You are on page 1of 82

TALAT TURHAN

ÖZEL SAVAŞ
TERÖR VE
KONTRGERİLLA

t ü m z a m a n l a r y a y ı n c ı l ı k
İçindekiler

ÖNSÖZ......................................................................................................................... 9

SUNUŞ ........................................................................................................................ 11

Birinci Bölüm
GLADIO, KONTRGERİLLA, DEV-KURT VE ÖTESİ ............................................ 19
Bölüm İçi Ek: Türk Gladio’su Özel Harp Dairesi'dir ................................................. 21

İkinci Bölüm
GLADIO TARTIŞMASININ TÜRKİYE BOYUTU ................................................. 43

Üçüncü Bölüm
KARANLIKTAN AYDINLIĞA ................................................................................ 81

Dördüncü Bölüm
GİZLİ NATO ÖRGÜTÜ VE TERÖR ........................................................................ 95

Beşinci Bölüm
KONTRGERİLLA GERÇEĞİ .................................................................................... 111
Bölüm-İçi Ek: Ansiklopedik Bilgi .............................................................................. 120

Altıncı Bölüm
POLİTİK ‘İSTİKRAR HAREKÂTI’ .......................................................................... 127

Yedinci Bölüm
SONUCA DOĞRU ..................................................................................................... 145
ÖNSÖZ

Soğuk Savaş bitti.

Yaşanan olayı "Üçüncü Dünya Savaşının sonu" diye niteleyenler var.

Batı ile Doğu blokları arasındaki duvarlar yıkıldı; nükleer çatışma korkusu aşıldı; Sovyetler
Birliği artık yok. SSCB dağıldı.

Komünist partilerinin tekelleri, yerini çok partili siyasal rejimlere bıraktı. MOSKOVA ile
WASHINGTON tam bir işbirliği içindedir. Soğuk Savaş'ı kazanan ABD oldu.

"Yeni Dünya Düzeni" kuruluyor. Nedir bu düzen? Tartışılıyor.

"Zenginler Kulübü" yeni düzenin kurucusu ve egemenidir. Doruklardan gelen ideolojik


esintiye göre ABD'nin liderliğinde "küresel bir sistem" söz konusudur. Sistemin iki ayağı var:
Birincisi serbest piyasa ekonomisi, ikincisi demokrasi!.. Artık insan hakları ve temel
özgürlüklere dayanan bir dünya görüşü gezegenimize egemen olacak; ülkeler arasındaki
anlaşmazlıklar Birleşmiş Milletler kapsamında barışçı yollardan çözümlenecek!.
Silahlanmaya paydos boruları çalıyor. İnsanlık, uygarlığın ortak paydalarında buluşacak,
ortak değerlerini paylaşacak.

Düzenin bir yüzü bu !..

Ya öteki yüzü?

Öteki yüzü, Doğu ve Batı bloklarının bütünleşmesinden sonra daha çarpıcı biçimde ortaya
çıkıyor; "Zengin Kuzey" ile "Yoksul Güney" çelişkisinin derinliğinden kaynaklanıyor. Öyle
görünüyor ki savaş, iç savaş, darbe, ayaklanma, dikta, terör gibi yöntemleri "Zenginler
Kulübü" yoksullara bırakmaktadır. Evet, serbest piyasa ekonomisi olacak ama yeryüzündeki
stratejik maddelerin denetimini ve fiyatını, yeryüzünü ahtapot gibi saran tekeller saptayacak;
petrol kaynakları neredeyse Amerika da oradadır; SUUDİ ARABİSTAN'dadır,
KUVEYT'tedir, TÜRKİYE'nin Güneydoğu'sundadır; "küresel" serbest piyasa ekonomisinin
egemenleri, ülkelerin sınırlarını paspas gibi çiğneyen uluslararası tekellerdir. Bilimsel
Teknolojik Devrimin olağanüstü gücünü de seferber eden kapitalizm, gezegenimizde yaşayan
dört milyar yoksulun üstüne yeni düzenini cuk oturtmaya çabalamaktadır.

Peki, yeni düzen yerli yerine oturacak mı?

TÜRKİYE gibi, jeopolitik açıdan iki arada bir derede yaşayan toplumlar için "ikiyüzlü yeni
düzenin" Anadolu'ya taşıyacağı olasılıklar nelerdir? Kafkasya kaynıyor; Balkanlar
fokurduyor. Ortadoğu gezegenimizin en sıcak bölgesidir; ilan edilmiş ya da edilmemiş
savaşlar sürüyor; Anadolu'nun Güneydoğu bölgesinde “Olağanüstü Hal” geçerlidir; büyük
kentlerde terör, yaşamın bir parçasına dönüşüyor. Silah seslerinin kulağımızın dibinde
yoğunlaştığı bu süreçte, çok partili rejim evrensel demokrasinin gerçeklerini içeren sürekli bir
hayat biçimine dönüşebilecek mi?

Soru ve sorun bu noktada odaklaşıyor.


Demokrasi açıklık rejimidir; siyasal düzen saydamlaştıkça temel özgürlükler ve haklar hayata
geçirilebilir. Karanlıklarda, kuytularda, gölgelerde kalan gizli güç odakları, demokrasiler için
her zaman tehdit odakları oluştururlar.

Hele devlet içinde devlet çekirdeği taşımak eğilimi gösteren örgütler gün ışığına çıkarılıp
irdelenmeden; demokrasiye geçtik diyemeyiz. Yeryüzünün en sıcak bölgesinde, Amerika'nın
elinin altındaki bir ülkede aydınların birincil görevlerinden biri de " devlet içindeki devlet" in"
teşrih"ini yapmaktır. Çarpıcı örnekleriyle soralım: YUNANİSTAN'da Cunta Generalleri
yargılanabiliyor. İTALYA'da NATO'nun gizli örgütü Gladio'nun ipliği pazara çıkarılabiliyor.
TÜRKİYE'de her şey neden gizli kapaklı? Geçmişte yaşananların üzerine örülen karanlık şal
kaldırılmadan, geleceğimizi aydınlık görmek olanakları ne ölçüde geçerlidir?

Talat TURHAN, uzun bir süreden beri çok yakın geçmişin olayları üzerinden bir karanlık şalı
kaldırmaya çalışıyor.

Belgeli, örnekli, şemalı, planlı, olaylı, tarihli, somut kanıtlarla süregelen bu çabanın çok satışlı
gazetelerimizde gerekli yankılan yarattığı söylenemez. Türk basını, olayların üstüne gitme
cesaretini yeterince gösteremiyor; Batı'da olsa, bu konular hallaç pamuğu gibi atılır; gazeteler
ve gazeteciler tarafından didik didik edilirdi.

TÜRKİYE'de sis perdelerinin yarattığı karanlığın üstüne gidilmeden, evrensel demokrasinin


güvencelerini sağlamak, düşsel bir özlem gibi kalacaktır. Dilerim ki Talat TURHAN'ın
kitapları, yalnız bugünün tarihini yazacak olanlara birer kaynak niteliğinde kalmasın; güncel
TÜRKİYE'de demokrasinin kurulması için gerekli çabayı göstermek isteyenlerin itici gücünü
de oluştursun.

İlhan SELÇUK
SUNUŞ

Kamuoyunda 1973 yılından bu yana Kontrgerilla konusu tartışılmaktadır. Ancak bugüne


kadar sorunun aydınlandığı söylenilemez.

Örneğin, bu dönemde de milletvekili olan, Sayın Azimet KÖYLÜOĞLU’nun 1977 yılında


TBMM'ye verdiği soru önergesinde Sayın DEMİREL'den Kontrgerilla konusunda doyurucu
yanıt aldığını sanmıyorum (1).Oysa on beş yıl sonra bugün iktidar ortağı iki partide
bulunuyorlar. Hala sorun askıda. Bir yıl sonra Sayın ECEVİT Başbakan olunca bu kez de
Sayın DEMİREL, iktidarı köşeye sıkıştırma taktiğini yeğledi (2–3). Sorunun üzerine
gidebilecek iktidar gücüne egemen olamayan Sayın ECEVİT, bu konuda 1973 yılından bu
yana öne sürdüğü ve kendisini bağlayıcı savları unutmuş görünmeyi yeğledi ve "Kontrgerilla
denilen bir resmi kuvvet yok (4) şeklinde konuşup geri çekildi. Örnekleri çoğaltmak olası ama
gereksiz.

1990'lı yıllara kadar dondurulan bu sorun, İTALYA'da Gladio Skandalı patlak verince, tüm
NATO ve hatta Avrupa ülkelerine yansıdı. Batı'da başlangıçta "Süper NATO" vb. kod
adlarıyla anılan Gladio örgütünün ülkemizdeki koşutunun varlığı yeniden gündeme geldi. Bu
evrede bir yıl süreyle yerli ve yabancı basın mensuplarına demeçler verdim. Bazı illerde
söyleşiler yapıp gerçeğin aydınlanmasına katkıda bulunmaya çalıştan. Bu yapıt, çabalarımın
daha derli toplu olarak, geniş bir okuyucu kitlesine ulaşma özleminin yanında, TBMM'yi
harekete geçirmek için kaleme alınmıştır. Nitekim 1990 yılında SHP ve DYP'liler tarafından
desteklenen Kontrgerilla önergesi, ANAP'ın engellemesiyle 1991 yılı ARALIK ayına
bırakılmıştı. Oysa önergeyi veren partiler bugün iktidardadırlar. Özellikle Güneydoğu
Anadolu'daki kuşkulu eylemlerin, Kontrgerilla tarafından yönlendirildiğine ilişkin haberler
basınımızda yer almaktadır.

Gerçek demokrasiye yönelmemizin önkoşulunun, 1973 yılından bu yana, tüm istihbarat ve


güvenlik örgütlerinin TBMM'ce denetlenebilir konuma getirilmesinden geçtiğini iddia
ediyorum. Önerilerimi göz ardı eden politikacılar iktidarlarını yitirdiler, partilerinin
kapatılmasını görmek gibi güç durumlara düştüler. YASSIADA'yı, HAMZAKOYU,
ZİNCİRBOZAN, UZUNADA izledi.

Ülkemizde yetkili kişiler zaman zaman "Devlet Üzerinde Devlet"in varlığından söz etmek
gereksinimi duyarlar. Ama "Karanlık Güçler" bildikleri gibi eylemlerini sürdürmeye devam
ederler ve gerektiğinde emperyalist devletlerin buyrukları doğrultusunda demokrasi askıya
alındığında, boyun eğmeyi yeğlerler.

Tanımımız doğru ise "Devlet Üzerinde Devlet" veya "Karanlık Güçler" gibi soyut kavramları
somutlaştırmamız gerekecektir. Yapıtın bir amacı da böyle bir savın gerçekleşmesine katkıda
bulunmaktır. TBMM denetimi dışında tutulan, denetimden kaçan, yasal yetkilerini kötüye
kullanan legal, yarı legal, militer, paramiliter sivil her türlü istihbarat ve güvenlik örgütü
"Karanlık Güçler" sayılmalıdır.

Aslında tüm dünyada bu tür kuruluşların, örgütlenme biçimi, yapısı ve gelenekleri gereği,
zaman zaman denetimden kaçıp Anayasa ve yasaları hiçe sayarak eylemlere giriştikleri
bilinen bir gerçektir. Demokrasi geleneği oluşmuş ülkelerde böyle bir durum saptanıldığında,
parlamenter denetim işletilip bu tür örgütlerden hesap sorulup yasal çizgiye alınmalarına
karşın, bizde bu tür örgütler bugüne kadar denetlenebilmiş değildir. Dış bağıntıları bilindiği
halde. Kontrgerilla da anılan güçlerden biri olmasına karşın, Genelkurmay bu konudaki
gerçeği yadsımaya devam etmektedir (5).

Koalisyon hükümetinin Güneydoğu Bölgesi'ne şefkatle yaklaşma ilkesini benimsemesine


karşın LİCE, HAZRO, SİLVAN ve KULP'ta güvenlik güçleri halkın üzerine ateş
açmaktadırlar. Bu gerçeğin LİCE Kaymakamı Beyazıt TUNÇ tarafından "Askerler sivil
otoriteyi tanımıyor, söz dinletemiyorum" şeklinde dile getirilmesi (6) anlayabilene öz bir
mesajdır.

SHP ADIYAMAN Milletvekili Sayın Mahmut KILIÇ'ın konuya ilişkin yorumu LİCE
Kaymakamı'nı doğrulayıcı nitelikte görünmektedir: "Özel Harp Dairesi'nin adamları
ANKARA'dan kalkıp DİYARBAKIR'da, ADIYAMAN'da bu işi yapmıyorlar. Jandarması
yapıyor, polisi yapıyor, sivil giysili memuru yapıyor" (7).

TBMM'ye bu konuda verilen beş raporda da varılan sonuç aynıdır: "Askeri otorite sivil
otoriteyi dinlemiyor"(8). Özel Harp Dairesi (ÖHD)'nin Yerüstü Birlikleri'nin Komando
birliklerinden oluştuğu talimnamelerde yazılıdır. Bunun yanında muvazzaf subay,
astsubaylardan oluşan Özel Tim ile sivillerden Vatanseverlerden (!), oluşan yeraltı örgütünün
varlığı, 3 ARALIK 1990 günü basın mensuplarına verilen Brifingle Genelkurmay
yetkililerince açıklanmış bulunmaktadır.(9)

Aslında bu konuda yalın gerçek de Genelkurmay Brifingiyle açıklanmıştı: "Özel Harp


Güneydoğu'da bölücü eşkıyaya karşı devam eden iç güvenlik harekatında görev aldı "(10).

Önümüzde tüm ağırlığıyla duran sorun ÖHD'nin görevlerini iktidarın programı doğrultusunda
ve denetim içinde yapıp yapmadığının saptanılmasıdır.

Ziverbey Köşkü'nden söz etmek durumundayım. Çünkü Genelkurmay Brifinginde Gn. Kur.
Hrk. Bşk. Sayın Korg. Doğan BAYAZIT, "Ö.H.D'nin Ziverbey Köşkünde kullanılmadığını
büyük bir ferahlıkla söylüyoruz" (11) demiştir. Sayın Generalle ne yazık ki aynı kariyerden
geliyoruz ve işkence gören bizleriz. Devlet 1973 yılından bu yana öne sürdüğümüz savları
hasıraltı etmeseydi bu konudaki gerçek aydınlanabilirdi. Oysa bugün bu şekilde konuşanlar
Faik TÜRÜN'lerle koşut duruma düşerler(12).

Yıllardan beri tüm yazı ve yapıtlarımla Savunmamda yinelediğim gibi, Kontrgerilla Örgütü
deyimi, ilk kez 12 MART sonrasında Ziverbey Köşkü'nün işkencecileri tarafından
kullanılmıştır. İşkenceciler, kurbanlarına, kendilerinin böyle bir örgütün üyesi olduklarını
söylüyorlardı. Bu konudaki gerçeğin açıklığa çıkarılması için yaptığım tüm yasal başvurular
ve girişimler bugüne kadar yanıtsız bırakıldı. Bu nedenle sorumluları şimdiden tarihin sanık
sandalyesine oturttuğuma inanıyorum.

Yargılama süreci dışında da Ziverbey Köşkü'nde düzenlenen aşağılık tertiplerin açığa


çıkarılması için girişimlerde bulundum (13 -16).

Yazılarımla Ziverbey Köşkü'nün işkencelerinin baş sorumluları olarak gördüğüm, dönemin


Sıkıyönetim Komutanı Faik TÜRÜN ile Köşk yöneticisi Memduh ÜNLÜTÜRK'ü basın
önünde açık tartışmaya çağırdım. Her ikisi de tartışmadan kaçıp tarih önünde suçlamalarımın
altında kaldılar.
Yıllar sonra Sayın Korgeneral Doğan BAYAZIT, ÖHD'yi savunayım derken, Ziverbey
Köşkü'nden söz etmek gibi bir yanlışlığa düşmüştür. Umarım ilerde bu hatasını düzeltir.

Bugünlerde "12 EYLÜL cuntacılarından hesap sorulacağı"ndansıkça söz edilmektedir.

12 MART, 12 EYLÜL'ün anasıdır. Bu anlayışla askeri darbecilerden hesap sorulacaksa,


bunun başlangıç tarihinin 12 MART olmasının kesin zorunluluk olduğuna inanıyorum. Oysa
12 MART sonrası işkence ve tertiplerinin baş sorumlusu olmakla kamuoyu tarafından
suçlanılan Faik TÜRÜN'ün ardındaki politik güç AP'dir. Sayın DEMİREL o dönemde ona
açık destek vermiştir. TÜRÜN bu destekle TBMM'ye alınmış ve Cumhurbaşkanı adayı
gösterilmiştir. 20 yıl sonra iktidara yeniden gelen Sayın DEMİREL, TÜRÜN'den nasıl hesap
sorabilecektir?

Gerçekçi yanıtı biz verelim: Bu hesabı tarih soracaktır. İşkencecilerin soyundan gelecek
kuşakların onların soyadlarını taşımaktan utanç duyup, değiştireceklerine inanıyorum.

Başlangıçta Ziverbey Köşkü'nden kaynaklanan Kontrgerilla tartışması zaman içinde şekil


değiştirdi. Sorumlu kişilerin ECEVİT ve EVREN gibi açıklamaları, bu konudaki tartışmaları
ve kuşkulan Özel Harp Dairesi üzerinde yoğunlaştırdı. Bu anlamda doğal olarak ÖHD-
Ziverbey Köşkü ilişkisinden söz edilemez.

Gladio tartışmasının sürdüğü bir dönemde bu konudaki kanımı, "Türk Gladio'su Özel Harp
Dairesi'dir" (17) şeklinde açıkladım.

Elinizdeki yapıtla, günümüze kadar süregelen kavram kargaşasına son vereceğimi, terim
cambazlığına sığınarak tartışmadan kaçanları susturacağımı ve sorunu TBMM gündemine
yeniden getirerek, demokrasiye katkıda bulunacağımı umuyorum. Bunu başarabilirsem
demokrasinin geleceği adına umutlu olacağım.

Özel Savaş Dairesi'nin, Vatansever (!) sivillerden oluşan Yeraltı Örgütü'nü kamuoyu
"Kontrgerilla Örgütü" olarak adlandırmaktadır. Aslında Kontrgerilla, Gayrinizamî Harp'in bir
bölümü olup, bir yöntemi tanımlamaktadır. İlgililer bu nedenle kavram kargaşasının ardına
sığınıp gerçekleri yadsıma yolunu seçmektedirler.

Bu yapıtta, alaturka kurnazlıklara başvurarak gerçekleri soyut suçlamalarla örtbas etmek


kolaycılığını seçenlerin maskelerini düşürmek için, bundan sonra Özel Harp Dairesi'nin
köylere kadar örgütlenmiş, gizli silah depolan bulunan; istihbarat, sabotaj ve tedhiş
ajanlarından oluşan Yeraltı Örgütü'ne "X Örgütü" diyeceğiz.

Okuyucularım yapıtlarımdaki tekrarlar nedeniyle beni eleştirmektedir. Kuşkusuz haklıdırlar.


Ancak belleğin kurallarından birinin tekrar olduğunu bildiğim için, bu yola başvurmayı
yeğliyorum.

Aynı konuda değişik söyleşileri içeren bir yapıtta tekrarların biraz daha fazla olması doğal
olmasına karşın, tekrarlan elimden geldiğince önlemeye çalıştım. Beni bağışlayacağınızı umut
ederek saygılar sunuyorum.

Talat TURHAN 26 OCAK 1992


GLADIO, KONTRGERİLLA, DEV-KURT ve ÖTESİ

İtalya'da kuşkulu tüm terör ve cinayet olaylarının ardındaki gücün CIA tarafından
örgütlenmiş Gladio kod adlı Yeraltı Örgütü olduğu savcı Felice Casson tarafından
ortaya çıkarılınca, skandala dönüşen olay tüm NATO ülkeleri ile bazı Avrupa
ülkelerine yansıdı. Bu nedenle 1990 yılının Kasım ve Aralık aylarında manşetlerde
kaldı.

NATO ülkelerini kapsayan yeraltı örgütlenmesinin Türkiye'de de uzantısı aranmaya


başlandı. Ülkemizde yıllardan beri işkence, terör, toplumsal kışkırtıcılık, provokasyon,
sahte ve gerçek operasyonların ardındaki gücün Kontrgerilla Örgütü olduğuna
kamuoyu inanıyordu. Buna karşın anılan örgütü ve eylemlerini aydınlığa çıkarmak
için TBMM'de sürdürülen girişimler hep sonuçsuz kalıyor, tartışmalar vardır ya da
yoktur şeklinde kısır bir çekişmeye dönüşüyordu.

Gladio olayı Türkiye'ye yansıyınca, 1973 yılından beri bu konuda sürdürdüğüm


çabaların ayrımında olan iç ve dış basın ve yayın organlarınca kaynak kişi seçildim.
1990 yılı Kasım ayında gazete ve dergilerde söyleşilerim yayınlandı (1–7).

Gerçekte 1990 yılında, henüz Gladio olayı patlak vermeden bir kaç ay önce de,
Özel Harp Dairesi’ne ilişkin görüşlerim yayınlanmıştı. Geçen zaman beni
doğruluyordu. Sayın Tahir Aka yazılarında bu gerçeği vurguluyordu (8).

Aynı dönemde basın organları ve köşe yazarları alıntılar yaparak görüşlerimin


yayılmasına katkıda bulundular. Milletvekili Sayın Mahmut Almak, bana gönderme
yaparak TBMM'ye soru önergesi verdi.

Sorunu başlangıcından bu yana Demokrasi Savaşımı olarak algıladığım için, bu


değerli katkı sahiplerine teşekkür ediyorum.

Bu arada yabancı basın ve yayın organlarından gelen istemleri kabul ederek


demeçler verdim, söyleşiler yaptım.

BBC tele röportaj yaparak yayınladı.

İsveç televizyonu evimde çekim ve söyleşi yapıp, yayınladı.

Batı Alman VDR radyosu yaptığı söyleşiyi "Kritiches Tagebuch" programında


yayınladı.
Batı Alman Tageszeitung - Taz gazetesi söyleşimi yayınladı.

Spiegel dergisi 26 Kasım 1990 günlü sayısında bana gönderme yaptı.

Sayın Yavuz Baydar, İsveç'ten tele röportaj yaptı ve yayınladı.


Cumhuriyet Gazetesi ve Sayın İlhan Selçuk Almanya basımında adımdan söz etti.

İç ve dış basından gelen istekleri karşılayamayacak duruma gelince:

27 Kasım 1990 günü İstanbul'da bir basın toplantısı düzenledim (9).

Daha sonraki günlerde de çağrılı olarak söyleşi ve açık oturumlara katıldım:

Mülkiyeliler Birliği -Ankara, 5 Aralık 1990 (Söyleşi); HEP İstanbul İl Örgütünün


düzenlediği Açık Oturum, 22 Aralık 1990; İHD Adana Şubesi Konferansı, 16 Aralık
1990; Kaleiçi Sanat evi-Antalya, 23 Kasım 1991 (Söyleşi)

Bu dönemde bir gazete "Yerli Gladio Kontrgerilla"(10) başlıklı bir haber yayınladı.
Aynı gazetede ertesi gün benimle yapılan söyleşi yayınlandı. Konuya açıklık getirmek
için, Rafet Ballı'nın yaptığı ve 16 Kasıml990 tarihli Milliyet gazetesinde yayınlanan
söyleşiyi Bölüm - İçi Ek olarak bütünüyle yineliyorum.

Rafet Ballı'nın yaptığı röportajda Gladio ve Kontrgerilla konularında, kamuoyunda


tartışılan birçok soruna açıklık getirdim.

"TÜRK GLADIO'SU, ÖZEL HARP DAİRESİDİR"

Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan İtalya 'da Gladio adıyla ortaya çıkarılan gizli
NATO örgütünün Türkiye'deki adının "Özel Harp Dairesi" olduğunu ileri sürdü. Talat
Turhan'a göre, örgüt Türkiye'nin NATO'ya girmesinden sonra Seferberlik Tetkik
Kurulu adıyla kuruldu ve sonradan Özel Harp Dairesi adını aldı. 20 yıldır terör ve
istihbarat konularında yaptığı çalışmalar ve kitaplarıyla tanınan Turhan resmi
talimnamesine göre sabotajdan adam öldürmeye kadar her türlü kanunsuz iş yapma
"hakkı" tanınan örgütün, bu faaliyetlerinden dolayı kanunlara bağlı olmadığını iddia
etti. Emekli Kurmay Yarbay Turhan, gerçeklerin ortaya çıkması için MİT ve Özel Harp
Dairesi'nin bir parlamento komisyonu tarafından denetlenmesini de istedi.

Talat Turhan, sorularımızı şöyle cevapladı:

Soru: "Türkiye'de de İtalya'daki gibi gizli bir NATO örgütü var mı?"

Turhan: "Benim kanıma göre ki yaklaşık 20 yıldan beri iddiam da budur tüm NATO
ülkelerinde ve tabii Türkiye'de bu örgüt vardır. Her ülkede adı farklıdır, işte İtalya’da
Gladio'dur, Fransa'da Rüzgâr Gülü'dür, falan. Tabii bunlar maske adlardır. Türkiye'de
ise Özel Harp Dairesi'dir."

12 Mart'ta Öne Çıktı.

Soru: "Özel Harp Dairesi'nin gerçekte Kontrgerilla olduğu hep söylenegelmiştir. Siz
ne diyorsunuz?"

Turhan: "Türkiye'de Kontrgerilla lafı ilk kez, 22 Mart'tan sonra İstanbul Erenköy 'deki
köşkte, baskı görenlere karşı kullanıldı."

Soru: "Meşhur Ziverbey Köşkü'nden siz de geçtiniz. Siz de bu sözü duydunuz mu?"
Turhan: "Evet. Standart, herkese olduğu gibi bana da söylendi. 'Burası Kontrgerilla
örgütü. Biz uyumuyoruz. Şu andan itibaren bizim esirimizsiniz.' Evet, 'esir' dediler.
Çünkü bu örgütün talimnamesinde 'esir' tabiri kullanılır. 'Burada Anayasa, kanun,
nizam geçmez. Ne söylersek, onu yapacaksınız; Aynen böyle. Görevliler bunu boşa
kullanmadılar. O dönemde söz konusu ilerici örgütler, 'ikinci Kurtuluş Savaşı
veriyoruz' diyorlardı ya görevlilerin mantığına göre, Kurtuluş Savaşı verenler gerilla
idi. Kendilerine de, bunları bastıran güç saydıkları için, Kontrgerilla dediler. Gerçekte
eski adı Seferberlik Tetkik Kurulu, bugünkü adı Özel Harp Dairesi olan kuruluşun
kullandığı yöntemin adıdır Kontrgerilla, Örgüt'ün değil, yöntemin adıdır. Onun
mantığı, 'Gerilla hiçbir kanun, nizam dinlemiyor. Her türlü yönteme başvuruyor.
Öyleyse, ben de onu bastırmak için her türlü yönteme başvurmalıyım' şeklindeydi.
Onun için her türlü sorgulamayı meşru görüyorlardı."

Soru: "Yani siz, Kontrgerilla'nın adresi Özel Harp Dairesi'dir mi diyorsunuz?"

Turhan: "Şimdi bakınız, Kontrgerilla lafını ilk kez Erenköy görevlilerinin çıkarttığını
söyledim. Onlar gerçekten Özel Harp Dairesi'nin adamları mıydı? Bu sorunun kesin
yanıtı henüz verilmiş değil. Yalnız, eskiden beri bir iddiam var: Bir örgüt, eğer kendini
temize çıkarmak isterse, adına yasadışı kirli iş yapanlardan hesap sorar. Bakıyoruz,
Erenköy görevlileri hâlâ etkinliğini sürdürüyor. Devletin ya da Özel Harp Dairesi'nin,
kendi adına iş yapmamışlarsa, bunlardan hesap sorması gerekirdi."

Amacı Neydi?

Soru: "Özel Harp Dairesi'nin kuruluş amacı ne idi?"

Turhan: "Özel Harp Dairesi bir düşman istilasına karşı memleketi korumak ve milli
direnişi örgütlemek, yardımcı olmak amacıyla kuruldu. Bir örgütün kuruluş amacı
kutsal olabilir. Ama devlet adına yeraltı örgütü kurarsanız, o sizin elinizden kayar ve
yeraltı’nın her türlü pisliğine bulaşır. Türkiye'de 20 yıldan beri olan karanlık ve
herkesin kafasını bulandıran bu olayları kim yaptı? Şimdi Türkiye'nin gündeminde bu
soru var."

Soru: "Özel Harp Dairesi ne zaman kuruldu?"

Turhan: "Kesin tarihini bilemiyorum. Türkiye 1947'den itibaren ikili Antlaşmalarla


ABD'nin etkisi altına girmeye başladı. Ardından Türkiye, NATO'ya üye oldu. ABD'nin
etkisi daha da arttı. ABD, komünizme karşı bir antikomünist cephe yaratma çabası
içindeydi. Her ülkede antikomünizmi örgütledi. Bunu açık da yaptı, gizli de. NATO'ya
girmemizden sonra önce Seferberlik Tetkik Kurulu olarak kuruldu bu teşkilat.
Ardından kuruluşun adı Özel Harp Dairesi olarak değiştirildi."

Soru:"12 Mart'tan önce Özel Harp Dairesi'ni biliyor muydunuz?"

Turhan: "Tabii biliyordum."

Soru: "Her subay bilir miydi böyle bir kuruluş olduğunu?"


Turhan: "Bilirdi ama mahiyeti hakkında çok sınırlı bilgi vardı, işte, bu yeraltı teşkilatı,
memleket işgal edildiğinde işgale karşı direnişi organize edecek diye bilinirdi. Yani
Kurtuluş Savaşımızda çetelerin, efelerin yaptığını organize olarak yapacak diye.
Kutsal bir işlevi yerine getirmek amacıyla kurulmuş bir örgüt."

Soru: "Size teklif gelseydi, siz de çalışırdınız demek ki?"

Turhan: "Tabii, böyle bir teşkilatta çalışanlar kendisini çok kutsal bir işte zanneder."

Talimnameler Ne Diyor?

Soru: Siz, 'Savunma-1' adlı kitabınızda, Özel Harp Dairesi'ne ait resmi talimnameden
bazı bölümleri yayınladınız. Yayınlanan bölümlerde bu örgütün, adam öldürme de
dahil her türlü kanunsuz işi yapabileceği belirtiliyor. Nasıl olur bu?"

Turhan: "Bizim ordu talimnameleri Amerikan talimnamelerinin tercümesidir.


Amerika'da Kontrgerilla örgütünün talimname numarası FM-31'dir. Yani Field Manuel-
31. Bize ST-31 olarak tercüme edildi. Yani Sahra Talimnamesi–31. Bu talimnameye
göre, 'Gayrinizamî harp unsurları' iki gruptan oluşur: Bir yeraltı grubu, bir de yerüstü
%
grubu. Yeraltı grubu, işte bu bahsedilen ve bütün NATO ülkelerinde ortaya
çıkarılmaya başlanan örgütün kendisidir. Baktığınız zaman bu Örgütün içinde ne var?
Köye kadar inmiş bir örgütlenme bu. İstihbarat birimleri, sabotaj birimleri, cinayet
birimleri var. Bakınız faaliyetleri arasında neler var? Resmi talimnameden aynen
okuyorum. 'Adam öldürme, bombalama, silahlı soygunculuk, işkence, kötürüm haline
getirme, adam kaçırmak suretiyle tedhiş ve olayları tahrik, misilleme ve rehinelerin
alıkonması, kundakçılık, sabotaj, propaganda ve yalan haber yayma, zorbalık,
şantaj.' Ve yine talimnamede bu örgüt için şöyle bir ayrıcalık var; Yine resmi ta-
limnameden aktarıyorum: 'Bir gayrinizamî kuvvetin yeraltı unsurları kaide olarak
kanuni statüye sahip değillerdir.

'Soru: "Nasıl olur? Resmi bir kuruluş kanuna nasıl tabi olamaz?"

Turhan: "Ben bunları 17 senedir söylüyor ve yazıyorum. Bugüne kadar kimse çıkıp
da, bu söylediklerin yanlıştır diyemedi. Diyemez, çünkü bunları devletin resmi
yayınlarından aktardım."

Soru: "Türkiye'de bu talimnameyi kim yayınladı?"

Turhan: "Söz konusu ettiğim ST–31–15 nolu Kontrgerilla talimnamesini Kara


Kuvvetleri Komutanlığı yayınladı. Girişinde de, o zamanki komutan Ali Keskiner'in
imzası var. Anayasal bir ülkede, resmi bir gizli örgüt cinayet işler diye yazarsanız,
suçlusunuzdur. Adamı mezardan çıkarıp asarlar. Sadece Kara Kuvvetleri sorumlu
olmaz. Devrin Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay da, devrin Başbakanı Süleyman
Demirel de bundan sorumludur. Bugün 'vardır-yoktur' diye lafı gevelemekle olmaz bu
iş. Olay bu boyutta."
Soru: "Siz o günden beri hep bu görüş ve iddiaları dile getirip durdunuz. Hiçbir savcı
iddialarınızı ihbar kabul edip sizi ifadeye çağırdı mı?"

Turhan: "Nerede? İtalya’daki Felice Casson gibi yürekli bir savcıya rastlayamadığım
için çok üzgünüm."
Önce Terör, Sonra Darbe

Soru: "Bazı emekli paşalar, 'Türkiye zaten NATO ve ABD kampında, NATO bağlantılı
bir örgüt Türkiye'de neden karışıklık çıkarsın? Bu rakip kampın, Sovyetlerin işine
yarardı' diyorlar.

Turhan: "Onların destabilizasyon kuralından haberleri yok. Tüm ülkelerde darbe


öncesinde anarşinin tırmandığını görüyoruz. Tırmanan anarşiyi darbe izliyor. Darbe
de ABD'ye hizmet ediyor. Bu mekanizmayı Türkiye'de artık çocuklar bile biliyor. 12
Mart öncesinde de, 12 Eylül öncesinde de böyle oldu. Olay şudur. Eğer bir ülkede
terörün tüm varyasyonları meydana geliyor ve faili meçhul kalıyorsa, suçlu, o ülkenin
istihbarat Örgütüdür. Genel kural budur."

Soru: "Her faili meçhul cinayeti istihbarat örgütüne yüklemek mümkün mü?"

Turhan: "Hepsi değil, genellikle diyorum."

Soru:"Somut örnek verebilir misiniz?"

Turhan: "12 Mart'ta İstanbul Dev-Genç davasının zabıtlarına bakmanız lazım.


Üniversite bahçesindeki Beyazıt Kulesi'ne kızıl bayrağı hangi MIT ajanının astığını
söyledim. Ajanın ismini zapta geçmediler."

Soru: "Şimdi de söyleyiniz?"


Turhan: "Yok, geçti artık. Şahıs önemli değil. O şahsın MIT ajanı olması anlamlı."

Soru: "Taylan Özgür'ün öldürülmesi, 1977 Taksim'deki 1 Mayıs katliamı, MİT


Müsteşarı Bahattin Özülker'in Samsun'da otel odasında ölmesi, 1977'deki Sirkeci
Garı ve Yeşilköy Havaalanı'na bomba konulması gibi olaylardan hep şüphe ile
bahsedilir. Sizin de bu konularda bilgi sahibi olduğunuz ileri sürülür. Açıklama
yapmak ister misiniz?"

Turhan: "Ben bu konularda bütün söyleyeceklerimi zamanında söyledim. Ayrıca size


gerek Türkiye, gerekse diğer ülkelerdeki siyasi cinayetlere ışık tutacak bir done
verdim. ST–31–15 talimnamesinde bir yeraltı örgütü var. O yeraltı örgütünün
yapacağı işler arasında adam öldürme de var. Öldürülenin sağcı, solcu olması fark
etmez. Yeter ki cinayet bu örgütün amacına hizmet etsin. Şimdi, devlet içindeki bir
örgütün kuramında adam öldürme varsa ve o ülkede siyasi cinayetler işleniyorsa,
kuşkunun birinci odağı bu örgüt olur. "
CHP Hükümeti'ne Açıkladım

Soru: "Şüpheli olaylarla ilgili kime açıklama yaptınız?"

Turhan: "CHP Hükümeti zamanında, Başbakan Ecevit'e iletilmek üzere 10 sayfalık bir
rapor hazırladım. Ayrıca olaylar hakkında etraflı bir şekilde Deniz Baykal ve Hasan
Fehmi Güneş'e bilgi verdim."

Soru: "Gereği yapıldı mı?"


Turhan: "Bu soruyu hana değil, kendilerine sorunuz."

Soru: "Siz bu aşamada gerçeklerin ortaya çıkması için ne öneriyorsunuz?"

Turhan: "Bakınız, MIT hakkında zaman zaman çeşitli ithamlar yapılıyor. Son MİT
raporunda bu görüldü. Fakat MİT'e bugüne kadar bir parlamento komisyonu
girmedi?"

Soru: "Daha şimdiden, 'efendim gizlilik' itirazlarını duyar gibiyim."

Turhan: "Parlamenter bir demokraside parlamentonun üzerinde, onun bilmeyeceği bir


gizlilik olamaz. Varsa orada demokrasi yoktur. Amerika 'da CIA bile parlamentonun
denetimi altındadır. Özel Harp Dairesi de dahil, bu tür örgütler hakkında parlamenter
denetim arıyorum ben."

Milliyet, 16 Kasım 1990, Rafet Ballı


Milliyet'teki söyleşinin yayımlandığı tarihten bir gün sonra gazetelerde
Genelkurmay'ın açıklaması yer aldı:

"Gladio'nun Özel Harp Dairesiyle ilgisi yok" (11).

Görüldüğü gibi, eski bir kurmay subay olarak Genelkurmayla bu konuda farklı
düşündüğümüz böylece ortaya çıkmış bulunmaktadır. Elinizdeki yapıt bu konudaki
gerçeği açıklığa çıkarma sayındadır. Hakem sizlersiniz.

1975 yılında idam istemiyle İstanbul Sıkıyönetim Askeri Mah-kemesi'nde Bomba


Davası'nda savunma yaparken, savlarımı destekleyen 90 yapıtı da mahkemeye
verdim. Bu yapıtlardan 42. sırada olanı bir talimname idi:

"ST 31–15 Kara Kuvvetleri Sahra Talimnamesi-Gayrinizami Kuvvetlere Karşı


Harekat"
Bu talimnamenin 6'ncı sayfasında yer alan Yeraltı Teşkilatı'nın şemasını bir belge
olarak sunuyorum. (12) (Şema:l)

Savunmamda ve yayınlanan yazılarımda ST 31–15 Talimnamesi ayrıntılarıyla


eleştirilmektedir. Ancak bir gerçeğin altını kalın çizgilerle çizmek istiyorum:
Talimnameler teorik bilgiler içeren yapıtlar olduğu kadar, uygulanmak için de
yayınlanırlar. Nitekim ST 31–15, 25 Mayıs 1964 gün ve OPS: 1708–74–64- Mr. Ta.
Krl. sayılı KKK emriyle ve Orgeneral Ali Keskiner imzasıyla uygulamaya konulmuştur.
Yani Şema 2'de bölümleri verilen örgüt kurulmuştur. Bugüne kadar yetkili kişiler, bu
örgüt elemanlarının Vatansever (!) sivillerden oluştuğunu da açıklamışlardır.
Saklanmak istenen Gladio'nun koşutu olan bu örgütün kod adıdır.

Demokratik hukuk devletinde talimnamelerin yasalar ve anayasadan üstün olduğu


düşünülemez. Oysaki aralan talimnamenin 9. maddesi:

"Bir gayrinizamî kuvvetin yeraltı unsurları kaide olarak kanuni statüye sahip
değillerdir" diyor ve devam ediyor: "Tarih, kanuni statülerin gayrinizami kuvvet
üyelerini pek az ilgilendirdiğini ve bunların gayrinizami faaliyetlere katılma
kararlarında pek az müessir olduğunu göstermekledir" (13).
Şema - 2'de Yeraltı Örgütü'nün hücre şeklinde düzenlendiği, köylere kadar gizli
istihbarat, sabotaj ve tedhiş-terör yapacak timlerden oluştuğu görülmektedir.

Sayın Ecevit geç kalsa da sormak gereksinimi duyuyor:

"Genelkurmay’ın açıklaması var 'Özel Harp Dairesi hiç bir terör olayına karışmamıştır'
diye. Fakat zamanın Genelkurmay Başkanı Evren'de ' karışmışlardır ama ben buna
son verdim' diyor. Hangisine inanacağız" (14).

İlginç değil mi? Genelkurmay'ı yadsıyan kişi eski Genelkurmay Başkanı, Devlet
Başkanı ve Cumhurbaşkanı.

İlgili ve yetkili kişiler gerçekleri bildikleri halde sadece tartışıyorlar. İtalya'da Gladio
kod adlı Yeraltı Örgütü'nün kuşkulu terör ve cinayet olaylarında parmağı olduğu
ortaya çıktı. Bizde yıllardır kuşkulu terör olayları meydana geliyor ve siyasal cinayet-
ler işleniyor. Failleri bulunamıyor.

Anayasa ve yasalara bağlı olmadığı talimnamesinde açıkça yazılan


'Vatansever'lerden oluşan Yeraltı Örgütü'nün yapısının bu tür eylemleri profesyonelce
yapmaya çok uygun olduğu görülmektedir.

O halde iktidarlara düşen görev ya olayların gerçek faillerini yakalamak ya da bu


Yeraltı Örgütü'nü diğer bazı NATO ve Avrupa ülkelerinde olduğu gibi lağvetmektir.
Demokratik hukuk devleti olmanın ön koşulu budur. Kaldı ki 'Vatanseverlerin MHP
bağlantısı hakkında ciddi kuşkular bulunduğu gibi, Özel Harp Dairesi'nin
finansmanının ABD tarafından sağlandığı da yetkili kişiler tarafından açıklanmıştır.
Özel Harp kapsamı içinde İstikrar Harekâtı da bulunmaktadır. Darbeleri önlemenin
önkoşulunun da, bu tür yöntemlerden vazgeçilmesine bağlı olduğunu vurgulamak
isterim.

