You are on page 1of 529

U)

o

o
-

o
....
.

c.
tD

;f Sosyolojide
3
tD
-

.,


.,
-

tD
.,

Yayına Hazırlayan:
Ü m itTatlıc a n - Gü l h a n D e m i riz

,,
,, SENTEZ
MARTIN SLATIERY

Sosyolojide Temel Fikirler


Sentez, Sosyal Teori: ı
Referanslar Dizisi: 1

Editör: Ü mit Tatlıcan

Martin Slattery
Key ldeas in Sociology
Nelson Thornes Ltd.
ı. Edition 1 99 1 , 2. Edition 2003

Oxford Publishing Ltd. 2014

Sosyo/ojide Temel Fikirler


© Ü mit Tatlıcan - Gülhan Demiriz
Sentez Yayı ncılık 2008

Bu kitabın telif hakları Akcalı Ajan s aracılığıyla alınmıştır.

Bu kitabın yayın hakları Sentez Yayıncılık'a aittir.


Yayı nevinin yazılı izni olmaksızın, kısmen veya tamamen alıntı yapı lamaz,
hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz, yayınlanamaz.

ISBN 978-975-01 1 64-8-3

B. Basım
i stanbul Aralık 201 5

Kapak ve iç Düzen

Sentez

Baskı- Cilt
KAYHAN MATBAACILIK
Merkezefendi Mah. Fazılpaşa Cad. No:S/2
Zeytinburnu- Topkapı 1 i stanbul
Tel: O. 2 1 2. 576 Ol 36 Faks: 0.2 1 2. 61 2 31 85
Sertifika No: 1 2 1 56

SENTEZ
YAYlN VE DAG ITIM EGi Ti M ve
ÖG RETi M KURUMLARI Ti C.ve SAN. A.Ş.
Cumhuriyet cad. Eski Tahıl i çi No:S BURSA
Tel: (O 224) 225 ll 80 (pbx) Faks: (O 224) 225 02 00
bilgi@sentezdagitim.com.tr
Sertifika No: 14399
MARTIN SLATTERY

Sosyolojide
Temel Fikirler

Yayına Hazırlayan:
Ü mit Tatl ıcan - G ü l han Dem iriz

Çeviri:
Özlem Balkız
Gülhan Dem i riz
Hacer Harlak
Cevdet Özdemir
Şebnem Özkan
Ü m it Tatlıcan

SENTEZYAYINCI Ll K
içindekiler

Bir Giriş ve Merhaba 7


Açıklamalar 10
ithaf 10
Kısa Bir Açıklama 11
Özet Bir Tarih 12

Klasik Dönem: Kurucu Babalar ve Çağdaşları 31

An o mi Emi/e Durkheim 33
Bürokrasi MaxWeber 40
Formel Sosyoloji George Simme 51
Gemeinschaft/Gesellschaft Ferdinand Tönnies ss
Oligarşinin Tunç Yasası RobertMiche/s 64
Pozitivizm Auguste Comte 71
Protestan Ah lakı MaxWeber 79
Seçkinler Teorisi* Pareta veMosca 87
Sosyal Darvinizm Herbert Spencer 93
Tarihsel Materyalizm Marx ve Engels 1 01
Toplumsal Dayanışma Emi/e Durkheim 114
Yabancılaşma Kar/Marx 1 23

Modern Dönem 1 35

Ataerkillik Feminizm 1 37
Bağımlılık Teorisi Andre Gunder Frank 1 53
Bilim Sosyolojisi* RobertMerton 1 61
Bilimsel Yönetim F.W. Taylor 1 70
Burjuvalaşma* Go/dthorpe, Lockwood vd 1 76
Çatışma Teorisi Raif Oahrendorf 1 81
Damga Erving Goffman 1 88
Dilsel Kodlar Basil Bernstein 1 95
Eleştirel Teori Frankfurt Okulu 203
Etiketierne Kuramı Howard Becker 214
Etnometodoloji Harold Garfinkel 223
Fenomenoloji Husserl ve Schutz 230
Hegemonya Antonio Gramsci 240
ideoloji KarlMannheim 248
iktidar Seçkinleri C. W.Mil/s 254
insan Ekolojisi* Robert Park 261
insan ilişkileri Kuramı E/tonMaya 268
Kendini Doğrulayan Kehanet* Rosenthal ve Jacobson 274
Kent idareciliği* Raymond E. Pah/ 280
Kentleş me Louis Wirth 285
Kollektif Tüketim* Manuel Castel/s 290
Korporatizm* Pah/ ve Winkler 295
Uiikleşme Bryan Wilson 302
Modernleşme Teorisi W.W. Rostow 310
Oku ls uzlaşma* Ivan Jlli ch 318
Paradigmalar ThomasKuhn 325
Sembolik Etkileşimeilik G.H.Mead 333
Toplumsal Cinsiyet Feminizm 341
Vasıfsızlaşma Harry Braverman 353
Yakınlaşma Tezi* Clark Kerr vd. 362
Yanlışlama ve Varsayım Karl Popper 369
Yapısal-işlevselcilik Talcott Parsons 375
Yerleşim-Temelli Sınıflar* Rex veMoore 384
Yoksulluk Kültürü* OscarLewis 390

Post-Modern/Geç-Modern Dönem 397


Bilgi/Bilişim Toplumu Manuel Castel/s 399
Göreli Özerklik Nicos Poulantzas 406
Kültür Araştırmaları Stuart Hall 41 3
Küreselleşme Anthony Giddens 418
Meşruiyet Krizi Jürgen Habermas 426
Post-Fordizm Michel Piore 440
Post-Modernizm/Post-Modernite Jean FrançoisLyotard 447
Risk Toplumu U/rich Beck 454
Sanayi-Ötesi Toplum Daniel Beli 461
Simülasyonlar Jean Baudrillard 470
Söylem Michel Foucault 477
Yapılaşma Anthony Giddens 486
Yapısal Marksizm Louis Althusser 493

Kaynakça soo
Dizin 522
Bir Giriş ve Merhaba

Sosyo/ojide Temel Fikirler ilk kez 1 99 1 'de ondokuzuncu ve yirminci


yüzyıl ların büyük sosyolojik d üşüncelerine bir giriş çal ışması olara k
yayı nlandı. Bu çalışma New Society derg isinde yayınlanan Temel Fikir­
ler d izisine dayanmaktaydı ve hedef kitlesi sosyoloji ve ilişkili sosyal
bilim derslerine devam eden Lisans ve Hazırlı k S ı nıfı öğrencileriydi.
Kita p bu ikinci baskıda, yirm inci yüzyı l ı geride bırakı p yirmibirinci
yüzyıla girerken halihazırda toplumsal düşüncede yaşanan mevcut
gelişmeleri aktarabilmek ve topluca değerlendirebil mek için, yeni­
den yazılmış ve yapılandırılmıştır.
Kita bın ilgi odağı, sosyoloji ve topl u msal düşüncenin -içinde ya­
şad ı ğ ı m ız dünyayı anlama, yoru mlama ve bazı örneklerde değiştirme
aracı olara k- gelişim i nde etkili olan temel fikirlerdir.
Kitap üç ana kesim veya döneme böl ünmüştü r -ancak bunu
yapmarnın nedeni, sosyolojik düşüncelerin söz konusu üç kategoriye
veya özel tarihsel döneme kesin olarak böl ünebilmesi değ ild ir. Aslın­
da böyle bir ayrımın temel nedeni, okuyucuların sosyolojinin i kinci
Dünya Savaşı'ndan önceki ve sonraki kaynakları ve gelişimini ve yeni
binyı l a girerken nasıl bir gelişme sergileyebileceğini görmelerine
yard ımcı olabilecek bir a nlayış gel iştirmelerine katkıda b u l u nmaktır.
Sosyoloji son 1 50 yıldır olağanüstü bir gelişme sergiiemiş ve sosyolo­
jik düşünceler topl umun gelişimi ve sokaktaki insanlar üzerinde ol­
duğu kadar a kademisyenler ve hatta politikacılar üzerinde de önemli
bir etki yaratmıştır. Sosyoloji geçmiş ve gelecek hakkında, bugünün
ve geleceğin toplu m u, hatta daha ötesi h a kkında çok şey söylemiştir.
Bu alanı yönlendiren, üyeleri motive eden ve hatta sosyolojideki
temel düşünürlere ilham kaynağı olan şey, ilgili toplumları ve onların
üyelerini değiştirme ve geliştirme arzusudur. Dolayısıyla, bel irli bir
dönemin temel fikirleri, onların ilham kaynakları ve niçin bu tür etki­
ler yarattıkları konusunda gerçek bir an layış kaza nmak isteyen oku­
yucular için tarihsel bir perspektif, bir tarih an layışı büyük önem taşır.
8 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

Bu yüzden, kitabın giriş b ö l ü m ü nde sosyolojik düşü ncenin tarihsel


gelişimine kısaca göz atıl m a kta ve kitapta yer alan fikirler genel bir
bütü n l ü k içinde topl u ca değerlendirilmektedir.
Başlang ıçta açıklandığı gibi, bu kitap kapsam l ı bir sosyolojik teori
elkita bı değildir, ne de bir ders kitabı olara k tasarlan m ıştır. O sadece
Lisa n s ve Hazı rlık d üzeyindeki öğrenciler için derslerden o l uşan b i r
g i riş çalışmasıd ı r. Okuyucu lar kendileri n i geliştirmek istiyorlarsa daha
başka kaynaklara yönelmeleri gerekir, bu a maçla her bölü m ün sonu­
na, temel d üşünürlerin çalışmalarının yer aldığı okuma ve i leri okuma
önerileri kon u l muştur.
Sosyoloji sadece fikirler hakkı nda değil, gerçekte tartışmalı fikirler
hakkı ndadır. Tartışma -çoğu kez oldukça hara retli, hatta siyasal b i r
tartışma- sosyolojik düşüncenin ka lbid ir, bu disipl i n i n candamarıd ı r
v e ta rtışma olmadığında a l a n kuruyacak v e za m a n la ortadan kaybo­
lacaktır. Bu kitaptaki temel fikirlerden her biri yoğ u n ve bazen olduk­
ça keskin bir tartışma konusudur. Hatta onlar zaman ı n sınavından
geçmiş, alanın ve top l u m u n gelişimine birçok katkılarda bulunmuş
fikirlerdir. Bu temel fikirler daha çok sosyolojid eki şu konu lara odak­
lanmıştır:

• toplumun ve onu yönlend iren yasa l a rın doğası;


• tari h i n ve geleceği n topl u m u n u n doğası;
• i nsan ı n doğası ve bu insan doğası n ı n bireyin içinde yaşadığı
toplumla i lişkisi

Sosyoloj i n i n merkezinde insan ve top l u m ha kkında, i nsanların -


erkekler ve kad ı n la r olara k- ken d i topl umları n ı inşa ed i p etmed ikleri
ve kaderlerini kontrol edip edemedikleri hakkında veya topl u m u n
ken d i üyeleri üzerinde v e d ı ş ı n d a bir 'şey', bir beyne v e kadere sahip
bir şey ve hepimizin içinde yaşad ığı, insanlar tarafından değil de
kend i gelişme yasaları tarafı ndan yönetilen doğaüstü bir varl ı k o l u p
o l madığı v e hepimizin dev bir tarihsel gelişme oyu n u içindeki piyon ­
lar o l u p o l m a d ı ğ ı m ı z kon usunda tartışmalar yer a l ır.
Bütün sosyolojik düşü ncelerin temelinde bu sosyoloj i k 'yu murta­
tavuk' hikayesi ve i nsan ve toplu m u n doğasıyla i l g i l i bu bul maca
yatar ve o sosyologların farklı perspektifler, düşünce okulları ve hatta
-örneğin, Marksistler ve işlevselciler, sanayi-ötesi veya post­
modernist toplum a n l ayışları biçiminde- düşman kamplara böl ü n­
mesi nin esas nedenidir. Bu ayrışma sosyolojinin doğası ve gelişme
sebebid i r: tartışmalar sonucunda düşünceler i lerler veya öm ürlerini
tamam larlar. O sosyoloj i n i n asıl gücü, bir kon u veya disiplin olara k ­
toplu msal düşü nceler ve gel işmelere ve son e l l i yıldır bu alanı olduk-
BIR GiRiŞ VE MERHABA 9

ça popüler ve çekici kılan sosyolojik imgeleme katkıda bulunmak


isteyen- sosyolojinin büyük davetidir. Bu yüzden, her bölümünün
sonunda tartışmayla ilgili d iğer temel fikirlere göndermeler yapıl­
maktadır.
Özetle bu kitap şöyle d üzenlenmiştir:

• Sosyolojide ondokuzuncu, yirminci ve yirmibirinci yüzyıl ların


temel fikirlerine genel bir bakış.

Ü ç dönem esas a l ınara k ol uştu rulan sosyolojik bir temel fikirler
seçkisi:
- klasik kurucu babalar dönemi;
- yirminci yüzyı l ı n ll. Dünya Savaşı'ndan önceki ve sonraki za-
man dilimini içeren modern dönem; .
- yirmi nci yüzyıl sonunu ve yirmibi rinci yüzyıl başını içeren
post-modern veya geç modern dönem.
• Her fikir veya kavra m ı n üç bölüm halinde açıklanması ve tartı­
ş ı l ması:
- temel fikir veya kavra m ı n ana hatlarıyla ta nıtıl ması;
- kavra msal gelişimin ve ilgili fikir veya kavram ı n yol açtığı tar-
tışmaların gözden geçirilmesi;
- d iğer i l işki l i temel fikirlere göndermeler;
- okuma ve ileri okuma öneri leri: okuma öneri leri bölümü me-
ra klı ve lisans d üzeyi ndeki öğ renciler içindir. i leri okuma öne­
rileri daha ziyade ü niversite hocalarına yönel iktir ve onlara
temel materyal ler sunmayı ve lisans öğrencilerine verecekle­
ri g iriş derslerine hazı rlanma i m kanı sağla mayı a maçlamak­
tad ı r.
• Ku llanılan kaynaklarla ilgili bir kaynakça

Bu g iriş kitabının okuyucuya yard ı mcı ol acağ ı n ı u muyorum. O,


bütün ders kita plarınızda yer alan temel sosyolojik fikirler, disiplin
içinde büyük tartışmalara ilham kaynağı olmuş fikirler ve hatta gü­
nümüzde sosyal bilim lerdeki ta rtışmaları biçimlend iren fikirler hak­
kında kolay anlaşılır ve kolay okunabilir bir kitaptır ve onun ayrıca
çağı m ızın büyük soru n ları üzerinde düşünmeye ve tartışmaya yönel­
teceğ ini u m uyoru m. Belki bir gün siz de başkalarını üzerinde düşün­
meye ve hatta içinde yaşad ığımız d ünyayı geliştirmeye ve değiştir­
meye iten büyük fikirlere sahip olabilirsiniz. Bu düşü nce sosyolojik
davetin kal bidir ve onun alana olduğu kadar sizlere de ilham kaynağı
olacağ ı n ı u m uyoru m.
i yi okumalar.

Ith af
Sosyo/ojide Temel Fikirler'in bu baskısını oğluma, kızı ma ve to runlarım
Ben, Rachel ve Owen'a ithaf ediyoru m

Açi klamalar
Bu çalışma Sosyo/ojide Temel Fikirler1n i ki nci baskısıdır. Bu baskıda
coşkus u ve bu kitabı g ü ncelleştirme ve gen işletme konusundaki
teşvikleri için Nelson Thornes'tan Rick Jackma n'a ve ayrı ntılar konu­
sundaki d i kkatleri nedeniyle, editörler ve onun çalışma arkadaşları
Tracy ve Elaine'e teşekkürü borç bilirim.
Ayrıca, Jacquel ine'in sevgi dolu desteği ve teşvikleri ol masaydı bu
çalışmayı tamamlanamayacaktı.
Martin Slattery

Kitaptaki resi m l eri ku llanmam için gerekli desteği sağlayan yazar-


lar ve yayı ncilara da teşekkürü borç bilirim:

• Bettman/Corbis (p. 56, 72)


• H u lton Arch ive/Getty i mages (p. 1 09)
• H u lton-Deutsch Collection/Corbis (p. 67)
• l l l u strated London News v2 (NT) (p. 1 5)
• Mary Evans/Explorer/Lausat (p. 1 65)
• Mary Evans Picture Library (p. 39)
• Ni gel Stead © London School of Economics (p. 2 1 5)
K1sa Bir Aç1klama

Elinizdeki kitap Ad nan Menderes Ü niversitesi, Sosyoloji Bölümü nde


çalışan beşi sosyolog, biri sosyal psikolog altı öğretim üyesi tarafın­
dan Tü rkçeye kazandırılm ıştır. Bu kitabı seçmemizin bir nedeni özel­
de sosyoloj ide ve genelde sosyal bilimlerde hüküm süren kavram
kargaşasının giderilmesine bir ölçüde katkıda bulunmak, bir başka
nedeni l isans ve daha ileri d üzeydeki sosyoloji öğrencilerinin yan ı
sıra, sosyolojiye ilgi duyanları n d iğer sosyolojik kita plar ve yazıları
daha kolay anlamalarında yardımcı olmaktır.
Yaza rın sosyolojik fikirler veya kavramları, konuyu dağıtmadan ve
fikrin asıl sahibine, ana kaynağına g iderek çok yoğun ve özet bir
biçimde aktarması ve ardından ilgili fi kir veya kavramın gelişimini söz
konusu yazarın düşüncelerindeki gelişmeler ve/veya tartışmalar
bağlamında özetle sunması kitaba özel bir nitelik kaza n d ı rmaktad ı r.
Kitabın 2001 yılında başlaya n çevirisi asl ında bir-iki yıl içinde ta­
mamlanmasına karşın, yazar tarafı ndan 2003 yıl ı nda gözden geçirilen
ve bazı yerlerde önemli değişikl i kler ya pılan 2. Baskı nedeniyle çeviri
metnini yeniden gözden geçird i k. Çeviride kita bın 2. baskısı esas
a lındı ve gerekli değişiklikler yapıldı. Ancak burada bir sorun yazarın
ilk baskıda yer alan SO fikir veya kavramdan 1 2'sini çıka rtmış olma­
sıydı. Tü rkiye'deki sosyoloji okurunu d ikkate a larak bu 1 2 yazıyı alı­
koyduk ve kitabın içindekiler kısmında (*) işaretiyle beli rttik. Ayrıca,
kitaptaki ana metin ler önceki baskıda yazar, fikir ve kavra msal gel işim
biçiminde verilirken, yen i baskıda yazarlarla, fikrin veya kavramın
sahipleriyle ilgili biyografik bilgiler büyük ölçüde çıkart ı l mıştı. Aynı
şekilde m ü m kün olduğu yerlerde bu bilgileri de a l ı koymayı tercih
ettik. Benzer bir işlemi her yazının sonundaki okuma ve i leri okuma
önerileri böl ü mü nde uyguladık. Dolayısıyla, elinizdeki kitap her iki
baskının bir anlamda bir birleşimini oluşturmaktadır.
Kitabın Türkçe sosyolojik literatürde kavra msal bir boşluğu dol­
d u rması temennisiyle . . .
Ü m it TATLICAN, G ü l han DEM i R i Z
Ocak 2006
..

Ozet Bir Tarih

Klasik sosyoloji: kökleri ve ilk yıllar


Toplu msal düşünceler tarih i ilk uygarlıklara, Grekler, Romalılar ve
Çiniilere kadar götü rülebilse de, bağ ı msız akademik bir disiplin ola­
rak sosyolojik düşünceler tari h i çok kısa bir geçmişe sahiptir -
Auguste Comte, başlangıçta sosyal fizik olarak ku llandığı 'sosyoloji'
teri mini yaklaşık 1 50 yıl önce icat etmişti. Bir ilgi alanı olara k sosyoloji
üç kurucu baba n ı n fi kirlerinden doğ m u ştur: Emile Durkheim, Max
Weber ve Karl Marx. Bu 'kutsal üçlü'nün büyük boy teorileri o za­
mandan beri sosyolojik düşü nce ve a raştı rma n ı n temelini ol uştur­
muştur. Onlar büyük ölçüde topl u m u n iç işleyişini ortaya çıkarmaya
ça lışmışlardır. Ayrıca onlar, topl u m u ol uşturan şeyi, topl u m ve birey
arasındaki il işkiyi ve toplu msal ve tari hsel değişim üzerindeki etkili
güçleri açıklamaya çalışm ışlardır.


Ü ç ü de top l u m u başlı başına bir varlık olarak görür.

Ü ç ü d e ekonomik, siyasal ve ideolojik faktörleri topl umsal dü­
zen ve değişme için temel önemde unsurlar olara k görür, ancak
onlar hangi faktörün veya fa ktörlerin en önemli olduğu konu­
sunda tamamen farkl ı düşüncelere sahiplerdir.
Ü ç ü de sorunlardan en kom p leksini, ya n i insan ve toplum ara­
sındaki il işkiyi ortaya koymaya çalışmıştır -to p l u m kendi üyele­
rinin topla m ı ndan daha fazla bir şey mid ir? Top l u m kendi başı­
na bağımsız bir gerçekliğe ve kendi yapısı içinde yer alanların
yaşantıları ve kaderlerin i kontrol yeteneğine sa h i p bir şey mi­
d i r? Aksine insan, top l u m u ve kendi geleceğini kontrol ve bel ir­
leme yeteneğine sa h i p özgür bir fa il mid ir?

Onlar sosyolojik anal izin temel problemlerini bel irlemişler (örneğin,


topl umsal d üzen ve değişme, güç ve sosyal kontrol, eşitsizli k ve top­
l u msal tabakalaşma) ve bilim sel bir disiplin olara k sosyolojinin temel­
lerini ol uşturmaya çalışmışlard ı r.
Bununla beraber, Durkheim, Weber ve Marx basitçe bir akade-
ÖZET BiR TARiH 13

misyen veya masa başı teorisyen değildir. Onlar aslında, e n azından


Marx örneğinde, sosyal anal izin d ünyayı değiştirebileceğine, bir top­
l u m biliminin sadece felsefi bir girişimden ibaret ol mayı p, aynı za­
manda toplumu ilerietme potansiyeline sahip olduğuna inanırlar.
Onlar, ilgili dönemdeki çoğu sosyolog gibi, içinde yaşadıkları dö­
nemden etkilenm işlerd i r. Batı Avrupa'da onsekizinci ve on dokuzun­
cu yüzyıllarda bazı büyük topl u msal, ekonomik ve siyasal a ltüst oluş­
lar yaşanmış, Batı l ı topl u m ları değişmeye zorlayan neredeyse eşanlı
üç büyük 'devrim' -ekonomik, siyasal ve ideolojik devrim ler- ortaya
çıkmı ştır:

• Onyedinci, onsekizinci ve ondokuzuncu yüzyıllarda B ritanya'yı


ve ardından Avrupa ve Amerika'yı kırsal tarım toplu mlarından
kentsel yapılara daya l ı gelişmiş sanayi ekonomilerine dönüştü­
ren Tarım, Sanayi ve Kent Devrim leri.
• Onsekizinci yüzyıl sonu ve ondokuzuncu yüzyıldaki, Fransız
Devrimi'yle başlayan, eski feodal yapıları kökten yıkan ve de­
mokrasi, eşitlik ve özgürl ü k imkanlarına, liberal ve sosyalist ide­
olojilere yol açan büyük siyasal devrim ler.
• Onyed inci ve onsekizinci yüzyıllardaki büyük Entellektüel Dev­
rim, Ayd ı nlanma, Akıl Çağı ve -Batılı düşünme biçimlerini dö­
nüştüren, dinin hakimiyetine son veren ve g ü n ü m üzde 'bilim'
olarak bildiğimiz şeyi, yan i etrafı m ızdaki d ü nyayı analiz, d üzen­
leme ve kontrol biçimini ortaya çıkartan- Bilimsel Devrim

Günü müzde hızlı bir değişim yaşasak ve bu değişimi modern hayatın


bir parçası o larak kabul etsek de, onsekizinci ve ondokuzuncu yüzyıl­
lardaki insanlar için hayat bir altüst oluş içindeydi ve top l u m insanın
kontrolü d ışındaki güçlerin kıskacında görü n mekteydi . Geleneksel
hayat tarzı, temel ahlaki doku ve eski düzenin cemaat ruhu büyük
ölçüde yıkıldı ve tüm gelecek kaos ve anarş i sunar görünmekteydi.
Durkheim, Marx ve Weber'in teorileri bu zeminde aniaşıimalı ve de­
ğerlendi rilmel idir. Onlar hiçbir modern bilgisayara veya araştırma
ekibine sahip değildi, sadece parlak bir beyne ve derin bir toplumsal
kavrayış gücüne sahiplerdi. Onların gerçek m irası, yüzyıl sonra bile,
üçünün de sosyolojideki temel d üşünce oku l larının ana kaynakları
olması, halen yoğun tartışmalara ve ayrıntılı araştırmalara ilham kay­
nağı oluşturmalarıd ı r.
Bu kitap, sadece onların ve sonra ki toplum felsefecilerinin fikirleri
hakkında belirli bir deneyim sunabiise de, onların bazı temel ilgileri
ve düşüncelerinin içinde geliştikieri bağiarnı aydı nlatmaya yardımcı
olabilir.
14 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

Durkheim'in toplumsa l daya n ışma kavram ı ve Marx ve Engels'in


tarihsel materya lizmi, bi r yandan toplumsal düzen ve değişmeyi
açıklamaya çalışırken, öte yandan kendi kontrol leri d ışındaki g üçlerin
ağına yakalanan bireylerin yaşad ıkları anomi ve yabancı laşma d uy­
gusunu kavramaya çal ışa n ana liz girişim leridi r. Ayrıca Weber sanayi­
leşmeyi ilerleme olarak görse bile, modern insanın çok geçmeden -
temel ekono mik g üçlerin değil, aksine d üşü ncenin ve d üzenin iç
mantığının, kapita l ist ruh olarak Protestan ahlakı n ı n ve gelişmiş top­
l u mlarda temel bir org a nizasyon biçimi olarak bürokrasinin aşıladığı
teknik-rasyonalitenin yarattığı- bir 'çelik kafes'in tuzağı n a yakalana­
cağından korkar.
Emile Du rkheim sosyolojiye meşruiyet kaza ndırmış ve onu saygı­
değer akademik bir disiplin haline getirmiştir. Çalışmaları n ı Auguste
Comte'un d üşü nceleri üzeri ne kuran Du rkheim, geleneksel toplu­
mun yıkıldığı ve yüzyıl başında siyasal ve toplumsal çatışmaların
ortaya ç ı ktığı bir dönemde, toplumsal düzen ve evrime, reformlar ve
adaptasyona yoğ u n laştı. Onun temel top lumsal yap ı l a ra, toplumsal
olgular ve o rtak a h laka (ko l lektif bilince) i l g is i bugün işlevsel analiz ve
bili msel sosyoloji olara k bildiğimiz yaklaşımların temelini ol uşturd u .
Du rkheim toplumsal düzene odaklanı rken, Karl Marx v e çalışma
arkadaşı Friedrich Engels toplumsal çatışmaya yoğ u nlaştı. Marx ve
Engels siyasal çatışmaya ta raftard ı ve onlar toplumsal devrimin tarih­
teki temel itici güç olduğunu ilan ettiler ve onu sın ıf-temelli top l u m­
lardan geleceğ in (ütopik)kom ünist sın ıfsız toplumuna doğru ilerle­
menin bir aracı olara k görd ü ler. Ondokuzuncu yüzyıl sonu nda Alman
d üşü ncesinde hakim güç olan G.W.F. Hegel'in felsefi fikirlerinden ve
metodolojisinden -diyalektik yöntemden- yararlanan Marx, kendi
deyim iyle "Hegel'i ayakları üzerine otu rta rak", bir ya ndan tarihi açık­
la maya çalışan ve öte ya ndan toplumsal yapıyı dönüştürerek insan
ru h u n u özgürleştirecek qir plan sunan bili msel bir tarihsel materya­
list teori geliştirmeye çalıştı. Marx ( 1 965) entellektüel ana lizi bağımsız
ve fa rkl ı bir etki n l i k olara k değil, eyleme bir hazırl ı k olara k görür:
"Filozofla r d ünyayı yorum l a makla yetindiler . . . a rtık onu değiştirme­
nin zamanı gelmiştir".
Özelde, Marx a na l izini toplu mdaki tüm rahatsız lıkların kaynağı
olduğunu ve geleceğin (ütopik) top l u m u n u n tohumlarını içinde
barrndırdığrnı düşündüğü ondokuzuncu yüzyıl kapitalizm ine yoğ un­
laştırır. Kapita l izm ve o n u n temel dinamiği -ya ni, acı masız özel kar
arayışı- yoğun eşitsizlik, sömürü ve baskı içeren sın ıf-temelli bir top­
l u m yaratmıştır. Yüzeyin a rd ı nda, kapita l izmin içkin çelişkilerinin ve
yarattığı tahribatların ardında, sonunda patlak verecek ve toplu m u
ÖZET BiR TARiH 15

devri mlerle sosyalizme ve nihayetinde komünizme götürecek bir


sınıf mücadelesinin temelleri yatmaktadır. Marx rol ünün kapitalizm i
anal iz etmek ve Devrimin öncüsü olan proletaryayı tarih i yapmaya,
kendi tarihini yapabilmes i için gelecekteki rolüne hazırlamak oldu­
ğuna inanıyordu. Çağdaşları toplumsal değişmelerden korkarken,
Marx bu nları doğal ka rşılıyord u. Çağdaşları ün iversite hayatı nın fi ldişi
kulelerinde çalışırken, Marx hayatını Avrupa'daki otoriteleri n yakala­
mak için peşinden koştukları sokaklarda sürdürd ü ve Londra'daki son
yıl larında bir sürgün hayatı yaşadı, bir sığınak bulmaya ve biraz olsun
rahat bir hayat s ü rd ü rmeye çal ıştı. Marx sosyolog değil, daha çok
iktisatçıyd ı, anca k onun d üşüncelerinin yirminci yüzyıl düşüncesi ve
sosyolojik d üşü nce üzerindeki etkisi oldukça büyüktü. Avrupa, Asya
ve Afrika'daki toplumlar ve h ü kü metler onun adına büyük dönüşüm­
ler gerçekleştird iler, hatta onun düşünceleri Berlin Duva rının ve Sov­
yetler Birliğ i'nin yıkılışından sonra bile post-modern sosyolojiyi ve
sosyalist düşünceyi etkilerneyi sürdürdü.
Du rkheim Fransız sosyolojisinin kurucusu olara k görülürken ve
gerçekten de öyleyken, Max Weber Alman sosyolojik düşü ncesinde
hakim bir fig ü r olara k o rtaya çıktı. i ronik olan, Weber'in çal ışmasının
büyük bir kısmının "Marx'la g ıyabında bir ta rtışma" olmasıdır -Weber
Marx'ın teori lerini açıkça reddetmek yerine, bu düşü ncelere bazı
açılardan iti raz eder ve onları gözden geçirir; düşüncelerin tarihteki
gücüne itibarı nı yeniden kazandırmaya çalışır ve rasyonalitenin, a klın
gücünün modern kapitalizmi ve modern örgütleri hem i lerletici hem
de geriletici bir faktör olarak nasıl etkilediğini ve biçimlendirdiğini
belirlemeye ve analiz etmeye çalışır. Böylece Weber, Protestanlığın
Batı kapita lizminin gelişiminde e konomik fa ktörler kadar etkili oldu­
ğunu, ayrıca bürokrasinin, ister ka pita list ister sosyalist olsun, mo­
dern toplu m la rda rasyonel düşü nce, planlama ve kontrolün cisim­
leşmesi olduğunu iddia eder. Weber rasyonal iteyi gelişen modern
toplumdaki egemen güç ola ra k görü rken, bu s ü recin bireysellik,
doğa l l ı k ve yaratıcılığı etkililik ve hız uğruna ezeceğinden ve modern
insanı çok az kurtulma şansına sa h i p olduğ u bir 'çelik kafes'e hapse­
deceğinden korkar. Weber, Marx'tan farklı olarak, devletçi sosyal ist
toplumlarda işlerl ikte olan planlı ekonomiler ve otoriter devletlerin
içkin teh l i kelerinin farkı ndad ı r.
Weber'in teorisinin büyük bir kısmı çatışma teorisine temel o l uş­
tursa bile, o kalben l i be raldir, a ncak eleştirel bir l i beral. Bu yüzden
Weber a kademik kuru luş ve Alman otoriteler tarafı ndan devrimci
çağdaşı Marx'tan daha fazla kabul görmüştür. Marx Komünist Birliği
kurarken, Weber -arkadaşı Georg Simmel'le beraber- Alman Sosyo-
16 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

loji Derneği'ni kurmuş ( 1 9 1 0) ve Avrupa, i ngiliz ve hatta Amerikan


sosyolojisini o günden beri biçimlend iren zeng in orta boy teoriler ve
düşü nceler ü retmiştir.
Ancak bu üç büyük düşünür ondokuzuncu yüzyıl sonu nun ve
yirmi nci yüzyıl ı n tek öneml i teorisyenleri değildir. Onlar sadece mo­
d ern sosyolojideki üç ana teorik perspektifin temellerini atm ışlard ı r.
Başka bi rçok sosyal teorisyen de önemli düşünceler ortaya koymuş
ve onlar sosyolojik geleneğin a na htar temalarını belirlemişlerdiL

• Auguste Comte pozitivizmi kurmuş ve sosyolojinin bir bilim


olabileceği ve olması gerektiği fikri ni geliştirm iştiL
• Ferdinand Tönnies "sanayi toplumla rında cemaatlerin o rtadan
kaybolacağı" korkusunun bir ifadesi olan Gemeinschaft ve Ge­
sel/schaft kavram çiftini gelişti rmiş ve böylece, g ü n ümüz kent
sosyolojisinin gelişiminde önem l i bir yere sah i p olan sosyolojik
topluluk a raştırmaları geleneğini başlatm ıştır.
• Mosca ve Pa reta'nun ya n ı sıra, Robert Michels modern sosyalo­
jinin merkezi i l g i a l a n ı olarak 'güç sosyolojisi'ni, özellikle 'seçkin­
ler iktidarı' kavramını geliştirmiştiL
• George Herbert Mead sembolik etkileşimeiliğin temellerini at­
m ıştır.
• F.W. Taylor, akademisyenden çok işadamı olsa bile, sanayi sos­
yolojisindeki temel bir kavram ve tartışma kaynağı olan 'bilim­
sel yönetim'in üstünlüklerini savunmuştur.

Bütün bu klasik düşün ürler analizlerinin odak noktası olarak yüzyıl


başında Batı top l u mlarını ilgilendiren temel soru n l a rı a l mışlard ı r:
genelde toplum, modern toplumda birey, toplumsal değişmenin
nedenleri ve sonuçları onların temel sorunsa llarıdır. Hepsi de yeni
sosyoloji disiplininin kuru l ması ve yayı l masına katkıda bulunm uştur,
ancak bu çabalar toplumdan ziyade akademisyenler a rasında ilgi
görmüştür. i lginç bir nokta, bu "büyük teoriler" çağında Avrupalı,
özellikle Alman düşünürlerin ballUğuduL Amerikan ve i ngiliz sosyo­
lojisi her zaman daha e m pi rik ve pratik yönel i m l i ol muş, soyut teori­
den ziyade daha olgusal ka nıtiara ve sosyal politikaya yönelmiştiL
Avrupa sosyolojisinde gelişen büyük boy teorinin aksine, i ngiliz sos­
yolojisi, ö rneğin, oldukça ayrıntılı sosyolojik araştırmalara odaklanan,
teorik bir doğaya sa h i p olmaktan ziyade bil imsel temelli ve toplumu
dönüştü rmekten ziyade onun reformlarla iyileştirmeyi hedefleyen
daha dar, empirik ve faydacı bir geleneğe daya nmaktadı r. Ö rneğin,
Herbert S pencer g ibi büyük boy teorisyenler Viktorya Britan­
ya'sından ziyade yurtdışında ve Amerika'da daha büyük ilgiyle karşı-
ÖZET BiR TARiH 17

lanmışlard ı r -hatta sosyal Darwinizm daha sonra 1 980'1er v e 90'1ann


M uhafazakar hükümetlerinin Yen i Sağ fikirleri üzerinde belirli ölçüde
etki l i o l m u ştur.

Modern sosyoloji: yirminci yüzyıl


Yirminci yüzyı lda sosyo lojik d üşünce daha profesyonel ve teknik,
özel l i kle daha akademik, uzm a n iaşmaya yönelik ve ü n iversite temelli
olmaya başlamıştır. Ansiklopedi k bilgiye ve çok geniş bir bakış açısı
ve pratik kavrayışa sahip olan Marx ve Weber gibi parl a k şahsiyetlerin
isimleri modern sosyolojide hala öne çıksa bile, modern sosyoloji
esas itibariyle ü niversitelerde sürd ü rülen ve örneğin eğitim, gel işme,
sapma 'sosyolojiler'ine odaklanan uzman alt disipliniere böl ünmüş
a kademik bir meslektir. Bazı ları soyut teoriler geliştirmeyi sürdü rür­
ken, modern bilgisayar teknikleri ve n itel ana lizler kullanan diğerleri
tüm toplumsal hayat alanlarını sörveyler ve em pirik a raştırma biçim­
lerine açmışlardı r. Modern sosyolojiyi, öne çıkan bireysel düşünürler­
den ziyade, sosyoloji okulları ve araştırma prog ra mları karakterize
etmekted ir.
Benzer şekilde, modern topl umu her yönüyle ele alan ve açıkla­
maya çalışan kurucu babaların büyük boy teorileri yerini Robert Mer­
ton'ın 'orta boy teoriler' adını verdiği şeye -ya ni, sosyolojide özel bir
konu veya alana i l işkin daha sınırlı kavramlar ve açıklamalara- bırak­
mıştır. B u yaklaşımın örnekleri arasında Basil Bernstein'ın eğiti mde
dilsel kod lar d üşü ncesi ve Ray Pahl'ın kent idareciliği a n a l izi yer a l ı r.
Amerika'da Chicago Oku l u ve Almanya'da Fra n kfurt Oku l u benzer bir
teorik çerçeve kullanan sosyologlar grubu n u n birçok farklı toplumsal
sorunu a na liz etmeye çal ıştığ ı ekip yaklaşı m ı n ı n örnekleridir.
Modern dönemde büyük boy teorilerdeki bu aza l ışın büyük istis­
nası Talcott Parsons'ın yapısa l-işlevselciliğid ir. Adından da açıkça
a nlaşılacağı üzere, bu yaklaşım oldukça teknik ve çok soyut bir top­
l u msal düzen ve değişme teorisidir. i lham kaynağı Simmel, Weber ve
özel l ikle Du rkheim gibi Avrupalı düşünürler o l sa bi le, Parsons'ın
şeması Amerika n sosyolojisinin Batı sahnesine çıkışını temsil eder ve
Angio-Amerikan sosyoloji 1 940'1ar ve SO'Ierde Amerika'da olduğu
kadar başka yerlerde de etkil i o l m uş ve çoğ u sosyoloji ya pısal­
işlevselciliğin hakimiyeti altına g irmiştir. 1 960'1arda 'yeni', daha radi­
kal sosyolojilerin ortaya çıkışı, bir ölçüde, yapısal-işlevselciliğin teorik
'pranga lar'ında n kurtul maya, Marx ve Weber'in büyük düşüncelerine
dönerek sosyolojiyi canlandırmaya yard ı mcı ol muştur.
Ondokuzuncu yüzyıl Sanayi Devrimi çağıyken, yirminci yüzyıl te-
18 SOSYOLOJiDE TEMEL FIKiRLER

mel ekonomik, siyasal ve toplumsal değiş meler, isyanlar ve krizler


çağ ıydı -iki Dünya Savaşı, Rus Devrim i ve Kom ünizmin yayılması,
Almanya, italya ve i spanya'da faşizmi n yüksel işi, H itler, Stal in ve tota­
liter devletin gelişimi, Soğu k Savaş ve Nükleer Silahianma Yarışı,
1 930'1 a r ve 70'1erdeki iki Büyük Çöküntü ve ekonom i k depresyon lar,
büy ü k Avrupa imparatorlu klarının çöküşü, m i l l iyetçiliğin yayılması,
siyaset ve ekonomi d ü nyasında Ü çüncü Dü nya ü l kelerinin ortaya
çıkış ı. Bu tür soru nlar birçok sosyolojik teoriye i l ha m kaynağı oldu ve
onları biçimlendirdi: sözgel imi, Gunder Frank'ın Birinci ve Ü çüncü
Dünya U l usları arasındaki mevcut bağ ı m l ı l ı k ilişkilerine ve C.W. Mills
ve Pahl'ın modern devletin 'birleşik' g ücüne ilgisi. B u d ü şünceleri n
temelinde modern kitle top l um u nda bireyin durumuna ilgi, hatta
belirli bir korku -bireyin bastırıldığı, ya bancılaştırıldığı ve güdümlen­
d irildiği korkusu- yatar: bu korku Frankfurt Oku l u'nun 'Eleştirel Teo­
ri'sinde ve Chicago Okulu'nun kentli i nsa n ı n kötü d u ru m u n u ayrıntı­
larıyla ortaya koymayı hedefleyen iç-kent a raştırma la rında kolayca
gözlenebil ir. Benzer şekilde, 1 960'1ardaki çoğu düşünce bu dönemde
Britanya, Amerika ve Avru pa'daki öğrenci isyanlarından etkilenmiş ve
devrimiere ilham kaynağı o l muştu r -ve bu ayaklanmalar yurttaşlık
haklarına, 'azınl ıklar ve bastırılan gruplar'ın hakları ve özgürlüklerine
ilginin g iderek artmasına yol açm ıştır. Sosyolojik l iteratürde Siyahlar,
kadınlar ve eşcinseller ya yen i 'aşağı s ı nıflar' olara k işçi sınıfının yerini
a l mış, ya da aksine yeni rad i kal değişme veya sosyal reform teorileri,
Raif Dahrendorf'u n 'çatışma teorisi' ve femin istlerin 'ataerkillik teorisi'
gibi yaklaşımlar tarafından işçi sınıfı n ı n üyeleri olara k alınm ışlardır.
Ancak, modern sosyolojiyi a n lamanın en iyi yolu, onu daha ziyade
bir tartışma -ya çağdaş teorisyen lerle ya da kurucu babalarla bir
tartışma, genelde sosyolojinin veya özelde sosyolojik a lt d isipl inlerin
nasıl ilerlemeleri ve gelişmeleri gerektiği konusunda bir tartışma­
olarak görmekten geçer. Ö rneğin, genelde Batı sosyolojisi, özelde
Angio-Amerikan sosyoloji 1 930'1arda ve daha çok i kinci Dünya Sava­
şından sonraki dönemde yapısal-işlevselciliğin damgasını taşırken,
1 960'larda ve 70'Ierin başında bütün sosyolojiyi etkileyen teorik bir
devrim yaşandı. Daha genç, daha rad i ka l sosyologlar, Batı toplu­
mundaki şiddet ve çatışmaları, caddelere protesto için dökülen öğ­
rencilerin, Siya h güç, kad ı n hakları ve çevreci g rupların mücadelele­
rını açı klayabilecek daha dinamik teoriler a ra rken yapısal ­
işlevselciliğin muhafazakar kabuğunu kırdılar. Bazıları Marx v e We­
ber'in çatışma temelli düşüncelerine döndü (sözgel im i, Castells, Rex
ve More, Pahl), bazıları da sosyolojik kurul uşa, işlevselcil i k ve poziti­
vizmin egemenliğine karşı çıkmak için farklı fenomenolojik yaklaşım-
ÖZET BiR TARiH 19

l a r kullandılar (örneğin, sembol ik etki leşi mci l i k, etnometodoloj i).


Sonuçta, etiketleme teorisi, gel işme sosyoloj isi, kent sosyolojisi, neo­
Ma rksizm ve yeni-Weberci düşünceler gel işti. Böylece, b i r bilim ola­
rak sosyoloji tartışması ve bireyler, küçük g ruplar ve kişisel i l işkiler
üzerine teoriler ve a raştı rma lar canlandı. Ancak bu itirazlar sadece
eskiye karşı olmakla kalmayıp, güç ve sayı bakımından gelişen erkek
kuruluşa fem inist saldırılar kadar, kad ınların erkeklere meydan oku­
maları n ı da içeriyord u . Sosyologlar 'kurucu a nalar'dan asla söz et­
mezken, femin istler insan ırkının yarısının hiçbir sosyolojik perspek­
tifte fiilen görün memesine ışık tuttular. Basitçe, erkek sosyologların
kendi cinsleri kadar kad ı n ları da temsil ettikleri varsayı lmaktayd ı.
Femin istler topl umsal cinsiyet ve ataerki l l i k konusunu sosyolojik
gündeme taşımak için şartları zorladılar ve 'kadın a raştırmaları'nı
kabul gören bir sosyoloji alt disiplini haline getirdiler. Erkek sosyolog­
ların toplumsal cinsiyetle ilgili soru nları anal izlerine ne kadar taşıya­
bild ikleri halen büyük bir tartışma konusudur.
Bu ta rtışmalar tüm sosyolojiyi ve özel alt disiplinleri işgal etti:
sözgel imi, Bryan Wilson ve David Martin arasındaki 'dinsel a landa
laiklik tartışması', Rostow ve Frank a rası ndaki Ü çüncü Dünya'daki
gel işmeler üzerine tartışma ve T.S. Kuhn'un gel eneksel bilim ve bilgi
anlayışları eleştirisi. Bütün bu tartışmalarda önemli olan h usus, bu
yeni düşünceler a rayışında genç sosyologların kurucu babalara yö­
nelme dereceleridir. Du rkheim, Weber ve özellikle Marx yeniden
sosyolojik düşünce ve tartışmanın merkezine taşındı. H içbir teorik
perspektif yapısal-işlevsekiliğin 1 930-1 970 dönemindeki egemen
konumuna ulaşa masa da, Ma rksist düşü nceler 1 970'1erde ve 80'1erin
başlarında kesinlikle a rtmıştır. Marksizm kesinl ikle sosyolojik düşün­
ceyle s ı n ı rlı kalmamış, sosyal bilimler ve insan bilimlerindeki düşün­
celeri etkilemiş ve hatta edebiyat, sanat ve bilim gibi alanla ra kadar
yayılm ıştır. Aynı şekilde, Marksizm sadece tek bir ortodoksiye sahip
olmamış,_her za man yoğun, çoğu kez keskin tartışmalar ve yeniden­
yorumlar boy göstermiştir. Marx, kendi döneminde bile, bazı izleyici­
lerinin düşüncelerini yorumlama biçimlerine itiraz etmek için, 'Sa nı­
rım, bir Marksist değilim' demek zorunda kalm ıştır. Onun yazı larının
tamamlanmamış ve çok kompleks doğası, Engels'in bu yazılara ilişkin
popüler yorumları ve gerçek d ü nyanın sü rekli değişen doğası nede­
niyle, Marx'ın teorisinin geçerl iliği kon usundaki tartışmalar yüzyıl
önce olduğu kadar günümüzde de büyük bir güçle devam etmekte­
dir. Ondokuzuncu yüzyıl sosyolojisin i n büyükçe bir bölü m ü 'Marx'la
tartışma' olarak gelişmesine rağmen, Marx'ın ö l ü münden sonraki
erken Marksist dönem onun adına bir tartışma, onun tezini, özel l i kle
20 SOSYOLOJIDE TEMEL FiKiRLER

tarihin temel ini o luştura n e konomik yasa lar ve devrimierin gelişi­


minde bi reyin rol ü n üzerine tezini geliştirmeyi a maçlayan bir tartış­
maydı. Marx'ın yirminci yüzyıla m i rası, sonraki yazılarındaki ekono­
mik determiniz m ile bireye, insan bilincine ve onun değiştirme kapa­
sitesine odaklandığı erken H ü manist dönem a rasındaki temel ve açık
çelişkidir. Engels'in yönlendi rdiği ortodoks Marksistler kapitalizmin
çöküş ünün kaç ı n ı lmazl ığını ilan ederken, Hegelci Marksistler bireyin
kendi tarihini yapma potansiyelini ö ne ç ı karmaya çalıştılar. Bu yir­
minci yüzyıl Marksizm geleneği -hümanizm- Georg Lu kacs'ı n çalış­
masına kadar götürü lebilir ve onun çalışması -büyük ölçüde o rto­
doks Marksizm'in esnekl ikten uzak kibrine ve Rusya ve Doğu Avru­
pa'daki sosyalist devrimierin yarattıkla rı yıkım ia ra tepki içindeki­
eleştirel teori ve Fra n kfurt Okulu a racılığıyla bir patlama yaratmıştır:
1 920'1er ve 30'1arda etkil i olan bu düşü nce oku l u Nazi Alman­
ya'sı ndan kaçmak zoru nda ka lan ve Batı kapita l izminin asıl merkezi
Amerika B i rleşik Devletleri'ne göç eden teorisyenlerden oluşmaktay­
dı. Fran kfu rt Oku lu'nun, Antonio Gra msci, Lou is Althusser, Harry
Braverma n ve J u rgen H a bermas'ın d üşüncelerini araştırırsanız, mo­
dern Marksizm'in bazı gelgitlerini, olayları n akışı n ı n bu akımın yazarı
ve otorite kişisi Karl Marx'ın özgü n düşünceleriyle çeliştiğini ve bu
düşüncelerin kimi d u ru mları açıklamakta zorlandığını görebilirsiniz:
bu gelişmelerden en dikkat çekici olanı, devrime kalkışmaktan ve
kapita list devleti yıkmakta n uzak olan modern işçi s ı n ıfın ı n artık sos­
yolojik sahneden tamamen kal kması veya kal ka r görü n mesidir.
Bir akadem ik gelenek olara k ve bir toplumsal değişme, hatta dev­
rim projesi olara k sosyoloji, Avrupa'da doğmasına rağ men, 1 920'1er,
30'1ar ve 60'1arda Amerika'da gelişmiş ve erginliğini ispatlamıştır.
Avru pa'n ı n Dünya Savaşı, kitlesel işsizl ik ve faşizm gibi sorunlarla
boğuştuğ u bir dönemde Amerika kapita l izmin meyvelerin i topladı
ve özgü rl ükleri geliştirdi ve bu dönemde Avrupa ve Asya'yı hakimiye­
ti altına a l a n faşizm Ve komünizmin 'demir yumru klar'ı ka rşısında
özg ü rl ü kler ülkesi olarak ka ldı.
Avrupa sosyolojisini yüzyı l ı n başında hakimiyeti altına alan muha­
fazakar ideolojinin aksine, Ameri ka n sosyoloj isi siyasal bir l iberal izm
ve bireycilik ortamında gel işti. Amerika zaten ' Özgü r Ü l ke', 'Bo l l u k
Ü l kesi'ydi. Avru pa'nın kısıtla maları ve sın ıfsa l baskı larından, yoksul lu­
ğundan kaçan insa n l a r Amerika n rüyasına u laşmak ve Amerika n
kapita l izmi v e demokrasis i n i n s u n d u ğ u kendi n i bireysel olarak ifade
fırsatiarına kavuşmak için bu ü lkeye sığındılar. Toplumsal devrime
değil sadece sosyal reformlara ihtiyaç vardı; kapital izmin yerine sos­
yalizmi geçirmeye gerek yoktu, sadece rekabetin s ü rd ü rü l mesine ve
ÖZET BiR TARiH 21

(en azından beyazla r için) insan hakla rın ı n sağlanmasına i htiyaç var­
d ı . 1 920'1erde Amerika için temel sorun tarihsel değişme değil, birey­
ci bir orta mda düzenin sağlanması, kendi içkin rahatsızl ı kları ve
olumsuzlu kianna rağmen ka pitalizm i n sürd ü rü lmesiyd i. B u yüzden
aşağıdaki sosyologlar Amerikan sosyolojisinin cazibe kaynaklarıydı:

• Herbert Spencer ve evrimci sosyoloji; onun "en uygunun hayat­


ta kal ması" gerektiği düşü ncesi ve toplumsal ilerlemeye olduğu
kada r ahlaki ilerlemeye de inancı Amerikan Pürita nizminin ve
Amerika'lıları n seçilmiş bir halk oldu kları d uygusunun cazibe
kaynağıyd ı. Spencer'ın sosyal Darvinizmle ilgili düşünceleri Wil­
l iam Sumner ve C.H. Cooley gibi teorisyenleri etkiledi, ancak iki
Dü nya Savaşı ve a rd ından yaşanan büyük çöküntü topl umsal
ilerlemenin kaçmılmaz ve kesintisiz olduğu düşü ncesini Ameri­
ka'da sürd ürmeyi imkansız kıldı.
• Georg Simmel ve onun kentsel yaşam ve kentli i nsan üzerine
düşü nceleri 1 900'Ierde Al bion Smail yöneti mi nde Chicago Oku­
l u'nun o rtaya çıkışında rol oynadı ve bu gelişimi hızlandırd ı; bu
okul daha sonra Robert Park ve çalışma arkadaşlarının 1 920'1er
ve 30'1arda kentsel Amerika a raştırmalarını biçimlend irdi. Geor­
ge Herbert Mead ( 1 863- 1 93 1 ) ve sembolik etkileşirnci teori Chi­
cago döneminde ortaya çıkan ve bir ya ndan Simmel'in etkile­
şim konusundaki düşüncelerinden, öte yandan Mead'in bilinç
konusu ndaki kavrayışlarından etkilenen d iğer ana gelenekti.
Bununla beraber, 1 960'Iar ve 70'1erde sembol ik etkileşimeiliğin
fil izlenmesi ve yayı lmasını sağ layan Herbert Blumer ve çalışma
arkadaşları nın yazılarıd ır.
• Durkheim ve Weber Talcott Parsons'ın düşüncelerine i l ha m
kaynağı o l d u v e böylece 1 930'1a rda yapısal-işlevseki liğin geli­
şimine temel ol uşturd u . Parsons Avru palı kurucu babaların dü­
şüncelerini bir toplumsal eylem ve sosyal sistem teorisinin te­
melleri olarak Amerikan sosyolojisine tan ıttı; bu teori 1 960'1ar­
daki çöküşüne kadar tüm Batı sosyoloji geleneğine hakim oldu.
• Karl Marx: Talcott Parsons Du rkheim ve Max Weber'in daha ev­
rimci ve liberal teorilerini benimseyerek Ma rx'ı reddederken,
Fran kfu rt Eleştirel Teori Oku l u Nazizm'in ve Sovyet sosya l izmi­
nin yarattığı dehşet orta mının a rd ından Ma rksist teoriyi can­
land ırmaya çal ıştı -onl a r Nazi Al manya'sından kaça rak kapita l ist
Amerika'ya ve Columbia Ü n iversitesi'ne sığınmak zorunda kal­
d ılar. i ronik olan, Marksist teorinin temel güç kaynağının, Doğu
kom ünizminin d i ktatörlüklerinden kaçmak için Batı kapitaliz-
22 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

m i n i n ana merkezi ne taşı nmak zorunda kalmasıd ır. Eleştirel te­


ori n i n h ü m a n izmi, Max Weber'den devraldığı libera lizmi ve
sosyal bilimler metodolojisinin kullanıldığı oldukça akademik
bir yaklaşımı benim sernesi Fra n kfu rt teorisyenlerini Amerika n
kuruluş için daha kabul edilebilir kıldı; hatta bu okul
McCharthizm ve bu dönemin komün ist avı y ı l ları nda bile daha
az bir rad i ka l tehdit olara k algı landı. Amerika n Marksizm i'ni, ay­
nı ölçüde, C.W. M ills'ın radikal "savaş-sonrası Amerikan toplu­
mu" eleştirisi, onun Amerikan top l u m u n u n ta m merkezinde bir
i ktidar seçki nleri gru bu, yani her parçası Amerika'nın Soğ u k Sa­
vaşta mücadele ettiği Doğu Avrupa ve Asya'daki kom ü nist d i k­
tatörler kad a r güçl ü ve sorumsuz bir sınai-askeri kompleks bu­
lunduğu tezi biçimlendirdi. Ancak bu sol kanat düşü nceler
Amerikan sosyoloj isi ve genelde Amerikan toplumu üzerinde
temel veya uzun s ü reli bir etkiye sahip o l madı. Amerikan ü ni­
versiteleri 1 960'1a r ve 70'1erin kargaşalarıyla çalkalanırken, bu
ü l kede öne çıkan tartışma kon u l a rı , sınıfsal sorunlarla değil,
yurttaş l ı k haklarıyla i l g i l iyd i.

Savaş-sonrası dönem, özellikle 1 960'1ar ve 70'1er, modern sosyo­


lojide radikal bir değişime, sosyolojik düşüncede -Batı toplumlarının
soka klarında yaşanan devri m i n yansıması olan- bir devrime tanık
oldu. Savaş-sonrası n ı n istikrar dönem inin a rd ı ndan, Avrupa ve Ame­
rika'da, bir yandan tüketidierin artan talepleri ve beklentilerinin, öte
ya ndan sömürülen ve baskı a ltında tutu lanların a rtık bir kırı l m a nok­
tasına ulaşan haya l kırıkl ı kları ve öfkelerinin etkisiyle, şiddet hareket­
leri o rtaya çıktı. Kapital izm kitlelerin talepleri n i karşılama baskısı a l ­
tındayken, Batı dü nyasındaki h ü kümetler de sokaklarda demokratik
bir topl u m çerçevesinde hak ve eşitlik talep edenlerin -send ikalar ve
işçi sınıfı nın, kad ı n hakları hareketinin, siyah gücün ve eşcinsellerin
hakları için mücadele eden lerin- protestolarıyla yüz yüze geldi. Ayrı­
ca, bu protesto ha reketleri n i n ön saflarında sokakları ele geçirmeye,
azın lıklar ve bastırılanla rı savunmak ve Vietnam savaşını protesto
etmek için polis ve ord uyla yüz yüze gelmeye hazır yeni bir öğrenci­
ler, genç radikal ler kuşağı vard ı.
Batılı toplumları ve Amerika n kentlerini ta m anlam ıyla bir protes­
to, m ücadele ve devrim keşmekeşi kaplam ıştı. Çağdaş sosyoloji ve
öze l l ikle yapısal-işlevsekilik bu haklar ve eşit fırsatla r mücadelesin i
açıklaya madığı için, Batı sosyoloj isi d a h a rad i ka l, çatışma-temelli
teorilere -neo-Marksizm ve neo-femin izme, yarumcu sosyoloji gibi
teorilere, topl u msal çatışmayı açıkla maya ve topl uma bireyin pers-
ÖZET BiR TARiH 23

pektifinden, gündelik hayatın perspektifinden bakmaya çal ışan teori­


ler ve düşüncelere- yöneldi. Ya pısa l-işlevselcilik ve toplumsal kon­
sensüsü esas alan an layışlar bu baskılara daya na mayı p, 1 970'ler ve
80'1erde yerlerini daha yeni, daha rad i kal teoril ere, özellikle aşağ ıdaki
yaklaşımiara bıraktılar.

• Louis Althusser, Manuel Castel ls, Nicos Poulantzas, Antonio


Gra msci gibi yazarların, hem Frankfurt Oku l u teorisyenlerinin
hem de J ü rgen Habermas'ı n l iderl iğindeki ikinci Frankfurt Oku­
lu kuşağının çalışmalarında karşımıza çıka n Marksizm ve neo­
Marksizm. Fakat, 1 990'larda Berlin Duvarının yı kılışı ve Sovyetler
Birliği'nin çöküşü neo-Marksist yazarların ayaklarının a ltındaki
zemini kayd ırdı ve bazıların ı bozgunu kabul etmeye (örneğin,
Aronson, 1 995), bazılarını da Marksist düşüncelerin post­
modern bir d ünyayla ilişkisini sorg ulamaya zorladı.
• Feminizm ve feminist teori. Eşit haklar m ü cadelesi için l i beral bir
hareket olara k başlayan şey 1 960'lar ve 70'lerde daha radikal,
hatta devrimci eleşti rilere, sadece topl u m u n genelindeki ataer­
kil l i ğ i değil, geleneksel sosyoloji ve sosyoloj i k kurul uşa içkin er­
keksi temayü l ü de sorgula maya dön üştü. Günü müzde femi­
nizm u l uslararası bir hareket, kad ı n a raştı rmaları tamamen yeni
bir a kademik disiplin ve fem i nist teori de yeni bir entel lektüel
ve akademik parad igmadır. Bir 'azın l ı k hareketi' olara k başlayan
şey artı k bir ana-akım a raştırma geleneğidir.
• Fenomenolojik ve yarumcu sosyolojik teorik çerçeve; gündelik ha­
yat dünyastna ve bilinçli etkileşime odak/anma. Bu perspektifin
öne m l i bir meyvesi olan Harold Garfinkel'in etnometodolojik
çalışması, sosyolojik araştırmada bili msel yöntemi kullanmanın
uyg u n l uğ u konusunda pozitivist sosyolojiye ciddi itirazıdır.

Post-modern sosyoloji: yirminci yüzyıl sonu ve yeni binyıl


Sosyolojinin modern çağı, yani i kinci Dü nya Savaşı'ndan önceki ve
daha ziyade sonraki evre zengin bir tartışma ve sosyolojinin gelişme
dönemiydi, ancak o aynı ölçüde, kurucu babaların klasik düşüncele­
rinin çağdaş olaylarla büyük ölçüde sınandığı bir dönemdi. Özell ikle
yirminci yüzyılda çok güçlü ve hakim konumda olan Karl Marx'ın
düşü nceleri Berl in Duvarı n ı n yıkı l ması ve Doğu Avrupa'da komüniz­
min çökmesiyle bir kenara iti ldi. Ka pital izmin çökmesi beklenirken
komün izm çöktü ve ta mamen yen i bir dü nyanın, ka pita l izmin Birinci
Dü nya ü l kelerinde olduğu gibi Ü çü ncü Dünya'da da ta mamen güçl ü
24 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

ve yayg ı n olduğu post-modern bir d ü nyan ı n ortaya çıktığ ı görü l mek­


ted i r. Bizim artık görü n ürde içinde yaşad ı ğ ı m ız küresel ve post­
modern topl u m u açıklamak ve ta rtışmak için sahneye yeni sosyoloj i­
ler, post-modern sosyolojiler ç ı ktı.
Post-modern sosyoloji a la ndaki yeni biri için yabancı bir terimdir.
'Post' öneki modernin ötesinde bir şeye işaret eder görü n ü r: gelecek
dışında g ü n ü m üzün ötesine geçmek m ü m kü n m üd ür? Bu, post­
modern teriminin a rdındaki d ü şü ncenin bir parçasıdı r. O, geleceğin
toplumuyla, onun biçimi ve yapısı, birey açısından sonuçları ile ilgili­
d ir. B u n u n la beraber, terim gerçekte onu kullanan sosyologlara ifade
ettiğinden daha fazlasına işaret eder. O günümüz topl u m u n u n -ve
gelecekteki toplumun- geçmiştekinden özellikle farklı olduğunu
ifade etmek için bilinçli o larak ku llan ılan bir teri mdir. Günü m üzün
top l u mu, post-modern düşünü rlere göre, doğası ve yapısı ba kımın­
dan daha önceki bütü n topl u mlardan bel irg i n bir fa rkl ı l ı k sergiler. O
sadece bir sonra ki topl u msal, sınai veya tarihsel gelişme evresini
ifade etmez; o yeni bir topl u m tipi, anlama k için tamamen yeni bir
sosyoloj i k perspektifi veya paradig mayı gerektiren yen i bir toplumsal
yapı biçimidir. Bu düşü ncedeki sosyologlar arasında Fransız yazarlar
Jean Baudril lard ve Jean François Lyotard ve post-yapısaıcı düşü n ü r
Michel Foucau lt yer alır.
E lbette bütün sosyologlar bu tavrı onaylamaz ve çoğu ona te­
melden karşıdır, post-modern teri mini ku l la nmayı ve onun temel
varsayımlarını reddeder. Aksine onlar toplumun halen gelişi m i n i
sürdürdüğünü, g ü n ümüzün v e geleceği n topl u m u n u n büyük ölçüde
geçmişin yan s ı ması olduğunu ve hem modern hem de özellikle
klasik sosyolojik düşüncenin çağdaş sosyolojiye halen çok şey sun­
duğunu öne sürerler. Sözgelimi, liberal bir perspektiften yazan Ant­
hony Giddens ve Marksist bir çerçeve kullanan J ü rgen Habermas,
düşü nceleri ve teorilerini ondokuzuncu yüzyıl ı n Ayd ı nl a n ma çağına
kad a r götürülebilecek iyimserlikleri, akla ve rasyonal iteye inançları
üzerine temellendirirler. Giddens günü müzün geçmişle sürekl i l iğ i n i
vurgulamak i ç i n post-modernite yerine geç modernite terimini kul la­
n ı r. O sosyolojide temel bir kopuş olduğu düşü ncesine karşı çıkarken,
aynı zamanda artık yen i bir çağda, bir küresel çağda ve d ünya top­
l u m unda yaşadığımızı ka bul eder. Post-modern istler gelecek hakkın­
da o l d u kça kötü mser bir görüşe sahip o l malarına ve oldukça iç karar­
tıcı bir yirmibirinci yüzyıl tasviri çizmelerine rağ men, Giddens ve
Habermas, günümüz h a kkında kuşku ve kayg ı ları her ne o l u rsa olsun,
sağduyu ve akl ı n üstün geleceğine ve i nsanların yarattı kları d ünya n ı n
kontro l ü n ü yen iden ele geçirebileceklerine inanır. Giddens'ın ben-
ÖZET BiR TARiH 25

zetmesiyle bu 'cehennem kamyonu' tamamen kontrolden çıkmıştır


ve hepim ize zarar vermektedir.
Çağdaş toplu mları n ve geleceği n toplumları n ı n -ister post­
modern, ister geç modern- doğası üzerine bu tartışma sosyolojinin
merkezini işgal eder ve g ün ümüzün önde gelen düşünürleri ya geç­
mişin büyük düşünceleri ni güncelleştirmeye ve onu çağdaş sosyalo­
jiye uyarlamaya ya da yeni bir post-modern/post-yapısaıcı parad ig­
ma veya teorik çerçeve arayışı içinde, ondan tamamen kopmaya
çalışırlar.
Bu kita bın post-modern kısmında 'post' teri m in i n -ister post­
modern ister, post-yapısalcı, isterse post-end üstriyel veya post­
ya pısalcılık biçim indeki- ku l lanımı genişletilerek, söz konusu tartışma
yansıtılmaya çalışıl ır. Her şeye rağmen, çağdaş tartışma konuları aynı
kalmıştır:

• toplumun ya pısı ve doğası;


• birey ve toplum a rasındaki i l işkinin doğası;
• modern devletin doğası ve yapısı ve bunların toplum ve bireyle
i l işkisi.

B u üç a nahtar tema geçmişteki sosyolojiye olduğu kadar post­


modern sosyoloj iye de yansımıştır. Onlar klasik ve modern çağların
düşünceleri kadar kitabın bu bölümünde yer alan düşünceler için de
temel önemdedir. Onlar geçmişteki tartışmalar kadar, örneğ in aşağı­
daki post-modern tartışma ları da biçimlendirmektedir:

• Sanayi-ötesi toplumun doğasi ve günümüzde smai hayatm temel


karakteristikleri. Bu tartışmanın kaynağı 1 960'1ar ve 70'1erde Da­
niel Beli'in sanayi toplumunun geleceği konusu ndaki fi kirleridir
ve modern sınai organizasyonların doğası üzerine post-Fordist
tartışmanın da ana htar bir teması olmuştur.
• Dünya ekonomisinin ve dünya toplumunun doğasi. Bu rada Ant­
hony G iddens'ın küreselleşme, Manuel Castells'in bilgi/ bilişim
toplumu ve U l rich Beck'in risk toplumu üzerine düşü nceleri kü­
resel kapitalizm ve küreselleşmiş bir d ü nya nın doğası ve içerim­
leri ni, gelişen bir d ü nya ekonomisi ve l nternetin yol açtığı ileti­
şim devrimini anlama ve analiz etme girişim lerine yol açmıştır.
Biz yurttaşlar, tüketiciler ve bireyler o larak bir dünya toplumuna
doğru, daha mükemmel ve daha barışçı bir küresel toplum ya­
ratma potansiyeline sahip büyük bir fırsatlar d ü nyasına doğru
ilerlemekteyiz; bu küresel top l u m aynı ölçüde bir yoğun risk
d ünyası (Beck), d ü nya terörizmi, küresel yoks u l l u k ve küresel
26 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKIRLER

ısınma gibi temel soru n l a r çözümlenemed iğ i nde kontrolden çı­


kacak potansiyel bir 'cehennem kamyonu'dur (Giddens). Ma­
nuel Castells'in hatı rlattığ ı gibi, teknol ojiye sahibiz, peki gele­
ceği kontrol a ltına alabilecek iradeye ve güce sahi p miyiz?
• Modern toplumda kültürün doğası ve birey üzerindeki etkisi. Med­
ya nın g ücü, tü ketim e i l iğin gelişimi ve boş zaman çağ ı d i kkate
alınırsa, kültür g ü n ü m üz toplu mu n da çok daha güçlü bir öze l l i k
olarak ka rşımıza çıkmakta d ı r. Birmingham Ü n iversitesi'nde
Stuart H a l l ve arkadaşları 1 970'1erde kültür araştırmalarını sa­
vaş-sonrası sosyolojisinde bir güç ve baş l ı başına bağımsız bir
d isiplin, bir araştırma a l a n ı hal ine getirdiler. Onların yazıları
"toplumda bir güç olara k kültür" profi l in i ortaya çıkardı ve onla­
rın gençlik ve sınıf kültü rleri, azı nlık yaşam biçimleri üzerine
analizleri post-modern toplumda ortaya çıkan topl umsal deği­
şim leri yansıtıyordu .
Birey, onun kimliği v e modern toplumun kültürü çağdaş sosyo­
lojide ve özellikle post-modern yazılarda anahtar bir tema ha li­
ne geldi. Biz daha bireyselci bir toplumda, sınıfın ve bir top l u l u­
ğa ait olma d uygusunun artık daha açık bir biçimde gözlenme­
diği, tüketimcilik, madd iyatçılık ve sürdürülen hayat tarzı nın
temel faktörler olara k göründüğü bir toplumda yaşamaktayız.
Jean Baudrillard ve Jean François Lyotard post-modern sosyo­
logların "günü müz toplu m u artık 'gerçek' bir toplum değildir"
d üşüncesinin temellerini attıla r. O insana maddi bir ütopya su­
nan sanal bir gerçeklik, a n cak gerçek bir içeri k veya yaratıcı kül­
türden, bir ruh veya ruhsal d uygudan yoksun bir d ünyadır. Bi­
rey yard ımsız, baştan çıkartılmış ve güdülen, bağımsız eylem
g ücünden yoksun bir kültürel zombi olarak tasvir edilir. Bu tür
yazarlar çok kasvetli ve soğuk bir gelecek res m i çizerler ve bun­
lardan birisi, M ichel Foucault'nu n fikirleri ve onun post-yapısa ı cı
her yerde hazır ve tamamen güçlü 'Büyük Birader' tasviridir. Ak­
sine, Anthony Giddens'ın yapılaşma kavram ı biraz daha iç açı­
cıdır ve onun bireylerin 'eylemler'i ve toplumsal yapı a rasındaki
il işkiyi gösterme girişimi d uyarsızlık, yabancılaşma ve soyut­
lanmışlığın hüküm sürer göründüğü bir çağda özgürleştirici ve
yeni bir sol u k yaratıc ı d ı r.
• Gücün doğasi ve modern devletin rolü sosyoloj ik anal izde hala
aynı ölçüde önemli temalard ı r ve burada Marx ve Weber'in et­
kisi sosyolojik tartış mayı biçimlendirmeyi ve beslemeyi sür­
d ürmektedir. J u rgen Habermas'ın meşruiyet a raştırması onun
modern toplumu kapsa m l ı olara k analiz etme projesi n i n unsur-
ÖZET BiR TARiH 27

larından biridir. O, ayrıca, modern yönetimlerin modern kapita­


lizmin ya rattığı kaçını lmaz krizler ortasında nasıl kendi iktidarla­
rın ı sürdürmeye ve meşrulaştırmaya çal ıştıkları konusunda
önemli bilgiler sunmaktad ı r. Giddens aksine, daha l i beral ve
Weberci bir konumdan hareketle, Britanya'da Yen i i şçi Partisi
h ü kü metine bir ' Ü çüncü Dü nya' alternatifi sunmaya, kapita l ist
bir d ü nyada sosya l ist ve demokratik idea lleri bir a raya getirecek
bir a ra zem i n sağla maya çalışı r. Nicos Poulantzas'ın göreli
özerkl ik kavram ı ve özellikle Althusser'in görüşleri, kapitalist
toplumlarda d evleti a na l iz ederek modern Marksizm'i ca nlan­
d ırma ve gençleştirme, Sovyet sosya l izminin acımasız uygula­
mala rından sonra a hlaken çökmüş ve siyasal açıdan kabul edi­
lemez görünen Marksizm'i teori k ve siyasal bir güç olarak yeni­
den kurma g i rişimleriydi.

N itekim bu üç ana tema geçmişte olduğu gibi g ü n ü müzde de


sosyolojinin merkezi kon u la rdır, fakat kurucu babaların düşünceleri
artık o kad a r etkili o l masa bile, d isiplin, g ü n ü m üzde toplu m u n deği­
şen doğasına ve d ünya kapita l izminin ve onun temel a h lakının birey­
cilik, tüketimeilik ve oldukça farklı yaşam biçimlerini etkileme ve
i lerietme biçimlerine açıklama getirmeye çalışmaktad ı r. S ın ıf ve top­
luluk/cemaat artık g ü n ümüzün temel karakteristikleri olara k görün­
memektedir. Onların yerini i nsan hakları ve fırsat eşitl iği almış gö­
rünmekted ir ve bu tür ideol ojik güçler gelecekte güç dengesinin
devletten bireye doğru kaymasına yol açabil ir. Feminist hareket sa­
dece azı n l ı k ha kları n ı n savu n uculuğunu yapmamış, a ksine büyük
ölçüde kad ı n la rı n hayatları, tutkuları ve yaşam tarziarına odaklanmış­
tır. Bununla beraber, toplumsal cinsiyet savaşının kaza n ı ld ı ğ ı na i na­
nanlar, yakınlarda Who/e Women ı n yayın a başlamasıyla, feminist
'

hareketin kurucu kız kardeşlerinden biri olan Alman Yeşi l hareketi


tarafında n acımasızca suçlanmışlard ı r.
Bu yüzden günümüz sosyolojisi çoğu kişi için bir yol ayrı m ı ııdadır.
Bazıları kurucu babaları n gündemini ve geliştirdi kleri çerçeveleri
tamamen reddeder. Başkaları bu tür temel fikirleri ku l la nmayı sürdü­
rürken, karşımızdaki d ünyayı yorumlamanın yen i yollarını bulmuşlar
veya d üzeltmeler yapma yoluna g itmişlerdi r. Kurucu babalar a rtık
sosyolojik d ü şüneeye egemen değildir. Çoğu kişi için, Ma rksizm ve
yapısal-işlevselciliğin ömrü tükenm iştir ve bir gelecekleri yoktur.
Başkaları içi n, karşımızdaki topl u m, içinde yerleştiğ imiz ve yaşadığı­
m ız d ünya geçmiştekinden o kadar farkl ıdır ki, geçmişte ü retilen
düşü nceler herhan g i bir öneme veya uygulanma şansına sahip de-
28 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

ğildir. Thomas Ku h n'un ( 1 962) deyim i n i kullanırsak, günümüz sosyo­


lojisinde h içbir egemen para d igma yoktur. O sadece bir revizyon ve
devrim halindedir.
Yine de, yirmibirinci yüzyı la, yen i binyıla g i rerken, sosyoloji şimdi­
ye kadar olduğundan çok daha zengin ve çeşitlidir. Onun temel ka­
rakteristikleri çeşitl iliğini sürdü rmekte ve yüzeyin ardında bir ayrışma
devam etmektedir. Bu ayrışma yakında geçmişin sosyolojik gelenek­
leri ve metodolojilerini sürdürmeye ve onları yen i sanayi-ötesi çağa
uyg u l amaya ça l ışan modernistler ile d ünya görüşleriyle sadece yeni
bir sosyoloji yapmaktan ötesine geçmeyi hedefl eyen post­
modernistler arasında bir savaş olarak ortaya çıkacaktır. Bütün bunlar
a rasında, bazıları kendilerini çok-kü ltürlü bir sosyoloji içinde bütün
toplumsal deneyim biçimleri n i yansıtmak ve sunmak zorunda h isse­
der ve bu zeng inliğ i överken, bazı ları da sürekli bir fikri bütü n l ü k ve
s ü rekl i l i k sağlama ko nusunda u m utsuzl uk içinded ir. Sonuç ne olursa
o l su n, bu kitabın da u m utla yarısıttığı g i bi, sosyoloji yüz yüze oldu­
ğ u muz -geçmiş ve gelecek- riskler ve belirsizlikler hakkında düşün­
meye teşvik etmeyi ve bu düşünceleri sorgu lamayı, onlara can l ı l ı k ve
d i namizm kazand ırmayı sürdürecektir. Kurucu babaların yirminci
yüzyıla il işkin a n layışı mızı ayd ın latmaları gibi, sosyolojinin de yirmibi­
rinci yüzyılı ayd ı n l atıp ayd ın l atamayacağı i lerde görülecektir. Günü­
m üzde bu entellektüel devleri izlemek zordur ve I nternet, biyo­
teknoloji ve genetik m ühendisliği çağında önümüzdeki riskler ve
belirsizlikler yeni bir yol gösterici ışığa, sadece sanayi-ötesi toplumun
g üçleri n i anlamakla kal mayıp onun ilerlemesi ve ayakta kalabilmesini
desteklemek için gerekli yeni bir ahlaki düzeni ortaya koyabilecek
yeni bir Kutsal Ü çl üye u mutsuzca ihtiyaç duymaktad ı r. Alternatif, -üç
kurucu baban ın da yirminci yüzyıl başında korktuğu gibi- kaos ve
ana rşi, bölünme ve çatışma, ahlaki bir boşl u k içinde anomi ve ya ban­
cılaşma, insanların maddi i htiyaçları -ve istekleri- sürekli karşılanır­
ken ruhsal ve a hlaki ihtiyaçların ı n dayurulmadığı bir sanal gerçeklik
dünyasıd ı r. B iz mükemmel, a ncak yeterince maddi bir hayata sa hip
olabilir m iyiz? Birey Tan rı olabilir, fakat bireycilik ve özel hayat, ayrıca
hemen hepsi çöken veya artık toplu msal işlevlerini yerine getirerne­
me ve toplumu bir a rada tuta rnama tehdidi altında olan aile, kil ise,
eğitim sistemi, yöneti m toplu m u n otorite karşısındaki körlüklerinin
kurbanlarıdır. Sadece medya üstün kon umunu sürd ü rür görünmek­
tedi r, ancak hangi bedel karş ı l ı ğ ı nda? Kurucu babalar a h laki değerleri
analizlerinin merkezine oturttular. Fakat bugün 'kalpsiz', bizleri yön­
lend irecek, biçimiendirecek ve ilham verecek ortak değerlerden ve
insa n l ı kta n yoksun bir toplum m uyuz?
ÖZET BiR TARiH 29

Sosyolojinin günümüzdeki meydan okuyuşu, yirminci yüzyı l ı n ku­


rucu babaların ınki kadar ol masa da, büyüktür. Kim bizi yirm ibirinci
yüzyıla taşıyacaktır, acaba sosyoloji de yol u n u şaşırıp bu ko nuda çok
az şey söyleyebilecek bir d u ruma mı düşmüştür? Büyük boy teoriye
dönüşün işaretleri vard ı r, fakat o yeterince büyük boy bir teori olabi­
lecek mi, ya da bir Marx, Weber veya Durkheim'ın gücü ve hayal
gücüne u laşabilecek mid ir? Yirmibirinci yüzyıl ı n temel fikirleri neler
olacakt ı r? Bu kita bın sonraki baskıs ı n ı n yıld ızı kim olacaktır?
Elinizdeki kitap sosyolojideki temel fikirlere, özellikle burada ele
alınanlara özet bir bakıştır. O eksik ve kabataslak bir çal ışmadır, ancak
aşağıda belirtilen kaynakları okuya n la r bu teorik d üşüncelerin değeri
ve heyeca n ı n ı cid d i olara k takdi r edebileceklerdir. Bununla beraber,
sosyal teori kesinlikle kolay değildir ve çoğu kez kullanılan soyut d i l
nedeniyle onu anlamak daha da zorlaşır. Onu a n l a m a k gerçek bir
çabayı, hayal gücünü ve d i kkatli d ü ş ü nmeyi gerektirir. Olabildiğince
daha fazla okumalar sonucunda bunun ödülünü fazlasıyla a l ırsın ız. O
genelde sosyolojiyi anlamaya, daha önemlisi, içinde yaşadığınız top­
lumu kavra maya yard ımcı o l u r. Bu temel fikirler sadece bir başlangıç­
tır. Bu büyü leyici kavrayışlar ve fikirler alanında daha fazla okumayı
umabi l i rsiniz. Belki de onlar düşünme biçiminizi değiştirecektir. Muh­
temelen hayatınız değ işecektir.

OKUMA ÖNERiLERi
Aşağıdaki metinler sosyolojik teori hakkında ileri düzey Lisans öğrencilerinin
daha kolay ulaşabilecekleri değerli ve güncel i ncelemeler içermektedir.
CUFF, E.C., SHARROCK, W.W. AND FRANCIS, D. W. ( 1 998), Perspectives in Socio-
logy, 4'h edition, Routledge, London -sosyolojik teoriye güncel bir Lisans
düzeyinde giriş kitabı (Sosyolojide Perspektif/er, Paradigma Yayınları, Çev.
Ü mit Tatlıcan, Baskıdal
HAM ILTON, P. Key Sociologists and Key Idea s series, Tavistock, London -kısa,
kolay okunabilir ve anlaşılır bir kitap dizisi
D'ONNELL, M. (2001 ), Classical and Contemporary Sociology: Theory and ls­
sues, Hodder & Stoughten, London -bir ders kitabı yazarının Lisans dü­
zeyindeki hararetle tavsiye edilebilecek bir çalışması.
PAMPEL, F.C. {2000), Sociological Lives and ldeas: An Introduction to the Classi­
cal Theorists, Macmillan Basingstoke -Marx, Durkheim, Weber, Simmel ve
George Herbert Mead hakkında, onların temel fikirleri ni dönemleri ve et­
kilendikleri kişiler bağlamında ele alan değerli ve kolay okunabilir bir te­
mel metin.
RITZER, G. (1 996), Sociological Theory, McGraw2-Hill, New2 York, 4'h edition ­
sosyolojik teori hakkında bu alanda otorite birinin klasik dönemden mo­
dern döneme çok kapsamlı ve ayrıntılı bir i ncelemesi. Bu çal ışma kalbi
30 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

zayıf biri ni n baş edebileceği bir ders kitabı değildir ve daha ziyade okul
kütü phaneleri ve bu alanda kendilerini yenilerneye çalışan hocalar için
uygundur.
STONES, R. {ED.) {1 998), Key Sociological Thinkers, Macmillan, Basingstoke ­
Marx ve Durkheim'den Foucault ve Giddens'a kadar sosyolojideki en et­
kili 21 düşünürün ele alı ndığı, her böl ümün bu alanın önde gelen bir kişi­
si tarafından yazıldığı ciddi bir çal ışma. Bölüm bölüm d ikkatlice okunma­
sı gereken değerli bir temel kitap ve kaynak.

i LERi OKUMA ÖNERiLERi


Aşağ ıdaki metinler çok daha ileri d üzeyde incelemel erd ir ve Lisans
d üzeyindeki öğrencilerden ziyade hoca lara ve/veya Lisans-üstü öğ­
rencilerine daha uygundur.
ANDERSEN, H. AND KASPERSEN, L.B. {2000), Classical and Modern Social The­
ory, Blackwell, Oxford
CALLINICOS, A. { 1 999), Social Theory: A Historicallntroduction, Polity Press,
Cambridge
ELLIOTI, A. AND TURN ER, B.S. {EDS.) {2001 ), Profi/es in Contemporary Social
Theory, Sage, London
MAY, T. { 1 996), Situating Social Theory, Oxford U niversity Press, Oxford
MI LES, S. (2001 ), Social Theory and the Rea/ World, Sage, London
SEI DMAN, S. AND ALEXANDER, J.C. {EDS), The New Social Theory Reader: Con­
temporary Debates, Routledge, London
SWINGLEWOOD, A. (2000), A Short History ofSociologica/ Thought, 3'd edition,
Macmillan, Basingstoke.

Son olarak, Internet'te dolaşın. Beğendiğiniz düşünürlerin en son fikirleri ve


onlara eleştirileri araştırın, onlar hakkında notlar alın ve bu notlar üzerinde
düşünün. Böylece siz de bugünün düşün ürleriyle yarı n ı n 'Temel Fikirler'i
hakkında tartışmalara katılın. Bol şans.

Çeviri: Ümit TATLlCAN


A • ••

KLAS I K D O N E M
• • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • •
An o mi
Emile Durkheim

Emile Durkheim ( 1 858-1 9 1 7) sosyolojinin kurucu babalarındandır.


Zira o,

o özellikle sosyolojiyi bağı msız akademik bir d isiplin haline ge­


tirmeye çalışmıştır. Sosyolojideki ilk kürsü sahibi kişid ir.
o modern sosyolojideki temel
perspektiflerden birinin, ya pısal
işlevselciliğin kuru l masına kat­
kıda bulunmuştur.

