Professional Documents
Culture Documents
Babil’den bugüne:
Bahçedeki iktidar
Kullanıcı Rehberi
Konu devam ediyor. Sayfayı çevirin. Konu bitti. Sonraki içeriğe geçin.
Arkeo Duvar / 2
Kapak görseli: Babil’in Asma Bahçeleri- modern
illüstrasyon. Birbirinin üstüne yükselen, çok katlı
teraslardan oluşan Babil’in Asma Bahçeleri, antik
dünyanın yedi harikasından birisi ve en ünlü
bahçeleri arasında yer alır.
Yayın Sahibi: AND Gazetecilik ve Yayıncılık, San. ve Tic. A.Ş. adına Vedat Zencir
Genel Yayın Yönetmeni: Barış Avşar
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Murat İnceoğlu
Yazı İşleri Müdürü: Nuray Pehlivan
Katkıda bulunanlar: Hülya Bulut, Abdullah Deveci, Beyhan Gürman,
Seval Konak, Ece Sezgin
Yönetim Yeri: Harbiye Mahallesi, Cumhuriyet Cad. Seyhan Apartmanı. No 36/5 Şişli/
İstanbul. Santral: (212) 3463601, Faks: (212) 3463635
e-posta: info@gazeteduvar.com.tr
Arkeo Duvar’da yayımlanan yazı, haber ve fotoğrafların her türlü telif hakkı
AND Gazetecilik ve Yayıncılık Sanayi ve Ticaret A.Ş.’ye aittir. İzin alınmadan, kaynak
gösterilmeden ve link verilmeden iktibas edilemez.
Arkeo Duvar / 3
Editörden
Merhaba…
Arkeo Duvar bu sayısında siz okurlarını bahçelerde küçük bir gezintiye çıkarıyor.
Birlikte Yakın Doğu’dan Roma ve Osmanlı topraklarına uzanıyor ve geçmişten gü-
nümüze bahçelerin izini sürüyoruz. Bahçe dediğimiz bu sınırlı alanın anlamı ne,
nasıl ortaya çıktı ve binyıllardır varlığını nasıl sürdürüyor gibi sorulara cevap ara-
yarak ağaçların gölgesinde serinleyen insanın tarihsel serüvenine dalıyoruz.
*
Çamura ilk nefes üflenince bir bahçede açtı insan gözünü. İlk bahçede öğrendi
rengini çiçeklerin, adını bilmese de ilk orada sevdi kokusunu güllerin. İlk o bah-
çede çağladı kulaklarında suyun sesi, orada serinletti ağaçların gölgesi. Lakin
kaçınılmaz sürgün insanlığın bilinen en eski hikâyesi. Belki de kovulduğu bahçe-
yi arıyordur insan hiç farkında olmadan. Kendi bahçesinde kendini arıyordur,
kendi cennetini kendisi yaratmaya çalışıyordur. Belki de sürgün hikâyelerine
böyle başkaldırıyordur!
*
Geçmişten günümüze, insanlar dünyanın dört bir yanında muazzam bahçeler
inşa etti. Kimi zaman büyük kralların kudretinin ayan beyan bir ilanı oldular,
kimi zamansa medeniyetin göstergesi… Belki de tüm bunların bir yansıması
olarak insan, kimi zaman da bu bahçelere bir kutsallık yükledi. Tanrı, insan
yaşamının başlangıcı için Cennet Bahçesi’ni yarattı. Hatta Cennet bahçelerinin
meyveleri dahi insanın mitolojik tarihini dönüştürecek güce sahip olacaktı…
*
Kutsallığı ezelden gelen parklar/bahçeler, dilden dile aktarılan destanlara, masal-
lara, mitolojik hikâyelere, romanlara, filmlere konu oldu. Mısır bahçelerinden Ba-
bil’in Asma Bahçeleri’ne, Pers paradeisoslarından Roma villa bahçelerine, Avrupa
bahçelerinden Osmanlı bahçeleri, Acem bahçeleri ve daha nicelerine…Bu gör-
kemli bahçeler özünde insanın doğa sevgisi ve özlemi ile ortaya çıksa da zamanla
iktidar ve gücün bir sembolü oldu. İşte Arkeo Duvar’ın bu sayısında her gün belki
de fark etmeden önünden geçtiğimiz park ve bahçelerin binyıllar boyunca uygar-
lıklar için neler ifade etmiş olabileceğinin izini sürüyoruz.
Nuray Pehlivan
Keyifli okumalar…
Arkeo Duvar / 4
KAZI/ANI
Daskyleion Kazısı /
Tomris Bakır
Daskyleion’da 1954 yılında Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal tarafından başlanı-
lan ilk dönem kazı çalışmaları 1959 yılına kadar devam etti. Bu çalışmalar
sırasında açığa çıkan mühür baskıları (bulla), kentin Pers İmparatorluğu’nun
Kuzeybatıdaki son satraplık (valilik) merkezi olduğunu ortaya koydu.
1988 yılında Prof. Dr. Tomris Bakır tarafından kentte ikinci dönem kazılarına
başlandı. Tomris Bakır döneminde yapılan çalışmalarda kentin Frigya, Lidya,
Anadolu-Pers ve Makedonya halklarının art arda, kimi zaman aynı anda ve
bir arada yaşadığını ortaya koyan, dolayısıyla çok kültürlü bir yapının hâkim
olduğunu gösteren pek çok veriye ulaşıldı. Daskyleion’da 2009 yılından beri
üçüncü dönem kazıları Prof. Dr. Kaan İren’in başkanlığında multidisipliner bir
çalışma olarak yürütülmektedir.
1990 yılı kazı sezonunun son günlerinde ortaya çıkan bir keşfi belgelemek için
heyecanla koşturan Tomris Bakır.
Arkeo Duvar / 5
BU SAYIDA...
7 77
Güç, zenginlik, gizem: Roma’da güç erki: Bahçeler
Yakın Doğu bahçeleri Billur Tekkök Karaöz
Hülya Bulut
19 87
Kutsal koruluklar: Dikkat Zeus var! Sanata dönüşen bir tutku:
Pınar Özlem Aytaçlar Osmanlı kültüründe bahçe
Gülgün Yılmaz
29 96
Cennet Bahçesi’ni ararken… Dünyevi zevkler bahçesi:
Ece Sezgin Hieronymus Bosch’un öbür dünyası
Abdullah Deveci
36
Kaosun çağrısı: Islah edilmiş doğa
olarak bahçeler
107
Çiler Çilingiroğlu Bahçe geleneği ve millet bahçeleri
Filiz Yenişehirlioğlu
41
Tanrıların armağanları: 115
Bitki, ağaç ve bahçe
Roma bahçelerinden mutfağa
Selim Martin
Ali Güveloğlu
59
Uğur Tanyeli: Millet bahçeleri ile
121
Zaman içinde müzik:
iktidar, erken Cumhuriyet dönemi
Protest müziğin babası Luther
icadını gündemine alıyor
Evin İlyasoğlu
Nuray Pehlivan
70 123
Bahçeden parka, parktan ArkeoKitap: Antik Çağlardan
meydana: Var olma / iktidar Günümüze Bahçe ve
mücadelesi Kent Kültürü
Lale Can
Billur Tekkök Karaöz
Güç, zenginlik, gizem:
Yakın Doğu bahçeleri
Meyvelerle, zenginlikle dolup taşan, gurur ve ihtişamla inşa edi-
len bahçeler, çağlar boyu cennet bahçesini arayışın sembolüdür.
Peki, yaşamdan ölüme, inanca kadar sirayet eden bahçeler nasıl
oldu da mikro kosmoslara, vaatlerin öznesine, bireysel güç obje-
sine dönüştü?
Arkeo Duvar / 7
tişamla inşa edilen bahçeler, çağlar boyu cennet bahçesini arayışın sembo-
lüdür. Peki, yaşamdan ölüme, inanca kadar sirayet eden bahçeler nasıl oldu
da mikro kosmoslara, vaatlerin öznesine, bireysel güç objesine dönüştü?
Asur saray bahçesindeki aslanlar. Ninive, Kuzey Saray MÖ 645-640, British Museum.
Arkeo Duvar / 8
onun için keyif ve zevkin adresiydi. MÖ 2. binin başlarından itibaren Mezo-
potamya’daki başkentlerde sarayın içinde veya hemen yakınında tesis edilen
keyif bahçeleriyle karşılaşmaya başlarız. Bu dönemle birlikte Mezopotamya
kralları, askeri seferleri sırasında aldıkları hediyeler arasındaki egzotik bitki
ve hayvanları için özel park ve bahçeler tasarlamaya başlar. Gelenek MÖ 1.
bin yılda da devam eder; güçlü Yeni-Asur kralları dağ formuna öykünen bah-
çelerde nadir bitki ve meyve türlerini yetiştirmeye ve egzotik hayvan koleksi-
yonlarına merak sarar.
Ünlü Asur saray bahçeleri bu dönemdendir. Asur bahçeleri, asıl ününe II.
Sargon ve ardılları Sennakherib ve Essarhaddon Dönemi’nde ulaşır. Bahçe,
artık kral ve maiyetindekiler için keyif yeri olmanın yanı sıra, kraliyet propa-
gandasının etkili bir aracıdır. Saray bahçeleri, uzaktan kemerler ve kanallarla
getirilen sularla sulanır, yeşerdikçe yeşerir. Göletler, bitkiler, meyve ağaçları
ve derin gölgelikler arasında kralın dinlenmek için bir mekâna ihtiyacı vardır;
bahçe köşkü de bu dönemde kullanıma girer. Bahçeler, rengarenk bahar
Sık ağaçları, sulama kanalları ve köşkü ile Asur bahçesi, British Museum.
dalları arasında veya sıcak yaz akşamlarında keyifli saatlerin ve müzikli top-
lantıların merkezidir. Ninive sarayından gelen kabartma, bu keyifli saatle-
rin hikayesini nasıl da detaylı aktarır. Kudretli kral Asurbanipal, bahçesinde
asma dallarının altında klinesine uzanmış, karşısında tahtında oturan krali-
çesiyle neler konuşuyor, kim bilir? Hava ne kadar da sıcak. Neyse ki yelpaze
Arkeo Duvar / 9
Asurpanipal ve kraliçesi bahçe keyfinde. Ninive Kuzey Saray MÖ 645-640, British Museum.
Mısır bahçeleri
İster firavun ister saraylı, isterse halktan biri olsun Mısırlılar için bahçe, tam
anlamıyla günlük yaşamdaki keyif ve zevkin vazgeçilmez bir parçasıydı. El-
bette sadece günlük yaşamla sınırlı değildi bu durum. Öyle olsaydı devasa
tapınakların ve mezar odalarının duvarlarındaki ayrıntılı betimler yapılır mıy-
dı; ya da müze teşhirlerinde varlığıyla insanı şaşırtan ahşap bahçe maketleri
mezarlara bırakılır mıydı?
Arkeo Duvar / 10
Mısır bahçeleri konusunda en erken ka-
nıtlarımız 3. veya 4. Hanedan Dönemi’ne
kadar geri giden tapınak ve mezar komp-
lekslerindeki duvar resimleri, yazıtlar, pa-
pirüsler ve mezar hediyeleri arasından
gelir. Bahçelerin bir kısmı, firavunların bü-
yük imar projeleri kapsamında inşa edi-
lir. Tasarımda bazı ünlü mimarların adları
geçer; yetkili üst düzey devlet memuru ve
I. Amenhotep’ten itibaren 18. Hanedanın
büyük imar projelerinde yer alan Ineni
Meket-Re’nin, Teb’teki mezarında
hem mimar hem de kraliyet bahçıvanıdır. ortaya çıkarılan ahşaptan yapılan
Kraliçe Hatşepsut, bahçelerinin inşasında bahçeli ev maketi, Metropolitan
en yakın danışmanı, mimar Senenmut’a Sanat Müzesi.
güvenir. 18. Hanedan firavunlarından
IV. Amenhotep’in (Akhenaten) kendisi de
kraliyet mimarıdır. O’nun inşa ettirdiği
Amarna kentindeki park ve bahçelerin,
Mısır bahçeleri arasındaki ünü tesadüfi
değildir.
Arkeo Duvar / 11
yaretçileri engelliyordu. Mısır bahçelerinin olmazsa olmazı, merkezindeki su
havuzları veya göletlerdi. Balıklar, papirüs ve lotus çiçekleri arasında su kuş-
larının neşe ile dolaştığı, genellikle dikdörtgen veya T formlu bu havuz veya
göletlerin ayrı bir önemi vardı; zira onlar hayatın fışkırdığı Nun’u temsil edi-
yordu. Mısır yaratılış mitosunun bir versiyonunda, Nun, Ogdoad’da yani baş-
langıçtaki kaosu temsil eden sekiz tanrıdan biridir ve tüm evreni çevreleyen
ve her şeyin yaratıldığı suları ifade eder.
