Professional Documents
Culture Documents
1970'lerde Türkiye Solu - Vehbi Eraslan
1970'lerde Türkiye Solu - Vehbi Eraslan
1970’lerde
Türkiye
Solu
VEHBİ ERSAN Gazeteci. 1961’de İstanbul’da doğdu. Sosyalist fikirleri gençlik yıllarında benimsedi. 12
Eylül darbesi döneminde tutuklandı ve yargılandı. 1992-1997 yıllarında haftalık Gerçek, Söz dergileri
ile haftalık Yeni Ülke ve günlük Özgür Gündem gazetelerinde çeşitli görevler yaptı; yazı, makale, haber-
yorum ve röportajları yayınlandı. 1997-2013 yıllarında günlük Radikal (1997-2001) ve Sabah (2003-
2013) gazetelerinde, 2001-2003 arasında Metis Yaymlan'nda editör olarak çalıştı. 1970lerde Türkiye
Solu ilk kitabı.
e-posta: vehbiersan@hotmail.com
1970’lerde
Türkiye Solu
iletişim
İÇ İN D E K İL E R
TEŞEKKÜR................................................................................................................................... 9
Ö n s ö z ....................................................................................................................................... u
B İR İN C İ BÖLÜM
G e ç m iş t e n K a la n ( 1 9 6 0 ’la r ın M i r a s ı ) ....................................................... ............ 15
Bölünme.............................................................................................................................. 17
TİP ve Yön........................................................................................................................... 21
Milli Demokratik Devrimciler........................................................................................26
Yeni devrimci kuşak......................................................................................................... 27
Gençlik liderlerinin arayışı.............................................................................................32
“Gerilla savaşı”na ilgi...................................................................................................... 35
THKO........... ....................................................................................................................... 37
THKP-C.................................................................................................................. ............. 41
Kızıldere.............................................................................................................................. 48
TİİKP ve TKP(ML)...................................................................................................... :.....52
İK İN C İ BÖLÜM
Y e n id e n K u ru lu ş.................................................................................................................. 59
“12 Mart” ............................................................................................................................ 61
Bülent Ecevit’in yükselişi................................................................................................ 66
Sosyalist sol........................................................................................................................68
“12 Eylül öncesi sosyalist solu”nun bugün için ne anlam taşıdığı sorusuna
verebileceğim ilk cevap, bugün de varlığını sürdüren ya da onlardan ayrışa
rak yenilerinin ortaya çıktığı sosyalist grupların tümünün 1974-80 arasında
kurulmuş olmasıdır (bugünün İşçi Partisi - eski TİKP kısmen ayrı tutulabi
lir). Bu değerlendirmede tartışmalı gibi durabilecek 1974’ün TKP’si de, geç
mişten kalan yönetici kattaki üç eski tüfeğe rağmen, yeni süreçte inşa edil
di. Bu gruplar ve bu gruplardan müteşekkil sosyalist hareket, teori, örgüt,
politika ve topluma dair kavrayışlarını o yıllarda oluşturdu. 1990’lı, 2000’li
yıllarda hükmünü sürdüren pek çok ideolojik algı ve alışkanlık, o yıllardan
başlayıp gelen bir evrimin ürünüdür.
Yerleşik ideolojik algı ve alışkanlıkların sanılandan çok daha güçlü, öznel
niyetleri aşan bir nesnelliği içerdiği göz ardı edilmemelidir. Teori, siyaset algı
layışı, deneyimleri, ahlaki kuralları vb. ile bir siyasi hareket, o hareketi oluştu
ran bireylerin -bunlar kurucu, karar verici olsalar bile- öznelliğini de aşan bir
nesnelliği ifade eder. Geçmişten alman dersler ya da yeni fikirler, bu nesnelli
ğin üstesinden gelmeye yetmeyebilir. Bir grubun bir başka gruptan ayrılması
ya da yeni görüşlerle çıkması, o güne kadarki ideolojik varoluş biçimlerinden
koptuğu anlamına gelmez. Bambaşka fikirleri savunduğunu ya da yeni bir ör
gütsel tarz yarattığını ileri süren bir oluşum, pekâlâ eskinin ya da halihazırda
süren örneklerin tekrarına, belki de daha kötü bir tekrarına düşebilir. Çünkü
geçmiş, günün içinde hükmünü sürdürür. Konu ne salt ideolojik, teorik ya da
akademik, ne de sosyoloji ya da tarih konusudur, bunların hepsidir.
12 Eylül öncesini bugün için de önemli kılan bir başka konu, toplum
sal muhalefetin karakteri ve onunla kurulan ilişkidir. Toplumsal muhale
fet, sosyalist hareketin varoluş zemini olduğu kadar teori ve politika alanım
da oluşturur. Konu iki bakımdan, yani toplumsal muhalefetin gelişme özel
liklerinin neler olduğunun belirlenebilmesi ile sosyalist grupların muhale
feti algılama ve ilişki kurma biçimleri bakımından önem taşır. 1960’lardan
1980’e kadar olan dönemi özgün kılan koşullar genel fikirler için de zengin
örnekler sunar. Yine de o tarihsel dönemin özgün, sosyalist hareketi büyü
ten ayırt edici niteliğini vurgulamak şarttır: Toplumun her kesimini saran
hak arama, örgütlenme ve mücadele arzusu ile bununla bağlantılı sol, sosya
list fikir ve örgütlenmelere yöneliş. Bu olağanüstü dalga 1965-80 döneminin
özgün niteliğidir. İrili ufaklı, bazen devasa boyutlarda gösteri, direniş, grev,
toprak işgali, protesto vb. biçiminde kendini gösteren eylemlilik hali, bu öz
günlüğün hemen her gün izlenebilen tezahürleridir.
Sosyalist hareketin en kitlesel siyasal örgütleri bu sırada doğdu. 1920’ler-
den beri en yaygın kitleselliğe ve etkinliğe ulaşıldı. Sosyalistler, toplumun
her kesiminde, ülkenin her köşesinde örgütlenebilme, eylem ve etkide bu
lunabilme imkân ve yeteneğine sahip oldu. Sosyalistlerin handikabı, bu top
lumsal dalgayı siyasal örgütten yoksun olarak karşılamalarıydı. Yakın geç
mişin tutuklanmaktan bir şekilde kurtulmayı başarmış ya da hâlâ cezaevin
de olan ya da yeni çıkmış sosyalist kadroları (68’liler) henüz yenilginin mu
hasebesini yapmamış, ne yapacaklarım tartışan küçük arkadaş çevreleri ha
lindeyken kendilerini yeni süreçte örgüt kurucuları olarak buldu. Toplum
sal dalga, bu çevreleri hızla kalabalıklaştırdı ve sosyalist hareketin yöneti
ci katlarına taşıdı. Bu özel gelişme çizgisi, bu grupların bir sosyalist hare
ketin yeniden doğuşunu mu yoksa dönemsel bir sonucunu mu temsil etti
ği konusunu, ayırt edilmesi güç bir sorun haline getirir. Bazı gruplann bu sı
rada parlayıp sönmesi ya da sonraki yıllarda kaybolup gitmesi, bitmek bil
meyen bölünme eğilimi bu soruların pek yabana atılamayacağını gösterir. O
günlerden bugünlere devam eden örgütsel geleneklerin kilitlendikleri yer, o
yıllarda benimsedikleri “hazır” teori kalıpları ile pratikleri arasındaki çeliş
kidir. Her halükârda bu nesnel gelişme potansiyeli ile örgütlerin yeterli bil
gi, deneyimden yoksunluktan hem sosyalist gruplann ortak özelliği, hem de
1970’lerin paradoksudur.
Bu hareketlerin neden ve nasıl büyüdüğü, görüşleriyle eylemlerinin rolü
nün ne olduğu, toplumsal muhalefetin eğilimleriyle ne ölçüde örtüştükleri
kilit sorulardır. Ve kuşkusuz sosyalist hareketin politik alana ne ölçüde et
ki edebildiği ya da politik bir aktör haline gelip gelemediği sorusu da. Bu gi
bi sorulann yanıtlan, hem dönem kıyaslamalan hem de bugünün yaklaşım-
lan açısından son derece önemlidir. 1970’lerin teori yoksulluğu ileri sürüle
bilir, ama bu, onu -teorilerin sınandığı pratik olarak- pratiğinde saklı duran
teorisi bakımından önemsiz kılmaz.
Buraya kadar söylenenlerin ve dolayısıyla çalışmanın Kürt hareketini,
Kürt gruplarını kapsamadığı kolayca fark edilebilir. Her çalışma gibi bu ça
lışma da kendi sınırlarını belirlemek zorundaydı ve bu kadar geniş kapsam
lı bir konunun üstesinden gelebilmek için sınırlamalar kaçınılmazdı. Daha
başka sınırlamaları gibi, bu konu da, çalışmanın sınırlarından biriydi. Öte
yandan bu işe giriştiğim sırada Kürt hareketi başlı başına bir olgu haline gel
miş ve hakkında pek çok şey yazılmıştı. Hâlâ da yazılıyor. Asıl sorun sosya
list hareketin durumu ve bu konuda bütünsel çalışmaların yokluğuydu.
Hemen hatırlatılması gereken şey, sosyalist hareketin toplumsal dinamik
leri, teori, politika, strateji gibi alanları söz konusu olduğunda Kürt sorunu
ya da hareketini dışta tutan bir analizin yapılamayacağıdır. Hedefim böyle
bir analiz değildi, çünkü bu, çok daha farklı kuramsal-kavramsal tartışmay
la birlikte yapılabilirdi. Oysa bu çalışma başından beri 1970’li yıllarda sosya
list harekette öne çıkmış, belli başlı grupların yalıtılmış olmasa da bağımsız
öykülerini çıkarmayı amaçlıyordu. Ele alınan grubun görüşlerini, eylemleri
ni, onun gelişim seyrinde rol oynayan olayları, olguları saptamak, fikirler ve
olaylar örgüsü içinde bir fotoğraf oluşturmaktı çalışmanın amacı. Açık ki bu
kuramsal-kavramsal alanda sürüp giden bir tartışma değildi.
Bu yöntemsel kaygı, başlıca iki nedene dayanıyordu: Birincisi, son derece
ideolojik önyargıların hüküm sürdüğü bu konuda, olabildiğince nesnel, me
safeli bir konum elde etmeye çalışmak. İkincisi, dönemin, örgütsel faaliyet
lerin, olayların da tespit edilmesini sağlamak. Hafızalar geçmişi yalnızca key
fince yeniden kurmakla kalmıyor, olaylan da başkalaştırıyor. Bu nedenle de
tarihçeleri, sözlü anlatımlara değil yazılı belgelere ve olaylara dayandırmaya
çalıştım. Sözlü tarihin değeri ve gerekliliği tartışılmaz, ancak bu çalışmada,
onlarca görüşme yapmış olmama rağmen, çok önemli olsalar dahi, bir gaze
teci olarak birkaç kaynaktan kesinleştiremediğim ya da bunun fırsatını bu
lamadığım anlatımları, izlediğim yöntem gereği, dışarıda tuttum. Çalışmada
okurun sık sık karşılaşacağı, grubun etkin olduğu coğrafya ya da alan, ey
lemler, dergi tirajlan, üye sayıları, mitinglerindeki sayısal kalabalık-vb. gibi
verileri mutlak kesinliği saptanmış bilgiler saymak yerine, bunlarla bir fikir
oluşturmanın amaçlandığını gözden kaçırmaması gerekiyor.
Sosyalist hareketin birer parçası olan örgütlerin fikirleri, eylemleri ve ge
lişim süreçlerini mümkün olduğunca olgulara dayalı ortaya koymayı arzula
dım. Olguların ne söylediğinin, çoğu zaman ne söylendiğinden daha önem
li olduğu kanısındayım. Siyasi-ideolojik önyargıların hüküm sürdüğü böy
le bir konuda parçaların seçimi, incelemesinin ideolojik yargı ve sistemler
den ne kadar uzak olursa o kadar işe yarayabileceği inancıyla hareket ettim.
Kuşkusuz her çalışma ne kadar mesafe konulursa konulsun yazanın öznel
seçimlerinden, yargılarından kurtulamaz. Metnin dili konusunda başlıca öl-
ölçütüm ise okuru ideolojik-teorik kavram ve tartışmalara, olaylar yığını içi
ne gömmeden kolayca okunabilecek bir metin sunmaktı.
Çalışmanın ana konusunu “12 Eylül öncesi” diye anılan, 1974-80 döne
minin devrimci/sosyalist hareketleri oluşturuyor. Bir önceki dönemi (1965-
71) anlatan bölümle başlaması, iki dönemin birbiriyle bağlantısından ve ko
nunun daha iyi anlaşılması kaygısından ileri geliyor. Zaman dilimi bakı
mından “12 Eylül öncesi sosyalist hareketi”, 12 Eylül 1980 askeri darbesi
nin ertesinde de operasyonlar, tutuklamalar, direniş çabalan biçiminde de
vam eder ve kanımca Devrimci Yol’un kır gerillası girişiminin son bulduğu
1985’e uzanır. Bu çalışma da esas olarak, bu zaman dilimini gözetiyor. Her
tarihçede bu zaman dilimi, her grubun özelliğine göre farklılaşıyor. “Cun
ta sonrası” diye ayrı kategoride alınabilecek 1986-87 sonrası kitabın kapsa
mında değil. Buna rağmen, bazı tarihçelerde grupların evrimini takip edebil
mek amacıyla kısaca da olsa 1990’lı yıllara uzanıldı. Devrimci Sol’un 1986-
93 arasındaki gelişimi ise diğer gruplardan ayrılan özelliği nedeniyle daha
geniş yer tuttu.
İlk adımda elde edilecek parçalann tek tek fotoğraflan, daha büyük fotoğ
rafa, sosyalist hareketin büyük fotoğrafına ulaştırabilir. Bu çalışmanın ama
cı da, okurlara sosyalist gruplann temel, karakteristik çizgileriyle görünebil
diği bu tek tek fotoğraflannı sunabilmek, büyük fotoğrafı oluşturabilmele
ri imkânını verebilmektir. Siyasi gruplann kıyaslanması, ortak ve ayn özel
liklerinin tespit edilmesi, grupların ya da olayların sosyalist hareket ya da
toplum-siyaset düzleminde taşıdığı değer vb. gibi tartışmalar, ilkinden da
ha önemli olan ikinci adımın konusudur ve bu, bu çalışmada bazı noktalara
dikkat çekmek dışında okura bırakılmıştır. Son olarak şunu da eklemeliyim:
Bu yöntemsel kaygı, sosyalist solda egemen olan, sosyalist hareketin tarihi
ni kendi grupsal tarihi ve onunla bağlantılı fikir ve olaylardan ibaret gören
görüş açısından temelde ayrılan bir yaklaşımın da sonucu. Bu yaklaşım, sos
yalist hareketi, bütün parçalarıyla bir bütün, tarihini de ortak kabul ediyor.
Eğer, sosyalist hareketin tarihine ortak tarih ve ortak deneyim penceresin
den bakılırsa, bambaşka şeylerin görüleceği ve hissedileceğine inanıyorum.
Her grubun farklı görüş ve pratiği, kendi tekilliğine mahkûm edilmediği öl
çüde sosyalist hareketin zenginliğine dönüşebilir.
Bu haliyle çalışmanın, sosyalist hareketin ya da siyasi gruplann eleştirisi
ni değil, anlamayı ve anlatmayı arzuladığı kendiliğinden anlaşılır. Eğer bunu
başarabilirse amacına ulaşmış olacaktır.
B İR İN C İ BÖLÜM
Geçmişten Kalan
(1960’lann Mirası)
Bölünme
Türkiye’de komünist hareketin varlığı, alınyazısı gibi sürecek trajediyle baş
ladı. Mustafa Suphi, eşi ve 14 yoldaşıyla Trabzon’da linç edilerek öldürüldü
(28-29 Ocak 1921). Mustafa Suphi, Baku’da 10 Eylül 1920’de kurulan Tür
kiye Komünist Partisi’nin lideriydi. Anadolu’daki kurtuluş savaşma katılmak,
Ankara hükümetiyle görüşmek üzere Sovyetler Birligi’nden gelmişlerdi. Mus
tafa Kemal, Mustafa Suphi’ye mektubunda komünistlerin kurtuluş savaşma
katılmalarım “sevinçle” karşılayacağını yazmıştı. Gerçekten de Sovyet tem
silcisiyle beraber Kars’a giriş yaptıklarında törenle karşılandılar. Birkaç hafta
geçmeden Ankara hükümetinin bu töreni kendilerine değil desteğine ihtiyaç
duyduğu genç Sovyetler Birliği’nin temsilcisine düzenlediği anlaşıldı. “Komü
nist propaganda yapıyorlar” diye heyetten iki kişi tutuklandı önce. Her git
tikleri yerde (Erzurum, Trabzon) kışkırtılmış linç topluluklarıyla karşılaştı
lar. Ankara hükümeti, bilgi ve onayı olduğu bu ziyaretçilerin güvenlik talep
lerini karşılamadı. Trabzon’daki Sovyet konsolosu araya girdi, Ankara hükü
metinin temsilcisi valiyle Batum’a denizyoluyla gitmeleri konusunda anlaştı.
Mustafa Suphi, eşi Mariya (Meryem) ve 14 arkadaşı, katliamın tertipçisi Yah
ya kâhyanın sağladığı motora, bir linç topluluğunun hakaret ve saldırılan eş
liğinde bindiler. Arkalanndan başka motor ya da motorlarla peşlerine takılan
Yahya kâhya ile beraberindekiler, Mariya hariç hepsini öldürüp denize attı
lar. Ankara hükümeti, Sovyet hükümetinin olayla ilgili sorusuna “deniz kaza
sı” cevabını verdi.1 Mustafa Suphi’lere katılmak için şehre gelen genç komü
1 Olayın gelişimiyle ilgili Mete Tunçay’dan yararlanıldı. Bkz. Türkiye’de Sol A kım lar 1, İkinci Bas
kı, BDS Yayınları, Ağustos 2000, İstanbul.
nist Abdülkadir, tertibi organize edenlerin alıkoyduktan Mustafa Suphi’nin
eşine ne olduğunu öğrenebilmek için çaresizce kapı kapı dolaştı.2 Vahşet, he
nüz kurulmakta olan rejimin komünistlere karşı tertiplerinin ölçüsüzlüğü
nü dışavuran ilk örnekti. Sovyetler Birligi’nin Ankara hükümetiyle ilişkileri
bu olaydan etkilenmedi. Komünistler de Kemalistleri desteklemeyi sürdürdü.
Suphi’nin eşi reel politiğin soğuk dehlizinde kaybolurken linçler, reel politi
ğin travmalan komünist hareketin peşini bırakmadı.
Kurtuluş Savaşı esnasındaki bu ilk örgütlenme girişiminden sonra gelen
her çaba, cumhuriyetin tek parti iktidannın yasaklan, polis takibi ve tutukla-
malan altında derhal etkisizleştirildi ve parti dar bir aydm çevresine hapsol-
du. 1951’deki tutuklamalar, 1973’e kadar TKP’ye ülke içinde bir daha örgüt
lenmeye bile kalkışamayacağı nihai darbe oldu. Parti örgütleri ve üyeleri da
ğıldı. Sosyalist ülkelere sığman üyelerin bir bölümü 1958’de Bizim Radyo’nun
yayınını başlattı, 1962’de Dış Büro’yu kurdu. Ülkede kalan Doktor Hikmet Kı
vılcımlı, Reşat Fuat Baraner, Mihri Belli... gibi eski TKP yöneticileri Dış Bü~
ro’yla bağlannı kopararak kendi yollanna koyuldular. 1960’lı yıllar boyunca
TKP’nin siyasal faaliyeti bu radyo aracılığıyla yürüttüğü propagandadan, ülke
içinde tek tek bireylerle kurmaya çalıştığı çok sınırlı ilişkilerden ibaret kaldı.
Sosyalist hareket, TKP mirasından bağımsız olarak, 1960’larm ilk yansın
da Türkiye İşçi Partisi’yle (TİP) yeniden doğdu. İlk kez sosyalistler toplum-
sal-siyasal yaşamda dinamik, etkili, kitlesel bir güç haline geldiler. Kuşkusuz
bunun arka planında İkinci Dünya Savaşı sonrası uluslararası kapitalizmle
eklemlenme çabasına giren Türkiye kapitalizminin olağanüstü gelişiminin
doğurduğu altüst oluş vardı. Toplumun hak ve özgürlük istemini açığa vur
ma imkânını da 1960 darbesi ve yürürlüğe koyduğu 1961 Anayasası’nm si
yasal ortamı sağladı. Böylelikle başta işçi sınıfı ve gençlik olmak üzere, he
men her toplumsal kesimin daha önce görülmemiş ölçüde talepleri için ha
rekete geçtiği, sendika, demek, kooperatifler halinde örgütlenmeye giriştiği
“toplumsal eylemlilik süreci” başladı. Bu süreç esasen 12 Eylül 1980 askeri
darbesine kadar sürdü.
2 Sosyalistler yıllarca “Karadeniz’de boğulup öldürülen 15 yoldaş”ı bildi ve andılar. Mustafa Sup
hi’nin eşi de vardı. Mustafa Suphi’lere Trabzon’da katılmayı uman “genç komünist Abdülka
dir” “layihası”nda şunlan anlatmıştı: “Birkaç gün sonra tayfaların birisinden aldığımız maluma
ta nazaran Sürmene açıklarında ayaklan ve elleri bağlı olarak denize attıklarım söylediler. Yal
nız Suphi yoldaşın ailesini geri döndüğü zaman Kâhya [Mustafa Suphi’lere tertibinin başını çe
ken kayıkçılar kâhyası Yahya - V.E.] tarafından çıkarıldığını haber aldık. (...) Kadının hangi ev
de olduğunu haber almak üzere uğraştım. Fakat hiçbir taraftan malumat alamadım. Bidayette
Kâhya’nın evinde olduğunu, saniyen Nemlizade Ragıp Bey’in evinde olduğunu söylediler. Ba
zı üç dört defa olmak üzere evlerinin kapılarından geçiyordum. İhtimal rast getiririm veya pen
cereden bakarken görüp nerede olduğunu haber alınm diye uğraştım. Fakat hiçbir taraftan ha
ber alamadım. Bilahare epey zaman geçtikten sonra kadının Kâhya tarafından Rizelilere hediye
edildiğini ve orada bir zevk arasında öldürdüklerini haber aldım.” Dönüş Belgeleri-2, çev. Yücel
Demirel, TÜSTAV, 1. Basım, Mart 2004, İstanbul, s. 161-162.
TİP’i 1961’de bir grup sendikacı kurdu. Amaçlan sosyalist bir parti kur
mak değil, işçilerin çıkarlannm parlamentoda temsilini sağlamaktı. Ancak
bekledikleri ilgiyi göremeyen sendikacılar, aydınların desteğinin zorunlu
olduğunu düşündü ve 1962’de Mehmet Ali Aybar’ı genel başkanlığa getir
di. Mehmet Ali Aybar’la birlikte parti yeni bir program ve tüzükle sosyalist
bir içerik kazandı ve farklı görüşlerdeki sosyalist aydınlar için çekim merke
zi oldu. 1965 genel seçimlerinde 276 bin oy aldı; seçim sisteminin de katkı
sıyla 15 milletvekili Meclis’e girdi. Bu oy oranı ve parlamenter başan, sosya
list hareketin 2000’li yıllara uzanan 35-40 yıllık döneminde bir daha tekrar
lanmadı. 1970’li yıllann onca yaygınlaşmış, kalabalıklaşmış sol örgütleri eski
TİP’in 1965 seçimlerindeki oy oranına hiçbir şekilde ulaşamadı.
TİP’in başansı sadece seçim başarısından ibaret değildi. Talepleri için ör
gütlenen ve mücadeleye kalkışan her kesim TİP’le veya TİP onlarla bağlantı
kurdu. Ve 1969 yılma kadar TİP, sosyalistlerin toplandığı tek örgütsel mer
kezdi. TİP’in kaderi, parti içi bölünmeler, 1968-69’da gençliğin üniversite iş
galleri, polisle sokak çatışmalanna dönüşen eylemleri ve sağcı komandoların
ortaya çıkmasıyla değişti. Gençliğin radikalleşen eylemleriyle ilişki kurma
yı beceremeyen parti, içinde süregelen tartışmalar, hizipleşmelerle çalışamaz
hale geldi ve sonunda sosyalist gruplann birer birer kopmasıyla etkisizleşti.
Sosyalist eğilimleri çatısı altında birleştirmiş, TİP gibi kitlesel bir parti,
1990’lı yıllarda birçok sosyalistin düşüydü. 1996’da Özgürlük ve Dayanışma
Partisi’ni kuran farklı görüşteki sosyalistlerin bir bölümü, yeni partinin es
ki TİP’i model alabileceğini savundu hatta. TİP’e itibannm iade edilmesi gibi
bir şeydi bu belki, ama sözü edilen partinin izlerinin bile sürülmesi neredey
se olanaksızdı. Çünkü 1970’li yıllarda daha da çoğalan sosyalist gruplar için
1961-1969 arası TİP, her türlü “sapma”yı ve “olumsuzluğu” barındıran sos
yalist hareketin ilk evresi, yani “geçici bir kötülük”ten ibaretti. 1975’te ku
rulan Türkiye İşçi Partisi için dahi, eski TİP “bilimsel sosyalizm”in egemen
olamadığı bir partiydi.
12 Mart 1971’de askerler, Adalet Partisi (AP) Genel Başkam Süleyman
Demirel’in hükümetini devirecek muhtırayı verdiklerinde, sosyalist soldaki
tabloda yeni örgütler vardı. “68 kuşağı” diye anılan üniversiteli gençliğin ön
de gelen liderleri yasadışı örgütlenmeler kurmuştu. Bunlardan en önemlileri
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) (1970 sonu) ve Türkiye Halk Kur
tuluş Partisi-Cephesi’ydi (THKP-C, 1970 sonu). Aynı kuşak 1971’de Türki
ye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’ni (TÎİKP), TKP’nin ülke içindeki çekirdeğini
oluşturacak Partizan grubunu, 1972 Nisan’ında da Türkiye Komünist Parti-
si/Marksist-Leninist’i (TKP(ML)) kuracaktı. TİP ile de yeni oluşumlarla da
bir ilgisi kalmayan Mehmet Ali Aybar, Mihri Belli, Doktor Hikmet Kıvılcım
lı gibi popüler, “eski tüfek”lerin etrafında küçük çevreler kaldı yalnızca. TİP
ise herkesin partiyi terk edip kendi örgütünü kurmaya giriştiği sırada, par
ti içindeki muhalif gruplardan biri olan Behice Boran ve arkadaşlarının yö
netimine geçti.
Sosyalist sol bölündü.
Aynı zamanda sosyalistlerin öne çıkan örgütleri ve onların mücadele bi
çimleri de değişti. O güne kadar üniversite eylemleri, gösteri ve mitingler,
grev, direniş, sokaklarda polisle ya da sağcılarla çatışmalann ve parlamen
todaki propaganda çalışmalarıyla sürüp giden eylemlerin yerini “gerilla ey
lemleri” aldı. THKO ve THKP-C şehirde ve kırda bir gerilla savaşı başlat
mak amacıyla silahlı eylemler yapıyordu. Sol adına dikkatleri çeken şey, bu
iki örgüt ve eylemleriydi. Güvenlik güçleri de bu örgütlerin ve liderlerinin
peşindeydi.
1970 Aralık’ında eyleme geçen ve 1971 Mayıs’mda büyük oranda dağı
tılan bu örgütlerin gerilla savaşı deneyimi topu topu beş ay sürebildi. Fid
ye için zengin işadamlarını kaçırma, banka soygunları, güvenlik güçleriy
le çatışma, dağlarda gerilla grubu oluşturma gibi girişimler, 1970’li yılların
yaygın eylemleri göz önüne alındığında devede kulak gibiydi. Ama o sıra
larda bunlar, Türkiye’de ilkti ve sol adına da ilk kez yapılan şeylerdi. Etki
leri büyük oldu.
12 Mart rejimi, 12 Eylül 1980’deki askeri yönetim gibi, yasadışı örgütler
kurup silahlı mücadeleye kalkışan 1968’in devrimci örgüt liderlerini tutuk
layıp uzun yıllar cezaevinde tutarak etkisizleştirmeyi değil, fiziken ortadan
kaldırmayı yeğledi. “Örgütlerin beyin merkezinin yok edilmesi”, henüz ye
ni kurulmuş örgütlerin dağıtılmasının bir yolu olarak görüldü ve uygulandı.
THKP-C’yi kuran Mahir Çayan ve arkadaşları, 30 Mart 1972’de Tokat’ın
Niksar ilçesinin Kızıldere Köyü’nde kuşatıldıkları bir evde çatışma sonu
cu öldürüldüler. THKO liderleri Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf As
lan 6 Mayıs 1972’de Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nde idam edildiler.
TKP(ML)’nin kurucusu ve teorisyeni İbrahim Kaypakkaya 18 Mayıs 1973’te
Diyarbakır’da sorguda işkenceyle öldürüldü.3
Liderlerin öldürülmesinin yarattığı ilk sonuç, bu örgütlerin gerçekten da-
ğılmasıydı. Ama ölenler 1970’li yılların devrimci gençliğinin idolleri oldu,
idam sehpalarına Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan gibi başı dik gi
dilecek, silahlı çatışmalarda Kızıldere’de ölen Mahir Çayan ve arkadaşları gi
bi ölünecek ama teslim olunmayacak, sorgu-işkencede İbrahim Kaypakkaya
gibi ser verilip sır verilmeyecekti.
3 Öldürülenler bunlardan ibaret değildi kuşkusuz. THKO’dan Sinan Cemgil, Kadir Manga, Al
paslan Ûzdoğan (Nurhak dağlan, 30 Mayıs 1971), İbrahim Ûztaş (İzmir, Mayıs 1972), THKP-
C’den Ulaş Bardakçı (İstanbul, 19 Şubat 1972), Hüseyin Cevahir (İstanbul, 1 Haziran 1972),
Koray Doğan (Ankara, 9 Mart 1972), TKP(ML)’den Ali Haydar Yıldız (Tunceli, 24 Ocak 1973),
Ahmet Muharrem Çiçek (İstanbul, 10 Mart 1973) öldürülmüştü.
1965’te TlP’in seçim başarısıyla başlayan sosyalist yükselişin ilk perdesi
böylelikle 1971-72’de silahlı eylemlerle kapandı. Üniversiteli gençlerin si
lahlı başkaldırısı, sosyalist harekete damgasını vurdu.
1974 sonrasında açılan ikinci perde, 1969-71 arasındaki bölünmeden çok
daha fazlasını üretti.
12 Mart öncesi gruplaşmaların neredeyse hepsi kendi grup ya da partile
rini kurdu: Behice Boran ve arkadaşları Türkiye İşçi Partisi’ni, Mehmet Ali
Aybar ve arkadaşları Sosyalist Parti’yi (SP) (sonra Sosyalist Devrim Partisi-
SDP), Mihri Belli ve arkadaşları Türkiye Emekçi Partisi’ni (TEP), Doğu Pe-
rinçek ve arkadaşları Türkiye İşçi Köylü Partisi’ni (TİKP), Doktor Hikmet
Kıvılcımlı taraftarları da Vatan Partisi’ni (VP)...
Liderlerin öldürülmesi ve yöneticilerin tutuklanmasıyla bir hayli karma
şa yaşayan THKO, THKP-C, TKP(ML)’nin devamı veya takipçisi niteliğinde
çok sayıda grup türedi. THKO’dan TDKP ve TKEP; TKP(ML)’den TKP(ML)
(Partizan) ve TKP(ML) Hareketi (Halkın Birliği, 1980 sonrası Marksist-Le-
ninist Komünist Parti-MLKP); THKP-C’den ise Devrimci Yol, Kurtuluş,
Devrimci Sol... ayrıca Eylem Birliği, Marksist Leninist Silahlı Propaganda
Birliği (MLSPB) gibi dar silahlı eylem grupları oluştu.
1960’lı yıllar boyunca Türkiye’de Bizim Radyo ve TKP’nin Sesi radyola
rıyla sadece propagandif ses olarak yurtdışmda var olan, Dış Büro’dan ibaret
TKP de yeni sürece dahil oldu.
Ve yine 12 Mart öncesinin değişik eğilimlerinden gelen bir çevre de ilk le
gal parti Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’ni (TSİP) kurdu.
Kuşkusuz 1970’li yıllar boyunca daha pek çok küçük gruplaşma, bölün
me söz konusuydu, ayrıca bu tabloda Kürt gruplarının yer almadığı da hesa
ba katılmalıdır. Kısacası sosyalist sol, o günlerin deyimiyle “40 parçaya bö
lündü”, gerçekte ise bu çok daha fazlaydı.
TÎP ve Yön
Sosyalist hareketteki bölünmelerin temeli, 1965 seçimlerinin ertesinde, o sı
ralarda soldaki iki oluşum olan TIP ile Yön dergisi arasında, devrimin niteli
ği ve yolu, işçi sınıfının öncülüğü tartışmalarıyla atıldı. TİP, 1961’in 13 Şu-
bat’ında kurulmuş, Yön ise 20 Aralık’mda yayma başlamıştı. Biri örgütsel bir
girişim, diğeri siyasal düşünce hareketiydi. Her iki hareket de açık sosyalist
bir kimlikle ortaya çıkmış değildi. 1961 Anayasası’nm demokratik çerçevesi
ne karşın, rejimin yerleşik antikomünist önyargıları nedeniyle sosyalist kim
likle ortaya çıkmak cüretli bir işti. Anayasa’mn sosyalist bir partiye açık olup
olmadığı bile tartışma konusuydu. Her iki hareket de 27 Mayıs darbesine ve
61 Anayasası’na bağlılıklarını ilan etmişti. Gerçi bu, askerlerin siyaseti kon
trolleri altında tuttuğu o siyasal ortamda -buna içten içe karşı olan, Demok
rat Parti yerine kurulmuş Adalet Partisi de dahil- tüm siyasal partiler için bir
zorunluluktu. Fakat TİP de Yön de, başlangıçta olduğu gibi sonrasında da 61
Anayasası’nın içtenlikli savunucusu oldular.
1961-65 arasında sol, sosyalist aydınlar için öncelikli sorun örgütlenmey
di. TİP ve Yön bu anlamda arayış içindeki değişik eğilimlerdeki aydınların
kümelendikleri farklı kanallardan yürüyen iki girişimdi. TİP, Marksist solun
evrensel normları doğrultusunda bir sosyalist partiye evrilmeye çalışırken,
Yön’ün sosyalizmi Kemalizm’le koşullanmıştı.
Doğan Avcıoğlu ve Mümtaz Soysal gibi Yön hareketinin önde gelenleri, 27
Mayıs 1960 darbesinden sonra askerlerin kurduğu Kurucu Meclis’te, anaya
sa çalışmaları içinde yer almış aydınlardı. Yön, Marksistlerden liberallere ka
dar uzanan geniş yelpazede yüzlerce aydının imzaladığı bir bildiriyle yayın
hayatına başladı. Siyasal çevrelerde yankı uyandıran bu bildiride Atatürk’ün
hedeflediği çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmanın, demokrasi ve sosyal adale
ti sağlamanın yolunun ekonomik kalkınmadan geçtiği, bunun “yeni bir dev
letçilik anlayışıyla” sağlanabileceği vurgulanıyordu.4
Mümtaz Soysal, 27 Mayıs’m ertesinde, Yön’ü kurarken sol aydınların ortak
ruh halini ve görüş açısını şöyle anlatıyordu:
Biz yönümüzü az çok bilir gibiydik. Hiç olmazsa ne yöne gitmemek gerek
tiğini biliyorduk. Türkiye’nin yönü bağımsızlıktan, planlı ve hızlı kalkınma
dan, yapısal değişikliklerden uzaklaşan, her şeyi oluruna hatta daha da kötü
sü, başkalarının oluruna bırakan bir yol olmamalıydı.
27 Mayıs, özgürlükler düzenini genişleten, klasik haklara yeni ekonomik
ve sosyal haklar ekleyen bir anayasa getirmişti. Ama yapılışına katıldığımız o
anayasa, bütün çabalarımıza karşın, Türkiye’nin muhtaç olduğu yapısal deği
şiklikleri gerçekleştirebilecek bir devlet mekanizması, etkili bir yürütme gü
cü yaratabilmiş değildi.
İlk seçimlerden çıkan siyasal kadro da bu bakımdan umut verici görünmü
yordu. Türkiye için bizim yanlış saydığımız yöne sapma tehlikesi vardı. Her
şeyden önce bu tehlikenin önlenmesi, insanların bu tehlikeye karşı uyarılma
sı gerekiyordu.
Doğru bildiğimiz yöne nasıl ve kimlerle gideceğimiz konusunda ise belliy
di ki, aramızda tam bir görüş birliği yoktu. Kimimiz hızlı ve kestirme çözüm
leri, kimimiz de yığınların bilinçlenip örgütlenmesine dayalı yavaş ve uzun
çözümleri beğenmekteydik.5
4 Yön bildirisi için bkz. Hikmet Ûzdemir, Kalkınm ada Bir Strateji Arayışı Yön Hareketi, Bilgi Yayı
nevi, 1986.
5 A.g.e., s. 18.
Yön’ün kuruluş amacı 27 Mayıs devriminin kazanımlannı korumak ve ge
liştirmekti.
Başlangıçta “kestirme yollar” ile “yığınların bilinçlendirilmesine dayalı
uzun yadeli çözüm yolları” arasındaki soldaki bu belli belirsiz görüş ayrılığı,
1965 sonrası TİP ile Yön arasında patlak veren polemiklerle derinleşti. TİP
yığınların bilinçlendirilerek seçim yoluyla, Yön ise “zinde güçler”in (özel
likle ordudaki Kemalist subaylar) darbesiyle iktidara gelmeyi savunuyordu.
Yön’ün kurucusu ve teorisyeni Doğan Avcıoğlu’nun makaleleri ile 1968’de
yayımlanan ünlü Türkiye’nin Düzeni kitabı, Yön çizgisinin en iyi açıklandığı
siyasal çalışmaydı. 1968-71 yıllan arasında birçok basımı yapılan, sol çevre
lerde başucu kitabı haline gelen Türkiye’nin Düzeni subaylar arasında da ge
niş ilgi uyandırmıştı. THKO ve THKP-C gibi örgütleri kuracak genç kuşak
devrimcilerin Türkiye’nin siyasal-toplumsal tarihiyle ilgili görüşleri üzerin
de de etkili olmuştu.
Çağdaş dünyada “komünist”, “Amerikan tipi” ve “milli devrimci” olmak
üzere üç tip kalkınma yolu tarif eden Doğan Avcıoğlu, Türkiye’ye uygun
yolun “milli devrimci” olduğunu söylüyordu. Bu kalkınmanın öncü güçle
ri “küçük burjuva çevrelerden gelen milliyetçi aydınlar”dı. Türkiye’de bu
nun karşılığı “asker-sivil milliyetçi devrimciler” ya da Kemalistlerdi. 1923’te-
ki ulusal kurtuluş devrimine öncülük edenler de onlardı. Avcıoğlu’na göre,
1923’te Atatürk’ün önderliğinde başlamış olan “ulusal kurtuluş devrimi”,
1946’daki çok partili rejimle kesintiye uğramış, 1950’de Demokrat Parti’nin
(DP) iktidara gelmesiyle de bir “karşıdevrim” gerçekleşmişti. Komprador
burjuvazi ve toprak ağaları, DP ile iktidan ele geçirmiş, Türkiye “geri kal
mış ülkelerde hiçbir ciddi sanayileşme sağlamayan, gelir dağılımındaki uçu
rumu genişleterek, toplumsal huzursuzluğu artıran” “Amerikan tipi kalkın
ma yoluna girerek”, emperyalizme bağımlı bir ülke haline gelmişti. “27 Ma
yıs 1960 devrimi”yle “milliyetçi devrimciler” buna dur demiş; ancak devrim
amacını gerçekleştirecek bir siyasal düzen kuramamıştı. 1965 seçirtılerinde
iktidara gelen Adalet Partisi (AP), Avcıoğlu’na göre komprador burjuvazi ve
toprak ağalarını temsil eden bir partiydi ve Türkiye’yi ABD’ye bağımlı hale
getirmeye çalışıyordu. Bu partinin parlamenter yoldan iktidardan uzaklaştı-
nlması ve devrimci bir iktidarın kurulması olanaksızdı. Çünkü “tarihsel mi
adını dolduran genel oy” gerici, sağ partileri iktidara taşıyordu. Bu nedenle
de Avcıoğlu, askeri bir darbe yoluyla iktidara gelinebileceğini savunuyordu.
Yön hareketinin dayanağı ordu içindeki radikal subaylardı. Atatürk’ün
“bağımsızlıkçı”, “milliyetçi”, “devletçi”, “devrimci” fikirlerine bağlı, baş
ta ABD olmak üzere, Batı kapitalizmine bağımlılığı sorgulayan bu subay
lar, köklü reformlar yapılmasını istiyordu. Ordu üst kademesini de etkileyen
ciddi bir güç olmuşlardı. 1967’de kapanan Yön’ün yerine 21 Ekim 1969’da
yayımlanmaya başlanan haftalık Devrim gazetesiyle Avcıoğlu, bu darbenin
ideolojik-siyasal çerçevesini oluşturmaya çalışıyordu. Devrim sol cuntanın
yayın organı gibiydi; ve üst kademe komutanların dahi yakından izlediği bir
dergiydi.
Doğan Avcıoğlu ve gazetenin etkisini anlamak için dönemin tümgeneral
lerinden Çelil Gürkan ile dönemin başbakanı Süleyman Demirel’in tanıklık
larını aktarmak yararlı olabilir. Sol cuntacıların önde gelenlerinden dönemin
Kara Kuvvetleri Komutanlığı Plan ve Prensipler Dairesi Başkanı olan Tüm
general Çelil Gürkan şunları yazıyordu:
“Silahlı kuvvetlerimizde, onun, Türkiye’nin Düzeni adlı kitabı o denli geniş
ve yaygın bir ilgi çekmiş, elden ele dolaşan referans kitabı haline gelmişti ki
hiç unutmam bir konuşması sırasında Orgeneral Gürler (Faruk) bana, ‘Çelil,
Türkiye’nin Düzeni kitabını okumayan subayı ben eksik görürüm’ demişti.”6
O sıralar başbakan olan Süleyman Demirel de şu anısını anlatıyordu:
Seçim başarısına kadar Yön ile TİP arasında herhangi bir gerilim yaşan
madı. Tersine TtP’liler Yön’de yazıyor, Yön yazarları TİP’i destekliyordu. An
cak Yön başyazarı Doğan Avcıoğlu ile TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Ay-
bar’da sembolleşen Türkiye’nin siyasal tarihi ve sosyalizm konusunda gö
rüş farklılığı 1965 seçimlerinin ertesinde polemiğe dönüştü. Aybar, Avcıoğ-
lu’nun tersine Kemalist yönetimi “halka dayanmayan tepeden inmeci” bir re
jim, DP’nin iktidara geldiği 1950 seçimlerini bu rejimin “aşağıdan yukarıya
devrildiği, ancak yanlış bir iktidar seçimi yapan devrim” olarak niteliyordu.
TÎP’in iktidarıyla devrim yerli yerine oturacaktı. Aybar, işçi sınıfının ve hal
kın bilinçlenip örgütlenerek, partisini parlamenter yolla iktidara getirmesiy
le sosyalizme varılacağını düşünüyordu. Yön’ü de yanlış bir sosyalizm fikrini
yaymakla suçluyordu. TİP ile Yön arasında bütün köprüleri atan tartışma, iş
çi sınıfının öncülüğü sorunundan devrimin niteliğine uzanan geniş bir kon-
septte sürdü. Tartışmaya, eski TKP yöneticileri Mihri Belli, Reşat Fuat Bara-
ner, Hikmet Kıvılcımlı gibi eski tüfek komünistler de dahil oldu ve sosya
list harekette ilk bölünmenin tarafları ortaya çıktı. Eski komünistler bu tar
6 Çelil Gürkan, 12 Mart’a Beş Kala, İkinci Basım, İstanbul 1986, aktaran Hikmet Özdemir, Doğan
Avcıoğlu: B ir Jö n Türk’ün Ardından, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2000, s. 28.
7 Nazlı llıcak’m Demirel’le Konuşmasından, Tercüman, 21 Mart 1986, aktaran Özdemir, a.g.e., s. 28.
tışmada, Yön’den yana tutum aldı. Mihri Belli, E. Tüfekçi imzasıyla 5 Ağus
tos 1966 tarihli Yön’de Milli Demokratik Devrim’i formüle ettiği ünlü “De
mokratik Devrimde Kimle Beraber ve Kime Karşı” adlı makalesini yayınla
dı. Belli’ye göre, Türkiye’nin önündeki devrim sosyalist değil, milli demok
ratik devrimdi. İşçi sınıfı, bu devrimi müttefik güçlerle -Kemalist asker-si-
vil aydınlar- ittifak halinde gerçekleştirecekti. Bu, burjuva demokratik dev-
rimini tamamlayamamış, emperyalizme bağımlı ülkeler için Komintern ta
rafından öngörülen devrim teorisine de uygundu ve bu anlamıyla gelenek
sel perspektifin uzantısıydı.8 Ancak bu görüşün güncel politik anlamı, cun
ta yoluyla iktidara gelmeyi amaçlayan Yön’le ve onun üzerinden cunta arayı
şı içindeki Kemalist subaylarla ittifak arayışıydı.
Sosyalist hareketin sonraki gelişmesinde, geçmişe ait bir tartışma olarak
bir tarafa konulan TİP ile Yön ve eski tüfekler arasındaki bu tartışma, başta
ordunun siyasetteki rolü olmak üzere Türkiye’yi anlama çabası için önem
li ipuçlan taşıyabilirdi. Ne var ki tartışma ideolojik-teorik platformda değil,
kitle hareketi üzerinde etkinlik kurmayı amaçlayan günlük kaygılarla devam
etti, üstelik karşılıklı “CIA ajanı” suçlamalarıyla...
TİP yöneticileri, TlP’in ele geçirilmesini öneren MDD’cilerin parti içinde
muhalefet örgütlemelerini engellemek için tüzüksel önlemlere ve tasfiyelere
yöneldi. Bunlar bir arada olm anın koşullarını kaldırırken, 1968’den itibaren
üniversite işgallerine ve sokakta polisle çatışmalara varan eylemleriyle büyü
yen gençlik hareketi, TİP yöneticilerini yalnızlaştıran bir başka faktör oldu.
Gençlik eylemlerine soğuk bakan, hatta karşı duran TİP yöneticileri, böy
lelikle başlangıçta etkili oldukları Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) gibi
binlerce genci çevresinde toplamış bir gençlik örgütünün desteğini kaybetti.
Gençlik TÎP yöneticilerinin “pasifizm”inin aksine “antiemperyalist mücade
le” çağrıları ve radikal söylemiyle kendisine destek çıkan MDD’cilerden ya
na tutum aldı.
Sovyetler Birliği’nin Çekoslovakya işgalini (Ağustos 1968) eleştiren genel
başkan Mehmet Ali Aybar, “güler yüzlü”, “yerli sosyalizm” vurgularıyla bu kez
Behice Boran, Sadun Aren gibi Sovyetik çizgiye bağlı TİP yöneticileriyle ters
düştü. Böylece parti yönetiminde de ayrılık patlak verdi. 1969 seçimlerinde,
oy oranının düşmesi ve seçim sisteminin değişmesiyle sadece iki milletvekili
seçilebilmesi Aybar’ın parlamentarizm konusundaki iyimserliğini değiştirme
se de, genel başkanlıkta daha fazla kalmasını da olanaksızlaştırdı. 1970’te Ay
bar istifa etti ve bir süre sonra yapılan kongrede parti içinde ayrı bir grup ola
rak örgütlenmiş olan Behice Boran ve arkadaşları yönetime geçti.
8 TKP, Kurtuluş Savaşı dahil Kemalistleri, Komintem’in emperyalizme karşı Doğu’da süren ulu
sal nitelikli devrim ve hareketleri “ilerici” ve “müttefik” güç kabul eden politikasına uygun ola
rak destekledi.
Milli Demokratik Devrimciler
TİP yönetimiyle çatışmaya giren eski komünistlerin öncülüğündeki Milli
Demokratik Devrimciler, Kasım 1967’de Türk Solu dergisini çıkardı. Dergi
de İlhan Selçuk, Mümtaz Soysal gibi eski Yön yazarları ile Mihri Belli, Hik
met Kıvılcımlı, Reşat Fuat Baraner9 gibi eski komünistler yer alıyordu. Tür
kiye’nin önündeki devrimci adımın sosyalist değil milli demokratik devrim
olduğunu vurgulayan dergi, solda güç birliği peşindeydi. Ama aslında bu güç
birliği, Kemalist solla ittifak arayışından başka bir şey sayılmazdı.
Bu yaklaşımın bir ürünü olarak 1968 başında TMTF,10 FKF, Türkiye Öğ
retmenler Sendikası (TÖS), 27 Mayıs Milli Devrim Demeği gibi kitle örgüt
lerinin aralarında bulunduğu 29 örgüt tarafından Devrimciler Güç birliği
(Dev-Güç) kuruldu. Başkanlığına da eski Milli Birlik Komitesi (MBK)11 üye
si tabii senatör Kadri Kaplan getirildi. Milli Demokratik Devrim yanlıları
nın kayda değer tek önermeleri olan Dev-Güç girişimi, birkaç bildiri ve mi
ting organizasyonlarının ötesinde varlık gösteremedi. Dev-Güç’ün, toplum
sal muhalefet ile cunta hazırlıkları arasında bağlantı kuran dönemin algıla
malarını göstermesi açısından en ilginç eylemi 30 Ekim-10 Kasım 1968 ta
rihleri arasında Samsun’dan Ankara’ya yapılan “Tam Bağımsız Türkiye İçin
Mustafa Kemal Yürüyüşü”ydü. TMGT (Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı),
FKF ve DÖB’ün de aralarında bulunduğu çeşitli derneklerin katıldığı yürü
yüşün amacı şöyle açıklanmıştı:
16 1968 Temmuz’unda İstanbul’da 6. Filo protestosunun ardından Ankara’da küçük eylemci grup
lar tarafından Amerikan Haber Merkezi, Pan Amerikan Havayolları, Amerikan Kültür Merke-
zi’ne molotofkokteyli atıldı, Tuslog Komutanlığı’nın duvarları siyaha boyandı.
1969 Haziran’ında ODTÜ’de yaşanan kavga, gençlerin 12 Mart öncesi,
üniversitenin yaşamını değiştirmeye, haklarını geliştirmeye yönelik demok
ratik içerikli son büyük eylemi oldu. 1969 sonlarından başlayarak 12 Mart
muhtırasına kadar geçecek dönem içinde, hem üniversitedeki kavganın içe
riği, hem de gençlerin ilgisi başkalaştı. Üniversiteler ve onların talepleriyle
ilgili öğrenci mücadelesi giderek sönümlendi. 1970-71 döneminde öğrenci
gençlik, hükümetin baskı tedbirleri -k i bunların başında polisiye önlemler,
üniversitelerin haklarını kısıtlayan yasal düzenlemeler geliyordu- ve bunun
la bütünsellik taşıyan ülkücü öğrencilerin saldırılarıyla karşı karşıya kaldı.
Sola ve solcu gençliğe saldırılar, daha önce AP’nin ve dinci gericiliğin kış
kırttığı antikomünist saldırılar biçimindeydi. Bu saldırılar, Cumhuriyet
çi Köylü Millet Partisi’nin (CKMP, 1969’da MHP adını aldı) Alparslan Tür-
keş ve arkadaşlarının öncülüğünde, silahlı milis örgütlerine sahip klasik fa
şist tipte bir partiye dönüşmesinin ardından sistematik, planlı saldırılara bü
ründü. Çeşitli illerde emekli subaylann yöneticiliğinde “komando kampla
rı” kuran parti, bu kamplarda komünistlerle sokak savaşı yürütecek mili
tanlar yetiştirdi. Basma yansıyan ve tartışma konusu olan kampları savunur
ken Türkeş, komünistlerin üniversiteleri hareket üssü olarak seçtiklerini ve
gençliğin elden gitmekte olduğunu belirtiyordu: “Karşımıza çıkanlar genç
liği bölüyorsunuz, dediler. Ne yapsaydık? Bölünmesinler diye hepsinin ko
münistlerin ağma düşmesini seyretmemiz mi isteniyordu?”17
Solcu gençliğin egemenliği altındaki okul ve yurtlara yönelik taşlı, so
palı, zincirli ve nihayet silahlı saldırılar düzenlendi. İlk saldırı 30 Aralık
1968’de Ankara Yüksek Öğretmen Okulu ve Fen Fakültesi’nde yapıldı, ar
dından 31 Aralık’ta Siyasal Bilgiler Fakültesi yurtları basıldı. Sopa, zincir
kullanan “ülkücü komandolar”a (kendilerini böyle adlandırıyorlardı) kar
şı öğrenciler direnişe geçti, benzer olaylar İstanbul’daki öğrenci yurtların
da da tekrarlandı. Üniversitelerin ve yurtların ele geçirilmesi savaşı böyle
likle başlamış oldu.
AP hükümeti sağcı komandoların saldırılarını, üniversitelerde “anarşi
ye karşı” mücadeleye destek olduğu düşüncesiyle hoşgörüyle karşılıyordu.
Sosyalist gençler ikili bir kıskaca düşmüştü. Bir yandan polis baskın
ları, kovuşturmalar ve tutuklamalar diğer yandan sağcı komandoların si
lahlı saldırıları... Daha önce gençlik eylemlerini destekleyici demeçler ve
ren ana muhalefet partisi CHP de artık gençlerin eylemini “anarşi” olarak
değerlendiriyordu. 9-10 Haziran 1969 sokak çatışmaları sonrasında CHP
Merkez Yürütme Kurulu tarafından 12 Haziran 1969’da yayınlanan bildiri
de öğrenci eylemleri, “dikkatleri halkın dertleri, toplumun gerçek sorunla-
30
n üzerinden uzaklaştırıcı ve demokrasiyi tehlikeye düşürücü”18 olarak ni
teleniyordu.
Bu baskıya paralel solcu gençlere yönelik cinayetler de başladı. Ünlü Kanlı
Pazar katliam girişimi bu sırada tertiplendi: Faşist propagandayla şartlanmış,
günler öncesinden kışkırtılmış ve hazırlıklı bir kalabalık, 16 Şubat 1969’da
Taksim’deki 6. Filo’yu protesto mitingine saldırdı, TİP üyesi Ali Turgut Ay
taç ve işçi Duran Erdoğan bıçaklanarak öldürüldü, 100’ü aşkın kişi yaralan
dı. 23 Eylül 1969’da Taylan Özgür bir sivil polis tarafından sokak ortasın
da vurularak öldürüldü. Beşiktaş’taki Işık Mühendislik Okulu’nda sağcı ko
mandoların açtığı ateş sonucunda Mehmet Cantekin öldü. 2 Ekim 1969’da
Ankara, İstanbul ve Ege üniversiteleri ile Yıldız Teknik Okulu ve ITÜ öğ
renci demekleri, Türkiye Milli Talebe Federasyonu (TMTF), 28 Ekim’de de
ODTÜ ve SBF öğrenci demekleri kapatıldı. Dev-Genç’in merkezi polis tara
fından basıldı, öğrenci liderleri Deniz Gezmiş, Yusuf Küpeli, Cihan Alpte
kin tutuklandı.
İstanbul’da Çapa Öğretmen Okulu, Orman Fakültesi, Yıldız Devlet Mi
marlık Akademisi, Ankara’da Yüksek Öğretmen Okulu, Hacettepe, Anka
ra Hukuk ile Dil ve Tarih-Coğrafya fakülteleri, SBF, Gazi Eğitim Enstitüsü
ülkücülerin hedefleriydi. Ülkücü komandolar, İstanbul’da Aralık 1969’da
Mehmet Büyüksevinç ve Battal Mehedoğlu’nu, Ankara’da Nisan 1970’te Ha
cettepe’de yedek subay Dr. Necdet Güçlü’yü öldürdüler. Cinayetler solcu
gençlerin üniversite boykotları, kitlesel antifaşist cenaze törenleriyle pro
testo edildi.
Solcu gençlere saldırılarda faşist hareket ile polis güçlerinin işbirliği açıkça
gözlemlenebilen basit bir sisteme sahipti. Önce biri, sonra diğeri saldırıyor
du. Örneğin 10 Kasım’da ülkücüler İstanbul Üniversitesi Kimya Fakültesi’ni
bastı, Dev-Genç afişlerini yırttı, iki öğrenciyi yaraladı. Ardından polisler di
renen öğrencilere saldırdı, fakülte de kapatıldı. Kanlı Pazar’ın ertesinde Hür
riyet gazetesinde yayınlanan, TİP’li gencin polisin yanı başında bıçaklanarak
öldürülmesini gösteren fotoğraf, bu işbirliğinin ibretlik belgelerindendi. Fa
şist hareket, hükümetin kollayıcılığıyla Milli Eğitim’e bağlı yurt ve yüksek
okullarda ciddi bir güç elde etme imkânı buldu.
AP hükümeti 12 Mart arefesinde, 1971 Ocak’ında, güvenlik güçlerinin
solcu gençlerin karargâhı haline gelen üniversite ve yurtlara yönelik geniş
çaplı operasyonlarına izin verdi. 21 Ocak’ta ODTÜ kapatıldı, Siyasal Bilgi
ler Fakültesi yurdu polislerce basıldı, saatler süren direnişten sonra 500 öğ
renci dayaktan geçirildi, çevrede biriken ülkücü gruplar da linç girişimleriy
le operasyonlara destek verdi. 30 öğrenci tutuklandı. 18 Şubat’ta ülkücüle
18 Tanzer Sülker Yılmaz, Türkiye’de Gençlik H areketleri,, Toplumsal Dönüşüm Yayınlan, 1. Baskı,
Mart 1997, İstanbul, s. 133.
rin çıkardığı olaylar nedeniyle İstanbul ve Ankara üniversiteleri kapatıldı. 19
Şubat’ta Hacettepe öğrenci yurdu polisler tarafından basıldı. Ankara Siyasal
Bilgiler Fakültesi’nde de polislerin baskınında öğrenciler dayaktan geçirildi,
çevrede toplanmış ülkücü gruplar linç girişimlerinin bir benzerini burada da
tekrarladı. ODTÜ yurtlarına yönelik operasyon, yurt baskınlarının en önem-
lisiydi. THKO üyelerinin barındığı gerekçesiyle yurtlar 5 Mart gecesi jandar
ma ve polisler tarafından kuşatıldı. Dışan çıkmayı reddeden, direnen öğren
cilere sabaha karşı jandarma ateşi açıldı. Yurtların duvarları delik deşik ol
du. Kurşun yağmuru arasında öğrenciler beyaz bir çarşafı pencerelerden sar
kıtmaya bile güçlükle fırsat bulabildi. Üç kişi öldü,19 bin 500 öğrenci gözal
tına alındı. Bulunan tabanca sayısı ise 5’ti.
22 1968 Ağustos’unda, İzmir’de Hisar Camisi’ne bomba koydukları iddiasıyla bazı TİP üyeleri gö
zaltına alındı. İçişleri Bakanı Faruk Sükan olayın TİP’lilerce yapıldığını açıkladı. Bu basında ge
niş yer buldu.
ya da TİP üyesi olduğu bile belirtilmedi. Dönemin TİP yöneticilerinden Ni
hat Sargın bu konuda sonraları şunlan yazacaktı:
23 Nihat Sargın, TlP’li Yıllar-ll, Nisan 2001, 1. baskı, Felis Yayınevi, s. 655-656.
24 MDD’ci muhalefet grubunun çıkardığı Devrimci TİP Haberleri adlı, Mayıs 1970 tarihli broşür
de şöyle deniliyordu: “Proletaryanın partisinde, oportünizmin tasfiyesi eyleminde, tek mücade
le biçimi olarak ideolojik mücadeleyi görmek partiyi oportünizme peşkeş çekmek demektir. Ve
bu da, oportünizmin bir başka görünümüdür. Bu nedenle devrimci terör de ideolojik mücade
le ile beraber yürütülecektir.” (aktaran, N. Sargın, a.g.e., cilt 2, s. 929).
“Gerilla savaşı”na ilgi
TlP-MDD ayrışmasında, gençlik içinde TlP’ten yana tutum alanlar arasın
da İTÜ-Öğrenci Birliği Başkanı Harun Karadeniz’in başını çektiği, 1973 son
rasında-TKP’nin Türkiye’deki örgütlenmesinin temelini oluşturacak olan
Veysi Sarısözen, Sıtkı Coşkun gibi öğrenci liderleri bulunuyordu. 1968’de
FKF’nin İstanbul örgütünü elinde bulunduran grup, gençlik mücadelesinin
ancak işçi sınıfı partisine bağlı yürütülebileceği görüşündeydi. 1967’de özel
okulların devletleştirilmesine ilişkin ilk büyük öğrenci yürüyüşünü organi
ze eden, 68 işgallerinin başını çekenlerden biri olan Harun Karadeniz, Olay
lı Yıllar ve Gençlik adlı broşüründe gençlik eylemlerini şöyle değerlendiri
yordu:
Bunun içindir ki, gençlik kuruluşları birer partiymiş gibi çalışmalar yapma
ya başladılar.
1970 sonrası olayları, 1 9 6 9 ’da gençlerin girdiği yolun doğal sonuçlan ol
du. Çünkü 1968-1 9 6 9 ’da iktidar ortaklığına çağrılan gençler, bir iki bekle
dikten sonra kendi başlarına iktidar mücadelesine yöneldiler. Gerçi bu yö
nelmenin yine de kendi başlanna değil, bazı cunta ilişkileri içinde olmuşluğu
da söz konusu. Fakat ben bu noktada yine aynı şeyi söyleyeceğim. Gençliğin
yapabileceği en olumlu görev, işçi sınıfının bilinçlendirilmesine çalışmaktır.
25 Harun Karadeniz, Olaylı Yıllar ve G ençlik, 7. Basım, May Yayınlan, İstanbul, 1979, s. 182-183.
26 A.g.e., s. 186.
27 A.g.e., s. 189.
Yoksa gençliğin, ordu, parti ya da cephe adı altında bile olsa iktidara yönelik
hareket etmesinin hiçbir devrimci teoride yeri yoktur.28
28 A.g.e., s. 190.
29 Şöyle diyordu Harun Karadeniz: “Egemen sınıflar gençlik eylemlerini geniş halk yığınlarından
koparmaya çalışırlar. Bunun için genel yöntemleri eylemlere anarşi ve çatışma unsuru karıştır
maktır. Öğrenci eylemlerinin anarşiye dönen çatışmalarla dejenere edilmesinin yanı sıra en bü
yük tehlike egemen sınıfların bu olayları baskı rejimleri için gerekçe göstermesidir. Devrimci
öğrencilerin bu noktada çok dikkatli olmaları ve iktidarın oyununa gelmemeleri gerekir” (a.g.e.,
s, 194).
30 Harun Karadeniz , a.g.e., s. 186.
31 Ayrıntılı bilgi için bkz. Harun Karadeniz, Yaşamımdan Acı D ilimler, May Yayınlan, İstanbul,
1979.
32 Mihri Belli 1971 başlannda Deniz Gezmiş’le ODTÜ’deki son görüşmesinde aralannda şöyle bir
diyalog geçtiğini anlatıyordu:
“- Beni niye desteklemiyorsun?
- Biz seni ayn düşünmüyoruz. Yollanınız her zaman aynıdır. Ama bu iş olmaz.
- İstesek de istemesek de askeri bir harekât kaçınılmaz. Bir tavnmız olması lazım. Biz, sol
cuntanın yanında durmalıyız. Sol cuntayı desteklemeliyiz.
- Mihri abi, klasik bir Stalinistsin ama bu konuda yanılacaksın. Sağı da gelse, sol görünüm
lü de gelse, biz dağlardayız. Bizi dağlarda ve karşısında bulacak. Aynca sol da gelse bize vu
racaktır. Ama iş işten geçmeden gönül ister ki yanımıza gelesin” (Feyizoğlu, Deniz, s. 231).
züğünde “işçi ve köylü gençlerin örgütü” vurgusu ile “işçi ve köylü gençlerin
demeklerinin” de federasyona üye olabileceği kaydı, üniversite sınırlarım aş
ma isteğinin göstergesiydi. İşçi ve köylü eylemlerinin, yürüyüşlerinin orga
nizasyonuna bizzat katılan Dev-Genç’liler, 1970’te toprak işgali veya miting
yapmak isteyen köylülerin adeta başvuru mercii olmuştu.
68’in efsane gençlik lideri Deniz Gezmiş, İstanbul Üniversitesindeki ilk iş
galin ateşleyicisiydi. Ve o günden başlayarak ya gözaltında ya tutuklu ya da
sürekli polis tarafından aranan bir öğrenci lideri konumundaydı. Bu durum,
1970 yılında öğrenci liderlerinin tümü için kural haline geldi. Bannma yer
leri öncelikle öğrenci yurtlarıydı. Polis ve jandarma baskınlarıyla yurtların
“dokunulmazlığı”nm kalkması, onların gidebilecekleri yerleri de sınırladı.
Haran Karadeniz ve arkadaşları, üniversite mücadelesinin tıkanmışlığı-
nı, bu alandaki mücadeleden çekilip işçi sınıfına yönelerek aşma yolunu
seçmişti. MDD’ci gençler ise dikkatlerini, dünyadaki Amerikan emperyaliz
mine karşı gelişen ulusal kurtuluş savaşlarına yöneltti. Üniversite kampüs-
leri, yurtlar, kulüpler sadece eylem alanları değil aynı zamanda ilk kez ta
nışılan Marksist yayınların, gerilla savaşlarının hararetle tartışıldığı yerler
di. Pek çok teorik-ideolojik sorunun tartışılıp hızla tüketildiği o günün at
mosferinde anti-emperyalist mücadele gereğine inanan MDD’ci gençler için
dünya örnekleri “gerilla savaşı”nı işaret ediyordu. 1967’de Bolivya dağların
da Yankee emperyalizmine karşı gerilla savaşı hazırlığında öldürülen ve bir
efsane haline gelen Küba devriminin liderlerinden Che Guevara ne yapılma
sı gerektiğini gösteren bir örnekti. Asya’da, Latin Amerika’da, Afrika’da, Or
tadoğu’da sürüp giden ABD karşıtı bağımsızlık mücadeleleri gerilla savaşla
rıyla yürütülüyordu. Gerilla savaşı düşüncesi, arayış içindeki öğrenci genç
lik liderlerine, “Türkiye’de işçi sınıfı var mı, işçi sınıfı partisi kurulabilir mi,
işçi sınıfı partisinde çoğunluk işçilerde mi olmalı” gibi tartışmaların sürdü
ğü ortamda, bir mücadele stratejisi olarak ikna edici olmanın ötesinde “dev
rimin yapıcısı” olma imkânı da tanıyordu. Hangi sınıfsal kökenden gelindiği
değildi önemli olan, aslolan kendini proletaryanın davasına adamış “proleter
devrimcisi”33 olmaktı. THKO ve THKP-C’yi kuracak olanlar Latin Amerika,
TİİKP ve ondan ayrılıp TKP(ML)’yi kuracak olanlar Çin deneyimini kendi
lerine model aldı.
THKO
Deniz Gezmiş, 1969’dan beri dağlara çıkıp gerilla savaşma başlamak gerek
tiğine inanıyordu. Sadece gençliğin güvendiği bir lider değil, aynı zamanda
hükümetin, sağcı basının, polis aramalarının, adli kovuşturmaların da başlı
33 Mahir Çayan, Bütün Yazılar, 2. Baskı, Atılım Yayınlan, İstanbul, Mart 1992, s. 202.
ca hedefiydi. En çok hakkında arama karan çıkanlan, gözaltına alman ve tu
tuklanan gençlik lideriydi. Dönemin tartışmalanyla pek de arası olmayan bir
eylem adamı olduğu, tanıklann ortak vurgusudur. Örneğin, Rasih Nuri İleri,
Demokratik Devrim Demeği Yönetim Kurulu’na katılmasını istediği Deniz
Gezmişle ilgili şunları söylüyordu: “Deniz Gezmiş zaten bürokratik görevle
re katılmazdı, tartışmalara da katılmazdı, sadece tarafımızı tuttu. Toplantıla
ra katılmak Deniz Gezmiş için zaman kaybı anlamına geliyordu. Deniz, hiç
olmazsa toplantılara gel, alınan kararlara katıl, derdim. Deniz ise, Rasih ağa
bey siz kararlan alın, ben uygulanm, derdi.”34
1947 doğumlu Deniz Gezmiş, Kasım 1966’da İstanbul Üniversitesi Hu
kuk Fakültesi’ne girdi. 1965 Ekim’inde TİP Üsküdar ilçe örgütüne üye ol
du. TİP içindeki ayrışmada MDD tarafında yer aldı ve eski komünistlerin
kurduğu Demokratik Devrim Demeği’ne üye oldu, hatta yönetim kuruluna
seçildi. Ocak 1968’de “mücadelenin örgütlü verilmesi gerektiği” düşünce
siyle Devrimci Hukukçular Örgütü’nün kuruluşuna önayak oldu. 1968 so
nunda FKF içinde MDD’ci bir muhalefet odağı olarak arkadaşlarıyla birlik
te kurduğu Devrimci Öğrenciler Birliği’nin (DÖB) başkanlığını yaptı. DÖB,
FKF’nin başına Yusuf Küpeli’nin geçmesinden sonra (4-5 Ocak 1969) ken
dini feshetti ve FKF’ye katıldı. 1969 Haziran’ında Cihan Alptekin ve Yu
suf Küpeli’yle birlikte gerilla eğitimi almak amacıyla Filistin’e gitti. Bura
da yaklaşık bir ay kaldı: Deniz, Filistin’den döndükten sonra artık her plat
formda silahlı mücadelenin savunuculuğunu üstlendi; gerilla savaşına baş
lamak için bire bir görüşerek arkadaşlannı iknaya çalıştı. Öyle ki Filistin’de
giydiği askeri kıyafetle üniversiteye gidip geldi, eylemlere bu kıyafetle ka
tıldı.35 Deniz eski DÖB’lü arkadaşlarından destek bulamadığı gibi, onlarla
arası da açıldı. Yine de Demir Küçükaydın’m aralannda bulunduğu bir gru
bu ikna etmeyi başardı. Ancak dağa çıkmaya karar verdikleri sırada 23 Ey
lül 1969’da tutuklandı ve bu tasarılan gerçekleşemedi; 2 ay sonra serbest bı
rakıldı. Tekrar tutuklanıp cezaevinde kaldığı yaklaşık bir yıl boyunca (20
Aralık 1969-18 Eylül 1970) dışarıdaki arkadaşlanna gerek mektuplarla ge
rek ziyaretleri sırasında gerilla mücadelesine ilişkin telkinlerini sürdürdü.36
38 “THKO iddianamesi”, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı, 29 Haziran 1971; TH
KO Davası, Akyüz Yayınlan, tkinci Basım, Ağustos 1991, Ankara, s. 54.
39 “THKO İddianamesi”, s. 58-59.
kan radar üssüne saldırı için harekete geçti. Ancak köylülerin ihbarıyla grup
tan yedi kişi Adıyaman’ın Gölbaşı ilçesine bağlı İnekli köyü civarında kuşatıl
dı. Çıkan çatışmada Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan öldü,
Mustafa Yalçmer ağır yaralandı, Hacı Tonak teslim oldu. Diğer iki kişi, Me
tin Güngörmüş ve Ahmet Erdoğan kaçmayı başardı. Bu olayın ardından diğer
grup eylemden vazgeçti, gizlenmek için dağılarak, dağdan indi; peyderpey bi
rer ikişer yakalandılar ve kır gerillası girişimi sona erdi.
THKO’nun geride kalan son üyeleri, İstanbul’daydı. Grup, tıpkı Ankara’
da Denizlerin yaptığı gibi, parasal ihtiyaçlar için eylemler tasarlamıştı. Bun
lardan ilki 15 Nisan’da, Dr. Rahmi Duman’m oğlunun fidye amaçlı kaçınlma-
sıydı. Duman’m oğlu 250 bin lira fidye karşılığı 18 Nisan’da serbest bırakıl
dı. Grup iki de banka şubesi soydu. Ziraat Bankası’nın Unkapanı Şubesi’nin
soyulması sırasında bir odacı öldürüldü, eylemcilerden Ömer Ayna yakalan
dı. İbrahim Sarıtaş, İzmir’de polislerle girdiği çatışmada öldürüldü. 31 Ma-
yıs’ta da Cihan Alptekin ile Tayfun Cinemre, Tekirdağ’da yakalandılar. TH-
KO’dan geriye kalanların son eylemleri, 4 Mayıs 1972’de Deniz, Yusuf, Hü
seyin’in idamlarını engellemek için Jandarma Genel Komutanı Kemalettin
Eken’i kaçırma girişimiydi. Başarısızlığa uğrayan bu eylemle birlikte THKO
da fiilen son buldu.
THKP-C
THKO’luların Iş Bankası soygunu, hemen ertesinde bizzat Deniz ve Yusufun
isimleriyle birlikte gazetelerde yer alınca, Dev-Genç çevresinde bunun “po
lis tertibi” olduğu sanıldı. Zira o sıralarda gençlik liderlerinin, bir bahaney
le öldürülmek istendiği düşünülüyordu. Ama kısa sürede böyle olmadığı an
laşıldı. Bunun üzerine THKP-C kuruculanndan Yusuf Küpeli ve Münir Ra
mazan Aktolga, THKO kurucuları Hüseyin İnan, Deniz Gezmiş ve Yusuf
Aslan’la bir araya geldiler ve onlara “silahlı mücadeleyi erken başlattıkları
nı”, “önce parti kurmak gerektiğini”, aynı mücadele biçimini berfimsedik-
lerine göre birleşmeleri gerektiğini söylediler. Ama reddedildiler. Bir akta
rıma göre, Hüseyin İnan, “Siz kent proletaryasına inanıyorsunuz, biz ise kır
proletaryasına”40 diyerek, aralanndaki farklılığa dikkat çekti.
Fakat iki grubun oluşumunda daha önemli farklar da vardı. THKO’lular,
dikkatlerini kır gerilla grubu oluşturup eylemlere başlamaya yöneltmişti,
MDD içindeki tartışmalarla pek ilgili değildiler. THKP-C’liler ise MDD için
de taraf oldukları gibi öncelikle bir partinin kurulması ve devrimci siyase
tin ortaya çıkarılmasına vurgu yapıyordu. Yani THKP-C’liler için parti ve te
ori öncelikliydi.
40 Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, cilt 7, s. 2172.
THKO’lulann kır gerilla grubunun başarısızlığa uğraması, Denizlerin ya
kalanması ve idamlarının gündeme gelmesiyle, iki grup arasındaki ayrılık
noktalan pratikte önemini kaybetti. THKP-C’liler ile geride kalan THKO’lu-
lar aynı örgütün elemanlan gibi birlikte hareket etti. Cezaevinden birlikte
kaçtılar, birlikte saklandılar, idamlan engellemek için birlikte eylemler plan
ladılar ve nihayet Kızıldere’de birlikte öldüler.
THKP, THKO’dan bir süre sonra, Aralık 1970’te kuruldu. Mahir Çayan,
Yusuf Küpeli ve Münir Ramazan Aktolga merkez komitesini oluşturdular.
Çayan ve Küpeli SBF, Aktolga ODTÜ öğrencisiydi. Partinin bir genel sek
reteri yoktu, aralarında yaptıkları işbölümünde Mahir Çayan ideolojik iş
lerden, Yusuf Küpeli kitlelerle bağ ve askeri işlerden, Aktolga da yayından
sorumlu olacaktı. 10 kişilik genel komite de benzer bir işbölümü yapmıştı.
Bu işbölümünün ardından Mahir Çayan Kesintisiz Devrim fi, Yusuf Küpe
li 1965-1971 Türkiye’de Devrimci Mücadele ve Dev Genç broşürünü hazırladı.
Münir Razaman Aktolga, hareketin yayın organı durumundaki Kurtuluş ga
zetesinden sorumluydu.41
Kuşkusuz örgütün tartışmasız yapıcısı, 1973 sonrası sosyalist hareketi fi
kirleri ve eylemleriyle en çok etkilemiş olan Mahir Çayan’dı. 1945 Samsun
doğumlu Çayan, 1963’te girdiği İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde
bir yıl okuduktan sonra 1964’te Ankara SBF’ye kaydını yaptırdı. O yıllar
da solun merkezi sayılan, FKF’nin kuruluşuna öncülük eden SBF Fikir Ku-
lübü’ne üye oldu. Aralık 1965’te kulübün ikinci başkanlığına, 1966 başın
da başkanlığına seçildi. Nisan 1967’de kulüp başkanlığından düşürüldükten
sonra bir yılı aşkın süre gençlik hareketlerinden uzak kaldı. 1968 sonlannda
yaklaşık iki aylık Fransa gezisinin ardından yeniden gençlik hareketine ka
tıldı. SBF’den tanıştıkları ve o sırada FKF’nin genel başkanı olan Yusuf Kü-
peli’yle beraber hareket etmeye başladılar. Gençlik liderlerinin çoğu gibi Ça
yan ve Küpeli de gençlik hareketinin ötesine taşan bir politik arayışın için
deydiler. Ancak bunun nasıl olabileceğine dair henüz netleşmiş fikirleri yok
tu. İçinde yer aldıkları MDD hareketinin sol cunta çabalanna endeksli poli
tikalarından hoşnut değillerdi. İkiliye, aynı kaygıları taşıyan ODTÜ Öğrenci
Birliği Başkanı Münir Ramazan Aktolga da katıldı. Üçlü 1969 Ekim’inde FKF
Kurultayı’nda, onlan “maceracılık”la suçlayan ve “milli cephe” önerileriyle
radikal sol cuntacılığın aktif savunucusu durumundaki Doğu Perinçek ve ar
kadaşlarına karşı tutum aldı. Kurultay Çayan-Küpeli-Aktolga üçlüsünün is
tediği gibi sonuçlandı, kendilerine yakın duran Atilla Sarp, başkanlığa geti
rildi42 FKF yeni tüzükle birlikte Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu’na
41 “THKP-C İddianamesi”, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı, 28 Şubat 1973, s. 81.
42 Atilla Sarp o dönemi şöyle anlatıyordu: “Daha sonradan işi çözdüm. ‘Nasıl olsa gençlik hareke
tini birileri yürütüyor. Talebe hareketiyle bu iş olmayacak. Siyasal bir yapılanma, daha ileri bir
(TDGF) yani Dev-Genç’e dönüştü. Yönetim kurulu her iki grubun temsilci
lerini içeriyordu. Kurultayda açığa çıkan ayrılık iki grubun da yazı kurulun
da olduğu Aydınlık Sosyalist Dergi’ye (ASD) taşındı. Dergi paylaşılamayınca
iki ayrı yayın, biri Proleter Devrimci Aydınlık (PDA), diğeri Aydınlık Sosyalist
Dergi (ASD) çıktı. Çayan ve arkadaşları, Aktolga’nm yasal sahipliği altındaki
ASD’ye, büroyu basıp malzemelerini de alarak el koydu. Mihri Belli, ayrılık
karşısında önce tarafsız sonra Mahir Çayan’lardan yana tutum takındı. Ocak
1970’te de TDGF yönetiminden PDA grubu tasfiye edildi.
1970 Mart’ında “Sağ Sapma ve Devrimci Pratik ve Teori” başlıklı ASD’de
yayınlanan Mahir Çayan’ın makalesinde ayrılık noktalarından başka grubun
görüşleri de etraflıca dile getiriliyordu. Kurultayda yaptığı konuşmayla sos
yalist çevrede dikkat çeken ve tanınmaya başlayan Mahir Çayan, bu yazısıy
la birlikte grubun da teorisyeni haline geldi. Çayan, eylemlerde değil, daha
çok, TİP, PDA ve nihayet Mihri Belli’de simgeleşen eski tüfek sosyalistlerle
ideolojik-teorik tartışmalarda göze çarpıyordu. Çayan, siyasal arayış içinde
ki gençliğin ideolojik-teori alanında eski tüfeklerle boy ölçüşebilen lideriydi.
Dönemin gençlik liderlerinin Mahir Çayan ile ilgili ortak izlenimi de onun
bu teorisyen kişiliğiydi. Hatta grubun ilk şiddet eylemi sayılabilecek Ame
rikan Yardım Deposu AID’in yakılması olayına (28 Nisan 1970), arkadaşla
rı Çayan’ı, “bu işleri yapabilecek çok arkadaşımız var, ama teorik-ideolojik
mücadeleyi üstlenebilecek, sözcümüz olabilecek arkadaşımız sınırlı” diye
rek katmamıştı.43 Ancak Çayan, yalnızca yazan değil aynı zamanda eylemci
olarak da kabul edilmek istiyordu. Nitekim kentleri, köyleri dolaşıp örgüt
lenme ve miting çalışmalarına katıldı. THKP’nin kuruluşundan sonraki ey
lemlerin, savunduğu görüşlerle de tutarlı biçimde (politik askeri liderliğin
birliği) bizzat yöneticiliğini üstlendi.
1970’te grup kendi içinde ortak hareket etme konusunda sözleşmiş, sol
cuntacılarla kesin çizgilerle ayrılmış bağımsız bir örgütlenme, illegal müca
dele, silahlı mücadele gibi bazı önkabullere ulaşmasına karşın henüz her ba
kımdan hamdı. Ne yapılacağı konusunda ortak görüşlere ulaşamamışlardı.
Öteden beri TİP içinde bir muhalefet hareketi yaratmayı, yönetimi düşürme
yi hesaplayan ama bunu başaramayan MDD’ciler, 1970’teki kongrelere mü
dahale etmeyi ve yönetimi ele geçirmeyi düşünmüştü. Bu doğrultuda kuru
lan Devrimci TİP Komitesi’nin başını Mahir Çayan ve arkadaşları çekti. İs
tanbul il, Çankaya ilçe gibi önemli kongreleri şiddet de içeren yöntemlerle
örgüt tarzı kurmak lazım’ diye örgütlenme hazırlıkları varmış. Teorik çalışmalar yapıyorlarmış.
Her gün açık toplantılar yapıyorsun, mitingler yapıyorsun. Hareketlilik var. Ortaya çıkmamala
rının nedeni buymuş. Biz ayak işlerine bakarken onlar devrime hazırlamyorlarmış” (Feyizoglu,
Mahir, s. 171).
43 Feyizoglu, M ahir, s. 225.
kazandılar. Kavgalar, belki de sol içi mücadelede şiddetin ilk örnekleriydi.
"Oportünizme karşı şiddet kullanılması gerektiği” savunuluyordu.
TİP’in ele geçirilmesi stratejisi başarılı olamadı, ancak grup bu mücadele
sırasında ilişkilerini genişletme imkânı buldu. Karadeniz bölgesinin birçok
il ve ilçesinde ilişkiler ağı kurdu.
1970’lerin ikinci yansında grup Dev-Genç’i elinde bulundurmasının ya
nı sıra Karadeniz bölgesinde taraftarlar edinmiş, İzmir Aliağa’da Yapı işçile
ri Sendikası Genel Başkanı Necmettin Giritlioğlu ile işçi-sendika ilişkilerine,
Yüzbaşı Orhan Savaşçı aracılığıyla da ordu içinde (Hava Kuvvetleri’nde) as
keri bir örgütlenmeye sahip oldu.44 Ordu içindeki örgütlenme askeri savcıya
göre “THKP-C’nin en güçlü kanadı”ydı. THKP-C’nin 1970-71’de ordu için
de ulaştığı örgütlenme düzeyine sonraki yıllarda hiçbir sol grup ulaşamadı.
İstanbul’da açılan ikinci THKP-C davasının 380 sanığından 132’si askerdi.45
Mahir Çayan’ın 1970 ortasında kaleme aldığı “Yol Kavşağı” başlıklı ya
zısı grubun bu sıradaki değerlendirmelerini yansıtır. Çayan bu yazısında,
MDD içindeki dağınıklıktan, örgütsüzlükten yakınarak, disiplinli devrim
ci bir proletarya örgütünün kurulmasının kaçınılmazlığından söz eder. Ve
örgüt konusunda yol aynmına gelindiğini belirtir. Bu Mihri Belli ile hesap
laşma ilanıdır aynı zamanda. Küpeli de, Aktolga da Belli’nin görüşlerine ve
tutumuna öteden beri karşıdırlar. Mihri Belli’ye yönelik baskının bir ürünü
olarak 1970 Ağustos’unda hareketin merkezi bir örgüte ve programa kavuş
turulması amacıyla 40 kişilik bir danışma kurulu ve bunun seçtiği 7 kişilik
irtibat komitesi kurulmuş, komite bir bildiri yayınlamış ve Proleter Devrim
ci Kurultay toplama çabasına girişmişti.
Ama yaz dönemi boyunca grup, bu girişimde yer alıyor görünse de, kendi
ayrı örgütlülüğünü kurmak için çoktan harekete geçmişti. Grup üyeleri Tür
kiye’nin çeşitli yerlerine dağılarak yeni kurulacak örgüt için taraftar kazan
maya çalışıyordu. Temas kurulanlardan biri olan dönemin TIP Çarşamba il
çe teşkilatı başkanı ismet Ûztürk o günleri şöyle anlatıyordu:
Mahir’de yeni bir şey yapmanın heyecanı var. Bir saat içinde 3 0 0 sayfalık ki
taba zor sığabilecek kadar konuyu otomatik silah gibi anlattı. Anlattıklarını
44 Orduda 9 Mart cuntacılarıyla ilişki içinde olan ancak kendilerini sosyalist gören Hava Kuvvetle-
ri’ndeki bu örgütlenme THKP-C iddianamesinde “Hava Kuvvetleri Proleter Devrimci Örgütü”
olarak nitelenmiştir. İddianameye göre Haziran 1970’te Ankara’da bir apartman dairesinde 15
kadar havacı yüzbaşı, üsteğmen ve teğmen bir araya gelerek, aralarında böyle bir örgüt kurma
konusunda anlaşmış, 3 kişi merkez komitesine seçilmiş ve bir de tüzük hazırlamıştı (bkz. “TH
KP-C İddianamesi”).
45 95 tutuklu sanığın rütbe dağılımı şöyleydi: Binbaşı 2, yüzbaşı 8, üsteğmen 20, teğmen 34, asteğ
men 1, astsubay 4, hava harp okulu öğrencisi 26; tutuksuz 37 sanığın ise şöyle: Albay 1, yüzbaşı
7 (biri firar), üsteğmen 6, teğmen 10, asteğmen 1, astsubay 12. 1975-80 sürecinde THKP-C’nin
ordu içindeki bu geleneğinin başlıca taşıyıcısı, yönetici ve üyelerinin çoğunluğunu subaylann
oluşturduğu Üçüncü Yol ismini alan örgütlenmeydi.
şöyle özetlemek mümkün: “Kemalizm kisvesi altında bir cunta gelecek, ama
bu Kemalist değil faşist cunta olacak. Esas hedefi de devrimcileri nötralize et
mek olacak. Karşı devrimin saldırılarına Türkiye’de silahlı direniş hiç olma
mıştır; bunu biz başlatmalıyız. Bir direniş geleneği yaratmalıyız. Bu direnişte
bizim çoğumuz; belki de hepimiz ölebiliriz, ama gelecek kuşaklara bir dire
niş geleneği bırakırız. Sen buna var mısın?’’... “Varım” dedim... Fatsa’ya git
tik. Ertan Saruhan, Şener Şadi ve birkaç arkadaş daha sabaha kadar konuş
tuk... birçok arkadaş tereddütsüz bu tezleri kabul etti... direniş hazırlıkları ile
ilgili konuştuk... Cunta yapıldığı gece orduda bulunan subay arkadaşlarımız
silah olarak ne bulabilirlerse alıp kaçacaklardı; ilk anda bunların saklanması
için yerlerin temini gerekliydi. Artık bizim TİP’le de, klasik MDD ile de tüm
bağlarımız bitmişti.46
Kızıldere
Yakalanan THKO ve THKP-C’liler Ankara Mamak ve İstanbul Maltepe aske
ri cezaevlerine konuldu. Yaralı durumdaki Mahir Çayan Haydarpaşa Askeri
Hastanesi’nde yaklaşık iki ay kaldı. Burada üç kez savcılık tarafından ifadesi
alındı. Ardından Selimiye Kışlası’nda tek kişilik bir koğuşa yerleştirildi. 11e-
riki yıllarda yakın arkadaşları Çayan’m sağ yakalanmasının onda yıkım ya
rattığını söyler. Çayan, Maltepe’deki çatışmada, kalbine bir kurşun sıkarak
intihar etmek istemiş, ancak kurşun karın bölgesinden çıkmıştı. Mahkeme
sürecinde ve gazetelerde Mahir Çayan’m bu intihar girişimi polemik konu
su oldu. Askeri savcı, Mahir Çayan’m ölmek değil, sağ yakalanmak umuduy
la “karın bölgesinin dışına doğru” bir el ateş ettiğini öne sürdü. Basında da
askeri savcının sözlerine, teslim olduğuna, sorguda konuştuğuna ilişkin ha
berler, tutuklular arasında yayılan söylentiler de Çayan’m canını sıkmış, gu
rurunu kırmıştı. Çayan bu konudaki duygularını Selimiye Askeri Kışlası’nda
yazdığı şiirinde dile getiriyordu:
51 THKP-C Doğuşu ve İlk Eylemleri, Kaynak Yayınlan, s. 60, aktaran Feyizoglu, Mahir, s. 427.
Sonraki yıllarda Yusuf Küpeli, Mahir Çayan’la ilk görüşmede, neden dışanda-
kileri güç durumda bıracak bu ifadeleri verdiğini, neden llyas Aydm’a konso
los eylemini yüklediğini sorduğunda, onun yurtdışmda olduğunu sandığını
söylediğini aktarıyordu.52 Mahir Çayan ve THKP-C tutuklulan tarafından bu
tür ifadelerin, bir savunma taktiği olarak benimsendiği anlaşılıyordu.
THKP-C’nin ilk eylemleri ve ilk tutuklama dalgasının ardından dışarıda
kalan üyeler, yoğun takip altındaydı. Ankara’da iki eve sıkışmışlardı, cad
delerde fotoğraflarının bulunduğu aranıyor afişleri asılıydı, bu nedenle so
kağa bile çıkmakta güçlük çekiyorlardı. Merkez Komitesi’nin iki üyesi Mü
nir Ramazan Aktolga ve Yusuf Küpeli, Elrom’un kaçırılmasını, Maltepe’de
ki evde Sibel Erkan’ın rehin alınmasını yanlış buluyordu. Ancak yoğun ta
kip altında bir araya gelip değerlendirme bile yapmak zordu. Münir Rama
zan Aktolga birlikte kaldığı iki kişiyle birlikte 15 Haziran 1971’de Ankara’
da 5 tabanca, 2 dinamit lokumu, not defterleriyle yakalandı. 10 Ağustos’ta
ise Ankara Sıkıyönetim Komutanlığina bağlı Yıldırım Cezaevi’nden kaçtı.
İzmir’deki Bingöl Erdumlu ile 10 arkadaşı da Ekim 1971’de yakalandı. Yu
suf Küpeli ve Münir Ramazan Aktolga izlenen siyaset ve eylem çizgisinin
yanlış olduğu kanısına varmış, bu doğrultuda bir broşür kaleme almayı ka
rarlaştırmışlardı.
Maltepe Askeri Cezaevi’ndeki THKO ve THKP-C’li tutuklular kazdıkları
bir tünel aracılığıyla 29 Kasım’da firar etti. Firarın siyasi etkisi büyüktü; Ge
nelkurmay Başkanı sıkıyönetim komutanlarını Ankara’ya çağırarak bir top
lantı yaptı. Firara bazı subayların da destek vermiş olması Genelkurmay’ı sı
kıntıya sokan bir başka faktördü. Bir yarbay, bir üsteğmen, iki astsubay ve
yedi er tutuklandı. Yargılamada cezaevinde görevli bir yarbay, 7 subay ve 6
astsubay gözetim kusurundan mahkûm oldu. Firarda, Orhan Savaşçı’nın or
du içinde kurduğu örgütlenmenin önemli bir katkısı olmuştu.
Firarından sonra Mahir Çayan’ı dışarıdaki merkez komitesi üyelerinin,
içeridekilere bildirmeksizin eski görüşleri eleştirmesini ve farklı bir çalışma
içine girmeleri öfkelendirmişti. “Bizi arkadan hançerlediniz” dediği bir mek
tubu kurye yoluyla Küpeli ve Aktolga’ya gönderdi. 12 Aralık’ta firarilerle dı
şarıdakiler arasında ilk buluşma gerçekleştiğinde ipler kopmuştu aslında.
Mahir Çayan, Yusuf Küpeli, Münir Ramazan Aktolga, Ziya Yılmaz, Ulaş Bar-
dakçı’nm katıldığı toplantıda, Mahir Çayan’ın mahkemede verdiği ifadeler,
konsolosun öldürülmesi, Sibel Erkan’ın rehin alınmış olmasını eleştirdi dışa
rıdakiler. Çayan ise birlikte başladıkları bu işte, kendilerinin üzerlerine dü
şen görevi yaptığını, ama dışarıdakilerin gerilla eylemlerine devam etmedik
lerini söyledi. Tartışma kilitlendi. Her iki grup bundan sonra kendi bildikle
ri doğrultuda THKP-C’nin mevcut ilişkilerine görüşlerini iletme yolunu seç
52 Bkz. Feyizoğlu, M ahir, s. 484.
ti. Münir Ramazan Aktolga, Yusuf Küpeli ve Sina Çıladır’ın kaleme aldıkla
rı 116 sayfalık broşürde mevcut çizginin kitlelerden kopuk Narodnik, Troç-
kist çizgiye saptığı, yeni bir çizgi oluşturularak kitleler içinde, özellikle de iş
çi sınıfı içinde silahlı timler kurması gerektiği belirtiliyordu. 1972 Ocak’ın-
da gend komite üyeleri olan Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Ziya Yılmaz, Er-
tuğrul Kürkçü, Orhan Savaşçı’nın imzalannı taşıyan kararla Küpeli ve Aktol
ga “parti disiplinini ihlal ettikleri” gerekçesiyle THKP-C’den ihraç edildiler.
Mahir Çayan ayrılığın ardından Kesintisiz H-III adlı, sonraki kuşakları derin
den etkileyen broşürü kaleme aldı.
