Professional Documents
Culture Documents
France Farago Sanat Doğu Batı Yayınları
France Farago Sanat Doğu Batı Yayınları
Sanat
France Farago
Sanat
DOGUBATI
France Farago
Paris Lycee Chaptal'de felsefe profesörüdür. Antik düşünce akımları, felsefe
tarihi ve politik düşünce akımları gibi alanlarda çok sayıda çalışmaya imza
atmıştır. Cornprendre Kierkegaard (Kierkegaard'ı Anlamak), La Justice
(Adalet), La La i'cite: to/erance voilee (Laiklik Örtülü Hoşgörü?) ve
La Volonte (İrade) başlıklı kitaplar yazarın yayımladığı eserlerden bazılarıdır.
Bunların dışında, yazarın bizzat yayımladığı ya da katkıda bulunduğu pek çok
eser bulunmaktadır.
Özgün Metin
L'art
Copyright ©Armand Collin, 2003
Fransızca'dan Çeviren:
ÖzcanDoğan
Yayına Hazırlayan
Taşkın Takış
Kapak Tasarımı
Aziz Tuna
Baskı
Cantekin Matbaacılık
1. Basım: Eylül 2006
www.dogubati.com
Giriş . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 9
Bölüm 1
Temsil ve Görüntü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 19
Bölüm il
Antikite'de Sanat Düşüncesi: Taklidin Estetiği . . . . . . . . . . . . . 32
Bölüm 111
Plotinus ve G eç R oma İmparatorluğu:
Estetiğe Yön Veren Mistik . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 54
Bölüm iV
Rönesans'ın Esnek Düzeni . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 75
Bölüm V
Barok Mekan: XVII. Y üzyılda Sonsuzluk Perspektifi . . . . . . . . 99
Bölüm VI
Kant ve Zevk Yargısı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 116
Bölüm Yii
İdealist Estetik: Schelling ve Hegel . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 131
Bölüm VIII
Temsildeki Kriz: Paul Klee (1879-1940) . . . . . . . . . . . . . . . . . . 160
BölümIX
Biçimin Kurban Edilişi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 181
BölümX
Tarkovsky ya da Sinemacı İkonu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 228
BölümXI
Çağdaş Sanat ya da Bakış Egzersizleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 239
BölümXII
Merleau-Ponty'de Görülürün Ontolojisi . . . . . . . . . . . . . . . . . . 273
Kaynakça . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 285
Dizin . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 289
Cecile ve Pierre için
GİRİ Ş
*
Varlıklarla ilgili kişisel kanılarımızın, genel-geçer olmayan öznel bil
gilerimizin, önyargılarımızın, olumlu ya da olumsuz olarak değerlen
dirilen varsayımlarımızın bütünü. Her türlü iletişim bunların üzerine
kuruludur (ç.n.) .
12 Gkiş
3. BAŞKA B İ R KRİ Z
XX. yüzyılın başlarında Avrupa' da yaşananlara benzer bir şeyin
daha önce Geç Antikite döneminde yaşanmış olması son de
rece ilginçtir; bu dönemde de sanatta köklü bir değişim yaşan
mıştır; varlıkların ve objelerin Tanrı'nın bakış açısıyla tasvir
edildiği din merkezli bir sanatın hayata geçirilmesi amacıyla in
san-merkezci bir çerçevede İ . Ö . V. yüzyıldan beri Atina'da
ampirik olarak uygulanan perspektif terk edilmiştir. Platon ve
Aristo'nun yaşadığı dönemde ve Phidias'tan Plotinus'a kadar
uzanan bütün bir dönem boyunca, gerek içgüdünün ve bilimin
Doğada keşfettiği uyum yasalarına vurgu yapılarak, gerek şey
lerin görünümünü gözle algılandıkları biçimiyle yansıtmaya ça
lışılarak, sanatın, objektif olarak sunulan görülür Doğayı taklit
etmesi son derece doğaldı. Bu bağlamda, Platon'un din-mer
kezciliği, sanatçının şeylerin doğrudan görünümüne değil de
özüne bağlı kalması üzerine kurulu bir mimesis için uygun olsa
da, sofistlerdeki insan-merkezciliğin etkisinde kalanlar, duyu
larla algılanabilen görünümü izleyiciyi aldatacak kadar gerçekçi
bir biçimde yansıtan perspektif uygulamalarını tercih etmişler
dir. Bununla birlikte bu değişkeler, Antikitedeki temel tutumu
kesinlikle bozmamıştır; bunu en iyi biçimde formüle eden kişi
Aristo'dur, ki Aristo'ya göre sanatın görevi, dünyadaki varlık
ları ve şeyleri taklit etmektir. Bu nedenle, Greko- Romen estetik
ve klasik antik sanat biçimleri (Yunan ve ardından Roma) ,
yüzyıllar boyunca sahip oldukları otoriteyi koruyabilmişlerdir;
bunlar Geç Antikite, Roma dönemi ve onun uzantısı olan gotik
dönem arasında yaşanan kesintiyi etkisiz kılmışlardır ki, gotik
dönemde sanat, Doğayı taklit etmekten ziyade (doğrusal ya da
idealleştirilmiş taklit, fark etmez) , metafizik bir deneyim için
bir çıkış noktası olmaya, üstün gerçeklikle güçlü bir temas ya
ratacak bir araç olmaya çalışmıştır. İ . S . Ill. yüzyılda Plotinus,
yaşanan bu geçişe tanıklık etmiştir ve A. Grabar, Plotinus' un
söylevlerinde, Ortaçağ estetiğinin kökenlerini görmektedir.
France Farago 1 5
TEM S İ L VE GÖRÜNTÜ
vardır ki, aşkın bir modelin çok daha kusursuz bir taklidi oldu
ğu için, felsefe tragedyayı geçer; en üstün tragedyadır felsefe.
O halde, Platon'un sanatla ilgili sözlerinde anlam belirsizliği
varsa da, sanat eserlerinin ya da sanatsal etkinliğin mahkum
edilmesi diye bir şey söz konusu değildir. Platon, Politİka'da
(299de) şunu yazacak noktaya kadar varır: "Eğer sanat olma
saydı, şu an bile böylesine çekilmez olan hayat, yaşanması im
kansız hale gelirdi".
1 . 5. YAŞADI G I D Ö NEM İ N SANATINA KARŞI PLATON:
İ LL ü zyoN İ ZM İ N MAHK Ü M ED İ LMES İ
gelir. Başka bir deyişle, sanatsal taklit, sadece analojik bir ben
zerlik gerektirir; burada analojiyi, farklı olmakla birlikte belli
bir benzerlik taşıyan iki obje arasındaki ilişki olarak, sonuçta
ikili bir boyut sunan ilişki olarak tanımlamamız gerekir; bunlar,
benzerlik boyutu ve farklılık ya da benzemezlik boyutudur.
Böylelikle sanat, en iyiyi elde etmek üzere, bilinçli olarak baş
langıçtaki doğrudanlıktan kurtarılan Gerçekliğe ulaşmak üzere
ve aynı zamanda en kötüye, gerçekliğin Varlıkla olan ilişkisinin
tahrif edilmesine varacak şekilde insana özgü sembolleştirme
nin doğduğu kırılma noktasını gösterir.
2. ARİ STO ESTET İGİ
2. 1 . DO GANIN TAKLİ D İ
Aristo' da, sanatı doğanın taklidi olarak algılayarak, doğaya
gönderme yapılması zorunluluğunu kesin bir biçimde dile ge
tiren tam bir sanatlar doktrini vardır. Aslında, mİmesİs esteti
ğine büyük bir kuramsal destek sağlayan kişi Aristo'dur. B .
