Professional Documents
Culture Documents
Carl Gustav Jung - Maskülen
Carl Gustav Jung - Maskülen
11*2 THS
' * 4 Î ) 1 19314
v CZA
ISBN : 978-605-5302-58-0
9786055302580 ^ pinhanyayincilik.com
(3 /pinhanyayincilik
9 7 8 6 0 5 5 3 0 2 5 8 0 / p in h a n ik it a p la r
2 0 1-
Cari Gustav Jung (1875-1961): İsviçreli psikiyatr, analitik psikolojinin kuru-
cusu.1895 yılında Basel’de tıp eğitimi almaya başladı ve 1900 yılında Eugen
Bleuler’in asistanı olarak Burghölzli’de psikiyatrisi olarak hizmet verdi. D ok
torasını 1902 yılında tamamladı. Konu, okült fenomenler ve onların psikoloji
ve patolojiyle bağlantıları idi. Paris’te altı ay boyunca Pierre Janet ile bilgilerini
derinleştirdi. 1903 yılında Emma Rauschenbach ile evlendi. 36 yaşında Ulus
lararası Psikanaliz Birliğinin ilk başkanı oldu. Cari Gustav Jung sadece psiko
terapi bilim dalını değil, aynı zamanda psikoloji, teoloji, etnografı, edebiyat ve
güzel sanatları da etkiledi. Psikoloji bilim dalında kendisi tarafından bulunan
kavramlar geniş şekilde kabul gördü. Bunlar arasında; karmaşa, içedönük ve
dışadönük, gölge, arketip, kolektif bilinçdışı, anima ve animus gibi kavramlar
vardır.
Çeviren
Didem Gamze Erdinç
pinhan
PİNHAN YAYINCILIK
Litros Yolu, Fatih San. Sitesi No: 12/214-215
Topkapı/Zeytinburnu İstanbul
Tel: (0212) 259 27 60 Faks: (0212) 565 16 74
www.pinhanyayincilik.com
info@pinhanyayincilik.com
Sertifika No: 20913
Kataloglama Bilgisi:
1. Psikanaliz
2. Erillik
ISBN: 978-605-5302-58-0
EDİTÖRÜN NOTU
C. G. Jung’un “eril” sözcüğüyle neyi kastettiğini anlayabil
mek, onun psikolojiye olan bütün yaklaşımının temeline ine
bilmek demektir çünkü onun psikolojisi kendi deyişiyle “ki
şisel itirafları”dır—XX. yüzyılın ilk yarısında bir Batı Avrupa
ülkesinde serbest hekimlik yapan, ataerkil bağlamında insan
psikolojisini anlamaya çalışan bir adamın itirafları. Bu çaba
içerisinde ortaya çıkardığı arketipsel dünyanın kanıtlanabilir
evrenselliği bile bize kendi deneyiminin ne olduğunu anlatan
bir adam olarak kalan öncünün insan bakış açısını ortadan
kaldıramaz. Bu yüzden onun yazılarından alman pasajlardan
oluşan mevcut derleme, bizatihi Jung’un toplumsal cinsiyetin
kendi “kişisel denklerh’ine yaptığı katkıdan ne anladığını keş
fetmek için bir fırsat, önemli psikolojik takımyıldızlarına dair
meşhur ve kapsamlı gözlemlerini yaptığı teleskobun camından
bakmak için bir şans sunuyor.
6
CARL GUSTAV JUNG
7
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
9
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
10
CARL GUSTAV JUNG
11
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
12
CARL GUSTAV JUNG
13
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
Diğer yandan Jung’un eril ilke olarak logos, dişil ilke olarak-
sa eros düşüncesi, kimi Jung analizcilerince kadın ve erkeğin
temel psikolojik karakterine ilişkin zamanından önce dogma-
laştırılmasına ve haklı olarak bireysel deneyimin karmaşıklığı
nı savunan diğer analizciler tarafından protesto bombardıma
nına tutulmasına yol açmıştı. Logos ve erosun nihayetinde her
iki cinse de açık bilinç üslupları olduklarını ve Jung’un kendi
eril doğasındaki zıtlıkları temsil ettiklerini anlamak önemlidir.
Çünkü (Rüya Analizinden ve Esther Harding’in defterlerinden
alıntıların gösterdiği üzere) anima gelişiminin erkekte bilince
taşıdığı şey, kesinlikle eril bir eros, animus gelişiminin kadın
da bilince taşıdığı şeyse dişil bir logostur. Mysterium Coniun-
ctionisde Jung, bu paradoksal zıtlıkların kişileşmiş halleri olan
Sol ve Luna karakterlerinin tasvirlerine önceki sezgisel logos ve
eros kavramlarından çok daha fazla yer ayırmıştı. Jung’un ka-
dın-erkeğin ve her iki fıtratın erilliği-dişilliği arasındaki psiko
lojik farkın doğasına ilişkin düşünce anlayışına dair okurun asıl
başvurması gereken bu geç başyapıttır. Bu geç yapıtın dikkatle
okunması, kişinin Jung’un dişilliği sadece ilişkide olma, erilli
ğiyse sadece bilinçli ayrımsama olarak tahayyül ettiği düşünce
sinden vazgeçebilmesini sağlar. Aslında kendisine yansıtıcı bir
14
CARL GUSTAV JUNG
15
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
Jo h n B eebe
16
I.
KAHRAMAN
KAHRAMANIN KÖKENİ
[•••]
297 Psişik yaşam gücü, yani libido, kendini güneşle4 sim
geleştirir veya güneş sıfatları taşıyan kahraman figürlerinde
kişileştirir. Aynı zamanda fallik sembollerle de kendini ifade
eder. Her iki duruma da Lajard’ın koleksiyonundan geç Babil
17
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
*ûc&
298 Yalın bir sembolizm: güneş = fallus, ay = çanak (uterus).
Bu yorumlama aynı koleksiyondan bir diğer anıtla doğrulanır.
Çanağın 7 yerini bir kadın figürünün almasının dışında sembol
ler aynıdır. Sikkelerin üzerindeki bazı semboller muhtemelen
benzer bir şekilde yorumlanabilir. Lajard’ın Recherches sur la
culte de Venüs [Venüs Kültü Üzerine Araştırmalar] adlı çalış
masında, yanında bir maskülen (ay tanrısı Men olduğu söyle
nen) bir de feminen (Artemis olduğu söylenen) figür yer alan
18
CARL GUSTAV JUNG
Artemis’i konik bir taş şeklinde tasvir eden bir Perge sikkesi
yer alır. (Lunus da denilen) Men, Attik bir bas rölyefte elinde
bir mızrak, yanında asasıyla Pan ve bir kadın figürüyle birlikte
karşımıza çıkar8. Bundan hareketle güneşin yanı sıra cinselliğin
de libidoyu sembolize etmek için kullanılabildiği aşikârdır.
19
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
Görsel 19. Çiftcinsiyetli tanrıça. Geç B abil dönem ine ait bir m ücevher
20
CARL GUSTAV JUNG
21
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
Şu anahtarı al bakalım.
22
CARL GUSTAV JUNG
23
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
24
CARL GUSTAV JUNG
Ah Zerdüşt
Zalim Nemrut...
Daha düne dek avcısıydı tanrının bile,
Tuzağıydın her türlü erdemin
Okuydun fenanın...
Şimdi kendi kendine av olmuş
Kendi kendinden kaçmış
Kendi kendine saplanmış
Şimdi
Tek başına kendinle
İki başına kendini bilmenle
Yüzlerce aynayla çevrili
Kendine sahte
Yüzlerce anıyla çevrili
Belirsiz
Yaralardan bezgin
Üşümekten soğuk
Kendi iplerine dolaşmış
Kendini bilen, kendini aşan...
Ne sarıp sarmalıyorsun kendi kendini
Bilgeliğin sicimleriyle...
Ne ayartıyorsun kendi kendini
Kocamış yılanın cennetine
Ne kaçırıyorsun kendi kendinden
Kendi kendine - kendi kendine . . . 18
25
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
26
CARL GUSTAV JUNG
27
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
28
CARL GUSTAV JUNG
29
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
çından keser. Güneş gibi Apollo’nun oklarına sahiptir. İsmi “anne rah
mindeki mezar” anlamına gelen Nemea aslanını mağarasında öldürür.
Bunun ardından Hidrayı öldürür ve sonrasında H eranın kendisinden
istediği pek çok kahramanca işler yapar. Bütün bu işler bilinçdışıyla olan
mücadeleyi sembolize eder. Uğraşlarının sonundaysa kehanette söylen
diği gibi Omphale’nin (Öpc|)aXr|: göbek bağı) kölesi olur: yani sonunda
bilinçdışma boyun eğmek zorunda kalır.
30
CARL GUSTAV JUNG
25 Bu mitolojik unsurun ilkel düzeyde somut bir biçimde nasıl ele alınabi
leceğini Gatti’nin Natal’da altı metrelik bir boa yılanını kendine arkadaş
edinen bir kocakarı tasvirinde görmek mümkün, South o ft h e S ah ara, ss.
226 vd.
31
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
32
CARL GUSTAV JUNG
33
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
34
CARL GUSTAV JUNG
35
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
36
CARL GUSTAV JUNG
37
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
hem Tanrı, hem hayvan olan, sadece ampirik insan değil, kökle
ri hayvansı tabiatında yatan ve salt insandan ilahi olana uzanan
varlığının tamamı, bütünlüğüdür. Bütünlüğü, tıpkı zıtlıkların
en güzel sembolü olan çarmıhtaki gibi, zıtlıkların paradoksal
açıdan kendileriyle bir olan muazzam gerilimini imler. Nietzsc-
hede bir mecaz gibi görünen şey gerçekte çok eski bir efsanedir.