Çayan, cezaevinden beri geri çekilme, yurtdışma çıkma gibi önerilere kar
şı çıkıyor, öncelikle Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını önlemek için
eylemler yapılmasını savunuyordu. Mahir Çayan’a göre, Deniz, Türkiye dev-
riminin simgesiydi ve idamı kendi idamları demekti. Bu düşünce tarzı, Ma
hir Çayan’ı, Deniz’lerin idamını engellemek için eylemler planlayan gerideki
THKO’lularla ortak bir amaç etrafında buluşturdu. Firardan sonra hep TH-
KO’lularla, özellikle onların geride kalan lideri durumundaki, birlikte firar
ettikleri Cihan Alptekin’le hareket etti. Her iki grup olanaklarını birlikte kul
lanıyordu. Ancak olanaklar son derece sınırlıydı. Polis takibi nedeniyle çok
güç koşullarda hareket edebiliyorlardı ve güçlükle buldukları ilişkiler ve ba
rınacakları evler kısa sürede açığa çıkıyor, sürekli yer değiştirmek zorunda
kalıyorlardı. Ulaş Bardakçı 19 Şubat’ta İstanbul Amavutköy’de kaldığı evde
kuşatıldı ve silahlı çatışma sonucunda öldürüldü. Aynı günün gecesinde Zi
ya Yılmaz da Fmdıkzade’deki evde kuşatıldı ve yaralı yakalandı. Ankara’da
Mahir Çayan’lara sürekli saklanmaları için olanaklar yaratan Koray Doğan (9
Mart 1972) öldürüldü. Yüzbaşı Orhan Savaşçı’nın liderliğinde örgütlenmiş
ordu içindeki subaylar da tutuklandı. Şehirlerde barınmak ve eylem yapmak
imkânsızlaştı. İlişkilerin nispeten diri kaldığı Karadeniz bölgesine geçildi. 18
Mart’ta Ünye’ye gelen grup, Fatsa Yapraklı köyünde Mehmet Atasoy;un evi
ne yerleşti. 24 Mart’ta da MİT, asker ve polis güçleri bölgeye geldi, gelenle
rin barınmasını sağlayan Terzi Fikri ve bir arkadaşı gözaltına alınarak An
kara’ya götürüldü. 26 Mart’ta, Ünye Radar Üssü’nde görevli ikisi İngiliz, bi
ri Kanadalı üç teknisyen kaçırıldı ve Kızıldere köyü muhtarının evine geti
rildi. “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı, Parlamentosu ve Hüküme
tine” başlıklı bir bildiri hazırlandı. Bildiride infazların derhal durdurulması
ve radyoda bunun açıklanması isteniyordu, aksi takdirde Ingilizler öldürü
lecekti. Milli Güvenlik Kurulu konuyu tartıştı. Ankara Sıkıyönetim Komu
tanlığı, teknisyenlerin bulunmasını sağlayacak vatandaşlara 100 bin lira ödül
verileceğini açıkladı. Emniyet Genel Müdürlüğü’nde de bütün emniyet mü
dürleri toplanarak ne tür yol izleyeceklerini konuştu. İngiliz hükümeti ey
lemcilere taviz verilmemesini istedi.
Militanların Karadeniz bölgesinde olduğu belirlenmişti, ama tam olarak
nerede oldukları bilinmiyordu. Bölge asker, polis ve MIT tarafından ablu
kaya alındı. Havadan ve karadan her yer didik didik edildi. 30 Mart saba
hı 05.00 sıralarında Kızıldere’de muhtarın evinde olduklarını ortaya çıkaran
bir gelişme yaşandı. Kontrollere bağlı olarak iki er eve doğru geldi. Ev sahi
bi muhtar, savuşturmak için gittiği erlere gizlice bir mektup verdi; mektup
ta arananların evinde saklandığı yazıyordu. Erler durumu komutanlarına ak
tardı ve ev kuşatıldı. Karşılıklı sözlü sataşmalar, “teslim ol” çağrılan, marş
lar, sloganlarla saatler süren gergin bekleyiş öğleden sonra saat 14.00 sıra-
lannda son buldu. “Buraya dönmeye değil, ölmeye geldik” diyen evdekiler-
den rehinelerin kendilerine gösterilmesi istendi. Teknisyenlerin gösterildi
ği sırada da aniden yaylım ateşi açıldı. Mahir Çayan başından aldığı kurşun
la öldü, Ömer Ayna ve Cihan Alptekin yaralandı. Kalanlar son çatışma anı
için gerekli hazırlıklan yaptı. Ancak dışandakiler bombalar ve roketatarlarla
evi yerle bir etmeyi düşünüyordu! Çatışma sonucunda Cihan Alptekin, Saf
fet Alp, Ömer Ayna, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ahmet Atasoy,
Ertan Saruhan, Sabahattin Kurt ve Nihat Yılmaz öldü, Ertuğrul Kürkçü te
sadüfen bu bomba ve kurşun sağanağından kurtuldu, ertesi gün yakalandı.
Cesetler Niksar Devlet Hastanesi morguna kaldırıldı. Mahir Çayan’ın an
nesi Naciye Çayan, amcası Enver Çayan ve avukat Yalçın Öztürk iki gün
sonra hastaneye gelerek cesedi teşhis edip aldı. Hükümet konağına geldik
lerinde burada toplanmış küçük bir grup “Kahrolsun komünistler” sloga
nı atıyordu. Cenaze şehir dışına kadar polis koruması altında çıkarıldı. Yol
culuk geceye kalmıştı, Ankara Kayaş’ta kontrol noktasında erler, cenazenin
Mahir Çayan’a ait olduğunu öğrendi ve durumu komutanlarına bildirdi. Ko
mutan Ankara Merkez Komutanı Tevfik Türüng’dü, biraz sonra gelerek, ha
karetler yağdırdı, şoförü tartakladı, “Türkiye’de komünistlere yer yok” de
di. Bu hakaret sağanağının ardından cenaze bir grup asker eşliğinde Karşı
yaka Mezarlığı’na götürüldü ve gece saat 01.00’de askerlerin gösterdiği yer
de defnedildi.53
TtîKP ve TKP(ML)
MDD hareketi içinde THKO ve THKP-C’nin ardından illegal örgüt arayışına
giren diğer grup, PDA veya Aydmlıkçılar diye de anılan Doğu Perinçek ve ar-
kadaşlanydı. Grup, 1970 sonunda Mihri Belli’nin öncülük ettiği MDD hare
ketinin fiilen sona ermesinden sonra, bir parti kurmak amacıyla Hikmet Kı-
vılcımlı’nın öncülüğünde tüm çevrelerin katılacağı bir Sosyalist Kurultay ör
gütlemeye çalıştı. Ancak başarısızlığa uğradı ve Türkiye ihtilalci işçi Köylü
53 Feyizoğlu, Mahir, s. 541.
Partisi’ni (TİÎKP) kurdular.54 1971 Ocak’mda Doğu Perinçek, Ömer Özer-
turgut ve Şahin Alpay partinin ilk merkez komitesini oluşturdu. Partinin
program ve tüzük taslağı hazırlandı. Şubat’ta da Merkez Komite adına bir ge
nelge yayınlandı.
Aydınlıkçılar, MDD çizgisi etrafında toplanmış gençlik liderleri arasında
1969 yılında çıkan bölünmeden sonra 1970 Ocak’mda Proleter Devrimci Ay
dınlığı çıkarmıştı. Aydınlıkçılann önde gelenleri Ankara Üniversitesi öğren
cileri veya asistanlarıydı. TllKP’in ilk merkez komite üyeleri Doğu Perinçek
AÜ Hukuk, Şahin Alpay ise AÜ SBF asistanı, Ömer Özerturgut Fen Fakülte
si öğrencisiydi; önde gelen Aydınlıkçılardan Halil Berktay ve Nuri Çolakoğ-
lu AÜ SBF asistanları, Oral Çalışlar SBF, Gün Zileli de DTCF öğrencisiydi.
Aydınlıkçılar MDD hareketinde özellikle yayın alanındaki çabalarıyla siv
rildi. Bu, grubun sonraki tarihinin de en karakteristik özelliklerinden bi
ri kabul edilebilir. Aydınlık Sosyalist Dergi’deki çalışmalarından başlayarak
2000’li yıllara uzanan tarihleri boyunca, istikrarlı ve tartışmalı da olsa san
sasyonel yayıncılıklarıyla bir ekol yarattıkları ileri sürülebilir.
68 kuşağının THKO’lu, THKP-C’li gençlik liderleri gibi “eylemci” değiller
di. Bu nedenle Deniz Gezmiş tarafından Mihri Belli’nin aktarımıyla “dergici
takımı”, Mahir Çayan tarafından da “kampüs Maoistleri” olarak niteleniyor
lardı. Bellinin anlatımıyla “Perinçek grubu”nun “o sıra, Türk Sofu’nun, Ay
dınlık dergisinin çıkarılmasında emekleri geçiyordu. Matbaa işine koşuyor
lardı, tashihleri yapıyorlardı vb.”55 Aydınlıkçılar da eylemci gençlik liderle
rini “maceracı”, “anarşist”, “kitlelerden kopuk” diye eleştiriyordu. Bir diğer
ayrım, “Ordu-gençlik el ele” sloganında ifadesini bulan Kemalistlerle dev
rimci güç birliğini savunmalarıydı, “anarşistçe eylemler” bu milli cepheye
de zarar veriyordu. Son olarak Çin devrim modelini, daha doğrusu Çin Ko
münist Partisi ve lideri Mao Zedung’un görüşlerini benimsemeleriydi. Bu,
54 Partinin lideri Doğu Perinçek, TllKP’in yönetici çekirdeğini, 21 Mayıs 1969’da kurduklarını be
lirtir. Perinçek, Mihri Belli’nin liderliğindeki MDD hareketinin bir partiye yönelmeyeceği ka
naatine varmalarının ardından diğerleriyle birleşmeyi amaçlayan bir yönetici çekirdek oluştur
duklarını anlatır. Bkz. Sosyalizm ve Toplumsal M ücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 7, s. 2186.
55 Feyizoğlu, Mahir, s. 141. “Perinçek ve arkadaşlan Türk Solu’nun çıkarılmasına da yardımcı olu
yorlardı. Bir sûre sonra iki çevre arasında sürtüşmeler başladı. Perinçek ve arkadaşlan becerikli
idiler. Sistemli çalışma yeteneğine sahip idiler. Hem A ydm lıfe’ın, hem ‘Türk Solu’nun büyük yü
künü onlar omuzlamışlardı. Matbaaya koşturan onlardı, tashihleri anında yetiştiren onlar, da
ğıtımı geciktirmeden yapan da onlar. Türk Solu’nun yazı kurulundaki eski tüfeklere saygıda da
kusur etmiyorlardı.
Bütün bunlar iyi ve hoştu ama önemli bir eksiklikleri vardı. Sosyal kökenleri yüzünden ola
cak, hareket içindeki halk çoğunluklanyla yoldaşlık bağları kurmada pek başanlı değillerdi.
Dünyalan ayn idi. Biz yayınlanmızla devrimci gençliğin anti-faşist, anti-emperyalist şahlanışı
nı yönlendirme durumundaydık. O şahlanışın öncüleri durumunda olan kadro ile yayında aktif
olan kadro arasında uyum olmalıydı. Sonunda iş aynlığa kadar vardı", bkz. Mihri Belli’nin an
latımı, Feyizoğlu, Ibo, Ozan Yayıncılık, Nisan 2000, tstanbul, s. 115.
1970’li yıllarda sol içinde ciddi bölünme ve çatışmalara zemin hazırlayan,
“Sovyet sosyal emperyalizmi” tezinin de kabul edilmesiydi. Maoizm, pasifist
diye nitelenen Aydmlıkçılara, radikal bir görünüm de sağlıyordu.
TllKP’in kuruluş arefesinde Aydınlıkçılar partinin legal mi, illegal mi, şe
hirlerde mi yoksa kırlarda mı kurulması gerektiği konusunda kafa karışık
lığı yaşıyordu. Perinçek, o sırada kendi içlerindeki tartışmaları şöyle anlatı
yordu:
Bizim çeşitli dem ek ve kuruluşlar içinde açtığımız Sosyalist Kurultay kam
panyası da başarılı bir yönde gelişmedi. Kendi içimizde, Sosyalist Kurultay
fikrinin doğru bir çözüm yolu olduğuna ittifakla inanmış değildik. Ayrıca le
gal ve illegallik konularında da tereddüt vardı.
Garbis Altmoğlu ile İbrahim Kaypakkaya, 1970 sonlarında Ankara’ya gel
di. Hukuk Fakültesi’ndeki odamda Erdoğan Güçbilmez, Oral Çalışlar, İbra
him Kaypakkaya, Garbis Altmoğlu ve ben, bazı konularda konuştuk, tartıştık.
Sosyalist Kurultay’a katılmasını istediğimiz Hikmet Kıvılcımlı için ‘reviz
yonistlerin babası’ diyerek karşı çıkıyorlardı.
Tartışmalarımızın sonlarına doğru, ‘Peki ne istiyorsunuz?’ dedim. ‘Bugün
yapılacak şey derhal dağa çıkıp silahlı mücadeleyi başlatmalıyız. Eğer başlat
mazsak bölünürüz’, ‘Aklınızı mı oynattınız? Derhalden kastınız ne?’ ‘Bir hafta
içinde.’ ‘Ortada iki tane silik grev kalmış... işçi mücadelesi yok. Köylüler sus
kunluk içinde. Bu koşullarda nasıl olacak silahlı mücadele? İstiyorsanız çı
kın. Ama ben böyle yanlışlara parti içinde taviz vermem.’
Neticede Sosyalist Kurultay teşebbüsümüz tamamen akim kaldı. Bu yol
la parti yaratma fikri başarısızlığa uğramış oldu. Başka çözüm yollan arama
ya başladık. Esasen devrimin ancak illegal bir partiyle başanlacağı fikrini ger
çekleştirmek yönünde de fikri yönde bir gelişme vardı. Bu gelişme safhasında
Garbis Altmoğlu ayrıldı, İbrahim bizimle birlikte hareket etti.56
57 Koordinasyon Komitesi şu yedi kişiden oluşuyordu: İbrahim Kaypakkaya, Arslan Kılıç, Muzaf
fer Oruçoğlu, Cem Somel, Ali Taşyapan, Ali Mercan, Almanyalı Kadir... (Ali Taşyapan, Anılar
la Geçmişe Yolculuk-2 Duvarın İki Yakası, Tohum Basım Yayın, Birinci Basım, Şubat 2001, İstan
bul, s. 216.)
mı, tüzüğü, parti kararnameleri ve bildirilerde görüş açısı, eylem tarzı, disip
lin konusunda hayli ayrıntılı açıklamalar yer almıştı. Kimlerin hedef alınaca
ğı, hangi gerilla grubunda ne tür silahlar bulunacağı, çatışmada alınacak tu
tum, örgüt içi cezai yaptırımlar gibi birçok konu izah ediliyordu.
TKPfML)’liler başta İstanbul ve Tunceli olmak üzere Urfa, Diyarbakır,
Malatya gibi illerde hızla örgütlendi, yeni bir oluşum olmalarına rağmen
yaygın bir ilişki ağı kurdular. Elazığ, Tunceli, Malatya’da kırsal bölgede ge
rilla savaşı için keşif yaptılar.
ilk silahlı eylem Tunceli II Jandarma Bölük Komutanı Teğmen Fehmi Al-
tmbilek’in lojmanına 6-7 Mayıs 1972’de bomba atılmasıydı, aynı ay içinde
THKO’lu Yusuf Aslan’ı yakalayan Mazgirt ilçesi Dankent bucağı Jandarma
Karakol Komutanı Ertuğrul Taştemel’in evine bomba atıldı. 18 Mayıs’ta da
THKO’lu Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alparslan Özdoğan’m yerlerini bil
dirdiğini düşündükleri Malatya Kâhyalı köyü muhtarı Mustafa Mordeniz’i
öldürdüler. Bölgede baskıya neden olacağı gerekçesiyle eylemi üstlenmedi
ler, ancak kulaktan kulağa Kaypakkaya ve arkadaşlarının yaptığı yayılmış
tı. Daha sonra Tunceli’de yoğunlaşan eylemlerde TKP(ML) TİKKO adlarıy
la bildiriler dağıttılar, 4 Ocak 1973’te Tunceli Emniyet Müdürlüğü karakolu
ile lojmanına, 6 Ocak 1973’te faşist olarak nitelenen Mazgirt İlköğretim Mü-
fettişi’nin evine, 12 Ocak’ta uzman çavuş Mehmet Gövde’nin evine bomba
attılar, her eylemin ardından bunun gerekçelerini bildirilerle açıklıyorlardı.
Eylemler çok geçmeden jandarmanın dikkatini çekti ve Tunceli’de baskı
ve operasyonlar yoğunlaştı. Oruçoğlu, Kaypakkaya, Ali Haydar Yıldız, Sü
leyman Yeşil ve Hüseyin Bozkurt Vartinik’te bir destekçilerinin koyun ağı
lma yerleştiler, izlerini bulan jandarmalarla çıkan çatışmada (24 Ocak) Ali
Haydar Yıldız öldü, Kaypakkaya yaralandı. Kaypakkaya’yı öldü sanarak bıra
kan jandarmalar kaçanların peşine düşmüştü, döndüklerinde Kaypakkaya’yı
yerinde bulamadılar. Başından ve boynundan yaralı halde beş gün boyun
ca soğuk, kar ve kış koşullarında güçlükle ilerleyebilen Kaypakkaya, Tun
celi Gökçe Köyü Mirik mezrasına sığındı. Kaypakkaya’yı evine kabul eden
köylü, kuşkulu durumu jandarmaya haber verdi ve Kaypakkaya da yakalan
dı (29 Ocak 1973). Diyarbakır Askeri Hastanesi’nde tedavi edilen Kaypakka-
ya’nm kangren olan ayak parmaklan kesildi. 19 Nisan’da Diyarbakır Askeri
Cezaevi’ne getirildi. Gözetim altında tutulduğu günler boyunca ifade verme
yi reddetti. Ancak Mahir Çayan’m düştüğü yanılgıya düşerek, ondan yanay
mış gibi görünen bir astsubaya, dışarıdaki arkadaşlanna iletmesi için mek
tup verdi, mektup Çayan’m amcasına gönderdiği mektup gibi sıkıyönetim
yetkililerinin eline geçti. Askeri Cezaevi’nde diğer tutuklu arkadaşlarından
tecrit edildi, ayrı bir binada, tek başına bir hücreye kondu. Mayıs’m ikinci
haftasında hücresinden götürülen Kaypakkaya’dan bir daha haber almama-
dı. TKP(ML) tutuklulan mahkemede, arkadaşlarının 16 Mayıs’ta hücresin
den alındığını, işkencede öldürüldüğünü dile getirdi. Sıkıyönetim komutan
larının iddiası ise 17 Mayıs’ta Kaypakkaya’mn intihar ettiğiydi. Kaypakkaya
sosyalist solda hep “Ser verip sır vermeyen yiğit” olarak anıldı.
Örgüt için lojistik destek işlevi gören İstanbul’da ise bazı karakolların ba
sılarak silahlarının alınması tasarlandı. Eylemler girişim halinde kaldı. Kara
kol çevresindeki keşiflerden birinde bir bekçiyle çatışma çıktı ve bekçi öldü,
bir başkasında ise bir bekçi yaralandı. Bunlar İstanbul’da da polisin dikkatini
örgüte yöneltmesine neden oldu. Operasyonlar yoğunlaştı. 25 Ocak’ta Ars-
lan Kılıç yakalandı, 19 Mart 1973’te İstanbul Şehremini’de bir eve düzenle
nen operasyonda Ahmet Muharrem Çiçek çatışma sonucu öldürüldü. Sami
Sarı’nm içinde bulunduğu üç kişilik grup 15 Nisan’da bir kahvehanede ya
kalandı, 15-16 Nisan gecesi de Fikirtepe’de bir evde çatışma sonucu Zeri Şe
rit, Yalçın Büyükdağlı ve Nezihe Bahar; 12 Nisan’da da Küçükköy’de Süley
man Yeşil örgüt evine yapılan baskınla yakalandılar. 20-21 Nisan gecesi de
TKP(ML)’nin merkez komitesinin son üyeleri Muzaffer Oruçoğlu ile Cem
Somel, Esenler’de barındıkları evde çatışma sonucunda yakalandılar.
İK İN C İ BÖLÜM
Yeniden Kuruluş
“12 Mart”
12 Mart “ara rejimi”, ordu üst kademesinin, pek de istekli olmadan, alt ka
deme subayların baskılarının ürünü bir müdahaleydi. Radikal subaylar AP
iktidarının anayasayı uygulamadığım ve 27 Mayıs devrimini geriye götürdü
ğünü savunuyor, Atatürk’ün bağımsızlık ve cumhuriyet ideallerine bağlı bir
“devrim konseyi” iktidarında, köklü halkçı reformlar yapılmasını istiyordu.
Bu amaçla Silahlı Kuvvetler Devrim Konseyi adı altında cunta örgütlenmiş,
programı, kabinesi ayrıntılı biçimde hazırlanmış, müdahalenin tarihi bile be
lirlenmişti: 9 Mart 1971. Ancak o gün, birlikler hareket için hazırken dar
benin liderleri (Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler ile Hava Kuvvetleri
Komutanı Muhsin Batur), hükümete yakın, sağcı görüşleriyle bilinen ve bu
darbeye karşı çıkan Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç ve Cumhurbaş
kanı Cevdet Sunay ile anlaştılar.1 Onlan anlaşmaya iten, Genelkurmay Baş-
kanı’nı ikna edememiş böyle bir darbenin, cuntalara bölünmüş silâhlı kuv
vetler içinde çatışmaya yol açabileceği kaygısıydı. Görüş farklılıkları belir
gindi: Gürler ve Batur’u lider olarak gören “sol cuntacılar”, reformcu bir as
keri rejim istiyordu; Genelkurmay Başkanı Tağmaç ise asıl sorunun, reform
lar değil, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin içinde bulunduğu durum olduğunu dü
şünüyordu. Ona göre, sol düşünce, silahlı kuvvetler içinde etkinlik kurmuş
dan meydana geldiğini iddia etmiştir... Şayet 12 Mart muhtırasını verenler, Türkiye’nin sade
ce bir komünist tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğu kanaatinde olsalardı, parlamento ve hü
kümet gibi iki antikomünist desteği yanlarından itmemeleri gerekirdi. Parlamento ve hükümet
muaheze edilmez, komünizm muaheze edilirdi” (İbrahim Erol Ataer, Kızıl Rapor-1919-1975,
Kıraçlı Yayınlan, İstanbul, tarih yok, s. 463).
13 Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye, Birinci Baskı, Hil Yayın, İstanbul, Ağustos 1994,
s. 401.
Sosyalist sol
1974’ten itibaren işçi, gençlik, öğretmen eylemleri başladı ve yayılarak sür
dü. Üniversiteliler ilkin 1973 Aralık’ında lYÖKD’yi kurdu ve peşi sıra pek
çok şehirde kurulan benzer demeklerde üye sayısı çığ gibi büyüdü. DİSK ye
ni sendikaların katılımıyla yüz binlerce işçiyi çatısı altında topladı; Milliyetçi
Cephe hükümetlerine karşı sol muhalefetin öncü unsuru haline geldi. Tür
kiye Öğretmenler Sendikası’nm (TÖS) kapatılmasının ardından 12 Mart’ta
kesintiye uğrayan öğretmen hareketi TÖB-DER çatısı altında yeniden aya
ğa kalktı. Örgütlenme ve hak arama mücadelesi toplumun her kesimini sar
dı. Ama bu kez solun karşısında, yasal engeller ve hükümetin baskılarından
başka günlük mücadeleyi doğrudan etkileyen, MHP’nin, iktidarı sokaktan
başlayarak ele geçirme stratejisi doğrultusunda örgütlediği silahlı milisleri
nin şiddeti de vardı. Bu şiddet, üniversitelerden başlayarak toplumun her ke
simine yayılmış, CHP dahil solun bütününü hedef almıştı.
Üniversitelerde 1974 Kasım’mda solcu gençlerin öncülük ettiği çağdışı
eğitimi protesto, yönetime katılma ve demek kurma haklarıyla ilgili on bin
lerce öğrencinin boykotlarına14 ülkücü grupların tutumu, solcu öğrencile
re saldırılar tertiplemekti. 1974 Aralık’mda Devlet Mimarlık ve Mühendislik
Akademisi öğrencisi, İYÖKD yönetim kumlu üyesi Şahin Aydın’ın bıçakla
narak, 1975 Öcak’ındada Vatan Mimarlık ve Mühendislik Akademisi öğren
cisi Kerim Yaman’ın kurşunlanarak öldürülmesi, mobil milisler halinde çalı
şan ülkücü komandolann, saldırılarını kolayca cinayetlere vardırabileceğini
gösteriyordu. Bu ilk cinayetler, aynı zamanda öğrenci gençliğin 12 Mart son
rası ilk büyük protesto gösterilerinin de ateşleyicisiydi. Şahin Aydın ve Ke
rim Yaman cinayetlerine karşı öğrencilerin büyük protesto gösterileri, sağ
cı komandoların beklentilerinin aksine, saldırılar karşısında solcu öğrencile
rin karşı tepkiler oluşturabilme, örgütlenebilme ve hızla yayılabilme potan
siyellerini gösteriyordu.
Yeni siyasal-toplumsal sürecin verilerinin ortaya çıktığı 1974’te sosyalist
sol, bir örgüt ya da parti biçimine bürünmemiş, onlarca çevreye bölünmüş
tü. Liderler öldürülmüş, cezaevlerine konulmuş ya da yurtdışına kaçmıştı.
Örgütsel yapıların kuruluşu, seçimlerden sonra rejimin normalleşme süreci
ne girmesi ve özellikle de 1974 Ağustos’undaki genel afla cezaevindekilerin
dışarı çıkmasıyla hız kazandı.
12 Mart’ın tutuklama, cezaevi ve yargılama sürecini iç disiplinlerini koru
yarak atlatan iki grup vardı. Bunlar, iki zıt politik platforma sahip TİP ve Tl-
14 Kitle, 26 Kasım 1974 tarihli 35. sayısında bu boykotlara 10 Kasım’da katılanlann sayısının 35
bini İstanbul’da olmak üzere 68 bin öğrenci olduğunu yazıyordu. 9 Kasım 1975 tarihli Milli-
yet’te sadece İstanbul'da boykota katılan öğrencilerin sayısı 37 bin olarak verilmişti.
İKP’ti. Siyasal program ve örgütsel ilkeler üzerinde anlaşmış yönetici gruba,
geçmişten gelen ilişkilere, deneyime sahip olmaları her iki grubu diğerlerine
göre örgütlerini yeniden inşa etmekte avantajlı kılıyordu.
12 Mart sürecinde liderleri başta olmak üzere, önde gelen pek çok arka-
daşlarııîî kaybeden THKO ve THKP-C’liler en dağınık, kafaları en kanşık ke
simdi. Üniversite gençliği başta olmak üzere, toplumun çeşitli kesimlerinde
en çok taraftar edinen her iki örgütün geride kalan cezaevlerindeki militan
lan ciddi bir moral yıkım yaşamıştı. Biraz da sürüklenmiş hissettikleri, hız
la başlayan ve sona eren “gerilla savaşı”nın sosyalist öğretiyle bağdaşmadı
ğı sonucuna varmışlardı. Yeni siyasal görüşler ve örgütsel ilkelerle, örgütle
rini inşa etmek istiyorlardı. Yargılamalar sırasında müebbet gibi ağır cezala
ra çarptırılan hükümlü arkadaşlarıyla hemfikir oldukları bu zemin üzerin
de her iki grubun afla çıkan militanları, dışanda, 1975 yılı içinde o sıralar
da THKO/ML, THKP-C/ML diye anılan geçici koordinasyon komiteleri kur
dular. Ancak her iki grubun yöneticilerinin Maoist zemini benimsedikle
rini açıklamalan, dirençle karşılaştı. THKO’da Sovyetler Birliği’nin “sosyal
emperyalist” değerlendirilmesine karşı çıkan Teslim Töre’nin başını çektiği
grup THKO/Mücadelede Birlik adıyla (daha sonra Türkiye Komünist Emek
Partisi) örgütlenmek üzere aynldı. Yine de THKO’luların ana gövdesi, zor
lu ve iniş çıkışlı birkaç yılın ardından beraberliğini koruyarak, siyasal-örgüt-
sel dönüşümü başardı.
THKP-C’de ise direnç noktalan, bu girişimi başarısızlığa uğratacak kadar
fazlaydı. Niğde Cezaevi’ndeki hükümlülerin (Necmi Demir, İlkay Demir,
Kamil Dede) çıkardıkları sekiz sayfalık bildiride, geçmişi “maceracılık”la
eleştirip Maoist zemini benimsediklerini açıklamalan, bir çatı altında top
lanma umuduyla gevşek de olsa bir platform etrafında temas içindeki çeşit
li çevrelerin kopmasına ve kendi örgütlerini kurmasına neden oldu. Ankara
Mamak Cezaevi’nden afla serbest kalan Ankara’daki militanlar Devrimci Yol
ve Kurtuluş’u kuracak iki ayrı örgütlenmeye yöneldi. Örgütün silahlı mü
cadelesini kaldığı yerden sürdürme görüşündeki ODTÜ’den THKP-C’li öğ
rencilerle yurtdışmda Mahir Çayan’m eşi Gülten Çayan’m etrafında küme
lenmiş Acilciler ile Marksist Leninist Silahlı Propaganda Birliği (MLSPB) ve
Eylem Birliği de peşi sıra kuruldu. Militan Gençlik ve Halkın Yolu dergileriy
le örgütlenmeye çalışan THKP-C’liler, 1977’de kendilerini feshederek TİKP-
Aydınlık hareketine katıldı.
12 Mart’ın son operasyon ve tutuklamalarıyla cezaevlerine gelen TKP
(ML)’liler kısmen bu süreci farklı yaşadı; İbrahim Kaypakkaya’mn ölümüy
le boşalan liderliğe, onun yakın çalışma arkadaşı, örgütün kuruculanndan
Arslan Kılıç geldi; iç disiplinlerini korudular, eski görüşlerine sahip çıktılar.
Ancak eski görüşlerin doğruluğu konusunda cezaevinde başlangıçta benim
senen bu tutumun, Kaypakkaya’mn sıcak anısının duygusal baskısı altında15
dile gelmemiş bir kuşkuyu barındırdığı 1976’daki örgütün yeniden toparlan
ması sırasında açığa çıkacak; ve bu kuşku sonraki yıllar boyunca sürüp gide
cek iç tartışma ve bölünmelerin de temelini oluşturacaktı.
Belki de o sıra kimsenin fark etmediği bir girişim de, Sovyetler Birliği’nde
sürgün yaşayan ve 1973’te ülkede örgütlenme karan veren eski TKP üyeleri
nin Dış Büro’sundan gelecekti.
1974-1976 arasında örgütlerin ortaya çıkışı bir dergi furyasıyla başladı.
Önce dergiler sonra siyasal yapılar ortaya çıktı. Her dergi bir siyasal gru
bu temsil ediyordu. Haftalık Kitle gazetesi15 1974 Ocak ayında yayma başla
dı, aynı yılın Haziran ayında savunucusu olduğu TSİP kuruldu. Doğu Perin-
çek ve arkadaşlan aylık Aydınlık dergisini 19 Kasım 1974’te yayma koydu
lar; Halkın Sesi ise 15 Nisan 1975’te yayma başladı. TKP’nin aylık yayın orga
nı Atılım yasadışı olarak Ocak 1974’te çıktı, aylık yasal Ürün dergisi Temmuz
1974’te yayına girdi. Türkiye İşçi Partililer de önce haftalık Yürüyüş dergisi
ni (15 Nisan 1975) ardından partilerini (1 Mayıs 1975) kurdular. Devrimci
Yol’un önceli olan Devrimci Gençlik dergisi Kasım 1975’te, siyasi hareketin
yayın organı olarak düşünülen Devrimci Yol dergisi ise 1 Mayıs 1977’de, Kur-
tuluşçulann aylık Kurtuluş dergisi 1976 Haziran’ında yayına başladı. THKP-
C’liler önce Militan Gençlik’i (5 Nisan 1976) sonra Halkın Yolu’nu (20 Aralık
1976) çıkardılar. THKO’lularm ana grubunun dergisi Halkın Kurtuluşu 2 Şu
bat 1976’da, Mücadele Birlik’in Emeğin Birliği 1 Kasım 1976’da yayma başla
dı. TKP(ML)’liler de iki ayrı grup olarak Halkın Gücü (daha sonra Partizan)
ve Halkın Birliği’ni çıkardılar. Daha pek çok irili ufaklı çevrenin yayın organı
peyderpey değişik tarihlerde yayma girdi, ancak dönemi belirleyen belli baş
lı yayın organları bunlardı.
Haftalık, 15 günlük veya aylık olarak yayınlanan bu dergilerin ortak özel
liği, her derginin diğerlerinden farklı olduklarını ifade eden görüşlerini açık
lamaları ve örgütlenme araçları olmasıydı. Dergilere ilgi, dergileri çıkaranla
rı da şaşırtacak durumdaydı. Tirajları 5 bin ile 40 bin arasında değişiyordu.
Her dergi kurulduğu büyük şehirden kısa sürede, başka şehirlere ve Anado
lu’ya yayılıyor, bürolar ağı oluşturuyor, her dergi bürosu, örgütlenme ve ey
lem merkezine dönüşüyordu. Bu nedenle de sık sık polis baskınlarına uğ-
ruyorlardı. Dergilerin örgütlenmedeki bu ağırlığı, örgütlerin kendilerini in
şa ederek başka araçları ikame etmesi ve 1978 Aralık’ında sıkıyönetim ila
nıyla zayıfladı.
Sol grupların önemli bir bölümü yayınladıkları dergilerle anılıyordu, hatta
15 Ali Taşyapan, Anılarla Geçmişe Yolculuk-2, Duvarın İki Yakası, Tohum Basım Yayın, Birinci Ba
sım, İstanbul, Şubat 2001, s. 212, 213.
16 Kitle, 12 Mart sonrası yayımlanan ilk sosyalist dergi değildi.
bazıları daha sonra doğrudan çıkardıkları yayın organının adını aldılar. Top
lumda ve özellikle de gençlik kesiminde sosyalist yükseliş bütün bu çevrele
rin belirli karşılıklar bulabileceği geniş bir potansiyel barındırıyordu.
1970-72 arasında kurulan ve sonrasını da belirleyecek olan THKP-C, TH-
KO, TIÎKP, TKP(ML) ve TKP’nin örgütsel dayanağı Partizan grubu, öğren
ci hareketinden çıkmış, öğrenci liderleri tarafından kurulmuştu. Aydınların
öncülük ettiği, 1963 sonrası sosyalizmin ılımlı, tedrici gelişmesi, üniversite
li gençliğin 68-69’daki eylemleriyle mecra değiştirmişti. Sosyalizm düşünce
si kısa sürede gençlik içinde diğer toplum kesimlerinde olmadığı ölçüde ge
niş taraftar kitlesine ulaşmıştı. Toplumsal muhalefetin dinamosu haline ge
len gençler, böylelikle sosyalist düşüncenin topluma taşıyıcılığı görevini de
aydınların elinden almış oldu. Bunun sonucu, üniversitelerin politik arayış
ve ayrışmaların merkezi haline gelişiydi.
Siyasi grupların neredeyse tümünün yeniden kurulduğu 1974-76 döne
minde de durum aynıydı. Üniversite kampüsleri, öğrenci yurtları, demekleri
tıpkı 1968-70 yılları gibi yine hararetli politik tartışma ve ayrışmaların mer
keziydi. Bu kez öğrenci hareketi, 1968-69’dakinden çok daha yaygın ve po-
litizeydi. Bir yıl içinde öğrenci eylemleri büyük şehirlerdeki neredeyse bü
tün üniversite ve yüksekokulları sarmış, taşradakilere de yayılmıştı. Bir di
ğer fark, politik tartışmaların bu kez sağcı komando saldırılarının boğucu at
mosferi altında sürüyor olmasıydı.
Kuşkusuz sosyalizm başta öğretmenler, işçiler olmak üzere diğer toplum
sal kesimlerde de geçmiştekinden çok daha geniş bir ilgi uyandırmıştı. Ama
öğrenciler diğerlerinden tamamen ayrılarak, politik hareketlerin kurucula
rı, yöneticileri ve militanları oldu; çok daha hareketliydiler; üniversitelerle
kalmıyor, köylerde, mahallelerde, hatta fabrikalarda politik çalışmalara ön
cülük ediyor, her türlü direnişte boy gösteriyorlardı. Halka “sosyalist bilinç”
taşıyan “fiili öncüler”, “profesyonel devrimci”lerdi.17
1 Sosyalist Parti için Teori ve Pratik Birliği dergisinden Oya Baydar, Çağatay Anadol, Ahmet Kaç
maz, Yalçın Yusufoğlu, Doktor’un Sosyalist gazetesinden İbrahim Seven, Hidayet Kaya, Mehmet
Yücel, THKP-C’den Esat Korkmaz, TİP’ten Veli Gürcan bunlardan bazılarıydı.
2 1920-1951 dönemi TKP’sini, 1973 sonrası TKP’sinden ayırmak amacıyla bu terimi kullanmayı
tercih ettim.
nin üstlendiği yasal Vatan Partisi’ni kurmuştu. 21 yılını hapishanelerde geçi
ren ve direngenliği ile 68 gençliğinin saygısını kazanan Kıvılcımlı, bu yıllar
da fikirleriyle etkide bulunmaya çalıştı. Çevresinde hep bir sempatizan kitle
si vardı, ancak politik bir lider olarak öne çıkamadı. 1966’da Yapı işçileri Sen
dikası, 1967’de Sosyalist gazetesi, 1968’de de Pahalılık ve işsizlikle Savaş Der-
neği’nin kuruluşuna önayak oldu. Bu örgütlenme çalışmaları, dönemin diğer
kitle örgütleri ve yayınlan göz önüne alındığında, küçük gruplardı.
TSlP’i kuracak olan, farklı eğilimlerden sosyalistler, kendi içindeki ideolo
ji, örgüt ve politikaya dair net fikirlere ulaşmadan, 1973 sonlarında 12 Mart
rejiminden çıkıldığını ve ciddi bir sol yükselişin olduğunu gözlemleyerek,
demekler, dergiler ve nihayet yasal sosyalist parti kurmaya girişti. 1973 son
larından itibaren İstanbul, Ankara, İzmir, Sakarya, Adana ve Bursa’da Yük
sek Öğretim Kültür Dernekleri kuruldu. Teorik yayın organı olarak öngörü
len İlke, 1 Ocak 1974’te yaym faaliyetine başladı. Derginin künyesinde sahi
bi ve yazı işleri müdürü olarak, daha sonra TKP’ye geçecek olan, Oya Bay-
dar ile Aydm Engin yer alıyordu. Haftalık gazete Kitle, 27 Mart 1974’te yayın
hayatına başladı. 14 Haziran 1974’te de TSİP kuruldu. Partinin 15 kurucu
su3 bulunuyordu. İlk yönetim kurulu toplantısında genel başkanlığa Ahmet
Kaçmaz, genel sekreterliğe de Yalçın Yusufoğlu getirildi.4
Parti amacının farklı görüşlere sahip olsa da “tüm işçi sınıfı sosyalistlerini
tek çatı altında bir araya”-getirmek olduğunu söylüyordu. Genel Başkan Ah
met Kaçmaz şöyle diyordu:
“Parti saflarına katılmak için tüzük ve programı ana hatlanyla benimse
mek yeterlidir. Strateji ve taktik anlaşmazlıklan şu anda olabilir. Ancak unu
tulmamalıdır ki, strateji ve taktikler ancak bir siyasi örgüt içinde oluşturu
lup tayin edilebilir.”5 Kaçmaz, herkese partiye katılma çağnsı yaparken Meh
met Ali Aybar, Aydınlık çevrelerini ve silahlı mücadeleyi savunanları kaste
derek ayrı tuttukları kesimleri şöyle tarif ediyordu: “Güler yüzlü sosyalizm
uydurukçüluğuyla, özünde sosyalizme karşı çıkanların, işçi sınıfının dev
3 Partinin kurucuları şunlardı: Ahmet Kaçmaz (yüksek mühendis), Ali Kar (kömür işletmelerin
de işçi), Aydoğan Gezer (Tüm Sağlık tş Sendikası Genel Sekreteri), Ayhan Çekiç (döşeme işçi
si), Burhan Şahin (Basın İş Sendikası Genel Başkanı), Cemal Çelik (kauçuk işçisi), Cemal Öz
den (lastik işçisi), Hamdi Gülen (tekstil işçisi), Hikmet Karahan (kimya işçisi), İbrahim Şahin
(metal işçisi), İsmail Güldal (kahveci), Mehmet Şahin (tekstil işçisi), Oya Baydar (gazeteci), Os
man Sercan (dokuma işçisi), Yalçın Yusufoğlu (jeofizikçi).
4 Partinin Merkez Yürütme ve Genel Yönetim Kurulu üyeleri ve görev dağılımı şöyleydi: Genel
Başkan: Ahmet Kaçmaz; Genel Sekreter: Yalçın Yusufoğlu; Genel Sayman: Mehmet Şahin; Teş
kilatlanma Sekreteri: Çağatay Anadol; Eğitim Propaganda: Oya Baydar; MYK üyeleri: Burhan
Şahin, İbrahim Seven, Veli Gürcan, Aydoğan Gezer; Genel Yönetim Kurulu üyeleri: Osman Ser
can, Ali Kar, Ayhan Çekiç, Cemal Çelik, Cemal Özden, Hamdi Gülen, Hikmet Karahan, İbra
him Şahin, İsmail Güldal, Halil Çelimli, İsmail Keresteci, Yaşar Çarkın... (ilke, Temmuz 1974,
sayı 7, s. 26.)
5 İlke, sayı 8, Ağustos 1974.
rimci potansiyelini ve tarihsel öncülüğünü sözde olmasa da özde yok sayıp
köylü mücadelesini esas alanların, ve devrimciliği sadece yiğitlik, fedakâr
lık ve kendini sakınmazlıkla mücehhez kişilerin zamansız mücadelesi ola
rak görenlerin...”6
Bu ifadeler, eski örgüt ve düşünce tarzlarının 12 Mart’la yenilgiye uğradı
ğını düşünen arayış içindeki her kesimden sosyalisti tek çatı altında toplama
umudunu yansıtıyordu. TlP’in mücadeleyi parlamentoyla sınırlama hatasına
düşülmeyecek, kitlelerden kopuk gerilla savaşı teorilerine -k i bunların o saf
lardaki dağılmayla birlikte prestijlerini kaybettiği varsayılıyordu- prim ver
meyecek, geleneksel Marksist-Leninist ilkeler çerçevesinde işçi sınıfı ve kit
leler merkezli bir politika izlenecekti.
Grup dar ilişkilerden ibaretken parti ve derneklerin kuruluşuyla geniş bir
ilgi gördü. O denli geniş bir sosyalist potansiyel vardı ki kısa sürede büyük
şehirlerde ve Anadolu’da onlarca parti örgütü doğdu. Yüksek öğrenim der
neklerine yüzlerce öğrenci akm etti. Politik sürece sosyalist partiyle müda
hale etme düşüncesi pratikte karşılığını bulmuş, grup haklı çıkmış görünü
yordu.
Parti öğrenci eylemlerinden işçi grevlerine kadar Türkiye’nin her yerin
de ortaya çıkan toplumsal muhalefetle buluşmak için adeta koşturdu. Hazır
bir örgütlenmeye sahip olunmadığı için örgütler bu toplumsal kabarış için
de kurulmak durumundaydı.
Siyasal gündem ise yoğundu: Genel af tartışmalarıyla çalkalanan Türkiye,
1974 Temmuz’unda Kıbrıs’a müdahale etmiş, aynı yılın sonunda Ecevit’in
istifasıyla hükümet krizi patlak vermişti. 1974 sonu (Şahin Aydın) ve 1975
başı (Kerim Yaman) ülkücü komandoların ilk siyasal cinayetlerine ve buna
karşı üniversiteli gençliğin ilk büyük gösterilerine sahne olmuştu. Bu göste
rilere binlerce öğrenci katılıyordu. Üniversitelerde onbinlerce öğrenciyi kap
sayan boykotlar, işgal ve “sağ-sol çatışması” olarak nitelenen Ülkü. Ocaklı
gruplarla devrimci öğrenciler arasındaki çatışmalar şiddetleniyordu.
TSİP, Kıbrıs harekâtından ülkücülerin saldırılarına, Türkiye’nin Herhangi
bir yerinde süren greve pek çok olaya yetişebilmek amacıyla binlerce bildi
ri dağıttı, afişler astı, miting ve kapalı salon toplantıları yaptı. Her olay kar
şısında bir basın açıklaması yaparak tutum almaya çalıştı. Belirli bir plandan
yoksun ve oldukça kaotik görünen parti eylemleri içinde göze çarpan Ekim
1974’te işçilerin sendika seçme özgürlüğü demek olan referandum hakkı
için başlatılan kampanyaydı. Kampanya ulaşılabilen güçlerle ve yapılabilen
lerle sınırlı kalmakla birlikte, zamanlaması yerindeydi. İşçi direnişlerinin ço
ğu referandum hakkı için yapılıyordu. 1974 Ekim’inde İstanbul’da 17 sendi
kanın şubesiyle yapılan referandum toplantısında bir yasa taslağı hazırlan-
ması kararlaştırıldı. Taslak hazırlandı ve TSlP’in dergilerinde yayınlandı. Çe
şitli afiş ve bildiriler hazırlayan TSlP’liler kampanyanın ilk kitlesel toplantı
sını yaklaşık 300 işçinin katıldığı Gültepe’de bir düğün salonunda yaptılar.
Benzer kapalı salon toplantıları hem İstanbul’da hem diğer bazı illerde sınır
lı da olsa tekrarlandı. İzmir’de 9 Kasım’da sendika şubelerinin düzenlediği
mitinge 4 bin civarında işçi katıldı. 1975 Şubat’mda da Çalışma Bakanlığı bir
genelge yayımlayarak, yetki sorununun aşılması için mahkemelerin referan
dum karan vermesini istedi. Referandum hakkı kazanılmıştı.
Bir başka dikkate değer tepki 1975 Ocak’ında Viranşehir’de 18 köylünün
jandarma tarafından öldürülmesine karşı verileniydi. Yayınlannda bu konu
yu işleyen parti, bildiri ve afişler hazırladı, İstanbul’da bir miting için başvur
du. Sıkıyönetim Komutanlığı’nm mitinge izin vermemesi, polisle partililer
arasında Beyazıt ve Laleli çevresinde saatler süren çatışmaya yol açtı. Viran
şehir olaylan ve TÖB-DER’in planladığı “Faşizmi, Pahalılığı ve İşsizliği Pro
testo Mitingleri” nedeniyle parti hem MHP’nin hem de polisin hedefi hali
ne geldi. MHP lideri Alparslan Türkeş, TSlP’i suçlayarak, “Komünistler bü
yük olaylar hazırlığında” dedi.7 TÖB-DER’in kampanyası sağcı basında “va
tan haini güçlerin Yunanistan lehine güç dengesi oluşturma çabası” diye de
ğerlendiriliyor, “bu hainlerin icabına bakılması” isteniyordu. Mitingler sağcı
toplulukların saldmlanna uğradı, diğer yandan parti örgütleri, dergi bürola
rı basılmaya, TSİP taraftarları gözaltına alınmaya başlandı. İstanbul’da Laleli
ve Fatih’teki ilçe binalanna mahkeme izni olmadan girmek isteyen polislere
partililer saatlerce direnerek izin vermediler. Polis sis bombalan yardımıyla
ve zorla içeriye girdi. Her iki olayda toplam 78 partili gözaltına alındı. Anka
ra, Eskişehir ve Bursa’daki parti örgütleri polis tarafından basıldı. TSlP’liler,
polisin İstanbul’da arama sonucu mühürlediği parti binalarını, anayasaya ay-
kın olduğu gerekçesiyle mühürleri sökerek açtılar.
Viranşehir olaylarının sıkıyönetim yasaklarına rağmen protestosu, polis
baskınlarına karşı parti binalarındaki direnişler, sonradan kurulacak diğer
legal partilerle kıyaslandığında TSİP’e militan bir karakter veriyordu.
Kuruluşundan itibaren henüz rakiplerinin ortaya çıkmadığı bu ilk aylar
boyunca TStP, bir taban yaratarak sosyalist solda sesini duyuran örgüt ol
mayı başardı. Başta öğretmen hareketi olmak üzere, üniversite gençliği için
de hatırı sayılır bir güç oluşturdu. Taraftarlan TÖB-DER’in 1975 Haziran’ın-
daki kongresinde yönetime geldi.8 Öğretmen hareketi üzerinde yönetim ka
tında bu etkinlik, 12 Eylül 1980’e kadar da sürdü. Üniversiteli gençlik içinde
TSİP’lilere göre Vatan Partisi “sosyal faşist çizgisiyle sosyalizm dışı”, Sos
yalist Parti “burjuva sosyalizmini” savunmasıyla “sosyalist sayılaniaz”dı;
TEP ise kuruluşundan bu yana bir gelişme göstermemişti.9
Burada aynı çizgideki en önemli rakip TlP’ti kuşkusuz. Çünkü TSİP yöne
ticileri, eski TİP’lileri ve tabanını kendi çatılan altında toplamayı umut edi
yordu. Bu beklenti, ilkin partinin kuruluşu sırasında cezaevinde bulunan Be
hice Boran’la yapılan görüşmede boşa çıkmıştı; Boran böyle bir oluşuma des
tek vermiyordu. Zaten Boran liderliğindeki eski TİP’lilerin geçmişte kendi
lerine muhalefet eden bir grupla, aynı görüşleri paylaşmadıklan Kıvılcımlı-
cılarla üstelik Kıvılcımlı’nm görüşleri ekseninde bir araya gelmesi düşünüle
mezdi. Eski TİP genel başkanlanndan Şaban Yıldız, bir basın toplantısı dü
9 İlke, sayı 18, Haziran 1975.
zenleyerek o sıralarda kurulmasına uğraşılan partiyle TİP’in hiçbir ilgisinin
olmadığını açıklamış ve TİP’in kurulacağı mesajım vermişti.
Yıldız’m açıklamasıyla TÎP’in kurulma olasılığını, TSÎP’liler “işçi sınıfı ha
reketini bölecek can sıkıcı gelişme” olarak karşıladı önce. Bu olasılık kesin
lik kazandığında ise dillerini sertleştirdiler: “Bugün TSİP’ten başka partile
rin kurulması, zorlama olacak, böyle girişimler çıksa bile, sınıf zemini bu
lamayan sözde partiler kendi tarihi ihanetleri ile birlikte kısa zamanda yok
olup gideceklerdir.” Dergilerinde haftalar süren TIP eleştirilerine yer verdi
ler; TİP’in “reformist” ve “düzen sınırlan içinde” mücadele ettiğini, kurula
cak partinin de elitist bir karakter taşıyacağını ve sendika bürokratlarından
oluşacağını savundular. Şöyle diyorlardı:
TSlP’in karşısına dikilen diğer engel DİSK’ti. 1974 sonrası DİSK yeni sen
dikaların katılımlanyla büyüdüğünde ve o sıralar işçi direnişlerinin pek ço
ğu DİSK’in yetki sahibi olması için yapıldığında DİSK’in sosyalist işçi hare
keti açısından önemi daha da artmıştı. Ama 1973 seçimlerinde CHP’yi des
tekleyen DİSK yöneticileri, sendikacılann da kurucu olarak yer aldığı, kon
federasyon içinde etkinlik kurmayı amaçlayan sosyalist partileri iktidarları
için tehdit olarak görüyordu, bu partilerin eleştirilerinden hoşnut değillerdi.
1975 Şubat’ındaki DİSK genel kurulu bu hoşnutsuzluğu karşılıklı açığa vur
du: DİSK yöneticileri sosyalist partileri “işçi sınıfına ihanet”le, sosyalist par
tiler de DİSK yönetimini “CHP kuyrukçusu” diye eleştirdi. TSÎP ile TİP’in
DİSK eleştirileri aynı paralelde yürüyordu: DİSK yöneticileri konfederasyo
nu CHP’lileştirmek istiyordu. İki partinin DİSK’teki kaderleri de eleştirileri
gibi aynı oldu. Her iki partinin konfederasyona üye sendikalardaki etkinlik
leri taraftarlannm TKP kadrolan eliyle tasfiye edilmesiyle kırıldı. Kuşkusuz
bundan asıl zarar gören, ileride göreceğimiz gibi, DİSK içinde TSİP’ten çok
daha fazla gücü olan TİP’li sendikalardı.
Ama artık o geleneğin temsilcisi iddiasındaki TKP ve TÎP vardı. TSİP yö
neticilerinin bu yeni koşullarda -Genel Başkan Kaçmaz’ın kongrede dedi
ği gibi- “bir yandan revizyonizmin, diğer yandan sol maceracılığın genişle
mesiyle” işi hayli zorlaşan TSİP’e yeni bir yön aramaktan başka şansı yoktu.
İlk olarak, daha önce dergilerde makalelerine yer verilen ve kitapları basılan
Doktor Hikmet Kıvılcımlı’nın görüşleriyle bağlar koparıldı. Kongre kararın
da şöyle deniyordu:
80
Türkiye sosyalist hareketinde Kmlcımlı’nm dünya görüşünün eleştirilip kü
çük burjuva nitelikte olduğu gösterilmiştir. TSİP önümüzdeki dönemde Kı-
vılcımlı’mn sosyalizmin temel meseleleri ve bunların ülkemiz şartlarına uy
gulanması konulanndaki teorik ve pratik çalışmalarını da eleştirerek Kıvıl-
cunlı eleştirisinin tamamlanmasını ideolojik çalışma görevlerinden ihmal
edilmemesi gereken biri olarak görür.14
Sosyalist bir parti olmasına rağmen sosyalist hareket içindeki bölücü, grup-
çu ve ayrılıkçı bir tutum izlemekte olan ve halen de bu tutumunda ısrar eden
TİP’in bu politikası hem sosyalist hareketimize, hem de demokrasi saflarına
zarar getirdiği için bu yanlış politikanın teşhir ve tecrit edilip TİP’in doğru
yola çekilmesini sağlamak amacıyla hiçbir seçim bölgesinde TÎP’in desteklen
memesi, TİP’e oy verilmemesi için yurttaşlara çağrı yapılması...18
TSIP adeta, ilk kongrede parti içi muhalefetin dediği gibi bir “geçiş par
tisi” gibiydi. 1975 yılında kurulan Genç Sosyalistler Birliği (GSB) TKP’ye,
1977’de kurulan Sosyalist Gençler Birliği (SGB) de 1978’de ayrılan muhale
fete katılmıştı.23 1. Kongre’de TSİP’i geçiş partisi görenler de zaten TKP’ye
geçmişti. İlk yüksek öğrenim demeklerini kurmalarına karşın bunların tü
münün yönetimi birkaç ay içinde diğer grupların eline geçmişti.
Sosyalist grupların ortaya çıkmasıyla henüz bir yıl bile geçmeden partinin
gerilemeye başlaması ve kopmalar, örgütün temellerinin sağlam olmayışıyla
bağlantılıydı. Farklı görüşlerdeki insanlardan müteşekkildi ve bu farklılıklar
her fırsatta ortaya çıktı. Parti Doktor Hikmet Kıvılcımlı’nın görüşlerini ek
sen alarak işe başlamış, bir yıl sonra onu mahkûm etmişti. Öngördüğü değil,
hep pratiğin zorladığı bir doğrultu oluşturmaya çalıştı.
İktidara karşı etkili bir muhalefet oluşturmak için TSİP, solda güç bir
liğinin oluşturulması gerektiğini savundu. Ama “goşistler” ve “Maocular”
bu güç birliğinin dışındaydı. Goşistler “lümpen, birbiriyle rekabet eden,
gizli servisler tarafından manüple edilen, üç beş kişinin bir araya, geldiği
grupçuklar”dı,24 “Maocular” ise “karşı devrimci”. TSlP’lilere göre yalnızca
sosyalist değil “demokrat” olmanın koşulu da “Maoculuğa karşı olmak”tan
geçiyordu.25
TSİP’liler, DİSK’in solda güç birliğinin öncüsü olması gerektiğini düşünü
yordu. Özellikle DİSK’te TKP etkinliğinin kırıldığı 1977 genel kurulundan
86
soruşturma önergesi vermişti.27 Ülke içindeki illegal örgütün yöneticisi Ça
ğatay Anadol’un aralarında bulunduğu pek çok partili Temmuz 1985’te-
ki polis operasyonlarıyla gözaltına alındılar. Çağatay Anadol, beş yıl cezae
vinde tutuklu kaldı. TSlP’liler 1983’te yasal alanda edebiyat dergisi Düşün’ü,
1990’datia Görüş dergisini yayınladılar. TSlP’liler adına Sosyalist Birlik Par-
tisi’nde sosyalistlerin birlik çalışmalarını Çağatay Anadol yürüttü.
TSlP’liler, SBP çatısı altında faaliyetlerini sürdürmek üzere kendini feshet
tikten ve BSP-ÖDP ile devam eden birlik projeleri içinde faaliyetlerini sür
dürürken, eski MYK üyelerinden Turgut Koçak’m öncülük ettiği bir grup
TSİP’i 3 Ocak 1993’te yeniden kurdu.
Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’nin (TSİP) genel başkanlığını yapan Ahmet
Kaçmaz, 1989’da yaptığı değerlendirmede şöyle diyordu:
...inanıyorum ki, çalışan insanlar açısından TSİP için tarihin hükmü negatif
olmayacak. Başka türlü söylersem, ileride insanlarımız “TSİP olmasaydı da
ha iyi olurdu” demeyecekler. TSİP varlığının ne derece olumlu olduğuna ge
lince... Emekçi halkın bahtını karartacak ciddi yanılgılara düşmediğimiz ka
nısındayım.28
27 Yolsuzlukla suçlanan Tahsin Şahinkaya, Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in isteği üzerine mal
varlığını açıkladı. Meclis soruşturması açılması ise Meclis’te çoğunluğu ellerinde bulunduran
ANAP’lı milletvekillerince engellendi.
28 Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, cilt 7, iletişim Yayınlan, s. 2259.
TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİ (TİP)
İkinci TİP
Türkiye İşçi Partisi denilince akla Meclis’te 15 milletvekiliyle sosyalist bir
grup kuran, genel başkanlığını Mehmet Ali Aybar’ın yaptığı 1960’lann Tür
kiye İşçi Partisi gelir. 12 Mart darbesinden sonra kapatılıp da 1975’te ye
niden kurulduğunda artık eski TİP’ten değil, diğerleri gibi yeni bir siyasal
gruptan söz edilebilir. Bu nedenle sosyalist hareketin tarihi açısından da iki
farklı TİP vardır. İkinci TİP, dönemin bölünme çizgisinin ana eksenlerinden
biri olan ÇKP-SBKP uluslararası saflaşması içinde kendisini SBKP’den yana
tanımladı. Doğrudan ilişki içinde olmamakla birlikte, SBKP’nin genel politik
görüşünün paralelinde, yasal bir sosyalist partiydi.
Parti içi muhalif bir grup oluşturan Behice Boran ve arkadaşları, genel baş
kan Aybar’ın istifasının ardından 29-31 Ekim 1970 tarihlerinde yapılan 4.
Kongre’de partinin yönetimine geldi. Bu sırada Aybar da dahil sosyalistlerin
çoğunluğu partiden uzaklaşmış ya da artık bir beklentileri kalmamıştı. Ye
ni yönetim, Aybar ve arkadaşlarının1 aksine “uluslararası komünist hareket
1 Mehmet Ali Aybar ve arkadaşları, Türkiye’ye özgü sosyalizm arayışıyla özellikle SBKP’de cisimle-
şen geleneksel sosyalizm anlayışına karşı çıkıyordu. Hem 1960’lardaki rolü hem de görüşleriyle
Türkiye sosyalist hareketinde özgün bir yere sahip olan Mehmet Ali Aybar, yukarıdan aşağı ör
gütlenen Leninist parti modelini, tek parti iktidarı demek olan proletarya diktatörlüğünü redde
diyordu. Sovyetler Birliği’nin Çekoslovakya’ya müdahalesine karşı çıkması nedeniyle patlak ve
ren tartışmalar sırasında hem gerilla savaşı modellerini benimseyecek gençler hem de SBKP çiz
gisini savunacak olanlarca şiddetle eleştirildi. Aybar ve arkadaşları iki yıl sonra adını değiştir
dikleri Sosyalist Parti’yi 1975’te kurdu. Partinin kurucularından Kemal Nebioğlu, aynı zamanda
DİSK’in kurucusu beş sendikadan biri olan Gıda-lş’in genel başkamydı ve DİSK Yürütme Kuru-
lu’nda sosyalist bir partiye üye tek kişiydi. Parti tüzüğünde genel başkan dahil, yöneticilerin iki
kez aynı göreve getirilemeyeceği yer alıyordu. Nitekim Aybar, genel başkanlığı bıraktı ve yerine
Cenan Bıçakçı getirildi. 1995’te kendini feshederek, ÖDP’nin oluşum sürecine katıldı.
le uyumlu” politikayı savunuyordu. “Bilimsel sosyalizm” olarak niteledikleri
bu görüş açısı, SBKP ve onun etrafında toplanmış komünist partilere paralel
bir siyasi duruşu ifade ediyordu.
Yeni yönetimi altında TÎP, “bilimsel sosyalist” bir kimliğe kavuşmuş olsa
da üniversiteli gençliğin boykot ve işgalleri, THKO ve THKP-C’nin silahlı ey
lemleri ve radikal Kemalist subayların “sol cunta” hazırlıklarıyla çalkalandı-
ğı bir atmosferde politik bir etkide bulunabilmekten uzaktı.
Mehmet Ali Aybar, TlP’in bu yeni yönetiminin “özgürlükçü sosyalizm”
anlayışına karşı “dogmatik, bürokratik sosyalizmi” getirdiğini, “profesyo
nel kadro” yaratmak uğruna “yatay çalışmayı” bıraktığını ve “bir yıllık yö
netiminde partiyi tarihten sildiğini” ileri sürmüştür. “Yeni kurulan TİP’in
kapattırılan TİP’le hiçbir ilişkisi yoktur. Yeni TİP, dogmacı, bürokratik bir
partidir.”2 Aybar şu eleştirileri yöneltiyordu:
4 Kurtuluşçular bu yüzden bazı illerde aday gösteremediklerini yazmıştı. Kurtuluş, sayı 32, Ağus
tos 1979.
du: “işçi sınıfımızda sosyalist bir birikim vardır ve bu birikim bölünmüş de
ğildir. O kadar değildir ki, kendisinden saymadığı girişimlere uzak durmak
tadır. Bu birikimin 1961’den bu yana oluşmasında toplumun genel gelişimi
nin, sosyalist yayınların vb.lerin payı her ne olursa olsun asıl büyük pay Tür
kiye İşçi Partisi’nindir.”
Aynı derginin 3. sayısında da eski TİP’in örgütlenme ve oy potansiyeli
ne ulaşabilecekleri inancı dile getiriliyordu: “Kurulacak parti, tarihsel plan
da sosyalist hareketin ve TtP’in devamı olacak. Bu bakımdan onun yarattığı
kadroların ve birikimin üzerinde yükselecek. Bu, yeni partinin önemli ola
naklarından biri. TtP’in 71 öncesinde 60’a yakın ilde örgütlü olduğu, işçi ve
emekçi sınıflar içinde uç verdiği ve 300 bine yakın oyu kontrol ettiği hatırla
nırsa bu olanak küçümsenemez.”5 Beş yıl sonra ise Behice Boran, “Türkiye
İşçi Partisi’nin potansiyelini yanlış değerlendirdik”6 diyecekti.
TİP’liler mevcut sosyalist partilerin kitle örgütlerinde, özellikle de DİSK
içerisinde kendilerine rakip olamayacaklarına da inanıyordu.
Yanılgılara dayalı bu kendine güven 1977 seçimlerinin sonuçlan almana
kadar sosyalist solda güç birliği sorununa yaklaşıma da yansıdı. Genel Baş
kan Boran, “Tepeden güç ve eylem birliği görüşmeleri”ni yararlı bulmadığı
nı, birliğin tabanda, yerel düzeyde gerçekleşeceğini söylüyordu. Dolayısıyla
sosyalistler arasında yalnızca politik birliğe değil, güncel gelişmeler karşısın
da geliştirilecek geçici eylem ve güç birliklerine de inanmıyordu. İleride gö
receğimiz gibi, TİP aslında CHP dışında solda ittifaka değer bir sol gücün ol
madığı kanısındaydı.
1 Mayıs 1975’ten 1979 Ekim’ine kadar geçen 4 yıl 5 aylık sürede MYK, top
lam 135 gün toplantı halinde bulunmuştur. Bu ise 12 günde 1 gün toplan
tı demektir. Tüzük uyarınca olağan olarak ayda bir toplamldığma ve toplan
tı süresi iki gün olarak planlandığına, arada olağanüstü toplantılar da yapıl
dığına göre bu rakam doğaldır. Oysa ekimden bu yana geçen 10 ay içinde 63
gün toplantıyla geçmiştir; böylece her 4 .7 günde 1 gün toplantıyla geçmiş ol
maktadır. Ayrıca toplantı süreleri de normal iki günü çok aşarak toplantı sa
yısına düşen ortalama gün sayısı 5 günün üstüne çıkmıştır. Başkanlık kuru
Hüsamettin Bakan (Türkiye Kimya tş Sendikası Genel Sekreteri, DİSK Genel Yönetim Kurulu
üyesi), Haşan Bedri Doğanay (Sosyal-tş Sendikası Genel Örgütlenme Sekreteri, DİSK1Temsilci
ler Meclisi üyesi), Dinçer Doğu (Türkiye Kimya İş Sendikası Genel Başkam, DİSK Temsilciler
Meclisi üyesi), Rıza Erdoğan (Turizm-lş Genel Sekreteri, DİSK Genel Yönetim Kurulu üyesi),
Turgut Gökdere (Turizm-lş Sendikası Genel Başkanı DİSK Genel Yönetim Kurulu üyesi), Ûz-
can Keskeç (Sosyal-lş Genel Başkanı, DİSK Genel Başkan Vekili), Zeki Kılıç (Tek-Bank-lş Ge
nel Sekreteri), Derviş Sabır (Türkiye Gıda-lş Sendikası Mersin Bölge Temsilcisi). 21 kişilik ilk
Merkez Yürütme Kurulu’nda ise şu sendikacılar bulunuyordu: Dinçer Doğu, Turgut Gökdere,
Özcan Keskeç, Zeki Kılıç. TlP’in kurucuları içinde bulunan Mehdi Zana, sonraları Kemal Bur-
kay’ın liderliğini yaptığı Özgürlük Yolu grubuna geçti. Zana, 1977 mahalli seçimlerinde Diyar
bakır Belediye Başkanı seçildi. 12 Eylül darbesinde tutuklanan Zana, Diyarbakır Sıkıyönetim
Komutanlığı 1 No’lu Askeri Mahkemesi’nde görülen 207 sanıklı Özgürlük Yolu davasında 24
yıl hapis cezasına çarptınldı. Uzun yıllar hapiste kaldı.
8 Çark Başak, sayı 47.
9 Çark Başak, sayı 77. Bkz. Parti içinde açılan genel tartışma sonucunda ortaya çıkan karar taslak
ları.
lunun ayrı bir kurul olarak toplantıları da bu 10 ay içinde 4 7 gün sürdüğün
den Başkanlık Kurulu üyeleri için her 2 .7 günde bir gün, yani aradan daha
iki gün geçmeden üçüncü gün merkez kurullarının toplantılarında geçmiş
olmaktadır..10
Sola yaklaşım
TİP kendisini, uluslararası alanda SBKP’nin öncülük ettiği komünist parti
ler topluluğunun bir parçası kabul ediyordu. Bu, SBKP-ÇKP arasındaki düş
manlık düzeyindeki kamplaşmada taraf olmak demekti. Sosyalist akım ve
gruplara ilişkin değerlendirmeler de bu kamplaşmanın perspektifleriyle ya
pılıyordu. Buna göre, ÇKP’yi savunan veya ideolojik-politik görüşleriyle ör-
tüşen grup ve akımlar Maoist, dolayısıyla işçi sınıfı düşmanlarıydı. İşçi sını
fı mücadelesini saptıran diğer düşman akım, silahlı mücadeleyi savunan go
şizmdi. Türkiye’de TDKP, TKP(ML), TlKP gibi ÇKP veya AEP görüşleri
ni savunan gruplar, Maoist ya da anti-Sovyetik “düşmanlar” cephesindey
di. Devrimci Yol, Devrimci Sol, Kurtuluş gibi gruplar ise goşisttiler. Kuşku
suz “işçi sınıfına düşman sapkın akımlar” “Maoizm” ve “goşizm” ile sınır
lı değildi; ancak sadece bu sınıflandırmayla bile Türkiye’deki sosyalist hare
ketin çoğunluğu “düşman” kampında değerlendirilmiş oluyordu. Maoist ya
da goşist kategorisine girmeyen Mehmet Ali Aybar’ın Sosyalist Devrim Parti
si de, Sovyetler Birliği’ne yönelttiği eleştiriler nedeniyle “anti-Sovyetik” “an-
tikomünist” kabul edilmişti.18
TİP, sol içi çatışmada, silahlı şiddet kullanmamış olsa da özellikle Mao-
• işçi sınıfı hareketi içine sızmaya çalışan “sol” görünümlü gruplardan, grup-
çuklardan sizce nasıl söz edilebilir? Özellikle son konsey sırasında bunlardan bir
bölümümün tavrı açıkça görüldü. Ne düşünüyorsunuz?
- İşçi sınıfından yana görünerek işçi sınıfı hareketi içine sızmaya çalışan
çeşitli “sol” grupçuklann olduğu bir gerçek. Son konseyde bunlardan biri
nin, Maoculann tavnnı açıkça gördük. Maoculuk, Türkiye sosyalist hareke
tinden, işçi sınıfının çeşitli düzeylerdeki mücadelesinden kesinlikle çıkanlıp
atılması gereken bir akım. Bunların harekete verdikleri zarar özellikle son za
manlarda açıkça görülüyor. Ben şahsen, işçi arkadaşlarımla birlikte, 6. Böl
ge içerisinde Maoculuğa, Maoculara karşı en etkin biçimde mücadele etme
yi hareket adına bir görev sayıyorum. İşçi sınıfım bölmeye yönelik, Maocu
luk olsun başkası olsun her türlü sapık akımla mücadelede kararlıyız. Ve bu
mücadeleyi kazanacağız.
DİSK’ten tasfiye
TİP kurulduğunda ülke çapında yaygın bir örgütlülüğe sahip değildi. Se
çimlere katılmak için gerekli olan 15 ilde örgütlenme zorunluluğunu an
yapıyor. “Bu arada bir grup Maocu, işçileri sendikaya karşı kışkırtmak istedi. Ellerindeki ‘Ne
Amerika Ne Rusya’ pankartını direniş çadınna asmak istediler. Fakat işçiler, bu hainlere göz
yummadı. Bu sahte devrimci grup, işçiler tarafından kovalandı.”
21 TKP, merkezi yayın organı Atıhm’da TIP’lilere ağır hakaretlerde bulunuluyordu. Şubat 1976 ta
rihli Atılım’da şu ifadeler yer almıştı: “Bazı yeni TIP’lilerin TKP’ne karşı sistemli biçimde yürüt
tüğü, işçi hareketini bölmeye, sosyalistleri birbirine düşürmeye ve komünistleri polise jum al-
lemeye yönelik kampanyayı da görmezlikten gelemeyiz. Yeni TİP’in belirli yöneticileri arasında
bulunan ve antikomünizm batağına yuvarlanmış olanlar, diğer sapık akımlarla açıkça işbirliği
içinde, komünist militanlan tehdit etmekte, polise ihbar etmekte, MİT’e çağnlarda bulunmak
tadırlar. TKP, komünistler, saldınya uğradığı zaman kendisini her savaş yöntemiyle savunmak
tan geri durmamıştır, durmayacaktır.”
22 Bu üç parti arasında ilk yıllarda karşılıklı hakaret ve aşağılama üslubunun yanı sıra ideolojik tar
tışma düzeyi de son derece düşüktü. Türkiye sosyalist hareketinin 1970’lerdeki ideolojik-politik
düzeyi dikkate alındığında, daha tecrübeli yöneticilere sahip olduğu varsayılabilecek bu üç parti
arasındaki polemiklerin düzeyini göstermesi açısından TİP Birinci Kongresi hakkında eleştiride
bulunan TSİP’lilere Yürüyüş dergisinde verilen “Bilgiç cahillere hatırlatma" başlıklı yaıut bir ör
nek olabilir: “TtP’in Birinci Büyük Kongresi’nin yankılan sürüyor. Büyük Kongre’nin bilinç dü
zeyi ve coşkulu içeriğinin bazı tabela kuruluşlannı şaşırtmasına şaşmamak gerek. Şaşıranların
arasında cehalette inatçılıklanna ‘ortodoks solculuk’ yaftasını layık gören bir avuç TSİP yönetici
si kariyeristler de var. İlke Dergisi’nin son sayısını yine TİP’e ve Birinci Büyük Kongre’ye ayırmış
lar. “Büyük” incelemelerine başlarken hemen bir dipnot düşmüşler. TİP’in ilk kongresine Birin
ci Büyük Kongre denmesini eleştiriyorlar. Bütün incelemelerinin en ‘ciddi’ yanı burası. Sovyet-
ler Birliği Komünist Partisi, ‘Parti Kongresi’ terimini kullanırmış. ‘Büyük Kongre’ deyimini Tür
kiye’de buıjuva partileri kullanırmış. Bu önemli eleştiriyi şöyle tamamlıyorlar: ‘TİP’li arkadaşlar
bu aynntıyı önemsemeseler bile, önemseyen sosyalistlere bir hatırlatmada bulunmak istedik.’ Ne
kadar önemli bir iş yapmışlar. Böylece ne kadar bilgiç ve ne kadar ‘ortodoks’ olduklannı göste
riyorlar. Ancak cehalete dayanan bir ortodoksluk. Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin kongre
lerine s’yezd denir. Birinci, ikinci ve yirmibeşinci s’yezd diye gider. Kuşkusuz, Rusça bir kelime.
Bunun karşılığını ise Moskova basımlı Russko-Turyetskiy Slovar (Rusca-Türkçe sözlük) veriyor.
Sözlüğün 894. sayfasındaki s’yezd kelimesinin karşısında ‘büyük kongre’ yazıyor. Cehalete daya
nan kariyeristlerin ‘ciddi’ eleştirilerine bu kadarlık bir cevap yeter.” (Yürüyüş, sayı 10 6 ,1 9 Nisan
1977, s. 7.) Bu türden, karşısındaki “bilgisiz”, kendisini “bilgili” göstermeyi amaçlayan polemik
yazılanyla, sosyalist gruplann neredeyse tümünün dergilerinde karşılaşmak mümkündür.
cak 5 Haziran 1977 seçimleri nedeniyle 1976 Ağustos’unda tamamlayabil
di. TİP’in gücü, kitle örgütlerinde özellikle de DİSK içinde küçümsenmeye
cek ilişkilere sahip olmasından geliyordu. Parti kurucularından Dinçer Do
ğu DİSK Genel Başkan vekiliydi. Rıza Erdoğan ve Turgut Güçdere yönetim
kurulu üyeleriydiler. Sosyal-lş, Petrol Kimya-lş, Turizm-lş, Tek Bank-lş sen
dikaları TİP’lilerin yönetimindeydi; birçok sendikada da TtP’liler yönetimde
temsil ediliyor veya etkili muhalefet grubu oluşturuyordu.
TİP ile DİSK arasında, geçmişe uzanan bir kuruculuk bağı da vardı. TlP’i
sendikacılar kurmuştu, TİP’li sendikacılar da DİSK’i. DİSK’i kuran sendika
cılar, TİP kurucusu sendikacılar arasındaydı ama bu her iki kuruluşun birbi-
riyle sıkı bir ideolojik-örgütsel bağı olduğu anlamına gelmiyordu.
TİP’liler, hem konfederasyondaki güçlerine dayanarak hem de kurucu
luk bağını ileri sürerek DİSK’i kendi etki alanlarına alabileceklerini düşünü
yordu. DİSK yöneticileri içinse bu, iktidarlarını tehdit eden bir düşüncey
di. TİP’liler, DİSK yöneticilerinin hedefi oldular ve sistemli biçimde tasfiye
edildiler. DİSK’in kurucu ve eski genel sekreterlerinden Kemal Sülker şun
ları yazıyordu:
DİSK’in beşinci genel kurulundan önce yeniden TİP kuruldu. Turgut Gök-
dere, Dinçer Dogu, Ûzcan Keskeç arkadaşlar bu partide kurucu oldular. Parti
genel başkanlığına da Behice Boran getirildi. İşte bu gelişmeden sonra DİSK
genel başkanı sıra ile Gökdere’yi, Dinçer’i, son olarak da Keskeç’i DİSK’ten
uzaklaştırmanın politikasını uyguladı.23
İlk kavga 1975 Mayıs’mdaki DİSK’in 5. Genel Kurulu’nda çıktı. TİP, TSİP
ve bazı sosyalist sendikacılar, DİSK’in CHP’yi destekleme politikasından vaz
geçmesini karara bağlamak istedi. 124 delegenin katıldığı kongrede 58 sos
yalist sendikacının salonu terk etmesine neden olan sert tartışmalardan son
ra alman kararda “İlerici ve önemli bir demokratik güç olduğu inkâr edile
meyen CHP ile de güç birliği yapma doğrultusunda eylem içinde olmanın
büyük yararları olacaktır” ifadeleri yer aldı. Karar CHP’nin desteklenmesi
ya da desteklenmemesi yönünde bir netlik ifade etmiyordu, ama DİSK Ge
nel Başkanı Kemal Türkler, Yankı dergisine “Siyasal partiler içinde CHP, sağ
ve faşist güçlere karşı mücadele veren güçlü bir demokratik kuruluş olduğu
için DİSK 14 Ekim seçimlerinden önce aldığı destekleme karannı bu neden
le kaldırmamış bulunmaktadır” diyordu.
Kemal Türkler, TİP ve TSİP’lilere ağır eleştiriler yöneltiyordu. 22 Hazi-
ran’da İstanbul’da toplanan Maden-lş Birinci Bölge Toplantısı’nda, sosyalist
partileri Türkiye soluna, işçi sınıfına ihanet etmekle suçladı. Türkler, işçi sı
nıfının iktidara “provokatörler tarafından kurulan partilerle değil, kendi ku
23 Vatan, 7 Ağustos 1977.
racağı partisi ile geleceğini” söylüyordu. DİSK Merkez Yönetim Kurulu üye
lerinden Mehmet Kılmç da sosyalist partileri “devrim gevezeleri” diye nite
liyordu: “1960 yılından bu yana işçi sınıfı temsilcilerine ‘işçi sınıfından kop
tular, sendika ağası oldular’ diye saldırıyorlar. Eğer işçi sınıfı, kendi için ha
yatım ortaya koyan liderlerini birtakım devrim gevezelerine yedirirse, bir da
ha lider bulamaz.”24
DİSK yöneticileri ile TİP’li yöneticiler arasında sert suçlama ve polemikler
sonraki aylar ve yıllar boyu devam etti. DİSK yöneticileri, tüzüğün merkeze
tanıdığı yetkileri kullanarak, önce Petrol Kimya-lş ile Kimya-lş’in birleşme
sinin örgütsel birliğe aykırı olduğu iddiasıyla TİP MYK üyesi Dinçer Doğu
ve Özcan Keskeç’e ihtar ve ihraç cezası verdi. Nisan 1976’da bu kez birleşme
kararlarına uymadıkları gerekçesiyle TİP’li Sosyal-lş ve Tek Bank-lş sendika
ları ihraç edildi. 1976 Haziran’mda TİP’lilerin yönetimindeki Petrol Kimya-
lş’in Petkim-lş’e iltihak etmesi kararı alındı. Konfederasyondan ihraç edil
mek ya da karara uymak ikilemiyle karşı karşıya kalan TtP’li Petrol Kimya-
lş yöneticileri, kendisinden çok daha küçük bir sendikaya katılma karanna
uymak zorunda kaldı.25 Aynı yılın Ekim ayında da DİSK yöneticilerinin ça
basıyla Turizm-lş yönetimi TİP’lilerin elinden alındı. TİP’li sendika ve sendi
kacılara yönelik tasfiye girişimleri TİP’lilerin MHP eğilimli Türk Metal-lş’le
şiddetli çatışmalarla geçen yetki savaşının sürdüğü Bursa’daki maden işko
lunda da sürdü. Renault, Mako ve Tofaş’ta süren işçi mücadelelerinin başı
nı TtP’li işçiler çekiyordu.26 Maden-lş sendikasına bağlı işçiler aynı zamanda
Bursa’daki TİP örgütlenmesinin temelini oluşturuyordu. TİP’lilerin 1970’li
yıllarda başını çektikleri işçi mücadelelerinin en göze çarpan örneği olan
Bursa’daki Maden-lş’in TİP’li Bölge Temsilcisi de görevden alındı.
Behice Boran, CHP, DİSK yöneticileri ve TKP arasındaki işbirliğiyle yürü
tülen bu tasfiye hareketiyle ilgili şunlan söylüyordu:
Büyük burjuvazi, CHP ve DİSK üst yönetimi birbirine paralel olarak (belki
de birbiriyle el ele vererek) Türkiye’de solu politik düzeyde CHP’de; ekono-
mik-sendikal düzeyde de sosyaldemokratlaştınlan DİSK’te tutmak çabasın
dadır. DİSK’e bu işleri gördürebilmek için kitlelerdeki yerleşmiş DİSK imajı
CHP müttefik olduğu kadar rakipti de. İlk dönemde yayınlarında sosya
list parti ya da gruplarla polemiğe girmemeye özen gösteren TİP’liler,31 CHP
eleştirilerine bolca yer veriyordu. CHP’deki iç gelişmelerden program eleş
tirisine, sınıfsal niteliğine kadar pek çok makale ve inceleme yayınlandı. Bu,
işçi sınıfı ve emekçi kitleler üzerinde “sosyal demokrasinin saptırıcı etkisini
kırmak” amacını taşıyan bir ideolojik mücadeleydi.
26-27-28 Şubat 1977 tarihlerinde yapılan TİP 1. Kongresi’nde CHP’ye “iş
ve güç birliği” çağrısı karar altına alındı. Kongrenin ertesinde Behice Boran,
CHP Genel Başkanı’na bu doğrultuda bir mektup yazdı ve görüşme çağrı
sında bulundu. 7 Mart 1977’de CHP Genel Merkezi’nde CHP lideri'Bülent
Ecevit, genel sekreter yardımcıları Hasat Esat Işık ve Ali Topuz ile TİP Ge
nel Başkanı Behice Boran ve Genel Sekreter Nihat Sargın görüştüler. CHP’li-
lerin pek de istekli olmadan yaptıkları anlaşılan bu görüşmeden de, güç bir
liği çağrısından da bir sonuç çıkmadı. 12 Eylül öncesi iki parti arasındaki tek
görüşme de bu oldu.
29 Yürüyüş, sayı 26, 7 Ekim 1975.
30 Yürüyüş, sayı 23, 16 Eylül 1975.
31 Yalçın Küçük bir yazısında Ürün, Kitle, Devrimci Gençlik, Demokratik Sol [CHP’yi destekleyen
yayın organı] adlı dergilerin mütemadiyen TIP’e yönelik küfür dolu yazılar yazdığını belirterek,
TIP’in solla neden polemiğe girmediğim şöyle özetliyordu: “Küfürlere cevap yok. İktidara yürü
yen sosyalist hareketin önünde daha ciddi işler var.” Yürüyüş, sayı 61, 8 Haziran 1976.
TİP’in elde edeceği 10-15 milletvekili sayesinde, 1977 seçimleri sonrasın
da CHP’nin tek başına bir hükümet kurmak için gerekli 226 milletvekilinden
12’sinin eksik kaldığı düşünülürse, CHP’yle koalisyon pekâlâ olanaklı ha
le gelebilirdi. TİP Genel Başkanı Behice Boran, 1980’de şunları söyleyecekti:
TİP’in CHP’ye işbirliği çağrısının geniş açılı olduğunu söyleyen Genel Baş
kan Boran, “seçimlere katılıp katılmamak tek seçenek değil” diyordu. Yani
Boran, bir güç birliği halinde CHP lehine seçimlere katılmaktan feragat ede
bileceklerini de söylüyordu.
O güne kadar seçimlere katılmamış olan TÎP’in alabileceği oylar CHP’li-
leri de kaygılandırıyordu. TİP, CHP’nin tek başına iktidara gelmesini ön
leyebilirdi. Basında CHP’yi destekleyen yazarlar, CHP’yi destekleyecekleri
ni açıklayan DİSK yöneticileri, hatta TKP’liler, TlP’in seçimlere katılmasına
CHP oylarını böleceği düşüncesiyle karşıydı. TİP yayın organlarında “İGD’li
goşistlerin”33 seçim afişlerini kapattıkları ve TİP’e karşı propaganda yaptık
larına dair haber ve yorumlar yer alıyordu. TSİP de seçimlerde TlP’in her
türlü işbirliğini reddeden “sekter” ve “grupçu” politikasını “teşhir ve tecrit
etmek” amacıyla TİP’e oy verilmemesi çağrısı yapmıştı.
1977 seçimleri TİP’liler açısından çok büyük önem taşıyordu. 1977 Ni-
san’ında üç gün süren parinin Merkez Yürütme Kurulu toplantısı sonrasın
da şu açıklamayı yaptılar: “Önümüzdeki seçimlerde sekiz yıllık aradan son
ra ilk kez işçi sınıfımız ve emekçi halk kitleleri doğrudan yer almakta, Türki
ye İşçi Partisi seçimlere katılmaktadır. Böylece 1977 Haziran seçimleri, farklı
tutum ve görüntüde olsa da hepsi birer burjuva partisi olan partilerin kendi
aralarındaki yanş olmaktan çıkmakta, işçi sınıfımız ve müttefik emekçi kit
leleriyle burjuvazi arasında sınıf mücadelesinin bir alanı olmaktadır.”34 Par
ti bir önceki yıl 1977 seçimlerine katılabilme hakkını elde etmek için örgüt
lenme kampanyası açmış, 1976 Ağustos’unda gerekli örgütlenmeyi tamam
ladıklarını, hatta bir hayli aştıklarım duyurmuştu.
Genel tartışma TİP içerisinde görüş ayrılıklarını açığa vurdu. Merkez Yö
netim Kurulu üyeleri arasında büyüyen anlaşmazlık, muhalefetin yöneti
min değiştirilmesi istemini ve köklü bir özeleştiriyi içeriyordu. Genel Baş
kan Behice Boran’ın MYK üyeleri arasındaki anlaşmazlıkta merkezden yana
tutum almasıyla Yalçın Cerit, Yavuz Ünal, Gündüz Mutluay ve Orhan Sili-
er Ağustos 1980’de yapılan MYK toplantısında yapılan oylamayla görevlerin
den alındı. Muhalefetin sunduğu karar taslağı da merkez yayın organı Çark
Başak'ta “partiyi inkâra yol açan tasfiyeci anlayışı ifade ettiği” gerekçesiyle
MYK’da reddedildiği notu düşülerek yayımlandı.44
Muhalefet, partinin “sosyalist devrim” anlayışını, antiemperyalist, demok
ratik görevleri reddettiği gerekçesiyle yanlış buluyor, barışçıl geçişin parla-
mentarizmle özdeşleştirildiğini iddia ediyordu. TİP’in “sosyalist devrim” gö
Bu kararlar parti üyelerinin genel ruh haline uygun olarak, TKP’yle hem
yakınlığı hem de ayrılığı resmileştiriyordu. Çünkü “enternasyonal” tarafın
dan resmen tanınan bir TKP vardı, ama TİP kendisini TKP’nin “günümüz
deki örgütlenişi” kabul ediyordu.
2. Kongre kararlarının 1. Kongre kararlarından bir diğer farkı “CHP yöne
timinin politikalarının faşist tırmanışı kolaylaştırdığı, bağımsızlık ve demok
ratikleşme yolunda engeller yarattığı” saptamasına yer verilmesiydi.46
Bir diğer gerçek, partide TKP’yle birleşme eğiliminin güçlenmiş olma
sıydı. 1979 seçim yenilgisi partide genelleşmiş olan bu eğilimi tek seçe
nek haline getirdi. 1980 Mayıs’mda TKP temsilcileriyle Türkiye’de ilk gö
rüşme yapıldı ve birlik için protokol imzalandı. Bulgaristan’da yine üst dü
zey bir görüşmeyle bu kez TKP’nin yurtdışmdaki temsilcileriyle protokol
teyit edildi.
Yasadışı ve barışçıl olmayan mücadele biçimlerinin öne geçtiği 1979-1980
yıllarında TİP de alışılagelmiş çizgisinin dışına çıkmak zorunda kaldı. İstan
bul Sıkıyönetim Komutanlığı 1 Mayıs 1979’da gösterileri önlemek için soka
ğa çıkma yasağı ilan edince, TİP’liler 1 Mayıs hakkı için bu yasağı dinleme
yeceklerini açıkladı. 30 Nisan akşamından İstanbul’a girişler komutanlıkça
yasaklanmıştı. Genel Başkan Behice Boran’m içlerinde bulunduğu 500’e ya
kın TİP yöneticisi, Merter’deki parti binasında toplandılar ve 1 Mayıs günü
sokağa çıkarak 1 Mayıs’ı kutladılar. Güvenlik güçlerinin sert müdahalesiyle
gözaltına alınıp tutuklandılar. TİP, 1 Mayıs hakkının savunulmasının tarih
sel öneminden söz ederek, diğer sol güçleri, özellikle de TKP’yi 1 Mayıs için
mücadele etmemekle suçladı. Bu gösteriyle demokratik hakları korumak
için yasallık sınırlarının dışına çıkacaklarını göstermiş oluyorlardı.
“Faşist katliam girişimlerine karşı silahlı savunma biçimlerinin meşrulu
46 Çark Başak, sayı 57-58, 16 Mart 1979.
ğu” da açıkça savunuldu. Kapatılan Yürüyüş dergisinin yerine çıkan Adımlar
dergisi 1980 Temmuz’unda Çorum’da faşist katliam girişimine karşı sol güç
lerin eylem birliği ve barikat mücadelesini kapağına taşıdı. Kapağında “Fa
şizm halkın barikatlarını aşamadı” denilen derginin iç sayfalarında “devrim
ci görevin” “kendiliğinden gelişen bu mücadele biçimlerinin genelleştirilme
si” olduğu belirtiliyordu.47
TİP Genel Başkanı Behice Boran, Kahramanmaraş, Çorum gibi katliam gi
rişimlerini şöyle yorumluyordu:
Bugün artık Türkiye haritasında “faşist kentler”i, büyük kent planlarında fa
şistlerin kontrolündeki mahalle ve semtleri işaretlemek mümkün. Bu durum
da halk can güvenliğini korumak için nefis müdafaasına itiliyor ve haklı ola
rak faşist saldırılara karşı direnişe geçiyor. Faşist güçler bundan da hoşnut.
İstedikleri bir iç savaş başlatmak ve sonra bunu “devlete isyan” olarak göste
rip orduyu halkın üzerine yürütmek, tam boy bir askersel faşizmi devletin ba
şına oturtmak. Niyet bu, plan bu.48
47 Dergide Çorum’daki sol güçlerin örgütlenişi şöyle anlatılıyor: “Daha önceki olaylar sırasında
oluşturulan ve içinde Maocu Halkın Kurtuluşu dışında, CHP’liler de dahil olmak üzere tüm an-
tifaşistlerin yer aldığı halk komiteleri, böylesine büyük bir saldırıya karşı uzun süredir hazırlıklı
bekliyorlardı... Bu mahallelerin insanları, Alevi-Sünni ayrımı gözetmeksizin, barikatlar ardında
beraberce nöbet tuttular, beraberce direndiler. (...) Halk komiteleri TİP, TSIP, Birlik Dayanışma
[TKP - V.E.] CHP, Dev-Yol, SGB (Bağımsız) [TStP’den ayrılan daha sonra TKP/B olarak örgüt
lenen grup - V.E.] ve diğer gruplar yandaşlarının katılımıyla oluşturuldu. Bu gruplar arasında
olayların başından sonuna kadar son derece olumlu bir eylem birliği gerçekleştirildi,” Adımlar,
sayı 1, 22 Temmuz 1980. Çorum katliamı sırasında TtP taraftan Nurettin Aydemir, üç arkada
şıyla birlikte ağaca bağlanıp kurşuna dizildi.
48 Adımlar, sayı 1 , 2 2 Temmuz 1980.
12 Eylül
TÎP “tam boy açık faşizme” gidilen bir süreçte TKP’yle birliği ve partinin
yeni görevlerine ilişkin genel tartışmanın ardından aldığı kararları 4 Ekim
1980’de yapılacak 3. Kongre’de resmileştirecekti. Ancak 12 Eylül’de aske
ri cunta yönetime el koydu. Cunta tüm siyasi partiler gibi TİP’in de faaliyet
lerini durdurdu. 3. Kongre belirsiz bir tarihe ertelendi. Merkez yayın orga
nı Çark Başak, 14 Eylül’de el yazısıyla ve tek sayfa çıkarak şu kararları par
ti üyelerine duyurdu:
Duyuru,
Emperyalizmin, Nato’nun, işbirlikçi-tekelci-büyük burjuvazinin ve büyük
toprak sahiplerinin gerici faşist iktidarının yeni biçimi olan askeri diktatör
lük zaten kısıtlı olan demokratik hak ve özgürlükleri ortadan kaldırdı. Ana
yasa ilga edildi. Parlamento feshedildi. DİSK’in çalışmaları durduruldu. As
keri diktatörlük siyasi partilerin her kademedeki faaliyetlerini yasakladı. Bu
kapsam içinde Türkiye işçi Partisi’nin de çalışmaları durduruldu.
Parti bu durumu dikkate alarak aşağıdaki noktalan duyurmaktadır:
1- Türkiye İşçi Partisi’nin tüm kademe kurulları dağıtılmıştır.
2- Başkanlık Kurulu’nun son toplantısında alınan kararla “grup çalışması”
içinde olan MYK üyelerinin hareketle ilişkileri dondurulmuştur. Bu kişilerin
parti adına hiçbir yetkileri ve tasarruf haklan yoktur.
3- TIP derin tarihsel ve sınıfsal köklere, güçlü ideolojik, politik, örgütsel
temellere sahip bir harekettir. Hareketin sürekliliği böylesine sağlam kökler
ve temeller üzerinde yükselmektedir.
4- Gün, her hal ve şartta örgütlü olarak görev başında olmak günüdür.
Gün, sınıfa ve partiye güvenme, bu bilince ve kararlılığa sımsıkı sanlma gü
nüdür.
Demokrasi güçlerinin zaferini sağlamak görevi seni bekliyor!
Tüm demokrasi güçlerinin tek cephesini ve demokratik iktidar) yaratmak
seni bekliyor!
Yaşasın ulusal bağımsızlık, barış, demokrasi, sosyalizm mücadelemiz!
Yaşasın bilimsel sosyalizm ve proletarya enternasyonalizmi!
SINIFA ve PARTİYE GÜVEN!
TİP yöneticileri, cunta koşullarında, yasal partiyi feshedip daha dar ye
ni yasadışı ilişkiler kurdu. Genel Başkan Behice Boran, bir süre evinde göz
hapsinde tutuldu. Kalp krizi geçirince hastaneye kaldırıldı; ardından Kasım
1981’de yasal yollardan yurtdışma çıktı. Aynı yıl cuntanın teslim ol çağrısı
na uymayınca vatandaşlıktan çıkarıldı.
