You are on page 1of 81

BRYAN S.

TURNER
Bu kitabın yayın haklan
Sistem Ofset Matbaacılık Yayıncılık ve
Ticaret Limited Şirketi’nindir
Birinci B askı: Kasım 1984
Kapak: Hıstoıre Generale de la Pemture
Kapak B askı: Matbaa 70 Marksve
Dizgi Baskı: Dizerkonca Matbaası
K A Y N A K YAYINLARI : 39 Oryantalizmin Sonu
Aberdeen Üniversitesi Sosyoloji Öğretim Üyesi

Çeviren H. Çağatay Keskinok

HAYNAK
YAKINLARI
SİSTEM OFSET MATBAACILIK YAYINCILIK ve
TİCARET LIMITED ŞİRKETİ
Nuruosmaniye Cad. 3 /2 Cagaloğlu — İSTANBUL
Konur Sok. 14/24 Kızılay — A N K A R A
BRYAN S.TURNER
Bu kitabın yayın haklan
Sistem Ofset Matbaacılık Yayıncılık ve
Ticaret Limited Şirketi’nindir
Birinci B ask ı: Kasım 1984
Kapak: Hıstoıre Generale de la Peınture
Kapak B ask ı: M atbaa 70
Marksve
Dizgi Baskı: Dizerkonca Matbaası
K A Y N A K YAYINLARI •. 39 Oryantalizmin Sonu
Aberdeen Üniversitesi Sosyoloji Öğretim Üyesi

Çeviren : H. Çağatay Keskinok

KAYNAK
VAylNLARI
SİSTEM OFSET MATBAACILIK YAYINCILIK ve
TİCARET LİMİTED ŞİRKETİ
Nuruosmaniye Cad. 3 /2 Cağaloğhı — İSTANBUL
Konur Sok. 14/24 Kızılay — A N K A R A
İÇİNDEKİLER

SUNUŞ 7
GİRİŞ 9
1. Marks'ın Sömürgecilik ve Kapitalizm Üzerine
Görüşleri 23
2. Marksist Orta Doğu Kuramları 45
3. Etkinlik Toplumsal Sınıf ve Mozayik Model 65
4. İdeoloji: Milliyetçilik ve Üstyapı 87
5. Devrimler: Üretim Tarzları ve Toplumsal Sınıflar 109
6. Bir Değerlendirme: Epistemoloji Çıkmazı 129
KAYNAKÇA 137
SUNUŞ

İngiltere’de oryantalizmin eleştirisinin başlıca organı


Orta Doğu araştırmaları «Hull Grubu»nun (özellikle de Ta-
lal Asad, Roger Owen, David Seddon ve David Waines’in)
etkin desteği olmasaydı bu çalışmayı bitirmek mümkün ol­
mayacaktı. Marksizm yönünden neyin sorun oluşturduğu ne­
yin oluşturmadığı konusunda Sami Zubaida ile keskin uyuş­
mazlıklarımdan büyük yararlar sağladım. Lancaster Üniver-
sitesi’ndeki Nicholas Abercrombie, John Martin, Susan Ship­
ley ve John Urry’e toplumsal gerçekliğe ideolojik bakışımı
düzeltmeye yönelik sabırlı çabaları nedeniyle gönülden borç­
luyum. Tom Bottomore ve Mike Mulkay kitabın içeriği ve
düzeni üzerine teşvik ve tavsiyelerini cömertçe sundular.
Ancak teşekkürlerimin büyük çoğunluğu da eşime ait. Y a r­
dımları olmasaydı bütün yapılanlar boşa gidecekti.

Aberdeen, 1978

Yayımcının n o tu : Brian Turner’m kitabının metninde çok sa­


yıda Arap-Müslüman isminin İngilizce yazılışı vardı. Bunların
büyük kısmı Türkçeleştirildi. Ancak, kaynakçada yer alan ya­
zar isimlerinde herhangi bir Türkçeleştirmeye gidilmediğinden,
bu isimler metin içerisinde geçtiklerinde de Turner’m kullan­
dığı İngilizce yazılışlarıyla bırakıldı.
GİRİŞ

Orta Doğu araştırmaları hem kuramsal yönden hem de


özü itibariyle diğer bölge incelemelerinin gerisinde kalmak­
tadır. Toplumsal bilimde azgelişmişlik ve bağımlılığın ka­
rakteristiklerine ilişkin tartışmaları, büyük bir oranda Latin
Amerika’nın çözümlenmesindeki sorunlar harekete geçirm iş­
tir. Benzer şekilde, ikili ekonomi ve çoğulcu toplum gibi sos-
yo-ekonomik kuramlar, ilk başta Asya toplumsal yapıları­
nın incelenmesine yönelik bakış açıları olarak geliştirilmiş­
lerdir. Orta Doğu toplumlarınm sosyolojik çözümlemesiyle
ilgili çok az sayıda verimli kuramsal tartışma yapılmıştır.
Doğrusu, Orta Doğu araştırmalarının, Orta Doğu bölge in­
celemelerini içeren disiplinlerin çözümleyici gelişmelerine
açıktan bir katkısının olduğu-antropoloji, kan davası, namus
ve göçebe otlatıcılığa ilişkin çözümlemeler bağlamında sözü
edilen olumsuz kanının dışında kalıyor olsa bile — şüphelidir
(Ântoun, 1976). Orta Doğu’ya ilişkin Marksist bakış açılarının
incelenmesine yönelik bu çalışmada, Asya tipi üretim tar­
zının (ATÜT olarak geçecek) konuyla genel ilişkiselliği in­
celemede rol oynayacaktır. Ancak ATÜT, Marks ve Engels
tarafından yalnızca Orta Doğu’nun çözümlenmesi için geliş­
tirilmiş bir kuramsal model değildir (Melotti, 1977). Marks,
«The British Rule in India» makalesinde (Marks ve Engels,
1972) ATÜT’ü ilk olarak formüle ederken, Sahra’dan Arap ki sosyoloji ve tarih anlayışı üzerinde de derin bir etki ya­
ülkesi boyunca İran’a, Hindistan’a ve Tatar ülkesine kadar ratmıştır. Durkheimcı sosyolojinin yeterliliğine ilişkin g e­
uzanan coğrafi koşulların önemine değinmektedir. ATÜT’le nel tartışma bir yana, yerli sosyolojinin dışa dönük sömür­
ilgili daha sonraki tartışmaların odak noktasını Hindistan, ge sonrası entellektüel geleneğe bağımlılığı, Mağrıplı, Arap
Çin ve Rusya oluşturmuştur (Sofri, 1969). Sosyolojide, Max ve Türk sosyologlar için hassas akademik ve mesleki sorun­
Weber in Marksist ATÜT kavramı ile oldukça yakın anali­ lar yaratmaktadır. Özerk bir yerli toplumsal çözümleme g e­
tik benzerlikleri olan patrimonyalizm kuramı, özellikle Os­ leneğinin yokluğunda, Arap aydınlarının başat Durkheimcı
manlI Türkiyesi ile ilgili olarak biçimlendirilmiştir. Ancak ve işlevselci (functionalist) sosyoloji geleneğinin eleştirisi
patrimonyal egemenlik ve sultancılık (sultanisin) kavram­ için Marksizme yönelmeleri pek şaşırtıcı olmasa gerek.
larının esas gelişmelerini başlatan, Orta Doğu bölge araş­ Geçici bir sınıflandırma için, Orta Doğu’nun çözümle­
tırmalarından çok, Asya bölge incelemeleri olmuş ve bu mesine katkıda bulunan radikal/Marksistleri üç grupta top­
kavramlar bu incelemelerle ilişkili olarak geliştirilmişler­ lamak mümkündür. Ayn-ı Şems Üniversitesinde, Tunus ve
dir (Tambiah, 1976). Mısır’da etkili olan yerli bir Arap Marksistleri grubu v ar­
Doğaldır ki, bu gözlemler Orta Doğu ve Kuzey Afrika’ dır (Zghal ve Karoui, 1973). Bunun yamsıra Hussein (1973)
nın çözümlenmesine ilişkin herhangi bir toplumsal bilim g e­ ve Abdel — Malek (1968) gibi Mısırlı Marksistlerin de ça ğ ­
leneğinin bulunmadığı anlamına gelmemekte, ancak yalnız­ daş Mısır’ın çözümlenmesine önemli katkıları olmuştur. İs­
ca Orta Doğu bölge çalışmalarının azgelişmiş olduğunu ve rail’ de İsrail Sosyalist Örgütü’nde (Israeli Socialist Organi­
-^göreceğimiz gibi— ideolojik ve kavramsal güçlükler ta­ zation ) bir araya gelen, İsrail’in toplumsal yapısı ve Siyonizm
rafından kalbura çevrildiğini göstermektedir. Diğer bir so­ ile ilgili önemli çalışmalar üretmiş ikinci bir grup Marksist
run ise azgelişmiş bir yerli sosyolojik çözümleme geleneği­ yazar daha vardır (Bober, 1972). Siyonizmin diğer Marksist
nin varlığıdır. İbni Haldun’un bir toplumsal kuramcı olarak eleştirileri, Davis, Mack ve Yuval-Davis (1975), Ghilan
önemine ilişkin haklı iddialar (Turner, 1971, al Qazzaz, 1972) (1974), İsrail Yurtdışı Devrimci Eylem Komitesi (Israeli R e ­
bulunmakla birlikte, Mukaddime sosyolojik araştırmalarda volutionary Action Committee Abroad: 1SRACA) gibi sür­
etkin bir çerçeve olarak kullanılmamıştır. Nitekim, J^jta^Do- gündeki İsrail Marksistleri ve Uri Davis (1977) tarafından
ğufda —özellikle de Mağrıp’ta— yapılmıştır. Orta Doğu’yla ilgili Marksist kuramlara iliş­
retimine entellektuel bir destek olarak oluşturulmuş dışar­ kin bu çalışmada, son olarak Chali and (1972), Halliday
dan aktarma bir Avrupa geleneği hüküm sürmektedir. Kabi- (1974) ve Rodinson (1973) gibi Avrupalı Marksist ve radi­
gruplarına, siyası yapıya, dini kardeşlik ve makhzan-sı- kallerin çeşitli katkılarını inceliyeceğim.
ba dıkotomisıne ((i'ellner ve xVlicaud, 1973) ihskin antropo­ Bu Marksist çözümlemelerde Orta Doğu’ya ilişkin radikal
lojik" çözümlemeler daha çok Fransız söuıürgeciliğininj^öne- bir Marksist çözümleme geleneğinin oluşturulması için
tım gereksinmelerine yönelikti. Sömürgeci rniiriahnlpnirı hir bir temel varolmakla birlikte, Marksist kuram, genelde,
sonucu olarak, yerli, rnesIeJçterL_şosyologiar_ara^ındaki ba­ sosyolojinin ideolojik ve kuramsal sorunlarından pek de
şat ""sosyolojik çözümleme tarzı Dıırkhpimndır rwnvii. farklı olmayan sorunların sıkıntısını çekmektedir. Bir dü­
Tunus'ta ^Fransız eğitimli sosyologlar arasında Durkheimcı zeyde, Marksizm için Orta Doğu’ya Durkheimci sosyolojiden
sosyolojinin bu etkisi çok önemli boyutlardadır. Durkheimci daha içsel bir gelenektir denemez. Marks ve Engels esas
sosyoloji yalnızca bununla kalmayıp, Ziya Gökalp (Ülken, olarak Avrupa’nın kapitalist toplumlarını anlayabilmek için,
1950) ve Fuat Köprülü’nün öncü çalışmalarıyla, Tiirkiye’de­ kapitalist üretim tarzının (bundan böyle, KÜT olarak geçe­

10 li
cek) kuramsal çözümlemesiyle ilgilenmiş olduklarından, ku­
ramsal çalışmalarının Orta Doğu’daki üretim tarzlarının, yalektiği, Prusya’da siyasi ilerleme sağlanacaksa, yahu­
devletin ve sınıf mücadelelerinin çözümlenmesinde kullanıl­ dilerin kendi dar, Oryantal inanışlarım terketmelerini ge­
masının ne kadar yerinde olduğu pek açık değildir. Kapita­ rektirmekteydi. Marks’ın, Bauer’in kitapçığına ilişkin de­
lizm öncesi üretim tarzlarının ve sömürgecilik altında KÜT' ğerlendirmesi çok ateşli bir anti-semitizm’e dayanmışa ben ­
ün gelişiminin kavramsallaştırılması çalışması, Orta Doğu ziyor (Bloom, 1942). Bu izlenim, en azından kısmen, Marks’
Marksizmine ilişkin olarak daha yeni yeni başlamıştır. Mark­ m, değerlendirmesini ticari kapitalizmi en alçakça ve en
sist araştırma da, bir bölge çalışması olarak Orta Doğu sos­ gözü doymaz ekonomik sistem olarak eleştirme bahanesiy­
yolojisi kadar azgelişmiştir. Dahası, Marks ve Engels’in le yapmış olmasından kaynaklanmıştır. Marks Judentum’u
Orta Doğu toplumlarıyla ilgili olarak söyledikleri, gözlem­ ikili anlamda kullandı: ticaret ve yahudilik. Eleştirisinin
lerinin çoğunlukla sömürgeciliğin haklı çıkarılması olarak bütünü, Bauer’in, hıristiyan devleti bağlamında siyasi öz­
yorumlanması nedeniyle, Marksistler îçin ideolojik bir gürlüğün sınırlarına hücum ederken yetersiz kalışı nokta­
utanma kaynağı oluşturmuştur. Bu nokta, Marks’m Bruno sındaydı. M arks’m görüşüne göre, toplumsal kurtuluşun
Bauer’in Die Juderıfrage adlı yapıtıyla ilgili değerlendir­ eşlik etmediği bir siyasi özgürlük toplumdaki bireyleri ya­
mesinin (Easton ve Guddat, 1967) ve Engels’in Fransızla- bancılaşma durumunda bırakacaktı. Temel sorun kapita­
ra karşı 1832’den 1847’ye kadar süren Abdülkadir isyanı ile lizmin yıkılmasıyla insanların kurtuluşu idi. Bu nedenle,
ilgili olarak Northern Star’da yeralan makalesinin (Feuer, M arks’ın Bauer’i eleştirmesi, idealist/ Hegelci yabancılaş­
1971) kısaca incelenmesiyle açık duruma getirilebilir. ma görüşünden daha materyalist/tarihsel bir yabancılaş­
1812 fermanı sonrasında kısa süreli bir siyasi özgür­ ma görüşüne geçişinde bir adımdır (Meszâros, 1970, ss. 70-
lük dönemi izlendi. Ancak kurtuluş savaşları sonrasında 92). Mar ks’m, Moses Hess’in siyonizmine düşmanlığı,
.Prusya yahudilerinin toplumsal ve siyasi konumları gide­ Marks ve Engels’in küçük ülkelerin kapitalist gelişme ve
rek düzensizleşmeye başladı. Liberaller, yahudi sorununun proleter devrimi için yeterli bir zemin oluşturamayacakları
yahudi yurttaşlara eşit haklar tanınarak çözülebileceğini biçimindeki düşüncelerinin bir parçasıydı (Davis, 1965).
ve bunun sonucunda (yahudilerin) kendilerine özgü gele­ M arx’ın yahudilerin özgürlüğüne ilişkin görüşlerinin
nek ve inançlarım terkedeceklerini savunmuşlardı. Diğer sonuçta hangi yorumu geçerli kabul edilirse edilsin, kuş­
yandan, tutucular luristiyan devleti düşüncesine sarılmış­ kusuz yahudiliğe ve siyonizme 1840’lardaki H egelci/M ark-
lardı ve yahudilerin kesinlikle Prusyalılaştırılamayacağını sist karşı çıkış ile Alman Sosyal Demokrat Partisinin çok
ileri sürerek yahudi özgürlüğüne karşı çıkıyorlardı. 1830’ sonra ortaya çıkacak resmi çizgisi arasında sıkı bir bağ­
larda Marks’ın yakın arkadaşı ve Berlin Doktorları Kulü- lantı vardır (Meyer, 1939, Carlebach, 1977). Yahudiliğe, çok
bü’nün seçkin kişisi Bruno Bauer, yahudilerin kurtuluşu özel ve durağan bir olgu olduğu biçimindeki Hegelci kar­
üzerine sol-Hegelci çizgide bir kitapçık yayınladı. Bauer’in şı çıkış, yerini Kautsky’nin, Rasse und Judentum.’d&kı
savı, tam siyasi özgürlüğün yalnızca hıristiyanlarm ve y a ­ (1914), siyonizmin hayalci romantizm olduğu ve bu neden­
hudilerin iki topluluğu bölen çok özel inanç ve pratikleri le de gerici olduğu biçimindeki görüşüne bıraktı. Marksist­
terketmeleri ile sağlanabileceği noktasındaydı. Ancak, hı- ler ve siyonistler arasına sokulan çomak, yahudi milliyet­
ristiyanhğm kapalılığı eski geleneklerini kendi içinde ko­ çi hareketinin Marksizmden kaynaklandığı iddia edilen ku­
ruyan ve insanoğlunun ilerlemesinde durağan ve tarih-dışı ramsal kategorilerde kendini ideolojik bakımdan gülünç
bir gücü simgeleyen yahudilikten aktarılmıştır. Tarihin di­ bir şekilde savunmasına yol açtı. «Proleter Siyonizmi» öğ­
retisinin temel taşlan Rus yahudisi Ber Borochov’un (1881-
12
1917) çalışmasında bir araya getirildi. Borochov’a (1937) sel bir zorunluluk olduğu ve «yahu^şorum m ıun nihai çözü­
göre, her bir ulus piramite benzer şekilde biçimlenen bir münün. dana ünceki bir proleterleşme süreci yoluyla sosya ­
toplumsal katmanlaşma sistemini içermekteydi: geniş bir lizm olduğudur. Kısacası, Borochovizm ve onunla bağlantılı
işçiler ve köylüler tabam üzerinde doktorlar, avukatlar, ay­ savlar, kökleri Hegelcilikte vatan teleoloiik ve tarihselei
dınlar ve işverenler gibi farklı katmanlar. Ancak, yahudi- (historicist) Marksizm yorumlarına dayanmaktadır.
ler, geniş bir serbest meslek sahipleri kuşağının dar bir Benzer Hegelci sorunlar, kimi yönleriyle Marks ve En­
köylü ve işçi tabanına dayandığı, biçimi bozulmuş bir pira­ gels’in sömürgecilik ve kapitalist yayılma üzerine görüşle­
mitle nitelenirler (Tersine Çevrilmiş Piramit Kuramı). rinde de yatmaktadır, ikinci Bölümde Marks’m sömürgecilik
Borochov yahudiliğin ancak proleterleştikten sonra sosya­ kuramının Orta Doğu’nun gelişmesine ilişkin Hegelci ve ta-
list olabileceğini ileri sürmüştür. Y ahudi isçi sınıfının ku­ rihselci yorumlarını ayıklamaya çalışacağım. Ancak prob­
rala aykırılığı (küçüklüğü. üretken j ^ d ü s t r i ^ - lemin niteliği: Engels’in. Fransa’ nın Cezayir’ i sömürgeleş­
şüm ve ticarette ver alması). Yahudiliğin anavatansız bir tirmesine ilişkin değerlendirmesine başvurarak gösterilebi-
ulus olarak kural-dısı tarihsel rolünün sonuçlarıydı. '5u l_i_r Fransız güllerine karşı .. yapılan Âbdülkadir "İsyanı,
nedenle, yahudiliğin proleterleşmesi ayrıca bir toprak so ­ Engels tarafından «toplumun barbarlık durumunun» «ümit­
rununun çözümünü gerektirmektedir. Ancak, Borochov ’ siz» bir mücadelesi olarak dışlanırken, Cezayir’in Fransa
un «ı< ıııstın ın yerlileri» olarak adlandırdıklarının kWuli 'm. tarafından fethi «uygarlığın ilerlemesi yönünde önemli~ve
kültürleri ve ulusal nitelikleri bulunmadığından. İsrail sos­ talihli bir olgu» olarak değerlendirilmiştir (Feuer. 1971, s.
yalizminin toprağa ilişkin bu boyutu bir sömürgecilik örneği 489). Engels’in bu olaylara ilişkin yorumu iki temel var-
değildi. Bu savın yardımıyla Borochov. siyonizmi. bir bü- sayım adavanm akfctdır. İjirincisi. Oryantal dünyanın top­
tun olarak yahudılerın çıkarları yönünden degıl de yahudi lumsal olusumlarınjn___durağan olduğu ve kapitalizmin bu
işçi sınıfının gereksinmeleri yönünden k avram ak tan agı oluşumlarda hüküm süren kapitalizm *-ön cesi .,üretim tarz-
bulmuş ve siyonizmi, Filistin’de sömürgeci egemenlik suç­ larau n n ar^aianmasında ovnavacağı tarihsel bir rol olduğu­
lamalarına Karsı savunmuştur, l^orochovizmin İr’o'alev kıon dur. ikinci varsayım ise, «küçük ulusların» veya azınlık
Smol dışındaki İsrail siyasi partileri, veya Avrupa’daki ya­ grupların isyanlarının.' kapitalizmin dünvayı saran ekono­
hudi örgütleri üzerinde doğrudan, kalıcı etkileri olmamakla mik ilişkiler sistemi obrakgfiíi¡m~es ine katkı yapmadığıdır.
birlikte, Borochov’un «Proleter Siyonizmi» genel görüşü Bu iki varsayım, kapitalizmin tarihi rolüne zıt yöndeki mil­
ve toprak çözümünün yahudiliğin geleneksel küçük burjuva liyetçi başkaldırmaların, halk tepkilerinin ve kabilesel mu-
niteliğinin kırılmasının tek yöntemi olduğu düşüncesi, yahu­ haİefetln ister istemez gerici oldukları biçimindeki bir si-
di tarihinin değişik sol kanat siyonist yorumlarına belirgin vasj görüşü doğurmuştur. Nitekim, Marks, MeksikalIları
biçimde katkı yapmıştır (Arab League Office, tarihsiz). İkin­ íes derniers des hom m es(*) olarak değerlendirirken Kara­
ci Bölümde, Borochovizmin öğelerinin, çağdaş İsrail sosya­ dağlıları «davar hırsızları» olarak dışlamaktadır. Görünüş­
listleri arasında, siyonizme Marksist kılıf geçirmede ne te, klasik Marksizm, ulusal kurtuluş hareketleri için devrim­
denli önemli rol oynadığını göstermeye çalışacağım. Burada ci bir kuram vadeden bir kaynak gibi gözükmemektedir. F i­
yapılması gereken ana saptama, Bauer^JMferkş1<<B o^ listin örneğinde, FDHKC’nin «Bizler Marksist-Leninistiz» id­
günümüzde Avineri’yi birleştiren, temelde Hegelci türden, diasına ne anlam verilebilir (Gerassi, 1971, s. 231) ?
bîr kuramsal devamlılığın varlığıdır (bkz: Bölüm: 2>. Ortak
(*) İnsan türünün sonuncuları (ç.n.).
tema sosyalizmin, tarihin değişik evrelerinde ulanılan tarih­

14 15
Bu ana kadar tezimin odak noktası, hem geleneksel sos­ nesnesi olarak, «Klasik İslamın» en önemli niteliğini oluş­
yolojinin hem de tarihselci Marksizmin, Orta Doğu’nun in­ turduğu, «İslam uygarlığı» diye bir varlığı almaktadır.
celenmesine yönelik bakış açıları olarak yetersiz kaldıkları Bu «uygarlık», özellikle din, felsefe, mimarlık ve şiir g i­
olmuştur. Bölgeye ilişkin sosyolojide, Durkheim ve okulunun bi yüksek kültür öğeleri yumağı olarak ele alınmaktadır. O r­
Fransız geleneği, yahut Orta Doğu Araştırmaları Birliği yantalizmin birincil amacı, Arap dilinin esas araç olduğu
(Middle East Stııdies Association) veya İngiliz Orta Doğu İslamcı kültürel ifadenin derin simgesel önemini gözler önü­
Araştırmaları Topluluğu (British Society for Middle Eastern ne sermektir. Bu nedenle araştırma, geleneksel olarak «y ö­
Studies gibi mesleki birliklerle ilişkili geleneksel sosyolojik netim kurumlarınm» —ulema, saray ve krallık bürokrasisi—
yaklaşımlar hüküm sürmektedir. Bu sosyoloji geleneğinin edebî eserlerine eğilmektedir. Seçkinlerin kültürü üzerine
başlıca seçeneği Marksizmdir. Ancak o zaman da «hangi tür böylesi bir yoğunlaşma nedeniyledir ki, oryantalizm, siyasa­
Marksizm» sorusu ortaya çıkmaktadır. Orta Doğu’ya ilişkin yı kraliyet ailesinin kıran kırana mücadeleleri, tarihi de ha­
Marksist yaklaşımların incelendiği bu çalışmada, tezimin nedanların salınması olarak kavramaktadır. Politik ekono­
bir yönü, Orta Doğu oluşumlarının çözümlenmesi ve Mark­ mi yerini vakıf mevzuatının, imparatorluk mâliyesi tarihi­
sist kuram için yeterli bir temel oluşturabilmek için, ilk baş­ nin incelenmesi ve numismatolojiye(*) bırakırken, oryanta­
ta Marksizmin, örnek verilirse tarihi zorunlıİL_asamalar cfizi- lizm imparatorluk kentlerinin haritalarının çıkarılmasını
si olarak gören ve bu yüzden Orta Doğu’yu «gerçek tarih» kent coğrafyasının yerine koymaktadır.
ten önceki bir aşamaya indiren teleoloiik türlerinin redde­ Ma-rksizmi inceleyen bu çalışma açısından ^¿¿anlaliz-
dilmesinin gerekeceğidir. Bu kuramsal reddediş, Louis Alt- min önemi, onun görünürdeki araştırma nesnesinde olma­
husse’in (Althusser ve Balibar, 1970) epistemolojik savları­ yıp, örtük varsayımlarında ve idealaiik.leme.linde yatmakta­
nın belli bir değerlendirmesini zorunlu kılmaktadır. Çünkü, dır. Örneğin. Batı tonlumlprma karşıt, olarak. İslam uygar­
Althusser bize Marks ve Engels’in sömürgecilik üzerine g a ­ lığının, durağan ve kendi kutsal âdetleri, resmî ahlâki ku­
zeteci türü yazılarının, daha sonradan yerini Marks’m ol­ ralları ve dinî vasası içinde kilitli olduğu düşüncesi vardır.
gun ’çalışmalarının bilimsel çözümlemesine bırakan geçiş İslam''IkuTturunün durağan niteliği, siyasal sisteminin, yet-
çözümlemeleri olarak reddedilmesi için bir gerekçe sun­ kw»ılifri vp ripsnntlıığn Ylf> ne^ismistir Nitekim. Bölüm 5’te
maktadır. Althusserci Marksizmin kendine has sorunlardan de tartışacağımız gibi, oryantalist siyasal çalışmalarda Or ­
yoksun olmaması pek şaşırtıcı olmasa gerek (bkz: Bölüm: 6). ta Doğu’nun devrimlerle dönüşmemiş, olduğu biçiminde sü­
Ancak tarihselciliğin Althusserci eleştirisinin, en azından, rekli bir İddia vardır Oryantalizm. İslam uygarlığının du-
Orta Doğu’nun Hegelci Marksist yorumlamalarının kökü­ ragan olduğunu varsaymadığında. «Klasik İslam» kavramı
nün kazınması işi için yeterli olduğu söylenebilir. yoluyla islamın vavas fakat kasınılmaz bir düsüs içinde ol­
Marksizmin ve toplumsal bilimin, bir alan çalışması nes­ duğunu ileri sürmektedir. Günümüz oryantalist anlayışında,
nesi olarak Orta Doğu konusunda azgelişmiş olmasına kar­ düşüş tezinin en güçlü açıklaması, tezini «¿Klasik İslamam,
şın, Orta Doğu incelemelerini geleneksel olarak tekelinde doğra yolun İslamcı aranışmın oluşturduğu ideal bir model
tutan «fazla gelişmiş» ve lüks bir gelenek, yani oryantalist olduğu ve İslam tarihinin peygamberin zamanından bu ya­
sanat, edebiyat, tarih ve din araştırmaları bulunmaktadır. na düşüşün tarihi olması gerektiği öncülüne dayandıran G.E.
Bu disiplinlere, bunların temel ideolojik varsayımlarına ve Von Ğrunebaum (1970) tarafından sunulmaktadır. David
görgülcü (em piricist) epistemolojiye rahatlıkla «oryanta­
(*) Para bilimi veya incelemesi (c.n.).
lizm» etiketi yapıştırılabilir. Oryantalizm kendine araştırma

16 İt
Waines’in yerinde gözlemiyle, «İslamm doğuşu aynı zaman­ ve Marksizme nüfuz edişi daha az gözlenmiştir. Sosyolojide,
da onun düşüşünün başlangıcıdır» (1976). Düşüş tezi, tarihe oryantalizmin önemli yanları Max W eber’in İslam sosyolo­
yapılan belli başlı oryantalist katkıların bir çoğunda da göz­ jisinde^ yerajmaktadır ( Turner, 1974' a. 1974 b). Bu7 örneğin,
lenecektir (Gibb ve Bowen, 1950; Lewis, 1964). İslam uygar - Weber’in islamm düşüşüne, despotik siyasi yapısına ve özerk
ligi durağanken ya da düşüş durumundayken. İslam kendi­ kentlerin yokluğuna ilişkin savlarında izlenebilir. CJçüneü Bo-
ne ilişkin yeterli bilimsel bilgiyi üretememektedl^ gu n kü lfîrnrlp m ^lprp^ğim g-ihî• qrva.nt^İisFvar'savmïïar. sınıf ea-
İslam toplumlannm siyasal koşulları eleştirel ve'özerk hiTrm- daygl^ tonlumsa! devrimlerin vanısıra. gerçek
Şfi. anlayışı engellemektedir. İslamm. İslam dhnyasiiW top­ tonlumsa 1 sınıfların, varolmadığını ileri süren çeşitli şosyo-
lumsa^ örgütlenmesinin ve kültürünün geçerli bilgisini "üf el - iik vaklasımlaT-Ha kpndini göstermektedir Tersine. Orta D o­
mek.icm jjatı bilimine gereksinmesi vardır ' ğu esas olarak etnik ayrılığa dayalı bir mozayjk yapı olarak
Oryantalizm, özcü (essentialist), gör^ülcü ve tarihselci değerlendirilmektedir (Coon, 1551). Bunun vanısıra „oryanta­
bir epistemolojiye dayanmaktadır. Özcü varsayım, islamm lizm, Orta Doğu incelemelerine ilişkin değişik Marksist ç a­
tutarlı, homojen ve yekpare bîr varlık olduğu .düşüncesinde lışmalara da nüfuz etmiştir. Örneğin, düşüş tezi, Perry An-
ve ayrıca islamm kendi özündeki bir bozukluk nedeniyle dersori’un, Gibb ve Bowen’in Osmanlı kuramlarıyla ilgili or­
düşmekte olduğu biçiminde' değerlendirildiği dûsÜs tezinde yantalist görüşlerine oldukça bağımlı ve Lineages of the
bulunmaktadır.-Toplumsal ve siyasal düşüş, tarihsel anlam­ Absolutist State (1974) içinde yeralan «The House of İslam»
da daima bulunur bir öğenin —yetkeciliğin. özerk muhalif değerlendirmesini de sarmıştır. Benzer biçimde, Weberei
grupların veya yasaların yokluğunun, biçimsel geleneğe kö - sosyolojiden aktarılan, İslam toplumsal oluşumlarında ka­
lece bağianmamn veya yönetim kurumİarının tOkfeUynin - pitalizmin yokluğuna ilişkin yanlış problem, oryantalizmin
sonucudur. Bu içsel, bozulmuş öz, tarih boyunca, islamm ve Maxime Rodinson’un Islam and Capitalism’ine (1974) girm e­
İslam uygarlığının çöküşü olan belli bir nihai - duruma sine olanak sağlamaktadır. Ancak, oryantalist sorunsal ve
(end-slate) doğru teleoiojik bir süreç gibi anılmaktadır. Bu Marksizm arasında daha temelde bir ilişki sözkonusudur:
tarihselci yaklaşımda, Batı uygarlığının sürekli ve adım Oryantalist yaklaşımın tariiıseicıiiği ile Hege]ci Markş.i.zmin
adım ilerleyen devrimlerle noktalanan dinamik tarihi, halk tarihselcılıgi arasındaki benzerlik. Tarihselciliğin bu iki bi­
ayaklanmalarının, yalnızca despotizmin ve çürümenin bir çimi de, aşamalar dizisi şeklindeki bir tarih modeline dayan­
göstergesi olarak yer aldığı durağan İslam tarihi ile karşı­ maktadır. ilegelci Marksizm yönünden bu. feodalizm^, kapi­
laştırılmaktadır. Bu türden oryantalist çözümlemede, epis­ talizm ve sosyalizm sürecidir.... oryantalizmde.....ise. D oiu s ve
temolojiye ve yönteme ilişkin sorunlardan uzak durulmak­ Düşüş biçimini almaktadır. Ayrıca, dinamik, bilinçli Batı ile
tadır. Çırak, oryantalistin mesleki kabulle «zor bir dil» ola­ durağan, eleştirel olmayan İslam Ülkesi arasında, her iki
rak saptadığı Arapçanm üstesinden geldiğinde araştırmada tür tarihselciligin temeli durumundaki ideal tipik karşıtlık
geriye çok az güçlük kalmaktadır. Oryantalistlerin başlıca sözkonusudur. Oryantalizmde. Batı. Yunan’a özgü erdemleri
araştırma sorunları filolojiye ilişkin olanlardır, epistemolo­ (felsefeT demokrasi ve bireveilik) alırken.. Orta Doğu bir
jiye değil. yandan vahudiliğin özgüllüğü ve kapalılığı ile.diğer yandan
Oryantalizmin ve dayandığı episıemolojik varsayımların da düşmüş İslamm dar kafalılığı ve uyuşukluğu ile kemik­
temel nitelikleri bir kaç eleştirici gözlemci tarafından bel­ leşmiştir.
gelenmiştir (Laroui, 1373; Iiodgson, 1974; Coury, 1975). A n­ Tarihselciliğin her iki biçimindeki Doğu - Batı karşıtlığı
cak oryantalist kategorilerin ve varsayımların sosyolojiye ve tarihsel ilerleme teleolojisinin kaynağında, Hegel’in, iş ­

18
lendirildiğinden, ikinci amaç Orta 'Doğu toplumsal oluşumları­
bölümünün arttığı bir toplumda hıristiyanlık sorununu kabul­ na ilişkin sosyolojik ve Marksist kavramlar arasındaki be­
lenme çabası yatmaktadır. Idealize edilmiş Yunan toplumu. lirsiz ilişkinin ele alınması olmalıdır. Son olarak, homojen
Hegel’e uyumlu, bütünleşmiş icomiin»! varoluş modelini sağ­ bir Marksist çözümleme geleneği diye bir şey olmadığından,
larken yahudiliğin töreleri (sünnet.gibilJtODİumsal vabancıias- bu çalışma aynı zamanda, Orta Doğu sorunlarına ilişkin
ratLfiaradigmasını sunmaktadır (Plant, 1973). Bir zamanlar bü­ Hegelci anlayışlara, Althusserci Marksizmden belirgin bi­
yük bir yaratıcılık dönemini vasarms olan İslamiyet «oryan­ çimde etkilenen bir bakış noktasından saldırmaya yönel­
tal rehavet ve dinlenmeye» geçmiştir (Hegel, 1956, s. 360). mektedir. Çağdaş Marksizmde «özeleştiri» eserleri gerçek­
Yunan kültüründen etkilenen ve yahudilikten türeyen hıris- ten de rigueur’dür.(*) Amacımın oryantalizmin etkisinin
tiyanlık. oldukça acık bir problemi,, deyim yerindeyse gızem- sorgulanması olduğunu söylerken, İslamiyet üzerine Weberei
lileşmis hıristiyanlık içindeki ussal özün keşfedilmiş^ prob­ oryantalizmin izlerini taşıyan ve içinde herhalde «istemeye­
lemini gündeme getirmiştir. Hegel hıristiyanlığın modern rek ve doğal olarak» «ideolojik pazarın temel konularına»
insanca kabul edilebilir kılınması için, bu sorunu hıristiyan- (Al-Azmeh, 1976) boyun eğdiğim yayınlarımı (Turner, 1974 a,
lığm felsefi bir yorumu ile çözmeyi önermektedir. Hegel’in 1974 b) dışarıda tutmuyorum. Bu nedenle şimdiki çalışına,
çalışmalarındaki bu «insanın kurtuluşu» sorununun nasıl yalnızca Orta Doğu araştırmalarına ilişkin sosyolojik
Bauer, Marks ve Borochov’da Çıkış noktaları bulduğunu da­ ve Marksist yaklaşımların eleştirel bir çözümlemesi olm a­
ha önce görmüştük. Elbette, Marks’m bir dizi eleştirel ç a ­ yıp, büyük ölçüde kişisel bir bağımsızlaşma çabasıdır.
lışmada,Criizgwe of H egel’s Philosophy of Right (H egel’in
Hukuk Felsefesinin Eleştirisi), Theses on Feuerbach (F e ­
uerbach Üzerine T ezler) iye The German Ideology (Alman
İdeolojisi)’de bu gelenek ile ilişkisini kesin biçimde kestiği
çok iyi bilinmektedir. Aynı derecede iyi bilinmektedir ki, bu
Hegelci teleolojik öz-bilinç ve toplumsal işbölümünün orta­
dan kaldırılmış olduğu bir toplumla uzlaşma temaları, ken­
dilerini Marksist kuramda yeniden üretmek gibi, kuramsal
bir «kötü» huya sahiptir. Yakın dönemde Lukács (1971), ken-
di-için proleter sınıfı tarihin nesnesi ve Gerçeğin ifadesi ola­
rak görmeye başlamıştır. Orta Doğu’ya ilişkin bu çalışmada,
Hegelci sorunsalın çağdaş ifadesini, «Klasik İslamın» üzerin­
de silinemeyen bir iz bıraktığı toplumsal oluşumların kapi­
talist üretim ilişkileri dünya sistemine katılmazdan önce
«gerçek» sınıf yapısından, devriralerden ve tarihten yoksun
olduğu tezinde bulduğunu göstermek istiyorum.
Bu çalışmanın hedef aldığı sosyolojik tartışmanın üç bo­
yutu bulunmaktadır. İlk başta, oryantalizmin felsefi sınır­
larını göstermenin ve çağdaş sosyolojideki etkisini tartışma­
nın önemi vardır. Ancak, sosyolojinin kendisi Marksistler ta­ (*) Zorunlu (ç.n.)
rafından genellikle ideolojik bir düşünüş biçimi olarak değer­

20
M ARKSIN SÖMÜRGECİLİK VE KAPİTALİZM
ÜZERİNE GÖRÜŞLERİ

Çağdaş gelişme sosyolojisi yeni - Marksist gelişme ve


azgelişmişlik kuramlarından ciddi biçimde etkilenmiş, hattâ
belki de başatlığı altına girmiş bulunmaktadır. Birçok geliş­
me sosyolojisi, dünya ekonomisinin merkezinde sermaye
birikimi ve çevrede sosyo-ekonomik azgelişmişlik düşüncesi­
ne dayanmaktadır. Azgelişmişlik, bağımlılık ve dünya işbö-
lümüyle ilgili kuramsal tartışmalar, büyük bir oranda, po­
litik bilimdeki «devingenleşme» sorunsalım (Apter, 1965) ve
toplumsal gelişmenin açıklanmasında «kültürel etkenler»e
gösterilen alışılagelmiş sosyolojik ilgiyi (Peel, 1973) kapı dı­
şarı etmiştir. Aile ve eğitim sisteminin Batı değerlerinin po­
tansiyel araçları olarak modernleştirilmesi üzerine yapılan
klasik vurgu, şimdi yaygın biçimde ya saf hudunbencil ( eth­
nocentric ), ya burjuva ya da ideolojik olarak değerlendiril­
mektedir. Gelişmeyle ilgili klasik sosyolojik açıklamalara
rahatlıkla «içselei kuramlar» (internalist theories) olarak
değinebiliriz. Bunlara karşıt olarak da modern Marksist
yaklaşımların karakteristiği olarak gözüken «dışsalcı ku­
ramlar»! (externalist theories) kullanabiliriz. Bu bölümde-

23
ki iddiam, Marksizm in, bu içselci açıklamaların üzerinde nihai-durum toplumuna yol açan bir dizi zorunlu aşamalar
yükseldiği kuramsal temelin önemli bir kısmını yıkmış ol­ (lîkeTT'Trîodern-öncesi, rnoclern~ """¿nüüsiri-sonrası) boyunca
masına karşın, yeterli bir Marksist seçeneğin henüz sağlam ilerleyen bir'süreç biçiminde değerkııdirilmiştir. Gerçek g e­
bir şekilde oluşturulamamış olduğudur. Marks’m sömürge­ lişme süreci, içerdeki bir özün (ussallık) yavaş yavaş iler-
cilik kuramı, kuramsal ve görgül anlamdaki yetersizliğini W n , ^vrimsel hjr acilimi veya bu özün olgunlaşması (mo-
açığa vurmuştur ve bu yetersizlik kısmen yeni-Marksist ba­ riprn1f .^ f siireci) biçimini almaktadır. Gelişmenin sonucu
ğımlılık ve azgelişmişlik kuramlarındaki belli başlı anlaş­ ise. Batı kapitalizminin liberal demokrasilerinin aslına sa-
mazlıklarda sergilenmektedir. Gerçekte, Marks’ın sömürge­ dık taklitleri olan, durağan'bir nihai - duruma 'Şaşılmasıdır.
ciliğe ilişkin görüşleri, kuramsal çalışmasının ana yoğun­ Sosyolojide içselci açıklamanın en açık örneği, Daniel Ler-
laşma noktasına, yani KÜT’ün başat olduğu toplumsal olu­ ner’in The Passing of Traditional Society (1958)’deki, Orta
şumların krizlerine ikincil kalmaktadır. Orta Doğu’daki sö­ Doğu toplumlarına ilişkin çözümlemesidir. Ancak içselcilik
mürgecilik ve yeni-söınürgeciliği Marksist terimlerle kavra­ yalnızca sosyolojik bir kuram değildir. David Me Clelland’
mak isteyen birinin karşısına çıkan problem, Marks’ın Ka­ m The Achieving Society (1961)’si belirgin içselci varsayım­
pitaldeki olgun çalışmasının soyut kategorilerinin, Orta D o­ lar taşıyan bir ruhbilimsel kuramlaştırma biçimidir. Gelişme
ğu toplumsal oluşumlarının somut problemlerine nasıl uy­ iktisadında, «yoksulluğun kısır döngüsü» kuramı (Nurkse,
gulanacağıdır. 1953) ve «ekonomik kalkış»a (econom ic ta ke-off) (Rostow,
İçselci savla, «geri, toplumların» ana problemlerini, top- 1960) ilişkin temel varsayımlar içselci kuramların örnekleri-
jjgg k ra içsel durumdaki ve uluslararası toplumsal h a m ­ dir. Bu çalışmalardan çıkan gelişme reçeteleri ve «g.erj.kal-
dan kopuk değerlen diren bir dizi özellikler sorunu olarak m a ^ » giderilmesi gareleri de toplumun içsel değişmele­
bfo gelişme kuramını kastediyorum ^£se lc ia r a s ^ m ^ ri çerçevesinde ifadp edilmektedir. Gelişme e&itim...sistemi­
toplumun modernleşmeyi ya ' yasaklayan va 'da destekleyen nin düzeltilmesine, geleneksel liderlerin etkinliğinin azaltıl-
fgsel ö z e llilü e r r ^ r a k d e ie r le r ta vır 1ar vo giiriijİprfiTP "in _ masına. yönetim . biçiminin demokratikleştirilmesi veya iie-
de yoğunlaşmaktadır. Bu «kültürel etkenler» yaklaşımıyla tigim sisteminin modernleştirilmesine yöneltilen bir dizi iç re-
oa glantUı pır ' eğilim de, sözü edilen ..azgelişmişlik sonmla-n-
n ^ .J e m e ld e g g ş y p ^ f ilS ıik yapılarıa-deSiL-.bireyim in"ni­ Dışsalcı kuramla, «gelişmekte olan» toplumun karsı kar­
telikleri olarak ele alınmasıdır. Burada varsayım, tonlumun sıya kaldığı ftellihaslı sorunları, tonlumun kendisine dışsal
değişme kapasitesinin, inançların kimi zamanı. ..gpcmis fy^ı- olarak saptayan bir gelisme._km:ammı_..kasj£dm>xum. Bura-
İlkleriyle veya bireylerin kişilikleriyle (toplumsal sorunlara da gelişmekte olan toplum, yapılanmış bir uluslararası bağ­
g elen e!^ yön elim leri, büyülü inançları veya gelecekteki bir lamın içinde konumlanmış bir birim olarak ele alınmaktadır.
^ E şm i£ jsın tasarruf edem&Yİa]£ril,geciktirilmis olduğudur. «Geri» toplumların temel çıkmazı, kapitalist ilişkilerin genel
Weberei büyüme bilecenlerinin —çilecilik, ussal hukuk, bü- yapısına bağımlılıkları, uygun ticaret koşullarını oluştura-
rojtrasi, özgür emek— yokluğu, ekonom ik. sMerni-^etenek- mayışlan veya çok uluslu şirketlerin (buradan sonra ÇUŞ 1ar
sjzleştıren, içsel bir toplumsal virüstür, içselci kuramın di­ olarak geçecek) çıkarlarına hizmet etmeleridir. Bu ç ö ­
ğer bir önemli boyutu, gelişmenin bir takım dıkotomik îdeai zümleme biçiminde, modern-öncesi bireylerin varsayılan
Üßler — toplulult/topİurn ( Gemeinschaft/Gesellschaft), ge- özellikleri nedensel olarak konu dışıdır. MûdernJâsüiklerin,
lenek/modernlik, dini/laik - arasındaki bir dizi fcarsıfMdaria Igjnımlann va d e Serlerin yokluğu, dünya ekonomisi düzeyin­
kavramsallaştırılmış olmasıdy. Alternatif olarak, gelişme. deki gerçek .soljL m il^ıefeinblç™ ^egîzîeyen7g^^nüşlerdu-

