You are on page 1of 22

marife, y l. 7, say . 3, k 2007, s.

45-66

D NSEL ÇO/ULCULUK VE
DI'LAYICILIK ARASINDA MEVLÂNÂ

Cengiz BATUK

ÖZET
Bu makale Mevlânâ’n n gayri-müslimlere bak n n dini ço ulculuk ve d la-
mac l k aras nda bir yerde olu unun tahlil etmeyi hedeflemektedir; ancak bu yer
basitçe dinsel kapsamac l k (inclusivism) de ildir; çünkü Mevlânâ’n n çal malar Bat
dünyas n n H ristiyan olmayanlar ve Bat l olmayanlara ili kin geli tirdi i gibi bir
“öteki” kavram n yans tmaz. Bu nedenle, Mevlânâ’n n gayri-müslimlere yakla m n
Bat l d lamac l k, kapsay c l k, ço ulculuk, diyalogculuk ve i birlikçilik kavramlar
ba lam nda anlamaya çal mak yanl olacakt r. Bat H ristiyanl di er dinleri ve
inançlar “Ben ve Öteki” düalistik metafizi i temelinde alg lar. Mevlânâ’n n ça r s n n
Müslümanlar ve Müslüman olmayanlardan (H ristiyanlar, Yahudiler, Budistler, Ate-
istler ve Putperestler vb.) kar l k bulmas n n nedeni de onun di er inanç sahiplerini
alg lamas nda bir “öteki” dü üncesine müsaade etmemesidir.
Anahtar Kelimeler: Mevlânâ, ço ulculuk, d lamac l k, kapsay c l k, dinleraras di-
yalog

MAWLANA BETWEEN RELIGIOUS PLURALISM AND EXCLUSIVISM


This paper aims at showing that analysis of Mawlana’s understanding of
non-Muslims takes us toward a place between religious pluralism and exclusivism.
Nevertheless, this place is other than inclusivism simply because Mawlana’s literary
works do not reflect any conception of “other” as developed by Western World re-
garding non-Christians and non-Western peoples. Therefore, it would be wrong to
grasp Mawlana’s approach toward non-Muslims within the context of Western ex-
clusivism, inclusivism, pluralism, dialogism, and cooperationism. Western Chris-
tianity understands other religions and other faiths on the basis of dualistic meta-
physics of 'I and Other'. The reason why Muslims and non-Muslims (Christians,
Jewish, Buddhist, Atheist and Pagans etc.) response to the call/invitation of Maw-
lana is that he doesn’t allow any notion of “other” in his understanding of different
people of faith.
Key words: Mawlana, pluralism, exclusivism, inclusivism, interfaith dialogue

Mevlânâ’nKn Müslümanlar dKQKndaki insanlarK algKsK, onlara yaklaQKmK ve


bakKQ açKsKnK tartKQmayK amaçlayan bu makalede Mevlânâ’nKn dinsel çoTulculuk ve
dKQlayKcKlKk arasKnda bir yerde durduTu ve belki kapsayKcK olduTu iddia edilmemek-

ArQ. Gör. Dr., Rize Ü. lahiyat Fak. Dinler Tarihi ABD. cebatuk@hotmail.com
46 Cengiz Batuk

tedir. Tam aksine bu çalKQmada Mevlânâ’nKn BatK’nKn dinleri algKlama noktasKnda


geliQtirmiQ olduTu kapsayKcK (inclusivist), dKQlayKcK (exclusivist), çoTulcu
(pluralist), diyalogcu ya da iQbirlikçi (cooperational) gibi Ben-Öteki metafiziTinin
etkisini yansKtan formatlar baTlamKnda bir “öteki” algKsKna sahip olmadKTK tezi
iQlenecektir. Mevlânâ’nKn çaTrKsKnKn Müslümandan HKristiyana, Yahudiden
Budiste, Ateistten Putpereste kadar çok farklK insanda karQKlKk bulmasKnKn nedeni
onun “öteki” algKsKna sahip olmamasKdKr.
HKristiyanlKTKn klasik görünümünün dKQlayKcKlKk olarak adlandKrKlabilecek
bir formda olmasKnKn doTurduTu problemleri aQmak için 1960’lardan sonra geliQen
felsefi ve teolojik tartKQmalarKn bir sonucu olarak, özellikle 1980’lerden sonra,
genelde dinlerin birbirlerini algKsKnK özelde ise HKristiyanlKTKn diTer dinlere bakKQKnK
ifade etmek için temelde üç farklK kavram ortaya atKldK: dKQlayKcKlKk (exclusivism),
kapsayKcKlKk (inclusivism), çoTulculuk (pluralism)1.
Alister E. McGrath, R. Douglas Geivett ve W. Garry Phillips gibi düQünür-
ler tarafKndan savunulan dinsel d lay c l k anlayKQKnKn temel argümanK tek bir
dinin doTru olduTu ve bu dinin dKQKnda kalan tüm dinsel geleneklerin ise yanlKQ
olduTudur. Geleneksel anlamda dinlerin kendileri dKQKndaki dinlere yaklaQKmKnKn
genel olarak dKQlayKcKlKk olduTu kabul edilerek HKristiyanlKk dKQKnda bir kurtuluQ
yolunun olamayacaTK iddia edilmektedir. DolayKsKyla kurtuluQun merkezinde sa
Mesih vardKr. Kurtulmak için ona inanmak ve O’nu temsil ettiTini söyleyen kili-
seye girmek gerekmektedir. Nitekim Yeni Ahit’te yer alan Qu ifadelerde de sa
Mesih’e imanKn dKQKnda kurtuluQ olmadKTK vurgulanmaktadKr: “BaQka hiç kimsede
kurtuluQ yoktur. Bu göTün altKnda insanlara baTKQlanmKQ, bizi kurtarabilecek baQ-
ka hiçbir ad yoktur.”2 “ sa ona, ‘yol, hakikat ve yaQam ben’im’ dedi. ‘Benim aracK-
lKTKm olmadan Baba’ya kimse gelemez.’”3 Bu pasajlar Katolik Kilisesi’nde “Kilise
dKQKnda kurtuluQ yoktur.” Qeklinde ifade edilirken, Protestanlar da sa’nKn dKQKnda
kurtuluQun olamayacaTK Qeklinde ifade etmiQlerdir. II. Vatikan Konsili’nde ve Papa
II. John Paul’un ilk genelgesinde (Redemptor Hominis) “istisnasKz herkesin sa tara-
fKndan kurtarKlacaTK” ifade edilmektedir. Bugün daha çok muhafazakâr Katolikler-
le fundamentalist Protestanlar tarafKndan savunulan düQünceye göre ncille karQK-
laQmayan veya onu kabul etmeyen insanlKTKn çoTunluTunu TanrK ebedi olarak
cezalandKracaktKr.4 DiTer dinleri tamamKyla hakikatin kapsama alanK dKQKna çKka-

1
Bu üç kavramKn dKQKnda yukarKda sayKlan diyalogcu, iQbirlikçi gibi farklK yaklaQKmlar da sergilenmek-
tedir. Bu yaklaQKmlarKn tümüyle ilgili genel bilgi için bkz. Donald K. Swearer, Dialogue: The Key to
Understanding Other Religions, (Philadelphia: The Westminister Press, 1977) ss. 25-50; Martin E.
Marty (edit.), Attitudes Toward Other Religions: Some Christian Interpretations, (New York: Harper and
Row Publishers, 1969); Cafer SadKk Yaran (edit.), ,slâm ve Öteki, ( stanbul: Kaknüs YayKnlarK, 2001);
Mahmut AydKn, Monologdan Diyaloga, Ça;da H ristiyan Dü üncesinde H ristiyan – Müslüman Diyalo-
gu, (Ankara: Ankara Okulu YayKnlarK, 2006).
2
Elçilerin Qleri 4:12.
3
Yuhanna, 14:6.
4
Hick, ,nançlar n Gökku a; , s. 54.
Dinsel Ço ulculuk Ve D lay c l k Aras nda Mevlânâ 47

ran bu yaklaQKmKn savunucularK dKQlayKcKlKTKn (exclusivism) dinsel çatKQma ve hoQ-


görüsüzlüTe zemin hazKrladKTKna karQK çKkmaktadKrlar. Antik dönemde de bugün-
künden hiç de az olmayan oranda farklK düQünce ve inanKQlarKn olduTunu ifade
eden Michael Green, bunlarKn farklK düzlemlerde karQKlaQmalarKnKn gerçekleQtiTini
ama buna raTmen insanlarK HKristiyanlKTa davet eden ilk inananlarKn asla diTer
inançlar aleyhinde bir tavKr sergilemediklerini sadece tüm güç ve inançlarKyla
sa’yK tebliT ettiklerini söyler.5 DKQlayKcKlKTKn dogmatizmi gerektirdiTini savunan
exclusivistler, TanrK ve insan hakkKndaki en gerçekçi açKklamanKn yalnKzca kendi-
leri tarafKndan yapKldKTKna da inanKrlar.
1960’lardan sonra Vatikan merkezli olarak geliQen diyalog çabalarK, dKQlayK-
cKlKTKn diTer dinlerle iliQki/diyalog sürecinde savunulmasKnK zorlaQtKrmKQtKr. Bu ise
HKristiyan teologlarKn hem TanrK’nKn kurtuluQ planKnKn evrensel olduTu hem de
sa-Mesih’in söz konusu planKn insanlKTa sunulmasKnda tek yol olduTu düQünce-
sini savunmaya devam ederek yeni bir yol arayKQKna girmelerine neden olur. Bu
baTlamda onlara yeni bir açKlKm saTlayan bakKQ açKsK kapsay c l k (inclusivism) olur.
KapsayKcKlKk genel olarak kiQinin kendi inancKnK kurtuluQa erdiren tek yol olduTu-
nu kabul etmekle birlikte diTer dinlerinde mutlak anlamda olmasa bile kurtuluQa
götürücü rol oynayabilecekleri ya da müntesiplerinin kurtuluQa eriQmeleri için
zemin oluQturabileceTine inanmayK kapsar. Bu baTlamda herhangi bir dinsel gele-
neTe mensup olan tüm insanlar kurtuluQa ereceklerdir. Hakikat ve kurtuluQ her
dinsel gelenekte mevcuttur; ancak her gelenekte bir Qekilde mevcut olan hakikat
ve kurtuluQ, tek gerçek hakikatin kKsmi yansKmasKdKr. Yani onlar hakikatin tama-
mKnK deTil belirli bir kKsmKnK yansKtKrlar ve kurtuluQ sa’nKn çarmKhtaki kefaret
edici ölümüne baTlKdKr. sa’nKn tüm insanlKTa kefaret olmasK ilkesi sadece HKristi-
yanlarK deTil tüm insanlarK kapsar. Böylelikle tüm dünya dinlerinin müntesipleri
HKristiyan kurtuluQuna dâhil edilmektedirler. Bu yüzden Karl Rahner, diTer insan-
larK “isimsiz (anonim) HKristiyanlar” olarak adlandKracaktKr.6
Hick’e göre kapsayKcKlKTKn temelde iki Qekli vardKr. lk Qekline göre bir kiQi-
nin kurtuluQa ermek için kiQisel olarak sa’yK Rab ve kurtarKcK olarak kabul etmesi
gerekmektedir. Bu dünya hayatKnda onunla karQKlaQamayanlarKn muhtemelen
ölüm sonrasKnda onunla karQKlaQacaTKnK savunarak kurtuluQ geleneksel terimlerle
izah edilir. DiTer Qekline göre ise, insanoTlunun fiili transformasyonunu ve onlar
vasKtasKyla da toplumun dönüQümünü öngören kurtuluQ anlayKQKdKr. Buna göre
kurtuluQ HKristiyanlKk içinde olduTu kadar dKQKnda da gerçekleQir. Budist, Müslü-
man, Hindu ya da Yahudi kendi inançlarKnKn ahlaki ve manevi uygulamalarK ile
kurtuluQu elde edebilirler; ancak bu da nihayetinde Mesih’in gizil etkisiyle gerçek-
leQir. Yoksa Hinduizm, Budizm ya da slâm gibi dinlerin kendilerinden kaynak-