Boran’dan başka bazı parti yöneticileri de değişik zamanlarda yurtdışma
çıktılar. Dışarıda partinin devamını sağlayacak yeni bir ilişkiler ağı kurdu
lar. Merkezi yayın organı Çark Başak’m yayınlanması devam etti. Türkiye’de
yasadışı eylemler içerisine girmeyen, ancak yurtdışmdaki merkez komitey
le bağlantılı hareket eden dar bir örgütlenmeyi muhafaza ettiler; Gün, Yarın,
Bilim ve Sanat gibi yasal yayınlar çıkardılar. Bunlar doğrudan politik yayınlar
değil, cunta koşullanna uygun “ezop” diline sahip genel kültür, edebiyat ya
da sanat dergileriydi. Türkiye’deki örgütlenmenin bir başka öncelikli göre
vi, TİP davasıyla dayanışma içinde olmaktı. TİP davası, 15 Nisan 1982’de İs
tanbul 2 No’lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nde açıldı. 23 yönetici ve üye
nin tutuklu yargılandığı yaklaşık 200 kişilik dava, 26 Ocak 1984’te 102 kişi
nin mahkûm olmasıyla sonuçlandı. MYK üyesi 17 kişiden 4’ü 12 yıl, 10’u 8
yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Yurtdışmdaki örgütlenme, partinin 20. kuruluş yıldönümünde TKP’den
gelen birlik önerisine olumlu yanıt verdi. TKP-TÎP yakınlaşması, 1985’ten iti
baren ortak bir partide birleşme görüşmelerine dönüştü. 1987’de birlik çalış
maları olumlu sonuçlandı ve Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP) ku
ruldu. 7 Ekim 1987’de Behice Boran ve Haydar Kutlu Brüksel’de ortak bir ba
sın toplantısıyla partinin kurulduğunu açıkladılar. Açıklamadan üç gün son
ra Behice Boran, kalp krizi geçirerek yaşamını yitirdi. Cenazesi Türkiye’ye ge
tirilen Boran için TBMM’de tören düzenlendi. DSP Genel Başkanı Bülent Ece
vit, SODEP Genel Başkanı Erdal İnönü’nün içinde bulunduğu “merkez sol
dan” sosyalist solun değişik eğilimlerine kadar binlerce insanın katıldığı gör
kemli törenden sonra İstanbul’a getirilen Boran’m cenazesi burada da kalaba
lık bir topluluğun katıldığı bir törenin ardından Zincirlikuyu Mezarlığı’nda
toprağa verildi. Boran’ın cenazesi 12 Eylül sonrası sosyalist solun neredeyse
her rengini içeren geniş katılımlı ilk kitlesel toplantısıydı. Behice Boran, ölü
münden bir yıl önce Almanya’nın Düsseldorf kenti yakınlarında görüştüğü
gazeteci Uğur Mumcu’ya “Her şeyi düşünmüştüm bu işlere girerken. Hapis
yatmayı, baskılan, şunu bunu... Ama yetmiş altı yaşında, bir yabancı ülkede
sürgün yaşamak hiç aklıma gelmemişti...”49 demişti.
49 Uğur Mumcu, Bir Uzun Yürüyüş, um:ag Vakfı Yayınlan, Ağustos 1996,5. 3.
112
TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ (TKP)
Efsane ve gerçek
Sosyalist solda, üzerinde en çok durulan, tartışılan partinin Türkiye Komü
nist Partisi olmasının anlaşılır nedenleri vardır. Her şeyden önce TKP en es
ki örgütlenmeydi, dolayısıyla sosyalist hareketin geçmişini temsil ediyordu;
İkincisi her dönem Sovyetler Birliği gibi bir devin desteğini almıştı. Ve 1975-
80 döneminde, sosyalist hareketin en iri üç-dört grubundan biriydi.
Sosyalist solun 1970’li yıllardaki kaderini belirleyen örgütlerden biriydi
aynı zamanda TKP. Çünkü DİSK gibi, solun o sırada en kitlesel ve etkili kit
le örgütünü iki yılı aşkın bir süre kontrolü altında tutmuş, yönlendirmişti.
1968’den itibaren TKP’yi bulmak için çabalayan genç kuşak sosyalistler
için TKP bir efsaneydi. Neredeyse 50 yıldır gizli faaliyet gösteren, yurtdı-
şındaki radyolarıyla seslenen, sosyalist ülkelerin desteğindeki bu örgüt, ara
yış içindeki o kuşağa bir çıkış yolu olarak görünüyordu. Oysa bu efsane ör
güt, 1960’lann o hareketli yıllan boyunca temsiliyeti tartışmalı, ilişkileri ço
ğu sosyalist ülkelerde bulunan küçük bir çevreyle sınırlı, 5 kişilik bir Dış Bü-
ro’dan ibaretti. Ülke içinde bir örgütü dahi yoktu, bu nedenle de bağ kurmak
isteyen pek çok sempatizan, onu çok zorlu aramalar sonucunda ancak yurt-
dışında bulabilirdi.
Mustafa Suphi’nin liderliğinde kurulan TKP’nin ilk dönemi 1951 Tevki-
fatı’yla kapanmıştı. Demokrat Parti iktidan dönemindeki bu tutuklama dal
gasında, yaklaşık 20 0 1 TKP’li gözaltına alındı, işkenceli, uzun sorgulamalar
dan geçti. Birçoğu yargılamalar sonucunda mahkûm edildi. Kovuşturmadan
kurtulabilenler sosyalist ülkelere kaçtı. Parti yönetiminin tümünü kapsayan
1 184 sanıklı davada 131 kişi çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı, Zeki Baştımar 10 yıl ceza aldı.
tutuklamalar, kuruluşundan beri rejimin baskısı altında soluklanma imkâ
nı bulamayan TKP için son ve ağır bir darbe oldu. Parti ve üyeleri dağıldı.
TKP’lilerin “likidasyon” adını verdiği bir süreç başladı.
Partinin Mustafa Suphi’den sonraki tartışmasız lideri Şefik Hüsnü Değ-
mer, 5 yıl hapislikten sonra sürgüne gönderildiği Manisa’da 1959’da öldü.
Aynı yıl tahliye olan Parti 1. Sekreteri Zeki Baştımar, 1961’de gizlice yurtdı-
şma çıktı. Yurtiçinde kalanlar -k i bunların en ünlüleri partinin eski merkez
komite üyeleri Reşat Fuat Baraner, Mihri Belli ve Doktor Hikmet Kıvılcım-
lı’ydı- yeni arayıştaydı. Tevkifat öncesi örgütlenme çalışmalarına “polis sız
ması” olduğu gerekçesiyle katılmayan Kıvılcımlı’nın 1954’te kurduğu Vatan
Partisi, bir önceki legal parti denemelerine göre en uzun ömürlü olanıydı; üç
yıl ayakta kalabilmişti. 1957’de kapatıldı, yöneticileri de tutuklandı.
1960’lı yıllarda TKP adına birtakım çabalar, yalnızca yurtdışmda göze çar
pıyordu. Bunlardan biri 1958 Mart’mda Türkiye’yle diplomatik ilişkisi olma
yan Doğu Almanya’nın Leipzig kentinden yayın yapan Bizim Radyo’nun faa
liyetiydi. Diğeri 1962 Nisan’mda yurtdışmdaki üyelerin bir araya geldiği, “62
Konferansı” diye adlandırılan 13 kişinin katıldığı toplantıydı.2 5 kişilik Dış
Büro bu toplantıda “teşekkül etti”.3 Parti 1. Sekreterliği görevini Zeki Baştı-
mar üstlendi.4
1963’te Nâzım Hikmet’in ölümü, Abidin Dino’nun ihraç edilmesiyle sayı
üç kişiye düştü. Bu üç kişi kimi zaman kendisini bir merkez komite, kimi za
man da bir politbüro olarak tanımladı. Bu belirsizliği besleyen partinin dağı
lırken iç hukukunu da yitirmiş olmasıydı. Yöneticiler (Zeki Baştımar ve İs
mail Bilen), gerek partinin süregelen durumu içinde gerekse de birbirlerine
karşı resmi yetki arayışındaydı. 1960’lı yıllar boyunca, hatta bir konferansın
toplandığı 1977 yılına kadar “merkez komite”, “merkez komite dış büro”,
“politbüro”, “parti 1. sekreteri”, “genel sekreter” gibi tanımlamalar, kurum
laşmış bir partide görülen, belirli-yerleşik kuralların ürünü organlar değil,
duruma göre değişen bu yetki arayışının sonuçlarıydı. Meşru yönetim or-
2 Toplantıya şu kişiler katıldı: Gün Togay (Budapeşte), Vartan thmalyan (Moskova), Abidin Di-
no (Paris), Nâzım Hikmet (Moskova), Hayk Açıkgöz (Demokratik Almanya Cumhuriyeti), An-
je l Açıkgöz (Demokratik Almanya Cumhuriyeti), Bilal Şen (Bulgaristan), Fahri Erdinç (Bulga
ristan), İsmail Bilen (Demokratik Almanya Cumhuriyeti), Zeki Baştımar (Demokratik Alman
ya Cumhuriyeti), Aram Pehlivanyan (Demokratik Almanya Cumhuriyeti) ve Sabiha Sertel (De
mokratik Almanya Cumhuriyeti). Abidin Dino dışındaki üyeler, sosyalist ülkelerde mülteci
TKP’lilerdi. Bkz. Erden Akbulut, TKP MK Dış Bürosu, 1962 Konferansı, TÜSTAV Yayınlan, 1.
Basım, İstanbul, 2002.
3 Büro şu isimlerden oluşuyordu: Zeki Baştımar, 1. Bilen, Aram Pehlivanyan, Nâzım Hikmet, Abi
din Dino. Erden Akbulut, a.g.e.
4 Toplantıya katılanlardan Anjel Açıkgöz, Baştımar’ın seçilmesiyle ilgili şunlan anlatmaktadır:
“Zeki Baştımar partinin genel sekreteri olduğunu açıkladı. Buna kimse itiraz etmedi, cesaret de
edemediler. Sovyetler’den atandığı biliniyordu.” Metin Gür, TKP’nin Avrupa Yıllan, Günizi Ya
yıncılık, İstanbul, Kasım 2002, s. 169.
ganlan ancak bir kongreyle kurulabilirdi. Ancak böyle bir kongrenin topla
nabilmesi yurtiçi ve yurtdışındaki üyeler arasında, güvensizliklerin yanı sıra
görüş ayrılıklarıyla da olanaksızdı. Diğer yandan rejimin baskısı karşısında
partinin yeniden örgütlenebileceğine dair inanç da kaybedilmişti. Bu iki ne
den, TKP’nin 1960’k yıllardaki sol yükselişe karşın, Türkiye’de varolamayı-
şmı açıklar.5 1962’deki konferans ve bunun sonucunda oluşturulan merkez
komitesi, yurtdışındakilerin yetki ve örgütlenme sorunlarını aşmayı amaçla
yan sonuçsuz bir girişimdi. Dış Büro’nun faaliyetleri, Bizim Radyo’nun yayı
nı ile Yeni Çağ, Barış ve Sosyalizm Problemleri adlı SBKP çizgisindeki dünya
komünist partilerinin ortak yayın organlarının Türkçe çevirisiyle sınırlıydı.
Genellikle birbiriyle sürtüşme halindeki bu üyeler, SBKP’nin hakemliğinde
bir ilişkiyi sürdürmeye çalışıyordu.
Bir parti örgütünün olmayışı ilişkilerin tanımlanmasını da zorlaştırıyordu.
1965 seçimleriyle büyük bir etkiye ulaşmış olan TİP’le, etkin görevlerde Be-
hice Boran, Sadun Aren, Nihat Sargın gibi eski TKP üyeleri olmasına karşın
bir ilişki kurulamadı. Çünkü yurtiçindeki üyeler, yurtdışmdakileri TKP’nin
yetkili organı görmüyordu.
Bu, büronun, Türk komünistlerini “temsil” yeteneğini de ortadan kaldı
rıyordu. Yurtdışındaki TKP’liler 1970’li yılların başlarına kadar bu sıkıntı
yı çektiler. “Yetki” ve “referans” olabilmek için geriye, Sovyetler Birliği baş
ta olmak üzere “kardeş partiler” nezdinde tanınmak, onaylanmak kalıyordu.
Sovyetler Birliği ve kardeş komünist partiler, bu mülteci komünistlere çaba
larında destek oldu, ama Türkiye’deki komünistleri ne ölçüde temsil ettikle
ri konusunda kuşkulan vardı. Bu kuşkulan, TKP’nin Türkiye’de yaygın bir
örgütlülüğe ulaştığı 1977’de bile sürdü. 1977 Konferansı’nda konuşma ya
pan SBKP Merkez Komite üyesi Vadim V. Zagladin, konferansın Türkiye’de
ki diğer komünistleri kapsamadığını açıkça dile getirdi. 1970’li yıllar boyun
ca SBKP, TİP’i de komünist örgütlerden biri gördü. TİP Genel Başkam Behi-
ce Boran, Ekim Devrimi gibi yıldönümlerinde Moskova’ya davet edildi. TİP’le
birleşmenin, 1970’li yıllann sonlanndan başlayarak 1987’de TBKP kuruluşu
na kadar TKP’nin gündeminden hiç düşmemesinin en önemli nedeni buydu.
TKP’nin 22 yıllık “örgütlen(e)meme” dönemini sona erdirecek iki önemli
toplantı 1973 yılında yapıldı. Bunlardan biri Doğu Berlin’de yapılan, “kardeş
partilerin” temsilcilerinin de katıldığı toplantıydı. Burada 5 kişilik bir mer
5 Göz ardı edilmemesi gereken bir faktör Sovyetler Birliği’nin olası telkinleriydi. TİP’in varolduğu
ve orduda bir sol cuntanın hazırlandığı 1968-71 arasında Sovyetler Birliği’nin, zaten örgütlen
mesi dağılmış TKP’yi teşvik etmediği düşünülebilir. Irak ve Suriye’de ABD karşıtı askeri rejim
lere Sovyetler Birliği’nin verdiği destek, benzer özellikler gösteren Türkiye’deki sol cunta girişi
mine nasıl yaklaşabileceğinin ipuçlarını veriyor. Bu bakımdan 1973’teki TKP’nin atılım kararı
nın, 12 Mart darbesiyle birlikte TİP ile sol cunta girişiminin başarısızlığının kesinleşmesiyle de
ilişkili olduğu düşünülmelidir.
kez komitesi “teşekkül etti”.6 Diğeri iki eski tüfeğin, 1. Bilen (parti adı Marat,
Laz İsmail) ile A. Pehlivanyan’ın (parti adı Ahmet Saydan) Zeki Baştımar’ı
görevden aldığı üç kişilik “TKP Merkez Komitesi Bürosu” toplantısı. Baştı-
mar kararı reddedip toplantıyı terk ederken, iki imzalı toplantı tutanağında
oy çoğunluğuyla “görevinden alındığı”, “emekliğe ayırıldığı” belirtiliyordu.
Baştımar, bu “iki kişilik ‘Dış Büro’ kararı”nı tanımadı, destek bulmak için
SBKP yetkililerine başvurdu ancak, onlardan “kardeş partilerin iç işlerine
kanşamayacaklan”, bu sorunu kendilerinin çözmesi gerektiği yanıtım aldı.7
Bir merkez komitesi kurulmuştu, ancak 1978’e kadar toplanmadı. Aslın
da merkez komitesi, TKP’nin eski, kıdemli üyelerinin, resmi bir örgütlenme
adımı atabilmek için meşru bir yönetici mekanizma kurma çabasıydı. İşler
gerçekte SBKP’nin onayını almış Genel Sekreter tarafından yürütülüyordu.8
6 “Kardeş parti temsilcileri”yle kastedilen, Dogu Alman Komünist Partisi, Bulgaristan KP’si ve
SBKP (veya bunlardan herhangi ikisi) temsilcileriydi. Bu temsilcilerin bir merkez komitesinin
oluştuğu dar bir toplantıda neden yer aldığı sorusu, aynı zamanda TKP’nin kritik her aşamasın
da “kardeş partilerin” rolünü hesap etmeyi gerektirdiğini anlatıyor. Zeki Baştımar’ın katılmadı
ğı anlaşılan bu toplantıda Merkez Komite 5 kişiden oluşmuştu: Zeki Baştımar (Yakup Demir),
İsmail Bilen, Ahmet Saydan (Araf Pehlivanyan), Mustafa Demir ve Ali Durak... Bu iki toplantı
dan hangisinin önce hangisinin sonra yapıldığı hakkında mevcut belge ve kaynaklarla net fikre
sahip olmak zor görünüyor. Tanık anlatımları (bkz. Naciye Babalık, Türkiye Komünist Partisi
nin Sönümlenmesi, imge Kitabevi, İstanbul, 2005, s. 100 ve 108-109) ile Zeki Baştımar’ın görev
den alındığını belirten tutanak, her iki toplantının tarihini 24 Mayıs 1973 olarak gösteriyor.
7 Zeki Baştımar’ın görevden alındığı 24 Mayıs 1973 tarihli tutanak ile SBKP yetkililerine mektu
bu ve görüşme tutanağıyla ilgili bkz. Zeki Baştımar, Yaşam Öyküsü, Mektuplar, Yazılar, der. Er
den Akbulut, Sosyal Tarih Yayınları, İstanbul, Haziran 2009.
8 9 Ağustos 1992 tarihinde Milliyet’te yayınlanan SBKP belgeleri, “kardeş partilerin” TKP’ye ne
ölçüde müdahil oldukları hakkında fikir veriyor. Bunlardan biri SBKP’nin Uluslararası İlişkiler
Dairesi Doğu Berlin temsilcisi V. Simonenko’nun SBKP Politbüro üyesi Boris N. Ponomaryov’a
25 Şubat 1980 günü gönderdiği “Gizli” ibareli bir mektup... (Mektup, Metin Gür’ün, TKP’nin
Avrupa Yıllan kitabında da yer almıştır, s. 190-191.)
“Yoldaş, B. N. Ponomaryov’a, T. Aksen yoldaşla TKP’deki duruma ilişkin görüşme ve TKP
MK yönetiminin güçlendirilmesi hakkında memorandum.
Türkiye’de bugünlerde siyasi bunalım derinleşiyor. Türkiye Komünist Partisi’ndeki, 1973
Mayıs’ında gerçekleşen yönetim değişikliğinden sonra partideki durum, iyiye doğru biraz dü
zelme gösterdi. TKP’nin, Türkiye’de ve Avrupa’daki Türk işçileri arasındaki faaliyetlerinde uzun
durgunluk yıllarından sonra, parti örgütleri yaratılmaya başlandı. TKP’nin liderliği altında ülke
de Barış Demeği, İlerici Gençler Demeği (30 bin üye) ve İlerici Kadınlar Demeği (12 bin üye)
kuruldu ve çalışmaya devam ediyor. Komünistler belirli sendika alanlarında kilit noktalara gel
miş bulunuyorlar.
1974 yılında TKP Genel Sekreteri olan yoldaş 1. Bilen, TKP’nin faaliyetlerinin Türkiye’de ar
tırılmasında belirli bir rol oynadı. Ancak son zamanlarda Alman dostlarımız ve TKP’nin bazı
liderleri tarafından TKP’nin yönetiminde belirgin bir kötüleşme hakkında bilgilendiriliyoruz.
Yoldaş Bilen kendisini partinin pratik yönetiminden soyutluyor, sorunların çözümünü kendisi
ne yakın yardımcılarına (öncelikle Politbüro üyesi H. Erdal ve yardımcısı TKP MK Sekreteri O.
Kaya’ya) bırakıyor. Partide yoldaş Bilen’in ‘kişilik kültü’ oluşuyor. Partinin üst kademe organ
larının toplantılarında (sorunların ciddi bir görüşmeden geçirilmesi) süreci (yoldaş Bilen’in gü-
dümlemesi, eleştirileri kabul edememe ve kendi düşüncelerini kabul ettirme çabasıyla) yer de
ğiştiriyor. Yoldaş Bilen’in yıllarca Türkiye’den uzak kalmış olması da sorunların çözümünde et
ki yapıyor. Politbüro (kolektif tip) bir yönetim sergileyemiyor ve faaliyetlerinde belirli bir dü-
Zeki Baştımar’m hastalığı ve görevden alınmasıyla fiilen İsmail Bilen genel
sekreterliği üstlendi. İsmail Bilen daha sonra da resmen genel sekreterliğe
getirildi.9 Baştımar, 18 Kasım 1974’te hayatını kaybetti.10 1974 sonrasında
TKP’nin örgütlenmesi, geride kalan iki eski tüfeğin, daha çok “atılıma” ruh
veren Bilen’in inisiyatifinde başarıldı.
Partizan grubu
TKP’nin yurtiçinde örgütlenmesini sağlayacak ya da daha doğru bir ifadey
le, yurtiçi örgütlenmesini kuracak olanlar 1968 gençlik mücadelesi içinden
gelen Partizan diye anılan gruptu. 1970’te kurulan grup, Fikir Kulüpleri Fe
zenden yoksun bulunuyor. Kadro politikası iyi belirlenmiyor, bu da merkez komitesi üyeleri de
dahil olmak üzere partinin faal kadrolarının sürekli değişmesine neden oluyor. TKP liderleri fi
ilen olayların gerisinde kalıyorlar, uzun dönemli, ilkeli ve acil sorunlar ve bunların ısrarlı, akıl
cı çözümü yerine günlük işlerle daha fazla uğraşıyorlar.
TKP MK’nın bugünkü genel sekreteri, artık rolünü oynamış ve bugün partinin gelişmesinin
önünde bir engel haline gelmiş bulunuyor. Bu da bizi, yerine birini bulma göreviyle karşı kar
şıya getiriyor.
İstanbul’da bulunan ve partinin ülke içindeki faaliyetini yöneten H. Kudu ile üç aylık çalışma
döneminde ilişkiye girmiş olan Marksizm-Leninizm Okulu’ndaki yoldaşlarımız, Kutlu hakkın
da olumlu bir izlenime sahipler. Bu yoldaşlar kendisini (ilkeli, ciddi, ölçülü, düşünceli, dikkat
li) bir yoldaş olarak kabul ediyorlar. Ancak şimdilik biz kendisini çok iyi tanımıyoruz. N. Yel
kenci de (Doğu Almanya’da yaşıyor) ilkeli, faal ve idarecilik yeteneğine sahip bir kişi izlenimi
veriyor. Eğer, Almanya Birleşik Sosyalist Partisi Merkez Komitesi’ndeki Yelkenci’yi doğal ola
rak daha iyi ve yakından tanıyan yoldaşlarımız onu tercih ederlerse ilke olarak karşı çıkmayız.
Türkiye Komünist Partisi önemli organlarının günlük işlerinin idari merkezini ülkeye kaydır
mak, çalışan sınıf içinde propaganda faaliyetini güçlendirmeli, parti kadrolarının seçimini ve ye
tiştirilmesini sağlamalı, geniş bir demokratik cephenin temeli olarak sol güçlerin birliğini pratik
olarak kurmaya başlamalı (TKP, İşçi Partisi, Türkiye Sosyalist İşçi Partisi). Partinin Merkez Komi
tesi, bu sorunların etkili bir çözümüne ancak partinin merkez komitesi yönetimini yeniden oluş
turur ve sorunlara karşı ciddi, ilkeli ve kolektif tavır alma durumunu yaratır ve yoldaş Bilen’in ye
rine başkasını getirirse ulaşabilir. 25 Şubat 1980, V. Simonenko (imza).” 1981’de Politbüro üyesi
olan Orhan Yıldırım, 1983’te Nabi Yağcı’nın (parti adı: Haydar Kutlu) seçiminde sosyalist ülkele
rin etkilerini şöyle anlatıyordu: “Bilen sağ olduğu sürece kendisinin değiştirileceğine inanmıyor
du. Ama eğilimi Türkiye’den yanaydı. Bilen’in bu yaşında, bu kapasiteyle partiyi yönetemeyeceği-
ni Kutlu ile konuşuyorduk. Kutlu bu konuda çok yetenekliydi. ‘Bilen’in partide karizntetik bir ye
ri vardır’ diyerek, bunu bir yumuşak geçişle çözebileceğimizi söylerdi. Ûyle de oldu. Yardıma ge
nel sekreterlik oluşturuldu. Kutlu bu göreve getirildi. Bilen bunu sindiremedi. Bilen ‘Genel sek
reter yardımcısı’ diyordu, biz ‘Yardımcı genel sekreter’ diyorduk. Uzun bir zamana yayılan zor bir
süreçti. Bilen’in yönü her zaman Sovyerler’e çevrili idi. Bu da Türkiye’den gelen birinin genel sek
reter olmasında rol oynamıştır. Yönü Demokratik Almanya Cumhuriyeti’ne çevrili olsaydı Mus
tafa Demir genel sekreter olurdu. Sovyetler ve Bulgaristan, Türkiye’den birinin genel sekreter ol
masını istiyordu. Demokratik Almanya Cumhuriyeti ise Mustafa Demir’i (Yelkenci). Sovyetler’in
ve Bulgaristan’ın istemi doğrultusunda Kutlu sekreter olunca, Demokratik Almanya Cumhuri
yeti Sosyalist Birlik Partisi, bizim parti ile ilişkiyi sürdürmekle görevli Bay Burmann’ı geri çekti."
9 Yeni genel sekreter Atılım’ın Ekim 1974 tarihli, 10. sayısında şöyle duyuruldu: “Bildiri, Türkiye
Komünist Partisi Merkez Komitesi Politik Bürosu, 1. Bilen yoldaşı Genel Sekreterliğe seçmiştir.
TKP MK Politik Bürosu.”
10 TKP MK, 18 Kasım 1974’te Zeki Baştımar’ın ölümüyle ilgili bildiri yayınladı, 70 yaşında hayatı
nı kaybettiğini duyurdu.
derasyonu (FKF) ve eski TIP içindeki bölünmelerin ürünüydü. Şunu söyle
mek mümkündür: 1968 gençlik mücadelesi ve TlP’teki bölünmelerden TH-
KO, THKP-C ve TKP(ML) gibi 1970’lere damgasını vuran devrimci grupların
yanı sıra bir de TKP çıkmıştır. TKP’yi Türkiye’de kuracak olan bu gençlik li
derlerinin çıkış yollan, Mahir Çayan, Hüseyin İnan, İbrahim Kaypakkaya gi
bi diğer dönemin gençlik liderlerinden farklı olarak, silahlı mücadele değil
di. Harun Karadeniz, Veysi Sansözen, Sıtkı Coşkun, Nabi Yağcı gibi gençlerin
öncülük ettiği bu grup, TİP’ten aynldıktan sonra 1 Mayıs 1970’te Partizan ad
lı dergiyi çıkardı, işçi sınıfı içinde çalışmayı esas alıyorlardı. İstanbul’da Tekel
Gerçek, Gislavet Gerçek, Derby Gerçek gibi fabrika gazeteleri çıkararak işçiler
arasında örgütlenmeye çalıştılar. Fabrika gazeteleri merkezi bir dergi haline
geldi ve Gerçek adım aldı. Ancak 12 Mart muhtırası verildiğinden tek bir sayı
çıkabildi. 12 Mart’ta aralannda şifreli, gizli bir ilişkiler ağı kurdular, sendika
ve gençlik kesimindeki ilişkilerini gizli faaliyet içinde sürdürdüler.
1972 sonunda grup kendisini Türkiye Sosyalist Mücadele Birliği olarak
adlandırdı. Hatta bir tüzük bile hazırladı. 1970’li yılların ikinci yansına ba
ğımsız, örgütlü bir yapı olarak girme olanağına sahiplerken, böyle yapmadı
lar. Radyolan, kısmen de broşürleriyle tanıdıkları TKP’nin etkisi altındaydı
lar. Amaçlan TKP’yle ilişki kurmaktı. 1972-74 arasında yurtdışma temas için
temsilciler gönderdiler. TKP’nin örgütsel durumuyla ilgili bir fikri olmayan
grubun temsilcileri, partiye kabul edildiler ve 1974’ten itibaren peyderpey
TKP MK üyesi olduklan belirtilerek, birer yönetici haline geldiler. 1970’te
TKP ile ilişki kurmayı başaran, Londra’da partinin etkili bir örgütünü oluş
turan Nihat Akseymen’in (parti adı R. Yörükoğlu) ilişkileriyle de ortaklaşı
larak TKP’nin Türkiye örgütlenmesi için gerekli temel oluştu. TKP’nin ör
gütleri bu ilişkiler üzerinden ve bu ilişkiler sayesinde kuruldu. Ancak yurti
çi örgütün başına getirilen ve 1974-78 arasında TKP’nin ülke içindeki poli
tikalarında hayli önemli bir rol üstlenecek olan Aydın Meriç’ti.11 Meriç, eski
TİP muhaliflerinin çıkardığı Emek dergisi çevresinden geliyordu ve Partizan
grubundan önce I. Bilen’le ilişkiyi kurmayı başarmıştı.
Örgütlenme ve işleyiş
TKP’nin yeniden örgütlenmesi, Türkiye ve yurtdışında kendiliğinden oluşan
ve büyüyen ilişkilerin Doğu Berlin’de kurulan 4 kişilik Merkez Komitesi’ne,
daha doğrusu iki eski tüfeğe (zira diğer ikisi yurtdışı örgütlerden sorumluy
du) bağlanmasıydı. Örgütlenme, hızla ilerledi.
11 Metin Gür, a.g.e., s. 101. Aydın Meriç (parti adı H. Erdal) 1975-1978 arası TKP’nin “Türkiye
sorumlusu” olarak görev yaptı, Mayıs 1975’teki 5. Kongre’nin ardından DİSK Genel Sekreterli-
ği’ne seçilen İbrahim Güzelce’nin yardımcısıydı.
1974-80 arası örgütlenmenin temel dinamiklerini oluşturan İlerici Genç
ler Demeği (İGD-Aralık 1975), İlerici Kadınlar Demeği (İKD-Haziran 1975)
kuruldu. TÖB-DER, TÜTED, TÜM-DER gibi kitle örgütlerinde “Birlik Da
yanışma” adıyla parti gruplan oluşturuldu. Resmi yayın organı Atılım 1974
Ocak’mda önceleri aylık, sonraları 15 günlük periyotlarla illegal olarak yayı
na geçti. Teorik sorunların ele alındığı bir başka yayın aylık Ürün dergisi de
Temmuz 1974’te legal olarak yayınlandı. Ayrıca Doğu Almanya’dan illegal
yayın yapan iki radyo (Bizim Radyo ve TKP’nin Sesi) görüşlerini 1970’li yıl
lar boyunca partililere ve taraftarlara iletti.
Kuşkusuz bu örgütlenme hamlesinin en önemli ayağı, 1975’teki DİSK
Kongresi’nin ardından uzmanlar aracılığıyla yüz binlerce üyeli DtSK’in poli
tikalarım belirleyebilecek konuma gelinmesiydi.
TKP iki-üç yıl gibi kısa süre içinde onbinlerce insanı politikalarıyla yön
lendirebilecek siyasal bir güç haline geldi. Parti, tarihinde ilk kez böylesi ge
niş bir örgütlenme ve etkileyebileceği taraftar kitlesine ulaştı. Tüm ilişkiler
1940’h, 1930’lu hatta 1920’li yıllarda illegal ve az sayıda insan arasında ku
rulmuş, tutuklamalarla sık sık kesintiye uğrayan bir örgütsel pratikte yaşam
larını sürdüregelmiş İsmail Bilen ve yardımcısı durumundaki Aram Pehli-
vanyan’da merkezileşti. En az 30 yıldır Türkiye koşullarından uzak sosya
list ülkelerde mülteci bir hayat süren bu iki eski tüfek (1. Bilen 1937 yılında
yurtdışma çıkmıştı), onbinlerce insanı harekete geçirebilen politik bir hare
ketin liderleri durumuna geldi.
1973’ten 1977’ye kadar genç kuşak militanlardan merkez komiteye deği
şik tarihlerde üyeler alındı. Ancak sayının bu artışı karar alma mekanizma
sında değişikliğe yol açmadı. Zira bu yıllar içinde bir merkez komite toplan
tısı yapılmadı. 1978 yılma kadar “Türkiye sorumlusu” görevini yürütmüş
olan Aydın Meriç’in anlatımıyla “politbüro toplantıları yurtdışmdaki bu iki
arkadaşa Türkiye’de olup bitenleri anlatmaktan”12 ibaretti.
1973’te hazırlanmış tüzüğün pratik değeri yoktu. Ne tüzükte ifade edil
diği gibi en üst karar organı parti kongresiydi (zira böyle bir kongre ancak
1983’te toplanabildi) ne de merkez komitesi kongre veya konferans tarafın
dan seçilmişti. “Kooptasyon” diye adlandırılan merkez komitenin yeni üye
alma yöntemi tüzüğün en çok uygulanan maddesiydi ve 1970’li yıllar boyun
ca merkez komite üyeleri bu yöntemle atandı. Seçilen kişiler yine tüzükte
öngörüldüğü gibi en az 5 yıllık partili olma özelliğine de sahip değildi. Kri
terlerin netleşmediği görevlendirmeler ile kaynaşmamış parti örgütü, ileriki
yıllarda gruplaşmaların, kişisel sürtüşmelerin de temelini oluşturdu.
Partinin iç hukuku açısından ilk önemli adım, 1977 Ocak’ında (28-29
1973’te önce Cihan, sonra Zaro’yu [Veysi Sarısözen - V.E.] TKP’yi bulmak
için yurtdışına yolladık. Zaro’nun pasaportunu ben kendi ellerimle yaptım.
... hayatını kazanmak için yurtdışına çıkmış, daha önce ülkede gerek legal
TİP hareketi içinde, gerekse illegal komünist örgütlerde, gruplaşmalarda yer
almış insanlar vardı [ 1973 yılı - V .E .]. Bunlann bazıları 19 6 7 -7 3 döneminde
TKP’ye girmişler, ülkedeki komünist gruplarla bağ kurmuşlardı. Zaten zayıf
ve düzensiz olan bu bağlar 12 Mart döneminde iyice koptu. İşte ben yeniden
böylesi bağlar kurmak amacıyla Yakup Demir [Zeki Baştım ar- V.E.] yoldaş
la görüşmek üzere yurtdışma çıktım. Eski ilişkilerden birinin kapısını çalıp
Yakup Demir’le görüşmek istediğimi söyledim. Bu yoldaşın tanıştırdığı tanı
madığım bir kişi Yakup Demir’le görüştürmeye götürürken, yan yolda artık
Yakup Demir’in bu görevi yapamadığını, bir başka yoldaşın olduğunu, onun
la görüştüreceğini söyledi. Ben de doğru ya da yanlış, politik bir tercih yapıp
15 Metin Gür, a.g.e., s. 217-218. Nabi Yağcı, 1. Bilen’in ölümünden sonra TKP Genel Sekreterliği’ne
getirildi.
bu yoldaşla görüştüm. Bu ilk görüşmemizde 1. Bilen bana Türkiye’de yeniden
inşa edilecek komünist partisinin 1 no’lu üyesi, 1 no’lu yöneticisi olduğumu,
beni komünist yapanlann komünist sayılmaması gerektiğini söyledi. İkinci
sohbetimizde, 1. Bilen, yaptığımız görüşmenin politbüro toplantısı olduğunu
söyledi. Ben de böylece politbüro üyesi oldum! Böylece 1973’te, hayatımda
ilk kez karşılaştığım, kim olduklarını, nereden geldiklerini bilmediğim, Tür
kiye’de herhangi bir düzeyde politika yapıp yapmadıklarını bile bilmediğim
insanlarla bir parti kurmaya giriştik. 1 9 7 3 -1 9 7 7 döneminde politbüro çalış
maları büyük ölçüde, Türkiye’den gelen tek kişi olarak benim bu yoldaşlara
Türkiye’yi anlatmam toplantıları biçiminde geçiyordu. Bu dönemde yaptığı
mız toplantılarda düzenli tutanak tutma, konuşulanların hangisinin karar ol
duğunu karar verme alışkanlığını, disiplinini geliştiremedik. Bunlar daha çok
sohbet toplantıları niteliğindeydi.
İdeolojik-politik eksen
1973’te yeniden örgütlenme karan verildiğinde tıpkı ortada bir parti örgü
tünün olmayışı gibi Türkiye’ye dair sistematik ideolojik-politik görüşler de
yoktu. TKP’lilerin Üçüncü Program adını verdiği 1973 programı bu boşluğu
doldurmayı amaçlıyordu. Gerek metin olarak gerekse de fikirlerin açıklığı
bakımından kanşıklıklar içeren bu program19 1970’li yıllar boyunca TKP’nin
20 Bolşevik modelde komünist partisi, sanayi merkezlerini çalışma alanı olarak seçer ve işçi sını
fı içinde örgütlenir. Ülke eğer emperyalizme bağımlı, prekapitalist ilişkilerin hâlâ varlığını sür
dürdüğü, geri kalmış kapitalizmi yaşıyorsa, yani buıjuva devrimini gerçekleştirememişse, ko
münist parti demokratik devrimde çıkan olan diğer sınıflarla birlikte, demokratik devrim için
mücadele eder. İktidar, genel kural olarak, koşullar oluştuğunda, sanayi merkezlerinin, yani şe
hirlerin belirleyici olduğu devrimci ayaklanmalar yoluyla ele geçirilir.
Bütün bunlar, TKP’nin, üstelik onun Sovyetler Birliği’nin desteğinde21 ha
reket ettiğini bilen NATO üyesi Türkiye’de, komünist partilerin işçi sınıfını
iç savaşa, ayaklanmaya hazırlama geleneksel görüş açısıyla hareket etmesi
ni neredeyse olanaksız kılıyordu. TKP, CHP’den tüm beklentilerini yitirdiği,
silahlı çatışmanın toplumun her kesimine yayıldığı ve parti içinde bu yönde
ciddi bir muhalefetin ortaya çıktığı 1979-80’de dahi silahlı savaşım biçimle
rinin meşru kabul edilmesi demek olan “devrimci durum” değerlendirme
si yapmadı. Siyasal çalışmasının bütün ağırlığını ABD ile mesafeli, Sovyetler
Birliği’yle dostluk ilişkilerini kuracak, TKP’ye yasal çalışma imkânları sağ
layacak “ilerici bir hükümetin” kurulmasına verdi. Önceliği barışçıl ve par
lamenter mücadele biçimleriydi. TKP, “Maoizm, goşizm” diye nitelediği si
lahlı mücadele biçimlerinin egemen sınıfların bir baskı rejimine geçebilme
sine elverişli ortam hazırlayacağı görüşündeydi. “Sosyalizme barışçıl geçiş
olanaklarının göz ardı edilemeyeceği”22 görüşü, 1983 Kongresi’ne dek sür
dü. Bu kongrede “cuntanın faşistleşme süreciyle birlikte barışçıl geçişin ola
naksız hale geldiği” saptaması yapıldı. Bir yıl sonra bu görüşten yeniden vaz
geçildi. “Barışçıl geçiş”i olanaklı kılan koşullar 1973 programında iki parag
rafta özetlenmişti:
Siyasal eylem
Resmi yayın organı Atıhm’da TKP, Milliyetçi Cephe’yi, emekçi yığınların
“baş düşman”ı ilan etti. MC partileri emperyalizmin ve işbirlikçi burjuvazi
nin temsilcileriydi; gericiliği ve faşizmi tırmandırma amacı güdüyorlardı. Bu
koalisyonun karşısında duran CHP “ulusal burjuvazinin temsilcisi”, “halk
tan yana bir güç”tü.
Bu nedenle CHP, MC hükümetlerine karşı desteklendi ve işbirliği için ça
ba gösterildi. Atıhm’m üçüncü sayısında (1974 Mart) CHP’nin MSP ile kur
duğu koalisyon hükümeti için şöyle deniyordu: “İşçi sınıfı, emekçi yığınları
yeni hükümetten devrimci bir programın uygulanmasını istiyor. Bu progra
mın uygulanması zamana muhtaç olabilir. Halk yığınları halkçı bir programı
uygulamak isteyen bir hükümete gereken zamanı vermekten yanadır.” An
cak CHP-MSP koalisyonunun ömrü kısa olmuş ve MC hükümeti kurulmuş
tu. Ocak 1975’ten Haziran 1977’ye kadar süren 1. MC hükümeti dönemin
de örgütlenmesi ve etki alanı genişleyen TKP’nin “ilerici hükümet” CHP ile
işbirliği politikaları daha açık biçimler aldı. Şubat 1976’daki Atıhm’da döne
min “devrimci taktiği” şöyle tarif edildi: “TKP’nin taktiği gerici-faşist karma
sı hükümetin parlamento içindeki ve dışındaki bütün ilerici, yurtsever güç
lerin elbirliği ile alaşağı edilmesini amaçlıyor. Halktan yana, demokratik bir
hükümet kurmaya yetenekli olduklarını saptıyor. TKP’ye göre böyle bir hü
kümete işçi sınıfı gerçek temsilcileriyle en geniş biçimde katılmalıdır.” 1977
seçimlerinde CHP’yi aktif bir biçimde destekleyen TKP, diğer sosyalist par
tilerin seçimlere katılmalarına oylan bölecekleri gerekçesiyle karşı çıktı. Se
çim çalışmalannda sosyalist partilere oy verilmemesi propaganda edildi. TİP
ve TSİP’in tepkisini çeken bu politika Atılım'm Mayıs 1977 tarihli sayısında
şöyle savunuldu:
27 1978’de kurulan TKP’nin Merkezi Sendikalar Komitesi’ndeki üç kişi Mehmet Karaca DİSK Ge
nel Sekreteri (İbrahim Güzelce’nin 1976’da ölümü üzerine genel sekreterliğe atandı) ve Maden-
Iş Genel Başkan Yardımcısı, (1975’te oluşturulan DİSK Yürütme Kurulu’nun 5 üyesinden bi
ri); Kemal Daysal Maden-lş Başkan vekili, Sıtkı Coşkun DİSK Eğitim Dairesi uzmanıydılar. Ke
mal Daysal, Kemal Türkler’in başkanlığı kaybedip Abdullah Baştürk’ün genel başkanlığa seçil
diği dönemde, yürütme kurulunda TKP’yi temsil eden tek üyeydi.
ratik güçlerle sürekli temas halinde olacak ve antiemperyalist, antifaşist güç
birliğinin oluşmasında aktif ve örgütlü bir güç olarak, bağımsızlık, banş, de
mokrasi ve toplumsal ilerlemenin en mücadeleci gücü olan işçi sınıfının bir
örgütü olarak görevini yerine getirecektir.28
28 DÎSK Ajansı, 1 Ağustos 1975, aktaran Yaşasın DİSK, Konuk Yayınlan, Aralık 1977, İstanbul.
lenmesini ve işçilerin eylem konusunda serbest bırakılmasını içeriyordu. Ge
nel Yas “iktidarın anayasal ve demokratik yoldan düşürülmesi ve yerine halk
tan yana bir iktidarın kurulmasına kadar” sürecekti. MC’nin düşürülmesini
“acil görev” olarak saptamış29 olan DİSK yöneticileri bu eylemle hükümet de
ğişikliğine yol açmayı planlamıştı. Türkler tarafından karann açıklanmasının
ardından saat 13.00’te Türkiye genelinde on binlerce işçi üretimi durdurdu.
DİSK’e göre eyleme 500 bini aşkın işçi, 12 Eylül’de DİSK iddianamesini ya
zan savcılara30 göre 14 ilde, 234 işyerinde 88.485 işçi katılmıştı. İşverenlerin,
sağ basının ve hükümetin yoğun tepkisiyle karşılaşan direniş, CHP’den bek
lenen desteğin alınamaması üzerine 21 Eylül’de sona erdirildi. DİSK yöneti
cileri gözaltına alındı. Eylemin öncülüğünü yapan 3 bini aşkın işçi temsilcisi
işten çıkarıldı. Direnişten yıpranarak çıkan DİSK, işten atılan işçilerin maddi
olarak desteklenmesi için tüzük değişikliğine giderek dayanışma fonu kurdu.
1977 Haziran seçimleri yaklaşırken, DlSK’in damgasını vurduğu iki
önemli gelişme daha vardı. Biri 1 Mayıs gösterisi, diğeri Maden-lş Sendika-
sı’nm metalürji işkolunda aylarca sürecek MESS grevleriydi. 1 Mayıs, Kemal
Türkler’in konuşmasının ardından alandakilere ateş açılması sonucunda 36
kişinin öldüğü bir katliama sahne oldu. İşverenler ile DİSK’in hesaplaşma
sı niteliğindeki 40 bini aşkın işçinin sürdürdüğü MESS grevi ise 1978 başın
da, işçilerin ücret ve çalışma koşullarında yapılan iyileştirmelerle son bul
du.31 Pek çok grup DİSK’in bu anlaşmasını “teslimiyet” olarak değerlendirdi.
29 Kemal Türkler, bu görevi 12 Haziran 1976’da Genel Yönetim Kurulu’nda şöyle açıkladı: “Acil
görevimiz, tekelci sermayenin faşist tipli yönetimi olan MC iktidarını demokratik yoldan dü
şürüp demokratik hak ve özgürlüklerimizi koruyup geliştirmektir. Bağımsızlık, demokrasi, ba
rış, toplumsal ilerleme ve sosyalizm doğrultusundaki mücadelemizin özgür bir ortamda geliş
mesi açısından acil istemimiz ilerici, demokratik ve ulusal bir iktidarın işbaşına gelmesidir. Bu
nedenle birincisi DİSK’i işçi sınıfımızın tek sendikal örgütü yapmak, İkincisi parlamento içi ve
dışı tüm ilerici güçlerin demokratik güç ve eylem birliğini sağlayıcı çalışmalarımızı yoğunlaştır
mak zorundayız.” Yaşasın DİSK, Konuk Yayınları, Aralık 1977, s. 91.
30 “DİSK, DİSK’e Bağlı Sendikalar, DİSK ile Ortak Amaç ve Faaliyetlerde Bulunan Kişi ve Kuruluş
lar Soruşturması” 1981, Sıkıyönetim Askeri Savcısı Hâkim Kıdemli Albay Süleyman Takkeci, sı
kıyönetim yardımcı savcıları Aytekin Gani Ataman, Osman Cöcük, Akören Kandur, Asım Kutur.
31 DİSK, Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası’nın “tek tip toplu sözleşme" dayatarak konfederasyo
nun belkemiği Maden-lş’i birçok işyerinde greve zorlayıp çökertmeyi planladığım söylüyordu.
Grev sona erdiğinde işkolu düzeyinde sözleşme konusunda işverenlerin dediği oldu, buna kar
şın işçilerin ücret ve sosyal haklarında iyileştirmeler yapıldı. Bu, TKP’nin yönettiği 1980 önce
si en yığınsal grevdi. Ve hiçbir siyasal grup, bir daha bu ölçekte bir grevin yürütücüsü olama
dı. Diğer gruplar, “grup sözleşmesi”nin kabulünü buıjuvaziyle uzlaşma ve geri adım olarak ni
teledi, TKP’liler ise eylem boyunca grup sözleşmesinin işçilerin direnişi kınlamadığı takdirde,
işçilerin lehine olabileceği sonucuna vardıklanm belirtiyordu. Bkz. Ürün, sayı 45. Grev 6 Ocak
1978’de bitti. TKP’nin yaymlanndan işçinin Sesi’nin 8 6 -8 7 ,1 8 Şubat 1978 tarihli 86-87. sayısına
göre kazanımlar şöyleydi: “Utku işçilerin! MESS dize geldi: Aylık ücrete 4500 ile 7200 lira ara
sında zam alındı. En az bir maaş ilave ikramiye., yakacak, bayram, izin ödeneklerine yüzde 200
zam, grevde geçen sürelere ait ikramiyeler ve yan ödemeler verilecek., çalışma süreleri birinci
yıl haftada 47.7, ikinci yıl 46.5 saate indirildi. Yıllık izinlerde ilk kademelere 3’er, son kademe
ye birer gün ilave edildi.”
1 Mayıs’ların düzenleyicisi ve MC’ye karşı siyasal eylemleriyle DİSK,
TKP’nin sağladığı dinamizmle toplumsal muhalefetin öncüsü konumuna
yükseldi. Bu öncülük, TKP siyasetini de işçi sınıfı temelli sosyalist mücade
lenin egemen gücü yaparken, sendikal hareket ve toplumsal mücadele açı
sından "tee onulmaz bazı sorunlara da yol açtı. Bu sorunlardan biri, farklı gö
rüşteki sosyalist sendikacıların tasfiye yoluyla konfederasyondaki güçlerinin
kınlmasıydı.32 1975-76’da TİP ve TSİP’li sendikacılar, genel merkez karar
ları, kavgalı kongreler yoluyla yönetimlerden uzaklaştırıldı. Üniversitelerde
örgütlenmiş İlerici Gençler Demeği (İGD) üyeleri de bu kavgalarda yardım
cı güç olarak bulundu.33 Sorunlardan İkincisi, TKP’nin sola bakışını DİSK’in
olduğu gibi benimsemesiydi. Sovyet çizgisi dışında kalan gruplar, “Maocu,
Troçkist, goşist” olarak nitelenerek, “sapık akım” ve “sınıf düşmanı” katego
risinde değerlendirildi, bunların işçi sınıfına sızma çabalarına karşı durula
cağı ilan edildi. Bu yaklaşım, başta 1 Mayıslar olmak üzere DİSK’in düzenle
diği mitinglere bu grupların girmelerinin engellenmesi, bu da çatışmalar de
mekti.34 Bu tutumun en ağır faturası, 34 kişinin yaşamını yitirdiği 1 Mayıs
1977 katliamıydı.35
TKP’nin DİSK, DİSK’in de eylemleri aracılığıyla “ileriye yönelik hiçbir ha
32 CHP ile TKP’liler arasında işbirliği siyasal düzeyde değil ama sendikal düzeyde kuruldu. TIP
Genel Başkanı Behice Boran’ın bu işbirliğini tanımlayan sözleri için bkz. TİP bölümü.
33 Bu kongrelerde baskı unsuru olarak yer alan IGD’lilerin tutumu TIP ve TSlP’in yayın organ
larında sert eleştirilere uğradı. TlP’in yayın organı Yürüyüj’ün çeşitli sayılarında bu saldırılar
la ilgili birçok haber yer aldı. Örneğin 6 Mayıs 1976’daki Turizm-lş kongresinde IGD’lilerin
TtP’lilere karşı şiddet kullandığı, (sayı 73), yine genel merkez tarafından görevden alman TIP’li
uzmanların sendikaya girmelerinin eli sopalı IGD’liler tarafından engellendiği (sayı 75), 26
Ekim’deki Turizm-tş kongresinde “sahte delegeler ve izleyici diye gelen IGD’lilerin oy kullan
masıyla” TİP’li başkanın düşürüldüğü (sayı 77) belirtiliyordu. Yine 10 Nisan 1977’deki Petrol
Kimya İş Sendikası Ankara Şubesi’nin Genel Kurulu’nda seçimi lGD’lilerin desteğindeki Meh
met Kılınç ekibinin baskı ve hileyle kazandığı belirtiliyordu (sayı 106).
34 20 Eylül 1975’te İstanbul Taksim meydanında düzenlenen mitingde bu nedenle çıkan olaylarla
ilgili DtSK Ajansı’nda şu yorum yapıldı: “Miting sorumlusu ve görevlisi arkadaşların çeşitli uya
nlarına rağmen, bozguncu ve DİSK’in saptadığı sloganların dışına çıkan, pankartlarım indirme-
mekte ısrar ederek, işçi sınıfının disiplinli ve sorumlu mücadelesini bozmaya uğraşan Maocu ve
adına ‘cepheci’ denen işçi hareketine ters unsurlann çıkarmaya yeltendikleri karışıklık ve mi
tingi sabote niyetleri binlerce işçi tarafından kısa sürede etkisiz hale getirilmiş, disiplin sağlan
m ıştır,” bkz. sayı 86, 22 Ağustos 1975.
35 1 Mayıs 1977 Taksim mitingi hazırlığı için 17 Nisan’da toplanan DİSK Genel Temsilciler Mec-
lisi’nde konuşan Türkler aynı şeyi vurguladı: “Güvenlik ekiplerimiz özellikle Maocu ve goşist
unsurlann sızma girişimlerine karşı son derece uyanık olurken, diğer demokratik güçler karşı
sında ise örgütsel disiplin içinde son derece esnek olmalıdırlar.” DİSK’in mitingin güvenliği için
görevlendirdiği 20 bin görevlinin, silah sesleriyle başlayan panik ve izdihamı ya da alana ilerle
yen polis panzerlerini engelleme konusunda herhangi bir çabalannın olamayışı, onlann bir pro
vokasyona karşı değil, “Maoculan” ya da “goşistleri” alana sokmamaya motive edildiğini göste
rir. Nitekim provokasyona işaret fişeği işlevi gören ilk iki el silah sesi, DİSK görevlilerinin ala
nın hayli dışında Halkın Kurtuluşu kortejinin karşısına dikildiğinde çıkan arbedede duyulmuş
tu. DİSK görevlileri, Devrimci Yol’u da, alana sokmamak için uğraş vermişti.
reketin işçi sınıfını dışlayarak başarıya ulaşamayacağı”36 mesajı bir türlü
CHP yöneticilerine ulaşamadı. Ecevit’in 1973’ten itibaren işçilere ve halka
yönelik vurgulan, umut edilen MC’ye karşı demokratik ittifaka dönüşeme
di. CHP, 2. MC’yi sokakta gelişen bir muhalefetle değil, parlamento içi den
gelerle düşürmeyi seçti. TKP’yle ilişkileri sağ basında sık sık gündeme gelen
Kemal Türkler ve arkadaşlanna yakın görünmek bile istemiyordu. 1977 se
çimlerinden sonra sendikal düzeydeki ittifak da sona erdi.
Kemal Türkler’in 28 Temmuz’daki UDC açıklaması, DİSK’te TKP ege
menliğinin sonunu hazırladı. Yürütme Kurulu’nun 7 üyesinden dördü, (üçü
CHP eğilimli, biri SDP’liydi) Türkler’in açıklamayı yönetim organlarına
onaylatmadan yaptığını ve tüzüğü ihlal ettiğini ileri sürdü. Yürütme Kurulu
üyelerinin UDC tartışması konfederasyona yayıldı. Türkler, bir karar çıkara
bilmek için Yönetim Kurulu ve Başkanlar Konseyi’nin toplanmasını sağladı
(22-24 Eyül 1977, Gönen). Ama toplantı beklediğinin aksine gelişti. Açık
lamayı kendi inisiyatifiyle yaptığını kabul eden Türkler, zor duruma düştü,
toplantı da bir karar almamadan sona erdi. Bu sırada yürütme kurulunun
dört üyesi, 7 uzmanın (bu uzmanlar Nejat Firuz, Gün Bulut, Hüsnü Dilli, Er
han Gömüç, Sıtkı Coşkun, Zülfü Dicleli, Zülal Kılıç’tı) işyeri temsilcilerinin
adreslerini TKP’lilere verdikleri gerekçesiyle görevden alınmasına ilişkin ka
rar çıkardı. İddiaya göre işyeri temsilcilerine talepleri olmadığı halde Atılım
dergisi gönderiliyordu. Adresler de sadece eğitim uzmanlanndaydı.
Uzmanlann görevden alınması girişimine tepki şiddetli oldu. 1 Ekim 1977
tarihli Cumhuriyet, 100’e yakın Maden-lş ile İGD üyesinin 30 Eylül günü
Merter’deki DİSK Genel Merkez binasındaki yürütme kurulu toplantısını
bastığını ve kurulun dört üyesini uzmanların ihracım isteyen kararı iptal et
meleri için tartakladığını ve dışanya bırakmadığını yazıyordu.37
36 DİSK Dergisi’nin 3-4 Eylül 1976 tarihli 27. sayısında şöyle deniyordu: “20 Eylül 1975 Demokra
tik Hak ve Özgürlükler için Mücadele Mitingi, 1 Mayıs gösterisi, arkasından 10 Temmuz Bursa
yürüyüşünden sonra Genel Yas ilanı ile işçi sınıfımızın tarihsel eyleminin bir başka önemli so
nucuna, Türkiye işçi sınıfının bağımsız siyasal bir güç olarak toplum içindeki ağırlığını ve ileri
ye yönelik hiçbir hareketin işçi sınıfını dışlayarak kalımlı bir başarıya ulaşamayacağını kabul et
tirmiş olmasıdır.”
37 Yürütme Kurulu’nun dört üyesi (Kemal Nebioğlu, Mehmet Kılınç, Rıza Güven, Celal Küçük)
tartaklanmalarıyla ilgili şu tutanağı hazırladılar:
“Bugün, 30 Eylül 1977 Cuma günü saat 15.30 sıralarında DİSK Genel Merkez Yürütme Ku
rulu toplantı odasında 7 personelin çıkartılmasına ilişkin oyçokluğu ile verilen karar, karar def
teri Genel Sekreter Mehmet Karaca tarafından verilmediği için kâğıda yazılması uygun görül
müş ve daktilo sekreter Gülay’a verilip yazılması beklenirken başta Maden-tş Sendikası Genel
Sekreteri Mehmet Ertürk, genel başkan vekilleri Bahtiyar Erkul, Kemal Daysal, Halit Erdem ve
Murat Tokmak, arkalarında sabahtan getirip 4. kattaki eğitim salonunda bekletilen ve çoğunlu
ğu IGD’li olduklan söylenen kalabalığın kapıyı açarak içeri girdikleri, Mehmet Ertürk’ün elin
deki daktilo edilmiş imzasız kararı masanın üzerine sertçe vurarak ‘Bu karan değiştireceksi
niz ulan’ dediği, Yürütme Kurulu’nun karara oy veren üyelerinin tepkisini görünce elinde 19/a
maddesinin altım kırmızı kalemle çizdiği DİSK tüzüğünü Genel Başkan Kemal Türkler’in önü
Maden-lş Sendikası bir bildiri yayınlayarak, yürütme kurulunun tartakla
nan 4 üyesini “DİSK’in gelişmesini frenlemeyi amaçlayan kişiler” olarak ni
teledi. Bildiride olaym bir “saldın” değil, DİSK’e ve Maden Iş’e bağlı üyelerin
“DtSK ilkelerinin bilinçli ve kararlı” savunulmasından ileri gelen bir protes
tosu olduğu belirtildi.
Yürütme kurulunda başlayan tartışma, konfederasyonu fiilen ikiye böl
dü. TKP’liler dört üyenin tavrıyla başlayıp genişleyen yönetim karşıtı ha
reketi, “DİSK’in burjuvaziye teslimi” olarak görüyordu. 9 Ekim’deki Ge
nel Temsilciler Meclisi toplantısı öncesinde bölge meclisleri düzenleyerek
UDC doğrultusunda kararlar çıkarıldı. Genel Temsilciler Meclisi toplantı
sına ise muhalifler katılmadı; sadece TKP eğilimli sendikalarca yapıldı. Ke
mal Türkler toplantıdan sonra DİSK’in TKP’yle herhangi bir ilişkisi olma
ne koyan Bahtiyar Erkul’un da ‘Ya kararı geri alacaklar ya da Olağanüstü Genel Kurulu toplan
tıya çağırmak karan verecekler, yoksa buradan çıkamazlar, dışanda bekliyoruz’ diyerek odadan
çıktıktan sonra Genel Başkan Kemal Türkler, Genel Sekreter Mehmet Karaca ve Yürütme Kuru
lu üyesi Fehmi Işıklar'm karan değiştirmek gerektiğini ileri sürmeleri üzerine Kemal Türkler’in
‘Öyleyse olağanüstü genel kurul karan almanızı istiyorum’ dediği görülmüştür..
Personelin işine son verilmesine ilişkin kararın geri alınması ile Genel Kurul karan veril
mesi eşdeğerdedir. Kararlardan birinin alınması demek Yürütme Kurulu’nun daha açık bir de
yimle zorbalara teslim olması anlamına geldiğini ileri süren ve zorbalann önerisini kabul ettire
rek DİSK’e egemen kılmak isteyen Genel Başkan’a karşı direnilince, yukanda adlan yazılı kişi
lerin öncülüğündeki kalabalığın yeniden toplantı odasına hücum ederek girdikleri, telefon ahi
zesini kopardıklan görülmüştür. Genel Başkan Kemal Türkler’in ‘istediğinizi görüşüyoruz, el
bet olumlu bir karara varacağız, lütfen dışarı çıkın’ demesi üzerine homurdanarak dışanya çık
mışlar ve kapı önünde beklemeye başlamışlardır. Güvenlik önlemlerinin alınması için Genel
Başkan’m odasındaki telefonla konuşmak istendiğinde telefon santralının bu zorbalar tarafın
dan işgal edildiği ve bozulduğu öğrenilmiştir. Dışan çıkmaktan başka çare kalmadığı düşünce
siyle kapıyı açan ve önde bulunan Kemal Nebioğlu ile Celal Küçük kalabalık tarafından Meh
met Ertürk’ün, ‘Çıkarmayın, vurun’ şeklindeki konuşması üzerine tartaklanarak odaya sokul
muşlardır. Bundan sonra Maden-lş Yürütme Kurulu üyeleri ile genel Sekreterlik odasında uzun
süren bir görüşme yapan Genel Başkan Kemal Türkler yanımıza dönerek topluluğu zararsız ha
le getirdiğini, dışarıya çıkmamızda sakınca olmadığım söylemesi üzerine odadan çıkıldığında
müracaat odasının, asansörlerin ve merdivenlerin kalabalık tarafından tutulduğu görülmüştür.
Genel Başkan’m ‘Yol verin geçsinler’ demesi üzerine merdiveni aralayan kalabalığın arasın
dan inmeye başlayan Kemal Nebioğlu, Celal Küçük, Mehmet Ertürk’ün, ‘Bırakmayın’ diye ba
ğırması üzerine kalabalık tarafından itile kakıla tekrar yukanya çıkanldıklan ve tartaklandıklan
görülmüştür. Başkan odasına dönüldüğünde kalabalığın karşı çıkmadığı görülen Mehmet Kara
ca ve Fehmi Işıklar’a ‘Telefonlar kesilmiş, dışanyla görüşme olanağı kalmamış bulunuyor. Zor
balar size bir şey yapmıyorlar. Aşağıdaki katlardan birine giderek güvenlik kuvvetlerine telefon
ediniz,’ denildiğinde ‘Bir kolayını düşünürüz’ demekle yetinmiş ve hiçbir girişimde bulunma
mıştır. tki saatten fazla süren bu zorbaca baskılar altında özgürlüğü kısıtlanan Yürütme Kuru
lu üyeleri Genel Başkan Kemal Türkler’in ‘Tüzüğün kendisine verdiği yetkiye dayanarak Genel
Kurulu olağanüstü toplantıya çağıracağını’ kalabalığa söylemesinden bir süre sonra çıkmasına
izin verilmiş ve ancak saat 18.00’de dışan çıkmak mümkün olmuştur.
Olayı yaşayan kişiler olarak anlatan bu tutanak 5 kopya olarak düzenlenerek okunup im
za altına alınmıştır. 30.9.1977. Saat 18.00” (Gerekçeli Karar, s. 296-298, DİSK’teki Anlaşmazlık
ve Nedenleri adlı kitaptan aktanldıgı belirtiliyor, 1. Ordu Komutanlığı 2 Numaralı Sıkıyönetim
Askeri Mahkemesi, İstanbul, esas no: 1981/698, karar no: 1986/251, Gerekçeli Karar (DİSK ve
DİSK’e Bağlı Sendikalar Davası) Kitap No: 3-A.
dığım da açıkladı: “Bazı basın yayın organları haber ve yorumlarında, DİSK
ile yasal olmayan ve kamuoyunda TKP adıyla tanınan bir siyasal parti ara
sında ilişkiler olduğu izlenimini yaratmaya çalışmaktadırlar. Şunu kesinlik
le belirteyim ki, konfederasyonumuzun ne TKP ne de bir başka illegal hiç
bir kuruluşla en ufak bir ilişkisi yoktur, olamaz.”38 Muhalif 21 sendikanın
genel başkanları da arabuluculuğu üstlenen Genel-tş Sendikası Genel Baş
kanı Abdullah Baştürk öncülüğünde 14 Ekim’de bir toplantı yaptı ve öne
rilerini Türkler’e iletti. Uzlaşma sağlandı ve 22 Aralık’ta olağan genel ku
rul toplanması kararlaştırıldı. Mehmet Karaca genel sekreterlik görevinden
alınarak Onur Kurulu’na sevk edildi, yerine 1977 seçimlerinde CHP’nin İs
tanbul milletvekili adaylarından olan Hakkı Öztürk39 getirildi. 22-28 Aralık
1977 tarihlerinde toplanan 6. Genel Kurul’da Kemal Türkler ve arkadaşla
rı yenilgiye uğradı. Sosyalist sendikacıların da desteğini alan Genel-lş Sen-
dikası’nm Genel Başkanı Abdullah Baştürk’ün başını çektiği muhalefet yö
netime geldi. Abdullah Baştürk’le birlikte DtSK’te sol gruplara eşit mesafe
de durulduğu, “sosyalizm amacı”nın resmi belgelerde yer aldığı yeni bir dö
nem başladı.
1 Mayıs 1979
DİSK’in Abdullah Baştürk’ün genel başkanlığındaki yeni yönetiminin en
önemli sınavlarından biri 1979 yılının 1 Mayıs’ıydı. Kuşkusuz sadece DİSK’e
değil, son üç yıldır kazanılmış bu hakkın sıkıyönetim komutanlığınca orta
dan kaldırılmış olması nedeniyle sosyalist solun bütününe ait bir konuydu
aslında.40 Ancak DİSK, cumhuriyet tarihi boyunca yasak olan 1 Mayıs’m kut
lanmasına öncülük etmiş, -haklı olarak- 1 Mayıs’ın tertipleyicisi olduğu ka
dar sahibi haline de gelmişti. Ne söyleyeceği önemliydi.
44 Bu kişiler şunlardı: Kenan Akman, Cenan Bıçakçı, Ertan Andaş, Özcan Keskeç, Rıdvan Budak.
45 1. Ordu ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Necdet Üruğ’un 1 Mayıs’taki kararlı tavrı NA
TO Genel Sekreteri Alexander Haig tarafından takdirle karşılandı: “Avrupa’daki Amerikan ve
tüm müttefik NATO kuvvetlerinin başkomutanı Gn. Haig, o dönemde Türk Askeri Temsilcisi
Korg. Süreyya Yüksel ile Ege Komuta Kontrol bölgelerini konuşup müzakere ediyordu. Bir ara
söz dolaşıp Türkiye’deki iç çalkantılara geldi. Yüksel, en son örneği anlattı ve Ûruğ’un 1 Ma-
yıs’ta İstanbul’da sokağa çıkma yasağı ilan ettiğini ve buna uymayanları da, hükümetin itirazı
na rağmen tutuklayıp bırakmayacağını, söyledi. Haig’in tepkisi ilginçti: ‘Bravo derim. İşte ko
mutan böyle olur ve istikrar böyle kurulur.”’ M. Ali Birand, 12 Eylül, saat 04.00, Karacan Ya
yınlan, 1984, s. 102.
46 Milliyet, 28 Nisan 1979.
tıldı. Baştürk’ün “teslimiyetçi” diye suçladığı Maden-lş, Bank-Sen ve Bay-
sen, ayn miting düzenleyerek konfederasyonun disiplinini çiğnedikleri için
DİSK’ten bir yıl ihraç edildi. TKP’lilere göre İzmir mitingi kararı, “kan dö
külmesine yol açacak, darbecilerin işini kolaylaştıracak” bir provokasyonu
önlemiş; DİSK yöneticilerinin kararı ise “İstanbul’un askersel darbe provası
için gerekçe olmuş, konfederasyonun saygınlığına darbe”47 vurmuştu.
1978-1980 dönemi
TKP’liler, yeniden kuruluşun tamamlandığı 1977-80 arasını partinin en hız
lı geliştiği dönem olarak tanımlar, illerin çoğunda komiteler kurmayı başa
ran TKP’liler, en güçlü parti örgütlerini İstanbul, İzmir, Kocaeli, Zonguldak,
Adana gibi işçi yoğunluklu büyük kentlerde kurdu. DlSK’te, başta 60-70 bin
üyeli Maden-lş sendikası olmak üzere, 5-6 sendikada yönetimleri elinde bu
lunduruyordu; TÖB-DER, TÜM-DER, TÜTED, KÖY-KOOP gibi binlerce
üyeli kitle örgütlerinde ya yönetimdeydiler ya da en etkili sol gruplardan bi
riydiler. iGD’nin 150 şube ve temsilciliği, 50 bini aşkın üyesi, İKD’nin 26 şu
besi, 15 bin üyesi olduğu söyleniyordu.
TKP, 1978-80 döneminde, bu büyümesine karşın, çok daha zayıf oldu
ğu 1974-77 dönemindeki kadar ülke siyasetine etki edemedi. Bu ters orantı,
açıktır ki, DÎSK’le ilgiliydi. Türkler yönetimindeki DlSK’in 1 Mayıs’lar, genel
yas ve MESS grevleriyle ulaşılan politik etkiye, özellikle 1979-80 yıllarında
rastlanmaz. İllegal örgütlenme prensibine karşın, 1979-80 yıllarında iyiden
iyiye artan şiddet ve bunun getirdiği sıkıyönetim yasaklan TKP nezdinde po
litik etki ve gelişmenin temel göstergesi sayılan “yığınsal eylem” olanaklarım
azalttı, o ölçüde de politik etkisi zayıfladı.
1977 yılının Aralık’mda Kemal Türkler ve arkadaşlarım yönetimden uzak
laştıran genel kuruldan üç gün sonra MC hükümeti düştü. Yani Aralık ayı
nın son günlerinde hem ülke hem DİSK yönetimi değişti. Her iki değişik
lik, o güne kadar süregelen DİSK öncülüğünde CHP merkezli siyaset strate
jisinin koşullannı da ortadan kaldırdı. MC’nin düşmesini “faşizmin gerile-
tilmesi” olarak değerlendiren TKP, CHP ağırlıklı hükümet dönemindeki si
yasi taktiğini şöyle açıklıyordu: “Savaşta yalnız faşizmi geriletmekle yetini-
lemez. Şimdi ileriye doğru adımlar atmak gerekir. Bu adımlann başında de
mokratik özgürlüklerin alanını genişletmek, her şeyden önce 141-142. mad
delerin kaldmlmasını... sağlamak gerekiyor. Somut olarak TKP’nin yasalaş
masının önündeki tüm engellerin temizlenmesi, demokratik özgürlüklerin
alanını genişletme savaşında birincil önem taşıyor.” “141, 142 kalksın”, “İş
çi sınıfı partisine özgürlük” sloganlarının yerini “TKP’ye özgürlük” sloganı
47 Savaş Yolu, sayı 14.
nın aldığı belirtiliyor, “Günümüzde TKP’ye özgürlük, diyen gerçek demok
rattır. Günümüzün ölçüsü budur,” deniyordu. TKP, propaganda ve çalışma
larını bu doğrultuda yoğunlaştırdı. Komünist partinin kurulup kurulama
yacağı tartışmaları, 1978 yılının ikinci yansında meclis ile günlük sağ ve sol
basında geniş yer buldu. Tartışmalar, 141 ve 142. maddelerin kaldmlmasım
vaat eden CHP hükümetinin demokrasi ve özgürlükler bakımından ne ölçü
de adımlar atabileceğinin de göstergesiydi. Başbakan Bülent Ecevit, bu mad
delerin kaldınlmasından yana olduğunu ancak meclisteki bileşimin buna el
vermediğini söylüyordu. Bu arada komünist partisine özgürlük kampanyası
nın öncüleri İGD ve İKD şubeleri polis baskınlarına uğruyor, tutuklanan ve
gözaltına alınan İGD üye ve yöneticilerinin sayısı 350’yi buluyordu.
CHP iktidarında partinin kendini meşrulaştırma mücadelesinde iki olay
öne çıktı. Bunlardan biri ilk kez TKP pankart ve sloganlarıyla ortaya çı-
kılmasıydı. 1 Mayıs 1978’de Taksim’de alana gizlenerek sokulmuş onlarca
“TKP’ye özgürlük” pankartı açıldı. “TKP’ye özgürlük”, “1. Bilen yoldaş ara
mızda” sloganları haykınldı. Kendini meşrulaştırma mücadelesindeki diğer
olay ise partinin legal yayınevlerinden Ürün Yayınları’nm TKP Programı adlı
broşürüydü. Broşürle ilgili İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde TCK’nın 142.
maddesinden dava açıldı. TKP’liler, iç ve dış kamuoyu oluşturarak davayı
demokrasi mücadelesinin bir alanı haline getirmeye çalıştı.
Kendi kimliğiyle politik sahneye çıktığı 1978’de TKP, solun en büyük iki
kitle örgütü olan DİSK ve TÖB-DER’de, yönetimlerle gerilimler yaşadı. DİSK
yönetimi, Maden-lş, Bank-Sen, Bay-Sen sendikalarını disiplini bozucu ey
lemleri nedeniyle birer yıl ihraç etti; bazı sendikacılan görevlerinden uzak
laştırdı. TÖB-DER’in Ağustos ayındaki genel kurulu, kavgalı ve tartışmalı bir
şekilde dağıldı; TKP’liler, genel kurulu tanımayarak, ayrı bir toplantı düzen
ledi. Fiilen ortaya çıkan iki TÖB-DER, mahkemelik oldu. Ancak TKP’lilerin
taban hareketi yaratarak, yönetimi ele geçirme çabaları DİSK’te olduğu gi
bi TÖB-DER’de de başarıya ulaşamadı. Her iki kitle örgütünde de muhalefet
grubu olarak kaldılar.
Aralık 1978’de Maraş katliamıyla gelen sıkıyönetim, komünist partinin
yasallaşması tartışmalarını ülke gündeminden çıkardı, TKP açısından da
ikinci plana düşürdü. CHP hükümetinin uygulamalan beklenenin aksine bir
eğilim gösterdi. Demokratik haklar kısıtlanıyordu. Bu durumda demokratik
hakların genişletilmesinden değil, korunmasından söz edilebilirdi.
CHP’nin “ilericiliği”nde TKP için ölçü olan bir diğer sorun MHP’ye kar
şı tutumuydu. “Alparslan Türkeş’in tutuklanması, MHP ve ÜGD’nin kapa
tılması” istemi siyasal propagandasının ana unsuruydu. 1979 yazında etkin
olunan tüm illerde “MHP-ÜGD kapatılsın, can güvenliği sağlansın” talebiy
le Faşizme Karşı Savaş Kampanyası yürütüldü. TKP’nin yasal yayınlarına gö
re 18-26 Ağustos haftası içinde Türkiye’nin 40 merkezinde yasal mitingler
düzenlendi. Kampanyanın sonunda çeşitli illerden kitle örgütleri temsilcile
ri otobüslerle Ankara’ya geldi. Burada Başbakan Ecevit’le görüşüp talepleri
ni ileterek kampanyayı noktalamayı amaçlıyorlardı. Ancak il sınırında dur
duruldular. Başbakanlığa kabul edilmeleri için içlerinden bir heyet seçmele
ri istendi. 42 kişilik bir heyet halinde başbakanlığa gittiklerinde de, bu kadar
kalabalık bir biçimde kabul edilemeyecekleri, aralarından beş kişi seçmele
ri istendi. Beş kişilik heyeti kabul eden Devlet Bakanı Hikmet Çetin, onlara
muhatabın kendileri değil savcılar olduğunu söyledi. Başbakanlıktan çıkan
beş kişi, dışarıda bekleyen 37 kişiyle birlikte gözaltına alındı. Bir gün sıkı
yönetimde tutulan temsilciler, ertesi gün bir otobüse bindirilerek İstanbul’a
gönderildi. TKP’lilere göre, kampanya, “CHP sağ kanadının faşizmi koru
yan, kararsız tutumunu bir kez daha kanıtladı.”48
Her iki kampanya, CHP hükümetinin “tutarsızlığını kanıtlamak”tan öte
bir sonuç yaratmadı. “İşçi sınıfının gerçek temsilcileri” ve “demokratik güç
lerle” hükümet kurmayan CHP, faşizmi geriletecek, komünist partiyi ya
sallaştıracak demokratik özgürlükleri genişletme yerine, sıkıyönetim, ye
ni baskı yasaları ve “MHP’yi kollayan” politikalarıyla “gerici, tekelci güçler
le işbirliğini” tercih etmişti. Ama yine de TKP, hükümetin yıkılmasının fa
şizmin ekmeğine yağ süreceğini belirtiyor; CHP’nin daha fazla sağa kayma
sının önlenmesi için mücadele edilmesi gerektiğini vurguluyordu. 1979 se
nato seçimlerine ilk kez bağımsız adayla49 katılan TKP -k i o zamana kadar
hep CHP desteklenmişti- alınacak sonuçla CHP’nin uyarılmasını amaçladı
ğını söylüyordu. Şöyle deniyordu:
CHP yöneticileri gerici AP’ye, faşist MHP’ye oy verirseniz faşist tehlike daha
da artar demiyor da, solun adaylarına oy verirseniz gericilik güç kazanır gibi
demagojilerle oy avcılığı yapıyor... CHP’nin seçim politikası yalnız eylem bir
liğini hedef almakla kalmıyor. Seçimlerden sonra gerici-faşist güçlerin en baş
ta içinde nice CHP’li yurtseverin de yer aldığı sol güçlere karşı daha azgınca
bir saldırıya geçmelerine olanak yaratıyor. Buna karşın sol güçlerin seçimler
de elde edecekleri göreceli başarılar, faşist katilleri etkisizleştirmede, önem
li bir etken olacaktır. Yalnız İstanbul’da CHP sağ kanadına verilecek bir ders
bile, tekelci burjuvazinin CHP’yi tümüyle kendisine bağlama planına ağır bir
darbe indirecektir.50
51 İstanbul sonuçlan: SDP: 13.101 (yüzde 1), TİP: 12.616 (yüzde 1), TSİP: 5523 (yüzde 0 ,4 ), ka
tılım oranı: 59.8, geçerli oy sayısı 1.274.392.
52 İstanbul’da AP 509.463 oyla 5 senatör, CHP 483.365 oyla 4 senatör kazandı.
53 Atılım, Temmuz 1980.
54 Atılım, Temmuz 1980.
mesi politikası arasındaki çelişki, 1979-80’in sıkıyönetim ve artan şiddet or
tamında açığa çıktı. Tartışmanın düğüm noktasını “devrimci durum”un
olup olmadığı oluşturuyordu.
Partinin iki yayın organında farklı görüşler 1978’den itibaren kendini gös
terdi. İşçinin Sesi'nde 1978’den itibaren bir devrimci durumun bütün verile
rinin mevcut olduğu yazılırken, Atıhm’da “devrimci durumdan bahsetme
nin erken olduğu”, ancak bunun “ileri zamana atılmasının da yanlış oldu
ğu” söyleniyordu. Keza Şubat 1979’da 1. Bilen’le yapılan söyleşide, işçi sını
fının “devrimci yol”dan iktidara geleceği, toplumsal ve siyasal dönüşümle
rin “ileri demokratik devrim”le gerçekleşeceği anlatılıyordu. Yeni bir öne
ri de, işlevleri ve yapıları hakkında bir açıklık getirilmeyen “can güvenliği
komiteleri”ydi.
Bölünme, merkez komite üyesi, İngiltere örgütünün başında bulunan,
parti yayınlarının editörü Nihat Akseymen’in (R. Yörükoğlu)55 Aralık
1978’de kaleme aldığı Emperyalizmin Zayıf Halkası adlı broşür üzerine 1979
yazında patlak verdi. Başlangıçta Genel Sekreter 1. Bilen’in hazırlığı için onay
verdiği broşürde, Türkiye’de bir devrimci durum saptaması yapılıyor, örgüt
lenme ve mücadele biçimlerinin buna uygun olarak silahlı biçimler alma
sı gerektiği savunuluyordu. Bu görüşlerin MK içinde tartışılmak istenmesi
Akseymen’in disiplinsizlik suçlamasıyla partiden ihracına yol açtı. Karşılıklı
ağır suçlamalar, Türkiye ve yurtdışmda iki gruba bağlı militanların kavga ve
çatışmalarıyla sürdü. Her iki grubun yayın organlarında silahlı saldırılardan
söz edildi. 8 Temmuz 1980’de İstanbul Samandağ’da merkez yanlısı Mithat
Sahillioğlu muhalifler; İzmir’de 17 Ağustos’ta çıkan çatışmada merkez yanlı
sı Halil Babadağ ve buna misilleme olarak da 29 Ağustos’ta aynı kentte İşçi
nin Sesi grubundan İnanç Seçiç adlı genç kız merkez yanlıları tarafından vu
rularak öldürüldü.56
Yurtdışmda toplanan muhalifler (1 Haziran 1979), “parti içinde, oportü
nizme karşı mücadele” kararı aldılar. İşçinin Sesi muhalefetin yayın orga
nı haline geldi. Şubat 1980’de 1. Konferansı topladılar. TKP-lşçinin Sesi ya
da TKP-Leninist Kanat diye anılan grup kendi ifadesiyle Türkiye’de ağırlık
lı olarak Ankara ve İzmir’de örgütlüydü. İstanbul, Mersin, Zonguldak, Ha
tay ve Bursa’da da örgütlenme girişimleri vardı. Ancak ciddi bir gelişme gös
teremediler. 12 Eylülün ardından Ankara ve Mersin’deki tutuklamalar, Tür
kiye’deki örgütsel ilişkilere darbe vurdu. 1981 Şubat-Mart’mda 2. Konferan-
sı’nı toplayan grup, 1981 Ekim’indeki operasyonla örgütsel varlığım büyük
55 Nihat Akseymen 11 Aralık 2001 tarihinde, 56 yaşında, yurtdışmda kanser tedavisi gördüğü sağ
lık merkezinde hayatını kaybetti. Vasiyeti üzerine külleri 23 Aralık’ta İstanbul Heybeliada’da
denize serpildi.
56 Silahlı saldın ve çatışmalarla ilgili İşçinin Sesi 111 ve 112. sayılar.
oranda kaybetti. Kendi ifadeleriyle “ikinci konferans sonrasında 100’ü aşkın
İşçinin Sesi taraftan tutuklandı, merkezle örgütler arasındaki bağlar koptu.”
İki konferans arasında örgütün en başanlı olduğu faaliyet alanı yine kendi
ifadeleriyle “yayın faaliyeti”ydi. Grubun amacı, TKP’nin 5. Kongresi’nin top
lanmasını sağlayarak, kendilerini ihraç eden hiziplere karşı zafer kazanmak
tı. Parti hukuku açısından kongreye çağnlmak durumundaydılar, ama böyle
bir çağn hiçbir zaman gelmedi.
İşçinin Sesi radikal söylemiyle dikkat çekti ve TKP’nin çelişkilerini açığa
vurdu. Grubun tasfiyesi, partinin devrimci durum ve buna bağlı silahlı mü
cadele biçimlerine karşı tutumunu netleştirmesini sağladı, ama verili koşul
larda nasıl bir siyaset stratejisi izleneceğine dair kafa karışıklığını gidereme
di. Bir yandan işçi sınıfının mücadelesinin sert biçimler aldığı saptaması ya
pılıyor, diğer yandan bu sert biçimlerin egemen sınıflara “faşizmi tırman
dırmak” için bahane olabileceği düşünülüyordu. Örneğin, Atılım, diğer sol
grupların “devrimci durumun belirtisi” saydığı Tariş işçilerinin günlerce sü
ren işgal eylemiyle ilgili “Gün silaha sanlma ve ayaklanma günü değil, ege
men sınıflar böylesi bir serüven yaratmak için yanıp tutuşuyor”57 yorumu
yapıyordu.
Soldaki pek çok grubun, kendi durumunu ve verili koşullan abartan de
ğerlendirmeleri düşünülecek olursa TKP’nin “devrimci durum”a ilişkin sap
tamaları gerçekçi sayılabilir:
Ülkemizde bugün, sınıfların karşılıklı durumu, sınıfsal güç dengesi, işçi sını
fı ve bağlaşıklarının egemen sınıfların üzerinde utkusuna olanak verecek dü
zeye henüz ulaşmamıştır.... Günümüzde zaman zaman yükselen, alçalan bir
süreç içinde, güçler dengesinin dinamiği, genellikle devrimci güçlerden yana
değişme eğilimi taşıyor... Toplumsal çelişkilerin daha da sertleşmesi bunalı
mın devrimci yönde gelişmesini, bir devrimci durumun oluşmasını sağlaya
bilir. Bugün reel olan, egemen sınıfların faşist ya da profaşist bir diktaya git
me tehlikesidir. Her duruma hazırlıklı olunmalıdır.58
1 9 8 0 askeri darbe öncesi, sanki Türkiye bir devrime gidiyormuş gibi par
ti bütün kadrolarım deşifre etme pahasına ileriye sürdü... Eğer devrime gidi
yor idiyse, parti neden bunu açık seçik bir hedef olarak öne koymadı, neden
60 Türkiye Birleşik Komünist Partisi Genel Yönetim Kurulu Çalışma Raporu, Paşahan Matbaası, İs
tanbul, Ocak 1991.
Karşı devrimci öz taşıyan terörist eylemlere bulaşanları, uğradıkları bu baskı
lardan ötürü kahramanlaştıran, onlan öne çıkaracak bir ajitasyon, işçi sınıfı
nın bilincini bulandmr. Bu nedenle onlara karşı uygulanan insanlık dışı yön
temlere (idam, işkence, insan avı...) karşı çıkmalı, ama tek tek kişiler kam
panya konusu yapılmamalıdır.
65 Nabi Yağcı, I. Bilen’den sonra genel sekreterliğe getirilmesiyle ilgili ise şunları anlatıyordu: “Ge
nel sekreterliğim ortaya çıkıncaya kadar ne kendi aramızda ne de Sovyetler Birliği, Bulgaristan
ve Demokratik Almanya Cumhuriyeti arasında benim tanık olduğum bir konuşma olmadı; be
nimle kimse konuşmadı. Genel sekreterlik benim aklımın kenarından geçen bir konu değildi.
Bir gün Bilen ‘Seni Moskova’ya davet ediyorlar’ dedi. O sıralar Türkiye’de tutuklamalar sürdü
ğü için onunla ilgili bir görüşme olacağını düşünmüştüm. Moskova’ya gittiğimde, Sovyet Sosya
list Cumhuriyetleri Birliği Komünist Partisi Merkez Komite üyesi ve bizimle ilişkiden sorumlu
yoldaşla görüştüm. ‘Bilen çok yaşlı ne düşünüyorsun?’ dedi. Ben çok şaşırdım; yaşlı, doğrudur,
ama onun yerini alacak deneyimli bir yoldaş vardır, dedim. ‘Kim olabilir?’ diye sordu. Ben, Tür
kiye’de böyle birinin olmadığını, bugünkü politbüronun yapısı içinde de olamayacağını, hepi
mizin genç olduğunu söyledim. Ama sosyalist ülkelerde eski TKP’li yoldaşların yaşadığını duy
duğumu belirterek, onlann arasından olabileceğini ve onu da kendilerinin bileceğini dile getir
dim. O, ‘Hayır, böyle bir kimse yok’ deyip kestirip attı ve ‘Neden sen kendin için düşünmüyor
sun?’ dedi. Benimle dalga mı geçiyor, diye şaşkınlıkla yüzüne baktım. Niye ben, diye sordum.
‘Esas sorun Türkiye. Orayı ve parti örgütlerini tanıyan sensin. Başından beri örgüt çalışmalarını
götüren sen oldun’ dedi. O konuşma böyle bitti. Bana ‘Sen genel sekreter olacaksın’ demediler.
Sanıyorum bundan sonra Sovyetler, Bilen’le ve Almanlarla konuştular. Bilen hiçbir zaman bana
‘Sen benim genel sekreter adayımsın’ dememiştir. Bir başkasına da dediğini duymadım.” Metin
Gür, a.g.e., s. 224.
sekter tutumunun özeleştirisi yapıldı. Başta TİP olmak üzere, sosyalist güç
lerle birlik oluşturulması karan alındı. Ancak programın çelişkisi, demokra
sinin devrimle kazanılabileceği vurgusu ile “ulusal demokrasi” başlığı altın
da demokratikleşme önerisini aynı anda ileri sürmesiydi. TKP’nin 1973’ten
beri çözemediği bu ikilem, bir yıl sonra, “devrim”e değil “demokrasi” soru
nuna öncelik veren kararlarla aşıldı. Rejime yönelik eleştiriler sertliğini ko
rurken, sistem içi bir demokrasi mücadelesi ve daha geniş yelpazede mütte
fikler arayışı söz konusuydu.
Demokrasi mücadelesinde en önemli öğe, yine aynıydı: TKP’nin yasal
laşması. Komünist partinin kurulmasını önleyen ceza kanunundaki 141 ve
142. maddelerin kaldırılması, güncel mücadelenin eksenini oluşturuyor
du. Nitekim TİP ile birleşmenin ardından kurulan Türkiye Birleşik Komü
nist Partisi’nin (TBKP) hem ülke içinde hem de Avrupa ölçüsünde en etki
li ilk ve son eylemi, bu amaçla parti yöneticilerinin Türkiye’ye dönüşleriydi.
5. Kongre kararlarına uygun olarak sol güçlerle ittifak, 1984 Aralık’ında
Türkiye Kürdistan Sosyalist Partisi, Kürdistan Öncü İşçi Partisi, Türkiye Ko
münist Emek Partisi, Türkiye İşçi Partisi ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi ile
birlikte kuruldu. Ancak bu birlik etkili olamadan 1988’de dağıldı.
Asıl birlik çabası TİP’le yürütüleniydi. Bu, 12 Eylül öncesi başlayan iki
partinin tek bir parti çatısı altında birleştirilmesi çabasıydı. Birleşme süre
ci Haziran 1980’de iki parti arasında Bulgaristan başkenti Sofya’da imzala-
dıklan birlik protokolüne uzanıyordu. Protokole rağmen görüşmeler ancak
1982’den sonra başlayabildi. 1985’ten itibaren ise ortak bir partide birleşme
de anlaştılar. Ocak 1987’de TKP MK plenumu TİP’le birleşme ve yasal zemi
ne çıkma kararı aldı. 1987 yaz aylarında iki partinin ortak program çalışma-
lan tamamlandı. Ekim 1987’de TİP Genel Başkanı Behice Boran ve TKP Ge
nel Sekreteri Nabi Yağcı, Brüksel’de bir basın toplantısı yaparak iki partinin
Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP) çatısı altında birleşme karan aldı
ğını ve en kısa sürede her iki partinin birlik kongrelerini gerçekleştireceğini
duyurdu. Ortak açıklamada, TBKP’nin tarihsel görevinin komünistlerin bir
liğini sağlamak olduğu da vurgulanıyordu. Yani TBKP diğer komünist güç
lerle de birleşmeliydi. Behice Boran yaşamını yitirdi. TİP ve TKP yönetici
lerinin ortak politbüro toplantısında dönüş karan alındı. Birleşme kongresi
1989’da Moskova’da yapıldı.
Nabi Yağcı ve Nihat Sargın, 16 Kasım 1987’de TBKP’yi yasal olarak kur
mak için Türkiye’ye geldiler. Münih’ten gelen iki yönetici havaalanında po
lisçe hemen gözaltına alındı. Gözaltına alınacaklarını zaten biliyorlardı.
Cumhurbaşkanı Kenan Evren gelişi “kötü niyet”, “yurtdışmdan direktif al
mışlar” diye yorumladı. Başbakan Turgut Özal da “provokasyon” dedi.66 Bu
66 Demokrasinin 50 Yılı, 1945-1995, Cilt 2, Radikal, Aydm Kitaplar, s. 929.
na karşın Turgut Özal’m “komünist partinin kurulabileceği”ne dair açıkla
maları, hükümetin etkili bakanlarından Adnan Kahveci’nin “göçmenlerin
ülkeye dönmesi” için yaptığı çağrılar da kanıt gösterilerek günlük basında
bu konuda gizli bir anlaşmanın olduğu iddiaları yer aldı. Öyle ki bu iddia,
TKP’nirT radikal kanadını oluşturan işçinin Sesi grubunun ve onun sonraki
izleyicilerinin ısrarla ileri sürüp eleştirdiği bir iddia oldu.
Yağcı, Sargın ve onlarla birlikte 16 kişi tutuklandıktan sonra Ankara Ka
palı Cezaevi’ne konuldular. 8 Haziran 1988’de ilk duruşma yapıldı. Tutuk
suz 19 sanığın da bulunduğu davanın savunmasını 350 avukat üstlendi, an
cak salonun küçüklüğünden bunların bir bölümü duruşmaya girebildi. Ya
bancı birçok parlamenter ve komünist parti temsilcisi dayanışma için du
ruşmaları izlemeye geldi. Nabi Yağcı ve Nihat Sargın, 6 Nisan 1990’da tahli
ye edilmeleri, komünist partisine özgürlüğün tanınması ve 141-142’nin kal
dırılması talepleriyle ölüm orucuna başladılar. Iç ve dış kamuoyunun ilgiy
le izlediği eylem ve dava sonucunu verdi. 4 Mayıs’ta tahliye edildiler. Bir ay
sonra, 4 Haziran 1990’da TBKP’nin yasal kuruluşu yapıldı ve İçişleri Bakan-
lığı’na dilekçeyle bildirildi.
12-14 Ocak 1991’de Ankara’da Büyük Kongre67 toplandı. 28 Ocak
1992’de Anayasa Mahkemesi’nin kapatma kararıyla TBKP sadece yasal ola
rak değil, fiilen de sona erdi.
TBKP yöneticileri, artık sona eren bir dönemin, son görevini yaptıklarını
düşünüyordu. Bu dönem Sovyetler Birliği’nin başını çektiği sosyalist siste
min dağılmasıyla doğrudan bağlantılıydı. TKP-TİP’in birleşme kararıyla baş
layan TBKP süreci, Sovyetler Birliği lideri Mihail Gorbaçov’un “perestroyka”
(değişim) ve “glasnost” (açıklık) kavramlarıyla ünlenen sistemin ideolojik-
kurumsal yapısından politikalarına kadar köklü eleştirisi ve değişim hareke
tinin bir parçasıydı. Bu eleştiri ve değişimin ölçüsü ve sının, SBKP’de olduğu
gibi, TBKP’de de bir eksene yerleşemedi ve dağılışa dönüştü.
1987’de iki parti birleştiğinde amacını, ülke ve dünyanın bugünkü so
runlarına yanıt verecek “çağdaş bir komünist parti” yaratmak, yasal çalış
67 TBKP’nin 1. Kongresi Moskova’da toplandı. Kongre temel görev olarak, “genel sekreterleri öz
gürlüklerine kavuşturmayı ve TBKP’nin ülkede yasal olarak kurulmasını" saptadı. Politbüro iki
partinin 6’şar üye katılımıyla 12 kişiden oluştu. 6 üye yurtdışında 6 üye de yurtiçindeydi. Tem
muz 1989’da bütün üyelerin Türkiye’ye dönüşü tamamlandı ve Politbüro’nun yurtdışı faaliye
ti sona erdi. TBKP Merkez Komitesi şu kişilerden oluşuyordu: Nihat Sargın (TBKP Genel Baş
kanı), Nabi Yağcı (TBKP Genel Sekreteri), Mehmet Karaca (Genel Başkan Yardımcısı), Osman
Sakalsız (Genel Sekreter Yardımcısı), Erdal Talu, Zülfü Dicleli, Zeki Kılıç, Umur Coşkun, Ab
durrahman Atalay, Toygun Eraslan, Adnan Sel, Ali Taygun, Selim Mahmutoğlu, Neşet Kocabı-
yıkoğlu, Cemal Kıral, Can Açıkgöz, Yavuz Ünal, Sıtkı Coşkun, Şeref Yıldız, Ahmet Kardam, Fe
ridun Gürgöz, Erol (?), Ali Söylemezoglu, Ûzcan Kesgeç, Varlık Özmenek, İlhan Alkan, Peya-
mi Arık, Arif Gülöksüz, Nurettin Pirim, Fatih Bakan, Vedat Baranoğlu, Selma Atabek, Ali Fuat
Vardal, Mehmet Bozışık, Isfendiyar Eyüboğlu, TİP kökenli bir kişi.
ma hakkını elde etmek olarak açıklamıştı. Ülkeye dönüş, bizzat yasal kuru
luş hakkını fiilen elde etmeye dönük bir eylemdi. Nabi Yağcı ile Nihat Sar-
gın’ın gelişinin ardından ülkede fiilen TBKP’nin büroları kuruldu. Yayın or
ganları Adımlar ve Yeni Açılım dergileriydi. 1990 Haziran’mda resmi başvu
ruyla birlikte de aleni olarak ilçe, il kongreleri ve parti kongresi yapıldı. Bu
fiilen komünist partisinin açık alanda kurulmasıydı. Parti bunu “toplumun
özgürleşme mücadelesine bir katkı” olarak ele alıyordu. Çok daha karma
şık olanıysa, partinin “yenilenme” amacıydı. Eski parti anlayışının, ideolo-
jik-politik yaklaşımların köklü eleştirisiydi bu. Birleşmenin ilk dönemlerin
de parti kendisini “Marksist-Leninist” ilkelere bağlı görüyor, birlik sorunu
nu komünistlerin birliği olarak niteliyordu. Ancak sosyalist ülkelerdeki al
tüst oluş, eski düşünüş, örgüt biçimlerinin de köklü değişimini gerektirdiği
fikrini yayıyor, tartışmaların çerçevesini hızla genişletiyordu. 1990 sonların
da birlik çok daha geniş yelpazede ele almıyordu artık. Söz konusu olan “ta
rihsel bir kopuş”tu, bu kopuş eski tipte bir komünist partiyle, komünistler
le başarılamazdı. Bütün Marksist güçlerle ve hatta “değişim isteyen güçlerle”
birlikte üstesinden gelinebilecek bir dönem yaşanıyordu.