Arkeo Duvar / 12
Urartu bahçeleri
Pers bahçeleri
Antik dönemde Yakın Doğu’nun resmi park ve bahçeleri denilince hiç şüp-
hesiz ilk akla gelenlerden biri Pers bahçeleridir. Persler, Hindistan’dan Mı-
sır’a, Anadolu’ya Ege kıyılarına kadar uzanan imparatorluklarında çok çeşitli
etnik köken ve kültüre sahip toplulukları uzun zaman bir arada tutabilen
bir ulustur. Bu derece farklı ve geniş coğrafyadaki halkları yönetebilecekleri
en uygun sistem olan eyalet sistemini kullanırlar. Mutlak otorite, merkezde
yani İran’daki başkentte bulunan krala aittir. İmparatorluk eyaletlere ayrılmış
ve her birinin başına Akhaemenid sülalesine mensup satraplar, yani valiler
atanmıştı. Satraplıkların hatta satrapların en ünlüleri Anadolu topraklarında-
kilerdi. Antik yazarların yazdığı şekliyle, başta Atina olmak üzere en ezeli düş-
manları olan Yunanlara en yakın olanları Sardis ve Daskyleion satraplığıydı.
Arkeo Duvar / 13
Bu iki satraplık pek çok açıdan stratejik öneme sahipti, ama bizi güzelliğiyle
dillere destan paradeisosları, yani kraliyet parkları ilgilendiriyor. Şaşırtıcıdır ki
bu parklar hakkındaki bilgiler rakipleri, Yunan yazarlar tarafından aktarılır.
İmparatorluğun zirvesinde oturan kral, Büyük Kral olarak tanımlanır ve en
yakınındakinden en uzağına tüm satrapları onun verdiği buyruk doğrultu-
sunda görkemli yaşantısını yansıtmak, taklit etmekle yükümlüdür: “imitatio
regis”. Bu aynı zamanda, Büyük Kralın başkentleri Pasargad’ta, Persepolis’te,
Susa’da ya da zaman zaman kaldığı Babil’deki sarayda olduğu gibi bir kraliyet
parkı tesis etmek zorunda oldukları anlamına geliyordu. Zorunluk diyebiliriz,
çünkü imparatorluğun kurucusu Büyük Kyros bu şekilde buyurmuştu. Hatta
denir ki, bu buyrukta Kyros’un dedesi Med kralı Astyages ile çocukluğunda
çıktığı av partilerinin de etkisi olmuştur. Yönetim organizasyonunda, sistem-
li bir şekilde kurulan kraliyet park ve bahçeleri gündelik yaşam zevklerinin
yanı sıra eyaletler ve başkent arasında sembolik bir bağ ifade ediyor, kralın
mutlak güç ve otoritesini yansıtıyordu. Persler aslında Asur’un mirası üzerin-
den ilerler. Dolayısıyla bu türden parklar kurulması ve otorite aracı olarak
kullanılması yeni değildi; krallığın kurulup yeşerdiği topraklarda zaten köklü
bir gelenek hakimdi. Peki nasıl oldu da kraliyet parkları ve saray bahçeleri bir
Pers fenomenine dönüşmüştü?
Perslere gelene kadar, Asur, Mısır, Urartu’da uygulamalar kralın bizzat kendi-
si tarafından dikte ettirilerek veya kendi kültüründe yetişmiş katipler tarafın-
dan kaleme alınıyor ya da betimleniyordu. Perslere gelince, köklü bir devlet
kayıt geleneğine sahip olmalarına karşın kültürleri ve yaşam pratikleriyle ilgi-
li bilgileri yabancı kalemlerden, Herodotos, Ksenophon veya Sicilyalı Diodo-
ros’tan elde ediyoruz. Bu yazarlar sadece bir kaçıdır. Ünlü kraliyet parklarını
bize detaylı anlatan da Perslerin doğaya, akarsuya, ziraate verdikleri önemi
anlatan da bu yazarlardır. Aslında yabancı oldukları, yeryüzündeki cennet
Arkeo Duvar / 14
gibi tanımladıkları bir peyzajı ve bu peyzajdaki yaşam keyfini nasıl algılıyor-
larsa öyle aktarırlar. Zaten, Pers algısının şekillenmesinde Yunan ve Romalı
yazarların katkısı yadsınamaz. Antik dünyanın en güçlü krallarından biri olan
erdemli Büyük Kyros’un yetiştirilmesini, hayatını ve yönetim anlayışını dahi,
MÖ 4. yüzyılda yaşayan bir asker alan Ksenophon’dan öğreniyoruz. Perslerin
kendi dillerinde pairidaēza olarak adlandırdıkları botanik ve av parkları Kse-
nophon’da paradeisos, yani cennet olarak geçer ve bu kelime günümüze ka-
dar çok değişime uğramadan yine onun adlandırmasıyla ulaşır. Bir Egeli veya
daha uzakta Baktrialı’nın yerine kendimizi koyalım, bitki ve ağaçlarla özenle
şekillendirilen, göl ve akarsuların, su kanallarının olduğu, buram buram çi-
çek kokularının arasında bir paradeisosta dolaştığımızı hayal edelim. Üstüne
üstlük size görkemli kıyafetleriyle Pers kralının veya bir satrabın eşlik ettiğini
varsayalım. Algımız nasıl şekillenirdi? Genç prens Kyros tarafından Sardis’teki
paradeisosta ağırlanan Lysandros’un verdiği tepkiden farklı olmazdı bizimki
de. Genç Kyros, impatorluğun kuruluşundan dört kuşak sonra, ağabeyi Bü-
yük Kral Artakserkses’e karşı gelmesinden korkan annesi Parysatis sayesinde
başkentten çok uzağa, Sardis’e atanır ve burada görünüşe göre rutin politik
işleri arasında kraliyet parkıyla ilgilenir. Lydandros, ziyareti sırasında krali-
yet parkındaki ağaçların güzelliği ve yürürken etrafını saran kokuların cazi-
besine, düzenlemedeki muntazamlığa hayran kalır; hatta ihtişamlı bir Pers
prensinin, bahçe ve zirai işlerle uğraşmasına çok şaşırır. Çünkü söylediğine
göre planlamayı bizzat prensin kendisi yapmıştır, hatta bitkilerin bazılarını
da dikmiştir. Bu ziyareti yazarımız Ksenophon ayrıntılı olarak aktarır, ama biz
sadece bir kısmını verelim burada:
«Güneş Tanrı adına yemin ederim ki sağlığım yerindeyken, önce zor bir savaş
talimi veya ekim işi yapmadan veya bir şekilde kendimi çalıştırmadan akşam ye-
meğine oturmadım».
Burada konu dışı küçük bir ek yapalım: ne yazık ki Parysatis’in korktuğu başı-
na gelir, oğlu gizlice yürüttüğü güçlü bir hazırlıkla krala karşı gelir ve Ksehop-
hon’un ünlü Onbinlerin Dönüşü (Anabasis) adlı eserinin baş kahramanı olur.
Arkeo Duvar / 15
Diğer taraftan, yukarıdaki pasaj bize Perslerin botanik ve av parklarına ve ta-
rıma ne derece önem verdiklerini gösterir. Kralın erkek çocukları dahil olmak
üzere, Persler çok küçük yaşlardan itibaren ok atma, ata binme, avlanma ve
akşam üzerleri ekim-dikim işleri ve bitki köklerinden ilaç elde etme gibi bir
dizi konuda eğitim alıyordu.
Arkeo Duvar / 16
Kraliyet parkları, kralın erkanıyla hoş vakit geçirdiği, avlandığı, dostlarını ağır-
ladığı, bahar yağmurlarında bahçe köşkünde dinlendiği alanlar değildi sade-
ce. Meyve, tahıl, hayvan ve kereste kaynakları; bir bakıma krallığın silolarıy-
dılar. Yetişen ürünlerin en kalitelileri de kralın sofrası için ayrılırdı. Tanrıça
Anahita ve Mithra’nın koruması altındaki paradeisoslar, çok farklı ekosistem-
lere sahip olan imparatorluk topraklarının küçük bir temsili gibi algılanıyor-
du. Dolayısıyla, herhangi bir şekilde tahrip edilmeleri, tanrıların ve dahi kra-
lın otoritesine karşı açık bir başkaldırı sayılıyordu.
Paradeisoslar genellikle doğal kaynakları verimli bölgelerde kuruluyordu.
Bu tür paradeisosların en göz alıcı ve ihtişamlı olanları imparatorluğun mer-
kezinde Fahliyun Bölgesi’nde, Babil’de ve Anadolu’nun batısında yer alıyor-
du. Büyük Kral, sefer haricindeki yaşamını düzenli olarak imparatorluğun
merkezindeki Pasargad Persepolis, Susa, Ekbatana veya Babil’deki görkem-
li saraylar veya krallık paradeisoslarında geçiriyordu. Sefer döneminde ise
eyaletlerdeki kraliyet parklarındaki saraylarında konaklıyordu. Peki bu para-
deisoslardaki üretim ve süreklilik nasıl sağlanıyordu?
Arkeo Duvar / 17
yordu. Planın çıkış noktası tesadüfi değildir; Yakın Doğu inancındaki kâinat
düzenine dayanır. Ayrıca bu model, Büyük Kyros’un Babil’i fethetmesi üzeri-
ne halklara yaptığı ünlü seslenişini taşıyan Kyros Silindiri’nde kullandığı “dört
bir tarafın kralı”, dünyanın kralı unvanına da vurgu yapar. O’nun mutlak oto-
ritesini ve hükümdarlık gücünü yansıtır.
Dört bölümlü bahçe planı, yani bugünkü adıyla Chahār bāgh, binlerce yıl ha-
yatta kalarak geç dönem Pers bahçelerine de öncülük eder. Perslerin yaşam
kültürüne sağladığı en uzun ömürlü katkılardan biri olan anıtsal bahçe tasa-
rımının ruhu, bugün UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan modern İran
bahçesi Chahār bāgh ile yaşamaya devam eder.
Arkeo Duvar / 18
YAZITLARIN DİLİ
Kutsal koruluklar:
Dikkat Zeus var!
Kutsal koruluklar tapınaklar, şehirler ve yöneticiler için hem
maddi hem de simgesel değerleriyle çok önemli alanlardı.
Peki, acaba sıradan bir insan için ne ifade ediyorlardı? Ör-
neğin Lidya’nın ücra bir dağ köyünde yaşayan birinin, hay-
vanlarını otlatarak geçimini sağlamaktan başka bir gailesi
olmayan bir çobanın hayatında nasıl bir anlamı vardı kutsal
koruluğun?
Y aşamı bahşeden tanrılar ile yaşam ve bereketin simgesi olan bitki ör-
tüsü arasında her zaman bir ilişki olmuştur. Bu nedenle tanrılara ait
tapınak ve kutsal alanlar sıklıkla kutsal bahçe ve korulukları da içerirler. Or-
manlık bir arazide bir kült alanının kurulması ya da bir tapınağa koruluk ya
da bahçe eklenmesi geleneği MÖ 3. bin Akdeniz kültürlerine kadar gider.
Örneğin Mısırlılar tanrıların, tapınaklarının bahçe ve koruluklarında otur-
Arkeo Duvar / 19
duklarına inanırlardı. Yeryüzünün tanrısal hükümdarları olarak firavunlar
da saraylarının etrafında ve içinde bulunan çok büyük bahçelerin keyfini
sürerlerdi. Yakındoğu’nun çivi yazılı tabletlerinde sık sık tanrılar ve bahçe-
ler arasındaki ilişki yer alır. Asur kralı Ishme-Dagan, kardeşine yazdığı bir
mektupta tanrı Addu için ardıç ağaçlarıyla dolu bir bahçe yapmayı düşün-
düğünü söyler. İşaya kitabında Musevi tanrısının tapınağını güzelleştirmek
için ağaçlar yetiştirildiği yazar. Tanrılar ve kahramanlar için kurulan cennet
bahçeleri Yunan pagan inancında da Geç Bronz Çağı’ndan itibaren karşı-
mıza çıkarlar. Atlas dağlarının yakınındaki mitolojik bir koruluk Hesperidler
bahçeleri adını taşır. Nar, armut, mersin, dut ve badem ağaçlarıyla dolu
olan bu korulukta tanrıça Hera’nın altın elmalarla dolu ölümsüzlük ağacını
yetiştirdiğine inanılır.
Arkeo Duvar / 20
MÖ 22’de bir Roma eyaleti haline gelen Kıbrıs’ta, bahçeler ve koruluklarla
ilişkili bereket tanrılarına tapınmaya yönelik çok eski ve güçlü bir dinsel
gelenek vardı. Adanın dinsel hayatındaki en önemli tanrıça Afrodit idi ve
tanrıçanın Paleo Paphos’da (modern Kouklia) yaklaşık MÖ 1200 civarına ta-
rihlenen bir tapınağı bulunmaktaydı. Aşk ve bereketin tanrıçası Afrodit’in,
denizden doğup Kıbrıs kıyılarına çıktığı ve ardında çiçek açan bitkiler bırak-
tığına inanılırdı. Herodot’a göre bu çok eski Kıbrıs kültü, kaynağını Yakın-
doğu’nun bereket tanrıçası Astarte’ye tapınılan Suriye’den almıştı. Roma
döneminde, tanrıçanın festivali sırasında, antik dünyanın dört bir yanından
hacılar bu tapınağa gelir ve tören alaylarını kıyıdan başlatarak “kutsal bah-
çe” Hierokepis’de bitirirlerdi.