24
meyinde bir sorundur Çünkü, toplumun bu görünürdeki eski
yabancı ve yerli temsilcilerin_e_JçarâL_şınıf_jnücadglesi_ve
kurumlan söz konusu topluma dışsal olan nedenlerin sonuç dünya kanıta list sömürü sisteminden kopuşu içermektedir.
Iandır. Dahası, geleneksel/modern toplum gibi basit diko- Bu iki yaklaşımı niteleyişimden açıkça anlaşılmaktadır
tomiler, toplumsal değişmenin gelişmiş, gelişmemiş, azge­ ki, dışsalcı gelenekte yer alan kuramcıların, kuramsal ön­
lişmiş ve bağımlı toplumlar gibi kavramlarla oldukça fark ­ cüleri Lenin, Bukharin, Hilferding ve Luxemburg’tan Marks’a
lılaşmış bir tasvirinin lehine olmak üzere reddedilmektedir.’ kadar uzanırken, içselei kuramlar ya zımnen ya da açıkça
Günümüzün azgelişmiş toplumları, Batı toplamlarının on- W eberin koruyuculuğunu benimsemekte. Özel olarak da,
yedınci ve onsekizinci yüzyıllardaki halinin küçültülmüş bir içselciler öncelikle W eber’in Auf satze Zur Religionsoziolo­
modeli değildir. İngiltere gelişmemiş bir toplum olabilir, an- gie (1920-3)’deki toplumsal değişmenin kurumsal ve güdü­
™ asia bır dl§ güçler ağı nedeniyle azgelişmiş olmamıştır. sel koşullarına ilişkin çalışmalarının sonuçlarıyla ilgilen-
K U f, Ingiltere. Fransa, Almanya ve Birleşik Devletler ’de mekteler; dışsalcı kuramlar ise tipik olarak, Marks’ın New
üretim tarzı olarak yerleştiğinde, dünyanın geri kalan York Daily Tribune’da yer alan makalelerindeki İngiliz em ­
bolumunae gelişme koşullan kesin olarak fl^ği^mistir TO"- peryalizmine ilişkin görüşlerinden veya gene Marks’m Ka­
j^talizmin Avrup a ’da «kendiliğinden» gelişmesi Avrupa’nın pitaldeki, azalan kâr oranlarına ve sermaye ihracının, İn­
Kapitalist yayılması vüzüöckn'başka y e r lid e b e n /p T k ^ i- giltere’deki ve Birleşik Devletler’deki KÜT krizlerindeki rolü­
talist gelışmeleriengellemiştıiL. Dışsalcı dünyâyı ne ilişkin çözümlemesinden esinlenmektedirler. İslamı incele­
aŞ " ag .kapitalist ıl|g|alşr abının önceden v ^ r ^ y^ri yen sosyologların toplumsal gelişmeyle ilgili bir dizi çalışma­
E u ’ gdl§m ey ı , toplumdaki üretim ilişkilerinin devrimci sında, Weberei etki oldukça açıktır (Geertz, 1960; Bo cock,
Şır_ ¿işim de yeniden yapılanması koşuluna b a ğ l a m a S ır- 1971; Turner, 1974 a). Ancak Weberciliğin güçlü ve örtük bi­
g Ş i ; bu sınıf muçadglppj.ise ancak azgelişmiş fiilen», faggv çimleri, Orta Doğu’ya ilişkin bir çok içselei yorumlamayı içine
y-flMBag y ı sargnJçapitaiist üretim._slsteminrien koparması almaktadır (Lerner, 1958; Mc Clelland, 1963 a, 1963 b). tç-
ile başarılı olabilecektir. --------
selci açıklamaların doğasını ve bu yaklaşıma yöneltilen
İşselci bakışın, dünya ekonomik çatısının rolü üzerine Marksist/dışsalcı eleştirileri sergileyebilmek için, The Pas­
bir kavrayışı varsa, bu, gelişmenin, dünya kapitalizminin sing of Traditional Society’yi incelemek çok yararlı olacak­
merkezindeki ekonomik yayılma ile harekete pppiHi^o-j tır.
bı bir varsayıma dayanmaktadır Birleşik Devletler’deki, Lerner’in kuramı gelinmeye ilişkin tipik bir nihai-durum
Japonya ve Batı Almanya’daki kapitalist büyümenin, meta modelidir Bütün tnnlıımlar gelişmeye ilişkin aynı hareket
fiyatlarda, Üçüncü Dünyadaki hammadde ihracatçılarının noktasından, «geleneksel toplum»dan yola çıkarlar. Bu tür
yararına olan bir patlamaya yol açacağı kabul edilmektedir toplumlar...sınırlı beklentiler?, yüzvüze iletişim sistemleri­
(Hone, 1973). Dışsalcı kuramlar, tipik biçimde karşıt varsa­ ne ve kabile şefleri ve dini liderler gibi geleneksel otorite -
yımdan, yani çevrenin yalnızca merkez zayıf olduğunda g e­ ler tarafından denetlenen bir yönetim biçimine dayanmakta
lişebileceği varsayımından yola çıkarak, kapitalist toplum­ dır. Gelişme sürecinin diğer ucunda, demokratik katılım,
lar arasındaki uluslararası savaşlar ve kapitalist merkezin toplumsal refatı ve tüketimcilikle oluşturulan. Lerner’in de­
ekonomilerindeki çöküntüleri, çevredeki hızlı toplumsal ve yişiyle «Katılımcı Tonlum» .ver almaktadır. Halkın siyasal
ekonomik gelişmeyle ilişkilendirmektedir (Frank, 1969). komalar| metalar ve toplumsal düzenlemelerle ilgili olarak
Dışsalcı gelişme reçeteleri,* eğitim sistemindeki siyasi tem­ bilinçli secimler yapmalarının beklendiği bir toplumda bek­
sil ve iletişimdeki iç reformlardan çok, tekelci kanitalizn-ıin lentiler geni^ ve genişlemeye uygundur. Gelişme süreci ge­

27
rekli bir aşamalar sırasını içermektedir. Artan kentleşme,
bireyler, coğrafî devingenliklerinin sonucu olarak psikolojik
artan, okuryazarlıkla başbasa ^ rü m ek tedir 'Bunun 'nprforw
devingenliğe (duygu birliğine) ulaşmaktadırlar — «ark, renk,
kısmen, kitle eğitiminin artan nüfus yoğunluğu ile ekonomik
inanç farklılıkları ne olursa olsun dünyanın herbir kıtasındaki,
yönden yapılabilir duruma gelmesidir. Okuryazarlık, gaze­
telerdeki ve televizyondaki, bireve özgü olmavan mnriprn gerçekten modernleşen toplumlar» için geçerlidir (1958, s. 45).
Bu savın ışığı altında. Lerner’in kuramının, dünya kapita­
ilgtişim sistemine kitle olarak açılmak için temel bir zorun-
lulukAür. ~lötle iletişimi s is im i işe, siyasal yasama dalla u'o- lizminin çevresindeki kapitalist gelişme jg M . özel bir soruna
hiçbir sekîlrjf gönderme ranmadan, budunbencil Batılılaşma
niş bir katılımı (özellikle oy verme yoluyla) ve avrıca da
kapitalist metalann satın alımında daha gp.nis bir frkrmnmiV görüsüne davanan. tek boyutlu bir gelişme modeli sunduğu
acıktır Dahası, gelişmenin nihai - durumu , gerçekte reka­
katılımı olanaklı kılmaktadır. Batının Katılımcı Toplumu’nur;
betçi kapitalizmdir ve bu nihai - durumda psikolojik yön ­
başarısının «sırrı», liberal demokrasinin kuruluşunun, uzun
yüzyılları içeren bir yavaş olgunlaşma süreci ile sa^laı-ırm^-. den devingen durumdaki tüketiciler, etkin kitle iletişim hiz-
olmasındadır. Böyleee, çağdaş siyasal katılım, etkin bir kit­ meti yoluyla. sistemli biçimde kendi meta seçimleri hakkın­
le iletişim sistemi, endüstriyel etkinlik ve kır ile kent ara­ da bilgilenmektedirler. Lerner’in kuramı «gecebekçisi dev­
sındaki yeterli denge üzerinde temellenmiştir. leti» varsaymakta; oysa İngiltere’nin kesin bir kapitalist
Qrta Doğu topjumlarınm çoğu bunun tersine_^cela_ içindeki,» üstünlük kazanmasından sonra gelişen....birçok toplum^eko-
toplumlardır. Bunlann_gglismp sofası, nnrma] ^ yj r nomik stratejilerini müdaheleci devlet temeline dayandır ­
&r. Orta Doğıı devktleri boki^nt.jlirini çok çabuk yükseli- mak zorunda kalmışlardır. Herhangi biri çıkıp da, meydan
mışler ve ekonomik, başarısızlığa, toparlanmayı daha da okurcasına, Almanya ve İtalya gibi toplumsal oluşumların,
Olanaksızlaştıran çeşitli savunma mekanizmalarıyla — mil- feodalizmden rekabetçi kapitalizme değil, tekelci kapitaliz­
me dönüşmüş olduğunu ileri sürebilir. Avrupa’nın deneyimi
(fundcmen-
talisvı), Batı kültürü düşmanlığı ile — karşılık vermişlerdir. bir yana, çevrede yoğun devlet müdahalesi olmaksızın ge­
lişmenin gerçekleşemiyeceği şüphesiz ki doğrudur (Wer~
Kentleşme, özellikle de îJlısir’da, aşırı kalabalıklaşma ve dü­
şük okuryazarlık oranları üe sonuçlanmıştır. Mısır, Suriye theim, 1962). Ancak Lerner’in ideal bir modernlik tipi, mi
ve İran’daki yetkeci ve aşırıcı (extrem ist) rejimler, siyasi y oksa bir görgül betimleme mi sunduğu pek açık değildir,
seçim ve katılımı engellemiştir. Sonuçta Orta Doğu toplum- çjm EıTgoi'gul" a n la m d ^ 't1 t o p it e 3 is t g i^ m e y i_ i^ _ jgânU_vÇ
f ^ t e i ^ y 's u r e e ' icind” îılasan (Poularvtzas. 1974) ve liberal/
lan , modern toplumsal amaçlara katılan, ancak arzularım
demokratik «modern toplum» modelinden oldukça uzak olan
tatmin' ed'ici' bıçımJe gerçeklestirmekten aciz. hüsrana uğ­
ramış orta, sınıfları yaratmaktadır Lâkin, Lerner. Türkiye’ toplumsal oluşumlara bir çok örnek verilebilir. Lerner’in
gin benimsemiş olduğu laikleşme siyasasının ve Lübnan’ın karşısına pek çok başka eleştiri de çıkarılabilir (Smith, 1971,
belirgin tüccar ruhunun, her iki toplumu "tam ^ o d m ı'le şm e- ris. 89-105). Oryantalizmin eleştirisi bağlamında, iki düşün­
ve^ ulaşabilir kıldığın! fcabul etmektedir Lerner’in, Orta Do- ce daha önem taşımaktadır. Lerner, geleneksel toplumun
ğu’daki siyasi gelişmeye ilişkin kurgusu, Mc Clelland’ın Türk durağan —tarihten yoksun— olduğu biçimindeki tipik or­
girişimcileri üzerine görüşleriyle (1963 c ), Binder’in Politics yantalist görüşe sarılmakta ve milliyetçiliği gelişme süreci­
in Lebanon (1966)’na yapılan katkılarla ve Inkeles ve Smith ni rayından çıkartan bir ideolojik sapma olduğu gerekçesiy­
in (1974) İsrail üzerine yazılarıyla desteklenmiştir. le reddetmektedir.
Genellikle klasik gelişme iktisadının eleştirisine bir te­
Lerner’in modeli — ki buna göre, kentleşme bağlamında,
mel olarak Marks’ m sömürgecilik görüşüne başvurulmakla
28
birlikte, Marks’m New York Daily Tribune'âo yer alan ma- nizması, artan teknik ve toplumsal işbölümü ile bağıntılı ma-
kalelerindTdue getirdiği sekliyle KIJT’ un sömürge tnpTümu kinalaşma süreçlerinin devreye sokulması yoluyla, emeğin
üzerindeki etkisine ...ilişkin görı'isii klasik «huriuva» sosyo­ üretkenliğini artırmaya yöneliktir. Bu sürecin bir dizi çe ­
lojisinden pek de farklı değildir. Bu nedpnlp . lişkili sonucu vardır. İşsizlerin oluşturduğu endüstri yedek
mürgecilik, azgelişmişlik ve bağımlılık kuramlarının dik­ ordusu, işçilerin yerini makinalar aldıkça, sürekli olarak
katli bir yorumlanmasına ve sistemli bir yeniden yorumlan­ artmaktadır. Aynı zamanda, istihdam edilmiş işçiler de de­
masına sürekli bir kuramsal gereksinim vardır. Mark^ vo ğişik becerisizleşme süreçlerine (Braverman, 1974) ve gide­
Engels in eserlerinin «ideolojik okunuş»larına göre, Marks rek artan bir sömürüye maruz kalmaktadır. Emeğin üretken­
ve Engeis'iri gelişmeye ilişkin görüşleri tipik 'bir icselc'i "Çö ­ liği, sermayenin göreli artı-değeri yükseltme ve gerekli emek
zümleme görünümündedir (bu yorumun daha ayrıntılı ince­ süresini azaltma gereksinmesi ile ilişkilidir. Ancak, maki-
lemesi için bu çalışmanın 2. bölümüne bkz.). ATÜT rprro ­ nalarm bireylerin yerine geçmesi, değişmeyen sermayenin
ve sincle, Asya tipi gelişme sorunu bir dizi içsel, yapısal «bo­ («ölü emek») değişken sermayeye («cardı emek») oranında
zukluğa» dayanmaktadır!* kendine yeterli kovtonhılnkl'an ■ bir değişmeye neden olur. Sermayenin organik bileşimi
demetin gerçek toprak sahibi olarak e gemenliği, sınıfların C
EflMugu., toplumsal yapının. hanedanların ele geririW <dvlP ( — veya d) artar ve toplam kullanılan sermayenin değiş -
ortaya çıkan derişmeleri emebilme yeteneği Bu temel fo r­ V
mülde, Marksizmi Hindistan toplumuna ilişkin olarak İngi­ meyen ve değişken sermayeyi içermesi nedeniyle, mutlak
liz Yararcılarının (Utilitarians) kullandığı yaklaşımdan ayı­ artı-değer (S) artıyor olabilir ve aynı zamanda da kâr ora­
ran çok az şey vardır (Turner, 1974 c ). Asva’mn t a r i h l i nı düşer. Marks’m, kâr oranlarının düşme eğilimine ilişkin
durağanlığı. Batı kapitalizminin dinamik öğelerinin . tnnrai-- bu yasası, şu şekilde ifade edilebilir :
mülkiyet, demiryolu sistemi, modern ordu ve iletişim S
sistemi - girişi ile köklü biçimde ddnüşmektedir''"Bu düsıin-
Ce----n zorunIu sonucu, kanitqlfsf. sömürgeciliğin tarihsel bir C 4 V
zorunluluk olduğu ve sömürgeci ordulara eşlik eden vahşe­ S
ti1? dyramdfi haklı görülebileceği düşüncesi olmakl a ­
dır. ...Asya'nın ilerlemeye dönük bir tarihsel vola g i r m ^ ini V
e^ M 1eyen~kgpitalizm-öncesi tarzların ekonomik temeljni
ancak kapitalizm narcalavahiîif- c
Marks ve Engels’in bir olası savunusu şu şekilde yürü­ — + 1
mekte: Onların olgun çözümlemelerinin esas nesnesini, özel­ V
likle Ingiliz toplumsal oluşumu ile bağıntılı olarak, KÜT’ ün 0
kuruluşu oluşturmaktaydı. Marks’ın sömürgecilik ve emper­
yalizm «kuramı» bu odak noktasına tabi kalmakta ve KÜT’ d +1
im kısa dönem krizlerini hafifletmeye yarayan karşıt yön­ (S — artı - değer, C = sermaye malları ve maddeleri
deki eğilimlerin belirli yönlerini açıklamak için sunulmak­ V ~ emek. S/V = artık oranı.)
tadır. Rekabetçi kapitalizmde, tek tek girişimler birbirleriy- S ve V eşitlendiğinde ve C, S’den veya V ’den daha yük­
le pazar ve kâr için rekabet ederler. Rekabetin temel meka­ sek bir hızla artmaya başladığında, paydanın değeri payın

30
31
da kapitalist üretim ilişkilerinin yayılmasının «ilerici» etkisi
değerinden daha hızlı artar. Rekabet v e artan makinalaş-
olduğunu düşündüğü ileri sürülebilirdi. Ancak, Marks’m ka­
ma ile birlikte, değişmeyen sermaye değişken sermayeye
pitalist yayılmanın yıkıcı ve gelişmeyi geriletici etkisine iliş­
göre artış gösterir. Bu nedenden ötürü, kapitalizmde kâr
kin aynı önemde bir görüşü de bulunmaktaydı. Sömürgeler­
oranı, sermayenin organik bileşimi arttıkça, düşme eğilimi
de, toprak bolluğu ve emek kıtlığı nedeniyle, emekçinin ken­
gösterir (Bullock ve Y affe, 1975). Daha fazla sermaye ya­
di üretim araçlarından kopuşu yoluyla kapitalist sömürü
tırımı, kâr oranının daha da çok azalmasıyla sonuçlanır.
ilişkilerinin yerleştirilmesinin zorluğu ortaya çıkmıştır. Y e­
Pazarı genişletmeden kârlılıktaki düşüşü karşılayabilen ni yerleşenler ise hemen emeklerini satmaya zorlanamadı.
iki karşılıklı eğilim vardır: d ’nin artışındaki değişmeler ve Marks (1S70, s. 716), sömürgelerde «kapitalist rejimin her
e ’deki artışlar. Yani, sermaye tasarrufu sağlayan teknolo­ yerde, kendi iş koşullarının sahibi durumundaki ve emeği­
jiyle, değişmeyen sermayenin maliyetini azaltmak veya sö­ ni kapitalisti değil, kendini zenginleştirmek için kullanan
mürü oranını artırmak mümkündür. Ancak, sömürüdeki ar­ üreticinin direnişiyle karşı karşıya kaldığını» söylemekte­
tışlar, uzun dönemde sermayenin organik bileşimindeki ar­ dir. Sömürgelerin kapitalist gelişmesi, yeterli bir topraksız
tışla denkleşmez. Rekabetçi kapitalizmde, kârlılık krizi ka­ ücretli emekçi arzının sağlanabilmesi için, devlet alımı yo­
pitalist üretim ilişkilerini korumaya yönelik 'çeşitli düzeyler­
luyla arazi fiyatlarında yapay bir artışı veya angaryayı ya da
de devlet müdaheleleri ile sonuçlanır. Ancak, tekelci kapi­
köleliği gerektirmiştir. «Üretim tarzı»nm «sömürü ilişki­
talizm, sermayenin organik bileşiminin merkeze oranla da­
leri» ile eşitlenmesinin içerdiği kuramsal yanlışlara ilişkin
ha düşük olduğu, dünyanın diğer alanlarına sermaye ihra­
incelemesinde, Jairus Banaji (tarihsiz), sermayeye dayalı
cını da zorunlu kılmaktadır. Lenin’in görüşüne göre (1971),
yeni üretim ilişkilerinin, daha önce kapitalist olmayan böl­
emperyalizm rekabetçi kapitalizmde mamûl mallar ihracı
gelere doğru yaygınlaştırılmasının gerçekte «gen » sömürü
biçimini alırken, «kapitalizmin en yüksek aşaması», serma­
biçimlerini (kölelik ve serfliği) güçlendirdiğini ve yeniden-
yenin daha düşük organik bileşimi peşinde, yani kâr peşin­
ürettiğini göstermektedir. Sömürgelerde, kapitalizm öncesi
de koşarken, önce portföy sermayesi, daha sonra da doğ­
sömürü biçimlerinin —özellikle de köleliğin— içeri sokuluşu
rudan sermaye yatırımı olarak, sermaye ihracını içermekte­
veya yoğunlaştırılması kapitalizmin karakteristik bir sonu­
dir. Ancak kapitalist üretim ilişkileri başarıyla yerleştiril­
cudur. İşgücünün, kapitalist ekonomilerin gelişmesiyle bir­
dikçe, daha önceleri yüksek kârlılığa sahip olan bölgeler,
likte, «özgür» emek pazarında faaliyet gösteren bir meta-
giderek artan bir değişmeyen sermaye — değişken sermaye
ya otomatik olarak dönüşmesi sözkonusu değildir. Köleci
oranı ile ve kârların düşüşü ile nitelenmeye başlamaktadır.
Güney’in pamuk üretimi, sözü edilen çelişkili gelişmenin en
Bu yüzden kapitalizmin krizi yerel ölçekten çıkıp dünya öl­
acık örneğidir. Sömürgeciliğin/emperyalizmin, ileriye götü­
çeğinde çözümlendikçe, emperyalizm sürekli olarak genişler
rücü tarihsel bir güç olarak gerekliliğine ilişkin klasik tar­
ve güçlenir.
tışmaya ilişkin olarak, gerçekte kapitalizmin «sömürü iliş­
Bu nedenle, öyle görünüyor ki, Marks, bir emperyalizm
kileri» anlamında, eski emek örgütlenmesi tarzlarının geliş­
ve sömürgecilik «kuramı»na sahip olduğu ölçüde, kapitaliz­
mesine katkıda bulunabileceği belirtilmelidir.
mi, genişlemesi zorunlu olan ve bunun sonucu olarak da ka­
pitalist dünyanın çevresindeki kapitalizm-öncesi üretim tarz­ Marks’m İrlanda üzerine —özellikle de Kapital, cilt: I’
larım temelden bozan ve kökten değiştiren bir üretim sis­ deki— açıklamaları kapitalist sömürgeciliğin yıkıcı sonuç­
temi olarak değerlendirmektedir. Bu daha çok teknik ve sı- larına ilişkin görüşlerinin açık bir örneğini oluşturmaktadır.
mi'lı anlamda, Marks’ın diğer şeylerin aynı kaldığı koşullar - İrlanda’da toprak sahipleri ve kapitalistler yerli halkı s ö ­

32 33
mürmek için birleşmişler ve bunun sonucunda İrlanda’nın görüşü, sermayenin, gelişmeyi geriletici ve güdükleştirici
gelişimi «İngiliz istilasıyla geriletilmiş ve İrlanda yüzyıllar­ belli etkilerine karşın, uzun dönemde, genişleme yoluyla ya­
ca geriye atılmıştır» (Marks ve Engels, 1968, s. 319). Sömür­ yılacağı ve evrensel düzeydeki ikilik özelliklerinin kapitalist
geciliğe ilişkin bu görüş, yerli emeği boyunduruk altına al­ merkezdeki ve sömürge çevredeki devrimci sınıf m ücadele­
ma yöntemi olarak sömürgeci yayılmanın süregelmesinin siyle ortadan kaldırılacağı şeklindeydi. Gerçekte, dünya ö l ­
esas nedenini, yatırım emperyalizminin baskısının değil, y e ­ çeğindeki kapitalist gelişme, Marks’ın öncüllerinin akla g e­
ni yerleşen beyazlardan gelen baskının oluşturduğu biçimin­ tirdiğinden hem farklı hem de daha karmaşık bir yol izle­
deki görüşün kuramsal tohumunu atmıştır (Emmanuel, miştir.
1972). Marks’ın sömürgeci istilaların «gelişmeyi geriletici» Tarihsel olarak, sermaye yatırımı emek fazlasının bu­
etkisine ilişkin görüşünün, daha sonraki yeni-Marksist az­ lunduğu ülkelere değil, emek darlığının bulunduğu ülkelere
gelişmişlik kavrayışları ile belli bir bağlantısının bulunduğu yöneltilmiştir, öyle ki, yeterli emek arzının sağlanması için
ileri sürülebilir (Foster-Carter, 1974). Ancak Marks’m, kapi­ sözleşmeli emeğin veya köle emeğinin ithal edilmesi gerek­
talist yayılmanın geciktirici sonuçlarını ele alan bakış açısının miştir. Sprmavp yatırımının yapıldığı veya nihai metalarm
sözü edilen niteliklerine karşın, onun temel görüşü, açık ola­ sömürge p^ p n bulduğu yerlerde, sonuç, yabancı sermaye­
rak, KÜT’ün kapitalizm-öncesi tarzları parçaladığı ve böy- nin çıkarlarını, borçlanmış feodal toprak sahİPİer.Lile ittifak
lece^ tarihsel olarak ileriye dönük gelişmelerin temellerini halinde gözeten temsilcilere sahip komprador tüccar serma­
attığı çekimdedir. Genelde, KÜT’ün, kapitalizm-öncesi üre­ yesinin sömürgedeki potansiyel endüstri sermayesini yok, et­
tim tarzları üzerinde hem koruma hern de çözme etkisi bu­ mesi ve onun verini alması seklinde olmuştur (Kay, 197i).
lunmaktadır (Poulantzas, 1975 a). Ancak, Marks, sömürge­ Daha sonraki bir endüstrileşme, yabancı kaynaklar, tarafın­
cilik üzerine açıklamalarında, çözme etkilerinin gelişmemiş dan denetlenen ve örgütlenen mali ölcude
toplumsal oluşumların eski kuramlarına galebe çalacağım bağımlıdır, ikinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde,
ve onları tasfiye edeceğini düşünüyordu.
uluslararası ekonomi, çoğu Amerikan kökenli ÇUŞ’larm dün­
Yirminci yüzyılın başlarındaki teknolojik gelişme ve en­ ya ölçeğinde denetimine göre yeniden yapılanmıştır. Ancak,
düstriyel örgütlenme düzeyinde, dünya ölçeğinde bir serma­ ortak mali girişimlerin gelişmesi sonucunda birçok yan ku­
ye birikimi ya sermaye genişlemesi (capital-widening) ya da ruluş yatırım gereksinmelerinin yalnızca küçük bir kısmını
sermaye derinleşmesiyle (capital-deepening) gelişebilirdi doğrudan ana şirketten almaktadır. Yerel sermaye kaynak­
(Hymer, 1972). Bunlardan birincisinde, yani sermaye geniş­ larının gelişmesi, sermayenin ana ülkeye döndürtilmesinin
lemesinde, ekonomik gelişme, tüketim mallarını geniş bir ta­ (capital repatriation) çeşitli kanalları aracılığı ile azgeliş­
banda elde edilebilir kılan seri üretim sistemlerinin dünya miş ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru net bir sermaye akı­
ölçeğinde yayılımını içerecekti. İkinci şıkta, sermaye m ev­ şını doğurmuştur. Bu tür yatırım stratejileri, madenciliğin
cut endüstri toplumları içinde derinleştirilmekte ve metalar- ve plantasyonların geleneksel sömürüsünden imalata doğru
da yapılan sürekli yenilikler sınırlı bir pazara yönelmekte­ hareket ediyor gibi görünüyorsa da, çoğunlukla bu, başka
dir. Sermaye derinleşmesinin sonucu, dünya ekonomisinde bir yerde bir araya getirilen imal edilmiş mal bileşenlerini
ileri toplumlardaki yüksek-ücretli, sermaye-yoğun sınırlı bir üreten bağımlı bir toplum içerir. Meta fiyatlarındaki sıçra­
sektör ile azgelişmiş ve bağımlı dünyanın yaygın düşük-üc- manın uluslararası ekonominin yapısını temelden değiştirdi­
ret, düşük-üretkenlik sektörü arasında olan, sürekli bir iki­ ği biçimindeki savlara karşın (Warren, 1973), uluslararası
liğin ortaya çıkışıdır (Barratt Brown, 1974). Marks’m temel ticaretin büyük bir bölümünün ÇUŞ’lar aracılığıyla, ileri ka­

34 35
gesinden kopartılıp alınan üç topluma, yani Lübnan, Mısır
pitalist toplumlar arasında gerçekleşmesi nedeniyle, Üçüncü ve Cezayir’e gönderme yaparak gösterilebilir.
Dünya bir pazar olarak küçümsenmektedir (Tugendhat, 1920’deki Fransız ve İngiliz mandası öncesinde, Lübnan
1973). Dünya ekonomisinin bu yeniden örgütlenmelerinin az­ toplumsal oluşumu birbiriyle çelişen iki sürecin etkisi altın­
gelişmiş ülkeler üzerindeki etkisi, artık tarımsal feodalizm daydı: birincisi, geleneksel «feodalleşmiş» Osmanlı sistemi­
ile endüstri kapitalizmi arasında değil, ancak «uluslararası nin, Avrupa ticareti ve Lübnan tüccar sermayesinin etkisi
oligopclcü kapitalist yüksek kâr/yüksek ücret sektörü ile y e­ altında parçalanmasını içermekte; diğeri ise bağımlı tüccar
rel rekabetçi kapitalist düşük kâr/düşük ücret sektörü ara­ kapitalizminin endüstri sermayesi aleyhine korunmasını
sındaki» yeni bir ikiliği yaratmaya yöneliktir (Barratt Brown, güçlendirmekteydi (Saba, 1976). Ondokuzuncu yüzyılda, ih­
1974, s. 276). Bu gelişmeleri kendi kuramsal çerçevesi içine racata yönelik tahıl üretimi, Napolyon savaşları sonrasında
oturtabilmesi için, yoksul toplumlar (Hindistan) ile bağım­ Avrupa’nın istemlerine karşılık olarak dikkate değer biçim ­
lı zengin toplumlar (Kanada) arasında ayrım yapan açıkla­ de artış göstermiştir. Mehmet Ali Paşa reformları sonrasın­
malar bulunabilmesi için, Marksist çözümlemenin, odak nok­ da Mısır’ın ham ipek istemine karşılık olarak, hemen hemen
tasını azgelişmişlik kuramından bağımlı gelişme kuramına aynı sıralarda dut ağacı dikimi adım adım yaygınlaştırılmış­
çevirmesi gerekecektir. Bununla birlikte, Marksist serma­ tır (Holt, 1966). İhracata yönelik bu ticaret, el sanatları üre­
ye birikimi kuramındaki bu son dönem tartışmalarından ç ı­ timini (ipek ve pamuklu kumaş üretimi), parasal işlemleri
karılacak temel ders, tek boyutlu «ilerleme» veya «azgeliş­ ve köy takas ekonomisine sızmaya başlayan tüccar serma­
mişlik» kavramlarının kuramsal yönden yetersiz oldukları­ yesini harekete geçirmiştir. Toplumsal sınıf anlamında, me-
dır. tayage(*) sistemi ile birlikte, ihracata yönelik dokumacılık­
Bölüm 2’de ATÜT’ün Orta Doğu’nun çözümlenmesinde la uğraşan zanaatkâr sınıfın yanıbaşında, bir orta köylülük
kullanılışı üzerinde yoğunlaşarak Marks’m sömürgeciliği ele gelişmiştir. Pazar için üretimin bu henüz olgunlaşmamış ör­
alışındaki tarihselcilik sorununa yaklaşacağım. Ancak bu nekleri, köylü yığınlarının şeyh ve emirlere feodal bağım­
tartışma öncesinde, KÜT’ün emperyalizm ve sömürgecilik lılıkla bağlı oldukları bir ekonomi çerçevesine oturmuştu.
süreçleri yoluyla Orta Doğu toplumsal oluşumları üzerinde Ancak, ticaretin tüccar sermayesi altında 1827 ve 1862 ara­
yarattığı koruma ve çözme etkilerini kısaca gözden geçir­ sındaki hızlı gelişimiyle, feodal toprak sahiplerinin egemen
mek önemlidir. Orta Dcğu’daki her bir toplum kendi iç yapı­ rolü, Beyrut’ta kümelenen güçlü tüccar kapitalistlerin ge­
sına ve dünya işbölümü içinde yeralış yöntemine bağlı ola­ lişmesiyle tehlikeye düşmüştür. Feodal beylerin geleneksel
rak benzersiz bir gelişme sürecine girerken, Orta Doğu ti­ iktidarı İbrahim Paşa komutasındaki Mısır ordularının 1832’
pik biçimde, Marksistlerin «birleşik ve eşitsiz gelişme yasa­ den 1840’a kadar sürdürdükleri işgal sırasında daha da za­
sı» olarak değindiği sürece maruz kalmıştır (Dos Santos, yıfladı (Hourani, 1946). Mısır yönetimi vergileri yükseltir­
1970). Gelişme eşitsiz olmuş, ekonominin ve toplumsal oluşu­ ken, feodal beyler alışılagelen vergi koparma haklarından
mun kimi sektörleri diğerleri pahasına gelişmiştir; gelişme mahrum kaldılar.
birleşiktir, çünkü kaynakların azgelişmiş ülkelerden ileri en­ Ondokuzuncu yüzyılın ortalarına gelindiğinde, İngiliz
düstri toplumlarma aktarımı ile yoğunlaştırılan ve sistemli tekstili akışı, Lübnan ve Suriye’deki yerel dokuma imalatını
biçimde yapılanan eşitsizliklerin bir bileşimini içermektedir ciddi biçimde temelden bozmuştur (Smilianskaya, 1966). Bu-
(Halliday, 1974, s. 17). Birleşik ve eşitsiz gelişmenin bu özel­
likleri, ondokuzuncu yüzyılda Fransız ve İngiliz sermayesi (*) Yarıcılık, iştirakli icar (ç.n.).
tarafından, parçalanan Osmanlı İmparatorluğunun yörün­
37
nun sonucunda ortaya çıkan işsizlik, gelir düşüşü, köylülü­ m «tek yanlı gelişm esinin temel nitelikleri oldukça iyi bilin­
ğün artan sömürüsü ve feodal toprak sahiplerinin borçlan­ mektedir. (Issawi, 1963; Owen, 1969; Radwan, 1974). Mehmet
ması, «feodal» ekonominin genel krizini oluşturdu. Köylü iş­ Ali Paşa’nın endüstri ve tarımdaki reform programının so­
gücü fazlası göç etmeye zorlandı ve geleneksel toprak s a ­ nuçta başarısızlığa uğraması (Dodwell, 1967), Mısır ekono­
hibi giderek Beyrut tüccarlarına bağımlı duruma gelirken, misini, tek-ürün ihraç eden bir tarım biçiminde, uluslarara­
feodal bey yerini, köylülüğe karşı alışılagelen yükümlülük­ sı bağımlılığa itti. Sulanan arazi pamuk üretimi için % 20
lerle sınırlanmayan tüccar ve tefecilere bıraktı (Wolf, 1971 oranında artırılırken, gıda üretimi nüfustaki artışı karşıla-
a, 1971 b). Artan ekonomik baskı koşullarında, köylü ayak­ yamadı. Ondokuzuncu yüzyılda ihracatın toplam değerinin
lanmaları ve mezheplerarası gerginlikler yaygınlaştı (John hemen hemen yarısı yabancı tahvil sahiplerine yapılan öde­
son, 1975). Siyasi belirsizlik ve yatırım gelirlerindeki fark ­ meye ayrılmıştı. Aynı zamanda, ihraç ürünü olarak pamu­
lılık nedeniyle, tarımdan ve ticaretten koparılan artık, en­ ğun dünya pazarında değeri düştü ve ayrıca Amerikan pa­
düstri sermayesine veya tarımsal gelişmeye yatırılmamıştı. muğu ve sentetik ipliğinin rekabeti karşısında zarar görme­
Güvenli yatırım, ticaret ve tefecilikte veya kiralık dükkân, ye başladı. Pamuk üretimine bırakılan alanın genişlemesiyle
depo gibi kentsel mülkte arandı. Yirminci yüzyılda, Lübnan birlikte, Mısır buğday ihraç eden bir ekonomi olmaktan çıktı
toplumsal yapısının karakteristik özellikleri ondokuzuncu ve artan miktarlarda buğday ithal etmeye zorlandı. Pamuk
yüzyılın sözü edilen gelişmeleri üzerinde şekillendi. Lüb­ ihracından sağlanan fazla yabancı hisselerine geri gönderil­
nan toplumsal oluşumu, tüccar sermayesinin ve bera­ miş, ya yeniden pamuk üretimine yatırılmış, ya da bankacılık
berindeki mali aygıtının, endüstri sermayesi pahasına, er­ ve sigorta gibi hizmetlere yönlendirilmiştir. İthalatla bir­
ken gelişmesiyle tanımlanmaktadır. İmalat endüstrisinde likte yerli el sanatları temelden yıkıldı ve ihraç ürününün iş­
çalışan kentsel işçi sınıfı bulunmamakla birlikte, köylülük lenmesine yönelik teknik süreçler dışındaki imalat endüstri­
iş bulmak için eski tarımsal sektörden dışarıya göçetme sinde, ana çıkarları Mısır’ın Avrupa’nın «pamuk çiftliği» ola­
baskısı altındaydı. Egemen tüccar sermayesi, kambiyo dene­ rak tutulmasında yatan Mısır toprak sahiplerinin ve yaban­
timinin ortadan kaldırılmasını, serbest altın pazarının ku­ cı kapitalistlerin yatırımlarına şiddetle gerek duyuldu.
rulmasını, düşük gümrük tarifelerinin ve bir banka gizliliği Büyük Buhranla ve güçlü bir milliyetçi hareketin ortaya
yasasının gerçekleştirilmesini içeren devlet siyasalarıyla çıkışı ile birlikte, otuzlu yıllarda tarımdaki krize bir çözüm
olumlu yönde özendirildi. Beyrut’un Orta Doğu’nun mali m er­ olarak, pamuk ihracından ithal ikameci endüstrileşmeye ve
kezi olarak gelişmesinde ayrıca çeşitli «tarihî rastlantıların» gümrük vergisi korumasına geçme girişimlerinde bulunul­
da katkısı oldu. Özellikle de, Arapların İsrail’i boykotu, Tel du. Savaş-arası dönemin siyasası hakim sınıfın üç bölümü
Aviv ve Hayfa yerine Beyrut’un Arap bankalarının petrol, arasındaki önemli ölçüde çözülmemiş bir çatışmayı sergi­
ticaret ve turizm mevduatlarının toplanma yerine dönüş­ lemektedir: Saray etrafında kümelenen daha çok Türk kö­
mesi anlamına geliyordu. Son olarak, çoğu sömürge-sonrası kenli aristokrasi, Mısır kökenli milliyetçi burjuvazi ve son
toplumsal oluşumlarında olduğu gibi, hizmetler sektörü tarım olarak da, kır kökenli geleneksel yönetici sınıftan biraz fark ­
ve endüstri sektörleri üzerinde egemendir. Lübnan’da 1970’te lı modernlik yanlısı bir burjuvazi (Hussein, 1973). Bu sınıf-
hizmetler GSMH’nm % 68’ini oluştururken, endüstri % 22 içi mücadele, Mısır ekonomisini kararlı bir endüstrileşme
oranına ulaşmış, tarımın payı ise yalnızca % 10 olmuştur. aşamasına sokacak biçimde çözülmemiştir. Benzer sorunlar,
Benzer bir eşitsiz ve birleşik gelişme yapısı Mısır ve Ce­ toprak reformu, tarım reformu ve endüstrileşme çabalarına
zayir’in politik ekonomilerinde de görülebilir. Modern Mısır’ ve artan sosyal altyapı sermayesine rağmen, Nasır rejimi -
38
39
nin peşini bırakmadı. Nasır rejimi, burjuva sınıfının devril releri yıktı ve toprağı salt ekonomik mekanizmalar yoluyla
meşinden çok, ekibinin değişmesini içeriyordu ve bu yüzden kolonların(*) eline aktardı (Wolf, 1971 a, 1971 b). Fransız
de geçmişle önemli bir süreklilik içerisindeydi (Mansfield, sömürge yönetimi bu yollarla ovalardaki ve kıyı bölgelerin­
1969). Nasır’m toprak reformları, tarımsal üretkenliğin te­ deki en iyi ekilen toprakların arslan payım elde etti. Bu ise,
mel sorunlarını çözmeden, eski aristokrasinin iktidarını kır­ toprağı işleyenler ile göçebeler arasındaki dengeyi bozan
dı. Millileştirme politikası toprağı kapsamadı. Kamu sektörü, ve kırda büyük bir işsizlik yaratan bir etki yaptı. Demogra­
piyasanın kâr kıstaslarına göre çalıştı. Mısır, sömürge-son- fik değişmeler ayrıca, erkek işçileri büyük kentlere ve da­
rası toplumlarınm bilinen oranlarına ulaşmıştır (Alavi, 1972); ha sonra da Fransa’ya göçetmeye zorladı. Cezayir'in 1840’ta
yani 1960’larda işgücünün % 20’si imalatta, % 54’ü tarımda yaklaşık olarak 2,5 milyon olan nüfusu 1910’da 5,5 milyona
ve % 20’si hizmetlerde idi (Abdel-Malek, 1854). Mısır’ın ge­ sıçradı. Kentleşme ve yerleşikleşme, hızlı bir kırsal göçü,
leneksel borçlanmışlığı ve yabancı finansmana bağımlılığı kötü bir nüfus dağılımını ve özellikle de kilometre kare ba­
1970’lerde önemli biçimde artmıştır. İhracatın, ithalatın ol­ şına 150 kişi gibi bir yoğunluğa ulaşan Kabylia’da kırsal nü­
dukça gerisinde kalmasıyla birlikte, 1972’de 192 milyon M ı­ fus fazlasını ortaya çıkardı.
sır sterlini olan ticaret açığı 1975’te 1 milyar 361 milyon Mısır Avrupa’lı kolonlar tarımsal üretim yöntemlerini kökten
sterlinine yükselirken, aynı sürede yıllık borç servisi 353 mil­ değiştirirken geleneksel Müslüman tarım ekonomisi durgun­
yon Mısır sterlininden 1 milyar 235 milyon sterline çıktı (Au­ laştı ve 1930’larda tarımsal büyüme hızı nüfus artış hızının
altına düştü. 1953’te, yeni yerleşen Avrupalılar toplam ta­
las, 1976). Öyle gözüküyor ki, Başkan Sedat’ın, özel sektörü
rımsal ürünün yaklaşık % 65’ini ürettiler. Tarıma, bağım­
ve yabancı yatırımı özendirerek ekonomiyi liberalleştiren
sızlık öncesinde toplam sebze üretiminin % 35’ini ve Ceza­
«açık kapı» siyaseti, imalatta ve inşaatta özel yatırımı ha­
yir’in Fransa’ya ihracatının yarısından fazlasını oluşturan
rekete geçirmek yerine, Misır’ı lüks mallar ithalatına açarak
sömürge bağcılığı egemendir. Üzüm bağlarına ayrılan top­
ticaret açığını arttırıyor.
raklar, yirminci yüzyılın birinci yarısında iki katma çıktı;
Lübnan ve M ısır’ın, imparatorluk yönetimi aracılığı ile
sonuçta gıda ürünlerinde ve koyun otlaklarında bir azalma
dolaylı mandacı denetim biçimlerinden farklı olarak, Ceza­
gerçekleşti. Bu ihracata yönelik pazar için tarımsal üreti­
yir 1840’tan itibaren zor yoluyla sömürgeleştirilmiş ve bu­
nun, sömürge-öncesi toplumsal yapısında tahrip edici etki­ min gelişmesi karakteristik bir ikili ekonomi yarattı; sınırlı
gelişmiş bir art bölgeye (hinterland) dayalı geçimlik tahıl-
leri olmuştur (Gallissot, 1975). Kamu mülkiyetindeki (beylik
hayvancılık sektörüne karşı, ihracata yönelik Avrupa-kökenli
mülkü) sulanan, verimli topraklarla geleneksel olarak dini
sektör (Murray ve Wengraf, 1963). Avrupa kökenli sektör, g e ­
amaçlara veya hayır işlerine ayrılmış araziler (habis veya
vakıf mülkü) birleştirildi. Kabile topraklarının ve komünal leneksel ortakçılık sisteminin çöküşüne katkıda bulundu ve
kırsal köylülüğü mevsimlik ücretli işçi durumuna getirdi. Eko­
arazilerin bilâd el arş kullanımına bir dizi kısıtlama getiril­
miş ve başkaldıran kabilelerin mülklerine elkonmuştur. Ge­ nominin yapısı, toplumsal sınıf yapısında ve sektörler bağla­
leneksel olarak töresel haklara (bölünemezlik gibi) bağlı mında belirgin biçimde yeniden üretilmektedir. Yerli za-
olan ve nihai hakkı da hükümdara ait olan özel toprak veya naatkâr sınıf çökmekte veya durağanlaşmaktaydı; ancak
ekonomideki işlevlerini, sömürge koşullarında önemli bir g e­
aile arazisi (mülk), sömürge yasaları ile bireysel özel mül­
lişme göstermeyen imalat endüstrisi yerine getirmiyordu.
ke dönüştürüldü. Mülk’ün bu biçimde yasal olarak pazar
için meta haline dönüştürülmesi, köylülüğe sömürge-öncesi
(*) Çiftlik sahibi Avrupalı (ç.n.).
sistemde bir ölçüde ekonomik güvence veren geleneksel tö­
40 41
1955’te büyük ölçekli endüstri gayrısafi yurtiçi hasılanın Sî dir. Dış ticaret ve yabancı sermaye yatırımı emperyalizmi,
8’inden daha azını kapsamaktaydı ve hafif endüstrinin önem­ yerli küçük meta üretiminin ve küçük endüstri sermayesinin
li sektörleri hiçbir zaman gelişmedi (Amin, 1970). Madencilik yıkılmasıyla sonuçlanmıştır. Ondokuzuncu yüzyılda nüfus­
ve inşaat sektörü yatırımları bir yana, hizmetler sektörü­ taki artış, her bir toplumun tek-ürünlü ihracat tarımına
nün idaresi için sistemin yüklü bir yönetim sınıfını gerektir­ (ipek, pamuk ya da şarap) bağımlı duruma gelmesiyle gıda
mesi, sömürge tipi tarım kapitalizminin tipik bir özelliğidir. arzında ortaya çıkan düşmeyle bir arada ilerlemiştir. Bu
¿00000 kişilik Avrııpa’lı işgücü ordusu içersinde hizmetler durum, kırsal nüfus fazlasını, kentsel işsizliği, göçebe otla-
160000 görevliyi, yönetim 50000 çalışanı kapsıyordu. Nitekim, tıcıların dışa göçmesi veya yerleşikleşmesini bir araya geti­
1954’te, ulaşım, ticaret ve hizmetler, gayrisafi yurtiçi hası­ ren tipik bir azgelişmiş toplum kesiti oluşturmuştur. Azalan
lanın % 39’unu oluşturmaktaydı. yatırım etkinliğine karşın, imalat sektörü genişlemeye baş­
İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Cezayir ekonomisi, it­ larken, geleneksel tarım durgunlaşmaktadır. Bu toplumlarda
halatın hızla büyümesinden kaynaklanan, çok şiddetli bir sermayenin yayılması, geri emek örgütlenmesi ve sömürü
ödemeler dengesi açığıyla zorlanmaya başladı. Cezayir’in biçimleri ile birlikte yürümektedir. Çeşitli yerli ve kompra­
ihracatı genişlemesini sürdürürken (özellikle de petrol ihra­ dor sınıfların, muazzam bir sömürge-sonrası devlet aygıtı
catının öneminin artmasıyla birlikte), Fransız ekonomik ile yönetildiği bir toplumsal oluşumda, askerî, ticarî ve gü­
planı kapsamında, ülke içine bir kamu sermayesi akışı o l­ venliğe ilişkin gereksinmelerin artması, hizmetler sektörü­
du. Bununla birlikte, Cezayir’in mali sorunlarındaki önemli nün çok erken bir patlaması ile ilişkilidir.
bir etken, askeriyeye ve iç güvenliğin diğer yönlerine iliş­ Orta Doğu’daki bağımlılığa ilişkin bu kısa taslak, ser­
kin kamu harcamalarındaki büyümeden kaynaklandı. 1955’ maye yayılmasının ilerlemeye dönük ve devingen olduğu
te, kamu harcaması 246 milyar franka ulaştığında, polis, ad­ varsayılan yönlerine eğilen Marks yorumlamalarına ilişkin
li yönetim, güvenlik ve askeriye harcamaları 70 milyar fran ­ sorunların vurgulanmasına hizmet etmektedir. Hindistan ve
kın üzerindeydi. Vergilerdeki ve ihracatın değerindeki önemli İrlanda ile ilgili yazılarının dikkatli bir incelemesi yapıldı­
artışlara karşın, 1947 sonrasında sermaye kaynakları har­ ğında, Marks’ın sömürgecilik üzerine, sömürgeciliğin geliş­
camalarındaki genişleme, Cezayir’in yabancı yatırıma ve dış meyi engelleyici, geciktirici etkilerini dikkate alan diğer
borçlara sürekli biçimde bağımlı duruma geldiğini göster­ bir bakış a'çısının bulunduğunu ileri sürmek mümkündür.
mekteydi. Sömürge-sonrası yönetimi, Fransız sömürge orta Ancak, Marks’m yoksun olduğu, «bütün olarak kapitalizmin
sınıfının ülkeyi terk edişini izleyen kısa dönemli bir becerili bir süreç veya süreçler örüntüsü olarak değil, aralarından
ve profesyonel işgücü darlığı gibi başka bir güçlükle birlik­ birinin diğerleri pahasına gelişmesini sağlayan bir eşitsiz
te, dengesini yitirmiş bir toplumsal yapı devraldı. Ayrıca, ortaklar ilişkisi olarak ele alınması gerektiği» düşüncesidir
1960 ile 1962 arasında devrimci savaşım Fransa’nın aleyhine (Foster-Carter, 1974, s. 70). Bu ön tartışmayı sunarken, ka­
dönmeye başladıkça, Cezayir’den Fransa’ya büyük oranlar­ sıtlı olarak, Marks’m sömürge tipi azgelişmişlik ve bağımlı­
da bir sermaye aktarımı oldu. Bağımsız Cezayir’in darbe y e ­ lık «kuramı»ndan çok, onun sömürgecilik üzerine «yazıları­
meye açıklığı, Cezayir şarabının, petrol, sebze ve madenleri­ na», «yorumlarına» ve «gözlemlerine» başvurdum. Bu ter­
nin alıcısı olarak Fransa’ya neredeyse tümüyle bağımlı ol­ minoloji, Marks’ın KÜT’ün bunalımlarına ilişkin bir kuram
ması ile daha da vurgulanmaktaydı (Kumbaracı, 1966). yaratmış olmasına karşın, Avrupa-dışı toplumsal oluşumlara
Bu üç sömürge tarihi, uluslararası bağımlılık bağlamın­ —bunların tarihlerine, yapılarına ve çelişkilerine— ilişkin
da ortak bir eşitsiz ve birleşik gelişme yapısı sergilemekte­ tümüyle olgunlaşmış, tutarlı bir kurama sahip olmamasm-

42 43
dan kaynaklanmaktadır. Doğaldır ki bu sav, Marks’m «As-
yagil toplum» —yani ATÜT— üzerine gözlemlerinin geçer­
liliğine ilişkin belli kuramsal kararlara dayanmaktadır. Bun­
dan sonraki bölümde, Asya tipi tarz kavramının Arap toplu­
munun İsrail’in kapitalist gelişmesi karşısındaki atfedilmiş
geriliğinin açıklanmasında kullanılışını inceleyeceğim.