Bu yaklaşımların ürünü olarak, TBKP’liler, solun başka çevrelerinin
1990’da Kuruçeşme’de başlattıkları ve Sosyalist Birlik Partisi’nin (SBP) ku
rulmasıyla sonuçlanan çalışmalara katıldı. Taraftarlarının bu partide yer al
malarını istediler. TÎP’lilerin çoğu, TBKP yerine SBP’ye katıldılar. TBKP’li
ler SBP için de “Bizim partimizdir. Bizim başka Marksistlerle ve Marksist ol
mayan demokratlarla birleşmemizin temelidir” diyordu.68 Aslında TKP ve
TİP’lilerin bir birlik projesi olan SBP’den ayrı oluşları, bu partinin kurulu
şuyla TBKP’nin önceden başlayan yasal kuruluş mücadelesinin çakışması gi
bi bir talihsizlikten ibaretti. TBKP, komünist partinin özgürleşme mücadele-
siydi ve sonuçlanması gerekiyordu. Ama 1991’de kuruluş kongresi gerçek
leştiğinde TBKP yöneticileri açısından artık bu fiilen kazanılmıştı ve biçim
sel bir hukuki sorundan ibaretti:
Bugün artık (TBKP) yeni tip bir partiye dönüşmeyi amaçlıyor. Bu özellikle
riyle TBKP, politikaları ve örgütleri ile sona ermekte olan bir dönemin son
döneminde yer aldı. Ancak biten bir örgüt olmadı. Yeninin ortaya çıkışını
hazırladı. Katkıda bulundu. Bu yönüyle de yeninin ilk halkasını oluşturdu.
Öncü köylüler
THKO kökenli TKEP, 12 Eylül öncesi SBKP çizgisindeki bir diğer örgüttü.
Bu nedenle onu TSİP, TİP ve TKP’nin peşi sıra ele almak, kategorik olarak
yanlış değildir.1 TKEP’i diğer üçünden ayıran, kır kökenliliğinden kaynakla
nan özgün yanları bir yana bırakılırsa, yasadışı örgütlenmesi, silahlı oluşu ve
şiddeti savunmasıydı. Bu bakımdan, 1979’da TKP içinde ortaya çıkan İşçinin
Sesi muhalefeti ile TSİP’ten ayrılan TKP/B ile yakın bir görüş açısına sahipti.
Marksist-Leninist doktrine ortodoksça bağlı örgütlerin ideali, proletar
yanın öncü örgütü partinin “komünist bilinçle donanmış öncü işçiler”den
oluşmasıydı. Eğer Türkiye’de, 1974-80 arası, hatta sonraki yıllarda da, “sı
nıf temeline oturmuş” bir devrimci grup aranacak olursa, bunların başın
da TKEP’in yer aldığı söylenebilir. Çünkü kırsal alandaki işçi ve köylülerin
kurup büyüttüğü bir örgüttü TKEP. 1975-80 yıllarının belli başlı örgütleri
TKP’den TDKP’ye yönetici organları çoğu üniversiteli “küçük burjuva” kö
kenlilerden oluşurken TKEP’te işçi ve köylüler yönetim kademelerini dol
durmuştu.
Örgütün lideri köylü kökenliydi; 1980’de partinin kuruluş kongresinde
seçilen 12 kişilik merkez komitesinin çoğunluğunu köylüler ya da köy kö
kenli işçiler oluşturuyordu (üçü öğretmen, biri mimardı). Alt yönetici or
ganları da üyeleri de işçiler ve köylülerdi çoğunlukla. Bu bileşim örgütün da
ğılmaya yüz tuttuğu 1990’lı yıllara kadar devam etti.
Bu TKEP’lilerin hem övüncü hem sorunuydu. Kırsal kökenli de olsa iş
1 Kürt solunda, tıpkı Türkiye solundaki gibi SBKP ve ÇKP savunucuları vardı. Örneğin Özgürlük
Yolu olarak anılan PPKK ve Ala Rızgari SBKP, Kavra ÇKP görüşlerini savunuyordu.
çi ve köylülerin “komünistleşerek” komünist bir örgüt kurma yoluna gir
miş olmaları övünç nedeniydi. Sorunsa komünist partinin kırsal alanda ku
rulamayacağıydı. Ama örgüt Gaziantep merkezli olarak Malatya, Adıyaman
illerinde kurulmuştu. 1971’de kentlerden gelen THKO’lu devrimci öğrenci
gençlerin kır gerilla faaliyetine lojistik köylü desteğini sağlamak için kurdu
ğu ilişkiler, 1975’ten sonraki bu yeni örgütün temeli olmuştu.
1974-76 yıllarında söz konusu illerdeki örgütlülüğü, silahlı gücü ve mili
tan yapısıyla bir köylü hareketi yaratma şansı varken, 1977’de düzenlediği
ilk konferansında, bunu reddetti. Örgütün doğal önderi ve kurucusu başta
olmak üzere yönetici militanların arzuladığı, Bolşevik tipte silahlı ayaklan
mayı gerçekleştirecek, öncü proletarya partisinin yaratılmasıydı. Çünkü geç
miş THKO deneyimini eleştirirken kalkış noktaları, onun bir proletarya par
tisine dayanmıyor oluşuydu. Böyle bir partinin ise kırda değil sanayi prole
taryası içinde kurulması gerekirdi. Sanayi proletaryası halihazırda örgütleni-
lebilen, hızla büyüme olanağı da sunan bu bölgede değil, İstanbul, İzmir gibi
büyük şehirlerdeydi. Örgüt büyük kentlerdeki işçi ve aydın hareketiyle bu
luşmalıydı. Dağ ve köy çalışmasına son veren örgüt, öncü militanlarını, par
ti merkezini bu büyük şehirlere taşıdı.
Kırlardan kentlere gelen militanlar, kırdan kente gelmişlerle, daha çok
hemşeri sayıldıklarıyla ilk ilişkilerini oluşturdu. Türkiye’de olanın ya da ge
nelde Lenin’in öngördüğü orta sınıf aydınların proletaryaya bilinç götürme
ve örgütleme görevi, TKEP’te, kır proleter ve köylülerinin, kentlere gelerek
proletaryayı bilinçlendirme örgütlenme görevine dönüşmüştü. Bu gerçekten
de ilginç bir deneyimdi.2
Sanayi merkezleri olarak görülen İstanbul, İzmir, Adana gibi illerde örgüt
2 1990 yılındaki yeni siyasal strateji ve legalleşme tartışmaları sırasında, eski çizgiyi savunanların
kurduğu TKEP/Leninist adlı grubun, örgütün bu sınıfsal özelliklerine ilişkin güzellemesi şöy-
leydi: “THKO/MB’nin yönetim organları, esas olarak kırsal alanda, yoksul köylülerin arasında
illegal olarak üslend i.... Sürdürülen ısrarlı çalışmalar sonucu çok sayıda yoksul köylü, kısa süre
içinde sağlam komünist militanlar haline geldi. Böylece, örgütün pek çok kadrosu yoksul köy
lülerin arasından çıktı. Aynı kökenli kadrolar, TKEP döneminde, MK dahil, Parti’nin yönetici
organlarında yer aldılar. Hiçbir devrimci örgüt, yoksul köylüleri bu düzeyde örgütleyememiş ve
harekete geçirememiştir.(...)
Yoksul köylü kökenli komünist kadrolar, daha sonra örgüt kararıyla, örgütlenme çalışması
yapmak üzere İstanbul, İzmir gibi büyük kentlere gönderildiler. Büyük kentler, yoksul köylüler
tarafından komünist devrim anlayışı temelinde, böyle kuşatıldı. Denizlerin, Sinanlann kentle
rin yoksul köylüler tarafından kuşatılması hedefi, başka bir biçimde gerçekleşiyordu adeta. (...)
Yoksul köylüler ve biraz da küçük köylüler, THKO/MB’nin ekonomik olarak ana dayanağı
oldu. Bu dayanak olma durumu, TKEP döneminde de yıllarca sürdü. Bu dayanak, yıllarca İs
tanbul gibi büyük kentlerde proletaryanın örgütlenmesi için de sağlam bir destek oldu. Yoksul
köylüler, tarihte az rastlanır yüksek bir anlayışla, büyük kentlerdeki emekçi sınıfların örgütlen
mesini kendi örgütlenmesinden önde tutmuştur. Yaratılan komünist değerler, yoksul köylüle
rin kapitalizme karşı tarihi ayaklanmasıydı.” Bkz. TKEP-L’nin resmi tarihi, Leninist Partinin Kı
sa Tarihi, w w w .mucadele.org. (8 Ağustos 2002).
ler kuruldu, özellikle küçük işyerlerinde işçi gruplan, bağımsız sendikalar
yaratıldı, bazı grevlere öncülük edilebildi. Ama işçi sınıfı içinde örgütlülü
ğün ölçüsü sayılabilecek DİSK gibi bir konfederasyonda herhangi bir etkin
lik gösterilemedi. Bu da, örgütün kendisinin de daha sonra dile getireceği gi
bi, bir başarı sayılamazdı.
K uruluş
3 MB grubunun lideri Teslim Töre hakkında Halkın Kurtuluşu grubunun yayın organı Parti Bay-
rağı’nda şu ifadeler yer almıştı: “I. Bilen ve TKP’sinden daha keskin bir Rus uşağı, daha keskin
bir faşist ve feodal zorba olmaya çalışarak...”, Parti Bayrağı, sayı 8, Ekim 1978, s. 56.
4 18 Kasım 1978’de, Mücadelede Birlik grubunun Genç Emekçiler Birliği Şişli Şubesi üyesi, 1960
doğumlu Gürsel Bakır, Çağlayan’da öldürüldü. Cinayetin nedeni MB grubunun demeğinin bu
lunduğu mahallede bildiri dağıtmaya gelen HK’lılann engellenmesiydi. Ertesi gün aynı yere ha
zırlıklı gelen HK’h grup, kendilerine yine engel olmak isteyen MB’lilerle silahlı çatışmaya girdi
ve Bakır öldürüldü.
11 Kasım 1979’da 1960 doğumlu Cemal Gülşen, Tokat Turhal’da öldürüldü. Çatışmanın ne
deni duvarlara yazı yazmakta olan MB’Ii iki militana HK’h grubun müdahale ederek, birinde bu
lunan silahı almasıydı. Silah vermek de almak da devrimci ahlakta kabul edilir bir şey değildi.
Eğer MB, 1976’da THKO’nun Halkın Kurtuluşu grubunu oluşturacak di
ğer kesimiyle Sovyetler Birliği’nin sosyal emperyalist olup olmadığı konu
sunda bir ayrılığa düşmemiş olsaydı, yeni ideolojik-politik platform arayış
larını birlikte sürdürebileceklerdi. MB de tıpkı ayrıştıkları diğer THKO’lular
gibi, THKO’yu “sınıf esaslı, ML teoriyle donanmış bir partiye dönüştürme”
amacını güdüyordu.
THKO-MB’nin kendi siyasi ve örgütsel ilişkilerini oluşturma süreci bu ta
rihten sonra başladı. Teslim Töre, ideolojik evrimlerini şöyle anlatıyordu:
Ertesi gün Cemal Gülşen, olayın sorumlusu olarak izlediği HK’lıyla çatışmada ağır yaralandı ve
kaldırıldığı hastanede öldü. Hüseyin Bakır, 30 Şubat, Gün Yayıncılık, İstanbul, tarih yok, s. 321.
12 Mart 1979’da 1957 doğumlu, MB grubundan Antep il sekreteri Mehmet Ayık, Gazian
tep’te yine HK’h bir grup tarafından pusu kurularak öldürüldü. 1980 başlarında yine MB gru
bu üyesi iki militan planlı bir saldırının kurbanı oldu. Baytekin Çetinkaya ile İhsan Soylu Mer
sin’de oturdukları evden, dışanya çağrıldıktan sonra önceden hazırlanmış HK’h grubun kurşun
larıyla can verdi. Bu olayın ardından TKEP’liler de misilleme için Mersin’de iki HK’lıyı öldürdü.
Böylelikle TKEP’in 12 Eylül öncesinde çatışmalarda öldürülen 15 militanının altısı HK ile çatış
malarda hayatını kaybetmiş oldu.
5 Emek, sayı 5, Mayıs 1989.
Kürt köylerindeki çalışma ve gelişme dinamikleri örgütün Mardin, Urfa’ya
kadar genişleyebileceği imkânları sunuyordu. Kürt sorununu da içeren, bir
köylü hareketi olma olasılığı bir işçi hareketi olma olasılığından daha güç
lü görünüyordu. Bu arzulanan bir şey değildi ve 1977 Aralık’ında toplanan
ilk konferansta bu durum örgütün doğal lideri tarafından tartışmaya açıldı.
Konferans o güne kadar THKO’ya karşı ikircikli tutumunu da aşarak, gele
neksel Bolşevik modelin öngördüğü, büyük sanayi merkezlerinde işçi sınıfı
na dayanan bir partinin yaratılması ve silahlı halk ayaklanmasına hazırlanıl
ması görüşünü benimsedi. Böylelikle bulunduğu bölgelerden örgüt merkezi
ni, kadrolarını İstanbul ve İzmir’e taşıdı. Emeğin Birliği de 4. sayısından itiba
ren İstanbul’a geçti ve yayınını burada sürdürdü. Tokat, Samsun, Sivas’ta bü
yük fabrikalardaki çalışmalara ağırlık verildi. Özellikle yaklaşık 3 bin işçinin
çalıştığı Tokat, Turhal Şeker Fabrikası’nda etkili bir örgütlenme yaratıldı.
İşçi sınıfı içindeki çalışmanın manivelası, grubun kurduğu bağımsız Iplik-
Iş Sendikası’ydı. DİSK yönetimi konfederasyona bağlı Tekstil Sendikası’nın
Gaziantep Şubesi’ni, MB grubu tarafından ele geçirildiği gerekçesiyle feshet
miş, İplik-lş bu nedenle kurulmuştu. DİSK’in bu tutumu, grubu işçi sınıfı
nı ancak İplik-lş gibi bağımsız sendikalar yoluyla örgütleyebileceği düşün
cesine yöneltti. Bağımsız sendikalar süreç içinde bir konfederasyona dönü
şecek, böylelikle DİSK’e alternatif güçlü bir sendikal odak yaratılacaktı. Ip-
lik-lş’in yanı sıra bu amaçla Birleşik Maden-lş, Bağımsız Gıda-lş, Birleşik Ba-
sm-lş gibi bağımsız sendikalar kuruldu, ancak bu sendikalar bir gelişme gös
teremedi. Iplik-lş aracılığıyla İzmir ve İstanbul’da ilişkiler yaratıldı ve belirli
fabrikalarda gruplar kuruldu, hatta bazı grevlere (1978 Ülker grevi gibi) ön
cülük de edildi.
Küçük işyerleri ve bazı fabrikalarda kurulan komiteler, hedeflendiği gibi
bir konfederasyon aşamasına ulaşamadı. Örgütün 1988 yılında yaptığı mu
hasebede bu fabrika grupları ve sendikaların “örgüte bağlı yan kuruluşlar
haline geldiği”, “sınıfın yığınsal örgütünden çok, dar bir politik kadronun
çekip çevirdiği siyasal kuruluşlara dönüştüğü” belirtiliyordu.6
Diğer yandan yasal kurulan Genç Emekçiler Birliği’nin (GEB) şubeleri, il
ve ilçelerde örgütlenmelerin merkezleriydi. 1978 yılının Mart ayında yasal
dernek statüsünde kurulan GEB, aralarında İstanbul (merkez büro), Şişli,
Zeytinburnu, Turhal, Kaşova, Niksar, Kars, Diyarbakır, Malatya, Doğanşe
hir, Karapınar, Adıyaman, Besni, Gölbaşı olmak üzere 25 civannda şube açtı.
Çalışmanın büyük şehirlerde yoğunlaştınlmasıyla İstanbul’da Zeytinburnu,
Alibeyköy, Topkapı ile Kartal ve Beykoz işçi semtlerinde örgütler kuruldu.
SBKP çizgisini benimsemesi itibariyle grup, 1979’da, aynı çizgiyi savun
duğu için paralel davranması gerektiğini düşündüğü Dünya Sendikalar Fe
6 TKEP 3. Kongresi’ne Sunulan Belgeler, Komünist Yayınlan, s. 4.
derasyonu’nun ilkeleriyle çelişkili bir politika izlediğinin farkına vararak,
“bağımsız sendikalarda örgütlenme” fikrinden vazgeçti ve DİSK ile Türk-
Iş’te çalışmayı benimsedi. Bu yöndeki çalışmalar meyvesini ancak 1980’le-
rin ikinci yansından sonra verdi; grup belirli sendikalarda söz sahibi oldu.
Otomobil-lş, Genel Hizmet Iş’te hatın sayılır güç kazandılar ve Eğitim-Sen’in
kurucu bileşenlerinden biri haline geldiler. Ortaya çıkan sonuçla ilgili 1988
yılında yapılan değerlendirme ise şöyleydi:
Siyasal mücadele
MB’liler, hâkim üretim biçiminin kapitalizm olduğunu, 1950’lerden beri ik
tidarda hüküm süren işbirlikçi burjuvazinin 12 Mart’ta devleti faşistleştirdi
ğini, 1970’li yıllar boyunca da “örtülü faşizm”in egemen olduğunu savunu
yordu. CHP’nin tekelci burjuvazinin bir kanadını temsil ettiğini ve destekle-
nemeyeceğini belirtiyorlardı.8
Sosyalist güçlerle birlik çabalan, MB’lilerin hep önemsedikleri bir konuy
du. Her Sovyetik grup gibi Maocularla birliği reddediyorlardı, diğer sol grup
larla siyasal birlik dahil çeşitli güçbirlikleri içinde oldular. Ancak TKEP’lile-
rin ittifaka sıcak baktıkları gruplar TKP, TİP, TSIP değil, “anti-Sovyetik” tu
tum takınmayan daha radikal gruplardı. TKP, “toplumsal ilerleme”, “ileri
demokrasi” diyerek “halkı avutmak”, “burjuva düzen sınırları içine hapset
mek” ve “ihanet”le suçlanıyordu.9
Eylem ve güç birliği çabalanndan biri Vatan Partisi, Kurtuluş, TKP/B gibi
gruplarla CHP iktidan döneminde ortak düzenlenen “Toplumsal Anlaşmaya
ve Ücretlerin Dondurulması”na karşı kampanyaydı. 1978 yazında dört grup,
ortak afişler hazırladılar, kapalı salon toplantıları düzenlediler, 5 Kasım’da
Adana’da ortak bir miting gerçekleştirdiler. 1979 ara seçimlerinde TKEP’li-
ler, TEP ve SVP (Sosyalist Vatan Partisi) ile İstanbul’da ortak aday Niyazi
Ağımaslı’yı desteklediler.10
Proletarya partisini de “Leninist” kabul ettikleri diğer sosyalist güçlerle iş
birliği içinde kurmayı tasarlıyorlardı. 1979’da atılan en ileri adım TSİP’ten
7 A.g.e., s. 5.
8 Emeğin Birliği, sayı 12.
9 Emeğin Birliği, sayı 4, 15 Eylül 1978.
10 Oyların karşılaştırılması için bkz. İkinci TİP bölümü.
ayrılan TKP/B’lilerle sağlanan birlikti. İki grup, Kitle ve Emeğin Birliği dergi
lerinin yayımına son vererek, ortak yayın organı Birlik Yolu dergisini çıkar
dılar. Ancak bu beraberlik fazla uzun sürmedi ve MB’liler kendi partileşme
süreçlerini yaşayarak kongrelerini topladı.
Partiffîn kuruluş köngresi, 24 Nisan 1980’de Adıyaman’ın Besni ilçesi Ka
ralar Köyü’nde toplandı. Kongrede 50 civarında delege vardı. Üyelik meka
nizması diğer sol grupların aksine işleyen bir mekanizmaydı ve kongre top
landığında yaklaşık 1.000 üyeye ulaşılmıştı.11 Tüzük gereği her delege 10-13
üyeyi temsil ediyordu. 16 üyenin üstündeki bölgeler 2 üyeyle kongrede bu
lunuyordu. Kongre 12 asil 12 yedek olmak üzere, 24 üyeli bir Merkez Ko
mitesi seçti, illegal merkezi yayın organı Komünist’in yayınlanması kararlaş
tırıldı. Parti kurulmuş olsa da Leninist güçlerle birlik sorunu TKEP’lilerin
gündeminden çıkmadı. “Türkiye Halklarına” başlıklı parti kuruluş bildiri
sinde “...komünist hareketin birliğini sağlamaya yönelik çabalan parti eliy
le yürütmek kaydıyla THKO-MB’ye iltihak eden güçlerle birlikte TKEP oluş
turulmuştur” deniliyordu. Kongre kararlanndan biri, parti içinde Kürdistan
Özerk Örgütü’nün kurulmasıydı. Seksiyon örgüt, 1982 Mart’mda Elazığ’da
bir toplantı yaparak Kürdistan Komünist Partisi adını aldı. Bu seksiyon, Do
ğu ve Güneydoğu’daki örgütlenme ve politikalarında özerk olacaktı. TKEP
ve KKP “birleşik komünist parti” prensipleriyle çalışacaklardı. Bu durum bir
form olarak korunmasına karşın, gelişemedi, öyle ki KKP 1985’teki 2. Kong-
resi’ni Merkez Komite üyelerinin birinin evinde İstanbul’da toplayabildi.
Parti kuruluşunu TKEP’liler, 1 Mayıs’ta afiş, bildiri, duvar yazılarının yanı
sıra silahlı eylemlerle de duyurdu. Silahlanma, silahlı eylemler, grubun ay
nı çizgideki TİP, TSİP, TKP gibi örgütlerle pratikteki aynmım koymak açı
sından da önemliydi. 31 Nisan 1980’de Şişli Bomonti ve Alibeyköy’deki ille
gal silahlı gösterileri bunların en sansasyonel olanlanydı. Sol grupların sıkça
düzenlediği “korsan gösteri” diye tabir edilen, büyük şehirlerin çeşitli mer
kezlerinde birkaç yüz kişinin katıldığı bu gösterilerden farklı olarak, bu ey
lemlerde Kalaşnikof gibi büyük silahlar taşınmış, güvenlik güçleriyle çatış
maya girişilmişti.12
Kuruluş eylemlerinden biri de İzmir’de MHP 11 Sekreteri Turan İbrim ile
Her şeyden önce faşist saldırganlara karşı bir kitlesel şiddeti örgütlemek! Fa
şistlerin camilere çekme oyunlarına gelmeden; emekçi halka, devrimci semt
lere herhangi bir şaldın başlatıldığı zaman faşist çetelere mutlaka anladıkları
dilden cevap verilmelidir. Faşizmin bütün dünyada anladığı bir dil varsa o da
şiddettir. Çünkü faşizmin kendisi de zaten şiddete dayanan taktiklerle müca
13 Necati Vardar, İbrahim Ethem Coşkun ve Seyit Konuk, 13 Mart 1982’de Buca Cezaevi’nde asıla
rak idam edildiler. Partinin kuruluşunun duyurulması için öngörülen silahlı eylemlerle ilgili ör
gütün il yönetimi topladığı bilgilerle iki hedef belirlemişti. Bunlar alınan bilgilere göre koman
do kamplarının finansörleriydi. 24 Nisan 1980’de Nuri Yapıcı’nm bürosuna girdiler ve “Nuri
Bey kim?’’ diye sordular. O sırada arkadaşlarıyla toplantı halinde masada oturan 50-55 yaşla
rında, şişman kır saçlı adam “Benim” diye cevap verdi. Bir zarf uzatıldı, ağzı kapatılmamış zarf
tan çıkardığı pusulayı okuduğu sırada Yapıcı kurşunlara hedef oldu. Pusulada “Türkiye Komü
nist Emek Partisi kuruldu. Buıjuvaziden hesap soruyoruz!” yazıyordu. Seyit Konuk ve arkadaş
ları, tutuklandıktan sonra bu istihbaratın yanlış olduğunu saptadıklarını belirtiyorlardı. Anlaşı
lan 40 kişiyi işten atan bir müteahhit, atılan işçilerin intikam hislerinin kurbanı olmuş, TKEP’li
ler yanıltılmıştı. 29 Nisan’da da İbrahim Ethem Coşkun ve Seyit Konuk İzmir MHP 11 Sekrete
ri Turan lbrim’i eczanesinde öldürdüler. Silah sesleri üzerine peşlerinden koşan kalabalığı ha
vaya ateş ederek dağıttılar. Silahlan vermek için gittikleri parkta bekledikleri kişi henüz gelme
mişti. Eylem saati belirlenmemiş olduğundan sabah dokuzla öğleden sonra gibi geniş bir zaman
aralığında buluşmayı kararlaştırmışlardı. Silah ve kanlanmış paltoyu bir köşeye gizlediler. Park
ta oyalandıkları sırada hemen yakınlarındaki Yeşildere Mahallesi’nde bir gösteri oldu ve polis
le çatışma çıktı. Göstericiler ateş ede ede geçip gitti parkın yanından. Şüpheli herkesi gözaltına
alan polis, ikisini de gözaltına aldı. Bir kadın gizlenmiş silah ve paltonun yerini gösterdi, sahip
lerini de parkta oynayan çocuklar. Bir gün sonra Necati Vardar da yakalandı. Her üçü gözaltın
da, savcılıkta ve mahkemede eylemleri kabul ettiler ve savundular. Ayrıntılar için bkz. bu öze
tin çıkarıldığı Hayri Argav, “O Şafağın Atlıları-12 Eylül İdamları”, Belge Yayınlan, İstanbul, Ha
ziran 1997.
14 Bkz. Hüseyin Bakır, a.g.e.
dele eder ve kitleleri sadece ideolojik ve siyasi bakımdan değil, terörle yıldı
rarak kendisine bağlar. Özellikle küçük buıjuva tabakaları, esnaf ve zanaat
karlar üzerinde faşizmin bu politikası, geri püskürtülmediği takdirde etkisini
çabuk gösterir. Bu nedenle faşist saldırılar karşısında meşru müdafaa duru
munda olan devrimci güçler, bu müdafaalarını faşist çeteleri bozguna uğrata
cak, şiddete dayanan taktiklerle yürütmek zorundadırlar.
Ancak bu yapılırken, kitleleri seyirci duruma düşürecek, onların m üca
deleye katılımını engelleyecek, onların devrimci coşku ve tecrübesine hiç
bir katkıda bulunmayacak olan bireysel terörist hareketlerden kaçınılmalıdır.
Kitlelere faşizme karşı mücadelenin ve devrimin kendi eserleri olacağı m ut
laka kavratılmalı ve onlar bireysel şiddet eylemlerinin yol açtığı ‘hazır bekle
yen müritler’ durumuna düşürülmemelidir.15
12 Eylül’den sonra...
Darbe olasılığını pek çok örgüt gibi TKEP de hesaba kattı. 12 Eylül’den üç
gün sonra toplanan merkez komitesi cuntayı “askeri faşist diktatörlük” ola
rak niteledi ve “aktif savunma” çizgisini benimsedi. Aktif savunma taktiği,
silahlı eylemleri de içeriyordu. Kasım ayında toplanan merkez komitesi 2.
Plenumu’nda genel sekreter ile bazı kadroların yurtdışına çıkarılması, buna
karşın “her ne pahasına olursa olsun, ülke topraklarında, faşizmin baskıları
na karşı direnerek mücadeleyi sürdürme” kararı alındı.17
Partinin ilk ağır operasyonla karşı karşıya gelmesine neden olacak silah
lı eylem Adıyaman’ın Besni ilçesinde 4 Nisan 1981’de bir polis otosuna dü
zenlenen saldırıydı. Saldırıda bir polis öldü, iki polis yaralandı. Bölgede bu
olay üzerine başlatılan operasyonda “kent ve kırsal alandaki örgütlenme bü
yük ölçüde çöktü”.18 Sıkıyönetim Komutanlığı, Gaziantep’in Yavuzeli, Ara
lllegaliteden legaliteye
12 Mart öncesi kurulan illegal örgütlerden yalnızca Türkiye İhtilalci İşçi
Köylü Partisi (TllKP), lider kadrolarını kaybetmedi. Üstelik TllKP’liler, ce
zaevinde THKO ve THKP-C’liler gibi ideolojik ya da örgütsel dağılma içine
de düşmediler. Aksine komünal yaşantıları, açlık grevi direnişleri ve görüş
lerini etraflıca derledikleri ortak savunmalarının hazırlık çalışmalarıyla di
siplinli bir cezaevi süreci geçirdiler. Böylelikle TllKP, afla birlikte, 1974 son
rası sürece, geçmişin deneyimine ve ideolojik birliğe sahip bir kadro biriki
miyle girdi.
O sıralarda, bir çevrenin siyasal hareket olmasının en önemli göstergesi si
yasal bir dergiyle ortaya çıkmasıydı. Her yeni dergi, yeni bir siyasal oluşum
demekti. 12 Mart’ın ertesinde sosyalist solun içinde bulunduğu örgütsel ve
fikirsel kaos hesaba katıldığında, ilk örgütsel yapıları temsil eden siyasal ya
yınların çıkışı, arayış içindeki sosyalist çevreler, sosyalist harekete tfgi duyan
genç kuşak için ne kadar önemli olduğu anlaşılabilir.
Bu durumu fark edip, Kitle dergisini 1974 Ocak’mda, TSİP’i aynı yılın Ha-
ziran’ında kuran çevre, ilk harekete geçenler olarak, kısa bir sürede geniş
ilişki ağı kurmayı başarmıştı. Aydınlıkçılar, onların ardından gelen ilk ör
gütlü gruptu.
Eskiler 1974 affıyla dışarı çıktıklarında, gençler arasında bir örgütlenme
-Devrimci Gençler Birliği- kurulmuş, onları ilgiyle karşılayan eski ve ye
ni taraftarlarla karşılaşmışlardı. Aylık Aydınlık dergisi 1974 Kasım’mda ya
yınlandı. Bir yayınevi ve bir de dağıtım şirketi kurdular. Görüşlerini der
li toplu ifade ettikleri, 12 Mart askeri mahkemesine sundukları savunmala
rım kitap haline getirip bastılar; bu da onları, küçük küçük çevreler halin
de ne yapacağı konusunda kafası karışık sosyalistler nezdinde üstün bir ko
numa getirdi.
Daha solda duruşları ve radikal görüşleriyle de TSİP’lilerin ilk rakipleri ol
dular. 1974 Kıbrıs harekâtına “işgal” diyerek karşı çıktılar,1 öğrenci genç
liğin sağcı komandolarla yürüttüğü mücadeleyi desteklediler. Yine TSlP’li-
lerden farklı olarak, başlangıçta legal bir parti olarak çıkmadılar, tersine il
legal ve gizli bir ilişki ağı kurdular. 12 Mart öncesinde, partiyi kurarken le
gali te-illegalite konusunda net fikirlere ulaşamamış yöneticiler, bu kez, te
orik planda bunu tartışmıyordu, çünkü illegal örgütlenilmesi gerektiği bir
prensip konusu gibiydi. Ayrıca 12 Mart süreci, illegal ve gizli bir örgütlen
menin gerekliliğini göstermişti. Yeni sürece ilişkin değerlendirmeler de bu
nu destekliyordu. Aydmlıkçılar, 12 Mart’la “faşist diktatörlük” kurulduğu ve
bu diktatörlüğün, parlamenter bir görünüm altında sürdüğü görüşündeydi.
1973 genel seçimlerinde CHP’yi destekleyenleri “parlamenter hayaller” yay
makla suçluyor ve “faşist diktatörlüğü meşrulaştırma” amacı taşıyan seçim
leri de boykot ediyorlardı.
Gizli ve illegal örgütlenme, 1977 sonbaharında İstanbul’da bir evde Tt-
lKP’in ilk ve son kongresi olan 1. Kongre’si toplandı ve parti de sona erdi.
Kongreden birkaç ay sonra, 30 Ocak 1978’de yasal olarak kurulan Türkiye
işçi Köylü Partisi (TlKP) ile örgüt fiilen legalleşti.2 Bu konuda bir karar alın
mamıştı, aksine kongrede “parti hâkim sınıfların yok edemeyeceği uzun sü
reli bir örgütlenmeyi esas almalı, illegal aygıtını sağlamlaştırmalıdır”3 deni
liyordu. illegal ve legal partinin yöneticileri aynı kişilerden oluşuyordu. Tl-
İKP’in ikinci kongresi yapılmadığı gibi, bir daha hiçbir dönem, Aydınlıkçı-
lar illegal bir örgüt kuruculuğuna girişmedi. TİKP’in ikinci adamı kabul edi
4 “’Şanlı’ T1IKP 1. Kongresi kapanmıştı... illegal örgütün fiilen kapanışıydı da. Ama sanırım Do-
gu’nun dışında hiçbirimiz bunun farkında bile değildik,” Gün Zileli, Havariler, 2. Baskı, İletişim
Yayınlan, İstanbul, 2002, s. 292.
5 1. Kongre belgeleri, a.g.e., s. 8, aynca Gün Zileli, Havariler, 2. Baskı, İletişim Yayınlan, 2002, s.
189-190.
6 Zileli, Havariler, s. 2 79 ve 287.
7 Mahmut Çetin, Perinçek ve Aydınlık Hareketi, Edille Yayınlan, İstanbul, 1998, s. 94.
da tirajının 11 bine ulaştığını duyurdu.® 24 Mayıs 1977’deki tirajı ise 1 Mayıs
tartışmalarının da etkisiyle o güne kadarki en yüksek rakama, 15 bine ulaş
tı. Günlük Aydınlık'm kuruluşu için düzenlenen İstanbul Spor ve Sergi Sara-
yı’ndaki gecede (10 Şubat 1978) 8 bin kişi toplandı.
Üç Dünya teorisi
“Teorik organ” Aydınlık dergisi, Kasım 1974’te yayma başladığında önüne
temel görev olarak “proletarya partisinin inşası”nı koyuyordu. Partinin üze
rinde inşa edileceği ilkeler şöyle sıralanıyordu:
Bütün dünya devrimcileri, Hitler tehlikesini bir numaralı düşman olarak gör
düler. Bugün de Brejnev,12 Hitler’in izinden gidiyor. Revizyonist partiler de
Hiüerci faşist partilerin izinden gidiyor. Önümüzdeki dönemde artık arkada
kalan dönemin pasifist karakterdeki revizyonist partilerini göremeyeceğiz.
Yeni çarların istilasını silahlı eylemlerle, sabotajlarla, yıkıcı faaliyetlerle, ca
Yeni bir dünya savaşını göze almış iki süper devletin Türkiye üzerinde
ki “hegemonya savaşı şiddetlenmişti.” Temel görev ülkenin işgaline yol aça
cak “savaşa karşı hazırlık” yapmak ve “milli bağımsızlığı” savunmaktı. “Yurt
savunması”14 bütün öteki görevlerin önüne geçmiş, “iki süper devlet ile Tür
kiye halkı arasındaki çelişki baş çelişki” haline gelmişti.
Aydınlıkçıların da diğer Maocu grupların da kafalarını karıştıran “milli
bağımsızlığın” ve “sosyal emperyalizme karşı mücadelenin” öncelikli görev
katma çıkmasının, “ABD emperyalizmi ve onun yerli işbirlikçilerine kar
şı mücadele” olarak formüle edilen solun alışılagelmiş hedeflerini değiştir-
mesiydi. “Ne Amerika Ne Rusya Bağımsız Demokratik Türkiye” sloganıyla
dile getirilen “iki süper güce karşı mücadele”, farklı adlandırmalarla da ol
sa, Maocu gruplarca benimsenmiş “milli demokratik devrim” stratejisiyle
açık bir uyumsuzluk göstermiyordu. Ama Aydınlıkçıların “yeni dünya sa
vaşında Türkiye’nin işgal edileceği” varsayımı ve bu varsayım üzerine kur
dukları “savaşa ve yurt savunmasına hazırlık” politikası, “sosyal emperya
lizme” vurguları kuşku uyandırıyordu. Öte yandan öngörülere göre Sovyet
emperyalizminin “beşinci kolu” olarak nitelendirilen TKP, TİP ve TSİP’in
şiddet eylemleri, sabotajlar yapmaları gerekiyordu. Oysa onlar hiçbir zaman
bu türden şiddet eylemlerine kalkışmadıktan gibi, tersine silahlı eylemlere
karşı çıkıyor, silahlı sol gruplan eleştiriyorlardı. Aydmlıkçılar da ilk yıllar
da henüz bu konuda netliğe ulaşmamıştı. Taraftarlarını ve polemik yürüt
tükleri Maocu grupları ikna için Aydınlık dergisi 1974-1977 yılları arasın
daki bütün sayıları neredeyse ÇKP ve ÇKP yanlısı Avrupa komünist parti
lerinin yayın organlarından çevirilerle dolduruldu. Bu çevirilerde Sovyet-
ler’in sosyal emperyalist bir ülke haline dönüşümü, ekonomik ve siyasi ge
lişimi, hegemonik hedefleri, üçüncü dünya savaşı tehlikesi ve bütün bun
ların komünist partilere ulusal görevlerinde yüklediği yeni sorumluluklar
ele almıyordu.
Aydmlıkçılar, Maoculuğun Türkiye’deki ilk savunucuları ve 12 Mart son
rası ilk örgütlü gücü olarak, yayıncılık birikimlerinin de katkısıyla Maocu
gruplar nezdinde “teori” ve “ideoloji” üstünlüğüne sahip olduklarını dü
şünüyorlardı. Bunda haklılardı da. Çünkü THKO, THKP-C yöneticilerinin
Mao ve ÇKP’yi uluslararası referans kabul etmeleri çok yeniydi. 1975’te, ör
gütlerini reorganize etmek için merkezi komiteler kurduklannda, bu görüş
leri öğrenmek, tartışmak, birbirlerini ikna etmek, bir sonuca ulaştırmak gi
17 Nail Güreli, İki 1 Mayıs, Gür Yayınlan, Birinci Baskı, İstanbul, Mart 1979. 1 Mayıs katliamı de
ğerlendirilirken, sosyalistlerin yayın organlannda söz edilmeyen bir olguyu hatırlatmak gereki
yor. 1970’lerin bütün kitle gösterilerinde olduğu gibi 1 Mayıs gösterisinde de sol gruplar, “gü
venlik" amacıyla pek çok militanını silahlandırmıştı. Yüz binlerce kişinin katıldığı 1977 1 Ma-
yıs’mda yüzlerce, belki de binlerce militanın da silahlı olduğunu düşünmek abartılı olmaz. Yüz
lerce merminin havaya sıkıldığı, bunlann belki de çoğunun panikleyen militanlarca sıkıldı
ğı hesaba katılmalıdır. Bu gerçek 1 Mayıs katliamını gerçekleştiren gücü örtmez, yalnızca so
lun 1970’li yıllardaki basiretsizliğini ve “provokasyona açık” yapısını gösterir. Bunlardan birini
Gün Zileli şöyle aktarmaktadır: “Bir diğer önemli tanıklık, 1 Mayıs günü ‘Halkın Yolu’ grubu
nun içinde bulunan ve grubu yönetenlerden biri olan Kamil Arslantürkoğlu’nun anlattıklany-
dı. Kamil’in anlattığına göre, “üçlü blok’un en kalabalık kesimini oluşturan ‘Halkın Yolu’ taraf-
. tarlan, neredeyse son bireyine kadar üzerlerindeki silahlarla katılmışlardı yürüyüşe. Katılımcı
lar, her an bir çatışma çıkacağı ruh hali içinde, en ufak bir işarette silahlannı çekip ateşlemeye
hazırmışlar. Yürüyüş kolu Tarlabaşı Yokuşu’ndan Taksim Meydanı’na yaklaşırken, Kamil, aşa
ğı yukan yirmi metre kadar yukanda, bir elektrik direğinin yanında duran birisinin, ortada fol
yok yumurta yokken, silahını çekip havaya ateşlediğini görmüş. Silah sesini duyan ‘üçlü blok’
içinde yer alan herkes, ‘Halkın Yolu’ grubuna karşı silahlı bir saldın başlatıldığı zehabıyla, anın
da kendini yere atıp silahını ateşlemeye başlamış. Kamil, yerden kalktığında, direğin yanındaki,
silahını ateşleyip provokasyonu başlatan adamın ortalıktan çoktan toz olduğunu görmüş.” Ha
variler, s. 278.
ye saldırma fırsatı yaratmış, tam anlamıyla provokatör rolü oynamıştır... On
ları defalarca ısrarla uyardık. Fakat onlar işçileri Çar’a kurşunlatan Papaz Ga-
pon rolünü oynamakta direndiler. Biz bunlara mitinge ayn katılmalarının po
lisin ve revizyonistlerin tertibine hizmet edeceğini, tertibin bağıra bağıra ‘ge
liyorum’ dediğini anlattık. Bu tutumda ısrar etmenin ‘provokasyon’ olacağı
nı belirttik... Şimdi üçlü oportünist şeflerin provokatör olduklarını ilan edi
yoruz.
Oportünist üçlü öyle bir siyaset izlemektedir ki, onların saflarındaki en
kahraman insan, ajan provokatörler olmaktadır. İşte ’71 devrimci ruhu’nu
benimseyenlerin varacağı nokta burası olmuştur. Halkın Kurtuluşu, Halkın
Birliği ve Halkın Yolu şefleri ile birlikte yürünmez. Bunlarla yürüyenler halk
la birlikte yürüyemezler, ancak bir avuç başıbozuk kumarbazın ve provoka
törün peşine takılmış olurlar...
Halkın Kurtuluşu, Halkın Birliği ve Halkın Yolu’nun gözü kararmış ku
marbaz tekke şeflerinin peşinden giden devrimcileri, provokasyon ve bölü
cülük ocağı haline gelen bu tekkeleri yıkmaya çağırıyoruz.18
21 Halkın Kurtuluşu, sayı 71, Halkın Birliği, sayı 16 ve Halkın Yolu, sayı 28’de üç grubun ortak de
ğerlendirmesi olarak yer aldı.
22 Bunlardan iki örnek için, Aydınlık, sayı 69, Kasım 1976.
23 Ayrıntılar için, Gün Zileli, Havariler, s. 275-278.
dikal gruplar içinde hatırı sayılır yer edinen Marksist Leninist Komünist Par-
ti’yi (MLKP) kurdular.
Solla ilişkiler
1974’te yeniden kuruluşlarının ertesinde, Aydınlıkçılarm, solla ilişkilerin
de diğer gruplardan farklı bir tutum göze çarpmıyordu. Hatta ilk rakipleri
TSÎP’i dahi müttefik sayıyorlardı. Onları “uzlaşmacı”, “reformist” diye eleş
tiriyor ancak güç birliği yapabilecekleri örgütler arasında görüyorlardı.37 Üç
dünya teorisi üzerinden geliştirdikleri görüş açısına bağlı olarak bu tutum
1975’ten itibaren değişti. TKP, TİP, TSİP Sovyet emperyalizminin “beşin
ci kolu” olarak nitelendi. Maocu gruplar arasında, ideolojik tutarlılık ve ra
dikalizmin göstergesi sayılan “revizyonizme karşı mücadele” gereği de bu
gruplara, bu grupların etkin olduğu DİSK, TÖB-DER gibi kitle örgütleri
ne şiddetli eleştiriler yönelttiler. DİSK’te TKP egemenliğini açığa çıkarmaya,
teşhire yönelik yayınlar yaptılar. Kemal Türkler DİSK yönetiminden düşü
rüldüğünde de bunu bir “zafer” olarak karşıladılar.38
1977’den itibaren parti, 1 Mayıs katliamından da yola çıkarak, tertip ve
provokasyonlara karşı mücadeleyi öncelikleri arasına koydu, önce rekabet
halinde olduğu Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu, Halkın Birliği gruplarını
“provokatör”lükle suçladı. 1978’den itibaren de “provokatör” sözcüğü yeri
ni “iç savaşın kışkırtıcısı kontrgerilladır” tespitlerine uygun olarak, “kontr-
gerillanm aleti, piyonu” tanımlamalarına bıraktı; giderek tüm solu kapsadı.
Onlara göre “toplumun tortusu” “sahte solcular”, “halk düşmanı” bir karak
ter kazanmıştı. Bu nitelemeler ve bu nitelemelere bağlı geliştirilen “sahte sol
cuları” teşhir kampanyaları, Aydınlıkçılar ile diğer gruplan karşı karşıya ge
tirdi. Genel olarak solcu gruplann birbirlerini kolaylıkla “ajan”, “karşıdev-
rimci” diye suçlayabildiği o günkü koşullarda, diğer gruplar tarafından Ay-
dmlıkçıların düşman katma yükselmesi pek zor olmadı. Kendilerine güven
lerinin dorukta olduğu, TİKP ve Aydınlık gazetesiyle yeni bir dönem başlat
tıktan 1978’de hemen hemen her örgütle kavga-çatışma içine girdiler.
TlKP’lilere karşı ilk cinayet suçlaması Halkın Kurtuluşu’ndan geldi. Hal
kın Kurtuluşçulan, 30 Temmuz 1978’de Adana’da Oktay Çiğdemal ve Fay
12 Eylftl ve muhasebe
12 Eylül cuntasının olgunlaştığı koşullarda TİKP’liler, ABD’nin Türkiye’yi is
tikrarsızlığa sokacak, Sovyetler Birliği’nin elini güçlendirecek bir askeri dar
be girişiminde bulunmayacağı kanısındaydı. Darbe gerçekleştiğinde ise bu
nun Türkiye’yi istikrarsızlığa sürükleyen sahte solcuların ve MHP’nin kö
39 Dev-Genç, özel sayı 4, 15 Kasım 1978.
rüklediği teröre dur demek amacıyla yapıldığı, Sovyetler Birliği karşısın
da ulusal güçlerin temsilcisi olması dolayısıyla ordunun hedef alınmaması
gerektiği sonucuna vardılar. Kendi ifadeleriyle cuntaya eleştiriler Sovyetler
karşısında ülkenin elini zayıflattığı gerekçesiyle parlamento ve demokrasiye
karşı girişimleriyle sınırlanmalıydı. “Anarşi” ve “teröre” son verecek darbeye
karşı olmak söz konusu değildi. İlginç olan, TİKP’in düşman gördüğü, tam
zıt yaklaşımlara sahip olduğunu düşündüğü TKP’nin de 12 Eylül cuntasına
karşı aynı tutumu takınmış olmasıydı. Üstelik Sovyetler Birliği de, ABD’nin
desteğiyle gerçekleşmiş darbeye karşı çıkmamış, tersine desteklemişti.
Öngörüleri boşa çıkaran “kafa karıştırıcı” bu gelişmelere rağmen, Aydın-
lıkçılar, eski görüş açılarında 1984 yılına kadar herhangi bir değişiklik yap
madı. Belki de cuntanın baskı, tutuklama ve yasak koşullarında, çok daha el
zem başka sorunlar nedeniyle bunlarla uğraşacak fırsatları da olamadı. An
kara Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı 4 Kasım 1980’de parti hak
kında soruşturma başlattı, 12 Kasım’da da genel başkan Doğu Perinçek ile 12
yönetici hakkında tutuklama kararı çıkarıldı. Beş gün sonra aralarında Doğu
Perinçek, Oral Çalışlar ve Durmuş Uyanık’m da bulunduğu 12 TİKP yöneti
cisi Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı’na teslim oldu. Teslim olmakla, parti
nin askeri rejime karşı olmadığı, onun amaçlarıyla çelişmediği mesajı veril
miş oluyordu. Nitekim, yargılamalar sırasında, lider Perinçek, “Partinin bir
yıl önce yaptığı tahlillerin 12 Eylül’den sonra Devlet Başkanı tarafından ile
ri sürüldüğünü” ifade etti.40Askeri mahkemedeki41 109 sayfalık sorgusunda
Perinçek, devleti yıkmaya çalışmadıklarını, tersine savunduklarını şu sözler
le anlatıyordu:
Aydınlık, üç yıla yakın yayını ile anarşi ve teröre karşı gerçekten büyük mü
cadele yürütmüş, devlet kurumlannm ve görevlilerinin bile teröre boyun eğ
dikleri yerlerde Aydınlık ayakta kalmıştır. Terör çetelerini birer birer halkın
önüne çıkararak teşhir eden Aydınlık, ülkemizin birliği ye iç barış için yap
tığı hizmetleriyle unutulmayacak izler bırakmıştır. Nitekim, Aydınlık’ın ya
yınlan, MHP ve Apocular hakkında açılan soruşturmalara rehber olmuştur...
Atatürk posterini 4 0 bin adet bastırarak dağıtan tek parti TİKP’tir...
Devleti yıkma iddiasına en açık cevap: Yaşasın Türkiye slogammızdır. Mil
li bayrağımız bütün yürüyüşlerimizin başında dalgalandı. TÎKP milli savun
mayı güçlendirmeyi merkezi görev kabul etmiştir. Milli güvenlik dersleri
ni destekleyen tek parti TİKP olmuştur. Sıkıyönetimi terör odaklarına karşı
destekledik. NATO’yu Sovyet tehdidine karşı önemli bir etken olarak değer
40 Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No’lu Askeri Mahkemesi’nin 28 Eylül 1981 tarihli duruşma
sı, Cumhuriyet gazetesi, 16 Ekim 1981.
41 Doğu Perinçek ve 23 arkadaşı hakkındaki davaya Ankara Sıkıyönetim 2 Nolu Askeri Mahkeme-
si’nde 15 Haziran 1981’de başlandı.
lendirdik. Yalnız Türk Silahlı Kuvvetlerinin değil, Batı Avrupa ordusunun da
güçlenmesinden yanayız.42
TİKP sol içi şiddete karşı açık tavır aldı. Partinin diğer ghıplan ile ilişkilerini
asıl gerginleştiren bu tutumu oldu. Aydınlıkçılann ‘ihbarcılık yaptığı’ şeklin
de saldırılara uğramaları buradan kaynaklandı. Parti bu konuda bir ilke tu
tumu belirledi. Sol grupların birbirlerini öldürmeye kadar varan eylemlerini
‘hatalı eylem’ olarak görmek mümkün değildi. Bu tavrın üzerine açık bir şe
kilde ve fedakârca yürümeden, bu tutumları halk içinde teşhir etmeden hal
ka güven vermek olanaksızdı.
Az bile yapmışız. O konuda daha cesur olmalıymışız. O sol örgütler halk düş
manı olmuşlar, kontrgerillanın, uyuşturucunun ağma düşmüşlerdi. TİKKO, al
tı ülkücü inşaat işçisini 1978’de duvann dibinde kurşuna dizdi. Açıkça söylü
yorum: O inşaat işçilerinin yanındayım. Hiç kimse MHP’li ya da ülkücü diye in
şaat işçisini kurşuna dizemez. Kimse solculuk adına bu alçaklıkları yapamaz.45
44 “M uhasebe’’de şöyle deniyordu: “1968 yılından bu yana Aydınlıkçılıgı incelediğimiz zaman, be
lirgin olan bir öznelciliği saptıyoruz. Aydmlıkçılar, gelişme süreçleri içinde dogmatizmi aşma
da önemli başarılar kazandılar, fakat bazen sola, bazen sağa yalpalamalara yol açan bir aşırıcılık
damarının (extremizmin) bu çizgide belirgin olarak yer ettiğini görüyoruz. Bugün gelinen nok
tada, bu gelenekten gelen bilimsel sosyalistlerin özellikle bu ‘aşırıcılığa’ ve ‘saf ilkeli tutumlara’
karşı uyanıklıklarını geliştirmelerinin önemli olduğu saptanabilir.”
45 “Perinçek’le röportaj”, G ülden Aydın, Hürriyet, 6 Mayıs 2002.
1992)46 dek, geçmiş sosyalist hareketle herhangi bir bağ kurmuyordu. İşçi
Partisi ise tıpkı TİKP gibi, Şefik Hüsnü’nün liderliğindeki Türkiye İşçi Çiftçi
Sosyalist Fırkası’na dayanan bir geleneğin temsilcisi olduğunu söylüyordu.
Aydmlıkçılar, eski grup yapılarını İşçi Partisi ile yeniden inşa ettiler.
Yaylacılık bu dönemde de en başarılı çalışma alanlarıydı. Ocak 1987’de
yayma giren haftalık 2000’e D oğru dergisi, 12 Eylül cezaevleri, M İT rapo
ru, Kürt sorunu, “Çiller özel örgütü”yle ilgili haberleriyle ilgi topladı. Yi
ne M İT’e, devlete ait gizli belgeleri elde ediyor, yayınlıyor, tartışmalar yara
tıyorlardı. 1993-94’teki günlük Aydınlık gazetesi, Ulusal Kanal adlı televiz
yon denemeleri ise aynı başarıyı gösteremedi, her ikisinin de ömrü kısa oldu.
işçi Partililer, sosyalist sol ve PKK ile yakın ilişki içinde siyasal muhalefet
çizgilerini, 1993-94’ten itibaren değiştirdi. Bir anlamda 12 Eylül öncesi söy
lemlerine dönerek, Abdullah Öcalan ve PKK’yı emperyalizmin T ü rk iye’yi
bölme planlarının aleti olarak değerlendirdiler. Bu değişiklikle rejimin Tur
gut Özal’m cumhurbaşkanlığı döneminde (9 Kasım 1989-17 Nisan 1993)
Kürt sorununa yeni yaklaşım oluşturma çabalarının son bularak “özel savaş”
politikalarına geçişi eş zamanlıydı. Rejimin Kürt sorununa bakışma eleştirel
bir yaklaşım gösteren Özal, PKK ile aracılar yoluyla diyalog kurmaya çabalı
yor, “Federasyon tartışılabilir” diyordu.47 Ûzal’ın ölümünün ardından rejim
Doğan Güreş’in genelkurmay başkanlığını, Tansu Çiller’in de başbakanlığı
üstlendiği 1993-1995 arasında sertleşerek, “düşük yoğunluklu savaş” uygu
lamalarına geçti. O güne kadar PKK lideri Abdullah Ûcalan’la sıkı ilişkiler
geliştirmek için uğraş veren ve Bekaa’ya iki kez görüşmeye giden Doğu Pe-
rinçek, Kürtlerin federasyon, bağımsızlık dahil kendi kaderlerini belirleme
hakları olduğunu söylüyor; rejimin yürürlükteki politikasına sert eleştiriler
yöneltiyordu. PKK’nın legalleşmesine izin verilmesini, hatta partisinin bu işi
yüklenebileceğini ifade ediyordu. Perinçek’in bu Kürt çıkışı, sosyalist hare
ketin geleneksel ilkelerine de uyuyordu ve Aydmlıkçılarm sosyalist .soldaki
olumsuz imajlarını değiştirmeye de yarıyordu.
Doğu Perinçek ve İP’liler, esasında, 12 Eylül öncesinde “büyük güçler
platformunda siyaset” diye ifade ettikleri bir siyaset yapma tarzına sahipti.
“Büyük güçler” devlet ve siyaset üzerinde etkili “ulusal güçler”den başkaları
değildi ve Türkiye’de 1965-70 sürecinde Yön ve MDD’cilerin savunduğu Ke-
46 İşçi Partisi, Mart 1992’de, Sosyalist Parti’nin kapatılma olasılığına karşı, yedekte bir parti olarak
kuruldu. Sosyalist Parti Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılınca da, genel başkan D oğu Pe
rinçek ve tüm parti üyeleri istifa ederek, Temmuz 1992’de İşçi Partisi’ne katıldılar.
47 Û zal’ın bu yaklaşımından yola çıkarak, büyük gazetelerin önde gelen gazetecileri Bekaa’da PKK
lideri Abdullah Öcalan’la görüşmeye gitti, haftalarca Öcalan ve PKK hakkında gazete ve tele
vizyon kanallarında programlar yapıldı. Bu rejimin PK K ile uzlaşma arayışının bir ürünüydü.
Perinçek, Temmuz 2007’de A yd ın lık’ta Öcalan’la görüşmeyle ilgili kendini savunurken “Başka
kimler görüştü? Mehmet A li Birand, Fatih Altaylı, Cengiz Çandar, Haşan Cemal, Güneri Civa-
oglu... Yani Türk basınının bütün kıdemlileri, genel yayın yönetmenleri, başyazarlan” diyordu.
malistlerle “güç birliği” görüşünün sürüp giden abartılmış haliydi. Abartı bir
yanda bu “ulusal güçler”le yakınlaşmayı sağlayacak “öncelikli görevlerin”
ifadesinde,48 diğer yanda da dünya ve ülkedeki gelişme eğilimlerini “öz
nel bir senaryo”ya dönüştürmede ortaya çıkıyordu. 12 Eylül öncesinde Sov
yet emperyalizmini “baş düşman” ilan etmek, resmi ideolojinin “Sovyet ya
yılmacılığı ve komünizme karşı mücadele” görüşüyle örtüşmeyi sağlıyordu.
Hatta anti-Sovyetizm devletin geleneksel politikalarının savunucusu partile
rin ve bürokratların kabul edemeyeceği ölçüdeydi, çünkü diplomasi gereği
her hükümet Sovyetler’le iyi ilişkiler oluşturmaya çabalıyordu. Sovyet işgali
nin an meselesi görülmesi, Sovyet yayılmacılığına en çok inanan sağcı poli
tikacılar açısından bile ikna edici değildi.
Doğu Perinçek, talihsiz bir rastlantıyla “kontrgerilla” Ö zgür Gündem gaze
tesinin İstanbul’daki merkezinin bombalanmasına hazırlandığı gün49 yani 2
Aralık 1994’te bir basın toplantısı düzenleyerek “Öcalan’m Batılı devlet baş-
kanlarma yazdığı mektupla emperyalist devletleri Kürt sorununa müdahale
ye davet ettiğini” , “Rusya’yla işbirliği yaptığını” duyurdu. Bu Türk ve Kürt
halkı için çok büyük bir tehlikeydi.
Her Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonrasında yayınlanan bildirilerde
tekrarlanan “bölücülük” ve “irtica” tehlikesi, İP’lilerin siyasetlerinde özel
vurguya dönüştü.
Necmettin Erbakan başbakanlığındaki RP-DYP koalisyonunu sona erdi
ren 28 Şubat 1997’deki örtülü ordu müdahalesini İP’liler coşkuyla karşıla
dı. Koalisyon, ulusal devleti yıkıma sürükleyen emperyalizmin uzantısı “ta-
rikat-mafya-gladyo” iktidarının kendisiydi. Bu iktidarın yıkılması “ulusal
güçler”in taarruza geçtiğinin kanıtıydı.50 İP yöneticilerinden Haşan Yalçın
yeni dönemin özelliklerini söyle sıralıyordu:
48 Perinçek, Ağustos 2007’de Ayd ınlık dergisinde M ao’nun parti programından çıkarılmasıyla ilgili
olarak şunları söylüyordu: “Vatanın bütünlüğü, milli devlet ve milletin birliği tehdit altında. Bu
tehdide karşı koyacak kuvvetleri, M ao bayrağı altında toplayamazsınız. Biz bunu 40 yıldır bili
yoruz.”
49 2 Aralık’ı 3 Aralık’a bağlayan gece gazetenin Kadırga’daki merkezi bombalandı.
50 D oğu Perinçek, Paris’teki bir konferansta “ordunun uşağı” diyerek kendisini protesto eden sol
culara “Türk ordusunun uşağı sözünü hakaret addetmiyorum” diyerek şöyle yanıtladı: “Bugün
Batı’nın baş hedefi olan Türk ordusuna şunlar dayatılıyor: M G K dağıtılacak, ordunun politika
daki etkisi bitirilecek, Türk ordusu Kemalist geleneklerinden kopanlacak. Küçük devletçikler,
küçük emirlikler kurmak istiyorlar. Globalleşme ulusal devleti ortadan kaldırınca temel çekir
deği olan ulusal orduyu da ortadan kaldıracak, ordu bunun farkındadır ve buna karşıdır. O r
du Türkiye’nin en kıymetli birimidir, her konuda yanlışlık yapın düzeltilebilir, ama orduya kar
şı yanlışlık yaparsanız düzeltilemez. Solcu söylemlerle, halktan uzak hareketlerle bir yere va
rılmaz. Ben bu provokatörlerle 30 yıldır uğraşıyorum. Bana Türk ordusunun uşağısın diye ba
ğırıyorlar. Devrimcilik böyle yapılmaz. Tabii cuntalardan az çekmedik, ancak 28 Şubat çizgi
si bu darbelere zıt ve onlara düşman bir çizgidir. Türkiye’de orduya en düşman kim? Tarikatçı
lar, Nakşibendiler, Fethullahçılar, Amerikancılar ama biz orduyla yan yanayız. Halkın yanında
yer alan bir Türk ordusu var, ulusun yanında Kemalist bir ordu var.” H ürriyet, 20 Şubat 2001.
Bir, Türkiye yeni bir Devrimci Cumhuriyet dönemine girmiştir. Şeriatın
maddi ve kültürel kaynaklarının kurutulması kaçınılmazdır. Bu mücadele
nin, Kürt sorunu dahil Türkiye’nin bütün soranları üzerinde belirleyici et
kisi olacaktır.
"*îki, geniş yığinlar ve Ordu dahil büyük siyasal güçler yer değiştirerek,
Cumhuriyet mevzilerine girmektedir.
Üç, Şeriata karşı mücadele eden kuvvetler kaçınılmaz olarak ve kararlılık
ları ölçüsünde Amerikan emperyalizmiyle karşı karşıya geleceklerdir.
Dört, siyasi partiler, yeni dönemin ihtiyaçlarıyla temsil ettikleri sınıfsal çı
kartan bağdaştırarak yeni döneme uygun yeni programlara yönelmektedir.51
Aynı sayıda hayli coşkulu bir dille “Türkiye Birinci Dünya Savaşı ertesin
deki kadar büyük bir saldırıyla karşı karşıya. Emperyalistlerin Sevr planına
karşı bir ulusal şahlanış gündemde. Koşullar 19 Mayıs 1919’dan çok daha el
verişli. Türkiye arkasına büyük bir birikimi almış durumda. Bu kez Polatlı’ya
kadar da gelemeyecekler” deniyordu.
İP’liler, 28 Şubat Milli Güvenlik Konseyi kararlarını, bir kampanya biçi
minde savunageldikleri “Cumhuriyet devrimi kanunları uygulansın” görüş
lerinin doğrulanması sayıyorlardı. Bu kararlarla “ Cumhuriyet Devrimi’nin
İkinci Taarruzu” başlamıştı, İP zayıf olduğu için şimdilik bu taarruza mil
li güçlerin başında bulunan ordu öncülük ediyordu. Bölücüler ve şeriatçılar
dışındaki tüm güçler, milli güçleri oluşturuyordu. İP, ABD ve AB’nin “mil
li devleti” yok etmek istediğini, Sevr’i hortlatarak Türkiye’yi parçalamayı
amaçladığını, buna karşı durmak için de Milli Hükümet kurulmasını öne
riyordu.
“Cumhuriyet Devrimi’nin ikinci taarruzu” İP’liler açısından 10 yıl sonra,
22 Temmuz 2007 genel seçimleri arifesinde de henüz gerçeklik kazanama
mıştı, ama sürüyordu. AKP hükümetine karşı 2007’de Ankara, İstanbul, İz
mir başta olmak üzere pek çok ilde yüzbinlerce insanın katılımıyla gerçek
leştirilen Cumhuriyet mitingleri, ana muhalefet partisi CHP’yi olduğtt kadar,
İP’lileri de umutlandırmıştı. Doğu Perinçek, seçimler öncesinde, barajı aşa
rak meclise gireceklerini üç yıl sonra da iktidara geleceklerini söylüyordu.
Parti Genel Merkezi’nde 21 Haziran 2007’de gazetecilere okuduğu Seçim Bil
dirgesinde de şöyle diyordu: “Genel Seçim ABD ile İşçi Partisi arasında. (...)
Günün görevi vatan savunmasıdır. Geleceğimiz bu görevin başanyla yerine
getirilmesine bağlıdır. (...) ABD’nin yeni iktidar planını bozacak tek çözüm,
İşçi Partisi’nin Meclis’e girmesi ve Milli Hükümeti kurmasıdır. (...) Türk Or
dusu cephesini ABD tehdidine dönmüştür. (...) İşçi Partisi... Meclis’e girecek
ve o andan itibaren siyasal sürecin merkezine yerleşecek, gelişmeleri belir
Geçmişin eleştirisi
2 T H K O ’dan Semih Orcan, Atilla Keskin, Gökalp Eren, M B ’den Teslim Töre ve bir kişi daha, (12
Eylül yargılamalarında TD K P davasının mütalaası).
necek, kentlerden lojistik destek alacak bir gerilla grubu, zamanla kır yok
sullarından oluşan bir halk ordusuna dönüşecek, nihai olarak kentler kuşa
tılarak iktidar alınacaktı. Yani devrim “kırlardan şehirlere doğru” gelişecekti.
THKO ’lular geçmişteki bu yaklaşımı, her şeyden önce komünistlerin
“proletarya partisi kurma” öncelikli görevini gözardı ettiği gerekçesiyle eleş
tiriyordu. Bu “proletarya değil, küçük burjuva devrimciliği”ydi. Esinlenil-
mesi gereken 1917 Ekim Devrimi’nin lideri Lenin’in, 20. yüzyıl boyunca
dünya komünist partilerine model olan Bolşevik Partisi’ne biçim ve yön ve
ren fikirleriydi. Lenin’e göre işçi sınıfının politik mücadelesi, “sınıfın en ile
ri unsurlarını bünyesinde toplamış” , “en ileri teoriyle donanmış” , “öncü bir
parti” aracılığıyla verilebilirdi. Proletaryaya dışarıdan bilinç götürecek, her
koşulda örgütlenme ve mücadelesine kılavuzluk edecek bu parti “geniş bir
mahalli parti örgütleri ağıyla çevrelenmiş” , yasadışı çalışan, siyasi polisi atla
tabilecek özelliklere sahip “profesyonelce devrimci faaliyette bulunan kim
selerden meydana gelmeli”ydi. iktidara ancak zora dayalı bir devrimle gele
bilmesi mümkün olabilen proletaryanın ayaklanmasını da yönetecek olan bu
parti, bir “savaş örgütü” gibi tasarlanmalı, hiziplere imkân tanımayan görüş
birliğine, sıkı bir disipline ve merkeziyetçiliğe sahip olmalıydı.3Periyodik bir
yayın organı (Rusya’da Iskra), bu partinin iskeleti, örgütlenme ve propagan
da çalışmasının da temel aracıydı.
3 Lenin’in parti teorisiyle ilgili görüşlerini ayrıntılı olarak açıkladığı eserleri, 1970’li yıllarda Tür
kiye’de B ir Yoldaşa Mektup, Nereden Başlamalı, N e Yapmalı, B ir Adım İle ri İk i A dım G eri adlarıy
la yayınlanmıştı. Yukarıda Lenin’e atfen özetlenen Bolşevik parti modeli, Stalin’in liderliğinde
ki 3. Enternasyonal tarafından sistematize edildi, dolayısıyla Stalinist bir parti anlayışı olarak da
değerlendirilebilir. Komünist partilerin modeli haline gelen Bolşevik partisinin bu yorumunun
ne ölçüde Lenin’e ya da Stalin’e ait olduğu komünist harekette hep tartışma konusu oldu. Ama
1970’li yılların Türkiye solunda (küçük çevreler dışında) böyle bir ayran veya tartışma söz ko
nusu değildi, Stalin’in eserleri, Leninizmin kaynaklarından sayılıyordu.
4 Parti Bayrağı, sayı 8, Ekim 1978. Dergide söz konusu yazıyla ilgili “TH K O ’nun yayın organı Yol-
daş’m 12’nci sayısında yer alan tarihi belge” diye not düşülmüştü.
TH KO militanlarının asıl önemli kesimi (...) Marksizmi öğreniyor ve kabul
ediyorlardı. (...) Bir yandan da uluslararası komünist hareketin güç verici et
kisini kendi üzerlerinde görmeye başlıyor, kafalanndaki sorulara cevap bul
mak için Marksist klasiklere ve uluslararası komünist hareketin belgelerine
başvurmaya yöneliyorlardı.
8 “1971 Sol Hareketi...”, a.g.d. Söz konusu makale Z e r i Popuiit’te 7 Temmuz 1977’de yayınlandı.
9 H alkın Kurtuluşu, sayı 83,21 Kasım 1977.
10 Ûrneğin, H alkın Kurtuluşu’nun 13 Eylül 1976 tarihli 22. sayısında 1. sayfadan M ao’nun ölü
mü “Büyük devrimci önder M ao Ze D ung’u kaybettik, M ao Ze Dung’un düşünceleri yolum u
zu aydınlatıyor” büyük puntolarla sürmanşetten verilmiş; sosyalist Çin ve M ao’ya övgüler dü
zen yazılar yazılmıştı. Ekim ayı sayılarında da bu türden yazılar devam ediyordu. H alkın Kurtu
luşu’nun 16 Temmuz 1979 tarihli 167. sayısında “M ao Zedung Düşüncesi, revizyonist, küçük
burjuva bir teori ve pratiğin ifadesidir” başlığıyla yazılan yazıda artık eski görüşlerin reddedil
mesi netleşmişti.
THKO’lular AEP’in ÇKP’yi eleştiren raporun öğrenilmesinden sonra yaşa
dıklarını şöyle anlatıyordu:
Tartışma kısa sürede, başından itibaren ideolojik evrimde etkili olan ceza-
evindeki eski THKO’lu hükümlülerin de ağırlıklarını koymasıyla, AEP’den
yana tutum alınması ve Maoculuğun reddiyle sonuçlandı. Böylece üç dün
ya teorisinin ve bu yolla Aydınlık'm kurduğu baskıdan kurtulundu, yeni bir
yol için zemin doğdu.
14 H alkın Kurtuluşu, sayı 105, D İSK Başkanhgı’na başvuruyu 18 Nisan’da Halkın Kurtuluşu Yazıiş-
leri M üdürü Veli Yılmaz gönderdi. Yazısında Halkın Kurtu/uşu’nun 30 bini aşkın basılan dergi
olduğunu belirtti.
15 H alkın Kurtuluşu, sayı 106, 28 N isan 1978.
16 H alkın Kurtuluşu nun 4 Nisan 1977 tarihli, 51. sayısında yer alan C H P’nin erken seçim kam
panyasının bir parçası olan Gaziantep’teki bir mitingiyle ilgili yerel militanların kaleme aldık
ları yazı, T H K O ’lulann yaklaşımlarını olduğu kadar, o sıralarda her ilde karşılaşılan “sosyal fa-
şist-Maocu bozkurt” mücadelesinin de tipik bir örneği sayılabilir: “Devrimcilerin anlayışı şuy
du: C H P ’nin tabanındaki geniş kitlelere proleter devrimci siyaseti ulaştırmak, mitingi revizyo
nistlerin teşhir edileceği bir alan haline getirmek; sosyal-faşistlerin devrimcileri tecrite yönelik
karşı-devrimci çabalarını kırmak.
Proleter devrimciler mitingi kesinlikle sabote etmeyeceklerini C H P Gençlik K ollan Başkanı
Zeki Alçın’a ve il-ilçe yönetimine önceden belirttiler. Buna rağmen 1GD yanlısı Zeki Alçın ve re
formist il yönetimi bu uyanyı dikkate almadılar.
Devrimciler C H P yönetimine ‘Herkese iş, köylüye toprak, halka hürriyet’, ‘D oğu’da milli zul
me son’, ‘İşçiler sendika yönetimine’, ‘Siyasi cinayetlere ve işkencelere son, genel af!’ gibi slo
ganlan pankartlar halinde miting alanına götüreceklerini, ‘N e Amerika N e Rusya Bağımsız De
mokratik Türkiye’ sloganını da miting alanında atacaklannı söylediler. Çimse-tş, Devrimci Ya-
pı-lş, Oleyis gibi sendikalar kanalıyla bu konuda C H P zorlandı.
Mitingle ilgili duvar yazılan yazıldı, gazete satıldı, imza kampanyası etkili bir şekilde sürdü
rüldü. Bu çalışmalarla devrimci sloganlar kitleler arasında yayıldı.
Bütün bu çalışmalar yürütülürken IG D ’li sosyal-faşistler de ‘Maoculara’ karşı entrika peşin
deydiler. Mitingden 2 gün önce ÎG D ’liler yeni asılan ‘Devrimci, yurtsever basma özgürlük’ afiş
lerinin üzerini C H P afişleriyle kapattılar. Devrimcileri C H P tabanından tecrit etmeye çalışıyor
lardı. Am a devrimciler afişlemeyi durdurup, sosyal faşistlerin gerçek yüzlerini halka ve C H P ’li
kitlelere anlatarak onlann oyunlannı boşa çıkardılar.
H alkın Birliği ve Halkın Y olu ’ndan arkadaşlarla birlikte semtlerde halka siyasi gerçekle
ri açıklama çalışmalan sürdürülürken, diğer taraftan C H P ’li yurtseverleri ikna etme yoluyla
önemli bir kitle tabam oluşturuldu. Sosyal-faşistler bu olum lu gelişmeleri görüyorlardı. Bu yüz
den proleter devrimcilere saldın, sataşma gibi eylemlere girişmeyi göze alamadılar.
Proleter devrimcilerin tüm çabalanna rağmen orta yolcu siyasetler sosyal-faşizme karşı dev
rimci saflara katılmadılar. Tam tersine Halkın Kurtuluşu, Halkın Birliği ve Halkın Y olu’ndan
oluşan anti-revizyonist cepheyi zayıflatmak için çalıştılar.
Zaten birbirini zayıflatmayı amaçlayan iki düşman cepheydi söz konusu
olan. Sovyet yanlısı gruplar açısından nasıl Maocu bozkurtlara karşı müca
dele faşizmle mücadeleden aynlmıyorsa Maocu gruplar açısından da sosyal
faşistlere karşı mücadele faşizme karşı mücadeleden ayrılmıyordu.
1 Mayıs’ta [1977] provokasyona zemin olan çatışmanın benzerleri Türki
ye’nin birçok ilinde yapılan mitinglerde defalarca yaşanmış, yer yer silahla
rın konuştuğu, taşlı sopalı kavgalar, “solcuların yine birbiriyle çatıştığı” sıra
dan gerçek haline gelmişti. 1 Mayıs, önceki birçok mitingde tekrarlanan ça
tışmaların devamıydı. Üstelik 1 Mayıs öncesinde taraflar arasındaki gerilimi
artıran çatışmalar da şiddetlenmişti. Örneğin, Ankara Tandoğan’da binlerce
kişinin katıldığı mitingde (5 Şubat) iki taraf arasında çıkan taşlı sopalı bü
yük bir çatışma yaşandı.17 H alkın Kurtuîuşu’nda18 “Faşizme ve sosyal faşiz
me karşı devrimci kitle terörünü yükseltelim” 19 çağrısı yapılıyordu. 1 Ma-
yıs’a doğru iki tarafın da tırmandırdığı çatışmalarda iki kişi hayatını kaybetti.
1975’in ikinci yarısında ortak bir tüzük, Geçici Merkez Komitesi’ne bağlı il,
ilçe komitelerinin kuruluşu, THKO’lulara kitle hareketine, merkezi bir örgüt
aracılığıyla müdahale imkânı sağladı. Yasadışı bir örgütlenmeydi söz konusu
olan, ancak kısa sürede periyodik bir yayın organı ( Halkın Kurtuluşu) ve ül
kenin her yanında kurulan Yurtsever Devrimci Gençler Demekleri (YDGD)
gibi yasal araçlarla örgüt hızla yayıldı. Deniz Gezmiş efsanesiyle gençlik ve
toplum içinde pek çok sempatizan edinmiş THKO’lular, 1975-76’da üniver
siteli gençliğin, büyük şehirlerin yanı sıra Anadolu’nun Urfa, Antep, Maraş,
Proleter devrimciler miting boyunca kitlelerin gerçek taleplerini dile getiren ve kurtuluş
yollarını gösteren sloganları devrimci coşku ile ve büyük bir kitle olarak haykırırken, revizyo
nistler ve reformistler kitleleri uyutmaya, onların devrimci uyanışlarını geciktirmeye çalıştılar.
27 M a n C H P mitingi, devrimcilerin kitlelerle kaynaşması, devrimci sloganların kitlelere
ulaşması bakımından olumlu olmuştur. Sosyal-faşistlerin yaratmak istediği tecrit zinciri kırıl
mış ve C H P’nin tabanındaki yurtseverlere kendi deneyleri içinde sosyal faşistlerin gerçek yüzle
ri belirli bir ölçüde de olsa gösterilebilmiştir.”
17 Tandoğan’daki miting, başta TKP olmak üzere Sovyetik çizgideki grupların etkin olduğu T Û B -
DER, T Ü M -D E R ve TÜ TED ’in düzenlediği Ekonomik ve Demokratik Haklar Mitingi’ydi. 7 Şu
bat 1977 tarihli Halkın Kurtuluşunda olay şöyle anlatılmıştı: “Revizyonistler polise ihbar ederek
devrimcilerin mitinge alınmasını önlemeye çalıştılar. Başaramayınca polisle birlikte devrimcile
re karşı taşlı sopalı silahlı saldırıya geçtiler. Devrimcilerin yeterince örgütlü olmayışı ve disiplin
li bir katılmanın sağlanamayışı, devrimcilerin mücadelesini zaafa uğrattı. Buna rağmen saldırıla
ra kararlılıkla karşı koydular.” T Û B -D E R Genel Merkezi, b u olayın üzerine Maocularm etkili ol
duğu 20 şubenin yönetimini görevden aldı. Bu şubeler şunlardı: Gaziantep, Üsküdar, Uşak, Kır
şehir, Bolu, Kayseri, Pazar, Mazgirt, Hozat, Pülümür, Pertek, Seyitgazi, Arşin, Sungurlu, Kor-
gan, Dursunbey, Akçadağ, İnebolu, Eşme, Viranşehir...
18 Sayı 44, 14 Şubat 1977.
19 H alkın K urtuluşu, sayı 44, 14 Şubat 1977.
Çorum, Kayseri, Kırşehir gibi çok değişik illerinde ilişkilere sahip tek grup
gibiydi. DİSK üyesi bazı sendikalarda etkinlik kurmuşlardı. 1976’da Urfa’da
7 bin, Antep’te 20 bin kişilik miting düzenleyebiliyorlardı. Günlük ulusal ga
zetelerin toplam tirajının 300’ü bulabildiği Kırşehir merkezinde H alkın K u r
tuluşu 500 satabiliyordu.
Halkın Kurtuluşçuları, 1975-80 arasında, birçok ilde, üniversiteli gençlik,
öğretmenler, işçiler ve köylüler arasında örgütlenmeler kurmuş, en yaygın
örgütlerden biriydi. Parti Bayrağı’na göre, 1978’de Halkın Kurtuluşu ’nun ti
rajı 30 bindi.
1977 başında Gökhan Edge adlı gencin Diyarbakır’da gözaltında öldürül
mesi üzerine başlatılan protestolar, o güne kadar örgütün kendi özgücüy-
le gerçekleştirdiği en önemli protesto hareketiydi. H alkın Kurtuîuşu’nda yer
alan bilgilere göre, İstanbul, Ankara, İzmir ve Tunceli’de mitingler düzen
lendi. 15 Ocak’taki Ankara Tandoğan’daki mitinge 10 bin, 22 Ocak’taki İs
tanbul Saraçhane’dekine 20 bin, 29 Ocak’taki İzmir Basmahane’dekine 5 bin
kişi katıldı. Tunceli’deki miting ise Mazgirt ilçesinde yapılmıştı. Kampanya
boyunca 15 bin afiş, 68 bin “pul” diye tabir edilen çıkartma, miting çağrıla
rı için de 20 bin afiş ve 180 bin el ilanı dağıtıldı. 100 kişi de gözaltına alındı.
Yine dergide yazılanlara göre, diğer gruplara kendi slogan ve pankartlarıyla
katılmaları için çağrılar yapıldı, ama bunlar karşılıksız kaldı.20
Kuşkusuz THKO’lular, başından beri netleşmiş siyasi fikirlerle yola çık
mış, Maoculukla başlayıp Enver Hocacılıkla biten fikri karmaşa yaşamamış,
sol içi çatışmanın başlıca tarafı haline getiren “revizyonist tecriti kırmak”
adına mitinglerde, kitle örgütlerinde çatışmalara girmemiş olsalardı; dene
yimleri, yaygın ilişkileri, militan yapıları gereği sosyalist solun en örgütlü
gücü olabilirlerdi. Ya da tersinden, pratikte geçirdikleri ilk dönemin özellik
leri dikkate alınırsa, yani bütün görüşlerim sil baştan Marksist klasikler ve
uluslararası komünist hareketin referanslarıyla kurdukları sırada sık sık gö
rüş değiştirmeleri, Aydmlık’ın bunaltıcı baskısı, sağcı komandolarla girişilen
çatışmaların yanında bir de “sosyal faşistler”le girişilen mücadelemin saptırı
cı etkileri, “sol içi çatışmanın tarafı” olmaktan kaynaklanan prestij kaybı vb.
hesaba katılırsa, hâlâ solun en yaygın örgütlerinden birinin ortaya çıkmış ol
ması azımsanmayacak bir başarı sayılabilir.
THKO’lulann “dönemeç” olarak niteledikleri THKO 1. Konferansı 1978
yılının Ekim ayında Çorum’da 19 delegenin katılımıyla toplandı. O güne ka
dar kullanılan “THKO” adı “TDKP-lnşa Örgütü” olarak bu toplantıda değiş
tirildi. Konferansla örgütü, hem siyasal görüşler hem örgütsel ilkeler alanın
da netleşmiş olarak yeni bir döneme taşıyanlar, 1973-74’ten beri, cezaevin
de başlayarak, ideolojik ve örgütsel dönüşümü birlikte sağlamaya kararlı es
20 H alkın Kurtuluşu, sayı 49, 21 M art 1977.
ki THKO’lulardı. Hareketin ana gövdesini de yönetimdeki çoğunluğu da ba
şından beri ellerinde tutuyorlardı.
Konferans, bir genel komite, bir merkez komitesi ve onun yürütme kuru
lunu seçti. Dört yıldır THKO’lulann ulaşmak istedikleri ideolojik-politik gö
rüşler son bir yılda varılan sonuçlarla birlikte yeniden formüle edildi. Bu
na göre, Türkiye emperyalizme bağlı yan-sömürge, yan-feodal bir ülkeydi.
Devrim, faşizmi ve feodalizmi tasfiye edecek ulusal demokratik halk devri
mi olacaktı. TDKP’lilerin çalışma tarzlarına yol gösterecek kararlardan biri
işçi sınıfına diğeri köylülüğe ilişkindi. Şöyle deniyordu: “Diğer ezilen sınıflar
arasındaki çalışmayı bir yana itmeksizin -sanayi (şehir), tarım (k ır)- özellik
le de modem sanayi işçileri arasındaki çalışmayı esas almalıyız. En iyi, en fe
dakâr, en bilinçli kadrolarımızı işçi sınıfı içinde çalışmak üzerine seferber et
meliyiz.” “Toprak ağalığı ekonomisinin tasfiye edilmesi ve toprak ağalarının
ellerinde toprakların köylü komiteleri aracılığıyla yoksul köylülere dağıtıl
ması talebine bağlı olarak, bugünden toprak işgalleri örgütlemeli, yönetme
li ve teşvik etmeliyiz.”21 Örgüt yukarıdan aşağıya örgütlenecek, örgütlenme
nin temelini hücreler oluşturacaktı. Hücreler ise üretim alanlarında, iş mer
kezlerinde ve diğer çalışma alanlarında kurulacaktı.
İnşa Örgütü, ilk dönemin kaosuyla birlikte, “proleter devrimci ittifak” ,
benzer görüşteki gruplarla ortak partileşme, “revizyonist tecriti kırma”
amaçlı mitinglere zorla katılma gibi kimi politikaları da geride bıraktı.
Eski THKO’lulan bir araya getirme çabası “sosyal emperyalizm görüşü”
nedeniyle Mücadele Birliği ayrılığıyla 6 ay içinde başarısız olmuştu. Aktan-
cılarla birlik de iki yıl sonra karşılıklı suçlamalarla sona ermişti. Halkın Yo
lu, Halkın Birliği’yle ortak parti hedefiyle süren ittifak çabasından da geri
ye fiziksel saldırılara varan çatışmalar kalmıştı. Bunlar, THKO’lulan partiyi
kendi özgüçlerine dayanarak kurmaya, müttefiklerini de değiştirmeye götü
ren etkenlerdi.
Konferans kararlannda “proleter devrimci ittifak” ve onun parçası Halkın
Yolu ve Halkın Birliği ile ilgili şu görüşlere yer verilmişti:
TKP ve benzeri sosyal faşist akımların yanı sıra Kürdistan’da sözde Kürt hal
kı adına hareket ettiklerini söyleyen Şıvan, Özgürlük Yolu, Apocular gibi ör
gütler de Kürt halkının düşmanlarıdır.26
39 Her iki olayın ayrıntıları için bkz. Hayri Argav, O Şafağın A tlıla rı, Belge Yayınlan, Haziran 1997.
TDKP’nin 1. Kongre belgelerinde yer alan bilgilere göre, 1975’ten kongre tarihine kadar geçen
sûre içinde 103 Halkın Kurtuluşu taraftan hayatını kaybetti.
12 Eylül
41 “Geçmişe İlişkin Eleştirel Bir Yaklaşım”, Ö zgürlük Dünyası, sayı 6, N isan 1989.
42 H. Yağmur-A. Şimşek, EMEP Eleştirisi, Eksen Yayıncılık, Birinci Baskı, Ocak 1998, s. 26.
şısında devrimci hareketler, parçalanmış tek tek hedefler olarak kaldılar... 12
Eylül’den sonra devrimci demokrasi güçleri, birleşik bir güç olmak bir yana,
ortak bir mücadele tutumu bile geliştiremediler. Birleşik bir güç olma isteği,
yalnızca, muhatabı bile belli olmayan çağnlarda kaldı.43
43 “Geçmişe İlişkin Eleştirel Bir Yaklaşım", Ö zgürlük Dünyası, sayı 6, Nisan 1989.
44 Terör ve T e rö rle Mücadelede Durum Değerlendirmesi, Başbakanlık Yayınlan, Ankara, 1983.
r
45 PKK’hlar tarafından öldürülen militanların isimleri şöyle: Yusuf Aydar, Düzgün Çakmak, Hida
yet Dumlu, İbrahim Dışkaya... iki kişi daha...
İllegal eylemler birçok polis operasyonuna da neden oldu, birçok militan
tutuklandı. Partinin Ankara 11 Komitesi Sekreteri İmren Aydın, bu operas
yonlar sırasında yakalandı ve 2 Mart 1991’de Ankara DAL’da, arkadaşlarının
iddiasına göre işkence sonucunda öldü.
1996’daki ikinci konferansla örgüt “yeniden kuruluş ve inşa” adını ver
diği bir sürece girdi. Bu süreç, “sınıf hareketinin açık politik hareket olarak
örgütlenmesi”ni amaçlıyordu. Hem kendi içinden46 hem de benzer çizgi
deki sosyalist gruplardan illegal örgüt ve mücadele anlayışının terk edildiği
eleştirileriyle karşılanan yeni yönelim, yasal bir parti ve günlük bir gazete çı
karılmasını öngörüyordu. Bu “yerine getirilmediğinde, başka bir görev için
ciddi tek bir adımın dahi atılamayacağı” “acil bir görev” di.47 Bu görevin ye
rine getirilememesi halinde sağlam bir yeraltı örgütünün de inşa edilemeye
ceği belirtiliyordu. Konferans kararlarında dikkat çeken bir başka şey de ha
reketin yönetimini ele alacak “yeni proleter kuşak” tan söz edilmesiydi. “2.
Kongre, hareketin merkezini tutmuş öncü işçilerin oluşturduğu devrimci iş
çi örgütlerinin kongresi olarak toplanacaktı.”48
İllegal örgütün tasfiye edildiği iddiaları reddedildi, ancak bir daha illegal
eyleme rastlanmadı. Buna karşın merkez yayın organı Devrim in Sesi, gide
rek seyrelen aralıklarla da olsa 2000 yılı başlarına kadar yayınını sürdürdü.
Emek Partisi (EMEP) 39 kurucu üyenin başvurusuyla 25 Kasım 1997’de
kuruldu. Partinin tanıtıldığı E M E P Nasıl B ir Parti (2006) adlı broşürde, ge
leneksel komünist partilerin aksine “öncü” değil “yardımcı” rolüne vurgu
yapılıyordu: “EMEP kendisini kurtaracak olan işçi sınıfının uyandırılması,
örgütlenmesi ve kendi iktidarı için seferber edilmesi görevidir. Dolayısıyla
EMEP için asıl olan, işçi sınıfının örgütlenmesi, kendi talepleri için müca
deleye atılmasına yardımcı olmak ve nihayet onun kapitalizmi yıkması için
gerekli bilince ve örgütlenme seviyesine çıkması için çalışmaktır.” Parti, o
güne kadar başanlamayan bir şeyi, doğrudan işçilerin örgütü olmayı başa
racaktı. Bu yüzden de başından beri sendikacılara, örgütlü işçilere özel bir
rol biçildi. Türkiye Motorlu Taşıt İşçileri Sendikası (TÜMTİS) partinin te
mel dayanağıydı. 2000 yılı parti kongresi belgelerine göre, üyelerin yüz
de 50,8’ini işçiler oluşturuyordu, öğrencilerin oranı yüzde 3,2’ydi (12 Ey
lül öncesi yüzde 43 öğrenci çoğunluğuna karşı, işçilerin oranı yüzde 18’di).
Kurucu ve üye bileşimiyle ilgili vurgulanan diğer özellik, “hayatını müca
deleye vermeye hazır sosyalistler ile henüz şu ya da bu düzen partisinden
kopmuş ve EMEP’e salt düzene ve partilerine duyduğu nefret nedeniyle ka
46 1997’de bir grup deklarasyon yayınlayarak TD KP’den ayrıldı. 2004’te yurtiçinde ve yurtdışında,
bazı gruplar, T D K P ’nin tasfiye sürecine karşı örgütlenme çabası içine girdi.
47 “1996 Konferansı çağrısından”, D evrim in Sesi, sayı 201, Nisan 1999.
48 “Partimizin 19. yılı ve deneyimler üzerine”, D evrim in Sesi, sayı 201, Nisan 1999.
tılmış emekçilerin bir arada olması” diye anlatılıyordu. Bu özelliğin uzunca
bir süre korunacağı da 2000 yılı kongre belgelerinde belirtiliyordu.
Partinin örgütlenme ve faaliyetinin merkezine günlük gazete oturtul
du. “Bir işçi kitle partisi ile günlük bir işçi-halk gazetesi aynı planın iki te
mel dayanağı olarak"gündeme gelmiştir.”49 Kuruluş kongresi olan 14 Ey
lül 1997’deki kongrenin ilk kararı “günlük işçi basınının parti çalışmamızın
merkezine oturtulması hakkında karar” adını taşımaktaydı. Kararda partinin
örgütlenme faaliyetinin temelinin “propaganda, ajitasyon ve teşhir” olduğu
ifade edilerek, bunun ancak “günlük bir işçi basını” tarafından gerçekleştiri
lebileceği belirtiliyordu. Gazete aracılığıyla partinin her gün gelişen olaylarla
ilgili değerlendirme ve görüşlerinin tüm işçilere her gün iletilmesinin, böy
lelikle “birbirini görmeyen, tanımayan işçiler, emekçilerin ortak duygu, dü
şünce ve eylem birliğini” sağlayacağı umut ediliyordu. Günlük gazete öylesi
ne önemliydi ki, “varolan bütün örgütlerimizin, gazeteye haber yazımını ve
gazetenin dağıtımını bütün görevlerinin önüne koyarak, faaliyetini bu iş üs
tünden düzenlemesi” karara bağlanmıştı. Gazete bayi dağıtımının denetimi,
abonelik sisteminin kurulması vb. takibiyle hem bir örgütlenme aracı, hem
de partililerin üzerinde tartıştıkları eğitim aracıydı. Aynı zamanda gazetede
yer alacak parti genel başkanı ve yöneticilerinin açıklamaları da tüm örgüt
ler tarafından birer talimat kabul edilecekti.
1997’de yayma giren günlük Evrensel gazetesi, başlangıçtaki bileşimiyle bu
amaca uygun görünmüyordu, profesyonel gazetecilerle yola çıkan gazete 40
bin tiraja kadar çıktı. Birkaç hafta içinde gazetenin yönetimi değişti, legal par
tinin bir yayını olarak dizayn edildi. Bayi satışı 4-5 binlere kadar düşen gaze
te, on yıl sonra da aşağı yukarı aynı satış düzeyinde kalarak, istenilen yaygın
lığa ulaşamadı, buna karşın gazetenin temel işleviyle ilgili görüşler değişmedi.
Solda “devrimci bir blok” oluşturmak 1978’den beri değişmeyen bir görüş
tü ve bu doğrultuda özellikle seçimlerde EMEP, BSP (sonrasında ÖDP), HA-
DEP (sonrasında DTP-BDP) işbirliği politikaları geliştirdi. HADEP-DTP çiz
gisi, sol olmasa da ittifak yapılacak güçler içinde kabul ediliyordu. EMEP’e
göre, Kürt sorunu, siyasal demokrasi sorununda kilit sorun haline gelmişti.
EMEP katıldığı 1999 genel seçimlerinde 54.386 oy (yüzde 0,17), 2007 se
çimlerinde ise 25.770 oy (yüzde 0,07) alabildi. 2007 seçimlerine katılan ÖDP,
TKP ve İP’ye göre en düşük oyu almıştı. Diğer sosyalist partiler gibi EMEP de
seçimlerde yüzde 1 oy oranına bile ulaşamadı.50 Ancak EMEP’e göre, seçim
alman oyla değil, yürütülen siyasal propaganda çalışmasıyla ölçülebilen bir
şeydi, dolayısıyla bu alandaki başarısızlık ciddi bir ölçüt sayılamazdı.
Siyasal strateji
2 Arslan Kılıç, “24. Yılında TKP (M L ) ile İlgili Bir Muhasebe Bir Değerlendirme” başlıklı yazısın
da şöyle diyordu: “TK P (M L ), 24. yılına bir süre önce gerçekleşen yeni bir büyük bölünmeyle
giriyor. Acı ama gerçek: TKP (M L )’nin 24 yıllık tarihi örgütsel bakımdan, ardı arkası kesilme
yen bir bölünmeler, ayrılıklar, kopmalar, tasfiyeler, bölünenlerin de kendi içlerinde bölünmele
ri vb. tarihidir.” Teori, İşçi Partisi yayın organı, sayı 64, Nisan 1995. Muzaffer Oraçoğlu’nun Te
o r in in sözü edilen sayısında da yer verilen, Özgür Gelecek dergisinin 16-31 Temmuz 1994 ta
rihli 31. ve 1-15 Ağustos 1994 tarihli 32. sayılarında yayınlanan “Birlik Serüvenlerim l-II” adlı
yazılan bu bölünm e ve tasfiyelerin anlatımıdır da.