Lamblin şöyle diyor: "Bir bütün olarak Poetıka, Greko- Latin
estetiğin ve ardından Ortaçağ ve modern estetiğin bu kutsal
kitabı, sanatın doğanın bir taklidi olduğu ve böyle olmasının
meşru olduğu düşüncesinin altını çizmektedir" (Sanat ve
Doğa, s. 92) . Gerçekten de, Poefİka'da ( 1 448b5), Aristo şiirin
doğuşunu iki nedene bağlar:
Şiir, varolu§unu genelde iki nedene, iki doğal nedene borçlu
gibi görünüyor. Taklit etmek (mimesthai) insanların doğasında
bulunmaktadır ve bu eğilim çocukluktan itibaren kendini gös
terir (insan, güçlü bir taklit yeteneğine sahip olmasıyla diğer
hayvanlardan ayrılır ve öğrendiği ilk bilgileri taklit aracılığıyla
edinir) ; diğer taraftan, bütün insanlar mimetik betimlemeler
den zevk alır. Bunun bir kanıtı olarak §Unu söyleyebiliriz: Tu
haf ve sıra dı§ı görünümleri olan varlıklara bakmaktan rahatsız
oluruz (örneğin en çirkin hayvanlar ve cesetler) ; ancak, bu
varlıklara ait ve birebir bir doğrulukla gerçekleştirilen imgelere
bakmaktan ho§lanırız . Bunun nedeni §U ki, filozofun bir §eyler
5 0 Antikite 'de Sanat Düşüncesi
çerçeve sunuyordu, öyle ki, yirmi asır sonra, Avrupa estetik an
layışı hala buna sığınmaya devam ediyor.
2. 2 . D O GAL NESNE VE SANAT NESNES İ
Aristo, sanatsal etkinlikler ve üretimler ile doğal bir objeyi bir
birinden ayırır; çünkü doğaya ait olan bu obje kendisindeki
değişimlerin bizzat nedenidir; oysa bir eser ya da eylem bir ara
cı tarafından meydana getirilir. "Varlıklar. . . ya sanatın, ya do
ğanın, ya talihin ya da rastlantının ürünüdürler. Sanat başka
bir şeyin hareket ilkesidir, doğa ise aynı şeyde varolan ilkedir,
zira insanı var eden yine insandır" (Metaf, L 3, 1 070a6) . Do
ğal bir oluşumdaki devindirici prensip "en autô' da, o oluşu
mun kendisinde yer alır, oysa yapay bir üretimdeki devindirici
ya da düzenleyici prensip "en al/ô' da, o üretimin dışında kalan
bir araç içerisinde yer alır. Bununla birlikte, sanat etkinlikleri
ve sanat eserleri doğayla aynı nedensellik türüne bağlıdırlar;
aradaki fark, insan etkinliği ve insan üretimi için geçerli olan
nedenin psikolojik olmasına dayanır; etkinlik için pratik, sanat
için teknik bir neden söz konusudur. Formları meydana getiren
şey doğa olduğunda, ereksel neden formel nedenle ve devindi
rici (motor) nedenle özdeşleşir: Maddenin özeğindeki eylem
biçimi (özdeksel neden) içkin ve dolaysızdır. Sanatsal etkin
likte, yönelmişliğiyle formun gerçekleşme sürecine eşlik eden
ve bu süreci yönlendiren ereksel neden (formel neden) , sadece
içine etki ettiği özdeksel nedene dışsal olan bir devindirici ne
den aracılığıyla hareket eder. Aristo, güzeli ve iyiyi pratik veya
teknik birer kategori olarak algılamaz; bunlara kozmik ya da
metafizik bir değer atfeder. Ona göre, sanat teknik bir şeydir,
güzel ise metafiziktir. Düşüncesindeki temel prensip enteltic
hittlir, amacın gerçekleşmesidir. Doğada ve sanatta yaratılan
her şeyin tek bir amacı vardır: İ yi (Metaf, I, 3 983, 3 1 ) . Sa
dece amaçlar alanında iyi söz konusu olabilir. Aristo'da iyinin
estetiği söz konusudur. Ahlaki iyi, eğilimlerdeki doğru ölçüyü
ve dengeyi nitelemesi ve bencil olmayan bir zevki ön plana çı-
France Farago 5 3
veren bir ideale dair bir bilinç yani bir anımsama yaratması ge
rekir. Güzelliğin algılanması, ideal bir değerin açınlanmasıdır
ve bu ideal değer, kendisini tatmin eden bir objede o değerin
dı§sal yansımasını, imgesini bulan tinsel öznenin içselliği içeri
sinde ke§fedilir. Güzellik deneyimi, ruhun içsel formuna denk
dü§en formun sezgisel olarak ani bir biçimde tanınmasıyla, du
yumsanabilirin odağında, ruhu kendine döndürmek amacıyla
onu duyumsanabilirden uzakla§tıran bir kopu§ (raptus) ger
çekle§tiren paradoksal bir deneyimdir. Güzel bir objenin yap
tığı tek §ey, bilinçsiz olarak kendi içinde ta§ıdığı ideali özneye
göstererek özneyi kendisine açınlamak değildir; aynı zamanda,
özneyi daha üstün bir gerçeklik düzeyine yükseltir ve bu ger
çeklik düzeyinde, objeler artık dı§sallığın birer belirlenimi değil,
akılla kavranabilir olan saf birer nedendirler; bütün zihinleri
aydınlatan bir !§ıkla kendi aralarında e§güdümlü hale gelen ku
sursuz düzeyde açık birer özdürler. Plotinus'a göre, dı§sal ob
jelerin, duyularla algılanabilen §eylerin güzelliği sadece akılla
kavranabilir güzelliğin, kutsal İ delcrin güzelliğinin bir benze
§imi olarak dü§ünülebilir ve akılla kavranabilen bu güzellik,
sadece içselliğe dönü§ aracılığıyla özne tarafından algılanabilir.
Buradan çıkarak, Plotinus, Phedrede yer alan bir açıklamaya
ba§vurur, ki Platon Phedrede §unları yazar: "Bu ideal objeler
arasında bir benzc§me olduğunu fark ettiklerinde §a§kına dö
nerler ve kendilerini kaybederler" (250a) . Bu nedenle, Ploti
nus, güzelliğin matematiksel ifadeye indirgenmi§ bir orantıyla
tanımlandığı Platon'un estetik ilkelerinin objektif bir biçimde
olduğu gibi aktarılmasını kabul etmemekle birlikte onun Pla
tonculuktan vazgeçtiği söylenemez, zira o da ele§tirdiği filozof
gibi, güzelliği, akılla kavranabilirliğin ilk düzeyini (matematik
sel ve geometrik düzey) a§an ve yargılama anlığının ötesinde
güzelliğe gerçek ontolojik anlamını veren nedenlere bağlar;
buradaki yargılama anlığı, eserin gerçekle§tirilmesi için gerekli
olan fakat güzelliği kavramak, bundan etkilenmek ve tatmin
olmak için analitik bir işleme ihtiyaç duymayan sezgisel i§lemde
France Farago 5 7
ç1kmas1 (ç. n . ) .
France Farago 6 1
" Bir, bütün şeylerdir ama o şeylerden hiçbiri değildir; her şeyin
kökeni olan Bir, her şey değildir; fakat Bir her şeydir", çünkü
her şey İ lk'tir ama İ lk değildir; H er şey İ lk'tir, çünkü İ lk'ten
doğar; her şey İ lk değildir, çünkü İ lk, her şeye varlığını ver
mekle birlikte, kendi içinde kalır (V, 2, 1 - 2) .
rak yan yana gelen öğelerini değil de, Bir'den doğan ve Bir
tarafından organik olarak birbirine bağlanan bütüne ait ürünler
gören Plotinusçu öğreti konusunda, "spiritüalist fizik" ten bah
setmektedir. İ nsanın ve dünyanın eş-doğalılığı, "dünyanın zihin
için saydam hale geldiğini" göstermektedir. Ayrıca, objelerin
dayanıklılığı ortadan kalktığından, madde kendisi için varlık
olmama olduğundan, bütün objeler, ışığı engellemeden iç içe
geçip birbirine nüfuz ederler (iV, 4, 1 1 ) : Objelerden çıkarak
yayılan ışık, içinden geçtiği objelere kusursuz bir saydamlık
kazandırır.
