You are on page 1of 3

Mısır’daki Hiksos Hakimiyeti Üzerine

Hiksoslar bir Antik Çağ milleti olmayıp, belirli bir amaç için toplanmış ve birleşimleri sonucunda bir
sentez kültür oluşturulmuş topluluklara Mısırlılar tarafından kendilerine verilmiş isimdir. Asya ve Batı
Asya’dan gelmiş bu Hint-Avrupa kökenli bu topluluklar, bugünkü Kerkük bölgesinde bu hareketi
başlatmış ve gittikçe büyümüşlerdir. Mitanni Devleti’nin örfi yapısı ile hareket etmişler ve Kuzey
Mezopotamya’dan Kuzey Dicle’ye sonra da Güney Filistin üzerinden Mısır topraklarında hızlı bir
şekilde koloniler kurarak bölgeye yayılmışlardır. Avaris’deki bereketli toprakları ele geçirip kenti
toplumunu kalkındırırken, Mısır’ın önemli ticaret kaynaklarından birini kesmişlerdi. Nubya ve
Nubyalılar üzerinde uyguladıkları doğru politikalar, onları isyana teşvik etmemişti. Nubyalı halk ile
beraber zırh ve silah konusunda kendilerini geliştirmiş ve bunu Mısır’ı ele geçirdikten sonra Mısırlı
demir ustalarına da bunun öğretilmesini sağlamışlardır. Mısırlılar üzerinde tanınmaları ise 15.
Hanedanlık dönemine kadar gidiyordu. 16. Hanedanlık döneminde Mısır topraklarında merkezi
krallıklarını ilerleterek içlere doğru duraksamadan ilerliyorlardı. Mısırlılar kendilerini yabancı bir
millet olarak bildikleri için kendilerine karşı hiçbir zaman olumlu gözle bakmadılar. Hatta
hanedanlığı ele geçirdikleri ve halkının çoğu çobanlıkla uğraştığı için isimleri Hiksos idi. Hiksos Mısır
dilinde “Hırsız Krallar” ve “Çoban Krallar” gibi anlamlara gelen bir kelimeydi. Hiksoslar Mısır’a her
konuda yenilik getirmiş ve gelişmelerini sağlamıştır. At arabasından tutun Mısırlıların bir ulusal
temsili olan oraklı kılıç ve kompozit yayı Mısırlılar’a öğretmişlerdir. Artık profesyonel savaş
tekniklerini sadece hususi ordu öğrenmiyordu. Öğrenciler Semitik Asya Felsefesini öğreniyor ve
daha nesnel bir şekilde olayları inceliyordu.

Devlet üzerindeki kontrolü tamamen kendilerine bağlanamamıştır çünkü isyanın başını çeken
milliyetçi Teb yönetimi, bir kurtuluş vaadi ile bir Mısır hanedan- halk örgütlenmesi sağlayıp merkezi
korumaya çalışmışlardır. 17. Hanedanlık döneminde hem siyasi hem askeri alanda iki grubun insanı
da birbiriyle savaşmıştır. Oysa ki Hiksoslar’ın Mısır’ı kolayca ele geçirmesi sadece askeri alandaki
başarılarıyla değil; diplomatik alanda verdiği yıpratmalarla olmuştur. Akrabalık ilişkileri kurup Mısır
Krallığı’nda casus barındırmışlardır. Ve onların da karşı tarafın eylemlerine karşı daha ılımlı bir çizgi
içerisinde bulunmalarını sağlamışlardır. Hurri toplulukları Mısır akınlarına başladığında çoktan Mısır
tapınaklarda kölelerin, sarayda prens ile prenseslerin ve devlet dairelerinde memurları Hurriler ile
doluydu. Bu da zorluk çıkarmadan zaten içten çökmüş bir krallıkta sadece rejim değişikliği gibi
değerlendirilebilecekti.

Mısır’ı yönettikleri zaman dilimi “İkinci Ara Dönem” olarak tarih literatüründe yerini almıştır.
Yönettikleri zaman diliminde Avaris’i kendileri başkent olarak seçmişler ve bölgesel zenginlikten
yararlanarak tarım ve hayvancılıkta bolluk ve bereket elde etmişlerdir. Dini inanç da başta olmak
üzere kültürlerini de Mısır’a hâkim oldukları süreçte unutup asimile oldular. Onlar devlet nizamını
oturttuk ve bundan sonra olağanüstü bir hal kalmadı, artık daha ılımlı bir şekilde ülkeyi yönetebiliriz
derken Teb yönetimi gittikçe güçleniyor ve eski topraklarındaki teşkilatlanmayı güçlendiriyorlardı.
Gün geldi ve hanedanlık üyelerinden biri olan Ahmose ile bir ayaklanma hareketi başladı. Mısırlılar
artık ülkeyi Hiksoslar’ın değil yarı Tanrı olan ve Tanrı kanı taşıyan Mısır hanedanlığına yönetim
yetkisinin geri verilmesini istiyorlardı. Oysa ki Hiksoslar onlara kendi firavunlarından daha hoşgörülü
davranmış, daha çok gözetmiş ve ülkeye yeni zenginlikler katmışlardı. Milliyetçilik duygusu güzel
bir şey olmasına rağmen yönetimi yanlış kişilere bırakacaklardı. Ayaklanmada büyük bir katliam
yapıldı. Ortalığı kan götürüyor ve ortalığın karmaşasından herkes faydalanıp yağma yapılıyordu.
Hiksos hanedanlığının bir kısmı öldürüldü bir kısmı da sürgün edildi. Hiksoslar zamanında
yerleştikleri topraklardan kaçabilme kolaylığı sağlansın diye merkezlerini Avaris (Goşen)’e kurmuş --
lardı ve kurtulabilenler bu şekilde sıyrılmıştı. Mısır’dan kaçamayanların bir kısmı da köle yapılmıştı.