Şair, çağdaş söylemin sözcüklerinin altında ve tahayyülünde
toplanan imgelerde geçmişin ruhani dünyalarının manevi var
lığını sanki hâlâ sezebilme ve onları yeniden canlandırabilme
gücüne sahiptir. Gerhart Hauptmann dediği gibi: “Şiir, ilkel
sözcükleri ortak sözcükler vasıtasıyla yankılatma sanatıdır34”.
38
II.
ERİLLİĞİN BAŞLANGICI VE
GELİŞİMİ
YAŞAMIN EVRELERİ
Jung’utı yaşam ın evreleri kavram ı yaşam boyu süren
bir başlangıçlar dizisini imler. Gelişen birey sırasıyla y a
şamın her bir dönem ine özgü sorunlarla m ücadele eder
ve bu sorunlar hiçbir zam an tam am en çözüm e kavuş
maz. Bunlar d ah a ziyade bilinci desteklem eye hizm et
eder. Jung m askülendeki bu gelişimi, bilincin gelişimi
için içsel bir talebin gerçekleşm esi olarak transandan
tal terimleri kafasında kurgularken Schopenhauer ve
Nietzsche’nin Alman Rom antik geleneğini devam etti
rir. Schopenhauer, kişinin gerçekten kendisi olabilm esi
için Jung’un psikolojik dürtü olarak değerlendirdiği bir
principium individuationis [bireyleşme ilkesi] öne sür
müştü. Nietzsche, Jungda kişinin bireyleşme misyonunu
başarabilmesinin ahlaki buyruğu haline gelen yaşam g ö
revi fikrin i temin etmişti. Yine de Jung gerçek gelişimin
bireyi kahram an ca hünerler üzerindeki h ak iddiasından
vazgeçm eye zorlayacağını açıkça görür. Güneşin günlük
hareketi metaforunu kullanarak Bireyin psikolojisini y a
şamın ilk yarısında p arlak bilince doğru bir yükseliş ve
bunu m üteakip yaşam ın ikinci yarısında bu parlaklığı
fe d a ederek bilinçdışına doğru bir iniş şeklinde tasavvur
etmişti. Erkekte benin bu kayboluşu, anim anın ortaya
çıkışıyla ödünlenmişti.
39
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
762 A ncak sorunlara yol açan şey her zaman öznel var
sayımlarla dış etm enler arasındaki çelişki değildir; bu şey
çoğu zaman içsel, psişik zorluklar da olabilir. Bu zorluklar
dış dünyada her şey yolunda giderken de var olabilir. B ö y
le bir zorluk çoğu zaman cinsel dürtünün sebep olduğu
psişik dengenin bozulm asıdır; aynı zam anda dayanılmaz
bir hassasiyetten kaynaklanan aşağılık hissidir. Bu içsel çe
lişkiler dış dünyaya bariz bir çaba harcanm aksızın adap
tasyon sağlandığında bile var olabilir. Varoluş için zorlu
bir m ücadele verm iş gençlerin içsel sorunlardan m uaf
oldukları, birtakım sebeplerden dolayı hiçbir adaptasyon
sorunu yaşam am ış olanlarınsa cinsel sorunlar veya aşağı
lık hissinden kaynaklanan çatışm alarla karşılaştıkları gö
rülebilir.
40
CARL GUSTAV JUNG
41
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
42
CARL GUSTAV JUNG
43
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
44
CARL GUSTAV JUNG
45
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
46
CARL GUSTAV JUNG
47
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
48
CARL GUSTAV JUNG
biri için kendine ciddi ciddi dikkat etm ek bir vazife ve ge
rekliliktir. Işığım dünyaya hesapsızca yaydıktan sonra gü
neş bu kez ışınlarını kendini aydınlatm ak için geri çeker.
Bunu yapm ak yerine çoğu yaşlı insan hastalık hastası, h a
sis, kuralcı, m azinin şakşakçısı veya m üebbet yeniyetm e
olm ayı tercih eder— bunların hepsi kendiliğin aydınlan
m asının acınası ikam eleri, yaşam ın ikinci yarısının ilk ya
rının ilkeleriyle idare edilebileceği yanılgısının kaçınılm az
sonuçlarıdır.
49
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
50
CARL GUSTAV JUNG
51
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
52
CARL GUSTAV JUNG
53
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
54
CARL GUSTAV JUNG
55
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
56
CARL GUSTAV JUNG
57
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
58
CARL GUSTAV JUNG
59
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
60
CARL GUSTAV JUNG
61
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
62
CARL GUSTAV JUNG
kendisiydi.
63
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
64
CARL GUSTAV JUNG
65
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
66
CARL GUSTAV JUNG
nun bir sebebi olmalı. Ebedi çocuk (puer aeternus) en basit ha
liyle karakterimizin enfantil yanının kişileşmiş halidir, enfantil
olduğu için bastırılmıştır. Rüyayı gören bu unsurun içeri gir
mesine izin verirse sanki kendisi kaybolur ve küçük, çıplak bir
oğlan çocuğu olarak geri gelir. Eğer karısı onu bu şekilde kabul
edebilseydi her şey yoluna girerdi. Küçük oğlan çocuğunun bü
yütülüp eğitilmesi, belki de poposuna vurulması gerekir. Aşağı
unsur yaşamın içine girebilirse bir gelecek yaşam vaadi oluşur,
ilerleme olabilir. Mitolojide bu küçük, çıplak oğlan çocuğunun
neredeyse tanrısal, yaratıcı bir karakteri vardır. Ebedi çocuk
{puer aeternus) halinde39 mucizevi bir şekilde ortaya çıkar ve
yine aynı şekilde ortadan kaybolur. Faust’ta üç şekilde karşı
mıza çıkar: Çocuk Arabacı, Homunculus, Euphorion. Hepsi de
ateşle yok olur; Goethede bu, bütün ebedi çocukların (puer ae
ternus) tutkulu bir patlamayla ortadan kayboldukları anlamına
gelir. Yangın her şeye, hatta dünyaya bile bir son verir. Kültürün
özü olan ateş patlayıp her şeyi yok edebilir. Bu, örneğin Bolşe
vik Devrimi’ndeki gibi kültürel biçim artık enerjinin gerilimini
kaldıramaz hale geldiğinde bir yangının çıkması ve Rus mede
niyetini yakıp yıkması gibi zaman zaman olan bir şeydir.
67
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
68
CARI, GUSTAV JUNG
69
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
70
FIF CARL GUSTAV JUNG
71
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
72
CARL GUSTAV JUNG
73
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
74
f
75
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
76
CARL GUSTAV JUNG
232 Aşkın dini inançla ortak olan birden fazla yanı var
dır. Koşulsuz güven gerektirir ve tam bir teslim iyet bekler.
Tıpkı inanan birinin dışında hiç kim senin kendini Tanrıya
tam am en teslim edem eyişi ve dolayısıyla onun inayetine
nail olam ayışı gibi aşk da en derin gizem lerini ve m uci
zelerini yalnızca koşulsuz şartsız kendisine bağlananlara
açar. Ve bu çok zor olduğundan çok az fani bunu başarm ış
olm akla övünebilir. A ncak en hakiki ve adanm ış aşk aynı
zamanda en güzeli olduğundan kim se kalkıp da bunu k o
laylaştırm aya çalışm asın. Leydisini sevm enin zorluğun
dan kaçan üzgün bir şövalyedir. Aşk, Tanrı gibidir: her
ikisi de kendini ancak en cesur şövalyelerine sunar.
78
III.
BABA
79
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
80
CARL GUSTAV JUNG
81
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
Vaka 4
731 Sekiz yaşında zeki, çıtkırıldım görünümlü bir oğlan ço
cuğu, geceleri altını ıslattığı için annesi tarafından bana getiril
di. Konsültasyon boyunca çocuk genç, hoş bir kadın olan anne
sinin dibinden ayrılmadı. Mutlu bir evlilikleri vardı ama baba
katı biriydi ve çocuk (ailenin en büyük çocuğu) ondan korku
yordu. Babanın katılığını anne yumuşak kalpliliğiyle ödünlü-
yordu; bu yüzden de çocuk hiçbir zaman annesinin eteklerin
82
CARL GUSTAV JUNG
734 Baba uzun, zayıf bir adamdı. Her sabah günlük temiz
liğini yapmak için çıplak bir vaziyette lavabonun karşısına ge
çiyordu. Çocuk bana geceleri çoğu zaman yan odadan gelen
tuhaf sesler yüzünden uyandığını söyledi. Orada boğuşma ben
zeri korkunç şeyler olduğunu düşünüp ürküyordu. Annesi ge
lip onu avutuyor, korkacak bir şey olmadığını söylüyordu.
83
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
84
CARL GUSTAV JUNG
42 [Aslı: Enfantil yaklaşım belli ki enfantil cinsellikten başka bir şey değildir.