Nihayetinde, genelde ışık ile ışığın yayıldığı kaynak arasında
yaptığımız ayrımı ortadan kaldırdığımızda ve her şey eşit dü
zeyde bir ışık kaynağı haline geldiğinde, parçaların belli olma
dığı, varlıklar arasındaki sınırların birbirine karıştığı bir görüş
elde ederiz; öyle ki, "buraya kadar benim varlık alanımdır diye
cek şekilde kendi sınırlarımızı belirleyebileceğimiz hiçbir nok
ta" kalmaz artık (Vl, 5, 7 ) . Grabar'ın eşsiz yorumlarını takip
etmeye devam edelim (s. 42 -43 ) : "Akılla-kavranabilirin temaşa
durumu bir ben bilinci yaratmaz, fakat bütün etkinliğimiz te
maşa nesnesinde yoğunlaşır" : Artık tema§a nesnesine dönüşü
rüz ve şekil verdiği bir madde gibi kendimizi ona sunarız; biz
artık sadece edimsel olarak bizizdir:
Görmek için kendi'nin bilincine varmak gerekir ve bu görünün
bilincine varmak için, bir bakıma görmeye son vermek gerekir.
O halde, görünün bilincinde olarak görmek istiyorsak, görü
den yeteri derecede uzaklaşmak gerekir, fakat görüye döneme
yecek ve yeniden görüye dalamayacak kadar uzaklaşmamak
gerekir. İ şte bu karşılıklı ayrılma ve birleşme hareketiyle, bütü
nün içerisinde erime durumunun bilincine varırız, ki bu ideal
bir anlıksal temaşanın en büyük amacıdır (ll, 1 , 1 3 ) .
72 Plotinus ve Geç Roma İmparatorluğu
Tanrı insana §Öyle diyor: "Dünyada olan her §eyi daha iyi göre
bilmen için, seni dünyanın merkezine koydum" . "Ruh doğanın
merkezidir" diyor Marsile Ficin, Theologja Platonıca'da. Ve
ruh, tıpkı Tanrı gibi, bir bilgi merkezidir. Ama aynı zamanda
gücün de merkezidir, tıpkı Tanrı gibi. İ nsan, Tanrı'nın etrafın
da yarattığı evreni gözleriyle kucaklayacaktır. Merkezi her yer
de ve çevresi hiçbir yerde olmayan sonsuz küre, geleneğin Tan
rı'yı betimlemek üzere ba§vuracağı imge, kendini insana, onun
ruhuna ve bilincine uygun hale getirecektir. İ nsanın bulunduğu
her yer ve her an, dünyadaki manzaranın sürekli yenilenen
merkezi haline gelecektir; ve bu da, Rönesans insanı için Tanrı'
nın tezahürü olan, sonsuz sayıda bakı§ açısının sunduğu bir
zenginliktir.
Bu dönemde "Rönesans" terimiyle ifade edilmeye değen
§ey, XIV., XV. ve XVI. yüzyıldaki sanatçıların ve bilginlerin
Antikiteyi ke§fetmeleridir. XV. yüzyılın ortalarına doğru, Papa
i l . Pius antik Roma'ya ait, Tivoli ve Ostie'deki arkeolojik alan-
France Farago 7 7
·
Manastırlarda papaz çömezlerine ayrılan bölüm (ç.n.) .
France Farago 8 7
BAROK MEKAN:
Xvn. YÜZYILDA S ONSUZLUK PERS PEKTİFİ
akla gönderme yapar. Oysa akıl, bizi geçen bir şeylere gön -
derme yapan bir yetidir. Yüce deneyiminde, güzelde göremeye
ceğimiz saltığa ve mutlağa yönelen bir atılım ve aşkınlık hare
keti söz konusudur. Yüce bize aşkınlığı gösterir ve sanki yü
ceye bağlı zevk yargısı bizim arayışımıza cevap verebilirmiş ve
estetik yeniden Varlığa ve duyumlar-üstüne yöneltiyormuş gibi
oluverir her şey. Yüce deneyiminin bir tanrısallık deneyimi ol
duğunu, bir adı ve yüzü olmayan, bilinemeyen ancak yoklukta
ve en uç deneyimlerde algılanabilen bir Tanrı deneyimi olduğu
nu söylemek abartı sayılmaz. Bununla birlikte, eğer güzel saf
bir zevk sunuyorsa, yüce de, karışık bir zevke vesile olan şey
dir; bu zevk ilk anda yaşamsal güçlerin sınırlanmasına ve ar
dından ortaya çıkıp yayılmasına neden olur. Yüce ilgi çekici ya
da eğlenceli bir şey değildir; ciddiyeti, ağırlığı ve saygıyı em
poze eder: Bu, öznel nitelikte menfi bir zevktir. Ayrıca, biçimsel
ereksellik güzel bir objeyi içsel olarak karakterize etse de, yüce
obje diye bir şey yoktur. Yüce sadece bir temsilin kavranmasın
da söz konusudur. Doğanın güzelliği, mekanizmanın ötesinde,
bir sanat anlayışında son bulur, oysa ki yüce duygusunu uyan
dıran şey kaotik durumlara dayanır ve zihnimizdeki uyum ihti
yacını dikkate almaz. Kant'a göre, yüceyi karakterize eden şey,
özellikle "korkuyla karışık zevk" düşüncesidir ve bunu Burke'
de sonsuzluk deneyimini karakterize eden "tatlı korku"ya ben
zetebiliriz. Yüce duygusu, temeli bizim içimizde olan "tinsel bir
duygu"dan doğmuş gibidir. "Yüce bir zevk nesnesi değil, pate
tik duygunun nesnesidir". Yüce, bizim yetilerimizin uyumlu
etkinliği adına, doğanın erekselliğine oranla bize herhangi bir
şey ifşa etmez; fakat içimizde, duyumlar-üstüne yöneldiğimiz
duygusunu uyandırır. İ mgelemi zorlayan ve dolayısıyla her tür
lü erekselliğe karşıymış gibi görünen bir temsil vesilesiyle yüce
duygusunu hissederiz. Tin, kah çekici kah itici duygularla
canlanır ve saygıya yakın nötr bir zevk uyandırır. Bunun nedeni
şu ki, yüce, biçimsiz ya da iğrenç olabilen bir obje üzerinden,
duyumsanabilir herhangi bir şeyle betimlenemeyen akıl İ dele-
1 26 Kant ve Zevk YargJSJ
rini ilk kez duyumsayan bir tinin göstergesinden başka bir şey
değildir. Yücelik deneyimi vesilesiyle, zevk yargısını oluşturan
imgelem ve anlama yetisinin etkinliğine geriye dönük olarak bir
anlam kazandıran akıl ile imgelem arasında bir dengesizlik
ilişkisi kurulur. Tin gerçek anlamda, sakin bir izleme halinde,
güzellik karşısında durumunu koruyabilir, fakat yüce dinamik
bir şeydir: Kendini aşmaya yönelen ruhun hareketi içerisinde
duyumsanır. Açıkça söylemek gerekirse, Kant iki tür yüce ayırt
etmektedir: Tanıma yeteneğiyle ilintili olan matematiksel yüce
ve arzulama yetisiyle ilintili olan dinamik yüce.