Arkeo Duvar / 21
Dokunulmazlık ve iltica alanları
Arkeo Duvar / 22
Aigion’daki Hera ve Megalopo-
lis’deki Demeter koruluklarına
sadece kadınlar girebiliyordu.
Geronthrai’daki Ares koruluğu
ise sadece erkekler içindi. Ar-
temis Karyatis’in koruluğunda
genç kadınlar tanrıçanın hey-
kelinin etrafında geleneksel
bir dans gerçekleştiriyorlardı.
Pyraia korusunda ise sadece
erkekler festival düzenliyordu.
Phokis yakınındaki Myonia ko-
rusundaki bir altar üzerinde
tanrılara sunular geceleyin ya-
pılıyordu. Tıpkı koruluklar gibi, Doğu Akdeniz’den İÖ 100 civarına ait mermer
mezar steli. Getty Museum. Kutsal koruluktaki
tek bir ağaç da kutsal sayılabili-
bir kadın ve 4 küçük kız. Büyük yapraklarıyla
yordu. Atina’nın kırsal kesimin- betimlenen tek bir ağaç Yunan heykeltıraşlık
deki çiftliklerde bulunan bazı ve resim sanatında tüm bir koruluğu simgeler
zeytin ağaçları kutsanmıştı ve şekilde tasvir edilir. Adak altarı ve bir adak
sunusu (lekythos) ile birlikte bir sütun bulunur.
bunlardan çıkartılan zeytinyağı
Bir diğer adak sunusu da ağaca asılmış olan
büyük Panathenaia festivalin- elbisedir.
de ödül olarak veriliyordu. Bu
ağaçları kesen biri ölüm cezası-
na çarptırılırdı. Bazı ağaçlar bir
kutsal alan ya da altarla ilişkisi
nedeniyle kutsaldı. Tegea’daki
Pan tapınağının yanında büyü-
yen bir meşe ağacına tapınıl-
maktaydı. Arkadia’da bulunan
dev bir sedir ağacı, içine Arte-
mis’in ahşap bir figürini yerleş-
tirildiği için kutsal sayılıyordu.
Samos’daki Hera kutsal alanın-
da zamanının en yaşlısı sayılan
iki ağaç, bir söğüt ve bir hayıt Kutsal korulukta tanrılarına adakta bulunan
müritleri gösteren kabartma. MÖ 200-150.
ağacı, burada Hera tapınağının Glyptothek Müzesi, Münih.
Arkeo Duvar / 23
Bazen bir koruluk, hatta tek bir ağaç bir şehri, bir ülkeyi
temsil edebiliyordu. Forum Romanum’da büyüyen bir incir
ağacı, Roma’nın kuruluş mitosuyla bağlantılı olarak tapım
görüyordu.
inşa edilmesinden çok uzun zaman önce kutsal olarak tapınım görmek-
teydi. Dodona’da Zeus’un meşesine tapınılmakta, yapraklarının rüzgârda
çıkardığı hışırtı kahinlere geleceği fısıldamaktaydı.
Arkeo Duvar / 24
Koruluklar siyasi gücün bir göstergesi
Arkeo Duvar / 25
kutsal korulukların bulunduğu
eğitim alanlarının Romalı Ge-
neral Sulla tarafından yıkılma-
sı idi. Platon’un “Akademia”sı
ve Aristoteles’in “Lykeion”u Ati-
na’nın dışında, kutsal korulukla-
rın bulunduğu alanın ortasında
yer alan eğitim merkezleriydi.
Sulla’nın saldırısı da bu eğitim
ve kültür kentinin onuruna ve
Atina’nın ruhuna karşı yapılmış Asurbanipal’in Elam seferi. Susa ve çevresindeki
vahşi bir saldırıydı. Atina ise, ya- bahçeler. MÖ 7. yüzyıl, Nineveh.
British Museum.
vaş da olsa, koruluklarını yeni-
den yetiştirip, gymnasionlarını
tekrar inşa ederek kendini iyileştirdi. Çok geçmeden bu koruluklar, adeta
kültürün ve ilmin barbarlık karşısındaki gücünün birer simgesi olarak, eği-
timli Romalıları cezbetmeye ve tarihinde hiç olmadığı kadar ziyaretçi ağır-
lamaya başladı.
Arkeo Duvar / 26
Anlıyoruz ki, kutsal koruluklar ta-
pınaklar, şehirler ve yöneticiler
için hem maddi hem de simgesel
değerleriyle çok önemli alanlar-
dı. Peki, acaba sıradan bir insan
için ne ifade ediyorlardı? Örne-
ğin Lidya’nın ücra bir dağ köyün-
de yaşayan birinin, hayvanlarını
otlatarak geçimini sağlamaktan
başka bir gailesi olmayan bir ço-
banın hayatında nasıl bir anlamı
vardı kutsal koruluğun? Kendisi-
ne ait olmayan, içine giremedi-
ği, gölgesinden bile faydalana-
madığı bu alanlar, zaten dört bir
yandan dinsel yasaklarla çevril-
miş hayatındaki bir başka “giril-
mez”in simgesi olmaktan öte bir
anlam taşıyor muydu? Bu soru-
yu, Lydia’nın kuzeydoğusunda,
kırsalda bulunmuş bir yazıt bi-
zim için cevaplıyor. Kuzeydoğu Lidya’dan kefaret yazıtı. MS geç 2.
yüzyıl.
MS geç 2. yüzyıla ait bu yazıtta, Perkos adlı köyde yaşayan çoban Eumenes’in
başına gelenler yazıyor. Bu küçük köyün yerel tanrıları ve Zeus’a adanmış
kutsal bir koruluğu vardı. Köyün yasaları tanrılar tarafından çoktan belir-
lenmişti. Bunlara uymayanlara ise cezayı doğrudan tanrı veriyordu. Ya da
başka bir deyişle, başına bir felaket gelen ya da hastalanan herkes bunun
tanrısal bir ceza olduğuna inanmaktaydı. Cezanın nedeni işlenen bir günah
olmalıydı. Tüm yaşamın dinsel kurallarla çevrelendiği bir yerde, kendi ha-
linde bir çobanın bile mutlaka bir günahı olurdu. Eumenes de günün birin-
de, hayvanlarını kutsal ormanın el değmemiş leziz otlarına salıverdiği için
günah işlemişti. Şimdi de yapması gereken bu günahının kefaretini öde-
mek ve suçunu taş üzerine yazarak herkese ilan etmekti. Tanrının gücünü
övmesi ve günahının cezasını çeken bir çoban olarak herkese ibret olması
gerekiyordu:
Arkeo Duvar / 27
“Perkenoi Tanrıları sürekli itaatsizlik yapan kişilere Zeus Oreites’in kutsal orma-
nına hayvan sokmamalarını önceden bildirdikleri halde buna itaat edilmedi.
Tanrılar Eumenes oğlu Eumenes’i cezalandırdılar ve Tanrı onu ölümcül bir du-
ruma soktu. Ama Tykhe bana umut verdi. Perkos’daki Nemesisler yücedir!”
Arkeo Duvar / 28
Cennet Bahçesi’ni
ararken…
Cennet Bahçesi, bir daha asla ulaşılamayacak olan ama hep
aranan bir idea olarak kalacaktır. Bu bahçenin kusursuz varlığı,
insana günahkâr doğasını, çektiği acıların kökenini ve neyi kay-
bettiğini hatırlatır…
Ece Sezgin
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Arkeoloji Bölümü Doktora Öğrencisi
Yaratılış 2:8
Arkeo Duvar / 29
Bahçe bir medeniyet alameti olarak düşünülebilir. Bu anlamda hem fayda-
cı hem de estetik amaçlarla şekillenen ve devamlılık arz eden kontrollü bir
organizasyondur. Yazılı kaynaklar sayesinde bahçelerin geçmişini eski Me-
zopotamya uygarlıklarına dek takip etmek mümkün. Sümer, Assur ve Babil
kralları; şehirlerine, saray ve tapınaklarına bir tür prestij göstergesi olarak
bahçeler diker ve bu bahçelerin bakımı ve devamlılığı için birilerini görev-
lendirirdi. İşte İbrahimi dinlerde “Aden” ya da “Aden Bahçesi” olarak geçen
cennet bahçesi de aslında Tanrı’nın yeryüzündeki bahçesidir. Tanrı’nın yara-
tılışta yeryüzüne yaptığı bu son dokunuş, medeniyetin de bir anlamda baş-
langıcı olarak tasarlanmıştır. Tanrı, Dünya’yı yarattıktan sonra Aden’e bahçe
diker. Bahçeyle ilgilenmesi için de Âdem’i bu bahçeye koyar ve olaylar gelişir.
-İbrahimi dinlerde iki farklı cennet kavramı bulunur. Biri öldükten sonra gidi-
len ebedi yer, diğeri ise bu kusursuzluğun yeryüzü şubesi olan Cennet Bah-
çesi ya da Aden Bahçesidir. Eski Ahit’in yaratılış bölümünde anlatılana göre
Aden’in içerisinden bir ırmak geçer ve bahçeyi sulayarak dört kola ayrılır. Bu
Yaratılış 2:9
Arkeo Duvar / 31
deki avluya bir hurma ağacı ve ılgın ağacı dikmiş. Şiirde bu iki ağacın kendi
ağzından, kimin kral ve tanrı için daha faydalı ve önemli olduğuyla ilgili tatlı
atışmalar yer alır. Hurma ağacının besinine karşı ılgın ağacının güzelliği, hur-
manın tanrıya sunu olarak kullanılan meyvesine karşı, ılgının krala mobilya
yapımında kullanılan gövdesi… Burada gördüğümüz karşıtlık ve rekabet –
anlamları belki farklı olsa da– Aden Bahçesi’ndeki hayat ağacı ve bilme ağacı
için de geçerlidir. Hayat ağacı ölümsüzlüğü, iyiyle kötüyü bilme ağacıysa ölü-
mü vaat eder. Çünkü Tanrı Âdem’e açıkça şöyle der, “Bahçede istediğin ağa-
cın meyvesini yiyebilirsin ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü
ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün”
Yaratılış 2:25
Arkeo Duvar / 32
İnsan yalnız Aden’den kovulmakla kalmaz, aynı zamanda Tanrı tarafından
lanetlenir. Yılan da bu lanetten nasibini alır. Yılanın payına ömrü boyunca
karnı üstünde sürünmek, kadının payına çok sancılı doğumlar, adamın payı-
naysa emek vermeden yiyecek bulamamak düşer.
Yaratılış 3:23-24
Arkeo Duvar / 33
İnsan, saf masumiyetini o bahçede bırakır
Arkeo Duvar / 34
Cennet Bahçesi bir köken miti haline dönüşür. İnsanlığın
refah, mutluluk ve masumiyet halinden; ölüm, acı ve sefalet
kavramlarını içselleştireceği bir insanlık haline gelişini
açıklar. Bu kadim hikâye öyle içselleştirilmiştir ki pek çok
insan bir incir yaprağı, bir elma ya da ağaca sarılı bir yılanı
birlikte gördüğünde istemsizce hiç görmediği bu bahçeyi
anımsar!
Bu haliyle Cennet Bahçesi bir köken miti haline dönüşür. İnsanlığın refah,
mutluluk ve masumiyet halinden; ölüm, acı ve sefalet kavramlarını içselleş-
tireceği bir insanlık haline gelişini açıklar. Bir yandan günahkâr doğasını ona
unutturmamak bir diğer yandan da kaybettiği o mükemmel uyumu insana
hatırlatmak için tasarlanmış mitolojik bir hikâye olarak yalnız tek tanrılı din-
lerde değil hayatın da içinde yerini alır. Bu kadim hikâye öyle içselleştirilmiştir
ki pek çok insan bir incir yaprağı, bir elma ya da ağaca sarılı bir yılanı birlikte
gördüğünde istemsizce hiç görmediği bu bahçeyi anımsar!
Arkeo Duvar / 35
İYİ ARKEOLOJİ
Kaosun çağrısı:
Islah edilmiş doğa olarak
bahçeler
Sonsuz ve ıssız evrenin ıslah edilebilir olduğuna dair bir inancı
besler bahçeler. Dolayısıyla o örülen çitler sadece yabanıl hay-
vanları veya domuzları dışarıda değil, aynı zamanda, bastırılan
dürtüleri ve karanlık anti-sosyal düşünceleri de dışarıda tutarlar.
Bahçeleri, toplumsal, uysal insanı mümkün kılan yoğun çabanın
mekânsal karşılığı olarak düşünüyorum.
