Professional Documents
Culture Documents
net/publication/318775024
CITATIONS READS
4 2,411
2 authors:
Some of the authors of this publication are also working on these related projects:
All content following this page was uploaded by Esra Gedik on 30 July 2017.
Öz: Kitle iletişimi politik ve ideolojik kullanım için eşsiz bir araçtır; bu nedenle kitle iletişim araçları
kullanılarak yapılan yayınların ne anlattığı, neyi nasıl anlattığı önem kazanır. Sinema endüstrisi, görsel olması ve
çok sayıda kişiye ulaşması bakımından, kullanım biçimi sorgulanarak analiz edilmesi gereken araçlardandır. Bu
çalışmada amacımız son dönem Türkiye sinemasında “kadın sorununu anlatıyoruz, kadın filmi çektik” gibi
açıklamalarla gösterime giren Yedi Kocalı Hürmüz filmini ele alarak aslında söz konusu argümanların aksine
Akay ve Korat’ın iddia ettiğinin aksine, yeniden yorumlanan filmin erkek egemen dilde kurgulanan kadın
algısını yeniden üretildiği gözükmektedir. Bu amaçla içerik ve söylem analizi yöntemleri kullanarak, Yedi
Kocalı Hürmüz filmi incelendi. Akay ve Korat’ın iddia ettiğinin aksine, yeniden yorumlanan Hürmüz karakteri,
verili kadın ve erkek rollerinin yer değiştirmesinden öteye gitmediği görüldü. Hürmüz karakterine eşi/babası/
paşa babası üzerinden kazandırılmış sosyo-ekonomik statü, yine onu erkeklere bağımlı kılıyor. Ek olarak,
Hürmüz’ün istediklerini elde etme konusunda cinselliğini kullanması ve erkek söylemini kendine uyarlaması da
Hürmüz’ün radikal ve kadın bakış açısından yorumlanmadığının kanıtıdır.
Anahtar Kelimeler: Yedi Kocalı Hürmüz, feminist sinema, kadınlık, erkeklik, Türkiye.
I. Giriş
Sinema, toplumda yaşanan değişmeleri, çalışmaları, beklentileri yani toplumsal
dinamiği, 'sanatsal gerçekliği' içinde temsil eder. Her kültürel temsil/üretim gibi, sinema da ait
olduğu toplumdan soyutlanamaz. Sinema siyasetle, tarihle, aileyle, kadın, erkek ve cinsellikle
olan ilişkileri açısından bireysel ve toplumsal yaşamımızı belirleyen bu alanlarda karşılıklı
etkileşimler taşıyan bir sanat dalıdır. Sinema çağımızın en büyük mitos üreticisi, güçlü bir
iletişim aracı, gündelik yaşamımıza, düşünme biçimimize, değer yargılarımıza, amaçlarımıza
ve isteklerimize etki eden bir endüstridir. Sinema endüstrisi, görsel olması ve çok sayıda
kişiye ulaşması bakımından, kullanım biçimi sorgulanarak analiz edilmesi gereken
araçlardandır. Örneğin Hilmi Maktav'ın (2006) yazısında da belirttiği gibi “hiç kimse bugün
Kara Murat'ı izlerken, Kazıklı Voyvoda'nın zulümleri karşısında ne yapacağını düşünüp
heyecanlanmıyor belki, ama en koyusundan milliyetçi ideolojiler "tarihsel fanteziler" olarak
yeniden hayatımızın içinde; birer kült film olarak sevimli hale getirilirler.”
Peki, sinema ile kadın arasında bir bağ var mıdır? Feminist kuramcı Anneke Smelik
(2008) sinemanın eril iktidarın pekiştiriciliğini devam ettiren ve yerleşik toplumsal cinsiyeti
yeniden üreten önemli bir araç olma özelliğinin altını çizer: “Hollywood’un sakıncalı
oluşunun sebebi, yanlış bilinç üretmesi ve bu filmlerin gerçek kadınları değil sadece ideolojik
anlam yüklü kadınlığa ait klişe imgeleri göstermesidir. Artık filmlerin anlamları yansıttığı
değil, inşa ettiği düşünülmektedir. (…) Geleneksel sinemanın anlatısal yapısı eril karakteri
etkin ve iktidar sahibi olarak kurar.” (Smelik 2008:6) Atilla Dorsay’a göre (2000, s. 13)
perdedeki unutulmaz oyuncuların çoğu erkektir. Örneğin 100 Yılın 150 Oyuncusu kitabında
yer alan 150 oyuncunun sadece 53’ü kadındır. Dahası Fransızlar bile “le cinema” diyerek
sinemayı erkek isim haline getirmişlerdir. Temel olarak sinema sanatında belirgin bir
cinsiyetçilikten söz etmemiz mümkündür. Bu cinsiyetçiliği eleştirdiğini düşünen yönetmenler
dahi bu cinsiyetçi dilden kurtulamamışlardır. Fransız yönetmen Godard bir konuşmasında
“Sinema tarihi erkeklerin kadınları filme alma tarihi” olarak yorumlamıştır (aktaran Algül,
2014). Sinemanın kendine özgü bir dili olmakla beraber, bu dil, sosyal hayatın pek çok
alanında olduğu gibi, sinemada da erkek egemen bir dildir.