5 . 2 . MATEMATİ KS EL YÜ CE
İ mgelem ve akıl arasındaki karmaşık ilişkiler matematiksel
yücede kendini gösterir. "Mutlak bir büyüklüğü olan şeyi yüce
olarak adlandırırız" diyor Kant; yani hiçbir şeyle karşılaştırıla
mayan, hiçbir şeyle ilişkiye sokulamayan şeye yüce denir. Yü
ceyle ilgili bu tanımlamanın geleneksel olarak Tanrı'yı ifade
etmek için kullanılan bir adla örtüşüyor olması son derece il
ginçtir. "Mutlak büyük" kavramı ne anlamayla ne de akılla ilgili
bir şeydir: Bu, "objenin tasviri üzerine düşünmeyle ortaya çı
kan yargıdır" (s. 89) . Fakat, doğada duyularla algılanabilen
hiçbir obje bu tanıma uymamaktadır: Duyularla algılanan bü
tün nesneler, bütün matematiksel nicelikler gibi görecelidir.
Gözümüzün önünde alabildiğine yayılan gökyüzünün sonsuz
luğunu yüce olarak değerlendirirsek, burada yüce olan şey,
imgelemin bütün görünürün sınırlarını genişlettiği yer olan ruh
halimiz ve mutlak bir bütünlükten kendisine bir İ de yaratan
aklımızdır. Gördüğümüz şey ampirik bir gökyüzü değildir.
Yücenin yüklemi hiçbir zaman deneyime bağlanamaz; bu ne
denle, her türlü duyusal ölçütü aşan ruhsal bir yeti bizi yönlen
dirir. Bizler yüceyi doğal fenomenlerin karşısında duyumsarız,
"ki bu fenomenlerin sezgisi yücenin sonsuzluk İ desini ortaya
çıkarır" (s. 94) . Ancak imgelemin kapasitesi ve aklın gerekleri
burada birbiriyle çatışırlar. Yücelik yargısının ortaya çıkardığı
France Farago 1 2 7
İ DEALİ ST ESTETİK:
SCH ELLING VE H EGEL
düzenli aralıklarla yüzeye çıkan bir yer altı kaynağı gibi Avrupa
düşüncesi tarihinde periyodik olarak ortaya çıkarak bu düşün
ceye zenginlik katmaya devam etmiştir.
Sanat filozof için en yüce şeydir; ona adeta Azizlerin bağrını
açan şeydir, ki orada, doğada ve tarihte birbirinden ayrı ka
lan ve sonsuz bir biçimde düşünceden olduğu gibi yaşam -
dan ve eylemden kaçmaya çalışan şeyler ilksiz ve sonsuz bir
vizyon içinde alev alev yanar" ( Textes esth., s. 26) .
2. HEGEL ES TET İGİ ( 1 7 70 - 1 83 1 ) '
Daha sonra Hegel, düşünceyle ilgili daha açık bir tanım ortaya
koyar: "Düşünce, kendinde ve kendisi için var olarak, aynı
zamanda kendinde doğrudur; genel bir biçimde tinin niteliğini
taşıyan, evrensel olarak tinsel olan, mutlak tin olan şeydir.
Mutlak tin, tikel ve sonlu değil, evrensel tindir. Evrensel bir
doğruluğa sahip bir doğru olarak belirlenir" (a.g.e.) . O halde,
Tanrı'nın tini olan sonsuz tinle, bizim tinimiz olan sonlu tini
birbirine karıştırmamak gerekir. Kendimizi tin olarak ortaya
koyabilmemiz için, doğaya karşıt olmamız gerekir, fakat "do
ğadan ayrılarak doğaya karşıt hale gelen tin mutlak tin değildir;
[bu] gerçekliğini doğanın ideal bir biçimde ortaya konduğu
mutlak tinden alan sonlu tindir. İ çkin aktiviteleri gereğince
farklılaşan ve karşıt ifadeler halinde ayrışan bu tindir: Doğa ve
sonlu tin; bu ifadeler tümel düşünceyi gayet iyi betimlemekte-
France Farago 1 4 5
üstlenir, fakat tam olarak bir sanat eseri haline gelebilmek için
bu varlığı idealize eder.
2. 4. H EGEL'DE SANAT TARİ H İ
Estetik Dersleri, Hegel tarafından ya§amının son yıllarında
Berlin'de verilmi§tir. Bu derslerin, Hegel'in büyük önem ver
diği Tarih Felsefesi Dersleriyle aynı döneme rastlaması, sanatla
ilgili dü§üncelerin tamamen tarihsel bir niteliğe sahip olmasını
ve İ denin geli§imindeki önemli dönemler ile (sembolik, klasik
ve romantik) Doğu, Greko-Romen ve Germen (Hıristiyan) uy
garlıklarının evriminin önemli evreleri arasında üstü kapalı bir
paralellik olmasını açıklamaktadır.
2 . 4 . 1 . S EMBOL İ K SANAT: B İ Ç İ M İ N VE T İ NSEL İ ÇE
RİGİ N UYUMS UZLU G U
Sanat tarihi, temel ya da içerik ile bu içeriğin (yani tinin) belli
bir formu ve belli bjr ifade biçimi arasındaki ili§kilerin tarihidir.
Tarihsel olarak, sembolik sanat, tinin ilk tezahürü olarak ken
dini gösterir. Sembol bir işarettir yani ba§ka bir §eyi gösterme
ye ve ifade etmeye yönelik bir şeydir. Fakat sembol, ifade ettiği
düşünceye yabancı basit bir işaret değildir; uzlaşımsal bir işaret
değildir. İ fade ettiği anlamla belli bir yakınlık İli§ kisi ta§ır.
Sembolde, gösterenle gösterilen arasındaki ili§kinin içsel oldu
ğunu söyleyebiliriz: Sembol ile simgelediği §ey arasında analo
jik bir ili§ki vardır; örneğin aslan ile sembolü olduğu güç ara
sında böyle bir ili§ki söz konusudur. O halde sembol, temelde
çok yönlü ve çok anlamlı bir şey olarak kendini gösterir: Bir
aslan imgesiyle kar§ı karşıya olduğumuzda, bu imgeden çıkar
mamız gereken §ey duyumsanabilir bir obje, bir hayvan mıdır
yoksa hayvan biçimindeki bu imgenin simgelediği güç müdür?
Sembol, gerçek anlamıyla mecazi anlamı arasında gidip gelir ve
"ta§ıdığı geni§ ve derin anlama ula§abilmek için, duyumsanabi
lir formu a§mamızı gerekli kılar" (B. ll, s. 1 0; J. II, s. 1 7) .
Sembolik evrede, içerik ve form birbirini bulmaya çalı§ırlar. Bu
France Farago 1 4 7
nedenle, devasa ve akıl almaz bir form olan piramit, sadece nü
fuz edildiğinde sırlarını açığa çıkarır. Piramidin taşıdığı bütün
anlam, içinde gizleyip koruduğu ve kendini kendisinden başka
sına göstermeyen ölüde saklıdır:
Piramitler bize sembolik sanatın en basit imgesini göster
mektedirler. Piramitler, sanatla yaratılan dışsal bir formla
çevrelenen gizli bir şeyleri içlerinde taşıyan devasa birer
kristaldirler; öyle ki, salt doğal niteliklerinden arındırılan bu
içeriği gizlemekten başka bir amaçları yokmuş ve sadece bu
içerikle olan ilişkileriyle belli bir anlam kazanıyorlarmış gibi
görünürler (B. ll, s. 92; J . ll, s. 70) .