— 2 —

MARKSİST ORTA DOĞU KURAMLARI

İsrail’e ve Siyonizme karşı «doğru» bir yaklaşımın bieim-


lendirilmesinin güçlükleri uzun bir süre Avrupa ve Kuzey
Amerika’daki sosyalistleri yıldırmıştır. Eski Sol geleneksel
olarak, gerici Avrupalı tutucuların ve tekelci kapitalizmin
petrol şirketlerinin birlikte destekledikleri feodal Arap hü­
kümdarlarıyla çevrili bir sosyalist demokrasi olarak İsrail'le
özdeşleşmiştir (Jones, 1670). 1856 Sina seferi sonrasında
Arap topraklarının ilhakı, Altı Gün Savaşı ve Yom Kippur
Savaşı, Filistinlileri, emperyalizmin ileri karakolu durumun­
daki İsrail ile Ürdün gibi İngiliz yanlısı feodal devletler ara­
sında sıkışmış vatansız bir halk olarak gören Yeni Solun ba­
kış açısını değiştirmiştir. «Kara Eylüb> olayları, Kudüs ün
kentsel gelişmesi, İsrail’in Lübnan iç savaşma karışması,
İsrail’de Araplara sistemli biçimde uygulanan eziyete ilişkin
bilgilerin tümü İsrail’in siyasetine ve siyonist ideolojiye sol-
kanattan yapılan eleştiriyi onaylama ve güçlendirme eğilimi
göstermiştir (Cooley, 1873; Langer, 1975). Doğaldır ki, İs­
rail’e yönelik sosyalist eleştiriler, İsrail devletini ve onun
egemen siyonist ideolojisini ne dereceye kadar reddettikleri­
ne bağlı olarak önemli ölçüde farklılık göstermişlerdir (Far-
soun v e diğerleri, 1S74). Orta Doğu bunalımına ilişkin Yeni
44
45
vesi. işçilerin, üretim araçlarından kopması ve «parasal iliş-
Sol görüşlerin muazzam çeşitliliği, İsrail’de ortaya çıkan mu­ lg birey yabancılaşmasının
halefet ve ayrılıkla daha da karışık bir görünüm kazanmak­ en derin biçimini getirmesinin vanısıra. sosyalist gelişme ve
tadır (Nahas, 1976; Glass, 1976). Bu kuramsal ve siyasal ay­ insan varlığının karşı-yabancılaşması* için potansiyel., taşı-
rılığın ışığı altında, Yeni Sol içinde bir takım gruplarca sa­ masmdacfır. Corri ile serf ara d a k i kisisel ilişkinin .Yfirfoe,
vunulan «insancıl Marksizm»in temsilcisi ve aynı zamanda bir meta niarak ^m^Sin kişisizliğini** ( impersorıalism) }-yn
İsrail sosyalizminin savunucusu olması nedeniyle Shlomo Avi- kapitaliydi, feodalizıoiıı_yanıtsamalarını ve gızemiç&U.Tm ~fe '
neri’nin İsrail ve Orta Doğu üzerine Marksist görüşlerini riıni yı kma1-’ Ka ni 1^1i-/.m-nr.ee. si .. toalumsii 1 olüiaümkgja
gözden geçirmek yerinde olur. insan n isk ile rfkevfi ve özfilci (particularistic) f l t a r t o J g -
Althusser çiler in tersine, Avineri M arks’m toplum felse­ nifa 1izm sovut. kişisiz nmVorxnnnl.) ye evrensekıdır (ıınıver-
fesini göreli olarak benzeşik ve sürekli bir kuramsal üretim salistic). Avrupa bağlamında, bur.iuva kapitalizmi «bülün
olarak görmektedir. M arks’ın Paris Manuscripts ve The Com­ feodal, ataerkil, saf v e ftpyfmli ilişkilere soa.K££m,İS-ti^i> Ik a-
munist Manifesto adlı eserleri, gazeteciliği ve Capital'i ben­ nitelizml.*** birevi ‘doğal Üstlerine’ tabi kılan her çeşitten
zer analitik değere ve kuramsal bütünlüğe sahiptir. Ayrıca feodal bağları amansızca parçalamış ve irisan ile insan ara­
Avineri, Hegel ile Marks arasında çözümleme konuları ve sında ya İm bireysel çıkardan, katı, duygusuz ‘nakit gara
kuramsal araştırma nesneleri yönünden muazzam bir sürek­ ödemeden’ başkaca bir bağ bırakmamıştır» (Marks ve En-
liliğin bulunduğunu vurgulamaya çalışmaktadır. Yabancılaş­ gels, tarihsiz, s. 52). Kapitalizmin yayılması, bu evrenşelcı-
ma, nesnelleşme (objectification) ve şeyleşme (reification) tik üzerine temellenen toplumsal ilişkilerin dışarı aktarılma­
konuları, Marks’ın toplumsal oluşumlara ve diyalektik tarih­ s ı" ile" sonuçlanmaktan b.g Vİec£.m M £ .l .Mkİk îe£.ınJ kııçuk
lerine ilişkin kuramındaki kesiksiz gelişmeyi açıklayan ve ulusların özelciliği ve «kırsal yaşamın saçmalığı» kapitalist
Hegel ile Marks arasındaki devamlılığı sergileyen temel odak iırpHm "iİTRk'ilerjnin v p kamt,alisi me.tfilanîl.fitlgŞİ ÜÇ iiâŞİLüŞ
noktasını oluşturmaktadır. Burada temel öncül, insanın top­ olmaktadır. Tarihi, özelcilik ile evrenselcilik arasındaki bir
lumsal bir varlık olarak sosyo-kültürel dünyayı yarattığı ve d'iyalektiTolarak ele alan Marks’ın bu teması, Hegel’in tanh
insan emeği aracılığıyla doğal çevreye biçim verdiğidir. Ay­ felsefesinden aktarılmış olup, özellikle proleteryamn «evren­
nı zamanda, bu insan gerçekliği, insanın dışında ve karşısın­ sel bir sınıf» olarak sahip olduğu devrimci role ilişkin olarak
da duran nesnel ve doğal bir olgu olarak yaşanmaktadır. T a­
geliştirilmektedir (Avineri, 1937). _
rih özne ile nesnenin; öznel etmen insan ile nesnel veri top­ Marks’m kapitalizm kuramına yüklenilen bu iiegel cı-
lumsal alemin diyalektiğidir. Bu tarihsel süreç insanın dün­ lik, Avineri’nin sömürgeci kapitalizmi ve ATİ)T ü ele alışın­
yaya ilişkin bilincinin evrimi ile noktalanmakta ve bbylece da özellikle vurgulanarak ortaya konmaktadır, k a p ita list
birey doğanın ve toplumun sınırlamalarını aşmaktadır (A u f­ toplum dürtülerinde ^rrpnsplr.idir ve bûtijfl fiünvavı tumde.IL
hebung). Marks’ta, Hegel’in Tin ve Tarih kavramlarından ..u-^1 olacak,', değişemeyecektir» (Aviner, 1968a).
oluşan kuramsal aygıt varlığım sürdürmektedir. Burada Kapitalizm, genel ve evrensel bir sınıf olarak proletarya ile
«A ufhebungen diyalektiği, insanın dünyayı açıklama ve ya­ kısmi ve özelci çıkarları savunan burjuvazi arasındaki ça ­
şama yeteneğinin ilerleyen ve genişleyen bir sürekliliğini
sağlamaktadır, ancak bunun nedeni dünyanın var olan nes­ * De-alienation: yabancılaşmanın çözülmesi (ç.n.).
nel bir veri olması değil, tersine birey tarafından bilinçli ola­
** Kişisel olmayış (ç.n.).
rak yaratılmasıdır.» (Avineri, 1968b, s. 84) *>■?* Ayraçlar çevirmene aittir.
Avineri’nin Marks 'ı yorumlayışına göre, kapitalizmin cil­
47
46
tışma ile beslenmektedir. Tersine, ATÜT’ün başat olduğu detli ise Asya ve Orta Doğu’da kökten değişme potansiye­
toplumsal oluşumlar iç sınıf çatışmalarından yoksundur ve linin o kadar fazla olacağıdır. Dolayısıyla, «Asya’daki her­
bımun sonucu olarak da durağan bir toplumsal bağlam içer­ hangi bir toplum üzerinde Avrupa’nın denetimi ne kadar
sine hapsolmuşlardır. Çünkü, ATÜT’te devlet «gerçek top­ dolaysızsa, o toplumun kendi yapısını sorgulaması ve nihai
rak sahibidir» (Marks ve Engels, 1972, s. 79), toprakta özel olarak burjuva ve böylece de, daha sonra sosyalist toplu­
mülkiyet ve mülk sahibi sınıf yoktur. Bu yüzden toplumsal ma katılması olanağı o kadar fazladır.» (Avineri, 1988a, s.
sistem, toplumsal gelişmenin temel bir unsurunun, yani, top­ 18) Bu bakış açısı, Avineri’nin, Arap geri kalmışlığının ve
rak sahipleri ile sömürülen köylülük arasındaki sınıf müca­ İsrail kapitalizminin ilerici niteliğinin tarihsel koşullarına
delesinin yokluğunu çekmektedir. Marks ve Engels, Commu­ ilişkin görüşünün temelini oluşturmaktadır. Çok açık olan
nist Manifesto’da, tarilı görüşlerinin, gerçek toplumsal de­ Cezayir örneği bir yana, bir çok Orta Doğu toplumu A v­
ğişmenin sınıf mücadelesinin sonucu olduğu biçimindeki te­ rupa emperyalizminin dolaylı bir yönetim biçiminde yaşadı­
mel ilkesini ortaya atmışlardır. Sömürgeci sızmadan önce lar. «İster manda, ister koruyuculuk adı altında olsun, sis­
toplumsal sınıflardan yoksun bulunması nedeniyle, Asya’nın, tem, Batı iktidarının bütünsel üstünlüğünü, onu doğru­
hanedanların döngüsünün dışında gerçek bir tarihi olmamış­ dan yönetime katmadan —bu yüzden de Arap toplumunun
tır. Örneğin, «Hint toplumunun hiçbir tarihi yoktur; en azın­ »üiyo-ekonomik alt yapısını temelden etkilemeden— sağla­
dan bilinen bir tarihi» (Marks ve Engels, 1972, s. 81). «Hin­ mıştır» (Avineri, 1972, s. 301). Dolaylı sömürgecilik, Arap
distan tarihi» diye geçen, yalnızca, kraliyet ailesini yerin­ toplumunun eski toplumsal yapısını parçalamak yerine yal­
den eden, ancak Hindistan’ın toplumsal anlamda durağan­ nızca egemen seçkinlerin geriliğini ve militarizmini yeni­
lığını destekleyici temel ekonomik koşulları koruyan, ardı den üretmiştir. Bu yüzden günümüz Orta Doğu’sunun as­
kesilmez istilaların vakayinamesidir. İngiliz kapitalizminin keri toplumları, değerler ve toplumsal rol yönünden, Türk-
Hindistan’daki tarihi rolü, toprakta özel mülkiyeti yarata­ lerin, Selçukluların ve Memlukların soyundandır. Avrupa
rak ve geleneksel köy sistemini yıkarak ATÜT’ün başatlığını devletleri, durağan ve eski olan temel toplumsal yapıyı
kırmak olmuştur. Avineri bize, Marks’ın Asya ülkelerini ta­ kökten değiştirmeden modern askeri teknolojiyi sunmuştur.
rihten yoksun oryantal despotizmler olarak ele alarak, or­ Avineri, İsrail toplumunu ve siyonist sosyalizmini ka-
yantal ve batı toplumsal yapıları arasındaki teme} farklılığa rakterize edebilmek için, Ber Borochov’un «yahudi soru­
ilişkin, Hegel’ci felsefeden kaynaklanan bir yorumlamayı numun toprağa ilişkin olarak çözümü görüşü ile Hegel’in
tekrarlamakta olduğunu hatırlatmaktadır. Oryantal devlet­ tarihin ilerleyişine ilişkin görüşünü birleştirmektedir. İsrail-
lerin tarihi «çoğunlukla gerçekten tarih dışıdır (unhistorical), Arap çatışmasının trajedisi, bu mücadelenin iki milliyetçi
çünkü yalnızca aynı görkemli kalıntının yinelenmesid'>*» toplumsal hareket —ki, burada yalnızca yahudi milliyetçiliği
(Hegel, 1858, s. 108). gerçekten köktenci ve ilerlemeye dönüktür— arasında olma­
Bu yüzden Avineri, emperyalizmin, dünya tarihinin ka­ sıdır. Yahudi ulusal hareketi, yahudi toplumunun kendi ka­
talizörü olarak «gerekliliğine» ilişkin klasik Hegelci-Mark- derini tayin için verdiği siyasi mücadeleye ve toplumsal dev­
sist görüşe teslim olmaktadır (Bukharin, 1972, Bölüm: 12). rime dayanırken, Arap ulusal hareketi «hemen hemen tümüy­
Kapitalist üretim ilişkilerinin ithali, ATÜT’e dayalı toplum­ le siyasi kalmıştır — doğrusu Arap toplumsal devrimi hâlâ
sal oluşumların kökten değişime uğrayabilmelerinin ve denenmek durumundadır» (Avineri, 1970, s. 34). Bu çifte dev­
dünya tarihine katılabilmelerinin tek koşuludur. Bu görü­ rim —siyasi ve toplumsal—, İsrail’e, dönüşmeye ve ilerleme­
şün zorunlu sonucu, kapitalist sömürgecilik ne kadar şid­ ye dönük niteliklerini sunmaktadır. Borochov’un tersine çev­

48 49
rilmiş piramit değerlendirmesini izleyen Avineri, Filistin’de liğini ve çeşitliliğini yetersiz biçimde ele alıyor olması.
bir ulusal anavatan oluşumunun, dünyanm dört bir yanına Marks’m Hegel’e bağımlılığını abartması, doğrudan sömür­
yayılmış öbeklerden oluşan yahudiliğin küçük burjuva özel­ geciliğin «gelişmeyi engelleyici etkisini» dikkate almayışı ve
liklerini ortadan kaldırarak, onun geleneksel toplumsal ya­ İsrail’in modernleşmesi üzerine abartılı görüşlere sahip o l­
pısını kökten değiştirdiğini ileri sürmektedir. Yahudi göçü ve ması gibi nedenlerle birçok yönden sorgulanabilir (Tıırner,
Filistin’de yerleşme «içe göçler tarihinde yaşanan biricik 1076). Ancak, en uygun yaklaşım, Avineri’nin düşüncesine bü
kasten yukarıdan aşağıya doğru devingen toplumsal hare­ tün yönlerden saldırmak yerine, İsrail’deki Arapların m o­
ketti» (Avineri, 1S70, s. 35). Göç, dışarıdaki eski öbeklenme' dernleşmesiyle ilgili tartışmasının gör gül geçerliliğini değer­
nin küçük burjuvazisini İsrail işçi sınıfına dönüştürmüştür. lendirmek ve daha sonra da ATÜT kavramının kuramsal
İsrail’in sömürgeciliği, Güney Afrika veya Cezayir’in beyaz yeterliliği sorununu ortaya atmaktır. Avineri’nin, İsrail’in
lar tarafından tipik biçimde sömürgeleştirilmesinden fark sömürgeci kapitalizmin etkilerini, sancılı modernleşme sü­
lıydı, çünkü, Siyonizm ucuz Arap emeğini sömürmeyi redde recini başlatması nedeniyle, su götürmez biçimde olumlu ola­
diyor, kendi gücüne dayanma ve çalışma değerlerini vazedi­ rak değerlendirmesine karşın, Arap sosyo-ekonomik yapısı­
yordu. nın gerçek gelişmesi çok daha karmaşık bir eşitsiz ve bir­
Eğer Avrupa kapitalizminin dolaylı emperyalizmi Mısır leşik gelişme sürecini sergilemektedir (Troçki, 1932, cilt: I).
ve Suriye’nin sömürge öncesi değerlerini ve yapısını yeniden Altı Gün Savaşı sonrasında İsrail liderleri, Batı Yakası
üretmişse, İsrail’in Filistin’i doğrudan sömürgeleştirmesi de ve Gazze’nin gelecekte İsrail ekonomisiyle ilgili olarak oy ­
Batı Yakası ve Gazze Şeridi’nde modernleşme sürecini baş­ nayacakları ekonomik role ilişkin iki önemli karar aldılar.
latmıştır. İsrail’deki ve işgal edilen topraklardaki Araplar Bunlardan birincisi, İsrail ekonomisinde, işgal altındaki b ö l­
yavaş da olsa, geri dönülemez biçimde geri kalmış bir köy­ gelerden gelen Arap emeğinin sınırlı kullanımına izin veril
lülükten kentsel işçi sınıfına dönüşmektedir. İsrail’in toplu mesiydi. Ekonomi 1956-67 gerilemesinden çıkmaya başladık­
iletişim araçları, Araplar’ın siyasi ve toplumsal sorunların ça, İsrail’de 1867’de % 10 olan işsizlik oranı, 1973’te % 3’ün
gerçekçi ve bilinçli çözümlemesine açık duruma gelmesinin altına düştü. Ekonomik yükselme emek pazarında bir kıtlığa
önemli bir aracıdır. Arap yerel yönetim otoriteleri, «toplum­ neden oldu, bu yüzden de Arap emeği istihdamı belirgin bı
sal bütünlüğü, temel eşitçiliği, kararlılığı ve göreli açıklığı» çimde artış gösterdi. İşgal bölgelerinden gelip İsrail’de çalı­
olan İsrail toplumu bünyesinde Araplara esaslı bir politik de­ şan Arapların sayısı !0S9’da 9 000’den, 1974’te 70 000’e sıçra­
mokratikleşme deneyimi kazandıran önemli boyutlarda siya­ dı. İkinci karar ise işgal bölgelerindeki Arap pazarının İsrail
si özerkliğe sahiptirler (Avineri. 1971, s. xix. İsrail, modern metalarına açılması ve bu bölgelerden gıda ürünleri ithaline
bir ekonomik altyapıyı, demokratik bir siyasi aygıtı ve kent­ izin verilmesiydi. Bu ekonomik ilişkide İsrail açık biçimde
sel hizmetleri sağlayarak, Arap Filistin’inde çok büyük bir hâkim ortaktı. 1960’lı yılların başlarında İsrail’de, tarım
toplumsal ve ekonomik devrimin «zoraki ebesi» gibi hareket GSMH’nın % 7’si gibi bir orana düşerken, inşaat ve endüstri
etmiştir (Shaicovitch, 1973). İsrail işgali, İsrail’deki Araplar % 33 oranına ulaştı. 1950’ların sonlarında ise, tersine, inşaat
ile, çevredeki Arap devletlerinin eski yönetici sınıfları ara­ ve endüstrinin GSMH’ya katkısı ancak % 13 oranında kalır­
sındaki bağı kopartmış ve dolayısıyla Arap modernleşmesi ken, işgal bölgelerindeki tarım % 37 oranının üzerine çıktı.
için gerekli koşulları sağlamıştır. Bu nedenle, İsrail ile işgal bölgeleri arasındaki ilişki, ikili
Avineri’nin Marks’ın sömürgecilik kuramına ilişkin g ö­ ekonomi bağlamındaki tipik bir bağımlı gelişme türüdür. İs­
rüşü, Marks’ın sömürgecilik üzerine açıklamalar mm geniş . rail yüksek ücretli, sermaye-yoğun ve ihracata dayalı eko­

50 51
1969’da 10 400 olan sayısı, 1973’te 3 900’e düştü. Aynı dönem ­
nomiyle nitelenen ileri kapitalist bir toplumdur; işgal bölge­
de, işgal bölgelerindeki inşaat işçilerinin sayısı ise 11 700’den
leri ise emek fazlasına sahip azgelişmiş bölgeler durumun­
5 800’e inmiştir.
dadır. Ancak, işgal bölgeleri diğer bağımlı bölgelerden farklı
Dolayısıyla, İsrail’in yürüttüğü işgalin başat sonucu.
olarak, gümrük tarifesi ve kambiyo oranı ayarlamaları gibi
Arapların tarımda ve inşaat endüstrisindeki becerisiz işlerde
laasik koruyucu önlemleri kullanacak durumda olmamışlar­
yoğunlaşan göçmen işgücüne dönüştürülmesi olmuştur. Ta­
dır (Arkadie, 1977). Ayrıca, İsrail ekonomisini koruyan yük­
rımsal toplumsal yapı üzerindeki diğer etki, Bedevi kabile­
sek gümrük vergisi duvarları işgal bölgelerindeki Arap tüke­
lerinin yerleşikleştirilmesiydi. Göçebeleri siyasi güvenlik v e­
ticilerini, yabancı malları yüksek fiyatlarla satın almaya v e­
ya toprağı işleme gibi nedenlerle yerleştirmeye yönelik dev­
ya pahalı satan İsrailli satıcılardan almaya zorlamaktadır.
let müdahelesini içeren zorla yerleşikleşme ile örneğin, belli
Bu. eşitsiz değişim bağlamında, işgal bölgelerinin imalat en­ bir göçebe ailesinin giderek artan refahı ile birlikte ortaya
düstrisi. İsrail mallarının etkisi altında durgunlaşmış ve bu çıkan kendiliğinden yerleşikleşme arasında bir ayırım yap­
bölgeler İsrail emek pazarına kayan Arap emeğini tutmayı mak mümkündür (Barth, 1984). İsrail’in kuzeyindeki Galilee
başaramamıştır. Başka ekonomilere ihracat gibi uzun dö­ tepeleri civarındaki, sayıları 8 000’i bulan Bedeviler tümüyle
nemli olanaklar 1957 sonrası dönemde sekteye uğratılırken. yerleştirilmiş durumdadır. Manda dönemi sonunda Negev
Batı Yakası turizmciliği gibi diğer sektörler de İsrail ekono­ göçebelerinin sayısı 65-90 bin arasında idi. Ancak, bunlar
misine kaptırılmıştır.
1948 çatışması sonrasında dağılmışlar ve geride Beyr’şeba’
Batı Yakası’nın ve Gazze Şeridi’nin ekonomik yapısında­ mn doğusunda bir kamp yerinde tutulan yaklaşık 14 000 Be
ki bu değişmeler bağımlı işgal bölgelerinin sınıf yapısında devi kalmıştır. Kamp yerinde göçebelere özgü göçmeler sı­
açık biçimde kendini göstermektedir. Filistin Araplarının de­ nırlanmıştır ve bu kabile üyeleri sonuçta kesin bir şekilde
ğişen sınıf yapısının temel özelliği, köylülüğün göçmen ve yerleşikleşme sürecine sokulmuşlardır (Muhsan, 1959). Y er-
mevsimlik ücretli işçilerden oluşan kırsal bir proletaryaya leşikleştirmenin nedeni, kısmen kamp yerinin sınırlı kaynak­
dönüşmesidir (Zureik, 1976). Toprağı işleme ideolojik tema­ ları üzerindeki nüfus baskısı ve kısmen de İsrail siyasetinin
sının tersine, yeni yerleşen yahudiler kentsel alanlara ka­ bölgede daha fazla güvenliğe yönelik gereksinmelerdir. Y er­
yarken, Araplar kırsal artbölgeye (hinterland) hapsolmuş- leştirilen Bedeviler, İsrail’in turunçgil bahçelerinde ve pa­
lardı. 1963’te İsrail’deki Arapların % 75’i kır kökenliyken, muk plantasyonlarında mevsimlik ücretli işçilere dönüştü­
kentsel yerleşmelerdeki yahudilerin 1931’de % 74 olan oranı rülmektedirler. Temel hizmetlerin yerine getirilmesine kar­
1974’ te % öO’m üzerine çıkmıştır (Ben-Porath, 1966; Hara- şın, İsrail’in Bedevilere karşı siyaseti zorla yerleşikleştirme-
ri, 1974). 1972’de, İsrail’de istihdam edilen tüm Arapların den ibarettir. «Türkiye dışında hiçbir Orta Doğu ülkesi gö­
% 20’si, istihdam altındaki tüm yahudilerin ise yalnızca % 7'si çebelerine bu denli kötü davranmamıştır ve gelişmeler, Ame­
tarımsal işlerde çalışıyordu. Ancak, Arap istihdam yapısı, rikan Kızılderililerinin kamplarını hatırlatmaktadır» (Geor-
inşaat ve maden endüstrilerinde becerisiz işçi olarak çalışan
ge, 1973).
Arapların sayısındaki belirgin artışla hızlı biçimde değiş­ Köylülüğün proleterleştirilmesi ve Bedevilerin yerleşik­
mekte. 1972’de istihdam altındaki bütün Arapların % 26’dan leştirilmesi süreçleri, İsrail’in işgal bölgelerini sömürgeleş­
fazlası inşaat ve madencilik sektörlerinde yer almaktaydı. tirmesi, Arapların göç etmesi ve topraklarından kovulması
İsrail emek pazarının güçlü çekimi nedeniyle 1967’den bu ya­ bağlamında ele alınmalıdır. Altı Gün Savaşı sonrasında kaçıp
na işgal bölgelerindeki tüm istihdam biçimlerinde bir azalma giden mülteciler sayılmazsa, 132 000 ile 141 000 arasında in­
olmuştur. Batı Yakası tarımında istihdam edilen Arapların
53
52
san Batı Yakası ve Gazze’den göçmüştür. Terketmeye zor­ koşulların İsrail kapitalistlerine uygunluğu (Ryan, 1974), bir
lanan veya kendi isteği ile göç etmeye itilenlerin büyük bir Arap endüstri kapitalisti sınıfın gelişmesini engellemiştir.
çoğunluğu genç, erkek, becerili ve meslekten işçilerdir ve Arap burjuvazisinin tarımsal ve endüstriyel kanatlarının uzun
bunlar önemli boyutlarda bir becerili em ek/kafa emeğinden dönemli yatırım tasarılarına güvenleri yoktur. Son olarak,
oluşan «beyin göçü» oluşturmaktadırlar. (Jaafari, 1973). F i­ geleneksel küçük burjuvazi (tüccarlar, dükkan sahipleri ve
listinli Arap mültecilerinin UNRWA* tarafından 1950 yılı için zanaatkarlar) turizmciliğin yitirilmesinin ve İsrail sermaye­
930 021 olarak saptanan sayısı 1972’de 1 506 640’a yüksel­ sinin etkisiyle gerilemiştir. Batı Yakası’ndaki ve Gazze’deki
miştir (Hagopian ve Zahlan, 1974). Filistinlilerin göç etme­ işverenlerin ve yarı-işsizlerin 1969’da 43 000 olan sayısı 1973’te
lerini ve kaçışlarını etkileyen diğer bir baskı da, işgal böl­ 30 000’e düşmüştür. Sayıca çok olan yeni küçük burjuvazi
gelerinde İsraillilerin yerleşmesini, Arap köylerinin fedai­ (öğretmenler, teknisyenler ve meslek sahipleri) kafa em e­
lerden koparılmasını ve Arapların İsrail’den ve işgal bölge­ ğini İsrail ve işgal bölgeleri dışındaki uluslararası pazarda
lerinden dışarıya göçünün özendirilmesini amaçlayan toprak satmaya zor lan maktadır.
istimlakiyle ilgili beş İsrail yasasının uygulanmasından kay­ Ne Hegel’in masa başı oryantalizmi, ne de Avineri’nin
naklanmıştır (Jiryis, 1973; Jiryis, 1976; Ayyash, 1976). dolaysız ve yoğun sömürgeleştirmeyi en yüksek modernleşme
Avineri’nin savı izlenirse, geri kalmış Arap köylülüğü­ olanakları ile eşitleyişi, İsrail’deki ve işgal bölgelerindeki
nün işçi sınıfına dönüşümü, İsrail kapitalizminin evrenselci Arapları anlatan karakteristik azgelişmişlik ve bağımlılık
dürtüleriyle gündeme gelen bir modernleşme örneği olabilir, belirtilerine ilişkin yeterli bir kuramsal çözümleme sunmak­
ancak bu kesinlikle belirsizlik içermeyen ve tek boyutlu bir tadır. Batı Yakası ve Gazze Şeridi’nin elde ettiği çeşitli en­
gelişme süreci değildir. Arap işgücü İsrail’in endüstri yedek düstriyel kapitalist gelişme fırsatları, Arap ekonomisi paha­
ordusunun bir parçasıdır ve Arap işçisi esas olarak, tarım, sına İsrail ekonomisini koruyan ve destekleyen özel düzen­
inşaat endüstrileri ve küçük meta üretiminde mevsimlik ve lemeler ve ayrıcalıklarla engellenmiştir. Tüccar sermayesi
geçici işlerde istihdam yoluyla artı-değer katkısında bulun­ yabancı sermayenin temsilcisi olarak serpilirken, Arap iş­
maya zorlanan kırsal bir mültecidir. İsrail ekonomisi yeni bir gücü, İsrail sistemindeki yükselme dönemlerinde gerekli ko­
pazarın ve ucuz emeğin nimetlerinden yararlanırken, işgal numları alacak becerisiz, mevsimlik ve göçmen bir girdi ola­
bölgeleri bağımlı ve çarpık bir gelişme patikasına oturtul­ rak İsrail ekonomisinde yeralmaktadır. Bütün bu gelişmele­
muştur. rin Avineri ve diğerlerinin görgül iddialarıyla çelişmesinin
İsrail otoritelerinin dayattığı koşullar altında serpilen tek yaraşıra, Avineri’nin kuramsal sisteminin temel başarısızlı­
sınıf ticaret burjuvazisi olmuştur (Hilal, 1976). İsrail ve işgal ğı, onun Marks’m Asya toplumları üzerine düşüncelerini
bölgeleri arasında ihracatla ithalatın artması, Gazze’de İs­ ideolojik yeniden yorumlayışmda yatmaktadır. Bu nedenle,
rail girişimcileri için ikinci elden taahhütlerin gelişmesi ve Avineri’ye yöneltilecek diğer eleştiriler, ATÜT kavramının
küçük işlerin (turunçgil ambalajlama tesisleri) ortaya ç ı­ kuramsal geçerliliğinin gözden geçirilmesini içerecektir.
kışı, geleneksel tüccar kapitalistlerin varlığını sürdürmesi­ Çağdaş Marksizm’de, ATÜT, yalnızca ATÜT’ün değil,
ne katkı yapmıştır. Tersine, endüstri sermayesinde Arap aynı zamanda «üretim tarzlarının» bilimsel bir kavram ola­
yatırımının şiddetli eksikliği, İsrail mallarının rekabeti ve rak yerini kuşku içinde bırakan önemli bir kuramsal tartış­
ma konusu olmuştur (Lichtheim, 1963; CERM, 1969; Ander-
* Birleşmiş Milletler Filistin Mültecilerine Yardım Kuruluşu son, 1974a, 1974b). ATÜT’ün ve Avineri’nin bu kavramı kul­
(ç. n .). lanışının altında yatan «idealist epistemolojinin» en kapsamlı

55
ve en sarsıcı eleştirisi Hindess ve Hirst'ten (1975) gelmiştir. sal yönden yeterli bir «üretim tarzı» kavramı, rastgele olm a­
Bu yazarlar, Marks’m gazeteciliğinden ve mektuplarından yan üretici güçler-üretim ilişkileri eklemlenmeleri temeline
rastgele seçilmiş aktarmalara dayanarak ve bunların Marks’- oturtulmalıdır. Artı-ürüne el koyma tarzı, ilk anda, geçerli
m kuramsal gelişmesindeki özgül yerlerine bakmadan ATÜT bir üretim tarzının varlığı veya yokluğu için bir anahtar
kuramı oluşturmaya yönelik her girişimi reddetmektedirler. veya kuramsal bir gösterge sunacaktır. ATÜT’ün kuramsal
M arks’ın gazeteciliği, onun bilim-öncesi çalışmaları arasında geçerliliği konusuna, ilk başta, hangi özgül el koyma tarzının
yer aldığından, Marksist ATÜT kuramının kuramsal olarak ATÜT’e denk düştüğüne bakılarak yaklaşılmaktadır.
en uygun kaynağı Capital’de ve belli bir ölçüye kadar da Kapitalizm-öncesi tarımda, doğrudan üreticiler, üretim
Grundrisse’de bulunacaktır. Diğer bir deyişle, ATÜT kura­ araçlarından bütünüyle kopmuş değildir ve emekçi ürünün
mı, Marks ve Engels’in sömürgecilik ve Asya üzerine görü­ bir bölümünü alıkoyar. Ücretli emeğin düşük düzeyde geliş­
nürdeki görüşleri yerine, Marks’ın kuramsal çalışma nesne­ mişliği sözkonusudur ve yerel topluluk el sanatları ile tarı­
leri olarak «üretim tarzlarının» genel niteliklerine ilişkin ku­ mın birlikteliği ile nitelenmektedir. Çünkü, üreticiler üretim
ramsal çözümlemesinde aranmalıdır. Avineri’nin Marks’ı yo- aracına (toprak) bütünüyle yabancılaşmış değildir ve artığın
rumlayışı ise, tersine, daha çok Marks’m kendisinin de «bu koparılması için basit bir ekonomik mekanizma bulunmamak •
ardı arası kesilmez gazete pisliği canımı sıkıyor... Saf bilim­ tadır. Sonuç olarak, kapitalizm-öncesi tarım, artığa el koy­
sel çalışma tümüyle farklı bir şeydir» diye sözettiği gazete­ manın gerçekleştirilebilmesi için ekonomi-dışı araçları g e ­
ciliğine dayanmaktadır (McLellan, 1973, s. 284’te aktarılı­ rektirmektedir ve bu, doğrudan üreticilerin, üretici olma­
yor). Ancak, Hindess ve Hirst’ün esas dayanak noktası, yanlara siyasi/ideolojik bağımlılığı biçimini almaktadır. Çe­
M arks’m kendisinin gazeteciliği hakkındaki olumsuz düşün­ şitli siyasi/ideolojik yapılar, rant (emek-rant, ayni rant, p a ­
cesi veya ATÜT’ün Capital’de kavramsal bir görünüme so­ ra rant) biçimi alan artığa el konuşu desteklemek için mü­
kulması olmayıp, ATÜT’ün kuramsal bir yapı olarak tutarlı dahale etmektedir. Bu yüzden, bu siyasi ve ideolojik yapı­
ve mantıken belirli olup olmadığıdır. lar, sözü edilen tarzın var oluş koşullarıdırlar. Marks’a göre,
Üretim tarzı «iirijne özgül bir el koyma tarzının doğaya devletin hem toprak sahibi, hem de hükümdar olarak doğru­
özgül bir pgpmsn jlm a f^r?]vla eklemlenmiş bir bileşimidir .» dan üreticilerin «tepesinde durduğu» Asya toplumlarında,
(Hindess ve Hirst, 1975, s. 183) Üretim iliş k ile riartı-emeğe vergi ve rant «çakışmakta, veya daha doğrusu toprak-rantı-
el koyma biçimini ve üretim araçlarının bölüsümüny İv e do ­ nm bu biçiminden farklı bir vergi bulunmamakta»dır ve bu
layısıyla da çalışanlar ile çalışmayanlar arasındaki ilişkiyi^ özel koşullar altında, «devlete kulluğun gerektirdiğinden da­
belirlemektedir ITrptİf1 ff> le r ise hammaddenin ( ha kuvvetli bir siyasi ve ekonomik baskıya» gerek yoktur
ürüne dönüştürüldüğü emek sürecini anlatmaktadif. Bu yüz­ (1970, cilt: 3, s. 971). Bu ise, siyasi hükümranlığın ve toprak
den bir üretim tarzı, üretim ilişkileri ile üretici güçlerin kar­ mülkiyetinin, artı-ürüne aynı zamanda toprak-rantı olan, v e r­
maşık-.bî^ birliğidir". Burada üretim ilişkileri, bıı hirliftin hn.g- gilendirme yoluyla el koyan devlette birleşmesinden kaynak­
kın bileşenidir. Bu tanımlamanın bir özelliği, üretici güç­ lanan vergi/rant çiftidir.
lerin üretim ilişkilerini belirlediği düşüncesinde tipik biçim ­ ATÜT’ün kuramsal geçerliliğine ilişkin soru şimdi daha
de içerilen teknolojik gerekirciliği reddetmesidir. Artı-ürüne özgül bir nitelik kazanmaktadır: yani, vergi/rant çiftine denk
el koyma tarzı, ayrı bir üretim ilişkileri yapısını önkoşul ola­ düşen bir üretim tarzı var mıdır? Bir dizi toplumsal ilişki,
rak gerektirmekte, bu ise emek sürecinin koşullarına denk vergi/rant çiftinin varoluş koşuludur. Bunların arasında şun­
düşen üretici güçleri varsaymaktadır. Sözün kısası, kuram­ lar vardır : (1) doğrudan üreticiler ile çalışmayanlar ara-

56 57
smdaki toplumsal işbölümü; (2) toprakta özel mülkiyetin koşullarını açıklayamaması gibi bir kuramsal çelişki üzerine
yokluğu ve mülkiyet haklarının devletin elinde elması; kurulmuştur. Bu yüzden, Hindess ve Hirst, ATÜT ün, üretici
(3) devletin artı-ürüne, değişik mekanizmalar yoluyla güçler ile üretim ilişkilerinin eklemlenmiş bir bileşimine iliş­
{devlet memurları veya mültezimler) toplanabilen vergiler kin bilimsel olarak geçerli bir kavram olmadığı sonucuna
biçiminde el koyması; (4) üretim araçlarının bölüşümü üze­ varmaktadır.
rinde devletin siyasi denetiminin varlığı; (5) tarım ile el Hindess ve Hirst’ün Pre-Capitalist Modes of Production’
sanatlarının birliği; (6) devlet bürokrasisinden farklı bir daki formülasyonları birçok yönden eleştirilmiştir (Taylor.
egemen sınıfın bulunmayışı; (7) artı-ürünün tüketiminin ide­ 1975 ve 1976; Asad ve Wolpe, 1976). Hindess ve Hirst’ün
olojik/siyasi olarak belirlenmesi ve ya devlet memurlarının (1977) bizzat kendileri, daha yeni yayınlarında, üretim tarz­
lüks yaşantıları ya da angarya (co rv ee labour) ile kamu larına ilişkin çözümlemelerinin epistemolojik ve kavramsal
anıtları inşa ettirilmesi biçimini alması; (8) devletin değişik temellerini yıkma konusunda epey yol katetmişlerdir. Bu
biçimler alabilmesi (örneğin; teokrasi, kabileler konfederas­ önemli tartışmanın büyük bir bölümü toplumsal sınıflar, üre­
yonu veya sömürge yönetimi). Hindess ve Hirst, vergi/rant tim tarzları ve toplumsal oluşumlar arasındaki ilişkilerin
çiftinin gerektirdiği bu toplumsal ilişkiler temelinde, «üretim formülasyonunun içerdiği sorunlar etrafında dönmektedir.
ilişkileri ile üretici güçlerin» vergi/rant çiftine denk düşen Bu sorunlar, elinizdeki çalışmada Bölüm: 3, 4 ve 5’in temel
«eklemlenmiş bir bileşimini» oluşturmanın kuramsal yönden tartışma konularını oluşturmakta. Bu aşamada, Hindess ve
olanaksız olduğunu ileri sürmektedirler. Bu olanaksızlık, bu Hirst’ün, Orta Doğu’daki toplumsal sınıflar ve devrimlere
el koyma tarzının iki farklı üretici güce, yani, bağımsız köylü ilişkin daha sonraki incelemelerindeki öz-eleştirilerine g eç­
taıımma ve komünal tarım», denk düşmesinden kaynaklan­ meden önce, özgün kuramsal yaklaşımlarına ilişkin bazı ba ş­
maktadır. Üretici güçlerin bu iki türü de vergi/rant çifti langıç sorunlarını gözler önüne sereceğim.
ile bağdaşabilir. Üretim süreci ve üretici güçler, üretim iliş­ Hindess ve Hirst, Pre-Capitalist Modes of Production’da,
kileri ile rastgele bir ilişki içindedir ve bu yüzden üretim kavramların ve bunlar arasındaki ilişkilerin soyut çözüm­
ilişkileri ile üretici güçlerin eklemlenmiş bir bileşimi yoktur. lemesi ile somut toplumsal oluşumların ve konjonktürlerin
ATÜT’ün, bilimsel bir üretim tarzı kavramı olarak kullanı­ çözümlemesi arasında ayrım yapmaktadır. Somut bağlamla­
mını engelleyen bir başka özelliği vardır. 'Bağımsız köylü rı incelemenin kendisi bir kuram işi olmakla birlikte, k av­
tarımı ve komünal tarım kendi içlerinde toplumsal sınıfların ramların çözümlemesi toplumsal oluşumların Marksist ç ö ­
varlığını önkoşul olarak gerektirmezler, ancak vergi/rant zümlemesinden önce yapılmalıdır. Bu yazarlar, Poulantzas ı
çifti devletin varlığını varsaymaktadır. Oysa devlet, toplum­ izleyerek (1973, s. 15), «toplumsal oluşum»u, ekonominin be­
sal sınıfların varlığını gerektirmektedir, çünkü devletin var­ lirleyici olduğu, karmaşık bir toplumsal ilişkiler birliği (eko •
lığı ancak sınıf mücadelesi temelinde açıklanabilir. Devlet, n;>mik, ideolojik ve politik yapılar) olarak tanımlamakta­
sınıf antagonizmalarına dayalı bir toplumsal oluşumda artığa dırlar.’ Daha kestirme olarak, toplumsal oluşum bir üretim
el koymanın genel koşullarını yeniden üretmek için vardır. tarzı ve onun varoluş koşullarıdır. Bu yüzden Marksist ç ö ­
Ancak, devlet tek toprak sahibi olduğundan ATÜT’te sınıflar zümlemedeki «toplumsal oluşum»un, aşağı yukarı sosyolojik
yoktur ve bu yüzden de devlet bürokrasisinden bağımsız bir «toplum» kavramına denk düştüğü söylenebilir (Hindess ve
egemen sınıf bulunmamaktadır. ATÜT, bu nedenle, v erg i/ Hirst, 1975, s. 13). Poulantzas’m çalışmasında, «gerçekte
rant çiftinin devletin varlığını önkoşul olarak gerektirmesi­ varolan tek şey»in veri toplumsal oluşum olduğu, yani «en
ne karşm toplumsal sınıfların yokluğunda devletin varoluş geniş anlamda, kendi tarihsel varoluşunun belirli bir uğra­