27 Kasım 1990 günü İstanbul'da Basın Toplantısı yaptığımı açıklamıştım. İlginç bir
rastlantı olsa gerek bir hafta sonra 3 Aralık 1990 günü, Genelkurmay Başkanlığı'nda
Özel Harp Dairesi konusunda basın mensuplarına bir Brifing verildi. Bu Brifing’de
açıklanan Özel Harp Dairesi'nin kuruluş şemasını da, Sunuş bölümünde belge olarak
sunuyorum (15).

Şema' da gösterilen Yeraltı bölümünü büyüteç altına alınca, bu bölümde bilerek bir
kelimenin yazılmadığı karasına varılabilir. Gerçekte 'Yeraltı' değil 'Yeraltı Örgütü'
olarak gösterilmesi gerekirdi. Aslında Şemalarda ayrıntılarıyla gösterilen Yeraltı
Örgütü ile Genelkurmay semasındaki Yeraltı bölümü birbirlerinin koşutudurlar.

Gene bizim kanımıza göre Genelkurmay şemasında sivillerden oluştuğu açıklanan bu


bölüm, "Savaşta Teşkil Edilecek Unsurlar" arasında gösterilerek, ikinci kez bazı
gerçekler gizlenmeye çalışılmıştır.

Eğer gerçek böyle ise, yıllardan bu yana yetkililerin açıkladığı ve Genelkurmay Öz


sunuşunda da kabul edilen Vatanseveri sivillerin niçin şemada görünmediğini
irdelememiz gerekecektir.
Denilebilir ki Özel Harp Dairesi şemasında Özel Kuvvetler'e bağlı olarak gösterilen
muvazzaf subay ve astsubaylardan oluşan Özel Tim, bu örgütlenme içinde asker
kanadın bir bölümünü oluşturmaktadır. Yeraltı şeklinde gösterilen bölümde ise
Vatansever (!) siviller bulunmaktadır. Barış döneminde kilit personel sayılan bu
kişiler, savaşta gizli silah depolarındaki silahlan, güvenilir, eğitilen personele
dağıtarak kadrolarını genişleteceklerdir.
Nitekim ST 31–15 talimnamesinin 5. maddesi bu konuya açıklık getirmektedir:

"Büyük bir gayrinizamî kuvvet, kaide olarak biri açık faaliyet gösteren Gerilla unsuru
(Komando birlikleri), diğeri gizli faaliyette bulunan Yeraltı unsuru olmak üzere iki
müşekkel unsurdan terekküp eder".

Talimnamede gerilla unsuru olan birliğin de kuruluş şeması açıklanmaktadır. Aslında


1977'de yayınladığım bir dizi yazıda, bu konudaki ayrıntılara yeterince yer verilmiştir
(16).

Sayın Korg. Doğan Bayazıt, Genelkurmay Brifing’de Sayın Ecevit ve beni ismen
muhatap alarak sorunu kişisel bir baza oturtmak gibi bir yanılgıya da düşmüştür (17–
19). Tartışmalarda tez, antitez, sentez yolunu daha bilimsel bir yaklaşım olarak
düşündüğüm için, kişisel sataşmalara yanıt vermeyi gereksiz görüyorum.

Antalya söyleşimizden (23 Kasım 1991) sonra da konu gündemde kaldı, SHP Grup
Başkanvekili Sayın Mahmut Almak bir gazeteye yaptığı açıklamada görüşlerimize
sahip çıktı.
Sayın Almak diyor ki:

"Hükümetimizin demokratikleşme yolunda atacağı her olumlu adıma çelme atmak


Kontrgerilla’nın tek ve asıl amacı olacaktır. Demokratikleşmeye ilişkin çalışmaları
sekteye uğratmamak için Kontrgerilla psikolojik bir mücadeleye girişebileceği gibi, öte
taraftan da adam kaçırmalardan tutun da cinayetlere kadar her türlü yönteme
başvurarak şiddeti tırmandırmaya ve hükümetin önünü kapatmaya çalışacaktır. Bu
nedenle ülkenin esenliğe çıkması ve demokratikleşme hedefinin gerçekleşmesi
isteniliyor ise, öncelikle devlet içindeki bu karanlık gücün ortaya çıkarılarak
dağıtılması gerekmektedir. Bu konuda en büyük görev de yeni TBMM'ye
düşmektedir. TBMM kendi güvencesi, halkın güvencesi için vakit geçirmeden bu
karanlık gücü ortaya çıkartmalı ve dağıtmalıdır. Aksi halde bütün iyi niyetli çabalar
boşa çıkacaktır. Kontrgerilla'nın varlığı sürdüğü takdirde de, darbe tehlikesi de her
zaman gündemde olacak, artarak devam edecektir. "(20)

Sayın Almak, Antalya söyleşimizden haberdar olmadığı halde, yüzde yüz koşutluk
içinde görüşlerimize sahip çıkmış ve soruna en gerçekçi tanıyı koymuş
bulunmaktadır. Top TBMM'dedir.

Güneydoğu Anadolu üzerinde hazırlanan raporlarda

SHP Milletvekili Sayın Salman Kaya 'sivil demokrasi'nin kurulabilmesi için:

"Bölgede terörün esas kaynağı MİT, Kontrgerilla ve çevik güçlerdir.

"Yaşama hakkı güvence altına alınmalıdır. Kontrgerilla MİT dağıtılıp bunlardan hesap
sorulmalıdır" derken; Diyarbakır Tabip Odası, Diyarbakır Barosu ve İnsan Hakları
Derneği, Mimarlar Odası, Makine, İnşaat, Elektrik Mühendisleri ve Serbest Muhase-
beciler Derneği yöneticileri tarafından yayınlanan ortak açıklamada " 2992 yılı
içerisinde 25 kişinin Kontrgerilla tarafından öldürüldüğü " belirtilmektedir (21).

Aslında bu konu 8 Aralık 1991 – 29 Aralık 1991 tarihleri arasında yayınlanan 2000'e
Doğru Dergisi'nde "işte Mardin Kontrgerillası " başlığı altında yeniden gündeme
gelmiş bulunmaktadır. ANAP eski Muş Milletvekili Alaattin Fırat hükümete
"Kontrgerilla'yı açığa çıkarsınlar"'derken SHP Milletvekili Ahmet Türk: "Kontrgerilla
sergilenmedikçe, bu konu açıkça tartışılmadıkça, parlamentonun ve halkın iradesini
her şeyin üzerine çıkarmadıkça bu sorunların Çözüleceğine, ciddi bir demokrasi
olacağına inanmıyorum" şeklinde konuşmuştur. Sayın Ferit İlsever 2000'e Doğru'nun
baş yazışma Acil Önlem Kontrgerilla'nın Tasfiyesi" başlığını atarken, bir gazete 12
Eylül'ün İçişleri Bakanı Orhan Eren'in, kontrol altına alamadıkları bir ekibin
varlığından bahsettiğini yazmaktadır (22).

Kuşkusuz bu tablo içinde "Egemenlik Ulusundur" sloganı anlamını yitirecektir.


Genelkurmay Başkanlığı'nda basına verilen Brifingde Özel Harp Dairesi Başkam
Tuğgeneral Kemal Yılmaz, "Özel Harp Dairesi'nin 27 Eylül 1952 tarihinde, şimdiki
Milli Güvenlik Kurulu'nun işlevini gören Milli Savunma Yüksek Kurulu'nun 17/c sayılı
kararıyla kurulduğunu.." (23) açıklamıştır.

Bu karar TBMM'den geçmiş ve onanmış mıdır? Yasalara bağlı olmadığı


talimnamesinde açıkça yazılı olan bu örgüte daha ne kadar katlanılacaktır?

İzninizle dünyadan çok yeni bir örnek vermek istiyorum. El Salvador'da hükümetin
orduyu küçültme planı, "gerillaya karşı kurulmuş özel ordu birimlerini tamamen
kapatmayı" (24) da içermektedir. Burada sözü edilen "özel ordu biriminin" Gladio'nun
koşutu olduğu anlaşılmaktadır.

Türk demokrasisi El Salvador'dan her halde daha geride değildir.

ÖHD'nin Yeraltı Örgütü'nün yasaların üstünde olduğunu açıklamıştım. Örgütler


insanlardan oluşurlar. ÖHD'de üst düzeyde görev almış kişilerin gizli bir
dokunulmazlığı olduğu anlaşılıyor. Üst rütbelere ulaşan generallerin çoğunun, Özel
Savaş Dairesi'nde ya da MİT'te görev yapmaları bir rastlantı mıdır?

Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri emekli orgeneral Kemal Yamak ile


Cumhurbaşkanı Danışmanı emekli General Recai Engin ÖHD'nin eski
başkanlarıdırlar. Bu kişilerin asıl görevleri dışında Çankaya'da işlevleri var mıdır?

Emekli General Recai Engin, Kenan Evren zamanında da Köşkte görevliydi. Çankaya
el değiştirdikten sonra üst düzeydekilerin çoğu ayrıldığı halde Recai Engin kutup
yıldızı gibi neden yerinde durmaktadır?

12 Eylül döneminde bir bankadaki yönetim kurulu üyeliği nedeniyle hakkında


soruşturma açılan Recai Engin'in, Anayasa ve yasalar hiçe sayılarak emirle
yargılanmasını engelleyen güç hangisidir?

Sunay döneminde Çankaya'da görevlendirilen emekli General Rüştü Naipoğlu'nu


başbakanlıkta sürekli danışmanlıkta tutan güç nedir? Ankara 'da sosyete terzisi
olarak tanınan bu kişinin kızının ilişkileri değerlendirilmiş midir?
Adı 12 Mart döneminde işkenceye, 12 Eylül döneminde bir kooperatif yolsuzluğuna
karışmış eski MİT görevlisi Bülent Öztürkmen'in, Özal'ın Başbakanlığı döneminde
hayali ihracata destek verdiği savlan neden hasıraltı edilmekte ve bu kişi etkinliğini
korumaktadır?

Antalya söyleşisinde, 1 Mayıs 1977 toplu kıyımından ve o dönemde bir darbe


olasılığından söz etmiştim (25). Anlayabildiğim kadarıyla bir dergi, bu savdan
hareketle yapmış olduğu bir araştırmadan ilginç ve çok faydalı sonuçlar elde etmiş
gibi gözüküyor.
Dergi, Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu'nun Özel Harp Dairesiyle ilişkisi ve emekli
generaller Recai Engin, Musa Öğün ve Rüştü Naipoğlu'yla birlikte Orgeneral Namık
Kemal Ersun Cuntası içinde bulunduğunu ve bu cuntanın 1 Mayıs katliamının ve bir
dizi başka provokasyonun sorumlusu olarak, bazı yerli ve yabancı basın organlarında
isminden bahsettirdiğini ortaya koyuyor ve bu savlara karşın Sayın Orhan
Kilercioğlu'nun görüşlerine başvuruyordu:

-"Çeşitli gazete ve dergiler geçen yıla kadar sizden "1 Mayıs katliamının sorumlusu
hatta tertipçisi şeklinde söz ediyorlardı. 12 yıl boyunca sürekli sizden bu şekilde
bahsedilmesine ses çıkarmadınız.

Kilercioğlu: Onlara bir yanıt vermeyi hiç bir zaman düşünmedim. Devletin her şeyi
vardır. Mekanizmaları vardır. Hiç üzerinde durmadım.

—1 Mayıs katliamıyla ilginiz olduğu bir Amerikan gazetesinden atıf yapılarak


yayınlanmıştı. Ayrıca haftalık bir dergide sizin Kontrgerilla ile ilginiz olduğu
yazılıyordu.
Kilercioğlu- Devletin hukuku mahkemeleri var. Bir takım şeyler altında. Böyle bir şey
olsa dururlar mıydı şimdiye kadar. Her şey yapılmıştır.

— Peki, siz bu haberleri yayınlayan kuruluşlara hiç tekzip gönderdiniz mi?


Kilercioğlu- Hatırlamıyorum."

Görüldüğü gibi, Sayın Kilercioğlu sorulardan kaçmakta ve gargara yapmaktadır.


General ve Bakan olmuş bir kişinin, haklarını korumak için, tekzip ya da yargı yoluna
başvurmamışsa, bu konudaki savları güçlendireceğini bilmesi gerekirdi.

Sayın Kilercioğlu bir başka soruya verdiği yanıtta ise:

"Hayatta bulabileceğiniz en temiz, pırıl pırıl insanların en başında ben gelirim" diyor.
Kendisini böyle tanımlayan bir kişiye konulacak tanıyı doktora bırakalım..

Sayın Kilercioğlu, emekli olduktan sonra 1989'da verdiği bir demeçte ise "Bilirsiniz
orduda çarpışan ekipler vardı. Biz çarpıştık yenildik" (27) derken "ekip" üyesi olarak,
bir anlamda cuntacılığını da teslim etmiş oluyor.

Bu açıklamadan O'nun cuntacı olduğu sonucu çıkarılabileceği gibi, eğer sav


gerçekse, Orgeneral Namık Kemal Ersun Cuntasının Demirel İktidarını alaşağı
edeceği sonucu da çıkarılabilir. Bu durumda Sayın Demirel kendisini devirmeyi
hedefleyen bir cunta üyesini nasıl bakan atayabiliyor? Sayın Kilercioğlu, Sayın
Demirel'in "günahlarından biri" olmasın?
Sayın Demirel'in, tüm deneyimine karşın, vefa duygularıyla insan seçmede büyük
günahları bulunmaktadır.

Tüm kamuoyunun işkencecilikle suçladığı bir kişi olan Türün'ü milletvekili seçtirmiştir.
O kadarı ile de yetinmeksizin Türün'ü partisinin Cumhurbaşkanı adayı göstermiştir.

O dönemde Yassıada ve infazlar, AP politikasının temel öğelerinden olmasına karşın


Sayın Demirel, Yassıada infazlarında olumsuz rol oynadığı bugün açığa çıkan
Sunay'ı Cumhurbaşkanı seçtirmiştir.

Sayın Demirel'in adam seçmedeki en büyük günahının 'aile boyu' olduğunu her halde
kendileri de kabul ederler?

ANAP dönemindeki ithal prensler, Demirel iktidarında yerli trilyoner prenslere


dönüştü. Vefa ama bir yere kadar.

Kilercioğlu'na dönelim. "Çarpışan taraflardan biri" olduğunu itiraf eden bu kişiye,


emekli olur olmaz bir kısım basın organları, TRT ve bazı sermaye grupları sahip
çıkmışlardır. Kuşkusuz bu onun "piri pırıl olmasından" kaynaklanmamaktır. Anlaşılan
odur ki sermayenin çıkarlarını koruyan faşist kanatta olduğu için, emekli olduktan
sonra sermayeye açık hizmet sunmuştur. Yaşar Holding'den bakanlık koltuğuna
oturan bu kişi, başta hayali ihracat olmak üzere yolsuzluklarla nasıl mücadele
edecektir doğrusu merak ediyorum. Sayın Demirel'in yakın çevresinde, geçmişi
kuşkulu kişilerin bulunmasını sırf O'nun vefa duygusuna bağlamak bizleri yanıltabilir.
Nitekim Sayın Kilercioğlu da bakan oluşunu bir vefa hikâyesine bağlamıştır.
Uluslararası finans kuruluşları ve onların yerli işbirlikçisi örgütleriyle içli dışlı olan
istihbarat örgütleri bir yolunu ve yöntemini bularak kendi adamlarının etkin görevlere
atanmasını sağlamada başarılıdırlar. Bu nedenle iktidar sahipleri yakın
çevresindekilerin biyografilerine beşikten son güne kadar, egemen olamazlarsa
yanılgıya düşebilirler.

Sayın Semih Sancar'ın Ankara Sıkıyönetim Komutanı olarak 12 Mart'ta oynadığı rol -
Kızıldere olayı dahil- karanlıktadır. Bu kişinin Genelkurmay Başkanlığı döneminde
Sayın Demirel'in kendisinin Brüksel'deki oğlu ile ilgilendiğini herhalde
anımsayacaklardır. Sayın Orhan Kilercioğlu, Bakanlıktan ayrıldıktan sonra J.J.
Rousseau gibi açık kalple anılarını yazsa "Kenan Evren 'in Anılan" solda sıfır kalır.
Bu işte iyi para da var, bizden söylemesi.

Paradan söz açılmışken kendimden söz etmek istiyorum. Bu yapıtla yansıyan


etkinlikler için ne basın mensuplarından ne de beni çağıran kuruluşlardan seyahat
masrafı dahil bir kuruş almadım. Bu çabayı amatör bir ruhla kendi sınırlı bütçemden
karşıladım. Yalnız BBC yayınladığı tele röportaj karşılığı telif hakkı olarak bana 37
sterlin gönderdi. 28 yıllık emeklilik yaşamımın ilk profesyonel işinden aldığım bu
dövizi güzel bir anı olarak saklıyorum.

Sayın Orhan Kilercioğlu cuntacılıktan özel sektöre oradan bakanlık koltuğuna "pırıl
pırıl bir insan" olduğu için atlarken, cuntacılıkla suçlanılan ben, bu memleketin
hapishanelerine konuk ediliyorum. İlginç bir çelişki değil mi? Önemli olan cuntacı
olmak değil. Cuntacı da olsanız sermayeden yana iseniz size bakanlık sunulur.
Emekten yana iseniz bizim gibi hapishanelerden hapishanelere taşınmak zorunda
kalmayı göze alacaksınız. Yanlış anlaşılmaktan korkarım. Şu anda Orhan
Kilercioğlu'yla konumumu değiştirme önerisini alsam, öneriyi duraksamadan
reddederim.

1965 yılında Ankara'da Emperyal Oteli'nde bir arkadaşımla birlikte kalıyordum. Gece
24.00'te kapım çalındı. Karşımdaki kişi Emniyet müfettişi Hakkı Kütük olarak kendisini
takdim etti. İlk anda bizi almaya geldiğini düşündüm, ama gerçeğin öyle olmadığını
hemen kavradım. Sayın Kütük, Bakanın benimle görüşmek isteğini bildiriyordu.
Kendisini kırmamamı, hatta hemşeri olduğumuzu da anımsatarak daveti
reddetmememi rica ediyordu. Zamanını sordum. 'Hemen' diye yanıt aldım. Gayet
konforlu bir araba ile gecenin karanlığı ve sessizliğinde İçişleri Bakanlığı'na
geldiğimde, Sayın Faruk Sükan beni bekliyordu. Kendisiyle saatlerce konuştuk. Bu
konudaki ayrıntıyı açıklama zamanı geldiğine inanıyor ve bunu Sayın Sükan'dan
bekliyorum. Ben, konuşmanın sadece bir bölümünü açıklamak istiyorum.

O günlerde Orgeneral Cemal Tural, darbe hevesine kapılmış Genelkurmay Başkanı


olarak, TRT, TMO gibi ilgili ilgisiz sivil kurumları teftiş etmeye başlamıştı. Herkesin
sindiği bu dönemde Sayın Emekli Kur. Alb. Selçuk Atakan'la kendisine bir açık
mektup yazmış ve tutuklanma olasılığına karşı da bavullarımızı alıp Ankara'ya
gitmiştik. Bu çıkışımız Sayın Sükan'ın gözünden kaçmamıştı. Bundan önce de,
Cemal Tural'ın peşime taktığı 7 polise emir vererek geri çekmişti. Sayın Sükan,
hükümet olarak "Cemal Tural'ı emekli etmeye karar verdiklerini" açıkladıktan sonra,
bu konuda benim görüşlerimi almak istedi. Kuşkusuz bu durumda TSK'nın tepkisini
öğrenmek istiyordu. Kendisine Cemal Tural'ın ayrılmasıyla hiç bir şeyin
değişmeyeceğini, önemli olanın TSK'daki darbe arzusunun, söyledikten sonra, Cemal
Tural'ın imzasını taşıyan bir darbe planı bulunduğunu, bu plana katliam listeleri ek-
lendiğini, bu nedenle Tural emekli edildikten sonra, hakkında TCK'nın 146.maddesi
uyarınca dava açılması gerektiğini söyledim. O dönemde AP'nin gücü bu öneriye
olumlu yanıt verecek durumda değildi.

Ancak önerim kabul edilseydi ne 12 Mart ne de 12 Eylül darbesi yapılabilirdi. Çünkü


Cemal Tural'ın mahkûmiyeti darbecilerin cesaretini kıracaktı. 12'li darbeler, Tural'dan
kalan darbe planının geliştirilmiş şekline dayanılarak yapıldı.

Bu anlamda demokrasiye yapmak istediğim katkıyı okuyucuların takdirine


bırakıyorum.

Emperyalist A.B.D. komünizmle mücadele ediyordu. O dönemde CIA, tüm ülkelerde


LYNX listelerini (28) yerli işbirlikçi istihbarat örgütleriyle hazırlamıştı. Darbe ile
sıkıyönetim dönemlerinde sakıncalı sayılan kişiler, farklı düzeylerde etkisiz hale
getirilecekti. Örneğin Endonezya'da bir katliam ile komünist sayılan kişilerin tümü
öldürülmüştü. Bizim Mc Charty'cilerin iştahları kabarmıştı. Endonezya'dan daha mı
geri idik? Onlar komünistleri öldürüyorlar, biz ise besliyorduk. Cemal Tural'ın darbe
planı doğrusu dört dörtlüktü. Plana iliştirilen ek listelerle, başta komünistler olmak
üzere, düzen karşıtlan -kim saptıyorsa-milliyetçi generalin emriyle ortadan
kaldırılacaklardı. Bu sayede devlet kurtarılmış olacaktı. (!) Planın adı da işlevine
uygundu: Dev-Kurt... O dönemde basının haberdar olduğu bu plan eleştirildi. Sonraki
darbeciler, planlarının adını değiştirdiler ve uyguladılar. Ama dünyada ve ülkedeki
insan haklan normlarında ki değişim nedeniyle arzu ettikleri ölçüde düzen karşıtlarını
(!) asamadılar, hapishanelerde beslemek zorunda kaldılar.

Tural'ın yüreği darbe yapmaya yetseydi, bertaraf edilecek vatan hainlerini; başta
Vatanseverler olmak üzere istihbarat ve güvenlik örgütleriyle, devlete yardımcı olarak
seçilen milliyetçi gençleri antikomünist cephenin desteğiyle ortadan kaldıracaklardı.

Örgütleri emperyalist devlet açısından sıralamak gerekirse;

— Birinci öncelik: X Örgütü (Yasadışı, ABD finansmanı)


— İkinci öncelik: İstihbarat örgütü (Yasası var, ama denetim dışı)
—Üçüncü öncelik: Güvenlik örgütleri (Yasalarla demokrasi dışı yetkilerle
donatılmıştır. Şefleri ABD’de özel eğitimden geçiriliyor.)

Daha açık bir deyişle polis, MİT ve ÖHD'den korkmaktadır. Bu durumda yasadışı
kurulmuş Yeraltı Örgütü denetlenememekte ve ülkemizde demokrasi bir türlü rayına
oturamamaktadır. Sayın Mahmut Almak TBMM'de düzenlediği basın toplantısında,
Güneydoğu Anadolu bölgesinde kaybolan ya da öldürülmüş olarak bulunan kişilerin
listesini açıklamıştır (29). Bu kişilerin faillerini yakalayabilmek için, önce istihbarat ve
güvenlik örgütlerinden hesap soracaksınız. Sonra da bu güçleri halkın güveneceği bir
konuma getireceksiniz. Demokratikleşme bu aşamaları izleyebilir.

Sadece yolsuzlukların hesabını sormakla kangren olmuş bu yaraları


temizleyemezsiniz. Yunanistan ve Arjantin, cuntacılardan hesap sordu, işkencecileri
yargıladı. Kayıp ve ölüm olaylarının ardındaki istihbarat ve güvenlik örgütü
mensupları yargılandı. Gene 1985 yılında Papandreou, Sheep Skin-Koyun Postu-kod
adlı "X örgütü"nü lağvetti, Biz bu örgütleri bugün lağvetsek, bu anlamda Yunanistan
demokrasisinin 7 yıl gerisinde kalacağız.

Oysa bizde iktidarlar, istihbarat ve güvenlik örgütlerinin üzerine gitmek şöyle dursun,
onları korumakta ve suçlarını örtbas etmektedirler. Neden? Polislerin işlediği suçların
dökümünü yapıp, bunu diğer ülkelerle karşılaştırırsanız durumun korkunçluğunu
saptayabilirsiniz. Uzun süre polis muhabirliği yapmış deneyimli gazeteci Sayın Halil
Nebiler'in söylediklerini kulak ardı edemezsiniz.

"kafa Koparmak (Kelleci): Açığını bulup bir kişiden para sızdırmak, bulunmazsa açık
yaratmak suretiyle para almak.

Torbacı: Sağdan soldan para toplayıp bunu gerekli yerlere dağıtan kişi. Sakalcı -
Trafik polisinde örneğin "At bir sakal demek 90 bin liralık cezanın 20 binini at kurtul"
anlamına geliyor, iş Kazası: işkence esnasında ölen kişiye verilen isim." (30)

Eğer bu argoyu örneklemek gerekirse belleğinizi yoklamanız yeterli.

Bir yapıtımda İstanbul'un meşhur eski polis müdürüne ABD'nin neden "Green Card"
verdiğini sormuştum. Bugüne kadar yanıt alamadım.
Bir başka yapıtımda, bir polise gönderme yaparak 12 Mart döneminde Ankara
Emniyet Müdürlüğü'nün kırtasiye giderlerini ABD Büyükelçiliği'nin sağladığını
yazmıştım. O konuda da kimseden ses seda çıkmadı.

Güvenlik ve istihbarat örgütlerini güvenilir hale getireceksiniz. Bunun için reform


yetmez, devrim yapacaksınız. Bu örgütlerde devrim yapmanın ön koşulu örgütlerin
ABD etkisinden kurtarılmasından geçer. İkincisi bu örgütlere halkın sempati duy-
masını sağlayacaksınız vb. gibi.

Güvenlik ve istihbarat örgütlerini güvenilir hale getirdikten sonra, devletin güvenliğini


bu güçlere emanet edeceksiniz.

Devlete yardımcı olarak örgütlediğiniz gücün, denetimden çıktığını 12 Eylülde


gördünüz. Hala aynı yollan denemekte yarar olduğunu sanmıyorum.

PKK ile çatışmada şehit olan 4 erin cenaze töreninin Kayseri'de ülkücü gençlerce
düzenlenmesinin Kürt-Türk çatışmasına neden olacağını bir dergi yazmaktadır.

Kayseri SHP İl Başkanı Yüksel Müftahi: " burada çok kanlı bir Kürt-Türk çatışması
yaşanabilir. Kim bilir belki birilerinin varmak istediği nokta budur", DYP İl Başkanı
İrfan Aksoy "Önlem alınmazsa ufak bir kıvılcım birçok şeye neden olabilir ", MÇP İl
Başkanı Aydın Çetin Kaya "Ülkemiz dış kaynaklı provokasyon ve tertiple bir Ülkücü-
Kürt çatışmasına sürüklenmek isteniyor" şeklinde konuşmuşlar ve aynı kanıda
birleşmişlerdir. MÇP eski MYK üyesi Yaşar Yıldırım ise "Bazıları Kürt-Türk
çatışmasından yarar umuyor olabilir. Ama biz ülkücü gençlerin yeniden
Kontrgerillanın oyuncağı olmasını istemiyoruz" derken, Erciyes Üniversitesi Öğrenci
Derneği Başkanı Şenol Uğurlu ise "1980 öncesinde, ülkücüler komünistlere karşı
devletin yapması gereken şeyi yapmak zorunda kaldı. Ancak devletin çözemediği
problem ister istemez halka inecektir. Güneydoğu 'da devletin çözemediği soruna
artık gençler sahip çıkmaktadır" (32)şeklinde konuşarak kendi kendine bir misyon
yüklenmeye kalkışmıştı. Bu anlayışın sakıncalarını yaşayarak gördük.

Devlet, kendi örgütleriyle sorunların üstesinden gelecek şekilde örgütlenmeli ve bu tür


'yardımcılar' dışlanmalıdır. Ve bir ülkücünün bile kabul ettiği gibi, kimseyi
Kontrgerilla’nın oyuncağı haline getirmemelidir. Bunun yolu bu örgütü lağvedip hesap
sormaktan geçer.

BİRİNCİ BÖLÜMÜN DİPNOTLARI


(1) Terörde CIA parmağı, Merdan Yanardağ- Talat Turhan Söyleşisi, Güneş, 15
Kasım 1990
(2) Türk Gladio'su, Özel Haber Dairesi'dir -Rafet Ballı- Talat Turhan söyleşisi-Milliyet,
16 Kasım 1990
(3) Bu Utanç Kuruluşu Denetlensin, Zaman,17 Kasım 1990
(4) Örtbas etmeyin, Yeni Asya, 17 Kasım 1990
(5) Susmayın Paşalar -Tahir Aka -Talat Turhan söyleşisi - Yeni Asya, 18 Kasım 1990
(6)Şimdi de islamı Düşman Seçtiler, Mustafa Ünal- Talat Turhan söyleşisi, Zaman, 19
Kasıml990
(7) Suçlular işbaşında, Tahir Aka-Talat Turhan söyleşisi, Yeni Asya-24Kasıml990
(8) Tahir Aka-Talat Turhan söyleşisi-Yeni Asya, 25 Eylül 1990
(9) y.n. Basın Toplanışı ve söyleşiler 3–3,5 saat sürdü. Bunun bir saati konferans
diğer bölümü soru yanıtlardan oluştu.
(10)Milliyet, 15 Kasım 1990
(11) Genelkurmay: Gladio'nun Özel Harp Dairesi'yle ilgisi Yok, Hürriyet, 17 Kasım
1990
(12)KKK. ST-31-15 Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekat, 1965
(13) Bomba Davası'nda Savunma -10 Klasör, 4500 sayfa - Talat Turhan (çoğu
yayınlanamadı)
(14) Cumhuriyet: 18 Kasım 1990
(15) Şema 5 Aralık 1990 tarihli Güneş gazetesinde yayınlanmıştır.
(16) iktidarların Çeteleşmesi ve Bürokrasi, Talat Turhan- 7 Gün Dergisi: 3 Ağustos –
14 Aralık 1977
(17) Cumhuriyet, 4 Aralık 1990
(18) Güneş, 4 Aralık 1990
(19) Güneş, 5 Aralık 1990
(20) Kontrgerilla Korkusu, Halil Oral'ın Haberi- Milliyet, 15 Aralık 1991
(21) Önce Sivil Demokrasi, Faruk Bildirici'nin Haberi, Cumhuriyet, 23 Aralık 1991
(22) Kimin Parmağı, Yeni Asya, 27 Aralık 1991
(23) Güneş, 4 Aralık 1991
(24) El Salvador'da Savaşa Son, Milliyet, 20 Ocak 1992
(25) Talat Turhan Askeri Darbe 1977'de Olacaktı, Hikmet Yıldız'ın haberi, Milliyet, 25
Kasım 1991
(26-27)) Kilercioğlu Ne Kadar Şeffaf, Tülay Çetin Üleç, Aktüel, sayı: 22, 5-11 Aralık
1991
(28) CIA Günlüğü, Philippe Agee, 2 cilt, E yayınları -1975
(29) Almak'tan Kayıp Ve Ölüm Listesi, Milliyet, 24 Ocak 1992
(30) Poliste At izi li İzine Karıştı, Halil Nebiler, Aktüel, sayı: 22, 5–11 Aralık 1991
(31)Aktüel ,sayı: 22, 5-11 Aralık 1991

GLADIO TARTIŞMASININ TÜRKİYE BOYUTU

Sevgili Antalyalılar, basınımızın değerli üyeleri ve seçkin konuklar, hepinizi saygı ve


sevgi ile selamlarken, beni dinlemek üzere geldiğiniz için hepinize teşekkürlerimi
sunuyorum.

Özellikle beni söyleşi yapmak üzere buraya çağıran, Gladio konusu üzerine yeniden
eğilmeme neden olan Kaleiçi Sanat evi sorumluları Sayın Safai Özer ve Hatice
Boztepe'ye de huzurlarınızda teşekkür etmeyi borç biliyorum.

Bilindiği gibi söyleşinin konusu "Gladio'nun Türkiye'ye Yansıması "dır. Aslında,


bundan 18 yıl önce bu konu, Kontrgerilla tartışması şeklinde, Ziverbey İşkence
Köşkü'yle ilgili olarak Türkiye'nin gündemine tarafımdan sokulmuştu. Başbakanlar,
bakanlar, parlamenterler, demokratik kitle örgütleri ve basın organları tarafından
konu, o günden bu yana yeni yeni içerikler kazanarak tartışılmaktadır. Bütün bu
çabalara karşın, alman mesafe bir arpa boyu olarak nitelendirilebilir.

Sorunu, bir demokrasi kavgası olarak algıladığım için, çabalarımı belirli özveri içinde
sürdürmeye çalışıyorum. Bu anlayışla, söyleşimizin bu salonla sınırlı kalmasını
istemiyor, değerli basın mensuplarının katkıları ile sorunun yeniden gündeme
getirilmesini istiyorum. Kuşkum yok, sizler demokrasi savaşımında beni yalnız
bırakmayacaksınız (1).

Konuya açıklık getirmek için, önce teorik kavramlara yer vermek gerektiğine
inanıyorum.

Soğuk Savaş: İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki bloklaşma sonucu, Batı ve Doğu
blokları arasında süregelen gerginlikten doğan bir kavram olup, Gorbaçov'un
Glastnost ve Perestroika politikalarının sonucunda, geçen yıl Paris'te imzalanan
AGİK anlaşması ile sona erdirilmiştir. Bu antlaşmaya, 16'sı NATO devleti, 6'sı
Varşova Paktı olmak üzere toplam 34 devlet imza koymuştur(2). Daha sonra
katılanlar da olmuştur. Gerçekte Özel Savaş kavramı Soğuk Savaş'ın ürünüdür.
Günümüzde Soğuk Savaş bittiğine göre, bu amaçla kurulmuş örgütlerin dağıtılması
ve Özel Savaş yöntemlerinden vazgeçilmesi gerekmektedir. İleride açıklayacağım
gibi, ne yazık ki Türkiye'de durum bütünüyle farklıdır. Oysa Gladio olayından sonra
NATO ülkelerinin birçoğu bu tür örgütlerini ortadan kaldırmışlardır.

Özel Savaş'a ilişkin yayımlanmış yapıt ve dizi yazılarımda ayrıntılı bilgiler


bulunmasına karşın, çoğunlukla ÖHD'nin (Özel Harp Dairesi'nin) eski başkanlarından
Em. Org. Sayın Sabri Yirmibeşoğlu'nun görüşlerini yansıtma yolunu tutacağım.

"Nükleer çağda genel ve bölgesel savaşlar çok tehlikeli sonuçlara tırmanacağından,


bunun yerine devrim, bağımsızlık, kurtuluş ve sömürüye karşı çıkma sloganları
arkasında hedefe ulaşmak üzere yeni bir savaş türü uygulanmaktadır. Bu türe Özel
Harp ya da Modern Savaş denilmektedir" (3).

Khruschev, 1961 yılında yaptığı bir konuşmada tüm dünyadaki Kurtuluş Savaşları'na
arka çıkmıştı. ABD bu konuşmadan sonra konu üzerine daha da eğilerek karşı
yöntemleri geliştirmeye başlamıştır. Başkan Kennedy, 1962 yılında yaptığı bir
konuşmada şöyle diyordu:
"Bu savaş, gerillaların, yıkıcı unsurların, ayaklananların yaptığı bir savaştır. Çarpışma
yerine pusu kurma, tecavüz yerine sızma, düşmanla yüz yüze dövüşme yerine onu
yıpratma ve takatten düşürme yolu ile zafere ulaşmak istenen bir savaştır. Bu
savaşlar, ekonomik huzursuzluk ve ırk mücadelesinden istifade eder. Yepyeni bir
strateji, tamamen farklı bir kuvvet ve dolayısı ile yeni ve bambaşka bir eğitime ihtiyaç
vardır."

Kennedy'nin Özel Savaş'ı tanımlaması böyledir. O günden bugüne ülkemizdeki


Amerikanlılaşmaya koşut yozlaşmanın bu anlayıştan kaynaklandığını düşünüyorum.

"Özel Harp, Soğuk Harp 'in her şeklinde ve her uygulama alanında Psikolojik Harp ile
başlamakta ve yıkıcı faaliyetlerle, tedhişe dönüşen eylemlerden sonra, Gayrinizamî
Harp şekline dönüşmekte, iç savaşa yol açmakta ve böyle bir felaketi önleme veya
bertaraf etme yöntemlerini kapsayan istikrar harekâtından oluşmaktadır."

Yani hedef ülkeyi, ABD emperyalizminin amacına ulaşması için, ilk önce "tedhişe
dönüşen eylemlerle" istikrarsız hale getireceksiniz (destabilisation) sonra İstikrar
Harekâtı’nı (stabilisation) gündeme getireceksiniz. Türk halkı bu filmi 12'li darbelerle
yaşadı. Darbe öncesinde terörün durdurulamamasının, darbe sonrasında ise hemen
kesilmesinin nedeni işte bu stratejiden kaynaklanmaktadır. Onun için Sayın
Demirel'in, 12 Eylül darbesi öncesi akan kanların darbe gerekçesi yapıldığı şeklindeki
kanısını, birkaç yıl önce yayımlanan yazı ve söyleşilerimde paylaşmıştım.

Bir ülkede ayaklanma meydana geldiğinde buna Gayrinizamî Harp adı verilmekte ve
askeri ve yarı askeri örgütlerin katkısı ile yürütülmektedir. Gerilla Harekâtı:

"Gayrinizamî Harp'in en etkili uygulamasını, kırsal bölgelerde ve günümüzde


kentlerde etkin olmaya başlayan, partizan ve çete harekatı, komitacılık, sivil savaş,
küçük savaş deyimleri ile de ifade edilen Gerilla Harekatı oluşturmaktadır...

Günümüz savaş kavramı içinde gerilla savaşı, gerçek ve sözde kurtuluş ve devrim
savaşlarında yer almaktadır" (4). Mukavemet Harekâtı:

"Bu harekat yeraltı harekatı olarak da isimlendirilmektedir. Mukavemet Harekâtı


çoğunlukla kentlerde, var olan siyasi iktidara veya işgal kuvvetlerine karşı en basit
direnişten şiddet kullanmaya kadar bir seri mukavemet faaliyetlerinden oluşmaktadır.
Bu savaşın başlıca silahları:

Uluslararası ve ulusların içindeki mücadelede yıkıcı faaliyetler, Örtülü tecavüzler,


insanın düşünce düzeyine yerleştirilen psikolojik etkiler, dehşet, suikast, adam
kaçırma, öldürme, uçak kaçırma, rehine alma, sabotaj ve kundakçılıktan oluşmaktadır
"(4).

Sayın Gn. Sabri Yirmibeşoğlu'nun bu çok değerli açıklamalarına nokta koyduktan


sonra, Amerikan kaynaklı olan ve FM–31–15 simgesi ile tüm NATO ülkelerinde
uygulanan, Türkçeye ST–31–15 olarak tercüme edilen Gayrinizamî Kuvvetlere Karşı
Harekât Talimnamesi'ne bir göz atalım:

"Açık ve Sinsi Faaliyetler: adam öldürme, bombalama, silahlı soygunculuk, işkence,


kötürüm hale getirme, adam kaçırma suretiyle tedhiş, olayları tahrik, misilleme ve
rehinelerin alıkonulması, kundakçılık, sabotaj, propaganda ve yalan haber yayma,
zorbalık, şantaj" (5-6).
ABD dolarları ile beslenen bu kişiler, ayrıntılarıyla açıklanan eylemleri yapacak ve
yasal statüye tabi olmayacak. Dün komünizme, bugün acaba hangi ideolojiye karşı?
Nerede Anayasa, yasa, hukuk devleti ve demokrasi?

Şimdi isterseniz sorunu biraz daha irdeleyerek geçen yıl, 3 Aralık 1990 günü yapılan
Genelkurmay Başkanlığı Brifingi'nde açıklanan ÖHD'nin (Özel Harp Dairesi'nin) sivil
bölümünde yer alan Yeraltı bölümünü görelim (Şema:2) ve buradan yine ST 31-15
talimnamesine dönerek Yeraltı Örgütü şemasına göz gezdirelim. (Şema:2) Örgütün
hücre biçiminde çalıştığını algılayıp, yeniden Sayın Gn. Sabri Yirmibeşoğlu'nun
açıklamalarına dönelim.

"Mukavemet teşkilatına mensup unsurlar arasında azami ölçüde gizlilik muhafaza


edilmekte ve emniyet mülahazası ile personel birbirini tanımamaktadır. Harekâtın
başlangıcında teşkilat unsurları meslekleri ile ilgili uğraşları içinde birbiri ile gizli
haberleşme teknikleri kullanarak, istihbarat, Sabotaj, Pasif mukavemet ve
Propaganda konularında görevlerini yerine getirmektedir. Harekâtın ileri safhalarında
teşkilat unsurları arasında gizlilik kalkmakta ve faaliyetler şiddetlendikçe, daha açık
bir mücadele, şehir gerillası harekatı ile sürdürülmektedir.
Günümüzün düzensiz bir şekilde büyüyen, gelişen sosyal ve ekonomik
huzursuzlukları artan büyük şehirleri Mukavemet Harekâtına çok elverişli bir ortam
hazırlamaktadır."

Açıklamalardan kesinlikle anlaşılacağı gibi, gerçekte örgütlü olan devletlerdir.


Yasadışı olarak kurulan paramiliter güçler, her türlü terörist faaliyetleri sürdürmek
üzere şehir gerillası şeklinde de örgütlenmişlerdir.

İstikrar Harekatı'na gelince:


"Bu harekat askeri literatürde anayasal hükümetin, etkili bir şekilde çalışabilmesi için
başka bir çare kalmadığı hallerde huzur ve nizamı iade ve tesis ederek, idamesini
sağlamak maksadı ile silahlı kuvvetlerin meşru hükümete yardımcı olarak yürüttüğü iç
güvenlik ve iç durumu iyileştirme harekatı" olarak tanımlanmaktır. 12'li askeri
darbeler, bu harekâtın değişik bir yorumlanması sonucu hemen hemen aynı
gerekçelerle sahneye konulmuştur.