Bu durumda, sembolik sanat bir yorumlama çabası gerektir
mektedir ki, hayvanlarla dolu bir yığın tuhaf tasvirin yer aldığı
Mısır sanatı, sembolik sanatın en önemli örneğini oluşturmak
tadır. Burada tin kendisi için şeffaf bir şey değildir; tin sürekli
kendini arar. Sembolik sanat, kendini bulma arayışında olan
tinin ilk adımlarını temsil eder. Sembolde, tin kendini, kendi
kendine yönelik bir bulmaca olarak sunar. Sembolik anlam
başlı başına bir hermeneutik gerektirmektedir. Hegel'e göre, en
üstün sembol Sfenkstir. "Sfenks, Mısır zihniyetini karakterize
eden bir semboldür; hatta sembolizmin sembolüdür diyebiliriz"
(B. ll, s. 99; J . ll, s. 75) . Sfenks nedir gerçekte? "Sfenks, üst
kısmı dik duran, çömelmiş bir hayvan vücududur; büst kıs
mında çoğunlukla bir kadın başı bulunur" . Hegel, insan tini
nin, kaba ve aptal bir hayvan formu olmaktan kurtulmaya ça
lıştığını fakat kusursuz bir özgürlük tasviri ve eksiksiz bir ya
şam ve eylem formu yaratamadığını söyler, çünkü insan tini,
hala yabancı unsurlarla karışık haldedir ve hala bu unsurlara
bağlıdır. Halihazırda kendisinin bilincinde olan fakat kendi ku
sursuz imgesini gerçek bir objede henüz bulamayan ve ken
disine yabancı olmakla birlikte kendisiyle belli bir yakınlık taşı
yan formlarda kendini görebilen tinselliğe yönelik bu eğilim
1 48 İdealist Estetik: Schelling ve Hegel
2. 4. 3 . ROMANT İ K SANAT VE
SUBJEKT İ FLİGİ N Ö NCELİGİ
Yunan tanrısının, dünyadan kopuk bir karaktere sahip olmak
gibi bir kusuru söz konusuydu. Hegel'e göre, Yunan tanrısı ye
terince insansı bir nitelik ta§ımamaktadır; Tini yeterince ifade
edememektedir. Romantik sanat, Tinin ya§adığı cisimle§meyle,
temel olarak Tanrı tarafından ya§anan insanlık durumuyla
doğar: İ sa, romantizm dönemini ve yeni bir kopu§ dönemini
ba§latmaktadır.
Tinin kendisiyle uzla§ısı, mutlak tarih ve hakikatin ortaya
çıkı§ı, Tanrı'nın bu dünyada görünmesiyle gerçekle§mi§ ve
doğrulanmı§tır. Bu uzla§ının içeriği sadece mutlak hakikat ile
insandaki bireysel öznelliğin birliğine dayanmaktadır; insanlar
arasında bulunan bir insan Tanrı' dır ve Tanrı gerçek bir insan
dır. Buradan §U sonuç çıkmaktadır ki, insanın tini, doğası ve
özü itibariyle, gerçek anlamda bir tindir ve her insan, insan ola
rak sonsuz bir değere ve açılıma sahiptir. İ nsan, Tanrı dü§ün
cesinin içinde barındırdığı amaçtır ve Tanrı'yla birle§mek onun
kaderidir. Ancak bu anda, daha yüksek bir düzeyde, başlangıç
ta soyut bir gerçeklikten başka bir şey olmayan bu düşünceyi
gerçekle§tirme yani Tanrı'yla birle§meyi varlığının amacı olarak
görme ve buna ula§maya çalı§ma zorunluluğu insanın karşısına
çıkmaktadır. Bu amaca ulaşan insan, kendi içinde özgür ve
sonsuz bir tindir. Fakat bunun mümkün olabilmesi için, söz
konusu birliğin, insan doğasının ve Tanrısal doğanın ana ilkesi
ve ebedi özü olması gerekir (B. II, s. 397; J . II, s. 280) .
Hıristiyanlığın özü, insanlara, tanrı doğasının sonsuzlulu
ğuyla insan doğasının sonluluğunu insanda uzla§tıran bir in
sanlık modeli sunmasıdır: Ecce homo.
İ §te taklit edilmesi gereken model budur. Her birey Tanrı'
yla olan birliğinin imgesini burada bulabilmelidir; bu birlik artık
sadece muhtemel değil, gerçektir. Şimdi, kar§ıt ifadelerin tinsel
uzlaşısı olarak doğrudan doğruya verilmediğinden, bilincin
1 54 İdealist Estetik: Schelling ve Hege/
•
Olumsuz teoloji; Tanrı'nın ne olduğundan çok, ne olmadığından ha
reket eden teolojik yakla§ım. Olumsuz teoloji iki farklı yol izleyebilir :
1 . Olumsuzlama (apofatik yöntem) ; 2 . Soyutlama (afairetik yöntem) .
Apofaz ya da afairetik yöntemde, Tanrı'yla ilgili düşüncelerimiz
1 62 Tem�1Jdeki Kriz: Paul K!ee
Her şey büyük bir yaratım duygusuyla, ortak bir tutkuyla yö
netiliyor belki de. İ nsan, en küçük parçasına kadar yeryüzüne
işleyen bu gizemi daha büyük bir alçakgönüllülükle karşılamalı,
daha büyük bir ciddiyetle taşımalı ve hafife almak yerine, ne
denli ağır olduğunu hissetmelidir. Yaratıcılığına ve zenginliğine
inanmalıdır. İ ster bedene, ister ruha bağlı olsun, yaratıcılık tek
tir: Zira ruhun eseri bedenin eserinden doğar ve onunla aynı
doğaya sahiptir. Deyim yerindeyse, tinsel eser, tensel eserin
daha gizemli ve daha "ebedi" bir yeniden- üretiminden başka
bir şey değildir.
SANAT V E D O G A
ölçünün ötesinde, saf bir ses olarak varolabilir. Bir guvaş resim,
bizlere, ŞarkıCJ Rosa Silber'in vokal yeteneğini göstermektedir
( 1 922) . Ayrıca, Klee'nin kullandığı birçok başlık, çoksesliliğe
gönderme yapmaktadır. 1 9 1 7'de, Günlükünde şöyle yazar:
Çoksesli resim müzikten üstündür, şu anlamda ki, zaman un
suru, çoksesli resimde daha fazla uzamsal bir nitelik taşımak
tadır. Ayrıca, eşzamanlılık nosyonu burada daha zengin bir bi
çimde kendini göstermektedir. Müzikte tasavvur ettiğim ters
yönlü hareketi iyi bir biçimde betimlemek için, hareket halin
deki bir tramvayın yan camları üzerine yansıyan imgeleri ha
tırlatacağım. Bu bağlamda, bir füg örneği üzerinden tablodaki
zaman unsuruna vurgu yapmaya çalışan Delaunay, sınırsız
uzunlukta bir format tercih etmektedir.
Klee'nin 1 9 1 O'lu yıllarda sanat üzerine yazdığı yazıların çoğu
aslında müziğe ayrılmıştır ve haklı olarak, Klee'nin resmini ye
nilikçi sanat haline getiren şeyin, onun müzikle kurduğu bağ
lantılar olup olmadığını kendi kendimize sorabiliriz. Andrew
Kagan, Paul Klee: Sanat ve Müzik adlı kitabında (Cornel Uni
versity Press, 1 983), Klee'nin temel bir eserinin analizini yap
maktadır: Ad Parnassum. Klee'nin eserinde yer alan müzik ve
görsel sanatlar arasındaki bağıntı sorunu en iyi bu eserde ken -
dini gösterir. Burada, XVIII. yüzyıldaki klasik müzik eğitimi
ile, Klee tarafından Bahaus'ta verilen resim ve çizim derslerini
karşılaştırma olanağı ortaya çıkmaktadır. Klee için önemli olan,
müzikal çağrışımlardan ziyade, müzikteki matematiksel kesin
liği resme taşımak amacıyla müzik kuramından esinlenmektir.