5
Köylü, “Dinsel DKQlayKcKlKk (Ekslusivizm)”, ss. 31-32.
6
Gündüz, “ÇaTdaQ HKristiyan DüQüncesinde Öteki’nin nklusivist Yorumu”, ss. 105-110; Hick,
,nançlar n Gökku a; , s. 55.
48 Cengiz Batuk

lanmaz. Yeryüzündeki her dinsel gelenek içinde bilinmese de faaliyet gösteren


gerçek güç Mesih sa’dKr. KapsayKcKlar, bu noktada NasKralK sa / tarihsel sa figürü
yerine Ksrarla tanrKsal Mesih’i ön plana çKkarKrlar; zira Buda tarihsel olarak sa’dan
çok önce (yaklaQKk 500 yKl) yaQamKQtKr. Yahudilik ve Hinduizm tarihsel olarak çok
daha öncelere gitmektedir. Bu durumda sa Mesih’in gizli kurtarKcK olarak bütün
bu geleneklerde yer alabilmesi için tarihsel kimliTinin bir kenara bKrakKlmasK ge-
rekmektedir. Musa’ya, Konfüçyüs’e, Lao-Tze’ye ve ZerdüQt’e ilhamda bulunan
Mesih’tir. Bu ise açKkça kiQinin kendi inancKnK yani tek mutlak hakikate sahip
olan dinsel geleneTini diTerlerinden daha üstün kabul etmesi anlamKna gelmekte-
dir.7
DKQlayKcKlKk ve kapsayKcKlKTKn doTurduTu problemlere tarihsellik, niyetsellik,
dilin sKnKrlarK, hermenötik ve diyalogun zorunluluTu açKlarKndan yaklaQan düQü-
nürler, dinlerin hakikat iddialarKnKn mutlaklKk içeremeyeceTini çünkü her hakikat
iddiasKnKn hakikatKn yalnKzca bir kKsmKnK yansKttKTKnK, insanKn kendi sKnKrlKlKTK
dolayKsKyla topyekün hakikati kuQatamayacaTKnK iddia etmiQlerdir. AyrKca onlar
kurtuluQun da tek bir dine has olamayacaTKnK iddia ederek dinlerin temelde Nihai
AQkKn VarlKk/ lke’yle iliQkiye geçmenin bir aracK olduTunu öne sürmüQlerdir. Buna
göre HKristiyanlarKn kozmik Mesih’i ya da ebedi logosu, MüslümanlarKn Allah’K,
Taoistlerin Tao’su, Budist ve HindularKn Dharma’sK aynK lahi AQkKn GerçekliTin
farklK yansKmalarKdKr.
Hakikatin tekliTi ya da diTer bir ifadeyle mutlaklKTK sorunu, dinlerin olduTu
kadar felsefenin de önemli bir problemi olarak karQKmKza çKkmaktadKr.
Wittgenstein’a göre gerçeklik hakkKndaki bir ifade, tasvir etmeye çalKQtKTK gerçek-
liTin ancak kKsmi bir ifadesi olabilir. Gerçeklik sKnKrsKz sayKda bakKQ açKlarKndan
görülebilmesine raTmen, dil o gerçekliTi bir defada sadece bir ya da birkaç açKdan
ifade edebilir. DolayKsKyla dilin sKnKrlKlKTK hakikat anlayKQKnK da sKnKrlandKrKr. Yine
Gadamer’e göre metin hakkKndaki tüm bilgi yorumlanmKQ bir bilgidir dolayKsKyla
da tüm hakikat ve bilgi yorumlanmKQ hakikat ve yorumlanmKQ bir bilgidir. Tabi
tüm bunlar bizleri bir sorunla karQK karQKya bKrakmaktadKr: Sorunun kaynaTKnda
hakikatin mutlaklKTKndan ziyade insanKn kendi sKnKrlKlKTKndan dolayK hakikat algK-
sKndaki eksiklikler mi var, yoksa gerçekten mutlak hakikat yok mu?
Dinsel çoTulculuk (Pluralizm), batKda geliQen günümüzün en önemli teolo-
jik akKmlarKndan biridir. Bu akKmKn en temel iddiasK paradoksal olarak “mutlak bir
hakikatin olduTu”dur; ancak mutlak hakikat iddialarK ya da dinlerin mutlak haki-
kat iddiasK birçok açKdan doTruluk deTerine haiz deTildir. John Hick bunu prizma
metaforuyla çok güzel bir tarzda ifade etmeye çalKQKr. Ona göre hakikat tek bir
noktadan gelir; ancak insanlar aynK hakikatin farklK vechelerini/yönlerini kavrar-
lar. TKpkK güneQten yansKyan bir KQKTKn semada bir yaTmur damlasKna çarpmasK

7
Hick, ,nançlar n Gökku a; , ss. 55-58; Yaran, “Dinsel KapsayKcKlKk ( nklusivizm)”, ss. 67-80.
Dinsel Ço ulculuk Ve D lay c l k Aras nda Mevlânâ 49

sonucunda kKrKlarak gökkuQaTKnK oluQturmasK gibi. GökkuQaTKnK oluQturan renkle-


rin her birisi, KQKTKn bir parçasKdKr ya da KQKTKn bir yönünü, bir rengini yansKtKrlar;
ama hiçbirisi tekil olarak KQKTKn bütününü yansKtmaz. IQKk sadece ne mavi, ne yeQil
ne de kKrmKzKdKr. Tüm bu renklerin güzel bir harmonisi KQKTKn bütününü ifade
edebilir. TanrK’dan gelen vahiy ya da insanlarKn TanrK algKlarK da insanlarKn kendi
baTlamlarK çerçevesinde Qekillenecektir.8
,nançlar n Gökku a; (The Rainbow of Faiths) adlK kitabKnKn Türkçe çevirisine
yazdKTK önsözde kitabKnK hazKrlarken bazK sufi düQünür ve Qairlerin yazKlarKndan
büyük ilham aldKTKnK söyleyen John Hick, kitabKnKn ana parolasKnKn Mevlânâ’nKn
“Lambalar farklK; fakat KQKk aynK KQKktKr. O öteden gelmektedir.”9 sözü olduTunu
söyler. Bunun ötesinde yine Mevlânâ’nKn meQhur fil hikayesi de gerek Hick’in ve
gerekse diTer çoTulcularKn kullandKklarK önemli argümanlar arasKnda yer alKr.10 Söz
konusu öyküde Hintliler halka göstermek amacKyla bir fil getirirler; ancak fili
karanlKk bir ahKra koyarlar. MeraklK halk bir an önce fili görmek için ahKra topla-
nKr; lakin ahKr o kadar karanlKktKr ki fili görmeleri imkansKzdKr. Bu durumda kala-
balKk elle dokunmak suretiyle filin nasKl bir hayvan olduTunu anlamaya çalKQKr.
Birisi filin hortumuna dokunur ve filin bir oluTa benzediTini söyler. Bir baQkasK
kulaTKna dokunur ve filin yelpazeye benzediTini söyler. AyaTKna dokunan filin bir
direTe benzediTini söylerken sKrtKna dokunan da filin bir tahta benzediTini söyler.
Herkes dokunduTu kKsmKn filin bir cüzi olduTunu anlamaksKzKn filin tamamKnKn
ondan ibaret olduTu zannKna kapKlKr. Mevlânâ herkesin elinde bir mum olsaydK
Qayet, sözlerindeki ihtilaf ortadan kalkardK, der. Lakin karanlKkta filin ne olduTu-
nu anlamaya çalKQtKklarK için gerçeTi anlayamKyorlar.11 Bu hikaye ilk bakKQta haki-
katin farklK algKlanmasK için bulunmaz bir argüman gibi durmakta, gerek insani
zaaflarKmKz dolayKsKyla ve gerekse AQkKn GerçekliTin insan tarafKndan kuQatKlma-
sKnKn imkânsKzlKTK nedeniyle hakikatin bütünüyle insan tarafKndan kavranamaya-
caTKnK göstermektedir.
Ancak Mevlânâ’nKn öykünün devamKnda kaydettiklerine de bakmanKn ya-
rarlK olacaTK kanaatindeyiz; zira Mevlânâ hemen öykünün devamKnda “denizi
gören göz baQka, köpüTü gören göz baQka… fakat QaQKlacak Qey ki sen köpüTü
görüyorsun ama denizi göremiyorsun.” diyerek insanKn algKsKnKn Hakk yerine
baQka Qeylere yöneldiTini izah eder. nsan gerçekten de kördür; ancak bu körlük
hakikati kavrayamayacak olmasK anlamKnda deTildir zira; insan aydKnlKk bir deni-

8
Dinsel çoTulculuTa iliQkin detaylK bilgi ve tartKQmalar için bkz. Mahmut AydKn, Dinsel Ço;ulculuk ve
Mutlakl k ,ddialar , (Ankara: Ankara Okulu YayKnlarK, 2005).
9
Hick, ,nançlar n Gökku a; , s. 35.
10
Johnson, “John Hick’in ÇoTulcu Hipotezi ve ÇatKQan Hakikat ddialarK Sorunu”, s. 47.
11
Mevlânâ, Mesnevî, III, 1260-1269 (Mesnevîden yapKlan aktarKmlar için “Mevlânâ, Mesnevî, çev.
Veled zbudak, Göz. Geç. Abdulbaki GölpKnarlK, (Ankara: MEB YayKnlarK, 1988) c. 1-6” kullanKlmKQ
olup sayfa numaralarK yerine cilt ve beyit numaralarK verilmiQtir).
50 Cengiz Batuk

