Professional Documents
Culture Documents
ÖZEL SAVAŞ
TERÖR VE
KONTRGERİLLA
t ü m z a m a n l a r y a y ı n c ı l ı k
İçindekiler
ÖNSÖZ......................................................................................................................... 9
SUNUŞ ........................................................................................................................ 11
Birinci Bölüm
GLADIO, KONTRGERİLLA, DEV-KURT VE ÖTESİ ............................................ 19
Bölüm İçi Ek: Türk Gladio’su Özel Harp Dairesi'dir ................................................. 21
İkinci Bölüm
GLADIO TARTIŞMASININ TÜRKİYE BOYUTU ................................................. 43
Üçüncü Bölüm
KARANLIKTAN AYDINLIĞA ................................................................................ 81
Dördüncü Bölüm
GİZLİ NATO ÖRGÜTÜ VE TERÖR ........................................................................ 95
Beşinci Bölüm
KONTRGERİLLA GERÇEĞİ .................................................................................... 111
Bölüm-İçi Ek: Ansiklopedik Bilgi .............................................................................. 120
Altıncı Bölüm
POLİTİK ‘İSTİKRAR HAREKÂTI’ .......................................................................... 127
Yedinci Bölüm
SONUCA DOĞRU ..................................................................................................... 145
ÖNSÖZ
Batı ile Doğu blokları arasındaki duvarlar yıkıldı; nükleer çatışma korkusu aşıldı; Sovyetler
Birliği artık yok. SSCB dağıldı.
Komünist partilerinin tekelleri, yerini çok partili siyasal rejimlere bıraktı. MOSKOVA ile
WASHINGTON tam bir işbirliği içindedir. Soğuk Savaş'ı kazanan ABD oldu.
Ya öteki yüzü?
Öteki yüzü, Doğu ve Batı bloklarının bütünleşmesinden sonra daha çarpıcı biçimde ortaya
çıkıyor; "Zengin Kuzey" ile "Yoksul Güney" çelişkisinin derinliğinden kaynaklanıyor. Öyle
görünüyor ki savaş, iç savaş, darbe, ayaklanma, dikta, terör gibi yöntemleri "Zenginler
Kulübü" yoksullara bırakmaktadır. Evet, serbest piyasa ekonomisi olacak ama yeryüzündeki
stratejik maddelerin denetimini ve fiyatını, yeryüzünü ahtapot gibi saran tekeller saptayacak;
petrol kaynakları neredeyse Amerika da oradadır; SUUDİ ARABİSTAN'dadır,
KUVEYT'tedir, TÜRKİYE'nin Güneydoğu'sundadır; "küresel" serbest piyasa ekonomisinin
egemenleri, ülkelerin sınırlarını paspas gibi çiğneyen uluslararası tekellerdir. Bilimsel
Teknolojik Devrimin olağanüstü gücünü de seferber eden kapitalizm, gezegenimizde yaşayan
dört milyar yoksulun üstüne yeni düzenini cuk oturtmaya çabalamaktadır.
TÜRKİYE gibi, jeopolitik açıdan iki arada bir derede yaşayan toplumlar için "ikiyüzlü yeni
düzenin" Anadolu'ya taşıyacağı olasılıklar nelerdir? Kafkasya kaynıyor; Balkanlar
fokurduyor. Ortadoğu gezegenimizin en sıcak bölgesidir; ilan edilmiş ya da edilmemiş
savaşlar sürüyor; Anadolu'nun Güneydoğu bölgesinde “Olağanüstü Hal” geçerlidir; büyük
kentlerde terör, yaşamın bir parçasına dönüşüyor. Silah seslerinin kulağımızın dibinde
yoğunlaştığı bu süreçte, çok partili rejim evrensel demokrasinin gerçeklerini içeren sürekli bir
hayat biçimine dönüşebilecek mi?
Hele devlet içinde devlet çekirdeği taşımak eğilimi gösteren örgütler gün ışığına çıkarılıp
irdelenmeden; demokrasiye geçtik diyemeyiz. Yeryüzünün en sıcak bölgesinde, Amerika'nın
elinin altındaki bir ülkede aydınların birincil görevlerinden biri de " devlet içindeki devlet" in"
teşrih"ini yapmaktır. Çarpıcı örnekleriyle soralım: YUNANİSTAN'da Cunta Generalleri
yargılanabiliyor. İTALYA'da NATO'nun gizli örgütü Gladio'nun ipliği pazara çıkarılabiliyor.
TÜRKİYE'de her şey neden gizli kapaklı? Geçmişte yaşananların üzerine örülen karanlık şal
kaldırılmadan, geleceğimizi aydınlık görmek olanakları ne ölçüde geçerlidir?
Talat TURHAN, uzun bir süreden beri çok yakın geçmişin olayları üzerinden bir karanlık şalı
kaldırmaya çalışıyor.
Belgeli, örnekli, şemalı, planlı, olaylı, tarihli, somut kanıtlarla süregelen bu çabanın çok satışlı
gazetelerimizde gerekli yankılan yarattığı söylenemez. Türk basını, olayların üstüne gitme
cesaretini yeterince gösteremiyor; Batı'da olsa, bu konular hallaç pamuğu gibi atılır; gazeteler
ve gazeteciler tarafından didik didik edilirdi.
İlhan SELÇUK
SUNUŞ
1990'lı yıllara kadar dondurulan bu sorun, İTALYA'da Gladio Skandalı patlak verince, tüm
NATO ve hatta Avrupa ülkelerine yansıdı. Batı'da başlangıçta "Süper NATO" vb. kod
adlarıyla anılan Gladio örgütünün ülkemizdeki koşutunun varlığı yeniden gündeme geldi. Bu
evrede bir yıl süreyle yerli ve yabancı basın mensuplarına demeçler verdim. Bazı illerde
söyleşiler yapıp gerçeğin aydınlanmasına katkıda bulunmaya çalıştan. Bu yapıt, çabalarımın
daha derli toplu olarak, geniş bir okuyucu kitlesine ulaşma özleminin yanında, TBMM'yi
harekete geçirmek için kaleme alınmıştır. Nitekim 1990 yılında SHP ve DYP'liler tarafından
desteklenen Kontrgerilla önergesi, ANAP'ın engellemesiyle 1991 yılı ARALIK ayına
bırakılmıştı. Oysa önergeyi veren partiler bugün iktidardadırlar. Özellikle Güneydoğu
Anadolu'daki kuşkulu eylemlerin, Kontrgerilla tarafından yönlendirildiğine ilişkin haberler
basınımızda yer almaktadır.
Ülkemizde yetkili kişiler zaman zaman "Devlet Üzerinde Devlet"in varlığından söz etmek
gereksinimi duyarlar. Ama "Karanlık Güçler" bildikleri gibi eylemlerini sürdürmeye devam
ederler ve gerektiğinde emperyalist devletlerin buyrukları doğrultusunda demokrasi askıya
alındığında, boyun eğmeyi yeğlerler.
Tanımımız doğru ise "Devlet Üzerinde Devlet" veya "Karanlık Güçler" gibi soyut kavramları
somutlaştırmamız gerekecektir. Yapıtın bir amacı da böyle bir savın gerçekleşmesine katkıda
bulunmaktır. TBMM denetimi dışında tutulan, denetimden kaçan, yasal yetkilerini kötüye
kullanan legal, yarı legal, militer, paramiliter sivil her türlü istihbarat ve güvenlik örgütü
"Karanlık Güçler" sayılmalıdır.
Aslında tüm dünyada bu tür kuruluşların, örgütlenme biçimi, yapısı ve gelenekleri gereği,
zaman zaman denetimden kaçıp Anayasa ve yasaları hiçe sayarak eylemlere giriştikleri
bilinen bir gerçektir. Demokrasi geleneği oluşmuş ülkelerde böyle bir durum saptanıldığında,
parlamenter denetim işletilip bu tür örgütlerden hesap sorulup yasal çizgiye alınmalarına
karşın, bizde bu tür örgütler bugüne kadar denetlenebilmiş değildir. Dış bağıntıları bilindiği
halde. Kontrgerilla da anılan güçlerden biri olmasına karşın, Genelkurmay bu konudaki
gerçeği yadsımaya devam etmektedir (5).
SHP ADIYAMAN Milletvekili Sayın Mahmut KILIÇ'ın konuya ilişkin yorumu LİCE
Kaymakamı'nı doğrulayıcı nitelikte görünmektedir: "Özel Harp Dairesi'nin adamları
ANKARA'dan kalkıp DİYARBAKIR'da, ADIYAMAN'da bu işi yapmıyorlar. Jandarması
yapıyor, polisi yapıyor, sivil giysili memuru yapıyor" (7).
TBMM'ye bu konuda verilen beş raporda da varılan sonuç aynıdır: "Askeri otorite sivil
otoriteyi dinlemiyor"(8). Özel Harp Dairesi (ÖHD)'nin Yerüstü Birlikleri'nin Komando
birliklerinden oluştuğu talimnamelerde yazılıdır. Bunun yanında muvazzaf subay,
astsubaylardan oluşan Özel Tim ile sivillerden Vatanseverlerden (!), oluşan yeraltı örgütünün
varlığı, 3 ARALIK 1990 günü basın mensuplarına verilen Brifingle Genelkurmay
yetkililerince açıklanmış bulunmaktadır.(9)
Önümüzde tüm ağırlığıyla duran sorun ÖHD'nin görevlerini iktidarın programı doğrultusunda
ve denetim içinde yapıp yapmadığının saptanılmasıdır.
Ziverbey Köşkü'nden söz etmek durumundayım. Çünkü Genelkurmay Brifinginde Gn. Kur.
Hrk. Bşk. Sayın Korg. Doğan BAYAZIT, "Ö.H.D'nin Ziverbey Köşkünde kullanılmadığını
büyük bir ferahlıkla söylüyoruz" (11) demiştir. Sayın Generalle ne yazık ki aynı kariyerden
geliyoruz ve işkence gören bizleriz. Devlet 1973 yılından bu yana öne sürdüğümüz savları
hasıraltı etmeseydi bu konudaki gerçek aydınlanabilirdi. Oysa bugün bu şekilde konuşanlar
Faik TÜRÜN'lerle koşut duruma düşerler(12).
Yıllardan beri tüm yazı ve yapıtlarımla Savunmamda yinelediğim gibi, Kontrgerilla Örgütü
deyimi, ilk kez 12 MART sonrasında Ziverbey Köşkü'nün işkencecileri tarafından
kullanılmıştır. İşkenceciler, kurbanlarına, kendilerinin böyle bir örgütün üyesi olduklarını
söylüyorlardı. Bu konudaki gerçeğin açıklığa çıkarılması için yaptığım tüm yasal başvurular
ve girişimler bugüne kadar yanıtsız bırakıldı. Bu nedenle sorumluları şimdiden tarihin sanık
sandalyesine oturttuğuma inanıyorum.
Gerçekçi yanıtı biz verelim: Bu hesabı tarih soracaktır. İşkencecilerin soyundan gelecek
kuşakların onların soyadlarını taşımaktan utanç duyup, değiştireceklerine inanıyorum.
Gladio tartışmasının sürdüğü bir dönemde bu konudaki kanımı, "Türk Gladio'su Özel Harp
Dairesi'dir" (17) şeklinde açıkladım.
Elinizdeki yapıtla, günümüze kadar süregelen kavram kargaşasına son vereceğimi, terim
cambazlığına sığınarak tartışmadan kaçanları susturacağımı ve sorunu TBMM gündemine
yeniden getirerek, demokrasiye katkıda bulunacağımı umuyorum. Bunu başarabilirsem
demokrasinin geleceği adına umutlu olacağım.
Özel Savaş Dairesi'nin, Vatansever (!) sivillerden oluşan Yeraltı Örgütü'nü kamuoyu
"Kontrgerilla Örgütü" olarak adlandırmaktadır. Aslında Kontrgerilla, Gayrinizamî Harp'in bir
bölümü olup, bir yöntemi tanımlamaktadır. İlgililer bu nedenle kavram kargaşasının ardına
sığınıp gerçekleri yadsıma yolunu seçmektedirler.
Aynı konuda değişik söyleşileri içeren bir yapıtta tekrarların biraz daha fazla olması doğal
olmasına karşın, tekrarlan elimden geldiğince önlemeye çalıştım. Beni bağışlayacağınızı umut
ederek saygılar sunuyorum.
İtalya'da kuşkulu tüm terör ve cinayet olaylarının ardındaki gücün CIA tarafından
örgütlenmiş Gladio kod adlı Yeraltı Örgütü olduğu savcı Felice Casson tarafından
ortaya çıkarılınca, skandala dönüşen olay tüm NATO ülkeleri ile bazı Avrupa
ülkelerine yansıdı. Bu nedenle 1990 yılının Kasım ve Aralık aylarında manşetlerde
kaldı.
Gerçekte 1990 yılında, henüz Gladio olayı patlak vermeden bir kaç ay önce de,
Özel Harp Dairesi’ne ilişkin görüşlerim yayınlanmıştı. Geçen zaman beni
doğruluyordu. Sayın Tahir Aka yazılarında bu gerçeği vurguluyordu (8).
Bu dönemde bir gazete "Yerli Gladio Kontrgerilla"(10) başlıklı bir haber yayınladı.
Aynı gazetede ertesi gün benimle yapılan söyleşi yayınlandı. Konuya açıklık getirmek
için, Rafet Ballı'nın yaptığı ve 16 Kasıml990 tarihli Milliyet gazetesinde yayınlanan
söyleşiyi Bölüm - İçi Ek olarak bütünüyle yineliyorum.
Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan İtalya 'da Gladio adıyla ortaya çıkarılan gizli
NATO örgütünün Türkiye'deki adının "Özel Harp Dairesi" olduğunu ileri sürdü. Talat
Turhan'a göre, örgüt Türkiye'nin NATO'ya girmesinden sonra Seferberlik Tetkik
Kurulu adıyla kuruldu ve sonradan Özel Harp Dairesi adını aldı. 20 yıldır terör ve
istihbarat konularında yaptığı çalışmalar ve kitaplarıyla tanınan Turhan resmi
talimnamesine göre sabotajdan adam öldürmeye kadar her türlü kanunsuz iş yapma
"hakkı" tanınan örgütün, bu faaliyetlerinden dolayı kanunlara bağlı olmadığını iddia
etti. Emekli Kurmay Yarbay Turhan, gerçeklerin ortaya çıkması için MİT ve Özel Harp
Dairesi'nin bir parlamento komisyonu tarafından denetlenmesini de istedi.
Soru: "Türkiye'de de İtalya'daki gibi gizli bir NATO örgütü var mı?"
Turhan: "Benim kanıma göre ki yaklaşık 20 yıldan beri iddiam da budur tüm NATO
ülkelerinde ve tabii Türkiye'de bu örgüt vardır. Her ülkede adı farklıdır, işte İtalya’da
Gladio'dur, Fransa'da Rüzgâr Gülü'dür, falan. Tabii bunlar maske adlardır. Türkiye'de
ise Özel Harp Dairesi'dir."
Soru: "Özel Harp Dairesi'nin gerçekte Kontrgerilla olduğu hep söylenegelmiştir. Siz
ne diyorsunuz?"
Turhan: "Türkiye'de Kontrgerilla lafı ilk kez, 22 Mart'tan sonra İstanbul Erenköy 'deki
köşkte, baskı görenlere karşı kullanıldı."
Soru: "Meşhur Ziverbey Köşkü'nden siz de geçtiniz. Siz de bu sözü duydunuz mu?"
Turhan: "Evet. Standart, herkese olduğu gibi bana da söylendi. 'Burası Kontrgerilla
örgütü. Biz uyumuyoruz. Şu andan itibaren bizim esirimizsiniz.' Evet, 'esir' dediler.
Çünkü bu örgütün talimnamesinde 'esir' tabiri kullanılır. 'Burada Anayasa, kanun,
nizam geçmez. Ne söylersek, onu yapacaksınız; Aynen böyle. Görevliler bunu boşa
kullanmadılar. O dönemde söz konusu ilerici örgütler, 'ikinci Kurtuluş Savaşı
veriyoruz' diyorlardı ya görevlilerin mantığına göre, Kurtuluş Savaşı verenler gerilla
idi. Kendilerine de, bunları bastıran güç saydıkları için, Kontrgerilla dediler. Gerçekte
eski adı Seferberlik Tetkik Kurulu, bugünkü adı Özel Harp Dairesi olan kuruluşun
kullandığı yöntemin adıdır Kontrgerilla, Örgüt'ün değil, yöntemin adıdır. Onun
mantığı, 'Gerilla hiçbir kanun, nizam dinlemiyor. Her türlü yönteme başvuruyor.
Öyleyse, ben de onu bastırmak için her türlü yönteme başvurmalıyım' şeklindeydi.
Onun için her türlü sorgulamayı meşru görüyorlardı."
Turhan: "Şimdi bakınız, Kontrgerilla lafını ilk kez Erenköy görevlilerinin çıkarttığını
söyledim. Onlar gerçekten Özel Harp Dairesi'nin adamları mıydı? Bu sorunun kesin
yanıtı henüz verilmiş değil. Yalnız, eskiden beri bir iddiam var: Bir örgüt, eğer kendini
temize çıkarmak isterse, adına yasadışı kirli iş yapanlardan hesap sorar. Bakıyoruz,
Erenköy görevlileri hâlâ etkinliğini sürdürüyor. Devletin ya da Özel Harp Dairesi'nin,
kendi adına iş yapmamışlarsa, bunlardan hesap sorması gerekirdi."
Amacı Neydi?
Turhan: "Özel Harp Dairesi bir düşman istilasına karşı memleketi korumak ve milli
direnişi örgütlemek, yardımcı olmak amacıyla kuruldu. Bir örgütün kuruluş amacı
kutsal olabilir. Ama devlet adına yeraltı örgütü kurarsanız, o sizin elinizden kayar ve
yeraltı’nın her türlü pisliğine bulaşır. Türkiye'de 20 yıldan beri olan karanlık ve
herkesin kafasını bulandıran bu olayları kim yaptı? Şimdi Türkiye'nin gündeminde bu
soru var."
Turhan: "Tabii, böyle bir teşkilatta çalışanlar kendisini çok kutsal bir işte zanneder."
Talimnameler Ne Diyor?
Soru: Siz, 'Savunma-1' adlı kitabınızda, Özel Harp Dairesi'ne ait resmi talimnameden
bazı bölümleri yayınladınız. Yayınlanan bölümlerde bu örgütün, adam öldürme de
dahil her türlü kanunsuz işi yapabileceği belirtiliyor. Nasıl olur bu?"
'Soru: "Nasıl olur? Resmi bir kuruluş kanuna nasıl tabi olamaz?"
Turhan: "Ben bunları 17 senedir söylüyor ve yazıyorum. Bugüne kadar kimse çıkıp
da, bu söylediklerin yanlıştır diyemedi. Diyemez, çünkü bunları devletin resmi
yayınlarından aktardım."
Turhan: "Nerede? İtalya’daki Felice Casson gibi yürekli bir savcıya rastlayamadığım
için çok üzgünüm."