“Sinema; kadınlar ve dişilik ile erkekler ve erillik, kısacası cinsel farklılıklar üzerine
mitlerin üretildiği, yeniden üretildiği ve bunların temsil edildiği kültürel bir pratiktir” (Smelik,
1998:1). Sinemada kadının pozisyonu, gerçek hayatın yansımalarını taşımaktadır. Yıllardır
film sektöründe değişik ara elemanlar olarak çalışan fakat ana yaratım sürecine pek az kadının
Almıla Fikir ve Kültür Dergi, 2016, 24. Sayı, ss.126-135.
dâhil olduğu bir sinema pratiği gerçeğinden hareketle feminist hareketlerin kitle iletişim
araçlarına dolayısıyla da sinemaya olan yaklaşımları da farklılaştı. Türkiye sinemasında pek
çok filmin ortak noktası, "ideal" kadın ve erkek görüntüsü oluşturmaya çalışmaları, kadınının
ve erkeğin üzerine düşen görevleri hatırlatma, vurgulama çabası içinde olmalarıdır. Kısaca
söylemek gerekirse, filmlerde, sürekli tekrar edilerek "benimsetilen", "normalleştirilen" ve
"verili" kabul edilen erkeklik ve kadınlık halleri görülür. Özkan’ın (2012, s. 80) da belirttiği
gibi “Türk sinemasında, kadının temsil biçimi melodram anlatısı içinde erkek egemen
ideolojinin kendisine biçtiği değerler ve sembollerle yer almaktadır.”
Claire Jonston ve Laura Mulvey feminist sinema kuramı ve pratiği üzerine ilk
makaleleri kaleme alan isimler olmuştur. Genel olarak erkek egemen anlayışı koruyan ve
devamını sağlayan ana akım sinemaya karşı çıkarlar ve ataerkil düzeni dolayısıyla da onu
yansıtan sinema anlayışını reddedecek, erkek egemen bakışı yıkacak bir sinema üretimine
yönelinmesi gerektiğini savunurlar. Sinemada kadının yerini sorgulamak ve anlamak için pek
çok araştırma ve inceleme yapılmıştır. Erkek bakışı kavramı, ilk kez Laura Mulvey’in 1973
1
Tiyatroda sahnelenen esere erişim imkânımız olmadığından, bu yazıda sadece Atıf Yılmaz’ın Yedi Kocalı Hürmüz’ü ile
Ezel Akay’ın 2009 tarihli yorumunu ele alıyoruz.
Almıla Fikir ve Kültür Dergi, 2016, 24. Sayı, ss.126-135.
yılında yazdığı ve Feminist Film Araştırmaları’nın başlangıcı sayılan makalesi “Görsel Haz
ve Anlatı Sineması”nda geçer. Laura Mulvey kadınların ataerkil sistem içerisinde sinemada
nasıl resmedildikleri üzerine feminist tartışmalar yürütmüştür. Mulvey, cinselliğin sunumunun
erkek egemenliğiyle ilişkisini ele almıştır. Laura Mulvey, Freud ve Lacan odaklı psikanalitik
bir teori ileri sürmüştür. Sinema filmlerindeki ataerkil bakışa dikkat çekmektedir. Ona göre
haz, bakmaktan doğmaktadır. Bu bakış erkek bakışıdır (Nelmes, 2003). Psikanaliz yardımıyla
eril bakış (male gaze) teorisini geliştirmiştir. Eril bakış, feminist film teorisinin en sık
kullandığı olmuştur. Teori özetle, sinemadaki görsel hazzın Freud’un kuramına bağlı kalarak
“görme arzusuyla” açıklar. Erkeğin egemen bakışı üzerine kurulu olduğunu, seyircinin de bir
nevi gözetleyiciye, gizli bir ‘röntgenciye’ dönüştüğünü belirtir. Kadının sinemada iki rolünün,
öyküdeki karakterler için erotik nesne ve izleyici için erotik nesne olduğunu belirtir.
Mulvey’in tezine göre sinema, tüm enstrümanlarını kullanarak kadını bir obje gibi gösterir
izleyicisine. “Male Gaze / Erkek Bakışı” terimi de bunu anlatır. Erkek, kadını nasıl görmek
istiyorsa kamera öyle gösterir, neyi görmek istemiyorsa, o kadraj dışına itilir. Kıyafetten
makyaja, öykünün dramatik ilerleyişinden varılan neticelere her bir öge, söz konusu bakışa
göre düzenlenir.
Yedi Kocalı Hürmüz, sinemadan önce Şehir Tiyatroları ve Devlet tiyatroları tarafından
sahnelendi. Sadık Şendil’in yazdığı oyunda Hürmüz karakterini Ayten Gökçer canlandırdı.