Enfantil burcun en uzak olasılıklarına bakacak olursak yaşantım ızın k a
derinin özü itibarıyla cinselliğimizin kaderiyle özdeş olduğunu söylemek
zorunda kalırız. Freud ve okulu kendilerini öncelikle en başta bireyin
cinselliğinin izini sürmeye adadıysa, elbette bu merak uyandırıcı bir san
sasyon yaratmak için değil, bireyin kaderini belirleyen itici güçlere dair
derinlemesine bir öngörü kazanmak içindir. Bu konuda çok fazla şey söy
lemiyor, daha ziyade vakayı anlamaya çalışıyoruz. Çünkü bireysel kaderin
sorunlarını gizleyen örtüyü kaldırdığımızda görüş alanımızı birdenbire
bireyin tarihinden milletlerin tarihine doğru genişletiriz. Öncelikle din
ler tarihine, bütün zamanların ve insanların hayalgücü sistemlerinin ta
rihine bakabiliriz. Eski Ahitin dini, aile büyüklerini insanların korkudan
itaat etmek zorunda oldukları Yahudilerin Yehovasma yükseltti. Patrikler
tanrısallık yolunda bir sıçrama tahtasıydı. Yahudilikteki nevrotik korku,
hâlâ aşırı barbar kalmış insanlarca girişilen kusurlu ya da her halükarda
başarısız yüceltme girişimi, Musa kanununun aşırı sert olmasına, nevro-
tiğin zorlanımlı törenselliğine sebebiyet vermişti.* Sadece peygamberler
kendilerini bundan kurtarabilmişlerdi; onlar için Yehova’yla özdeşleşme,
tam anlamıyla yüceltilme başarılı olmuştu. İnsanların babası olmuşlardı.
Onların kehanetlerini gerçekleştiren İsa, bu Tanrı korkusuna bir son ver
miş ve insanlığa Tanrıyla olan gerçek ilişkinin sevgi olduğunu öğretmiş
ti. Böylelikle (İsa) kanunun törenselliğini ortadan kaldırmış ve Tanrıyla
olan kişisel sevgi ilişkisinin temsili haline gelmişti. Daha sonra Hıristiyan
ekmek ve şarap ayininin kusurlu bir şekilde yüceltilmesi, bir kez daha
sayısız azizle reformcu arasından sadece gerçekten yüceltilmeye muktedir
olanların kurtulabildiği Kilisenin törenselleşmesiyle sonuçlanmıştı. Bu
yüzden modern teolojinin “içsel” ya da “kişisel” tecrübenin özgürleştiri
ci etkisinden bahsetmesi sebepsiz değildir, zira sevginin emeği her daim
korku ve zorlanımı daha yüce, daha özgür bir hisse dönüştürür.
*Aslı: dipnot, Bkz. Freud, Z eitschriftfü r Religiorıspsychologie (1907) [ED İ
TÖRLER],
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
86
CARL GUSTAV JUNG
olarak görülmez.]43
87
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
*Rom a m itolojisinde her insanın içinde var olduğuna inanılan ve görevi o insanı
korum ak olan ruhani varlık -çn.
89
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
90
CARL GUSTAV IUNG
92
CARL GUSTAV JUNG
93
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
94
CARL GUSTAV JUNG
duruyor. Kız onun yanında oldukça ufak kalıyor, adam ona dev
gibi görünüyor. Onu yerden kaldırıp küçük bir çocukmuşçasına
kollarına alıyor. Rüzgar başak tarlalarını yalıyor ve başaklar rüz
garda dalgalanırken o da kızı kollarında sallıyor.
212 Bu ve buna benzer diğer rüyalardan çeşitli şeyler sap
tadım. Her şeyden önce bilinçdışının sarsılmaz biçimde be
nim baba-aşık olduğum düşüncesini sürdürdüğü, bu yüzden
de çözmeye çalıştığımız hayati bağın iki kat daha güçlenmişe
benzediği izlenimini edindim. Dahası bilinçdışının baba-aşığın
doğaüstü, az çok “tanrısal” yapısına özel bir vurgu yaptığını ve
böylece aktarımla oluşan yüceltmeyi daha da güçlendirdiğini
görmemeye çalışmak neredeyse mümkün değildir. Bu yüzden
kendime hastanın aktarımının tamamen fantastik yapısını hâlâ
anlayıp anlamadığını ya da bilinçdışına anlama yoluyla ulaş
manın mümkün olup olamayacağını, bazı saçma canavarların
peşinde gözü kapalı ve aptalca koşmanın gerekli olup olmadığı
nı sordum. Freud’un bilinçdışının “arzulamanın dışında bir şey
yapamayacağı” fikri, Schopenhauer’in kör ve amaçsız İradesi,
kibirden kendini mükemmel sayan ve sınırlılığının körlüğüyle
acınası kusurlu bir şey yaratan Demiurgos—temelde dünyaya
ve ruha ilişkin olumsuz bir altyapının bütün bu kötümser kuş
kuları tehditkar bir şekilde yaklaşmıştı. Ve gerçekten de bütün
fantazmagoriyi sonsuza dek kesecek bir balta darbesiyle pekiş
tirilen iyi niyetli bir “yapmalısın’ın dışında buna karşı çıkacak
hiçbir şey olmayabilirdi.
95
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
96
CARL GUSTAV JUNG
rünür.
97
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
98
CARL GUSTAV JUNG
99
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
daha sınırlı da olsa, tıpkı adamakıllı bir itirafla gün ışığına çı
karılanlara benzeyen içeriklerdir. Geri kalanlarsa genelde rüya
analizinde ortaya çıkar. Rüyaların, önemli noktaları nasıl yavaş
yavaş, en güzel tercihlerle açığa çıkardığını izlemek çoğu zaman
oldukça enteresandır. Bilince eklenen toplam malzeme ufkun
epey genişlemesine, insanı insanlaştırması ve mütevazı kılma
sı hesaplanan derinlemesine bir kendilik bilgisine sebep olur.
Ancak bütün akıllı kimselerce en iyi ve en etkili (şey) olduğu
varsayılan kendilik bilgisinin bile farklı karakterler üzerinde
farklı etkileri vardır. Bu bağlamda uygulamalı analizde çok çar
pıcı keşifler yaparız lâkin bu sorunu bir sonraki bölümde ele
alacağım [burada bu bölüme yer verilmemiştir].
48 Kşz. Flournoy, Des Indes à la plan ète M ars: Étude sur un cas de som n am
bulism e avec glossolalie, Paris, 1900.
100
CARL GUSTAV JUNG
101
IV.
LOGOS VE EROS: SOL52 VE
LUNA53
ZITLIKLARIN KİŞİLEŞTİRİLMESİ:
AYIN DOĞASI
Jung’un eril ve dişil bilince dair sezgisel kavramları
olan Logos ve Erosu simyasal Güneş ve Ay ile eşitleme
çabası kısmen başarılı olmuştur. Burada simyasal Sola
dair “ayırt etme, değerlendirme ve içgörüden” ve simya
sal Luna’ya dairse elbette “ilişki kurma yetisı’nden daha
fazlası söz konusudur. Bu basmakalıp kavramlar en çok
erkeklerle kadınların bilinçdışına, yani karşı cinsin ka
rakterinin karikatürize edilmiş, arketipsel bir biçimde
belirdiği yere uygulandıklarında işe yarar. Jung, bilinci
en çok etkileyen şeyin erkeklerde lunar anima, kadınlar
da ise solar animus olduğunu öne sürer.
224 Tamamen psikolojik sebeplerden ötürü diğer yazılarım
da eril bilinci Logos kavramıyla, dişil bilinci de Eros kavramıyla
eşitlemeye çalıştım. Logos’la ayırt etme, değerlendirme ve içgö-
rüyü, Erosla ise ilişki kurma yetisini anlatmaya çabaladım. Her
iki kavramı da tam anlamıyla ya da etraflıca tanımlanamayan
sezgisel fikirler şeklinde gördüm. Bilimsel bakış açısından bu
üzücüdür ancak bu iki kavram tanımlaması bir o kadar zor bir
tecrübe alanının sınırlarını çizdiği için pratik açıdan değerlere
sahiptir.
52 Güneş -çn.
53 Ay -çn.
103
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
104
CARL GUSTAV JUNG
ZITLIKLARIN KİŞİLEŞTİRİLMESİ
1. Giriş
105
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
106
CARL GUSTAV JUNG
107
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
2. Sol
108
CARL GUSTAV JUNG
109
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
110
CARL GUSTAV JUNG
güneşe benzer bir gizem vardır73. “Bu yüzden Sol”, Dorna göre,
“Tanrıdan sonra ilk gelen, her şeyin babası ve yaratıcısı şeklin
de doğru isimlendirilmiştir74 çünkü varolan her şeyin tohumsal
ve biçimsel erdemi onda gizlidir75”. Bu güce “kükürt” denir76.
Kükürt, en yakın bağları yeryüzündeki güneşle olan sıcak,
şeytani bir yaşam ilkesidir; “merkezi ateş” veya “ignis gehen-
nalis”tir (cehennem ateşi). Bundan dolayı nigredo [karalık] ve
putrefactio [çürüme] ile yani ölümle örtüşen bir Sol niger [kara
Güneş] vardır. Civa gibi simyadaki Sol da değişkendir.
114 Dorn, güneşin mucizevi gücünün “gökyüzünde ve di
ğer göksel cisimlerde olduğu gibi bütün basit elementleri içer
mesinden” kaynakladığını söyler. Sözlerine şöyle devam eder:
“Güneşin özün özü olduğunu ima ederek onun tek bir element
olduğunu söylüyoruz”. Bu görüş “Consilium coniugii” adlı ça
lışmada yer alan çarpıcı bir pasajda açıklanır: “Filozoflar altın
ve gümüşün babasının, toprak ve suyun ya da insanın veya saç,
kan, çözücü madde vb. insanın bir parçasının hayat veren [ani
mal] ilkesi olduğunu iddia etmişlerdi77”. Bunun arkasındaki dü
şünce güneşte olduğu kadar insanlar ve bitkilerde de bulunan
büyüme, iyileşme, büyü ve şaşaanın evrensel gücüne dair ilkel
algının sadece güneşin değil, insanın, bilhassa aydınlatılmış,
mahir insanın da bu evrensel gücün erdemiyle altın üretebil
mesidir78. Dorna (ve de diğer simyacılara) göre altının bilindik
kimyasal yöntemlerle yapılmadığı aşikardır79; bu yüzden altın
111
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
112
CARL GUSTAV JUNG
85 s. 459.