Önce Terör, Sonra Darbe
Soru: "Bazı emekli paşalar, 'Türkiye zaten NATO ve ABD kampında, NATO bağlantılı
bir örgüt Türkiye'de neden karışıklık çıkarsın? Bu rakip kampın, Sovyetlerin işine
yarardı' diyorlar.
Soru: "Her faili meçhul cinayeti istihbarat örgütüne yüklemek mümkün mü?"
Turhan: "CHP Hükümeti zamanında, Başbakan Ecevit'e iletilmek üzere 10 sayfalık bir
rapor hazırladım. Ayrıca olaylar hakkında etraflı bir şekilde Deniz Baykal ve Hasan
Fehmi Güneş'e bilgi verdim."
Turhan: "Bakınız, MIT hakkında zaman zaman çeşitli ithamlar yapılıyor. Son MİT
raporunda bu görüldü. Fakat MİT'e bugüne kadar bir parlamento komisyonu
girmedi?"
Görüldüğü gibi, eski bir kurmay subay olarak Genelkurmayla bu konuda farklı
düşündüğümüz böylece ortaya çıkmış bulunmaktadır. Elinizdeki yapıt bu konudaki
gerçeği açıklığa çıkarma sayındadır. Hakem sizlersiniz.
"Bir gayrinizamî kuvvetin yeraltı unsurları kaide olarak kanuni statüye sahip
değillerdir" diyor ve devam ediyor: "Tarih, kanuni statülerin gayrinizami kuvvet
üyelerini pek az ilgilendirdiğini ve bunların gayrinizami faaliyetlere katılma
kararlarında pek az müessir olduğunu göstermekledir" (13).
Şema - 2'de Yeraltı Örgütü'nün hücre şeklinde düzenlendiği, köylere kadar gizli
istihbarat, sabotaj ve tedhiş-terör yapacak timlerden oluştuğu görülmektedir.
"Genelkurmay’ın açıklaması var 'Özel Harp Dairesi hiç bir terör olayına karışmamıştır'
diye. Fakat zamanın Genelkurmay Başkanı Evren'de ' karışmışlardır ama ben buna
son verdim' diyor. Hangisine inanacağız" (14).
İlginç değil mi? Genelkurmay'ı yadsıyan kişi eski Genelkurmay Başkanı, Devlet
Başkanı ve Cumhurbaşkanı.
İlgili ve yetkili kişiler gerçekleri bildikleri halde sadece tartışıyorlar. İtalya'da Gladio
kod adlı Yeraltı Örgütü'nün kuşkulu terör ve cinayet olaylarında parmağı olduğu
ortaya çıktı. Bizde yıllardır kuşkulu terör olayları meydana geliyor ve siyasal cinayet-
ler işleniyor. Failleri bulunamıyor.
27 Kasım 1990 günü İstanbul'da Basın Toplantısı yaptığımı açıklamıştım. İlginç bir
rastlantı olsa gerek bir hafta sonra 3 Aralık 1990 günü, Genelkurmay Başkanlığı'nda
Özel Harp Dairesi konusunda basın mensuplarına bir Brifing verildi. Bu Brifing’de
açıklanan Özel Harp Dairesi'nin kuruluş şemasını da, Sunuş bölümünde belge olarak
sunuyorum (15).
Şema' da gösterilen Yeraltı bölümünü büyüteç altına alınca, bu bölümde bilerek bir
kelimenin yazılmadığı karasına varılabilir. Gerçekte 'Yeraltı' değil 'Yeraltı Örgütü'
olarak gösterilmesi gerekirdi. Aslında Şemalarda ayrıntılarıyla gösterilen Yeraltı
Örgütü ile Genelkurmay semasındaki Yeraltı bölümü birbirlerinin koşutudurlar.
"Büyük bir gayrinizamî kuvvet, kaide olarak biri açık faaliyet gösteren Gerilla unsuru
(Komando birlikleri), diğeri gizli faaliyette bulunan Yeraltı unsuru olmak üzere iki
müşekkel unsurdan terekküp eder".
Sayın Korg. Doğan Bayazıt, Genelkurmay Brifing’de Sayın Ecevit ve beni ismen
muhatap alarak sorunu kişisel bir baza oturtmak gibi bir yanılgıya da düşmüştür (17–
19). Tartışmalarda tez, antitez, sentez yolunu daha bilimsel bir yaklaşım olarak
düşündüğüm için, kişisel sataşmalara yanıt vermeyi gereksiz görüyorum.
Antalya söyleşimizden (23 Kasım 1991) sonra da konu gündemde kaldı, SHP Grup
Başkanvekili Sayın Mahmut Almak bir gazeteye yaptığı açıklamada görüşlerimize
sahip çıktı.
Sayın Almak diyor ki:
Sayın Almak, Antalya söyleşimizden haberdar olmadığı halde, yüzde yüz koşutluk
içinde görüşlerimize sahip çıkmış ve soruna en gerçekçi tanıyı koymuş
bulunmaktadır. Top TBMM'dedir.
"Yaşama hakkı güvence altına alınmalıdır. Kontrgerilla MİT dağıtılıp bunlardan hesap
sorulmalıdır" derken; Diyarbakır Tabip Odası, Diyarbakır Barosu ve İnsan Hakları
Derneği, Mimarlar Odası, Makine, İnşaat, Elektrik Mühendisleri ve Serbest Muhase-
beciler Derneği yöneticileri tarafından yayınlanan ortak açıklamada " 2992 yılı
içerisinde 25 kişinin Kontrgerilla tarafından öldürüldüğü " belirtilmektedir (21).
Aslında bu konu 8 Aralık 1991 – 29 Aralık 1991 tarihleri arasında yayınlanan 2000'e
Doğru Dergisi'nde "işte Mardin Kontrgerillası " başlığı altında yeniden gündeme
gelmiş bulunmaktadır. ANAP eski Muş Milletvekili Alaattin Fırat hükümete
"Kontrgerilla'yı açığa çıkarsınlar"'derken SHP Milletvekili Ahmet Türk: "Kontrgerilla
sergilenmedikçe, bu konu açıkça tartışılmadıkça, parlamentonun ve halkın iradesini
her şeyin üzerine çıkarmadıkça bu sorunların Çözüleceğine, ciddi bir demokrasi
olacağına inanmıyorum" şeklinde konuşmuştur. Sayın Ferit İlsever 2000'e Doğru'nun
baş yazışma Acil Önlem Kontrgerilla'nın Tasfiyesi" başlığını atarken, bir gazete 12
Eylül'ün İçişleri Bakanı Orhan Eren'in, kontrol altına alamadıkları bir ekibin
varlığından bahsettiğini yazmaktadır (22).
İzninizle dünyadan çok yeni bir örnek vermek istiyorum. El Salvador'da hükümetin
orduyu küçültme planı, "gerillaya karşı kurulmuş özel ordu birimlerini tamamen
kapatmayı" (24) da içermektedir. Burada sözü edilen "özel ordu biriminin" Gladio'nun
koşutu olduğu anlaşılmaktadır.
Emekli General Recai Engin, Kenan Evren zamanında da Köşkte görevliydi. Çankaya
el değiştirdikten sonra üst düzeydekilerin çoğu ayrıldığı halde Recai Engin kutup
yıldızı gibi neden yerinde durmaktadır?
-"Çeşitli gazete ve dergiler geçen yıla kadar sizden "1 Mayıs katliamının sorumlusu
hatta tertipçisi şeklinde söz ediyorlardı. 12 yıl boyunca sürekli sizden bu şekilde
bahsedilmesine ses çıkarmadınız.
Kilercioğlu: Onlara bir yanıt vermeyi hiç bir zaman düşünmedim. Devletin her şeyi
vardır. Mekanizmaları vardır. Hiç üzerinde durmadım.
"Hayatta bulabileceğiniz en temiz, pırıl pırıl insanların en başında ben gelirim" diyor.
Kendisini böyle tanımlayan bir kişiye konulacak tanıyı doktora bırakalım..
Sayın Kilercioğlu, emekli olduktan sonra 1989'da verdiği bir demeçte ise "Bilirsiniz
orduda çarpışan ekipler vardı. Biz çarpıştık yenildik" (27) derken "ekip" üyesi olarak,
bir anlamda cuntacılığını da teslim etmiş oluyor.
Tüm kamuoyunun işkencecilikle suçladığı bir kişi olan Türün'ü milletvekili seçtirmiştir.
O kadarı ile de yetinmeksizin Türün'ü partisinin Cumhurbaşkanı adayı göstermiştir.
Sayın Demirel'in adam seçmedeki en büyük günahının 'aile boyu' olduğunu her halde
kendileri de kabul ederler?
Sayın Semih Sancar'ın Ankara Sıkıyönetim Komutanı olarak 12 Mart'ta oynadığı rol -
Kızıldere olayı dahil- karanlıktadır. Bu kişinin Genelkurmay Başkanlığı döneminde
Sayın Demirel'in kendisinin Brüksel'deki oğlu ile ilgilendiğini herhalde
anımsayacaklardır. Sayın Orhan Kilercioğlu, Bakanlıktan ayrıldıktan sonra J.J.
Rousseau gibi açık kalple anılarını yazsa "Kenan Evren 'in Anılan" solda sıfır kalır.
Bu işte iyi para da var, bizden söylemesi.
Sayın Orhan Kilercioğlu cuntacılıktan özel sektöre oradan bakanlık koltuğuna "pırıl
pırıl bir insan" olduğu için atlarken, cuntacılıkla suçlanılan ben, bu memleketin
hapishanelerine konuk ediliyorum. İlginç bir çelişki değil mi? Önemli olan cuntacı
olmak değil. Cuntacı da olsanız sermayeden yana iseniz size bakanlık sunulur.
Emekten yana iseniz bizim gibi hapishanelerden hapishanelere taşınmak zorunda
kalmayı göze alacaksınız. Yanlış anlaşılmaktan korkarım. Şu anda Orhan
Kilercioğlu'yla konumumu değiştirme önerisini alsam, öneriyi duraksamadan
reddederim.
1965 yılında Ankara'da Emperyal Oteli'nde bir arkadaşımla birlikte kalıyordum. Gece
24.00'te kapım çalındı. Karşımdaki kişi Emniyet müfettişi Hakkı Kütük olarak kendisini
takdim etti. İlk anda bizi almaya geldiğini düşündüm, ama gerçeğin öyle olmadığını
hemen kavradım. Sayın Kütük, Bakanın benimle görüşmek isteğini bildiriyordu.
Kendisini kırmamamı, hatta hemşeri olduğumuzu da anımsatarak daveti
reddetmememi rica ediyordu. Zamanını sordum. 'Hemen' diye yanıt aldım. Gayet
konforlu bir araba ile gecenin karanlığı ve sessizliğinde İçişleri Bakanlığı'na
geldiğimde, Sayın Faruk Sükan beni bekliyordu. Kendisiyle saatlerce konuştuk. Bu
konudaki ayrıntıyı açıklama zamanı geldiğine inanıyor ve bunu Sayın Sükan'dan
bekliyorum. Ben, konuşmanın sadece bir bölümünü açıklamak istiyorum.
Tural'ın yüreği darbe yapmaya yetseydi, bertaraf edilecek vatan hainlerini; başta
Vatanseverler olmak üzere istihbarat ve güvenlik örgütleriyle, devlete yardımcı olarak
seçilen milliyetçi gençleri antikomünist cephenin desteğiyle ortadan kaldıracaklardı.
Daha açık bir deyişle polis, MİT ve ÖHD'den korkmaktadır. Bu durumda yasadışı
kurulmuş Yeraltı Örgütü denetlenememekte ve ülkemizde demokrasi bir türlü rayına
oturamamaktadır. Sayın Mahmut Almak TBMM'de düzenlediği basın toplantısında,
Güneydoğu Anadolu bölgesinde kaybolan ya da öldürülmüş olarak bulunan kişilerin
listesini açıklamıştır (29). Bu kişilerin faillerini yakalayabilmek için, önce istihbarat ve
güvenlik örgütlerinden hesap soracaksınız. Sonra da bu güçleri halkın güveneceği bir
konuma getireceksiniz. Demokratikleşme bu aşamaları izleyebilir.
Oysa bizde iktidarlar, istihbarat ve güvenlik örgütlerinin üzerine gitmek şöyle dursun,
onları korumakta ve suçlarını örtbas etmektedirler. Neden? Polislerin işlediği suçların
dökümünü yapıp, bunu diğer ülkelerle karşılaştırırsanız durumun korkunçluğunu
saptayabilirsiniz. Uzun süre polis muhabirliği yapmış deneyimli gazeteci Sayın Halil
Nebiler'in söylediklerini kulak ardı edemezsiniz.
"kafa Koparmak (Kelleci): Açığını bulup bir kişiden para sızdırmak, bulunmazsa açık
yaratmak suretiyle para almak.
Torbacı: Sağdan soldan para toplayıp bunu gerekli yerlere dağıtan kişi. Sakalcı -
Trafik polisinde örneğin "At bir sakal demek 90 bin liralık cezanın 20 binini at kurtul"
anlamına geliyor, iş Kazası: işkence esnasında ölen kişiye verilen isim." (30)
Bir yapıtımda İstanbul'un meşhur eski polis müdürüne ABD'nin neden "Green Card"
verdiğini sormuştum. Bugüne kadar yanıt alamadım.
Bir başka yapıtımda, bir polise gönderme yaparak 12 Mart döneminde Ankara
Emniyet Müdürlüğü'nün kırtasiye giderlerini ABD Büyükelçiliği'nin sağladığını
yazmıştım. O konuda da kimseden ses seda çıkmadı.
PKK ile çatışmada şehit olan 4 erin cenaze töreninin Kayseri'de ülkücü gençlerce
düzenlenmesinin Kürt-Türk çatışmasına neden olacağını bir dergi yazmaktadır.
Kayseri SHP İl Başkanı Yüksel Müftahi: " burada çok kanlı bir Kürt-Türk çatışması
yaşanabilir. Kim bilir belki birilerinin varmak istediği nokta budur", DYP İl Başkanı
İrfan Aksoy "Önlem alınmazsa ufak bir kıvılcım birçok şeye neden olabilir ", MÇP İl
Başkanı Aydın Çetin Kaya "Ülkemiz dış kaynaklı provokasyon ve tertiple bir Ülkücü-
Kürt çatışmasına sürüklenmek isteniyor" şeklinde konuşmuşlar ve aynı kanıda
birleşmişlerdir. MÇP eski MYK üyesi Yaşar Yıldırım ise "Bazıları Kürt-Türk
çatışmasından yarar umuyor olabilir. Ama biz ülkücü gençlerin yeniden
Kontrgerillanın oyuncağı olmasını istemiyoruz" derken, Erciyes Üniversitesi Öğrenci
Derneği Başkanı Şenol Uğurlu ise "1980 öncesinde, ülkücüler komünistlere karşı
devletin yapması gereken şeyi yapmak zorunda kaldı. Ancak devletin çözemediği
problem ister istemez halka inecektir. Güneydoğu 'da devletin çözemediği soruna
artık gençler sahip çıkmaktadır" (32)şeklinde konuşarak kendi kendine bir misyon
yüklenmeye kalkışmıştı. Bu anlayışın sakıncalarını yaşayarak gördük.
Özellikle beni söyleşi yapmak üzere buraya çağıran, Gladio konusu üzerine yeniden
eğilmeme neden olan Kaleiçi Sanat evi sorumluları Sayın Safai Özer ve Hatice
Boztepe'ye de huzurlarınızda teşekkür etmeyi borç biliyorum.
Sorunu, bir demokrasi kavgası olarak algıladığım için, çabalarımı belirli özveri içinde
sürdürmeye çalışıyorum. Bu anlayışla, söyleşimizin bu salonla sınırlı kalmasını
istemiyor, değerli basın mensuplarının katkıları ile sorunun yeniden gündeme
getirilmesini istiyorum. Kuşkum yok, sizler demokrasi savaşımında beni yalnız
bırakmayacaksınız (1).
Konuya açıklık getirmek için, önce teorik kavramlara yer vermek gerektiğine
inanıyorum.
Soğuk Savaş: İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki bloklaşma sonucu, Batı ve Doğu
blokları arasında süregelen gerginlikten doğan bir kavram olup, Gorbaçov'un
Glastnost ve Perestroika politikalarının sonucunda, geçen yıl Paris'te imzalanan
AGİK anlaşması ile sona erdirilmiştir. Bu antlaşmaya, 16'sı NATO devleti, 6'sı
Varşova Paktı olmak üzere toplam 34 devlet imza koymuştur(2). Daha sonra
katılanlar da olmuştur. Gerçekte Özel Savaş kavramı Soğuk Savaş'ın ürünüdür.
Günümüzde Soğuk Savaş bittiğine göre, bu amaçla kurulmuş örgütlerin dağıtılması
ve Özel Savaş yöntemlerinden vazgeçilmesi gerekmektedir. İleride açıklayacağım
gibi, ne yazık ki Türkiye'de durum bütünüyle farklıdır. Oysa Gladio olayından sonra
NATO ülkelerinin birçoğu bu tür örgütlerini ortadan kaldırmışlardır.
Khruschev, 1961 yılında yaptığı bir konuşmada tüm dünyadaki Kurtuluş Savaşları'na
arka çıkmıştı. ABD bu konuşmadan sonra konu üzerine daha da eğilerek karşı
yöntemleri geliştirmeye başlamıştır. Başkan Kennedy, 1962 yılında yaptığı bir
konuşmada şöyle diyordu:
"Bu savaş, gerillaların, yıkıcı unsurların, ayaklananların yaptığı bir savaştır. Çarpışma
yerine pusu kurma, tecavüz yerine sızma, düşmanla yüz yüze dövüşme yerine onu
yıpratma ve takatten düşürme yolu ile zafere ulaşmak istenen bir savaştır. Bu
savaşlar, ekonomik huzursuzluk ve ırk mücadelesinden istifade eder. Yepyeni bir
strateji, tamamen farklı bir kuvvet ve dolayısı ile yeni ve bambaşka bir eğitime ihtiyaç
vardır."
"Özel Harp, Soğuk Harp 'in her şeklinde ve her uygulama alanında Psikolojik Harp ile
başlamakta ve yıkıcı faaliyetlerle, tedhişe dönüşen eylemlerden sonra, Gayrinizamî
Harp şekline dönüşmekte, iç savaşa yol açmakta ve böyle bir felaketi önleme veya
bertaraf etme yöntemlerini kapsayan istikrar harekâtından oluşmaktadır."
Yani hedef ülkeyi, ABD emperyalizminin amacına ulaşması için, ilk önce "tedhişe
dönüşen eylemlerle" istikrarsız hale getireceksiniz (destabilisation) sonra İstikrar
Harekâtı’nı (stabilisation) gündeme getireceksiniz. Türk halkı bu filmi 12'li darbelerle
yaşadı. Darbe öncesinde terörün durdurulamamasının, darbe sonrasında ise hemen
kesilmesinin nedeni işte bu stratejiden kaynaklanmaktadır. Onun için Sayın
Demirel'in, 12 Eylül darbesi öncesi akan kanların darbe gerekçesi yapıldığı şeklindeki
kanısını, birkaç yıl önce yayımlanan yazı ve söyleşilerimde paylaşmıştım.