Durkheim, bir za manlar Doğ u


Fransa'ya ait olan, a ncak Fra nsa­
Prusya Savaşı'ndan sonra Prusya tara­
fına geçen Epinal, Alsace-Laorraine'­
de dü nyaya geldi. Bu olayı izleyen
ulusal aşağılanma ve topl u msal dü­
zensizlik, m uhtemelen, onun top­
lumsal dayanışmaya ilgisini bir ölçü­
de açıklar. Babası Musevi bir d i ni
l iderdi ve Durkheim'ın babası nın
izinden g ideceği düşünü l üyordu;
ancak o ergenlik çağında Katolikliğe geçti ve sonra da bilinemezci
oldu. Dönemin seçkin okullarından Ecole Norma le Superior'da parlak
bir öğrenci olduğunu kan ıtiadı ve buradan 1 882'de mezu n oldu.
Bütün ilgisini a kademik alana yoğ unlaştıran Durkheim, Alma nya'da
kaldığı dönemde sadece cumhu riyetçi lerin fikirlerinden değil, sosyal
bilimler ve fizyolojideki gelişmelerden de etkilendi. 1 887'de bir Fran­
sız Ü niversitesi olan Bourdeaux'da i l k sosyal bilim görevine atandı.
Du rkheim temel çalışmalarından çoğu n u 1 887-1 902 yılları a rasında
34 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

ü retti ve yeni 'topl u m bilimi' hakkında bilgi edin meye hevesli birçok
öneml i öğrencisi oldu. Durkheim 1 902'de Paris'e davet edildi ve
sonradan Sorbon ne Ü n iversitesi'ne Eğitim ve Sosyal Bilimler Profesö­
rü olara k ata ndı ve sosyoloj ide i l k kürsü sahibi kişi oldu. Uzun süre
L'Annie Sociologie dergisinin editörlüğünü yaptı: dergi bu yeni d isip­
linin a kadem ik statüsünü yükselten ve geliştiren sosyologların temel
yazılarından o luşan y ı l l ı k bir derlemeydi.
Du rkheim tek oğl u n u Birinci Dünya Savaşı'nda kaybetti ve acısı
kuşkusuz 1 5 Kasım 1 9 1 7'de e l l i beş yaşında bir kal p krizinden ölme­
sinde etki l i oldu.
Du rkheim'ın temel çalışmaları:

o Toplumda işbölümü ( 1 893)


• Sosyolojik Yöntemin Kurallan ( 1 895)
o intihar: Sosyolojik bir Araştirma ( 1 897)
• Dinsel Hayatm ilksel Biçimleri ( 1 9 1 2)

FiKiR
Karl Marx günü müz kitle toplu mu nda çoğu insanın yaşadığı soyut­
lanmışlık ve kenara itil mişlik, g ü çsüzlük ve engellenmişlik d uygusunu
açıklarken, Fransız sosyolog ve eğitimci Emile Durkheim da bili nme­
yen, görünmeyen, görülemez bir anomi kavram ı geliştirdi -'anonim'i
çağrıştıra n bu kavram g ü n ü m üz modern kent topl um u nda çoğu
bireyin kitlele rin ortasında h issettiğ i anonimlik d uygusunu yansıtır.
Marx'tan oldukça farklı bir bakış açısından -pozitivist bir perspektif­
ten- yazan Du rkheim, işlevselci bir teori, topl u m u birbirinden ba­
ğ ı m sız bireyler topluluğu olarak deği l, bizzat bir kend i l i k olara k gö­
ren işlevselci bir toplum teorisi geliştirir. Toplum, bağımsız bir parça­
lar sisteminden o l uşan d iğer organizmalar gibi işler: a ncak ekonomi,
a ile, yönetim vb.nden o l uşan bu parçaları bir a rada tuta n şey, merke­
zi b i r s i n i r sistemi deği l, temel bir değerler sistemi, ya ni temel bir
ahlaki konsensüs veya kollektif bil ince dayanan, normlar adı verilen
bir toplumsal kılavuzdur. Bu normlar topluma sadece genel bir çer­
çeve kazandırı p istikrar kaynağı oluşturmakla kal mazlar, ayrıca top­
l u m u n kendi bi reyleri n i kontrol altına a l ı p yönlendirmesi açısından
d a hayati bir öneme sahiplerdir. Durkheim'a göre, insanın istekleri
sınırsız ve dayurulması i m kansız olduğu için, bir toplumsal düzen
veya uygarlık biçimi var olabilmek için bunları kontrol altına almak
zorundadır. Kısacası, bireyin, kendi kişisel m utl uluğu için bu tutku la­
rını kontrol altına almaya, a h l a ki rehberliğe i htiyacı vardır, aksi tak-
ANOMi 35

dirde soyutlanacak ve köksüz kalacaktır. Bu yüzden, Du rkheim'a


göre, bireyin istekleri ile topl u m u n d üzen ve kontrol ihtiyaçları a ra­
sında temel bir çatışma veya geri l i m her zaman var olacaktır.
Normların yokl uğu veya toplu m u n temel değerleri üzerinde
önemli bir çatışma Du rkheim tarafı ndan anomi olara k adlandırılır ve
o bu tü r bir toplumsal 'hastalığın' özel l ikle toplumsal kargaşa veya
dönüşüm dönem lerinde ortaya ç ı kacağ ından korkar. i lişkil erin kişisel
olduğu ve sınırlı bir işbölümü ne sahip küçük geleneksel topl um larda,
toplu mun değer ve norm ları üzerinde ve bireylerin hakları ve ayrıca­
l ıklarının belirlenmesi ve kabu l ü kon usunda genel bir konsensüs
sağlamak oldukça kolayd ı r: özellikle de din in a hlaki otoritesi ve yaptı­
rımla rıyla destekleniyorsa. Herkes yerini bilir ve büyük hevesiere
kapılmaz. Ancak, bu toplumların mekanik daya n ışmasından işbölü­
münün oldukça geliştiği ve il işkilerin çoğu kez büyük ölçüde kişisel­
likten uzak olduğu sanayi toplumlarının orga nik dayanışmasına geçiş
sırasında, topl umsal konsensüste ve böylece bireyler üzerindeki
sosyal kontrolde bozulmalar daha fazla m ümkün hale geli r. Ondoku­
zu ncu yüzyı lda Durkheim ve çağdaşları, sadece geleneksel toplumla­
rı yıkmakla kal mayıp, toplu m u n temel a h laki dokusunu da büyü k

zarar veren, Avrupa'yı baştan aşağ ıya değiştiren siyasa l devrimleri ve


sanayileşmeyi yaşadılar. Yeni sı nai işbölümü mevcut ahlaki değerleri
büyük ölçüde aşındırır görünmekteyd i. Durkheim, geleneksel top­
lu msal normların sağlad ığı disiplinin ortadan kal kmasıyla bireysel
tutkuların en üst düzeye çıkacağından ve sonuçta, yeni topl umsal
düzen kendi görü n ü r vaatleri n i yerine getirmediğinde, sistemin işler­
liğini yitireceğ inden korkuyordu. Ondokuzu ncu yüzyılda köylerindeki
geleneksel köklerini, aile ve arkadaşlarını parlak ışıklı ve yüksek ücret­
li yeni sanayi kentlerine girebil mek için terk eden çoğu insanın yaşa­
dıkları karşısında gözü açıldı ve kendilerini soyutlanmış ve yal n ızlı k
duygusu içinde buldular. Bu d urum, Durkheim'a göre, oldukça
önemli boyutlarda bir topl u msal d üzensizl ik potansiyeli yaratmak­
taydı; bu kaos potansiyeli söz konusu dönemde çoğu Avrupa kentin­
de 'ka labalı klar'ın çı lg ın davra nışları nda gözlenebilir.
Anominin kelime anlamı normsuzl uktur. O sosyal kontroller zayıf­
ladığında, a hlaki ve siyasal kısıtlamalar ortadan kalktığında kendini
gösterir ve özellikle sanayileşme ve kentleşme gibi h ızlı toplumsal
değişme dönemlerinde, geleneksel normların işlemediği veya orta­
dan kal ktığı durumlarda yaygındır. i nsanlar h uzursuz ve tatminsiz
hale gelirler ve insanların hayattan ne bekleyebilecekleri konusunda
yeni bir ahlaki konsensüse ihtiyaç duyul u r. Sanayi leşme ve tüketimci­
lik uzman iaşma ve bencil liği teşvik ederek bu süreci h ızland ırır.
36 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

Anomi bir d üzensizlik d u rum u, sınırlandırılmamış bireyciliğin


gemlenememesi nedeniyle sosyal kontroller ve topl umsal d üzenin
işlemez hale gel mesidir. Modern kapita l izmin tüketim çılgınlığı orta­
sında tutkular ve arzular giderek artar ve geleneksel disiplinler ve
sınırlamalar a rtık gücünü koruyamaz hale gelir. i nsanlar artık daha
azıyla yetinmez ve tutkularını gemiernekte zorla n ı rlar. Du rkheim halk
demokrasisine güven mez ve onun sonuçlarından korkar. Bireyler
sadece a h laki bir d üzene bir tür bi reyler-üstü bir güce ta bi o l d u kla­
rında kendilerini g üven içinde h isseder, mutlu ve bel irli ölçüde özgü r
olabil irler. Topl umsal d üzen v e bireysel mutl uluk yüksek d üzeyde bir
top l umsal bütün leşmeye bağ lıdır.
Fakat Du rkheim, Ferdinand Tönnies g i b i yaza rların a ksine, kö­
tümser değildir. O, bireysel haklar ve özgürlükler için ayaklanmaları n
v e bu yöndeki taleplerin etkisiyle, yeni meslek birl ikleri v e lancaların
a h lakları ve etiklerine daya l ı yen i bir topl u msal d üzen potansiyelinin
oluştuğunu düşünüyordu .
Du rkheim anom inin çözümü veya tedavisini aşağıdaki özelli kleri
taşıyan meslek birliklerinin gelişiminde görür.

• bireyleri topl umsal gruplar ve kol lektif değerler içinde birleşti­


rebilen;
• insanların mantıken neler bekleyebilecekleri konusunda yeni
bir konsensüs oluşturabilen.

Bu tür birlikler devletle işbirliği yapmaya yatkın olacaklar ve böy­


lece büyük ö l çüde 'toplumu birey içinde' yeniden kuracak bir bağ l ı l ı k
v e vizyona s a h i p yeni bir yurttaşlık d üzeni v e yeni b i r sı nai a hlaki
düzen kurmaya çal ışacaklardır.
Bununla beraber, Durkheim, modern toplumun o rganik daya­
nışması içinde, a nomiyi büyük ölçüde temel bir patoloji, geleneksel
bağ lar ve değerlerin zayıflaması n ı n ve bireyciliğin ortaklaşa veya
topl u msal soru m l u l u kların ü stüne çıkışının yarattığı bir toplumsal
hasta l ı k olara k ka bul eder. Durkheim, bütün bunlara ve 'birey kül­
tü'nün gelişimine rağmen, M a rx ve Engels gibi çağdaşlarının devrim­
ci öğretilerinden ziyade, sosyal reformlara ve evrimciyi değişmeye
ina ncı n ı sürd ü rür.
Normal sağl ıklı bir topl u m uyum içinde bir topl umdur; sağlıksız
veya hasta l ıklı top l u m doğru l a r ve ya n l ışlar konusunda güçlü bir
a h laki konsensüsten yoksundur ve bu yüzden anarşiye düşmesi ve
yıkıl ması ihtimali yüksektir. i nsanın doymak bil mez tutku ları ve ben­
cilliği konusu nda kötü mser olan Durkheim, yeni bir 'ahlaki konsen­
süs' yaratmak ve sosyal kontro l ü yen iden sağlamak için, dış güçlere,
AN OM i 37

toplumdaki liderlerin a hlaki üstünlüğüne ve profesyonel meslek


birliklerinin otoriteleri ve değerlerini empoze etme yeteneklerine
yönelir.
Bu yüzden, Durkheim hakkında biyografik bir çal ışması olan Ant­
hony Giddens'ın öne sürdüğü gibi, anomi fikri sadece bir toplumsal
düzensizlik analizi değil, aynı zamanda bir bireysel davranış açıkla­
masıdır. Bunun klasik örneği Durkheim'ın 'anomik' intihar analizidir:
bu intihar biçimi ekonomik altüst oluşlar ve krizler gibi istikrarsızlık
dönemlerinde ortaya çıkar. Durkheim'a göre, özellikle iş d ü nyası ve
ticaret alan ında kendi mesleklerinde üst konumlarda olanlar anamik
intihara daha fazla yatkınlardır, zira beklentileri oldukça yüksektir,
geleneksel a hlaki değerler ve sosyal kontrol onları daha az sınırlar ve
kişisel başarısızlık daha fazla yıkıcı etkide bulunur. Nitekim, Ameri­
ka'da intihar o ranla rı 1 929 Wall Street krizinden sonra tepeye vurur­
ken, kendini gökdelenden atanların büyük çoğunluğu işadamları ve
fi nans sahipleriydi.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Anomi kavram ı çok fa rklı biçimlerde uyariandı ve yeniden yoru mlan­
d ı. Bazıları, kavramı çocuk suçluluğunu, gelişmiş sanayi toplumların­
da suç ve toplumsal karışıklıkların a rtışını, hatta 1 960'Iarda Ameri­
ka'da ve 1 980'1erde Britanya'da yaşanan ayaklanmaları açıklamakta
kullandı. Onlar bu çalışmaları, ya yetersiz sosyalleşmeyi, an ne­
babaların kendi çocuklarını uygu n biçi mde yetiştirme başarısızlıkları­
nı göstermek için ya da daha kesin kontrol sağlama gereğini ve -aile
ve kil ise aracıl ığıyla- geleneksel ahlaki değerlerin önem ini vurgula­
mak için yaptılar. Başkaları, kavram ı toplumsal konsensüsün çökme­
sini ve böylece Kuzey i rianda'da ve Ortadoğu ülkelerindeki yaşanan
düzensizliği açıklamakta kul landıla r.
Ancak Amerikan sosyolog Robert Merton, modern Amerika'da
yüksek suç, sapma ve kargaşa oranının temeli olarak norm çatışma­
sını vurguladı. Onun analizine göre, Amerika'daki tüm gençlerin
içinde sosyalleştiği Amerika n rüyasının sınır tan ımaz tutkuları ile
zenginlik ve ün sağlayacak sı nırlı fırsatlar arasında büyük bir uygun­
suzlu k vardır. Onların h iç biri milyoner veya Başkan olamaz ve Siyah­
lar gibi bazı g ru plar için bu fırsatların ortaya çıkma ihtimali söz konu­
su bile değildir. Böyle durumlarda, insanlar bu başarısızlığa nasıl
uyum sağlarlar? Merton, dördü bir ölçüde sapınayla ilgili beş uyum
biçimi belirler. Ü st kon umlara çok az kişi yasal yollarla -yükselerek,
şans veya beceriyle- ulaşı rken, diğerleri bunu suça başvurarak, yasa-
38 SOSYOLOJiDE TEMEL FIKiRLER

dışı a raçlarla başarır. Geri kal a n la r ise, uyuşturucuya veya komünler


gibi a lternatif yaşam biçimleri ne sığınarak ve hatta maddiyatçı l ı k ve
rekabetçilik gibi bütün düşünceleri reddedip Kara Panterler ve Ame­
rikan askeri m i l is ieri g ibi kent gerilla gruplarına katılara k b u başarısız­
l ığa uyum sağla maya çal ış ı rlar. 1 960'1arda, birçok farklı 'pozitif ayrım­
cıl ık' programı, özellikle kitlesel Avantaj Programları, bil h assa Siyah
gençlerden oluşan m uhtaç gruplar için fırsatları a rtırma ve onları
'normal' top l u msal değerler içinde sosyal leştirme, 'yoks u l l u k kültü­
rü'n ü aşma ve onları topl u m u n genel a kışı içine çekme çabalarını
ku rumsal laştırd ı . Ancak, bu yaklaşım sınırlı bir başarı sağladı ve eleş­
tirmenlerin de bel irttiği gibi Amerika n toplumunun temel eşitsizlikle­
rini değiştirmeden bıra ktı.
Anomi kavra m ı tüm işlevselci modele yapılan eleştiriden, özell ikle
bu yaklaşımın, toplu mların temel bir konsensüse dayandıkları ve
bütün yaş g ruplarının aynı n ormlar ve değerleri ben imsed ikleri fikri­
ne yapılan daha genel eleşti riden nasibini a l m ıştır. Doktorlar, muha­
sebeciler ve avukatlar gibi mesleklerin a hlaklarının sanayi topl umları
için bir temel o l u şturacağı fikri günümüzde çok az yazar tarafı ndan
kabul görmektedir.
Yine de, anomi kavra m ı gelişmiş sanayi toplu mları ndaki h ızlı top­
l umsal değişmelerle ilgili temel sosyal bir pro bleme ışık tutmuş, ge­
nelde toplumun ve özelde bireyin mutluluğu için ahlaki rehberl iğin
önem i n i vurg u l a mıştı r. Ahlak çöktüğünde insa n l a r toplu msal daya­
n ışma duygusunu, değerlerini, ait olma ve kendilerinden büyük bir
şeyin bir parçası oldukları d uygusunu yitirdiklerinde toplu m çöker,
her yere kaos hakim o l u r ve herkes kendini yard ımsız, kaybolmuş ve
ya lnız h isseder.

AYRlCA BAKINIZ
• YABANCILAŞMA -Karl Marx'ın bu çağdaş problem üzerine teorisi
olarak
• TOPLUMSAL DAYANIŞMA -bu fikre zemin oluşturan teori olarak

OKUMA ÖNERiLERi
GIDDENS, A. (1 978), Durkheim, Fontana
THOMPSON, K. (1 982), Emi/e Durkheim, Tavistock
PAMPEL, F.C. (2000), E m i le Durkheim and the Problem of Social Order', Ch. ll,
'

PAMPEL, F.C., Sociological Lives and ldeas: An Introduction to the Classical


Theorists, Macmillan, Basingstoke
ANOMi 39

ILERi OKUMA ÖNERiLERi


ı )URKHEıM, E. (1 960), The Divisian of Labour in Society ( 1 863), Free Press
ı )URKHEıM, E. (1 958), The Ru/es of Socio/ogica/Method ( 1 895), Free Press
[Toplumbilimse/ Yöntemin Kural/an, Çeviren: Cemal Bal i Akal, Engin Ya­
yı ncılık, i stanbul, 1 995]
DURKHEıM, E. (1 951 ) , Suicide: A Study in Sociology (1 897), Free Press [intihar,
Fransızcadan çeviren: Özer Ozankaya, Türk Tarih Kurumu Basımevi, An­
kara, 1 986]
DURKHEıM, E. (1 954), The Elementary Forms of Religious Life ( 1 9 1 2), Alien &
Unwin [Dini Hayatın i lkel Biçimleri, Tercüme: Fuat Aydın, Ataç Yayınları,
2005]
< ıUNERıUSSEN, W. (2000), 'Emile Durkheim', Ch. 5, Part ı, Andersen, H, and
Kaspersen, L.B. (eds), Classical andModern Social Theory, Blackwell, Ox­
ford
ı .UKES, S. ( 1 972), Emi/e Durkheim: His Life and Work, Alien & Unwin
I 'OPE, W. ( 1 998), 'Em ile Durkheim', Ch. 3, Stones, R. (ed.), Key Sociologica/
Thinkers, Macmillan, Basingtoke

SINAV SORUSU
'lşbölümün artan karmaşıklığı' terimiyle ne aniatılmak istenmektedir? Karşı­
l.ıştırmalı örnekler kullanarak, bunun temel nedenlerini veya temel sonuçla­
rını değerlendiriniz (London U niversity, Haziran 1 988)

Çeviri: Ümit Tatlıcan


B ürokrasi
Max: Weber

Max Weber ( 1 864-1 920), kuşku­


suz, sosyolojinin kurucu babala­
rını oluşturan 'Kutsa l Ü çl ü'den
birid ir. Onun fikirleri halen mo­
dern sosyologlar için temel
çerçevelerden biri ve zengin bir
ilham kaynağıd ır. Weber Prusya,
Erturt'ta tan ı n m ı ş bir bölge avu­
katı ve l i beral bir siyasetçi n i n
oğlu olara k dünyaya geldi. Hei­
del berg, Berl i n ve Göttingen
Ü n iversiteleri nde okudu, dokto­
ra tezlerini Ortaçağ ticaret birl i k­
leri ve Roma ta rım tarihi konula­
rında tamamladı ve h u ku k, ekonomi, tarih, felsefe ve müzik gibi bir­
çok konuda a raştırmalar yaptı. 1 892'de Berlin Ü n iversitesi'ne hukuk
doçenti olarak ata n d ı, ancak çok geçmeden Freiberg ve Heidel­
berg'te ekono m i politik profesörü oldu. Akademik kariyeri fazla uzun
s ü rmedi, 1 898'de şiddetli bir ağız dalaşının a rd ı ndan çok geçmeden
babası n ı n ölümü neden iyle geçird iği ciddi bir s i n i r rahatsızlığı neti­
cesinde sona erdi. Suçluluk ve vicda n azabıyla ken d i n i salan Weber
yaklaşık on yıl ı n ı Avrupa'yı ve daha sonra Amerika'yı dolaşmakla
geçirdi. Yeni Dü nyadaki hayatının yoğu n h ızı ve çeşit l i l iğ i onu yeni­
den yazmaya itti ve Rus Devrim i'nden H indu izme kadar oldukça
geniş bir konuda karşılaştı rmalı ve kapsa m l ı makaleler yazd ı.
Çok kapsa m l ı düşünsel ilgilerinin sentezini yapmak a macıyla gi­
derek sosyoloj iye yönelen Weber, 1 902'de Alman Sosyoloji Derne­
ği'nin kurucularından biri o l d u. i zleyen yıllarda Protestan Ahlôkı ve
BÜROKRASi 41

Kapitalizmin Ruhu ( 1 905) gibi temel çalışmaları yazdı ve asla tamam­


lamadığı Ekonomi ve Toplum adlı çalışmasını yazmaya başladı.
Weber Birinci Dünya Savaşı döneminde hastane yöneticiliği yaptı
ve 1 9 1 8'de yeni kuru l a n Alman Demokrat Partisi'ne katılarak temel
tutku larından biri olan siyasetle ilgilendi. Fakat Frankfu rt seçim böl­
gesinde aday bile olamadı. Beklenmedik bir zamanda 1 920'de zatür­
reeden öldü, ancak a d ı ve ruhu karısı Marienne ve 1 920'1erin 'Weber
çevresi' sayesinde, ayrıca Talcott Parsons ve Alfred Sch utz g i bi yazar­
lar aracılığıyla yaşatıldı. O n u n sosyolojik a naliz biçimi, hem kendi
dönem inde hem de daha sonra -özellikle 70'1erden sonra radikal
perspektifler öne çıkmaya başladığı nda- 'Marx'la ta rtışma'nın öneml i
bir kısmına temel o luşturdu. Weber'in sosyolojik teoriye katkısı çok
büyüktür: bunlar, modern devlet, kapitalist top l u mlarda sınıfın doğa­
sı analizinden, sosyolojik felsefe ve yöntem (verstehen), toplumsal
eylem ve ideal tipler üzerine tartışmalara kadar geniş bir alana uza n ı r.
Onu n ka psam l ı karşı laştırmalı a nalizinin temelini, g ü n ü m üz toplum­
larını geçmiştekilerden ayıran temel bir özellik, 'modern çağ ı n ruh u '
ol uşturur. O n a göre bu rasyonalited ir: bu kavra m onun d i n, bürokrasi
ve özelde kapitalizm üzerine araştırmalarının ana temasıdır.

FiKiR
Max Weber'in bürokrasi a raştırması genellikle sosyolojik bir klasik
olarak a l ı n ı r ve o g ünden beri modern organizasyonlar üzerine araş­
tırmaların temeli n i oluşturmuştur. Yüzyı l ı n başında yazan Weber
( 1 864- 1 920), modern sanayi topl u m u n u n temel özell iklerini belirle­
meye ve Batı kapita l izmi n i n temel ruhu ve dinamiğini kavramaya
çal ışır. Bu yüzden, Max Weber'in bir 'ideal tip' olarak klasikleşmiş
bürokrasi analizi gelişmiş sanayi topl u mlarının karakteri ve sosyolojik
araştırma n ı n doğası kon u s u ndaki üç temel görüşünün somut bir
uyg u lamasıd ır.

• Kapita list -ve kom ü nist- sanayi topl u m ları n ı n temel özelliği
olara k rasyonelleşme eğilimi, ya ni mantıklı, rasyonel ve hesa plı
düşü nce, eylem ve planlama biçimlerinin gelişimi. Bürokratik­
leşme sanayileşmiş güce, örgütlü bir topluma doğru bu genel
gelişme eğ i l iminin klasik bir örneğidir. Amerikan sosyolog Ami­
tai Etzioni'nin ( 1 964) ifadesiyle,
Biz organizasyonlar içinde doğmakta, organ izasyonlar içinde
eğitil mekte ve çoğ u m uz hayatımızın büyük bir kıs m ı n ı organi­
zasyonlar için çalışarak geçirmekteyiz. Boş zamanlarımızın ço-
42 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

ğ u nu organ izasyonlara ödeme yaparak, onlar içinde oynayarak


ve dua ederek geçirmekteyiz. Çoğ u m uz bir organizasyon içinde
öl mektedi r ve gömülme za manı geldiğinde bütün bu organi­
zasyonların en büyüğünün -devletin- resmi izn ini al mak zo­
ru ndayız.
• Modern toplumda g ü ç rasyonel bir temele sahiptir -Weber'e
göre, modern topl umun temelini hukuki otorite, insan l a rdan
ziyade yasal a r ve d üzenlemeler tarafından yönetilme, gücün
gelenek veya kişisel karizmadan ziyade rıza ve görevin gerek­
tirdiği otorite a racı lığıyla meşrulaştırılması oluşturur. B ü rokrasi
bu düzen leyici yönetim in, kişisel-olmayan ve tarafsız gücü n bir
örneğ idir. Bürokratlar önyarg ı ve tutkulardan uzak davran ı rlar;
onlar kuralları top l umsal mevkii veya kökenine bakmadan her­
kese aynı şekilde uygula rken, kendileri de daha üst bir otorite­
ye, iktidardaki h ü kü metin temsil ettiği halk iradesine tabilerdir.
G ü n üm üz memurl arı n ı n gücü kendilerine değil, aksine -ister
devlet memuru, ister hakim, ister polis olsun- işgal ettikleri ko­
numlara daya n ır. Onlar, büro içinde emirleri ancak belirli sı n ı rlar
içinde ve sadece astiarına uygularlar. Büro dışında memurlar
hiçbir meşru g ü ce sahip değillerdir. Büro içinde, ideal memur
üstlerinden gelen emir ve ku ralları itaatkar bir biçimde uygula­
ya n inançlı bir hizmetkardır.
• Sosyoloj i k analiz ve karşı laştırma nın temeli olara k ideal tipleri,
yani farklı toplumsal, siyasal ve ekonomik kurumları n temel
özellikleriyle ilişkil i model leri ku l l a nma.

Weber ( 1 948), büro krasiyi, "büyük-çapta idari görevler ve örgütsel


hedeflere u laşmak için, çok sayıda bireyin çal ışması n ı rasyonel bir
biçimde koord ine etmek amacıyla tasa rla nmış h iyerarşik örgütsel bir
yapı" olara k tanı mlar. Ancak Weber, özel, kapita list organ izasyonların
çoğ u n u n bürokratik bir yapıya sahip olduğunu öne sürse bile, bu
dönemdeki analizin in temel adağını kam u kuruluşla rı, özel likle dev­
let bürokrasileri o l uşturur. Weber ideal veya saf bürokratik tipin beş
temel özel liğini belirler:

• Uzma n laşmış bir idari işbölümü. Karmaşık görevler, her biri -


eğitim, maliye ve iskan gibi- özel bir alanda uzmanlaşmış gö�
revl iler tarafından yürütü len parçalara ayrı l m ıştır. Her depart­
manda, her memur açıkça tanımlanmış bir soru m l u l u k alanına
sahipti r.
• Her alt düzey memurun hiyerarşik bir komuta zinciri içinde da­
ha üst düzeydeki memurların kontrol ve gözetimi a ltında oldu-
BÜROKRASi 43

ğu bir görevler hiyerarşisi.


• Bürokrasideki bütün işlem lerin 'tutarlı bir soyut ku ra l fa r siste­
mi'ne tabi olduğu ve 'bu kura l la rı n özel durumla ra uygulanma­
sı'yla sağlanan bir d üzenlemeler yönetimi (Weber, 1 948). Bu ku­
rallar memurla rın eylemlerin i d üzenler ve onların güçlerinin s ı­
n ırlarını kesin olara k çizer. Onlar çalışanlarını sıkı d isipline zorlar
ve merkezi bir deneti mi dayatır, kişisel inisiyatif veya sağduyuya
çok az yer verirler.
Resmi bir kişisellikten-uzaklık her bürokratik eylemin yön lendi­
rici karakteristiğidir. i deal memur görevini, kişilere veya kendi
duygularına a ldırmadan, sadece kura l la ra göre yapar.
Liyakat temel inde göreve ata n ma n ın memurların seçimi ve ter­
fii nd e tek ölçü olması. "Bürokratik yönetim, esas itibariyle, bilgi
temelinde kontrol anlamına gel ir. Bu, özellikle onu rasyonel kı­
lan bir özeffiktir" (Weber, 1 948).

Özel ve resmi gelir ve hayatın birbirinden ayrılması. "Bürokrasi
resmi faal iyetleri özel hayat alanından kesin olara k ayırır" (We­
ber, 1 948).

Weber'e göre, bu özellikler modern bürokratik örgütfenmeyi rüş­


vet, akraba kayırmacılığı ve kişisel iltimasın bol m i ktarda b u lu nduğu
önceki yönetim biçimferinden ayırır. Modern sanayi topl u mları, ister
kapita l ist ister kom ü n ist olsunlar, d üzgün işieyebilmek için oldukça
etkin örgütsel yapılara gerek d uyarlar. Ona göre bürokrasi, kesi n l i kle
insanlara değil kurallara, bir kişisel il işkiler ağına değil bir görevler
hiyerarşisine dayandığı için, en etkili ve teknik bakımdan en üstün
organizasyon biçimidir. Bürokrasi, şekilciliği ve kişisellikten-uzaklığı
arttıkça daha etki l i olacaktır; zira böylece, mevcut görevli lerin yeri ni ­
tamamen olmasa bile- yeni bir memurlar topl uluğu a lacağı için,
sistem önceki gibi işlerneyi s ü rd ürecektir. Fra n k Pa rkin'in ( 1 982) söz­
leriyle,

Weber'in açıklamasına göre, bürokratların davra n ışları öznel


anlamfar ve afgıfarı tarafından değ i l, yönetim aygıtı n ı n iç man­
tığı tarafı ndan şekif fendirilecektir. Kişisel güdü ler ve öznel an­
lamlar, Weber'in 'tipik bü rokrat davranışı' ile Marx'ın 'tipik kapi­
tal ist davra n ışı'ndan daha fazla ilişkili ol mayacaktır.

Weber'in bürokrasi a n a l izinin kaynağı sadece onun rasyonelfeş­


me analizi değ i l, ayn ı zamanda güç ve otorite analizidir. Geçmişte
otorite gelenek veya kişiliğe (karizmaya) daya n ı rken, modern otorite,
Weber'e göre, rasyonelliğe, h ukukun ta rafsız bir irade sergileme
44 SOSYOLOJiDE TEMEL FIKIRLER

gücüne ve uzman bireyler veya görevlileri n üzerinde birleştikleri


kura l la ra dayanır. Weber bü rokrasiyi hukuki otoritenin 'en saf' biçi m i
o l arak görm üş ve o n u n temel özelli klerini o rtaya koyabilmek i ç i n bir
'ideal tip' bürokrasi gel iştirmiştir. Weber bü rokrasiyi en saf ve en etkil i
h u ku ki otorite, yöneti m v e siyasal kontrol biçimi olara k görmüştür,
çünkü o geleneksel organ izasyon biçimleri nden çok daha öngörüle­
bilir, disiplinli ve güvenil irdir.
Weber'in güç ve otoriteye, devlet ve bürokrasiye hayranlığı bir öl­
çüde onun ömür boyu sürd ürdüğü rasyonelleşme araştırmasının, bir
ölçüde babasının mesleği ve zihinsel tutu m u n u n yansımasıdır. Bu
hayra n l ı k aynı ölçüde onun siyasal yönelimi n i n, modern toplumu
yön lendiren ve d üzen leyen güçlü bir u lus-devlete inancının yansı­
madır. O l i beral demokrasiye inan mış, fa kat doğrudan d emokrasiyi
veya halk i radesi düşü nces i n i tamamen reddetmiştir. " i nsanın insan
üzerindeki egemen liğini ortadan kal dırmayı a maçlaya n bütün ideal­
ler 'ütopya'd ır" (Mommsen, 1 974). Robert Michels gibi Weber de
modern siyasal kitle partileri nin kaçı n ı l maz olara k bürokratik oldukla­
rın ı düşünür. O, insanın 'yeni bir kölelik çelik kafesi' içinde insanlığın­
dan uzaklaşacağ ı n ı düşün mesine rağmen, kitlelere güvenmez. Bü­
rokrasi modern topl umda egemenlik sürecin i n bir parçasıdır. Modern
topl u m, m uhtemelen karizmatik l iderlerle bir şeyler yapa bilmenin
dışında, ondan kaçmayı umut bile edemez.

KAVRAMSAL GELiŞiM
G ü n ü müzde hepimiz M a x Weber'in temel özel l ikleri n i ana-hatla rıyla
açıkladığı organizasyonlarla birlikte yaşamakta, hizmetlerinden ya­
ra rlanmakta ve muhtemelen onlarla birl i kte çalışmaktayız. Bürokrasi,
tıpkı kam usal etkililik ve etki nlik kazan maya çalışan kam usal ve özel
ala ndaki tüm organ izasyonlar g ibi, modern top l u m u n te mel bir bo­
yutudu r. Büyük bürokrasilerden bir böl ü m ü kam u sektöründedir
(Kamu H izmeti, Sağl ı k ve Eğitim H izmetleri, Silahlı Kuvvetler ve hatta
Kilise). Ancak halk kitlesinin tüketim ihtiyaçlarını karşıla maya ve kar­
ları n ı yeterince a rtırabilmek için mal iyetleri düşürmeye çalışan özel
sektör bile büyük ölçüde bürokratikleşmiştir. Bürokrasi modern haya­
tın bir gerçeği, ister kapital ist isterse merkezi planlamacı olsun, kitle
top l u m u n u n organ izasyonunda gerekli bir öze l l i ktir. Weber'in ideal­
tip büro kras isi modern bürokrasinin temel özell iklerin i bel i rlemek ve
açıklamak için tasa rla n m ı ştır. B u n u n la beraber, o çoğu kez bir 'ideal'
veya örgütsel etki lilik modeli olara k a l ı n m ı ş ve bu yüzden, gerçek
hayattaki bürokrasilerin Weber'in iddia eder göründüğü kadar etkil i
BÜROKRASi 45

veya demokratik olup o lmakları kon usunda geniş ta rtışmalar yaşan­


mıştır.

Bürokratik etkililik
Weber'in bürokrasinin teknik açıdan en üstün organizasyon biçimi
olduğu iddiasına karşı, birçok yazar bu idea l tipin idari zayıfl ı klarını
vurg u lamıştır. Robert Merton ( 1 957). bürokrasinin 'olu msuz işlev'i
olduğunu düşündüğü -örgütsel hedeflere u laşılmasını bile engel le­
yebilen- öze l l i klerine, bilhassa bürokratların kurallar ve d üzenleme­
lere kölece bağ l ı l ıkları, tutuculukla rı, değişme korkulan, soğuklukla rı,
vatandaşiara karşı resmi tutu mianna işaret eder. Çoğu i nsan 'kırtasi­
yecilik'ten, 'yüz-süz' bürokratla r tarafından d ikkate alınmamaktan
şikayetçidir. B ü rokrasiler yen i koşullara, yeni i n isiyatiflere hızlı ayak
uyd u rabilme yetersizlikleriyle dile d üşmüşlerdir. Bradley ve Wilkie
( 1 974) klasik bir bürokratik felç örneği verir.

Hikaye Kızıl Meydanda Başka n Mikoyan'ı n arabasına ateş eden


bir Sovyet vata ndaşı ta rafı ndan a nlatılır. Kızıl Meydan bu esna­
da güvenlik muhafızlarıyla dolud ur, a ncak onlar emir olmadan
hemen harekete geçmezler, çünkü suikast g i rişiminin Miko­
yan'dan daha üst düzeyde bir otorite ta rafı ndan onayian madı­
ğından emin olamazlar. Muhafızla r, suçl uyu vurmak için en üst
kademeden 'izi n kağıdı' gelinceye kadar fiilen felç olmuşlard ır.

Peter Blau ( 1 963). federal polis bürosu ve Amerikan istihdam bü­


rosu araştırmalarında, çalışanlar ta rafı nda n benimsenen informel
tekni klerin resmi yönetmeliktekilerden nasıl çok daha etkil i old ukla­
rını gösterd i . Michel Crozier ( 1 964), çalışanların kuralları çoğu kez
nasıl göz a rd ı ettikleri ve esnetti kleri ni, onlara nasıl sadece sözde
destek verd i klerini, ancak uygulamada, olaylarla ilgili üstlerinin kesin
olara k bil medikleri mal umatla rı nasıl i n kar ettikleri veya çarpıttıklarını
göstererek, bu a nal izi daha d a derinleştirdi. Kıdemli yöneticiler kont­
rol ü yeniden sağlama g i rişimlerinde daha çok kural yaratır, a ncak
bunu yaparken de sadece verimsizl ik ve yanlış bilgilend irmeyi yeni­
den üretirler.
Alvin Gould ner'in madenciler araştırması ( 1 954) ile Burns ve Stal­
ker'in elektronik firmaları üzerine araştırması ( 1 966). bürokratik ör­
gütlenme sisteminin koşullar büyük ölçüde istikrarlı ve öngörülebilir
olduğunda ideal olmasına rağmen, daha değişken ve öngörü lemez
d u rumlarda çok daha 'organ ik' bir yapıya gerek olduğunu gösterdi.
Bürokratik yapılar maden işinin veya sürekli değişen yeni teknolojiler
46 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

ve yeni piyasa koş u l larının yaratacağı tehl i kelere karşı h ızlı karşı l ı k
verebil mede pratik değil lerd i r.

Demokratik hesap verebilme


Weber, bürokrasinin teknik üstünlüklerini överken memur sınıfı nın
gücünün farkı ndadır, bu kurumsallaşm ış gücü n sadece çalışanlarını
köleleştirmekle kalmayıp, bizzat demokrasi için d e bir tehlike oluş­
turduğunun çok iyi farkı ndadır. O bireysel i n isiyatif ve yaratıcılığı
baskı altına alan, bir çelik kurallar ve d üzen lemeler kafesine tıkı l m ış,
yukarıdan gelen emi rlere mecburen uyan 'ruhsuz uzmanlar' yaratan
hiyerarşik kontrol tehl ikesini önceden görm üştür. Ayn ı şekilde, We­
ber, modern demokrasilerin veri m l i bir biçimde işieyecek bürokrasi­
lere ihtiyaç duyarken, içkin bir tehlikenin, ka m u görevlisinin seçil miş
efendisinin gücüne u laşması teh l i kesi nin varl ığ ın ı kab u l etmiştir:
"Siyasal efendi her zaman kendini eğitimli bir memur karştsmda,
uzman karşısında a matör bir kon u mda bulur." Kendi uzman l ı k bilgi­
leri, sırları ve geleneksel anonimli kleri ile, kam u görevlileri sorumsuz
bir güce sahiplerd i r. Onlar her zaman bürodadırlar; politikacılar ise
sadece gelir ve giderler. Weber bu ikilemi çözecek anahtarın ka m u
görevlisinin Parlamento tarafından kontro l ü v e d üzen li hesap ver­
mesi olduğunu düşünüyord u . Başka yazarlar, özell ikle oligarşinin tunç
yasast tezinin sahibi Robert Michels bu kon uda fazla iyimser değildi.
Modern yönetim üzerine birçok farkl ı a raştırma memurların sah ip
old ukları gücü ortaya ç ı ka rttı: örneğ in çoğunda i ngiliz Kam u H izme­
tinin bir 'yönetici sınıf' biçimi olduğu öne sürü l müştür (Brian Sedge­
more, Tony Benn, Crowther-Hunt Raporu 1 980). Memurların Bakanla­
rı kontrol etmekte kullandıkları fa rkl ı tekn ikler Crossman Günlükle­
ri'nde ( 1 977) ve 'Emret Baka n ı m' ve 'Em ret Başbaka n ı m' televizyon
dizilerinde hoş ayrı ntı larıyla verilmektedir.
Marksist yazarlar daha da i leri giderek, kapitalist devletin tama­
m ı n ı n -Parla mento, h ükü met ve kam u hizmetleri bileşim inin- bir
sınıfsal kontrol a racı, Lenin'in sözleriyle, "bir s ı n ıfın başka bir sın ıfı
baskı a ltına a l ma orga nı" olduğunu öne sürerler. Marx, Engels ve
Lenin esasen devlet bürokrasileriyle ilg ilenseler de, H arry Braverman
gibi günü müz Marksistlerine göre, tüm bürokratik yapılar, ister ka m u
ister özel olsun, özü nde burjuvazinin proletaryayı yeri nde kontrolü­
nü sağlayan denetim sisteml eridir. Tekn ik veri mlilik iddiaları sadece
bu baskı ve sömü rüyü meşrulaştırmakta kul lanılan ideoloj i k mitlerd i r.
i ronik olarak, bürokratik merkezi planlama ve denetim modeli,
vantuzlarını her köşeye uzatarak, parti bürokratlarının ve bürokratik
BÜROKRASi 47

zi hniyetin hakim olduğu bir topl u m yaratarak, ko m ü n ist toplumlarda


doruğuna çıkmıştır. Alfred Mayer'e ( 1 965) göre, "SSCB, en iyi şekilde,
büyük, kompleks bir bürokrasi olarak anlaşıl ır". Milovan Djilas ( 1 957)
daha da ileri g ider ve Kom ü n ist Parti bürokratlarının güçleri ve ayrı­
calıklarını kitleleri söm ü rmek ve ken d i çıka rları ve oligarşik yönetim­
lerini geliştirmek için ku l l a n d ı kları n ı öne sürer. Mao-Çe-Tu ng'un Kü l­
tür Devrimi sırasında Çin'in her şeye müdahale eden idari yapısını n
kontrolünü kitlelere bırakarak "gücü insa n l a ra verme" g i rişimi ölü­
müne kadar bazı geçici başarılar sağlam ıştır. Gorbaçov'un g/astnostu,
Rusya imparatorl uğunun bürokratik h a ntallığını giderme heyecanıy­
la daha sürekli başarılar kaza nmıştır.
Nitekim gerçekte, bü rokrasi Weber'in tasvir ettiği türden etkin
planlama ve demokratik örgütlenme model inden çok uzak olduğu­
nu kan ıtlamıştır. Daha ziyade, Weber'in en kötü end işeleri, toplumun
örgütlenmesin i n daha bürokratik nitelik kazan ması ihti mali gerçek­
leşmiş görünmekted ir. Fra n k Pa rkin'in ( 1 982) vurguladığı g ibi, "iler­
lemekte olan proletarya diktatörl üğü değil, a ksine memurlar dikta­
törl üğüd ür". Weber'in korktuğu g i bi, bürokratik d üzen ve rutin düş­
künlüğü bireysel inisiyatifi bastırma eği l i mi gösterir ve Gorbaçov'dan
Thatcher'a kadar, hem kapitalist hem de d iğer bütün modern hükü­
metlerin a rtık gün ümüzde bürokrasinin gücünü kırma, serbest giri­
şimcil i k ve bireysel özgürlük ru hunu serbest kılma g i rişimleri nde
bulunmaları ilginçtir. Weber'in i nsani duygular tarafından lekelen­
memiş ideal bürokratı gerçekte zihinsiz bir robottan daha değersiz
bir şey o larak ortaya çıkacaktır. Bu yüzden, toplumsal eylem, bireyci­
lik ve öznelliği (verstehen'i) sosyolojik analizinde öne çıkartan Weber
gibi bir sosyal teorisyenin, toplu msal davra n ışın bu hayati u nsurların ı
tama men ortadan kaldıracak bir ideal-tip ü retmesi bir ölçüde ironik­
tir. Bir ideal bürokrasi tipi ortaya koyan Weber, kendi topl umsal ey­
lem teorisine rağmen, ne ideal bürokratın psikolojisini, ne de bürok­
rasiler içindeki bireylerin onun kura l la rı ve d üzenlemelerine uyarak
veya direnerek nasıl davrandıklarını ortaya koyar; a ncak aslında bü­
yük eleştirilere ve korkuya yol açan şey büyük bürokrasilerdeki gö­
revlilerin davra n ışlarıdı r. Bürokrasi nasıl insancıl veya d uyarlı hale
getirebi l i r ve onları nasıl toplu m u n efendileri değil hizmetkarları
kılabiliriz?
Gerçekte Weber bu zayıfl ı kların çok iyi fa rkı ndad ı r. Bu başarısızl ı k­
larının farkı nda o l masına rağmen, bürokrasiyi o l u m l u bir biçimde
tasvir eder.
Salt teknik bir bakış açısından, bir bürokrasi en üst etkililik dere­
cesine ulaşabilir ve bu anlamda resmi olarak insanlar üzerinde
48 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

otorite uygulayan bilinen en rasyonel araçtır. O kesinlik, istikrar,


disiplininin sıkılığı ve güvenilirliği bakımından başka orga nizas­
yon biçimlerinden üstündür. Bu yüzden o, organizasyonun ba­
şındakilerin ve onunla i lişki içinde çal ışanların sonuçları özellikle
en üst düzeyde hesaplamalarını mümkün kılar. Son olarak, o,
hem yoğun etkililik hem de işlemlerinin kapsamı bakımından üs­
tündür ve biçimsel olarak her tür idari göreve uygulanabi lir (We­
ber, 1 968, 223).
Aslı nda Weber bürokrasiyi o l u m l u bir biçimde ve en üst organ i­
zasyon biçimi olara k tasvir etse bile, aynı ölçüde o n u büyü­
bozu m u n u n rasyonel somut bir örneği olara k görür ve bürokratik bir
topl umda bireysel özgürlüğün o rtadan ka l kmasından korkar: "Bürok­
ratikleşme tutkusu bizi u mutsuzluğa itmektedir". Weber "geleceğin
bürokratikleşmeye ait olduğu"nu düşünür ve bu onu korkutan bir
gelecektir ve Marx'ın öngördüğü sosyal ist ütopyada bile hiçbir alter­
natif görmez. Gerçekte o, haklı olarak, sosyalizmin daha bü rokratik
bir toplum o lacağını görmüştür, çünkü sosyal ist top l u m u n liderleri
bürokratlar o l u rken, sosya l ist topl umlar m erkezi planlamacı bir top­
lum olacaklard ı r. Aksine, kapita l ist topl u m l a rda işada m ları, hatta
pol itikacılar meslek bakı m ı ndan bürokratlar değ i l lerd i r ve rekabetçi
piyasa güçleri en azından i nisiyatif ve g irişimciliği teşvik eder. Bu
yüzden Weber'in tercihi ve u m udu, kapita l izmin bireysel özgürlük ve
yaratıcı l iderl i k için daha iyi bir gelecek sun ması d ı r. Fakat Weber'e
göre, n i h ayetinde bürokrasi hem acımasızca ilerleyecek ve hakimiye­
tini kuracak hem de her yere yayılacaktır -onun gücünü dengeleye­
cek tek u m ut, tek kaynak vizyon sahibi ve karizmatik l iderlerin ortaya
çıkışı ve belirli mesleklerin üyelerinin (ente l lektüeller, bilim insanları
ve siyasetçilerin) gücü ve bağımsızl ığıdır, a ncak onlar bile bürokratik­
leşmenin ezici gücü karşıs ında zayıf bir umudu temsil ederler; hatta
onlar da top l u m u n d iğer kesimleri gibi rasyonelleşmeye, bürokrasi­
nin gücüne ta bidirler. Weber 'düşüncesiz' bürokrasi hakkındaki korku
ve kaygı la rını şöyle ifade eder:
Çok daha korkunç olan, dünyanın küçük bir göreve sıkıca yapışan
ve biraz daha büyüğünü elde etmek için mücadele eden bir çar­
kı n dişlileriyle dolması. . . [Yan i], sanki bizim bilincinde ve istekli
olarak, düzene ihtiyaç duyan ve düzenden başkasına gerek d uy­
mayan ve bir an için bu düzenin sarsılması ihtimali karşısında si­
nirli ve korkak hale gelen insanlara dönüştüğüm üze inanmam ız­
dır (Mitzman, 1 969: 1 77-1 78).
Sonuçta, Weber'in gelecek tasavvuru oldukça kötümser, hatta
kaderı;:idir. O, bi reye ve karizmaya inancına rağ men, bürokratikleş-
BÜROKRASi 49

meyi kaçınılmaz, kitleleri edi l g in ve sonuçları baskıcı olara k resmeder.


Onun Protestan Ahlakı üzerine a raştı rmasında çizdiği yaratıcılık ve
girişimcilik ruhu, şiddetle ihtiyaç d uyulan toplumsal eylem yaklaşımı
'Çelik Kafes' içinde kaybolur görünür. Geleceğin toplu mu, Weber'e
göre, bizzat bürokrasiler gibi ruhsuz ve i nançları n ı yitirmiş bir topl um
gibi görünmektedir.
Weber'in çalışmalarında rasyonelleşmenin gücü ile bireyin özgü r­
lüğü arasında, gelişmiş sanayi topl umların ı n yaratıcılık ve g i rişimcili­
ğe ihtiyacı ile devlet ve bürokrasinin yurtta şları üzerindeki ezici gücü
arasında temel bir geril im vardır. Weber rasyonelleşmen in gücüne
inancı n ı yitirmiştir ve karizmatik liderlerin kitleleri kitle demokrasisi­
nin uyuşu klu klarından uyandırmalarını ve on ları eyleme geçirmeleri­
ni arzu eder, ancak o yine de, l i derlerinin güdüleri ve karizmaları ne
ol ursa olsun, sosyalizm ve milliyetçilik gibi ha reketleri eleştirmeyi
sürdü rür.
Bunlara rağmen, çoğu modern yazar daha az kötümserdir. Yirmi­
birinci yüzyıla girerken bürokrasi daha az kaçınılmaz ve daha az güç­
lü görünmektedir. Ona karşı çıkılabilir ve hareketleri sınırlandırı labil ir.
Örneğ in, Ray ve Reed ( 1 994), günümüzde i nsanların bürokrasinin ve
hatta devletin otoritesi ve meşru luğunu kab u l etme konusu nda daha
az istekli oldu klarına ve demokratik -ve anti demokratik- kitle pro­
testolarının ve modern seçim lerin insanlara bir ölçüde güç sağladığı­
na ina n ı r. Modern yazarlar bürokratik organizasyon ların sanayi-ötesi
topl u mda artık egemen form olmadığ ını düşünürler. Aksine, modern
organizasyonlar çok daha esnektir ve merkezi olmaktan daha uzaktır,
onlar çal ışana veya eki be daha fazla güç ve otorite ta n ı rlar.
Yine de, zayıf noktaları her ne olursa olsun, Weber'in ideal bürok­
rasi modeli hem modern organ izasyonlar ve hükü metleri hem de
gelişmiş sanayi topl umlarının ruhunu anlamam ıza önem l i katkı larda
bulunmuştur.

AYRlCA BAKINIZ
• OLiGARŞiNiN TUNÇ YASASI
• SÖYLEM -post-modern modern devlet gücü anlayışı için

OKUMA ÖNERiLERi
MACRAE, D. ( 1 974), Weber, Fontana
PAMPEL, F.C. (2000), 'Max Weber and the Spread of Rationality', Ch. 3, Pam­
pel, F.C., Sociologica/ /deas and Lives: An Introduction to the Classical Theo-
so SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

rists, Macmillan, Basingstoke


PARKi N, F. (1 982), Max Weber, Tavistock -Weber'in hayatı ve çalışmasıyla
ilgili kısa ancak oku n maya değer görüşler.

iLERi OKUMA ÖN ERiLERi


ETZIONI, A. (1 964), Modem Organizations, Prentice-Hall
KELLNER, P. AND CROWTHER-HUNT, LORD. ( 1 980), The Civil Servants: An
lnquiry into Britain's Ruling Class, MacDonald, London
PONTING, C. ( 1 986), Whiteha/1: Tragedy and Farce. The Inside Story of How
Whitehall Rea/ly Works, S ph ere Books
SCAFF, LA. (1 998), 'Max Weber', Ch. 2, Stones, R. (ed.) Key Sociological Thin­
kers, Macmillan, Basingstoke

SINAV SORULARI
1 . "Modern dü nyadaki bütün kuru m lar g iderek daha fazla bürokratik­
leşmektedir." Tartışınız. (Ca m bridge Yerel Sınavlar Komisyonu, Hazi­
ran 1 987)
2. '"Ö rgütler üzerine sonraki araştırmaların çoğu Weber'le bir tartışma
olarak görülebilir. Ö rgütsel araştırmalar yapanlar onun görüşlerini ra­
fine etmiş, açmış ve eleştirmişlerdir." (Haralambos: Sociology, T hemes
and Perspectives). Bu araştırmalardan bir örnek seçiniz ve örgütleri
anlamamıza katkılarını değerlendiriniz. (AEB, Haziran 1 982)
3. "Bürokrasinin en verim l i örgütlenme biçimi olduğuna dair çok az
örnek vardır." Tartışınız. (Oxford Sınav Komisyonu, Mayıs 1 986)
4. Bürokratik örg ütlenmeler verimliyseler, sınai bir çatışmada bir silah
olara k "kuralı nasıl işletebiliriz?" (Cambridge Yerel Sınavlar Komisyo­
nu, Haziran 1 986)
5. "Organ i k örgütsel sistemler yenil ikçi yüksek teknoloj i l i firmalarda
verim l i olabilir; onların büyük-ölçekli imalat sanayinde verim l i olmala­
rı m ü m kün değildir." Tartışın ız. (Oxford Sınav Komisyonu, Mayıs 1 986)
6. i nformel toplu msal süreçlerin örgütlerin veri m l i l i klerini etkileme
derecesini değerlend irin iz. (AEB, Kasım 1 989)

Çeviri: Ümit Tatlıcan


Formel Sosyoloji
Georg Simmel

Georg Simmel ( 1 858-1 9 1 8) Berl in'de Musevi bir işadamının oğlu


olarak d ünyaya geldi. Berlin Ü niversitesi'nde o kudu ve felsefe, tarih,
psikoloji ve i talyanca eğitimi aldı. Özel bir hami tarafından destekle­
nen Simmel, daha sonra Berlin Ü n iversitesi'nde "privat dozent" oldu.
Önceleri fel sefe ve etik dersleri verirken, daha sonra yeni bir bilim
olan sosyoloji alanında dersler başlattı. Akademik ü n ü hızla a rtan
Simmel, Max Weber ve Edmund Husserl gibi çağdaşları n ı n destekle­
rine rağmen, 1 9 1 4'e kadar profesör ya pılmadı, fakat daha sonra,
Strausbourg Ü niversitesi'ne sosyoloji değil, felsefe profesörü olara k
atandı. 1 9 1 O 'da M a x Weber'le birlikte Alman Sosyoloji Derneği'ni
kurdu, ancak kısa bir süre sonra i nzivaya çekildi.
Simmel öncü modern sosyolojiye katkıda bulunmuş ve George
Lukacs, Talcott Parsons ve Robert Merton gibi önde gelen düşünürle­
ri etkilemiştir. Yirm ibeş kitap ve yüzlerce makale ve inceleme yazısı
yayınlamasına rağmen, çalışmalarının çok çeşitl iliği ve usta l ığı, katkı­
sının ihmaline veya yeterince değerlendirilmemesine yol açmıştır.

Belli başlı çalışma ları:

• Tarih Felsefesinin Problemleri ( 1 892)


• Georg Simme/'in Sosyo/ojisi ( 1 950)
• Çattşma ve Grup ilişkileri Ağt (1 955)

FiKiR
Formel sosyoloji fikri veya sosyolojiyi daha anal itik, bilimsel ve ma­
temati kçiler ve dilbil imcilerinkine benzer biçimde akademi k açıdan
daha formel kılma düşüncesi A l man filozof Georg Simmel'in yazıları-
sı SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

na kadar götürü lebilir. Asl ında o Marx ve Weber gibi sosyolojideki


çağdaş 'devler'in gölgesinde kalsa bile, yakın za manlarda haklı olarak
sosyolojinin ku rucu babal a rı ndan biri o l a rak ilan edilmiştir. S i m mel,
makro düzeyde çalışma eğiliminde olan işlevselcilik ve Marksizm'de
olduğu g i bi, büyük boy topl umsal d üzen ve değişme teori leri geliş­
tirmeye çalışan gele neksel sosyolojinin aksine, d uyg u ları, ru hu, gün­
delik hayat ve ilişkilerin ayrıntı larını yaka layan b i r 'saf' sosyoloji, ger­
çekl iği sosyolojik hayatın temel 'biç im'i ve içeriğ ine göre yoru mlaya­
bilecek bir bilgi sosyol ojisi oluşturmaya çalışır. S i m mel'in sosyoloj isi,
kendi döneminin diğer önde gelen sosyologları n ı n kinin a ksine, ol­
d u kça bireyselci, ayrıntı l ı ve felsefidir. Onu temel ilgi odağı modern
kitle topl umunda hayatta ka lma m ücadelesi veren ve kendini mo­
dern bürokrasi, maddiyatç ı l ı k, kentleşme ve teknolojinin 'çelik kafes'i
içinde ifade etmeye çalışan bireyd i. S i m mel, özel likle, "bir metropolis,
bir d ü nya kenti ve modern ruhun cisi mleş mesi" (Simmel, 1 97 1 ) olan
savaş-öncesi Berl i n'den, çoğu insanın birer ya bancı olduğu bir kent­
teki toplumsal hayat ve etkinlik keşmekeşinden büyülenmiş ve kor­
kuya ka pılm ıştır.
Simmel'in -Weber ve Marx gibi çağdaşları n ı n büyük boy şemala­
rıyla temel bir zıtl ı k içind eki- sosyolojik yaklaşımı, "toplu m u n sadece
d iğer insanlarla i l işkiler içindeki bireylerin zihinlerinde va r olduğu"
(Pampel, 2000: 1 37) düşü ncesine dayan ıyordu . G ruplar ve topl umlar
bireylerin üstünde ve onlardan bağ ımsız olarak yer almazl a r; onlar
sadece bireyler 'üzerinde birleştikleri' amaçlar doğrultusunda birl ikte
hareket ettiklerinde varo l urlar. Bu yüzden o, esasen, sosyal etki leşim
ve i l işkil ere, gündelik topl umsal hayatın -sosyal sistemi meydana
getiren büyük topl umsal kuru mların temel i n i o l u şturan- i nce ayrıntı­
larına ve bireylerin topl umsal etkinliği yorum l a ma ve yeniden yo­
rumlama biçimlerine odaklan ır.
Sosyolojinin rol ü, Sim mel'e göre, yaygın toplumsal etki leşim bi­
çimlerini anlamak ve topl u msal hayat ve d üzenin biçim ve içeriğini,
tı pkı gramerci lerin dilin biçim ve yapılarını ve matemati kçilerin fizik­
sel nesnelerin biçim ve kal ı bını açıklad ıkianna benzer biçimde açık­
la maktır.
Georg Simmel'in sosyolojik analiz ya klaş ı m ı, onun birleşik ve kap­
samlı bir sosyal teori kurma girişimi formel sosyo/oji olara k bilinir.
Diğer ku rucu baba l a r gibi o da sosyolojiyi bağ ı msız akademik bir
disiplin, hatta bir bilim haline geti rmeye ça l ışır. Ancak Si mmel'in
analizi, Comte ve diğerlerinin pozitivist yaklaşımlarının aksi ne, sosyal
etkileşim ve bireysel yoru m kadar insan davra n ışının genel yasaları­
nın keşfi ne de oda klan m ıştır.
FORMEL SOSYOLOJi 53

Simmel'in analizi üç temel tespitle başlar:

1 . Bireyler benci l l i kten paylaşmaya kadar birçok farkl ı güdünün


etkisi altındadır ve bu tür fenomenlerin a raştırılması psikoloji­
nin konusudur.
2. Birey kendisini sadece kend ine refera nsla değ il, d iğerlerine gö­
re de açıklar. Gruplar, onların karşılıklı i lişkileri ve iç dinami kleri­
nin a raştırılması sosyal psikolojinin konusudur.
3. i nsanların etkinlikleri aile, okul ve kilise gibi sosyal ya pılar içinde
veya taklit, rekabet ve toplu msal h iyerarşi gibi genel davranış
biçimleri temeli nde, bel irli formlar içinde gel işir. Simmel'e göre,
topl u msal formların a raşt ı rılması sosyolojinin konusunu oluştu­
rur.

Sim mel ayrıca sosyal hayatı n biçimi ve içeriği a rasında bir ayrı m
ya par. Sosyal etki leşim biçimleri toplumsal hayatın, o l d u kça farklı
durumlarda gözlenebi len (devlet, send ika veya aile gibi) sabit, ka l ı p­
laşmış ya nlarını a nlatırken, içeriği sosyal etkileşimi n, belirli bir d u rum­
la ilgili bireylerin çıkarlar ve istekleri gibi farkl ı yanları n ı a n l atır. For­
mel sosyolojinin a macı sosyal etki leşim biçimleri n i toplu msal bağ­
lamla rından soyutlayarak a n a l iz etmek ve böylece bağlamdaki
önem l i değişikl iklere rağmen, fa rkl ı topl umsal organizasyon biçimle­
rinde ortaya çıkan düzen lilikleri betimleyebilecek sosyolojik yasa l a rı
bulmaktır. Dolayısıyla örneği n, oldukça farklı sosyal ve tarihsel bağ­
larnlara rağ men, onsekizinci yüzyıl i ngi lteresi'ndeki bir zanaatkar ve
bir lord a rasındaki i l işki yirminci yüzyıl Amerikası ndaki bir köylüyle
toprak sahibi a rası ndaki i l işki özünde benzerdir, ya n i patronaj ilişkisi­
d ir.

Sim mel'in sosyolojik yaklaşımı bu yüzden dört d üzeyde işler:


• toplumsal hayatı n psikolojik bileşenlerin i n ol uşturduğu mi kro-
evren;
• kişiler-arası i l işkilerin oluştu rduğu sosyolojik bileşenler;
• modern çağ ı n sosyal ve kültürel ru h u n u n oluşturduğu ya pı;
• modern hayatın metafizik i l keleri

Simmel bu analizi ş u örneklerle genişletir:

Geometrik analojiler
Çoğu benzetmelerinde geometriyi bir temel o l a ra k kullanan Sim­
mel'e göre, örneğ in sosyal d urumlar, doğaları ve tü rleri bakım ı ndan,
ilgili i nsanların sayısına göre değişirler. i ki veya daha fazla insa n ı
54 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

içeren bir sosyal d u ru m yüzl erce insanı içerenden kökten farkl ıdır.
Ayn ı şekilde, i ki veya üç i nsanı içeren bir sosyal d u ru m iki veya üç
m i l let a rasındaki durumla biçim ve ilişki ba kım ından özü nde aynıdır.
Sayı sadece grup organ izasyo n u n u n belirleyicisi olmakla kalmaz,
aynı za manda toplu msal çatışma olası lığı ve biçimini de etkiler -
örneğ in on-onbeş kişi a rası ndaki siyasal bir tartışmayı ka laba l ı k bir
insan kitlesiyle karşılaştırın. Bir kişi yal n ızlık içinde yaşarken ve bir çift
oldukça mahrem, eşit ve derin il işkiler geliştirebilirken; üç kişi d iğer
ikisinin üçüncü kişiye karşı birleşmesine yol açabilen yen i bölün meler
yarata bilir. Evl i l i k sayı n ı n e n mahrem i lişkilerin bile doğasını kökten
değiştirme biçim inin klasik bir örneğ idir. Tekeşl i l i kte evl i bir çift sa­
dece birbirin i d i kkate almak zoru ndadır ve böylece onlar genellikle
birbirlerine oldukça ya kınla rdır, ta ki bu ikili i l işkiyi kökten değiştiren
üçü ncü bir kişi, i l k çocukları gelene kadar. Benzer şekilde, çokeşlilik
tekeşl i l i k gibi bir evl ilik biçimi olsa bile, onların içerikleri, il işkileri
tamamen farkl ıdır. Simmel, özellikle üçlü formla veya üçüncü kişinin,
i ki birey, iki grup veya iki ü l ke arası ndaki bir ilişkiyi fa rkl ı roller (m ütte­
fik, bilirkişi veya a lçak rolü) oynayarak önemli ölçüde değiştirebilme
biçimiyle ilgilenm iştir.
Bütün bu rakamsal analizin temel amacı, Sim mel'in özel ve nispe­
ten özerk formların toplumsal bağlamdan bağı msız olarak varolduk­
larını; sosyal veya tarihsel d u ru m ne o l u rsa olsun, insa n l a r, g ruplar
veya m i lletler üçlüsünün benzer davra n ış tipleri ürettikleri ni göster­
mektir. Bu nedenle Simmel, bir a nlamda, bir top l u msal formlar geo­
metrisi olara k düşünü lebilecek bir formel sosyoloji önerir.

Sosyal tipler
Simmel, bel irl i sosyal tipierin tarih boyunca ve birçok fa rklı sosyal
d u ru mda oluşma ve yeniden-oluşma, a ncak yine de özü nde ayn ı
formu temsil etme ve aynı tepkiyi yaratma biçimine ışık tutmuştur.
Ya bancı ve serüvenci, ister kabile Afrikası'nda isterse Modern Avru­
pa'da olsun, büyük ölçüde aynı şekilde etiketlenen ve tepki verilen
bu türden iki tiptir.
Bu yüzden Simmel, çatışma, farklılaşma ve güç gibi anahtar kav­
ramları toplumsal bağlamlarından soyutlayarak, o n ları tıpkı bileşikleri
analiz eden bir kimyacı veya atomları ana liz eden bir fizikçi gibi, bi­
l imsel olara k a n a l ize çalışm ı ştır. O, sosyal içeriğin sosyolojik yorum
için temel önemde olduğunu, a ncak sosyoloji bilimi kuru lacaksa,
biçim ve içerik arasında açık bir ayrım ı n her zaman sürdürülmesi
gerektiğini vu rgular. Bireysel güdüler, tutkular, d uygular ve h ırslar
FORMEL SOSYOLOJi 55

hayati önemde olsa lar bi le, sadece özel ilişkiler ağı, özel formlar için­
de somutlaşır, madd ileşi rler. Bizzat gü ndel i k hayat -çal ışma, yemek,
sosyal etki n l i kler g i bi- bir topl umsal fo rmla r silsilesini içerir. Formdan
yoks u n hiçbir toplum yoktu r. Simmel'in ifadesiyle, "Bilinen her top­
l umda bizi bir arada tutan, yani sosya l leştiren birçok fa rkl ı form var­
dır ... h içbir formu n olmadığı düşünüldüğünde top l u m varolma­
yacaktır" (Frisby, 1 984). Sosyoloji, bu yüzden, toplumsal formları,
onların sadece topl u m u oluşturmakla kalmayıp, bizzat toplum olduk­
larını anlamak için, soyutlayarak a na liz eden bilimdir.
Bil imsel soyutlamaya bu vurgu, yine de Sim mel'i toplu m u şeyleş­
tirmeye, onu üyelerinin üzerinde ve ötesinde bir 'form' olarak gör­
meye itmez. Daha ziyade, toplum i nsa n ürü n ü bir yaratıdır, çünkü "o
sadece birçok birey etkileşi rnde b u l u nduğunda varolu r".
'Topl um eğer sadece . . . somut gerçeklikler olan bir bireyler toplu­
luğu ise, bireyler ve davranışları bilimin gerçek nesnesini oluştu­
rur ve toplum kavramı buharlaşır... Açıkça var olan şey asl ında sa­
dece tek tek insanlar ve onların koşulları ve etkinlikleridir: Bu yüz­
den, görev sadece onları anlamak olabilir, oysa toplumun -
sadece ideal bir sentezle ortaya konabii en ve asla kavranamayan­
özü fikri gerçekliğin araştırılmasına yönelen bir düşünme nesne­
sini biçimlend irmemelidir" (Frisby, 1 984).
Bundan dolayı, Simmel'in formel sosyolojisi, toplumsal hayatın
hem biçimi hem de içeriğini açıklayacak bir temel olarak, felsefi ana­
l iz ve sosyal psikolojiyi birleştirme çabasıdır. lmmanuel Kant'ın bilgi
felsefesini ku llanan Sim mel'in biçimler düşü ncesi, bilg i n in basitçe
somut ve nesnel bir dış gerçekliği n gözlenmesi ve s ı n ıfland ırılmasına
daya n madığını, daha ziyade toplu m u n, bireyler ve g rupların -sosyal
eylem ve sosyal hayatın biçimleri veya kategorileriyle il intili ortak ve
üzerinde birleşilen bir kavra msal çerçeve gel iştirmek a macıyla- yo­
rumla maya ve a n la maya çalıştıkları öznel bir deneyim olduğu fikrine
daya nı r. Aile ve hukuk gibi toplumsal kuru mlar, sevgi ve ya bancı laş­
ma gibi kavramlar i nsanların onlara yükledi kleri a n l a mlardan bağ ım­
sız olara k varol mazlar. Bu yüzden, belirli bir kü ltür veya çevrede ya­
şayan birey g ruplarının gündelik hayatları ve toplu msal etkileşimle­
rinden bağımsız top l u m diye bir şey yoktur.
Biçim/form kavramı, Simmel'in, kurumlar ve toplumsal süreçleri
nesnel bir biçimde analiz ederken aktif insan özne düşüncesini
alıkoyması n ı sağlamıştır... Form lar olmadan toplum olmaz. Sade­
ce Simmel'in 'büyük formlar' olarak adlandırd ığı şey sayesinde in­
san toplumunun kompleks gerçekliği anlaşılabilir (Swinglewood,
2000: 84)
56 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

KAVRAMSAL GELiŞiM
Georg Simmel, formel sosyolojisi nedeniyle, sosyal psikoloji v e sem­
bol ik etkileşi meilikle ya kından i lişkilid i r. S immel, küçük grup dinam ik­
leri ve il işkileri konusundaki çalışmalarla büyük ölçüde özdeşleştiril­
miştir. Sosyal il işkilerin ayrıntıl arı ve karmaşık yanlarını deneme tü­
ründen yazı larla ya kalama yeteneği çal ışmaları n ı n temel bir karakte­
ristiği olsa da, S i m mel, sosyal yapı, sosyal fa rklılaşma, d i n, para ve
sosyolojinin doğası hakkında da kapsamlı olara k yazmıştır. Onun
sosyolojiye katkısı psikoloj i k olduğu kadar felsefidir. Simmel formel
sosyolojiyi, kendi sosyoloj i k analizinin temeli olarak, sosyoloj i n in bir
bilim olma iddiasına destek olma aracı ve onu diğer sosyal bilimler­
den ayıran bir araç olara k kullanır. Ancak Simmel bu anlayışı toplumu
genel d üzeyde a n a l iz edebilecek geniş kapsamlı ve sistematik bir
sosyolojik kurama dönüştürememiştir. G erçekte 1 9 1 3'te onun sosyo­
lojiye i lgisi aza l mıştı. Onun çalışmalarını yeniden canlandırmaya,
rafin e etme ve geliştirmeye yönelik daha sonraki g irişi mler fazla ba­
şarı l ı olamamıştır, bunlardan e n kayda değer olanı Leopold von Wie­
se'ın g irişi m idir. Simmel'in görüşleri n i n bölük pörçük, dağ ınık ve
birbirinden kopuk yapısı, empirik ka nıtlardan çok i mgeler kullanması,
maka leleri n i n üsiCıbu, çalışmalarını oldukça kişisel ve neredeyse tek­
ran olana ksız kılmıştır. Sosyolojinin -devlet, sınıf, refah gibi- daha
makro sorunlarından ziyade, gündelik hayatın i nce ayrıntılarına,
sosyal i lişkilerin mahrem ya n la rına odaklanma yeteneği, onun hem
güçlü hem de zayıf yanı, modern sosyoloji üzerindeki etkisinin hem
sınırlı hem de dalaylı olmasının nedenidir. Sosyal analizinin -kadın
hakları ndan modern Metropole, Goethe'den Rambrandt'a kadar
yayılan- zenginliği ve çeşitliliği ve sürekl ilikten uzak görüşleri, Sim­
mel'in okuyucularını çoğu kez ayd ı n l attığı kadar engellemiştir.
Her zaman diğer öncüler üzerinde Simmel'e uygun bir köşe sağ­
layan şey çalışmasının mikro-sosyolojik karakteridir. O insan ilişki­
sinin küçük ve mahrem unsurlarını küçümsemez, ne de insanlara,
somut bireylere kendi kurumlar analizinde öncelik tanımaktan
vazgeçer (Nisbet, 1 966: 480).
Georg Si mmel'in yaklaşımı oldukça özg ün ve bireyseldir, bu yak­
laşım 1 960'1ara dek modern sosyolojide baskın ve yönlendirici ko­
numda olan Comte, Spencer ve Durkheim'in pozitivist perspektifine
açık bir alternatiftir. Pek çok i nceleme yazısında hakkında yorumlar
yapılan Simmel'in çalışma ları tekrar okumayı, ca nlandırılmayı ve
yeniden değerlendirilmeyi hak etmektedir. Bryan Turner'in ( 1 985)
FORMEL SOSYOLOJi 57

yoru m uyla, "Sim mel, sosyoloji disiplininin temellerini Max Weber


özel bir disiplin olara k sosyolojiye eğil meden çok daha önce atmış­
tı r". Simmel'in mikro-sosyolojiye odaklanması ve sosyolojik deney­
lerden ziyade 'sosyoloj i k i mgelemler'e tutkusu fenomenolojiye,
sem bol i k etkileşimeilik ve etnometodolojiye, Chicago Sosyoloji Oku­
lu ve 1 920'1er ve 1 930'1arda kentsel h ayat araştırmaları n a i l h a m kay­
nağ ı o l m u ş ve onları biçimlendirmiştir. Georg S i m mel, kendi yaşad ı ğ ı
dönemde marjinal bir konuma iti lse d e , modern sosyolojide kapsam­
l ı bir etki yaratmış v e hatta 1 984'te David Frisby tarafı ndan biyografi­
sinin yazıl masının ardından a kademik d ünyada yakın l a rda bir röne­
sans yaşanm ıştır. Henrik 0rnstrup'un (2000) ifadesiyle,
Bugün Simmel -Max Weber ve Ferdinand Tön nies gibi çağdaşla­
rıyla beraber- modern sosyol oj i n i n kurucu babalarından biri ola­
ra k görü l m e ktedir.

AYRlCA BAKINIZ
• POZiTiViZM -sosyoloji ve topl u m a i l işkin karşıt b i r bakış açısı için
• POST-MODERNiZM ve S i mmel'in bazı fikirleri n i n yen iden can la n ışı

OKUMA ÖNERiSi
FRISBY, D. ( 1 984), Georg Simmel, Tavistock
PAMPEL, F.C. (2000), 'Geo rg Simmel and Forms of Social lnteraction', Ch. 4,
Pampel, F.C., Sociological Lives and ldeas: An In troduction to Classical The­
orists, Macmi l lan, Basingstoke

iLERi OKUMA ÖN ERiLERi


FRISBY, D. (ed.) ( 1 994), Georg Simme/: Critica/ Assessments, Routledge, Lon-
don
SIMMEL, G. ( 1 892), The Problems of the Philosophy of History, Free Press
SI MM EL, G. ( 1 900), The Philosophy of Mon ey, Routledge and Kegan Paul
SI MM EL, G. (1 950), The Sociology of Georg Simme/, Free Press
SI MM EL, G. ( 1 955), Conflict and the Web of Group Affiliation, Free Press
TURN ER, B.S. (1 985), 'Georg Simmel', Thinkers ofthe Twentieth Cen tury, Fire-
thorn Press
WAlTER, P. (1 998), 'Georg Simmel', Ch. S, Stones, R. (ed.), Key Sociological
Thinkers, Macmil lan, Basingstoke

Çeviri: Hacer Harlak


Gemeinschaft-Gesellschaft
Ferdinan d Tönnies

Ferdinand Tönnies ( 1 855-1 936)


Kuzey Almanya Schleswing-Hol­
stein'de varl ıklı bir çiftçinin oğlu
o larak d ünyaya geldi. Strasburg,
Jena, Bonn, Leipzig ve Tübingen
Ü niversitelerinde filoloji, felsefe,
teoloji, arkeol oji ve sanat ta rihi
eğitimi gördü. 1 887'de Tübingen
Ü niversitesi'nde Klasik filoloj i dok­
torası nı ta mamladı. Babasından
maddi destek gören Tönnies araş­
tırmalarını Berlin ve Londra'da
sürd ü rd ü ve ardından ekonomi,
istatistik ve son o larak sosyoloji
profesörlüğü unvan iarı kazandı.
Fikirleri ve Ya hudi düşmanlığına sal d ı rı ları yüzü nden Naziler tarafı n­
dan kovuluncaya dek Kiel Ü niversitesi'nde çalıştı ( 1 9 1 3-1 933).
Tönn ies'in hayatı ve d ü şüncelerini etkileyen temel fa ktörler şöyle
sıralanabilir:

• Köy hayatını anlamasına yard ı mcı olan çiftçi kökeni


• Yeni bir evrensel din fikrine ilg isine ve ahlaka vurgusuna ilham
kaynağı oluşturan a n nesinin Lutherci kökeni
• Weber, Durkheim gibi çağdaşları ve öze l l i kle -Alman Sosyol oji
Derneği'ni birlikte kurdukları- Georg Simmel ve Werner Sam­
bart. Diğerleri gibi o da sosyal bilimleri sayg ın bilimsel bir d isip­
lin hal ine getirmeye çalıştı. B i rçok seyahat yaptı.
• Siyasal sempatileri. Tön n ies, aslında muhafazakar bir tabiata
sa hip olsa da, sosyalist ve mil l iyetçi ha reketlerle aktif olarak i lgi-
GEMEINSCHAFT-GESELLSCHAFT 59

lendi, Finlandiya ve i rianda Bağımsızlık Hareketlerini destekledi


ve Nazizme karşı Alman Sosyal Demokrat Partisi'ne katı ldı. Fa­
bian ve Marksist düşüncelerden büyük ölçüde etkilendi.
Bu çeşitli faktörlerin etkisinin yanı sıra, mali ve akademik ba­
ğımsızlığı ve geçmişe -geçm işin gelenekleri, istikrarı ve a hlakı­
na- duygusal bağ l ı l ı ğ ı onun temel çalışması Gemeinschaft/ Ge­
sel/schaft'a ( 1 887) ya nsım ıştır. O, çoğu çağdaşı gi bi, Batı Avrupa
ve Kuzey Amerika'yı büyük ölçüde etkisi altına alan kapsamlı
değişi ml eri -özelli kle, geçmişten temel bir kopuş olara k gördü­
ğ ü sanayileşme ve kentleşmeyi- a nlamak için yoğun çaba gös­
terdi.

FiKiR
Eski geleneksel ve tarımcı hayat tarzını yeni modern ve kentsel hayat
tarzıyla hem ideal tipler hem de farklı ve karşıt topl umsal ilişkiler ve
hayat tarzları bağlamınd a karşılaştırmayı ve a radaki farklılıkları o rtaya
koymayı a maçlayan Gemeinschaft/Gesellschaft kavram çifti ce­
maat/topluluk sosyolojisinin kurucu ba ba larından Ferd inand Tön­
nies'in yazılarına kadar götürü lebilir.
Yakın dostları ve çağdaşları -Weber, Durkheim ve Georg Simmel­
gibi 1 800'1erin sonlarında yazan Ferd inand Tönnies, Avrupa ve Ame­
rika'yı baştan aşağı değiştiren büyük toplumsal, ekonomik ve siyasal
dönüşümleri, özel l ikle sanayileşme, kentleşme ve bizzat ta n ı k olduğu
geçmişle köklü kopuşları anlamaya çal ıştı. Tönnies, temel çalışması
Gemeinschaft-Gesel/schaft'ta geçmişteki topl u m lar ile giril mekte olan
sanayi çağı Avrupası arasındaki temel farkl ı l ı kları, özel l ikle toplumsal
il işkilerdeki değişimin doğası ve kapsamını kavramaya çalışır.
Gemeinschfat terimi genel likle 'topluluk'/'cemaat' olara k çevrilir.
Terim geçmişin uyum ve istikrar çağı n ı n romantik anılarını çağrıştırır.
Fakat Tönnies teri mi daha özel anlamda, büyük ölçüde kişisel, ya kın
ve sürekli insan il işkilerini anlatmakta ku llanm ıştır: bu i lişkiler içindeki
bireyler, tıpkı a ilede olduğu g i bi, ta mamen değilse de, büyük ölçüde
gerçek dostlar g ru buna veya sıkıca b i rbirine bağlı bir gruba katılmak­
tadırlar. Tönnies, bu komünal bağları, herkesin yerini bildiğ i, statü­
nün atfed ildiği, toplumsal ve coğrafi ha reketl i l iğin s ı n ı rl ı olduğu ve
tüm hayat tarzının homojen bir kültüre, örgütlü d ine dayandığı ve iki
temel sosyal kontrol birim i -a ile ve kilise- tarafından desteklenen
kesin bir değerler ve ahlak kura l ları tarafı ndan düzenlendiği gelenek­
sel köy topluluklarıyla ilişkilendirmeye çalışır. Bu küçük top l u m larda
60 SOSVOLOJiDE TEMEL FIKIRLER

herkes birbiri n i ta n ı r ve ka n bağ ıyla veya evl i l i kle birbirine bağ l ı d ı r.


Toprağa, a krabalara ve doğadaki düzen lil iklere bağ ımlı olan bu bi­
reylerin çok azı ken d i topra klarından uza klaşır. i l iş kiler daha doğal,
orga n i k ve duygusal görünür. B u ilişkiler bugünkünden daha fazla
anlama sahip görünmektedir.
Gesellschaft terimi genel l ikle 'topl um' veya 'birlik' olarak çevri lir.
Tönnies bu terimi, gemeinschaft'la karşıtl ık içindeki her şeyi, özellikle
modern kent hayatının görü nüşte kişisel l i kten-uzak, ya pay ve geçici
ilişkilerini a nlatmak için kullanmıştır. Ticaret ve sanayi kişinin başkala­
rıyla ilişkilerinde daha hesa plı, daha rasyonel ve kendi çı karına yöne­
lik bir yaklaşım içinde olmasını gerektirir. Biz insanları yakından tanı­
mak yerine, daha ziyade onlarla sözleşmeler veya anlaşmalar yaparız.
i şimiz ve hatta g ündelik ilişkilerimiz esas olara k bir amacın, diğerle­
rinden bir şeyler almanın aracıd ı r. Bu yüzden onlar dar ve sınırlıd ır.
Biz bir tezgahtar veya banka memuruyla bir şeyler almak için konu­
şuruz. Modern sanayi hayatında d uygu ve yakınlığa yer yoktur. Bizler,
hayatı n genel akışının g iderek hızlandığı, daha dinam ik, rekabetçi ve
büyük ölçekli hale geldiği bir toplumda, ekonomik i lerleme, daha
yüksek bir hayat standard ı ve statü mücadelesi veririz. Tek bir kültür
yerine çok az toplumsal yaptırı ma sahip birçok fa rklı hayat tarzı var­
d ır.
Tön n ies'in tipolojisinde çoğu kez kentteki roller ve i l işkiler köyde­
kilerle karşılaştırılır -örneğin, dostça davranan köy bekçisiyle kent
polisi, neşeli Çiftçi Giles ile 'yüz-süz' bü rokrat, kırın sessizliğiyle kentin
'keşmekeş'i. Tönnies bu tipolojiyi, ayrıca, örneği n dost ve tanıdık bir
aile işini modern bir şirket içi ndeki il işki nin biçimi ve niteliğ iyle karşı­
laştı rmakta kullanmıştır. Benzer şekilde, Tönn ies büyük ölçüde kö­
tümser görü nür; o, sanayileşmenin bir anlamda topluluk­
lar/cemaatleri ve böylece uygarlığın asıl temelini yıktığını iddia eder
görü n ü r. Ancak o, ayrıca, bu terim çiftini orga nizasyonlar, kü ltür ve
i nsan 'irade'si üzerine sosyolojik bir a nalizin bir parçası olarak da
ku llanmıştır: bu ana lizle Tönnies, i l kel tarımcı komü nizmden sanayi
toplumuna ve a rdından gemeinschaft'ın yen iden ortaya çıkaca ğ ı
gelecekteki düzene kadar, insanın toplumsal evri m i n i ana l iz edecek
bir temel ol uşturmayı amaçlıyordu. Burada Tönnies a l ışılagelmiş
davran ı ş biçimleri kadar içg üd üsel veya geleneksel davranış biçimle­
rini de içeren 'doğal irade' (wesenwille) ve rasyonel irade (kurville)
ayrı m ı yapar. O da, Durkheim ve Weber g ibi, modern kentsel toplu­
mu temel toplumsal ya pılar ve hayat ta rzlarının bir ya nsıması olarak
görür. Tönnies geçmişin kaybolmasının, geleneksel insan il işkileri ve
d iğer insanla rla ilişki lerin ortadan kal kmasın ı n yasını tutmaya yar-
GEMEINSCHAFT-GESELLSCHAFT 61

dımcı olmaz, hoşla n masa bile değişmenin kaçınılmazlığını ka bul


eder.
Fakat Tön nies bu büyük şemayı asla tamamlamadı. Ayn ı şekilde
o, bu iki terimi asla belirli bir yere yerleştirmeyi denemedi. Hatta
kuvvetle ima etse bile, asla kırsal toplumların bir top l u l u k/cemaat
duygusu yaratırken kentsel topl umların bu duyguyu yıktığını söyle­
medi; daha ziyade gemeinschaft ve gesel/schaft'ın iki saf veya ideal tip
olduğ unu öne sürdü. Gerçekte, ikisinin bir ka rışımı söz konusu ola­
caktır -kentte bir ölçüde gemeinschaft, köyde bir ölçüde gesel/schaft.
Ne de o, sanayileşmenin topluluk hayatın ı n çöküşüne yol a çtığını
söyledi, daha ziyade gemeinschaft'ın zayıflaması n ı n sınai kapitalizm in
büyüyüp gel işmesi için gereken koşulları, rasyonal izm, hesapçı alış­
ka n l ıklar ve sözleşmeye daya l ı i l işkileri yarattığ ı n ı öne sürdü. Hatta o,
gemeinschaft gücünü yitirirken suç ve i ntiharın arttığını söyleyerek,
bu kavram la rı sapkı n l ığı analiz etmekte ku llandı.
Tönn ies sonra ki çalışmalarında tipik kırsal ve kentsel suçlar ayrımı
yapar: bir yanda köy topluluklarının 'suçl ular'ı (yan i, kundakçılar ve
haydutlar), öte yanda kasabalar ve kentlerde karşı laşılan 'dolandırıcı­
lar', kentsel ortamları n hırsızları, soygu ncuları ve dolandırıcıla rı; ken­
diliğinden ve fevri suçlara karşt kentsel toplu m u n daha hesaplı, ön­
ceden tasarl a n m ış ve acımasız suçl u l uğu.
Tönnies gesellchaft içinde ve modern toplumlarda sınıf bilincinin
ve sınıf çatışmaları n ı n gelişeceği n i öngördü. Gemeinschaft'ın fikirleri
ve ideallerini caniand ırabi iecek yen i bir kü ltürü n, yen i bir hayat tarzı­
nın desteklenmesi ve gel iştiril mesine gerek vard ı. Bu yüzden o, sos­
yalizmi ve sosyal reformları destekledi ve nasyonal sosya l izme ve
kendi düşünceleri n i n Nazi versiyo n u olan 'Volksgemeinschaft' düşün­
cesine şiddetle karşı çıktı.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Gemeinschaft ve gesel/schaft kavram çifti Tönnies'in sosyoloji ta rihi
kita plarına küçük topluluk a raştırmaları n ı n ve kent sosyolojisinin
kurucu babası olara k geçmesini sağladı. Onun kitabı 1 930'1ara kadar
yayg ı n olara k okunmasa da, her toplum tipin i, topluluk/cemaat haya­
tının her yön ü n ü a raştıran pek çok araştırmaya (örneğin, Du rkheim
ve Simmel'in çalışma ları) i l ha m kaynağı oldu ve 1 900'1er Ameri­
ka'sında ü n l ü Chicago Okulu'nun kent araştırmal a rı n ı ö nemli ölçüde
etki ledi. Robert Redfield ( 1 930) ve Louis Wirth gibi sosyal bil imciler
kırsal-kentsel sürekl ilik teorisi geliştird i ler: söz konusu ça lışmalarda,
"tü m insan yerl eşimlerinin birbirleri n i yıkma eğil i m i nden söz edile-
62 SOSVOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

rek", özel likle kırsal ve kentsel hayat tarzları 'iki kutup' olarak birbiri­
nin karşı sına kondu. Başka deyişle, nastl yaşadığınızı yaşadığ ınız yer
belirler. Ancak, böyle bir 'topl uluk' araştırması akademisyen l erle
s ı n ı rlı değildir. O, 60'1arın 'hippi' komün lerine, -kasaba planlamacıla­
rın ve kentsel orta s ı nıfın kentte çalışıp banliyölerde oturan kesimle­
rinin (comm uters) gözdesi olan- yen i kasaba lar ve bahçe-kentler gibi
fa rklı hareketlere ilham kaynağı olmuştur.
Ö nceden açıklandığı üzere, Tön nies'in topl u luk/cemaat analizi
yukarıdakinden daha incelikli ve daha komplekstir. Toplu l u k/cemaat
araştırmaları geleneği, onu özel bir yerle sınırlandırarak, gemein­
schaft/ gesel/schaft'ın dar, hatta çarpıtıl m ış bir türünü ü retti ve (Yo­
ung ve Wilmot'un Bethnal G reen araştı rmasında olduğu g ibi, 1 982)
kent içindeki birbirine sıkıca bağlı topl ulukların varl ığ ı n ı veya (Ray
Pahl'ın ban l iyö-köyler a raştırmasında olduğu g ibi, 1 965) kırsa l 'sınıf
çatışması'nın varl ı ğ ı n ı göstermek amacıyla a raştırmalar başlatı ldığın­
da, kı rsal-kentsel sürekl i l ik teorisi h ızlı bir gelişme kaydetti. Raymond
Wil l iams'ın ( 1 973) geleneksel topluluğu sadece 'bastırılanın ka rşılıkl ı­
lığı' olarak, Ortaçağ köyl ülerinin acımasız hayat koşu llarına tepkileri
ve orta sınıfın zul ü m ve baskısı olara k a n a l izi bu miti daha da bozgu­
na uğratm ıştır. Son olarak, Tönnies'in gemeinschaft! gese/lschaft yo­
rumunda bile 1 960'1arda Amerika'da patlak veren ırksal ayaklanmala­
rı açıklayabilecek hiçbir şey yoktu; ve daha genç, daha radikal kent
sosyologları modern kentin biçi m i n i n ve onun sakinleri n i n davranış­
ları n ı n belirlenmesinde güç ve sınıf çatışmasının etkisini aydınlata­
bilmek için Marx ve Weber'in teorilerine döndüler.
Bugün Tönnies, -Durkheim, Marx ve Weber'in aksine- modern
sosyoloj iye ilham kaynağı ol maktan çok sosyoloji tarihi kita plarında
yer alan biridir. Ancak, 'topl u l u k araştırmaları' insa n la ra ilham kayna­
ğı ol maya devam ettiğ i sürece gemeinschaft-gesellschaft kavramları
bu çalışmalarda hayat bulmaya devam edecektir.