Doç. Dr. Çiler Çilingiroğlu
Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi
Arkeo Duvar / 36
“Doğanın var olduğunu kanıtlamaya çalışmak gülünçtür; gerçekten açık se-
çik biçimde ortadadır doğa çünkü bir yığın doğal varlık vardır.”
Doğa diye bir bütünlüğün bilgisinden o kadar emin ki Aristoteles, bunu kanıt-
lama çabasından bile gülünç olarak bahsediyor. Kendinden bu kadar emin
konuşuyorsa bu büyük filozof, bir bildiği vardır elbet diyoruz.
Şark kültürlerinin insan dışında doğa diye bir nesnelliği tanıdığını bahçele-
rin derin tarihinden anlayabiliriz. Doğu toplumlarında “bağ, bahçe” köklerini
kadim Mezopotamya ve Fars medeniyetlerinde buluyor. Kelimenin kökünün
zaten Farsça olduğunu biliyoruz: غاب. Bag ve onun küçüklük ekiyle türetilmiş
hali bah-çe.
İran’ın İsfahan kentindeki Chehel Sotun Sarayı’nın bahçesi. (Fotoğraf: Çiler Çilingiroğlu)
Arkeo Duvar / 37
Islah edilmiş estetik doğa
Bahçeler, böylece eksik doğalar olarak hayatımıza girdiler. Artık kaotik olma-
yan, tam tersine, düzenli, simetrik, estetik, manipüle edilebilir ve uysal: Erk’in
kendini tatmin edebileceği pasif nesneler topluluğu. Doğanın kültürün içine dü-
şüncesizce sıkıştırılmasıydı bahçe. İnsan için bir haz nesnesi, bir hobi etkinliği,
güvenlik kaygısı olmadan içine girebileceği, istediğini toplayabileceği, bakımını
yapacağı etrafı çitlerle çevrili toprak parçası. Bahçeler, istenmeyen otlarıyla
dirense bile, insan rutin bakımıyla oradaki yabanın serpilmesini hep engelledi.
İran’ın Şiraz kentinde yer alan Hafız’ın anıt mezarındaki bahçeden bir
görünüm. (Fotoğraf: Çiler Çilingiroğlu)
Arkeo Duvar / 38
Kaosu kozmosa çevirme arzusu
Arkeo Duvar / 39
İran’ın Şiraz kentindeki Bagh-e Najanjestan bahçesi. (Fotoğraf: Çiler Çilingiroğlu)
Pink Floyd’un ‘The Wall’ albümünün sonuna gidelim sizinle. Duvarların dı-
şındaki dünyayı arzulayan bir can var orada. Doğumundan ölümüne kadar
normların içine hapsedilmiş ve otantik benliğini unutmaya mahkûm edilmiş
bir varlık. Şunu hayal ediyorum: Nasıl ki, içten içe karanlık doğasıyla yüzleş-
mek isterse insan, bahçedeki varlıklar da çitlerin dışındaki yabana taşmak
ister. Kendi benliğinden istemsizce kopartılmış varlıkların içinde tüketileme-
yen bir kaos istenci olduğunu seziyorum. Tam da bu nedenle çiçek, bitki,
kök, yumru, ağaç, çalı, mantar, taş, toprak içten içe leoparla, domuzla, balık-
la, solucanla, humusla, dışkıyla, çürümüş yaprakla buluşmak istiyor. Dışarıya
adım atmaya cüret eden insanların da elinden tutarlar bence.
Arkeo Duvar / 40
SÖYLENCE
Tanrıların armağanları:
Bitki, ağaç ve bahçe
Helen söylencelerindeki en güzel bahçelerden ilki, bugün Gürcistan
topraklarında kalan Kolkhis şehrindeki Kral Aietes’e ait bahçedir.
Altın postun peşine düşen kahramanların anlatıldığı Argonotlar Se-
feri efsanesinde, şan-şöhret kadar, bu bahçeyi görme ve oradaki zen-
ginliklere ulaşma isteği de önemli yer tutar.
Arkeo Duvar / 41
yayılmıştı. Yazıyla birlikte; kurallar, düzenler ortaya çıkmış, anlatı başlangıç-
taki gerçekliğinden kopmuş, imge aslından uzaklaşarak simgeye dönüşmüş
oldu. Bunlarla birlikte, yazılı metinlerin tekdüze bir sistem içermesi, bilen
gözler için takip edilmesi oldukça kolay bir basmakalıp öyküleme yöntemi
oluşturuyordu.
Buğday-insan ilişkisi
Arkeo Duvar / 42
den mi başlayalım, Hz. Nuh’un,
tufanın bitip bitmediğini öğren-
mek için gönderdiği güvercinin
ağzında gelen zeytin dalıyla mı?
İsis’in, Mısır halkına zeytin bit-
kisini tanıttığı zaman mı, yoksa
Athena’nın Atina kentine zeytin
ağacını armağan ettiği zaman
mı başladı bu ilişkinin öyküsü?
Bilemediniz değil mi, ben de bi-
lemiyorum. En iyisi zeytin ağacı Athena ve Poseidon. Noël Hallé, 1711-1781.
ile ilgili ve Homeros’a atfedilen
bir sözü buraya taşıyıp aradan
çekilelim isterseniz.
Yakındoğu coğrafyasının bir diğer önemli bitkisi- ki bugün dahi dünyada ilk
sıradaki yerini korumaktadır- buğdaydır. Son Buzul Doruğunun (Last Gla-
cial Maximum) ardından ortaya çıkan küresel ısınmanın getirdiği erime ve
bol yağış, sulak ortam seven otsu bitkilerin çoğalmasını sağlamıştı. İklime
uyarak yarı yerleşik bir haya-
ta geçen Homo Sapiens’in bu
bitkilerin beslenme açısından
önemini kavraması çok da uzun
sürmemiş olmalıydı. Kendiliğin-
den büyüyen, yemesi güzel ve
doyurucu buğdaygilleri kolayca
toplamak için yaptıkları orak bı-
çakları, zamanla işe yaramayan
diğer otları ortadan kaldırmaya,
bu güzel besine yayılması için
yeni ortam sağlamaya dönük de
Epipaleolitik ve Neolitik orak bıçakları.
Arkeo Duvar / 43
kullanılmıştır. İşte, doğaya yapılan en keskin müdahalelerin belki de ilki olan
bu davranış, yerleşik hayata geçtikten sonra buğday-insan ilişkisini hızlan-
dırmış, önce evcilleştirmeye oradan da tarım üretimine giden yolu başlatmış
görünmektedir.
Arkeo Duvar / 44
genç kız ve erkek çocukların kur-
ban edilmesini kabul etmeleri
konusunda halkı ikna ettikleri
öykü en ilginç olanlardan birisi-
dir. Büyücüler, kabile şefinin kız
ve erkek çocuğunu mısır tohum-
ları ile toprağa gömerler, kuv-
vetli yağmurlarla geçen dördün-
cü gün erkek çocuk dirilerek geri
dönecek, hafif yağmurlarla ge-
çen beşinci günden sonra ise kız
çocuk dirilerek geri dönecektir.
İki çocuk da sağ salim döndük-
ten sonra mısır olgunlaşacak ve
yenmeye hazır hale gelecektir.
İlk mısır hasadının tadı acı ve
yakıcı olunca büyücüler; karga,
baykuş ve çakalı mısır yemek için
çağıracaklar, onlar yedikçe mısır
tatlılaşacak ve insanların yemesi
için uygun hale gelecektir. O gün
bu gündür bu hayvanları mısır
tarlalarından uzakta tutmak bu
Zuni Kadını, 1903.
sebeple olsa gerek.
Arkeo Duvar / 45
“Küçük çocuk tek başına
Küçük çocuk tek başına
Beni yiyebilirler!
Beni yiyebilirler!
Hey hey hey”
Arkeo Duvar / 46
memnun etmek adına, daha önce kimsenin bilmediği mısır ve fasulye bitki-
lerini pişirerek onlara yemek yapar. Hayatları boyunca sadece etle beslenen
gençlerin ne kadar mutlu olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek. Yaşlı
kadın ölmeye yakın, bu bitkilerin gizemini torunlarıyla paylaşarak artık her-
kesin mısır ve fasulye yetiştirmesine de ön ayak olacaktır.
Her üç öykü, içinde barındırdığı, yeraltından gelen büyücüler, bir görünüp bir
kaybolan çocuk ve bilge-kadın gibi karakterlerin varlığı ile bitkinin toplumda
yarattığı karşılığı çok açık ifade etmeyi başarmıştır. Avcı-toplayıcılar için besi-
ni üretebilmek bir mucizedir, böyle üretilebilir bir bitkiyle de ancak mucizevi
şekilde tanışmalarına şaşırmamak gerekir.
Arkeo Duvar / 47
Misafir, sonraki dört gün boyunca ziyaretlerini arttırır ve her geldiğinde kah-
ramanımızı kendisi ile güreşmeye zorlar. Yedinci günün akşamında, oruç
nedeniyle çok güçsüz olmasına rağmen, halkını doyurmaktaki kararlılığı ve
cesaretinden güç alan kahramanımız rakibini nihayet yenmeyi başarınca, is-
tediği şeylerin gerçekleşmesinin önü açılacaktır. Önce, güzel giysili ve kibar
adamın bedenini – ona anlatıldığı gibi – toprağa gömer. Bahar boyunca me-
zarı ziyaret eder, yabani otları temizler ve toprağı sular. Çok geçmeden yeşe-
ren filizlere, köydeki kimseye bahsetmeden bakmaya devam eder. Yaz bitip
de parlak renkli ipeksi püskülleri, sallanan sorguçları ve dik yapraklarıyla,
altın koçanlarla dolu muhteşem bir bitki ortaya çıkınca başta babası olmak
üzere tüm köyü çağırır.
Arkeo Duvar / 48
lojilerinin en büyük endişesi bireyciliğin görünümlerini bastırmak olmuştur.
Bu genellikle insanları kendi çıkarları, istekleri ve deneyim kipleriyle değil,
toplum egemenliğinde geliştirilip yaşatılan duygusal düzen ve davranış ka-
lıplarıyla hareket etmeye ikna ederek veya zorlayarak yapılmıştır. Bitkiden
çıkartılan ders, bireyi yalnızca bir hücre veya daha büyük bir sürecin bir anı –
bir soyun, ırkın veya daha geniş ifadeyle bir türün parçası- olarak gören bakış
açısı, kişisel kendiliğindenliği, kendini keşfetmenin her dürtüsünü yok ede-
cek kadar değersizleştirir. Bu endişe, o kadar baskılayıcı bir davranış oluştu-
rur ki, zamanla bir dine dönüşür.
“Size tam gerçeği söylüyorum: Bir tohum (buğday) tanesi yere düşüp öl-
mezse, o yalnız kalır; fakat ölürse, çok mahsul verir.”
Yuhanna 12: 24
Arkeo Duvar / 49
Her şey, tutkulu ve güzel Hina’nın, ada söylencelerinin meşhur, ürkütücü yı-
lan balığı olan kocası Te Tuna’dan (fallus) sıkılıp, yemek bulmaya çıkıyorum
diyerek evden kaçıp kendisine yeni bir eş araması ile başlar. Hina çok çekici
bir kadındır ancak kocasının namını duyan tüm erkekler ondan hızlıca uzak-
laşacaktır. Kadın, kahramanımızın klanına ulaşınca, Maui’nin annesi oğlunu
Hina’yı eş olarak alması için kandırır. Problemsiz başlayan bu ilişki, etraftaki
tüm erkeklerin, kıskançlık içinde, sürekli Te Tuna’ya gidip karısının Maui ile
birlikte olduğunu ballandıra ballandıra anlatmasıyla sıkıntıya girecektir. Ni-
hayetinde Te Tuna ile Maui karşı karşıya gelecek, alışageldiğimiz üzere kah-
ramanımız kazanacak ve Te Tuna’nın başını kesecektir. Asıl öykü ise bu tek-
düze kalıptan sonra başlar.
Arkeo Duvar / 50
Avcılık-toplayıcılıktan üretimcili-
ğe geçişi anlatan bu güzel “cana-
var yılanbalığı” mitinde en dikkat
çekici nokta, daha önce Mikasu-
ki söylencelerinde de karşımıza
çıkan yaşlı-bilge kadın imgesidir.
Diğer tüm öykülerinde başrol
olan kahraman Maui, bu öyküde
sanki annesinin ona biçtiği se-
naryoyu canlandırmak dışında
bir iş yapmamış görünmektedir.
Anne Hua-hega’nın, Hina’yı oğ-
luna eş olarak aldırması, Te Tu-
na’nın başını toprağa gömdür-
mesi ve tüm herkese sürpriz bir
Maui ile Te Tuna, Yeni Zelanda Posta Pulu.
şekilde filizlenen meyveyi onun
zaten tanıyor olması; besin üre-
timinde kadınların rolünün, bir
mit vasıtasıyla, açıkça gözler
önüne serilmesi değil de nedir?