Ardından, Atıf Yılmaz tarafından 1971’de sinemaya uyarlandı. Türkan Şoray, Yedi Kocalı
Hürmüz ile akıllara kazındı. 2009 yılında ise Ezel Akay, kendine özgü masalsı üslubuyla,
müzikleri ve danslarıyla hikâyeyi yeniden yorumladı. Bu filmde, Nurgül Yeşilçay öncekilere
göre daha neşeli olan Hürmüz karakterine can verdi.
1971 yılı filmin gösteriliş tarihi açısından ilginç bir dönemin başlangıcına işaret
ediyor. Atıf Yılmaz filmi zaman açısından tam da Avrupa’da 68 ayaklanmalarına ve ileriki
yıllarda Türkiye’de başlayacak mücadele dönemine denk geliyor. Yılmaz’ın filminin yukarıda
Almıla Fikir ve Kültür Dergi, 2016, 24. Sayı, ss.126-135.
da anlattığımız gibi farklı kadınlık ve erkeklikleri de içeren ve var olan yapıya dair
söyleyecekleri vardır. Zaten bizzat hikâyenin konusu ve Hürmüz’ün birden çok eş almaya
karar vermesine sebep olan olaylar da bu görüşümü destekler.
Başka bir unsur, 1971 yapımı filmden sonra 2009 yılına gelene kadar Türkiye’de
şekillenmiş ve büyümüş olan kadın hareketinin etkisidir. Aradaki süreçte, özellikle
1990’larda, toplumsal cinsiyet(ler) sorgulanmıştır, kadınlar “feministim, kişisel olanım aynı
zamanda da politiktir” diyebilmiştir. Zamanla kadın hareketine hakim olan anglo-sakson
kadınlık algısı eleştirilerek evrilmiştir. Günümüzde, dünyada ve Türkiye’de kadın hareketi,
farklı sınıf pozisyonlarına, farklı dine, etnisiteye, ten rengine sahip kadınların, eşcinsellerin,
trans bireylerin de sözcüsü ve destekçisi haline gelmiştir. Zaten Ezel Akay da “Feminizm’in
bize öğrettikleri ile yaptığımız bir film” diyerek, bu yazıya konu oluşturan sorgulayıcı bakış
açısının meşruiyetini belirtmiştir. Bu yüzden, söz konusu iki filmi ele almak, bize gösterilenin
toplumla etkileşimle yaratıldığını aklımızın bir köşesinde tutarak izlemek, Türkiye’de
erkekler açısından “kadın” algısının Mulrey’in erkek bakışı üzerinden değişip değişmediğini
bir parça anlamak için bulunmaz fırsattır. Yedi Kocalı Hürmüz’ün senaristi erkektir. Tema:
bir kadının “norm” dışı davranışının güldürüsüdür.
imgesinin anlamlandırılmasında kadın, siyah beyaz kadar net bir çizgide tutulmuştur. Kadın
karakterler Türkiye sinemasında çoğunlukla ister ana tema ister yan tema olsun ya edilgen,
korumaya muhtaç, masum ya da baştan çıkaran, fettan gibi özelliklerle yansıtılmıştır. Türkiye
sinemasında kadınlar geleneksel toplumsal cinsiyet rollerine uygun şekilde ikincil konumda
anlatılmıştır. Toplumsal yaşamda düşünüldüğü gibi filmlerde de kadın, baba, sevgili, koca
gibi bir koruyucuya hem ekonomik hem de duygusal olarak bağımlı kılınmıştır.
Mulvey’in, sinemada etkin erkek bakışının sonucu olarak şekillenen kadınları, Türkiye
sinemasında üç temel kadın tiplemesi ile karşımıza çıkmaktadır. İlki, Anadolu ruhunu
kaybetmemiş “saf”, “namuslu”, “fedakâr” evinin kadını, kocasının hanımı ve cinsiyetlerinden
arındırılmış bir kadın. Ayhan Işık'ın canlandırdığı Nejat karakterinin şu repliği 'namuslu', iyi
kadına verilen önemi özetler sanırım: “Başkasının koynunda bir sokak kadını gibi yatmış,
tabiatın ancak kocaya bahşettiği en büyük kıymeti yabancı birine teslim etmiş. Nasıl
affederim? Evlenilecek kadın, vücudu ve ruhuyla temiz olan kadındır. Yoksa sokaklar kadın
dolu, niçin almıyoruz onları? Birimizin değil, hepimizin oldukları için. Onlardan kaçıyoruz
üstelik.” (Özman, 70-80-90 Masum, Küstah, Fettan) Alin Taşçiyan, “Maço kahramanların
sinemasında kadınların ne işi olur? Fedakâr eştir, her şeye katlanır, evde durur” (aktaran
Melek Özman, 70-80-90 Masum, Küstah, Fettan) diyerek Türkiye sinemasında kadının
durumunu özetler aslında. Kadın karakter kocasına bağlı, saygılı ve evinin kadını ise ancak
'iyi' olarak gösterilirdi. Yani kadın evin içine hapsedilirdi.
