinin teolojik koşullu gelişi­
minin sınırlarında Homeros' u n şiiri durur. Biz onlarda. Sha­
kespeare'in dramalarında oldugu gibi, transandanz gücünün
parçalanmasını buluruz. Eski dünyanın bu en büyük poetik
eserinin nasıl meydana gelebilmiş olduguna bakalım: Bu
poetik eserde, olaganüstü bir güç, ataların büyüklügüne
duyulan inanç ile tanrılara duyulan inancın birlikteligi,
yaşam ve dünyanın tarafsız bir şekilde kendi gerçekligi ve
nesnelligiyle görülmesi; evet, bunların hepsi, birbirine
geçmiş bir halde ifadeye gelir. Antik insanlıgın bu büyük
şairinden ilham ve düşünce yönünden etkilenmiş olan şair­
ler birliginin üyelerinin ne kadar çok oldugunu düşünelim.
Nedir Homerl>s'un şiirinin özellikleri? Bir kez Homeros
kendi şiirinde tam bir aristokrat tavra sahiptir. Onun şiirini
zarif, ince, hür düşünceli, dünya dostu bir hava kuşatır.
Onun tanrılar devleti tipsel figürlerin iç ilişkilerini yansı-
48 Herm eneutik ve Tin Bilimleri

tır. Bu tanrı figürlerinde, güç; vicdansız, pişmanlık duy­


maz, hiçbir dış sınırlamaya baglı olmayan yaşam atılımı ile
birleşmiştir. Bu figürler bu yaşam atılımı ile, vicdansız ve
pervasız doga güçlerine yakın dururlar. Homeros destanı­
nın insan kahramanları bu tanrılara sadece dıştan baglıdır­
Iar: Tıpkı Fransız tragedyasında tanrıların kahraman insan­
ları yatıştırması veya tahrik etmesinde oldugu gibi. Çünkü
burada şurası açıkça bellidir ki, bu kahramanlar kendi ey­
lemlerinin yasasını kendi içlerinde taşımak zorundadırlar
ve o nlardan her birin in gerçek yaşamı, güneş ışınfarı al­
tındaki yaşamlarından daha uzun sürer. Çünkü ruh, ölümden
son ra, kendini, bir yarım yaşam, ama yine de bir yaşam
içinde, çelişik bir adla 'ölüler ülkesi'nde, yapayalnız ve
kaybolmuş bulur. Böylece Homeros'un aristokratik dünya­
sında kahramanlıgın tipsel yönleri, kahramanlıgı ml14l1 kün
kılan koşullar; güçlülük, bagımsızlık, yapayaln ızftk ve
kendi başınalık olarak yükselir.
;
Bunlar, edebiyat ve şiirde, tekillerin tam, dolu v� zarif
bir şekilde oluşturulmuş figürlerinin altlarına yerle,Ş tiril­
dlkleri ko şullardır. Onları oraya yerleştirmen i n sanatsal
aracı, kon uşm adır. Germenlerde böylesine dilsiz/sessiz
olan kahramanlık, Greklerde, bu halkta, kendisini konuşma
aracılıgıyla kamuya açar. Ve Homeros bu kahramanlar dün­
yasını ko nuşma aracılıgıyla öylesine anlatmıştır ki. daha
sonra hiçbir Grek tragedya yazarı böyle bir anlatım gü­
cüne erişememiştir.örnek olarak, Hektor'un cesedini ilk
kez gören Andromak'ın sözleri okun abilir. O, sızlanıp du­
rurken, birdenbire ölüye şöyle seslenir:

Şimdi Hades'in evine. yerin en derinine


Doğru gidiyorsun sen. Ben burada kalıyorum.
Acı ve kederin kucağına terkedilmiş bir halde.
Evinde oturan bir dul kadın; masum bir oğlancıkla beraber.

Andromak'ın Hektor'un cesedinin lllion'a taşındıgı sı­


rada söyledigi son raki sözleri, durulmuş, sakin bir ruhtan
yükselen sözlerdir ve önceki taşkın sözlerle güzel bir
kontrast oluşturur. Burada Hektor'un kahramanlık gücünün
daha duru, daha sakin bir tasviriyle karşılaşırız. Andromak,
insan ve Tarih D ünyasmda Tekilleşme ve Sanat 49

yine H ektor'un cesedi önündedir. Ama bu kez ona sesle·


nlrken. geçmişi ve gelecegı birleştiren bir duyguyu dile
getirmektedir:

Şüphenin dile getirilemez acısını çektiriyorsun ana babaya;


Hektor, beni hiçbir sonlunun kaderi artık eleme boğamaz!
Çünkü sen bana ölüm döşeğinde yataktan el uzatmadın.
Bir söz söyledin bana, bilgelik dolu; onu sonsuzca, gece ve gündüz düşün­
düm.

Yedinci şiir konuşmanın drama formuna dönüşümü


içinde etki yapar. (Shakespeare de bize yaşamın ortak ze­
mini üzerinde ikamet etme izni veren böyle sakin bir du­
rumdan yavaş yavaş yükselen tutkuları tasvir etmekten
pek hoşlanır.) Elçiler Achlleus'u, "kalbini lirin tınıları ile
ferahlandırır" bir halde. sakin sakin otururken bulurlar;
Patroklos da karşısında suskun oturmaktadır; Achlleus elçi­
leri nazik ve sakin bir halde, vakarla kabul eder; daha
sonra konuşmanın akışı içinde Agamemnon'a karşı ruhun­
daki zaptolunmaz kin ve nefreti. onu bu kine ve nefrete tu­
tuklayan ve gece gündüz peşini bırakmayan olaylara iliş­
kin rüyasını anlatmaya kendisini tamamen kaptırır. Müthiş
sahne. bir kez daha onarılamaz bir kırılma ve kopuş bilin­
ciyle sona erer. Elçiler geri dönerler ve sonucu lakonik
bir şekilde bildirirler. Burada bizzat. o zamanın yaşamının
kendisi bizimle konuşmaktadır. Buna Achlleus'da nüfuz
ederiz. Böylece Homeros öncelikle. gerçek olanı aşan ve
gerçek kişileri tipik olarak temsil eden bireyler yaratmış.
onları tamamen yaşamın dogaı hareketııııgtyle teçhiz et­
miştir. Ve onun tipleri. kendi çagındakl tekll leşmeden çı­
kardıgı tiplerdir.
Artık şu söylenebilir ki. Homeros'un şiirinde şairin te­
killeşme dogrultusunda içinde hareket ettıgı sınırlar. biz­
zat zamanının ve çagının sınırlarıdır. Onun tüm ufku aris­
tokratik toplum tarafından kuşatılmıştır. Tek başına bu. ona
göre biçilmiş bir kaderdir; onun karşıt yönünde Thersıtes
durur; tıpkı Shake51>eare'ln kahramanları gibi. gerçekçi,
metin. komik. aldırışsız. al aycı. Kişiler arasındaki farklar
bu aristokratik toplumda dogaldır; soya. yaşa. mizaca. atıl-
50 Hermeneutlk ve Tin Bilimleri

ganlıga, daha yüksek menşeye ve şecereye, güç ve lktlda·


rın ve kahramanlara özgü kuvveti n derecesine göre. Tüm
bu aristokrat karakterler, kendilerini dogrudan etkileyen
sert motiflerle harekete geçerler. öyle ki, i li . Richard, iV.
Henry ve Macbeth başta olmak üzere, Shakespeare'in kah·
ramanlarıyla karşılaştırıldıgında, Homeros'un kahramanları­
nın hepsi, normal koşullarda bir sükunet ve huzura sahip·
tirler; bunlardan hiçbiri, onlara kendisine ulaşma tutkusu
aşılayan ve hep göz önünde bulundurdukları bir amaç bag­
Iamından hareketle, enerji, güç iradesi ile dopdolu, planlı
bir şekilde ileriye dogru sürüklenmezler. Buradan bakıldı·
gında, buna en iyi örnek bizzat Achileus'tur. O, Phti a'da
sükun içinde yaşamayı tahayyül eder ve sade� koşullar
dolayısıyla öne itildlginl, lider konumuna sürüklendiginl
düşünür. Ve Homeros'un kahramanlarının hepsi, ortalama
insanın mütevazı plan ve beklentileriyle donatıVrıışlardır.
Bu kahramanlardan hiçbiri birey olarak kendilefrni diger·
!erinden ayıracak olan özelliklerle donatılmış � egildirler
ve onları birey kılacak olan yönleri, kendilerine ait bir
"
dilleri, üslupları, düşünceleri, bu düşüncelerin yontup bl·
t
çimlendirdigi birer kişilikleri yoktur. Homeros da birey
yoktur.

b) Grek Tragedyasında ve
K o m ed y as ı n d a T e k illeşme

Tragedyanın gelişimi açısından bakıldıgında, Homeros'la


gelen ilerleme, tanrıların ve kahramanların tasvirinde psi­
şik yönde, özellikle duygu ve tutkuların işlenişi yönünde
gerçekleştirilen derinleşmedir. Bu ilerleme, komedya için,
modern komedinin de daha sonraki gelişiminde güçlü bir
şekilde vazgeçilmez hale gelen bir dizi karakteristik tipin
ortaya çıkmasında belirleyici olmuştur. Tragedya Grek ti·
ninin büyük hareketi içinde oluşmuştur. Grek tini tanrı
öykülerinin, mitosların üzerine, yüksek ahlaksal degerlere
ve rasyonel kavramlara göre ölçülen bir ideal düzen ilke·
insan ve Tarih Dünyasmda Tekllleşme ve Sanat 51

sini çıkarmıştı. B u demektir ki, tanrılar d a kahramanlar da,


varoluşlarını bir ideal düzen ilkesine borçludurlar. Grek
tininde tanrıların ideal varlık düzeninin üzerinde veya dı­
şında, bagımsız ve otokton bir nelikleri yoktur. Trajik kar­
şıtlık, tutku ve akıl arasındaki karşıtlık, bu ideal düzen il­
kesi sayesinde bagdaştırıldı. Mitosların ahlaksal-rasyonel

bakış açısından eleştirisi, daha Stesichorus'un koro şarkı­


sında dikkat çeker. Aschylus ve Sophokles'in en önemli
dramalarında böyle bir ideal baglama dogru bir yöneliş
vardır. Hatta Platon'un idealar ögretisi, kendi metafiz ik
formu içinde, bu ideal düzen ilkesinin bir betimlenlşidir
ve bu ilke ile tanrılar birligi arasındaki savaşa devlet üze­
rine yazılarıyla o da katılır. Homeros'da mitos hakimdir;
Aschylus ve Sophokles'de ise mitos tek başına degildir,
onun karşısına logos çıkarılmıştır. öyle ki, Aschylus ve
Sophokles'in tipleri, birlikli, tutarlı kişilik yapılarına sa­
hip olarak biçim verilmiş tiplerdir. Ve bu kişiler, Attika
tragedyasında, logos-mitos karşıtlıgını benimseyen anti­
tezci bir tavırla kurgulanmışlardır. Homeros'da anlatıcılık
ile sagıanan etki, Attika tragedyasında retorikle saglanır
ve tiplerin çizilmesinde dayanılan karşıtlık, konuşmanın
antitezci formları içinde dramatik bütünün tüm ögelerine
kadar yayılır. Attika tragedyasında tutkunun ifadesi; tas­
virdeki abartılı ihtişam, maskeleme ve müzikle destekle­
nir. Başka bir deyişle bunlar, tragedyaya solugunu veren
pathos'un i fade edilişini kuvvetlendirirler. Homeros'un
tersine, tragedya kahramanlarında dinginlik, tevazu ve sü­
kunet yoktur; kahramanlar kendilerini bir şeylere kapılmış

• Dilthev'ın notu: Grek draması, paganizmin ve Homerosçu heroizmin eskiyip


köhnemeye başladığı sırada gelişti ve onlara darbeyi indirdi. Kader, insanın
tutkuların kaotizmi içerisinde oraya buraya rastlantısal savruluşu değildir. O,
ideal düzen ilkesinin insan yaşamındaki bir yansımasıdır. Böylece Olimpos'ta
oturan tüm renkli tanrı figürlerinin de bağlı oldukları şey, ideal varlık düze­
ninin ilkesi olmuştur artık. İnsanın kaderini şekillendiren de artık tanrıların
öfkesi veya sevgisi değil, "ide"dir. Platon un yaptığı, Grek tinindeki bu dönü­
şümün felsefi y()flden meşrulaştırılması olmuştur. Oidipus'ta en yüksek nok­
tasına varan bireyin düşüşü, artık tanrıların keyfiyle ortaya çıkmış bir durum
değil, tanrılar (mitos) ile ideal evren düzeninin ilkesi (logos) arasındaki sa­
vaşın bir sonucu oluyordu .
52 Herm eneutik ve Tin BJJJm leri

olarak bulurlar. Konuşmalarda kahramanların ruh hallerinin


ve bu hallerdeki deglşlmlerln ifadesine nadiren rastlanır.
Kahramanların kendi iç dünyalarından söz etmeleri ise,
daha da nadirdir. Kişiler, tam anlamıyla retorik düzlemde
yani karşıt tezli konumları ve konuşmaları ile belirlenmiş­
lerdir. Ancak Eurlpldes'le birlikte bu trajik tipler bireysel
bir yaşam, bir bireysellik kazanırlar. özellikle güçlü, ikti­
dar sahibi insan (Macht-Mensch), böylesine önemli bu tra­
jik figür, dogaı hukuk üzerine reflekslyonun hızlandıgı bu
dönemde bir bilinç kazanır, kendi güç iradesinin üzerinde
kavramlardan oluşmuş, rasyonel/düşünsel bir atmosfer içe­
risinde soluk almaya başlar. Onun konuşmasında duygu ve
tutku belirten sözcükler yanında kavramlar hatta dahc\ agır
basmaya başlarlar. öyle ki, insanın lçsel liglnln/tlnsel­
llglnln daha önceki tüm tasvir tarzlarının üzerine Platon'­
un otoritesi damgasını vurmuştur artık. Bu açıdan bakıl­
dıgında, Platon, Greklerin Homeros'tan sonraki en b�yük
sanatçısıdır. Onun Sokrates'I, tüm lnsanlıga mal olm� iki
figürden biridir. fakat Grek edebiyat ve şiirinin H(\me­
ros'tan sonra en canlı ve en çeşitli tiplerini, komedyada'
buluruz. öyle ki, modern komedya, Mollere'e gelinceye
kadar, Grek komedyasından ve tiplerinden etkilenmiş,
hatta büyük ölçüde bunlardan çıkmıştır.
Ve buradan, artık insan dogasındakl tekil kalan çokçe­
şltlll lgln teorik yoldan ele alınmasına gi den bir yol da
açılmıştır. Bize pek tahrif edilmiş bir halde intikal etmiş
olan Theophrastos'un Karakterler üzerine Yazısı da bu yol­
daki çabaları hızlandırmıştır. Bu yazı, elimizde dişe doku­
nur başka örnekler olmasa da, şüphe etmemek gerekir ki,
Otta Rlbbeck'ln edebiyat tarihi için büyük öneme sahip
araştırmalarında göstermiş oldugu gibi, Greklerin zengin
dlyaloga dayalı, retorik ve şiirsel tasvirler içinde işlemiş
oldukları komik veya kaba ve sıradan insan karakterlerini,
tiplerini işleyip tanıtan yazıların son örneklerindendir.
öbür yandan burada insan karakter ve tiplerinin bir dizili­
şini vermek konusunda edebi olarak ortaya konulmuş ilk
araştırma önümüzdedir. Buradaki tipler dizisine bakıldı­
gında şu görülür ki, haklarında günlük yaşamın usta göz-
insan ve TariH Dünyasında Tekilleşme ve Sanat 53

ı e m cileri, Esklçag a hlakçıları ve komedya şairlerinin bil­


d irdikleri a racılıgıyla b i lgi s a h i b i o l d u g u m u z b u tipler,
çok ilginçtir, özellikle güney halklarına özgü mimik gü­
cüyle ön plana çıkarlar. N e yazık ki Theophrastos'un bu
küçük yazısı, insani karakterler ve tipler psikolojisi için
degersiz b u lunm uştur ve ilk kez 1 5 2 7 'de kısmen basıldı­
gından bu yana, kendisine ahlaksal ve günlük yaşamın tas­
viri k o n u s u n d a e d e b iyat için özel b ir deger verilm iştir.
Karakterler. örfler ve a h l a klar üzerine teorik refleksiyon
l 6. ve 1 7. yüzyıl edeb iyatında d evam etm iş ve özellikle
M ontaigne ve La Bruyere giderek artan bir önem ve deger
kazanm ışlardır.
insan karakterleri üzerine bir ikinci antik kaynak. etki­
ler/h eyecanlar/duygu/ar ögretisidir Bu, Stoacı filozoflar
.

ve onlard a n etkilenmiş olan Romalı yazarlar aracılıgıyla,


kara kter ve tip sınıflandırmasında olaganüstü bir incelige
ulaşmıştır. Bu ögreti ş airle ugraşm aktan çok retorikle i lgi
kurmuştur. Ona daha sonra. 1 5 yüzyıldan l 7. yüzyıla kadar
üç b üyük yüzyılın sanat ve edebiyatındaki felsefi yazarlık
da katılmıştır ve bu, san atçıları ve şa irleri pek çok açıdan
yönlendirm iştir. insan tip lerinin te mellend irilmesi ve tas­
viri n deki bir ü ç ü n c ü antik kaynak, dört m izaç ögretisi
(sıcakkanlı, h i d d etli/h ırçın, mela nkolik, flegmatik/soguk­
kan lı) olm uştur ki, onun ilk kez Galenus'da geliştirildigine
rastlarız. O d a Rönesans psikolojisinin önemli bir ögesini
oluşturm uş ve plastik sanat ve edebiyat için daha da önem­
li bir kaynak olm uştur.
Böylece l 5, 1 6 . ve 1 7. yüzyılların edeb iyatı ve pla stik
s a n atı ü z e r i n e; (öze l l i k l e S e n e c a ' d a n d ra m a tikçi lere
-tiyatro yazarlarına- n a kledildigi şekliyle) traj i k tipler
üzerine; Plautus, Terentius ve ltalyan komedyasının bu tip­
lere canlı bir şekilde katılmasıyla zenginleşen komik tip­
ler ve m izaçlar üzerine; nih ayet, karakter form ları ve tutku
sınıfları üz erine; geniş b ir literatür m eyd a n a gel d i . Tekil­
leşme problemi bu yüzyılların edebiyatçısının önün e, em­
salsiz derecede 4>' gun koşullar altında çıktı . Bu nedenle
hatta 1 5 . yüzyıldan l 7. yüzyıla kadarki mod ern sanatın bü­
yük çagı, ortak insan dogasının temelleri üzerinde tekil-
54 Herm eneutik ve Tin 13/1/m/eri

!eşmenin nasıl gerçekleştlgl konusunda, Eskiçagdan çok


daha derinlikli ve çok daha fazla yön içeren bir donanıma
sahip olmuştur.
Ş iirde ve özellikle dramadaki iki yönlü gelişme, bu sı­
ralarda ortaya çıktı. Latin şair ve edebiyatçıları herşeyden
önce tipse! eylemler üzerinde durdular, Eskiçagdan intikal
eden tiplere duydukları sempati ile çalıştılar. Büyük bir
karakter yaratıcısı, Cervantes, onl arın anlatıcı edebiyatı
içinde temayüz etti; Moll�re onların dramatik edebiyatı
içinden çıktı . Bu adlar, Greklerden Romalılara, onlardan
ltalyan ve f'ransız edebiyatına uzanan komik ve sıra�an ka­
rakterlerin ve tiplerin son mükemmelleşmesini ve lncell­
şlnl simgelerler. Moliere tiyatrosu, karakter rollerinin mi­
miklerle temsilinde olaganüstü bir başarıya ulaştı. qyle ki,
Mollere'in oyunları, modern sahnelerde görülmüş� blan,
sözcügün tam anlamıyla en 'teatral" şeylerdir. Dramatik
edebiyatın Germen halklarında görülen dlger gellşlrh yolu
üzerinde, insanın iç yaşamı dramatik yoldan derlnll ne iş­ �
lendi. Bu gelişim yolunun en büyük temsilcisi muhakkak
ki Shakespeare'dir. Bu döneme özgü olarak insan dogasının
tekll leşmesine alt söylenebilecek şeylerin çogu, Shakes­
peare tarafından dile getirilmiştir.

c) Sh akespear e ' i n Rönesans ve Reformasy o n ' u n


Kesişme Noktasında Gerçekleşt i r d i ğ i T e k i l leşme

Shakespeare'ln de Grek tragedya yazarlarından etkllendlgi


·
açıktır. Bununla birlikte o, bu etkiler kadar çagının tinsel
hareketlerinin de yönlendlrdlgl bir istikamette yürür. Za­
ten Onbeşten Onyedinclye uzanan üç büyük yüzyıl içeri­
sinde, sürekli olarak, tekllleşmenln degeri kadar, enejlnin,
güç iradesinin ve tutkuların hakkının tanınmasına tanık
oluruz. Kişinin iç dünyasındaki bagımsız dinsel süreç ve
onun yaşam sterinin ideal dinsel gerçekleşmesi bu dö­
nemde hız kazandı. Bilimsel düşünüş tarzının özerkllgl ba­
gımsız ruhlarda iyice yer etti. Bunları bu yüzyıllar yaptı.
insan ve Tarih Dünyasında Tek/lleşme ve Sanat 55

Bu yüzyıllar Katoliklik, Protestanlık ve Rönesans arasın­


daki karşıtlıkların yüzyı llarıdır d a . S h a kespeare bu yüzyıl­
ların yeni !delerinin yön verd lgl b i r tarihsel atmosfer
içinde soluk alıyord u . O Rönesans'ın ideleri kadar Protes­
tanlıgın !delerinin de etkisindeyd i . Ve onun o güçlü, ben­
zersiz yaşam ve d ü nya d eneyimi ve d uygusu buralardan
serpilip gelişti . Rönesans tini ile Protestanlık tininin bu­
luşması, Shakespeare'de ifadesini şu noktalarda buluyordu:
içimizd eki enerjiyi saklı tutm a m a k, onu eyleme dön üştür­
m ek, ·yaşam· denen şeyin de tinsel kara kterli bu dönüş­
türm e ile şekillendlglnl bilm ek; varo l u ş u m u z u sela mete
ulaştırm a k; Protestanlıga özgü ödev bilincine uygun ola­
rak, ahlaksal ödevlerin, toplumsal soru m lulukların gerekle­
rin i yeterince yerine getirm e k; sahip oldugumuz güçleri
ve yete nekleri s erbestçe kullanıp onları daha da geliştir­
mek; güzelliklere s a h i p çıkmak; m utlulugu, kendi güç ve
yete n eklerim i z i n yine kend i m i z tarafı n d a n geliştirilme­
sinde ve faaliyete geçirilmesinde bulmak; vakar ve itidal
içinde yaşayıp adaletli olmak; ölçüyü hep elde tutmak. Ya­
şamın yeni kuralları bunlardır; b u kurallar hiç de soyut dü­
şünme ürünü şeyler deglldlrler; tersine insan varoluşun u n
yine insan eliyle biçimlendirilm esinin araçlarıd ır.
işte Shakespeare, kendi çagının insani tekllleşmeslnin
özgüllügünü ve traj i k çatışmanın kaynagını burada bula­
caktır: Trajik çatışmanın kaynagı insanın kendi içindedir.
insan, ödev ve sorumlulukları ile kaotlk ve karanlık tutku­
ları arasında sıkışıp kalm ıştır. B u n la r arasındaki çatışma,
o n u n psikeslnln derinliklerinde bir uyu m suzluk olarak ya­
şanır. Shakespeare'ln trajik karakterleri, psişik olarak hem
çok güçlüdürler hem sık sık patolojik haller yaşarlar. Böy­
lece gözlerimizin önünde, bu uyumsuzluk dolayısıyla, bir­
d e n b i re, kahra m a nların bu güçlü psişik yapılarından ve
aynı psişik yapının kaotlk d erinliklerinden, içinde yaşanı­
lan koşullar aracıııgıyla ancak gizi açılmış bir şey mey­
d a n a gelir. N e '\'ar ki b u koş u llar gerçekten olup biten­
lerle, S h akespeare'ln içinde yaşad ıgı tari hsel/tin sel or­
ta mla hiçbir ilişki i ç i n d e deglld lrler; kahramanları san ki
rüyadaymışlar gibi önüne katıp sürükleyen tutku, tamamen
56 Herm eneutlk ve Tin Bllimleri

içte, sadece psişik yaşantıların derinliklerinde etkilidir.


Ve bu tutku, bununla birlikte, başkalarının varoluşunu da
rahatsız eder, hatta onlar için bir tehdit ögesidir ve ger­
çekten de başkaları bundan zarar görür. ödev ve sorumlu­
luk bilincine sahip karakter bundan vicdan azabı çeker ve
bizzat bu azabı bir ceza olarak degerlendirlr. Oysa bu,
Shakespeare için bir ceza degildir; tersine hatta güzel bir
kaderdir. Daha sonra Avrupa'nın gelişiminin yüksek bir ba­
samagında Schiller'in de aynı duyguyu ifade et rq iş oldu­
gunu görürüz.
Böylece Shakespeare'de trajik-olan, dünyanın agırlıgı ve
baskısı karşısında ortaya çıkan uyumsuzluk ve an\agoniz­
mada yatmaz; tersine içte, psişik yapıda, oradaki oransız­
Iıkta, denksizlik ve uyumsuzlukta yatar. Bu, etkileri muaz­
zam bir farkına varıştır. Artık trajik olanda ne tanrıta rın ve
kaderin, ne logos-mitos çatışmasının rolü vardır; on;un kay­
nagı sadece ve sadece insan psikesidir. Bu farkına varış,
insan hakkındaki bu yeni kavrayış tarzı, Yeniçagdct "özgül
kişilik" ve "bireylik" denen şeyden kastedilenleri rje an­
lamamızı saglar. Ne var ki Shakespeare'in kişileri, yukarıda
da deglnildigi üzere, çevre koşullarından, tarihsel ve tin­
sel koşullardan sanki hiç etkilenmezler. Çevre koşulları,
tarihsel/tinsel ortam, bu kişilerin hırçın, ateşli, heyecanlı
ve tutkulu dogalarına hiçbir etki yapmaz veya bu dogaların
kendi dogruı tularındaki gidişatını asla engellemez. Sanki
bu · kişiler salt bir enerji halinde kendi psişik yapılarının
derinliklerinden fışkırarak ortaya çıkmış gibidirler; dünya,
çevre koşulları, tarihsel/tinsel ortam, sanki sadece onların
hiddetli, hırçın, taşkın psikelerlnin ortaya dökülmesine
aracılık eden pasif zeminlerden ibarettirler. Shakespeare,
tarihselligi ve tarihsel insanı tanımaz; yaşamın koşulları,
tarihsel/tinsel ortam, onun için, insan psikesindeki ezeli
çatışmanın gösterilmesinde sadece aksesuardırlar. Bununla
birlikte, Shakespeare'in eserleri, aslında kendi döneminin
tininin! yansıtırlar. Doga bilimlerinin ve mekanizmin do­
guş ve yükseliş dönemidir bu dönem. Bu nedenle Julius
Cesar da Othello da, farklı çagların ve kültürlerin insanları
olsalar da, aynı psişik belirlenimleri yaşarlar; aralarında
insan ve Tarih Dünyasında Tekilleşme ve Sanat 57

yüzyılları n o l m a s ı, degişik kültürlerin i n s anları olmal arı,


hiçbir şey ifade etmez. Shakespeare'in kahramanları ancak
bir yandan iklim ve cografi koşullar, diger yandan toplum­
sal statü, mevki ve bulund ukları toplumsal kademe bakım­
larından ve o da üzerinde pek fazla durulm ayan bir çeşitli­
lik gösterirler; psişik yapı bakımından degil. Shakespeare­
'in e serlerinin döneminin tinini ya n s ıtm a s ından kastedilen
de budur. Shakespeare, yaşadıgı dönemin "doga' nın ve 'in­
san dogası'nın bilim selfmekan ist bir tavırla ve tarihsellik­
ten b i h a b er bir şekilde e l e alan tavrın ı edeb iyatta sürd ü­
rür. Biz Shakespeare'de Venedik'in veya kuzeyin kırlarının
h avasını soluruz; fakat o n u n kahramanlarının eylemleri hiç
d e tarihsel veya topl umsal koşullardan h a reketle an laşıla­
m a z . Shakespeare tari h sel/tinsel belirlenimden habersiz­
dir. Dolayısıyla o n u n e serleri herhangi bir tarihsel/tinsel
döneme hiç d e ait ve içkin degild irler; tersine b u eserler
esasında aidiyetten bagımsız ve b u anlamda transandantal
bir düzeni anlatıp dururlar. Bu düzende sadece bireyin do­
gaı e n erjileri öne çıkar. Böylece insani ilişkilerin hemen
tü m ü d e insan p s ikes i n d eki karşıtlık ve koşutluklard a n
ç ı k m ı ş o l u r . Büyük ltalyan fresk ressamlarının yaptıklarına
bakıld ıgında, Shakespeare'in kahram anlarının bu fresklerle
sanki daha önce resm edilmiş oldugu duygusuna kapılma­
mak mümkün d egildir. Bu fresklerde geç Rönesans ile do­
galcı/dogabilimci Yen içag başlangıçları n ı n tininin bulu ş­
tugu görülür. Demek ki Shakespeare de eşasında bir dö­
n e m e özgü bir tari h s el/ti n s e l kavrayış tarzı i çeris i n d e
e serlerini ya ratm ıştır. B u d ö n e m e d a m g a s ı n ı vuran tari h­
sel/tinsel kavrayış tarzı ise, ironik bir şekilde, tarihsellik
ve tinselligin farkına varılamayışı veya h e p orada olan ta­
rihse lligin/tl nselligin u n utu l u ş u d u r .
S h a kespeare'in tiplerinin h e p s i çagd aştır; a m a "her-za­
man-öyle-olma' anlamında çagdaştır. Onda 'zamana-özgülük'
denen şeye rastlanmaz, onda rastladıgımız şey, 'her-zaman­
l ı l ık"tır. O n u n ti�eri n i n ç o gu n d a sarsı l m a z bir kendine
güven duygusu kadar başkaları karşısında duyulan şüpheye
de rastlarız. Shakespeare bunları 'ortak insan dogası'na ait
kılar. N e var ki bu türlü bir güven ve şüphenin fazla lngi-
58 Herm eneutik ve Tin Bilimleri