Bir ülkede ayaklanma meydana geldiğinde buna Gayrinizamî Harp adı verilmekte ve
askeri ve yarı askeri örgütlerin katkısı ile yürütülmektedir. Gerilla Harekâtı:
Günümüz savaş kavramı içinde gerilla savaşı, gerçek ve sözde kurtuluş ve devrim
savaşlarında yer almaktadır" (4). Mukavemet Harekâtı:
Şimdi isterseniz sorunu biraz daha irdeleyerek geçen yıl, 3 Aralık 1990 günü yapılan
Genelkurmay Başkanlığı Brifingi'nde açıklanan ÖHD'nin (Özel Harp Dairesi'nin) sivil
bölümünde yer alan Yeraltı bölümünü görelim (Şema:2) ve buradan yine ST 31-15
talimnamesine dönerek Yeraltı Örgütü şemasına göz gezdirelim. (Şema:2) Örgütün
hücre biçiminde çalıştığını algılayıp, yeniden Sayın Gn. Sabri Yirmibeşoğlu'nun
açıklamalarına dönelim.
Psikolojik Harp:
"Düşmanın, mahalli halkın, tarafsızların ve dost unsurların düşünce, duygu, tavır ve
davranışlarını, milli amaç ve hedeflerin elde edilmesini destekleyecek şekilde
etkilemek üzere, propaganda ve diğer araçların planlı olarak kullanılmasıdır" şeklinde
tanımlanmaktadır. "Asıl hedefin insanların beyni olduğu kabul edilmekte ve beyinler
etki altına alındıktan sonra, mücadelenin kazanılmasının kolay olacağına
inanılmaktadır."
Özetle, Özel Savaş kavramı içinde yer alan Mukavemet Harekatı'nı yürütmek üzere
hücre tipi çalışan bir Yeraltı Örgütü bulun-maktadır.(Şema-l) Bu örgütü Türk
kamuoyu, Kontrgerilla Örgütü diye adlandırmaktadır. Amaçlı davranan kişiler bazen
ÖHD paravanasına sığınarak, bazen da Kontrgerilla deyiminin bir yöntem olduğunu
ifade ederek ki gerçekten de öyledir, konuyu saptırmaktadırlar. Faik Türün ve Turgut
Sunalp gibi ünlü (!) orgenerallerden ilki, böyle bir deyimin ansiklopedilerde dahi
bulunmadığını, Talat Turhan'ın uydurduğunu ifade ederken, diğeri, es-piri olduğunu
ileri sürmektedir (7–8). Çünkü Erenköy İşkence Köşkü'nden kaynaklanan Kontrgerilla
Örgütü'yle ilişkilerinin açığa çıkmasından korkmaktadırlar. Oysa gerek Genelkurmay
Başkanlığı'nca basılan askeri terimler sözlüğünde, gerek Encyclopedia Americana'da
Kontrgerilla Savaşı'na yer verilmektedir. Biz bu tür kavram kargaşalıklarını önlemek
için istihbaratçı, provokatör, tedhişçi ve sabotörlerden oluşan bu yeraltı örgütüne
bundan sonra "X Örgütü" diyeceğiz.
Ocak 1990'da yaptığı başvuruya uzun süre yanıt alamayan Casson, işin peşini
bırakmadı. Sonuçta, 20 Temmuz 1990'da Andreotti ile görüşerek İtalyan İstihbarat
Servisi'nin arşivine girmeyi başardı. Yaptığı araştırma sonucunda Gladio'nun 1956
Kasım ayında İtalyan ve Amerikan gizli servisleri tarafından Sovyetler Birliği ve
Varşova Paktı'ndan gelecek bir istila olasılığına karşı, bir direniş örgütü çekirdeği
oluşturmak için kurulduğunu saptadı. İtalyan Anayasası'na göre uluslararası
anlaşmaların meclisler tarafından onaylanması zorunlu olduğu halde, 26 Kasım
1956'da CIA ile Sifar (15) aracılığıyla, üsler ve silah depolan oluşturulması,
antikomünist ölçütlerle yüzlerce kişinin Kontrgerilla savaşı için eğitilmesi amacı ile
gizli ve yasadışı bir örgüt kuruluyordu.
İtalya'da da gerek Gladio gerekse Sismi ve hatta P–2 Mason Locası CIA'den maddi
destek görmüş ve CIA ile iç içe çalışmışlardır. Örneğin neofaşistlerce gerçekleştirilen
Bologna istasyonunun bombalanması olayında 80 kişi ölmüştür. Bu olayın
soruşturmasını saptırmaya çalışan Sismi Başkan Yardımcısı General Musumici
mahkûm olmuştur. CIA görevlisi Richard Erenneke, Lucio Gelli başkanlığındaki P–2
Mason Locası'na, bazen ayda on milyon dolara kadar ulaşan maddi yardım
yapıldığını açıklamıştır. Günümüzde P–2 Locası'nın yasadışı faaliyetleri ortaya
çıkmış bulunmaktadır.
İtalya'da Gladio olayı dalgalanmaya terk edildi. Bir yıl sonra İtalya Cumhurbaşkanı
Francesco Cossiga, "son yirmi yılda meydana gelen, suçluları bulunmayan 18
davanın rafa kaldırılmasını" istedi. Savcı Casson şimdi bazı çevrelerce "Terbiyesiz
Savcı" diye adlandırılmaktadır (16).
Geçen yıl Sayın Demirel, Kontrgerilla tartışmalarının yapıldığı bir dönemde "bu
memleketin savcıları ne güne duruyor" (17) diye soruyordu. Sorma sırası şimdi bize
geldi. Bu memlekette Felice Casson gibi bir savcı ne zaman çıkacak? Böyle bir savcı
eğer ortaya çıkarsa ona hangi güçler karşı geleceklerdir? Suçlusu bulunmayan
olayların failleri ne zaman yakalanacaklardır?
20 Ekimi 991 seçimleri, ülkemize ılıman bir demokrasi atmosferi getirmiş
bulunmaktadır. Bu ortamın, Türkiye genelinde demokrasinin geleceği adına iyimserlik
yarattığı gözlemlenmektedir. Biz bu genel kanıya peşinen angaje olmaksızın,
umudumuzu koruyarak seçim öncesi vaatlerin, koalisyon protokolü ve hükümet
programında yer alanların gerçekleşmesini bekleyeceğiz.
Yaşam sürecim içinde 1921 Anayasası dışında tüm anayasaları tanıdım ve Anayasa
değişikliklerinin tanığı oldum. Ne yazık ki Anayasaların değişmesiyle hiçbir şeyin
değişmediğini de gördüm.
Ülkemizde tıpkı Gladio örneğinde olduğu gibi, yirmi yıldan bu yana kuşkulu terör
eylemleri, sahte ya da gerçek operasyonlar düzenlenmekte, cinayetler işlenmekte ve
dökülen kanlar hep yerde kalmaktadır. Bu konudaki kuşkular, legal görünümlü illegal
devlet istihbarat ve güvenlik örgütleri üzerinde yoğunlaşmış bulunmaktadır. Geçen yıl
Kasım ve Aralık aylarında Gladio olaylarının Türkiye'ye yansıması sonucu,
Kontrgerilla konusu TBMM gündemine girmiştir. SHP, DYP ve HEP'in girişimleri
ANAP'ın tutumuyla engellenmiş ve Meclis Araştırma Önergesi 1991 Aralık ayına
kalmıştır (19). Ancak erken gelen seçim sonucunda bu önergeler kadük hale
gelmiştir. Bu nedenle yeni iktidarın gündemine alması gereken yaşamsal ve öncelikli
sorun Kontrgerilla konusunda bir Meclis Araştırması'nın yolunu açmaktır. DYP, SHP
ve HEP bu konuya geçen yıl angaje olmuşlardır ve bugün bu partiler iktidardadırlar.
Sayın Ecevit, Başbakan olarak 1974 yılında Genelkurmay Başkanı'nın örtülü
ödenekten para istemesi üzerine, Özel Harp Dairesi'nin varlığından haberdar
olduğunu sürekli yineliyor. Ancak 1973 yılında yayımlanan CHP'nin Akgünler Seçim
Bildirgesi'nde "sıkıyönetim kanadı altında faaliyet gösterdiği anlaşılan Kontrgerilla
diye bir örgütün faaliyeti bütün dünyada duyulduğu halde resmi makamlarca üzerinde
bile durulmamıştır"(20) denilmektedir. Yani Sayın Ecevit 1974'te değil 1973 yılı
sonbaharında Kontrgerilla örgütünden haberdardır. Çünkü Selimiye Askeri Ceza ve
Tutukevi'nde yatarken Haziran 1973 yılında Sıkıyönetim Mahkemesi'ne verdiğim
dilekçe sonucunda bu husus resmiyete dökülmüş ve o dönemde işkence, gören eski
Milli Birlik Komitesi Üyesi Sayın Numan Esin mahkemede ayağını çıkarınca konu
Sayın Suphi Karaman tarafından ilk kez parlamentoya getirilmiştir (20). Kaldı ki,
Sayın Ecevit 26 Eylül 1973 günü Ordu ve Giresun'da yaptığı konuşmalarda
"Kontrgerilla'nın örtüsü kaldırılmalı, karanlık tertiplere girenlerin hiç olmazsa yetkileri
ellerinden alınmalı" (21) şeklinde konuşmuştur. Başbakan olunca da "işkence,
Kontrgerilla iddialarını ispat etmek için devlet arşivlerini karıştırmaya gerek yok" (22)
diyerek konuya o günden bu yana angaje olmuştur. Sayın Ecevit'in buraya kadar
sözünü ettiği örgüt Ziverbey İşkence Köşkü'nden kaynaklanan Kontrgerilla savıdır. Ve
bu tavrını geçen yıla kadar sürdürmüştür. Nitekim bir gazetede geçen yıl yer alan
açıklamasında "bazı terör olaylarında Özel Harp Dairesi'nin sivil ve gizli uzantısının
rol oynadığından kuşkularım var" (23) demektedir. Sayın Ecevit'in açıklamalarının en
ilginç yönü, sözünü etiği terör olayları içinde kişiliğine yönelik suikast girişiminin
bulunmasıdır. 29 Mayıs 1977 İzmir'de meydana gelen olayı Başbakan olarak ortaya
çıkaramadığını itiraf eden Sayın Ecevit "bir noktadan sonra izlerin kaybolduğunu" ve
"bu olayın kendisinde Özel Harp Dairesi'ni çağrıştırdığım" açıklamaktadır. Sayın
Ecevit açıklamasının sonunda "bazı NATO ülkelerinde buna benzer örgütlenmeler
bulunduğu artık resmen açıklandığına ve bu açıklık rejimi olan demokrasiye yaraşır
şekilde tartışma konusu olduğuna göre, Türkiye'de de bu konu ciddiyetle
tartışılmalıdır" şeklinde konuşmuştur. Tüm bunları Sayın Ecevit'i eleştirmek için
söylemiyorum. Bu açıklamalardan sonra DSP'nin de DYP artı SHP artı HEP gibi
Kontrgerilla konusunda Meclis Araştırması'na kesinlikle katılacağını savunabiliriz.
Sayın Ecevit yine geçen yıl bir başka gazeteye yaptığı açıklamada "devletin içinde
devlet var" (24) demiştir. Sayın Ecevit bu kez de Özel Harp Dairesi'nden söz et-
mektedir. İktidara sahip olanların devlet içindeki devletin üzerine gidemezlerse,
demokrasinin yaşama şansı bulunmadığını yaşayarak algıladık. Onun için tüm iktidar
ve parti yetkililerini, yalnız Kontrgerilla değil, tüm istihbarat ve güvenlik örgütlerini
kapsayan bir Meclis Araştırması'na başvurarak Gerçek Demokrasi önündeki engelleri
ortadan kaldırmaya çağırıyorum. Ancak bu koşulda geçmişin kuşkulu terör ve cinayet
olayları aydınlanır ve olası benzer gelişmeler engellenebilir.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Aydın Köymen: Sayın dinleyiciler Mülkiyeliler Birliği Genel Merkezi 'nin 131. kuruluş
yıldönümü kutlamaları çerçevesinde düzenlediği ve Sayın Talat Turhan'ın konuşmacı
olarak katılacağı konferansa hoş geldiniz diyorum. Sayın Talat Turhan'ı hepimiz
tanıyoruz. Ancak bu sohbete bir giriş olması için, dahası konferansa yardımcı olmak
amacıyla ben arada sorulacak sorularla bu söyleşiyi bir parça daha canlandırmaya
çalışacağım. Şimdi Sayın Turhan şöyle başlayabilir miyiz acaba? Çeşitli adlarla
anılan bir örgüt var ve bu örgüt konusunda da Türkiye'de bilgi sahibi olan, çeşitli
değerlendirmeler yapan insanlar var. Bunların başında bize göre siz geliyorsunuz.
Ancak yine kimi kişiler tarafından nitekim geçenlerde gazetelerde de çıktı, Sayın
Talat Turhan bu işlerden pek anlamaz, bunu pek fazla da bilmez gibi
değerlendirmeler de yapılıyor. Şimdi isterseniz söyleşimize o noktadan başlayalım.
Böyle bir • değerlendirme süreci içerisinde nasıl bulundunuz, nasıl bir konumla bu
konuya yaklaşıyorsunuz ve bazı tezler ileri sürüyorsunuz? İsterseniz bu noktadan
başlayalım söyleşimize.
T.Turhan: Çok teşekkür ederim Sayın Köymen. Öncelikle buraya kadar zahmet edip
beni dinleme lütfünde bulunduğunuz için hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Bu arada, bir aydan beri çok yoğun bir çaba içerisinde, gece gündüz çalışıyorum.
Sizin karşınıza çıkmak için de yarım saat öncesine kadar çalıştım. Fevkalade yorgun
ve bitkin durumdayım. Beni hatalarımdan dolayı bağışlarsanız minnettar kalırım. Ben
hiçbir zaman Özel Savaş Dairesi'nin adamıyım ya da onu bilen bir kişiyim iddiasında
bulunmadım. Yalnız 1973 yılında 35 kişilik bir çete gece yarısı evimi bastı, beni bir
meçhul yere götürdü. Orada, her yurtseverin başından geçtiği gibi, akıl almaz
işkencelere tabi tutuldum. Şimdi o işkencede iki çözüm vardı benim için: İntihar etmek
ki onun koşullarını da hazırladım, ya da bu çeteyle mücadele etmek... Mücadele
etmeye karar verdim. Elleriniz zincirli, ayaklarınız zincirli bir ay süreyle, toplumla tüm
irtibatınız kesilmiş, çıplak olarak bir demir karyolada arka üstü yatmak zorundasınız.
Sadece asker lütfettiği vakit sizi tuvalete götürüyor. O zaman da tabii zincirler var,
göze bağ konuyor. Zincirlerle attığım adım 15cm uzunluğundaydı. O 15cm'lik
adımlarla yürüdüğüm yerlerin toplam mesafesini tespit ettim, işe öyle başladım. Daha
sonra hapishaneye döndüğüm zaman aynı tezgâhtan geçmiş yurtseverlerle tek tek
konuştum. Onlara da kaldığı odaların krokilerini çizdirdim. Elimizde birkaç yüz tane
oda krokisi toplandı. Oda krokilerini birbirine çakıştırdık. Tespit ettiğim mesafeleri
tuvalete şu kadar sorgu odasına şu kadar, teyp odasına şu kadar, üçüncü kata şu
kadar diye tek tek bölümlere ayırdım. Ve hatta hatta tuvalette bulunan fayansların
cinsine adetine kadar tespit ettim. Mahkemeye çıktığım vakit, bu köşkte bir tespit
yapılmasını istedim: 8 Haziran 1973. Daha sonra dosyadan öğreniyorum ki, benim
tutuklanmama MİT emir vermiş. Sıkıyönetim Komutanlığı'na, İstanbul MİT Daire
Başkanı Turan Deniz imzasıyla, tutuklanacak şahıslarla ilgili yazılıyor. MİT idari bir
organdır, tutuklama emri veremez. Devlet orada açığa çıkıyor. Zaten o tarihte MİT,
Sıkıyönetim Komutanının emrindedir. Sıkıyönetim komutanına tutuklama emri
veremez. Dahası MİT sorgulama yapamaz. 'Talat Turhan'ı alın getirin, biz sor-
gulayacağız' diyor. MİT'in sorguladığı ortaya çıkıyor. MİT beni Türkiye'deki anarşinin
planlayıcısı olmakla itham ediyor. Bir de Cunta faaliyeti içinde bulunduğumu iddia
ediyor. Sözünü ettiğim bu dilekçede, bütün bunların araştırılmasını istedim, savcının
yalan söylediğini, çünkü7 savcının dediği gibi poliste değil MİT'te sorgulandığımı,
ifade ettim ve bu krokiye göre araştırma talebinde bulundum. Tabii o zaman
duyarsızlık vardı, toplumsal mekanizmalar işlemiyordu, yargı işlemiyordu, polis
işlemiyordu, MİT işlemiyordu. Bugün işliyor mu işlemiyor mu, bunu da bilemiyorum.
Bunun çabası içinde bulundum, mahkeme duvar gibi kaldı karşımda. Oysa olay o
kadar basit değil, kişisel bir olay da değil Polis MİT'e paravanlık yapıyor. MİT’in aldığı
karara polis imza koyuyor, polis tertibin içerisinde, MİT tertibin içerisinde, MİT'i
yüreklendiren kumandanlar tertibin içerisinde. Bu olayda devlet karşımda tamamen
yasadışı bir duruma düşmüş, fakat yanıt yok. Bu kadarıyla da iktifa etmedim, dört gün
sonra, o zaman dilekçe vermek çok büyük bir yürek istiyordu, 12 Haziran 1973 günü
mahkemeye yeni bir dilekçe vererek, bir gizli örgütün Türkiye'nin kaderine
hükmettiğini, işkence yaptığını belirterek, bunlar hakkında bir Parlamento Komisyonu
kurulması talebinde bulundum. Başbakanlığı, Genelkurmay Başkanlığını ve Kara
Kuvvetleri Komutanlığını muhatap aldım. Bunlardan da hiçbir ses çıkmadı. O zaman
Başbakan Naim Talu idi, şu anda benim için suçlu sandalyesinde oturmaktadır.
Çünkü bir iddia varsa, o iddianın tahkik edilmesi gerekir. Dolayısıyla ben bir gizli
örgütün varlığını yaşayarak, duyumsayarak öğrendim. Ve bunun ortaya çıkarılması
için devletin yasal kuruluşlarından talepte bulundum, bu gayet doğal bir hakkımdı.