İkinci tip, erkek Fatma modelidir. Örneğin 1959 yapımı Fosforlu Cevriye (Aydın
Arakon, 1959) karakteri iyi silah kullanır, iyi nişancıdır. 1970 tarihli Şoför Nebahat (Süreyya
Duru, 1970) filminde Fatma Girik bu tipin bir başka örneğidir. Erkek Fatma modeli kadınların
pek çoğu esas oğlanın aşkı ile “kadınlaşırlar.”
1980’lere kadar Türkiye sinemasında temel kadın modelleri “iyi” kadın ve “kötü”
kadındır. İyi kadın modeli masum, isteklerini ortaya koymayan, cinselliği özgürce
yaşayamayan kadındır. İyi kadın sigara içmez, alkol kullanmaz. Öte yandan, kötü kadın
modeli fettan, ne istediğini bilen, cinselliğini kullanmaktan çekinmeyen kadınlardır. Sigara
içer, alkol kullanır, genel de sarışındır. Özman şunu işaret eder:
Ekranda, bir yanda Türkan Şoray, Filiz Akın, Hale Soygazi'yi örgülü saçları, mutaasıp
kıyafetleriyle, fedakar anne, namuslu eş rollerinde, bazen de beyaz gelinliğe mahzun mahzun
bakarken görüyoruz, öte yanda ise Neriman Köksal, Suzan Avcı'yı baştan çıkarıcı, pavyonda
şarkı söyleyen ve entrikalar kuran kadın olarak izliyoruz.
Almıla Fikir ve Kültür Dergi, 2016, 24. Sayı, ss.126-135.
Bu dönemde Atıf Yılmaz’ın Dağınık Yatak, Adı Vasfiye, Aahh Belinda, Asiye Nasıl
Kurtulur?’u; Bilge Olgaç’ın Kaşık Düşmanı, Gülüşan, İpekçe’si; Türkan Şoray’ın
Yılanı Öldürseler’i; Ömer Kavur’un Ah Güzel İstanbul’u; Başar Sabuncu’nun Kupa
Kızı, Asılacak Kadın’ı; Şerif Gören’in On Kadın, Güneşin Tutulduğu Gün, Gizli
Duygular’ı, kurmaya çalıştıkları alternatif kadın temsilleri açısından akıllarda kalan
filmlerdir.
1980 sonrasında değişen ekonomik, toplumsal ve kültürel ortamla beraber sinemada
kadına karşı bakış değişmiştir, kadının çalışma hayatına girmesiyle birlikte aile içinde kadının
konumunun farklılaşması sinemada da karşılık bulmuştur. Ekici (2007) “1980 sonrasında
Türk sinemasında adından sıkça söz ettiren “kadın filmleri”, değişen toplumsal yaşamla
birlikte kadının özel ve kamusal alanda farklılaşan rolünü, aile ve iş yaşamını ele alır.” Kadın
ve cinselliği sadece ev ve aile içinde tanımlanmaz. Kadınlar kamusal alanda daha görünür
tasvir edilir. Ekici (2007, s. 67) bu durumu şöyle özetler:
Bu bağlamda, 1971 yılında Atıf Yılmaz tarafından sinemaya aktarılan Yedi Kocalı
Hürmüz hikâyesini, Ezel Akay’ın yönetmenliğinde Gürsel Korat tarafından 40 yıl sonra
yeniden yorumlanmış haliyle izlediğimiz güncel versiyonu ile karşılaştırmayı amaçlıyoruz.
Ezel Akay ve Gürsel Korat’ın, Hürmüz hikayesini “kadın gözü ile anlatmaya” çalıştıklarını
dile getirmeleri, kadınlığa dair radikal bir yorum ortaya koyduklarını savunmaları, bu yazıyı
yazmamızın başlıca nedenidir.
Hürmüz, mahallede aşı boyalı bir evde yaşar. Buhrana karşın Hürmüz tek kocası olan
Fişek/Bıçkın Ömer’in hapishaneden çıkmasını beklemektedir. Bir yandan da el işi yaparak
Ömer’e para gönderir. Ömer’in hapishaneden para alması için yolladığı elçiye para
veremediği bir gün, hapishaneye gidip elden ulaştırmak ister. Hapishaneye gidince kendisi
gibi Ömer’i ziyarete gelen beş eşi daha olduğunu görünce, Ömer’i görmeden geri döner. Bu
kızgınlığı onu intikam hırsına sürükler ve kendi de erkekler gibi birçok eş almaya karar verir.
2009 yılındaki Yedi Kocalı Hürmüz’de ise Hürmüz, rahmetli eşinden kalma konakta
yaşamaktadır. Hikâye başladığında Hürmüz’ün hali hazırda beş eşi vardır. Hürmüz hepsi için
ayrı bir gün belirlemiştir ve az görüşmelerine birer bahane göstermiştir. Böylece eşler
birbirlerinden habersiz yaşamlarını sürdürürler. Bu hikâyede, Hürmüz’ün çok eş edinmek
istemesindeki güdüsü, ekonomik açıdan rahat yaşama arzusudur.
Almıla Fikir ve Kültür Dergi, 2016, 24. Sayı, ss.126-135.