zin üstünde yüzmekte olan bir gemidir. Deniz karanlKk içinde deTil, aydKnlKktKr ve
insan onun yerine köpükle yani dünyevi bir takKm meQgalelerle uTraQmaktadKr:12
Ot gibi aya; n yere ba;l … hakikate eri emez de bir yelle ba n sallar durursun.
Aya; n yok ki bir yerden bir yere gidebilesin, yahut çal p çabalay p aya; n bu
balç ktan kurtaras n.
Nas l kurtarabilir, nas l bu balç ktan aya; n çekebilirsin? Hayat n bu balç ktan.
Hayat n terk etmekse senin için pek mü kül bir ey!
Fakat ey yoksul adam, Hak’tan hayat bulursan topraktan müsta;ni olur, bu bal-
ç ; o vakit terk edersin.13
Öykünün sonrasKndaki ifadelere dikkat edildiTinde Mevlânâ’nKn hakikati
kavrama karQKsKnda insanK baTlayan, sKnKrlandKran Qeylerden söz ettiTi görülür.
Evet hakikat bütünüyle kavranamaz; ama bunun en önemli nedeni Hakk’a baTlK
olmamak, Hak’tan hayat bulmamaktKr. Hayat kaynaTK olarak baQka Qeylere yö-
nelmektir. Mevlânâ, burada insanlarKn “Hak” ya da “hakikat” karQKsKnda farklK
konumlanKQlarKnK deTil “Hak”tan ayrK kalmalarKnK, uzaklaQmalarKnK, bir anlamda
yabancKlaQmalarKnK ifade etmektedir.
Mevlânâ’nKn gerek Mesnevî’sine gerekse diTer metinlerine “ben – öteki”
düalizmi açKsKndan bakKldKTKnda hem dinsel çoTulculuTa hem de dKQlayKcKlKTa kapK
aralayan ifadeleriyle karQKlaQmak mümkündür. YukarKda zikrettiTimiz fil hikayesi
bunlarKn en önemlisini oluQturmaktadKr. Nitekim bir kKsmKnK aQaTKda da tartKQaca-
TKmKz bu ifadelerden hareketle Mevlânâ pluralist bir model olarak takdim edil-
mektedir.14
Mevlânâ’nKn peygamber ve veliler arasKnda fark görmediTi dolayKsKyla her-
hangi birine tabi olmanKn yeterli olacaTKnK ifade ettiTi görülür:
Her Peygamberin, her velînin bir mesle;i vard r; fakat de;il mi ki hepsi halk
Hak’ka ula t r yor, birdir.15
Bu ifadelerine bakKlKnca Mevlânâ’nKn peygamberleri farklK dinlere mensup
insanlar olarak gördüTü zannedilebilir; oysa ona göre bütün peygamberler tevhi-
din davetçileridirler. Nitekim onun sa’ya inanan insanlarK yollarKndan saptKrmak
için hileli bir yöntem kullanan Yahudi vezir ve padiQahKn öyküsünü anlattKTK
beyitlerin hemen baQKnda Yahudi padiQahK QaQK olarak nitelendirdiTini görürüz.
Öyle ki, sa’ya düQmanlKk besleyen bu padiQah, sa’nKn Musa’dan bir farkK olmadK-
TKnKn, hatta her ikisinin tamamen aynK olduTunun farkKnda deTildir. Bunu ifade
etmek için de Mevlânâ QaQK çKrak ve usta öyküsünü anlatKr. UstasK çKraktan evdeki
QiQeyi getirmesini ister. ÇKrak iki QiQe olduTunu hangisini getireceTini sorar. Usta

12
Mevlânâ, Mesnevî, III, 1270-1274.
13
Mevlânâ, Mesnevî, III, 1280-1284.
14
Mevlânâ’nKn pluralistik yorumu için bkz. AydKn, “A Muslim Pluralist: Jalaluddin Rûmi”, ss. 220-
236.
15
Mevlânâ, Mesnevî, I, 3086.
Dinsel Ço ulculuk Ve D lay c l k Aras nda Mevlânâ 51

bir tane QiQe olduTunu söyler ve onu alKp gelmesini ister. ÇKrak evde iki QiQe olduTu
konusunda Ksrar edince usta bu defa “birini kKr ve diTerini getir.” der; ancak çKrak
QiQeyi kKrdKTKnda geriye hiç QiQe kalmaz. Mevlânâ da sa’nKn mesajKnKn Musa’nKn
mesajKyla aynK olduTunu anlayamayan padiQahK, QaQK çKraTa benzetir ve
sa’yK/ sa’nKn mesajKnK ortadan kaldKrmaya uTraQtKTKnda aslKnda Mu-
sa’yK/Musa’nKn mesajKnK ortadan kaldKrdKTKnK ifade etmektedir.16
Kur’an’Kn, ncil’e inandKTKnK söyleyenleri Allah’Kn onda indirdikleri ile hük-
metmeye17, ona göre yaQamaya davet ettiTi ayetlerini hatKrlatKrcasKna Mevlânâ da
Hz. Peygamberin yolundan gitmeyenin bari adam gibi sa’nKn öTretisi üzerine
yaQamasKnK ister:
,sâ (a.s.)’ n tarîk , mücâhede ve halvet ve ehvetten ictinâbt r; ve tarîk- Mu-
hammedî ise, kad n n ve erke;in cevr ve gussalar n [eza ve cefalar n ] çekmektir.
Mâdem ki tarîk- Muhammedî’ye gidemiyorsun, bâri tarîk- Îsâ’ya git; tâ ki büsbütün
mahrum olmayas n.18
Yine Mevlânâ, Kur’an’Kn iman edenlerle Yahudiler, Sâbiîler ve HKristiyan-
lardan Allah’a ve ahiret gününe inanKp iyi icraatlarda bulunanlarKn üzerine korku
olmadKTK, onlar için Rableri katKnda hazKrlanmKQ mükafatlar olduTunu19 söyleyen
ifadelerini çaTrKQtKracak tarzda iyinin, güzelin ve doTrunun bazen hiç umulmadKk
bir yerde de olabileceTini hatKrlatKr:
Ey insandaki binlerce Cebrail! Ey âdi bir kal pta gizli Mesihler!
Ey Kilisede gizli binlerce Kâbe! Ey ifriti, ,blisi yan ltan, yanl lara sevkeden!
Sen mekân ilinde mekâns zl k secdegâh s n. ,blislerin dükkan senin yüzünden
y k lm t r.20
Mevlânâ’yK dinsel çoTulculuk çizgisiyle birlikte ananlar kendilerine daya-
nak olarak yukarKdaki ifadelerinin yanK sKra onun TanrK anlayKQKnK kullanmaktadKr-
lar. Gerçekten de Mevlânâ kelamcKlarKn kavramsallaQtKrarak alabildiTine soyutlaQ-
tKrdKklarK TanrK’nKn yerine insanKn içsel olarak duyumsayabileceTi yani ayette
belirtildiTi Qekilde insana Qah damarKndan daha yakKn olan bir TanrK’yK önerir:
“Tanr , ah damar ndan daha yak nd r insana. Halbuki sen, ok gibi olan dü ünceni
uzaklara atmadas n. Ey yay kurup oku atan! Av yak nda sen uza;a dü mü sün.”21 Bu
yüzden de Mevlânâ, içsel tecrübeyi yani aQkK merkeze alKr; zira aQk, varlKklardan
Allah’a doTru gerçekleQecek olan yükseliQi saTlar. AkKl, sadece temeli tanKtKp öteye
götürmezken aQk, insanK Allah’la birleQtirir. Ona göre akKl hakikatin önündeki
perdedir. AkKl, âlemin TanrKdan ibaret olduTunu göstermek için türlü tasnifler ve

16
Bkz. Mevlânâ, Mesnevî, I, 325-334.
17
Maide 5/47.
18
Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh, XXI. FasKl, s. 82.
19
Bakara 2/62; Maide 5/69.
20
Mevlânâ, Mesnevî, VI, 4584-4586.
21
Mevlânâ, Mesnevî, VI, 2354-55.
52 Cengiz Batuk

açKklamalar yapar; ancak içe nüfuz edip asKl gerçeTi göremez. Oysa Mevlânâ’ya
göre Allah’K dKQarKda aramak körlüktür, QaQkKnlKktKr.22 Bu nedenle Armstrong’a göre
Mevlânâ, herkesi içindeki saklK gerçekliTi görmeye çaTKrKr. çsel gizemi görmeyi
engelleyense benliktir. Bu yüzden insan benlikten sKyrKlabilirse yalKtKlmKQ ayrK
varlKklar olmaktan çKkKp bütün varlKTKn temelinde bir olur.23 Bu aynK zamanda
insanKn kendi içindeki Öz’ün yani “içerdeki TanrK’nKn hükümranlKTK”yla24 zahirin
de bütünleQmesini ifade eder.
Armstrong, Mevlânâ’nKn Musa ve saf çoban diyalogundaki ifadelerinden
onun baQka insanlarKn tanrKsallKk kavramlarKna saygK göstermemiz gerektiTini
anlatmakta olduTunu öne sürer.25 Buna göre insanlar TanrKyK farklK Qekillerde de
algKlKyor olsalar da aslKnda aynK Qeyden söz etmektedirler. Musa ile saf çoban ara-
sKnda geçen öyküde26, Musa bir çobanKn TanrKyla içten samimi bir Qekilde konuQ-
masKna tanKk olur; ancak çoban TanrKdan sanki sKradan bir insandan bir arkada-
QKndan söz ediyor gibi bahseder: “Ey kerem sahibi TanrK! Neredesin ki sana kul,
kurban olayKm. ÇarKTKnK dikeyim, saçKnK tarayayKm. Elbiseni yKkayayKm, bitlerini
kKrayKm.. Ulu TanrK, sana süt ikram edeyim. ElceTizini öpeyim, ayacKTKnK ovayKm.
Uyuma vaktin gelince yerceTizini silip süpüreyim. Bütün keçilerim sana kurban
olsun. Bütün naTmelerim, heyheylerim senin yâdKnladKr TanrKm!” Adeta çoban,
küçük bir çocuTun TanrKdan söz etmesi gibi TanrK hakkKnda konuQmaktadKr. Bu
sözleri duyan Musa, sinirlenir ve ona “Sen bunlarK kime söylüyorsun, amcana,
dayKna mK? TanrK sKfatlarKnda cisim sahibi olmak ve ihtiyaç var mK?” der. Arala-
rKndaki karQKlKklK diyalog bu minval üzere devam eder. Musa çobanKn TanrKya bu
ithamlarK yapmakla kafir olduTunu dahi söyler. Musa’nKn uzun izahlarK ve açKk-
lamalarK sonunda çoban, “Ya Musa, aTzKmK baTladKn, piQmanlKktan canKmK yak-
tKn.” der ve çöle doTru yola düQer. Öykünün bundan sonraki kKsmKnda bu defa
Musa TanrK tarafKndan azarlanKr:
Kulumuzu bizden ay rd n. Sen uzla t rmaya m geldin, yoksa ay rmaya m ?
Kaadir oldukça ayr l ;a ayak basma. Bence en ho lan lmayan ey ayr l kt r.
Ben, herkese bir huy, herkese bir çe it st lah verdim. Ona medih olan söz, sana
zemdir; ona göre bald r, sana göre zehir!
Bizse temizden de münezzehiz, pisten de. A; rl ktan da ar y z, çeviklik ve titizlik-
ten de! Kullara ibadet edin diye emrettimse bir kâr, bir fayda elde edeyim diye de;il,
kullara ihsanlarda bulunay m diye.

22
Topçu, Mevlânâ ve Tasavvuf, ss. 10-11, 31-32.
23
Armstrong, Tanr ’n n Tarihi, ss. 307-308.
24
Schuon, Tasavvuf: Kabuk ve Öz, s. 104.
25
Armstrong, Tanr ’n n Tarihi, s. 308.
26
Mevlânâ, Mesnevî, III, 1720-1815; VI, 1090-1095.
Dinsel Ço ulculuk Ve D lay c l k Aras nda Mevlânâ 53