59
ğındaki bir toplumsal bütün» olduğu iddiasını bulmaktayız : durumda da oldukça yanıltıcıdır. Osmanlı sisteminin impara­
«örneğin, Louis Bonaparte Fransası, Endüstri Devrimi’ndeki torluk yapısını uygun bir somut çözümleme nesnesi olarak
İngiltere» (Poulantzas, 1973, s. 15). «Saf» üretim tarzları ile görmek, onun iç çeşitliliğini dikkate almamak olacaktır.
«somut» toplumsal oluşumlar arasındaki karşıtlığa ilişkin, ilk Maşrık/Mağrıp karşıtlaması (dichotom y) gibi ayırımlar da
başta beş sorun bulunmaktadır. Birincisi, bu ayırım tam da aynı oranda yanıltıcıdır, çünkü, sağduyusal kategorilerle b i­
Poulantzas, Hindess ve Hirst’ün reddetmek istediği görgülcü çimlendirilmişlerdir.
epistemoloji temeline oturmaktadır. Bu ayırım, sosyolojideki Azgelişmiş dünyanın toplumsal oluşumlarının, birbiri üze­
«toplumsal sistemlerin» kuramsal çözümlemesi ile «gerçek» rine katlanan üretim tarzlarından oluşmuş olarak değerlen­
toplumların görgül incelemesi arasındaki görgülcü ayırımı dirilmesi Marksistler arasında pek yaygındır. KÜT, emper­
yeniden üretmektedir (Asad ve Wolpe, 1976, s. 471; Hindess yalizm veya sömürgecilik yoluyla bu toplumsal oluşumlara
ve Hirst, 1977, Bölüm: 1). İkinci olarak, özellikle de Pou­ sızdıkça, veri bir toplumsal oluşumun karmaşık kapitalizm-
lantzas’m çalışmasında, «toplum» yerine «toplumsal oluşumd­ öncesi tarzları, başat KÜT tarafından korunmakta ve tâbi
un konması kavramsal değil, yalnızca terminolojik bir deği­ kılınmaktadır. Mağrıp böylece, dolaysız sömürgeciliğin gel­
şikliktir, gevşek bir «denklik»tir. Üçüncü olarak, bu çözüm­ mesinden önce ve sonra, içersinde birkaç üretim tarzı kar­
leyici çalışmaların «somut konjonktürler»in çözümlenmesi maşık bir yapıda varolan bir toplumsal oluşum olarak ç ö ­
için bir başlangıç Çalışması olacakları söylenmekle birlikte, zümlenebilir (Seddon, 1977). Orta Doğu toplumsal oluşum­
bu söz çok nadiren ve muğlak biçimde yerine getirilmekte­ larının çözümlenmesinde ATÜT’ün kuramsal yeterliliğinin
dir. Üretim tarzları kuramının, somut konjonktürlerdeki sı­
kabul edildiği varsayılırsa, bunun —kapitalizm-öncesi ve ka­
nıf mücadelelerine ilişkin çözümlemeyle gerçek ilişkisi be­ pitalist— diğer üretim tarzlarıyla eklemlenmesinin, tüccar
lirsiz kalmaktadır. Kuramsal olan ile somut olan arasındaki
sermayesi aracılığı ile KÜT’e tâbi kılınmasının ve çözülme­
ilişkinin berrak bir anlatımının yokluğunda, genel uygulama, sinin çözümlenmesi gerekli olacaktır. (Keyder, 1976; îslam-
Lenin’in The Development of Capitalism in Russia’sına, so­
oğlu ve Keyder, 1977). Poulantzas toplumsal oluşumları kesin
mut bir konjonktüre ilişkin yeterli bir kuramsal çözümleme
olarak birbiri üzerine katlanan üretim tarzlarının karmaşık
örneği olarak başvurulmasıdır. Bu özel alanda, Marksizm
bileşimleri olarak görmekte ve Avrupa kapitalist toplumsal
Althusserci bilgi kuramındaki y a n bilimsel (quasi-scientific)
oluşumlarını üretim tarzlarının bileşimleri bağlamında çö­
kavramlar «hammaddesinden» (Genellikler I) bilginin üre­
zümlemektedir. Ancak, Hindess ve Hirst’ün üretim tarzını ve
tilmesi araçları (Genellikler H) aracılığı ile nasıl somutun
onun varoluş koşullarını kavramsallaştırmaları gerçekte bir­
bilgisine (Genellikler III) doğru ilerlendiğini açık biçimde
biri üzerine katlanan bu tür bileşimleri olanaksız kılmakta­
gösterecek, yeterli bir kuramsal çalışma «metodolojisinin
dır. Pre-Capitalist Modes of Production’da, bir toplumsal olu­
yokluğunu çekmektedir (Althusser, 1S69, Bölüm: 6). Son ola­
şumun ekonomik düzeyinin yapısının belirli bir üretim tarzı­
rak, Poulantzas veya Hindess ve Hirst gerçek toplumsal olu­
nın bir değişkeni tarafından yönetildiği, «ancak aynı zaman­
şumları tanımlamak istediklerinde, bunu pek gösterişli bir
da, diğer tarzların bazı öğelerini», bu «öğelerin» başat tarz
açıklamayla, yani, belirli bir ulus-devleti (örneğin Fran­
için gerekli varoluş koşullarıyla çelişmemesi koşuluyla, «içe­
sa’yı zikrederek yapmaktadırlar. Kapitalizm-öncesi ve sömür- rebileceği» söylenmektedir (Hindess ve Hirst, 1975, s. 15).
ge-öncesi Orta Doğu için bu gösterişli toplumsal oluşum tanım­
Bu sav, farklı üretim tarzlarının varoluş koşullarının aynı
ları oldukça sorunlu olmaktadır. «Lübnan» veya «Cezayir» gibi
olamayacağı sonucuna varmaktadır. Örneğin, bir toplumsal
sözcüklerin kullanılması en iyi durumda idare eder ve en kötü
oluşumda başatlığın FÜT’ten KÜT’e geçişi FÜT’ün varoluş
60 61
koşullarının yeniden üretilmemesini içermektedir. Hindess ve yönden olası üretim tarzları yelpazesine getirilen bu sınır­
Hirst daha sonraki yayınlarında bu düşüncelerini, yan!, top­ lamayı, Hindess ve Hirst’ün, toplumsal oluşum içersinde bir­
lumsal oluşumun üretim tarzlarının hiyerarşik bir büeşimi biri üzerine katlanan üretim tarzları düşüncesini reddediş­
olduğu düşüncesini reddedişlerini açıkça ortaya koymuşlar­ leriyle birleştirecek olursak, bunun anlamı Orta Doğu’nun
dır (1977, s. 47). Toplumsal oluşumun tek bir basat liretim her toplumsal oluşumunun Batı kapitalizminin başatlığından
tarzı ve bu tarzın varoluş kr>.şnl)arı olduğıı savı bir dıV.i önem­ önce, ya KÖÜT (Kapitalizm-öncesi üretim tarzı), ya da KÜT
li -Sflrunu orta cı çıkarmaktadır. Bir toplumsal oluşumda di­ veya FÜT’ün başatlığı biçiminde kavramsallaştırılması ge
ğer. «öğelerin» varlığını açıklamak güçtür., riinkii hunlar basat rekeceğidir. Vergi/rant çiftine ilişkin incelemelerinin ışığı al
taran yeniden üretiminin sonucun alarak acıklanamazlar tında, (kesinlikle açık olmamakla birlikte) bu yazarların Or­
ve hepsinin kf-nHinp ait varnİns l-ngnllam ftujnnmak -/m-un- ta Doğu’nun kapitalizm öncesi oluşumlarını FÜT’ün belli bir
dadiE, Doğrusu bu yazarlar, FÜT’ten KÜT’e geçişe ilişkin türünün başatlığı biçiminde kuramlaştıracakları varsayıla-
çözümlemelerinde, mutlakiyetçi devletin başat tarz olarak bilir. Ne yazık ki bu seçim, Hindess ve Hirst’ü bir «yarı-ev •
FÜT’ün ve aynı zamanda da «kapitalist» üretimin varoluş rensel feodalizm» düşüncesine itme tehdidi taşımaktadır (An-
koşulu olduğunu kanıtlar gözükmektedirler. Toplumsal olu­ derson, 1974 b, s. 484).
şum kavramı birbiri üzerine katlanan üretim tarzları ile açık­ Hindess ve Hirst, tezlerini, bilimsel bir üretim tarzı kura­
lanmadığında, somut konjoktürlerdeki çelişme ve geçiş so ­ mının Marks’m ancak 1857 epistemolojik kopmasını (Althus-
runlarının nasıl yeterli biçimde kuramlaştırılabileceğini an­ ser, 1969, s. 35) izleyen, olgun çalışmalarında bulunabileceği
lamak güçtür (Asad ve Wolpe, 1976, s. 501-5). iddiası temeline oturtmaktadırlar. Gerçekte bu ölçüt, onların
îlke olarak, sınırsız sayıda soyut üretim tarzı üretmek yalnızca Capital’e yoğunlaştıkları ve «olgun çalışma» kate­
kuramsal olarak mümkün olmalıydı. Pre-Capitalist Modes gorisine sokulması gereken Grımdrisse (1657/8) gibi çalış­
of Production'm epistemolojik öncülleri veri alındığında, ken­ maları ihmal ettikleri anlamına gelmektedir. Grıındrisse, il­
di zorunlu varoluş koşullarıyla birlikte üretici güçlerin ve kel komünalizmden «çıkış yolları» sunan bir kapitalizm-ön­
üretim ilişkilerinin eklemlenmiş bileşim tipleri üzerinde kesin cesi üretim tarzları yelpazesi getirmektedir : Slav, Asya tipi,
sınırlamalar olmamalıydı. Ayrıca, bu olası üretim tarzlarının klasik, Cermanik ve göçebe. Bu tarzlar yelpazesinin, .ayrı­
her biri, üretim tarzının birden fazla özgül değişik biçimini c alık lı ve t.yım saraa/bir üretim tarzı olarak «feoda­
tanımlayacaktı. Örnek olarak, FÜT, artı-emeğe rant biçi­ lizm» üzerindeki klasik Marksist vurguya sıkı sıkıya bağlı,
minde el konulan, ancak bu el koymanın değişik biçimler aşamacılık türünden ve tek-çizgili tarih görüşünden kaçınıl­
(para-rant, emek-rant veya ayni-rant) alabildiği bir üretim masına temel sunması yönünden yararı vardır. Asya tipi
tarzıdır. İlke olarak, mümkün olan üretim tarzları yelpaze­ tarzın kavramsal bir çerçeve olarak sürekli biçimde yeniden
sinin, hiçbir zorunlu sınırı olmaması gerektiği yolundaki id ­ değer kazanmasına, tam da feodal tarzın Avrupa dışında
diam yönünden, Hindess ve Hirst’ün, bütün çözümleyici de­ uygulanmasına ilişkin güçlükler katkıda bulunmaktadır (R o-
ğerlendirmelerinden sonra, sonuç olarak, genellikle görgüleü dinson, 1966; Melotti, 1977). Hindess ve Hirst’ün bu konuları
Marksistler arasında kabul gören bir üretim tarzları listesi­ ele akşındaki bir sorun bu ele alışın kapitalizm-öncesi üretim
ne —ilkel, köleci, feodal ve kapitalist tarzlar— varmaları ilgi tarzlarının oldukça dar bir seçimiyle sınırlanmış olmasıdır
çekicidir. Dahası, onların ATÜT’ü reddedişleri pek bir yeni­ (iiobsha'.vm, l,"3î).
lik de sayılmaz; 1931 Leningrad Konferansı, çoğu Asya top­ Bu bölümde, Arap toplumlarmdaki kapitalist gelişme ve
lumunun çözümlenmesinde ATÜT’ü reddetmiştir. Kuramsal siyasi modernleşme yokluğunun açıklanmasında, Asya tipi

62
tarz Kavramının temel alınışı üzerinde yoğunlaştım. Avine-
ri’nin Arap geri kalmışlığına ilişkin Marksist bir kuram o r­
taya atma çabasının hem görgül hem de çözümleyici açıdan
sakat olduğu söylenebilir. Ancak, bu Avineri eleştirisi, üretim
tarzlarının ve hareket yasalarının doğru çözümlemesine iliş­
kin olarak Marksizm içindeki çağdaş tartışmayı çevreleyen
çözülememiş birçok kuramsal problemi de oldukça açık bi­
çimde sergilediğinden, biraz eksiktir. Doğaldır ki, Orta Doğu
toplumsal oluşumlarına ilişkin birçok mükemmel Marksist
açıklama bulunmaktadır (Farsoun, 1975); ancak esas olarak
betimleyici olan bu araştırmalar belli başlı kuramsal güçlük­
leri çözülmemiş bırakmaktadır. Orta Doğu’ya ilişkin Marksist
yaklaşımlardaki belli temel tartışma konularım inceledikten
sonra şimdi, İslam toplumunu bir toplumsal gruplar mozayiği — 3 —
olarak ele alan başat oryantalist model ile değişik Marksist
görüşleri karşılaştırabiliriz. ETKİNLİK, TOPLUMSAL SINIF ve MOZAYİK MODEL

Klasik oryantalist gelenek, ne toplumsal yapıya ilişkin


sorunlarla ne de politik ekonomi konularıyla pek fazla ilgi­
lenmemiştir. «İslami» olarak adlandırdıkları toplumsal yapıya
i] iskin bir «kuram»ları veva imgeleri bulunduğu kadarıyla,
oryantalistler İslam toplumsal sistemini, özerk, birbirinden
kopuk, dikey birimler kümesi olarak betimlemişlerdir. GibtT
ve Bowen' Islamic Society and the W est te (1959,"C ilt: 1,
s. 15C) İslam’da «yönetilenlerin», toplumsal «istikrarı bir bü-
tiir) olarak imparatorluğun siyasi olaylarından az etkilen­
miş». çok savıda varı-bağımsız birimlere (kabileler, meslek
loncaları, köyler ve cemaatler gibi) bölünmüş olduğu şeklin­
deki modern oryantalist bakısın acık bir anlatımını vermek­
tedir. islami toplum bütünleşmiş bir toplumsal birlik biçi­
mini almamış, tersine birbirinden kopuk ve kendini geçindi­
ren «toplumsal gruplar» mozayiğinden oluşmuştur. Bu moza-
vi'Tc görüsü. İslam’daki toplumsal katmanlaşmanın esas ola­
rak dini çizgilerde yürüdüğü seklindeki geleneksel düşünce
cıkıc. 2 bağlıdır (Shiloh, 1969). Orngk olarak, Orta Do­
ğuyu vp Khww Afrika'yı ..fethettikçe, İslamiyetin, «Kitabın*

* İncil (ç. n.).


?64
65
Uyrukları» olarak görülen hıristiyanlara belli bir ölçüde yısa göre, bu mahallelerin belli bir oranda toplum-içi daya­
meşruluk, sürekliGkTe oz'-vöneiım getirdifillliTgTk ijlk* l»jam nışmaları bulunmakla birlikte, toplumlar-arası bütünleşme
edilmektedir. Bu gelenek Osmanlı imparatorluğu yönetimi çok azdır, çünkü kentsel mahalleler arasında fazla sosyo­
altında, hıristiyanlar. yahudiler ve Ermeniler gibi çeşitli dini kültürel ilişki yoktur. Bunun sonucu olarak da, kentsel ya­
azınlıklara yüksek bir derecede özerklik ve içsel oz-vönetirtı şam hizipçilikle parçalanmıştı ve siyasi yaşam temelde, kit­
verilen bir kurumsallaşmış millet.'.sistemine ¿idTmlğsmislir leyi bir çeteler sistemiyle yönetmeye çalışan çeşitli kentsel
(Lewis, 1961). Bu yüzyılın başında, Türk yönetimi cmdörc ve kırsal seçkinler arasındaki ittifaklardan ibaretti. Despo­
özerk millet tanımıştır (Hourani, 1947). Bu dikey sütunlar tizm ve bölünen kentsel yaşama ilişkin oryantalist görüşün
ya da millet’ler üzerinde önemle durulmasına ek olarak. sonuncu bileşeni, İbni Haldun’un, seçkinlerin kırsal Bedevi­
Orta Doğu üzerine geleneksel yazın «İslam halklarının» fark ­ ler ve bunların kentlerdeki benzerleri arasında dolaşımına
lılaşmış etnik bileşimine sürekli göndermelerle doludur. B ir­ ilişkin kuramında sunulmaktadır. Kentler, dini ve ticari ya­
çok antropologa göre Orta Doğu toplumuyla ilgili «en göze şamın merkezleri olmalarına karşın, kentsel ve toplumsal
çarpan gerçek», «her ülkede nüfusun bir halklar mozayiğini bütünleşmenin bazı önemli yönlerinin eksikliğini çekmekte­
içermesidir» (Coon, 1951, s. 2). dir. İslam kentinin bu zayıflığı, büyük bir «grup duygusu»na
Bu yüzden İslam tonhımsal vamsi-dini .azınlıklar, tonlum- (asabiyya) sahip Bedevi kabilesi üyelerinin, düzenli aralık­
sal gruplar ve cemiyetler ■mozavffi veya yamalığı o h r ak larla kentsel seçkinleri, toplumsal egemenlik konumlarından
kavranmaktadır. Dahası bu muazzam çeşitlilik İslam malu­ uzaklaştırmalarına izin vermektedir. Toplumsal mozaviğin
munun temel bir zayıflığı ve toplumsal yapıdaki b ir hraııklıık devingen öğeleri, siyasi hareketleri yamalı yapıyı el değme­
olarak eie alınm aktadır- Tnnlııtnsal siste m in ir miş durumda bırakan, güçlü seçkinlerin Iıelezonî devinim­
sı nedeniyle, kaçınılmam olarak, imparatorluk yönetiminin leridir.
yetkeci saltanatına karsı tu ta rlı vp b ü tü n sel hif mnhalAfp» M op v ik kuramı (oryantal despotizm, bölünmüş kent ve
Örgütlemek ffiictiir. M r a a y ik toplum kuramı, bu nedenle, or ­ seçkinlerin dolaşımı) önemli bir kuramsal sor un..yaratmak­
yantal despotizm kuramının yardımcısıdır. Toplumsal vapı- tadır. HizİDÇi)İHr nnpmi ^ l ^ r ^ n ayak..takımı^ yasasının
nm mozayik çc B İt lil^ ^ t o n l^ ı ı jTÖlün^_hıU 'j n1 '' - tahdidi ve makro toplumsal düzeyde toplumsal bağların yok­
Zenli bir muhalefet korkusu film a l« r /ın ynnr>tghiİAn k » v fi luğu veri alındığında mozavik kuramın. İslam toplumunun
hükümrana «doğal» b ir o rta m s a ğ la m a k ta d ır Hükümran ardı arkası kesilmez ;bj£_İ£SeL-anarsi ve çatışkılar savaşı
mutlak iktidarını sürdürürken her bir köy, topluluk ve yöre, içinde çözülüp gitmesini nasıl önleyebileceğini anlamak pek
birbirleriyle savaşan toplumsal hiziplere bölünmektedir (Gibb giiçtiir. Oryantalistler. «Hobbes’cu düzen sorunu»nu. islam ın
ve Bowen, 1950, s. 268). İslam toplumsal yapısındaki fraksi- Sufi birlikleri, ulema ve Şeriat gibi kurumsal mekanizmalar
yonalizme ilişkin oryantalist görüş en iyi anlatımını, oryan­ voluvla toplumsal sistemi birleştirebilecek ve bütünleştirebi­
talist kent coğrafyasının yaygın varsayımları durumundaki lecek bir ana değerler ve inançlar sistemi sunduğunu ileri
kentsel yaşam betimlemelerinde bulur. Orta Doğu kenti kes­ sürerek, rfofjniislprdir Ancak, faı jcöy.iim hizleri. İslamı. top­
kin biçimde, hepsi kendi başına birer toplumsal, coğrafî ve lumsal yapının hi?inH ic çatışmalarına uyum kazandırılması
İdarî birim olan kentsel mahallelere bölünmüştür. (Lapidus, i^in son derece uygun bir arag sıman, ^m an d an yoksun.
1969 a ). Bu birbirinden kopuk mahalleler, aynı zamanda ken­ yekpare ve türdeş bir lftiltıir gnrmpye ^aSırmaktadır.
dilerini kent çalısı altında sosyal topluluklar olarak ayırdedcn Mozavik «İslam toplu ™ * modpjj npk ikna edici, de&ldir.
güçlü etnik ve dini özelliklere sahiplerdi. Oryantalist çünkü toplumsal sistemin hem İslami değerlerin çevresinde

66 67
Sistem, Türkiye, Mısır ve Tunus’un modernleşmesiyle bir­
tiimihde bütünleştiğine hem rip i n i klik, tabakalaşma j^ eb ir-
likte yeni bir meslek adamları ve teknisyenler orta sınıfının
lik anlamında -tamamen bölündüğüne inanmamızı istemekte­
yükselişi sonucunda değişmiş olmasına karşın, bu sınıf, sis­
dir. Mozayik model ayrıca bu yamalı toplumun arada "bir temi kökünden değiştirmeyi başaramamıştır, çünkü sınıf içi
başkaldırılar yaşadığı, ancak toplumsal sistemin hiçbir za­
çatışmalar ve bölünmelerle engellenmiştir.
man gerçekten devrimci bir yeniden yapılanmaya uğrama­ Bu örnekte, yeni bir sosyoloji terminolojisi ithaline kar­
dığı varsayımının kabulünü gerektirmektedir.
şın, oryantalist geleneğin —siyasi entrika, tarihsel durgun­
İslam toplumsal örgütlenmesine ilişkin bu görüş oryan­ laşma, mozayik katmanlaşma gibi— klasik varsayımlarının
talist tarihçilerin tekelinde olmayıp, günümüz sosyologla­ yeniden üretimini gözleyebiliriz. Bill’in Marksizm yerine kat­
rının ve siyaset bilimcilerinin çalışmalarında da geniş bi­ manlaşma sosyolojisini koyma girişimleri farklı noktalardan
çimde yeniden üretilmektedir. Örneğin, Bili (1972), Orta eleştirilebilir. Bili yanlış biçimde M arks’ın sınıf çözümleme­
Doğu’nun katmanlaşma sisteminin, katıksız biçimde Mark­ sinin, toplum içindeki toplumsal gruplar ve bireyler arasın­
sist ekonomik sınıf kavramları üzerine temellenen bir ç ö ­ daki görgül zenginlik eşitsizliklerini betimleme çabası oldu­
zümlemesini, bölgede genellikle başka güç biçimleri daha ğunu varsaymaktadır. Ancak, e ko no mi k __sınıf la,f forevter
önemli olduğu için reddetmektedir. Bu yüzden, «siyasi et­ arasındaki eşitsizliklere... indirgenemez ve çok boyutlu bir
kenlik, bireysel yönetme, soyda azizlerin bulunması ve ge­ güc. statü ypncriniilr [ıj verarsileri kümesindeki kopma nok­
leneksel eğitim», toplumsal yapının şekillenmesinde «zen­ talarıyla tanımlanamaz, çünkü ekonomik -Sınıflar bÖlÜSİİfn
ginliğin önüne geçmiştir» (Bili, 1972, s. 420). Bunun sonucu
^ sım^ ya~
olarak da «manevra tarzı» üretim tarzından daha önemli pisim nihaî olarak bireylerin kapasitelerine (bunların entrika
yer tutmuştur. Marksist ekonomik sınıf çözümlemesini, ve dolap çevirme tekniklerini öğrenme yeteneklerine) veya
Ralf Dahrendorf, Gerhard Lenski ve Talcott Parsons’dan üretim tarzının siyasi, ideolojik ve ekonomik yapıları aracılığı
aldığı Weberei statü ve güç kategorileri yoluyla genişlet­ ile oluşumlarının bir açıklaması yapılmaksızın toplumsal sis­
meye ve değiştirmeye çalışırken, Bili aslında yalnızca eski temde bulunabildikleri anlaşılan toplumsal grupların betim ­
oryantal despotizm mozayik modelini yeniden üretmekte­ sel bir listesine indirgemektedir. Bu grup ilişkilerinin top ­
dir. örneğin, katmanlaşma sistemi, «sistemi koruyan bir lumsal psikolojisi, eski oryantal despotizm varsayımlarıyla
gerilimler dengesinde» birbiri üstüne binen toplumsal grup­ sarılıp sarmalanmış durumdadır. Öyle ki burada mozayiğin
ların oluşturduğu karmaşık bir sistem olarak ele alınmak­ taşlan neredeyse sihirli bir «sistemi koruyan gerilimler den­
tadır (Bili, 1972, s. 430). Bu sistemde güç ilişkileri, dolaşım gesi» ile birbirine tutturulmuştur.
halindeki seçkinler arasındaki entrikalardan oluşmaktadır. Ne yazık ki, bu, kendi tarihsel durgunluğunu sürekli
Weberei dilde, siyasal yaşamın kilit özelliği, «gücün daha biçimde yeniden üreten dengedeki mozayik perspektifi, sos­
az görünen yanlarından yararlanmayı ve manevra yap­ yolojideki işlevselci kuramlarla sınırlı değildir. Örneğin
mayı öğrenen» bireylerin keyfî ve hızlı yükselişi veya top­ Marks’ın Grundrisse’de yeralan, parçalanmış, kendine-ye-
lumsal devingenliği olmaktadır (Bili, 1972, s. 432). Siyasal terli köy topluluklarının «Asya despotizmine» sağlam bir te­
yaşamı genellikle hücre gibi bölünen çatışmalar nitelemek­ mel oluşturduğu biçimindeki görüşünden Orta Doğu’ya iliş­
tedir. Ancak, bu «sınıf içi bölünmeler ve gerilimler» çelişik kin bir mozayik kuramın oluşturulması mümkündür. Nite­
biçiminde, temel yapısı «hanedanların, seçkinlerin, hüküm­ kim, Abrahamian (1974, 1975) Kaçar İranının toplumsal ö r­
darların ve istilacıların değişimi karşısında ayakta kalan» gütlenmesini değerlendirirken mozayik kuramın Marksist bir
sistemin istikrarına katkıda bulunmuştur (Bili, 1972, s. 432).
69
68
tipini kullanmaktadır. Bu görüşe göre, feodal Avrupa’nın şı Berberi demokrasisine ilişkin özgün söylence, Fas üze­
imtiyazlı sınıfları «yaşayabilir kollektifler»dir, buna kargılık rinde Fransız denetiminin sözkonusu olduğu koşullarda da­
Iran ın toplumsal tabakaları (tabakat) «keskin biçimde kü­ ha özenle işlenmiştir. Siyasal sisteme ilişkin başat antro­
çük, dikey topluluklara bölünmüştür... ve de hem kırsal hem polojik imge, muhalif Berberîler (Bled el-Siba) ile merkezî,
de kentsel nüfus birbiriyle çatışan gruplara —birbirleriyle vergi toplayıcı Arap yönetimini (Bled el-Mahzan) içeren
savaş durumundaki kabilelere, köylere ve hattâ şehir semt­ bölünmüş bir yönetim şeklidir. Siyasal sistem «istibdat dü­
lerine— bölünmüştür.» (Abrahamian, 1975, s. 138) Bu kar­ zenine ve anarşiye yönelik birbiriyle çelişen eğilimlerden»
maşık ve farklılaşmış toplumsal yapı «gizil, sosyo-ekonomik oluşmuştur ve burada kimse [ne muhalif Berberîler ne de
sınıfları, iaal siyasal güçler olmaya doğru gelişmekten alı­ yönetim] üstünlüğü ele geçirememiştir (Burke, 1973, s. 175;.
koymuştur.» (Abrahamian, 1975, s. 148) Kısmen M arks’ın Siyasi bölünme doğası yönünden, dini ve yasaldır da. Kent­
Grundrisse’inden çıkarılan İran’a ilişkin bu mozayik ku­ lerin kutsal yasasının ve ortodoks ulemasının tersine, Ber­
ram, bu nedenle, Asya tipi yapıda sınıfların bulunmadığı berîler kendi ananevi yasalarına ve yerel azizlere bağlıy­
biçimindeki, bilinen ATÜT tezine doğru giden bir diğer pa­ dılar (Gellner, 1969). Bir kez daha modelin dinamik yönünü
tika olmaktadır. İslamcı Orta Doğu’nun toplumsal gi’ppfar İbni Haldun’un seçkinlerin dolaşımı kuramı sağlamaktadır.
yamalığı olduğu düşüncesi en sonunda, onun «sivil toplum»» Muhalif kabileler bazı mallar (silah, hububat, kumaş) yö­
olmayan bir toplum, yanı, birbirine babayım ve birleştirici nünden kentlere; kent tüccarları ise temel ve lüks malların
toplumsal bağlantılar ve birlikler""ağından yoksun bir too- müşterileri durumundaki kırsal kabile üyelerine bağımlıdır
lumşal örgütlenme~ bıcimL-ofluğu seFlindeki HegPİPİ (Burke. 1969). Ancak, kent sakinleri aynı zamanda kent
yol açmaktadır (Mardin, 1969). ve kentin ikmal yolları üzerindeki kabile baskınları tehdidi
Oryantalistlerin, Orta Doğu toplumsal yapılarına iliş­ nedeniyle korku içinde yaşamaktadır. «Berberi söylencesi»
kin kavrayışları, anarşi değilse bile en azından çeşitlilik ve kabile dolaşımı kuramı, kabilelerin sürekli anarşiye çok
bağlamında despotik düzenin kurulması problemiyle hare­ yakın koşullar içinde bulunduğunu ileri sürmekteyse de,
kete geçil ilmiş tir. Osmanlı sisteminde, özerk dikey millet, Fas’a ilişkin geleneksel antropoloji, kabilelerin oldukça sıkı
kabile ve köy birimleri, İslam tarafından sağlanan kültürel biçimde bütünleşmiş olduğu, ve dikkate değer ölçüde top­
çatı altında bir arada tutulmuşlardı. Kuzey Afrika’ya ilişkin lumsal dayanışma (asabiyya) gösterdikleri düşüncesini de
oryantalist incelemeler, özellikle de Osmanlı Türkleri tara­ gerekli kılmaktadır. Kent ise, tersine, oryantalist gelenekte
fından işgal edilmemiş Fas örneğinde, başat mozayik te­ üç şeyin yokluğu ile tanımlanmaktadır: Bağımsız kent y ö ­
manın ilginç bir çeşitlemesini sunmaktadır. Mağrıp’m ya­ netimi, özerk bir burjuvazi ve toplumsal dayanışma (Al-
masını Berberi ile Arap arasındaki temel etnik ayrılığın Azmeh, 1976). Dolayısıyla, Kuzey Afrika kentlerinin siyasi
oluşturduğu görülmektedir. Tipik biçimde, Berberîler, ilk tarihi, kentin toplumsal boşluğunu kabile üyelerinin «grup
Fransız yöneticileri/antropologları tarafından, siyasi gele duygulananın periyodik olarak dağıtmasını sağlayan, kabile
neği despotizmden başka bir şey olmayan «Soysuz Arap»m hareketleri sorunu olarak ele alınmaktadır (Gellner, 1972).
tersine kabile demokrasisi durumunda yaşayan «Soylu Y a­ Orta Doğu’nun toplumsal yapısına ilişkin mozayik ku­
banıllar» olarak değerlendirilmiştir. Bu «Berberi söylence­ ram ilgiyi Avrupa toplumlarının ve İslam dünyasının top­
si» ilk olarak. Cezayir’deki Fransız sömürgeci müdahalesi­ lumsal örgütlenmeleri ve tarihleri arasında varolduğu var­
nin ilk günlerinde yaratılmış ve en inandırıcı anlatımını sayılan farklılıklara çekmeye çalışmaktadır. Temel varsa­
Hanoteau ve Letourneux’un La Kabylie et les Coutumes yım, feodalizmden kapitalizme kadar, Avrupa toplumlar!
Kabyles (1893) yapıtında bulmuştur. Arap despotizmine kar­
71
70
uygun biçimde, esas birimleri toplumsal sınıflar olan bir kilerinin nedensel çözümlemesi, «kapitalist eylemlerin» birey
toplumsal katmanlaşma sistemiyle kavramsallaştırılabilirken, düzeyinde yeterli bir kavranışım önvarsaymaktadır (Outhwai-
İslâm'ın toplumsal yapısının yalnızca yarı-özerk dikey birim­ te, 1975). İkinci olarak, Weber, siyasal, yasal ve dini inanç­
ler çerçevesinde betimlenebileceğidir. Bu birimler mozayiği lar ve kurumlar üst yapısının doğrudan ve basitçe ekonomik
içinde, etniklik, din ve kabile ile karşılaştırıldığında ekono­ temelden «anlaşılm ayacağını» Öne sürmüştür. Bu nedenle,
mik sınıf göreli olarak önemsizdir. Dahası, «toplumsal sınıf» Weber toplumsal sistemi, birbirlerini genel, yasa-benzeri
kavramının Marksist yorumu Orta Doğu toplumlarının ç ö ­ açıklamalarla çarçabuk kavranamayacak biçimde etkileyen
zümlenmesinde yararlanılm ayacak kadar kaba ve ideolo­ — ekonomi, hükümet şekli, yasa, din gibi — bağımsız kurum­
jik sayılmaktadır. Klasik Marksist şemadaki üretim tarz­ sal düzenlerin karmaşık birliği olarak ele almaktadır. Üçün­
ları — kölelik, feodalizm, kapitalizm — bir çok oryantalist cü olarak, toplumun kurumsal dokusunun göreli özerkliği v e­
tarafından «sınıf-egemenliğindeki» politika sistemleri ola­ ri alındığında, toplumsal katmanlaşmanın açıklamasında «e-
rak görülmektedir ve bu şemalar yalnızca kökten biçimde konomik etkenler» üzerindeki vurgu çok sınırlıdır. Sonuç ola­
yeniden tanımlandıklarında Orta D oğu ya uygulanabilirler rak Weber, Marks’ın, toplumsal sınıfların üretim ilişkilerince
(Zartman, 1976). Toplumsal bilimlerde, oryantalistler, «top­ belirlendiği görüşünü, toplumsal sınıfları toplumsal bölüşümle
lumsal katmanlaşma» fikri temelinde bir bölge çözülmleme- (pazarla) ilişkileri çerçevesinde gruplar olarak ele alarak de­
sini kabullenmeyi göze aldıkları kadarıyla, tipik biçimde ğiştirmiştir. Toplumsal sınıflar, becerilerin bir ücret karşılı­
çok boyutlu ve çoğulcu bir katmanlaşma görüşünü kullan­ ğında satılabildiği bir pazarla ilişki içersinde, aynı sınıf ko­
maktadırlar (van Nieuiwenhuijze, 1965). Bu çoğulcu görüş, numuna sahip bireyler tarafından oluşturulmaktadır. Ayrıca
ortaya koyacağımız gibi, temel olarak geleneksel mozayik Weber, «şeref» ve «güç»ün, toplumsal katmanlaşmanın eko­
modelin sosyolojik bir biçimidir. Bu biçimde «toplumsal kat­ nomik koşullara indirgenemeyen önemli özellikleri olduğunu
man» kavramı, yalnızca, etnik ve dinsel kökenli mevcut saptamaktadır (Giddens, 1S73). Toplumsal sınıflar ortaklık­
«toplumsal gruplar» listesine yamanmaktadır. Marksist eko­ lar değildir, ancak, özel koşullarda ortak eylemin toplumsal
nomik sınıflar ve üretim tarzları kuramlarının sosyolojik temelini oluşturabilirler. Tersine, statü grupları ortak bir
eleştirisinin locus c lgşsicus*u Max Weber’in çalışmasında kültür ve benzer toplumsal çıkarlarla birbirlerine bağlan­
yer alır. Özellikle, W eber’in Islâm toplumuna bakışı, Orta mış belirgin sosyal topluluklardır. Benzer şekilde gücün top­
Doğu ya ilişkin oryantalist anlayışı oluşturan bütün çözüm ­ lumsal bölüşümündeki farklılıklar kurumsallaşmış ifadele­
leme akımlarının — tarih, ekonomi, dinsel araştırmalar, sos­ rini, siyasi partiler aracılığıyla bulmaktadır. Bir çok sosyo­
yoloji kapsamlı bir toplamı ve yoğunlaştırılması olmaya logun gözünde, bu kavramsal ayırımların sonucunda, çok bo
çok yakındır. yutlu bir ekonomik, siyasi ve toplumsal eşitsizlikler sistemi
Burada, Max Weber’in Marks’in sosyolojisine yönelik olarak toplumsal katmanlaşmanın çok daha esnek ve çok
eleştirisinin tüm ayrıntılarını sıralamanın gereği yok. We­ daha ustalıklı bir çözümlemesi üretilmektedir.
ber en azından üç önemli konuda Marks’tan ayrıldığı iddia-
Bu üç konunun, Weber’in sosyolojisini Marks’mkinden
sındaydı. Birincisi, o, bireylerarası toplumsal eylemlerin an­
gerçekten ayırıp ayırmadığı, sonuçlanmamış bir tartışma ko­
lamlı bir yorumu olmaksızın yapılan nedensel açıklamaların
nusudur. W eber’in eleştirisi, Marks’a önemli bir karşı çıkış
yeterli olamayacağım ileri sürmüştür. Kapitalist üretim iliş-
olmaktan çok, kısmen, Marksizmin ondokuzuneu yüzyılın son­
Bir konuyla ilgili olarak, yetkinliği nedeniyle sürekli başvu­ larına doğru Sosyal Demokrat Partili aydınların sunduğu
rulan eser (ç.n.) biçimine bir saldırıya varmaktadır (Giddens, 1972). Bu ve