Büyük yiyecek kıtlığı sırasında, beslenmekte zorlanan bir ailesi ve hasta bir
bebeği olan bir adam, Puueo’daki tapınağa dua etmeye giderek tanrıdan ne
yapması gerektiğini öğrenir ve gelip karısına tek tek anlatır.
Arkeo Duvar / 51
“Soylu mo’o’nun sesini duydum, dedi. Bu gece öleceğim. “Karanlık, denizin
üstünü örter örtmez, başımı siyah bir örtüyle örtecek, gövdemden soluğum
kesilince başımı dikkatle su kaynağının yanına gömeceksin. Kalbimi ve iç
organlarımı kapımızın yanına göm. Ayaklarım, bacaklarım, kollarımı aynı
biçimde sakla. Sonra ikimizin hep dinlendiği divana yat, gece boyunca dik-
katle çevreyi dinle ve güneş sabah göğünü kızartana kadar kıpırdama. Kü-
çük oğlumuzun yaşamı kurtulacak. Bunları dedi ve yüzüstü düşüp öldü.
Söylence; kocasının dediklerini eksiksiz yapan kadının, bütün evi saran ağaç,
bitki ve küçük otlara isim vermesiyle ve çocuğuna bunları yedirmesiyle de-
vam eder.
Kapının önünde tam kocasının kalbini gömdüğü yerde çıkan ağaca ve mey-
vesine Ulu (Ekmekağacı) adını verdi. Dev yapraklı, sarı meyvalı ağaca ise
Muz dedi. Fidan gibi saplar ve sarmaşıklar vardı; birincisine şeker kamışı,
ikincisine yam ismini koydu, sonra küçük çocuğu çağırarak meyveleri top-
lattırdı, en büyüğünü ve iyisini tanrılara ayırarak kalanları kızgın kömürde
kızarttı.
Arkeo Duvar / 52
Japonya’nın Hristiyanlık sonrası
öykülerinden olan; Mikado’nun,
141 yaşında ölmeden hemen
önce kahraman Tajima-mori’yi
“Zamanı Olmayan Hoş Koku-
lu Ağacın” meyvesini getirme-
si amacıyla ebedi ülkeye gön-
dermesi efsanesi, bizim Sümer
mitlerinden bildiğimiz Gılgameš
çeşitlemelerinden birisi gibi gö-
rünmektedir. Sonunda kahra-
man ağacın meyvesini koparma-
yı başarır ama bu arada Mikado
çoktan ölmüştür. Sonra Taji-
ma-Mori meyveyi dörde ayırıp
bir parçasını İmparatoriçeye, di-
ğerini kutsal hükümdarın mezar
kapısına sunar. Büyük ihtimalle
diğer parçaların birisi kendisi-
ne diğeri de halka paylaştırıla-
caktır. Zamanı olmayan hoş ko-
kulu ağacı sorarsanız, portakal
canım, bizim portakal. Anavata-
nında oturup, bu meyveyi hiçbir
efsanemize konu etmememize Tajimamori ve Portakal Ağacı, Kikuchi Yösai.
bakmayın, biz de türkülerimize
konu etmişiz…
Arkeo Duvar / 53
İskandinav mitleri
Arkeo Duvar / 54
İnsanların kültüre aldıkları tarım ürünlerinin sayısı arttıkça, özellikle de su-
lamalı tarıma geçildikten sonra, meyve yetiştiriciliği bir yan ürün olmaktan
çıkıp asıl geçim ekonomisi araçlarından birisine dönüşmüştür. Bugün bah-
çecilik adı verilen bu faaliyetin en erken örnekleri, Kalkolitik Çağ’da Mezopo-
tamya’da karşımıza çıkan hurma yetiştiriciliği olabilir. Bunlarla birlikte özel-
likle Tunç Çağı’ndan, ağaç türleri ile ürünlerin ekonomik karşılıklarına kadar
detaylı bilgilerin, çok sayıda yazılı metin sayesinde elimizde olduğunu söyle-
mek gerekir.
Arkeo Duvar / 55
“Ey tanrılar, siz ne yaptınız ne işlediniz? (Ülkeye) bir salgın hastalık getir-
diniz (öyle ki) tüm Hitit halkı ölmektedir. Dolayısıyla hiç kimse sizin için ne
kurban ekmeği ne de şarap sunabilmektedir. Tanrıların tarla ve bahçeleri-
ni sürekli olarak işleyen çiftçiler ölüp gittiler; artık onlar tanrıların tarla ve
bahçelerini işleyememektedir. Artık hiç kimse hasat kaldıramamaktadır.”
Türlü türlü ağaçlar ve çiçeklerle bezeli bu bahçede, dört çeşme vardı: Birin-
den buz gibi su, ötekilerden süt, bal ve en sonuncusundan da tanrı Diony-
sos’un insanlığa armağan ettiği şarabı akıyordu gürül gürül.
Arkeo Duvar / 56
Tek tanrılı dinlerdeki “cennet” tariflerine oldukça benzer bu ifadeler, bırakın
Helenistik Çağ’ın insanlarını, günümüz toplumunun bile ağzının suyunu akıt-
maya yeter. Gelelim ikinci bahçemize. Hesperidlerin bahçesi olarak bilinen
bu yer; şan-şöhret, zenginlik peşinde koşan kahramanlara kapalı ne yazık ki.
Yalnızca tanrılar/ tanrıçalar ile gerçek halk kahramanları bu öyküde kendine
yer bulabilir.
Arkeo Duvar / 57
Bahçeden getirilen bir elmanın bilinen ilk güzellik yarışmasına ve daha son-
ra Troya Savaşı’na yol açmasını ve bu bahçeye ulaşabilen Helenlerin en bü-
yük ulusal kahramanı Herakles’in (Herkül) maceralarını başka bir yazımıza
bırakalım ve cennet demişken kadim Sümerliler ve büyük ozan Homeros’un
birer şiiri ile yazımızı kapatalım. Belki de cennet bahçesi bu şiirlerde gizlidir.
Odysseia - Homeros
Arkeo Duvar / 58
Uğur Tanyeli: Millet bahçeleri
ile iktidar, erken Cumhuriyet
dönemi icadını gündemine alıyor
Millet bahçelerinin çok eskimiş bir kavramı yeniden gündeme
getirdiği kesin. Çamlıca’da 1860’lardan başlayarak kurulan Mil-
let Bahçesi bile bu adı taşıyordu. Erken Cumhuriyet döneminde
de özellikle Anadolu kentlerinde çeşitli ölçeklerde millet bah-
çeleri inşa edildiği bilinmeyen bir mesele değil. Onlar pek çok
kentte oluşturulan ilk örgütlü, tasarlanmış yeşil alanlardı. Kent-
sel modernleşme amaç ve ideolojisinin bileşenleriydiler.
Nuray Pehlivan
Uğur Tanyeli.
Arkeo Duvar / 59
S adabad ve diğer bahçeler hakkında neler biliyoruz? 16. yüzyıl Rönesans
Dönemi Avrupa şehirleriyle, İstanbul’u karşılaştırdığımızda neler
söyleyebiliriz? İktidar, neden bu derece içselleştirilmiş, halkın olmazsa
olmaz seyir alanları üzerinden eski bir propaganda aracıyla millet bahçesi
kavramını kullanmak istiyor? Neden Central Park için akla hiç gelmeyecek
dönüşümler Türkiye'de akla gelebiliyor? Bunları ve daha pek çok soruyu
Mimarlık tarihçisi Prof. Dr. Uğur Tanyeli’ye sorduk.
Arkeo Duvar / 60
Anadolu Selçuklu çağında kamusal ve konut gibi özel mekanlarda
bahçe mimarisi hakkında ne tür bilgilere sahibiz? Dönemin Varka
ve Gülşah gibi veya İran kaynaklı diğer minyatürlü edebi yazmaları
bahçeler hakkında bilgi veriyor mu?
Arkeo Duvar / 61
18. yüzyıl öncesi Osmanlı bahçe tasarımı için söylenebileceklerse sınırlı.
Özgül bir planlama iradesini yansıttıklarını iddia edemeyiz. Ancak Osmanlı
bahçeleri için bir tür spontane gelişme ve düzenlemeden söz edebiliriz.
Bir geometrik düzen endişesinden bahsedemeyiz. Doğal mekâna
geometrik düzen verme kavrayışı doğaya egemenlik kuran modern insan
ve antroposen kavrayış çağının doğuşuyla başlar. Osmanlı’nın antroposen
dünya kavrayışının erken başlangıcını ise ancak 18. yüzyılda ve kısıtlı ölçüde
görürüz.
Arkeo Duvar / 62
20. yüzyıl başlarında Sadabat, İstanbul Büyükşehir Belediyesi kartpostal koleksiyonu.
Arkeo Duvar / 63
‘Yeşil alanlar sekülerleşen bir gündelik yaşamı
var etti’
Arkeo Duvar / 64
tetikledi. Dönemin muhafazakâr
yazarlarının metinlerinde kadın-
ların doğal çevreye açılmasının
ne denli tepki çektiğini görmek
mümkündür. Şemdanizade adlı
bir dönem yazarı bu nedenle
“her mahallede ehl-i ırz denecek
üç hatun kalmadı” diye yazacaktı.
Arkeo Duvar / 65
18 yüzyıl öncesi İstanbul’da Osmanlı konutu avlularından konuşmak an-
lamlı olmaz. O dönemden kalma bir konut ve avlusu veya bahçesi yok. Bir
karşılaştırma için İran mimarisine başvurmak da olanaksız. “Cahar bağ”
diye adlandırılan klasik İran, Orta Asya ve Hint bahçelerinin Osmanlı’da hiç
örneği yok. Onlar çok farklı bir peyzaj kavramına işaret eder. Avrupa ile ya-
pılacak bir karşılaştırma da verimsiz olur.
Arkeo Duvar / 66
Doğal çevreye olduğu gibi kentsel mekâna da radikal müdahale fikri hiç
kuşkusuz İtalya’da başlar. Planlı meydanlar orada daha 15. yüzyılda belirir.
16. yüzyıl biterken Roma’dan başlayarak bir kentin tüm ulaşım ağı geomet-
rize edilir. Doğrusal ulaşım eksenleri yapılır. Yeşil alan planlamaları da yine
İtalya’dan ve 16. yüzyıldan itibaren gündeme gelir. Fiziksel çevre genelde
doğaldan inşaiye kadar her ölçekte insanın matematiksel iradesinin ege-
menliğine girer. Doğayı ve kenti bir anlamda insanlığın tasarımsal iradesi-
ne, hatta keyfine göre biçimlemenin yolu daha 16. yüzyılda açılır. Türkiye’de
de 18. yüzyılda başlar ama 19. yüzyılda bile hala mutlak iradesini kentsel ve
doğal ölçekte ortama dayatan bir tasarımcı özne fikri ortada yoktur. Kamu-
sal işlevli kent içi parkları da batı ve orta Avrupa’da 18. yüzyılda görülmeye
başlayacaktır. İstanbul’da 1860’lar eşiği öncesinde küçük ölçekli bir kent
parkı bile henüz yoktur.
Arkeo Duvar / 67
Millet bahçelerinin çok eskimiş bir kavramı yeniden gündeme getirdiği
kesin. Çamlıca’da 1860’lardan başlayarak kurulan millet bahçesi bile bu adı
taşıyordu. Erken Cumhuriyet döneminde de özellikle Anadolu kentlerinde
çeşitli ölçeklerde millet bahçeleri inşa edildiği bilinmeyen bir mesele değil.
Onlar pek çok kentte oluşturulan ilk örgütlü, tasarlanmış yeşil alanlardı.
Kentsel modernleşme amaç ve ideolojisinin bileşenleriydiler. Yeşil alan
kullanımını ve piyasa yapma etkinliğini pek çok kentte kentliler ilk kez
oralarda deneyimledi. Yeni kentsel rekreasyon ve sosyalleşme fırsatları ilk
olarak oralarda gündem geldi. Onlar küçük ölçeklerinin ötesinde önemli
toplumsal roller oynadılar. İktidar herhalde hiç farkında olmadan Erken
Cumhuriyet dönemi icadı bir kentsel elemanı kendi gündemine alıyor.
Kökendeki modernleşmeci ve çok anlamlı sosyalleştirici gerekçelerinden
boşaltarak o da yeşil alanlar oluşturmayı deniyor.