Hintlilere, Hintlilerin sözleri medihtir. Sintlilere, Sintlilerin. Onlar n beni tespih


etmeleriyle münezzeh, mukaddes olmam. Bu tespih incilerini saymakla kendileri temizle-
nirler.
Biz; dile, söze bakmay z; gönle hale bakar z. Kalp hu u sahibiyse kalbe bakar z,
isterse sözünde kulluk ve a a; l k olmas n! Çünkü gönül cevherdir, söz söylemekse araz.
Bu yüzden araz, âriyettir, maksat cevherdir.
Mânas gizli kapal , yahut ba ka olan bu çe it lâflar, ne vakte kadar sürecek?
Yan p yak lmak isterim ben, yan p yak lmak. O ate e dü ! Canda sevgiden bir ate
tutu ur; dü ünceyi, sözü, ba tanba a yak ver!
Musa, edep bilenler ba ka, can , ruhu yanm â klar ba ka. Â klara her nefeste
bir yan var. Y k k köyden haraç, â ar al nmaz. Hatal söz söylerse bile ona hatal de-
me! Kan na bulan p ehit olursa y kamaya kalk ma! ehitlere kan, sudan ye;dir. Bu
yanl sözde yüzlerce do;rudan ye;!
Kabenin içinde k bleden eser yoktur, dalg c n aya; nda dolak olmazsa ne gam!
Yürü, sarho lardan k lavuzluk arama! Elbisesi paramparça olana yamadan bahsetme!
A k eriat , bütün dinlerden ayr d r. Â klar n eriat da Allah’t r, mezhebi de.
Lâlin, lâl oldu;unu ispat eden bir damgas olmasa da ne ç kar? A k, gam denizinde
gamlanmaz ki!27
AslKnda bu pasajda Mevlânâ’nKn temel vurgusu aQk üzerinedir. Ona göre
aQKk tKpkK bn Arabî’nin “Seven benim, sevdiTim de ben”28 ifadesiyle vurguladKTK
bütünlüTü tam olarak içinde hisseder. Kabe’nin içinde kKbleden söz edilmeyeceTi
gibi aQKklar için her Qey Allah’tKr. Ne kendilerini ondan ayrK düQünebilirler ne de
onun dKQKnda bir Qeyi. Bu yüzden de dKQarKdan yanlKQ algKlanacak bir takKm davra-
nKQlar sergileyebilirler ya da dKQarKdan uygunsuz algKlanacak bazK sözler sarf edebi-
lirler. Bu onlarKn içlerindeki yangKnKn eseridir ve anlayKQla karQKlamak gerekir. TKp-
kK Musa’nKn anlayKQla karQKlamak durumunda olduTu çoban gibi. AyrKca bir ifade-
yi sadece literal anlamanKn yanlKQlKTKna da iQaret edilmektedir; zira Musa sadece
sözün literal anlamKndan hareketle çobana/aQKTa karQK çKkar oysa Mevlânâ’ya göre
sözün söylendiTi baTlamK ve arkaplanKnK/batKni anlamKnK göz önünde bulundur-
mak gerekmektedir. “YKkKk köyden haraç alKnmayacaTK” gibi gönlü aQk ateQiyle
dolu olanKn, sözün literal anlamK doTrultusunda konuQmasKnK beklemek de abes-
tir. Yine Mevlânâ, Musa – çoban diyalogunun hemen üst pasajKnda emredilenin
TanrK’yK anmak olduTunu; ancak Allah’Kn insanlarKn onu anmasKndan müstaTni
olduTunu, tasvir etmenin övme anlamKna gelmeyeceTini; ancak tasvir ve hayal
dünyasKnda olan insanlarKn ilahi zatK tasvirsiz anlayamayacaTK, bunun ise nakKs
bir hayal/anma olacaTKnK ifade eder. Ona göre en doTrusu padiQahlara layKk olan
tavsif yani cismani anKQlardan arKnmKQ olandKr.29

27
Mevlânâ, Mesnevi, III, 1750-1772.
28
bn Arabî, ,lâhî A k, s. 76.
29
Mevlânâ, Mesnevî, VI, 1715-1719; Burada bn Arabî’nin surete iliQkin Qu sözlerini hatKrlamakta
54 Cengiz Batuk

Suretler, tasvirler TanrK’yK tavsif edebilirler ancak onlar da “kul”durlar. Do-


layKsKyla suret “TanrK” deTildir. Mevlânâ’ya göre görünüQte aQKkK maQukuna çeken
sevgilisinin sureti olmakla birlikte aslKnda maQuk, maksattan gafil olarak mana
bakKmKndan suretsizliTin peQindedir. TanrK’yK da suret sanmamak, onu bir Qeye
benzetmeye çalKQmamak gerekir; ancak yine de akKl sadece suretler üretir elinden
baQka bir Qey gelmez. Bu yüzden zahirde birilerinin suretlere doTru yaptKTK yolcu-
luk aslKnda nihai noktada (Qayet yolculuklarKnda samimi iseler) suretsizliTe doT-
rudur:
Mademki suretler kuldur, Tanr ’ya suret deme! Onu suret sanma! Onu bir eye
benzetmeye kalk ma! Yalvar yakar kendini yok etmeye sava ; çünkü dü ünceden suret-
lerden ba ka bir ey meydana gelmez…
… u halde hakikatte herkesin tapt ; Hak’t r; çünkü yollara gidenler zevk için
giderler suretsizli;e do;ru yürürler.30
Benzer bir hadiseyi de Mevlânâ, Hz. Peygamber ve sahabiler arasKnda geçen
bir diyalogtan aktarKr. Mü’minleri namaza çaTKrmak için ilk ezanK okuma görevi
Bilal-i HabeQi’ye verilmiQtir. Mevlânâ’nKn anlattKTKna göre Bilal, fasih Arapça ko-
nuQmaktan uzaktKr. EzanK okurken de mahreçleri yanlKQ olarak telaffuz eder.
“HayyK alelfelâh” ifadesinde “hayyK” kelimesini “heyyi” Qeklinde okur. Bundan
rahatsKz olanlar “Ya Resulâllâh, bina yeni kuruluyor. Bu hata, hiç de doTru deTil.”
diyerek Hz. Peygamber’den fasih bir müezzin bulmasKnK isterler. Bu itiraza hid-
detlenen Hz. Peygamber, “…Allah katKnda Bilal’in heyyi’si yüzlerce ha’dan hK’dan
yüzlerce dedikodudan daha iyidir.” der. Mevlânâ, Qekilsel hatalarKn ya da zahirde-
ki hatalK vasKflandKrmalarKn Allah için bir önem arzetmediTini, Allah’Kn kiQilerin
samimiyetlerine baktKTKnK vurgular.31
“Mademki suretler kuldur, TanrKya suret deme..” ifadeleriyle Mevlânâ’nKn
“TanrKyK tek bir dinsel gelenekle irtibatlK olarak görmediTi”32 iddia edilmiQtir. ETer
Mevlânâ’nKn TanrKsK herhangi bir dinsel geleneTin tasavvurunun üzerinde ise
neden hâlâ Mevlânâ, slâm çizgisi üzerinde kalmaktadKr? Neden bütün yorumlarK
slâm’Kn genel düQünce yapKsK içerisindedir? Neden BatKlK pluralistler gibi bütün
dinleri bir “AQkKn VarlKk” da birleQtirme sevdasKnda deTildir? Neden herkese oldu-
Tunuz hal üzere devam edin demek yerine “ne olursanKz olun yine de gelin” çaTrK-
sKnK yapKyor? Neden kKble olarak Kabe’yi, resul olarak Hz. Muhammed’i iQaret
ediyor? Mevlânâ gerek fil öyküsünde ve gerekse diTer temsillerinde Ksrarla insanKn
gerçeTi kavramaktan/görmekten uzak olduTunu söyleyip zaman zaman insanK

yarar var: “Öyleyse bil ki, tabiî suret (form); hangi nisbetle tezahür ederse etsin (ve adem sevgili de
adem olarak kalsa da), o suret, o sevgilinin hayaldeki bir mümessilidir. Bu, hayal mertebesinde (hazre-
ti’l-hayaliyye), hayalî bir bakKQ ve ona ait bir gözle idrak olunabilen varlKk (vücûd) misallerinden biri-
dir.” bn Arabî, ,lahî A k, s. 75.
30
Mevlânâ, Mesnevî, VI, 3748-3758.
31
Mevlânâ, Mesnevî, III, 171-179.
32
Yanbul, 13. Yüzy l Halk Sufizminde Dinsel Ço;ulculuk: Mevlânâ Örne;i, s. 93.
Dinsel Ço ulculuk Ve D lay c l k Aras nda Mevlânâ 55

körlükle bazen de QaQKlKkla itham etse de hakikatin muTlak ya da bazKlarKnKn iddia


ettiTi gibi göreceli olduTu kanaatinde deTildir. Ona göre bu ispata bile ihtiyacK
olmayan bir gerçekliktir:
Ey âdemcik, Hak sabittir, O’nun delîl nesine lâz m? E;er bir i görmek / ister
isen, O’nun huzurunda kendine bir mertebe ve makâm isbat eyle! Ve yoksa O, senin
delilin olmaks z n sâbittir.33
Yine ona göre “Allah, kKbleyi ortaya apaçKk bir surette çKkardK mK, bil ki ar-
tKk kKble aramak abestir.”34 O kKblenin neresi olduTu konusunda da Mevlânâ’nKn
tereddüdü olduTunu hiç kimse iddia edemez. Ona göre artKk “ sa’mKzKn tek renge
boyayan birlik küpü” gelmiQtir ve o küp “yüzlerce renkli küpü”35 kKrarak tek renge
dönüQtürecektir:
Nitekim Mustafa’n n nurunun cilâs ile yüz binlerce çe it karanl k k kesildi. O
ulu er yüzünden Yahudilerin, Allah’a irk ko anlar n, H ristiyanlar n, Mecusilerin hepsi
bir renge boyand lar. Yüz binlerce k sa ve uzun gölgeler o s r denizinin nurunda bir oldu-
lar. Ne uzunluk kald , ne k sal k, ne geni lik. Çe it, çe it gölgeler, güne e rehin oldu.36
Mü’min olmak, Müslüman olmak Mevlânâ açKsKndan ayrK bir önem
arzeder. Müslüman kiQi daima diTerlerinden bir adKm öndedir; zira yüzünü “Mus-
tafa”nKn aydKnlattKTK yola dönmüQtür. Bu yüzden de bir öyküsünde bir Yahudi, bir
HKristiyan ve bir MüslümanKn zorunlu olarak yol arkadaQlKTK yaptKklarKnK anlatKr-
ken “bir Mü’min iki sapKkla yoldaQ oldu. AklKn nefis ve Qeytanla arkadaQ olmasK.”37
gibi der. BaykuQ, karga ve doTan aynK kafese düQebilir ya da bir beynamazla temiz
bir kiQi hapiste arkadaQ olabilir. KKQ ve kar yüzünden yüce kiQiler aQaTKlKk kiQilerle
aynK kervansarayda kalabilirler, diyen Mevlânâ, bunun mecburi bir arkadaQlKk
olduTunu söyler; ama yine de öykünün kahramanK olan Yahudi ve HKristiyanKn
MüslümanK aç bKrakmak için giriQtikleri türlü hilelere raTmen “Nice Yahudi vardKr
ki sonu iyi olur. Hiçbir kâfiri hor görmeyin. Müslüman olarak ölebilir, olur ya.
Ömrünün sonundan ne haberin var ki ondan tamamK ile yüzünü çeviriyorsun.”38
demekten de geri durmaz. Dikkat edilirse Ksrarla inançlarK açKsKndan insanlardan
uzaklaQmaya karQK çKkKyor; ama bu onlarKn yanlKQ davranKQ ya da inançlarKnK da
tamamKyla onayladKTK anlamKna da gelmiyor; zira aslKnda herkes Allah’Kn kuludur.
DolayKsKyla bütün münacatlar ona doTrudur: “Mümin de ulu padiQaha yüz tutar;
HKristiyan da Yahudi de Mecusi de... Hattâ taQ, toprak, daT ve suyun bile Tan-
rK’ya gizli bir duasK, ilticasK vardKr.”39

33
Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh, XXII. FasKl, s. 86.
34
Mevlânâ, Mesnevî, VI, 2626.
35
Mevlânâ, Mesnevî, VI, 1855.
36
Mevlânâ, Mesnevî, VI, 1860-65.
37
Mevlânâ, Mesnevî, VI, 2377-78.
38
Mevlânâ, Mesnevî, VI, 2450-52.
39
Mevlânâ, Mesnevî, VI, 2419-20.
56 Cengiz Batuk