72 73
bundan sonraki bölümde göstermeyi ümit ettiğim gibi, tarih­ paratorluk bürokrasisine yönelik para arzındaki sorunlar ­
sel materyalizmin Weberei eleştirisine bir sürü güçlü yanıt dır. imparatorluk istilalar yoluyla genişlediğinde impara­
bulunmaktadır. Ancak, Weber’in sosyolojide yapma iddiasın­ torluk ordularına ve devlet bürokrasisine ödenecek yeterli
da oldukları (epistemolojiye ve metodolojiye ilişkin açıkla­ gani met... genellikle hnlıınmaktadır. Genişlemedeki başarısız­
maları gibi) ile gerçekte yapabildikleri (uygarlıklar sosyo­ lık- merkeze sadakatin yalnızca prebendal sözleşmenin ni­
lojisinde) arasında bir ayırım yaptığımızda, Weber ile Marks teliğini değiştirme pahasına sağlanabileceği anlamına gel-
arasında bazı önemli çakışma alanları bulunduğu görülecek­ mskl.edir|Malİ kriz cözüm üm i-jm prebend in «feoaaUesme-
tir. Örneğin, Weber’in oryantalizmi ile Marks’m Hegelciliği sbn d e^ a- da, iltizam düzenlemelerinde veva her ikisinde bir­
arasında yakın bir ilişki vardır ve bu özellikle W eber’in den .arama eğilimi gösterir. Weber’e göre. İslâm devletle -
«patrimonyalizm» kavramı ile Marks’m Asyagil toplum ç ö ­ ■'indeki hn gelişmeler, kapitalist gelişmenin ve ticarilesme-
zümlemesindeki benzerliklerde oldukça belirgindir. Doğaldır nin başarısızlıklarının başlıca nedenleridir (Weber, 1968,
ki, anlayışlardaki bu yakınlık, Hindess ve Hirst gibi yazar­ s. 1016),
ların, kuramsal yönden yetersiz olan ATÜT’ün ideolojik te­
mellerini gösterme girişimlerine ayrı bir önem kazandırmak W eberin prebendalizm çözümlemesi Marks’m Capital’ -
tadır. deki vergi/rant çiftine ilişkin değerlendirmesine koşuttur ve
heL - iki yaklaşım da toplumsal oluşum ve üretim tarzları için
Weber’in oryantalizmi. Avrupa kapitalizminin doğusunu bir başlangıç taslağı oluşturur. Bu taslak, daha önceki bö­
hir di?i kültürler-arası karşılaştırmalar bağlamında açıklama lümlerde incelenmiş olan, ATÜT’ün Hegelcileştirilmiş yo­
çabasından- k a yn a k la n m a k tır. Weber bu karşılaştırmaları rumlarından kaçınabilirdi. Ne yazık ki Weber bu İslâm pre-
yapabilmek için Batının feodal ekonomileri ile Doğunun pre- bendalizmi incelemesini icselci gelişme yorumlamalarının
he.nda Ypatrimonyal politik ekonomileri arasındaki temel ay­ hammaddesini olusturagelmis ek iki bileşenle - «İslâmcı ah­
rımı kullanmaktadır. W eber’in sosyolojisinde, feodalizm, as­ lâk felsefesi» ve girişimci kent burjuvazisinin yokluğu ile -
keri bir tabakanın, askerlik hizmetine karşılık olarak, istik- çakıştırmaktadır. W eber’in. Islâmın kişilik üzerinde dinamik
bir yasal kurallar kümesi sayesinde miras alman bir ve cileci isteklerinin bulunmadığı ve «bu dünyanın» kabul­
takım ayrıcalıklar elde ettiği bir sistemdir. Tımar m‘"Tfeu) lenilmesini olumlu yönde desteklediği seklindeki tezi ¡nan-
tersine, orebend. askerî ailelerin bir kuşağından diğerine dlncı değildir (Turner. 1974b) Onun, «Kutsal Yasa»nın. ticarî
kendiliğinden aktarılamayan. özel bir ayrıcalıklar kümesi­ gelişme.vi, ticaretin ve tefeci sermayenin ussallaşmasını en­
dir. iki sistem arasındaki temel ayrım gerçekte bir toprak- gelleme ¡yollarına ilişkin diğer gözlemleri de aynı oranda
mntları sorunu olmayıp, tersine savaş ağalan ile merkezi yanlışta- (R o d in s o n ,1966). Ancak Weber’in İslâm kültürü
ntorilp f devlet) arasındaki"siyasi bir farklılıktır. Feodal top - üzerine görüşlerinin zaafları, sonraki akademisyenleri P ro­
rak sahipleri, merkez (ister monarşi, ister devlet olsun-) kar ­ testan Ahlâkı’nm değişik Müslüman topluluklarındaki ben-
sısında göreli olarak özerk olmalarına karsın, köylülüğe ve zeşimlerini saptama girişimlerinden alakoymamıştır (Bel-
bölgeye sıkıca baglıaıriaf Krpnendalizmde merkez g ü d ü­ lah, 1963), Sosyologlar, Weber’in «orta sınıfın yokluğu sorun­
dür ve toprak sahipleri, köylülüğe ve böleeve hiçbir özgül salı» olarak ifade edilebilecek sorunsalının da etkisi altında
ve yöresel bağlantısı olmavan sözleşmeli memurlardır (W al­ kalmışlardır, ypni lm ıl1h’~ın g^&iigVnphitmppi
lerstein, 1974). Prehendal sözleşmeler temeline oturan pat- için gerekli ı^ssal rlpğkm pvi gnstprpm pypn hı> k u tsal y a s a ­
Eİmonyal imparatorluklar çok şiddetli mali krizler vaşama nın özellikleri ve patrimonval despotların müdahaleleri ne­
eğilimi gösterirler. Jb?Ûnun neden^devlet görevlileri" ve im ­ deniyle. toprak sahipleri. tüecarlar_ye devlet memurları,
74 75
çan ve mal güvenliğine sahip değillerdir. Bu nedenle bu
kategorisi «ticari büro proletaryası» ise % l l ’e ulaşmakta­
tabakalar servetIerıni-!Srcimsel olârak'beErM*bir dinî, amaca
dır (Gordon ve Fridman, 1964). 1960’ların başında, beyaz
ayrılmış. olm a'Sl-nedenivle . göreli olarak .despotik elkovma-
yakalı (daha çok) devlet çalışanları kategorisinin 1947’ de
dan.._yan^_güv£nü vakıf mülküne yatn-maktadırlar. Bunun
1,2 milyon olan sayısı 1960’ta 1,5 milyona yükselirken, en­
sonucu_ola.rak^er^£t «dondurulmuş» ve sermavp birikimi™
düstriyel işçi sınıfı 550 000 civarına çıkmıştır. Geleneksel
yol açmamıştır. W eber’e göre. potansiyel ..bir. burjuvazinin
küçük burjuvazi, Nasır’m bazı endüstri kollarını yeniden
gedm esin e diğer sınırlamalar, İslâmm tüccarlara-deftil ^p
örgütleme girişimlerinden sonra endüstriyel üretimin yoğun­
devletin hizmetkârlarına (askerler ve memurlar) tonlumsa!
laşmasıyla ve yabancı malların rekabeti karşısında çöker­
şeref bahşetmesinin sonucu olarak, imparatorluk tir-arptinın
ken, endüstri kapitalisti sınıf da göreli olarak küçük ve
ozgllıkle de_hujştiyanlar ve yahudiler gibi azınlıkların pljnA
önemsiz kalmıştır. Mısır’ın iş yapısındaki esas büyüme nok­
geçmesiyle getirilmiştir (Sussnitzki, 1966). İslâm kentinin
tasını, yeni bir orta sınıfın (meslek sahipleri, kamu görev­
mozayik yapısı..._.ve İslâmın savaşçı özellikleri, yaratıcı bir
lileri, öğretmenler ve bilim adamları) ortaya çıkışı oluştur­
slLûa.M.ClLer.-.ve tüccarlar orta sınıfının gelişmesini engelie-
muştur. Bu büyüme, kısmen kamu sektörünün genişlemesiy­
m i § t ir ^ jxq^-Q O :antalist&_göre. özerk bir h ıır iııv a s in in jvn.
le açıklanmaktadır. Örneğin, 1940 ile 1955 arasında devlet
lutırnayısmın yanışıra1 İslâm kentinin sınıf y a p ısına ilişkin
memuriyetlerinin sayısı yaklaşık % 61 oranında artmıştır
gfljŞarBİPi «olgu» kent y a şamının, «gelirleri tarımdârTgeîen»
(Berger, 1957). Bununla birlikte, meslekler sektörünün bü­
Plfibeadal tomak sahiplerinin pgpmpnligi altında olusuvdu
(Baer, 1964, s. 207): ’----- yümesi daha önceki bir döneme uzanmaktadır. 1937 ve 1947
arasında, mühendislerin sayısı 8 400’den 15 800’e yükselir­
Günümüzde, Orta Doğu katmanlaşma sistemj üzerinde ken doktor ve dişçilerin sayısı 3 760’ tan 6 300’e çıkmıştır
çalışanları bekleyen iş, «ortaya çıkışı imtiyazlı zümre toplu - (Makarius, 1980). Bu sayıların kısa bir özeti, 1958-1368 yıl­
mundan sınıf toplumuna kayışı oluşturan» Avrupa orta sınıfı ları arasında M ısır’ın ekonomik yönden aktif nüfusunun
(van Nieuwenhuijze, 1965, s. 12) ile yokluğu Orta Doğu’da ka­ % 56’dan fazlasının tarımda, % 17’ sinin hizmetlerde ve yal­
pitalist demokrasinin bulunmayışını kısmen açıklayan İslâm nızca % 10’unun endüstride yeralmakta olduğunu göster­
orta sınıfı arasındaki benzerliklerin ve farklılıkların betim­ mektedir (Berger, 1964; Baer, 1964; van Nieuwenhuijze,
lenmesidir. Bu araştırmaların yoğunlaştığı konular, Orta 1971).
Doğu’nun endüstrileşme sürecinde devletin rolü ve yeni bir
Mısır’ın iş yapısındaki bu gelişmeler bir çok yazara,
teknisyenler, kamu görevlileri ve subaylar orta sınıfının o r­
Mısır’ın, Batıdaki siyasi ve ekonomik değişmede önemli yer
taya çıkmasıdır. Bu konulara örnek olarak, Mısır'ın sınıf
tutmuş, «imalata özgü ve ticarî çıkarlara dayalı bir bağım­
yapısı örneğini ele alabiliriz. Endüstriyel üretimde yeralan
sız orta sınıf »tan yararlanmadan gelişmekte olduğunu düşün­
Mısır işçi sınıfı, toplam işgücünün düşük bir oranını oluş­
dürmüştür (Berger, 1964). Tersine Mısır orta sınıfını, bağım­
turmaktadır. 1947 sayımına göre, işçi sınıfı (fabrika, inşaat,
sız olmayan ve belirli yönetim rejimlerinin devamında dar
taşıma işçileri ve diğerleri) 6,5 milyonluk çalışan nüfus için­
çıkarları bulunan devlet görevlileri (teknisyenler, öğretmen­
de yaklaşık 400 000 işçiye ulaşmaktaydı. İşçilerin büyük bir
ler ve askerler) oluşturmaktadır. Bağımsız bir sanayiciler
çoğunluğu tarımdaki becerisiz ve yarı-becerili işlerde top­
orta sınıfının bulunmayabileceği, ayrıca özellikle Mısır’da,
lanmıştır. Dolayısıyla, çalışan nüfus içinde, endüstri prole­
ordunun, aylıklı görevlilerden oluşan yeni orta sınıfın bir ara­
taryası yaklaşık olarak % 6’lık bir orana, zanaatkârlar
cı olduğu ve azgelişmiş ülkelerde bağımsız ve modernleş­
% 10’a, tarım işleri % 22’ye ve karışık bir hizmet işçileri
tirici bir rol oynayabileceği ileri sürülmüştür (Halpern,
76
77
1982). Bu sava göre, baştan başa bütün Orta Doğu’da dev­ yüklüğü» sorunsalı, onyedinci ve onsekizinci yüzyıllarda İngil­
let aygıtının, özellikle de askerî bürokrasinin, büyümesi yeni tere’deki kapitalizmin gelişme koşullarının ondokuzuncu ve
orta sınıfın siyasî iktidarını hayata geçirebilmesinin yolla­ yirminci yüzyıllarda'dünyanın peri'kalan^bölümünde de ay­
rını açmaktadır. Askeri hiyerarşi içersinde yeni orta sını­ nen ve mükemmel biçimde yeniden üretilebileceğini varsay ­
fın başatlığı, ulusal bağımsızlık ve toplumsal reform için mak bilimindeki tipik icselci hatava düşmektedir Siiphesiz
önemli olanaklar sunmaktadır (Khadduri, 1955; Rustow, ki. Almanva ve Îta.lva. bağımsız ve ilerici bir orta sınıf m
1959; Janowitz, 1984). «nimetlerini» yasamadı. Kapitalist gelişmenin bir koşulu
Halpern’in, yeni orta sınıfın bir aracı olarak, Mısır or­ olarak girişimciliğe ilişkin bütün tartışma, ya yanlış, ya da
dusunun bütünleştirici ve modernleştirici rolüne ilişkin tezi, totolojiktir (Baran, 1973, s. 385).
görgül temelde, yani politika içersindeki Mısır ordusunun Halpern’in tezine yöneltilen bu eleştiriler bütünüyle g e­
toplumsal istikrarı ve siyasi demokratikleşmeyi sağlamamış çerli olmakla birlikte, modernleştiren seçkinler öğretisine
olmasıyla sorgulanabilir (Perlmutter, 1967; Halpern, 1953; yanlış düzlemde saldırmaktadırlar. Esas olarak yapılması
Perlmutter, 1970). gerekli olan, mozayik modelin temel varsayımlarına saldır­
Toplumsal bilimlerde, askeriyenin ekonomiyi ve toplum­ maktır. Oryantalistler «klasik İslâmî» etnik ve dini toplu­
sal yapıyı modernleştirme yeteneğine sahip örgütlü ve et­ luklar mozayiği olarak değerlendirmişlerdir. Bu mozayikte,
kin bir elit olarak değerlendirilmesi geleneği, güçlü ideolo­ siyasi yaşam, geniş oryantal despotizm çerçevesi içerisinde,
jik sonuçları olan müphem varsayımlar üzerine oturmak­ seçkinler arasında değişen ittifakları içermektedir. Oysa ki,
tadır (Vickery, 1972). Oryantalistlerin toplumsal yapıya iliş­ günümüzün siyaset bilimcileri Orta Doğu’yu, siyası yaşa­
kin açıklamaları yanlış ve karışıklıklarla doludur. «Burju­ mın, otoriter yönetim bağlamındaki seçkin mücadelelerini
vazi», «tüccar sınıf» ve «orta sınıf» gibi farklı deyimler, içerdiği bir toplumsal gruplar ve toplumsal sınıflar yam a­
ara tabakaların içerdiği büyük farklılaşmaların betimlen­ lığı olarak görmektedirler. Eski mozayik, İslam ile bir ara­
mesinde, birbirleri yerine konulabilir biçimde kullanılmak­ ya getirilirken, yeni mozayik milliyetçi ideolojiyle donatıl­
tadır. Oryantalistler. Weber-Tawney tartışmasının görüşle­ mış devlet tarafından bir arada tutulmaktadır. Mozayik mo­
rine karşılık verirken, İslâmın ticarete ve tüccarlara karşı delin her iki türünün ortak noktası, geleneksel Orta Doğu
olmadığını ve bunun sonucu olarak da kapitalist gelişmeye toplumlarının «sınıf egemenliğinde» toplumlar olmadıkları
engel oluşturmadığını göstermeye çalışmaktadırlar. Ancak, ve modern Orta Doğu’da «toplumsal sınıfın» henüz, toplum­
tüccarların ve ticaretin varlığı veya yokluğunun FIIT’iin sal katmanlaşmanın diğer biçimlerinin yanıbaşında ortaya
dönüşümünün bir koşulu olmakla ilgisi yoktur" Söz verin­ çıkma sürecinde bulunduğu inancıdır. Sonuç olarak, moza­
deyse tüccarlar, büyüyüp endüstri kapitalisti haline gpJmp?.- yik tezi, Orta Doğu toplumsal oluşumlarının çözümlenmesi­
Tüccar sermayesi, «eski üretim tarzının fFÜTl alaşağı ne ilişkin olarak Marksist kuramın büyük bir bölümünün g e­
edilmesine kendi başına katkı yaparmış fprging» fini] m im . çerliliğini inkâr etmek durumundadır. Kuzey Afrika ve Orta
sulu olarak koruma ve saklama eğilimi gösterir» (Marks, Doğu’nun Marksist bir çözümlemesini geliştirmek isteyen
1970. cilt. 3, s. 334). Oryantalistlerin, (yanlış biçimde burju­ kişi, işe mozayik kuramın ve bu kuramın bütün ilgili var­
vazi olarak ifade ettikleri) tüccarların Ortaçağ îslâmında sayımlarının eleştirisinden başlamak zorundadır.
varolduğunu ve bunun sonucu olarak da İslâmm kapitalizm ile Bu ise, doğaldır ki, Orta Doğu’nun incelenmesinde Mark­
uyuşmaz olmadığını gösterme çabaları tamamen yetersiz var­ sist kavramların uygunluğunu reddeden oryantalist yakla­
sayımlar temeline oturmaktadır (Goitein, 1957). «Orta sınıfın şıma karşı durma sorunundan ibaret değildir. Marksist var­
73 79
sayımların çatısı altında çalışan kimi yazarlar, Marks’m sı­ 1853’te Marks’a yazdığı bir mektupta, özel mülkiyetin «feo­
nıf ve üretim tarzı kavramlarının Avrupa dışındaki toplum­ dal biçiminde dahi» yokluğunun «esas olarak arazinin özel­
sal oluşumların çözümlenmesi yönünden uygunluğunu sor­ liklerine ve iklime bağlı» olduğunu ileri sürmüştür (Marks
gulamalardır. Bazı yazarlar, özellikle «feodalizm» ve «feodal ve Engels, 1972, s. 314). Sınıf ilişkilerinin son kertede iklim
sınıflar» kavramlarının kapitalizm-öncesi bir Orta Doğu bağ­ tarafından belirlendiği inanışı pek ikna edici değildir. El
lamında sınırlı bir geçerliliği bulunduğunu ileri sürmüşler­ Kodsy’nin yaklaşımındaki ikinci sorun, kırsal artığın (veya
dir (Duvignaud, 1963; Duvignaud 1965; Avineri, 1968a; kırsal potansiyel artığın) büyüklüğünün FÜT’ün varlığını
Smith, 1975). Klasik Marksist kategorilerin kullanılmasına belirlediği düşüncesidir. FÜT’ün sağlamlaşabilmesi için;
karşı en güçlü savları, «Nationalism and. Class Struggles in toprak sahipleri sınıfına, köylülerin toprak üzerinde bir öl­
ine Arab World» adlı makalesinde Ahmad El Kodsy sun­ çüde tasarruf hakkına sahip oldukları koşullarda, feodal
maktadır (Kodsy ve Lobel, 1970). El Kodsy «Arap Âlemi»ni rant biçiminde, artığa el koyma olanağım sağlayan bazı ideo­
uç kesime ayırmakta (Mağrıp, Maşrık ve Nil ülkeleri) ve lojik/politik koşulların bulunması gerekir. Feodal rant; ayni
bu âlemin esas olarak kırsal ve feodal değil, kentsel ve rant, para rant veya emek rant biçimini alabilir. Dahası,
tiCari olduğunu ileri sürmektedir. Mısır, artığın «toprağı iş­ göçebe otlatıcılığm ilkel komünist üretim tarzıyla eşitlen­
leyenlerden alındığı bir «köylü uygarlığı» olarak tek istis­ mesinde de problemler bulunmaktadır. Ayrıca, kıtalararası
na idi. Arap âleminin geri kalanı yönünden, kısmen iklimin ticaretin varlığı, farklı bir üretim tarzı belirlememize izin
vermez.
¿ufaklığı ve tarımsal tekniklerin geriliği nedeniyle, köylü
çiftçilerden koparılabilen artık çok küçüktü ve feodal bir Hindess ve Hirst’in P r e -Capitalist Modes of Production
sınıfı besleyememişti. Bu yüzden «bu topluluğun toplumsal (1975)’daki en büyük başarıları, bir bireylerarası yükümlü­
örgütlenme biçimlerini kaçınılmaz biçimde ilkel kollekii- lükler sistemi şeklindeki yarı-bilimsel «feodalizm» kavram­
vızm nitelemektedir» (Kodsy ve Lobel, 1970, s. 5), ancak bu larını, FÜT’ün yapılarına ilişkin bilimsel bir kavra­
tabı «toplumsal örgütlenme biçimi» olarak ortaya çıkar.’ ma dönüştürmek olmuştur. Orta Doğu araştırmaların­
Kentsel uygarlıklar ve bunların başat sınıfları, Asya ile A v­ daki sorun, sözü edilen türden bir büyük dönüşümü sağla­
rupa aıasındaki ticaretten elde edilen kârlar üzerinde yük­ yabilmek için yarı-bilimsel kavramlarımızı biraraya getir­
selmişlerdir. Arap yönetici sınıfı, «son çözümlemede, diğer me işine yeni girişmiş olmamızdır. Bölüm: 5’te ayrıntılarıyla
uygarlıkların (Arap âlemi tarafından bir araya getirilenler) ele alacağım gibi, üretim tarzları kavramlarının oluşturul­
yönetici sınıflarının kendi köylülüklerinden kopardıkları a r­ ması belirleyici önemdedir, çünkü veri bir toplumsal olu­
tıktan türeyen gelirlere» bağımlıydı (Kodsy ve Lobel 1970 şumda varolan üretim tarzlarına ilişkin tutarlı bir görüşe
s. s). ’
sahip oluncaya dek yeterli bir toplumsal sınıflar kuramım
El Kodsy’nin tezinin kimi özellikleri işe yarayabilir ol­ biçimlendirmemiz olanaklı değildir. Ancak, bir başlama
makla birlikte, tezin bütünü en azından iki ciddi güçlük noktası olarak, daha kesin üretim tarzları kavramlarının
içeı mektedir. El Kodsy, üretici güçlerin, üretim ilişkilerini geliştirilmesine temel olarak, bir azgelişmiş, yarı-bilimsel
koşulladığını ileri sürmek zorunda kaldığından, tezi ya tek­ toplumsal örgütlenme nosyonları listesi vermek mümkün­
nolojik gerekirciliğe, ya da coğrafî/iklim ci gerekirciliğe yol dür. Sömürgeci kapitalizmin müdahalesi öncesi Orta Doğu
açmaktadır. Elbette, Marks ve Engels’in kendileri de ATÜT’e toplumsal oluşumlarının çözümlenmesindeki yarı-bilimsel
ilişkin ilk formülasyonlannda üretim ilişkilerini coğrafî et­ kavramlar listesinin önemli başoyuncuları göçebe otlatıeılık,
kenlere indirgeme .suçunu işlemişlerdi. Örneğin, Engels,
80 81
prebendalizm ve feodalizmdir. Orta Doğu’nun sömürge-önce- nm tahıl, tütün ve pamuğa yönelik istemlerine karşılık ola­
si gelişmesi bağlamında, tüccar sermayesinin ve küçük meta rak, süratle dünya ekonomisiyle bütünleşmişlerdir. Bağım­
üretipıinin oynadığı belirleyici rolün kuramsal yönden ayrın­ sız üreticiler, bu istemlerin yerine getirilebilmesi için feodal
tılı bir incelemesini ortaya koymak da büyük önem taşır. serflik gibi yeni sömürü ilişkilerinin veya ortakçılığın deği­
Prebendalizm teriminin kullanımının, ATÜT kavramı şik biçimlerinin hükmü altına alınmışlardır. Köylülerin g e­
(ve oryantal despotizm gibi ilişkili deyimler) karşısında en leneksel vergileri ve yeni feodal toprak sahipleri sınıfının
azından bir açık üstünlüğü vardır. Bu da prebendalizmin co ğ ­ getirdiği yeni tip vergileri ödemekle yükümlü olmaları ne­
deniyle, pazar için ticarî üretim emek örgütlenmesinin eski
rafî bir anlam içermemesidir. Erebenda liginden, toprağın
göre gülerine, miras yoluv1aaktarılaL)ilen‘‘ g r ' ‘ m ii^ ı- biçimleriyle sömürünün yoğunlaştırılması sonucunu doğur­
du. Osmanlı prebendal yapısının dünya pazarıyla bu bütün­
yet o L a ^ g s a J ^nçarp ^ T u d en vergi toplama hikkı' o W a k
taüsıs edildiği hiE_-Si ^ mi — m (Wolf> lggg) Qs leşmesine, bu yüzden, emek örgütlenmesinin feodalleşmesi
manii sisteminde, bu toprak sahiplerinin (sipahiler) belir­ eşlik etmiştir (İslâmoğlu ve Keyder, 1977).
lenmiş bir alanda (tımar) geleneksel vergiyi toplama hak­ Tüccar sermayesi ve küçük meta üretim biçimleri ile
lan bulunmaktaydı. Sipahiler rantı, en yakın pazara taşı­ birlikte, prebendalizm ve feodalizm kavramları, Osmanlı
mak zorunda olan bağımsız köylü üreticilerden aynî olarak İmparatorluğu’nun siyasî denetimindeki toplumsal oluşum­
toplamaktaydılar. Bu sistem onaltmcı yüzyıl sonrasında y e­ ların çözümlenmesi için bazı başlangıç noktaları sunabile­
rim yavaş yavaş iltizama bıraktı. Ayrıca devlet, gümrük ver­
ceği gibi. Kuzey Afrika, Suudi Arabistan ve İran’daki top­
gileri ve imtiyazların tüccarlara satışı yollarıyla da ticare­
lumsal oluşumların betimlenmesine göçebe otlatıcılığa iliş­
tin denetlenmesi sonucu olarak kazanç elde etmekteydi.
kin bir tartışmayı da eklemenin yaram olacaktır. Bazı Sov­
Devlet, kent loncaları sistemi yoluyla imalatı denetler ve pa­
yet yazarları, göçebe otlatıcılığı feodalizmin ataerkil kalın­
zar yerinin idari denetimi yoluyla ticareti yönlendirirdi tılara sahip bir biçimi olarak ele almayı yeğlemekteyseler
M e t j ı c a r e t üzerindeki denetimini sürdürebildiği aıw 0
de, Perry Anderson, (1974 a, s. 220) göçebe otlatıcılığın ayrı
ticari binkım jrg b e n d a l toplumsal örgütlenme biçimleri için
bir üretim tarzı olarak değerlendirilmesi için Grundrisse’de
. ^hlıke oluşturmamıştır (İnalcık. İ t e T. G e l p n ^ pi
sağlam dayanaklar bulunduğuna işaret etmektedir. Göçer
prebendal sistemin sonunda çözülmesi, kısmen, senislpvpn
otlatıcılık tipik olarak, hayvan varlığının bireysel mülkiyeti
Avrupa ekonomisinin hammaddp t......
ile otlakların kollektif kullanımı üzerine temellenmiştir; top­
^ Ş g ^ g e & â i a S ^ E ^ r a e v ^ t a c c M İ k r üzerindeki rağa bir mülk olarak sahip olunmasını değil, yalnızca, mev­
dene K eyder, '*1976)~~Yğ- simlik göç temelinde, hareket etme, su ve otlaktan yarar­
olmayan_ Jicaretın büyük tüccarların elinde gelismesi
lanma haklarını gerektirir. Göçebe ve yerleşik halk arasın­
ve Halep gibi S e t da genellikle karmaşık bir ilişki vardır. Varlıklı göçebe
kentlerım njonrnesi ( Î n a l a i n ^ v g - U rım Sa İ " ü m ~ ;
aileler kentsel mülke yatırım yaparken, kent sakinleri ç o ­
carileşmesi sonuçlarını doğurdu. Merkezî devW
ğunlukla, daha sonra göçebelere emanet edilen sürülere para
-geıir azâlmâsTT^M üylezayıfladıkca sisflrnir. yatırmaktadır. Göçebeler mevsimlik arpa dışında nadiren
çevresi,flüe yeralan tonrak şahinleri gnrgff ftjr özerkli
ekimle uğraşmaktadırlar (Abou-Zeid, 1968). Yerleşik ve gö­
¿H izaya beylerin fâvânhr? S t .™
çebe toplumlar arasındaki bu sıkı karşılıklı-etkileşim Orta
çıkışı, geleneksel prehendal toplumsal örgütlenmenin «fen-
Doğu’nun yarıgöçebeliğinin egemen karakteristiğidir (Patai,
£alI-g3™esi»ni göstermekledir. Bu imtiyazlı s ı n ı f l a r ' ^ p , - .
1951). Göçebelerin kişisel başarısızlıkları, yerleşikleşır.eyle
82
83
güçlüklerini bertaraf edecektir. Üretim tarzlarının yeterli
ve eğer Mağrıp’ın bidonville’lerindeki* işsizler saflarına itil­
bir nitelenmesi, ayrıca, Marks’ın toplumsal oluşumlar çö­
mişlerse, proleterleşme ile sonuçlanabilir. Göçebe statüsü­
zümlemesinin aşırı basitleştirilmiş iki-smıflı bir sınıf yapısı
nün devam etmesi kabileler içinde ve arasında varolan kar­
modeli görüşünü zorunlu kıldığı tezine de karşı koyacaktır.
maşık vesayet örüntüleriyle sıkıca ilişkilidir. Kabileler için­
Bunun sonucunda, mozayik model yerini üretim tarzları çö­
deki aileler göçebe soyluları zümresine yakınlığına göre sı­
zümlemesine dayalı bir sınıf kuramına bırakacaktır.
ralanırken, küçük tâbi kabileler, büyük kabileler arasın­
Ne yazık ki, bu ayrıntıdaki bir sınıflar ve üretim tarz­
daki toplumsal tamponlar olmaktadır (Peters, 1938). Orta
ları kuramının üretilmesi henüz gerçekleşmemiş bir çözüm­
Doğu’nun göçebe otlatıcılığı aynı zamanda geleneksel ola­
leyici çalışma tasarısı olarak durmaktadır. Tekelci kapita­
rak, yaygın ev köleliği biçimlerini kapsamaktadır. Göçer
lizmdeki toplumsal sınıfların çözümlenmesinde ve Weberei
otlatıcılığın bu karakteristikleri, bu tarzı feodalizmden ve
statü grupları kuramının eleştirisinde önemli ilerlemeler
prebendalizmden ayırmaya yaramaktadır. Ayrıca, otlatıcılık
kaydedilmekle birlikte (Poulantzas, 1975 a), kapitalizm-önce­
kolay kolay ilkel komünizmin bir biçimi olarak sınıf landırı-
si üretim tarzlarının, azgelişmiş toplumların sınıf yapıları­
lamaz. Sürülerde özel mülkiyet vardır (toplu otlatma uy­
nın ve etniklik ve din ideolojik kategorilerinin rolünün ç ö ­
gulamalarına rağmen) ve bu özel mülkü korumaktaki ba­
zümlenmesi henüz yapılmadı. Bu sorunlar çeşitli düzeylerde
şarısızlık ya yerleşikleşme ile ya da bireysel bağımlılıkla
Marksist kuramın karşısına çıkmaktadır. Kuramsal ve siya­
sonuçlanmıştır.
sî düzeyde, üstyapının ve «milletin sınıfsallığa önceliği» kav­
Bu düzene sokulmamış ve yarı-bilimsel «bilgi» biçim ­
ramının doğru kavranmasının, Orta Doğu Marksizmi yönün­
leri, pek çok üretim tarzı kavramının üretilmesi için temel
den can alıcı önemi bulunmaktadır.
olabilir. Her bir üretim tarzı için, tüccarlar gibi bir ara sı­
nıf yelpazesiyle birlikte, bir tâbi sınıf ve bir başat sınıf sap­
tamamız gerekecektir. Geniş bir kavramsallaştırma sonra­
sında, eğer kapitalist bağımlılık öncesindeki Orta Doğu top­
lumsal oluşumlarının üç üretim tarzıyla -feodal, prebendal ve
göçebe- nitelendirilmesinin mümkün olduğu ortaya çıkarsa,
o takdirde sınıf sisteminin kuramsal düzeyde altı temel sı­
nıfa göre düzenlenmesini bekleyeceğiz demektir. Somut an­
latımla, tâbi sınıflar bağımsız köylüler, serfler veya yarı-
köleler olacak, başat sınıflar tüccar sınıf ile birlikte, g ö­
çebe şeyhleri, feodal toprak sahiplerini ve prebendal bey­
leri içerecektir. Böylesi bir yaklaşım genelde egemen iktidar
bloğu içindeki sınıf-içi çatışmaları, kapitalizm-öncesi üretim
tarzlarım ve tarzların dönüşümlerindeki krizleri kavramsal-
laştırmamıza olanak sağlayacaktır. Kısacası, bu Orta Doğu
yaklaşımı, gerçek bir tarihin, iç çelişkilerin ve sınıfların
yokluğunu varsaymış klasik ATÜT’ün ideolojik ve kuramsal

* Gecekondu mahalleleri (ç.n.).


85
84
_ 4 —

İDEOLOJİ : MİLLİYETÇİLİK VE
ÜSTYAPI

Oryantalizmin ana hedeflerinden biri de, Avrupa tarihi­


nin ve kültürünün özü ile Orta Doğu toplumlarının özü ara­
sına belirgin bir ayırım koymaktır. Bu yüzden mozayik mo­
del, imtiyazlı sınıflara ( estates) veya toplumsal sınıflara
dayanan Batı feodalizmi ile millet’lere ve etnik ayrılığa da­
yalı oryantal despotizm arasındaki temel farklılıkların sap­
tanmasına hizmet etmektedir. Feodalizm kendi yapıları için­
de kapitalizmin tohumlarını taşırken, oryantal despotizm
yalnızca kendi durgunluğunu yeniden üretmiştir. Ancak,
klasik İslâmm mozayiği Batı sömürgeciliğinin müttefik güç­
leri, endüstrileşme ve milliyetçilik tarafından paramparça
edilmiştir. Oryantalist bakış yönünden, modern, endüstriyel
demokrasiye Batı türü yolalış ile modern dünyaya İslâmcı
geçiş arasındaki farklılığın vurgulanmasının hâlâ önemi bu­
lunmaktadır. Rotalar farklı olduğundan, oryantalistler, bazı
İslâm ülkeleri endüstriyel modernleşmeyi başarmaya yak­
laştıklarında bile, Orta Doğu’daki modernliğin Batılı lâik
demokrasi modeli üzerinde bir asalak olduğunu ileri sürmek­
tedir. Endüstri kapitalizminin Orta Doğu’daki kurumlan,

87
yalnızca Batı’nın birikiminden türetilen taklitler olarak de­ ya milliyetçiliğinin olumsuz eleştirisine ilişkin bir çözümle­
ğerlendirilmişlerdir. Bu yaklaşımlar demeti, en çok Arap menin hareket noktası, Elie Kedourie’nin Actoncu yapıtları
milliyetçiliğine oryantalist yaklaşımlar örneğinde açığa vu­ üzerinde yoğunlaşacaktır.
rulmaktadır. Olağan tutum, ya milliyetçiliğin kesin biçim ­ Kedourie’nin milliyetçi ideolojiye yönelik eleştirilerini,
de, siyasî yaşama us-dışı bir tecavüz olarak mahkûm edil­ ona göre milliyetçilerin milliyetçiliğe ilişkin yanlış iddiaları
mesi ya da Arap milliyetçiliğinin sahte ve gereksiz olduğu­ ve milliyetçi hareketlerin ekonomik nedenlerinin Marksist-
nun ileri sürülmesidir. ler tarafından saptırılmış yorumlamaları harekete geçir­
Tarih, sosyoloji ve îslâm Biliminde, milliyetçiliğe ilişkin mektedir. Milliyetçi hareketler, yabancı sömürgeciliğin mil­
oryantalist yaklaşımların ortak özelliği (Hodgson, 1974, cilt liliğe saldırısına, hiç bir biçimde dolaysız ve içsel bir tepki
1, s, 56). Orta Doğu’nun çözülemez bir çıkmaza sokulması­ değildir. Tersine, Kedourie’nin görüşünce, milliyetçilik «on-
dır. Orta Doğu’daki siyasî liderler, gizliden Batı kurumlan dokuzuncu başlarında Avrupa’da icat edilmiş bir öğreti olup»
ve teknolojisiyle birlikte Batılı yaşam standartlarına ulaşıl­ (1960, s. 9), Üçüncü Dünya’ya Batı ekonomisindeki bir kriz
masını istemelerine karşın, sömürgecilik tarihi ve anti- nedeniyle değil, siyasî ve askerî rekabet nedeniyle sömür­
sömürgeci tavırların gücü nedeniyle Batı kültürüne ve tek­ geci bir yayılma programına girişmiş Avrupa toplumları ta­
nolojisine açıktan bir bağlanmanın gerçekleştirilmesi ola­ rafından sokulmuştur. Milliyetçilik, «bütünüyle kendine ait
naklı değildir. Ayrıca, Batı değerleri İslâmî ve İslâm tari­ bir devlete sahip olmasına uygun düşen birimin belirlen­
hini küçümsemektedir. Avrupa’da belli bir ölçüdeki lâikleş­ mesi için bir ölçüt sunma iddiasındadır» (Kedourie, 1960,
me ulusal endüstriyel gelişmenin koşulu olmuştu. Ancak, s. 9). Üçüncü Dünya’nın bu milliyetçi ideolojileri üç var­
Orta Doğu’da kutsallık ve püritanizm (Gellner, 1963) anti- sayıma dayanmaktadır. Onlar, bir milliyete sahip olmanın
sömürgeci milliyetçiliğin yapı taşlarıdır. Bu durum, oryan­ dişe veya kırmızı saça sahip olmak kadar doğal olduğunu
talist görüşte Orta Doğu liderlerinin genellikle özel yaşam­ ve insanlar arasında milli çizgiler boyunca belirli doğal ayı­
larında liberal ve Batı yanlısı olmaları, ancak kamu önün­ rımlar bulunduğunu varsaymak zorundadırlar. Milliyetçiler,
de çok katı biçimde sofu ve Batı karşıtı olmak zorunda kal­ kendi kaderini tayine yönelik mücadeleleri, uyuklamakta
maları biçiminde bir çelişkiye yol açmaktadır. Sosyolojide, olan ulusun «uyanışının» bir biçimi olarak değerlendirme
oryantalist bakışın bir etkili kaynağını, başarılı bir modern­ eğilimindedir (Minogue, 1967). Nitekim, ilk milliyetçi yaz­
leşmenin önündeki en önemli engelin aşırı milliyetçilik ve malardan en etkili olanı Arap Uyanışı (The Arab Awakening)
yabancı düşmanlığı olduğunu öne süren Daniel Lerner (1958) başlığım taşımaktadır (Antonius, 1938). Milliyetçi ideoloji­
sunmaktadır. Lerner’in görüşünce, Batılılaşmanın ve anti- nin ikinci temel varsayımı, her bir ulusun bir takım görgül
sömürgeci ideolojinin benimsenmesinin yarattığı ikilemleri, niteliklerle -özellikle de din ve dil’le- açık seçik ayırdedile-
en iyi sergileyen örnek Nasır’ın Mısır’ıdır. Nasır rejiminin bileceğidir. Son olarak da, yerli halkın öz-yönetiminin tek
endüstriyel büyüme ve nüfus kontrolü temel sorunlarını çöz­ meşru yönetim biçimi olduğu varsayılmaktadır. Daha son­
medeki başarısızlığı, yabancılaşan siyasî kitlelerin eleştiri­ ra, Kedourie, devlet liderlerinin en iyi sınamasının, aynı dili
lerini bastırmak için tasarlanmış siyasî sloganlara temel konuşup konuşmadıkları değil de, «yozlaşmış ve haris» mi,
olarak keskin bir anti-siyonizm ve anti-sömürgeciliğin b e­ yoksa «yabancı» bir yönetimden «daha adil ve hoşgörülü»
nimsenmesiyle sonuçlandı. Nasır’ın karizmatik liderliğinin mü oldukları olduğu şeklindeki görüşünü savunabilmek için,
siyasî başarısızlıklar karşısındaki sürekliliği (Dekmejian, bu üç varsayımın mantıksal yönden saçma olduğunu gös­
1971), kitle aşırıcılığını gerektirmiştir. Ancak, Üçüncü Dün­ termeye çalışmaktadır.

88 89
Milliyetin, insanoğlunun doğal niteliği olduğu biçiminde­ vantalist sava göre. İslâm, lâik milliyetçiliğe temel olu ştu ­
ki birinci varsayım çok açık olarak yanlıştır. Tarihsel an­ rabilecek bir bireysel ahlâk sistemi olarak görülmeye baş­
lamda, siyasî sınırların, etnik, dilsel ve kültürel sınırlarla lanması anlamında lâikleştirilmiştir. Diğer.bir deyişle, «din»
çakıştığı durumlar çok enderdir. İnsanlık tarihinin siyasî ulusa hizmet etmek için «siyaset»ten ayrılmıştır.
birimleri -kabileler, köyler, kentler ve imparatorluklar- yal­
nızca olağandışı olarak «milletler»le denk düşmüşlerdir. Üçüncü varsayıma gelince, yerli halkın yönetimi kural­
(Gellner, 1964). Mozayik model, düşük bir görgül genellik dan ço k istisna olmuştur. Geleneksel İslâm İmparatorlukla­
düzeyinde, Osmanlı, Memlûk ve Safevî İmparatorluklarının, rının vönetici sınıfları, tâbî Arap sınıflarına göre dilleri, kül­
farklı etnik ve kültürel grupları toplayan, yayılmış siyasî türleri ve etnik özellikleri ile «yabancı» bir elit oluşturan
varlıklar olduğu gerçeğine dikkat çekme erdemine sahip­ Türk, Moğol, Rum ve Arnavutlardan (modern tanımları ve­
tir. rilirse) oluşurdu. Dahası, yönetenler ile yönetilenlerin ortak
bir ulusal kimliğe sahip olması, iyi yönetim için bir güven­
Doğallıkları nedeniyle, ulusların, bir takım gözlenebilir ce değildir. Bu durum Kedourie’yi, milliyetçiliğin standart
özelliklere başvurularak kolayca ve hemencecik ayırdedile- bir özelliği olan bir bilmeceyi ele almaya itmektedir. Yerli
bileceği düşüncesi aynı oranda kuşku yaratıcıdır. Uluslar aydın kesim, Avrupa’nın evrenselci, lâik ve ussal kültür ve
keşfedilmekten çok aydın kesimin çabasıyla yaratılırlar. Ke- bilim gelenekleri içinde eğitilmiş ve yetiştirilmiştir. Ancak,
dourie (1970), milliyetçi aydınların toplumsal gelişmeyi, o ulusal kimlik duyusunun yaratılması için, halk kültürünü,
ana kadar uyuyan ulusların uyanışı olarak niteleyebilmek «ilkel» dilleri, barbar alışkanlıkları ve modernlik-öncesi ah­
için tarihi nasıl yeniden-tanımlamak ve yeniden-yazmak zo­ lâkı canlandırma girişimlerinin en başında yer alan da yine
runda kaldıklarına dikkat çekmektedir. Böylece, Osmanlı bu aydın kesimdir. Kedourie’nin yanıtı, aydınların «m arji­
İmparatorluğu ve Kuzey Afrika ve Orta Doğu’nun impara­ nal insanlar» olmaları nedeniyle milliyetçiliğe bağlandıkları
torlukları, «Türklerin» ve «Arapların» siyasî ve kültürel bir şeklindedir. Bunlar beyaz/sömürgeci kurumlarda eğitilmek­
ifadesi olarak değerlendirilmeye başlanır. Tarihin öz-bilinçli te ve bunun sonucu olarak da yerli çevrelerinden kopmak­
uluslar temelinde yeniden işlenmesi bazı kilit terimlerin tadırlar. Yine de, bunlar sömürgeci toplum tarafından tü­
etimolojisinde incelikli değişmeleri içermektedir. Esasında, müyle asimile edilmiş de değillerdir. Arap milliyetçiliğinin
«Türk» ve «Arap» terimleri kültürsüz ve önemsiz alelade yükselmesine katkı yapmış iki hıristiyan Arap; Edward
köylüler için kullanılırdı. Ancak bu terimlerin, daha önemli Atiyah ve George Antonius iki yerinde örnek oluşturmakta­
bir tarihi rol oynamaları, yeniden-biçimlendirilmelerini ve dır. Her ikisi de İngiliz kurumlannda eğitim görmüşler ve
vüceltilmelerini gerektirmektedir. Benzer şekilde, Bernard eğitse] yönden oldukça üstün başarılar elde etmişlerdir. An­
Lewis (1961, 1965) ondokuzuncu yüzyılda vatan (ikametgâh) tonius King’s College’da (Cambridge) lisans öğrencisiyken
ve millet (din) terimlerinde vatan ile ulusun eşitlenmesiyle Atiyah Brasenose’ye (Oxford) gitmekteydi. Yine her ikisi
sonuçlanan önemli değişmeler saptamıştır. Tam da tslâm de, İngiliz sömürge yönetiminde, eğitim, deneyim ve kıdem­
tarihinin etnik ve lingüstik çeşitliliği nedeniyle, din konusun­ leri yönünden hakları olan idari ve akademik görevleri elde
daki ortak anlaşmalar ortak ulusal karakteri:ıtiklerin belir­ edememişlerdir. Kökenleri nedeniyle önemsiz idari görev­
lenmesinde önemli yer tutmaktadır. Dinin, ulus inşasının lere mahkûm olan Antonius ve Atiyah İngiliz kültürünü ve
başat çıkarlarına hizmet eden bir rol üstlenebilmesi için İs- siyasetini ilk başlardaki benimseyişlerini reddetmişler ve
lâmm bir çok önemli açıdan değişmesi gerekmekteydi. Or- İngiliz yönetimine karşı kendi öz kişiliklerini belirlemenin

90 91
bir yöntemi olarak Arap kültürüne dönmüşlerdir. kalacaktır. Kedourie (1965), el Afgani’nin, Avrupalı izleyi­
Kedourie, milliyetçiliği, felsefi geçersizliği temelinde cisine karşı Asiatique éclairé* rolünde görünmekten hoşnut
eleştirmek isterken, milliyetçi ideolojinin, yerli orta sınıfın olmasına karşın, bu inanışların, sofu Ortodoksluğuyla ün yap­
saflarındaki hüsrana uğramış aydın ve memurların eseri o l­ tığı İslâm ülkelerine sirayetine izin vermek yanlısı olmadı­
duğu düşüncesi, milliyetçi iddiaların doyumsuz aydınların ğını iddia etmiştir. Bu nedenle, Kedourie’nin yaklaşımı yal­
huysuz boşalmaları olarak dışlanabileceği örtük sonucunu nızca milliyetçi inanışların felsefî temelinin sorgulanmasın­
beraberinde getirmektedir. Milliyetçi ideoloji, marjinal ay­ dan ibaret olmayıp aynı zamanda milliyetçi ve reformcu li­
dınlara «kötü güdüler» atfedilerek eleştirilmektedir. Bu sal derlerin güdülerine ilişkin soruların ortaya atılmasını da
dırı yöntemi, Kedourie’nin iki İslâm reformcusunu; Ce- içerir. Müslüman reformcular «gerçek» güdülerini sofu or-
maleddin el Afganî ve Muhammed Abduh’u ele alan incele todoksluk örtüsü altında gizleyen siyasî temsilciler olarak
meşinde (1966) açıkça görülmektedir. Kedourie’ye göre, bu değerlendirilmektedir (Asad, 1976).
reform cu kuramlar kuşku altındadır, çünkü el Afganî ve Kedourie’nin görüşleri bir çok yönden eleştirilmiştir. Gell-
Abduh, gerçekte dini kullanarak kitleleri, yöneten siyasî ki­ ner (1964), milliyetçi iddiaların entellektüel içeriğinin bir
şiler olmalarına karşın din adamı kılığına bürünmüşlerdir. eleştirisi olarak Kedourie’nin düşüncesinin erdemleri ne
Kamu önünde, el Afganî ve Abduh, İslâmın modern dünya olursa olsun, milliyetçiliğin sosyolojik önemi ile onun man­
ile yalnızca kendini düzelterek uyuşabileceğini iddia etmek­ tıksal statüsünü karıştırmanın yanlış olacağını ileri sürmek­
tedirler. Ancak, İslâmm reformasyonu yalnızca Peygam be­ tedir. Benzer bir tutum, milliyetçi istemleri görünürdeki de­
rin, İslâmın yabancı ve us-dışı eklentilerle bozulmasından ğerleriyle ele almakla bir takım çok önemli toplumsal ge­
önceki dönemdeki, ilk öğretilerine dönülmesiyle mümkün­ reksinmeleri karşılayan milliyetçiliğin sosyolojik önemini
dür. El Afganî’nin görüşünce, gerçek müslüman, atalarını gözden kaçırabileceğimize işaret eden Peter Worsley (1954)
taklidi reddetmiş ve yasa alanında bağımsız akıl yürütmeyi tarafından alınmıştır. Bunlar, «emellerin nasıl gerçekleşti­
(«İçtihad kapısı»nın yeniden açılması) benimsemiştir (Ked- rileceği, reddedilen düzenin nasıl alaşağı edileceği, nasıl
die, 1968). Bu reformcular, aslında, ister reforma tâbi tu­ birlikte yaşanacağıdır» (Worsley, 1964, s. 80). Genelde, bu
tulsun, ister tutulmasın, İslâmın ilke olarak ussallık ve mo­ eleştiriler, Kedourie’nin liberalizminin kendisini, ulusal kur­
dernlikle uyuşamaz olduğuna inanmışlardı. Ancak, kitlele­ tuluş mücadelesi bağlamında, milliyetçi inanışların sosyo­
rin yönetime sadakatlerinin sağlanmasında İslâmın önemli lojik zorunluluğunu kavramaktan alıkoyduğu anlamına gel­
bir toplumsal ve siyasî işlevi bulunmaktaydı. Kedourie’ye mektedir (Smith, 1971, ss. 12-24). Kedourie’nin kuramına
göre, siyasî çıkarcılığa duyulan bu Makyavelci bağlılık, ilişkin değişik eleştiriler iyi bilinmekle birlikte, Kedourie’ ­
1883’te, Fransız filozof Ernest Renan ile el Afganî arasın­ nin, Arap milliyetçiliğinin doğasının ve doğuşunun incelen­
daki oldukça ünlü araştırmada sergilenmektedir. Reııan, mesinde güçlü bir doğrudan ve dolaylı etkisi bulunmakta­
Journal des Débats (Renan, 1887)’daki «L’Islamisme et la dır. Bu etki iki düzeylidir. Birincisi, bir takım nedenlerden
Science» konferansında, İslâmın vahiyle gelen bütün diğer ötürü, Arap milliyetçiliğinin Avrupa milliyetçiliğinin kusur­
dinler gibi, gerici ve us-dışı olduğunu iddia etmiştir. El A f­ lu bir türü olduğu düşüncesi yaygındır. İkinci olarak, milli­
ganî, yanıtında İslâmın, bilimin ilerlemesini engellemiş ol­ yetçiliğin sosyolojik incelenmesinde belirleyiciliğini sürdü­
duğuna ve hıristiyanlık gibi, insanın evriminde, nihaî olarak ren - Arap lâik milliyetçiliği açısından İslâm reformunun öne­
yerini usçuluğa bırakacak bir evreye ait olduğuna hak ver­
miştir. Aradaki sürede, kitleler duygusal biçimde dine bağlı * Aydınlanmış Asyalı (ç.n.).

92 93
mi, milliyetçi inançların biçimlendirilmesinde «marjinal Arap milliyetçiliğinin doğasına ilişkin bu çalışmalar, bel­
adamlar»m rolü ve Batı tipi modernleşme ile anti-sömürgeci ki de istenmeden, Orta Doğu’daki milliyetçiliğin, kitlelerin
milliyetçilik arasındaki ilişkinin belirsizliği gibi-bir dizi çe­ geleneksel sofuluğunu sorgulayamamış olması nedeniyle
kirdek konuyu Kedourie yerleştirmiştir. gerçekte sakat ve kısmi olduğu şeklindeki oryantalist g ö­
îslâm reformu ile daha sonraki lâik milliyetçilik ara rüşün pekiştirilmesi sonucunu doğurmaktadır. Arap milli­
sındaki yakın ilişkiye yönelik savlar, İslâma ve sömürge­ yetçiliği, dinî dünyadan lâik dünyaya geçiş sürecinde donup
likten kurtulmaya ilişkin çağdaş tarihsel incelemelerin tc- kalmıştır. Arap milliyetçiliğinin bu özelliği ayrıca, genellik­
lel yönünü oluşturur. Bu bağlamda Türkiye örneği yol le köktenci, lâik ve başarılı sayılan siyonizmle güçlü bir tezat
tericidir (Berkes, 1964). Türkiye’deki lâikleşmeyle ilgili bir içersindedir. Nitekim, Anthony Smith, yahudilerin tersine,
jok değerlendirme, kıyafete (1925 Şapka Kanunu), yazıyf «Arap toplumunun tanım gereği, temelde dini bir topluluk
örf ve âdete ilişkin yasalar gibi Kemalist reformların yüzey­ olarak kaldığını ve bu toplulukta bilinemezci davranmanın
sel ve taklitçi yönlerini vurgulamaktadır. Kemalist yasala­ toplumca benimsenebilir olmadığım çünkü bu davranışın
rın genel eğilimi, İslâmın modern, endüstriyel bir toplumun komünal yaşamı ve onun raisotı d’etre ini* temelden bozdu­
ahlâkî temelini oluşturabilmesi için, dini eğitimi geleneksel ğunu» ileri sürmektedir (1973, s. 35). Tek istisna olan Mısır
değerler ve kurumlardan ayırmaktı (Turner, 1974 a). İslâ- dışında, yahudilerin köktenci milli siyasete geçişlerinin ka­
mm, toplumsal dayanışmaya ilişkin bu sosyolojik işlevi ye­ rakteristiği olan, «dinden milliyetçiliğe adım adım bir ge-
rine getirebileceği düşüncesi, Ziya Gökalp’in toplum felse­ çiş»in Arap dünyasında örneği yoktur (Smith, 1372, s. 42).
fesinin ana temasıydı (Berkes, 1959). Gökalp’in sosyolojik Benzer bir düşünce, siyasî seçkinlerin Orta Doğu için g e ­
nosyonları, sonuç olarak. Durkheim’in kollektif bilinc.._ve çerli lâik ve köktenci bir ideolojiyi şekillendirememiş olm a­
m il livpl. rilik üzerine görüşlerinden alınmıştır (Mitchell, sının, seçkinleri geleneksel İslâmî modern koşullara uyar­
1931). Ahlâkla siyasetin ayrılması, ussal inançların bu dün­ lama çabasına ittiğine, ancak böylesi bir uyarlamanın ne
yaya ilişkin püriten sistemi olarak değerlendirilen İslâmın yazık ki mümkün olmadığına işaret eden Abbas Kelidar
reformasyonu adına gerçekleştirilmektedir. Benzer lâikleş­ (1975) tarafından benimsenmiştir. Arap milliyetçiliğine iliş­
me ve reform süreçleri Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın di­ kin bu değişik yaklaşımların eğilimi, Vatikiotis tarafından
ğer kesimlerinde de gözlenmiştir. Bu reformlar en çok, bi­ kısaca ifade edilen genel bir sonuç doğrultusundadır. Bu
reysel statüye ilişkin yasalar örneğinde belirgindir; bu alan­ sonuca göre yüzyıllık bir îslâm reformuna rağmen Arap mil­
da, tek eşlilik, kadın haklan ve boşanma hakları, Muham- liyetçiliğinin önünde «bir Arap yönetim şekli oluşturma gö­
m ed’in ve ilk İslâmın uygulamalarına göndermeler yapıla­ revi hâlâ durmaktadır» çünkü, Arap milliyetçiliği daha «eski
rak savunulmaktadır (Salem, 1965). İslâmın, özellikle de bir politik kültürü (İslamcı, hanedana, kabilesel, askerî-
Selefiyye hareketi gibi gelişmelerle reforma tâbi tutulması, otokratik) ve temelde geleneksel bir toplumu» değiştirmek
lâik milliyetçiliğin gelişmesinde gerekli bir aşama olarak zorundadır (Vatikiotis, 1971, s. 23).
değerlendirilmiştir (Abun-Nasr, 1963; Wolf, 1971 a, 1971 b ) . Milliyetçiliğin geleneksel toplumdan modern topluma
Bu lâikleştirme işi öncelikli olarak, milliyetçiliğe ilişkin g ö­ geçişte zorunlu bir asama olduğu ve Batı’nın milliyetçilik
rüşleri, kaçınılmaz biçimde, Mısır ve Verimli Hilâl'deki mis­ ve ulus-devletlerj deneyiminin dünya ölçeğinde önemi bulun­
yoner kuruluşlar tarafından taşman Batılı varsayımlarla şe­ duğu düşüncesi, idealist ve tarihçi bir görgül tarih görüşü­
killendirilmiş «marjinal adamlar» tarafından, özellikle de
hıristiyan Araplar tarafından gerçekleştirilmiştir (Tiba\vit * Varoluş nedeni (ç.n.).
1963; Haddad, 1970).
94
nü önvarsayması bakımından sorgulanabilir (Asad, 1975). lişmiş bir orta sınıfa sahipti. Filistin’de yerleşen orta sınıf
Oryantalizmin milliyetçiliğe bakışının Marksizm tarafından yahudilerin aşağıya doğru toplumsal devingenliği siyonizme
yıkılışı, ya Marksizmin kendisinin tutarlı bir milliyetçilik güçlü bir eleştirici ve sosyalist çehre kazandırmıştır. Sö-
kuramına sahip olduğunu ya da «milliyetçiliğin» uygun bir mürge-sonrası Arap devletleri askerî yönetime dayalı eski
bilimsel söylem konusu oluşturamayacak ideolojik bir kav­ İslâm toplumlarmın bir devamıdır. Arap milliyetçiliği ve
ram olduğunu önvarsaymaktadır. Birinci olasılık kuşkuludur, sosyalizmi ideolojileri, toplumsal değerlerin ve toplumsal
ikincisi ise milliyetçilik «sorunu»nu, en iyi şekilde, bu soru­ yapının yeniden-üretimine denk düşmemektedir. Batı yöne­
nun yanlış olduğunu göstererek çözebilir. Ancak bu başarı timine karşı en yırtıcı ve en kararlı muhalefet, lâik milliyet­
dahi, yalnızca Marksist «üstyapı» kavramı gibi üst düzey çilerden değil, değişik tutucu dini gruplardan gelmiştir:
kavramların üzerine daha fazla kuşku çekmeye yaramak­ Kuzey Afrika’da Abdülkadir, Sudan’ da Mehdi ve Sireneika’ -
tadır. Ancak, Marksist bir milliyetçilik kuramı sorununa nm Sunusîsi (Evans-Pritchard, 1949). Yakın zamanda, mil­
eğilmeden önce, oryantalist Arap milliyetçiliği anlayışıyla liyetçi ve Batı karşıtı hareketlerin -Hacı Amin el-Hüseyni,
buluşma eğilimindeki Hegelei Marksist yorumların varoldu­ Albay Kaddafi, Başkan Bumedyen gibi- önemli liderlerinin
ğu gerçeğine dikkat etmemiz gerekmektedir. Bu nedenle, hepsi «kendilerine temel ideolojik çatı olarak İslâmî» almış­
Hegelcilik ile oryantalizmin bu buluşmasını sergileyebilmek lardır (Avineri, 1978, s. 108).
için, Avineri’nin Siyonizm değerlendirmesine dönmek zorun­ Avineri, Smith ve Vatikiotis’in Arap milliyetçiliğine iliş­
lu olmaktadır. kin değerlendirmelerine eleştirilerim, ne somut duruma iliş­
Avineri’nin, Arap ve yahudi milliyetçiliği arasındaki kin «olgulara» yönelik bir bilimsel tartışmaya ne de Arap
farklılıklara ilişkin görüşleri, ondokuzuncu yüzyıl felsefele­ milliyetçiliğini liberal bir eleştiriye karşı, siyasî güdülerle
rinin, başlıca bileşenlerini Hegel, Moses Hess ve Ber Bo- koruma arzusuna dayanmaktadır. Oryantalizme ilişkin bu
rochov’un oluşturduğu bir karışımın sentezinden ortaya çık­ inceleme boyunc a Orta Doğu toplumsal oluşumlarının doğa­
maktadır (Avineri, 1962; Berlin, 1970). Yahudiler dinden si­ sıyla ilgili hu sıvası fikirleri ve «olgu»ları yaratan oryantaliz­
yasete, en sonunda da temel bir toplumsal devrime, «adım min temel çözümleme tarzının eleştirisi zorunlu olduğundan,
adım» bir ilerleme gerçekleştirebilmişken, tslâm yalnızca, itirazım çok daha temeldedir. Bu varsayımlar; tarihin, gerekli
hâlâ önemli dini kökleri bulunan yüzeysel bir siyasî milliyet­ sınıfların (özellikle de orta sınıfın') başatlığında birtakım zo­
çiliğe ulaşabilmiştir. Avineri’nin çözümlemesine göre, biz­ runlu aşamalardan geçen alımlı bir öz olduğu ve Batı tarihi­
zat İslâmın özü, onu demokratik, köktenci milliyetçilikle nin Poftu tarihinp. oranla daha ayrıcalıklı .bir konumfla bu­
uyuşmaz kılmaktadır. İslâm toplumu Arapların Orta Do- lunduğudur.. Sorun, milliyetçiliğe ilişkin bu özgül tartışma
ğu’yu fethinin sonucudur ve İslâm siyaseti ve kültürü askerî alanı üzerinde, milliyetçiliğin sosyolojisinin Marksist bir
bir elit tarafından biçimlendirildiğinden askerî yönetime mu­ eleştirisinin üretilmesinin, açık seçik bir Marksist milliyet­
halefet düşüncesi ilke olarak, «Arap toplumunda pek yok­ çilik kuramının bulunmayışı tarafından engellenmekte ol­
tur» (Avineri, 1976, s. 11S). Askerî elit ticarî faaliyeti küçük masındadır.
gördüğünden, ticaret azınlık gruplar tarafından yürütülmüş­ Marksistler ve Marksist olmayanlar arasında, Marksiz-
tür. Bunun sonucu olarak milliyetçi siyasetin başlıca tem­ -min, tutarlı bir milliyetçilik açıklaması geliştirmekteki ba­
silcisi durumundaki orta sınıf hiç bir zaman gelişmemiştir. şarısızlığının onun en yıpratıcı kuramsal zaaflarından biri
Tersine dünyanın dört bir yanma dağılmış yahudiler, yahudi .olduğu noktasında yaygın bir görüş birliği var gibidir. Bu
milliyetçi duygusuna anlam kazandırabilen, bütünüyle g e­ sorun, bir «yanlış» olarak (Gellner, 1964, s. 172), «küçümse­