86 “Merkür Cini”.
87 Kşz. Güneşin sağ, ayınsa sol göze tekabül ettiğine dair eski bir düşünce.
(Olympiodorus in Berthelot, Alch. grecs, II, iv, 51.)
88 Tıpkı Ortaçağ doğa filozoflarının güneşi fiziksel dünyanın tanrısı olarak
görmeleri gibi, “dünyanın küçük tanrısı” da bilinçtir.
113
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
89 Bilinç, güneş gibi “dünyanın gözu’dür. (Kşz. Pico della Mirandola, “Dis-
putationes adversus astrologos”, lib. III, cap. X, s. 88r.) Heptaplus adlı ese
rinde (Expositio 7, cap. IV, s. 11 spr/sp) yazar şöyle der: “Platon Güneşe...
Tanrının gözle görünen oğlu dediğine göre bizler neden o görünmez oğ
lun sureti olduğumuzu anlamıyoruz? Ve eğer o her aklı aydınlatan gerçek
ışıksa, onun en sarih sureti de her bedeni aydınlatan suretin ışığı Güneş-
• tir”.
90 Bu düşünce T urbada da karşımıza çıkar (ed. Ruska, s. 130): “Oysa bilge
lerin zehrini güneş ve onun gölgesiyle renklendiren kişi en yüce gizeme
vakıf olmuştur”. * Mylius (Phil. ref., s. 22) şöyle der: “Güneşin gölgesinde
ayın sıcaklığı vardır”
91 “Tractatus aureus”, II. bölüm. Ars chem ica, s. 15.
92 Kşz. Mylius, Phil, ref., s. 19. Burada sol niger [kara güneş) caput corvi [kar
tal başı] ile eşanlamlıdır ve “altının dünyası bizatihi kendi uygun ruhuyla
çözüldüğü” zaman ortaya çıkan nigredo [karanlık] halindeki an im a m e-
dia n atu rayı [anim a m undi veya dünyanın ruhu] imler. Psikolojik açıdan
bu, bilinçdışından gelen bir saldırı yüzünden bilinçli bakış açısının geçici
yok oluşu anlamına gelir. Mylius “antik dönem filozoflarına” kara güneşin
kaynakları şeklinde atıfta bulunur. Benzer bir pasaja 118. sayfada rast
lamak mümkün: “Güneş, doğuşuyla birlikte belirsizleşir. Ve bu kararma
işin başlangıcı, bozulmanın işareti ve elbette karışımın başlangıcıdır”. Bu
nigredo “A raf’ın değişen karanlığı”dır. Ripley (Chym ische Schrifften, s. 51)
şunları ekleyerek bir “kara” güneşten bahseder: “Beyazlıklar içinde Cen
net ışığını yakalamak istiyorsan, karanlığın kapısından geçmelisin”. Kşz.
Turba, s. 145: “nigredo solis’’.
114
CARL GUSTAV JUNG
115
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
96 Dorn, “Spec, phil.”, Theatr. ehem ., I, s. 308. Bunu ilk başta fizyolojik açıdan
vücudun “kükürtleşmesi” için vücuttaki tuzu tebeşire çeviren yıkıcı bir
edim olarak görür. Ancak bu tıbbi gözlem şu yorumla öne sürülür: “İnsan
bozulma tehlikesinde olduğu için kendi maddesi onu nefretle kovalar”.
Bununla ilk günahı ve bu günahtan kaynaklanan bozulmayı kasteder.
97 Sofun tehlikeli özelliğinin, ışınlarının “mıknatıs etkisiyle güneş ve ayın
ışınlarından çekilen” mucizevi su içermesinden kaynaklandığını unut
muyorum.* Bu su, çürütücü bir unsurdur çünkü “doğru düzgün kaynatıl
madan önce ölümcül bir zehirdir”. Mylius, Phil, r e f, s. 314. Bu aqu a p er-
m anens [ab-ı hayat], “kutsal”hğını kükürtten alan uörnp Beiövdur [kutsal
su]. Buna “kükürt suyu” denirdi (tö 0eiov aynı zamanda kükürt anlamına
da gelir) ve civayla aynı şeydir. Homeros’taki O e İ o v ya da Bıjiovün koru
yucu güçlere sahip olduğuna inanılırdı; ona bu yüzden “kutsal” deniliyor
olabilir.
98 Art. aurif., I, s. 58 vd.*
99 Özgün metinde bu cümlenin fiili yoktur: “auri similitudinem profun-
dam”.
116
CARL GUSTAV JUNG
117
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
Principium
Mercurius
Filia
Filius
Soror
Frater
Mater
Pater
Luna
Sol
Filius
Mercurîus
118
CARL GUSTAV JUNG
Pater
Auctor
Diabolus
Filius
Antichristus
Salvator
Spiritus Sanctus
105 Kşz. “Teslis Dogmasına Psikolojik Yaklaşım” adlı çalışmam, par. 243 vd.
Kimileri buna katılmasa da, yukarıdaki şemada görüldüğü üzere İsa’y
la şeytan arasındaki karşıtlık, (Epiphanius’a göre Ebiyonitlerce iki erkek
kardeş arasındaki gibi görülen) içsel bir ilişki olduğunu varsayar. Angelus
Silesius da benzer bir şey hissetmiş olsa gerek:
“Şeytandan bütün erilliği gitseydi,
Tanrının tahtında oturan Şeytanı görürdünüz”.
C herubinischer W andersm ann, I, No. 143 (Kşz. Flitch versiyonu, s. 144).
“Erillik” sözcüğüyle Angelus Silesius, kimliğini Tanrıyla birlikte kabul
etmeyen bütün kendilikler için su götürmez bir biçimde doğru olduğu
üzere “lanetleyen kendilik”i anlatmaya çalışıyor.
lOöMezmurlardaki ve peygamberlerle ilgili düşünce “daireseldir. İncitin son
faslı bile sarmal imgelerden oluşur . . . Gnostik düşüncenin temel özellik
lerinden biri daireselliktir”. (Koepgen, Gnosis des Christentums, s. 149.)
Koepgen, Ephraem Syrus’dan bir örnek verir: “Bedeni ruhla hoşnut et
ama ruhu bedene geri ver ki ayrıldıktan sonra tekrar birleştiklerinde her
ikisi de hoşnut olabilsin” (s. 151). Bir simyacı ouroboros [kendi kuyru
ğunu ısıran yılan sembolü] için aynı şeyi söylemiş olabilir çünkü bu sim
yasal hakikatin ana sembolüdür. Koepgen dogmayı da “dairesel” olarak
tasvir eder: “canlı bir gerçeklik duygusu içinde yuvarlaktır . . . Dogmalar
dini gerçeklikle ilgilenir ve bu daireseldir” (s. 52). “Bizatihi dogmanın
merkezinde yer alan bilmeme ve farkında olmama gerçeği’ ne dikkat çe
ker (s. 51). Bu yorum “yuvarlaklığın” sebebini ya da sebeplerinden birini
119
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
120
CARL GUSTAV JUNG
121
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
122
CARL GUSTAV JUNG
123
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
114 Kşz. “Anima Kavramına Özel Atıfla Arketipler Üzerine”. Psikolojii ve Sim
y a ’da çoğul haldeki bir anima örneğine yer verilir, Par. 58 vd.
115 Her iki arketipe de adı geçen eserde rastlamak mümkün, Bölüm II. Kşz.
ayrıca Aion, 2. ve 3. bölümler. Burada ele alınmayan bir diğer sorunsa
kendiliğin gölgesidir.
116Kşz. Psychologie und A lchem ie [Psikoloji ve Simya], par. 159.
117 Güneş ve ay rüyalarıyla ilgili örneklere Psychologie und A lchem ie’d e [Psi
koloji ve Sim ya] yer verilir, s. 135.
124
CARL GUSTAV JUNG
125
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
126
CARL GUSTAV JUNG
madan bilinç olamaz ve de aynı şekilde bilinç olmadan bilen bir özne ola
maz.
121 Kşz. Rig-Veda, X, 31, 6 (Deussen, Geshichte der P hilosophie, I, 1, s. 140):
“Ve şarkıcının bu sürekli büyüyen şarkısı,
Dünya olmadan önce bir inek oldu orada duran
Tanrılar, bu tanrının rahminde beraber oturan
Aynı batının evlatlıkları”.
V ajasaneyi-sam hita, 34, 3 (Deussen, D ie G eheim lehre des Veda, s. 17):
“Bilinç, düşünce, karar olarak
İnsanın içinde oturan O ölümsüz ışık”.
122 “Tanrının çocuğu ve oğluyum, O da benim
Nasıl olur da her ikimiz ikimizle birleşiriz?” (I, 256)
“Tanrı benim merkezimdir O n u kuşatınca;
Ve benim çevremdir O’nda eriyince”. (111, 148)
“Tanrı, sonsuz ve benim içimde öylesine var ki,
Bir süngercesine bütün denizleri emmişim gibi”. (IV, 156)
“Yumurta tavuktadır, tavuk da yumurtada,
İki parça bir yerdedir ama vardır iki yerde de bir parça”. (IV, 163)
“Tanrı ben olur ve bürünür insanlığıma:
Ben ondan çok önce vardım zira!” (IV, 259)
123 “Çocukken biriktir, çünkü insan giremez Tanrının
bütün çocuklarının olduğu yere: küçücüktür kapısı”.