AYRlCA BAKINIZ
• iNSAN EKOLOJiSi ve KENTLEŞME

OKUMA ÖNERiSi
SLATIERY, M. (1 985), Urban Sociology, Causeway Press
GEMEINSCHAFT-GESELLSCHAFT 63

ILERi OKUMA ÖNERiLERi


FALK, J. (2000), 'Ferdinand Tönnies', Andersen, H. and Kaspersen, B.K. (eds.),
Classica/ andModern Social Theory, Blackwell, Oxford
PAHL, R. ( 1 965), Urbs in Rure, Weidenfield & Nicholson
RED FIELD, R. (1 930), Tepotzlan: AMexican Vii/age, A Study of Fo/k Life, U niver-
sity of Chicago Press
TÖNNIES, F. ( 1 9 5 1 ). Communityand Society, Harper Row [1 887]
WILLAMS, Raymond. ( 1 973), The Country and the City, Chatto & Windus, 1 973
WIRTH, L.N (1 938), 'Urbanism as a Way of Life', American Journal ofSociology,
vol. 44, p. 1 -24
YOUNG, M. AND WILMOTT, P. (1 962), Family and Kinship in East London, Pen­
guin, Harmondsworth

SINAV SORULARI
"Kırsal ve kentsel hayatın karakterlerindeki farklılıklar, uyg u n şekilde,
topluluk/cemaat ve birlikler arasındaki karşıtlıkta özetlenebili r" iddia­
sını tartışınız. (WJEC Haziran 1 987)
2 "Sanayi-öncesi toplumları daha ziyade yakın kişisel ilişkiler, sanayi
toplumlarını da kişisel-olmayan ilişkiler karakterize eder." Tartışınız.
(Cambridge Yerel Sınavlar Komisyonu, Haziran 1 987)
3 Topluluk/cemaat duygusu modern toplumlarda kaybolmuştur.' Bu
tezi destekleyen ve karşı düşen kanıtları tartışınız. (Cambridge Yerel
Sınavlar Komisyonu, Haziran 1 986)
4 Küçük topluluk araştırmaları sosyolojisinin paradoksu, sürekli olarak,
topluluk/cemaat ilişkilerinin yıkıldığını öngören bir teorik yapı ile on­
ları varlıklarını sürdüklerini düşünen ve bunu olumlu karşılayan empi­
rik araştırmalar topluluğunun mevcudiyetinde yatar. (Abra m s: Work,
Urbanism and lnequality.) Açıklayıp tartışınız. (AEB Haziran 1 983, s. 1 )
5 "Kasabalara göç 'gelişmiş' veya 'gelişmekte olan' toplumlarda topluluk!
cemaat bağlarında kopmaya yol açar" görüşünü tartışınız. (Cambrid­
ge Yerel Sınavlar Komisyonu, Haziran 1 987)
6 Kentleşme kaçınılmaz olarak 'topluluğun kaybıyla sonuçlanır' görüşü­
nü ta rtışın ız. (AEB, Kasım 1 989)

Çeviri: Ümit Tatlıcan


Oligarşinin Tunç Yasasi
Robert M ichels

Robert Michels ( 1 876-1 936) Almanya, Cologne'da Alman ve Fransız­


Belçika kökenli bir anne baba n ı n oğlu olara k d ü nyaya geldi. Hal le,
Marburg Ü niversiteleri ve Gaetano Mosca'yla arkadaş oldukları ve
sonradan Max Weber'in h i mayesini kazandığı Tarina Ü niversitesi'nde
eğitim gördü. Başlangıçta aktif bir sosyalist ve Alman Sosyal Demok­
rat Partisi üyesiyken, Partin i n devrimci tezleri ile oldukça temki n l i
politika l a rı a rası ndaki uçurumu fark etti. Weber rehberl iğinde rad ikal
eylemden akademik kariyere yöneldi. Basel'de E konomi Profesörü
oldu ( 1 9 1 4) ve Roma Ü niversitesinde siyaset sosyolojisi öğretim üyesi
( 1 926), Amerika Birleşik Devletlerinde konuk profesör ve daha sonra
Perugia Ü niversitesi'nde Ekonomi Profesörü o larak ça l ıştı.
Onun temel ça l ışması, 'ol igarşinin tunç yasası'nı ana hatlarıyla
açıkladığı Siyasal Partiler'd ir ( 1 9 1 1 ). Ayrıca o, m i l liyetç i l i k, faşizm,
aydın ların rolü, seçkinler, toplumsal hareketlilik ve cinsel a h lak konu­
larında da yazmıştır.

FiKiR
Oligarşinin t u n ç yasası teorisi yirm inci yüzyıl başında v e Biri nci Dü nya
Savaşı'ndan ve onu izleyen yoğun siyasal, ekonomik ve toplumsal
değişimlerden sonra yazan siyaset bilimci Robert Michels'ın gel iştir­
diği bir fikirdir. Başlangıçta aktif bir sosyal ist ve Alman Sosyal Demok­
rat Partisi'nin bir üyesi olan Michels za manla rad ikal politikalar ve
özellikle devrimci örgütlenmelerden uzaklaşmaya, sosyalizm ve
Ma rksizm'i sert bir şekilde eleştirmeye başladı ve sonunda devrimci
eyleme ve kitlelere inancını kaybederek faşizmin bir savunucusuna
dönüştü.
Demokrasi ve radikal eylemden bu sağuma onun oligarşi teori­
sinde ve 1 9 1 1 'de yayın lanan temel çalışması Siyasal Partiler'de açık
OLiGARŞiNiN TUNÇ YASASI 65

bir biçimde görü l ü r. M ichels'ın tezine göre, ö rgüt demokratik görün­


düğünde bile, her za man ve her yerde oligarşi, yani azınlık yönetimi
kaçınıl mazd ı r. Daha da kötüsü, azı n l ı k yönetim i kaçın ıl ma z olma kla,
bir Tu nç Yasa olmakla kal mayı p, nihayetinde her zama n azınlığın
çıkarla rının bir yöneti midir.
Devrimci örgütler, hatta 1 920'Ierin sosyalist partileri bile, a maçları
ve tutkuları ne kadar rad i ka l olursa olsun, ne kadar demokratik görü­
nürlerse görünsün ler, nihayetinde temsil ettikleri kitlelerden ziyade
tepedekilerin ihtiyaçları ve tutku larına hizmet edeceklerdir. "Demok­
rasiden söz eden aslında örgütten, örgütten söz eden gerçekte oli­
garşiden söz etmektedir" (Michels, 1 9 1 1 ).
Michels, teorisyen dostları Pa reta ve Mosca gibi, yüzyı l ı n başı nda,
kitle demokrasisinin Avrupa'yı hakim iyeti a lt ı na a l ı r görü ndüğü, sos­
yalist ve kom ü n ist fikirleri n revaçta olduğu ve gerçek demokrasinin -
halkı n kendisi için, kendisi tarafından yönetimin in- geld iğinin ilan
edildiği bir dönemde yazmıştır. Ancak Michels, tıpkı Pareta ve Mosca
gibi, g iderek bu demokrasinin imkansız hale geldiğini ve oligarşinin
kaçını lmaz olduğunu düşünmeye başlar. Onu n tezinin temelini, kitle
demokrasilerinde örgütlenme ihtiyacı ('demokrasi örgütsüz d üşünü­
lemez') ile büyük örgütlerin oligarşi eğilimi ('Kim organizasyondan
söz ediyorsa, ol igarşiden söz etmektedir') a rası nda bir çelişki bulun­
duğu düşüncesi ol uşturur. Bir kitle demokrasisinde, birey tek başı na
bir güce sahip değildir. Sadece örg ütler içinde d iğerlerine katılarak
sesini d uyurabilir ve bu d urum özellikle eğitim ve paradan, siyasal
dizgin leri ele geçirecek bağlantılardan yoksun ça lışan s ı n ıfla r için
doğrud u r. Ancak, delegeler "kitleleri temsil etmek ve onların iradesini
gerçekleştirmek" amacıyla seçilecekleri için, bu kitle örgütleri içinde
kararların alın masında kimse beli rleyici kon u mda olamaz. Ayrıca,
etkili olmak için bu örgütlerin tam-gün çalışan elemanlara ve idari
kura l la r ve d üzenlemeler hiyera rşisine ihtiyaçları va rdır. Fakat, gerek
resmi görevl iler gerekse örgüt l iderleri arasında çok geçmeden o l i­
garşik eğilimler gelişmeye başlar.

• Memurlar bilgi üzerindeki uzma n l ı kları ve güçleri ni kararları et­


kilemek için giderek daha fazla ku llan maya başlarlar.
• Giderek, bürokrasi lerde bir kariyer yapısı gelişir ve 'terfi çılgınlı­
ğı' ortasında, kişinin üstlerine itaati çok geçmeden yetenekten
fazlasını anlatmaya başlar. Böylece, bireysellik ve eleştiri kısa bir
süre içinde ortadan kal d ı rılmaya ve ezi l meye çalışılır ve tepede­
kilerin gücü artırıl ır.
• Giderek, bu örgütlerin tepesindekiler, örgütün hedeflerine
66 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

ulaşmakta n çok kendi g üçleri ve ayrıca l ı klarını s ü rd ü rmekle ilgi­


lenirler. Örgüt bir a racın a macından ziyade bizzat a maç haline
gelir; örgüt politikaları, rad i ka l eylemler, örgütün yıkımına yol
açabilecekleri korkusuyla, giderek daha muhafaza kar ol maya
başla r; l iderlik tüm karar meka n izmas ı n ı ve atamaları hakimiye­
tine alır ve kendi g ücü üzeri ndeki denetimleri kaldırır ve müm­
kün olduğu yerlerde, kendini örgütün can damarı ilan eder.
• Giderek, s ı radan üyeler kendileri n i örgütten, karar a l ma sü re­
cinden dışianmış halde bul urlar. Onlar toplantı l a r ve belgelerin
kuralla rı, işlemleri ve özel d i l i n i a n laşıl maz bul u r ve topla ntılara,
kararlara katı l mayarak ve böylece l ideri n gücünü artırarak tepki
verirler. Ö rgütsel ya pıların tepesindekiler el it bir hayat tarzı be­
nimse meye ve hatta bu yüzden çalışma yerine dönmeyi çok zor
bul maya başlarlar. Onlar kendi başlarına yeterli oldu klarına
inan maya, kitlenin aşırı övgüsünü doğal görmeye ve örgüt için,
'insa n l a r' için en iyi olanı sadece kendilerinin bildikleri propa­
gandala rına i n a n maya başlarlar.

Michels'ın tezi ya pısal ve psikolojik bir örgütler analiziyle birleşti­


rilir. Böylece bu tez üç temel unsura daya n ı r:

ı . kaç ı n ı l maz
olara k 'kendine has bir hayat tarzı' geliştire n örgüt­
sel bir makinenin kurulması ve sürdürülmesiyle ilgili tekn ik fak­
törler;
2. örgütsel l iderlik psikolojisi ve l iderlerin tü m bedel leri göze ala­
rak güç kazanma mücadeleleri;
3 . kitle psikolojisi, güçlü lideriere ihtiyaç d uyan astlar, ne yapılma­
sı gerektiğ i n i n söylenmesi i htiyacı.
Ö rgütü n çoğu kez rad ika l veya idealist i l k hedeflerinin yerine ör­
gütü sürd ü rme ve l ideri güçlü konumda tutma hedefleri n i n geçtiği
bir 'hedef kayması' süreci yaşanır. Demokrasi bastı rıl ı r, üyeler d ışlan ı r
v e örgütün hedefleri v e ihtiyaçları v e l ider kadrosu onun temsil ettiği
halkın hedefleri ve i htiyaçlarına baskın çıkar. Sonuçta, bazı devrimci
l iderlerin "Parti benim" düşü ncesine i n a n maya başlamalarıyla Parti ı .
öncel ik haline gelir
Michels tezin i desteklemek için, ı 900'Ierde rad ikal politikalar ve
gerçek demokrasinin somut örneği olarak görünen Alman Sosyal
Demokrat Partisi ve send i ka hareketi örgütlenmeleri n i n ayrıntılı bir
a na l izin i ( ı 93 ı ) yapar. Onlar kitle demokrasisini uyguladıkları idd ia­
sındad ı rlar: işçi s ı n ıfın ı temsil etti kleri ni öne sürer, kapital izmi devirip
yerine sosya l izmi kurmak için tasa rlanmış örgütler old uklarını iddia
OLiGARŞiNiN TUNÇ YASASI 67

ederler. Ancak, uygula mada, onların eylem ve politika ları devrimci


olmaktan çok reformist ve SDP l iderlerinin Alman 'kuru luşu'nun bir
parçası oldu kları noktada m u hafazakardır. Bu yüzden M ich els'e göre,
nasıl örgütler içindeki demokrasi başarısızlığa mahku msa , toplu mda­
ki demokrasi de büyük ö l çüde başarısızlığa mahku mdu r ve bu du­
rum, ister kapitalist ister komün ist, her topl um tipi için geçerlidir.
Demokratik liderlik sadece bir seçkincil i k tipi, sosyalizm de kitleleri
kontrol altına almakta kullanılan yeni bir ideoloji biçimidir. 1 930'1arda
faşist ü l kelerde total iter hükümetlerin o rtaya çıkışı bu teoriyi sadece
teyit etmiştir. Başlangıçta, Michels bu tür analizierin örgütün sıradan
üyelerini sosyal i st partiler ve sendikaların kontrol ü n ü yeniden ele
geçirmeye iteceğini ve l iderliği köklü eylemiere zorlaya cağı n ı umu­
yordu. Ancak o, daha sonraki yıllarda, kitlelerin bec eriksiz ve d uyarsız,
psikolojik o la ra k yön lendirilmeye muhtaç oldukl a rı ve tam l iderliğin
onaylandığı yarg ısına u laştı: "! iderler kendi güçleri n i a sla kitlelere
bırakmazlar, sadece yerlerini bir başka yeni l idere bırakı rlar." Onun
Hitler ve Mussolini'nin yeni faşist rejimlerine saygısının ve ilgi alanı­
nın örgütsel özellikler bağlamında g ü ç analizinden ö rgüt psikolojisi,
l iderin karizması ve kitlelerin itaatine kaymasının sebebi budur.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Örgütsel güç konusundaki araştırmaların büyük çoğu n l u ğ u Mic­
hels'in tezin i desteklemektedir:

• Philip Selznick'in, örneğin, Tennessee Vadisi Otorite Araştlfması


( 1 966), 1 930 Amerika ekonomik çöküntüsü sırası nda uygula­
*
maya konulan New Deal politikasının bir parçası olarak gerçek­
leştirildi; bu organizasyonun, bölgedeki ilgili sırada n insa nların
çıkarlarını temsil etse ve geliştirse bile, çok geçmeden varl ıklı
beyaz çiftçi lerin kontrol ü ne geçtiği görü l d ü . Selznick'e göre,
sadece böyle bir ele geçirmenin, böyle bir 'hedef sapması'nın
kabulü TVA'nın varl ığını sürdürmesini sağlayabilir, zira çiftçiliğe
karşı olmak onun ölümü a n lamına gelecektir. M i chels'in tezi
Robert McKenzie'nin i ngiliz siyasal partileri a ra ştırmasında
( 1 964), çok öneml i ideolojik farklılıklara rağ men, i n giliz i şçi ve

' New Deal: 1 930'1u yıllarda ABD'de halka iş sağlamak, toplum sal ve ti cari durumu
geliştirmek, iyileştirmek için hükümet tarafından çıkarılmış yasalar ve uygulamaya
konulmuş önlemler paketi (Longman -Metro, Büyük ing i l izce-Türkçe-Türkçe Sözl ü k,
Longman Group Uk Limited ve Metro Kitap Yayın Pazarlama Şirketi, istanbul 1 993.
[Ü. T.]
68 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

Muhafazakar partilerinde oldukça benzer politikaların benim­


sendiğ ini göstermek için ku llanıldı.
• Stalin Rusya'sından Çin'e kadar sosya list ve kom ü nist parti ler
üzerine a raştırmalar aynı oligarşik eğilimin varlığını gösterir ve
Eva Rosenfield ( 1 974) bu eğilime büyük ölçüde demokratik i s­
rai l Kibbutizm'inde bile rastlamıştır.

Michels'ın tezinin klasik örnekleri Fransız Devri m i, Sta lin dönemi


Sovyet Rusya'sı ve Kamboçya'da Khmer Rouge yönetimidir, bu ör­
neklerde 'hal k adına' yola ç ı kan devrimci ve demokratik örgütler,
devrimci sosyal izm bayrağı a ltında ve l iderin çıkarları için milyonlarca
insa n ı tasfiye ve imha etmekte kul l a n ı l mıştır.
Britanya'da, Thatcher'ın sendikalara saldırıları ve g izl i ayiama ko­
nusundaki yeni yasa lar, liderleri tarafından ihmal edildikleri ve yete­
rince temsil edilmed i kleri n i d üşünen birçok sendika l ı n ı n kal binde bir
titreşim yaratmıştır.
Bir kitle örgütündeki gerçek demokrasin i n varlığını tespit eden
tek öneml i a raştırma Lipset, Trow ve Coleman'ın U l uslara rası Matha­
acılar Send i kası (ITU) a raştırması d ı r: bu usta matbaacılar sendikası,
Amerika'da aktif kitlesel üyel ik sağ lamış ve birçok seçim, referandum
ve iki-taraflı bir sistemle ol igarşiyi önlemişti. Fa kat, Lipset vd.nin de
beli rttiği g i bi, ITU çok özel bir örnekti. B u örgüt siyasal ve toplu msal
açıdan oldukça a ktif bir kitlesel üyel ik temelinde kuru lmuş eski bir
gelenekti; bu tü r bir iç demokratik yapının başka sendikalar veya
organ izasyonlara aşılanması ihtimali d üşüktü: çünkü onların ! iderleri,
bu uyg ula maya, en azından kendi g üçlerine bir teh d it oluşturacağı
düşü ncesiyle d i renç göstereceklerdi.
Michels'in analizine başka bir temel eleştiri, Oligarşinin Tu nç Ya­
sası n ı n gücünün, yan i l ider kadrosunun gücü ele geçi reb i l me, örgütü
üyelerinin çıkarlarını hayata geçirmekten çok kend i hedeflerine göre
yönlendirebilme derecesinin örgütten örgüte değişebileceği şeklin­
dedir. Liberal demokrasilerdeki siyasal partilerde, örneğin, l iderl ik
d üzenl i seçimlere ve genel seçimlerde l iderin yeterliliği ve yöneli mi­
nin sınanmasına ta bid ir. Aksine, sendika l iderleri ve büyük şirketlerin
sahipleri incelemeye daha az açıktır, mu htemelen daha az kontrol
edilir, hatta ş irketin üyeleri veya hissedarları tarafından daha az itiraz­
la karşılaşı rlar. Bu yüzden, M ichels analizinde farklı oligarşi tiplerini
ayırmayı başara mamıştır. En azı ndan Batı demokrasilerinde seçme­
nin oy verirken hesaba kat ı l ma im ka nı vardır; d i ktatörlü kte devri mler
d ışında halk bu güçten yoksundur.
Bu eleşti rilere -daha doğrusu düzeltmelere- rağmen, Michels'in
OLiGARŞiNiN TUNÇ YASASI 69

tezi za m a n ı n sınavından özellikle başa rılı biçimde geçmiş ve seçkin­


ler teorisi ve güç d a ğ ı l ı m ı g i b i çeşitli a raştı rmalara kaynaklık etmiştir.
Bir 'tunç' yasan ı n tek başına 'sosyolojik' bir yasa statüsün e sahip o l u p
o l m a d ı ğ ı bir başka m eseledir. Onun başa rdığı şey, yü rürl ü kteki bütün
demokratik topl umlar veya organizasyonları g üç konumundakileri
sürekli sorg u l a maya ve halk yönetim l eri olmasalar bile, h a l k için çalı­
şıp çalışma d ı klarını sorg u l a maya zorlamasıdır.

AYRlCA BAKINIZ
• BÜROKRASi -Max Weber'in sanayi toplumunda güç anlayışı olarak
• GÖRELi ÖZERKLiK
• iKTiDAR SEÇKiNLERi -C.W. Mills'ın savaş-sonrası Amerika'da güç
hakkındaki görüşü olarak
• SEÇKiNLER TEORiSi
• SÖYLEM -yirminci yüzyıl sonunda güç konusunda post-modern bir
açıklama olarak

OKUMA ÖNERiLERi
THE CROWTHER HUNT REPORT ( 1 980), (bkz. Kellner and Crowther Hunt
Bibliyografyası)
MCKENZIE, R. (1 964), British Political Parties, Mercury Books
SEDGEMORE, B. (1 980), Seeret Constitution, Hodder & Stoughton, -
günümüzden bir örnek

iLERi OKUMA ÖNERiLERi


LIPS ET, S.M., TROW, M. AND CO LEMAN, J. (1 956), Union Democracy, Free Press
MICHELS, R. ( 1 91 1 ) , Political Parties, Free Press, Michels'ın kendi oligarşi araş-
tırması.
MOSCA, G. ( 1 896), The Ruling Class, McGraw-Hill
PARETO, V. ( 1 9 1 6), Mind and Society, Dover
ROSENFIELD, E. (1 974), 'Social Stratification i n a Classless Society', Lopreato &
Lewis
SELZNICK, P. (1 966), TVA and Grassroots, Harper

SINAV SORULARI
Farklı toplum tipleri üzerine araştırmalar "toplumda güç daima bir
azınlığın ellerinde olacaktır" tezini hangi ölçüde desteklemektedir?
(London U niversity, Haziran 1 986)
2 "Her kim örgütten söz ediyorsa, oligarşiyi kastetmektedir." Michels'ın
70 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

tezinin modern dünyada güç olgusunu a n l a makla ilişkisini tartışın ız.


(London Un iversity, Haziran 1 987)
3 "Tüm örgütler birer oligarşidir." Bu görüşe ait ve karşı argüman ları
tartışınız. (AEB, Haziran 1 989)

Çeviri: Ümit Tatlıcan


Pozitivizm
Auguste Comte

FiKiR
Pozitivizm tek geçerl i veya doğru
bilgi biçi m i nin empirik bilimin
ortaya çıkardığı bilgiler olduğunu
savunan felsefi bir görüş olara k
tanımlanabil ir. Empirik bilim ve
bili msel metodoloji sayesinde do­
ğa yasalarının keşfini ve fizik, kim­
ya ve biyolojide doğa g üçlerinin
etkileri nin ortaya konu l masını
örnek alan pozitivistler, topl umun
nasıl gel iştiğini açıklamak ve sosyal
değişmenin temel nedenleri ve
sonuçlarını o rtaya koymak için
aynı metodolojiyi sosyal bilim iere
uyg ularlar. Pozitivizm, sosyal dün­
yanın doğa d ünyasıyla özünde aynı old uğu, ikisinin de en iyi şekilde
doğa bil imciler tarafından gel iştirilen 'bilimsel yöntem' kullanılarak
araştırılabilecek nesnel bir gerçekl iğe sahip oldukları kabu l ü n e daya­
nır. Pozitivist bir perspektifte öznel duygular, yorumlar ve h isiere yer
yoktur: bunun nedeni en azından, onların gözlemlenip ölçü lememesi
değil, özellikle nesnel bir analizi çarpıta bilmeleri ihtima l id ir. Böyle bir
perspektif -mantıksal çıkarım, sınanabilir h ipotezler, sebep-sonuç
ilişkileri ve nihayetinde fizikçi, kimyacı ve biyologların keşfettikleri
doğa yasalarına denk nedensellik ve evrim yasa larından h a reketle
somut olguların gözlemi, s ı n ıfland ırılması ve ölçümü lehine- soyut
felsefi spekülasyonları, doğaüstü güçler üzerine metafizik inceleme­
leri reddeder: b u rada doğa bilim lerinde Charles Darwin ve Al bert
72 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

Einstein'ın büyük teorilerindekine benzer biçimde ta rih ve toplumun


temel yasa ları a raştırı l ır. Pozitivizm bir toplum bili m i, insa n ı n ve top­
l u m u n (ve geleceğin) doğas ı n ı keşfetmenin aracı olma peşindedir.
Pozitivizm fikri -gerçekte bir araştırma konusu ol arak ve a kade­
mik bir disiplin olara k sosyoloji fikri- ond okuzuncu yüzyıl düşünürle­
rinden Comte'a götürülebil ir. Auguste Comte (1 798- 1 857), Güney
Fransa, Montpelier'de aristokrat ve m uhafazakar bir ailenin çocuğu
olara k dü nyaya geldi. Paris'teki ilerici Ecole Polytechn iq ue'de okudu.
1 8 1 7'den 1 824'e kadar ütopik sosya l izmin rad i ka l peygamberi Hen ri
Sai nt-Simon'un sekreterl iğini yaptı. Ne var ki, beraberl i kleri bazı sert
tartışma larla sona erdi ve Comte matematik öğretmek için geri dön­
dü. 1 848'de Pozitivist Toplum' adlı derneği kurdu ve hayatının geri
kalan kısmını, içinde yaşadığı dönemin kaosuna -Sanayi Devri mi,
Tarım Devrimi ve Siyasal Devrimierin özel l ikle de kendi a navata n ı
Fransa'da yarattığı kaosa- çözüm b u l m a k i ç i n bir 'düzen ve ilerleme'
a raştırması olara k pozitivizmi genişletmeye ve gel iştirmeye adadı;
sosyolojiyi bir toplum bil imi, bütün bili mlerin kraliçesi olara k kurma­
ya çalıştı.
Comte'un yazı l a rı -her biri bütüncül bir bilgi ve top l u m tasavvu­
runun parçaları olan- i ki ana evreye ayrıl ır. Birinci evrede, yani, a ltı
ciltlik temel çalışması Pozitif Felsefe Dersleri'nde ( 1 830-42) Comte,
bilim -doğa bil imleri ve sosyal bilim ler- konusundaki görüşleri n i ana
hatla rıyla o rtaya koymaya ça l ı şı r. Sonraki yazı la rı, öze l l i kle de System
de Politique Positive [Pozitif Siyaset Sistemi, 1 848-1 854], yen i bir sos­
yal düzen ve yeni bir i nsan l ı k d i n i hakkında ayrıntıl ı bir projeydi.
Comte, genel l ikle pozitivist felsefe ve sosyolojinin kurucu babaların­
dan biri olara k kabul ed ilir. O 'pozitivizm' ve 'sosyoloji' terimlerini ilk
kullanan kişidir.
Comte temel çalışmaları Pozitif Felsefe Dersleri ( 1 830-1 842) ve Po­
zitif Siyaset Sistemi'nde ( 1 848-1 854), kendi ü n l ü Ü ç Hal Yasası'n ı, ya ni
top l u m u n ve insan düşüncesinin tarihsel evrimiyle ilgili analizini
geliştird i. Comte entellektüel gelişme ve düşünmede üç temel evre
tespit eder:

• Teolojik Evre: bütün doğal fenomenler ve topl u msal olaylar


doğaüstü g üçlere ve ilahiara göre açıklanır ve H ı ristiya n l ı ktaki
kadiri m utlak Allah a nlayışında doruğuna çıkar.
• Metafizik Evre: soyut ve hatta doğaüstü güçler halen açıklama­
ların temel kaynağını oluştu rur, ancak onlar, geçmişin kaprisli
ta nrı la rı ndan daha istikrarlı ve sistematiklerdir.
• Pozitif Evre: düşü nceler ve açıklamalar spekü lasyonlara değil bi-
POZiTiViZM 73

l ime, soyut felsefeye değil e m pi rik deneyiere daya n d ı rı l ı r. Sade­


ce böylece d ü nya g izemlerinden a rı nacak ve gerçeklik doğru
o la ra k ortaya çıkacaktır.

Comte'a göre, her tür insan bilgisi bu evre lerden geçerek gel işir,
ancak eşza man l ı o l a ra k değil. E n altta, temel bil i mler, pozitivist a raş­
tırma ru h u n u i l k o l a rak benimseyen bilimler yer a l ı r. Ard ı ndan daha
üst düzeyde, daha kompleks d isiplinler gelişir, zira onlar kendi geli­
şimleri için alt d üzey temel bilimlerdeki çal ışmalara bağ ı m lıdırlar. Bu
yüzden, astronomi ve matematik, önce kimya n ı n, a rd ı ndan biyoloji­
nin ve son olara k sosyolojinin tem e l i n i oluştura n fizikten önce o rtaya
çıka r. Kimya ve daha alt d üzey b i l i m l e r 'anal itik' disiplin leri o luşturur­
lar, çünkü onlar en temel yasalarla ve d oğal fenomenlerin en temel
bileşenleriyle ilgilenirler. Comte biyoloji ve sosyolojiyi 'sentetik' bi­
limler olarak görür, zira o n l a r tüm organ izmayla meşgul olur ve genel
bir resim sunmaya ça lışırlar.
Ayrıca, bu o l d u kça farklı bilimsel disipl i n ler, genellikten karmaşık­
lığa, özerkl ikten bağ ı m l ılığa yükselen, insani ve topl u m sal g e l işmenin
en m ü kemmel açıklaması o l a rak sosyoloji içinde nihayet bulan doğal
bir hiyerarşiye sahi plerdi r.
Comte'un tezine göre, insa n topl u m la rı benzer evri m basamakla­
rından geçer ve her evre belirl i bir d üşünce biçim iyle ilişki içindedir
(o, daha sonra, her yen i evreyi, geleneksel ve ilerlemeci fikirler ara­
sında bir m ücadelenin ortaya çıkışı olarak açıklamaya ça lışırken bu
fikrini değiştirir). Comte, orga nik bir analojiye başvurarak, top l u m u n
işbölümü a racıl ığıyla d a h a kom p leks, farklılaşmış v e uzmanlaşmış
hale geldiğini öne sürer. Toplumsal d ayanışma, temel bir konsensüs
ve bu konsensüsü oluştura n ku rucu u n s u rların ka rş ı l ı kl ı bağ ı m l ı l ı ğ ı
temelinde evrim geçirm iştir: bu karş ı l ı k l ı unsurlar ai le, eğitim v e sos­
ya l sistem i meydana getiren diğer tüm kuru m l a r ile kültür ve d i l i n bu
sistem i n dokusunu oluşturan tüm görünüşleri olara k s ı ralanabilir.
Sosyolojinin rol ü, genel bir bakış açısı sağlamak, hem sosyal statiği
(topl u msal d üzeni sağ laya n yasa ları) hem de sosyal dinamiği (top­
l umsal değişmeyi d üzenleyen yasaları) a naliz etmektir.
Comte'un sosyolojisi, giderek, topl umsal düzen ve değişmenin il­
kelerinin a raştırılması haline gelir ve 'bilim', 'reform' ve devrim -karşıtı
'geleneksel m uhafazaka r m u halefet' ile bilim ve sanayiye daya l ı yen i
altın çağa köktenci inanç a rasındaki temel geri l i m i ya nsıtmaya başlar.
Comte giderek temel ortak ah l a ki değerleri gerektiren m u hafazaka r
topl umsal d üzen a nlayışına yakı n l ı k d uymaya başlar. Geleneksel d i n
zayıflayıp d evrimci felsefe l e r ortaya çıksa bile, Avru pa'nın sosyal
74 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

olduğu kadar a h laki bir kriz içinde de olduğunu da kab u l eden Com­
te, pozitivizmi, kendi yeni toplumsal düzeninin, ve hatta -daha da
ileri giderek- yeni bir insan l ı k dininin temelini oluştu ran yeni bir
a h laki konsensüs yaratacak bir a ra ç olara k sun maya ça lışır.
Comte'un değerlere karşı bu i lgisi, aynı şekilde, onun sosyal teori
ve a raştırma a nlayışı n ı n da temelini o l uştu rur. O saf empirizmi, sade­
ce topl u msal olgular toplama ve ö lçme a n layışını reddeder. Sonra ki
pek çok pozitivistten fa rklı olarak, olgular ve teori a rasında karş ı l ı klı
i l işkiler bulunduğunu öne sü rer. Comte, aynı şekilde, sosyal araştır­
manın doğa bili mlerinin yöntemlerini aynen taklit edemeyeceği n i,
sadece deneylerle bu işin yapılamayacağını da ka b u l eder. Yine de o,
dalaylı veya doğal sosyal deneyler yapmayı önerir ve gözlem, analiz
ve öze l l i kle karşı l aştı rma gibi bilimsel i l keleri kendi yeni top l u m b i l i­
minin temelleri olara k benimser. O, aynı şekilde, pozitivizmin s ı n ı rlı­
l ı klarını, m utla k hakikat iddiasında bulu namayaca ğ ı n ı, olguların sa­
dece kısmi ve geçici bilgisine ulaşılabileceğ ini ka bul eder.
N ihayetinde, pozitif evrede, mutlak hakikate ulaşmanın imkansız­
l ığını kabul eden insan zihni evrenin kökeni ve gizli nedenleri
arayışından ve olguların son nedenlerini aramaktan vazgeçer. O
artık sadece, akıl ve gözlem i çok iyi bir biçimde birleştirerek, olgu­
ların gerçek yasalarını -başka deyişle, onlar arasındaki değişmez
ardışıkl ı k ve benzerlik ilkelerini-ortaya çıkarmaya çalışır (a ktaran,
Callinicos, 1 999).
Yine de, Comte n i hayetinde "sosyal evrenin d i kkatli bir biçimde
veri ler toplanara k smanabil ecek soyut doğa yasa ları geliştirmeye
elverişli old u ğu"na inan ıyordu (Turner, 1 985). Onun gel iştirmeyi
önerdiği şey bir 'topl u msal gelişme bilim i'ydi.
Gerçi, Comte'un sosyal gelişmenin temel ka nunları n ı a rama ça ba­
sı -toplumun nasıl gel iştiğ ini anlamamızı sağiasa da, onu değiştir­
menin m ü m kü n olmaması anlamında- ta rihsel kaderci bir yakla ş ı m ı
ima etse bile, onun asıl hedefi, toplumsal koş u l la rı iyileştirecek b i l g i
v e düşüncelere sahip siyaset-yapıcılar yaratmaktır. Nasıl ki, bili msel
yöntem doğayı anlamak kadar ona egemen olacak a raçlara sa h i p
d o ğ a b i l imciler sağl ıyorsa, Comte'a göre, pozitivist sosyoloji de i n ­
sanların kendi politik v e sosyal yazgıları n ı n efend ileri o l maları n ı sağ­
layacaktır. Comte, bu yüzden, aslında değişime karşı çıkmaz, daha
ziyade o n u pozitivist aşa manın bir sonucu olara k görür ve onayl a r.
Ancak onun korktuğu ve karşı çıktığı şey, toplumun doğal evri m i n i
teh d it eden v e bu yüzden ondokuzuncu yüzyılda Avrupa'da bizzat
yaşanan kaos ve düzensizl iğe yol açacak doğal ol maya n, insan ürünü
veya devrimci bir değişimdir. O d ü zen içinde i lerlemenin 'pozitif'
POZiTiViZM 75

öze l liklerini kendi etrafında karşılaştığı negatif ve yıkıcı kaosun karşı­


sına koyar.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Comte'un pozitivizm anlayışı felsefe ve sosyoloji üzerinde büyük bir
etki yarattı. B u a nlayış, J.S. M ill ve Herbert Spencer gibi i ngiliz felsefe­
cileri etkileyen ve 1 920'1erdeki Mantıkçı Pozitivist Viyana Okul u'na
öncül ü k eden Fransız pozitivist felsefe geleneğ inin temel lerini ol uş­
turdu. Pozitivist düşünce Avrupa, Latin Amerika ve ABD'de büyük bir
i lgiyle karşılandı. Comte'un parolası, 'Düzen ve i lerleme' Brezilya milli
bayrağında göklerde dalgalandı. O, günümüzde hala etkili ol mayı
sürdüren pozitif ekonomi fikrine kaynak teşkil etti.
Comte'un sosyolojideki etkisi daha köklü oldu. Kurucusu olduğu
pozitivist gelenek i ngiliz, Amerika ve Avrupa sosyoloj isinde büyük
ölçüde egemen bir konumdadır. Emile Durkheim ve Amerika n ya pı­
sal-işlevselciler tarafından ilan edilen işlevsekiliğin temelinde Com­
te'un organik analoji kullanımı, topl u msal konsensüs ve sosyal statik
gibi kavra mları yatar. Onun bilimsel yöntem üzerine vurgusu sosyo­
lojik ve a ntropolojik araştırmalarda hala etkisini sürd ürmektedi r.
Onun daha akılcı, adil ve güçlü bir toplum için bilimsel bilgiye d uy­
duğu inanç pek çok modern sanayi-ötesi toplum teorisinden önce
sahnede yerini alm ıştır.
Bununla beraber, onun ideal bir toplum tasla ğ ı ol uştu rmaya yö­
nelik g i rişimleri daha az başarı l ı, hatta saçmadı r. Comte bir 'sos­
yokrasi', sosyologlar tarafından yönetilen bir toplum ve sosyolatri -
insanlık d i n i ne sayg ı l ı bir d izi yortu- tasa rlad ı. Ancak o, bu tür aşırılık­
lar sonucunda pek çok destekçisini kaybetti, hatta Du rkheim bile bir
pozitivist olara k onu reddetti.
1 960'Iarın sonlarında pozitivizmin Batı sosyolojisindeki egemen­
liğine karşı saldırılar a rtmaya başladı. Marksistler onu muhafazakar
eği l i m i nedeniyle ve kapitalist topl umun temelinde yatan sın ıfsal
çelişkileri kabul etmediği için eleştirdiler. Fenomonologlar daha da
ileri gid ip, o n u n yaklaş ımının asıl temel lerine; sosyal gerçekliğin bi­
reyler grubun u n üstünde ve ötesinde olduğu i nancına; sosyal yapıyı,
toplumsa l değişme ve insan davra nışlarını d üzenleyen temel kanun­
ların bilimsel yöntem ve nesnel analizle ortaya çıka rtılabileceği inan­
cına saldırdılar. Aksine fenomenologlar, sosyal gerçekliğin doğal
gerçeklikten tamamen fa rklı olduğunu, bu gerçekliğin insanların
gündelik hayattaki yorumlardan ve olaylar ve nesnelere yükledikleri
anlamlardan öte bir şey olmadığını öne s ü rd ü ler. Böyle bir bakış
76 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

açısından, nesnel analiz i m kansızlaşır ve bil imsel yöntem bir ça rpıtma


haline gel ir. Daha ziyade, sosyoloj i k a raştı rmanın hedefi, "bili msel
sosyoloji"de tamamen reddedilen -a nlamlar, duygular ve yoru mlar
g i bi- öznel faktörleri ortaya çıka rtmak olmalıd ır. Bilg iye, hatta fizik
bilgisine böylesi rölatif bir bakış, felsefeci lerden ve hatta T.S. Ku h n -

g i bi- bilim tarihçilerinden büyük destek görmüştür.


B u felsefi ve sosyoloj i k zarafet kaybının sorumlusu, kısmen 'pozi­
tivizm' teri m i n i n kullanılma ve yan l ı ş kul l a n ı l ma biçimi; o n u n özel l i kle
nicelleştirme konusuna sığ bir yoğu n laşmayı haklı çıka rtmak için
ku l l a n ı l ması ve ayrıca insani değer ve anlamı dışiayacak ölçüde top­
l umsal o l g u l a ra sapiantı i ı bir inançtır. Pozitivizm kavram ı , nicel leştir­
meye dar bir yoğ un laşmayı, toplumsal olgu lara takıntı l ı i nancı meş­
rulaştırmak için kullanıl mıştır. i nsanları değerleri ve yoru m ları olgula­
rın zaten kend ilerini a nlattıkları şeklindeki takıntılı bir inanç içinde
d i kkate a l ı n m a mıştır. i nsan eylemi ve bireyi n sosyal o layları etkileme
ve değiştirme yeteneği pozitivist açıklamalarda çoğu kez göz a rd ı
edilmiş veya d i kkate alınmamış v e b u yüzden sosyal b i l i m çoğu kez
o l d u kça determinist, i nsana-uzak, hatta top l u m u kontrol ettiği insan­
ların ötesinde bağımsız bir kend i l i k olara k sunan bir ya klaşım olara k
görünmüştür. B u perspektiften bakıldığ ında, insanlar kontrol ede­
medikleri bir toplumsal d üzenle ve bir toplumsal gelecekle uyum
içinde dans eden ku klalardan fazla bir şey olara k görünmez.
Zayıf ya nlarına ve günü müzde yöneltilen eleştirilere rağ men, po­
zitivizm sosyolojinin saygıdeğer ve itibari ı bir akademik d isiplin, top­
l u msal değişmeyi analiz eden ve hatta öngörebilen bir top l u m 'bi­
l i m'i haline gelmesini sağlam ıştır. Aslında o sosyolojinin kurulmasını
sağlamış ve o n u n gelişimi ve tartışma larına, d i n a m izmi ve süregiden
geleceğine old u kça önemli katkı lard a b u l u n muştur. H içbir başarı tam
kab u l görmemiştir. Pozitivizm çoğu kez sosyolojinin 'Büyük Birader'i
olara k görü nmüştü r. i ronik olan, Comte olgu ve değer arasındaki
ka rşılıklı il işkiyi, araştırmanın s ü rd ü rü l mesinde ahlaki değerlendirme
gereği n i vurg u lamasına rağ men, onun ça lışmasının bu ya n ı n ı n çoğu
kez u n utulması ve uzu nca bir za mandır gözden kaybolmasıdır. Yine
de, pek çok felsefeci ve sosyolog tarafından g izemli bir şey olara k
görü lse bile, pozitivizm bil i msel statüsünden güç a l mayı s ü rd ü rmek­
tedir, ancak o artık hakim, ana-akım sosyoloji değ i l d i r.
POZiTiViZM 77

AYRlCA BAKINIZ
• YAPISAL-iŞLEVSELCiLiK -Comte'un sosyolojisinin daha modern bir
yorumu olarak ve o n u n bütün yaklaşırnma sonraki eleştiriler olarak
• FENOMENOLOJi, ETNOMETODOLOJi ve SEMBOLiK ETKiLEŞiMCi-
LiK -pozitivizmin ve onun bilimsel kesinlik teorisinin eleştirileri olarak
• PARADiGMALAR, YANLlŞLAMA VE VARSAYlM
• ELEŞTiREL TEORi
• POST-MODERNiZM

OKUMA ÖNERiLERi
BRYANT, C. ( 1 986), 'What is positivism?, Social Studies Review
PETTIT, P. The Philosophies ofSocial Science, Anderson, R.J. and Sharrock,
W.W., Teaching Papers, Longman

iLERi OKUMA ÖNERiLERi


COMTE, A. (1 838), The Positive Philosophy of Auguste Comte, Beli
COMTE, A. ( 1 877, 1 830-42), Course de Philosophie Positive, Ballier & Sons,
Paris
COMTE, A. (1 875-77, 1 848-54), System de Pol itique Positive, Longmans,
Green & Co., London
PICKERING, M. (1 993), Auguste Comte: An lntellectual Biography, Cambridge
University Press, Cambridge

SI NAV SORULARI
1 Doğa bilimleri n i n mantık ve yöntemi n i n insan toplumları n ı n i n celen­
mesinde uygulanabileceği iddiasını değerlendirin.
2 Sosyolojide kabul edilen temel yaklaşımlardan biri olan pozitivizm,
sosyal d ü nyan ı n nesnel incelenmesinin mümkü n ve arzu ed i l i r olduğu
varsayım ı üzerine kurulmuştur. Onun en önemli yaygın araştırma tek­
niği, nedensel ilişkiler kurmak amacıyla, istatistiksel olarak kontrol ed i­
lebilir değişkenlerden büyük ölçekte nicelleştirilebilir veriler sağlayan
sosyal sörveylerdir. Bu şekilde oluştu rulan açıklamalar ve teorilere
eleştiriler, sörveylerin gerçekleştirilmesiyle il işkili tekniklerin güvenir­
liğine ve onlardan elde edilen veri tipinin geçerl i l iğine yoğ u n laşmak­
tad ı r
(a) aşağıdaki terimleri kısaca tanımlayınız.
(i) nesnel
(ii) nicelleştirilebilir veri
(iii) nedensel ilişki
(b) B ildiğiniz en az bir araştırmadan yararlanarak, sosyal sörveylerin
78 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

metinde belirtilen şekilde nasıl kullanılabileceğini gösterin iz.


(c) Sosyal sörveylerin geçerl iliği ve güvenirliği üzerine birer eleştiri
tasariayın ız.
(d) Sosyologların yaptıkları açıklamalar ve ulaştıkları sonuçlarda me­
todolojik seçimlerin nasıl etkil i olduğunu açıklayıp gösterin iz. (JM B,
Haziran 1 987)

Çeviri: Cevdet Özdemir


Protestan Ahlak•
Max Weber

FiKi R
'Protestan ahlakı' en ü n l ü sosyo l oglardan ve kuşkusuz sosyolojinin
kurucu baba larından biri olan Max Weber'in ( 1 864-1 920) temel fikir­
lerinden biridir. O önde gelen bir Alman a kademisyen ve 1 902'de
ku rulan Alman Sosyoloji Derneği'nin ortak kurucu larından biridir.
Onun geniş ve kapsamlı karşılaştırm a l ı araştı rmalarının ürünü olan
temalarından biri 'modern çağ ın ruhu' a rayışı, modern toplumu
geçmişteki topl umlardan ayıran temel dinamiğin ve temel bir özel li­
ğin a raştırıl masıyd ı. Weber bu temel özelliğin rasyonalite olduğuna
inan ıyordu: yan i, sürekli etkinlik ve etkililik arayışı içindeki, kendi
insanları ve kurumlarını organize ve kontrol etmeyi amaçlayan mo­
dern toplumu karakterize eden şey, rasyonel ve mantıklı düşünme ve
organizasyon biçimidir. Ö nceki toplumlar din, gelenek veya kişisel
karizma gibi i rrasyonel inançlar veya d üşü nce sistem lerine dayanır­
la rken, modern toplum mantığa ve kendi d ü şü nce ve ö rg ütlenme
sisteminin asıl temeli olarak akla başvurmaya dayanır. Modern bilim
ve teknoloji, modern h u kuk ve iş hayatı rasyona l itenin, onun geliş­
meyi sağlayacak biçimde ve h ızda modern topluma uygulanma bi­
çiminin klasik örnekleridir. B u tema Weber'in din, bürokrasi ve özel­
likle kapitalizm üzerine a raştırmalarının temelini o luşturur ve onun
temel çalışması Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu'nun ( 1 930) ana
tezid i r.
Ondokuzuncu yüzyıl sonundaki d iğer yazarlar, özelde Marx Batı
Avrupa'yı büyük ölçüde etkileyen Sanayi Devri mini ekonomik temel­
de açıklamaya çalışırken, Weber fikirlerin, özellikle d insel fikirler ve
değerlerin bu muazzam tari hsel değişim üzerindeki etkisini göster­
meye çalıştı. Weber, geçmişte ve günümüzdeki uygarl ıklar ve d inler
üzerine oldukça kapsa mlı karşılaştırmalı analizinde, bel i rl i dinlerin
80 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

topl umsal d eğ işmeyi i lerletir veya en azı n d a n engellemezken, diğer­


lerinin a ksi yönde etkilerde b u l u n d u kları sonucuna vard ı . Antik Çin
ve H i n t uyg a rl ı kları, sı nai 'kal kış' (take off) için gerekli önkoşul l a ra
(ucuz emek, sermaye, b u l u ş l a r, geniş piyasa l a ra ) sa h i p o l m alarına
rağ m e n b u n u başara ma d ı l a r -niçin? Benzer şekilde, S a nayi Devri mi
önce l i kl e tüm Batı Avrupa'da değil, a ksine öze l l i k l e i n g iltere, H o l l a n­
da ve A l m a nya gibi kuzey ve Protesta n ü l kel erde gerçekleşti. We­
ber'e göre, Protesta n a h lakı, öze l l i kl e Kalvin izm gibi d a h a Pü riten
mezheplerin a h l a k a n l ayışı Sanayi Devri m i n i ateşleyen hayati kıvılcı­
m ı sağ l a m ıştır.
Weber'e göre modern kapita l izmin temel karakteristiği rasyonel­
liğid ir, bu sistem piyasa güçleri n i n dolaşımı na, ücret ve emek gibi
ü retim faktörlerinin ma liyet ve fayd a l a rına, bel irli bir yatırım m i ktarı­
nın m u htemel geti rilerine ve özel o l a ra k kar g ü d üsüne daya n ı r. Bu
kapital ist ruh az sayıda maceracı g i rişimciyle s ı n ı r l ı kal mayıp, a ks i n e
her yere yayı lır ve b ü t ü n topl u m ların t e m e l hayat tarz ı n ı ol uştu rur.
Weber, erken dönem Protest a n l ı k üzeri ne yazı larında, bu ekonomik
d eğ erler i l e Protestan reformasyo n u n d a n sonra ortaya çıka n daha
Püriten mezheplerin -Kalvin istler, Lutherciler ve Methodistlerin­
d eğerleri a ra s ı n d a ki güçlü 'benzerlikler' e d i kkat çeker:

• Kataliklik yoks u l l u ğ u kurt u l u ş a giden yol olarak görür ve cen ne­


tin öte d ü nyada o l d u ğ u n u d üş ü n ü rken, Püritan izm kişisel zen­
g i n l i ğ i Ta nrının inayet i n i n bir göstergesi ve kurt u l uşu d a önce­
den a l ı n larına yazı l m ı ş bir azı n l ı ğ ı n gözle görü l ü r sembolü ola­
rak i l a n etmiştir. S ı kı çalışan ve zeng i n l iklerini artıra n Ka lvin istler
kendilerini seçi l m iş azı n l ı k o l d u klarına i n a n d ı rmaya ça lıştılar ve
böylece kar g ü d ü sü l a netlenmişlik korku s u n d a n psikoloj i k kur­
t u l u ş a n l a mı n a gel meye başladı. Yine d e, bu zen g i n l i k çarçur
edil meyip sakla n m a l ı ve kaza ncı artırma a racı o l a ra k ve Tanrıyı
daha fazla yüceltmek için yatı rıma dön üştürü lmel iyd i : bütün
b u n l a r kapita l ist ruh için temel önemdeydi. Kata l i k kil iseni n
l ü ks ve savurg a n l ı klarının a ksine, Püritenler idareli ve tutu m l u
davra n d ı l a r, h e r türl ü hazzı reddettiler. Harcamaktan ziyade ta­
sarruf a rzusu Sa nayi Devri m i n i n gelişimi için o l d u kça ö n e m l i
o l a n yatırım ruh u n u yarattı.
• Katal iklik ve i slamiyet gibi büyü k ölçüde ya p ı l a ş m ış ve kollek­
tivist d i nler bireyi bütü n ü n iyi l i ğ i için i ki nci plana iterlerken,
Protestan l ı k çok d a h a bireyci ve demokratikti. Protesta n l a r, Pa­
p a l ı ğ ı n otorites ini ve rahiplerin g ü c ü n ü desteklemek yerine, bi­
reysel kurt u l u ş u ve Ta n rıyla a racısız konu şmayı teşvik ettiler.
PROTESTAN AHLAKI 81

• Geleneksel d inler i n anç, ibadet v e hatta büyüye daya n ı rken,


Protesta n l ı k çok daha rasyoneldi, mantıktan yoksun ritüellere
ve tüm irrasyonel açıklama biçimlerine karşıyd ı.
• Ortaçağda çalışma sadece mevcut hayat standardını sürdüre­
bilmek için gerekli olumsuz bir şey olarak görü l ü r ve para ka­
za nma itimatsızlıkla ka rşılanırken, Püritenler içi n sıkı çalışma ve
kazançların biriktiril mesi ku rtu l uşa giden yol, Tan rı'n ı n Seçi lmiş
Azınlığa l ütfu n u n işaretleriydi.

Weber, bu karş ılaştı rmalardan hareketle, ideal-tip kapital ist ile id­
eal-tip Protestan arasında benzerl ikler buldu: bireycilikleri ve kazanca
büyü k saygıları, 'Pü ritenlikleri', başanya u laşma azi mleri ve içsel­
inançları ya da kendine güvenleri -bunlara 'meslekler'in i yürütmek
için gerekli riskleri a l maları da dahildir.
Weber'in Protestan a hlakı d ü şü ncesi, bu nedenle, büyüye daya l ı
veya çileciliği öven yahut Protesta n l ı k gibi öte d ü nyacı d i n lerden
farkl ı ola rak, Protesta nların kurtuluşunun nihayetinde bireysel davra­
nışa ve bu d ünyada, bir başkasında değil bu a lemde Tanrı'yla i letişim
kurmaya dayandığı d üşüncesin e daya n ı r. Bu kurtu luş Ka lvi nizmde
olduğu gibi ya alınyazısıdı r ya da d iğer Protestan mezheplerde oldu­
ğu gibi sıkı çal ışarak ve H ıristiyan davra nışla rla kazanıl ı r. Protestanlar
için de Ta nrı'nın inayetini kazanmak yoğ u n kişisel bir süreçtir ve Kil ise
ve papazlık kurumu yard ımcı olabi lse de, n ihayetinde o inana n ı n
el inded ir. Ebedi lanetlenme korkusu, Tan rı'n ı n hizmetinde d u rmadan
ve tutu m l u bir biçimde çalışma gereği, Weber'e göre, Protestan
inançları Katoliklikten ve ku rtu luşun kil ise ve rahiplerin yard ı m ıyla
mümkün olabileceğini savu n a n d iğer büyük d i nlerden ayırır.
Weber, bu neden le, i ki ideal tip bel i rler ve onları karşılaştırır -John
Ca lvin'in kişiliğinde ve Kalvinistlerde cisimleşen Protesta n Ahlakı ve
Genç Tüccara Bir Tavsiye (1 748) adlı kitabın yazarı Amerika l ı kapita list
Benjamin Fra nklin'in hayat hikayesinde görülebilen kapitalist ruh.
Protestan a h la kı, Weber'e göre, zaten mevcut servet biriki m i n i n -
savurgan bir tutu m içi nde kişisel ve gösterişçi hayat tarziarına har­
camak yerine, tasarruflar ve karı n yen iden yatırıma dönüştü rülmesiy­
le- modern kapita l izmin gelişimi için gerekli sermaye biriki m ine dö­
n üştürü l mesine yardı mcı olmuştur.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Weber'in tezi n i n değeri, toplu msal değişme (ve d üzen) açıklamasın­
da düşüncelerin önemini öne çıkarması ve ekonomik determi n izme
82 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

daya l ı sosyolojik teorilerin kültürel faktörleri bir kenara ittikleri bir


dönemde 'bireysel' eylemin önemini yeniden vurg u lamasıd ır. Protes­
tan a h lakı tezi temel bir sanayileşme açıklaması olara k henüz tama­
men çürütülmemiştir; hatta g ü n üm üzde d i n i n gücünün modernleş­
me için temel bir engel teşkil eder göründüğü birçok topl u m örneğ i
vard ı r -sözgel i m i i ra n, H indistan ve U l ster (Kuzey i rianda'da bir böl­
ge).
Belirli değerlerin, öze l l ikle kapitalist a h iakın sanayileşme açısın­
dan tekn i k faktörler kadar hayati önemde o l d u ğ u fikri birçok Batı l ı
teoriyi v e gelişmekte o l a n ü l kelerdeki modernleşme politikalarını
önemli ölçüde etkilemiştir. Amerikan psikolog David McCielland
( 1 961 ), örneğin, başarı yönel i m i n in, yani 'N-AC H faktörü'n ü n Ü çüncü
Dünyanın sanayileşmesi için g izli bir karışım, hayati önemde bir kıvı l ­
c ı m o l d u ğ u n u ö n e sürd ü . Hatta o , bölge işadamlarına gerekli moti­
vasyon ve kararl ı l ı ğ ı aşılayacak eğitim progra mları hazırladı, böylece
onlar bölge h a l kına sıkı çalışma, dakiklik ve motivasyon gibi değerleri
öğreteceklerdi. Bu görüşler rad ikal yaza rlar tarafından ideoloj i k bir
saçmalık olara k eleştirildi: çü nkü Ü çüncü Dü nya ü l kelerinde sanayi­
nin gelişmemesi bu ü l kelerin tembel liğine bağlanmaktaydı, a ncak
onların geri ka l m ışlıklarının asıl nedeni, Birinci Dünya ü l keleri, öze l l ik­
le -doğal kaynaklarını kuruta n ve onla rı yoksu l l u k ve bağ ı m l ı l ığa
mahkum eden- büyük çoku l u sl u şirketler tarafı ndan sömürü l m ele­
riyd i. Sosyal ist bir bakış açısından irrasyonel ve adaletsiz olan kapita­
l izm ve onun piyasa g üçleridir ve d üzen sadece bazı planlı ekonomi
biçimleriyle yeniden sağlanacaktır.
Ancak, Protestan a h la kı tezine yapılan d iğer birçok eleştiri We­
ber'in fiki rleri n i n ya nlış anlaşıl masından kaynaklan maktadır -onun
yazıları n ı n çoğ u n u kuşatan bel i rsizlikl er d ikkate a l ı nd ı ğında d u ru m
h e r zaman o kadar şaşırtıcı değildir:

1 . Weber Protesta nlığın Sanayi Devrimine yol açtığını söylemekle


eleştirilmiştir. Gerçekte o, sadece, Protestan a h l a kı ve ka pital ist
ruh arasında 'önemli bir benzerlik' algıladığını söylemiştir; hatta
onun biyografi yazarlarında n Fra n k Parkin'e ( 1 982) göre, Weber
zayıf ve güçl ü bir tez arasında, Protesta n l ı ğ ı kapitalizm üzerin­
deki birkaç etkiden biri olarak görme ile bel irleyici önemde bir
faktör olara k a l ma a rasında gelip gider. Kesi n l i kle, onun tezi Ka­
tolik ü l kelerdeki sanayileşmeyi ve ayrıca, niçin en Püriten ü l ke­
lerden biri olan i skoçya'nın komşusu I ngiltere gibi 'ekonomik
kalkış'ı gerçekleştiremediğini açıklayamaz.
2. Weber sa nayileşmede ekonomik ve siyasal faktörlere yeterince
PROTESTAN AHLAKI 83

ilgi göstermemekle eleştirilm iştir, a ncak bu eleştiri de yanl ıştır.


Aslında o teknik faktörlerin tamamen farkındaydı, zira ona göre,
ondokuzuncu yüzyıl Batı toplu m l arı sadece kapitalist kültüre
değil, aynı zamanda maddi temel ve rasyonel çerçeveye, ser­
maye akışı ve sözleşmelerin yapıl ması için gerekli hukuki, idari
ve mali kuru m l a ra da sahiplerdi. O sadece kültürel fa ktörlerin
önemini de göstermeye çal ıştı. Bir Karl Marx eleştirmeni olarak
ününe rağ men Marx'a oldukça saygı l ıydı. Onun karşı olduğu
şey Marx'ın çoğu izleyicisinin benimsediği kaba ekonomik de­
term inizmdi. Özelde Weber tezinde, tarihse l değişmenin -
insa n ı n üzerinde çok az kontrole sahip olduğu- temel ekono­
mik güçlerin ilerlemesinin kaçınıl maz sonucu olduğu şeklindeki
Marksist inanca karşı çıkar. Aksine o, Çağın Ruhunu -bu örnekte
Protestan ah lakını- yakala maya ve böylece tarihsel gel işmede
insani eylemi ve güdülerin rol ü ve önemini açıklamaya çalışan
a lternatif bir a naliz önerir. Protestan ahlakı düşüncesinde a maç,
özelde kültürel güçlerin ekonomik değişim üzeri ndeki etkisini
ve insani güdülerin ve özel ahlaki bir bakış açısının -bu örnekte
Kalvinizm ve kar a rayışının- ekonomik gelişmenin temelini nasıl
o l uşturduğunu göstermekti.
Marx'ın aksine, Weber, i nsan eylemi ve bireyi ken d i kapita­
lizm, kapita l izmin karakteri ve kökeni a na lizi n i n merkezin e yer­
leştirir. Weber, tek boyutlu yaklaşımların aksine, çok faktörl ü bir
değişme analizi önerir. Ona g ö re, tari h i n itici gücü ekonomik ve
maddi güçler değildir; kültürel ve siyasal güçler de ayn ı ölçüde
bir role -kendilerine özel bir hayata- sahiplerdir. Marx'ın aksine,
Weber, modern kapital izmi n ortaya çıkışını kaç ı n ı l maz veya ön­
ceden bel irlenmiş bir şey o larak görmez. Daha ziyade kapita­
lizm tarih i n özel bir noktasında 'seçici benzerlik' içinde bir araya
gelen bazı g üçlerin uyuşması sonucunda ortaya çıkm ıştır. We­
ber Batı kapital izminin geliş i m i n i Doğ u n u n gelişimiyle, öze l l ikle
benzer ekonomik koşulların varl ığına rağmen kapitalizmin or­
taya çıkmadığı geleneksel Çin ve Hind istan'daki ekonomik geli­
şimlerle karşılaştırır. Protesta n l ı ğ ı n a ksine, Doğu dinleri ne dün­
yevi çıkarları n e de maddi kazançları teşvik ederler. Onlar daha
ziyade öte d ü nyayı ve bireyin manevi uyumunu maddi hayatın
üzerine yerleştirirler.
Bu yüzden Weber'in tezi Marx'ın tarihsel materyalist yakla­
ş ı m ı n ı n aksi ne ideal ist bir ta rihsel değişme teorisi olarak betim­
lenir. Böyle bir perspektif oldukça basitleştiricidir. Tıpkı Marx'ın
özellikle son dönem yazılarında topl u msal değişmede fikirlerin
84 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

gücünü kabul etmesi gibi, Weber de güçlü bir e konomi tarihi


analizi geliştirmiştir.
3. Weber bir kıs mı Sanayi Devrim inden önce yer alan fa rklı kapita­
lizm biçimlerinin varlığını ka bul etmediği için eleştirilmiştir.
Gerçekte Weber, böyle bir ayrı mı, korsa nların yağmacı kapita­
lizmi, Yahudi pa rya lar ka pita l izmi ve antik uygarlıkları n gele­
neksel kapitalizmi ayrım ıyla gerçekleşti rdi. Diğer çoğu kişi -
g irişi mciler, tüccarlar, bankerler, korsanlar vb.- servetini a rtırıp
zengin bir hayat sürdürü rken, h içbiri Protesta nların, örneğin
Kalvi nistlerin çileci katılığı ve dinamizmine sahip değildi. Diğer­
lerinin a ksine, tüketi mciliğe karşı ç ı kan çileci Protestanlar tasar­
ruf ve yatırıma yöneldiler ve kişisel kaza nç için değil dinsel kur­
tuluş a macıyla karı hedeflediler. Onlar kendilerini sıkı çalışmaya
ve sermaye biriki m i ne adadıl ar. Onlar Ta nrı'n ın gözünden d üş­
memek için dinlenemez veya tembel lik yapamazlard ı . Onlar
Tanrı'n ı n gazabına uğramamak için, günah işleyemez, kumar
oynayamaz veya sefahat hayatı sürdürmezlerdi. Weber'e göre,
kapita l ist ru h bir para kaza nma biçimi değil, bir yaşa m biçimi,
kültürel ve ahlaki bir kurallar, görevler ve yükü m l ü l ü kler bütü­
nüdür; o sürekli yatı rı m ve yeniden yatı rı m gerektiren ekono­
m i k hayatın ve iş hayatı n ı n belirl i bir hedefe kil itlenmiş ve bite­
viye bir uğraşıdır. Sermaye birikimi ve kar arayışı, böylece, aç­
gözl ü l ü k ve para tutkusundan ahlaki bir il keye ve Tanrı'nın ina­
yetinin bir işaretine dönüşür. Zengin daha zeng in olma ha kkı ve
ödevine sahiptir, fakir fakirliği hak etmektedir. Weber, bu ne­
denle, Protestan l ı k ve kapitalist ruh arasında bir 'seçici benzer­
l i k' belirler. Pürita nizm ve öze l l i kle Ka lvinizm 'ideal tip' Protes­
tan'ı yansıtır ve kesinlikle kapital izmin i htiyaçlarına uyg u n dü­
şer, çünkü o bireysel kar arayışını meşru laştırmış, titiz ve sıkı ça­
l ışmayı, kendini disiplin a ltına a l mayı ve sade bir hayat tarzını
özendirmiş, lüks ve gösterişçi tüketim yerine yatırım i htiyacını
ve sermaye biriki m i sağlamak için tasarrufu önermiştir -hepsi
Tanrı adına ve Tanrı'nın zaferi için yap ı l m ıştır. Fakirl ik a h laki bir
yetersizlik ve zayıfl ığın işareti olara k görü l müştür. Kazanç pe­
şinde koşmak kirli bir iş değil, ahlaki bir görevdir. Servet Tan­
rı'n ın inayetinin bir göstergesidir. Protestan işadamının dinamik
d ürtüsünün temelini ol uşturan açgözlülük değil, kurtul u ş arayı­
şıdır. Kalvinizm, Weber'e göre, d ünyevi bir meslek biçimi, Tan­
rı'nın hizmetinde sıkı çalış ma, tutu m l u l u k ve a h laki d ü rüstl ükle
can l ı tutu lması gereken bir meslektir. Kurtu l u ş Ka.l vinistler için
önceden alınyazısıyla beli rlenmiş olsa da, yine de kaza n ı l ması
PROTESTAN AHLAKI 85

gereken, Seçi l m işler arasında bir yer edin mek ve ebedl la nete
mahkum olmak istemiyorsa, bireyi n her g ü n sıkı çal ışarak elde
etmesi gereken bir şeydi r.
Bu yüzden, Weber'in tezine göre, Protestan a hlakı modern
kapitalizmi, ka r arayışı ve sermaye birikimini -uzman laşma, iş­
bölümü, kitlesel üretim ve d iğer rasyonalizasyon biçimlerini­
destekleyen ve artıran iş ve örgütlenme pratiklerini ü retmeye
yard ı mcı olmuştur. Ancak bel irl i b i r noktaya u laşıldığında, mo­
dern kapitalizm Protestan güdüye ve ruha artık ihtiyaç duymaz
ve laikleşmeyle birl ikte d i n giderek bir kenara iti l ir. Protestan
a h lakı feodal izmden ka pita l izme geçişe ya rdı mcı olmuştur. Ge­
leneksel dinler rasyonal izasyon ve ekonomik ilerl emeyi zorlaştı­
m ve engellerken, Protestan l ı k kolaylaştırmıştır. Bununla bera­

ber, kültürel geçiş sağland ığında ve Protestanlığın değerleri ku­


rumsa l laştığı nda, bildiği miz şekliyle dine a rtık gerek ka l maz -
ancak, en kapita list ve maddeci modern toplum ABD'de bile
Protesta n-temelli d insel g ru plar ve 'kil iseler' varlığını sürdür­
mekte ve g iderek gelişmektedir.
4. Başka ları onun tezinde tutarsızl ıklar olduğunu, özel l ikle We­
ber'in Protestan tutumların gerçekte kapitalistleri (ve işçileri)
nasıl etkilediğini, Protestanların niçin Ta nrı'yı yüceitme biçimi
olara k kiliselerden ziyade kazançlara yatırım yaptıklarını, Protes­
tan tutumları n n için öne ç ı ktığını ayrı ntı l ı olara k açıklayamadı­
ğını vurguladılar. Ta rihsel araştı rmalar, örneğin, Pürita nizmle
i l işkil i kaza nma güdüsü ve bireyciliğin gerçekte Protestan Re­
formasyondan daha öncesine dayandığını ve bu özelliklere Ka­
toliklik gibi diğer d i nlerde de rastlanabileceğini göstermiştir.

Yine de, bu tez ve Weber'in rasyonal iteye ve bi reysel eyleme ge­


nel vurgusu modern topl u m u n temel bir açıklaması ve modern sos­
yolojide temel bir perspektif olara k kalır.

AYRlCA BAKINIZ
• BiLGi/BiLiŞiM TOPLUMU
• KÜRESELLEŞME, MODERNLEŞME TEORiSi ve BAGIMLILIK TEORiSi
• LAiKLEŞME -din sosyolojisi içinde bir başka geleneğin gel işimi olarak
• TARiHSEL MATERYALilM -Weber'in şiddetle eleştirdiği Marksist
sınallekonomik değişme tezi olarak
86 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

OKUMA ÖN ERiLERi
MACRAE. (1 974), Weber, Fontana
PARKI N, F. (1 982), Max Weber, Tavistock -Weber'in hayatı ve çalışması üzeri­
ne kısa ancak kullanışlı bir özet.
PAMPEL, F.C: (2000), 'Max Weber', Ch. 3, Pampel, F.C., SociologicalLives and
ldeas: An Introduction to the Classica/ Theorists, Macmillan, Basingstoke

iLERi OKUMA ÖNERiLERi


LEMANN, H. AND ROTH, G. (1 993), Weber's Protestant Ethic: Origins, Evidence,
Context, German Historica l lnstitute, Berlin
MAN SON, P. (2000), 'Max Weber', Ch. 6, Andersen, H. and Kaspersen, LB.
(ed s.), Classical andModern Social Theory, Blackwell, Oxford
MCCLELLAND, D. ( 1 961 ), The Achieving Society, Princeton University Press
SCAFF, L.A. (1 998), 'Max Weber', Ch. 2, Stones, R. (ed.), Key Sociological Thin­
kers, Macmillan, Basingstoke
TURNER, B. S. (1 992), Max Weber: From History toModernity, Routledge, Lon­
don
WEB ER, M. (1 930), Protestant Ethic and the Spirit of Capitalism (1 905), Alien &
Unwin, [Protestan Ahlaki ve Kapitalizmin Ruhu, Çeviri: Zeynep Gürata, Ay­
raç Yayınevi, Ankara, Temmuz 1 997]
WEB ER, M. (1 968), Economy and Society: An Outline of lnterpretative Sociology
(1 922), Bedminister Press
WEB ER, M. (1 949), TheMethodology of the Social Sciences, Free Press
WEBER, M. (1 950), General Economic History, Collier
WEBER, M. ( 1 9 5 1 ), The Religion of China, Macmillan
WEBER, M. (1 958), The Religion of lndia, Free Press

SINAV SORULARI
1 . 'Weber'in sosyolojiye özel katkısı fikirlerin toplumsal değişmede ne­
dense! faktör olabileceği n i öne sürmesidir' i d d iasını tartışınız (WJEC,
Haziran 1 988)
2. 'Dinsel i na nçlar toplumsal değişmeyi h ızlan d ı rmada rol oynayabilirler'
görüşünü değerlendiriniz. (AEB, Haziran 1 988)

Çeviri: Ümit Tatlıcan


Seçkinler Teorisi
Pareto ve Mosca

Vilfredo Pareto ( 1 849-1 923) Paris'te


i talyan b i r siyasal sığı nmacı ve Fransız
annenin çocuğu olara k d ü nyaya geldi.
Aile 1 858'de i talya'ya döndü. Vilfredo
Torino Ü niversitesi Pol itekn ik Enstitü­
sü'nde mü hend islik eğitimi gördü ve
yirmi yıl bir demiryol u şirketinde mü hen­
dis ve yönetici olarak çal ıştı. Sosyal bilim­
lere, özel likle ekonomi ve siyasete karşı
ilg isi g iderek arttı ve 1 880'1erin i talyan
Serbest Ticaret Hareketi'nden büyük
ölçüde etkilendi. Kend isine kalan büyük­
çe bir mirastan sonra tüm zaman ı n ı ma­
tematiksel ekonomiye ayırd ı. Pareto,
1 893'te, kırk beş yaş ı ndayken Lozan'da
Ekonomi Pol itik Profesörü olara k göreve başladı. 1 900'den sonra
i sviçre'de bir tür i nzivaya çekildi, ayrıca ö l meden kısa süre önce
( 1 923) Mussolini tarafı ndan i talyan Senatosuna atandı.
Pareta'n u n yetişmesinde birçok faktör rol oynam ıştır: mü hend is­
lik görevi, matematik ve bilim alanındaki eğitimi, oldukça iyi i talyan­
ca ve Fransızca bilgisi, antik dönem hakkındaki bilgi leri, ekonom iye
yoğun ilgisi. Bütün bunlar onun yazı ve düşü ncelerine taş ı n m ıştır.
Pareta doğa b i li m lerinde kullanılan tekn ikleri sosyal araştırmalara
uyarlamaya ve özelde 'dengelen me' kavra m ı n ı kendi ekonomik ve
siyasal teorisine uygulamaya ça l ı ştı. Genel amacı, tüm sosyal sistemin
sistematik ta rihsel bir analizini yapmak, ekonomi, siyaset bilimi ve
psikoloji bilimleri aras ı ndaki il işki leri kurmak, d i kkati insan davranışı­
n ı n rasyonel-ol mayan yan larına çekmekti. Ona göre bu rasyonel­
olmayan unsurlar tortular ve türevierden oluşmaktad ı r.
88 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

• Tort ular': i nsan eyleminin a rd ı ndaki temel duyg u la r; insa nları n


içgüdüleri v e d ü rtü lerine daya l ı öznel faktörler.
• Türevler': insanların eylem lerine bir· ölçüde rasyonel görüntü
kaza ndırmakta kullandıkları düşü nsel meşrulaştı rmalar veya
ideoloj iler. Bu iki kavram o n u n siyasal 'seçkin ler dolaşım ı' a n al izi
ve modern ekonom iye önem l i katkılarının (Pareto Yasası, refah
e ko no milerinde Pareta opti m u m u ve kendi e konomik denge­
lenme teorisin i n) temel leridir.

Temel çal ı şması:

• Akli ve Toplum ( 1 9 1 6)

Gaetano Mosca Sicilya Palermo'da d ü nyaya geldi. Anayasa h u kuku


eğiti mi aldı; Palermo ve Roma Ü niversitelerinde dersler verdi. Daha
sonra on yıl kadar Chamber of Deputies Journal'da editörlük ya ptı.
A kademik kariyerine 1 896'da Tarina Ü n iversitesi'nde A nayasa H u ku­
ku Profesörü olara k yeniden başlayan Mosca, 1 923'te Roma'da Siya­
sal Kurumlar ve Öğ retiler Profesörü olara k görev yapmaya başladı.
Mosca ayrıca 1 908-29 yılları a rasında siyasal açıdan o l d u kça a ktifti
ve Mecl iste m u h afazaka r bir üye olara k görev a l d ı . 1 9 1 4- 1 9 1 6 a rasın­
da Sömürgeler Baka n l ığ ı yaptı ve 1 9 1 9'da Senatör oldu. Onun temel
çalışması Yönetici Sı ntfı ( 1 896) bu kadar parlak kı lan akademik a raş­
tırmaları ve siyasal tecrü beleri n i n bileşimid i r.

FiKiR
Vilfredo Pareta v e Gaeta no Mosca, kısmen d ü şünceleri klasik v e mo­
dern seçki n ler teorisi arasında bir köprü görevi yüklendiği için, kıs­
men de siyasal güç a n a l izleri nin benzerl iği nedeniyle, genel l i kle mo­
dern seçkinler teorisinin kurucuları olara k görül ü r. Bağı msız çalışmış
olsa l a r da, i kisi de siyaset seçkinlerini -örneğin, Marksist analizlerde
o l d u ğ u gibi güç ya pısına göre değil- daha ziyade kişisel n itel iklere
göre analiz etmiştir. Gerçekte, iki teori de, Marx'ın geleceğ i n toplu­
m unda herkesin eşit olacağı ve artık yöneticiler ve yöneti len ler ayrı­
m ı n ı n ortadan ka l kacağı öngörüs ü n ü n redd i olara k gelişmiştir. Gerek
Pareta gerek Mosca, seçkinler -az ı n l ı k- yöneti minin bütün topl u m ­
larda kaç ı n ı l maz old u ğ u n u ; h epimizin, bir ölçüde, y a yönetici y a da
yandaş olara k doğ d u ğ u nu; devrimin sadece bir seçkinler grubunu n
yeri ne bir başkasını getirdiğini öne sürer. Onlara göre, seçki nler yö­
neti m i n i n temelini -kitlelerin parça l a n m ış l ı ğ ı, dağınıklığı ve d uyarsız-
SEÇKiNLER TEORiSi 89

lığının aksine- yönetici gru p veya sınıfın kişisel nitelikleri o l uşturur.


i kisi çoğu kez 'Yeni Makyavelistler' olara k a n ı l ı r.
Pareto'n u n siyasal seçkin ler teorisi, esas olarak, farklı yönetici
gruplar arasında yapılan psikolojik bir ayrıma, yan i onların dolaşım
biçimleri ve kitleleri yönetme biçimlerine daya nır. Pareto iki temel
seçkin tipi bel irler: 'aslanlar' ve 'til kiler'.

• Aslanlar güç kullanarak yönetirler. Dobra, kararlı ve acımasızlar­


d ı r (örneğin, askeri d iktatörlükler) .
• Tilkiler g izlice yönetirler. Ku rnaz, yönlend i rici v e diplomatikler­
dir (örneğin, Avrupa demokrasileri).

Bu seçkinler özel l i kle fa rkl ı kişisel nitelikler ve fa rkl ı siyasal l iderl i k


biçimleri sergilerler -iknaya karş1 g ü ç. Pareto'ya göre, topl umdaki
temel değişim ler bir seçki nler dolaşım ıyla, aslanların yerini tilki lerin
veya aksine tilkilerin yerini a slanları n a l masıyla gerçekleşir. Nihaye­
tinde, bütün seçkinler zama nla çöker, geri ler ve yıpranı rlar; onların
yerleri ni yenilerine bırakmaları hepsi için bir problem oluşturur. Bazı
seçki nler iktidarı çocuklarına aktarırken, d iğerleri alt kademelerden
'taze kan' bulmaya çalışırlar. Her iki yöntem de gücü elde tutmaya
hizmet etse bile, Pareto'nun bel irlediği iki seçkin tipi de nihayetinde
kendilerini devirecek içkin bir zayıfl ığı bünyesinde barındırı r. Aslanlar
hayal gücü ve kurnazl ı ktan yoksun lard ı r ve bu yüzden kendileri adına
düşü necek tilkileri çalıştırırlar. Til kiler 'içeri' s ızdıklarında gücü hızla
ele geçirmeye başlarlar. Ancak, tilki lerin de zayıf noktaları vardır. Güç
kullanma, kesin kararlar alma yeteneğ inden yoksunlard ı r ve bu yüz­
den kararlı ve örg ütlü bir genç 'aslanlar' grubuna gücü kaptırmaya
açıklardır. Tarih, Pareta'ya göre, sonu gel mez bir seçkinler dolaşımı
h i kayesi, 'bir aristokrasi ler mezarl ığı'dır. Güç, yeni bir siyasal denge
kuru l uncaya kadar bir gelgit durumu serg i ler. Pareto demokrasinin
tamamen farklı bir yönetim biçimi, gücün daha i leri ve temsil iyetçi
bir dağılımı olduğu fikrin i reddeder; o demokrasiyi sadece yeni bir
seçkinler yöneti mi biçimi, tilkilerin kendi kontrollerini gözlerden
saklamalarından 'kaynaklanan' yeni bir ideoloji olara k görür. Pare­
to'ya göre, kitleler yöneti min soru m l u l u klarını yerine getirmesi konu­
sunda her zaman sessiz ve duyarsız kalırlar.
Gaetano Mosca'n ın tezi Pareto'n un teziyle özünde aynıdır: azı n l ı k
tarafından yönetil rnek tü m toplumla rın özelliğidir. Tarihte sadece iki
insan sın ıfı vardır: "yönetenler sınıfı ve yönetilenler". Pareto gibi Mos­
ca da, yönetici sı nıfın toplumun diğer kesimlerinden entelektüel,
maddi ve a h laki açıdan üstün olduğuna ve seçkinleri n gücünün özü­
nü -kitlelerin örgütsüzl üğünün a ksine- yönetici lerin birl i kleri ve iç-
90 SOSYOLOJIDE TEMEL FiKiRLER

bütü n l ü klerinin ol uşturd u ğ u n a i n a n ı r. Mosca, ayrıca, güç psikolojisini


vurg u l a rken, Pa reto'dan , seçkinler yön eti m i için gerekli niteliklerin
topl uma ve za mana göre değiştiğini öne sü rmesiyle de ayrıl ı r. Bazı
topl umlarda kimi ta rihsel dönemlerde askeri cesaret g ü c ü n a na hta­
rıyken, d iğerleri nde d iplomatik beceriler veya hitabet yeteneği önem
kazan ı r.
Mosca, ayrıca, entellektüel ve ahlaki g üçleri, örneğin kültürel ge­
lenekler ve dinsel inançları maddi veya ekonomik güçlerden ayırma­
nın önemini vurgular. O, gerçek Makyavelist bir yaklaşım içinde, in­
sanların i nsanlardan ziyade soyut i l kelere itaati tercih ettiklerini öne
sürer. Bu yüzden, etkin yönetimin a nahtarı temel e konomik ve siyasal
kuru m ları ideolojik kontralle birleştirmek, otoriteyi siyasal güç
ve/veya ekonomik güç kadar ideolojik temellerde de kurmaktır. Nite­
kim örneğin, feodalizm sadece toprak sahipliği ve askeri g üce değil,
kra l l a rı n kutsal hakları düşüncesine de daya n ı r; Fransız Devrim i insan
h a kları i l kesi üzerine kurulm uştu, modern demokrasi ise h u ku ku n
üstü nlüğü i l kesine daya n maktad ı r.
Mosca bu analiziyle siyasal örgütlenme ve gücün temel yasalarını
belirlemeye; siyasal g üç, fikirler ve kişilik arasındaki karş ı l ı kl ı etkileşi­
m i ayd ınlatmaya çalışmıştır. Ona göre, belirli bir topl u m d a ki yönetici
sınıfın siyasal istikrarı siyasal sistemde dalaşımda olan kontro l l ü ve
kontrol-d ışı güçler arasındaki dengeye, yönetici s ı nıfın bu g üçleri
kendine üstü n l ü k sağ lamak için yönlendirme ve kontrol yeteneğine
bağ l ı d ı r. Burada Mosca politikacılar ve devlet adamları ayrı m ı yapar:

• Politikactlar: g ü cü yönlendirmekte usta olan lard ı r;


• Devlet adam/an: toplumsal d eğişmenin d i p akıntıları n ı h issetme
ve onlara yen i ve yaratıcı biçimlerde tepki verme yeteneğinde
olanlard ı r.

Her topl u m u n yönetici sınıfı n ı n kendine özgü karakterini belirle­


yen, topl umsal güçler ve seçkin ler etkileşi m i n i n bu ka rışım ı dı r.
Mosca, deva m la, istikrarlı bir yöneti m i n etkili ve adil bir h u ku k sis­
temini ve topl u m u n yöneti rnde m ü m kü n ölçüde geniş bir temsilini
gerektird iğini öne sü rer. B u yüzden o,

• Yönetici s ı n ıfı n bizzat kendi varl ı ğ ı n ı s ü rd ürmesi yönü ndeki


'aristokratik eğilim' ile özell ikle onsuz devam etme yönü ndeki
'demokratik eğilim' arasında ve
• Yuka rd a n 'otokratik tarzda yönetim eğ ilimi' ile i nsanları 'li beral
ta rzda' yönetme eğilimi a rasında değ işken dengeler kurul ması­
nı salık verir.
SEÇKiNLER TEORiSI 91

Mosca, modern 'prensler'in, güçleri n i kaybetmek istemiyorlarsa,


bu dengelere duyarlı olmaları n ı önerir. O halk h ü kümetine fazla
i nan maz ve seçkinler yönetim i n i n uygar bir yönetim ve topl u m u n tek
seçeneği o lduğunu iddia eder:
Her kuşak, her şeyi, yani yüce asil ve güzel görünen şeyleri sevme
yeteneğine sahip, faaliyetlerinin büyük bir bölümünü içinde ya­
şadığı toplumu geliştirmeye adamış veya onun kötüye gitmesini
engellemeye çalışan bazı cömert ruhlar yaratır. Böylesi bireyler
insanlığı bencillik ve maddeci arzular bataklığında çürümekten
uzak tutmaya çalışan az sayıda ahlaki ve ayd ın bir aristokrasi oluş­
tururlar.
Mosca sonraki yazılarında daha olumlu bir demokrasi a nlayışı ge­
liştirirken, her zaman genel oy ha kkına karşı çıkm ış, -temsili hü kümet
a racılığ ıyla bile- her zaman seçkinler yöneti mini savunmuştur. B u
şekilde o , sadece siyasal rejimierin 'bili msel' b i r analizini yap mayı
değil, aynı zamanda yönetici sınıfı koruyacak bir seçki nler yönetim i
teorisi v e siyasal bir program oluşturmayı da u muyordu.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Pareto'n un'ın fikirleri 1 930'1arda oldukça popülerdi ve onun denge
kavram ı Talcott Parsons gibi önde gelen sosyologları bile etkiledi.
Onun seçkinler yönetimi üzerine psikolojik analizi Robert Mich els'in
'oligarşinin tunç yasası' ve C.W. Mills'ın 'iktidar seçkinleri' kavram la­
rında açı kça yer almaktayd ı. Pareta'nun beti m lediği seçkinler dola­
şımı süreci özellikle Sovyetler Birliği gibi tek partili devletlerde hala
oldukça yaygınd ır. Bununla beraber, onun teorisinin bunun d ış ı ndaki
böl ümünün büyük ölçüde modası nın geçtiği düşünül mektedi r. O,
basitçe, bütün siyasal sistem tiplerin i, hatta Batı demokrasilerine ve
Doğu d iktatörlüklerine benzemeyen yönetimleri bile "ayn ı kategori­
ye dahil eder". Pareto için, onlar sadece farklı seçkinler yönetimi bi­
çimlerid ir. Ayrıca, o n için aslanlar ve tilkilerin doğal olarak a lttaki
kitlelerden üstün oldu kları konusunda bir açıklama getirememiştir.
Mosca'nın tezi, yine de, modern seçkinler teorilerinin en uzun
ömürl üsü, en açık biçimde 'ku rucu bir basamak' olduğunu ispatladı:
kesinlikle, basit psikolojik bir analizin ötesine geçme riskine g ird iği
için. Yönetici Sm1f Mosca'yı i talyan siyaset biliminin kurucu babası
konumuna yükseltti, hatta faşizmi Makyavelist tarzda meşru laştırd ığ ı
suçlamasına rağ men. Mosca gerçekte Mussolini ve H itler'i büyük
ölçüde eleştirmekteyd i. Mosca'nın seçkinler yönetiminin uygarlaştırı­
cı etkileri kad a r ahlaki l iderliğine ina ncı da, d i ktatörlükten ziyade
92 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

ondokuzuncu yüzyıl liberal i l kelerine desteğinin b i r yansımasıyd ı.