Fakat bugün yeşil alan yapmak için ideolojik bir iradeye ihtiyaç yok. Toplum
yeşil alan talep ediyor zaten. Dolayısıyla, bunun nasıl bir ideolojik gerekçesi
olduğunu bilmiyorum. Bir kent parkı yapmak için merkezi yönetimin
işe karışmasının artık gerekmediği de aşikâr. Belediyeler böyle işler için
var zaten. Bence tek açıklama, iktidarın Gezi olaylarında geniş grupların
Gezi Parkı’nı savunma amacıyla
harekete geçmesine karşı bir
tür “park yanlısı” yanıt vermeyi
denemesi olmalıdır. “Biz de yeşil
alanlar istiyoruz ve seviyoruz”
gibi bir argümanla düşündükleri
kanısındayım. Ancak yeşil
alanlar yapma meselesinin bile
Türkiye’deki siyasal yarılmada
bir veri haline gelişi ilginç. Bugün
olağan bir yeşil alana millet bahçesi
adını vermenin anlamlı olduğunu
da söyleyemem. Bu ad bile artık
o kadar eskimiş ve içeriksizleşmiş
ki, bunu nasıl fark etmediklerini
anlamaktan acizim. Bence,
iktidarın siyasal argümanların
iyice lümpenleşmesinden başka
bir şeye işaret etmiyor bu girişim.
Uğur Tanyeli.
Arkeo Duvar / 68
‘Yeşil alan kıyımı kentte ve kırda bir politika
haline geldi’
Arkeo Duvar / 69
Bahçeden parka, parktan
meydana: Var olma /
iktidar mücadelesi
Aylar süren ve tüm ülkeye yayılan direnişle Gezi Parkı,
halkın agorası olarak kaldı ve iktidara geri adım attırdı. AKP
iktidarının meydan savaşındaki yeni stratejisi ise “Millet
Bahçeleri”. Gezi Parkı’na AVM yapmaya çalışan, Salda
Gölü’nü ve daha nice doğal güzelliği peşkeş çeken iktidar şimdi
de “Millet Bahçesi” ile halkın ortak vakit geçireceği parkları
planlıyor.
Lale Can
Psikolog
Arkeo Duvar / 70
Abraham Moles’un deyişiyle “kent, merkezi ile var olur.” Bu nedenle kent
kavramının temelinde kenar mahalle-merkez diyalektiği yatar. Burada
günlük hayatta kullanılan “ev kira, semt bizim” latifesine bakabiliriz. Kişi-
sel mekândan kent meydanlarına gittikçe daha özgün, kamusal bir kim-
lik kazanılabilir. Bunu, mahalle baskısının kent meydanlarında azalmasıyla
doğru orantılı düşünebiliriz. Öyle ki Orta Çağ Avrupası’nda “kentli” kelimesi
özgür insan anlamında da kullanılır. Her kent meydanının diğer bir kente
ve meydanına göre farklı kimliği vardır. Bireyin kök salma, mekânı sahip-
lenme ihtiyacı belirli sınırları meydana getirir.
Arkeo Duvar / 71
İtalyan Ressam Raffaello Sanzio tarafından 1509-1511 yılları arasında yapılmış
“Atina Okulu” isimli tablo.
Arkeo Duvar / 73
merkezleri, lüks konutlar bu rekabetin ve halkın ortak alan kullanımını en-
gellemenin en büyük göstergeleri olmuştu. Öyle ki Haussmann, devrimden
sonra tüm Paris’i yıkıp baştan kurmayı planlıyordu. Böylece meydanları so-
kak sokak halkın olası direnişine kapatabileceğini hayal ediyordu!
Arkeo Duvar / 74
İstanbul Taksim Meydanı Cumhuriyet Dönemi’nin en önemli eylem ve gös-
teri meydanı iken bu meydanda 1 Mayıs gösterileri dâhil her türlü eylem ve
gösteri yasaklandı. Yasaklamanın ardından, anlık bireysel ve kitlesel eylem-
ler yapan halk kitleleri eylem alanını geri kazanmak için Taksim Meydanı’nı
seçiyordu. İktidar, halkın kolektif belleğinde yer eden bu direniş alanından
kurtulabilmek, aynı zamanda kapitalizmin ihtiyacına uygun olarak Gezi
Parkı’na AVM yapmak için meydanı tamamen halktan izole etmeye çalıştı.
Sonuç olarak; aylar süren ve tüm ülkeye yayılan direnişle Gezi Parkı, halkın
agorası olarak kaldı ve iktidara geri adım attırdı. AKP İktidarının meydan
savaşındaki yeni stratejisi ise “Millet Bahçeleri”. Gezi Parkı’na AVM yapma-
ya çalışan, Salda Gölü’nü ve daha nice doğal güzelliği peşkeş çeken iktidar
şimdi de “Millet Bahçesi” ile halkın ortak vakit geçireceği parkları planlıyor.
Arkeo Duvar / 75
Sonuç olarak, “burası noktası” nın inşası aynı zamanda “başka yer” inşasını
da getirir. Bu “biz” ve “diğerleri” çağrışımına benzerdir. Ülkemizde uygulan-
maya çalışılan politikaya baktığımızda da bunu görebiliriz. Bu bir nevi ikti-
darın onların “Gezi Parkı” varsa bizim de “Millet Bahçelerimiz” var sinyalidir.
Aynı zamanda burjuva siyasetçisi Haussmann’ın “her sınıfı kendi bölgesin-
deki parklarına hapsetme” politikasıdır. Çünkü hâlihazırda burjuvalar za-
ten özel parklı-bahçeli villalarda ya da sitelerde yaşıyor. Dolayısıyla kamu-
sal kimliğine müdahale edilmek istenilen kesim belli. Hem ezilen sınıf hem
de ezen sınıfın meydan muharebesi bu bağlamda insanlık tarihi boyunca
devam edeceğe benziyor!
Arkeo Duvar / 76
Roma’da güç erki:
Bahçeler
Roma Dönemi’nde ev ve bahçe kavramı sadece yaşama birimi
ve peyzaj tasarımı olarak düşünülmemelidir. Ev ve bahçe
çoğunlukla İmparator veya sahibi olduğu kişinin güç erkini
göstermesi, farklı coğrafyalara seyahatlerinden getirdiği bitkileri
kendi bahçesinde yetiştirmesi ile kolonyal bir güdüyü de
barındırır.
Arkeo Duvar / 77
Roma Dönemi’ndeki günlük yaşama ilişkin önemli bilgiler aldığımız Yaşlı
Plinius, Roma bahçelerinin Asur’un Asma Bahçelerinden esinlenildiğinden
söz eder. Hatta Roma’da kralların bahçelerini kendilerinin ektiğini, Roma
literatüründe bahçeden hiçbir zaman “tarla” olarak bahsedilmediğini, her
zaman “bahçe” teriminin kullanıldığını da ekler. Ev ve eve ait toprak, ailenin
kutsallığının bir parçası olarak görülmüştür. Bahçeler aynı zamanda mitos-
ların da çeşitlendiği mekânlardır. Bu nedenle bahçelerde tanrı veya tanrıça
heykelleri bulunur. Koleksiyon niteliğinde olan bu heykeller, zaman içeri-
sinde bahçelerin “sergi mekânı” işlevi kazanmasını sağlamıştır.
Heykeller ve gelişmiş su sistemlerinin yer aldığı Roma Dönemi Atrium’lu bir eve ait bahçe
canlandırması.
Arkeo Duvar / 78
Roma döneminde halka açık park alanlarına ve bahçelere, imparatorluğun
gücünü temsil eden kültürel mekânlar veya imparatorluğun farklı inanç ve
sınıftan halkı bir araya getirme amacı güttüğü projeler olarak bakmak ge-
rekir. Roma’da halka açık park alanları Roma Cumhuriyet döneminden beri
önemsenmiştir. Augustus, ilk imparator olarak halkına karşı demokratik
olma adına Vedius Polio’nun ona bağışladığı ev ve araziyi, karısı Livia adı-
na halka açık portikli bir bahçe hâline getirir. Roma’nın orta ve alt sosyal
sınıflarının yaşadığı Carinae ve Suburra bölgesini kapsayan bu arazide inşa
faaliyetleri MÖ 15-7 yılları arasında gerçekleşir. Livia Portiği olarak bilinen
bu park 115x75 metrelik çayırlık alana sahiptir. Esquiline Tepesi’nde ko-
numlanan arazide düzenlenen portik, nişlerle çevrili duvarlara ve ortada
bir havuza sahiptir. Portiğin MS 3. yüzyılda Septimius Severus kent planın-
da oldukça yaygın bir alanı kap-
sadığını görebiliriz.
Arkeo Duvar / 79
MS 1. yüzyıl sonunda yaşamış zengin iş insanı Pollius Felix’in, Sorrento Bur-
nu’nda Massa Lubrense’de yer alan evi öne çıkan örneklerden biridir. Şair
Publius Papinius Statius, evi ziyaret eden biri olarak şiirinde bu evden söz
eder. Şiirinde evin alt terasının denizle ilişkili olduğu, üst terasta iki kule
arasında sıcak havuzlu, Neptün ve Herkül’e ait tapınaklar olduğu üzerine
tarifler verir. Zikzak yapan bir portikle erişilen üst teras, villanın yapımı için
arazinin teraslandığını gösterir.
Arkeo Duvar / 80
Lararium, Pompei.
evin bereketi de Penates kültü ile ilişkilidir. Evin içinde dolaşan ruhlar ola-
rak algılanan bu kült de evi koruyan güç gibi düşünülebilir. Penates, evin
kilerindeki yiyecek içecekleri, odun, kömür gibi ev içi ihtiyaçlarını koruyan
ruhtur.
Roma Cumhuriyet dönemine ait zengin aile evine örnek olarak Augustus’un
karısı Livia’nın Palatine Tepesi’ndeki evinden de söz edebiliriz. 1868’de keş-
fedilen Palatine Tepesi’nde bulunan evin en dikkat çekici özelliği duvar re-
simleridir. Roma’nın 12 kilometre kuzeyinde Via Flaminia üzerinde yer alan
evin içinde bulunan duvar resimleri, ev ve bahçe ilişkisini yoğun olarak vur-
gulayan bir örnektir. Livia’nın Augustus ile evlenmeden önce sahibi olduğu
bu ev, Augustus ile evlendiğinde Roma’daki evine alternatif şehir dışında
kır evi (villa) olarak kullanılmıştır. Roma Duvar Stili 2 geleneğinin erken
örneğini temsil eden yemek salonu duvar resminde olduğu gibi, bahçele-
Arkeo Duvar / 81
re ait görseller, MÖ 30’dan sonra doğayı taklit etmekten çok şiirsel bir his
uyandırmak, doğayı evin bir parçası gibi hissettirmek için iç mekânların du-
varlarında resmedilmiştir.
Livia’ya ait Ad Gallinas Albas adıyla anılan villanın bağlı olduğu mitos; kartal
tarafından kaçırılan beyaz tavuğun Livia’nın eline geçmesi ve tavuğun ağ-
zında taşıdığı barışı temsil eden defne dalının bu bahçeye düşmesi üzeri-
nedir. Bu bahçede büyüyen defne ağacının dalları Julio Cladius sülalesinin
zafer çelenkleri için kullanılmıştır. Suetonius ise bahçede görülen defnenin
bu bahçeye dikilmesi öyküsünü anlatması dışında, kendi zamanında bu-
rada tavuk çiftliği olduğundan da bahseder. Villanın bahçe peyzajının, aile
tarafından Roma’da inşa ettirilen Barış Altarı’nda kullanılan ikonografi ve
bitkilerle karşılaştırılması, Augustus döneminin ideolojisi ve yenilikler vaat
eden önermelerin sembolleri olarak da düşünülebilir.
Livia’ya ait Ad Gallinas Albas adıyla anılan villanın duvarlarını süsleyen bahçe peyzajlı
duvar resmi.
Arkeo Duvar / 82
Kırsal arazide edinilen evlerin küçük kulübeler olduğundan söz edilse de
özellikle İtalya’da büyük tarım arazileri zengin ailelere ait olduğundan kent-
te yaşayan zenginlerin hafta sonu evleri aynı zamanda tarım arazileriyle
geniş alana yayılır. Cadizli Columella, MS 40-60’larda Roma’ya yakın arazi
sahibi olduktan sonra yazdığı De Re Rustica adlı eserinde Romalıların tarım,
ekim- dikim işleri ile ilgili değerli bilgiler verir. Bu eserinde aynı zamanda
kırsal arazide kullanılan hayvan
iş gücü, ağaçların budanması,
aşılanması, özellikle üzüm yetiş-
tirmek, bağcılık ve balcılık, balık
çiftlikleri ve en önemlisi bahçe
peyzajıyla ilgili bilgiler de sunar.