Bugün, 17 yıl sonra bile bir parlamento araştırmasından söz edilmesi karşısında ciddi
bir üzüntü duymaktayım. Kimsenin böyle gizli kapaklı işleri 17 yıl saklamaya, demok-
ratik bir ülkede hakkı olmaması gerekir. Şimdi bu örgüt MİT miydi, polis miydi ya da
sağcı militanlardan mı oluşuyordu, subaylardan veya Özel Savaş Dairesi'nin
adamlarından mı kurulmuştu yoksa Seferberlik Tetkik Kurulunun adamlarından mı,
bunları bilemiyorum, onlar kendi adlarına Kontrgerilla örgütü diyorlardı. Yani,
Türkiye'de Kontrgerilla örgütünü, orada işkence yapan insanlar açığa çıkarttılar ve bu
deyim benimsendi. Daha sonra iki yıl idamla yargılandıktan sonra serbest bırakıldım.
Affı kabul etmedim bu pislik ortaya dökülsün diye. Ama senin davan bitti diyerek olayı
örtbas ettiler, işi bitirdiler. Yani kendi ayıplarını örtbas ettiler. Ben de Silahlı
Kuvvetlerden geliyorum. Karşımda gördüğüm subayla hiçbir ortak niteliğim yok, aynı
kariyerden gelen insanlarda belirli bir ortak nitelik olması gerekirdi. Bu ocağı kim
bozdu diye araştırmaya giriştim. 1974 yılında 21 Mayıs'ta hapishaneden çıktım,
benden sonra yayınlanan tüm askeri yapıtları taradım. Uzmanlığım böyle başladı,
hiçbir iddiam yok, hiç kimseyle yarışmak iddiasında değilim. Kamuoyu en güzel ha-
kemdir, ben burada bildiklerimi söylüyorum. Aksi tezi olanlar da bildiklerini söylerler,
kamuoyu gerçeği öğrenir. Bütün askeri literatürü taradığım zaman üç belge dikkatimi
çekti. Tabii bunlardan bir tanesi ST 31–15, Silahlı Kuvvetlerin resmi talimnamesi.
1965 yılında zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Ali Keskiner imzasıyla yayınlanmış.
Ben 1964 yılında emekliye ayrıldım. Bilgim dışında olması doğal. Başka bir kitap,
Ayaklanmaları Bastırma Harekatı, Genelkurmay 1965 basımı, Üçüncü yapıt da,
bunların paralelinde Amerika'dan getirttiğim, yanıma almadım ne olur ne olmaz
başına bir iş gelir diye, FM 31-16 Amerikan Resmi Talimnamesi. Bu üç belge, benim
bir bilince, bir sonuca varmama yetti. Tahliye olduktan sonra bir yıl boyunca, 3
sekreterle birlikte neredeyse evden hiç çıkmamacasına, iki yıl hapishanede günde 8
saat çalışmıştım, 4500 sayfalık bir savunma hazırlayarak Türkiye'ye bu ihaneti
örenlerin tertiplerini ortaya döktüm. Ve bu savunmayı tarihe tevdi ettim. Yayınlanmış
kısım eldeki dokümanların onda biri bile değildir. Şimdi halen Türkiye'de bazı kişiler
Kontrgerilla lafını ağza almaktan korkuyorlar. Onlar suçluluğun telaşı içindeler. Bu
Amerikan belgeleri olduğu sürece, bunun yandaşı belgeler elimizde olduğu sürece bu
olayın yadsınması mümkün değildir.
A.Köymen: Peki Sayın Turhan, sizin metninizde ki sırayı hiç bozmadan söyleşiyi
devam ettirmek için şöyle bir şey sormak istiyorum: Sizin çeşitli belgelere dayanarak
ve yaşayarak varlığını iddia ettiğiniz bu örgüt, acaba Türkiye'de ne tür aşamalar
geçirdi, nasıl bir sürecin içerisinde yer aldı, isminden tutun örgütlenmesine kadar,
takındığı tavırlara kadar nasıl bir süreç yaşadı? Bunun tarihini acaba bize kısaca
aktarmanız mümkün mü?
T.Turhan: Tabii efendim. Türkiye'de, biliyorsunuz, beş altı kez Kontrgerilla
tartışmaları alevlendi söndü. Bugün de aynı durumdayız. Bu konunun gündeme
gelmesi Gladio'nun Türkiye'ye yansıması ile başladı. Daha sonra Batı'nın benim
üzerime düşmesiyle tekrar Avrupa'ya yansıdı, oradan da buraya yansıdı. Böyle bir
dalgalanma içerisinde. Mesela bir saat BBC benimle röportaj yaptı. İki saat İsveç
televizyonu evde çekim ve röportaj yaptı. Alman WDR radyosu iki saat benimle
görüştü. Alman Tageszeitung gazetesi iki saat röportaj yaptı, yayınladı. Der Spiegel
ismimden bahsetti. Dolayısıyla olay, dışarıdan içeriye geldiği için ben bugün rahat
konuşabiliyorum. Şimdi bu tartışma, tabii ne kadar küllenmeye bırakılırsa bırakılsın
gene de iyi olmuştur. Zaten demokrasi de tartışma rejimidir. Bu örgütün kuruluş
tarihini, ben dahil, hiç kimse bilmiyordu. Yalnız NATO'ya girişimizden sonra kuruldu
diye tahmin ediliyordu. Çok yakında yapılmış olan bir brifingde, örgütün 1952 yılının
Eylül ayında kurulduğu ifade edildi. Bizim NATO'ya girişimiz de 4 Nisan 1952'dir.
Demek ki NATO'ya girişte, bu örgüt, adına ne derseniz diyelim kurulmuştur. Batı'ya
baktığımız zaman da, bütün NATO ülkelerinde ve NATO dışı ülkelerde, İsviçre ve
İsveç gibi, bu örgütün benzeri kuruluşlara rastlıyoruz. İtalya'da çok somut olarak
ortaya çıktı ki, Gladio denilen bu Yeraltı Örgütü İtalya'yı kasıp kavuran faşist terörün
teşvikçisi, destekçisi, yaratıcısı ve uygulayıcısıdır. Durum böyle olunca, bir başka
ülkede benzeri bir Yeraltı Örgütü varsa ve o ülkede faili meçhul cinayetler, faili
meçhul olaylar, toplumsal provokasyonlar, sahte operasyonlar oluyorsa neden bu
konularda kuşkulanmak hakkını kendimizde bulmayalım? Ben bu kuşkuyu
duyuyorum. Görüyorum ki, toplumun aydın kesimi, Amerikan emperyalizmine angaje
olmamış kesimi benim gibi düşünüyor. Onun için çok mutlu sayıyorum kendimi. Şimdi
bu demin sözünü ettiğim talimnameye baktığımız zaman bir yeraltı şeması
görüyoruz. Devletin Resmi Talimnamesi, bir de Yerüstü Örgütü şeması çiziyor. Özel
Savaş Dairesi, yasal sınırlar içerisinde çalışıyorsa, büyük bir iftiharla onu destekleriz,
ondan yana oluruz. Tüm kurumların yasadışı çalışmaması isteğimizi tekrarlıyoruz,
yasa içinde çalışan kurumlara bir diyeceğimiz yok.
Gladio olayı 16 Ekim 1990 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yer alan Nilgün
Cerrahoğlu'nun haberiyle ülkemize yansıdı. Avrupa'da sorun siyasi gündemin birinci
maddesi olma özelliğini korurken, ülkemizde bugüne kadar olageldiği gibi sorun
buzdolabına kondu. Bu haliyle iktidarın tavrı, var olan kuşkulan daha da
güçlendirmektir.
Kontrgerilla var mıdır, yok mudur tartışmasında ülkemizde devlet adamları,
politikacılar ve askerler üç tavır içinde yer aldılar:
1. grupta: Böyle bir gizli örgütlenmenin varlığını kabul edenler.
2. grupta: Yadsıyanlar
3. grupta: Tevil yoluna sapanlar bulunmaktadır.
Bunların içerisinde kanımıza göre en tehlikeli olanlar bu gizli örgütlerin varlığından
haberdar oldukları halde, inkâr yolunu yeğleyenlerdir. Örnek vermek gerekirse Faik
Türün, Turgut Sunalp ve Alpaslan Türkeş sayılabilir. Bu üç kişinin Türkiye'deki
antikomünist örgütlenmede etkin rol aldıklarını hiç bir zaman göz ardı etmememiz
gerekir.
Özellikle Türün ve Sunalp 1950'li yıllarda Kore'de Amerikan emperyalistlerinin
temsilcileri ile dirsek temasına geçmişlerdir. Benimsedikleri Amerikan hayranlığının
kendilerine sağladığı olanak ve rütbelerle, 1970'li yıllarda Ziverbey İşkence
Köşkü'nde binlerce yurtseveri baskı ve zulmün hedefi yapmışlardır. Şimdi,
Kontrgerilla yoktur diyenlerin yalan söylediklerini kesinlikle kanıtlayıp, eğer utanırlarsa
onların suratlarına gerçeğin tokatını vurmak istiyorum. Kontrgerilla'yı yadsıyanların
başında gelen Turgut Sunalp böyle bir terimin mevcut olmadığını ve bu terimin bir
espri olduğunu, fakat bu yakıştırmanın bazı mihrakların işine geldiğini söylemektedir.
Oysaki; Encyclopedia Britannica'ya bakıldığında bu terime rastlanacağı gibi, konuyla
ilgili daha ayrıntılı bilgiyi Encyclopedia Americana'da da bulmaktayız.
Kontrgerilla savaşı, bazı savların tersine sırf askerleri değil, sivil halk ve yönetime
ilişkin kavramları da içermekte, toplumun bütün kesimlerini derinden etkilemektedir.
Özellikle Kontrgerilla savaşının politik, psikolojik ve Sosyo-ekonomik programlan ve
yeni örgütlenmeler ile pasifize yöntemleri içermesi üzerine dikkatlerinizi çekmek
isterim. Bu arada tüm bu yöntemlerin Amerikan emperyalizminin çıkarma,
Hostcountry’ya da Ev Sahibi Ülke diye tanımlanan ABD ile ilişkiye geçmiş ülke
halklarının aleyhine işlediğini vurgulayarak belirtmek isterim.
Bu konularda, ilgili ve yetkili kişilerce yapılan bazı açıklamalar ile olayın sivil
boyutunun göz ardı edilerek, askersel yönünün ön plana çıkartılması taktiğinin
nedenlerinin de bulunmasını, dikkatli gözlemlerinize terk ediyorum.
Ulusal bağımsızlık savaşı vererek ve Sivas Kongresi'nden buyana Amerikan
mandacılığına karşı çıkarak, onurlu uluslar arasına katılan Atatürk'ün Cumhuriyetini,
Amerikan mandasının güdümüne terk etmeye kimsenin gücü yetmeyecektir. Dünya
komünizminin geri çekilmesi karşısında NATO ve bazı Avrupa ülkelerinde düzenli bir
şekilde örgütlü antikomünist yeraltı ve yerüstü örgütleri ve çıkarlarını böyle bir
bütünleşmede gören siyasi iktidarlar için yeni bir durum değerlendirmesi yapmanın
zamanı geçmek üzeredir. Şimdi izin verirseniz Amerikan emperyalistlerinin
görüşlerinden bazı örnekler vermek istiyorum.
Rockefeller'in Eisenhower’a mektubu:
"... ABD ile işbirliğine hazır yerli işadamlarına yardım arttırılmalı ve böylece bu
işadamlarının ilgili ülke ekonomisinin kilit noktalarını ele geçirmeleri, buna dayanarak
politik etkilerinin artması sağlanmalıdır."
Rockefeller'in bu önerisinin Türkiye'de ABD'nin en tehlikeli casusluk örgütü olan AID
tarafından ne şekilde uygulamaya konulduğunu ileride açıklamaya çalışacağım.
Rockefeller'dan çok yıllar önce ABD'li senatör Albert J.Beueridge: "... Dünya ticareti
bizim olmalı ve olacaktır. Ticaret karakollarımızın çevresinde bizim bayrağımızı
dalgalandıran ve bizimle ticaret yapan, kendi hükümetlerine sahip büyük sömürgeler
kurulacak, kurumlarımız ticaretin kanatları altında bayrağımızı izleyecektir" diyor.
Bu görüşler çerçevesinde ABD Savunma Bakanı Mc Namara 1967de: " askeri
yardımlarımızın asıl amacı, azgelişmiş ülke askerlerini ABD ideolojisine göre
yetiştirmek ve onlardan gelecekte gerektiğinde o ülke yönetiminde yararlanmaktır"
demekte ve ABD'de eğitim gören subayların, biraz önce adından söz ettiğimiz AID
programı çerçevesinde eğitildiklerini ifade etmektedir.
Bunun gibi, Kore Askeri Danışman Grup Komutanı Tuğgeneral W.L. Roberts'in
(1950) görüşlerini yukarıdaki anlayış çerçevesinde bireysel olarak algılamamamız
gerekmektedir.
General diyor ki:
"Komutanı bulunduğum 500 kişilik savaşta pişmiş askerlerden oluşan grup, bizim
adımıza kurşun atacak 100 bin kişinin nasıl savaşa hazırlanacağını kanıtlamıştır...
Kore'de Amerikan vergi yükümlüsünün bu ülkedeki yatırımlarının bekçi köpeği olan
bir yerli ordu bulunmaktadır. Ve bu kuvvet en az gider ile en çok sonucun nasıl
alınabileceğini pek güzel örneklemektedir." Ve nihayet ABD Kara Kuvvetleri Bilimsel
Araştırma Daire Başkanı bir gazeteye "Birleşik Amerika solcu rejim ve hükümetleri
devirmek için yerli kuvvetleri komandocu-partizan metotlarına göre eğitmeli ve gerekli
silah, malzeme ile donatmalıdır" derken benzer görüşler Mc Namara tarafından "Latin
Amerika'ya yaptığımız yardımlarda güttüğümüz temel amaç, gerekli olduğu yerlerde
polis ve diğer güvenlik kuvvetleri ile birlikte istenilen iç güvenliği sağlayacak ye-
tenekte askeri ve yan askeri güçlerin yetiştirilmesine yardımcı olacaktır" şeklinde
görüşünü açıklamaktadır.
Örnekleri çoğaltmamız olanaklı, ancak ABD yetkili kişilerinin açıklamaları, Kontrgerilla
savaşının sivil boyutunu projektör ile aydınlatacak kadar açıklık getirmiş bulunuyor.
ABD Ordusunun FM (Sahra Talimnamesi) 31–15 simgeli Gayrinizami Kuvvetlere
Karşı Harekat adlı talimnamesi ile FM 31–16 Countergerilla Operations adlı Amerikan
talimnamesi ve Genelkurmay'ın bastırdığı CIA ajanı David Galula'nın Ayaklanmaları
Bastırma Harekatları adlı yapıtı 1975 yılında İstanbul Sıkıyönetim Askeri
Mahkemesi'nde yapmış olduğum Savunmamın temel belgeleri olarak
değerlendirilmiş ve Türk kamuoyuna tarafımdan nakledilmiştir. Talimnameyi Savun-
mamda, eleştirmekle yetinmeyip, 1977 yılında haftalık 7 Gün Dergisinde İktidarların
Çeteleşmesi adlı bir yazıda ve 1989 yılında yayınladığım Doruk Operasyonu adlı
yapıtta ayrıntılarıyla eleştirmiş bulunuyorum.
Günümüzdeki tüm yadsımalara karşın, anılan talimnamede ACC simgesi ile
gösterilen örgütlenme biçimi, Kontrgerilla harekâtı, içerisinde, hükümet devirmenin de
bulunduğunu göstermektedir.
Kaldı ki yetkili kişiler yabancı basını izleselerdi, savlarımız doğrultusundaki yayınlara
da rastlayabilirlerdi. Örneğin savlarımızın Der Spiegel'in 19 Kasım 1990 tarihli
sayısında da yer aldığını görebilirlerdi.
Bu noktada bugüne kadar yayınlanmamış binlerce sayfalık yapıt ve yazılarımda
belirttiğim gibi, Kontrgerilla harekâtı içerisinde ülke düzenlerini gerektiğinde istikrarsız
hale getirmek (destabilize etmek) ve bu evreden sonra Amerikan yanlısı askeri
darbeleri gündeme getirmek bulunduğunu tok sesle bir daha vurgulamak isterim. Bu
arada kuramcıların deyimiyle istikrar harekâtı içerisinde, Amerikan istihbarat
örgütleriyle, Amerikan AID casusluk örgütünün bulunduğunu da ACC şemasına
bakarak kesinlikle iddia ediyorum. Soğuk Savaş'ın 2. Dünya Savaşı'nın bir ürünü
olduğu bilinmektedir. Bu arada Özel Savaş'ın da Soğuk Savaş'ın bir ürünü olduğunu
vurgulamak isterim. Özel Savaş'ı üç ana başlık halinde inceleyebiliriz: 1) Gayrinizamî
savaş ya da daha doğru deyimiyle kuraldışı savaş; 2) istikrar harekâtı; 3) Psikolojik
savaş.
Gayrinizamî savaş ise, gerilla harekâta, mukavemet harekatı, kaçma-kurtulma
harekatı olmak üzere üç bölüme ayrılmaktadır. Basında bildiğimiz kadarıyla, Özel
Savaş'ın askersel bölümünü oluşturan kuraldışı savaşa, Genelkurmay Brifinginde yer
verilip sine karşın, sorunun sivil boyutunu oluşturan istikrar harekâtı ile psikolojik
savaşa ilişkin sorular yanıtsız bırakılmıştır. Bu noktada destabilizasyon teorisine
girmek istiyorum: Türkiye'nin yakın tarihine göz attığımızda 12 Mart ve 12 Eylül
öncesinde terörün her boyutu araç edilerek toplumun istikrarsız hale getirilmeye
çalışıldığı, bu evreyi ABD yanlısı askeri darbelerin izlediği görülmektedir. Günümüzde
ise uzun süreden beri yaygın terör eylemleri ve siyasi cinayetlere sahne olunmakta
ve çoğunlukla bu tür eylemlerin suçlularının bulunmaması, kamuoyunda olası bir
askeri darbeyle çağrışım yapmışsa da, 27 Kasım 1990 tarihli Zaman gazetesinde ilk
kez açıkladığım gibi, Türkiye'nin şu dönemde olası sivil darbeler dönemine girdiği
kanısındayım. Bu noktada terörü yönlendirenler, seçilmiş hedefli terörden (selective
terrörism), ayrım yapmayan terör (indiscriminate terrör) safhasına geçebilirler ya da
geri çekilebilirler.
Buna karşılık CIA ajanı David Galula şunları söylemektedir:
"... ilk adım, şuursuz- terörizm: Şuursuz terörizmden maksat ayaklanma hareketleri
ve sebepleri için fazla alaka toplamak ve halkın dikkati bir defa çekildikten sonra gizli
olarak bulunan tarafları cezp etmektir...
ikinci adım, seçilmiş terörizm: Seçilmiş terörizm çarçabuk, şuursuz terörizmi takip
eder. Bundan maksat isyanı bastırmakla görevli olan tarafı halktan uzak tutmak, halkı
mücadeleye sokmak ve asgari olarak halkın pasif suç ortaklığını temin etmektir. Bu
da memleketin muhtelif yerlerinde bazı kimseleri, halka en yakın teması olan küçük
rütbeli hükümet memurlarını, polis, postacı, belediye reisi, belediye meclis azası ve
öğretmen gibi insanları öldürerek yapılır." 1975 yılından beri merak ediyorum. 1965'in
Genelkurmayı, teröre kuram oluşturan bir CIA ajanının önerilerine neden yer vermiştir
diye?