Ben ve öteki düalizminden bakKlKnca bu defa da Mevlânâ’nKn dKQlayKcKlKTa


hatta son ifadelerinden kapsayKcKlKTa yakKn bir duruQ sergilediTi düQünülebilir.
Nitekim bir kKsKm kapsayKcKlara göre HKristiyanlKk ilahi Hakikati tam olarak tem-
sil ederken, diTer dinsel gelenekler ilahi Hakikatin kKsmi tezahürlerine sahiptirler.
Karl Rahner bunu ‘Derecelilik EsasK’ Qeklindeki adlandKrmasKyla ifade ederken H.
Pinnock ‘Genel ve Özel Vahiy’ tanKmlamasKyla ifade eder. Rahner’e göre dinler
farklK kurtarKcKlKk ve doTruluk derecelerine sahiptirler ve “Lütuf” farklK dinsel gele-
neklerde farklK derecelerde sergilenmiQtir. Pinnock’a göre ise TanrK’nKn insanlarK
kurtarmak için hem genel hem de özel vahiy kullanabileceTini, TanrK’nKn özel
vahyinin HKristiyanlKkta genel vahyinin ise diTer dinlerde temsil edildiTini söy-
ler.40 AyrKca Rahner, “isimsiz HKristiyanlar” kavramKnK geliQtirir. Buna göre de
HKristiyanlKk dKQKndaki dinlere mensup olan insanlar potansiyel anlamda
HKristiyandKrlar. Bir gün iman etmeleri yani HKristiyan olmalarK umulmaktadKr.
OnlarKn eksik imanlarK gerçek HKristiyan olduklarKnda tamamlanacaktKr.
Raymond Panikkar bunu iyi bir Hindunun gerçekte Hinduizm tarafKndan deTil
Mesih tarafKndan kurtarKlacaTKnK söyleyerek ifade eder. Ona göre Hinduizmin
dinsel gereklerine göre yaQayan ama “iyi bir insan/Hindu” olan kimse normal
olarak Mesih tarafKndan kurtarKlacaktKr.41 Lakin kiQi gerçek kurtarKcKsKnK hakkKyla
tanKmadKTK için de HKristiyanla aynK konumda olmayacaktKr. Bu bakKQ açKsKndan
Mevlânâ’nKn “Hiçbir kâfiri hor görmeyin. Müslüman olarak ölebilir.” sözü ve
herkesin aslKnda aynK TanrKya münacatta bulunduTu Qeklindeki sözleri düQünül-
düTünde diTer din mensuplarKnK tKpkK Rahner gibi potansiyel inanan/Müslüman
olarak gördüTü düQünülebilir. Acaba gerçekten öyle mi?
Mevlânâ, Hz. Peygamber’in Allah’a hakkKyla iman etmeyenlerle mücadele-
sinden övgüyle söz ettiTi gibi slâm ümmetini de Allah’Kn gizli rahmet hazinesini
açKTa çKkaran bir topluluk olarak tavsif eder:
Ben gizli rahmet olan bir hazineydim, hidayete eri mi bir ümmet gönder-
dim.”…”Ahmet, ümmetler ‘Yarab’ desinler diye dünyada nice put k rd .” ... Ahmet’in
çal mas olmasayd sen de atalar n gibi puta tapard n. Ahmet’in ümmetler üzerindeki
hakk n bil, ba n puta secde etmekten, bunu bilesin diye kurtuldu. Söylersen bu puta
tapmadan kurtulman n ükrünü söyle de Tanr , seni bât n putundan da kurtars n.42
Hz. Peygamber ya da Mevlânâ’nKn ifadesiyle Ahmed, insanlarKn ve cinlerin
arasKnda kendisinin benzeri ve eQi olmayan bir kiQidir. Bu kiQi, insanlarKn daTlara
çekilmelerini, rahiplik yapmalarKnK menetmiQ ve Ksrarla insanlarKn birbirleriyle
diyalog halinde iliQki içerisinde olmasKnK istemiQtir. BakKQK baht ve ebedilik iksiri
olan bu kiQiye karQK duranKn Allah karQKsKnda kendini savunacak hiçbir delili yok-

40
Gündüz, “ÇaTdaQ HKristiyan DüQüncesinde Öteki’nin nklusivist Yorumu”, ss. 111-112; Yaran,
“Dinsel KapsayKcKlKk ( nklusivizm)”, ss. 68,73; Race, Christians and Religious Pluralism, ss. 45-47.
41
Race, Christians and Religious Pluralism, ss. 47-48.
42
Mevlânâ, Mesnevî, II, 364-369.
Dinsel Ço ulculuk Ve D lay c l k Aras nda Mevlânâ 57

tur. Hz. Peygamber’i bu derece önemseyen ve kurtuluQ yolunun rehberi olarak


gören Mevlânâ, “biz onu yücelttik ve özrü ortadan kaldKrdKk.” der. DolayKsKyla
Müslümanlar ilahi çaTrKyK duymuQ ve ona kulak kesilmiQlerdir. lahi çaTrK
“Ahmed” tarafKndan bildirilmektedir. Bu yüzden bu saatten sonra baQka kKble
aramak abesle iQtigaldir: “TanrK, kKbleyi ortaya apaçKk bir surette çKkardK mK, bil ki
artKk kKble aramak abestir. Kendine gel, araQtKrmadan yüz çevir, baQKnK döndürüp
durma artKk. DöneceTin yer ve konaklayacaTKn mekân, meydanda iQte. Bu kKble-
den bir an gafil oldun mu, her batKl kKblenin maskarasK oldun gitti. Sana temyiz
verene hamd etmezsen kKbleyi tanKma kabiliyetini kaybedersin.”43
“Ahmed”in sözleri ve eylemleri önemlidir; çünkü “Ahmed”, ne söylerse
söylesin, gerçekte hakikat denizine ait olandan söz eder. Kendisinden deTil, va-
hiyden konuQur. Bu yüzden o kutlu peygamberin sözleri, hakikat denizinin incile-
ridir; zira onun gönlü denizle birdir.44
AQkK ve Tevhidi ya da tek TanrK’nKn veçhi anlayKQKnK merkezi kavram olarak
benimseyen Mevlânâ’nKn “seküler tarihselci düQüncenin daha çok tarihsel-
ontolojik düzlemde geliQtirdiTi “öteki” bilincine sahip olmadKTKnK düQünüyoruz;
zira Mevlânâ, son derece hoQgörü, samimiyet ve alçak gönüllük dolu ifadeleriyle
farklK dinsel geleneklere mensup insanlarK “seküler tarihselci düQüncenin telkin
ettiTi Qekliyle farklK tarihsel zeminlerde kendine özgü mekânlar iQgal ederek aQK-
lamaz, nüfuz edilemez bir ötekine dönüQen ontolojik gerçeklikler yerine, tek Tan-
rK’nKn veçhi karQKsKnda mekânsKz ve yurtsuz varlKklar olarak”45 kabul etmektedir.
Bu yüzden de Mevlânâ kelamcKlarKn kullandKTK dilin aksine pozitif bir dil kullanKr
ve TanrK’nKn veçhine nispetle evreni ve beQeri varlKTK var oluQsal formlar içinde ele
alan bir perspektifi öngörür. Bu ise TanrK-insan iliQkisinin eylemler düzeyinde
gerçekleQmesini ifade etmektedir. Zaten “karQKlKklK eylemler düzlemini ya da ey-
lem ontolojisini aQacak Qekilde iki farklK varlKTKn doTrudan yüzleQebileceTini var-
saymak tam bir illüzyon olarak görünmektedir.” nsanKn TanrKyla karQKlKklK ey-
lemlerin gerisine gidecek Qekilde iki farklK varlKk olgusu (tortusu) biçiminde yüz-
leQmesi imkansKzdKr.”46 AynK zamanda insanKn kendisi de eylem içinde kavranKlKr.
Bu yüzden de klasik slâm düQüncesinde insan eylemin gerisinde duran bir varlKk
tortusu deTil eylem esnasKnda kavranabilir düzeye eriQen bir varlKk süreci olarak
ele alKnKr.47
Mevlânâ’nKn aksine günümüz HKristiyanlKTKnKn ben ve öteki merkezli yak-
laQKmlarKnKn -yukarKda da ifade edildiTi üzere- problem olarak öne sürdükleri en
önemli sorunlardan birisi de “kurtuluQ” problemidir. FarklK dinsel gelenekler ken-

43
Mevlânâ, Mesnevî, VI, 2620-29.
44
Mevlânâ, Mesnevî, VI, 815-817.
45
Tatar, “Gerçek ile Kurgu ArasKnda “Öteki”, s. 15.
46
Tatar, “Gerçek ile Kurgu ArasKnda “Öteki”, s. 17.
47
Tatar, “Gerçek ile Kurgu ArasKnda “Öteki”, s. 17.
58 Cengiz Batuk

dilerine göre kurtuluQ reçeteleri sunmakta ve o dinsel geleneTin dKQKndaki insanlarK


kurtuluQ çizgisinin dKQKnda görmektedirler. Oysa insan – insan ya da TanrK – insan
iliQkisini eylemler düzeyinde (eylem ontolojisi) gerçekleQen bir iliQki olarak algKla-
yan bir dinsel gelenek ya da düQünce sistemi nasKl olur da insanlarK bir çizginin
önünde ya da arkasKnda olmakla “kurtuluQ” dairesi içerisinde görür? Kur’an bir
hidayet rehberi olarak MüslümanlarKn önünde durmaktadKr. Yine Hz. Peygamber
“yürüyen bir Kur’an” olarak MüslümanlarKn önünde bir modeldir. Yani eylem
pratiTinin nasKl gerçekleQeceTini gösterirler; ama tek baQKna Müslüman olmak ya
da bir slâm toplumunda doTmuQ olmak “kurtulmak” anlamKna gelmiyor. Daha
açKk bir ifadeyle Allah, slâm topraklarKnda doTan insanlarK kurtardKTKnK ama gay-
rimüslim topraklarda doTanlarK helak edeceTini söylemiyor. KurtuluQ için, insan-
larKn kendi tarihsel, ekonomik, cografi, kültürel vb. QartlarK doTrultusunda “iyi
eylem”de bulunmalarKnK istiyor. man ettiTini söyleyen insanlarKn yapmalarK ge-
reken eylemler doTal olarak diTerlerinden daha fazladKr; çünkü yarKQa bir adKm
önde baQlamKQlardKr. ETer aksi düQünülseydi “ey iman edenler …iman ediniz”48
gibi bir ifade ya da “yazKklar olsun o namaz kKlanlara”49 gibi bir ifade/ayet anlam-
sKz olurdu. YukarKda da ifade edildiTi üzere genel HKristiyan düQüncesi HKristiyan
olan herkesin kurtuluQa ereceTi Qeklindedir. Oysa slâm açKsKndan kurtuluQ, do-
Tumla ya da nüfus kâTKdKyla elde edilen bir Qey deTildir. Müslüman olmak ya da
iman etmek bir yola girmektir. KurtuluQ yolu olarak Hz. Peygamberin pratik
örnekliTini gösterdiTi yolu kabul etmektir; ama yol, herkesin kendisinin yürümesi
gereken bir yoldur. Peygamber çocuTu da olsanKz durum farklK deTildir. Nitekim
Kur’an, Nuh’un oTlunu, brahim’in babasKnK, Lut’un hanKmKnK örnek olarak verir.
Bu nedenle de Mevlânâ, dini babadan miras olarak alKp Qükretmeyen, kul-
luTunun gereklerini ifa etmeyenleri mirasyedi olarak adlandKrKr. “Mirasyedi, mal
kadrini ne bilsin? Rüstem can verdi, Zâl bedava Qeref kazandK!” diyen Mevlânâ,
herkesin Rabbi ile karQK karQKya olduTunu, Rabbe yakarKp yalvarmanKn, ondan
dilemenin herkesin kendi çabasK oranKnda olacaTKnK ve Allah’Kn rahmetinin de o
dualara baTlK olduTunu belirtir: “Rahmetim o aTlamalara baTlKdKr. Kul aTladK mK
rahmet denizi kabarmaya, dalgalanmaya baQlar.”50 Mevlânâ kafirle mü’mini farklK
deTerlendirse de her ikisinin de aynK gemide olduTunu düQünür: “Kafirler kalptir
(sahte), temiz kiQilerse altKna benzerler. Her iki kKsKmda bu potanKn içindedir.”51
Mevlânâ, “ben/insan”K inQa etmeye çalKQKyor. Onun amacK kendi algKsKna
göre TanrK’nKn suretinde olan insanK bulmaktKr.52 Bunu yaparken de onun “öte-
ki”ne ihtiyacK yoktur. DiTer dinlere mensup olan insanlarK öteki olarak algKlama-