Pareto ve Mosca'n ı n fikirleri modern siyasal g ü ç/iktidar yapıları­
nın kom pleksliği karşında çağı geçmiş ve basitleştirici g örünse de,
i kisi de, görün üşte kitle demokrasisi çağ ı nda bile halen seçkinlerin
yönettikleri gerçeği n i ayd ı nlatmıştır. Onların fikirleri, yaşad ı kları dö­
nemdeki kadar g ü n ü m üzde de hayati önemde olan bir seçki nler
analizi geleneği n i n kurulmasına ö nayak o l m uştur.

AYRlCA BAKINIZ
• OLiGARŞiNiN TUNÇ YASASI, iKTiDAR SEÇKiNLERi
• KORPORATiZM
• GÖRELi ÖZERKLiK
• HEGEMONYA ve
• MEŞRUiYET KRiZi -bu klasik teorilerin çok daha yeni bir analizi için

OKUMA ÖNERiSi
MEISEL, J. H. (1 965). Pareta andMosca, Prentice Hall

iLERi OKUMA ÖN ERiLERi


BOTIOMORE, T.B. (1 966), Elites and Society, Penguin [Seçkinler ve Toplum,
Çeviren: Erol Mutlu, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1 990]
MOS CA, G. ( 1 896). The Ruling Class, McGraw Hill
PARETO, V. (1 9 1 6), Mind and Society, Dover
PARRY, G. (1 969). Political Elites, Al ien & Unwin

SINAV SORU LARI


1 Siyasal gücün doğası ve dağ ılımı hakkındaki çoğulcu ve seçkinci teori­
ler arasındaki farkl ıl ıkları inceleyin iz. (AEB, Haziran 1 988)
2 "Toplumsal düzen gücün toplumda eşitsiz dağı lımına bağlıdır." Top­
lumdaki bu eşitsiz güç dağılımını göstermekte kullanılabilecek kanıt­
ları belirtiniz ve bu eşitsiz dağılımın sonuçlarından bazılarını ana hat­
larıyla açıklayın ız. (JMB, Haziran 1 987)
3 Okuryazar-olmayan, gelişen ve sanayileşmiş toplurnlara değinerek,
toplumda güç sahibi sosyal g rupları nasıl tanımlayabilirsiniz? (London
U niversity, Haziran 1 988)
4 Siyasal güç dağılımıyla ilgil i seçkinler teorilerini kısaca açıklayıp bu
teorilere i lişkin temel eleştirileri değerlendiriniz. (AEB, Kasım 1 989)

Çeviri: Ümit Tatlıcan


Sosyal Darvin izm
Herbert Spencer

Herbert S pencer ( 1 820- 1 903) Derby'­


de bir öğretmenin oğlu olara k dün­
yaya geldi. Düzenli bir eğitim görme­
diği söylenebil ir. O, h iç bir zaman
ortaöğretim veya ü n iversite eğitim i
görmedi, gerçekte kendini yetiştird i.
Ö nceleri demiryol u m ü hendisi olarak
çalışan Spencer, daha sonra politika
m u ha birliği ve serbest yazarlık yaptı.
Doğa bilim leri ve siyasete derin bir
ilgi d uydu . Jeoloji ve paleontolojiye
ilgisi ona evrimci görüşler konusu nda
bir birikim kazandırdı. Konform ist
o l mayan geçmişi onu 1 9.yy. ortası
i ngilteresinin radikal politika la rına
katı l maya yöneltti. Faydacılığın ve b ireysel haklar konusunda l i beral
'bırakınız yapsınlar' ('laissez faire') a nlayışının güçlü bir savunucusu
oldu. 1 848'de The Economist' dergisinin yardımcı editörlüğüne geti­
rildi. 1 865'den sonra kendisine u l u slara rası bir ün ve a kademik bir
güç kaza nd ıran, i ngiltere, Avrupa, Amerika ve hatta Rusya'da popüler
kılan ve Sosyal Darvinizm olarak bilinen düşü nce oku l u n u n önde
gelen bir temsilcisi oldu.
Eserleri:

• Sosyal Statik ( 1 850)


• Toplum incelemesi ( 1 874)
• Sosyo/ojinin ilkeleri ( 1 896)
• Betimsel Sosyoloji ( 1 7 cilt, 1 873-1 934)
94 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

FiKiR
Sosyal Darvi nizm fikrinin kaynağı Charles Darwin'in düşü ncesini
sosyal b i l i miere uyarla maya çalışan Viktorya dönemi yazar ve düşü­
n ü rlerinden Herbert Spencer'd ir. Herbert Spencer, tıpkı doğa gibi
top l u mların da doğal ayı klanma, hayatta kal m a ve adaptasyon süre­
ciyle ilişkili belirli temel yasalara göre gel iştiklerini öne s ü rer. Spen­
cer'a göre, biyolojik organizmalar gibi top l u m l a r da basit yap ı l a rdan
ka rmaşık yapıla ra doğru gelişir, bir içsel fa rkl ılaşma ve bütü nleşme
sü reciyle çevrelerine uyum sağl a r ve homoje n l i kten heterojenliğe
doğru ilerlerl er. i nsan topl u l u kları, ya l ı n ve homojen i l kel ka bile grup­
larından, gelişmiş, bütünleşmiş ve fa rkl ılaşmış modern sosyal sistem­
lere doğru evrimleşmişlerd i r.
Darwin gibi Spencer da açıklamasının temeline 'organ izma'yı yer­
leştirir. O top l u m u b i rçok bakımdan organ izmaya benzetir:


i kisinin de büyüklüğü artar ve i kisi de daha karmaş ı k, farkl ılaş­
mış yapılara doğru evrim leşir.

i kisi de farkl ılaşır ve giderek uzman laşır. Tıpkı beynin kontrol ve
karar a l mayla ilgili bir biyolojik mekanizma olara k evri m leşmesi
gibi, yönetim de aynı görevi yüklenen temel toplu msal bir ku­
rum olara k ortaya ç ı km ıştır.

i kisi de evrim leşi r -top l u m l a r ve organ izmalar varo l m a m ü cade­
lelerinde çevreye uyu m u ve ada ptasyonu öğreni rler.

Spencer ayrıca, her şeyin en az d i renç temel inde hareket etme


yönünde içsel bir eğil i me sahip olduğu görüşü ve 'hareket-riti m i l ke­
si' dahil, çağdaş fiziğin belirli unsurlarını kura m m a katm ıştır. Bunlara
e k olarak, Comte gibi (bkz. Pozitivizm) Spencer da, top l u msal d üzenin
merkezini temel bir konsensü s, temel değerler ve a h l a k kon usunda
doğal bir uzlaşma ol uşturduğuna inan ıyord u.
B u görüşler aşağıdaki temel kavram ia ra daya l ı b i r top l umsal ev­
rim kura m ı içinde harm a n l a n mıştır:

• doğal ayı kla nma veya Spencer'ın deyi m iyle 'en uygunun hayat­
ta ka l ması';
• her sosyal sistemin doğasına içkin istikrarsızl ı k.

Spencer'a göre, toplumsal d üzen ve istikrar, tıpkı doğadaki gibi


doğal bir denge, yani bir denge d uygusu gerektirir. Top l u msal de­
ğişme, b u denge halinin, top l u msal yapının çeşitli parçaları a rasında­
ki veya top l u m la çevresi a ra sı ndaki dengenin bozu l masından kay-
SOSYAL DARVINIZM 95

naklan ır. Bir istikrar döneminin ard ı ndan yen i bir topl umsal d üzen,
yeni bir denge, yeni bir ahlaki konsensüs ortaya ç ı kar ve giderek
farklılaşan toplumsa l parçalar a ra s ında yeni bir ilişki oluşur.
Böylece Spencer, doğadaki türler g i bi insan topluluklarının d a ya­
lın kabile biri m l erinden g ü n ü m üzün karmaşık yapıları na doğru ev­
ri mleştikleri ni öne s ü rer. Uyu m sağ laya mayanlar, uyg u n o l mayanlar
daha gelişmiş ve saldırgan top l u l u kların rekabeti ka rşısında yavaş
yavaş ortadan kaybolurlar. Böylece, mağara adamı kabile üyesi ve
çiftçi karşısında yok olacaktır. Bu yüzden, Roma, H int ve Çin i m para­
torlukları da i ngiltere, i spanya ve Almanya gibi Avru pal ı güçlerin
gerisinde kalaca klard ı r. Bu 'toplu msal orman' yasası yüzünden sade­
ce en uyg u n topl umlar hayatta kal ı r; insan topl um ları bu topl u msal
evrim yasası sayesinde 'ilerlem işlerdir'.
i nsanlar arasındaki savaş, tıpkı hayvanlar arasındaki savaş gibi,
onların daha üst organizasyon biçimlerine ulaşmalarında büyük
bir paya sahip olmuştur (Spencer, 1 873).
Fakat bütün toplumlar aynı o randa veya biçimde evrimleşmezler.
Doğadaki gibi, evrim farklılık ve çeşitli l i k ü retir. Farklı top l umlar kendi
özel çevre koşu l la rına, komş u l u k i l işkilerine ve ırksal veya kültürel
nitelikteki özel niteliklerine göre fa rkl ı biçimlerde evri m leşebilirler.
Buna karşın, hepsi, aynı toplumsa l evrim yasasına bağlıdır; aynı evrim
süreçlerinden geçer veya o rtadan kal ka rlar. Spencer b u noktada
farkl ı evrim düzeylerinde iki topl u m tipi ayırt eder:

• Ordu tarafı ndan yönetilen topl u m larda olduğu g ibi, merkezden


denetim l i ve bütünleşmiş askeri toplum
• Kuvvetten çok işbirliğine veya askeri güçten çok piyasa ilkeleri­
ne daya l ı, toplumsal düzenin daha organik ve kendiliğ i nden ol­
duğu sanayi toplumu

Bu yüzden, ilk askeri toplumlar varl ı klarını s ü rdürebilmek için -


Romal ıları n Gotlar ve Vanda l l a ra yaptıkları gibi- rakip komşularıyla
savaşmak zorundayken, daha gelişmiş sanayi toplu mları, savaş ve
çatışmaya yönelmekten ziyade, ekonomik rekabet sayesinde barış
içinde evrim leşmeyi öğrenmişlerdir.
Son olarak, Spencer'ın kura m ı sosyolojik olduğu kadar psikolojik
bir tema da içerir: Ona göre, insanlar da tıpkı toplumlar gibi evrimle­
şirler. Modern insan, kendi fiziksel ve topl u msal çevresine uyum sağ­
lar ve bu orta mda hayatı n ı sürdürürken, binlerce yıllık fiziksel ve
psikolojik evrim i temsil eder.
Spencer'ın top l u m modeli organizmacıdır. Topl u mlar farklılaş-
96 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

mamış bir birlik d u ru m u ndan, bireysel u ns u rların özerkl ikleri a rtar­


ken giderek b i rbirlerine bağ l ı l ıkları n ın a rttığı, o l d u kça karmaşık, fark­
lılaşmış yapılara doğru evri m leşen can l ı bedeniere benzerler. Farklı­
laşma basit to p l u m l a rda s ı n ı rl ıyken -insa n l a r hem savaşçı hem de
avcı olabilirken- modern to p l u m l a r büyük ölçüde uzmanlaşmıştır.
i nsan top l u m u doğal olara k karmaşık b i r farkl ılaşma d urumuna doğ­
ru evri l ir. Spencer bir genel evrim teorisi geliştirmeye çalışmıştır.
Spencer öze l l ikle n üfus gelişim i n i n yarattığı baskıları top l u msal evri­
m i n temel dinamiği olara k görür. O, temel çalışması Sosyo/ojinin
ilkeleri'nde ( 1 893), top l u m u basitten ka rmaşığa, parçaların bütüne
bağ ı m l ı o l d u ğ u fa rkl ılaşmış yapılara doğru gel işen bir 'şey' olara k
ta n ı mlar. Tü m sistem d enge, dengelen me ihtiyacı içinded i r v e h içbir
şey, hatta hükü met bile onu ra hatsız etmemelidir. O askeri top l u mla­
rın basitl iği, merkeziliği ve katı l ı ğ ı n ı sanayi topl u mlarının kom p leksli­
ği, merkezi ol mayışı ve bireyci liğinden ayırır. Spencer, piyasa n ı n 'gizli
el'i ve bi reysel özgürlük i l keleri n i benimseyerek her tür devlet d üzen­
lemesine karşı ç ı ka r -tı pkı, g ü n ü m üzde çoğu dağacı ve çevrecinin
insa nların doğaya ve o n u n temel doğal evrim yasa larına müdahale
etmemesi gerektiğini savu nmaları gibi.
Herbert Spencer'ın genel a macı, bütün teorik b i l i mleri birl eştir­
mek ve Charles Darwi n'in kuram ve yöntemleri ne dayalı karşılaştır­
malı b i r sosyoloji kurmaktır. Spencer bu organ i k top l u msal gelişme
modelini kişi hakları n ı vurgu layan bir a nlayışla birleştirmek istiyord u .
Sosyal Darvin izm, top l u mları farklı tarih v e evri m aşarnalarına göre
karşılaştırmanın önemini vurgu layan, büyük ölçüde yapılandırı l m ı ş
v e görünüşte b i l i msel bir top l u msal araştırma ya kl aşı m ı ortaya koy­
d u . S pencer' ı n tezi politik açıdan devlet müdahalesinin redd ini temsil
ediyord u. Sosyal planlama ve refa h devleti topl umsal evrim i n doğal
ve ilerlemeci g üçlerine zarar verebi lecek bir tehdit o l u ştu rur. Sosyal
Darvinizm, böylece, b i l i m sel sosyoloj iye bir katkı olduğu kada r siyasal
bir öğretiydi. Spencer'ın evri m teorisinin temelinde n i h a i bir yeni etik
ve ahlaki düzen arayışı yatar. Evrim sayesinde insan ken d i kapasitele­
ri ve a h lakı n ı m ü ke m melleştirecektir. Bu, ona göre, 'devlet'e önem
vermeme dahil, bireysel özg ü rl ü ğ ü n en yüksek noktaya ç ı ka rtılmasını
gerektirir. S pencer bu yüzden sosyal reformlara ve Yoks u l l u k Yasası­
na karşıd ı r ve acı çekmenin yararlı ve eti k açıdan doğru o l d u ğ u na
inancı o n u denge ve uyu m u m ü kemmelleştirme çabasına yöneltmiş­
tir. Sosyal Da rvinizm'in cazibesi bili msel sosyol ojiye b i r katkı olması
kadar siyasal bir öğreti ol masından da kaynaklan ıyord u .
SOSYAL DARViNiZM 97

KAVRAMSAL GELiŞiM
Herbert Spencer modern sosyoloj inin gelişiminde öneml i bir kişilikti.
Sosyal Darvin izm ilk dönem sosyol ojiye doğa bilimlerindeki gelişme­
lerden yararlanara k güçlü bir kura msal temel ve yayg ın bir a kademik
statü kazandırdı. Comte gibi Spencer da, bel i rl i temel doğa yasaları ­
n ı n doğal dü nyayı olduğu g ibi sosyal d ü nyayı da yönettiği inancın­
daydı. Spencer'a göre bu temel yasa evrimdi.
Toplumsal düzen ve değ işmenin i l kelerini ortaya koyma yönün­
deki i l k girişim lerden biri o l a rak Spencer'ın kura m ı 1 9. y.y. toplum
felsefesinde önemli bir etkiye sahip olm uştur. B u kura rn işlevseki
yaklaşımlardan önce tari h sahnesine çıkmış ve onları güçlü bir bi­
çimde etkilemiş, William James ve W.G. Sum ner a racı lığıyla, 20. y.y.
başlarında Amerika n sosyolojisine büyük bir katkıda bulunmuştur. O
Viktorya dönemi görüş ve tutumların klasik bir örneğ idir, temel kav­
ramlarının çoğu günü müzde halen popüler ve etkileyicidir: piyasa
i l kelerine Thatchercı i na nç, devlet müdahalesine karşı çıkma ve en
uygun olanın va rlığını sürd ü rmesi örneklerden birkaçıdır.
Bununla bera ber, 1 9. y.y. sonlarında Sosyal Darvinizm ve bu yak­
laşımın temel insan ve topl u m anlayışları yoğun eleştiriye uğramıştır:

• Spencer'ın, bütüncül top l u m analizini 'bırakınız yapsı nlar'cı bi­


reycil ikle birleştirme g irişimi, bi reysel haklar ve özgü rl ü kler dü­
şüncesi ile toplumun büyük bir kıs m ı n ı n gelişip ilerleme ihtiya­
cına vurgu arasında kuramsal çelişkiler yaratmıştır.
• Onun biyolojik analojisi bazen anla msız bir biçimde fazla esnek
bir biçimde kullanılmıştır. Onun Darvinci kavra mları kullanım
biçimi sıkl ı kla yüzeysel, yetersiz ve -örneğin, tüm topl u m ların
evrimci güçlere tabi olmalarına karşın, bazılarının belirli aşama­
ları atlaya bileceklerini, hatta heterojenlikten homojenl iğe doğ­
ru geri leyebileceklerini savunduğu için- çelişkiliydi.
• Spencer'ın analizi totolojikti, ya n i kullandığı kanıtlar ve gel iştir­
diği farkl ı toplum ve kurum tipleri sın ıflaması örnekleri kanıt­
landığı varsayı lan ilkelerden türetilmişti.
• Onun doğal ayıklanma kon usundaki görüşleri ırkçı ve hü ma­
nizm karşıtı görüşleri destekiernekte kul lanılmıştır. Bu görüşler,
Viktorya dönemi beyazların üstünlüğü görüşünü, i ngil iz i mpa­
ratorl uğunun tabi u l uslar, öze l li kle siyahlar ka rşısındaki üstün­
lüğünü güçlendirmiştir. Bu öğretinin u nsurları Nazi Almanya­
sının ı rkçı, günü müz G üney Afrika'nın ayrı mcı pol itikası nda bu­
l u nabilir. 'En uygu n olanın hayatta ka l ması' temasının kardeşi
olan görüş zayıf, hasta, yoksul, suçlu, biyolojik özürlü vb. kimse-
98 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

leri dışl ayan politikaları meşrulaştırmak için ve insanın evrimci


gelişimine bir tehdit olara k ku llanılm ıştır.

iyinin zararına iyi olmayan bir şeyi beslemek oldu kça acımasız bir
davranıştır. Bu gelecek kuşakları bil inçl i olarak yoksu lluğa
mahkum etmektir. Gelecek kuşaklara sayıları giderek artan embe­
siller, aptallar veya suçlular miras bırakmaktan daha lanet bir şey
yoktur . . . Doğanın tüm çabası bunlardan kurtulmak, onları dün­
yadan temizlemek ve dünyayı daha iyi bir yer yapmaktır . . . Onlar
yaşamak için yeteri nce tam değillerse öldürülmeleri gerekir ve as­
lında en iyisi on ların ölmesidir" (Spencer, aktaran Abrams, 1 968:
74).
Spencer'ın evrimci bir m ücadelenin gerekli l iği, aşağı ve üstün
ırklar düşünceleri, hem topl u mda hem de ırklar içinde en iyile­
rin hayatta ka lma gerektiği fikri bazı ı rkçı ve aşırı g ru pların felse­
feleri ne, öze l l ikle Alman Nazilerinin ı rkçı teorileri ve pratiklerine
temel oluşturmuştur. Kaç ı n ı l maz ola rak, bu tür toplumların ve
onların toplum felsefelerinin çöküşü sosyal Darvinizmin teorik
ve etik değerini zayıflatmıştır.
• Sosyal Darvinizm, mevcut d üzeni ve eşitsizlikleri doğal ve haklı
sayarak meşrulaştırd ığ ı için, çoğu kez m u hafazakar, hatta gerici
bir felsefe olarak görülür.

i ngil iz i m paratorl uğunun d üşüşü, i ngi ltere'nin bir d ü nya gücü
olarak Almanya ve Amerika n ı n gerisinde kal ması Sosyal Darvi­
nizme desteği azaltmıştır. Merkezi planlamaya daya l ı komü n ist
topl umların yükselişi Spencer'ın piyasa güçleri aracılığıyla evrim
teziyle çelişir. Ayrıca, yüzyıl başında, gelişmiş sanayi toplumla­
rında ekonom i n i n devlet eliyle planlanması i lkesinin benim­
sen mesi, sosyal devlet hükümleri ve sosyal demokrasi de bu te­
zin geçerliliğini giderek zayıflatmıştır.

Spencer'a eleştiriler üç temel a landa yoğ u n laşır:

1 . Onun bireyci insan anlayışı ile bir orga nizma olara k topl u m an­
layışı a rası ndaki içkin çatışma. Bencillik ve çıkarcılık tek başına
istikrarlı ve ilerleyen bir toplu m u n bağlayıcı g üçleri olamaz.
2. Ahlaki natü ra lizm fikri -hayatta ka l mayı başaranların doğal ola­
rak üstün oldukları düşüncesi- ciddi eleştiriler a l m ış ve ırkçılık
suçlamalarına maruz kal m ıştır.
3. Sosyal ve kültürel gelişmeyi analiz etmek için 'doğal ayıklanma'
ve 'en iyinin hayatta kal ması' gibi biyolojik kavram ları kullanan
bu kavra msal ve metodolaj i k ya klaşımın pratik o l madığı gide-
SOSYAL DARViNiZM 99

rek ka nıtlan m ıştır


Özelde, Sosyal Darvinizmin ondokuzuncu yüzyıldaki ve yi rminci
yüzyıl başındaki soy ıslahı teorileri ve sömürge savaşlarıyla ilişkisi, bu
tür aşırı l ı klardan uzak du rmaya çal ışsa da, Spencer'ın kura msal cazi­
besini zayıflatmıştır. O ırkla rın eşit haklara sahip oldukların ı kabul
eder ve 'toplumsal yamya m l ı k dönemi' olara k ta n ı mladığı ken d i
yaşad ığı çağda a rtan savaşlardan b ü y ü k ölçüde etkilenmiştir v e b u
d u r u m sanayileşmenin daha büyük bir ba rış v e u y u m getireceği
inancıyla önemli ölçüde çelişiyordu .
Böylece, Sosyal Darvinizm 1 900'1erde b i l e h a l k ı n ilgisini v e siyasal
desteğini büyük ölçüde kaybetti. Sosyal Darvinizm artık, tarihsel bir
hata, Brita nya i mparatorluğunun Viktorya Döneminden kalma ve
beyazlara özgü bir üstünlüğü gibi görünmektedir. "Herbert Spencer
kendi yaşadığı dönemde büyük bir ün kazanan ve etki yaratan, ancak
çok çabuk u n utulan bir düşünürler kategorisine dahildi" (Heine An­
dersen, Andersen and Kaspersen, 2000: 35). Radi ka l bir özlem içinde­
ki Spencer'ın teorileri, iron iktir ki, giderek daha çok m u hafazakar
ideoloji leri destekiernekte kul l a n ı l m ıştır.
Yine de bu yaklaşım sosyolojinin akademi k bir disiplin olarak ku­
rulmasına önemli bir katkıydı ve onun temel tezleri, son yıllarda,
yapısal-işlevselci l i k, modernleşme tezleri ve kültürel a ntropoloji,
sosyo-biyoloji ve oyu n teorisi gibi yen i evrimci kuramlar biçiminde
yeniden o rtaya çıktı.

AYRlCA BAKIN IZ
• YAPISAL iŞLEVSELCiLiK -Spencer'ın temel düşüncelerinin modern
bir yorumu olarak
• MODERNLEŞME TEORiSi -Darvinci küresel evrim düşüncelerini
kul lanan bir dünya gelişimi teorisi olarak

BAGIMLILIK TEORiSi -evrimci dünya gelişimi teorisine sert bir eleşti­
ri olarak

OKUMA ÖNERiSi
PEEL, J.D.Y. ( 1 97 1 ), Herbert Spencer: The Evalutian of a Sociologist, Heine­
mann, London

iLERi OKUMA ÖN ERiLERi


ANDERSEN, H. (2000), 'Herbert Spencer', Kesim 3, Bölüm 1, Andersen and
1 00 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

Kaspersen, L.B., Classica/ and modern Social Theory, Blackwell, Oxford


GRAY, T. (1 996), Po/itical Phi/osophy of Herbert Spencer: lndividualism and
Organicism, Avebury, Brookfield, VT.
S PENCER, H. (1 850), Social Statistics, D. Appleton
WFNC ER. H. ( 1 874), The Study of Society, Appleton
'> I ' F NCER. H. (1 896), The Principles ofSociology, Appleton
'>I'I:NCER. H. ( 1 873-1 934), Descriptive Sociology, Wil l iams & Norgate

SINAV SORULARI
1 Organik analoj i sosyal sistemleri anlamak için n e kadar yararlıdır?
(WJEC-Haziran 1 986)
2 Topl u m ile biyoloj ik bir organizma arasındaki analojinin yararlılığını
özetleyip değerlendirin.(AEB Haziran 1 988-2. Sınav)

Çeviri: Şebnem Özkan


Tarihsel Materyalizm
Marx ve Engels

Friedrich Engels ( 1 820- 1 895) Alman­


ya'n ı n Ba rmen kentinde, Almanya ve
i ngiltere'de fabrikaları olan zengin bir
tekstil i malatçısının oğlu olara k dün­
yaya geldi. Engels, ailenin işi ni devral­
sa da, rad i kal bir topl umsal eleştiri
üsiCıbu geliştirdi, radikal Alman g rup
Genç Hegelcilerle ilişkilerini g iderek
gel iştird i. Engels Marx'la onlar aracıl ı ­
ğ ıyla tanıştı v e iki si sonradan yakın
a rkadaş oldular. Engels 1 842'de Çar­
tistler ve Owencılar gibi i ngiliz radi­
ka l lerle i l işkilerini gel iştird i ve Sanayi
Devrim i'nin doğum yeri olan i ngiltere
hakkındaki güçlü gözlemlerini aktar­
dığı ingiltere'de işçi Stntftntn Durumu'nu yazd ı. Artık o yeni sanayi işçi
sın ıfının geleceğin devrimci gücü olacağına inanıyord u . Marx da
benzer bir yargıya u laştı ve Engels'in 'Ekonomi Politiğin Eleştirine
Dair Bir Taslak' adlı gazete yazısından etkilend i ve birlikte i l k çalışma­
ları Kutsal Aile ( 1 845) ve Alman ideolojisi'ni ( 1 845) yazd ı lar.
Engels, 1 845-1 850 yılları a rasında Marx'la beraber, Brüksel ve Pa­
ris'te Marksizm'i entellektüel bir teori ve devrimci bir hareket haline
getirmek için siyasal çalışmalara yoğ u n laştı. Engels sosya l ist pol itika­
da oldukça aktif bir rol aldı, Alman Sosyal Demokrat Partisi için yo­
ğun olarak ça l ı ştı ve Kom ü n ist Birliğin kurul masına yard ımcı oldu.
1 848 Avrupa devri mleri arifesinde Marx'la birlikte Kom ü n i st Man ifes­
to'yu yazdı, 1 848 Alman devri mine a ktif olara k katı l d ı ve bu devrim ler
başarısızlığa uğrayınca Marx'la birlikte kaçmak zorunda ka ldı.
1 02 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

1 850'de Manchester'daki aile şirketine döndü ve Ma rx'a yardım ettiği


yirmi yı l boyunca burada kaldı. Ailesi onu mali olarak destekledi ve
burada diyalektik materyalist düşünceyi geliştirmeye başladı.
Engels 1 870'de kendini emekliye ayırdı ve hasta Marx'a hem
yazma ça l ışmalarında hem de Birinci Enternasyonal'da s ü rd ü rdüğü
siyasal faal iyetlerinde yardı mcı olmak için Londra'ya geçti. Hatta
Marx'ın adıyla New York Daily Times gazetesinde maka leler yaza ra k
Marksizm'i tan ıtmaya çal ıştı. Engels Anti Dühring ( 1 878) ve Bilimsel ve
Ütopik Sosyalizm ( 1 892) gibi çal ışmalarla ve Ludwig Feuerbach a racı­
lığ ıyla, ta rihsel materyal izmin a na te malarını geliştirmeye başladı.
I kinci Enternasyonal döneminde Engels'in felsefi ve siyasal ünü
Marx'ı geçmeye başladı.
1 883'te Marx'ın ölüm ünden sonra za manını ( 1 885 ve 1 894 yıl ları
a rasında) Kapital'i n üçüncü ve dördüncü ciltleri n i d üzenleyip yayın­
lamaya adadı. 1 895'te kanserden öldüğünde dördüncü cilde henüz
başlamıştı.
Engels günüm üzde Marx-Engels dostluğunun küçük üyesi olarak
tasvir edilir ve teorik analizler bağ lamında bu tasvir kes i n l i kle yerin­
dedir. Yine de o, bizzat usta bir gazeteci, sosyal tarihçi, askerlik konu­
larında uzman ve doğa bilimciyd i. 'Doğanın Diyalektiği' ( 1 925) ve
sosyalist fem i n izme i l k katkı lardan biri olan 'Ailenin Kökeni' ( 1 884)
gibi birçok m a kale ve kitap yazdı. Son yıllarında Marx konusunda bir
otorite, onun tü m ça lışmalarının editör ve vasisi ve Birinci Dü nya
Savaşına kadarki dönemde Marksizm'in en büyük propaganda kay­
nağıydı. Engels'in yazılarında ki ve Marksizm'in Bolşevikler ve özellikle
Stalin tarafından resm i a n layış olara k benimsenişiyle doruğuna çıkan
pozitivist eğilimler onun bili msel Marksizm yoru m u hakkında tartış­
malara yol açtı ve buna bağlı olara k onun ün ünü azalttı.
Marx'ın tarihsel materyalizm a n layışını her zaman övse bile, tari h­
sel materyalizm terimini ilk kez kullanan, Marx'ın ta rihsel gelişim
yasasında sadece 'rehber bir i l ke' olara k gördüğü şeyin a n a temaları­
nı ete kemiğe bürü nd üren ve bu temel fikri popüler hale getirip ya­
yan Engels'tir.

FiKiR
Ta rihsel materyal izm sosyal bilimler ve d ünya tarihindeki en büyük
ve en etkil i fikirlerden birid ir. Bu fikir Marksist ekonomik, siyasal ve
topl umsal gelişme teorisinin ve ayrıca yirminci yüzyılda komünizmin
Doğu Avrupa ve G ü ney-Doğu Asya'da yayılmasının temelini oluş­
turmuştur. O kom pleks bir fikir, tarihsel ve toplumsal gelişme hak-
TARiHSEL MATERYALilM 1 03

kında kapsam l ı ve ayrıntı l ı bi r teorid ir. Bu fikrin kaynağı Karl Marx ve


yazı arkadaşı Friedrich Engels'in çalışmalarıd ır ve g e rçekte bu fikir
sadece geleceği öngörmeyi değil, kurmayı da a maçlayan, onu etki l i
ve muazzam bir biçimde tasvir e d e n adamların hayatla rı v e yaşadık­
ları dönemi yansıtır. Radikal bir gazeteci olan Karl Marx ve sosya l ist
bir işadamı olan Engels, o ndokuzun cu yüzyılda insanlık tarih i nde
yaşanan en büyük devrimci karışıklık dönem lerinden birinde bu
değişimleri yaşadı, bizzat ü retti ve değişim mücadelesi verdi. Bu
dönem Fransa ve Avru pa'nın d iğer ü l kelerini büyük ö l çüde etkileyen
siyasal devrimler, Tarım ve Sanayi Devrimlerin i n yol açtığı ekonomik
dönüşümler ve Bilimsel Devri m i n yarattığı entellektüel atılımlar dö­
nem iydi . Devrim her yerdeydi, Marx ve Engels yen i bir tarih yorumu,
yeni bir top l u m anlayışı, yeni bir ütopya -kom ünizm- geliştird i.
Tarihsel materyalizm' terimi Marx'ın tarih a nlayışı n ın temel tezini,
yani tarihsel değişimierin a rdı ndaki itici gücün siyasal l iderler değil,
aksine ekonomik güçler olduğu d üşüncesin i yansıtır; top l umsal ha­
yatı ve insanın gelişimini belirleyen siyasal üstyapı değil, toplumun
ekonomik veya maddi temelidi r. Geleneksel olarak, insa n ı n toplum­
sal ve ekonomik gelişimi -Ju l i us Caesar, Napoleon, Nelson g ibi- be­
l irli temel tarihsel şahsiyetlerin ve öneml i kral ve kral içelerin siyasal
eylemleri tarafından yönlendirilen ilerleyici açılım olara k d ü ş ü n ü l ü r.
Tarihsel materyalizmde de benzer biçimde tarih i lerleyen bir şey
olara k görü l ü r, ancak bireylerin eylem lerinin -ne kadar güçlü o l u rsa
olsun- değişmenin temel dinam iğin i oluşturd u kları düşüncesine
karşı ç ı kıl ır. Marksistler için temel dinamik daha ziyade ekonomik
gel işmedi r. Engels'in (Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm'de) kısaca özetledi­
ği gibi, ta rihsel materyal izm,
toplumun ekonomik gelişiminde, üretim ve mübadele biçimleri­
nin değişiminde, bunun neticesinde topl umun sınıfiara böl ün­
mesinde ve sınıfların birbirleriyle mücadelelerinde rol oynayan en
temel nedeni ve tüm önemli tarihsel olayları harekete geçiren
gücü araştıran, tarihin yönü hakkında bir görüştür.
Bu yüzden, tarihsel materyal izm siyasal veya toplumsal faktörlerden
ziyade ekonomik veya maddi g üçleri esas alan bir tarihsel gelişme
teorisidir.
Materya lizm d1ş d ünyayı -kendine ait neden-sonuç yasaları tara­
fından yöneti len ve insa n bil incinden bağımsız- bir gerçeklik olarak
gören felsefi bir a nlayışı ifade eder. B u perspektif, d ı ş d ü nyan ı n -
gerek doğal gerek toplumsal hayatın- n ihayetinde insanların ona
il işkin düşü nce ve bilinçleri tarafından bel irlend iğini düşünen idea­
l izmin tam karşısında yer a l ı r. Bu iki görüş arasındaki felsefi tartışma,
1 04 SOSVOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

ondokuzu ncu yüzyıl orta larındaki Almanya'ya, fikirlerin tarihte ege­


men güç o l d u kl a rını, tarihin basitçe aklın ilerleyici açılımı olduğunu
öne süren büyük düşünür Hegel'e ka dar uza nır. Marx, tarihsel gel iş­
menin fikirler tarafından değ il, a ksine -en azından insa n la rın üretim,
barınma ve susuzl u k gibi temel i htiyaçları tarafı ndan olmasa bile­
somut ekonomik olgular tarafından belirlendiğini öne sü rerek, "He­
gel'i ayakla rı üstüne oturtur".
Basit gerçek, insanların, siyaset, bilim, sanat, din ve benzeri konu­
larla ilgilenmeden önce, öncelikle beslenmek, susuzluklarını gi­
dermek, giyinmek ve barı nmak zorunda oldukları[dır]. Bu gerçek,
en dolaysız maddi geçim araçlarının ve neticede belirli bir toplu­
mun veya çağın ekonom ik gelişme derecesinin devlet kurumları,
hu kuk an layışları ve sanatın, hatta dinsel kurumların üzerine inşa
edildiği temeli oluşturması anlamına gelir. Bu, ikinci kategoride
yer a lanların birincilere göre açıkla nması gerekirken, aksine birin­
cilerin genellikle ikincilerin neticesi olarak alındığını gösterir (En­
gels'in Marx'ın mezarı başındaki 1 7 Mart 1 883 tarihli konuşması).
i nsanların mevcud iyetlerini belirleyen bil inçleri değil, aksine bi­
linçlerin i belirleyen mevcudiyetleridir (Karl Marx, Ekonomi Politi­
ğin Eleştirisine Katki'ya Giriş, 1 859).

Tarihsel materyalizm, bu yüzden, aşağıdaki temel an layışlar üze­


rine kuru l u bir topl u msal yapı ve topl u msal değişme teorisidir.

o Top l u m i ki temel yapı üzerine kurulu bir bütü nlüktür:


- Mal ve h izmetlerin ü retimi ve dağıl ı m ıyla ilgili ekonomi k a lt­
yapı
- Devlet, h ukuk ve aile gibi temel topl u msal kurumları içeren
topl umsal, siyasal ve ideolojik bir üstyapı
Ekonomik altya pı top l u m u n temel kurul uşudur. O, sadece mal
ve hizmetlerin ü retimini değil, aynı zamanda üstya pıyı oluştu­
ran d iğer tüm toplumsal kuru m l a rı -hatta topl u m u n yaşam bi­
çimini, h ükümet şekli ve düşünme tarzını- belirler. Altyapı iki
temel unsura ayrılabilir:
- Ü retim güçleri -emek ve makine dahil, ü retim yöntemleri ve
aletleri.
- Ü retim a raçlarının sahipleri ve işçiler a rasındaki üretim i l işki­
leri. Bunlar bir üretim tarzından diğerine farkl ı l ı k gösterir. On­
lar feodalizmde efendi ve serf iken, kapitalizmde burjuva ve
proleter haline gel irler.
o Bir ü reti m tarzı, tarihte zaman içinde belirli bir noktada yayg ın­
l ık kazanmış ekonom i k sistemi anlatır. N itekim Ortaçağda temel
TARiHSEL MATERVALiZM 1 05

üretim a racı o larak toprağa daya lı feodal izm haki mdi. Kapita l ist
toplumda sanayi ve ticaret hakim konumdadır. Marx sosyal iz­
min yan ı s ıra, dört temel ü retim tarzı belirler: Asya tipi, Antik,
Feodal izm ve Ka pitalizm. Her temel üreti m tarzı insanlığın sos­
ya l izme doğru ilerleyişinde i leri bir adımd ır. Bu i lerlemeci top­
lumsal değişmenin temel mekan izmaları şunlardır:
- Ekonomik a ltyapı içindeki temel çelişkiler: bu çel işkilerin kay­
nağı, yen i ekonomik yöntemler topl u msal ve hukuki yapıla­
rından daha h ızlı büyümeye başlarken, sözgelimi feoda l izm
sanayi ve ticarete dar gelirken, üretici g üçler ve üretim il işki­
leri a rası nda g iderek artan çatışma ve uyumsuzl uklardır.
- Ü retim a raçları nın sa h ipleri ayrıca l ıkları ve karlarını s ü rd ü re­
bilmek a macıyla işgücünü sömürülerini a rtırmaya çalışırken
sınıf çatışmalarının artışı. Sosyal sınıfların kaynağı, Marksistler
için, basitçe, ü reti m a raçlarına sahip olup olmamad ır: bu il iş­
ki, sömü rüye ve eşitsiz servet dağ ı l ı m ı na bağ l ı olması nede­
niyle, ister feodal lord l a r ve serfler a rasında isterse kapitalist­
lerle işçiler arasında olsun, özünde antagonist (uzlaşmaz) bir
il işkid ir.

Marx ve Engels için 'sınıf m ü cadelesi' tarihsel materyal izmin mer­


kezi kavra m ıd ı r ve topl umsal değişmenin dinamiğini o l uşturur: "şim­
diye kadar mevcut tüm insa n l ı k ta rihi sı nıf mücadeleleri ta rihid ir". Bu
çatışma doğrudan yıkıcı ol mayıp, n i hayeti nde ilerleticidir: Marx'ın
sözleriyle, "antagonizma yoksa ilerleme de yoktur". Ma rx, tarihsel
materyalizmin bu 'yönlendirici i l keler'ini çağdaş ka pita list ü retim
tarzı analizinde ayrıntılı olara k açıklar.

Kapitalizm
Kapitalist topl u mda temel üretim güçleri sanayi ve ticaret, fabrika ve
imalathane, temel üretim ilişkileri burjuva lar ve proleterler a rası ndaki
üretim ilişki:erid ir. Ü retim güçleri piyasa güçleri tarafından ve arz­
ta lep i l işkisine göre bel irlenir; ve kapitalist sürekli ka r ve yatı rım pe­
şinde koşarken, kapitalist ve işçi a rasındaki ü reti m ilişkisinin bağlayıcı
unsuru kişisel l i kten-uzak ve sadece 'para eksenli' bireysel çıka ra yö­
nelik çaba la rd ı r, yan i kapitalist işçiyi sadece kar sağlayacak bir araç
olarak kullanır ve böylece gerektiğinde onu ku llanır veya işten atar.
Kapitalist ü stya pı bu altyapıya sağlıklı ve disiplinli işçiler üreten aile
ve eğitim sistemi aracılığıyla h izmet eder ve böylece onu meşrulaştı­
rırken; devlet, h ukuk sistemi ve medya da kitlelerin hem fiziksel hem
de ideolojik kontrolünü sağ lar: ideolojik kontrol sayesinde işçi sınıfı
1 06 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

materyalizmden ve alternatif fikirlerden uzak tutu larak 'yanlış bili nç'


içine sokulur.
Bununla beraber, diğer tüm a ntagonist üretim tarzları gibi kapita­
lizm de, içkin (doğasındaki ü. T.) çelişkileri nedeniyle, 'kendini yıkacak
tohumlar'ı bağrında taşır. Kapital izm i n asıl merkezini kar a maçlı re­
kabet ol uştu rur, fakat n ihayeti nde bu rekabet ve maliyet açmazı
burjuva sınıfı n ı n -üyeleri nin g iderek daha fazla 'köşeye sıkışması' ve
ücretleri d ü şen ve kitlesel işsizlik tehdidi altındaki işgücünün büyük­
l ü k, birlik ve sınıf bilincindeki gelişi m iyle birlikte- çöküşüne yol aça­
caktır. Bu durum ayrıca kapital izmde aşırı büyüme ve ani çöküşler
biçiminde periyodik krizler yaratacak ve bunları şiddetlend irecek; ve
işçilerin birleştikleri, zinci rlerini kırd ı kları, devletin ve ü retim a raçları­
nın kontrolünü ellerine geçird ikleri ve son temel üretim tarzı Sosya­
lizm-Ko m ü nizm'e ulaştıkları noktaya kadar sın ıfsa l antagonizmalar ve
kutuplaşma lar artacaktır. Bu son aşa mada, ü reti m a raçları tüm insan­
ların ortak malı hal ine geleceği için, sınıf çatışması, eşitsizl ik ve yanlış
bilinç o lmayacaktır. i nsanlar sonunda sömürü ve yabancılaşmadan
kurtulacak, "sabah avlan ma, öğleyin ba lık tutma ve a kş a m yemeği n­
den sonra da düşüncelerini tartışma" özgürlüğüne sahip o lacaklard ı r
(Alman ideolojisi).
N itekim, kapita l ist ü retim tarzı, Marx ve Engels'e göre, bir yanda
kötül ü k ve sömürü ü retip "kendi mezar kazıcıları"nı yaratı rken; öte
yandan, hem "herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre"
i l kesi üzerine ku rul u kom ü n ist bir topl u mda insanlara başka konular­
da ve kendi üzerlerinde düşünme, felsefe yapma i m ka n ı n ı, hem de
gerek maddi bolluk gerekse zorunlu ihtiyaçlardan ve sıkı çalışmaktan
kurtu lmayı sağlayacak gerekli üretim g üçleri n i yaratır.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Ta rihsel materya l izm, bu yüzden, sadece a kademik bir teori olarak
değil, aynı zamanda bir eylem program ı olara k, sosyal teorisyenler ve
tarihçiler kadar devrimler için de 'yol gösterici bir düşünme tarzı'
olara k tasarla n m ıştır. Engels bu yaklaşı m ı -on un sadece tarihin bir
yorum u değil aynı zamanda bilimse l bir yasa olduğunu da ilan ede­
rek- sosyal istler için yol gösterici bir meşaleye dön üştürdü . Engels
Marx'ın meza rına şöyle yazd ı rdı: "Tıpkı Darwin'in orga n i k doğanın
gelişim yasalarını keşfetmesi g i bi, Marx da insa n l ı k tarihinin gelişme
yasasını keşfetm iştir".
Engels'in tarihte sömü rü, baskı ve eşitsizlik üzerine radi kal analizi
ve ütopik gelecek tasavvuru tüm dü nyada kom ü n ist devrim iere il-
TARIHSEL MATERYALiZM 1 07

ham kayna ğ ı oldu ve ham bir tarihsel materyalizm a n layışı Rusya'da


ve Doğu Avrupa ü l kelerinde Sovyet Devri m i'nin ' i ncil'i h a l i ne geldi.
Marx oldukça keskin bir iddiada b u l u nur: "Felsefeciler d ü nyayı sade­
ce yorumladılar, artık onu değiştirmenin zamanıd ı r".'
Bununla beraber, tarihsel materya l izm aynı za manda Ma rksizm'in
kendi içinden ve dışa rdan yoğ u n eleştiriler ve tartışmalara maruz
kalmıştır.

Ekonomik determinizm
Halen hararetle tartışılan önemli bir konu, tarihsel materyal izm i n
temel unsurunu o l uşturan ekonomik determ inizmidir. Bu teorinin
kaba yorumlarına göre:

• Ekonomik a ltyapı diğer her şeyi belirler, siyasal, toplumsal ve


ideolojik faktörler ta mamen ekonomik faktörlere bağlıdır ve ta­
rihte hiçbir bağımsız nedensel etki yoktur. Tü m toplumsal ça­
tışmalar, kurumlar ve davra nışlar ilgili ekonomik gelişme evre­
sine göre açıklanabil ir.

Ü retim tarzları ekonomik gelişme evrelerini açıkça belirler ve
her toplu m sosyalizme giden aynı yol u izlemek zoru ndadır.

Çoğu sosyolog ve tarihçi, siyasal ve topl umsal güçleri n toplumsal


değişme üzerinde ekonomik g üçler kadar etkide bulunabileceği n i
söyleyerek, bu determinist v e basitleştirici a n a l izi ta mamen reddet­
miştir. Özel l ikle Max Weber, Protestan Ahlôkt terimini kullanarak,
Sanayi Devrimi gibi e n temel topl umsal değişme biçimlerinde kültü­
rel fa ktörlerin önemini ayd ı n latmaya yöneldi. Geçm işin ve g ü n ümüz
toplu mları n ı n ayrıntılı analizi tarihin beş üretim tarzına ayrılması n ı n
oldukça basitleştirici b i r girişim olduğunu göstermiştir. Rusya ve Çin
gibi günü müz topl umları n ı n sınai gel işme biçimi, i l k dönemindeki
btrakmtz yapsm/ar (laissez-fa i re) uygulaması olmadan da kapita l izmin
ortaya çıkabileceğinin açık kan ıtıd ır. Ortodoks Marksizm'in zorlama­
ları ve tarihsel materyalizm adına yapılan i nsanlık dışı uygulamalar
bizzat Marksizm içinde ekonomizmi n kökl ü bir eleştirisine yol açtı.
Bazıları, sözgelimi Fra n kfurt Oku l u, daha hümanist ve esnek bir yo­
rum için genç Marx'a yöneldi. Diğerleri, örneği n Louis Althusser ve
yapısa ıcı Marksistler onu daha bili msel kıl maya çal ıştılar, a ncak iki
Marksist d üşünce okulu da geç kapitalizm döneminde siyasal ve
özellikle kültürel faktörlerin önemini daha bel irg i n biçimde vurgula­
dı.
Bu tartışman ı n nedeni, kısmen Marx ve Engels'in yazı ları ve bir öl-
1 08 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

çüde Marx'ın çal ı şması n ın tam a mlanmamış olması ve sürekli reviz­


yana uğramasıdır. Marx'ın stili, dog matizmi ve bilimsel kesi nlik iddia­
l arı, hepsi, bu e konomik determinizm izieniminin oluşmasına katkıda
bulunmuştur. Ö rneğin o, söze "insa nlar kendi tarihlerini yaparlar"
diye başlar, "anca k bunu kendi seçmedikleri koşullarda gerçekleştirir­
ler" diyerek bitirir.
Bununla beraber, Marx ve Engels kendi ta rihsel materyal ist teori­
lerindeki ekonomik determinizmi birlikte reddetmişlerdir. Engels
onun sadece bir 'araştırma i l kesi' olduğunu öne s ü rdü ve hatta kend i
zamanında geliştirilen bu ham yoru mlara karşı saldı rıya geçti.
Materyal ist tarih anlayışına göre, tarihte nihai belirleyici unsur
gerçek hayatın üretimi ve yeniden-üretimidir. Ne Marx ne de ben
bundan fazlasını iddia ettik .
. . . Birisi bu ilkeyi ekonomik unsurun tek belirleyici faktör olduğu
biçi minde ifade ediyorsa, söz konusu önermeyi anlamsız bir iba­
reye dön üştürmektedir. Ekonomik durum temeld ir, ancak üstya­
pının farklı unsurları da . . . tarihsel mücadeleyi etkiler ve çoğu ör­
nekte onların biçimini belirlemede üstü nlük kazanır. Bütün bu
sonsuz tesadüfler topluluğunun ortasında, bütün unsurların -
ekonomik hareketin nihayetinde bizzat kendini zorunlu olarak
dayattığı- bir etkileşim i söz konusudur (Carver, 1 981 ) .
Engels, sonraki yazı larında tarihte fi kirlerin etkisine daha fazla
destek verirken, Marx sosyal izme doğru sadece Sovyet tipi bir gidiş
ihtimalini değil, barışçı, demokratik bir yol u n da m ümkün olduğunu
kabul etmiştir. B u tartışma ta rihsel materyalist teoride ve genel ola­
ra k Marksizm'deki, onu hem bir teori hem de devri mci bir kılavuz
olara k a l ma çabasından kayna klanan temel bir an laşmazl ığı ya nsıtır.
Tari hsel materyal izm doğru ve sosya lizm kaçınılmazsa, siyasal faktör­
ler ekonomik gelişmeleri ikincil konuma itebiliyorsa, o halde niçin
devrimci eyleme katıl a l ı m ?
Engels, bili msel terminoloj i v e kavramları d a h a fazla ku llanara k ve
diyalektik materya l izmi n "doğa, insan, topl u m ve düşüncenin genel
h a reket ve yasalarının bilimi" old u ğ u n u iddia ederek bu determinist
izlenime katkıda b u l u n muştur. Marx, en azından daha az determi nist
havasıyla, şu cevabı verecektir: ekonomik gelişmeler insanlara sadece
değişmeyi fi ilen gerçekleşti rebilecekleri bir çerçeve sağlar. Bu yüz­
den, sınıf m ü cadelesine g i rmernek topl umsal ilerleme için engel
teşkil edecektir.
TARiHSEL MATERYALilM 1 09

Devletin rolü
Gelişmiş kapitalist ülkelerde, özellikle sosya list toplumlarda, devlet
ortadan ka l kmak yeri ne büyü müş ve müdahalelerini artırmıştı r. Ka pi­
talizmde devlet, ekonomiyi d üzenleyen ve fiziksel egemenlikle kal­
mayıp ideolojik egemenliği de sağlayan temel siyasa l bir güç haline
gelmiştir. Ekonominin bu s iyasal egemenliği merkezi-plancı ekono­
milerde çok daha kapsamlıdır; ve a ksi yöndeki ideolojik iddialara
rağmen, devlet insan hakları nı geliştirmekten çok baskı a ltına alan
baskıcı tota l iter bir g ücü ol uşturur. Marx ve Engels'in devlet konu­
sundaki ve onun ya yönetici sınıfın sağ eli ya da basitçe özel bir sını­
fın çı karlarından ziyade sistemin çıkarlarını koruyan bir a rabulucu
olara k rol ü hakkındaki görüşl eri savaş sonrası Marksizm'de, özell ikle
G ramsci, Poulantzas ve M iliband'ın yazı larında görebileceğ i m iz kap­
sam l ı bir tartışmaya yol açm ıştır.

Sınıflar arası kutuplaşma


Gelişmiş ka pital ist topl u m ların iki ana sınıf temelinde kend i içlerinde
kutuplaşacakları öngörüsü açıkçası gerçekleşmemiştir. Daha ziyade
aksi olmuş, orta sınıflar gelişm iş, işçi sınıfı küçülmüş ve tüm sınıfsal
yapı yaş, cinsiyet ve ı rk gibi ekonomik-olmayan ta bakalaşma biçimle­
rinin etkisiyle kendi içi nde parçalanmaya uğra mış ve ufa l m ıştır.
Bunun yanı sı ra, işçi sı nıfı birlik bilinci ve devrimci bilinç geliştir­
mekten uzak olarak, büyük ölçüde mu hafazakar bir yapı sergilemiştir.
Yirminci yüzyılın 'komünist' devrim leri zengin sanayileşmiş Batıda
değil, a ksine Doğunun ve Ü çüncü Dünya ü l kelerinin ta rımcı toplum­
larında, çoğ u n l u kla ekonomik devrimierin değ i l siyasal gücün etkisiy­
le ortaya çıkmıştır.

Üretim tarzları
Bir tarihsel gelişme ana l izi olara k üreti m tarzı fikrin i gerçek topl umla­
ra düşünüldüğü şekliyle uygulamak kolay değildir. B u şemaya çok az
toplum tamamıyla uyar. Çok azı kelimenin gerçek anlamında kapita­
list veya sosyalist olarak nitelendirilebil i r. Bu problemi Marx bile ka­
bul etmiş ve karma ekonomilerden ve hatta bazı topl u m ların "büyük
bir adım atarak Sosya lizme g iden ara evreyi atlamaları" ihtimalinden
söz etmiştir. Yirm inci yüzyıl ı n Komünist top l u m larının ne sınıfsız ne
de özgürleştirici oldukları, aksine her za man görülen acımasız ve
otoriter bazı rejimiere yol açtıkları görü l müştür. 1 980'1erde Doğu
Avrupa'da sosyal izmin çöküşü Marksist ideolojinin yetersizliğini ve
Batı kapitalizm i n i n üstü nlüğünü gösterir gibi görün müştür.
110 SOSYOLOJIDE TEMEL FIKIRLER

Ancak Marx'ın yazıları onu eleşti renieri n varsayd ı klarından daha


olgun, daha gel işkindir. Yaba ncılaşma üzerine erken dönem çalışma­
s ı onun bilinçli insan eylemine ve fikirlerin g ücüne olan ilgisini yansı­
tır. Onun d iya lektik metodolojisi doğası gereği esasen d eterminist
değildir ve Marx her zaman "insanların kendi ta rihlerini ya ptı kları "nı,
tarihin kişisel-ol mayan güçlere göre değ i l, aksine insa nın amaçlı
etkinliğine göre açıklana bileceği n i vurgulam ıştır. Gelecek komünizm
i htimalind e yatar, ancak sadece u ğ runa m ücadele edildiği sürece.
Marx'a eleştirilerin çoğu daha ziyade taraftarlarından ve onun yo­
l u n u izleyen Marksist o kullardan, onun son raki çalışmasının ya pısal
ve ekonomik determ in izm inden yararlananlardan (Althusser) ve
savaş-sonrası kapita lizmi üstyapı ve kültürel a l a n ın ideolojik kontro l ü
temelinde açıklamaya çalışanlardan (Frankfurt Okulu) g e lir. Marx ve
Engels, temel ve üstyapı a rası ndaki i l işkinin katı olmaktan ziyade
daha kompleks olduğunu öne sü rerek, bazı Marksistlerin ben imseme
eğ i l i m inde olduğu bir ekonomik determinizm biçimi olan 'kaba'
materyalizmden kendilerin i uzak tutmuşlard ı r. Ancak Marx sonraki
yazılarında gelişmenin nesnel yasalarına odaklanarak ve "hayat bil inç
tarafından değil, a ksine bilinç hayat ta rafı ndan beli rlenir" (aktaran,
Swinglewood, 2000: 39) sözleriyle, daha bilimsel ve ya pısal bir yakla­
şımı benimsemiştir.
Marx'ın kapitalizm analizi, tarihsel bir örnekten ziyade bir ideal tip
olara k kapital ist ruhun temel karakteristiklerini betimlemeye çalışan
soyut bilimsel bir anal izdir. Marx'ın ana l izinin merkezini, bel irli bir
ü retim tarzı nın yarattığ ı topl umsal i l işkilerin -kapital izmdeki sermaye
ve emek, burjuvazi ve proletarya arasındaki il işkinin ve m ü l k sahipliği
ve özel m ü l kiyet üzerindeki temel sınıf çatışmasının- betimlenmesi
ol uşturur.
Marx'ın ka pital ist toplum üzerine i l k sınıf ana lizi n ispeten basit, iki
boyutlu bir ana liz olsa da, o daha sonraki yazılarında küçük ü reticiler,
küçük burjuvazi, idareciler ve hatta ideolojik veya entellektüel sın ıfla­
rı da içeren çok daha kompleks bir ya pının varlığını belirler. O aynı
şekilde burjuva top l u m u n u n yönetiminde önemli görevler üstlene­
cek o rta sınıfların gel işi mini önceden görür:
işçiler ile kapitalistler ve toprak sahipleri arasında kalan, esasen ve
doğrudan ücretle [geçimini sağlayan] sayıları sürekli artan orta
sınıflar . . . üst sın ıfın sosyal güvenliği ve gücünü genişleterek,
emekçi sınıf üzerinde ağır bir yük oluşturmaktadır (Marx, 1 964:
5 73).
Marx, kapitalist toplu m l a rı, özel l i kl e ondokuzuncu yüzyıl Britan­
ya'sı n ı a raştırırken, gerçeklikte kapital izmin kendi çizdiği idea l tipte-
TARİHSEL MATERYALİZM 111

kinden çok daha kompl eks olduğunu ve hatta burjuvazin i n asla bir­
leşik, bütü nleşmiş ve örgütlü bir s ınıf olmayıp, bizzat iç bölü nmeler
ve parçalanmalar yaşadığını tamamen ka bul eder.
Sınıf mücadelesi ve devrimci değişim Marx'ın siyasal analizinin
anahtar temaları olsa da, o hayatı n ı n sonlarına doğru Hol landa, i ngil­
tere ve A B D g i bi gelişmiş demokrasilerde işçi sınıfının parla menter
araçlarla iktidara gelebileceğ i n i kabul etmiştir.
Bununla beraber, teori ve pratikteki yetersizlikleri her ne o l u rsa
olsun, tarihsel materyalizm Marksist teorinin temelini ol uşturmuş ve
dünyan ı n her yerinde sosyal bilimcileri (ve devrimcileri) harekete
geçiren bir güç haline gel m iştir. Hatta o yüzyıl son ra bile ta rtışmalar
ve araştı rmaların esin kaynağını ve milyonlarca insanın daha özgü r,
daha rasyonel ve daha adil topl u m özlemini ol uştu rmaktadır. Çok az
sosyolojik d üş ünce böyle bir etkiye sahip olmuştu r ve i ngil iz biyogra­
fi yazarlarından Terrel l Carver ( 1 98 1 ) şu yargıya varır: "Materyalist
tarih yorum u Engels'in bize bıraktığı entellektüel m i rasın temel unsu­
rud u r". Ne yazık ki, günü müzde, "bu ünlü tarih anlayışına ait, tü m
Marksistlerin üzerinde birleştiği tek bir yorum yoktur. Materyalist
ta rih yorumu daha ziyade paylaşılan fikir ayrılıklarını temsil etmekte­
dir" (Carver, 1 98 1 ).
Eşitsizl ik problemi -nedenleri, etkileri ve potansiyel çözüm leri­
Marx ve Engels'in a n a l izleri ve devrimci polemiklerinin itici g ü cüyd ü .
B u çatışma v e bu devrimci ideoloji yirminci yüzyılda i k i b ü y ü k siyasal
öğretiye, Marx'ın adına yaratılan topl u mlar ve rejim iere ve neredeyse
insanlığı yıkıma götürecek ideolojik Soğuk Savaşa yol açtı. Marx ve
Engels Hegel'in d üşüncelerin tarihi dönüştürme gücü anlayışını red­
detti, ancak onlar ve onların fikirleri bildiğimiz kadarıyla daha önce
veya o günden beri tanıdığı m ız düşünürler, tarihçiler veya iktisatçı­
lardan çok daha fazla toplu m u değiştirmiştir.
Doğu Avrupa komünizmi yıkılmadan ve 1 989-1 991 yılları arasın­
da Sovyetler Birliği çözül meden önce, dü nyadaki insanların üçte
birinden fazlası Marx'ın teorilerini uygulama niyetinde olduklarını
iddia eden rejimler altında yaşıyordu (1\!lanson, 2000: 30).
Yaşadığı dönemdeki sınırlı etkisine rağmen, Marx'ın düşünceleri
yirminci yüzyıla egemen oldu. 1 9 1 7 Rusya Devrimiyle, ll. Dü nya Sava­
şından sonra Doğu Avrupa'nı n kontrolünün kom ünizme geçmesiyle,
1 949 Çin Devri m iyle dünya nüfusunun büyük bir kısmı nda fa rkl ı
Marksizm biçimleri benimsendi. Bu gelişmeler Marx'ı total iter topl u m
sistemleriyle ve devlet bürokrasilerinin kontrolündeki b i r ekonomiyle
i l işkilendird i -Marx'ın insan özg ürlüğü hedefiyle uyuşmayan sonuç-
112 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

lar. Sovyetler Birliği ve Doğ u Avrupa'da 1 990'1ardaki kom ü n izmin


sona erişi kada r, hemen her yerde serbest piyasalara ve demokratik
h ükümetlere doğru hare ket de Sovyet tarzı Ma rksizm'in ya kı n ortak
reddini n bi r yansı masıydı.

AYRlCA BAKINIZ
• YAPISAL MARKSiZM, GÖRELi ÖZERKLiK, HEGEMONYA v e ELEŞTi­
REL TEORi -bu tezin modern ve post-modern yoru mları n ı n karşılaştı­
rılması için
• TOPLUMSAL DAYANIŞMA, SOSYAL DARViNiZM ve YAPISAL iŞ­
LEVSELCi LiK -oldu kça farkl ı toplu msal değişme teorileri olara k

OKUMA ÖNERiLERi
Marx ve Engels'in temel fikirleriyle ilgili okumaya değer kitaplar:
CALLINICOUS, A. ( 1 983), The Revolutionary Ideas of Karl Marx, Pluto Press
CAREW HUNT, R.N. ( 1 950), The Theory and Practice of Communism, Penguin
HOFFMAN, J. (1 985), 'The Life and Idea s of Karl Marx', Social Studies Review,
vol. 1 , no. 2, November 1 985
MARX, K. AND ENGELS F. ( 1 967), Manifesto of the Communist Party, ed. A. J. P.
Taylor, Penguin [Komünist Manifesto, Çeviren: Muzaffer i l han Erdost, Sol
Yayı nları, Ankara, 1 998]
RUIS, ( 1 986), Marx for Beginners, U nwin Paperbacks
SIMON, R. (1 986), lntroducing Marxism, Fairlegh Press

Aşağıdakiler Engels'in hayatı ve dönemine ait kısa özetlerdir:


CARVER, T. ( 1 98 1 ), Engels, OUP
MCCLELLAN, D. (1 977), Engels, Fontana

iLERi OKUMA ÖNERiLERi


CALLINICOS, A. (1 983), The Revolutionary Ideas of Karl Marx, Pluto Press, Lon­
don
ENGELS, F. (1 845), The Candilian of the Working Class in England, Blackwell,
[ingiltere'de işçi S1mfmm Durumu, Çeviren: Yurdakul Fincancı, Sol Yayınla­
rı, Ankara 1 997]
ENGELS, F. ( 1 887-8), Anti-Dühring, Foreign Languages Publishing House,
1 959 [Anti-Dühring, Çeviren: Kenan Somer, Sol Yayın ları, Ankara, 1 995]
ENGELS, F. (1 884), The Origins of the Family, Private Property and the State,
International Publishers, 1 942 [Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni,
Çeviren: Kenan Somer, Sol Yayı n ları, An kara, Mart, 1 994]
TARiHSEL MATERYALiZM 113

JESSOP, B. (1 998), 'Karl Marx', Ch. 1, Stones, R. (ed.), Key Sociologica/ Thinkers,
Macmi l lan, Basingstoke
MARX, K. AND ENGELS, F. ( 1 967), Manifesto of Communist Party, Taylor, A:J:P:
(ed), Penguin, Harmondsworth
SCHMITT, R. (1 997), In troduction toMarx and Engels: A Critica/ Reconstruction,
Westview, Boulder, CO.
STEGER, M. B. AND CARVER, T. (EDS.) (1 999), Engels afterMarx, Manchester
Un iversity Press, Manchester

SI NAV SORULARI
'Marx'ın s ı n ıf kavram ı ondokuzuncu yüzyıl sanayi kapita l izmini a nla­
makta yeterli olabilir, a ncak çağdaş sanayi topl u m u n kavra m a k için
uygun değildir.' sözün ü tartışınız. (WJEC, Haziran 1 986)
2 Marx ne kadar uygun bir toplumsal değişme açıkla ması ortaya koy­
m u ştur? Tartışınız. (WJEC, Haziran 1 987)
3 'Marksist iki temel uzlaşmaz/antagonistik sınıf açıklaması öne m l i bazı
h ususlard a sosyolojik açıdan yetersizd ir' (Anderson and S h arrock,
(eds.) Applied Sociological Perspectives). Bu görüşü eleştirel gözle de­
ğerlendiriniz. (AEB, Kasım 1 985)
4 Bazı çatışma teorisi taraftariarına göre, toplu msal tabaka laşma bir
topl u m u n ekonomik il işkilerinden kaynaklanır ve sömürü, tahakküm
ve ça ttşmayla son uçlanır. Bu yüzden, toplu m u n birbiriyle uzlaşmazl ık
içinde olan iki temel sınıfa ayrıl abileceği öne sürü l m ü ştür.
(a) Yukarda italik olarak yazı l m ış üç terimi kısaca tanımlayımz.
(b) Bir topl u m seçiniz ve bu terimierin nasıl uygulana bileceğini
gösteri niz
(c) Çatışma yaklaşım ından a l ı nan, sosyal tabakalaşmanın doğası ve
son uçlarını ortaya koyacak diğer iki kavram ı a nlatıp açıklayın ız.
(d) Kanıtlar sanayi toplu m la rının g ü n ü müzde i ki temel sın ıfa bölü­
nebileceği görüşünü destekiernekte mid ir? Tartışınız. (JM B, Haziran
1 986)

Çeviri: Ümit Tatlıcan


Toplumsal Dayan1şma
Emile Durkheim

Fi KiR
Sosyolojiyi g ü n ü m üzde ve geçmişte uğraştıran temel sorunlardan
biri toplu msal d üzen -veya Durkheim'ın deyimiyle, 'to p l u msal daya­
nışma'- problemidir -Toplum d üzen i nasıl sürdürür? Toplumdaki
m ilyonlarca insanın ortasında, gündelik hayatta içinde yer a ld ığımız
birçok etkinlikten top lumsal düzen nasıl ortaya çıka r ve oldukça kar­
maşıkl ığı içinde toplum nasıl birliği sağlar ve değişir? Yüzyıl başında
Avru pa'n ın, özel likle Fransa'nın yaşadığı siyasal karışıkl ıklar ve sı­
nal/kentsel ayakla nmaların tam ortasında yaşayan Durkheim için bu
öze l l ikle temel bir sorudur.
D urkheim toplumsal d üzen p robleminin önemin i n son derece
farkı ndaydı ve tüm a kademik kariyerini bu problemi analize ve açık�
lamaya adadı. O toplumsal dayanışmayı kendi işlevsekilik teorisi n i n
v e Sorbonne Ü n iversitesi v e Fransa'da i l a n ettiği yeni b i l i m i n temel
kavram ı kıldı. Özelde Durkheim, toplumsal d üzenin nasıl kurulduğu
ve varlığını nasıl sürdürdüğünü, özell ikle yoğu n ve hızlı bir değişme
döneminin ardından nasıl yeniden kurulduğunu, geleneksel toplum­
ların modern toplumlara, kırsal top l u l u kların kitlesel sanayi-kent
toplumları na doğru nasıl evrim leştiklerini ana liz etmeye çal ıştı. Özel­
de, bütün bu geçiş koşullarıyla ilgili değişimierin ortasında, büyük
ölçüde gelişmiş sanayi toplu m larına özgü bireysel hak ve özgürl ükler
kitle toplumunun toplumsal d üzen ve denetim ihtiyacı karşısında
nasıl geliştirilmekte ve korunmaktadır? Cevap, Durkheim'a göre,
"işbölümünün giderek gelişmesi sonucunda toplu msal dayan ışma­
nın dönüşüme uğraması"nda yatar.
Du rkheim i l k temel eseri Toplumda işbölümü'nü ( 1 893) toplumsal
daya nışma konusuna ayırd ı. Du rkheim, geleneksel toplumların basit
sosyal yapılarını modern toplumların karmaşık işbölümüyle karşılaş-
TOPLUMSAL DAYANIŞMA 115

tırmak ve a na l iz etmek için i ki topl umsal düzen biçi mine -mekanik


ve orga nik daya nışmaya- başvurur.
Geleneksel topl umlar, topl u l u klar/cemaatler veya g ru plarda ilişki­
ler özellikle yüz yüze veya mekan i ktir ve işbölümü çok basittir, i nsan­
ların çoğunluğu genellikle aynı işi yapar (örneğin, avcı veya çiftçidir).
Ortak bir hayat tarzı, herkes tarafından bilinen ve uygulanan ortak
adetler ve ritüeller vardır. Durkheim'ın 'conscience col/ective' olarak
adlandırd ığ ı temel orta k bir konsensüs vardır: bu terim genel l ikle
'orta k bil inç' veya kollektif bilinç' olarak çevri lir ve toplumsal daya­
nışmanın üzerine kurulduğu ve bireylerin davra n ışlarını d üzen leyen
ve kontrol eden ortak bir a h lak veya değerler topl uluğunu çağrıştırır,
Mekanik toplumlarda kollektif bilinç tamamen hakim konu mdad ır,
zira bu basit sosyal sistemler içinde yer alan herkes özünde aynıdır.
Bi reyselliğe çok az yer vard ır, toplumsal farklılıklar çok azd ı r ve özel
mül kiyet neredeyse hiç bilinmez ve bu yüzden uyu m/itaat hem 'do­
ğal'dır hem de sosyalleşmeyle ve aile, din gibi temel toplumsal dü­
zen lemeler a racılığıyla sağ l a n ı r. Sapmalar şiddetle ve kollektif olara k
ceza la nd ı rı l ı r.
Ancak, topl u mlar gelişip modernleşirken, sanayi ekonomileri ve
karmaşık işböl ü mleri gelişir ve insanlar kırdan kente göç ederken,
sonuçta mekanik dayanışma topluma dar gelmeye başlar. Farkl ı
meslekler, hayat tarzları ve a lt-kü ltürlerin çoğa l ması ve yasa l l ık ka­
zanmasıyla, benzerli k yerini farkl ılaşmaya, homojen lik heterojen l iğe
bırakır. Kol l ektivizm yerine bireycilik, ortak m ü l kiyet yeri ne özel mül­
kiyet, komüna l/toplumcu soru m l u l u k yerine bireysel haklar, ortakla­
şalık yerine sınıf ve statü farkl ılıkları geçmeye başlar. Yüz yüze i l işkiler
ve resmi olmayan (informel) sosyal kontroller a rt ı k toplumu bir arada
tutamaz; güç ve otorite aile ve kil iseden hukuk ve devlete geçer.
Tıpkı doğada olduğu g ibi, bu farkl ılaşma ve kompleksleşme top l u m­
sal daya n ışma için yeni bir temel -yan i, toplumsal düzen ve bireysel
özg ü rlüğün başarı l ı bir biçimde sağlanabileceğ i organik dayamşma­
yı- gerektiri r.
Durkheim için, organik dayanışmanın özü nü, herkes in karşıl ıklı
bağ ımlılık içinde olduğu modern topl umların sanayi ekonomilerini
ayakta tutan kompleks işböl ü m ü oluştu rur. Günümüzün gelişmiş
sanayi-kentli toplumlarında h içbir birey tamamen kendine yetemez
(bu durum basit toplumlard a insanların çoğu kez sergiledikleri ken­
di ne yetebil mekle aykırı l ı k içinded i r). Hepi m iz oldukça fa rkl ı olsak
bile, fa rklı meslekler içinde uzmanlaşma mızı gerektiren ve çok farklı
hayat tarzla rını sürdürebilmek için bize özgürlük i mka nı sağlayan
kompleks bir ekonomik sisteme bağ ı m l ıyız. Du rkheim'a göre, mo-
116 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

dern e konomik toplumları n temelini, karşılıklı ekonomik bağımlılığın


yanı sıra, karşılıklı çıkar, hayatta kalabilmek ve başarı sağlaya bil mek
için karşı l ı kl ı l ı k ve işbirliği ol uştu rur. Ancak o, ekonomik çıka rcılığın
tek başına uygar toplumları bi rleştirebileceği ve istikrarlı kı labilece­
ğ i n i öne süren faydacı a rgümanlara, öze l l ikle Herbert Spencer'ın bu
ko nudaki tezlerine karşı ç ı kar. Ona göre, çıka rc ı l ı k tek baş ına toplum­
sal çatışma ve kaos üretecektir. Gelişmiş sa nayi toplumları n ı n söz­
leşmeleri ve ekonomik mübadeleleri n i n temeli n i bazı ahlak biçimleri,
bir güvenlik ve ada let sistem i n i n üzerine kurulabi leceği genel kabul
gören ilkeler, norm lar ve değerlerle ilişki l i bazı ahlak kuralları oluş­
turmak zorundadır. i nsanlar özgeci oldukları kadar açgözlü de olabi­
l irler ve top l u m u n rol ü bu insa ni özell ikleri kendi özel evrimci gelişim
evresine göre mümkü n olduğu ölçüde sınırla maya çalışmaktır. Durk­
heim, bu yüzden, insan doğası n ı n ikiliği fikrini geliştirir: hepimiz iki
bil ince, biri çıka rcılığa daya l ı kişisel, d iğeri toplu msal çıka ri a ra daya l ı
topl umsal b i lince sahibiz. Ayrıca, meka ni k topl u m larda birey ve kol­
lektif bilinç gerçekte aynı şeyi a n l atırken, organ i k topl u m larda ikisi
birbirinden ayrı, bağ ımsız ve çoğu kez çatışma içindedi r. Formel
(resmi) sosyal kontroller, bu yüzden, organik toplumlard a meka n i k
toplurnlara göre daha fazla gerekli hale gelir.
Ancak, geleneksel sosyal kontrol birimlerinin -aile ve kilisenin­
gücünü yitirmesiyle, gelişmiş toplumlarda daya n ışma nasıl sağlana­
cak ve sürd ü rü lecektir? Du rkheim, genel topl umsal d üzeyde devlet
ve hukuka, sınai d üzeyde mesleki ve uzma n laşmış/profesyonel birlik­
ler veya lancalara bel bağ lar. H ü kü met ve mahkemeler hu kuku top­
l umsal konsensüs ü n en kapsa m l ı ifadesi kılarken, Durkheim meslek
birliklerin i n organik topl u mların temel a h lak ve davranış kura l larını
oluşturup yaptırıma bağlayacakların ı umar. Bu yüzden o, çağdaşları­
n ı n çoğ u n u n aksine, toplumsal değişmeyi yıkıcı bir güç olarak, top­
l u msal düzenin, geleneksel a h iakın ve uygar topl umun ö l ü m ü olarak
görmez. O, yen i sınai düzen i n hem i lerletici hem de özgürleştirici ileri
bir adım olaca ğ ı na inanan iyi mser birid ir. Durkheim'ın toplumsal
düzeni n yıkı lma i htima l ine karşı çözümü, bu nedenle, Ortaçağdaki
lancalara benzer biçimde (birey ve devlet arasında arabuluculuk
yapacak) meslek birl ikleri veya profesyonel birlikler a racıl ığıyla top­
l u msal d üzenleme yapılması ve devletin kollektif ve genel a h laki
otorite rol ü n ü oynamasıydı. Devlet en üst kollektif bilinç biçimidir;
eğitim ve demokrasi bireysel ihtiyaçla r ve özlemierin kollektif çıkarla
uzlaştırılma araçlarıd ı r. Durkheim'ın d üşü n cesinde birl ikler ve korpo­
rasyonların görevi, g ru pları ortak çıka rlar etrafı nda bir a raya getir­
mek, profesyonel davra n ı ş kura l la rı geliştirmek ve onla rı a h laki bir
TOPLUMSAL DAYANIŞMA 117

yu rttaşlık görev ve soru m l u l u k kuralları aracıl ığ ıyla devlet ve kol lektif


düzene bağlamaktır.
i ki temel toplu msal düzen tipi ve b u na bağl ı olara k iki temel a h lak
belirleyen Durkheim, mekanik dayanışmadan organik dayanışmaya
geçişi bil imsel o larak gözlemleyip ölçmeye çalıştı ve kullanmaya
çal ıştığ ı araç da h ukuktu. Ahlaki olgular kolayca kesi n gözleme gel­
mezken; hukuk kuralları, ahlaki değerlerin biçimsel/formel bir ifadesi
oldukları için d ışsal ve ölçülebilir bir endeks o luştururlar. Özelde, her
yasa yaptırı mlar içerir ve Durkheim iki zıt yaptırım biçimi belirler:


Özg ürlüğünü veya hayatını kaybetmek gibi ceza ve acı içeren
cezalandırıcı yaptırımlar!
• Yurttaşlık h u ku ku ve genel h ukukta olduğu gibi, cezadan ziya­
de yen iden-uyumu içeren, meseleleri ihlal edil meden önceki
hallerine getirmeyi hedefleyen iade edici ya ptırımlar.

Durkheim'a göre, esas itibariyle cezalandırıcı yaptırı rn lara daya l ı hu­


ku k kuralları geleneksel toplurn lara hakim olan temel güçlü kollektif
bilinç tipini yansıtırken; iade edici hukuk daha modern topl u mların
orga nik daya n ışmasının ve onların sözleşmeye-dayal ı ihtiyaçlarının
yansımasıdır. Durkheim, böylece, bir toplumsal daya n ışma endeksi,
toplumun dinsel ahlakta n rasyonel ahlaka, ailevi topl umsal düzen­
lemeden devlet tarafından toplumsal yönlendirmeye doğru gelişi­
mini gösteren bir derecelendi rme ölçeğ i oluşturur. Modern toplum­
larda devlet ve onun birimleri, polis ve mahkemeler orga nik kollektif
bilince vücut kazan d ı rır, insanların iradeleri ve ahlaki değerlerini kili­
senin Ortaçağ Avrupa'sında yaptığına benzer biçimde sembolize
ederler.
Du rkheim'a göre, modern ahlak, modern h u kuk sistemleri -
mekanik daya n ışma veya çıkarcılıktan ziyade- toplumsal d üzen,
adalet ve gelişmenin en üst temelini temsil eder. Fakat, mekanik
dayanışmadan orga nik dayanışmaya geçişin ne her za man başarılı ne
de sıkıntısız olmaması onun yakın ilgisini çekmiştir. Bu süreç, eski
düzenin yeri n i yenisi alırken, çoğu kez toplumsal gerilim ler, hatta
toplumsal çatışmalar üretir. Bu yapısal geçiş sırasında, şiddetli bir
normsuzl u k dönemi -veya Durkheim'ın deyimiyle, anomi- tehl i kesi
vardı: eski ahlak ve geleneksel sosyal kontroller zayıflarken, yen i
toplumsal konsensüs henüz emekleme evresindeydi. Durkheim Batı
Avrupa'daki ilk kapitalistlerin çoğ u n u n tıpkı böyle bir geçiş dönemi
yaşadıklarına ve anominin yanı sıra zoru n l u ve zoraki bir işbölü m ü
g i bi problemlerle karşılaştıklarına inan ır: doğal olara k bu uygulama­
lar, sanayileşme n i n ihtiyaçlarını yansıtan bir şeyden ziyade, eski yö-
118 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

netici sınıfın ekonomik yapı üzerindeki gücünü sürd ü rmek için da­
yattığı bir şeydi. B u durum adaletsiz bir toplumsal eşitsizl i kler düzeni
yarattı ve böylece toplu msal çatışmanın a rtmasına ve çoğ u ondoku­
zuncu yüzyıl Avrupa ü l kesindeki ne benzer devri miere yol açtı.
Durkheim'a g ö re, sosyal bilimlerin rolü bu problemleri tespit et­
mek ve etkin çözümler ve sosyal politika l a r önererek top l u msal ge­
çişle ilgili sorunları aşmaya yardımcı olmaktır. Ancak o ayrıca, Top­
lumda işbölümü'nün sonunda, artan işbö l ü m ü son ucunda organik
dayanışmanın otomatik olara k ortaya çıkma ihtimali konusundaki
kuşkularını belirtir. Du rkheim bu oluşumun d oğrudan planlama ve
kontro l ü gerektirebileceğ ini kabul eder.
Mekanik ve organik daya nışma, bu yüzden, Durkheim'ın kendi
toplumsal d üzen ve değişme teorisini bilimsel olarak açıklamak için
kullandığı i ki ideal tiptir. Bununla beraber, o, eski işböl ü mü nden
yenisine, geleneksel topl umdan modern topluma doğru bu geçişin
yarattığı doğal problem ierin ve potansiyel çatışma kaynaklarının
g iderek daha fazla farkına varmıştır.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Toplumsal daya n ışma kavra mı, topl umsal düzen ve evrim kon ularına
karşı ilgi Durkheim sonrası işlevselci yazıların ana temalarıdır. Du rk­
heim'ın top l u msal düzenin başarıl ı bir temeli olara k ahlak ve toplum­
sal konsensüse vurgusu modern sosyolojinin merkezi bir temasını
ol uşturmayı sürd ü rü rken, onun toplumsal değişmeyi -nedenleri,
etkileri ve kaynakl arını- bili msel olarak analiz etme ve gözlemlerne
girişi m i sosyoloji içindeki tüm pozitivist geleneğin bir özlemini oluş­
turdu ve a nomi, intihar ve din üzerine birçok araştırmaya ilham kay­
nağı oldu. Durkheim'ın toplumsal dayan ışma ve anomi analizinin
somut örneği intihar üzerine klasik çalışması d ı r ve ona göre, intihar
ora nları toplumsal dayanışmayla ters orantılıdır -topl u msal daya­
nışma d üzeyi d ü ştükçe intihar oranları yükselir.
Du rkhei m'ın a nalizleri nin çoğu Auguste Comte ve Herbert Spen­
cer tarafından gel iştirilen evrimci bir çerçeve içinde yer a l ı r ve belir­
gin biçimde biyolojik analojiler ve kavramlar ku llanılır. Sağlıkl ı bir
top l u m dayan ışm a n ı n yüksek olduğu ve hastalıklı bir toplum da
anominin kargaşaya yol açtığı ve topl umsal d üzenin işleyişinin bo­
zulduğu toplumdur. Ona göre, devlet görevli lerinin rol ü dektorunki­
ne benzer: "iyi h ijyen koşu l ları sağlayara k hastalığın ortaya çıkma s ı n ı
engellemek veya hasta l ı k ortaya ç ı ktığında o n u tedavi etmeye çal ış­
mak". Bu yüzden, Du rkheim'ın yaklaşımının temel bir hedefi, sosyolo-
TOPLUMSAL DAYANIŞMA 119

jik d üşü nceleri beden pol iti kasına, özellikle ondokuzuncu yüzyıl
sonunda Fransa ve Avrupa'daki geri l i m ler, krizler ve çıkmazia ra pratik
olarak uygulamaktır. Özelde o dinin ve geleneksel düzen in zayıfla­
ması karşısında ahlaki bir reform gel işti rmeye çalışmıştır.
Durkheim esasen yapıya ve toplu msal düzenin işleyişine değil,
toplumun temel ahlaki d üzenine, bireysel davra nışı belirleyen (doğru
ve yan lış) kurallar sistem ine oda kla nır O ilk temel çalışması Toplum­
.

da işbölümü'nde ( 1 893), amacının "bir ahlak bilimi inşa etmek . . .