Gayrinizami savaş kavramına göz attığımızda, ST 31–15 GKKH talimnamesinde de
belirtildiği gibi, savaşı yürütecek iki tür örgütlenmeden söz edilmektedir. Bunlardan
birincisi komando birliklerinden oluşan yerüstü birlikleri, ikincisi köye kadar hücre tipi
örgütlenmiş, propaganda, istihbarat, sabotaj ve terör yapmakla görevlendirilmiş
yeraltı teşkilatıdır. Ve anılan talimatnamede gayrinizami faaliyetler arasında adam
öldürme, bombalama, silahlı soygunculuk, işkence, kötürüm hale getirme, adam
kaçırma yoluyla tedhiş, olayları tahrik, misilleme, rehinelerin alıkonulması gibi
yöntemlerden söz edilmektedir.
İtalya’da Gladio ya da Roma kılıcı, Yunanistan'da B–8 ya da Sheepskin, Belçika'da
SDRA–8, Hollanda'da NATO Command, Batı Almanya'da Gehlen Harekatı, Stay
Behind, Sword, Avusturya'da Schwert, Fransa'da Rüzgar Gülü, İngiltere'de Secret
British Network Revealed adı konulan bu yeraltı örgütlenmesinin Türkiye'deki adı
ilgilerince özenle saklanılmaktadır. Ancak kamuoyu adı "Kontrgerilla" olarak koymuş
bulunmaktadır.
Gerçekte 1973'lerde bana ve binlerce yurtsevere Ziverbey Köşkü'nde işkence
yapanlar kendilerine Kontrgerilla adını verdikleri için, bu cani çetesi ile ilgili deyim
kamuoyunca benimsenmiştir. Başta Silahlı Kuvvetler olmak üzere Türkiye'nin tüm ku-
rumlarına bizden daha fazla saygılı olma hakkını kimseye tanımıyoruz. Tüm
amacımız, yasadışı eylemleri ve örgütleri ile meşru kurumlan şaibe altına sokan
kişileri sergilemektir.
Ziverbey Köşkü'nde işkence yapanlar TSK’nin onuruyla oynadıkları için, tüm hayatımı
öne sürerek bu kişilerin iç yüzünün ortaya çıkarılmasını istiyorum. Bu amaçla,
gerekiyorsa, başta Bomba ve Sabotaj Davaları olmak üzere, 12 Mart davaları ile 12
Eylül davalarının uluslararası bir mahkeme tarafından incelenmesini istiyorum.
Ziverbey Köşkü'nde benden ve daha başka birçok kişiden, dönemin Genelkurmay
Başkanı olan Orgeneral Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur,
Donanma Komutanı ve Sıkıyönetim Komutan Yardımcısı Kemal Kayacan ve halen
Türk Silahlı Kuvvetleri'nde görevli bulunan iki orgeneral aleyhine ifadeler alınmıştır.
TSK, bu ihaneti düzenleyenlerden hesap sorarsa, bu kişilerin kirli işlerinden kendisini
arındırabilir. Biz işkenceyi bireysel bir olgu olarak kabul etmiyoruz, çünkü kanımıza
göre bireyin onuru toplumsal onurun bir parçasıdır. Yıllardan beri işkenceyle bu
anlayış içinde mücadele ediyoruz. Bunun gibi, Türkiye'de "devlet üzerinde devlet"
olgusunun ya da bazı çevrelerce yapılan "karanlık güçler" edebiyatının aydınlığa
kavuşturulmasını, ülkemizdeki demokrasi ile koşut görmekteyiz. Ve bu anlayışla 17
yıldan bu yana Türkiye'de gizli bu yeraltı örgütünün açığa çıkarılması için yasal kavga
veriyorum. Bu kavgada dış güçlerin sözcülüğünü yapanlar, ne denli yalan söylerse
söylesinler, kamuoyu tarafından daha şimdiden tarihin sanık sandalyesine oturtulmuş
bulunuyorlar.
Yeniden AID'ye dönelim. Biraz önce belirttiğim gibi AID 1) Amerikan yanlısı askeri
darbelerde yer almaktadır. 2) AID, Amerika'nın etki alanına giren ülkelerde özel
sektörü finanse etmekte ve işbirlikçi kapitalist yetiştirmektedir. AID Türkiye'de ve
azgelişmiş ülkelerde sarı sendikacılığı örgütlemekte ve finanse etmektedir. Türkiye
de AID Sınai Kalkınma Bankası'na ortak olarak bu işlevini yıllardan beri
sürdürmektedir. 3) AID Washington Uluslararası Polis Akademisi'ni yönetmekte ve
azgelişmiş ülke polis şeflerini anılan akademide indoktrine etmekte, Amerikan
doğrularını ulusal doğrularla koşut sayacak şekilde onların beyinlerini yıkamaktadır.
4) AID azgelişmiş ülkelerde toplu katliamlara kadar varan (Vietnam'da olduğu gibi)
"temizlik ve pasifikasyon harekatı" düzenleyerek olağanüstü dönemlerde
(sıkıyönetim, askeri darbe gibi) Amerikan çıkarlarına ters gelen yurtseverleri etkisiz
hale getirmektedir. 6) AID, bürokrasinin her iki kanadından seçtiği kişileri Amerika'da
özel eğitimden geçirmektedir.
Bu işlevlere sahip AID ile ülkemizin ne ilişkisi olduğu sorulabilir.
Yanıtlarsak, 1) AID yıllardan beri Türk özel sektörünü finanse etmektedir. Abramowitz
ile Ali Coşkun'un imzaladıkları anlaşmaya göre, AID'in, Türkiye'nin önde gelen özel
sektör örgütleri ile işbirliği yapacağı açıklanmıştır. (1)
Bu anlaşmadan yaklaşık bir hafta önce Ali Coşkun "Bu uzman kuruluşun bilgi
birikiminden yararlanacağını" (2) ifade etmiştir. 2) AID/ABD yanlısı askeri darbelerde
fiilen rol almaktadır. (3)
3) AID, azgelişmiş ülkelerin güvenlik örgütleri mensuplarına, özellikle polislerine,
adam öldürme yöntemleri öğretmektedir.
Söyleşinin bu noktasında Türk aydınının bir yol ayrımında olduğunu düşünüyorum.
Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyerek, bu ihanete araç mı olacaktır, yoksa
Atatürk'ün tam bağımsız, antikapitalist, antiemperyalist ulusal kurtuluşçu şiarlarına
sahip mi çıkacaktır?
Yanıtlamamız gereken ilk sorunun bu olduğunu düşünüyorum.
Sanırım, bu açıklamadan sonra devlet cinayet işler mi sorusuna yanıt aramamız
gerekecektir.
Geçen asra kadar iktidarların tarihi ile siyasi cinayetlerin tarihinin koşut olduğunu
görmekteyiz. Asrımızda demokrasiyi özümsemiş ülkelerde kuşkusuz devlet cinayet
işleyemez. Ancak Alman Nazizmi ile İtalyan Faşizmi ve onların istihbarat örgütlerine
baktığımızda (özellikle Gestapo), bunlarda cinayet işleme birimlerini görüyoruz. CIA
2. Dünya Savaşı'ndan sonra kurulmuş ve Gestapo deneyimlerinden büyük ölçüde
etkilenmiş bir istihbarat örgütü olduğu için, Kirli İşler Bölümü, 40 yıldan bu yana
cinayet işleyerek 3 milyon kişiyi öldürmüş, 54 milyon kişiyi sakat bırakmıştır (4).
CIA ile işbirliği halinde olan istihbarat örgütlerinin de aynı yöntemi benimsedikleri
kuşkusuzdur.
Bu kuşkulardan arınmanın tek yolu, siyasi cinayet, toplumsal provokasyon, sahte
operasyon ve kuşkulu eylemlerden oluşan 20 yıllık geçmişi de kapsayacak tarzda,
bütün gizli faaliyetlerin bir Meclis Araştırmasıyla aydınlığa kavuşturulmasıdır. Bu
görevin yapılması, demokrasimizin düze çıkarılmasına olanak sağlayabileceği gibi,
parlamento açısından da yaşamsal önemdedir.
Somut bir örnekle sözlerime son vermek istiyorum.
Atatürk'ün, Cumhuriyeti emanet ettiği Türk gençliğine ilk kurşun, benim
saptamalarıma göre, 23 Eylül 1969 tarihinde Taylan Özgür'e, biri polis, biri subay
olmak üzere iki kişi tarafından atılmıştır. Yani devlet cinayet işlemiştir. Kuşkusuz
olayın tüm kanıtlarını benim bulmamı kimse benden bekleyemez. İçişleri Bakanı
olduğunda H.Fehmi Güneş'e bu polis ve subayın adını bildirdim. Bu noktadan sonra
kanıt bulma işinin devlete ait olması gerekirdi. Güneş'in İçişleri Bakanlığı döneminde
bile "devlet üzerindeki devlet" aşılamadığı için, o dönemin ilk cinayeti gizini hala
korumaktadır. Ancak ne yazık ki, o tarihte tetik çeken subay daha üst rütbelere
ulaşmış, yetkilerle donatılmıştır.
Şimdi soruyorum. Yaşamın pahasına sürdürdüğüm bu çabalarım, güvenlik
örgütlerimizin temize çıkmasına mı hizmet ediyor, yoksa onları suçlamaya mı?
DÖRDÜNCÜ BÖLÜMÜN DİPNOTLARI
(1) Cumhuriyet, 11 Ağustos 1989
(2) Cumhuriyet, 2 Ağustos 1989
(3) Bkz. Doruk operasyonu, Talat Turhan, Sorun Yayınlan, 1989 ACC Şeması
(4) Cumhuriyet ve Güneş gazeteleri, 30 Ocak 1986
BEŞİNCİ BÖLÜM
İnsan Hakları Derneği Adana Şubesi'nin davetlisi olarak 16 Aralık 1990 tarihinde
Adana'da 'Kontrgerilla' konusunda bir konferans verdim.
Bu bölümde, Adana Konferansında anlattıklarımı aktarıyorum.
Konferansın sonunda, Aykut Adanalı, Ayvaz Karadeniz, Cengiz Demirci, Elif Tuncer,
Mehmet Ateş, Mehmet Coşkun, Mehmet Sadi, Kadir Güneşhan, Kemal Tuğlu, Sefer
Akgün, Sinan Okan, Tufan Gök, Yener Türkmen'in konuyla ilgili sorularını yanıtladım.
Konferansın düzenlenmesinde öncülük yapan, ÎHD Adana Şubesi Başkanı Av. Elif
Tuncer'i daha sonra bir trafik kazasında kaybettik. Anısını yaşatmak istiyorum.
KONTRGERİLLA GERÇEĞİ
ANSİKLOPEDİK BİLGİ
Gerilla Savaşı, politik ihtilafların çözümünde askeri zaferler kazanmak kadar, toplumu
etkileme ve yönlendirme etkinliğine ulaştığından beri Kontrgerilla Savaşı da aynı
şekilde, benzer yöntemlerle uygulanmıştır. Bundan ötürü Kontrgerilla harekatının
genellikle üç hedefi vardır:
1- Mümkün olduğu kadar geniş ve büyük halk kitlesi üzerinde etkili bir kontrol tesis
etmek.
2- Gerilla gücünün zayıf yönleri ile teşkilat durumlarını belirlemek.
3- Gerillaları askeri yenilgi ile yok etmek.
ilk iki hedefe, esas itibarıyla, politik, psikolojik ve sosyoekonomik programlarla, yeni
teşkilatlanmalar ve pasifize yöntemleri uygulanarak ulaşılır. Bu programlar halkın, iş
başındaki rejime bağlılık ve sadakatim artıracak, Kontrgerilla Kuruluşu'nun lüzumuna
inandıracak ve diğer taraftan gerilla faaliyetlerinin propaganda etkilerini ortadan
kaldıracak şekilde planlanır. Bu planların özelliği, yaratıcı yenilikler ve değişik
şekillerde, orijinal tarzlarda halkın arzuları içine dahil edilmeleridir. Kontrgerilla
Teşkilatı'nın asıl gücü böylelikle, bozguncu asilerle halk arasına örülen psikopolitik
barajın kuvvetlenmesi ve onların devlet güçlerinin hücumuna karşı yalnız ve zayıf
duruma düşmeleri ile meydana gelir. Yalnız üçüncü hedef tamamen askeri bir
harekatla sonuçlandırılır. Bir yandan askeri harekatın kazanılması ve ilk iki hedefe
ulaşılması, diğer yandan da bu başarıların üstüne merkezi idareyi hakim kılmakla
sonuç elde edilir.
(Kontrgerilla Savaşı, Encyclopedia Americana Cilt: 13, s: 560)
Bir askeri çatışmanın, büyük güçler arasında meydana getirebileceği nükleer harbe
dönüşmesi tehlikesi, Gerilla Savaşını, çarpışmaların esas ve güçlü şekli haline
getirdi. Özellikle Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti, Afrika ve Asya'daki gerilla
hareketlerini destekleyerek adım adım bu savaşların içine karıştılar. Gerilla Savaşı
daha ucuz ve daha az rizikolu olduğu gibi saldın usulleri bakımından da klasik
savaşlara nazaran daha küçük kuvvetlerle yapılabilmektedir. 1966 yılında Che
Guevara'nın ve Kübalı gerillaların tahrip maksadıyla, gizlice Bolivya'ya sızmaları bu
tür Gerilla Savaşı için bir örnek teşkil etmektedir.
çağırıyorum. Bunun tek bir yolu, tek bir yöntemi vardır: Suçluların yakalanması ve
adalet önüne getirilmesi... Bu görevi yerine getiremeyen iktidarların, tarihin sanık
sandalyesine oturtularak yargılanacağından kuşku duymuyorum.
1965 yılında Genelkurmay Başkanlığı tarafından dilimize çevrilerek yayınlanan CIA
ajanı David Galula'nın,- "Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri" adlı yapıtında, terörün
evreleri ile bunlarla ilintili olarak kimlerin hangi sıraya göre öldürülmesi gerektiği,
gerekçeleriyle açıklanmaktadır. Öldürülmesi gereken kişilerin başında polisler
sayılmaktadır. 1990 yılından günümüze kadar on güvenlik görevlisi profesyonel
yöntemlerle öldürülmüş fakat suçluları yakalanamamıştır... Görevlerini yapmayan
iktidar yetkilileri, çoğunlukla ya bu tür yeraltı örgütlerinin amacına hizmet etmekte-
dirler ya da güçleri onları aşmaya yetmemektedir. Kuşkusuz her iki durumda da, suça
katılmış olmaktadırlar. Başkalarım soyut kavramlar ardına gizlenerek suçlamakla işin
içinden çıkacaklarını sanıyorlarsa, yanılıyorlar demektir. 1972 yılı başlarında İstanbul
Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Faik Türün'ün izniyle hizmete açılan Ziverbey
İşkence Köşkü'ne bir ay süreyle konuk edildim (!) Oraya alınan kişileri sorgulayan ve
ABD'de Teknik Sorgu diye adlandırılan işkenceli sorgulama yöntemlerini öğrenmek
için eğitimden geçmiş satılmışlar, Kontrgerilla Örgütü'ne bağlı olduklarını
söylüyorlardı. Gerçekte bu deyimi kullanan işkenceciler, farkında olmadan kendilerini
ele vererek, kime, neye, ne amaçla hizmet ettiklerini ve dış bağıntılarım açıklamış
oluyorlardı. Kontrgerilla Örgütü deyimi sanıklar tarafından mahkemelerde duruşma
tutanaklarına geçirildi ve böylece kamuoyuna mal oldu.
Taranmamak için her türlü yönteme başvurmuş olan işkenceciler, bu konuda tüm
tedbirleri aldıklarını sanmakla yanıldılar. Teknik Sorgulama Timi'nin başı 1943 Harp
Okulu çıkışlı olan ve Topçu Binbaşılıktan ayrılan, aynı zamanda MİT'in Komünist
Masası Şefi Eyüp Özalkuş'un ismini Türkiye'de ilk kez bir yıl sonra, duruşma
tutanağına geçirebilmek için oldukça güçlük çektim. Nitekim tutanağa, Özalkuş
soyadını yazdıramadığım için bu kişi takma adı olan "Kel Eyüp" olarak yazıldı. Daha
sonra, iki yıl süren özverili bir uğraş sonucunda tüm işkenceci kadroyu saptayıp, ilgili
makamlara başvurup hak aradım. CHP iktidarının en önde gelen kişilerini haberdar
ettim. Ama işkenceciler etkin konumlarını sürekli korudular.
Bu olgudan çıkardığım somut bir sonuç vardı: Anlamıştım ki, işkenceciler ve onların
birlikte çalıştıkları istihbarat ve yeraltı örgütleri ve tüm bu mekanizmanın bağlı olduğu
dış güçlerin görünmez iktidarı, bugüne kadarki görünen iktidarlardan üstün olduğu
için, Türkiye'de işkenceciler mantar gibi çoğalmış, işkencecilik meslek haline
dönüşmüş ve işkence olgusu kurumlaşmıştır.
Türkiye'de demokrasi kavgasının ön koşulunun bu ayıptan arınmamıza bağlı
olduğuna inanıyorum. AT kapısına yapılan her başvuru ve temasta ilgililerin,
ülkemizde kronik hale gelmiş olan insan hakları ihlalleri sorunuyla suçlanmaları
önemli ve anlamlıdır.
Günümüzde de devam ede gelmekte olan Kontrgerilla tartışmalarına katılanları üç
gruba ayırabiliriz:
İlk grupta, Kenan Evren ve Bülent Ecevit gibi, Kontrgerilla Örgütü'nün ya da yasal
görünümüyle Özel Savaş Dairesi'nin varlığını kabul edenler, ikinci grupta, bir bölümü
aşağıdaki isimlerden oluşan, konuyu yadsıyanlar bulunmaktadır:
— Orgeneral (emekli) Faik Türün
— Orgeneral (emekli) Turgut Sunalp
— Orgeneral (emekli) Necdet Üruğ
— Orgeneral (emekli) Muhsin Batur
— Koramiral (emekli) Işık Biren
— Tümgeneral (emekli) Cihat Akyol (Özel Harp Dairesi eski Başkanı)
— Kurmay Albay (emekli) Sadi Koçaş (12 Mart dönemi Başbakan Yardımcısı)
— Kurmay Albay (emekli) Alpaslan Türkeş (MÇP Başkanı)
Alman WDR Radyosu Gladio ve Kontrgerilla konusunda bir söyleşi yaptı. Söyleşi
VVDR Radyosu'nun 27 Kasım 1990 tarihli 'Kritiches Tagebuch' adlı programında
yayınlandı. Aynı günlerde Berlin Die Tageszeitung-Taz- Gazetesi adına, gazetenin
Türkiye Temsilcisi Ömer Erzeren Gladio ve Kontrgerilla konusunda sorular sordu.