96 97
Zaman zaman, milliyetçiliğe iüşkin Marksist görüşlerin
yiş» olarak (Minogue, 1967, s. 143) ve «büyük bü’ tarihi ba­ (örneğin, milliyetçiliğin esas olarak sömürge mücadeleleri­
şarısızlık» olarak değerlendirilmektedir (Nairn, 1975, s. 3). nin bir sonucu olduğu düşüncesi) farklı milliyetçi hareket­
Sorunun bir bölümü, Marks ve Engels’in, milliyetçilik olgu­ lerin içeriğinin ve tarihinin karmaşıklığına uyamayacak ka­
sunun kavramsallaştırılması için açık bir kuramsal rehber dar basit olduğu ileri sürülmektedir (Smith, 1969, 1971). An­
ve dolayısıyla da «insan türünün etnik bölünmelerinin, sınıfa cak sorun, kuramı milliyetçiliğin olgularıyla denkleştirme
dayalı bölünmelerle karşılaşıldığında kuramsal yönden na­ çabası değildir. Çünkü epistemolojik anlamda bu çaba, «ol­
sıl ele alınacağına ilişkin hiç bir açıklama» bırakmamış olma­ guların» kuramlardan etkilenmediğim varsaymaktır. Gerçek
sıdır (Kolakowski, 1974, s. 48). Bunun sonucunda ise; mil­ yaşamın karmaşıklığının betimlenmesi için, giderek karma­
liyetçilik sorunlarına ilişkin Marksist tutum alışları genel­ şıklaşan tipoloji arayışları, hiç bir kuramsal çözüm getir­
likle çözümleyici bir kavrayıştan çok anlık politik strateji meyecektir. Sami Zııbaida (1977), kritik sorunun, «milliyet­
sorunları belirlemiştir. Ulusal soruna ilişkin resmî tavırlar çiliğin» uygun bir bilimsel söylem nesnesi oluşturup oluştur­
bir dizi kriz içersinde gelişmiştir. Avusturya-Macaristan madığı olduğunu kabullenerek sosyolojik bir milliyetçilikler
împaratorluğu’nun toplumsal bölünmeleri bağlamında Avus­ tipolojisi arayışına seçenek sunabilmektedir. Sosyolojik bir
turya-Marksist (Austro-M arxist) okulu, Marksist bakış açı­ milliyetçilik kuramı «ideolojik/siyasal olguların temelini oluş­
larım ve yaklaşımlarını emperyalizm ve milliyetçiliğe, bu turan ortak toplumsal yapıların ve süreçlerin varlığını» var­
olguların Avusturya’daki kapitalizmin özgül koşullarında saymak durumundayken, genel bir milliyetçilik kuramı «mil­
ortaya çıkış biçimlerine uygun olarak uygulamaya çalışmış­ liyetçiliği», belki «özel değişkenleri ve alt-türleri de olan
tır. Bu alanda belli başlı katkıyı The Nationalities Question bölünmez bir genel olgu» olarak kavramsallaştırmak zorun­
and Social D em ocracy’ de (Marx-Studien içinde, 11, Viyana, dadır (Zubaida, 1977, s. 7). Sosyolojik milliyetçilik kuram­
1907) genç Otto Bauer yapmıştır. Burada, Bauer ulusların larının ortak yönleri, milliyetçiliği dünyayı saran tarihsel bir
bileşimine ve türeyişine ilişkin genel bir çözümleme öner­ sürece (modernleşme, endüstrileşme veya kapitalist geliş­
mişti. Birinci Dünya Savaşı emekçi sınıfların «vatanlarının me) atfetmeleri ve bir takım temel toplumsal sınıfları veya
olmadığı» yanılsamasını kırmıştır (Lichtheim, 1970; Berki, tabakaları (özellikle de aydınları) milliyetçi inanışların ta­
1971). Lenin ulusal soruna, devrimci bilincin canlandırılma­ şıyıcıları olarak saptamalarıdır. Zubaida genel bir milliyet­
sına ilişkin bir strateji sorunu olarak yaklaşmışken, Rosa çilik kuramı düşüncesine iki temel noktadan saldırmaktadır.
Luxemburg «ulus» kavramının bütününe sınıf antagonizma- Birincisi, sözde evrensel endüstrileşme, modernleşme veya
larım bulandırma etkisine sahip bir burjuva kavramı olarak kapitalist gelişme dalgalarının etkileri tekdüze değildir, ö r ­
saldırmıştır. Stalin’in kanatları altında, milliyetçiliğe ilişkin neğin, kapitalist üretim ilişkileri bir toplumda, eski, kapi­
3iyasa 1920’lerde «tek ülkede sosyalizm» bayrağı altında ve talist olmayan sömürü ilişkileri temelinde yerleştirilebilir.
1930’larda Rus milliyetçiliğinin çıkarlarıyla uyum içersinde Toplumsal gelişmenin sonuçlarının kesin niteliği, veri top­
geliştirilmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, Yu­ lumsal oluşumlardaki özgül konjonktürlere bağlı olmaktadır
goslavya’nın «kendi yolu» ile başlayıp, anti-sömürgeci kur­ ve bu yüzden bu etkilere ilişkin dünya ölçeğinde genel bir
tuluş hareketlerinin etkisiyle gelişen eğilim, «kendi kendini kuram oluşturulamaz. İkinci olarak, orta sınıfın veya daha
yöneten topluluklar» fikrinin desteklenmesi olmuştur, An­ özgül olarak orta sınıf içindeki aydın tabakanın milliyetçi
cak, belli milliyetçi hareketlere ilişkin bu stratejik kararlar inanışların biçimlendirilmesinde ve milliyetçi mücadelelerin
«ulusal çıkar»m, «sınıf çıkarı» ile uyuşur olup olmadığı şek­ ilk aşamalarının örgütlenmesinde belirleyici önemi olduğu
lindeki kuramsal sorunu çözmemektedir.
99
kuramı, «orta sınıf»m evrensel bir kategori olduğunu ve
dır ve dahası, Marksist çözümleme yöntemlerinin pek ay­
farklı toplumsal oluşumların orta sınıfları arasında kar­ dınlatıcı bir açıklaması değildir. İkinci olarak Zubaida’ mn,
şılaştırmalar yapılabileceğini varsaymaktadır. Ancak, top­
kuram ile pratik arasında belirgin bir ayırımı varsayan savı,
lumsal sınıflar, üretim ilişkilerine göre tanımlanmaktadır ve kuramın Marksist çözümlemede ne gibi bir rol oynayabile­
bunlar da oldukça kesin bir üretim tarzları belirlemesini ön- ceğini açıklayamamaktadır. Bütün klasik problemler -sınıf
varsaymaktadır. Orta sınıfın rolüyle ilgili olarak, sosyolojik mücadelesi, kapitalist krizler, devrim, bilinç- eninde sonun­
milliyetçilik kuramlarında yeralan belirsiz genellemeleri da kuramın değil de pratiğin mi problemleridir? Böylesi bir
kabul etmek mümkün değildir. Çünkü, bu kuramlar endüs­ yaklaşım Weber’in, dünyaya (ne olduğuna) ilişkin bilginin
triyel ve sömürge sonrası toplumsal oluşumlardaki üretim bize nasıl davranacağımızı (nasıl davranmamız gerektiğini)
ilişkilerinin özgül bileşimlerinin uygun bir çözümlemesini bildirmemesi nedeniyle, sosyolojik kuramın siyasî pratiğe
vermemektedir. Bu iki tezden hareketle, «milliyetçiliğin», oranla ayrıcalıklı bir statüsünün olamayacağı şeklindeki dü­
«sosyolojik araştırmanın geçerli, bölünmez bir nesnesini» şüncesinden pek de farklı değildir. Üçüncü olarak, siyasî
oluşturmadığı sonucuna varılmaktadır (Zubaida, 1977, s. 10). pratiğe ve tahmine başvurulması hangi milliyetçi hareket­
«Milliyetçiliğin» sosyolojik çözümlenmesinin yaşama şan­ lerin, sosyalistlerin desteğini kazanması gerektiğinin belir­
sına sahip bir girişim olmadığını ve «ulus»un ve «milliyetçi­ lenmesinde gerçek bir yol gösterici değildir. Durum, özel­
liğin» tanımını yapmanın Marksist kuramın sorunu olmadı­ likle iki veya daha fazla milliyetçi hareket, açık bir çatış­
ğım kabul etmekle birlikte, Zubaida, milliyetçiliğin siyasî ma içindeyse özellikle karmaşıktır. Buna bir örnek olarak
pratik yönünden önemli bir sorun olarak ele alınması gerek­ Filistin milliyetçiliğine karşı yahudi milliyetçiliği gösterile­
tiğini ileri sürmektedir. Klasik Marksist yazın, genel bir mil­ bilir.
liyetçilik kuramı ortaya atmamakta veya atmaya çalışma­ Alternatif bir çözüm «milliyetçiliğin» ideolojik söylemde
maktadır. Ancak, Lenin’in çalışmalarında; sosyalistlerin, geçerli, sağduyuya dayanan bir yarı-bilimsel terim olduğu­
ulusların kendi kaderlerini tayine yönelik demokratik hare­ nu ve bilimsel bir çözümleme alanı içinde geçerli kılınması
ketlerini desteklemeleri ve ulusal yayılmaya ve diğer ulus­ için, dönüştürülmesi gerektiğini ileri sürmek olacaktır. Bu
lar üzerinde egemenlik kurmaya yönelik hareketlere karşı yaklaşım, ideoloji kuramı veya daha genel olarak üstyapı
çıkmaları gerektiği şeklinde belirgin bir ilke görmekteyiz. kuramı yoluyla, «milli çıkar» ile «sınıf çıkarı» arasındaki
Kanımızca, Zubaida’nın yola çıkış noktası doğrudur, ancak belirgin çelişkiyi çözmeye çalışacaktır. Ne yazık ki, ideolo­
onun, milliyetçiliğin «kuramsal» bir sorun değil, «pratiğe jik «milliyetçilik» kavramına bu çeşit bir çözüm, ekonomik
ilişkin» bir sorun olduğu şeklindeki sonucuna üç eleştirim temel ile üstyapı arasındaki ilişkiye yönelik çok bilinen so­
var. Birincisi, vardığı nokta, milliyetçilik sosyolojilerinin runlarla karşı karşıya kalmaktadır (Williams, 1973; Hirst.
kuramsal tutarsızlığının gösterilmesinden çok, genel bir ku­ 1976).
ramın tek tek milliyetçi hareketlerin görgül özgüllüğünün üs­ Marksist bir üstyapı kuramının gelişimi, Marks ve En-
tesinden gelemeyeceğinin gösterilmesi olduğundan, Zubaida’ - gels’in en azından üç ayrı ideoloji kuramına bağlanması
nın düşüncesi gizli bir görgücülük içermektedir. Dünya, «orta ııedeniyıe engellenmiştir, daha doğrusu kanıt olarak Marks
sınıf», «modernleşme» veya «milliyetçilik» gibi kategorilerin ve Engels’in yayınlarında üç inanç kuramı gösterilebilir.
kapsayamayacağı kadar karmaşıktır. Marksizmin özünün so­ Bunlar: (a) görünüş/gerçeklik kuramı, (b) inançların top­
mut durumların somut çözümlemesi olduğu şeklindeki Le- lumsal sınıf kökenliliği kuramı, (c) üretim tarzı kuramıdır.
ninıst görüş, kuram ile somut arasında görgülcü bir ayırım­ Bir yandan, fetişleştirilmiş ilişkiler, gizemleşme ve yaban­
100
101
yazık ki, «egemen düşünceler» kuramı, başat sınıfın zihinsel
cılaşma kuramı, karmaşık ideoloji çözümlemelerini berabe­ üretim araçlarına sahip olduğunu, inançların yayılmasını
rinde getirirken, bir yandan da Marks’m kapitalist toplum­ sağlayan elverişli bir aygıtı denetlediğini ve işçi sınıfının bir
sal oluşumlardaki ideolojik inanışın doğasım açıklarken de­ tabula rasa* olduğunu veya en azından ideolojik bulandırma­
ğişik benzeştirmeler ve mecazlar kullanmasının etrafında ya oldukça açık olduğunu varsaymak zorundadır. Bu varsa­
yoğunlaşan bir dizi sorun bulunmaktadır (Geras, 1971; Mep- yımların hepsi kuşku uyandırıcıdır. Görgül anlamda, kanıt­
ham, 1972). Vülger biçimiyle bu kuram, «milliyetçi inanış­ ların çoğu feodalizmde ve kapitalizmde köylülüğün ve işçi
ların» bir yanlış bilinç biçimi olduğu düşüncesiyle sonuç­ sınıfının başat ideolojiyle bütünleşmediğim, ya da ancak kıs­
lanmaktadır. Ancak, bu bir açıklama olmaktan çok, yal­ men bütünleştiğini göstermektedir (Parkin, 1972; Mann, 1973;
nızca var olan durumun betimlenmesidir. Marksist inanç Goedridge, 1975).
çözümlemesinin en geleneksel biçimi, inanç sistemlerini sı­ Marks’ taki üçüncü tür ideoloji kuramı, inanç sistemle­
nıf çıkarlarına indirgemektir. Örneğin; kapitalist değişim
rini sınıf inançları olarak değil de üretim tarzlarının özgül
ve bireycilik inançları burjuvaziye uygun inançlar olarak ele
koşulları olarak kavramsallaştırmaya çalışır. Bu kuram,
alınmaktadır (Goldmann, 1973). The Condition of the Working
Marks’ın Capital’deki (Cilt 1, 1970, s. 85-6) düşünceleri te­
Class in England (Engels, 1968) adlı eserde ve Contribution
melinde ayrıntılandırılabilir. Burada Marks, «maddi yaşamın
iü the Critique of Political Economy (Marx, 1971) kitabının
üretim tarzının», «maddi çıkarların ağır bastığı» kapitalist
önsözünde «toplumsal varlığın bilinci belirlediği» kuramını toplumda toplumsal, siyasi ve entellektüel yaşamın bütün
bulmaktayız. Bu ise, geleneksel olarak «toplumsal sınıfın bi­
biçimlerini belirlediğini, «ancak bu durumun ne Orta Çağda
linci belirlediği» şeklinde yorumlanmıştır. Her toplumsal sı­ Katolikliğin, ne de Atina ve Roma'da siyasetin en yüksek
nıf, maddi koşullara ilişkin deneyimini, o sınıfa özgü inanç­
önceliğe sahip olduğu dönemler için geçerli olmadığını» söy­
lar şeklinde kavramaktadır. Kapitalizmde işçi sınıfı «bur­
lemektedir. Marks’tan yapılan bu alıntı, Althusser (Althus­
juvaziden farklı düşünceler ve ideallere, görenek ve ahlâkî ser ve Balibar, 1970) ve Poulantzas (1973) tarafından, eko­
ilkelere, farklı bir dine ve farklı siyasete sahiptir» (Engels,
nominin üst yapıyı yalnızca «son kertede» belirlediği iddi­
1968, s. 124). Bu yüzden, toplumsal oluşumun üstyapısı, ayrı asını çevreleyen sorunların bazılarını çözmeye yönelik bir
toplumsal sınıflara ait farklı inanç sistemlerinin bir bileşi­ yöntem olarak kullanılmaktadır. Ekonomik temel, üretim
midir. Bu ideoloji görüşü «her dönemde yönetici sımfm dü­ tarzının üç yapısından (ekonomik, siyasal ve ideolojik) han­
şüncelerinin egemen olduğu»nu ileri süren diğer geleneksel gisinin başat olacağını belirlemektedir. Nitekim ekonomi,
inanışların sınıf kökenliliği kuramıyla pek kolay uzlaştırıla-
Kölelikte siyasi yapının başat rolünü; feodalizmde de ideolo­
maz (Marks ve Engels, 1974, s. 64). Egemen sınıf zihinsel jinin başatlığını belirlemektedir. Althusser ve Poulantzas’ın
üretimi denetlediğinden ve inançların dağıtımının tekeline çalışmalarında başatlık kavramı muğlak kalırken, Hindess
sahip olduğundan, işçi sınıfının içersenmesini sağlayabil­ ve Hirst (1975), FÜT’te ideolojik/siyasi yapının, üretim tar­
mektedir. Bu kuram, üstyapının egemen sınıfın inançları et­ zının bir varoluş koşulu olduğunu ileri sürerek Marks’m
rafında bütünleşmiş göreli olarak homojen bir yapı olacağı düşüncesinin çok daha titiz bir yorumlamasını sunmaktadır.
anlamına gelmektedir. Rosa Luxemburg’un milliyetçiliğin Şöyle ki, köylünün, üretim araçları üzerindeki kısmi dene­
—veya «milletin sınıfsallığa önceliği» fikrinin— burjuva ide­ timinden kopması ve artığın koparılıp alınması ekonomi-dışı
olojisinin ekonomik sınıf çıkarının gücünü zayıflatma işle­
vine sahip bir bileşeni olduğu görüşü, «egemen düşünceler» Boş levha (ç.n.)
tezinin belli bir biçimini doğru kabul etmek zorundadır. Ne
103
102
baskı araçlarının varlığını gerektirmektedir. Üstyapı, üre­ sonrası toplumsal oluşumlarm üretim tarzlarının özgül ko­
tim tarzının varoluş koşullarını güvence altına alarak ekono­ şullarına başvurarak açıklanması olanağı, bizi başladığımız
mik temeli belirlemektedir. noktaya getirmektedir. Oryantalist milliyetçilik görüşünün,
Marksist ideoloji kuramlarına ilişkin bu karmaşık açık­ üst yapı çözümlemesi yoluyla yıkılmasının güçlüğü, sonuçta
lamanın amacı, konunun genel bir özetini vermek olmayıp, mozayik İslâm modeline seçenek olarak, sömürge ve sömür-
yalnızca milliyetçiliğin oryantalist/sosyolojik ele almışının ge-sonrası ülkeler için tutarlı bir üretim tarzları kuramının
yerine Marksist bir çözümlemenin geçirilmesindeki güçlük oluşturulmasının güçlüğüne bağlı olmaktadır.
üzerine bazı gözlemlerde bulunmaktır. Geleneksel olarak, İdeolojik yapılar, üretim tarzı ve sınıf mücadelesi ara­
milliyetçiliğin, Marksizm yönünden ulus/ulusal çıkar ile sı sındaki ilişkinin yeterli bir kuramsal formülasyonunun içer­
m f/sınıf çıkarı arasındaki belirgin çatışma nedeniyle sorun diği zorluklara karşın Marksizmin, Arap milliyetçiliğinin
oluşturduğu düşünülmektedir. Bu geleneksel sorunun bir çö­ «gerçek» milliyetçiliğin kusurlu bir türü olduğu şeklindeki
zümü, «milliyetçiliğin», bir üstyapı kuramıyla yeniden ç ö ­ oryantalist görüşü göreli olarak yıktığı söylenebilir. Mark­
zümlenebilecek ve dönüştürülebilecek bir yarı-bilimsel kav­ sizm bu kısmi yıkımı bir dizi düzeyde başarmaktadır. Arap
ram olduğunun gösterilmesi olurdu. Böylesi bir dönüşümü, milliyetçiliğinin kusurlu niteliklerini gösterebilmek için, or­
tutarlı bir ideoloji kuramının bulunmaması gibi, daha temel yantalizm Batı tipi toplumsal gelişme modeli diye bir şeyin
bir sorun ertelemektedir. «Yanlış bilinç» kavramının ve olduğunu («burjuva devrimi», lâikleşme ve radikal demokra­
«egemen düşünceler» tezinin, milliyetçi inançlar konusunda tikleşme) ve bu modelin evrensel geçerliliğinin bulunduğunu
belirli oranda «vülger» tutumlara yolaçmasma karşın, ideo­ varsaymak zorunda kalmaktadır. Bu model kuşkuludur; çün­
lojik/siyasal yapıların üretim tarzlarının varoluş koşullan kü, örneğin, İngiltere’nin. Almanya’nın ve Fransa’nın ka­
olarak alındığı bir kuram sunmaya yönelik son dönem giri­ pitalist gelişmesi, bu toplumlarda üretim tarzlarının farklı
şimleri (Hindess ve Hirst, 1975) kuramsal yönden daha ve karmaşık yâpılanmal a r m a ^ W ortaya- c ı l ^ l a z â ı T 'k o ­
ümit vericidir. Örneğin, milliyetçi inanışların, küçük burju­ şullara uygun olarak köklü farklılıklara gnhin o1-
vazinin ya da yeni küçük burjuvazinin bir katmanı olarak mıştır (Kmlantzas, 1^73). Kapitalist gelişme koşullarının öz­
aydın kesimin sınıf çıkarlarına denk düştüğünün ileri sü­ güllüğüne ilişkin bu «olgu», daha bilgili sosyoloji çevreleri­
rülmesi yerine, milliyetçilik ideolojisinin sömürge-sonrası nin de gözünden kaçmamıştır (Moore, 1966). Oryantalizmin
toplumsal oluşumların üretim tarzlarının özel nitelikleriyle Arap milliyetçiliğine saldırısının ikinci cephesi, tek tek Arap
bağdaşan inanışlar ve pratikler kümesi olarak kavramsal­ milliyetçilerinin yaşam öykülerinin değerlendirilmesi yoluy­
laştırılması için çaba gösterilmelidir. Sömürge-sonrası dev­ la, milliyetçi inanışların «kötü» güdülerin dolaysız ürünü
letinin âcil sorunlarından biri, «toplumun» toprak sınırları­ olduğunun gösterilmesidir. Bu yaklaşımı ele alabilmek için,
nın bir sömürge yönetimince keyfi olarak belirlenmiş oldu­ el Afganî’nin «gerçekten» sofu kitlelerin çıkarcı bir yöne­
ğu koşullarda toplumsal oluşumun birliğine ideoloji düze­ teni olup olmadığı tartışmalarına girmenin gereği yoktur.
yinde simgesel bir anlam vermektir (Saul, 1974). Bu durum­ Yalnızca, oryantalist düşüncenin, ideolojik yapıları ve pra­
da, «milletin sımfsallığa önceliği» düşüncesi, doğrudan doğ­ tikleri, bireylerin inançlarının biyografisine ilişkin bir de­
ruya sınıf çıkarlarına değil, çatışan sınıflardan ve ekono­ ğerlendirmeye indirgemek zorunda kaldığına işaret edilmesi
mik temelden görece özerk durumundaki devletin siyasi/ide­ yeterlidir. Kısacası, oryantalistler, Arap milliyetçiliğinin
olojik gereksinmelerine denk düşecektir. Ancak, milliyetçi «başarısızlığının» kaynağının, Arap ideologlarının «başarısız­
inanışların varlığı veya yokluğunun, sömürge ve sömürge- lığında» aranabileceğini gösterebilmek için ideoloji sorunu­

104 105
nu, entellektüel tarihin bir sorunu olarak ele almaktadırlar. sınıfların somut mücadelesi düzeyinde mi yoksa üretim tarz­
Ancak, ideoloji tek tek bireylerin inançlarıyla ilgili bir so­ larının varoluş koşullarının daha form el ve kuramsal düze­
run olmayıp, bireyleri üretim ilişkileri içindeki mevkilere yinde mi aranacağı sorusu hâlâ gündemdedir. Bu sonuncu
yerleştiren ve bu ilişkilerin yeniden-üretimini, onların var­ sorunun çözümü, şu iki Marksist önerme arasındaki belirgin
oluş koşullarım (kol ve kafa emeğinin birbirinden ayrıl­ çelişmeyi çözecek bir kuramın bulunmasına bağlıdır: «D ev­
ması gibi) sağlayarak güvence altına alan ideolojik yapı­ rimler» ya «somut konjonktürlerdeki sınıf mücadelelerinin
lara ve pratiklere ilişkin bir kavramdır (Althusser, 1971). sonuçlarıdır» ya da «üretim tarzlarının dönüşümünün sonuç­
Batılı lâikleşme modeli, ideal bir «İslam toplumu» tipi­ landır». Bu kuramsal sorunların çözülememiş olması nede­
ne göre ayrıcalıklı bir kuramsal konum içinde bulunmama­ niyledir ki, Arap milliyetçiliğinin kusurlarına ilişkin oryan­
sına karşın, sömürgecilik sırasında Batı kapitalizminin b a ­ talist görüşün, Marksizm tarafından yıkılışının topyekün ol­
ğımlı Orta Doğu toplumlarına göre ekonomik ve politik an­ maktan çok kısmi olduğu kanısındayım.
lamda ayrıcalıklı bir konuma sahip olduğu da bir gerçektir.
Sonuç olarak, Arap milliyetçiliğinin doğuşu ve özgül, nite­
likleri, bireylerin yaşam öyküleri düzeyinde değil, «dünya
pazarı sistemine zor yoluyla tâbi kılman özgül bir kapita­
lizm öncesi toplumun değişen yapıları» açısından araştırıl­
malıdır (Asad, 1975, s. 94). Dolayısıyla Arap milliyetçiliği,
sözü edilen ekonomik ve siyasi güçler konjonktürünün ideo­
lojik bir ifadesidir ve bu bağımlı toplumlar içindeki toplum­
sal sınıfların karmaşık mücadelelerine ve ittifaklarına denk
düşmekiedir. Genelde, oryantalistler milliyetçilerin impara­
torluk düzenine muhalefetlerini Acton’cu gözlüklerle algı­
ladıklarından milliyetçi mücadelelerin özgürleştirici nitelik­
lerini görememişlerdir. Milliyetçi muhalefetin bu özgürleş­
tirici boyutları, milliyetçi inanışların anlam kazandırdığı sö­
mürgeciliğin gerçek çelişmeleri ile sınırlanmakta ve engel­
lenmektedir. Yani, milliyetçi muhalefet «milliyetçiliğin sınıf
mücadelesini baskı altına almasıyla» engellenmektedir
(Asad, 1975, s. 96). Ancak bunun doğru olduğunu göstermek
için, «milli çıkarın» «sınıf çıkarına» tâbi olduğu veya onun
bir türevi olduğu kuramının geçerliliğini gösterebilmemiz
gerekir. Bu gösterim, Marks-izmin, ulusal sorunun bir stra­
teji sorunu mu (Lenin), yoksa esas olarak kurama ilişkin
bir sorun mu (Rosa Luxemburg) olduğu konusundaki karar­
sızlığı ile engellenmektedir. Marksizmde kuramsal ve stra­
tejik tartışma konularının birbirinden koparılamayacağına
inananlar için, ideolojik yapıların açıklamasının, toplumsal

106 107
- 5—

DEVRİMLER : ÜRETİM TARZLARI VE


TOPLUMSAL SINIFLAR

Oryantalizmin, İslam toplumları ile Batı toplumlarınm


toplumsal yapıları ve tarihleri arasına kesin bir ayırım koy­
ma girişimlerinin değişik biçimlerini gözden geçirmiş bu­
lunmaktayız. Batı tarihi dinamik, sömürge öncesi Orta Do­
ğu toplumları ise durağandır. Batı toplumları, endüstriyel
gelişmenin koşulu olarak kabul edilen bir sınıf katmanlaş­
ması biçimi üzerine temellenmekteydi; İslâm toplumları ise,
bir toplumsal gruplar mozayiğine dayanmaktadır. Batıda
feodal/dinî kültürün endüstriyel/laik kültüre dönüşümü özerk
bir ticari orta sınıfın katkısını gerektirmiştir. İslam Orta Do­
ğusunda böyle bir sınıf yoktu. Bu nedenle bu çözümleme,
ondokuzuncu yüzyılın bir çok toplumsal değişme kuramın­
da ortak olan ideal tip karşılaştırmalarının ataya çeken bir
örneğidir: Örneğin, Herbert Spencer’in «savaşçı toplum»
(militant society) ile «endüstriyel toplum» arasındaki ayırı­
mı oryantalist dünya görüşünü andırmaktadır. «Savaşçı
toplum»da askeri etkinlik gereksinmesi, iş alanında birey­
sel insiyatifi ve demokratik hakların varlığını önlemektedir.
«¿Endüstriyel toplum» ise yararcıların toplumsal uyum, bi-

109
reycilik ve endüstriyel büyüme cennetini temsil etmekteydi
karşısındaki bir siyasi eylem biçimidir ve bu tür bir siyasi
(Burrow, 1970). Daha genel bir anlatımla, oryantalistlerin
hareket, kendi içinde, varolan toplumsal düzenlemelerin ra­
Doğu ile Batı arasındaki ideal tipik karşıtlığı, oryantal des­
dikal ve topyekün bir seçeneğini taşıyan devrimci bir ideo­
potizm siyasi kuramının bir türüdür yalnızca (Koebner, 1951;
lojiyi öngörmektedir. Dahası, devrimci bir mücadelenin g e­
Venturi, 1963). Sonuçta, oryantalist İslam toplumu kuramın­
rekleri, güçlü bir siyasi örgütlenme ,devrimci seçeneklere
daki bu farklı öğeler temel bir iddiaya; yani, Orta Doğu
öznel bağlanma ve kitlelerin şu ya da bu biçimde siyasi
toplumlannın başarılı burjuva devrimleriyle harekete geçi­
yeralışı ve katılımı olmaktadır. Batı toplumunun, Rusya’ ­
rilmediği ve bu yüzden de «savaşçı toplum» ile «endüstriyel
nın ve Çin’in devrimleri, muhalif düşünceleri katışıksız dev­
toplum» arasındaki toplumbilimsel zindanda kalakaldığı id­
rimci siyasetlere dönüştüren bir siyasi örgütlenme ve dev­
diasına dayanmaktadır. Orta Doğu toplumlannın evrimin­
rimci kültür geleneği temeline sahipti. Orta Doğu’nun isyan
deki en_önemli eksiklik, düşüncenin, toplumsa] örgütlenme­
ve ayaKİanmaları ise tersine, Batı’nın sömürgeci müdaha­
nin ve sivasi kururların rİAyjjjBci yeniden -yapılanmasıdır.
lesine, «eğitim görmüş devlet görevlisi sınıfların» devrimci
Devrimlerin yokluğu (No Revolutions) tezi, geleneksel
olmayan tepkileridir esas olarak. Bu ayaklanmalar, yerli
ve günümüz Orta Doğu toplumlarma ilişkin birçok açıkla­
bir siyasi ideoloji temelinde, sömürge sonrası kökten yeni­
manın önde gelen özelliğidir. Avineri’nin askerileşmiş Arap
den inşvt amacıyla örgütlenmiş sınıf mücadeleleri değillerdir.
toplumlannın doğasına ilişkin yorumu, bu topiumların ger­
Orta Doğu’da toplumsal yapının günümüzdeki yeniden
çek toplumsal devrimleri değil, yalnızca siyasi hükümet
örgütlenmeleri, Vatikiotis tarafından bürokratik ve askeri
darbeleri ve saray devrimleri yaşadığı biçimindeki temel
sınıfların aracı olarak görülen devletin müdahalesi ile ger­
öncüle dayanmaktadır. I. William Zartman Orta Doğu’daki
çekleşti! ilmiştir. Bu durum, Batı toplumlannın tarihiyle
devrimler üzerine çok az araştırma yapılmış olmasını hay­
tam bir tezat oluşturmaktadır. Avrupa’nın ve Kuzey Am eri­
ret verici bulmaktadır; ancak bu hayret, «bölgede çok az
ka’nın devrimci kültürünün kökleri klasik Yunan toplumun-
sayıda şiddetli ve dönüştürücü sosyo-politik çalkalanmala­
da, özeıJikle de Stoacılık felsefesinde, «hıristiyanlığm evren
rın gerçekleştiği» anlaşıldığında ortadan kalkmaktadır (1976,
sel hümanizmi»nde ve daha yakın geçmişte de, doğal yasa
s 284). Orta Doğu’nun siyasi tarihine kitle devrimlerinden
£?eleneğindedir. Bütün bu kültürel kökenler, yurttaşların kö­
çok askeri el koymaların egemen olduğu ve bunun nedeni­
tü yönetime karşı direnme hakkına sahip olmaları ilkesine
nin, Arap halkının, radikal demokratik siyasetlerin be] irsiz-
dayah bir muhalefet kültürünü ortaya çıkarmaktadır. Batı
liğindense «güçlü rejimleri» tercih etmesi olduğu şeklinde
siyasi felsefesindeki başlıca dönüm noktası, «devrim»in an­
yaygın bir ortak kanı bulunmaktadır (Khadduri, 1953). Yeni
lamına yeni bir önem kazandıran Fransız Devrimi’ydi. Fran­
incelemeler arasında «devrimlerin yokluğu» tezinin en güç­
sız filozoflar, giderek bu deyimi, insanoğlunun bilinçli eyle­
lü anlatımı Revolution in the Middle East (Vatikiotis, 1972)
minin sonucunda toplumun örgütlenmesinde yaratılan muaz­
başlıklı bir derlemede yer almaktadır. Devrimlere ilişkin bu
zam değişmeyi anlatmak için kullanmaya başladılar.
incelemenin temel tezi, Vatikiotis tarafından, Giriş bölümün­
Vatikiotis’in derlemesinin başlıca amaçlarından biri,
de sunulmuştur. Burada Vatikiotis «Orta Doğu’da şimdiye
Arap devrimlerinin yokluğunun yerli bir devrim kavramı­
kadarki bağımsızlık mücadelelerinin ve radikal hareketle­
nın yokluğunun sonucu olduğu gerçeğinin belirlenmesidir.
rin, hükümet darbelerinin, başkaldırıların ve isyanların bi­
Bernard Lewis (1972), Emevi halifeliğinin çöküş dönemin­
rer devrim oluşturmadığını» ileri sürmektedir (1972, s. 12-13).
den Mısır, Suriye ve Irak’ta sosyalist rejimlerin gelişine ka­
Vatikiotis’in deyimiyle, devrim temel olarak kurulu düzen
darki devrim ve siyasi ayaklanmaların açıklanmasında kul-
110
111
lamlmış bir dizi Arapça terimi —dawla, fitna, bid'a, thaw- yönetimine karşı 1925 Suriye ayaklanması. Albert Hourani,
ra, bagha- incelemektedir. Bu terimlerin çoğunluğu, dini bu olasılığa karşı, bu toplumsal hareketlerin «devrimlerden
ortodoksluktan sapma niteliğindeki eylemlere veya inanış­ çok küçük çaplı kavgalar olabileceğini» ileri sürmektedir
lara ilişkin olduklarından güçlü dinsel çağrışımları bulun­ (1972, s. 6 7 ).'Bu tutumun benimsenmesinin bir nedeni, Orta
maktadır. Vatikiotis gibi Lewis de. kötü yönetime karsı ç ık­ Doğu’daki siyasi iktidar mücadelelerinin geleneksel biçim ­
ma siyasi hakkının «İslam düşüncesine vahanrı [nHıığul de «seçkinlerin siyaseti»yle yönetilmiş olmasıdır (Hourani,
Bunun yerine kafir yönetime k ary çıkma görevi gibi ilk has ­ 1968). Osmanlı İmparatorluğunun il merkezlerinde, halkın
larda çok büyük önemi olmuş bir Islâmi öğretinin hulunrin&tıv> desteğinin seferber edilmesi yerel eşrafın işiyken, yönetim
sonucuna ulaşmaktadır (Lewis, 1972, s. 33). Bu kâfir yönetici- ve hükümet Osmanlı memurlarının denetimindeydi. Eşrafın
lore ¿arşı çıkma hakkı, iki nedenden ötürü son deıeee sı­ siyasi eylemleri, kentin saldırgan ayak takımının, esnaf lon­
nırlı bir hakti. Hukukcularca. yönetimin kâfirliğinin sına ­ calarının ve dinî liderlerin desteğinin sağlanmasına, rakip­
nabilmesinin belirgin bir ölçütü hiç geliştirilmemiş ve dahası lerle didişmeye ve Osmanlı resmi makamları üzerinde nüfuz
bu Fakların mevcut siyâsi otoriteye karşı tam tamu i ş y e ­ sağlamaya yönelikti. Bu «seçkinlerin siyasetinin amacı,
rine getirilebilmesini sağlayan bir aygıt geliştirilmemiştir. mevcut toplumsal düzeni alaşağı etmek veya yeni bir y ö ­
Lewls^iT goreTsiam tantıınde itaat görevinin, direnmp hakkı netim sistemi geliştirmek olmayıp, «taşra toplumunun ba­
üzerinde belirgin üstünlüğü bulunmaktaydı ve hıı durum ffp- ğımlı olduğu yerel vali ile yerel önderler arasındaki den­
t e a e k s e l I s l ı n ı ..lo n lu m iin im . ftî.İfcftİ___ d u ru m u n d ak i t.finlıım ggl geyi oluşturmaya veya istikrarlı kılmaya yönelikti» (Hou­
uzlaşırcılığa ve siyasi dinginciliğe ( political quietism)* katkı­ rani, 1972, s. 67). Ondokuzuncu yüzyıldaki ayaklanmalar ve
da bulunmaktaydı. İslam uygarlıklarında din ve siyasetin siyasi mücadeleler esas olarak rakip eşraf grupları arasın­
çözülemez biçimde birbiri içine girmiş olması nedeniyle, daki siyasi etkinlik kavgalarıydı. Yirminci yüzyılın ikinci
dini muhalefet her zaman toplumsal düzene yönelik ciddi yarısında yabancı siyasi yönetimin ortadan kalkışıyla bir­
bir yıkma tehlikesini beraberinde taşımıştır. Tonlumun hu likte, «seçkinler siyaseti» çökmekte ve yerini yeni siyasi mü­
toplumsal düzensizliklerden (fitna) kurunmam yP nrtnHnW cadelelere bırakmaktadır. Sistem içindeki siyasi oyuncular,
görenekten sapmanın (bid’a) önlenmesi için, ahenk ve uvıım merkezi bürokrasinin dağıttığı nimetlere ulaşmak için y a ­
her ne pahasına olursa olsun sağlanmalıydı Rumın snnprnn- rışırken, sistemin dışındakiler «etkili olacağa benzeyen tek
j a , dinî karşı koyma i l k e ^ ^p-iinahb, itaat yoktur»), çok daha yöntemi, silahlı güçleri kullanarak yönetimi» devirme am a­
âglLgiyasi düzen ve toplumsal istikrar gereksinmeleriyle ar­ cını gütmektedirler (Hourani, 1972, s. 72). İlk kez bir tür
ka plana itilmiştir. ' devrim gerçek bir olasılık olmaktadır.
Orta Çağ İslam dönemi bu nitelikleri taşımış olabilirse Ondokuzuncu yüzyıldaki isyanlar, soylu katman içinde­
de, ondokuzuncu yüzyılın bütün Kuzey Afrika ve Orta î\>ğu ki hizipler arası kavgalardan ibarettiyse, bağımsızlaşma dö­
boyunca muhalefet ve isyanların yayılmasında başlıca dö­ neminin «devrimleri»nin de sonuçta askeri darbeler olduğu
nüm noktası olmasıyla buna karşı çıkılabilir. Devrimci mü­ ortaya çıkacaktır. Örneğin, Mağrıp’m siyasi karışıklıkları
cadeleler olarak kabul edilebilecek birkaç siyasi çatışma­ da, Vatikiotis ve meslektaşları tarafından ortaya konulan
nın dökümünü vermek mümkündür: 1882 Urabi ayaklanma­ «gerçek devrimlerin» ölçütlerine uygun olmaktan uzaktır.
sı, 1919 ve 1952 Mısır devrimleri, 1882 Şam katliamı, Fransız Cezayir Devrimi halk kitlesini harekete geçirebilmiş «az sa­
yıda önderin» eseriydi ve bu elit «onları bağımsızlıktan beri
* Dünyaya yüz çeviren yaşama tutumu (ç.n.) ümitlerle, sloganlarla ve biçimsel gösterilerle avutmakta»

112 113
(Tourneau ve diğerleri, 1972, s. 67). M ağrıp’ın siyasi ve as­ hıristiyanlıkta birbiriyle çelişen iki krallık kuramına neden
keri seçkinleri, sınıf çatışmasının gerekliliği ve önemi te­ olmuştur. Teokratik ilkeye göre kral gücünü Tanrı’dan al­
melinde devrimci bir ideoloji geliştirmek yerine, toplumsal maktaydı ve ona karşı sorumluydu. Alternatif görüş, kralın
çatışmasız gelişme ve topluluk uyumu gibi dinî kavramların gücünü halktan aldığı ve bunun sonucu olarak da onların
savunuculuğunu yapmıştır. Mağrıp sosyalizmi geçmişle sü­ istemlerini gözonünde tutması gerektiğiydi. Merovenj döne­
rekliliği ifade etmektedir, çünkü, sosyalizmin inşasının yurt­ minden itibaren, geçmişten aktarılan teokratik ilke egemen­
taşlardan beklediği «özgeci (altruistic) nitelikler bütünüyle di; ve mutlakiyetçi monarşilerin ortaya çıkışı ile yönetimin
İslamın özellikleridir» (Tourneau ve diğerleri, 1972. s. 109). kutsal niteliğine ilişkin nosyonlar, kralların İlâhî hakları ol­
Devrimlerin yokluğu tezi, bu savlarla herhangi bir olası çü­ duğunu savunan olgunlaşmış öğretiye doğru gelişme göster­
rütmeye karşı korunmaktadır. Klasik îslamda karşı koyma diler. j v ; ı n ^ 7» veva^hiçhir yazılı belge, k rala
hakkı yoktu; Osmanlı döneminin ayaklanmaları küçük çaplı k ar^ıcıkarılan^ veva « k r ^ v n k s ^ p a pa 7. da yoktur» gihi
kavgalardı; yirminci yüzyılın devrimleri ise sosyalizme iha­ siyasi- sloganlar,. Lewis’in Batı siyasi yaşamındaki direnme
net ile sonuçlanan askeri darbelerdi. hakkına ilişkin görüşüm pek desteklememektedirler. Re-
Devrimlerin yokluğu tezine eleştirilerim üç bölüme ayrı­ formasyon* teolojisi bile, günahkâr yönetime karşı muhale­
lacak. Batı tarihini niteleyişine ilişkin görgül sorular orta­ fetin meşru olduğu düşüncesine çok sınırlı bir hareket alanı
ya atarak, bu tezin, kendi epistemolojik ve kuramsal alanı bırakmıştır. Kalvinizmde, imanı lâik yönetimin saldırısın­
içinde dahi geçerli olmadığını ileri sürmek mümkündür. dan koruma gereksinmesi, en iyi şçkilde, eksiksiz biçimde
Farklı bir düzeyde bu tez, Orta Doğu toplumlarma bakışı­ kurumlaşmış dini otoritelerle tanımlanırdı (Wolin, 1961).
nın arkasında yatan varsayımların sergilenmesi vs ıryan- Metodizmin** gerçekte kapitalizmi işçi sınıfının şiddetinden
tal despotizm çözümleme geleneğinin bir türü olduğunun koruduğu savı muhakkak ki tartışmaya açık olmakla birlik­
gösterilmesi yoluyla eleştirilebilir. Son olarak da, «milliyet­ te^ Metodizmin ve Protestan mezheplerinin İngiliz siyasi
çilik» örneğinde olduğu gibi, «devrim» kavramının ciddi bir yaşamında genel olarak tutucu bir rol oynadığı konusunda
kuramsal eleştiriyi ve irdelemeyi gerektiren muğlak, yarı- günümüzde çok az kuşku vardır (Turner ve Hill, 1975).
bilimsel bir kavram olduğunu ileri sürmek isterim. Ancak, Kötü yönetime karşı çıkma hakkı şeklindeki Batı öğre ­
oryantalist devrim görüşünün bu son eleştirisi, bizleri Mark- tisinden sözederken Lewis’in kafasında Avrupa sivasi dü­
sizmin, devrimlerin üretim tarzlarının dönüşümünün mü, şüncesinin lâik geleneği, özellikle de Hobbes’tan vararcıla •
yoksa sınıf mücadelesinin mi sonuçları olduğu şeklindeki, ra kadar uzanan toplumsal sözleşme kuramı olmalı Ne ya­
geleneksel sorunlarına götürmektedir. zık ki, bu gelenek dahi bireysel özgürlükler ve muhalefet
Avrupa ile Orta Doğu kültürü arasında, devrimci gele­ hakları alanına çok ciddi sınırlamalar getirmiştir Hrchhps
neklere ilişkin karşıtlık, özellikle de Lew is’in makalesi ör­ ussal bireye (rational man), özgürlüğün olduğu anarşi (do-
neğinde, kötü yönetime karşı direnme hakkı gibi bir Batılı ğa durumu) ile özgürlüğün bulunmadığı giivenljk (sivil top-
ilkenin tanımlanabileceği varsayımına dayanmaktadır. Hı­
ristiyan siyasi felsefesinin ve kuramlarının böyle bir gele­
* 16. yy.'da Protestan kiliselerinin kuruluşu ile biten dinsel
neği nasıl yaratabildiğini anlamak güçtür. «Sezar’tn hakkt
devrim (ç.n.).
Sezar’a» şeklindeki hıristiyan ilkesi, müslümanlarm fitna
** 1729’da İngiltere’de W esler Kardeşler tarafından kurulan
korkusuna koşut bir tür siyasi dinginciliği andırmaktadır.
Protestan mezhebi (ç.n.)).
Orta Çağda, kraliyet iktidarının yapısına ilişkin uyuşmaklık

114 115
lııml arasında bir secim sunmuştur. Rousseau’nun felsefe- rĞaime’i* vıkmıs olmasına karsın küçük mülkleri yasallaş-
sinder özgı'ir insanları kisisel bağımlılıktan kurtarma çaFa- tırarak köylülüğün ekonomik ve siyasi önemini arttırmak
sı. -varsa da. toplumsal özgürlük hirpuspl haklardan vazge­ gibi özel bir etkisi de olmuştur Fransa’nın devrim sonra­
çilmesine dayanmaktadır (Charvet, 1974). Liberal gelenek sındaki kırsal yapıs^ ondokuzuncu vüzvılın ilk varışında
kapitajist gelişmeni^ geciktirilmesi sonucum,! yaratmıştır.
ise bireysel özgürlüklere ve. vicdan özgürlüğüne gdrçek~b:r
sahip çıkısı önerir gibi görünüyorsa,, da; araştırıldığında, Bu durum, Marks’ı, Fransız Devrimi’nin üretim tarzını kök­
Batı siyasi geleneğinin bu kolunun da kuşku altında olduğu ten değiştirmemiş ve 1848 komedisinde yeniden-üretilmiş,
görülür. MalthuPfrflp R&nth^m’a tienttıam’dan J. S. Mill’e erken gelişmiş bir siyasi trajedya olduğu sonucuna ulaştır­
kadar liberal/yararcı gelenek belirli bir ka^gılar_dizişi et- mıştır (Marks, 1973).
rafnıda insa edilmiştir: I!>dğa korkusu ve nüfus artıcı kor­ Almanya örneği de, Vatikiotis ve Levvis’in getirdiği sav
kusu. ekonomik ve tonlumsa! (ln ^ .m i^ m a korkusu VP re- yönünden sorunludur. Almanya’nın siyasi ve ekonomik ge ­
forma tâbi tutulmuş parlamentoda isçi, sınıfının veralısı kor- lişmesi. endüstri burjuvazisini elverişli bir gümrük vergisi
İSUSk- (Wolin, 1961). LiberaL-kurammlar kendilerini bu po­ sistemine karşılık olarak sivasi iktidarın dışında tutmuş ve
tansiyel felaketlerden koruyabilmek için, bireysel özgürlük­ Doğu Almanya’nın büyük malikanelerindeki kapitalizm-ön-
lerin etrafını bir dizi kurumsal sınırlamayla., çevirmek zo- çesi sömürü biçimlerini güçlendirmiş olan feodal Junker sını­
rundaydılar. Eşitlik ve özgürlüğe ilişkin görünürdeki iddia fının denetlediği hir ^evlel, a y ı tıyla «yukarıdan a sağıya doğ­
ru» sağlanmıştı. Ba?b-a frjr ^-npir rîn^ilıVl^rin fark­
lar. birey ve topluma ilişkin bir kötümserliği gizleyen mas­
kelerdir (Lichtman. 1970). Direnme hakkı, kötü yönetime lılıkları» (Anderson, 1964) savı devrimlerin yokluğu tezin­
karşı değil, mesrıı nlmavan yönetime karşı bir ideolojik de içerilen «burjuva devrimi» görüşü için ölümcül bir en­
hakti ve sivasi anlamda .«meşruluğun» t a n ı m l a m ı ş ı ,n m j?üç- gel oluşturmaktadır. İnfliliz tarımının kanitalist.lpsmpsi hir
lükleri, İslam ın «kâfir» yönetim, fikrine özgji. güçlüklerden endüstri kapitalisti sınıfın ortaya çıkmasından önce kırsal
pek de daha az karmaşık değildir. Kısacası. Batı’nın sivasi kesimde kapitalist bir toprak sahibi sınıf yaratmıştı" "feu
geleneği kötü yönetime direnmeye yönelik belirgin ve oto- nedenle İngiltere’de KÜT’iin başatlığına toprak sahibi aris­
tokrasi ile kent burjuvazisi arasındaki, acık bir sınıfa müca­
Devrimlerin yokluğu tezi, bizleri Orta Doğu’da devrim- delesi eslik etmemişti. Başka örneklere pek gerek yok_Jüu
lerin yokluğunu düşünmeye çağırarak kendi kuramının ger­ gözlemler, kapitalist gelişme ile şiddetli devrim arasında
çek özünü, yani, Batı’da karşımıza bölünemez bir çözümle­ zorunlu bir, bağlantı olmadığını, veya Lewis’in ifadesiyle.
demokrasi ile endüstrileşme arasında zorunlu hir ilişki hu -
me nesnesi olarak çıkan devrimci bir geleneğin varlığı sa­
vını bulanıklaştırmaktadır. Buriuva de v rim i. Batı’mn siya­ Anmadığını göste.rmfiktedir...,Tpxsi,ne._ A lm a n v a , Italva ve
hi yaşananın teknolojisinin ve toplumunun _ modernleşme- İsngpvfl fokta f.örltikleri. en^is^ri sermayesi yoğunlaşmasını
sindeki en can alıcı etken olarak değerlendirilmektedir. Bu ve kapitalist üretim ilişkilerinin tarıma sızmasını hızlandı­
nedenle, tez burjuva devriminin sonuçlarının tekdüze oldu­ rarak kapitalizmin zaferine yardımcı olmuşlardır.
ğunu varsaymak zorundadır. (jorgül anlamda, bu varsay ı­ Temel varsayımları yönünden, devrimlerin yokluğu tezi
mı doğrulayan r.ok az sev vardır. Poulantzas’ın (1973) açık oryantalizmin ve onun tarihi önceli oryantal despotizmin
biçimde gösterdiği gibi, feodalizmden kapitalizme gecis ba- bütün izlerini taşımaktadır. Bu tez, homojen bir varlığı
7i o r t a k - ö « » ! ! ^ ! ^ ,.w H ir 4 » ı jj^ | T f,jr ftnıriır'"
rimi» modeli diye bir şey vokt.ıır T>evrimi. ancien * Eski rejim (ç.n .).