Klee, Mozart, Bach ve Beethoven'in büyüklüğüne inanıyordu
gerçekten: Bu, gelecekteki görsel sanat hayalinin anıtsal ve
evrensel bir biçimde yeniden üretmek istediği geçmişe yönelik
bir göndermedir. Klee, bu hayali gerçekleştirmek için, bir ya
pıya, sisteme, renk mimarisine ve Mozart' ın ulaştığı senteze
benzer büyük bir ifade araçları sentezine ihtiyaç duyduğunu
düşünüyordu . Klee, mutlak'ın Mozart'ta hiçbir yerde olmadığı
1 78 Temsildeki Kriz: Pau/ /(/ee
2 . 6. PLAS T İ K ARAÇLAR
Bu saf sanatın araçları, "zamanın ve mekanın rekabeti içeri
sinde mutlak'ı ortaya çıkaran", renk ve ölçü ilişkilerinin uyu
mudur. "Bu nedenle, yeni-plastisizm oluşum itibariyle düalist
tir. Kozmik ilişkilerdeki gerçek plastiklik nedeniyle, yeni
plastisizm evrenselin doğrudan bir ifadesidir; uyum nedeniyle,
plastik yapısındaki maddi gerçeklik nedeniyle, birey olarak
sanatçının subjektifliğinin bir ifadesidir. Böylelikle, genel olarak
insan unsurundan vazgeçmeksizin, bütün bir evrensel güzellik
dünyasını gözümüzün önüne serer" .
Mondrian, 1 920 yılında, yaptığı temel keşiflerin bir listesini
çıkarır ve kendine özgü anlatım biçimini belirler: Bu da, onun
"plastik araç" dediği şeydir ve bunun amacı, temeli ve evrenseli
ifade etmektir. Peki, "plastik aracl' oluşturan maddi " oluşturu
cu/al' nelerdir?
France Farago 20 1
mek gerekir. Çok sayıda yazısı, büyük bir dü§ünscl temel içer
mesine rağmen, §a§ırtıcı bir biçimde burada yer almayan gele
neksel felsefi dile a§ina olan okuyucu için ilk bakı§ta §a§ırtıcı
olabilmektedir. Malevitch, o dönemde Rusya'da gündemde
olan fütürist tarzda yazılar yazar ve bu ilk ba§larda, açık ve be
lirgin fikirlere dü§kün zihinleri §a§kınlığa uğratır; fakat anlamı
yakalamaya yönelik çabalar kar§ılığını çabuk bulur. Ya§ayan
varlığın Etkileyen varlık tarafından etkilenmesini "uyarılma"
olarak adlandıran Malevitch, bu iki kutbu birbirinden ayırma -
dan, etkilenen varlığı çıkı§ noktası olarak alır. Malevitch bu
"uyarılmayı", "kozmik alev" olarak adlandırır ve bu nesnel
olmayan bir varlığa sahiptir. Ya§am bu "uyarılma"dan ibarettir:
"Genel olarak ya§am adını verdiğimiz §eyin kökeninin ve nede
ninin, muhtemel bütün biçimlerde tezahür eden, bilinçdı§ı,
açıklanamayan ve varlığı herhangi bir §eyle kanıtlanamayan,
belli bir tarihi, zamanı ve kesinliği, mutlak ya da göreli bir du
rumu olmayan saf uyarılma olduğunu dü§ünüyorum" ("Tanrı
Dü§kün Değildir", Yazılar, s. 3 73 , ed. Gerard Lcbovici) . Daha
sonra Malevitch, ikinci bir "ya§am" derecesi belirler ve bu ona
göre dü§üncedir: " İ kinci ya§am derecesinin dü§ünce olduğunu
dü§ünüyorum ki, uyarılma, bu dü§üncc içerisinde, içsel sınır
ları a§madan, gerçeğin görülür halini alır. Dü§ünce, gerçek ve
doğal aksiyon halinde kendini gösteren süreçtir ya da uyarılma
halidir". Bu da Malevitch'e göre, dü§üncenin, eylem amaçla
rına sahip gerçeği kendine mal ettiği anlamına gelir. Fakat bu
dü§üncc biçimi, "tezahür eden §cye belli bir anlam vermeyi
mümkün kılan §ey değildir kesinlikle" . Gerçek düşünce, rasyo
nel bilgi etkinliğinin, "ya§amın ikinci derecesi" olarak kendisi
nin bir görünümünden başka bir şey olmadığını kavrayan dü
şüncedir ki, yaşaımn birinci derecesi de etkilenme, heyecan
lanma durumudur. "Bu düşünce, ratio değil, mens'tir" diye
• Şeylerin özünü ifade etmek için kullanılan bir terim, özsel (ç.n.) .
France Farago 23 1
• Kosuth'un aynı dizide yer alan eserlerinin genel adı; terimi ön-ince
lemeler olarak çevirebiliriz, zira bu dizide yer alan eserler başlangıçta
birer not ya da çizim biçiminde ortaya çıkmışlardır ve bu da belli bir
inceleme -araştırma sürecine işaret etmektedir (çn) .
France Farago 265
4. 2 . 2 . FOTO G RAF
Fotoğraf konusunda, betilemeyi reddetmeyen ve bununla uğ
raşmaya çalışan bir ressam olarak Francis Bacon'un söyledik
leri üzerine düşünebiliriz. Bacan, David Sylvester'la yaptığı
Söyleşi/elde şöyle der (Skira, s. 36) : "Görünümün bizlerde
uyandırdığı duygunun sürekli olarak fotoğrafın ve filmin etki
sinde kaldığına inanıyorum. Öyle ki, bir şeyi izlediğimizde, ona
doğrudan bakmıyoruz; fotoğrafın ve filmin önceden bizlerde
yarattığı etki üzerinden bakıyoruz. Gördüğüm fotoğrafların %
99'unun soyut ya da figüratif bir resimden çok daha etkileyici
olduğunu fark etmişimdir" . Bunun fotoğrafların doğrudanlı
ğından kaynaklanıp kaynaklanmadığını soran David Sylves
ter'a, Bacan şöyle cevap verir: "Bence bunun nedeni, fotoğrafla
gerçeklik arasındaki farkın çok az olması ve bunun beni güçlü
bir biçimde olayın içine itmesidir. Fotoğraflar sayesinde, imge
nin içinde dolaştığımı hissederim ve şeyin gerçekliğinin bir par
çası olduğunu düşündüğüm fakat şeye baktığımda göremedi
ğim şeyleri keşfederim. Ayrıca fotoğraflar sadece birer ayar
noktası değildir; fotoğraflar çoğunlukla birer düşünce dekfan
şörüdürler" . Burada fotoğraf, belirli bir kelime ya da kavram ile
§ey arasındaki aracı gibidir ve bu klasik resimde olduğu gibi
tablonun dışındaki değil tablonun içindeki göndergeye denk
dü§er; aynı şekilde, tablo da sezgi içerisinde sunulan kavramı
bizlere sunar.
4. 2 . 3 . S EZG İ DE S UNULAN KAVRAM VE
S Ö Z DAGARCI G I OLARAK D Ü NYA
"Dilsel gösterge, bir şey ile bir ismi değil, bir kavram ile akustik
bir imgeyi birbirine bağlar" diyor Saussure. Kosuth, birinci de
recedeki algısal imgeyi (sandalye) optik karşılığıyla (fotoğraf)
ve görselleştirilen kavramla (kelime ve tanımı) birleştirerek bu
tanımlamayı değiştirir. Böylelikle fotoğraf gösterilen rolünü oy
nar (zihinsel imge) ve tablonun içerisinde verilen kelime ise,
France Farago 26 7
akustik değil fakat optik imge rolünü yani paradoksal bir bi
çimde gösteren rolünü oynar; oysa ki yapılan tanımlama, sa
dece şeyin kendisine (sandalyeye) gönderme yapan gösterilene
değil, aynı zamanda dilbilimsel yapının, sözsel kodun oluştur
duğu evrensel gösterilene gönderme yapmaktadır. Bu durum
da, kavramsal sanatın, keyfi bir temel üzerinden dünyayı sem
bolize eden dilin mekanizmasını betimleyerek terk ettiği şey,
paradoksal bir biçimde, Platoncu ya da Hegelci anlamdaki İ de
düşüncesidir ve bu durum, şeyin dışsallık durumunu, keyfi bir
biçimde kendisiyle birleşen düşünceye katılmama-durumunu
gösteren kavramın lehine olarak gerçekleşir. İ de, Yaratılışla
devamlılık halinde olan yaratıma olanak veren formel kavram
üzerinden geçmez artık. Adem'in parmağı, Tanrı'nın parma
ğından dikkate değer bir biçimde uzaklaşmıştır ve artık Tan
rı'yla ilgili canlı anımsamaları yoktur. İ nsan, belli bir yabancılık
duygusu içerisinde gerçeğe bağlı kalan bir izleyiciden başka bir
şey değildir artık. Özsel içkinlik, aşkınlık söz konusu değildir
artık ve bir kelime alıştırmasından başka bir şey yoktur: Dün
yaya ait şeylere atfedilmiş keyfi bir sözlük anlamından başka bir
şey yoktur. Sadece insanın belirlediği işaretlerin karşılıklı ilişki
siyle anlam kazanan, insandaki simgeleme eylemi dışında hiçbir
temeli olmayan bir yapı, bir sözlükteki kelimeler gibi hecelenen
bir dünya! İ kiye bölünen imgenin -şey ve şeyin fotoğrafı- ve
imgeye karşılık gelen sözcüğün birlikteliği, tıpkı çocuk kitapla
rındaki gibi, dünyanın monemlere bölünen sessiz kitabını
okumayı öğrenme amacını dile getirir sanki. Söz yoktur artık;
gösterenlerden oluşan küresel bir sisteme ait olan ve optik gön
dergeleriyle bağlantılandırılmış birbirinden ayrı birimler vardır.