Psikolojik Harp:
"Düşmanın, mahalli halkın, tarafsızların ve dost unsurların düşünce, duygu, tavır ve
davranışlarını, milli amaç ve hedeflerin elde edilmesini destekleyecek şekilde
etkilemek üzere, propaganda ve diğer araçların planlı olarak kullanılmasıdır" şeklinde
tanımlanmaktadır. "Asıl hedefin insanların beyni olduğu kabul edilmekte ve beyinler
etki altına alındıktan sonra, mücadelenin kazanılmasının kolay olacağına
inanılmaktadır."

Özetle, Özel Savaş kavramı içinde yer alan Mukavemet Harekatı'nı yürütmek üzere
hücre tipi çalışan bir Yeraltı Örgütü bulun-maktadır.(Şema-l) Bu örgütü Türk
kamuoyu, Kontrgerilla Örgütü diye adlandırmaktadır. Amaçlı davranan kişiler bazen
ÖHD paravanasına sığınarak, bazen da Kontrgerilla deyiminin bir yöntem olduğunu
ifade ederek ki gerçekten de öyledir, konuyu saptırmaktadırlar. Faik Türün ve Turgut
Sunalp gibi ünlü (!) orgenerallerden ilki, böyle bir deyimin ansiklopedilerde dahi
bulunmadığını, Talat Turhan'ın uydurduğunu ifade ederken, diğeri, es-piri olduğunu
ileri sürmektedir (7–8). Çünkü Erenköy İşkence Köşkü'nden kaynaklanan Kontrgerilla
Örgütü'yle ilişkilerinin açığa çıkmasından korkmaktadırlar. Oysa gerek Genelkurmay
Başkanlığı'nca basılan askeri terimler sözlüğünde, gerek Encyclopedia Americana'da
Kontrgerilla Savaşı'na yer verilmektedir. Biz bu tür kavram kargaşalıklarını önlemek
için istihbaratçı, provokatör, tedhişçi ve sabotörlerden oluşan bu yeraltı örgütüne
bundan sonra "X Örgütü" diyeceğiz.

X örgütünün İtalya'daki koşutu Gladio'dur. Gladio kılıç anlamına gelen Gladyatör'den


türetilmiştir. Bu örgütün hünerleri İtalya'da ortaya çıktığı zaman istihbaratçılar "Süper
NATO" "Paralel NATO" ve benzeri tanımlamalarla CIA'yı maskelemek istediler. Ama
daha sonra yapılan açıklamalardan örgütün CIA'nın destek ve denetiminde olduğu
ortaya çıktı (9-13).
3 Mayıs 1988 günü üç carabinieri-İtalyan Jandarması-Kuzey Sagrola yakınlarında
Peteano köyünde, kuşkulandıkları bir araçta arama yapmak için bagajı açtıklarında,
arabada meydana gelen patlama sonucu ölmüşlerdi. Bu olaydan sonra, Kuzey
İtalya'da bir dizi operasyon sonunda, kırsal alanlarda toprağa gömülü 127 silah,
tahrip kalıbı ve patlayıcı madde deposu ortaya çıkarılmıştı.
Venedikli Savcı Felice Casson, bulunan silah ve patlayıcı madde depolarının İtalyan
gizli servisi Sismi'nin denetiminde olduğunu saptadı. Jandarmaları öldüren üç
neofaşisti ömür boyu hapse mahkûm ettirdi. Ancak, bir generalle bir yarbayın
soruşturmayı saptırmaya çalıştıklarının farkına varınca, tıpkı Yunanistan'da
Lambrakis'in öldürülmesi olayında olduğu gibi, İtalya Başbakanı Andreotti'ye gizli
servis arşivlerini incelemek için başvuruda bulundu ve başvuru belgesinin bir
kopyasını da parlamento Güvenlik Komisyonu'na gönderdi (14).

Ocak 1990'da yaptığı başvuruya uzun süre yanıt alamayan Casson, işin peşini
bırakmadı. Sonuçta, 20 Temmuz 1990'da Andreotti ile görüşerek İtalyan İstihbarat
Servisi'nin arşivine girmeyi başardı. Yaptığı araştırma sonucunda Gladio'nun 1956
Kasım ayında İtalyan ve Amerikan gizli servisleri tarafından Sovyetler Birliği ve
Varşova Paktı'ndan gelecek bir istila olasılığına karşı, bir direniş örgütü çekirdeği
oluşturmak için kurulduğunu saptadı. İtalyan Anayasası'na göre uluslararası
anlaşmaların meclisler tarafından onaylanması zorunlu olduğu halde, 26 Kasım
1956'da CIA ile Sifar (15) aracılığıyla, üsler ve silah depolan oluşturulması,
antikomünist ölçütlerle yüzlerce kişinin Kontrgerilla savaşı için eğitilmesi amacı ile
gizli ve yasadışı bir örgüt kuruluyordu.

1956 yılında asker-sivil karışımından oluşan örgütün eğitim kampları ve üsleri


Sardunya adasında kurulmuştu.

Savcı Casson'un incelemelerinden kuşkulanan Sismi Başkanı, Amiral Martini, değişik


yollan deneyerek Casson'un çalışmasını engelliyordu. Bunun üzerine Casson,
Parlamento Terör Komisyonu'na yazdığı bir mektupla Amiral Martini'yi şikâyet etti ve
çalışmalarını sürdürdü. Köşeye sıkışan Andreotti gizli örgütü açıklamak durumunda
kaldı ve böylelikle tüm Avrupa ülkelerini kapsayan Gladio Skandalı patlak verdi. Bu
arada savcı Casson, İtalya Cumhurbaşkanı Cossiga'yı da, işe bulaşmış gördüğü için
tanık olarak dinlemek üzere soruşturma kapsamına aldı. İtalya yasalarına göre
cumhurbaşkanlarının sorgulanması mümkün olmasına karşın, Cossiga ifade
vermekten kaçındı. Çünkü yıllardan bu yana Hıristiyan Demokrat Parti, CIA dolarları
ile beslenmektedir. Aldo Moro'nun katledilmesine kadar uzanan tertiplerin içinde
bulunma olasılığı bulunan kişilerin, söyleyecekleri sözleri bulunmamaktadır kuşkusuz.

İtalya'da da gerek Gladio gerekse Sismi ve hatta P–2 Mason Locası CIA'den maddi
destek görmüş ve CIA ile iç içe çalışmışlardır. Örneğin neofaşistlerce gerçekleştirilen
Bologna istasyonunun bombalanması olayında 80 kişi ölmüştür. Bu olayın
soruşturmasını saptırmaya çalışan Sismi Başkan Yardımcısı General Musumici
mahkûm olmuştur. CIA görevlisi Richard Erenneke, Lucio Gelli başkanlığındaki P–2
Mason Locası'na, bazen ayda on milyon dolara kadar ulaşan maddi yardım
yapıldığını açıklamıştır. Günümüzde P–2 Locası'nın yasadışı faaliyetleri ortaya
çıkmış bulunmaktadır.

Örnekleri çoğaltmak olası, ama sanırım durum yeterince aydınlandı.

İtalya'da Gladio olayı dalgalanmaya terk edildi. Bir yıl sonra İtalya Cumhurbaşkanı
Francesco Cossiga, "son yirmi yılda meydana gelen, suçluları bulunmayan 18
davanın rafa kaldırılmasını" istedi. Savcı Casson şimdi bazı çevrelerce "Terbiyesiz
Savcı" diye adlandırılmaktadır (16).
Geçen yıl Sayın Demirel, Kontrgerilla tartışmalarının yapıldığı bir dönemde "bu
memleketin savcıları ne güne duruyor" (17) diye soruyordu. Sorma sırası şimdi bize
geldi. Bu memlekette Felice Casson gibi bir savcı ne zaman çıkacak? Böyle bir savcı
eğer ortaya çıkarsa ona hangi güçler karşı geleceklerdir? Suçlusu bulunmayan
olayların failleri ne zaman yakalanacaklardır?
20 Ekimi 991 seçimleri, ülkemize ılıman bir demokrasi atmosferi getirmiş
bulunmaktadır. Bu ortamın, Türkiye genelinde demokrasinin geleceği adına iyimserlik
yarattığı gözlemlenmektedir. Biz bu genel kanıya peşinen angaje olmaksızın,
umudumuzu koruyarak seçim öncesi vaatlerin, koalisyon protokolü ve hükümet
programında yer alanların gerçekleşmesini bekleyeceğiz.

Gerçekte, ülkemizde ve dünyadaki değişimler yeni bir Anayasa yapılmasını zorunlu


kılmaktadır. Bugüne kadar yetkili kişilerin söylediklerine bakılırsa, bir anlamda 1961
Anayasası'na geri dönüleceği gözlemlenmektedir. "Bu Anayasa ile memleket idare
edilmez" diyenlerin bu noktaya gelmiş olmalarını kıvançla karşılıyorum. Bunun
yanında demokrasi tarihimizde kapkara bir leke olarak gördüğüm 1982 Anayasası'nın
ortadan kaldırılması vaadini de olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyorum.

1975 Helsinki Senedi'ndeki yükümlülükler, 1982 Anayasası'na yansıtılmamıştır.


Bunun yanında Avrupa Konseyi, AT, İnsan hak-tarıyla ilgili uluslararası kuruluşların
(Amnesty International ve Helsinki Watch Comitee gibi) baskıları süregelmektedir.
En önemlisi AGİK süreci içinde 1990 yılında imza koyduğumuz Paris Yasası
ilkelerinin de Anayasa'ya yansıması gerekmektedir(18).

Yaşam sürecim içinde 1921 Anayasası dışında tüm anayasaları tanıdım ve Anayasa
değişikliklerinin tanığı oldum. Ne yazık ki Anayasaların değişmesiyle hiçbir şeyin
değişmediğini de gördüm.

Ülkemizde tıpkı Gladio örneğinde olduğu gibi, yirmi yıldan bu yana kuşkulu terör
eylemleri, sahte ya da gerçek operasyonlar düzenlenmekte, cinayetler işlenmekte ve
dökülen kanlar hep yerde kalmaktadır. Bu konudaki kuşkular, legal görünümlü illegal
devlet istihbarat ve güvenlik örgütleri üzerinde yoğunlaşmış bulunmaktadır. Geçen yıl
Kasım ve Aralık aylarında Gladio olaylarının Türkiye'ye yansıması sonucu,
Kontrgerilla konusu TBMM gündemine girmiştir. SHP, DYP ve HEP'in girişimleri
ANAP'ın tutumuyla engellenmiş ve Meclis Araştırma Önergesi 1991 Aralık ayına
kalmıştır (19). Ancak erken gelen seçim sonucunda bu önergeler kadük hale
gelmiştir. Bu nedenle yeni iktidarın gündemine alması gereken yaşamsal ve öncelikli
sorun Kontrgerilla konusunda bir Meclis Araştırması'nın yolunu açmaktır. DYP, SHP
ve HEP bu konuya geçen yıl angaje olmuşlardır ve bugün bu partiler iktidardadırlar.
Sayın Ecevit, Başbakan olarak 1974 yılında Genelkurmay Başkanı'nın örtülü
ödenekten para istemesi üzerine, Özel Harp Dairesi'nin varlığından haberdar
olduğunu sürekli yineliyor. Ancak 1973 yılında yayımlanan CHP'nin Akgünler Seçim
Bildirgesi'nde "sıkıyönetim kanadı altında faaliyet gösterdiği anlaşılan Kontrgerilla
diye bir örgütün faaliyeti bütün dünyada duyulduğu halde resmi makamlarca üzerinde
bile durulmamıştır"(20) denilmektedir. Yani Sayın Ecevit 1974'te değil 1973 yılı
sonbaharında Kontrgerilla örgütünden haberdardır. Çünkü Selimiye Askeri Ceza ve
Tutukevi'nde yatarken Haziran 1973 yılında Sıkıyönetim Mahkemesi'ne verdiğim
dilekçe sonucunda bu husus resmiyete dökülmüş ve o dönemde işkence, gören eski
Milli Birlik Komitesi Üyesi Sayın Numan Esin mahkemede ayağını çıkarınca konu
Sayın Suphi Karaman tarafından ilk kez parlamentoya getirilmiştir (20). Kaldı ki,
Sayın Ecevit 26 Eylül 1973 günü Ordu ve Giresun'da yaptığı konuşmalarda
"Kontrgerilla'nın örtüsü kaldırılmalı, karanlık tertiplere girenlerin hiç olmazsa yetkileri
ellerinden alınmalı" (21) şeklinde konuşmuştur. Başbakan olunca da "işkence,
Kontrgerilla iddialarını ispat etmek için devlet arşivlerini karıştırmaya gerek yok" (22)
diyerek konuya o günden bu yana angaje olmuştur. Sayın Ecevit'in buraya kadar
sözünü ettiği örgüt Ziverbey İşkence Köşkü'nden kaynaklanan Kontrgerilla savıdır. Ve
bu tavrını geçen yıla kadar sürdürmüştür. Nitekim bir gazetede geçen yıl yer alan
açıklamasında "bazı terör olaylarında Özel Harp Dairesi'nin sivil ve gizli uzantısının
rol oynadığından kuşkularım var" (23) demektedir. Sayın Ecevit'in açıklamalarının en
ilginç yönü, sözünü etiği terör olayları içinde kişiliğine yönelik suikast girişiminin
bulunmasıdır. 29 Mayıs 1977 İzmir'de meydana gelen olayı Başbakan olarak ortaya
çıkaramadığını itiraf eden Sayın Ecevit "bir noktadan sonra izlerin kaybolduğunu" ve
"bu olayın kendisinde Özel Harp Dairesi'ni çağrıştırdığım" açıklamaktadır. Sayın
Ecevit açıklamasının sonunda "bazı NATO ülkelerinde buna benzer örgütlenmeler
bulunduğu artık resmen açıklandığına ve bu açıklık rejimi olan demokrasiye yaraşır
şekilde tartışma konusu olduğuna göre, Türkiye'de de bu konu ciddiyetle
tartışılmalıdır" şeklinde konuşmuştur. Tüm bunları Sayın Ecevit'i eleştirmek için
söylemiyorum. Bu açıklamalardan sonra DSP'nin de DYP artı SHP artı HEP gibi
Kontrgerilla konusunda Meclis Araştırması'na kesinlikle katılacağını savunabiliriz.
Sayın Ecevit yine geçen yıl bir başka gazeteye yaptığı açıklamada "devletin içinde
devlet var" (24) demiştir. Sayın Ecevit bu kez de Özel Harp Dairesi'nden söz et-
mektedir. İktidara sahip olanların devlet içindeki devletin üzerine gidemezlerse,
demokrasinin yaşama şansı bulunmadığını yaşayarak algıladık. Onun için tüm iktidar
ve parti yetkililerini, yalnız Kontrgerilla değil, tüm istihbarat ve güvenlik örgütlerini
kapsayan bir Meclis Araştırması'na başvurarak Gerçek Demokrasi önündeki engelleri
ortadan kaldırmaya çağırıyorum. Ancak bu koşulda geçmişin kuşkulu terör ve cinayet
olayları aydınlanır ve olası benzer gelişmeler engellenebilir.