48
Nisa 4/136.
49
Maun, 107/4.
50
Mevlânâ, Mesnevî, II, 370-375.
51
Mevlânâ, Mesnevî, IV, 820.
52
Mevlânâ’nKn insan anlayKQKna iliQkin detaylK bilgi için bkz. Erginli, “Mesnevî Perspektifinden Madde
ve Mânâ ArasKnda nsan GerçeTi”, ss. 251-260.
Dinsel Ço ulculuk Ve D lay c l k Aras nda Mevlânâ 59

dKTK için de onlarK kendisinden ayrK olarak görmez. Schleiermacher, “bilinçlilik


durumunda yalnKzca deTiQmez kimliTimizin deTil aynK zamanda onun deTiQebilir
karakterinin de farkKna vardKTKmKzK iddia eder. Ona göre bu tecrübe kendi – bilinç-
liliTini iki temel yapKsal elementini ifQa eder; ego ve öteki.” Yine Schleiermacher’e
göre bilinç yalnKzca ötekiyle iliQki içinde inQa edilir.53 DolayKsKyla ona ve benzer
tarzda düQünen batKlK düQünürlere göre insanKn kendi bilincinin oluQmasK karQK-
sKndaki bir ötekinin varlKTKna ve ondan en az bir basamak geride olmasKna baTlK-
dKr. Bu yüzden BatK medeniyeti için ilkel – geliQmiQ, ileri – geri, inanan – inanma-
yan, BatK- DoTu düalitesi sürekli varolmuQtur. Oryantalistlerin çabalarKna bakKldK-
TKnda onlarKn kendi imgelerinde yarattKklarK düQünsel yönden geri kalmKQ ama
altKna, mücevhere, baharat, ipek ve güzel kadKnlara sahip masal ülkesi olarak gör-
dükleri DoTunun karQKsKna aklKn ve bilimin öncülüTünü, savunuculuTunu yapan
bir BatK profili koyarlar. !ayet DoTu olmazsa BatKnKn bir anlamK olmayacaktKr. Bir
anlamda BatK DoTuya kendi varlKTK için muhtaçtKr. Oysa Mevlânâ, bu bakKQ açKsK-
na iQaret ederek eQyanKn zKddK ile kaim olduTunu, bir Qeyin tarifinin zKddKyla ya-
pKldKTKnK, Allah’Kn da “Ben bir gizli hazineydim, bilinmekli;e muhabbet ettim” buyur-
duTunu ve “nûru zâhir olmak” için zulmetten ibaret olan bu âlemi yarattKTKnK
lakin bu âlemin Allah’Kn zKttK olmadKTKnK vurgular. Devamla Mevlânâ, peygamber
ve velilerin de zKddK olduTunu, Âdem karQKsKnda blis, brahim karQKsKnda Nemrud,
Musa’nKn karQKsKnda Firavun ve Mustafa (a.s.) karQKsKnda da Ebu Cehil’in olduTu-
nu; ancak bu zKtlKk/karQKtlKk ya da ötekilik durumunun sadece “surette” olduTunu
“ma’nâ”da zKd olmadKTKnK söyler.54
DolayKsKyla Mevlânâ için BatK düQüncesindeki gibi bir dualiteden ve var
olan bir ötekinden söz etmek pek mümkün görünmüyor; zira o insanlarK öncelik-
le “insan” olarak algKlKyor. nsanlarKn mensup olduklarK dinleri, inançlarK, mezhep-
leri, meQrepleri ve meslekleri onun için doTrudan bir anlam ifade etmiyor. Bu
yüzden de bir rahiple de çok sKcak dostluk kurabilirken bir fahiQeye slâm tarihi-
nin en önemli kadKn sufisi olan “Rabia”nKn adKyla hitap edebilmektedir.55 O, ken-
dince herkesin içindeki “insan”a gerçek benliTine hitap etmekte ve onu açKTa çK-
karmaya çalKQmaktadKr. TKpkK zânî olduTu iddia edilen bir kadKnK taQlamak üzere
toplanan kalabalKTa “aranKzda günahsKz olan, ona ilk taQK atsKn.”56 diyen sa gibi.
“Fakat yine de bütün bu vasKflar iyidir... yilik aradK mK, insanda kötü Qey kalmaz
ki.”57 diyen Mevlânâ, insana o kadar deTer verir ki, bir anlamda âlemin merkezine
insanK yerleQtirir:

53
Dorrien, The Word as True Myth, Interpreting Modern Theology, s. 18.
54
Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh, XVIII. FasKl, s. 76.
55
Mevlânâ, Mesnevî, VI:124; Eflâkî, Âriflerin Menk beleri (Menakib al-Ârifin), 3/342, c.1, ss. 490-491
(MenkKbeler bundan sonra bölüm ve menkKbe numarasKyla gösterilecektir).
56
Yuhanna 8:7.
57
Mevlânâ, Mesnevî, VI, 135-136.
60 Cengiz Batuk

Ey insan, sen nâme-i ilâhinin nüshas s n. Cemâl-i âh’inin âyinesi sensin. Âlem-
de her ne varsa, senden hariç de;ildir. Diledi;in her eyi kendinde ara; zira hepsi sen-
sin.”58
Yine Mevlânâ, harici kurtarKcKlar arayan insana da adres olarak kendisini
gösterir:
Ten Meryem gibidir ve her birimizin Îsâ’s vard r. E;er bir de dert zuhûr ederse,
Îsâ’m z peyda olur ve do;ar. Ve e;er dert olmazsa, o gizli yoldan gelen Îsâ yine asl na
vâs l olur…
Zirâ yeryüzünde Mesih sensin. Mesih, felek taraf na gidince ilaç da fevt olup gi-
der. 59

Mevlânâ’ya göre lezzetler dKQarKdan gelmez, içeriden gelir. DolayKsKyla köQk,


saray, baT ve bahçe gibi dünya mekânlarK insana huzur ve mutluluk vermez. Bu
yüzden de onlarK elde etmek için koQmak onlarKn peQinde avare olmak ona göre
ahmaklKktKr. Bazen, bir mescit köQesinde oturan bir garip, mutluluk içindeyken
köQklerin, saraylarKn içinde olan bedbaht bir Qekilde oturabilir. Bunun nedeni
zenginlikler içindeki kiQinin mutluluk, huzur ve sükunu dKQarKda aramasKdKr. Daha
fazla Qeye sahip olduTunda sorunlarKnKn çözüleceTine inanmasKdKr. Oysa sorun
insanKn kendisindedir. Bu yüzden onun yKkKlKp yeniden inQa edilmesi gerekmekte-
dir: “KöQk bir Qey deTildir. Bedenini yKk. Define yKkKk yerdedir a benim beyim.
Görmüyor musun bunu? !arap meclisinde sarhoQ, yKkKlKnca zevk alKyor. Ev suret-
lerle dolu ama yKk onu. YKk da defineyi bul sonra yine yap.”60 Mevlânâ düQmanK
içeride gördüTü için ya da içerideki düQmanK daha büyük olarak kabul ettiTi için
dKQarKdaki farklK insanlarK doTrudan düQman olarak algKlamaz: “Nefsini öldürdün-
se, özür dilemeden kurtuldun demektir. ArtKk memlekette sana düQman kimse
kalmamKQtKr.”61
Yine baQka bir yerde “Musa da sende, Firavun da. Bu iki düQmanK da ken-
dinde ara sen. Musa, kKyamete kadar vardKr. Nuru hep o nurdur, baQka nur de-
Til… deTiQen yalnKz kandildir.” ifadesiyle hem insana mücadele ve kavga yeri
olarak kendisini gösterirken aynK zamanda insanlara düalist bir pencereden bak-
manKn yanlKQlKTKna da iQaret eder. Özde hepsi birdir. AynK nurun farklK kandiller-
deki yansKmalarKdKr. Bu yüzden “kandille fitil baQka” olmakla birlikte “nur farklK
deTil aynK âlemdendir.” OnlarK farklK kKlan ya da farklK algKlanmalarKna neden olan
Qey kandillerin farklKlKTKdKr. Bu yüzden der ki Mevlânâ: “Kandile bakarsan kaybol-
dun gitti; çünkü ikilik ve sayKya sKTKQ, kandile göredir; fakat nura baktKn mK ikilik-
ten de önü, sonu bulunan cisim âleminin sayKsKndan da kurtulursun. Ey varlKk

58
Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh, XVII. FasKl, s. 73.
59
Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh, V. FasKl, ss. 22-23.
60
Mevlânâ, Mesnevî, VI, 3420-3425.
61
Eflâkî, Âriflerin Menk beleri, 3/105.
Dinsel Ço ulculuk Ve D lay c l k Aras nda Mevlânâ 61

hulâsasK, Mü’minle Mecusi ve Yahudi’nin birbirlerine aykKrKlKTK [ötekiliTi], hep


bakKQ, görüQ yüzündendir.”62
Mü’minle Mecusi’yi, Yahudiyle HKristiyanK insan olmalarK anlamKnda ayrK
görmeyen Mevlânâ insanlarKn birbirleriyle barKQ içinde, kardeQlik içinde yaQama-
nKn yollarKnK da kendi hayatKyla gösterir. FarklK inançlara mensup insanlarla bir
arada barKQ içinde yaQamanKn tek yolu kendi inancKndan feragat ederek (burada
kastedilen farklK dinsel geleneklerin doTruluk iddialarKnKn dinin hakikat iddiasKyla
çatKQKyor olmasKdKr) baQka inançlarKn doTruluk iddialarKnK kabul etmek midir?
Diyaloga girmenin tek yolu taraflarKn inançlarKnKn doTruluk iddialarKndan vaz-
geçmeleri midir?63 Mevlânâ bir insanKn kendi deTerlerine baTlK kalabilerek karQKda
gözükenlerle de yakKn dostluklar geliQtirilebileceTini kendi hayatKyla göstermiQtir.
O, Mesnevî okurlarKna Süleyman’a hitap üzerinden yaptKTK: “Ey Süleyman kuz-
gunla doTan arasKnda TanrK hilmine bürün de bütün kuQlarla uzlaQ!”64 Qeklindeki
tavsiyesine öncelikle kendisi uyar ve bütün kuQlarla/insanlarla uzlaQmayK baQarKr.
Buradaki anahtar “TanrK hilmine bürünmek”tir. O TanrK ki, isyanKna raTmen
blis’in bile yaQamasKna müsaade etmiQtir. DiTer inanç mensuplarKyla iliQkileri
noktasKnda Menakibu’l Ârifin’de yer alan kKssalara bakKldKTKnda bu durum daha
rahat görülecektir. Bu rivayetlerin büyük çoTunluTunda onun müsamaha ve hoQ-
görü örnekliTi sergilediTi görülmektedir. Cenazesine katKlan gayrimüslim kalaba-
lKk da bunun en önemli göstergelerinden birisidir. Cenazesine Yahudi ve HKristi-
yanlardan büyük topluluklar katKlmKQ, hatta bu durumdan rahatsKz olan bazK
Müslümanlar onlarK uzaklaQtKrmaya çalKQmKQ; ama muvaffak olamamKQlardKr.
Hatta cenaze merasimine katKlan gayrimüslimlerin Tevrat, Zebur ve ncil’den
metinler okuyarak dua ettikleri de rivayet edilmektedir.65 Menakibu’l Ârifîn’de yer
alan hadiseler, Qayet müelliflerin -Emine Yeniterzi’nin de haklK olarak vurguladKTK
gibi- tarikat ve cemaat gayretiyle- subjektif davranKQlarKndan kaynaklanmKyorsa
son derece ilginç anekdotlar içerir; zira bu hadiselerin hemen hepsinde öncelikle
Mevlânâ HKristiyanlara ya da diTer inanç mensuplarKna olganüstü bir hoQgörü
gösterir. OnlarKn önünde saygKyla onlardan daha fazla eTilir; zaman zaman papaz
ve rahiplerle sohbet eder; onlara bazK hükümler konusunda açKklamalarda bulu-
nur; sarhoQ Ermenilerin çaldKTK rebâbKn sesini duyunca semaya baQlar; imanKn
sKrrKnKn “korku” olduTunu söyleyerek dinini terk etmekten korkan HKristiyana
“TanrK’dan korkan HKristiyan da olsa din sahibidir.” der; idamlKk bir Rum gencini