Kavramsal sanat, sezgi içerİsüıdeki kavramı verir. Sezgiyi kav
rama bağlamaz, fakat şeyi ve o şeye ait olan, kavramın a priorİ
olmadığı zihinsel alana gönderme yapan kavramı fiziksel alan
da bir araya getirir. Kavramsal sanat, paradoksal bir biçimde,
saf bir duyumculuktan doğar: Nötr ve kişisizleştirilmiş (fotoğ-
268 Çağdaş Sanatya da Bakış Egzersjz/erj
MERLEAU -PONTY'DE
GÖRÜ LÜRÜN O NTOLOJİ S İ
dan ba§ka bir §ey değildir artık. Sanat izleyicisi, olu§um süre
cindeki mistik bir yöntemle ilgili bir şeyler içeren bakış egzer
sizleri yapmaya çağrılmaktadır: Söz konusu yöntem, bir şeyle
rin olabilmesi için insanı çıplak gerçeklikle, ilksel olguyla karşı
karşıya getirmeye dayanmaktadır. Hiçbir şeyin olmaması var
ken, neden bir şeyler var? Çağdaş sanatın yarattığı tuhaf eser
lerin ardında yatan gizli soru budur ve bu eserler, söz konusu
soruya cevap verebilmek amacıyla, tamamen yalıtılmış saf bir
bakış açısı yaratmaya çalışmaktadırlar. Sıkı bir sessizlik tehli
keye atılma anlamında kendini ortaya atan bu sanat- dı§ı-sanata
eşlik etmektedir.
Batı sanatı, görülürle olan diyalogdan, görülür kılmaya da
yanan görülmezin araştırılmasına geçmiştir. Bu durum, örne
ğin Malevitch'in beyaz ikonu gibi imgeler yaratmıştır. Rene
Huyghe, Görülürle Diyalog adlı eserinde, yaratılış gizemi üze
rine sorgulamalar yapmakta ve her eserin temel bir belirsizlik
üzerine, "sessizliğin ışığı" üzerine kurulu olduğunu ileri sürer
ve Rembrandt ile Saint Jean de la Croix'yı bir araya getirir.
Huyghe şunları yazıyor: "Rembrandt'la birlikte, tinsel derinlik
lerin dili olan resim, bizleri gerçek anlamda ruhla yüz yüze
getirmiştir. Resim, içimizde barınan, ilk bakışta nüfuz edilmez
bir karanlığa benzeyen ve keşfetmemize izin vermeyen bir
bilinmezin kapılarını bizlere açmaktadır" (s . 306) . Etkili bir
bakış üzerinden görülürlc yaratılan diyalog, insanı "ruhla yüz
yüze" getiriyordu. Modernitenin macerası (kahramanca ve ger
çekten umutsuz bir macera) mutlak'a ulaşma, onu kendi güç
süz iradesi altına alma ya da kendi ruhunu yitirme pahasına
mutlak'ın içinde eriyip gitme isteğine dayanmaktadır. Uç nok
talarda bulunan bu resim pratiğinde, "kaybolan ruhların ayna
sını" bulabilmemiz söz konusu değildir; Batı üzerinde egemen
liğini kurmuş olan tinsel yapı bu kaybedilen ruhları sürekli
olarak yıkıma uğratmıştır ki, bu büyük bir hataydı kuşkusuz.
Bununla birlikte, buradaki doktrinal güdülenmeler yeterince
açık ve bilinçlidirler, zira Hegel'in de görmüş olduğu gibi, Ba -
280 Merleau-Ponty'de Görü/ürün Ontolojjsi
1 990.
Klee, P., Theorie de /'art moderne, Denoel, 1 985.
Klcin, R., l a Forme et l'intelligibfe. Ecrits sur /,1 Renaissance e t l'.4rt
moderne, Gallimard, 1 970.
Lamblin, B., Art et nature, Vrin, 1 979.
Lemoine, S., Mondrian et de Stijl, Hazan, 1 987.
Malevitch, K. , les Arts de la representation, L' Age d' Homme, 1 994.
M alevitch, K., Ecrit1>� presentes par A. Nakov, Ed. Lebovici, 1 986.
Marcel, G . , Coleridge et Schelling, A ubier-Montaigne, 1 97 1 .
Marin, L . , Des pouvoirs de /'image, Le Seuil, 1 993.