Gazete arşivlerine baktığımızda, Sayın Ecevit'le Sayın Demirel Kontrgerilla


konusunda da sürekli bir zıtlaşma olduğunu görüyoruz. Sayın Ecevit "vardır" derken,
Sayın Demirel sürekli Sayın Ecevit'i yadsımayı yeğlemiştir. Nitekim Ecevit'in olayın
üzerine gidecek kadar iktidar erkine sahip olmadığını bilmektedir. Ancak, bu
tartışmalardan bugüne kadar olumlu bir sonuç da çıkmış değildir. Gladio
tartışmasının ülkemize yansıması ve geçen yıl Sayın Evren'in Sayın Demirel'i
muhatap alan açıklamaları, O'nda bir tavır değişikliğine neden olmuş görünmektedir.
Nitekim Kontrgerilla konusunda ANAP iktidarını suçlarken kendisinin bu konuyu
tartışmaya hazır olduğunu açıklamıştı. Demirel anılan açıklamasında : "Benim
devrimde bilgim dahilinde böyle bir şey olmazdı. Bilgim haricinde de bir şey varsa
bunun altına yatmaya hazırım. Bunu Meclis'e getireceğiz" (25) diye konuşarak olaya
angaje olmuştur. Bunun yanında o dönemde yapılan açıklamalarda, bu konudaki
Evren-Demirel çelişkisi de ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Sayın Demirel, o dönemde, bu konudaki duyarlılığını sürekli yinelemiştir:.
"Hükümeti göreve çağırıyorum. Türkiye'de böyle bir teşkilat olup olmadığı konusunda
açıklama yapsın"(26).
"Hukuk devletinde bu tür örgütlere yer yoktur. Parlamento'nun bu toplumsal tehlikeye,
hukuk dışıhğa ve devlet içindeki bu gizli örgütlenmeye karşı çıkması bir görev haline
gelmiştir. Çünkü en başta TBMM altına girmiştir.
"TC devleti cinayet işleyen bir devlet imajı ile Türk halkının önünde duramaz. Savcılar
ne güne duruyor? Devlet dahil hiç kimseye cinayet işleme imtiyazı verilmemiştir.
Devlet esrarengiz teşkilatlar vasıtası ile cinayet işletmiştir diyen varsa ben dahil
herkesin yakasına yapışılsın. Benim bu çağrımdan sonra hiçbir şey yapmazlarsa
bütün bu töhmetleri, bütün bu kötülemeleri hiç bir şey yapmayanların üstüne
bırakırım" (27–28).
Sayın Demirel, geçen yıl bu biçimde konuşmuş ve DYP Grup Başkan Vekili Sayın
Vefa Tanır, SHP'nin öncelik önergesini destekleyeceklerini belirttikten sonra "Bu
yönergeyi 1992 yılına kadar gündemde tutmaya vicdanlarınız nasıl razı olur! Devleti
koruması gereken iktidar, bu önergeyi nasıl bir yıl,: gündemde tutabilir?" (29)
biçiminde TBMM Genel Kurulunda konuşmuştur.
Bu durumda, Demirel iktidarı TBMM'yi töhmet altından kurtarmak gibi öncelikli bir
görev ile karşı karşıyadır. Bu konuda iktidar ortağı SHP tarafından geçen yıl verilmiş
Meclis Araştırma Önergesi bulunduğunu ve Sayın Ecevit'in ve DSP'nin soruna sıcak
yaklaşmak yükümlülüğünde bulunduğunu vurgulamak için bu açıklamayı yaptım.
Konuyu biraz daha açmak için Sayın İnönü'nün durumunu belirttikten sonra, RP ve
ANAP'ın tavrını açıklamaya çalışacağım.
Sayın İnönü 26 Kasım 1990 günü yapılan Merkez Yürütme Kurulu toplantısı
sonrasında yayımlanan bildiriyi bir basın toplantısı ile açıklamış ve "Kontrgerilla
konusunda çözüm bekliyoruz ama biz şimdi iktidar değiliz" (30–33) şeklinde
konuşmuştur. Evet, Sayın İnönü şimdi iktidardasınız. Ulus çözümü sizden bekliyor.
RP'nin bu sorunun çözümünde iktidarın yanında olması gerekmektedir. Çünkü Sayın
Erbakan da geçen yıl bağlayıcı açıklamalarda bulunmuştur. Sayın Erbakan "Gizli
Amerikan ordusu için Meclis soruşturması açılmalıdır" derken (34) RP Genel
Sekreteri Oğuzhan Asiltürk de "gizli örgütün faaliyet gösterdiğini" ileri sürmüştür.
ANAP'a gelince, 30 Kasım 1990 günü SHP'nin isteği üzerine toplanan Meclis
Danışma Kurul toplantısında, ANAP adına toplantıya katılan Grup Başkan Vekili
Onural Şeref Bozkurt "Biz Sayın Başbakan ile görüştük, konunun özel gündemle
görüşülmesine gerek yoktur. Gündemde yerini alır, sırası geldiğinde görüşülür."
demiştir (35–36).
Görüldüğü gibi, ANAP Araştırma Önergesinin sadece öncelikli görüşülmesine karşı
çıkmıştır. Bunun yanında, dönemin Milli Savunma Bakara Sayın Hüsnü Doğan
"Kontrgerilla konusunda Meclis Araştırması istenirse karşı çıkmam" biçiminde
konuşmuştur
(37).
Geçen yıl bu konuya farklı bakan tek kişi MÇP Genel Başkanı Sayın Türkeş olmuştur.
Bu durumda kesinlikle diyebiliriz ki, bugün TBMM'de Kontrgerilla konusunda ya da
yukarıda önerdiğimiz gibi tüm güvenlik ve istihbarat örgütleri konusunda bir Meclis
Araştırması yapılması için bütün partilerde anlayış ve görüş birliği bulunmaktadır.
Türk halkının bu görevi yerine getirmesini iktidardan ve TBMM 'den beklediğini
söylersem, sanırım yanılmış olmam.
Şimdi "devlet cinayet işler mi?" sorusuna yanıt arama durumundayız. Tarihe
baktığımızda devletin cinayet işlediğim sayısız örnekleriyle görmemiz olası. Konuyla
ilgili olarak en olumsuz örnekleri Hitler Almanya’sından ve Mussolini İtalya’sından ve
SSCB'de Stalin döneminden verebiliriz.
Ancak bize göre en belirgin ipucunu Gestapo örgütü vermektedir(3S). Kuşkusuz
Gestapo örgütünden boşuna söz etmiyorum. Gestapo'yu Nazizm'den soyutlayarak
incelediğinizde, onun dünyanın en organize istihbarat örgütü olduğunu
anlayabilirsiniz. Bu gerçeğin ilk kez farkına varan ABD'liler, İkinci Dünya-Savaş'ından
sonra OSS simgeli istihbarat örgütlerini CIA'ye dönüştürdüler. Bunu yaparken de,
Gestapo örneğinden ve işbirlikçi Alman istihbaratçılarından geniş ölçüde
yararlandılar. CIA şeması içinde, Kirli işler (Dirty Action) bölümü, doğrudan ya da
işbirliği halindeki ülkelerin yerli istihbarat örgütlerini kullanarak, bugüne kadar sayısız
cinayet işlemiştir. 1975 yılında İstanbul Sıkıyönetim mahkemesinde idam istemiyle
yargılanırken yaptığım Savunmada "Geri kalmış ülkelerde ve Türkiye'de tüm olayları
CIA yönlendirmektedir. CIA her ülkede olduğu gibi Türkiye'de de Amerikan çıkarlarını
korumak için şantaj, komplo, faili meçhul cinayetler işlemektedir. Buna iktidar partileri
de alet olmaktadır"(39) demiştim. Kuşkusuz bu savı boşuna öne sürmüyordum. Bir
kere savın teorideki kanıtlarını savunmama almıştım. Uygulamalara ilişkin de bazı
ipuçlarına sahiptim. Nitekim CIA ile ilgili savımı öne sürdüğüm tarihten üç yıl sonra 15
CHP'li milletvekili "CIA"nın Türkiye'de cinayet işlediğini" (40) öne sürerek görüşüme
katılmışlardır.
CIA'den Albay John Stockwell, Londra'da yayımlanan New African dergisine yaptığı
açıklamada "CIA 'hin operasyonlarında 40 yılda üç milyon kişinin öldüğünü" (41) itiraf
etmektedir. Kuşkusuz herkes tarafından bilinen Phoneix planı uyarınca katledilen
20.000 Vietnamlı da bu rakama dahildir.
Eski CIA Başkanı William Colby geçen yıl yaptığı açıklamada "NATO üyesi olması
dolayısı ile Türkiye'de de benzeri bir kurumun (Gladio'yu kastediyor) varlığı ihtimalinin
bulunduğunu" ve "Türkiye'nin komünistlerin eline düşmemesi için CIA'nın
antikomünist kuruluşlara destek vermiş olması ihtimali bulunduğunu" söylemiştir (42).
Colby, ünlü İtalyan gazeteci Oriana Fallaci ile yaptığı söyleşilerde İtalya’daki seçimleri
ABD çıkarları doğrultusunda etkilemek için Hıristiyan Demokrat Parti'ye, CIA dolarları
aktarıldığını itiraf etmiştir (43).
Bu olgular yanında, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD antikomünizmi örgütlemiş,
bu düşünceyi milliyetçilik diye tüm ülkelere ihraç etmiş' ve bu amaçla Neonazist ve
Neofaşist partileri CIA dolarları ile beslemiş, çıkarma ters gelen parti, örgüt ve kişileri
maşalar kullanarak etkisiz hale getirmeye çalışmıştır. Fransa'da yayımlanan ve
Patrice Chairoff tarafından kaleme alman yapıtta MHP, Avrupa faşist partileri
arasında sayılmış ve "MHP ve Ülkü Ocakları'nın CIA'dan önemli ölçüde yardım
aldığı" (44) açıklanmıştır. Anılan yapıtı incelediğimizde dünyadaki bütün neonazist ve
Neofaşist partilerin isimlerinin içinde "Movement" yani "Hareket" sözcüğünün
bulunduğunu hayretle görmekteyiz.
Sırası gelmişken Emekli Amiral Sezai Orkunt'un görüşlerini aktarmak istiyorum.
Sayın Orkunt uzun süre Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanlığı yapmış bir kişidir.
Gerçekleri en iyi bilecek görevlerde bulunmuştur. Milletvekilliği yapmış bir
entelektüeldir. Savının ağırlığı büyüktür. Orkunt diyor ki:"... Silahlı Kuvvetler, sağdan
çok soldan korkar. Çünkü o zamana göre sağ organize değildi. Organizasyon MHP
ile olmuştur. Türkeş'e verilmiştir bazı imkânlar" (45).
Tam sırası gelmişken Sayın Ecevit'in bu konuda söylediklerini
anımsayalım:
"1978-79'daki Başbakanlığım sırasında, bir Doğu ilini ziyaret ederken oradaki askeri
birliğin komutanı olan generalle görüşürken, 'bu ilçedeki MHP başkanı, Özel Harp
Dairesi 'nin sivil uzantısı, gizli elemanlardan biri olamaz mı?' dedim, General 'evet
öyledir' yanıtını verdi" (46).
Vatanseverlerden söz açılmışken Sayın Cevdet Sunay'ın sağcı militanlar için "onlar
vatansever çocuklardır", Sayın Türkeş'in "bizimkiler devleti koruyor" ve Sayın
Dernirel'in ise "bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz" dediklerini de anımsayalım
ve Emekli Kurmay Albay Mehmet Alanyuva'dan söz edelim.' Alanyuva MHP
davasının sanıkları arasındadır. Mahkemede "Sovyet işgaline ya da yerli komünist
gruplara karşı gayrinizamî harp" yürütmek için hazırladığı bir şemayı Türkeş'e
verdiğini kabul etmiştir. Bu belge yapıtlarımda sıkça söz edilen, ST 31–15 kodlu
Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekat Talimnamesi'nden esinlenerek hazırlanmıştır.
ST 31-15'de yer alan Yeraltı Teşkilatı adlı örgüt Özel Savaş Dairesi Çatısı altındadır
ve bu konuda yetkili kişilerin açıklamaları doğrultusunda onun askeri bir işleve sahip
olmadığını varsayalım. Sayın Alanyuva, demokrasinin vazgeçilmez unsuru sayılan
siyasi partilerden biri olan MHP'nin başkanına, içinde sabotaj ve tedhiş hücreleri
bulunan böyle bir şemayı neden vermiştir?(47/)
Burada bir hususun altını kaim çizgilerle çizmek istiyorum: ABD tarafından empoze
edilen ideolojiye göre düşman komünizmdir. İç düşman ile dış düşman arasında
ayrım yapılmayacak şekilde tüm istihbarat ve güvenlik örgütü mensuplarının beyinleri
yıkanmakta, bu amaçla legal, illegal paramiliter örgütler kurulmakta ve bu anlayışla
cinayetler işlenmektedir. Düşman kavramında yanılgıya itilen ve dolarla finanse
edilen örgütler kendi halkına düşman edilmektedir. Sağ-sol çatışması ortamı
hazırlanarak ABD çıkartan emniyet altına alınmaktadır. Gladio türü örgütlerin en
tehlikeli ve korkunç yönü de budur.
1966 yılında Dağ ve Komando Okul Komutanlığı'nca yayımlanan "Komando ve Özel
Harp Muhtırası" adlı yapıtın "Psikolojik Hazırlık" bölümünde "Ayaklanmalara karşı
koyma kuvvetlerinin" ne amaçla yetiştirildikleri açıklanmaktadır: "Tek eri kendi
memleketinin vatandaşlarına karşı savaşmaya hazırlar" (48).
Kendi vatandaşına karşı savaşacak erin eğitilmesi nasıl yapılacaktır? Kuşkusuz
antikomünist bir koşullandırma ile beyni yıkanacak, kendisine komünist diye tanıtılan
vatandaşıyla bu koşullandırmayla savaşacaktır. Bu sakat mantığı bizim anlamamız
olanaksız.
Aynı anlayışla, özellikle Latin Amerika ülkelerinde paramiliter güçlerden oluşturulan
AAA simgeli faşist yeraltı örgütleri, düşman saydığı kendi vatandaşlarım
öldürmektedir (49). AAA simgeli Ölüm Mangalarının içyüzü, Doruk Operasyonu adlı
yapıtımda yeterince açıklanmıştır.
İzninizle Kontrgerilla konusuna yeniden dönmek istiyorum. Çünkü bu konuda yetkili
ve sorumlu kişiler gerçekleri saptırarak kavram kargaşası içinde havanda su
dövmektedirler.
3/4 Mayıs 1972 gecesi 35 kişilik bir güruh, yasalarımızda yer alan tüm yükümlülükleri
göz ardı ederek, evimi bastı ve beni gözlerim bağlı, ellerim kelepçeli olarak
bilinmeyen bir yere götürdü. Sonradan Ziverbey Köşkü olarak ünlenen, aslında Zihni
Paşa Köşkü olan bu yerde akim ve havsalanın alamayacağı ölçüde bir ay süreyle
aşağılık ve iğrenç işkencelere tabi tutuldum. Bu konulardaki tüm ayrıntı Bomba
Davası Savunma 2 (işkence) adlı yapıtımda verilmektedir. İşkenceciler bu yerin ve
kendilerinin gizli kalacağını sanıyorlar ve pervasız davranıyorlardı. îşkenceli sorgu-
lamalar sonucu sorguladıkları kişilere "burası Kontrgerilla Örgütü" diyorlardı (50).
İşkenceden sonra Selimiye Askeri Ceza ve Tutukevi'ne alındım. Yaklaşık bir yıl
sorgusuz sualsiz yattıktan sonra, mahkeme önüne çıkartıldım. Sorgu sırası bana gelir
gelmez, 8 Haziran 1973 günü mahkemeye bir dilekçe vererek, Kontrgerilla
Örgütü'nden Türkiye'de ilk kez söz ettim ve Köşk'te bilirkişi oluşturularak keşif
yapılmasını istedim. Dilekçeme Köşk'ün planını da ekledim. Mahkeme dilekçemi
işleme koymadı. Bir sonraki duruşmada, 12 Haziran 1973'te bu kez Başbakanlık,
Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na birer dilekçe vererek,
Kontrgerilla Örgütü olarak adlandırılan bu işkence, tertip ve provokasyon
karargahındaki, yasadışı gizli örgüt çalışmalarının, bir parlamento komisyonu
kurularak incelenmesini istedim. Bugün, 18 yıl sonra Türkiye'nin gündeminde öncelikli
sırada olmasını istediğimiz sorun Ziverbey Köşkü'nden kaynaklanmaktadır. Geçen yıl
yapılan tartışmalar ise, ÖHD'ye bağlı sivillerden oluşan Yeraltı Örgütü üzerindeki
kuşkuları artırmış bulunmaktadır. Türk kamuoyu bu Yeraltı Örgütü'nü Kontrgerilla
Örgütü diye tanımlamaktadır. Ziverbey Köşkü'nün tertiplerine karışmış bazı kişiler, bu
kavram kargaşalığından yararlanmaktadır (51).
ÖHD'ye bağlı vatanseverlerden oluşan Yeraltı Örgütü'nü "X Örgütü" olarak
tanımlamıştım. Aslında NATO istihbarat çevrelerinde tüm NATO ülkelerine ilaveten
Avusturya, İsviçre, İsveç gibi ülkelerin örgütlerinin tek tek kod isimleri sayılmaktansa,
bu örgütlere, İtalya'nın, Yunanistan'ın, Türkiye'nin "x" örgütü denilmektedir. İtalya,
Yunanistan ve Türkiye'yi gelişigüzel sıralamadım. Bu üç ülkede de "X Örgütü"
bulunmaktadır. Bunlardan İtalya'dakinin adı Gladio'dur. İtalya'da yıllardan beri
süregelen kuşkulu terör olayları ile ilgisi saptandığı için, Gladio olayı geçen yıl tüm
Avrupa'yı sarsan bir skandala dönüşmüştü. Yunanistan, özellikle cunta döneminde
olmak üzere, kuşkulu terör ve cinayet olaylarına sahne olmuştur. Orada Gladio
benzeri yeraltı örgütünün kod adı Sheep Skin'dir, yani Koyun Postu. Papandreou
gerçi 1985 yılında iktidara geldiğinde bu örgütü lağvetmiştir ama 17 Kasım adlı terör
örgütünün üstlendiği terör ve cinayet olaylarının hiçbirisi şimdiye kadar
aydınlanmamıştır. Canavar yaratmak kolay, onu ortadan kaldırmak güçtür. Türkiye'ye
gelince "X Örgütü"nden en fazla kuşku duyan kişi Sayın Bülent Ecevit'tir. O'nun bu
kuşkusu örgütün ideolojik anlayışı ile, faşist anlayış arasındaki koşutluktan
kaynaklanmaktır. Daha açıkçası Sayın Ecevit, 'Vatanseverlerdin MHP'li olmasından
endişe duymaktadır. Bir general de, Başbakanlığı sırasında bu endişesini doğrulayıcı
itirafta bulunmuştur. Gerçekte Gladio türü örgütlerin hepsi, resmi talimnamesi olan
FM 31–15 kod adlı talimnameye göre düzenlendiği için birbirinin benzeridir.
Bu örgütlerin bize göre sakıncası örgütlenme biçiminden kaynaklanmaktadır. Çünkü
hücre tipinde örgütlenen X Örgütleri, ülkenin düşman işgaline uğraması durumunda
istihbarat görevi yanında tedhiş ve sobataj da yapacaktır. Biraz önce belirttiğim gibi,
Gayrinizami Savaş Doktrini'nde iç ve dış düşman birbirinden farksız sayıldığına göre,
X Örgütleri'nin içe yönelik kullanılma olasılığı bulunmaktadır. Bu konuda Türkiye'de
sözüne en çok güveneceğimiz tanık Sayın Kenan Evren'dir. Çünkü kendisi Genel-
kurmay Başkanı olarak bu örgüte kumanda etmiş, Devlet Başkanı ve Cumhurbaşkanı
olarak da örgüt faaliyetlerinden kuşkusuz yararlanmıştır. Açıklamalarında ÖHD'nin
içe dönük olarak Kızıldere Olayı'nda kullanıldığını kabul etmekte ve "Genelkurmay
Başkanlığım sırasında hu teşkilat, görevi dışında kullanılmadı. Ama belki bana intikal
ettirilmeden bazı yerlerde gayri resmi olarak teşkilattan bazı kişiler bu işe bulaşmış
olabilir. Bunu bilemem" (52–53) demektedir. Sayın Evren emir ve denetimi içinde
bulunması gereken örgütün denetim dışına çıkabildiğini açıkça itiraf etme
gereksinimini duymaktadır. Bir orgeneral olarak talimnamelerimize göre/bir komu-
tanın yaptığı ve yapamadığı her işten sorumlu olduğunu, kuşkusuz biliyordur. İlginç
bir rastlantı olarak Sayın Kenan Evren'in itirafta bulunduğu gün çıkan Almanya'nın
ünlü Der Spie-gel dergisi "12 Eylül'ü Gladio yapmış olabilir" diye yazmakta idi(54,).
Yeniden Ziverbey Köşkü’nde kaynaklanan Kontrgerilla Örgütü savına dönmek
istiyorum. 12 Haziran 1973 günü Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı ve Kara
Kuvvetleri Komutanlığına gönderdiğim dilekçe yanıtsız kaldı. Yani bu makamlarda
bulunan kişiler, suçu örtbas etmek suçunu işlediler. Güçleri mi yoktu, işkencecilerle
ortak mı çalışıyorlardı? Bunu, ancak isteğimiz doğrultusunda bir parlamento
araştırması açıklığa kavuşturabilir.
Başvurumdan yaklaşık bir yıl sonra Sayın Ecevit Başbakan oldu. İşkencecilere karşı
çıkıyor ve Kontrgerilla'nın üzerine gideceği izlenimini veriyordu. Kendisine Selimiye
Ceza ve Tutukevi'nden bir telgraf göndererek, Başbakan Naim Talu'ya yolladığım
dilekçeden haberdar ettim (55). Çünkü Ziverbey Köşkü'nün işkencecileri sorgulama
sırasında CHP ve Sayın Ecevit'e küfrediyorlardı. Bu durumu kendisine iletmeyi insani
bir görev olarak algılamıştım.
Bu arada Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi'ne 6 Aralık 1973 tarihinde bir başka dilekçe
vererek, Ziverbey'deki Kontrgerilla Örgütü'ne açıklık getirmeye çalıştım.
"Kontrgerilla, görünürde anarşizmle ve Marksizm-Leninizm'le mücadele etmek
amacıyla kurulmuş, gerçekte bir ucunun nerelere kadar uzandığını muhtelif
vesilelerle açıkladığım ve herkes tarafından bilinen İstanbul Mafyasının (Duruşma
Tutanağına, İstanbul Mafyasının ucu Sunay Çankaya’sına gider şeklindeki savımı
yazdırmıştım) ve hu çeteyle bütünleşmiş egemen çevrelerin çıkarlarını koruyan,
birkaç muhterisin iktidar hırslarına hizmet için kurulmuş işkence ve provokasyon
örgütüdür. Bu gizli örgüt STK (ÖHD 'yi gizlemek için Seferberlik Tetkik Kurulu olarak
yazılmıştır) MU, Emniyet Teşkilatı ve diğer güvenlik kuvvetlerinden iktidar içinde
iktidar olmak isteyen şebeke elemanlarından seçilmiş, (..) yasadışı yöntemler
uygulamıştır.
Bugüne kadar kendi suçsuzluğumun ispatı çabası içinde olmaksızın Türk Devleti'ne,
Türk Milleti'ne saygımın bir sonucu olarak Kontrgerilla Örgütü’nün devlete olan
ihanetlerinin ortaya çıkarılması çabasında bulundum. Eylemleri ile şaibe altına sokan
bu gizli örgüt elemanlarının ve onları koruyanların tertipleri meydana çıkarıldığında,
devletin sağlam güçleri şaibeden kurtulacak, "tır (56).
Bu konudaki iddiamı terk etmiş değilim. Çünkü ülkemizdeki ABD emperyalizminin
çıkarları doğrultusunda başlatılan örgütlü işkencenin kaynağı Ziverbey Köşkü'dür.
Bugün Türkiye Batı'da insan haklarını en çok ihlal eden ülkeler arasında sayılmakta,
suçlanmakta ve dışlanmaktadır. Bunun sorumluları ortaya çıkarılırsa, olaylar çorap
söküğü gibi aydınlanmaya başlayacaktır. Bu nedenle geçen yıl İstanbul'da 27 Kasım
1990 tarihinde yaptığım Basın Toplantısında, Türün'ün yakın hiyerarşisinde bulunan
tüm kişilerin Meclis Araştırması kapsamına alınmasını önerdim.
Ziverbey Köşkü işkencecilerinin CHP'yi suçlamak için özel bir çaba içinde olduklarını
algılamam, sorunun daha da üzerine gitmeye zorladı beni.
Bu nedenle 12 Mart döneminin onbinlerce sayfa tutan dava dosyalarını araştırdım.
Özet bir sonuca vardım ve bunu 1975 yılında savunmamla birlikte Sıkıyönetim
Mahkemesi'nde açıkladım. Kanıma göre ABD emperyalizmini 12 Mart yan askeri
darbesi tatmin etmemişti. İlerde bir dönem gelecek; 27 Mayıs tam tasfiye edilecek,
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin radikal kesimi tam tasfiye edilecek, CHP kapatılacak,
Atatürkçü demokratik sol görüş tasfiye edilecek ve faşist bir düzen kurulacaktı.
Nitekim beş yıl sonra 1980 askeri darbesi tahminimi bütünüyle doğruladı.
Neden CHP düşman seçilmişti? Çünkü antikomünist görüşle beyinleri yıkananlar için,
sosyalizm ile sosyal demokrasi koşuttu. Bu nedenle Sayın Ecevit ve CHP'nin üzerine
gidiliyordu.
Nitekim ÖHD'de görev yapmış emekli Yarbay Hüseyin Yakış bir gazeteye yaptığı
açıklamada "ÖHD Türk toplumunun ÖHD'si olma vasfını kaybetti. Çünkü kuruluşunda
sağcı bir temel üzerine kuruldu. (Emekli Amiral Sezai Orkunt'un silahlı kuvvetler
sağdan çok soldan korkar dediğini anımsayalım) Mukavemet personeline dersler
verilirken bazı sözler söylenmiştir. Örneğin, komünist mihraklar vardır, bunlar
dernekler, sendikalar, siyasi partilerdir, hatta bunlar içinde Atatürk'ün kurduğu parti de
var. Böylece belirli bir siyasi görüşün ideolojisine sahip çıkmış görünmektedir" (57).
Sayın Yakış örgütün içinden gelen çok önemli bir tanıktır-CHP'yi suçlayıcı dersler
verildiğini açıklamaktadır. Buna karşı örgüt elemanlarına benimsetilmeye çalışılan
ideoloji faşizm bağdaştırılabilir. Demokrasi ile yönetildiği iddia edilen ülkelerde, faşist
anlayışla yetiştirilen örgütlere yer verilmesi nasıl açıklanabilir?
Bu anlayışın benimsetildiği paramiliter örgütler, partiler ve militanlar CHP'yi ve
CHP'lileri Gayrinizami Savaş kapsamında "iç Komünistler" olarak kabul etmiş ve
onlarla mücadele etmeyi vatanseverlik" saymışlardır. AP'nin de bu anlayışa, o
dönemde, destek verdiğini görüyoruz. Emekli olduktan sonra AP tarafından
İstanbul'dan Senatör adayı gösterilen Türün seçilemeyince, daha sonra Manisa
milletvekili adayı gösterildi. Bu kişi yaptığı seçim konuşmasında CHP'yi "komünizm
ve anarşinin destekçisi ve teşvikçisi olmak"a (58) suçladı. Türün'ün açıklaması, 1975
yılında öne sürdüğüm "CHP kapatılacak" savımın iki yıl sonra doğrulanması
anlamına geldiği gibi, Ziverbey İşkence Köşkü'nün ne amaçla kurulduğunu
gösterecek bir denek taşı kabul edilmelidir. Kuşkusuz bu görüşte Türün yalnız değildi.
Nitekim Sayın Demirel de aynı dönemde "Cumhuriyet Halk Partisi'ni anarşi ve
komünizmi sessizce teşvik etmekle" (59) suçlamakta ve Türün'ü savunmaktadır:
"Halk Partisi Genel Başkam devletin verdiği görevi şerefle yapan İstanbul eski
Sıkıyönetim Komutanını faşist ilan ediyor, böylece Halk Partisi Genel Başkanı'nın
maskesi bir defa daha düşmüştür. Faşist dediği general ne yapmıştır? Ülkeyi rahatsız
edenleri, görev gereği tesirsiz hale getirmek için kanunların verdiği yetkiyi kullanarak
hizmet yapmıştır" (59). Sayın Demirel bu sözleriyle sırf Türün'e arka çıkmıyor, dahası
onun üzerinde yoğunlaşan Ziverbey İşkence Köşkü uygulamalarına dolaylı da olsa
arka çıkıyor. Aynı anlayışın bir uzantısı olarak AP milletvekili Müfit Bayraktar
"Komünistlere karşı Türk devletini korumak için mücadele unsuru olan bir kuruluş ise
Kontrgerilla teşkilatı suçlamasına mubahtır"(60) diye açıklama yapıyordu.
Ziverbey İşkence Köşkü'ndeki Kontrgerillacıların katkısı ile CHP'nin kapatılmasına
çalışanlar, günün birinde kendi partilerinin de kapatıldığını gördüklerinde şaşkına
dönmüşlerdir. Ama iş işten geçmiştir. Bugün geçmişin bu olumsuz tavırlarından ders
alınmış olduğu görülüyor. Demokrasi adına bu gelişmeyi saygı ile Aşılıyoruz. AP ile
CHP arasında her konuda olduğu gibi Kontrgerilla konusunda da kısır çekişmelerin
sürdüğü bir dönemde Ankara'ya giderek Sayın Ecevit ile görüşüp bilgilendirmek
istedim. Bu amaçla ilk önce özel kalem müdürü Sayın Galip Uzun ile görüştüm.
Kendisine Özel Savaş, Gayrinizami Savaş ve Kontrgerilla Harekatı'na ilişkin bazı
resmi ABD ve Türk belge ve yapıtlarını gösterdim. Bana yanıt olarak, Sayın Ecevit'in
ertesi gün akşam Libya'ya gideceğini (61), bütün gününün dolu olduğunu, bu nedenle
Libya dönüşünü bekleyip bekleyemeyeceğimi sordu. Dönmek zorunda olduğumu
söyledim. Bu kez, ertesi gün Sayın Ecevit'e göstermek üzere belgeleri benden istedi.
Memnuniyetle verdim. Ertesi akşam buluştuğumuzda benden özür dileyerek, fotokopi
çektiklerini söyledi. İlaveten, Sayın Ecevit adına Sayın Deniz Baykal ile görüşüp
görüşemeyeceğimi sorunca kuşkusuz kabul ettim.
Sayın Ecevit'in önerisi üzerine Sayın Baykal ile Sayın Baykal'ın önerisi ile de Sayın
Süleyman Genç ile birkaç saat görüşerek, bu konuda bildiğim gerçekleri kendilerine
aktardım. Bir kopyası Sayın Ecevit'e sunulmak üzere benden yazılı bir rapor istediler.
İsteklerini yerine getirdim (62).
Sayın Ecevit Libya dönüşünde Cumhurbaşkanı Sayın Korutürk'ü ziyaret etti. O günkü
radyo ve TV haberlerinde Sayın Ecevit'in Sayın Korutürk'e 'özel istihbarat'
verdiğinden söz ediliyordu.
Sayın Ecevit bugüne kadar yaptığı açıklamalarda benim ismimi özenle gizlemeye
çalışmıştır. Bu nedenle özel istihbaratın benim belgelerimin fotokopisi olup olmadığını
bilmiyorum. Gerçi Sayın Ecevit'e 1974 yılında ÖHD konusunda bir brifing verilmişti
ama bu brifingde kendisine ÖHD'nin sivil uzantısı' vatanseverlerden oluşan örgütün
şemasının gösterilmiş olduğunu sanmıyorum. Benim özel kalem müdürüne verdiğim
belgeler arasında ST 31–15 Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekat Talimnamesi de
bulunuyordu. Anılan talimnamede Yeraltı Örgütü'nün şeması gösteriliyor, (şema–1)
ve bu örgütün "yasalara bağımlı olmadığı" da açıklanıyordu.
CHP'ye sunduğum raporun bir kopyasını da Sayın Uğur Mumcu'ya vermiştim.
Mumcu ve İlhan Selçuk geçen yıl yazdıkları makalelerde anılan rapordan söz ettiler
(63–64).
1976 yılında CHP'ye sunduğum bu raporun bir bölümünü yineliyorum: "Türkiye'nin
bugün içine itilmek istendiği siyasal cinayetler dönemi, dünyanın diğer ülkelerinde de
yaşanmaktadır. Genellikle böyle bir döneme itilen ülkeyi Amerikan yanlısı bir düzen
değişikliği izlemektedir.
Sağ terörist örgütlenme ve buna bağlı siyasal cinayetlerin, ABD açısından başka
alternatifler kalmadığı ülkelerde, düzen değişikliğinin ön hazırlıkları olduğu
bilinmektedir. Doğal olarak ABD bir yandan Yunan Cuntası deneyinden, bir yandan
da 12 Mart sonrası uygulamalardan yararlanmak suretiyle iktidara aday gözüken
CHP'nin iktidar olmasını önlemeye çalışmaktadır."
1976 yılında, 1980 yılında olacakları bu şekilde dile getirmiştim, ama sözümüzü
dinletemedik. Kuşkusuz kâhin olduğumuzu iddia etmiyoruz. Yazdıklarım Özel Savaş
kapsamı içinde yer alan kavramlarla, ülkemizde yaşanan olayların sentezi niteliğinde
idi.
Terörden yararlanılarak Türkiye istikrarsız duruma getirilmek isteniyordu. Bu planın
bir parçası olarak, 5 Haziran 1977 seçimleri öncesinde, mahiyeti hala
aydınlanamayan olaylara tanık olduk. Kuşkusuz bu olaylar içinde en iğrenç ve
aşağılık olanı Taksim Meydanı’nda Kurulu kanlı tuzaktı. 1 Mayıs 1977'de orada 34
vatandaşımız yaşamını yitirdi. Bizim istihbaratımıza göre 34 yerine, örneğin 300 kişi
ölseydi, 1980 darbesi üç yıl önce 1977de gerçekleşecekti. Ama bu plan sökmedi.
Türkiye seçimlere gitti. Bu arada KKK Org. Namık Kemal Ersun emekliye ayrıldı.
Nedeni bugüne kadar aydınlanmış değildir. 1980 yılından sonra Sayın Kenan Evren
tarafından bu kişinin, en çok para getiren bir kuruluşun yönetim kurulu üyeliğine
getirilmesi herhalde boşuna değildi (65).
O dönemde 1 Mayıs olaylarının soruşturmasını yapan yetkili bir kişiye rastladım.
Yürekli çıkışlar yapıyordu. Kendisine Intercontinental (şimdiki adı The Marmara)
otelinin şu no'lu odalarından, güvenlik güçlerince Taksim Alanının gün boyunca filme
çekildiğinden söz ettim. Bu filmi isteyerek gerçekleri aydınlatmasını rica ettim. Yanıt
olarak "Talat Bey, oda numarasını yanlış biliyorsunuz., no'lu odalardan film çekildi.
Ama filmi bana vermeyeceklerini siz benden iyi bilirsiniz" dedi. Gerçekleri bilmemek
bazen daha mı iyi diye düşünmüşümdür. Ama ot gibi yaşamaktansa
ilklerin aydınlanması için kavga vermenin daha onurlu bir davranış olduğuna
inanıyorum. Kendisinden söz ettiğim sayın kişi uzun süre büyük bir gazetede
çalışmıştır. Bildiklerini açıklayabilseydi ne kadar iyi olurdu.
1 Mayıs 1977 olaylarından sonra bir darbe ihbarı almıştım. Kamuoyunu aydınlatmayı
görev bildiğim için, Ankara'da yayınlanan 7 Gün dergisine "işkence, Terörizm, Siyasi
Cinayetler ve Güvenlik Örgütleri" başlıklı bir dizi yazı hazırladım. Bu yazım 11 Mayıs
1977'den itibaren bir ay süreyle yayımlandı. Bu dizilerden sonra aynı dergide
"iktidarların Çeteleşmesi" başlığını taşıyan aylarca devam eden bir dizi yazı ile Soğuk
Savaş, Özel Savaş, Gayrinizami Harp Kontrgerilla Harekatı, Yeraltı Örgütleri,
İstihbarat ve Güvenlik Örgütleri ile bunların ABD ile ilgilerini 390 kaynak tarayarak
açıklamaya çalıştım. Şimdi anılan diziden bir bölümü aktarmak istiyorum:
"Kontrgerilla örgütleri, ABD'nin denetimi altında ve dolar desteği ile azgelişmiş
ülkelerde, sosyal, ekonomik, politik, kültürel yapıya ve halkın bilinç düzeyine göre,
asıl amacı dışında çeşitli işlevleri yürütmektedir.
—Ulusal kurtuluş savaşlarının önlenmesi,
—Sosyal uyanışı ve bilinçlenmeyi geciktirici önlemlerin alınması,
—Yerli işbirlikçi ağının yaygınlaştırılması ve bunlara dayanarak istihbarat yapılması
ve gerektiğinde terör ve siyasi cinayetlerle anarşiyi araç olarak kullanarak ortam
hazırlanması ve bu durumdan yararlanarak faşist askeri darbeler getirilmesi ve bu
suretle azgelişmiş ülke düzenlerinin emperyalist çıkarlara uyarlı şekle
dönüştürülmesi..."
1977'de yazdığım bu senaryo 12 Eylül 1980'de beş general tarafından sahneye
konuldu, zamanın ABD Büyükelçisi bu cuntacılara "Our Boys" diyordu. Yani bizim
çocuklar. Yani Amerikan çocukları. Atatürkçü Amerikan çocukları (!)• Türkiye
karanlığı itildi. Binlerce kişi çağdışı işkencelerden geçirip cezaevlerine dolduruldu.
İran’daki infaz uygulamalarına özenen Milli Güvenlik Konseyi'nin zorlamasıyla
gençlerimiz olağanüstü mahkeme kararlarıyla idam edildiler. Türkiye on yılını yitirdi.
Yunanistan'da ve Arjantin'de olduğu gibi cuntacılardan hesap sorulmalıdır.
Demokrasinin geleceği bu hesabın sorulmasından geçer. O zaman Evren'in bilgisi
dışında ÖHD'nin bazı olaylara karışıp karışmadığı öğrenilebilir ve gerçekler
yazdıklarım doğrultusunda aydınlanabilir. Özetle:
1- 1975 yılındaki Savunmam ile faşist bir darbe yapılacağını söylüyorum.
2- 1976'da CHP'ye verdiğim raporda bir düzen değişikliğine gidileceğini açıklıyorum
ve
3- 1977'de yazdıklarımla da bir faşist darbenin geleceğini belgelere ve olaylara
dayanarak yazıyorum. Herkes kös dinliyor. 1980 darbesi geliyor. On yıl suskunluktan
sonra İtalya'da Gladio olayı patlıyor ve tüm Avrupa'ya yansıyor. Bu arada Türkiye'de
de sorun yeniden gündeme giriyor. Bu konudaki 17 yıllık çabalarımın farkında olan
değerli basın mensuplarının çoğu bana başvuruyor. Bir gazete, 16 Kasım 1990
günü benimle yaptığı söyleşiyi yayımlıyor. Bu söyleşide Türk Gladiosu'nun, Özel
Harp Dairesi olduğunu açıklıyordum:
Açıklamadan bir gün sonra Genelkurmay Başkanlığı bir açıklama yapma gereği
duydu. "Özel Harp Dairesinin görevi, savaş zamanında işgal edilen vatan
topraklarında emir ve komuta zincirleri içinde ve savunma planlarında belirtildiği
şekilde, işgal kuvvetlerine karşı mücadele olup, başka hiçbir harekâtı kapsamaz. Özel
Harp Dairesi terör olaylarının hiçbirinde yer almamıştır. Alması da söz konusu
olamaz.
Dünyadaki yeni gelişmeler karşısında askeri stratejilerde değişiklik meydana geldikçe
Özel Harp Dairesinin görevlen de gözden geçirilecektir "(66–67).
Bu son cümledeki "Strateji değişikliği"ne ilişkin ibarenin altını çiziyorum. Zamanı
gelince üzerinde durmamız gerekecek. Genelkurmay Başkanlığı'nın açıklaması
kamuoyunu tatmin etmemişti. Sayın Ecevit "Evren'e mi, Genelkurmay'a mı inanalım"
derken (68) gazeteler ilginç başlıklar atmışlardı (69–70).
1965 yılından bu yana fırsat buldukça yazıyorum. Bugüne kadar beni ne kimse tekzip
etti, ne yalanladı, ne de mahkemeye verdi. Savlarımı çürütme yerine işin kolayına
kaçarak, sadece ilkel bir tarzda suçlama yoluna yeğleyenler oldu. Bununla şunu
vurgulamak istiyorum: Gerçekleri yazıyor ve savunuyorum. Kanıtlan ve belgeleri
konuşturuyorum. Demokrasimize hizmet etmeye çalışıyorum. Bir beklentim yok.
Beni dikkatli dinleyiniz. Bu yasal ve onurlu kavgaya siz de katılınız ki 12'li kâbusları
ulusça bir daha yaşamayalım.
Gerçekçi olabilmek için bir yazıma açıklama gönderildiğini söylemek zorundayım.
1970 yılında zamanın Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'a bir açık mektup yazarak
kendisini ağır bir dille eleştirmiştim. Bu mektupta DP iktidarının Genelkurmay Başkanı
Org. Rüştü Erdelhun'un, 1958 yılında, İzmir NATO Karargahında (SIX-ATAF) ABD
generallerine hitaben "bu memleket bizim değil sizindir" dediğini yazmıştım (71).
Gerçekte DP’nin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı Türkiye’yi "Küçük Amerika yapma"
özleminde olduğuna göre, Genelkurmay başkanlarının da bu şekilde teslimiyet içinde
olması doğaldı. ' Sayın Erdelhun bir açıklama gönderdi.
"Hava savunma babında bu memleket sizindir yolunda bir ifade de bulunduğumu
hatırlamaktayım" (72).
1958'li yıllarda Türkiye'nin Hava Savunması ABD'lilere peşkeş çekilmişti, ama 1990
yılında, Körfez Savaşı sırasında Hava Savunması açısından büyük bir noksanlık
içinde bulunduğumuz en yetkili kişiler tarafından açıklanmıştır. NATO ittifakı içinde 32
yıl sonra varılan nokta budur.
Sayın Demirel'in politikaya atıldığı ve ilk kez Başbakan olduğu dönemin gazete
arşivlerini karıştıranlar O'nun hakkında Amerikancılık, Morrisonculuk, Eisenhower
Exchange Fellowship üyeliği ve masonluk suçlamalarına rastlayabilirler. Ama
geçmişin deneyleri Sayın Demirel'i sosyal demokrat bir çizgiye getirmiş görünüyor.
Amerikancılıkla suçlanan Sayın Demirel bakınız ne diyor: "Türkiye'nin dış politikası
ABD'nin dümen suyuna girmek olarak vasıflandırılmıştır. Çankaya'yı Beyaz Saray
idare ediyor, etmeyi bırak, rüzgarı bile yetiyor" (73) şeklinde konuşmuştur.
Şimdi Demirel iktidarından, ABD vesayetinden bizi kurtarmak için girişimlerde
bulunmasını istemek hakkımızdır. Bunun yolunun ABD istihbarat ve güvenlik
örgütleriyle kurulmuş tüm bağların koparılmasından geçtiği kanısında olduğumu
yineliyorum.
3 Aralık 1990 günü Genelkurmay Başkanlığı'nda ÖHD hakkında gazetecilere bir
brifing verildi (74). Bu brifingde Daire'nin askersel işlevi öne çıkarıldı. Buna karşın
örgüt şemasında (Şema:2) sivil personelin bulunduğu ve bunların savaş durumunda
yeraltı çalışmaları yapacakları açıklandı (75). ST 31-15 talimnamesine bakıldığında,
Yeraltı Örgütü’nde görev alacak 'vatanseverlerin istihbarat, tedhiş ve sabotaj
yapacakları anlaşılmaktadır.
Türkiye'de yıllardan bu yana faili bilinmeyen kuşkulu terör olayları ve cinayetler
işlenmektedir. Bu örgütün yapısı bu tür eylemleri yapmaya uygundur. Daha da
tehlikeli olan, eri kendi vatandaşı ile savaşacak tarzda eğitime tabi tutan, ABD'den
kaynaklanan eğitim tarzıdır. Bütün bunlara ek olarak örgütü ABD beslemektedir.
Onurlu ve değerli devlet adamımız eski Milli Savunma Bakara Hasan Esat Işık Özel
Harp Dairesi hakkında bakın ne diyor:
"Fikir planında geçerli ve doğru. Yalnız,
(1) Fikri ABD vermiş,
(2) Finanse etmiş,
(3) Bu örgüte sızmalar olmuş. Bu sızmalar, Pentagon 'dan başlar, CIA sızmasına
kadar sürer.
Bir yabancı ülkenin Türkiye'deki hareketlenmeleri izlemesini anlarım, ama o ülkedeki
hareketleri yöneltmeye, kanalize etmeye başlamasını anlamak mümkün değil"
Finansmanla ilgili bir soruya verdiği yanıtta ise: "ABD yardımından bir 'fasılla' yolunu
bulmuş olmalılar. Geçmiş zaman 50–100 milyon dolar uzun zamandan beri sürüp
gidiyordu" (76) diye belirtiyor.
Amerikan dolarlarıyla beslenenler vatansever ise, sizin, benim, tüm ulus bireylerinin
sıfatı ne, öğrenmek hakkımız değil mi?
ÖHD'nin özellikle sivillerden oluşan, bize göre Gladio'nun koşutu olan, adını "X
örgütü" olarak tanımlamaya başladığımız Yeraltı Örgütü üzerinde kuşkuların
yoğunlaşması için haklı nedenler bulunmaktadır. Kuşkusuz destabilisation
uygulamaları için kullanılan tek örgüt "X örgütleri" değildir. Dünya genelinde,
konuşmamın başında da belirttiğim gibi, başta CIA olmak üzere tüm istihbarat ve
güvenlik örgütleri cinayet işlerler ya da o ülkedeki işbirlikçi örgütleri kullanarak bunu
yaparlar. ABD, örgütlediği antikomünist kuruluşların yanında neonazist ve Neofaşist
partilerin yan kuruluşlarını kullanarak ya da bunlarla aspolisi ve jandarmayı
karıştırarak karma paramiliter güçler oluşturarak cinayet, terör kışkırtıcılık ve
provokasyon yaparlar. Bu nedenle kuşkuların tümünün ÖHD üzerinde yoğunlaşması
gerçekçi değildir.
Tüm legal örgütleri kuşkudan arındırmanın birinci yolu CIA bağlantılarının
kesilmesinden geçer Ondan sonra Meclis Araştırması ile gerçekler ortaya belki
çıkarılabilir.
Asıl korkunç olanı ÖHD'ye egemen olan anlayıştır. Bu anlayışa en belirgin örneği bu
Dairenin eski başkanlarından aynı zamanda eski MİT görevlisi emekli Tümg. Sayın
Cihat Akyol, Silahlı Kuvvetler Dergisi'ne 1971 yılında yazdığı bir yazıyla, vermektedir:
"Mukavemetin en verimli tohumunun zulüm olduğu bilinmelidir. Bazen Gayrinizami
Kuvvetlerin bu gerçeği bile bile sahte operasyonlarla halkın mukavemet cephesine
iltihakına çalışılır."
Ve devam ediyor:
"Halkı mukavemetçilerden ayırmak için sanki ayaklanma kuvvetleri tarafından
yapılıyormuş gibi, mücadele kuvvetlerince zulme kadar varan haksız muamele
örnekleri ile sahte operasyonlara başvurulması tavsiye edilir" (77).
Demokratik hukuk devletinde halka zulüm yapılması hangi yasadan alman yetkiye
dayanmaktadır? Türkiye'deki kuşkulu operasyonların hangisi sahte, hangisi
gerçektir? Bunların ne kadarını hangi örgüt gerçekleştirmiştir?
Yani zulüm yapacaksınız, bu amaca yönelik operasyonlar düzenleyeceksiniz ve bunu
ayaklanma kuvvetlerine mal ederek halkı yanınıza çekeceksiniz. Doğrusu insan
aklına sığması çok zor bir mantık. Bereket ki ulusal değil, ithal edilmiş bir mantık,
"Made in USA" damgalı. Bu mantıkla komünizm ve komünistlerle mücadele
edilecekti. Komünizm tehlike olmaktan çıktığına göre, bu amaçla savaşacak
örgütlerin iç düşmanı hangi ideoloji olacaktır?
Gerçekte Özel Savaş, Soğuk Savaş'ın ürünü olduğuna göre, Özel Savaş anlayışının
da terk edilmesi gerekmektedir. Paris'te 19-21 Kasım 1990 tarihinde yapılan AGİK
toplantısında Soğuk Savaş'ın bittiği açıklanmıştır (78). Bush pek yakın bir tarihte CIA
Başkanı'nın göreve başladığı gün yapılan törende, "CIA'nın hedefi, Soğuk Savaş
kavramlarından sıyrılarak 21.yüzyılın karmaşık sorunlarına doğru adım atmaktır" diye
konuşarak ABD'nin bu konudaki eğilimini dile getirmiştir (79).
Bu anlayış sonucu, özellikle Gladio skandalından sonra bazı Avrupa ülkeleri "X
örgütlerini" lağvetmişlerdir. Peki Türkiye ne yapacaktır? Genelkurmay açıklamasında:
"Dünyadaki yeni gelişmeler karşısında askeri stratejilerde değişiklik meydana
geldikçe ÖHD'nin görevleri de gözden geçirilecektir" (80) denilmektedir.
Yeni ulusal strateji yerine dünyadaki gelişmeler beklenilecektir. Gerçekte ilginç bir
rastlantı olarak bu açıklamanın yapıldığı tarihten (16 Kasım 1990) bir kaç gün sonra
yapılan ve AGİK toplantısından önce imzalanan AKKA Anlaşmasında, anlaşmaya
imza koyan tüm ülkeler, konvansiyonel silahlarda belirli bir oranda indirimi kabul
ederken, Mersin Limanı dahil 39. paralelin güneyini antlaşma kapsamı dışında
bırakmışlardı. Yani Türkiye'nin Güneydoğu Bölgesi, başta emperyalist ABD olmak
üzere diğer NATO devletlerine savaş alanı olarak peşkeş çekilmişti. Gerçekte ABD,
Körfez Savaşı'nda Türkiye'yi kullanmak ve bu bölgedeki üs ve tesislerden kolaylıkla
yararlanmak için, bu bölgeyi savaş alanı ilan etmişti. Buna gereksinimi de vardı. İran
İslam Devrimi'nden tedirgindi. Saddam'ı yenmek için hem sadık müttefike, hem, bir
kaç cephede savaşı sürdürme gibi stratejik üstünlüğe de gerek duyuyordu. Daha da
önemlisi gelişen İslam radikalizmine karşı bir İslam ülkesini kullanmak İslam alemi
içindeki çelişkileri artırmak için bulunmaz fırsattı. Brzezinski gibi ABD'li stratejisiler
çoktan İslam'ı düşman ilan etmişlerdi. ABD'nin yeni düşmanı İslam radikalizmi idi.
Peki ABD'nin sadık dost ve müttefiki olan Türkiye nasıl İslam'ın düşmanı olabilirdi?
Bu memleketin %99'u İslam değil miydi? Bunun bir yolunu bulmak lazımdı. Yoksa
ABD, dolarları kesebilirdi. Bizim 'vatanseverler(l)' aç kalırdı. Laik - Anti-laik çelişkisi ile
inananlarla inanmayanlar çelişkisini abartmak onların işine gelebilirdi. Bunu
kanıtlamak için bir kaç kişinin teröre kurban seçilmesinin önemi mi olurdu?
Peki, böyle bir durumda ülke çapında meydana gelebilecek hoşnutsuzluk ve
ayaklanma gibi olaylar olursa ne yapılacaktı? AKKA'da onun da çaresi bulundu. Tüm
ülke sathında paramiliter güçler, yani "X örgütü", ÖHD'nin sivil uzantısı indirim
kapsamı dışında tutuldu.
Bütün dünya silahsızlanmaya giderken ve Soğuk Savaş kavramını terk ederken,
ülkemiz paramiliter güçlerin cenneti haline dönüştürülüyordu. Güneydoğu hem
konvansiyonel silahlar için kapsam dışı idi, hem de paramiliter güçler açısından. O
halde "değişen Strateji" belli idi.
ÖHD, Türkiye sathında vatanseverlerin miktarını artıracak, komünistlerin yerine içte
ve dışta Müslüman'ı düşman olarak kabul edecekti. ABD'nin finansman desteği her
halde bu koşula bağlı bulunacaktı. Bizim Amerikanofillere göre hava hoştu. Nasıl
olsa, bu konuyu, Amerikalılardan daha iyi bilmemize olanak yoku. Hele ekonomimizi
IMF, Dünya Bankası, Uluslararası Finans Kuruluşları, ÇUŞ ve ÇUH'ların yönetimde
ABD güdümüne terk ettikten sonra...
İslam Radikalizmi'nin düşman seçildiğine dair kanımı, iki-üç yıldan beri açıklamakta
olduğumu sırası gelmişken belirtmek isterim (81–82).
3 Aralık 1990 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı'nda Korgeneral Doğan Bayazıt
gazetecilerin sorularını yanıtlamaktadır. ÖHD'nin antikomünist bir kuruluş olup
olmadığına dair soruya verdiği yanıtın bir bölümü, bizim yıllardır öne sürdüğümüz tezi
doğrulayıcı niteliktedir:
"Bizim ülkemiz sadece komünist istilaya uğrayacak tek bir komşuya sahip olsaydı, o
zaman komünist işgale karşı işgal sahasında mücadele verecek bir teşkilat yeterli
olabilirdi. Fakat bizim ülkemiz din ihracından tutun, diğer bütün, Saddam 'in durumu,
öbür tarafta Bulgaristan, Yunanistan, tabii Rusya dahil çeşitli tehditlere tabidir.
Dolayısıyla antikomünist değildir. Din devrimine karşı da kullanılacaktır" (83).
Sayın General'e teşekkür ederiz. Özel Savaş, (Kuraldışı Savaş, Gayrinizami Savaş),
Gerilla ve Kontrgerilla Harekatı, Ayaklanmalara Karşı Koyma v.b. gibi konulan
kapsayan ve ÖHD ile yakinen ilişkisi olan yerli ve yabancı, resmi ve yan resmi tüm
yapıtlara göre, bu tür örgütler komünizme karşı kurulmuş antikomünist örgütlerdir.
Gladio skandalı da bu gerçek, Avrupa'da en yetkili ağızlar tarafından açıklandı.
ÖHD'nin dünyadaki değişime ayak uydurduğu anlaşılıyor. Her halde Din
Devrimi'nden dış düşman olarak İran kabul ediliyor. Gayrinizami savaş anlayışına
göre iç ve dış düşman koşut sayılmaktadır (84). Ülke içindeki komünistle dışarıdaki
komünistin pek farkı yoktur. Savaşın hedefi ideolojidir. Bu anlayışla iç Müslüman’la
dış Müslüman'ın farkı yoktur noktasına gelindiğinde, sınır hangi yasal makamların
onayından geçmiştir. Daha da önemlisi dün komüniste, dini tanımadığı için düşman
edilen faşist ye sağ tandanslı 'vatanseverler' (!) nasıl yüz seksen derece çark
ettirilerek kendi dininin mensuplarına düşman edilecektir? Eğer bunun yanıtı
dolarlarla ise, söyleyecek sözümüz yoktur.
Ulusal savunma konseptimizin tümüyle gözden geçirilmesinin, ülkemizin en öncelikli
gereksinimlerinden biri olduğuna bugün daha fazla inanıyorum. Bu nedenle sırası
gelmişken ABD'nin bakış açısını yansıtmak için birkaç örnek vermek istiyorum:
"Askeri yardımlarımızın asıl amacı, azgelişmiş ülke askerlerini, ABD ideolojisine göre
yetiştirmek ve onlardan gelecekte, gerektiğinde o ülke yönetiminde yararlanmaktır."
"Daha kesin olarak belirtmek gerekirse, Latin Amerika 'ya yaptığımız yardımlarda
güttüğümüz temel amaç, gerekli olduğu yerlerde, polis ve diğer güvenlik kuvvetleriyle
birlikte, gereksinilen iç güvenliği sağlayacak yetenekte askeri ve yarı- askeri güçlerin
yetiştirilmesine yardımcı olmaktır" (85).
"Dış yardımları eleştiren herkesin karşısına, Brezilya Silahlı Kuvvetleri'nin Goulart
Hükümeti'ni (86) devirmesi ve bu güçlerin demokrasi ilkeleri ve ABD taraftarı olma
yönünde koşullandırılmasında, ABD yardımının temel öğe olduğu gerçeği
dikilmektedir. Bu subayların birçoğu AID programı çerçevesinde Birleşik Devletlerde
eğitilmişlerdir" (87).
Brezilya'da Amerikanofillerin devirdiği Goulart Hükümeti ulusal çıkarlarını ABD
çıkarlarından önce gözetiyordu. AID'ye gelince, askeri darbelerde rol alan ABD'nin
çok yönlü casusluk örgütüdür. Yapıt ve yazılanında bu örgütten sıkça bahsediyorum.
Ve nihayet ABD çıkarlarına ters düşen Allende'yi deviren faşist general Pinochet bu
amaçla Panama'da bulunan Kontrgerilla okullarında yetiştirilmiş bir kişidir (88). Bu
koşullarda Türk halkı, Atatürk'ün Ulusal Kurtuluşçuluk ve tam bağımsızlık anlayışıyla,
Amerikan Mandacılığı arasında bir yeğleme yapma durumunda bulunmaktadır.
Demokrasimizin sağlıklı yaşamasının ülkemizin olabildiğince dış etkilerden
arınmasına bağlı olduğunu tekrar eder, saygılar sunarım.

İKİNCİ BÖLÜMÜN DİPNOTLARI

(1) Yn: Söyleşinin basına yeterince yansımaması bu yapıtın yayınlanmasında etken


olmuştur.
(2) Yeni bir Avrupa için Paris Yasası, Gaye Matbaacılık San. ve Tic. A.Ş. Ankara,
Aralık 1990
(3) Modern Savaş Uygulaması, Cephesiz Savaş ve Cephe Gerisinde Savaş, Silahlı
Kuvvetler Dergisi, Mart -1976, Sayı: 257, Tuğg. Sabri Yirmibeşoğlu
(4) Yn: Mukavemet harekatının yeraltı harekatıyla özdeş olduğu gerçeğinin altını,
Gn. Sabri Yirmibeşoğlu'nun açıklamalarına dayanarak kalın çizgilerle çizmek
istiyorum. Çünkü kamuoyunun Kontrgerilla Örgütü adını verdiği Yeraltı Örgütü'nün,
sivil vatanseverlerden oluştuğu yetkili kişiler tarafından açıklanmıştır.
(5) Yn: 1975 yılında İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 2 No'lu Askeri Mahkemesi'ne
verdiğim 4500 sayfalık ve 10 klasörden oluşan Savunmamda ST 31-15 Gayrinizami
Kuvvetlere Karşı Harekat Talimnamesi ayrıntılı bir şekilde eleştirilmiştir. Daha sonra,
1986 yılında bu savunmamın iki klasörlük bölümünün özeti yayınlanmıştır.
(6) Bomba Davası Savunma 1, Talat Turhan, Kastaş Yayınevi, 1986 basımı
Bomba Davası Savunma 2 (işkence), Talat Turhan, Kastaş Yayınevi, 1986 basımı
(7) işkence Olayı Nasıl Doğdu, Cüneyt Arcayürek'in Orgeneral Faik Türün İle
Söyleşisi, Hürriyet, 8 Şubat 1974
(8) Günaydın, 22 Kasım 1990
(9) Gladio, Devlet. Çetesi, Roma'dan izzet Yalçın'in haberi, Milliyet, 18 Kasım 1990
(lO)NATO'daki Skandal Büyüyor, Roma'dan Nilgün Cerrahoğlu'nun, Atina'dan Stelyo
Berberakis'in haberleri, Cumhuriyet, 4 Kasım 1990
(11) NATO'dan Gizli Servis itirafı, Nilgün Cerrahoğlu, Cumhuriyet, 8 Kasım 1990
(12) Süper NATO Takipte, Nilgün Cerrahoğlu, Cumhuriyet, 10 Kasım 1990(13)
İtalya’da 'Süper NATO' Skandalına ilişkin itiraflar Sürüyor, CIA Seçimlere Karıştı,
Nilgün Cerrahoğlu, Cumhuriyet, 11 Kasım 1990
(14) Yn: İtalya, NATO'ya Türkiye'den önce girmiş, Gladio'yu bir kaç yıl sonra
kurabilmiştir. Oysa Türkiye'de benzeri olan örgüt NATO'ya girişimizden bir kaç ay
sonra kurulmuştur. Çünkü dönemin iktidarı Küçük Amerika olmak aymazlığıyla
A.B.D'nin her isteğine boyun eğmeyi ilke edinmişti.
(15) Sifar: O dönemdeki İtalyan istihbarat örgütünün simgesi
(16) Gladio Yaşıyor, Roma'dan Mehmet Demir el'in haberi-Hürriyet, 14 Kasım
1991
(17) Süleyman Demirel, Kontrgerilla Konusunda Çağrıda Bulundu: Devleti Bu
Şüpheden Kurtarın, Zaman, 24 Kasım 1990
(18) Yn: Daha sonra iktidar yetkililerince yapılan açıklamaların görüşlerime koşut
olduğunu gördüm.
(19) SHP'nin Verdiği Önergenin Öncelikli Görüşme isteği Meclis Genel Kurulu'nda
Reddedildi, Kontrgerilla 91 Aralığına kaldı, Cumhuriyet, 5 Aralık 1990
(20) Akgünlere Seçim Bildirgesi, s: 173-174
(21) 27 Eylül 1973 tarihli gazeteler (22-23) Hürriyet, 6 Şubat 1974
(24) Yeni Asya, 4 Aralık 1990
(25) Özal Gelsin 60 Gün içinde Seçime Gidelim, Kontrgerilla’yı Tartışmaya Hazırım,
Demirel'den Hodri meydan, Yeni Asya, 28 Kasım 1990
(26) Cumhuriyet, 16 Kasım 1990 i
(27) Yeni Asya, 17 Kasım 1990
(28) Bkz. Dipnot: 17
(29) Bkz. Dipnot: 19
(30) inönü: Esrar Perdesi Kalkmalı, Kontrgerilla Meclise gelmeli, Yeni Asya, 22
Kasım 1990
(31) SHP, Kontrgerilla'yı Yakın Takibe Aldı, Güneş, 22 Kasım 1990
(32) SHP: Süper NATO veya Gladio Benzeri Örgüt Türkiye'de Varsa iddialara Açıklık
Getirilmeli Zaman; 22 Kasım 1990
(33) Kontrgerilla'ya Karşı SHP Çağrısı, Hürriyet, 22 Kasım 1990
(34) Milli Gazete, 16 Kasım 1990
(35) SHP, DYP ve HEP Konunun TBMM'de Görüşülmesi içi Girişimlerde Bulunuyor.
Kontrgerilla'ya Meclis Yolu, Cumhuriyet, 30 Kasım 1990
(36) Kontrgerilla Sırasını Bekleyecek, Güneş, 1 Aralık 1990
(37) Savunma Bakanı Hüsnü Doğan: Kontrgerilla Araştırmasına Karşı Çıkmam,
Günaydın, Cumhuriyet, 21 Kasım 1990
(38) Gestapo, Jacaues Delarue, Ararat Yayınevi, 1969
(39) Bomba Davasında Savunma Başladı, Talat Turhan, CIA Türkiye'de Cinayetler
Düzenliyor. Hürriyet, 4 Kasım 1975
(40) DİSK’İN Basın Toplantısına Katılan 15 CHP'li CIA'nın Türkiye'de Cinayet
işlediğini iddia Etti, Hürriyet, 30 Nisan 1978
(41) AB&'li Eski Haber alma Şefi Stockwell: CIA'nın Operasyonlarında 40 yılda üç
milyon kişi öldü, Cumhuriyet, 30 Ocak 1986
(42) CIA Türkiye'ye Karışmış Olabilir, Ufuk Güldemir'in haberi, Cumhuriyet, 21
Kasım 1990
(43) Cumhuriyet, 6 Mayıs 1976
(44) Fransa'da Yayımlanan Yeni Nazizm Dosyası isimli Kitaba Göre MHP'li
Komandolar, Kontrgerilla Tarafından Eğitilip Silahlandırılıyor, Politika, 2 Şubat 1978
(45) Bu Telaş Niye Oktay Ekşi, Hürriyet; 19 Kasım 1990
(46) Demokrasinin Sonbaharı 1977–1978, Cüneyt Arcayürek, Cumhuriyet, 14 Ekim
1985
(47) Gözler MHP Bağlantısında, Merdan Yanardağ ve Halil Nebiler'in haberi, Güneş,
17 Kasım 1990
Roma Kılıcı MHP'nin Kınında, Merdan Yanardağın haberi-Güneş; 22 Kasım 1990
(48) GNH, Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 18 Kasım 1990
(49) Arjantin 'de Rejim için Yıkıcı Olarak Nitelenenler Kontrgerilla Tarafından
Öldürülüyor, Cumhuriyet, 1 Şubat 1978(50) Memduh Ünlütürk: Elimde Kâğıt Var,
Görev Verildi, Yerine Getirdim. Yeni Gündem, 15–28 Kasım 1985 sayı: 34
(51) Talat Turhan'ın Bomba Davasındaki Savunması 7'nci Klasör, Dilekçelerin
Eleştirisi
(52-53) Evren, Ben İzin Vermedim Ama Haberim Olmadan Belki Bazı Olaylarda Yer
Almıştır, Hürriyet, 26 Kasım 1990
(54) Frankfurt'tan Ahmet Vural'ın haberi, Hürriyet- 27 Kasım 1990
(55) Bkz. Dipnot: 51
(56) Bkz. Dipnot: 51
(57) Yerli Gladio Kontrgerilla, Milliyet, 15 Kasım 1990
(58) Türün AP Milletin Son Çaresidir dedi. Milliyet, 21 Mayıs 1977
(59) Demirel: Ecevit'in Faşist Dediği Türün Yasaların Verdiği Yetkiyi Kullanarak
Görev Yaptı, Cumhuriyet, 31 Mayıs 1977
(60) AP'li Bayraktar: Kontrgerilla Komünistlere karşıysa mubahtır, Milliyet, Şubat
1978
(61) Ecevit'in Libya Seyahati: 16 Mart 1976
(62) Talat Turhan'ın CHP Yetkililerine Verdiği Rapor (10 Sayfa), 1 Mayıs 1976
(63) Uğur Mumcu, Cumhuriyet - 6 Kasım 1991
(64) İlhan Selçuk: "Talat Turhan 12 Mart döneminde işkence tezgahından geçmiş
emekli kurmay yarbaydır. Terörü kapsayan kitaplarında şimdi Batı'da Süper NATO
diye anılan örgütün incelemesi de var. 1970'lerde Talat Turhan Türkiye'deki Gladio'yu
zamanın CHP hükümetine bir yazıyla iletmişti, Ecevit bu örgütün üzerine gidemedi,
gücü yetmedi; ama sonuçta Türkiye 12 Eylül'e gitti. Eğer devletin içinde yan-resmi bir
terör örgütü yaşıyorsa, ülkede her şey soru işaretidir." Cumhuriyet-Hafta (Almanya
Baskısı) ,23–29 Kasım 1990
(65) Yn: 12 Eylül cuntasının ikinci adamı Orgeneral Nurettin Ersin, 12 Mart
döneminde MİT Müsteşarlığı görevinde bulunmuştur. Bu nedenle o dönemin hala
karanlıkta olan sahte ve gerçek operasyonlarıyla toplumsal provokasyon olaylarının
en azından tarihsel sorumluluğu altındadır. Gerçi tüm bu tertipleri düzenleyenler 1974
affı ile kendilerini kurtardıklarını sanıyorlarsa da, gerçek bir hesaplaşmada bu hesap
tutmayabilir. 12 Mart'ın deneylerini 12 Eylül'e taşıyan Nurettin Ersin'in tarihsel
sorumluluğu, kanımıza göre, kendisi gölgede kalmayı yeğlemesine karşın, tüm cunta
üyelerinden fazladır. Bu nedenle 12 Mart'ın hesabı görülmeden 12 Eylül'den hesap
sorulamayacağını vurgulamak istiyorum.
(66) Terör Konusunda Uzman Emekli Kurmay Yarbay Turhan'dan İddia: Türk
Gladio'su Özel Harp Dairesi'dir. Milliyet, 16 Kasım 1990 (Rafet Ballı ile Söyleşi)
(67) 17 Kasım 1990 tarihli gazeteler
(68)Cumhuriyet, 18 Kasım 1990
(69)Beklenen Açıklamada Özel Harp Dairesi ve Gizli NATO'ya İlişkin Pekçok Soru
Yanıtsız Kaldı, Genelkurmay Açıklamadı Güneş, 17 Kasım 1990
(70) Kafalar karıştı, Sabah, 9 Kasım 1990
(71) Devrim Gazetesi, 20 Ocak 1970 (Bomba Davası - Savunma 1- Talat Turhan
1986 s. 237–244)
(72) Devrim Gazetesi, 16 Şubat 1970
(Bomba Davası, Savunma 1- Talat Turhan s. 245-246)
(73) Bkz. Dipnot 26
(74) Özel Harp Savunmada, Güneş ,4 Aralık 1990
(75) Önceki Gün Düzenlenen Brifing Zihinlerdeki Pek çok Soruyu Açıklığa
Kavuşturmadı, Özel Harp Bulanık, Güneş- 5 Aralık 1990
(76) Bkz. Dipnot: 46
(77) Silahlı Kuvvetler Dergisi Eki, Mart, 1971
(78) Bkz. Dipnot: 2
(79) CIA Değişiyor, Hürriyet, 14 Kasım 1991
(80) Bkz. Dipnot: 67
(81) Zaman, 19. Kasım 1990
(82) Kızılın Yerini Yeşil Almış, Yeni Asya, 3 Mart 1991
(83) Cumhuriyet, 4 Aralık 1990.
(84) Mümtaz Soysal İşkence ihracı Ve Devletin Sonu Milliyet, 1.Şubat1978
(85) Emperyalizm Çağı, H. Magdoff, s. 148
(86) Cevdet San, Komünist Darbeler ve Karşı Tedbirler, s:105' bakınız.
(87) Talat Turhan, Çok Yönlü ABD Casusluk Örgütü: AID - 7 Gün Dergisi; 18
Mayıs 1977, (88) Panama'daki Amerikan Kontrgerilla, Okulunun Mezunları
Arasında Şilili Faşist Lider Gibi Ünlüler de Var, Cumhuriyet 9 Şubat 1978
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