llzvarl oldugu da görülebilir. Başka türlüsü de olamazdı za­


ten.
S h a kespeare "ortak insan d ogası"nı kendi top l u m u n u n
insanlarına bakarak tasarım l a m aktan b aşka ne yapabilirdi
ki? örnegln S hakespeare'ln erkek tipleri eksiksiz ve sert
b i r güce s a h i ptirler; b u n a karş ı l ı k sevdikleri kadın l a ra
karşı son derecede h assas, müşfik, lütufkar ve fedakard ır­
lar. Onun en önemli erkek tipi, iktidar sahibi adam dır. Poli­
tik d ü nya Shakespeare'ln eserlerinin hemen hepslnqe ken­
d i n i gösterir ve hatta pek çok e serin a na m otifleri politik­
tir. Çünkü politika, tutkulu insan dogasının en iyi şekilde
resmed llecegı bir alandır. Esasında, H omeros'un Ag mem­ d
non'undan beri, p e k çok şairin ve e d e b iyatçının gözleri
h e p iktid a r s a h i b i veya iktidar peşindeki erkek tiplerine
takılı kalmıştır. Onların amacı i ktidarı ele geçlrme ı4 veya
ellerindeki ikti d a rı koru m a ktır; bunun için e llerln d�kl en
etkili araç, büyük bir kavrayış gücü ve bu gücü yönlendi­
ren iradedir. iktidarda olan veya onu ele geçirmeye ç�lışan
güçler arasındaki sert çatışma kadar, politik gruplar !�inde
özveriye, karşılıklı güvene ve sadakata d a rastl anır. Röne­
s an s'ın iki m ü ke m m e l süvari h eykeli n d e b u politik tip öy­
l e s i n e belirgindir ki, h eykellere bakıldıgında iktidar sa­
h i bi n d en yayılan, ürküntü ve korku uya nd ıra n otorite he­
men algılanır. Bu tipin en mükemmel örnegı. sonradan iV.
Henrl a d ıyla kral olan Prens H ereford'dur. Daha sonra Ju­
l l u s Cesar'da da, tıpkı bazı Roma heykel ve büstlerlnde
hemen hemen insan üstü bir cesametle gösterilmiş olan bir
şeyin, iktidar ve güçten kayn a klanan soylulugun tasviri
karşımıza çıkar.
Tira nların d ogası bu tipe akrabadır. Bu tipi aslında Se­
neca hazırlamış, onu yaratmak Rönesans'a düşmüştür. Bu
ti p i n e n özgül göstergesi, o n d a a h laksal bir ilkenin ve
d uygu n u n d ışta bırakıl m a s ıdır. Si nsilik. hilekarlık. saygı­
sızlık. ölümü gözü alacak derecede gözüpekllk. bu tiplerin
o rtak özellikleridir. M achlavelll'nin "Pre ns"i, bu politikacı
tipinin p o rtres i n i ustaca çizer. Ve M a c h i avelll, b u tipi.
ken d i ya şamından, kendi dönem inin prensleri n e, tıranla­
rına. p a p alarına, kardlna llerl n e, Rönesans'ın yargıçlarına
insan ve Tarih Dünyasında Tekille şme ve Sanat 59

bakarak çizer. M arlowe'un Tamerlan'ı (Tlm u rlenk) ve M alta­


·ıı Yah u dl'sl, daha sonra S h a ke speare'in ili. Richard'ı, Mac­
beth'I ve Kral Lear'deki Edm u nd'u, bu tipe göre o l uşturul­
muşlard ı r. Bu figürler sahne üzerind e deh şet salmaktadır­
lar. B u n lara karş ı l ı k H a m l et'teki Iago ve Kral, a l ı ş ı l m ı ş
suçlu, şerir tiplere daha yakındırlar.
S h a kespeare'in tipleri n d e ödev ve soru m l u l u k bilinci
ile tutku ların çatışmasına hep rastlandıgını, hatta trajik et­
kiyi de bu çatışm an ı n sagladıgını belirtmiştik. Shakespe­
are, ö d ev ve soru m l u l u k b i l incinin d a h a agır bastıgı tip­
leri, b üyük bir semp ati ile çizer. B u tipe karakterini veren
form, S h akespeare'in idealini de belll eder. Bu form, akıl,
ölçü ve adaletten türer. Anlaşılacagı üzere, akıl, ölçü ve
adalet, tarihsellik bilincinin yokl ugu n e d e n iyle, S h a kes­
peare'de ezel nellkler, i n s a n ı n tutku l u dogasından ve ta­
rihselliginden bagımsız güçlermiş gibi işlenir ve S h akes­
peare'in kahraman ve saygıdeger insanları, kendi iradeleri
dogru ıtusunda akıl, ölçü ve adaleti yaşam larında ve çevre­
lerine karşı gerçekleştirmeye çalışırlar. Bu tip, daha önce,
Roma stoizmine baglı edebiyatçı ve şairler tarafından za­
ten en yüksek mükemmelllge ulaştırılmıştır. Shakespeare,
bu tipe, b u n u n l a birl ikte, ke ndi klşillglnden ve çagından
kay n a k l a n a n bir tavırla, içtenlikli, n e ş e l i b i r c a n l ı l ı k
ögesi katm ıştır. Bu karakter formu S hakespeare'nin kendi
özgül yaşa mının bir bakıma ideali olarak, ilk kez V. Henri­
'de karşım ıza çıkar. Bu kral savaşta zafer kazanm ıştır, düş­
mana karşı acımasız ve zalimce davranmış, sonunda tutkulu
dogası tatmin olm uş, gururu o kşanmıştır; bunu nla birlikte
o, aynı zamanda kra llıgının uyruklarının esenllglnl ve mut­
Iulugunu adil ölçüler içeris inde saglamış olmanın gurur ve
m utlulugu n u da yaşamıştır. "Birey o larak sadece kendini
memnun etmekle yetinen bir kral ne çok sevinçten mahrum
o l m a k zorundadır!", "Bir s e rf barışı sever; ne var ki onun
ham beyni kra lın bir barış şem siyes i oluşturdugunu, ken­
d is i n i n bizzat b arışın güvencesi old ugunu, o n u n bir çift­

çiye en iyi şekilde y rarlı olmak için her gün ne kadar mü­
teyakkız yaşadıgını, pek az b ilir." Cenaze alayı sahnesinde,
H e n rl, varlıgının p a rıltısını tüm d ü nyaya yayar gi b i yat-
60 fferm en eutik ve Tin Bilimleri

m aktadır. "Senin ru h u n Julius Cesar veya Kassiopeia'dan


daha parlak bir yıldız olacaktır." O. kendi gücünün bilin­
cine ve kendi iradesinin on uruna sahip bir şekilde ileriye
atı l m ış ve ö l m üştür. Bu karakter form u n u en iyi şekilde
yansıtan tipler arasında Julius Cesar'daki Brutus ve Ham let­
teki Horatio da yer a l ırlar.
Böylece Sh akespeare'in en son idealinde. Stoik Romalı
ile her gün sokakta karşıla ştıgı Protestan lngiliz birbirine
baglanırlar. Shakespeare'in kendi büyük yeri de b urada be­
lirir. O Rönesans ve Reform a syon'un güçlü pota r\siyalleri­
nin birbiriyle çatışmasının tam orta sına yerleşm iş olara k.
b uradan. yaşam ve dü nya görüşünün daha yüks k bir for­ �
m u n u geliştirir. B u n u a n c a k büyük bir ş a ir yapabilird i .
öyle b i r şair ki. çagının güçleri v e acılarıyla savaşmış ve
b öylece bir insan ve kader anlayışına ulaşm ış, b ıt an layış­
tan hareketle kendi çagd a şları ve kader ortaklarf için on­
ları daha güçlü kılacak bir yaşam şeklini eserleri n de işle-
m iştir. "
S h akespeare'in yarattıgı son b ü yü k erkek tip, ,entelek­
tüel yanı a gır b a s a n bir tiptir. Marlowe. Doktor Fa u stus­
'unda, bu tipin ilk örnegini u staca ortaya koymuştu . Daha
s onraki versiyonuyla Goethe'nin Faust'una bakalım : Bilim­
sel faaliyete dalıp gitm iş olan Fau st'tan, Almanya'ya özgü
m etafizik sisler içinde, bir ira de yükselm ektedir: Düşünce
gücüyle iktidara, gençlik zindeligine, şana, şöhrete ve şe­
refe ulaşmak. dogaya hakim olmak, ruhu şüpheden kurtara­
cak bil giye sahip olmak ve insanlar üzerinde otorite kur­
mak. Shakespeare'd e ve M arlowe'da gördügümüz bu figür­
ler, izleyen yüzyıllardaki fi gürlerin ilk örnekleridir. Tıpkı
d oga üzerinde hakim iyet kurma iradesinin Francis Bacon'u
yönlendirmesinde ve bu hakim iyete ulaşmak konusunda
o n u n sadece bir b i limsel yöntem ögretisi geliştirm ekle
kalmayıp karanlık, m i stik yolla ra da sapmış olm asında ol­
d u gu gibi. Doktor Faust ve Francis Bacan, bu bakımdan
birbiriyle akra ba dırlar. Shakespeare, kendi Prospero'sunu.
eski dostu Marlowe'un bu en d erin eserine açık bir anış­
tırma içinde yaratmıştır. B u tipte sakin. b ilge, en yüksek
ahlaksal saflıga ulaşmaya ve bu yolla aynı zamanda dogaya
insan ve Tarih Dünyasında Tekilleşme ve Sanat 61

da hakim ol maya çalışan kişi tasvir edilmiştir ki, bu kişi,


sahip oldugu düşünce enerj isiyle sır d o l u doga güçlerini
zorlar.
Zlhlnselllgln ve reflekslyo n u n agır b astıgı bu insanlar
top lu l uguna S h a ke s p ea re'ln yarattıgı e n d erin ka rakter,
Ham let de da hild ir. G erçekten de H a m let'te zlhlnselllk ve
reflekslyon, her ne kadar vehim ve şüphelerin izinden gi­
derlerse de, çok yogun şekilde karşım ızdadır. Hatta Hamlet
ti p i n in d a h a gel i ş m iş bir versiyonu, d e rin düşünceli ve
m elankolik Jaq ues'ta ("Nasıl isterseniz" komedisin de) kar­
şımıza çıkar.
S hakespeare, tekil heyecanları patolojik boyutlarda tas­
vir etmekten hoşlanır. Onun için özelllkle aşk tutkusu pa­
tolojiktir. Zaten aşk tutkusunu kendi ruhunda böyle bir pa­
toloj i k ve yönlend irici güç olarak hissetmiş o l d ugu da
açıktır; b u n un için sonelerine şöyle bir bakmak yeterl idir.
Ve S h a kespeare bu d ogru ıtud a birçok tip yaratmıştır. Aşk
tutkusu, S hakespeare'de çeşitli form lar içerisinde işlenir.
örnegin bu tutku, bir d uygusal adamın karşı kon ulmaz he­
yecanı olarak Rom eo'da, bir iktidar sahibinin dizginsiz ha­
yalgücü ile bagıntı içeri s i n d e Anto n l u s 'ta, as keri bir za­
l i m l i k ve hatta vahşetle birleşmiş o larak Oth ello'd a, atıl­
gan ve h ırçı n S icilya kra l ı Leontes'te, hep d eglşlk şekil­
lerde karşımızdadır. iktidar sahibinin narslzmlnln ölçüsüz­
l ügü, d ah a M a rlowe'un E d u a rd ' ı n d a tasvir e d ilm işti ve o
d a h a sonra Shakespeare'I i l . Rlchard'ında ve Lear'lnde ha­
kim tutku olm uştu . Dünyada ken dileri dışındaki h erkesin
ve h erşeyin küçümsenmesi ve hatta inkarı boyutlarına va­
ran hakim h eyeca n olara k narsizm ve buna baglı aşınmaz
gu rur, tlpsel olarak Corlol a n u s'ta tasvir edilm iştir; ayrıca
Percy'de de bunu görürüz. Venedlk Taciri'nin ünlü tefecisi
Ya hudi Shylock'taki para hırsını, çevresindeki yabancı ırk­
lara mensup insanlara b esledtgı kin körükler
Dlger tipler bu trajik veya büyük tipler a rasına serpişti­
rilmiş haldedirler. Bu tiplerden bazıları, h afif ve uçarı Ve­
nedik ha lkından seçilmişlerdir. Bu halk içinden, özelllkle,
kara nlık figürler olarak Antonlo ve Shylock ön plana çıkar­
lar. Bu ara tipler birkaç komedyada ve H a m l et'tekl saray
62 Herm eneut/k ve Tin B/J/mler/

halkında yine karşımızdadırlar. Bu figürler arasında Sha­


kespeare'in kendi çagında tanıdıgı ve bizzat kendinden
pek çok şey kattıgı, sıcakkanlı karakterler öne çıkarlar.
Onlar, rastlantılarda, anılarda, ikincil olaylarda, ani bir pa­
rıltıyla kendilerini gösterirler. Shakespeare'in hayalgücü
bu insanlarda oldukça serbest ve neşeli bir şekilde çalı­
şır; hatta yaşam bunlardan bazılarının çevresinde bir şö­
lene bile dönüşür. Mercutio ve Benedict bu insanlara gü­
zel örneklerdir. Shakespeare bu tiplerin karşısına hayvan­
sal tipleri koyar. insanın içindeki hayvan bu tJplerde çok
iyi işlenmiştir. Bu tipin en iyi örnegi Callban'dır. Bir kur­
dun evcilleştirilemez vahşlllgt bir büyük maym unun doy­
mak bilmez tamahkarlıgı, mütehakkim konumd � kl bir kedi­
nin öldürmekten duydugu zevk, beklenmedik bir darbeyle
kötü duruma düşmüş bir köpegin duydugu korku ve köle­
lere özgü boyun egmlşligl ; hepsi birden, CalibLn'da birle­
şirler. Bu tipin sonraki versiyonları, Swifft'in 1 hayvanca
zevk ve sefaya dalmış çeşitli tipleri içerisinde' bulunabi­
lir. Akla hemen Cloten gelir; daha sonra da Ajac. 'Fakat bun­
lar, Caliban'ın tersine, babacan, iyi yürekli, �ıcakkanlı
hayvansallık ile düşünce gücünün, nüktedan zekaya özgü
oyunbaz hafifligin birer blleşlmidirler; çok şişman, tom­
bul mu tombul kişilerde çogunlukla görüldügü üzere. Ve
bu özelllkler, hep yeni ve giderilemez açık çelişkiler sa­
yesinde, Shakespeare'in en iyi karakter yaratımlarından
biri, f'alstaff için de temeldlrler. f'alstaff figürü Shakespe­
are'ln en yüksek humorlstl k buluşudur. O tıpkı yaşamın
kendisi gibi etki yapar. Gerçi bu figür hiç şüphe yok ki
önce Rabelais tarafından yaratılmıştır; fakat Shakespeare
onu kendi gençliginin çılgınlıklarıyla ve her gün dostla­
rıyla birlikte yaşadıgı patırtılı meyhane havasının neşesi
ile donatmıştır.
Shakespeare'in kadın tipleri erkek tiplerinden daha çok­
tur ve erkek tiplerle kasıtlı bir keskin karşıtlık içindedir­
ler. Hayvansal tipler kadın tipler arasında da bulunur. iV.
Henrl'deki kötü kadınlar toplulugunda, Romeo ve Jülyet'­
tekl Cressida ve Anne'da oldugu gibi. Onun ideal kadınla­
rında, Jülyet'te, Desdemona'da, Ophelia'da, lmogen'de, MI-
insan ve Tar1h Dünyasmda Tek/lleşme ve Sanat 63

ra nda'da ve C ordella'da d uyarlı l ı k, fed a karlık, erkek gü­


cüne karşı pasif d ireniş, yönlendiricidir; buna karşılık ba­
gımsız düşünme, ilkeli h a reket etm e ve bunun gibi, yaşa­
m ın ı kendi kendine kurma, otonomi yetisi, on larda ta ma­
men geriye çekilm iştir, önemsizdir. On lar, Jülyet'ten baş­
layan bir çeşit h iyerarşi o l uşturu rla r . J ü lyet, içgü d ü le­
riyle, bir güneyli ta z e l i gi n e s a h i ptir, bir güney b a harı
içinde soluk alıp verir; fakat tutkusu bir anda parlayıverir,
h e rşeyi yere atar, ba stırıp ezer. Jülyet'te herşeye yalnız
h ayalgücü hükmeder, onda hiçbir açık düşünce dogup ge­
lişem e z . Bu yönler, M ira nda, Herm ione ve Cordelia örnek­
lerinde de görülür ve bunlardan içgüdüsel yaşamdan tama­
men arınmış ve bir saflık ve iffet semasında yaşayan tip­
l ere kadar uzanır. Duru ve dogaı güzellikleri olan kadınlar
d a bu tiplere yakın dururlar; fakat bunlar yine de başka bir
tipi tem sil ederler. Bu kadınlarda erkegin yaşamınd aki yer­
lerinin saglamlıgının ve bu ya şamdaki paylarının öneminin
açık bir bilinci hüküm s ürer. Sın ırlılık ve h u m orla bezen­
m iş böyle bir tipin örnegini, Leydi Percy'de buluru z . Bu­
nunla birlikte b u tipe giren kadınların ideal örnegi, Bru­
tus'un karısı, soylu Portia'da som utlaşır. Portia, Brutus'un
erkeklere özgü Romalı ideall erini, özell i kle d e irade ve
d üşünce yoluyla zafere ulaşma idealini benimsemiş olarak
yaşar. Hatta Sh akespeare zafere koş ullandırılmış irade ve
d üşünce gücünü bir kadın tipte, Venedik Taciri"nin Porzia'­
sında d a yaşatır. iktidar sahibi kadınlar, özellikle onun ta­
rihsel oyunlarında, p o l itik kahra m a n l a r ve m ücri m l erle
yanyana yer alırlar. Onun psikolojik yönden en ilginç dişi
figürü, Kleo patra, bu dişi ka plan, şehvetperestligini, ikti­
dar h ırs ını ve dönekligini, bunlara kayn aklık eden tüm gü­
dülerini, en yumuşak formlar içinde saklamasını bilen bir
irade ve düşünce gücüne sahiptir.
Shakespeare'in karakterleri üzerine bu to plu bakış. aşa­
gıdaki incelemelerd e kend ilerinden yararla nmak için ye­
terlidir. Tüm bu tipl erin ailevi yakınl ıkları, o nların zama­
n ı n insanlarına .. ydurulm a/uyarlanma tarzı, on ların bir te­
kill eştirm e içinde kendine özgülüklerinin d ayandıgı içsel
ilke. Bunlar incelemenin bu aşamasında hala aydınlatılması
64 Herm eneutik ve Tin BJJJm leri

ve S h a k e s pe a re'ln degerl e n d l ri l m e s l b ak ı m ı n d a n çıkış


noktasını oluşturan yönlerdlr.

d ) Son Yü zyılların Edebiyat


ve Ş i i r i n d e Tekil leşme

insani tekJJ/eşmenln şiir ve ed e b iyat yoluyla kavra n m a ­


s ı n d a üçüncü d önem, l 7 . yüzyılın koşulları altında ortaya
çıkar. Bu b üyük yüzyılın etkisi altında yeni bir Jnsan kav­
rayışı yaygınlaşır ve bu kavrayış l 8. yüzyılda yaşamaya mal
olur. l 7. ve l 8 . yüzyılların kavrayışına göre, evren fizik
d
yasaları i l e belirl e n m iştir. B u yüzyıl l a r için h lklar; ırk,
iklim, cografı mekan, topragın sundugu ekonomik imkanlar
ve çaga özgü tarihsel koşullar altında yaşamlarını sürdürür-

ler. Buna baglı olarak birey de, karmaşık toplumsal koşul-
lar a ltındadır. Birey bir ortam tarafından biçimlenir, o an­
cak bir ekonomik ve sosya l yaşam düzeninin koş\ılları içe­
risinde faal olabilir . l 7. ve l 8. yüzyılın insana ve•topluma
b u bakış tarzı, insan blreyllglnln ve onun tekllle$meslnln
tamamen yeni bir kavra n ı lı ş form u n u ortaya çıkarır. Bu
form, daha sonra ifadesini, tamamen deglşlk bir teknik içe­
risinde bulacaktır.
insanın varoluş ve oluşumunu doga tarihinin bir parçası
ve süreciym iş gibi gören b u yeni bakış ve buna baglı in­
celeme tarzı, öncelikle, bir insanın tüm gelişim öyküsünü
o insanın bulund ugu orta m ı n içine yerleştirmeyi d e neyen
bir sanat form u meydana çıkarır. Bu poetlk form, aynı sıra­
larda ortaya çıkan bir blllmselllk formu, bir bilim anlayışı
ile çok ya kından akrabadır. Bu poetlk form, önemli ve bü­
yük bir insanın bir sosyal ortam içinde kendini nasıl ge­
l lştlrd lglnl, nasıl önemli ve b üyük h a l e geldlglnl anlata n
b iyo grafik tasvir form ud ur. Ancak b u form u n d evrik b i r
v e rs i y o n u o l a n y e n i v e i k i n c i s a n a t fo r m u , ş a ­
irin/edeb iyatç ı n ı n k e n d i kara kteri ve ilgil eri d o gruıtu­
s u n d a, o şa iri/ed e biyatçıyı çevre l eyen orta m ı n yani to p­
lum u n bizzat kendisinin ta sviridir. Bu poetlk form; d üşün-
insan ve Tarı� Dünyasmda TekJlle şme ve Sanat 65

sel yönden bakıldıgında bir sistematikten epeyce yoksun,


şa irin/e d e b iyatçının ken d i d ü z en s i z, karmaşık "flkriyat"ı
aynı sıralarda gelişm eye başlayan "bilimsel" toplum ögre­
tllerlnden de yararl a n ıl a ra k geliştirilmiş o l d ug u n d a n, bu
" b i l i m se l" toplum ögretllerlnln b i r benzeşlgl n itellglnde­
d lr . Bu iki poetik form yanında bir üçüncü form, tarihsel
koşulların tarihsel karakter ve kaderlerle bagı ntısının ge­
nel tasviri nde karşımıza çıkar. B u form tarihsel dra m a ve
tarihsel romanda somutlaşır. Bu üçüncü poetik form da "bi­
limsel" toplum ögretisinin bir benzeşigid ir. Bu form içeri­
s inde, Voltaire, H u m e ve Gibbon'dan başlayarak, mod ern
tarih yazımcılıgı oluşur ve A l m a nya'da, bizim klasik ede­
b iyat çagımızda, o d ö n e m i n tins e l b a gıa m ı n ı derhal ele
geçirir. Böylece yeni b i r tekilleşme, b u d e m ektir ki in­
sana yeni bir ba kış tarz ı ve i n s a n ı n ken d isini ve d ünyayı
b u yeni bakış ile kavrayış şekil (tekilleşme bundan başka
n e d ir ki!) Avrupa'yı sara r ve bu tekilleşme özellikle şiir ve
edebiyatta büyük bir zafer kazanır.
ilk iki poetik form, öncelikle bir edebi tür olarak ro­
manda kendisini gösterm iştir. 1 7 . ve 1 8 . yüzyılın bir ürünü
o l arak roman, koşullu ve karm aşık yaşamı en dolu, en uç,
en ayrıntılı ve en incelikli bir şekilde, a m a aynı zamanda
fiziksel/fi zyoloj i k bagıntılar ve fi zikse l/fizyolojik bagın­
tıların türevi olarak psiko lojik/top l u m s a l bagıntılar çerçe­
vesinde tasvir etme form udur. özellikle G oethe'nln "Kafa­
d a rlıklar"ından başlayarak, bu form içinde, altlarında insan
t i p l eri n i n o l u ştugu p s l ko-fi z i k s e l k o ş u l l a r, b a gı ntı l a r.
kendi b e l irlenim leri d o grultu s u n d a i z l enir. R o m a n, aynı
z a m a n d a, bir fikrin, bir egıtsel/terbiyevi a m a cın gerçek­
leştirilm esinin aracı d a olur ve böyle bir amacın gerçek­
leştirilmesinin koşullarını, bagıntılarını ve basam aklarını
genlşllglne tasvir etmeye imkan s a gıar. Go ethe'nin ·wıı­
helm M e ister"i ve Rousseau'nun "Emile"I, bu tür ro manın
e n iyi örnekleri n d e n d i r. G oethe, genel olarak, bu yeni
edebi çagın yaratıcı şa iridir. O b u n u n l a aynı zamanda bu
çaga "faust"unda dramatik bir egitsel form bulm aya, gen iş
ve yeterince esn�k ve yum uşak bir şekilde, bir insanın ge­
lişim ini bu forma ta şımaya çabalar. Goethe'deki iç yaşa m
66 Herm eneutlk ve Tin Bilimleri

hallerini kendi koşulları altında ifade etme yetenegi, en


uç anlamda, onun lirik dehası olarak adlandırılabilir. Bu
yeti ona, tüm bir yaşam gelişiminin iç hallerini yumuşak
ve serbest bir bagıntı içinde birbirleri yanına yerleştirme
ve böylece bu gelişimi yansıtma imkanı verir. Onda bizzat
bu iç haller birbirine baglanmış oldugundan, onların
içinde, okuyucu ve dinleyicinin sürüklenip içine çekil­
digi, sakin, hafif hafif farkına varılan bir bagıam yatar. Ve
o, hiçbir ikinci şairde olmadıgı üzere, yaşamın basamakla­
rını tipsel olarak bizzat yaşamış oldugundan, tas"'ir ettikle­
rinin içsel hakikati bakımından Wilhelm M eister ve F'aust-
'la hiçbir şey karşılaştırılamaz. i
Egitim romanı veya pedagojik roman formu, daha sonra
Novalis'in " Ofterdingen"inde, Carlyle'ın "Sartor Resar­
tus"unda , Dickens'ın "Copperfield"inde ve digen. bir çok
romanda daha ileri düzeydeki degerlendirilmesini;bulur.
Roman, toplumu konu aldıgında, hele toplumyn kişiyi
nasıl belirledigini göstermeyi amaçladıgında, çqk daha
geniş ve kuvvetli bir gelişim göstermiştir. Artık ,roman,
çagın evrenselci egilimlerine pek uygun bir şekilde, in­
sanda ve toplumdaki evrensel ve derinlerde yatan egilim­
leri en geniş boyutlarda ifade etmenin aracı olarak görülü­
yordu. Balzac'ın "insanlık Komedyası"nın, Dante'nin "ilahi
Komedyası"na nazire olarak, olaganüstü etkisi böyle mey­
dana geldi. Buna Zola'nın romanlar ailesi, muazzam boyut­
larıyla katıldı. özellikle Zola, bu döneme özgü tekilleş­
menin dogabilimsel bir düşünme tarzından türeyen, fakat
sonra özgün modern yaşam kavrayışından da tam olarak et­
kilenilmiş bir şekilde anlaşılışının en iyi örneklerini ver­
miştir. Balzac'ta da Zola'da da, bir ögretmen tavrı hiç eksik
degildlr. Almanya'da G ottfried Keller, benzer bir çizgiye
sahip olmuştur. O Seldwyla halkı içinde, bir lsviçre kenti­
nin günlük yaşam ortamından karakterleri, tutkuları ve ka­
derleri, çok sayıda öyküde bu çizgiye sadık kalarak işledi.
Bu toplumcu ve toplumsal roman türünde yeni karakterler
yaratıldı. Bunlarda toplumsal ortamdan gelen özelliklerin
kombinasyonu öylesine koşul kılınmıştı ki, bu karakterle­
rin imkanı ancak bu ortam içinde bulunabilirdi.
insan ve Tarih Dünyasında Tekilleşme ve Sanat 67