Bolşevik devriminin deneylerinden, Avrupa komünist partilerinin çalışma
tarzından esinlenen geleneksel devrim ve örgütlenme modelini altüst edici
nitelikteydi. Komintern ve Stalin, Mao’nun görüşlerine kuşkuyla yaklaşmış
lardı. Ama Çin’in, Rusya veya o sıralarda komünist hareketin yaygın oldu
ğu Avrupa ülkelerinden farklı niteliği de apaçıktı. Mao, feodal ilişkilerin hü
küm sürdüğü, köylülerin nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturduğu, işçi sını
fı ve kapitalist ilişkilerin birkaç azgelişmiş şehirde, dışa bağımlı cılız bir tica
ret ve sanayiden ibaret olduğu ülkelerde, komünist partilerin kendilerini ge
leneksel görüş açısıyla smırlandıramayacağım düşünüyordu. Böylelikle ilk
kez Mao, komünist partinin çalışma merkezini, şehirler ve işçi sınıfı içine
değil; kırlara, köylülerin içine taşıdı. Feodallerin bölgesel güçlerini kırmaya
ve köylüleri devrimci bir ordu etrafında örgütlemeye dayalı bu strateji, zaten
Çin’de var olan köylü ayaklanmalarından güç alıyordu. Köylülerden oluştu
rulan, komünist partinin öncülük ettiği silahlı ordu, feodallerin yerel askeri-
hukuki egemenliklerini kırarak “kızıl siyasi iktidarlar” oluşturdu. Japon iş
galine karşı da başarı gösteren bu silahlı savaş, Çin’de komünistlerin iktida
rı ele geçirmesiyle noktalandı.
Çin devrimi ve Mao’nun görüşleri, benzer özellikler gösteren ülkelerdeki
komünist partileri için ufuk açıcıydı. Emperyalist işgale, feodal tahakküme
karşı, köylü kitlelerine dayanan uzun süreli gerilla savaşı, “halk savaşı strate
jisi” diye formüle edilmişti. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Afrika, Asya ül
kelerinde ve özellikle de Vietnam direnişinde, “halk savaşı” stratejisi, komü
nistlerin temel perspektifini oluşturdu.
İbrahim Kaypakkaya, Mao’nun Çin devrimi için öngördüğü modelin Tür
kiye için de geçerli olabileceğini, THKP-C ve THKO’lulann aksine kuşkuya
yer bırakmaksızın kabul etti. Ancak Kaypakkaya’nın makalelerinde (örneğin
“Kürecik Bölge Raporu”) gözlenen sosyalist solda pek nadir rastlanan saha
ya ilişkin antropolojik, sosyolojik çabaları onun basit bir kopyacıya indirge-
nemeyeceğini gösterir.3 İbrahim Kaypakkaya, özellikle “Doğu ve Güneydo
ğu” bölgesinin gerilla savaşma elverişli özellikler taşıdığını tespit etmişti. Tl-
3 Doğu illerindeki gözlem ve araştırmalarıyla doğrudan ilinti kurulabilecek bir konu da, Kaypak-
kaya’nın Kürt sorunu ve özellikle de Kemalizme ilişkin, kuşağının savunduklarından tamamen
farklı görüşlere sahip olmasıdır. Cumhuriyetin ilk dönemi olan tek parti iktidarını yani “Kema
list dönemi” diğer grupların aksine “faşist diktatörlük” biçiminde değerlendiriyordu. “Kemalist
diktatörlük, sözde demokratik, gerçekte askeri faşist bir diktatörlüktür” , a.g.e., s. 60. Bunun ka
nıtlan olarak komünistlere, Kürtlere, azınlık milliyetlere yönelik “amansız milli baskı” ve “kitle
katliamlanm” gösteriyordu. Kemalist devrimde, yapısal değil biçimsel değişiklik söz konusuy
du: “Kemalist devrim, Türk ticaret burjuvazisinin, toprak ağalannın, tefecilerin, az miktardaki
sanayi buıjuvazisinin, bunlann üst kesiminin bir devrimidir. Devrimde, hem komprador T ürk
büyük buıjuvazisi, hem de milli karakterdeki orta buıjuvazi yer almıştır. (...) Kemalist hareke
tin sonucunda, Türkiye’nin sömürge, yan-söm ürge ve yan-feodal yapısı, yan-sömürge ve yan-
feodal yapı ile yer değiştirmiştir. Yani yan-sömürge ve yan-feodal iktisadi yapı devam etmiştir”,
a.g.e., s. 60.
İKP’ye karşı muhalefeti, bu çizginin gereklerinin yerine getirilmemesi üzeri
neydi. Ayrılığın hemen ardından kurulan TKP (ML), bu görüşe uygun ola
rak Malatya-Elazığ-Tunceli’de örgütlenme çalışmalarına ve silahlı eylemle
re girişti.
Parti,uluslararası komünist hareketteki bölünmede de ÇKP-Mao’dan ya
na tutum aldı. Sovyetler Birliği, kapitalizmin restore edildiği, modem reviz
yonist, “sosyal emperyalist” bir ülkeydi. SBKP çizgisindeki komünist parti
ler, “modem revizyonist”tiler. Adı da, buna uygun olarak, hem SBKP çiz
gisindeki “modern revizyonist” komünist partilerden hem de Türkiye’de
ki “revizyonist” TKP’den farklılığını vurgulamak için TKP (M L) olarak be
lirlenmişti.
Stratejinin soranları
Türkiye solunda 1978’den sonra Maoculuğu savunan başlıca iki gruptan bi
ri -eğer 1977’de Halkın Kurtuluşu grubundan ayrılan “Işıkçılar-Işık Yolu”
gibi küçük çevreleri saymazsak- TKP (M L )’ydi. Bu görüş açılarını, “Mark-
sizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi” olarak formüle ederek ifade eden
TKP (M L)’liler; Maoizmi partilerinin olmazsa olmaz referansı saymışlardı.
Bu TKP (M L)’de değişmeksizin 2000’li yıllarda da sürdü.
1993 Mayıs-Haziran aylarında yapılan 1. Olağanüstü Parti Konferansı’nda
(bu konferans 1987’de ayrılan DABK ile birlik konferansıydı. Konferans so
nucunda birlik sağlanmış, ancak bir süre sonra yeniden ayrılık olmuştu) bu
tutumun, bir tüzük hükmü olarak da kabul edilmesi karar altına alındı:
Örgütün reorganizasyonu
1972 Nisan’ında kurulan TKP (M L )’nin örgütsel yapısı, 1973’ün ilk ayların
da başta lideri İbrahim Kaypakkaya olmak üzere, yönetici kadroların öldü
rülmesi ve tutuklanmasıyla, THKP/C ve THKO gibi dağılmıştı. Henüz ku
rulmuş örgüt, kendi iç kurumlaşmasını sağlayamadan darbe yemişti. TKP
(M L)’nin kalan taraftarları da tıpkı THKP-C ve THKO’lular gibi, bir araya
gelme, yeniden organize olma çabalarına giriştiler. Afla cezaevinden salıve
rilen eski TKP (M L )’lilerin4 başı çektiği Koordinasyon Komitesi (KK) kurul
du. Komite geçmişin değerlendirmesini yapacak, partinin yeniden merkezi
yapıya kavuşturulmasını sağlayacaktı. 12 Mart’ta yaşanan yenilginin değer
lendirilmesi, THKO ve THKP/C’liler gibi, TKP (M L )’liler için de öncelikle
çözümlenmesi gereken bir sorundu.
Bu çaba, o sıralarda, TîlKP’lilerin Aydınlık aracılığıyla başı çektiği ve yön
lendirdiği; THKO’lular, THKP/C’liler üzerinde doğrudan etkide bulunan sos
yal emperyalizm, baş çelişki, üç dünya teorisi... gibi tartışmalarının etkisi altın
daydı. TKP (M L )’liler, içinden geldikleri bu örgütün ve lideri Doğu Perinçek’in
etkisinden, geçmişteki tutum alıştan ötürü, kısmen uzaktılar. Ancak ideoloji
bakımından aynı cephedeydiler; sosyal emperyalizm, baş çelişki, üç dünya te
orisi, Kruşçev revizyonizmi vb. kavramlar siyasi görüşlerde “stratejik” önem
deydi. Bunlara bir de AEP’in Mao ve ÇKP’ye karşı tutumu eklenmişti.
4 İrfan Çelik, Hikmet Şenses... Bkz. A li Taşyapan, Anılarla Yolculuk-2, D uvarın İk i Yakası, T ohum
Basım Yayın, Şubat 2001, İstanbul, s. 259.
1975’te yeniden örgütlenmeye çalışan THKO, THKP/C’liler için Maoiz-
min benimsenmesi yeni bir gelişmeydi ama TKP (M L )’de, zaten var olan
Mao-ÇKP savunuculuğundan ötürü, süregelen bir şeydi. Ne var ki, özellikle
1975’te TKP (M L )’lileri bir araya getirmek için kurulan Koordinasyon Komi-
tesi’ndeJsaşı çekenler; TKP (M L)’lilerin bu tartışmaların dışında olmadığını
düşünüyordu. TKP (M L )’nin mevcut durumunun, arayış içindeki eski TH
KO ve THKP/C’lilerden farklı olmadığını, arayışın bu yapılarla birlikte sür
dürülmesi gerektiğini savunuyorlardı.5
Ama TKP (M L )’lilere yansıyan tartışma bu kadarla kalmadı. İbrahim Kay-
pakkaya’nm Türkiye’nin sosyoekonomik yapısına ilişkin saptamalarına,
halk savaşı teorisinin doğruluğuna dair de kuşkular vardı. Koordinasyon
Komitesi’ni oluşturanların çoğunluğunda egemen olan bu kuşkular, 1976
Nisan’mda6 taraftarlara sunulmak üzere hazırlanan bir metinde dile getiril
di. Söz konusu metinde, Türkiye’de “yarı-feodal” değil “kapitalist” ilişkile
rin egemen olduğu, TKP (M L)’nin ML bir parti değil, M L olma yolunda iler
leyen bir hareket olduğu, gerilla savaşı için bir hazırlık aşamasının yaşanma
sı gerektiği belirtiliyordu.7 Komitenin, bu tezler üzerine bir tartışma süreci
başlatarak, yenilenme isteği İbrahim Kaypakkaya’nm görüşlerine bütünüy
le sadık İstanbul’daki militanların tepkisiyle karşılaştı. 1976 yılı Mayıs’ında-
ki ayrılığın ardından İstanbul’daki militanlar, İstanbul Bölge Komitesi’ni ku
rarak, ayrı örgütlenmeye yöneldi. Yurtdışı, Adana, Tunceli ve İzmir’deki mi
litanlarla temasa geçen grup, 1977 ortalarında Bölgeler Arası Toplantı’yı ger
çekleştirdi. Toplantıda, partinin 1. Konferansı’m örgütleyecek geçici bir “Ör
gütlenme Komitesi” oluşturuldu.
TKP (M L)’liler yeniden toparlanma girişimlerinde böylelikle iki gruba bö
lündü. Koordinasyon Komitesi’ni oluşturanlar, Halkın B irliğ i adıyla çıkar
dıkları yayın organında kendi görüşlerini geliştirdi ve “TKP (M L) Hareketi”
olarak örgütlenmeye devam etti.
TKP (M L)’lilerin “Bölgesel Dönem”8 dedikleri iki yıllık bu dönemde, her
bölge ayrı örgütlenmesini ve mücadelesini sürdürüyor; kendi yayın't)rganı-
nı çıkarıyordu. En aktif ve öne çıkan bölge olan İstanbul Bölge Komitesi, K ı
zıl Yol isimli bir yayın organı çıkarmış, 1977 yılı sonlarında askeri birimler de
1978-80 dönemi
14 “1. MK... sağ bir çizgi izlemeye başladı. Halk savaşından söz etmesine rağmen, bu yalnızca lafta
kaldı. Silahlı mücadeleye dair pratikte esasta ciddi bir adım atılmadı. (...) barışçı mücadele çiz
gisinde ayak direyerek sınıf mücadelesinin gerisinde kaldı”, bkz. “İdeolojik, Siyasi...”, a.g.e., N i
san 92, s. 6.
nu, Kartal, Pendik, Tuzla, Gebze, Ümraniye, Okmeydanı, Çağlayan, Gülte-
pe, Fikirtepe gibi semtler örgütlenme alanlarıydı.15 TKP (M L )’liler öğrenci
gençlik mücadelesi içinde yer almayı tercih etmedi. 1. Konferans kararların
da şöyle deniyordu:
Öğrenci ve diğer gençlik kitleleri içinde ise, özellikle maceracı, kitleden ko
puk eylem çizgisinin etkisi kırılmaya çalışılmalı, silahlı çatışmalar öğrenci
çevresinden dışarıya çıkarılmalıdır. Mesela 1 Mayıs Mahallesi ve 1975 Ko-
camustafapaşa ve Profilo direnişleri yukarıda bahsedilen görüşlere uygun ve
olumlu mücadelelerdir.16
Silahlı mücadele
15 2 Eylül 1977’deki ünlü 1 Mayıs Mahallesi direnişinde başı çekenler, Halkın Yolu’yla birlikte
TKP (M L )’ydi. 10 bin civarında insanın barındığı mahalleye yıkım için gelen güvenlik güçle
riyle çıkan çatışmada, ikisi çocuk -b iri bebekti- ölen 12 kişiden (kaç kişinin öldüğü kesin de
ğildir, 9 ya da 11 kişinin öldüğü de ileri sürülmüştür) beşi (Hüseyin Aslan, Hüseyin Çaparoğ-
lu, Cuma Gül, Haşan Yıldırım, İsmail Poyraz) örgütün taraftarlarıydı. 1 Mayıs Mahallesi’nin her
türlü sorununda karar mercisi olan ve seçimle oluşturulan Halk Komitesi’nin başkanlığını ya
pan Sabri Koçyiğit, 12 Eylül’den sonra İstanbul’da açılan TKP (M L ) ana davasında örgüt üyeli
ğinden mahkûm edildi. 1 Mayıs Mahallesi’yle ilgili ayrıntılı bilgi için, bir yakın dönem çalışma
sı olarak bkz. Şükrü Aslan, 1 Mayıs Mahallesi, İletişim Yayınlan, İstanbul, 2. Baskı, 2008.
16 “TKP (M L ) 1. Konferans Kararlan”, Kom ünist, sayı 1, Mart 1978.
17 “1 N o ’lu Gerilla Bölgesi’nin faaliyet raporu”, P a rti B irliği, sayı 4, Mart 1986, s. 137’de şöyle de
niyordu: “BK’mız [Bölge Komitesi - V.E.] özellikle 83-84 dönemlerinde ileri kesimi küçümsen
meyecek ölçüde örgütledi. Bu dönem profesyonel dahil, 200 kişiye yaklaşan güç örgütlendi. D a
ha sonralan ise, bu güç objektif ve sübjektif nedenlerden dolayı önemli düşüşler gösterdi.”
olarak, siyasi komiserlerin sıkı denetimi altında, partiden farklı tüzüğü ve
programıyla askeri kurallara göre örgütlenmiş silahlı bir ordu olması gereki
yordu. Ve yine kuramsal olarak bu ordu, kırsal alanda kurulmalı, gerilla sa
vaşını yürütecek olan köylü kitlelerine dayanmalıydı.
1. Kanferans’ın delegeleri iki saptamada bulunuyordu: Birincisi: “Bugünkü
teşkilatlanmamızın gövdesini şehirler oluşturmaktadır. Bu Koordinasyon Ko
mitesi hizbinin ve daha sonraki merkezsiz mücadelemizin bir sonucudur...
parti ve ordu teşkilatlanmamızın gövdesini şehirlerden kırlara doğru kaydır-
malıyız.” İkincisi: “Bugün, henüz yalnızca kitlenin en ileri bilinçli kesimini
örgütleme aşamasında bulunduğumuz için, gerilla birimlerinde örgütleyece
ğimiz pek çok kişi aynı zamanda partili olacaktır.” Ama delegelerin kafa ka
rışıklığını asıl yansıtan, içinde bulunulan dönemde gerilla mücadelesine na
sıl yaklaşılacağıydı. Konferans, buna tam yanıt veremiyordu. “Gerilla savaşı
na hazırlık dönemi” diye bir açıklama getirmişti. Askeri birimlerin kurulması,
askeri eylemler yadsınmıyordu; ama onlan “savunma aşamasındayız” ve “ba
rışçıl mücadele esastır” diyerek sınırlandırıyordu. Şehirlerde askeri eylemle
rin nasıl olabileceğine ilişkin söyledikleriyle de eylemlerin önünü açıyordu:
“Bugün şehirlerde yürütülecek silahlı mücadele de -esas olmasa da- önemli
dir. Doğru eylemler, mesela halkın nefret ettiği halk düşmanlarının idamı bi
zi güçlendirir. Şehirlerde özellikle işçi sınıfı içinde kitle mücadelelerine yöne-
linmeli, bu kitle mücadeleleri içinde silahlı mücadelenin önemi kavratılmaya
çalışılmalıdır. Kitle eylemlerinde kitleye kendini silahla savunmanın propa
gandası yapılmalı, kitle eylemlerine hazırlıklı katılınmalı ve gerektiğinde kit
lenin en önünde karşı-devrimin saldırılarına silahla karşı konmalıdır.” “Ha
zırlık aşaması” , “barışçıl mücadele esastır” , “gerilla birlikleri kurulmalıdır”
saptamaları, TKP (M L )’nin silahlı eylemleriyle birlikte sürüp gidecek, teori ile
pratik ve kararlar arasındaki çelişkiler, merkez komitelerinin yıkılmasına, yıl
larca süren tartışmalara, birçok bölünmeye neden olacaktı.
ziran 1978, Yapı Kredi Bankası Unkapanı Şubesi (69 bin 713 T L ); 24 Temmuz 1978, Emniyet
Sandığı Saraçhane Şubesi (43 bin 655 T L ); 9 Haziran 1978, Türk Ticaret Bankası Şişhane Şubesi
(132 bin 850 T L ); 14 Eylül 1978, Garanti Bankası Sıraselviler Şubesi (321 bin 631 T L ); 28 Eylül
1978, Akbank Kuyubaşı Şubesi önündeki kurye aracı 1 milyon 300 bin TL. (Sıkıyönetim askeri
savcılığının 1981 tarihli T K P (M L ) 1 N o ’lu iddianamesinden derlenmiştir.)
20 T K P (M L ) Özeleştirisi ve Tüzüğü, A M L P -T K P ( M L ) O rtak Açıklaması, Le-Ya Yayınevi, İstanbul,
Ocak 1979, s. 92-93.
nülen yeni konferansın, aynı zamanda yeni bir merkez komite seçmesi için
de toplanması gerektiği kararma varıldı. Merkez komitesi ise “sağcılık” ve
“oportünizm” eleştirilerinin karşısına, yine yurtdışı sorumlusunun önerisiy
le “silahlı propaganda türü sansasyonel eylemler yapılması” önerisiyle çıktı.
1980 yılı, toplumsal mücadelede şiddetin önceki yıllara göre, artık kesin
egemenlik kurduğu ve neredeyse sol grupların tümünde, silahlı mücadeleye
daha fazla vurgu yapıldığının görüldüğü bir yıldı. Bu genel radikalleşmenin
TKP (M L)’deki yansıması, Geçici Koordinasyon Komitesi (GKK) adıyla bir
muhalefetin ortaya çıkışıydı. İstanbul’daki bu grubun başını çekenler, örgü
tün pek çok askeri eyleminin düzenleyicisi ve konferans sonrası Genel Aske
ri Komutanlığın teslim edildiği kişilerdi. Bu komutanlık kısa sürede işlevsiz
kalmış ve bu kişiler başka nedenlerle birlikte örgüt içinde gözden düşmüş
tü. Ayrılıklarım ilan ettikleri Mayıs 1980’de yayımladıkları “Yaşasın Türki
ye Komünist Partisi/Marksist-Leninist” başlıklı 18 sayfalık bildiride, merkez
komitesinin kırlar yerine şehirleri, silahlı mücadele yerine barışçıl mücade
leyi temel alarak “revizyonist-oportünist” bir sapma içinde bulunduğunu id
dia ediyorlardı. Bu çıkışın, örgüt içindeki tartışmalar ve dönemin koşullan
göz önüne alındığında, İstanbul’daki militanlar üzerinde etki yapmaması dü
şünülemezdi. Ama bu etki GKK’lılann tasarladığı gibi olmadı. Örgütte mer
kez komitesine yönelik hoşnutsuzluğun doruğa çıktığı bir sırada, daha geniş
bir etki yaratacaklarını düşünmüşlerdi kuşkusuz; ama ilk darbeyi ayrılıktan
bir süre önce görüştükleri fahri üyelerin, “mücadelenizi örgüt içinde sürdü
rün” tavsiyesiyle almışlardı.21
GKK’lılann örgütsel faaliyeti birkaç ay sonra kurucuların yakalanmasıy
la felce uğradı. Bunlardan biri 7 Ağustos 1980’de Adapazan’nın Hendek il
çesinde silah eğitimi yaptırdığı sırada yakalandı; İstanbul’daki pek çok eyle
min bizzat içinde yer almıştı; yakalandıktan sonra çözüldü ve 12 Eylül döne
minin en ünlü itirafçılarından biri oldu. GKK yöneticileri bu sayede kolayca
polis tarafından ele geçirildi.
GKK’nın kuramadan dağılan örgütünden arta kalan alt düzey militanlar
dan 10-15 kişilik bir grup, cunta sonrası eylemleriyle; “ 1980 öncesi solda”
görülen, küçük dejenere sol grupların örneklerinden birini oluşturdu. Bu
grup, kendi içinde daha küçük eylem gruplanna bölünerek Anadolu yaka
sında gözüne kestirdiği bakkal, fırın, marketleri soymakla kalmadı; zengin
muhit kabul ettiği semtlerde apartman dairelerine silahlı baskınlar düzenle
yerek, ev sakinlerinin ziynet eşyalarını ve varsa evlerindeki paralarını gasp
edip ölümlere neden oldu.22
du; parayla birlikte 1 kilo Samsun sigarasını da almayı ihmal etmedi. Bakkal Halit Yaşar da di
renmesi üzerine kam ından tabancayla yaralandı. Kasım 1980’de bir başka eylemde Bostancı’da
rastgele seçip girdikleri bir kuaförde, işyeri sahibinin ve müşterilerin üzerindeki paralan ve ziy
net eşyalarını aldılar. 19 Aralık 1980’de çok para olabileceği düşüncesiyle gittikleri Levent’te
ki Metin Oto Galerisi’nde bir kasa bulamayınca içeridekilerin kolyeleri ile paralarını aldılar. 3
Ocak 1981’de Okmeydam’nda Uğu r Bakkaliyesi sahibi Hüseyin Şener, boğuştuğu soyguncular
tarafından öldürüldü. 28 Ocak 1981’deki Kadıköy-Serasker’de soymaya kalkıştıkları kuyumcu
yakınlan tarafından kovalandılar, kaçarken açtıkları ateş sırasında arkadaşları Hüseyin Çelik’in
ölümüne neden oldular. Bunlara benzer onlarca eylemi, bu militanların kendi kişisel ihtiyaçla
rı için değil de, örgüte maddi kaynak sağlamak için yaptıklarım da eklemek gerekir.
re illerin Bursa, Zonguldak, İzmit, Adapazarı, Bolu, Çanakkale örgütlerinin
üye ve yöneticileri tutuklandı. Bu tutuklamalar, İstanbul il sorumlusunun
yakalanmasıyla sonuçlandı.
30 Haziran’da, İstanbul bölgesi örgütlenme sorumlusu Efendi Diril, İstan
bul Kanarya Çakar Sokak’ta üzerine 20 kurşun sıkılmış olarak bulundu. Av
rupa yakasında merkez komitesi üyesi Süleyman Cihan’ın sorumluluğunda
oluşturulan üç kişilik askeri komite de, kısa bir süre sonra etkisiz hale gel
di. Komite üyelerinden Recai Yılmaz, Elmadağ’da polisle girdiği bir çatışma
da öldü. Bir diğeri yakalandı.
GKK’nın daha sonra itirafçı olan yöneticisinin 7 Ağustos’ta yakalanması
nın ardından siyasi polise verdiği bilgiler, TKP (M L)’yi de,etkiledi. Bu yaka
lanmalar Ağustos ayında merkez komitesinin Batı Anadolu Bölgesi sorumlu
üyesinin yakalanmasıyla doruğa çıktı. İstanbul’un Avrupa yakası askeri so
rumlularından İbrahim Kara ve beraberindeki Ali Geçgel, 2 Eylül 1980’de
işkenceci olduğu gerekçesiyle Fikret Çetin isimli bir polis memurunu İz
mir’de öldürdükten sonra, Hatay semtinde kıstırılarak çatışmada öldürüldü
ler. Merkez komitesinin ikinci bir üyesi de 28 Kasım 1980’de Erzincan’da ya
kalandı. Doğu Anadolu Bölge Sorumlusu olan bu üyenin yakalanışı, Doğu’da
yapılması tasarlanan konferans hazırlıklarım sekteye uğrattı.
Partimiz Mayıs 1981’den Ekim 1981’e kadar süren hâkim sınıfların yoğun
karşı-devrimci saldınlanna maruz kaldı. Dört bir yandan partimize saldıran
askeri faşist cunta başta MK olmak üzere, partimize ağır darbeler vurdu. Par
ti sekreteri Süleyman Cihan yoldaş işkencehanelerde katledildi. Birçok de
ğerli yoldaş hâkim sınıfların eline düştü. Üç bölgedeki faaliyetlerimiz ise he
men hemen çökertildi.23
23 2. M K 3. Toplantı Raporu.
çizgisini hayata geçirmeme gerçeğinden doğan partililerde ve parti tabanında
çıkan güvensizlik vb. 12 Eylül darbesinden sonra daha gelişti. Ve 1. Merkez
Komitesi’nin örgütsel fonksiyonu hemen hemen sıfıra indi.
1. Merkez Komitesi’nin 12 Eylül sonrasına da devrettiği çalışma tarzı, kit
le çizgisi vb. bu dönemin nesnel koşullarına da uygun değildi ve ayrıca ör
gütsel yapı da koftu. Karşı-devrimin saldırılan, örgütsel hastalıklar ideolojik
zaaflarla birleşince partimizin darbe yeme süreci hızlandı. (...) Bu oluşumun
yansıdığı ve taraf bulduğu unsurlann, hatta ileri yoldaşlann bazılannın içe
riye düşüp düşman karşısında yenilmeleri partimize ağır zararlar verdi. (...)
2. Konferans normal zamanından çok sonra yapılabildi. (...) Bu iki buçuk
aylık süre içinde ileri yoldaşların bölgelerinden ayrı kalarak görevlerini da
ha geri ve tecrübesiz yoldaşlann üstlenmeleri, bazı bölgelerle bağlann kopuk
bulunması, yenilen darbeler, değişen şartlar karşısında yeterli önlem ve ted
birlerin alınmamasını beraberinde getirirken, öte yandan 2. Konferans’ın ge
cikmesi, partideki olumsuzluklara müdahale edilmemesi partiye karşı güven
sizliğin daha da gelişmesine yol açıyordu. Bu şartlar içinde olan yerel ve par
ti organlanmn işleyişi hemen hemen ortadan kalkmış, işler kendi haline bıra
kılmış, birçok parti teşkilatının varlığı yokluğu belirsiz hale gelmişti.
2. MK 1. toplantısını yaparken partinin objektif durumunu yeterince kav
ramaktan uzaktı. Birkaç alandan ise 4-5 aydan beri haberi yoktu. Partinin ör
gütsel durumunu yeterince kavrayamadığı için PMK [Parti Merkez Komite
si - V.E.] bu alanda sübjektivizme düştü. Bu nedenle kavranması gereken
esas halkayı -k i bu partinin reorganizasyonunu sağlamaktı- yeterince kav
rayamadı.
29 22 Kasım 1986’da konferans hazırlığı sırasında Tunceli Ovacık’ta düzenlenen askeri operas
yonda öldürülen 7’si delege 9 kişi şunlardı: Hüseyin Tosun, İsmail Doğan, M. Kemal Yılmaz,
İbrahim Polat, Zeki U ygun, Ü nal Küçükbayrak, A. Rıza Boyoğlu, Kamile Öztürk. Yıllar sonra,
2005’te yine Erzincan’da toplanacak kongre için Tunceli’de bir araya gelen çoğu M K P’nin yöne
tici ve delegesi olan 17 militan, 17 Haziran’da Ovacık’ta askeri operasyonla öldürüldü. Bu 17 ki
şi şunlardı: Cafer Cangöz (G enel Sekreter, 1957), Aydın Hanbayat (G enel Sekreter Yardımcısı,
1962), Ali Rıza Sabur (merkez komite üyesi, 1959), Okan Ünsal (merkez komite üyesi, 1971),
Alaattin Ataş (Siyasi Büro, Merkezi Yayın Kurulu üyesi, 1961), Cemal Çakm ak (delege, 1966),
Ökkeş Karaoğlu (delege, 1970), Kenan Çakıcı (delege, 1964), Berna Ünsal (delege, 1971), Tay
lan Yıldız (delege, 1977), Binali Güler (delege, 1969), İbrahim Akdeniz (delege, 1972), Dursun
Turgut (delege), Gülnaz Yıldız (1980), Ersin Kantal (1976), Ahmet Perktaş (1975) Çağdaş Can
(1983).
30 Muzaffer Oruçoğlu, “Birlik Serüvenlerim’’ başlıklı yazısında konferansın riskleriyle ilgili şunları
yazıyordu: “Konferansın Dersim’de yapılacağına ilişkin bir belge operasyonlarda ele geçti. Der-
sim’de bulunan parti sekreteri Kazım Çelik, bir mektup gönderdi. Korkunç bir mektuptu bu.
Okuyunca ürperdim. Mektupta şu önemli noktalar yer alıyordu. 1- Düşman, konferansın Der
sim’de yapılacağını öğrendi ve Vali Kenan Güven de açıklama yaptı. Operasyonlar başladı, bölge
kuşatma altına alındı. 2- Konferans yerinin hazırlanmasıyla görevli olan kişi kaçtı. 3- Tüm dele
geler hemen Dersim’e gelmeli, düşman ablukası altında dahi komünistlerin konferans yapabile
ceği gösterilmelidir. 4- Gelmez ya da konferans erteleme tavrı içine girerseniz, buradaki silahlı
birlikler M K ’ya [merkez komitesine - V.E.] karşı ayaklanacaklardır. M K o zamanlar küçülmüş,
cılıkla suçladı. Eski merkez komitesini değiştirdi, ayrılığın da yanlış olduğu
kararma vardı.
Ama hem onlar hem de aynlanlar için belli ki nihai örgütsel hedef bu de
ğildi. Her ikisi de yeniden birleşme kararı aldılar, iki kanat arasında yapı
lan görüşmeler sonucunda yeniden partinin birliğini sağlamak amacıyla
1992 Nisan’mda “birlik komisyonları” kuruldu. 1993 baharında olağanüstü
konferans taplayarak iki kanat birleşti. Ama bu birlik yürümedi ve iki grup
1995’te yeniden ayrıldı. Bölünme geleneği galip gelmişti. 1995’ten sonra ise
iki TKP(M L) vardı, parantez ve slaşla birbirinden ayırt edilebilen: TKP/ML
ve TKP(M L). Merkez kanat TKP/ML’yi, ayrılan DABK ise T K P (M L)’yi kul
lanıyordu.
Merkez diğerlerini “askeri” bakış açısına sahip olmak ve “parti”yi yani si
yaseti küçümsemekle eleştiriyordu, diğerleri de “gerilla savaşı” görevini sav
saklamakla. Ve TKP (M L ) 2002’de topladığı kongreyle Maoist Komünist
Parti (MKP) adını alarak, kır gerilla savaşı merkezli örgütlenmeye yöneldi.
DABK’m, 1989’da topladığı merkezin konferansına alternatif üçüncü kon
feransı, belki de uzun yıllar sonra, TKP (M L )’lilerin stratejik ideallerine uy
gun ilk konferanstı. Maoizmin artık tartışılması söz konusu değildi ve ilk kez
ayrıntılı ve uzun uzun, halk savaşı teorisi ve askeri taktiklere yer verilmiş
ti. Herhalde TKP (M L)’lilerin yıllar boyu görmek istedikleri, “ teoriye uygun
konferans kararları” bunlar olmalıydı.
1993’teki ortak konferans da aynı doğrultuyu izledi. Partinin 1973’teki ye
nilgiden 20 yıl sonra özlediği görüşlerine uygun bir hale geldiği söylenebilir.
Artık kırlar temeldi, gerilla savaşı yürütülüyordu, merkez komitesi kırlarda
üstlenmişti vb. Ama bedeli Tunceli’yle sınırlanmak olan bu pratiğin, kafalar
da ulaşılmak istenen teorik model olmadığı da ortadaydı... Bizzat 1987’deki
ayrılığın başını çekenler, Ocak 1988’de Kocaeli’nde Kandıra Piyade Alayı si
lah deposunu basarak, şehirde sansasyonel bir eylem yaptılar. Eylemin ba
şındaki kişi, Tunceli’deki gerilla eylemlerinin yöneticisi, DABK’m lideri Ba
ba Erdoğan’dı. Gerilla örgütlenmesinin Karadeniz bölgesinde de yaratılma
sı gerektiğini savunan Erdoğan, bu amaçla 16 Eylül 1990’da Tokat’ta bir jan
darma karakolu baskınında aldığı yara sonucunda öldü.31 Baba Erdoğan’ın
üç ayaklı bir sac, bir troyka haline gelmişti. Tabii mektubu okuyup bitirince kısa bir mektup ka
leme aldım. Kazım’ın yazdığı mektupla, o zaman yazdığım mektup, bugün yan yana yayınlan
sa ne iyi olurdu. Hiçbirisi elimde yok. M K ’yı derhal uyardım. Kazım Çelik’in parti konferansını
ölüme çağıran mektubuna itibar edilmemesini, konferansın ertelenmesini önerdim. M K, kon
ferans ertelenirse parti bölün ür diyerek önerimi reddetti. Bunun üzerine delegelere başvurdum,
karar alın, konferansı erteleyin dedim. İki delegenin dışında hiçbir delege desteklemedi öneri
mi. Gittiler, delegelerin yansım imha ettirdiler. Ö lüm e koşanlann başında, çoğunluğun korkak
lıkla suçladığı ikinci M K geliyordu.”
31 Örgüt ileriki yıllarda Baba Erdoğan’ın karakol baskım sırasında, eylemde yer alan, merkez ko
mite üyesi Nihat Doğru tarafından sırtından kurşunlanarak öldürüldüğünü ileri sürdü. Örgüte
başlattığı bu girişim, bir açılımdı TKP (M L )’liler için ve her iki kanat da bu
girişimi sahiplenerek, Karadeniz’de gerilla mücadelesi yaratma çabası için
de oldu.
göre Nihat Doğru ajandı. 1996 Şubat-Ağustos aylarında Tunceli kırsal alanında “Kardelen Ha
rekâtı” adı verilen, “Karşı Devrimci Hücreler" diye niteledikleri örgüt içine sızmış ajanları tespit
etmeye yönelik sorgu ve soruşturmalarda Nihat D oğru ile birlikte 8 kişinin ajan olduğu ileri sü
rülmüş ve öldürülmüşlerdi. (Söz konusu olaylarla ilgili Partizan Sesi dergisinin Şubat 1997 ta
rihli “Dün Bizimdi, G ün Bizimdir Zafer de Bizim Olacak!” başlıklı özel sayısında hayli ayrıntılı
açıklamalar yer almıştır.) H alk İçin D evrim ci D em okrasi gazetesinin 16-30 Eylül 2002 tarihli 1.
sayısında Baba Erdoğan’ın ölümüyle ilgili şöyle deniyordu: “TKP (M L )’nin Genel Sekreter Yar
dımcısı, M K Onur Üyesi ve İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu’nun seçkin komutanlarından Baba Er
doğan 16 Eylül 1990 günü Alm us Gümelönü Jandarma Karakolu baskını sırasında Karşı Dev
rimci Hücre elemanlarından Enver Doğru (Laz N ih at) tarafından sırtından vurularak şehit düş
tü”, aktaran Hakkı Öznur, D e rin Sol-2, s. 1439.
t h k p /c n İn y o r u m u , a c î l , m l s p b
Kesintisiz II-III
Mahir Çayan, “bundan böyle yazılacak teorik yazıların, kısa, öz ve açık ya
zılar olacağını ve teorik değerlendirmelerin masa başında değil de, pratik
ten çıkan zengin deney ve tecrübelerin, Marksizm-Leninizm kılavuzluğun
da yoğrulacağını”9 belirtiyordu. Kurtuluş’un logosuna konulan “Devrim için
savaşmayana sosyalist denmez” ibaresi de diğer soldan ayrımlarım vurgulu
yordu.
Mahir Çayan’ın Aydınlık Sosyalist D ergi, Türk Solu ve Kurtuluş ’ta yayın
Bu hareket revizyonizmin uzun yıllar etkin olduğu bir ortamda yeşermiş, ge
lişmiş ve güçlenmiştir. O yüzden işler ne kadar sıkı tutulursa tutulsun baş
langıçta, şu veya bu ölçüde bu ortamın izlerini içinde taşıyacaktır. Tersini dü
şünmek idealizmdir. Bu kalıntılar, savaş içinde, savaşıla savaşıla atılacaktır.22
Devrim hareketini kısa süreli değil “on yılların mücadelesi”23 olarak gö
ren Çayan için bu “teori”, pratikle yoğrulup zenginleşecekti. Ancak THKP-C
deneyimi kısa sürdü, kendisi ve yakın arkadaşları öldü, sağ kalan çok yakı
nındaki, merkez komite ve genel komite içinde yer almış diğerleri ise yenil
ginin bu “kitlelerden kopuk teori”den ileri geldiğini düşünüyorlardı. Teori
nin doğruluğunu savunmak ise daha alt düzeydeki militanlara, daha çok da
yeni kuşak takipçilerine kaldı.
X Örgütü ve Beylerderesi
Yurtdışmda, Paris’te, Mahir Çayan’ın eşi Gülten Çayan etrafında toplanan
bir grup THKP-C’li “öncü savaşını kaldığı yerden sürdürmek” amacıyla bir
yandan teorik eğitim çalışmaları yapıyor bir yandan da Filistin’e kamplar
da silahlı eğitim için adam gönderiyordu. Aynı amaçla, ülke içinde THKP-C
sempatizanı çevrelerle gizlice ilişkiler de geliştirmeye çalışıyorlardı. Bu olu
şumu ciddiye alıp ilk karşılık veren, THKP-C’nin ODTÜ Birimi’nde yer al
mış, 12 Mart operasyonları sürecinde birbiriyle ilişkilerini koparmamış bir
arkadaş grubuydu. ODTÜ grubu, 1975’in Ağustos’unda Türkiye Devriminin
Acil Sorunlan-1 adıyla illegal bir broşür yayınladı. 300 adet teksirle çoğaltı
lan 184 sayfalık bu broşür, Çayan’ın görüşlerinin bir yorumunu yapıyordu.
Mahir Çayan’dan geniş alıntılarla tezlerin doğruluğu anlatılmaya çalışılırken
28 “THKP-C/HDÖ ve 15 Yıl”.
29 Tam adı Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Cephe olan derginin ilk sayısı 26 Ocak 1978’de yayın
landı.
lül sonrasında ise yöneticiliği üstlenen dört kişi [Mehmet Yıldırım (1957
Tokat), Nihat Kurban (1958 Kars), Cemalettin Düvenci (1956 Tekirdağ) ve
Süleyman Aydemir (1957 Denizli)] İstanbul Bahçelievler’de polis tarafın
dan kuşatıldıkları evde silahlı çatışma sonucu öldürüldüler. Adana Eğitim
Enstitüsü öğrencisi Serdar Soyergin askeri darbeden iki gün sonra Adana’da
Tankçı Yüzbaşı Bülent Angm’ın öldürüldüğü bir çatışmada yaralı yakalandı,
beş gün sonra idama mahkûm edildi, 24 Ekim’de de asıldı.
MLSPB
Acilcilerin yapamadığını, İstanbul’da hem onlardan hem yurtdışı grubun
dan ayrı grup olarak duran yeni kuşak THKP-C sempatizanlarının kurduğu
Marksist Leninist Silahlı Propaganda Birliği (MLSPB) yaptı. Genellikle üç ya
da beş kişilik hücreler halinde, sıkı gizlilik ilkelerine göre örgütlenmiş, baş
lıca işi silahlı propaganda eylemleri yapmak olan dar bir örgüt kurdular ve
özellikle İstanbul’da onlarca sansasyonel silahlı eylem gerçekleştirdiler.
İstanbul merkezli grup başlangıçta THKP-C’lilerin birleşmesi arzusuna
bağlı olarak hem yurtdışı hem de ODTÜ grubuyla temas kurdu. Ancak her
ikisini de Mahir Çayan’ın stratejisi doğrultusunda eyleme geçme konusunda
inandırıcı bulmadı ve ayrı örgütlenmeye karar verdi. ODTÜ grubunun Bey-
lerderesi’ndeki çatışmasını ise “Kızıldere’nin devamı” bir miras sayarak sa
hiplendiler.
MLSPB’lileri ayrı örgütlenme ve mücadele konusunda harekete geçiren, İl
ker Akman’m başını çektiği grupta olduğu gibi “parti çizgisinin gizli ve açık
inkarcılarının kol gezdiği” bir ortamda “THKP-C’yi savunma” refleksiydi. Bu
refleks -1 2 Eylül'den sonra, öz eleştiride kabul ettikleri gibi-,30 yayın ve kit
le örgütlenmesini ihmal etmesine neden oldu.
1974-75 sonrası neredeyse her çevre için vazgeçilmez bir siyasi ifade ara
cı olan periyodik veya herhangi bir düzenle çıkan bir dergi yayınlamadılar.
Görüşlerini açıkladıkları tek broşür Temmuz 1978’de Devrimci Kurtuluş
30 Ayşe Hülya Özzümrüt şunları yazmıştı: “15 yıllık mücadele sürecinde ortaya koyduğu etkinlik
lere rağmen ideolojik mücadele platformunda ciddi eksiklikler sergiledi. Bu bağlamda da P-C
sempatizanlarının başka yapılar içinde yer alması gerçekliğini tam anlamıyla dönüştüremedi.
Gerilla eylemlerinin ve mücadelenin diğer biçimlerinin propaganda ve ajitasyonunu gerekli bi
çimde yürütmedi. Basın yayın planındaki eksikliğini gideremedi. Bunun yanı sıra kırsal alanda,
kırsal alan amaçlan doğrultusunda yeterli çalışmalara giremedi. Kadro politikasını hayata geçi
rirken, doğru prensiplerine rağmen zaaf gösterdi. SP faaliyetlerinin hedef ve çapının sistemli bir
şekilde yükseltilmesi ve genişletilmesi programı defalarca sekteye uğradı. Görüş ve saptamala
rımızın açılımlarının yapılması görevi yeterince gerçekleştirilemedi. Ekonomik-demokratik ça
lışma alanlarında sahip olunan doğru merkezi politika ve perspektifler, çalışma alanlarına özgü
somut programlar biçiminde yeniden üretilemediği için ekonomik-demokratik-akademik mü
cadele alanlarındaki etkinlikler istenilen düzeyde gerçekleştirilemedi.” Sosyalizm ve Toplumsal
Mücadeleler Ansiklopedisi, cilt 8, Ekler, s. 9-10.
Yayınlan tarafından çıkanlan Kızıldere Son Değil Savaşı Sürdüreceğiz adlı le
gal yayınlanmış 50 sayfalık broşürdü. 1 nolu, 2 nolu adını verdikleri, o gü
ne kadar yayınlanan iki bülten de siyasal görüşlerin dile getirildiği diğer ye
gâne dokümanlardı.
Bu rastlantısal değUdi; grup, Mahir Çayan’ın “Yayın Politikası” adlı maka
lesinde ifade ettiği görüşlerine uygun olarak “sayfalar dolusu yazılar” yaz
mayı değil, bizzat “eyleme geçmeyi” önemsiyordu. Onlara göre, THKP-C ile
proletarya partisi ve onun siyasi çizgisi yaratılmıştı. Devrimin stratejisi, te
mel mücadele biçimleri gibi meseleler aydınlığa kavuşturulmuştu; “Prole
ter devrimcilerinin önünde proletarya partisinin siyasal çizgisinin yaratılma
sı gibi bir görev yoktu.”31 Parti taktik bir yenilgiye uğramıştı ve savunucu-
lan da çeşitli çevrelere bölünmüştü. Şimdi sorun, partinin belirlenmiş siya
si programı doğrultusunda, yeniden kurulmasıydı; bu da “savaş içinde” ba-
şanlacaktı.
Bu tek broşürün yayınlanma amacı, THKP-C’yi savunan, ancak MLSPB gi
bi “silahlı propaganda”ya öncelik veren grupları “kitlelerden kopuk sol sap
ma” diye eleştiren, önce proletarya partisinin inşa edilmesi gerektiğini savu
nan Devrimci Yol’u eleştirmekti. Daha doğrusu kendi ifadeleriyle “gayri res
mi inkarcı Devrimci Yol’u resmi inkârcı”32 haline getirmekti. Broşürde TH-
KP-C’ye yönelik dikkat çekici tek eleştiri, Kürt sorunu konusundaydı. “So
runa esas olarak doğru yaklaşılmakla birlikte, meselenin bilimsel ele almışı
hayata geçirilememiş”ti.33 “Masa başında ahkâm kesilmeyip kızgın pratiğin
içinde yer alınması nedeniyle” yani konuyla ilgili araştırma yapmakla görev
li Hüseyin Cevahir’in öldürülmesi nedeniyle “bu konuda bir boşluk söz ko
nusu olmuştu.”34
Broşürün asıl ağırlığım ise Mahir Çayan’ın öncü savaşı, silahlı propaganda
konusundaki görüşlerinin yorumu oluşturuyordu. “Silahlı propaganda her
şeyden önce silahlı eylemi içerir” deniyor, ancak silahlı eylemlerin, “siyasi
gerçekleri açıklama” amacına bağlı, daha doğrusu, Çayan’m ifade ettiği “po
litikleşmiş askeri savaş stratejisine bağlı” yürütülmesi halinde silahfr propa
ganda sayılabileceği söyleniyordu.35 Metnin, genelindeki anlatım sorunları
bir yana, silahlı propagandayı tarif etmedeki güçlüğü, THKP-C takipçileri
nin, kafa kanşıklığını yansıtıyordu:
Silahlı propaganda her şeyden önce silahlı eylemi içerir. Ama silahlı eylemi
siyasi gerçekleri açıklama kampanyasının temel aracı, kitleleri devrim safla-
31 Kızıldere Son Değil Savaşı Sürdüreceğiz, Devrimci Kurtuluş Yayınlan, 1978, s. 8.
32 A.g.e.,s. 12.
33 A.g.e., s. 8.
34 A.g.e., s. 11.
35 A.g.e., s. 41.
n na çekmenin temel metodu olarak ele alan ve devrimci bir stratejiden hare
ketle somut hedef gösteren silahlı eylem, silahlı propaganda anlayışı içinde
■değerlendirilir. Bu anlamda silahlı propaganda tek tek silahlı eylemlere indir
genemez. Aynı şekilde, silahlı eylemi ve diğer politik savaş biçimlerinin tü
münü birden silahlı propaganda diye adlandırmak da yanlıştır. Bu anlayışa
göre, silahlı propaganda dışındaki savaş biçimlerini de silahlı eylemle birlik
te silahlı propaganda içinde değerlendirmek gerekir. Bu iki anlayış da yanlış
tır, silahlı propagandayı anlamamaktır.
Kitleleri bilinçlendirmenin temel aracı olarak bir yayın organını seçen eko-
nomik-demokratik kitle hareketlerinin içine girerek kitleleri devrim saflarına
çekmeye çalışan bir örgütlenmenin askeri eylemleri, silajılı propaganda de
ğildir. Çünkü burada askeri eylemin amacı ve biçimi değişiktir. Bu konum
da silahlı eylem kitleleri devrim saflarına çekmek ve siyasi gerçekleri açıkla
mak amacıyla ele alınmamaktadır. Ve devrimci bir stratejiden hareket etme
mektedir.36
Ancak Devrimci Yol, Devrimci Sol gibi gruplarla temel görüş ayrılığı, par
tisiz de silahlı propagandanın verilebileceğinin savunulmasıydı. ileri sürü
len gerekçeler, diğerlerinin de cevaplarını bulmakta güçlük çektiği bir nok
taya işaret ediyordu. Öncü savaşı ile silahlı propaganda özdeş değildi. “Si
lahlı propaganda” “siyasi gerçekleri açıklamanın temel aracı”ydı. Öyleyse
“parti olmadan temel politik mücadele biçiminin uygulanamayacağım” söy
lemek, “siyasi gerçekleri açıklamamak” gibi bir sonuca götürecekti. “Bu bi
zi ‘Lenin’in ‘siyasal gerçekleri açıklama kampanyasının örgütlendirilmesi-
nin, partinin örgütlendirilmesi demek olduğu’ tezinin inkârına götürür. Gi
derek parti olmadan sosyalist propaganda ve ajitasyonun olamayacağı, dola
yısıyla hiçbir zaman savaşçı proletarya partisinin oluşturulamayacağı sonuç
larına varılır. Kaldı ki bugün Asya, Afrika ve Latin Amerika’daki ‘parti’ yapı
sında olmayan kurtuluş hareketlerinin yürüttüğü silahlı mücadeleler vardır
ki parti olmadan asgari bir örgütlenme ile politik mücadelenin sürdürülebi
leceğini pek güzel kanıtlamaktadır.”37 “Partinin merkezi yapısının olmadı
ğı dönemlerde parti yuvarları, temel ve tabi mücadele biçimlerini güçleriyle
orantılı hayata” uygulayabilirdi.38
Partisiz silahlı propaganda ya da öncü savaşının olamayacağını söyleyen ve
işe devrimci gençliğin örgütlenmesiyle başlayan Devrimci Yol ile MLSPB, Acil,
Eylem Birliği gibi gruplar arasında en önemli ayrılık noktasının bu konu oldu
ğu söylenebilir. Devrimci Yol’a yöneltilen temel eleştiri “düzen örgütüyle par
36 A.g.e., s. 41-42.
37 A.g.e., s. 42-43.
38 A.g.e, s. 45.
tiye yanlamayacağı”, “partinin savaş içinde kurulabileceği” eleştirisiydi. Ma
hir Çayan açıkça “Savaş örgütü savaş meydanlanndan çıkar” diyordu. Onla-
n illegal, dar örgütlenmelerle silahlı eylemlere yönelten temel fikir de buydu.
MLSPB kurucuları, doğrudan THKP-C’nin geçmiş örgütlenmesi içinde
yer almamış, ancak cnıun eylemlerinden etkilenmiş bir grup gençti. Örgütün
operasyonlarla felç olduğu, Mahir Çayan’lann Kızıldere’de kuşatıldığı sırada
Filistin’e eğitim ve ilişki kurmak amacıyla geçmişlerdi. 1973’te döndüklerin
de, diğer THKP-C çevreleri gibi, bir yandan kendi ilişki ağlannı örmeye çalı
şıyor bir yandan da diğer çevrelerle ortak hareket edebilmenin yollarını an-
yorlardı. Fakat “Bir ideolojinin savunulmasının ancak onu pratikte yaşaya
rak mümkün olacağına inanan ve diğer çevrelerin buna pek niyetli gözük
mediklerini anlayan MLSPB kuruculan, bu doğrultuda harcadıklan çabalar
dan sonra örgütün kuruluşuna yöneldiler.”39
1975’in Mayıs’ında “Kesintisiz Devrim lI-III”ü, beraberliklerinin siyasal
platformu kabul ettiler, örgütsel ilişkilerini de yine Mahir Çayan’m kaleme
aldığı THKP-C tüzüğüne göre düzenlemeyi benimsediler. Yaş ortalamala-
n 22-23’tü.40
Örgüt ilk resmi açıklamasını, 1976 sonlarında 1 No’lu bültenle duyur
du. Ama eylemlerine önceden başlamıştı. 1971 eylemcilerine bağlılıklan ey
lemlerinde de açıkça göze çarpıyordu. Bunlar, tıpkı THKP-C’nin yaptığı gi
bi anti-Amerikan eylemlerdi. 1975 Mayıs’mdaki ilk eylemleri, 1971’de TH-
KP-C’nin bombaladığı Zincirlikuyu’daki Amerikan askeri deposu Tuslog’un
bombalanmasıydı.
Kurucu “Bakırköy grubu”nun, paralel düşüncelere sahip diğer THKP-C
çevreleriyle temaslarının ardından MLSPB, İlerici Yapı İş, Cerrahpaşa Tıp
Fakültesi, İstanbul Demokratik Ortaöğretim Derneği (İDÖD), Turgutlu’da
(Manisa) örgütlü çevrelerle birleşerek büyüdü. Fakat büyüme kadrosaldı,
yalnızca illegal örgütün hücrelerini çoğaltan, eylem kapasitesini yükselten
nitelikteydi; başta gençlik olmak üzere, diğer grupların yaygınlaşmasına ola
nak sağlayan toplumsal muhalefetle birlikte giderek büyüyen açık'kitle ça
lışmalarından uzaklaştılar. Gizli hücreler biçiminde çalışan ve eylemler ya
pan militanların, aynı zamanda legal ya da açık kitle çalışmalarında yer al
ması deşifrasyona yol açabilecek bir riskti, o günlerin deyimiyle “illegaliteye
çekilmeyi” gerektiren bir faktör de buydu.
39 Sıkıyönetim mahkemesine sunulan savunmadan, Şafak Yargılanamaz, (der.) Haşan Şensoy, Ba
rikat Yayınlan, İstanbul, Ekim 1993, s. 508.
40 Sıkıyönetim savcısının iddianamesine göre, kurucular Haşan Şensoy, Süleyman Polat, Kerim
Mete Sonatılgan, Reha Yönden, Kirkor Aluç ve Süleyman Sadık Ûge idi. ( “TC Sıkıyönetim Ko
mutanlığı Askeri Savcılığı İstanbul, İddianame (MLSPB-THKP-C Savaşçıları ve Cephe Yolu) So
ruşturmayı Yürüten Askeri Savcı Hâkim Ön Yzb. Faik Tanmcıoğlu, 1981”, kitapta kısaca “MLS
PB Ana Davası İddianamesi” diye söz edilecek.)
Kuramsal olarak kitle çalışması reddedilmiyordu, Mahir Çayan’ın yaklaşı
mına uygun olarak, silahlı propagandanın diğer mücadele biçimleriyle “di
yalektik bütünlük” içinde yürütülmesi öngörülüyordu. Ancak zaman zaman
örgüt içinde de tartışılan bu sorunun üstesinden gelinemedi ve örgüt, san
sasyonel silahlı eylemlerle ünlenen, gizli dar bir örgütlenmenin 1970’li yıl
lardaki en dikkat çekici örneği oldu.
Benzer bir handikapı, tıpkı MLSPB gibi sansasyonel eylemler yapan, İzmir
merkezli Eylem Birliği yaşadı. MLSPB ile eşzamanlı kurulan ve benzer gö
rüşlere sahip grup, 1975-76’da İzmir’in üniversite gençliği içinde hatırı sayı
lır bir güce ulaştı. Silahlı propaganda eylemleri yapmak üzere illegal örgüt
lenmeye çekilen kadrolar, hem saptırıcı hem de “legalizm” tuzağı olarak gör
dükleri gençliğin kitle mücadelesindeki etkinliklerini de yitirdiler.
Gerek MLSPB gerekse Eylem Birliği, başta gençlik olmak üzere kitle ör
gütleri içinde çalışma yürüten, dergiler çıkaran diğer grupları, özellikle de
THKP-C savunucusu olduğu için Devrimci Yol’u, “temel mücadele biçimi
silahlı propagandayı” göz ardı etmekle suçluyordu. “Temel çarpışma biçimi”
silahlı propagandaydı ve “örgütün yapısı öncelikle bu temel çarpışma biçi
mine sıkı sıkıya bağlıydı.”41
Askeri-politik örgüt
Örgütün, başta yöneticileri olmak üzere, önde gelen tüm militanlan Mahir
Çayan’ın “askeri-politik liderliğin birliği” ilkesine tabiydi. Yani örgüt aynı
zamanda askeri bir örgüt, kadroları askeri kadrolardı. Mahir Çayan, “silah
lı propagandanın temel mücadele biçimi olduğu politikleşmiş askeri savaş
stratejisi”nde politik örgütün aynı zamanda askeri örgütün görevlerini ye
rine getireceğini yazmış, bunu “politik-askeri liderliğin birliği” diye formü
le etmişti. Küba devrimi bu yolu izlemişti, Fidel Castro’lar, Che Guevara’lar
bizzat gerilla kuvvetlerinin komutanlarıydı. Çayan da bu nedenle eylemlerde
bizzat yer almıştı. Bu, Türkiye’de en açık haliyle TKP (ML)’de görülen, ko
münist partilerin benimsediği geleneksel yöntemlerden tamamen farklıydı.
Komünist partiler, Avrupa’da savaş öncesi dönemde faşist hareketin yükse
lişi sırasında ve özellikle de Nazi işgalinde yürüttükleri partizan savaşların
da, politik örgütün yanı sıra askeri örgütler kurmuştu. Silahlı mücadele zo
runluluğunun ortaya çıktığı başka ülkelerde de, örneğin Çin devriminde de
böyleydi, yani politik örgütün yanı sıra askeri örgüt söz konusuydu. Aske
ri örgüt, partinin otoritesine tam olarak bağlıydı ve partinin tayin ettiği “si
yasi komiserler” aracılığıyla her bir birimi sıkıca kontrol altında tutuluyor
du. Askeri örgüt, ayrı bir programa sahip, komünist olmayı gerektirmeyen,
41 Kızıldere Son Değil..., s. 39.
söz konusu koşullar altında faşist harekete ya da Nazi işgaline karşı mücade
le etmek isteyen herkesin katılabildiği “cephe” örgütü işlevi de görüyordu.
Mahir Çayan’ın görüş açısına göre ise silahlı mücadele, bizzat politik
mücadelenin başlıca biçimine bürünmüştü. Parti, kitlelere siyasi gerçekle
ri açıklarken “silahlı ,propaganda”yı kullanacaktı. Bu doğrudan partinin as
keri görevleri üstlenmesi anlamına geliyordu. Çayan’a göre “parti ve cephe”
örgütünün bu iç içeliği, suni dengenin kırılarak halkın katılımını sağlama
yı amaçlayan “öncü savaşı” aşaması boyunca geçerli olacak, ancak sonrasın
da ayrışacaktı.
MLSPB, kendisini THKP-C çevrelerinden biri, “parti öncesi asgari örgüt
lülüğe sahip” bir “birlik” olarak tanımlıyordu. Bu birliğin ikili görevi vardı:
THKP-C savunucusu öteki “bolşevik nüveler’Te birleşmek ve “asgari Mark
sist formasyondan geçmiş, ömrünü devrime adamış”42 savaşçı kadrolar ye
tiştirmek. THKP-C’nin merkezi yapısına böylelikle “savaş içinde” ulaşıla
caktı.
“MLSPB Özel Tüzük”te43 yılda bir kez toplanması öngörülen konferans,
en yüksek karar organı sayılıyordu. 1978’de bölünmeyle sonuçlanacak örgüt
içi kriz nedeniyle “olağanüstü” olarak bir kez konferans toplandı. Buna kar
şın 7 Ocak 1977’de bir konferansın işlevini görebilecek “Genişletilmiş Top
lantı” yapıldı. Baştan beri bir genel komite ve merkez komitesi kurulmuştu.
İlk merkez komitesi 4 kişiden,44 genel komite 6 kişiden oluşuyordu. Tıpkı
THKP-C’deki gibi bir genel sekreter yoktu.
Merkez komitesi, örgütü, il komiteleri, alt komiteler, hücreler biçiminde
yukarıdan aşağıya kurulan örgütler aracılığıyla yönetecekti. En yaygın olu
nan İstanbul’da 1980 yılında bir merkez komite üyesinin sorumluluğunda
ki üç kişilik II Yürütme Komitesi’ne bağlı Bakırköy, Zeytinbumu-Bahçeliev-
ler, Çağlayan-Hasdal, Kartal-Maltepe ve Kadıköy olarak beş bölge komitesi
vardı. Komite veya hücrelerin sayısı biri sorumlu olmak üzere üç ile beş ki
şi arasında değişiyordu.
Örgütün en parlak dönemi olan 1978 yılında 25 kadar hücreye ulaştığı
söylenir. Bir o kadar da eylem yeteneğine sahip, onlara bağlı alt hücre vardı.
Her bir hücrenin otomobili, gizlenmek için tuttuğu evleri, işyerleri ve deği
şik çapta silahları bulunuyordu. 1975-80 arasında en büyük soygunları ya
pan grup olması itibariyle finansal sıkıntı yaşamayan yegâne gruplardan ol
duğu da ileri sürülebilir. Öyle ki 12 Eylül’den üç dört yıl sonra örgüt mer
kezi ve başlıca militanların tümünün operasyonlar ve tutuklamalarla etkisiz
Silahlı propaganda
MLSPB’liler 12 Eylül askeri mahkemelerinde yaptıkları savunmada 1975-
1981 yılları arasında İstanbul’da 188, diğer illerde toplam 34 silahlı eylemi
üstlendiler.46 Bu eylemleri gerçekleştirme amaçlannı ise şöyle anlatıyorlardı:
45 Aynı kayıtlarda, 12 Eylül öncesi gasp ve soygunlardan 40 milyon lira civarında elde edildiği be
lirtiliyordu. (Bkz. Terör ve Terörle Mücadelede Durum Değerlendirmesi, Başbakanlık Yayınlan,
Ankara, 1983, s. 263) 1980 döviz kurlanna göre bu 1 milyon dolan hayli aşan bir rakamın kar
şılığıydı.
46 Şafak Yargılanamaz, (der.) Haşan Şensoy, 2. Cilt, Barikat Gazete ve Yayıncılık, İstanbul, Ekim
1993, s. 513-532.
47 A.g.e., s. 513.
Mart) bombalananlar arasındaydı. Moda Deniz Kulübü’nün (1978 Şubat)
bombalanma gerekçesi ise “burjuvaların eğlence, kumar, yozluk ve ahlaksız
lık merkezlerinden”48 biri olmasıydı.
“Cezalandırma” adını verdikleri, kişilere yönelik suikastlar 1978 yılından
itibaren* ülkedeki genel şiddetin artmasına paralel olarak, yoğunlaştı. Pek
çok MHP’li planlanmış suikastlar ya da Ülkü Ocaklarına düzenlenen saldı
rılar sonucunda öldürüldü. Bunlardan en önemlisi Göztepe’de MHP İstan
bul 11 Başkanı Recep Haşatlı ile oğlu Mustafa Haşatlı’nm 3 Ekim 1978’de bin
dikleri otomobillerinin içinde öldürülmesiydi. Hayli sansasyon yaratan ey
lemi örgüt, kayıp üyeleri Fehmi Gökçek’in akıbetinin resmi güçler tarafın
dan açıklanmasını sağlamak için uyan amacıyla yaptığını açıklamıştı49 1979
Eylül’ünde sansasyon yaratan bir başka eylem MHP yanlısı Hergün gazetesi
nin basılmasıydı. İşletme yöneticisini öldürmeyi planlayan kalabalık eylem
ci grubu, onu bulamayınca geri çekilmiş, ancak hemen yakınındaki ülkücü
lerin barındığı Malatya Öğrenci Yurdu’ndan çıkanlarla çatışmaya girerek bir
kişiyi öldürmüş, iki kişiyi yaralamıştı. 1980’de MLSPB’nin MHP’lilere yöne
lik saldırılannda tek tek suikastlardan “toplu öldürmelere” geçtiği dikkat çe
kiyordu.50 Bunlardan en önemlileri, 8 Temmuz 1980’de MİSK yöneticile
ri Turgut Deniz, Aybars Tekin, Turgut Çemren’in Kale Kilit fabrikasındaki
işçilerin örgütlenmelerine engel olduklan gerekçesiyle öldürülmeleri, diğe
ri 23 Haziran 1980’de MHP Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı olan emekli binba
şı Ali Rıza Altınok’un MHP Kadın Kollan başkanı eşi ve kızıyla birlikte evle
rinde öldürülmesiydi.
12 Mart operasyonlannda yer almış görevlilere karşı misilleme amaçlı sal-
dmlar da yapıldı. Bunlardan biri Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir’in Mal
tepe’de kuşatıldıkları operasyonda yer alan keskin nişancı emekli binba
şı Cihangir Erdeniz’in İstanbul Pendik’te av malzemeleri satan dükkânında
23 Haziran 1978’de öldürülmesiydi. Eylemin ardından gazeteleri arayan ki
şi Erdeniz’i, Hüseyin Cevahir’in ölümünden sorumlu tuttuklarını söylüyor
du. MLSPB, eylemlerini, gazeteleri telefonla arayarak üstleniyordu. Gazete
lerde yer alan haberlere göre, militanlar ertesi gün Kızıldere operasyonunda
görev almış, keskin nişancı emekli binbaşı Yaşar Çakmak’m da evini bastı,
ancak bulamadı. Erdeniz gibi av malzemeleri satan Çakmak, “Cihangir’i öl
48 A.g.e., s. 519.
49 “MLSPB Ana Dava İddianamesi’’, s. 61.
50 MLSPB’lilerin 12 Eylül yargılamaları sırasındaki ortak savunmalarında da üstlendikleri bu ey
lemlerden bazıları da şunlardı: 3 Nisan 1980’de Bayrampaşa’da Gürcan İş Ham’nda Zeki Memi-
li, Kazım Memili, Meftun Küpeli ve Harun Yanartaş’ın öldürülmesi; Nisan 1980’de Alibeyköy’de
Orhan, Ahmet ve Şükrü Bölükbaşı’nın öldürülmesi; Ağustos 1980’de Güngören’de Esin Başla-
mışlı, Ataman Sıkbaş ve Muhtar Mecit Kurşun’un öldürülmesi. 16 Haziran 1980’de Merter’de
bir fotoğraf stüdyosu basılarak dört kişi kurşunlanmıştı, bunlardan biri hayatını kaybetti.
dürdüler, sıra bende” diyerek oğluyla birlikte evi terk etmişti.51 Maltepe’deki
operasyona katıldığı öne sürülen başkomiser Hilmi Kaya da yine misilleme
amaçlı olarak 1979 Aralık’mda Şişli’de öldürüldü. MLSPB operasyonlarında
görev alan dönemin ünlü siyasi polislerinden başkomiser Ahmet Ateşli, de
ğişik tarihlerde her seferinde kurtulduğu saldırılara uğradı.
MLSPB’nin eylem stratejisinde soygunlar özel bir yer tutuyordu. Üstleni
len bu eylemler hem silahlı propaganda muhtevası taşıyor hem de örgütün fi-
nansal ihtiyacının başlıca kaynağını oluşturuyordu. MLSPB, diğer sol grupla
rın başvurduğu “küçük burjuvaziden” kimi zaman zora ve korkutmaya daya
lı makbuzla para toplama eylemlerini eleştiriyordu. 1975’ten beri başta banka
şubeleri olmak üzere, sayısı kabank pek çok soygun gerçekleştirdiler. Bunlar
dan en ünlüleri 26 Kasım 1978’deki Bakırköy Jokey Kulübü (Hipodrom), di
ğeri 2 Mart 1979’daki Cerrahpaşa Tıp Fakültesi soygunuydu. Dönemin etkili
haftalık haber dergisi Yankimn “Türkiye’nin en büyük soygunu” diye nitele
diği Cerrahpaşa soygunundan 15 milyon, Hipodrom’dan 7,5 milyon lira alın
mıştı. 1979 yılı kuruna göre, her iki soygundan elde edilen para aşağı yukarı
900 bin dolara karşılık geliyordu. Sonraki yılın 25 Ekim’inde de 5,5 milyon li
ralık büyük Çemberlitaş Sosyal Sigortalar şubesi soygunu da yine onlara aitti.
Cerrahpaşa soygunu hayli büyüktü ama o ölçüde, benzer eylemler ya
pan örgütlerin dahi eleştirilerine neden olacak kadar da kanlıydı. Muteme-
tin içinde bulunduğu ambulansa, dört silahlı koruma görevlisinin yer aldığı
bir araç eşlik ediyordu. Araç dar bir sokağa girdiğinde, sokağın her iki yanı
iki ayrı araçla kapatılmış, güvenlikçileri etkisiz hale getiren eylemciler, mu-
temeti öldürüp ambulans şoförünü yaralamıştı. Karşılaştıkları bir poîis eki
biyle de çıkan çatışmada üç polis, bir eylemci yaralanmıştı. Eylemden sonra
gazeteleri arayan bir kişi “Oligarşinin 15 milyon lirasına el koyduk” demiş
ti.52 Polise göre eyleme 10’dan fazla militan katılmıştı.
Uruguay’ın 1970’lerdeki efsane gerilla örgütü Tupamarolar’dan esinleni
len bir eylem biçimi de Migros kamyonlarının ele geçirilerek içindeki mal
ların gecekondu bölgelerinde dağıtılmasıydı. MLSPB’liler 6 Aralık 1979 ve 7
Ocak 1980 tarihlerinde iki Migros kamyonundaki gıda malzemelerini IMF
ile hükümetin imzaladığı anlaşmayı protesto amacıyla Zeytinburnu ve Esen-
ler’de halka dağıttılar.
MLSPB’lilerin diğer silahlı sol gruplardan ayırt edici özellikleri ABD ve İs
raillilere yönelik suikast eylemleriydi. Bu eylemler “politikleşmiş askeri sa
vaş stratejisinin” öngördüğü “gizli işgale” karşı mücadelenin ve Filistin hal
kıyla dayanışmanın bir gereği kabul ediliyordu. 14 Aralık 1979’da Florya’da
1. Ordu Komutanlığı nükleer destek alayında görevli ABD’li Robert French,
51 Milliyet, 25 Haziran 1978.
52 Yankı, 12-18 Mart 1979 tarihli sayısından derlendi.
Emler Cooper, James Smith ve James Clark; 2 Ocak 1980 İsrail Hava Yolla
rı EL AL’ın Müdürü Abraham Elazar da MOSSAD ajanı olduğu iddialarıyla
öldürüldü.
CIA’mn bir birimi olduğu bilgisiyle 16 Nisan 1980’de Beşiktaş’ta Sam No-
vello ve Ali Sabri Baytar’m ölümüyle sonuçlanan eylemde, motosikletle kaç
maya çalışan Hakkı Kolgu, Ahmet Saner ile Kadir Tandoğan uzun süren ça
tışmak polis takibi sonucunda Emirgân’da kıstırılıp yakalandılar. Yaralı ya
kalanan Kolgu, hastanede hayatını kaybetti. Ahmet Saner ve Kadir Tando
ğan, 12 Eylül darbesinin ardından hızlandırılıp sonuçlandırılan, Amerikalı
ların da izlediği duruşmalar sonrasında 13 Ekim 1980’de idam cezasına çarp
tırıldılar; 24 Haziran 1981’de Milli Güvenlik Konseyi cezalarını onayladı, er
tesi gün sabaha karşı da Paşakapısı Cezaevi’nde asılarak idam edildiler.
Bölünme
MLSPB, gücünün doruğunda olduğu 1978’de bölündü. Yıl sonunda olağa
nüstü toplanan konferansa yönetici kadrolar53 aslında iki gruba ayrılmış ola
rak girdi. Konferans da zaten ortaya çıkan anlaşmazlık nedeniyle toplanmış
tı. Anlaşmazlığın kaynağı, 1976 Eylül’ünde merkez komite üyelerinin yaka
lanması sonrasında giderek örgüt merkezinin ilk kurucuların elinden çıkma
sıydı. Merkez komitesinin boşluğunu doldurmak amacıyla Kasım 1976’da
kurulan 6 kişilik koordinasyon komitesinde iki grubun eşit temsili sağlan
mıştı. Bir yıl sonra, Kasım 1977’de, 1. Genişletilmiş Toplantı’da beş kişi
lik yeni bir merkez komitesi seçildi. İki üye önceki merkez komitesinin ön
de gelen cezaevindeki üyeleriydi, diğer üç üyesi ise muhalefet grubundandı.
Yönetim fiilen ilk kurucuların elinden çıkmış oluyordu. İlk kurucular, 1976
Aralık’mda Toptaşı Cezaevi’nden firar etti; kendi yokluklarında oluşturulan
yönetsel yapıdaki değişim ve görevlendirmelerden hoşnut değillerdi, bir hi
zip kuşkusu içindeydiler.
Sonuçta konferansın 6 yöneticisi ayrılma, geride kalan 5 yönetici'de (bir
kişi tereddütte kalmıştı) ihraç kararı verdi, muhalif grup 1979’da THKP-C
Savaşçıları adını aldı. İki grup da yayınladığı bildirilerde birbirlerini ağır dil
le eleştirdiler. 1979 yılında bir ayrılık daha yaşandı, onlar da THKP-C Çayan
Sempatizanları adını aldı.
Peş peşe gelen bu bölünm eler,54 MLSPB’lilerin THKP-C sempatizan
55 Konferanstaki tartışmalarda örgütün “federatif” yapısının kınlamadığı ifade edilmişti. Bu, MLS
PB’nin üç bileşeninden ikisi olan Bakırköy grubu ile Cerrahpaşa grubunun (ya da Sendikacılar)
kendi grup yapılarını koruduğu anlamına da geliyordu. [Diğer üçüncü bileşen 1DÛD (İstanbul
Demokratik Ortaöğrenim Derneği) grubuydu.] Konferans tartışmalarıyla ilgili belgelerden ak
tarmalara “MLSBP Ana Dava tddianamesi”nde ayrıntılı olarak yer verilmiştir.
56 MLSPB’lilerin bu eleştirilere yanıtı, 9 Temmuz 1979’da Merter operasyonunda yer alan döne
min ünlü başkomiseri Ahmet Ateşli’ye düzenlenen suikasttı. Otomobilinde silahlı saldırıya uğ
rayan Ateşli, yaralı kurtulmuş, MLSPB eylemi üstlenmişti.
me istekleri geri çevrilmişti; gazetelerde yer alan iddialardan anlaşıldığı ka
darıyla ceset gömülememişti.57
Örgüt içi tartışma ve bölünmelerin peş peşe yaşandığı 1978 yılında MLS-
PB, en güçlü olduğu ve yaygınlaşma imkânı bulabileceği en geniş sempati
zan çevYesine ulaştığı bir dönemi yaşıyordu. İlişkilerini hayli dar ve illegal
tutmak zorunda hisseden örgüt dışarıdan katılma isteklerine yanıt vermek
te güçlük çekiyordu; diğer yandan kitle çalışmasıyla ilgili bir açılım sağlaya-
mıyordu. Bu ihtiyacı karşılayacak bir örgütlenme biçimi öngörülmüştü as
lında. Devrimci Kurtuluş yarı legal yapısıyla illegal örgüt ile kitleler arasın
da ilişkiyi sağlayacak model olarak düşünülmüştü. Bir sempatizan örgütleri
ağı yaratma amaçlıydı. Ama pratikte MLSPB hücre elemanlarına bağlı bu ör
gütlenme de illegal örgütün bir alt versiyonu olmanın ötesine gidememişti.
Yasal ya da yasal olmayan kitlesel gösterilerden uzak duran örgütün,
1978’de yaptığı iki yasadışı “miting” kendine özgü kitlesel eylem anlayışı
nı yansıtıyordu. Bu gösteriler, “güvenliği sağlanmış”, “düzen sınırları içine
hapsolmamış gösteriler”di.
Kadıköy Altıyol’da 16 Haziran 1978’de yapılan yasadışı gösteri, savunma
da şöyle anlatılıyordu:
57 14 Şubat 1980 tarihli Milliyet, “Teröristlerin lideri işledikleri 35 cinayeti anlattı” başlıklı habe
rinde ayrıntılı olarak itiraf niteliğindeki polis ifadelerine yer verdi. Diğer gazetelerde de yayın
lanan bu ifadelerin Hüseyin Şakül ile ilgili bölümü şöyleydi: “(Hüseyin Şakül) sağda solda bi
zi eleştiriyordu. Kendisini birçok kez uyardık, değişmedi, merkez komitesi olarak öldürülmesi
ne karar verdik. Küçükçekmece yakınlarında bir yerde kendisi ile buluştuk, götürüp konuştuk.
Eleştirilerin dışanda değil bizimle yapılmasını söyledik. Merkez komitesi kararını gösterip öl
dürüleceğini bildirdik. Karşı koymak istedi, göğsüne 5-6 el ateş edip ayrıldık. Bir gazeteye tele
fon ederek olayı ve cesedin bulunduğu yeri bildirdik, ancak uzun süre geçmesine karşın gaze
telerde olayla ilgili bir haber çıkmadı. İki ay kadar sonra olay yerine gittiğimizde ceset hâlâ du
ruyordu, daha sonra gömmek niyetiyle oradan ayrıldık, ancak bir daha gidemedik."
Bir buçuk ay önce de 1 Mayıs nedeniyle Cerrahpaşa’da silahlı eylemcilerin
koruması altında benzer bir gösteri düzenlenmişti. Çevredeki banka şubele
ri yakılmış, polislerle çıkan silahlı çatışmada bir polis memuru öldürülmüş
iki polis de yaralanmıştı.
Operasyonlar ve 12 Eylül
MLSPB, illegal örgütlenmesi ve sansasyonel eylemleri nedeniyle siyasi poli
sin yakından takibe aldığı grupların başında geliyordu. Polis 1975’ten itiba
ren silahlı eylemler yapan bu örgütün yönetici ve militanlarım, kimi zamar
eylem sırasında kimi zaman bir takiple yakalamayı başarmıştı, ama 198C
Ocak operasyonuna kadar ciddi bir kayba uğratamamıştı. Tersine bu döne
me kadar örgüt gücünü büyüterek geliştirmeyi başardı.
1976’da örgütün “Eylül Darbesi” diye adlandırdığı operasyonda bir soy
gun sırasında merkez komite üyelerinden üçü yakalandı ama muhtemelen
polis örgüt merkezini ele geçirdiğinden habersizdi. Sonuçları daha çok, yu
karıda anlatıldığı gibi, örgüt içinde yarattığı etkiyle sınırlıydı, eylemler hı
zından bir şey kaybetmedi. Toptaşı Cezaevi firarından58 sonra MLSPB’nin
bileşenlerinden IDÛD grubunun lideri Fehmi Gökçek (yakalandıktan sonra
haber alınamadı) ile Manisa Turgutlu grubunun lideri Nizamettin Gürate«
(Adana’da bir çatışmada öldü) grubun ilk önemli kayıplarıydı.
1979’da siyasi polis ilk ciddi darbeyi, ayrılan gruba vurdu. THKP-C Savaş
çıları adıyla grup ilk kez İstanbul Siyasi Şube Müdürü Ilgız Aykutlu’yu öldü
rerek, ortaya çıktı. Suikast, siyasi polisin de dikkatini öncelikle az sayıda mi
litandan oluşan bu gruba yöneltti. Tek tek ele geçen militanlar, polisi gru
bun merkezine ulaştırdı. Yöneticiler içinde yer alan bir kişinin verdiği bilgi
ler doğrultusunda 11 Mayıs’ta Merter’de bir eve yönelik düzenlenen operas
yonda Ömer Çimekan, Tamer Tabak çatışma sonucu öldüler, Zeki Yumurta
cı ise sağ yakalandı. Haziran sonuna ulaşıldığında polis grubun yöneticileri
nin tümünü yakalamayı başardı. Grubun beyni durumundaki Zeki Yumur
tacı, 13 Haziran 1980’de Sağmalcılar Cezaevinden kaçmayı başardı, grubun
tekrar eyleme geçmesini sağladı. Zeki Yumurtacı, 10 Eylül’de tekrar yakalan
dı ve 17 Eylül’de Avcılar’da resmi tutanaklara göre, gözaltına alındıktan son
ra bir eylemin tatbikatına baskın yapan bir grupla çıkan çatışmada, arkadaş
larına göre ise polis tarafından öldürüldü.
58 9 Aralık 1977’deki Toptaşı Cezaevi baskını MLSPB’nin TKP (ML) ile ortak planladığı sansasyonel
eylemlerinden biriydi. MLSPB’den Haşan Şensoy, Süleyman Polat, Fehmi Gökçek, Şemsi Özkan
ve Kerim Mete Sonatılgan, TKP (ML)’den Sefa Kaçmaz, Haşan Aksoy, Hüseyin Balkır ve Levent
Beğen firar ettiler, lçeridekiler ile dışandakilerin eşgüdümlü hareket ettiği firarda gece saat 23.00
sıralarında nöbetçi askerler ateş altında tutuldu. Her biri silahlı içerideki 9 militan duvarı aştı, ken
dilerini bekleyen üç araca binerek uzaklaştı. Olayda bir jandarma eri bacağından yaralandı.
MLSPB’nin merkez komitesi ve merkez komitesiyle ilişkili yöneticilerin
yakalandığı operasyon, 1980 başında geldi. 31 Ocak gecesi, siyasi polis eş
zamanlı olarak 20’ye yakın ev bastı, yöneticilerin çoğunu yakaladı, örgüte
ait tüm bilgilere de ulaşmış oldu. Filistin’de olması nedeniyle operasyondan
kurtulalı hareketin lideri konumundaki Haşan Şensoy, 2 Eylül 1980’de tesa
düf sonucu yakalandı.
12 Eylül askeri darbesinden önce MLSPB büyük oranda darbe yemiş ve
açığa çıkarılmıştı, ama birçok hücre ayaktaydı ve eylemlerine devam ediyor
du. Geride kalanlar bir yandan örgütün merkezi yapısını yeniden kurma
ya, diğer yandan sürüp giden operasyonlara karşı önlem almaya çalışıyordu.
Tutuklu MLSPB yöneticileri, Sultanahmet Cezaevi’nde tünelle firar hazır
lıklarının son aşamasına geldikleri sırada cezaevi koşullarını tümden değişti
ren askeri darbe gerçekleşti, firarın koşulları da ortadan kalktı.
Dışarıda yeniden oluşturulan merkez komitesine yönelik en etkili operas
yon 1981 Haziran’mda geldi. 5 Haziran’da, aynı zamanda 12 Eylül’ün ün
lü itirafçılarından biri olan, eski merkez komite üyesini yakalamayı başaran
siyasi polis, İsrail Başkonsolosu’nu öldürmeyi planlayan örgütün üst düzey
yöneticilerinin bulunduğu iki adresin bilgisini aldı. Haziran sabahında Sefa-
köy’de buluşulacak dükkâna baskın düzenledi, Tamer Arda çatışmada öldü
rüldü, bir kişi ise kaçmayı başardı; buluşmaya gelen merkez komite üyele
rinden Atilla Ermutlu’nun otomobilini çevrede önlem alan polis durdurdu,
arkadaşlarına göre burada kafasına sıkılan tek kurşunla, polise göre ise kova-
lamacayla süren çatışma sonucunda öldürüldü. Aynı sabah Maltepe’deki ev
de Ercan Yurtbilir ve Doğan Özzümrüt çatışmada öldürüldüler.
MLSPB’lilerin silahlı eylemleri 12 Eylül sonrasında da sürdü.59
Haziran 1981 operasyonundan sonra giderek daha alt düzey kadroların
toparlamaya çalıştığı ve eylemci niteliğini sürdürmeye çalışan örgütsel yapı,
peş peşe yakalanmalarla yıl sonunda bütünüyle etkisizleşti.
İstanbul Sıkıyönetim Askeri Savcılığı, 139’u tutuklu, 46 idam istemli 248
sanıklı MLSPB ana davasını Şubat 1981’de açtı. 12 Eylül sonrası yakalananlar
için hazırlanan ek iddianameyle ana davadaki sanık sayısı 350’yi buldu. Eylül
1984’te sonuçlanan davada 22 kişiye idam, 45 kişiye de müebbet hapis ceza
sı verildi; 60 kişi beraat etti, diğer sanıklar çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı.
59 Bunlardan en önemlileri şöyle sıralanabilir: 9 Ocak 1981’de, 10’dan fazla militanın yer aldığı
Eyüp’te 4 kuyumcunun soyulması; 3 Temmuz 1981’de Yedikule’de polis otosunun taranarak iki
polisin yaralanması; 29 Mayıs 1981’de Küçükçekmece Vergi Dairesi’nin soyulması ve er Musta
fa Karpuz’un öldürülerek tüfeğinin alınması; 1 Nisan 1981’de Sirkeci Emniyet 2. Şube Müdür
lüğü ile Hocabaşı Karakolu’nun peş peşe bombalanması; 4 Eylül 1981’de, Okmeydam’nda Yapı
Kredi Bankası Şubesi’nin soyulması ve iki jandarma erinin öldürülmesi.
DEVRİMCÎ YOL
“Somut koşullar”
Devrimci Yolcular, sosyalist grupların yeniden kurulduğu 1974-77’de diğer
lerinden farklı olarak gençlik örgütüyle yola çıktı. Diğer grupların öğrenci
lerle çoğaldığı ama şu ya da bu nedenle üniversiteleri ve orada ülkücüler
le sürüp giden kavgayı peyderpey ya tümden bir kenara bıraktığı ya da ikin
ci plana attığı bu dönemde gençlik mücadelesine öncelik verdiler. “Geçmi
şin sağlıklı bir eleştirisi ancak siyasi bir hareket tarafından yapılabilir” yak
laşımlarıyla da gençlik içinde çoğunluğu oluşturan THKP-C sempatizanla
rının dikkatini, sürekli yeni parçalanma üreten THKP-C tartışmalarından
güncel mücadele ve örgütlenme sorunlarına çektiler. Bu tutum, üniversite
lerde sağcı komando saldırılarıyla boğuşan yeni kuşak THKP-C sempatiza
nı gençler içinde onları Acil, MLSPB, Eylem Birliği ve Halkın Yolu gibi di
ğer THKP-C’li gruplar karşısında rakipsiz duruma getirdi. Çünkü Adi, MLS
PB, Eylem Birliği “silahlı propaganda yürütecek gizli hücrelerin” örgütlen
mesi için üniversitelerden çekiliyordu. Başlangıçta öğrenciler arasında azım
sanmayacak büyüklükte taraftara sahip olan Militan Gençlik-Halkm Yolu da
asıl mücadele alanı olduğuna inandığı gecekondu ve işçi sınıfı çalışmalarım
öncelikli görüyordu.
THKP-C kökenli gruplar, Devrimci Yol kurucularını, aslında Mahir Ça-
yan’m görüşlerini savunmadıkları halde, pragmatik nedenlerle savunuyor
görünmekle suçladı. Devrimci Yolcular ise her seferinde bu tür suçlamala
rı “THKP-C’nin görüşlerinin karikatürize edilmesi” olarak karşıladı. 1988’de
Oğuzhan Müftüoğlu’nun THKP-C’nin “ne reddine ne de dogmatik bir savu
nusuna dayanan”1 diye ifade ettiği, başından beri THKP-C’ye karşı izlenen
hayli müphem yaklaşım, 1978’de bir ayrılığa neden olsa da, özgün bir poli
tik çizgi arayışına imkân sağladı.
Böylelikle “günün somut koşullarının” ortaya koyduğu faşizme karşı mü
cadele görevi öne çıktı. Bu “görev” üzerinden, faşist hareketin niteliği, faşiz
me karşı mücadele ve bu mücadelenin “partileşme” ve “devrim” sorunuyla
bağlantısı üzerine görüşlerini geliştirdiler. “Halka savaş ilan eden faşizm”e
karşı direnişin “meşru müdafaa”, “aktif savunma” anlayışı içinde “direniş
komiteleri” etrafında örgütlenmesi gerektiğini savundular.
Yüklenilen antifaşist mücadele görevi, toplumsal yaşamın her kesitinde fa
şist hareketle kavganın başat sorun hale gelmesiyle örtüşüyordu. Diğer pek
çok örgüt, bu kavgayı, kendi teorik penceresinden bir yere koyarken, Dev
rimci Yolcular çalışmalarının eksenine yerleştirdi.
Geleneksel parti modellerinin reddi, örgüt ve mücadele biçimleri konu
sunda da “somut koşulları” hareketin düsturu yaptı ve bu yaklaşım yerel ör
gütlere geniş inisiyatif sağladı. Ama aynı yaklaşım, her açıklığa kavuştur
ma çabasında daha da belirsizleşen, neredeyse ulaşılmaz bir hedefe dönü
şen, hareketi bir türlü tamamlanamayan “partileşme süreci”ne mahkûm et
ti. 1991’de grup ilişkileri yeniden toparlanmaya başladığında, birkaç yıl sü
ren “tartışma süreci”nin ardından 1990’lı yılların ortalarında nihayet somut
bir proje olarak ortaya çıkan ÖDP, birçok Devrimci Yolcu için hâlâ bir “par
tileşme süreci”ydi.
Üniversitelerde, mahallelerde, Anadolu’nun pek çok ilçe ve köyünde an
tifaşist mücadeleyle büyüyen hareket, “partileşme” diye ifade ettiği “güçlü
merkezi bir örgüte” ve “mücadele stratejisine” bir türlü evrilemedi. Antifa
şist örgütlenme ve mücadeleden bir politik örgütlenmeye ve toplumsal dev
rime, “şu anda bu koşullan yaşamıyoruz” kaydını düşerek, ulaşacağını tasav
vur etti. Askeri cunta geldiğinde ise örgüt hem temel görev saydığı parti he
define ulaşamamış hem de antifaşist mücadele ekseninde oluşturduğu halk
desteğini, örneğin cuntaya karşı demokrasi mücadelesine dönüştüremeye-
rek, süreklilik kazandıramamıştı. Bir bakıma “antifaşist mücadele” dönemiy
le birlikte hareket de mevcut haliyle varlık koşulunu yitirmişti.
Dikkat çekici bir diğer nokta, sosyalist hareketin 1970’li yıllardaki bu en
kitlesel grubunun, bir örgüt olup olmadığı kendisi açısından bile tartışma
lı olmasıydı. 12 Eylül askeri darbesinin ardından kurulan sıkıyönetim mah
kemesinde, Devrimci Yol’un merkez komite üyesi olmakla suçlanan Melih
Pekdemir, “Tarih bizi suçlayacaksa faşizme karşı örgütlendiğimiz için de
1 Özgün metinde “dayanmayan” olarak geçiyor ancak doğrusu “dayanan” olmalı, bkz. “Devrimci
Yol Üzerine Notlar”, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 7, s. 2250, İletişim
Yayınlan, İstanbul, 1988.
ğil örgütlenemediğimiz için suçlayacaktır. Evet, aslında bizim suçumuz ör
güt kurmak değil, örgüt kuramamaktır”2 demişti. Melih Pekdemir, Devrim
ci Yol’un ilk örgütlenme çekirdeği sayılabilecek ODTÜ-DER’in kuruculann-
dandı ve 70’li yılların yeni kuşağından geliyordu. Askeri mahkemeye sunu
lan 55<camğm imzasını taşıyan ortak savunmada da Devrimci Yol, “güçlü
merkezi yapıya sahip olmayan” “kendiliğinden ilişkilerin egemen olduğu”
bir “siyasi grup” ya da “hareket” olarak nitelendi.3 Ancak buradaki niteleme
lerin bir merkezi ve hiyerarşisi olan örgütsel yapının oluşmadığı anlamı ta
şımaktan çok, grubun ulaşmayı arzuladığı bir örgütün yokluğuna denk düş
tüğü söylenebilir.
Mevcut haliyle kurulan örgütsel yapı ne siyasi hedeflerini açıklayan bir
programa, ne de örgütsel ilişkilerini düzenleyen bir tüzüğe sahipti. Sıkıyöne
tim savcılarının iddialarının aksine resmi bir merkez komitesi de yoktu. Hat
ta “Bildirge”de “bugün için hiyerarşi oluşturmak diye özel bir sorun yoktur”
diye yazılmıştı. Şekilsel parti modelleri reddedilirken nasıl bir örgüt kurula
cağı konusunda açık bir fikir oluşmamıştı. Merkez komitesi yoktu ama her
hangi bir örgütsel konferansla seçilmemiş, birkaç “doğal önder”in etrafında
yönetici bir grup, her türlü örgütsel ve taktiksel tasarrufa sahipti. Ve bu yöne
tici grubun kuralları belirlenmemiş bir hiyerarşik yönetimi söz konusuydu.
Kuruluş
THKP-C’den türeyen üç ana grup (Halkın Yolu, Devrimci Yol, Kurtuluş)
1974 affının ardından girişilen yeniden örgütlenme çabalan içinde THKP-C
tutukluları tarafından kuruldu. 12 Mart darbesinde tutuklanan THKP-C mi
litanları, İstanbul ve Ankara’daki askeri cezaevlerinde toplanmıştı. Devrimci
Yol kurucuları, Ankara’daki Dev-Genç davasında yargılanıyor ve Mamak As
keri Cezaevi’nde tutuluyordu. Mahir Çayan’ın görüşlerine karşı sorgulama,
cezaevlerinde başlamıştı. Neredeyse tüm THKP-C’li tutuklular, geçmiş siya
si çizgi ve pratiğin sorgulanmasından yanaydı, fakat kişisel güvensizlikler ve
fikir aynlıklan nedeniyle parçalanmışlardı. 1968-70’in popüler gençlik lider
lerinden, merkez komitesinin diğer iki üyesi Yusuf Küpeli ile Münir Rama
zan Aktolga’nın kaleme aldıklan broşürde Mahir Çayan’ın silahlı mücadele
görüşüne ilişkin eleştirileri, yargılamalar sırasında “nedamete” varan tutum
ları nedeniyle saygınlıklarıyla birlikte ciddiyetini kaybetmişti.
2 Melih Pekdemir’in Devrimci Yol ana davasının görüldüğü, Ankara Sıkıyönetim Askeri Mahke-
mesi’ndeki ilk savunmasından... (Cumhuriyet, 25 Aralık 1982). Pekdemir, Mamak Askeri Ceza
evi’nde uzun yıllar tutuklu kaldı. 1992’de Devrimci Yol ve sosyalizme dair değerlendirmelerinin
yer aldığı Anne Bak Kral Çıplak, Kuralsızlığın Kuralları (Başak Yayınlan) adlı kitabını yayınladı.
3 Türkiye Gerçeği, (der.) Oğuzhan Müftüoğlu, Patika Yayıncılık, Ekim 1989, s. 470-473.
Ana dava İstanbul’daydı, önde gelen militanlar da oradaydı. Örgütün ye
niden kuruluşunu sağlaması en muhtemel olanlar da onlardı. Onlar ise “piş
manlık” gibi moral çözülmeler, çatışmalarda ölen arkadaşlarının savunulma
sı gibi duygusal ağırlıklar ve siyasi çizgiye duyulan kuşkular gibi farklı fak
törlerin baskılanması altındaydı. Genel fikir, kitleden kopuk bir eylem çizgi
sinin izlenmiş olmasıydı.
Bölünmüşlük ve kafa karışıklığı içindeki bu militanlar 1974 affıyla dışarı
çıktıklarında yine kendilerini, üstelik bu kez geçmişten çok daha yaygın ve
politize gençlik hareketi içinde buldu. Üniversiteler, tıpkı 1968-69 yılların
daki gibi, politik tartışmaların hararetle sürdüğü merkezlerdi. Hemen her si
yasi eğilimin taraftarları oluşmuştu. Yakın geçmişte idam sehpalan ve çatış
malarda ölen öğrenci liderleri, üniversitelerdeki mücadeleye her gün yüzler-
cesi katılan genç kuşak için birer “kahraman” ve “idol”dü. Afla serbest ka
lan “eskiler” bu coşkulu gençler için, görkemli geçmişten çıkıp gelmiş birer
“otorite”ydi. 1974 sonlarında gevşek de olsa THKP-C’lileri bir araya getire
cek bir platform kuruldu. Bu platformu işler kılabilecek olanlar, Istanbul’da-
kilerdi. Bu grubun birlikte hareket ettiği, Niğde Cezaevi’nde eski THKP-C
yöneticilerinden üç hükümlünün 1975 ortalarında Maoist yönelişi deklare
etmesi, platformu da tek çatı altında toplanma düşünü de sona erdirdi.