İstanbul Çağdaş Gazeteciler Derneği Lokali'nde 27 Kasım 1990 tarihinde


'Kontrgerilla' konulu 3,5 saat süren bir Basın Toplantısı düzenledim.
Kitabın bu bölümü, Basın Toplantısı'nın yazılı metninden oluşuyor.
Basın Toplantısı'nda ayrıca konuya ilişkin olarak, isimlerinin alfabetik sırasına göre,
Adnan Akfırat (Yüzyıl), Hale Kıyıcı (Taylan Özgür'ün kardeşi), Halil Nebiler (Güneş),
Kenan Aksoy (Sabah), Musa Ağacık (Milliyet), Mustafa Aydın(Yeni Asya), Mustafa
Ünal (Zaman), Nazım Alpman (Milliyet), Nebil Özgentürk (Günaydın), Rafet Ballı
(Milliyet), Sinan Gökçen (Cumhuriyet), Tahir Aka (Yeni Asya), Yusuf Uşak (Güneş)
tarafından sorulan soruları yanıtladım. KARANLIKTAN AYDINLIĞA
Çok değerli basın mensupları! Hepinizi sevgi ve saygı ile selamlayarak sözlerime
başlamak istiyorum. Basın Toplantısı'na ayrılan zaman dilimi içinde çoğunlukla
sorularınıza yanıt vermeyi yeğleyen bir tavır içinde bulunacağım. Çünkü bilindiği gibi,
üzerinde tartışmayı düşündüğümüz konu, bir aydan beri tüm Avrupa basın ve yayın
organları ile Türk basınının gündemini ağırlıklı olarak işgal etmektedir. Sorun,
Batı'dan Doğu'ya yansıdıkça her geçen gün güncelliğini ve önemini korudu ve ka-
muoyuna mal oldu.
Gerçekte, Türk kamuoyu ve hatta Parlamento Kontrgerilla tartışmasının yabancısı
değildir. Basın arşivlerine ve TBMM Tutanak Dergileri'ne göz atılırsa, bu durum tüm
boyutlarıyla saptanılabilir. Ve gene tanık olunduğu gibi, bu konu ülkenin gündemine
geldiğinde, basın ve kamuoyunda yoğun tartışmalar başlar. Ancak bir Gizli ya da
Karanlık Güç hemen devreye girip sorunu buzdolabına koyup dondurur...
Ancak bu kez durumun farklı bir özelliği var. Çünkü, İtalya'da ortaya çıkartılan ABD
denetimindeki yeraltı örgütü Gladio Örgütü'nün karıştığı iddia edilen terör olayları ve
devlet kışkırtıcılığıyla gerçekleşen toplumsal dalgalanmalar ülkemizde de yaşanmış,
askeri darbelerin hedefi olmamıza karşın, karanlıkta kalmıştı. İtalya örneğinin
Türkiye'de yaşanan olaylara koşut görünmesi, tartışmaya yeni boyutlar kazandırdı.
Bu bağlamda, geçmişte önemli görevlerde bulunan asker ve sivil kişilerin yapılan
açıklamalar, 20 hatta 30 yıldan bu yana öne sürdüğümüz savlan doğruladı. Bu
nedenle ilgi odağı olarak seçildim.
Diğer yandan Kontrgerilla'yı yadsıyanlar içerisinde, ANAP'lı Metin Gürdere gibi, "bu
konunun cahili olduğunu" söyleyebilmek yürekliliğini gösterenler çıktığı gibi, bildikleri
gerçeklere karşın, yadsımayı sürdürenlere rastlandı. Bu arada, özellikle olay açıklık
kazandıkça suçluluk psikolojisi içine giren ve geçmişte önemli görevler üstlenmiş sivil
ve asker kişilerin 'tevilen ikrar' yolunu seçtiklerine tanık olduk.
Bu tabloya bakarak denilebilir ki, Kontrgerilla tartışmasına katılan ABD
emperyalizminin yerli işbirlikçilerini, CIA'nın dostlarını saptamak olanaklı hale geldi.
NATO devletleriyle bazı Avrupa ülkelerini kapsamı içine alan, bu tür Yeraltı
Örgütleri'nin varlığını yadsıyan iktidar yetkililerini, bürokrasinin her iki kanadındaki üst
düzey görevlileri, basın ve yayın organlarını satılmışlıkla suçlarsanız yanılmış
olmazsınız. Konuyu denek taşı ya da turnusol kağıdı olarak görebilirsiniz.
Bu fırsattan yararlanarak kimlerin hangi safta ve konumda olduğunu saptayınız.
Mesleğiniz gereği her zaman size gerekli olabilir...
Ancak denilebilir ki iktidarda, muhalefette, devlet aygıtında ve toplumun tüm
katmanlarındaki antikomünistler, bu tür örgütlerin yandaşı; Ulusal Kurtuluşçular, Tam
Bağımsızlıkçılar, antiemperyalistler ve antikapitalistler karşıtıdırlar...
Şimdi izninizle SAVUNMA–1 adlı yapıtımdan bir bölümü okumak istiyorum:
"Bozuk düzende, genellikle şerefli ve yurtsever kişiler, sanık sandalyelerini, hainler
iktidar koltuklarım işgal ederler. Tıpkı dünkü gibi, bir yanda Ulusal Kurtuluşçular, diğer
yanda Damat Ferit'ler..."
Bu anlayışla, ABD yanlısı iktidarlarla onları yaşatan güçlerden bu soruna açıklık
getirmelerini beklemek, kanıma göre, havanda su dövmek gibi boş bir çabadır. Ancak
konunun günümüzdeki boyutlarıyla tartışılır hale gelmesi bile, bir kazanım ve gerçek
demokrasi savaşımında bir başlangıç noktası sayılabilir. Bize gelince; 17 yıldan bu
yana Ziverbey İşkence Köşkü'nün izbe dehlizlerinde duyumsadığımız ABD yanlısı
Yeraltı Örgütü ve yandaşlarının, Anayasa ve yasadışı tertiplerini açığa çıkarmak
çabası içinde bulunduk. Benimsediğiz bu yaklaşımda, olabildiğince duygusallık ve
kişisel kaygılan göz ardı ederek, soruna demokrasi kavgası olarak yaklaştık. Bugün
de aynı tavrı sürdürmeye çalışıyoruz.
Gerçi bu tartışma da kapatılmaya çalışılacaktır. Ama başta basın yayın organlarının
ve muhalefet partilerinin, konunun sürekli izleyicisi olmaları gereğini de vurgulamak
isterim.
ABD hegemonyasından bir ölçüde kurtulabilmek için, günümüzde elverişli bir ortam
oluşmuştur. Bilindiği gibi sosyalistler ABD emperyalizmine karşıdırlar. Kanımızca
sosyal demokratlar da benzer bir tavır benimsemek durumundadır. Çünkü işine
gelmeyen iktidarları deviren ve CHP'nin kapatılmasını isteyen yabancı istihbarat
örgütleri ve onların uzantıları, kelimenin tam anlamıyla emperyalist uydusu partilerin
iktidar olmasını istemekte ve bu istem doğrultusunda eyleme geçmektedirler.
Ülkemizde sosyal demokrasinin yaşam şansı, ABD emperyalizmine karşı çıkmaya
koşut gibi görünüyor...
Dün antikomünist cephede yer alarak dinine diyanetine sahip olacağını uman dinci
kesim, Irak'taki fiili durumun oluşturduğu ortam yanında, ABD patentli ve USA
damgalı olası yeni bir askeri darbenin bu kez İslam Radikalizmi'ni hedef alacağı
bilincine varmış ve bu anlayış sonucu antiemperyalist saflarda yer almaya
başlamıştır. Bu durumu demokrasi adına umut verici bir kazanım olarak algılamak
istiyorum.
Günümüze değin bu konuda yapılan tartışmalar bile, ABD emperyalizminin
değirmenine su taşıyan işbirlikçilerin sarılmışlığını sergileyici niteliktedir. Bu kişilerin
ipliklerini pazara çıkartmak bile, geleceğin demokrasi savaşımının kilometre taşlarını
oluşturabilir.
Şu hususu öncelikle vurgulamak gereksinimi duyuyorum: İçinden çıktığım ve eski bir
mensubu olmaktan övünç duyduğum Türk Silahlı Kuvvetlerini ve devletin güvenlik ve
istihbarat örgütlerini yıpratmak gibi bir tavır içinde olmadığımı belirtmek isterim. O
halde biz neye karşıyız? Başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere, tüm istihbarat,
güvenlik örgütlerinin, yasadışı kullanılmasına ve bu kuruluşların Anayasa ve yasalar
üstünde bir tutum benimsemelerine karşıyız. Sanırım tüm demokrasi yanlıları da bu
konuda benimle aynı fikirdedir.
Bu tavrımın kuramsal olmadığını da belirtmek durumundayım. 30 yıldan beri yasadışı
uygulamaların muhatabı olmuş, Temmuz - İ972'de bir ay süreyle Zihni Paşa-Ziverbey
-Köşkü'nün misafirleri arasında bulunmuş, akıl almaz işkencelere maruz bırakılmış,
Ağustos 1972'de de yasaları hiçe sayan bir anlayış sonucu, Selimiye Askeri
Cezaevi'nin bodrumunda bulunan akrep ve çıyanların kol gezdiği hücrelere
kapatılmış, iki yıl süreyle aralan cezaevinde güneş ve havaya çıkarılmadan tutulmuş,
baskı ve zulümlere hedef olmuş, idam cezasıyla yargılanmış ve en sonunda
yargılanması yüz üstü bırakılmış bir kişinin hak aramasından daha doğal bir tavır
benimsemesi düşünülemez. Bu hak aramayı tüm kapılan zorlayarak sürekli denedim.
Ne yazık ki karşımda devleti bulamadım. Çünkü tüm yasal başvurularım yanıtsız
bırakıldı. Çünkü tüm yasadışı uygulamaları yapanlar düzene egemen idiler...
Günümüzde gerek Batı'da ve gerekse Türkiye'de Yeraltı Örgütleri'ne ilişkin yapıla
gelen tartışmalar ve bu konuda öne sürülen özlem ve istemler, bana göre, 17 yıllık
gecikme ile de olsa çok olumlu bir gelişmenin başlangıçlarını oluşturuyor. Sorunu de-
mokrasinin var olması ya da yok olması boyutunda algıladığım için, bu konuda gerek
sizlerden ve gerekse Avrupa ülkelerinin basın ve yayın organlarından gelen
istemlerin tümünü kabul ettim.
Yapılan tartışmalar, demokrasiye az da olsa katkıda bulunacak bir sonuçla
noktalanabilirse tartışmaların bu aşamadaki işlevini yerine getirdiğini varsayabiliriz.
Bu anlayışla beni kaynak kişi haline getirenlere teşekkür ediyorum.
Bilindiği gibi bugüne kadarki açıklamalarla savlarımız doğrultusunda üç gerçek
aydınlanmış bulunmaktadır:
1. Kural dışı savaş (Gayrinizami Savaş), çağımızın bir gerçeğidir. Bu amaçla kurulan
Özel Harp Dairesi'nin denetiminde Yeraltı ve Yerüstü-Komando-Birlik ve Örgütleri
kurulmuştur. Bu aşamada Yeraltı Örgütü'nün- Paramiliter- adından çok, varlığının
ilgililerince kabul edilmesi önemlidir. Anılan örgütün kuruluş amacına uygun olarak
ulusal bütçe olanaklarıyla yasal bir çerçeve içinde kullanıldığı durumlarda, kutsal bir
işlevi olabilir. Yeraltı Örgütü'nün asker kişilerin kontrolünde vatanseverleri, Yerüstü
Örgütü'nün ise asker kişilerden oluşan Komando Birlikleri olduğu, yetkili kişiler
tarafından kabul edilmiştir.
2. Özel Harp Dairesi görevi dışında kullanılabilir.
Eski Genelkurmay Başkanı ve Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in "Türkiye'de
Kontrgerilla yok. Özel Harp Dairesi var. Genelkurmay Başkanlığım sırasında bu
teşkilat görevi dışında kullanılmadı. Ama bana intikal ettirmeden bazı kişiler olaylara
bulaşmış olabilir. Bunu bilemem" (1) şeklindeki açıklaması, açık bir itiraf olarak
gerçek durumu açıklığa kavuşturucu niteliktedir.
3. CIA ile kucak kucağa yaşadığımızı Turgut Sunalp bile kabul etti.
Sunalp, Zaman gazetesinde Mustafa Ünal ile yaptığı söyleşide:
"Türkiye'de CIA'nın adamları yok değil ki, dünyanın her tarafında var. Birincisi CIA'nın
burada olması mesele değil, ikincisi CIA'nın pekâlâ bizim istihbarat teşkilatları ile
ilişkisi olabilir. Yani CIA mensupları affedersiniz.... Çocuğu demek değildir.
Memleketine istihbarat elde eden kişilerdir." (2) şeklinde konuşmuştur. Orgenerallik
yapmış ve bazı güçler tarafından 12 Eylülden sonra iktidara getirilmek için çaba sarf
edilmiş bir kişinin, CIA konusundaki açıklaması karşısında doğrusu dehşete kapıldım.
Anlaşılıyor ki başbakan olabilseydi Özal'a rahmet okutturacaktı.
Şimdi bazı saptamalar yapmak durumundayız:
Kendilerine Kontrgerilla Örgütü adını veren Ziverbey Köşkü işkencecilerinin, onları
yüreklendirenlerin ve bu kişilerin yakın hiyerarşisinde bulunanların, 12 Mart öncesi ve
sonrasında Elrom'un öldürülmesinden Kızıldere Olayı'na kadar uzanan toplumsal
kışkırtıcılık olaylarındaki ve Sahte Operasyonlardaki rolleri nedir?
Aynı soruyu 12 Eylül öncesi ve sonrası için de sormak durumundayız. 1 Mayıs 1977
Taksim katliamının gerçek sorumluları neden ortaya çıkarılmamıştır?
Kuşkusuz Kenan Evren'in itirafları, bazı karanlıkları aydınlatıcı niteliktedir.
Unutmamamız gereken bir gerçeği anımsatmak istiyorum: Bir komutanın elindeki
birlik ve örgütlerin amacı dışında kullanılmasından kuşku duyması, O'nun sorumlu-
luğunu değiştirmez.
Olası bir Meclis araştırmasında ilmiğin ucunu yakalayabilmek için, Ziverbey
Köşkü'nden başlanılmalıdır. Kuşkusuz bu görev yapılırken 12 Mart öncesi terör göz
ardı edilmemelidir. Somut konuşursak: Ziverbey Köşkü'nün işkencecileri ile oranın
kurucusu Orgeneral (emekli) Faik Türün, yöneticisi Tümgeneral (emekli) Memduh
Ünlütürk, sorgulamada bulunduğunu ikrar eden Orgeneral (emekli) Turgut Sunalp ile
o dönemin başbakanları içinde halen hayatta bulunan Naim Talu ve Faik Türün'ün
yakın hiyerarşisinde bulunan ve onun yasadışı tüm uygulamalarına katkıda bulunan:
— Korgeneral (emekli) Fikret Köknar,
— Orgeneral (ölü) Selahattin Demircioğlu,
— Korgeneral (emekli) Rüştü Naiboğlu,
— General (emekli) Şahap Yardımcıoğlu, (İstanbul Merkez K.)
— General (emekli) Fevzi Aysun, (İstanbul Merkez K.)
— General (emekli) Bayram Aslan,
— General (emekli) Abdullah Tırtıl,
— Orgeneral (emekli) Nurettin Ersin, (MİT Müsteşarı)
— Turan Deniz, (İstanbul MİT Bölge Başkanı)
— Başta Şükrü Balcı olmak üzere, dönemin Emniyet Müdürü, yardımcıları ve siyasi
şube müdürleri
— İstanbul Valisi,
— Jandarma komutanları,
— Kadıköy Emniyet Amiri, ( Amirlik, işkenceye gidenlerin ilk uğradığı yerdir.)
— Kadıköy İnzibat Bölge Komutam, Tank Albay (emekli) Naci Göktuğ (Bölge
Komutanlığı işkenceye gönderilenleri aktarma görevi için kullanılmıştır.)
— Ceza ve Tutuk Evi Müdürleri,
— Sahte raporlarla işkencecilerin suçunu örtmeye çalışan doktorlar v.b. gibi kişilerin
soruşturmaya dahil edilmesi gerekecektir. Bu liste, daha alt kademelere doğru
soruşturmanın seyrine uygun olarak indirilebilir.
Kuşkusuz hukuk bilimini kötüye kullanarak Türün'e müşavirlik yaptığı iddia edilen ve
o dönemde Tuzla Piyade Okulu'nda öğrenci olan Prof. Ayhan Önder ile başta Hakim
Turgut Akan olmak üzere, işkencecilerle birlikte, çalışan askeri savalardan çok
değerli bilgiler alınabilir.
Böyle bir soruşturmada iki önemli tanık mutlaka dinlenilmelidir: Birincisi Oramiral
(emekli) Kemal Kayacan, ikincisi Orgeneral (emekli) Muhsin Batur. Çünkü Kemal
Kayacan'ın dönemin Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün'ün yardımcısı olmasına
karşın, bu köşkte aleyhinde ifadeler alınmıştır. Ziverbey Köşkü'nün korumasını yapan
ve hatta işkence seanslarına fiilen katılan erlerin, Gölcük Donanma Komutanlığı'na
bağlı birliklerden, 51. ve 52. tertip kişilerden seçildiğini saptamış bulunuyorum.
Ziverbey Köşkü'ndeki görevli erlerin çoğunun en üst düzeydeki komutanı Kemal
Kayacan'dır. Gerek O'nun ve gerekse erlerin bilgilerine başvurulmalıdır.
Muhsin Batur'a gelince; yapıtında Ziverbey Köşkü'nde görevli bir hava kurmay
yarbaydan söz etmesine karşın, ismini vermekten çekinmektedir. O kişi, şu anda
aramızda bulunan Necdet Düvencioğlu'dur. Size bazı açıklamalarda bulunacaktır.
Batur, bildiklerini açıklamakta yarar görmediğini de yazmaktadır. Oysa gizli bir
örgütün, düzenli işkence seansları ile itiraflar alıp, bunları kullanarak iktidarı
yönlendirmeye kalkması suçtur. Bilindiği gibi suçu ve suçluyu gizlemek de suçtur.
Günümüzün değişen koşulları içinde Muhsin Batur konuşabilir, konuşturulabilir. Bu
görev sizlere düşmektedir.
— Görüldüğü gibi, bir sağ cuntaya iktidar yolunu açmak için çeteleşen bir gurubun,
aşağılık ve iğrenç planlarını uygulamaya koymak için başlattıkları sistematik işkence
olaylarını, bir kaç generalle birlikte sınırlandırmak bizleri yanılgılara sürükleyebilir ve
suçluları yüreklendirebilir. Kaldı ki işkenceciler ve onların destekçilerinin isimlerinin
basma yansımasından bile ürkmekte olduklarını bilmeli, gelecekte benzeri olaylarla
karşılaşmamak için Meclis Soruşturması beklenilmeden demokratik eleştiri kurumu
çalıştırılarak bu adamların sürekli üzerlerine gidilmelidir. Bu yapılırken, bu şebekenin
aynı zamanda ABD emperyalizmi ve onun ideolojisiyle olan bağları da ortaya
konulmalıdır diye düşünüyorum.
Eğer bugün Faik Türün'ün İstanbul Mafyası ile bağlantısını sağlayan Özel Harpçi
Tank Albayı yaşasaydı ve de bildiklerini açıklasaydı, Kenan Evren'in Anılan solda sıfır
kalırdı. Olayın bir de tarikat ilişkisi var ki içinden çıkılacak gibi değil.
Yeniden vurgulamak gerekir: Bu bağlamda dönemin başbakanları Nihat
Erim, Ferit Melen ve Naim Talu'nun siyasal sorumlulukları yadsınamaz... Ölenler
tarihin yargısına bırakılmalı. Ama Naim Talu mutlaka konuşturulmalıdır. Örneğin sırf
Faik Türün'le özel bir görüşme yapmak için 15 Haziran 1973 tarihinde Ankara'dan
İstanbul'a gelmek gereksinimini neden duymuştur?.. Hiç kimse merak etmese ben
ediyorum. Çünkü anılan ziyaret, Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı ve Kara
Kuvvetleri Komutanlığı'na, Faik Türün'ü işkencecilikle suçlamak amacıyla
gönderdiğim dilekçe tarihinden üç gün sonra gerçekleşiyor. Bu dilekçede öne
sürdüğüm iddiaları suç ihbarı sayıp soruşturma açmayan ve açtırmayan herkes
suçludur, doğal olarak da bu suçluluğun en büyük payı Naim Talu'ya düşmektedir.
Meclis Araştırması bu boyutta tutulursa, Ziverbey Köşkü'nde kendilerini Kontrgerilla
Örgütü olarak adlandıran işkenceci provokatörlerle Özel Harp Dairesi ilişkisinin varlığı
ya da yokluğu ortaya çıkabilir. Bu arada dönemin kuşkulu eylemlerinin failleri bulu-
nabilir, hala gizini koruyan siyasal cinayetler aydınlanabilir. Kuşkusuz bu görev
yapılırken, MİT'in eylem tutkunu Masonik ekibini teşkil eden kişilerin göz ardı
edilmemesi gerekir. Bu bağlamda İtalyan P-2 Mason Locası'nın marifetleri ve Gladio
arasındaki ilişkilerle ülkemizdeki benzerleri arasında koşutluk saptanılabilir. Elrom
olayı ve Kızıldere ile ondan sonraki hapishaneden kuşkulu kaçırma eylemleri, 1
Mayıs 1977 katliamı vb. gibi karanlık olaylar mutlaka aydınlığa kavuşturulmalıdır.
İstihbarat örgütlerinin CIA ile kucak kucağa yaşamasını ve "onların memleketlerine
(ABD'ye) istihbarat elde etmeleri" hakkında Turgut Sunalp'ın yaptığı açıklamayı
anımsayalım. Sunalp'ın gözünden kaçan çok önemli bir gerçek var: İstihbaratçılık ve
casusluk ister dost, ister düşman hesabına olsun, gizli yürütülen bir faaliyettir. Bu
nedenle, CIA'nın içimizde at koşturmasına göz yuman anlayış sahipleri Ulusallıktan
söz edemezler. Ama Amerikan Mandacılığı anlayışının günümüzdeki uzantıları
olduklarını kabul ederlerse, onlardan her türlü yasal olanağı kullanarak hesap sorar,
değerlendirmeyi kamuoyuna bırakırız.
Turgut Sunalp, aynı zamanda bir cinayet örgütü gibi çalışan CIA ile ilişkiyi doğal
karşılayabilmektedir...
CIA'nın Ev Sahibi Ülke (Host Country) diye tanımladığı ve ilişki ve işbirliğine geçtiği
ülkelerin güvenlik ve istihbarat örgütlerinden, hangi yöntemlerle işbirlikçi ajan
devşirdiğini merak ederseniz FM 30-31 simgeli "Kararlılık Operasyonları, istihbarat ve
Özel Ajanlar" adlı çok gizli Amerikan talimnamesinin B Ekine bakmanız gerekecektir.
Çok gizli bu eki nereden bulacağız diye telaşlanmayın. Bu eki bir yıl önce
yayınladığım "Doruk Operasyonu " adlı yapıtımda bulabilirsiniz. Bu belgeyi
incelendiğinizde, sanırım tüyleriniz diken diken olacak ve ABD çıkarlarına sürekli
hizmet vermek için, özel yöntemlerle seçilen, sadakatleri denenen bu aşağılık ve
satılmış CIA işbirlikçisi yerli ajanların kimler olduğunu daha iyi anlayacaksınız. Ve
bazılarını da saptayabilmeniz mümkün olabilecektir.
CIA'ya angaje edilen "özel ajanları" saptamak gibi, Türkiye'nin gündemine getirilmesi
gereken yaşamsal bir sorunla karşı karşıya gelmiş bulunduğumuzu herhalde kabul
edersiniz.
Bu bağlamda "Our Boys-Bizim Çocuklar" tanımlamasının, yeniden gözden geçirilmesi
de gerekecektir.
CIA'nın yanında, AID'nin marifetlerini de göz ardı etmememiz gerektiğini
düşünüyorum. Çünkü Özel Savaş'ın bir bölümü olan ve ABD tarafından
kuramlaştırılan İstikrar Harekatı tanımlaması içerisinde, AID'yi kullanarak ABD'dan
yana olan iktidarları yaşatmak için, ya seçimler çeşitli yöntemlerle yönlendirilmekte,
ya da askeri darbeler düzenlenmektedir.
Darbe öncesi senaryosu içinde teröre gereksinim duyulmaktadır. Tüm bu yöntemler
Kontrgerilla Harekatı kapsamı içinde bulunmaktadır).
ABD yanlısı bir askeri darbede CIA ve AID'nin rolü ve bunlarla ilgili şemalar
yapıtlarımda resmi belgelere dayanılarak açıklanmıştır. Kaldı ki Kenan Evren, Özel
Savaş Dairesi'nin kontrol dışına çıkabileceğini ikrar etmiştir. Örgütün, faaliyetleri
arasında istihbarat, sabotaj, provokasyon, işkence ve cinayet vb. gibi eylemler
bulunmaktadır. Ülkemizde de bu tür eylemlerin suçlusu ya da suçluları bir türlü
yakalanamamaktadır. O halde gerçeklerin ortaya çıkarılması ve kuşkulardan arınmak
için Vatanseverler Örgütünün darbe öncesinde uygun bir ortamı yaratmak amacıyla,
terör olaylarına karışıp karışmadığı da saptanmalıdır. Bu amaçla Özel Harp
Dairesi'nin gelmiş ve geçmiş tüm komutanlarının ve onların amirlerinin, Meclis
Araştırma Komisyonu tarafından, eğer yapılabilirse, sorgulanması da gerekecektir.
;<j$.nılan Yeraltı Örgütü'nün darbe sonrasındaki eylemleri de di edilmemelidir.
Antikomünizm ve ABD yanlılığını milli-sayan bir anlayışla koşullandırılmış ve köylere
kadar so-ş bu kişiler, kuşkusuz ABD yanlısı bir darbenin tabanını acaklardır. Sivil
şahıslardan oluşan bu vatanseverlerin beyinlerinin nasıl yıkandıklarını saptamak ve
bu konularda biraz daha bilgilenmek için, ABD ve Türk resmi talimnamelerinin ince-
lenmesi gerekecektir.
Sözlerimi bitirirken, yetkili kişilerin demeçlerinin aksine, vatansever diye kendini
nitelendiren bu sivil propagandist, provokatör ve sabotörlere hizmetleri karşılığında
para ödendiğinin, FM 31-21 simgeli "Gerilla Harbi ve Özel Kuvvetler Harekatı" adlı
talimnamenin 166. maddesinde yer aldığını vurgulamak isterim:
"Yardımcılar ve yeraltı unsurları/........), bu personelin parasal
yönden yararlanmasında, gerillacılardan daha az pay alması düşünülebilir."
Eski CIA Başkanı W. Colby, İtalyan gazeteci Fallaci'yle yaptığı söyleşide:
"Bizim için çalışan kişiler ülkelerini savunan gerçek yurtseverlerdir" (5) demektedir.
Gördüğünüz gibi, ortalık toz duman içinde. Gerçekleri görmemizin ve algılamamızın
önüne sayısız engeller konulmuş bulunuyor. Önce bunları aşmalı, kimlerin
vatansever olduğunu, ulusallık perspektifi içinde saptamalıyız. En azından, ben bu
Yeraltı Örgütü'nün üyesi olmadığıma göre, vatansever değil miyim sorusunu
kendimize sormalı ve yanıt aramalıyız.
Beni dinlemek sabrını gösterdiğiniz için teşekkür ederken, sorularınıza yarat
verebilmek için onları bana yazılı olarak vermenizi rica ediyorum.

(1) Hürriyet, 26 Kasım 1990


(2) Zaman, 26 Kasım 1990
(3) Doruk Operasyonu, Talat Turhan Sorun yayınları, 1989 s. 159- 166
(4) İşkence, Terörizm ve Güvenlik Örgütleri, İktidarın Çeteleşmesi ve Bürokrasi, Talat
Turhan, 7 Gün Dergisindeki dizi yazılar, 1977
(5) Cumhuriyet, 6 Mayıs 1976

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Bu bölümde, Mülkiyeliler Birliği Genel Merkezi'nin 5 Aralık 1990 tarihinde Ankara'da


düzenlediği ve konuşmacı olarak çağrıldığım konferansta yaptığım konuşmanın metni
yer alıyor. Konuşmanın başlangıç bölümünü kendi notlarımdan, temel konuşma
metnini ise, konuşmayı özet olarak yayınlayan Mülkiyeliler Birliği Dergisinin Şubat
1991 tarihli 128. sayısından aktarıyorum.

GİZLİ NATO ÖRGÜTÜ VE TERÖR

Aydın Köymen: Sayın dinleyiciler Mülkiyeliler Birliği Genel Merkezi 'nin 131. kuruluş
yıldönümü kutlamaları çerçevesinde düzenlediği ve Sayın Talat Turhan'ın konuşmacı
olarak katılacağı konferansa hoş geldiniz diyorum. Sayın Talat Turhan'ı hepimiz
tanıyoruz. Ancak bu sohbete bir giriş olması için, dahası konferansa yardımcı olmak
amacıyla ben arada sorulacak sorularla bu söyleşiyi bir parça daha canlandırmaya
çalışacağım. Şimdi Sayın Turhan şöyle başlayabilir miyiz acaba? Çeşitli adlarla
anılan bir örgüt var ve bu örgüt konusunda da Türkiye'de bilgi sahibi olan, çeşitli
değerlendirmeler yapan insanlar var. Bunların başında bize göre siz geliyorsunuz.
Ancak yine kimi kişiler tarafından nitekim geçenlerde gazetelerde de çıktı, Sayın
Talat Turhan bu işlerden pek anlamaz, bunu pek fazla da bilmez gibi
değerlendirmeler de yapılıyor. Şimdi isterseniz söyleşimize o noktadan başlayalım.
Böyle bir • değerlendirme süreci içerisinde nasıl bulundunuz, nasıl bir konumla bu
konuya yaklaşıyorsunuz ve bazı tezler ileri sürüyorsunuz? İsterseniz bu noktadan
başlayalım söyleşimize.
T.Turhan: Çok teşekkür ederim Sayın Köymen. Öncelikle buraya kadar zahmet edip
beni dinleme lütfünde bulunduğunuz için hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Bu arada, bir aydan beri çok yoğun bir çaba içerisinde, gece gündüz çalışıyorum.
Sizin karşınıza çıkmak için de yarım saat öncesine kadar çalıştım. Fevkalade yorgun
ve bitkin durumdayım. Beni hatalarımdan dolayı bağışlarsanız minnettar kalırım. Ben
hiçbir zaman Özel Savaş Dairesi'nin adamıyım ya da onu bilen bir kişiyim iddiasında
bulunmadım. Yalnız 1973 yılında 35 kişilik bir çete gece yarısı evimi bastı, beni bir
meçhul yere götürdü. Orada, her yurtseverin başından geçtiği gibi, akıl almaz
işkencelere tabi tutuldum. Şimdi o işkencede iki çözüm vardı benim için: İntihar etmek
ki onun koşullarını da hazırladım, ya da bu çeteyle mücadele etmek... Mücadele
etmeye karar verdim. Elleriniz zincirli, ayaklarınız zincirli bir ay süreyle, toplumla tüm
irtibatınız kesilmiş, çıplak olarak bir demir karyolada arka üstü yatmak zorundasınız.
Sadece asker lütfettiği vakit sizi tuvalete götürüyor. O zaman da tabii zincirler var,
göze bağ konuyor. Zincirlerle attığım adım 15cm uzunluğundaydı. O 15cm'lik
adımlarla yürüdüğüm yerlerin toplam mesafesini tespit ettim, işe öyle başladım. Daha
sonra hapishaneye döndüğüm zaman aynı tezgâhtan geçmiş yurtseverlerle tek tek
konuştum. Onlara da kaldığı odaların krokilerini çizdirdim. Elimizde birkaç yüz tane
oda krokisi toplandı. Oda krokilerini birbirine çakıştırdık. Tespit ettiğim mesafeleri
tuvalete şu kadar sorgu odasına şu kadar, teyp odasına şu kadar, üçüncü kata şu
kadar diye tek tek bölümlere ayırdım. Ve hatta hatta tuvalette bulunan fayansların
cinsine adetine kadar tespit ettim. Mahkemeye çıktığım vakit, bu köşkte bir tespit
yapılmasını istedim: 8 Haziran 1973. Daha sonra dosyadan öğreniyorum ki, benim
tutuklanmama MİT emir vermiş. Sıkıyönetim Komutanlığı'na, İstanbul MİT Daire
Başkanı Turan Deniz imzasıyla, tutuklanacak şahıslarla ilgili yazılıyor. MİT idari bir
organdır, tutuklama emri veremez. Devlet orada açığa çıkıyor. Zaten o tarihte MİT,
Sıkıyönetim Komutanının emrindedir. Sıkıyönetim komutanına tutuklama emri
veremez. Dahası MİT sorgulama yapamaz. 'Talat Turhan'ı alın getirin, biz sor-
gulayacağız' diyor. MİT'in sorguladığı ortaya çıkıyor. MİT beni Türkiye'deki anarşinin
planlayıcısı olmakla itham ediyor. Bir de Cunta faaliyeti içinde bulunduğumu iddia
ediyor. Sözünü ettiğim bu dilekçede, bütün bunların araştırılmasını istedim, savcının
yalan söylediğini, çünkü7 savcının dediği gibi poliste değil MİT'te sorgulandığımı,
ifade ettim ve bu krokiye göre araştırma talebinde bulundum. Tabii o zaman
duyarsızlık vardı, toplumsal mekanizmalar işlemiyordu, yargı işlemiyordu, polis
işlemiyordu, MİT işlemiyordu. Bugün işliyor mu işlemiyor mu, bunu da bilemiyorum.
Bunun çabası içinde bulundum, mahkeme duvar gibi kaldı karşımda. Oysa olay o
kadar basit değil, kişisel bir olay da değil Polis MİT'e paravanlık yapıyor. MİT’in aldığı
karara polis imza koyuyor, polis tertibin içerisinde, MİT tertibin içerisinde, MİT'i
yüreklendiren kumandanlar tertibin içerisinde. Bu olayda devlet karşımda tamamen
yasadışı bir duruma düşmüş, fakat yanıt yok. Bu kadarıyla da iktifa etmedim, dört gün
sonra, o zaman dilekçe vermek çok büyük bir yürek istiyordu, 12 Haziran 1973 günü
mahkemeye yeni bir dilekçe vererek, bir gizli örgütün Türkiye'nin kaderine
hükmettiğini, işkence yaptığını belirterek, bunlar hakkında bir Parlamento Komisyonu
kurulması talebinde bulundum. Başbakanlığı, Genelkurmay Başkanlığını ve Kara
Kuvvetleri Komutanlığını muhatap aldım. Bunlardan da hiçbir ses çıkmadı. O zaman
Başbakan Naim Talu idi, şu anda benim için suçlu sandalyesinde oturmaktadır.
Çünkü bir iddia varsa, o iddianın tahkik edilmesi gerekir. Dolayısıyla ben bir gizli
örgütün varlığını yaşayarak, duyumsayarak öğrendim. Ve bunun ortaya çıkarılması
için devletin yasal kuruluşlarından talepte bulundum, bu gayet doğal bir hakkımdı.
Bugün, 17 yıl sonra bile bir parlamento araştırmasından söz edilmesi karşısında ciddi
bir üzüntü duymaktayım. Kimsenin böyle gizli kapaklı işleri 17 yıl saklamaya, demok-
ratik bir ülkede hakkı olmaması gerekir. Şimdi bu örgüt MİT miydi, polis miydi ya da
sağcı militanlardan mı oluşuyordu, subaylardan veya Özel Savaş Dairesi'nin
adamlarından mı kurulmuştu yoksa Seferberlik Tetkik Kurulunun adamlarından mı,
bunları bilemiyorum, onlar kendi adlarına Kontrgerilla örgütü diyorlardı. Yani,
Türkiye'de Kontrgerilla örgütünü, orada işkence yapan insanlar açığa çıkarttılar ve bu
deyim benimsendi. Daha sonra iki yıl idamla yargılandıktan sonra serbest bırakıldım.
Affı kabul etmedim bu pislik ortaya dökülsün diye. Ama senin davan bitti diyerek olayı
örtbas ettiler, işi bitirdiler. Yani kendi ayıplarını örtbas ettiler. Ben de Silahlı
Kuvvetlerden geliyorum. Karşımda gördüğüm subayla hiçbir ortak niteliğim yok, aynı
kariyerden gelen insanlarda belirli bir ortak nitelik olması gerekirdi. Bu ocağı kim
bozdu diye araştırmaya giriştim. 1974 yılında 21 Mayıs'ta hapishaneden çıktım,
benden sonra yayınlanan tüm askeri yapıtları taradım. Uzmanlığım böyle başladı,
hiçbir iddiam yok, hiç kimseyle yarışmak iddiasında değilim. Kamuoyu en güzel ha-
kemdir, ben burada bildiklerimi söylüyorum. Aksi tezi olanlar da bildiklerini söylerler,
kamuoyu gerçeği öğrenir. Bütün askeri literatürü taradığım zaman üç belge dikkatimi
çekti. Tabii bunlardan bir tanesi ST 31–15, Silahlı Kuvvetlerin resmi talimnamesi.
1965 yılında zamanın Kara Kuvvetleri Komutanı Ali Keskiner imzasıyla yayınlanmış.
Ben 1964 yılında emekliye ayrıldım. Bilgim dışında olması doğal. Başka bir kitap,
Ayaklanmaları Bastırma Harekatı, Genelkurmay 1965 basımı, Üçüncü yapıt da,
bunların paralelinde Amerika'dan getirttiğim, yanıma almadım ne olur ne olmaz
başına bir iş gelir diye, FM 31-16 Amerikan Resmi Talimnamesi. Bu üç belge, benim
bir bilince, bir sonuca varmama yetti. Tahliye olduktan sonra bir yıl boyunca, 3
sekreterle birlikte neredeyse evden hiç çıkmamacasına, iki yıl hapishanede günde 8
saat çalışmıştım, 4500 sayfalık bir savunma hazırlayarak Türkiye'ye bu ihaneti
örenlerin tertiplerini ortaya döktüm. Ve bu savunmayı tarihe tevdi ettim. Yayınlanmış
kısım eldeki dokümanların onda biri bile değildir. Şimdi halen Türkiye'de bazı kişiler
Kontrgerilla lafını ağza almaktan korkuyorlar. Onlar suçluluğun telaşı içindeler. Bu
Amerikan belgeleri olduğu sürece, bunun yandaşı belgeler elimizde olduğu sürece bu
olayın yadsınması mümkün değildir.
A.Köymen: Peki Sayın Turhan, sizin metninizde ki sırayı hiç bozmadan söyleşiyi
devam ettirmek için şöyle bir şey sormak istiyorum: Sizin çeşitli belgelere dayanarak
ve yaşayarak varlığını iddia ettiğiniz bu örgüt, acaba Türkiye'de ne tür aşamalar
geçirdi, nasıl bir sürecin içerisinde yer aldı, isminden tutun örgütlenmesine kadar,
takındığı tavırlara kadar nasıl bir süreç yaşadı? Bunun tarihini acaba bize kısaca
aktarmanız mümkün mü?
T.Turhan: Tabii efendim. Türkiye'de, biliyorsunuz, beş altı kez Kontrgerilla
tartışmaları alevlendi söndü. Bugün de aynı durumdayız. Bu konunun gündeme
gelmesi Gladio'nun Türkiye'ye yansıması ile başladı. Daha sonra Batı'nın benim
üzerime düşmesiyle tekrar Avrupa'ya yansıdı, oradan da buraya yansıdı. Böyle bir
dalgalanma içerisinde. Mesela bir saat BBC benimle röportaj yaptı. İki saat İsveç
televizyonu evde çekim ve röportaj yaptı. Alman WDR radyosu iki saat benimle
görüştü. Alman Tageszeitung gazetesi iki saat röportaj yaptı, yayınladı. Der Spiegel
ismimden bahsetti. Dolayısıyla olay, dışarıdan içeriye geldiği için ben bugün rahat
konuşabiliyorum. Şimdi bu tartışma, tabii ne kadar küllenmeye bırakılırsa bırakılsın
gene de iyi olmuştur. Zaten demokrasi de tartışma rejimidir. Bu örgütün kuruluş
tarihini, ben dahil, hiç kimse bilmiyordu. Yalnız NATO'ya girişimizden sonra kuruldu
diye tahmin ediliyordu. Çok yakında yapılmış olan bir brifingde, örgütün 1952 yılının
Eylül ayında kurulduğu ifade edildi. Bizim NATO'ya girişimiz de 4 Nisan 1952'dir.
Demek ki NATO'ya girişte, bu örgüt, adına ne derseniz diyelim kurulmuştur. Batı'ya
baktığımız zaman da, bütün NATO ülkelerinde ve NATO dışı ülkelerde, İsviçre ve
İsveç gibi, bu örgütün benzeri kuruluşlara rastlıyoruz. İtalya'da çok somut olarak
ortaya çıktı ki, Gladio denilen bu Yeraltı Örgütü İtalya'yı kasıp kavuran faşist terörün
teşvikçisi, destekçisi, yaratıcısı ve uygulayıcısıdır. Durum böyle olunca, bir başka
ülkede benzeri bir Yeraltı Örgütü varsa ve o ülkede faili meçhul cinayetler, faili
meçhul olaylar, toplumsal provokasyonlar, sahte operasyonlar oluyorsa neden bu
konularda kuşkulanmak hakkını kendimizde bulmayalım? Ben bu kuşkuyu
duyuyorum. Görüyorum ki, toplumun aydın kesimi, Amerikan emperyalizmine angaje
olmamış kesimi benim gibi düşünüyor. Onun için çok mutlu sayıyorum kendimi. Şimdi
bu demin sözünü ettiğim talimnameye baktığımız zaman bir yeraltı şeması
görüyoruz. Devletin Resmi Talimnamesi, bir de Yerüstü Örgütü şeması çiziyor. Özel
Savaş Dairesi, yasal sınırlar içerisinde çalışıyorsa, büyük bir iftiharla onu destekleriz,
ondan yana oluruz. Tüm kurumların yasadışı çalışmaması isteğimizi tekrarlıyoruz,
yasa içinde çalışan kurumlara bir diyeceğimiz yok.