Ahlaki hayatın olgularını pozitif bilimin yöntem lerine göre ele a l m ak"
olduğunu ilan eder. Bu yüzden o, genel toplumsal daya nışma anali­
zinin bir parçası o larak anomiye ve a h laki d üzenlemenin eksikliğine
odaklanır: "insanların tutkuları sadece saygı gösterdi kleri ahlaki varlık
sayesinde gemlenebilir" (aktaran, Ca llinicos, 1 999: 1 26). Sosyolojinin
amacı, Durkheim'a göre, "top l u m u koruyacak koşulları bel irlemektir",
ancak o kendini daha ziyade siyasal muhafazakar olara k değil, liberal
demokrat olarak görür. Toplum, Durkheim için, özünde korunması ve
'doğal yollardan' gelişmesi gereken ahlaki bir gerçekliktir. B u yüzden,
onun sosyolojisi yeni bir yurttaşlık ah lakı oluşturma g irişim i olara k
tan ımlanabilir. Ahlakiliğe v e modern toplumun karşı laştığı ahlaki
krize bu derin ve uzun ilgi Durkheim'ın ü n l ü 1 894 Dreyfus olayına
yoğu n i lgisine yansımıştır. Bu olay ve Yahudi düşmanlığı Durkheim'ı
derinden etkiledi: ona göre, bu olay söz konusu dönemde Fransız
toplumunda gözlemlediği ahlaki rahatsızl ığın bir beli rtisiyd i .
Toplum acı çektiğinde kendi hastalığından dolayı sorumlu tutabi­
lecek veya başına gelen talihsizliklerin intikamını alabilecek birini
bulmaya çal ışır ve zaten kendilerine ayrımcılık yapılan ve toplu­
mun geneline aykırı düşenler doğal olarak bu role en uygun kişi­
ler olarak görülü rler. Bunlar toplu mun, kefareti ödemeye hizmet
eden paryalarıdır. Bu yorumda beni doğrulayan şey, Dreyfus du­
ruşmasının sonucunun 1 894'teki karşıianma biçimiydi. i nsanlar
onu kamusal matemin bir nedeni olması gereken bir zafer olarak
kutladılar. En azından, onlar yaşadıkları ekonomik soru nlar ve
ah laki sıkıntılardan dolayı kimi suçlayacaklarını biliyorlardı. Soru­
nun kaynağı Yahudilerdi. Suçlama resmen onaylandı. Bu tek te­
mel gerçekten sonra, işler daha iyiye gider göründü ve insanlar
teskin oldular (Lu kes, 1 972: 345).
Aynı şekilde, sosyalizmle ilgilense de, onu ilgilendiren sosyalizm
Karl Marx'ın önerd iğinden fa rklıyd ı . Bu sosyalizm türü sadece bilimsel
sosyolojinin ortaya koyduğu ahlaki i l kelerin uygulandığı bir sistemdi.
Marx işböl ü m ü n ü n toplumu böldüğünü düşünürken, Du rkheim
karşıl ıklı bağ ı m l ı l ı ğ ı ve işbirliğini a rtıra b ileceğine ve böylece toplum-
1 20 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

sal dayanış mayı g üçlend irebileceğ ine inanıyordu. Ancak ka rş ı l ıklı


ç ı karlar istikrarı sağlayabil mek için tek başına yeterli d eğildir. Top­
lumsal d üzen ahlaki bir d üzeni, yan i işbirliğini biçimlendiren ve artı­
ran, b ireyleri s ı n ı rlayan ve üzerinde mutabık ol unan temel b i r ahlak
kura l ları topl u luğunu gerektirir. Mal ve hizmet a l ışverişi uygun bi­
çimde işleyen ahlaki bir çerçeveyi gerektirir, aksi takd irde o saf bir
bencillik ve sömürüden, "herkesin herkese karşı sava ş ı"ndan ibaret
olacaktır. Du rkheim sözleşmeleri n o rtaya çıkı ş ı n ı (doğrular ve ya n l ış­
lar konusunda) paylaşılan inançların egemen olduğu ve yasalar tara­
fı ndan düzenlenen yeni sınai ekonomik ve ahlaki d üzenin başla ngıcı
olara k görür.
Fakat toplu msal daya n ı şma kavra m ı ve bu kavra m ı n sosyolojik
teori ve a raştırm ada kullanılma biçi m i yoğ u n eleşti riler a l m ı ştır:

• Durkhei m'ı n organik bir analoji kullan ması ve bütün topl u m la­
rın ayn ı evrimci yol u izleyecekleri ne inancı toplumsal ve tarihsel
bakımdan geçersizdir. Du rkheim, kend i n i savun urken analitik
açıdan kul l anışlı ideal tiplerden yararlandı, ancak bunu bir zo­
ru n l u l u k olarak görmedi. O, bütün topl umların bu modeliere
m utlaka uyg u n düşmesi gerekmediğini ve fa rkl ı biçimlerde ev­
rimleşebi lecekleri ni kesinlikle kabul eder.
• Topl umsal dayan ışma kavra mı topl u msal d üzeni analiz etmek
için temel bir çerçeve sağiasa bile, toplumsal değişme ve ça­
tışmayı açıklayacak derinl ikten yoksundur. Toplumsal daya­
n ışma' a n i devrimci değişim leri değil kademeli evrimci gel işim­
leri açıklayabil ir. O, değişmeyi topl u msal uyarlan mal adaptas­
yon ve dengenin yeniden kurulmasına göre açı klar, ancak sınıf­
sal ve siyasal çatışmaya (anomi kavramında yaptığ ı gibi) bir
sosyal problem olması dışında çok az açıklama getirir. Aksine,
Ma rksistler ve daha rad ika l yazarlar sınıf mücadelesini topl u m­
sal gelişme teori leri n i n merkezine otu rtmuşlard ı r. Du rkheim, sı­
n ıf çatışmasını, basitçe, zoru n l u bir işbölümünün ve mevcut
toplumsal eşitsizliklerin devam etmesi nin yarattığı to plumsal
geri l i m i n bir bel irtisi olara k düşünür. Aslında o sosya l ist düşün­
celere ya kı n l ı k duyar ve tıpkı Saint-Simon gibi organik daya­
nışmaya ve fırsat eşitl iğine daya l ı sın ıfsız bir topl u m u n o rtaya
çıkacağını d üşünür. Böylesi gelişmiş bir toplumun kendiliğin­
den ortaya ç ı kamayacağ ını kabul eden Durkheim, daha rasyo­
nel bir işbölümü, daha eşitlikçi bir sosyal ada let sistemi yarat­
mak için devlet planlaması fi krini destekler.

Antropolojik a raştırmalar Durkheim'ın mekanik dayanışma fikrini


TOPLUMSAL DAYANIŞMA 121

desteklese de, o n u n organik dayanışmanın temeli o l a rak ekonomik


karşılıkl ı l ı k ve meslek ahlakına i n ancı -ütopik değilse de- bir ölçüde
iyimser bir ya klaşım olara k görülmüştür. B u eleştiriyi kabullenen
Durkheim, organik dayanışmada ahlaki ve toplu msal konsensüs
üzerine analizlerinde, zama nla ekonomik ka rşılıklı bağımlılık konu­
sundan modern toplumlarda d i n sel değerlerin yen iden yaratılmasına
ve milliyetçilik gibi toplumsal töreleri n temsil ettiği a h laki evrenselli­
ğin ortaya çıkışına ve ayrıca eğitim ve yu rttaşl ığın bi reyi topluma
bağlamakta gerekl i olan ortak insanlık duyg usu yaratma gücüne
yönelm iştir. Ne yazık ki, modern toplumlarda kollektif bilinç, gelişmiş
kitle topl u m larına isti krar kaza ndırmak ve onları d üzenlemek için
gerekli organik daya nış mayı d esteklemek bakı m ı ndan, çoğu kez
oldukça değişken, değişebilir ve yüzeysel görünmektedir.
Durkheim, ayrıca, organik daya n ı şmayla karşıtlık içindeki mekanik
dayanışmayı ölçecek bir temel ararken, ceza landırıcı ve iade edici
huku k a rası ndaki aykı rılıkl a rı abarttığı için de eleştirilmiştir. Eleştiri­
lerde, onun özel örnekler olara k verd i ğ i çoğu geleneksel topl u m u n
iade edici h u ku k biçim lerine sahip olduğu, a n cak d iğerlerinde -
sözgel imi, Trobriander Adalarında- hiç de cezaland ı rıcı yaptırırnlara
başvurulmadığı öne sürü ldü. Ayn ı şekilde, çoğ u modern devlet kendi
otoritesini güçlend i rmek ve bireysel hakları baskı altına almak için
(özellikle Gü ney Afri ka'da ve çoğu kom ü nist ü l kede olduğu g ibi)
büyük ölçüde cezalandırıcı hukuk kural larına başvurur.
Bütün bu eleştirilere rağmen, Durkheim'ı n toplumsal daya n ışma
kavramı, o n u n evrimci topl umsal değişme teorisi ve top l u msal ge­
l işmeyi a na l iz ve yön lendirme çabası, o günden beri sosyol ojik dü­
şü nce ve a raşt ı rmaları n itici gücü o l muştur. Du rkheim sosyolojiyi
saygı n ve saygıdeğer bir disiplin haline getirmiştir. O gerçekte sosyo­
lojinin ku rucu baba la rından biri, ondokuzuncu yüzyılda sosyolojinin
doğ uşuna ve hayat b u l masına ya rd ı mcı olan Kutsal Ü çlü'nün gerçek
bir parçasıdır.

AYRlCA BAKINIZ
• YAPISAL-iŞLEVSELCiLiK -Durkheim'ın fikirlerinin genişletilmiş hali
olarak
• TARiHSEL MATERYALiZM -farklı bir toplumsal düzen ve toplumsal
değişme teorisi olarak
• ANOMi -Durkheim'ın toplumsal dayanışmanın ortadan kalkmasın ı n
toplum ve birey üzerindeki etkisiyle ilgili tamamlayıcı tezi olarak
1 22 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

OKUMA ÖNERiLERi
GIDDENS, A. ( 1 978), Durkheim, Fontana
PAMPEL, F.C. (2000), 'Em ile Durkheim and Moral ity in Modern Societies', Ch.
2, Pampel, F.C., Sociologica/ Lives and ldeas: An Introduction to the Classical
Theorists, Macmillan, Basingstoke
PARKI N, F. ( 1 992), Durkheim, Oxford U niversity Press, Oxford
THOMPSON, K. ( 1 982), Emi/e Durkheim, Tavistock
Durkheim'ın hayatı, çalışmaları ve fikirleri konusunda kısa ve öz, okumaya
değer ve yetkin tasvirler için bu kitaplardan herhangi biri okunabilir.
Kenneth Thompson'ın kitabı özel likle onun toplumsal dayanışma üzerine
görüşleri konusunda iyidir.

i LERi OKUMA ÖNERiLERi


DURKHEIM, E. (ı 95 ı ), Suicide: A Study in Socio/ogy ( 1 897). Free Press [intihar,
Fransızcadan çeviren: Özer Ozan kaya, Türk Tarih Kurumu Basımevi, An­
kara, ı 986]
DURKHEIM, E (ı 960), The Division of Labour in Society (ı 893), Free Press,
Glencoe
DURKHEIM, E. (ı 958), The Rules ofSociologica/Method (ı 895), Free Press
[Toplumbilimsel Yöntemin Kural/an, Çeviren: Cemal Bal i Akal. Engin Ya­
yıncılık, i stanbul, ı 995]
DURKHEIM, E. ( ı 954). The Elementary Forms ofReligious Life ( ı 9 ı 2), Alien &
U nwin [Dini Hayatın i lkel Biçimleri, Tercüme: Fuat Aydın, Ataç Yayınları,
2005]
GUNERUSSEN, W. (2000), 'Emile Durkheim', Ch. S, Part 1, Andersen, H. and
Kaspersen, L.B. (eds.); Classical andModern Social Theory, Blackwell, Ox­
ford
LU KES, S. (ı 972), Emi/e Durkheim: His Life and Work, Alien & Unwin
POPE, W. ( ı 998), 'Em ile Durkheim', Ch. 3, Stones, R. (ed.), Key Sociologica/
Thinkers, Macmil lan, Basingstoke

SINAV SORUSU
'Geleneksel' ve 'modern' ayrımı sosyologun toplu mları sı nıfland ırma
biçi m i açısından ne kadar geçerli ve kullanışlıdır? (WJEC, Hazira n
1 987)

Çeviri: Ümit Tatlıcan


Yabanellaşma
Karl Marx

Fi KiR
Hiç kendinizi 'yabancı' veya
'yabancı laşmış' h issettiniz mi?
Herkesin size karşı olduğ u n u,
evinizde, ü l kenizde bir yabancı
olduğunuzu h issettiniz mi,
kimsenin s ızı anlamadığını
d üşündüğünüz ve etrafı nızdaki
insanlar -ebeveynlerin iz, a i le­
niz, arkadaşlarınız veya yerel
topluluğunuz ya hut kasaban ız­
daki insanlar- tarafından soyut­
lanm ış, reddedi l m iş olduğunuz
d uygusuna kapıldığınız zaman­
lar oldu mu? Artık bir yere ait
olmadığınızı hissediyorsunuz
ve bu yüzden derin ve büyük bir öfke ve engellenmişlik duygusu
içindesiniz. Kuşkusuz, küçük güçlü duygu lar bir yanda kendinizi ye­
tersiz, aşağı ve istenmeyen biri olara k hissetmenize yol açıyor ve öte
yandan büyük bir öfke, kızgınlık içindesiniz ve insanlara yaniışı gös­
termeye ve ait olduğu nuz grup, top l u m veya top l u l u k içindeki doğru
yerinizi yeniden bel irlemeye kara rlısı nız. Bu d uygular, bu tutkular sizi
ya kaderciliğe, ya ba ncılaşmayı, aşağılan mışlığı ve yerinden edilmişli­
ği, hatta 'evsizliği' kabul etmeye ya da d u rumu, d ünyayı değiştirmeye
ve onu daha dostça, insani ve çekici kılma yönü nde gayretli, tutkulu
ve hatta rad ika l bir kararl ı l ığa teşvik edebi l i r.
Sosyoloj i k ve siyasa l bir bakış açısından, bu sözcüklerde, bir yan­
dan, dünyanın nasıl bir şey olduğu konusunda radikal, hatta devrimci
1 24 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

bir teorin i n toh umlarını (zira insanlar onu olduğu gibi kab u l ederler)
ve öte ya ndan, insanlar onu gel iştirmeye niyetlendikleri ve değiştir­
meye, daha i nsani, daha dostça ve uyg u n bir yer yapmaya çal ı ştıkları
takdirde d ünyanın nasıl bir şeye benzeyebileceği üzerin e b i r teorinin
toh umlarını görebil i rsin iz. Bu, gerçe kte yoğun ve yaygın bir değişme
döneminde, ya n i onsekizinci ve ondokuzu ncu yüzyı l larda Avrupa'yı
etkisine alan Devrimler Çağında yaşayan genç bir rad ika l olara k
Marx'ın özlemiydi. Bu devrimler şöyle sıralanabil ir:

• Amerika, Fra nsa ve Avrupa'da ki siyasal devrimler;


• Batılı top l u m l a rı kırsal ve ta rı mcı topl umlardan kentsel ve sı nai
güç kayna klarına dön üştüren ekonomik devriml er;
• Sadece evren ve doğa hakkında tamamen yen i düşüncelere il­
ham kaynağı olma kla kal mayıp, aynı zamanda modern bilimin
ve insan hakları ve topl u m u n doğası gibi devri mci Ayd ınla nma­
cı düşü ncelerin gelişimine de yol açan bilimsel ve entellektüel
devrim;
• Avrupa'yı etkisi altına alan ve Almanya, italya ve diğer birçok
prenslik ve toprağın birleşmesine yol açan mill iyetçi hareketler.

Bu dönemde topl u msal değişmenin ka psa m ı ve derinl iğ i çok büyük


ve oldukça dehşet vericiyd i. Hiç kimse d eğ işmeyi kontrol edebi lecek
g i bi görünmüyordu ve bu yüzden kaç ı n ı l maz olara k çoğu sıradan
insan için yoğ u n, kontrol-dışı bir ya rd ımsızlık, yerinden edil mişlik,
kontrolü d ışındaki güçler tarafından s ü rüklen mişlik, ait olduğu yer­
den ve köyden uzaklaşmışlık d uygusu, yeni ve ü rkütücü b i r fa brika ve
kent d ünyasına g irildiği d uygusu vard ı. Peki, bütün bu değişimler
nasıl açıklanabil ird i ? O kontrol altına alınabilir veya daha az yabancı­
laştırıcı, daha arzu edilen ve daha insani bir yer kı lınabilir m iydi ?
Bu çığ g i bi değişi m leri v e d e v değ işim dalgasını açıklamak genç
Karl Marx'ın kap ita l izm ve ka pitalist devri m hakkı nda ki ilk düşü ncele­
rini geliştirirken önüne koyduğu bir hedefti; a nca k yaşlı, daha olgun
Marx'ın sonraki daha teorik ve b i l imsel analizlerinde ve komünist bir
devrim çağrısında önüne koyd uğu hedef, daha iyi bir d ü nya, komü­
nist bir d ü nya kurabil mek için bu d ünyayı değiştirmekti.
A l manya'da bir Yah u d i olara k d ü nyaya gelen ve büyüyen Marx
ken d i n i yabancılaşmış, kendi ü l kesinde farklı ve yabancı biri olarak
h issediyordu . Rad i kal bir yazar ve devrimci bir eylemci olara k Alman­
ya'dan sürü l ü p Paris'e taşın mak ve daha sonra Londra'da ai lesiyle
yoks u l l u k içinde yaşamak zoru nda kalan Ma rx, ken d i n i yurtsuz ve
a navatan ı Rheinland'da yabancı, istenmeyen ve Batı Avrupa'da dev­
rimci faa l iyetleri neden iyle korkulan biri olarak h issetti. i ngiliz h ükü-
VASANCILAŞMA 1 25

meti 'Kızıl Doktor'u vatandaşlığa ka bul etmeyi reddetti ve o Lond­


ra'da 1 853'te öldü. O tek başına ve yoks u l l u k içinde ölebilirdi, fakat
ona yaşad ığı sürece maddi destek sağlayan arkadaşı Friedrich Engels
"Onun adı ve böylece çal ışması çağlar boyu yaşayacak" d iye yazd ır­
dığı mezarının yanına gömüldü. Devri m ler çağında dünyaya gelen
Marx'ın fikirleri ondokuzuncu yüzyı l sonunda tü m Avrupa'yı etkiledi
ve yirminci yüzyıl siyaset teorisine hakim oldu. Bu fikirler Rusya ve
Doğu Avrupa'daki, Çin ve Asya, Afrika ve Gü ney Amerika'daki komü­
nist devrimiere ilham kaynağı oldu ve ll. Dünya Savaşı'nın a rd ından
başlayan Soğ u k Savaş'ın komünist-kapitalist ka rşılaşmalannın teme­
lini oluşturdu. H içbir yazar bu tür radikal değişimlere, bu tutku ve
nefrete Karl Marx kadar ilham kaynağı olmadı, modern insanın tari­
hini onun kadar etkilemedi.
Karl Marx'ın temel çalışması Kapital ( 1 970) bir ekonomik sistem ve
üretim tarzı olarak kapitalizm üzerine 'bilimsel' bir a raştırmadır. Onun
yabancılaşma araştı rması, aksine, ka pita lizmi n insa nların duygulan ve
ben lik imgeleri üzerinde yarattığı sosyal, psikolojik ve kişisel etkilere
il işkin bir araştırma d ı r. Marx için, kapita l izm sadece adaletsiz ve ye­
tersiz bir ekonomik ü retim sistem i olmayıp, aynı zamanda a h lak d ışı
ve sömürücü, insanın gerçek doğası n ı yadsıyan, onu kendi emeğinin
ürün lerinden koparan ve ekonomik 'vahşi bir orman'da diğer insan­
larla karşı karşıya getiren bir sistemdir. Marx için, insan doğası nın
özü, onu hayvanlardan ayıran şey, bil inci, haya l gücü ve kendi çevre­
sini kontrol kapasitesidir. Bu g üç, ifadesini en açık biçimde, insanların
işbirliği içinde doğayı dönüştürd ü kleri ü retim sürecinde -örneğin, ev
yapmak için ağaç kesmek, orma nları açarak yol yapmak gibi faa liyet- .
lerde- bulur. Ancak, bu kendini ifade ve top l umsal işbirliği biçimi
sınıriandınidığı veya engellendiği takdirde yabancılaşma ortaya çıka­
caktır. Marx 1 844 Paris Elyazmalan'nda (aktaran Battomare and Ru­
bel, 1 96 1 ) dört temel yabancı laşma biçim i nden söz eder:


i şçinin kendi ü rünleri üzerindeki kontrolünü yitirmesi. i şçi bir
şey ü rettiğ inde, ister masa isterse sandalye, artık o şey kendine
değil işverene aittir.
• Modern fabrikalarda, ayrı ntılı bir işböl ü m ü yüzü nden, işçinin ar­
tık ü reti m süreciyle bağlantısı ol madığ ı n ı hissetmesi. O sadece
'çarkın bir dişlisi'dir, onu güdüleyen işin sağladığı iç doyu m de­
ğil, hafta sonunda a lacağı ücretin verdiği geçici doyu mdur.

i şçiler arasındaki il işkilerin iş arkadaşları il işkisinden çok ra kipler
arasındaki bir ilişkiye dönüş mesi, onların iş, prim ve terfi için ya­
rışa n kişiler haline gelmeleri. i şverenle işçi arasındaki i l işkiler
1 26 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

eşitler a rasında bir il işki değil, aksine işverenlerin ça l ışanların­


dan sağladıkları kaza nçları azamiye çıkarmaya çalıştıkları efen­
di/köle i lişkis idir.
• Bireyin ken d i insani doğasını tan ıyamaz hale gelmesi -yani,
ke ndini a rtık sadece iş a racılığıyla ifade etmesi. Böylece o işini
kendisinin bir parçası olara k h issetmez, n e de gerçek yetenekle­
ri n i sergiler. i ş artı k sadece bir övün me ve başarı kaynağıdır.

Marx'ın sözleriyle, o halde


Emeğin bu yabancılaşmasını yaratan nedir? i lk olarak, iş işçi için
artık d ışsal bir unsurdur, yoksa onun doğasının bir parçası değil;
sonuç olarak, kişi işinde kendini ifade etmez, aksine yadsır, kendi­
ni mutlu değil bedbaht hisseder, fiziksel ve zihinsel enerjisini öz­
gürce geliştiremez, aksine fiziksel olarak tükenmiş ve zihinsel ola­
rak gerilemiştir. Bu yüzden, işçi kend isini sadece boş zaman ların­
da yuvasında hissederken, işte yuvasından uzakta hisseder. Onun
için iş artık gönüllü olarak yapılan bir eylem değil, dayatılan bir
görevdir. O bir ihtiyacın dayuru lması olmayıp, sadece başka ihti­
yaçları karşılama aracıdır. i şin yabancilaşmış karakteri, açıkça, hiç­
bir fiziksel veya başka zorlama olmadığında ondan sanki salgın
hastaiıkm ış gibi uzak durul masında gözlenir. Son olarak, işin işçi
için yabancilaşmış karakteri, onun işin in bir başkasının yaptığı iş­
ten farklı olmamasında, onun işinde kendini kendine ait biri ola­
rak değil, aksine bir başkasına ait biri olarak hissetmesinde gözle­
nir (Bottomore and Rubel, 1 961 ).
i şçiler, bu neden le, işlerine, emeklerin i n ürünlerine, diğer işçilere
ve n ihayetinde gerçek ben l i klerine yabancı laşırlar. Friedrich Engels'in
sözleriyle, "Kiş i n i n her g ü n sabahtan akşama dek ken d i iradesi dışın­
da sadece ayn ı şeyi yapmak zoru nda kalmasından daha dehşet verici
bir şey yoktur" (aktaran, Ritzer, 1 996, 59). i ş bir işkenceye dönüşür ve
böylece insa n la r bir ra hatlama ve kontrol d uygusu a rayışı içinde
başka yerlere yönel irler. Onlar içmeye yönelir ve depresyona g i rerler
veya kendilerini tüketime ve çok özel bir hayat tarzına kaptırırlar.
Marx'ın tarih anal izinde, bir sınıfsal yapı ve sömürü i l işkileri içeren
önceki bütün ekonomik sistemler yaba ncılaşma d uygusuna yol açsa­
lar da, ka pitalizmde bu duyg u n u n çok daha belirgin olara k yaşandığı
vurgulanır. Ancak bunun nedeni, sadece sömürü n ü n en üst düzeye
çıkması değil, aynı zamanda bu sistemdeki 'piyasa güçleri'nin insan­
ları bireyler olara k değil, sadece ihtiyaç halinde kullanılabi lecek veya
atı labilecek bir başka üretim malı/meta olara k görmelerid i r. Sadece
ü retim a raçları n ı n herkesin o rtak malı olduğu sın ıfsız bir toplumda
yabancılaşma tamamen ortadan kal kacaktır. Modern kitl e üretiminin
YABANCILAŞMA 1 27

sağ ladığı bolluk ortasında, 'komün ist' insan artı k geçimini sağlamak
için çalışmak zoru nda olmayacak, kendi yeteneklerini ifade etme
dışında uzmaniaş mayacak -sabah ba l ığa, öğlen ava ve a kşam da
görüşlerin i tartışmaya gidecektir. Cinsiyet, ırk, kasaba ve ü l ke, beyin
ve kas kaynaklı bütün toplu msal ayrım l a r eşit bireyler toplumunda
ortadan kal kacaktır.
i nsan lar toplu m sa l dünyayı kendi etkinlikleriyle yaratsalar bile,
kapitalist d ünya insanları n ya bancılaşma ve ezi lmişliği yaşadıkları bir
dünya, ilişkilerin kişisel olarak deği l şeyler olara k yaşandığı bir dün­
yadır. "Ekonomi politik bir insan olara k proleterle değil, a ksine bir
koşum atı olarak, i htiyaçları kesinl ikle bedensel ihtiyaçlarıyla sınırlı bir
hayvan olarak ilgilenir" (Marx, 1 963). M arx'a göre, proletarya asl ında
kapitalist top l u mda en yabancılaşmış sınıf olsa da, aslında kapital ist­
ler de kar a rayışlarında yabancılaşmış b i r d ünya içinde yaşarlar. Zen­
gin ve refah içindekiler arasında bile iş ve i l işkiler insani olmaktan
uzaktır ve i ş insan yaratıcı l ı ğ ı n ı n bir ifadesi olmaktan ziyade, insani
potansiyelin yadsınmasıdır ve gerçek bir insan toplumu ku rmanın
önünde bir engeldir. i nsan ve işi kapital ist toplum larda işbölümü ve
mülkiyet ayrışması gibi temel nedenlerle birbirinden kopuktur. Ka pi­
ta l ist topl u m ta n ı m gereği ya bancılaşmış bir emeğe daya n ı rken,
kapital istler işçileri sömürmeye, ürettikleri artı-değeri kar ve sermaye
olarak ellerinden a l maya ça l ışırlar. i şçiler kendi emekleri nin ürünleri­
ne yabancılaşm ışlardır.
Marx sonraki yazılarında insanı daha ed ilgin bir biçimde tasvir
eden daha determi nist bir ya klaşım geliştirir. Örneği n o, Gründrisse'­
de (1 973) şöyle yazar.
Toplumsal servet emeğin karşısına giderek daha yabancı ve daha
egemen bir güç olarak çıkar . . . toplumsal emek sayesinde yaratı­
lan muazzam nesnel güç işçiye değil, aksine . . . sermayeye aittir.
Sermaye birikimi a rtarken, böylece, emek hep daha ucuz bir meta
haline gelir, değeri d üşer ve insanilikten uzaklaşır -insanların özgür
bir biçimde sözleşme i lişkileri içine g i riyor görü n meleri son ucu değiş­
tirmez. Bu yüzden, Swinglewood'a göre (2000), yabancılaşma M a rx'ı n
Gründrisse g i bi sonraki yazılarında ortadan kaybolmaz, sadece ifade
biçimi değişir ve daha teorik bir kavrama dön üşür.
Bu yüzden Ma rx'a göre, insanlık tarihi insa nın doğa üzerindeki
kontrolünün giderek a rtması olarak görü nse de, bu duru m ironik
olarak özel likle ka pital ist toplumlarda ya bancılaşmada bir artışa kar­
şılık geli r. i nsa n l a r a rtık kendilerini kendi işlerinde, kendi toplu mla­
rında hissetmezler. Onlar kendileri n i işte ya bancı lar olarak, toplumda
1 28 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

soyutlanmış ve güçsüz o l a ra k ve yetenekleri ve tutkuları için h içbir


çıkış yol u n u n olmadığı engellenmiş va rl ı klar o l a rak h issederler. Etraf­
I arındaki d ünya -kendi çalışmaları nın ürün leri o l sa bile- nesneleşir.
Onlar kendilerini işteki ve büyük ölçüde to p l u mdaki kişisel-ol mayan
g üçler karşısında güçsüz h issederler ve ürettikleri ü rünler onların
kendi becerileri ve yaratıcıl ı kları n ı n bir ifadesi ol arak görül meyip, bir
bedel ka rşılığında piyasada satı lır. i şçiler, üzerinde hiçbir kontrole
sahi p olmadıkları piyasa g üçlerinin mahkuml arıdı rl a r. Onlar geçimle­
rini sağlayabil mek için emekleri n i satarlar ve arz, talep veya fiyat
üzerinde h içbir kontrole sahip değil lerdir. Ancak yine de Marx'a göre,
piyasa güçleri kendilerine ait özel bağı msız bir hayata sahip doğal
veya dışsal g üçler değ i l l erdir; daha ziyade onlar ü retim a raçlarına
sahip olan ve sermaye birikimi ve kar sağlayacak temel a raç o larak
emeğ i sömü rmeye çal ışan ka pitalist sın ıfın, büyük işadam ları ve kü­
resel şi rketlerin kontrol ü altındadırl a r.
Marx için, ücretli emek ve yabancılaşman ı n sonucu insa n ı n alçal­
ması, insa n l ığından uzaklaşmasıd ı r ve o "a rtık kendini hayva ndan
başka bir şey olara k h issetmez". i nsanı hayvan lardan ayıran şey olan
çalışma/emek ve özgür-bi linçli yaratıcılık edimi ortadan kaybo l u r ve
böylece insan 'türsel va rlığı'nı, kendi özel insani niteliklerini kaybe­
der. Ayrıca, emek gücünün soyutla nması ve ya bancılaşması ayn ı
ölçüde i nsan ları birbirlerine yaba ncı laştırır ve böylece insanın top­
l umsal varl ığını, onun toplum d uygusunu ve h uzurunu yıkarken,
ka pitalist çalışma hayatı n ı n yarattığı acı ve yoksul l u k insa n ı soyut­
lanmışlık ve ya l nızlığa iter.
N itekim Ma rx'a göre, kapital izm tepedeki daha az yetenekiiierin
diğerlerinin emeklerini sömürdükleri ve bol l u k içinde yaşad ıkları
tersine dönmüş bir dü nyad ır. Bu erk ve kontrol piyasa güçleri yanıl­
saması n ı n a rdına sığ ı n ır. Marx'ın amacı bu çarpıtmayı teşhir etmek ve
insa n ı n kendisini kapitalist top l u m u n kölesi o lmaktan kurtarabiieceği
ve tüm insanları birleştirebilecek bir program, -eşitlikçi ve işbirliğine
·
dayal ı kom ü nist bir toplumda özg ü r, h uzurlu ve doygu n insanlardan
oluşan- bir top l u m modeli ortaya koymaktır.
Marx insanın gücü ve potansiyeline çok g üvenir. Onun g ü n ü müz
ka pitalist toplumlarında imanın niçin bu kadar doyu msuz olduğunu
analiz etmeye ve komünist ya da sın ıfsız toplumun insanı, onun ru­
hunu ve kendine özgü yeteneklerini özg ürleştireceğ ini düşün meye
iten temel neden, insana bu güven idir. i nsan hayvan la rdan esasen
bilinçliliği -çünkü insan eylemi ve etki leşimin toplumsal bir bağlam­
da ortaya çıkar- ve özelde kendisin in-bil i ncinde ol ması bakımından
ayrıl ı r. i nsanı hayvandan öze l l i kle farklı kılan şey, kendi etkinl iğini,
YABANCILAŞMA 1 29

yaratıcı zekası n ı bilinçli olara k kontrol, planlama ve yönlend irme


yeteneğidir. Her tarihsel çağ bu yaratıcı potansiyeli teşvik eder veya
sınırlar ve özellikle sınıflı top l u m la rda yetenek, bilinç ve güdüler bas­
tırıl ır. Ka pita l izmi i l kel top l u m l a rla ka rş ılaştıran Ma rx'a göre, "Antik
toplum daha sınırlı bir doyum sağlarken, modern dünya doyumsuz
bırakır veya doyu mu sağ l a r göründüğü yerde bu kaba ve vasattır"
(Ritzer, 1 996: S3). Kapitalizm insanın tarihte bir benzerine daha rast­
lanmayan boll ukta maddi mallar ü retme yeteneğinin açığa çı kması­
na yardımcı o l muştur, a ncak insanın tü m yetenekleri ve tutku larının,
hem işte hem de boş zamanlarında fa rkl ı ve özel bir insan o larak
'türsel gücü'n ü n açığa çıkmasını komünist top l u m sağlayacaktır.
Marx, aynı şeki lde, insa n ı n sosya l l i k yeteneğine de inanır. " i nsan
kel imenin tam a n l a m ıyla bir 'siyasal hayva n'd ı r, o sadece topl umsal
bir hayvan değil, aynı za manda bireyin sadece toplum içinde gelişti­
rebileceği bir hayva ndır" (Ritzer, 1 996: SS).
Kapitalizm gibi sınıflara-daya l ı topl umlar insanın bilincini çarpıtır
ve ka rını artırmak ve ayrıcal ı klar sağlamak için o n u n yeteneklerini
sömürür ve baskı a ltına. a l ı rken, sın ıfsız toplumlar kel imenin gerçek
a n lamında tam bilinçli ve büyük ölçüde işbirl iği içinde üretken bir
va rlı k olara k özg ü r insanlardan o l uşacaktır.
Marx için, kapitalist ü retim ta rzı sadece insanların işlerini, emekle­
rinin ürü n l erini bir şeye, bir metaa, kendi kontro l leri dışında bir nes­
neye dön üştürmekle kalmaz, ayn ı za manda bir 'meta fetişizmi', şeyle­
re sahip olma ve 'şeyleşti rme' takıntısı, toplumun insanın kontrol
gücünün d ışında bir şey olduğu ina ncı yaratır. Bu şeyleştirme sü reci,
işyerinde ve piyasada, modern organizasyonların görünüşte her şeyi
kapsayan ve kişisel-ol maya n gücüyle ve piyasa güçleri n i n sınırsız
erkleriyle başlayabilir, ancak ayn ı ölçüde dine ve modern devlet an­
layışım ıza uygulanabilir. Her tür m ü l kiyet ve özelde üretim a raçlarına
sahiplik özel m ü l kiyete girer. "Bu yüzden, özel m ü l kiyet yabancılaş­
mış emeğ in ürünüdür".

KAVRAMSAL GELiŞiM
Yabancı laşma insanlık d ışı davranıldığ ında, yerlerinden edild iklerin­
de veya ittiraya uğradıklarında insanlarda şiddetli öfke yaratan bir
durumu a n latır. Bu sözcük rad ikal düşü n ü rler kadar fil m ü reticileri ve
senaryo yaza ria rına da ilham kaynağı olacak denli tatsız, soğ uk ve
tehditkardır. Ancak Marx tarafından kapita l izmin insanlık dışı ve sö­
mürücü doğas ı n ı açıklamakta kullanılan bu olgu şiddetli öfkeye ve
devrimci eaşku lara yol açmıştır. Kavra m, sosyolojik ve siyasa l g ücü,
1 30 SOSVOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

Marx'ın kapitalizm a nalizindeki merkezi rol ü nedeniyle, basit bir d ü ­


şünce egzersizi o l m a ktan çıkmış, devrimci bir faa l iyete d ö n ü ş m ü ş ve
büyük tutku l a ra yol açmıştır.
Marx için yabancılaşma kavra m ı fa rklı, ancak karşılıklı il işkili anla­
ma i ki sahiptir:

• Yabanolaşma öznel bir d uyg u, bir güçsüzl ü k ve soyutlanmışlık


d uygusud u r;

i nsanları hem emeklerinin ü rünlerinden yoksun bırakan, hem
d e ça l ışmaları üzerinde kontrol kuran ekonom i k sistemlerin ya­
pısal bir analizidir.

Ancak sonradan bu konuyla ilgili çoğu yazıda birbiriyle i l g i l i bu i ki


an layış birbirinden bağımsız o larak a l ı n m ış ve bu yüzden teorik bir
kavram olara k ve modern iş ve çalışma yöntemlerini değiştirecek itici
bir güç olara k a l ı nara k ya bancılaşm a n ı n anlamı ve gücü ça rpıtı l m ıştı r.

• 1 950'1i yıllard a ve 60'1arda, Amerikalı sosyal bil imci M. Seeman


( 1 959), yabancılaşma kavra m ını, (soyutlanma, anlamsızlık, güç­
süzl ük, normsuzluk ve kendine yabancılaşma gibi) beş psikolo­
jik unsura a yırdı. Robert Blauner ise ( 1 964), montaj hattında ça­
l ışmak özellikle yabancılaştırıcıyken, zanaat işinin yaratıcı oldu­
ğ u nu öne s ü rerek, bu unsurları iş-ya pısıyla ilgili dört tiple i lişki­
lendirdi. Blauner, otomasyonla birlikte yabancılaşmanın orta­
dan kal kacağı na, bu tür çalışmanın işçin i n makine üzerindeki
kontrolünü a rtıracağına inan ıyordu -bu tez, otomasyonun sa­
dece üretim ilişkilerini değ iştirmemekle ka l mayıp (kontrol hala
patronlardadır), işçilerin 'vasıfsızlaştığı'nı ve gerçekte onların
yerin i makinelerin aldığını öne s ü ren H arry Breverman ( 1 974)
gibi Marksist yazarlar tarafı ndan eleştiri l m iştir [bkz. Vaslfslzlaş­
ma].
• Yabancılaşma terim i başka yazarlar tarafından tüm modern hu­
zursuzl uklara -günü müzde kitle toplumunda birçok grubun
(gençler, azınlıklar, kad ın ların) yaşad ığı hoşn utsuzluklar, soyut­
lanma, güçsüzl ü k ve kişisel i l işkilerden uza klaşma d uyguları na­
uyariandı ve g ü n ü m üzdeki devasa fabrikalarda yüksek oranlar­
daki grevleri ve işe devamsızl ı kları açı kla makta ku llanıldı. Ya­
bancılaşma terim i g ü nü müzün dev fa brikalarındaki yüksek g rev
ve işten kaytarma oranlarını açıklamakta kullanıldı. Marx kav­
ram ı dine uyguladı. Genç Hegelci Ludwig Feuerbach gibi Marx
da, dini, görünüşte insanı kontrol eden doğaüstü bir varlığa
inanç u ğ runa i nsanın kendi yaratıcı ruhu ve hayatını kontrol ye-
YABANCILAŞMA 131

teneğinde n vazgeçtiği bir yabancılaşma biçimi olarak gördü.


Feuerbach'a göre insanı yaratan Ta nrı değil, aksine Tanrı'yı ya­
ratan ve ona tü m insa n l ı k üzerinde bir güç tan ıyan insa n d ı r. i n­
san kendi n i nesnel leştirmiş ve bizzat bir nesneye dönüştürmüş­
tür. Marx için, din bir ya nlış bilinç biçimi, bir yabancılaşma biçi­
midir.
• Ya ba ncılaşma kavramı, ayrıca, rakip Ma rksist okullar arası ndaki
bir tartışman ı n, yan i ya bancı laşma n ı n Marksist çalışmaların
(özellikle o l d u kça geç basıma g i re n Grundrisse'ın) merkezi te­
ması olduğunu d üşünen hümanistler ile Marx'ın, daha olgun
çalışmalarında, daha bilimsel veya ya pısal bir kapitalizm analizi
için sömürü kavra m ı n ı tercih ederek bu teri m i ta mamen reddet­
tiğini öne süren Louis Althusser gibi yapısakılar arasındaki tar­
tışmanın esin kaynağını oluşturmuştu r. Öte yandan, Fra nfurt
Okul u ve eleştirel teori yabancılaşma kavramını gözden geçir­
miş ve hem bireysel bilince ve hem de daha esnek bir Batı kapi­
ta l izmi, Doğu sosyal izmi ve otoriter devletin ortaya çıkışı eleşti­
risi gel iştirmek için ideoloji ve kültürün gücüne odaklanarak,
kavra m ı daha hümanist, daha az determi nist bir Marksist dü­
şünce geliştirmekte kullanm ıştır. Herbert Marcuse ( 1 964) onu
Sigmund Freud'un psikolojisiyle harmaniadı ve onun gel iştirdi­
ği fikirler 1 960'1arda Amerika l ı hippilere ve radika l lere ilham
kaynağı oldu.
• Yaba ncılaşma duygusunun 'sosyalist' toplum larda ka pita list
toplurnlara göre daha az olup olmadığ ı n ı değerlend irmek zor­
dur, çünkü böyle bir öznel d uyguyu ö lçmek neredeyse
imka nsızd ı r. Polanya'da daya n ışma ha reketi ortaya çı kmasaydı,
Berl in Duvarı yıkılmasayd ı ve Doğu Avrupa'da 1 989- 1 990 dev­
rimleri yaşan masayd ı Doğu B loku ü l kelerindeki işçiler kesinl ikle
kontrolün kendi el leri nde olduğunu hissetmeyeceklerd i. Muh­
temelen Çin komünl eri, Yugoslav fabrikaları ve Kibbutizm gibi
bazı küçük ö l çekli deneyimler büyük başarılar elde etm işlerdir.

Bu yüzden, ya bancılaşma kavram ı sosyal bilim lerde oldukça fa rklı


anlamlarda ku l l a n ı lsa bile, çoğ u sosyolog onun asıl anlamını yitirdi­
ğini ve çok az ana litik değere sahip olduğunu düşünmekted i r. Yine
de yabancılaşma, Marx'ın amaçladığı anlamda -bir iş/çalışma analizi,
insan doğası a n a l izi ve sınıfsal sömürü n ü n öznel etkisinin analizi
olara k- kullanıldığında, sosyolojik o l masa bile, hatırı sayılır ahlaki bir
güce sah iptir. O bir devrimler yüzyıl ı n a kaynakl ı k etmiş ve d ü nya n ı n
birçok parçasını tamamen değişti r m iştir.
1 32 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

AYR lCA BAKINIZ


• ANOMi -Durkheim'in bu sınai rahatsızlığa ilişkin açıklaması olarak
• ELEŞTiREL TEORi -Genç Marx'ı n bu fikrin i modern Ma rksizm'deki
hü manist oku l a taşıma girişimi olara k
• SiMÜLASYONLAR -ya bancılaşma üzerine post-modern b i r perspek­
tif olarak
• TARiHSEL MATERYALiZM -Ma rx ve Engels'in genel tarihsel ve eko­
nom i k gelişim teorisine genel bir bakış olarak

OKUMA ÖNERi LERi


BOTIOMORE, T.B., And RUBEL, M. (EDS.) (1 964), Karl Marx: Selected Writings,
Penguin
BU RNS, E. (1 966), Introduction to Marxism, Tavistock
CALLI NICOS, A. (1 983), The Revolutionary ldeas of Karl Marx, Pluto Press
CAREW HU NT, R.N. (1 950), The Theory and Practice of Comm unism, Peng uin
HOFFMAN, J. (1 985), 'The Life and Idea s of Karl Marx', Social Studies Review,
November
MCCLELLAN, D. ( 1 975), Marx, Fontana
PAMPEL, F.C. (2000), 'Karl Marx', Ch. 1, Stones, R. (ed.), Key Sociological Thin-
kers, Macmillan, Basingstoke
RUIS (1 986), Marx for Beginners, U nwin Paperbacks
SIMON, R. ( 1 986), lntroducing Marxism, Fairleigh Press
WORSLEY, P. ( 1 982), Marx and Marxism, Tavistock

i LERi OKUMA ÖNERiLERi


ALTHUSSER, L. (1 965), For Marx, Penguin [Marx için, Çeviren: Işık Ergüden,
ithaki Yayın ları, istanbul, Ekim, 2002]
BLAUN ER, H. ( 1 964), Alienation and Freedom, Un iversity of Chicago Press
BOTIOMORE, T.B. AND RUBEL, M. ( 1 96 1 ), Karl Marx: Selected Writings, Pen­
guin, Harmondsworth
BRAVERMAN, H. ( 1 974), Labor and Monopoly Capital, Monthly Review Press
CALLINICOS, A. (1 983), The Revolutionary ldeas of Karl Marx, Pluto Press, Lon­
don
JESSOP, B. ( 1 998), 'Karl Marx', Ch. 1, Stones, R. (ed.), Key Sociological Thinkers,
Macmil lan, Basingstoke
MANSON, P. (2000), 'Karl Marx', Ch. 2 Part 1, Andersen, H. and Kaspersen, L.B.
(eds.), Classical and Modren Social Theory, Blackwell, Oxford
MARCUSE, H. (1 964) One Dimensional Man, Routledge & Kegan Paul [Tek
Boyutlu insan, Çeviren: Tek Boyutlu insan, Çeviren ler: Afşar Timuçin ­
Teaman Tunçdoğa n, May Yayınları, 2. Basım, istanbul, 1 975; Çeviren: Aziz
Yardımi ı, idea Yayınevi, istan bul 1 990]
YABANCILAŞMA 1 33

MARX, K. ( 1 973), Grundrisse, Penguin [Grundrisse, Çeviren: Sevan Nişanyan,


Birikim Yayınları, Ekim 1 979, istanbul]
MARX, K. ( 1 97 1 ) A Contribution to a Critique of Political Economy, Lawrence
& Wishart [Ekonomi Politiğin Eleştirisine Bir Katkı, Çeviren: Sevim Bel lil,
Sosyal Yayı n ları, 1 993]
MARX, K. ( 1 970), Das Kapital, Lawrence & Wishart, 1 970 [Kapital, Çeviren:
Alaattin Bilgi, Sol Yayı nları, Ankara, 2000]
MARX, K.(1 961 ), Paris Manuscripts (Bottomore ve Rubels'in editörlüğü yaptık­
ları kitaptan alınm ıştır)
MARX, K. and Engels F. The Holy Family, Progress Publishers [Kutsal Aile,
Çeviri: Kenan Somer, Sol Yayınları, Ankara, Mart 1 994]
MARX, K. and Engels F. German ldeology, Lawrence & Wishart, 1 965 [Alman
ideolojisi, Çeviren: Ahmet Karda m, Sevim Belli, Sol Yayı nları, Ankara,
Temmuz, 1 992]
MARX, K. and Engels F. 'The Communist Manifesto', Selected Works, Lawrence
& Wishart, 1 968 [Komünist Manifesto, Çeviren: Muzaffer i lhan Erdost, Sol
Yayınları, Ankara, 1 998]
SEEMAN, M. 'On the Meaning of Alienation', American Sociological Review,
Vol 33, 1 959, s. 46-62

SI NAV SORULARI
ı Sosyologların sanayi toplumlarında ya bancılaşmayla ilgili farklı açıkla­
maları n ı değerlendiriniz. (AEB, Haziran 1 988)
2 'Yabancılaşma yapıların ü r ü nüdür, yoksa bireylerin değil.' Tartışın ız.
(Cam bridg e Local Exa m inations Syndicate, Haziran 1 987)
3 'işteki yabancı laşma n ı n en önemli kaynağı bizzat işin tasarım ve kont­
rol biçim idir.' (G. Salama n: Class and Corporation) . Açıklayıp tartışı n ız
4 Marx'ın yabancılaşma teorisini daha sonraki iş üzerine a raştırmalar
ışığ ında değerlendirin iz. (AEB, Kasım 1 989)

Çeviri: Gülhan Demiriz ve Ümit Tatlıcan


..

M O D E RN D O N E M
• • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • •
Ataerkilli k
Feminizm

'Femin izm' terim i Latince kad ı n anlamına gelen 'femina'dan türetil­


miştir ve köken olara k 'kad ınsı öze l l iklere sahip olmak' anlamını taşır.
Bu terim Kad ı n Hareketi nin, kad ı n ları n eşit haklar m ücadelesinin
genel adı olara k ve yirminci yüzyılda cinsiyet eşitliği teorisi olara k
ben imsenmiş v e 1 890iardaki 'Kadı ncılık' teriminin yerini a l mıştır.
Tüm Kad ın H a reketin i temsile ve birleştirmeye çalışan bu terim
geniş bir ta n ı m la r ve vurgular çeşitliliğini yansıtır. Feminist Bir Söz­
lük'te ( 1 985) kadın hakları savunusu ve erkek egemenliğine karşı
mücadeleden, kad ınların erkekler karşısındaki ikincil kon u m ları hak­
kında bir bilinçlilik yaratma ve bu ayrı mcılığı ortadan ka l d ı rma giri­
şimlerine kadar uzanan bazı örnekler verilir.
[Feminizm) bütün insan il işkilerinde cinsiyet eşitliği temelinde
dü nyayı yeniden düzenlemeyi hedefleyen bir hareket olarak; in­
sanlar arasında cinsiyet-temelli her tür ayrımcılığa karşı çıkan, cin­
sel ayrıcal ıklar ve problemleri ortadan kaldıracak, hukuk ve gele­
neğin temel taşı olarak kadın ve erkeğin ortak insanlığının kabulü
için çalışacak bir hareket olarak ta nımlanabilir (Teresa Billington­
Grieg, 1 9 1 1 ).
Feminizm büyük harf 'F' ile bir teori, bir konum; küçük harf 'f' ile
tecrübelere dayalı bir organik inançtır (Osha Davidson, 1 984).
( i ki ta nım da C. Kramarae ve P. A. Treichler, Feminist Bir Sözlük'ten
alınmıştır.)
Feminizm, bu yüzden, ataerkilliği ortadan kaldıra ra k ve topl umsal
cinsiyet gibi sosyal bölünmelerin, doğa l bir şey o lmayıp, güç, ayrıca­
l ı k ve tahakkü m lerini sürd ü rebilmek için erkekler ta rafı ndan kültürel
olara k yaratıldıkları n ı göstererek, kad ı nları sosyal, politik ve ideolojik
açıdan özgürleştirmeyi hedefleyen bir topl umsal h arekettir.
O, kadınların yok farz edildiği ve bağ ımlı, pasif olmalarının, çocuk
1 38 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

vb. konularda sorum luluk yüklenmelerinin beklendiği cinsiyet


rollerine zorlandıkları bir erkek egemen kültürde yaşadığımız ka­
bu lü üzerine kurulu (Banshee, 1 981 ) bir felsefed ir. Erkekler de cin­
siyet rollerini yüklenmek zoru nda olsalar bile, [bu roller] kad ın lar­
da olduğu kadar engelleyici değildir.
Ayrıca o bir analiz yöntemi, toplum üzerine yen i bir perspektiftir:
O, yeni soru lar sorduğu kadar yeni cevaplar da bulur. Onun temel
ilgisi, erkekler ve kadınlar arasındaki toplumsal ayrım, bu ayrımın
gerçekliği, anlamları, nedenleri ve sonuçlarıdır (Jul iet M itchell and
Ann Oakley, 1 976).
Feminist Hareketin günümüzdeki kayıtlı tarihi kesinlikle çok daha
gerilere, Mary Wollstonecraft'ın Frans ız Devriminin fikirlerinden il­
ham alan Bir Kadtn Hakları Savunusu nun ( 1 792) yayı nladığı 1 8. y.y.
'

sonlarına kada r uzanır. O ve başkaları birinci feminizm dalgasında


eğiti m, hu kuk, i ş ve evl ilikte kad ı n l a rın eşit hakları için mücadele
etmişlerd ir. Bu dalga 20. yüzyıl başında Suffragette Ha reketinde ve
bu hareketin başarıyla sonuçlanan siyasal haklar ve kadınların oy
kullanmasıyla i l g i l i kam panyasında doruğuna çıkmıştır. Bu hareket,
iki savaş arasında ve savaş-sonrası dönemde Emek Hareketiyle ve
özell ikle sosyalist sosyal reform program ının bir parçası olara k i şçi
Partisiyle güç birliği yap m ı ştır.
Modern Kad ı n Hareketinin tari h i, Betty Friedan'ın Kadtnst Gizem
(1 963) ve Germaine Greer'in Kadtn Haremağast ( 1 970) g i bi yayınla­
rı ndan, kad ın eşitsizliğine karşı Amerika ve Batı Avrupa'daki Kadı n
Gösterilerine v e 1 960'1ar v e 70'1erdeki Kadınların Bağımsızl ığı Ha reke­
tinin yükse l işine kadar götürü lebil ir. Akademik olarak, femin ist yayın­
ların ve Kad ı n Araştı rmalarının a rtması bütün d is iplinleri -özel l ikle
sosyolojiyi- erkek yan l ı l ı klarını kab u l e ve daha önceden kadınları
görün mez ve güçsüz varl ı klar olara k gösteren temel kavramlarının
çoğunu yeniden değerlendirmeye itmiştir. Ö rneğin geleneksel sos­
yol ojinin temel kavram t 'sosyal s ı nıf'ta, kadın, özell ikle evli kadın
sadece kocasının bir uzantısı olara k alın m ı ş ve sosyal taba ka laşman ı n
etkin bir faktörü v e potansiyel kaynağı olarak toplumsal cinsiyet
tam a men göz a rd ı edi l m iştir.
Politik açıdan, femin istlerin eşit işe eşit ücret. eşit fırsatlar ve bo­
şanmada eşit haklar gibi önemli konulardaki birçok yasal ve sosyal
reformda hatırı sayılır başarılar elde ettikleri görül mektedir. Günü­
müzde, özel l ikle Amerika'da daha fazla sayıda kad ın temel kuru mlar­
da üst mevkilerde yer a l m a ktad ı r ve Britanya i l k bayan başbakanına
sah iptir. Fakat gerçek anlamdaki değişim özell ikle sıradan bir kad ın
ATAERKiLLiK 1 39

için oldukça sını rl ıdır. Fem i n izmin ya ptığı şey, kad ı nları ikincil kon u m­
ları hakkı nda, hakları ve geniş a n la mda cinsiyet eşitli ğ i için evde, işte
ve topl umda her zaman için mücadele etmeleri gerektiği ko nusunda
bilin çlendi rmektir.
Feminist Ha reket içinde, her biri eşitsizlik, ataerkillik ve cins iyet
ayrı mları konusu nda fa rklı nedenlerden söz eden ve fa rkl ı çözü mler
öneren geniş bir teorik görüşler yelpazesi görülebi lir. Bunlardan
bazıları aşağıda tartışılacaktır.

FiKiR
Ataerki lliğin ta m karşılığı 'babanın (veya aile reisinin) yönetimi' olsa
da, femin istler tarafından erkeklerin kadınlar üzerindeki her tür fizik­
sel, politik ve ideolojik hakimiyetin i a nlatmak için kullanılmıştır. Bu
kavra m özelde erkek egemen to plum larda kadınları baskı altında
tutan ve gü çsüz kıl a n sosyal ve politik yapılar, kültürel kurumlar ve
güçleri ifade etmektedir.
Ataerki l l i k i ncil'e, 'Tanrı erkektir" ka bulüne ve Yaradılış Kita­
bı'ndaki Cennet Bahçesinde Havva'nın yasak meyveyi yemesinden
sonra Tan rı'nın onu ve bütün kadı n l ığ ı erkeğe tabi olmaya mahkum
ettiğ i "onlar çocukları d ünyaya getirirken acı çekecekler, erkeğe ihti­
yaç duyacaklar ve erkekler onlara h ü kmedecektir" sözün e kadar gö­
türülebil ir. Bilinen her topl u m erkekler tarafından yönetilmektedir ve
kad ı n eşitl iğ inin söz konusu olduğu örnekler verilebilmekle birlikte
(örneğin Yeni Gine'n in Tchambuli ka bilesi), kad ı n egemenliğine
(anaerkillik) dair bilinen hiçbir örnek yoktur.
Ancak femin ist yazarlar ataerkilliğin kaçın ılmaz veya doğal bir şey
olduğu fikrin i kesin l i kle reddederler. Onlar, a ksine, ataerkil l iğ i n erkek­
ürünü olduğunu, erkeklerin kad ı n ları oldukları yerde tuta b i i rnek için
kullandıkları fiziksel ve ideolojik bir güç olduğunu göstermek için
farkl ı teoriler geliştirmişlerd i r. Ataerkil lik kavra m ı feminizme cinsel
eşitsizl ik ve baskıyı tan ı m la mak, açıklamak ve değiştirmek için ve
kadın ları kelimenin tam ve en özgü r anlamı nda kad ı n olmaya teşvik
etmek için öneml i bir kavra msal silah sağlamıştır. Bununla beraber,
fem i n ist hareket içinde her biri ataerkil l ikle ilgili farkl ı neden ler belir­
leyen ve farklı çözü m ler sunan birçok farklı teori ortaya çıkmıştır.

Geleneksel ve l iberal feminizm


Geleneksel fem i n izm, erkek egemenliğin ve kad ınları n bastırılması­
nın temel kaynağı olarak ai leye d ikkat çeker. Geçmişte baba n ı n a i leyi
1 40 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

ve özellikle kad ınları yönetme ha kkı kutsal d ı ve örfler, adetler ve


geleneklerde ve çoğu kez h u kukta cisim leşmişti. Erkek doğal hakkı
olarak tam itaat talep edebi l i r, otoritesini ve cezaları gerekli olduğu­
na inandığı biçimde uyg ulayabilirdi. Pek çok i l kel ve geleneksel top­
lumda kad ı n la r bir çeşit değiş-tokuş edil iyordu, evlil i kleri önceden
kararlaştırılm ıştı, özg ü r konuşma ve boşan m a hakları yoktu. H atta
g ü n ü müzün gelişmiş demokratik topl umlarında bile, eşler ve kız
çocukları olara k kad ınlar evde erkekler tarafından yönetil i rken, erkek­
ler de kocalar ve babalar olarak bütün temel kararları almakta ve evin
mali durumunu kontrol etmektedirler. Fem in istler ev içi şiddetin ve
hatta kad ı n ı n evde katlanmak zorunda kaldığı taeizin yaygınlığına,
kız çocukları n ı n pasif ve kad ınsı nitel i klerle yetişti rilerek erkek ege­
menliğinin ideal leştiril me ve pekişti rilme biçimlerine d ikkat çekmiş­
lerdir. Ö rneğin H a n na h Gavron, 1 966'daki çal ışması n ı Tutsak Eş o larak
adlandırarak, pek çok kad ı n için evin h a pishaneye benzer doğasına
d i kkat çekmiştir. Toplumun ataerkil yapısı, bu nedenle, sadece ev
içindeki erkek egemenliğini yansıtm a kta ve teşvik etmektedir. Kate
Mil lett'e ( 1 97 1 ) göre, "ataerkil l iğin temel indeki kurum ailed i r".
Geleneksel feministler erkek egemenliği ve ev d ışındaki kad ı n ay­
rımcı lığı kon usunda pek çok örneğe d i kkat çekmişlerd i r, sözgelimi;

• Çalışan kad ı nların çoğu sadece (hemşirelik, sekreterl ik g ibi) 'ka­


d ı n işleri' ya pmakta ve hemen her zaman erkeğe göre daha alt
kademelerde yer almaktadır;

i ş hayatın ı n hemen her a l a nında - hatta hemşirelik ve aşçılık
gibi görü n üşte kad ı n mesleklerinde bile- erkekler e n üst görev­
lerde yer a l ı rlar. Britanya'da mimarlar, mühendisler, bil i m insan­
ları ve avukatla rı n yüzde S'inden daha azı kad ı nd ı r ve her alan­
da h iyerarşi yükseldikçe bu lacağ ı n ız kad ı n sayısı aza lmaktad ı r.
• Tıpkı evde olduğu g ibi, erkekler ister yönetim kuru l u nda isterse
parlamentoda, en önemli görevlerde ve önem l i kararlarda
egemen konumlardad ır. 650 m i lletvekilinden sadece 30'u ka­
dındır, ve Britanya ilk bayan başbakanına sahip olmasına rağ­
men, Bayan Thatcher Ka binesindeki tek kad ındı.

Liste uzayıp g ider. Fakat ataerkilliğin gerçek gücü fiziksel baskı


değil kurumsal kontroldür. O, gerek erkek egemen liğinin gerekse
kad ı n ı n ikincil konumunun doğal ve normal olduğunu; kad ı n için
egemen veya sa ldırgan olmanın sapkı n l ı k anlamına geldiğini ve
kad ı na özgü olmadığını açı kça ifade eden oldukça yaygın bir ideolo­
jik g üçtür. B u tarz cinsiyet kalıp-ya rgılar sadece medya tarafı ndan
ATAERKiLLiK 141

*
(örneğin, '3. Sayfa' ) değil, sosyal leşme süreciyle de desteklenir ve
hatta gündelik konuşmaları mıza kadar ya nsır. Kızlar pasif ve kad ınsı
olarak yetiştirilir. Tarih ve insan/tk gibi anahtar terimler erkek ege­
menliğini yansıtır. Gerçekte bu nların kad ınları da içerd i ğ i varsayılır.
Bu cinsiyet rollerinden sapa n l a r çoğu kez, gerek ded ikoduyla top­
l u mdan soyutlanarak, gerekse erkek fatma, bekar anne veya hayat
kad ı n ı şeklinde da mgalanarak top l u m tarafından acımasızca ceza­
landırıl ır. Dolayısıyla bu yayg ı n ataerkil ideoloji neredeyse hiç eleşti­
ril mez ve pek çok kad ı n sorg u lamadan ona itaat eder!
Liberal fem inizm i n itici gücünü fırsat eşitliği, kad ı n hakları müca­
delesi ve erkeklerle aynı fırsatla rı n sağlanması talepleri oluşturmuş­
tur. Burada da onlar büyük başarı sağlamışlardır. Fırsat eşitliği artık
önde gelen Batıl ı toplumları n h ukuk sistemlerine g i rmiştir ve toplu­
mu her tür eşitsizl ik, ayrı mcılık ve baskıdan kurtaracak ve bu konu­
larda iyileşmeler sağ layacak temel bir kavram olarak ka bul edil mek­
tedir. Cinsel ayrımcılık artık h u ku ken yasadışıdır, fakat modern araş­
tırmaların gösterdiği gibi, ha len alttan alta varlığını sürd ü rmektedir.
Cinsel şiddet a raştı rmalarında geleneksel kavra mlar ve fahişelik,
pornografi ve cinsel taciz gibi cinsiyet i l işkileri üzerine farkl ı ve birçok
düşünce yeniden tan ı m lanmaya çal ı ş ı l m ıştır. Kad ı n ı n dövül mesi,
ensest ve cinsel istismar kon usundaki a raştırmalar, örneğ i n, erkekle­
rin uyguladığı şiddete ışık tutmuş ve cinsel şiddeti daha görü n ü r,
toplumun gözü nde kötü bir davranış haline getirmiş ve ilgili h u kuki
yaptı rımların giderek artmasına yardımcı olmuştu r -buna işyerindeki
taciz de dahildir.
Bu araştırmalar aynı zamanda kad ınlar kadar erkeklere, istismara
uğrayan, dayak yiyen ve taciz gören -ve bizzat cinsel i ktidarın kurba­
nı olan- erkeklere odaklan mıştır. Bununla beraber, ideolojik m ücade­
le kaza nılm ışsa da, her alanda, her yerde kad ı n lara erkeklerle eşit
fı rsatlar sağlanması kam pa nyasında, özellikle politika, siyaset ve
ekonom inin en üst d üzeylerinde bel irli bir yol a l ı nması gerekmekte­
dir. Erkekler hala nihai güç konu m la rı n ı ellerinde tutmakta ve sosyal
kontrolü ve siyasal yönetimin gündemini kontrol etmekted irler.

Marksist feminizm
Buna karşılık, Marksist fem i n istler daha geniş, daha teorik bir bakışa
sahiplerd ir. Onlar ataerki l l iğ i basitçe kapitalist ü reti m tarzının ortaya
çıkard ı ğ ı sömürü ve baskı n ı n daha i leri bir evresi ve şekli olarak gö-

Page 3: The Sun gazetesinin üstsüz modellerin resi mlerinin yer aldığı sayfası (G. D.).
1 42 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

rürler. Karl Marx'ın ömür boyu destekçisi o l a n Fried rich Engels'e göre
( 1 884), sosyal s ı n ıf gibi ataerkil l iğin temelinde de özel m ü lkiyet yatar;
tekeşli evlilik erkek ve kadı n ı evlilik saadetinde birleştirmek için değil,
özel m ü lkiyeti korumak amacıyla gel iştirilm iştir.
Tekeşl i evlilik büyük bir servetin tek bir kişinin -bir erkeğin- elin­
de toplanması ve bu serveti sadece kendi çocuklarına bırakması
arzusundan doğmuştur.
Bu yüzden, erkekler kad ı n ları kontrol altında tutabiirne k ve 'tar­
tışmasız ba ba l ı k' konumlarını sürd ü rebil mek için evliliği ku llanma
gereği duymuşl a rd ır. Engels'e göre erkek egemen liği, bu yüzden,
ekonomik egemenl iğe daya n ı r; o n u n ortadan kaldırılmasıyla ataerkil­
lik de ortadan kalkacaktır. Marx ve E ngels, sadece m ü l kiyetin ortak
olduğu sosyal ist toplumlarda gerçek anlamda cinsiyet eşitliğinin
mümkün olabileceğini savunmakla birlikte, kapital izmi n bazı unsur­
l a rı n ı n ilerlemeye açık olduğunu görmüşlerd i r. Marx ve Engels kadın
işgücüne olan talebin kad ı n l a rı evin dışına taşıyacağını, onlara b i rta­
kım ekonomik bağ ı msızlıklar sağlayacağını ve kad ı nları, sosya l istler
olara k sömürü ve eşitsizlik bilinci taşıyan ve sömürü ve eşitsizliğe
karşı birleşen erkek işçilerle bir araya getireceğ ini savu nmuştur.
Ma rksistler ve sosya list feministler kad ı n ların ve özell ikle evl i kad ı nla­
rın, bir sosyal kontrol biçimi ve yedek işgücü ordusu gibi davrana rak,
kapita lizmin daha etkin işlemesine h izmet ettiklerinin altını çizerek
bu fikre katı l m ış veya onu yeniden a na l iz etmişlerdir. Kad ı nlar şu
yol larla kapita l izmin daha etkin işleyişine katkıda bulunmaktad ı rlar:

• H ızlı büyüme dönemleri nde işe a l ın ma ve ekonomik d urgunluk


dönemlerinde erkeklere göre daha kolay b i r biçimde işten çıka­
rılabilme anlamında bir yedek işgücü ordusu olarak. Ayrıca onlar
düşük ücretli, yarı-za manlı ve vasıfsız işleri kabul ederler, nad i­
ren sendikalara katıl ırlar ve erkeğe göre daha itaatka rlardır.
Sosya l leşme süreçleri onlara sadece itaatkar ve pasif olmalarını
değil, ça l ışmayı ev kad ı n l ığ ı n ı n ve annelik gibi birincil rol lerin
gerisinde tutmayı da öğretmiştir.
• Bir sosyal kontrol kaynağı olarak: ( Ü cretsiz çalışan) ev kad ınları
olara k kadı n la r, erkek işgücü n ü n hem sağ l ı kl ı hem de itaatkar
ka lmasını sağ larlar. H içbir koca, eşleri ve çocu kları üzerindeki
etkilerini bildiği için, iyice d üş ü nmeden greve veya d iğer is­
yan kar hareketlere yeltenmez. Erkekler hayal kırıkl ı klarının acı­
sını işverenlerinin yerine çoğu kez eşlerinden çıkartırlar.
• ideolojik kontrol ve hegemonya kaynağı olarak: cinsiyetçi ideoloji
ka pitalizmi tehdit etmekten çok ona h izmet eder, çü n kü o işçi
ATAERKiLLiK 1 43

sınıfını erkekler ve kadı n l a r biçim inde böler ve böylece onları


daha kolay kontrol altına a l ır. Erkek egemenl iğini kabul eden ve
savunan, kad ı nlarda -proletaryada olduğu g ibi- yan lış bir bilinç
yaratmaya, onlara aşağı ve pasif varlıklar oldukları n ı benimset­
meye ça l ışan cinsiyet-temelli egemen b i r ideoloji vardır. M ark­
sist femi nist perspektiften bakıldığ ında, kad ınlar ikili bir açmaz
içindedirler. Onlar, s ı nıfsal yapı içindeki ko nu mları nedeniyle,
kadınlar ola ra k ayrıcalıksız ve sömürülen bir kon umda olmanın
yanı sıra, iki kere işçi sın ıfı m uamelesi görürler -veya daha da
kötüsü, siyah olara k! Ka pitalizm ve ataerkil l ik işçi sınıfı ndan ka­
dınları hem mahkum eder hem de baskı a ltında tutar.

Ayrıca, 'üretim a raçları' m ü l kiyetinin ortak olduğu ve hatta gel enek­


sel aile ve evlilik biçi mlerinin ortadan kalktığ ı sosya l ist topl u m lardan
del i l ler, ataerkilliğin otomatik olara k yıkıld ığını göstermemektedir.
Komü nist ülkelerde ve özel l ikle i srail kibbutizmlerinde kadınlar daha
özgür, daha eşit olmalarına ve muhtemelen daha üst mevkilerde ve
önemli pozisyonlarda daha fazla yer a l malarına rağ men, önemli ka­
rarlar halen erkekler tarafından alınmaktadır. SSCB'nin ana karar
organ ı olan Politbüro'da hiçbir kad ı n yer a l maz ve hatta kibbutizmde
yemek pişi rme ve çocuk bakıcılığını büyük ölçüde üstlenen de halen
kadınlard ır. David Lane'in ( 1 970) vurg u ladığı g i bi, ü retim a raçları nın
ortak m ü l kiyeti "kadının bağ ımsızl ığı için gerekl idir, ancak tek başına
yeterli değildir".

Radikal ve devrimci feminizm


Bu yaklaşımın kaynağında, Marksist-feminist analizden duyulan
memn u n iyetsizlik, özell ikle bu analizin "ataerkil l iğin temelinde -
sınıfta olduğu g ibi- ekonomik güç yatar ve böylece o da sınıflar gibi
sosya l izmle birlikte ortadan kalkacaktır" iddiasından duyu lan rahat­
sızl ı k yatar. Onların d üşü ncesine göre, ataerki l i ik, ta rihi kapitalizm ve
bütün d iğer sosyal tabakalaşma biçimlerinden çok daha öncelere
uzanan farklı bir baskı biçim idir. Onu n birçok farklı kökeni ve türü
vardır -bunlar ekonomik, politik, cinsel, kültürel, ideoloj i k ve hatta
biyolojik olabilir, ancak sonuçta hepsi aynı yola çıka r. Bir sınıf olara k
erkekler başka bir sınıf olarak kad ı nlar üzerinde güce sahiplerd i r.
Erkekler toplumu kontrol eder, önemli mevkilerde yer a l ı r, bütün
önemli kararları verirler. Erkekler evde ve işte kadınları astiarı olarak
kontrol eder; kadınlar hala esasen 'kadın işleri' (örneğin; hemşirelik,
sekreterlik) yaparlar, hala ev kadınlığı rol ü n ü temel görevleri olara k
görürler. O n l a r h e m ikincil konumda tutu l u rlar, h e m de erkek ege-
1 44 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

menl i ğ i n i beni mseyen, kad ının yeri ni evi olarak gören, erkeklik ve
ka dınlık gibi cinsiyet ayrımlarını pekiştiren, normal olanın heterosek­
süel li k olduğu n u varsayan ve 'doğal' normlardan sapan kadınları
(bekar anneler, lezbiyenler, kariyer yapmak isteyen kadınları) ceza­
landıran yayg ı n bir ataerkil ideoloji tarafından pasif olarak yetiştirilir­
ler. Bazı rad ikal fem inistler daha da il eri g ider ve ataerkil l i ğ i n kökenini
biyolojiye daya n d ı rı rlar. Örneğin Schulasmith Firestone'a göre
( 1 972), cinsel s ı n ıf, "ekonomik s ı nıfta n fa rkl ı olara k, doğrudan biyolo­
jik bir gerçeklikten kaynaklanır". Zira kadınlar çocuk dağurdukları için
erkeklere fiziksel ve ekonomik açıdan bağ ı m l ıd ı rlar. Erkekler kadınlar
üzerinde güce sahiplerdir ve böylece tahakkü mlerini topl u msal ya­
pının her yerinde sağlamlaştı rırla r. Ona göre, bu cinsiyete daya l ı s ı nıf
sistemi, aslında sadece kad ınlar en temel biyolojik rol lerinden, ya n i
çocuk s a h i b i olmaktan kurtarı ldı klarında ortadan kal kabilir v e doğum
kontrol teknikleri bu yönde bir adım olsa bile, gerçek bağı msızl ı k
sadece bebekler yapay ü remeyle ra him d1şmda doğdukları nda
m ü m kü n olabi l i r.
Bu yüzden, rad ikal fem inistler ataerkil l iğ i, Marksist feministlere
göre, sosyal tabaka laşma nın çok daha deri n bir biçimi olarak görür­
ler, dolayısıyla onun kökünün kazınması konusunda fazla iyimser
değillerdir. Onlara göre, toplum, sosyal grup ve hatta toplumsal du­
rum ne o l u rsa olsun, örneği n en basit konuşmalarda bile erkekler
kad ı n la ra baskı n la rd ı r ve kad ı n l a r ancak bilinçleri n i (ve erkeklerin
bil incin i) yü kselterek bağ ımsızlıklarını kazanmaya başlaya bili rler.
Bu tür anal izler g iderek ataerkil l iğin daha derin kökl erini, çok­
yüzlü tabakalarını ortaya çıka rd ı ve sadece bütün toplumsal kurumla­
rın (hemşirelik ve ebel ik gibi alanlarda bile) erkek egemen olma de­
recelerini değil, kad ı nların görünmez, güçsüz kılındıklarını da serg ile­
yerek, erkeksi ön-kabullerin d i l imiz ve bil incimizin gerisinde yatma
derecesini ortaya koyd u. Bazı aşırı femin istler, işi, gerçek bağ ı msızlı­
ğın a ncak sadece kadınlardan o luşan bir topl u mda mümkün ola bile­
ceği n i; lezbiyenliğin cinsiyet özg ü rlüğünün tek gerçek yo l u olduğu­
nu savunmaya kadar götü rmüşlerdir.

Siyah fem inizm


Siyah fem i n izmin kaynağı, orta sınıf beyaz ayd ı nların d ü nyan ı n her
yerindeki ve bütün tarihsel dönemlerdeki kadınların d u rumları n ı
açıklamakta ku llandıkları önceki fem i n izm a nlayışlarından duyu lan
hoşnutsuzlu ktur. Gerçeklikte siyah kad ı n ların, öze l likle -kölel i k, kast
sistemi ve ırkçılık g i bi tarihsel ve topl u msal köklere sah i p- Amerika
ATAERKiLLiK 1 45

ve Ü çüncü Dü nya'daki siyah işçi sın ıfı kad ı nların deneyi mleri orta
sınıf ü niversitelerindeki beyaz kardeşlerinin deneyimlerden uzaktır.
Baskı ve eşitsizl i k siyah kad ın için çoğu kez, ı rk ve s ı n ıf kadar toplum­
sa l cinsiyeti de yansıtan çok katmanlı ve çok yüzl ü bir şeydir. Ayrıca
bu boyutlar, fem i n izmi böldüğü ve ayrıştırd ı ğ ı kadar, siyah fem in ist­
leri beyaz feministlerin, ya ni bir parçası o l d u kları yol arkadaşlarının
ı rkçı güç ya pısından kurtarmak için bir araya geti rebilir. Siyah femi­
nistler 'feminist teoride ırkçı bir temayül' belirlemişlerd i r ve onlar için
beyaz yönetimden kurtulmak kapita l izmin ataerkilliğinden kurtul­
mak kadar önem l id ir.

Post-modern feminizm
Daha yakın dönemde bazı fem i n ist yazarlar Marksizm'e ve ataerkillik
kavram ına daya l ı ya pısal analizlerden uzaklaşmışlar ve post­
modernizmi, Ba rrett ve P h i l i ps'in ( 1 992) 'teorinin ta ht ı n ı n sarsı lması'
olara k ta n ı m ladıkları bir süreci beni msemişl er, başlang ıçta erkekler
tarafından geliştirilen ve b u arada fem i n ist kon ulara da uygulanan,
her şeyi kapsamaya ça l ışan Marksizm g i bi teorileri reddetmişlerd i r.
Ayrıca, çoğu modern femin ist yayg ı n bir ka bule, fem i n izmin amacı­
nın ci nsel bakı mdan daha eşit bir topl u m yaratmak olduğu d üşü nce­
sine karşı çıkmışlard ı r. Daha ziyade onlar, daha olumlu, hatta iddialı
bir yaklaşımı beni msem iş ve sadece kadınlar ve erkekler arasındaki
fa rkl ılıkları değil, ayn ı zamanda kad ınsılığın daha üstün nitel iklerini
vurgula maya ça lışm ışla rdır. Post-modern a raştırma çerçeveleri ve
yaklaşımları, açı kça gündelik hayatlarında kadı n ların d u ru muyla ilgili
daha kad ınsı, daha d uyarlı bir araştırma yaklaşımı geliştirme fırsatı
sunmaktad ır.
Post-modern fem i n izmde, kad ı n ların konu m u n u bütün yö nleriyle
açıkladığını iddia eden toplum teorileri redded il i r. Hatta b u rada özel
bir kad ı n fikrine karşı çıkıl ı r. Gerçekte, her kadın d iğerlerinden fa rkl ı­
d ı r, onlar çok fa rkl ı hayatlar sürd ü rürl er ve bu yüzden tek bir kal ı p­
yarg ı n ı n veya özel bir teorik çerçevenin sınırlarını aşarlar. Onlar -
örneğin, akl ı n ı ku llan mak ve adalet gibi düşü nceler türünden- erkek
yaklaşımlar ve kavra mları reddederler; hatta onlar geleneksel femi­
nist düşünceyi, erkeksi düşü nceler tarafından kirleti l memiş olsa bile,
bu düşünce biçimleri bulaştığı için reddederler. Onların gerçek post­
modern tarzdaki ilgi odakları, dili ve erkeksi dil ve d ü nya görüşünü
yapı-bozumuna uğratmaktır. Geçmişte erkeksi dil ve algıla r sorgu­
lanmaz ve norm a l olarak algılanırken, post-modern fem i n istler bu
d ünya görüşünü, kafa l a rd aki b u bilinçd ışı temayü l veya hegemonya-
1 46 SOSYOLOJiDE TEMEL FIKIRLER

yı dön üştürmeye ve femin ist perspektifleri tepeye oturtmaya çalışır­


lar. Geleneksel olara k kad ınları nitelemekte kullanılan 'çirkin' terimi
daha ziyade erkek güzellik anlayışına daya n ı r -aynı şekilde, uzun,
çekici, ince gibi terimler de. Kadı nl a r geleneksel olara k bu kal ı p­
yarg ıları onayla m ışlar ve çoğu kez kendi sağlık ve huzurlarını bozmak
pahasına onları taklit etmeye çal ı ş m ışlard ı r. Post-modern feministler
erkek-temelli a l gılara karşı çıkarlar ve kad ın la rı kendileri o l maya,
erkeklerinkiyle çatışma içinde olsa bile kendi güzel lik an layışlarını
belirlemeye ve desteklemeye -medya ve erkeğin ideal beden ölçüsü
olan 38 bedene ka rşılık 44 beden olma hakkı ve bunun çekiciliği için
mücadeleye etmeye- davet ederler.
Bu yazarlar daha da ileri g ider ve tüm top l u msal ve h u ku ki kav­
ram larımızın erkekler tarafından tasarlandığın ı ve d i l i n ta rafsız ol ma­
yıp erkekler tarafından d ünya görüşlerim izi kontrol için kullanıldığını
iddia ederek, bütün bir hakikat a nlayışına karşı çıkarlar. Kad ınların -
farklı kad ı n ların- sesine kulak veren post-modernistler, kad ı nların b u
'ideolojik deli göm leğinden' kurt u l u p "gerçekte kadınların düşünce­
lerini erkeklerinkinden farklı kendi sözcükleriyle ifade edebilecekleri
femin ist bir dil", gerçek bir femin ist d ünya görüşü geliştirebilecekle­
rine inanırlar. Bu düşü ncelerin kaynağı Fransız düşünür ve post­
ya pısaıcı Jacques Lacan ve Jacques Derrida'nın yazıları ve onların
"d ilin gerçekliği ta n ı mlama ve yaratma g ücü" teorileridir.
Helen Cixo u s ( 1 98 1 ) g i bi fem i n ist yazarlar kad ı n la rı n ci nselliği sa­
dece cinsel i lişki ve orgazm gibi erkek terimler içinde değil, a ksine
farklı kad ı n deneyim lerine ve ci nsel haz veya zevk almaya göre de
ifade etmeyi öğre n meleri gerektiğini öne sürerler. Kad ı n cinselliği
geleı:ıeksel olara k erkeklerin ya ra rına bastırıl mış, kad ınların cinsel
bakımdan kend ine güven duymalarının ve cinselliklerini bilinçli ola­
ra k ortaya koymalarının sapkın ve uygunsuz olduğu inancıyla, be­
denlerinin tüm görkem i ve g üzelliği b i r kenara itilmiştir. Bu kendine
güven/idd ia l ı l ı k, ona göre, erkekleri m utlaka tehdit etmez; erkekler
daha ziyade ken d i kad ınsı yanlarını keşfederek old ukça kazançlı çı­
kab i l i rler. Helen H a ste ( 1 993) gibi yazarlar daha ileri gitmişler ve ras­
yonel l iğin, a kıl a racı l ı ğ ıyla hakikat arayışının çok daha erkeksi bir
yaklaşım olduğunu öne sürmüşlerdir. Sezgiye veya duygusal zekaya
daya l ı kad ınsı yaklaşımlar redded ilir ve akıldışı ilan ed i l i r; aslında ona
göre, kadınsı perspektifierin erkek perspektifler kadar katkıda bulu­
nabileceği kab u l edild iğinde gerçekte bundan d ünya -erkekler kadar
kadınlar da- çok şey kazanabilir. Gereken şey, tek bir perspektif değil,
tarih ve top l u m a nlayışı mızı geliştirecek bütün bakış açılarının teşvik
edil mesidir. N iteki m yap ısaıcı yazarlar, kad ı n la rı kendi üzerlerindeki -
ATAERKiLLiK 1 47

sınıfsa l veya ataerkil- baskı kaynaklarını bel irlemeye ve erkekler ve


kad ınla rı daha eşit kıl mak için bu engel leri ortadan kaldırmaya çal ışır­
larken, post-modern femin istler bir ideoloj i k hegemonya kaynağı
olara k dile odaklanmışlar ve kadınla rı erkeklerle eşit kılara k değil,
aksi ne fa rkl ıl ıkları ve çeşitl iliklerini överek, kad ı nları kendileri ol maya,
erkek-temelli ideal veya tipik kad ı n lık kal ı p-yargılardan kurtul maya
teşvik ederek özgürl eşti rmeye çal ışm ışlard ır. Post-modern femin ist­
ler, bu nedenle, çok farkl ı -toplumsal ya pılardan ziyade dile daya l ı ve
kad ınların özgü rleşmesi için tek yol bulunduğu d üşüncesini redde­
den- bir cinsel eşitli k ve cinsellik yaklaşı mını benimsemişlerdir. Ka­
dınlar da çok farkl ı d ı rlar; onları n hem bireyler hem de 'sınıfla r' olarak
kendi yol larını bulma la rı, sağlıklı, mutlu ve özgür olmaları gerekir.
Feminizmin siy;;ısal gündemi, kadınlara erkeklerle eşit haklar sağ­
lama çaba ları sırasında, cinsiyetler arasındaki ve içindeki farkl ı l ı k ve
çeşitlilikler hakkındaki tartışmalar esnasında değişmiştir. Ataerkil l i k,
bu nedenle, artık egemen bir tema veya savaş çığlığı ol masa da,
toplumsal konumlarını a n l a maya -ve bu konumlarını değiştirmeye­
çalışırken kad ınları bi rleştirmeye ya rdımcı o l muştur.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Ataerki l l i k kavra m ı femin ist an layış ve analizierin merkezini o luştu r­
muştur. Bu kavram ev içinde olduğu kadar toplumun genel inde de
erkeklerin egemenliklerine ve gücüne açıkça ışık tutar. Ataerkil l i k
düşü ncesi erkeğ in otorite konu m u n u n babal ığın korunması gereğiy­
le il işkisi n i ortaya koya r ve böylece kadınların ikincil kon umunun
nasıl fiziksel ve d uygusal güç i l işkileri kada r baskıya dayandığını da
ayd ınlatır.
Ancak yuka rıdaki kısa incelemeden de açıkça görülebileceği gibi,
bu kavram aynı za manda birçok fa rkl ı tanım ve teoriye ilham kaynağı
olm uştur -bazı fem i n istler 'cinsiyet-topl umsal cinsiyet sistemi', 'cinsi­
yetçi sistem' ve basitçe 'cinsiyetçil i k' gibi alternatif kavra mlar önere­
rek bu terimin 'Feminist Bir Sözlük'ten çıka rtılmasını talep etmişlerd ir.
Bu kavra m ı n kullanımı 1 970'Ierin sonlarında feminizm içinde şiddetli
tartışmalara yol açm ıştır, çünkü onun birçok şey ortaya koymanın
yanı s ı ra bazı şeyleri gözlerden gizlediği görülmüştür. Ataerkil l i k
terimi, erkeğin egemen konumunun evrensel v e tek nedeni olduğu­
nu (yani, ona sadece biyoloji veya kapita l izmin yol açtığını) ifade
ettiğ i için, g ü n ü m üzde ve eski topl u mlarda yürürl ü kte olan kadına
yönelik birçok baskı biçiminin görü l mesini engellemiştir. Ayrıca bu­
rada to plumsal cins iyet kavramı sorgula nmaz ve onun aslında bir
1 48 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

sosyal inşa olduğu ka bul edilmez. Son olarak, toplumsal cinsiyet


i l işki lerinin farklı biçimler kaza ndığı ve kad ı n ların bu tür ilişkilere karşı
zaman zama n başa rıl ı d i renç sergileyen sürekli bir mücadele içinde
old ukları da ortaya konu l m a mıştır. 'Ataerkil l i k ... kad ı nların meydan
okumaları n ı n karmaşık boyutlarına hiç yer vermeyen kaderci bir
boyun eğiş önermektedir' (Rowbothan, 1 979).
Ataerkilliği ortadan kaldırmak için önerilen pek çok çözümde, ay­
n ı şekilde, b u kavramın gücü ve etkisi göz ard ı edilmekte, hatta daha
ileri g iden bazı aşırı fem inistler sadece biyolojiyi değil, erkekleri de
ortadan kaldı rmayı hedeflemektedir.
Bu tartışmaların hızı kesi l irken, 1 980'1er ve 90'1arda fem in ist a raş­
tı rmalar teorik i ncelemelerden empirik a raştırmalara yönel miş, kadın­
ların toplumsal konumlarına -sosyal sınıfları, ırkları, yaş, kültür ve
cinsel yönelimleri ne- bağlı yayg ı n ve yoğun çeşitlilikte deneyimlerini
belirlemeye ve analiz etmeye çalışan bir Ü çüncü Feminist Tartışma
Dalgası ortaya çıkm ı ştır. Bütü n kad ı n l a r ataerkil l i kten aynı ölçüden
etkilenmez ve kad ı n lar arasında farklıl ıklar erkekler ve kad ınlar a ra­
sındaki fa rkl ılıklar kadar çeşitlidir. Ayrıca, bu farkl ı l ı klar, b u çeşitl ilik
hem kad ınların bir 'sosyal sın ıf' olara k makro deneyimleri hem de
basitçe bir kadın olara k m ikro deneyi mleri d üzeyinde övü l meli ve
teşvik edil melid ir. Dolayısıyla ataerkillik daha az tartışmalı ve bir kez
tan ı mlandığ ında, daha kullanışlı bir kavram haline gelmeye başlam ış­
tır. Sara h Fildes'e göre, artık bu teri m daha yayg ı n kabul görmektedir;
zira o, "her şeyden önce teorik açıklamalar geliştirmek için gerek
duyduğumuz a lanları ayd ınlatmakta ve adlandırmaktadır".
Ataerkillik g ü n ü müzde bütü n feminist analizierin ana htar kavra­
mıdır, fakat bu analizler g iderek daha sofistike ve karmaşık bir nitelik
kazanmaktad ır. Sylvia Wa l by ( 1 990), örneğin, altı temel boyut veya
yapıyı bir araya geti rerek, temel feminist perspektifleri daha dinamik
ve daha g ü ncel bir ataerki llik kavra m ı içi nde ilişkilendirmeye çalışır:
ücretli emek; ev içindeki ataerkil ilişkiler; ataerkil kültü r; cinsel l i k;
kadınlara karşı şiddet; devlet. Kad ınlar bu a ltı alanın tümünde kaza­
nı mlara sa h i p olsalar da, ona göre, devlet ka pitalist ve ı rkçı olduğu
kadar, ataerkildir. Ataerkil l i k değişebilir -özell ikle evde daha az açık,
daha az baskıcı, ancak oldukça yayg ın olabil ir- fakat o hala erkeklerin
en ü st d üzeyde baskın o l mayı ve gücü kontrol etmeyi s ü rdürd ü kleri
kamusal alan içinde güçlü ve karşıl ıklı i l işki l i bir sistem olarak varlığını
s ü rd ürmektedir. Wal by'e göre ( 1 990), kad ınlar evin özel a lanından
top l u mda sayıları g iderek artan ka musal alan lara geçerek özg ü rl ü kle­
rini elde etmişlerd i r. Fakat b u ona göre cinsel eşitsizlik ve sömü rüyü
aza ltmamış, aksine yaym ıştır -"kadın lar artık evle sınırlı değil lerdir,
ATAERKiLLiK 1 49

aksine tüm topluma yayı lmışlardır ve sömürülmektedi rler".