Son yüzyıllardaki teklJleşm enln tüm özgül çizgileri, ta­


rihsel ve toplumsal romanda açıkç a ortadaydı. Buna karşı­
lık benim şu iddiam şaşkınlık uyan dıracaktır: Ben bu yü z­
yıllardaki tekilleşmenin tarihsel dram ada çok daha derin li­
gıne görülebileceglni düşünüyorum . Burada da Schil le r'in
D o n Carlos'u ve Wallenste ln'ı heme n anılmalıdır. Schi ile r.
önce, büyük bir tarihsel bagıamı. onun ögelerinin nede n­
s e l zinclrlenişi i ç i n d e ed ebi olarak tasvir eder. Rea list
yönden d ogru, tarihsel yönden deri n ve yaratıcı bir şe­
klide, o laylar tarihsel koşullar alti na yerleştirilir. Waliens­
teln'da bir tarihsel karakter yaratılm ış ve kişilerin eylem ­
l eri ve içlerinde bulund ukları ortam . bu eylem ve ortam ı
b e l irleyen tari h s e l koşullar ta rafın dan i l eriye d ogru bir
z orunlu a kışın s e rtllgi ve karşı konul amazlıgı içinde tasvir
edilmiş ve böylece bireylerin ve toplu mun kaderi, bir çe­
ş it tarihsel zoru n l u l u k h a linde ifade sini bulm uştur. S chil­
I e r b urada Otuz Yıl Savaşları'nın büyü k Alman kişiler in in
kad erlerini, o n larım tarihsel bilmec esini öylesine çöze r
ki, o n u izleyen tarih yazımcıl ıgına, esasında bu çözüm ü
sadece on aylamak kalır. O, Shakesp eare'in aslında tarih sel­
l ikten yoksun "tarih s e l tlp"Ierine karş ılık, gerçek bir ta­
rihsel karakter yaratan ilk şairdir. Ben böyle bir karakte r­
d en, bir tarihsel durumla koşullanmış ve sadece bu koş ul­
lardan h areketle anlaşılabilir olan özelliklerin bir top lu ­
ı u gunu a n lıyoru m . B u n u llk kez Schii ler yapabilm iş tir;
çü nkü o n d a tarihsel d ü nyaya karş ı doguştan, instin ktif.
güçlü b i r ligi m evcuttu . Zaten Schl ller'in klşiliglnln b ü ­
yüklügü, tam da, sahip oldugu büyük hayalgücüyle, sadece
kişilerde degil, hatta daha çok bu kişile ri aşan, onları çev­
releyen ortamların, tarihsel/toplums al koşulların, kişile rin
b u ortam ve koşullar içerisinde ken dilerin i genel hed ef­
lere adayışlarının, bu a d ayışın yarattıgı tatm inin ve dtger
k i ş i l erle güç ve i ktidar ilişki lerinin ta svirindeki derin­
leşmede yata r. Zaten bu büyükl ük, yaptıgı derin tarih in­
celemelerinde � kanıtını bulur. Böyle ce tarihsel drama da
o n u n elinde çok daha büyük boyutlar da genişlik kaza nır .
Schiller, kahramanla rının konumunu b üyük tarihsel pota n­
siyellerden edim selleştirlrken onların psişik duru m l ;ı rını n
68 Herm eneutik ve Tin BJlimleri

yol açtıgı iç çatışmaları da tüm derlnllglyle gözler önüne


serer ve tarihsel drama özellikle Wallensteln'da doruguna
ulaşır. Schiller'ln Wallensteln'ı tam bir tarihsel karakter­
dir. Wallenstein'ın karakterinin ve kaderinin anlaşılması
bakımından gerekli olan olgular ve bagıntılar, bunların
özellikle nasıl tamamen rastlantısal ve en yüksek ölçüde
dogal oldukları, hep, başkalarının onun hakkındaki konuş­
maları içinde bildi rilir. Shakespeare ile karşılaştırıldı­
gında, Schiller'ln tarih konusundaki dehası bütün parlaklı­
gıyla görünür. Shakespeare'de tarihsel kişi ve motifler,
birkaç kez deginlldigi gibi, kendisi tarihsellik içermeyen
bir transandantal ortamda karşımıza çıkarlar; buna karşılık
Schlller'in tarihsel kişileri gerçekten de tarihsel kişilerdir
ve en önemlisi tarihselllklerlyle önümüze çıkarlar. Ve üs­
telik Schlller bu kişileri bize Shakespeare gibi dolam­
baçlı ve aforizmik ifadelerle degıı, düz ve saydam bir cv ııe
sunar. ilk kez Schiller, en olgun örnegini Wallenstein:'da
gördügümüz üzere, gerçek bir tarihsel karakteri karşım:ıza
şiir diliyle çıkaran şairdir. Wallenstein'ın kendisinde va­
denin somutlaşmasını buluruz; onun ruhu bizzat bir h&Jk·
meden ruhtur, hükümdar ruhudur. iktidar ve güç sahibi ol­
manın bilinciyle yaşamak ve bu bilinçle birşeyler mey­
dana getirmek, onun için tek başına mutıuıugun ta kendi­
sidir. Onu, Schiller'in tüm kral karakterlerinde oldugu gibi,
bir suskunluk, içe kapanıklık ve sükunet çevreler. Bu yal­
nızlık içinde, ne var ki Wallenstein, durmaksızın, zamanı­
nın tüm politik dünyasına ilişkin planlar yapar kafasında.
Çevresindekiler içinde en yakınında bulunanlar için bile,
o, çocuklugundan beri anlaşılmaz biridir. Karısı, Kontes
Terzky ve Thekla, bu kral karakterinin korku salan cazibesi
altındadırlar. Bizzat onun batıl astrolojik inancında, onu
Juplter'e baglayan bu inançta, kralca bir şeyler vardır. O
mutlak anlamda korkusuzdur. Burada tıpkı Shakespeare'in
iV. Henrl'slnde oldugu gibi, krallara özgülenen deha ve bu
dehanın hakkı, vurgulu bir şekilde sürekli belirtilir. Sc­
hlller kral karakterine, Shakespeare'den çok daha derin
olarak nüfuz eder.
insan ve Tarih. Dünyasmda Tekl/leşme ve Sanat 69

Top l u m s a l ve tarihsel roman ve tiyatronun ve gelişim


ro m a n ı n ı n o l u şturdugu ta kımyıldızın altında, b u p oetlk
çagda yaşıyoruz b ugün hala ( 1 89 6 -ç . n .-) . insanın her yön­
d en koşullanmışl ıgı, o n u n ken d i s i n i çevreleyen topluma
b a gı m l ı lıgı, tarl h se ı ı ı gı, onun b u koş u l l a r a l t ı n d a b i l e
kendisine özgü yaratıcı bir güçle y i n e kendisini n a s ı l ge­
llştlrdlgl; evet, tüm bunlar, bizim b ugün kendimizi ve top­
lum umuzu anlam akta ve oluşturm a kta başvurdugumuz kav­
rayış tarz l arıd ır. B u n lar, doga b i l i m lerinin, p o litik-ekono­
m i n i n ve tarlhçlllgln d a m galarını b a stıgı bu dönemde, bir
şa irin gücünün ve bu güçle o luşturd ugu e serlerin tasarım­
l a rı n d a daya n ı l a n tinsel kayn a kl a rı n ın n eler o l d uklarını
gösterirler.
Buraya kadar üzerinde durulan tekilleşme örneklerinden
h a reketle, şunların altı bir kez d a h a çizilebilir:
Sanatçı, özellikle şa ir, sahip oldugumuz psişik güçlerin
totallteslnden h a reketle gerçekllge yönelir. B urası açıktır.
Ne var ki, o, gerçekllgl Jdeal/ze edeb/lecegl gibi, aynı
gerçekllgl tam anlamıyla ma ddileşt/rebl//r veya hatta de­
formasyona ugratab/lir. B un u d a tam bir tek yanlılık içeri­
sinde, şu dönemde sembolizm, bu dönemde bir çeşit ide­
alizm veya bir başka dönemde bir başka kavrayış tarzı al­
tında yapar. Onun yaratıcılıgının gerçekleşme koşulları ve
ortamıdır bunlar. Bu nları n dışında veya üstünde herhangi
bir yaratma koşulu ve orta m ı yoktur. Ve a rtık tekilleşme
açısından bakıldıgında ş u söylenebilir ki, her yaratma ta­
ri h s e l d ir, tarihe içre ktir ve bir tek i l l e ş m e i ç i n d e ve bir
tekllleştlrm e e d i m iyle m üm kü n d ü r. Yö n e l i m s i z yaratma
yoktur ve her yaratma yaşamı güçlendirir ve genişletir, an­
layış gücümüzü arttırır ve gerçekllgln derinliklerine, artan
tekllleşmeler yol uyla, bu dem ektir ki d a h a faz l a sayıda
ışıldakla bakmamızı saglar.
B u n u n l a b irlikte bu son bel i rttikleri m iz m o dern d oga
b i l i m leri n i n daya n d ı kları kavrayış tarzı i l e karşıtlık için­
d e d ir. D a h a Q oethe, m odern doga bilim inin tekllllgt ikin­
c i l kılan ve hatta redd e d en tavrının e leştirisini yapmış ve
dönem inin dog � anlayışına karşıt bir doga anlayışı geliş­
tirmeye çalışm ıştı . Tekilci yöndeki b u çıkış aslında b üyük
70 Herm eneutik ve Tin Bilimleri

bir tinsel hareketi de haz ırlam ıştır. Ve bu dönemde tekil­


leşme problemi, özellikle orga nik dünyanın incelenmesi
sırasında bu kez b izzat bilim insanları tarafından açıkça
ele a l ı n d ı . Çünkü organik d ü nyanın a n o rganik d ünya nın
m ekanizmine ve determinizmine dayanılarak açıklanması
m ü m kün olmayan yönlerinin old ugu görü lmüştü . Böylece
blllm alanında yeni bakış açıları, kavramlar ve yönte m ler
geliştirildi. Ve b u inceleme açısından en önemli yön şudur
ki, b u nlar daha s onra insan dünyasında da kullanılmaya
b a ş l a d ı . Karşılaştırm acı doga b i l i m l eri Buffon ve C uvler'­
den itibaren organik dünyada yeni kavramlar ve yönt�Ier
geliştirirlerken; Herder, G oeth e ve S c h l l l er aracılıgıyla,
b u karşılaştırm acı kavram ve yöntemler tin bilim lerlnf de
taşın d ı . ·

• Yayımcının notu : l 896'da yayımlanmış olan bu makale, burada kesilmekte­


dir.
Tekilleşme ve
Karşılaştırmacı Tin Bilimleri*

B i r b i l i m sel yönte m , ya inceleme a l a n ı üzerinde tekil


olayların gözlemlenm esinden meydana çıkan eşblçlmlilik­
leri araştırır ki, bu durumda daha sonra bizzat bulunan eş­
blçlm lilikler üzerinden gen e l açıklamalar yapılm aya baş­
l a n ı r ve tekil olayların kendileri, o n l arın özgüllükleri ve
aralarında ki ayrımlar görm ezlikten gelinir veya olsa olsa
b u özgüllük ve ayrımlar ancak ve sadece eşblçimliliklerin
b a s it ve önemsiz görü n ü m l eri, izdüşüm leri o larak ka bul
ed ilir. Fakat bir b i l i m s e l yöntem, b u ayrı m l a rı ve özgül­
lükl eri, bizzat teklllerde kalarak ve tekil d e n tekile gide­
rek d e araştıra b i l i r, ayrım l arın d erecelerini sa ptaya b ilir,
yakın l ı k ve benzerl ikleri genellemeyle d egil, tipse! yol­
dan o rtaya koya bllir. Böyle bir bilimsel yöntem. ayrım ve
b e n zerlikler kadar, tek-olanla küme, bireyle gru p arasın­
daki i l iş kileri, b u n lardaki degişmel eri a n la ş ı l ır kılan te­
mel egilimlerl, hatta eşbiçimlilikler peşind eki genelleşti-

• Yavımcının notu : Dilthey'ın ölümünden sonra terekesi arasında bul unan bu


yazı , bundan önceki yazı gibi tamamlanmamıştır. Bu yazı, Dilthey'ın sözü
edilen önceki yazısının son paragrafında bizzat belirttiği gibi, daha önceki bir
tarihe ( 1 895) ait olsa da, bu önceki yazının bir devamı niteliğindedir.
Cevirenin notu: Başlığı kısaltılmış olan yazının özgün adı "Gang der vergle ­
ichenden Geisteswissenschaften bis zur methodischen Bearbeitung des Prob­
lems der Individuation" dur (Tekilleşme Probleminin Yöntemli Şekilde Ele
Alınışına Kadar Karşılıtştırmacı Tin B i limlerinin İzlediği Yol), Gesammelte
Schriften, a.g.e., s.303-3 1 O.
72 Herm eneutik ve Tin Bilimleri

rlcl b i l i m s e l yönte m i n p e k yeri n e getlremeyecegı bir şe­


k i l d e, o rtaya a ç ı klıkla koya b i l i r . Ayrı m l a rı, d ereceleri,
b e n zerlik ve y a k ı n lı kl a rı, ti p leri konu e d i n e n b u ikinci
yöntem, bilimlere karşılaş tırm a cı bir karakter verir. Böy­
l ece eşblçlm llllkler yanında, onlard a n d a tabii ki yararla­
narak, fakat esasen tekllleşm eye özgü ayrım, derece, ben­
zerl ik, yakı nlık ve tipleri b e l irleyen ve yeryüz ü n d eki ci­
simlere, b itki örtüsü ne, h a yvanlar alem ine, insanlara, bu
insanların dil lerine, a h la klarına, m itoslarına, h ukuklarına,
vd . bakıp b unları karşılaştırm a lı olarak konu edinen b i ­
l i m ler geniş bir sınıf içerisinde b irbirine bagıarvrıar. Kar­
şılaştırmacı bilimler hatta o kadar uzaklara nüfuz edebilir­
f
ler ki, onların inceleme ala nları, b ireyse l farklıl kları, de­
rece lere ve yakın l ı klara göre düzenlemeye, bireyler ara­
s ı n d aki ilişki l eri m ü mkün o l dugu kadar kendi tekillikleri
ile görmeye, daha sonra bu tekiller arasında karşılaştırma-
'
lar yapmaya kadar genişler. �-

B u karşılaştırm acı ince l e m e tarzı, önce Grekler tarafın­


dan tesis edilm iştir ve bu tarz içinde onlar kend i zih niyet
ve tinlerine uygun olarak, karşılaştırm acı yöntem ı'e rl genel
ve yasal i lişkilerin, eşblçlm llllklerin s a ptanma�ı işinde
kullanm ışlardır. insanın karşısına çıkan en yakın eşblçlm­
llllkler, bitki ve h ayvan ların bazı s ın ırlı türlerinde, soyla­
rın ayrı m ı n d a, ulus ve ırkların ayırt e d i l m esinde o rtaya
çıkm ıştır. G rek d ü şüncesi ve tini, başatlıkla, genelcl/ev­
ren s elcl ve eşblçlmcl (ho m o m o rflst] o l m uştur. öyle ki,
Greklerde tözsel formlardan hareketle açıklamalar yapma,
geom etrinin, kozm o grafyanın ve astronom inin ortaya koy­
d ugu eşblçlmll llklerl esas tutma, tasvirci ve karşılaştır­
m a c ı d o ga b i l i m l erinin ve tin b i l i m lerinin de yönünü
b e llrlem lştlr. N e v a r ki, b u d u ru m , G reklerde tekilci ve
tıpsel düşünme tarzının olmadıgı anlamına h iç gelmez; her
ne kadar Grekler, daha çok, tekil ve tlpsel olanı da genele
ve eşblçlmllllge göre kavram a k gerektıglnl düşünseler d e .
Arlstoteles tekilin a n c a k b i r genelin a ltına konularak kav­
ran a b l l eceglnl söylerken, a s l ı n d a G rek zihniyeti n i ve ti­
nini yansıtmış o luyord u . Yukarıda sözü edilen iki b ilim sel
yöntem, Greklerd e ikincinin birincisine bagımlı kılınd ıgı
Tekilleşme ve Karşılaştırm a cı Tin B/limleri 73
.

bir tarzda kulla nılıyord u . Böyle o l m a s ı n a ragm en, büyük


Grek d ü ş ü n ü rleri, tekili ve özgül o l a n ı, bizzat m antıksal
"özgül ayrım"ın (dlfferentia specifica) da b u l ucusu olma­
l arı d o l ayısıyla, karşılaştırma yoluyla görm e k ve göster­
m ekte de u staydılar. O n ların gerçekligi bir h iyerarşik dü­
zen o l a rak görm eleri n d e tekili ve özgül olanı kavrayış şe­
killeri b elirleyici o l m u ştur.
Greklere özgü b u düşünme tarzı, öncel ikle biyoloj ide,
h e n ü z ham h i p otezlere sahip b u b i l i m i n gelişimine pek
uygun düşm üştür. B öylece, hiç kuşku yok, modern çagda
karşılaştırm acı yönte m l e elde edilen verilerin açıklanma­
sında başvurulan iki hipotez, m ekanist ve teleolojist yöne­
limli h i p otezler, daha o z a m a n kabaca geliştirilmiş bulu­
nuyordu . Bunlardan en ünlüsü olan evrim hipotezi, o zama­
nın bilim yapma tekniginin e lverişsizligi dolayısıyla yete­
rince geliştirilemedi ve o lgularca d e steklenemedi. Fakat
Anaksimandros, Empedokles ve Demokritos, zaten, bitki ve
h ayva n l arın ilk ortaya çıkışları, o n ların erekli yapı larının
d erece d erece gelişimi, anato m ileri ve işlevleri üzerine
çalışıyorlard ı . Onlar b u ko nuda form olarak evrim ögreti­
sini temele koym uşlardır ki, aynı ögreti Eskiçagda Lukre­
tius ' a ka d a r koru n m u ştur. Aynı ögreti, tekilleşm eyi, hay­
vanlar dünyasında koşulların ve türlere ayrışmanın çok
b üyük d erecedeki çeşitliliginden h a reketle açıklıyord u .
B u ögretinin hayvanların denizden karaya çıkışlarıyla bir­
li kte türlerdeki çogalışın patl a m a gösterd igini bel irtm iş
olması ilginçtir. Ve zaten ögreti, buna dayanarak, evrim ög­
retis inin tem eline türlerdeki d u r m a d a n a rtan çeşitıiligi
koyar. lkibin yılı aşan bir süre s o nra Darwin'in m ekanist
ögretisine karşı çıkan b a z ı teleoloj ist yeni ögretilerin
vurguladıkları gib i . B u evrim ögretisi Lu kretiu s üzerinden
ı 7. ve ı 8 . yüzyıla taşınm ıştır. O modern evrim teorilerinin
kuruluşu açısından, b ugüne kadar bilinenlerden çok daha
büyük bir önem ve anlam kazanmıştır. özellikle Lam ettrie
ve Diderot bu antik evrim kura m ı n d a n yola çıkmışlar ve
onu l 7 . ve l 8. yüzyılın kavrayış tarzıyla bagıntıya sokmayı
denemişlerdiıt. Fakat Eskiçagda, y u ka rı d a d a deginildigi
üzere, b u h ipotezi d enetleyecek bilimsel işlemleri uygu-
74 Herm eneutik ve Tin Bilimleri

lamak henüz mümkün deglldi. Bu nedenle karşılaştırmacı


yöntem eski dünyada, verilerden çok, hipotetik karşıtlık­
lardan hareketle türetilmiştir: Sonsuz bir evren, aynı ev­
rendeki sonlu yaşam ve bu yaşamı mümkün kılan koşullar,
bazı canlı cinsleri ve türleri. Bunlar, Aristoteles ve yan­
daşlarının karşılaştırmacı hayvan ve bitki blllmlnl yaratır­
larken dayandıkları öntasarımlardır. Cografi ufkun onların
zamanında genişlemesi, onlara, Anaksimandros, Empedok­
les ve Demokritos'a göre çok daha fazla deneysel veri sag­
Iamıştı. Canlılar dünyasında sabit ve genel formlar bulun­
duguna ilişkin hipotez. maddi dünyaya ilişkin �ilginin he­
nüz organik yaşam için hiçbir açıklayıcı neden sunamadıgı
o günlerde. bu dünyanın anlaşılmasında ileri � ir evrenin
ürünüydü; çünkü hipotez, karşılaştırmacı yöntemin kulla­
nılmasıyla ve durmaksızın türlere ayrışma ilkesine, bu de­
mektir ki bir çeşit tekilleşme ilkesine dayanııa wk oluştu­
rulmuştu.
Ve bu yöntemin tin bilimlerine taşınması da d•ha henüz
Arlstoteles ve okulu tarafından gerçekleştirilfT\)ştl. Ruh,
blçimgen (plastik) güç olarak, kendini tüm OT9finlk dün­
yaya sokulmuş ve algı. hayalgücü, anımsama, haz ve acı,
iştiyak ve iradi hareketler, tüm hayvansal ve insani dün­
yayı kuşatmıştır. Bu noktadan hareketle ve Aristoteles'le
birlikte, 'karşılaştırmacı psikoloji' kavramı ortaya çıkmış­
tır. Aristoteles, olaganüstü ve hayranlık uyandıran bir
uzakgörüşlülükle, böyle bir psikolojinin tasarımına 'Ruh
üstüne' adlı yazısında ulaşmıştır. özellikle ikinci kitapta,
duyusal algılar üzerine bir karşılaştırmacı ögreti gelişti­
rilmiştir. Bu ögretl daha sonra duyusal algılar üstüne karşı­
Iaştırmacı ögretinin modern zamanlardaki büyük kurucusu
Johannes Müller üzerinde (ki, onun okulundan Helmholtz
ve Brücke çıkmışlardır) güçlü bir etki yapmıştır. Bunun
gibi üçüncü kitabın başındaki ortak duyu, hayalgücü ve
anımsama üstüne güzel ögretl, hayvana ve insana özgü tekil
formlar üstünde özellikle durulmamış olması dolayısıyla,
ne var ki tamamen evrenselci bir karaktere sahiptir. Bu ev­
renselci tavır dogruıtusunda Aristoteles, daha sonra doga­
bllimsel yazılarında birkaç uygulamasına da yer verdlgi bu
Tekilleşme ve Karşılaştırmacı Tin Blllmleri 75

karşılaştırmacı psikol oj i içinde, psişik edimleri hayvan ve


insan dünyasında bir h iyerarşiye, gitgide yükselen bir sı­
raya koy m u ştur. Bu h iyerarş i n i n dayand ıgı i lke, psişik
ed imlerin degişmenln imkanını saglayan şey olarak zaman­
sal bir ardışıklıkla d egil, içyapıdan kayna klanan bir sabit
ve yapısal z o r u n l u l u k l a gerçekleştıgl dlr. Gerçekten de
Aristoteles'in ortaya koyd ugu psişik tip ler, z a m ansal bir
gelişim sırası izlemezler, tersine onlar aşagıdan yukarıya
giden ve zamandan bagımsızmış izlenim i bırakan bir inşa
ile oluşturul urlar. öyle ki Arlstoteles'de "gelişim" kavramı
z a m a n s al lıgı çagrıştırm az; tersine s a b it bir d egerler ska­
Iası içinde altta veya üstte o l m ayı ifa d e eder. Buna özel­
likle d ikkat etm e k gerekir. Çünkü l 7. ve l 8 . yüzyıllarda
yazarlar, hiç ender o lmayan bir şekilde, orga nik formların
zam ansal bir gelişimi oldugunu kabul etm iş olsalar da, "ge­
lişim" kavra mını Aristoteles'e borçludurlar. Onların ya ptık­
ları, esasen, kavrama zamansallık boyutunu ve baglı olarak
d egişimi katmak olm uştur. Aristoteles'te en kapsamlı duyu,
dokunma duyusudur. öyle ki, d uygu ve kaotik beslenm e
çabası, bu d uyuyla eşzamanlı olarak veril miştir. Arlstote­
Ies, aynı karşılaştırm a ilkesini, aynı z a m a n d a devlet bili­
mine de uygular. Nasıl ki o orga nik d ünya içinde çevre ko­
ş u l l a rı n ı n fa rkl ı l ı g ı n ı , b i r c a n l ı n ı n i htiya çlarının çevre
koşullarıyla ilişkisini izl erse; b u n u n gibi. d evletleri kar­
şıl aştırarak her bir politik b ütünün içinde d egişik sınıfla­
rın yaşama koş ullarını, bunları n işlevleri ve hukukları ara­
sındaki bagıntıyı ortaya koymaya çalışır ki; b ura da ta ma­
m e n karşılaştırm acı a natomi ve fi zyolojinin dayandıgı il­
keye başvurur. Bu i lke üzerinde kuru l m u ş olan karşılaştır­
macı politika b i l i m i, M a ntık'tan (Organ on) sonra Aristote­
Ies'in eserlerinin en rafine olanı ve bugün için de hala en
etki l i s i d i r .
Mod ern b i l i m e karakterini, nedenselcilik v e nedensel
b i lgi, h erşeyi yasalı b a gıntıları ifa d e eden form ü l l e r
i ç i n d e d ü ş ü n m e tarzı verir. Bu düşünme tarzı, m ekanik, fi­
zik ve kimyayı yaratmıştır. O aynı zamanda dinde, hukukta.
devlette, eko ı1 o m id e, her yerde ortaya çıkan eşbiçimli
ögeler, yasalar ve normlar aramıştır. Böylece aynı düşünme
76 Herm eneutlk ve Tin BJl/mlerl

tarzı, tin bilim lerinin d ogaı sistemi ni, d ogal teoloj iyi, do­
gaı h u ku ku, soyut eko n o m i-politik siste m i n i, B olleau'nun
ve arka d aşlarının p o etı g ı n ı de ş e k i l l e n d irm iştir. Fakat
b öyles i n e ileri gid i l m i ş o l m a kl a b i rl i kte, bu b il i m lerin
u fkunda d a aynı problem, Grekleri n kendi karşılaştırm acı
bilim leri içinde karşılaşmış o l d u kl a rı aynı problem, tekil­
leşme problemi, yine ortaya çıkmıştır.
Evrensel açıklamacılık, evrensel dogaı h u kuk, tüm in­
sani organizasyonların dogaı ilkeleri, bir evrensel dogal
a hl a k, şiirin norm ları . Bunlar tin b i l i m lerinin b ir dogaı sis­
tem inin inşa edilmesinde dayanılacak şeylerd ir. Tin blllm­
Ierlne dayanak olacagı düşünülen b u d ogaı istemin nell­ �
glnln araştırılıp m eydana ç ıkarılması şarttır. özellikle bu­
rada karşımıza çıkan stolk yönelimler izlenmeye degerdlr.
Bu baglam içinde özellikle G l m b attista Vico � u n adı siv­
rilmektedir. O, l 668'de N apoll'de d ogdu, yaşamını burada

geçirdi ve l 7 4 4'de öld ü . Ş u rası d i kkate degerdlr ki, aynı


dönemde hayvanların birbirleriyle ve insanl ar� karşılaştı­
rılması suretiyle bir genel anato m iye ve organl�malar hak­
kında bir psikoloj i k açıklamaya u laşmaya da gayret edili­
yordu . Napoll'de l 656'ya kadar profesör olarak yaşamış olan
Marco Aurelio Severl no. b u yönde çalışm aya başlam ıştı.
Biz sonraki kuşakta bu karşılaştırm acı anatomi kavram ını,
özell ikle çok sayıda dört ayaklıda, kuşlarda ve balıklarda
beynin tasvirine ve karşılaştırılmasına kend ini adam ış olan
Thomas Wlllis sayesinde aşagıdaki sözlerde belirtilen şek­
liyle b u luyoru z : "Çeşitli, kendi a ra l arında ve insanlarla
karşılaştırı lmış hayvanlardaki tekil kısımların benzerlik ve
farklılıklarını b u şekilde ortaya koy m a k istiyorsam, ş u n u
yapmalıyım : Ben böyle bir karşılaştırm acı anatomi aracılı­
gıyla sadece her b i r organın ve organizmanın işlevlerini
keşfedebilecek olmakla kalmayacagım; hatta bizzat hayvan
r u h u n u n izleri n i ve belirtilerini. o n l a rın gidişat ve etkile­
rini ve h atta gizli etki tarzlarını da keşfe d e b llecegl m . "
C l a u d e Perrault, S a m u e l Colllns, f'rancls Redi, Marcello
Malplghl, Jan Swam merdam, Anton von Leeuwenhoek, aynı
tarz içinde çalıştılar. Genel ilkelere d aya nılara k yapılan
evrensel karşılaştırmalarla sonuca ulaşma eglllml onları bu
Tekilleşme ve Karşı/aşt1rmacı Tin BJ/Jmlerl 77

şekilde kuşatırken ve bu yönte m in özgül kullanımında di­


gerleri arasında Francis Bacon'un Traktat de Sapientia Ve­
terum 'undan H o llandalıların m itoloj i üzerine filolojik ça­
lışmala rı ve o dönemin hukuksal ve kri m inoloj lk yazıları,
özellikle Hugo de Oroots'unkiler (Qroti us) onlardan etki­
lenirken; l 7 25'de Vlco'nun çıgır açıcı kitabı yayım l a n d ı :
' H alkların Ortak D ogası ü zertne Bir Y e n i Bilim'.
Anatom istlerin o rga n i k d ü nya hakkında ke n d i lerine
koydukları görevi and ırırcasına, Vico d a kendine bir tin­
sel evren m etafi zigini veya insan soyu nun bir metafizigini
o rtaya koyma görevi vermişti . B u metafizik, o halde, tarihi
tarih yapan, onu oluşturan kökensel güçleri kavrayabilme­
liyd i . Ne var ki bu metafizik, fil ologların, o dönemin filo­
l oj i d e n gelme hukukçularının ve tari h çilerinin kulland ık­
l a rı araçlar ve b aşvurd u kları yönte m lerle ya p ı l m a l ıyd ı .
Böylece b u metafizik, eskilerin karşılaştırmacı yöntemini;
eld eki geniş malzemenin Clemens ve A u gustinus tarafın­
d a n geliştirilmiş olan 'evre nsel d ü nya tarihi' kavra m ı n ı n
b ilimsel yoldan işlen mesi yolundaki çabalarla a ş m ı ş o l d u .
T ü m bunlar bir yetiyle, anlama yetisiyle gerçekleştirile­
c e kt i . Biz, b ugün ilkel ruh h a l le rin d e n b i ri s ayd ıgımız
cengaverlik ve kahramanlık duygusunu, bunların ifade edi­
liş tarzlarındaki p oetik ve m etaforik yön leri, ancak onları
içimizde yeniden yeşertip yaşamak s u retiyle kavrayabili­
riz ki, bu kavra m a tarzının adı an/amad ır. Ve böyle bir an­
lama, Vico'nun sahip oldugu türden büyük bir münzevi ruha
a it bir şeyle, herşeyle yakınlık, kara b et kurm a gücü ve
enerj isiyle ulaşılabilir olan bir şeydir. Vico, sahip old ugu
tüm bu güçlerle birlikte ve karşı laştırm acı bir yöntem le,
tüm h a lklarda o rtak o l a n şeyi, b u h a lkların ilkel gelişim
basam aklarının her yerde birbirine koşut olarak izlenm ele­
rini saglayan evrensel yasayı, b ul m aya yönelm işti . Tüm
h a lklarda bir ta nrılar çagı, bir kahramanlar çagı ve bir in­
sanlık çagı, birbirini izleyip d u ruyord u . Ve bizim incelmiş
d ü nyamızın insa nları n a kıya sla, 'Eski ça gların insanı ve
i
p a gan ulusların n ilk kurucuları olaganüstü bir duyarl ılıga
ve devasa bir hayalgücüne sahipti ler.'
78 Hermeneutik ve Tin Bilimleri