GİZLİ NATO ÖRGÜTÜ VE TERÖR

Gladio olayı 16 Ekim 1990 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yer alan Nilgün
Cerrahoğlu'nun haberiyle ülkemize yansıdı. Avrupa'da sorun siyasi gündemin birinci
maddesi olma özelliğini korurken, ülkemizde bugüne kadar olageldiği gibi sorun
buzdolabına kondu. Bu haliyle iktidarın tavrı, var olan kuşkulan daha da
güçlendirmektir.
Kontrgerilla var mıdır, yok mudur tartışmasında ülkemizde devlet adamları,
politikacılar ve askerler üç tavır içinde yer aldılar:
1. grupta: Böyle bir gizli örgütlenmenin varlığını kabul edenler.
2. grupta: Yadsıyanlar
3. grupta: Tevil yoluna sapanlar bulunmaktadır.
Bunların içerisinde kanımıza göre en tehlikeli olanlar bu gizli örgütlerin varlığından
haberdar oldukları halde, inkâr yolunu yeğleyenlerdir. Örnek vermek gerekirse Faik
Türün, Turgut Sunalp ve Alpaslan Türkeş sayılabilir. Bu üç kişinin Türkiye'deki
antikomünist örgütlenmede etkin rol aldıklarını hiç bir zaman göz ardı etmememiz
gerekir.
Özellikle Türün ve Sunalp 1950'li yıllarda Kore'de Amerikan emperyalistlerinin
temsilcileri ile dirsek temasına geçmişlerdir. Benimsedikleri Amerikan hayranlığının
kendilerine sağladığı olanak ve rütbelerle, 1970'li yıllarda Ziverbey İşkence
Köşkü'nde binlerce yurtseveri baskı ve zulmün hedefi yapmışlardır. Şimdi,
Kontrgerilla yoktur diyenlerin yalan söylediklerini kesinlikle kanıtlayıp, eğer utanırlarsa
onların suratlarına gerçeğin tokatını vurmak istiyorum. Kontrgerilla'yı yadsıyanların
başında gelen Turgut Sunalp böyle bir terimin mevcut olmadığını ve bu terimin bir
espri olduğunu, fakat bu yakıştırmanın bazı mihrakların işine geldiğini söylemektedir.
Oysaki; Encyclopedia Britannica'ya bakıldığında bu terime rastlanacağı gibi, konuyla
ilgili daha ayrıntılı bilgiyi Encyclopedia Americana'da da bulmaktayız.
Kontrgerilla savaşı, bazı savların tersine sırf askerleri değil, sivil halk ve yönetime
ilişkin kavramları da içermekte, toplumun bütün kesimlerini derinden etkilemektedir.
Özellikle Kontrgerilla savaşının politik, psikolojik ve Sosyo-ekonomik programlan ve
yeni örgütlenmeler ile pasifize yöntemleri içermesi üzerine dikkatlerinizi çekmek
isterim. Bu arada tüm bu yöntemlerin Amerikan emperyalizminin çıkarma,
Hostcountry’ya da Ev Sahibi Ülke diye tanımlanan ABD ile ilişkiye geçmiş ülke
halklarının aleyhine işlediğini vurgulayarak belirtmek isterim.
Bu konularda, ilgili ve yetkili kişilerce yapılan bazı açıklamalar ile olayın sivil
boyutunun göz ardı edilerek, askersel yönünün ön plana çıkartılması taktiğinin
nedenlerinin de bulunmasını, dikkatli gözlemlerinize terk ediyorum.
Ulusal bağımsızlık savaşı vererek ve Sivas Kongresi'nden buyana Amerikan
mandacılığına karşı çıkarak, onurlu uluslar arasına katılan Atatürk'ün Cumhuriyetini,
Amerikan mandasının güdümüne terk etmeye kimsenin gücü yetmeyecektir. Dünya
komünizminin geri çekilmesi karşısında NATO ve bazı Avrupa ülkelerinde düzenli bir
şekilde örgütlü antikomünist yeraltı ve yerüstü örgütleri ve çıkarlarını böyle bir
bütünleşmede gören siyasi iktidarlar için yeni bir durum değerlendirmesi yapmanın
zamanı geçmek üzeredir. Şimdi izin verirseniz Amerikan emperyalistlerinin
görüşlerinden bazı örnekler vermek istiyorum.
Rockefeller'in Eisenhower’a mektubu:
"... ABD ile işbirliğine hazır yerli işadamlarına yardım arttırılmalı ve böylece bu
işadamlarının ilgili ülke ekonomisinin kilit noktalarını ele geçirmeleri, buna dayanarak
politik etkilerinin artması sağlanmalıdır."
Rockefeller'in bu önerisinin Türkiye'de ABD'nin en tehlikeli casusluk örgütü olan AID
tarafından ne şekilde uygulamaya konulduğunu ileride açıklamaya çalışacağım.
Rockefeller'dan çok yıllar önce ABD'li senatör Albert J.Beueridge: "... Dünya ticareti
bizim olmalı ve olacaktır. Ticaret karakollarımızın çevresinde bizim bayrağımızı
dalgalandıran ve bizimle ticaret yapan, kendi hükümetlerine sahip büyük sömürgeler
kurulacak, kurumlarımız ticaretin kanatları altında bayrağımızı izleyecektir" diyor.
Bu görüşler çerçevesinde ABD Savunma Bakanı Mc Namara 1967de: " askeri
yardımlarımızın asıl amacı, azgelişmiş ülke askerlerini ABD ideolojisine göre
yetiştirmek ve onlardan gelecekte gerektiğinde o ülke yönetiminde yararlanmaktır"
demekte ve ABD'de eğitim gören subayların, biraz önce adından söz ettiğimiz AID
programı çerçevesinde eğitildiklerini ifade etmektedir.
Bunun gibi, Kore Askeri Danışman Grup Komutanı Tuğgeneral W.L. Roberts'in
(1950) görüşlerini yukarıdaki anlayış çerçevesinde bireysel olarak algılamamamız
gerekmektedir.
General diyor ki:
"Komutanı bulunduğum 500 kişilik savaşta pişmiş askerlerden oluşan grup, bizim
adımıza kurşun atacak 100 bin kişinin nasıl savaşa hazırlanacağını kanıtlamıştır...
Kore'de Amerikan vergi yükümlüsünün bu ülkedeki yatırımlarının bekçi köpeği olan
bir yerli ordu bulunmaktadır. Ve bu kuvvet en az gider ile en çok sonucun nasıl
alınabileceğini pek güzel örneklemektedir." Ve nihayet ABD Kara Kuvvetleri Bilimsel
Araştırma Daire Başkanı bir gazeteye "Birleşik Amerika solcu rejim ve hükümetleri
devirmek için yerli kuvvetleri komandocu-partizan metotlarına göre eğitmeli ve gerekli
silah, malzeme ile donatmalıdır" derken benzer görüşler Mc Namara tarafından "Latin
Amerika'ya yaptığımız yardımlarda güttüğümüz temel amaç, gerekli olduğu yerlerde
polis ve diğer güvenlik kuvvetleri ile birlikte istenilen iç güvenliği sağlayacak ye-
tenekte askeri ve yan askeri güçlerin yetiştirilmesine yardımcı olacaktır" şeklinde
görüşünü açıklamaktadır.
Örnekleri çoğaltmamız olanaklı, ancak ABD yetkili kişilerinin açıklamaları, Kontrgerilla
savaşının sivil boyutunu projektör ile aydınlatacak kadar açıklık getirmiş bulunuyor.
ABD Ordusunun FM (Sahra Talimnamesi) 31–15 simgeli Gayrinizami Kuvvetlere
Karşı Harekat adlı talimnamesi ile FM 31–16 Countergerilla Operations adlı Amerikan
talimnamesi ve Genelkurmay'ın bastırdığı CIA ajanı David Galula'nın Ayaklanmaları
Bastırma Harekatları adlı yapıtı 1975 yılında İstanbul Sıkıyönetim Askeri
Mahkemesi'nde yapmış olduğum Savunmamın temel belgeleri olarak
değerlendirilmiş ve Türk kamuoyuna tarafımdan nakledilmiştir. Talimnameyi Savun-
mamda, eleştirmekle yetinmeyip, 1977 yılında haftalık 7 Gün Dergisinde İktidarların
Çeteleşmesi adlı bir yazıda ve 1989 yılında yayınladığım Doruk Operasyonu adlı
yapıtta ayrıntılarıyla eleştirmiş bulunuyorum.
Günümüzdeki tüm yadsımalara karşın, anılan talimnamede ACC simgesi ile
gösterilen örgütlenme biçimi, Kontrgerilla harekâtı, içerisinde, hükümet devirmenin de
bulunduğunu göstermektedir.
Kaldı ki yetkili kişiler yabancı basını izleselerdi, savlarımız doğrultusundaki yayınlara
da rastlayabilirlerdi. Örneğin savlarımızın Der Spiegel'in 19 Kasım 1990 tarihli
sayısında da yer aldığını görebilirlerdi.
Bu noktada bugüne kadar yayınlanmamış binlerce sayfalık yapıt ve yazılarımda
belirttiğim gibi, Kontrgerilla harekâtı içerisinde ülke düzenlerini gerektiğinde istikrarsız
hale getirmek (destabilize etmek) ve bu evreden sonra Amerikan yanlısı askeri
darbeleri gündeme getirmek bulunduğunu tok sesle bir daha vurgulamak isterim. Bu
arada kuramcıların deyimiyle istikrar harekâtı içerisinde, Amerikan istihbarat
örgütleriyle, Amerikan AID casusluk örgütünün bulunduğunu da ACC şemasına
bakarak kesinlikle iddia ediyorum. Soğuk Savaş'ın 2. Dünya Savaşı'nın bir ürünü
olduğu bilinmektedir. Bu arada Özel Savaş'ın da Soğuk Savaş'ın bir ürünü olduğunu
vurgulamak isterim. Özel Savaş'ı üç ana başlık halinde inceleyebiliriz: 1) Gayrinizamî
savaş ya da daha doğru deyimiyle kuraldışı savaş; 2) istikrar harekâtı; 3) Psikolojik
savaş.
Gayrinizamî savaş ise, gerilla harekâta, mukavemet harekatı, kaçma-kurtulma
harekatı olmak üzere üç bölüme ayrılmaktadır. Basında bildiğimiz kadarıyla, Özel
Savaş'ın askersel bölümünü oluşturan kuraldışı savaşa, Genelkurmay Brifinginde yer
verilip sine karşın, sorunun sivil boyutunu oluşturan istikrar harekâtı ile psikolojik
savaşa ilişkin sorular yanıtsız bırakılmıştır. Bu noktada destabilizasyon teorisine
girmek istiyorum: Türkiye'nin yakın tarihine göz attığımızda 12 Mart ve 12 Eylül
öncesinde terörün her boyutu araç edilerek toplumun istikrarsız hale getirilmeye
çalışıldığı, bu evreyi ABD yanlısı askeri darbelerin izlediği görülmektedir. Günümüzde
ise uzun süreden beri yaygın terör eylemleri ve siyasi cinayetlere sahne olunmakta
ve çoğunlukla bu tür eylemlerin suçlularının bulunmaması, kamuoyunda olası bir
askeri darbeyle çağrışım yapmışsa da, 27 Kasım 1990 tarihli Zaman gazetesinde ilk
kez açıkladığım gibi, Türkiye'nin şu dönemde olası sivil darbeler dönemine girdiği
kanısındayım. Bu noktada terörü yönlendirenler, seçilmiş hedefli terörden (selective
terrörism), ayrım yapmayan terör (indiscriminate terrör) safhasına geçebilirler ya da
geri çekilebilirler.
Buna karşılık CIA ajanı David Galula şunları söylemektedir:
"... ilk adım, şuursuz- terörizm: Şuursuz terörizmden maksat ayaklanma hareketleri
ve sebepleri için fazla alaka toplamak ve halkın dikkati bir defa çekildikten sonra gizli
olarak bulunan tarafları cezp etmektir...
ikinci adım, seçilmiş terörizm: Seçilmiş terörizm çarçabuk, şuursuz terörizmi takip
eder. Bundan maksat isyanı bastırmakla görevli olan tarafı halktan uzak tutmak, halkı
mücadeleye sokmak ve asgari olarak halkın pasif suç ortaklığını temin etmektir. Bu
da memleketin muhtelif yerlerinde bazı kimseleri, halka en yakın teması olan küçük
rütbeli hükümet memurlarını, polis, postacı, belediye reisi, belediye meclis azası ve
öğretmen gibi insanları öldürerek yapılır." 1975 yılından beri merak ediyorum. 1965'in
Genelkurmayı, teröre kuram oluşturan bir CIA ajanının önerilerine neden yer vermiştir
diye?
Gayrinizami savaş kavramına göz attığımızda, ST 31–15 GKKH talimnamesinde de
belirtildiği gibi, savaşı yürütecek iki tür örgütlenmeden söz edilmektedir. Bunlardan
birincisi komando birliklerinden oluşan yerüstü birlikleri, ikincisi köye kadar hücre tipi
örgütlenmiş, propaganda, istihbarat, sabotaj ve terör yapmakla görevlendirilmiş
yeraltı teşkilatıdır. Ve anılan talimatnamede gayrinizami faaliyetler arasında adam
öldürme, bombalama, silahlı soygunculuk, işkence, kötürüm hale getirme, adam
kaçırma yoluyla tedhiş, olayları tahrik, misilleme, rehinelerin alıkonulması gibi
yöntemlerden söz edilmektedir.
İtalya’da Gladio ya da Roma kılıcı, Yunanistan'da B–8 ya da Sheepskin, Belçika'da
SDRA–8, Hollanda'da NATO Command, Batı Almanya'da Gehlen Harekatı, Stay
Behind, Sword, Avusturya'da Schwert, Fransa'da Rüzgar Gülü, İngiltere'de Secret
British Network Revealed adı konulan bu yeraltı örgütlenmesinin Türkiye'deki adı
ilgilerince özenle saklanılmaktadır. Ancak kamuoyu adı "Kontrgerilla" olarak koymuş
bulunmaktadır.
Gerçekte 1973'lerde bana ve binlerce yurtsevere Ziverbey Köşkü'nde işkence
yapanlar kendilerine Kontrgerilla adını verdikleri için, bu cani çetesi ile ilgili deyim
kamuoyunca benimsenmiştir. Başta Silahlı Kuvvetler olmak üzere Türkiye'nin tüm ku-
rumlarına bizden daha fazla saygılı olma hakkını kimseye tanımıyoruz. Tüm
amacımız, yasadışı eylemleri ve örgütleri ile meşru kurumlan şaibe altına sokan
kişileri sergilemektir.
Ziverbey Köşkü'nde işkence yapanlar TSK’nin onuruyla oynadıkları için, tüm hayatımı
öne sürerek bu kişilerin iç yüzünün ortaya çıkarılmasını istiyorum. Bu amaçla,
gerekiyorsa, başta Bomba ve Sabotaj Davaları olmak üzere, 12 Mart davaları ile 12
Eylül davalarının uluslararası bir mahkeme tarafından incelenmesini istiyorum.
Ziverbey Köşkü'nde benden ve daha başka birçok kişiden, dönemin Genelkurmay
Başkanı olan Orgeneral Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur,
Donanma Komutanı ve Sıkıyönetim Komutan Yardımcısı Kemal Kayacan ve halen
Türk Silahlı Kuvvetleri'nde görevli bulunan iki orgeneral aleyhine ifadeler alınmıştır.
TSK, bu ihaneti düzenleyenlerden hesap sorarsa, bu kişilerin kirli işlerinden kendisini
arındırabilir. Biz işkenceyi bireysel bir olgu olarak kabul etmiyoruz, çünkü kanımıza
göre bireyin onuru toplumsal onurun bir parçasıdır. Yıllardan beri işkenceyle bu
anlayış içinde mücadele ediyoruz. Bunun gibi, Türkiye'de "devlet üzerinde devlet"
olgusunun ya da bazı çevrelerce yapılan "karanlık güçler" edebiyatının aydınlığa
kavuşturulmasını, ülkemizdeki demokrasi ile koşut görmekteyiz. Ve bu anlayışla 17
yıldan bu yana Türkiye'de gizli bu yeraltı örgütünün açığa çıkarılması için yasal kavga
veriyorum. Bu kavgada dış güçlerin sözcülüğünü yapanlar, ne denli yalan söylerse
söylesinler, kamuoyu tarafından daha şimdiden tarihin sanık sandalyesine oturtulmuş
bulunuyorlar.
Yeniden AID'ye dönelim. Biraz önce belirttiğim gibi AID 1) Amerikan yanlısı askeri
darbelerde yer almaktadır. 2) AID, Amerika'nın etki alanına giren ülkelerde özel
sektörü finanse etmekte ve işbirlikçi kapitalist yetiştirmektedir. AID Türkiye'de ve
azgelişmiş ülkelerde sarı sendikacılığı örgütlemekte ve finanse etmektedir. Türkiye
de AID Sınai Kalkınma Bankası'na ortak olarak bu işlevini yıllardan beri
sürdürmektedir. 3) AID Washington Uluslararası Polis Akademisi'ni yönetmekte ve
azgelişmiş ülke polis şeflerini anılan akademide indoktrine etmekte, Amerikan
doğrularını ulusal doğrularla koşut sayacak şekilde onların beyinlerini yıkamaktadır.
4) AID azgelişmiş ülkelerde toplu katliamlara kadar varan (Vietnam'da olduğu gibi)
"temizlik ve pasifikasyon harekatı" düzenleyerek olağanüstü dönemlerde
(sıkıyönetim, askeri darbe gibi) Amerikan çıkarlarına ters gelen yurtseverleri etkisiz
hale getirmektedir. 6) AID, bürokrasinin her iki kanadından seçtiği kişileri Amerika'da
özel eğitimden geçirmektedir.
Bu işlevlere sahip AID ile ülkemizin ne ilişkisi olduğu sorulabilir.
Yanıtlarsak, 1) AID yıllardan beri Türk özel sektörünü finanse etmektedir. Abramowitz
ile Ali Coşkun'un imzaladıkları anlaşmaya göre, AID'in, Türkiye'nin önde gelen özel
sektör örgütleri ile işbirliği yapacağı açıklanmıştır. (1)
Bu anlaşmadan yaklaşık bir hafta önce Ali Coşkun "Bu uzman kuruluşun bilgi
birikiminden yararlanacağını" (2) ifade etmiştir. 2) AID/ABD yanlısı askeri darbelerde
fiilen rol almaktadır. (3)
3) AID, azgelişmiş ülkelerin güvenlik örgütleri mensuplarına, özellikle polislerine,
adam öldürme yöntemleri öğretmektedir.
Söyleşinin bu noktasında Türk aydınının bir yol ayrımında olduğunu düşünüyorum.
Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyerek, bu ihanete araç mı olacaktır, yoksa
Atatürk'ün tam bağımsız, antikapitalist, antiemperyalist ulusal kurtuluşçu şiarlarına
sahip mi çıkacaktır?
Yanıtlamamız gereken ilk sorunun bu olduğunu düşünüyorum.
Sanırım, bu açıklamadan sonra devlet cinayet işler mi sorusuna yanıt aramamız
gerekecektir.
Geçen asra kadar iktidarların tarihi ile siyasi cinayetlerin tarihinin koşut olduğunu
görmekteyiz. Asrımızda demokrasiyi özümsemiş ülkelerde kuşkusuz devlet cinayet
işleyemez. Ancak Alman Nazizmi ile İtalyan Faşizmi ve onların istihbarat örgütlerine
baktığımızda (özellikle Gestapo), bunlarda cinayet işleme birimlerini görüyoruz. CIA
2. Dünya Savaşı'ndan sonra kurulmuş ve Gestapo deneyimlerinden büyük ölçüde
etkilenmiş bir istihbarat örgütü olduğu için, Kirli İşler Bölümü, 40 yıldan bu yana
cinayet işleyerek 3 milyon kişiyi öldürmüş, 54 milyon kişiyi sakat bırakmıştır (4).
CIA ile işbirliği halinde olan istihbarat örgütlerinin de aynı yöntemi benimsedikleri
kuşkusuzdur.
Bu kuşkulardan arınmanın tek yolu, siyasi cinayet, toplumsal provokasyon, sahte
operasyon ve kuşkulu eylemlerden oluşan 20 yıllık geçmişi de kapsayacak tarzda,
bütün gizli faaliyetlerin bir Meclis Araştırmasıyla aydınlığa kavuşturulmasıdır. Bu
görevin yapılması, demokrasimizin düze çıkarılmasına olanak sağlayabileceği gibi,
parlamento açısından da yaşamsal önemdedir.
Somut bir örnekle sözlerime son vermek istiyorum.
Atatürk'ün, Cumhuriyeti emanet ettiği Türk gençliğine ilk kurşun, benim
saptamalarıma göre, 23 Eylül 1969 tarihinde Taylan Özgür'e, biri polis, biri subay
olmak üzere iki kişi tarafından atılmıştır. Yani devlet cinayet işlemiştir. Kuşkusuz
olayın tüm kanıtlarını benim bulmamı kimse benden bekleyemez. İçişleri Bakanı
olduğunda H.Fehmi Güneş'e bu polis ve subayın adını bildirdim. Bu noktadan sonra
kanıt bulma işinin devlete ait olması gerekirdi. Güneş'in İçişleri Bakanlığı döneminde
bile "devlet üzerindeki devlet" aşılamadığı için, o dönemin ilk cinayeti gizini hala
korumaktadır. Ancak ne yazık ki, o tarihte tetik çeken subay daha üst rütbelere
ulaşmış, yetkilerle donatılmıştır.
Şimdi soruyorum. Yaşamın pahasına sürdürdüğüm bu çabalarım, güvenlik
örgütlerimizin temize çıkmasına mı hizmet ediyor, yoksa onları suçlamaya mı?
DÖRDÜNCÜ BÖLÜMÜN DİPNOTLARI
(1) Cumhuriyet, 11 Ağustos 1989
(2) Cumhuriyet, 2 Ağustos 1989
(3) Bkz. Doruk operasyonu, Talat Turhan, Sorun Yayınlan, 1989 ACC Şeması
(4) Cumhuriyet ve Güneş gazeteleri, 30 Ocak 1986

BEŞİNCİ BÖLÜM

İnsan Hakları Derneği Adana Şubesi'nin davetlisi olarak 16 Aralık 1990 tarihinde
Adana'da 'Kontrgerilla' konusunda bir konferans verdim.
Bu bölümde, Adana Konferansında anlattıklarımı aktarıyorum.
Konferansın sonunda, Aykut Adanalı, Ayvaz Karadeniz, Cengiz Demirci, Elif Tuncer,
Mehmet Ateş, Mehmet Coşkun, Mehmet Sadi, Kadir Güneşhan, Kemal Tuğlu, Sefer
Akgün, Sinan Okan, Tufan Gök, Yener Türkmen'in konuyla ilgili sorularını yanıtladım.
Konferansın düzenlenmesinde öncülük yapan, ÎHD Adana Şubesi Başkanı Av. Elif
Tuncer'i daha sonra bir trafik kazasında kaybettik. Anısını yaşatmak istiyorum.
KONTRGERİLLA GERÇEĞİ

Sevgili Adanalılar, İnsan Hakları Derneği'nin değerli üyeleri ve seçkin konuklar,


hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Ülkemizde 1973 yılından beri Kontrgerilla tartışılmaktadır. Bu tartışmaların
sonuncusu da geçtiğimiz günlerde yapıldı. Ancak, bazı çevrelerce her zaman olduğu
gibi örtbas edilip yeniden 'deep-freeze'e konuldu. Parlamento sorunu ancak bir yıl
sonra görüşebilecek...
27 Ekim 1990 günlü Cumhuriyet gazetesinde yer alan Nilgün Cerrahoğlu'nun küçük
bir haberinde, İtalya'da Gladio adlı NATO'ya bağlı gizli bir yeraltı örgütünün varlığının
ortaya çıkarıldığı açıklandı. Daha sonra, bu örgütün İtalya'daki faili meçhul terör
olaylarında parmağı bulunduğu anlaşılınca, sorun bir anda bütün NATO ülkelerine ve
hatta Avusturya, İsveç, İsviçre gibi NATO dışı ülkelere de yansıdı.
İtalya'da Gladio (Roma Kılıcı) olan bu örgütün adının, Almanya'da Gehlen Harekatı,
Stay Behind, Sword; Fransa'da Rüzgar Gülü; İngiltere'de Secret British Netvvork
Revealed; Belçika'da SDRA–8; Hollanda'da NATO-Command; Avusturya'da Schwert;
Yunanistan'da B–8, Sheepskin (Koyun Postu), olduğu basında açıklandı.
Bu arada Belçika Savunma Bakanı Guy Goemes, sözü edilen NATO örgütünün
"Yeraltı Müttefik Komitesi" adıyla tüm NATO ülkelerinde örgütlendiğini belirtti. Belçika
ordusu İstihbarat Daire Başkanı General Raymond Van Calster'in NATO
çerçevesinde Gladio'nun dönem başkanlığını yaptığı da açıklandı.
Bilindiği gibi, Türkiye bir NATO ülkesidir. Bu nedenle ülkemizin, NATO topluluğu
içerisinde bulunduğu anlaşılan yeraltı örgütlenmelerinin dışında kaldığını
düşünemeyiz.
Süper NATO adı ile de anılan bu tür yeraltı örgütlerinin kuruluş amacının, aslında
ülke işgal edildiğinde düşmana karşı yeraltında yürütülecek başkaldırıyı düzenlemek
olduğu bilinmektedir.
Oysa anılan örgüt, İtalya örneğinde kesinlikle ortaya çıktığı gibi, büyük boyutlu terör
olaylarında da kullanılabilmektedir.
Kuşkusuz düşman tarafından işgal edilen bir ülkenin kurtarılması kutsal bir amaçtır.
Kurtuluş savaşımızda işgalcilere karşı direnişi örgütleyen MM Grubu'na, Antep,
Maraş halkına, Batı'daki efelere ve bu amaçla değişik yörelerde örgütlenen çetelere
hiç karşı çıkıldığını gördünüz mü?
O halde aynı amaçla kurulduğu iddia edilen bu tür örgütlere, NATO ülkeleri ve Batı
ülkeleri kamuoyu neden karşı çıkmaktadır?
İtalya örneğinde de kesinlikle ortaya çıktığı gibi, bu tür yeraltı örgütleri yapısı gereği
kötüye kullanıldığında, "Devlet Üstünde Devlet" ya da sıkça kullanılan deyimi ile
"Karanlık Güç" olabilmektedirler.
Sorunun daha önemli boyutunu "düşman" kavramının çarpıtılması oluşturmakadır.
Bilindiği gibi düne kadar NATO ülkelerinin düşmanı, komünist ideoloji ve bunu
benimseyen komünistlerdi.. Doğal olarak da Gladio türü yeraltı örgütleri, işgalci
komünistleri ülkeden kovmak için kurulmuşlardır. Bu anlayışla bazı NATO
ülkelerinde, özellikle Türkiye'de 12 Mart darbesinden bu yana, iç ve dış düşman
kavramını koşut sayan bir anlayış ilgililerce benimsenmiş ve uygulamaya
konulmuştur.
Amerikan uşağı olmayı milliyetçilik sayan bazı satılmış yöneticiler, "ben komünizm ve
komünistlerle mücadele ediyorum, bu nedenle dıştaki komünist ne kadar benim
düşmanımsa, içerideki de aynı ölçüde düşmanımdır" anlayışını benimsediler. Daha
doğrusu, yabancı istihbarat örgütlerince antikomünist olarak indoktirine edilen bu
kişiler, bu anlayışa yönlendirildiler.
Kendi sübjekif ölçütleri içerisinde dış ve iç istihbarat örgütlerinin işbirliği ile fişlenenler
(komünistler, sosyal demokratlar, düzene karşı sayılanlar ), iç düşman sayılmakta ve
olağanüstü dönemlerde -/sıkıyönetim, askeri darbe, olağanüstü hal- güvenlik örgütleri
ve yargı kanalları kullanılarak etkisiz hale getirilmeye çalışılmaktadır.
12 Mart darbesi öncesinden günümüze değin aralıksız süregelmekte olan düzenli
işkence örgütleri, sıkıyönetim askeri mahkemeleri ve DGM'ler hep bu anlayışa hizmet
için kuruldu. Onların adaletle ilgileri yoktu. Bağlı oldukları mihraklara maşalık
yapıyorlar, karşılığını makam, rütbe ve para olarak alıyorlardı. Kuşkusuz tepedekilerin
bu ihanetin bilinçli bir aracı olmalarına karşın, onların hiyerarşisinde bulunan
bürokrasinin her iki kanadından insanlar da "emir kumanda zinciri içerinde" bu suça
bilinçsizce katılıyorlardı. Emperyalist ülkeler yürütülen faaliyete "Temizlik Harekatı"
adını vererek işi kuramlaştırmalardı. Yerli maşaların görevi bu amaca hizmet etmek
idi.
Bu görevi en iyi yapmanın yolu bir yandan komünist tehlikesini abartmak, öte yandan
da komünistlerin sayısını çoğaltmaktan geçiyordu. Güvenlik ve istihbarat örgütlerinin
ABD'de yetiştirilen elemanlarının, bu amaca hizmet etmeleri doğal sayılıyordu. Bu
kadarı ile de yetinmeksizin, Gladio türü yeraltı örgütleri kullanılmak suretiyle sahte ve
gerçek operasyonlar düzenlenerek kamuoyu dehşete düşürülüyordu. Toplumda
komünizm tehlikesinin büyüklüğü hakkında bir imaj yaratılıyor ve bundan yarar-
lanılıyordu. 1 Mayıs 1977 Katliamı, Kanlı Pazar Katliamı, Kültür Sarayı Yangını,
Marmara Gemisi Yangını, Eminönü Arabalı Vapuruna Sabotaj, yapımı
tamamlanmamış Boğaz Köprüsü'nü havaya uçurma tasarısı gibi olay ve savlar hep
bu amaçla kullanıldı.
Bu olayları kasıtlı olarak yönlendiren veya gerçeği saptırarak sola mal etme taktiğini
güdenler, kamuoyundaki dehşet ve şaşkınlık duygusunu da sömürerek, emperyalist
güçlerin isteği doğrultusundaki baskı yasalarını kolaylıkla çıkarabildikleri gibi, yargı
üzerinde de baskı oluşturabiliyorlardı.
Ülkemizde yıllardan bu yana sürdürülen devrimci, solcu, sosyal demokrat, demokrat,
ilerici ve hatta Atatürkçü avı bu anlayışın sonucu sahneye konulduğu gibi, CHP'yi de
bu görüşün yandaşları kapattılar. Emperyalist güçler ve onların işbirlikçilerinin
anlayışına göre, özellikle 1960 yılından bu yana Türkiye'de solun dolayısıyla
komünizmin gelişmesine CHP yataklık yapmıştı. Öyle ise kapatılmalıydı. Bunun gibi,
aynı anlayışla 1961 Anayasası suçlu sandalyesine oturtuldu. 12 Mart 1971 darbesi
sonrasında Anayasada değişiklikler yapıldı.
Ancak toplum özgürlükleri tadınca, insanların elinden bu hakları geri almak pek kolay
olmuyor. Bugün burada konuşabiliyorsam, bunun 1961 Anayasası'nda yer alan bazı
toplumsal hak ve özgürlüklerin, 1982 Anayasası'na zorunlu olarak yansıtılmasına
borçlu olduğumun bilinci içinde bulunuyorum. Kuşkusuz bazı hak ve özgürlüklerin
kırıntılarının 1982 Anayasası'na yansıtılmasında, demokrat kamuoyunun oluşturduğu
potansiyel güç kadar, Batı kamuoyu ve örgütleriyle olan bağlantılarımızın da büyük
katkısı olmuştur. Avrupa Konseyi içinde kalmayı yeğleyen bir yönetimin, bu
bağlantıdan doğan yükümlülükleri göz ardı edemeyeceği gibi, BM üyesi olmaktan,
Helsinki Nihai Senedi, AGİK vb gibi belgeleri imzalamaktan doğan yükümlülükleri de
zorunlu olarak Anayasa'ya yansıtması gerekiyordu.
Yaşayarak gördük ve algıladık ki, ne anayasaların mükemmel oluşlarıyla ne de
değiştirilmeleriyle istenilen sonuç alınamıyordu. Önemli olan uygulama idi. Bir ülkede
eğer bir tek işkence olayı oluyor, ama buna karşı toplumun tüm katmanları tepki
gösteremiyorsa, o ülkede demokrasi, anayasa, hak, hukuktan söz etmek ancak bir
fantezi sayılabilir. Aslında soru daha boyutlu: ABD bağlantılı yeraltı örgütleri
tarafından sabotaj, terör, adam öldürmeye kadar varan bir dizi uygulama sahneye
konuyorsa, kuşkusuz hiçbir güvencemizin kalmadığını düşünebiliriz.
Düne kadar ABD emperyalizminin sömürüsüne karşı çıkanları, ulusal değerlerimizi
özenle koruyan, tam bağımsızlığı ve ulusal kurtuluşçuluğu savunanları, ABD güdümü
bir propagandanın etkisiyle, komünist diye suçlayarak cezaevlerine doldurmayı
başardılar.
Günümüzde komünizm tehlikesi kalmadığına, yani düşman ortadan kalktığına göre,
komünizme karşı örgütlenen Gladio türü yeraltı örgütlerinin bundan sonraki işlevleri
ne olacaktır?
Birçok NATO ülkesi, anılan örgütlerin kapatıldığını ya da kapatılacağını açıklamıştır.
Bu bağlamda ülkemizin jeopolitik ve jeostratejik konumundan kaynaklanan sorunlar
bulunabilir. Ancak dün nasıl komünizm ve antikomünizm kavramları ABD’nin çıkarları
yönünde örgütlenmiş ise, günümüzde de aynı gücün yeni bir düşman kavramını aynı
anlayışla benimseme çabasına girdiğini görmekteyiz. Günümüzde ABD
emperyalizmi, düşman olarak kendisine İslam Radikalizmini seçmiştir. Ülkemizde
ABD yandaşlarından oluşan geniş bir örgütlenmenin ve bunun oluşturduğu tabanın
desteğinden yararlanılarak, Türkiye emperyalist çıkarlar doğrultusunda kullanılmak
istenmektedir. Körfez Bunalımı'nın bizi ilgilendiren yanı bu olmalıdır. Dünya Jandar-
malığını üstlenen ABD'nin bizden taşeron gibi yararlanma özlemine tüm gücümüzle
karşı çıkmalı, sorunları ulusal çıkarlarımız bağlamında algılamak alışkanlığına
kavuşmalıyız Kanımızca ülkemizin gelecekteki gündeminin yaşamsal sorunlarında
biri, belki de en önemlisi budur.
Yıllardan bu yana oluşturulan antikomünist cephe bir zamanlar kendilerini Milliyetçi
Cephe olarak tanımlıyorlardı sorunlarımızın, ulusal bilinç düzeyinde ele alınmasını
engelledi. Değişen dünya koşulları içinde, ulusal çıkarlarımıza tam anlayışla sahip
çıkmak yükümlülüğü altında bulunduğumuzu asla hatırımızdan çıkarmamamız
gerektiğine inanıyorum.
ABD çıkarlarına koşut olarak yıllardan beri oluşturulan antikomünist cephenin seçkin
işbirlikçilerinin; iktidarın, bürokrasinin, güvenlik ve istihbarat örgütlerinin kilit
noktalarında etkin konumda bulunduklarını, bundan sonra da onların ABD
emperyalizmi ve onun yandaşlarının önlerine koyacağı yeni anlayış ve doktrinlere
bekçi köpeği sadakatiyle itaat edeceklerini asla unutmayalım." Gaflet, dalalet ve hatta
hıyanet içinde" bulunan bu örgütlü cephenin gücünü küçümsememeliyiz.
ABD yanlısı iktidarlar, onların baş destekçisi işbirlikçi sermayeyi oluşturan sanayi ve
ticaret burjuvazisi, bürokrasinin her iki kanadının lideri düzeyinde bulunanlardan
seçilmiş kişiler, ABD'de eğitilenler arasından angaje edilenler, Green Card (Yeşil
Kart) sahiplerinin çoğunluğu, san sendikacı liderler ve bunların yeraltı ve yerüstü
örgütleri, paramiliter örgütlerin tümü bu cephede yer almış bulunmaktadır.
Bizler ABD emperyalizmi ve onların yandaşlarınca benimsetilmeye çalışılan yeni
düşman kavramına itibar etmeksizin, kendi doğrularımızı ulusal çıkarlarımız
bağlamında gözden geçirmek göreviyle karşı karşıya bulunuyoruz.
Gladio türü yeraltı örgütlerinin yöntemlerine ilişkin kuramlar, ABD'nin resmi
talimnameleri olan "Field Manuel" de (Sahra Talimnamesi) saptanmış olup, bu alanda
çalışacak personelin yetiştirilmesi ABD ve Batı Almanya'da bu amaçla kurulmuş olan
eğitim merkezlerinde ve okullarında yapılmaktadır. Bunun yanında, anılan yeraltı
örgütünün tüm finansmanının da ABD tarafından karşılandığı en yetkili kişiler
tarafından açıklanmıştır. Bu olgu, kanımızca bağımsızlığımıza indirilmiş en büyük
darbe sayılabilir. Emperyalist bir ülkenin tüm gücü tarafından her yönden desteklenen
bir örgütün, gerektiğinde Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı düzenleyeceğini kim iddia
edebilir? Belki bir Kurtuluş Savaşı gerçekleştirebilirler, ancak bu eylemin
ulusallığından kimse söz edemez. Bu kurtuluş emperyalist güçlerin isteğine uygun bir
çözümü beraberinde getirir, ki bu durum, bize göre aslında bağımlı hale getirilmiş bir
ülkeyi daha da bağımlı duruma düşürür.
Ulusal Kurtuluş Savaşları ile emperyalistlerin önerdiği anlamda Kurtuluş Savaşı
arasında bulunan mutlak karşıtlığı göz ardı edemeyiz. Kurtuluş savaşlarını "barutun
icadından sonra bulunan en tehlikeli silah" olarak tanımlayan emperyalist güçler, anti-
komünizm kampanyalarını, bütün dünyada bu amaca yönelik olarak örgütlemişlerdir.
Bu nedenle Gladio rezaletinden sonra ABD emperyalizminin güdümündeki bu tür
örgütlenmeleri kuşku ile karşılamak, tüm yurtseverlerin en doğal hakkıdır.
Tüm NATO ülkelerini kapsayan bir sorundan Türkiye'yi soyutlamak olası değildir.
Gladio soruşturması ile daha bugünden ortaya çıkan gerçekler ve ülkemizde
geçmişte meydana gelen olayların bir türlü mahiyeti anlaşılamayan koşutluğu,
kuşkularımızı daha da yoğunlaştırmış bulunmaktadır.
Seferberlik Tetkik Kurulu, Özel Harp Dairesi gibi kurumlar ve Kontrgerilla gibi
kavramlar gerçek anlamlarıyla ve çarpıtılmış şekliyle Gladio olayı nedeniyle yeniden
ülkenin gündemine girdi ve tartışıldı. Yetkili örgüt temsilcileri ve politikacılar
görüşlerini açıkladılar. Bugün, beni konuşmacı olarak seçerek onurlandırmanız da
gösteriyor ki, yapılan açıklamalar kamuoyunu doyurmamıştır.
Gerçekler ancak bir Meclis Araştırmasıyla, belki aydınlanabilir. Bu anlayışla 17 yıl
önce Selimiye Askeri Ceza ve Tutuk Evi'ndeyken verdiğim dilekçede dile getirdiğim
soruşturma istemimi, kamuoyu önünde yineliyorum.
Soruna açıklık getirilmesinin bile, gerçek demokrasi savaşımında bir adım
olabileceğini düşündüğüm için, bir buçuk aydan bu yana kendime bu konuyu seçtim.
Bana başvuran tüm basın organlarının seçkin temsilcilerinin tüm sorularını açıklıkla
yanıtlamaya çalıştım.
Kontrgerilla konusunda en az elli saat süreyi kapsayan açıklamalarım, bizim basında
onda bir ölçüsünde yer aldı. İlginçtir, bu konudaki açıklamalarıma en çok başta Yeni
Asya ve Zaman gazeteleri olmak üzere İslamcı basın organları yer verdiler. Bunu
kıvançla karşılıyorum. Bu kesimin, Amerikan emperyalizminin tüm dünyada İslam’a
yönelik niyetlerinin bilincinde olduğunu görüyorum. Bu oluşum ülkemizdeki
antiemperyalist cepheyi genişletebilir, akıllı, planlı, programlı, ilkeli bir liderlikte
demokrasi savaşımına katkıda bulunabilir.
Çok kapsamlı bu konunun, kuşkusuz bir kaç saatlik konferans içine sığdırılması olası
değildir.
Soğuk Savaş kavramıyla, Özel Savaş kavramı bir anlamda özdeş sayılabilir. Özel
Savaş, (Gayrinizami Harp, Kuraldışı Savaş) Gerilla, ya da Kontrgerilla Harekatı, ve
Kaçma ve Kurtarma Harekatı çoğunlukla askeri konulan içerdiği gibi, istikrar Harekatı
ve Psikolojik Savaş gibi bütün halkı ilgilendiren bölümleri de kapsamaktadır.
Kuramsal açıdan Kontrgerilla Örgütü demek yanlıştır. Çünkü çok kez açıkladığım gibi
Kontrgerilla Harekatı bir yöntemin adıdır. Bu yöntemin kuralları, ABD'nin FM (Field
Manuel) 30, 31, 41 simgeli resmi talimnamelerinde ve bunların benzeri çeşitli yönerge
ve eklerinde açıklanmaktadır. Örneğin FM 31-16 simgeli ABD talimnamesinin ismi
"Counterguerilla Operations"dır. Kontrgerilla deyiminin tarafımdan uydurulduğunu
söyleyen İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Faik Türün'ün gerçeği saptırıcı
tavrını sergilemek ve bu kişinin niteliğini gösterebilmek için aralan talimnameyi 1975
yılında İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yaptığım savunma ile birlikte ilgililere
verme gereğini duydum. Daha sonra yazdığım yazı ve yapıtlarda da, bu konuyu
ayrıntılarıyla açıkladım. Faik Türün'ün gerçekleri niçin yadsıdığı, zamanla niteliği
ortaya çıktıkça kamuoyu tarafından daha iyi anlaşıldı. Geçen zaman ve Gladio Olayı
bizi doğrulamaya devam etmektedir.
1970'li yılların meşhur Ziverbey işkence Köşkü seyircileri arasında bulunduğunu itiraf
eden, Kanada eski Büyükelçisi ve 12 Eylül sonrasında Devlet Partisi imajı ile 10
milyar T.L'lık bir sermaye ile desteklenerek (!) kurdurulan MDP Başkanı emekli
Orgeneral Turgut Sunalp hala, "Kontrgerilla teriminin mevcut olmadığını, Kontrgerilla
teriminin bir espri olduğunu, bu yakıştırmaların bazı mihrakların işine geldiği için
işlendiğini" açıklayacak kadar aymazlık içinde bulunmaktadır.
O'nun anlayışına göre, bazı mihraklar tanımlaması içinde takdir edileceği gibi benim
de bir yerim bulunmaktadır. Sunalp ile fikri yakınlığı olan iktidar partisi milletvekilinden
biri de "maksatlı kişiler" den söz etti. Klişeleşmiş bu deyimlerin ardına sığınanlar hep
gerçekleri yadsımayı yeğlerler. Çünkü onlar gerçekte bağlı bulundukları güçlerin
sözcülüğünü yaptıklarından, seçeneksiz olmak gibi bir çıkmaz içerisinde
bulunmaktadırlar.
Kuşkusuz en doğru hakem sizlersiniz. Kimin "bazı mihrak" ya da "maksatlı kişi"
olduğuna sizler karar vereceksiniz. Beni dinlemek zahmetine katlanarak tüm salonu
doldurmuş olmanızı, gerçekleri yadsımakta direnen zavallıların ipliklerinin pazara
çıkmasının açık ve kesin bir kanıtı olarak değerlendiriyorum.
Konuyu saptıranlar kavram karışıklığı ve devlet sırrı anlayışının ardına sığınmayı
yeğliyorlar. Oysa tartışacağımız Kontrgerilla konusu 17 yıldan bu yana tarafımdan
belgeleriyle açıklanmıştır. Sorunun askeri yanı kadar tüm sivil halkı hedef alan bir
boyutu da bulunmaktadır. Bunun için asker olmaya bile gerek yok. Ansiklopedi
karıştırmayı ilke haline getirmiş bir aydın olmak bile, gerçekleri öğrenmek için yeterli.
Nitekim "Kontrgerilla Savaşı" gerek Encyclopedia Britannica (İngilizce aslı) ve
gerekse Encyclopedia Americana'da yer almaktadır. Bu konudaki ansiklopedik bilgiyi
olduğu gibi sizlere aktarıyorum. (Bölüm-İçi Ek)
Görüldüğü gibi Kontrgerilla Savaşı vardır ve gerçektir. Kontrgerilla Harekatı'nın,
ansiklopedik bilgide açıklandığı gibi:
"ilk iki hedefi, sivil halka yönelik politik, psikolojik, sosyo-ekonomik yeni örgütlenmeler
ve pasifize yöntemleri içermekte" ve halkın ABD yanlısı rejimlere bağlılığını ve
Kontrgerilla kuruluşuna inanmasını sağlayacak propagandayı kapsamaktadır.
Bu gerçeklere karşın, bugüne kadar yetkili kişiler ve örgütlerin temsilcileri yaptıkları
açıklamalarda Özel Savaş'ın askeri yanını öne çıkarırken, sivil halkı ve demokrasiyi
ilgilendiren yanını örtbas edici bir tavrı yeğlediler...
Özel Savaş'ın kapsamı içerisinde, ,İstikrar Harekatı adı altında bir bölüm
bulunduğunu açıklamıştım, istikrar Harekatı ABD yanlısı iktidarları iş başında tutmak
için başvurulması gereken tüm yöntemleri içermektedir. Bu amaçla genellikle iki tür
yönteme başvurulmaktadır:
Bunlardan birincisi, ABD yanlısı parti ve iktidarların CIA dolarlarıyla desteklenmesidir,
ikincisi ise , çizgiden çıkma olasılığı olan ülkeleri istikrarsız- destabilisation- hale
getirerek, istikrarı-stabilisation- gündeme getiren askeri darbelerin oluşumuna katkıda
bulunmak şeklinde sahneye konulmaktadır. Stabilisation, destabilisation teorileri bu
amaçla üretilmektedir.
Askeri darbeler öncesi meydana gelen ve genellikle suçluları bulunmayan (!) terör,
olayları, siyasi cinayetler, toplumsal kışkırtıcılık olayları, Gladio türü sahte ve gerçek
operasyonlar bu amaçla sahneye konulmaktadır. İtalya'da Süper NATO diye de ad-
landırılan, gerçekte kelimenin tam anlamıyla ABD emperyalizminin amaçlarına hizmet
etmesi için kurulan ve CIA'dan denetimi altında tutulan bu tür yeraltı örgütlerinin
kuruluş biçimi, ilkeleri ve eğitimleri her türden terör olaylarını örgütlemeye ve cinayet
işlemeye uygundur. Gladio olayı bu konudaki gerçekleri somut kanıtlarıyla dünya
kamuoyunun önüne getirmiştir. Doğal olarak bu durum, diğer NATO ülkelerinde ve
bizde benzeri paramiliter örgütler üzerindeki kuşkuları yoğunlaştırmıştır. 12'li askeri
darbelerin öncesinde ve sonrasında meydana gelen, darbe ve ortamı hazırlamak
veya darbecilerin baskılarını kolaylaştırmak amacını güden, toplu cinayet, bireysel
terör, devlet terörü, sahte ve gerçek operasyonlar ile toplumsal kışkırtıcılık olayları
üzerindeki esrar perdesi bugüne kadar kaldırılamamıştır. Tüm gelmiş geçmiş ikti-
darları ve bugünkü iktidarı bu tür kuşkulardan arınmaya