Sylvia Walby daha yeni bir çal ışmasında ( 1 997) kuşa klararası fark­
l ılıklara ışık tutar. Yaşlı kad ınlar ataerkilliğin özel kısıtlama ianna muh­
temelen daha fazla tabilerdir, eve daha fazla bağ ımlı ve muhtemelen
daha az özerkler ve işyerinden uzaklardır. Daha genç kadınla r daha
yüksek vasıfl ıdır, onlar muhtemelen yüksek eğitimden geçmişlerd i r,
tam-gün işlerde çalışırlar ve mali açıdan bağımsızlardır. Onlar erkek­
lere daha az bağı m l ıdırlar, yasa lar tarafından daha iyi koru n urlar,
toplumsal açıdan daha görü nür konu mdadırlar ve cinsel açıdan ken­
dilerinden emin lerdir. Fakat ona göre, bu özgürlük ve bağ ı msızlık,
daha yüksek boşan ma oranlarına ve bekar a nnelere yol açmasına
rağmen, ücretler ve üst mevkilerde eşitl iği sağlayama mıştır. Ataerkil­
lik hala mevcuttur, sadece biçim değiştirmiştir; o farklı kad ı n la rı yaş­
ları, sınıf veya ı rkiarına göre farklı biçimlerde etkilemektedir.
Walby'ni n teorisi, kad ı n ların hem kamusal hem de özel a landa ge­
l işmeler sağladarken ataerkilliğin -daha az görü n ü r ve daha az açık
bir biçimde olsa da- gücü n ü her zaman sürd ü rdüğünü göstermek
için, radikal yaklaşımlardan liberal yaklaşımiara kadar birçok farkl ı
femin ist perspektiften yararlanara k ataerkil l i k kavra m ı n ı g ü ncelleş­
tirmeyi amaçlaya n yeni bir girişimdir.
Walby'nin aksine, Anna Pollert Ataerkilliğin Sefaleti'nde ( 1 996),
ataerkillik kavramının, eşitsizlik, sömürü ve baskıyı a rtıran ve yaratan
şeyin kapitalist top l u m u n kuşatıcı ve baskı n yapısı olduğunu göz a rd ı
ettiği için, anal itik değerden yoksun olduğunu öne sürer. Ataerkil lik,
ona göre, eşitsizlikçi bir topl u m u n basitçe bir başka örneği, bir başka
özelliği veya ikincil bir eşitsizliktir. O kendi başına hiçbir 'fa il' e, h içbir
dinamik veya itici g ü ce sahip değildir. Daha ziyade o, kapital izmin ı rk,
yaş veya diğer top l umsal ayrışmalara benzer biçimde ü rettiği ve
kapitalizm tarafından d ikkati kendi sömürücü doğasından uzaklaş­
tırmak ve halk kitlesi içinde ve halk kitleleri arasında ayrışmalar ya­
ratmak için kul l a ndığı bir faildir. Daha ziyade, ona göre, sınıf kapitalist
toplumdaki egemen yapısal ayrışmadı r ve "sınıfsal il işkiler cinsel,
ırksal ve d iğer sosyal farklılaşma biçi mlerine (ayrılmaktan ziyade)
karışmışlard ı r". i kili sistem teorileri, yan i ataerki l l i k ve kapitalizmi
birbirinden ayıran ve ataerki l l iğ i bağımsız bir eşitsizlik sistemi olara k
beti mleyen teoriler, ona göre, esas noktayı gözden kaçıran, toplum­
sal ve ci nsel ayrışmanın gerçek kaynağının kapitalizm ve onun içkin
bölücü sınıf sistemi olduğunu göremeyen yaklaşımlard ır.
Walby'n in kam usal güç a n a l izindekinin aksine, d iğer yazarlar ka­
d ı n ı n özg ü rleşmesini geleneksel cinsel rollerden ve bir kad ı n ı n nasıl
ol ması gerektiği konusundaki kal ıp-yargılard a n özgürleşmeyi içeren
1 50 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

özel ve kişisel b i r sorun olara k görür, sadece eşit ücrete ve fırsat eşit­
liğine odaklanmak yerine, aile tipleri ve kadı n biçi mleri çeşitliliğini
olumlu karşılarlar. Susan Faludi ( 1 992) gibi yazarlar, daha ileri g ide­
rek, feminizm ve kad ı n özgürlüğü hareketinin aşı rı l ı kianna karşı muh­
temel tepkiler konusunda uyarılarda b u l u n muşlard ır. Kad ı n evde ve
işte daha özgü rd ü r ancak daha m utlu değildir. Boşa nmadan a na rak­
siyaya kadar, modern hayatın stres ve geril i m leri her zamankinden
daha büyük görünmektedir; ve çoğu kad ı n kadar çoğu erkek de,
fem i n izm i, cin siyet-il işkili rahatsızl ıklar ve depresyo n u n gelişimiyle
ilgili aşırı iddiaları neden iyle suçlamaktadır ve Kad ı n Özgü rlüğü Ha­
reketi de aile hayatı içinde erkekler ve kadınların geleneksel rolleri ve
soru mlulukları n ı zayıflatmakla suçlanmıştır.
Sosyoloji içinde, ataerkil l i k kavra m ı tamamen yen i bir paradigma,
tamamen yen i bir sosyolojik soru nlar seti ve yeni bir a n a l iz g ü ndemi
yaratmıştır. Ma rksizm g ibi, ataerkil l i k de sosyolojik teori ve toplu msal
pratikte devrim yaratan bir kavram d ı r, zira o güç yap ı s ı n ı ayd ı n latm ış
ve 'aşağı s ı n ıfa toplumsal yapıya pratikte olduğu kadar teorik olarak
da itiraz edecek ve onu değiştirecek bir temel sunmuştur. Kad ınlar
bugün fem i n ist düşünceler ve kampanya l a r sayesinde daha özgür­
lerdir. Fırsat eşitliği Batıl ı toplu mlard a politikacılar ve işverenlerin bile
onayla dıkları itici bir g üçtür. Batı'da kadı n la r kendileri hakkında daha
bilinçli ve kendine güvenen kadınsı ve dişi varlıklard ır ve erkek ege­
menliğini fiziksel, toplu msal ve ideolojik olara k kabul etmeye daha az
hazırlardı r. B u n u n l a beraber, femi nizmin Ü çüncü Dü nya'daki etkisi
henüz ilk evrelerindedir, hala u l usal ve küresel top l u msal, ci nsel ve
ırksa l özgürlük ve eşitlik mücadelesinin bir parçasıd ı r.

AYR lCA BAKINIZ


• TOPLUMSAL CiNSiYET -fem i n i st güç ve to p l u m sal cinsiyet teorileri­
nin bir arka planı olarak

OKUMA ÖNERiLERi
ABBOT, P. AND WALLACE, C. ( 1 997), An Introduction to Sociology: Feminist
Perspectives, Routledge
BARRATT, M. (1 980), Women's Oppression Taday, New Left Books
CHARVER, J. (1 982}, Feminism, J. M. De nt & Sons
GREER, G. ( 1 97 1 ), The Female Eunuch, Paladi n, London
GREER, G. (2000}, The Whole Woman, Anehor Books
MAYNARD, M. (1 987) 'Current Trends in Feminist Theory', Social Studies
ATAERKiLLi K 151

Review, vol. 2, no 3, Jan uary ı 987, p. 23


OAKLEY, A. ( ı 98 ı ), Subject Women, Penguin

iLERi OKUMA ÖNERiLERi


ENGELS, F. (1 942), The Origins of the Family, Property and the State ( 1 884),
International Publishers
FILDES, S. (ı 985), 'Women and Society' in Haralambos ed. Development in
Sociology, vol. ı , pp ı o9-39, Causeway Press
FIRESTONE, S. (ı 972), The Dialectic of Sex, Paladi n
FRIEDEN, B. (ı 963}, Feminine Mystique, W.W. Norton
GAVRON, H. (ı 966), The Captive Wife, Penguin
GIDDENS, A . E T AL. (EDS.}, (1 994), The Polity Reader in Gender Studies, Polity
Press, Cambridge
GOLDBERG, S. (ı 977}, The lnevitability ofPatriarchy, Temple Smith, London -
oldukça fa rklı ve feminist bakış açısından tartışmalı bir açıklama
KRAMARAE, C. AND TREICHLER, P. (ı 985), A Feminist Dictionary, Pandora
LANE, D. (1 970), Politics and Society in the USSR, Weidenfeld & Nicolson
MILLET, K. (ı 97ı ), Sexual Politics, Abacus Books [Cinsel Politika, Çeviri: Seçkin
Selvi, Payel Yayın ları, 2. Basım, istanbul, Ocak ı 987]
MITCHELL, J. AND OAKLEY, A. (EDS.) (ı 976), The Rights and Wrongs of Women,
Penguin
POLLERT, A. (ı 996), 'The Poverty of Patriarchy', Sociology, 30 (4)
ROWBOTHAM, S. ( 1 979), 'The Trouble with Patriarchy', New Statesman, 28
December ı 979
WALBY, S. (ı 997), Gender Transformations, Routledge
WOLLSTONECROFT, M.A. (ı 985}, Vindication of the Rights of Women (ı 792),
Penguin

DEGERLENDiRME SORU LARI


ı "Cinsiyetler arası otorite biçimleri biyoloj i k bir temele sahiptir" görüşü­
n ü değerlerıdiriniz (Cambridge Local Examinations Syndicate Haziran
1 986)
2 "Feminist perspektifin yakın zamanlard a ortaya çıkışına kadar sosyalo­
jide erkekler ve dolayısıyla erkek ilgileri ve önyargı la rı egemendi. Kısa­
cası, sosyoloj i gerçekte erkeklerin sosyolojisiydi." Bu ifadeyi açıklayın ız
ve değerlendiriniz. Feminizm sosyolojide n e ölçüde farklı ve geçerli
bir perspektif oluşturmaktadır? (JMB Haziran ı 986)
3 iki farklı tipteki toplumda kadınlara ait topl u msal konu m ları karşılaştı­
rıniZ ve farkl ıl ıkları mukayese ediniz. (London U niversity, Ocak 1 987
Pa per 2)
4 "Kadı n ı n iş piyasasındaki ikincil konumunun e n başta gelen nedeni
a n n e-ev kadını rollerinin tüm kad ı nların temel görevleri olarak ku-
1 52 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

rumsa llaştı rılmasıd ır" görüşü n ü tartışın ız. (WJEC Haziran 1 987)
5 Herhangi iki top l u mda ren k ya da cinsiyet temel l i ayrı mcılığı destekie­
rnekte kul la n ı lan ideolojiler arasındaki fa rklılık ve benzerlikleri bel ide­
yip tan ı m iayın ız. (London University, Ocak 1 987)
6 "Hangi toplum tipi olu rsa ol sun, ev içi rollere yerleştirildikleri sü rece,
kadınlar erkeklerden daha d üşük statüye sahip olmaya devam ede­
ceklerdir." Bu düşüneeye ne kadar katıl ıyorsunuz? (London U niversity,
Ocak 1 988, Paper. 3)

Çeviri: Gülhan Demiriz


Bağ1mlll1k Teorisi
Andre Gunder Frank

Berlin'de doğan Andre Gunder Frank ( 1 929-2005) Amerika'da eğitim


gördü. 1 957'de Chicago Ü niversitesi'nden ekonomi doktorası aldı ve
Amerika'da lowa State, M ichigan State ve Wayne State Ü n iversitele­
rinde, Montreal'da Sir George Wil l iams Ü niversitesi, Belçika'da Lo­
uvain Katalik Ü niversitesi ve Berlin Freie Ü niversitesi'nde dersler
verd i.
1 962'de Latin Amerika'ya geçen Frank Brezilya, Meksika ve Şi­
li'deki üniversitelerde dersler verdi. Bu tecrübe, özell ikle Küba Dev­
rimi ve sonradan Bağı m l ı l ık Okul u olarak adlandırılacak gelişmekte
olan düşü nceler onun çalışmalarının yönünü ve dünya ekonomik
sistemi hakkındaki inançlarını kökten değiştirdi. Yayıniarına Latin
Amerika'da Kapitalizm ve Azgelişmişlik'le ( 1 969) başlayan Frank, i ngi­
l izce konuşulan d ünyada bağ ı m l ı l ı k teorisi, neo-Marksist teori veya
azgelişmişlik teorisi o larak da adlandırılan yaklaşı m ı n önde gelen
taraftarı olarak görülmesine yol açacak bir dizi çalışma üretti. Frank,
1 970'1erin sonlarında Avrupa'ya Almanya Max Planck Enstitüsü'nde
Misafir Araştırmacı olara k çalışmak üzere döndü.

FiKiR
Bağımlılık teorisi Ü çüncü Dü nya'da gelişme ve azgelişmişlik sosyolo­
iisinin anahtar bir temasıdır. Batı'nın zeng in ü l kelerinde Ü çüncü
Dünya'nın bağ ı mlılığıyla ilgili birçok farklı teori geliştiriise de, Andre
Gunder Frank bağ ı m l ı l ı k teorisinin önde gelen temsilcisi olarak görü­
lür. Bu yazıda onun yaklaşımı ana hatlarıyla aktarılacak ve tartışılacak­
tır.
Geleneksel olarak, e konomik gelişme, her ü l kenin bir sanayi top­
lumu olmak için gerekli 'kalkış'ı yapmak ve Ü çüncü Dünyanın Yoksul­
luğundan Birinci Dünyanın zengi n l iğine ulaşmak için geçmesi gere-
1 54 SOSYOLOJiDE TEMEL FIKIRLER

ken bir d izi evre o larak görül m ü ştür. Bu perspektiften ba kıldığında,


Ü çüncü Dünyanın 'azgelişmişliği' sadece beceri ve te knoloji eksikli­
ğine değil, bu insanları n modern bir 'girişimci kültür' gel iştirme, ca­
h il l i kten ve batıl inançl a rdan kurtu l m a başarısızl ıkia nna da bağ l ıd ı r.
Bu 'geri kal m ı ş' ü l kelerin i htiyaç duyduğu şey, Sanayi Devrimini 'ateş­
leyecek' birer araç olan ticaret ve ekonomik yard ı m la r aracı l ığ ıyla
Biri nci Dünya'yla bağların ı geliştirmektir.
A.G. Fra n k Latin Amerika'da Kapitalizm ve Azgelişmişlik ( 1 969b) ad­
l ı öncü çal ışmasından önceki bir d izi yayında modernleşme teorisine
karşı çıkar. Bu analize temelden itiraz eden A.G. Frank'a göre, Ü çüncü
Dünya ü l kelerinin gelişememelerinin temel nedeni, yetersizl i kleri
değil, Batı l ı u l usların on ları bi linçli olarak azgelişmiş halde bıra kmala­
rıd ı r. Bu tür bir sömürü ve bağı m l ılık ilişkisinin kökleri Britanya, Fran­
sa ve i spanya gibi büyük Avrupa l ı güçlerin Afrika, Asya ve Latin Ame­
rika kıtalarını fethedip sömürgeleştirdikleri ve onları kendi emperya­
list sistemlerinin ayrıl maz bir parçası haline getird i kleri 1 6. yüzyı la
kadar götürü lebil i r. Bu sömürgeler ana ü l keye u cuz gıda ve ham­
madde sağlar ve ayrıca sanayileşmiş ü l kelerin mamul malları için yeni
pazarlar oluştururlar. Niteki m, söm ü rgeci güçlerin sömürgelerini
'kendileri' için oldukça avantaj l ı bir veya iki temel üründe uzmanlaş­
tırd ıkları u l uslararası işbö l ü m ü ne dayalı bir d ünya kapita l ist sistemi
gelişm iştir ve bu eşitsiz mübadele sistemi sayesinde Batılı ekonomi­
ler gelişirken Ü çüncü Dünya ekonomileri gelişmemiş halde ka l mıştır.
Hatta sömü rgeci güçler gerektiğinde onların ken d i sanayilerine rakip
olabilecek yerel sanayilerini yok etm işlerdir: bunun klasik bir örneği,
i ngiltere'nin Lancashire pam u k imalathanelerinin başarısı n ı sağlama
a l mak için Hind istan tekstil sanayinin başa rıs ı n ı ba ltala masıd ı r.
Bu yüzden Frank'a göre, i spa nya gibi merkez u l usları n zincirleme
bir gasp sistemi içinde Şili gibi çevre/periferi u l usları söm ü rd ü kleri ve
bu uydu ü l kelerin metropollere tam a men bağ ı m l ı hale getirildikleri
bir bağ ımlılık ve azgelişmişlik d ü nya sistemi gelişmiştir. B u zincirde
ana halka kentti (hala öyledir). Sömürgeci g üçler, mevcut kentleri,
sadece bu tür alanları yönetmek için değil, aynı zamanda onların a rtı­
değerlerini kendilerine çekmek için de temel bir a raç olarak kullandı­
lar (veya bizzat bu tür kentler kurd u l a r). B u sömü rgelerin yönetici
seçkinleri kentlerde yaşadılar ve genellikle, kırsal kesimdeki köylüleri
sömürmek, ü rü nleri n i ucuza satı n almak ve Batı'ya m a l ihraç etmek
için yerel piyasalar üzerinde hakimiyet kurarak (ve bağı msızl ı ktan
sonra, h ü kü meti kontrol leri a ltına alara k) söm ü rgeci güçlerle işbirliği
yaptılar. Dolayısıyla kentler kırsa l alanları sömü rmek için ku llanılmış
ve Ü çüncü Dünya n ı n yönetici a ileleri kendi insa nlarından çok Batıl ı
BAGIMLILIK TEORiSi 1 55

bir hayat ta rzını benimsemişlerd i r. Bu yüzden onlar, kendi ayrı ca l ı kl ı


hayat ta rzlarını koru mak ve e l it yöneti mlerini sürdürebilmek için,
çoğu kez kendi insan ları karşısında Batı nın çıkarları ve fabri kalarını
koruya bilmek amacıyla orduyu kullanırl a r. Karşıl ı ğ ı nd a Batı bu tür
d iktatörl üklere yard ı m eder ve hatta onlara silah sağ lar. Böylece,
dünya başkentleri a racılığıyla yerkü reye yayılan ve Ü çüncü Dün­
ya'daki köylere kadar uzanan bir bağımlılık zinciri gelişmiştir. Bu ü l ke­
ler aracılığıyla, ekonomik artı-değer yukarıya ve d ışa doğru bir hare­
ketle zengin Batı tarafından emil miştir:
dünya metropollerinden -yerel ticari metropolit merkezin uydu­
ları olan, ancak aynı zamanda çiftçilerden oluşan uydulara sahip­
malikanelere ve kırsal tüccara kadar uzanan bütün bir metropol
ve uydular zinciri (A.G. Frank, 1 967).
Günümüzde, sömürgeciliğin zayıflamasıyla bu sistem artık çoku­
l uslu şirketlerin yönetimine geçmiştir. Onlar, i nsafsızca kar peşinde
koşarken, ucuz işgücü, ham madde ve yen i pazarlar bula bilmek ama­
cıyla dünyayı a raştırırlar -örneğin Brezilyadaki Volkswagen fabrikası.
Fakat ka rlar her za man Batıya g ider. Bağ ı m l ı l ı k, aynı zamanda, Ü çün­
cü Dünyanın yard ı m için Batıya bağ ı m l ı l ığıyla da sürdürü l ü r, ancak
bu, fa iz olara k ödenmesi istenen m i ktar ya da Batıl ı fabrikalara
ödenmesi gereken para nedeniyle ucuza mal ol maz. Bu borçlar fa ki r
Lilkelerin geri ödeme güçlerini aştığı nda, B rezilya ve Meksika'nın borç
ödeyemez hale d üşmesinde olduğu g ibi, bir d ü nya mali krizine yol
.ıçar. Onlar borçları n ı geri ödeyemezler, çünkü ihracatları bu borçları
ödeyecek kada r kazandı rmaz. Dünya gıda ve hammadde fiyatlarını
kontrol eden ve kendi yüksek hayat standartlarını sürd ü rebilmek için
bunları özel l ikle düşük seviyede tutan Birinci Dünyadır. Ü çüncü Dün­
yanın bu tekelcilikten kurtu lmasının tek yolu, OPEC'in 1 972/73'te
yaptığı g ibi, kendi güç bloğ u n u kurmaktır, fakat bunu gerçekleştir­
mek oldukça zordu r.
Bu nedenle, Frank'ın model ine göre, 'uydu' ü l keler d ünya kapita­
l ist sisteminin bir parçası olarak kaldıkları sü rece asla gelişemezler.
Paraguay veya Çin ö rneklerinde olduğu g ibi, diğer bir çözüm 'dışa
kapanmak'tır. Bir başka çözüm, savaş veya ekonomik d urgu nluk
dönemlerinde -örneğin, i ki Dünya Savaşı'nda ve 1 930'1arıiı çöküntü
döneminde olduğu g ibi- metropol ü l ke zayıf d üştüğ ü a nda ondan
'kurtulmaktır'. Böyle bir girişim, 'kompradorlar'ı, Ü çüncü Dünya n ı n
yönetici sınıflarını a laşağı etmek i ç i n bir sosyalist devrimi gerektirebi­
l ir; fakat bunun başa rılabilmesi için yeni kentli proletaryanın veya
topraksız köylülerin büyük ölçüde örgütlenmeleri gerekir. Metropol-
1 56 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

lerin kontro l ü er geç yen iden ele geçireceklerine i nanan Frank olduk­
ça kara msard ı r. Ona göre, Ü çüncü Dünyanın en fakir ü l keleri, kesinlik­
le, geçmişte ana ülkeyle çok sıkı bağları olan, fakat artık ekono mik
açıdan faydalı olmadıkları için 'ıskartaya çıkartılm ış' ü l kelerdir (örne­
ğin kuzey-doğu Brezilya).
Bu yüzden, A.G. Fra nk için, gelişme ve azgelişmişlik, Biri nci Dün­
ya nın Ü çüncü Dü nya pahasına gel işti ğ i d ü nya çapındaki bir s ü recin
iki ayrı boyutud ur. Bu fa kir ü l keler, kaçmaları neredeyse imkansız bir
biçimde sisteme kilitlenmişlerdir.

KAVRAMSAL GELiŞiM
W.W. Rostow gibi Batı l ı yaza rların modernleşme teorisi ne a lternatif
olara k geliştirilen bu radikal gelişme açı klaması Ü çüncü Dünya lider­
leri kuşağ ına ilham kaynağı oldu. O Batı tarzı modernleşme teorisin­
den kökten fa rkl ı d ı r. Bu yakl aşım Ü çüncü Dünya ü lkeleri n i n sömü­
rülme ve bastırılma biçimlerinin oldukça detayl ı bir analizi n i ya pmış
ve zincirdeki her bir bağia ntıyı tasvir ederken, aynı za manda b u zin­
cirleri kırabilme umud u yaratmıştır. Sonraki araştı rmaların büyük bir
çoğunl uğu nda Fra n k'ın tezini destekleyecek güçlü del iller bulun­
muştur. Ö rneği n Barnet ve Mül ler'in çokuluslu şirketler a raştırması
( 1 974) ın ve Genera l Motors g i bi şi rketlerin, Ü çüncü Dünyaya iş ve
teknoloji götürmek bir yana, yerel yatırım sermayesi n i gerçekte 'ya­
vaş yavaş nasıl kuruttu kları'nı ortaya çıkartır. Teresa Hayter'in eko­
nomik yard ı m araştırması ( 1 97 1 ), ödünç verilen parala rın Ü çüncü
Dünya ü l kelerine maliyetin i n ne kadar büyük olduğunu ve Batı tek­
nolojisinin (ve silahları n), gelişmeye temel oluşturmaktan çok, baskıcı
diktatörlükleri destekiernekte nasıl kullanıldığını açığa çıkartmıştır.
Yeni hasta neler, havaalanla rı ve otel ler, sadece Ü çüncü Dünyanın
sıradan köylüleri için faydasız olmakla ka l mayıp, gerçekte onların
ekonomilerini bozar ve borçlu u l uslar d urumuna dönüştü rür. Dünya
Bankasına göre, Ü çüncü Dünya ü l keleri g ü n ü m üzde aldıkları yar­
dımdan 21 m ilyar dolar daha fazlasını borç ödemesine ayırmakta d ı r­
lar.
Hayter, ayrıca, Ü çüncü Dünya ekonomilerinin nasıl bozuld uğu,
fakir ü l kelerin hemen nakde dönüştürülmesi gereken s ı nı rlı sayıda
ü rü n lere bağ ı m l ı l ı klarının Batının ucuz g ıda ihtiyacının ka rşılan ması­
na nasıl h izmet ettiğ i, ancak onların kendi i nsanlarını nasıl kıtlığa terk
ettikleri konusunda deliller sunar. Burada kil it önemde olan husus
Batının d ü nya gıda fiyatlarını düşük, teknolojinin fiyatını yüksek tut­
masıdır. 800 m ilyon kada r insan tamamen mutlak yoks u l l u k sınırı
BAGIMLILIK TEORiSi 1 57

içinde ve açlığa yakın düzeyde yaşama ktayken, Batı aşırı beslen me­
den mustariptir. Ka rdinal Arns'ın 1 985 Roma U l uslara rası Gelişme
Konferans ı'nda vurguladığı g ibi, Amerika Birleşik Devletleri ne zaman
faiz ora nlarını yükseltse, "sağlık hizmetleri ve gıda için kullanılabile­
cek para d ışarı g itti ğ i için Ü çüncü D ünyada binlerce i nsan ölmekte­
dir". Üçüncü Dünya h ü kümetleri ne zaman Batı kontrolünden kur­
tulma girişimi nde bulunsalar, mali kontroller daha da sıkılaştı rılmakta
ve sonunda CIA veya Amerikan ordusu (Domuzlar Körfezi, Şili, El
Salvador, N i ka ragua örneklerinde olduğu gibi) 'düzeni' yeniden sağ­
lamak üzere oraya gönderilmektedir. Pek çok Latin Amerikalı bilim
adamı kendi hükü metlerinin Batıyla daha iyi ticari i l işkiler kurabil me­
lerini ve hatta OPEC gibi kendi ihracat fiyatları nın kontro l ü n ü el lerin­
de tuta bil melerini sağlayacak ekonomik politikalar gel iştirmeye ça­
lışmışlard ı r.
Bunlara rağmen, Frank'ın tezi hem sağ hem de sol kanat yazarlar­
dan yoğun eleştiriler a l m ı ştır. Frank'ın metropol-uydu bağımlılığı gibi
teorik kavra mları oldukça belirsiz ve hatta bir kısır döngü içi nded ir,
zira mevcut u l uslararası sistem Ü çüncü Dünya ü l kelerini Birinci Dün­
yaya bağ ı m l ı kıldığı g ibi, B i rinci Dü nyayı da onlara bağ ı m l ı kılmakta­
dır.
Modernleşme teorisyenleri, hem 1 970'1erde Brezilya ve Meksi­
ka'nın 'ekonomik mucizeleri'ni ( 1 980'1erde ikisi de iflas etmiştir), hem
de Tayvan ve Güney Kore gibi yeni gelişen ü l keleri, 'Asya Ka planla­
rı'n ın sağlad ı kları ilerlemeleri örnek göstererek, çoku l uslu şirketlerin
ve Batı yardımının bu ve benzeri ü l kelere kayda değer avantajlar
sağlad ı ğ ı n ı öne sürerler.
Benzer şekilde, John Goldthorpe ( 1 980) gibi liberal yazarlar ve
Brandt Komisyonu ( 1 980) Frank'ın fikirlerinin büyük ölçüde rad ika l ve
Marksist olduğuna inan ırlar: sömü rgeleştirme pek çok fa kir ü l keye
faydalı olmuştur ve Birinci Dünya n ı n yen i yatırım ve yeni pazar kay­
nakları olara k Ü çüncü Dünya ü l kelerinin gelişmesine ve sanayileşme­
sine ihtiyaç va rd ı r. Brandt Raporuna göre, yapı l ması gereken şey,
d ünya ekonomik ve mali sistemini ortadan kald ırmak değil, aksine
bunları Güneyin lehine 'yeniden d üzenlemektir'.
Marksist yazarlar Frank'ın teorisini ve onun d ü nya kapitalist sis­
teminin zincirlerini kıracak devrimci bir program ol uşturmadaki başa­
rısızlığını eleştirmişlerd i r. Sa mir Amin ( 1 976) gibi yaza rlar Frank'ın
tarihsel anal izini fazla genel olmakla suçla m ışlard ır. O, Ü çüncü Dün­
ya'daki gel işmenin, Etiyopya'nın tamamen geri kalmışl ığından Güney
Kore ve Tayvan'ın gelişen sanayi lerine kadar farkl ı l ıklar gösteren
'değişkenliğini' ortaya koyamamıştır. O, aynı şekilde, sadece Kuzey-
1 58 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

Gü ney i lişkileri ne yoğ un laşarak, Ü çüncü D ünya içerisindeki sömü rü


ve bağ ı m l ı l ığı (örneğ i n, Asya çoku l u s l u ları n ı n Doğu pazarl a rındaki
hakim iyetin i) göz ardı etmiştir.
Ernesto Laclau ( 1 977) bağı m l ı l ı k teorisinin gerçek Ma rksist bir
a na l iz olma d ı ğ ı n ı öne s ü rer. Bu teori, sadece uyd u ü lkelerin a rtı­
değerlerinin nasıl gasp edildiğini ve böl üşüldüğünü gösteri r. O
özü nde Marksist bir ana liz, Ü çüncü Dü nya ü l keleri n i n -feodalizmden
kapitalizme doğ ru- geçirdikleri ve geçirmekte oldukları e ko nomik
evreleri o rtaya koyan bir ü retim il işkileri ve üretim tarzı açıklaması
değildir. F ra n k' ı n teorisi sadece d ünya kapita l ist sisteminin d ı ş dina­
miklerini analiz eder, Marksist devrimci pratik için oldukça önemli
olan sınıf çatışma s ı n ı n iç dinamiklerini değil. Taylor ( 1 979), ayrıca,
bağ ı m l ı l ı k teorisyenleri n i n ekonomik a rtı-değerle il işkili gel iştirdikleri
temel düşüncenin zayıf, ayrı ntı lar ve titizlikten yoks u n olduğunu öne
sürer.
Bill Warren ( 1 980), daha da ileri g iderek, kapitalizm ve em perya­
l izmin, Ü çü ncü Dü nyayı geri bıra ktırmak bir yana, feodalizmden ka pi­
tal izme ve n ihayetinde sosya l izme doğru kaçın ılmaz tarihsel yolda
geri kal m ış u luslara h izmet eden 'ilerici' kuvvetler oldukl a rı n ı savu­
nu r. Tıpkı Bat ı l ı u l uslarda olduğu gibi, erken kapitalizm bu ü l kelerde
de aşırı yoks u l l u k ve sömürü yaratmıştır, fakat bunlar kısa dönemli
geçici problemlerdir. Batı n ı n yayı l masıyla, Ü çüncü Dü nya sadece
sanayide ilerleme için gerekli beceri, sermaye ve teknolojiyi elde
etmekle kalmamış, aynı za manda Batı kapitalizmine karşı daha bilinç­
li ve giderek daha örgütlü hale gel m iştir. Ü çü ncü Dü nya ü l kelerinde
sanayi ve kent proletaryası, yani 'tipik' bir sınıf çatışması gelişmekte,
onların ken d i kaynakları üzerindeki kontro lleri a rtmakta ve bütün
bunlar -yeni sanayi leşen ü l keler g i bi- Batı kapitalizm i n i n mevcut
krizini azdı rmaktad ı r. B irinci Dü nyadaki yoğ u n işsizlik ve derin eko­
nomik d u rg u n l uk, i ronik olara k, bir ölçüde Doğudaki Tayva n, Gü ney
Kore ve Si ngapur'un rekabetinin bir ya nsı masıdır.
Frank, Dünya Ekonomik Krizi Üzerine Düşünceler ( 1 98 1 ) gibi yakın
dönem çal ışmalarında bu tür eleşti rileri ve -çoku l u s l u l a r kontrol
a ltına alınabildiğinde- Ü çü ncü D ünyada endüstriyel gelişme sağla­
nabileceğ ini kabul eder. Bütü n bunlara rağmen, eksi kl ikleri ne o l u rsa
olsun, bağ ı m l ı l ı k teorisi 'gelişme teorisi ve pratiği'ne önemli bir kat­
kıda bulunmuş ve modernleşme teorisine radikal bir a lternatif sun­
muştur.
Bağımlılık teorisi aslında, modern d ü nya ekonomisinin gelişme ve
halihazırda devam eden inşa s ü recini analiz etmeye ça lışırken d ü nya
sistemini merkeze alan daha geniş rad i kal bir analizin bir parçası
BAGIMLILIK TEORiSi 1 59

olarak gel işm iştir. Fra n k'ı n bağ ı m l ı l ı k teorisinde, l mmanuel Wal lers­
tein'ın çalışması, özellikle Modern Dünya Sistemi ( 1 974) belirgin bi­
çimde öne çıkar ve Wallerstein'ın merkez, yarı-çevre ve çevre d üşün­
cesi, Fra n k'ın Batın ı n Ü çüncü Dünyayı d ünya ekonomisi üzerindeki
kendi kazançları ve iktidarı u ğ runa nasıl kontrol altına aldığı ve sö­
mürdüğü konusu ndaki analizine benzer bir a n a l izdir. Wallerstein'ın
hem modern kapital ist e konominin hem de onun uzantısı olan dün­
ya ekonomik sistemi n i n kökenieri ve temel il işkiler yapısı üzerine
ayrıntılı tarihsel a raştırması genç bir bilginler kuşağ ına ilham kaynağı
olmuş ve bizzat o n u savaş-sonrası Amerikan kapitalizminin gücü ve
haki miyeti n i a na l iz etmeye yöneltmiştir. O, modern d ü nya sistem inin
son SO yı l d ı r, Gü ney ya rımküredeki u l usları n Kuzeyle daha fazla eşitlik
talep ettikleri ve önde gelen çoku luslu şirketlerin kendi eko nomileri
ve yaşantıları üzerindeki etkilerin i en aza indirmeye çalıştıkları temel
bir yeniden yapılanma süreci içinde old uğunu düşünmektedir.
Fra n k ve Wal lerstien'ın d ü nya sistemi teorileri gerek l iberal gerek­
se radikal yaza rlar tarafı ndan eleştiriise de, hem bu a naliz çerçevesi­
nin uyg u n luğu, hem de onun Birinci ve Ü çüncü Dünyalar arasındaki
temel bağımlılık ve sömürü il işkilerini ve geçird iği değişim leri, d ü nya
ilişkilerin i a n a l iz edecek çok güçlü ve verimli bir a naliz olduğu kan ıt­
lanmıştır -ve kanıtlanmaya devam etmekted ir.

AYRlCA BAKINIZ
• MODERNLEŞME TEORiSi -W.W. Rostow'un A.G. Frank tarafından sert
bir biçimde eleştirilen küresel gelişme tezi
BiLGi/BiLiŞiM TOPLUMU ve KÜRESELLEŞME -günümüzün geç­
modern küresel gelişme teorileri

OKUMA ÖNERiLERi
BENNEIT, J. AND GEORGE, S. (1 987), The HungerMachine, Polity Press
B RANDT, W. et al. (1 980), North-South. A Programme for Surviva/, Pan
FOSTER-CARTER, A. (1 985), The Sociology of Development', Haralambos
(ed.), Sociology New Directions, Causeway Press
GEORGE, S. (1 972), How the Other Half Dies, Penguin
HARRISON, P. ( 1 981 ) , Inside the Third World, Penguin
HAYTER. T. (1 985), Aid: Rhetoric and Reality, Pl uto
HERTZ, N. (2002), The Silent Takeover: Global Capitalism and the Oeath of
Democracy, Arrow Books, London
RODNEY, W. (1 972), How Europe Underdeve/oped Africa, Bogle L'overture
1 60 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

i LERi OKUMA ÖNERiLERi


AMIN, S. (ı 976), Unequal Development, Harvester [Eşitsiz Gelişme: Çevre
Kapitalizminin Topl umsal Biçimleri Üzerine Bi r Deneme, Çeviri: Ahmet
Katil, Arba Yayınları, istanbul, Aral ık ı 99 1 ]
BARNET, F.J. & M Ü LLER, R.E. (ı 975), Global Reach, Jonathan Cape
FRANK, A.G. (1 969), Latin America: Underdevelopment or Revolution,
Monthly Review Press
FRANK, A.G. (ı 969), Capitalism and U nderdevelopment in Latin Arneri ca,
Monthly Review Press
FRANK, A.G. (ı 97ı ) Sociology of Development and Underdevelopment,
,

Monthly Review Press


FRANK, A.G. ( 1 98 1 ), Crisis in the Third World, Heinemann
HAYTER, T. (ı 971 ), Ai d as lmperialism, Penguin
HAYTER, T. (ı 98 ı ), The Creation of World Poverty, Pluto
LACLAU, E. (1 977), Politics and ldeology in Marxist Theory, New Left Review
Books
WARREN, B. (ı 980), lmperialism, Pioneer of Capital i sm, New Left Review
Books, ı 980

SINAV SORULARI
ı . Gelişmişlik ve azgelişmişlik kon u s u n d a ki modern leşme ve bağ ımlılık
teorilerinin nispeten geçerli ya nlarını değerlend iriniz. (AEB, Kasım
1 985)
2. Gelişmiş ve azgelişmiş toplumlar arasındaki belirgin eşitsizliklerin
varlığını sürdü rmesiyle ilgili sosyoloj i k açıklamaları inceleyiniz. (AEB,
Haziran 1 985)
3. "Üçüncü Dünyanın problemleri sadece modernleşme veya bağımlılık
teorisiyle değil, aksine ikisinden d e yararlanarak açıklanabilir veya çö­
züme kavuşturulabilir." Ta rtışın ız. (AEB, Haziran 1 988)
4. Üçün cü D ü nyanın problemleri doğrudan gelişmiş u lusların geçmişteki
ve hal ihazır sömü rülerinin bir son ucudur.' Tartışınız.(AEB, Kasım 1 988)
5. "Gelişmiş u l uslar Üçüncü Dünya n ı n azgelişmişliğinden doğrudan çıkar
sağlarlar." Bu görüşü değerlendiriniz. (AEB, Kasım 1 989)
6. "Azgelişmiş ü l kelere yardım onların gelişmiş ülkelere bağıml ı l ı ğ ı n ı
h içbir şekilde azaltmaz.' B u görüşü değerlend iriniz. (AEB, Haziran
1 989)

Çeviri: Gülhan Demiriz


Bilim Sosyolojisi
Robert Merton

Robert K. Merton ( 1 9 1 0- ) Ph ila­


delphia'da Doğu Avrupalı göçmen
bir ailenin çocuğu olara k d ünyaya
geldi. Yoksul bir ortamdan gel mesi­
ne rağ men gayretli ve parlak bir
öğrenciydi. Tem ple Ü n iversitesi'ne
öğretim üyesi oldu ve daha sonra
yüksek l isans yapmak için Talcott
Parsons ve Pitirim Sorokin g i bi sosyal
bilimlerin önde gelen ayd ı n larının
yöneti m i ndeki Harvard Ü niversite­
si'ne geçti. 1 941 'de Columbia Ü ni­
versitesi Sosyoloji Böl ümüne geç­
meden önce Harvard ve Tulane Ü ni­
versitelerinde dersler verdi ve emekli
olduğu 1 979 yılına kadar Harvard'da çalışmayı sürd ü rdü. Profesörlük
kadrosuna yükseldi ve Paul Lazarsfeld'le birlikte Uygulamalı Sosyal
Araştırma B ü rosu'nda Müdür Yard ı mcısı olara k çal ışmaya başladı. Bu
'Kolombiya Oku l u'ndan ta n ı n mış birçok sosyolog yetişmiştir.
Robert Merton sosyoloji içinde ve dışında büyük takd i r gören ön­
de gelen bir akademisyendi. Birçok yerde başka n l ık yaptı, ödü l ler ve
şeref payeleri aldı: b u n la r a rasında MacArthu r Burs Kuru l u da yer
almaktad ı r. Akademik verimliliği olağan üstüydü ve yazd ığı veya
editörlüğünü ya ptığı 23 kita bı, 1 25 maka lesi ve 1 20 kitap eleştirisi
vardır.
Temel çalışmaları:

• Onyedinci Yüzytf ingilteresinde Bilim, Teknoloji ve Toplum ( 1 938)


• Sosyal Teori ve Toplumsal Yap1 ( 1 949)
1 62 SOSYOLOJiDE TEM E L FiKiRLER

• Bürokrasi: Okuma Metinleri ( 1 952)


• Bilim Sosyo/ojisi (1 973)
• Çağdaş Sosyal Problemler (4. Baskı, 1 976)
Robert Merton modern Amerikan sosyo l ojisinde adı Talcott Parsons'­
la birlikte a n ılan temel şah siyetlerden biridir. Biyografisini yazan
Charles Crothers ( 1 987) Merton'ın modern sosyolojiye dört temel
a la nda katkıda bul unduğunu belirtir:

• Teorik sosyoloji: yapısal-işlevseki ya klaşımı öze l l ikle açı k/gizli iş­


levler ve ol u msuz işlevler gibi kavramlarla geliştirme çabası ve
orta-boy teoriler a n l ayışı.
• Sosyal ve kültürel sosyoloji (örneği n anomi, bürokrasi)
• Bilgi sosyolojisi
• Bilim sosyolojisi

Merton'ı n sosyolojik i lg ileri çok geniştir ve teorik analizi empirik a raş­


tırmayla birleştirmeye çalışmıştır. Bir başka biyografi yazarı Piotr
Sztompka ( 1 986) onu "son klasik sosyolog" o larak adlandırır: H.M.
Johnson'a göre, Merton "yaşayan sosyologlar a rasında kend isinden
e n sık a l ıntı yapılan kişid i r". Peter Hamilton'a göre (Crothers, 1 987:
Giriş yazısı), Robert Merton, "ondokuzu ncu yüzyıl sonu ve yirm inci
yüzyıl başındaki büyük sosyo loglar ile g ü n ü m üzün p rofesyonel veya
kurumsal sosyoloj is i arası nda ki geçitte yer a l ı r".

FiKiR
Geleneksel ve akademik açıdan, onyedinci yüzyıldaki bili msel dev­
rimden bu yan a bilimsel bilgi bizzat dü nya üzerine bir bilg iydi. Tan ı m
gereği, bilimsel bilginin, akademi k b i r disiplinin olmanın ötesinde, bir
derinlik ve güven irliğe sah i p olduğu düşünülüyordu. O 'gerçek' dün­
yayla ilgil iydi; bili msel yöntemin olguları ortaya çıkartma ve değerleri
ölçme yeteneğinde olduğu ve o n lardan ü retilen teoriler ve yasa ların
da doğa d ünyası n ı açıklamakla kalmayıp, onun hakkı nda öngörüler­
de bulunacak güce sahip olduğu kanıtlandı. Doğa bilimciler otorite­
leri ve tarafsızlıkları sorgulan mayan a kademik ve toplumsal bir seç­
kinler grubu oluştururlar. Robert Merton, bu modern 'büyücüler'in
'gizli kra l l ığı'nı anla maya, sosyolojik a n a lizi ni yapmaya, hatta doğa
bilimcilerin bile g ü ndelik yaşantılarımızda bizleri beli rg i n bir biçimde
yön lendiren topl u msal g üçl ere kayıtsız kal madıkları n ı göstermeye
çalışır. Merton bunu yaparken bilim sosyolojisinin temellerini atmış­
tır.
BiLiM SOSYOLOJiSi 1 63

Merton'ı n bilim sosyolojisi iki yanlıdır: burada topl uluğun iç ve d ı ş


işleyişi a n a l i z edil meye çalış ı l ı r.

Dış analiz - modern bilimin doğuşu


Merton'a göre hiçbir bil imsel toplu luk soyutlanmış olarak yaşamaz.
Daha ziyade, bili msel top l u l u k kendi varoluşu için topl u m un d iğer
kesimlerin in maddi ve kültürel desteğine m u htaçtır. Merton, doktora
tezinde, Weber'in Protestan a hlakı kavra m ı n ı kullanara k, modern
bilimin onyed inci yüzyıla kadar o l uşmadığını, zira Sanayi Devri m i'ne
kadar bilime top l u msal ve ekonomik olara k ihtiyaç d uyulmad ığını,
böylece toplumsal bir 'işlev'e sahip olmadığını ka nıtla maya çalışır
(bkz. Protestan Ahlôk1). Protestan ahlakı deneysel bil imlerin gelişimi
(ve böylece, ironik olarak, dinsel inancın reddi) için hayati öneme
sahip bir kültür ve ahlak fel sefesi yaratmıştır. Merton, bu dönemdeki,
Newton'dan Boyle'a kadar -Püriten ina nçları ile bilimsel çalışmaları
arasında açık bir bağ kuran- birçok önemli bilim insan ı ndan aktarma­
lar yapar. Bazen bil i msel düşü ncelerin yasa klandığı (örneğin, Galileo)
Katolikl i kten fa rkl ı olarak, çileci Protestan l ı k bil imsel deneyleri fi i len
teşvik etmiş, doğa d ünyasıyla ilgili 'rasyonel' araştırma ve anal izleri
aktif olarak desteklemiştir -zira bu sayede Tan rının gücü ve iyi l iği,
onun yarattığı doğa d ünyasının güzel liği daha iyi a nlaşılacaktı. Özel­
l ikle Protestan l ı k salt teorik çalışmalar ve spekülasyonlar yerine, ka­
mu yara rına pratik araştırmaları teşvik etmiştir. Bili msel a raştırmaya
bu d insel veya ideolojik destek, ilgili dönemde hem silah gücüne
artan askeri ta lep hem d e işadamlarının üretkenliği a rtı rma arzusuyla
pekiştirildi. Merton'ın modern bilimin doğuşu analizinde, böylece,
Weber'in kültürel faktörlere vurgusunu Marx'ın ekonomiye ve askeri
faktörlere vurgusuyla birleşti rilir. B i l im modern kapitalist toplumun
sı nai ihtiyaçlarını karşılamak için ortaya çıkmıştır.
Böylece Merton bilim sosyolojisini yapısal-işlevseki bir anal ize
tabi tutabilir, bilimin yüklendiği toplumsal işlevleri ve onun, sadece
dönemin topl umsal konsensüsü tarafından desteklendiğinde nasıl
geliştiğini ayd ı nlata b ilir. Bilim belirli bir dönemde bizzat toplumsal
konsensüse karşı bir tehdit oluşturduğund a, bil i msel araştırmacılar ­
sözgel i m i, nü kleer güç veya yapay hayat ı n yaratı l masıyla- toplumu
ve onun temel değerlerini büyük ölçüde tehdit ettiklerinde, bizzat
bilimin tehdit altında olacaktır. Benzer şekilde, geleneksel fikirler ve
değerlere septik eleştiriler bilimsel yöntemin kalbini oluştururken,
otoritenin bu şeki lde sorgulanması ya (Nazi A l ma nya'sında olduğu
gibi) bilim toplu l uğunun bastırılmasına ya da (total iter topl umlarda
1 64 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

olduğu g i bi) sadece hükü metin i htiyaç d uyduğu ve desteklediği


araştı rmalar ya parak bir devlet org a n ı tarafından kontrol altında
tutu lmasına yol açabilir.

iç analiz -bilimsel topluluğun oluşması


Merton, modern bilimin kuruluş ve kabul görme süreciyle ilişkili top­
l umsal zemini ana-hatlarıyla betimledikten sonra, bi l i msel uzmanlı­
ğ ı n temel felsefesi ve iç işleyişini ayrıntılı o larak analiz etmeye koyu­
l u r -bilim insanlarını bağımsız bir top l u l u k, neredeyse bağı msız bir
tür haline getiren nedir? Merton 1 942 tarihli araştırmasında temel
·
bil imsel değerleri veya kendi deyimiyle kurumsal yüküm l ü l ü kleri
şöyle sıralar:

• Evrensellik: yeni bilginin sadece nesnel ve kişisellikten-uzak öl­


çütlere göre, bilim insanlarının da kariyerlerinde i lerleme yete­
neklerine bağ l ı olarak değerlendiri l mesi.
• Pay/aştmo/tk (communism): bilimsel bilg iye ortaklaşa veya ka­
m uca sahipl ik. H içbir özel b i l i m i nsanı, alanında otorite sayılma
ve a kademik ka bul görme hakları n ı n ötesinde, kendine a it özel
hiçbir bilg iye sa h i p ola maz. Bilgi sakla mak yasaktır ve bilgiyi a r­
tırmak için yayın ya pmak mesleki bir görevdir.
• Tarafstzltk: yoğ u n olara k ken d i çalışmalarına odaklanan bilim
insanları, aynı zamanda nesnel ve tarafsız ol mak zorundad ı rlar.
Aşırı m üdahale, hile veya abartma mesleki intihar olarak a lg ıla­
nır, çünkü bu faktörler halkın bili msel bilgiye inancını yıkabilir.
• Metotlu şüphecilik: gerçek dünyanın hiçbir yanı kutsal olarak gö­
rül ü p bilimsel a na liz alanı dışında tutula maz.

Bu değerler bilimsel değer sisteminin, onun 'normatif yapı's ı n ı n


veya Merton'ın deyimiyle bili msel paradigmanın kendi o y u n kuralla­
rı n ı n temel idir. Bil imsel topl u luğu uzma nca olduğu kadar duygusal
olarak da birbirine bağlaya n bu hayat fel sefesidir. Bu hayat felsefesi­
nin i l keleri:

• Bilim insanlarını (ve onların düşüncelerini) dünyanın her yerin­


de çalışanlara bağlama;
• Genç öğrencilerin bilimsel topl u l u k içinde sosya l leşmesine te­
mel o luşturma;
• Bil imsel a raştırmaya -meşru, profesyonel ve soru m l u etkinlik
olarak- ka m usal destek sağlama;
• Bilimsel a raştı rma n ı n ü rün lerine inancımıza temel ol uşturma -
a raştırı l mış ve sınanmış a kılcı bilgiler topluluğu olma.
BiLiM SOSYOLOJiSi 1 65

Bu değerler, dolayısıyla, sadece bilimsel konsensüsün değil, top­


lumsal konsensüsün da temel ini oluşturur. Onlar mesleki bir işlev
kadar ahl aki bir bağl ı l ığı da temsil ederler.
Merton, 1 957 Başka n l ı k Kon uşmasında, bi limsel topl u luğun 'öd ü l '
sistemine ilişkin ana l izini, ya ni bilim i nsanlarını halihazırda motive
eden şey hakkı ndaki araştırmasını açar. Diğer çoğu meslek veya kari­
yerin maddi ve parasal ödü l lerinin aksine, bilimsel ödül ler özünde
sembol iktir. Çok az bilim insanı büyük paralar kaza nır, hatta onların
çalışma ları ka m u tarafından pek fazla bilinmez. Aslı nda çoğ u n u mo­
tive eden şey, ayn ı koşullardaki g ru bu n övg üsü, akademik ödü l ler
alma ve profesyonel atamalar şeklinde kabul görme (örneğin, profe­
sörl ü k) ve/veya Nobel gibi a kademik ödül lerd i r. Genç bilim insanları
araştırmalarının niteliğiyle, kitap vb. yayınları ve/veya önde gelen
bilimsel dergilerdeki makaleleriyle ü n kazanmaya çalışırlar. En büyük
ödüller, en büyük prestij en özgün çal ış mayı üreten, önemli bilimsel
buluşlar yapan ve böylece bilimsel bilgiyi gel iştiren kişi lere g ider. En
büyük ödül, Merton'a göre, Boyle yasası yah ut Newton fiziği örne­
ğinde olduğu gibi, özel bir araştırma alanına veya bil imsel bir bul uşa
adının veri l mesidir. Bu norm ve adetlere uymayan veya onları çiğ ne­
yen bilim i nsanları, bu bilimsel ödül sisteminin can d a marını -yani,
dü rüst oynama ilkesini- tehdit ettikleri için, yoğu n mesleki ve a hlaki
protestolara ma ruz ka l ırlar. Ayn ı şekilde, Merton'ın analizi, bili msel
bir buluşun geçerl iliği konusunda bil imsel topl u l u k içinde niçin kes­
kin tartışmalar yaşandığını ve bu tür tartışmalardan n için o kadar
korkulduğunu açıkla maya yardımcı ol ur: zira bu tartışmalar d ü nya n ı n
h e r yerindeki bilim i nsanlarını birbirine bağlayan b i r l i k ru h u n u tehdit
ederler.
1 960'Iarda Mertoncu bir model, Amerika n bilim topl uluğu içinde­
ki ta bakalaşma yapısı veya meritokrasiyi açıklamayı hedefleyen işlev­
selci bir model gel iştiriidi ve bu model yürürlükteki modern bilim
insanları h iyerarşisi ve onları n akadem i k mevkii veya prestij leri teme­
linde sınandı. A maç, bu ta baka laşma ve ödül sisteminin bilimin ve
toplumun 'nesnel' ç ı ka rlarına en iyi h izmeti verebilecek bilimsel bir
hiyerarşi yaratıp yaratmadığ ı n ı anlamaktı.
Böylece Merton işlevselci bir bilim sosyolojisi analizi geliştird i ve
bil imin işlevsel yükü m l ü l ü klerini büyük ölçüde toplumla ve bilim
topluluğunun iç işleyişiyle i l işkilendiren bir modelin temel lerini attı.
Merton bilimin n ormatif sistemini yine bilimin ödüller, motivasyonlar
ve sosyal kontrol sistemiyle il işkilendird i ve toplumdaki genel kon ­
sensüs ile bilim topl uluğu içindeki konsensüs a rasındaki bağiantıyı
aydı n lattı. Bu konsensüsün nedeni, kesinlikle, bilimsel topl u l uğ u n
1 66 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

oldukça saf ve profesyonel bir grup, 'dü nyevi' ödüller ve kişisel ka­
zançlar tarafından büyük ölçüde lekelenmemiş, oldu kça nesnel, ta­
rafsız ve kam u n u n desteği ve derin saygısını kazanacak kadar top­
l u msal açıdan hassas bir to pluluk olara k ortaya çıkmasıdır. Bunun
nedeni, bil imsel bilginin büyü k ölçüde ideal ancak o kadar da hakiki
ol ması, önem li ölçüde teorik anca k çok büyük parasal ve maddi kay­
naklara -örneğ in, yeni tedaviler veya uzay yolcul uğu, yeni gıda mad­
deleri veya tüp bebek a raştı rmalarına- komuta edebil ecek denli
pratik o l masıd ır.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Robert Merto n'dan çoğu kez bilim sosyolojisinin kurucusu olara k söz
edilir. O n u n a na l izi bil imsel araştırma n ı n 'gizli bahçe'si ni sosyoloj i k
incelemeye a ç m ı ş v e ayrıca bilgi sosyol ojisine ö n e m l i katkılarda b u ­
lunan yeni bir alt d i s i p l i n i n temelleri n i atm ıştır.
Merton'ın işlevseki modeli, 1 960'1arda, bili msel topl u l u k içinde
birçok araştırmayı teşvik etmiş, o n la rı n çalışmaları ve motivasyon ları­
na ilham kaynağı olmuş ve Mertoncı bil imsel araştırma o ku l u n u n
temel i n i o luşturmuştur. A n c a k Merton'ın modeli i k i temel düzeyde
eleşti riye uğra m ı ştır.

Çok ideal bir yaklaşım olduğu için


Onun ideal bilimsel topluluk modeli çok ideal, hatta geçersiz olara k
görü l müştür:


Ö rneğ i n M ulkay ve Mitroff, Merton'ı n "kuru msa l normlara uy­
mak modern bilimin temel bir özelliğid ir" fikrine itiraz eder. B u
yazarlar, dönemi n bil imsel ortodoksisine meydan okuyan yeni
buluşlar veya teorilerin rasyonel eleştiriye değil, aksine duygu­
sal, hatta kişisel kötü muamelelere maruz kal d ı klarını gösteren
örnekler verirler. Onlar, ayrıca, ken d i a raştırmalarında aşırı mü­
daha leci, ta rafl ı ve bilgis i n i saklayan bilim i nsanlarından örnek­
ler suna rlar. i kisi de, bilim insa n larının Merton'ın sözünü ettiği
kurumsal yükü m l ü lü klere değil, aksine dönemin egemen bilim­
sel o rtodoksisine, T.S. Kuhn'u n normal bilimsel 'parad igma'
adını verd iği şeye bağ l ı ka l d ı klarını öne sürer (bkz. Paradigma­
lar).
• Ravetz ( 1 971 ) ve diğerleri tarafı ndan g ü n ü müz bili msel toplu­
luğu h akkında yapılan araştırmalar -bilimin bir endüstri haline
geldiğini, modern bili msel projelerin giderek daha fazla h ü kü-
BiliM SOSYOLOJiSi 1 67

metler veya büyük şirketler tarafından finanse edilen büyük­


ekiplerle ve sanayiyle paralellik içinde o rganize ed ildiğini gös­
tererek- ken d i özel projeleri üzerinde ve bağımsız olarak çalı­
şan 'özgü r düşü nceli' bireyler olara k Mertoncı bilimsel top l u l u k
imgesinin zayıflamasına yol açmıştır. Asl ı nda o , kapsa mlı bilim­
sel bir işbö l ü mü, idari ve yönetsel bir h iyerarşi içeren; yenilere
tekrara daya l ı ve sı kıcı kitlesel d enetim görevler bıra kı l ı rken, kı­
dem l i bilim adamlarının yönettikleri ve idari kararl ar a ldıkları bir
tür bilimsel seri ü retim ban d ı d ı r. N itekim, modern bilimsel araş­
tırma, a rtık, içerden teşvik edici ve kendi içinde kontrollü ol­
maktan çok, d ışardan desteklidir ve yönetilmektedir.
• Radi kal ve Marksist yazarlar, gerçekte bağımsız ve yansız o l ma­
yan modern b i l i min, ka mu çıkarlarından ziyade büyük öl çüde
kapitalist karlara veya askeri gücün özel çıkarlarına hizmet etti­
ğini, dolayısıyla yönetici sınıfın bir başka hizmetçisi old uğunu
öne sürerek bu eleştiriyi daha da ileri götürdüler. Araştı rmaların
yeri ni g iderek u ygulamalı bil imsel projeler a l makta, kamusal
araştırma fon ları askeri araştı rmalar ve uzay a raştırmaları karşı­
sında önemsiz ka lmaktad ı r.
• Lesley Doyal ( 1 979) gibi yazarlar, örneği n ilaç şi rketleri tarafın­
dan ya ptırılan a raştırmalarda aslında yeni tedaviler bulunmaya
ça lışıl mad ı ğ ı n ı, a ksine bir şi rketin özel piyasa payın ı sürdüre­
bil mek için s ü rekli aynı ilaçları ü retmeyi hedeflediğini açığa çı­
kartmışlardır. Ö rneğin, Britanya ve Fra nsa hükü metleri enerj i le­
rini n ü kleer güç araştırmaları na yoğ u n laştı rarak, gerçekte diğer
enerji kayna kla rının ku l l a n ı lmasını engellemeye yönelmişlerdir.

Merton'ın modeli, böylece, büyük ölçüde ideal ist ve muhafaza kar


olduğu için; kapital ist bir toplu mda bilimin, d iğer ekonomik ü retim
biçimleri g ibi, nihayetinde kara yönelik olduğun u, bedenen-çal ış­
mayan seçkinleri ve tabi konumdaki sömürülen bedenen-çal ışan
işçiler sınıfını içeren sınıfsal sistemi yen iden-ürettiğ i n i ve egemen
kapita list ideolojiyi pekiştirdiğini kabul etmediği gerekçesiyle rad ikal
bir eleştiriye u ğ ra m ıştır. B i l i m topluluğunun d ü nyevi kazançları
umursamayan hayat felsefesi, kamu hizmetinde olduğu imajı bil im­
sel araştırmaların gerçekte özel kazançlara h izmet etme ve seçkinle­
rin ayrı ca l ı kları ve g üçlerini artırma derecesini gizlerneye ya rd ımcı
olur.
Bilim sosyolojisindeki yen i araştırma lar fenomenolojik bir yakla­
şımı kulla nma, ayrıntı l ı somut mikro a raştı rmalar yapma ve bilim
insanlarının gerçekte nasıl birlikte çalıştıklarıyla -bulguları tartışma,
1 68 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

yoru mlama ve değerlendirme ve böylece bili msel bilgi olarak adlan­


d ırdığı mız şeyi yaratmalarıyla- ilgilenme eği lim inde oldu lar.

Çok dar bir yaklaşım olduğu için


Merton'ın b i l im sosyolojisi modelinin çok s ı n ı rlı olduğu düşünülür.
Bu modelde sadece bil imsel to pluluğu etkileyen to plu msal, ekono­
mik ve siyasa l fa ktörl er ele a l ı n ır. Bu modelde, bilimsel topluluğun
ü rettiği şeyi -bili msel bilgiyi- etkileyen sosyal faktörler göz ardı edi­
lir. Model, b u bilginin görel i ve sosyal olara k i nşa edilmekten çok,
gerçek ve nesnel olduğunu varsayma eğ ilim inded ir.

• B i l i m sosyolojisinde, bilim topluluğu ve bil imsel bilgi arası ndaki


il işkiyi kavramaya çalışan temel çalışma Thomas Kuhn'un para­
digmalar yaklaşımıydı. Bu teori, bil imsel bilginin doğal ve ka­
demeli olara k gelişmeyip, gerçekte sıçramalarla i lerlediğini ve ­
yeni teoriler ve yen i bilim insanları kuşaklarının mevcut orto­
doksi ve hiyerarşi leri yıktı kla rı, yeni bir paradigma veya teorik
çerçevenin hakim konuma gelip bilimsel araştırmayı yönlendir­
diği- 'bili msel devri mler' a racılığıyla sıçra malar kaydettiğini sa­
vunur. Kuhn'un tezinde sadece bilim topluluğunun iç 'pol iti­
ka'sı ayd ı nlatı l m az. Ayrıca bu tez sayesinde, bilimsel bilginin
sadece gerçekliğin doğasıyla ilgili mevcut olguların keşfi o l ma­
yıp, daha ziyade göreli bir yapıya sah i p olduğu ve beli rli bir teo­
rik çerçeveye bağ l ı ka ldığı da ayd ı n latı l ı r.

Teorik ve kültürel açıdan ba ğ ı m lı, nesnel o l maktan ziyade göre l i


b i r yapıda olan bu modern bilimsel araştırma a n layışı, Merton'ın
birçok işlevseki analizine temel oluşturan ve bu yüzden modası
geçm iş görünen pozitivist kabu l leri n i yıkma eğiliminde oldu. Ancak,
Charles Crothers'e ( 1 987) göre, bu eleştirilerin büyük bö l ü mü, Mer­
ton'ı n bu yeni eğili mlerin ka bul edildiği geç dönem, olgun analizleri­
ne değ il, daha ziyade ilk dönem ça lışmalarına yöneliktir. Gerçekte
Merton Kuhn'un çoğu düşüncesini yıkmış, aksine paradigma ve nor­
mal bilim kavra m larını bilimsel bilg iden ziyade bilim topluluğunu
an latmak için kullanm ıştır. Ayrıca, Merton'ın modeline yapılan eleşti­
rilerin gücü ne o lu rsa olsun, o bu sosyolojik alt-disiplinin i l ha m kay­
nağı ve kuru cusu olmuş, bilimin sosyoloj i k olarak a raştırı l masına
'kapıyı açmış'tır.
BiLiM SOSYOLOJiSi 1 69

AYRlCA BAKINIZ
• PARADiGMALAR ve
• YANLlŞLAMA -bir bilim sosyolojisi alternatifi olarak

OKUMA ÖNERiLERi
CROTHERS, C. ( 1 987), Robert K. Merton, Tavistock -Merton'ın hayatı ve dü­
şüncesine kışkırtıcı ve dikkatli bir bakış
CROTHERS, C. (1 989), 'Robert Merton', Social Studies Review, Vol. 4, No S, May
1 989, p. 1 89

iLERi OKUMA ÖNERi LERi


DOYAL, L. AND PENNEL, 1 . (1 979), The Political Economy ofHealth, Pluto
JOHNSON, H.M. (EDS.) ( 1 985), Ku per A., Ku per J. The Social Science Encyc/opa-
edia, Routledge & Kegan Paul
MERTON, R.K. (1 938), Science, Technology and Society in Seventeenth Century
England, Harper Row
MERTON, R.K. (1 949/1 968), Social Theory and Social Structure, Free Press
MERTON, R.K. (1 952), A Reader in Bureaucracy, Free Press
MERTON, R.K. (1 973), The Sociology ofScience, University of Chicago Press
MERTON, R.K., AND NISBET R. (EDS) ( 1 971 ) , Contemporary Social Problems,
OUP
RAVETZ, J.R. ( 1 971 ), Scientific Knowledge and its Problem s, OUP
SZTOMPKA, P. (1 986), Robert K. Merton. An Inte/leetual Profile, Macmillan

SI NAV SORULARI
1 "Sosyolojinin bilimsel olup olmadığı seçtiğimiz bilim tanımına bağ lı­
d ır." Açıklayıp tartışı n ız. (AEB, Haziran 1 988)
2 "Bir bilginin kullanılması, önemli ölçüde, sosyologu n d iğer bilim insan­
ları g i bi kaçınamayacağı a h laki bir meseledir." B u söz ne a nlama gel­
mektedir? B u görüş kabul edildiğinde sosyal a raştırma açısından ne
gibi sonuçla ra sah i p olacaktır? (Cambridge Yerel Sınavlar Sendikası,
1 987)

Çeviri: Cevdet Özdemir


Bilimsel Yönetim
Frederic Winslow Taylor

F.W. Taylor ( 1 856-1 9 1 5) Philadelphia Germantown'da varlıklı bir


'serbest avu katın' oğlu o l a ra k d ü nyaya geldi. Kibar bir kültür ve sos­
yal reform atmosferi içinde yetişen Frederick'in temel tutku la rı, i l k
dönemlerde spor, meka n i k b u l uşlar v e sadece endüstriyi değil, kro­
ket gibi bazı oyu n l a rı, planlama ve bahçe d üzenleme biçimini de
etkileyen örgütsel veri m l i l i k kon u larını ka psa maktayd ı. O Amerika n
sanayi devriminin temel merkezlerinden biri olan Philadelph ia'da
yetişti ve orada çal ı ştı.
Taylor'ın hayatı üç temel evreye bölü nebilir:

• Midvale Çelik Şi rketinde çırak, ekip lideri ve nihayet yüksek


mühendis olara k çal ıştığı ilk gelişim yı l la rı ( 1 878-89). Taylor bu
firmada görevler, ücretler ve endüstriyel d isiplini fırman ı n pik
demir çıktısını kişi başına dört kat a rttıracak biçimde geliştir­
menin yol la rı n ı denemiş ve bu konuda farkl ı yöntemler geliş­
tirmiştir.
• Fikirlerin i Parça Başt Sistemi ( 1 895) ve Fabrika Yönetimi ( 1 903)
gibi eserlerinde yayınlamaya başladığı, aynı za manda birçok
mühendislik ve imalat firmasına danışmanlık ya ptı ğ ı o l g u n l u k
yıl ları. Taylor fikirleri ni Birleşik Devletler'de ilk 'bilimsel' olara k
yönetilen fabrika Johnstown'da büyük ölçüde uygulamaya
koyma i m kanı bulmuştur.
• Tü m za manını gezici konfera ns ve seminerlerle 'bilimsel yöne­
tim'i geliştirmeye adadığı emekl i l i k dönemi. Taylor bu emekl i l i k
döneminde The Boxly Pilgrims' a d l ı bir tara fta r grubuyla birlik­
te Harvard i şletme Yönetimi Enstitüsü'nde endüstriyel yönetim
dersleri vermiş ve ü n l ü çal ışması 'Bilimsel Yönetimin i l keleri'ni
( 1 9 1 1 ) yayımlam ıştır.
BiLiMSEL YÖNETiM 1 71

Taylor, yöntemleriyle örgütlü emeğin gücüne meydan okurken


oldukça tartışılan bir kişilik hal ine gelmiş, çoğu insancıl kişiyi hayal
kırıkl ığına uğratm ış ve birçok fa brika sahibini rahatsız etmiştir. Taylor
verim lilik sistemleri ( 1 9 1 1 -1 5) Araştırma Komisyonunun kilit tanıkla­
rından biriydi, ancak ayn ı za manda dem iryolları gibi a la n lardaki ka­
za nılmış haklara karşı saldırılarında i lerleme Hareketine katıldı. Bilim­
sel Yönetim Hareketi nin babası sayılan, Henry Ford ve Herbert Hoo­
ver'la birlikte yirminci yüzyı l ı n başla rının teknisyen-felsefeciler üçlü­
sünün bir üyesini oluşturan Taylor 1 91 5'de öldü. Bir sosyolog ol masa
da, Taylor'ın 'sistemi' o zamandan beri endüstriyel yönetim ve emek
süreci konusu ndaki sosyolojik tartışmaların temel bir parçası hal ine
geldi.

FiKiR
Bil imsel yönetim fikri nin kaynağı, endüstriyel ve örgütsel etkililik
konusundaki çalışmaları ondokuzuncu yüzyıl başında bir fa brika
sahipleri ve yönetim teorisyenleri kuşağı n ı etkileyen ve biçimlendi­
ren Frederick Winslow Taylor'ın yazıları ve endüstriyel deneyimleri­
dir.
Bilimsel yönetim Amerikan endüstriyel gelişim i n in özel bir dö­
neminde ortaya çıkm ıştır. Yüzyıl başında sanayileşme Ameri ka'da
kitlesel ü retim tekniklerindeki gelişmeler ve büyü k firmal a rı n, hatta
çokuluslu şirketlerin ortaya çı kışıyla büyük ölçüde yayılmaktaydı.
Ancak işyeri ve fabrika içindeki ü retim faal iyetlerinin organizasyonu
ha len oldukça geleneksel ve plansızd ı ve işçiler g ü n l ü k iş rutinleri ve
iş h ızıyla i l g i l i kararlarda oldukça özgürlerdi. Ü cretli işçi çal ıştırma ve
işten çıkarma gibi stratejik kararlar ustabaşlarına bırakılm ıştı. Sonuç
büyük bir verimsizl ik ve ciddi bir kargaşaydı.
Dolayısıyla, Taylor'ın a macı tekn ik gel işmeleri firmalara uyariaya­
cak ve ustabaşının gücünü sona erdirecek 'bir yönetim devrimi' ya­
ratmaktı. Bu devrimin temeli:

o işin basit, rutin işlemlere böl ü nmesi;


o 'boşa geçen zaman'ı engellemek için her işlemin standartlaştı­
rıl ması;
o tasarımın uygulamadan, planlamanın işlemlerden, yönetimin
işçiden ayrı l ması.

Onun tasarladığı sistemin nihai d u ru m u Bilimsel Yönetimin ilkele­


ri'nde ( 1 9 1 1 ) şöyle özetlenir:
1 72 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

Örgütsel
Atölye düzeyindeki değ işikl i kler, verim lilik ve üretimi maksi m u m a
çıkarmak i ç i n devreye sokulan her özel görevin 'bilimsel' ana l izlerine
daya n m a ktaydı; g ü n ü m üzde bu uyg u la mayı 'za man ve hareket ça­
lışma ları' olarak adland ırmaktayız. En etkili araçları, bir görevin ya­
pılma yol l a rını, d in le n me a ra l a rı ve uyg u n işçi gruplarını bulmak için
oldukça ayrıntılı deneyler ve süre-ölçme çalışmaları yürütülmüştür.
Ö rneğ in çukur kazma veya pik demir küreme gibi temel bazı görevle­
ri analiz etmek, bir beli tutma ve onu ku l lanmanın en etkin yol u n u ve
bel in en uyg u n boyutlarını bulmak için Schm idt adında Hallandalı bir
işçiden yararl a n ı l mıştır. Görevler basitleştiri l i r ve işçiler en iyi uyu m
gösterebilecekleri ve yönetim tarafından yazı l ı hale geti rilmiş yöner­
gelerdeki görevleri ta m anlamıyla yerin e getirebilecek şekilde eğitil­
miş kişiler a rasından 'bilimsel' olarak seçilir. Ya pılan işin nitel ik ve
nicel iği 'sistematik bir denetim' sistemi ve 'fonksiyonel l iderlik' saye­
sinde korunan bir disiplin le sürekli kontrol altındad ır.
i dari d üzeyde de işbölümü daha fazla özelleştiri l m iş ve karar alma
süreci daha merkezi hale getirilmiştir. H e m iş sürecinin hem de işgü­
cünün kontro l ü yönetime d üşüyord u . Artık onlar ü retimi, istihda m ve
işten çıkarma ları planlama k, parçalara ayrı l m ı ş üretim hattın ı koord i­
ne etmek zorundayd ı lar. Buradaki bazı yen i l i kler takımha neler ve
yöntemlerin standart hale getiri l mesini, yeni bir m u hasebe sistemini
ve özelde bağ ımsız bir plan lama biri m i n i n kuru l masını içeriyordu .

Güdüsel
Taylor, insa n ı işe güdü leyen birincil faktörün para olduğunu varsay­
maktaydı; bu yüzden o, veri m l i l i k ve kaliteyi maksi m u ma çıkarmak ve
işçilerin ken d i uyg u ladığı yöntemlere karşı gösterilebilecekleri d i ren­
ci aşabil mek için özellikle parça başı iş (yapılan işin miktarına göre
ödeme) gibi ücret farkl ı l ıkları yaratan teşvik şernaları kullandı.

ideolojik
Taylor ken d i yöntemlerinin endüstriyel veri m l i l iği ve dolayısıyla kar
ve ücretleri büyük ölçüde a rttıracağına inanıyordu. Böylece işçiler ve
yöneticiler ka rşılıklı yararları için işbirliği yapmayı öğrenecekler, o n u n
a d i l ücret siste m i n i n hakl ı l ığ ı n ı teslim edecekler, sonuçta end üstri n i n
i k i tarafı n ı n çatışma yerine işbirl iğini öğ rendiği 'zih insel' bir devri m
gerçekleşecektir. Bu yüzden o top l u sözleşmelere veya personel
çalışmasına çok az ihtiyaç duyulduğ u n u gördü.
BiLiMSEL YÖNETiM 1 73

KAVRAMSAL GELiŞiM
F.W. Taylor'ın endüstriyel o rganizasyonun rasyonelleştirilmesi dü­
şü ncesi 1 900'1erde Amerika ve Avrupa'daki fabrikaları tama men
etkisi a ltına alan Bilimse l Yönetim Hareketi'nin felsefi temeli hal ine
geldi. Bu d üşünce, Henry Ford tarafından uygulamaya kon ulan mon­
taj bandı üretim yöntemlerini bile etkiledi, hatta Len i n bu yönetim
tarzını sosyal ist bir toplum için gerekli zeng i n l iğin yaratıl masında en
önemli araç olara k ilan etti. Sadece birkaç fabrika yöneticisi Taylor'ın
sistemini bütünüyle uygulasa bile, onun zaman ve h a reket çalışmala­
rı gibi bazı fikirleri tüm endüstriyel organizasyonları etkisi altına aldı
ve yönetime ü retim süreci üzerindeki kontrol ihtiyaçlarını yen iden
gündeme getirebil mesi için gerek d uyduğu 'bilimsel' bir gerekçe
sağladı. David Nelson'a göre ( 1 980), Taylor, "endü striyel yönetimi ve
daha sınırlı ölçüde 1 870'1er ve 1. Dünya Savaşı arasındaki sanayi top­
lumunu dönüştürmeye yard ımcı olmuştur".
Bununla beraber, Taylor'ın sistem i iki temel d üzeyde kapsamlı ve
özell ikle keskin bir eleştiriye uğra mıştır:

1 . i nsanı işe güdüleyen temel faktörün para olduğu ve işçilerin


esasında bağımsız bireyler olara k hareket ettikleri varsayı m ları
1 920'1erde Elton Maya'nun ünlü Hawthorne deneyleriyle ciddi
olarak çü rütül m üştür. B u çalışma l a r, ironik olarak, öncelikle Chi­
cago'daki bir fa brikada bilimsel yönetim metotlarını uygulaya­
rak veri m l iliği arttırma a macıyla tasarlan mıştı. Bu çalışmaların
sonuçları şunu gösterdi: işçiler yönetim tarafı ndan biraz ilgi
gösterildiğinde buna çok iyi tepkiler vermekted irler ve bir işçi­
nin verimlil iğinde etkil i olan faktör para değil onun çalışma
grubudur ve işçi gerçekte onlar tarafından dışlanmaktan korkar.
Bu bulgular i nsan i lişkileri Yönetim i Okulu'nun düşüncelerine
temel teşkil eder ve işçilerin ekonomik gereksinimleri kadar
sosyal gereksin i mlerini, çal ışma g rubunun, iyi bir iletişim i n ve
endüstriyel ilişkilerin önemini vurg ular. Bu son okul personel
yönetimi, işi zenginleştirme projeleri ve işçi katılımı -'insanca'
ilişkiler içinde bir endüstriyel yönetim- gibi fikirleri uygula maya
sokmuştur.
2. Taylor'ın endüstriyel uyum u a rttı racağını öne sürdüğü yöntem­
ler Amerika l ı Ma rksistlerden Harry Braverman tarafından (bkz.
Vastfstzlaşma) şiddetle eleşti ril d L Braverman, bilimsel yönetim
tekniklerinin iş deneyi m i ni zenginleştirmekten uzak, modern
işçiyi vasıfsızl aştırıcı, alçaltıcı ve robotlaştırıcı, onu niteliklerin­
den, bilgi ve özerkliğinden yoksunlaştıncı bir etkiye sahip oldu-
1 74 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

ğ u nu, dolayısıyla işçiyi 'bir çarkı n dişlisi', maki nenin basit bir
uzantısı d üzeyine i n dirgediğini öne sü rer. Onun nazarında, böy­
le bir sistemin temel özelliği (ve işveren ler açısından asıl cazibe
noktası), veri m l iliği a rttı rması değil, zih insel ve bedensel i şin,
yönetim kadernesi ve işçilerin, özellikle tasarım ve uyg u lamanın
birbirinden ayrı l masının yarattığı idari kontroldeki a rt ıştır. Yö­
neti m artık emek s ü recinin toplam kontrolünü içeren uzman­
laşmış (bel irli bir konuya oda klanmış) bir eylemdir, çünkü işçile­
rin özel bir görevle (veya işle) i lişkili bütün bilgilere ulaşma im­
kanları elleri nden a l ı nm ıştır. Bu yüzden, sıradan bir fabrika işçi­
sinin a rtık s ü rekli kontrol a ltında tutulması ve kolaylıkla yer de­
ğiştirebilmesi için sadece bi rkaç vasfa sa h ip olması yeterl id ir. i ş­
çi vasıfs ızlaştırı lmış ve güçsüzleşti ril m i ştir. Bil imsel yönetim tek­
n i klerinin tüm çalışma biçim lerine, ofisler ve atölyelere yayılma­
sıyla, der Braverman, işçi sın ıfı genel l i kle makinenin gerçekleş­
tird iğ i yoğ u n bir denetim, söm ü rü ve yer değiştirmeye daha
açık hale gelmiştir. Bu d urumda bilimsel yönetim, sın ıfsal kont­
rolün bir aracı, kapital ist bir toplumun yönetim i ndeki en önemli
silahlardan biri ve 'bilim görüntüsü altında bir ha reket'tir.

N itekim, bilimsel yönetim işletme yönetimi kadar çalışma sosyo­


loj isindeki temel fikirlerden biri olmuştur ve hala ya bancılaşma, zen­
gin işçiler ve sınıfsal kontrol gibi fa rkl ı kon ulardaki hara retl i tartışma­
la rın odağı nda yer almaktad ı r. Bütün bunlara rağmen, prati kte bilim­
sel yönetimin i l keleri nadiren tamamen uygulanm ıştır. Bu teori i ngil­
tere ve Avrupa'daki fabrikalardaki iş pratiklerinden ziyade Amerika n
fabrika l arındaki iş pratikleri üzerine bir düşü nced ir. Modern endüstri­
yel pratikler, terk etmeseler bile, Taylor'ın i l keleri n i değişikliğe uğ­
ratmışlardır (Bkz. Post-Fordizm).

AYRlCA BAKINIZ
• iNSAN iLiŞKiLERi
• VASIFSIZLAŞMA ve
• BÜROKRASi

OKUMA ÖNERi LERi


NELSON, D.F.W. (1 980), Taylor and the Rise of Scientific Management, Universi­
ty of Wisconsin Press
BiLiMSEL YÖNETiM 175

iLERi OKUMA ÖNERiLERi


BRAVERMAN, H. (1 974), Labor and Monopoly Capital, Monthly Review Press
ROETHLISBERGER, F.J. ( 1 939), Dickson W.J. and Wright H.A. Management and
the Worker, Harvard University Press
TAYLOR, F.W. ( 1 9 1 1 ), Scientific Management, Harper

SINAV SORULARI
1 . "Bilimsel Yönetim ve i nsan i lişkileri örgüt çalışmalarına iki farklı yakla­
şımdır, ancak işgücün ü n kontrolü konusunda aynı amacı paylaşırlar."
Tartışınız. (AEB June 1 988 Pa per 1 )
2. Bilimsel Yönetim ve i nsan ilişkileri teorilerin i n işyerindeki sosyal il işki­
ler örüntüsünü anlamamıza yaptıkları katkıları değerlendiriniz. (AEB
June 1 989 Paper 2)

Çeviri. Özlem Balkız


Burjuvalaşma
Goldthorpe ve Lockwood

Burjuvalaşma tezi bel irli bir yazara mal edilemez. Bu tezin kaynağı,
daha ziyade, 1 950'1eri n sonu ve 1 960'1a rın başlarında Clark Kerr, Jes­
sie Bernard ve F. Zweig gibi sosyologlar, Richard Rose ve David Butler
gibi siyaset bili mciler ve Tony Crosland gibi pol itikacılardan oluşan
farkl ı yazarla r top l u l uğud ur. Hatta bu tez Werner Sambart ve Robert
Michels'in 20 yüzyıl ı n ilk yıl ları ndaki fikirlerine dayandırılabil ir; bu
düşünürlere göre, gelişmiş sanayi topl u mlarında işçi s ı n ıfı ve o rta
sınıflar, Karl Marx'ı n tahm i n lerinin aksine, çatışmaktan çok birbirleriy­
le yakın laşma içinded i rler.
1 9SO'Ierin sonlarında, (başbaka n Harold Macmillan'ın "asla böyle
iyi bir d u rumda almad ı n ız" sözünde de ifadesini bulan) a rta n refa ha
paralel olara k, kitlesel üretimi yapılan tüketim mallarının yayg ı n laş­
ması, yoksu l l u ğ u n açık bir biçimde giderilmesi, üçüncü! sanayiler
büyü rken birincil sanayilerin aza lması i n g i ltere'nin bir o rta sınıf top­
lumu haline geldiğini ve bizlerin burj uva bir yaşam tarzını beni mse­
diğimizi göstermektedir. Bu tez, özel l i kle Muhafaza kar Parti'nin Bri­
tanya pol itikası üzerindeki s ü regelen hakimiyetini, buna ka rşın i şçi
Partisi'nin 1 959 seçimlerinde eski gücünü tekrar kazanamamasın ı
açıklamakta ku l l a n ı l m ıştır. ' i deolojiler öldü' ve 'yönetilmeye evet'
konsensüslerinin sağlandığı savaş sonrası 'l iberal' sın ıfsız toplum
rüyası gerçekleşmiş görün mektedi r. Proleter devrim Karl Marx'ın
hayal gücünün ü rü n ünden başka bir şey olara k görünmemekte, işçi
sın ıfı 'çözülmekte' ve kapitalizme karşı ayakl a n mamakta, a ksine kitle­
ler bu sistemi kucaklar görün mektedi r.
Bu tez, John Goldthorpe, David Lockwood, Jenn ifer Platt ve Fra n k
Bechhofer tarafından 1 968 yılında yayımlanan 'zengin işçiler' a d l ı
ü nl ü b i r d izi çal ışmada sınanmış ve büyük ölçüde redded i lmiştir.
Goldthorpe ve Lockwood sosyal ta bakalaşma alanında ü n l ü simalar-
BURJUVALAŞMA 1 77

d ı r; Goldthorpe 1 970'Ierdeki Oxford Hareketl ilik Çalışmaları, Lock­


wood da Siyah Yakalt işçiler ( 1 958) ve Toplumda işçi Smtft imajmdaki
Değişimin Kaynaklan ( 1 975) gibi yayınlarla tan ı n m ışlard ır. Platt ve
Bechhofer Sussex ve Edinburgh Ü niversiteleri nde öğretim üyesidir.

FiKiR
Goldthorpe ve Lockwood burjuvalaşma tezin i şöyle özetler:
bedenen çalışan işçi ler ve aileleri n ispeten yüksek gelir düzeyleri
ve hayat standartları içinde yer a l d ıkları için, ti pik ol a ra k onların
'orta sınıf' bir hayat tarzına sahip oldukları ve aslında kademeli
o larak orta sın ıfa d a h i l oldukları farz edilir (Goldthorpe & Lock­
wood, ı 968).
1 950'1er ve 60'1arın bu tezi öze l l ikle 'üst' katman işçi sınıfına, yani yen i
sanayi dal larında yüksek ücretle çalışan vasıfl ı beden işçilerine odak­
lanma eğilimindedir. Bu 'zengin' işçi leri n dört temel d üzeyde alt-orta
sınıfların bir parçası haline geldikleri görü l mektedi r:

• Ekonomik açtdan. Orta sınıf ve işçi sınıfı n ı n gelir ve tüketim ka­


l ıpları g iderek birbirine benzemektedir. Vasıflı işçil er, artık, daha
önceleri orta sı nıfın tekelinde görünen araba ve hatta ev gibi
l ü ks tüketim maddeleri ni almak için bütçelerinden pay ayıra­
bi l mektedir.
• Kültürel açtdan. Zengin işçiler boş zaman faaliyetleri, oy verme
a l ışkanl ı kları ve hatta çocu kları n ı yetiştirme yöntemleri bakı­
mından orta sınıf tutum ve hayat tarzını ben imsemiş görün­
mektedirler.
• Teknolojik açtdan. Otomasyonun g irdiği yen i fa brikalarda işçiler
ve yönetici kademe arasındaki geleneksel bölünmeler ve ayrım­
ların ortadan ka l kmakta olduğu görü l mektedir. Vasıflı işçiler
beyaz yaka l ı teknisyen ierin statü lerine ulaşmaya başlamış la rdır
ve 'takım'ın bir parçası olarak yönetimin ya nında çalışmaktadır­
lar. Makineler daha fiziksel ve sıradan görevleri yerine getirdik­
leri için, işçiler, daha ilginç ve a rzu edilen işlerde ça l ışma özgür­
lüğüne sahip o l maya başlam ışlard ı r. Uyum ve iş doyu m u çatış­
ma ve yaba n cılaşma n ı n yerini a l m ış görün mektedi r.
• Ekolojik açtdan. Bu işçiler Kuzey'in geri leyen sanayilerinden Gü­
ney'in daha yeni ve büyüyen sanayilerine doğru kaymaktadır;
böylece geleneksel işçi sınıfı topl u l ukları dağılmakta ve sınıf da­
ya n ışması gibi düşüncelerin yerin i normalde orta sınıfla bağ lan­
tılı kend ine-daya nma ve bireycil i k a l ma ktad ır.
1 78 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

Goldthorpe ve Lockwood, bu tezi en uygun koşullarda sınamak için,


zengin ve gelişmekte olan Luton bölgesinde Vauxh a l l Motors, Skefco
Bali Taşımacılık Şirketi ve Laporte Kimyasal'da çal ışan 229 beden
işçisinden oluşan bir örneklem grubu üzerinde a raştırma yapmıştır.
Bu işçiler yüksek ücretl iydiler, hepsi de evliydi ve % 57'sinin kendine
ait bir evi va rd ı. Bu çalışmada 'burjuva la ş ma'nın kan ıtları dört temel
alanda a ra mıştır: işe karşı tutumlar; topl uluk içindeki etkileşim ka l ıp­
ları; özleml er; to p l u msal perspektifler ve politik görüşler. Bu ça l ı ş ma
üç ana başlık a ltında sunulmuştur:

Ekonomik faktörler
Bu zengin işçiler, yüksek ü cretlerine rağ men, bedensel-olarak çalış­
mayan emsa l l eri kadar kazanama maktadı rlar. Bunla rı n kabarık bir
hesapları, emekli ayl ı kları yoktur veya ş irket a raçlarından yara rlana­
mazlar. Diğerleriyle aynı iş güvencesine ve ücret 'sürekl i l iğ ine' sa h i p
değ i llerdir. Onlarla aynı terfi im ka n larından yoksu nla rd ı r v e ücret
yüksekl iği büyük ölçüde fazla mesa iden kaynaklanma kta d ı r.