Vico'nun kahramanlık çagının adetlerini, törelerini ve


ilkel düşünmenin mutaflzlk karakterini derinliglne tasviri
bunlara dayanır. Böylece o ilk kez Homeros çagı ve Roma'·
nın emekleme dönemi insanının daha sonraki çagların in­
sanından psişik farklılıgını görmüştür ve Homeros üzerine,
Roma'nın en eski tarihi, dinlerin, hukukun ve edebiyatın
ilkel aşamaları üzerine ul aştıgı sonuçl arı, benzersiz bir
sezgi gücünün eşliginde, buradan hareketle çıkarmıştır.
Fakat bu karşılaştırma yöntemi, tümden bakıldıgında, l 7 .
yüzyılın tüm uluslarda ortak yönleri bulma konusundaki
büyük egilimine uygun olarak, sadece halkların gelişimin­
deki ortak özelliklere yönelmiş olmakla, kendi sınırlarını
bulmuştur.
Karşılaştırmanın; farkların, derecelerin, tiplerin ve ya­
kınlıkların incelenmesinde kul lanımı, ancak 1 8.yüzyılın
eseri olmuştur. Bu yüzyıl, doga biliml erini yücelten, her
yere doga bilimlerinin gösterdlgi yollardan gitmek isteyen
bir yüzyıl olmuştur. Fakat bu dogabilimcilik, '!şimdi, Aris­
toteles'ln çagından çok daha yüksek bir düzeytf e etkiliydi.
Kan dolaşımındaki mekanlzmden yola çıkılar<\k canlı var­
l ıkl arın işlevleri mekanlkleştlrilmiş, fiziksel e!• (fl z l kalist)
ve klmyasalcı (kemist) açıklamalar devreye girmişti. Böy-
l ece hep orada duran büyük soruya bilimsel bir yanıt ver­
mek mümkün olacaktı: Organik yaşamın çok çeşitli formları
nasıl düzenlenebilir, sınıflandırılabilir ve açıkl anabilir?
Daha henüz Hintli rahip-düşünürlerin meşgul oldukları te­
kill eşme problemi, kendi tam, kökensel derin anlamı
içinde, 1 8 . yüzyıldan itibaren yeni bir şekilde kavranmış
ve bir bilimsel ele alış tarzına geçişli kılınmış oluyordu.
Doga biliminin kendi sorunlarının çözümü için keşfettigi
kavramlar ve yöntemler, şimdi, insani ve tarihsel dünya­
daki tekilleşmeye de uygulanıyordu. Cins, tür, tip, ge­
lişme, ortam, iş, form, yapı; bunlar ve diger kavramlar do­
gabillmsel düşünme tarzından çıkmışlardı ve şimdi tin bi­
limlerinde kullanılıyorlardı. Tasvir, analiz ve karşılaştırma
yöntemlerinin tekilleşme problemi hakkında kullanımı ön­
celikle biyolojide tamamlanmıştı ve bu yöntemler artık
tinsel dünyaya da uygulanmalıydı. 1 8 . yüzyılda karşılaştır-
Tekilleşme ve Karşılaş tırmacı Tin Bilimleri 79

macı doga bilim lerinin olaganüstü son uçlar elde etmesiyle


birlikte, tin bilimlerinde de karşılaştırm acı yönte m e baş­
vurulması şart olmuştu . Ruhsal ayrım ların d uyu organlarına,
beyne, tü m sinir sistem ine ve kaslara, çevreye, iklime ve
beslenmeye baglı oluşu önce doga bilimlerinde i ncelen­
miş ve bunlar hakkındaki görüşler d a h a sonra tin b ilim le­
rine uygulanabilmişti. Tekilleşm eyi koşullayan etkenlerin
deneysel ve karşılaştırmacı yöntemlerle incelenmesi, artık
bu yol üzerinde tem ellenm işti. insani teki lleşme yeryüzü­
nün ve o n u n üzerindeki organizmaların gelişimiyle ve ik­
l i m fa rkl ı l ı kl a rıyla b a gıntı i ç i n d e o rtaya konul uyord u .
Linn�. Buffon, Daubenton, C uvier, Lam arck, Goethe, Her­
der, her iki H u m boldt, B o pp, Grimm, karşılaştırm acı m ito­
l oj i uzm anları ve d i l araştırm acıl arı, tinsel bir h areketin
bir d iger hareketle nedensel bagıntısını kuruyorlard ı . Ve
bir karşılaştırmacı p s ikolojinin görevi ancak b u baglamın
açık bilinci içinde çözülebilird i .
Organik dünyanın v e bu dünyadaki tekilleşmenln araştı­
rılması, d oga biliminin kendi yasa koyucu, nom otetik yo­
lunda atmış oldugu son adımdı. Hayvan ve insan yaşamının
form ve yasalarının türdeşliginin kanıtlanması sayesinde, o
h atta aynı zamanda tin bilim lerinin sınırlarına kadar taşın­
mıştı. Doga biliminin bu yasa koyucu, nomotetik yolu, bazı
sapkın akımlara ragm en, yine de bütünde ve büyük ölçüde
b i l i m lerin b i rb irl e r i n e b a g ı m l ı l ı g ı n d a n k o ş u l l a n ıyord u .
Tabii k i tekil bilimler birb irleri yanında v e b irbirlerinden
d estek alarak gelişirler; çü nkü onların gerçeklige yönelt­
tikleri en tem e l sorular, daima, hepsinin de ortak nesnesi
olan şeylere ilişkind irler. ö ze llikle tin bilim leri, d oga b i­
lim lerinin h e m e n yanıbaşında geli ş m i şlerdir. Fakat tekil
bilim lerin kuruluş dönem leri, bu d ö n em l eri izlemiş olan
z a m a n ı etkileyen bir b a g ı m l ı l ı k ilişkisi i ç i n d ed irler. Ve
muhakkak ki, her aşamada daha fazla sayıda bilim birbirle­
rine çeşitli d erecelerde karşılıklı b a g ı m l ı d ırlar. B u n l a r
d a h a sonra birbirleri ya nında ve a y n ı z a m a n d a içkin b i r
karşılıklı etki i ç i n d e gelişirler. M od ern m atematik, m eka­
n i k ve astro n o m i, b i rb i rl e riyle içten b a gıntılı o l a ra k,
konstruktif di.flşünme çagında, bu demektir ki l 7 . yüzyıldan
80 Herm eneutlk ve Tin BJJJm lerl

Newton, Leibniz ve Huygens'le birlikte bir evren mekani­


glnin ortaya konulmasına kadar, böyle gelişmişlerdir. Fi­
zikte önce akustik aracılıgıyla teşkil edilen dalga tasarımı
temelinde, Newton ve Huygens'le birlikte optigin temel­
leri atıldı. Newton, Lambert ve Black, ısı teorisini inşa et­
tiler. Dufoy, Franklin, Watson, Nollet ve digerleri, tüm ay­
dın dünyayı harekete geçiren deneylerle, elektrik hak­
kında bir dizi temel özellik ortaya koydular. En nihayet, ön
hazırlık gerektiren bir çok çalışmadan sonra, Lavoisier'le
birlikte l 7 7 4'den itibaren bilimsel kimya kuruldu.
Bunlar, üzerinde betimleyici ve karşılaştırn'ıacı doga bi­
limlerinin teşekkülünü mümkün kılan teme}lerdi. Onlar
arasında jeoloji, mineraloji, botanik ve hayvatılar alemiyle
ilgilenen bilimler, ilerlemelerini, ancak eşzamanlı olarak
birbirleriyle olan karşılıklı bagıntılarına ve aralarındaki
etkileşime borçluydular. Böylece büyük tekiJteşme prob­
lemini organik ve insani-tarihsel dünya içinde karşılaştır­
macı yöntemlerle çözmeyi deneyen ve son halkası artık bir
karşılaştırmacı psikolojinin teşkili olan geniş kapsamlı bir
süreç meydana geldi.
Biyoloji, dönemler içinde, bitki ve hayvan dünyasın­
daki tekilleşmeyi, sistematik olarak düzenlemeye ve açık­
lamaya girişti.
Bu dönemlerden ilki Linne ile sonuca ulaştı. Cografi uf­
kun genişlemesiyle birlikte, bilinen yaşam formlarının sa­
yısı, Ortaçaga, hatta keşifler çagına göre olaganüstü art­
mıştı. Bir terminoloji düzenine dayalı sagıam bir adlan­
dırma ve bitkilerin üreme organlarına göre bölümlenmesi
ilkesine göre, deneysel olarak bilinen mevcut türleri be­
lirleyen ve bir sistem içinde birleştiren bir sınıflandırma;
bitkiler dünyasında tekilleşme üzerine bir üstbakışı müm­
kün kıldı. Linne'nin sanatkarane bir şekilde inşa edilmiş
sisteminin kullanılması tüm Avrupa'da yaygınlaştıgı sırada,
yaşlı Jussieu l 759'da Trianon bahçesini bir dogal sisteme
göre düzenledi. Onun bölümlemesini daha sonra yegenl
l 7 7 4'de yayımladı ve nihayet onun Qen era plantarum se­
cundum ordin es natura/es disposita sının yayımcılıgını da
'

yaptı ( 1 789).
Tekilleşm e ve Karşılaş tırmacı Tin Bilimleri 81

ikinci dönem Buffon ve H a l ler'le b a ş l a m ı ş v e Lyell ve


D a rwln'ln ortaya çıkmalarıyla sona erm iştir. Bu dönemde
c a n l ı l ıgın h a kim çokçeşltı ı l l g l n l aç ıklayıcı iç bagıa m ı
b u l m a konusu ndaki büyük pro b lem, karşılaştırm acı a na­
tomi ve ona bagl ı fizyoloj i bazında öncelikle hayva n ya­
şamı alanında çözümlenmeye başladı. Burada periyodik bir
morfoloj i k gözlem egemendi. Bu ikinci d önem, hayvan vü­
cutlarının bölüm ve işlevlerini bir top l u işleyişle baglan­
tı landıran, bu toplu işleyişi aynı v ü c u d u n içinde b u l u n­
d ugu o rtamla m ütekabil kılan bir plan b ulundugu düşünce­
sinden h a reket eder. Bu kavrayıştan h a reketle, karşılaş­
tırm a yoluyla a krab a lık i l işkil eri belirlenir; böylece ön­
celikle en yükse k görünümü, en ü st ölçütü insan olan ve
öyle sayıl a n o m u rga l ı h ayvan t i p i n e u la ş ı l ı r . A rtık bu
o m urgalı hayvanlardan omurgasızlar ayrılabilird i, onlar sı­
n ıfl a n d ır ı l a b i l i r ve b ir b i rleriyle karş ı l a ştırı l a b i l i rd i . C u ­
vler'nln o m u rga l ı l ar, y u m uşakçalar, eklembacaklılar ve
ışın/ışık saçanlar diye dört tip ayırma s ı b öyle o l d u . Zaten
bu karşılaştırmacı tavır, bu döneme kendi inşa edici karak­
terini verir; öyle ki b i r yap ı p l a n ı d a h lllnde türler arasın­
d aki akra b a l ı k i l işkilerinin ve farkl ı l ıkların b u karşılaş­
tırm acı araştırm ası, düşünmem izin bir b lrllge ulaşma ça­
bası içeri s i n d e türleri j e n e a l oj l k olarak tek bir büyük
cinse daya n d ırma lsteglnln tersine, tekillik ve fa rklılı kla­
rın blrllge ulaşma çabasını boşa çıkaracak ölçüde oldu­
g u n u göste riyo rd u . C a n l ı l a r d ü n y a s ı n d a e ş b l ç l m l l l lkler
dogruıtusunda bir tem el form bulma çabası, tersine bir ge­
lişimle, tekllllk ve farklılıkların ö n e m i n i n farkına varılma­
sına yol açm ıştı .
Karşılaştırm acı doga b i l i m leri ni n Yen l çagda geçird ik­
leri bu döneml er, özelllkle s o n d önem, insan ve toplum
üzerine karşılaştırmacı yöntemin daha sık kullanılmaya, bu
dem ektir ki yönte m i n tin b i l i m l e ri n e d e taşınmaya başla­
dıgı d önem lerdir. O halde, doga b l ll m sel alandan tlnblllm­
sel alana bu ta şınmanın nasıl vuku buld ugunu bilmek ge­
rekir. Bunun gibi hangi kura llar içinde s aglam temellerln
verili oldu!ıu ve nihayet bu taşın manın aynı zamanda hangi
zararlı sonuçlara eşlik ettlgl ve p s i ş i k olanın özelliklerin-
82 Herm eneutlk ve Tin BJJJm lerl

d e n vücut bulan bir başka inceleme tarzıyla bunun ne şe­


kilde tam amlanması gerektıgtnl incelemek gerecektir.·

• Yayımcının notu : Yazı burada kesilmektedir. İzleyen " Hermeneutiğin Do­


ğuşu" adlı yazının özellikle hermeneutiğin tarihçesini veren kısımları , büyük
ölçüde, Dilthey'ın yukarıda son paragrafta işaret ettiği "bir başka inceleme
ıarzı"nın tasvirine ayrılmıştır.
Hermeneutiğin Doğuşu·

Daha önceki bir yazıda, 1 aslında, sanatsal ve özelllkle şiir­


sel yaratım tarafından gerçekleştirilen insan dünyasındaki
tekllllgln ve tek l l l e ş m e n l n tasviri n i tartı şmıştım . Ş i m d i
t e k i l kişilerin ve genelllkl e tekil insan varo l u ş u n u n bü­
yük form larının2 blllms el bilgisinin nasıl elde ed llecegı
sorusuyla karşı karşıyayı z . Böyle bir bilgi mümkün müd ür?
Ve bu bilgi neyi ifa d e eder? Onu elde etm e konusunda
hangi araçlara sahibiz?
B u n lar, çok büyük öneme sahip soru l ardır. Eylemleri­
m iz, her yerde, d lger insanların a nlaşılmasını koşul olarak
gerektirir. insan mutlulugunun önemli bir kısmı, dlger in­
s a n l a rı n psişik h a l l erine katı l m a ktan, b u p s işik h a l leri
kendimizde hissedip yaşamaktan kaynaklanır;3 fl loloj l k ve

• Özgün metin: Die Entstehung der Hermeneutik ( 1 900), Wilhelm Diltheys Ge­
sammelte Schriften, Cilt 5, Verlag B . G .. , Leipzig/Berlin 1 924, s. 3 1 7-339.
Çevirenin r Jtu: B u çevirideki tüm dipnotları, metnin sonunda yer alan açık­
lamalı ad dizini ve köşeli parantezler içerisindeki sözcükler çevirene aittir.
1 İnsani-Tarihsel Dünyanın Kendi Tekilleşmesi İçinde İlk İfadesi/Gösterilişi
Olarak Sanat , W.Diltheys Gesammelte Schriften, Cilt 5, s.283-303, Leipzig ­
Berlin 1 924. Yazı, bu kitaptaki yazılardan ikincisi olarak, kısaltılmış bir baş ­
lıkla, İnsan l'e Tarih Dünyasında Tekillişme ve Sanat başlığıyla yer almıştır.
2 Dilthey,"tekil insan varoluşunun büyük formları" ile dil, din, ekonomi, bilim,
hukuk, siyaset, ahilik, hukuk, sanat, teknik, felsefe gibi kültür öğelerini ve
bunlarla oluşan insani yaşama formlarını kastetmektedir.
3 Dilthey'ın "anlama"nın psişik kaynaklarına işaret etmek üzere sık sık başvur ­
duğu üç terim vardır: Einfühlen. Nachfühlen, Missfühlen. İngilizcede "em ­
pathy" (empati) ile karşılanan Eirıfühlen (Einfühlung) için Türkçede önce
84 Herm eneut/k ve Tin B/l/mler/

tarihsel b l l g l n l n ta m amı, bu tekli a n l a m a n ın o bj e ktiflik


d üz eyine yükseltll e b l lecegı varsayı m ına daya n ı r . B u n u
temel a l a n tarihsel blllnc. !!! O dern insana. lnsanlıgın tüm
geçmişinin bilgisine sahip olabllme imkanı saglar. Modern
insan, kendi zamanının tüm sınırlam alarının ötesinde. tari­
h i n d erlnllklerlnde kaybo l m aya yüz tutm u ş kültürler üze­
rine yönelir ve bu kültürlere yönelm ekle onların sahip ol­
d u kları gücü kendinde h i s s e d e r. Bu kü ltürlerin çeklcill­
gınden kayna klanan hoşlanma. onun mutıulugunun artma­
sına neden olur. Ve sistematik tin b lllm lerl tekllin bu ob­
j e ktif kavran ılışın d a n h areketle b a gı ntı lar ve k a p s a m l ı
l l lşkller ortaya koym ak istedikl eri sürece, açık a m a ya­ t
nında anlama da bu blllmler için temel yöntem olarak kala­
cak dem ektir. Bundan dolayı bu b l ll m lerln kendi ayakları
üzerinde güven l e d u rm a la rı, tarihte (tarih b i l i m i n d e) ol-
'
d ugu gibi, tekllln anlaşılmasının genelgeçerllge yükselip
yükselemeyecegı sorusunun olumlu yanıtlanmasıha baglı­
d ır. öyle ki tin blllm lerlne açılan ka p ı önünde. ka rşı m ıza,

"özdeşleyim" sonra "duygudaşl ık" terimleri önerilmiştir. İngilizsede "sym ­
pathy" (sempati) ile karşılanan Nachfühlen (Nachfühlung) için Türkçede de
yaygın olarak "sempati" terimi ve bazen de "duygudaşlık" terimi kullanıl ­
maktadır. Yani "duygudaşlık"ın hem empati hem sempati karşılığı kullanı­
labilmektedir. Aynı şekilde İngilizcede "antipathy" (antipati) ile karşılanan
Missfüh/en (Missfühlung) için de Türkçede yine "antipati" terimini kullanı­
yoruz. Bir terim karışıklığını önlemek için bu çeviride Almanca terimlerin
Türkçede de yaygın olarak kullanılan ve üçü de Grekçe kaynaklı olan İngi ­
lizce karşılıklarına yer verilmiştir. B ununla birlikte, günlük kullanımlarında
birbirine karıştırılabilen veya Grekçe kökenlerine uymayan anlamlan ifade
için de kendilerine başvurulabilen bu terimlerin özellikle Dilthey'daki an­
lamlarını belirtmek gerekir: Empati (Einfühlung): Kjşinin. kendisini baska­
sının yerine koyarak (transpoı.isyon) onuıı dü� ve duygularını anlama
yeteneği. Sempati (Nııchfühlung): Başkalarının du)'.gu ve d�ünc.e.lerinı_çılul)l­
layı�ı bir tavırla kendinde hissedip yaşama. AntiRati (Missfühlung): B aşkal a ­
-
rının duygu v e düşüncelerini olumsuzlayıcı bir t avırla kendinde hissedip ya­
şama. Dilthey bu üç psişik edimden tin bilimleri metodolojisi açısından em­
pati ye büyük önem verir. Sempati ve antipati, yaşamımızın her anında, baş­
kalarıyla birlikteliklerimizin her çeşidinde, ilişkilerimize eşlik ederler ve iliş ­
kilerimizi etkilerler. Empati ise, olumlayıcı veya olumsuzlayıcı bir tavrın en
az oranda müdahale ettiği daha yüksek, sempati ve antipatiye göre daha
nötr, daha yoğun ve karmaşık bir edim olarak, "anlama" yönteminin psişik
dayanağını oluşturur. Sempati ve antipatiden farklı olarak empati, kavrama,
anlama, bilme amaçlı bir edimdir.
Herm eneutıgın Doguşu 85

tüm d o ga b i l g i s i n d e n (doga b i l i m l e r i n i n b i l g i s i n d en)


farklı olarak bu b ilim lere özgü bir p roblem çıkar.4
Şüphesiz tin bilimleri tüm d oga bilim leri karşısında bir
ö n c e l ig_e __ s a h iptirler; onların k o n u s u bize duyusal yolla
d ıştan veri l i o l a n fe n o m e n l er. bir dış etki nin b i l i nçte
uyandırdıgı tepki degild ir; ters i n e dogru d a n d o gruya iç
gerçekligin bizzat kend isidir ve m uhakkak ki b u (iç ger­
çeklik), içten yaşanarak deneyimlenmiş bir baglam olarak
vardır. N e var ki tin bilimlerinin iç deneyimd e verili olan
gerçekligi, b u gerçekligln o bjektif olarak nasıl kavranıla­
cagı konusunda büyük güçlüklere yol açar. Burada bu güç­
lükler ve ayrıca tin bilim lerinin ö n c e l igi üzerinde d u rul­
mayacakbr. 5 Ayrıca kendi özgül d u ru m larımın farkına var­
dıgım iç deneyim. ne var ki, tek başına alı ndıgında, bende
kendi tekilllglmln b i l incinin d o g m a s ı için yeterli d egil­
dlr. Ben. her şeyden önce kendi tekilliglml. ancak başkala­
rıyla karşılaştıgım zaman d eneylmliyorum; öyle ki b en.
kendi tekllllglml, ancak. ken d i varoluşumda oluşan dlger

4 Doğa bilimleri deneysel yöntemlerle tekillerden endüksiyon yoluyla tümele,


genelgeçer olana ulaşmaya çabaladıkları gibi, tekil olanı bir tümelin altına
koymak (subalternation) yoluyla ve böylece dedüksiyona başvurmak sure­
tiyle, o tekili açıklamaya gayret ederler. Dilthey, burada, tin bilimleri için de
bir genelgeçer bilgi imkanından söz etmekle birlikte, anlama ediminin tekil
olana yönelik bir edim olarak kalması dolayısıyla, tin bilimlerinde böyle bir
genelgeçer bilginin doğa bilimlerinin açıklamacı yöntemiyle elde edilemeye­
ceğini, bu bilginin tin bilimlerinin özgül yöntemleriyle ortaya konulabilece­
ğini ima etmektedir.
5 "Tin bilimlerinin doğa bılımleri karşısındaki önceliği", Dilthey'ın geç döne­
minin en önemli savlarındandır. B ir kaç cümle sonra görüleceği üzere. Dilt­
hey, "özne"nin imkanını, kişinin, kendi tekilliğini, ancak başkalarıyla karşı ­
laşmaları dolayımında deneyimlemiş olmasına bağlamaktadır. Yani ' Ben"
diyebilmek, ancak toplumsallık/tarihsellik ortamında bulunmakla mümkün -
dür. İ şte tin bilimleri, bizzat öznenin oluşma ortamı olarak toplum ve tarihi
konu edindiklerinden, belli toplumsal/tarihsel koşullar altında "oluşmu(
olan öznenin, bu oluşmuşluğuyla sonradan gerçekleştirdiği bir bilgi faaliyeti
tarzı olarak doğa bilimlerine göre bir önceliğe sahiptirler. Dilthey'ın bu sav
doğrultusun � geliştirdiği geç dönemine ait bazı düşünceleri, bazı kaynak­
larda "bilim Kuramında devrim" olarak nitelendirilmiştir. (Bk: Peter Kraus ­
ser, Kritik der endlichen Vernunft. Wi/helm Diltheys Revolution der a//ge­
meinen Wissenschafts- und Handlugnstheorie -Sonlu Aklın Eleştirisi. Dilt­
hey'ın Bilim ve Eylem Kuramında Yaptığı Devrim-, Frankfurt/M., 1 968.)
86 Herm eneutlk ve Tin Bilimleri

kişilerden farklı olma bilinci s ayesinde b ilirim . Kendi te­


killigimin b ilincine varabilmem, d e m e k k i başkalarını-ge­
rektirir. Ve G oethe tüm deneyi m l e ri m i z arasında bu en
ö n e m lisinin bizim için p e k zor bir d eneyim oldugunu ve
güçleri m izin derece, doga ve sınırları üzerine kavrayışımı­
zın dalma pek yetersiz kaldıgını söylemekte tamamen hak­
lıdır. Yabancı varoluş (bizden başkalarının varoluşu), b ize,
öncelikle ancak d uyu verileri n d e, J estlerde, seslerde ve
eyl e m lerde, d ıştan verilidir. Biz ancak böyle tekil lşpret­
lerle d uyumlanan şeylerin (bizde) yeniden kurulması yön­
tem i (rekons trüksiyon) sayesinde, bunları (o varoluştaki)
içsel olana bütün leri z . Her şeyi, mad deyi, yapıyı, b bü­ J
tü nlenmenin en tekil karakteristigi n i, ken d i yaşam d uru­
mumuzdan hareket ederek (transpozisyon yoluyla) yeniden
kurmak zorundayız.6 D e m e k ki b a ş k a s ı n ı n b ilgisi ne!yö­
nelme sürecinde herşey, benim kendi yaşamımdan trarr:;fer
edilmek suretiyle, bir yeniden kurma aracılıgıyla yapılmak
zoru n d a dır. N e var ki tekil olarak şekillenmiş bir bill'nç,
böyle bir yeniden kurma ile, yabancı ve tamamen ba�ka
bir y a p ı d a olan bir tekilligln o bj e ktif bir bilgisini n a s ı l
elde edebilir ve b u n a hangi yönte m le ulaşabilir k i ? Bilgi
elde etm enin diger yöntemleri arasına görünüşte böylesi­
ne tuhaf bir şekilde giren bu yöntem nasıl bir yöntemdir?
�uyulara d ıştan verili o l a n işa retler a racılıgcyla lı;s_el
( gerçekligin bllinmesinl _saglavan bu _yönt_e m e_. anlama __di­
voruz. 7 B u günlük dilde (de) k u l l a n ı l a n bir terim d ir. Ve
pek ihtiyaç d uydugumu z saglam bir psikoloji terminoloj isi,
ancak, sıkı sıkıya pekiştirilm iş, açık ve kullanışlı bir şe­
kilde sın ırları çizilmiş bir terim i n tüm yazarlar tarafından
aynı şekilde sebatla kullanılm asıyla yerleşeb ilir. Doganın
a n l a ş ı l m a s ı, ln terpreta tlto na turae, m ecazi bir terimdir.

6 Dilthey burada Yeniçağın özne-merkezli epistemolojisinin "büyük yanılgısı"nı


ifade etmektedir. Descartes'la başlayan, toplumsallığından ve tarihselliğin­
den yalıtılmış özne fikri, burada açıkça reddedilmektedir. 5 . dipnotta belir­
tildiği gibi, başkaları yoksa bir "ben bilinci" oluşamaz.
7 Dilthey, bu en bilinen anlama tanımının yanı sıra çok çeşitli anlama tanım­
ları da yapmıştu. Bu konuda bk: O.F. Bollnow, "İfade ve Anlama", Herme­
neutik (Yorumbilgisi) Üzerine Yazılar, derleyen/çeviren: Doğan Özlem,
Ark Yayınları, Ankara 1 995, s.83- 1 23.
Herm eneutigin Doguşu 87

H atta özel h al l erimizin kavra nılışını da b i z pek uygunsuz


b i r şekilde anlama o l arak gösteririz. Pek tabii b i r şekilde
şöyle şeyler söyleri m : Anlamıyorum, n a s ıl böyle yapabil­
dim; ken d i m i bile a rtık a n lam ıyoru m . Oysa b u nlarla b en,
varlıgım ı n d uyusal dünya içindeki görün ü ş ü üzerine bir
ifadede bulunuyor, sanki karşım d a bir yabancının duyusal
d ünyası bana açılmış da onu ifa d e etmek veya bir başka
d uru m d a ken d i m e b i r yabancı gibi bakakalmış bir hale
düştügümü söylemek lstlyorumdur.8 Bunlara dayanarak, an­
l a m ayı, d uyusal olarak veri l i işaretlerd e n h a reketle. ifa­
d e s i bizzat bu işaretlerden i b a ret b i r ş ey olarak psişik
olanı tanıdıgımız süreç diye adlandırıyoruz .
Bu anlama, bir çocugun agulamasını anlamaktan Shakes­
pe are'ln Hamlet'1nl veya Kant'ın Salt Aklın Eleştir/si'nl an­
lamaya kadar uzanır. Taşlarda, mermerde, müzikal biçim ve­
ril m iş seslerde, jestlerde, sözcüklerde ve yazılarda, eylem­
lerd e, ekonom ik düzen lerde ve an ayasalard a, aynı insan
tini bizimle kon u ş u r ve (b u n l a r) a ç ı m l a n m ayı/yorumlan­
m ayı beklem ektedlrler9 Ve m uhakkak ki a nlama süreci, bu

8 "Anlayamama" konusunda 7. dipnottaki kaynağa bk. s . 94-96.