Aynı filmde Hürmüz intikam hırsıyla kendine eş aramaya çıkar. Birden çok eş
edinmek bir erkek için; statü, sınıf, cinsel kudret göstergesidir. Durumu toplumda fark
edilmediği sürece, bir Hürmüz için ise; birden çok erkeğin himayesinde olmak, onlar
tarafından finanse edilmek, sahiplenilmek ve başkalarınca rahatsız edilmemek demektir.
Böylesi bir himaye sadece eşler için geçerli değildir. 1971 yapımı filmde Hürmüz, Doktor
Hüsrev’in annesi görücüye geldiğinde, görücüleri paşa babası olduğuna inandırmak için erkek
kılığına girer. Paşa baba, görücüler ile görüşür ve Hürmüz’ün izdivacını uygun bulur. Bu
sayede, Hürmüz aradığı aşka, yani Doktor Hüsrev’e kavuşur. Burada da, Hürmüz’e himaye
eden bir erkek figürü vardır. Bu sefer himaye eden eşi değil babasıdır. Hürmüz pekâlâ yaşlı
bir kadın kılığına bürünüp görücüler ile konuşabilirdi. Hatta belki böylesi daha kolay olurdu.
Fakat toplumsal hiyerarşi erkeği kadına egemen kıldığından, Hürmüz’ün evliliğinin yolunu
açacak olan kişi yine bir erkek olmalıdır.
sezebiliyoruz. Anlaşılıyor ki Hürmüz, ölen eşinden kalan konakta yaşaması sayesinde eşlerine
çeşitli hikâyeler uydurabilmektedir. Hürmüz’ün çok eş alabilmesi yine bir erkeğin olanakları
sayesinde gerçekleşir.
Hürmüz’ün ataerki ile pazarlıklarına bir başka örnek de, senaryoya yapılan Kuşçu
Cebrail katkısı olabilir. Kuşçu Cebrail, orijinal senaryoda yoktur. Hürmüz’ün konağının
bulunduğu sokakta kuşları azad ederek para kazanır, Cebrail. Hürmüz’ün evinde olup
bitenden haberdardır. Hatta zaman zaman, bildiğini belli edecek şekilde Hürmüz’le şakalaşır.
İlk filmde Doktor Hüsrev’in annesi görücüye geldiğinde Hürmüz’ün erkek kılığına girdiğini
söylemiştik. 2009 yorumunda ise, Kuşçu Cebrail Hürmüz’ün paşa babası kılığına girer. İlk
filmde olduğu gibi, Hürmüz bir erkeğin otoritesi sayesinde evliliğe yelken açar. Bu açıdan
bakıldığında, Kuşçu Cebrail karakterinin Hürmüz’ü kadın olarak güçlendiren bir katısı yoktur.
Her ne kadar Akay ve Korat Hürmüz’ün radikal bir yorumunu yaptıklarını söyleseler
de, Hürmüz’ün neden birden çok eş almak istediğine dair tam bir açıklama sunmuyorlar. 1971
yapımında, sosyal ve ekonomik koşulların Hürmüz’ün kişisel meselesiyle kaynaşıp onu
intikama sürüklediğini biliyoruz. 2009 yorumunda ise, Hürmüz karşımıza zaten çok eşli
çıkıyor. Halini bize sorgulatmıyor. Kendinin sorguladığını anlatmıyor. “Bir kadın gözüyle”
deneyimini anlatmıyor. Sadece, “benim erkeklerden neyim eksik”, deyip “erkek gibi”
davranıyor. Verili erkek ve kadın rollerini sorgulamadan ve sorgulatmadan tersine çeviren bu
çaba, ne yazık ki düzenin değişebileceğine dair bir sinyal vermez. “Erkek gibi” olabileceğini
ispatlayan bir kadın da “kadın bakış açısını” tam anlatamaz.
Yılmaz ve Akay’ın filmlerinde anlatılan kadının, ancak bir (veya birden çok) erkek ile
evlenerek ya da bizzat erkek gibi davranarak kendine özgürlük alanı açabildiğini görüyoruz.
Hürmüz’ün göreli iktidarı, eşlerinin ve paşa babasının ona verdiği maddi destek ile ilgilidir.
Bu konuya, Hürmüz’ün sınıf pozisyonunu tartışılırken daha çok değinilecek. Şimdilik şu
belirtilebilir; filmin iki versiyonu da bize, kadının sadece erkeğin kendisine verdiği alanlarda
güçlü olabileceği imasında bulunur. Bu alan, önceden bahsedildiği gibi, ataerki
kontrolündedir. Evli kadın, eşinin kurallarını bozmadıkça, evinde istediğini yapmakta
özgürdür. Genç kadın babasının ya da ağabeyinin ona tanıdığı alana tabidir. Kadınlara verilen
bu mikro alanlar, toplumun en aşılmaz bağı olan ataerki ile her ailede, her ilişkide yeniden
birbirine bağlanır.