ANSİKLOPEDİK BİLGİ

Gerilla Savaşı, politik ihtilafların çözümünde askeri zaferler kazanmak kadar, toplumu
etkileme ve yönlendirme etkinliğine ulaştığından beri Kontrgerilla Savaşı da aynı
şekilde, benzer yöntemlerle uygulanmıştır. Bundan ötürü Kontrgerilla harekatının
genellikle üç hedefi vardır:
1- Mümkün olduğu kadar geniş ve büyük halk kitlesi üzerinde etkili bir kontrol tesis
etmek.
2- Gerilla gücünün zayıf yönleri ile teşkilat durumlarını belirlemek.
3- Gerillaları askeri yenilgi ile yok etmek.
ilk iki hedefe, esas itibarıyla, politik, psikolojik ve sosyoekonomik programlarla, yeni
teşkilatlanmalar ve pasifize yöntemleri uygulanarak ulaşılır. Bu programlar halkın, iş
başındaki rejime bağlılık ve sadakatim artıracak, Kontrgerilla Kuruluşu'nun lüzumuna
inandıracak ve diğer taraftan gerilla faaliyetlerinin propaganda etkilerini ortadan
kaldıracak şekilde planlanır. Bu planların özelliği, yaratıcı yenilikler ve değişik
şekillerde, orijinal tarzlarda halkın arzuları içine dahil edilmeleridir. Kontrgerilla
Teşkilatı'nın asıl gücü böylelikle, bozguncu asilerle halk arasına örülen psikopolitik
barajın kuvvetlenmesi ve onların devlet güçlerinin hücumuna karşı yalnız ve zayıf
duruma düşmeleri ile meydana gelir. Yalnız üçüncü hedef tamamen askeri bir
harekatla sonuçlandırılır. Bir yandan askeri harekatın kazanılması ve ilk iki hedefe
ulaşılması, diğer yandan da bu başarıların üstüne merkezi idareyi hakim kılmakla
sonuç elde edilir.
(Kontrgerilla Savaşı, Encyclopedia Americana Cilt: 13, s: 560)
Bir askeri çatışmanın, büyük güçler arasında meydana getirebileceği nükleer harbe
dönüşmesi tehlikesi, Gerilla Savaşını, çarpışmaların esas ve güçlü şekli haline
getirdi. Özellikle Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti, Afrika ve Asya'daki gerilla
hareketlerini destekleyerek adım adım bu savaşların içine karıştılar. Gerilla Savaşı
daha ucuz ve daha az rizikolu olduğu gibi saldın usulleri bakımından da klasik
savaşlara nazaran daha küçük kuvvetlerle yapılabilmektedir. 1966 yılında Che
Guevara'nın ve Kübalı gerillaların tahrip maksadıyla, gizlice Bolivya'ya sızmaları bu
tür Gerilla Savaşı için bir örnek teşkil etmektedir.

(Başka Ülkede Gerilla Savaşı


Encyclopedia Americana
Cilt: 13, s: 560)

çağırıyorum. Bunun tek bir yolu, tek bir yöntemi vardır: Suçluların yakalanması ve
adalet önüne getirilmesi... Bu görevi yerine getiremeyen iktidarların, tarihin sanık
sandalyesine oturtularak yargılanacağından kuşku duymuyorum.
1965 yılında Genelkurmay Başkanlığı tarafından dilimize çevrilerek yayınlanan CIA
ajanı David Galula'nın,- "Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri" adlı yapıtında, terörün
evreleri ile bunlarla ilintili olarak kimlerin hangi sıraya göre öldürülmesi gerektiği,
gerekçeleriyle açıklanmaktadır. Öldürülmesi gereken kişilerin başında polisler
sayılmaktadır. 1990 yılından günümüze kadar on güvenlik görevlisi profesyonel
yöntemlerle öldürülmüş fakat suçluları yakalanamamıştır... Görevlerini yapmayan
iktidar yetkilileri, çoğunlukla ya bu tür yeraltı örgütlerinin amacına hizmet etmekte-
dirler ya da güçleri onları aşmaya yetmemektedir. Kuşkusuz her iki durumda da, suça
katılmış olmaktadırlar. Başkalarım soyut kavramlar ardına gizlenerek suçlamakla işin
içinden çıkacaklarını sanıyorlarsa, yanılıyorlar demektir. 1972 yılı başlarında İstanbul
Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Faik Türün'ün izniyle hizmete açılan Ziverbey
İşkence Köşkü'ne bir ay süreyle konuk edildim (!) Oraya alınan kişileri sorgulayan ve
ABD'de Teknik Sorgu diye adlandırılan işkenceli sorgulama yöntemlerini öğrenmek
için eğitimden geçmiş satılmışlar, Kontrgerilla Örgütü'ne bağlı olduklarını
söylüyorlardı. Gerçekte bu deyimi kullanan işkenceciler, farkında olmadan kendilerini
ele vererek, kime, neye, ne amaçla hizmet ettiklerini ve dış bağıntılarım açıklamış
oluyorlardı. Kontrgerilla Örgütü deyimi sanıklar tarafından mahkemelerde duruşma
tutanaklarına geçirildi ve böylece kamuoyuna mal oldu.
Taranmamak için her türlü yönteme başvurmuş olan işkenceciler, bu konuda tüm
tedbirleri aldıklarını sanmakla yanıldılar. Teknik Sorgulama Timi'nin başı 1943 Harp
Okulu çıkışlı olan ve Topçu Binbaşılıktan ayrılan, aynı zamanda MİT'in Komünist
Masası Şefi Eyüp Özalkuş'un ismini Türkiye'de ilk kez bir yıl sonra, duruşma
tutanağına geçirebilmek için oldukça güçlük çektim. Nitekim tutanağa, Özalkuş
soyadını yazdıramadığım için bu kişi takma adı olan "Kel Eyüp" olarak yazıldı. Daha
sonra, iki yıl süren özverili bir uğraş sonucunda tüm işkenceci kadroyu saptayıp, ilgili
makamlara başvurup hak aradım. CHP iktidarının en önde gelen kişilerini haberdar
ettim. Ama işkenceciler etkin konumlarını sürekli korudular.
Bu olgudan çıkardığım somut bir sonuç vardı: Anlamıştım ki, işkenceciler ve onların
birlikte çalıştıkları istihbarat ve yeraltı örgütleri ve tüm bu mekanizmanın bağlı olduğu
dış güçlerin görünmez iktidarı, bugüne kadarki görünen iktidarlardan üstün olduğu
için, Türkiye'de işkenceciler mantar gibi çoğalmış, işkencecilik meslek haline
dönüşmüş ve işkence olgusu kurumlaşmıştır.
Türkiye'de demokrasi kavgasının ön koşulunun bu ayıptan arınmamıza bağlı
olduğuna inanıyorum. AT kapısına yapılan her başvuru ve temasta ilgililerin,
ülkemizde kronik hale gelmiş olan insan hakları ihlalleri sorunuyla suçlanmaları
önemli ve anlamlıdır.
Günümüzde de devam ede gelmekte olan Kontrgerilla tartışmalarına katılanları üç
gruba ayırabiliriz:
İlk grupta, Kenan Evren ve Bülent Ecevit gibi, Kontrgerilla Örgütü'nün ya da yasal
görünümüyle Özel Savaş Dairesi'nin varlığını kabul edenler, ikinci grupta, bir bölümü
aşağıdaki isimlerden oluşan, konuyu yadsıyanlar bulunmaktadır:
— Orgeneral (emekli) Faik Türün
— Orgeneral (emekli) Turgut Sunalp
— Orgeneral (emekli) Necdet Üruğ
— Orgeneral (emekli) Muhsin Batur
— Koramiral (emekli) Işık Biren
— Tümgeneral (emekli) Cihat Akyol (Özel Harp Dairesi eski Başkanı)
— Kurmay Albay (emekli) Sadi Koçaş (12 Mart dönemi Başbakan Yardımcısı)
— Kurmay Albay (emekli) Alpaslan Türkeş (MÇP Başkanı)

Üçüncü grupta ise, çelişkili açıklamayı yeğleyenler yer almaktadır.


Kontrgerilla tartışması, ABD emperyalizminin yerli işbirlikçilerini, CIA dostlarını
saptayabilmek için bir denek taşı işlevi görmesi açısından da yararlı oldu. Ülkemizde
ve diğer NATO devletleriyle bazı Avrupa ülkelerinde, bu tür yeraltı örgütlerini
yadsıyan iktidarların yetkili kişilerini, bürokrasinin her iki kanadında görev yapmış eski
ve yeni üst düzey yöneticileri ve basın-yaym organlarının bazı yöneticilerini bu pisliğin
katılımcısı sayarsak yanılmış olmayız.
İktidarda, bürokrasinin sivil ve asker kanadında, güvenlik ve istihbarat örgütlerinde,
olağanüstü yargıda, özel sektörde ve toplumun diğer kesimlerinde özellikle üniversite
öğretim üyeleri arasında beyinleri yıkananlar, özel ABD burslarından yararlandırılarak
eğitilenler, Green Card ve çift pasaportla ödüllendirilenler, hala ABD dolarlarından
nasiplenen tüm anti-komünistler bu tür paramiliter örgütlenmelerin yandaşları
arasında yer alırlar. Tam Bağımsızlıkçılar, anti-emperyalistler, anti-kapitalistler ve tüm
yurtseverler ise karşı cephede... Tıpkı dünkü gibi, bir yanda Amerikan yanlıları
(.mandacıları), diğer yanda ulusal kurtuluşçular... Saflarımızı bilelim ve sıklaştıralım.
İkinci Kurtuluş Savaşı bu bağlamda gündemde tutulmalıdır. Önümüzde duran çetin
ve uzun erimli demokrasi, bağımsızlık ve özgürlük savaşını bu anlayışla kazanabiliriz.
Bu durumda ABD yanlısı iktidarlarla, onları yaşatan güçlerin soruna açıklık
getireceklerini beklemek gibi bir yanlışlığa düşmememiz gerektiğine inanıyorum! Bu
anlayışla gündeme gelen tartışmalar, kamuoyunun gerçekleri daha yakından bilmesi-
ne olanak sağladığı ölçüde demokrasi savaşımına katkıda bulunabilir.
Tüm NATO ülkelerinde varlığı ortaya çıkan yeraltı örgütlerinin kullandıkları Özel
Savaş yöntemlerine ilişkin kuramların ABD kaynaklı olduğunu açıklamıştım.
Türkiye'de de bu amaçla Özel Harp Dairesi kurulmuş bulunmaktadır. Kuşkusuz bu
dairenin, NATO'ya girişimizden sonraki bir tarihe rastlaması anlamlıdır (NATO'ya
giriş: 4 Nisan 1952, Özel Harp Dairesi veya o dönemdeki adıyla Seferberlik Tetkik
Kurulu'nun kuruluşu: 27 Eylül 1952). 1945'li yıllarda Stalin'in istekleriyle somutlaşan
Sovyet Tehdidi karşısında ve ondan önceki tek parti dönemlerinde iktidarların, olası
bir işgale karşı gerekli düzenleme ve örgütlemeye neden gitmedikleri konusu
üzerinde de bugüne kadar durulmuş değildir.
Türkiye'de yıllardan bu yana adı konulamayan ancak kamuoyunun Kontrgerilla
Örgütü olarak tanımladığı, bazı yetkililerin zorunlu olarak sivil vatansever kişilerden
oluştuğunu açıkladıkları yeraltı örgütü (Şema: 1) hala devlet sırrı kavramı ardına
sığınılarak gizlenilmektedir.
Vatanseverliğin belirli güçler ve onların yandaşları tarafından tekel altına alınması
çabasına tüm gücümüzle karşı çıkmalıyız. Türk halkının emperyalist güçlerle
bütünleşmemiş her bireyi, kendilerini vatansever sayan kişi ve örgütlerden milyarca
kat yurtseverdir.
Sevgi ve saygılarımı sunarken, sorularınızı yanıtlamaya hazır olduğumu arz ederim.
ALTINCI BÖLÜM

Alman WDR Radyosu Gladio ve Kontrgerilla konusunda bir söyleşi yaptı. Söyleşi
VVDR Radyosu'nun 27 Kasım 1990 tarihli 'Kritiches Tagebuch' adlı programında
yayınlandı. Aynı günlerde Berlin Die Tageszeitung-Taz- Gazetesi adına, gazetenin
Türkiye Temsilcisi Ömer Erzeren Gladio ve Kontrgerilla konusunda sorular sordu.
Yanıtladım. Görüşmenin özeti 27 Kasım 1990 tarihli Die Tageszeitung gazetesinde
yayımlandı.
Söyleşi ve görüşme aynı içerikte olduğu için, Ömer Erzeren'in sorduğu soruları ve
yanıtlarımı, Die Tageszeitung gazetesinin ilgili sayısından aktarıyorum.

POLİTİK İSTİKRAR HAREKATI

—Gladio nedir?
—Gladio’nun anlamı artık iyice belirlendi. Türkçe anlamı silahşor olabilir. Adına ne
derseniz deyin, olay İtalya'da patlak verdiği ve oradaki gizli örgütün de adı Gladio
olduğu için, Gladio
tüm dünyada bu tür örgütlerin simgesel adı oldu. Gerçekte NATO'ya bağlı ülkelerde
ve hatta NATO dışı Avrupa ülkelerinde -Avusturya, İsviçre, İsveç gibi- Gayrinizami
Harp-daha doğru söylemi Kural Dışı Savaş-yapmak üzere yerüstü ve yeraltı örgütleri
kurulmuştur. ABD tarafından teorisi üretilen ve NATO'ya bağlı olduğu söylenilen bu
yeraltı örgütlerinden İtalya'da ortaya çıkarılanın adı Gladio 'dur.
İtalya’da ortaya çıktı, Andreotti'nin açıklamalarından sonra Türkiye'deki tartışma
başladı. Zamanlama sizce neden böyle oldu? Yani bir sürü bilgi bundan on, onbeş yıl
önce de vardı. Ancak şimdi birden siyasal bir tema haline geldi. Bunun nedeni nedir?
—Haklısınız. Sorunuza gerçekçi bir yanıt verebilmek için İtalya'nın iç politikasını iyi
bilmek gerekiyor. Acaba bu örgüt İtalya'da doruktaki iktidar kavgasında kullanıldığı
için mi açığa çıktı? Açıklamalar böyle bir kanıyı doğrulayacak yönde görülüyor.
Savcı Felice Casson bu ortamdan yararlanarak elindeki dosya üzerine eğildi ve hatta
İtalya Cumhurbaşkanı'nı sorguya çekme girişiminde bulundu. Kuşkusuz Casson'un
onurlu bir meslek adamı olması da olayın ortaya çıkarılmasında belirleyici rol oynadı.
İtalya ve Avrupa kamuoyu bu konuya karşı çok duyarlı. Özellikle İtalya'da yaşanmış
ve failleri uzun süre saptanılamamış büyük boyutlu terör olayları ardında Gladio'nun
bulunduğunun açığa çıkması şok etkisi yaptı.
Bilebildiğim kadarıyla olay, Aldo Moro'nun mektuplarının yıllar sonra ele
geçirilmesinden sonra patlak verdi. Ancak Moro'nun mektuplarının bugüne kadar
ilgililerin eline geçmediğini düşünmek pek akla uygun düşmez. Eğer böyle ise, o
zaman bunları başlangıçta gizleyen ve belli bir zamanlama içinde kullanmada çıkar
uman bir güçten söz edilebilir. Bu güç İtalya istihbarat örgütü Sismi olabilir. Bu örgüt,
yıllarca saklama gereğini duyduğu Moro'nun mektuplarını pek de inandırıcı olmayan
bir senaryo ile neden açığa çıkarmak gereksinimi duydu? Bu soruya doğru yanıtlar
bulmak gerekiyor. Mektuplar açıklanınca Cumhurbaşkanı Cossiga ve Başbakan
Andreotti güç duruma düştüler. Kendilerini savunmak amacıyla bazı açıklamalar
yapmak zorunda kaldılar. Acaba belgeleri basma sızdıranlar bu yolla anılan iki kişiyi
yıpratmak mı istiyorlardı? Yoksa daha farklı amaçlan mı vardı? İşte bu soruları
yanıtlayabilmek için İtalyan iç politikasındaki entrikaların aynntılannı bilmek gerekir
diye düşünüyorum.
Bu ortamda ve kanımca siyasal gelişimden bağımsız olarak, meslek onurunu her
türlü kişisel endişeden ve korkudan üstün bilen ve gerçek bir hukukçu olan savcı
Felice Casson'un, kuşkulu cinayet, terör ve kışkırtıcılık olaylarını içeren ve uzun
süredir incelediği dosya hakkında açıklamalarda bulunması Gladio'yu manşete
çıkardı. Kuşkusuz Gladio'ya koşut olarak oluşturulan örgütlerin tüm NATO ülkelerinde
bulunması, olayın çapını daha da büyüttü.
—Şimdi söylediklerinizin içinden şu anlam çıkıyor: Politikacılar kendi çıkarlarını ve
geleceklerini kurtarmak amacıyla bazı açıklamalarda bulundular. Peki, Türkiye'de
benzer bir gelişme görüyor musunuz? Bekliyor musunuz?
—Bundan önceki sorunuzun yanıtına bir ekleme yapmak isterim. ABD bağlaşığı olan
ülkelerde, etki altına aldığı ülkelerin düzenlerini, kendi emperyalist çıkarlarına uyarlı
hale getirmek için, o ülkelerdeki antikomünizmi örgütledi. Bu amaçla her şekilde legal,
illegal, militer, paramiliter örgütlerin kurulmasına destek verdi. Komünizm tehlikesi
ortadan kalktığına göre, bu örgütlere yeni bir şekil vermek gereksinimi duyulmuş
olabilir. Kuşkusuz bazı demokratik ülkelerdeki kamuoyu baskısından çekinen ikti-
darlar, bu örgütlerin işlevleri açığa çıktıktan sonra, onları lağvetmek zorunda
kalacaklardır. Nitekim daha şimdiden bu konuda girişimlerde bulunulduğunu
basından öğrenmekteyiz.
Türkiye'de bu konunun 17 yıllık geçmişi bulunmaktadır. Bu süreçte benzer tartışmalar
yapılmış ve her seferinde olay örtbas edilmiştir. Kanımca bu kez de öyle olacaktır.
— ikinci Dünya Savaşı tarihi yeniden mi yazılmalı? Bu olay ortaya çıktıktan sonra...
—Öyle gerekiyor. BBC ile yaptığım tele röportajda da belirttim. İtalya örneğinin de
doğruladığı gibi, bu tür yeraltı örgütlenmeleri yapılan gereği kötüye kullanıldığında;
siyasal cinayet işlemekten başlayarak terörün her türüne katılabilmektedirler. Daha
da önemlisi halkların demokratik tercihlerini belirli propaganda yöntemleri kullanarak
saptırmak ve demokrasinin doğal gelişimini engellemek amacıyla bu örgütler
kullanılmaktadır. Bu örgütlerin ortadan kaldırılması- en azından Türkiye için bunun
olabilirliğini düşünmüyorum- dünya halklarının, demokrasi yolunda kendi bilinçleri
doğrultusunda yol almasının başlangıcı olabilir. Bu bilincin her türlü dış etkiden
soyutlanması, demokrasi açısından çok önemli...
Sorunun bana göre daha ilginç bir başka boyutu var: Bu tür yeraltı örgütleri için teori
üreten, onların oluşmalarına her yönden katkıda bulunan ABD'nin, dünyada insan
hakları savunuculuğu yapmasını hür dünyanın ve demokrasi cephesinin liderliği gibi
bir iddianın sahibi olmasını anlayabilmek mümkün değildir.
—Türkiye’de Gladio'nun karşılığı Özel Harp Dairesi midir? Özel Harp Dairesi
bünyesinde bir örgütlenme midir?
—İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya Soğuk Savaş dönemine girdi. Bu dönem
bazı kavram ve örgütlenmeleri beraberinde getirdi. Bu kavramlardan biri de Özel
Savaş'tır. Bu savaş da kendi arasında bölümlere ayrılmaktadır. Bu bölümlerden birine
Gayrinizami Harp- Kuraldışı Savaş- denilmektedir. Gayrinizami Harp'in yürütülmesi
için de yerüstü birliklerine -komando- ve yeraltı örgütüne gereksinim vardır. İşte
İtalya'daki Gladio bu yeraltı örgütünün adıdır. Bizde bir türlü adı konulamayan, ama
halkın
129Kontrgerilla Örgütü diye adlandırdığı yeraltı örgütü, Özel Savaş Dairesi'nin
bünyesi içerisindedir ve genellikle paramiliter bir güçtür. Ya da yetkili kişilerin deyimi
ile vatansever kişilerden oluşan bir örgüttür.
Özel Savaş kavramı, İstikrar Harekatı-Stabilisation Operations- ve Psikolojik Savaşı
da kapsamaktadır.
Bu nedenle askeri yönünden daha çok sivil halka yönelik yöntemleri içermektedir.
Kanımca, bu yönüyle kuruluş amacı dışında kullanıldığında askeri işlevi kadar
tehlikelidir. Tüm istihbarat örgütleri yanında bu tür yeraltı örgütleri, emperyalist
ülkenin değer yargılarını, mass-medyayı, kullanarak kendi halkına aşılamaya
çalışırlar ki bu yöntem Psikolojik Savaş'a girer. Böylelikle ulusal doğrular, çıkarlar ve
değer yargıları ustalıkla çarpıtılabilir. Onun karşıtı da bulunacaktır. Buna da
Kontrgerilla Harekatı -Counterguerilla Operations- denilmektedir. Türkiye'de bir Özel
Savaş yöntemi olan Kontrgerilla Harekatı bir örgüte mal edilmiş ve Gladio 'mm koşutu
olan yeraltı örgütüne Kontrgerilla Örgütü denilmiştir. Örneğin Yunanistan'daki benzeri
örgütün adı Sheep Skin'dir. Görüldüğü gibi, Özel Savaş'ın alanı geniştir. Bu amaçla
kurulan örgütlerin de bu amaca hizmet etmesi gerekmektedir. Örneğin, Kaçırma-
Kurtarma Harekatı da bunların arasında sayılabilir.
Bildiğiniz gibi, 1972–1974 yıllan arasında Türk Ceza Kanunun 146'ncı maddesi
gereğince idamla yargılandım. Mahkemeye çıkarılıncaya kadar işkence dahil
yasadışı olayların hedefi oldum. Bize işkence yapanlar kendilerini Kontrgerilla Örgütü
mensubu olarak tanıtıyorlardı. Bu nedenle kamuoyu bu deyimi benimsedi. Ben
işkencecilerin bu itiraflarından hareket ederek, Özel Savaş ve Kontrgerilla
Harekatı'na ait ABD kaynaklı yerli ve yabancı yapıtları inceledim ve bunları
mahkemedeki savunmamın bir parçası haline dönüştürdüm. Bu arada Kontrgerilla
işkencecilerinin saptanılması için yasal başvurularda bulundum-Hepsi hasıraltı edildi.
İncelediğim ABD resmi talimnameleri, içlerinde özellikle FM 31-15 ve FM 31-16
simgeli olanları Gladio türü yeraltı örgütlerinin kuramlarını içermektedir. FM 31–16
talimnamesinin adı, Counterguerilla Operations'dır. Görüldüğü gibi NATO Örgütü diye
basına yansıtılan bu örgütlerin arkalarındaki gerçek odak ABD'dir. Tüm bu belgelere
karşın, Avrupa'da ve Türkiye'de bazı yetkili kişiler, bu tip örgütleri hala yadsıma
yolunu seçmeyi yeğliyorlar. Türkiye'de Kontrgerilla deyimini bile yadsıyan eski
başbakanlar ve generaller bulunmaktadır.
Gladio türü örgütlemeleri, tüm NATO devletleri kapsamında yadsıyan bas? yayın
organları, politikacılar, bürokrasinin sivil ve asker kanadının yetkili kişileri ya cahil ya
da haindirler. Hain olanlar, bu yeraltı örgütlerinin yasadışı kullanıldıklarını bildikleri
halde kişisel çıkarlarını düşünmektedirler. Susanlar ise bu suça dolaylı olarak
katılmaktadırlar.
Kaldı ki Encyclopedia Americana da bile Countergueriîla Warfare'den söz
edilmektedir. O zaman bu gerçeği yadsıyanların saflarını belirlemek gerekir diye
düşünüyorum.
Türkiye'de Gladio'nun koşutu olan yeraltı örgütünün yasalar içinde faaliyetlerini
sürdürüp sürdürmediğini saptamak için, 12 Mart 1971 yan-askeri darbesinden
günümüze kadar cereyan eden ve failleri bir türlü bulanamayan tüm siyasi
cinayetlerle toplumsal kışkırtıcılık olaylarının, kitlesel katliamların ve terör olaylarının
ardındaki gerçeklerin bir Meclis Araştırması ile aydınlığa kavuşturulması gerektiğini
düşünüyorum. ABD resmi talimnamesi FM 31-15'e bakıldığında orada Gladio'nun
şeması görülmektedir. Bu şema bizim basında da bugünlerde yayınlandı. (Yüzyıl
dergisi ve Güneş gazetesi) Şemada köylere kadar örgütlenmiş ve gizliliğin tüm
yöntemlerine uyan istihbaratçılar, sabotörler ve provokatörlere yer verilmektedir.
(Şema: 1)
Gladio türü örgütlerin bulunduğu tüm NATO ülkeleriyle bazı Avrupa ülkelerinde
siyasal cinayetler, sabotajlar ve terör olayları gerçekleşiyorsa ve bu olayların suçluları
yakalanmıyorsa, kuşkuların bu tip örgütler üzerinde yoğunlaşmasından daha doğal
bir tavır düşünülemez. Hele Gladio olayının gerçekleri karşısında...
Biraz önce de belirttiğim gibi, olaya Türkiye açısından bakıldığında Meclis
Araştırmasını zorunlu görmekteyim. Bu önerim, Türkiye'de ilk kez 1973 yılında, Ceza
ve Tutukevinde yatarken bir dilekçe ile zamanın Başbakanı Naim Talu'ya, Genelkur-
may Başkanı Orgeneral Semih Sancar'a , Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Eşref
Akıncı'ya ayrı ayrı sunulmuştur. Kuşkusuz bu kişiler sessiz kalmak suretiyle en
azından tarih önünde "suçu örtbas etmek" suçunu işlemişlerdir.
Türkiye'de ve dünyadaki terör olaylarının ardında bu tür örgütlerin gölgesi
aranmalıdır.
Türkiye'de bireysel terör eylemlerinin, kır ve şehir gerillacılığı türü eylemlerin düzenli
olarak başlamasının 12 Mart 1971 öncesine kadar giden bir geçmişi var. Bu olaylar
ile Avrupa'da 1968'lerde başlayan olaylar ve dünyadaki benzeri olaylar arasında
etkileşim bulunup bulunmadığı, bugüne değin bilimsel olarak araştırılmış değildir. Bu
dönemi kapsayan yargılamalarda sonuçlarla uğraşılmış, nedenler üzerinde
durulmamıştır. Artı, bu konuda çeşitli kuramları içeren sayısız yapıtlar yayınlayan
kişilerin gerçek amaçlarına doğru tanılar konulduğunu sanmıyorum. Daha da önemlisi
ABD'nin bir yandan demokrasi, insan haklan şampiyonluğu yaparken, diğer yandan
Herbert Marcuse'ye geniş olanaklar sağlayarak Marksizm'i sulandırmak ve bireysel
terörizmi kutsamak gibi bir tutumu benimsemesinin nedenleri üzerinde de durulmuş
değildir. Kaldı ki Herbert Marcuse'nin, ABD'ye göç etmeden önce ve Almanya'da
henüz Naziler iktidar olmadığı dönemde, bazı arkadaşlarıyla birlikte Frankfurt
Okulu'nu kurup, Marksizm'i sulandırma çabasına girdiği bilinmektedir. Marcuse,
Frankfurt Okulu'nu Amerika'ya taşımış ve başlangıçta Amerikan Askeri İstihbaratı
adına, daha sonra da CIA adına bilimsel çalışmalarını sürdürmüş ve "Tek Boyutlu
Adam", "Marksizm ve ihtilal" vb gibi yapıtlarla bireysel terörizmi kutsamıştır.
Marcuse'nin önerileri dünya gençliğini etkiledi ve onların eyleme itilmesinde etken
oldu. Nitekim 1969'da Paris'te ayaklanan gençlik 3M'den oluşan pankartlar taşıyordu:
Marx, Mao, Marcuse... Yani iki sol kuramcı ve uygulamacının yaranda bir de CIA
ajanı, sol kuramcı ve lider olarak benimsenmişti. Bu sonuncusu bireysel terörizmi
öneriyordu. Gençler bu etkileşimle sokaklara dökülüyordu.
Bilindiği gibi, Marksizm ve Leninizm teoride anarşizme ve terörizme karşıdır. Ama
Marcuse'den sonra antikominist iktidarlar ve onların sözcüleri Marksizm-Leninizm ile
terörizmi eş anlamlı tutmuşlar ve Psikolojik Savaşı bu anlayışla yürütmüşlerdir. Bu
CIA'nın büyük bir oyunu ve saptırması olup, düzene karşı olan dinamik gençlerin
saptanılıp pasifize edilmesi için kullanılmıştır. ABD dünya gençlerine tuzak kurmuştur.
Acaba bu tuzağa ülkemizde 1971 öncesi başlayan ve şehir ve kır gerillası
yöntemlerini benimseyen gençler düşürülmüş müdür? Bu sorunun yanıtını bulmak
için istihbarat ve güvenlik örgütlerinin bulaştığı yasadışı olaylarla, onların dış
bağlantılarını da saptamak gerekir. Tabii benim bu önerimin, günün koşullarında bir
ütopya olduğunu da biliyorum.
Örneğin, 12 Mart döneminden Sabotaj Davası adlı davaya konu olan Reichtag
Yangını benzeri Kültür Sarayı (AKM) Yangını, Marmara Gemisi Yangını ve Eminönü
Araba Vapuru'nun batırılması olayları açıklığa kavuşturulmuş değildir. Çünkü yaka-
lanıp yargılanan 22 yapay sanığın tümü beraat etmiştir. Olay var ancak bunları
yapanlar bilinmiyor. Yoğun kuşkular "Karanlık Güçler" ve "Devlet Üzerinde Devlet"
üzerinde odaklaşıyor. Gene aynı dönemden günümüze değin işlenen siyasal
cinayetlerin çoğunun suçlusu bulunmamıştır. Tüm bu olguların bir anlamı olmalı.
Ancak iktidarın görevi bu kuşkulu olayların ve siyasi cinayetlerin suçlularını yakalayıp
yargı önüne getirmek olduğuna göre bu görev neden yerine getirilememektedir? Bu
yapılmadan, olay ve eylemler içindeki provokasyonunun boyutunu saptamak olanaklı
değildir. Gladio bu konuda örnek bir ipucu vermiştir. Eğer iktidarlar tarih önünde
kendilerini suçluluktan kurtarmak istiyorlarsa, benzeri yeraltı örgütlerini denetlemeli ve
geçmişlerini sorgulamalıdırlar.
12 Mart 1971 öncesi başlayan ve günümüze kadar süregelen sayısız provokatif
eylem var. 12 Mart döneminde bu olaylarla iktidarın sağa kayması ve baskısını
artırması arasında ilginç bir koşutluk var. Bu gelişimin sonucu olarak, yaklaşık
darbeden bir yıl sonra Erenköy'de Ziverbey Köşkü'nde sistematik işkencenin
başlatıldığını görüyoruz. Bu köşkte ve benzeri yerlerde onbinlerce aydın, yurtsever
genç, ancak Alman Toplama Kampları'nda görülen türden işkencelerden geçirildiler.
Yönetimin istediği doğrultuda alınan ikrarlarla yapay davalar açıldı. Devlet Terörü'nü
yönlendiren gerçek suçlular sürekli korundu ve gizlendi. Günümüzde de değişen bir
şey yok.
133Ziverbey Köşkü'nde Temmuz-1972'de bir ay işkence gören kişilerden biri de
benim. İşkenceciler karma bir ekipti. Büyük bir olasılıkla MİT, Polis, Özel Savaş
Dairesi ve sağcı militanlardan ve onlara destek veren komutan, adli amir, askeri savcı
ve yargıçlarla, doktorlardan oluşuyordu. Bunlar kendilerini Kontrgerilla Örgütü olarak
tanıtıyorlardı. Kontrgerilla deyimi buradan çıktı ve kamuoyunca benimsendi. Bu
işkencecilerin, İtalya'daki Gladio benzeri örgütleri bünyesinde barındıran Özel Savaş
Dairesi ile ilgisi olup olmadığı ancak bir Meclis Araştırması ile ortaya çıkarılabilir. Ben
yasal organlara, 1973 yılından beri araştırma istemiyle başvurdum. Ama yanıt
alamadım. Günümüzde de aynı doğrultuda girişimler var. Göreceksiniz olay Örtbas
edilecek, bu kez de sonuç alınamayacaktır. Çünkü görünen odur ki, dışa bağımlı
olduğu anlaşılan bu örgütlerin gücü tüm az gelişmiş ülkelerde iktidarların da
üstündedir. Kuşkusuz bu tip örgütlerin, antikomünist cephe olarak iktidarda,
bürokrasinin her iki kanadında ve toplumun her kesiminde yandaşları da
bulunmaktadır. Bu pisliğin kökünü bir ameliyatla kazıyamazsınız.
Tarihsel bir örnek vermek gerekirse Almanların Fransa'yı işgal ettiği İkinci Dünya
Savaşı döneminde Gestapo eylemlerinden söz edebiliriz. Ekim-1941'de İçişleri
Bakanı Puşov'un "Service de Polis"te Anticomunist bir bölüm kurduğunu görüyoruz.
Servis Başkanı polis değil, aşırı sağcı bir militandı. Emrinde ise polisler ve onlara
yardımcı olan aşın sağcı militanlar görevliydi. Bu örnekten günümüzde bile
yararlanan iktidarlar bulunmaktadır. Antikomünist cephede güvenlik güçlerinden daha
çok onlara yardımcı oldukları iddia edilen sağcı militanlar yer almaktadır. Bu yöntemle
taban genişletilmekte, istihbarat, sabotaj ve provokasyon düzenlemek için legal
görünümlü bir parti kurulmaktadır. Paris'te bu amaçla kurulan partinin başına militan
bir tüccar getirilmişti. Bu satılmış adama o günkü parayla 10.000 frank veriliyordu.
Neonazist ve Neofaşist örgütlenmeler tüm dünyada o günden bu yana ABD istihbarat
örgütlerince finanse edildi ve Ölüm Mangaları olgusu yaşanmaya başlandı. Siyasi
cinayetleri aydınlatmak isteyenler bu zincirleri kırıp, perdenin arkasına bakmalıdırlar.
Doruk Operasyonu adlı yapıtımda Ölüm Mangaları'ndan söz ediyorum.
Uluslararası terörizmin ve devlet terörünün vurucu gücü olanı Ölüm Mangaları
olgusu, Alman Nazizmi'nden günümüze kadar uzanıyor. Ölüm Mangaları'nın simgesi,
aynı zamanda onların antikomünizm işlevini açığa vuruyor: AAA=Alliance Article
Anticomunist. Arjantin, Brezilya, Uruguay, Paraguay, İspanya ve Türkiye'de
antikomünist ideoloji ile koşullandırılmış ve dolarlarla beslenilen sağcı militanlar,
partileri ve bürokrasideki yandaşları ölüm saçıyorlar, terör estiriyorlar.
Bu tavrın geçmişine göz attığımızda, en zengin örneğini Gestapo örgütlenmesinde
görmekteyiz. Bu örgütün kuruluş şemasında; "Cinayet Bölümü" ne de rastlıyoruz.
Demek ki Naziler kendilerine karşı olanları öldürmek için devlet içinde cinayet
işlemekle görevli birimler oluşturmuşlardır. Günümüzde bu iş daha alçakça yapılıyor.
CIA, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kurulmuş bir örgüttür. Örgüt kurulurken Gestapo
deneyimlerinden her bakımdan yararlanılmıştır. CIA içinde Kirli İşler Bölümü ve
onunla işbirliği halinde bulunan istihbarat örgütleri; bugün Gestapo türü cinayet ve ey-
lemlere başvurmakta ve bu amaçla maşalar kullanmaktadırlar.
CIA ile bağlantılı bu eylemlere sayısız örnekler verebiliriz. Bazen devlet başkanlarını
bile hedef alan bu cinayet şebekesi dünyanın başına bela olmuştur. Kaddafi ve
Saddam'ı öldürme niyetleri açıkça ortaya konulmaktadır.
Kuramında bulunmamakla birlikte, pratikte istihbarat ve güvenlik örgütleri, çeşitli
yöntemler kullanarak siyasi cinayetler işlemekte veya işletmektedirler. Önemli olan bu
anlayışın benimsenmiş olmasıdır. Bu durumda CIA ile işbirliği halinde olan tüm
istihbarat örgütlerinin, benzeri yöntemlere başvurmaları olanaklıdır.
Türkiye'de, suçlusu yakalanamayan sayısız siyasi cinayet ve eylem var. Bunları
kimler yapıyor? Çok uzun bir süredir bir sav öne sürüyorum: Bir ülkede suçlusu
bulunamayan cinayetler ve eylemler süregeliyorsa, kuşkular istihbarat örgütleri
üzerinde yoğunlaştırılmalıdır. İktidarların denetiminde olmalarına karşın, giderek
iktidarları denetleyici konuma giren istihbarat örgütlerinin demokrasinin baş düşmanı
olduğunu akıldan çıkarmamamız gerekir diye düşünüyorum.
Ziverbey Köşkü'ndeki işkenceciler içinde bulunanlar arasında en çok Hiram Abas'ın
ismi geçti. Bu kişiyi kendi açıklamalarına dayanarak Doruk Operasyonu adlı
yapıtımda eleştiriyorum. Bu kişi 149 eyleme karıştığını itiraf ediyor. Yani sokağa
çıkıyor, eylem yapıyor. Oysa yasalarımız, MİT'te çalışanlara böyle bir görev vermiyor.
Buna karşın Hiram Abas, MİT içinde, kendine bağlı Amerikancı ve rambocu ekiple
birlikte eyleme katılıyor ve bununla övünüyor. Edilgen bir uğraş olan istihbarat akla
dayanır, kaba kuvvete değil.
Özetle, dünya genelinde Gestapo'dan başlayarak örgütlenen ve buradan büyük
devletlerin istihbarat örgütlerine aktarılan, onlardan da işbirliği içindeki istihbarat
örgütlerine yansıyan bir anlayış sonucu, bazı siyasi cinayetlerle, toplu katliamlar ve
toplumsal kışkırtıcılık olayları istihbarat örgütlerince düzenleniyor dersek yanılmış
olmayız.
ABD ilişki içinde bulunduğu ülkeleri, "Host Country"( Ev Sahibi Ülke) olarak
tanımlıyor. Bu tür ülkelere kendi yöntemlerini benimsetiyor. Bu bağlamda ABD
istihbarat örgütleri cinayet işliyor ve her türlü kirli işe bulaşıyorsa, Ev Sahibi Ülkenin
istihbarat örgütlerinin aynı şeyleri yaptıkları iddia edilebilir. Kaldı ki bu iddiayı
doğrulayıcı bir ortam içinde bulunuyoruz. Bunun yanında Gladio türü yeraltı
örgütlerinin yapısı ve personelin eğitimi sabotaj düzenlemeye, provokasyon yapmaya
ve terör eylemleri örgütlemeye son derece uygundur.
Bu yeraltı örgütü vatanseverlerden oluşuyor. Türkiye içinde MHP militanlarından söz
edilebilir. MHP Genel Merkezinde benzer bir şema bulunmuş
\
Bir ülkedeki antikomünizm yandaşlarının kimlerden oluştuğunu saptarsak sorunuza
yanıt vermek kolaylaşır. Anti-komünistler kimlerden oluşuyordu:
Amerikancı iktidarlar,
Amerika veya çokuluslu şirket Ve holdinglerinin işbirlikçisi
Sanayi ve ticari büyük burjuvazisi,
Sivil ve asker üst düzey bürokratlar,
Amerika'da eğitim görenlerin büyük çoğunluğu,
Güvenlik ve istihbarat örgütlerinin üst düzey yetkilileri,
Fanatik gruplar,
Şoven milliyetçiler vb. gibi.
Bu tablo dünya geneline de uyuyordu. Patrick Sharofe, Neo-nazism adlı özgün
yapıtında; Neo-nazist ve Neofaşist partilerin CIA ile olan ilişkilerini açıklıyor. Bunun
yanında bu tür partilerin hemen hemen hepsinin "Movement", Hareket kelimesini de
içeren adlardan oluştuğunu görüyoruz. Brezilya'daki partinin isminde, İtalya'dakinin
isminde "movement " sözcüğü var. Eylemden geliyor. Kime karşı eylem? Kuşkusuz
komünistlere karşı... Yani iç düşmanlara karşı. Bu bağlamda paramiliter örgütlere,
hangi parti ve örgütler militan vermiştir sorusunun yanıtı belli. Kaldı ki Ecevit, Özel
Savaş Dairesi'nin sivil uzantısı olan militan grubunun MHP'lilerden oluştuğunu bir
generalden öğrendiğini açıklamıştır. Partinin adı da Milliyetçi Hareket Partisi...
Kaldı ki MHP ve onun yan kuruluşlarını palazlandıran güçler, 12 Eylül'den sonra,
onları yargılamak zorunda kalacak kadar örgütün elden kaçtığının farkına
varmışlardır. O dönemde Ceza ve Tutukevine konulan MHP'li eski bir bakan bu
durumu veciz bir tümce ile sloganize etmiştir: "Fikri iktidarda, kendisi cezaevinde olan
parti". Bu davaların dosyaları tarandığında ilginç bulgulara rastlanabilir.
Bu anlayışla "vatansever" ve "vatan haini" kavramları çarpıtılıyor. Yaratılan bu
kavram kargaşası içinde emperyalistlerin değer yargıları doğrultusunda ülke insanları
karşıt kamplara bölünüyor.
Komünizm bir ideoloji olmasına karşın, antikomünizm bir ideoloji değildir. Bir
düşüncenin yandaşı olmakla ideoloji sahibi olunur. Ama ona karşı olmayı ideoloji
haline getirirseniz yapay bir oluşuma yardımcı olursunuz. Bu bağlamda vatansever
saydığınız kişiye, bir de çeşitli yöntemlerle maddi ve manevi olanaklar yanında itibar
da sağlarsanız, ona babasını bile kestirebilirsiniz.
Bu oluşumda eski cumhurbaşkanlarının ve başbakanların katkısı olduğu
bilinmektedir. Nitekim Cevdet Sunay, Cumhurbaşkanı iken, "bunlar vatansever
gençler" diyerek şoven milliyetçi anlayışa destek vermiştir. Başbakan Süleyman
Demirel ise, "bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz" şeklinde konuşmuştur.
Bilindiği gibi, zaman içinde gelişen olaylar ve eylemler bu iki kişiyi doğrulamamıştır.
Bu durumda denilebilir ki, yetkili bir kişi, ABD
137ozlüğü ile bakarsa, teröre doğru tara koyamayacağı gibi, ona karşı etkili önlemler
de alamaz. Bu kara, yaşanılarak öğrenilen bir gerçeği ifade etmektedir.
Gestapo'nun etkin kişilerinden biri olan Heidrich, 1921'de kurduğu derneğin üyelerini
vatansever olarak niteliyor. Bugün Heidrich'in portresi bilinmektedir. O'nun derneğinin
ilkesi de anti-komünizm idi. Daha sonra istihbarat yapmak için fahişe olarak kullanılan
kızların da vatansever olduğu iddia edildi.
Gerçekte bu konunun yabancısı değilim. 1977 yılında, haftalık 7 Gün dergisinde
"işkence, Terörizm, Siyasi Cinayetler ve Güvenlik Örgütleri" başlıklı yazımda
Vatansever, Vatan haini kavramlarını, belirli bir espri içinde işlemiştim. 1975 yılında
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nde yaptığım savunmanın bir
yerinde "bozuk düzende hainler yurtseverlerden hesap sorarlar, ancak bu düzen
değiştiğinde hesap sorma sırası yurtseverlere gelecektir" demiştim.
Düzen değişmedi ama komünizm geri çekildi. Kuşkusuz anti-komünizm üzerine
kurulan bütün hesaplar alt üst oldu. Sararım bu evrede emperyalistleri en çok
uğraştıran konu, üçüncü dünya ülkelerine ihraç etmek üzere, antikomünizm yerine
yeni bir ideoloji(!) üretmektir. Gerçekte bu çabalara yumuşama dönemiyle başlanmış,
Glasnost ve Perestroyka kavramlarına uyarlı yeni doktrin ve stratejiler üretme
çabalarına hız verilmiştir.
Dünün azılı antikomünistleri bugün SSCB'nin en yakın dostu olmak çabası içerisine
girmişlerdir. Dün komünist diye suçlanan çevreler ise, bu olguyu şaşkınlıkla
seyretmektedirler. Bir yazımda "kucağa oturmak" tavrından söz etmiştim. Bu tür
insanlardan söz ederken, "Onlar için Amerika ya da Rusya fark etmez, yeter ki
çıkarları bozulmasın" diye yazmıştım. Şimdi işbirlikçiler oturacak iki kucak buldular:
Hem Amerika, hem Rusya. Gene gerçek yurtseverler dışlandı...