France Farago 287
C. Lattes, 1 988.
France Farago 289
DİZİN
Aziz Augustinc, 90
A
Adimant, 45 B
Agatharkos, 4 1 Baltusaitis, 1 06, 1 1 4, 1 1 5
Aishülos, 4 1 Banvcnistc, 265
Akinalı Aziz Thomas, 90 Barcos, 1 9
Albcrti, L. B . , 78, 80, 8 1 , 84, 90, Barry, R . , 269, 270
97 Baudclairc, 25, 228
Alcinoos, 96 Baumgarten, A. G., 1 1 7
Andalou, C . , 2 1 Bcnois, A., 220
Antikite, 1 4, 32, 68, 70 Bcrgman, !., 22, 1 72
Apollon, 29 Bcrgson, H . , 28
Aragon,, 26 Bcuys, J . , 24� 2 5 1 , 252
Aristo, 1 4, 1 7 , 33, 43, 49, 50, 52, Bilge Dcnys, 90
53, 5 7, 64, 73, 77, 79, 89, 90, Bir, 1 3 , 27, 3 3 , 34, 36, 39, 46,
246 49, 55, 58, 6� 6 1 , 63 , 65, 6�
Arp, H ., 243 7 1 , 85, 8� 1 03 , 1 0� 1 1 �
Aşkın sanat, 34 1 1 7, 1 2 1 , 1 23, 1 28, 1 3 0, 1 3 6,
Atcna, 89 1 46, 1 50, 1 5 1 , 1 6 1 , 1 64, 1 65,
Atina, 1 4, 4 1 , 9 1 , 1 48 1 69, 1 7 1 , 1 72, 1 73 , 1 7 5, 1 7 7 ,
Avangart akım, 9, 1 6 1 , 1 9 1 , 2 1 1 , 1 88, 1 9� 1 9 � 2 0 � 2 1 8 , 22 z
239, 243, 246, 257 223 , 228, 230, 23 1 , 234, 240,
290 Dizin
ç F
Çağdaş Sanat, 248 Feininger, 245
Ficin, M., 76, 78, 90, 92, 96, 285
D
Figüratif, 1 0, 66, 1 09, 1 6 1 , 1 7 5,
Dada hareketi, 1 3 243, 244, 245 1 8:\ , 1 89, 1 92, 1 9 8, 2 1 2, 220,
Dali, S . , 2 1 , 1 1 3 , 1 62 225, 226, 242, 266, 275
Danicl le Noir, 234 Fink, 3 1
De Chirico, 245 Flammarion, 1 1 5 , 1 3 8, 1 96, 285,
De Hominis Dignitate, 76 286
De Kooning, 258 Floransa, 77, 86
De sculptura, 79 Fluxus, 247
Delaunay, R., 1 7 7, 1 78, 1 8 1 Francesca, P., 79, 232
Dcmiurge, 34
Descartes, 99, 1 02, 1 03 , 1 05, G
1 06, 1 88, 205, 244 Galile, 99, 1 88
Dcswarte- Rosa, S . , 95 Gance, A., 22
Devlet, 34, 3 5 , 39, 43 Gauguin, 1 9 1
Didcrot, 3 2 , 1 5 7 Gaultier, R . , 1 1 1
France Farago 2 9 1
Gauricus, 79 i
Geç Antikite, 1 4, 68, 70 i de, 36, 57, 58, 89, 93, 95, 96,
Georges Diekie, 248
1 26, 1 29, 1 3 6, 1 4 1 , 1 44, 204,
Gerçek, 1 3 , 30, 38, 46, 48, 68,
267
96, 1 1 2, 1 58, 1 96, 1 9 7, 2 1 0,
İdeler doktrini, 35
214 İ mge, 66, 72, 1 20, 225, 236
Gerçeklik, 1 3 6, 1 7 1 , 208, 2 1 1 , İnsan üretimi, 35 52
,
265 İ sa, 60, 86, 1 09, 1 1 1 , 1 1 2, 1 1 4,
Goldsehmidt, 34, 36 1 53, 1 5 5, 1 56, 1 59, 224, 234
Gorgias, 44 İ skenderiyeli Clcment, 2 1 7
Gortehakov, 232 İ yi, 32, 45, 52, 63, 88
Gotik, 1 5 5
Grabar, A., 1 4, 66, 68, 69, 7 1 , J
72, 74, 286 Jansenist, 1 9
Grimaldi, 203 J awlensky, 245
Gri§çenko, A., 224 Jean de la Croix, 1 1 1 , 279
Güzellik, 1 1 , 43 , 53, 54, 55, 57,
K
5� 6 1 , 72, 84, 85, 90, 9� 93,
1 1 6, 1 1 7, 1 1 9, 1 20, 1 22, 1 23 , Kandinsky, W., 1 2, 1 5, 1 62, 1 64,
1 24, 1 29, 1 3 3 , 1 3 5, 1 3 6, 1 3 7, 1 8 1 , 1 82, 1 83, 1 84, 1 85, 1 86,
1 4 1 , 1 42, 1 43, 1 44, 1 5 1 , 1 54, 1 8 7, 1 8 8, 1 90, 202, 222, 225,
1 5 7 , 1 9 7, 20� 202, 2 1 � 22� 245, 286
232, 242 Kant, E., 1 7, 53, 74, 1 1 3 , 1 1 6,
1 1 7, 1 1 8, 1 1 9, 1 20, 1 22, 1 23,
H 1 24, 1 25, 1 26, 1 28, 1 29, 1 3 1 ,
Hegel, F., 1 7, 30, 1 3 1 , 1 33 , 1 38, 1 3 3, 1 3 5, 1 4 1 , 1 9 7, 27 1 , 272
1 3 9, 1 40, 1 4 1 , 1 42, 1 43 , 1 44, Klasik antik sanat, 14
1 46, 1 4 7 , 1 48, 1 49, 1 5 2, 1 53, Kice, P., 1 62, 1 63, 1 64, 1 65 ,
1 5 4, 1 5 7, 1 58, 1 66, 226, 247, 1 66, 1 67, 1 68, 1 69, 1 70, 1 7 1 ,
279, 286, 288 1 72, 1 73 , 1 7 5, 1 7 6, 1 7 7, 1 78,
Hesiod, 45, 1 5 8 1 79, 1 8� 206, 245 , 257, 27�
Hiçlik, 2 70 286
Hippolyte, 24 Klein, R., 98, 24 1 , 242, 246, 286
Holanda, F., 94, 95, 96, 98 Kolaj, 1 6
Homeros, 45, 1 22, 1 58 Kompozisyon, 1 87, 205, 2 1 9
Huyghe, R. , 1 1 3 , 279, 286 Kopernik, 99
Kopernikçi, 1 5
Kosuth, J . , 263, 264, 265, 266,
lbsen, 23 268, 269, 270, 27 1 , 272
Ingres, 1 92 Kratylos, 39, 42, 44, 48, 265
Ksenophon, 5 1
Kupka, F . , 1 8 1
292 Dizin
Paradjanov, 22 R
Parrhasios, 33
Racine, 1 22
Pascal, B . , 1 9, 99, 1 06, 1 13
Rafacl, 91
Pauson, 51
Redon, O., 191
Pcladan, 1 82
Rees, O . V., 245
Pcndcrccki, K., 282
Resim, 43, 50, 76, 77, 86, 87, 95,
Perspektif, 8 1 , 82, 83, 1 1 1
97, 98, 1 56, 1 6 1 , 1 67, 1 90,
Phantasma, 38
1 96, 205, 224, 242, 269, 279
Phidias, 1 4, 89
Retorik, 50, 99
Pi, il, 77
Ricmann, 1 97
Pic de la Mirandolc, 76
Rilke, R. M ., 1 64, 1 65, 206
Picabia, 244
Roma, 1 4, 66, 69, 70, 77, 85, 94,
Picabia, F., 244
97
Picasso, P., 245, 250
Rothko, M, 257, 260, 262
Pitagor, 43, 79, 85, 9 1
Rönesans, 1 1 , 1 2, 74, 75, 76, 77,
Platon, 1 0, 14, 1 7, 25, 27, 32,
82, 83, 84, 86, 89, 9 1 , 94,
33, 34, 35, 36, 38, 39, 4 1 , 42,
22 1 , 225, 228, 239, 276, 281
43, 45, 46, 47, 48, 50, 55, 56, Rublcv, A . , 228, 229, 232, 233,
65, 79, 85, 88, 89, 90, 93, 95, 235
96, 98, 1 1 7, 1 20, 1 3 5, 136, Ruh, 6 1 , 65, 76, 229
1 40, 1 58, 1 67, 203, 204, 208,
2 1 7, 246, 265, 287 s
Platon Diyalektiğinde Paradigma, Saint Jean de la Croix., 1 1 2, 279
36 San Lorenzo, 86
Plotinus, 1 4, 1 7, 26, 29, 54, 55, San M arco, 86
59, 60, 62, 63, 64, 66, 68, 69, San Pictro in Vincoli, 93
70, 72, 73, 74, 89, 1 90, 2 1 5, Sanla Croce, 86
2 1 7, 223, 280 Schclling, F., 1 7, 1 3 1 , 133, 1 34,
Plotinus Felsefesi, 70 135, 136, 1 39, 286, 287, 288
Poetika, 43, 49 Schocnackcrs, 202
Polignotus, 5 1 Schönbcrg, A., 1 6 1 , 1 83, 280
Poliklctos, 43 Schuhl, P. M., 33, 287
Politikacı, 37 Schurc, E . , 1 82
Pollock, J ., 258, 259 Sembolizm, 1 48
Porphyros, 54 Scrusicr, 1 9 1
Port- Royal, 1 9 Scwcryn, 2 1 1
Puech, C . , 59 Signac, P . , 1 9 1
Puvis de Chavannes, 1 9 1 Sixtinc Şapcli, 76, 94, 96
o Sofist, 34, 36, 45, 48
Sokratcs, 40, 45, 4 7
Ouattroccnto dönemi, 86 Sophokles, 5 1
Quintilien, 77
294 Dizin