110 117
için başlangıçtaki bir engelin ortadan kaldırılması önemli­
(«Batı») zamandan yoksun başka bir varlıktan («İslam top­
dir. Bu ise, Marks ve Engels’in gazeteciliğinde göründüğü
lumu») ayırmaya yarıyacak bir takım ideal tipik etkenleri
biçimiyle ATÜT kuramının, bir devrimlerin yokluğu kuramı
ve özleri keşfetmeye çalışmaktadır. Bu tez, bağımsız bir
olduğunu saptamaktır. Asya toplumu durağandır ve siyasi
orta sınıf ararken ve Osmanlı kurumlarını karakterize eder­
tarihi, sınıf mücadeleleri ve toplumsal dönüşümden çok do­
ken, bazı yüzeysel sosyolojik süslemeler kullansa da, temel­
laşım halindeki hanedan elitleri sorunudur. ATÜT’ün ideo­
de idealisttir. «Batı» ile «İslam toplumu» arasındaki temel
lojik kullanımlarını terkederken, «Batı» ile «Arap toplumu»
farklılıklar, dini inanışlarda, siyasi kuramlarda, zihni ka­
veya daha kötüsü «Hıristiyanlık» ile «İslamiyet» arasında
lıplarda ve yasal kavramlarda yatar. Bu idealist ve özcü
özcü karşıtlıklar kurma girişimlerini de tümden reddetme­
varsayımlar açık biçimde «devrimin» sağduyucu bir dille
miz gerekmektedir. Batı devrimci geleneğine ve tekdüze bir
siyasi bir eylem olarak tanımlanmasında sergilenmektedir.
Nitekim, Hourani «devrim»in sözlük tanımını, «herhangi bir «burjuva devrimi»ne ilişkin iddiaların saçmalığını daha ön­
ce gösterdim. Onyedinci yüzyıldaki «burjuva devrimleri»
ülkedeki veya devletteki kurulu yönetimin, daha önce ona
ile yirminci yüzyılda Orta Doğu’daki siyasi çatışmalar ara­
tâbi olanlar tarafından tümden alaşağı edilmesi» olarak al­
sında ilk bakışta doğruymuş gibi gelen karşılaştırmalar yap­
maktadır (Shorter Oxford English Dictionary). Vatikiotis’in
mak yerine, sömürge-sonrası toplumsal oluşumlardaki üre­
Revolution in the Middle East yapıtındaki dar devrim ve
tim tarzlarının, devlet aygıtının denetlenmesi mücadelesin­
devrimci mücadele anlayışı veri alındığında, Orta Doğu’da-
de askeri darbelerin ağırlık kazanmasının genel koşullarını
ki bir dizi siyasi mücadelenin neden «devrimci» sayılama­
sağlayan özgül doğası, krizleri ve dönüşümleri kavranmalı-
yacağını anlamak güçtür. Bunların arasında, Körfez’deki
dır. Dolayısıyla, sömürge sonrası bağımlı toplumsal oluşum­
devrimci mücadeleler (Halliday, 1974), Filistin direnişi (Aru-
larda askerî el koymalara neden olan, düzenli olarak İslam
ri, 1970), Cezayir devrimi, 1936-9 Filistin ayaklanması (Jan-
toplumunun toplumsal ve siyasi yapısını yeniden üreten İs-
kowski, 1873), Suudi devrimi (Edens, 1S74) ve hattâ Libya
lamm ebedî bir özü değil, işte bu özgül koşullar kümesidir.
örneği (First, 1974) vardır. Ancak, bu adaylar ve diğerleri
dışlanmaktadır, çünkü devrimlerin yokluğu tezindeki «dev­ «Sömürge üretim tarzı» kavramının bazı sorunları bu­
rim» kavramı bütünüyle keyfîdir. lunmakla birlikte, Jairus Banaji’nin sömürge sonrası duru­
mun özgüllüğüne ilişkin kuramsal formülasyonu, bağımlı
Sözlükler yalnızca ortak kullanımın sistematikleştiril-
toplumsal oluşumların askeri/siyasi krizlerinin çözümlenme­
meleri ve ideolojik terimler katalogları olduklarından, söz­
si için önemli bir başlangıç noktası sunmaktadır. Kuramsal
lükteki «devrim» tanımları temel sınıflandırma sorununu
çözmeyecektir. Oryantalistlerin «devrim»i filoloji ve etimo­ düzeyde, Banaji’nin (1972) ortaya koymayı arzu ettijj esas
loji yoluyla kavrama girişimleri yeterli olmaktan uzak ol­ düşünce, sömürü ilişkileri (serflik, ücretli emek, kölelik),
makla birlikte; sosyologların ve siyaset bilimcilerin «dev­ düşünce ilişkileri («belli sömürü ilişkilerinin tarihsel olarak
rimler»! kabullenme çabaları da pek başarılı olmamıştır. belirlenmiş biçimi») ve üretici güçler arasında bir ayırım
yapılması gerektiğidir. Bu ayırım, örneğin KÜT’ün ücretli
Milliyetçilik örneğinde olduğu gibi, devrimlerin sosyolojisi
emeğin varoluşuyla tanımlanamayacağmı gösterebilmek için
de açıklamalardan çok betimleyici tipolojiler ve paradig­
yapılmaktadır. Bu gözlemin önemi, sömürgelerde kapitalist
malar üretmiş (Brinton, 1965; Eckstein, 1965; Stone, 1965;
Dunn, 1972; Kramnick, 1972), veya sosyoloji psikolojizm dü­ üretim ilişkilerinin yayılmasının tipik biçimde is örgütlenme­
zeyine düşmüştür (Davies, 1962). Bu sağduyuya dayanan sinin ve sömürü ilişkilerinin kapitalizm-öncesi, eski biçim­
lerinin güçlendirilmesi ve vavgınlastırılmasıyla sonuçlan-
«devrim» yaklaşımlarına Marksist bir seçenek sunulması

119
118
mis olduğunu göstermesidir,-Kapitalizm, sömürgelerde en­ ler genel olarak, sömürge mandasının yönetsel kararı ile
gellenmiş ilkel birikimin ve endüstriyel geri kalmışlığın oluşturulduklarından, bu bölgelerin sınırları «yapay varlık­
«ggriye-dfiPÜk işleyiş..mantığını» yerlestlrmistiL-^iomürgele- ları» ifade etmektedir. Bu nedenle, sömürge sonrası devlet,
rin dünya ekonomisine katılması, bu toplumsal oluşumları bu bölgelerde siyasi meşruluğun ve denetimin koşullarını
rnodernleştirmemekte. kapitalizm-öncesi üretim tarzlarını yaratmak zorundadır. Devlet, ideolojik düzeyde toplumsal
korumakta ve eski sömürü biçimlerini güçlendirmekte ve oluşumun birliğini «ulusal birlik» öğretisi yoluyla simgele­
aynı anda da ic pazarın ve yerli kapitalist endüstrinin ge­ mektedir. Son olarak da, sömürge sonrası bağlamda, devlet
nişlemesini geciktirmektedir. Sömürge toplumsal oluşumla­ tek bir sınıfın aracı değildir: «sömürge üretim tarzının» va ­
rının temel ekonomik özelliklerini şöyle özetleyebiliriz: «(i) roluş -koşullarını.'' yâni' artığa el konması koşullarını sağla­
tarımda kapitalist üretim ilişkilerinin gelişiminin geciktiril­ yarak. üç egemen sınıfın —toprak sahiplerinin, küçük yerli'
mesi ve dolayısıyla köylü emeğinin düşük verimliliği ve sa­ lfflDitalist JımIıa-..vf> ' T ^ p r a d o r U ViMnin,J^~~çîkarlannı
bit üretim düzeyleri; (ü) geri ve tek-yönlü niteliği, doğru­ uzlaştırmaya çalışmaktadır. Devlet bu egemen sınıfların do-
dan doğruya ilkel birikimin geciktirilmesi politikalarından laysıZ-Mr-aracı değildk_aacak devlet aygıtını-.dönelleven ve
kaynaklanan bir endüstri yapısı; (iii) ihracatın tarım ürün­ s İvasi Yrtnptimı isini—örg ü tle y en yö.netieLjSini£....fif‘nell] ikto....k ü-
lerinde yoğunlaşması» (Banaji, 1973). Sömürge tipi endüst­
rileşme süreci, gerçekleştiği yerlerde, bu özellikleri daha Orta Doğu ve Kuzey Afrika'nın sömürge-sonrası toplum­
da güçlendirmektedir. Sınıflar yönünden, sömürge ekonomi­ sal nlıısıTmlarınrn siyasi krizleri ve hüküm etdarbeleri. ne
lerinin bu özellikleri, endüstri proletaryasının yavaş bir ge­ «Batı» İle «Islami toplum» arasındaki temel farklılıklara
lişimi, mevsimlik ücretli işçi olarak istihdam edilen köylü­ başvurarak, ne de üst yapısal unsurlarla (siyasi haklar öğre­
lüğün sayıca kabarıklığı, endüstri kapitalisti sınıfın bulun­ tisi) başvurarak açıklanmalı. Bu siyasî krizler, egemen sınıf­
mayışı ve son olarak da yeni küçük burjuvazinin g/derek ar­ lar ile yönetici smıffiar araimdâki.. rı-
tan önemiyle bağıntılıdır. nin
— n-------
ve bıı
„■
sınıfların devlet aygıtını
---------n > | | . nMinıiMiııı n m ı ı ır iMi -------- * lllf
kontrol
............. .......... ..
altına alma
T ".-~
mü-
Eğer bu karakteristikler sömürge toplumsal oluşumları­ cadelelerinin sonuçlarıdır. Bu sınıf ilişkileri ise, bu toplum­
nın ekonomik koşullarını tanımlıyorsa, o zaman bunların si­ sal oluşumları niteleyen üretim tarzlarının özgül nitelikleri­
yasi özgüllüğü, özerk ve fazla gelişmiş bir devlet aygıtı bi­ nin ürünüdür /B u 's iy İM İça tb ın â fa r ^ bir
çimini alır. Sömürge-sonrası devlete ilişkin son dönem tar­ toplumsal oluşumun kendine özgü özelliklerine bağlı olarak
tışmalarda (Alavi, 1972; Saul, 1974), sömürge-sonrası bağ­ değişecektir. «İktidar bloğu»nun sınıf bileşiminin ve siyasi
lamda fazla gelişmiş devletin önemini vurgulayan dört ko­ hegemonyanın yapısının, F as’tan (Paul, 1972) Libya’ya
nu yer almaktadır. İlk sömürge yönetimi yerli toplumsal sı­ (First, 1974), Mısır’a (AbdelJMalek, 1968) vb.’ye önemli
nıfları kendine tâbi kılmak ve yönlendirmek için geniş bir farklılıklar gösterdiği açıktır. Bu siyasi rejimlerin ortak
devlet aygıtı oluşturmak zorundadır! Sömürge-sonrası yöne- olan yönü, küçük burjuvazinin devlet bürokrasisi/asker bü­
timi, bu fazla gelişmiş devleti, özellikle de onun bürokratik- rokrasi içindeki merkezî siyasi rolüdür. Sosyalizm ile kapi­
askeri aygıtını miras almaktadır. Devlet- göreli.olarak Ö7.prk talizm arasında bir «üçüncü yol» ideolojisinin ve «İslamı»
bir ekonomik role'saHiptir "veekonom ik artığın daha sonra orta yol olarak geliştirme çabalarının popülaritesini, işte
«ekonomik gelişmenin desteklenmesi adına» seferber edilen bu sınıfın, sözü edilen toplumsal oluşumların bütünsel sınıf
büyük bir..MlÜmiLne eI koymaktadır (Alavi, 1972, s. 62). Sö­ yapısı içindeki doğası açıklar. Bu ideolojiler, işçi sınıfı ta­
mürge sonrası devletin üzerinde denetim sağladığı bölge­ rafından mülkiyetin kaldırılmasıyla ve sermaye yoğunlaş -

120 121
rnası tarafından da yok edilme tehdidiyle karşı karşıya bu­ belli başlı yayınlarında sınıf mücadelesi çözümlemesi üre­
lunan küçük burjuvazinin belirsizliğinin ifadesidir (Poulant­ tim tarzlarını karakterize edişinde tâli bir rol oynamaktadır
zas, 1974). Bu nedenle, Arap küçük burjuvazisi «sömürücü-ol- (Abercrombie ve diğerleri, 1976). Poulantzas bu eleştirilerin
mayan kapitalizm» düşüncesine, İslamın komünal uyumuna bazılarına karşılık vermeye çalışmışsa da, çeşitli «yanıtla­
ve sınıf çatışmasız toplumsal gelişmenin olabilirliğine da­ rı», kuramının temel yapısını değiştirmemiştir (Poulantzas,
yalı bir ideoloji geliştirmiştir. Nasır’m «sosyalizm»i, Kadda- 1S76). Poulantzas, ya sınıf mücadelesinin üretim tarzının
f i ’nin «üçüncü kuram»ı ve Bumedyen’in «îslâm-içinde-sos- yapılarının işlevsel gereksinmelerine tâbi olduğu şeklindeki
yalizm»i bu üçüncü yol ideolojisinin örnekleridir (Stephens,. ilk görüşünü terketmek ya da sınıf çatışmasına ilişkin ira­
1971; First, 1974; Humbaracı, 1988; Kamel, tarihsiz). Bu deci bir görüş benimsemek, zorundadır (Clarke, 1977). Ge­
ideolojik gelişmelerin açıklanması, sömürge-sonrası devle­ rekircilik (determinism) ile iradecilik (voluntarism) ara­
tin özel niteliklerinde, «geri kapitalizm»in gelişmesinde ve sındaki çelişme önemli bir sorun olmakla birlikte, Poulant-
küçük burjuvazinin siyasi rolünün belirsizliklerinde aran­ zas’m bu sorununa verilebilecek bir yanıt, «üretim tarzının
malıdır. Bunun açıklaması, îsîamm dinden laikleşmeye doğ­ varoluş koşullarının, toplumsal oluşumun ekonomik, siyasal
ru uzanan ve önceden seçmiş olması «gereken» tarihsel pati­ ve ideolojik düzeylerinin özel koşulları altında yürütülen
kada adım adım bir ilerlemeyi sağlamadaki başarısızlığın­ özgül sınıf mücadelelerinin sonucu olarak sağlanmakta, de­
da aranmamalıdır. ğişmekte veya dönüşmekte olduğunu» ileri sürmektir (Hin-
Bu açıklama, devrimlerin yokluğu tezini, sağduyuya da­ dess ve Hirst, 1975, s. 15). Yani, bir toplumsal oluşumdaki
yanan «devrim» kavramını üretim tarzları kavramına baş­ üretim tarzınca sağlanan koşullar, sınıf mücadelesinin, et­
vurarak uygun bir kuram nesnesine dönüştürerek çözecek kilerini gösterdiği konjonktürleri belirlemektedir.
olan kuramsal bir programa işaret etmeye yaramaktadır. Bu bölümde, «sömürge üretim tarzı»nm, sınıf mücade­
Ancak, bu program Marksist kuramda önemli bir sorunu, lesinin içinde cereyan etliği koşulları ne yolla yerleştirdiği­
yani, siyasi devrimlere sınıf mücadelesinin mi neden oldu­ ni çözümlemeye yönelik bir kuramsal program sunmaya ç a ­
ğu, yoksa siyasi devrimlerin belirli bir toplumsal oluşum­ lıştım. Bu programın değeri, yalnızca Poulantzas’m siyasi
daki bir üretim tarzının başatlığından başka bir tarzın ba­ devrimlere ilişkin açıklamasında «toplumsal sınıflar» Ue
şatlığına geçişin sonuçları mı olduğu sorusunu ortaya çıkar­ «üretim tarzları» arasındaki ilişkiyi nitelerken düştüğü bazı
maktadır (Plamenatz, 1954; Shanin, 1978). Devrimler sos­ sorunların çözümüyle sınırlı değildir. Program, «burjuva
yolojisinin ele alınmasına ilişkin önerilerin, Nicos Poulant- sosyolojisi» ile «bilimsel Marksizm» arasındaki ilişki konu­
zas’m kuramının, yani, bir toplumsal oluşumda toplumsal sı­ sunun tümünü ortaya atmaktadır. Oryantalizmin soııu, yal­
nıfların varlığının birbiri üstüne katlanan üretim tarzlarıy­ nızca İslam bilimlerindeki tarihsel/filolojik geleneğin eleş­
la açıklanması gerektiği ve toplumsal sınıfların, üretim tarz­ tirisinin değil, sosyolojinin de etkili bir eleştirisinin yapılma­
larının sonuçları olduğu ve siyasi, ideolojik ve ekonomik ya­ sına bağlıdır.
pılara göre tanımlandığı (Poulantzas, 1973) şeklindeki ku­ Üretim tarzlarının dönüşümüne ilişkin tutarlı bir kura­
ramın kimi öğelerinin kabulüne dayanmaktadır. Doğal ola­ mın geliştirilmesindeki sorunlardan kaynaklanan savımın
rak, Poulantzas’ın sınıflar ve üretim tarzları çözümlemesi­ deneysel doğası nedeniyle, nihai çözümlemede, Orta Doğu’ -
ne genel yaklaşımında bir dizi çözülmemiş sorun vardır. Sı­ da dsvrimlerin yokluğu oryantalist temasına Marksizmin
nıf mücadelesinin, üretim tarzlarının dönüşümlerinin açık­ ciddi ve etkili bir yanıtının bulunmadığı sonucu çıkarılabi­
lanmasında büyük önemi olduğunu ileri sürmekle birlikte, lir. Bu sonuca varılmasını önlemek için, bu bölümde geliş­
tirilen pozitif oryantalizm eleştirilerine ilişkin daha kesin
122
bir sonucun türetilmesi önem taşımaktadır. Oryantalistler, reysel karşılıklı-bağımlılık ilişkilerinden koparmaktadır. Bu
klasik Yunan’dan hıristiyanlığa, oradan da günümüze*Tca- ıcleolöll yasal nıülklyuL lllfakKlnm bir VaToluş-"Koşuıudûr.- An-
darki İJatı uygarlığında esas olanın, 'siyasT hakların etîan cak~bu ideolojinin aynı zamanda toplumun bütününe, devle ­
bir edinimini sağlayan pır kür um laFT üme s i olduğunu ileri t e t^nlıımnn «penel çıkarının» temsilcisi ve «özel bireylere»
sürdüklerinde, sivasi çözümlemeyi terkedip siyasi mitolojiye kflrsı evrenselin koruyucusu olarak görülmesini sağlayan
yönelmektedirler Gerçekte rekabetçi kapitalizm döneminde bir p s a m bilimini empoze etmeye girişmek gibi önemli bir
burjuva sınıfının aydın katmanı, kapitalizmin başat ide o ­ siyasi rolü de bulunmaktadır (Poulantzas, 1973, s. 214-)., ,p u
lojisini, özel yurttasın havalı haklanna iliski n birtakım ~hıı- ideolojinin etkisi, ulus-devletin özelleşmiş yurttaşların farklı
kuki-siy.asal kavramlar . çerçevesinde formüle etmiştir. Bu cıkarlarım n iiYlas^rıla^ileceği bif""sosvo-PQlitik_arena^la-
özgül.„kapitalist ideoloji. Avrupa .tarihi boyunca köleliğin, rak sunulması.soluyla. sınıf exkanmn «özel bireyleri» bir­
feodalizmin ve kapitalizmin başat siyasi kültürü olarak gö- leştiren Jtir..güc olma rolünün .belirsizleştirilmesi .olmakta­
rulem ezr’l?'feodalızmdel başaF'Ideolo.ii. toplumu, içinde insan dır. Bernard Lewis’in siyasi direnme hakkının Batı devrimci
kulların ilahi olarak takdir^ edilen"mevkilere *~yerle§ fcirîİdigi geleneği içindeki önemine ilişkin savı, kapitalizm koşulla­
orjanik- bir._bırîm kavramlarla rında burjuva siyasi ideolojisinin belirli bir bileşenini, Batı
ifade edilmektedir. «Varlığın en büyük bağı» öğretisi, ordo* toplümlarımn genel bir görgül niteliği olarak ve bu toplum-
ve communitas** kavramlarının önemi, toplumsal yapının ların ekonomik temellerine ilişkin farklılıkları dikkate al­
işleyişiyle insan vücudunun işleyişi arasında yapılan benzeş­ madan genelleştirmektedir. Marksizm, bu nedenle, Batı’da-
tirme, toplumsal birliğin kutsal bir anahtarı olarak corpus ki devrimleri ve Doğu’daki durgunluğu konu alan oryanta­
Christi*’** fikri; bütün bunlar feodal ideolojinin önde gelen list kuramı, epistemolojik yönden idealist ve ideolojik oldu­
öğeleridir. Kapitalist tarz, emekçi kitlesinin iiretim a ra rla rın. ğunu göstererek yıkmaktadır.
daa-kppflşunun-gşas gereksinme._olduğu rekabetçi a ş a m a n ­ Oryantalistler Orta Doğu’da hiç devrim olmadığım id­
da ■ bijtünüyjp fark k -,l,iird&ii>,,bij^ha^ah ideoloji ile karakteri- dia ederken, gerçekte bölgede «burjuva demokratik» dev-
ze edilmektedir. Mülksüz emekçilerin başka alternatif ge- rimlerin gerceklesmediğmL..v.eva_daha özel olarak, gelenek­
çim._£raçları olmadığı i cin i ş- g ü ^ zorunda kal­ sel bir aristokrasi ile bir endüstri burinvazisLarasındaki ve
dıkları kapitalizmde burjuva ideolojisi, serbest pazar, ö z ­ bur.iuvâz!î^*‘S ifle Ie n ~ d ^ im ci bir kuramla harekete geçir­
gür emek, eşitlik ve bireysel haklar gibi hukuki-s iyasal kav­ diği çatışmaların sonucunda toplum m Jİfim m cİ bir hİCİmde
ramlarla İfade edilmektedir. yeniden örgütlenmesinin örneklerinin- bulunmadığım kastet­
Kapitalizm-öncesi toplumsal oluşumlar «doğal» toplum­ mek te d ir le r ^ it.alva. Almanya. Yunanistan ve Porte­
sal bağlarla bir arada tutman insan'ütullar kavramlarıyla ka- kiz’deki militarizmin, faşist ideolojinin ve işçi sınıfının siyasî
'mRferîzFedilirken (Marks ve Snl'eİs,Tarihsiz,''s.'K )',"rekâbe t bozgununun «modernlesme»nin pek istisnaî nitelikleri olmadığı
¿Im p ıla lıjn THF hasat.üfeakıii nazara ulasn^a gpitliffi^, ¿aftip veri alındığında (Poulantzas, 1974, 1975b1 kapitalizm tarihinin
bireysel, .yurttaşlar kategorilerini,oluşturarak, bu kullara hi- bu tipik yüzeysel ideal yeniden inşasının. Batı toplumlarmda
kapitalizmin gerçek gelişmesiyle çok, azjlişk isi bulunduğun­
* Ordo (Order): Hukukî imtiyazlarla birbirinden ayrılm ış dan. bu ideal tipin O rta-D oaı’nun siy.a sLtax,ihine uymaması
sınıflardan her biri (ç.n .). pek şaşırtıcı değildir. Orta Doğu’da, bu toplumsal oluşumla­
** Communitas: Topluluk tç.n .). rın dünya ekonomisine katılmasıyla birlikte KÜT’ün içeri
*** İsa’nın bedeni (ç.n.). Sokuluşu yoluyla kapitalizm-öncesi üretim tarzlarının muaz­

124 125
zam bir dönüşümü gerçekleşmiştir. Ancak bu dönüşüm, ka­ bunlar Avrupa ölçülerine göre talim yapmayı Öğrenseler de
rakteristik birleşik ve eşitsiz gelişme biçimleriyle birlikte, «tamamlanmış olamayacağı» inancına dayanmıştır. Askeri
«geri kapitalizmin» başatlığı sonucunu doğurmuştur. «İkti­ reform geri kalmış toplumların toplumsal yapılarının bütü­
dar bloğu» içindeki siyasi mücadele biçimlerini (askerî el nünde temelden değişmeleri öngörmüştü (Avineri, 1953a, s.
koyma), İslamm dinî cihad kavramından kaynaklanan mi­ 177). Böylesi bir modernleşmeye, Engels’in «oryantal bil­
litarizm tercihi değil, sömürge-sonrası devletin yapışa] özel­ gisizlik, sabırsızlık [ve] önyargı» olarak niteledikleri karsı
likleri belirlemektedir. Askeri rejimlerin ve bunların bir çıkacaktır (Avineri, 1968a, s. 177). Askeri konulara ilişkin
üçüncü yol olarak Arap sosyalizmi öğretilerinin küçük bur­ bilgisinden ötürü Marks ailesince sevgiyle «General» olarak
juva karakteri, «geri kapitalizmin» eski kurumların ve top­ anılan Engels, İran ordusunun etkinliğini değerlendirirken
lumsal yapıların varoluş koşullarını koruduğu ve güçlendir­ haklı olabilir, ancak onun «oryantal bilgisizlik» düşüncesi,
diği toplumsal oluşumların ideolojik ve siyasi düzeylerindeki ondokuzuncu yüzyıldaki Avrupa şovenizminin tipik dar g ö­
ifadeleridir. Oryantalist tez küçük burjuva anti-sömürgeci- rüşlülüğünden pek de farklı değildir (Kiernan, 1972). Avru­
liğinin gerçekten muhalif karakterini inkâr ederken, açık pa gücünün üstünlüğüne duyulan ve «iki bin Ari yüz bin Çin­
sınırlamaları olsa bile, Batı yönetimine karşı ilk başlardaki liye bedeldir» gibi biraz abartılı iddialara yol açan gelenek­
kabilesel muhalefetin —Rif isyanı (Woolman, 1989), İtalya - sel güven, Rus donanması 1905’te Çuşima dalgalarında yoko-
Sunusi savaşları (Evans-Pritchard, 1849) veya Abdüikadir lurken «sarı» yiğitlikle sarsılmıştır. Çok daha küçük ve daha
isyanında (Wolf, 1971b) olduğu gibi— radikalleştirici etki­ az dramatik bir ölçekte, İsrail’in Mısır ordusunun yeteneği­
sini dikkate almamaktadır. Nasıl Filistin, Arap yarımadası ne ilişkin geleneksel değerlendirmesi (Avineri, 1972) Yom
ve M ısır’daki siyasî muhalefet (Weinstock, 1970; Chaliand, Kippur Savaşı’yla değişmiştir (Laqueur, 1974). Askeri yeter­
1972; Chomsky, 1974; Halliday, 1874) küçük burjuva fana­ sizliğin ve çöküşün nedenlerine ilişkin varsayımları sorgu­
tizmi veya terörizm diye bir kenara ahlamazsa, bu milliyetçi layabilmek veya oryantalist devrim görüşünü yıkabilmek
ayaklanmalar da soylular arası çatışmalar kapsamına soku- için, siyasi ve ahlâki tavırların değişmesini istemek yeterli
lamaz. olmayacaktır. Temelde gerekii olan, oryantalizmin kuram­
İster ondokuzuncu yüzyılın kabile isyanları örneğinde ol­ sal yetersizliğinin gösterilmesi ve yerine kuramsal olarak
sun, isterse günümüzün direnişleri örneğinde olsun, devrimci geçerli bir seçeneğin konmasıdır. Marksizmin oryantalizme
yöndeki siyasi muhalefet potansiyeline ilişkin Marksist çö­ yönelik son dönem eleştirisi, açık bir biçimde bu yıkma işini
zümleme, egemen Orta Doğu araştırmaları biçiminin, yani başarmış olmakla birlikte, toplumsal sınıflar, ideolojik üstya­
oryantalizmin budunbencil varsayımlarını ve kuramsal tutar­ pılar ve üretim tarzları çözümlemelerini kuşatan kuramsal
sızlığını sorgulamak zorundadır. Ayrıca, büyük bir oranda da sorunlar nedeniyle, geçerli bir seçenek konması yalnızca kıs­
özeleştirel irdeleme gerekecektir. Engels’in Abdüikadir üze­ men başarılı olmuştur.
rine görüşlerinin, sömürge-öncesi Kuzey Afrika’nın siyasi
yaşamının yalnızca bir kan gütme ve entrika sorunu olduğu
ve sömürgeciliğin temel olarak ilerici olduğu şeklindeki or­
yantalist görüşle büyük ölçüde çakıştığını dafaa önce gör­
müştük. Dahası, Avineri’nin (1976) ısrarla işaret ettiği gibi,
Eıigels’in oryantal ordular üzerine gözlemleri, «Avrupa as­
keri örgütlenmesinin barbar uluslara yerleştirilmesinin»,

126
- 6 —

BİR DEĞERLENDİRME : EPİSTEMOLOJİ ÇIKMAZI

Bu çalışmayı oluşturan tartışma, Kuzey Afrika ve Orta


Doğu’nun tarihinin ve toplumsal yapısının nitelenmesi üzeri­
ne, oryantalistler (tarihçiler, Arap Bilimcileri ve İslam Bi­
limcileri), sosyologlar ve Marksist ekonomi-politikçiler ara­
sındaki tartışmaya ilişkindir. «Oryantalizm»den, yalnızca İs­
lam araştırmalarına ilişkin klasik çalışmalara değil, coğra f­
ya, ekonomi ve sosyolojinin geniş alanlarına da bulaşan bir
inançlar, tavırlar ve kuramlar sendromunu kastediyorum.
Bu sendrom, bir dizi temel savı içermektedir: (i) toplumsal
gelişme topluma içsel olan niteliklerin sonucudur; (ii) bir
toplumun tarihsel gelişmesi, ya evrimsel bir ilerlemedir ya
da yavaş bir çöküş; (in) toplum bir «anlamlı bütünlüktür»
yani toplumun bütün kurumlan ana özün ifadesidir. Bu sav­
lar oryantalizme, iç özü demokratik endüstrileşmeye doğru
dinamik bir ilerleme içinde ortaya çıkan Batı toplumu ile, ya
durağan olan ya da başlangıcından bu yana düşüş halindeki
İslam toplumu ideal dikotomisini ortaya koyma olanağı
sağlamaktadır. Bunun sonucu olarak, Orta Doğu toplumları
bir yokluklar kümesine gönderme yapılarak tanımlanmakta­
dır: Orta sınıfın yokluğu, kentin bulunmayışı, siyasi hakla-

129
rın yokluğa, devrimlerin yokluğu. Orta Doğu toplumundaki talist kullanımını çökertebilmektir. Althusser’i izleyerek
bu eksik özellikler, İslam uygar lığının neden kapitalizmi ya­ (Althusser ve Balibar, 1970); Marks’ın çalışmasında episte-
ratamadığını, neden modern kişiler ortaya çıkaramadığını molojik bir kopuşun olduğu ve Marks’ın gazeteciliğinin, As­
ve neden kendini lâik ve radikal bir kültüre dönüştüremediği- ya toplumsal oluşumlarının bilimsel çözümlenmesi için bir
ni açıklamaya yaramaktadır. temel oluşturmadığı savım savunuyorum. Ayrıca, ATÜT’ün
Oryantalist Orta Doğu betimlemesine yaklaşımım, önce­ üretim ilişkileri ile üretici güçlerin keyfî bir birleşimini tem­
likli olarak, onların iddialarının görgül yönden yanlış oldu­ sil ettiğini göstererek, ATÜT’ün kuruluşundaki kuramsal tu­
ğunun üeri sürülmesi yerine onların öncüllerinin yarattığı tarlılığı sorgulamak mümkündür (Hindess ve Hirst, 1975).
sorunların saçmalığım göstermek olmuştur. Karşı saldırım, Oryantalizmin ve Hegelciliğin başat varsayımlarının bu
kapitalizmin dünya merkezleri bir kere kurulduktan sonra. ön eleştirilerini ortaya koyduktan sonra, ya Marksizmin bü­
çevredeki gelişme koşullarının temelden değiştirilmiş oldu­ tün oryantalist spekülasyon girişimini çökertebileceğim, ya
ğu savına dayanmaktadır. İcselci gelişme kuramı dünva ölçe­ da bazı yarı-bilimsel sorunları (milliyetçilik, mozayik mo­
ğindeki bu ilişkinin önemini kavrayamamakta ve bunun so­ del, patrimonyalizm, devrimler) uygun kuramsal çalışma nes­
nucu olarak da kendiliğinden kapitalist gelişmeye iEşkln nelerine dönüştürmenin ilke olarak mümkün olduğunu gös­
boş sorular ortaya atmakta direnmektedir G cvr edcki geliş­ termeye çalıştım. Bu sav da Althusser’in, kuramsal üre­
menin baskm karakteri „eşitsizliğin ve dengesizlimin e le te tim araçları ile (Genellikler II) yeni bir söylem düzeni
gitmesidir. Kapitalizm, kapitalizm-öncesi üretim tarzlarını (Genellikler III) yaratılabilmesi için, bilimsel çalışmanın,
korüdugundarL.ve güciendırdıgındenr~«ielenekscl topîunbdan ideolojik ve yarı-bilimsel kavramları (Genellikler I) ter-
«modern toplum»a tek-çizgili. g vrimsel bir pa tika" bulunma- ketmeyi gerektiği şeklindeki görüşüne dayanmaktadır. Ne
inaktadır. Çevredeki-kapitalizme ilişkin bu savlar temelin- yazık ki, Althusser’in epistemolojik yaklaşımı tümüyle y e­
(jg, Avrupa’nın gelişme modellerinin («burjuva devrimi», terli değildir (Fraser, 1976). Bu, «burjuva sosyolojisi»ni «bi­
lâikleşme, modernleşme) evrenspİ uygunluğuna ve önemine limsel Marksizm»den ayıran köklü bir «epistemolojik ko­
puşsun bulunup bulunmadığı sorularak gösterilebilir (Tur-
Ancak, oryantalizmin eleştirisi, sürekli olarak, Maıksiz- ner, 1977).
min kendisinin de yüklü bir dozda oryantalizm içermesi ve­ Durağan geleneksel toplumlar ile dinamik endüstriyel
ya Marksizmin, oryantalizmin kimi yönleriyle uyuşabilecek Batı arasındaki oryantalist dikotominin eleştirisi veya ni-
biçimde yorumlanabilmesi sorunuyla karşılaşmaktadır. Bu hai-duruma doğru tek-çizgili bir ilerleme şeklindeki oryan­
durumun ortaya çıkmasının nedeni; kısmen, Marksizmin talist tarih görüşünün eleştirilmesi, birçok gelişme sosyo­
Hegelci yorumları ile, tarihin açılarak yayılan bir öz olduğu loguna gizli bir şeyin ortaya çıkarılması gibi gelmeyecektir.
görüşüyle ve «Asya Toplumu»nun durağan niteliği saptama­ İdeal tipik kutuplulukların yetersizliği sosyolojide iyi bilin­
sıyla sergilenen, oryantalizm arasındaki çakışmadır. Bu yak­ mektedir (Gusfield, 1967). Benzer şekilde, tek-çizgili tarih
laşmayı, Shlomo Avineri’nin çalışmasına ayrıntılı bir baş­ ve evrimsel ilerlemeye ilişkin varsayımlar birçok sosyoloji
vuru yaparak sergileme yolunu seçtim. Bunun nedeni, Avi­ geleneği tarafından etkin biçimde sorgulanmıştır (Geertz,
neri’nin hafif bir eleştiri rüzgârıyla yıkılabilecek bir kor­ 1963; Wertheim, 1974). İslamı, parça parça Orta Doğu top-
kuluk olması değil, Orta Doğu sorunlarının ince bir Hegelci lurrilan mozayiğini bir arada tutan toplumsal bir yapıştırı­
yorumunu sunmasıdır. Esas sorun Avineri’nin Marks ve En- cı olarak ele alan oryantalist görüşün, dini, toplumsal sis­
gels’in «Asyagil toplum» üzerine görüşlerinin Hegelci./oryan­ temin bütünleştirici işlevini yerine getiren bir unsur olarak