İlginç olan, aynı filmi yorumlamış iki yönetmenin de, kadının güçlü görülebileceği
koşulları erkeğin üzerinden belirlemiş olmasıdır. Asıl soru: Akay’ın yıllar sonra, “güçlü
karılar ve oyuncak erkekler üzerine bir film” iddiasıyla bahsettiği yapımında, Hürmüz
Almıla Fikir ve Kültür Dergi, 2016, 24. Sayı, ss.126-135.
gerçekten güçlü bir kadın olarak mı anlatılmaktadır? Erkeğin sağladığı olanaklar olmadan,
Hürmüz kadın olarak var olmaya çalışabilir mi? Böyle bir iktidar nasıl tanımlanır ve
öncekinden farkı nedir?
2009 uyarlamasında ise Hürmüz, kocasından miras kalan konakta yaşar. Ataerki ile
pazarlık kavramının 2009 yapımındaki Hürmüz’ü anlamada kolaylık sağladığını yeniden
belirtmek isterim. Örneğin Hürmüz, rahmetli eşinden kendine miras kalan sosyal sınıfının
olanaklarını kullanır. Söz konusu miras, sadece maddi değil aynı zamanda da sosyal sınıf
mirasıdır. Kadın, eşinin sınıfına aittir. 2009 yapımı filmde, fakir Hürmüz’den orta sınıf
Hürmüz’e geçiş yaşanmıştır. Bu durum yeni Hürmüz’e sosyal açıdan rahat hareket
edebileceği bir alan sağlar. Konakta yaşaması, eşlerine çeşitli bahaneler uydurarak onları uzak
tutmasına imkân verir. Birini konakta hizmetçi olduğuna, birini hacı efendinin kızı olduğuna,
birini de dul kalan paşa eşi olduğuna inandırır. Sınıfının ona sağladığı koşulları devam
ettirebilmek için birçok eş edinmeyi seçer. Önceki filmdeki gibi intikam arzusu yoktur;
kendine güvenir, “dört eş alan erkekten neyim eksik” der. Onun için “koca dediğin topuna
kibrit suyu” sıkılacak bir topluluktur.
Haftada bir görüştükçe, eşlerinden geçinmek için para talep eder. Bekçi Memo’dan
Reşat altın ister, bunu Berber Hasan’dan aldığı altın ile birleştirir. Hasan’a dediğine göre
Almıla Fikir ve Kültür Dergi, 2016, 24. Sayı, ss.126-135.
besleme olarak bulunduğu konaktaki diğer kadınlar, “kocası olacak, bir bilenziği bile yok”
diyerek Hürmüz, ve onun üzerinden Hasan’ın iktidarı ile alay etmektedirler. Hasan bu duruma
çok sinirlenir çünkü kendisi “aslan gibi kocadır” ve karısına bir bilezik almaktan aciz değildir.
Burada, Hasan’ın iktidarı ekonomik olanakları ile belirlenir ve Hürmüz’ün pazarlığı ile
yönlendirilir.
Farklılıkların tartışıldığı dönemlerde, kadın hareketine öncülük eden beyaz orta sınıf
kadınların hareket içindeki farklı kadınlara, “yol gösterici” gibi davrandıkları söylendi. Yol
gösterici olmanın ardında, karşındakinden daha iyi olduğunun, daha doğruyu bildiğinin
kabulü vardır. Kadın hareketi içinde itiraz edilen tam da bu kendini daha iyi görme ve
dolayısıyla diğer tüm kadınları, farklılıklarına bakmaksızın, beyaz-orta sınıf kadınına
benzetmeye çabasıdır.
Akay ve Korat’ın Hürmüz’ü, kadın hareketinin beyaz, orta sınıf, kendini öncü gören
kadınlarını hatırlatıyor. Tıpkı, kadın hareketinin başlangıcında deneyimlendiği gibi;
aklımızdaki güçlü kadın figürünün sınıf pozisyonu orta ve üst sınıftır. Erkeklerin alanına
girebilmiş, sınıfının verdiği olanaklar sayesinde, kadın olsa bile söylemek istediğini
dinlettirebilen kadın ancak yol gösterici olabilir. Başka kadınları da etkileyebilen, onlara
öncülük eden ve yol gösteren kadın bu yüzden orta sınıf kadını olarak aklımızda şekillenir,
çünkü toplumdaki örnekleri bu tabloyu yansıtır. Türkiye’de de ilerleme kaydeden;
profesyonel kariyeri olan kadın figürlerini bir düşünürsek, genellikle orta ve üst sınıf
pozisyonlarından gelmişlerdir. Örneğin, Cumhuriyet’in ilk yıllarında kariyer sahibi olabilen
tüm kadınlar orta sınıftan gelmektedir. Köy çocuklarını eğitmeye giden Çalıkuşu da orta üst
sınıftandır. Günümüzde, iyi eğitim alabildikleri ya da üst sınıf pozisyonundan birinin
ailesinden olduğu sürece, kadınları yönetici kadrolarında görmekteyiz.