Yanıtladım. Görüşmenin özeti 27 Kasım 1990 tarihli Die Tageszeitung gazetesinde
yayımlandı.
Söyleşi ve görüşme aynı içerikte olduğu için, Ömer Erzeren'in sorduğu soruları ve
yanıtlarımı, Die Tageszeitung gazetesinin ilgili sayısından aktarıyorum.
—Gladio nedir?
—Gladio’nun anlamı artık iyice belirlendi. Türkçe anlamı silahşor olabilir. Adına ne
derseniz deyin, olay İtalya'da patlak verdiği ve oradaki gizli örgütün de adı Gladio
olduğu için, Gladio
tüm dünyada bu tür örgütlerin simgesel adı oldu. Gerçekte NATO'ya bağlı ülkelerde
ve hatta NATO dışı Avrupa ülkelerinde -Avusturya, İsviçre, İsveç gibi- Gayrinizami
Harp-daha doğru söylemi Kural Dışı Savaş-yapmak üzere yerüstü ve yeraltı örgütleri
kurulmuştur. ABD tarafından teorisi üretilen ve NATO'ya bağlı olduğu söylenilen bu
yeraltı örgütlerinden İtalya'da ortaya çıkarılanın adı Gladio 'dur.
İtalya’da ortaya çıktı, Andreotti'nin açıklamalarından sonra Türkiye'deki tartışma
başladı. Zamanlama sizce neden böyle oldu? Yani bir sürü bilgi bundan on, onbeş yıl
önce de vardı. Ancak şimdi birden siyasal bir tema haline geldi. Bunun nedeni nedir?
—Haklısınız. Sorunuza gerçekçi bir yanıt verebilmek için İtalya'nın iç politikasını iyi
bilmek gerekiyor. Acaba bu örgüt İtalya'da doruktaki iktidar kavgasında kullanıldığı
için mi açığa çıktı? Açıklamalar böyle bir kanıyı doğrulayacak yönde görülüyor.
Savcı Felice Casson bu ortamdan yararlanarak elindeki dosya üzerine eğildi ve hatta
İtalya Cumhurbaşkanı'nı sorguya çekme girişiminde bulundu. Kuşkusuz Casson'un
onurlu bir meslek adamı olması da olayın ortaya çıkarılmasında belirleyici rol oynadı.
İtalya ve Avrupa kamuoyu bu konuya karşı çok duyarlı. Özellikle İtalya'da yaşanmış
ve failleri uzun süre saptanılamamış büyük boyutlu terör olayları ardında Gladio'nun
bulunduğunun açığa çıkması şok etkisi yaptı.
Bilebildiğim kadarıyla olay, Aldo Moro'nun mektuplarının yıllar sonra ele
geçirilmesinden sonra patlak verdi. Ancak Moro'nun mektuplarının bugüne kadar
ilgililerin eline geçmediğini düşünmek pek akla uygun düşmez. Eğer böyle ise, o
zaman bunları başlangıçta gizleyen ve belli bir zamanlama içinde kullanmada çıkar
uman bir güçten söz edilebilir. Bu güç İtalya istihbarat örgütü Sismi olabilir. Bu örgüt,
yıllarca saklama gereğini duyduğu Moro'nun mektuplarını pek de inandırıcı olmayan
bir senaryo ile neden açığa çıkarmak gereksinimi duydu? Bu soruya doğru yanıtlar
bulmak gerekiyor. Mektuplar açıklanınca Cumhurbaşkanı Cossiga ve Başbakan
Andreotti güç duruma düştüler. Kendilerini savunmak amacıyla bazı açıklamalar
yapmak zorunda kaldılar. Acaba belgeleri basma sızdıranlar bu yolla anılan iki kişiyi
yıpratmak mı istiyorlardı? Yoksa daha farklı amaçlan mı vardı? İşte bu soruları
yanıtlayabilmek için İtalyan iç politikasındaki entrikaların aynntılannı bilmek gerekir
diye düşünüyorum.
Bu ortamda ve kanımca siyasal gelişimden bağımsız olarak, meslek onurunu her
türlü kişisel endişeden ve korkudan üstün bilen ve gerçek bir hukukçu olan savcı
Felice Casson'un, kuşkulu cinayet, terör ve kışkırtıcılık olaylarını içeren ve uzun
süredir incelediği dosya hakkında açıklamalarda bulunması Gladio'yu manşete
çıkardı. Kuşkusuz Gladio'ya koşut olarak oluşturulan örgütlerin tüm NATO ülkelerinde
bulunması, olayın çapını daha da büyüttü.
—Şimdi söylediklerinizin içinden şu anlam çıkıyor: Politikacılar kendi çıkarlarını ve
geleceklerini kurtarmak amacıyla bazı açıklamalarda bulundular. Peki, Türkiye'de
benzer bir gelişme görüyor musunuz? Bekliyor musunuz?
—Bundan önceki sorunuzun yanıtına bir ekleme yapmak isterim. ABD bağlaşığı olan
ülkelerde, etki altına aldığı ülkelerin düzenlerini, kendi emperyalist çıkarlarına uyarlı
hale getirmek için, o ülkelerdeki antikomünizmi örgütledi. Bu amaçla her şekilde legal,
illegal, militer, paramiliter örgütlerin kurulmasına destek verdi. Komünizm tehlikesi
ortadan kalktığına göre, bu örgütlere yeni bir şekil vermek gereksinimi duyulmuş
olabilir. Kuşkusuz bazı demokratik ülkelerdeki kamuoyu baskısından çekinen ikti-
darlar, bu örgütlerin işlevleri açığa çıktıktan sonra, onları lağvetmek zorunda
kalacaklardır. Nitekim daha şimdiden bu konuda girişimlerde bulunulduğunu
basından öğrenmekteyiz.
Türkiye'de bu konunun 17 yıllık geçmişi bulunmaktadır. Bu süreçte benzer tartışmalar
yapılmış ve her seferinde olay örtbas edilmiştir. Kanımca bu kez de öyle olacaktır.
— ikinci Dünya Savaşı tarihi yeniden mi yazılmalı? Bu olay ortaya çıktıktan sonra...
—Öyle gerekiyor. BBC ile yaptığım tele röportajda da belirttim. İtalya örneğinin de
doğruladığı gibi, bu tür yeraltı örgütlenmeleri yapılan gereği kötüye kullanıldığında;
siyasal cinayet işlemekten başlayarak terörün her türüne katılabilmektedirler. Daha
da önemlisi halkların demokratik tercihlerini belirli propaganda yöntemleri kullanarak
saptırmak ve demokrasinin doğal gelişimini engellemek amacıyla bu örgütler
kullanılmaktadır. Bu örgütlerin ortadan kaldırılması- en azından Türkiye için bunun
olabilirliğini düşünmüyorum- dünya halklarının, demokrasi yolunda kendi bilinçleri
doğrultusunda yol almasının başlangıcı olabilir. Bu bilincin her türlü dış etkiden
soyutlanması, demokrasi açısından çok önemli...
Sorunun bana göre daha ilginç bir başka boyutu var: Bu tür yeraltı örgütleri için teori
üreten, onların oluşmalarına her yönden katkıda bulunan ABD'nin, dünyada insan
hakları savunuculuğu yapmasını hür dünyanın ve demokrasi cephesinin liderliği gibi
bir iddianın sahibi olmasını anlayabilmek mümkün değildir.
—Türkiye’de Gladio'nun karşılığı Özel Harp Dairesi midir? Özel Harp Dairesi
bünyesinde bir örgütlenme midir?
—İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya Soğuk Savaş dönemine girdi. Bu dönem
bazı kavram ve örgütlenmeleri beraberinde getirdi. Bu kavramlardan biri de Özel
Savaş'tır. Bu savaş da kendi arasında bölümlere ayrılmaktadır. Bu bölümlerden birine
Gayrinizami Harp- Kuraldışı Savaş- denilmektedir. Gayrinizami Harp'in yürütülmesi
için de yerüstü birliklerine -komando- ve yeraltı örgütüne gereksinim vardır. İşte
İtalya'daki Gladio bu yeraltı örgütünün adıdır. Bizde bir türlü adı konulamayan, ama
halkın
129Kontrgerilla Örgütü diye adlandırdığı yeraltı örgütü, Özel Savaş Dairesi'nin
bünyesi içerisindedir ve genellikle paramiliter bir güçtür. Ya da yetkili kişilerin deyimi
ile vatansever kişilerden oluşan bir örgüttür.
Özel Savaş kavramı, İstikrar Harekatı-Stabilisation Operations- ve Psikolojik Savaşı
da kapsamaktadır.
Bu nedenle askeri yönünden daha çok sivil halka yönelik yöntemleri içermektedir.
Kanımca, bu yönüyle kuruluş amacı dışında kullanıldığında askeri işlevi kadar
tehlikelidir. Tüm istihbarat örgütleri yanında bu tür yeraltı örgütleri, emperyalist
ülkenin değer yargılarını, mass-medyayı, kullanarak kendi halkına aşılamaya
çalışırlar ki bu yöntem Psikolojik Savaş'a girer. Böylelikle ulusal doğrular, çıkarlar ve
değer yargıları ustalıkla çarpıtılabilir. Onun karşıtı da bulunacaktır. Buna da
Kontrgerilla Harekatı -Counterguerilla Operations- denilmektedir. Türkiye'de bir Özel
Savaş yöntemi olan Kontrgerilla Harekatı bir örgüte mal edilmiş ve Gladio 'mm koşutu
olan yeraltı örgütüne Kontrgerilla Örgütü denilmiştir. Örneğin Yunanistan'daki benzeri
örgütün adı Sheep Skin'dir. Görüldüğü gibi, Özel Savaş'ın alanı geniştir. Bu amaçla
kurulan örgütlerin de bu amaca hizmet etmesi gerekmektedir. Örneğin, Kaçırma-
Kurtarma Harekatı da bunların arasında sayılabilir.
Bildiğiniz gibi, 1972–1974 yıllan arasında Türk Ceza Kanunun 146'ncı maddesi
gereğince idamla yargılandım. Mahkemeye çıkarılıncaya kadar işkence dahil
yasadışı olayların hedefi oldum. Bize işkence yapanlar kendilerini Kontrgerilla Örgütü
mensubu olarak tanıtıyorlardı. Bu nedenle kamuoyu bu deyimi benimsedi. Ben
işkencecilerin bu itiraflarından hareket ederek, Özel Savaş ve Kontrgerilla
Harekatı'na ait ABD kaynaklı yerli ve yabancı yapıtları inceledim ve bunları
mahkemedeki savunmamın bir parçası haline dönüştürdüm. Bu arada Kontrgerilla
işkencecilerinin saptanılması için yasal başvurularda bulundum-Hepsi hasıraltı edildi.
İncelediğim ABD resmi talimnameleri, içlerinde özellikle FM 31-15 ve FM 31-16
simgeli olanları Gladio türü yeraltı örgütlerinin kuramlarını içermektedir. FM 31–16
talimnamesinin adı, Counterguerilla Operations'dır. Görüldüğü gibi NATO Örgütü diye
basına yansıtılan bu örgütlerin arkalarındaki gerçek odak ABD'dir. Tüm bu belgelere
karşın, Avrupa'da ve Türkiye'de bazı yetkili kişiler, bu tip örgütleri hala yadsıma
yolunu seçmeyi yeğliyorlar. Türkiye'de Kontrgerilla deyimini bile yadsıyan eski
başbakanlar ve generaller bulunmaktadır.
Gladio türü örgütlemeleri, tüm NATO devletleri kapsamında yadsıyan bas? yayın
organları, politikacılar, bürokrasinin sivil ve asker kanadının yetkili kişileri ya cahil ya
da haindirler. Hain olanlar, bu yeraltı örgütlerinin yasadışı kullanıldıklarını bildikleri
halde kişisel çıkarlarını düşünmektedirler. Susanlar ise bu suça dolaylı olarak
katılmaktadırlar.
Kaldı ki Encyclopedia Americana da bile Countergueriîla Warfare'den söz
edilmektedir. O zaman bu gerçeği yadsıyanların saflarını belirlemek gerekir diye
düşünüyorum.
Türkiye'de Gladio'nun koşutu olan yeraltı örgütünün yasalar içinde faaliyetlerini
sürdürüp sürdürmediğini saptamak için, 12 Mart 1971 yan-askeri darbesinden
günümüze kadar cereyan eden ve failleri bir türlü bulanamayan tüm siyasi
cinayetlerle toplumsal kışkırtıcılık olaylarının, kitlesel katliamların ve terör olaylarının
ardındaki gerçeklerin bir Meclis Araştırması ile aydınlığa kavuşturulması gerektiğini
düşünüyorum. ABD resmi talimnamesi FM 31-15'e bakıldığında orada Gladio'nun
şeması görülmektedir. Bu şema bizim basında da bugünlerde yayınlandı. (Yüzyıl
dergisi ve Güneş gazetesi) Şemada köylere kadar örgütlenmiş ve gizliliğin tüm
yöntemlerine uyan istihbaratçılar, sabotörler ve provokatörlere yer verilmektedir.
(Şema: 1)
Gladio türü örgütlerin bulunduğu tüm NATO ülkeleriyle bazı Avrupa ülkelerinde
siyasal cinayetler, sabotajlar ve terör olayları gerçekleşiyorsa ve bu olayların suçluları
yakalanmıyorsa, kuşkuların bu tip örgütler üzerinde yoğunlaşmasından daha doğal
bir tavır düşünülemez. Hele Gladio olayının gerçekleri karşısında...
Biraz önce de belirttiğim gibi, olaya Türkiye açısından bakıldığında Meclis
Araştırmasını zorunlu görmekteyim. Bu önerim, Türkiye'de ilk kez 1973 yılında, Ceza
ve Tutukevinde yatarken bir dilekçe ile zamanın Başbakanı Naim Talu'ya, Genelkur-
may Başkanı Orgeneral Semih Sancar'a , Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Eşref
Akıncı'ya ayrı ayrı sunulmuştur. Kuşkusuz bu kişiler sessiz kalmak suretiyle en
azından tarih önünde "suçu örtbas etmek" suçunu işlemişlerdir.
Türkiye'de ve dünyadaki terör olaylarının ardında bu tür örgütlerin gölgesi
aranmalıdır.
Türkiye'de bireysel terör eylemlerinin, kır ve şehir gerillacılığı türü eylemlerin düzenli
olarak başlamasının 12 Mart 1971 öncesine kadar giden bir geçmişi var. Bu olaylar
ile Avrupa'da 1968'lerde başlayan olaylar ve dünyadaki benzeri olaylar arasında
etkileşim bulunup bulunmadığı, bugüne değin bilimsel olarak araştırılmış değildir. Bu
dönemi kapsayan yargılamalarda sonuçlarla uğraşılmış, nedenler üzerinde
durulmamıştır. Artı, bu konuda çeşitli kuramları içeren sayısız yapıtlar yayınlayan
kişilerin gerçek amaçlarına doğru tanılar konulduğunu sanmıyorum. Daha da önemlisi
ABD'nin bir yandan demokrasi, insan haklan şampiyonluğu yaparken, diğer yandan
Herbert Marcuse'ye geniş olanaklar sağlayarak Marksizm'i sulandırmak ve bireysel
terörizmi kutsamak gibi bir tutumu benimsemesinin nedenleri üzerinde de durulmuş
değildir. Kaldı ki Herbert Marcuse'nin, ABD'ye göç etmeden önce ve Almanya'da
henüz Naziler iktidar olmadığı dönemde, bazı arkadaşlarıyla birlikte Frankfurt
Okulu'nu kurup, Marksizm'i sulandırma çabasına girdiği bilinmektedir. Marcuse,
Frankfurt Okulu'nu Amerika'ya taşımış ve başlangıçta Amerikan Askeri İstihbaratı
adına, daha sonra da CIA adına bilimsel çalışmalarını sürdürmüş ve "Tek Boyutlu
Adam", "Marksizm ve ihtilal" vb gibi yapıtlarla bireysel terörizmi kutsamıştır.
Marcuse'nin önerileri dünya gençliğini etkiledi ve onların eyleme itilmesinde etken
oldu. Nitekim 1969'da Paris'te ayaklanan gençlik 3M'den oluşan pankartlar taşıyordu:
Marx, Mao, Marcuse... Yani iki sol kuramcı ve uygulamacının yaranda bir de CIA
ajanı, sol kuramcı ve lider olarak benimsenmişti. Bu sonuncusu bireysel terörizmi
öneriyordu. Gençler bu etkileşimle sokaklara dökülüyordu.
Bilindiği gibi, Marksizm ve Leninizm teoride anarşizme ve terörizme karşıdır. Ama
Marcuse'den sonra antikominist iktidarlar ve onların sözcüleri Marksizm-Leninizm ile
terörizmi eş anlamlı tutmuşlar ve Psikolojik Savaşı bu anlayışla yürütmüşlerdir. Bu
CIA'nın büyük bir oyunu ve saptırması olup, düzene karşı olan dinamik gençlerin
saptanılıp pasifize edilmesi için kullanılmıştır. ABD dünya gençlerine tuzak kurmuştur.
Acaba bu tuzağa ülkemizde 1971 öncesi başlayan ve şehir ve kır gerillası
yöntemlerini benimseyen gençler düşürülmüş müdür? Bu sorunun yanıtını bulmak
için istihbarat ve güvenlik örgütlerinin bulaştığı yasadışı olaylarla, onların dış
bağlantılarını da saptamak gerekir. Tabii benim bu önerimin, günün koşullarında bir
ütopya olduğunu da biliyorum.
Örneğin, 12 Mart döneminden Sabotaj Davası adlı davaya konu olan Reichtag
Yangını benzeri Kültür Sarayı (AKM) Yangını, Marmara Gemisi Yangını ve Eminönü
Araba Vapuru'nun batırılması olayları açıklığa kavuşturulmuş değildir. Çünkü yaka-
lanıp yargılanan 22 yapay sanığın tümü beraat etmiştir. Olay var ancak bunları
yapanlar bilinmiyor. Yoğun kuşkular "Karanlık Güçler" ve "Devlet Üzerinde Devlet"
üzerinde odaklaşıyor. Gene aynı dönemden günümüze değin işlenen siyasal
cinayetlerin çoğunun suçlusu bulunmamıştır. Tüm bu olguların bir anlamı olmalı.
Ancak iktidarın görevi bu kuşkulu olayların ve siyasi cinayetlerin suçlularını yakalayıp
yargı önüne getirmek olduğuna göre bu görev neden yerine getirilememektedir? Bu
yapılmadan, olay ve eylemler içindeki provokasyonunun boyutunu saptamak olanaklı
değildir. Gladio bu konuda örnek bir ipucu vermiştir. Eğer iktidarlar tarih önünde
kendilerini suçluluktan kurtarmak istiyorlarsa, benzeri yeraltı örgütlerini denetlemeli ve
geçmişlerini sorgulamalıdırlar.