Normatif faktörler (tutum ve değerler)


Luton işçileri işlerini sevmemekte, genellikle son derece sıkıcı ve
hatta yabancılaştıncı bulmaktad ı rlar. i şi sadece yüksek ücret d üzeyle­
ri nedeniyle kabul lenmektedirler. Onlar kendi lerini fi rmaya bir beyaz­
yaka l ı çalışan kadar bağlı hissetmez, firman ı n sosyal aktivitelerine
bile nadiren katı lırla r. i şe karşı oldukça a raçsal bir tutu m içinded irler;
işi kendilerine sağlaya bileceği şeyler için yapmaktadırlar.
Benzer biçimde, onlar tipik olarak orta sın ıftan ziyade işçi sınıfı tu­
tumlara sahiplerdi r. i şçilerden % 67'si kendini işçi sın ıfından biri ola­
rak görmekte, sadece % 1 4'ü kendini o rta s ı nıftan biri olara k değer­
lendirmektedir; onların % 80'i 1 95 9 seçimlerinde i şçi partisine oy
vermiş ve bu partiyi işçi sınıfı nın partisi olara k görmüşlerdir, geniş bir
çoğ u n l u k sıkı sendikacıd ı r. Sonuç itibariyle, bu işçiler topl umu, o rta
sınıf gibi bi reysel yeteneklere açık bir fırsatlar merdiveni (bir prestij
modeli) olara k görmekten ziyade, kol lektivist bir söylem içi nde, sen­
d i kala rı daha yüksek kazançlara ulaşmanın bir a racı olara k destekle­
mişlerdir (güç modeli).

ilişkilerle ilgili faktörler


Ne de bu işçiler, özel malikanelerde yaşama veya bölge golf kulübü
benzeri kuru m l a ra üyeli k gibi o rta sı nıf bir hayat tarzı veya statüsü
BURJUVALAŞMA 1 79

özlemi içindedi rler. Luton işçileri genellikle akrabaları ve a rkadaşla­


rından oluşan g ruplara katı l ı rlar ve daha özel sosyal çevrelere girme
arzusu sergilemezler.
Bu yüzden, Luton araştırması bu zengin işçiler örneklemini tipik
bir orta sınıf kategorisi olarak görmez. Anca k onlar tipik işçi sınıfı
özell ikleri de sergilemezler. Bu işçiler l ü ks b i r hayat tarzı sürd ü rebilir­
ler; fakat çocukları nın eğitim l eri ve geleceklerine büyük bir ilgi gös­
terdikleri özel ve ev-merkezli bir hayat tarzını benimsemişlerdir. Ge­
rek sendikalara gerekse işçi partisine verd i kleri destek, duyg usal
olmaktan çok a raçsaldır; yani onlar bu desteği daha ziyade sosyal iz­
me ulaşmak için değil, yüksek ücretler ve sosyal yardırnlara ulaşabil­
mek için vermektedirler. Oldukça maddecilerdir ve toplu mu, gele­
neksel işçi sınıfı ndaki gibi 'biz ve onlar' biçi minde (güç modeli çerçe­
vesinde) değil, a ks ine gelir dağılımı temelinde, çoğunluğun u 'çalışa n
insan lar'ın ol uştu rduğu ve birbirlerinden çok zenginler ve çok fakirler
biçiminde ayrılmış büyük bir merkezi sınıfa sahip bir şey olara k görür­
ler. Geleneksel bedensel/bedensel-olmayan iş ayrı mı önemli görül­
mez. Dolayısıyla Gol dthorpe ve Lockwood ş u sonuca ulaşır: bu yen i
"türed i" zengin işçi sın ıfı ( iki gruba da yakınlaştıkları birçok nokta
olmasına rağ men) ne o rta sınıf ne de işçi sınıfı sayılabilir, aksine o
özel yeni bir işçi sınıfıdır: geleneksel işçi sın ıfı kökenden gelen bu
işçilerin davra n ışları daha çok içinde yer aldıkları orta sınıf orta miara
uygun düşmektedi r; a ncak burjuvalaşma tezinde öne sürüldüğü g ibi,
onların nasıl davranacakları n ı (gelirler değil) bu orta mlar 'belirler'.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Genel likle, Goldthorpe ve Lockwood'un a raştırması burjuva laşma
tezinin reddi olara k görü l ü r, zira birçok araştırma onun, modern işçi
sın ıfı daha özel leşmiş ve araçsal d ı r ve g ü n ü m üz s ınıf yapısı sanayi ve
hayat tarzları nın değişi m iyle 'parçalanmaktad ı r' düşü ncesini destek­
lemiştir.
'Zengin i şçiler' araştırması ayrıca araştırma tarzı bakımından da
övgüye değer b u l u n m uştur. Onun yeni-Weberci 'eylem' yaklaşımı
hem büyük sörveylerin zayıf yanlarını hem de olgular ve rakamların
ya nı sıra 'yorumcu tutu mlar'ı kullanmanın avantajlarını göstermiştir.
i ronik olan, 1 970'1erde işsizlik ve sendikal mücadelelerin a rttığı bir
dönemde alternatif ve Marksist bir bedensel/bedensel-olmayan işler
'yakınlaşması' tezinin gel işmesi, a ncak bu kez, 'proleter' tutum ve
davra nışları ben imseyen alt orta sı nıfların ortaya çıkmasıdır -
Braverman'ın proleterleşme tezine bakın ız. Ancak bu tez de sonunda
1 80 SOSVOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

reddedilmiştir.
Bununla bera ber, Thatcher'ın 1 979 seçimlerini kazan ması ve 1 983
ve 1 987'de yeniden kaza nmasıyla b u rjuva laşma tezi yeniden ca nlan ır
gibi oldu. B u tez Güney Doğu i ngiltere'de yaşayan vasıflı işçilerden
kaynakl a n ı r görünen önem l i desteği açıklamakta ku l l a n ı l m ıştır. i şçi
Partisi, a ksi ne, sadece geleneksel merkezler Kuzey i ngi ltere, i skoçya
ve Wales bölgesinde yoğ u n laşan ve b u ralarda varlığını sürdüren işçi
sın ıfı için çekim gücü ol mayı sürd ü rü r görün mektedi r.

AYRlCA BAKI NIZ


• YAKlNLAŞMA TEZi ve
• SANAYi-ÖTESi TOPLUM -sınıfsız topluma doğru ilerleme eğilimiyle
ilişkili daha genel teoriler olarak
• VASIFSIZLAŞMA -al te r n atif proleterleşme tezinin bir parçası olarak

OKUMA ÖNERi LERi


GOLDTHORPE, J.H. AND LOCKWOD, D. ETAL. ( 1 968), The Affluent Worker, CUP
MARSHALL, G. (1 988), Social Class in Modern Britain, Hutchinson -bu sorunun
güncelleştirilm iş bir a nalizi

i LERi OKUMA ÖNERiLERi


GOLDTHORPE, J.H. AND LOCKWOD, D. ETAL. ( 1 968, 1 980), Social Mobility and
Class Structure in Modern Britain, Ciarendon Press
LOCKWOOD, D. ( 1 958), Blackcoated Worker, Alien an& Unwi n
LOCKWOOD, D. (1 975), 'Sources ofVariation in Working Class lmages of
Society', Blumer, m. (ed.), Working Class lmages ofSociety, Routledge &
·

Kegan Paul

Çeviri: Özlem Balkız


Çat1şma Teori si
Raif Dahrendorf

Raif Dahrendorf ( 1 929- ) Ham­


burg'da bir Alman politikacın ı n
o ğ l u o larak dü nyaya geldi. 1 944-
45 yılları arasında toplama ka mpı­
na kapatıldı. Felsefe ve filoloj i ça­
lıştığı H a m bu rg Ü n iversitesi'nde
( 1 947-52) okuyan Dahrendorf, Karl
Popper'ın fikirlerinden etki lendi ve
London School of Economics'de
sosyoloji a lanında lisansüstü eği­
timi yaptı. Dahrendorf, Palo Al­
to'daki i leri Araştırmalar Merke­
zi'nde çalıştı ktan sonra, Saarland,
Hamburg, Tübingen ve Constance
ü n iversitelerinde dersler verdi.
Alman siyasetiyle ilgilendi, Özg ür Demokratik Partiye katı l d ı ve Sa­
den Wü rttemberg Landtang ( 1 968-70) ve Bundestag ( 1 969-70) üyesi
oldu. Parlamento Dışişleri Komisyonu Sekreterl iği ve Avrupa Ekono­
mik Topluluğu Komisyonu Ü yel iği dahil bir d izi önemli görevde bu­
lundu. 1 974'te London Schools of Economics'in müdürlüğüne atan­
dı. Ertesi yıl 'Yeni Özgürl ü k' üzerine bir d izi ders verdi ve 1 982'de Sir
unvan ıyla ödüllend irildi.
Da hrendorf'un sosyolojik ilgileri çok çeşitli ve fa rklıdır. O, özell ikle
sosyal sınıflara, çatışma teorisi ve rol teorisine yoğunlaşarak, Alman­
ya'da demokrasiden d ünya n ı n modernleşmesin e kadar birçok farklı
konuyla ilgilendi.
Dahrendorf'u n temel çalışmaları şöyle sıralanabil ir:

• Sanayi Toplumunda Smtf ve StntfÇattşmast ( 1 959)


1 82 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

• Almanya'da Toplum ve Demokrasi (1 967)


• Yeni Özgürlük ( 1 975)
• Yaşam Şanslan ( 1 979)

Fi KiR
To plumsal düzen ve değişmenin te melini konsensüsten ziyade ça­
tışman ı n oluşturduğu fikri birçok farklı sosyolojik yaklaşımın, özellikle
Marx ve Weber'in teori lerinin anahtar bir öze l l iğidir. Raif Dahrendorf
çatışma teoris ini daha ileri götürür. Marx ve Weber gibi, o da sınıf
çatışma sını sanayi toplum larında sosyal değişmenin temel dinamiği
olara k tanımlar. Ancak o, Marx'ta n fa rklı olarak, analizin i ü retim a raç­
larının mülkiyetine sahip olma ve olmama üzerine değil, g üce ve
özelde otorite kon u mlarına katılma ve bu konu mlardan d ışlanma
üzerine ku ra r. Bu yaklaşım, ayrıca, Talcott Parsons'ın ve işlevselci
sosyoloji okul unun konsensüs teorilerine doğrudan bir a lternatif
o larak geliştiri lmiştir. Onlar sosyolojik ana lizin toplumsal dayanışma
ve değer uzlaşmasına odaklanması gerektiğini öne sürerken, Dah­
rendorf ana lizin değişme ve çatışmaya yoğunlaşması gerektiğini
belirtir.
Bir organizasyonda gücü elinde tutan, ka rarlar alan, ücret ve is­
tihdamı belirleyen ve kayna kların dağılımını ya pan i nsanlar vardır. Bu
güç kişisel ol mayı p, onu elinde tutan kişi nin konumuna bağ lıdır. Bu
görevliler bir otoriteye -Weber'in deyimiyle 'meşru güce'- sahipler­
dir. Güç sahipleri kendi konum, otorite ve kontrollerini sürd ü rme
peşindeyken, güç veya otoriteye sahip ol mayanlar onu elde etmeye
-veya en azından, güç ku l lanımına katı lmadıkları durumla rda d i renç
göstermeye- çalışırlar. Bu yüzden, istikrar içindeki demokratik top­
lumlarda bile sürekli bir güç mücadelesi vardı r: otorite konumunda
bulunanlar -hatta o kul müdürleri veya başbakanlar bile- memur ve
öğrenci lerden ya da muhalif politikacılar ve seçmenlerden gelebile­
cek sürekli bir d irenişle yüz yüzedir. Bu güç m ücadelesi, Bakanlar
Kuru l u ve Parlamentodan bölge tenis ku l ü bündeki -ve hatta evde­
ki(!)- rekabet ve çatışmalara kadar, toplumun her düzeyinde gerçek­
leşir:
Dahrendorf için, otorite bireylerde değil meşru güç konumlarında
bulunur; otorite kon u m ları bu konum ların sahiplerine güç sağ lar ve
tabi olanlardan onlara itaat etmeleri beklenir. Otorite, tabi konumda­
kileri kontrole ve onları zorlayacak ya ptı rı m g ücüne ihtiyaç duyar.
Fakat otorite konumları sabit değildir ve kişi bel irli bir konu m veya
ÇATlŞMA TEORiSi 1 83

ilişkide egemen durumdayken, bir başkasında tab i kon umda olabil ir.
Ö rneğin, kendi ü l kesinde tü m gücünü elinde bulunduran bir siyasal
lider uluslararası bir m a h keme karşısında soykı rım suçlamala rıyla
veya insanlığa karşı işlenmiş suçla rla ilgili hesap verebilir.
Otorite dağ ı lı m ın yarattığ ı egemen ve tabi konu mlar düşü ncesi
Dahrendorf'u çı kar g ru pları ve çıkar il işkileri kavramlarını geliştirmeye
yöneltmiştir. Her ilişki veya organizasyonda otorite konumundakiler
statükolarını sürd ürmeye, ta bi konumdakiler de değiştirmeye çalışır­
lar. Onların i l işkilerinin temelini sürekl i bir ç ı kar çatışması oluşturur ­
ve bazı d u ru mlarda bu il işkileri zayıflatır. Bu ç ı ka r çatışması çoğu kez
gizli olabilir, ancak otoritenin veya en azından otorite kon umundaki
kişinin meşru luğu sorg u lanmaya başlad ığında çatışma açık hale
gelebilir -hatta açık savaşa dönüşebilir. Dahrendorf üç grup tipi ayı­
rır: yarı-g ruplar, çıka r grupları ve çatışma grupları. Bu grup tiplerini
ayrıca gevşek ilişkiler, ortak çıkarlar, toplumsal düzene fiilen meydan
okuyan gruplar biçim i nde yeniden sınıflandırır. Da hrendorf, Marx'ın
a ksine, 'lümpen proletarya'n ı n nihayetinde ve kaçınılmaz olarak bir
çatışma g rubuna veya devrimci bir s ı nıfa dönüşeceğine inan maz.
Koşulların elverişli o l ması gerekir.
Bu yüzden Dahrendorf'u n teorisinde, çatışma, sürekli bir güç
dengesi sayesinde statükonu n temelini oluşturu rken, aynı zamanda
toplumsal değişme ve gelişme yaratma potansiyeline sahiptir. Ça­
tışmanın yoğun olduğu yer ve za manlarda değişim kökl ü olabilir;
anca k şiddet eşlik ettiğinde değişimin ani olması ihtimali yü ksektir.
Güç sahipleriyle ondan yoksun olanlar a rasındaki bu sonu gelme­
yen mücadeleler, sadece bireyler kendi çıkarlarını korumanın ve
gel iştirmenin tek yol u n u n kollektif eylem olduğunu görd ü klerinde
sınıf çatışmasına yol açabilir. Bu sınıf çatışması fa rklı derecelerde
yaşanabilir ve g reve g iden sendika la rdan gösteri ya pan baskı g ru pla­
rına kadar farkl ı biçimler kazanabil ir. Sadece en uç durumla rda kol­
lektif eylem sınıf çatışması veya devrim biçiminde patla k verir. Ancak
Dahrendorf'a göre, bu tür bir sınıfsal dayanışma, benzer şekilde,
sözgelimi ekonomik refa h dönemlerinde bireysel ilerleme fırsatları
doğduğunda, bireyler a rası ndaki rekabet sonucunda bozulabil ir.
N itekim Marx kapitalist toplumlarda sanayileşmenin a rtışıyla birlikte
sınıf dayan ışması ve çatışmasının da artacağ ı n ı öngörürken, Dahren­
dorf gelişmenin aksi yönde olacağını öne sürer: teknolojik gelişmeyle
birlikte işçi sınıfı giderek farklılaşacak ve bölünecek, "makineleşme
daha kompleks hale geldikçe vasıflı tasarımcılar, inşaatçılar, bakım ve
onarım elemaniarına ihtiyaç artacaktır". Bu artan uzman laşmayla
beraber, işçi sı nıfı ücret, statü ve beceril erdeki farkl ılaşmalar yüzün-
1 84 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

den, birleşmekten çok büyük bir farklılaşma ve bölün meye uğraya­


caktır. i şçi sınıfının farkl ı d üzeyleri -vasıfl ı , yarı vasıflı ve vasıfsızlar­
a rasındaki rekabet, m uhtemelen benzer şekilde, orta sınıf ve işçi sınıfı
arasındaki rekabetten bile yoğ u n hale g el i r. Hatta Dahrendorf, idd ia­
sını daha da i leri götü rerek, "eskisi gibi işçi sınıfından söz etmenin
anlamlı o l u p olmayacağı bile kuşku l u hale gelecektir" der. B u yüzden,
Dahrendorf'u n çizdiği topl u m resmi kişi, grup, organizasyon ve sınıf
d üzeyinde sonu gelmeyen bir çatışmalar resmidir. Güç sahipleri ve
ondan d ışlananlar arasında, egemenler ve tabi kon umda kiler arasın­
da kaotik ve görü nüşte tesadüfi bir çatışma vardır. Ancak bu çatışma
amaçsız değildir.


i l k ola rak, çatışma toplumu bir a rada tutar. Dahrendorf için,
topl u msal bütün l eşmenin temeli, Parsons'ın öne sürdüğü gibi
uzlaşma değil, a ksine baskı, ya ni otorite konu m unda kilerin kit­
lelere boyun eğdirme gücüdür. Gerçi o n u n görüşünde toplum­
sal çatışma bütün toplu m larda her zaman görülse bile, tarihin
büyükçe bir böl ü m ü nde, bu çatışma temel değerler ve kurum­
lar üzerinde bir ölçüde fikir birliğiyle veya en azı ndan çatışmala­
rın va rl ı ğ ı n ı n ka bu l üyle sınırlı ka l mıştır. Çatışma nadiren b ütün
topluma yayı l ı r, nadiren şiddetli bir devrimle son uçlanır. Ö rne­
ğin, sendika la r ekonomik ve sınai a nlaşmazlıklarda g reve gider­
ler; zira onların doğrudan siyasal arenaya girmeleri meşru bir
davranış olara k görülmeyecektir.
i kinci olara k, çatışma demokraside zorba lığı ve gücün kötüye
ku l l a n ı m ı n ı engel lemenin, bireysel haklar ve hu kukun gücünü
art ı rma n ı n ve g üce sahip olanlar üzerinde kontrolü sürd ürme­
nin temel mekanizmasıdır. O otorite kon u munda olanları kont­
rol a ltında tuta r ve sıradan vatandaşı güç konu m u ndaki leri sor­
gula maya ve bazen onlara direnmeye teşvik eder.

Bu yüzden, Dahrendorf için, sürekli çatışma sadece normal ve kaçı­


nılmaz o l ma kla, sadece kademeli olara k ve ara sıra gerçekleşen radi­
kal toplumsal değişmelerin kaynağı olmakla kal mayıp, toplumsal
d üzen ve bütünleşmeni n de temelidir -kaos ve d üzen arasında sonu
gel meyen bir gerilim va rdır. Dahrendorf, bu yüzden, konsensüs ve
çatışma teorileri arasında bir köprü kurmaya ve çatışma teorisini
mül kiyet ve gelir dağılımı üzerinde bir mücadele kadar otorite ko­
numunda bulunanlar ve bulun maya n la r arasında bir m ücadele ola­
rak da güncel l eştirmeye çalışır.
ÇATlŞMA TEORiSi 1 85

KAVRAMSAL GELiŞiM
1 960'1ar v e 70'1erin yoğu n sosyal v e pol itik çatışmaları -öğrenci is­
yanları, g revler, end üstriyel kargaşa ve kitlesel işsizlik- ortası nda,
Dahrendorf'un a na l izi, s ı nıfsa l ayakla nmalar ve muhtemel devri m ler
üzerine daha rad ikal ve Marksist ö ngörüler karşısında yetersiz gö­
ründü. Hatta o gerici ol makla suçlandı. Ne var ki, 1 980'1er ve
90'1ardan dönüp geriye bakıldığı nda, Dahrendorf'un öngörülerinin
bazı açılardan neo-Marksistlerin daha radikal yaklaşımlarından daha
güçlü ve doğru olduğu görülmektedir.
1 970'1erin proleter devrim hazırlığı yapılan ve işçi sın ıfı n ı n yen i
teknoloji v e büyük sermaye karşısında işleri v e ücretlerini savunmak
için bir araya geldiği çatışma larından uzak olan i ngiliz i şçi S ı nıfı, son
on-onbeş yıldır bir ayrışma ve bölünme içine girmiştir. Hatta en klasik
işçi sınıfı mücadelelerinde, yan i madenciler m ücadelesinde (1 985) ve
6000'in üzerinde matbaa çal ışa n ı n ı n işsiz ka ldığı kriz döneminde
(Wapping, 1 985) bile, işçi s ı n ıfı birliği sağlaya madığı g i bi, sendikalar
da sürekli kan kaybetmişlerdir. Daha ziyade, güçlü muhafazakar h ü­
kümetin desteğiyle kapitalizm yeniden ilerlerken, yeni makineler
kullan ıldı, isti hdam düşürüldü ve işçiler bozguna uğratı ldı, kapitalizm
ve Rupert Murdoch yen i bir güç kazandı.
Dahrendorf'un öngördüğü g ibi, 1 980'1erdeki refah dönemi hem
bireysel olarak hem de g rup d üzeyinde ilerleme konusu nda daha
büyük ekonomik ve topl u msal fırsatlar yarattı: bunun en çarpıcı ör­
neği en üstlere doğru tırmanan sosyal yaratıklar Yuppie'lerdir. Gele­
neksel sınıfsal formasyonlar çözül mektedir ve işçi sın ıfı, özellikle yeni
teknolojiler, end üstriyel h izmetlerin gelişimiyle ve n üfusun kuzeyden
güneye, iç-kentlerden (in ner-city) banl iyölere doğru kaymasıyla kü­
çül mekte ve parça lanmaktad ı r. Yen i 'sın ıfsal' s ı n ırlar istihdam/işsizlik,
özel/kam usal konut, eğitim ve sağlık tüketim i ve özel m ü l kiyet ve
hissedarlık te melinde ol uşmaktadır.
Da hrendorf'un çatışma teorisi, bu yüzden, üretim a raçları m ü l ki­
yetine sahip o l u p ol mamayla ilgili çatı şmalardan ziyade, yurttaşlık
hakları, çevre, iskan ve refahla ilgili meseleler, n ü kleer güç vb.ne
daya lı 'modern' çatışma lar konusunda daha fazla açıklama sunmak­
tadır. Şimdilerde, büyük sermaye kadar bürokrasi de protestoların
hedefidir.
Dahrendorf'un yen i-Weberci ana l izi sadece bir sosyal çatışma ve
sosyal bölünme açıklaması sunar. Ancak bu ana liz şu konularda başa­
rısız ka l m ıştır:

• Güç ve otorite yarışı n ı n dışında ka lan toplumsal çatışmaları n


1 86 SOSYOLOJiDE TEMEL FIKIRLER

temellerine ilişki n ayrı ntıl ı bir a na liz geliştirmekte. Bu yüzden,


toplumsal d üzen organize bir yapıdan çok bir tesadüf meselesi
olara k görü n ü r. lan Cra i b'in ( 1 984) gösterd iği g i bi, Dahrend orf,
tabi konumda ki leri n otorite ko n u m undakilere her zaman karşı
ç ı ka mayabilecekleri n i kabul ederken, onların bir eylemden zi­
yade bir başka s ı n ı n için seçtikleri kon usunda çok az açıklama
sunar. Dahrendorf'un bunun b i r bireysel seçim meselesi olduğu
şeklindeki cevabı ya pısal bir teori açısından yetersiz görünmek­
tedir. i n g iltere'de Westergaard ve Resler gibi neo-Marksistler
Dahrendorf'u n "Marx'ın teorisi a rtık çağdaş toplurnlara uygu la­
nabilir olmaktan uzaktır" iddiasına karşı çıkarlar. Onlara göre,
sınıf m ü cadelesi hala temel toplu msal çatışma biçi m i ve sı nıf da
onun ardındaki a na dinamik g üçtür.
• Top l u msal çatışma konusunda işlevselcilik ve hatta Mark­
sizm'dekine benzer bir eylem progra m ı n ı n, çözüm önerilerinin
olmayışı. Aks ine, çatışma sadece d oğal ve kaç ı n ı l maz bir olu­
şum olara k görü l ü r. Tıpkı ya pısal-işlevselciliğin d üzen ve istikra­
rı aşırı vurg u l a ma kla eleştiril mesi g i bi, çatışma teorisi de çatış­
ma ve değişmeyi gereğinden fazla vurguladığı için eleşti rilm iş­
tir. i ron ik olan, işlevselcil iğe ya pılan eleştirilerin çoğ u n u n aynı
ölçüde çatı şma teorisine de yönelti l mesidir: Dahrendorf'un sis­
temler ve yapılara vurg u su, kavra msal totolojileri, birey aktörü n
rol ü ve önemini değerlendirme başa rısızlığı. i roniktir ki, aynı şe­
kilde Dahrendorf'un düşüncelerin in çoğunun kaynağının ça­
tışma teorisinin babası Marx'ın görüşlerinden ziyade ya pısal­
işlevselcilik olduğu d üşünülür. i şlevselcilik g i bi onun teorisi de,
sosyolojinin hem değişme ve d üzen i hem de çatışma ve kon­
sensüsü ele alan ve tanım layan bir teoriye ihtiyacını karşılaya­
mamakla eleştirilmiştir.

N itekim, Dah rendorf'un analizi 1 960'1arın Marksist toplumsal çatışma


ve parçalanma yaklaşım iarına gerçek bir alternatif su nara k ortaya
çıka rken, analitik deri nlikten yoksuniuğu bu a nalizin sosyolojik etkisi
ve ku l l a n ı m ı n ı sınırl a mıştır. Ancak yine de, çatışma teorisinin çizd iği
resim görünüşte kontrol a ltında o l m aya n sürekli kaos içindeki bir
toplum resm id ir. Böyle bir resmi onaylamak zordur, tıpkı ya pısal­
işlevselcilerin çizd iği m ü kemmel bir toplumsal düzen ve uyum res­
minde olduğu g i bi. Çatışma teorisi d iğer teorilerin tutarlılığı ve kap­
sam l ı l ığından yoksundur ve bu yüzden modası geçmiş ve sonuç
olarak ku llanım sü resi dolmuş görü n mekted ir.
ÇATlŞMA TEORiSi 1 87

AYRlCA BAKINIZ
• YAPISAL-iŞLEVSELCiLiK ve TARiHSEL MATERYALilM (Dah rend orf'u
oldukça farklı yönlerden etkileyen iki temel fikir olarak)
• YERLEŞiM-TEMELLi SINIFLAR (kullanışlı bir çatışma teorisi örneği
olarak)
• YAPILAŞMA -Anthony Giddens'ın sosyal gelişme teorisinde eylem ve
yapıyı birleştirme girişim i olarak

OKUMA ÖNERiLERi
DAHRENDORF, R. (1 959), Class and Class Conflict in an Jndustria/ Society,
Routledge & Kegan Paul -zor fakat oku n maya değer bir ça lı şma.

i LERi OKUMA ÖNERiLERi


DAHRENDORF, R. (1 967), Society and Democracy in Germany, Routledge &
Kegan Paul, London
DAHRENDORF, R. ( 1 975), The New Liberty, Routledge & Kegan Paul, London
DAHRENDORF, R. ( 1 979), Life Chances, Routledge & Kegan Paul, London
5TRANDBAKKEN, P. (2000), 'Conflict Theory: An Alternative to Functionalism,
Ch. 1 6, Part ll, Andersen, H. and Kaspersen, L.B. (ed s.), Classica/ and Mo­
dern Social Theory, Blackwell, Oxford

DEGERLENDiRME SORUSU
Sosyologlar toplumsal değişme ve toplumsal çatışmayı nasıl açıklarlar?
(AEB June 1 985)

Çeviri: Cevdet Özdemir


Damga
Erving Goffman

Erving Goffman ( 1 922-1 982) Kanada Manville'de doğdu. Toronto ve


Chicago Ü n iversitelerinde okudu ve daha sonra Edinburg Ü n iversite­
si Sosyal Antropoloj i Böl ü m ü nde çalışmaya başlad ı. Shetland Adala­
rındaki alan ça l ı şmasından ( 1 949-1 95 1 ) sonra 'Gündelik Hayatta Ben­
liğin Sunuluşu' başlıklı i l k temel yapıtını yayı nladı. U l usal Akıl Sağlığı
Merkezi'ndeki araştırmalarını 'Ttmarhaneler' (1 961 ) isimli ünlü kita­
bında sundu. 1 962'de Ka l iforniya Ü n iversitesinde Sosyoloji Profesö­
rü; 1 968'de Pensilvanya Ü niversitesi'nde Benjamin Franklin, Antropo­
loji ve Sosyoloji Profesörl üğü ne atandı ve 1 98 1 'de en yüksek derece
olan Ameri kan Sosyoloji Derneği Başkan l ığ ı u nva nını elde ettL
Temel çalışmaları:

• Gündelik Hayatta Benliğin Sunutuşu ( 1 956)


• Ttmorhaneler ( 1 96 1 )
• Karştiaşma/ar ( 1 96 1 )
• Kamusal Alanlarda Davrantş ( 1 963)
• Stratejik Etkileşim ( 1 970)
• Toplumsal Cinsiyetin Sunutuşu ( 1 979)

Fi KiR
Hiç damgalandınız m ı ? Hiç tuhaf, çirkin, fa rklı veya sapkın olara k
etiketiendiniz m i ? Kendinizi d ışlanmış, redded ilmiş olarak, fiziksel
özell ikleriniz veya davranışların ızdan dolayı topl uma ya ba ncı biri gibi
h issettiniz mi? O halde siz, sadece bu etiketiernen in kışkı rttığı yoğ u n
duygu ları değ i l, ç o k kolay b i r biçimde öfke v e hayal kırıkl ığına veya
daha kötüsü kendinden nefrete ve kendine öfkeye dön üşen u m ut­
suzluk ve utan ç d uyg usunu da çok iyi tan ıyorsu nuzdur. O h alde,
DAMGA 1 89

tuhaf veya normal dışı olduğu nuzu kabul etmeye ve hayatınızı bu


etiket a ltında sürdü rmeye, tu haf biçimde g iyinmeye, beklenilen tarz­
da davra n maya, kendinizi savu n manın, herkesin size kızd ığı ve hor
gördüğü 'd ı ş' dü nyaya ken d i n izi ka bul ettirebilmenizin bir yol u ola­
rak size benzeyen leri bul maya ve rahatlamaya, o n ların a rkadaşl ıkla rı­
nı kaza nmaya ça l ışıyorsunuzdur.
Damgaianma a raştırması Amerikan sosyolog Erving Goffman'ın
özel ilgi alanını ol uştura n ve 1 960'1ar ve 70'1erde sosyolojik araştır­
maya katkıda bulunan 'benliğin sunulması' a raştı rmasının bir parça­
sıyd ı. Goffma n'ı n sosyolojik tarzı oldukça bireyselci ve sın ıfla ndırılma­
sı zordur, a ncak o G.H. Mead'in d üşüncelerinden ve sembolik etkile­
şimci likten etkilenmiştir. O insan etkileşimini ve insanların kendilerini
gündelik hayatta, özellikle kamusal orta mlard a 'sunma' biçimlerini
analiz etmeye çalışm ıştır. Benlik-imgesi, bu imgenin yaratılması,
sürd ürülmesi ve korunması onun yaklaşı mının ve özellikle öncü ça­
l ışması Damga'n ı n ( 1 96 1 /1 968) merkezi parçasını ol uşturur. Goffman
bu çalışmada d i kkati ni 'normal' insanların kendilerini sun malarından,
'normal dışı' olanların, topl umdaki 'bozu lmuş kimlikler'e sahip olan
veya normal hayata g i rmeleri engellenen bireylerin -örneğin, çirkin­
ler, akıl hastaları, a lkol i kler, suçlu lar, sakatlar veya ayrımcılık yapılan
grupların- ku llandıkları stratejilere yöneltir. Bu toplumsal 'd ışlan mış­
lar' böylesine yoğ u n bir redded i l me ve aşağ ı l a n ma ka rşısında kendi­
lerine saygıları ve onurları n ı nasıl sürd ürürler?
Goffman ( 1 968), da mgayı fiziksel veya topl u msal bir atıf veya bu
yüzden topl umsal kimliğini el inden alacak veya 'tam kabul görme­
si'n i engelleyecek biçimde aktörün değerini düşüren bir işaret o larak
ta n ı mlar.
Goffman üç temel damga tipi belirler:

• Kötü rümlük, cüceli k ve sağırlık gibi fizi ksel özürler.


• Kişilik zayıfl ığı, yüz deformasyonları veyahut h üküm giyme ve
işsizlik gibi bir geçmiş.
• Kişinin birlikte olduğu arkadaş çevresi, ait olduğu ırk veya din­
sel grupla -örneğin, etnik azınlıklarla- ilişkili topl umsal damga­
lar.

Damgalar, bu yüzden, atfedilen veya kazandlğtmz, yan i doğumla


geti rdiğiniz veya sonradan edindiği niz bir şeye daya na bil ir. Bu özel l i k
burnu o l mamak veya fah işe olarak tan ı n mak gibi oldukça görünebilir
bir biçimde ya da eşcin sel l i k gibi görün mez, 'ka ra n l ı k' bir sır biçimin­
de olabil ir. Damga, çocuk felci g i bi toplumun a nlayışla karşılayabile­
ceği bir şey veya aksine eski h ü kümlü olmak gibi bir uta nç kaynağı
1 90 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

olabilir. Kaçı nılmaz olarak, damga l a n m ış kişi için, damga n ı n görün ü r­


lüğü veya görün mezl iğine bağ l ı olara k fa rklı sonuçlar söz konusu
olabilir. Ö rneğin, fiziksel bir kusuru 'topl u msal' bir kusura göre idare
ve kontrol etmek genellikle daha az kol ayd ır; körl ü k sözgelimi delilik­
ten çok daha kolay görü nebil ir bir d u rumdu r.
Damga'daki yazı larda, insa n ların damgaianma karşısında veya
böyle bir etiketlerneyi önlemek için ku l landıkları çok çeşitl i stratejiler
ayrıntılı o l a ra k incelenir. Elbette bu stratej iler büyük ölçüde söz ko­
nusu özrün n itel iğine ve onun ne kadar görünür olduğuna bağ l ı
olarak değişir. Bazıları o n u plastik cerra h iyle 'gidermeye', bazıları özel
giysiler, koyu renk gözlükler veya başka bir şeylerle sakla maya çal ışa­
bilir. Bazıları, onu insanların gözünden nasıl kaçırabileceğini veya
'normal' topluma katılarak başkaları n ı n küçü msemeleri ve bakışla­
rından nasıl kurtulacağı n ı öğren ir. Bazıları ise özürlerinin normal
görüldüğü 'dünyaların' güvenli orta m i a rına çekil i r: örneği n, eve ka­
pananlar, uyuştu rucu kültürü içinde yaşayan bağ ı m l ı la r. Bir kısmı da,
toplumu kend ileri hakkı ndaki görüşleri değiştirmeye ve d iğer i nsan­
larla eşit haklar sağlamaya zorlayacak Eşcinsellere Özg ürlük veya
Kara Güç gibi baskı g ru plarına katılarak m ücadele verir. Damgalan­
mış i nsan, tam olara k ka bul edilmed iği, hor görüldüğü, farklı muame­
le ya pıldığı bir toplumda yaşamayı öğren irken, özel bir ah/ôki kafi­
yerden, özel l ikle sancı l ı bir sosya l leşme sürecinden geçmek zorunda­
dır. Damgalan ma, hayatı n ilerki dönem lerinde, sözgelimi sakat l ı kla
sonuçlanan bir trafik kazası veya a l ko l bağımlılığı sonucunda ortaya
çıktığında, benlik imgeleri çoğ u kez parçalanmış olara k karşımıza
çıkar. B u tür bireyler ken d ilerini toplu ma ya bancı h issederler ve top­
l umun kendileri hakkındaki i mgeleri ile özel yaşa ntıları arasında ola­
ğanüstü bir gerg i n l ikle karşı karşıyad ı rlar. Egoları nadiren bir bütün­
l ü k sergi ler.
Ancak Goffman'ın vurguladığı gibi, damgalanmış kişi damga ol­
gusunun iki yüzünden sadece birid ir. Diğer yüzünde, bizzat toplum
ve topl umun norma l l i k ta n ı mları yer a l ı r. Bizler, tepki lerim iıle anor­
mal ve sapkı n ı a l ışılmadık bir biçimde davranmaya zorlaya n izleyicile­
riz. Redded işlerim izi, onlar hakkındaki korku ve önyargıları m ızı hakl ı
göstermek için, 'bu d u rumdaki' kişileri aşağı bi risi veya bir tehdit
olarak gören, ayrımcı l ı k yapan ve bu yönde bir ideoloji gel iştiren biz
'normal'leriz. Ancak, hepimiz gerçek d u rumlarla yüz yüze geldiği­
mizde yetersizliklerimizin pekala fa rkındayızdır. Bu yüzden, Goff­
man'a göre, 'normal' ve 'damga lanmış', i ki farkl ı i nsan kategorisi
değil, aksine i nsanlara, zamana, yere ve d u ruma göre değişe n bir
sürecin i ki ucud ur. Bel irli bir d u rumda a normal olabilen şey başka bir
DAMGA 1 91

durumda o l mayabilir. Bu yüzden, hepi m iz 'normal sapkınla rız'; dam­


galanmış kişiyle i l g i l i şaka yaparken veya onun duygularını payiaşır­
ken i ki-taraflı roller oynarız.
Damgalar, bu yüzden, bir kişinin vücud u veya karakterindeki içsel
(doğal) zayıflıkların bir yansıması deği ldir. Onlar, top l u mdaki d iğer
kişilerin 'tepkisi'yle oluşan to plumsa l bir etikettir. i lgili birey, insan la­
rın normal bakışiarına ya d a o n la rı n kendi davranışlarıyla i l g i l i beklen­
ti lerine veya basmaka l ı p yargıianna göre yaşayamaz ve bu yüzden
"tamamen toplumsal kabul görmez". Damga incelemesi, bu neden le,
sadece özel bir imaj idaresinin (i mage manage ment) değil, aynı za­
manda belirli bir sosyal kontrol biçiminin de analizidir. Anormaller,
kontrol veya dışlamanın bir yolu olara k, sapkın veya alt-insan biçi­
minde etiketleni rler. Goffman'ın etiketierne a nlayışına göre, ironik
olan, insanları n bu şekilde etiketierne yaparak baskı a ltına almayı
tasarladıkları davra n ışları bizzat yaratmalarıdı r. Sıradan insanların
'a normal' tepkileriyle karş ılaşan damga lanm ış insanlar kaçın ı l maz
olara k tuhaf davra n ışlar sergilerler.
Goffman damgaların uyg u la n ma biçimlerini ve damga yemiş kişi­
lerin bu top l u msal etiketlerneye d irenmek veya karşı çıkmak için
geliştirdikleri oldu kça yaratıcı stratejileri belirlemeye ve açıklamaya
çal ı şsa da, n ihayetinde iyimserd ir, damgalanm ışların çoğ unun nor­
mal yaşantıianna nispeten dönebileceklerini ve normal bir hayat
sürdürebileceklerini düşünür. Hatta bu, ona göre, damgaya razı ol­
ma, kişinin suçluluğu veya hasta l ı ğ ı n ı kabul etmesi d u ru m u nda ve ­
uzma n ların kontrolünde yaşad ığı geri l im lerden kurtu lmasını sağla­
yacak, 'kazanı lmış' veya doğru l uğu ka n ıtla n m ış daha olumlu bir re­
habil itasyon tutu m u ve ya klaşımını benimseyerek- affedi lmesini
veya tedavi edilmesini talep ettiğ i durumlarda daha fazla m ü mkün­
dür. Akıl hastası veya mahkum, a l kolik veya uyuşturucu bağım lısı,
hepsi, sapkınl ıkları n ı ve tedavi ed i l m eleri ya da cezalandırı l ma ları
gerektiğini ka bul ettikleri nde, doktorları veya cezaevi görevl ileriyle
çok daha rahat bir i l işki içinde o l u rlar. Bununla beraber, Goffman
toplumun genel tutu m la rı konusu nda daha az iyimserdir. Halk -
özelde işveren ler- daha az bağışlayıodır ve eski mahkum, eski a kı l
hastası etiketi hayat boyu etkisini sürd ü rebilen g ü ç l ü b i r damgad ı r.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Erving Goffman'ın damga ( 1 964) ve ben l i k ( 1 956) kon usundaki yazı­
ları dikkatle okunmalı ve değerlendirilmel idir. Bu yazılarda cezaevi
veya akıl hastanesi sakinleri nin normal top l u m tarafından damga-
1 92 SOSYO LOJIDE TEMEL FiKiRLER

landıkta n sonra bu damgaianma karşısındaki tepkileri ve kend ilerini


yeniden a nal iz etme biçimleri ve tuhaf, sapkın, deli ya da suçlu olarak
etiketlenmenin ezici gücü ka rşısı nda bir ölçüde görü nüşte kendine
saygı, b i reysellik ve özg ürl ü klerini yeniden elde etme çabaları tü m
ince ve ya kın ayrıntılarıyla ve parlak bir biçimde akta rıl ır. Bu kitap,
Guguk Kuşu fil m indeki g ibi, bir akıl hasta nesi ndeki hayatlar ve karak­
teriere ve onların akıl hastanesini ele geçirme ve kendi yaşantıları
üzerinde bir ölçüde kontrol kurma girişi m lerine odaklanan ve burada
olanları betimlemeye çalışan Erving Goffman'ın d üşü ncelerinin canlı
bir örneğ idir.
Goffman'ın çal ışması a kademik d ünyada ayn ı ölçüde yoğun ilgi
toplam ış ve çoğu mesleği ve bu mes leklerin hasta larına yaklaşı m
biçim lerini büyük ölçüde etkilemiştir. Sembolik etkileşimeilik insa nla­
rın kendi ben l i k-imgelerini nasıl yarattı kları veya m üzakere ettiklerini
incelemeye ça l ı ş ı rken, Goffman "topl u m un . . . insanları nasıl kendile­
riyle i l g i l i belirli imgeler sunmaya zorlad ığına . . . birçok ka rmaş ı k rol
arasında bir o yana bir bu yana kaymaya zorlayarak, bizi bir ölçüde
ya la ncı, tutarsız ve onu rsuz kıldığ ı"na odakla n ır. O toplumsal eylemi
"asıl kayna klarına göre değ i l, daha ziyade başka ları için a n lam larına"
göre araştırmaya ve açıkla maya ça l ı ş ı r (Burns, 1 992). O toplu msal
d üzen, top l u msal etkileşi m ve ben l i k arasındaki i l işkiye, genelde
top l u m ve g ü ndelik toplu msal etkileşim arasındaki, makro ve m i kro
sosyoloji a rasındaki karşıl ıklı i lişkiye odaklanır. O bi r karakter veya
kişil i k olarak ben l i k ile kendi toplumsal i mgesini yüz yüze birçok fa rkl ı
duru mda idare etmeye ve korumaya ça l ı şan bir top l um sal icraatçı
olara k ben l i k arasındaki fa rkı ana l iz etmek için özellikle sosyolojik bir
birey açıklaması gel iştirmek istemiştir. Benl i k, bu nedenle, çok yüzeyi i
veya çok yüzl ü d ü r, ya n i durumun gerekti rd iği imaj veya toplumsal
maskeyi yüzüne geçirebil i r ve gerektiğinde farkl ı toplumsal d u rumla­
ra girip çıkabilir. Goffman sadece i nsanların etiketlenmeye karşı tep­
kilerine değil, etiketiernenin çoğ u kez 'normal d ışı' davranışı nasıl
yarattığına da odaklanm ı ş, çoğu doktor, psikiyatr ve sosyal h izmet
uzma nını hasta ları veya müşterileriyle il işkilerini gözden geçirmeye
zorlam ıştır. Onla r, etiketlend i klerinde veya daha kötüsü hasta, deli
veya sapkın olara k damgalandıklarında, kendi lerini tuhaf ve normal
d ışı, soyutlanmış ve aşağ ı l a n mış h i ssettikleri için, ben l i k-imgelerini
değiştirmeye, böylece iyileşmeye veya kendilerini düzeltmeye ve
sonuçta yeni b i r hayat tarzı, yeni bir benlik imgesi geliştirmeye ve
kend ilerini normal toplumdan koparan ve soyutlayan a rkadaşlık
kal ı bı n ı değiştirmeye çalışırlar -örneğin, bir sığınaktaki evsizi, gözal­
tındaki bir holiganı, b i r bakı mevindeki ö l ü mcül bir hasta nın durumu-
DAMGA 1 93

nu d üşünün. Etiketierne süreci kendini doğrulayan kehanet süreci,


etiketin, damganın gerçekliğe dönüştüğü, deli olarak etiketlenen le­
rin deli 'haline geldikleri', hasta veya sapkın olarak etiketlenenlerin
sürekl i toplumsal azınlı klara dönüştükleri bir süreçler pota nsiyeli
yaratır. i nsanlar, bu şekilde eti ketlenmeleri ve damgalanmalarına son
verildiğinde, m uhtemelen toplum içinde kalacak ve normal yaşantı­
ları ve ki m l i klerini yeniden kurabileceklerdir. Goffman'ın çal ışması
kapsa m l ı el eştirilere uğra mış ve karşı iddialar geliştiri l m iştir.
Goffman'ın da mga teorisi, felsefi kaynağı sembolik etkileşimeilik
g ibi, bu toplumsa l etiketlerin, bu topl umsal damgaların kaynağını,
kimin damgalama kon u munda olduğunu ve niçin bazı g ruplar böyle
bir ayrıma maruz kal ı rken başka grupların kal madığını açıklayamadı­
ğ ı için eleşti ri l m iştir. O, bir toplumsa l yapı araştırmasından ziyade
sosyal psikolojik bir çalışmadır. Bu yüzden, Damga ( 1 964) ve Timar­
haneler ( 1 96 1 a) gibi eserler, toplumu ol uşturan çeşitli toplumsal
'dünyalar'a i l işkin a nlayışımızı geliştirip etkilerneyi sürdürmekte ve bu
yöndeki a l g ı m ıza derinlik ve ren k katmaktadır. Sosyolojiye Erving
Goffman gibi biçim, bağ ı ms ızlık ve kavrayış becerisi kaza nd ıra n çok
az kişi vardır.
O 1 982'de ü n ü n ü n zirvesindeyken öldü. Neredeyse bir külte dö­
nüştü ve aykırı sosyolojik bir öncü, 1 980'1erin önde gelen bir sosyal
teorisyeni olarak görüldü, öldüğü yıl Amerikan Sosyoloji Derneği'nin
başkan l ığına seçi l m işti. Çoğu kez sembol ik etki leşimeiliğin bir ta raf­
tarı olara k algılansa da, Goffman bu etiketi asla kabul etmeyecektir.
Daha ziyade, onun araştı rmaları büyük ölçüde özgün, oldukça birey­
selcidir ve sosyoloji kadar antropoloji ve sosyal psikolojiyi de biçim­
lend irmiştir.

AYRlCA BAKINIZ
• ETiKETLEME TEORiSi ve SEMBOLiK ETKiLEŞiMeiLiK -bu fikri n ataları
olarak
• KENDiNi-DOGRULAYAN KEHANET -bu tip bir başka toplumsal etki­
leşim örneği olarak
• SiMÜLASYONLAR -post-modern bir semboller ve imgelerin gücü
teorisi olarak

OKUMA ÖNERiLERi
BU RNS, T. (1 986), Erving Goffman, Tavistock -Goffman'ın hayatı ve çalışma­
sıyla ilgili kısa ve okunmaya değer bir inceleme
1 94 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

GOFFMAN, E. (1 956), The Presentation ofSe/fin Everyday Life, Penguin, Har-


monsdsworth
GOFFMAN, E. ( 1 96 1 ), Asylums, Penguin
GOFFMAN, E. (1 968), Stigma [ 1 961]. Prentice Hall
SMITH, G. (1 988), 'The Sociology of Erving Goffman', Social Studies Review ­
çok kullanışlı bir özet değerlendirme

iLERi OKUMA ÖNERiLERi


BRANAMAN, A. (2001 ), 'Erving Goffman', Ch. 8, Eli ot, A. and Tu rner, B .S. (eds.),
Profi/es in Contemporary Social Theory, Sa ge, London
MAN N ING, P. (1 992), Erving Goffman and Modern Sociology, Polity Press,
Cambridge
WILLIAMS, R. (1 998), 'Erving Goffman', Ch. ll, Part ll, Stones, R. (ed.), Key Socio­
logica/ Thinkers, Macmillan Basingstoke

Çeviri: Şebnem Özkan


Dilsel Kodlar
Basil Bernstein

FiKiR
Dilsel kod lar fi krin i n kaynağı Sosyoloji ve Eğitim Profesörü ve Londra
Eğiti m ve Sosyolojik Araştırma Kurum u Müdürü Basil Bernstein'ın
teorileri ve yazılarıdır.
Bernstein, 1 930'1arda Doğ u Londra'da bir işçi sınıfı ailenin üyesi
olara k yaşadığı deneyimlerinden ve Shored itch'teki öğretim dene­
yimlerinden ya rarla nara k geliştirdiği sosyo-lingüistik kod lar teorisini
1 97 1 - 1 990 yılları a rasında dört ciltlik bir çalışmada yayınladı.
Onun düşü ncesinin özü Smıf, Kodlar ve Kontrol adlı dört ciltlik bu
ça l ışmasında yer a l ı r: konuşma biçimin iz, kullandığ ınız d ilsel kod sizin
i ngiliz sın ıfsal ya pısı içindeki konumu nuzu ya nsıtır ve güç, ayrıca l ıklar
ve servete u laşma imka n ı n ızı kontrol eder. Nasıl kon uştuğunuz kim
olduğunuzu ve ne alacağı nızı bel irler. Bernstein analizinde savaş­
sonrası toplumda temel bilgi, g üç ve fırsat kaynağı olara k eğitime
odaklanır.
Bernstein sosyal s ı n ıfın sadece gelir ve mesleği bel irlemekle ka l­
mayıp, aynı zamanda kültürel ve d ilsel bir olgu olduğunu öne sürer.
Konuşma örüntüleri sınıfı yansıtır ve Bernstein orta sınıf konuşma
örüntülerini işçi sınıfı n ı n kilerden ayırmak için gelişmiş veya sın ırlı
konuşma kodl a rı ayrımı ya par, fakat sonraki yazı larında bu ayrımı
formel veya kamusal konuşma kodları biçiminde kullanır.

• Smırlı kodlar "kısa, gramer açısından basit, çoğu kez ta mam­


lanmamış cümleler"den oluşan, s ı nırlı sayıda ve tekrarlar içeren
sözcüklerle dolu, el kol ha reketlerinin çok yoğu n olarak kul la­
nıldığı sın ırlı veya kısıtlı konuşma ka lıplarıdır. Bu iletişim biçimi
çok yaygın olarak kullanıldığı için çoğ u n l u kla sorgulanmaz; an­
lam kapalıdır ve beli rl i bir kesime özgüdür, yan i bel irli bir du-
1 96 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

rum veya il işkiyl e sı nırl ıdır ve bu yüzden yabancı bi rin i n söyle­


neni anlaması zordur.
• Gelişmiş kodlar gra mer açısından çok daha yerinde, mantıklı ve
betim leyicid i r. Anlam daha geniş b i r ke l ime dağarcığı na, daha
fazla ayrıntıya başvurularak açıkl a n ı r ve belirli bir d i nl eyicinin
i htiyaçları ve bilgisine uygu n d üşecek bireyselci bir açıklama
seçil ir. Bu yüzden, gelişmiş kod l a r genele açıktır, herkes tarafın­
dan a n laşılabilir, bel irli bir bağlam veya toplumsal grubun mev­
cut bilgileri ne bağ l ı değildir.

Bernstein bu sosyal sınıf temelli konuşma kod la rının kaynaklarını aile


ilişkileri, sosyal leşme pratikleri, bedensel ve bedensel-olmayan mes­
leklerin doğası temelinde açıklar. i şçi sın ıfı ailelerde ilişkiler ve otorite
kesin ve nettir: Bernstein'ın deyi miyle konumsa l d ı r. Baba otoritesini
tartışmadan ziyade emrederek (örneğin, 'sesini kes' ifadesiyle) göste­
rir. Orta sınıf ai lelerde il işkiler daha kişisel ve daha az katıd ı r. i letiş i m
d a h a gelişmiştir v e sabit değildir, kararlar tartışılır v e kura l la r m üza­
kere ed i l i r. Sı nıf-aile tem e l l i bu fa rklı l ıklar, ayrıca, orta sı n ıfla ve işçi
sın ıfıyla ilgili fa rkl ı iş d u ru mları n ı ya nsıtmaktad ı r: mavi yaka l ı işçilerin
-konuşma ların az sayıda doğrudan talimatla sınırlı olduğu- bedensel
becerilerine karşı, beyaz yaka l ı çalışanların -işin asıl özü nü karar al­
ma, müzakere ve iş gelişiminin ol uşturduğu- sözel becerileri. Nitekim
onların çocukları farklı bir iletişim biçimi ve otorite yapısı içinde sos­
yalleşirler.
Bu analiz, işçi sınıfı top l u l u klarda ilişkilerin yüz yüze (mekanik) bir
yapıda olduğunu vurg u l a ması bakımından Durkheim'in mekanik ve
organik dayanışma biçim leri analiziyle bağlantılıdır, fakat bu yüzden
arada birçok anlam atlanır. Orta sınıfın 'dünyası', aksine, çok daha
hareketli, kişisellikten uzak ve bireyselcidir, bu yüzden iletişim formel
ve açıktır (organik). N itekim Bernstein'a göre, bu özel grubun iş i l işki­
lerine, g rup içi i lişkileri ve aile rol sistemlerine baktığım ızda, "sosyal
sınıf genlerinin genetik bir kod a racılığıyla daha az aktarılabileceği ni,
aksine bu aktarırnın bizzat sosyal sın ıfın gel işmesine yardımcı olduğu
bir iletişim kodu a racılığıyla çok daha fazla sağlanabileceği"ni öne
sürmek mantıkl ı d ı r.
Bernstein bu kod ları başlangıçta eğitsel başarıda sosyal sınıf fark­
l ı l ıkları n ı açıklamakta ku llanır. Oku llar, daha çok "evrenselci a n l a m
d üzenleri" üzerine kuru l muş orta s ı n ı f kurumlard ı r. Öğretmenler
esasen orta sı nıftandır ve gerçekte gelişmiş bir kod a racılığıyla i leti­
şim kura rlar. Böylece, orta sın ıftan çocu klar oku lda kendilerini 'evde'
hissederlerken, işçi sınıfı ndan çocuklar 'yabancı' bir d i l l e yüz yüze
DiLSEL KODLAR 1 97

oldukları yabancı bir o rta mda hissederler. Ayrıca, onların sınırlı ko­
nuşma şekilleri sadece okul tipi bilginin -ya ni, ders kitapl arı ve öğ­
retmenlerin akta rdı kları soyut kavramlar ve düşüncelerin- öğrenil­
mesini engel lemekle kal maz, aynı za manda onları güç d uruma (ve
daha alt bir konu ma) düşürür. 'Argo' d i l leri öğretmenler tarafı ndan
küçümsenir ve teşvik edilmez. Hataları sürekli olarak d üzeltil i r ve
sınırlı kel ime d ağarcıkları cah i l l i k ve ka ba l ı k olara k yoru mlan ır. Bu
yüzden, onların etiketlenme ve cezalandırılmaları ihtima l i yüksektir.
Onlar öğretmenleriyle orta s ı nıftan çocuklar g i b i i letişim kuramazlar
ve öğ retmenler sadece otorite kişiler olarak görü l ü r. Bernstein'ın
ortaya koyduğu gibi, "bu, öğrenci ve öğretmen in birbirlerinin d ü nya­
larını önemsemed ikleri ve iletişi m i n farkl ılıkları sergileme aracı haline
geldiği bir d u ruma yol açabilir". i şçi sınıfından çocuklar, bu yüzden,
muhtemelen daha fazla oranda alt d üzey konu mlarda ka lırlar, ta m
akademik bilgiden (ve u laşı lması gereken özel liklerden) dışlanır,
kendilerini aşağı h i sseder ve böylece gelecekteki işe uygun biçimde
sosyal leşirler.
Dilsel kod lar, bu yüzden, işçi sınıfın ı güç kon u m larından ve ayrıca­
lıklardan d ı şlayan orta sınıf kimlik ve birliği yaratma ve sürdürme
a racı sağ layan sınıfsal yen iden-üreti m biçim i olara k h izmet eder.
Bernstein ve a rkadaşları, Lon dra Enstitüsü'nde, d i lsel kod ların çok
farkl ı bağlam la rda -örneğin, resimlerin tasviri, oyu nların oynanışı, bir
h ı rsızl ı k d u rumunda ve hatta orta sınıf ve işçi s ı nıfından annelerin
ku llandıkları farklı sosyal kontrol biçi mlerinde- nasıl işlediklerini ke­
sin olara k ortaya çıka rmak ve belirlemek için birçok deney yaptılar.
Ancak Bernstein buradan temel bir sın ıfsal egemenlik ve yeniden­
üreti m aracı olara k eğitsel bilgi analizine geçer. Okul m üfredatını
kontrol edenler sadece ona daha iyi ulaşmakla kalmaz, aynı za manda
bilgi olara k tanımlanan şeyi de kontrol ederler. Okullar ve öğretmen­
ler, ona ulaşmak, bir sınav sisteminde iyi olmak ve böylece üst d üzey
iş kon u m larını elde edebilmek için gerekli a kademik bilginin gelişi­
mine katkıda bulu n u rlar. Orta sın ıf, bu yüzden, hazır bir avantaja
sahipti r ve böylece onlar çocu klarının kendi mevcut sınıfsal egemen­
liklerini sürd ü receklerinden emin olabilirler. Aynı şekilde, işçi s ı nıfın­
dan çocuklar, Bernstein'ın i l k çalışmasında ima edildiği gibi, okul
sistemi içind eki yetersizlikleri nedeniyle, sınırl ı konuşma ve dil d üzey­
leri yüzünden değil, a ksine sistem -orta sın ıftan çocukları orta sınıf
bilgi ve kon uşma kod ları temelinde seçerek- onları başarısız kı ldığı
için başarısız olu rlar. Bernstein ve ça lışma a rkadaşları, Sımf, Kodlar ve
Kontrol'de (Cilt 1 -4, 1 97 1 - 1 990), okul müfredatının sın ıfla ndırılma ve
öğretilme biçi m i n i ve o n u n ayrıca sınıflara-dayalı bir topl u mdaki
1 98 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

toplumsal ilişkileri nasıl ya nsıttığı ve pekiştirdiğini analiz ederler.


Bernstein'a göre, m üfredat belirli konuları d iğer kon u l a rdan kesi n
çizgi lerle ayıran sıkı bir bilgiler 'derleme'si olarak veya konu ları birleş­
tirmeye ve örtüşen s ı n ırları bel irlemeye ça lışan disiplinler-arası kodlar
olara k a n laşılabilir. Ö rneğ in, fizik ve kimyayı kuşatan sıkı bağları bir­
leştiril m iş bil im, sosyal a raştırmalar veya ifade sanatlarının genişliği
ve çeşitl iliğ iyle karşılaştırın. Derleme kod la r çoğu kez onaylanan bilgi
olarak, itiraz veya tartı ş madan ziyade öğrenmeyi gerektiren olgular
ve sayılar olara k düşünülürken, birleştirilmiş kodlar tartışma ve dü­
şü nmeyi teşvik eden daha öğrenci merkezl i şeyler olara k görü l ü r.
M üfredat, onun düzenlenme ve öğretilme biçimi, bu yüzden, sınıf
içinde öğretmenler ve öğrenciler arasındaki güç ilişkilerinin, Berns­
tein'a göre büyük ölçüde toplumdaki güç yapısını yansıtan i l işkilerin
göstergesidir. Bir seçenek sunulduğu nda, örneğin, işçi sınıfı kökenli
öğrencinin bilim ve matematik gibi daha teorik disipli nlerden ziyade
birleştiril mi ş müfredatı seçmesi i htimali yü ksektir. Dolayısıyla onun
A-Seviyesinde eğitim almak ve ü niversiteye girebil mek için gerekli
dereceleri kaza n ması ihtimali daha düşüktür.
Bu yüzden, Bernstein'a göre, öğrencileri sadece l iyakat temelinde
işleyen kurumlar o l maktan uzak olan okullar, gerçekte fırsat eşitliği
kılığında işleyen bir sınıfsal yeniden-üret i m ve eşitsizlik sisteminin
tam a mlayıcı parçaları d ı r.
Böylece, Bernstein'ın genel a macı "güç i l işkilerinin bilginin d üzen­
lenmesi, dağılımı ve değerlendirilmesine topl umsal bağ l a m aracılı­
ğıyla nasıl nüfuz ettiği"ni açıklamaktır. Du rkheim ve Mead d i lsel kod­
lar üzerine i l k çalışması üzerinde etkil i olsa da, Marksizm onun yen i
analizlerinde daha egemen konumdadır. Bernstein'ın yarumcu ve
yapısaler düşüncelerden ya ra rlanarak yapmaya çalıştığı şey, bir sınıf­
sal yeniden-üreti m döngüsü teorisinden başka bir şey değildi.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Basil Bernstein'ın d ilsel kodlar a n layışı i ngiliz eğitim sosyolojisini
büyük ölçüde etkiledi. Bu anlayış birçok empiri k a raştırmaya esin
kaynağı oldu ve eğitimde başarı konusunda uzunca süred i r devam
eden tartışmalara yen i bir boyut kazandı rdı.
Bernstein'ın teorisi savaş-sonrası i n g i l iz eğitim sosyolojisindeki iki
ana gelenekten beslenir.

• 1 950'1er ve 60'1arda, o rta sınıf ve işçi sınıfından çocukların eğit­


sel başarıları ndaki büyük farklılıkl a rı onların topl u msal kökenieri
DiLSEL KODLAR 1 99

temelinde açıklama girişimi.


• 1 970'1erde, bilginin kapitalist bir topl u mdaki sınıfsal eşitsizlikie­
rin nasıl sınıfsal yeniden-üretim ve sosyal kontrol ün tamamlayı­
cı bir parçası haline geldiğini açıklamak için 'yen i' bir eğitim
sosyolojisi kurma g i rişimi.

Ancak o, ayrıca, oldukça şiddetli bazı ta rtışmalar başlattı -bu n l a rı n bir


bölümünde onun tezi abart ı larak veya çarpıtılara k yoru mlanmakta­
dır.
Bernstein, asla işçi s ı nıfı konuşma ka lıplarının basit veya yetersiz
olduğunu söylemese, açıkça 'işçi sın ıfı d üzgü n kon uşmadığı için
zekice düşü nemez' demese bile, aslında bunu ima eder görü nür; ve
Cari Bereiter gibi yazarlar bu teoriyi alt gelir grubundakiler ve Siyah­
ların Amerikan eğitim sistemi nde n için başarısız oldukları n ı göster­
mek amacıyla kullanmışlardır: zira bu insanlar kullandıkları kon uşma
kalıpları bilişsel gelişimlerini geci ktird iği ve soyut düşünceleri a n la­
maları n ı güçleştird iği için başa rısız olmaktad ı rlar. Harold Rosen
( 1 974) ve William Labov (Keddie 1 973) bu iddialara şiddetle karşı
çıkar. Rosen, Bernstein'ın sosyal sınıf ta n ı m larının kullan ışsız olacak
ölçüde bel irsizl ikler içerd iğini öne sürer - Bernstein, bazen bedenen
çal ışmayanların tümünü orta s ı n ıf ve tü m bedenen çalışanları da işçi
sınıfı olara k almakta, a n ca k başka zamanlarda bu son kategoriye
sadece a lt d üzey işçi sınıfın ı dahil etmekted ir. Onun bu kodlarla ilgili
kanıtları, çoğu kez, orta-sınıfın üstünlüğü iddiasın ı karşılayamayacak
ölçüde yetersiz ve zayıftır. Labov'un Siyah Amerikalıların kon uşma
kalıpları analizi, bu kon uşma kal ı pları n ı n tutarsız, g ramere aykırı veya
mantıksız ol mayıp, a ksine gelişmiş bir kod kadar zengi n ve rasyonel
ve aynı şekilde, kura l l ı ve ka rmaşık fikirleri ele a lacak yeterl i l i kte ol­
duklarını gösterir. Özetle, orta s ı n ıf kendi i ngil izce'sinin üstün oldu­
ğunu iddia edecek bir top l u msal güç konumu ndad ır.
Bernstein işçi sınıfı n ı n d i l i n i sıcak ve can l ı, basit ve dolaysız olarak
tasvir eder:
Bence, kod kısıtlaması her zaman dilsel veya kültürel yoksu nluk
yaratmamıştır, zira kültürel ve yaratıcı formda bir zarafet ve çeşit­
lilik vardır.
Ayrıca o, 'Eğitim Toplumu Telafi Edemez' isimli yazısında ( 1 970),
telafi eğitim i kavra m ı na, yoksul işçi sınıfı nın eğitsel yetersizli klerini
gidermeyi a maçlayan Eğitsel Olara k Ö ncelikli Alanlar gibi g i rişimiere
şiddetle karşı çıka r; zira burada söz konusu çocukların niçin başarısız
oldukları soru l ma k yerin e daha çok ebeveynler suçlanmaktad ı r.
Bernstein, "aslında, işçi sınıfı d iyalekt"te çocuğun gelişmiş kodu öğ-
200 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

renmes ini engel l eyecek hiçbir şey olmadığ ı n ı öne s ü rer: o söz konu­
su çocu kları eğiti m siste m i m izde fazla ava ntajsız kon uma sokmaz.
Bernstein, benzer şekilde, dilsel kodları bölgesel d iyalektlerden ayırır,
ancak ayrıca standart bir orta sınıf i n g i lizce'den ziyade Liverpool ağzı
ve Londra l ı aksa n ıyla kon uşmak çoğu kez bir hand i kap yarata bilir ve
bu özellik zeka düşüklüğü ve ilkel lik olarak da mgalanabilir.
Başka yazarlar, Bernstein'ın d i lsel kod lar tanımı ndaki bazı belirsiz­
l ikleri, onun bu kodl a rı karşı uçlar olara k s u n masını eleştirmişlerd i r
(burada kon uşma, daha ziyade, argodan a kıcı v e d üzgün bir ifadeye
doğru bir sürekl i l i k çizgisi sergiler görü n mekted i r). Daha da önemlisi,
bu eleştirmenlere göre, onun deneyleri bu kod ların sosyal sınıf fark­
l ıkla rı ve sın ıfsal i l işkiler açısı ndan temel olduğunu gösterecek kesin
ka nıtlar sağlayamamıştır. Arkadaşları, b u kavra m ı kendi deneylerinde
daha az kul l a n mışlard ı r ve hatta Bernstein a rtık 'kontrol biçimleri'ni
sosyo-leng üisti k kod l a rdan daha fazla vurg u lamaktad ır. Ayrıca, David
Harg reaves vd. gibi ( 1 975) benzer araştırmalar, oku l ların mutlaka
gelişmiş kod lar kullanma dıkları nı, a ksine onların -Bernste in'ın teori­
sine göre- işçi s ı n ıfı ndan öğrencilerin kendilerini daha fazla evde
hissetmelerini sağla ması gereken (!), büyük ölçüde 'kapalı' anlamlar
ve kısa katı emi rlere dayand ıklarını göstermekted ir.
Rachel Sharpe gibi rad ikal yazarlar, Bernstein'ın çalışmasında da­
ha yeni Marksist bir çerçeve kul l a n ı l masına rağmen, onu özünde
işlevselci ve Weberci olara k görürler. Onlara göre, Bernstein uyg u n
bir sınıf tan ı m ı veremez, d iyalektik a na lizi uyg u n biçimde kullanamaz
veya kapita l ist topl umdaki temel üretim i lişkileriyle bu kod l a rı n bağ­
lantısını açıkça kuramaz. Pap ve Pleh'in a raştırması ( 1 974), gelişmiş ve
kısıtlı kodların Macaristan gibi görünüşte sın ıfsız toplu mlarda bile
b u l u nduğunu göstermekted i r. Karabel ve H a l sey'in ( 1 977) öne sür­
düğü gibi, Bernstein'ın tezi Britanya gibi açıkça sın ıf-temelli bir top­
l u mda a n l a m l ı olsa bile, onu örneğin Amerika veya Kom ü nist Çin'e
uygulamak zordur.
Bernstein ve arkadaşları, bu fıkrin ilk ortaya atıldığı 1 960'1ar ve
70'1er döneminde özellikle dilsel kodlar kavra m ı n ı ku l l a narak eğitsel
başarıyı açıklamaya çalış ırla rken, daha sonradan sınıf-temelli bir top­
l u mdaki g ü ç yapıları ve s ü reçlerini açıklamaya yönelmişlerdir. Özelde
onlar, toplumdaki güç ve kontrolün büyük ölçüde kurumsal ve kişisel
düzeyde işlediği s ü reçleri bel irlemeye meraklıdırlar; yani, onlar kapi­
talist bir topl umdaki sınıfsal i lişkilerin a i le içinde, oku l larda ve işte
dilsel kod lar a racılığıyla nasıl aktanldığı ve yeniden-üretil d iğini açığa
çıkarmaya çal ışırlar. Bernstein, dilsel kod lar kavramını daha kesin
olarak ta n ı m lamayı ve onların arkasındaki i l keleri ortaya çıka rmayı
DiLSEL KODLAR 201

amaçlar; onlar nası l yaratılır ve eşitsizl iği meşrulaştı rmaya ve artırma­


ya nasıl h izmet ederler? Bernstein'a göre, nispeten basit bir işbö l ü m ü
'kısıtlı' dilsel kodlar v e ilişkilere yol açarken, toplumsa l işbö l ü m ü daha
kompleks hale geldikçe ve işçi-işveren i lişki leri kişisellikten uzaklaş­
tı kça, d ilsel iletişim kodu ve kontrol daha gelişkin hale gelir. Örneğin,
bir atölyede patran ve işçiler a rasında kullanılan kısa sert em irleri ve
aralarındaki iletişimi modern bir şirkette yönetim kuru lu üyeleri baş­
kan arasındaki gelişkin tartışmalarla karşılaştı rın.
Dilsel kod lar, temel sınıfsal egemen l i k ve yen iden-ü reti m meka­
n izmaları o l salar da, hem okulda (örneğin, öğrenci alt kültürleri için­
de) hem de işte (sendikada) 'muhal if' kod lar ü retebilirler, zira öğrenci
veya işçi gru p ları d i l i kendileri n i savu nmak ve güç kon u m u ndakilere
karşı muhalefeti örgütleme k için kul lanırlar. Bu m u h a l if kod lar bastırı­
lan sın ıfların d ireniş potansiyelini ve hatta yönetici s ı n ıflar arasındaki
iç çelişki ve çatışma ihtimal lerini ayd ı n latır. Kod kontrolü pasif olara k
sağlan maz; onlar 'a kta rıcı lar' v e 'a lıcılar' a rasında sürekli etkileşimi -
hatta mücadeleyi- gerektirir. Nihayetinde, bu teori, insan la rı n sınıfsa l
egemenl iğe karşı -sembolik, ekonomik veya siyasal- direnme ve
hatta isya n potansiye l i n i ka bul eder.
Böylece, Bernstein'ın dilsel kod lar teorisi çok daha geniş ve derin
bir anal ize dönüşmüştür. Kökleri eğitimde olsa bile, artık Bernstein,
daha açık bir biçimde sın ıfl ı bir topl u mda güç, egemenlik ve iletişim
analizine odaklan ır. O uzun bir yol kat etmiştir, halen önemli bir etki­
ye sah iptir ve (bazı GCSE adayları işçi sınıfından çocukları sadece d i l
yoksunu olarak değ il aynı zamanda dilsel açıdan 'a hlaksız' olarak
betimleseler bile) sosyoloji eğitim i n i büyük ölçüde etkilemektedir.

AYRlCA BAKINIZ
o POST-MODERNiZM
o SÖYLEM ve
o SiMÜLASYONLAR p ost- m od er n dil ve sembollerin gücü teorileri
-

olarak

OKUMA ÖNERiLERi
BERNSTEIN, B.B. ( 1 970), 'A Sociolinguistic Approach to Social Learning',
Worsley P., Modern Sociology lntroductory Readings, Penguin -Bernstein
burada kendi görüşlerini özetler.
LABOW, W. (1 973), The Logic on non-Standard English', Keddie N., Tinker
Tailor ... The Myth of Cu/tura/ Deprivation, Penguin
202 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

ROSEN, H. ( 1 974), Language and Class, Fal l ing Wal l Press -ikisi de Bernstein'ın
görüşlerini eleştirir

i LERi OKUMA ÖNERi LERi


BERNSTEIN, B. B. ( 1 961 ), 'Social Class and Linguistic Development - A Theory
of Social Learning', Halsey et al. Education, Economy and Society, Free
Press
BERNSTEIN, B.B. ( 1 97 1 -75), Class, Codes and Control, vol. 1 -3, Rout ledge &
Kegan Paul
HARGREAVES, D.H. ET AL. (1 975), Deviance in Classrooms, Routledge & Kegan
Pau l
KARA BEL, J. A N D HALSEY, ( 1 977), A.H. Power and ldeology in Education, O U P
SHARPE, R . (1 980), Knowledge, ldeology and the Politics of Schooling,
Ro u tledge & Kegan Paul

SINAV SORUSU
Eğitsel başarıda sosyal sınıf fa rklılıkları n ı n açıklanmasında 'd ilsel kodlar'
ne kadar önem lidir? Tartışınız. (Oxford Sı nav Komisyonu, Mayıs 1 985)

Çeviri: Ümit Tatlıcan


Eleştirel Teori
Frankfurt Okulu

FiKiR
'Eleştirel Teori' terim i n i n kaynağı Fra nkfu rt Ü niversitesi'nde 1 923'te
kurulan Fra n kfurt Sosyal Teori Okulunda birlikte çalışan bir gru p
Marksist akademisyenin ve ayrıca 1 980'1er v e 1 990'Iarda J ü rgen Ha­
bermas ve arkadaşları n ı n yazıları ve yayın larıdır. Eleştirel Teori asla
tek bir düşünce oku l u olmasa, sürekli aynı üyelerden ol uşmasa bile,
onları birleştiren noktalar geleneksel Marksist d üşüncenin çağdaş
olaylar ışığında yeniden değerlendirilmesi ve özelde tota l itarizmden
nefret, Nazi Almanyası ve Sovyet kom ü n izm inin otoriter rej imlerinin
bireysel özgürlüklere ve insanlığa karşı yarattıkları tehditler ve savaş­
sonrası kapitalizmin baskıcı ideolojisidi r. Oku l u n önde gelen temsilci­
lerinin çoğu, özellikle Max Horkheimer, Erich Fromm, Herbert Marcu­
se ve T.W. Adorno bizzat siyasal sığ ınmacıydı. Marksistler ve Yahudi­
ler 1 930'1arda Nazi Almanya'sından göç etmek zorunda kaldılar ve
Enstitü 1 934'te Col u m bia Ü niversitesi'ne taşı ndı ve 1 949'a kadar
faaliyetlerini orada sürdürdü.
Savaş-sonrası dönemde Frankfu rt Okulu, onun neo-Marksist eleş­
tirel teorisi, kapitalizm karşıtl ığı ve Amerika karşıtı polemikl eri, benzer
şekilde rad ikaller ve öğrencilere ilham kaynağı oldu ve Yen i Solun
öncüsü kon u m u na geldi. Asıl oku l u n faa liyetleri 1 973'te Adorno ve
Horkheimer'in ö l ü mleriyle d u rsa da, Jürgen Habermas'ın yazıları
eleştirel oku l u n çalışmaları ve fikirlerine ilg iyi yeniden ca nlandırdı.
Eleştirel teoriyi tek ve birleşik bir sosyoloj i k düşü nceler topluluğu
olarak s ı n ıfland ırmak zordu r. Daha ziyade o, teorik bir çerçeveyi,
Marksizm'i Freudcu kavram larla, felsefeyi psikanalizle, ekonomik
araştırmayı -aileden kitle i letişi m a raçlarına, ekonomi ve devlete
kadar birçok sosyolojik alanla i l işkili- tari h sel ve kültürel analizlerle
birleştirmeye çalışan d isiplinler-arası bir yaklaşımı temsil eder. Eleşti-
204 SOSYOLOJIDE TEMEL FiKiRLER

rel teori, otoriter bir devlet veya bir tüketi m topl u m u n u n ihtiyaç
duyd uğu ruh veya kişilik tipi ha kkı nda güçlü bir psikolojik a n a l iz
içerir. B u n u n ürünleri, Erich Fromm'un çalışmaları ve Theodore
Adamo'n u n Otoriteryan Kişilik ( 1 950) ve Herbert Marcuse'un Tek
Boyutlu insan ( 1 964) adlı eserleridir.
Bütün bunlara rağ men, eleştirel teorin i n ana hedefi modern top­
l umdaki tüm egemenlik biçimlerinin 'eleştirel' bir analiziydi.
Bu özel ilgi Fra n kfurt Okulu teorisyenlerinin içinde yaşadıkları dö­
nemin -total iter toplumların ortaya çıkışı, Nazi topla m a ka mpları ve
Sta l in'in tasfiye l erin in yarattığı korkular, otoriterya nizm ve bireysel
düşünce ve özgürlüğün bastırılmasının- bir yansımasıyd ı. Gelişmiş
kapitalizm ve Sovyet sosya lizmi, o döneme kadar i nsanlar tarafından
geliştiril miş, kalabalık tü m nüfuslarının i htiyaçlarını karşılayabilen,
ancak aynı zamanda i nsan ları kitlesel d üzeyde kontrol edip g ü d ü m­
leyebilen -Orwell'in 1 984 adlı roma n ı ndaki bütün korku ları n ı gerçek­
leştirir görünen- en güçlü sosyal sistemlerdi .
Yen i kom ü n ist devletler Marksizm'i kitleler üzerindeki ideolojik
hakim iyetleri n i n (buna fiziksel güç ve terör de dahildir) temeli olara k
kul lanırlarken, Batı ka pita l izmi Amerika, B ritanya v e Batı Avrupa'daki
emekçi sınıfları bir 'ya n l ış bilinç' ve maddi tatmi n duygusu içinde
etkisizleştirmek için tüketimeilik ve bireyci lik gibi daha i ncelikli ideo­
l ojilere başvurma ktaydı . Eleştirel teori ta raftarları bu egemen ideolo­
jileri ana liz etmeye ve yönetici sın ıfların gücünü veya devletin haki­
miyeti n i -devri mler veya demokrasiyle- kırma g irişim lerinin niçin
başarısızlıkla son uçlandığını açıkla maya ça l ı ştılar.
Eleştirel teori, böylece, Marx'ın 'yabancılaşma', D u rkhei m'ın
'a nomi' ve Weber'in 'çelik kafes'iyle aynı gelenek içinde yer al ıyordu:
bu gelenek bürokrasi, teknoloji, medya ve devletin her yere sızan ve
baskıcı g üçleri ortasında boğ ulan bireyin özgürlük çığlığıydı. Onlara
göre, modern d ünya, bireyin maddi bol l u k ortasında anlam ve bilgi
arayışı ruh u n u ve teknik ilerleme, bürokrasi ve kitle kültürü n ü n yüzü­
nü göstermeyen g ü çleri karşısında bireysel özg ürlük ve kontrol için
mücadele ru h u n u kaybettiği ma nevi bir çöldür. Fra nkfurt Oku l u teo­
risyenleri, gerçek olmakta n çok uza k olan modern dünya n ı n yönetici
sın ıfı n gücü n ü gözlerden saklayan ve meşrulaştıra n ideolojik bir
çarpıtma olduğunu göstermeye çalıştılar. Onlara göre, rasyonel,
özgü r ve i lerlemeci olmaktan oldukça uzak mevcut toplum, temel
insani özgürlü kleri -seçme, ortaklaşa ve rasyonel kara rlar verme
yeteneğini- zayıflattığı veya yıktığı için, i rrasyonel ve baskıcıdır. Yap­
tıkları propagandaları n aksine, bireysel özgürlüğün kaleleri olmakta n
uza k olan Batı l ı topl u m lar, la netleyip eleştird ikleri kom ü n ist toplum-
ELEŞTiREL TEORi 205

lara benzer biçimde, 'tek boyutlu insanlar' yaratarak 'to p l u m u tama­


men yönetme'ni n g üçlü örneklerini o l uşturd ular.
Eleştirel teori nin a macı modern toplumda ki bireyi özgürleştir­
mekti: bu da, onlara göre, söz konusu baskıcı g üçleri eleştirel analize
tabi tutup zayıfl ı kları n ı teşhir etmekle ve böylece bu ideolojik şart­
lanma konusunda bir s ı n ıf bilinci yaratmakla m ü m kü ndü. Onlar ayrı­
ca, gerçekte özg ü rleşmiş ve rasyonel bir top l u mun neye benzeyece­
ğini ana hatlarıyla ortaya koyarak, benzer şekilde, kitleleri devri mci
düşünce ve eylem için harekete geçirmeyi umd ular.
Fran kfurt Oku l u teorisyenleri bir ya ndan Ma rksizm'i eleştirilerinin
bir temeli olarak kullan ırken, öte yandan geleneksel Marksizm'i di­
ğerleri gibi bir ideoloj i olmakla eleştirdiler. Onlar klasik Marksizm'i
fazla determin ist olduğu, ekonomik güçlere tarihsel gelişirnde fazla
önem tanıyı p bireyin rol ü n ü küçümsed iği, Sta l i n g i bi tira n lar tarafın­
dan kitleleri bastırmak ve hakikatleri (!) çarpıtmak amacıyla kullanılan
baskıcı bir ideolojiye dönüştürüldüğü için eleştirdiler. Fakat onların
niyeti, Marksizm'i zayıflatmak değil, aksine çağdaş gelişmeler ışığında
onu yen iden ca nlandırmak ve yaşatmak, -'özgü r bir insa n la r toplu­
mu'nu öngörme ve sağlamanın temeli olarak- daha bireyselci bir
sosyal ist top l u m yaratmak ve toplumu insancıl laştırmaktı (Horkhei­
mer, 1 93 7) . Eleştirel teori, böylece, neo-Marksizm'in bir kod adı, genç
Marx'ın d üşünceleri n i Freud ve Weber'in Ma rksist ol mayan düşünce­
leriyle birleştirerek resm i Marksizm'i l i beralleştirme ve Batı topl u m u­
nun daha esnek, hümanist ve radikal bir yorum u n u ya pma g i rişimi
haline geldi.
Tom Bottomore eleştirel teoride dört temel tema tespit eder:

1 . Pozitivizm ve empirizm eleştirisi. Modern bilimsel analizin temeli


olarak, bir bilgi teorisi olarak ve modern sosyolojinin temel i ola­
rak cidd i bir pozitivizm ve empirizm eleştirisi. Sırasıyla Gelenek­
sel ve Eleştire/ Teori ( 1 937) ve Akti ve Devrim ( 1 94 1 ) gibi temel ça­
lışmalarda Horkheimer ve Marcuse, pozitivizm i n insan davranışı
analizin in fazla determinist olduğunu öne sürerek, bir bil i m ola­
rak sosyoloji fikrini reddeder. Pozitivizm, insanla rı -oldukça de­
term in ist bir neden-sonuç şeması içinde- şeyler gibi ele alır, ol­
gularla değerleri ayırmayı başaramaz ve toplum içinde olan ları
olması gereken lermiş gibi su narak mevcut topl u msal d üzen i
meşrulaştı m v e değişmeyi engel ler. Özel likle bilimin g ücü, tek­
nolojik, ekonomik ve siyasal kararların a rtık 'bilimsel' onaya
bağlandığı, bütün eleştirilerin itiraz edilemez karmaşık bilimsel
bir söylemle ve teknik ayrıntılarla ba stırıldığı, her 'ilerleme'nin
206 SOSYOLOJIDE TEMEL FiKiRLER

bilim adına meşrulaştırıldığı yeni bir 'teknokratik' egemen l i k bi­


çimini desteklemek ve güçlendirmek için, bizzat yönetime dev­
redilir. Yönetici seçki nler bilimi artık kend i egemen liklerini giz­
lemek ve meşru laştırma k, modern top l u m u kişisel l i kten uzak ve
tamamen güçlü bir birim kılmak, gerçekte kontrol altında tutu p
yön lendirmek için kullanı rlar. Pozitivizm, gerek toplumsa l gerek
doğal haki kati ortaya çıkartan bir ara ç olmak yerine, artı k kapi­
talist sınıfın (ve kom ü nist devletin) insanlar ve doğayı daha faz­
la sömürmek, kazançları ve kontrol leri art ırmak, yönetici seçkin­
leri destekleyen bir gerçekl ik imgesi geliştirmek için kullandığı
'araçsal aklın' kaynağı hal ine gelmiştir. Bilim artık n ü kleer silah­
lar, kimyasal kirlenmeler veya uzay a raştırmala rıyla i l g i l i kararla­
rın doğru ları ve yan l ışları üzerine fel sefi tartışmalar içermez, ak­
sine sadece güçlü, insa n l ı ğ ı n etkisine kapalı kararlara h izmet
eder -ancak aynı za manda, hakikat ve bilgi peşinde koştuğu
görüntüsü verir. Horkheimer ( 1 937) 'diyalektik teori'yi, poziti­
vizme karşı çıkan ve onu her tür bilgi üzerine düşünmenin ve
insan düşü n cesini özgürleştirmenin temeli olara k gören eleşti­
rel bir yaklaşım olarak gel iştirir. Bir a rg ü ma n, olgu veya teoriyi
asla tamamen doğru o larak kabul etmeyen diyalektik teorinin
d ünyayı eleştirrnek ve değiştirmek için gerekli temeli sağlaya­
cağına inanıl ıyord u .
2. Gelişmiş toplumlardaki yeni egemenlik biçimlerinin analizi. We­
ber g i bi, Fran kfurt Okul u teorisyenleri de, modern i nsanı yeni
bir kontrol biçimi -tekn ik-rasyonaliteni n güçleri- tarafından
sindiri l m iş bir varlı k olarak gördüler: ister kapitalist veya komü­
nist, isterse demokratik veya tota liter olsun, bütün modern sis­
temler, mantıksal ilerleme adına bireysel muhalefeti, haklar ve
özgürlükleri yok ederek, bil imsel teknikler ve teknolojiyi toplu­
mun temel g üçleri kılarlar. B u teorisyen ler, tekelci kapital izmin
gelişimi, ekonominin devletçe kontrolü ve planlamasındaki a r­
tış, bürokrasi, otomasyon ve mekan izasyonun h ızla artışı gibi
genel eğili mleri bu sü rece örnek olara k verirler: bütün bunlar
rasyonel ve görünüşte mantıklı gelişmelerd i r, ancak bireyi n gi­
derek daha güçsüz, soyutlanmış ve hayal kırıkl ığına u ğ ramış
göründüğü, kişisel ilişkilerden çok uza k yabancılaşmakta olan
bir dü nya yaratırlar. Sosyal kontrol ve merkezi plan lama tama­
men yayg ın hale gelir, kimse kontrol a ltında görün mez, çünkü
muhalefet etkisini yitirmiştir. Horkheimer ve Marcuse, tıpkı We­
ber gibi, insa n ı n bu ta hakküme d irenme gücü ha kkında g iderek
daha kötümser düşün meye başlar. Marcuse, örneğin, Tek Boyut-
ELEŞTiREL TEORi 207

lu insan da ( 1 964), kapitalist toplumlardaki iki temel sınıfın etkili


'

tarihsel biri mler olmaktan çıktıkla rını ö ne s ü rer. Haki m iyet a rtık
sın ıflarda değil, bilimsel-teknoloj i k rasyonaliten in kişisel­
ol mayan g üçlerinin eli ndedir. i şçi s ı n ıfı kitlesel tüketim ve ras­
yonel üretim sü reçleri tarafından asimile edi lirken, ortada hiçbir
muhalefet ka lmaz.
3. Kültür endüstrisi analizi. Kültür endüstrisi kitlesel yönlendi rme
ve aldatmanın temel bir biçimi olara k görü lü r: burada, bütün
kültür biçim leri sadece insanlık durumu hakkında n itel bir ifa­
deden, bir toplu msal eleştiriden yoks u n bir eğlence tarzına ve
reklamcı l ı k sektörü a racılığıyla yeni bir tüketiciyi kontrol biçimi­
ne dönüştü rül ü r. Adorno, özel l ikle bütün kültürel formları -
edebiyat, sanat ve müzik eserlerini- a naliz etmeye çalışır: bura­
da a maç, geçmişteki büyü k çalışmaların aksine, modern kültü­
rün artık g ü n ü m üzün eleştirel bir a na l izini yapmadığını veya bir
gelecek vizyonu sunmadığını göstermektir. Hatta bu eserler bi­
reysel yetenek ve yaratıcılığı yansıtmaz, onlar piyasada satı l­
mak, kitleleri eğlendirip kontrol altında tutmak amacıyla kitlesel
olara k üretilirler. Marcuse, kültür endüstrisinin tekelci sermaye­
ye yeni pazarlar sağla ma, tü keti meilik ve maddiyatçıl ı ğ ı sür­
d ürme ve kapital izme karşı eleştiri ve hoşnutsuzl u kları engel­
leme aracı olarak 'ya n l ı ş ihtiyaçlar' yaratma ve bu ya n l ış ihtiyaç­
ları dayurma biçimlerini aydınlatmaya çalışır. Modern i nsan haz
ve l ü ks ü devam ettirmeye özendirilir, seks a rtık sadece insa ni
yeniden-yeniden-üretim ve kişisel ilişki lerin bir kaynağı olma­
yıp, aynı zamanda -ara ba lar ve magazin dergileri g i bi- temel
kitlesel tüketim mal larından biridi r. Bir noktada, Marcuse,
1 960'1arda öğrenci devri mlerinin bir tü r g u rusu haline gelirken,
cinsel özgürlüğe inancını bir karşı-kültüre ve daha özg ürleşmiş
bir toplumun temeline dönüştürür ( 1 955).
4. Modern toplumda bireyselliğin azalacağt korkusu. Horkheimer ve
a rkadaşları değer olara k bireysell iğe bağ lıydılar. Ancak onlar,
kitle topl u m u n u n artan gücü karşısında ve 'bireyin göreli özerk­
liğinin bile neredeyse ortadan ka l kma eğilimi serg ilediği', 'ras­
yonelleşmiş, otomatlaşmış, tamamen idare edilen bir d ü nya'
haline gelme eğilim inde olduğu bir çağda, bireyselliğin varlığı­
nı sürdürebileceği konusunda daha karamsa r d üşünmeye baş­
ladılar. Onlar psikanalizin kavra mlarını kullanarak, toplumun
itaati sağlamak için ürettiği özel bir trendin varl ığını belirledi ler.
Adorno vd.nin bu kon udaki klasikleşmiş a raştırma ları Otoriter­
yan Kişilik ( 1 950), faşizm, saldırgan m i l l iyetçilik ve ırkçı önyargı-
208 SOSYOLOJIDE TEMEL FiKiRLER

ların o l u ş u m u n a katkıda b u l u na n kişi lik özell iklerinin -düşünme


biçi m i katı, kl işeleşm iş, batıl inançlı ve otoriteye körü körüne
bağlı standart bir kişilik ti pi nin- ana liziydi. Aksine, geçm işte bi­
reyler daha özerk ve eleştireld i. Bireyin ve güçlü kişi l iklerin za­
yıflaması sosyal leşme sürecindeki bir değişmenin sonucu ola­
ra k görülür. Kapitalizmin gelişimi sırasında, devletin gücü a rtar­
ken ailenin rol ü azalır ve özelde baba n ı n otoritesi zayıflar. Ba­
ba n ı n gücünün, özel likle evden uzak kal ma süresinin a rtışı ne­
deniyle zayıflaması, erkek çocukla rın devlet ve kültür endüstri­
sinin yarattığı ka hramanlar ve starlar gibi başka ro l model leri ve
özdeşim kaynaklarına yönelmelerine yol açar. Gerçek baba fı­
g üründen yoksu n erkek çocuk kend ini daha az gösterebil i r, er­
kekl iği kon u s u nda daha fazla düşün ü r ve kayg ıları vard ır, ancak
bu d uyguyu otoriteye meydan okumakta n çok itaat ederek
yenmeye ça l ışır. Böylece Ado rno, Alman gençl iğinin 1 930'1a rda
Hitler'in ve bu dönem ve sonrası nda faşist demagojilerin h i pno­
tik gücünü göstermeye ça lışır.