130 131
alınmıştır. Burada şunu üeri sürüyorum: Marksistlerin, Ge­
gören Durkheimcı görüşle güçlü benzerlikleri bulunmakta­ nellikler I aşamasında kendi kuramsal çalışmalarına soktuk­
dır. Dinî inanışların evrensel işlevlerine ilişkin önkabullerin ları bilintiler (information) (veya «bilgiler» [knowledges] )
yarattığı sorunların din sosyolojisinde gözden kaçtığı pek genellikle sosyolojik araştırmalara dayalıdır ve sayesinde bu
söylenemez. Dahası Poulantzas’m, devletin, başat üretim bilintileri dönüştüren süreçler (Genellikler II) açık olmaktan
tarzının varoluş koşullarının sağlanması, iktidar bloğu için­ uzaktır. Bu sorun, Hindess ve Hirst’ün (1975), ilkel komü­
deki sınıfların birbirine rakip çıkarlarına aracılık edilmesi nist üretim tarzı çözümlemelerinde, L.H. Morgan’m socie-
ve toplumsal oluşumun birliğine simgesel bir anlam kazan­ tas/civitas ayrımındaki antropolojik sorunsak yeniden - üret­
dırılması işlevini gören bir araç olduğu şeklindeki görüşü­ melerinde de vardır (Asad ve Wolpe, 1976).
nün kendisi, sosyolojik işlevselciliğin bir biçimidir (Urry, Son olarak, gerekircilik ve iradecilik sorunlarıyla ilgili
1977). Bu açıklamaların amacı, sosyolojinin, Marksizmin su­ olarak Marksizm ile sosyoloji arasındaki karmaşık ilişkiyi
landırılmış bir yorumu olduğunu veya Marksizmin, sosyolo- akılda tutmak önemlidir. Weberei sosyoloji değişik kurum­
ji-artı-safsatadan oluştuğunu ileri sürmek değildir. Amaç, sal düzenlerin (siyaset, din, hukuk, ekonomi) birbirleriyle
bir söylem biçimi olarak sosyolojinin, dönemsel olarak karşılıklı ilişkilendirildiği nedensel belirlenemezcilik düşün­
«tepkeci sosyoloji», «radikal sosyoloji» veya «eleştirel sos­ cesine eğilim gösterirken, geleneksel Marksizm maddi ne­
yoloji» biçiminde kurumsallaşmış, özeleştirel bir geleneği denselliğe ilişkin düşüncelere bağlanmıştır. Geleneksel Marİs­
kendi içine yerleştirdiğinin saptanmasıdır (Birnbaum, 1971; sizinde, ya ekonomik temel, hukuk ve siyaset üstyapısında
Gouldner, 1973; Bottomore, 1975; Connerton, 1976). Ayrıca, gerçekleşen olayların nedenidir, ya da toplumsal sınıflar ara­
Marksizm ile sosyoloji arasındaki ilişkinin, bir kopma ve sındaki mücadele nedensel etmendir. Bir çok «yapısalcı
ayrılma ilişkisi olmadığı da bir gerçektir. Marksist», özellikle de Poulantzas, ekonomizmi ve toplum­
Bir örnek de Weber’in İslam uygarlıkları çözümlemesin­ sal oluşumdaki her şeyin ekonomik temele bakarak anlaşıla­
den çıkarılabilir. Weber, İslam toplumunun ussal bir kapi­ bileceği düşüncesini reddetmeye özen göstermiştir. Poulant­
talizm yaratmadaki başarısızlığının açıklaması olarak bi­ zas, devletin ekonomiden göreli özerkliği, ideoloji, siyaset
reylerin tavırları ve inançları üzerinde yoğunlaşan, içselci ve ekonomi ayrımı gibi bir dizi kuramsal araç kullanarak
b :r İslam gelişmesi kuramı sunması nedeniyle eleştirilebilir. kaba ekonomik gerekircilik ile ilişkisini kesmeyi denemiş­
Şu da var ki, Weber, İslam ekonomisinin prebendal özellik­ tir Ancak, toplumsal oluşumun başat durumdaki üretim
lerine ilişkin değerlendirmesinde Orta Doğu toplumlarına tarzmca belirlenmesinin, Poulantzas’m kapitalizmi kavrayı­
ilişkin bir ekonomi-politik kuram üretmektedir ve bu kuram şında oynadığı önemli rol nedeniyle, onun sınıf mücadelesi­
Marksist olduğu ileri sürülen daha sonraki bir çözümlemede nin önemini kavrayamadığı ve bunun sonucu olarak bir «y a ­
etkili olmuştur (Anderson, 1974 b). Weber’in, prebendalizm- pısal süper - gerekirciliğe» vardığı ileri sürülmüştür (Mili-
deki krizlere bakışı ile ATÜT’ü Osmanlı sisteminin betim­ band, 1970). Althusserci - Poulantzascı yapısalcılığın kimi
lenmesinde kullanmaya yönelik son dönem çabaların temel özelliklerinin P re - Capitalist Modes of Producticn’m ona
savı arasında herhangi bir önemli fark bulmak güçtür (Key- yaklaşımının biçimlendirilmesinde önemli bir rol oynaması
der, 1976; İslamoğlu ve Keyder, 1977). Weber’in prebenda- nedeniyle, Hindess ve Hirst (1977) sonunda önceki varsa­
lizmine Keyder’in eklediği, kapitalist dünyanın çevresine yımlarının pek çoğunu reddetme noktasına gelmişlerdir, ö z -
itilen toplumsal oluşumlarda tüccar sermayesinin rolünün eleştiril?ri, toplumsal oluşum ile üretim tarzı arasındaki
incelenmesidir. Ancak, onun dünya sistemine ilişkin savları ayırımı terketmekte, üretim tarzı kavramını ve daha önceki
da yine Weberei sosyolojiye yaklaşan Wallerstein’dan (1974)
133
132
ve ekonomik artığın ele geçirilmesine yönelik olarak toplum­
çalışmalarının tüm epistemolojik temelini reddetmektedir.
sal sınıflar arasındaki mücadeleye eğilmektedir. Bu düzey-
Yeni kuramın iki önemli özelliği şunlardır: (i) «siyasal güç­
dö, üretim tarzı sınıf mücadelesinin genel koşullarını belir­
ler ve ideolojik biçimler, ekonomik sınıf ilişkileri düzeyinde
lerken, toplumsal sınıflar arasındaki çatışmanın da üretim
belirlenen ‘çıkarların’ ifadelerine indirgenemez» (Hindess
tarzının temel çelişmeleri, yeniden-üretimi ve hareket yasa­
ve Hirst, 1977, s. 57) ve (ü) siyasetin olası eylem rotalarının
ları üzerinde dolaysız etkisi bulunmaktadır. Bazı olguların
sonuçlarının kestirimini içermesi nedeniyle ve somut siyası
kuram-öncesi olduklarına veya Marksizmin, ne kadar kar­
durumların çözümlenmesine hiçbir gerekirci ve genel ku­
maşık ya da «üst yapısal» olursa olsun, ekonomik belirlen­
ram rol gösteremeyeceği için «siyasi pratik içinde ‘bilgi’
me yasalarına bağlılığının bir kısmının terkedilebilir olduğu­
varolamaz» (Hindess ve Hirst, 1977, s. 59). Zubaida’nın, (1977)
na veya «üretim tarzı» kavramının kolayca bir kenara atıla­
«milliyetçiliğin» genel bir kuramı veya tanımının bulunma­
bileceğine inanmak için hiç bir neden yoktur.
dığını idğia etmesi gibi, anlaşılan, Hindess ve Hirst de, siya­
Oryantalizmin değişik biçimlerinin eleştirisi, geçerli, fa­
si olguların Marksist kuramın nesneleri olamayacağım, çün­
kat belirsiz bir düşünceden; yani oryantalist disiplinin en
kü siyasi eylemin ve kestirimin bir şekilde kuram-öncesi v e­
kötüsünde ahlakî ve ırksal üstünlük yaklaşımları için oldukça
ya kuram-dışı olduğunu ileri sürmek istemektedir. Hindess
ince bir şal oluşturduğu (Asad, 1973) ve bu yüzden de sömrü-
ve Hirst’ün sınıf mücadelesini tabloya geri koyma çabaları­
geciliğin haklı çıkarılması olduğu düşüncesinden daha faz­
nım, siyaseti kuramdan koparmalarının ve ekonomik neden­
lasını zorunlu kılmaktadır. Bazı Oryantalistlerin, pek yansız
selliği reddedişlerinin, en azından bir garip sonucu vardır ki,
ve nesnel olmadıkları veya Orta Doğu siyasi yaşamının ger­
bu da insana özeleştirilerinin geri bir adım olduğunu düşün
çek dünyasından filoloji, şiir ve estetiğin fildişi kulesine ç e ­
dürtmektedir. Sonuçta bir yandan kimi savları, Lenin’in
kildikleri şeklindeki eleştirinin dışında bir şey gerekiyor.
«güncel durum» çözümlenmesine ilişkin görüşlerine başvuru­
larak desteklenirken, tutumlarında Weberei sosyolojiye doğ­ Oryantalizmin sonu, oryantal despotizm, mozayik toplumlar
ru ciddi bir kayma gerçekleşmektedir. Weber de genel bir ve «müslüman kent» gibi, uzun bir geleneği yaratan oryan­
kuramın siyasi kestirim sorunlarında işe yaramayacağına, talist disiplinin kuramsal ve epistemolojik köklerine esaslı
ve siyaset ve kültürün ekonomik sınıf ilişkilerine indirgene- bir saldırıyı gerektirmektedir. Çağdaş Marksizm bu yıkma
meyeceğine inandığından, bu açılardan Marksizmin sosyolo­ işini gerçekleştirmek için fazlasıyla hazırlıklıdır, ancak bu ­
jiden nasıl ayırdedilebileceğini anlamak güçtür. rada da Marksizm kendi içsel kuramsal sorunlarını sergile­
mekte ve kendisini Hegelciliğe, ondokuzuncu yüzyıl politik
Hindess ve Hirst’e ilişkin bu oldukça eleştirici görüşleri
ekonomisine ve Weberei sosyolojiye bağlayan analitik bağ­
Pre-Capitalist Modes o f Production yapıtının, Marksist ku­
ları açığa vurmaktadır. Bu yüzden, Oryantalizmin sonu, ay­
ramdaki sorunların, özellikle de üretim tarzı çözümlemesiyle
nı zamanda, Marksist düşüncenin kimi biçimlerinin sonunu
sınıf çözümlemesi arasındaki ilişki sorunun yeniden düşünül­
mesine önemli bir katkı oluşturduğu inancı harekete geçir­ ve yeni tür bir çözümlemenin yaratılmasını zorunlu kılmak­
tadır
mektedir. Marksizm, üretim tarzının ve formel düzeyde o
tarzın yeniden üretimini güvence altına alan gerekli varoluş
koşullarının çözümlemesini içeren, iki kuramsal düzeyde ha­
reket etmektedir. Diğer kuramsal düzeyde, Marksist çözüm­
leme toplumsal oluşumdaki konjokiürlere, yani başat ve tâ­
bi tarzlar arasındaki ilişkilere, bunların varoluş koşullarına

134 135
KAYNAKÇA

Abdel Malek, Anouar, ‘Nasserism and socialism’ , Socialist


Register (1964), s. 38-55.
Abdel-Malek, Anouar, Egypt, A Military Society (New York,
Random House, 1968).
Abercrombie, N., Turner, B. S. and Urry, J. ‘Class, state
and fascism: the work of Nicos Poulantzas’ , Political
Studies, c. 24 (1976), s. 510 -19.
Abou-Zeid, Ahmed M., ‘The changing world of the nomads’ ,
Peristiany, 1968, içinde, s. 279-88.
Abrahamian, Ervand, ‘Oriental despotism: the case of Qa-
jar Iran’, International Journal o f Middle East Studies,
5 (1974), s. 3-31.
Abrahamian, Ervand, ‘European feudalism and Middle Eas­
tern despotism’ , Science and Society, c. 39 (1975), s.
129 - 56.
Abun-Nasr, J., ‘The Salafiyya movement in M orocco: the
religious bases of the Moroccan nationalist movement’ ,
St. Antony’s Papers, c. 16 (1963), s. 90-105.
Alavi, Hamza, ‘The state in post-colonial societies — P a ­
kistan and Bangladesh’ , New L eft Review, no. 74 (1972),
s. 59-81.

137
Al-Azmeh, Aziz, ‘What is the Islamic city ?’ , Review of Mid­ tique of Kedourie’s Afghani and Abduh’ , Review of Mid
dle East Studies, c. 2. (1976), s. 1-12. die East Studies, no. 2 (1976), s. 13-22.
al-Qazzaz, Ayad, ‘Sociology in underdeveloped countries’ , Asad Talal ve Wolpe, Harold, ‘Concepts of modes ot pro­
The Sociological Review, c. 20 (1972), s. 93-103. duction’ , Economy and Society, c. 5 (1976), ş. 470-505.
Althusser, Louis, F or Marx (Harmondsworth, Penguin B o ­ Aulas, Marie-Christine, ‘Sadat’s Egypt’ , New L eft Review,
oks, 1989). no. 98 (1976), s. 84-97.
Althusser, Louis, Lenin and Philosophy and Other Essays Avineri Shlomo, ‘Hegel and nationalism’ , Review of Poli-
(London, New Left Books, 1971). ticSj c. 24 (1962), s. 461-84.
Althusser, Louis ve Balibar, Etienne, Reading Capital Avineri, Shlomo, ‘The Hegelian origins of Marx’s political
(London, New Left Books, 1970). thought’ , Review of Metaphysics, c. 21 (1967), s. 33-50.
Amin, Samir, The Maghreb and the Modern World (Har- Avineri, Shlomo (der.), Karl M arx on Colonialism and Mo­
mondsworth, Penguin Books, 1970). dernization (New York, Garden City, Doubleday, 1968a).
Anderson, Perry, ‘Origins of the present crisis’ , New Left Avineri. Shlomo, The Social and Political Thought of Karl
Review, no. 23 (1964). s. 26-54. Marx (London, Cambridge University Press, 1968b).
Anderson, Perry, Passages from Antiquity to Feudalism Avineri. Shlomo, ‘The Palestinians and Israel’ , Commen­
London, New Left Books, 1974a). tary, c. 49 (1970), s. 31-44.
Anderson, Perry, Lineages of the Absolutist State (London, Avineri, Shlomo (der.) Israel and the Palestinians (New
New Left Books, 1974b). York, St Martins Press, 1971).
Antonius, George. The Arab Awakening (London. 1928). Avineri, Shlomo, ‘Modernization and Arab society; some
Antoun Richard T., ‘Anthropology’ , Binder, 1976 ieinde, s. reflections’ , Howe and Gershman, 1972 içinde, s ?00-ll.
137-99. Avineri, Shlomo, ‘Political and social aspects of Israeli and
Apter, David E., The Politics of Modernization (Chicago, Arab nationalism’ , Kamenka, 1976 içinde, s. 101 22.
University of Chicago Press, 1965). Ayyash, Abdul-llah Abu, ‘Israeli regional planning po!;cy in
Arab League O ffice, Israeli Socialism: a reality or a myth? the occupied Arab territories’ , Journal of Palestine Stu­
(London, tarihsiz). dies. c. 5 (1976), s. 83-108.
Baer, Gabriel, Population and Society in the Arab East
Arkadie, Brian van, ‘The impact of the Israeli occupation
(London, Routledge & Kegan Paul, 1964).
on the economics of the West Bank and Gaza’ , Journal
Banaji, Jairus, ‘For a theory of colonial modes of producti­
of Palestine Studies, c. 6 (1977), s. 103-29.
on’ . Economic and Political W eekly, c. 7 (1972), s. 2498-
Aruri, Naseer (der.), The Palestinian Resistance to Israeli 502.
Occupation (Wilmette, Illinois, The Medina University Banaji, Jairus, ‘Backward capitalism, primitive accumula­
Press International, 1970). tion and modes of production’, Journal of Contemporary
Asad, Talal (der.), Anthropology and the Colonial Encoun­ Asia, c. 3 (1973), 393-413.
ter (London, Ithaca Press, 1973). Banaji, Jairus, ‘Modes of production in a materialist con­
Asad. Talal, ‘The rise of Arab nationalism: a comment’ , ception of history’ (tarihsiz., mimeo).
Davis et al., 1975 içinde, s. 93-6. Baran, Paul A., The Political Economy of Growth (Har-
Asad, Talal, ‘Politics and religion in Islamic reform : a c r i­ mondsworth, Penguin Books, 1973).

138 139
Barratt Brown, M., The Economics o f Imperialism (H ar-
rnondsworth, Penguin Books, 1974). Bloom, Soloman F., ‘Karl Marx and the Jews’, Jewish Social
Barth, F., Nomads of South Persia (Oslo, Universitetsfor- Studies, c. 4 (1942), s. 3-16.
laget, 1964). B< ber. Arie (der.), The Other Israel: the radical case against
Bellah, Robert N., ‘Reflections on the Protestant ethic ana­ Zionism (Garden City, New York, Doubleday, 1972).
logy in Asia’ , Journal of Social Issues, c. 29 (1963), s. Bccock. Robert J., ‘The Ismailis in Tanzania: a Weberian
52-60. analysis’ , British Journal of Sociology, c. 22 (1971), s.
365-80.
Ben-Porath, Y ., The Arab Labour F orce in Israel (Jerusa­
lem, Israel Universities Press, 1966). Borochov, Ber, Nationalism and the Class Struggle: a Mar­
Ben-Zur, A., ‘The social composition of the Ba’ath party xian approach to the Jewish problem (New York, 1937).
membership in the Kuneitra district’ , Goldberg, 1970 Bottomore, T. B., Sociology as Social Criticism (London,
içinde, 235-43. Allen & Unwin, 1975).
Braverman, H., Labor and Monopoly Capital (New York
Berger. M., Bureaucracy and Society in Modern Egypt
and London, Monthly Review Press, 1974).
(Princeton, Princeton University Press, 1957).
Brinton, Crane, The Anatomy of Revolution (New York,
Berger, M., The Arab World Today (Garden City, New York,
Vintage Books, 1965).
Anchor Books, 1964).
Bukharin, N., Imperialism and World Economy (London,
Berkes, Niyazi (der.), Turkish Nationalism and W estern Ci­ Merlin Press, 1972).
vilization: Selected Essays o f Ziya Gökalp (London, Allen Bullock, P. ve Y affe, D., ‘Inflation, the crisis and the post­
& Unwin, 1959). war boom’ Revolutionary Communist, no. 3 (1975), s.
Berkes, Niyazi, The Development of Secularism in Turkey 5-45.
(Montreal McGill University Pres, 1964). Burke, Edmund, ‘M orocco and the Near East: reflections
Berki, R. N., ‘On Marxian thought and the problem of in­ on some basic differences’ , Archives européennes de
ternational relations’ , World Politics, c. 24 (1971), 80-105. sociologie, c. 10 (1969), s. 70-94.
Berlin, Isaiah, ‘ The life and opinions of Moses Hess’ , R ieff, Burke, Edmund, ‘The image of the Moroccan state in French
1970 içinde, s. 137-82. ethnological literature: a new look at the origin of Lyau-
Bhagwati, J. (der.), Economics and World Order from the tey’s Berber policy’ , Gellner and Micaud, 1973 içinde,
1970s to the 1990s (London, Collier-Macmillan, 1972). s. 175-99.
Bill, James A., ‘Class analysis and the dialectics of moderni­ Burrow, J. W., Evolution and Society: a study in Victorian
zation in the Middle East’ , International Journal of M id­ social theory (London, Cambridge University Press,
dle East Studies, c. 3. (1972), s. 417-34. 1970).
Binder, Leonard, Politics in the Lebanon (New York Wiley, Carlebach, Julius, Karl Marx and the Radical Critique of
1966). Judaism (London, Routledge & Kegan Paul, 1977).
Binder. Leonard (der.) The Study of the Middle East (New CERM, Sur le ‘Mode de Production Asiatique’ (Paris, 1969),
York, Wiley, 1976). Chaliand, Gérard, The Palestinian Resistance (Harmonds-
Birnbaum, Norman, Toward a Critical Sociology (London. worth, Penguin Books, 1972).
Oxford University Press, 1971). Charvet, John, The Social Problem in the Philosophy of R o­
usseau (London, Cambridge University Press, 1974).
140
141
Chomsky, Noam, P eace in the Middle East? (London, Fon­ pays du Maghreb: la Tunisie’ , Cahiers internationaur
tana/Collins, 1974). de sociologie, c. 38 (1965), s. 185-200.
Clammer, John (der.) The New Economic Anthropology Easton, Loyd D. ve Guddat, Kurt II. (der.), Writings of the
(London, Macmillan, basiliyor). Young Marx on Philosophy and Society (Garden City,
Clarke, Simon, ‘Marxism, sociology and Poulantzas’ theory New York, Anchor Books, 1967).
o f the state’ , Capital and Class, no. 2 (1977), s. 1-31. Eckstein, Harry, ‘On the etiology of internal wars’ , History
Connerton, Paul (der.) Critical Sociology (Harmondsworth, and Theory, c. 4 (1965), s. 133-63.
Penguin Books, 1976). Edens, David G., ‘The anatomy of the Saudi revolution’ , In­
Cooley, John K., Green March, Black September (London, ternational Journal of Middle East Studies, c. 5 (1974),
Frank Cass, 1973). s. 50-64.
Coon, Carleton S., Caravan: the story of the Middle East Emmanuel, A., ‘White settler colonialism and the myth of in­
(New York, Holt, Rinehart & Winston, 1951). vestment imperialism’ , New L eft Review, no. 73 (1972),
Coury, Ralph, ‘Why ca n ’t they be like u s?’ , Review of Midd­ s. 35-57.
le East Studies, no. 1 (1975), s. 113-33. Engels, F., The Condition of the Working Class in England in
Davies, James C., ‘Toward a theory of revolution’ , American 1844 (London, Allen & Unwin, 1968).
Sociological Review , c. 27 (1962), s. 5-19. Evans-Pritchard, E. E., The Sanusi of Cyrenaica (London,
Davis, H. B., ‘Nations, colonies and classes: the position of Oxford University Press, 1949).
Marx and Engels '^ S cien ce and Society, c. 29 (1965), s.
Farson, Karen, ‘State capitalismin Algeria', MERIP Reports,
26-43. no. 35 (1975), s. 3-30.
Davis. Uri, Israel: Utopia Incorporated (London, Zed Press. Farsoun, K., Farsoun, S. ve Ajay, A., ‘Mid-East perspectives
1977). from the American left’ , Journal of Palestine Studies, c.
Davis, Uri, Mack, A. ve Yuval-Davis, N. (der.), Israel and 4 (1974), s. 94-119.
the Palestinians (London, Ithaca Press, 1975). Fernbach, D. (der.), Surveys from Exile (Harmondsworth,
Dekmejian, R. Hrair, Egypt under Nasser (Albany, State Uni­ Penguin Books, 1973).
versity of New York Press, 1971). Feuer, Lewis S. (der.), Marx and Engels: Basic Writings on
Dodwell, H. H., The Founder of Modern Egypt: a study of Politics and Philosophy (London, Fontana Books, 1971).
Muhammed Ali (London, Cambridge University Press, First, Ruth, Libya: the elusive revolution (Harmondsworth,
1957). Penguin Books, 1974).
Dos Santos, T., ‘The structure of dependence’ , American E co­ Fisher, S. N. (der.), Social F orces in the Middle East (New
nomic Review, c. 60 (1970), s. 231-6. York, Ithaca, 1955).
Dunn, J., Modern Revolutions: an introduction to the analy­ Foster-Carter, A., ‘Neo-marxist approaches to development
sis of a political phenomenon (London, Cambridge Uni­ and underdevelopment’ , Kadt and Williams, 1974, içinde,
versity Press, 1972). s. 67-105.
Davignaud, Jean, ‘Pratique de la sociologie dans les pays dé­ Frank, A. G., Capitalism and Underdevelopment in Latin
colonisés’ , Cahiers internationaux de sociologie, c. 34 America (New York, Monthly Review Press, 1969),
(1963), s. 165-74. Fraser, John, ‘Louis Althusser on science, Marxism and po­
Duvignaud, Jean, ‘Classes et conscience de classe dans un litics’ , Science and Society, c. 40 (1976), s. 438-64.

142 143,
Glass, Charles, ‘Jews against Zionism: Israeli Jewish anti-
Gallissot, René, ‘Precolonial Algeria’ , Economy and Society, Zionism’ , Journal of Palestine Studies, c. 5 (1976) s.
c. 4 (1975), s. 418-45. 56-81.
Geertz, Clifford^ The Religion o / Java (New York, Free Goitein, S. D., ‘The rise of the near-eastern bourgeoisie in
Press, 1960). early Islamic times’ , Journal of World History c 3
Geertz, Clifford, Agricultural Involution: the process of ec o ­ (1957), s. 583-604.
logical change in Indonesia (California, California Uni­ Goldberg, Zeev (der.), Arab Socialism (Beit Berl, 1970), tb-
versity Press, 1963). ranice.
Gellner, Ernest, ‘Sanctity, puritanism, secularisation and na­ Goldmann, L., The Philosophy of the Enlightenment (Lon­
tionalism in North A frica’ , Archives de sociologie des don, Routledge & Kegan Paul, 1973).
religions, c. 8 (1963), s. 71-86. Goodridge, Martin, ‘The ages of faith: romance or rea­
Gellner, Ernest, Thought and Change (London, Weidenfeld lity?’ , The Sociological Review, c. 23 (1975), s. 381-96.
& Nicolson, 1964). Gordon, L. A. ve Fridman, L. A., ‘Peculiarities in the com ­
Gellner, Ernest, Saints of the Atlas (London, Weidenfeld & position and structure of the working class in the e co ­
Nicolson, 1969). nomically underdeveloped countries of Asia and Africa
Gellner, Ernest, ‘Patterns of tribal rebellion in M orocco’ (the example o f. India and the U AR)’ , Thornton, 1964
Vaiikiotis, 1972 içinde s. 120-45. içinde, s. 154-88.
Gellner, Ernest ve Micaud, Charles (der.), Arabs and B er­ Gouldner, Alvin W., For Sociology: renewal and critique in
bers: from tribe to nation (London, Duckworth, 1973).
sociology today (Harmondsworth, Penguin Books, 1973).
George, A.R., ‘Forgotten Arabs of Israel’ , Middle East Inter­ Gusfield, Joseph, ‘Tradition and modernity: mislaced polari­
national, no. 21 (1973), s. 16-18. ties in the study of social change’ , American Journal of
Geras, Norman, ‘Essence and appearance: aspects of fetis­ Sociology, c. 72 (1967), s. 351-62.
hism in M arx’s Capital’ , New L eft Review, no. 65 (1971),
Haddad, Robert M., Syrian Christians in Muslim Society
s. 68-86. (Princeton, Princeton University Press, 1970).
Gerassi, John (der.), Towards Revolution, c. 1 (London,
Hagopian, Edward ve Zahlan, A. B., ‘Palestine’s Arab popu­
Weidenfeld & Nicolson, 1971). lation: the demography of the Palestinians’ , Journal of
Gershman, Carl, ‘The failure o f the fedayeen’ , Howe and
Palestine Studies, c. 3 (1974), s. 32-73.
Gershman içinde, 1972, s. 224-48. Halliday, Fred, Arabia without Sultans (Harmondsworth,
Ghilan, Maxim, How Israel Lost its Soul (Harmondsworth,
Penguin Books, 1974).
Penguin Books, 1974). Halpem, M., ‘Middle Eastern armies and the new middle
Gibb, H. A. R. ve Bowen, H., Islamic Society and the W est: a
class’, Johnson, 1962 içinde, s. 277-315.
study o f the impact of W estern civilisation on Moslem
Halpern, M., ‘Egypt and the new middle class: reaffirm ati­
culture in the Near East (London, Oxford University
ons and new explorations’ , Comparative Studies in Soci­
Press, 1950 and 1957), 2 cilt. ety and History, c.. 11 (1969), s. 97-108.
Giddens, Anthony, Politics and Sociology in the Thought of
Hanoteau, Adolphe ve Letourneux, Ernest, La Kabylie et les
M ax W eber (London, Macmillan, 1972).
coutumes Jcabyles (Paris, Augustin Challamel, 1893).
Giddens, Anthony, The Class Structure of the Advanced Soci­
Harari, Yahiel, The Arabs in Israel: F acts and Figures (Gi-
eties (London, Hutchinson, 1973).

145
144
Humbaraci, Arslan, Algeria: a revolution that failed (Lon­
vat Haviva. Center for Arab and Afro-Asian Studies,
don, Pall Mai] Press, 1366).
1974).
Hussein, Mahmoud, Class Conflict in Egypt: 1945-1970 (New
Hegel, G. W. F., The Philosophy of Eistory (New York, Dover
York, Monthly Review Press, 1973).
Publications, 1956).
Hymer, S., ‘The multinational corporation and the law of
Hilal, Jamil, ‘Class transformation in the West Bank and Ga­
uneven development’ , Bhagwati, 1972 içinde, s. 113-40.
za’ , MER1P Reports, no. 53 (1976), s. 9-15.
Inalcik, H., ‘Bursa and the com m erce of the Levant’, Jour­
Hill, Michael (der.), A Sociological Yearbook of Religion in
nal of Economic and Social History of the Orient, c 3
Britain (London, SCM, 1975).
(1960), s. 131-47.
Hindess, Barry ve Hirst, Paul Q., Pre-Capitalist Modes of
Inalcik, H., ‘Capital formation in the Ottoman empire’ , Jour­
Production (London and Boston, Routledge & Kegan P a­
nal of Economic History, c. 29 (1969), s. 97-140.
ul, 1975).
Inkeles, A. ve Smith, David H., Becoming Modern (London,
Hindess, Barry ve Hirst, Paul Q., Mode of Production and
Heinemann Educational Books, 1974).
Social Formation: an autocritique of Pre-Capitalist Mo­
Islamoğlu, H. ve Keyder, Ç., ‘Agenda for Ottoman history'
des o f Production (London, Macmillan, 1377).
(mimeo ,1977).
Hirst, Paul Q., ‘Problems and advances in the theory ot ide­
Issawi, Charles, Egypt in Revolution: an economic analysis
ology’ (mimeo, 1976).
(London, Oxford University Press, 1963).
Hobsbawm, Eric, Introduction to K. Marx, Pre-Capitalist
Issawi, Charles (der.), The Economic History of the Middle
Economic Formations (New York, International Publis­
East-1800-1914 (Chicago and London, Chicago University
hers, 1965).
Press, 1966).
Hodgson, Marshall G. S., The Venture of Islam (Chicago and
Jaafari, Lafi, ‘The brain drain to the United States: the mig­
London, University of Chicago Press, 1974), 3 cilt.
Holt, P. M., Egypt and the Fertile Crescent 1516-1922 (Lon­ ration of Jordanian and Palestinian professionals and
students’ , Journal of Palestine Studies, c. 3 (1973), s
don, Longmans, 1966).
119-31.
Hone, Angus, ‘The primary commodities boom’ , Neiu Left
Jankowski, James P., ‘The Palestinian Arab revolt of 1936-
Review, no. 81 (1973), s. 82-92.
1939’, The Muslim World, c. 63 (1973), s. 220-33.
Hoselitz, Bert F. ve Moore, Wilbert E. (der.), Industrializa­
Janowitz, M., The Military in the Political Development of
tion and Society (UNESCO, Mouton, 1963).
New Nations (Chicago, University of Chicago Press, 1964).
Hourani, A. H. Syria and Lebanon (London, Oxford Univer­
Jiryis, Sabri, ‘The legal structure for the expropriation and
sity Press, 1946).
absorption of Arab lands in Israel’, Journal o f Pales­
Hourani, A. H., Minorities in the Arab World (London, Oxford
tine Studies, c. 2 (1973), s. 82-104.
University Press, 1947).
JLyis, Sabri, The Arabs in Israel (New York, Monthly R e­
Hoürani, A. H., ‘Ottoman reform and the politics of notables’ .
view Press, 1976).
Polk and Chambers, 1968 içinde, s. 41-68.
Johnson, J. J. (der.), The Role of the Military in Underde­
Hourani, A. H., ‘Revolutions in the Middle East’ , Vatikioeii,
veloped Countries (Princeton, Princeton University
1972 içinde, s. 65-72.
Press, 1962).
Howe, Irving ve Gershman, Carl (der.), Israel, the Arabs,
and the Middle East (New York, Bantam Books, 1972), Johnson, M., ‘Confessionalism and individualism in Leba­

147
148
non’ , Review o f Middle East Studies, no. 1 (1975), s.
cal term’ , Journal of the Warburg and Courtauld Insti­
79-91.
tutes, c. 14 (1951), s. 275-302.
Jones, İVL, ‘Israel, Palestine and socialism’ , Socialist Regis­
Kolakowski, Leszek, ‘Marxist philosophy and national rea­
ter (1970), s. 63-87.
lity: natural communities and universal brotherhood’ ,
Kadt, Emanuel de ve Williams, Gavin (der.), Sociology and
Round Table, no. 253 (1974), s. 43-55.
Development (London, Tavistock, 1974).
Kamel, Michel, ‘Political and ideological role of the petit- Kramnick, Isaac, ‘Reflections on revolution: definition and
bourgeoisie in the Arab world’ (mimeo, tarihsiz). explanation in recent scholarship’ , History and Theory,
Kamenka, E. (der.), Nationalism: the nature and evolution c. 11 (1972), s. 26-63.
of an idea (London, Arnold, 1976), Lapidus, Ira M., ‘Muslim cities and Islamic societies’ , La-
Kay, G eoffrey, Development and Underdevelopment: a pidus, 1969 içinde, 47-79 (1969a).
marxist analysis (London, Macmillan, 1975). Lapidus, Ira M. (der.) Middle East Cities (Berkeley and
Keddie, Nikki R., An Islamic Response to Imperialism (B er­ Los Angeles, University of California Press, 1969)
keley and Los Angeles, University o f California Press, (1969b).
1968). Laqueur, Walter, Confrontation: the Middle East War and
Kedourie, Elie, Nationalism (London, Hutchinson, 1960). World Politics (London, Abacus, 1S74).
Kedourie, Elie, ‘Further light on Afghani’ , Middle Eastern Langer, Felicia, With My Own E yes (London, Ithaca Press,
Studies, no. 1 (1965), s. 187-202. 1975).
Kedourie, Elie, Afghani and Abduh: an essay on religious Laroui, Abdallah, ‘For a methodology of Islamic studies’ ,
unbelief and political activism in modern Islam (Lon­ Diogenes, no. 83 (1973), s. 12-39.
don, Cass, 1966). Lenin, V. I., ‘Imperialism, the highest stage of capitalism’ ,
Kedourie, Elie (der.), Nationalism in Asia and Africa (Lon­ Essential Works of Lenin (New York, Bantam Books,
don, Weidenfeld & Nicolson, 1970). 1971 içinde).
Kelidar, Abbas, ‘The rise of Arab nationalism’ , Davis ve Lerner, Daniel, The Passing of Traditional Society (New
diğeıleri, 1975 içinde, s. 80-93. York, Free Press, 1958).
Keyder, Çağlar, ‘The dissolution of the Asiatic mode of pro­ Lewis, Bernard, The Emergence o f Modern Turkey (Lon­
duction’ , Economy and Society, c. 5 (1976), s. 178-96. don, Oxford University Press, 1961).
Khadduri, M., ‘The role o f the military in the Middle East Lewis, Bernard, The Arabs in History (London, Hutchinson
politics’, American Political Science Review, c. 46 (1953), University Library, 1964).
s. 511-24. Lewis, Bernard, ‘The impact of the French revolution on
Khadduri, M., ‘The army officer: his role in Middle Eastern Turkey’ , Metraux ve Crouzet, 1965 içinde, s. 31-59.
politics’ , Fisher, 1955 içinde, s. 162-84. Lewis, Bernard, ‘Islamic concepts of revolution’, Vat.ikiot.is,
Kieman, V. G., The Lords of Human Kind (Harmondsworth, 1972 içinde, s. 30-40.
Penguin Books, 1972).
Lichtheim, George, ‘Marx and the “ Asiatic mode of pro­
Kodsy, Ahmed El ve Lobel, Eli, The Arab World and Israel
duction” ’ , St. Antony’s Papers, no. 14 (1963), s. 86-112.
(New York and London, Monthly Review Press, 1970).
Lichtheim, George, A Short History of Socialism (London,
Koebner, R., ‘Despot and despotism: vicissitudes o f a politi­
Weidenfeld & Nicolson, 1970).

148
149
Melotti, Umberto, Marx and the Third World (London, M ac­
Lichtman, Richard, ‘The façade of equality in liberal dem oc­
millan, 1977).
ratic theory’, Socialist Revolution, c. 1 (1970), s. 85-125.
Mepham, John, ‘The theory of ideology in Capital’ , Radical
Lukács, Georg, History and Class Consciousness (London,
Philosophy, no. 2 (1972), s. 12-19.
Merlin Press, 1971).
Mészâros, I., M arx’s Theory of Alienation (London, Merlin
McClelland, David, The Achieving Society (New York, van
Press, 1970).
Nostrand, 1951).
Métraux, Guy ve Crouzet, François (der.), The New Asia
McClelland, David, ‘National character and economic
(New York, UNESCO, Mentor Books, 1965).
growth in Turkey and Iran’ , Pye, 1963 içinde, s. 152-81
Meyer, G., ‘Early German socialism and Jewish emancipa­
(1963a).
tion’ , Jewish Social Studies, c. 1 (1939), s. 409-22.
McClelland, David, ‘The achievement motive in economic
Miliband, Ralph, ‘The capitalist state: a reply to Nicos Pou-
growth’ , Hoselitz ve Moore, 1963 içinde, s. 74-96 (1963b).
lantzas’, New Left Review, no. 59 (1970), s. 53-60.
McLellan, David, Karl M arx: His Life and Thought (Lon­
Minogue, K. R., Nationalism (London, Batsford, 1967).
don, Macmillan, 1973).
Mitchell, M. Marion, ‘Emile Durkheim and the philosophy
Makarius, R., La jeunesse intellectuelle d’Egypte au lende­
of nationalism’ , Political Science Quarterly, c. 46 (1931),
main de la deuxième guerre mondiale (La Haye, Mou­ s. 87-106.
ton, 1960). Moore Jr, Barrington, Social Origins of Dictatorship and
Mann, Michael, Consciousness and Action among the W es­
Dem ocracy (Boston, Beacon Press, 1966).
tern Working Class (London, Macmillan, 1973).
Muhsam, H. V., ‘Sedentarization of the Bedouin in Israel’ ,
Mansfield, Peter, Nasser’s Egypt (Harmondsworth, P en­
International Social Science Bulletin, c. 11 (1959), s.
guin Books, 1963). 539-49.
Mardin, §., ‘Power, civil society and culture in the Otto­
Murray, Roger ve Wengraf, Tom, ‘The Algerian revolution’ .
man empire’ , Comparative Studies in Society and His­
Netv L eft Review, no. 22 (1963), s. 14-65.
tory, c. 11 (1969), s. 258-81. Nahas, Dunia, The Israeli Communist Party (London, Itha­
Marx, Karl, Capital (London, Lawrence & Wishart, 1970), 3
ca Press, 1978).
cilt. Nairn, Tom, ‘Marxism and the m odem Janus’, New Left
Marx, Karl, A Contribution to the Critique of Political E co­
Review, no. 94 (1975), s. 3-29.
nomy (London, Lawrence & Wishart, 1971).
Niîrkse, R., Problems of Capital Formation in Underdeve­
Marx, Karl, ‘The eighteenth Brumaire of Louis Bonaparte’ ,
loped Countries (London, Oxford University Press, 1953).
Fernbach, 1973 içinde, s. 143-249.
Outhwaite, W., Understanding Social Life (London, Allen
Marx, Karl ve Engels, F., The Communist Manifesto (M os­
& Unwin. 1975).
cow, Foreign Publishing House, tarihsiz).
Owen, E. R. J., Cotton and the Egyptian Economy 1820-1914:
Marx, Karl ve Engels, F., On Ireland (London, Lawrence
a study in trade and development (London, Oxford Uni­
& Wishart, 1968).
versity Press, 1969).
Marx, Karl ve Engels, F., On Colonialism (New York, in ­
Owen, E. R. J. (der.), Essays on the Crisis in Lebanon (Lon­
ternational Publishers, 1972).
don, Ithaca Press, 1976).
Marx, Karl ve Engels, F., The German Ideology (London,
Parkin, F., Class Inequality and Political Order (London, Pa­
Lawrence & Wishart, 1974).
ladin, 1972).
151
150
Patai, R., ‘Nomadism: Middle Eastern and central Asian’ , Pye, Lucian W. (der.) Communications and Political D eve­
Southwestern Journal of Anthropology, c. 7 (1951), s. lopment (Princeton, Princeton University Press, 1963).
401-14. Radwan, Samir, Capital Formation in Egyptian Industry
Pateman, Trevor (der.), Counter Course (Harmondsworth, and Agriculture 1882-1967 (London, Ithaca Press, 1974).
Penguin Books, 1972). Renan, E., Discours et conférences (Paris, 1887).
Paul, James A., ‘The Moroccan crisis: nationalism and im ­
R ieff, Philip (der.) On Intellectuals (Garden City, New
perialism on Europe’s periphery’ , Monthly Review. Oc­
York, Anchor Books, Doubleday, 1970).
tober (1972), s. 15-43.
Rodinson, Maxime, Islam et capitalisme (Paris, Seuil, 1966;
Peel, J. D. Y., ‘Cultural factors in the contemporary theory
English translation, Allen Lane, 1974).
o f development’, Archives européennes de sociologie,
Rodinson, Maxime, Israel: a Colonial-Settler State? (New
c. 14 (1973), s. 283-303.
York, Monad Press, 1973).
Peristiany, J. G. (der.), Contributions to Mediterranean So­
Rostow, W. W., Stages of Economic Growth (London, Cam­
ciology (Paris, Mouton, 1968).
bridge University Press, 1960).
Perlmutter, Amos, ‘Egypt and the myth o f the new middle
Rustow, D., ‘The army and the founding of the Turkish R e­
class: a comparative analysis’, Comparative Studies in public’ , World Politics, c. 11 (1959), s. 513-52.
Society and History, c. 10 (1967), s. 46-65.
Ryan, Sheila, ‘The Israeli economic policy in the occupied
Perlmutter, Amos, ‘The myth o f the myth of the new midd­
areas: foundations of a new imperialism’ , MERIP R e ­
le class: some lessons in social and political theory’,
ports, no. 24 (1974), s. 7-8.
Comparative Studies in Society and History, c. 12 (1970),
s. 14-26. Saba, Paul, ‘The creation of the Lebanese economy’, Owen,
Peters, Emrys, L., ‘The tied and the fre e’ , Peristiany, 1968 1976 içinde, s. 1-22.
içinde, s. 167-88. Salem, Elie, ‘Arab reformers and the reinterpretation of
Plamenatz, John, German Marxism and Russian Commu­ Islam’, Muslim World, c. 55 (1965), s. 311-20.
nism (London, Longmans, 1954). Satıl, John S., ‘The state in post-colonial societies: Tanza­
Plant, Raymond, H egel (London, Allen & Unwin, 1973). nia’ , The Socialist Register (1974), s. 349-72.
Polk, W. R. ve Chambers, R. C. (der.), The Beginnings of Seddon, David, ‘Economic anthropology or political e c o ­
Modernization in the Middle East (Chicago, 1968). nom y?’ , Clammer, basılıyor, içinde.
Poulantzas, Nicos, Political Pow er and Social Classes (Lon­ Shaicovitch, B., ‘Dialectical materialism: Marx and the
don, New Left Books and Sheed & Ward, 1973). West Bank’ , New Middle East, no. 55 (1973), s. 21-5.
Poulantzas, Nicos, Fascism and Dictatorship (London, New Shanin, Teodor, ‘The third stage: Marxist social theory and
Left Books, 1974). the origins of our time’ , Journal of Contemporary Asia,
Poulantzas, Nicos, Classes in Contemporary Capitalism c. 6 (1976), s. 289-308.
(London, New Left Books,-1975a). Shanin, Teodor (der.), Peasants and Peasant Societies (Har­
Poulantzas, Nicos, La Crise des dictatures: Portugal, G rè­ mondsworth, Penguin Books, 1971).
ce, Espagne (Paris, Maspero, lS75b). Shiloh, Ailon (der.), Peoples and Cultures of the Middle
Poulantzas, Nicos, ‘The capitalist state: a reply to Miliband East (New York, Random House, 1969).
and Laclau’ , New L eft Review, no. 95 (1976), s. 63-83. Smilianskaya, I. M., ‘The disintegration of feudal relations

152 153
in Syria and Lebanon in the middle of the nineteenth Trotsky, L. D., History of the Russian Revolution (London,
century’ , Issawi, 1966 içinde, s. 227-47. Gollancz, 1932-3), 3 cilt.
Smith, Anthony D., ‘Theories and types of nationalism’ , Tugendhat, C., The Multinationals (Harmondsworth, Pen­
Archives européennes de sociologie, c. 10 (1969), s. 119 - guin Books, 1973).
32.
Turner, Bryan S., ‘Sociological founders and precursors:
Smith, Anthony D., Theories of Nationalism (London, Duck­ the theories o f religion of Emile Durkheim, Fustel de
worth, 1971). Coulanges and Ibn Khaldun’ , Religion: a journal of re­
Smith, Anthony D., ‘Nationalism and religion: the role of ligion and religions, c. 1 (1971) s. 32-48.
religious reform in the genesis of Arab and Jewish natio­ Turner, Bryan S., W eber and Islam: a critical study (Lon­
nalism’ , Archives de sciences sociales des religions, c. don, Routledge & Kegan Paul, 1974a).
35 (1973), s. 23-43. Turner, Bryan S., ‘Islam, capitalism and the Weber theses’ ,
Smith, Pamela Ann, ‘Aspects of class structure in Palesti­
British Journal of Sociology, c. 25 (1974b), s. 230-43.
nian society, 1948-1967’ , Davis ve diğerleri, 1975 içinde,
Turner, Bryan S., ‘The concept of social “ stationariness” :
s. 98-118. utilitarianism and Marxism’ , Science and Society, c.
Sofri, Gianni, Il modo di produzione asiatico (Turin, 1969). 38 (1974c), s. 3-18.
Stephens, Robert, Nasser: a political biography (Harmonds-
Turner, Bryan S., ‘Avineri’s view of M arx’s theory of colo­
worth, Penguin Books, 1971).
nialism: Israel’, Science and Society, c. 40 (1976), s.
Stone, Lawrence, ‘Theories of revolution’ . World Politics, 385-409.
c. 18 (1965), s. 159-76. Turner, Bryan S., ‘The structuralist critique of Weber’s so­
Sussnitzki, A. J., ‘Ethnic division of labour’ , Issawi, 1966 ciology’ , British Journal of Sociology, c. 28 (1977), s.
içinde, s. 115-25. 1-16.
Tambiah, S. J. World Conqueror and World Renouncer: a Turner, Bryan S. ve Hill, M., ‘Methodism and the pietist de­
study of Buddhism and polity in Thailand against an finition of politics: historical development and contem­
historical background (London, Cambridge University porary evidence’ , Hill, 1975 içinde, c. 8. s. 159-80.
Press, 1976). Ülken, H. Z., ‘La sociologie rurale en Turquie’ , Sosyoloji
Taylor, John, ‘Review of Pre-Capitalist Modes o f Produc­ Dergisi, c. 6 (1950), s. 104-16.
tio n C r itiq u e of Anthropology, c. 1 (1975), s. 127-55 ve Urry, John, ‘Capital and the state’ (British Sociological As­
c. 2 (1976), s. 56-69. sociation Conference, Sheffield, 1977, mimeo).
Thornton, T. P. (der.), The Third World in Soviet P ersp ec­ van Nieuwenhuijze, C. A. 0 ., Social Stratification and the
tive (Princeton, NJ, Princeton University Press, 1964). Middle East (Leiden, Brill, 1965).
Tibawi, A. L., ‘The American missionaries in Beirut and van Nieuwenhuijze, C. A. O., Sociology of the Middle East
Butrus Al-Bustanï’ , St. Antony’s Papers, no. 16 (1963), (Leiden, Brill, 1971).
s. 137-82. Vatikiotis, P. J., Conflicts in the Middle East (London, Allen
Tourneau, Roger Le, Flory, Maurice ve Duchac, René, ‘R e­ & Unwin, 1971).
volution in the Maghreb’ , Vatikiotis, 1972 içinde, s. Vatikiotis, P. J., (der.) Revolution in the Middle East and
73-119. other case studies (London, Allen & Unwin, 1972).

155
Zaitman, I. William, ‘Political science’ , Binder, 1976 içinde,
Venturi, Franco, ‘Oriental despotism’ , Journal for the His­ s. 265-325.
tory of Ideas, c. 24. (1S63), s. 133-42. Zghal, Abdelkader ve Karoui, Hachmi, ‘Decolonization and
Vickery, Susan, ‘An analysis o f the military in underdeve­
social science research: the case of Tunisia’ , Middle
loped countries: a case study o f the ruling-class socio­ East Studies Association Bulletin, c. 7 (1973), s. 11-25.
logy’ , Pateman, 1972 içinde, s. 140-58. Zubaida, Sami, ‘Theories o f nationalism’ (British Sociologi­
von Grunebaum, G. E., Classical Islam,: a history 600-1258
cal Association, Annual Conference, Sheffield, 1977,
(London, Allen & Unwin, 1970). m im eo).
Waines, David, ‘Cultural anthropology and Islam: the cont­
Zureik, Elia T., ‘From peasantry to proletariat’ , Journal of
ribution of G. E. von Grunebaum’ , Review of Middle
Palestine Studies, c. 6 (1976), s. 39-66.
East Studies, c. 2 (1976), s. 113-23.
Wallerstein, Immanuel, The Modern World-System (New
York, Academic Press, 1974).
Warren, Bill, ‘Imperialism and capitalist industrialization,
New L eft Review , no. 81 (1973), s. 3-44.
Weber, Max, Economy and Society (New York, Bedmins-
ter Press, 1968), 3 cilt.
Weinstock, Nathan, Le mouvement révolutionnaire arabe
(Paris, Maspero, 1970).
Wertheim, W. F., ‘Religion, bureaucracy and economic
growth’ , Transactions of the Fifth World Congress of
Sociology, c. 3 (1962), s. 73-86.
Wertheim, W. F., Evolution and Revolution (Harmondsworth,
Penguin Books, 1974).
Williams, Raymond, ‘Base and superstructure in Marxist
cultural theory’, New L eft Review, no. 82 (1973), s. 3-16.
Wolf, Eric R., Peasants (Englewood Cliffs, New Jersey,
Prentice Hall, 1966).
Wolf, Eric R., ‘On peasant rebellions’ , Shanin, 1971 içinde,
s. 264-74 (1971a).
Wolf, Eric R., Peasant Wars o f the Twentieth Century
(London, Faber and Faber, 1971b).
Wolin, Sheldon S., Politics and Vision (London, Allen & Un­
win, 1961).
Woolman, David S., Rebels in the R if: Abd El Krim and the
Rif Rebellion (London, Oxford University Press, 1969).
Worsley, Peter, The Third World (London, Weidenfeld &
Nicolson, 1964).
157
156
Marks ve
Oryantalizmin Sonu

Eski O ryantalizm in, W eb e r sosyolojisinin ve


ATÜT'çü "M arksist" yaklaşımın,
O rta Doğu toplum larını ve
İslamiyet!
tarihin g e n e l yasaları dışındaki
bir benzersizlik
gibi ele alışlarının eleştirisi.
Sınıfsızlık, devrlmsizllk ve
sınıflarüstü bürokrasi teorilerini olsun;
A vrupa'nın “ sivil to p lu m '' kurumlarını düz ve
kesintisiz bir evrim içinde oluşturduğu,
Doğu'nun İse bu n o k ta d a Batı'yı
ta k lit e d e c e ğ in e tarihi “ zorladığı" için
kendi azgelişmişliğini büsbütün
ağırlaştırdığı yolundaki “ m o de rn leşm e"
m odelini olsun re d d e d e n Turner,
hem birleşik ve hem d e ç o k çizgili
bir tarih anlayışı içine,
Emperyalizmin O rta Doğu üzerindeki çelişmeli
etkilerinin b ü tün cü l bir değerlendirm esini
yerleştirm eye çalışıyor.

You might also like