1971 yapımında Hürmüz, kadı efendiye kocası Fişek Ömer’in ölüm belgesini bir
öpücük karşılığında imzalatıyor. Eşlerini güzelliği ve cilvesi sayesinde elde eder. Burada
Hürmüz, eline erkek eli değmemiş, masum, utangaç ama istekli bir kadındır. Tam gerdek
gecesi, tesadüfen veya -Hürmüz’ün planlamasıyla- kocalarından kurtuluverir. Hikayenin
sonunda, kadı efendi yine Hürmüz’ün kendisi için dans etmesiyle onu kocalarından kurtarır.
Eşleri ile “karı-koca” ilişkisi yaşamadığından hepsinden boşanması kolaylaşır. Bu hikâyede
erkek ve kadın rolleri derinlemesine sorgulanmamaktadır. Zaten öykünün yazıldığı dönem
itibariyle böyle bir duruş beklemek haksızlık olur. “Bir kadın erkek gibi davransaydı ne
olurdu?” sorusunu en az tehditkâr biçimde ele alınmaktadır.
Senarist Korat’a (2009) göre Hürmüz’ün kocalarının her biri erkekliğin yedi halinden
birini sembolize etmektedir:
Berber Hasan saflığı, Bekçi Memo erkekliğin çocuksu, pohpohlanmaya yatkın halini,
Hallaç Rüstem erkeğin aşktan ötürü aşağılansa da yanıp tutuşan ruh halini ve ayran
Almıla Fikir ve Kültür Dergi, 2016, 24. Sayı, ss.126-135.
gönüllülüğünü, Mehmet Ali, erkeğin romantik ve platonik halini, Ömer, erkeğin saf
cinsel görünümünü, Hızır Reis, erkekliğin tez parlayan ama kolay aldanan yanını,
Doktor Rüstem ise kadını kendi romantik dünyasının bir dışavurumu olarak gören
yanını temsil eder. Güzellikten ve incelikten anlar, fakat erkeksilikten yoksundur, ana
kuzusudur.
Hürmüz sözü edilen bu erkeklik hallerini taklit ederek veya bu hallerin nabzına göre
şerbet vererek erkeklerini yönetir. Örneğin, Hasan ile saf biri gibi konuşur, Ömer’in yanında
bıçkın olur. Tüm bu süreçte, Hürmüz karakterinin aklını kullanmadığını söylemek haksızlık
olur. Ancak, karşılaştığı sorunların büyük bir kısmını cinselliğini kullanarak, söylemlerine
cinsellik vurgusu vererek veya henüz halvet olamadığı eşlerini sonunda erecekleri saadeti
hatırlatarak bekletir.
Akay ve Korat’ın yorumladığı Yedi Kocalı Hürmüz’ün belirli bir söylemsel oluşumun
izlerini taşıdığı ön koşulu ile hareket edilmesidir. Bu oluşum eril bir söylemin parçasıdır.
İçinde kadınlığın ve erkekliğin katı tanımlarını ve cinselliğin bu tanımlar üzerinden anlamını
barındırmaktadır. Bu noktada, Suner, Türkiye sinemasında kadınlara özne konumu
verilmeden, onları kullanarak erkek hikayeleri ve söylemlerini anlatmaya odaklandığını
anlatır (Suner, 2006). “Kadın” argosunun film içinde kullanımı sözünü ettiğimiz eril söyleme
bir örnektir. Senarist Korat’a göre, kadın argosunun kullanımı filme kadın bakış açısı
Almıla Fikir ve Kültür Dergi, 2016, 24. Sayı, ss.126-135.
getirmesi bakımından önemli bir vurgu. Bu görüşe katılıyoruz. Ancak, sözü edilen
kullanımlara biraz yakından bakmak istiyoruz. Örneğin, Hızır Reis ile evlenen Hürmüz
gerdeğe girmeden önce, kadınlar arasında geçen bir konuşmada Hızır’ın kabağı
yağlayamayacağı söyleniyor.
Anladığımız kadarıyla kabağı yağlamak kadın argosu kabul ediliyor. Argo olduğunda
hemfikiriz. Fakat kadınlığı konusunda şüphelerimiz var. Anlaşılıyor ki, kabaktan kastedilen
kadın kalçası. Bu argoyu kullanan kadın belli ki cinsellikteki pasif rolünü benimsemiş.
Erkeğin ise aktif olmasını bekliyor.
Bunun gibi, erkeğe ve kadına belirli davranış kalıpları biçen ve beklenti oluşturan
söyleyiş biçimlerinin eril olduğunu düşünüyoruz. Bu sözü söyleyen kadın bile olsa, hatta
sadece kadınlarca kullanılan bir deyim bile olsa, bu argonun kadının olduğunu göstermez.
Aksine yazının başında belirttiğimiz gibi ataerki ve eril tahakkümün hepimizin içine işlediğini
ve bu dilden başka dil konuşamaz olduğumuzu gösterir.
Kadın argosunun dışında bir de hem kadınlar hem de erkeklerce kullanılan tabirler var.
Genellikle erkek cinsel organını kastetmek için kullanılan bu kelimeler; bamya, kuş, zümrüd-
ü anka kuşu. Bamyanın minikliği erkek penisinin büyüğünün makbul olduğunu anlatıyor. Kuş
ise uçabildiği sürece kabul görüyor. Söz konusu terimler film boyunca hem kadınlar hem de
erkekler tarafından, yer yer yargı belirtir biçimde kullanılıyor.