— Özel Harp Dairesi'nin karıştığı somut eylemleri açıklayabilir misiniz?

—Sorunuza doğru yanıt verebilmek için pişmanlık duyan bir vatansever olmak
gerekir. Bomba Davası Savunma–1 adlı yapıtımda Özel Harp Dairesi'nin Kızıldere
Olayı'nda kullanıldığını açıklamıştım. 15 yıl sonra Kenan Evren'in yayınlanan anıları,
beni bu konuda doğrulamaktadır.
12 Mart 1971 sonrasını, siyasal açıdan iki bölümde incelemek gerektiğini
düşünüyorum. Birinci dönem, hükümetten 11 bakanın topluca istifasına kadar geçen
zamanı içermektedir. Bu istifalar ile Kızıldere Olayı arasında kanımca bağ
bulunmaktadır. Bu olay sonunda hükümetin reformcu diye nitelenen kanadı tasfiye
edilmiş, daha sağ bir hükümet kurulmuş, bir yandan 1961 Anayasası emperyalist
güçlerin istemleri doğrultusunda değiştirilirken, Ziverbey Köşkü gibi işkence evleri
kurularak "Temizlik Operasyonuna. başlanmış, aydın ve yurtseverler pasifize
edilmeye çalışılmıştır. Tüm bu yöntemler Özel Harp doktrininin İstikrar Harekatına
tıpa tıp uymaktadır. Bu anlayış çerçevesinde ÖHD işin içinde yoktu denilemez. 1972
yılında kendilerini Kontrgerilla Örgütü olarak adlandıran Ziverbey Köşkü
işkencecilerinden hesap sormak şöyle dursun, onların günümüze değin itibarlarım
korumaları bu konudaki kuşkularımıza haklılık kazandıracak boyutlardadır.
Ziverbey Köşkü işkencecilerinin, bir iktidar kavgasına hizmet etmek amacıyla itiraf
almaları ve yapay Bomba Davası'nı kullanarak, terörle sol cuntacı olarak
nitelendirdikleri kişileri ilintili gösterme çabalarının ardındaki güç saptanılabilmiş
değildir. Çünkü terörden yararlanmak suretiyle istenilen kişilerden biri Genelkurmay
Başkanı Org. Faruk Gürler, ikisi Kuvvet komutanıdır: Org. Muhsin Batur, Ora. Kemal
Kayacan. Geniş boyutlu yapay bir dava açmak için tertip düzenleme işi, yerli örgütleri
aşar, okyanuslar ötesine kadar uzanır. Gerçeklerin aydınlanması için Bomba
Davası'na uluslararası bir mahkeme tarafından, sembolik de olsa, yeniden
bakılmasını öneriyorum. Demokrasi açıklığına, ancak, geçmişin pisliklerini ortaya
döküp, bir özeleştiriden sonra ulaşılabilir. Bu bağlamda çizgiden çıkan örgütleri
saptamak da mümkün.

—"istikrar Harekâtı" kavramına açıklık getirebilir misiniz?

—Özel Savaş'ın Soğuk Savaş döneminin bir ürünü olduğundan ve Özel Savaş'm bir
çok kavramı içerdiğinden ve bunlar içinde "İstikrar Harekatı"nın da bulunduğundan
söz etmiştim. Bir ülkeyi terörü kullanarak istikrarsız, "destabilisa", hale getirmek
olanaklı... Bu amaçla Gladio türü örgütler kullanılarak devletin
yönlendirdiği teröre başvuruluyor. " Destabilisation" koşullan oraya çıkınca, onu
istikrarlı duruma, "stabilisation", getirmek gündeme geliyor. Bir ülkeyi istikrarlı hale
getirmek, emperyalistlerin istediği düzeni kaba duruma getirmekle koşut sayılıyor. Bu
amaca ulaşmak için iki yöntem var: Ya seçimleri dolarla besleyip Amerikancı partinin
iktidar olmasını sağlıyorsunuz, İtalya örneğinde olduğu gibi, ya da askeri darbe
yaptırarak, Amerikan yanlısı düzenleri kalıcı hale getiriyorsunuz, Türkiye örneğinde
olduğu gibi. Tüm bu yöntemler, Özel Savaş'ın istikrar Harekatı ve Kontrgerilla
Harekatı başlığını taşıyan resmi ABD talimnamelerinde kuramlaştırılmış ve Gladio
türü örgütler bu amaçla kurulmuştur.
Yazan, kuramcısı, yönetmeni, yapımcısı, senaristi ve hatta koreografisi USA patentli
olan bu filmi Türk halkı 12 Mart 1971'de ve 12 Eylül 1980'de hem seyretti, hem de
tiyatrosunu izledi. 12'li darbeler öncesinde Kontrgerilla, istikrar Harekatı ve Psikolojik
Savaş yöntemleri kullanılarak ülkemiz istikrarsız duruma düşürüldü. Yaratılan ortam
darbelere gerekçe yapıldı. Darbe sonrasında da, gene ayni yöntemler kullanılarak,
Temizlik Operasyonu ya da Pasifikasyon yöntemleri kullanılarak, ABD işbirlikçileri
tarafından solcu, sosyal demokrat, ilerici, demokrat, ulusal kurtuluşçu, anti-
emperyalist, antikapitalist ve tam bağımsızlıkçı yurtseverler her türlü işkence, baskı
ve zulmün hedefi haline getirilip cezaevlerine tıkıldılar, uydurma davalarla
yargılandılar ve işlerinden uzaklaştırıldılar. Tüm bu uygulamalar sonucunda, ülkeyi
istikrara kavuşturduğunu sanan kukla darbecileri, zaman doğrulamadı. Ama bugün
ülkemiz yeniden bir tür istikrarsızlık dönemi yaşıyor.
Kriminologların bir altın kuralı var: " Olayın sonuçlarından kim yararlanırsa suçlu
odur." Bu kuralın askeri darbeler için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Bugün tüm
dünya ve Türk halkı ülkemizdeki darbelerden ABD'nin karlı çıktığım biliyor. Öyle ise,
darbelerin suçlusu ve sorumlusu ABD'dir diyebiliriz. Kaldı ki yayınlanan bir çok belge
ve yapıtla bu gerek ortaya çıkmış bulunuyor. Bunun yanında Kontrgerilla Harekatı,
istikrar Harekatı, Psikolojik Savaş ve Pasifikasyon yöntemlerinin Özel Savaşın birer
bölümü olarak, darbe öncesinde ve sonrasında kullanıldığını da bilmek gerek. Bu
yöntemler ABD kaynaklıdır ve bunları uygulayacak Gladio türü örgütleri ABD finanse
etmektedir. Bu nedenle ABD, birçok ülkedeki demokratik oluşumları engellemek için
ya seçimleri yönlendirmekte, ya da askeri darbeler düzenlemekte baş suçludur. Bir
avuç yerli işbirlikçi, bilinçli olarak antikomünist düşünce birliği içerisinde bu ihanete
alet olmaktadır. Bilinçsiz büyük çoğunluğun ise, belirli basın ve yayın organları kul-
lanılmak suretiyle, savaş yöntemleriyle ideolojik bombardımana tabi tutulup,
Amerikancı partilere ve Amerikancı darbelere destek olması sağlanmaktadır. Dünya
halklarının ve ülkelerin, bu emperyalist komplo ve ihanetlerin farkına varma zamanı
gelmiş ve hatta geçmiştir. Bu nedenle Gladio olayı iyi değerlendirilmeli ve
yorumlanmalıdır.
FM 31–16 simgeli Counterguerılla Operatıons adlı resmi Amerikan talimnamesinde,
darbe düzenlemek amacıyla ACC (Allied Control Commission) diye gösterilen bir
örgüt şeması verilmektedir. 26 Kasım 1990 tarihli Der Spiegel dergisinde ACC'den
söz edilmekte ve ne olduğu açıklanmaktadır: ACC NATO ülkeleri yeraltı örgütleri
arasında koordinasyon sağlamaktadır. USSS (United State Secret Service) de bu
amaçla kullanılmaktadır.
Darbe sonrasında bu örgüt, sıkıyönetim Eşgüdüm Merkezi görevini de
üstlenebilmektedir. ACC şemasını Doruk Operasyonu adlı yapıtımda yineleyerek
yayınlamıştım. Şemada ABD istihbarat örgütü temsilcileri ile ABD'nin AID örgütü
temsilcilerine açıkça yer verilmektedir. Bu belge ve kanıtlar incelendiğinde askeri dar-
belerin arkasında ABD istihbarat örgütlerinin varlığı tartışmasız bir biçimde
görülmektedir.
Özellikle ev sahibi ülkelerde çok geniş bir tabana yayılmak suretiyle darbelerin
oluşumunda ve devamında çok etkin bir rol oynayan AID; özel sektörden polise,
polisten askere, askerden üst düzey bürokratlara, öğretim üyelerinden sarı
sendikacılara kadar her alanda at koşturan, güvenlik güçleri elemanlarına işkenceli
sorgulama yöntemleri öğreten ve işkence aletleri sağlayan bir örgüttür. ACC içinde
AID'nın acaba ne gibi bir işlevi var?
İtalya’da seçimlerin Hıristiyan Demokrat Parti lehine gerçekleşmesi için CIA dolarları
kullanıldığı, basında açıklandı. Amerikan yanlısı bu partinin, ABD tarafından finanse
edilen yeraltı örgütü Gladio'nun terör olaylarıyla desteklenmesi doğal. Olaylar içinde
P–2 Mason Locası'nın yer alması pek anlaşılır gibi değil. Mason Locasının, İtalyan
İstihbarat Örgütü yetkilileriyle işbirliği halinde terörü yönlendirmede ne gibi bir amacı
olabilir? Bu ve benzeri sorulara ayrıntılı yanıtlar verilmelidir. Bu amaçla Sismi'nin, P–2
Mason Locasının ve Gladio'nun katıldığı tüm eylemler ve bu eylemlerle varılmak
istenilen sonuçlar ayrıntılı biçimde açıklanmalıdır. Çünkü Gladio türü örgütler
bugünkü bilgilerimize göre 19 Avrupa ülkesini tehdit etmektedir. İtalya'daki yöntemler
diğer ülkeler için de geçerlidir.
P-2 Mason Locası benzeri bir örgüt anlayış ve eylem türü Türkiye için mümkün
müdür sorusuna yanıt ararken, kuşku duymak için ciddi nedenler bulunmaktadır.
MİT'in içinde Hiram Abas'ın başını çektiği bir mason kanadın örgüte etkili olduğu
dönemde, meydana gelen kuşkulu terör olayları bugüne kadar açıklığa kavuşmuş
değildir. Kaldı ki, Hiram Abas ve ekibinin eylemci ramboculuğu benimsedikleri
biliniyor. Bu kişilerin, aynı görüşü benimseyen iktidar yetkililerinden de cesaret alarak,
militan sağ ile vatanseverler''den bu amaçla yararlanmış olmaları düşünülebilir.
O halde iktidarlar, tüm geçmişteki siyasal cinayet ve kuşkulu terör eylemlerinin
suçlularını yakalayıp adalete teslim etmek gibi bir yükümlülük altındadırlar. Bu
yapılmadığı sürece Gladio benzeri örgütlerle, istihbarat ve güvenlik faaliyetlerine
yönelen kuşkular yoğunlaşacaktır.

YEDİNCİ BÖLÜM

SONUCA DOĞRU

Yapıtı, sonuna eklediğim bir şema ile noktalamak istiyorum. (Şema: 4) Üç bölümden
oluşan bu belgenin l'nci bölümü Özel Harp Dairesi (ÖHD)'nin eski başkanlarından
Sayın General Sabri Yirmibeşoğlu'nun bir makalesinden, 2'nci bölümü KKK'ca
yayınlanmış ve uygulamaya konulmuş resmi ST 31–15 talimnamesinden, 3'ncü
bölümü ise Genelkurmay Başkanlığı'nca 1990 yılında yapılan Brifingden alınmıştır.
Bu yöntemi bilinçle izledim. Sanırım bundan sonra makam ve rütbesi ne olursa olsun
kimse gerçekleri yadsımak için laf salatası, salade de mot, yöntemine
başvuramayacaktır. Ulaşmak istediğim amaç da budur.
Kangren olmuş bu yaraya neşter atılmalı ve kökü kazınmalıdır. Gerçek demokrasiye
geçişin ön koşulu bu sorunun çözümüne bağlıdır.
TBMM konuya angajedir. İktidarın yaşaması ve olası askeri darbelerin önlenmesi bu
operasyonun yapılmasına bağlıdır.
Soğuk Savaş, 2'nci Dünya Savaşı'ndan sonra komünizm tehlikesinin abartılmasıyla
ABD emperyalizmince doktrine edilerek yararlanılan bir kavram olmuş, AGİK
sürecinde, 1990 Paris Şartı ile teorik olarak sona erdirilmiştir.
Başkan Bush, geçen yıl CIA Başkanı'nın değişmesi töreninde, "CIA'nın hedefi Soğuk
Savaş kavramlarından sıyrılarak 21. yüzyılın karmaşık sorunlarına adım atmaktır"
şeklinde konuşmuştur. Bu CIA'ya verilen yeni bir direktiftir.
Soğuk Savaş, Özel Savaşı ve yöntemlerini beraberinde getirmiştir. Bu amaçla
ABD'nin hegemonyası altında bulunan ülkelerle, NATO ve bazı Avrupa ülkelerinde
Yerüstü Birlikleri (Komando Birlikleri) ile Yeraltı Örgütleri (X Örgütleri) kurulmuştur.
İtalya'daki Yeraltı Örgütü'nün kod adı Gladio'dur. Ülkemizdeki koşutuna kamuoyu
Kontrgerilla Örgütü demektir. Yetkili kişiler ise vatanseverlerden oluştuğunu iddia
ediyorlar...
Özel Savaşı yürütmek için Türkiye'de 1952 yılında kurulan örgütün adı, Özel Harp
Dairesi'dir. Daire Genelkurrnay'ın kontrolünde olup, ST–31–15 talimnamesine göre "
Yasalara bağlı değildir."
Gayrinizami Harp, İstikrar Harekatı, Psikolojik Harp, Özel Harp Dairesi'nin işlevleri
arasındadır. Bu faaliyetlerden daha azı askeri hedeflere, daha çoğu sivil halka
yöneliktir. "Yasalara bağlı olmayan" bir askeri, yan-askeri örgütün Psikolojik Harp
yöntemleriyle halkın beynini yıkayıp, istikrar yöntemleri (destabilisation) uygulayıp
Mukavemet Harekatı (Resistance Operations) yönetmesi demokrasi ile nasıl
bağdaşabilir? İktidarın, yanıtını araması gereken ilk soru budur...
Bu oluşumla hem ülke halklarının, ABD emperyalizminin değer yargıları
doğrultusunda beyinleri yıkanmakta, hem de ulusal değer ve çıkarlar göz ardı
edilmektedir. Hedef seçilen ülke ya da onların deyimiyle Ev Sahibi Ülke (Hoşt
Country), ABD çıkarları tehlikeye girdiğinde darbe ortamı hazırlanıp darbe
yaptırılmakta ve darbelere destek sağlanmaktadır. 12'li darbelerin Amerikancılığı bu
yapının doğal sonucudur.
TBMM'nin bazı üyeleri, İç Hizmet Kanunu'nun 35'inci maddesi'nde yer alan "TSK'nın
görevi Cumhuriyeti korumak ve kollamak" deyiminin kaldırılmasıyla askeri darbelerin
önlenebileceği gibi bir iyimserlik içindedirler. Bu doğrultuda girişimlerde bulun-
muşlardır, ama sonuç alamamışlardır.
Özel Harp gibi kuramlardan ve yeraltı örgütlerinden kurtulmadıkça askeri darbelerin
önlenemeyeceğini kesinlikle iddia ediyorum. Bu nedenle ÖHD yeniden düzenlenmeli
(reorganisation) ve onun sivil halka yönelik tüm işlevlerine son verilmelidir. Buna
zorunluluk da vardır. Mademki Soğuk Savaş bitmiştir, o halde onun ürünü olan Özel
Savaşa ne gerek var?
Genelkurmay Başkanlığı 1990 yılında, "dünyadaki yeni gelişmeler karşısında askeri
stratejilerde değişiklik meydana geldikçe, ÖHD'nin görevleri yeniden gözden
geçirilecektir" şeklinde bir açıklama yapmıştır. Evet, Özel Harp Dairesi'nin görevi
yeniden gözden geçirilmelidir.
Ama kanımıza göre bu önerinin gerçekleşmesi Türkiye açısından olanaksız
görülmektedir. Değişen dünya stratejisinde bize verilen rolde bir sapma olmaması
için, hem Özel Harp'e hem de örgütlerine daha fazla gereksinim duyulmuştur
emperyalistlerce...
AKKA - Avrupa Konvansiyonel Kuvvet İndirimi Antlaşması - gereğince Mersin Limanı
dahil, 39. paralelin güneyinde kalan Güneydoğu Anadolu Bölgesi hem konvansiyonel
silah indirimi açısından hem de paramiliter güçler-Kontrgerilla- açısından antlaşmanın
kapsamı dışında bırakılmıştır. Tüm Türkiye'de de AKKA'ya göre paramiliter güçler
indirim kapsamı dışında tutulmuştur.
ABD Güneydoğu Anadolu'da bu kadarı ile de yetinmemiş, Irak'taki Kürtlerin
sığınmasını bahane ederek, Irak'ın kuzeyindeki 36'ncı paralel ile Türkiye sının
arasındaki bölgeyi de denetimine almıştır. Çekiç Güç bu amaçla oradadır (1).
Marifetleri ortada. ABD emperyalizmi, Ortadoğu'daki petrol çıkarlarını korumak ve
düşman ilen ettiği İslam Radikalizmini engellemek için, ne ölçüde barbarlaştığını
Irak'ta akıttığı masum kanlarıyla gösterdi. ABD eski Adalet Bakanı Ramsey Clark
kurduğu mahkemede ABD yönetimini yargılarken, biz ABD'nin dümen suyunda
kalamayız.
Neden ülkemizdeki paramiliter güçlere AKKA'da ayrıcalık tanınmıştır? Çünkü tüm
baskılara karşın, halkımız bilinçlenmekte ve demokratik muhalefet gelişmektedir. Bu
gelişmeyi engellemek için yeraltı örgütünün lağvedilmesi değil, güçlendirilmesi gerek-
mektedir.
Şema-4'te görüldüğü gibi yeraltı örgütleri, Mukavemet Harekatı yürütürler. Bu tür
harekatın hedefi ideolojiktir. Bu nedenle iç düşman, dış düşman ayrımı yapılmaz.
Peki dünkü düşman komünistler idi, ya şimdi?
Ev sahibi ülkede (Host Country) ABD çıkarlarına ters düşen her kişi ve örgüt düşman
sayılmaktadır. Sayın General Sabri Yirmibeşoğlu'nun makalesine göre "... mevcut
siyasi iktidara karşı en basit direnişten başlayarak şiddet kullanmaya kadar" giden bir
çizgi üzerindeki herkes 'düşman' sayılmaktadır. Bu anlayışa göre ABD yandaşı siyasi
iktidarlar yaşatılacak; direnenler, ulusal çıkarları gözetenler, ulusal kurtuluşçular, tam
bağımsızlıkçılar, anti-emperyalistler iç düşman sayılacaktır.
Bu nedenle de "tek eri kendi memleketinin vatandaşlarına karşı savaşmaya
hazırlamak!' komando eğitiminin amacı haline getirilmiştir... Bu anlayışla yetiştirilenler
(ya da güvenlik örgütü mensupları) ST 31–15 Talimnamesinde açıklandığı gibi
işkence yapacak, insanları kötürüm haline getirecek ve öldürecektir. İşte dünya
liderliğine soyunan uygar ABD'nin öğretisi... Oysa savaşta bile esirlere işkence
yapamazsınız Cenevre Antlaşması'na göre...
ST 31–15 Talimnamesinde Mukavemetçilerin, yeraltı örgütü mensubu kişilerin
işlevleri sayılmaktadır. Yeraltı Örgütü’nde bu amaçla köye kadar inmiş hücre tipi
birimler bulunmaktadır. Ülkemiz 20 yıldır terör sarmalına alınmıştır. Bu durumda
suçlular yakalanamıyorsa, bu işin örgütünü ilk önce yasalar çerçevesine almak sonra
da geçmişini denetlemek zorunluluğu vardır. Çıkarın ortaya da şu dolarla beslenen
Vatansever Köstebekleri tanıyalım. Onlara gereken sıfatı Türk halkı versin...
Bir ABD'li yetkili "Oltaya yakalanmış balığın yeme gereksinimi yoktur" demişti. Olta
deyimi hafif kalır. Komünizm tehlikesini abartarak, ABD, sömürdüğü ülkelere zoka
yutturdu. Bugün de etnik, dini, mezhepsel vb özellikleri kullanarak finanse edip eğittiği
Gladio türü yeraltı örgütleri aracılığıyla, sömürüsünü sürdürmeyi garanti altına almak
çabasındadır...
Sayın Demirel 1990 yılında; "Türkiye'nin dış politikasını ABD'nin dümen suyunda"
görüyordu. Şimdi bu doğrultuda girişimlerde bulunmak durumundadır.
Demokratikleşme, "X örgütü"nün, Kontrgerilla Örgütü'nün, ortadan kaldırılmasına
bağlıdır. Başarılması güç, fakat zorunlu bir ulusal görev.
Demokratikleşme sürecine katkıda bulunmak için şimdilik Sayın Demirel ile Sayın
İnönü'ye somut bir öneri getirmek istiyorum:
12 Eylül sonrasında, faşist devletlerde bile benzeri az bulunan iki uygulama ile
Kontrgerilla yöntemleriyle halk denetime alınmıştır. Bu amaçla Çok Gizli iki yönerge
çıkarılmıştır. Bozulmuş olan devlet düzeninin onarımına katkıda bulunmak için:
• 15 Ocak 1981 gün ve 81/2 sayı, J–800–1 Çok Gizli Başbakanlık Yönergesi'nde yer
alan vatandaşların fişlenme, izlenme uygulamalarına son veriniz ve 1980
darbecilerinin halka reva gördüğü yöntemleri açıklayınız ki, 12 Eylül gerçeğini
halkımız daha iyi anlasın.
• Genelkurmay Başkanlığı tarafından benzeri amaçla çıkarılan 15 Kasım 1985 tarihli
Çok Gizli 33–5 Yönergesini yürürlükten kaldırınız.
Noktalarken, 1975 yılında Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi'nde yargılanırken belirttiğim
bir hususu 17 yıl sonra yinelemek zorunluluğu duyuyorum: "TSK'lerinde Türk
Subayına leke sürmekten kaçınmayan illegal Kontrgerilla Örgütü'nün hıyanetlerinin
tüm boyutlarıyla saptanılmasını, Türkiye 'nin gündemindeki en yaşamsal sorun olarak
görüyor ve yetkili kişileri göreve çağırıyorum" (2).
Gladio Örgütü'nün pisliklerini ortaya çıkarıp sorunu dünya genelinde güncelleştiren
İtalyan Savcı Felice Casson'a, gerçek dışı açıklamalarıyla beni bu çalışma içine
sokan yetkili kişilere, görüşlerime yer veren iç ve dış basın ve yayın organlarıyla köşe
yazarlarına, yapıtın oluşmasında katkıda bulunan tüm emekçilere, böyle bir çalışmayı
öneren ve bana yardımcı olan arkadaşlarıma ve yapıtımı okumak zahmetine katlanan
okuyucularıma teşekkür ediyorum. Eleştiri ve katkılarınızı bana yazılı olarak
ulaştırırsanız çalışmalarıma güç katacağınızı anımsatmak istiyorum.

İstanbul - 26 Ocak 1992

M. Talat Turhan

Yenigün Sok. No.19


81200 Kuzguncuk/İSTANBUL

YEDİNCİ BÖLÜMÜN DİPNOTLARI

(1) "Demirel Hükümeti”nin Türkiye'deki amerikan Çekiç


, Gücünün görev süresini 6 ay uzatması bir yanılgıdır. ABD nereye girmişse orası
çürümüş ve parçalanmıştır." (H.V. Velidedeoğlu Milliyet, 26 Ocak 1992)
(2) Bomba Davası Savunma- 2, Talat Turhan, s. 150.

TALAT TURHAN'IN YAZI, YAPIT ve SÖYLEŞİLERİ

• Genç Kemalistler Davası Savunması (8 Eylül 1964 Günü Genelkurmay


Mahkemesine Verilmiştir, 61 Sayfa, Yayınlanmadı)
• Orgeneral Cemal Tural'a Açık Mektup (Akşam, 6 Aralık 1965 Emekli Kurmay Albay
Selçuk Atakan'la Ortak imzalı)
• Emekli Tümgeneral Fahrettin Soydaner'e Verilen Yanıt Yazıları:
— Talat Aydemir'in Hatıratıyla ilgili Açıklama (Akşam, 14 Aralık 1966)
—Talat Turhan'ın Emekli Tümgeneral Fahrettin Soydaner'e Cevabı (Akşam, 20 Şubat
1967)
—Talat Turhan'ın Soydaner İçin Yaptığı Açıklama (Akşam, 4 Nisan 1967)
• İnfazlarla İlgili Açıklama (Dünya, 8 Nisan 1967)
• Bir Yıldönümünün Düşündürdükleri (Dünya, 22 Mayıs 1967)
• 22 Şubat (Akşam, 24 Şubat 1969, Emekli Kurmay Yarbay Osman Denizle Ortak
İmzalı)
• Sayın Sunay'a Açık Mektup (Devrim, 20 Ocak 1970)
• Bomba Davasında Talat Turhan'ın Savunması (1975, 10 Klasör,
Ekleriyle 5000 Sayfa, Bir Bölümü iki Kitap Halinde Yayımlandı, Büyük Bölümü Henüz
Yayımlanmadı)
• Türün'den Cevap Bekliyorum (Cumhuriyet, 5 Ekim 1975)
• Kontrgerilla Köşkü'ne Girdik, (Cumhuriyet 11 Ekim 1975)
• Terazinin Kefesi Ve Devlet Güvenlik Mahkemeleri (Politika, 28
Eylül - 4 Ekim 1976)
• Devlet Güvenlik Mahkemesine Neden Hayır (Cumhuriyet, 29 Eylül 1976)
• 12 Mart Hukukunun Ardındaki Amerika mı? (Politika, 11–13 Ekim 1976) ,
• Demirelci Devrimcilik ve AET (Politika, 19–21 Ekim 1976)
• işçi Sınıfı Ve Sınıf Gerçeği (7 Gün Dergisi, 16 Şubat - 9 Mart 1977)
• Savunmam (7 Gün Dergisi, 23 Mart - 6 Nisan 1977 Giriş Bölümü)
• AP DP'nin Devamı mı? (7 Gün Dergisi, 13 Nisan - 3 Mayıs 1977)
• işkence, Terörizm, Siyasi Cinayetler Ve Güvenlik Örgütleri (7 Gün Dergisi 11 Mayıs
-15 Haziran 1977)
• İktidarların Çeteleşmesi Ve Bürokrasi (7 Gün Dergisi 3 Ağustos -14 Aralık 1977
Yazı Dizisi Sürerken Dergi Yayın Faaliyetine Son Verdi)
• Kontrgerilla Gerçeği, Talat Turhan, Sadi Koçaş ve Memduh Ünlütiirk'e Cevap
Veriyor (Politika, 10–15 Mayıs 1978)
• Silahlı Kuvvetler Birliği ve 21 Mayıs, (Yeni Gündem, 15–28 Mayıs 1985, Sayı: 34 )
• Bomba Davası, Uğur Mumcu, Talat Turhan'ın Mahkemeye Sunduğu
Savunmasından (Cumhuriyet, 11–12 Kasım 1985)
• Silahlı Kuvvetler Birliği Gizli Örgütü ve Muhsin Batur (Cumhuriyet, 20 Kasım 1985)
• Talat Turhan Açıklıyor: Bomba Davası Gerçeği (Cumhuriyet, 21 Kasım 1985)
• Bomba Davası Savunma 1, (270 Sayfa Birinci Baskı: Ocak–1986 İkinci Baskı: Ocak
- 1986, Kitap)
• Talat Turhan'ın Açıklaması (Tercüman, 12–13 Mayıs 1986)
• Bomba Davası Savunma 2 , (437 Sayfa Birinci Baskı: Temmuz -1986, Kitap)
• Talat Turhan'ın Sorularımıza Verdiği Yanıtlar, ( Düşün, Siyasi 15 Ekim 1986)
• Milli istihbarat Teşkilatı ve Sivilleşme, (Sorun Birlikte Kitap Dizisi 1 Ekim 1987)
• Uluslararası Terörizm ve Ölüm Mangaları, ( Sorun Birlikte Kitap Dizisi 1, Aralık
1987)
• Askeri Darbeler Dönemi, ( Sorun Dergisi 1–3, Mart 1988)
• 12 Eylül Tartışılıyor, ( Sorun Dergisi 2–4 Mayıs 1988)
Yine Milli istihbarat Teşkilatı, (Sorun Dergisi, 3–5, Temmuz
1988)
• Köstebekler, (Sorun Dergisi 4–6, Eylül 1988)
• Politik Durum Değerlendirmesi - 1.Bölüm, (Sorun Dergisi 5–7,
Kasım 1988)
• Politik Durum Değerlendirmesi - II. Bölüm, ( Sorun Dergisi Sayı: 8, Ocak 1989,
Darbe Olasılığı)
• Doruk Operasyonu, (Sorun Yay. 1989, Kitap)
• Kontrgerilla mı, İslamcılar mı (2000'e, Doğru, 4 Şubat 1990) Emekli Kurmay Yarbay
Talat Turhan Anlatıyor, (Yeni Asya, 14 Mart–18 Mart 1990)
• Esrarengiz işler, (Yeni Asya, 17–28 Eylüll990)
• Körfez Bunalımı Üzerine, (iktisat Dergisi Ekim-Kasım 1990, Sayı: 305 – 306)
• Şimdi de İslam’ı Düşman Seçtiler, (Zaman, 19 Kasım 1990)
• Ex-officer: Coup Possible, (Dateline, 24 Kasım 1990)
• Die Tageszeitung, 29 Kasım 1990
• Emperyalizmin Örgütleri, (iktisat Dergisi, Şubat 1991, Sayı: 312)
• Gizli NATO Örgütü ve Terör, (Mülkiyeliler Birliği Dergisi, Şubat 1991, Sayı: 128)
• Türkiye'yi Kucağa Oturtma Planı, (2000'e Doğru, 11 Ağustos 199İ)

You might also like