12 Mart 1971 öncesi başlayan ve günümüze kadar süregelen sayısız provokatif
eylem var. 12 Mart döneminde bu olaylarla iktidarın sağa kayması ve baskısını
artırması arasında ilginç bir koşutluk var. Bu gelişimin sonucu olarak, yaklaşık
darbeden bir yıl sonra Erenköy'de Ziverbey Köşkü'nde sistematik işkencenin
başlatıldığını görüyoruz. Bu köşkte ve benzeri yerlerde onbinlerce aydın, yurtsever
genç, ancak Alman Toplama Kampları'nda görülen türden işkencelerden geçirildiler.
Yönetimin istediği doğrultuda alınan ikrarlarla yapay davalar açıldı. Devlet Terörü'nü
yönlendiren gerçek suçlular sürekli korundu ve gizlendi. Günümüzde de değişen bir
şey yok.
133Ziverbey Köşkü'nde Temmuz-1972'de bir ay işkence gören kişilerden biri de
benim. İşkenceciler karma bir ekipti. Büyük bir olasılıkla MİT, Polis, Özel Savaş
Dairesi ve sağcı militanlardan ve onlara destek veren komutan, adli amir, askeri savcı
ve yargıçlarla, doktorlardan oluşuyordu. Bunlar kendilerini Kontrgerilla Örgütü olarak
tanıtıyorlardı. Kontrgerilla deyimi buradan çıktı ve kamuoyunca benimsendi. Bu
işkencecilerin, İtalya'daki Gladio benzeri örgütleri bünyesinde barındıran Özel Savaş
Dairesi ile ilgisi olup olmadığı ancak bir Meclis Araştırması ile ortaya çıkarılabilir. Ben
yasal organlara, 1973 yılından beri araştırma istemiyle başvurdum. Ama yanıt
alamadım. Günümüzde de aynı doğrultuda girişimler var. Göreceksiniz olay Örtbas
edilecek, bu kez de sonuç alınamayacaktır. Çünkü görünen odur ki, dışa bağımlı
olduğu anlaşılan bu örgütlerin gücü tüm az gelişmiş ülkelerde iktidarların da
üstündedir. Kuşkusuz bu tip örgütlerin, antikomünist cephe olarak iktidarda,
bürokrasinin her iki kanadında ve toplumun her kesiminde yandaşları da
bulunmaktadır. Bu pisliğin kökünü bir ameliyatla kazıyamazsınız.
Tarihsel bir örnek vermek gerekirse Almanların Fransa'yı işgal ettiği İkinci Dünya
Savaşı döneminde Gestapo eylemlerinden söz edebiliriz. Ekim-1941'de İçişleri
Bakanı Puşov'un "Service de Polis"te Anticomunist bir bölüm kurduğunu görüyoruz.
Servis Başkanı polis değil, aşırı sağcı bir militandı. Emrinde ise polisler ve onlara
yardımcı olan aşın sağcı militanlar görevliydi. Bu örnekten günümüzde bile
yararlanan iktidarlar bulunmaktadır. Antikomünist cephede güvenlik güçlerinden daha
çok onlara yardımcı oldukları iddia edilen sağcı militanlar yer almaktadır. Bu yöntemle
taban genişletilmekte, istihbarat, sabotaj ve provokasyon düzenlemek için legal
görünümlü bir parti kurulmaktadır. Paris'te bu amaçla kurulan partinin başına militan
bir tüccar getirilmişti. Bu satılmış adama o günkü parayla 10.000 frank veriliyordu.
Neonazist ve Neofaşist örgütlenmeler tüm dünyada o günden bu yana ABD istihbarat
örgütlerince finanse edildi ve Ölüm Mangaları olgusu yaşanmaya başlandı. Siyasi
cinayetleri aydınlatmak isteyenler bu zincirleri kırıp, perdenin arkasına bakmalıdırlar.
Doruk Operasyonu adlı yapıtımda Ölüm Mangaları'ndan söz ediyorum.
Uluslararası terörizmin ve devlet terörünün vurucu gücü olanı Ölüm Mangaları
olgusu, Alman Nazizmi'nden günümüze kadar uzanıyor. Ölüm Mangaları'nın simgesi,
aynı zamanda onların antikomünizm işlevini açığa vuruyor: AAA=Alliance Article
Anticomunist. Arjantin, Brezilya, Uruguay, Paraguay, İspanya ve Türkiye'de
antikomünist ideoloji ile koşullandırılmış ve dolarlarla beslenilen sağcı militanlar,
partileri ve bürokrasideki yandaşları ölüm saçıyorlar, terör estiriyorlar.
Bu tavrın geçmişine göz attığımızda, en zengin örneğini Gestapo örgütlenmesinde
görmekteyiz. Bu örgütün kuruluş şemasında; "Cinayet Bölümü" ne de rastlıyoruz.
Demek ki Naziler kendilerine karşı olanları öldürmek için devlet içinde cinayet
işlemekle görevli birimler oluşturmuşlardır. Günümüzde bu iş daha alçakça yapılıyor.
CIA, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kurulmuş bir örgüttür. Örgüt kurulurken Gestapo
deneyimlerinden her bakımdan yararlanılmıştır. CIA içinde Kirli İşler Bölümü ve
onunla işbirliği halinde bulunan istihbarat örgütleri; bugün Gestapo türü cinayet ve ey-
lemlere başvurmakta ve bu amaçla maşalar kullanmaktadırlar.
CIA ile bağlantılı bu eylemlere sayısız örnekler verebiliriz. Bazen devlet başkanlarını
bile hedef alan bu cinayet şebekesi dünyanın başına bela olmuştur. Kaddafi ve
Saddam'ı öldürme niyetleri açıkça ortaya konulmaktadır.
Kuramında bulunmamakla birlikte, pratikte istihbarat ve güvenlik örgütleri, çeşitli
yöntemler kullanarak siyasi cinayetler işlemekte veya işletmektedirler. Önemli olan bu
anlayışın benimsenmiş olmasıdır. Bu durumda CIA ile işbirliği halinde olan tüm
istihbarat örgütlerinin, benzeri yöntemlere başvurmaları olanaklıdır.
Türkiye'de, suçlusu yakalanamayan sayısız siyasi cinayet ve eylem var. Bunları
kimler yapıyor? Çok uzun bir süredir bir sav öne sürüyorum: Bir ülkede suçlusu
bulunamayan cinayetler ve eylemler süregeliyorsa, kuşkular istihbarat örgütleri
üzerinde yoğunlaştırılmalıdır. İktidarların denetiminde olmalarına karşın, giderek
iktidarları denetleyici konuma giren istihbarat örgütlerinin demokrasinin baş düşmanı
olduğunu akıldan çıkarmamamız gerekir diye düşünüyorum.
Ziverbey Köşkü'ndeki işkenceciler içinde bulunanlar arasında en çok Hiram Abas'ın
ismi geçti. Bu kişiyi kendi açıklamalarına dayanarak Doruk Operasyonu adlı
yapıtımda eleştiriyorum. Bu kişi 149 eyleme karıştığını itiraf ediyor. Yani sokağa
çıkıyor, eylem yapıyor. Oysa yasalarımız, MİT'te çalışanlara böyle bir görev vermiyor.
Buna karşın Hiram Abas, MİT içinde, kendine bağlı Amerikancı ve rambocu ekiple
birlikte eyleme katılıyor ve bununla övünüyor. Edilgen bir uğraş olan istihbarat akla
dayanır, kaba kuvvete değil.
Özetle, dünya genelinde Gestapo'dan başlayarak örgütlenen ve buradan büyük
devletlerin istihbarat örgütlerine aktarılan, onlardan da işbirliği içindeki istihbarat
örgütlerine yansıyan bir anlayış sonucu, bazı siyasi cinayetlerle, toplu katliamlar ve
toplumsal kışkırtıcılık olayları istihbarat örgütlerince düzenleniyor dersek yanılmış
olmayız.
ABD ilişki içinde bulunduğu ülkeleri, "Host Country"( Ev Sahibi Ülke) olarak
tanımlıyor. Bu tür ülkelere kendi yöntemlerini benimsetiyor. Bu bağlamda ABD
istihbarat örgütleri cinayet işliyor ve her türlü kirli işe bulaşıyorsa, Ev Sahibi Ülkenin
istihbarat örgütlerinin aynı şeyleri yaptıkları iddia edilebilir. Kaldı ki bu iddiayı
doğrulayıcı bir ortam içinde bulunuyoruz. Bunun yanında Gladio türü yeraltı
örgütlerinin yapısı ve personelin eğitimi sabotaj düzenlemeye, provokasyon yapmaya
ve terör eylemleri örgütlemeye son derece uygundur.
Bu yeraltı örgütü vatanseverlerden oluşuyor. Türkiye içinde MHP militanlarından söz
edilebilir. MHP Genel Merkezinde benzer bir şema bulunmuş
\
Bir ülkedeki antikomünizm yandaşlarının kimlerden oluştuğunu saptarsak sorunuza
yanıt vermek kolaylaşır. Anti-komünistler kimlerden oluşuyordu:
Amerikancı iktidarlar,
Amerika veya çokuluslu şirket Ve holdinglerinin işbirlikçisi
Sanayi ve ticari büyük burjuvazisi,
Sivil ve asker üst düzey bürokratlar,
Amerika'da eğitim görenlerin büyük çoğunluğu,
Güvenlik ve istihbarat örgütlerinin üst düzey yetkilileri,
Fanatik gruplar,
Şoven milliyetçiler vb. gibi.
Bu tablo dünya geneline de uyuyordu. Patrick Sharofe, Neo-nazism adlı özgün
yapıtında; Neo-nazist ve Neofaşist partilerin CIA ile olan ilişkilerini açıklıyor. Bunun
yanında bu tür partilerin hemen hemen hepsinin "Movement", Hareket kelimesini de
içeren adlardan oluştuğunu görüyoruz. Brezilya'daki partinin isminde, İtalya'dakinin
isminde "movement " sözcüğü var. Eylemden geliyor. Kime karşı eylem? Kuşkusuz
komünistlere karşı... Yani iç düşmanlara karşı. Bu bağlamda paramiliter örgütlere,
hangi parti ve örgütler militan vermiştir sorusunun yanıtı belli. Kaldı ki Ecevit, Özel
Savaş Dairesi'nin sivil uzantısı olan militan grubunun MHP'lilerden oluştuğunu bir
generalden öğrendiğini açıklamıştır. Partinin adı da Milliyetçi Hareket Partisi...
Kaldı ki MHP ve onun yan kuruluşlarını palazlandıran güçler, 12 Eylül'den sonra,
onları yargılamak zorunda kalacak kadar örgütün elden kaçtığının farkına
varmışlardır. O dönemde Ceza ve Tutukevine konulan MHP'li eski bir bakan bu
durumu veciz bir tümce ile sloganize etmiştir: "Fikri iktidarda, kendisi cezaevinde olan
parti". Bu davaların dosyaları tarandığında ilginç bulgulara rastlanabilir.
Bu anlayışla "vatansever" ve "vatan haini" kavramları çarpıtılıyor. Yaratılan bu
kavram kargaşası içinde emperyalistlerin değer yargıları doğrultusunda ülke insanları
karşıt kamplara bölünüyor.
Komünizm bir ideoloji olmasına karşın, antikomünizm bir ideoloji değildir. Bir
düşüncenin yandaşı olmakla ideoloji sahibi olunur. Ama ona karşı olmayı ideoloji
haline getirirseniz yapay bir oluşuma yardımcı olursunuz. Bu bağlamda vatansever
saydığınız kişiye, bir de çeşitli yöntemlerle maddi ve manevi olanaklar yanında itibar
da sağlarsanız, ona babasını bile kestirebilirsiniz.
Bu oluşumda eski cumhurbaşkanlarının ve başbakanların katkısı olduğu
bilinmektedir. Nitekim Cevdet Sunay, Cumhurbaşkanı iken, "bunlar vatansever
gençler" diyerek şoven milliyetçi anlayışa destek vermiştir. Başbakan Süleyman
Demirel ise, "bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz" şeklinde konuşmuştur.
Bilindiği gibi, zaman içinde gelişen olaylar ve eylemler bu iki kişiyi doğrulamamıştır.
Bu durumda denilebilir ki, yetkili bir kişi, ABD
137ozlüğü ile bakarsa, teröre doğru tara koyamayacağı gibi, ona karşı etkili önlemler
de alamaz. Bu kara, yaşanılarak öğrenilen bir gerçeği ifade etmektedir.
Gestapo'nun etkin kişilerinden biri olan Heidrich, 1921'de kurduğu derneğin üyelerini
vatansever olarak niteliyor. Bugün Heidrich'in portresi bilinmektedir. O'nun derneğinin
ilkesi de anti-komünizm idi. Daha sonra istihbarat yapmak için fahişe olarak kullanılan
kızların da vatansever olduğu iddia edildi.
Gerçekte bu konunun yabancısı değilim. 1977 yılında, haftalık 7 Gün dergisinde
"işkence, Terörizm, Siyasi Cinayetler ve Güvenlik Örgütleri" başlıklı yazımda
Vatansever, Vatan haini kavramlarını, belirli bir espri içinde işlemiştim. 1975 yılında
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nde yaptığım savunmanın bir
yerinde "bozuk düzende hainler yurtseverlerden hesap sorarlar, ancak bu düzen
değiştiğinde hesap sorma sırası yurtseverlere gelecektir" demiştim.
Düzen değişmedi ama komünizm geri çekildi. Kuşkusuz anti-komünizm üzerine
kurulan bütün hesaplar alt üst oldu. Sararım bu evrede emperyalistleri en çok
uğraştıran konu, üçüncü dünya ülkelerine ihraç etmek üzere, antikomünizm yerine
yeni bir ideoloji(!) üretmektir. Gerçekte bu çabalara yumuşama dönemiyle başlanmış,
Glasnost ve Perestroyka kavramlarına uyarlı yeni doktrin ve stratejiler üretme
çabalarına hız verilmiştir.
Dünün azılı antikomünistleri bugün SSCB'nin en yakın dostu olmak çabası içerisine
girmişlerdir. Dün komünist diye suçlanan çevreler ise, bu olguyu şaşkınlıkla
seyretmektedirler. Bir yazımda "kucağa oturmak" tavrından söz etmiştim. Bu tür
insanlardan söz ederken, "Onlar için Amerika ya da Rusya fark etmez, yeter ki
çıkarları bozulmasın" diye yazmıştım. Şimdi işbirlikçiler oturacak iki kucak buldular:
Hem Amerika, hem Rusya. Gene gerçek yurtseverler dışlandı...
—Sorunuza doğru yanıt verebilmek için pişmanlık duyan bir vatansever olmak
gerekir. Bomba Davası Savunma–1 adlı yapıtımda Özel Harp Dairesi'nin Kızıldere
Olayı'nda kullanıldığını açıklamıştım. 15 yıl sonra Kenan Evren'in yayınlanan anıları,
beni bu konuda doğrulamaktadır.
12 Mart 1971 sonrasını, siyasal açıdan iki bölümde incelemek gerektiğini
düşünüyorum. Birinci dönem, hükümetten 11 bakanın topluca istifasına kadar geçen
zamanı içermektedir. Bu istifalar ile Kızıldere Olayı arasında kanımca bağ
bulunmaktadır. Bu olay sonunda hükümetin reformcu diye nitelenen kanadı tasfiye
edilmiş, daha sağ bir hükümet kurulmuş, bir yandan 1961 Anayasası emperyalist
güçlerin istemleri doğrultusunda değiştirilirken, Ziverbey Köşkü gibi işkence evleri
kurularak "Temizlik Operasyonuna. başlanmış, aydın ve yurtseverler pasifize
edilmeye çalışılmıştır. Tüm bu yöntemler Özel Harp doktrininin İstikrar Harekatına
tıpa tıp uymaktadır. Bu anlayış çerçevesinde ÖHD işin içinde yoktu denilemez. 1972
yılında kendilerini Kontrgerilla Örgütü olarak adlandıran Ziverbey Köşkü
işkencecilerinden hesap sormak şöyle dursun, onların günümüze değin itibarlarım
korumaları bu konudaki kuşkularımıza haklılık kazandıracak boyutlardadır.
Ziverbey Köşkü işkencecilerinin, bir iktidar kavgasına hizmet etmek amacıyla itiraf
almaları ve yapay Bomba Davası'nı kullanarak, terörle sol cuntacı olarak
nitelendirdikleri kişileri ilintili gösterme çabalarının ardındaki güç saptanılabilmiş
değildir. Çünkü terörden yararlanmak suretiyle istenilen kişilerden biri Genelkurmay
Başkanı Org. Faruk Gürler, ikisi Kuvvet komutanıdır: Org. Muhsin Batur, Ora. Kemal
Kayacan. Geniş boyutlu yapay bir dava açmak için tertip düzenleme işi, yerli örgütleri
aşar, okyanuslar ötesine kadar uzanır. Gerçeklerin aydınlanması için Bomba
Davası'na uluslararası bir mahkeme tarafından, sembolik de olsa, yeniden
bakılmasını öneriyorum. Demokrasi açıklığına, ancak, geçmişin pisliklerini ortaya
döküp, bir özeleştiriden sonra ulaşılabilir. Bu bağlamda çizgiden çıkan örgütleri
saptamak da mümkün.
—Özel Savaş'ın Soğuk Savaş döneminin bir ürünü olduğundan ve Özel Savaş'm bir
çok kavramı içerdiğinden ve bunlar içinde "İstikrar Harekatı"nın da bulunduğundan
söz etmiştim. Bir ülkeyi terörü kullanarak istikrarsız, "destabilisa", hale getirmek
olanaklı... Bu amaçla Gladio türü örgütler kullanılarak devletin
yönlendirdiği teröre başvuruluyor. " Destabilisation" koşullan oraya çıkınca, onu
istikrarlı duruma, "stabilisation", getirmek gündeme geliyor. Bir ülkeyi istikrarlı hale
getirmek, emperyalistlerin istediği düzeni kaba duruma getirmekle koşut sayılıyor. Bu
amaca ulaşmak için iki yöntem var: Ya seçimleri dolarla besleyip Amerikancı partinin
iktidar olmasını sağlıyorsunuz, İtalya örneğinde olduğu gibi, ya da askeri darbe
yaptırarak, Amerikan yanlısı düzenleri kalıcı hale getiriyorsunuz, Türkiye örneğinde
olduğu gibi. Tüm bu yöntemler, Özel Savaş'ın istikrar Harekatı ve Kontrgerilla
Harekatı başlığını taşıyan resmi ABD talimnamelerinde kuramlaştırılmış ve Gladio
türü örgütler bu amaçla kurulmuştur.