Ahmose, Krallığı ele geçirdikten sonra bir katliam daha gerçekleştirdi. Bu katliamda kölelerin daha
kundaktaki bebeklerini öldürtmüştü. Bu bebeklerden biri saklanmış ve Nil’e salınmıştı. O bebek
İbrahimi dinlerde önümüze çıkan Musa idi. Tevrat’a geçtiği kadarıyla Firavun’un kızı tarafından
evlatlık olarak alınmış ve sarayda yetişmişti. Eski Ahit’te anlatıldığına göre kendisi bir gün bir İbrani
köleye karşı bir askerin eziyet ettiğini görünce tartışmış ve onu öldürmüştü. Bunun korkusundan
paranoyaklaşmış ve en sonunda dedikoduların yayıldığını görüp başka bir diyara göçmüştü. 40 yıl
boyunca orada yaşamış, ailede düzenini kurup çobanlık yaparken bir gün Tanrı kendisiyle bir ağaç
yoluyla konuşmuş ve onu peygamber olarak görevlendirmişti. Görevi kendi halkı olan İsrail
oğullarını kölelikten kurtarıp onları kutsal topraklara geri götürmekti. Mısırdaki dönemin Firavunu
olan III. Tuthmosis ile çatışmaya girişmişti. Bir ayaklanma başlatmış hatta Tanrı’nın ilahi gücünün
gazabından faydalanmıştı. En sonunda ise Kızıldeniz’i yararak karşı tarafa geçmiş, Firavun’un
ordusu ise sular altında kendi gafletlerinden dolayı boğulmuşlardı.

Tuthmosis bu olaylardan kurtulmuş fakat yaşadığı bu olaydan sonra Batı Asya’ya düzenlediği
seferler tamamen durmuştur. Kendisinden sonra gelecek olan 18. Hanedanlık üyeleri de dış siyaset
konusunda daha hoşgörülü bir politika izleyecektir. Hatta III. Tuthmosis’in torunlarından olan
Akhenaton, Mısır’da tek tanrılı dinin temelini kurmuştur. Tek tanrı inancını benimsemesi dışında
yazdığı Tanrı’ya ilahiler, kullandığı sözler, sanat politikaları dönemin Yahudiliğinden etkilendiğini
ortaya koymaktadır.

Bunu ben III. Tuthmosis üzerinden anlatmama rağmen farklı firavunlar üzerinden olayı yorum -
layanları görmek de mümkündür fakat Eski Ahit’in verdiği sayısal veriler ile diğer teoriler çelişmek-
tedir. Ben bu konu üzerine kronolojik bir çizgi üzerinden ayrıntılı şekilde inceleyip bir yazı yazmış
olsam da sizler için bir özet geçmiş bulunmaktayım. Anlattığım şeyler kaba taslak olarak “Dört
Kitap” olarak adlandırdığımız Semavi Dinlerin kitaplarında pasajlar halinde bulunmaktadır.

Peki Neden Bunu Anlattım?


Burada Hiksosları anlatmamın sebebi: Musa anlatısındaki olayların geçmişini anlayıp durumu daha
iyi kavramanız içindir. Musa anlatısını anlatmamın sebebi ise: yapılan yanlış politikaların nelere yol
açabileceğini anlamanız içindir. Musa Kıssası Üç Semavi Din içerisinde önemli bir yer tutmaktadır.
Kendisi kekeme biri dahi olsa Firavun’un karşısına çıkma cesareti gösterip bir yıllık boyunca İsrail
oğullarının avukatlığını yapmış olmasıdır. Ellerinde tarım aletleri ile çocuklarından başka bir şey
bulundurmayan bu insanları örgütlemiş ve bir milli mücadele başlatmıştır. Ellerinde herhangi bir
imkân olarak gösterilecek bir unsur bulunmamasına rağmen onları birer savaşçı yapmıştır. Kılıçlara
karşı et ve kemikle önlerine çıkmışlardır. Bir milleti kölelikten millet olma durumuna getirmiş, onları
bağnaz düşüncelerini kırk yıl boyunca silmeye çalışmıştır.

Bizlere bu kıssa en umutsuz zamanlarda dahi vereceğimiz mücadelenin, karşılıksız bırakılmayacağı


konusunda öğüt vermektedir. Akıl ve mantıkla ilmek ilmek planlarını dokumamızı, asla umutsuzlu -
ğa kapılmamızı bizlere söylemektedir. Yaptığının karşılıksız bırakılmayacağına ve hatta ölürsen
düşüncenin sönmeyeceğini, senden sonra gelenlerin senin ateşinin meşalesini tutup daha ilerilere
götüreceğini söylemektedir çünkü metinde gördüğümüz gibi hangi görüşü baskılayıp yok etmeye
çalışırsan o görüş bir patlama ile daha güçlü şekilde o toplumun karşısına çıkar. Baskı yok etmez
güçlendirir sözünün kıssaya dökülmüş halidir. Bizlerin kendimize misal olarak alacağımız nice
örnekler sıralanmıştır.

Senai Sinan Sungur

You might also like