9 "Tinsellik" <Geistıgkeit) ve "tinsel" (geistig) sözcükl�ri, insan dıı.ygu ve düşün­
�clen �o e[lleğinden çıkmış, zaman-içerisinde toplumsal y�ama ma­
lolmuş ve dolayısıxla aynı zamanda tarihsellik kazanmış olan herşeyi imler­
J.eı:.. Topjumsıtl yaŞ"ama malolrnuş ve tarihsellik kazanmış olan �yl e r, di l ,
ekonomi, din, ahlak, hukuk, sanat, siyaset, bilim. teknik.. de'll.eı. felsefe, v.d.
fonnlarTi.çerlSinde, ilnselliğin_ kapsamında yer alırlar. Bil indiği üzere, Türk­
çede birkaç onyıldır kullanılan "tinsellik" teriminden önce yüzyıllar boyunca
"maneviyat" terimi kul lanılmıştır. Türkçede "maneviyat" terimi "maddi­
yat"a karşıt bir şey olarak "manaya ilişkinlik"i ve "madde dışılık"ı ve ayrıca
"doğaüstü güçler"i ifade etmesinin yanında, "moral gücü", "yürek gücü" gibi
anlamlarda da kullanılmıştır. Fakat terim, terimin özellikle "doğaüstü güç ­
ler" anlamının öne çıkarılmasıyla, önce teolojik-metafiziksel, daha sonra sa­
dece dinsel (İslami) olanla sınırlı bir anlam kaymasına d« uğramıştır. Türk­
çede tin bilimleri metodolojisi ve henneneutik üzerine ilk çalışmal arı gerçek­
leştirmiş olan Kamuran B irand, eserleı inde "maneviyat", "manevi" terim­
lerini kullanmakla b �l ikte, bu terimlerle esasen, yukarıda verilen tanımla­
rıyla "tinsellik"i ve "tınsel"i [Geisrigkeit, geisrig] kastetmiştir. Buna rağmen
bazı ilahiyatçılarımız, "maneviyat" terimini özellikle teolojik-metafiziksel­
dinsel olanı belirtmekte kullanmaya devam ettikleri gibi, "manevi il imler
(bilimler)" terimini de, tarih ve toplumla ilgilenen tüm bilimleri bir !Lir te­
olojik-metafiziksel-dinsel kuşatım içinde görüp göstermelerini sağlayan ve
88 Herm eneutik ve Tin Bilimleri

b i l g i türü n ü n o rtak k o ş u l ve a r a ç larıyla b e l i r l e n d i g i


kadarıyla, her yerde o rt a k niteliklere sahiptir. O , b u temel
elemanlar içinde hep aynı şekildedir. örnegin Leonardo'yu
anlamak istersem, burada eylemlerin, tabloların, resimlerin
ve yazılı eserlerin topluca ve m u h a kkak ki türdeş, birlikli
bir süreç içinde yorumlanması etkili olacaktır.
Anlama çes.ltll dereceler gösterir. 1 0 Anlamanın d erece­
leri öncelikle "llgi" y e b�. onu n t�ndan k� ull@ ­
d !.fılır .. ilgi sınırlı ise. anlam a da s ın ırlıdır. Bazı tartışma­
l arı nasıl d a kayıtsızca d i n leriz, tartışmada bize sadece
pratikte önemli görünen bir noktad a nasıl d a sabltleşlriz;
konuşmacının iç d ü nyasına hemen hiç ilgi d uymaks ı z ı n .
Buna karşılık başka durumlarda t e k bir mimikte � , bir söz­
cükten, bir konuşmacının iç dünyasına nüfuz etmeye çaba­
ları z . Fakat en titiz bir dikkat gösterilse bile, anlama, an­
c a k, yaşamm sabitleşmiş görünüşlerinin m e vc � diyetln e
yönel ikse ve biz b u n lara her an geri dönebillyor§ak, usta­
l ı klı k u l l a n ı l d ı g ı n d a d e n et l e n e b i l i r bir o bj e ktl f ü k d e re­
cesine ulaştırabilen bir yönteme d ö n üşebilir. s drek/J ola­
rak sabitleşmiş yaj� m görünüşlerini ustalıklı alj]amaya.
açımlama veya yorumlama adını veriy_Eruz. 1 1 Bu cl nlamda,
konu ları h eykeller veya tablolar olan b ir açımlama sanatı

dolayısıyla terimin esas anlamını çarpıtan bir tutumla kullanmışlardır. Bu


nedenle şunun altını çizmekte büyük yarar vardır: Din, diğer tinsellik form­
ları (bilim, siyaset, hukuk, sanat, felsefe, v .d.) yanında yer alan bir tinsellik
formudur ve bir tinsellik formu olarak, kendisi, tin bilimlerinin inceleme ko ­
nularından biridir. Bunun tersi, yani tüm tinsellik formlarının belli bir dinin
akideleri altında anlamlandırılıp yorumlanması, felsefi hermeneutiğin ve
ona bağlı tin bilimlerinin konum ve işlevlerinin çarpıtılması sonucunu doğu­
rur.
10 Anlamanın tür ve dereceleri için bk: F. Bollnow, " İ fade ve Anlama", He r ­
meneutik (Yorumbilgisi) Uzerine Yazılar, a.g.e. s.90- 1 03.
1 1 Anlama [ Versıehen], açımlama [Auslegung] ve yorumlama [ lnterpretation]
terimleri arasındaki ince ayrımlar sıklıkla gözden kaçırılır. Bunda Dilthey 'ın
bu terimleri hazan birbirleri yerine kullanmış olmasının da rolü vardır.
B ununla birlikte Dilthey'ın burada yaptığı tanım esas alınarak, bu terimler­
den ikisinin, açımlama ve yorumlamanın, aynı anlama geldiği belirtilmeli ­
dir. Aslında açımlama ve/vey;ı yorumlama da, bir anlama türüdür, daha
doğrusu anlamanın bir derecesidir. Açımlama ve/veya yorumlama üst dü­
zeyde bir anlamadır (yüksek anlama]. Bk: F. Bollnow, "İfade ve Anlama",
a.g.e., s.95 - 1 1 0.
Herm eneutigin Doguşu 89

da vardır ve h e n ü z friedrich August Wolf, bir arkeolojik


h e rm e n e utik ve a rkeo l oj i k e l eştiri talep etmiş b u l u n u ­
yord u . Welcker b u n a girişmiş ve Preller onun b u girişimini
geliştirmeye çalışm ıştı. !Sununla b irlikte aynı Preller, ses­
sizlige göm ülmüş eserlerin bu şekilde açım lanm asına, her
yerde, yazılı e serlerd e n hareketle ya pılacak açıklamanın
yön verdlglnl vurgulamıştır.
öyle ki, yazılı eserlerin tinsel yaş a m ı ve tarihi anlama­
mız bakımından ölçüye gelmez derecedeki büyük önemi,
insanın içselliginin kuşatım lı, kapsayıcı ve o bjektif o larak
a nlaşılır ifa d e kalıb ının sadece dilde b u lunmasında yatar.
Bu nedenledir ki, anlama sanatı, 1 2 kendi merkez noktasını,
insan varoluşunun yazıya geçmiş terekesinln/kalltmm
açımlanması veya yorumlanmasında bulur.
Bu terekenin/ka l ıtın a ç ı m l a n m a s ı ve bu açımlama ile
ayrılmaz biçimde baglı olan eleştirel ele alış tarzı, buna
dayalı olarak, filolojinin kalkış noktasından hareket etmiş­
tir. filoloji, özü geregi, yazılı tereke/kallt halin de elde
bulunanlarm bu ele almış tarzı içinde kişisel bir sanat ve
virtüozluktur ve anıtsal eserlerin veya tarihe geçmiş ey­
lem lerin diger her türlü açımlanma sı, ancak bu sanat ve

ıı Dilthey'ın "anlama (yorumlama/açımlama) sanatı"ndan söz ederken kul­


landığı "Kunst" l�anat terimi AlmancaJa güzel sanatlar [schöne Künste,
bildende Künste] yanında zanaatlar başta olmak üzere el i�ine [manüel ! . el
becerisine ve tekniğe dayanan her türlü faali}'eti adlandırmakta da kullaoı­
tit. Zaten güzel sanatlar da Dilthey'a göre zanaat ve teknikten çıkmıştır.
Dilıhev'ın hıı konudak i göriişler indeo etkilenen Heidegger de sanatı .tekıı ik
ve zanaatla ilişkisi içinde ele alır. (Bk: M. Heidegger, Tekniğe İlişkin Soruş ­
turma, çev: Doğan Özlem, Paradigma Yayınları, 1998, S.90-97.) Dilthey,
Schleiermacher'e kadar hermeneutiğin bir anlama - (yorumlama/açımlama)
sanatı· olarak tanhsel gelişimini biraz ileride el� �İ acaktır. Dilthey, Schlei:
ermacher'le birlikte hermeneutiğin yazılı eserleri açımlama sanatının da­
yandığı ilke ve kuralların öğretisi ve bu dolayımda bir felsefe mertebesine
yükseldiğini. kendisi ile birlikte ise ondan bir tin bilimleri epistemolojisi de
çıkartıldığını dü�ünür. Bununla birlikte D.ilıhey, hermeneutiğe, ister Schlei­
ermacherci anlamda "felsefe'', ister kendisinin kastettiği anlamda "episte­
moloi[ olarak bakılsın. her dunımda onun bir "bilim" olduğunu da söyler.
Burada "bilim" olarak çevirdiğimiz "Wissenschaft" terimi ("Kunst" teri­
minde olduğu gıbi) Almancada geniş bir anlam yelpazesine sahiptir. "Wis ­
senschaft", deneysel/pozitif bilimler (science) kadar, matematiği, mantığı ve
hatta zaman zaman felsefeyi de içerecek bir kapsamla kullanılır.
90 Herm eneutik ve Tin Bilimleri

o n u n verim leriyle b agıntı içinde gelişebilir. Tarih içinde


eyleyen kişilerin bu eylemlerinin s e b e p l eri (onları hare­
kete geçiren sebepler) h akkı n d a yan ı l abiliriz; eyleyen ki­
şil erin kendi leri bile bu s e b e pler h a kkında yanıltıcı bir
ışık yaya b ilirler. Fakat büyük bir şairin veya kaşifin, bir
d i n d a h isinin veya halis bir filozofun e seri, d a lma ve yal­
nızca onları n psişik yaşamlarının dogru dışavurum u/yan­
s ıtılışı olabilir; bu yalanlarla dolu insan toplumunda böyle
bir eser dalma dogrudur ve o d lger herhangi bir ifadeden
farklı o larak sa bitleş m iş işaretler içinde kendisi bakı m ın-
'
dan yetkin ve o bjektif bir açımlama için elverişlid ir; hatta
o ışıgını bir çagın d i ger a n ıtsa l s a n a t eserlerine ve
1
çagdaşların tarihsel eylemlerine bile saçar.
Bu açımlama sanatı, derece derece, düzenli olarak ve
agır agır. doganın deney yoluyla sorgulanması sanatından
d a h a fa zla gelişm iştir. O fi l o lo gla rın kişisel dehal 4-ıı ve
virtüozlu kları içinde ortaya çıkm ış ve pekişm iştir.; Böy­
lece d ogal o larak o da ilk planda, açımlamanın büyük vlr­
tüozlarıyla veya o n l a rı n eserleriyle kurulan klşlse� b a g
aracılıgıyla başkalarına aktarılm ıştır. Fakat aynı zamanda
her türlü sanat kurallara dayalı olarak hareket eder. Bu ku­
rallar güçlüklerin nasıl aşılacagını ögretirler. Bunlar, kişi­
sel sa natın verim ini aktarırlar. B u yüzden bu açımlama sa­
natının dayandıgı kuralların ögretimi pek erkenden ortaya
çıkıp gelişm iştir. Ve bu kurallar arasındaki uyu msuzluktan,
yaşamsal öneme sahip eserlerin açımlanmasında ortaya çı­
kan deglşik yönelimler arasındaki savaştan ve kuralları te­
m ellen d irme gibi zorunlu b i r ihtiyaçtan. h erm ene utlk bi­
l i m l ' 3 m eydana çıkm ıştır. Bu bilim, yazılı eserlerin a çım­
lanması sanatının ögretisidir.
B u bilimin anlamanın analizinden hareketle genelgeçer
açımlamanın imkanını bu şekilde belirlemesi suretiyle, en
nihayet, kendisiyle b u tartışmanın başladıgı tamamen ge­
n el bir problem in çözümünde ilerlem e s a glanır. iç dene­
yimin analizi yanında anlamanın analizi ve her ikisi birden.
tin bilim leri için genelgeçer bilginin imkan ve sınırlan-

l 3 Burada geçen "bilim" teriminin anlamı ve kapsamı için 1 2 numaralı dipno­


tuna bk.
Herm eneutlgln Doguşu 91

n ı n kanıtı n ı b u b i l i m leri n i ç i n d e verirler; b u n l arın bize


psişik olguların kökensel o larak verili o l d ugu tarz aracılı­
gıyla koşul old ukları kadarıyla/sürece.
i m d i herm eneutik tarihindeki b u düzenli gid işata işaret
etm e k istiyoru m : Derin ve genelgeçer bir anlamaya duyu­
lan ihtiyaçtan dolayı filoloj i k virtüozlugun nasıl m eydana
çıktıgından söz ettikten s o n ra, b i l i m i n verili bir z a m a n­
daki konumuyla daha yakından belirlenmiş olan bir amaç
altında kuralların nasıl bulundugundan, bu kuralların nasıl
sınıflan dırıldıgından, son olarak d a anlama analizi içinde
kural koyma bakımından saglam çıkış noktasının nasıl bu­
lunmuş oldugundan, söz edecegım.

Şairlerin eserlerinin ustalıklı şekilde açımlanması sa natı


(A uslegungskunst. herm eneia, · rmhn egal, G rek ülkesinde,
ögretlm ihtiyacından d ogm uştur. H om eros ve diger şairle­
rin yorumlanmasına ve e leştirisine dayanan zarif, esprili
sahne oyunu, Grek aydınlanma çagında Grekçe konuşulan
her yerde sevilip ragbet görmüştür. Sofistlerde ve Retorik
Okulu'nda bu açımlama sanatı ile retorik arasında bag ku­
rulduktan sonra, daha saglam bir temel o rtaya çıktı. Çünkü
bu a ç ı m l a m a sa natının i ç i n e, retorige uygu l a n m ı ş bir
h a l d e, yazılı eserlerin kom pozisyonu üzerine daha genel
bir ögretl sokulmuş oluyord u . Organik d ü nyanın, d evletle­
rin ve yazılı eserlerin büyük sınıfl a n d ırıcısı ve an al izcisi
Arlstoteles, kendi Retorlkind e, bir yazılı e serin b ütününü
p a rç a l arına ayırmayı, ü s l U p biçim lerini ayırdetm eyi, rit­
m in, periyotların, mecazl a rın (m etaforl arın) etkisini tanı­
m ayı ögretlyord u . lskend er'e a d a n m ı ş Retorikte, üstelik,
konuşmada birbirini etkileyen elemanlar üzerine ve ayrıca
örnekler. entimemler, vecizeler (aforizmalar), ironi, mecaz­

lar, a ntitezler üze n e kavra m sa l b elirl e m e l er zaten bulu­
nuyord u . Ve Arlstotel e s'in Po etlka 'sı, çok b a riz bir şe-
92 Hermeneutlk ve Tin Bilimleri

kilde, poesi'nln 1 4 özünden veya amacın ın belirlenmesin­


den hareketle eserin iç ve dış formunu ve etkin elemanla­
rını konu ediniyordu.
Açımlama sanatı ve bu sanatın kuralları, lskenderiye Fi­
lolojisi içinde bir ikin ci adım attı. Grek ülkesinin yazınsal
mirası kitaplıklarda toplandı, metin eleştirileri yapıldı ve
eleştirel göstergeler hakkında geliştirilmiş ustalıklı bir
sisteme dayanarak gerçekleştirilen metinlere yönelik
eleştirel çalışmayla elde edilen son uçlar kayıt altına
alındı. Sahte metinler ayıklandı, mevcut türtı metinlerin
konularına göre kataıogu çıkarıldı. M etin eleştirisin in ,
yüksek eleştirinin v e degerlendirmenin dilsel an lama üze­
rinde temellendirilmiş san atı olarak filoloji, b rek tininin
son ve özgül yaratımlarından biri olarak, artık ortaya çık­
mış bulunuyordu. Bu sanat içinde, işe Homeros'dan başla­
mak üzere, insana özgü bir şey olarak konuş�ayı ve dili
incelemeye dogru en güçlü bir hareketlilik vardı. Daha o
zaman bile lskenderiyeli büyük filologlar, kendi dahiyane
tekn iklerin in bazı kuralları içerdlginln blllndlndeydiler.
Daha Arlstarkhos, bilinçli olarak, Homerlk dil �ullanımını
kesin ve kapsamlı bir şekilde saptamayı, � çıklamaları ve
metin belirlemelerini bu kurallara dayandırmayı, ilkeli
olarak denemiş bulunuyordu. Hipparkhos, yazınsal-tarihsel
bir araştırmanın ne oldugunun tamamen bilincinde olarak,

14 Grekçe "poesis" terimi genel olarak "görünüşe çıkma/çıkarma", özel olarak


"yaratma" ve daha da sınırlandırılmış anlamıyla "sanatsal yaratma" an­
lamına gelir. "Poesi" ise genel olarak "görünüşe çıkmış/çıkanlmış olan şey",
özel olarak "yaratılmış şey" ve "sanat eseri" demektir. B ununla birlikte "po­
esi" terimi, sonradan, sadece edebi yaratmanın ürünü olan eserleri, "edebi
eserler"i ifade eden bir anlam daralmasına da uğramıştır. Örneğin Aristote­
les "poetika"yı, kendi zamanının edebiyat türleri olarak tiyatro, öykü ve şiir
metinlerini inceleyen bir uğraşı alanı olarak tanımlamıştır. Antik Grek
dünyasında tiyatro, öykü ve şiir metinlerinin hepsi nazımla yazılırdı ve
"poet" veya "poetos" adı "nazımla yazan kişi" anlamına gelirdi. Tiyatro ve
öyküde nesrin yaygınlaşmasıyla daha sonraları "poet", yalnız şiir yazanlar
için, yani şairler için kullanılmıştır. "Poesi" teriminin "edebi metin"le sınır­
landırılması, "poetika"nın sonradan "edebiyat bilimi" olarak anlaşılmasını
da getirmiştir. Gerçekten de Aristoteles'in "poetika"sı da günümüzün "ede ­
biyat bilimi" de, "edebi olma niteliği" [ poeticite, Dichtheit. Dichtung ] taşı­
yan eserleri incelerler.
Herm eneuttgın Doguşu 93

konu yoru m l a m asını, Aratos fen o m e n i için kaynakları gös­


termek ve ş iiri b u kaynaklarda n h a reketle yorumlamak su­
retiyle temellend irm işti . Ve geleneksel olarak Hesiodos'a
m a l e d i l e n ş i irler arasında s a h te le r i n i n oldugu anlaşı l­
dıysa, H o m eros'un d estanları n d a n ç o k sayı d a mısra ayık­
Iandıysa, llyada'nın son bölü m ün ü n ve sondan bir önceki
bölümünün b i r kısmı ile Odyssea'nın s o n bölümlerinin tü ­
m üyle d a h a erken bir döneme alt o l d u kları açıga çıkarıl­
d ıysa; bütün b u nlar, analoj i ilkesinin vlrtüozca uygulan­
m a s ı sayes i n d e o l d u . Bu ilkeyle, b i r şiiri n d i l kullanım ı,
tasarım çevresi, iç uyum u ve estetik d e geri sanki bir ka­
nona göre saptanmış gibi oluyord u ve şiir ve destanlardan
bu kanona aykırı düşen bölümler ayıklanıyord u . Zenodotos
ve Arlstarkhos'da a h l a ksa l-estetik o l a n ın s aptanmasında
b öyle bir kanonun kullanılması sırasında, çok açık olarak,
ahlaksal-estetik olana ilişkin Atethesen'ln aşagıd akl temel­
l e n d irm e tarz ı n d a n y o l a çıkılmıştı: O laylara ve kişilere
i l işkin o larak a n l atılanl a rı n a h l a ksal-estetik açıdan ger­
çege uygunluklarının d enetlen m e s i . (Slogan h alindeki ifa­
d e s i : 'uygunsuz olarak', - dia to aprepes-; Latincesi: 'si
quid heroum ve/ deorum gra vitatem minus decere videba­
tur.') Arlstarkhos, Arlstoteles'le de m eşgul olm uştu.
Açımlamada dogru uygulama tarzı üzerine bir yöntem bi­
l i nci, B erga m a Filoloj i Okulu'na karşıt d üşen lskenderly e
Okulu'nda daha d a kuvvetlendi. Bu iki o kulun hermeneutlk
yönelimleri a rasındaki karşıtlık öyles i n e bir karşıtlıktı ki,
h atta d ünya tarihi bakımından bir önem taşıyord u ! Çünkü
b u karşıtlık H ı rlstlyan teoloj isinde yeni bir konumda bir
kez daha kendisini göstermiştir ve şairler ve din yazarları
ü zerine iki b üyük tarihsel bakış tarzı bu yeni konumdan
ç ı km ıştır.
Stoacı okuldan Mallos'lu Krates, Bergama Filoloji Okulu­
'na a llegorlk yoru m l a m a ilkesini sokm u ştu . Allegorlk yo­
ru mlama yönte m inin uzun süre devam eden gücü, önce­
l ikle, o n u n dinsel b el geler ile yaygın dünya görüşü ara­
sındaki çellş lW I gidermesinden kaynaklanır. Böylece Ve­
d a l a rın, H o m ero s'un, lncll'ln ve Kur'a n'ın açım layıcıları
için açımlama sanatı, aynı ölçüde kaçınılmaz bir sanat ola-
94 Hermeneutik ve Tin BJ/imleri

rak zorunlu hale geliyordu . Çünkü bu yöntemin temelinde


şiirsel ve dinsel üretkenllgln n e oldugu üzerine d erin bir
kavrayış yatıyordu . Hom eros Grek dünyası için sadece bir
şair degll bir peygam b erdi de. B öyle olunca ondaki d erin
kavrayış ile yüzeysel, d uyus a l tasarım l a r arasınd aki çe­
lişki, ancak. sonuncusunun sadece şiirsel (şiire alt) b etim­
leme aracı olarak kavranılması yoluyla açıklanabiliyord u .
Oysa ş i m d i b u ilişki B ergama O kulu'n d a tinsel lpn e uma­
tlk) 1 � bir anlamın temsil yoluyla kasten örtülmesi o larak
anlaşılmıştır ki. b u ra d a n allegorik a ç ı m l a m a o rtaya çık-
m ıştır.

1 1
'
.: -
Yanılm ıyorsam bu karşıtlık, artık her n e kada � koşullar de-
glşmlş olsa da, lskenderiye ve An takya teoloj i okulları
arasındaki kavgada yeniden ortaya çıkmıştır.-Bu okulların
orta k yönleri, tab i i ki. Ye n i Ahit ile Eski Anit'I b irb irine
baglayan şeyin. b unlarda hikmet ve keramet olarak bild iri­
lenler ile bu hikmet ve kerametlerin gerçekleşmesi ara­
sında bir iç b a gı ntı oldugu kabulünden h a reket etm eleri­
dir. Çünkü böyle bir iç bagıntı. Yeni Ahit'te hikmetler için
örneklerin (ti m s a llerin) kullanılm a sıyla. zaten talep ed il­
m iştir. H ıristiyan Kilises i n i n b u tasarı m d a n yola çıkma­
sıyla. Kilise açısından m u halifleri karşısında kutsal yazıla­
rın açımlanmasına ilişkin karm aşık bir d u rum ortaya çık­
m ı ştır. Kilise, Yahud ilere karşıt o l a ra k. Logos-teoloj isini
Eski Ah ire sokmak için allegorlk imlemeye ihtiyaç d uyu­
yord u . Onostiklere karşı Kilise. allegorik yöntemin pek uç
noktalara varan kullanımıyla teçhiz olmak zorundaydı. Buna
karşılık J u stin ve lreneos. P h l l o n ' u izleyerek, a ll egorlk

1 5 "Tinsel" ve "ruhsal " sözcüklerinin Türkçede zaman zaman birbiri yerine


kullanı ldığı görülmektedir. Bunların Türkçe, Osmanlıca, Grekçe, Latince ve
Almanca karşılıkları aşağıda verilmiştir:
Tinsel - manevi (Osm.) - pneumatik (Gr.) - sprituel (Lat.) - geistig (Alın.)
Ruhsal - ruhi (Osm.) - psişik (Gr.) - animal (Lat.) - seelisch (Alın.)
Hermeneutıgın Doguşu 95

yönte m i n sınırl a n d ı rı l m a s ı ve kullanımı için kura llar or­


taya koymayı denediler. Tertu lllan us. Yahudiler ve Gnos­
tiklere karşı sürdürülen aynı kavga d a Justln ve lreneos'un
yönte m lerini b e n i m serken. öbür yandan da daha iyi bir
açımlama s a natının verimli kurallarını geliştirdi; ne var ki
o bu kurallara d a h a sonra kendisi bile sonun a kada r sadık
k a l m a d ı . Grek Kilisesinde karşıtııgın bir ilkeye d ayanıla­
ra k kavranılması n oktasına gelindi. Antakya Okulu. Grek
Kilisesinin m eti nlerini s a dece gramatlk-tarihsel ilkelere
göre açıkladı. öyle ki. Antakyalı Theodoro s. Eski Ahit'tekl
Neşideler Neşidesi adlı m � nzum bölümü sadece bir dügün
şarkısı olarak görd ü . Bunun gibi o. yine Eski Ahlt'ln Eyüb
bölümünde sadece bir tarihsel gelenegın şiirsel şekillen­
mesini görd ü . O mez murl a rın başlıklarını attı ve Meslh'in
h i km etleri n i n büyükçe bir kısmına dikkatleri çekerek.
bunların lsa ile dogrudan ilişkisini reddetti. O, metinlerin
çift a n l a m l ı o l a b i leceglnl kabul etmiyord u; tersine sa­
dece süreçler arasında d a h a yüksek bir ba gıntı kabul edi­
yord u . Buna karşılık d a h a sonra Philon. Clem en s ve Orlge­
nes. m etin lerin kendilerindeki yüksek tins el (p neumatik)
anlamı. basit sözel (lafzi) anlamından ayırdıl ar. 1 6
B u n un l a birlikte. süreglden bu karşıtlık içi nd e, açım­
l a m a sa natında bilimsel bilince yükselişe do gru, yani
hermeneutige d ogru ilerleme bakımından bir adım atıld ı .
Bu kavgad a n, h aklarında bilgi sahibi oldugum uz i l k geliş­
miş hermeneutlk kuramlar m eydana çıktı. Daha Philon'dan
hemen so nra kanone (kanones; kurallar, kan un lar) ve no­
m oi tel allegorias (nomoi tes allegorias. allegorinin kural­
ları) ayrımı ortaya çıkmıştır ki. bu ayrıma zaten Eski Ah it­
'in a ç ı m l a n m a s ı n d a başvurulmuş b u lunuyo rdu ve bu bi-

16 Isa (Christus) fakir halk


arasında yaşamış, getirdiği dinin ilkel erini de günlük
yaşamın basit olaylarına dayanan fıkralarla ( parabola) halk ın anlayabıle ­
ceği şekilde açıklamıştı. Kendisinden sonra H ı ristiyanla r, b u fıkraların ve
basit anlatımın ardında mecazi (alegorik) bir anlam bulu nduğu na inandı­
lar. H ı ristiyan açımlamacılar (müfessirler) için amaç, kuts al metinlerdeki
basit sözel aQJam ile yüksek tinsel anlamı birbirinden ayırmak ("Hifz" ve
"mana" ayrımı) ve tabii yüksek tinsel anlamı ortaya çıkarabilmekti.
Özellikle Origenes, bu konudaki çalışmalarıyla (kendisinden sonra gelen
Augustinus ile birlikte) Hırisıiyan teolojik hermeneutiğinin kurucusu sayılır.
96 Herm eneutik ve Tin Bilimleri

linçli ayrım her iki Ahlt'ln açımlanmasında te m e l i oluştu­


ruyord u . Buna dayalı olarak peri arxon (peri arkhon, Yöne­
tici üzerine) adlı eserinin d ördüncü kitabında Orglenes ve
de doc trina christlana (Hırlstıyan l ı k ögretlsl) a d l ı kita bı­
n ı n üçüncü kitabında A u g ustln u s . ba gı ntılı, tutarlı b i r
h e r m e n e utlk k u r a m te m el l e n d lrdl ler. B u n la ra, Antakya
Okulu'n u n maa lesef kaybolmuş iki yazısı ile karşı çıkıld ı :
Dlodoros'un tıs d lafora teorlas kal a l legorlas (tls dlaphora
kal allegorlas: Kuram ve Allegorl Arasınd aki Ayrımlar) ve
Theodoros'un de a/Jegeoria et hlstorla contrtı Orlgenem
(Orlgenes'e Karşıtlık içi n d e Allegorl ve Tarih) adlı eseri .