Yazan, kuramcısı, yönetmeni, yapımcısı, senaristi ve hatta koreografisi USA patentli
olan bu filmi Türk halkı 12 Mart 1971'de ve 12 Eylül 1980'de hem seyretti, hem de
tiyatrosunu izledi. 12'li darbeler öncesinde Kontrgerilla, istikrar Harekatı ve Psikolojik
Savaş yöntemleri kullanılarak ülkemiz istikrarsız duruma düşürüldü. Yaratılan ortam
darbelere gerekçe yapıldı. Darbe sonrasında da, gene ayni yöntemler kullanılarak,
Temizlik Operasyonu ya da Pasifikasyon yöntemleri kullanılarak, ABD işbirlikçileri
tarafından solcu, sosyal demokrat, ilerici, demokrat, ulusal kurtuluşçu, anti-
emperyalist, antikapitalist ve tam bağımsızlıkçı yurtseverler her türlü işkence, baskı
ve zulmün hedefi haline getirilip cezaevlerine tıkıldılar, uydurma davalarla
yargılandılar ve işlerinden uzaklaştırıldılar. Tüm bu uygulamalar sonucunda, ülkeyi
istikrara kavuşturduğunu sanan kukla darbecileri, zaman doğrulamadı. Ama bugün
ülkemiz yeniden bir tür istikrarsızlık dönemi yaşıyor.
Kriminologların bir altın kuralı var: " Olayın sonuçlarından kim yararlanırsa suçlu
odur." Bu kuralın askeri darbeler için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Bugün tüm
dünya ve Türk halkı ülkemizdeki darbelerden ABD'nin karlı çıktığım biliyor. Öyle ise,
darbelerin suçlusu ve sorumlusu ABD'dir diyebiliriz. Kaldı ki yayınlanan bir çok belge
ve yapıtla bu gerek ortaya çıkmış bulunuyor. Bunun yanında Kontrgerilla Harekatı,
istikrar Harekatı, Psikolojik Savaş ve Pasifikasyon yöntemlerinin Özel Savaşın birer
bölümü olarak, darbe öncesinde ve sonrasında kullanıldığını da bilmek gerek. Bu
yöntemler ABD kaynaklıdır ve bunları uygulayacak Gladio türü örgütleri ABD finanse
etmektedir. Bu nedenle ABD, birçok ülkedeki demokratik oluşumları engellemek için
ya seçimleri yönlendirmekte, ya da askeri darbeler düzenlemekte baş suçludur. Bir
avuç yerli işbirlikçi, bilinçli olarak antikomünist düşünce birliği içerisinde bu ihanete
alet olmaktadır. Bilinçsiz büyük çoğunluğun ise, belirli basın ve yayın organları kul-
lanılmak suretiyle, savaş yöntemleriyle ideolojik bombardımana tabi tutulup,
Amerikancı partilere ve Amerikancı darbelere destek olması sağlanmaktadır. Dünya
halklarının ve ülkelerin, bu emperyalist komplo ve ihanetlerin farkına varma zamanı
gelmiş ve hatta geçmiştir. Bu nedenle Gladio olayı iyi değerlendirilmeli ve
yorumlanmalıdır.
FM 31–16 simgeli Counterguerılla Operatıons adlı resmi Amerikan talimnamesinde,
darbe düzenlemek amacıyla ACC (Allied Control Commission) diye gösterilen bir
örgüt şeması verilmektedir. 26 Kasım 1990 tarihli Der Spiegel dergisinde ACC'den
söz edilmekte ve ne olduğu açıklanmaktadır: ACC NATO ülkeleri yeraltı örgütleri
arasında koordinasyon sağlamaktadır. USSS (United State Secret Service) de bu
amaçla kullanılmaktadır.
Darbe sonrasında bu örgüt, sıkıyönetim Eşgüdüm Merkezi görevini de
üstlenebilmektedir. ACC şemasını Doruk Operasyonu adlı yapıtımda yineleyerek
yayınlamıştım. Şemada ABD istihbarat örgütü temsilcileri ile ABD'nin AID örgütü
temsilcilerine açıkça yer verilmektedir. Bu belge ve kanıtlar incelendiğinde askeri dar-
belerin arkasında ABD istihbarat örgütlerinin varlığı tartışmasız bir biçimde
görülmektedir.
Özellikle ev sahibi ülkelerde çok geniş bir tabana yayılmak suretiyle darbelerin
oluşumunda ve devamında çok etkin bir rol oynayan AID; özel sektörden polise,
polisten askere, askerden üst düzey bürokratlara, öğretim üyelerinden sarı
sendikacılara kadar her alanda at koşturan, güvenlik güçleri elemanlarına işkenceli
sorgulama yöntemleri öğreten ve işkence aletleri sağlayan bir örgüttür. ACC içinde
AID'nın acaba ne gibi bir işlevi var?
İtalya’da seçimlerin Hıristiyan Demokrat Parti lehine gerçekleşmesi için CIA dolarları
kullanıldığı, basında açıklandı. Amerikan yanlısı bu partinin, ABD tarafından finanse
edilen yeraltı örgütü Gladio'nun terör olaylarıyla desteklenmesi doğal. Olaylar içinde
P–2 Mason Locası'nın yer alması pek anlaşılır gibi değil. Mason Locasının, İtalyan
İstihbarat Örgütü yetkilileriyle işbirliği halinde terörü yönlendirmede ne gibi bir amacı
olabilir? Bu ve benzeri sorulara ayrıntılı yanıtlar verilmelidir. Bu amaçla Sismi'nin, P–2
Mason Locasının ve Gladio'nun katıldığı tüm eylemler ve bu eylemlerle varılmak
istenilen sonuçlar ayrıntılı biçimde açıklanmalıdır. Çünkü Gladio türü örgütler
bugünkü bilgilerimize göre 19 Avrupa ülkesini tehdit etmektedir. İtalya'daki yöntemler
diğer ülkeler için de geçerlidir.
P-2 Mason Locası benzeri bir örgüt anlayış ve eylem türü Türkiye için mümkün
müdür sorusuna yanıt ararken, kuşku duymak için ciddi nedenler bulunmaktadır.
MİT'in içinde Hiram Abas'ın başını çektiği bir mason kanadın örgüte etkili olduğu
dönemde, meydana gelen kuşkulu terör olayları bugüne kadar açıklığa kavuşmuş
değildir. Kaldı ki, Hiram Abas ve ekibinin eylemci ramboculuğu benimsedikleri
biliniyor. Bu kişilerin, aynı görüşü benimseyen iktidar yetkililerinden de cesaret alarak,
militan sağ ile vatanseverler''den bu amaçla yararlanmış olmaları düşünülebilir.
O halde iktidarlar, tüm geçmişteki siyasal cinayet ve kuşkulu terör eylemlerinin
suçlularını yakalayıp adalete teslim etmek gibi bir yükümlülük altındadırlar. Bu
yapılmadığı sürece Gladio benzeri örgütlerle, istihbarat ve güvenlik faaliyetlerine
yönelen kuşkular yoğunlaşacaktır.
YEDİNCİ BÖLÜM
SONUCA DOĞRU
Yapıtı, sonuna eklediğim bir şema ile noktalamak istiyorum. (Şema: 4) Üç bölümden
oluşan bu belgenin l'nci bölümü Özel Harp Dairesi (ÖHD)'nin eski başkanlarından
Sayın General Sabri Yirmibeşoğlu'nun bir makalesinden, 2'nci bölümü KKK'ca
yayınlanmış ve uygulamaya konulmuş resmi ST 31–15 talimnamesinden, 3'ncü
bölümü ise Genelkurmay Başkanlığı'nca 1990 yılında yapılan Brifingden alınmıştır.
Bu yöntemi bilinçle izledim. Sanırım bundan sonra makam ve rütbesi ne olursa olsun
kimse gerçekleri yadsımak için laf salatası, salade de mot, yöntemine
başvuramayacaktır. Ulaşmak istediğim amaç da budur.
Kangren olmuş bu yaraya neşter atılmalı ve kökü kazınmalıdır. Gerçek demokrasiye
geçişin ön koşulu bu sorunun çözümüne bağlıdır.
TBMM konuya angajedir. İktidarın yaşaması ve olası askeri darbelerin önlenmesi bu
operasyonun yapılmasına bağlıdır.
Soğuk Savaş, 2'nci Dünya Savaşı'ndan sonra komünizm tehlikesinin abartılmasıyla
ABD emperyalizmince doktrine edilerek yararlanılan bir kavram olmuş, AGİK
sürecinde, 1990 Paris Şartı ile teorik olarak sona erdirilmiştir.
Başkan Bush, geçen yıl CIA Başkanı'nın değişmesi töreninde, "CIA'nın hedefi Soğuk
Savaş kavramlarından sıyrılarak 21. yüzyılın karmaşık sorunlarına adım atmaktır"
şeklinde konuşmuştur. Bu CIA'ya verilen yeni bir direktiftir.
Soğuk Savaş, Özel Savaşı ve yöntemlerini beraberinde getirmiştir. Bu amaçla
ABD'nin hegemonyası altında bulunan ülkelerle, NATO ve bazı Avrupa ülkelerinde
Yerüstü Birlikleri (Komando Birlikleri) ile Yeraltı Örgütleri (X Örgütleri) kurulmuştur.
İtalya'daki Yeraltı Örgütü'nün kod adı Gladio'dur. Ülkemizdeki koşutuna kamuoyu
Kontrgerilla Örgütü demektir. Yetkili kişiler ise vatanseverlerden oluştuğunu iddia
ediyorlar...
Özel Savaşı yürütmek için Türkiye'de 1952 yılında kurulan örgütün adı, Özel Harp
Dairesi'dir. Daire Genelkurrnay'ın kontrolünde olup, ST–31–15 talimnamesine göre "
Yasalara bağlı değildir."
Gayrinizami Harp, İstikrar Harekatı, Psikolojik Harp, Özel Harp Dairesi'nin işlevleri
arasındadır. Bu faaliyetlerden daha azı askeri hedeflere, daha çoğu sivil halka
yöneliktir. "Yasalara bağlı olmayan" bir askeri, yan-askeri örgütün Psikolojik Harp
yöntemleriyle halkın beynini yıkayıp, istikrar yöntemleri (destabilisation) uygulayıp
Mukavemet Harekatı (Resistance Operations) yönetmesi demokrasi ile nasıl
bağdaşabilir? İktidarın, yanıtını araması gereken ilk soru budur...
Bu oluşumla hem ülke halklarının, ABD emperyalizminin değer yargıları
doğrultusunda beyinleri yıkanmakta, hem de ulusal değer ve çıkarlar göz ardı
edilmektedir. Hedef seçilen ülke ya da onların deyimiyle Ev Sahibi Ülke (Hoşt
Country), ABD çıkarları tehlikeye girdiğinde darbe ortamı hazırlanıp darbe
yaptırılmakta ve darbelere destek sağlanmaktadır. 12'li darbelerin Amerikancılığı bu
yapının doğal sonucudur.
TBMM'nin bazı üyeleri, İç Hizmet Kanunu'nun 35'inci maddesi'nde yer alan "TSK'nın
görevi Cumhuriyeti korumak ve kollamak" deyiminin kaldırılmasıyla askeri darbelerin
önlenebileceği gibi bir iyimserlik içindedirler. Bu doğrultuda girişimlerde bulun-
muşlardır, ama sonuç alamamışlardır.
Özel Harp gibi kuramlardan ve yeraltı örgütlerinden kurtulmadıkça askeri darbelerin
önlenemeyeceğini kesinlikle iddia ediyorum. Bu nedenle ÖHD yeniden düzenlenmeli
(reorganisation) ve onun sivil halka yönelik tüm işlevlerine son verilmelidir. Buna
zorunluluk da vardır. Mademki Soğuk Savaş bitmiştir, o halde onun ürünü olan Özel
Savaşa ne gerek var?
Genelkurmay Başkanlığı 1990 yılında, "dünyadaki yeni gelişmeler karşısında askeri
stratejilerde değişiklik meydana geldikçe, ÖHD'nin görevleri yeniden gözden
geçirilecektir" şeklinde bir açıklama yapmıştır. Evet, Özel Harp Dairesi'nin görevi
yeniden gözden geçirilmelidir.
Ama kanımıza göre bu önerinin gerçekleşmesi Türkiye açısından olanaksız
görülmektedir. Değişen dünya stratejisinde bize verilen rolde bir sapma olmaması
için, hem Özel Harp'e hem de örgütlerine daha fazla gereksinim duyulmuştur
emperyalistlerce...
AKKA - Avrupa Konvansiyonel Kuvvet İndirimi Antlaşması - gereğince Mersin Limanı
dahil, 39. paralelin güneyinde kalan Güneydoğu Anadolu Bölgesi hem konvansiyonel
silah indirimi açısından hem de paramiliter güçler-Kontrgerilla- açısından antlaşmanın
kapsamı dışında bırakılmıştır. Tüm Türkiye'de de AKKA'ya göre paramiliter güçler
indirim kapsamı dışında tutulmuştur.
ABD Güneydoğu Anadolu'da bu kadarı ile de yetinmemiş, Irak'taki Kürtlerin
sığınmasını bahane ederek, Irak'ın kuzeyindeki 36'ncı paralel ile Türkiye sının
arasındaki bölgeyi de denetimine almıştır. Çekiç Güç bu amaçla oradadır (1).
Marifetleri ortada. ABD emperyalizmi, Ortadoğu'daki petrol çıkarlarını korumak ve
düşman ilen ettiği İslam Radikalizmini engellemek için, ne ölçüde barbarlaştığını
Irak'ta akıttığı masum kanlarıyla gösterdi. ABD eski Adalet Bakanı Ramsey Clark
kurduğu mahkemede ABD yönetimini yargılarken, biz ABD'nin dümen suyunda
kalamayız.
Neden ülkemizdeki paramiliter güçlere AKKA'da ayrıcalık tanınmıştır? Çünkü tüm
baskılara karşın, halkımız bilinçlenmekte ve demokratik muhalefet gelişmektedir. Bu
gelişmeyi engellemek için yeraltı örgütünün lağvedilmesi değil, güçlendirilmesi gerek-
mektedir.
Şema-4'te görüldüğü gibi yeraltı örgütleri, Mukavemet Harekatı yürütürler. Bu tür
harekatın hedefi ideolojiktir. Bu nedenle iç düşman, dış düşman ayrımı yapılmaz.
Peki dünkü düşman komünistler idi, ya şimdi?
Ev sahibi ülkede (Host Country) ABD çıkarlarına ters düşen her kişi ve örgüt düşman
sayılmaktadır. Sayın General Sabri Yirmibeşoğlu'nun makalesine göre "... mevcut
siyasi iktidara karşı en basit direnişten başlayarak şiddet kullanmaya kadar" giden bir
çizgi üzerindeki herkes 'düşman' sayılmaktadır. Bu anlayışa göre ABD yandaşı siyasi
iktidarlar yaşatılacak; direnenler, ulusal çıkarları gözetenler, ulusal kurtuluşçular, tam
bağımsızlıkçılar, anti-emperyalistler iç düşman sayılacaktır.
Bu nedenle de "tek eri kendi memleketinin vatandaşlarına karşı savaşmaya
hazırlamak!' komando eğitiminin amacı haline getirilmiştir... Bu anlayışla yetiştirilenler
(ya da güvenlik örgütü mensupları) ST 31–15 Talimnamesinde açıklandığı gibi
işkence yapacak, insanları kötürüm haline getirecek ve öldürecektir. İşte dünya
liderliğine soyunan uygar ABD'nin öğretisi... Oysa savaşta bile esirlere işkence
yapamazsınız Cenevre Antlaşması'na göre...
ST 31–15 Talimnamesinde Mukavemetçilerin, yeraltı örgütü mensubu kişilerin
işlevleri sayılmaktadır. Yeraltı Örgütü’nde bu amaçla köye kadar inmiş hücre tipi
birimler bulunmaktadır. Ülkemiz 20 yıldır terör sarmalına alınmıştır. Bu durumda
suçlular yakalanamıyorsa, bu işin örgütünü ilk önce yasalar çerçevesine almak sonra
da geçmişini denetlemek zorunluluğu vardır. Çıkarın ortaya da şu dolarla beslenen
Vatansever Köstebekleri tanıyalım. Onlara gereken sıfatı Türk halkı versin...
Bir ABD'li yetkili "Oltaya yakalanmış balığın yeme gereksinimi yoktur" demişti. Olta
deyimi hafif kalır. Komünizm tehlikesini abartarak, ABD, sömürdüğü ülkelere zoka
yutturdu. Bugün de etnik, dini, mezhepsel vb özellikleri kullanarak finanse edip eğittiği
Gladio türü yeraltı örgütleri aracılığıyla, sömürüsünü sürdürmeyi garanti altına almak
çabasındadır...
Sayın Demirel 1990 yılında; "Türkiye'nin dış politikasını ABD'nin dümen suyunda"
görüyordu. Şimdi bu doğrultuda girişimlerde bulunmak durumundadır.
Demokratikleşme, "X örgütü"nün, Kontrgerilla Örgütü'nün, ortadan kaldırılmasına
bağlıdır. Başarılması güç, fakat zorunlu bir ulusal görev.
Demokratikleşme sürecine katkıda bulunmak için şimdilik Sayın Demirel ile Sayın
İnönü'ye somut bir öneri getirmek istiyorum:
12 Eylül sonrasında, faşist devletlerde bile benzeri az bulunan iki uygulama ile
Kontrgerilla yöntemleriyle halk denetime alınmıştır. Bu amaçla Çok Gizli iki yönerge
çıkarılmıştır. Bozulmuş olan devlet düzeninin onarımına katkıda bulunmak için:
• 15 Ocak 1981 gün ve 81/2 sayı, J–800–1 Çok Gizli Başbakanlık Yönergesi'nde yer
alan vatandaşların fişlenme, izlenme uygulamalarına son veriniz ve 1980
darbecilerinin halka reva gördüğü yöntemleri açıklayınız ki, 12 Eylül gerçeğini
halkımız daha iyi anlasın.
• Genelkurmay Başkanlığı tarafından benzeri amaçla çıkarılan 15 Kasım 1985 tarihli
Çok Gizli 33–5 Yönergesini yürürlükten kaldırınız.
Noktalarken, 1975 yılında Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi'nde yargılanırken belirttiğim
bir hususu 17 yıl sonra yinelemek zorunluluğu duyuyorum: "TSK'lerinde Türk
Subayına leke sürmekten kaçınmayan illegal Kontrgerilla Örgütü'nün hıyanetlerinin
tüm boyutlarıyla saptanılmasını, Türkiye 'nin gündemindeki en yaşamsal sorun olarak
görüyor ve yetkili kişileri göreve çağırıyorum" (2).
Gladio Örgütü'nün pisliklerini ortaya çıkarıp sorunu dünya genelinde güncelleştiren
İtalyan Savcı Felice Casson'a, gerçek dışı açıklamalarıyla beni bu çalışma içine
sokan yetkili kişilere, görüşlerime yer veren iç ve dış basın ve yayın organlarıyla köşe
yazarlarına, yapıtın oluşmasında katkıda bulunan tüm emekçilere, böyle bir çalışmayı
öneren ve bana yardımcı olan arkadaşlarıma ve yapıtımı okumak zahmetine katlanan
okuyucularıma teşekkür ediyorum. Eleştiri ve katkılarınızı bana yazılı olarak
ulaştırırsanız çalışmalarıma güç katacağınızı anımsatmak istiyorum.
M. Talat Turhan