Bir başka örnek de, Rüstem ve Hızır mutfakta beklerken kadın kalçası biçiminde bir
ceviz kıracağı buluyorlar. Kıracağın uçları (kadının bacakları) açılıyor ve cevizi içine alarak
kırıyor. Bunları da, senaryonun genelini belirlemiş olan eril söylemsel oluşumun birer parçası
olarak gözümüze çarpıyor.
Son olarak, 2009 yapımı filmdeki hamam sahnesine değinilebilir. Filmin en çarpıcı
bölümlerinden biri olan hamam sahnesinde, Hürmüz ve mahallenin diğer kadınları “gökten
sapır sapır erkek yağacak” şarkısı eşliğinde dans etmektedir. Dans sahnesinde yer alan cinsel
öğelerin kullanımı ve şarkının sözleriyle kadının cinselliğine dair söyle bir tablo çıkıyor:
kadının cinselliğinden özgürce söz edebilmesi, onun fettanlığına, erkeği baştan
çıkarabilmesine ve toplumca ona öğretilen sessiz namuslu kadını, yatak odasının dışında
bırakmasında gizli. Hamam sadece kadınlara özgü bir yer olduğu için, kadınlar istedikleri
gibi öğretilen cinselliklerini sergileyip, bu konudan bahsedebiliyorlar. Fakat Akay’ın kadınlar
arası bu sohbeti bizlere aktarış biçimi, danslar ve şarkının sözlerini de düşününce, kadının
cinselliğini eril bir yerden okuduğunu da gösteriyor.
Almıla Fikir ve Kültür Dergi, 2016, 24. Sayı, ss.126-135.
5. Sonuç Yerine
Bu yazıda, 1971 ve 2009 yıllarında iki ayrı yönetmen tarafından sinemada
yorumlanmış Yedi Kocalı Hürmüz hikâyesinde kadınlığın ve kadına bakış açısının değişimi
ele alındı. Ortaya çıkardıkları işe “kadın bakış açısı” katmış olduklarını söyleyen Ezel Akay
ve Gürsel Korat’ın 2009 yapımı filmini, tam da böylesi bir iddia sebebiyle daha yakından
incelemek için çıkış noktası kabul edildi.
Yazının genelinde tartışıldığı gibi, Akay ve Korat’ın iddia ettiğinin aksine, yeniden
yorumlanan Hürmüz karakteri, verili kadın ve erkek rollerinin yer değiştirmesinden öteye
gitmiyor. Hürmüz, “erkeklerden neyim eksik” diyerek döneme egemen, erkek rolüne
soyunuyor. Bu süreçte, kendi hislerine, deneyimine dair bir iç ses, sorgulama, ya da erkeklere
neden böyle davrandığına dair bir bilgi almıyoruz. Hürmüz karakterine eşi/babası/ paşa babası
üzerinden kazandırılmış sosyo-ekonomik statü, yine onu erkeklere bağımlı kılıyor. Ek olarak,
Hürmüz’ün istediklerini elde etme konusunda cinselliğini kullanması ve erkek söylemini
kendine uyarlaması da benzer bir noktaya taşıyor bizi. Sonuçta, böylesi bir söylemden “kadın
bakış açısı” ya da “radikal” bir yorum çıkmıyor. Bu durumun, içine doğduğumuz, verili ve
normal kabul ettiğimiz sayısız etkileşim sonucu üzerimize yapıştığı, bizi sıkıştıran ve
belirlenmiş kalıplara iten bu cinsiyetçi düzende “radikal” bir sıçrayış yapmamıza engel olduğu
kanısındayız.
Almıla Fikir ve Kültür Dergi, 2016, 24. Sayı, ss.126-135.
6. Kaynakça
Algül, B. (2014, 15 Mart). Kadının Sinemada Var Olma Savaşı. Radikal.
http://blog.radikal.com.tr/kultur-ve-sanat/kadinin-sinemada-var-olma-savasi-53246 (Erişim
tarihi:18 Ocak 2016)
Dila O. Yedi Kocalı Hürmüz Üzerine. Bü'de Kadın Gündemi Sayı 18 Bahar 2010,
http://www.bukak.boun.edu.tr/?p=318 (Erişim tarihi:18 Ocak 2016)
İmançer, D., (2004). “Türk Sinemasında Suskun Kadın İmgesi”, Kırgızistan – Türkiye
Manas Üniversitesi Sosyal bilimler Dergisi, Sa:12, 117-125.
Kandiyoti, D. (1988). Bargaining with Patriarchy. Gender and Society, 2/3, pp. 274-
290.
Mulvey, L. (1975). “Visual Pleasure and Narrative Cinema”. Screen (Oxford Journals)
16 (3): 6–18.
Smelik, A. (1998). Feminist Film Teorisi ve Ayna Çatladı, Deniz Koç (çev.), İstanbul:
Bağlam Yayınları.