62
Mevlânâ, Mesnevî, III, 1250-1259.
63
Diyalogun QartlarK konusunda bkz. AydKn, “DinlerarasK Diyalog Üzerine”, s. 139.
64
Mevlânâ, Mesnevî, IV, 779.
65
Cenazeye katKlanlardan bir Rum keQiQin Qu sözü de Mevlânâ’ya duyulan sevgi ve ihtimamK göster-
mesi bakKmKndan hayli ilginçtir: “Mevlânâ ekmek gibidir. Hiç kimse ekmeTe ihtiyaç duymamazlKk
edemez. Ekmekten kaçan hiçbir aç gördünüz mü? Siz, onun kim olduTunu nereden bileceksiniz?”
Eflâkî, Âriflerin Menk beleri, 3/580, c.2, ss. 59-61; Cenaze merasimiyle ilgili olarak ayrKca bkz. Feridun
bin Ahmed, Sipehsâlâr Risalesi, Hz. Mevlânâ ve Yak nlar , s. 123.
62 Cengiz Batuk

korumasK altKna alKr; hangi dinin daha üstün olduTunu soran hahama “sizin dini-
niz” Qeklinde hitap eder. Lakin bu tarz hadiselerin neredeyse tamamKnKn sonu bir
ihtidayla sonuçlanKr. Papaz, rahip, haham ya da Ermeni ve Rumlar Mevlânâ’nKn
doTrudan onlarKn Müslüman olmalarKnK talep etmemesine hatta haham örneTin-
de olduTu gibi kendi inancKnKn daha üstün olduTunu ifade etmesine ve sa’dan
korku ve utancK nedeniyle elli yKllKk inancKnK deTiQtirmek istemeyen HKristiyan
mimara inancKnKn saTlam olduTunu beyan etmesine raTmen bu kiQilerin bile Müs-
lüman olduklarK kaydedilmektedir.66 Bu anlatKlan hadiselerin nakledenden kay-
naklanabilecek subjektiflik problemleri olmasKna raTmen hemen hepsinde öne
çKkan önemli bir nokta asla Mevlânâ’nKn muhataplarKnKn Müslüman olmalarKnK
doTrudan istememiQ olmasKdKr. Yani muhataplarKnKn hiçbirisine Müslüman olma-
larK yönünde açKk telkinlerde bulunduTuna dair bir ifade yoktur. Tam tersine
onlarK kendi inançlarK üzere kabul ettiTi, o Qekilde arkadaQlKk ve dostluk kurduTu
anlatKlKr. Biraz da onun bu hoQgörüsü ve samimiyeti insanlarK etkileyerek Müslü-
man olmalarKnK saTlamKQ olabilir.67
Bütün bunlarla birlikte Fîhi Mâ Fîh’de çok istisnai bir durumla karQKlaQKyo-
ruz. Burada bir HKristiyanla Mevlânâ arasKnda geçen bir diyalog aktarKlKr. HKristi-
yan bir kiQi, Mevlânâ’ya gelerek kendisine Sadreddin Konevi’nin dergâhKna men-
sup bir grubun geldiTini, kendisinin onlara su ikram ettiTini ve bu esnada onlarKn
sa’nKn Allah olduTunu kabul ettiklerini ancak bunu toplumdan gizlediklerini
söylediklerini aktarKr. Bu üslup karQKsKnda çok kKzan Mevlânâ, karQKsKndaki kiQiye
yalan söylüyorsun diyerek çKkKQtKktan sonra, “Yahudilerin mekrinden bir mahal-
den bir mahalle kaçan ve kâmeti iki arQKndan daha az bulunan bir QahsKn, yedi kat
gökleri hKfz etmesini nasKl tecvîz edersin?” dedikten sonra, sa’nKn TanrK olamaya-
caTKna dair bir takKm deliller ileri sürer. HKristiyan, onunla tartKQamayacaTKnK an-
layKnca biraz da tartKQmayK bitirmek amacKyla “Biz böyle bulduk ve mezheb itti-
haz eyledik.”der. Bu cevap karQKsKnda Mevlânâ, muhtelif örnekler vererek babala-
rKn yolu –onlarKn yolu dalalet üzere ise- üzere gitmenin yanlKQlKTKnK açKklar. Baba-
larKn yanlKQlarKnda KsrarcK olmamak gerekmektedir. NasKl ki babalarKn miras olarak

66
Eflâkî, Âriflerin Menk beleri, 3/40, 3/52, 3/53, 3/54, 3/67-68, 3/143, 3/184, 3/208, 3/296, 3/539,
3/540, 3/580, 3/600; Bunlar ve benzeri rivayetlere iliQkin deTerlendirmeler için bkz. Yeniterzi,
“Mevlânâ’nKn Gayri Müslimlerle Diyalogu”, ss. 113-123; GölpKnarlK, Mevlânâ Celâleddin, Hayat , Fel-
sefesi, Eserleri, Eserlerinden Seçmeler, ss. 191-197; Güner, “Dünya BarKQKna Bir KatkK Olarak Mevlânâ’da
‘Öteki’ Olgusu”, ss. 5-7.
67
Waardenburg ve Keller, bu tarz hadiselerden dolayK Mevlânâ’nKn –aynK zamanda bn Arabî’nin-
diTer dinlere iliQkin teolojik anlamda çok net gerçeklik ortaya koymadKklarKnK, o dinleri ve mensupla-
rKnK daha iyi anlamak adKna öTrenmekten çok bu dinleri kendi dinine uydurmak istediklerini söyle-
mektedirler. Ona göre Mevlânâ bir anlamda gizli misyonerlik yapmaktadKr. Bkz. Keller, “Perceptions
of Other Religions in Sufism”, ss. 185-187; Waardenburg, “The Medieval Period 650-1500”, ss. 24-25.
Balivet, ihtida olaylarKna iliQkin, “Bu durum Mevlânâ’nKn slâm dininin üstünlüTünü kuQkuya yer
bKrakmadan kanKtladKTK ilahiyat tartKQmalarKnKn ardKndan gerçekleQmiQ olabilir.” demektedir. Bkz.
Michel Balivet, eyh Bedrettin: Tasavvuf ve ,syan, çev. Ela Güntekin, stanbul: Tarih VakfK Yurt Ya-
yKnlarK, 2000, s. 13’den aktaran Yaran, “ bn Arabî, Mevlânâ ve Yunus Emre’ye Göre “Öteki”nin Du-
rumu” s. 331, 349.
Dinsel Ço ulculuk Ve D lay c l k Aras nda Mevlânâ 63

bKraktKTK kalp (sahte) altKnK gerçek altKnla deTiQtirme imkanK olduTunda tereddüt
edilmeden deTiQtiriliyorsa: “ mdi Hâk Teâlâ Hazretleri Îsâ’dan efdal bir nebî ba’s
ve Îsâ’nKn yedinde zâhir kKldKTK ve ondan ziyâdesini onun yedinde izhar eylediTi
vakit, aynK için deTil, Allah için bu nebîye mutâbaat vâcib olur…”68 der. Bu sözler-
le Mevlânâ açKkça sa’dan daha faziletli bir peygamber gönderdiTini ve ona tabi
olmanKn vacip olduTunu ifade eder. Bu ise bize Mevlânâ’nKn, “ne olursan ol yine
gel” çaTrKsKyla aslKnda muhataplarKnK nereye çaTKrdKTKnK da göstermektedir. Yine
Mevlânâ’nKn pergel metaforuyla anlattKTK Qey durduTu yerin slâm olduTunu gös-
teriyor olsa gerektir:
Pergel gibi bir aya; mla eriat üstünde sa;lamca durdu;um halde, di;er aya; m-
la yetmi iki milleti dola yorum.69
Hayatta oldukça Kur’an’a kulum, seçilmi Muhammed’in yoluna topra; m. Biri-
si, sözlerimden bundan ba ka bir söz nakil ve rivayet ederse ondan da bîzâr m, o sözden
de.70
Sonuç olarak Mevlânâ, ben ve öteki düalizmine dayanan bir öteki algKsKna
sahip olmadKTK ve dini hakikat ve kurtuluQ baTlamKnda deTil tevhid ekseninde
algKladKTK için onun birbiriyle çeliQir gibi gözüken ifadeleri aslKnda bir çeliQki arz
etmemektedir. Dinsel çoTulculuk, dini, hakikat ve kurtuluQ düzleminde algKla-
maktadKr. Bu ise bir “öteki”ni zorunlu kKlmaktadKr. Oysa dini, tevhid olarak algK-
layan ve âlemi “Allah’Kn vechi” olarak gören Mevlânâ için ikilem hiçbir konuda
mevcut deTildir; din konusunda bile. kilem olsa olsa insanKn algKsKndadKr. Onun
nazarKnda din “tek”tir. Bu yüzden de karQKsKndaki insanlarK “farklK bir din” Qeklin-
de nesneleQtirerek deTil, farklK Qeylere inanan, TanrK konusunda farklK algKlara
sahip olan insanlar olarak görür. Belki de bu nedenle Ksrarla inananlar üzerinden
bir söylemi tercih eder. KarQKsKndakileri HKristiyanlar, Yahudiler, Mecusiler ya da
putperestler olarak algKlar ve onlara kendi eylemleri, kendi doTrularK ve kendi
zaaflarK açKsKndan yaklaQKr; ama hiçbir zaman –inanan olarak- bireyi bir kenara
bKrakarak nesnel anlamda HKristiyanlKk, Yahudilik ya da Mecusilikten söz etmez.
Bu baTlamda Mevlânâ bir ‘sKcak ontoloji’yi yani Allah’Kn veçhine nispetle
evreni ve beQeri varlKTK varoluQsal formatlar içinde ele alan bir perspektifi ön gör-
mektedir. Bu ise tevhid’in karQKsKnda duran bir Qirki ifade etmemektedir. !ems-i
Tebrizî’nin ifadesiyle “Tevhid, her Qeyin TanrK’dan ve her Qeyin TanrK ile kaim
olduTunu ve her Qeyin yine TanrKya döneceTini bilmektir.”71 DolayKsKyla Tevhid
her Qeyin ontolojik olarak merkezinde yer alan bir güçtür; ancak bu tektipleQtirici,
emperyal ya da otoriteryan bir güç kaynaTKnK göstermez; zira “Kur’an’da da ifade