Pompeii’nin 1 km. kuzeyinde bir diğer villa, Publius Fannius Synistor Villa-
sı’dır. Villa, şehir dışında yaşayan aristokrat aile yaşamını belgeler. Ev, villa
olarak tanımlansa da bir bölümü çiftlik evi olarak kullanılmıştır. Bu evlerin,
Romalı senatörlerin Roma geleneksel değerlerine bağlı yaşam tarzını be-
nimsediklerini söylemelerine rağmen evlerde gözlenen Helenistik stilde iç
dekorasyon, yeme birimleri ve entelektüel tarz yaşamın ve felsefi söylemin
merkezleri olmalarıdır. Avlulu ve bahçeli ev mimarisi Yunan gymnasiumu-
nun ve kutsal alanlarının yansıması olarak görülür. Ailenin özel koleksiyo-
nu olan heykeltıraşlık eserlerinin (Yunan filozoflarının büstleri) ayrıca satyr,
Arkeo Duvar / 83
nümfe heykellerinin de sergilendiği bu evlerde kentli olan sahibin kırsal
yaşamla da bütünleşmiş zevkleri görülür. Villanın sütunlu avluya açılan bö-
lümünde yer alan duvar resminde gözlenen boğa başı, defne yaprakları
ve meyvelerden oluşan girland, duvarın mermer taklidi görüntüsü; Roma
dönemi 2. Duvar Resmi Stili’ndedir. Resimde görülen bahçe ile ilişkilendiri-
len yapı, evin sokağa açılan kapısı, kapı girişinde konsollar içinde defne bit-
kisi resimleri, yatak odasının batı ve doğu duvarına yapılmış resimler, ku-
zey duvarda bahçeye çıkışta bir mağara, onun üstünde tepe ve mor üzüm
salkımlarının resmedilmesi kırsal yaşam öğeleridir.
Roma bahçelerinde bugün olduğu gibi özel bitkileri saksılara diken ve bu-
dayarak bitkilere şekil veren, bahçelere bakım yapan bahçıvanlardan söz
edilebilir. Tiberius Claudius Turiscus, “topiarii “yani, “bitkilere özel formlar
veren kişi” özgürlüğünü bu işi yaparak satın almış köle olarak bahçıvanlık
sanatının da ilk bilinen isimlerindendir.
Arkeo Duvar / 84
Orchard Evi yatak odası duvar resmi detayı, Pompeii.
Yoğun nüfus artışı nedeniyle MS 2. yüzyılda yapılan çok katlı yapıların inşa-
sında yeni peyzaj özellikleri hâkimdir. MS 315’te insulanın (çok katlı yapı) yer-
leştirilmesiyle ilgili değişiklikler yapıldığı görülür. Bu dönemde Roma kentin-
de 44,850 insula ve 1781 ev kayıtlıdır. Ostia, Roma’nın Akdeniz’e açılan liman
kenti olarak Roma Dönemi çok katlı evleri konusunda önemli bilgiler sunar.
Ostia’da Insula of Diana diye bilinen yapı her iki sokağa da bakan konumuyla
tüm adayı kaplayacak şekilde tasarlanmıştır. Nüfus artışına bağlı gelişen bu
tarz bitişik kent evleri özellikle MS 2. yüzyılda Ostia örneğinde olduğu gibi alt
katta dükkân, üst kat ev olarak tasarlanmıştır.
Arkeo Duvar / 85
Hadrian Dönemi’ne tarihlenen Dipinti Evi ise geniş bahçesi ile dikkati çeker.
Çok katlı yapıların küçük yaşam ünitelerine bölünmesi yasal nedenlerle ol-
muş, yaşam birimleri fonksiyonel hâle getirilmiş, böylece alanların kiraya
verilme şansı artmıştır. Her daire yaklaşık 239 metrekaredir. Yapı, caddeye
açılan tarafta sahip olduğu dükkânları ve üst kata ulaşan merdivenleri ile
günümüz çok katlı ve bahçeli ev kavramının ilklerini oluşturur.
Arkeo Duvar / 86
Sanata dönüşen bir tutku:
Osmanlı kültüründe
bahçe
Osmanlı kuyumcularının mücevher yaparken değerli taşların şeklini
bozmadan kullanması gibi, Osmanlı saray bahçelerinde de el değ-
memişçesine bir doğallığın hâkim olduğunu görebiliriz…
Arkeo Duvar / 87
Osmanlı’nın mirasçısı olduğu Anadolu Selçuklu dönemi Kubadabad ve Key-
kubadiye saraylarının mimari süslemesinde kullanılan zengin bitkisel be-
zeme repertuarı, çiçeğe verilen değeri ve doğayı dikkatle gözlemleyen bir
sanatsal anlayışı gösteriyor. Örneğin, Beyşehir Kubadabad sarayında yayla-
lardan getirilen suyun toplandığı bir barajı içeren av parkı yer alır. Ayrıca ya-
zılı kaynaklarda Selçuklu sultanlarının Antalya, Alanya, Konya, Kayseri, Sivas
ve Erzincan’daki yazlık köşklerinin bahçeleriyle ilgili anlatımlarını biliyoruz.
Arkeo Duvar / 88
hazırlanan Hünername adlı kitabın bir minyatüründe, saray bahçesi padi-
şah için hazırlanmış yüksekçe platform ve köşk dışında bir mimari müdahale
içermezken; arkada uzanan kayalıklar, yüksek servi ve çınar ağaçları, bahar
dalları ve çimenler, hatta iskelesiz sahil tamamen doğal bir dokuyu yansıtır.
Aynı eserdeki başka bir minyatürde, Topkapı Sarayı ikinci avlusunda ceylan-
lar dolaşırken, ağaçlarda kuşlar ötüşür.
Gölge veren ulu ağaçlar, bostan ve meyvelikler, şifalı otlar, güzel kokulu ıtır-
lar, koku ve renkleri gönülleri şenlendiren çiçeklerle bezeli bahçeler bir yan-
dan da İslam inancındaki cennet algısıyla özdeşleşir. Bahçe kavramını inançla
bağdaştıran İslam anlayışı Batılı yazarların da ilgisini çekmiştir. Fransız doğa-
bilimci Joseph Pitton de Tournefort gözlemlerini: “… Türklerin en dindarları
hayır işlemek için bitkileri sular, daha iyi beslenmeleri için topraklarını kabartır.
Müslümanlar bitkilere bakarak her şeyi yaratan ve koruyan Allah’a hoş gelen bir
şey yaptıklarına inanırlar…” şeklinde dile getirir. Alphonse de Lamartine ise Os-
manlı tarihini ele aldığı eserinin bir yerinde: “… üstünde ağaç dalları ve yanında
bir çeşme, gözünün önünde kırlar, ya da deniz, oturmak ve orada, belirsiz, dalgın
bir seyirle saatler, günler geçirmek, işte Müslüman’ın hayatı; evini seçiş ve düzen-
leyişinden bu zevki anlaşılır. Türkler filozof bir millettir; her şeyi topraktan çıkarır,
her şeyi Allah’a bağlarlar...” şeklinde gözlemlerini aktarır.
Arkeo Duvar / 89
Bahçelerde hayat
ve kutlama
Arkeo Duvar / 90
araba üzerinde yürüterek küçük bir
bahçeyi padişaha sundukları anlatı-
lır. Üstelik bu “mobil bahçe”nin ken-
di sulama sistemine sahip olduğu
da kaydedilmiştir. Benzer sahneleri
III. Ahmed’in şehzadelerinin sünnet
düğünü şenliklerini anlatan Surna-
me-i Vehbi adlı eserde de görüyor,
özellikle hoş kokulu çiçeklerin geniş
tablalar içinde düğün evine gönde-
rildiğini biliyoruz. Saray düğünleri-
ne gönderilen armağanlar arasında
yer alan, şekerden yapılmış bahçe
maketleri ise hem gözlere hem de
damaklara hitap eder.
Arkeo Duvar / 91
yine iki yakada çok sayıda bahçeyle donanmıştır. Beykoz, Küçüksu, Göksu
mesire yerleri Anadolu yakasını; Emirgan, Büyükdere, Bebek bahçeleri de
Rumeli yakasını süsler. Mesire yerlerinin belirlenmesinde de “su kenarı”nda
konumlanma kaidesine sadakatle uyulduğunu söyleyebiliriz.
Arkeo Duvar / 92
III. Selim döneminde sarayda baş mimar olarak çalışan Antoine-Ignace Mel-
ling, gravürlerden oluşan ve İstanbul’u konu alan bir albüm hazırlar. Mel-
ling, III. Selim’in kızkardeşi Hatice Sultan’ın Defterdarburnu’ndaki Neşetabad
Sarayı’nı ve bahçelerini tasarlayıp düzenlemekle kalmamış, haremin resmi-
ni yapma cesareti gösterecek kadar da saraya yakın olur. Hatice Sultan bu
düzenlemelerin öncesinde, Danimarka Maslahatgüzarı Hübsch’ün Büyükde-
re’deki yazlık villasının bahçelerini görmek için Sultan’dan izin ister ve İstan-
bul’u Avrupa tarzında güzelleştirmek isteyen Sultan III. Selim kendisine bu izni
verir. Aynı dönemde İstanbul’daki bazı köşk ve kasırların bahçeleri, yabancı
uzmanlar tarafından, Rönesans ve Barok tarzında düzenlenir. 18. Yüzyılda
Melling’in Batı etkili bahçe düzenlemelerinden sonra 19. Yüzyılın ikinci yarı-
sından itibaren Avrupa, özellikle de Fransız bahçe düzenlemeleri saraylarda
ve konaklarda yaygınlaşır. Avrupa tarzı bahçe düzenlemeleri hakkında, 1835
yılında İstanbul’a gelen İngiliz seyyah ve edebiyatçı Miss Julia Pardoe’nun, Re-
isülküttab Yusuf Paşa’nın yalı bahçesini anlatan satırları bize fikir verir: “… bir
yanda mermer havuzları, öte yanda portakal ağaçları arasındaki gezinti yolları
ve her yanda çeşitli ustalıklarla biçimlendirilmiş gül, mine ve sardunya tarhları
ile küçük bir cennetti…”
Arkeo Duvar / 93
çiçeklerle süslü çiçek tarhları,
dallarından meyveler sarkan
ağaçlar Batılı bir bahçe düzeni-
ni gösterecek şekilde ve pers-
pektif kurallarına uymaya çalı-
şarak yani yine Batının anlatım
diliyle canlandırılır. Topkapı Sa-
rayı’nda, 18. Yüzyıl sonu ve 19.
yüzyıl başında önce yaptırılan
ya da yenilenen I. Abdülhamid
Has odası, Valide Sultan Daire- Topkapı Sarayı Harem Dairesi, Mihrişah Valide
si, Mabeyn Sofası, III. Selim ve Sultan Hasodası’ndan duvar resminde bahçe
köşkü.
Mihrişah Valide Sultan Has oda-
ları, III. Osman Köşkü gibi pek çok mekânın duvarlarını bu hayali bahçe man-
zaraları süsler. Kısacası 16. Yüzyılda sarayı bahçeye taşıyan anlayış değişmiş,
18. yüzyıldan sonra adeta bahçeyi mekânın içine sığdırma çabası kendini
göstermeye başlamıştır.
Lake kitap cilt kapağında köşk ve bahçe tasviri, Abdullah Buhari, Topkapı Sarayı Müzesi.
Arkeo Duvar / 94
19. yüzyılda Çırağan, Beylerbeyi, Dolmabahçe ve Yıldız saraylarında, söz ko-
nusu yapıların Batı tarzı mimarileriyle uyumlu bahçe düzenlemelerini göre-
biliriz. Fıskiyeli havuzlar, çiçek tarhları, mermer ya da bronz hayvan heykelle-
ri, devasa bronz döküm vazolar, oturma birimleri, çitler kullanılarak Batı’daki
bahçelerin birer benzeri yaratılır. Sarayın bahçe düzenlemeleri, varlıklı aile-
lerin konak ve köşklerini de etkiler. Örneğin, İzmir’in Avusturya Başkonso-
losu Karl von Scherzer, 1873 Viyana Sergisi için Avusturya Devleti tarafın-
dan istenen ticari ve kültürel içerikli raporunda, İspanyol hasırından yapılmış
sandalyeler ve İngiliz üretimi demir bahçe mobilyalarının da İzmir limanına
getirilen ithal mobilyalar arasında yer aldığını bildirir.
Arkeo Duvar / 95
Dünyevi zevkler bahçesi:
Hieronymus Bosch’un
öbür dünyası
Cennet ödül, cehennem ise ceza çekmek için gidilen yer. Hierony-
mus Bosch cennet bahçesi ve cehennemle birlikte dünyevi bahçe-
nin de resmini yapmıştır. Bosch’un bu eseri din tarihi, sanat tarihi,
psikanaliz, edebiyat gibi farklı disiplinlerin konusu olmuş ve hak-
kında çok şey yazılıp çizilmiştir.
Abdullah Deveci
Sanat Tarihçisi, Eskişehir Okulu
Arkeo Duvar / 96
A kadça’da Gannu, İbranilerde Gan Aden (Aden Bahçesi), Greklerde pará-
deisos, Grek mitolojisinde Hesperidler Bahçesi, İslam’da cennet kelime-
leri daima bahçe ile ilişkilidir. Hatta bahçenin kendisidir. İslam’da cennet,
“örtmek, gizlemek” anlamında olup “bitki ve ağaçları ile toprağı örten bahçe”
anlamındadır. Cennet, verimli topraklarla çok güzel bitki örtüsüne sahiptir.