1 11

Açım lama ve açım lamaya kurallar koyma etklhllgl, Röne­


sa ns'tan beri yeni bir aşamaya girm iştir. Bu y�nl aşama,
klasik Esklçagd a n ve H ı rlstlyan Esklçagından, 'd i l, yaşam
koşulları ve u l u s a l l ı k bakımla rın d a n ayrılıyord u . öyle ki
burada açımlama. bir zamanlar Roma'dakl uygulanımına kar­
şıt bir şey haline gelm iş, b i r ya bancı (dlger) ti nsel yaşama
gramatlk, konuya yönelik ve tari h s e l araştırm alar aracılı­
gıyla ve transpozlsyon yoluyla nüfu z etme o lm uştu. Ve bu
yeni filoloj i, pollmatl ve e leştiri, ç ogu kez sadece ikinci
elden bilgiler ve fra gmanlarla çalışabild i . öyle ki o yeni
b i r şekilde yaratıcı ve konstrüktlf olmak zoru ndayd ı . Böy­
lelikle fi loloji, h ermene utlk ve e l e stlrl, daha yüksek b i r
b a sam aga çıktılar. S o n d ö rtyüz yıld ı r gitgide zenginleşen
bir hermeneutlk yazını mevcuttur. Bu aşamada iki deglşlk
a kım oluşm uştur: Klasik m etinler ve lncll m etinleri, özüm­
senmeye çalışılan iki b üyük güçtü. Klasik filoloj iye özgü
kural koyma yöntemi, bizzat ars crltlca (eleştiri san atı/­
teknlgl) teri m i i l e ifa d e e d i l iyord u . Araları n d a S c l o p ­
plus'un. Clerlcus'un eserleri ile Valerlus'un tamamlanmamış
eserinin öne ç ı ktıgı türden eserl er, ilk bölüm l erinde b i r
hermeneutlk sanat ögretlsl veriyorl a rd ı . Sayısız m akal e v e
Herm eneutıgın Doguşu 97

önsöz, de Jnterpretatlone (Açımlama ü zerine) başlıgını ta­


şıyord u . B u n u n la b i rlikte herm e n eutıgın n i h ai lnşaasını
lncll'ln açımlanması çabalarına borçluyuz. B u konudaki ya­
zıların en önemlisi ve belki de h erm e n e utıgın nihai inşa­
ası bakımından e n derin temel lere ineni, f'laclus'un cla vls
(Anahtar) adlı eseri olm uştur ( 1 56 7) .
B u kitapta o ana kadar bulunmuş olan açımlama kuralları
öncelikle bir ögretl alanında birb irlerine baglanmışlar ve
bu birbirine baglanış m u ha kkak ki genelgeçer bir a n l a­
maya ancak bu kurallara dayanan ustalıklı bir yöntem aracı­
lıgıyla u laşılabllecegı postu/atı s ayesinde olm uştur. f'Ia­
clus, 16 .yüzyılın kavgalarından sonra, kendisine dayanıldı­
gında hermeneutlge uygu l a m a d a yön verecek bir i lkesel
b a kış noktası e d i n m e gerekllllginin bilincindeydi . f'lacius
iki cepheye karşı savaşmıştı . Hem a n a b a ptlstler hem res­
tore edilmiş kato llslzm, Kltab-ı M u ka dd es'ln kara nlık bir
metin oldugunu ilan etm işlerd i . f'lacius anaba ptlsizme ve
katollslzme karşı çıkarken, özellikle açımlama konusunda,
çogu yerde a n a b a ptlsizm ve katollsizmin ilkelerine geri
d ö n ü p o n lara dayanan C a lvln'ln eksegese's l n l 1 7 ögretl­
yord u . O zamanlar bir Luthercl için en önemli görev, kato­
llk ögretinin çürütülmesini, kato llsizmin o sıralar yeniden
formüle e d i l m iş o l a n gelenege ilişkin ögretisinin eleştiri­
sinden hareketle yapmaktı . Kutsal m etinlerin açımlanması­
nın hangi yöntemle yapılacagına ilişkin yöntem tartışmala­
rında protestan metin açımlama ilkesi karşısında gelenegln
(katollsizmin) haklı çıkarılması, a n c a k, ineli m etinlerinin
kend ilerinden h areketle yeterli ve genelgeçer bir açımla­
manın elde edllemeyecegı tezine dayanabilird i . 1 545- 1 563
arasında toplanan Trldentin Konsili, dördüncü to plantı dö­
neminden itibaren bu sorunları ele almıştı . 1 564'de alınan
kararların özgün nüsha ları yayı n l a n d ı . Trldentin katollsiz­
minin temsilcisi Be llarmln, f'Iaclus'un eserinin yayı mlan­
m a sından bir süre sonra ı 58 ı 'de yayımladıgı bir polemik
yazısında, lncll'ln anlaş ılabi lirl l gl n l çok zekice ve sava­
şırc a s ı n a ..,avundu ve b u n unla gelenegin bütünlügünün
saglanması konusu ndaki zorun l u l u gu göstermeyi denedi.

1 7 Kutsal kitapların açımlanması


98 Herm eneutik ve Tin Bilimleri

Bu savaşlar baglamında flacius, genelgeçer a çı m la m anın


i m ka n ı n ı h ermeneutik yoldan kanıtl a m aya girişti . Ve bu
görev çerçevesinde o daha önce h içbir hermeneutigin or­
taya koyamadıgı araç ve kuralları ortaya koymuş oldu.
A ç ı m l ayıcı lnceledigi meti n d e zorluklara çarptıgında,
b u z orlukları çözmek konusunda bir yardımcı araç, yüce
bir tarz d a m evcuttu : Yaşayan H ı ristiyan d i nselligi içinde
verili olan kutsal m etinler b a gl a m ı . Bunu d ogm atik dü­
şünme tarzından kendi düşünme tarzımıza çevirdigimizde,
dinsel d eneyimin hermen eutik açısından degeri, bu d ene­
yimin, kendisine dayanıldıgında bir açımlama yönte m inde
bu yöntemin bir etkeni o larak, nesnel/olgusal baglar;n dan
hareketle açımlama yapma ilkesinin (nesnel/konuya �öne­
lik a ç ı m l a m a il kesi) uygulanacagı sadece tek bir örnek
olm asıdır. B u dinsel açımlama ilkesi yanında, anlamanın
bir ilkesi daha vardır. B u sonuncusu grama tik/diibillflısel
açımlama ilkesid ir. fakat flacius bunl arın yanında, önce-
'

l ikle psikolojik a çımlama ilkesi veya teknik açımlama il-


kesinin d e önemini b il ir. B u ilkeye göre bir eserdekıi tek
bir yerin tüm eserin niyet ve kompozisyon undan hare�etle
yorumlanması gerekir. Ve o öncelikle bu teknik açımlama
için yöntemsel olarak, bir yazılı e serin iç baglam ını, kom­
pozisyonunu ve etkin güce sahip elem anlarını saptamak
ü ze re önce retorik b u lguları kullanır. O n a göre b urada
Aristotelesçi retorigin M elanchton tarafından degiştirilmiş
şekline yol açılmalıdır. fla cius'un kendisi şunun bilin cin­
dedir ki, bir m etnin açık bir analizi için yöntem olarak bir
a lete başvurulma lıd ır. Bu a let, tekil parçalarının veya bö­
l ü m lerinin baglam, am aç, uyum ve eşitligi (özne-yüklem
uygunl ugu) içinden eserin bütünlügüne u laştırmalıdır. O
aynı aletin hermeneutik degerini, genel bir yöntem ögreti­
sinin bakış açısı a ltına taşır: "H atta her yerde (tüm yazılı
eserlerde). bir b ütünün tekil p a rçala rı b u b ütün le ve bü­
tünün d iger parçalarıyla ilişkisinden h a reketle bir anlam
kazanabilirler." O bir esere, iç form una, üslCıbuna ve tekil
etki elema nlarına göre yönelir ve Paul'e (Pavlus) ve Jo­
h a n n'a (Yuhanna) özgü üslubun ince karakteristiklerinin
taslagını çıkarır. B u b üyük bir ilerlem eyd i . Şüphesiz reto-
Hermeneutigin Doguşu 99

rlk kavrayış tarzının s ı n ırları i ç in d e . Mela nchton ve f'la·


cius için her metin. ancak. kendisinin anlaşılmasını müm·
kün kılan kurallara göre yazılır. Metin tıpkı bir mantıksal
otomat gibidir. B u otom at, üsliip. tasvir ve anlam sanatları
ile bezenm iştir.
f'laclus'un eserinin fo rm el d a rlı gı, B a um g arten 'in her·
m ene utiginde aşılm ıştır. B u h ermeneutikte aynı zamanda
b i r ikinci b üyük teoloj i k herm e neutik h areket geçerlilik
kazanm ıştır. Baum garten'in Haile'deki bir kütüphanede bu·
lunan dokümanlar hakkında verdigi b ilgilerden sonra. Hol·
landalı açımlayıcıların yanısıra Eski A h it'i serbestçe yo­
rum layan lngiliz düşünürleri ve açımlayıcıları da etnoloji­
d en h a reketle Alman görüş tarzına katılm aya başladılar.
Semler ve Michaelis, Alman görüş tarzı içinde ve bu çev­
renin ç a l ı ş m a l a rına d a y a n a ra k kend i l eri n i yetiştird iler.
M ichaelis önce Eski Ahit'ln yoru m l a n m as ı n d a d il, tarih,
d o ga ve h ukuktan h a reketle b irlikli bir tarihsel kavrayışa
yöneldi. Büyük Christian Baur'un öncüsü Semler, Yeni Ahit
yasasındaki birligi parçaladı. Ona göre esas görev, her te­
kil yapıyı kendi yerel karakteri içinde kavram aktı . Bu d a
a n cak kutsal ya zıları, Y a h u d i H ıristiyanl ıgı ile H ı ristiyan
H ı rlstiya nlıgı arasında başlangıçtan b eri sü ren savaş ları
kendi tarihselllkleriyle kavra makla ve b u nları daha özgür
bir d ü z en lemeyle yeni bir birlik i ç i n d e birb irlerine bag­
l a m a kl a o l a b i l i rd i . Ve o kendi teoloj i k h erm e n eutiginin
haz ırlıgı için de, çok açık ayrı m larla bu bütünlüklü bilimi
iki parçaya ayırd ı : a) Dil kullanımının yorumlanm ası ve b)
tarihsel koşulların yoru mlanması . Bununla açımlama etkin­
liginin dogmadan özgürleşmesi tamamlandı; gramerci/dil­
b i l i m ci-tari h s e l c i o k u l u n t e m e l l e ri a tı l d ı . D a h a so nra
Ernesti'nin arı ve d ikkatli d ü ş ü n c esi, klasik m etinlerin
açımlanmasında herm eneutik açısından gözetilmesi ge­
reken yeni yönleri gösterd i . Schleiermacher kendi herme­
n eutigin i onun derslerine d aya narak geliştird i . Bu ilerle­
m eler de şüphesiz saglam sınırlar içinde tam amlandı. Her­
h angi bir çaga �it bir metnin kom pozisyon u ve düşünce ör­
güsü, bu açımlayıcıların elinde, iplik iplik çözüld ü . Bu d a,
kompozisyonun ve düşünce örgüsünün ortaya konuldugu
1 00 Herm eneutlk ve Tin Blllmlerl

koşulları n yerellik ve zamansallıgı, yani yere ve z a m a n a


b a g l ı koşullar çevres i gözetilerek yap ı l d ı . B u pragmatik
tarih yorumuna göre, dinsel ve ahlaksal yönden aynı yapıda
olan insan dogası sadece dıştan, yani yere ve zamana baglı
olması bakımından sınırlanm ıştır. Bu insan dogası tarihsel­
likten yoksundur. ıs
B u raya kadar klasik hermeneutik ile lncilcl h ermene­
utik yanyana yürü m üşlerdir. Bu ikisi bir genel hermene­
utigln uygulamaları o larak anlaşılabilir m i ? Wolfçu Meler,
b i r genel h ermeneutige d ogru böyle bir adımı, bir genet
açımla m a sanahna ilişkin 1 757 tarihli araştırm asında attı . O
kendi biliminin kapsamını gerçekten de m ümkün olduguj
kadar genel tuttu: Bu bilim yani genel hermeneutlk bilimi,
her açımlamada gözetilmesi gereken kuralları ortaya koy­
m alıyd ı . fakat M eier'ln kitab ı ş u n u bir kez daha gösterlrc.
ki, mim ari açıdan hareketle ve sim etri gözetilerek yeni bi- ;'
limler keşfedilemez . Bu yolla sadece hiç kim senin bir şey :
görmedigl kör p encereler m eydana gelir. Etkili bir herme- •
n e utlk ancak, fi loloj i k açım lamayı h a l i s fel s efi bir yete-

nekle b irleştirm iş o l a n bir kafada o l u ş a b i l i rd i . Bu kafa
Schlelermacher'dl.

18 Dilthey burada her türlü teolojik hermeneutiğin (ve tabii her türlü din te­
melli açımlamacılığın, daha özel olarak Hıristiyan ve İslam tefsirciliğinin)
düştüğü ve düşmesinin kaçınılmaz olduğu açmazı ima etmektedir. Teolo ­
jik/dinsel temelli her türlü hermeneııı.i.k. girişim. deği_ş_mez olduğuna �
dil!sel akj deler_i_nin ışığında. ve hu akidelerin de�j�mezliği inancının kaçı­
n.ı! miz_bi� sooucıı olarak. insanı sabit bir doğaya sahipmiş gibi ele alır. Bıı
durumda bu insan doğasının tarihsellii.irulen. söz . etmek..ın ümkü.n. .değildir.
.

Çünkü "tarihsellik" kavramı, anlamı bakımından değişebilirliği, zamana


bağilolmayı. tarihın hep içinde bulunmaklığı ıfade eder. Protestan �­
neutiğinin 20. yüzyıldaki temsilcileri, özellikle Heidegger'i etkilemiş oldu­
ğunu bildiğimiz Bultmann, teolojik hermeneutiğin ve dinsel tefsirciliğin bu
konuda yüzyıllardır içinden çıkamadığı bu açmazdan kurtulmak üzere,
"vahyin tarihselliği" kavramından hareket etmişlerdir. Bu konuda bk:
O.Pöggeler, "Heidegger, Bugün", Heidegger Üzerine İki Yazı içinde, çev:
Doğan Özlem, Paradigma Yayınlan, İstanbul 1 999, 2.baskı, s.40-45.
Hermeneutıgın Doguşu 101

iV

S c h l el e rm acher'ln a ltları n d a çalıştıgı koş u l l a r şunlardı:


Wlnckelmann'ın sanat eserlerini yoru mlayış tarzı; Herder'in
d a h iye özgü saydıgı bir şey olarak çagların ve halkların ti·
n l n l n e m patl yoluyla hissedilmesi yöntem i; Heyne, f'rie d·
rlch August Wolf ve ögrencllerlnln yeni estetik görüş nok·
tası a ltında çalışan filoloj ileri. (Bu ögrencller arasında He·
lndorf, dar bir Platon araştırm acıları toplulugu içinde Sch·
leierm a c h er'le birlikte çalışmıştı.) B u n ların hepsi, Sch lel ·
e r m a c her'de, A l m a n tra n s a n d antal felsefesinin 1 9 yönte·
m lyle b irleştiri l d i . Blllncte verili o l a n ı n a rkasında, _bjr·
11§11 ça lışan fakat kendisi şekil almam ı ş ve blllnçslz olan
b if__ya ratma ootans lvell vard ı . B u pota n s iyel. i ç i m izde,
d ünyanın tüm formu n u açıga çıkarıyord u . 5.!LlkL.yönün b ir·
birine bagla nmasından, tam da, Schlelerm acher'ln öz g ün
a ç ı m l a m a sa natı ve bir b i limsel h erm eneutıgın nihai te·
m e l l e n d lrlllşl çı ktı .
Hermeneutlk, Schle.lermacher'e kadar. en lvl _haliyle. bir
gene!geçer açı mlama sa natına ulaşmak amacıyla tek· )ili ·
ralların bir araya getirilm e s iyle in a e d i l m jş bir kuralla r
b l n a s !Y d ı . Bu b ina, gram atlk/d l l b l l lm sel, tarihsel. este·.
tik/retorik ve nesnel/olgusal açım lcıroa J9rzla.!!!ll n_�çım:
__

l a m a s üreci içinde bi.ıl l kte-e.tkili o l d u kl a rı lş levleri_Qa ·


rın d ı rıyord u . Ve h ermene utik, yüzyılların filolojik virtüoz·
l u g u n d a n ç ı km ıştı ve artık bu i şlevlerin kendilerine da·
yandıgı kuralların d a bilgisi olm uştu . Schle lerm acher bu
-
kurallann arkasına. anlamanın a nalizine, anlam avla amaçla·
nan b ilginin kendisine yöneldi; llf: o genel.gecer açımla·
m a n ın. onun yard ımcı araçlarının, sınırlarının ve kurall arı ·
nın imkanını, anlamanın özüne i lişkin bu bilgiden türe tti .
fa kat o anlamayı, sadece yazılı eserler üretme süreciy l e
kendisinin kurdugu canlı i lişki içinde. bir yeniden-kurma.
yenlden-konstrükte etme olarak analiz edeblllrd l . O. yaşa·
m ayı etkileyen bir yazılı e serin m eydana çıktıgı yaratm a
sü recini kendinde i! lssetmeyl, sezmeyi ve kavramayı. şu

1 9 " Alman transandantal felsefesi" ile Kant felsefesi ve Alman İdealizm ind e
özellikle Fichte'nin felsefesi kastedilir.
1 02 Herm eneutik ve Tin Bilimleri

dlger sürecin . b ilgisi için yani b i r eserin bütününü yazılı


işaretlerden ve yaratıcısının niyet ve d ü ş ünce tarzın dan
h areketle anlamak dedlgimlz dlger sürecin b ilgisi için ge­
rekli koşul sayd ı .
Fakat böyle o rtaya konulmuş olan problemi çözmek için
yeni b i r p s ikqloj ik-tarl h s e l kavrayışa i htiyaç vard ı . işte
biz b ura d a sözü edilen i lişkiyi, G rek a ç ı m l a macıl ıgı ile
yazılı ürünlerin b elirli b i r tarzının ögreti s l olara k Grek re­
torıgı arasında meyda na çıkmış olan bagıntıdan hareRetle
izledik. N e var ki her i ki süreci n (yaratm a sürecini ken­
d in d e hissetme süreci ile yazılı l�aretlerden ve yaratı qınln
n lyet.Jıe du�Üfıentnden ha reketle _bir eseri anlama süre ci ­
nin) kavranılışı d a l m a m antıksa l-retorik b i r füılllayış tarzı
olarak kald ı . Bu kavrayış tarz ı n ı n kulland ıgı kategorUer.
dalma. olay örgüsü. mantıksal baglam. m a ntıksal düze ve Q
bu m antıksal yapıya sahip ürünün üslup. sözcük oyu ları r(
ve tasvirle giyd lgi e l b i s e idiler. Fakat b un u nla blrll"te.
bir yazılı e seri a n l a m a k için tüm üyle yepyeni kavra rq lar
k u l l a n ı l m ı ştır. Orada, bir eseri n a s ı l o l uşturup blçlmlen­
d lrdlglnl b ilm eyen. a m a birlikli bir yaratı ortaya koyan bir
�otanslyel karşım ızdadır. B u potansiyel bir esere ilk saik­
lerini verir ve o n u geliştirir. H erşeye karşı d uyarlı o l m a
ve kendlllglnden b i ç i m verme o n d a b irbirinden ayrılmaz­
lar. Tekillik ve tekilleşme o rada e n uç n oktaya ve tek tek
sözcükl ere kadar etkind ir. Onun en yüksek nesnelleşmesi
yazılı e serin dış ve iç form udur. Ve a rtık b u eserle yüz­
yüze kalınd ıgında d oyu m s u z bir i h tiyaç, insanın kendi te­
kllllglnl b i r başkasının kavrayışı a racılıgıyla b ütünl e m e
ihtiyacı ortaya çıkar. ö y l e k i a n l a m a ve açımlama dalma
b izzat yaşamdan etkilenirler ve yaş a m ı etkilerler. Anlama
ve açımlama. m ükem melliklerine. yaşamı etkileyen eserle­
rin u stalıklı açımlamasında oldugu kadar bu eserlerin on­
ları yarata n ların tlnleriyle bagıntısının a ç ı m l a n m a s ı n d a
ulaşır. B u. Schlelermacher'ln düşüncesinde kabul gördügü
özel form uyla. yeni kavrayıştı.
Schlelermacher'ln arkadaşları ve bizzat kendisi tarafın­
dan yeni psikoloj ik-tarihsel yöntemleri filolojik yorumlama
s a natı içinde geliştirecek bir büyük genel hermeneutik
Hermeneutıgın Doguşu 1 03

i l e ilgili projenin gerçe kleşmesi için b i r b a şka koşu l bu­


ra d a yatıyord u . Zaten Schiller, Wllhelm H u m b o ldt, Schle­
gel Kardeşler'dekl Alman tini. şiirsel üretimden h a reketle
tarihsel dünyanın açımlama yoluyla anlaşılmasına yönelmiş
b u l u n uyord u . Bu çok güçlü bir h a reketti; Böckh, D lssen.
Welcker, Hegel, Ran ke, Savigny, b u h areketten çıktılar.
f'rledrlch Schlege l filoloj i sanatında Schlelerm acher'ln yol
göstericisi o l d u . B u n l a rın G re k şii ri, G o ethe, B occacclo
üzerine parlak çalışm alarında kullandıkları kavramlar, "ese­
rin iç formu", "ya zarın gelişim öyküsü" ve ·yazılı eserlerin
kendi içlerinde eklem lenerek oluşmuş bütününün gelişim
öyküsü" idi . Ve yeniden yapılandırı l a n bir filoloj i s anatı­
nın bu gibi tekil kalan etkinliklerinin arkasında, onlar için
bir eleştiri b i l i m i, üretken yazınsal p otansiyelin bir teori­
sine dayanan bir ars critica planı yatıyord u . Bu plan Schle­
ierm a ch er'ln h e rm e neutigl ve eleştirisi ile çok yakından
i l g i l i yd i .
V e Sch legel'le b irlikte Platon'd a n çeviri planı d a uygu­
l a n m aya başladı. Bu çeviri etklnllglyle b irlikte. Böckh ve
Dlssen'ln Plndaros'a uygu l a m ı ş o l d u kl arı yeni açımlama
teknl gl d e oluştu . Aç ımlamanın hedefi Platon felsefesinin
ka rakteri ile Platon'un eserlerinin s a n atsal form u arasın­
daki birlikti. Felsefe b urad a hatta yaşamdır; o konuşm ayla
gelişir. onun yazı yoluyla anlatımı. sad ece. anımsanması
için b a şvuru lan bir s a b ltleştlrm ed lr. Felsefe d iya l o g ol­
m a k zorundadır ve m u hakkak ki o canlı düşünsel bagıntıla­
rın özdeş yeniden üretim i n i gerektiren bir sanatsal forma
i htiyaç d uyar.20 Bu P l atoncu d ü ş ü n c e n i n s ı kı b lrllglne
göre, her d iya l og öncekini izler, s onrakini hazırlar ve fel­
s efen i n çeşitli kısımlarının i p li kl erin i ö rer. Platon'un e n
d erin yönelimini içeren ana e serlerinin bir baglamı. d iya­
l o gların b irbirleriyle bu bagıntıları l z l e n d l gl n d e ortaya
çıkar. Schlelerm acher'e göre, Platon'un dogru anlaşılm ası.
ancak, sanatsal yoldan oluşturulmuş olan bu baglamın kav­
ranılmasıyla m lı m kün olabi lir. Platon'un e serlerinin krono­
l ojik sırasının saptanması, bu sıra baglamın kendisiyle pek
çok yönden uygunluk göstermesine ragmen, daha az önem

20 Platon bu düşüncelerini özellikle Phaidros diyalogunda geliştirmiştir.


1 04 Herm eneutik ve Tin B/l/mleri

taşır. Böckh, ü n l ü eleştiri s i n d e, Platon'un büyük eserinin


ö n celikle fil o l oj i b i l i m i n e açık o l a b l leceglnl söyleye­
b l l m l ştlr.2 1
B öyle b i r fi l o l oj i k virtü o z l u k ve d a hiyane b i r fe lsefi
güç, i l k kez S c h l e lerm a c her'in d ü ş ü n c e s i n d e b irbirine
baglandılar. Ve m uhakkak ki bu felsefi 'güç, tam d a herme­
neutlk problemlerin genel formülasyonu ve çözümü bakı­
m ından uygun araçları sunmuş olan transandantal felsefeye
dayanarak formasyon kazanmışh: öyle ki açımlananın genel
bilimi ve ögretlsl, artık ortaya çıkmış oluyordu . •
S c hlelerm acher, Ernesti'nln ln terpretes'ini okuduktan
sonra, l 804 sonbaharında kendi açımlama blll rrıj nln ve ög­
retis inln i l k taslagını o l u şturd u . O Hall e'dekl a ç ı m l a m a
üzeri n e takrlrlerlnln ilk k u r s u n u b u taslakla açmak iste­
m işti. Biz bu dogrultuda canlanan hermeneutlge 'l ncak pek
tatmin edici olm ayan bir form içinde sahibiz. Olta etkinlik
kazandıran, öncelikle, Schleierm ac h er'ln Halle'de bulun­
d ugu sırada ögrenclsl olan ve fel sefe a n s iklo p�dlsl üze­
rine verdlgl derslerde (hermen e utlgeJ ö n e m l i �lr bölüm

ayıran Böckh oldu.
Ben, Schlelermacher'in herm eneutiglnden, daha da ge­
l iştirilebilir görü n e n ilkeler çıkard ı m .
Yazılı eserler üzerine açımlama, tam amen ve sadece, an­
l a m a s ü recinin u stalıklı b i r ş e k i l d e gel i ştirilmiş h a lidir.
Anlama süreci yaşamın tüm ü n e yayılan ve konuşma ve ya­
zının her türü karşısında anında işlemeye başlayan bir sü­
reçtir. Bu d emektir ki, açımlamaya kurallar koymanın teme­
linde anlama analizi yatar. B u n u n la birlikte bu ana liz, an­
cak, yazılı eserler üretiminin analiziyle bagıntı içinde ta­
m a m la n a bilir. Açımlamanın araç ve sın ırlarını belirleyen

21 Dilthey'ı önemli ölçüde etkilemiş olan ünlü Alman filoloğu A. Böckh. filol o -
jinin yalnızca edebi metinlerin (he/le 1 ıtrPI : ·
ursa olsun tüm
metınlerın Uettre ı ımı olması �erektj�jnj jddia etmis ve dev eseri Filolojik
Bilimler Ansik/opedisi'nı bu doğrultuda yazmıştır. Öyle ki Dilthev. Böckh'ün
e�si altında. hermeneutii!:i. her türlii metnin (hıı arada füIS ml"ti n l ni n irı
de) açımlama kııra!lıırmın ö8F•lt51 ttliı™"- tanım�tır. Böylece Djhbe�
hermeneutiğe, "felsefenin felsefesi" vev " tii felsefe-" statüsü de ka­
··

�ID rmı § o ı.ıyordu. Daha sonra Gadamer hermeneutiğin evrenselliğinden


söz ederken, Dilthey'ın bu konumlamasından hareket etmiştir.
Herm eneutigin Doguşu 105

kura lların birbirlerine bir bütün o l uşturacak ş ekilde bag­


lanm ası, ancak, anlama ve üretim arasındaki iliş ki üzerinde
tem e l l e n d i ri l e b i l i r .
Oenelgeçer açımlamanın imkanı, anlamanın d ogasından
çıkarılabilir. B u ra d a artık a ç ı m l a m acının teki lligi ve met­
nini a ç ı m l ayacagı yazarı n tekl ll lgi, birbirler i karşısında
hiç d e iki karşılaştırılamaz olgu o la rak durm az lar : Her iki­
sinin tekilllgl d e genel insan dogasını n 22 tem elleri üze­
ri n d e ş e k l l lenirler ve z aten i n s a n topluluklarının kendi
aralarında konuşması ve birbirini anlaması bu genel insan
dogası sayesinde mümkün ol ur. Burada Schl elermacher'in
form ül şeklindeki ifadelerine psikolojik yönd en daha fazla
açıklık kazandırılabilir. Tüm bireysel farklar, en nih ayet.