C herubinischer W andersm ann, I, No. 153.
127
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
İsimsiz
12 Kasım 1957
Sevgili Dr. N„
124 Yunan mitolojisinde kadın kafası olan kanatlı aslan. Söylenceye göre The-
bes’in dışında oturan ve yoldan geçenlere bilmece soran bu yaratık, bil
mecesini çözemeyenleri oracıkta öldürürdü -çn.
129
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
Saygılarımla,
C. G. JUNG
HOUSTON FİLMLERİNDEN
[...]
İlkel koşullarda, tarih öncesi çağlara ait ormanda ilkel insan
ların arasında yaşadığında bu olguyu bildiğini böylece anlarsın.
Bir büyüye tutulur ve sonra beklenmedik bir şey yaparsın. Afri
ka’dayken çoğu kez bu tür durumlara girdim ve sonrasında şaş
tım kaldım. Bir gün Sudan’daydım ve o an hiç farkına varma
dığım çok tehlikeli bir durumdaydım. Bir büyüye tutulmuştum
ve ummadığım bir şey yaptım; bunu ben bulmuş olamazdım.
Arketip bir güçtür. Otonomdur ve sizi aniden ele geçirebilir.
Nöbet gibidir. îlk görüşte aşk bunun gibi bir şeydir. Kendi için-
130
CARL GUSTAV JUNG
4 Temmuz
125 Animayla ilgili bkz. Zwei Schriften ü ber Analytische Psychologie’d en [Ana
litik P sikoloji Üzerine İki D en em e], par. 296 vd.
131
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
132
CARL GUSTAV JUNG
133
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
5 Temmuz
Seansa Junga dün başıma nasıl harika bir şey geldiğini, ani-
mus ilişkisiyle ilgili konuşmasının bazı şeyleri netleştirdiğini ve
böylece çoğu şeyin yerine oturduğunu ve artık çok farklı hisset
tiğimi söyleyerek başladım. Dün animusa dair olumsuz ilişkiyi
ele aldığımızı, ancak aynı zamanda olumlu bir ilişki olması ge
rektiğini söyledim. Elbette olması gerektiğini—fakat analizin
önemli bir kısmının olumsuz noktanın açıklanması olduğunu,
çünkü bunun bilinçdışından farklılaşmanın büyüme noktası ol
duğunu söyleyerek cevap verdi. Bu anlaşılana değin animusun
sesi, içimizdeki Tanrının sesi gibidir; her halükarda ona sanki o
varmış gibi karşılık veririz. Animusun olumsuz yanının farkında
olmadığımızda hâlâ hayvanız, hâlâ doğaya bağlıyız; bu yüzden
de bilinçsiziz ve insandan eksiğiz. Bu noktada aranması gereken
daha yüksek bir bilince ulaşmaya ihtiyacımız var. Sonra yeni bir
diyar keşfederiz. Ve burayı işlemek bizim sorumluluğumuzdur
(“İyilik yapmayı bilip de yapmayan günah işlemiş sayılır”). Ayrı
ca İsa ile Şabat günü0 çalışan adam söylencesinde İsa, adama “Ne
yaptığını biliyorsan ne mutlu sana! Yok, ne yaptığını bilmiyorsan
sana lanet olsun!” demişti. Bilinçliysek artık ahlak yoktur. Bilinçli
değilsek hâlâ köleyizdir ve yasalara uymazsak lanetleniriz. Gizli
kiliseye aitsek, o halde aitizdir ve endişelenmemize gerek yoktur;
134
CARL GUSTAV JUNG
Sonra ona tekil bir animus figürünü sordum. Bana şöyle ya
nıt verdi: “Çoğu ruh gençtir; seçici değildir; bilinçdışında fa
hişedir ve kendini ucuza satar. Hemen açıp solan, sonra tekrar
açan çiçekler gibidir. Diğer ruhlar ağaç yahut palmiye gibi daha
yaşlıdır. Belki de tek bir şeyde bir sürü olabilecek yekpare bir
animusu ararlar ya da aramak zorundadırlar. Ve onu bulduk
larında bu bir elektrik devresinin kapanması gibidir. O zaman
yaşamın anlamını bilirler.
135
VI.
ANİMA
137
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
138
CARL GUSTAV JUNG
139
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
140
CARL GUSTAV JUNG
141
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
142
CARL GUSTAV JUNG
143
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
135 Terapiye dair en önemli sorunlar “Die Beziehungen zwischen dem Ich
und dem Unbewußten” [“Ben ve Bilinçdışı Arasındaki İlişkiler”] ve “Die
Psychologie der Übertragung” [“Aktarım Psikolojisi”] adlı makalemde
incelenmiştir. Animanın mitolojik yönleri için okurun “Zum psycho
logischen Aspekt der Korefıgur” [“Kore’nin Psikolojik Yönleri”] adlı bir
diğer makaleye başvurması gerekir [Kore: Eski Yunan sanatında genç kız
heykellerine verilen ad -çn .].
144
CARL GUSTAV JUNG
ZITLIKLARIN KİŞİLEŞTİRİLMESİ
TUZUN YORUMU VE ANLAMI
Jung’un simya yazıları hermenötik alıştırmalarıdır:
Simyacıların, kimyasal maddelerin doğasıyla ilgilifelsefi
incelemelerinde psikolojik süreçleri maddeye yansıttıkla
rı sezgisine dayanan yorumlardır. Bilinçdışı eril doğanın
büyük bir kısmı, Solun ateşli karakterine katkı sağlayan
sülfür maddesiydi. Ancak erkekte dişil bir karakteri olan
lunar bilinçdışının oluşumundaki kök maddenin, insan
lık tarihi boyunca gözyaşıyla ilişkilendirilen tuz olduğu
ortaya çıkmıştı, fung’un animanın gelişiminde acı hayal
kırıklığı deneyimlerinin önemini anlayışı, Hıristiyanlığın
Bakire Meryem’de vücut bulmuş geleneksel acı ve özveri
vurgusunun ötesinde toprak bilgeliğini kişileştiren Gnos-
tik Bilgeliğin daha deneyimli dişilliğine ulaşır.
330 Lunar ıslaklığının ve karasal doğasının dışında tuzun en
belirgin özellikleri acılığı ve bilgeliğidir. Nasıl ki unsurların ve
niteliklerin çift dörtlüsündeki gibi toprak ve suyun ortak özelli
ği soğukluksa, acılık ve bilgelik de aralarındaki üçüncü bir şeyle
bir çift zıtlık oluşturabilir (Diyagrama bkz.). Her ikisinin ortak
etkeniyse, bu iki fikir ne kadar bağdaşmaz görünse de, psiko
lojik olarak duygu işlevidir. Gözyaşları, keder ve hayalkırıklı-
ğı acıdır ancak bilgelik bütün psişik acılarda tesellidir. Aslında
acı ve bilgelik bir çift alternatif oluşturur: Acının olduğu yerde
bilgelik eksiktir ve bilgeliğin olduğu yerde acı olamaz. Bu can
alıcı alternatifin taşıyıcısı olarak tuz, kadın doğasıyla koordi
ne edilir. Dörtlünün sağ yarısındaki eril solar doğa ne soğuk,
ne bir gölge, ne ağırlık, ne de melankoli vs. bilir çünkü her şey
iyi gittiği sürece kendini mümkün olduğunca yakından bilinçle
özdeşleştirir ve bu çoğunlukla kişinin kendisine dair fikridir.
Bu fikirde gölge genelde eksiktir çünkü öncelikle kimse her
hangi bir aşağı niteliği kabul etmek istemez; İkincisi mantık ak
bir şeye kara denmesini yasaklar. İyi bir erkeğin iyi nitelikleri
vardır ve yalnızca kötü bir erkeğin kötü özellikleri vardır. İtibar
145
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
146
CARL GUSTAV JUNG
Jolande Jacobi’ye
Sevgili Dr. Jacobi,
Bollingen, 26 Ağustos 1943
147
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
En içten selamlarımla,
Saygılarımla, C. G. JUNG
137 Jung yantrayı Altın Çiçeğin Sırrında (The Secret o f the Golden Flower,
orijinal eserin yayım tarihi 1929, çevirisi 1931) ve yine Psychologie und
A lchem ie’d e [Psikoloji ve Sim ya] kitabın başındaki resimli sayfa olarak
yayınlamıştır (Görsel 43’te Tibet boyaması bir flama olarak tasvir edi
lir. Frankfurt’ta Çin Enstitüsündeki bu flama II. Dünya Savaşında yok
olmuştur). Jung bu eseri “Über Mandalasymbolik” ([“Mandala Sem bo
lizmine Dair”], 1950) adıyla yeniden yayınlamıştır (630-638 numaralı
paragraflarda incelenen Görsel 1, D ie Archetypen und d a r kollektive Un
bew ußte).
148
CARL GUSTAV JUNG
RÜYA [23]
149
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
150
CARL GUSTAV JUNG
151
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
152
CARL GUSTAV JUNG
Cevap: Duygu.
Dr. Jung: Evet, hiçbir şey bir kilise orgundan daha etkileyi
ci olamaz. Sana bir Protestan kilisesi hatırlatılınca korkunç bir
sıkıntıyla esniyorsun; ancak müziği duyunca duygulanmaktan
kendini alamıyorsun, heyecanlanıyorsun. Belki (kiliseye) dü
153
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
154
CARL GUSTAV JUNG
155
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
156
CARL GUSTAV JUNG
157
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
145 Atlantis (1919) adlı roman; Jung’un sık sık alıntıladığı bir başka eser. 1920
Mart ayının başları. Bkz. C. G.Jung: Word an d Im age (1979) adlı çalışma
daki mektup: s. 151.