1974 Ağustos affına kadar tutuklu kaldıkları Mamak Askeri Cezaevi’nden
beri birbiriyle ilişkilerini sürdüren, ama iki ayrı arkadaş grubu olan THKP-
C’liler (DY ve Kurtuluş kurucuları) bu gelişme üzerine Istanbul’dakilerden
koptu. İstanbul’daki ana grup, Militan Gençlik, sonra da Halkın Yolu dergi
leri aracılığıyla örgütlenmeye koyuldu. Aynı yılın yazında Ankara’dakiler de
beraberliklerini sürdüremedi, böylelikle THKP-C platformundaki son ayrı
lık (Devrimci Yol ve Kurtuluş) gerçekleşti.
Devrimci Yol’un, eski THKP-C’li iki kurucusu, hem Halkın Yolu’yla Ma-
oizmi benimseyen THKP-C’lilere hem de TKP, TSlP ve TİP’in savunuculu
ğunu yaptığı SBKP çizgisine aynı anda muhalefet eden bir gençlik örgütlen
mesine yöneldiler. 1975 Kasım ayında yayma giren Devrimci Gençlik dergi
si amacını “gençliğin devrimci birliği”nin sağlanması olarak açıkladı. Kendi
sini yalnızca gençlik mücadelesiyle sınırlamış değildi, tersine “genel olarak
emekçi halkın, özel olarak devrimci gençliğin ekonomik-demokratik müca
delesindeki, emperyalizme ve faşizme karşı savaşındaki birliğini sağlamak
ve böyle bir birliğin teorik temellerini oluşturmak için bir adım olacaktı.”
Dergiye göre, 12 Mart’ta alman yenilginin ardından geçmişte mahkûm edi
len “revizyonist tezler” yeniden ortalığı kaplamış, “devrimin temel sorunla
rını çözecek sağlıklı çözümler yerine Sovyet-Çin ikilemi üzerinden sahte bir
likler” kurulmuştu. Solun bu olumsuz durumu kitle mücadelesine özellikle
de gençlik mücadelesine yansıyordu. Bu sapmalara karşı bir yandan ideolo
jik mücadele yürütülmeli, diğer yandan da kitle mücadelesindeki etkilerinin
üstesinden gelinmeliydi. Yine dergiye göre, “devrimci hareket THKP-C ha
reketiyle ilk kez aydın hareketi sınırlarım aşabilmiş”, “proletarya partisi he
define yaklaşmıştı”. Ancak yenilgiyle birlikte, proletarya partisinin kurulma
sı sorunu “yine temd mesele”ydi.4
Dergi yazılarında eski THKP-C’lilerin geçmiş değerlendirmeleri “dava
yı ret” eğilimlerinin ürünü, hareketi bağlamayan “kişisel değerlendirmeler”
olarak görülüyordu.5 1976 sonlarında Vatan gazetesinde “Sol Kendini An
latıyor” adlı diziye “Bir grup THKP davası sanığı” imzasıyla gönderilen açık
lamada, tek tek kişilerin, geçmişin temsilcisi gibi ortaya çıkıp geçmiş hare
keti eleştirmesine tepki gösteriliyor, geçmiş eleştirisinin ancak bir siyasi ha
reket tarafından yapılabileceği söyleniyordu. Bir başka yazıda da bu konu
da şöyle deniyordu:
10 “Devrimci Gençlik! Yükselen Halk Eylemlerinin Ön Saflarına”, Devrimci Gençlik, Özel Sayı, 29
Kasım 1976.
11 “Devrimci Gençlik! Yükselen Halk Eylemlerinin Ön Saflarına”, Devrimci Gençlik, Özel Sayı, 29
Kasım 1976.
12 “Faşist Saldırılar Karşısında Demokratik Haklarımızı ve Can Güvenliğimizi Sağlayalım”, Dev
rimci Gençlik, Özel Sayı, 29 Kasım 1976, ( Seçmeler, s. 62).
13 “Anti-Faşist Mücadele”, Devrimci Yol, sayı 6, 15 Temmuz 1977.
14 Seçmeler, s. 9.
ler yüklemesiydi. Ama Devrimci Yolculara göre, örnek alınması gereken bu
“şanlı geçmiş”ti.
Bu nedenle Devrimci Gençlik'te THKP-C’den ziyade, eski Dev-Genç üzeri
ne değerlendirmelere yer verilmesi şaşırtıcı değildi. İlk sayıdan başlayarak üç
sayı süren “Dev-Genç’in Mücadelesini Doğru Kavrayalım”15 başlıklı yazıda
Dev-Genç “proletaryanın bağımsız siyaseti doğrultusunda solda yeni aşama
yı temsil eden”, “o güne kadar kitlelerle en geniş ilişkiyi kurmayı başarmış”
bir örgüt olarak değerlendiriliyordu. Yazıya göre Dev-Genç’in bu başarısının
temelini doğru devrimci siyaset ya da “proleter devrimci görüşler” oluşturu
yordu. “TİP, Mihri Belli, PDA gibi oportünist gruplara karşı verilen ideolo
jik mücadele”yle “proleter devrimci çizgi giderek belirginleşmeye başlamış
tı.” “Dev-Genç, ülkede sosyalist hareketin en büyük parçası görünümü”ne
bürünmüş, “sosyalizm dendiğinde ilk akla gelen isim olmuştu.” “Dev-Genç
militanlarının halkın mücadelesinin yükseldiği her tarafa koşturması, des
tek olması, örgütlemeye çalışması, fedakârlıkları halkımızın gözünde Dev-
Genç’i dost, güvenilir bir örgüt haline getirmişti. ”16Dev-Genç’in bu tutumu
nu “gençlik örgütünün üstlenmemesi gereken işler” olarak değerlendiren
solcu gruplar için de şöyle deniliyordu:
Aynı yazıda “gençlik hareketinin halk hareketinden ileri bir boyutta” ol
duğu vurgulanarak diğer gruplarla yaklaşım farkı şöyle anlatılıyordu:
Çözüm herhalde bir yığm oportünistin yaptığı gibi gençlik hareketini kitle
den kopuk goşizm-anarşizm diye mahkûm etmek ve gençliğe ‘aman dur bek
le, kıpırdama, oyuna gelirsin, halk da uyansın öyle’ diye kocakarı öğütleri
vermek değildir. Yapılması gereken, gençliğin eylemini kendiliğinden hare
ketlerin seviyesine indirmek değil, kendiliğinden hareketleri devrimci bir şe
kilde yükseltmek olmalıdır.
...Devrimci gençliğin eylemi, geniş halk yığınlarının antifaşist duyarlılığını
artıracak, direniş ve mücadele gücünü yükseltecek ve antifaşist hafk hareket
lerini örgütlendirecek bir perspektiften ele alınmalıdır.
...Artık halk yığınlarında belirli bir seviyeye gelen duyarlığı derinleştirip
doğru siyasi düşünceleri halka kavratacak, onların antifaşist eylemini örgüt
lendirecek demokratik eylem biçimlerini bulmak gerek.
Devrimci Yol’un ... THKP-C hareketinin doğal bir uzantısı olarak görülme
sine karşın, onun örgütlenme ve mücadele hattında THKP-C’nin Mahir Ça-
yan tarafından formüle edilmiş çizgisinden önemli farklılıklar olduğu bilini
yor. Geçmişin eleştirisi bu şekilde (o dönemde sağ bir eğilim olarak yaygın
olduğu şekilde, geçmiş hareketin toptan reddi olarak değil) mücadele içinde
ve mücadelenin somut gereklerine uygun politikalar ve çözümler getirmeye
çalışılarak gerçekleştiriliyordu.24
27 Baş çelişme, Mahir Çayan’ın formülasyonu olan “oligarşi ile halk arasındaki çelişki”ydi.
28 Devrimci Yol, sayı 5, 1 Temmuz 1977, s. 3. DITnin faşizm konusunda bağlı olduğu kavramsal
çerçeve, Mahir Çayan’ın bu konudaki yazdıklarıydı. Çayan, buıjuva demokrasisiyle ilgisi olma-
yan “sömürge tipi bir faşizm”in hüküm sürdüğünü savunmuştu.
cadele süreci içinde ve bu savaş sürecinin belirli, elverişli bir döneminde ku
rulabilir ve böyle bir hükümet işçi ve köylülerin (halkın) demokratik dikta
törlüğü hükümeti olabilir.29
TIP, TSİP, TKP ve KSD tarafından savunulan birinci çizgi; anti-faşist m üca
delede bir CHP iktidarına bel bağlama çizgisidir. Siyasi programları sonuç iti
barıyla bir CHP iktidannda ya da CHP’li bir koalisyonda düğümlenir. (...) fa
şizme teslimiyet çizgisidir. CHP’ye bel bağlama (ya da müttefik olma!) sonuç
ta tekelci burjuvazinin bir kanadı ile faşizme karşı ittifak aramaya götürür.30
Direniş komiteleri kavramı herhangi bir “siyasi” amaçla icat edilmiş veya “ha
vadan” ortaya atılmış bir kavram değildir. Bu kavram tamamen sınıf mücade
lesinin ve canlı sosyal pratiğin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Faşist sal
dırıların giderek şiddetlenen bir doğrultuda artması, çatışmaların bir iç sa
vaş doğrultusunda derinleşmesi, en geniş halk yığınları içinde güçlü bir an-
tifaşist dayanışma ve direnme eğiliminin doğup gelişmesine neden olmuş
tur. Son birkaç yıldır bu olayı okullarda, mahallelerde, köylerde ve fabrika
larda, ülkemizin her tarafında derece derece ortaya çıkan bir gelişme, bir sos
yal gerçeklik olarak yaşadık. Şehirler, kasabalar, köyler tümüyle ülkemiz bu
gelişmelerin etkisini sokaklarında yansıtacak bir görünüm içindedir. Oligar
şinin bu gelişmeleri kendi denetimi altına alma çabalan karşısında devrimci
lere düşen şey, hiç kuşku yoktur ki, bu gelişmeleri devrimci bir doğrultuya
kanalize etmek için mücadele etmektir. Marksist teori, her şeyden önce can
“Fatsa komünü”
Fatsa, 12 Eylül yargılamaları sırasında, askeri savcı tarafından “Paris komü-
nü”ne benzetilerek, “Fatsa komünü” diye nitelenmişti.35 Suçlamaların hede
fi, aynı zamanda Fatsa’daki özgün deneyimin mimarı belediye başkanı Fikri
Sönmez, bu benzetmenin o günlerin önde gelen sağcı gazetesi Tercüman'dan
apartılmış olduğunu savunmasında söylemişti. Komün her şeyden önce bir
işçi ayaklanmasının ürünüydü ve özel kuramlarla devlet kurumlan kamu
laştırılmıştı. Fatsa’da böyle bir şey söz konusu değildi. Sönmez’e göre yerel
yönetimler “demokrasinin okulu”ydu. Fatsa gerçek demokrasinin nasıl ol
ması gerektiğini göstermişti. Bu da, “halkın yönetime katılması”, “söz ve ka
rar sahibi” olmasıydı. Her belediye uygulamasında halkın görüşü alınmış,
halkla tartışılmış ve halkla beraber uygulanmıştı. Belediye çıkar çevrelerinin
değil halkın belediyesi olmuştu.36
İlginç olan, Fikri Sönmez’in iki deneyim arasındaki temelde varolan fark
lılıktan vurgulayarak reddettiği Paris Komünü benzetmesini 2000’li yıllarda
bazı Devrimci Yolcular’m yapmasıydı. Mayıs 2009’da “Paris Komünü’nden
Fatsa’ya Devrimci Hareket” konulu panelde konuşmacılardan Mahmut
Memduh Uyan, “Paris Komünü ile benzerliği de ilk kez böyle bir iktidarın,
doğrudan demokrasi ilişkisinin ortaya çıkmasıdır... Türkiye tarihinin Paris
Komünü dememizin ana nedeni budur” diyordu.37 Daha da ileri giderek bu
nun “demokratik halk devrimi” olduğunu yazanlar da oldu.38
20 bin nüfuslu ilçede 14 Ekim 1979’daki yerel seçime (Devrimci Yol, 14
Ekim 1979 senato üçte bir yenileme seçimi ile milletvekili ara seçimini boykot
etmişti) bağımsız devrimci aday olarak katılan Fikri Sönmez 3.096 oy alarak
belediye başkanlığına seçildi. En yakın rakibi CHP adayı Zeki Muslu 1.113, AP
adayı A. Rıza Özmaden 859 oy alabildi. İlçenin sol muhalif potansiyeli 1960’lı
39 12 Eylül öncesi sosyalistlerin en büyük yerel seçim başarısını, bir başka terzi, Mehdi Zana Di
yarbakır’da gösterdi. Mehdi Zana, Kemal Burkay’ın liderliğini yaptığı, Kürt sosyalist grupların
dan Özgürlük Yolu’nun bağımsız adayı olarak katıldığı 1977 yerel seçimlerinde, oylann yüzde
41’ini alarak Diyarbakır belediye başkanı oldu.
zülmeyen ve ancak dört yılda yapılabileceği söylenen cadde ve sokakları, halk
tan yüzlerce kişinin katılımını sağlayarak dört günde tamamladı. Ülke gene
linde olduğu gibi ilçede de hüküm süren yağ, şeker, tuz, gaz, sigara gibi temel
ihtiyaç maddelerinde karaborsaya ve fındık üreticilerinin borçlandığı tefecile
re karşı mücadele başlatıldı. Nisan 1980’de düzenlenen Fatsa ve çevresinden
binlerce kadın, çocuk, yaşlı, gencin katıldığı Halk Şenliği’ne solcu aydın ve ga
zeteciler davet edildi. Bütün bunlar Fikri Sönmez ve Fatsa’daki alternatif bele
diyenin popülaritesini ilçede olduğu kadar ülke geneline de yaydı. Sağcı gaze
teler Fatsa’da “komünist kurtarılmış bölge” ve “Küçük Moskova”ya dikkat çe
kerken, Demirel hükümeti, bu işe bir son vermesi için MHP eğilimli Reşat Ak-
kaya’yı Ordu valiliğine atadı. 8 Temmuz 1980’de özel askeri birlikler ve polis
güçleriyle “Nokta Operasyonu” adıyla ilçe ablukaya alındı. Gözaltı ve tutuk
lama dalgası başlatıldı. Fatsalılann “12 Eylül, ilçeye iki ay önce gelmişti” diye
andığı operasyonu ayırıcı kılan, başta Fikri Sönmez olmak üzere yüzlerce kişi
nin tutuklanması değildi sadece, bu tutuklamaların solcu cinayetlerine bulaş
mış çok sayıda “maskeli muhbir ülkücü”nün ihbarlarıyla yapılmasıydı. Evler,
işyerleri basıldı, gözaltına almanlar işkenceden geçirildi. İlçede polis ve asker
kontrolü olduğu sırada ülkücüler sivrilmiş solculara yönelik eylem ve suikast-
ler düzenledi. Operasyon nedeniyle dağlara çıkan pek çok genç, 12 Eylül dar
besi sonrasında, Devrimci Yol’un Karadeniz’deki gerilla grubunun da temeli
ni atmış oldu.
43 Üst komite, Oğuzhan Müftûoğlu, Nasuh Mitap, Ali Başpınar ve Mehmet Ali Yılmaz’dan oluşu
yordu. Bu komitenin üye sayısı 1979’da 5’e, 1980’de 7’ye çıktı. (THKP/C Devrimci Yol İddiana
mesi, Ankara, Çankın, Kastamonu illeri Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı, Ankara, 26
Şubat 1982.)
44 Bu öfkenin, tstanbul gibi çok önemli bir merkezde taraftarlarım kaybetmiş olmanın yanı sıra ay
rılığın aslında THKP-C görüşlerinin savunulmadığı gibi bir zaafa işaret etmesinden kaynaklan
dığı söylenebilir. Oğuzhan Müftüoğlu, 1988’de yayınlanan Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler
Ansiklopedisi’nin 7. cildindeki değerlendirmesinde ayrılığın partileşme süreci açısından “kadro-
güç-zaman kaybı”na yol açan olumsuzluklardan biri saymış, ayrılıkta hatalarının olabileceğini
de belirtmişti. Fakat bu ılımlı değinme bir yana, bu öfkeli tutumun sonraki yıllarda da sürdüğü
1997’de yayınlanan Yeniden dergisinin “Devrimci Yol 20. Yıl Dosyası”nda en hacimli makalenin
Devrimci Sol’a ayrılmış olmasından da anlaşılıyordu.
bu yüzden de “askıcılar” diye anmıştı.45 Ancak grubun İstanbul’da giderek
büyüyüp güç kazanması, Ankara merkezini de, daha fazla THKP-C tezlerini
işleyen yazılara yer vermeye, daha sıkı merkezi ilişkiler ve silahlı örgütlen
meler kurmaya yöneltti. Zira bu kez karşısında “aceleciler” diye adlandırdı
ğı, kitle mücadelesi içinde yer almayan, dar grup örgütlenmelerinden farklı,
kendisini “net” olmaya zorlayan başka bir tarz vardı.
Merkezileşme çalışmalarıyla ilgili bir başka çaba, 1977 Ekim’inde başlatı
lan kampanyaydı. Bu kampanya mevcut ilişkilerin ortak bir amaç için ne öl
çüde seferber edilebileceğini gösterecekti. “Faşist zulme ve pahalılığa kar
şı direniş kampanyası” adı verilen ve iki ay kadar süren kampanya boyunca
bildiriler dağıtıldı, afişler asıldı, kahvehanelerde konuşmalar yapıldı, gece
kondu mahallelerinde, pazar yerlerinde birkaç yüz kişinin katıldığı “korsan
miting”ler gerçekleştirildi. Dergide yer alan haberlerden anlaşıldığı kadarıy
la kampanyanın en etkin uygulandığı il Ankara’ydı.46 Bu ilde ayrıca bir dizi
faşizm ve faşizme karşı mücadele konulu toplantı, dergide yayınlanmak üze
re farklı eğilimlerden kitle örgütlerinin temsilcileriyle bir dizi röportaj yapıl
dı. Dergi, yine kampanya haberleri kapsamında 14 Ekim’de Amasya’nın Su
luova ilçesinde pancar üreticilerinin taban fiyatım ve faşizmi protesto ama
cıyla düzenlediği mitinge Çorum, Samsun, Merzifon, Çarşamba ve Ünye’den
de katılanlar olduğunu yazıyordu. Bir başka miting 17 Ekim’de Hacıbek
taş’taydı ve yazılanlara göre 3.000 kişi toplanmıştı. Kampanyanın bir çeşit fi
nali gibi düşünülen en önemli miting ise 15 Ocak 1978’de Ankara’daki “Hal
kın Devrimci Talepleri Mitingi”ydi. Yeterli çalışma yapılmadığı için yalnız
ca Ankara ve yakın çevresinden katılımlarla gerçekleşebildiği, “istenen kala
balığı” sağlayamadığı (buna karşın onbinlerce ifadesine yer verilmişti)47 be
lirtilen mitingi siyasal olarak önemli kılan, düşen 2. MC hükümetinin yerine
kurulan Ecevit azınlık hükümetinin henüz güvenoyu alamamış olmasıydı.
Miting, MC hükümetlerine karşı Ecevit hükümetini destekleyen TKP, TİP,
TSİP gibi sosyalist grupların provokatif bir ortama yol açmamak için eylem
den kaçındığı, TÖB-DER’in de aynı nedenle mitingini iptal ettiği sırada ya
pılmıştı. Kampanya haberlerinden Devrimci Yol adına ilk yılda Tunceli,48 Iz-
45 Ayrılığın duyurulduğu, “Saflarımızı Terk Edenler Hakkında” başlıklı yazıda şöyle deniyordu:
“Bu ayrılma olayı için: Devrimci Hareketin, zaaflarının, olumsuz ve sağlıksız unsurların Dev
rimci Harekete karşı bir direnişi; Devrimci Harekete musallat olan sağlıksız unsurların, zaafla
rın ve tutarsızlıkların Harekete karşı örgütlenmesi ve Devrimci Hareketten kopmasıdır, diyebi
liriz.” Devrimci Yol, sayı 19, 20 Haziran 1978, s. 13.
46 Buradaki kampanya bilgileri Devrimci Yoî’un 10 (21 Ekim 1977), 11 (28 Kasım 1977), 12 (1
Ocak 1978), 13 (15 Ocak 1978) ve 14. (3 Şubat 1978) sayılarından derlendi.
47 Devrimci Yol, sayı 14, 3 Şubat 1978, s. 9.
48 1977 yerel seçiminde Tunceli’de Devrimci Yol adayı Seydali Güneş 610, CHP adayı Veli Aytaç
635 (kazanan), TİP’e geçen eski başkan 426, Halkın Kurtuluşu adayı 256, Halkın Yolu adayı
214 oy aldı, bkz. Devrimci Yol, sayı 12, s. 11.
mir, Antalya, Uşak, Artvin’de Erzurum’un Aşkale ilçesi, Erzincan, Gazian
tep, Çarşamba, İskenderun’da iyi kötü çalışmalar olduğu anlaşılıyordu. Ba
ğışlarla ilgili de şöyle bir döküm veriliyordu: Ankara 34.337, Zonguldak
18.810, Artvin 17.545, İzmir (Manisa, Aydın, Muğla dahil) 16.200, İstanbul
10.292,'"Adana (Mersin, Hatay dahil) 7.000 lira... Devrimci Yol, kendi ifade
lerine göre, çıktıktan bir süre sonra 70 bin, 1977’nin sonlarında ise 100 bi
nin üzerinde basılmaya başlanmıştı.
Hedeflenen son şeklin ne olduğu bilinemese de 1977-80 arasında yerel
düzeyde kurulan direniş komiteleri temel örgütlerdi, “silahlı direniş birlik
leri” adını verdikleri silahlı bir birimi barındırmaları da öngörülmüştü. Ço
ğunlukla bunlar iç içeydi. Silahlı birim, yerel düzeyde ülkücü komandola
ra karşı savunma tedbirleri almak ve karşı saldırılar düzenlemekle görevliy
di. 1979’da örgüt, merkezi düzeyde silahlı birim kurdu. “Devrimci savaş bir
likleri” adı verilen bu birimin başına üst komiteden bir kişi askeri sorumlu
olarak getirildi.49
Devrimci savaş birlikleri başta Ankara olmak üzere çeşitli illerde çoğun
lukla silahlı soygun ya da misilleme amaçlı MHP ve Ülkü Ocakları’nm yöne
tici veya üyelerine yönelik eylemler yaptı.50 Yine askeri sorumluya bağlı ça
lışan Devrimci İstihbarat Teşkilatı (DlT) adı verilen istihbarat birimi de ku
rulmuştu. Siyasal örgütten bağımsız çalışan bu birim, kurum ve kişiler hak
kında bilgileri topluyor, arşivliyordu. DlT gerilla savaşma uygun olabilecek
bölgelerle ilgili raporlar da hazırlıyordu. Her iki örgüt de belirli bir hiyerar
şiyle dar tutulmuş az sayıda militandan oluşuyordu.
Silahlı mücadele anlayışında, THKP-C’nin silahlı propaganda görüşünden
yola çıkan MLSPB gibi gruplarmkine benzer sansasyonel eylemler yer almı
yordu. Tersine, MLSPB gibi grupların kimi eylemleri, “sağda-solda provoka-
tif amaçlı bombalar patlatan kontrgerillanın yıldırma ve kaos amaçlı eylem
lerine katkı sağladığı” gerekçesiyle eleştiriliyordu. Silahlı örgütlenme ve ey
lem, “faşist teröre karşı” “aktif savunma” kavramı içinde izah edilen örgüt
lenme ve eylem biçimlerini içeriyordu.51 "
49 Askeri işlerden sorumlu Ali Başpınar, eski THKP-C’liydi, 4 kişilik üst komitenin üyesiydi. TÖB-
DER kurucu üyesi de olan Ali Başpınar, Devrimci Yol’un öğretmen örgütlenmesinin başım çek
ti, 12 Mart’ta 2,5 yıl, 12 Eylül’de 11 yıl hapis yattı, 4 Eylül 2008’de kanser tedavisi gördüğü An
kara Hacettepe Hastanesi’nde 59 yaşında hayatını kaybetti.
50 22 Aralık 1979’da MHP’nin memurlar kesiminde sorumlu olduğu gerekçesiyle Ercüment Yah-
nici’nin, 22 Ağustos 1980’de, eski DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in öldürülmesine misil
leme olarak, MHP eğilimli bağımsız Köy-YSE İş Sendikası başkanı Sadık Özkan’ın öldürülmesi
bunlardan en önemlileriydi. Fatsa’da Nokta Operasyonu’na misilleme olarak da 1980 Eylül’ün-
de Ankara ve İstanbul’da polislere yönelik eylemler yapıldı, Ankara’da iki polis öldürüldü, İs
tanbul’da Tarabya Karakolu kurşunlandı.
51 “Her eylem biçiminin içinde bulunulan koşullara bağımlı olarak farklı siyasi sonuçlar yaratabi
leceğini, önemli olanın eylemin (patlama vs. gibi) biçimsel yanlarının değil, yaratacağı siyasi so
Devrimci Yol, siyasi bir hareketin silahlı mücadeleye dayanmak zorunlulu
ğunu şöyle açıklıyordu:
Bugün her gün, yeniden yeniden yaşanan gerçekler, “niçin, bütün halkı ön
ce banşçı mücadele metotlarım temel alarak silahlı mücadeleye hazırlama
dan silahlı mücadeleye girişiliyor” gibisinden sorulan geçersiz hale getiriyor.
Zira her şeyden önce, savaşı, devrimciler değil burjuvazi ilan ediyor. Ve sa
vaş yalnızca yaşamanın bile bir şartı haline geliyor. Zira “emperyalizmin ül
kemizdeki gizli işgali, işte böyle (kontrgerillasıyla, sivil resmi bütün güçleriy
le) bizzat karşı devrimin zora başvurması” demektir. Bu, toplumumuzda her
gün yaşamakta olduğumuz gerçekliği kavrayamayan ve devrimci mücadele
yi sözde “barış içinde evrim” ve barışçı kitle gösterileri, ajitasyon, propagan
da ile sınırlamaya kalkanlar bugünkü TİP’in kaçınılmaz kaderi ile karşı kar-
şıyadırlar.
Evet, savaşı devrimciler ilan etm iyor ve kendiliklerinden ve isteyerek,
“halk savaşı tabularına kapılarak” seçm iyor.... Faşist saldırılar karşısında bu
lunan tek tek kişiler gibi, bir siyasi hareketin de her şeyden önce yaşayabil
mesi, sonra gelişebilmesi ve burjuvaziyi yenebilecek bir duruma gelebilmesi
için silahlı mücadeleye dayanması zorunludur.52
nuçlar olduğunu göremeyenlerin... kendilerini zaman zaman karşı devrim güçlerinin yanı ba
şında bulmalan kaçınılmaz bir şeydir”, Devrimci Yol, sayı 8, 1 Eylül 1977.
52 Evrim ve Devrim Aşamaları Üzerine Tartışmalar, broşür, Ankara, Ocak 1979.
53 “Bireysel Terörizm Şarlatanlıkları Üzerine”, Devrimci Yol, sayı 25, 22 Aralık 1978.
yan, merkezileşmemiş, yerel düzeyde faaliyet gösteren, kolayca dağılıp yeni
den örgütlenebilen birimlerdi, bu nedenle de tasarlandığı gibi kalıcı olama
dılar. Yine de Karadeniz bölgesinde, Fatsa’daki Nokta Operasyonu ve 12 Ey
lül darbesinin operasyonları sırasında dağlık bölgelere sığman yüzlerce mili
tanla gerilla birimlerine dönüştüler.
Kitleselleşme-siyasal etki
Burada bu çalışmanın genel seyrine aykırı olsa da, bir parantez açarak 12 Ey
lül öncesi koşulların ayırıcı özelliklerini, önermeleri ve kitleselliğiyle kendi
sinde en çok cisimleştiren Devrimci Yol’un Fatsa deneyimini de içeren “kit
lesellik ya da yaygınlaşma” ile “siyasal etki” kavramlarına dair bir tartışma
nın yararlı olacağı kanısındayım.
Bunun için önce başarı ya da başarısızlığın ölçütü olarak sıkça kullanılan
“kitlesellik-kitleselleşme” sözcüklerinin yanma “siyasal etki”yi ekleyip, kav
ramsal çerçeve oluşturmak kolaylaştırıcı olabilir. “Kitlesellik” ya da “siyasal
etki” gibi kavramların bilimsel ya da Marksizm açısından anlamlan üzerine
pekâlâ uzun bir tartışma yürütülebilir. Ancak genel bir ölçüt olarak bu iki
kavramı, bir siyasal örgütün iki yönü, yani toplumdaki benimsenme düzeyi
ve genel siyaset üzerindeki rolü -en azından iktidar karşısında baskı gücü-
anlamında değerlendirmek, somut fikirlere varmamızı sağlayabilir. Tabii he
men birinin diğerine yol açmadığını unutmamak gerekiyor. Yani yaygın bir
hareket olmak, siyasette etkili güç olunduğu anlamına gelmiyor.
1974-80 sürecinde en çok yaygınlaşmış, kitleselleşmiş örgütün Devrim
ci Yol olduğu genel kabul görür. Onunla yanşan ya da bir adım gerisinde iki
örgütten TKP ve TDKP’den söz etmek gerekir. Bu üç örgütün ortak özelliği,
toplumun her kesiminde (işçiler, öğrenciler, öğretmenler, memurlar, köy
lüler, sınırlı da olsa aydınlar vb.) ve pek çok il, ilçe ya da köyde yaygınlaş
mış olmalarıdır. Benzer bir eğilimi, ancak daha sınırlı toplumsal kesim ve
ya bölgelerde gösteren diğer üç hareket ise Kurtuluş, Devrimci Sol ve TKP
(ML)’dir. Bu altı örgüt, 1974-80 sürecinde süzülüp öne çıkan başlıca örgüt
lerdir. TKEP de üye ve taraftarlanyla ciddi bir güç toparlamıştır. 1974-80’de
belirli bir dönem etkili olup yukanda sayılanlar içinde geriye düşen ya da iyi
ce küçülen örgütler TSİP, TİP, TİKP, Halkın Yolu’dur; bunların arasına kıs
mi farklarla Acil ve MLSPB de konulabilir. 1978-80 arası, ilk gruptakilerin
büyüdüğü, ikinci gruptakilerin küçüldüğü bir dönemdir.
İlk elden şu sonuca vanlabilir: 12 Eylül öncesinin kitleselleşmeyi başar
mış örgütlerinin ortak özelliği, toplumdaki destek güçlerinin çeşitliliği ve
belirli bölgelerle sınırlanmamış olmasıdır. Büyükten küçüğe doğru bu top
lumsal çeşitliliğin azaldığı görülür. O halde sosyalist hareketin gelişme di
namiğinin, başarısının göstergelerinden biri, barındırdığı toplumsal çeşitli
liktir. Bir harekete en son gelebilen aydın desteği, bu göstergelerin en ucun
daki destek olarak sayılabilir. 1970’ler bu açıdan yoksundur, ama Devrim
ci Yol, TDKP ve TKP gibi belli başlı grupların kısmi de olsa böyle bir deste
ği elde ettiği söylenebilir.
Kitleselleşme ya da yaygınlaşmanın siyasal etkiye yol açmadığının en iyi
örneği, sosyalist hareketin 12 Eylül öncesindeki durumudur. Sosyalist hare
ket, en yaygın kitleselliğe bu yıllarda ulaşmış, toplumun her kesiminde ve
ülkenin her yanında taraftar edinmiş, ilgi görmüştür. Mahallelerde, okul
larda, fabrikalarda, köylerde... günlük yaşamda doğrudan kendini hisset
tiren faaliyetler yürütmüştür. Ancak siyasal düzlemdeki etkisi, hükümet
ler üzerinde bir baskı gücü oluşturmak anlamında bile, son derece zayıftır.
1970’lerde hükümetlere etki eden, baskı gücü oluşturabilen yegâne güç, si
yasi bir örgüt olmayan DİSK’tir. DİSK bu yüzden hem Milliyetçi Cephe hü
kümetlerinin hem de CHP’nin hedefindeydi. Konfederasyonun en güçlü
sendikası Maden-lş’i elinde tutan TKP, iki yıl DİSK’i yönetti ve birçok sen
dikada etkinlik kurdu; yüz binlerce üyesiyle DİSK, İ9 7 8 ’e kadar neredey
se TKP ile özdeşti. Binlerce üyeli gençlik örgütü İlerici Gençler Derneği,
DİSK’in hizmetindeydi. DİSK, 1 Mayıs’ların sahibi ve tertipçisiydi. O hare
kete geçtiğinde, herkesi peşinden sürüklüyordu. Çünkü o, yönetimi hakkın
da ne denirse densin, herkes için sonuçta harekete geçen sosyalizmin özne
si işçi sınıfının kendisiydi. 1974-78 döneminde hatırlarda kalan kitlesel po
litik protesto ve direnişler de DİSK’e aitti. Eğer sosyalist hareketin, 1970’li
yıllardaki iktidar ya da hükümetler üzerinde bir siyasal etkisinden söz edi
lecekse, bu konuma yalnızca bir örgüt olmayan DİSK ulaşabilmişti. DİSK’te,
TKP, TİP, SDP gibi sosyalist gruplar dışında Devrimci Yol ile Kurtuluş, an
cak 1980’e doğru diğer eğilimlerden sosyalist sendikacılarla birlikte bir mu
halefet grubu oluşturabildi.
Farklı bir düzlemde de olsa Fatsa’nın benzer siyasal etkilerinden söz edi
lebilir.
Sosyalist hareket, iktidar ya da hükümetler açısından, toplumdaki hege
monyalarını sarsan genel istikrar bozucu ya da potansiyel tehdit unsuru ola
rak ele alınmıştır. Resmi değerlendirmelerde, sol grupların stratejileri ve gö
rüşlerinden çok “Kürt sorunu”, “Ermeni sorunu” gibi konularda ne düşün
dükleri çok daha önemli bulunmuştur.54
Siyasal savaşımda bu ters orantılı gelişmeyi paradoksal olarak sağlayan
nesnellik ülkenin “iç savaş” haliydi. MHP’ye bağlı ülkücü hareketin “komü
nizmle mücadele” diye sola karşı şiddet temelinde başlattığı savaş, sosyalist
54 Bu konuda bkz. Terör ve Terörle Mücadelede Durum Değerlendirmesi, Başbakanlık Yayınlan, An
kara, 1983.
hareketin taraf olmaktan kaçamayacağı türdendi. Ülkücü komando grupla
rı en az beş altı yıl öncesinden kamplarda komünistleri tepelemek üzere so
kak savaşı için militan gruplar yetiştirmişti. Yakın dövüş tekniklerden si
lah eğitimine bir çeşit “komando” eğitimi görmüşlerdi. Tabanca, bıçak, de
mir çubuklar, sopalarîa donanmış olarak kalabalık gruplar halinde ilk sal
dırılarını öğrenci yurtlarına (1974 Mart’ında İstanbul’da AÖS, Kadırga, Si
te) yaptıklarında, henüz sosyalist örgütlerin hiçbiri ortada yoktu. Aynı yı
lın sonunda da öğretim yılının başlamasıyla birlikte üniversitelere saldırı
ları da başladı (1974 Kasım, ODTÜ, Hacettepe, İTÜ). Siyasal eğilimlere bö
lünmemiş solcu öğrenciler, bu saldırılara karşı koymaya, tedbirler almaya,
zamanla da aynı şekilde silahlanmaya başladılar. Özsavunma temelli bu du
ruş belki de faşist hareketin öngöremediği bir şeydi. Saldırılar solcu öğrenci
hareketini küçültmek bir yana büyüten bir etki yarattı. Kuşkusuz siyasal bir
stratejinin parçası olan bu saldırılar iki-üç yıl içinde üniversitelerden ma
hallelere, fabrika, köylere yayıldı, sosyalist hareketi de okul okul, mahalle
mahalle savaşımın içine çekti. Antifaşist mücadele, solun her renginin gün
demine girdi. Her geçen gün şiddeti artan, milyonlarca insanın taraf oldu
ğu, günlük hayatı doğrudan etkileyen bir savaştı bu. Sosyalist hareketin çe
şitli eğilimlerinin şu ya da bu biçimiyle yer aldığı bu savaş, toplumun “sağ-
sol” diye ayrıştığı ancak devletin (hükümet, ordu, polis vb.) doğrudan için
de yer almadığı, bir tür sivil savaş; sivil alanda süren bir hegemonya savaşı.
Savaşan güçlerin okul, işyeri, mahalle vb. lokal zaferlerle faşistlerden ya da
komünistlerden “kurtarılmış” “mevziler” yarattığı, siyasal iktidar alanı dı
şında bir savaş...
Antifaşist mücadelede güçlü bir konum elde etmiş Devrimci Yol’un Fatsa
deneyimiyle bu savaşın değişik düzlemlerine göz atmak öğretici olabilir. Fa
şist hareketin şiddet temelinde solcuları sindirerek bu solcu ilçede egemen
lik kurma çabası, diğer pek çok yerde olduğu gibi ters sonuç yarattı ye “ak
tif mücadele” perspektifi solcuları ve sola eğilimli halkı bir direniş cephesin
de birleştirdi. Sonrasında ne olabileceği, bir halk önderi olan terzi Fikri’nin
belediye başkanlığım kazanmasıyla ortaya çıktı. Bu birkaç açıdan önemliydi,
en başta devrimcilerin faşistlerden arındırdıkları bir yerde ne yapmaları ge
rektiğine cevap oluşturuyordu. İkincisi, her şeyi devrimden sonraya ertele
me anlayışının hâkim olduğu sola yeni bir pencere açıyordu. Üçüncüsü ba
rışçıl, barışçıl olmayan, yasal, yasadışı vb. araçların birlikte var olabileceğini
gösteriyordu. “Aktif mücadele", yasallığm ötesinde meşruluk kazanmış öz
savunma hareketiydi ve yasal yollarla bir yerel yönetim zaferine temel sağla
mıştı. Devrimci Yol siyaseti açısından, deneyim, faşist harekete karşı önerdi
ği “direniş komiteleri”nin içerdiği bir sonuçtu. Ama bu önerinin boşta bırak
tığı şeyler ya da genel antifaşist mücadele ile siyasal mücadele ilişkisi konu
sundaki kafa karışıklıkları, ondan sonra başgösterdi. Sekiz dokuz ay kadar
süren bu yerel yönetim deneyimi, antifaşist mücadelenin siyaset alanına geç
tiği yerdi ve devleti (hükümeti, ordusu ve polisiyle) karşısında buldu. Dev
letin zoru karşısında direniş komitelerinin hazır olmadığı anlaşılıyordu. Bu
deneyime yakın tarihlerde yakıştırılan “Paris Komünü” ya da “devrim” gibi
olgular, bir ayaklanmayı ve onun sembolü sayılan barikatları ya da ona ben
zer hareketleri öngörür. Böyle şeyler görülmedi. Ama hareket, operasyon ve
tutuklamalardan sonra kendi doğal yapısı içinde dağlara sığınıp yeni türde
bir direniş hareketine doğru evrildi. Bu, “antifaşist mücadelenin” dolayım-
lı alanından tamamen çıkmış, yerel yönetimin siyaset düzlemini de aşmış,
daha ötede ve doğrudan bir siyaset alanıydı. 12 Eylül’de benzer yöntemler
le ezilmiş Yeni Çeltek’teki işçi merkezli halk hareketiyle de buluştuğu yerdi.
Ancak bu direniş hareketi, “teslimiyet”, “cesaretsizlik” vb. gibi değerlendir
melerle açıklanamayacak tarihsel-ideolojik nedenlerle süremedi.
“Antifaşist mücadele”, siyasal mücadeleyle bu paradoksal ilişkisine kar
şın, siyasal hareketlerin yayılmalarını kolaylaştıran nesnel bir etkendi. Si
yasal hareketler, bu alandan uzak kaldıkları ya da yeterli olamadıkları öl
çüde, kitleselleşme imkânlarını kaybettiler. Bunun zıt kutuptaki iki örneği,
TİP, TSİP gibi yasal partilerle antifaşist mücadeleyi siyasal mücadelenin sap
tırılması gören silahlı örgüt MLSPB’ydi. TKP’nin de şiddetin doruğa çıktığı
1979-80 sürecinde gerilemesinde ve işçi hareketinde Devrimci Yol, Kurtu
luş, TDKP’nin güçlenmesinde, TKP’nin provokasyon olarak gördüğü faşist
hareketle çatışmaktan kaçınması başlıca rolü oynadı. Devrimci Sol’un “en iyi
savunma saldırıdır” anlayışıyla geliştirdiği “caydırıcı” “devrimci şiddet” öne
risi ve eylemleri gelişmesinde başlıca etkendi.
55 Bu bölünmelerin ağır bir faturası olan 1 Mayıs 1977 katliamında Devrimci Yol’un tutumu
önemlidir. Sonrasında bir kontrgerilla operasyonu olduğu açığa çıkan katliamın hemen ertesin
de bazı günlük gazeteler, sorumluluğu “Maocu-Leninci çatışm asına ya da “Maoculara” yıkmış
silahlı eylem grup özellikleriyle rakip bile sayılmayacak “kitleden kopuk”,
“goşist” gençlik gruplarıydı. Fakat Devrimci Yol zorlu bir rakip olarak gö
rülüyordu; TKP çizgisiyle özellikle güncel politikanın temel sorunu olan fa
şist teröre karşı tutum konusunda ayrışıyordu. Devrimci Yol, faşist saldırıla
ra aktif bir karşı koyuşu gerekli görüyor ve bir devrimci iktidar alternatifi ya
ratılmasını savunuyordu; buna karşın TKP faşistlerle kavgayı oyuna gelmek
olarak görüyor, faşist tırmanışın üstesinden MC partilerine karşı CHP ile ku
rulacak ittifakla gelinebileceğini düşünüyordu. TKP açısından, tersi politika
larla yürüyen Devrimci Yol’la daha baştan “Maocu bozkurt’Tar kadar olmasa
da düşmanca bir ilişki söz konusuydu. Örneğin 1976’da TKP’liler, DİSK’in
öncülük ettiği DGM’lere karşı mücadele kampanyasında Dev-Genç’in des
tek amaçlı bağımsız mitingi ile Ocak 1978’deki “Halkın Devrimci Talepleri
Mitingi”ni katılmmaması gereken, “provokatif” eylemler olarak gördüler.56
Devrimci Yol da, öncelikle faşist saldırılara karşı koymayarak “teslimiyete”
yol açan, “CHP hükümetine bel bağlayan” ve solun bir bölümünü “düşman”
gören Sovyetik gruplara eleştiri oklannı yöneltti. Bu gruplan, “antifaşist ey
lem birliği platformunun engelleri” olarak niteledi. Karşılıklı sert üslup, kav
galara dönüştü. 1976’da Dev-Gençliler, İGD’nin İstanbul Şubesi’ni bastılar,
buradakileri dayaktan geçirdiler. TÖB-DER’in genel kurullannda iki grubun
taraftarları arasında kavgalar çıktı. Bu gerilim dergilerinde de yer verdikleri
olaylarla ülkenin pek çok yerinde tekrarlandı. Kavgalar sonraki yıllarda da
sürüp gitti. 1980’de İGD’liler, taraftarlan olan bir öğretmenin Devrimci Yol-
cularca öldürüldüğünü iddia etti.57
DGDF’nin kuruluşu nedeniyle yapılan bir söyleşide Başkan Mehmet Ali
Yılmaz’m sözleri TKP’ye duyulan kızgınlığı yansıtıyordu:
Fakat 1GD gibi tek bir görüşün oluşturduğu, tekkecilik zihniyetine dayanan
demekler kesinlikle federasyona alınmayacaklardır. Bu tekkeciler gençlik ha
reketinin antifaşist, antiemperyalist eyleminin birliğini bozduğu içitı de ke
sinlikle mahkûm edilmeleri gerekiyor.58
tı. Aynı şeyi DİSK, TİP yöneticileri ve TKP de yapıyordu. Katliamın nasıl gerçekleştiği ve kimle
rin sorumlu olduğu konusunda bizzat mitinge katılan on binlerce kişi dahil herkesin kafasının
karışık olduğu sırada Devrimci Yol bunun “CIA, MİT, kontrgerilla”nın katliamı olduğunu yaz
dı. Şöyle deniyordu: “Maoculuk edebiyatına hız verenler buıjuva basını ile aynı ağzı kullanmak
tan gocunmayabilirler. Fakat biz devrimciler, bizzat revizyonistler [TKP, TİP, TSİP, DİSK kas
tediliyor - V.E.] tarafından da körüklenen, faşist cinayetleri ‘Maocu-Leninci çatışması’ şeklinde
örtbas etmek isteyen kampanyaya 1 Mayıs katliamım alet ettirmeyeceğiz.’’ Devrimci Yol, sayı 2,
15 Mayıs 1977.
56 TKP, TİP, TStP’liler 1978’e kadar meşru bir kitlesel muhalefetin DİSK, TÛB-DER gibi kitle ör
gütlerinin öncülüğünde yapılması gerektiğini, diğer tür girişimlerin faşistlerin saldınsına açık
olduğunu ileri sürüyordu.
57 Hakkı Ûznur, Derin Sol, Cilt 1, s. 462.
58 Devrimci Gençlik, sayı 12, Eylül 1976.
Devrimci Yol ile TKP’nin faşizme karşı mücadele ve CHP ile ilişkiler ko
nusundaki farklılıkları, 1975-80 döneminde sosyalist solda görülen belki de
en anlamlı ve gerçek politik ayrışmaydı. Ayrışmanın taraflarını, Devrimci
Yol aleyhine CHP’ye, sosyal demokratlara ya da bazı sol aydınlara kadar ge
nişletmek mümkündü. Bu yelpazenin ortak yaklaşımı, MC partilerinin itti
fakının MHP kaynaklı gelişen faşist hareketi bir CHP hükümetinin engelle
yebileceğiydi.
Devrimci Yol’un giderek gençlik sınırlarını aşarak, toplumun çeşitli ke
simlerinde ve Anadolu’da destek bulması, ayrıca tabanını da etkilemesi CHP
için rahatsız ediciydi.59 1978’de CHP azınlık hükümetinin kurulmasıyla bu
rahatsızlık daha belirgin bir hal aldı. CHP yönetimi çok daha önceden mesa
fe koyduğu sosyalist solun bir bölümünü “sağ-sol çatışmasını önleme” prog
ramı kapsamında bu kez “terörist” kategorisine soktu.60 TKP, TİP, TSİP,
TİKP ve DİSK’in, basındaki sosyal demokrat ya da bazı sol yazarların des
teklediği bu görüş, Devrimci Yol’un da aralarında bulunduğu, faşist hareke
tin yaşam alanlarında şiddet ile egemenlik kurma girişimine karşı duran sos
yalist gruplan gayrimeşru ilan ediyordu. Tartışma “sağ-sol çatışması”, “sağ
terör”, “sol terör”, “bireysel terörizm” kavramları çerçevesinde yürüyordu.
Ecevit, solun eylemsizlik sürecine girerek hükümeti bir faşist darbe tehli
kesine karşı desteklemesini istiyordu. Öyle ki, 16 Mart 1978’de, 7 öğrenci
nin katledildiği İstanbul Üniversitesi’ndeki saldınnın ardından gelişen pro
testo gösterilerini, hükümeti yıkmak isteyen güçlerin tuzağına düşmek ola
rak yorumladı. DİSK’in 20 Mart’ta katliamı protesto amaçlı 2 saatlik “Faşiz
me ihtar” genel grevini de yasadışı ilan edip soruşturma açtırdı. Devrimci
Yol ise Ecevit hükümetinin, antifaşist güçlerle birlikte faşist ve egemen güç
lere karşı tutum almak yerine sürekli tavizler vererek tersini yaptığını ve 12
Mart sürecinde halk muhalefetini bastıran “Nihat Erim rolü”ne sürüklendi
ğini savunuyordu. “Bireysel terörizm”, “sağ-sol çatışması” nitelemelerini de
bir yönüyle “gemi azıya almış faşist terörü” gölgeyen diğer yönüyle de anti
faşist mücadeleyi “terör” kefesine koyan bir yaklaşım olarak reddediyordu.61
59 Buna Kurtuluş, Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu gibi kitlesel gruplar da dahildi.
60 Ecevit hükümetinin kuruluşundan bir ay sonra, Şubat ayında, Emniyet Genel Müdürlüğü’ne ait
olduğu belirtilen ve büyük gazetelerde yer alan genelgede, Dev-Yol grubunun kendinden olma
yan gruplara, emniyet ve ordu mensuplarına, karakollara saldırılar düzenleyeceği belirtiliyor
du. Devrimci Yolcular, bunun kendilerine yönelik “karanlık bir tertip” olduğunu açıkladılar ve
İçişleri Bakanlığı’na kadar çıktılar. Bakan, genelgeyi yalanlıyordu, ancak Hürriyet, Tercüman gi
bi gazeteler, bu genelge üzerinden yayınlar yapmıştı. Devrimci Yol, sayı 15, 21 Şubat 1978.
61 Devrimci Yoî’un 24 Ekim 1978 tarihli 23. sayısında Cumhuriyet yazan Uğur Mumcu’ya yöne
lik eleştirel bir yazıda şöyle deniyordu: “Faşist terörün her namuslu insan hayatını tehdit altı
na alan bir azgınlığa ulaştığı bir dönemde, Cumhuriyet Gazetesi ve Uğur Mumcu, faşizme karşı
mücadele saflarında yer almaları gerekirken ne idüğü ve kime hizmet ettiği belirsiz (daha doğ
rusu belli!) bir ‘terörizme karşı mücadele’ kampanyası yürütüyorlar. Marksizm-Leninizmin bi-
Ecevit hükümeti döneminde sürüp giden bu tartışmalar içinde Devrimci Yol,
solcu çevrelerin biricik gazetesi görünümündeki Cumhuriyet’i 15 gün sürey
le boykot etti. 25 Eylül-9 Ekim 1978 tarihleri arasında süren bu boykot kam
panyasının gerekçesi şöyle açıklanmıştı:
reysel terörizme ne kadar zıt olduğunu ispatlamaya çalışıyorlar; bu yolla, faşist saldırılar karşı
sında tam bir meşru ve haklı bir savunma durumunda bulunan devrimcilerin her türlü anti-fa-
şist direniş eylemini mahkûm etmeye çalışıyorlar.
Bu tutumun, faşist saldırganlan aklamaya, onların halk düşmanlıklarının üstünü külleme-
ye, yaşanılan gerçekleri bulandırmaya çalışan Hürriyet Gazetesinin tavrından hiçbir farkı ol
mayan bir tavır olduğu iyi bilinmelidir. Ortada birtakım teröristler var. Hem sağda, hem sol
da. ‘Anarşi’yi bunlar yaratıyorlar. Bunlar temizlenirse, bunların elindeki silahlar alınırsa her-
şey düzelecek.
U. Mumcu’nun sahip olduğu bakış açısı olaylanjı nedenini nerdeyse tabancaların varlığına
bağlıyor. (En mühim mesele şu silah kaçakçılığının önlenmesi meselesi!) Televizyondaki ‘ünlü’
konuşmasında da herkesi silaha karşı çıkmaya çağnyordu. U. Mumcu, halkımızın, Bahçeliev-
ler’de katledilen TİP üyeleri gibi tamamen savunmasız bir durumda kalmasını mı istiyor? (Fa
şistler nasıl olsa onun lafını dinlemez. Oysa halkımızın içinde -h â lâ - U. Mumcu’nun çağrısına
uyacak bazı saf kişiler bulunabilir!) Eğer bir avuç faşist köpeğin koca bir halkı teslim alması is
tenmiyorsa bu türlü darkafahlıklardan kurtulunmahdır.
Ülkemizdeki yaşanan gerçekleri, ‘bireysel terörizm’, ‘şiddet eylemcileri’, ‘terörizme karşı mü
cadele’ gibi buıjuva safsataları ile çarpıtmaktan vazgeçilmelidir. Çünkü sorun, silahlar değil, si
lahların arkasındaki siyasettir. Bütün bir emekçi halkı teslim almaya yönelen silahlı zorbalar
la, eline ne geçirebilirse onunla, dişiyle tırnağıyla zalimlere karşı direnen halk güçleri bir tutu
labilir mi?
Daha ötesi, ‘bireysel terörizm’den sözettin mi, faşist saldırıların arkasındaki sömürücü sınıf
lan ve onlann siyasetlerini gözardı ediyorsun demektir. Herşeyden önce, faşist saldın ve kat
liamlar bireysel teröristlik olarak gösterilemez. Faşist güçler örgütlü ve sistemli bir hareketin
bir parçası olarak saldınyorlar. Bombayı atan, silahın tetiğini çekenler tek tek kişiler olabilir
ler. Ama onlar örgütlüdürler. Resmi-sivil, gizli-açık, örgütleri ve partileri vardır. Örgüdü ve sis
temli, bir siyasi hareketin bir parçası olarak teröre başvuruyorlar. Mücadele edilmesi, yıkılması
gereken şey bu faşist terör hareketidir. Yoksa, sorunu ‘bireysel terörizme ve şiddet eylemcileri
ne karşı mücadele’ olarak göstermeye kalkarsan, karşısında sadece (zaman zaman faşist hareke
tin kendisinin de öldürmekten çekinmediği) Cengiz Ayhan gibi 5-10 dengesiz serseriden başka
kimseyi bulamazsın ve bunlann bir kısmının yakalanıp hapsedilmesiyle de işlerin halledildiğini
sanırsın. Oysa faşist hareket, bunlann yerine yenilerini bulmakta hiçbir güçlük çekmez. (...) Ül
kemizde faşist güçlerin bütün bir emekçi halkı yıldmp-teslim almaya yönelik saldınlan ve bü
tün emekçi halk güçlerinin buna karşı direnişlerinden oluşan çatışmalann, ülkemizde bir iç sa
vaş doğrultusunda derinleştiği herkesin görebildiği, bir şeydir, lktidan alacak bir durumda bu-
lunmamalanna rağmen, devrimcilerin bu çatışmalara karşı çıkması ve hükümetten bu ‘anarşiyi’
önlemesini beklemesi düşünülemez.
(...) Bugün ülkemizde son derece önemli günler yaşandığı bir gerçektir. Sadece Marksistle-
rin değil, bütün yurtsever-aydın kişilerin tutarlı bir anti-faşist tutum içinde bulunması gereki
yor. Kimse, Marksizmin, ‘bireysel terörizme’ ve ‘şiddet eylemciliğine’ ne kadar karşı olduğu üze
rine konferanslar vererek kendi evinin kapısının çalınmasını bekleme hakkına sahip olmama
lıdır. Her dürüst ve yurtsever insan, gerçekten boş laflan bir yana bırakarak, bütün halkımızın
faşist terör hareketi karşısındaki direnme hakkını en yürekli bir şekilde savunmalıdır. Barış ha
yalleri yaymaktan vazgeçmelidir.
Faşist güçler bütün bir halka karşı acımasız bir yok etme ve yıldırma savaşı yürütüyorlar. Bu
savaşı ya onlar kazanacak, ya da halk kazanacak. Bu gerçeği anlamak için, Doğan Ûz’leri, Bed
rettin Cömertleri ve daha dün Karafakioğlu’nu öldüren silahın namlusunu alnımıza doğrultul
muş olarak görmek mi gerekiyor?”
Cumhuriyet gazetesi belli bir süredir Ecevit hükümeti tarafından gündeme ge
tirilen ve açıkça halkımızın çıkarlarına ters düşen tüm uygulamaları olumla
ma, hatta rasyonalize etme çabalan içine girmişti. Cumhuriyet, ‘ilerici’ ve ‘sol’
görüntü ile Ecevit hükümetinin halklanmızın çıkarlarına ters düşen tüm uy-
gulamalan için kamuoyu oluşturma görevi yüklenmişti.62
65 “Direniş Komiteleri aşağıdan yukarıya doğru giderek daha genişçe alanları kapsayacak şekilde
kademeli olarak merkezileştirilmelidir. Bu çaba, ülke çapındaki bir Birleşik Direniş Cephesinin
oluşturulmasının en önemli halkalarından biri olacaktır. Direniş Komitelerinin ve Silahlı Dire
niş Birliklerinin oluşturulması ve ülke çapında merkezileştirilmesi, proletaryanın öncü savaşçı
partisinin rehberliğinde faşizme karşı halkın zaferini gerçekleştirecek bir Silahlı Direniş Hare
ketinin oluşturulmasında önemli bir yer tutacaktır.” Direniş Komiteleri ve Faşizme Karşı Müca
dele broşürü.
Sadece bu değildi, kitlesel protestolarda hareket kendi başına, ancak taraf
tarlarını seferber edebiliyor, örneğin asla TÖB-DER’in öncülük ettiği Türki
ye’nin çeşitli illerinde gerçekleştirilen kitlesel “Faşizmi ve Pahalılığı Protes
to Mitingleri” ya da DİSK’in öncülük ettiği DGM’ye karşı kampanyalarda ol
duğu gibi iz bırakan genel direnişlere dönüştüremiyordu. Daha çok birkaç
yüz kişiden birkaç bin kişiye değişen eşzamanlı bir kentin ya da ülkenin et
kin olunan değişik bölgelerinde gösterilerdi söz konusu olan. Bu eylemlere
bazı özel dönemlerde üniversite, yüksekokul ve liselerde forumlar, boykot
lar, işgaller de eşlik edebiliyordu.
1980 yılının 1 Mayıs’mda örgüt, gücü olduğu her yerde, bu tarz onlarca
gösteri gerçekleştirdi. En güçlü olunan Ankara’da 5 semtte katılımın 800 ki
şiden 1.000 kişiye değiştiği dört gösteriden Devrimci Yol’da söz ediliyordu.
Tuzluçayır, Piyangotepe, Dikmen, Şentepe, Güventepe semtlerinde akşam
saatlerinde eşzamanlı bu gösteriler, polis ya da jandarma müdahalesine karşı
silahlı militanların güvenliği altında, ateşler yakılarak, sloganlar ve pankart
lar asılarak yapılmış, bazılarında silahlı çatışmalar çıkmıştı. Gösterilerin İs
tanbul’da daha sönük olduğu anlaşılıyordu, 7 ayrı semtte, diğer siyasi grup
larla birlikte 50 kişiden 300 kişiye kadar değişen sayılarda korsan gösteriler
yapıldığı yazılıyordu. Ülkenin çeşitli yerlerindeki yasal ya da yasadışı göste
rilere katılımın en çok 40-50 bin kişi civarında olduğu anlaşılıyordu.
1979 Aralık’ındaki Seçimin boykotu, siyasal etkinin ölçülebileceği bir baş
ka kampanyaydı.
Seçim boykotunda Devrimci Yol, Halkın Kurtuluşu ve Halkın Birliği ile it
tifak yaptı.
Boykot gerekçesi şöyle açıklanıyordu: “Seçimler sıkıyönetimin faşist baskı
politikalarına karşı direnişin yaygınlaştırılması ve halkın kendi iktidar alterna
tifinin ortaya konulması noktasından ele alınmalıdır. Bu açıdan yaklaşıldığın
da, bu siyasetin hayata geçirilmesi için bugün en uygun yol seçimlerin boykot
edilmesidir.”66 Devrimci Yol, “faşizmle uzlaşmak”, “yeni baskı politikalarına
yönelmek”le “halka ihanet eden” Ecevit hükümetinin son olarak Maraş katlia
mının ardından 13 ilde sıkıyönetim ilan etmesini “yeni bir dönemin başlangı
cı” görüyordu. Ecevit, sıkıyönetim isteyen faşist güçlere “teslim olmuş”, daha
önemlisi “açık faşist rejim” için kapıyı aralamıştı. Artık faşist güçler “açık fa
şist rejime doğru zorlamaya” başlayacaktı. “Bugün artık sorun” “sol görünüm
lü bir hükümet aracılığıyla sürdürülen baskı döneminin” “ne kadar devam
edeceği”, “açık faşist rejime doğru ne şekilde gelişeceği ve bu gelişmenin ön
lenip önlenemeyeceği”ydi.67 “Bugün, CHP hükümeti altındaki tüm baskı poli-
66 “Namluların Gölgesindeki Seçim Aldatmacasına Hayır! Tek Yol-Tek Alternatif Halkın Kendi İk
tidarıdır”, Devrimci Yol, sayı 30, 3 Eylül 1979.
67 “Sıkıyönetim, Gelişmeler ve Faşizme Karşı Yeni Görevler”, Devrimci Yol, sayı 26, 5 Ocak 1979.
tikalanna ve sıkıyönetimin bütün demokratik haklarımızı gasp etmesine karşı
mücadelenin asıl anlamı ve değeri, bu mücadelenin bir açık faşist rejime geçi
şe karşı mücadelenin vazgeçilmez bir parçası olmasındandır.”68
Devrimci Yol, derneklerin kapatıldığı, toplantı ve gösterilerin yasaklan
dığı, devrimcilerin tutuklandığı ve ifade özgürlüklerinin engellendiği sıkı
yönetim uygulamaları altında bir seçimin “demokrasi oyunu”ndan başka
bir şey olmadığını söylüyordu. Geçen dönem içinde “milyonlarca emekçi
nin gözünde seçimlerin hiçbir şeyi değiştirmediği”69 ortaya çıkmıştı. Şartlar
“halkın kendi devrimci iktidar alternatifini vurgulamak” açısından “son de
rece elverişli”ydi.70 “Halkın iktidarı” kavramı da, direniş komiteleri bünye
sinde “somutlanmalı”ydı.71 Kampanyanın afiş ve pankartlarını “Namluların
gölgesindeki seçim aldatmacasına hayır”, “Tek yol-tek alternatif halkın ken
di iktidarıdır” sloganları süslüyordu.
14 Ekim 1979’daki senato üçte bir yenileme ve milletvekili ara seçimi sos
yalistlerin güçlerinin sınandığı önemli bir seçimdi. TİP, TSİP, SDP gibi parti
lerin yanı sıra TKP, Kurtuluş, Emeğin Birliği gibi sosyalist gruplar da bağım
sız adaylar yoluyla katılmıştı bu seçime. Bunların aldıkları oylar sosyalistle
rin etkiledikleri güçler hakkında fikir veriyordu. Boykotun etkisi ise spekü
latifti. Seçimden yüzde 12 oy kaybıyla yüzde 29’a düşmüş (1977 genel se
çimlerinde yüzde 41,3) CHP kesin yenilgiyle çıkmıştı. AP yüzde 8 oy artışıy
la yüzde 46’ya yükselmişti. MSP yüzde 1 civarında oyunu artırmış 4 senatör
lük elde etmişti, MHP’nin de küçük bir oy kaybı vardı ve 1 senatörlük almış
tı. Seçimlere katılım ise 1977 seçimlerine göre yüzde 3 düşüş göstermişti.72
Devrimci Yol ise 32. sayısının kapağında iri puntolarla seçim sonuçlarını
şöyle değerlendirdi:
68 A.g.y.
69 “Namluların gölgesindeki Seçim Aldatmacasına Hayır! Tek Yol-Tek Alternatif Halkın Kendi İk
tidarıdır”, Devrimci Yol, sayı 30, 3 Eylül 1979.
70 A.g.y.
71 A.g.y.
72 “14 Ekim 1979 Cumhuriyet Senatosu Üyeleri Üçte Bir Yemleme ve Milletvekili Ara Seçimi So
nuçlan”, DİE Yayın No: 908.
Bu değerlendirmelerden sadece sonuncusu belki gerçeğe kısmen yaklaşı
yordu. Öte yandan boykotun siyasal etkisinden, AP lideri Süleyman Demi
rci'm Cumhurbaşkanı’na çıkarak seçim güvenliği konusunda endişelerini
dile getirmesinden ve seçim günü olağanüstü askeri ve polisiye önlemlerin
alınmış olmasından yola çıkarak bahsedilebilirdi.
Devrimci Yol, iktidara karşı güçlü protesto hareketlerinden tek başına ba
şarılı sonuç alamayacağının ve bu güçten uzak olduğunun farkındaydı. Cep
hesel nitelikte “birlik”ten yanaydı ve sık sık birlik çağrılan yapıyordu. Özel
likle “açık faşizme geçiş” olarak gördüğü sıkıyönetim sürecinde “faşizme
karşı birleşebilecek bütün güçlerin birleştirilmesi ve ortak eylemin örgütle
nebilmesi devrimcilerin önünde duran en acil bir görev olmaktadır,”73 di
yordu. Rejimle uzlaşma halinde gördüğü TKP, TİP, TSİP ve TİKP’i böyle-
si birliğin dışında tutuyordu. 1 Mayıs 1980 direnişi için, güç birliği çağrısı
na katılan gruplar, Devrimci Yol’un, birlikte hareket edebileceğini düşündü
ğü gruplardı aynı zamanda. Toplantılara Halkın Kurtuluşu, Devrimci Sol,
Sosyalist Vatan Partisi, Kurtuluş, Birikim, Devrimci Halkın Birliği, Devrimci
Halkın Yolu, Ala Rızgari katıldı. DHB, DHY ve Kurtuluş daha sonra toplan
tılardan çekildi. Devrimci Yol’un kısmen istikrarlı bir eylem birliğini Halkın
Kurtuluşu’yla 1979-80 arasında sürdürebildiği gözlemleniyordu.
Sosyalist solun yukarıda sıralanan gruplarıyla işbirliği güçlü bir sosya
list muhalefet için hayli yetersizdi, ancak bu bile, Devrimci Yol dahil, sos
yalist solda hâkim, rekabetçi-sekter yaklaşımlardan ötürü olanaksızdı. Her
kes, kendisini proletaryanın öncüsü, temsilcisi görüyor, kendi öne sürdüğü
ilkelere diğerlerinin katılmasını bekliyordu. Bu sekter yaklaşım günlük mü
cadelede, sol içi çatışmalara varıyordu. Her ne kadar Devrimci Yol, sol içi ça
tışmaları eleştirse de, etkin olduğu yerlerde diğer gruplara siyaset yaptırma
mak, saldırılar düzenlemek ve cinayet işlemekle suçlandı, TKP’liler, Halkın
Kurtuluşçuları, Kurtuluşçular tarafından. Sol içi çatışmalarda taraftarlarını
kaybetmiş, karşı gruplardan insanların ölümüne yol açmıştı.74
Bu çatışmalardan en yaygını ve önemlisi 1980 Haziran’mda Kurtuluşçu-
larla neredeyse bir hafta süren iki kişinin ölümü, pek çok kişinin yaralanma
sıyla sonuçlanan çatışmalar zinciriydi. İki grup arasındaki suçlamalar 1 Ma
yıs kutlamalarına ilişkin fikir ayrılıklarıyla şiddetlenmişti, Devrimci Yol Kur-
tuluş’u güç birliği platformundan ayrıldığı için “bozgunculukla, Kurtuluş
Devrimci Yol’u DİSK’in kampanyasını “sabote” etmekle suçluyordu. Bu ge
rilim 3 Haziran’da bir Kurtuluşçu’nun fevri nedenlerle Devrimci Yolcu ola
73 “ABD-Türkiye ilişkileri ve Artan Sıkıyönetim Terörü”, Devrimci Yol, sayı 28, 25 Mayıs 1979.
74 Ayrıntılar için bkz. Hakkı Öznur, Derin Sol, Çatışmalar-Cinayetler-İnfazlar 2 cilt, Alternatif Ya
yınlan, Ankara, Ekim 2004. Kitap farklı amaçlarla yazılmış olsa da sol içi çatışmalann etraflı bir
derlemesi niteliğindedir.
rak bilinen bir kişi tarafından tabancayla öldürülmesiyle tırmandı. Kurtuluş,
Devrimci Yol’u bu tür saldırılara sessiz kalarak, saldırganları koruyarak teş
vik ettiği gerekçesiyle sert bir şekilde eleştirdi. Günlerce süren çatışmalar iki
grubun Ankara’da ayrı ayrı kampanyalarla andıkları 15-16 Haziran işçi dire
nişinin yıldönümü etkinliklerinde başladı, Antalya’ya da yayıldı.
12 Eylül
12 Eylül askeri darbesi teorik modeli bakımından Devrimci Yol için sürpriz
değildi. Mahir Çayan’m görüşlerine uygun olarak rejimi, “gizli ya da açık ic
ra edilen sömürge tipi faşizm” olarak görüyordu; askeri bir darbe siyasal ön
görüleri içinde yer alıyordu. 1978 Aralık’mda Ecevit hükümetinin 13 ilde
ilan ettiği sıkıyönetimi de “açık faşist rejime geçiş doğrultusunda çok önem
li bir gelişme”75 diye değerlendirmişti. Birkaç ay sonraki bir yazıda “Herkes
biliyor ki bugün Türkiye, bir askeri faşist diktatörlüğün eşiğine getirilmiş
tir ve bu egemen güçlerin gündemindeki siyasi programlarının başında yer
almaktadır”76 deniyordu.
Devrimci Yol, 12 Eylül öncesi son sayısında,77 darbe ihtimallerini de içe
ren iki yazıya yer verdi. Birincisi, “Faşizm ve İç Savaşta Ordunun Artırılan
Rolü”, İkincisi de “Ortadoğu ve Türkiye’de Durum ve ABD Çıkarları” baş
lıklı yazıydı.
İlkyazı “Cunta söylentilerinin son günlerde çok yaygınlaşmış olduğu”ndan
söz ediyordu, ama bu söylentilerin ciddiyetinden emin değildi:
Eğer bu söylentiler Ecevit gibi bililerini korkutarak bir şeyler yaptırtmak gi
bi bir maksatla çıkartılmış değilse, ordunun yönetime el koymasıyla işlerin
ve ‘anarşinin’ düzelebileceği şeklindeki ham hayallerin bir kısım yüksek rüt
beli subaylarca da paylaşılmaya başlandığına işaret eder... Ordunun yöneti
me doğrudan el koymasıyla Demirel’in istediği biçimde iç savaşa katılma
sı durumları arasında ne fark olacak? Demirel kendisi hükümette ohnak ko
şuluyla, ordunun, faşizm lehine olmak üzere istediğini yapmasını sağlamaya
çalışıyor ve bir dereceye kadar da başarılı oluyor. O halde darbe söylentileri
mesnetsiz de olsa, ordunun halka karşı savaşa giderek artan ölçüde sokulma
sı karşısında devrimcilerin görevleri açısından değişen fazla bir şey yoktur.
79 Bu sayı Devrimci Yol Ankara ana davası dışındaki tutuklamalarla ilgili bir dosya hazırlayan Unu
tulmasınlar Diye kitabına göre 1.558’di. Bkz. Unutulmasınlar Diye, Bireşim Yayınlan, İstanbul,
Temmuz 1993.
80 Can Dündar, Milliyet, 9-11 Ocak 2002 tarihli dizi röportaj.
gerçekleşmiş olmasının yarattığı tarifsiz acılar ve sıkıntılar düşünme süreçle
rimizi de etkileyip parçalamıştı. Belli bir ruh haliyle yurtdışına çıkanlar bütü
nüyle samimi duygularla Türkiye için bir şeyler yapılmasını istiyorlar ve bu
yönde deyim yerindeyse çırpmıyorlardı.81
sı İbrahim Sevimli, Uzun Bir Göç Öyküsü, Belge Yayınlan, İstanbul, Haziran 1993, s. 212.
82 Can Dündar, a.g.y.
dar uzanacak bu hat, gerillanın yaşaması için gerekli her türlü ihtiyacı sağ
layabilir görünüyordu.
Kır gerilla grubunun kendini profesyonelleştirdiği, silahlı eylemlere giriş
mese de, alenileştirdiği sırada yurtdışı örgütte Türkiye’deki 1983 seçimle
ri süreci, göçmenlik gibi çok başka nedenlerle görüş ayrılıkları baş gösterdi.
Tartışmanın iki tarafını oluşturanların da sonradan -önceki satırlarda değer
lendirmelerine yer verilen Taner Akçam ile İbrahim Sevimli ve yakın çevre
lerinin- 1982 Politik Hattı’nda cuntaya karşı bir direniş cephesinin kurulma
sı, özellikle de silahlı mücadelenin başlatılmasına ilişkin görüşlerde, üzerin
de anlaşsalar da, kuşkular taşıdıkları anlaşıldı.
Aynı sıralarda PKK da Suriye ve Lübnan’daki Filistin kamplarında eğitim
den geçirilmiş gerilla gruplarıyla silahlı mücadeleyi başlatma hazırlıkları ya
pıyordu, orada da görüş ayrılıkları çıkmıştı. PKK’nm Avrupa örgütünde de,
silahlı mücadelenin başlatılması ve örgütün aldığı yeni biçimle ilgili eleştiri
ler dile getiriliyordu.
Aslında iki örgüt de aynı nedenlerin ortaya çıkardığı aynı sorunlarla kar
şı karşıya kalmıştı.
Gelişmelere baştan beri yön veren liderlerin tercihleri büyük önem taşı
yordu. Ve burada örgütlerin liderleri olarak iki figür öne çıkmıştı: Taner Ak
çam ve Abdullah Ûcalan. Cuntaya karşı gerilla savaşı başlatma konusunda
anlaşmış, örgütlerim de buna göre dizayn etmiş bu iki lider karşı karşıya kal
dıkları sorunlara farklı tutum takındılar.
Gerilla savaşı için bir cephe gerisi gerekliydi ve bu cephe gerisi iki örgüt
için de aynı mekândı, Suriye ve Lübnan’daki Filistin kampları... Kamplar Su
riye’nin denetimindeydi ve 1982 yazında İsrail’in Lübnan’ı işgali ve Filistin
örgütlerinin bu ülkeyi terk etmesiyle birlikte Suriye’nin sunduğu kamp ola
nakları -silah temini, gizlice yapılan sınır geçişleri, askeri eğitim kampları
vb.- tek seçenek olmuştu. Suriye83 devletinin desteği istihbarat örgütü Mu-
haberat’m kontrolü ve izniyle olabilirdi ve öyleydi de. Suriye’yle işbirliği ol
maksızın burada varolmak olanaksızdı. Böylesi bir işbirliği ise örgütün ka
derini bir devletin konjonktürel çıkarlarına teslim edebilirdi. Taner Akçam,
bu süreci şöyle anlatıyordu:
Bütün bunların, başta Taner Akçam olmak üzere, silahlı mücadeleye ha
zırlanan Devrimci Yol yöneticilerini ciddi bir ikilemde bıraktığı anlaşılıyor
du. Cephenin kurulmasından 6-7 ay gibi kısa bir süre sonra, fiilen gerilla
savaşından vazgeçip yeniden tartışmalara başlamalarını hızlandıran faktör,
kuşkusuz, İsrail’in -cephenin kuruluşundan birkaç gün sonra- Lübnan’a
saldırısının başlamasıydı. Yönetici grup, 1983 baharında Suriye’den Avru
pa’ya kesin dönüş yaptı. Avrupa’daki tartışmalar 1982’de alınmış kararları
henüz kapsamıyordu, sadece Filistin kamplarının terk edilmesiyle cephe ge
risi Avrupa ile bağlantılı bir şekilde ülke içinde yaratılacaktı.
Abdullah Öcalan ise gerilla savaşında kararlıydı ve anlaşılan Suriye’yle iş
birliğini kabul etmişti. Örgüt içinde muhalifler, gerilla savaşıyla ilgili kuşku
yayanlar, ihanetle suçlanarak ya tutuklanıyor ya da öldürülüyorlardı. 1984
Ağustos’unda “silahlı propaganda” birliklerinin Şemdinli ve Eruh baskınla
rıyla gerilla savaşı başlatıldığı sıralarda Avrupa’da da muhalifler teker teker
bulunup öldürüldü.
PKK’nın muhaliflerine uyguladığı şiddete Devrimci Yol sert tepki göster
di ve tüm ortak çalışmaları durdurduğunu açıkladı. Cephe sona erdi. İki ör
güt arasındaki ilişkiler de gerginleşti. 1985’te gerginlik kavgalara ve cinayet
lere vardı.85 PKK, Devrimci Yol liderlerini “tasfiyeci bir sol oluşturmak” ve
“ihanet”le suçladı.
Suikastlar sırasında Devrimci Yol artık merkezi örgütsel yapısını yurtdı-
şmda da kaybetmişti. 1985 Mayıs’mda iki grup ortaya çıkmış, TanerAkçam,
bir örgütsel varlık olarak devam edilemeyeceğini, her şeyin köklü bir mu
hasebeden geçirilmesi gerektiğini söyleyerek, “doğal liderliği”ni de nokta
lamıştı.
Trajik durumda olanlar dağlardaki gerilla gruplarıydı. Kendi kaderlerini
doğrudan ilgilendiren tartışma ve kararlar kendi dışlarında alınmıştı. Tar
tışmalardan haberleri geç oldu. Yurtdışındaki arkadaşlarının cephe gerisini
oluşturmak için ülkeye geldiklerini düşünüyorlardı, oysa böyle bir çalışma
yoktu. Örgütün varlığına son veren fikir ayrılıklarını aylar süren çeşitli top
Aynı yazıda, teorik sorunlar “hiç değilse bir ölçüde aşılmadan”, “gizemli
ve katı örgütsel kalıplar, davranışlar ve ilişkiler dayatmak” doğru görülmü
yordu. Tartışma süreci, aynı zamanda, “tartışma kolektifleri” gibi “ilişkiler
sistemi”ni kurmaya da yarayacaktı. Birkaç yıl süren tartışmalar sonucunda
yasal bir parti kurulması kararlaştırıldı, bunun için Geleceği Birlikte Kuralım
89 “Bir Tartışma Platformu İçin: Ûn Notlar ya da Satırbaşları”, Tartışma Süreci Yazılan-1 , Bireşim
Yayınları, Beşinci Basım, İstanbul, Aralık 1992, s. 14-15.
Parti Girişimi başlatıldı. Girişim yalnızca Devrimci Yol çevrelerini değil, sen
dikaları, kitle örgütlerini kapsamayı; diğer solla da ortaklaşmayı öngörüyor
du. Benzer amaçlarla hareket eden Birleşik Sosyalist Partisi (BSP) -bu par
ti TİP, TSİP, TKP’li çevreler ile Kurtuluş, TKEP gibi gruplan içeriyordu- ile
görüşmeler olumlu sonuçlandı ve Devrimci Yol, Kurtuluş, TKEP, TİP, TSİP,
TKP çevrelerinden ve değişik siyasi gruplardan bağımsız sosyalistlerin de
yer aldığı, ilk kez çeşitli siyasi eğilimleri bir araya getiren çok sesli bir parti
nin kuruluşu gerçekleştirildi. Bu parti Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP)
adıyla 21 Ocak 1996’da Ankara’da 20 bine yakın kişinin katıldığı şenlikle ku
ruldu. Ertesi gün resmi kuruluşu da yapılan parti, coşkulu şenliğiyle “aşkın
ve devrimin partisi” olarak medyada yankı buldu.
Devrimci Yolcular, ÖDP’yle ilk kez programlı, tüzüklü bir çalışmanın içi
ne girmiş oldu. Son derece katılımcı ve demokratik öğeler taşıyan tüzük,
farklı siyasi görüşlerin varlığını meşru görüyordu. Başlı başına bu bile, ko
münist partilerin katı merkeziyetçi, herhangi bir fikri muhalefetin varlığına
izin vermeyen, monolitik anlayışından radikal bir kopuştu. Bu başlangıç, ço
ğu 1970’li yıllardan gelen kadroların yeni bir sosyalizm fikri geliştirme he
yecanıyla örtüşüyor gibiydi ve sürekli bölünmeyle karakterize olan sosyalist
sol için yeni ve umut verici öğeler içeriyordu. Ne var ki arka planda grup
ların koalisyonu gizliydi. Her grup -ortak bir ÖDP kimliğinde sözleşmiş ol
masına karşın- örgütsel varlığını korumayı ısrarla sürdürdü. Partinin yöne
tim aygıtında görev almayan “doğal önderler” grupları olduğu kadar, par
ti içi tartışmaları da yönlendirdi. Kısa sürede ilk heyecanını kaybeden par
ti, bitmek bilmeyen tartışmaların sürüp gittiği toplantılar girdabına düştü.
Güvensizliklerin üstesinden gelinemedi, Kurtuluş grubu ayrıldı ve 28 Ağus
tos 2002’de Akm BirdaPm genel başkanlığındaki Sosyalist Demokrasi Parti
si kuruldu.
Devrimci Yol’da da ilk bölünmeler tartışma sürecinin sonunda meydana
geldi. Tartışma süreci boyunca her çevrenin üzerinde hemfikir gibi görün
düğü konu, “geçmişin tekrar edilemeyeceği”ydi. Bu 1975-77’de THKP-C’ye
ilişkin takınılan “geçmişin ne dogmatik savunusu ne de reddi” muğlak tutu
munun bir benzeriydi. Ancak legal partinin kurulması kararının çıkması ve
sonraki gelişmelerle bu muğlak tutumun etkisi de geçmiştekinin bir benze
ri oldu; tıpkı 1970’lerde “THKP-C aslında inkâr ediliyor” diyerek aynlanlar
gibi, “aslında Devrimci Yol’un devrimci değerleri tasfiye ediliyor” diyen çev
reler, ayrı örgütlenmelere yöneldi.90 Öte yandan legal parti kuruluşunu be
nimseyen Devrimci Yol yöneticilerinin bulunduğu ana grup da ÖDP süre
cine kafaları karışık başlamıştı. En önemlisi, önce Devrimci Yol’un kendini
yeniden örgütlemesi düşüncesiydi. ÖDP’nin kuruluşundan yedi ay önce Ye-
90 Bu gruplar Devrimci Hareket, Halkevleri, Emekçi Hareket Partisi adlannı aldılar.
nidetı dergisi bu amaçla yayına başladı. Dergi yayınını Haziran 1998’e kadar
sürdürdü. Kendi başına mı yoksa solla birlikte mi Devrimci Yol’un kendisi
ni kuracağı konusundaki farklı düşünceler her ikisinin de birbirine karıştı
ğı, kendi içinde olduğu kadar partinin diğer bileşenlerinde güvensizliği de-
rinleştiretı belirsiz bir süreci doğurdu. Peyderpey bileşenlerin ve tek tek ka
tılmış sosyalistlerin, son olarak da 2009’da Genel Başkan Ufuk Uras’m91 par
tiden istifasıyla ÛDP, Devrimci Yolcuların bir bölümünün partisi görünü
müne büründü.
91 Ufuk Uras 29 Temmuz 2007 genel seçimlerinde DTP’nin öncülük ettiği Bin Umut Bağımsız
Aday Platformu’ndan İstanbul 1. Bölge’den bağımsız milletvekili olarak seçildi. Bu TlP’in 1965
ve 1969’da seçilen milletvekillerinden sonra sosyalistlerin elde ettiği yegâne seçim başarısıydı.
Ufuk Uras, adaylığını partinin aksi yöndeki kararına rağmen koymuştu.
Ku r t u l u ş
Örgütsel kuruluş
Kurtuluş’u kuracak çekirdek kadro da tıpkı Devrimci Yol kurucuları gibi 12
Mart döneminde Mamak Askeri Cezaevinin tutuklu THKP-C’lileriydi. 1974
affıyla serbest kaldıklarında, cezaevi sürecindeki tartışmaları da göz önüne
alarak, kafalarında, geçmişin köklü bir eleştirisi üzerinden devrimcilerin ge
niş bir birliğini oluşturmak vardı. Bunun olamayacağını sosyalistleri keskin
çizgilerle bölen SBKP-ÇKP ekseninde hızla türeyen gruplaşmalarla gördü
ler. Bu bölünmenin dışında kalanları ya da en azından THKP-C’lileri bir ça
tı altında toplayabilme umutlan da, bu amaçla bir platform çalışmasının sür
düğü sırada Niğde Cezaevi’ndeki hükümlülerle birlikte hareket eden İstan
bul’daki yönetici militanların Maoizmi benimsemesiyle henüz işin başında
boşa çıktı. Yine de Devrimci Yol’u kuracak kadrolarla cezaevinden beri sür-
düregeldikleri temasları dikkate alarak beraber davranabileceklerini düşü
nüyorlardı. Ne var ki bu beklenti de, üniversitelerde hızla çoğalan yeni ku
şak genç militanlarla yapılan, coşkulu olduğu kadar sekter kitlesel tartışma
toplantıları sırasında, geçmiş siyasal çizgi ve pratiği eleştiren görüşleri nede
niyle - “inkârcılar” diye suçlandılar- suya düştü.
Kurtuluş kurucuları, 1976 ortalarına kadar değerli iki yılı, “safiyane” dü
şünceleri nedeniyle kaybettikleri, bu arada pek çok grubun hak etmediği kit-
leselliğe ulaştığı inanandaydı. Özellikle Devrimci Yol kurucularına, kendi
lerini “aldattıkları”, “samimi” davranmadıkları ve sonraki sürece olumsuz
etkide bulunacak bir bölünmeye neden oldukları gerekçesiyle kızgındılar.
Kurtuluş’un 25. kuruluş yıldönümü nedeniyle 2001 yılında yazdıkları ma
kalelerde o günkü süreçle ilgili duygularının hâlâ aynı sıcaklığı koruduğu
görülür. Mahir Sayın’ın kaleme aldığı makalede süreç şöyle anlatılıyor:
Mapustan birliğin “büyük umutlarıyla” çıkmıştık. İçerde hep birlikte aynı ka
deri paylaşmış, birbirimize ettiğimiz “zulmün” saçmalığını “görmüş” ve ge
leceği birlikte kurmak konusunda hoş rüyalar oluşturmuştuk. Arkadaşları
mız birbirleri için ölmemiş miydi? Bize düşen de açılan yolu genişletip iler
letmek olabilirdi ancak.
Tam iki yıl yol açtığımızı sanıp kendimizi daha önceden vanlan bir keçi
yolunda bulmayalım mı? TSİP’ler, HK’lar, Militan Gençlikler, Acil’ler kurul
muş, ama biz üç “kafadar”, başta llhami olmak üzere, Bahçeli’nin bir çatı ka
tında “birliğin ne kadar önemli olduğunu”, bizi can kulağıyla dinlediğini san
dığımız muhataplarımıza anlatıp duruyorduk...
Galiba en uyanığımız Şaban İba idi ki, “hiç olmazsa şu gençliğin başma Ka-
çar’ı dikelim” deyip duruyordu. Ama biz (özellikle Kaptan -llh a m i- ve ben)
“proleter sosyalistleri” artık gençliğe kaptırmamaya kararlıydık. Tam tersine
gençlik istikametini sınıfa çevirmeliydi. Sendikalara, fabrikalara gitmeliydi.
Ne işi vardı Kaçar’m gençlik faaliyetinde, yetmiyor muydu bir Nasuh Mitap?
Onlar kendi önderlerini çıkarırlardı...
Gelgelelim Şaban’ın dediği doğru çıktı. Günün birinde Nasuh Mitap, “Ka
çar bana küfretmiş oynamıyorum artık sizinle!” dediğinde bizim birlik yarat
ma mücadelemiz başlangıçtan da daha küçük bir birlikle baş başa kalmamı
za irca oluverdi.1
Bir müddet sonra dergiye ilginç bir katılma da İzmirli arkadaşlarımızdan ol
du. Hoca’nm eşeğim kaybedip yeniden bulmasına benzer bir hikâye: Birlik
retoriğimiz tümüyle yanıtsız değildi. Örneğin cezaevinden beri Aktan İnce
bize yakın duruyor ve görüşlerimizi yazılı hale getirmemizi bekliyordu. Bu
sırada kendisi bizim pek farkında olmadığımız bir biçimde Halkın Kurtulu-
şu’na katılmış ve İzmir’deki arkadaşlarımıza bunu biraz da “hep bir araya ge
liyoruz” biçiminde anlatmış olmalı ki, bizim birlik bombardımanımız altında
inleyen arkadaşlarımızdan Saim Koç ve birlikte olduğu arkadaşlar bu birliğe
bazı rezervasyonları olsa da katılmışlar. Bundan bir müddet sonra İzmir’den
dönen Şaban İba bize arkadaşlarımızın toptan “Maocu” olduklarını müjdele
di. Saim Koç’la olan görüşmemizde, o bize hiçbir şeyin değişmemiş olduğu
nu, birlik düşüncesi doğrultusunda bizim de istediğimiz bir adımı atmış ol
duğunu anlatarak rahatlatmaya çalışmıştı ama kendisi de ortada tuhaf bir du
rumun olduğunun farkındaydı. Halkın Kurtuluşu bildiğimiz eski THKO’lular
değildi artık. PDA gibi bir takım olmuşlardı... Sonuçta İzmir takımımız da fi
releriyle birlikte yeniden dergimize katıldıklarını ilan ettiler. Komediyi andı
ran bir başka birliğimiz de eski THKP-C sempatizanlarının bir kısmının oluş
turduğu GSB [Genç Sosyalistler Birliği - V.E.] ile oldu. Varolan ilişkilerimi
zin nihayetinde Zeki Erginbay’ın3 da bulunduğu ortak bir toplantıda aramız
da hiçbir farklılığın olmadığı ortak tespitine vararak hep bir araya gelmeye
karar verdik. Zemin besbelli ki, çok kaygan olacak ki, GSB’li arkadaşlarımız
bir ay sonra TKP’de ortaya çıktılar.4
3 Zeki Erginbay, 1977 Ocak ayında faşistlerce kaçırılan ITÜ öğrencisi. 12 gün sonra, 4 Şubat’ta
tek kurşunla kalbinden vurulmuş bulunan Zeki Erginbay’ın öldürülmeden önce işkence gördü
ğü saptanmıştı.
4 “Son Şans Değildi”, Kurtuluş, sayı 10, Temmuz 2001.
Kurtuluşçular, özellikle İstanbul’da örgütlenmede güçlük çektiler. Bu güç
lüğün başında, sosyalist grupların gençlik mücadelesiyle büyüyüp geliştiği
bu kentte başta Dev-Genç olmak üzere diğer grupların etkinlik kurmuş ol
ması geliyordu. Kurtuluş’un gelişebileceği çevreler, Maoist fikirlerin dışında
kalan TÎÎKP-C sempatizanı gençlik çevreleriydi, ama onların arasında “geç
mişin inkarcısı” olarak kendilerine yer açmaları oldukça zordu. Nitekim
Kurtuluşçulann çalışmaları, Dev-Gençlilerle gerilimli ve çatışmalı bir sürece
dönüştü. Dev-Gençliler, Mahir Çayan’m görüşlerini “inkâr eden” Kurtuluş
çulann Kızıldere’de ölen THKP-C liderlerine,5 Dev-Genç ismine (çünkü Ka
radeniz Dev-Genç,6 Akdeniz Dev-Genç adlarıyla o bölgelerde örgütleniyor
lardı) sahip çıkamayacaklannı savunuyor, etkin olduklan üniversite ve yurt
larda THKP-C görüşlerini eleştiren seminer ve toplantılar düzenlemelerine
izin vermiyorlardı.
İstanbul’da solcu gençliğin karargâhı işlevi gören, Dev-Gençlilerin etkin
olduğu Kumkapı’daki Kadırga Öğrenci Yurdu’ndaki kavga en ünlüsüydü.
Dev-Gençlilerin seminer düzenlemelerine izin vermemesi üzerine Kurtuluş
çular kalabalık bir grup halinde yurdu bastı. Silahlar patlamamış, kimse öl-
memişti fakat şiddetli bir kavga çıkmıştı. Kurtuluşçular, bu olayın ardından
yaymladıklan bildiride “devrimci terör”ün kendisine “devrimciyim” diyen
lere karşı da uygulanabileceğini yazdılar:
Sol hareket içinde karşı devrim güçlerini sevindirecek bir ortamın yaratılma
ması sorumluluğu sadece devrimcilere aittir! Ne var ki bu sorumluluğun dev
rimci harekete karşı bir silah haline getirilmesine de razı olunamaz. Bunun
' için karşı devrimci teröre, ‘güç gösterisine’ teslim olunamaz. Bu yöntemlerin
kendilerine hiçbir yarar sağlamayacağı, devrimcilerin böyle kuvvet gösterile
rine ne tapacaklarını ne de teslim olacaklarım anlatmak gerekir. Bu sakat dü
şünce ve kafa yapısını teşhir etmek ve yarattığı bütün provokasyonları ile bir
likte lanetlemek bu yüzden devrimci bir görev haline gelmiştir.8
Partileşme süreci
Kurtuluş’un 12 Mart sonrası sosyalist hareketteki durumu tasviri, Devrimci
Yol ile aynıydı. Solda “tam bir teorik keşmekeşin” sürdüğünü, ortada kendi
sine “parti” de diyen pek çok grup olduğunu ancak bunların hiçbirinin ger
çek “proletarya partisi” olmadığını söylüyorlardı. Bu gruplar “ya küçük bur
juva devrimci partileridir ya da oportünist örgütlenmeler”di.10 Türkiye’de
hiçbir zaman gerçek bir proletarya partisi olamamıştı. Sosyalisderin öncelik
li görevi, proletaryanın partisini kurmaktı.
Bu partinin özellikleri, Nisan 1977’de Kurtuluş Sosyalist Dergi’de yayınla
nan yazıda anlatılıyordu. Kuşkusuz bunlar ortodoks Leninist parti modeli
nin Komünist Entemasyonal’den bu yana komünist hareketin düsturu hali
ne gelmiş özelliklerinin rötuşlarla bir tekrarını içeriyordu. Buna göre, gerçek
“proletarya partisi” “modern sanayi proletaryasının temeli üzerinde yükse
len, Marksizm-Leninizm ile donanmış bir savaş örgütüdür.” “Proletaryanın
en iyi unsurlarım”, “öncülerini” birleştiren “sımsıkı örgütlenmiş” “demir di
siplinli” “profesyonel” bir “öncüler örgütü”... Bu profesyonel öncüler örgü
tü, kitleler içindeki sayısız örgütle çevrelenmiştir. Bu parti “proletaryanın ve
tüm halkın öncüsü, yol göstericisidir”, dolayısıyla bu görevini yerine getire
bilmesi için “proletaryanın tüm devrimci deneyleriyle, Marksizm-Leniniz-
min tüm teorik bilgisiyle donanmış olmalıdır.”11
“İşçi ve köylülerin devrimci demokrasisi” için mücadele edecek bu parti,
10 “Proletaryanın Devrimci Partisi Üzerine Genel Bir Yaklaşım", Kurtuluş Sosyalist Dergi, sayı 11,
Nisan 1977, s. 35.
11 A.g.m., s. 37.
“şiddet yolu”yla devrimi gerçekleştireceğinden bir “savaş örgütü” olarak ta
sarlanmalı, “illegal” olmalıydı. İşleyişi “altın üste, azınlığın çoğunluğa uydu
ğu” “sarsılmaz disipline” sahip “demokratik merkeziyetçilik” ilkesine göre
belirlenmeliydi. Partinin otoritesi, nihayetinde “merkez komitesi”ydi. “De
mokratik merkeziyetçiliğin demokratik yanının temel göstergesi parti ka
rarlarının, parti hattının en geniş partili yığınlar tarafından tartışılabilmesi-
dir ki, bu doğrudan doğruya partinin kongreler, tartışma toplantıları düzen
leyebilip düzenleyememesine bağlıdır.”12 Legal olanaklar arttıkça demokra
tik yan, tersi durumda merkeziyetçi yan ağır basacaktı. Yani sıkı merkeziyet
çi bir yapı olacaktı. Kurtuluşçular, “proletarya partisinin inşası” görevini “di
ğer bütün meselelerin üzerinde “en acil” ve “hayati” görey olarak saptamıştı.
Buna karşın, özellikleri bu şekilde tariflenmiş bir partiye nasıl vanlacağı ko
nusu aynı açıklıkta değildi.
Öncelikle partinin “proletaryanın tüm devrimci deneyleriyle, Marksizm-
Leninizmin tüm teorik bilgisiyle donanmış olmalıdır,”13 biçimindeki mü
kemmelleştirilmiş tarifi, bu amaca ulaşmayı neredeyse olanaksız kılıyordu.