22 Öğretisinin temelinde "tin"


kavramının bulunduğu Dilthey gi b i bir filozofun
sık sık "doğa", "doğal" , "genel insan doğası" gibi sözc ükle re başvurmas ı.
Dilthey okurları için hep yadırgamayla karşılanmıştır. özellikle "genel in­
san doğası" gibi bir terimi çok sık kullanması, Dil they adına t utarsızlık ola­
rak görülmüş ve halla Dilthey'a bir çeşit pozitivist olarak bakılması'n a yol
açmıştır. Peter Krausser'in Kritik der endlichen Vernıınft. Wilhelm Dilt ­
heys Revolııtion der allgemeinen Wissenschafts ıınd Han dlııngstheor ie
(Sonlu Aklın Eleştirisi. Wilhelm Dilthey'ın Genel B ilim v e Eylem Kura­
mında yaptığı Devrim) adlı kitabından (Frankfurt/M. 1968) bu yana, Dilt ­
hey'ın bu sözcüklerle kastettiği anlamların, pozitivistleri n aynı sözcüklerle
kastettikleri anlamlarla ilgisi olmadığı açıkça bilinmek tedir. Krausser bu
eserinde, Dilthey'ın bu sözcükleri bilerek pozitivistlerin anladıkları şekilde
kullandığı bazı yerleri de ayrıca göstermiştir. Krausser, Dilthey'ın her türlü
kavram düzeninin ve tasarımın "dil içinde sabitleştiğin i" s ürekli yineledi ­
ğini, dolayısıyla Batı'ya özgü kavram düzenlerinin ve tasarım ların bu sabıt­
leşmelerden hareketle kavranması gerektiğini hep vurgul adı ğını belirtmek­
tedir. Bu nedenle "genel insan doğası" terimi ile kastedilen. ancak ve sadece ,
Batı'nın kültür dilleri içerisinde "sabitleşmiş" bir kavram v e ya tasarım ola­
bilir. Ayrıca kavram, Dilthey'da bir gerçekl ik kavramı değil, bir imkan kav­
ramıdır. İnsan bir imkanlar varlığıdır; biz onu tarihte gerç e kleştirmiş olduk­
larıyla ve kendi kültür çevremize ait tasarımlar ışığında, göreceli olarak ta­
nırız. W.v. Humboldt'a dayanarak denebilir ki , "genel insan doğası", başka
bir kültür dil inde veya kültür dilleri ailesinde fark ! 1 an la m lar içerebilir.
Krausser, tezini, Dilthey'dan sık sık alıntıl adığı şu cümle yle desteklemekte ­
dir: "Aristoteles tarafından sabitlenen ve Ortaçağ tarafın dan devralınan v e
Yeniçağda e'1ıpirik içerik yükletilen kavram düzeni anlaş ıl mak isteniyorsa:
bu kavram düzenine Batıya özgü olan ve Batı dilleri içeris inde sabitleşen bir
sistematizasyonun öngeldiğinden yola çıkmak zorunlu dur." (W. Dilthey ,
Gesammelte Schriften, cilt V, S.53.)
1 06 Herm eneutik ve Tin BJ/imleri

kişilerin nitelik yö n ü n d e n farklıl ıkları d o l ayısıyla ortaya


çıkmış degild ir; tersine bu farklar, yalnızca, onların ruhsal
süreçlerinin derece farkl ılıgı n e d eniyledir. fa kat açımla·
macı kendi tüm yaşam deneyimini bir tarihsel ortam içine
yans ıtıp yerleştirmek suretiyle ve bura d a n h areketle, he­
m e n a n ı n d a, ruhsal süreçlerden b irini vurgu layabilir ve
kuvvetle n d ireb i lir, d igerleri n i geride b ıraka bilir ve b öy­
lece yabancı bir yaşa m ı kendi içinde yeniden kurabilir.
i m d i b u sürecin mantıksal yönü göz önüne alınırsa, bu
süreç içinde, bir baglam, yalnız, göreceli olarak belirgin
tekil işaretlerden hareketle, m evcut gram atik/dllbllim sel,
m antıksal ve tarihs e l b i l m e tarzları n ı n sürekli b M l kte
uyg u l a n m a s ıyla b i l i n i r . Bizim m a ntıks a l term inoloj i miz
içinde ifade ed ild igi n d e, a n l a m a n ı n b u ma ntıksal önü, Y.
tümevarı m , 23 genel dogruları n tikel h a l lere taşın ması ve
karşılaştırma yönteminin birlikte uygulanması ile m eydana
çıkar. Daha da öncelikli bir görev, burada anılan man•ksal
işlem leri ve onl a rın arasındaki b a gıntı l a ra d ayanan zel Yo
formların saptanması olabilir. ;
B urada tüm açımlama sanatının merkezi güçlügü ke9dini
gösterir. Bir e serin b ütününün q n lasılması tekil sözcykle­
rin ve b u n lar a rasındaki bagıntıların ve tersine tekilin tam
olara k anlaşılması eserin bütününün a nlaşılmasını gerekti­
rir:-B u döngü, tek bir eser o eseri yaratanın düşünce tarzı
ve gelişimiyle b a gıntıya soku l d u kça tekrarl a n ı r ve aynı
döngü hatta b u tekil eser ait oldugu yazın türüyle bagın­
tıya sokuldugunda bir kez daha tekrarlanır. Schleiermacher
bu güçlügü pratikte en güzel şekilde, Platon'un Devletinin
çevirisine yazdıgı Qiriş'i nde çözm üştür. Onun açımlama
üzerine verdigi derslerden kalan notlar, h e m en önümde,
aynı yöntemin b aşka örnekleri olara k d uruyorlar. (0, işe,
eserin hangi yazılı eser türüne gird igini ona şöyle kuşba-

23 Dilthey'ın burada adını andığı "tümevarım " , doğa bil imlerinin başvurduğu
tümevarımdan önemli bir farklılık gösterir. Dilthey burada tin bilimleri için
bir yöntem olarak "eklemlemeli/birikimsel tümevarım" denebilecek bir tü­
mevarımı önermektedir. Bu konuda bk: Doğan Özlem, Metinlerle Herme­
neutik (Yorıımbilgisi) Dersleri, cilt I, İnkıliip Kitabevi , 2.baskı, İstanbul
1996, S. 1 45- 1 90.
ffermeneutlgin Doguşu 107

kışı bakarak saptamakla başlar. Bu sınıflandırma yüzeysel


ve hızlı bir oku m a içinde karşıla ştırma yol uyla yapılır. O
tüm bagla m ı el yordam ıyla dokunarak kavrar. Güçlüklere
ışık tutar. Kompozisyona b a karak ve güvenilebilir tüm
yerler üzerinde düşünüp taşınarak. esere yön veren niyet
üzerinde duru r. özgül yoru m la m a a ncak bunlardan sonra
başlar.) Kuramsal olarak burada tüm açımlamanın sınırlarına
varılmıştır. Acımlama. görev.inLd aima ancak .belli bir dere:
ceye �r tamamlar! öyle ki tüm anlama daima anc ali sı�­
celi kalır ve asla tam o l a m a z . Jndividu um est innefabiie
( tekil anlatılamaz veya tekil dile getirilemez).
Açımlama sürecinin gram atik/dl lbilimsel, tarihsel, este­
tik ve konusal/olgusal süreçlere ayrılması, Schleiermacher
tarafından b u l u n d ugu gibi yine o n u n tarafından geliştiril­
m iştir. Bu ayrımlar, sadece, gramatlk/dllbilimsel, tarihsel,
""konüsal/olgusai ve estetik bilme tarzlarının açımlama baş­
ladıgında orada olmaları gerektıgini ve açımlamada her bir
tarzın d iger tarzları etklleyeblldiglni gösterir. Fakat açım­
l a m a sürecinin kend isi, ancak. bir tinsel yaratının dilsel
işaretlerd e n hareketle elde edilen bilgisinde içerilen iki
yöne ayrı l a bilir. Gramatlk/d il b i l i m s e l a ç ı m l a m a metin
içinde bagıntıdan bagıntıya, cradan eserin bütünündeki en
yüksek bagıntılara kadar gider. Psikolojik açımlama, yara­
tıcı içsel süreçteki yer degiştirmeden hareket eder ve ile­
riye dogru eserin dış ve iç form una yürür; fa kat bu form lar­
d a n tekrar e serin blrligin in kavran ılışına, yaratıcısının dü­
şünce tarzı ve gelişimi içinden gider.
B u nlarla, Schleiermacher'in, ustalıklı açımlama sa natı­
nın kurallarını kendisinden h a re ketle geliştirmiş oldugu
noktaya varılır. Onun dış ve iç form ögretısi ve içinde ya­
z ı l ı eser üretiminin bir ge nel teorisi için temel o l uştura­
cak ve yazın tari h i n i n o rga n o n u s ayı l a b ilecek ilkeleri,
özellikle d erin dir.
Hermeneutik yöntemin son am acı, yazarı, onun kendi­
sini anladıgından daha iyi anlamaktır. Bu ilke, bilinçsiz ya­
ratım üzerine bir ögretinin zorunlu ilkesid ir.
1 08 Herm eneutlk ve Tin Bilimleri

Toparlayal ı m . Anlama. yalnızca. karşıda dilsel e serler bu­


I u n d ugu takdird e gene lgeçerl i ge u la ş a b i l e n bir a ç ı m l a­
m aya dönüşür. Hermeneutik içinde filolojik açımlamanın
önemi ve F.A. Wolf tarafından haklı olarak yüksek deger at­
fed il m e m i ş o l a n b öyle bir d i s i p l i n i n pratik yararı. o n u n
hermene utigin yöntem v e kura ll arı bakı m ı n d a n degeri bi­
lindikçe ve yaşam d eneyi m i ölçü sünde olabilir. Fakat ben
bu pratik yararın ötesinde bizzat açımlama ugraşısı için bir
ikinci ve temel görevi şurada görüyoru m : H etmeneutik.
rom a ntik keyfilik ve septik öznelligln sürekli müdahalele­
rine karşı, tarih alanında açımlamanın genelgeç\erllgini ku­
'
ramsal olarak temellendirmelid ir; tarihin tüm g üvenil irligi
b u n a baglıdır. Tin bilim lerinin b ilgi kura m ı. m a ntıgı ve
yöntem ögretisl bagıamında alındıgında, bu açımlama ögre­
}'r
tisl, felsefe ve tarih bilim leri a ra s ı n d a önemli b baglantı
h a lkası. tin bilim lerinin te m e l l e n d iri l m e s i n d e :tem e l b i r
öge olur. •

[Dilthey'ın Terekesi Arasında Bulunan


El Yazılarından Yayımcının Ekledikleri]

Anlama. bilmenin en geniş a n l a m d a bir genelgeçer bil­


giye u l a şılm aya çalışılan süreç o la rak kavra n d ıgı yerde,
genel bilme kavram ı altında yer alır.
( l . ilke) Biz anlamayı. psişik yaşamın duyusal olarak ve­
rili işaretlerin den/belirtilerinden bu psişik yaşamın bil­
gisine ulaşma süreci olarak ad/andırıyoruz.
(2. l lke) Psişik yaşamın duyusal yoldan ka vranılabilir
olan Jşaretlerl/belirtilerl de çok ç eşitli olabilir: bunların
anlaşılması bu bilgi türünün/tarzının kabul edilmiş koşul-
Herm eneutigin Doguşu 1 09

/arıyla verili olan ortak işaretler aracılıgıyla saglanmak zo­


rundadır.
(3. llke) Yazıya geçip sabitleşmiş yaşam işaretlerinin ve
dışlaştırma/arın ustalıklı an/aşılmasına: açımlama, lnterpre­
tasyon diyoruz.
Açı mla ma, kişisel kalan bir sanatın/ustaııgın bir eseri­
dir ve onun en mükemmel şekilde uygu lanması açım layıcı­
nın dehasını gerektirir. Ve a ç ı m l a m a m u h akkak ki ilgiye
baglıd ır; o yazarla koşut bir yaşamla, yazar üzerine sürekli
inceleme ya pm akla yükselir. Winckelma nn'ın Platon (Justl)
üzerine çalışması buna örnektir. Schleiermacher'in Platon
çalışmaları, vd. böyledir. Açımlamada sezgisel yön, ancak
sürekli çalış m ayla gelişir.
Bu (nite likteki) açımlama, yukarı d a zikredilen zorlugu
ve konusunun bizzat insan soyu olması nedeniyle, önemi
bakımından, aynı insan soyu nun ölçüye gelmez degerde
(bir) çalışmasıd ır. Filoloj i ve tarih, ta m a m en, zaten bizzat
insan soyu üzerine çalışırlar. Bilgelere özgü bir çalışmayla
insan soyu nun sınırsız birikim i üzerine bir tasarım ortaya
koym ak, hiç kolay bir iş deglldir. Ve m uhakkak ki bu an­
lama gücü insan soyu içinde dogayı bilme ve ona hakim
olma gücüne oranla çok daha b üyük güçlüklerle, adım
adım, kurallara baglı olarak ve ya vaş ya vaş gelişir.24

24 Dilthey, doğa bilimlerini yöntemleri ve ulaştıkları bilginin değeri yönünden


tin bilimlerinin çok altında görür (bk: 3 numaralı dipnotu). Doğabilimsel
bilgi, empirik olanı mantıksal kalıplar içerisinde açıklama sonucu elde edilir.
B urada bilgi elde etmek için bir duyum-tasarım (duyumsallık-zihinsellik)
ilişkisi kurmak yeterlidir. Oysa tinbilimsel bilgi, ancak, tin bilimcinin "in­
sani olan herşey"le ilgilenmesi sonucu elde edilebilir. Bu demektir ki, tin bi ­
limci, doğa bil imcinin başvurduğu duyum-tasarım ilişkisi yanında, "an­
lama"nın gerçekleşebilmesi için gerekl i olan sezgi, empati, sempati, zihinde
yeniden-kurma gibi edimlere de başvurmak zorundadır. Zaten "anlama".
tüm bu edimlerin bir birlikteliğini de ifade eder. Dilthey özellikle "dahiye
özgü anlama"nın tin bilimlerindeki önemine vurgu yapmaktan yorulmaz.
Buna karşılık doğa bilimlerinde "dahiye özgü sezgi"ye bir oranda ihtiyaç du­
yulsa bile, bu biltınlerde tinsel dünyaya derin bir bilgi birikimi ve yüksek bir
duyarlılık temelinde yönelen bir edim olarak "dahiye özgü anlama"ya ihti­
yaç yoktur. (Bk: Doğan Özlem, Metinlerle Hermeneutik (Yorumbilgisi)
Dersleri, a.g.e., cilt il, S.350-432.)
1 10 Herm eneutik ve Tin Bilimleri

fakat tam da bu (anlayıcı) deha bu kadar ender bir şey


old ugu için, açımlamanın kendisi de pek az sayıdaki do­
guştan yete nekli insan tarafından icra edilmek ve ögretil­
mek zorundadır; bu zorunludur.
(ilke 4a) Dahiyane açımlama sanatı kurallara bag/J olarak
gelişir. Bu kurallar bu sanatm yöntemlerin de içerilmiştir
ve ha tta onlar bu yöntemlerin bizza t ken dilerini ha tırla tır­
/ar. Ç ü nkü her insani sanat, sanatçının yaşam birikiminin
herhangi bir form içinde kendisinden sonra gelenlere akta­
rılması müm kün oldugu sürece. kendini kendi uygulamaları
içinde a rıtır ve yükseltir. Anlam ayı ustalıklı kıltin o rtam,
sadece, dilin saglam bir temel verdi gi/b a h şettigi ve bü­
yük, s ü rekli, degerli yaratılar, degişik açıml amf<ı la rla tar­
tışm aya çagrı çıkaran yaratı l a rın o rtaya ko nuldugu yerde
m eydana gelir: (ilke 4b) Bu nedenle açımlamanm dahi sa­
na tçı/an (us ta/an) arasmdaki karşıt/Jga genelge�er kural­
lara dayanarak çözüm aramak gerekir. Şüphesiz f>zgün bir
açımlama sanatı için en fazla uyarıcı olan şey, da I açımla­ �
yıcıyla veya onun eseriyle bag kurm a ktır. fakat aşamın j
kısalıgı, b u lunm uş yönte m l e rin ve bu yönte mler içinde

denenmiş kuralların saptanma sıyla, yolun kısaltı l m a s ı n ı
gerektirir. Biz, yazıya geç erek sabit hale gelmiş yaşam
ifadelerini anlamamn bu ögretisine, hermeneutik diyoruz.
H e rmen eutigin özü b u şekilde b e lirlenebilir ve h er­
m eneutik ugraşı kesin bir kapsam içinde haklı kılınabilir.
O b ugün bu ögretinin temsilcileri tarafın dan arzu l a nan il­
giyi çekecek dereceye ulaştırılmam ıştır. Görünüm budur;
fakat bana öyle geliyor ki, bunun sebebi, bilimin b ugünkü
durumundan çıkan ve ona yüksek bir ilgi derecesi saglayan
p roblem lerin herm en eutigln ugraşı alanı içinde ele alın­
ma masında yatmaktadır. B u bilim (hermene utik) çok özel
bir kadere sahip olmuştur . Hermeneutik, daima, tekil tarih­
sel varoluşun anlaşılmasını bilimin acil sorunu kılan b ir
b üyük tarihsel h a re ketin baskısı a ltında d ikkat çekmiş,
gündeme gelip geçerlik kazanm ış, fakat sonradan yeniden
kara nlıklar içeri s i n d e kay b o l u p gitm iştir. ilk kez H ı rlsti­
yanlıgın kutsal yazıla rının a ç ı m l a n m a s ı Protesta n l ı k yö­
nünden bir yaşamsal sorun haline geldiginde, böyle olmuş-
Hermeneutigin Doguşu 111

t u r . 2 5 Daha sonra yüzyıl ımızda tarih bilincinin gelişmesi


baglam ında, h ermeneutik, Schleierm acher ve Böckh tara­
fı ndan bir süre yen i d e n canla ndırıldı; ve b en, Böckh'ün,
ta m a m en bu problemleri ele almış oldugu kendi Ansiklo­
p e dis i n d e fi l o l oj iyi en yüksek d e gere s a h i p bir ugraşı
saym ış oldugu bu zam anı yaşadım . Her ne kadar F. August
Wolf hermeneutigin filoloj i için degeri üzerine o l u m s u z
sözler sarfetm işse de v e hatta bu b i l i m i n o zamandan beri
gerçekten de sadece kısıtlı sayıda geliştiricileri ve tem ­
s ilcileri olmuşsa da; h erm eneutik o zama nki şekliyle bile
g e l i ş i m i n i s e rbestçe sürdürmü ştür. Fakat herm e n e utik
içinde o zamanlar da etkili olmuş olan bir problem, yeni ve
kapsayıcı bir form içinde, b ugün ö n ü m ü ze yeniden çık­
maktadır.
(ilke 5) Zikredilen geniş kapsamıyla alm dıgmda, an­
lama, tin bilimleri için temel yöntem o/dugu kadar, bu
bilimlerin başvurdugu diger tüm işlemler için de temel
yöntem dir. N asıl ki d oga bilimlerinde tüm yasa bilgisi an­
cak d eneylerde ve içkin kura l la rd a verili oldugu h a liyle
ölçme ve sayma yol uyla d ogrula n a b l l iyorsa; tin bilimle­
rinde d e her soyut il ke, ancak, e n n i hayet b u ilkenin ya­
şantıda ve anlamada verili old ugu h a liyle ruhsal yaşamla
il işkisi aracıl ıgıyla dogru l a n a bilir.
(ilke 6) A nlama tin bilim leri için temelde ya tıyorsa
eger; anlamanm tin bilimlerinin temeilen dirilm esi bakı­
mmdan bilgikuramsal, mantıksal ve yöntemsel analizi, bir
temel görevdir. B u n unla birlikte, b u görevin önemi, an­
cak, anlamanın dogasının bir genelgeçer bilimin yürürlüge
ko nulması h u s usunda içerdigi güçlüklerin tamamen bilin­
cine varılması halinde ortaya çıkar.
Birin ci Çıkmaz : H erkes kendi b ireysel bilincine ka­
p a n m ı ş gib idir sa nki; tek tek her insanın bilinci bireysel­
dir ve bir insan bir şeyi kavra d ıgında aslında kendi öznel­
liginden haber vermiş olur. Daha sofist Gorgias, burada ya-

25 Hermeneutiğin "özel kader"i hakkında bk: M. Riedel, "Wilhelm D ilthey'da


Teorik B i lm� ve Pratik Yaşama Kesinliği B ağıntısı " . Hermeneutik
( Yorumhi/gisi) Ü:erine Yazılar, derleyen ve çeviren: Doğan Özlem, Ark
Yayınları, Ankara 1 995, S.5 1 -53.
ı 12 Herm eneutik ve Tin Bilimleri

tan p ro b l e m i şöyle ifa d e etm i ştir: Bir bilgi olsaydı b i l e,


o n u bilen bu bildigini başka s ı n a a s l a bildiremezdi. Şüp­
hesiz Gorgias için b u problemden dolayı düşünme denen
şey de sona erer. Bu problemi çözmek gerekir. Herşeyden
önce şunu görmek gerekir ki, bir ya bancıyı (digerini) kav­
ra m a i m kanı, d erin b i lgikura m s a l p roblem lerden biridir.
Bir birey kendisine d uyusal o larak veri l i bir başka b i reyin
yaşamına ait dışavurumları, genelgeçer-nesnel bir kavrayış
a ltına nasıl taşıyabilir ki? Böyle bir imkanın m evcudiyeti
için koşul, kavrayanın yaşa m ı n d a içerilmemiş olan bir şe­
yin b aşkalarına ait h içbir bireysel duşavurum içinde de or­
taya çıkamama sıdır. Neyse ki tüm bireylerde aynı işlevler
'
ve ögeler b u l u n u r ve bu d o n a n ı m çeşitli insanlarda sa-
d ec e güçlülük dereceleri bakımından farklılaşır. l11sanla­
rın tasarımlarında aynı dış d ünya yansır. Baglantı, üçlen­ g
dirme, önleme -transpozisyon transformasyondur.
ikinci Çıkmaz: Tekilden bütüne; b ütünden tekrar tekile.
Ve m u h akkak ki bir eser, (yaratıcıs ı n ı n) b ireyli g)-n e ve
içinde yer ald ıgı yazılı eserler bagla m ı n a b ütünlel')ir. Bu­
nun gibi karşılaştırm acı yöntem beni e n nihayet tctkil bir
esere götürür; hatta tekil bir cümleyi daha derin anlamaya.
onu daha önce anladıgımdan daha derin anlamaya. Böylece
tekil b ütünden (hare ketle) � n l a şılır; b u n u n gibi bütün de
teki l d e n .
üçüncü Çıkmaz: H e r tekil r u h s a l d urum b i z i m tarafı­
m ı z d a n ancak o n u n yol açtıgı d ı ş s a l belirtilerden hare­
ketle a nlaşılır. Ben, kini, bir kişiye z arar verici nitelikteki
z orbaca bir hareketi d ışsal olarak gözled ikten sonra anla­
rım . Ruhsal durumla d ışsal belirtisi arasında böyle bir ba­
gıntı kurmak m ümkün olmasaydı, tutkular/heyecanlar be­
nim için tasarımlana bilir şeyler olama zlard ı . B u dem ektir
ki a n l a m a/anlaşma için, ortam (diger insanlarla birara da
o l m a) kaçınılmazdır. En yüksek şekliyle ele alınd ıgında,
anlama, bu zemin üzerinde mümkün oldugu kadarıyla, hatta
açıklamadan ayırt edilemez. Ve açıklama da anlamanın ta­
mamlanmasının koşulu olabilir.
Tüm bu sorunlar içinde şu görünüm ortaya çıkıyor: Bil­
gikuramsal problem her yerde aynıdır ve şud ur: Deneyden
Hermeneutigin Doguşu 1 13

genelgeçer bilgi çıkarm ak. Fakat b urada (dogabilimse/


den eylerin aksine) tinb/J/msel den eylerin kendiler/n e
özgü dogasının koş ullarından hareketle gene/geçer b/1-
glye ulaşılır. Baglam olarak ya pı, ruhsa l yaşam içinde ya­
şayanın, kendisinden hareketle tekilin b lllndlgl yapıdır.
B öylece tin b l l l m l erine açılan kapı ö n ü n d e bir b ilglku­
ramsal ana problem olarak, anlamanın analizi durur. Herme­
neutik, bir b//g/kuramsal problemden yola çıkmakla ve son
amacı bizza t bu problemin çözüm ünde saklı olmakla; sa­
dece tin b//Jmler/n/n kuruluşu ve m eşru kılınması hus usla­
rıyla deg/J, günümüz bilin cini harekete geçiren tüm büyük
s orunlarla da içten JJ/şk/l/dlr. öyle ki, h ermene utıgın
p ro b l e m leri ve i lkeleri yaşanan anla s ı kı s ıkıya b agı ntılı­
d ı r.
Bu b llgikura m sa l sorunun çözümü h ermen eut/gln man­
tıksa/ temellerine yönelm eyi gerektirir.
Mantıksal temeller d o ga l d ı r ki her yerde (tüm b i l i m ­
l e rde) aynı d ı r . K e n d l l l g l n d e n a n l a ş ı l ı r ki (Wu ndt'a karşı
olarak)) tin ve doga bilimlerinde aynı elemanter m antıksal
işlemler bulunur: Endüksiyon, analiz. konstrüksiyon, karşı­
laştırm a . Bununla birlikte burada söz konusu olan, b unların
tin bilim lerinin deney alanı i ç i n d e h a ngi özel form ları al­
d ıkları d ır. Verileri duyusal s üreçler o l a n e n d ü ksiyon, bu­
rad a (tin b i l i m l erin d e) oldugu gibi h e r yerde, bir bagıntı
b ilgisi temeli üzerinde uygulanır. B u, fiz i ksel-kimyasal bi­
l i m lerde n lcellksel b agıntıların m atem a tiksel bilgisi, bi­
yoloj i k b l l l m le rd e yaş a m da ki a m a ç l ılık, tin b i l im l erinde
psişik yaşam ın yapısıdır. Böylece bu temel, bir mantıksal
soyutlam a d egll, tersine real, yaşam içinde veril i bir bag­
l a m dır; fakat bu bagıam bireyseldir, böyle o ldugu için de
özneldir. B u end ükslyonun görevi ve formu b u yolla belir­
lenlr.26 Benzer/yaklaşık bir geşta lt, d ilsel ifadenin dogası
aracılıgıyla, hatta onun (endüksiyonun) m a ntıksal işlemle­
rini karşılar. Böylece d ilsel alanda b u endüksiyon kuramı,
dil kuramı yani gramer aracılıgıyla özgülleşir. Endüktlf be­
l irleme, tin bilim lerind e (gram atik yoldan) bilinen/tanınan

26 Tin bilimlerinde endüksiyonun (tümevarımın) özel uygulanışı için yukarıda


23 numaralı d iprı't ta bk.
ı 14 Herm eneutlk v e Tin BJIJmlerl

bagl a m d a n, belirli sınırlar içinde belirsiz (degtşken) söz­


cük anlamlanndan ve sentaktik form elemanlarından hare­
ketle yapılması dolayısıyla özgül bir dogadadır. Bu en­
dükslyonun özgül dogası, bir bütüne (bagıama) ulaşmak ye­
rine karşılaştırma yöntemi aracılıgıyla tekli olanın kendi­
sinin anlaşılmasına yönelik olmasıdır. Ve burada karşılaş­
tırma yöntem ine, teklll belirlemek ve b u teklll d tger ıe­
klllerle lllşklsl aracılıgıyla objektif şeklide kavramak için
başvurulur. ,
iç form kavramının teşklll gerekir. Bu, gerçekllge rtü­
fuz etmek için zorunludur. Bir tekli eserin iç formunun ve
bu eserin baglamının arkasında dura n bir iç yaşam vardır.
iç yaşam ve form bagıntısı, yazılı eser üretim inin degi�k
alanlarında deglşlk haller gösterir. Şairde yaratma potan$1-
yell ve yaşantı bagıntısı, fllozofta yaşam ve d ünya görüşü
bagıntısı, büyük pratik insanlard a gerçeklik üzerine prattk
amaç koymalar, din büyüklerinde, vb. (Paul, Luther) olaral9.
Böylece flloloj l n ln tarihsel anlamanın en yüksek for­
muyla nasıl bir bagınhsı oldugu da görülür.27 Açımlama ve
tarihsel tasvir, yalnızca, konu üzerine coşkulu derinleşme­
nin iki yönüd ürler. Sonsuz görevdir bu.
Böylece ortak süreçlere ve bu süreçlerin belirli koşul­
lar a ltında ald ıkları özel görünüm lere alt tüm bllgllerln
birlikte uygulanması, sonuçta yöntem ögretlslne götürür.
Bu ögretlnln konusu/nesnesi yöntemin tarihsel teşekkülü­
dür ve onun hermeneutlgtn tekli alanları içindeki özgül­
leşmesldlr. Bir örnek: Şairin açımla(n)ması özgül bir gö­
revd ir. Ş u kuraldan çıkar: Yazarı kendisini anladıgından
daha iyi anlamak, bir şiirdeki ide problemini de çözer. O
(soyut d ü ş ü nce olarak d egll, fakat) eserin organizasyo­
nunda etklll olan ve kendisinden hareketle iç form un anla­
şıldıgı blllnçslz baglam a n lamında, mevcut halded ir; bir
şair ona ihtiyaç duymaz, hatta onun hakkında hiçbir şey
bllm ez; açım layıcı onu ortaya çıkarır ve bu herhalde h er-

27 Filoloji-henneneutik bağıntısı ve ayrıca bir "filolojik henneneutik"in sorun­


ları ve yeniden temellendirilmesi hakkında bk: U . Japp, "Henneneutik, Filo­
loji ve Edebiyat", Hermeneutik (Yorumbilgisi) Üzerine Yazılar, a.g.e. 205
ve devamı.
Hermeneutlgln Doguşu 1 15

meneutıgın en yüksek zaferidir. Böylece gen e/geçer bil·


giye ulaşmak hususun da tek yöntem sayJ/an nedensellik
ve onun yürürlükte olan çagdaş uygulammı, yaratıcı açım­
layıcmm deglşlk alanlara uygula dıgı yara tıcı yöntemin
teşkili ile aşılabilir. Teşvik edici/kışkırtıcı güç tam da
burada yatm aktadır. Tin bilimlerinin tüm yöntemlerinde bu
uygulanablllr. Baglam, buna göre şudur: Yaratıcı dehanın
yöntemi. Onun tarafından bulunmuş soyut kurallar, özne/­
ilgi koşul olarak gerektirirler. Bir genelgeçer kural koy­
manın türetim ! bllglkuramsal temellerden çıkar.
Hermeneutlk yöntem ler en nihayet yazınsal, filolojik ve
tarihsel e leştiri ile bagıntılıdırlar. Ve h ermeneutlk yön­
tem le rle b u eleştiri tarzlarının oluşturd u gu bütün, tekil
fenomenlerin a çıklanmasına hizmet eder. Çünkü anlama
sonsuz bir görevdir.
Kavrama ve degerl e n d l rm e n l n ayrıl a m azlıgı ilkesine
göre, herm eneutlk süreçle m etin eleştirisi zorunlu olarak
birbirlerin e baglıdırla r, birbirlerine içkindir/er. D eger
d uygusunun eşlik etmedlgl hiçbir anlama yoktur -bununla
birlikte d eger, karşılaştırma yoluyla yine d e nesnel ve
genelgeçer olarak saptanır. Bu saptama zaten metnin cinsi­
nin saptanmasına, metnin, lçerdlgl normatiflik bakımından
örnegın drama olarak saptanmasına ihtiyaç duyar. filolojik
e leştiri özelllkle burad a n yola çıkar. Uygunluk bütünde
saptanır ve çelişkili bölümler ayırdedlllr. Lachmann ve
Rlb beck'ln Horatlus incelemelerinde oldugu gibi. Veya
d lger eserlerden hareketle sapta nmış bir norm, bu norma
uymayan eserlerin ayırdedllmeslne yarar; Shakespeare
eleştirisi, Platon eleştirisinde yapılm ış old ugu gibi.
öyleyse, m etin eleştirisi filolojik eleştiriye koşul ola­
rak d aya nır; çünkü filolojik eleştiri çabası, tam da, a nla­
şılmayan ve degerden yoksun olana rastlanıldıgında ortaya
çıkar ve m etin eleştirisi filoloj i k eleştirinin estetik yönü
olarak onda kendi yardımcı aracına sahiptir. Tarihsel eleş·
tiri, estetik yönü kendi h areket noktasından degerlendlrlr
ve b u bakımdan eleştiri branşlarından sadece birisidir.
B u nunla birlikte, b u rada oldugu gibi, her yerde gelişme
1 16 Herm eneut/k ve Tin BiJ/mler/

vard ır; orada yazın tari hinde, estetikte, vb., b urada tarih
yazıcılıgında, v b .