146 W ilhelm in Çince metni incelemesinde (Altın Çiçeğin Sırrı, 1962 baskısı,
s. 14 vd.) ve Jung’un yorumunda (a.g.e., s. 115 vd.; Studien über alchem is-
tische Vorstellungen, par. 57-60) animanın Çince karşılığı p'o sözcüğüdür.
Kwei sözcüğünün “iblis” ya da “ölmüş birinin ruhu” anlamına geldiği söy
lenir. Cary Baynes’ in Wilhelme yazdığı dipnot, terimlerin kullanımını
açıklamaya yöneliktir.
158
CARL GUSTAV JUNG
147 Jung M ysterium Coniunctionis adlı çalışmasında (1955: par. 227) ve Tibet
Ölüler K ita b ın d a ( Tibetan B oo k o f the D ead, 1935: Zur Psychologie west
licher und östlicher Religion, par. 835) bu öyküyü kısaca anlatır. Anatole
France’ın Penguenler A dası romanı için bkz. 23 Ocak, 1929, n. 2.
159
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
160
CARL GUSTAV JUNG
dan on, on iki yaşlarında bir nevi eşcinsel delikanlı olarak ifade
şansı bulmuş olabilir. Bu, sembolik eşcinsellik olurdu. Birtakım
belirgin cinsiyet sapkınlıklarının gelişmemiş bir durumu ifade
ederek sadece sembolik oldukları doğrudur. O halde işaret edi
lebilecek bilinçli bir eşcinsellik teşhiri yoktur; bu yüzden bunun
sembolik eşcinsellik olduğunu ve normal olanın bozukluğu ol
madığını varsayabiliriz. Daha önceki rüyalarında, örneğin oğlan
çocuğu Eros’u çağırdığı ve ona karşı tartışmasız bir sevecenlik
hissettiği ebedi çocuk (puer aeternus) rüyasında bu duygunun
izleri vardır148. Ve yine son seminerimizde gördüğü bir rüyada,
oğlan çocuğu Telesphorosa149 taptığı şu eşzamanlılık olayında
eşcinsel bir şey olup olmadığına dair şüpheye düşmüştü. Hâl
buki bu sadece sembolik, on iki yaşında birinin durumu gibi
özgül bir toyluktu. Bu tür bir zihinsel toyluk çok lokal olabilir;
bu toyluğun özgül bir ifadesini imliyor olabilir ya da erkeğin
hiçbir eşcinsel deneyimi olmamasına rağmen aslında kendisi
nin eşcinsel olduğuna inanmaya muktedir olduğu noktasına
kadar gidebilir. Bana eşcinsel oldukları şikâyetiyle gelen, oysa
onlara “Nasıl oldu? Delikanlılarla bir sorun yaşadın mı?” diye
sorduğumda öfkeyle bir erkeğe dokunmadıkları yanıtını veren
erkekler oldu. “Erkeklerle mi?” “Hayır”. “O halde niye kalkıp
da kendine eşcinsel diyorsun?” Sonra içinde eşcinsellik olan
rüyalar gördüğü için bir hekimin kendisine eşcinsel olduğunu
söylediğini söyledi. Bu, erkeğin bazı yönlerden olgun olmadığı
ve toyluğunun kendisini farklı şekillerde ifade ettiği—ne kadın
larla, ne hayatla, ne de maneviyatla ilgileniyor— anlamına gelir.
Burada söz konusu olan şey de budur: bazı yönlerden kesinlikle
toy oluşu, rüyada ergenliğine geri dönüşüyle açığa çıkıyor. O
halde hangi yönden toy? Nerede bilinçsiz?
161
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
162
VII.
RUH
MASALLARDA RUHUN
FENOMENOLOJÎSİ
Aşağıdaki pasajların konusu olan yaşlı bilge, bütün
arketipler arasında tanınması en kolay olanlardan biri
dir. Öykülerde sık sık malum olgunluğundan ötürü ken
disinden destek alan ve akıl danışan ebedi çocuğun (puer
aeternus) yardımına koşar. Bilgelik, dişiden ziyade eril
bir figür olduğunda yalnızca acı tecrübeyle kazanılan
arketipsel bilgelikten ziyade bilinçdışında var olan birfe
raseti gerekli kılar. Kehanet sistemleri psikede arketipsel
Kendiliğin bir özelliği olan bu her şeyi bilme [omniscien-
ce] melekesinden yararlanırlar. Her rüyada kendiliğin,
her yaşam tecrübesine bir anlam yükleyerek önemli nok
talara parmak basan bu “bilge”yanına rastlamak müm
kündür. Söz konusu içsel rehber kışkırtıcı olabilir. Bu eril
bilgelik kaynağıyla temasa geçen birey, onunla birlikte
tecrit olma, özdeşleşme ve abartıya meyyaldir. Çoğu za
man bu abartı, saçma ve sorumsuz edimlere yol açar.
Jung'un, bir kısmını bu pasajlardan sonra bulabileceğiniz
Merkür’le ilgili makalesi bütün psişik ruhsallığın temel
ikircikliğini vurgulayarak bilinçdışının sıradan herhangi
bir bilge baba düşüncesine son verir.
4 0 1 Ruh tü rü nün m asallarda yaşlı bir adam biçim in d e g ö
rü lm e sıklığı rüyalardakiyle aynıd ır150. K ahram an ne zam an
150 Burada kullanılan masal malzemesi için Bayan H. von Roques ve Dr.
Marie-Louise von Franz’a minnettarım.
163
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
ağzının içinde sanki sıvı bir şey vardır ve önünde uzun, beyaz
sakallı, ufak tefek bir yaşlı adamın ayakta durduğunu, süt şi
şesinin tıpasını değiştirdiğini görür. “Bana içecek bir şey ver”,
diye yalvarır çocuk. “Bugünlük yeterince içtin”, diye karşılık
verir yaşlı adam. “Yolumuz kesişmeseydi, bu kesinlikle son uy
kun olurdu çünkü seni bulduğumda yarı ölüydün”. Yaşlı adam
çocuğa kim olduğunu ve nereye gitmek istediğini sorar. Çocuk
da ona hatırladığı kadarıyla önceki gece dayak yiyişine kadar
başına gelen her şeyi anlatır. “Yavrucuğum”, der adam, “Sen kol
kanat gerenleri ve sevenleri toprağın altında mezarlarında ya
tan diğer çocuklardan daha zengin ya da yoksul değilsin. Artık
geri dönemezsin. Evden kaçtığın için dünyada kendine yeni
bir talih aramalısın. Benim ne bir evim, ne yuvam, ne karım,
ne de çocuğum olduğu için sana bakamam ancak sana bedava
dan çok yararlı öğütler verebilirim”.
151 Finnische und estnische Volksm ärchen, No. 68, s. 208 [“Yetim bir Çocuğun
Talihi Beklenmedik Biçimde Nasıl Döndü”]. [Burada alıntılanan Alman
ca bütün öykü derlemeleri, kaynakçada “Masallar” altında sıralanmıştır;
bkz. Öykülerin başlıkları parantez içinde verilmiş, ancak yayınlanmış ter
cümelerinin yerine dair bir bilgi verilmemiştir -EDİTÖRLER.]
164
CARL GUSTAV JUNG
152 Dağ, hac yolculuğu ve yükselişin amacını temsil eder; bu yüzden çoğu
165
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
166
CARL GUSTAV JUNG
167
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
168
CARL GUSTAV JUNG
408 Yaşlı bilgenin pek çok kez ortaya çıktığı modern bir
rüya serisinde bu yaşlı adam bir keresinde normal boyutlarda
dır ve yüksek kayalıklı duvarlarla çevrili bir çukurun dibinde
belirir. Bir başka sefer de bir dağ başında, alçak taşlı bir böl
menin içindeki küçücük bir figürdür. Aynı m otif Goethe’nin
bir şapkanın içinde yaşayan cüce prenses öyküsünde karşımıza
çıkar165. Bu bağlamda Zosimos’un rüyasındaki166 Anthroparion
yani küçük kurşun adamın yanı sıra madenlerde yaşayan metal
adamları, antikçağın usta parmak adamları, simyacıların cüce
169
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
167 Bir Sibirya masalında (M archen aus Sibirien, no. 13 [“Taş Olan Adam”])
yaşlı adam göğe yükselen beyaz bir şekildir.
168 Hephaestus’un oğullları olan yeraltı tanrıları -çn.
170
CARL GUSTAV JUNG
kritik anlarında her şey çoğu zaman nasıl da ufacık görünen bir
şeye bağlıdır!
MERKÜR CİNİ
1. Kısım
I. Şişedeki Cin
169 Indianerm archen aus Sü dam erika (Güney A m erika’d an K ızılderili m asal
ları), s. 285 [“Dünyanın Sonu ve Ateş Hırsızı”].
170 Indianerm archen aus N ordam erika (Kuzey A m erika’d an K ızılderili m asal
ları), s. 74 [Manabos Öyküleri: “Ateş Hırsızı”].
171 Simyada Merkür kavramının sadece genel bir incelemesini veriyorum,
kesinlikle kapsamlı bir yorumunu vermiyorum. Alıntılanan betimleyici
materyal bu yüzden sadece örnek olarak alınmalıdır ve eksiksizlik gibi bir
iddiası yoktur.
171
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
172
CARL GUSTAV JUNG
172 Ağaçların kişileştirilmesiyle ilgili bkz. Frazer, The M agic Art, II, 9. bölüm.
Ağaçlar aynı zamanda ölülerin ruhlarının mekanıdır ya da yeni doğmuş
çocuğun hayatıyla bir tutulurlar (a.g.e., I, s. 184).