Aynı yaklaşım “kadro” tarifine de yansıyordu: “[S]ömürü düzenine, emper
yalizme ve sömürgeciliğe karşı savaşmaya kararlı, fedakârlık ruhuna ve çelik
gibi iradeye sahip, disiplinli, bilinçli insanlar...” Bu mükemmelleştirmenin,
Kurtuluş’un yanı sıra Devrimci Yol, MLSPB, Devrimci Sol gibi THKP-C kö
kenli “partileşme” hedefini koyan diğer gruplar için de geçerli ciddi bir fikri
engel teşkil ettiği söylenmelidir. Kurtuluş kurucuları ya da “önderlik”, kendi
deyimleriyle “bir önceki dönemin ancak ileri militanları”ydı.14 “Komünist-
leşme” için kat edilmesi gereken mesafe hem kendileri hem de harekete ka
tılan genç insanlar için hayli uzundu.
Diğer yandan bunu kendi başlarına mı yoksa başka gruplarla birlikte mi
yapacaklan konusu da belirsizdi. Kuruluştan 2000’li yıllara kadarki süreç
göz önüne alındığında birbiriyle çelişkili her iki fikri de içlerinde taşıdıkla
rı söylenebilir.
Kurtuluş Sosyalist Dergi’nin “Çıkarken” başlıklı ilk yazısında “bu iki kon
12 A.g.m., s. 50.
13 A.g.m., s. 37.
14 2. Konferans Kararlan, 1984 yılı. Sadece onlar değil, Devrimci Yol, Halkın Kurtuluşu, Halkın
Yolu gibi kitleselleşen hareketlerin kurucuları da ancak fırtınalı üç yılın ardından, lider duru
mundaki arkadaşlarının öldürüldüğü baskı döneminin moral ve hayal kırıklığı içinde, olup bi
teni açıklamak ve yeni bir çıkış bulmak amacıyla cezaevlerinde Marksist-Leninist kaynakla
rı, uluslararası komünist hareketteki gelişmeleri daha ciddi inceleme olanağına sahip olmuş
1968’in ortaya çıkardığı genç devrimci kuşaktan geliyorlardı. 1973-1974 sonrası gelen yeni ku
şak devrimcilerin devasa dalgası, onları, en tepelere taşımıştı. Hepsi birbirlerini tanıyorlardı, de
neyim ve bilgileri, aşağı yukarı aynı düzeydeydi; yetersizliklerinin de farkındaydılar. Mükem
meliyetçi “komünist parti”, “komünist kadro” tarifi kadar, birbirlerine karşı, kolayca şiddete
dönüşebilen tahammülsüzlüklerinin kaynağı da bu ruh haliyle ilgiliydi.
feksiyoncu çizginin [Çin ve Sovyet modellerinin izleyicileri - V.E.] dışın
da kalıp kendilerince iyi niyetle bir şeyler başarmaya çalışan görüşlerin ide
olojik ve pratik olarak kaynaşabilmelerini sağlamaya yönelik görevleri” üst
leneceklerini açıklamışlardı. Devrimci Yolcuların, Devrimci Gençlik'i yayın
larken iteri sürdüğü “gençliğin devrimci birliği” fikrine “önce devrimcilerin
birliği” diyerek karşı çıkmışlardı. Çünkü devrimcilerin birliği sağlanırsa za
ten gençliğin birliği de sağlanırdı. Sosyalist gruplarla örgütsel birlik kurma
fikrinin kısa süreli eylem birliklerinin bile kurulamadığı, her bir grubun di
ğerini küçümseyen ve aşağılayan bir üslupla andığı, şiddete kolayca başvu-
rulabildiği koşullarda, bunun pratikteki olanaksızlığı açıkça görülüyordu.
Geriye kendi süreçleriyle bir partiye ulaşmak kalıyordu. 12 Eylül öncesin
de bu perspektifin fiilen örgüt içinde egemen olduğu söylenebilir. Hatta dar
be sonrasında kurulan ülke içindeki politbüro, “parti inşa dönemine girildi
ğini” ilan etmişti.
Kurtuluşçular açısından diğer önemli nokta, partinin sanayi proletarya
sı üzerinde yükseleceği ve onun “öncü unsurlarından” meydana geleceği
ne dair görüşleriydi. Bu da doğrudan işçi sınıfı içinde örgütlenmeyi gerek
tiriyordu. Nitekim Kurtuluş kurucuları, ilk başlarda, gençlikte örgütlenme
ye sıcak bakmamış, kadrolarını fabrikalara göndermişti, ama bu deneyim
başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Sosyalist grupların üniversiteli gençlik müca
delesiyle büyüyor oluşu ve yine kendilerinin de aslında gençlik mücadele
sinden geliyor olmaları, gençlikle işe başlamalarını getirdi. Örgütün yöneti
ci ve ana militan gövdesini, üniversiteli gençlik mücadelesinden gelen kad
rolar oluşturdu.
Siyasal pratik daha ilk başta, Kurtuluşçuları, niyetleriyle çelişkili duruma
düşürdü. Bunun doğal sonucu, örgütte başlayan kadroların işçi sınıfına mı
yoksa gençlik dahil diğer halk kesimleri arasında örgütlenmeye mi seferber
edileceği tartışmasıydı. Bu aynı zamanda iki farklı gelenekten gelen ijci çev
re arasındaki farklı kavrayışın sonucuydu. Tartışmayı açanlar hep işçi çev
releri içinde örgütlenmeye çabalayan TİP’ten gelen Öncü işçi grubttydu ve
kadroların işçi sınıfına gönderilmesini ve burada yoğunlaşılmasını istiyorlar
dı. Dev-Genç, THKP-C geleneğinden gelen asıl kurucular için gençliğin ör
gütlenmesiyle işe başlamak, istenen bir şey değildi belki ama kabul edilebilir
olandı. Üstelik bu antifaşist mücadele görevleriyle de ilgiliydi ve neredeyse
ülkedeki bütün üniversiteleri saran bu kavgadan kaçmak mümkün değildi.
Öte yandan 12 Mart öncesi Dev-Genç’in üniversite sınırlarını aşarak, işçi ve
köylü hareketleri içinde örgütlenme deneyiminin tanıklarıydılar, bu gelene
ği de sahipleniyorlardı. Son olarak da “profesyonel devrimci”, Lenin’de sınıf
kökenine bağlı bir kavram değildi, yani mutlaka işçilerden gelmeleri gerek
miyordu. Muhalif gruba itiraz edemeyecekleri nokta, işçi sınıfının temel alı
nacağı bir örgütlenmenin kurulmasıydı. Fakat ne olursa olsun, bütün bun
lar, teori ile pratik arasında ciddi çelişkiler yaratıyordu.
1979 yazında, Kurtuluşçularm “Birinci Konferans” diye adlandırdıkları,
12 Eylül öncesi tek konferans olan toplantı, bu tartışmayı bir karara bağla
mak için yapıldı. Bodrum’da 20 civannda üyenin katıldığı ve üç gün süren
bu toplantıda bir uzlaşma sağlandı, “sürekli küçük burjuva bir tabana da
yanmanın kaçınılmaz olarak birtakım sapmalara neden olabileceği uyarısı”
ile “işçi sınıfı arasında çalışmaya öncelik verilmesi, ancak anti-faşist müca
deleyle anti-sömürgeci mücadelenin gereklerinin de yerine getirilmesi” ka
rarlaştırıldı.
Kurtuluşçular, bu kararın ardından işçi sınıfı örgütlenmesi için kadrola
rının bir bölümünü seferber ettiler. Sosyalist güçlerle kıyaslandığında azım
sanmayacak bir örgütlenme başansı da gösterdiler. DİSK ve Türk-lş içeri
sindeki sendikaların bazılarında yönetimlere geldiler ya da etkili bir muhalif
güç oldular. 1980 yılındaki son DİSK Genel Kurulu’nda sosyalist muhalefet
grubunu oluşturan 11 sendikadan üçünün (Dev Maden Sen, Keramik-lş ve
Limter-Iş) yönetimleri Kurtuluşçularm kontrolündeydi.
Askeri darbe öncesi hareketin en olgun dönemi sayılabilecek 1980’de, ör
nek alman Leninist modele uygun bir örgüt çatısı kurulduğu söylenebilir.
Kitlesel örgütlerle çevrelenmiş dar bir “profesyonel devrimciler örgütü”; 51
üyeli bir örgüt... Merkez komitesi, Lenin’in öngördüğü gibi teorik ve pra
tik organ olarak, iki grup halinde çalışıyordu. Yani bir ideolojik işlerden so
rumlu yazı kurulu ile örgütlenmeden sorumlu politbüro. Daha çok soygun
lar için kurulmuş, merkez komitesinin bir üyesine bağlı silahlı bir grup da
vardı.15
15 12 Eylül sonrası da pek çok silahlı soygun eylemini gerçekleştiren, gizlilik gereği örgüt merke
ziyle çok az temas eden askeri grubun sorumlusu Azmi Pat, 1985’te yakalandıktan beş yıl son
ra 13 Kasım 1990’da Bartın Cezaevi’nde intihar etti. Azmi Pat ve bir arkadaşının yargılandığı,
13’ünden müebbet hapse mahkûm edildikleri TKKKÖ davasındaki 15 eylem şunlardı: 24 Mayıs
1977, Türk Ticaret Bankası Bostancı Şubesi soygunu (659.510 lira); 1 Eylül 1977, İstanbul Ban
kası Göztepe Şubesi soygunu (442.604 lira); 1 Şubat 1978, İş Bankası Feneryolu Cemil Topuz
lu Şubesi soygunu (100.000 lira); 6 Ekim 1978, Yapı Kredi Bankası Şişli Topağacı Şubesi soygu
nu (90.000 lira) ve Garanti Bankası Topağacı Şubesi (93.000 lira); 29 Kasım 1978, Türk Ticaret
Bankası Ankara Küçükesat Şubesi (185.000 lira); 1 Haziran 1979, Antalya Antbirlik muteme
dinin soyulması (2 milyon lira); 11 Eylül 79, İzmit Pamukbank Şubesi (3 milyon lira); 8 Ekim
79, Sirkeci Ebusuut Caddesi Olimpia Oteli soygunu (2 milyon 500 bin lira değerinde döviz); 24
Aralık 79, Mersin İş Bankası Şubesi’nden yıpranmış paralan taşıyan mutemedin soyulması (1
milyon 5 00 bin lira); 19 Haziran 1980, Halk Bankası Antalya Şubesi (300.000 lira); 21 Temmuz
80, Antalya’da Yılmaz Büyükduman’a ait kuyumcu dükkânının soyulması (6 milyon lira değe
rinde altın ve ziynet eşyası); 28 Şubat 1984, Ziraat Bankası Bostancı Şubesi (21 milyon lira); 9
Ekim 1984, Vatan Caddesi Emlak Kredi Bankası Şubesi’ne soygun girişimi; 26 Ekim 1984, Zi
raat Bankası Göztepe Çemenzar Şubesi (5.954.680 lira); 27 Mart 1985, Taksim Bank O f Credit
And Commerce International bankası (9.320.000 lira, 3.596 ABD dolan, 12.970 Alman Markı,
312 İngiliz Sterlini, 1.000 İsviçre Frangı, 720 dolarlık seyahat çeki).
r
16 “Proletaryanın devrimci partisi üzerine genel bir yaklaşım”, Kurtuluş Sosyalist Dergi, sayı 11,
Nisan 1977.
Teorik çalışmada temel referans, Çin veya Sovyet komünist partisinin fi
kirleri değil, bizzat Marksist-Leninist öğretinin kurucuları olacaktı. Yani
Marx, Engels, Lenin, Stalin’in kaleme aldığı Marksizm-Leninizmin klasikleri
sayılan eserler... Gerçi bunlar sosyalist hareketlerin tümü için nihai referans
lardı. Ancak yorumlar zaten çok çeşitliydi, bölünme faktörleri ise bambaş
kaydı; grupların birbirlerini ikna etme ya da anlama çabası da yoktu. Bu yö
nüyle, her grup için olduğu gibi, Kurtuluş için de, bu referanslar, ancak ken
di kavrayışı ve uygulaması açısından anlam taşıyordu.
Teorik çalışma hem örgüt ve hem kadrolar için şarttı. Örgütün teorik ça
lışması, dergi ya da broşürlerde stratejik kabul edilen konulardaki siyasal gö
rüşlerin diğer sosyalist grupların görüşlerinin eleştirisiyle birlikte derli top
lu ortaya konulması demekti. Bu konuda atılan her adım ideolojik-teorik bir
yetkinleşme sayılıyordu. Böylelikle örgüt, Marksizmden sapmış “oportünist"
ve “revizyonist” görüşlerle ideolojik mücadele içinde, kendi iç ideolojik bir
liğini inşa ederek, nihai olarak, ülke koşullarına uygun bir Marksist-Leninist
teoriye, işçi sınıfı partisinin “programı”na ulaşacaktı. Aylık periyotlarla ya
yınlanan Kurtuluş Sosyalist Dergi, işte örgütün bu teorik-ideolojik gelişimini
sağlayacak yayın organıydı, yani “ideolojik-teorik organ”dı.
Örgütün, bu teoriyi kavraması yeterli değildi, aynı zamanda, işçi sınıfı
içinde maddi bir güç haline gelmesi gerekiyordu:
Kürt sorunu
Kurtuluşçular, 1970’lerin sosyalist solu içinde Kürt sorununa ilgileri ve gö
rüşleriyle diğer gruplardan ayn bir yerde durdu. Kurtuluş Sosyalist D erginin
ikinci sayısında20 yer alan “Türkiye’de ulusal sorun üzerine” yazısı ve ileri
de sıkça kaleme aldıklan yazılar, 1984 sonrası Kürt sorununun evrimi göz
önüne alındığında, Kurtuluşçularm diğer gruplara göre bu sorunu çok daha
önemsedikleri, hassasiyetle kafa yordukları ve öngörülü bir bakış açısı geliş
tirmeye çalıştıklan söylenebilir. Şöyle diyorlardı ilk yazılarında:
Kürt ulusunun “kendi kaderini tayin etme hakkı” vardı ve “kendi kaderi
ni tayin etme hakkı bir ulusun kendisiyle ilgili, geleceğiyle ilgili konularda
hiçbir baskı altında olmadan karar vermesi” demekti. “Türk ulusu ile Kürt
ulusunun ortak bir kaderi” vardı, “aynı kaynaktan -emperyalizm ve onun
la işbirliği yapan yerli hâkim sınıflar- beslenen tahakkümün” altındaydılar,
dolayısıyla “ortak mücadele” ile özgürlüklerine kavuşabilirlerdi. “Somut ko
şullara göre Kürt ulusal hareketi, kendi bağımsızlık mücadelesini ayn bir çö
zümde de görebilir”di ve böyle bir durumda “bu ulusun bağımsızlık savaşma
en büyük desteği sağlamak” bir görevdi. Şu kaydı da düşmüşlerdi:
Şu anın somut koşullarında genel olarak Kürt ulusal sorununun Türkiye dev
rimci hareketinin önderliğinde çözümleneceği veya Kürt ulusal kurtuluş ha
reketinin ayn bir rota izleyeceğini tespit etmek gerçekten güç bir sorun ol
maktadır.
(...)
19 Bu yazılardan biri Kurtuluş Sosyalist Dergi’nin Şubat-Temmuz 1979 tarihli, 31. sayısında yer alı
yordu. 224 sayfalık kitapçık biçimindeki derginin 80 sayfası bununla ilgiliydi. Eğitimin ne ol
duğu ve önemi üzerine uzun ön açıklamanın ardından, eğitim gruplarının nasıl oluşturulacağı,
nelerin, nasıl okunacağına dair ayrıntılı açıklamalar vardı.
20 Kurtuluş Sosyalist Dergi, sayı 2,Temmuz 1976, s. 24.
Ya mücadelenin başını işçi sınıfının öncülüğündeki Türkiye devrimci ha
reketi çekecek, emperyalizmin ülkeden kovulması ve oligarşik diktanın yıkıl
masıyla Kürt ulusunun kurtuluşu da gerçekleşecektir. Ya da Kürt ulusal kur
tuluş mücadelesi, kendi bağımsızlık mücadelesini özgücüyle ve ayn mücade
leyle (aynı zamanda ayn örgütlenmeyle) başarıya ulaşacaktır.
338
Mardin’de özellikle Kızıltepe ilçesinde, Diyarbakır, Gaziantep ve Tun
celi’de örgütlenmeler kurdular. Tunceli’deki örgütlenme, 1978’de Teko-
şin (Mücadele) adlı bir grubun ayrılmasıyla zayıfladı. Tekoşin, kendilerini
“MIT’in ajan örgütü” diye niteleyen PKK ile girdiği rekabet ve çatışmalar
da yönetici militanlarını kaybetti ve zaten sınırlı olan örgütlenmesi fiilen so
na erdi.
Görüşleri nedeniyle diğer sol gruplarca “Kürtlere şirin görünmek” iste
mekle suçlanan Kurtuluşçular, Kürt gruplar nezdinde belirli sempati de ya
ratmıştı. PKK’nın bölgede faaliyet yürütüp de silahlı çatışmalara girmediği
ender gruplardan biriydi. TKP, TİKP, Halkın Kurtuluşu çatışmalarda birçok
militanım kaybetmiş, PKK’yı “karşıdevrimci”, “provokatör çete” diye nitele
mişti. Kurtuluş, 1980 Mart’mda Mardin’in Kızıltepe ilçesinde başlayıp diğer
ilçe ve illere yayılan, 4 ay süren ve onlarca kişinin ölümüne neden olan PKK-
KUK (Kürdistan Ulusal Kurtuluşçulan) çatışmasında arabuluculuk yaptı.
Günlerce süren toplantılar sonunda anlaşma sağlandı ve üç örgütün ortak
bildirisiyle çatışmalar sonlandınldı.
Kurtuluşçular, 1978’de örgüt içinde “Kürdistan komitesi” adıyla ayrı bir
seksiyon kurulmasını kararlaştırdı. Özerk program ve mücadele biçimlerini
oluşturabilecek özgürlüğe sahipti bu seksiyon. Gerektiğinde “ayrı bir örgüt
olarak faaliyet gösterebilecek”22 kadar kendi ayakları üzerinde durabilme
si öngörülüyordu. Fakat bu özerk örgüt perspektifine uygun bir pratik orta
ya çıkmadı. Komitenin yayın organı gibi tasarlanan Kürtçe Şoreş (Devrim)
dergisi tek bir sayı yayınlanabildi. Bu başarısızlığın nedenleri 1982’deki ör
gütsel değerlendirmede “yeterli duyarlılığın gösterilmemesi”, zamanında bir
“sekretarya kurulmaması”, ilişkilerin uzun süre “dağınık ve örgütsüz sürme
si” olarak açıklandı.23
12 Eylül askeri darbesinin ardından “geri çekilme” taktiği gereği bu ko
mite lağvedildi. 1983’te ise Kurtuluş, adını, Kürt ulusal kurtuluşuna vurgu
yapan görüşlerine uygun biçimde Türkiye ve Kuzey Kürdistan Kurtuluş Ör
gütü (TKKKÖ) olarak değiştirdi. Bir Kürdistan örgütlenmesi iddiaât olsa da
gerçekte bu İstanbul, Ankara ve İzmir’e çekilmeyi benimsemiş siyasi takti
ğiyle uyuşmuyordu. Zaten operasyon-toparlanma kısırdöngüsü içine düşen
örgütsel yapının genel durumu da göz önüne alındığında sembolik bir de
ğerden öte bir anlam taşıması zordu. Yine de Kürtlerin örgüt içinde ayrı tem
sili hep korundu. Ta ki 1980’lerin sonlarından itibaren, artık PKK’nın tartış
masız siyasi güç olduğu ve aslında TKKKÖ’nün de fiilen batıdaki ilişkilerden
ibaret olduğunun teyit edilmesine kadar... 1991’de 5. Konferans’ta merkezi
eğilim, resmen bu seksiyon fikrinden vazgeçtiğini ilan etmemişti ama tartış
22 TKKKÖ İkinci Konferans Kararlan.
23 TKKKÖ İkinci Konferans Kararlan.
maya açtığı “Merkezi ama iki ayrı parti anlayışımız kendi içinde ne kadar tu
tarlıdır? Kürdistanlı komünistlerin büyük çoğunluğunun ayrı örgütlenme
den yana ve bu eğilimin zaman içerisinde artmış olmasının milliyetçilik dı
şında anlattığı bir şey yok mudur?” gibi sorularıyla kararını çoktan vermiş
gibiydi. Bunu daha önceden sezen Kürt temsilciler, bu konferansa katılma
dılar ve birlikte davrandıkları çevreyle beraber de ayrıldılar.
1994’te ise resmen seksiyon örgütlenmesinden vazgeçildi ve örgütün es
ki adına dönüldü:
Siyasal mücadele
Kurtuluş’a göre, Türkiye emperyalizme bağımlı yarı sömürge bir ülkeydi.
Hâkim üretim biçimi kapitalizmdi, ancak bu kapitalizm çarpıktı ve kapita
24 2. Kongre Belgeleri, 1995.
lizm öncesi üretim ilişkileri de varlığını koruyordu. Uluslararası tekelci bur
juvazinin uzantısı olan yerli tekelci burjuvazi toprak sahipleriyle ittifak ha
linde ordu ve polis şiddetinin ağır bastığı, ne faşizme ne de gelişmiş kapita
list ülkelerdeki burjuva demokrasisine benzeyen, oligarşik diktatörlük ile
ülkeyi yönetiyordu. “Faşizm” birçok siyasi grubun iddia ettiği gibi iktidar
da değildi, MHP kaynaklı “tırmanan faşist hareket” tehlikesinden söz edile
bilirdi:
Faşizm görüşleri nedeniyle özellikle eleştirilenler TKP, TİP, TSİP ile Dev
rimci Yol’du. TKP, TİP ve TSİP bir burjuva demokrasisinin olduğunu varsa
yıyor, faşizm tehlikesine karşı mücadeleyi mevcut burjuva demokrasisinin
savunulmasına indirgiyordu. Bu yaklaşımlarıyla MHP’nin yer aldığı Milliyet
çi Cephe hükümetlerine karşı aslında oligarşinin reformist bir seçeneğinden
başka bir şey olmayan CHP hakkında yanlış beklentiler yaratıyorlardı. Dev
rimci Yol ise “sürekli faşizm” var diyerek “faşist tırmanışa karşı seyirci” ka
lacak bir yanlışa yol açıyordu:
Açık ki, antifaşist mücadele eksenli bir siyasal strateji izleyen Devrimci
Yol’a “seyirci kalma” eleştirisi yerinde sayılamazdı. Devrimci Yol’la polemik
lerinde faşizmin sürekli bir devlet biçimi halinde var olamayacağı ya da yal
nızca devlet terörüyle açıklanamayacağını yazıyorlardı.
Faşizm görüşü, Türkiye’deki faşist hareketin özgün niteliği, devletle
bağlarının analizinden çok komünist hareketin (Üçüncü Enternasyonal)
25 Kurtuluş Sosyalist Dergi, sayı 3, Ağustos 1976, s. 79.
26 Kurtuluş Sosyalist Dergi, sayı 3, Ağustos 1976, s. 84.
1920’li, 30’lu yılların Avrupa’sında gelişen faşist hareketler için geliştirdiği
genel kuramsal çerçeveye dayanıyordu. Faşist hareketi devletin sivil uzantısı
kabul eden Devrimci Yol için antifaşist mücadele, devrim hareketinin geliş
me ekseniydi; Kurtuluş’a göre ise faşist hareket “tekelci burjuvazinin en şo
ven, en ırkçı kesimlerinin” desteğini alarak oligarşinin seçeneği olmaya çalı
şıyordu. Bu nedenle de antifaşist mücadele devrimin yeterli bilinç düzeyini
temsil etmiyordu. Faşist hareketle mücadele zorunluluğu, işçi sınıfı merkez
li “demokratik halk devrimini” amaçlayan siyasal mücadelenin handikapıy-
dı da. Kurtuluş’a göre antifaşist mücadele işçi sınıfının dışında cereyan edi
yordu. Antifaşist mücadelede yer alma zorunluluğu ise işçi sınıfından kop
mayı getiriyordu. 1984’teki 2. Konferans değerlendirmesinde bu konudaki
açmaz şöyle anlatılıyordu:
Faşist hareket bir dönem için küçük çetelerin öğrenci ve işçilerin aktif eylem
lerini bastırma hareketiyken, zamanla toplumsal aktifliğin artmasına paralel
olarak yığınsal bir karaktere kavuştu. Üç dört yıl içerisinde günümüz dünya
sında oransal olarak en güçlü faşist yığm hareketi oluşturuldu. Genelde kü
çük burjuva karakter taşıyan sosyalist hareket ise kendisini birdenbire böyle-
sine güçlü bir alternatifle yüz yüze buldu ve faaliyetin esasını ona karşı mü
cadele olarak şekillendirdi. Aynı olgu Kürdistan’da özellikle sınır şehirlerin
de sömürgecilik-antisömürgecilik ekseninde şekillendi.
Bu konjonktür içerisinde Kurtuluş Hareketi bir yanda faşizm olgusunun
yarattığı ciddi tehlikeyi göz önünde tutarak proleter sosyalist hareketin üze
rine düşen görevi yerine getirmeye çalışırken önüne koyduğu proletarya par
tisinin yaratılmasını temel aldı. Her türlü görevi proletarya partisinin yaratıl
ması eksenine tabi kılmaya çalıştı. Ancak oluşmuş olan siyasal eksenle (an
tifaşist mücadele) proletaryanın sürdürmekte olduğu mücadele çakışmıyor
du. Proletaryanın mücadelesi esas olarak ekonomik düzeyde sürerken, faşiz
me karşı mücadele en aktif biçimler içerisinde ve ancak proletaryanın güncel
mücadelesine kıyısından değerek sürmekteydi. Bu olgu örgütümüzün irade
sinden bağımsız bir biçimde belirlenmişti. Bu durumda örgütümüz kısa va
deli gelişim açısından tam bir çelişki ile yüz yüze kalmıştı... Kurtuluş örgü
tü en ileri unsurlarım sınıf içerisinde istihdam etmenin zorunluluğunu vur
gularken, imkânlarının ve unsurlarının büyük bir kısmını sınıfın dışında ce
reyan etmekte olan antifaşist mücadele içerisinde tutmak zorunda kalıyordu.
Faşist örgütlenmeye karşı meşru savunma esaslı silahlı bir örgüdenme ge
reğine işaret edilse de bir silahlı mücadele stratejisinin geliştirilmesi anlamına
gelmiyordu bu. Maraş Katliamı’yla doruğa çıkan ve kitle kıyımlarına, sansas
yonel suikastlara yönelen faşist terörün 1979-80’deki seyriyle “antifaşist mü
cadele birlikleri” kurulması karan alındı. Bu birlikler “faşist örgütlenmeleri et
kisizleştirecek ve örgütlenmelerini dağıtacak özel örgütlenme”ler olmalı, “özel
mücadele biçimleri geliştirmeli”ydi.29 Ancak bu konuda bir adım atılamadı.
27 “TKP’nin Kann Ağrıları Nerelerden Geliyor”, Kurtuluş Sosyalist Dergi, sayı 32, Ağustos 1979, s.
30-31.
28 “Tarihimizden Bir Kesit”, Kurtuluş, sayı 10, Temmuz-Agustos 2007.
29 “Genişleyen Sıkıyönetim ve ‘Bölücülük’”, Kurtuluş Sosyalist Dergi, sayı 31, s. 84.
Kurtuluş’u ana doğrultusundan uzaklaştıran faktör yalnızca nesnelliğin
ortaya çıkardığı, işçi sınıfının dışında seyreden antifaşist mücadele zorunlu
luğu değildi.
Bir siyasal strateji geliştirmelerini engelleyen, ana doğrultuyu bulanık
laştıran fikirler de ileri sürmeleriydi. İlk yazıları “Yol Ayrımı”nda “prole
tarya partisi modern sanayi proletaryası üzerinde yükselecek” saptamasıyla
ana doğrultu ortaya konmuştu. Hatta hangi sektörlere ağırlık verileceği bi
le (“gıda, tekstil, metalürji”30) belliydi. Ana görev “proletaryanın öncü un
surlarının örgütlenmesi”ydi. Mücadele biçimleri konusunda da görüşler be
lirgindi. Evrim döneminin çalışma tarzı, yani barışçıl mücadele biçimleri
nin ağır bastığı ideolojik mücadele, propaganda ve örgütlenme çalışmala
rı izlenecekti.
Öte yandan THKP-C eleştirisinde söz konusu edilen silahlı mücadeleye
başvurması değil, silahlı mücadeleyi, kitlelerden kopuk, “bir avuç proleter
devrimcisinin oligarşi ile savaşma”, “siyasal mücadeleyi silahlı mücadeleye
indirgemesi”ydi. Silahlı mücadele reddedilmiyor, bunun “doğru biçiminin
ne olacağının bulunması”31 gerektiği belirtiliyordu. Devrimin hazırlık evre
si sayılan evrim aşamasında da “silahlı mücadele biçimleri”ne başvurulabi
leceği, “ordulu parti” gibi görüşleri, dünyada sürüp giden gerilla savaşlarıy
la ilgili çeviriler vb. sosyalist solda “halk savaşı stratejisi” olarak tanımlanan
fikirlere de açık olunduğu anlamına geliyordu. 12 Eylül sonrasında, büyük
şehirlere geri çekilme kararma karşılık Karadeniz bölgesindeki militanların
“dağlara çıkma” önerileri, böylesi algılamaların kanıtı sayılabilir.
Kürt sorunundaki görüşler de stratejiyi belirsizleştiren bir başka faktördü.
Doğuda mücadelenin “ulusal”, batıda “sınıfsal” karakteri baskın kabul edil
mişti. Bu, fiilen iki ayrı stratejinin izlenmesi anlamına geliyordu. Zaten mer
kezden kolayca kopabilecek ölçüde özerk örgüt yapısına sahip bir seksiyon
örgütlenmesi bunun bir gereğiydi.
Kısacası hareket pratikte karşılığını oluşturamadığı, birbirleriyle bağlantı
larını kuramadığı çelişkili fikirlerle görevler yüklenmişti. Buradan Kurtuluş-
çuların Türkiye gerçeğine uymayan görüşlerinin kurbanı oldukları da ileri
sürülebilir. Herhalde daha doğru olanı, ortak bir strateji ve bu stratejiyle tu
tarlı bir örgütlenme, mücadele tarzı geliştirme konusundaki yeterli beceri
yi gösteremediklerine dikkat çekmektir. 12 Eylül öncesi tartışmalarda solun
genelinde olduğu gibi, sosyalist gruplarla Leninist genel ilkeler üzerinde sü
rüp giden skolastik polemiklerin dışına çıkılamamıştı. 12 Eylül sonrasında
ise örgüt içi sorunlar başta olmak üzere, çapı her seferinde genişleyen yeni
tartışmalarla ortak zeminlerini kaybettiler.
30 TKKKÖ Merkez Komitesi Çalışma Raporu, 1984.
31 “Yol Aynım”, Kurtuluş Sosyalist Dergi, sayı 1.
1979-80 yılları, Kurtuluş için de yeni bir döneme işaret ediyordu. Sıkıyö
netimin yürürlüğe girmesiyle sosyalist hareketin merkezi durumundaki İs
tanbul ve Ankara’da yasal çalışma imkânları ortadan kalkmıştı. “Sıkıyöne
tim le sınırlı demokratik hakların kullanılamaz hale geldiği, CHP’nin gerici
yasaları peş peşe çıkardığı koşullarda yaşıyoruz”32 diyen Kurtuluş, CHP’nin
Maraş katliamı nedeniyle ilan ettiği sıkıyönetimin devrimci harekete yöne
leceği, “12 Mart’takine benzer biçimde ezme politikası”na dönüşeceği33 be
lirlemesini yaparak taraftarlarına daha merkeziyetçi ve disiplinli örgütlenme
çağrısı yapıyordu: “Bu dönemde merkeziyetçilik daha ağır basmalı ve dev
rimci hareketin merkezi iradesi dışında, mümkün olduğu kadar, örgütlü bi
rimler bağımsız davranmamalıdır.”
Sıkıyönetimle birlikte “bir önceki döneme göre faşist diktatörlüğe ge
çiş açısından kader belirleyici yeni bir dönemin”34 başlamış olduğu, faşist
hareketin güçleneceği değerlendirmesi yapılırken devrimci güçlerin birli
ğinin “her zamankinden daha önemli” olduğu vurgulanıyordu. Hiçbir si
yasi grubun “tek başına oligarşinin saldırılarına etkin bir biçimde karşı
koyamayacağı”35 savunuluyordu. Birlik yıllardır “sekterlik, dar grupçuluk,
burnu büyüklük” nedeniyle sağlanamamıştı. Her grup “bu işin sonunda fa
şizm var” diyordu ama gerçekte “tehlikenin gerçek boyutlarını” yeterince
kavrayamamışlardı.
Kurtuluşçular öncelikle Devrimci Yol’la birliğin koşullannı arıyordu. Sov-
yet-Çin kamplaşması dışında kalan bu iki grubun, görüşleri itibariyle birbi
rine daha yakın durduğu varsayılıyordu. Kitlesellik bakımından etkili olma
nın koşulu da Devrimci Yol’la bir beraberlikte görülüyordu. 1979-80’de bir-
biriyle birlik eğilimi gösteren üç grup Devrimci Yol, Kurtuluş ve Halkın Kur-
tuluşu’ydu. Her üçü de dönemin kitlesel, militan gruplarıydı. Devrimci Yol
ile Halkın Kurtuluşu, 1979 yılında hem 1 Mayıs gösterileri hem de senato
ve milletvekili ara seçimlerinde eylem birliği yapmayı başarmışlardı, ancak
Kurtuluş onlara katılmadı.
Kurtuluş Sosyalist Dergi'de 1 Mayıs gösterilerinde neden birlik sağlanama
dığı konusunda yazılanlar, 1970’lerin sosyalist solunda birlik görüşmelerin
de tartışmalann düzeyi ve niteliği hakkında da fikir verebilir:
32 “Mevcut Durum ve Görevlerimiz”, Kurtuluş Sosyalist Dergi, sayı 31, Şubat-Temmuz 1979.
33 Kurtuluş Sosyalist Dergi, sayı 31, Şubat-Temmuz 1979.
34 “Sıkıyönetim ve Karşısındaki Bazı Tavırlar", Kurtuluş Sosyalist Dergi, sayı 31, Şubat-Temmuz
1979.
35 A.g.m., s. 82.
makyavelcilikten kötü müdür? Ne yapmıştır Devrimci Yol 1 Mayıs’ta? Her
zaman olduğu gibi bizim öne sürdüğümüz anti-faşist, anti-emperyalist ve an->
ti-şovenist (Kürdistan’da anti-sömürgeci ve anti-feodal) ilkeleri ittifak ilkele
ri olarak öne sürmememizi istemiş ve iç savaştan yana olmak ittifak için ye-
terlidir demiştir. Bu ne demektir? Pazarcılık mı yapıyoruz yoksa sınıf müca
delesi mi veriyoruz? Bize verilen bu cevaptan sonra nasıl olur da ilkeli bir itti
fak yaptığımızı söyleyebilirdik. İlkesiz yapılmış bir ittifakın sınıf mücadelesi
ne yaran nedir? Devrimci Yol bizim saydığımız ilkeleri kendisi de kabul edip
kullandığı halde, her nedense Halkın Kurtuluşu ile ittifak yapmaya gelince
unutuvermekte ve bakın neler diyebilmektedir:
İfadelerinin bu kadan bile Devrimci Yol’un nasıl ilkesiz bir tutum içerisinde
bulunduğunu, nasıl olursa olsun ama Halkın Kurtuluşu ile ittifak yapalım an
layışını taşıdığını ortaya koymaktadır. Yani aslında Halkın Kurtuluşu ile bir
araya gelmeyi engelleyici bir şeylerin var olduğunu kendisi de itiraf etmekte
ve bu konuda da Halkın Kurtuluşu’nun nasıl oluyorsa verdiği sözlere güve-
nebilmekte. Bu konuda Halkın Kurtuluşu’nun verdiği sözler değil ilkelerdir
belirleyici olan. Orada söz verirler ötede vazgeçerler. Böyle olmayacak idi ise
konuyu, bir protokole bağlamaya neden razı olmazlar? Çünkü o zaman ver
dikleri söz gerçekten bir anlam ifade edecek, döndükleri takdirde tutarsızlık
tan belgelerle kanıtlanabilecektir. Ama işin belgelenmesine razı olmamakta
dırlar. Ve Devrimci Yol yazan da “şamata yapmayacaklanna söz verdiler ama
kendilerine yasak konulmamasmı istediler” diyerek onlan mazur gösterme
ye çalışmaktadır.37
1979 senato üçte bir yenileme ve milletvekili ara seçimlerine ise Kurtu
luş, boykot uygulayan Devrimci Yol ve Halkın Kurtuluşu’nun aksine İstan
bul, Antalya ve Samsun’da üç aday göstererek katıldı. Hepsi ilköğretim mü
fettişi olan adaylardan Recep Cüre İstanbul’da 2.439 (yüzde 0,21) oy aldı.
Antalya’da Abdullah Akm 3.083 (yüzde 1,3) ve Samsun’da Mehmet Baklacı
3.439 (yüzde 1,25) oy aldılar.39 Kurtuluş, 1 Mayıs gösterilerinde olduğu gibi
seçim konusunda da Devrimci Yol ve Halkın Kurtuluşu’yla sıkı bir polemi
ğe tutuştu. Bu grupların Leninist taktiklere aykırı hareketlerini eleştirirken,
CHP’nin kaybettiği 1 milyon oyun boykotla ilgili olduğu değerlendirmeleri
nin nasıl abartılı ve yanlış olduğunu rakamsal karşılaştırmalarla kanıtlama
ya çalışan bir makale yayınladı. Makalede, Devrimci Yol ile Halkın Kurtulu
şu’nun sıkıyönetim öncesi İstanbul’da son yasal mitinglerine ancak 2 bin ki
42 Emin Karaca, 12 Eylül’ün Arka Bahçesinde, Avrupa'daki Mültecilerle Konuşmalar, Gendaş Kültür,
İkinci Baskı, Şubat 2002, s. 193.
43 İsmail Metin Ayçiçek, 12 Eylül öncesi yayınlanan Kurtuluş Sosyalist Dergi’nin sahibi ve sorum
lu yazıişleri müdürü, Emin Karaca, 12 Eylül’ün Arka Bahçesinde, Avrupa’daki Mültecilerle Konuş
malar, Gendaş Kültür, İkinci Baskı, Şubat 2002, s. 192.
44 “Kendi başına kalma”nm moral sonuçlan 1990 yılındaki 5. Konferans’a sunulan “Bize Bir Hafı
za Lazım" başlıklı yazıda şöyle anlatılıyordu: “Hafıza zafiyetinden söz edince aklıma hemen es
lerinin değiştirilmesine direnç gösteren veya güvensizlik ya da gizlilik şartla
rının ürettiği ilişki kopukluklarıyla baş etmenin yolunu, tüm üyeliklerin ön
ce askıya alınmasında sonra da iptalinde buldu. Öncü İşçi grubundan gelen
lerin muhalefeti karşılıklı “hizip”, “tasfiyecilik” suçlamalarına dönüştü. Ge
çici komite 1981 sonunda grubu hizipçilikle suçlayarak ihraç etti, yurtdışın-
daki “koruma”ya alınmış yöneticisi hakkında da “soruşturma” kararı çıkart
tı. 1982 Ocak’mda hazırladığı program ve tüzükle üyelikleri yeniledi ve yeni
üye alımı için tek bir kriter getirdi: “Önemli olan örgütü her anlamda savu
nabilmektir. Komünist kişilik esas alınmalıdır.”45
1982 Mayıs raporunda Geçici Merkez Komitesi, örgütün reorganizas-
yonunun tamamlandığı, hiziplerden arındığı, “kendisini nitel tarzda aşma
noktası”na geldiği, yani “parti inşa dönemi”ne girdiğini yazıyordu. Bu iddia
lı yaklaşıma paralel, solun bütününün cunta karşısında yenildiği, ayakta ka
lan, sürekliliği sağlayan tek grubun Kurtuluş olduğunu savunan bir de bil
diri kaleme aldı.
Geçici merkez komitesinin gerek değerlendirmeleri gerekse uygulama
ları başta yurtdışmdaki merkez komite üyeleri olmak üzere örgüt genelin
de tepkiyle karşılandı. Sorunun üstesinden gelmek için 1983 başlarında Su
riye’de “tam üyeli merkez komitesi toplantısı” yapıldı. Birkaç ay süren tar
tışmalar sonucunda, geçici merkez komitesinin hazırladığı program-tüzük,
ihraç kararlan ve yaklaşımları “sekterizm” diye nitelenerek reddedildi. Ör
güt Türkiye ve Kuzey Kürdistan Kurtuluş Örgütü adını bu toplantıda aldı.
Örgüt içinde bir tartışma süreci başlatılması ve konferans toplanması karar
laştırıldı. İhraç edilen Öncü İşçi grubuna da örgüte katılması çağrısı yapıldı,
ancak çağrı karşılığını bulmadı. Böylelikle ilk ayrılık da resmileşmiş oldu.46
Kurtuluşçulann “cunta koşullarına karşın canlı ve katılımlı bir tartışma
süreci” diye övdüğü ikinci konferansın hazırlığı sırasında üye ve taraftarla
rın yazılı görüşleri alındı. Konferans 1984 Şubat’ında Türkiye’de toplandı.
Üyelerin doğrudan oyuyla yedi kişilik merkez komitesi seçildi. Hem yeni
den görüş birliğine vanlması hem de yönetici bir organın seçilmesiyle bir to
kiden vuku bulan ‘unutma-unutulma’ olaylan geliyor. (Şükür benim hafızam bugüne kadar TK-
KKÛ’yü yöneten yoldaşlannkine göre oldukça kuvvetli de hatırlıyorum.) ‘Birinci büyük tasfiye
harekâtı’ sırasında koca koca şehirler tüm politik araç ve gereçleriyle birlikte; yoldaşlarca poli
tikanın nesnesi olarak algılanan insanlar da dahil olmak üzere unutulmuştu. Yönetici yoldaşlar
içinden ellerini çektikleri bir eldiven gibi kaldırıp atmışlardı onlan... O zamandan bu yana, bu
konuda büyük bir gelişme kaydettiğimiz X ili kongre sürecinde gözlemlendi. Bu kez insanların
sadece ve sadece yüzde 10’u unutulmuştur. Yoldaşlar garajda valizlerini unutur gibi insanları
bir yerlerde unutmayı alışkanlık haline getirmişlerdir. Bu olay bizim hayatımızın akışı içerisin
de vakayi adiyedendir.”
45 Geçici Merkez Komitesi Politbüro’nun Mayıs 1982 Raporu.
46 Doğan Tarkan’ın başını çektiği grup, 1997’de Devrimci Sosyalist İşçi Partisi adıyla legal bir par
ti kurdu.
parlanma sağlayacağı umulan konferanstan kısa bir süre sonra, Nisan ayın
da merkez komitesi üyelerinin önemli bir bölümü yakalandı. Bu ağır bir dar
beydi, örgütün operasyon-toparlanma kısır döngüsünden çıkamadığını gös
teriyordu.
Kurtulyş’a yönelik etkili operasyonlar 1981’den başlayıp 1985’e kadar ara
lıklarla sürdü. Bu sürede 2 bin civarında militan ya da taraftar gözaltına alın
dı. Cuntanın soldan ilk idam ettiği Necdet Adalı47 Kurtuluşçuydu.
Genel sekreter Mart 1983’te yakalandı. 1982, 1983, 1984 operasyonlarına
karşın 1985’e kadar merkez komitesi, örgütün iyice daralması ve birçok üye
sinin tutuklanmasına karşın varlığını sürdürmeyi başarmıştı. Örgütsel faali
yeti felç eden 1985 Mart’ındaki operasyondu. Merkez komitesine bağlı aske
ri grup, 12 Eylül’de verdiği aradan sonra, 1984 başında harekete geçirilmiş
ti. İki banka soygunu ve bir banka soygunu girişiminin ardından, son olarak
27 Mart 1985’te Taksim’deki Bank of Credit and Commerce adlı banka so
yuldu. Askeri grup sorumlusunun parayı teslim etmek üzere merkez komi
te üyesi ile 29 Mart’ta Mısır Çarşısı’nda yapacağı buluşmayı tespit eden po
lis operasyonu başlattı. Takip eden günlerde yüzlerce insan gözaltına alındı.
Bu operasyonla örgütün, iç tartışmalarla ve polis takibi altında güçlük
le oluşturduğu yerel örgütleri ve ona bağlı ilişkileri, bir daha kurulamaya
cak ölçüde darbeler aldı. Mahir Sayın operasyonu ve sonuçlarını şöyle anla
tıyordu:
1985 Nisan operasyonu ise birkaç istisnasıyla varolan ileri kadrolann hepsi
ni alıp götürmüşken, bir de kimi yoldaşlann polis deneylerinin beklenmeye
cek derecede kötü olması, dışarıda kalanlann morallerini de yerle bir etti. Ye
ni yapılanmayı oluşturmak için neredeyse kendine güvenen militan bulabil
mek olanaksız hale gelmişti. ... Merkez komitesine seçilenlerin kendileri bi
le o görevi yürütebileceklerine inanmayacak kadar deneyimden yoksunlardı.
(...) İlişkilerin derlenmesi bir yılı aldı... Ne var ki 1985 darbesi öylesine yı
kıcı olmuştu ki Kürdistan örgütlenmesi tümüyle ortadan kalkmış ancak İs
tanbul’da bannan bir komite oluşturulabilmişti.48
İkinci konferansın 1,5 yıl içinde resmi program ve tüzüğü yürürlüğe sok
mak için toplanmasını karar altına aldığı 1. Kongre, ilk merkez komite üye
lerinin biri dışında tümünün, pek çok yönetici kadronun tutuklandığı, Is-
47 Necdet Adalı, Temmuz 1977’de Ankara’nın Altındağ ilçesinde kahvehanede iki sağcı koman
donun öldürülmesi suçlamasıyla 1978’de sıkıyönetim askeri mahkemesinde idama çarptırıldı.
Askeri Yargıtay’ın 2 Temmuz 1980’de onayladığı ve Meclis’e gönderilen dosya, darbenin ardın
dan MGK’mn politikaları gereği ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu’nun bekleyen dosyasıyla birlikte
onaylandı. Adalı ve Pehlivanoğlu, 8 Ekim 1980’de Ankara Kapalı Cezaevi’nde idam edildiler.
48 Mahir Sayın, Dev-Genç'ten Günümüze Devrimci Hareket ve Kurtuluş, Erginbay Yayıncılık, s. 57-
58-59.
tanbul ve Ankara ile sınırlanmış yerel örgütlerin işlevsizleştiği sırada toplan
dı. 1986’da İstanbul’da bir evde 11 kişiyle yapılan kongre, yeni bir merkez
komitesi kurmayı sağlama amacındaydı daha çok. Ne var ki ülke içinde fa
aliyeti yürütmekle görevli politbüronun üç üyesinden ikisinin (merkez ko
mitesine beş kişi seçilmişti) bir süre sonra istifasıyla bu örgütsel merkez de
işleyemedi.
1988, 1991 ve 1994’te toplanan konferans ve kongreler, birbiriyle ilişki
içinde olan ama öte yandan hem fikirsel hem de örgütsel olarak dağılmış dı
şarıdaki üye ve taraftarları bir araya getirecek ideolojik-örgütsel platform et
rafında toplama girişimlerinden öte anlamlar taşıyamadı. Bu konferansların
bizzat kendileri de dahil, aldığı kararlar, seçtiği yönetici organlar hep tartış
malı kaldı, kapsayıcı olamadı. Konferans veya kongrelerin bileşiminin, tüzü
ğe göre merkez komite üyeleri, Kürdistan komitesi, uzmanlık organlan ve
yerel komite temsilcilerinden oluşması gerekiyordu. Oysa bu örgütler dağıl
mıştı. Tutuklu yönetici ve kadrolarının serbest kaldığı 1991 yılında toplanan
5. Konferans, öncekilerin başaramadığı bir ortak görüş zemini ve kabul edi
lebilir yönetici organı seçmesi bakımından en heyecan verici olanı sayılabi
lirdi. Ama bunun bile pek çok Kurtuluşçu açısından meşruluğu tartışmalıy
dı. Kürt temsilciler meşru görmemiş ve konferansa katılmamıştı; yine aynı
biçimde en önemli yerel örgüt İstanbul’daki 15 üye, delege seçimi sistemini,
yerel örgüt yönetimini tanımadıklarını açıklamıştı.49 Konferans “tasfiye” ol
muş ve “çökmüş” örgütsel yapıyı “yeniden inşa etmeyi”, “programatik gö
rüşlerin formülasyonu ve yeniden teyidini” sağlamak istiyordu. Ama bunu
ne konferans ne de sonrasındaki kongre ve konferanslar başarabildi. “Örgüt
lü olma bilinci büyük ölçüde törpülenmiş”, “örgütsel görevleri yerine getir
mek, aidat ödemek, organlı ve programlı faaliyet sürdürmek keyfi bir duru
ma dönüşmüş ve hatta üye olarak kimi zaman örgütle organik ilişkiye sahip
olma zorunluluğu da ortadan kalkmış”tı.50 Örgütsel sorunların çözümüne
çok az üye ilgi gösteriyordu.51 Zaten katılımın daha geniş olması varsayılabi-
lecek bu konferansın 9 üyeyle yapılması da bu ilgiyle alakalı olduğu söylene
bilir. Merkez komitesinin 1994 yılındaki 2. Kongre’ye sunduğu raporun bir
bölümünü aktarmak, 1988-1994 arası örgütsel durum hakkında fikir verme
si açısından yararlı olacaktır:
52 18 Şubat 1995’ten 14 Mart 1997’ye kadar 109 sayı yayınlandı. Söz, ÛDP projesi çerçevesinde da
ha kapsayıcı olacağı varsayılan yeni bir derginin kurulması çabasına destek için yayın hayatına
son verdi.
53 Basın toplantısı düzenleyenlerin arasında Mihri Belli, Akın Birdal, Bilge Contepe, Celal Beşikte-
pe, tlhami Aras, Mustafa Kemal Kaçaroglu, Sungur Savran gibi isimler bulunuyordu.
mf partisi için ortak tarihimize, bu arada ÖDP’nin kısa tarihinin bütün olum
lu mirasına sahip çıkarak herkesle eşitlik temelinde diyalog kurmaktır.
Birlikçilik Kurtuluş’un hem güçlü hem de zayıf yanı olagelmiştir. Güçlü yanı
dır, zira başka sosyalistlerle yan yana geliş için bir olanak sağlamakta ve bunu
reel sosyalizmin inkârı üzerinden tarihsel bir bakışla yapmaktadır. Zayıf ya
nıdır çünkü kendi içindeki birliğin alacağı hasardan çekinerek temel mesele
lerin “eylem birliği zemininde tartışılmasını” ertelemekte ya da bu meseleler
de anlaşılmış gibi yapmaktadır. Bu yapısal zaaf kendisini her düzlemde başka
kriz dinamikleri olarak ortaya sermektedir.55
Kuruluş
Devrimci Sol, toplumsal mücadelenin radikalleştiği ve buna paralel sosya
list solda, bölünmelerin yaşandığı 1978-1980 döneminde ortaya çıktı. Ancak
o, ana gövdeden radikal kopuşları temsil eden İşçinin Sesi, TKP(ML) GKK,
THKP-C Savaşçıları gibi gruplardan farklı olarak, bunlar arasında büyümeyi
başarabilen tek örgüttü. Üstelik dönemin en kitlesel hareketi olan Devrimci
Yol’dan bir kopuş olmasına karşın böyleydi.
Devrimci Sol ayrılığı ve kuruluşu, aylara yayılan bir süreç izledi. Ağustos
ta yayınlanan Devrimci Yol Hareketinde Tasfiyecilik ve Devrimci Çizgi broşürü
yeni oluşumun eleştiri ve görüşleriyle birlikte resmen deklare edilmesiydi.
Ayrılığın başını çekenler, Devrimci Yol’un, başta Dev-Genç olmak üzere
-k i zaten hareket öğrenci gençlik merkezliydi- İstanbul’daki örgütlenmesi
ni yöneten gençlik liderleriydi. 1973’ten beri öğrenci hareketinde Cepheciler
diye anılan THKP-C sempatizanları içinde yer almış; Acil, Kurtuluş' MLS-
PB gibi ayrışmalarda Ankara merkezli Dev-Genç’le hareket etmişlerdi. İstan
bul Dev-Genç’in kurucularıydılar. Aralarında Bülent Uluer, Paşa Güven gi
bi dönemin popüler gençlik liderleri, aynı ölçüde popüler olmayan ancak si
yasal yöneticilik vasıflarıyla grupta özel bir yer tutan Dursun Karataş1 gi
bi öğrenci liderleri vardı. İstanbul Dev-Genç, ITÜ, İstanbul Üniversitesi, Yıl
dız Teknik başta olmak üzere üniversite ve yüksek okullarda etkinliği olan
1 Dursun Karataş, 11 Ağustos 2008’de Hollanda’da kanser hastalığından hayatını kaybetti. DH-
KP-C açıklamasında 10 yıldır kanser tedavisi gördüğü belirtiliyordu. 15 Ağustos 2008’de İstan
bul Gazi Mahallesi’nde cemevi ve camideki cenaze törenlerinin ardından Gazi Mezarlığı’nda
toprağa verildi. Cenaze törenine 15-20 bin kişi katıldı.
öğrenci gençlik hareketinin dinamik, eylemci ve yaygın kesimlerinden biri
ni oluşturuyordu.
Ankara’daki merkezin görüşlerine ilişkin kuşkulan, Devrimci Yol Bildirge-
si’nin yayınlanmasıyla belirgin hale geldi. Mahir Çayan’m silahlı propagan
da, suni denge, öncü savaşı gibi temel bazı kavramlarıyla ilgili görüşlerin or
taya konulmadığını, yazılanların ise Mahir Çayan’m fikirlerinden gizlice bir
uzaklaşmayı içerdiğini düşünüyorlardı. Silahlı mücadelenin gerektirdiği or
ganizasyon ya da eylemlilik konusunda da pratikte gözlenen bir gelişme
yoktu onlara göre. 1977 sonlarında bu kuşkulan taşıyan İstanbul grubuyla
Ankara merkezi arasında tartışmalar arttı. Ama ayrılığa asıl yol açan şey, ge
rek bu tartışmalar sırasında gerekse daha öncesinde Ankara grubunun ken
disini örgütsel ilişkilerin merkezine koyarak, her türlü örgütsel ve siyasal ta
sarrufu elinde tutuyor olmasıydı. Ankara’daki yöneticiler THKP-C’den gel
miş olmaları itibariyle, Istanbul’dakiler tarafından da “doğal otorite” sayılı
yordu. Tartışmalarda “ideolojik farkımız yok”, “Aynı şeyleri düşünüyoruz”
diye iknaya çalıştıklan Istanbul’dakileri, eylemci söylemleri ve pratikleri ne
deniyle “asker kafalı” görüyorlardı.
Tartışmalardan sonuç alamayan İstanbul grubu, Ankara’dakilerin de başka
bir görevlendirme önermesiyle, kendilerinden kurtulmak için oyalama takti
ği izlendiği konusunda ikna oldu. Ankara grubu üzerinde bir baskı oluştur
mak amacıyla 1978 Şub'at’ında “görevlerini askıya aldıklannı” açıkladılar ve
İTÜ-DER’de yaklaşık 50 kişinin katıldığı bir toplantıda da önde gelen mili
tanlara, durumu anlattılar.2 Böylelikle ayrılık süreci işlemeye başladı.
Ankara’daki yönetici grup, pek ciddiye almadığı bu çıkış karşısında izledi
ği tutumla, hem aynlığı körükledi hem de muhalefet karşısında başansızlığa
uğradı. Dursun Karataş’m anlatımıyla, Ankara’dakiler görevlerin askıya alın
masına “çok sevinmiş”, bunu onlardan kurtulmanın bir fırsatı gibi değerlen
direrek derhal yerlerine yeni yöneticiler atamışlardı. Ne var ki bu yönetici
ler “emirler yağdırarak” İstanbul’daki militanların tepkilerini çekmiş, böyle-
ce Ankara grubunun “tasfiyeci niyeti” daha alt düzeydeki kadrolar nezdinde
de teşhir olmuştu.3 Bu süre içinde öğrenci örgütlenmesi, bu atanmış yöneti
cileri değil, arka planda görevlerini askıya almış eski yöneticilerle ilişkisini
sürdürüyor, onlann söylediklerini dikkate alıyordu. 1 Mayıs Taksim mitin
ginde İstanbul grubunun Devrimci Yol pankartlanndan çok “Yolumuz Ça-
yanlann Yoludur” pankartları taşıması, mitingde bir gövde gösterisine hazır
lanan Ankara grubu için kötü bir sürprizdi; Devrimci Yol içinde bir şeyler
2 Bağımsızlık, Demokrasi ve Sosyalizm Mücadelesinde Gençlik, Cilt 1, İkinci Baskı, Boran Yayınevi,
İstanbul, Mart 1999, s. 201.
3 Dursun Karataş, Parti-Cephe İle iktidara Yürüyelim (DHKP-C Kuruluş Kongresi Raporu), Haziran
Yayınevi, İstanbul, 1995, s. 26.
olduğu izlenimi de diğer sola yansımış oluyordu. Mitingde iki grup arasında
çıkan tartışma sırasında İstanbul grubundan birinin tartaklanmaya kalkışıl
ması iki grup arasında gerilimi daha da artırdı.
* Gerçekte ayrılanlar iki noktada net bir fikre ulaşmıştı: Birincisi, Ankara
grubu THKP-C’yi savunmuyor, bu nedenle de THKP-C’nin görüşleriyle ilgi
li değerlendirmelerden mümkün olduğunca kaçınıyordu. İkincisi, Devrimci
Yol ülkenin çeşitli bölgelerinde kendiliğinden ortaya çıkan grupların bir top
lamıydı; Ankara grubu da bunlardan biri olmasına rağmen kendisini merke
ze yerleştiriyor, istediği ideolojik ve örgütsel kararlan alıyor, farklı düşünen
leri “giden gider” anlayışıyla dışlıyordu:4
Devrimci Yol’un, THKP-C çizgisinden farklı bir çizgiyi, üstü kapalı, gizli
ce egemen kılmaya çalıştığı kanısındaki Devrimci Solcular, bunun kanıtla
rını Devrimci Yol’daki yazılarda THKP-C’nin “ideolojik ve örgütsel birliği”
tam sağlayamamış, “zorunlu olarak silahlı mücadeleye girişmiş” bir örgüt gi
bi tasvir edilmesi, “silahlı propaganda-öncü savaşı” kavramının alelade “tak-
6 A.g.e., s. 29.
7 Devrimci Sol, sayı 7, Aralık 1995, s. 48.
tik evreye” indirgenmesi olarak sıralıyordu. “Şimdiye kadar tek kelimeyle de
olsa temel mücadele biçimi olarak silahlı propagandadan söz etmediler, asıl
.sorun budur” diyorlardı.8
Pratikteki mücadele ve örgütlenme de “PASS” görüşüne uygun bir yön
de değil,"yalnızca kitlelerin yatay örgütlenme ve mücadelesine vurgu yapan
“tek yanlı”, “kendiliğindenci” bir süreç izliyordu. Bunun kanıtı da Devrim
ci Yol’un kampanyaları ya da antifaşist mücadelesiydi: “Zaman zaman açı
lan ‘kampanyaların’ hayata geçirilişinde, antifaşist mücadelenin gerekleri
nin yerine getirilmesinde bunu görmek olanaklıdır. Bu eğilim (farklı dev
rim anlayışından kaynaklanan sağ eğilim) kendini antifaşist mücadelede
‘kitle hareketlerinin birkaç biçiminin yerine getirilmesiyle’ sınırlandırmakta
dır. Böylece iradi kadro eylemleri gereksiz, küçümsenen eylemler durumu
na düşürülmüştür,”9 deniyordu. Partileşme sürecinin en önemli unsuru ka
bul edilen “kadrolaşma” da askeri yönü eksik “tek yanlı” bir kadrolaşmaydı.
“İradi kadro eylemleri”yle kastedilen, örgüt merkezinin oluşturduğu si
lahlı ekiplerce gerçekleştirilmesi gereken silahlı eylemlerdi. Devrimci Solcu
lar, Malatya olayları örneğini ele alıp10 bu kentte Devrimci Yol’un provokas
yonu önleyecek bir politika geliştirmediğini, bu nedenle de kentin “faşistle
rin denetimine geçtiğini” ileri sürüyordu:
Örgüt
Devrimci Yol’dan aynlığın temelini oluşturan “partileşmeyi meçhul bir ge
leceğe erteleyen kendiliğindenciliğe” son vermek, yeni hareketin başlı
ca hedefiydi. “Kendiliğindencilikten çıkıp parti hedefine iradi bir nitelik
kazandınlmalıydı.”12 Kendiliğindencilik eleştirisi üzerinden geliştirilen vo
lontarizm, ileride Devrimci Sol’un ayırt edici özelliği olacaktı.
Partileşme sürecini “iradi bir süreç” haline getirecek irade, kuşkusuz ör
güt merkeziydi. Merkezi bir planlama sadece örgütsel şekilleniş açısından
değil mücadelenin seyri için de gerekliydi:
“Merkezi irade”, henüz bir parti gibi nitelikli bir örgütsel düzey söz ko
nusu olmadığından “iktidarı ele geçirmeye yönelik eylem çizgisinin”, yani
“Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi”nin “ön unsurlannı yaratmayı” düşün
meliydi. Örgüt de mücadele de PASS perspektifine göre şekillenecek, böy-
lece PASS’ı gerçek anlamıyla yaşama geçirebilecek partiye ulaşılacaktı. Parti
her şeyden önce komünist kadroların yaratılmasını gerektiriyordu. Mücade
le içinde yetişecek kadrolar, politik ve askeri niteliğe sahip olmalıydı. Mahir
12 Devrimci Sol, sayı 7, Aralık 1995, s. 50.
13 “Devrimci Yol Hareketinde Tasfiyecilik", Dava Dosyası, s. 64.
Çayan’ın “politik askeri liderliğin birliği” diye formüle ettiği ilkenin de gere
ğiydi bu. Devrimci Solcular, partinin nüvesi sayılan, örgütün gerçek çekirde
ğini oluşturacak iki örgütsel biçim önerdiler: Faşist Teröre Karşı Silahlı Mü-
* cadele Ekipleri (FTKSME) ve Silahlı Devrimci Birlikler (SDB).
P^SS ışığında gerilla savaşı verecek bir partinin nüvelerini şimdiden yaratacak
bir örgütlenmenin adımlarını atmalıyız. Bu örgütlenmenin bir alt zemini olarak
Faşist Teröre Karşı Silahlı Mücadele Ekipleri’ni her çalışma alanına merkezi bir
tarzda yaymalıyız... Faşist Teröre Karşı Silahlı Mücadele Ekipleri’nin mücadele
si içerisinde yetkinleşmiş, çeşitli yetenekleri ortaya çıkmış, asgari Marksist-Le-
ninist formasyona ve Türkiye’nin sorunlarına vakıf kadroları daha üst bir plat
forma sıçratıp Silahlı Devrimci Birlikler içinde örgütlemeliyiz.14
SDB’ler çalışma alanlarının savunma fonksiyonlarından öte görevler yük
lenmeli, bir nevi geleceğin gerilla nüveleri olmalıdır. Bu örgütlenmeler bugün
faşist teröre karşı mücadelede ivmenin yükseltilmesinde rol oynamalı, antifa-
şist savunma çizgisini aşacak bir programa sahip olmalıdır. (...) SDB’ler, kit
leler içerisinde eriyen, kitlelerle beraber onların sorunlarına vakıf, onlarla ya
nıp tutuşan onlarla mücadele eden kadrolardan meydana gelir. (...) SDB ele
manları, MLSPB, Acil vs.’nin yaptığı gibi, pratikten ve hayattan kopmuş, lüks
apartman katlarına kapanmış kadroların örgütlenmesi olamaz. SDB eleman
ları kitleler içerisinde erimesini bilen, onların nabzını her an hisseden, gizli
liği mutlak profesyonel örgütlenmelerdir.15
Antifaşist mücadele
Faşist Teröre Karşı Silahlı Mücadele Ekipleri’ni gerekli kılan, THKP-C’nin
içinde bulunduğu 1971 öncesinden farklı koşulların yaşanıyor oluşuydu:
Yine bu süreçte resmi ve sivil faşist terör bugünkü gibi yoğun değildi. Çatış
malar ancak yer yer silahlı biçimlere sıçrıyordu. Bugün ise resmi ve sivil fa
şist terör sadece devrimcileri değil, sıradan halktan insanları da hedeflemiş ve
kitle katliamlannı gündeme getirmiştir.21
Bizim anlayışımız ise yalnız kendi birimini savunmak değil, bu savunmayı ül
ke sathında iktidara yönelik bir muhtevada aktif savunma anlayışıyla ele al
26 19 Eylül 1978 tarihli Milliyet ile Eylem Öğretiyor (Halk Kurtuluş Yayınlan, Aralık 1996) adlı ki
taptan derlenmiştir.
27 Devrimci Sol, sayı 7, Aralık 1995, s. 50.
maktır. Yaptığımız her eylem, iktidarı alma anlayışına uygun olarak yapılmalı
ve örgütlenmemizin ve eylem çizgimizin esasını bu teşkil etmelidir.
31 Devrimci Sol da, Tavır dergisinde Koraman’a yamt olarak, bu karitatürü tersine çevirerek, Dev-
Sol’u boğulmakta olan Bedri Koraman’a elini uzatan, Türkeş’e silahını doğrultmuş bir genç ola
rak gösteren bir karikatürle karşılık verdi.
32 10 Şubat 1980 tarihli Milliyetin haberinde şöyle deniyordu: “Gazetemizi saat 11.00’de telefonla
arayan ve Dev-Sol militanı olduğunu söyleyen biri ‘Faşizmi ve zamlan protesto ettiklerini, Ye
dikule Karakolu’nu bu nedenle bastıklarım, amaçlarının polisleri öldürmek olmadığını, ancak
bütün ikazlara rağmen polislerin direndiğini ve teslim olmadığını’ ileri sürmüştür.”
layış rastgele hatta vurulmaması gereken insanların ölümüyle sonuçlanmış
tır. Bu anlayış eylemde reaksiyon ve pasiflik baskısının oluşturduğu komp
leksin sonucu ortaya çıkmış, halka zarar veren ve politik amacı olmayan as
keri bir bakış açısıdır.33
CHP’nin sol bir maskeyle hükümet olması ve Ecevit’in faşizme ne denli karşı
olup olmadığını ortaya çıkarmak için bu süreçte sivil faşist teröre karşı dev
rimci şiddet ve devlet güçleri içerisinde de işkenceci ve zalimlerin cezalandı
rılması doğru bir taktikken artık bugün çatışmayı sadece ve sadece sivil faşist
lerle sürdürmek imkânsız hale gelmiştir. Arenada ağırlıklı olarak sivil faşist
ler değil, üniforma giymiş faşistler saldırmaktadır.35
34 “AP-MHP, kitleleri faşist propagandayla, ilerici, devrimci ve demokratlara karşı eyleme hazırlı
yor”, Devrimci Sol, sayı 3.
35 “Sivil Faşist Terörle Devlet Terörü Birleşti”, Devrimci Sol, sayı 2, Mayıs 1980.
kencenin karargâhı haline gelmesi”ydi. Baskınlarla buna dikkat çekilmiş, ka
rakolların halkın gözündeki “korkutucu”, “güçlü” görüntüsü zayıflatılmış
tı.36 Karakollara yönelik eylemler bombalamalar, kurşunlamalar biçiminde
sonraki aylarda da devam etti. Birçok polis öldürüldü.
Bir cunta olasılığının tartışılmaya başlandığı, şiddetin doruğa ulaştığı 1980
yılının ortalarında Devrimci Sol, “aman devlete karşı silahlı eylemlerden ka
çınalım, provokasyona geliriz” düşüncesini ileri sürenlerin “teslimiyete”,
“kitlelerin pasifikasyonuna” yol açtıklarını söylüyordu. Devlet terörü karşı
sında geri çekilmek değil, tam tersine saldırıya geçmek gerekirdi. Temel dü
şünce, “düşmanın saldın planını bozmak”tı. Sivil faşist teröre karşı mücade
le de, devlet terörüne karşı mücadele de ancak böyle bir bakış açısıyla yürü
tülebilirdi. Devrimci Sol “Bulunduğumuz mevzilerde, kendimizi faşistlerin
saldırısına karşı savunma yerine faşist mevzilere biz saldırmalıyız, en iyi sa
vunma saldındır prensibini esas almalıyız,”37 diyordu. Devrimci Yol, Halkın
Kurtuluşu ve Kurtuluş ise şöyle eleştiriliyordu:
Diğer yandan faşizme karşı güya silahlı mücadeleden yana olan gruplar var
dır. Kurtuluş, Devrimci Yol, Halkın Kurtuluşu gibi... görünüşte aktif müca
deleden yana olan bu gruplar, geleneksel solun bekle-gör edilgen politikasın
dan nasiplerini almışlardır. Bu gruplar faşizme karşı pasif savunma çizgisini
seçmişlerdir. Yani faşistler saldırıya geçinceye değin bekle, faşistler saldırınca
kendini savun. Faşistlerin saldırılan karşısındaki savunmalanm da “Yaşasın
direnişimiz” diye göklere çıkararak kendilerini avutmaktadırlar. Aslında so
nuçlar, insanın kendisini avutamayacağı kadar acıdır. İşte Karadeniz bölgesi,
Trabzon, Ordu, Samsun ve Konya, Tokat, Çorum. Bu savunma çizgisi edil
genlik ve sonuçta faşizmin saldırılannı göğüslemiyor, tersine onun karşısın
da her gün yenilgiye uğruyor.38
Çorum, Tokat, Sivas ve faşizmin işgal altına almaya çalıştığı, böl-yönet de
magojisini yaptığı tüm bölgelerde ve birimlerde devrimciler yerel oyunları
nı bozmak için “saldırıyı bekle ve kendini savun” değil, saldırıyı önlemek ve
planlannı bozmak için faşist mevzilere ve odaklara saldırmalıdır.40
Suikast, MHP ve ülkücülere açık bir meydan okumaydı gerçekten de. Bir
yıl önce Cafe Mola’ya konulan bomba doğrudan üstlenilmemişti, oysa şim
di hem eylem yerinde bildiri bırakılmış hem de eylemin neden yapıldığına
dair imzalı bildiriler dağıtılmıştı. Bir yıl öncesine göre açıkça “savaşı başlat
mak” ve mücadeleyi “yükseltmek” için gerekli koşullara sahip olunduğu dü
Güç (yaygınlık)
Örgüt, kitlesel gruplar olan Devrimci Yol, Kurtuluş, Halkın Kurtuluşu gibi
üniversitelerden, öğrenci gençlikten diğer toplumsal katmanlara, semtlere,
mahallelere doğru yayıldı. Siyasetin taşıyıcı ve örgütleyici kadroları, öğrenci
43 “Şehirlerde Yoğunlaşan Hareket Kırsal Alanlara da Yaygmlaştınlmalıdır", Devrimci Sol, sayı 3.
gençlerdi. Doğduğu kent İstanbul’du. En yaygın ilişkilere bu ilde ulaştı, ey*
lemleri bu ilde yoğunlaştı. 1978’deki bölünmenin ardından Devrimci Genç*
lik Federasyonu’nun (Dev-Genç) 8 Temmuz’da İstanbul’daki kuruluş kurul
tayına İstanbul, Elazığ, Konya, Tekirdağ, Eskişehir, Çanakkale, Bursa, Sam
sun, İzmir, Ankara, Kırşehir, Malatya gibi iller ile çeşitli ilçelerden 1.500 cif
varında öğrenci temsilcisinin katıldığı belirtiliyordu.44 Kurucu il demekleri
İstanbul, Elazığ, Konya ve Tekirdağ’dı.
İstanbul Dev-Genç, Liseli Dev-Genç’le birlikte bu kentin öğrenci gençlik
hareketi içinde en yaygm ve etkili grubuydu. Maraş katliamını protesto ama
cıyla 1978 ve 1979 yıllarında gerçekleştirilen kitlesel eylemler, grubun genç
lik içindeki etkinliğini göstermesi bakımından da fikir vericiydi. 1978 Ma
raş katliamının ertesinde 6 üniversite ile 3 lise işgal edildi. Her birine çeşitli
üniversite ve liselerden yüzlerce öğrencinin katıldığı işgaller saatlerce sürdü.
Yüzlerce öğrenci gözaltına alındı.45 1979’da Maraş katliamının birinci yıldö
nümünü bir protesto kampanyasına dönüştüren Dev-Gençliler 20 civarında
fakülte, yüksek okulda, 40 kadar lisede boykot ve yürüyüşler, 12 lisede ise
işgaller gerçekleştirdi. Her iki yıldönümünde yapılan işgal, boykot ve yürü
yüşler Dev-Genç’in İstanbul’daki genel kitlesel protesto eylemlerinin doru
ğuydu. Çünkü bir sonraki yıl, üniversite ve liselerin genelinde olduğu gibi
İstanbul’da da benzer kitlesel protestolara rastlanamayacaktı. Artık 1980, sı
kıyönetimin baskısının ağır bir şekilde hissedildiği yıldı. Bunda sıkıyöneti
min okullardaki ağır baskısı kadar, öğrenci hareketinin mahalle, semtlere ve
diğer toplumsal kesimlere yayılan çatışmaların ve örgütlenmelerin asli unsu
ru haline gelmesi de rol oynamıştı.
Devrimci Sol, İstanbul’un pek çok mahalle ve semtinde örgütlendi; şehir
lerin stratejik yerleri kabul edilen mahallelerdeki örgütlenme Dev-Genç’in
önüne geçti. Devrimci İşçi Hareketi, Devrimci Öğretmen Hareketi, Devrim
ci Memur Hareketi vb. adlarıyla yan-legal birer kitle örgütü olarak tasarla
nan örgütlenmeler aracılığıyla işçiler, memurlar, öğretmenler arasında ilişki
ler, örgütlülükler yaratıldı. Memurlar ve onların kitle örgütü TÜM-DER’de,
Migros ve belediye işçileri arasında Devrimci Sol hatırı sayılır örgütlenme
lere ulaştı. Ancak işçiler arasındaki çalışma DİSK içinde bir muhalefet ya da
sendikal hareket anlamında kayda değer bir düzeye ulaşamadı.
1979 Aralık ara seçimlerinde Devrimci Sol, boykot taktiği izlemiyor, “Dü
zen partilerine oy yok” sloganı çerçevesinde politik çalışma yürütülebilece
ğini ve bağımsız adaylar gösterilebileceğini savunuyordu. Ancak “genç bir
hareket” olduğu için seçime “bağımsız adaylarla katılma şansı olmadığını”
belirtiyordu.
44 Zafer Yolunda 1, s. 137.
45 Zafer Yolunda 1, s. 170.
Devrimci Sol’un İstanbul’daki etkisini ve dönemin atmosferini gösteren
en çarpıcı örnek 14 Şubat 1980’deki esnafın “kepenk kapatma” eylemiydi.
1980’in Ocak ve Şubat ayındaki Karagümrük, Tahtakale ve Yedikule karakol
baskınlarıyla sansasyon yaratan eylemlerinin ardından gelen kepenk kapat
ma “24 Gcak kararları»” olarak tarihe geçen, liranın devalüe edilmesiyle he
men her şeye yapılan yüzde 40 ile yüzde 400’lere varan zamları protesto et
meyi amaçlıyordu. Esnaf örgütlenmeleriyle veya Devrimci Sol’un bir esnaf
örgütlenmesi yaratmış olmasıyla bağlantılı olmayan bu eylem, militanların
tek tek esnafları dolaşarak, bildiriler dağıtarak çalışmasıyla gerçekleşmişti.
15 Şubat tarihli gazetelerin manşetleri, sabaha karşı Tariş’e düzenlenen ope
rasyon ve İstanbul’daki kepenk kapatma olayına ayrılmıştı. Gazetelere göre
Beyoğlu, Taksim, Şişli, Nişantaşı, Harbiye, Karaköy, Tahtakale, Mahmutpa-
şa, Cağaloğlu, Eminönü, Hasköy, Topkapı gibi işyerlerinin çoğunlukta bu
lunduğu semtlerde esnafın büyük çoğunluğu dükkânlarını açmamıştı. Mil
liyet muhabirleri, öğle saatlerinde Taksim’de yalnızca bir büfenin, Beyoğ-
lu’nda ise bir giyim mağazasının açık olduğunu gördüklerini yazıyordu. Hü
kümet esnafın “zor ve tehdit”le kepenk kapattığını iddia ediyordu. Devrimci
Sol’un 1. sayısında ise şunlar yer alıyordu:
Solla ilişkiler
Devrimci Sol, sosyalist gruplar arasında, asgari müştereklerde antifaşist güç
ve eylem birliğinin kurulmasından yanaydı. Güç birliği hem “mücadele
49 Devrimci Sol adlı Şubat 1992 tarihli broşürde 12 Eylül öncesinde ve hemen sonrasında Devrim
ci Sol’un mücadelesinin sürdüğü başlıca şehirler şöyle sıralanıyor: İstanbul, Ankara, Bursa, tz-
mir, Eskişehir, Uşak, Denizli, Manisa, Adana, Mersin-Tarsus, Gaziantep, Elazığ, Malatya, Tun
celi, Sivas, Ordu-Aybastı...
nin bir zorunluluğu” hem de “halkın bir talebi”ydi. Ancak “ideolojik fark
lılıklar” ile “eylem birliği ilkelerinin birbirine karıştırılması”, gruplar ara
sında “küçük hesaplar” ve “faydacılıklar” birliğin önündeki en önemli en
gellerdi, bu yüzden de her birlik bir “çağrı”nın ötesine geçemiyordu. Bir
lik dışında tutulması gereken tek grup ise TİKP’ti (Aydınlıkçılar). Çünkü
TİKP, “sol saflardan kopmuş, oligarşinin cephesine gönüllü yazılmış milli
yetçi bir hareket”ti.50 Sovyet ve Çin yanlılarının birbirlerine karşı tutumları
nı birlik platformlarına taşımaları da birliğin önündeki bir diğer önemli en
gel görülüyordu. Devrimci Sol, Çin, Sovyet ve Arnavutluk ekseninde olu
şan sol içi bölünme ve çatışmaların yapay olduğu, mücadeleye zarar verdi
ği görüşündeydi.
En önemli ayırıcı özelliği ise sol içi çatışmalarda takındığı tutumdu. “Sol
içi cinayetlere bulaşmamak” onlara göre ilkesel bir konuydu; bu nedenle
de hareketin birçok militanı öldürülmesine karşın misillemelere kalkışma
dı. Kemal Karaca (lstanbul-1977) Kurtuluşçular; Turgut İpçioğlu (İstan
bul-1978) TİKP’liler; Mehmet Büçkün (Adana-1979) ve Haşan Bülbül (îs-
tanbul-1980) Devrimci Kurtuluşçular; Mustafa Albayrak (Istanbul-1980)
Partizancılar tarafından öldürüldüler. Devrimci Solcular, saldırı ve öldür
meler karşısında “teşhir” ve “tecrit” kampanyası açma yöntemini benim
sediler.51
Devrimci Sol’un 4. sayısında TİKP’lilerin saldırıları ve buna karşı yapılan
larla ilgili şunlar yazılıyordu:
12 Eylül
Ordu müdahalesi, Devrimci Sol’a göre, “yönetememe” sorunu yaşayan, “sü
rekli kriz” içindeki “yeni sömürge ülkelerin kaderi”ydi; dolayısıyla bir sür
priz sayılmazdı. 1980 Mart’mda yayınlanan Devrimci Sol'un ilk sayısında, ko
muta kademesinin iki ay önce verdiği “uyarı mektubu”, “ordunun dolaysız
iktidarının artık kaçınılmaz hale geldiğinin” “belirtisi” sayılmıştı:
52 “Sol İçi Çatışma veya Devrimci Yol’un Saldırganlığı”, Devrimci Sol, sayı 2.
53 Yazının orijinalinde “yüzünden” sözcüğü “düzenden” biçiminde geçmektedir.
54 “Politik Durum ve Devrimci Görevler”, Devrimci Sol, sayı 1.
Askeri darbenin ardından kaleme alman ve halka dağıtılan “Amerikana
Faşist Cunta 45 Milyon Halkı Yenemeyecek” başlıklı bildiride, adı “açık fa
şizm” olan “yeni bir dönemin başladığı”, bunun, diğer siyasi gruplar için ol
sa da Devrimci Sol için bir “sürpriz” olmadığı yazılıyordu. Cuntayla birlik
te ülkede demokrasi olduğunu varsayan ve “faşizmi MHP’den ibaret” sayan
TKP, TÎP, TSİP gibi “revizyonist” grupların görüşleri iflas etmişti. Mahir Ça-
yan’m dediği gibi “yeni sömürge ülkelerde demokrasiden bahsedilemezdi.
Bu gibi ülkelerdeki ‘demokrasi’ 12 Mart ve 12 Eylül’de olduğu gibi bir ge
cede ortadan kaldınverilen ve ordunun emriyle, onun koruma ve kollama
sı altında tekrar kuruluveren bir demokrasiydi.” Cunta “CIA’nm planına gö
re oluşturulmuş Amerikancı bir cunta”ydı. Bu cunta AP’nin ekonomik ve si
yasal politikasını üstlenmiş, “demokratik hiçbir tepkinin olmadığı, kitlelerin
baskı ve şiddetle susturulduğu” bir yönetim kurmayı hedefliyordu. “Bu fa
şist diktatörlüğe karşı dişe diş mücadele etmekten başka yol yok”tu. Cunta
ya karşı olan herkes “diktatörlüğe karşı çıkmak ana ilkesi” etrafında bir ara
ya gelmeliydi. Bildiride, “Diktatörlüğü işletmemek, yaptığı her zulme karşı
çıkmak, onun emperyalizmin işbirlikçisi olduğunu, Kemalist olmadığını or
taya çıkarmalıyız. Cuntanın başarısızlığı mücadelemizle mümkündür,” de
niyordu. “Düşmanlar” şöyle sıralanıyordu: “Cuntayı destekleyenler, fiili yar
dım edenler, katliamlar düzenleyenler ve emir verenler, her türlü muhbirler,
Amerikancı cunta işbirlikçisi sermayedarlar, faşist subay, astsubay, polisler
ve her türlü mevkideki yöneticiler.” Temel mücadele metodu yine “devrim
ci şiddet”ti. ilk tepki, gece sokağa çıkma yasağının işlediği saatlere denk ge
lecek biçimde banka şubelerine, şirketlere yönelik, cuntayı protesto amacıy
la eşzamanlı patlatılan bombalardı. Gazeteler İstanbul’da 100’e yakın bom
balama olduğunu yazıyordu. Kuşkusuz 12 Eylül öncesi aşina olunan eylem
biçimleri olan bildiriler, el ilanları, pankartlar bu kez cunta karşıtı sloganla
rı işliyordu.
Askeri darbeden 9 gün sonra, merkez komitesinin bir üyesi ve üst düzey
kadroların bir bölümü; 30 Eylül’de ise örgütün lideri Dursun Karataş yaka
landı. Bu ilk ciddi darbeydi ve yönetici grubun polisin eline geçmesi demek
ti. Sol grupların genelinde olduğu gibi, Devrimci Sol da, askeri yönetimin,
yaygın gözaltı, tutuklama ve işkence yöntemleriyle örgütsel yapılan dağıtan
politikalarına karşı hazırlıklı değildi.
Yönetici kadronun yakalanması, eylemleri durdurmadı; Eylül, Ekim, Ka
sım ayları boyunca polislere, “muhbirlere”, karakollara yönelik silahlı, bom
balı saldmlar devam etti. Bu kez eylemler yoğun gözaltı, örgütsel yapılann
açığa çıkması, sıkı kontroller nedeniyle çok daha küçük, 2-3 kişilik gruplarla
yapılabiliyordu. 27 Ekim’de İstanbul’da Mecidiye Karakolu’nun penceresin
den içeriye patlayıcı atılmış, Bebek Karakolu’nun çatısına bir apartmandan
iple saatli bomba sarkıtılmış, Ahmediye Karakolu’nun arka bahçesine bir ki
şi tarafından bomba bırakılmıştı.55
Operasyonların hızı arttıkça örgütün ana gövdesini oluşturan mahalli bi
rimler ve Dev-Genç’in merkezi ve bölgesel örgütleri peyderpey çöküyor
du. Aynı »randa eylemsellik de düşüyordu. Polisin açıklamasına göre Ocak
1981’e kadar örgütle ilişkili yakalanan 1.194 kişiden 607’si tutuklandı.56 Yi
ne de 1981 Nisan’ına kadar örgüt hâlâ stratejisine uygun “etkili” devrim
ci şiddet eylemleri yapabilecek kadro gücünü koruyordu. Merkez Komite
si, 12 Eylül’ün ertesinde, kendisinin de ele geçeceği ihtimaline karşı, alterna
tif bir yönetim kurma hazırlığını yapmıştı. Esasında örgüt, tüm birim yöne
ticilerinden “alternatif yönetimler” kurmasını istemişti. Devrimci Solcuların
motivasyonu, ne pahasına olursa olsun, örgütün mücadele ve eylemselliği-
ni sürdürmekti. Cuntaya karşı bir mücadelenin varlığı ancak bu yolla halka
ulaşabilir, sürekliliği sağlanabilirdi.
Niyazi Aydm’m sorumluluğundaki “2. Merkez Komitesi”, örgütü hem yeni
koşullara göre düzenleyebilmeli hem de “ses getirecek” silahlı eylemler yapabil
meliydi. Ne var ki her ses getiren eylemin, örgütü de operasyonların hedefine
yerleştirdiği aşikârdı. Bunun üstesinden gelebilmek amacıyla geçici bir önlem
olarak “özel seçilmiş” hedeflere “özel seçilmiş” militanlarla yapılacak silahlı ey
lemlerin “Türkiye Halk Kurtuluş Savaşçıları (THKS)” adıyla üstlenilmesi plan
landı. Polisi şaşırtacak bu durum, gerekli örgütsel tedbirleri alabilmek için za
man kazandırabilir, hem de silahlı eylemleri sürdürmeyi sağlayabilirdi.
Bu planın ürünü eylem, 12 Eylül sonrası Devrimci Sol’un tek ve son san
sasyonel eylemi oldu. 6 Şubat 1981’de İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı
Mahmut Dikler ve koruma polisi, Levent-Etiler kavşağında trafikte yavaşla
dığı sırada çarpraz ateşe tutularak makam arabasında öldürüldü. Eylem ye
rine THKS bildirisi bırakılmıştı, ancak polis bunun “şaşırtmaca”57 olduğunu
biliyordu. Çünkü bu suikastten dört gün önce İzmir’de Kemeraltı Polis Ka
rakolu basılmış ve aynı isimle üstlenilmişti. Baskında bir polis ölmüş, iki mi
litan yaralanmıştı. Sabah saatlerindeki bu eylemin ardından polis, birkaç sa
at sonra kaçan yaralı militanlardan birini Balçova, diğerini Hatay semtindeki
evlerde yakalamış, 16 kişiyi gözaltına almıştı.
Bütün bu eylemlerin amacı, “halk kitlelerinde moral düşüşü engelle
mek”,58 mücadelenin sürdüğünü göstermek, siyasi şubenin yanı sıra ma
halli karakollara kadar yayılan kitlesel gözaltılara ve işkenceye karşı “caydı
rıcı” rol oynamaktı.
------------------------------- \
55 Devrimci Sol Ana Dava İddianamesi.
56 Milliyet, 19 Şubat 1981.
57 Milliyet, 10 Şubat 1981.
58 Dursun Karataş, Parti-Cephe ile..., s. 57.
Mahmut Dikler’in öldürülmesi üzerine siyasi polis operasyonlarım yoğun
laştırdı.
İki gün sonra gazetelere Dikler ve koruma polisinin katilleri olarak üç ki
şinin fotoğrafları dağıtıldı. Bunlardan biri Vatan Mühendislik Yüksek Okulu
Makine Bölümü 4. sınıf öğrencisi Bedri Yağan, diğeri Maliye Muhasebe Yük
sek Okulu Ticari Bilimler Fakültesi 3. sınıf öğrencisi Selçuk Küçükçiftçi’ydi.
Nisan ortalarına kadar süren operasyonlarda yüzlerce kişi gözaltına alın
dı. Mahmut Dikler eylemini yapanlar da, 2. Merkez Komitesi üyeleri de ya
kalananlar arasındaydı. Dev-Genç’in yönetici kadrolarından Selçuk Küçük-
çiftçi ve Selim Mehmet Yücel, Nisan başındaki operasyonlarda öldürüldüler.
2. Merkez Komitesi’nin siyasi sorumlusu Niyazi Aydın ile örgütsel yapıyı to
parlayabilecek kimi kadrolar hâlâ dışarıdaydı, ama örgüt, artık tamamen to-
parlanma-operasyon kısırdöngüsü içine düşmüştü. 1981 Ekim’inde Niyazi
Aydın da yakalandı. Az çok toparlanıldığı sırada 1983 Ocak-Şubat ayında ge
len, 68 kişinin gözaltına alındığı operasyon, örgütsel bir faaliyeti sürdürme
yi dahi olanaksızlaştıran nihai darbeydi:
Cezaevleri
“Ricat” kararı, askeri yetkililerin İstanbul cezaevlerinde 1983 Temmuz’un-
dan itibaren yürürlüğe koydukları tek tip elbise giydirme odaklı baskı-işken-
ce politikasından geri çekildiği döneme denk düşüyordu. Bu rastlantı, ceza
evi mücadelesi ile dışarıdaki mücadele arasında doğrudan bağ kuran bakış
açısıyla da alakalıydı. Devrimci Solcular, bu konuda bir belirleme yapmış ol
masalar da, cuntanın cezaevlerindeki tek tip elbise odaklı “teslim alma” po
litikasını yenilgiye uğrattıklarını düşündükleri bir sırada “ricat” kararı al
mışlardı. “Ricat” yenilginin değil en azından bir mevzideki, cezaevlerindeki
“zafer”in sonucunda uygulamaya girmişti.
Rejimin sivilleşme ve insan haklan konusunda yumuşama ya da sertleşme
eğilimlerini, siyasi gelişmelerden başka, belki de daha fazla cezaevlerindeki
tutumundan izlemek mümkündü. O sıralar Sağmalcılar Özel Tip Askeri Ce-
zaevi’nde tutulan ve örgütün izleyeceği yol ya da taktiklerin belirleyicisi du
rumundaki Devrimci Sol liderleri, İstanbul cezaevlerinde62 “tek tip elbiseye
61 Dursun Karataş, Parti-Cephe ile..., s. 61.
62 Bu süreçte İstanbul’da siyasi tutuklulann tutulduğu başlıca iki askeri cezaevi vardı: Metris ve
Bayrampaşa Özel Tip. 1983 Temmuz’unda Bayrampaşa Özel Tip cezaevinin açılmasıyla Metris
dışında açık kalan son askeri cezaevi Sultanahmet Askeri Cezaevi de kapandı. Davutpaşa, Kaba-
koz, Hasdal ve Alemdağ gibi askeri cezaevleri buralardaki tutuklulann, tahliye ya da hükümlü
lük sonucu sayılarının azalması ve Metris ve Sultanahmet askeri cezaevlerine sevk edilmesiyle
çeşitli tarihlerde kapanmışlardı.
karşı direniş” konusunda ayrı düştükleri DY, Kurtuluş, TDKP, TKP(ML) da
vası tutuklulannı, öteden beri rejimin “açmazlarını” ve “direnişin gücünü”
doğru değerlendirememekle eleştiriyordu. “Devletin geri adım atıp atmaya
cağı” konusunda aylarca süren ve çoğunluğun tek tip elbise giymesiyle so
nuçlanan tartışmalar, 1985 Kasım’mda anlamını birdenbire kaybetti. Çünkü
sayıları 250-300’e kadar gerileyen, büyük çoğunluğunu Devrimci Solcuların
oluşturduğu tek tip elbise direnişçileri,63 iki buçuk yıldır yoksun oldukları,
elbise giyilmedikçe elde edilmesi olanaksız gibi görünen, avukat görüşü ve
havalandırmaya çıkma haklarına kavuşmuşlardı. Onlar haklı çıkmış, “devle
tin geri adım atmayacağı” fikriyle tek tip elbise giyen gruplar güç durumda
kalmıştı. “Cuntaya tutsaklar cephesinden büyük bir yenilgi” yaşatılmıştı.64
“Cezaevleri mücadelesi” konusunda diğer gruplarla köklü bir yaklaşım
farkı vardı. Zamanla olgunlaşan bu yaklaşım, cezaevleri direnişinin dev
rimcilerin cuntaya karşı mücadelesinin bir parçası kabul edilmesiydi. “Dev
rimci hareketlerin yenilgiye uğrayarak on binlerce insanın tutuklanma
sıyla”, “cuntaya karşı mücadele ve direniş objektif olarak cezaevlerinde
odaklanmıştı”,65 “zorunlu olarak çok önemli misyonlar” yüklenmişlerdi.66
Buralardaki mücadele “sadece yaşam koşullarının düzeltilmesi ve haklar
için mücadeleye” indirgenemezdi.67 “Egemenlere karşı bir direniş ve muha
lefet odağına dönüştürülmeli”,68 “Halk kitlelerini etkileyen, moral kazandı
ran, cuntanın yarattığı pasifikasyonu belirli oranda etkisiz kılabilen bir tarz
da” ele alınmalıydı. Yani “devrimcilerin direnişi” halka ulaştırılmalı, dışarı
ya güç vermeliydi.
Kuşkusuz bu görüş, dayanağını, askeri cuntanın henüz işbaşına gelmeden
kısa bir süre önce cezaevlerinde başlattığı siyasi tutuklulara yönelik işkence-
baskıya dayalı “kişiliksizleştirme” politikasında buluyordu. Örgütlerin yöne
tici ve militanlarının hapsedildiği Ankara Mamak, İstanbul Metris ve Diyar
bakır askeri cezaevleri bu politikanın başlıca uygulama merkezleriydi. Yani
pilot cezaevleriydi. Bu cezaevleri, örgütlerin toplu ana davalarının görüldü
ğü şehirlerdeydi aynı zamanda. Ankara’da Devrimci Yol, TKP (ayrıca TİKP),
İstanbul’da Devrimci Sol, TDKP, Kurtuluş, MLSPB, TKP(ML), Eylem Birli
ği ve diğer bazı sol örgütlerin, Diyarbakır’da ise PKK ve diğer Kürt sol örgüt
63 Tek tip elbise giymeme karan alan iki grup vardı: Devrimci Sol ve TİKB. MLSPB davası tutuklu-
lan Bayrampaşa Özel Tip Cezaevi’nde, tek tip elbisenin giyilmesinden yana çoğunluk içinde ol
malarına karşın, cezaevi idaresinin aynca “kimlik kartı” takma zorunluluğu getirmesi karşısın
da tek tip giymeyi reddettiler.
64 Dursun Karataş, Parti-Cephe ile..., s. 79.
65 Dursun Karataş, Parti-Cephe ile..., s. 59.
66 Dursun Karataş, Parti-Cephe ile..., s. 62.
67 Sinan Kukul, Bir Direniş Odağı Metris, Yar Yayınlan, İkinci Basım, İstanbul, 1998, s. 16.
68 A.g.e., s. 400.
lerinin ana davaları vardı.69 Bu cezaevleri, örgütlerin yöneticilerinin ve belli
başlı kadrolarının tutuklu bulunduğu yerlerdi.