1 1

f'lloloj l, Böckh'ün haklı olarak söyledlgi gibi, şud ur: "insan


tini tarafından ü reti l e nlerin b i l i n m esi" (Ansiklopedi, l 0).
O, paradoksal olarak şunu da ekler: "bu demektir ki. bilin­
m iş olanın bilinmesi". fakat bu paradoks, bilinmiş ve üre­
tilmiş olanın aynı şeyler old ugu yanlış tasarımına d�yanır.
G e rçekte üreti m d e tüm tinsel güçler birlikte etkilidir ve
bir şiirde veya Paul'un bir mektubunda bilgiden daha faz-
lası vardır. "
En geniş anlamda kavra ndıgında, filoloji, tarihse olanı �
a n l a m aya çalışan etkinliklerin blrlikte liglnden baş a bir �
şey d eglldlr. öyle ki o, tekil i n bilgisine yö nelmiş .etkin­
likler baglamıdır. Atl n a lıların d evlet bütçesi de böyle bir
teki l d i r, hatta o genel i l işkiler içinde tasvir edllebl ı r bir l
sistem olsa bile.
Tarih s e l l i k, teki l l i k, tek i l i n b i l g i s i , g e n e l i n b i l g i s i
gibi kavra mlarda yatan güçlükl er, fil o l oj i disiplininin ve
tarih d is i p l i n i n i n gelişim süreçlerinden h a reketle gid eri­
lebilir.
Herkes, kendi başına deger taşıya n b i r şey ol arak teki­
l i n b ilgisi ile tin b i l i m l erinin s iste m atik bagla m ı n ı n d a n
ç ı k a n genelin bilgisi arasındaki kesin ayrımda m uta bıktır.
B unlar arasm dakl smır tam anlamıyla açıktır. öyle ki bu­
rada bu iki b ilgi türü nün e l d e e d iliş tarzları a rasında bir
karş ı l ı kl ı etkin i n o l u ştugu a ç ı ktır ve fil o l oj in i n d e poli­
tika, vb.nin s istematik yoldan elde edilmiş nesnel/genel
b i lgisine ihtiyaç d uyacagı, kendlliglnden anlaşılır (Wundt­
'a karşı).
f' l l o l oj l, y a z ı l ı e s e rler i ç i n d e veri l i o l a n ı n b i l gisine
ulaşmaya çalışan disiplin olarak kendini inşa eder. Anıtlar
söz konusu oldugunda, Schleiermacher'ln sembolleştlrlcl
etkinligin ürünleri saymış o l d u gu bu şeyler de filoloj i n in
Herm eneutıgın Doguşu ı ı7

nesnesi olur. Tarihçilik, politik eyl e m lerin, savaşların, ge­


nel durumların anlatılmasıyla başlam ıştır. fakat içerik yö­
nünden bu aynm/aşma, pra tik disiplin olarak filoloji antik
devletleri de kendi incelem e a l a n ı n a a ldıgı sırada aşıldı.
öbür yandan aynı filoloj i yöntemsel etkin liklerden ve ni­
h ayet tari h s e l tasvird en ayrı bir etkinlik" o larak ke ndini
geliştird i . fakat b u ayrım d a antik yazının ve antik sanat
tarihinin inceleme alanı içine alınm a sıyla, pra tik disiplin
tarafından aşılmış oldu. B urada filoloji ve tarih arasmda bir
smır düzenlemesi söz kon usudur. B u ancak, fakültatlf bi­
limin pratik ilgisinin d evre dışı kalması h a linde m ü m kün­
dür. En iyisini Usener yap m ıştı.
Tekilin bilgisinin elde e d lldlgl tüm süreci bir süreçler
bagıamı olarak kavramamız gerekttgindf!, dil kullanımında
anlama ve açıklam a terim lerinin kullanımında bir ayrım
o l u p o l m a d ıgı sorusu ortaya çıkar. Her anlama ediminde
nesnel bilgi olara k işleve sahip genelin b ilgisini kavram a
tarzı yalnızca dedüksiyon türünden b i r yöntemle çözüle­
m eyecegln den, bu ayrım sadece psiko l ojik açıdan d egll
d lger açılardan d a müm kün deglldlr. Buna göre biz b u ay­
rım la olsa olsa bir basamak düzeni içinde ilgileniyoruz
d e m ektir. Den eli ka vrama çabasma blllnç/J ve yöntemli
olarak baş vuruldugu her yerde, teklll tüm elin altma ta­
şıma, yani açıklama, as/mda tekilin bilgisi için bir işleve
sahip tir. H a tta b u işlev, a ncak, tekilden tümele eksiksiz
ulaşmanın söz konusu olamayacagını bilincimizde tuttu­
gumuz sürece, gerçek degerlnl bulur.
PsJşlk deneyimlerin veya psikoloj i biliminin anlamaya
temel oluşturabilecek bir genelllge sahip o l u p olmadıgına
i l işkin tartış m a l ı s oru, bu n o kt a d a ç ö z ü l ü r . Eger teki lin
bilgisini elde etme teknlgl açıklamadan daha tem elde ise,
p s i ko l oj i b i l i m i d lger sistematik tin b i l i m lerinden d a h a
fa z l a tem e l bilim d ir. B u bagıntıyı ben d a h a tarih b i l i m i
üzerine çalışmalarımda kanıtladım.
1 18 Herm eneut/k ve Tin Bilimler/

111

ö gretln l n a ç ı m l a m a yöntem iyle b agıntısı, bizzat bu ba­


gıntı, b urad a tam amen, m a ntık veya estetıgın bize göster­
d ikleri aynı bagıntıdır. Yöntem, ögretl aracılıgıyla form ül­
lere taşınır ve bunlar, içinde yönte m in ortaya çıktıgı amaç
baglamına geri götürülür. Böyle bir ögretl aracılıgıyla tin­
sel hareketin enerj i si her defasında güçlenir; bu enerjinin
ifadesi bu h a rekettir. Ç ü n kü ögretı, yöntemi, bilinçli v�­
tüozıu ga yükseltir; bu virtü ozluk ögretiyl formüller aracı­
ııgıyla m ü m kün hale gele n sonuçlar geliştirmeye götürüt;
o aynı yöntemin tem e l l e ri n in b i l i n c i n d e olm akla, kendi
h a k k ı n d a k i kes l n l l g l n l a rttı rır ki, yönte m bu kesinlikl e
uygulan ır. �
fakat bir b aşka etken, d a h a derine ulaşır. Bu etkeni tef:
n ım ak/b l l m ek için, tekil h erm eneutlk s iste m ler üzerinden
tarihsel baglama d ogru ilerlemek zorundayı z . Her ögret\
belli bir dönemde geçerli yöntem le, form ülünü gellştlrmi Ş
oldugu yöntemle sınırlıdır. Böylece h erm eneutlk ve eleş!
tiri, e stetik ve retorik, etik ve p o l itika için, tarihsel dü­
şünme b u konuda olgunlaşır olgunlaşm az, nihayet, eski te­
mellend irici amaç baglamını yeni bir tarihsel düşünme ile
bütü n l e m e görevi ortaya çıkar. Tari h s e l b i l i n ç tekil bir
döneme uygulanan yöntemin üstüne yükselmek zorundadır
ve o b u n u, açımlama ve eleştirinin, şiir ve retorıgın amaç
baglamı içinde tüm gelip geçmiş yönelim leri içinde top­
l a m ak, b irbirlerini karş ı l ı klı tartm a k ve s ı n ırland ırm a k,
onun degerlnl onun bizzat bu amaç bagla mıyla ilişkisinden
h a reketle açı klam ak, i ç i n d e o n u n insani d erinl lgiyle ye­
tinmek, belirlemek ve en nihayet tüm bu ta rihsel yönelim­
leri bir amaç baglamı içinde onda içerilmiş imkanların bir
d izisi olarak kavra mak suretiyle başarabilir. B u tarihsel ça­
lışma için, b u n u n la b irlikte, bu d i z i n in, ögretlnln form ül­
l eriyle tari hsel yö n e l i m lerin kısaltmal arı olarak hesapla­
nabllecegı h ususu büyük önem taşır. Böylece, yöntem (bu
yöntem aracılıgıyla bir a m aç baglamı kendinde içerilmiş
görevleri yerine getire b i lir) üzerine d üşünmede bir iç dl-
Hermeneutigln Doguşu 1 19

yalektlk vardır ve b u iç d iyalektik b u d ü ş ü n m ey i tarihsel


olarak sınırlanmış yö n e l i m ler ve b u yönelim l ere uygun
form üller içerisinden geçerek dalma ve her yerde tarihsel
d ü ş ü n m eye baglı olan b i r evrenselllge d ogru i lerler. Bu­
rada oldugu gibi her yerde, tarihsel d ü ş ü n m enin bizzat
kendisi, insanın toplum i çerisindeki etkl n llglnl yer ve za­
man sınırlarının üzerine yükseltm ek s u retiyle yaratıcı bir
düşünmedir.
Bu bakış noktası altında hermene utlk ögretlnln tarihsel
ögrenl m l i l e a ç ı m l ayıcı yönte m i n ögre n l m l b i rb irleri ne
baglanırlar; öyle ki her ikisi de zaten h ermeneutıgın s is­
tematik görevi bakım ından b irbiri n e baglıdır.

[Açıklamalı Adlar Dizini]

A rlstoteles (M. ô . .384-.322) : Büyük fi loz ofu n özellikle


Retorik ve Poet/ka adlı e serleri fil o l oj i n i n g e l i ş i m i n d e
ö n e m l i rol oynamıştır.
Arlstarkhos (M. ô. 2 1 5- 1 4.3) : lskenderlyell gra merci ve
filolog. Blza ntlon'Iu Arlstophanes'ln ögrenclsl ve lskende­
rlye Klta plıgının ondan s onraki yöneticisi. H eslodos, Alka­
l os, Plnd aros ve özellikle H o m eros'un e serleri n i açımla­
m alı olarak yayımladı.
A ugustln us, A urellus (.35 4-4 .3 0) : H ırl stlyan teo l oj isi­
n i n e n etk i l i a d l a rın d a n . Yeni Ahit (lncil) i l e Eski Ah it'I
(fevrat) bagdaştırm acı bir tutumla yoru m layışı, onu Hırlstl­
yan teolojik herm eneutıgının de kurucularından yapmıştır.
B a umgarten, Alexander ( 1 7 1 4- 1 762) : Alman filozofu .
Yenlçagda felsefi estetıgın kurucus u .
Baur, Chrlstlan ( 1 792- 1 860) : A l m a n filozof ve teologu.
H egel ve Schlelermacher etkisinde lncll'I yeniden yorum­
lad ı . Alman ldealkmlnln genel bakış açısı içerisinde Hı­
rlstlya nlıgın ilk yüzyılları n ı inceled i .
1 20 Herm eneutlk ve Tin Bilimleri

B e/larmln (B ellarmlno), R o b ert(o) ( 1 5 42- 1 62 1 )


ltalyan teologu . Protestanl ıga karşı Katollkligln ünlü savu­
nucularından.
Böckh, A ugust (1 785- 1 86 7) : Alman fllologu. filoloj iye
ta rihselci yöntemi genlşllglne s o km uştur. Ona göre filoloji
d a r bir edebi eser araştırm acıııgı, a nalizi ve yorumcuıugu
d em e k deglldlr. filoloji, bir insan top l ulugunun, örnegln
bir u l u s u n bütün sosyal ve siyasal yaşam ını, tekil zaman
kesitleri içinde, o kesite alt tüm yazılı e serlerin yorum­
lanması sayesinde ortaya çıkaracak olan temel bir bilimdir.
'
C l e m en es, Tltus fl'la vlus ( 1 50-2 1 6) : i lk H ı rlstıyan
filozoflarından ve "Kilise Babal a rı· olarak anılan il� Hıris­
tlyan teologla rınd a n d ır. lskenderlyell C l e m ens oıalak da
b i l inir. H ı rlstlyan hermen eutlglnln kurucularından Orlge­
nes'ln hocasıdır.
Dlodoros, Antakyalı (ölüm ü: 392) : Ta rsu s plsko Jto s u ve
K i l i s e yazarı . Meti n l eri gra m e r a ç ı s ı n d a n oldugu �adar
ta ri h s e l yönden de inceleyip yoru m l a m ı ş olan Arttakya
Okulu'nun kurucusudur. •
fl'la clus, llllryc us ( 1 5 2 0 - 1 5 75) : l l l l rya a s ı l l ı •Al m a n
teologu. Luther v e Mela nchton'un ya nında Luthercıııgı be­
nimsedi ve büyük bir inançla savu n d u . Melanchton'a karşı
çıkarak Katolik ögretld e Protestanlık inancına ters düşen
noktalar b ulunmadıgını kanıtlamaya çalıştı .
Oorglas (M. ö. 483-3 75) : G re k fi l ozofu . En ünlü sofist­
lerd e n . üç ünlü önermesi şu nlardır: l . Hiçbir şey yoktur.
2. Bir şey var olsaydı bile, onu bilemezdik. 3. Bazı şeyler
var olsaydı ve b u n ları bileb ilseydik bi le, başka larma bll­
d lrem ezdlk.
Heyn e, Morltz ( 1 8 3 7- 1 906) : A l m a n fll o l o g u . S ö z l ü k
ç a l ı ş m a l a rıyla ve eski Sakson m etinlerinin e leştirili b a ­
sımlarını yapmasıyla ünlüdür.
Justl, fl'erdlnand (1 83 7- 1 90 7) : Alman fllologu . Şarkiyat
(orya nta llstlk) çalışmalarıyla, özellikle farsça ve Kürtçe
üzerine kapsamlı incelem eleriyle ünlüdür.
Kra tes, Mallos 'lu (M. ö. 2. yüzyıl) : G re k stoacı filo zofu
ve gram ercls l . Kurd u gu Bergama Okulu, filoloj i d e isken­
deriye Okulu'na rakip olm uştu . Ho m eros ve Heslodos üze-
Hermeneutigin Doguşu 121

rlne a llegorlk yorumlarıyla ünlüdür. Gramerde örnekleme


kuramını savu nan lskend erlyeli Aristarkh os'a karşı, aykırı­
lık kuramını savu ndu.
Lachman, Kari (1 79.3- 1 85 1 ) : Alman fi lotogu. Friedrich
Augu st Wolfun ögrencisi. llyada d estanı üzerine çalışma­
larıyla ü n lüdür. Lu cretlus, Pro pertius, Tl b u l l u s ve Catul­
I u s'un e serlerini ve Yeni Ah it'ln (lncll) yeni baskısını ya­
yım ladı. Nibelungen Destanı'nın eleştirili basımını yaptı.
L u th er, Martin ( 1 4 8 .3 - 1 5 4 6) : A l m a n teologu ve re­
form c u s u . "Kutsal Kitap'a ve ilk Killse'ye dönü ş"ü savundu
ve Katollkligi, b u n lard a n uzakl aştıgı için p rotesto etm e­
siyle, Protestanlıgın kurucusu o l d u . Kutsal m etinlerin Ka­
tollkllgin etkis inden bagı m s ız olarak yeniden yoru m lan­
m asını talep etm e s i ve M e l a n chton'la birlikte bunun ilk
örneklerini verm esi bakımından, Protestan hermeneutigi­
nln de önderi olm uştur.
Meler, Dusta v ( 1 850- 1 900) : Alm a n d i l bi l i m c l s i . H i nt­
Avrupa dilleri üzerine çalışmalarıyla ünlüd ür.
Melanchton; Phlllpp (1 4 9 7- 1 560) : Alman teolog ve re­
form c u s u . Wltte n berg'de M a rtin Luther ' I e birl i kte çalıştı .
Luther'ln ö l ü m ü n d e n s o nra Protesta n lıgın b a ş lıca l id eri
oldu.
Mlch a ells, de Va sanc ellos ( 1 8 5 1 - 1 925) : l s p anyol
a sıllı Alman filologu. lspanyol ve Portekiz dil ve edebiyat­
ları üzerine çalışm alarıyla ünlüdür.
Orlgen es, lskenderlyell ( 1 85- 1 54) : Grek teolog ve
h erm e n e utlkç l s l . ilk "Kilise B a ba ları"nd a n . 2 03'de isken­
d eriye Okulu'nun başına geçti ve burada otuz yıla yakın
bir süre hocalık yaptı . Metin i ncelem e leri ve yorumları ile
H ırlstiyan hermeneutıgıne önemli katkı ları olm uştur.
Phllon, Byblos 'lu (M. S . 2.yüzyıl) : Grek tarihçi ve
gram ercisl. G ramer ve özellikle bibliyografya üzerine ça­
lışma larıyla tanınm ıştır.
Preller, Ludwlg ( 1 809- 1 86 1) : A l m a n filologu. G rek ve
Roma m itolojisi üzerine çalışmalarıyla tanınır.
Ranke, Leo,p old von ( 1 795- 1 8 86) : Alman tari h ç i s i .
Cermen v e Latin halkları. O s m a n l ı ve lspanyol monarşileri
üzerine geniş hacimli çalışmaları kadar. b itlremedlgi Dün-
1 22 Herm eneutlk ve Tin BJIJmlerl

ya Tarihi ile de ünlüdür. Alman Tarih Okulu'nun bir m ensu­


bu o larak modern tarlhçlllgln kurucuların d a n olup felsefi
görüşleriyle tarih felsefesi alanında da etkili olm uştur.
Rlbbeck, Otto ( 1 82 7- 1 8 98) : A l m a n fllologu. Ed e b iyat
tarihi çalışmalarıyla ünlüdür.
Sa vlgny, Prledrlch Kari (1 7 7 9- 1 8 6 1 ) : A l m a n h u ku k­
çusu ve hukuk tarihçisi. Roma h u kuku üzerine çalışmaları
ile ünlüd ür. Hukuk felsefesinin kurucularından oldugu ka­
'
dar, Alman Tarih Okulu'nun da başlıca temsllcilerlnden dir.
Schl eg el A ugust Wllhelm
, (1 76 7- 1 845) : Alm a 'l ede­
b iyatç ı s ı, edebiyat tari hçisi ve fl lologu . Fichte, Notalls
(Hard e n b e rg) ve Schelllng ile b i rlikte Rom antizm Okulu
içinde yer ald ı . Kardeşi Frledrlch ile ü n l ü A thenaum der-
gisinde ka psamlı ortak çalışmaları yayımlandı. ı...
Schlegel, Prledrlch (1 7 72- 1 829) : Alman edeb lya;tçısı,
fll o l o g u . Kardeşi A u g u st W l l h e l m ile b i rl ikte R o m antik
Okul içind eki çalışmalarıyla ta n ı n d ı . Schleierm acher'iıt et­
kisinde kaldı.
S chlelerm a ch er, Prledrlch ( 1 768 - 1 8:34) : Alman fi­
lozof ve teologu. Hıristiyan imam ( 1 8 2 1 ) adlı eserinde öz­
nel ve hatta ta mamen kişiye özel bir " d i n d uygusu"nu te­
m e l a l a n görüşleriyle ve H ı ri stiya n lı k d a h il tüm "kurum­
laşmış dinler"! ve d o l ayıs ıyla dinin kuru m l aşmasını eleş­
tirm esiyle büyük etki b ıra ktı . Fa kat a s ı l etkisi, h ermene­
utıgı bir yorumlam a/aç ımlama sanatı ve teknigi olmaktan
bir felsefe olmaya yükselten çalışmalarıyla oldu.
S e m ler, Chrlstoph ( 1 669- 1 740) : Alman ped agogu .
1 706 'd a Almanya'da ilk ilkokulu kurd u . Romantik görüşleri,
döneme hakim olan klasizm dolayısıyla, ancak ı 9. yüzyılda
etkili o l a b i l d i .
Teodoros, An takyalı (:35 0-428) : G r e k teologu . D i n sel
metinleri açımlam asıyla büyük ün yaptı. Nesturiligin kuru­
cusudur.
Valerlus, C a to (M. ö. 1 . yüzyıl) : Latin şairi ve gramer­
c i s l . Gramer ve retori k u stası o larak b i l i n ir. lskenderiye
Okulu'na baglıd ır.
Hermeneutigln Doguşu 1 23

Welcker, l'rledrlch O o ttlleb ( 1 784- 1 868) : A l m a n


filolog ve arkeologu. Grek edebiyatı v e özelllkle H omeros
üzerine çalışmalarıyla ünlüdür.
Wolf, l'rledrlch A ugust (1 759- 1 824) : A l m a n filologu.
llya da ve Odyssela'nın farklı dönem lerde yazılmış epos
p a rçalarının biraraya getirilmesi ile meyd a n a getlrlldigini
kanıtladı.
Wolff, Chrlstlan (1 6 79- 1 754) : Alman m atem atikçis i ve
filozofu . Ansiklo pedik ve sınıfla ndırıcı eserleriyle modern
Alman felsefesinin başlatıcılarından sayılır.
Wundt, Wllh elm (1 832- 1 920) : Alman fizyolog, psikolog
ve filozofu . Almanya'da deneysel psikoloj inin kurucusudur.
P o z itivist görüşleriyle (Fe c h n e r'Ie b i rl i kte) Alm anya'da
geçen yüzyılın sonunda etkili olmu ştur.
Zen o do tos, l!fes 'll (M. ö. 3. yüzyıl) : Grek ş a iri ve
gra m ercl s l . lske n d e rlye Kita p l ı gı'nın yönetlciliglnde bu­
l u n d u . llyada ve O dys s e/a'nın e l eştirili d üz e n l e m e s i n i
yapmasıyla ünlüdür.
anlama, 3 1 , 37, 42, 44, 77, 84, 87,
88. 1 02. 108, 1 1 1
Dizin anlama gücü. 1 09
anlama süreci, 1 05
Achileus, 49, 50 anlama yolu, 38
Antakya Okulu, 95
açıklama yöntemi, 44
Antakya teoloji okul, 94
açıklamacılık, 76
Antonius, 6 1
açımlama, 90, 93, 96, 1 00, 1 04,
Aristarkhos, 92, 93, 1 1 9
105 ' 1 07' 1 09
Aristophanes, 1 1 9
açımlama etkinliği, 99
Aristoteles, 74, 75, 9 1 , 921 1 9
açımlama sanatı, 90, 92, l
Aristotelesçi retorik, 9 8
O l , 1 06, 1 10
ars critica, 96, 1 03
açımlama süreci, 1 07
Aschylus, 5 1
açımlama yöntemi , 1 1 8
astronomi , 7 9
biçimsel açımlama, 38
Atina Okulu, 44
açımlamacı, 1 06
Attika tragedyası , 5 1
estetik/retorik açımlama,
Augustinus, 77, 96, 1 1 9
101
Avrupa Edebiyatı, 47
fi lolojik açımlama, 1 00,
Bacon, 22, 60, 76
1 08
Balzac, 66
genelgeçer açımlama, 98,
Baumgarten, 99, l 1 9
1 0 1 , 105
Baur, 99. 1 1 9
gramatik/di !bilimsel
Bellarmin, 1 20
açımlama, 98, 1 07
Bergama Filoloji Okulu. 93, 94,
Grek açımlamacılığı, 1 02
1 20
psikolojik açımlama, 1 07
bilgi kuramı, 2 1
tarihsel açımlama, 1 0 1
bilgikuramcı okul, 1 7
Agamemnon, 49, 58
bilgikuramsal temellen­
allegori, 96
dirme, 20, 2 1
allegorik imleme, 94
bilgikuramsal tutum. 2 1
allegorik yorumlama
bilim, 1 6, 22, 24, 25 , 26, 27, 28,
ilkesi, 93
32, 39. 4 1 , 42, 43
allegorik yorumlama
bilimleri temellendirme '
yöntemi, 93, 95
28
Alman İdeal izmi, l 1 9
bilimsel düşünme, 3 3
Alman tini, 1 03
bil imsel sınıflandırma, 4 3
Alman transandantal
� bilimseltoplum öğretisi,
felsefesi, 1 0 1
65
Anaksimandros, 73, 74
bilimsel yöntem, 7 1 , 72
analitik düşünme, 38
bilimsel/bilişsel kavrayış
Andromak, 48
tarzları, 4 1
1 26 Herm eneutlk ve Tin Bl/Jmlerl

bilimsellik formu, 64 Dispula, 44


bitki bilimi, 74 Dissen, 1 03
deney bilimi, 1 6 doğabilimcilik, 78
doğa bilimi, 27, 78, 79 doğal hukuk, 1 2, 1 5 , 24, 76
doğa bilimleri, 12, 24, 27, Dufoy, 80
34, 56, 69, 78, 85 , 1 1 1 empaıi , 37, 38
entelektüel bilim, 27 Empedokles, 73, 74
kültür bilimleri , 9, 28 Emesti, 99, 1 04
pozitif bilimler, 24 Eski Ahit, 94, 95, 96, 99
soyut bilimler, 33 eşbiçimlilik, 7 1 , 72, 8 1
tarih bilimleri, 28, 1 08 Euripides, 52
temellendirici bilim, 22 Fausı, 60, 66
toplum bilimleri, 28 filoloj i , 89, 92, 96, 1 Q9, 1 1 1 , 1 1 6,
Boccaccio, 1 03 1 20
Boileau, 76 filoloji sanatı, l 03
Bopp, 79 Flacius, 97, 98, 99, do
botanik, 80 Franklin, 80
Böckh, 1 03, 1 04, 1 1 1 , 1 1 6, 1 20 Galenus, 53
Brutus, 60 dört mizaç öğrep şi, 53
Brücke, 74 Gibbon, 65
B uckle, 1 4 Gnosıikler, 95 1
Buffon, 70, 79, 8 1 Goethe, 40, 60, 65, 66,.69, 70, 79,
Burke, 1 2 86, 103
Calvin, 97 Doktor Fausıus, 'tio, 66
Cariyle, 14 Gorgias, 1 1 2 , 1 20
Catullus, 1 2 1 Grekler, 48, 54, 72, 76
Cervantes, 54 Gretchen, 32
Clemens, 77, 95, 1 20 Grimm, 1 2, 79
Clericus, 97 Grotius, 77
Collins, 76 Guizot, 1 2
Comte, 1 4, 1 5 , 2 1 Haller, 8 1
Copperfıeld, 66 Hegel, 1 03 , 1 1 9
Cordelia, 32, 63 Helmholtz, 74
Cuvier, 70, 79 Herder, 1 2, 1 7 , 70, 79
Darwin, 8 1 hermeneutik, 10, 39, 83, 9 1 , 95,
Daubenton, 79 97, 98, 101 , 1 04, 108, 1 10,
Demokritos, 73, 74 1 1 1, 1 13
determinizm, 70 hermeneutik kuramlar, 95
Dickens, 38, 66 hermeneutik süreç, 1 1 5
Dideroı, 73 hermeneutik yöntem, 1 08
Dilthey, 9, 1 0, 1 08 bilimsel hermeneutik, 1 0 1
Diodoros, 1 20 klasik hermeneutik, 1 00
1 28 Herm en eutik ve Tin Bilimleri

retorik, 5 1 , 52 tarihsel insan, 5 6


Retorik Okulu, 9 1 tarihsel/eleştirel yol, 26
Ribbeck, 52, 1 1 5 , 1 22 tarihsel/tinsel dünya, 37
Romantik Okul, 1 2 tarihsel/tinsel ortam.
Rothacker, 9 tarihsellik, 56, 57, 1 1 6
Rousseau, 65 tekilleşme, 3 1 , 43, 47 . 49,
Rönesans, 38, 53, 54, 55, 58. 59, 65, 67, 7 1 , 79, 102
60, 96 tekillesme ilkesi, 74
sanat, 3 1 , 32, 34, 35, 40, 4 1 , 42, tekillik, 40, 1 02, 1 1 6
90 Teodoros, 1 22
sanat eleştirisi. 9 teoloj i , 22
sanat eseri, 32, 4 1 doğal teoloj i , 76
sanat eserleri, 32 Terentius, 5 3
sanat formu , 64 Tertullianus, 9 5
Savigny, 103, 1 22 Theodoros, 95
Schelling, 2 1 Theophrastos, 52
Schiller, 35, 40, 56, 67, 68, 69. Theophrastos', 53
70, 1 03 Thersites, 49
Schlegel, 1 03 , 1 22 tin bilimi, 28
Schleiermacher, 99, 1 0 1 , 1 03 , tin bilimleri , 9 , i l , 1 4, l � .
104, 1 06, 107, 1 09, 1 1 1 , 20, 22, 24, 27, 34, 39, 72. ,4,
1 1 9, 1 22 79, 85, 1 08, 1 1 1
Scioppius, 97 tinsel anlam, 953
Semler, 99, 1 22 tinsellik, 29, 57
Seneca, 53, 5 8 Tocqueville, 1 2
Severino, 76 Tukidides, 40
Shakespeare, 38, 42, 44, 47, 49, Usener, 1 1 7
54, 55, 56, 57, 58, 6 1 , 62, 67. Valerius, 1 22
69, 87, 1 1 5 Vedalar, 93
sofistler, 24, 9 1 Vico, 76, 77, 78
Sokratik Okul, 24 Voltaire, 65
Stesichorus, 5 1 Watson, 80
Stoacı filozoflar, 5 3 , 93 Welcker, 89, 103, 1 23
Swammerdam, 76 Wilhelm Meister, 66
Swifft, 62 Willis, 76
tarih, 22 Winckelmann, 1 2, 40, 1 09
tarih felsefesi, 9, I S Wolf, 89, 1 0 1 , 1 08 , 1 2 1 , 1 23
tarih incelemeleri, 1 8 Wolff, 1 23
tarih yazımcılığı , 27, 3 3 Wundt, 1 1 6, 1 23
Tarihçi Okul, 1 2, 1 3 , 1 4, 1 6, 1 7 Yahudi Hıristiyanlığı, 99
tarihsel araştırmalar, 96 Yeni Ahit, 94, 1 2 1
tarihsel dünya, 1 4 Zenodotos, 93, 1 23

You might also like