173 Kşz. M utus liber (Sessiz Kitap) adlı kitabın kapağında uyuyanı trompetle
uyandıran bir melek vardır, “Die Psychologie der Übertragung” [“Akta
rım Psikolojisi”], (Görsel 11). Benzer şeye M ichelspacher’in Ç abala, spe-
culum artis et naturae adlı çalışmasında da rastlamak mümkün (Psycho
logie und A lchem ie [Psikoloji ve Sim ya], Görsel 93). Ö n planda üzerinde
bir tapmağın olduğu bir dağın önünde gözleri bağlı bir adam durur. Biraz
daha arkadaysa bir başka adam dağın içindeki bir deliğe giren bir tilkinin
peşinden koşar. “Yardımsever hayvan” tapmağa giden yolu gösterir. Tilki
ya da tavşan rehberlik eden “hilebaz” Merkür’dür.
174 Ağaç sembolüyle ilgili daha fazla malzeme için bkz. aş. “Felsefe Ağacı”,
kısım II.
175 Bu m otif aynı anlamıyla Gnostikler tarafından kullanılmıştır. Kşz. Pek
çok adı olan, bingözlü “Tanrı Sözü” “Hepsinin kökünde gizlidir”. Hippol-
ytus, Elenchos, V, 9, 15.
173
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
174
CARL GUSTAV JUNG
179 “Dicta Belini”de Merkür şu sözleri söyler: “Bütün dünyanın kaynağı olan
ekmek benden yaratılmış ve dünya benim merhametimle oluşmuştur ve
eğer dünya sona ermiyorsa bu, Tanrının armağanı olduğu içindir “ (Dis-
tinctio X X V III, in Theatr. ehem ., V, 1660, s. 87).
175
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
180 Kşz. iustitiae originalis [asli dürüstlük] ve status naturae integrae [doğa
nın aslında iyi olduğu] doktrinleri.
181 Kşz. Vahiy 20: 3: “ve onun üzerini mühürledi”.
182 “Beşincisi Ahenk ve Aşktan/ Eserinle yukardaki Kürenin arasından”. —
Norton’s “Ordinall o f Alchimy”, Theatrum chem icum Britannicum , 6. b ö
lüm, s. 92.
183 D ialogus m iraculorum , İng. çev. Scott ve Bland, I, s. 42, 236.
176
CARL GUSTAV JUNG
177
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
178
CARL GUSTAV JUNG
179
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
186 “Ona bir kerede son vereceği için / Tekrar başlamak zorunda kal
mamalıdır”. —Norton’s “Ordinall o f Alchimy”, Theatr. ehem . Brit., 4. bö
lüm, s. 48.
180
CARL GUSTAV JUNG
X. Özet
284 Merkür’ün çeşitli yönleri şöyle özetlenebilir:
1. M erkür, tam am ı hayal edilebilir karşıtlardan olu
şur. Bu yüzden gayet açık bir biçim de bir ikiliktir ancak
yine de sayısız içsel çelişkilerinin çarpıcı bir biçim de eşit
sayıda birbirinden farklı ve alenen bağım sız figürlere ayrı
labilm esine rağm en bir birlik olarak isim lendirilir.
181
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
tüğü süreçtir.
182
CARL GUSTAV JUNG
şusuna eğlenceli gelse bile birey için fazlasıyla nahoş olan ast
rolojik bileşenlerinin aksine simyasal yansımalar, en yüce ras
yonel inanç ve değerlerimize acı verici bir tezat—ya da daha
ziyade ödünleyici bir ilişki—teşkil eden kolektif içeriği temsil
ederler. Aklın dokunmadan bıraktığı nihai sorulara doğal psi-
kenin tuhaf yanıtlarını verirler. Bütün ilerlemenin ve bizi üzücü
mevcut zamandan kurtaracak bir gelecek inancının aksine il
kel bir şeylere, kalpten inanılan dünyamızı değişen bir görüntü
oyununa benzeten maddenin açık bir biçimde umutsuzca sabit,
sonsuz salınmama işaret ederler. Bize etkin, arzulu yaşamımızın
kurtarıcı amacı olarak inorganik olanın—taş—bir sembolünü,
yaşamayan, sadece var olan ya da “olan” bir şeyi, karşıtların
sınırsız ve akıl sır ermez bir oyununun edilgen öznesini gös
terirler. “Can”, rasyonel aklın o bedensiz soyutlaması ve “ruh”,
kupkuru felsefe diyalektiğinin o iki boyutlu metaforu simyasal
yansımada somut, soluk bedenler gibi neredeyse fiziksel, plas
tik bir biçimde ortaya çıkar ve rasyonel bilincimizin tamam
layıcı parçaları olma işlevini üstlenmeyi reddeder. Ruhsuz bir
psikoloji umudu insanı hiçbir yere götürmez ve bilinçdışının
daha yeni keşfedildiği yanılgısı ortadan kaybolur: İtiraf etmek
gerekirse (bilinçdışı) biraz tuhaf bir biçimde yaklaşık iki bin yıl
dır bilinmektedir. Öyleyse kendimizi kandırmayalım: Nasıl ki
karakterin parçalarını zamanın astronomik belirleyicilerinden
ayıramazsak, hükmedilmez ve ele avuca sığmaz Merkür’ü de
maddenin otonomisinden ayıramayız. Yansıtma-taşıyıcısından
bir şeyler her daim yansımaya yapışır ve biz onu bilincimize,
psişik olarak bildiğimiz kısma bir noktaya kadar entegre etmeyi
başarsak bile onunla birlikte kozmosa ve onun maddilliğine ait
bir şeyi de entegre edeceğiz ya da kozmos bizden sonsuz bir bi
çimde büyük olduğundan daha ziyade onun inorganik tarafın
dan özümsenmiş olacağız. “Kendinizi canlı felsefe taşlarına dö
nüştürün!” diye bağırırdı bir simyacı, ancak taşın nasıl sonsuz
bir biçimde yavaş bir şekilde “oluştuğunu” bilmezdi. Simyanın
yansımalarından çıkan “doğal ışık”ı düşünen herkes elbette ese
rin istediği “sonsuz meditasyonun yoruculuğundan bahseden
183
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
184
CARL GUSTAV JUNG
185
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
194 [Kşz. A ion, “Christus, ein Symbol des Selbst” <“tsa, Bir Kendilik Sembo
lü’^ -EDİTÖRLER.]
186
CARL GUSTAV JUNG
187
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
188
CARL GUSTAV JUNG
195 Eski Ahite bağlı olup İbranice metinleri bulunmadığı için Kitabı Mukad-
des’in metnine herkesçe dahil edilmeyen ve bazı kiliselerce mukaddes
kabul edilen birtakım kitaplar -çn.
196 Ruhani A lıştırm alar, s. 75 vd.
189
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
190
CARL GUSTAV JUNG
198 Latincede yerin altından gelen tehlikeli koku anlamındaki nıephitis söz
cüğünden -çn.
191
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
192
İ
CARL GUSTAV JUNG
de “bütün ışıkları aşan ışık”, lux moderna [yeni ışık] ondan çıkar
çünkü felsefe taşı maddede gizlenen ışık figüründen başka bir
şey değildir201. Aziz Augustinus’un I. Selaniklilerden (5:5) yap
tığı alıntı bu bağlamdadır: “Hepiniz ışık çocukları, gün çocuk
larısınız. Bağlılığımız ne geceyedir, ne de karanlığa”. Ve bilginin
iki biçimi arasında cognitio vespertina [gecenin bilgisi] ve cogni-
tio matutina [gündüzün bilgisi] olarak ayrım yapar; ilki scientia
creaturae’nin [yaratılanların bilgisine], İkincisiyse scientia Crea-
toris’in [yaratıcının bilgisine] tekabül eder202. Eğer bilgiyi bilinçle
bir tutarsak Augustinus’un düşüncesi sadece insan ve doğa bilin
cinin gece gibi yavaş yavaş karardığını akıllara getirir. Ancak na
sıl ki gece sabahı doğuruyorsa, karanlıktan da yeni bir ışık, aynı
anda hem gecenin, hem de sabahın yıldızı—Lucifer, ışık taşıyıcı
sı—olan stella matutina doğar.
Ve utançla
Güç kalbimizden sökülür
Zira her göksel varlık bir kurban ister
Esirgenince de
Olmaz hiç iyi şeyler
194
CARL GUSTAV JUNG
rız. ... Üçüncü çıkışta Tanrıya yükseliriz” (Migne, P.L., cilt 40, kol. 817).
“Yüsek kalp” (cor altu m ; “derin kalp” de denir) dörde bölünmüş mandala,
im ago D ei (Tanrının imgesi) yahut kendiliktir. L iber d e Spiritu et A nim a
Augustinus geleneğinin temelidir. Bizatihi Augustinus şöyle der (D e vera
religione LXXII, Migne, P.L., cilt 34, kol. 154): “ Dışarı değil, içinize yöne
lin; hakikatin evi içimizdeki insandır. Ve mizacın gereği değişken oldu
ğunu öğrenirsen, kendini aş. Ancak kendini akıl yürüten bir ruh olarak
aşman gerektiğini unutma”.
208 Güneş batınca akşam çöker. Güneş yani Tanrının varlığı olan adaletin
ışığı insan için batmıştır.—E narrationes in Ps. XXIX, II, 16 (I, s. 308). Bu
sözler Mezmurlar’d aki “Gözyaşlarınız belki bir gece akar, ama sabah se
vinç doğar” ayetine göndermedir [30: 5 (A.V.)]