Tabii elmanın bütün cennet inanışları için özel bir anlamı olduğunu da ekle-
meden geçmeyelim.
Cennet ödül, cehennem ise ceza çekmek için gidilen yer. Hieronymus Bosch
cennet bahçesi ve cehennemle birlikte dünyevi bahçenin de resmini yapmış-
tır. Bosch’un bu eseri din tarihi, sanat tarihi, psikanaliz, edebiyat gibi farklı
disiplinlerin konusu olmuş ve hakkında çok şey yazılıp çizilmiştir.
Arkeo Duvar / 97
Korku dini beslerken alaycılığı
seküler olanın iştahını kabartır
Bosch’un Dünyevi Zevkleri Bahçesi adlı eseri triptik bir eserdir. Triptik resim
denildiğinde ortadaki daha geniş olan üç kanatlı bir pano düzeni anlaşılmalı-
dır. Yan kapaklar açılır kapanır ve kapatıldığında da orta panoyu kaplayacak
şekildedir. Kapaklar kapatıldığında Dünyevi Zevkler Bahçesi’nde olduğu gibi
bir arka kapak resmiyle de karşılaşabiliriz.
Arkeo Duvar / 98
duğu, resmin isminin “Tufanın Verdiği Ders” olması gerektiğini söylese de
sağ ve üst köşesindeki yazılar resmin yaratılış ile ilgili bir sahne olduğunu
düşündürür: İpse dixit et facta sunt; ıpse mandavit et cerata sunt (Çünkü O
söyledi ve oldu; O emretti ve sabit durdu).
Arkeo Duvar / 99
Eski Ahit’te (Leviler 11; 13) eti yenmemesi gereken tiksindirici ve kötücül bir
kuş olarak tanımlanan, Orta Çağ’da da cadılık ve uğursuzlukla anılan bayku-
şun cennette betimlenmesi dikkat çekicidir. Arka plandaki su birikintisi için-
de yer alan Hayat Çeşmesi olarak yorumlanan fıskiyeli çeşmenin ortasındaki
oyukta, yani özel bir yerde baykuşun yer alması cennetin de tekin bir yer
olamadığını anlatmanın bir yolu olarak kullanmış. Ya da Âdem ve Havva’nın
cennetten kovulacağının habercisi olarak Bosch’un baykuş simgesini kullan-
dığını düşünebiliriz.
Orta panel:
Dünyevi zevkler
Orta kısımda yer alan su birikintisinde yüzen kadınların etrafında at, öküz,
ayı, deve, domuz, geyik gibi hayvanlardan başka grifon gibi fantastik yaratık-
ların üzerine binmiş erkekler dairesel bir döngü içinde dolaşır. Cinsellik ile
ilgili metaforla yoldan çıkmış insanların bu döngüde hep aynı şeyi tekrarladı-
ğı gösterilir. İnsanlar mutlaka değişik meyvelerle betimlenmiştir. Meyvelerle
cennetteki ilk günaha gönderme yapılarak günahkarların dünyevi olanı tercih
ettiği bir kez daha gösterilir. Cinselliğin bir bahçede gösterilmesi Orta Çağ’ın
Sağ panel:
İlk günahın
kaç bin yıllık evrimi
ve cehennem
Bosch’un Dünyevi Zevkleri Bahçesi adlı eserinden ilk olarak, Antonio Beatis
1517-1518 yıllarındaki Almanya-Hollanda-Fransa-İtalya gezisi günlüklerinde
bahseder. Beatis, resmin zor anlaşıldığını söyler. Doğaya sadık betimlemenin
dışında tuhaf bulduğu kısımlardan bahseder. Resimdeki çoğu kişi için tuhaf
bulunan, “turna dışkılayanlar” betimlemesidir. Panelin sağ alt tarafında bir
tahtta oturan kuş kafalı karışık yaratık tarafından yutulan günahkâr insanın
kalçasından kuşlar çıkmaktadır. Tuhaf bulunan bu betimlemeler için, 1605’te
José de Siguenza “insanlığın utancına ve günahına ilişkin hicivli bir yorum”
demiştir.
Kim bilir? Bosch belki de terler içinde uyandığı rüyasından aklında kalanları
resmetti. Belki de üyesi olduğu Katolik cemaatin toplantılarında yapılan ko-
nuşmalarda geçen ve psikanaliz için birer semptom olan anlatımlar resimle-
rinde etkili oldu.
Gombrich çok haklı olarak Jan Van Eyck’in Arnolfini’nin Evlenmesi resmiyle
Bosch’un bu resmi arasında paralellikler kurar. Gombrich Eyck’in resmine
düştüğü “Ben de oradaydım” notunu, Dünyevi Zevkler Bahçesin’de de görsek
yadırganmazdı diye düşünür.
Bosch’un günahın cezasıyla terbiye edilmiş ahlakın sonuç alıcı ve mutlu bir
toplum için elzem olduğunu düşündüğü de çok belli. Böyle bir ahlak cennet
bahçesine açılan kapı aynı zamanda. Ama ne Bosch’un yaşadığı zamanlarda
ne daha öncesinde ne de şimdilerde huzur ve mutluluğu bulamadı insan-
lık. Beşinci Mektupta Habeşistanlı öğrenciye “Yaşamak ne güzel şey TARANTA –
BABU” diye yazdırır Nâzım Hikmet. Halbuki bu satırların yazıldığı zamanlarda
Musollini İtalya’sı cehennemi yaşamaktadır. Nâzım elbette yeryüzü cenneti-
ni düşlüyordu. Yeryüzü kardeşliği, eşitlikçi ve özgür yaşam, cehennem ceza-
sının korkusuyla oluşmayacak. Cennetin yeryüzüne indirilmesiyle oluşacak.
Michel Foucault, “Bosch’un eserlerinin onun çağdaşları ve izleyen kuşaklar
açısından taşıdığı anlam bir ahlâk dersidir: dünyadan doğan bütün bu figür-
ler kalpteki canavarları ihbar etmekte değiller midir?” diye sorarken imgele-
min uhrevi değil, bu dünyaya ait olduğunu kasteder.
Roma bahçelerinden
mutfağa
Antik Çağ mutfağını yönetmek o kadar kolay bir iş değildi; ürün-
lerin sürdürülebilirliği yoktu, pazar çeşitliliği dardı, fiyatlar istikrar-
sızdı. Ama yoksul halka buğday dağıtarak karınlarını doyurmak
pek ala mümkündü. Ancak gözü hep fazlasında olan varsıl kesimi
doyurmak için özel bahçelerde türlü sebze ve meyve yetiştirmek
gerekiyordu…
Biraz daha geriye gidecek olursak Amerika’nın keşfinden önce mısır, yeşil bi-
ber, domates gibi besinler de bilinmiyordu. Hadi yola çıkmışken biraz daha
uzaklara gidelim. Eğer pazardan satın alınmak zorunda ise Antik Çağ’da bi-
linen sebze ve meyvelere ulaşmak bile her hanenin harcı değildi. Tedarik
zincirindeki aksamalar yüzünden sınırlı ürün daha siz pazara varmadan tü-
kenebilirdi, satın aldığınız ürünü eve götürürken saldırıya uğrayabilirdiniz,
kapkaççılar hırsızlar yolunuzu gözetliyor olabilirdi. Hatta satın almak istedi-
ğiniz ürün pazara hiç getirilmemiş bile olabilirdi!
Apicius’un De re Coquinaria’sı.
Peki sebze–meyve yetiştiriciliğinde durum nasıldı? Bir kere Romalı sahip ol-
duğu toprağın durumunu iyi tanır ve ona göre davranırdı; devlet yöneticiliği
ile ünlü olmakla birlikte Marcus Porcius Cato çiftçilik hakkında hatırı sayılır
bir bilgi birikimine sahipti. Bir çiftliğin nasıl işletileceğine dair her şeyi kaleme
aldığı eseri De Agricola’da toprak türlerine göre hangi meyve ve sebzelerin
yetiştirileceğini sayar. Tabii Cato’nun bu konuda yazan tek kişi olmadığını söy-
lemek gerekir. Yaşlı Plinius, Historia Naturalis’te yeri geldikçe bitki yetiştirici-
liği, bağ ve bahçe bakımıyla ilgili bilgi verir. Columella ve Varro Cato’nunkiyle
aynı adı paylaşan eserlerinde İtalya topraklarına uygun tarım ürünlerinin lis-
tesini verir, küçük ve orta büyüklükteki bahçelerin bakımının nasıl yapılaca-
ğını, elde edilen ürünü uzun süre saklamanın yollarını anlatır. Vitruvius, De
Architectura adlı kitabında bir çiftlik evinin nasıl kurulacağından tutun da
elde edilen ürünün depodan mutfağa, işlikten ambara hangi kurgu içinde
en verimli şekilde taşınacağı hakkında bilgiler aktarır. Buraya kadar vermeye
çalıştığımız, yazılı eserlere dayalı olduğundan çoğunlukla okur yazar, eğitimli
ve kısmen varsıl kesime hitap etmektedir.
Toplumun geri kalan kısmı daha küçük köy evlerinde yaşar ve toprağında ken-
di tüketebileceği kadarını üretirdi, okur yazar olsa bile adı geçen literatüre ula-
şıp bu doğrultuda bir üretim gerçekleştirmesi pek olası değildi. Bahçelerinde
yetiştirdikleri en yaygın sebze soğandı, soğan hem halkın hem de lejyonerlerin
tükettikleri temel gıdalardandı. Ardından siyah havuç, kök sebzeler ve lahana
gelirdi, sarımsak bilinmesine bilinirdi ancak tüketimi pek yaygın değildi.
Aynı bahçelerde incir, üzüm, nar, dut, muşmula, ahlat, elma ve armut, ayva,
kiraz, kayısı, şeftali, kestane, ceviz, fındık bulunurdu; narenciyeler ufak tefek,
günümüzdekinden daha kalın kabuklu, acımsı ve susuzdu. Karpuz kavundan
çok daha önce girdi Romalıların bahçesine ve sofrasına. M.Ö. I. yüzyılın ilk
çeyreği Romalıların hayatında o kadar çok değişikliğe sahne oldu ki anlat-
maya sayfalar yetmez… Sulla’nın yetenekli subaylarından birisi olarak görev
yapan Lucius Licinius Lucullus Anadolu’nun kuzeyinde yer alan Mithradates
krallığına karşı girişilen bir dizi savaşın üçüncü ve son ayağını yönetmek üze-
re görevlendirilmişti. Yetenekli subay aynı zamanda damağına düşkündü,
daha Roma’dayken düzenlediği şaşaalı şölenler, yemek için evinde kafesler-
de besleyip büyüttüğü egzotik kuşlar ve sofrasının zenginliği biyografi yaza-
rı Plutarkhos tarafından anlatılır. Onun adı damak tadı düşkünlüğüyle öyle
bağdaşmıştır ki Avrupa’nın birçok kentinde aynı adı paylaşan gurme resto-
ranlar bulunur. Her neyse adı geçen damağına düşkün subay Anadolu’nun
zengin tarımsal geçmişi karşısında hayranlığa düşmüş gibi görünüyor; Antik
Klasik bir Roma mutfağı sohbetinde yer alması gereken ana başlıklardan bir
tanesi de neler yoktu meselesidir; Amerika’dan gelen bitki çeşitlerinin hiçbiri
elbette Antik Roma bahçelerinde yoktu. Nelerdi peki bunlar; başta domates
ve patates, tabii ki sivrisi, dolmalığı derken biberler, muhtemelen yeşil fasul-
ye, yeni dünya, ayçiçeği, kakao, tütün ve akla ilk sırada gelmeyen daha başka
bir sürü sebze ve meyve Romalıların bahçelerinde yetiştirilmedi.
Evin İlyasoğlu
Öte yanda, Giovanni Pierluigi da Palestrina, altı sesli Missa Papae Marcel-
li’yi besteleyip yayınlayarak çoksesliliğin sözcükleri anlamakla bir ilintisi ol-
madığını, böylesine bir missa’nın hâlâ kutsal nitelikli olabileceğini savunur.
Çoksesliliğin yalnızca bir teknik, yapıta anlam kazandırma yöntemi olduğunu
ileri sürer. Palestrina, sayısı yüzü aşan missa, 375 motet, pek çok dinsel içe-
rikli madrigal ve ilahi bestelemiştir. Yaklaşık yüz kadar da dindışı vokal mü-
zik yapıtı, madrigalleri vardır. Dinsel içerikli yapıtlarındaki karanlık renkler
onun Orta Çağ geleneğine bağlılığını gösterir. Bach’tan önce müzik tarihinde
hiçbir besteci, Palestrina kadar adını duyurmamıştır. Bu arada aynı yıllarda
İtalya’da yaşayan Gioseffo Zarlino da Aristoksenus ve Rameau arasındaki en
önemli kuramcıdır. Kontrpuan üstüne bilgiler geliştirmiştir. “Le istitutioni har
moniche” en önemli yapıtıdır.