68
Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh, XXX. FasKl, ss. 114-116.
69
Fürüzanfer, Mevlânâ Celâleddin, çev. F. N. Uzluk, “Çevirenin Önsözü”nden s. 14; HidayetoTlu,
Hazreti Mevlânâ Muhammed Celaleddin-i Rumî, Hayat ve ahsiyeti, s. 53.
70
GölpKnarlK, Mevlânâ Celâleddin, s. 204.
71
Eflâkî, Âriflerin Menk beleri, 4/49 (c.2, s. 98).
64 Cengiz Batuk

edildiTi üzere, baQta blis olmak üzere inkarcKlara ve farklK inançlara sabreden;
“Dileseydik sizi tek bir ümmet yapardKk.” ayetinde dile getirildiTi Qekliyle farklK
anlam dünyalarKnKn ve kültürlerarasK kontrastKn oluQumuna izin veren Allah,
dolaylK olarak ‘tevhid’in emperyal ve tektipleQtirici bir husus olmadKTKnK açKTa
vurmaktadKr.”72 Bu yüzden de Kur’an’da tevhid’e kontrast olarak sunulan tüm
inanç ve eylemler ‘tevhid’ ifadesiyle aynK düzlemde yer almazlar. “Aksine onlar
tevhid ifadesinin sonsuz direnç gösteren (daha geriye götürülemez) anlam alanK
‘önünde’ açKTa çKkan Qeyler olarak genel resmin oluQumuna katkK yaparlar.”73
Resme bütün olarak bakKldKTKnda tevhid, diTer unsurlarKn yanKnda duran
bir Qey deTildir. DoTrudan kontrast halindeki bir âlemin oluQumuna izin verdiTini
söyleyen bir TanrK’nKn ifadesidir. Bu nedenle de Mevlânâ, eylemsel ya da inanç
bazKnda kendisini Müslüman olarak algKlamakta ve kendisinin ifade ettiTi üzere
bir ayaTK QeriatKn ( slâm ahkâmKnKn) üzerinde durmakla birlikte o, diTer inanç ya
da farklK TanrK algKlarKnK tKpkK Musa ve çoban öyküsünde ifade ettiTi gibi Tan-
rK’nKn olmasKna müsaade ettiTi unsurlar olarak algKlamKQ ve onlara karQK oldukça
müsamahakâr olmasK gerektiTini düQünmüQtür. Bu yüzden onun çeliQki gibi gö-
züken ifadeleri aslKnda bir çeliQkiyi ya da farklK zaman dilimlerindeki deTiQik algK-
lamalarKnK deTil tüm insanlara ‘tevhid’ merkezli yaklaQtKTKnK göstermektedir. Dik-
kat edilecek olursa Kur’an-K Kerim’de bütüncül olarak blis’in bile Allah’Kn kuQatK-
cKlKTK altKnda olduTunu, Allah’Kn karQKsKnda duran ve bir mekâna sahip olan ikincil
bir güç olmadKTK ifade edilmekle birlikte gerek blis’in ve gerekse diTer inanmayan-
larKn düQünceleri ve eylemleri ciddi eleQtirilere tabi tutulmuQtur. Yer yer onlara
son derece KlKmlK ve pozitif Qeyler söylenirken çoTu zaman eleQtiri ve suçlamalar
(sapkKn inanKQlar, tahrif, düQmanlKk vb) da yapKlmKQtKr. Bu ise göstermektedir ki,
tevhid’in diTer inançlara izin veren veya onlara tolerans gösteren bir anlam alanK
oluQu, seküler demokrasilerin öngördüTü teorik tarafsKzlKkla aynK Qeyi ifade et-
memektedir. Bir ifade olarak tevhid, aynK zamanda bir taraf olmayK da ifade eder.
DiTer inanç mensuplarKna karQK tevhidin alanK çerçevesinde tolerans gösteren ve
onlarK karQKda duran ve bir mekân iQgal eden bir öteki olarak algKlamayan
Mevlânâ, gerek sözleri ve gerekse eylemleriyle tKpkK Kur’an ifadeleri gibi taraf
olduTunu göstermiQtir. O, kendi ifadeleriyle “Ahmed”in safKnda olmayK tercih
etmiQtir.
KAYNAKÇA
Armstrong, Karen, Tanr ’n n Tarihi, ,brahim’den Günümüze 4000 Y ll k Tanr Aray , çev.
Hamide Koyukan, ( stanbul: Ayraç YayKnlarK, 1999).
AydKn, Mahmut, “A Muslim Pluralist: Jalaluddin Rûmi”, The Myth of Religious Superiority,
Multifaith Explorations of Religious Pluralism, Paul F. Knitter (edit.), (New York:
Orbis Book, 2005), ss.220-236.

72
Tatar, “Klasik slâm DüQüncesinde Gayri Müslimleri Temsil Sorunu”, s. 22.
73
Tatar, “Klasik slâm DüQüncesinde Gayri Müslimleri Temsil Sorunu”, s. 22.
Dinsel Ço ulculuk Ve D lay c l k Aras nda Mevlânâ 65

, Mahmut, “DinlerarasK Diyalog Üzerine”, Tezkire, yKl:11, sayK:23, KasKm/AralKk


2001, ss.128-141.
, Mahmut (edit.), Dinsel Ço;ulculuk ve Mutlakl k ,ddialar , (Ankara: Ankara Okulu
YayKnlarK, 2005).
, Mahmut, Monologdan Diyaloga, Ça;da H ristiyan Dü üncesinde H ristiyan – Müs-
lüman Diyalogu, (Ankara: Ankara Okulu YayKnlarK, 2006).
Dorrien, Gary, The Word as True Myth, Interpreting Modern Theology, Kentucy: Westminster
John Knox Press, 1997.
Eflâkî, Ahmet, Âriflerin Menk beleri (Menakib al-Ârifin), çev. Tahsin YazKcK, ( stanbul: Hür-
riyet YayKnlarK, 1973).
Erginli, Zafer, “Mesnevî Perspektifinden Madde ve Mânâ ArasKnda nsan GerçeTi”, Ulusla-
raras Dü ünce ve Sanatta Mevlânâ Sempozyum Bildirileri, (Çanakkale: Ç.O.M.Ü. .F.
2006), ss.251-260.
Feridun bin Ahmed, Sipehsâlâr Risalesi, Hz. Mevlânâ ve Yak nlar , çev. Ahmed Avni, sad.
Tahir Galip SeratlK, ( stanbul: Elest YayKnlarK, 2004).
Fürüzanfer, B., Mevlânâ Celâleddin, çev. F. N. Uzluk, (Konya: Konya ValiliTi, l Kültür ve
Turizm MüdürlüTü Yay., 2005).
GölpKnarlK, Abdülbâki, Mevlânâ Celâleddin, Hayat , Felsefesi, Eserleri, Eserlerinden Seçmeler,
( stanbul: nkKlâp Kitabevi, 1999).
Gündüz, !inasi, “ÇaTdaQ HKristiyan DüQüncesinde Öteki’nin nklusivist Yorumu”, Tezkire,
yKl: 10, sayK: 20, Nisan-MayKs 2001, ss.91-116.
Güner, Osman, “Dünya BarKQKna Bir KatkK Olarak Mevlânâ’da ‘Öteki’ Olgusu”, Uluslararas
Dü ünce ve Sanatta Mevlânâ Sempozyum Bildirileri, (Çanakkale: Ç.O.M.Ü. .F. 2006),
ss.1-7.
Hick, John, ,nançlar n Gökku a; , Dinsel Ço;ulculuk Üzerine Ele tirel Diyaloglar, çev. Mah-
mut AydKn, (Ankara: Ankara Okulu YayKnlarK, 2002).
HidayetoTlu, A. Selâhaddin, Hazreti Mevlânâ Muhammed Celaleddin-i Rumî, Hayat ve ah-
siyeti, (Konya: Konya ValiliTi, l Kültür ve Turizm MüdürlüTü Yay., 2005).
bn Arabî, ,lâhî A k, çev. Mahmut KanKk, ( stanbul: nsan YayKnlarK, 1988).
Johnson, Keith E., “John Hick’in ÇoTulcu Hipotezi ve ÇatKQan Hakikat ddialarK Sorunu”,
Dinî Ço;ulculuk, John Hick’in Dü ünceleri Etraf nda Tart malar, derleyen ve çev.
Ruhattin YazoTlu ve Hüsnü Aydeniz, ( stanbul: z YayKncKlKk, 2006), ss.47-77.
Keller, Carl-A., “Perceptions of Other Religions in Sufism”, Muslim Perceptions of Other
Religions, A Historical Survey, Jacquess Waardenburg (edit.), (New York & Oxford:
Oxford University Press, 1999), ss.181-194.
Köylü, Mustafa, “Dinsel DKQlayKcKlKk (Ekslusivizm)”, ,slâm ve Öteki, Cafer SadKk Yaran
(edit.), ( stanbul: Kaknüs YayKnlarK, 2001), ss.29-65.
Marty, Martin E. (edit.), Attitudes Toward Other Religions: Some Christian Interpretations,
(New York: Harper and Row Publishers, 1969).
66 Cengiz Batuk

Mevlânâ, Fîhi Mâ Fîh, çev., Ahmet Avni Konuk, Yay. Haz. Selçuk EraydKn, ( stanbul: z
YayKncKlKk, 1994).
Mevlânâ, Mesnevî, çev. Veled zbudak, Göz. Geç. Abdulbaki GölpKnarlK, (Ankara: MEB
YayKnlarK, 1988) c.1-6.
Race, Alan, Christians and Religious Pluralism,Patterns in the Christian Theology of Religions,
London: SCM Press, 1983.
Schuon, Frithjof, Tasavvuf: Kabuk ve Öz, çev. Veysel Sezigen, stanbul: z YayKncKlKk, 2006.
Swearer, Donald K., Dialogue: The Key to Understanding Other Religions, (Philadelphia: The
Westminister Press, 1977).
Tatar, Burhanettin, “Gerçek ile Kurgu ArasKnda “Öteki”, Milel ve Nihal, Haziran-KasKm
2005, C. 2, sayK: 2, ss.5-18.
, Burhanettin, “Klasik slâm DüQüncesinde Gayrimüslimleri Temsil Sorunu”, Milel
ve Nihal, ,nanç, Kültür ve Mitoloji Ara t rmalar Dergisi, Ocak-Nisan 2006, C. 4, sayK:
1, ss.11-32.
Topçu, Nurettin, Mevlânâ ve Tasavvuf, stanbul: Hareket YayKnlarK, 1974.
Waardenburg, Jacgues, “The Medieval Period 650-1500”, Muslim Perceptions of Other
Religions,A Historical Survey, J. Waardenburg (edit.) (New York – Oxford: Oxford
University Press, 1999), ss.18-69.
Yanbul, Halil, 13. Yüzy l Halk Sufizminde Dinsel Ço;ulculuk: Mevlânâ Örne;i, (Samsun:
O.M.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, BasKlmamKQ Yüksek Lisans Tezi, 2003).
Yaran, Cafer SadKk, “Dinsel KapsayKcKlKk ( nklusivizm)”, ,slâm ve Öteki, C. S. Yaran (edit.),
( stanbul: Kaknüs YayKnlarK, 2001), ss.67-82 .
, Cafer SadKk, “ bn Arabî, Mevlânâ ve Yunus Emre’ye Göre “Öteki”nin Durumu”
,slâm ve Öteki, C.S.Yaran (ed.), ( stanbul: Kaknüs YayKnlarK, 2001), ss.307-350.
Yeniterzi, Emine, “Mevlânâ’nKn Gayrimüslimlerle Diyalogu”, Kubbe-i Hadrâ’n n Gölgesinde,
Mevlânâ Celâleddin Rûmî Üzerine Makaleler, ( stanbul: Rûmî YayKnlarK, 2005),
ss.113-123.

You might also like