209 Tanrının Şehri, X I, viii.
210 İtiraflar, 289.
195
MASKÜLEN: ERİLLİĞİN FARKLI YÜZLERİ
211 Enarrationes in Ps. CIII, Sermo III, 21 (Migne, P.L., cilt 37, kol. 1374).
196
Pinhan Psikoloji Serisi
CARL GUSTAV JUNG
Rüyalar
Yazar, psikiyatrisi, eğitimci, ressam ve bir de seyyah olan Cari Gus-
tav Jung, rüyalar hakkmdaki fikirlerini bu derlemede toplamıştır.
Gizemcilik, din, kültür, semboller gibi ana temaları kendine özgü ve
maharetli anlatım tekniğiyle okuyucuya sunmuştur. Rüyaları fîlmsel
özellikleriyle teşhis etmiş, ayrıca sadece şahsi planda söz konusu olan
«kişisel rüyalar» ile hepimizin tecrübe ettiği ve kolektif bilinçdışı-
nın ürünü olan “büyük rüyalar” arasında ayrım yapmıştır. Yirminci
yüzyılın en etkin figürlerinden biri olarak Jung, Rüyalar adlı eseriyle
kendi ürettiği sıradışı kavramlara anlaşılır tarzda bir giriş yapmakla
kalmamış, bunun yanında toplu eserlerinin nitelikli okunması için de
en ideal yöntemi sunmuştur.
(Yakında Çıkacak)
DONALD W. WINNICOTT
Bebekler ve Anneleri
Bu eserde Winnicott, bebekler ve anneler arasındaki ilişki ve bebeğin
doğum esnasında ve hemen sonrasında vuku bulan psikolojik süreç
hakkında geliştirdiği düşüncelerini ilk kez bir araya toplar. Doğrudan
yaklaşım tarzıyla her bebeğin asgari ihtiyacı olan emzirilmeyi, ilk di
yalog ve “rüya için malzeme” olarak ele alır. Öte yandan psikanaliz ve
ebelik, kişiliğin ilk işaretleri ve sözsüz iletişimin doğası üzerine tartı
şır. Kısacası bu eser, bütün ebeveynler, ebeveyn adayları ve bebeklerle
ilgili inceleme ve gözlem yapan herkesi ilgilendiren bir çalışma.
DONALD W. WINNICOTT
Başlangıç Noktamız Ev
Britanya’nın belki de en yetenekli ve en yaratıcı psikanalisti olan Win-
nicott, bu eserinde çocukların zihinlerine ve zihin yapılarına dair
edindiğimiz bilgileri kökünden değiştirecek söylemler geliştiriyor.
Daha önce yayınlanmamış konuşmalarından ve zor ulaşılan gazete
ve dergi makalelerinden derlenmiş bu eser, “Sağlıklı Birey Kavramı”,
“Depresyonun Değeri”, “Umut Belirtisi Olarak Çocuk Suçluluğu” gibi
başlıkları işliyor. Winnicott ayrıca “savaşTözgürlük” “demokrasi” ve
“feminizm” hakkmdaki düşünceleriyle gelişen kişiliğin hem aileyle
hem de toplumla etkileşimlerine değiniyor. Anna Freud’dan Melanie
Klein’a ve Heinz Kohut’a kadar fikirleri birçok ünlü psikanalisti etkile
miş olan Winnicott bu eseriyle, profesyonel sahanın ötesine geçmeyi
başarmış ve dile getirdiği etkili gözlem ve tespitler sayesinde sadece
eğitimcilerin değil anne-babaların da yakından takip ettiği bir psika
nalist olmuştur.
DONALD W. WINNICOTT
Çocuk Aile ve Dış Dünya
W innicott bu eserinde, anne ve bebek arasındaki sevgi bağıyla baş
layan çocukluk döneminin temel ilişkilerini araştırır. Yazar için bu
ilişkiler kişiliğin gelişimi adına son derece önemlidir. Ağdalı ve resmi
bir anlatıma girmeden, sohbet rahatlığında; beslenme, ağlama, oyun,
bağımsızlık ve utanma gibi günlük meseleleri açıklar. Bunun yanın
da çalma ve yalan söyleme gibi ciddi sorunlara da eğilir. Winnicott,
ebeveynlerin doğuştan gelen yeteneklerine vurgu yapar, ayrıca bu ye
tenekleri öğrenilmesi gereken kabiliyetlerden özellikle ayırır. Karak
teristik zeka ve içgörü üzerinden, saldırganlığın, bağımlılık korkusu
ile bunların yetişkinlikte neden olacağı talihsiz sonuçların ve çocuğun
içindeki ahlakiliğin köklerini ortaya çıkarır.
RONALD DAVID LAING
Bölünmüş Benlik
Laing, bu ilk ve klasikleşmiş kitabında, otoriter, damgalayıcı psikiyat
rinin toplumsal baskıyla el ele vererek insanlara dayattığı “trajedi”-
ye varoluşsal fenomenolojik çerçeveden bakılmasını öneriyor. Yazar,
“ruhen rahatsız” kategorisine sorgusuz, alelacele sokulan insanların
gerçekte varoluşsal bir kriz yaşadıklarını, Sartre, Heidegger, Kierke-
gaard gibi felsefeciler yoluyla anlaşılabileceklerini gösteriyor. Uyum,
itaat ve rekabetin normal olmanın koşulları olarak dayatıldığı bir
dünyada kendi özgür seçimlerini uygulayacak yer bulamayan birey,
diğer insanlarla ilişkilerinde bir sahte-benlikle hareket etmeye, iç
sel bir benlik geliştirmeye koyulur. Tehlikeli ve acımasız gerçekliğin
erişemediği bu içsel benlik, imkânsız bir amacın, sakat bir projenin
peşinden koşar: Bedenle bağını olabildiğince aza indirgemeye çalı
şır. Bölünmüş Benlik, incinmiş, hırpalanmış, henüz baş edememiş,
atlatamamışların, “iyi çocuk»luktan “kötü çocuk»luğa düşmüşlerin
hikâyesini dürüst bir çağrıyla, eleştiri-özeleştiri gerekliliğiyle sunuyor.
JOHN BOWLBY
Bağlanma
(Bağlanma ve Kaybetme -1)
Alanındaki temel çalışmalardan biri olan Bağlanma ve Kaybetme
üçlemesinin ilk cildi Bağlanm a, bağlanma ilişkilerinin nasıl kurul
duğunu anlatır ve çocuğun anneye olan bağlarının doğasını inceler.
Bowlby, çocuklar üzerine yapılan deneysel çalışmaların ve bunlar
dan gelen verileri onaylayan biyolojik buluşların nasıl bazı davranış
kalıplarını ortaya çıkardığını gösterir. Ona göre bağlanma davranışı,
hayatta kalma mücadelesinde yırtıcılara karşı korunmak için ortaya
çıkan, beslenme ve üreme kadar önemli olan içgüdüsel bir tepkidir.
Çalışmasına içgüdüsel davranış, nedenleri, işlevleri ve ontogeni tar
tışmalarıyla başlayan Bowlby, bağlanma davranışının nasıl geliştiği,
nasıl idare edildiği, ne işlevi olduğuna dair kuramsal bir tablo verme
ye çalışır. Bu cildin ilk basımından sonraki on beş senelik süreçte hem
kuramsal hem ampirik birçok gelişmeye ithafen ikinci baskıya iki yeni
bölüm eklenmiş, ve diğer bölümler gözden geçirilmiştir.
JOHN BOWLBY
Ayrılma
(Bağlanma ve Kaybetme - 2)
Bağlanma ve Kaybetme üçlemesinin ikinci cildi olan Ayrılma, ayrı
lık yaşantısı ve ona eşlik eden kaygı duygusunu, ebeveynlerin çocu
ğu terk etmekle tehdit etmesinin yarattığı korkuyu ve ebeveyn-çocuk
ilişkisini tersine çeviren durumları ele alması bakımından alanındaki
temel eserlerden biridir. Bowlby bu ciltte korkuya yol açan durumları
tekrar inceler ve bunları hayvanların gözlemlenmesinden elde edilen
bulgularla karşılaştırır. Korkunun, ani hareket, karanlık ve ayrılık gibi
belli başlı durumlarda ortaya çıktığı sonucuna varır ve aslında zarar
sız sayılabilecek bu durumların tehlike riskinin arttığına işaret ettiğini
söyler. Bovvlby’nin eseri psikanalitik teoriye katkısı ve bu alanda bir
eksik olarak nitelendirilebilecek biyolojik perspektifi kullanması ba
kımından literatürde önemli bir yer tutar.
(Yakında Çıkacak)
MELANIE KLEIN
Çocuk Psikanalizi
1920’li yıllarda psikanalistlerin çoğu küçük çocukların psikanalitik
metot için yeterli ve hazır olmadıklarını savunuyorlardı. Melanie Kle
in, bu görüşü reddetti ve çocuklara uygulanan metodu yeniden dü
zenledi. 1932 yılında ise bu eseri yayınladı. Çocuk Psikanalizi, çocuk
analizindeki devrimci tavrıyla artık alanında bir klasik olarak kabul
görür. Kleinın kendi tasarladığı özel teknikleri metin içinde ayrıntılı
bir şekilde sunması esere ayrıca öncülük ve orijinallik katar. Psikana
liz uğraşını çocukluğun erken dönemlerine kadar götüren Klein, sa
dece genç çocukların tedavisine katkı yapmakla sınırlı kalmaz, ayrıca
çocukluğun kişiliğin gelişimindeki etkisine ve yetişkinlerde görülen
nevroz ve psikozlara dair yeni perspektifler açar.