Polis ve sıkıyönetim merkezlerinde uzun ve işkenceli gözaltı sürecinden70
geçerek tutuklanan binlerce kişi, cezaevi girişinden başlayan işkence-dayak
şokuyla “■boyun eğdiriliyor”, herhangi bir yasaya bağlı olmayan, hukuk, akıl,
ahlak ve insanlık dışı sayısız ve ölçüsüz kuralla kuşatılıyordu. Amaç, cunta
ve cezaevi yetkililerinin “vatan haini” diye tanımladığı tutuklulan “pişman
ettirmek”ti. Askeri yönetim, gazete ve televizyonlarda bolca ve sıklıkla “piş
manlık” duyanların açıklamalarım, aynı koğuşta yaşamaya zorlanan MHP ve
sol örgüt mensuplarının “barışmış” görüntülerini yayımlatıyordu.
İstanbul’da Davutpaşa (henüz Metris Askeri Cezaevi açılmadığı için), An
kara’da Mamak ve Diyarbakır’da 5 No’lu askeri cezaevleri, 12 Eylül’den bir
kaç hafta önce alışılmamış şiddetli operasyonlarla karşılaştı. Tutuklularm
anlamını tam olarak çözemediği bu operasyonlar, bir ön hazırlıktı. Darbeyle
birlikte şiddeti arttı ve sistemleşti. Korku ve paniğe sevk etmeyi amaçlayan
bu operasyonlarla tutuklular, bir süre öncesine kadar sahip oldukları hakla
rından mahrum bırakılarak, biraz sonra ne olacağı kestirilemeyen, derin bir
can güvenliği endişesine düşürüldü. Mamak ve Diyarbakır askeri cezaevle
rinde tutuklular sindirildi ve kurallar cenderesi içinde “teslim olmaya” zor
landı.71 Davutpaşa’da kendiliğinden başlayan açlık grevi, 12 Eylül öncesinde
gelen ilk saldırıyı durdurdu. Ne tutuklular ne de askeri yönetim açlık grevi
konusunda deneyimliydi. 1980’in Nisan ajanda 7 gün süren bu ilk açlık gre
vinde askeri yetkililer, geri adım attı ve tutuklularm bazı haklarını iade etti.
Ancak 3-4 ay sonra tekrar başlayan operasyonlar yine bir açlık greviyle, bu
kez 9 günde durduruldu.72
69 Siyasi tutuklulann bulunduğu cezaevleri bunlarla sınırlı değildi. Tersine birçok ilde binlerce tu-
tuklunun banndığı askeri cezaevleri ya da askerlerin yönettiği cezaevleri ve sıkıyönetim mah
kemeleri söz konusuydu. Ama örgütlerin yönetici ve önde gelen militanlarının yargılandığı ana
davalar bu üç ilde, sanıkları da bu üç cezaevinde toplanmıştı.
70 Gözaltı süresi 90 gündü ve istenirse uzatılabiliyordu. Ayrıca sanıklar tutuklandıktati,|onra da
tekrar emniyete sorguya götürülebiliyordu. Kısacası sınırsız bir gözaltı süresinden söz etmek
mümkündü.
71 Mamak Cezaevi’nde 12 Eylül döneminde tutulan Devrimci Yol davası tutuklulanndan Bülent For-
ta şunları anlatmıştır: “[Cezaevi müdürü - V.E.] R.T.’nin açlık greviyle ilgili bir görüşmede bizzat
söylediği bir nokta çok önemlidir. Dayakların kaldırılmasını istiyorduk. “Daha ne istiyorsunuz,
her tür yaptırımı uyguluyorsunuz?” diye sordum. R.T. şunu şöyledi: ‘Her gün her fırsatta başkal-
dınyorsunuz. Bu bitene kadar biz de politikamızı sürdüreceğiz... Sizi mahkemeye uygun adım gö
türemiyoruz, kelepçelerinizin sıktığını söyleyip kavga ediyorsunuz. Bu komünistlerin hepsi böyle.
Bazen de teslim olmuş gibi yapıyorsunuz.’ İstedikleri tam bir teslimiyetti.” Bkz. Ertuğrul Mavioğ-
lu, Asılmayıp Beslenenler. Bir 12 Eylül Hesaplaşması, Babil Yayınlan, 2. Basım, Mayıs 2004, s. 130.
72 Diyarbakır, Mamak, Davutpaşa, Metris ve diğer askeri cezaevleriyle ilgili çeşitli kitap, dergi ve
gazetelerde yayınlanmış oldukça geniş bir tanık anlatımı mevcuttur. Derli toplu tanık anlatım
ları için bkz. Ertuğrul Mavioğlu, Asılmayıp da Beslenenler: Bir 12 Eylül Hesaplaşması, 1. Cilt, Ba
bil Yayınlan (2004) ve Ithaki Yayınlan (2006).
Askeri yetkililer, topluca bir ölüme yol açabileceği endişesiyle açlık grevi
karşısında geriliyordu. Böylelikle açlık grevi sonraki yıllarda tutuklularm, iş
kenceyi ve yoğun saldırıları durdurmak için sık sık başvurdukları en önem
li direnme aracı haline geldi. Topluca bir ölüm olasılığı askeri yetkilileri ta
vize itiyordu. Ama tutuklulara da askeri yetkililere de deneyim kazandıran
her açlık grevi bir sonrakinin daha uzun süreli olmasına yol açıyordu. Özel
likle Metris Askeri Cezaevi’nde Nisan 1981’deki açılışından başlayarak 1984
yılma kadar dört büyük kitlesel açlık grevi 17 (Nisan 1981), 15 (Eylül-Ekim
1981), 28 (Mayıs-Haziran 1982) ve 27 (Temmuz-Ağustos 1983) gün sürdü.
Bunlardan Nisan 1981’deki 17 günlük açlık grevi ile Mayıs-Haziran 1982’de-
ki 28 günlük açlık grevi anlaşmalarla sona ermişti. Temel talepler askeri da
yatmalara, işkence-dayağa son verilmesi, avukat-aile görüşünün sağlanması,
yasak olmayan kitapların ve savunma belgelerinin verilmesiydi. Her seferin
de cezaevi yetkilileri, geri adım attıkları kısa bir uzlaşma döneminin ardın
dan tecrit, hücre hapsi, ziyaret, kantin yasaklan ve yeni türden yasak ve yap-
tınmlarla tekrar, giderek ağırlaşan baskı dönemini başlatıyordu.
Baskı ve yasaklar çok çeşitli ve yoğundu; ama açıkça dayak ve işkence yo
luyla askeri yaptınmlara, örneğin hazır olda durmaya, ön iliklemeye, üç nu
mara asker tıraşi olmaya ya da sayımlarda tekmil vermeye uzandığında, tu-
tuklular için “alarm” haline geliyor, yeni bir açlık grevinin tartışma ve ha
zırlıkları başlıyordu. Zira yaptırımlardan birinin kabulü, askeri yetkilileri ce-
saretlendirebilir, peşi sıra diğer yaptırımlara boyun eğmeyi gerektirecek bir
teslimiyetin yolunu açabilirdi.
Yaptırımlara karşı direnişler koğuşlarda topluca kol kola girerek, mahke
me, aile ve avukat görüşü gidiş gelişlerinde, hücrelerde, cezaevi koridoru ya
da havalandırmalarında tek tek ya da gruplar halinde istenilene uymamak ve
slogan atmak biçiminde sürdürülüyordu. Direniş politikaları, siyasi grupla-
nn temsilciler aracılığıyla oluşturdukları cezaevi konseyinde karara bağlanı
yordu. 1981-82’de 1.500’ü aşkın tutuklunun olduğu Metris’te cezaevi konse
yi için önemli olan, tutuklularm bütününü direnişte tutmaktı. Cezaevi ida
resi için ise tabii ki tersi geçerliydi; dozajı sürekli değişen baskı-şiddet poli
tikasıyla bunalttığı tutukluları tek tek ya da gruplar halinde çözerek, belir
li yaptınmlara uymak koşuluyla daha rahat imkânlar sağladığı “Bağımsızlar”
koğuşuna taşımaya çalışıyordu.73
Yıldırıcı operasyonlar da, bunları durdurmayı amaçlayan son çare açlık
73 1985’te cezaevi idaresi, her birini ayrı bir renkle isimlendirdiği Beyazlar (itirafçılar), Sanlar (Ba
ğımsızlar), Yeşiller (siyasi kabul edilen ancak direnişçilere destek vermeyenler), Dışı Yeşil içi
Kırmızılar (tek tip elbise giyen siyasi gruplar) ve Kızıllar’dan (tek tip elbise giymeyenler) oluşan
5 ayn kategoride koğuşlar açmıştı. Metris Cezaevi’ndeki direnişlerin aynntıh anlatımı için bkz.
Sinan Kukul, Bir Direniş Odağı Metris, Haziran Yayınevi, Birinci B ask ı, Ocak 1989 (ikinci Bas
kı Yar Yayınlan, Nisan 1998).
grevleri de tutuklu kitlesinde çözülmelere yol açan faktörlerdi. Hangi aşama
da açlık grevine başlanabileceği, tutuklu kitlesinin bunu benimseyip benim
semediği ya da nereye kadar sürdürebileceği siyasi grupların en çok tartıştığı
Ve görüş ayrılıklarına düştüğü konuydu. Siyasi gruplar ortak bir direniş po
litikası çerçevesinde birliklerini 1983 açlık grevine dek sürdürebildiler. Ama
o açlık grevinde durum tamamen değişti.
1983 Temmuz’undaki açlık grevi, 2000’li yılların F tipi cezaevlerinin ön
cülü sayılabilecek bir ve üç kişilik hücreler halinde tasarlanmış Sağmalcılar
Özel Tip Cezaevi’nin açılmasıyla gündeme geldi. Metris ve Sultanahmet ce-
zaevlerindeki tutuklular yeni cezaevinde zorla tek tip elbise giydirileceği bil
gisini almıştı. Uygulamanın nasıl bir şekil alacağını bilmiyorlardı ve çeşitli
olasılıklar üzerine açlık grevi yapmak dahil ortak kararlara vardılar. Tek tip
elbise giyilmeyecek; sevk edilenler, zorla giydirmeye dayalı sistemli bir iş
kenceyle karşı karşıya kaldıkları takdirde hemen açlık grevine başlayacak,
Metris ve Sultanahmet’teki tutuklular da onları izleyecekti. İlk grup 6 Tem
muz’da sevk edildi. Haberleşmenin güç olduğu bu koşullarda yanlış bir en
formasyonla önce Metris’teki tutuklular 8 Temmuz’da açlık grevine başladı.
Bayrampaşa ve Sultanahmet cezaevleri de açlık grevine katıldılar. Eylem tam
bir koordinasyon sağlanamadan başlamıştı. Buna rağmen 12 Eylül’den sonra
ilk kez İstanbul’daki üç cezaevini de kapsayan eşzamanlı ilk açlık grevi yapı
lıyordu ve yaklaşık 2 bin tutukluyu kapsıyordu.
Askeri yetkililer, grev süresince (sonrasında da) her bir cezaevinde ayrı
politikalar izledi. Sağmalcılar Özel Tip’te tek tip elbise uygulaması yürürlü
ğe girmiş, sivil elbiseler toplanmış ancak herhangi bir şiddet ve zor altında
tutulmayan tutuklulann eşofman, şort, kazak gibi giysileri bırakılarak, avu
kat, aile görüşü, havalandırma gibi haklan, kısıtlanmış da olsa kitap bulun
durma olanakları tanınmış, idareyle diyalog için kurulan temsilcilik meka
nizması korunmuştu. Kısa bir süre sonra kapatılacak Sultanahmet Cezaevi
de benzer bir statüdeydi.
Metris Askeri Cezaevi’nde ise durum farklıydı. Henüz tek tip elbise uygu
laması söz konusu değildi, ama burada işlerin farklı gelişeceğini gösteren işa
retler mevcuttu. Cezaevinin koridor ve havalandırmalarına takılı hoparlör
lerden alışılmadık biçimde gün boyu askeri marş ya da arabesk müzik yayı
nı yapılıyor, “açlık grevinin zararları” ile Milli Güvenlik Konseyi Genel Sek
reteri Orgeneral Haydar Saltık’ın “taviz verilmeyecektir” açıklamalan anons
ediliyordu. Siyasi gruplann yönetici, temsilci ve sivrilmiş kabul edilen tutuk-
lulannm da Özel Tip’e şevki sürüyordu. Cezaevi idaresi, farklı uygulamalarla
kafa karışıklığı yaratabileceğini, psikolojik baskı ve kararlılık gösterisiyle si
yasi gruplar arasındaki görüş aynlıklarmı kullanarak, herhangi bir tavize ya
naşmadan eyleme son verdirebileceğini hesaplamıştı.
Buna karşın tutuklular da askeri yetkililerin ne yapmak istediğini çözeme
miş, eylemin başlama nedenleri ve gelişmesi sürecinde ne yapacaklarını net-
leştirememişti. Eylemin nedeni Bayrampaşa Özel Tip’teki tek tip elbise uy
gulaması fiilen tanınan “eşofman” statüsüyle tutuklular için de kabul edile
bilir bir “ara çözüme” ulaşmış gibiydi. Eylemi sürdürme nedeni kalmadığı,
idareyle uzlaşma zemini yaratarak eyleme son verilebileceği düşüncesi siya
si grupların çoğunluğunda egemen oldu. Devrimci Solcular ise eylemin sür
dürülmesinden yanaydı. Günler geçtikçe ve bir ortak karar alınamayaca
ğı ortaya çıkınca fiilen eyleme son verme eğilimleri belirdi. Tartışmalardan
haberdar olan cezaevi idaresi yazılı ya da sözlü görüşme isteklerini reddetti.
İlk olarak Eylem Birliği açlık grevini bitirdi. Bu, o güne kadar grup düzeyin
de görülen ilk çözülmeydi. 27. günde tüm tutuklular eyleme son verdi. Tu
tuklular ilk kez bir açlık grevini, ortak karar oluşturamadan ve cezaevi ida
resiyle herhangi bir pazarlık yapamadan bitirmişti. Direnişçileri yıldırmaya
çalışan cezaevi idaresi bunu başarı saydı ve askeri yetkililerin, Metris Cezae-
vi’ndeki en sert ve sistematik baskı-işkence uygulamaları, tutukluların iyice
bölündüğü ve moral bozukluğu yaşadığı bu sırada başladı.
Baskılar belirli bir plan dahilinde kademeli biçimde tırmandı. İlk önce açlık
grevinden çıkmış tutukluların kantin alışverişi yasaklandı; süt, bisküvi, pey
nir vb. bir diyetle normal yaşama dönmeleri engellendi. Üç çeşit karavana iki
çeşide indirildi; komposto, meyve ve tatlı sayılabilecek her şey yasaklandı; ye
meklerin miktarları azaltıldı; ekmek sınırlandırıldı. Böylece tutuklular bütün
bir baskı dönemi boyunca devam edecek sürekli bir açlığa mahkûm edildi.
Besbelli ki tutukluların güçten düşürülerek bedensel ya da yaşamsal endişeye
kapılmaları, bir daha açlık grevine kalkışamamalan isteniyordu.
Eylemin bitiminden 10 gün sonra, 14 Ağustos’ta sabah saatlerinden gece
yansına kadar süren genel aramada koğuşlardaki tüm eşyalar altüst edildi,
yataklar, yastıklar parçalandı; kitap, kâğıt, kalem, defterler ve elyazısı not
lar toplandı. Radyo, televizyon, gazete, dergi, kitap bulundurmak yasaklan
dı. Üst aramaları sırasında tutukluların iç çamaşırlarına kadar bazen de iç
çamaşırları da dahil soyunmalan istendi. Tutukluların kabul etmeyecekleri
bu yaptınm, fiilen havalandırma, aile, avukat görüşlerinin de engellenmesi
demekti. Yalnızca saman kâğıda, kurşun ve ispirtolu kaleme izin vardı. Çay
demlikleri, bir açlık grevi için stok yapmasınlar diye şekeri içine atılarak ve
riliyordu. Yüksek sesli müzik yayını, geceleri de sürüyordu.
1984 Ocak’mda tek tip elbisenin yürürlüğe girmesiyle yaşam koşulları da
ha da ağırlaştırıldı. Operasyonla iç çamaşın ve pijama dışındaki giysiler alın
dı. Şiddet ve baskı, günün herhangi bir saatinde ve rastgele koğuş araması,
koğuş değiştirmeler ve bu sırada zorla soyarak arama, zorla saçların üç nu-
rama kesilmesi, kıç falakası biçiminde sürüp gidiyordu. Tutuklulann yerle
şik bir düzen oluşturamaması, sürekli tetikte ve tedirgin bir bekleyişte kal
maları amaçlanıyordu, işkencenin en yoğun biçimlerinden biri, mahkeme
lere gidiş gelişler sırasında yaşanıyordu. Kış soğuğunu bir silah gibi kulla
nan yetkililer, sabahın erken saatlerinde koğuşlardan çıkardığı, don-atlet ha
le getirdiği tutukluları, bu halde olmalarına rağmen yine de önce zorla soyu
yor, arkadan sıkıca kelepçeleyerek havalandırmaya koyuyordu. Soğukta sa
atlerce bekletilen tutuklular sonra cezaevi araçlanna bindiriliyor, mahkeme
ye götürülüyordu. Ne var ki hâkimlerin “ahlaka mugayir” olduklan gerekçe
siyle salona almadıkları tutuklular, cezaevi aracından indirilmeden mahke
me süresince cezaevi araçlarında bekletildikten sonra tekrar cezaevine geti
riliyor, havalandırmaya atılıyordu. Sabahın erken saatlerinden akşamın geç
saatlerine kadar geçen zaman içinde ne tuvalet ne yiyecek ihtiyaçları gideri
len ve ne de arkadan sıkıca bağlandıkları kelepçeleri çözülen tutuklular, ha
karetler eşliğinde zorla soyulup, dövülüp ve kıç falakası atıldıktan sonra ko
ğuşlara konuluyordu.
Bu baskı dönemi boyunca, cezaevi idaresi, onca şiddete, keyfi uygulama
ve yasaklara karşın, geçmişte tutuklu kitlesini alarm durumuna geçiren ha
zır olda durma, tekmil verme gibi askeri kurallara zorlamaktan özenle ka
çınmıştı. Besbelli ki, İstanbul’daki siyasi tutukluları, yıllardır direnme ref
leksi haline gelen bu türden askeri yaptırımlardan farklı “yasal” ya da “ceza
evi disiplini” gibi görülebilecek bir kurallar dizgesiyle yanıltarak dize getir
me peşindeydi. Görünüşte, baskı ve yasakların, şiddetin kaynağı tek tip el
bise giyilmemesiydi.
Gerek bu yanılsama, gerekse de aylara yayılan bir alçalıp bir yükselen ama
sonu gelmeyecek gibi görünen yoğun baskı, Metris kitlesinde ciddi çözülme
lere neden oluyor, Yeşiller adı verilen koğuşlara geçenlerin sayısı kabarıyor
du. İlk olarak bu koğuşlar, tek tip elbise giymeyi ve direnişçilere destek ver
memeyi kabul eden Eylem Birliği, Rızgari, TİP, TKP, TSİP ve Sürekli Devrim
(Troçkist bir grup) gibi, sayıları sınırlı ancak siyasi grup özelliğine sahip ol
maları itibariyle önem taşıyanlar için tahsis edilmişti. Direnen siyasigruplar-
dan tek tek çözülenler de, Bağımsızlar adı verilen, koğuşlara göre daha kabul
edilebilir görünen bu koğuşlara geçiyordu.
1984 Ocak ayında Metris’te tek tip elbise uygulamasıyla yoğunlaşan bas
kı ve işkence, siyasi gruplar arasında yeni bir açlık grevi tartışmasını başlattı.
Devrimci Sol, Kurtuluş ve TİKB’liler süresiz açlık grevi önerisinde bulundu
lar. Aynı sırada diğer siyasi gruplar arasında tek tip elbisenin giyilebileceği-
ne dair bir eğilim de belirdi. Devrimci Solcular, ölüm orucunu da içeren aç
lık grevi önerdi.
Devrimci Sol ile TİKB’liler diğer grupların açlık grevine ikna edilemeyece
ği, Diyarbakır ve Mamak cezaevlerinde peşi sıra başlayan açlık grevi ve ölüm
oruçlarının da koşullan olgunlaştırdığı sonucuna vararak 11 Nisan 1984’te
süresiz açlık grevine başladılar. Açlık grevine karşı çıkan ve karar çoğunlu
ğunu oluşturan gruplar, bağımsız davrandıktan gerekçesiyle her iki grubun
cezaevi konseyiyle ilişkisini dondurdu.
Metris ve Sağmalcılar Özel Tip’te başlayan süresiz açlık grevi, 45 günlük
süreyi içeriyordu. Bu o güne kadar İstanbul cezaevlerinde görülen en uzun
süreli açlık grevi olacaktı. Eğer bu süre içinde yetkililerle bir anlaşmaya va-
nlamazsa, önceden belirlenmiş gönüllüler eylemi ölüm orucuna dönüştüre
cekti. Eylem 45. gününde sonuca ulaşamadı ve 17 kişilik ilk gönüllü grup
(Devrimci Sol’dan 14, TİKB’den 3 kişi) ölüm orucuna başladı. Her iki örgü
tün liderleri Dursun Karataş ile Mehmet Fatih Öktülmüş de ilk ekibin içinde
yer aldılar. 10 gün sonra ikinci grup gönüllü (Devrimci Sol’dan 11, TlKB’den
2) eyleme katıldı. Talepler cezaevi yöneticilerine ve mahkemeye yazılı bi
çimde iletildi. Altı ana başlıkta toplanan taleplerin çoğunluğu işkenceye,
baskılara, keyfi yasak ve yaptırımlara, savunma hakkını ortadan kaldıran uy
gulamalara son verilmesiyle ilgiliydi. Tek tip elbisenin kaldınlması, o sıra
da sorunların görünürdeki düğüm noktası olması itibariyle en önemli talep
ti. Siyasi içerikli iki talep söz konusuydu; siyasi tutukluluk hakkının tanın
ması ve infaz yasasının siyasi tutuklular lehine değiştirilmesi... Her iki talep
de baskıların kaynağı olan siyasi tutukluluk kimliğini vurgulamayı amaçlı
yordu.
Ama bunlann ötesinde Devrimci Solcular için ölüm orucu eylemi, bir hak
mücadelesinden öte “faşizmin siyasi kimliğe karşı tek tip elbise odaklı sal
dırısını püskürtmek", “teslim alma programını bozmak”, “direniş bayrağı
nı yükseltmek”, daha da önemlisi tarihsel olarak “devrimcilerin ölüm paha
sına teslim olmayacaktan” mesajını halka ulaştırmak ve geleceğe taşımaktı:
Tek tip elbise görünümünde tüm dünya kamuoyuna yansıyan ve dört şehit
veren bu direnişle, cuntanın tutsaklar üzerindeki baskı politikasının önüne
barikat oluşturulmuş ve devrimcilerin ölümleri pahasına teslim olmayacakla
rı anlayışını halk kitlelerine taşıyarak, cuntanın halk kitlelerinin bilinçlerini
çarpıtmasına engel olunmuştur. Tarih, Devrimci Sol tutsaklarının direnişini
“Öldüler ama teslim olmadılar” diye yazmalıydı.74
75 12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte 1986 yılına kadar cezaevlerindeki baskı ve işkenceler, basın
da ancak resmi açıklamalarla sınırlı kısa haberler dışında konu edilmedi. Basında ağır bir san
sür vardı. Cezaevleriyle ilgili iç kamuoyu, tutuklu yakınları ve ailelerinden yayılan fısıltı gazete
siyle haberdar olabiliyordu. Daha çok Avrupa’daki yayın organları, bu ülkelerde faaliyet göste
ren devrimci gruplarla sivil toplum örgütlerinin çabalarıyla cezaevlerinde olup bitenleri duyu
ruyordu.
latan bildiriler, broşürler kaleme aldı. Elle yazılmış ve çoğaltılmış bu bildiri
ya da broşürler tutuklu kitlesi arasında dolaşıyordu.
Artık karar mekanizması özelliğini kaybetmiş cezaevi konseyi de fiilen or
tadan kalkmıştı. Tek tip elbise giyilmesini savunan gruplar TDKP, Kurtuluş,
TKP(ML), Acilciler, Çayan Sempatizanları, TKEP, TKP(ML) GKK, Vatan
Partisi, Üçüncü Yol ve TKP/B davası tutuklulan bir platform oluşturdu. Dev
rimci Yol tutuklulan da tek tip elbise giyilmesinden yanaydı. Devrimci Sol ve
TİKB’liler tek tip elbise giymeyeceklerini açıkladı. MLSPB’liler çoğunluk tek
tip elbise giyeceği takdirde bu karara uyacaklannı duyurdu.
Nisan 1985’te tek tip elbise giymeyi savunanlar elbiseleri giyerek ziyare
te çıktı. Fakat bir süre sonra cezaevi idaresi kimlik kartı da takmalannı iste
di. Bu kez kimlik kartının takılıp takılmayacağı tartışması başladı. Çoğunluk
kararma uyacaklannı söyleyen MLSPB, Devrimci Halkın Birliği, Partizan Yo
lu, Halkın Devrimci Öncüleri gruplarından tutuklular, bu koşullarda giyme
yeceklerini açıkladılar.
Tutuklular tek tip elbise giyenler ve giymeyenler olarak bölündü. Kimlik
kartı takılmadığı için tek tip elbise giyenler tekrar avukat, ziyaret ve hava
landırma gibi haklanndan mahrum kaldı. Tartışmalar sürerken, bazı grup
lar kimlik kartı da takıp avukat, aile görüşü ve havalandırma haklanndan ya
rarlanırken, 15 Kasım 1985’te, tek tip elbise giymeyenler havalandırmaya ve
avukat görüşüne çıkarıldı. Bu beklenmeyen gelişme, tek tip elbise giyenlerin
o ana kadar savunageldikleri “devletin tek tip elbisede geri adım atmayaca
ğı” şeklindeki görüşlerinin yanlışlığını gösterdiği gibi, cezaevinde de apaçık
iki ayn uygulama yürürlüğe girmiş oldu.
Yaptınmlarm tek tip elbiseyle sınırlı olmayacağını söyleyenleri doğrula
yan gelişmeler Metris Askeri Cezaevi’nde yaşanıyordu. İdare burada tek tip
elbise giyilmesinin yetmediğini, aile, avukat görüşü, havalandırma hakların
dan yararlanabilmek için bunun yanı sıra elbisenin ön düğmelerinin iliklen
mesini ve soyunarak aramanın kabul edilmesini istiyordu. Metris’te tek tip
elbisenin, idarenin şartlanna karşın giyilmesine 6 Kasım 1985’te karar veril
mesi ile askeri yetkililerin, üç yıldır sürdüregeldikleri bu baskı, işkence ve
yasak politikasından geri çekilmesi aynı zamanda gerçekleşti. Rejimin “nor
malleşme” sürecinin cezaevlerindeki yansımasıydı bu. Askerler, 19 Kasım’da
İstanbul’da sıkıyönetimi kaldırmayı planlıyordu.
Cezaevinin ağır tecrit ve baskı atmosferinde fark edilmesi güç olan bu de
ğişen koşullarda, tutuklularm avukat görüşü ve mahkemeye çıkma gibi sa
vunma ve revir, hastane gibi yaşamsal haklardan mahrum edilmesinin yasal,
hukuki bir dayanağı ve açıklaması yoktu. Bu nedenle, Metris Askeri Cezae
vi arazisi içindeki kapalı basketbol salonunda ana davalan görülen Devrim
ci Solcular, bir ay sonra Sağmalcılar Özel Tip’ten Metris Askeri Cezaevi’ne
sevk edildiler. Devrimci Sol davası tutuklulannın şevki, Metris Askeri Ceza-
evi’ndeki baskı döneminin fiilen sonu anlamına geliyordu. 500 civarında tu-
tuklunun kaldığı Metris’te, tek tip elbise giymemekte direnen 34 kişi, ceza
evinin, diğerleriyle ve birbirleriyle bağlantı kuramayacakları en uzak ve en
kötü iki koğuşuna konulmuştu. Metris’te diğer siyasi grupların tümünün tek
tip elbise giydiği Kasım ayı başından beri, aşağı yukarı bir buçuk aydır bu
tecrit koşullarında yaşıyorlardı. Şimdi ise tecrit son buluyordu. Metris’in “iş
kenceleriyle ünlenmiş” askeri yöneticileri de, yukarıdan gelen talimatlardan
olsa gerek, bir şeylerin değiştiğini fark etmiş, davranışlarını değiştirmişti.
1986 Ocak ayında tek tip elbise giymeyenlerin kazak, kot pantolon alma
larına ve görüş, havalandırma ve mahkemeye bu giysilerle çıkmalarına izin
verildi. Sağmalcılar Özel Tip’te kısa bir süre yaşanan iki ayrı uygulama, bu
rada da ortaya çıkmıştı. Tek tip elbise giymeyenler kot pantolon ve kazak
larıyla avukat, havalandırma vb. çıkarken diğerleri tek tip elbise şartıyla bu
haklarını kullanabiliyordu. Daha ılımlı yeni yönetici ve görevlilerin -k i hepsi
askerdi- atanmasıyla yeni bir yönetime hazırlanan cezaevi idaresi de eski ıs
rarlarından vazgeçince birkaç ay sonra tüm tutuklular tek tip elbiseyi çıkar
dı. Ve bir dönem kapandı.
Devrimci Solcular, sıkıyönetimin kaldırılmasından iki hafta kadar önce
Metris’te idareye dilekçe vererek tip elbise giyen siyasi gruplan, “direnişin le
hine gelişen koşullan görememek’Te eleştiriyor, “konjonktürel durumu doğ
ru analiz edemeyenlerin öngörüsünden ve ileri görüşlü önderliğinden söz
edilemeyeceğini” söylüyordu.
Yeniden yükseliş
Cunta nasıl önce cezaevlerine gelmişse yine önce cezaevlerinden çekildi. Si
yasi tutuklular tıpkı 1980 Temmuz-Ağustos’unda askeri cuntanın gelişin
de olduğu gibi 1985 Kasım’mda da çekilmesinin ilk işaretlerine tanık oldu.
Metris Askeri Cezaevi’nde 1986’da temel haklann büyük oranda tanırtdığı sı
rada, dışarıda da kısmi bir serbestliğin işaretleri olan örgütlenme girişimleri,
protestolar görülmeye başladı. Çok sıkı polisiye tedbirler ve yasal baskılarla
çevrelenmesine karşın bu serbestlik, o güne kadar gizli, illegal ve küçük çev
relerde varlıklannı sürdürebilen muhalif, devrimci, sosyalist fikirlere, ezop
diliyle ve büyük bir temkinlilikle de olsa yavaş yavaş açık alana çıkma şansı
veriyordu. Cuntanın ağır baskı atmosferi kısmen dağılmıştı. Başlangıçta im
za kampanyaları, toplu dilekçeler, açlık grevleri gibi çeşitli toplum kesim
lerinden küçük gruplann sorunlannı dile getirdikleri pasif eylem biçimleri,
1987’den sonra grev, gösteri, miting gibi daha aktif biçimlere büründü. Öğ
renci demekleri fakültelerde çoğaldı, sosyalist gruplar da yasal dergileriyle
birer birer ortaya çıktı. Toplumda ve sosyalist cephede bu hareketlilik yavaş
ama istikrarlıydı, 1989-91’e gelindiğinde işçilerin, memurların, öğrencilerin
hakları için ayağa kalktığı sosyalist grupların yeni kuşak devrimcilerle çoğal
dığı, adeta 12 Eylül öncesi toplumsal atmosferin bir benzeri yaşanıyor gibiy
di. Yüz binlerce işçinin Bahar Eylemleri, 1 milyonu aşkın işçinin katıldığı 3
Ocak 1991 genel grevi, memurların, üniversitelilerin protestoları, toplumsal
hareketliliğin doruğunu temsil ediyordu. 1991 Ocak’mdaki 70 bin Zongul
dak işçisinin Ankara yürüyüşü ise işçi eylemlerinin finaliydi.
1986-1989 hem toplumsal ve hem de sosyalist hareketin küçük adımlar
la ilerlediği bir gelişme evresi; 1990-91 ise sıçrama yapması gereken bir üst
evresi gibi görünüyordu. Aslında pek çok şey göründüğünden daha karma
şıktı, bu konuda sadece uluslararası alanda SBKP’nin genel sekreteri Gorba-
çov’un umutla başlayıp yıkımla biten “glasnost” ve “perestroyka”sım ve bu
nun sonuçlarını anmak bile yeterli. Türkiye’de ise 1984’ten beri büyüyen si
lahlı Kürt hareketi, devletin “düşük yoğunluklu savaş” stratejileri geliştir
diği, iç ve dış politikasının adeta kilit sorunu haline gelmişti. Bu, belirli bir
coğrafyayla ve ulusal perspektifle sınırlanmış görünse de toplumun bütünü
nü paralize eden son derece karmaşık bir sorundu.
Sosyalist hareket, her ne kadar aksini iddia etse de, bu dönemin üstesin
den gelecek ne örgütsel ne de teorik-politik donanıma sahipti. Aksine 12 Ey
lül öncesinin TKP, Devrimci Yol, Kurtuluş gibi kitlesel grupları eski örgüt-
sel-siyasal bütünlüklerini kaybetmişti. Bu döneme kadrolarını ve çizgisini
koruyarak girmeyi başaran Devrimci Sol’du. Toplumsal hareketin gelişimiy
le bağlantılı olarak dönem boyunca adım adım büyüdü; radikalliği ve kitle-
selliğiyle sosyalist grupların tümünü gölgede bıraktı. Aynı zamanda bu ge
lişme, solun ana gruplarının o sıradaki düşünce ve pratiğinden bir kopuştu.
Diğerleri daha çok geçmişin muhasebesi, neyi nasıl yapacaklarına dair bir iç
tartışmayla girdikleri bu süreci, SSCB’nin dağılmasıyla eski ilke ve kavram
ların tartışmalı hale geldiği, bir türlü politik-örgütsel karşılığı bulunamayan
yeni bir sosyalizm ve örgüt arayışıyla noktalarken; Devrimci Sol bu süreç
ten, THKP-C’de simgelenen akımın olduğu kadar geleneksel komünist hare
ketin ilkelerinin de savunucusu olarak çıktı. 1990’ların ilk yarısında sosya
list sol, Devrimci Sol (daha sonra DHKP-C) ve geleneksel Marksist-Leninist
ilkelerin savunucusu küçük illegal gruplar ile TKP, Devrimci Yol, Kurtuluş,
TKEP ve TDKP gibi legalizmi benimseyenler olarak iki kampa bölündü. Za
manla iki tarafın da birbirini anlayacak ortak kültürel zemini kaybedeceği,
keskin bir bölünmeydi bu.
Devrimci Solcular yeni döneme tek tip elbise ve ölüm orucunda simgele
nen direnişleriyle, cunta karşısında devrimci onuru korumuş, siyasi tutuklu
luğun fiili haklarını elde etmiş olmanın moraliyle girdi. Metris, Istanbul’day-
dı ve bu şehir her türlü muhalif, devrimci hareketin olduğu kadar Devrimci
Sol’un da örgütlenme merkeziydi. 12 Eylül’ün en fazla sanık sayısına sahip
siyasi davalarından Devrimci Sol ana davası hâlâ Metris Baştabya’nm spor
salonunda kurulmuş sıkıyönetim askeri mahkemesinde devam ediyordu.
Cezaevi t e mahkeme,’ şimdi kamuoyunun gözleri önüne serilebilen 12 Ey-
lül’deki direnişin süregelen tanıklığıydı. 12 Eylül’ün Metris’i “direniş odağı”,
mahkemeleri “devrimci kürsü” haline getirilmiş, cuntanın teslim alma poli
tikası boşa, çıkarılmıştı. Devrimci Solcuların cezaevi ve dışarıdaki örgütlen
meleri bu moral etki üzerinde yükseldi.
Sol grupların bir bölümünün cunta sürecinde uyguladığı ricat taktiğine
Devrimci Solcular yeni girilen bu süreçte başvurdu. Örgütün durumu poli
tikleşmiş askeri savaş stratejisinin gerektirdiği silahlı mücadeleyi sürdürme
ye elverişli değildi. Bir “güç toplama”, “hazırlık” evresine ihtiyacı vardı. Ri
cat, “örgütsel inşa”nın gerçekleşeceği, “faaliyetin esasını içe dönük” çalışma
ların, kadroların “teorik, ideolojik düzeylerinin yükseltileceği”, siyasi poli
sin yeni teknolojik takip yöntemlerine karşı yetkinleştirileceği ve “kadro ça
lışması yapılabilecek” bir kitle temelinin yaratılacağı dönem olacaktı. Niya
zi Aydın’m 1985 Ekim’inde tahliye olmasının ardından, onun yönetiminde
dışanda dağılmış ilişkilerin toparlanacağı illegal bir yönetici çekirdek de ku
ruldu. Ricat, içeriyle dışarının sinerjisiyle gelişti.
Metris Cezaevi, lider ve yönetici kadronun toplandığı, ideolojik-örgütsel
bütünlüğü temsil eden “doğal” merkezdi. İdeolojik birliğin sağlandığı ve gü
vence altına alındığı yer de orasıydı. “Hakliyiz Kazanacağız” isimli, 49 imza
lı (daha sonra bu sayı artmıştır) savunma Devrimci Sol’un siyasal görüşleri
nin ayrıntılı bir açıklamasıydı; geçmişin siyasi çizgisine ve mücadelesine sa
hip çıkan ideolojik birliğini temsil ediyordu. Dursun Karataş’m ileriki yıllar
da bir “başucu kitabı” olarak niteleyeceği savunma, propagandif ve yargıla
yan üslubuyla 12 Eylül mahkemelerinin “devrimci kürsü” haline getirilişi
ni de simgeliyordu. Daha önce yalnızca az sayıda tutuklu yakınının görül
düğü mahkeme salonunun tribününü bu kez “Devrimci Sol Güçlerdin76 de
mokratik alanda faaliyet gösteren yüzlerce taraftarı doldurmuştu. Mahke
me salonunda okunması aylarca süren 1.159 sayfalık savunmanın basında
en çok yankı uyandıran bölümü “12 Eylül Suçluları” başlıklı, kimi gazetele
rin “Dev-Sol’un ölüm listesi” diye sunduğu isim listesiydi. 1990’da başlayan
silahlı eylemler sırasında gazeteler sık sık bu listeye atıfta bulunarak suikast
haberlerini verecekti.
1987 Ağustos’unda açlık greviyle aynı davadan yargılananların aynı ko
ğuşlarda kalabilme haklarını elde etmesi, savunmanın tutuklularm tümü
nün katılımıyla hazırlanmasını kolaylaştıran faktördü. Yine de bu metin, ör
76 Devrimci Sol, açık faaliyetinde “Devrimci Sol Güçler” adım kullanıyordu.
gütün bir-bir buçuk yıl sonra uğrayacağı köklü değişimin ipuçlarını vermi
yordu. Kuruluştan beri vurgulandığı gibi, önemli olan aynı görüşlere sahip
olmak değil, uygulamada aynı anlayışa sahip olabilmekti.
Cezaevi (Sağmalcılar) legal yayının önemli yazılarım kaleme almak, yön
lendirici olmakla kalmadı; bir cephe gerisi gibi de çalıştı. Üniversite işgalle
ri, boykotlar, gösteri ve yürüyüşler nedeniyle başta öğrenciler olmak üze
re değişik kesimlerden yüzlerce insan 1988-1991 arasında kısa süreli tutuk
lanmaları sırasında cezaevinde disiplinli ve örgütlü bir yaşam kurmuş eski
kuşakla yüz yüze tanışma imkânı buldu. Eskiler de yeni kuşak taraftarları
nı tanımakla kalmadı, onlar için sıkı eğitim programlan hazırladılar. Siya
si polisin çabucak fark ettiği ve cezaevi yöneticilerine ateş püskürdüğü bir
“aymazlık”tı bu, ama cezaevi kelimenin gerçek anlamıyla “devrimci okul”a
dönüşmüştü.
Son olarak cezaevleri, sadece Devrimci Solculann değil genel olarak dev
rimcilerin cunta sonrası kamuoyunun geniş kesimiyle ilk siyasal teması kur
dukları araçtı. Temel konu işkence ve insan haklarıydı, ama muhalifler ve
sosyalistler açısından cuntanın siyasi eleştirisi, devrimci tutuklulara ve onlar
nezdinde devrimci mücadeleye sahip çıkılması gibi anlamlar taşıyordu. 12
Eylül döneminde işkence ve direniş, sansür nedeniyle basın aracılığıyla ka
muoyuna ulaşmamış olsa da, ilgili herkes fısıltı gazetesiyle yaşananlann bil
gisine sahip olmuş ve toplumda bir duyarlılık oluşmuştu. Sansürün gevşe
mesiyle insan haklan ihlalleri, cezaevlerinde olup bitenler gazetelerde, der
gilerde artık sıkça yer alabiliyordu. Uluslararası insan hakları kuruluşları
nın yakından izlediği, işkence, savunma ve hak ihlallerini rapor ettiği; cun
tanın insanlık suçlannın süregelen tanıklığı ve “demokratikleşme” iddiasın
daki rejimin zayıf noktasıydı.
Cezaevlerindeki açlık grevleri duyarlılığı daha da artırıyor, tutuklu yakın
lan başta olmak üzere aydınlann, yazarlann farklı çevrelerden muhaliflerin
desteğini kazanıyor, resmi ideolojinin sözcülüğüyle bilinen büyük ulusal ga
zeteler dahi tutukluların “haklı talepleri”ne yer veriyordu. Hükümet ve as
keri yetkililer de tutuklulann sorunlarım çözmek için uğraş verdiklerini söy
lüyor, geçmişte kapılannı yüzlerine kapadıkları tutuklu yakınlannı dinliyor
du. Kamuoyu baskısı nedeniyle tutuklulann açlık grevleri de taleplerinin ka
bulüyle sonuçlanıyordu. Sonunda askeri yetkililer işkence ve insan hakları
ihlali konusunda en çok adı çıkmış üç cezaevini, Diyarbakır, Mamak ve Met-
ris’i 1988 yılında gazetecilere, yerli ve yabancı heyetlere açtı. Gazeteler, der
giler günlerce bu cezaevlerindeki izlenimlere ve anlatımlara yer verdi. 1986-
90 yılları arasında cezaevleri konusu dergi ve gazetelerin gündemlerinden
eksik olmadı. Cezaevleri toplumsal duyarlılığını koruyan bir konu olmayı
sonraki uzun yıllar boyunca da sürdürdü.
Bu duyarlılık, dışarıda sınırlı taraftar topluluklarıyla varolan illegal dev
rimci grupların daha geniş kesimlere ulaşmasını sağlayan politik zemindi.
Bu deneyim, başta DHKP-C olmak üzere, illegal çalışmayı temel almış ra
dikal grupların, ileride tekrarladıkları politik mücadele biçimini aldı. 1996
ve 2000-yıllarmdaki ölüm oruçları birbirlerinin adeta bir tekrarıydı. Radikal
grupların ortaklaşa eylemi olan 1996 ölüm orucu, onlarla kesin olarak ay
rışan legal sosyalistlerin, insan haklan savunuculannm, aydın ve yazarların
desteğini kazandı ve hükümetin geri adım atması, haklann elde edilmesiy
le sonuçlandı. 2000 yılının ölüm orucu da başlangıçta aynı havayı yaratmış
tı, fakat “Hayata Dönüş” operasyonunun ardından tam tersine evrilerek, le
gal sosyalistlerin, giderek de radikal gruplann dahi ilgi göstermediği, toplu
mun kesif duyarsızlığı altında DHKP-C’li bir grup tutuklu ile yakınının yıl
larca süren gözlerden uzak eylemine dönüştü.77
Cezaevlerinin cuntadan çıkışta oynadığı özgün rol, yasal alanda ilk örgüt
lenme girişimlerinin tutuklu yakmlanndan gelmesinin de nedeniydi. Aileler
cunta döneminde yakınlanmn hakları için bir araya gelmeyi, mücadele et
meyi başarmış istisnai bir toplumsal gruptu. Bu yüzden muhalifler nezdinde
saygın bir yere sahiptiler. İlk demeği, Devrimci Solcu tutuklu yakınlan kur
du: Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Yardımlaşma Demeği (TAYAD). TAYAD,
3 Şubat 1986’da diğer siyasi gruplann tutuklu yakınlanmn bir araya geldiği,
kuruluşuna aydınların öncülük ettiği İnsan Hakları Demeği’nden (İHD) altı
ay önce kurulmuştu. İki kurum arasında kuruluşlar sırasında başlayan ger
gin ilişki, yıllar boyu sürdü. TAYAD, bunu istese de, İHD gibi çeşitli siyasal
eğilimlerin tutuklu yakmlannı da kapsayan bir özelliğe ulaşamadı.
TAYAD, Devrimci Solcu tutuklularm, politik bir içerik verdiği tutuklu ya
kınlan örgütlenmesinin bir ürünüydü. Sadece cezaevi sorunlarını kamuoyu
na anlatmakla yetinmiyor, yakınlanmn siyasi düşünce ve direnişlerinin taşı
yıcılığını da üstleniyorlardı. Adalet Bakanı Mehmet Topaç’ın bir görüşmede
öfkelenerek “Çocuklannızla aynı ağızdan konuşup onların bıraktığı yerden
yoksa siz mi devam ettiriyorsunuz?” sözlerine “Eğer yaptıklarımıza*, çocuk
larımızın bıraktığı yerden devam etmek deniyorsa, evet biz onların bıraktı
ğı yerden devam ediyoruz” demişlerdi.78 Kararlı, cesur ve ısrarlı çabalany-
la cezaevi idareleri nezdinde de örneğin 1987 açlık grevinin sona erdirilme
sine ilişkin görüşmelerde bulunmalan gibi bir ağırlığa ulaştılar. Emek sine
masında bini aşkın kişinin katıldığı siyasi tutuklulara destek gecesi (14 Şu
bat 1987), Bayrampaşa’da yaklaşık 2 bin kişinin katıldığı “Tutsaklara Özgür
lük” mitingi (6 Aralık 1987), TAYAD’m önayak olduğu kitlesel toplantılar
77 Bkz. Ek 2.
78 Tutsak Aileleri, 12 Eylül ve TAYAD,(der.) Gülten Şeşen, Haziran Yayınevi, tstanbul, Aralık 1991,
s. 152-155.
dı ve bunlar Devrimci Sol’un 12 Eylül’den sonra açık çalışmasının ilk kitle
sel örnekleriydi. Aynı zamanda sosyalist hareketin öncülük ettiği ilk kitlesel
eylemler özelliğini de taşıyorlardı.
TAYAD’la başlayan yasal alandaki çalışmaları aylık Yeni Çözüm dergisi
(Aralık 1986) ve Demokratik Mücadelede Kadınlar Derneği (DEMKAD-Ara-
lık 1987) izledi. Yeni Çözüm, Ankara, Adana, İzmir, Bursa gibi birçok şehir
de kurduğu bürolarla bir örgütlenme merkezi gibi çalıştı, özellikle üniversite
gençliği içinde taraftar topladı. DEMKAD daha çok gecekondu bölgeleriyle
ilgiliydi. Küçük gruplar halinde olsa da, hayat pahalılığını ve zamları protes
to eden tencereli eylemleri, Hürriyet’in önünde kadın ve çocukların zammı
protesto gösterileriyle basının dikkatini çekmişlerdi. İlk örgütlenmeler için
de diğer önemli girişim Ortaköy Kültür Merkezi’nde (daha sonra İdil Kültür
Merkezi) odaklanan Grup Yorum gibi en popüler devrimci müzik toplulu
ğunu yaratacak olan “devrimci kültür” çalışmalarıydı. Kitle örgütleri, yaratı
cı eylemleriyle sık sık merkez-ulusal gazetelere haber oluyorlardı.
Ricat döneminde silahlı eylemler görülse de asıl ağırlığı “ekonomik-de-
mokratik mücadele” diye nitelenen, demokratik örgütlenme ve haklarla ilgi
li yasal ve açık alandaki çalışmalar oluşturuyordu. Öğrencilerden memurla
ra, hemşirelerden avukatlara, işçilerden mahallelere uzanan çeşitli kesimler
içinde adım adım gelişen örgütlenme çalışmalarıyla geniş bir sempatizan ağı
oluştu. 1990’a gelindiğinde “Devrimci Sol Güçler” üniversiteli gençlik, ma
halleler, memur sendikalarında en etkili sosyalist güç durumuna ulaştı. Ma
hallelerde 40’a yakın kültür ve yardımlaşma derneği bulunuyordu. AKAD,
BİKAD, EKAD, HAKAD, SULKAD ya da ÜM-DER, YEN-DER gibi kısalt
malara sahip bu demekler, Alibeyköy, Gültepe, Bakırköy, Okmeydanı, Bağ
cılar, Esenler, Gazi, Ümraniye, Şamandıra, Sultançiftliği, Kartal gibi İstan
bul’un birçok mahalle ve semtinde halkın yerel sorunları etrafında örgütlen
mesi amacıyla kurulmuştu. Bu mahallelerden en ünlüsü kuşkusuz, “Devrim
ci Sol’un kalesi” diye nitelenen Küçükarmutlu’ydu. Altyapısından imar plan
larına, evlerin dağıtımına kadar her türlü sorunun çözümüne Devrimci Sol
cular öncülük ediyordu; mahallenin yıkımına ilişkin girişimler her seferinde
direnişlerle engellendi. Birçok mahallede yüzlerce, hatta binlerce mahalleli
nin katıldığı su, kanalizasyon vb. sorunlar için gösteriler, yürüyüşler düzen
lendi. Esenler, Halkalı ve Sultançiftliği’nde 1990 yazında binlerce mahalleli,
su talebiyle belediyelere yürüdü. Mahallelerdeki örgütlenmeler, örgütün şe
hir küçük burjuvazisinin desteğini kaybettiği 1994 sonrasındaki yıllarda da
varlığını korudu.
Demokratik mücadelenin temel perspektifi “kendisini yasalarla sınırlama
yan meşruluk”tu. Yasalann gerçekte hak ve özgürlüklerin kullanılamayacak
biçimde hazırlanmış olduğu 12 Eylül düzeni içinde aslında pek çok muha
lif açısından geçerli bir yaklaşımdı bu; Devrimci Solcuları ayırt eden ise iradi
politikalarla süreci ilerletme fikriydi. Yayın, dergi, demek, gösteri, devrim
ci propaganda vb. demokratik haklar fiilen kazanılmah, toplu dilekçeler, aç-
- lık grevleri gibi pasif eylem biçimlerinden gösteri ve yürüyüşlere uzanan da
ha akti^biçimlere geçilmeliydi. Kolluk güçlerinin müdahalelerine karşı pa
sif ya da aktif bir direniş sergilenmeliydi. Mesele kadro ve taraftarlardan baş
layarak, ruh halini ve koşullan gözeten iradi bir çabayla kitle hareketini ra
dikalleştirmekti.
Cezaevlerinden tahliye olan eski kadroların öncülük ettiği bu mücadele
tarzı, cezaevleri direnişinin verdiği bir esinle, özellikle gençlik içinde adım
adım gelişti ve bir avuç göstericiden yüzlercesinin toplanabildiği, polisle ça
tışmaların görüldüğü gösterilere dönüştü. Bunların en önemli örnekleri ise
1988 ve 1989 1 Mayıslarıydı. 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama amacındaki her
iki gösteri, polisin sert müdahalelerine karşı kol kola ya da taş ve sopalarla
direnen, 4-5 bin kişinin toplanabildiği radikal bir “Devrimci Sol Güçler” kit
lesinin yaratıldığını gösteriyordu.
Radikal kitle hareketi, demokratik hakların elde edilmesinde kararlı bir
topluluğun yaratılmasının ötesinde, silahlı mücadele yoluyla iktidan almaya
çalışacak bir örgütün, kitle tabanının sahip olması gereken özelliklerini de
anlatıyordu: Eylemini düzenin yasallığınm dışında sürekli kılabilen, bu yolla
devrimci hareketin tabanı olan halk topluluğu. Böyle bir halk topluluğunun
sürekli varolabilmesinin koşulu, onu “sürekli devrimci mücadele” içinde tu
tabilmekten geçiyordu. Şöyle deniyordu: ‘“Maddi yaşamın bilinci belirledi
ği’ gerçeği, devrimcilerin kitlelere sürekli olarak daha ileri hedefler göster
me, yeni değer yargıları ve yeni bir yaşam biçimi önermesini; düzenin yasal-
lığı, değer yargılan ve yaşam biçimi dışına taşan sürekli bir eylemlilik içinde
tutulmalarını zorunlu kılar. Emekçi sınıflar ancak böylelikle düzenin yan
lış bilinçlendirmesinden uzaklaştırılabilir ve sosyalizm yönünde bilinçlen
dirmenin koşulları oluşturularak, mücadeleye seferber edilebilirler.’*79 Radi
kallik ise “coşku, irade gücü, cesaret ve atılımcı ruh” olarak tarif ediliyordu.
Örgüt, radikalizmi ancak kendisinde başarılı kıldığı oranda halk kitleleri
ne taşıyabilirdi. Dolayısıyla en başta örgütün kurmayı, yani önderliği radika
lizmin gerektirdiği “psikolojik-moral güçlere sahip olmalı”ydı. Buna sahip
olmayan önderlikler, devrimci savaşı zafere ulaştıramazdı:
79 “Sınıf Mücadelesinde Psikolojik-Moral Savaş ve Direniş Ruhu”, Yeni Çözüm, sayı 6, Temmuz-
Ağustos 1987.
yerine getirmeyi gerektirir. Kendisini böylesi bir misyona göre hazırlamayan
önderliklerin, sınıflar savaşını başarıya ulaştırmaları olanaksızdır.80
80 A.g.m.
81 “Yolun Neresindeyiz?”, Dava Dosyası II, s. 14.
Bu “zaaf’ karşısında “liberal” davranılmamış, “cezaevleri ve mahkemelerde
yıllar süren can bedeli direnişlerle” “kendini yenileyerek” aşılmıştı.
Eğer 12 Eylül sonrası süreci devrimci hareket ve onun insanları açısından de
ğerlendirmek gerekirse, bu süreç, bütün diğer görevlerin yanında bir özel sa
vaştı, poliste şu veya bu düzeyde olumsuzluk gösteren her düzeyde hareket
insanının kendini yeniden yaratma savaşıydı ve biz bugün rahatlıkla şunu
söylüyoruz ki, bu savaş kazanılmıştır!82
Liderin dönüşü
Sağmalcılar Cezaevi’nden 1989 yılı sonunda birbiri ardına gerçekleşen firar
lar, Devrimci Solcuların, soldaki prestijini doruğa çıkaran eylemlerdi. Firar
ların ilki lider Dursun Kara taş ile Bedri Yağan’ın 25 Ekim 1989’da Sağmalcı
lar Cezaevi’nden belirlenemeyen bir yöntemle kaçmasıydı. Firarlar 1990 yıl
başında Sinan Kukul ve Mürsel Göleli’nin, 28 Mayıs 1990’da Aslan Şener Yıl
dırım, Aslan Tayfun Özkök, İbrahim Erdoğan ve Ali Kırlangıç’m aynı ceza
evinden firarlarıyla sürdü. Kaçanlar önde gelen kadrolardı. Dursun Karataş,
Bedri Yağan ve Sinan Kukul savunmayı parafe eden üç kişiydi ve Devrimci
Sol’un yönetici çekirdeği gibi algılanıyordu; diğer firarilerle birlikte yönetici
bir kadro grubu özgürlüğüne kavuşmuştu. 1988-90 yılları arasındaki olağan
tahliyeler de hesaba katıldığında 12 Eylül’den beri tutuklu bulunan neredey
se bütün eski deneyimli kadroların artık cezaevi dışında olduğu söylenebilir
di. 1989 yılının Ekim, Kasım, Aralık aylan boyunca pek çok baskına rağmen
firarilerin izlerine rastlanamaması örgütün siyasi polisin denetimi dışına çık
mış bir illegal aygıtı kurmayı başardığının göstergesiydi. Devrimci Sol’un ör
gütsel bir atılım yapacağı kesindi.
Partileşme, kuruluştan beri iradi-merkezi bir süreç olarak tanımlanmıştı.
Bu iradeyi örgütün yönetici grubu olan, kimi zaman merkez komitesi olarak
da adlandırılan “merkezi organizasyon” temsil ediyordu. Bu organizyonun
seçilişi, işleyişi ve örgütle ilişkileri, belirli bir tüzüğe dayanmaksızın, hayli es
nek hareket etme imkânı sağlayan, mücadele içinde gelişen “güven” ve “ikna”
ilişkilerine dayanıyordu. Mücadelenin doğal seyri içinde ilk merkez komite
si, herhangi bir önleme karşı, kendisinin yerine geçecek alternatif bir yöne
tim seçmişti ve tutuklamalann ardından da bu alternatif yönetim görevi üst
lenmişti. Tutuklamalar ve giderek küçülen ilişkiler ağı içinde sürüp giden 12
Eylül sonrası yıllarda, yönetici komite de görevler de o sırada en uygun kişi
lerce üstlenilmişti. 12 EylüPden sonra (1981-83 ve 1985-1990) en uzun sü
re bu organizasyonun siyasi sorumluluğunu üstlenmiş kişi Niyazi Aydın’dı.
Aşağı yukarı 4 yıllık bu zaman diliminde örgüt, 12 Eylül deneyimini ya
şamış, uzun cezaevi yıllarında beraberliklerini korumuş birçok eski kadroyu
elinde tutmayı başarmış, yeni kuşak pek çok devrimciyi saflarına katmış ve
aktif bir sempatizan çevre edinmişti. Üyelik kriterlerinin, parti organlarının
belirdiği parti-öncesi bir örgütlenmenin imkânları son birkaç yıldır doğmuş
sayılabilirdi. Ancak örgüt, en başta böyle bir partileşmenin önkoşulu sayıla
bilecek yönetici gücünü yani “liderlik kurumu”nu henüz ortaya çıkarmadı
ğını düşünüyordu. “Önderlik” Marksist-Leninist örgüt ya da partilerin ne
redeyse hepsinde olduğu gibi Devrimci Sol için de “tarihsel bir role” sahipti.
Buna karşın 1990’lı yılların başlarına kadar, “önderlik” kavramı, tek bir ki
şiye değil, merkezi yönetici organa vurgu yapıyordu. 1990’da, bizzat “doğal
önder”in girişeceği köklü dönüşüm sürecinde de, aynı vurgu geçerliydi.84
Bu organ, lider ile onun tamamlayıcısı gibi tasarlanan yakın çevresinin oluş
turduğu, “her bakımdan birbirlerine güvenen” bir çekirdek kadroyu öngö
rüyordu. 1990 sonrasının örgütsel-siyasal görüş açısını açıklayan Yolun Ne
resindeyiz? (Ağustos 1990) broşüründe şöyle deniyordu:
Bana göre olayın buraya getirilmesi birincisi, sizin nezdinizde bizim güven
sizliğimiz demektir. Yani biz kendi kendimiz hakkında karar alacak yetkin
likte, cesarette ve olgunlukta değilizdir. İkincisi kendi sorunlarını çözeme
yen bir yapı başkasının sorunlarım çözemez. (...) Ve şu önemli benim için,
bizim için de önemli olmalı. Biz nasıl bir örgüt olacağız? Biz gerçekten bir ör
güt müyüz? Örgütsek, hangi işlerliğe sahip bir örgütlülüğüz? Ve bugün şöy
le söyleniyor veya ifade edilmek isteniyor: “Bu kararı sen aldın.” Evet, ben al
dım. Yalnız tek başıma bu karan ben aldım. Ben bu karan yalnız başıma ala
mayacak mıydım? Veya kim alacaktı, böyle bir yapı içerisindeki bu kararı?
Ben böyle bir karan almaya kendimi hak sahibi görüyorum, dün de bugün
de... Eğer ben böyle bir karan almaya hak sahibi değilsem, ben hayatlannız
üzerine dahi yüzlerce karar aldım. Hâlâ da alıyorum. Onları ne parmak hesa
bıyla aldık, ne bir P.G.’nin H.S.’nin karanyla aldık, ne de bir başkasının kara-
nyla aldık. Bu kararlan ben aldım. Bunu ne türlü adlandırabilirseniz adlan-
dınn. Ama bizim gelişimimiz budur. Ve bana göre de bu gelişim daha uzun
bir süre sürecektir. Yanlışlann ortaya çıktığı noktada doğru karan almak zo
runda hissedeceğim kendimi. Ama bu şunu dışlamadı hiçbir zaman. En ya
kın çevremdeki insanlann düşüncelerini almak, onlarla paylaşmak, onlan ik
na etmek her zaman olmuştur.88
87 Bedri Yağan’uı “örgüt içi darbe”nin gerekçelerini anlattığı 307 sayfalık yazısı, s. 107. Bu yazıyı,
o sırada Avni Özgürel yönetimindeki haftalık Panorama dergisi 9-15 Haziran 1993 tarihli 9. sa
yısına “Özel Ek” olarak yayımladı.
88 Her Şey Birliğimiz Geleceğimiz ve Zaferimiz İçin, Haziran Yayınevi, İstanbul, Temmuz 1994, s.
141-142.
mişti: "... aslında daha büyük eleştiriler bekliyordum. Çünkü o anlayışa gö
re belki daha büyük eleştiriler var, ama bugün söylenemiyor. Ama inanıyo
rum yarın söylenecek, yarın söylenecektir, başka türlü söylenecektir.”89 Bu
'sözler, sonraları, 1992 Eylülündeki örgüt içi darbenin öngörülmesi olarak
değerlendirilecekti. >
Karataş’ın Sinan Kukul’a eleştirileri arasında “sağ-statükocu, uzlaşmacı”
bir çizgiye sahip olmak, “DS düşüncesini başka düşünceyle değişmek iste
mek” gibi eleştiriler vardı. Keza Bedri Yağan için “yeni süreç başlatmak is
temek”, “hizipçilik potansiyeli taşımak” gibi eleştiriler söz konusuydu. Ka-
rataş, tutanaklara göre,90 bir anlayışa sık sık vurgular yaparken, diğerleri
Karataş’ın kendilerine yönelik değerlendirme ve eleştirilerinin haksız ya da
yanlış olduğu kanısını dile getiriyordu. Yani sözü edilen yöneticilerin, yö
netici organın işleyişi hakkında herhangi bir önerileri ya da itirazları yoktu.
Dışarıda da durum farklı değildi.
Karataş firar ettiğinde, dışarıda Niyazi Aydm’ın sorumluluğunda, 1993’te
Sağmalcılar Cezaevi’nde örgüt içi darbeyi desteklediği gerekçesiyle öldürü
lecek olan Erdoğan Eliuygun’un da bulunduğu üç kişilik bir yönetici komi
te örgütü yönetiyordu. Karataş, örgütün durumunu cezaevinde izlediğinden
daha kötü bulmuştu. Karataş’a göre, yönetici grup, belirli bir “program”dan
yoksun olduğu gibi örgütün genel durumu hakkında bilgi sahibi bile değil
di. Bu süreci etraflıca anlattığı DHKP-C Kongre Raporu’nda, yönetici grup
tan Niyazi Aydın dışındaki diğer ikisi için “sanki bizim olmayan, bize ya
bancı birileriydiler”91 diyordu. Ve örgüt, çeşitli kademelerde birer “dükalık”
oluşturmuş bu kişiler tarafından dejenere edilmişti. Bu kişiler, Devrimci Sol
culuktan koparak “hesaplaşmaların yapılmadığı, sağ akımlardan etkilenen,
bireyci, riske girmeyen, yeraltı örgütlenmesi yerine yasalcılığı, merkeziyet
çilik yerine demokratizmi ön plana çıkaran” bir “Devrimci Solcu tipi” yarat
mış, kadro ve militanlar da “Devrimci Solculuğun içinin boşaldığı” bir “ide
olojik yabancılaşma” içine düşmüştü.92 Örgüt yeni baştan inşa edilmeli; yö
netici kadrolar da dahil tüm örgüt, “en tepeden en aşağıya”, bu yeni süreçte
sınamadan geçmeliydi. “Kimle nereye kadar gidilebileceği sorusu... en tepe-
89 A.g.e., s. 144.
90 Bu tutanaklara ilişkin bilgiler Dursun Karataş’ın darbeyle ilgili yazılarının derlendiği Her Şey
Birliğimiz, Geleceğimiz ve Zaferimiz için kitabı ile Bedri Yağan’ın yazısındaki aktarmalara dayan
maktadır.
91 Dursun Karataş, Parti-Cephe ile..., s. 106.
92 Karataş’m bu açık ve sert değerlendirmelerinin, olayların diğer aktörlerinin artık yaşamadığı,
örgüt içi darbe gibi ağır bir “vuruş”la sonlanan bir sürecin ardından 1994’te yazıldığı unutulma
malıdır. Bu sürecin aynı sertliği ve açıklığı taşımayan, kuşkusuz aynı içerikteki ama daha doğru
bir değerlendirmesi için, Yolun Neresindeyiz ? broşürünü incelemek daha doğru olabilir. Bu iki
metin arasındaki fark hem Karataş’m hem de örgütün sonraki evrimine de ışık tutabilir.
den en aşağıya kadar geçerliydi.”93 Partinin kuruluşu, ancak böyle bir süre
cin ardından gelebilirdi.
Aralık 1989’da Dursun Karataş, kadrolara yönelik olarak “önderliği” için
onay istediği yazısını yazdı. Onun verdiği bilgiye göre, bu yazı o sırada ula
şılabilen ve büyük çoğunluğu oluşturan 60’a yakın kadroya gönderildi ve
kadrolar “coşkuyla” onaylarım bildirdi. “Önderlik verilmez kazanılır. Biliyo
rum. Kazandığıma inanıyorum” diye bitirdiği yazısında, neden bu yola baş
vurduğunun gerekçelerini sıralarken “hiçbir liberal tavra girmemek”, “ce
sur kararlar alabilmek”, “en radikal eylemleri yapabilmek için” diyordu. Pe
şi sıra “Geçici SDB’ler Organizasyonu İçin Asgari Kurallar ve İşlerlik” (Şu
bat 1990), “Komiteler, Hücreler ve Silahlı Ekipler, İşlerlik ve Bazı Kurallar”
(Mart 1990) yazıları ile Yolun Neresindeyiz? broşürü yayınlandı.
İlk iki yazı, örgütsel işleyişi, görevleri, suçları ve cezalan tanımlayan ku
ralları; sonuncusu ise yeni sürecin örgütsel-siyasal perspektiflerini açıklı
yordu. “Parti” ya da “parti öncesi örgüt”e ulaşmadan, seçim ilkesinin uygu
lanamayacağı, “seçme ve seçilme gibi yöntemlerin” ideolojik birliği bozaca
ğı ve hizipleşmeye yol açacağı savunuluyordu. Ayrıca MİT ya da siyasi poli
sin örgüte yönelik ajan ve muhbirlik çalışmalarına, “çeşitli kılıflara bürün
müş komplolara” karşı uzmanlaşacak, “takip”, “gözaltı”, “sorgulama” “tu
tuklama” yöntemlerine başvuracak “güvenlik örgütü” kurulması öngörü
lüyordu.
Bu yazılar, örgütün o güne kadar sahip olmadığı, Karataş’m sözleriyle “ye
ni yaklaşımlar”dı, örgütte “yeni aşama”yı ve örgütsel kültürün köklü dönü
şümünü ifade ediyordu. Yakın geçmişi de belirleyen 12 Eylül öncesi, birey
lerin inisiyatiflerinin öne çıktığı, örgüt kuralları ve ilkelerinin netleşmediği,
genellikle pratiğin doğal ayıklaması ve “ikna”yla (bu 12 Eylül öncesindeki
örgütsel ilkeydi) işlerin yürüdüğü, esnek, kendiliğinden yapıdan farklı ola
rak, yukandan aşağıya sıkı bir merkeziyetçiliğin egemen kılındığı, “ikna”nın
yerini emir-komutanın, sıkı kurallann aldığı bir örgüttü bu.
Bu dönüşüm, bir yandan yönetici kadrolar arasında “hak-hukuk”, “tü
zük”, “neden hâlâ partileşmiyoruz” gibi söylemlere yol açan, diğer yandan
“kendiliğindenci” gelişimine imkân veren, “parti”, “partileşme süreci”, “ide
olojik birlik”, “kadrolaşma” gibi görüşlerindeki belirsizlik ve çelişkilere son
veriyordu. Bu kavramlann her biri, başından beri kişi ya da kişilerin öznelli
ğinden bağımsız bir nesnellik olarak tanımlanmıştı:
...partileşme süreci, 5-10 kişinin “biz partiyiz” demesiyle sona erecek bir sü
reç olmadığı gibi, salt belli görüşlerin açıklanması ve bu görüşler çerçeve
sinde birlik oluşturulması süreci de değildir. Özetle partileşme süreci ön
çoğunluğu genç kuşak militanlardan oluşuyordu. SDB adayları, “sokak eğitimi" adı verilen po
lis takibine karşı bir eğitimden geçtikten sonra üyeliğe alınıyordu.
105 “Değerlendirme ve Faaliyet Raporu (Mart 1990-Agustos 1991)”, Dava Dosyası II.
iddia ediliyordu. MİT Müsteşarı Hiram Abas da 12 Mart’tan başlayarak dev
rimci gruplara yönelik pek çok operasyon ve işkenceden sorumlu tutulu
yordu. Ankara’da muayenehanesinde öldürülen Dr. Musa Duman, 13 Eylül
1977’de Elazığ Cezaevi’ndeki TKP(ML)’li Pir Ahmet Solmaz’a işkence gör
mesine karşın sağlam raporu vererek ölümüne yol açmakla suçlanıyordu. Bu
eylemle Devrimci Sol, 23 yıl önceki bir olayın da hesabını soracağı mesajını
veriyordu. Bunun bir başka örneği, 7 Nisan 1991’de tekrarlandı. 12 Mart’ın
ünlü işkence merkezi Ziverbey Köşkü’nün sorgucularmdan emekli general
Memduh Ünlütürk öldürüldü. Ünlütürk, 78 yaşındaydı. Üsküdar’da oturdu
ğu apartman dairesinin kapısını çalan biri teğmen, ikisi er kıyafetli üç mili
tan, yaşlı eşini yanıltıp içeri girmiş, yatak odasında bulunan Ünlütürk’ün şa
kağına susturucu tabancayla tek kurşun sıkmıştı. 8 Nisan 1991 tarihli Dev
rimci Sol Silahlı Devrimci Birlikler imzalı bültende, “kimse aradan yıllar geç
ti diye yaptığının unutulacağım sanmasın. Devrimcilerin bellekleri hiçbir şe
yi unutmayacak kadar güçlüdür,” deniyordu.
Her eylem telefonla üstleniliyor, ardından bildirilerle gerekçeleri anlatılı
yordu. Henüz “terörle mücadele” sansürüne geçmemiş olan gazeteler, “Dev
rimci Sol Silahlı Devrimci Birlikler” imzalı bu bildirilere ayrıntılı biçimde yer
veriyordu. Devrimci Sol, rastgele hedefler belirlemediğini, “halka ve devrim
cilere karşı işkence, cinayet, katliam vb. gibi suçlar işleyenlerden”, “12 Ey-
lül’ün sorumlularından” hesap sorduğunu, “devrimci adaleti” yerine getir
diğini iddia ediyordu. Bu eylemlerle halka, rejimin “işkence, terör ve bas
kısı” karşısında çaresiz olunmadığı, çarenin silahlı mücadele olduğu mesajı
vermek amaçlanıyordu. Tek tek ya da bir dizi silahlı eylemin güncel amacı,
“moral etki”ydi, başka deyişle “moral savaş”tı; düşman cephesinde caydırıcı
lık, mücadele cephesinde cesaret uyandıracak bir moral etki.
Ancak örgütsel strateji açısından, başarıyı ölçen koşullar ve kriterler, tek tek
ya da bir dizi silahlı eylemin güncel sonuçlan değil, “sürekli büyüyen ve ya
yılan silahlı güç” haline gelebilmekti.106 Başlangıçta küçük silahlı birliklerden
oluşan askeri örgüt, sayıca ve nitelikçe istikrarlı bir büyümeyle gerilla ordu
suna doğru evrilmeliydi. Gerilla savaşı da sadece şehirlerde değil, kırlarda da
gelişmek zorundaydı; aksi takdirde tek bir cepheye hapsolmuş mücadele ba-
şansızlığa mahkûmdu. Yani örgüt şehirlerde ve kırlarda “birleşik devrimci sa
vaşı” yarattığı ölçüde, kendi stratejisinin gereklerini yerine getirebilmiş sayı
labilirdi. Son olarak politik askeri savaşın, sadece silahlı değil, diğer mücade
le biçimleriyle birlikte yürüyen kitle mücadelesini de içermesi gerekiyordu.
Bir buçuk yıl sonra örgütün “onlarca silahlanmış savaşçıya”107 ulaştığı,
Karadeniz ve Kürdistan’da kır gerillası için adımlar attığı yazılıyordu.
106 “Yolun Neresindeyiz?”, Dava Dosyası II, s. 90.
107 A.g.e., s. 89.
“Atılım” karan aldığı 1990 başından 1991 ortalanna kadar bir buçuk yıllık
sürede örgütün, başlangıçtaki “dostun düşmanın kabul ettiği” “silahlı bir güç”
olarak politik sahneye çıkma hedefine ulaştığı söylenebilirdi. Çünkü Devrim
ci Sol, sadece ülkede ünlenmekle kalmamış, 1991 başlannda, Irak’a müdahale
si nedeniyft ABD’nin Türkiye’deki görevlilerine yönelik suikastlanyla da ABD
Dışişleri Bakanlığı’nm yıllık terör listesinin üst sıralanna çıkmıştı.
Örgütsel handikapı, bir şehir örgütü, özellikle de İstanbul örgütü olmasıy
dı. Her zaman en önemli eylemlerini bu kentte yapmış, en yaygın ilişkilerini
bu kentte oluşturmuş, buradan diğer kentlere yayılmıştı. 1990-1993 yılı ara
sında da durum aynıydı. Politik-askeri savaşın unsurları, kendi tarihi açısın
dan en gelişkin haliyle bu dönemde, yine bu kentte görülebiliyordu: Silahlı
örgüt, silahlı eylemler, yeraltı örgütü, yan legal, legal kitle örgütleri, yayınlar
ve her türlü eylem, protesto biçimleri... İzmir, Bursa, Adana, Ankara gibi di
ğer kentlerde de benzer bir gelişme dinamiği yaratılmaya çalışılıyordu. Ama
hiçbir kent ya da bölge, İstanbul’un yerine geçemedi.
Lider dahil örgütün merkezi de, en önemli yönetici kadrolan da bu kent
teydi. Siyasi polis 1991 Temmuz ve 1992 Nisan aylarındaki operasyonlarda
yönetici merkeze İstanbul’da ulaşmıştı. Öyle ki İstanbul’daki operasyonlarda
kır gerilla birliklerinin komutanı dahi öldürüldü. Lider Dursun Karataş da
yurtdışına çıktığı 1991 Ekim’ine kadar bu kentte saklandı.
Bir tercihten çok, özgün gelişimiyle ilgili olan bu durum Devrimci Sol’un
hem gücü hem de güçsüzlüğüydü. Türkiye’nin merkezi olan bu kentteki
güç, kuşkusuz ülke geneline etki eden bir avantajı sağlarken diğer yandan
özellikle politik-askeri savaşın vazgeçilmez koşulu sayılan kır gerillası için
bir dezavantajdı. Kır gerilla birliklerinin komutanı dahil yönetici kadro, en
genel anlamıyla kırsal mücadelelerden gelmemişti; şehirli kadrolar kır gerilla
örgütlenmesini yaratmaya çalışıyordu. Kırsal alanlar, pek çok örgütlenme gi
rişimine, silahlı birliklere hatta eylemlere rağmen, hiçbir zaman örgütsel-si-
yasal varoluşun bir cephesi ya da etkin unsurları haline gelemedi. Bu eksiğin
üstesinden gelmek için 1990 sonrası gösterilen çabalar konusunda 1994’te
şu değerlendirme yapılıyordu:
109 Cumhuriyet ve Sabah gazeteleri, 7 Aralık 1991, aktaran Devrimci Sol Bülteni, sayı 41, 12 Aralık
1991.
lemleriyle sesini duyuracak Silahlı Devrimci Birlikler, bu nedenle, kurulu
şunda alışılagelmişin aksine politik çalışmadan ayrı tutulmuştu. “Kitlelerden
yalıtık”, belirli evlerde konumlanmış, işi yalnızca silahlı eylem olan ve “as
keri disiplin” içinde hareket edecek insanlardan oluşuyorlardı. O güne ka
dar, “politik askeri liderliğin birliği” ilkesi gereğince politik eylemcilerle as
keri eylemciler birbirinden ayrılmamıştı. Polis operasyonlanna karşı silah
lı mücadelenin istikran ve sürekliliğinin böyle bir yöntemle güvence altına
alınabileceği düşünülüyordu. Dursun Karataş, 1994’te, 1990 başındaki dü
şünce biçimlerini ve bunun kendi içinde taşıdığı sorunlan şöyle anlatıyordu:
112 Bu tarihler arasında öldürülen SDB üyeleri şunlardı: 30 Nisan 1992: Sıddık Ûzçelik, Güven Kes
kin, Esma Polat (Adana); 4 Mayıs 1992: Halil Ateş, Solmaz Karabulut, Fikri Keleş, Ali Yılmaz
(Ankara, Dikmen ve Telsizler semtleri); 14 Temmuz 1992: Nurten Demir, İsmail Akarçeşme
(Istanbul-Kasımpaşa); 13 Ağustos 1992: Vehbi Melek, Nurten Acar, Arslan An, Nurhayat Bey
han, Eyüphan Polat (Ankara Maltepe ve Küçükesat semtleri), ayrıca polise yönelik bir eylem sı
rasında 20 Nisan’da Önder Ûzdogan isimli SDB üyesi bir militan öldü. 5 Mayıs’ta ise Soner Gül,
Hüseyin Yaman isimli iki militan gözaltına alındıktan sonra kayboldular.
17 Nisan’ın potansiyelini daha yüksek düzeyde örgütleyemeyişimiz, yeni
operasyon ve katliamlan engelleyemeyişimiz, yavaş yavaş psikolojik üstün
lüğün düşman eline geçmesine ve potansiyelin düşmesine neden olacaktı.
(...) 17 Nisan sonrası tutsak düşen bir kısım ileri düzeydeki yöneticilerimiz
silahlarına rağmen çatışmamış, poliste olumsuzluk göstermişlerdi. Tüm bun
lar yükselişten düşüşe geçişin belirtileriydi. (...) özellikle SDB’ler kendileri
ni kapana kıstırılmış bir durumda hissetmeye başlamışlardı. (...) kır gerilla
sında atılım yoktu... (...) kendini kapanda hisseden SDB savaşçılarında korku
derinleşerek sürüyordu. Ve bu korku yer yer teslimiyete dönüşmekte gecik
meyecekti. (...) düşmanın psikolojik üstünlüğünü mutlaka yıkmalıydık...113
114 Bu açıklamanın yer alacağı Devrimci Sol dergisi, örgütün merkez yayın organı olarak 1980’den
sonra ilk kez çıkmak üzere baskıya hazır hale getirilmişti.
lacağımn ortak belirleneceği kadro toplantısının bir ay içinde gerçekleştiril
mesini, bu sürede de örgütte moral bozukluğuna yol açmamak için olayın
duyurulmamasını öngörüyordu. Birbirlerinin niyetlerinden ciddi kuşku du
yan her iki taraf için de bu protokol ve bunu izleyen pek çok görüşme ve an
laşma da, bir taktik savaşının ötesine geçemedi. Kadrolar platformu hiçbir
zaman toplanamadı.
ilk anlaşmada örgütün 4 yöneticisinin çağrılması kararlaştırıldı. Ortadoğu
sorumlusu “Musa” 31 Ekim’de, Türkiye’deki ilişkilerden birinci dereceden
sorumlu Gürcan Özgür (Derya) 21 Kasım’da, “Malik” de 23 Kasım’da Al
manya’ya geldiler. Çağrılılardan Akdeniz sorumlusu “Aydın” ise yakalandı.
Çağrılılardan Derya “müdahaleciler”den, Musa ve Malik ise Karataş’tan
yana tutum aldılar. Karataş, darbecilerin, yönetimi bu üç kişiden oluşacak
komisyona devretmesini, bu komisyonun alacağı kararlara uyulmasını öner
di. Bedri Yağan ve arkadaşları ise, çoğunluğu Karataş’tan yana olan komis
yon önerisini reddettiler. Malik’in yabancı konsolosluğa sığınmaya hazırla
nacak kadar polis fobisi içine girdiğini, bu nedenle de güvenilemeyeceğini
söylüyor, başka kadroların çağrılması gerektiğini ileri sürüyorlardı. Bu ko
nuda bitmek bilmeyen tartışma ve yazışmalar haftalarca sürdü; ortak bir ze
min okşamadan, kadrolara yazılı ya da telefonla her iki tarafın da görüşleri
nin aktarılması benimsendi. Ama her iki taraf birbirlerini, tek taraflı ve rast-
gele konuyu duyurmakla suçladı, illegal ilişki ve telefonları “müdahaleci
ler” ellerinde tuttuğundan, diğerleri ancak dolaylı ya da hayli sınırlı olanak
larla durumu duyurma şansına sahipti. 1992 Aralık’ında her iki taraf da gö
rüşlerini kadrolara ya da tüm ulaşabildiklerine bildirmeye başladı. Yazışma
lar, karşılıklı suçlamalar, hakaretler, kişisel zaaflara ilişkin tanıklıklarla do
luydu. Yeni yılın başında artık örgüt taraftarlarının tümü olaydan haberdar
olmuş, tartışmanın bir tarafına dönüşmüştü. Hatta kendilerini “tarafsız” di
ye niteleyenler de vardı.
Örgüt büyük bir kargaşa içine düştü. Her iki taraf, 1993’ün başlarında, ken
dilerinden yana tutum alan, komite ve kadroların imzalarıyla bildiriler yayın
ladılar. 1992 Kasım’ında, çağrılı üç ileri kadronun taraf olmasıyla başlayan
bölünmenin, sorun örgüte yayıldıkça kitleselleşen haliydi söz konusu olan.
Karataş ile ondan yana tutum alan “Malik” ve “Musa”, Bedri Yağan ile be
raberindekilerin illegal ilişkileri ellerinde tutmaları nedeniyle legal yayın,
gençlik ve cezaevlerine ulaşabilmişlerdi. Burada aldıkları destekle “darbeci
liğe karşı mücadele”yi başlatıp yaydılar.
Başlangıçta birçok örgüt ve kadronun desteğini almış olsalar da “müda-
haleciler”in, doğal lideri tutuklayıp, aylar boyu örgütü gizlice yönetmesinin,
güvene dayalı ilişkilerle varlığını kurabilen illegal bir örgütte kabul görme
si olanaksızdı. Öte yandan Karataş’a yönelik kişisel suçlamalardan öte, poli
tik-ideolojik bir eleştiri geliştirememişlerdi. Üstelik 1990’dan bu yana Kara-
taş’ın tek başına belirlediğini, kaleme aldığını öne sürdükleri karar ve politi
kaları da savunuyorlardı. Bu çelişkili durum ve meşruiyet sorunu nedeniyle
’“gerçek Devrimci Sol biziz” diyerek ayrışma sürecine girseler de, hem örgü
tün genelinde hem de-kendilerinden yana tutum alanlar arasında hızla ikna
ediciliklerini kaybettiler.
Müdahaleciler, örgüt merkezinin yapısal zaaf ve yetersizliğini açığa vur
muş olsalar da, örgütün karşısına çok daha ciddi bir soruna yol açacak çö
zümle çıkmıştı. Karataş’m deyimiyle, eğer darbe meşrulaşırsa, bu, örgütte
“darbe” geleneği başlatmak demek olurdu. O yüzden ne pahasına olursa ol
sun, bu “leke” örgütten temizlenmeliydi. Nihayetinde Dursun Karataş’m et
rafında toplananlar, 3 Mart’ta, o güne kadar hep isimlerle yayınlanan bildiri
lerden farklı olarak “Devrimci Sol imzasıyla Açıklama ve Uyan, Karar 1” baş
lıklı bildiri yayınladı. Tek sayfalık bu bildiri, örgüt iradesinin ortaya çıktığının
ilanıydı. Özetle darbecilere teslim olmaları, harekete ait her türlü ilişkiyi, ka
sayı, olanaklarını teslim etmeleri aksi halde cezalandmlacakları belirtiliyor
du. Ardından tüm kadro, militan ve taraftarlardan, darbecilerin ellerinde tut
tuğu bütün mevzileri ve örgüte ait maddi olanaklan geri alma çağnsı yapıldı.
Aylarca sürecek çatışmalar başladı. Birçok ölüm ve yaralanmaya yol açan
çatışmalar, İstanbul’da Devrimci Solcuların etkin olduğu mahallelerde ev,
kahvehane baskınları, dayaklar, kavgalar biçiminde sürdü. Karşılıklı ola
rak “kaçırıp işkence etme” gibi iddialar da vardı. Bayrampaşa Cezaevi’nde
“darbeciler”in kaldığı koğuş basılarak, “Asaf’ kod adıyla anılan 1989 firarın
dan önce örgütün yönetici grubu içindeki Erdoğan Eliuygun öldürüldü. Bu
olayın ardından cezaevindeki sosyalist gruplar, “Dursun Karataş yanlıları”nı
cezaevi konseyinden çıkardılar. Bu çatışmalarda sosyalist gruplar “devrimci
kanı akıtılmasını” eleştiren, kınayan bildiriler yayınladılar.
Devrimci Sol’un bu sırada sol çevrelerde en çok tepki çeken şiddet eylemi,
sahibi “devrimci, demokrat” olarak anılan ve özellikle sosyalist gruplann der
gi ve kitaplannı basmakla ünlü Aydınlar Matbaası’nı basıp kundaklamasıydı.
Gerekçe darbecilerin yayın organı Devrimci Çözüm’ü basıyor olmasıydı. Ay
dınlar Matbaası’mn sahibi bu yayını basmaması için uyarılmış ancak dinleme
yince bu eylem yapılmıştı. Kundaklama sonucunda matbaanın gördüğü bü
yük zararın yanı sıra yazar İsmail Beşikçi’nin kitaplan, sol gruplann dergileri,
Demokrasi Partisi’nin (BDP’nin önceli) onbinlerce afişi de yanmıştı.
“Örgüt içi darbe” ve “darbeye karşı mücadele” Devrimci Sol’un 1990’da
başlattığı “parti öncesi” örgüte dönüşüm sürecinin DHKP-C’ye evrilmesin-
den önceki son aşaması oldu.
EK1
RESMİ ARAŞTIRMADA SOL ÖRGÜTLERE İLİŞKİN SAYISAL VERİLER1
1 Bu bölüm 1983 yılında güvenlik güçlerinin "sürekli yenilenen vc deneyimlere dayanan bir
eğilim dokümanı alarak hazırlanmış' (.s. 169) Terör ve Terörle M ücadelede Durum Değer
lendirmesi (Başbakanlık Yayınlan, Ankara, 1983) adlı kitaptan alınmıştır.
BÖLÜCÜ ÖRGÜTLERİN SAYISAL GÜCÜ (Şekil 44)
' 1996 yılındaki öiüm orucu Adalet Bakanlığı'm n hücre tipi cezaevlerinin açılma
sını öngören genelgesini yayınlamasının ardından 20 Mayıs'ta DHKP-C, MLKP,
TK P (M L), TKEP-Leninist, TKP/ML, TD P ve D ire n i; Hareketi davalarından 1.500 I
1 tutuklunun katıldığı açlık greviyle başladı. Eylem 3 Tem m u z'd a 150 kişinin sür- j
dürdüğü ölüm orucuna dönüştü. Sonraki günler ölüm oruçlularının sayısı 272'yi j
: buldu. 27 Te m m u z'd a bakanlığın genelgeyi geri çekip tutukluların taleplerini [
kabul etmesiyle sona erdi. DHKP-C'den A lta n Berdan Kerimgiller, M üjdat Ya- !
; nat, Ayçe Idil Erkmen, Yemliha Kaya; TK P (M L)'den A ygün Uğur, Ali Ayata, Ha- [
yati Can, TİKB'den Tahsin Yılm az, Osman A kgü n.. MLKP'den Hüseyin Demirci- j
! oğlu, Hicabi Küçük eylem sırasında değişik tarihlerde hayatlarını kaybettiler. j;
20 Ekim 2000'deki ölüm orucu eylemi de aynı gerekçeyle F tipi cezaevlerinin |
1 kapatılması amacıyla Cezaevlerindeki DHKP-C, TKP (M L), TKİP davalarından 816 I
tutuklu ve hüküm lü, açlık greviyle başladı. Eylem 19 Kasım'da ölüm orucuna
' dönüştürüldü. Eylemin ve insan hakları savunucuları ile aydınların aracılık etti
ği görüşmeler sürdüğü sırada “ Hayata Dönüş" adı verilen, tutukluları zorla F ti-
ı pi cezaevlerine götürm eye yönelik operasyon, 19 Aralık’ta eşzamanlı olarak 20
cezaevinde başlatıldı. 22 Aralık'a kadar süren operasyonda toplam 32 kişi öldü. ;.
; ölenlerden ikisi asker, 30'u tutukluydu. Tutuklulardan 25'i DHKP-C'liydi: Cengiz j
' Çalıkoparan, Ali Ateş, Mustafa Yılm az, N ilüfer A k a n , Fırat Tavuk, Aşur Kork- i
maz, Şefinur Tezgel, Y a zgülü Güder ö ztü rk , Gülser Tuzcu, Seyhan Doğân, Ö z -
1 lem Ercan (Bayrampaşa cezaevi), A h m e t Ibili, Ercan Polat, U m u t Gedik, A lp Ata
Akçagöz, Rıza Poyraz (Üm raniye cezaevi). Fidan Kalşen, İlker Babacan (Çanak- i
! kale cezaevi), M u ra t Özd'emir (Bursa), İrfan Ortakçı, Haşan G üng örm ez (Çankı- j
. rı cezaevi). Berrin Bıçkılar, Yasemin Cancı (Uşak cezaevi), Halil Ö n d e r (Ceyhan j
i cezaevi). Diğer gruplardan olanlar şunlardı: M urat ördekçi (TKEP/L, Bayrampa- E
, şa cezaevi), Fahri Sarı, Sultan Sarı (PKK DÇS, Çanakkale cezaevi), A . Ihsan Özkan i
| (TKP (M L), Bursa cezaevi). (
ö le n 32 kişi arasında MLKP'lilerin polis işbirlikçisi kuşkusuyla Üm raniye ce-
! zaevinde öldürdükleri Haydar Akbaba ve M uharrem Buldukoğlu da vardı. M L- \
|
KP'nin Merkez Kom ite imzalı 25 Nisan 2004 tarihli bildirisinde, bu iki tutuklu- £
nun, cezaevindeki militanlarca polis işbirlikçiliği suçlamasıyla soruşturulduğu,
o sırada meydana gelen 19 Aralık operasyonunun, örgütün oradaki temsilcile-
1 ri tarafından söz konusu tutukluların bu operasyonla kurtarılacakları ve cezasız
< kalacakları kaygısıyla öldürüldükleri, oysa gerçekte bu tutukluların böylesi bir
suç işlemediğinin anlaşıldığı belirtiliyor, "telafisi imkânsız vahim h ata” işlendiği
açıklanıyordu. Her iki tutuklunun yakınları İHD'de basın toplantısı yaparak ör
g ü tü protesto ettiler.
20 Ekim 2000'de başlayıp 23 Ocak 2007'ye kadar süren ölüm orucu sürecin
de, bu direniş ve ona bağlı eylemlerde ölenlerin toplam sayısı 122'ydi. Bunlar-
: dan 101 'i DHKP-C'liydi. 53'ü cezaevindeki ya da tahliye olduktan sonra dışarı
daki direniş evlerinde eylemi sürdüren tutuklulardan oluşuyordu: Y a ölüm oru
cu nedeniyle ya protesto amaçlı kendini yakarak ya da zorla m üdahale sırasında
hayatlarını kaybetmişlerdi. Destek eylem lerinde 12 kişi hayatını kaybetti. D H -
KP-C'nin ölüm orucunu destek amacıyla intihar eylemleri de söz konusuydu: Po
lise ya da Adalet Bakanlığı’na yönelik eylemlerde ya da hazırlıklar sırasında üç
kişi hayatını kaybetti.
Diğer gruplar ölüm orucuna 28 Mayıs 2001'de son verdi. Sonrasında eylemi
sadece DHKP-C’liler sürdürdü. Aslında eylem, 2005 yılının başlarında kitlesel ni
teliğini kaybetmişti. Cumhurbaşkanı A h m e t Necdet Sezer'in afları, adli tıp ra
porlarına dayanılarak ölüm orucundan rahatsızlanan tutuklulara verilen cezayı
erteleme kararları ve son olarak yeni infaz yasasıyla neredeyse boşaltılmıştı. Di
renişte sonuncu ölüm olan Fatma Koyupınar, 10 M art 2006'da tahliye edildiğin
de, geride cezaevinde ölüm orucunu sürdüren tek bir direnişçi kalmıştı: TKEP/L
davasından Serpil Cabadan... (11 M art 2006, Radikal, Ertuğrul M avioğlu).
Ancak fatura çok ağırdı: ö lü m orucunda hayatını kaybedenlerden başka, sa
yıları tam saptanamayan T H İV ve İHD gibi insan hakları kuruluşlarının tahm ini
ne göre 500 kadar tu tu klu ya da hüküm lü eylemin bir sonucu olan VVernicke-
Korsakoff adı verilen, tedavisi olanaksız hastalığa yakalanmıştı. Y ani direnişe
başlayan 816 tutuklunun üçte ikisi ya ölmüş ya da tedavisi olanaksız bir hastalı
ğa yakalanmıştı ve bunların büyük çoğunluğunu DHKP-C davalarından yargıla-
. nan tutuktular oluşturuyordu.
Halkın Hukuk Bürosu avukatlarından Behiç Aşçı, F tipi cezaevindeki ölüm
orucuna ve tecrite dikkat çekmek amacıyla 5 Nisan 2006'da ölüm orucuna baş
ladı. Behiç Aşçı, eylemine Adalet Bakanlığı'nın, tutuklu ve hüküm lülerin 10 kişi-
■ yi aşmayacak gruplar halinde, idarenin gözetim inde, haftada 10 saati geçmeye
cek koşuluyla sohbet amaçlı bir araya gelebilmesini sağlayan genelgenin yayı
m ından sonra 23 Ocak 2007'de, 294'üncü günde, son verdi. Yedi yıl süren ölüm
orucu da son buldu. İstanbul Şişli'deki evinde ölüm orucunu sürdüren Behiç Aş-
çı'dan başka o sırada diğer eylemciler, A dana'daki evinde eylemi sürdüren tu
tu klu yakını Gülcan G örü roğlu ile Uşak E tipi Cezaevi’ndeki Sevgi Saymaz'dı.
ürkiye solunun en kitlesel olduğu dönem 1970’ler-
dir. Bugün dahi solun farklı renklerinden siyasi
hareketlerin, o dönemdeki öncül örgütlerine ve
o örgütlerin kitleselliğine referansla sergiledik
leri özgüven, bu tespiti hâlâ geçerli kılmaktadır. Askerî dar
beye kadar varlığını ve kitleselliğini muhafaza eden sol parti,
örgüt ve hareketlerin, darbeyle beraber çekildikleri mevziler
ise, 1970’lerle kıyaslandığında oldukça sathi bir siyasal etkiye
işaret eder. 1970’lerde Türkiye Solu, solun en canlı yıllarının
ve bu “cana gelişin” tarihini anlatıyor. 12 Mart darbesi önce
sinde varolan parti ve hareketlerin mirasçıları olarak 1974’ten
itibaren ortaya çıkan yeni siyasî yapıların kapsamlı bir pano
ramasını çiziyor. Bu parti ve hareketlerin amaçlarını, kuruluş
ve örgütleniş faaliyetlerini, kitlesel güçlerini, ideolojik farkla
rını ayrıntılı bir şekilde aktarıyor.