Gerçekte, Fra n kfu rt Okulu teorisyenleri bu konuda giderek daha


karamsar düşünmeye başladılar. Horkheimer dine dönerken, Mar­
cuse tercihini öğrenci hareketleri, cinsel devri m ve cinsel özgürlükten
ya na koyar ve Adorno u mutlarını eleştirel otantik sanatla ra bağ lar.
Onları n tümü, rasyonel ve merkezi planla maya rağ men, kapita lizmin
batı toplumlarını -kendi temelini ol uştura n aşırı-üreti m, a narşi, eko­
nomik çökü ntüler, işsizlik ve savaş döngüsü gibi neden l erle- yıkı ma
sürükleyeceği korkusunu taşıyord u .
Eleştirel teori gelişirken Marksizm'den giderek uzaklaştı v e savaş­
sonrası yıllarda Horkheimer Marksizm'i, özell ikle o n u n sınıf m ücade­
lesi ve proletarya n ı n devrimci rolü düşü ncelerini tamamen terk etti.
Daha ziyade, onların analizleri kapitalist toplumların otoriter devletin
m utlak kontrolü a ltındaki gelişimine ve Marcuse'u n Tek Boyutlu in­
san'da ( 1 964) tasvir ettiği kültürel kontro l lere, ya ni kitlesel uyum ve
bilinç, kültürel beyin yıkama olgularına odaklandı. Modern topl um,
o n lara göre, bir tam yönetim, kitlesel tüketim ve kitlesel d uyarsızl ı k
çelik kofesi h a l i n e geldi.
B u yüzden, geleneksel sosyoloji tarafından geliştirilen pozitivizm
eleştirel teori nin hedef tahtasıydı, ancak daha ziyade bir sosyal a raş­
tırma yöntemi o la ra k değil, devlet ve medya n ı n teknolojik rasyona­
lizmi ve sosyal kontrolünü a rtıran bir araç o larak. Onlar modern kül­
türün insanl ıkta n uzaklaştığ ı n ı ve kendini tüketimeilik ve devlet otori­
tesinin hizmeti ne sunan i nsan aklı ve yaratıcı l ığ ı n ı n za manla itiba rını
ELEŞTiREL TEORi 209

kaybettiği n i düşünü rler. Savaş-sonrası kapita lizm koş ul larında, kitle­


ler ekonomik açıdan daha iyi bir kon uma gelseler (ve bu yüzden
daha az devrimci olsalar) bile, zih insel ve ruhsal açıdan yoksullaşm ış­
lar ve beyinleri yıka n mıştı. Adorno gibi yazariara göre, daha d a kötü­
sü, modern i nsan otoriteye tapar ve 1 930'1arın totaliter rej imlerinde
tan ı k olunduğu gibi, Nazizm ve faşizm g ibi otoriter ha reketlere gö­
n ü l l ü olarak destek verir görün mekted i r. Avrupa baskın ı n ve d üşün­
cenin kontro l ü n ü n baskın olduğu iki savaş a rası dönemde karanlık
bir çağa düşer görünmekteydi. Britanya ve Amerika gibi savaş­
sonrasının kapita l ist topl um ları daha liberal ve hoşgörülü görünseler
de, onlara göre bu d u ru m bir yanı lsama, Ma rcuse'a göre ( 1 964) bir
'baskıcı tolerans' biçimi, yan i devrimci o lmayan ve ticari potan siyele
sahip yeni fikirlere hoşgörüyle bakı l ması, hatta teşvik edil mesiyd i.
Böylece savaş-sonrası ka pitalizmde fikirler pazarlanabilecek ve bel irli
bir kaza nç karş ı l ığında satılabi lecek metalara d ö nüştürü l ü rken, kültür
sanatsal bir ifadeden yen i bir kitle end üstrisi ne dön üştü rül mekteydi
-kitleleri eğlendirecek, oyalayacak ve modern işin ve hayatın gerçek­
l ikleri ve ya bancılaşmasından uzaklaştıracak bir boş zaman end üstri­
si. Bilim gibi kültür de modern kapitalizm tarafından kitleleri uyutma
ve sosyal kontrol a racına dönüştürülmüştür. Bilim Ayd ı n lanma Çağı
tarafından insanı hayatın zorl u kları ve yü klerinden özgü rleştirme
aracı olara k al ınan bilim zamanla kar a maçlı ve sosyal kontroller ve
bürokrasiyi artırmaya yarayan bir başka kapitalist endüstriye dönüş­
müştür. Bu yüzden, 1 960'1arda öğrenciler ve m i l itanların tepkileri,
modern bilimdeki bir ya ndan devlet ve ord u n u n gücünü, öte yandan
piyasa ların gücünü ve kimya, gıda ve petrol endüstrilerinin karla rını
artırır görünen gel işmelere karşıyd ı. Sosyal reformlar gel iştirmeye
ça l ışan bilim i nsanları bile, devletin -refah programları ve kamusal
eğitimle idari kontrolü artıran- hizmetkarları olarak tasvir edil mek­
teydi.
Fran kfurt Oku l u düşünü rleri, bu yüzden, Hegel'in 'fikirlerin gücü'
konusu ndaki düşüncelerini Marksist ya bancılaşma kavra mıyla ve
Weber'in rasyonaliten in gücü ve kul l a n ı m ı kon usundaki kötümser
görüşleriyle birleştirmeye çalıştı lar. Eleştirel teori, Weber'in modern
kapitalizmin rasyonal itesi kon usundaki büyü-bozum u d üşüncesin i n
ya n ı sıra, o n u n insanı köleleştiren çelik kafes, ya n i düşüncenin kont­
rol altına a l ı n masına ve s ı nıf bilincinin aslında bir güç olmaktan ziya­
de devlet tarafından kontrolüne dayal ı bir çeli k kafes konusu ndaki
korkularını paylaşıyordu. "Akı l kapita l izm tarafından" kitle kültü rünü
geliştiren ve kitlesel uyumu a rtıran bir kitle toplumunda 'tek boyutlu
bir insan' yaratılarak "ele geçirilmiştir" (Cuff et al., 1 998: 1 97). Bireysel
210 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

seçim bir yanı lsama, kişilik bir ürün ve stil bir pazarlama stratejisid i r ­
onlar i maj, yanılsama ve Hol lywood rüyaları temelinde yaratılan bir
'sanal gerçeklik'; bireysel l i k ve bi reyciliğin bir kitlesel itaat ve stan­
dartiaşma d ünyas ındaki yanı lsa malard ı r. N itekim işçi sınıfı, onlara
göre, savaş-sonrası kapitalizme katı l m ı ş ve kitlesel tü keti m i tercih
ederek tarihsel devrimci rolünden uzaklaşmıştır.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Eleştirel Teori ve Fran kfu rt Oku lu'nun yazıları, savaş-son rası Avrupa
ve Amerikasında, hem neo-Marksizm ve yeni sola, hem de öğrenci
hareketlerine i l h a m kaynağı oluşturan temel bir güç haline geldi. B u
okul madd iyatç ı l ı k, kültürel yozlaşma, i rrasyonal ite olgu larına ve
nükleer silahianma yarışı nedeniyle çok yakın bir yıkım i htimaline
ayna tutmaktayd ı. Bu okul savaş-sonrası t ü m kültür ve kontrol biçim­
leri üzerine birçok eleştirel araştırma, hem eleştirel teorik çerçeve
hem de ideoloj i ve ideolojik kontrol olara k kültür (ve bilim) d üşü ncesi
etrafında zengin ve bir d izi analiz üretti. Bu a raştı rmalar, öze l l ikle
Adorno'nu n sanat üzerine ve itaat psikolojisi hakkındaki çalışmaları
halen modern hayatla ilgili zengin görüşler sunma ktad ır.
Kitle top l u m u n u n gelişimi, sosyal kontroller ve ideolojik şartlan­
mada artış ve bireyselliğin zayıflaması onun ana konularıd ır. Bu o ku­
lun tekelci ka pital izm, devlet, bilim ve teknoloj i n in rol ü üzerine eleş­
tirileri Batı d ü nyası nın farklı yerlerindeki düşünce akımiarına yansımış
ve onun büyük şi rketler, büyük h ü kü met ve büyük birader karşısında
bireyin d u ru m uyla ilgili korkuları gençlerde ve hayal kırı kl ığına uğ­
ramış d iğer insan g ru plarında bir yakınlık d uygusu yaratmıştır.
Fakat eleştirel teori ve teorisyenlere bazı eleştiriler yöneltil miştir:

• Onların teorik çalışma ları bütünlük ve d üzenden yoksundur, ay­


rı ntı l ı analizlerden ziyade geneliemelere dayanır. Gerek 1 930'­
larda faşizmin yükselişi gerekse 1 940'1ardaki Ya hudi düşmanlığı
olsun, onlar olayları ta rihsel bağl a m ına oturta mamışlard ır.
• Disiplinler-arası bir yaklaşım olma iddiasına rağ men, eleştirel
teori gerçekte çağdaş toplu m l a sınırlı ve özünde felsefi ya pıda
oldukça dar bir analizdir. Ta rihsel deri n l i k ve genişlikten yok­
sundur; Friedrich Pal lock ve Franz Neuman'ın katkı larına rağ­
men, gelişmiş kapita l izmle i l g i l i ekonomik anal izler konusunda
zayıftır. Onlar, gerçek bi reycilik dönemi olara k çoğu kez erken
ka pital izm in a ltın çağına bakmışlar, a ncak bu spekülatif iddiayı
h içbir zaman analiz etmem işlerdir.
ELEŞTiREL TEORi 21 1

• Bu teori ekonomik faktörleri ihmal etm iş ve kültür ve ideoloji­


nin gücünü gereğ inden fazla vurgulamıştır.
• Frankfurt Oku l u teorisyenleri, Marksizm'i ciddi bir yeniden de­
ğerlendirmeden geçirdi klerini öne sü rmelerine rağmen, Ma rk­
sizm'in temel bir u ns u ru olan 'kapitalist toplumlarda s ı n ıf anali­
zi'ni ve özellikle işçi s ı n ıfın ı n devrimci bir güç olarak rol ü n ü ele
a l mayı u n uttular. Eleştirel teori 'proletaryasız Marksizm' olara k
beti mlen ir. Fran kfurt Okulu proleter devrime inancını yitirmişti
ve sınıfların (ve bu yüzden sınıf çatışmasının) gerçek a nlamda
yönetilen bir toplumda ortadan kalkaca ğ ı n ı varsayma eğili min­
deydi. Eleştirel teori Batılı topl u m larda devrimci coşkunun kay­
bolma nedenleri n i açıklamaya çalışı rken Batı Marksizm'i ni aşsa
bile, Amerika'da Marcuse'un ve Avrupa'da onun arkadaşları n ı n
harekete geçirdiği radikal öğrenci ayaklanmalarının ötesinde
değişme için hiçbir a lternatif güç sunamamıştır -bu öğrenciler
oku ldan mezun oldukta n sonra çok kısa sürede uyum sağlamış­
lar ve sanayinin yen i kaptan l a rı, Amerikan kültürün ü n yen i tü­
keticileri olmuşlard ır.

Bu yaklaşım, kendi seçilmiş sosyal kontrol ve uyu m alanında bile:

• modern toplumdaki koşulları n geçmiştekilerden, hatta kapita­


l izmde kom ü n izmdekinden daha kötü o l u p ol madığı n ı tarihsel
ve empirik olara k analiz etmemiştir. Eleştirel teori tara ftarları
'sokaktaki insan'dan ziyade orta sınıf burjuva modern i n sa n
modeli n i kullan ma, savaş-son rası Batı topl u m unda bireysel öz­
gürl ü klerdeki gerçek gelişimi göz ardı etme eğilimi sergilediler.
Onların sözünü ettikleri yozlaşma bütün n üfustan ziyade ayd ı n
v e eğitimli o rt a sınıfı ilgilendiriyordu.
• Kültür endüstrisi ve egemen ideoloj i n i n gücü fazlaca vurgula­
nı rken, onun zayıf yan la rı ve i nsanları n bu koşu l l a nmaya nasıl
direndikleri ve onu nasıl engellemeye çal ıştıkları ihmal edildi.
• Savaş-sonrası dönemde işçi sın ıfı ve tabi kon umdaki diğer
grupların kapita l izme ve tahakküme karşı gel iştirdikleri farklı di­
renme g irişimleri de d i kkate a l ınmadı. Batı Avrupa'daki sosya l ist
ve kom ü n ist partilerin gelişimleri ve gücü, modern sendika ların
gücü, kad ı n özgürlüğü hareketinin ortaya ç ı kışı ve öğrenciler,
etn ik g ruplar veya çevreciler gibi kesim lerin devletin, büyük
sermayenin, bürokrasi ya da teknoloj i n i n gücüne karşı d iğer ra­
dikal h a reketleri de ihmal edildi. Onlar, Marksist bir devrim i n ni­
çin Batıda ortaya çıkmad ığını açıklamaya ça lışırken, 'sistem'in
muhalefeti ezme ya da eritme, i nsanların düşünce ve davranış-
212 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

larını kontrol gücünü fazlaca vurg u ladılar.


• Son olarak, Otoriteryan Kişilik ( 1 950) ve Tek Boyutlu insan ( 1 964)
gibi araştırmalar, modern insanla kitle toplumu arası ndaki, sos­
ya l kontralle uyum a rasında ki, faşizmle önyargı arasındaki i l işki­
lerin a n a l izine büyük katkı larda bulu nsa da, bu a raştırma lar ay­
rıntılı ve deri n lemesine teorik ana lizlerden yoksundur.

Eleştirel teori aslında bireyselliğin bir savunu su, tekil bireyin kitle
topl u mu içinde ve modern sosyal teoride ele alın ması yönünde bir
savu n uyd u. Bu yaklaşı mda, öznellik savu n u l d u ve pozitivizm i n sosyo­
loji ve Marksizm üzeri ndeki etkisine karşı sald ı rıya geçildi. O, modern
sosyal sisteme içkin uyumculuk ve rasyonalitenin ezici g üçleri orta­
sındaki bireyin sesiydi. Fakat bu yaklaşım savaş-sonrasının sosyal
analizlerinden sadece biri, çok farkl ı Ma rksist yeniden-yoru mlama
çaba larından biriydi; ve başlang ıçta o l d u kça etkili olsa bile, artan
kötü mserliği ve teorik zayıfl ığı neden iyle, daha rad ika l teori ler ve -
Ü çüncü Dü nyadaki devrimler, 1 968 Mayıs öğrenci devrimi ve 'sis­
tem'i bozma veya yı kmaya yönelik- başa rıl ı toplu msal hareketler
karşısında kendi ölümüne tan ı k oldu. Onun kültür ve felsefeye yo­
ğunlaşması, Ma rksist düşüncedeki ekonomik, tarihsel ve s ı nıfsal ana­
lizlere uyu mlu daha yen i gel işmelerle a rtık aşılm ıştır. i l k Fran kfu rt
Oku l u a rtık ölü olsa bile, ru h u Jürgen Habermas, Ciause Offe, Klaus
Eder, Al bert Wel l mer ve d iğerlerinin yeni-eleştirel yazı larında yaşa­
maktadır.
Gerçekte, Fra n kfurt düşünürleri insa n ı n özünde rasyonel bir varl ı k
olduğuna, sadece rasyonel ve özgür bir toplu mda gerçekten i nsan
gibi yaşayabileceği ve nefes alabileceğine ina ndılar. Fakat onlar böy­
le bir topl u m u n gerçekleşme ihtimaline inançlarını yitirdiler.

AYRlCA BAKINIZ
• TARiHSEL MATERYALilM -geleneksel Marksizm'in bu revizyonuyla
ilişkili kaynak teori olarak
• YABANCILAŞMA -Marx'ın ilk görüşlerinin hümanist eleştirel teorinin
temelini sağlayan bir düşünüş olarak
• YAPISAL MARKSiZM - Ü stadla ilişkili radikal alternatif bir yorum
olarak
• MEŞRUiYET KRiZi -Jürgen Habermas'ın 1 930'1arın Frankfurt Okulu­
nun fikirlerini nasıl gen işletip d üzeitmeler yaptığını görmek için
ELEŞTiREL TEORi 213

OKUMA ÖNERiLERi
BOTIOMORE, T.B. (1 984), The Frankfurt School, Tavistock [Frankfurt Okulu,
Türkçesi: Ahmet Çiğ dem, Ara yayıncılık, istanbul 1 989; 2. Baskı, Vadi Ya­
yınları, 1 994] -öz ve oku maya değer bir inceleme.
MCINTYRE, D. (1 970), Marcuse, Fontana, Glasgow
iLERi OKUMA ÖNERiLERi
ADORNO, T.W. ETAL. {1 950), The Authoritarian Personality, Harper [Otoritar­
yen Kişilik Üstüne, Türkçesi: Doğan Şahiner, Om yayı nevi, 2003]
BERNSTEIN, J. (1 994), The Frankfurt School: Critica/ Assessments, Routledge,
London
BOWIE, A. (200 1 ), 'Theodor Adorno', Ch. 5, El liot, A. and Turner, B.S. (eds),
Profi/es in Contemporary Social Theory, Sage, London
BRONNER, S. E. (1 996), Of Critica/ Theory and its Theorists, Sa ge, London
HABERMAS, J . (1 973), Legitimation Crisis, Heinemann
HORKHEIMER, M. ( 1 937). Traditional and Critica/ Theory, Fischer, Frankfurt
[Geleneksel ve Eleştirel Kuram, Çeviri: Mustafa Tüzel, Yapı Kredi Yayınları,
Ağustos, 2005]
HORKHEIMER, M. (1 972), Critica/ Theory, Herder & Herder
HORKH EIMER, M. AND W. ADORNO, THEODOR. (1 995), Aydmlanmanm Diya­
lektiği Üzerine Fragmanlar /, Çevi ri: Oğuz Özügül, Kabalcı Yayınevi
HORKHEIMER, M. AND W. ADORNO, THEODOR. (1 996), Aydtnlanmamn Diya­
lektiği Üzerine Fragmanlar ll, Çeviri: Oğuz Özügül, Kabalcı Yayınevi
KELLNER, D. (2001 ), 'Herbert Marcuse', Ch. 4, Elli ot, A. and Turner, B .S. (eds),
Profi/es in Contemporary Social Theory, Sage, London
MARCUSE, H. (1 964), One Dimensional Man, Routledge & Kegan Paul [Tek
Boyutlu insan, Çeviren: A. Timuçin, T. Tunçdoğan, May Yayınları, istanbul,
1 973] -'eleştirel' fikirleri n popüler bir versiyonu
MARCUSE, H., ( 1 954), Reason and Revolution, H umanities Press [Us ve Devrim,
Çeviri: Aziz Yardım lı, idea Yayınları, 1 989]
MARCUSE, H. (1 955), Eros and Civilisation, Beacon Press [Eros ve Uygarlık,
Çeviri: Aziz Yardım lı, idea Yayınları, 1 985]
RAM SAY, A. (2000), The Frankfurt School, Ch. 1 O, Part ll, Andersen, H. and
Kaspersen, L.B. (ed s.), Classica/ and Modern Social Theory, Blackwell, Ox­
ford
WIGGERHAUS, R. (1 994), The Frankfurt School: !ts History, Theories and Politica/
Significance, Polity Press, Cambridge

SINAV SORUSU
'Marx'ın s ı n ıf kavram ı ondokuzuncu yüzyıl sanayi kapita l izmini anlamak­
ta yeterli olabilir, a n ca k çağdaş sanayi top l u m u n kavra mak için yeter­
sizdir.' sözün ü tartışın. (WJ EC, Haziran 1 986)

Çeviri: Ümit Tatlıcan


Etiketierne Kurami
Howard Becker

Amerika lı sosyolog Howard Becker (1 928- ) Chicago l llinois'de doğ­


d u, Ch icago Ü n iversitesi'nde okudu ve Ford Vakfı üyeliği ve Stanford
Ü niversitesi'nde yardımcı profesörlü k dahil, çeşitli araştırma görevle­
rinin a rd ı ndan Evanston, l l l io nis, North Western Ü niversitesi'nde
Sosyoloji ve Kentsel i lişki ler Profesörü olara k çalışmaya başladı. W.l.
Thomas, Herbert B l u mer ve Everetto Hug hes gibi yazarlardan büyük
ölçüde etkilenen Becker, 1 950'1 i ve 60'1ı yıllarda, özellikle sapkınlık
araştırmasına katkıları ve temel bir sosyolojik araştırma tekniği olara k
'katılmalı gözlem' savunusuyla Sembol i k Etkileşirnci Hareket'in önde
gelen kişilerinden biri hal ine geldi. 1 5 yaşında profesyonel bir müzis­
yendi ve 'Caz Dü nyası'yla ilgili derin bilgisinden sapkı n l ı k, etiketierne
ve alt-kültürler ve 'yeraltı d ü nyası' yaşam biçimleri kon usunda temel
bir d üşünce kaynağı olara k yararlandı. Becker ayrıca fotoğrafç ı l ı k
tutkunuyd u . Bu özelliği o n u 'Sanat Dünyası'yla v e fotoğrafçılığın
sosyolojiye katkıs ıyla ilgili çalışmalara yöneltmiştir.
Etiketierne düşüncesi Howard Becker'a a it değildir -bu ayrım ge­
nellikle Frank Tonnenbaum ve Edwin Lemert'e ve G.H. Mead, W.l .
Thomas ve Charles Cooley gibi sembolik etkileşimcilerin gel iştirdikle­
ri d üşüncelere dayand ırılır. Ne de Becker, etiketierne kura mının olu­
şumu ve gelişim inde tek 'önemli' kişidir (Lemert, Schur, Goffman ve
diğerleri bu alana aynı ölçüde değerli katkılar yapmışlard ı r). Becker'in
katkısı daha ziyade etiketierne kuramının temel kavra mlarını ve eti­
ketierne sü recinin aşamalarını sistematik olara k ifade etmesi veya bir
kurama dön üştürmesi ve bu kura m ı ünlü kitabı 'Dtşandakiler' ( 1 963)
aracı l ı ğ ıyla popüler kılmasıdır.
ETiKETLEME KURAMI 215

FiKiR
Sapkın lık - topl umun normları ve değerlerini tehd it eden anti-sosyal
davranışlar veya suçluluk - toplumun yasa larını ihlal eden anti-sosyal
davranışlar: bütün bunlar doğ uştan getirilen özellikleri n sonuçları
mıdır, yoksa kişinin içinde d oğduğu veya yetiştiği sosyal çevrenin
ürettiği davranışlar m ıd ı r? i nsanlar sapkın olara k mı dünyaya gelirler?
Onlar suçlu olarak m ı doğa rlar, yoksa o n lara bu şekilde davranan ve
tepki veren topl u m m u onları anti-sosyal kılar?
Bu sapkınlık ve suç sosyolojisinin temel bir sorusudur ve bu ala­
nın suç ve suçun nedenleriyle ilgili teorileri ve önermelerinin temel ini
ol uşturmuştur. Geleneksel olarak pozitivist sosyologlar sapkınlığı
belirli suçlu ya da a nti-sosyal tipierin içsel bir niteliği veya a ksine,
kötü bir aile geçmişi, çevre veya yan l ı ş sosya l leşmenin bir sonucu
olarak açıklama eğilimindeydiler. Fakat fenomenologlar, özelli kle
semboli k etkileşirnci bir çerçeve içinde çalışanlar anti-sosyal davranışı
çevrenin bir ü rünü, kişinin içinde doğduğu sosyal çevrenin ve 'önem­
l i d iğerleri'nin, özell ikle anne-babalar, a rkadaşlar, öğretmenler ve
otorite konumu ndakilerin onlara ya klaş ı m biçiml erinin bir ya nsıması
olarak görme eği l i m indedirler. Bu perspektife göre, kimi insanlar
doğuştan suçlu ve ıslahı i m kansız kötü veya zararlı va rlıklar değ i l ler­
d i r. Onlar daha ziyade d iğerlerinin kendilerine yaklaşım biçim lerinin
-veya en azından, bu yaklaşımı algılama biçimlerinin- bir sonucu
olara k anti-sosyal varl ıklara dönüşürler. Bu bakış açısından, sapkınlar
ve suçlular diğerlerin in uyg un yaklaşı mları ve tepkileriyle ıslah ve
hatta 'tedavi edilebilirler'.
1 9SO'Ier ve 60'Iarda sembol ik etkileşimeiliğin popülaritesi artar­
ken, birçok farkl ı sosyolog, özellikle Chicago Ü niversitesi'ndekiler
'etiketleme kuramı' adı verilen bir yaklaşım, bireylerin doğ u m l a geti­
rebilecekleri genetik özel l i klerden ziyade, bel irli insanlara uyguladı­
ğımız 'toplu msal etiketler'i ve bu etiketiernenin a rdından onları sap­
kınlığa iten ve sapkı nlığı artıran yaklaşım biçimlerim izi araştıran bir
teori geliştirmeye başladılar. Etiketierne teorisi hareketinin önde
gelenlerinden biri, Ch icago Ü niversitesi'nde okumuş ve daha sonra
Sosyoloji ve Kuzey-Batı l l l inois Ü niversitesi'nde Kentsel i l işkiler Profe­
sörlüğü yapmış Howard Becker'dir.
Becker sarsıcı kitabı Dtşandakiler'de ( 1 963), sistematik bir etiket­
Ierne ve sapkı n l ı k teorisi gel iştirir. O asimda sapkı n l ı k diye bir şey
ol madığını öne sürer. Daha ziyade, bir davranış biçimi sadece başka­
ları öyle tanımlad ığı için sapkın hale gelir:
Toplumsal gruplar sapkınlığı, ihlali sapkınlık 'oluşturan' kurallar
216 SOSYOLOJIOE TEMEL FiKiRLER

yaratarak ve bu kuralları belirli kişilere uygu layıp onları Dışarıdaki­


ler olarak etiketleyerek yaratırlar. Bu bakış açısından sapkınlık, ki­
şinin yaptığı davranışın bir niteliği değil, daha ziyade, 'suçl u'ya
diğerleri tarafından kurallar ve yaptırımlar uygulanmasının bir
sonucudur. Sapkın kişi etiketin başarı lı şeki lde uyg u landığı biridir;
sapkın davranış insanların bu şekilde etiketiediği davranıştır.
Bu perspektiften, sapkın davra n ış yoktur; sapkın lık basitçe diğerleri­
nin onayla madıkları ve anti-sosyal, normal-d ışı veya suçlu olarak
eti ketledikleri davra n ıştır. O ta mamen ki m i n yaptığı na, ne zaman,
nasıl ve kimin ön ünde yapıldığına bağ l ı d ı r. Bu yüzden örneğ in, ban­
yoda veya d uşta ç ı plaklık oldukça normal ken, kahvaltıya çıplak otur­
duğun uzda a nne-baban ız, kardeşleriniz durumu biraz şaşkın l ı kl a
karşı layacaklard ı r. Benzer şekilde, çılg ınca bir parti v e eğlencede kaba
veya çirkin bir davra n ış doğal karşıl a n ı r, hatta teşvik edi l i rken, bir
cenaze töreninde uygun görülmez veya kınanır. Bir başkasını öld ür­
mek bile ne her za man ya n l ış karşı lanır ne de m utlaka cezalandırılır.
Hepsi koşullara, i l g i l i bireylerin güdüleri ne, d iğerleri n i n, öze l likle
otorite konu mu ndakileri n ona bakış açılarına bağlıd ır. Birini öldür­
mek, bu yüzden, c i nayet veya en azı ndan kasti-ol mayan bir cinayet
olara k etiketlenir ve buna göre bir ceza veri l i r. Aynı şekilde, bu dav­
ranış bir savaşta yapılmışsa kah raman lık olara k övül ü r veya meşru
müdafaa olara k görü l ü r. Temel önemde olan, otorite kon u mundaki­
lerin, davra nışı ka bul edilebil i r veya sapkın bir edi m olara k tanımlama
ve etiketierne gücüne sahip olanların -yarg ıç ve polis, doktor ve
öğretmen, h ü kü met ve medya n ın- tepkisi ve onların -kend ilerine
yurttaşlar veya hasta lar, çocuklar veya okurlar olarak- ta bi ola nlarla
i l işki l erid ir. Bu yüzden Becker'e göre, "Sapkınlık, davra nışın temelinde
yatan bir nite l i k değil, eyl emi yapan kişi ile bu eyleme tepki gösteren­
ler arasındaki etkileşimdir".
Becker ardından bir kişinin normal olara k görül mekten sapkın
olara k a l g ı l a n ma ve etiketlenmeye doğru geçirdiği evreleri kısaca
açıklar.
i l k olarak, başlangıçta bir 'ka m u sal' etiketierne işlemi, başlarda
çoğu kez oldukça i nformel o lan, ancak son radan bir ivme kaza nan ve
genell ikle ka musal bir seremaniye ve bir kişinin sadece tu haf veya
sapkın bir biçi mde davranan biri olara k değil aksine resmen sapkın
biri olara k ta n ı m la n masına yol açan bir s ü reç vardır. Ö rneğin, mah­
kemede hüküm giyen ve cezaevine gönderilen bir suçlu; bir doktor
ve psikiyatr tarafından teşhis kon u l a n bir a l kolik; bir şizofren teşhisi
kon ulan ve tedavi için a kıl hastanesine gönderilen 'kaçı k' teyze.
i kinci olara k, bu resmi etiketler, uyguland ı kları andan itibaren
ETiKETLEME KURAMI 217

egemen etiket h a l i n e gelir ve b i r kiş inin d a h a önceden b i r baba,


arkadaş veya patran olara k sahip olduğu d iğer bütün semboller ve
statüleri ortadan silerler. i nsanlar fa rkl ı tepkiler verirler. Onlar ilgili
kişiyi tamamen yen i bir ışıkta görür, önceki bütün davranışlarını ol­
d u kça farkl ı bir biçimde yo rumlar ve bu yo rumlara göre davranır,
genellikle onu sapkın biri ve artık ilişki kurmayacakları biri olarak
reddeder, soyutlar ve paylarlar. Ö rneğin, ailesi tarafından reddedilen
ve evsiz ka lan al kol ik; bir iş bul amayan veya ev satı n ala mayan eski
suçlu.
Ü çüncü ola rak, bu reddedilme kaçın ı l maz olarak bireylerin kendi­
lerini algılama biçimlerini, benlik algılarını etkiler. Çoğu artık bu sap­
kın etiketine göre yaşayarak, bir sapkına dönüşerek sapkın bir yaşam
biçimini ve hatta sapkın bir 'kariyer'i ben i mseyerek tepki verir -
profesyonel bir suçl uya dönüşen genç bir suçlu, bir eroinman ve
uyuşturucu bağımiısı hal ine gelen bir hap kullanıcısı. Bu tür bireyler
çoğu kez 'normal' toplumdan uzaklaşır ve alternatif yaşam biçimleri
sürd ürür veya sapkın alt kültürler içindekilerin desteğ ini arayarak ve
onlar arasında statü kaza nmaya çalışarak yera ltına çekilebilirler.
Bu yüzden, bir etiketierne döngüsü kendini doğrulayan keha nete
yol açabil ir. Sapkın olara k etiketlenen biri sonunda bir sapkına dönü­
şebi lir; hatta onlar kendilerine uygulanan 'kontroi sağlayıcı' etiketi
ben i mseyebil i r ve sapkın olarak imgeleri n i usta bir suçlu veya bir deli
olarak sürdürebil i rler. Etiketierne kaçınılmaz bir süreç değildir (eski
hü küml üler iş bulabilir ve uyuşturucu bağ ı m l ı la rı alışkanl ı klarından
vazgeçebilir). Ancak, sapkın davranışa özellikle bir akıl hastanesine
veya cezaevine ka patılma eşlik ediyorsa, ka m u n u n etiketleyici baskı­
larına direnmek ve üstesinden gel mek için güçlü bir karaktere ihtiyaç
vardır.
Howard Becker etiketierne teorisi içindeki birçok temayı bir araya
getirir ve ona yapıland ırılmış ve sistematik bir çerçeve kazandı rır.
Başka yazarlar bu teoriyi benimsemiş ve geliştirm iş, sosyolojik araş­
tırma ve pratiğe uygulamaya çalışmışlard ı r. Edwin Lemert. örneğin,
birincil ve ikincil sapma ayrımı yapar, ya ni Lemert, topl u m tarafından
etiketlenmeden önceki sapkı n davranışiart topl u msal tepkinin bireyin
etiketiernesinden sonraki kişisel benlik algısı ve statüsü üzerindeki
etkisinden ayırır. Lemert'e göre, çoğu i nsan bazen sapkın davran ı ş­
larda bulunu r; fakat bunla rdan sadece çok azında ya kalanır ve top­
lum tarafından etiketlenir. Böylece, birincil sapmalar çoğu kez onların
ben l i k imgeleri veya günlük yaşantılarını çok az etkiler. Bu yüzden,
geleneksel kriminolojide yapılanın aksine, suçun neden lerini 'ortaya
çıkartmak' için suçluların toplumsal köken ierini derinlemesine araş-
218 SOSVOLOJIDE TEMEL FIKIRLER

tırmak ku l l a nışlı değild ir. Sapkınlığın nedenleri, daha ziyade, topl u m


tarafından etiketlenme v e bu etiketlenmenin birey üzerindeki etkisi­
dir (ikincil sapma).
Aaron Cicourel, pol isin ve çocuk suçları bü rosundaki görevl i lerin
zan l ılara ka rşı davran ışla rıyla i l g i l i çalışmasında ( 1 976) böyle bir suç­
l u l u k etiketiernesi nin evrelerini o rtaya koyar. Cicourel polis lerin ve
çocuk ş ubesi görevlilerinin, erkek, zenci, yoksul bir köken veya böl­
geden gelen gibi tipik basmaka l ı p bir s u ç l u i mgesi tarafı ndan nasıl
yönlendirildiklerini ve suçlu tipleri soruşt u ru rken bireyin m üza kere,
tutuklanmaya d i re n me ve dava etme yeteneğinden nasıl etkilendik­
lerini a raştırmıştır. N itekim Cicourel'e göre, 'adalet müzakereye açık­
tır' ve suçun gerçekliğini yansıtma ktan uzaktır; resm i istatistikler
daha ziyade polislerin, halkla etkileşimlerinde nispeten g üçsüz sosyal
gruplara i lişkin 'ka l ıp ya rgılar'ının bir yansımasıd ı r. Bu yüzden, bu
istatistiklere genç, işçi sı nıfından ve siyah erkekler daha fazla dahil
edilirken; beyaz, orta sı nıftan delika n l ı l a r ve genç kızlar dışarıda bıra­
kıl ı r.
Erving Goffman cezaevleri, akıl hastaneleri ve ısla hevleri g ibi total
kuru m ların içerdekilerin ben l i k a lg ıları ve bi reyselliklerini nasıl yıktık­
larını, onları o n u r kırıcı bir sü reçten geçirerek kurumsal bir sayı, hücre
ve kon u ma nasıl ind irgerneye ça l ıştıklarını ortaya koymuştur. Bu
kuru m ların yen i sakinleri eski giysileri n i ç ı ka rmak, saçları ve kişisel
eşyalarından kurtul mak zoru ndadırlar; ku ru m onları ü niformalara
sokar ve içerdekilerin özg ü rl ü kleri, kat ı l ı m ları ve i nisiyatifl erini engel­
leyecek biçimde kuru m u n gündelik ruti nlerini hakim kı lar. Böyle bir
kuru msal o rganizasyon, bu insa nları ıslah etmek yerine, sadece onla­
rın sapkın kimliklerini teyit eder, normal topluma katılm a la rını daha
da güçleştirir ve böylece suça ve nihayetinde hapishaneye dönme
ihtimalini büyük ölçüde a rttırır. Bu yüzden, yen iden suç işleme eği­
limleri ve delilerin cezaevi veya akıl hastanesine düzenli olara k dön­
me eğ i l i mleri çok yüksek oranları bulmaktad ı r -belki de iro n i k olan,
bu mekanların onların kend ilerini g üven ve emniyette hissettikleri
yerler olmasıd ı r.
Thomas J. Scheff ( 1 984) ve Thomas Szasz ( 1 987) etiketierne teori­
sini psikiyatriye ve akıl hasta lı kları araştırmasına uyguladı. Scheff'e
göre, küçük davranış ihlal leri 'tuhaf' olara k etiketlenebil irken, daha
ciddi sürekli normal-dışılıklar akıl hastalığı, delilik teşhisine ve sonuç­
ta tecride yol açabilir. Rosenthal ve Jacobson ( 1 968) bu süreci Ameri­
ka'daki farklı psikiyatri hastanelerine sesler d uydu kları nı bel irterek
başvuran hasta kayıtlarını inceleyerek betimlemeye ça lıştı. Başvuran­
ların hepsi hastaneye yatı rı l d ı, akıl hastası, m u htemelen şizofreni
ETiKEYLEME KURAMI 219

teşhisi kondu ve bütün ha reketleri patolojik olara k yoru mlandı. Can


sıkıntısı bile hastane personel i tarafı ndan 'an ksiyete' olara k yorum­
landı. Araştırmacıların h il eleri kesinlikle fa rk edilmedi, aksine gerçek
hastala rın bir bö l ü m ü ne gid erek daha fazla hasta l ık şüphesi altında
bakıl maya başlandı. Szasz etiketierne teorisini geleneksel psikiyatriyi
ve onun temel ka bulü "akıl hasta lığı, görüldüğü kadarıyla, modern
hayatın, gündelik hayatın stresleri ve gerili mleri n i n yarattığı bir prob­
lemden ziyade bir hasta l ı ktır" d üşüncesini eleşti rrnek için kullandı.

KAVRAMSAL GELiŞiM
i lgi odağ ı n ı bireyden topl u msal tepkiye ve sosyal kontrol birimlerine
kayd ıran böyle çarpıcı bir suç ve sapkın l ı k a n a l izi sapkı n l ı k sosyoloji­
sini büyük ölçüde etki lemiştir. Böyle bir analiz, sadece kriminoloji
alanındaki çalışmalarda değil, tıp, ı rk, eğiti m ve fem i n izmle ilgili ça­
lışma larda da etiketierne yaklaşımını bir ö lçüde değiştiren ve gen işle­
ten zengin çalışmaları n yol unu açmıştır. Etiketierne kuramı, atası
sembolik etkileşimei l i k gibi, 1 960'1arın yeni sosyoloj i lerinden biri
haline gelmiş ve bir süre sapma sosyoloj isine egemen olmuştur.
Hatta o sosyal politikayı, örneğin akıl hastaneleri ve cezaevleri gibi
kurumlardaki uygulamaları etkilemiştir. O özelli kl e akıl hasta lığı ve
eğiti m araştırma larını kuvvetle etkilem iştir. Modern psikiyatri a landa­
ki uzma nları hastaları çok erken evrede etiketiernenin teh l i keleri ve
son uçları kon usunda uyarırken, çok erken bir evrede öğrencileri
etiketierne veya yönlendirmenin etkisi üzerine eğitim a raştırmaları
da Avrupa ve Ameri ka'daki çok yönl ü okul s istemlerin in gelişimine
temel teşkil etmiştir.
Ancak etiketierne kura mı, aynı şekilde, kuramsal beli rsizliği ve
empirik bulgu eksikliği nedeniyle de büyük bir eleştiriye uğram ıştır:

o Etiketierne kuramı, sapkı n l ığ ı n 'kaynaklarını', yan i çoğ u n l u k ya­


salara uyar ve itaat ederken, belirli bireyleri toplumsal normlar
ve yasaları çiğnemeye iten faktörleri açıklayamaz.
o O suç ve sapkı n l ı ğ ı n bütün 'suçun u ' etiketleyicilere yükler ve
sapkınları 'mas u m kurbanlar' olarak gösterir görünür. Ronald
Ackers'i n kısa ve öz o larak ifade ettiği gibi: "Bazen suç konu­
sundaki l iteratür okunduktan sonra şöyle bir izienim oluşur: i n­
sanlar ken d i işleriyle meşgu l ken -'birden'- kötü toplum çıkage­
lir ve onları damgalı bir etiketle işlerinden a l ı koyar". Uyuşturucu
kullananlar veya h ı rsızlık yapanlar yasayı çiğnedikleri n i n tama­
men fa rkındadırlar; hatta çoğu kez bu 'karşı ç ı kışlarından' gurur
220 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

duyarlar. Yine de, etiketierne ku ramı, sapkı n l a rı edilgin, tutukla­


nı ncaya kadar yaptıkları davranışı n sapkın doğasından ha bersiz
gibi gösterme eği lim indedi r. Daha ziyade, birey bir cinayet,
barba rca bir eylem veya okuldan kaçma gibi bir kaba h at işler ve
daha sonra to plumdaki sosyal kontrol birimleri ona tepki göste­
rir.
• Etiketleme kura m ı 'to plu msa l tepkiyi' -ya ni pol is, öğretmenler
ve diğerlerinin n için bu şekilde tepki gösterd iklerini, tutu mları
ve basm a ka l ıp yarg ılarını nasıl edindiklerini, nasıl olup da bazı
bireyler etiketienirken d iğerlerinin etiketlenmediğini- yeterince
açıklayamaz. Daha önemlisi, sapkınlığı tanımlayan kuralları ki­
min koyduğu açıklanmaz. Marksistler ve diğer radikal yazariara
göre, bu kural koyma gücünü a naliz etmeme ve özellikle de
böyle bir gücün 'sın ıfsal' temelini göstermeme etiketierne ku­
ra mının zayıf yanıd ır. Becker ve Lemert, belirli grupların kura l ve
etiketleri d iğer daha zayıf toplumsal kesimlere (yaşlıların genç­
lere, erkeklerin kadınlara, orta sın ıfın çalışan sınıfa) dayatma gü­
cüne sa h i p olduklarını kesinlikle ka bul eder. Fakat onlar bu an­
layışı sosyal sistemin ayrıntı l ı bir a n a l izini içerecek biçimde ge­
nişletmezler. Bunun yerine, etiketierne kuramı, çalışmalarını,
etiketler konusunda yasaları etkileyebilecek konumdakilerden
ve özellikle bu yasa ları ya pan lardan -politikacılar, üst düzey
işadamları, medya patron larından- ziyade, 'kaybedenler'e, hip­
piler, suçlu gençler ve eşci nsellere yoğunlaştırma eğ i l i m i göste­
rir. Kapita l i st toplumlarda suç ve sapkı n l ı k konusunda bütüncül
bir analiz gel iştirmek Marksist yaza riara kalm ıştır ve bu son yak­
laşım 1 970'1er ve 80'1erde sapkı n l ı k sosyoloj isinin egemen gücü
o larak giderek etiketierne teorisinin yerini a l m ıştır.
• Etiketleme kuram ı, daha geleneksel perspektifler tarafı ndan,
kavra m larının zayıflığı ve ayrıntıl ı bulgu eksikliği nedeniyle eleş­
tirilmiştir. Bazıları örtüşen ve hatta çatışan oldukça farklı etiket­
Ierne tanımları yapıl m ı ştır. Becker ve Lemert gibi bazı ku ramcı­
lar etiketiernenin bir kurarn olduğu düşüncesini bile reddeder
ve bu ya klaşımın, daha ayrıntıl ı analizi teşvik a macıyla tasar­
lanmış, duyarl ılaştıncı bir an layış olduğunu savunurlar. Ayrıca,
Walter Cove'in ( 1 976) öne sürdüğü gibi, somut ça lışmalar eti­
ketleme kura m ının iddiaları n ı n çoğu n u çü rütecek doğru ltuda­
d ı r. Ka n ıtlar, etiketiernenin kişisel veya kökensel fa ktörlere göre
daha sınırlı bir etkiye sa h i p olduğunu göstermektedir ve özel l i k­
le "mevcut kan ıtların da gösterdiği g ibi, sapkın etiketler asl ı nda
sapkın davranışın bir ü rünü ve sapkın etiketleri de özünde sap-
ETiKETLEME KURAMI 221

kın bir davranışın sonucudur ve yine de sapkı n l ı k etiketleri sap­


kın kariyerlerin temel nedeni değildir."

Etiketierne kurarncıları bu tü r eleşti rilere, onun sanılandan daha ge­


l işkin ve esnek bir kuram olduğunu öne sürerek karşı l ı k verdiler. Bec­
ker, 'Etiketleme Kura m ı Ü zerine Yen i Bir Değerlendirme' adlı yazısın­
da ( 1 974), yapılan seçim ler kadar 'etiketlenenler'in yeni bir ki m l ik,
kariyer ve yaşa m biçimine kavuşurken geçirdikleri süreçleri de ana
hatlarıyla ortaya koymaya çal ıştı. Bir suçlu, hasta veya toplumdan
uzaklaşan bir kişi, bel irli bir evrede, sapkın bir kariyere geçmekten
vazgeçip asıl kimliğine dönmeye çalışabil ir. Ancak Becker daha sonra,
kendi araştırma sti l i n i n 'etiketlenme' ve damgaianma biçi m i n i üzün­
tüyle karşıladığını, aksine bu ya klaşım ı n pozitivist yaklaşımların bir
eleştirisi olara k ve etki leşirnci sosyoloji okulunun genel gelişimine bir
katkı olarak görül mesi gerektiğini ifade eder.
Böylece etiketierne kura mı, ilgiyi, kura l ları çiğneyenlerden kuralla­
rı-koyanlara, topl u m u n normlar ve yasa ları n ı n doğal ve önceden
verili olduğu kabu lünden o n ların göreli bir yapıya sahip old u klarını
ka bule yönelterek, sapma sosyolojisinin gelişi m i ne olağan üstü katkı­
da bulunm uştur. Etiketierne kura m ı sapma n ı n bir azı n l ı k etkinliği
değil, gerçekte çok yayg ı n bir durum olduğunun fark edil mesi n i
sağla mıştır. Resm i istatistikierin gösterd iği g ibi, normal ol mayan şey
yakalanmak ve açıkça etiketlenmektir. Etiketierne kura mı sapınayı
özünde anti-sosyal ve sadece hasta veya sapkın bireylere özgü bir
şey olarak gören pozitivist ve determin ist sapma teorileri üzerindeki
tartışmalara önemli bir katkıda bulunmuştur. Bu kuram, bireylerin
toplumun etkisiyle beni msedikleri anti-sosyal davra nışlar içine gir­
meye nasıl d irendiklerini, hatta bu süreçleri nasıl değiştirmeye çalı­
şabilecekleri n i ortaya koymuştur. O kriminolojiden eğitim ve akıl
hasta l ığına kadar birçok farklı alanda sosyal politikaları etkilerneye
yardımcı o l m uş, bu alanlardaki uzma nları kendi prosed ürleri ve dav­
ra nışları ve kendi hastaları, öğrencileri veya suçlu ların serg iledikleri
sapkın davra n ışlara ne kadar katkıda bulund u kları konularında yeni­
den düşünmeye zorlamıştır. H. Becker gibi etiketierne kurarncıların ı n
yapa madığı şey, bu g ü ç l ü sistemi t a m b i r suç v e sapma kura m ı haline
getirmektir. Böylece, alanda bu kuram ı n yeri n i örneğin 1 970'ler ve
80'lerin daha rad ika l ve Marksist yazarlarının ve 1 990'ların post­
modern istlerinin daha güçlü kura m iarı a l mıştır.
222 SOSVOLOJIDE TEMEL FiKiRLER

AYRlCA BAKINIZ
• SEMBOLiK ETKiLEŞiMeiLiK -bu fikri n felsefi kaynağı olarak
• DAMGA -bu teorinin pratikte bir örneği olarak
• SiMÜLASYONLAR -post-modern bir güç imgeleri ve etiketleri an layı­
şı olarak

OKUMA ÖNERi LERi


BECKER, H.S. ( 1 963), Outsiders, Free Press, New York
BOX, S. (1 971 }, Deviance, Reality and Society, Rinehart & Winston
C OH EN, S. (Ed.) (1 971 ), lmages of Deviance, Penguin
KEDDIE, N. ( 1 973), Tinker Tailor: The Myth of Cu/tura/ Deprivation, Penguin

iLERi OKUMA ÖNERi LERi


CICOU REL, A. (1 976), The Social Organisation of Juvenile Justice, Heinernan
GORE, W.R. (1 975), The Labeling of Devian ce, Sa ge
GOFFMAN, E. (1 968), Asylums, Penguin, Harmondsworth
HARDGREAVES, D.H. ET AL. (1 975), Deviance in Classrooms, Routledge &
Kegan Paul
SCHEFF, T.J. (1 984), Being Mentally lll: A Sociological Theory, Aldine
SZASZ, T. (1 987), lnsanity: The Idea and lts Consequences, Wiley

SI NAV SORULARI
'Etiketleme teorisi' nedir? O n u n sosyolojik suç ve sapma an layışına
katkısını eleştirel gözle değerlendiriniz. (Cambridge Yerel Sınav Ko­
misyonu, Haziran 1 987)
2 Etiketierne teorisinin suç etkinliği ve ona tepkiler konusundaki anlayı­
şımıza katkısını a naliz ed iniz. (WJEC, Haziran 1 987)
3 "Sapkın davra n ı ş öyle etiketlenen davranıştır." B u görüş suçu veya akıl
hasta l ığını a n lama biçimi olarak n e kadar uygundur? (Cambridge Ye­
rel Sınav Komisyonu, Haziran 1 986)
4 Etiketierne yaklaşım ının eğitsel başarıdaki farkl ılığı anlamamıza yaptığı
katkıyı değerlen d i rin iz. (AEB Kasım 1 985)
5 Sapmanın top l u msal önemini iki farklı toplumda ve iki farkl ı teorik
perspektiften karşı laştırın ız. (Londra Ü n iversitesi; Haziran 1 986)

Çeviri: Şebnem Özkan


Etnometodoloji
Harold Garfin kel

'Etnometodoloji' terimi "insanların etrafiarındaki d ünyayı anlama k


i ç i n kullandıkları metotlar"ı anlatır. O gündelik hayatın, insanların
gündelik işlerini sürd ürmekte kullandıkları rutinler ve kura lların, dost­
lar veya aile, iş arkadaşları veya müşteriler, ya bancılar veya ta nıd ıklar
olara k d iğer i nsanlarla alışverişleri ve i l işkilerinde kullandıkları norm­
lar ve değerlerin a raştırıl masıdır.
Bu sosyoloj i k araştı rma ve teori anlayışı Ma rx, Weber ve Du rk­
heim'ın büyük boy teorileriyle keskin karşıtl ı k içinded ir ve bazı sol
kanat sosyologların rad ikal teori lerini n coşkusu ve devrimci tutkusu­
nu çok az yakalar görü n ü r. Gündelik hayatın sosyolojisi, toplu msal
rutin ler ve alışka n l ı kların ve insanların g ü ndelik etkileşim biçimlerinin
araştırılması ilk bakışta oldukça sıkıcı ve s ıradan bir şey gibi görünebi­
lir, ancak bu a raştırma alanı i kinci Dü nya Savaşı'ndan beri en yenilik­
çi, en sorgulayıcı ve en kapsa mlı sosyolojik araştırma alanlarından biri
olduğunu kanıtlamıştır.
Etnometodolojinin kurucusu, Talcott Parsons'ın öğrencisi olan,
ancak Alfred Schutz'un fenomenolojik d ü şü ncelerinden büyük ölçü­
de etkilenen Harold Garfinkel'd i r. Gündelik hayatın ince ayrıntıların­
dan büyülenen G a rfin kel etnometodolojiyi 1 967'de yayın ladığı Et­
nometodolojik Araştırmalar a d l ı kitabıyla bağımsız ve bil inçli bir giri­
şim olara k başlatmıştır.
Çoğu insan gibi çoğu sosyolog da g ü ndelik hayatın düzenini sor­
gulamaz, ne de onu ayrı ntıl ı olara k a raştırma ve inceleme gereği
duyar. Aksine onlar olağandışı olaylar, etkin l i kler ve oluşurnlara -suç,
terörizm, felaketler ve ka rışı kl ıklara- odaklanırlar ve bizi neyin bir
arada tuttuğunu ve her gün d ü nyadaki m ilyonlarca insanın gündelik
yaşantılarını nasıl rutin bir biçimde sürdürdüğünü sorg u l a mazlar.
Çoğu sosyolog -ekonomik veya siyasa l devrimler gibi- önemli büyük
224 SOSYOLOJ iDE TEMEL FiKiRLER

topl u msal değişim ler ve kesintilere oda klan ırken, etnometodologlar


araştırmaları n ı n merkezine gündelik gerçekliği yerleştirirler. Onlara
göre, gündelik hayatın ruti nleri ve sağduyusa l a nlayışlarının a rdında
yatan ortak fikirler, ka rşılıkl ı beklentiler ve paylaşılan anlamla r olma­
saydı, araştı rılacak bir top l u msal bile d üzen ol mayacaktı. Biz b i r kaos,
sürekli çatışma ve d üzensizlik içinde yaşayacak, vahşi bir hayat, hiçbir
değişim ve ilerlemenin olam ayacağı, barışın asla kurulamayacağı bir
orman hayatı sürdürecektik.
Harold Garfinkel, bir j ü ri üyeleri g ru b u n u n ken dilerine s u n u l a n
kanıtları a n lamak i ç i n başvurd ukları 'sa ğduyusa l' metotlar üzerine
yaptığı bir a raştırmayla, bu fazlaca ihmal ed i lmiş, hatta 'sı ra dışı' top­
lu msal hayat a l a n ı n ı n araştı rı lmasını teşvik etti. Onun araştırmasının
temel b i r özel l iğ i, toplumsal d üzenin oldukça kırılgan doğasını aydın­
latmak için 'doğal deneyler' ya pılmasıyd ı. Ö rneğ i n o, gündelik hayat­
ta rutinlerin önemi n i aydınlatmak için, öğrencilerinden -kalabalık bir
otobüste yüksek sesle şarkı söyleyerek veya yaşlı baya nlar ve hamile
kadı n ları yerleri ni kendilerine vermeye zorlayarak- bu ruti n leri bilinç­
l i olara k ihlal etmelerini istedi. Garfi n kel, hepim izin geniş bir a rka­
plan bilgi stoku kullanma derecemizi ve özel l ikle b i r kon uşma veya
eylemi yoru mlamak için eylem bağlamına ne kadar bağ l ı olduğu mu­
zu göstermek a macıyla, on öğrenciyi görü nüşte kendi kişisel prob­
lemleri ha kkında konuşmak üzere bir danışmanla görüşmeye gön­
derdi. Danışman bir parava n ı n a rkasına oturdu ve soru ları sadece
rasgele 'evet' ve 'hayır' biçiminde cevapland ı rd ı . Ancak, öğrenciler bu
'anlamsız' durumu problem hakkındaki a rka-plan bilgileri n i ku llana­
rak an la maya çalıştılar. Aslında danışmanın sahte olduğunu bil me­
yen öğrenciler o n u n ceva plarını çok farklı biçimlerde yorumladılar.
Garfinkel, bu deneylerden hareketle, toplumun sıradan 'üye­
ler'i nin gerçekliği yoru mlama çabalarının ya n ı sıra, bu gerçekliği her
g ü n yaratma (ve yeniden-yaratma) kapasitesine sahip olduklarını
açıklamak için üç temel kavram gel iştird i : dokümanter metot, ref/eksi­
vite ve bağlama gönderimfilik (indekssellik). Garfi nkel dokümanter
metot ile her g ü n gördüğü m üz ve yaşadığımız olağandışı çeşitlilikte
olgunun belirli temel kal ıplarını belirleme biçimimizi a nlatır. Bu genel
ka lıpları yaşadığımız özel olayları a n la m a kta kullanırız. Toplumsal
hayat bu yüzden refleksiftir -her özel parça daha genel bir tem a n ı n
bir ya nsıması veya kan ıtı, her ya nsıma veya kanıt d a genel teman ı n
b i r parçası olara k görü l ü r. B u yüzden, sadece "her biri diğerini ayd ı n­
Iatmakta ku llanılmakla" kalmaz, aynı zama nda kend in i-doğru layan
bir kehanet gelişir. Genel gerçeklik anlayışımız, bizi, bireysel kanıtla rı
önceden beli rle n m iş -ve toplumsal hayata i l işkin orijinal resm i m izi
ETNOMETODOLOJi 225

doğru layacak- biçimde özel kan ıtlar seçmeye ve yorumla maya yö­
neltir. Son olarak, Garfi n kel h içbir sözcük veya eylemin ilgili konuşma
veya durumun yer aldığı bağlam d ış ında bir a nlama sahip olmadığını
öne sürer. Bu bağla ma-gönderi m l i l ik, bazen, örneğ in, bir ha reket -
sözgelimi, bir davra n ış veya deyim- ya nlış a n laşıldığında 'düzeltil­
mek' zorundadır. Ö rneği n, 'sen ö l üsün' ifadesinin bağlama, söyleyiş
tarzı na ve ses tonuna bağlı olarak insanlar tarafından nası l fa rkl ı bi­
çimlerde yorumlanabileceğini düşünün.
N itekim Garfinkel ve çoğu etnometodolog için, dil ve bir 'etkinl i k'
olara k konuşma sadece d ünyayı a n lamakta değil, aynı za manda onu
'yaratmak'ta da ku llandığ ı m ız merkezi bir a raçtır. Sözcükler sadece
olan şeyi ifade eden semboller değil, aynı za manda şeyleri yapmanın,
toplumun işleyişinin temel araçlarıdı r. Bu kavram etnometodolog lar
için o kadar temeld i r ki, Harvey Sacks gibi yazarla r 'konuşma analizi'ni
bağ ımsız bir a lt-disipline dönüştürmeye çalışmışlard ı r.
Garfinkel öze l likle, geleneksel sosyolojin in, toplumsal düzenin
sokaktan insa nların görüşleri ve açıkla malarının ötesinde ve üzerinde
kendine ait bağ ı msız bir gerçekliğe sahip olduğ u ve sosyologların
hayata il işkin yoru mlarının topl umun sıradan üyelerinkinden daha
doğru ve bilimsel olduğu kabullerini çü rütmeye çalışır. Sıradan insan­
lar sadece toplu m u n tal imatiarına uyan 'kültürel apta llar' o l m ayıp,
kendi yorumla rı, eylemleri ve açıkla malarıyla gerçekte onu 'yaratır'lar.
Bu yüzden, Garfinkel'e göre, sosyologların topl u m u anlama metotları
özünde sıradan insanlarınkinden fa rkl ı (ve kesi nlikle üstün) değildir.
Bu yüzden, sokaktaki insan bir an lamda sosyologdur. Böylece, sosyo­
logun rol ü sadece insanların içinde yaşadıkları 'dünya'yı her gün nasıl
yarattıkları ve yeniden-yarattıklarını betimlemek ve açıklamaktır.
Bu yüzden, etnometodologların ana-akım sosyolojiye eleştirileri
önemlidir. Etnometodologlar, topl u msal düzeni veri l i olara k, toplum­
sal davranışların üzerinde ve ötesinde bir şey olarak, toplumsal olgu­
lar olara k a l m a k yerine, sosyal gerçekl iği sosyolojik araştırmanın
temel nesnesi kıl maya çalıştılar. Etnometodolojiye göre, geleneksel
sosyologlar, toplu msal d ü nyayı üyelerin bakış açısından görmeye
veya onların gerçekte nasıl davrandıklarını anlamaya çalışmaktan
çok, kendi topl u msal hayat an layışları ve yoru mlarını toplumsal dün­
yaya empoze etmeye ça l ıştıl ar. Bu yüzden, onların algıları çarpıt ı l m ış
ve ya nlı olma eği l i m indedir. " i statistikler gerçek dünyanın za rafeti ve
ince ayrıntı larını basitçe a ktaramazlar" (Ritzer, 1 996, 393). Aktörler
sadece topl u m un kuralları ve düzenlemelerine tepki vermekle kal­
maz, aynı za manda onları yaratır ve hatta gündelik hayatlarında ihlal
eder veya işletirler. Toplumsal kura llar, Garfinkel'e göre, Talcott Par-
226 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

sons gibi yazarlar ve işlevselcilikte betimlenenin aksine, sosyal s is­


temdeki veya o rtak kültürdeki zorunlu l u kl arın sonucu değil lerdir.
i nsanlar toplum tarafından kontrol edilen ve koşul landırılan pasif
aptallar değillerd ir -onlar daha ziyade, g ü ndelik yaratma ve yeniden
yaratma sürecinin aktif katılı mcı larıdı r. Etnometodolojinin a raştırma
nesnesi sokaktaki insanların gündelik etkinl ikleridi r. Etnometodolo­
jinin a macı, Zimmerman ve Wieder'a ( 1 964) göre, "topl u m daki üyele­
rin içinde yaşad ıkları dü nyadaki d üzeni nası l gördükleri, betimledik­
leri ve açıkladıkları"nı ortaya koymaktır. Bu nedenle, etnometodo­
logların kullandı kları araştı rma metotları, örneğin aşağıdaki metot­
larda gözlenebileceği gibi, gündelik hayata bu odaklanmayı yansıtı r:

• Garfinkel ( 1 967) ve Atkinson'ın ( 1 971 ) insanların d ü nyayı anl a­


ma kta ku llandıkları temel anlama kal ı plarını bel i rlemek için ya­
ra rlandığı dokümanter metot.
• Zimmerman'ın ( 1 97 1 ) kullandığı 'kura l ın i h lali' tekniği.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Etnometodoloji genel l ikle yorumcu sosyoloji geleneğinin b i r parçası
olarak görü l ü r. Bu yaklaşım, fenomenolojinin topl umların sadece
üyeleri tarafından algı landıkları sü rece varoldukları ka bul ü nden ha­
reket eder. Bu yüzden toplumun nasıl işlediğini anlamanın en iyi
yolu, onu içerden, öznel ola rak, yani katılımcıların bakış açısından
araştırmaktır. Garfinkel'in temel amacı Alfred Schutz'un ve fenome­
nolojinin fikirlerini uygulamak ve bir gündelik hayatın sosyolojisi
gel iştirmektir. Sosyolojik araştı rmanın temel nesnesi, Garfi n kel'e
göre, gündelik hayatın metod ik karakteri, insanların gündelik hayatı
etrafiarındaki süreçleri s ınıflandıra ra k ve tipleştirerek ve varsayılan
ortak anlayışlar veya bilgiler altında tasvir ederek anlama biçimlerid ir.
Gündel i k hayat gerçekliği ve doğru l uğ u sorgulanmaya n ortak bir
ka buller ve an layışlar ağı üzerine kuru l u r. Bu ka bulleri açığa çıkarma­
nın tek yolu, Garfinkel'e göre, bir sosyolojik yöntem olarak provokas­
yona başvurmak, gündelik hayatın normlarını metotlu ve bilinçli
olara k boza c a k ihlal deneyleri ya pma ktır. Yani, normal dışı davran­
mak ve gündelik hayatın temel 'sorgulanmayan' kabullerini a n ında
gerçek halleriyle yüzeye çıkarmaktır, ç ü n kü onlar kendi leri ni meydan
okunduğu zama nlarda açığa vururlar -örneğin, kişinin cenaze töre­
ninde ka hkahalar atması ve bir 'parti'nin propagandasını yapması,
kart oyun larında hile yapmak, öğrencilerin otobüsteki hamile bir
kad ı n ı oturd uğu yerden ka l kmaya zorlamaları.
ETNOMETODOLOJI 227

Geleneksel sosyolojinin temellerini şiddetle eleştiren etnometo­


doloji ilk ortaya çıktığında olağanüstü bir ilgi uyand ırd ı . O, toplumsal
hayatta hiçbir şeyin sorgulanmadan benimsenmemesi; hatta top­
lumsal gerçekl ik hakkındaki en 'sağlam' verilerin bile topla nd ıkları
toplumsal prosedü rler temelinde d i kkatli i ncele meye tabi tutulması
gerektiğ i n i öne sürdü. Aaron Cicourel (1 976). örneğin, suç konusun­
daki resmi istatistikierin suçun m i ktarın ı n doğru bir yansı ması ol mak­
tan ziyade, bu olayla r ve rakamları toplayan ve onları yorum layan
resmi görevlil erin, öze l l i kle polisin etki n l i kl eri ve yorumları n ı n bu
sonuçlara yansıd ığını gösterdi. N itekim bir a nlamda, bizzat polisler
(yasaları yapan politikacılar ve bu yasaları uygulaya n mahkeme üye­
leri) bizim suçun gerçekl iğiyle ilişki l i i mgem izi yaratırlar. Maxwell
Atki nson ( 1 978) bu intihar istatistikleri n i benzer bir yolla yeniden
yorumlar.
Kaçın ıl maz olarak, geleneksel sosyolojinin temelleri ve üstünlü­
ğüne karşı bu itiraz 'yerleşik' yaklaşı mların gazabı, eleştirisi ve alayla­
rıyla karşı laştı . Etnometodoloj iye şu tür eleştiriler yapıldı:

• Sıkıcı, bıktırıcı ve h içbir yere götürmeyen. O sadece betim l eme­


ler yaptı, hiçbir büyük boy teori o rtaya koymadı.

i nsanları yaratıcı olarak tasvir etse de, onlara niçin belirli bir bi­
çimde davrand ıkları veya yoru mlar yaptıkları konusunda bir
amaç veya güdü yüklemekte başarısız kaldı.

i nsanları n davra n ışları üzerinde güç ve toplumsal farkl ı l ı kları n
etkisine y a da topl u m u n ya pısına hiçbir gerçek yer ta nımadı.
• Savaş ve işsizl ik g i bi d ış faktörlere değinmeden, hayatı sadece
bi reysel gündelik varoluşla rdan ibaret olara k gördü.
• Etnometodolojik yaklaşım bizzat etnometodolojik olarak sorgu­
lanabil ir. Ö rneğ in, etnometodologların 'hayat'a il işkin betimle­
meleri sıradan birinin betimlemelerinden daha iyi değilse ve -
açıklamaktan ziyade- gerçekliğe sadece bir şeyler ekliyorsa, bu
tür araştı rmalara gerek va r mıdır?

Yine de, Garfin kel ve öğrencileri, hayati önemde ve ihmal edilen bir
alanı -gündelik hayatı- ayd ı n l attılar ve genel ka bullere yeni bir ışık
tuttu lar. Ö rneğ in, bazıları onu gerçekte daha fazla bir şey sunmadan
"sosyolojik lambaya bir kibrit çakmak" olarak görürken, Benson ve
H ughes ( 1 983) gibi destekleyicileri "bütün bir geleneksel sosyal bilim
düşünce geleneğinden temel bir kopuş" ve alıkonması gereken bir
şey olara k görd ü ler. O halen modern düşüneeye yol göstermekted ir
ve Tim May'e ( 1 996) göre, bu yaklaşım Anthony Giddens gibi çağdaş
düşünürleri etkilemektedir. John Heritage'e göre, Garfi n kel'in fikirleri
228 SOSYOLOJIDE TEMEL FIKIRLER

"günümüzdeki sosyolojik teorinin hemen her alanına nüfuz etmiştir"


(Stones, 1 998: 1 87). Ve araştı rma yönte m leri bakım ından, etnometo­
doloj i bil im, h u ku k, müzik ve sanatın iç d ü nyaianna n üfuz etmede
geleneksel sosyoloj iden daha başa rı lı olduğ u n u ka nıtlamıştır. O özel­
l ikle karşılıklı ko nuşmaları ve iletişi m i analizde ve hatta yapay zeka ve
insan-bilgisayar a rayüz ve siberyüzey a raştırmaları gibi yeni gel işme­
leri biçimlend irm ed e etki l i olmuştur. O tüm bir sosyoloj i k araştırma
geleneğ ini, aşağıdaki a raştırma alanlarının i lham kayn ağı d ı r:

• Jefforson'ı n (1 984) g ü l me, Heritage ve Greatbach'in ( 1 986) al­


kışlama ve G. Clayman'in ( 1 993) yuhalama araştırmaları.

Özellikle Ha rvey Sacks ( 1 963), Atkinson ve Heritage ( 1 984), Bo­
den ve Zimmerman'ın çal ışmalarında kullanılan karşılıklı ko­
nuşma analizleri ve anlama ve iletişimin temelini o l uşturan ya­
zı l ı ol mayan (zımnl) kuralların a raştı rılması.
• Aaron Cicourel ( 1 964), Jack Douglas ( 1 967) ve Peter Mchugh'un
(1 974) çalışmalarını içeren, mesleki ve kurumsal pratikler üzeri­
ne araştırma lar.
• Dorothy S mith ( 1 993) gibi feministlerin ve Garfı nkel'in ( 1 967)
toplumsal cinsiyet a raştırmaları, özell ikle transseksüel Agnes'ın
etnografyası.

Bununla beraber, etnometodoloj i içinde bazı vurgu ve eğilim fa rklı­


l ıkları ortaya çıkmıştır. Paul Atkinson ( 1 988) gibiler onun fenome­
nolojik köklerinden uzaklaştığına, güdülere sahip aktörler olarak
insanlara önem vermediği ne, rad ikal ve eleştirel yanını yiti rip "sosyo­
lojinin bir kenarına yerleştiği"ne inanırlar (Pollner, 1 99 1 : 370). Karş ı l ı k­
lı konuşma analizleri ana-akım sosyoloj id e çığ ı r açsa bi le, etnome­
todoloji sosyolojinin temel ilgi lerinin kıyısında ka lma teh l i kesi altın­
dadır. Etnometodolojide, 1 990'1arda, Boden'inki ( 1 990) gibi sembolik
etkileşimei l i k ve karşılıklı kon uşma analizini birleştirme ve Hil bert'inki
( 1 990) gibi m ikro sosyolojiyi makro sosyolojiyle i l işkilendirme yö­
nünde teorik bir sentez eği l i m i vardır. Yine de, etnometodolojinin
sosyoloji üzerindeki etkisi kapsa m l ı ol muştu r ve hala sü rmektedir.

AYRlCA BAKINIZ
• FENOMENOLOJi ve SEMBOLiK ETKiLEŞiMeiLiK -yorumcu sosyalo­
jide bu eğ ilime kaynaklık eden teori ler olarak
• YAPILAŞMA -yapı ve eylemi birleştirmeyi amaçlayan 'geç modern'
bir girişim olarak
ETNOMETODOLOJi 229

OKUMA ÖNERiLERi
ATKI NSON, M. (1 971 ), 'Societal Reactions to Suicide: The Role of Coroners',
(ed.) S. Cohen, lmages ofDeviance, Penguin -bu kitap Atkinson'ın görüş­
leri ni özet olarak sunmaktadır
ATKi NSON, M. (1 978), Oiscovering Suicide, Macmillan -günümüzden mü­
kemmel bir etnometodolojik araştırma örneği
SHARROCK, W. W. AND ANDERSON, R. (1 986), The Ethnomethodologists,
Tavistock, London

iLERi OKUMA ÖNERiLERi


B ENSON, D. AND HUGHES, J. (1 983), The Perspective of Ethnometodology,
Longman
CICOUREL, A. (1 976), The Social Organisation of Juvenile Justice, Heinernan
GARFINKEL, H. (1 967), Studies in Ethnomethodology, Prentice Hall
HERITAGE, J. (1 984), Garfınkel and Ethnomethodology, Polity Press, Camb-
ridge
H ERITAGE, J. (1 998), 'Harold Garfinkel', Ch. 1 3, Part l l, Stones, R. (ed.), Key
Sociological Thinkers, Macmillan Basingstoke

SINAV SORULARI
1 "Toplumsal hayat daha ziyade insanların toplumsal d üzen tanımları ve
ona il işkin açıklamalarına bağ l ı d ı r." Bu iddiayı çeşitli örneklerle açıkla­
yınız. Bu toplumsal düzen açıklaması n ı n uygunluğunu değerlendiri­
n iz. (JMB, Haziran 1 987)
2 "Her bilgi görelid ir, zira sosyal olarak inşa edilmiştir." görüşünü tartışı­
nız. (AEB, Kasım 1 988)
3 "Bir intihar olarak tanımlanan şey, ölümü araştıran görevlinin ne dü­
şündüğünden ziyade ölen kişinin neye niyetlendiği meselesidir." Yeni
intihar araştırmaları çerçevesinde tartışı n ız. (AEB, Haziran 1 989)

Çeviri: Ümit Tatlıcan


Fenomenoloji
H usserl ve Sch utz

Edmund Husserl ( 1 859-1 938), bugün


Çekoslovakya'nın bir parçası olan
Prossn itz-Moravio'da zengin bir Mu­
sevi tüccarın oğlu olara k dü nyaya
geldi. Bu Alman filozof Leipzig ve
Berli n Ü n iversitelerinde okudu ve
matematik eğiti m i a l d ı . Filozof­
psikolog-ra h i p Franz Brentano ve
mantıkçı Bernard Bolzano tarafından
felsefeye yönlendirild i . Halle Ü n iversi­
tesi'nde dersler verdi ( 1 887- 1 90 1 ) ve
ardından ilk önce Göttingen, daha
sonra Freiberg Ü nivers itelerinde fel­
sefe profesörü olarak görev yaptı.
20. yüzyıl başı, en azından 1. Dün­
ya Savaşı ve faşizmin yükselişi nedeniyle, insanlık tarihinde kritik bir
dönemdi. Batı uygarlığının bu krizleri H usserl'i derinden etkiledi ve
onun 'temellere i nme' yön ü ndeki felsefi a rzusunu büyük ölçüde
kamçıladı. Bir H ıristiyan olara k vaftiz edi l mesine rağ men Nazilerden
çok çekmi ş bir Musevi olan H usserl'in u nva niarı ve itibarı son yıl ların­
da elinden a l ın d ı ve son elyazmaları a ncak Fransisken bir keşişin
kahramanca çaba ları sonucunda kurtarılabildi.
Ed mund Husserl, kuşkusuz, 20. yüzyı l ı n en önemli düşünürlerin­
den biridir. H usserl, fenomenolojiyi kurmakla kal ma mış, bu yüzyıl ı n ­
varo l uşçu l u k gibi düşünce okullarını başlatan- Jean Paul Sartre, Max
Scheler ve Martin Heidegger gibi önde gelen düşünürlerini derinden
etkilem iş, sadece sosyal bilimler değil, ta rih, edebiyat, fen bilimleri,
insan bilimleri ve edebiyat eleştirisi gibi alanlarda da derin etkiler
yaratmıştır.
FENOMENOLOJi 231

Husserl'in temel çalışmaları:

• Mantik Araştirmalan ( 1 90 1 )
• Saf Bir Fenomeno/oji ve Fenomenolojik Felsefe için Düşünceler
( 1 9 1 3)
• Avrupa Bilimlerinin Krizi ve Transendentat Fenomenoloji ( 1 936)

Alfred Schutz ( 1 889-1 959) Avusturya kökenli Amerika lı bir işadamı


ve toplum felsefecisi d i r. Viyana'da doğan Schutz Viyana Ü n iversite­
si'nde hukuk ve sosyal bili mler okudu, fenomenolojiyle yakından
i lgilendi ve 1 939'da Avusturya'nın Almanlar tarafından işga l i teh likesi
kendisini Amerika'ya göçe zorlayıncaya kadar H usserl'le entellektüel
işbi rliğini sürdürd ü . Mesleği ba nkacı l ı k o l masına rağmen toplum
felsefesi çalışmaya devam etti ve 1 952'de New York Sosyal Araştırma­
lar Okul u'nda profesörlük unvanı kazandı. H usserl'in fenomenolojik
felsefesin i sosyolojiye tanıtan ve bu fel sefeyi G.H. Mead'inki gibi di­
ğer yarumcu düşü nce okullarıyla birleştiren Schutz, 1 960'1arda ve
70'1erin sonlarında fenomenolojik sosyolojiyi Batı d ünyasında temel
bir 'yorumcu' sosyoloji biçimi olarak geliştird i . Fenomenolojik sosyo­
loji, pozitivizme, bilim olara k sosyoloji fikrine temel bir meydan
okuma hal ine geldi, etnometodoloji ve Ha bermascı eleştirel teori
gibi başka yarumcu bakış açıları n ı ha rekete geçirdi.
Schutz'un temel çal ışmaları:

• Toplu Yaz1far ( 1 971 )


• Sosyal Dünyanm Fenomeno/ojisi (1 972)
• Yaşant1-Dünyasmm Yaplion ( 1 974) -T. Luckman'la birlikte

FiKiR
Fenomenoloji Alman filozof Edmund H usserl tarafı ndan gel iştirilen
bir felsefi teoridir ve Alfred Schutz 1 960'1arın sonları ve 70'1erde Hus­
serl'in d üşü nceleri n i Mead'inkilerle birleştirerek onu önde gelen bir
'yorumcu sosyoloji'ye dönüştürmüştü r.
Fenomen sözcüğ ü n ü n iki temel anlamı vardır. O bir algı nesnesi,
gördüğümüz, duyularımızla h issettiğimiz veya algıladığımız bir şey­
dir. Anca k ikinci olara k, fenomen sıra dışı bir şey, henüz açıklayama­
dığımız veya a n l aya madığımız normal d ışı bir şeydir -manevi bir güç,
bir duyular-üstü -al g ı, bir UFO.
i l k ta nım, dış dünya n ı n gerçekte va rolduğu ve bu dünya n ı n duyu­
ları m ızla, özellikle gözlerimizle algı lanabilen kendine ait bir gerçekli-
232 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

ğe sah i p old uğu varsay ı m ı üzerine kuru l u bili msel, gündelik bir ta­
nımdır. i kincisi 'yoru mcu' bir tan ı m d ı r; kendine has bağ ı msız bir ger­
çekl iğe sa h i p o lmayan fizik d ünyayı duyularımız aracı lığ ıyla anlar ve
onu kendi yoru mları m ıza göre yeniden yaratırız. Feno menoloj iye
göre, örneğin gerçekte sandalye veya masa d iye bir şey yoktur; bun­
lar sadece belirli işlevler ve anlamlar yüklediği miz ah şap formlard ı r.
Onlar bizim, a n layabilmek için i nsan eseri veya doğa ürünü olan
şeylere verdiğimiz isimler veya yapıştı rdı ğ ı m ız etiketlerdir. Fenome­
noloji, bu yüzden, fizi k d ü nyanın asla değ işmeyen ve bütün insanlar
için aynı olan 'gerçek' bir d ü nya olmadığını savunur. Da ha ziyade, o
varoluşu için i nsanların yorumlarına veya ona yükledi ğ i anlamlara
bağl ı olan 'göre l i' b i r d ünyadır. Sözgel imi, bir bina veya eve yükledi­
ği miz bütün zengin ve fa rklı anlamları düşünün -gerçekte, bir
apartman veya kral iyet sarayı olara k, bir bunga lov ve konut olara k
adlandı rd ığ ımız bütün bu nesneler tuğ lalardan örü l m ü ş bir binadan
başka bir şey değ i l lerdir.
Fenomeneloglar 'sosyal dünya'ya -fizik d ü nyaya göre- daha gö­
rel i teri mler içinde bakarlar. Fizik d ü nyadaki nesneler (örneğin, ağaç­
lar, dağlar), insa nların 'n itelendirmeler'ine bakmaksızın fiziksel olarak
varolsalar da, aynı şey sosyal dünyadaki olgular için söylenemez. Suç
ve aşk gibi kavram l a r tamamen insa nların yarattıkları şeylerdir, varo­
l uşları tamamen insa n l a rın algıla rı na, onların yorumları ve yükledikle­
ri anlam lara bağ l ı d ı r. Ö rneğin aslında suç diye bir şey yoktur; o ta­
mamen bel irli bir durumdaki herhangi bir eylemin insanlar tarafın­
dan yorumlanışına bağlıdır (sözgelimi, birini öldürmek cinayet ola­
bildiği gibi, kendini savun ma, kaza veya ka h rama n l ı k da olabilir).
Dolayısıyla bütün insan bilgi leri görelid ir. Aynı şekilde, pozitivist
analizde betimlenenin a ksine, toplum, kendine ait bir varol uşa sahip
orada bir şey değil, aksine, gündelik yaşantı l a rı m ız sırası nda ruti n le­
rim iz, etkileşimlerimiz ve diğerleriyle paylaştığı m ız ortak ka bu llerimiz
(common sensel a racı l ığıyla yarattığ ı m ız ve yeniden-yarattığımız bir
şeydir. Bu yorumlama ve iletişimin ana htarı dildir ve kendi toplu mu­
muzun genel ka bullerini/sağduyusal bilgilerini sosya l leşme a racılı­
ğıyla öğreniriz. Sosyal dünya d iğerleriyle birl i kte yaşanılan deneyim­
lerle öğrenilen bir dünyad ı r.
Bu nedenle, fenomeno loji insan bilincinin ve insanların içinde ya­
şadıkları dü nyayı yorumlama biçimlerinin a raştırı l masıd ı r. Edmund
Husserl'in amacı insa n ı n Yaşantı-Dünyası'n ın 'temellerine in mek' ve
onun özü n ü ortaya çıkarmaktır. Alfred Schutz bu d üşü nceleri toplu­
mun araştırılmasına uyg ula maya ve özelde -bu kadar göreli, bu ka­
dar değişken olan- sosyal dünyamızın bizleri gündelik temelde nasıl
FENOMENOLOJi 233

bir arada tuttu ğ u n u a n a l iz etmeye çalışır. Eğer tamamen yoru ma


bağlıysa, tamamen zihinlerdeyse, o halde toplu m devamlılığını nasıl
sağlar? Bu noktada Schutz g ündelik sosyal d üzende üç anahtar unsur
bel irler:

• Sağduyu bilgis i- ken d i topl umu muz veya sosyal grubumuz


içinde nasıl yoru mlar yapacağ ımız ve nasıl davranacağ ı m ız ko­
nusundaki o rtak bilgi stokları.
• Tipleştirmeler- 'bilgi stokları' içinde i nşa edilen, nesneler (ev,
insan) ve deneyimleri (nefret, kabus) ortak s ı n ıflandırma biçim­
leri .
• Karşı lıklılık -diğerlerinin d ü nyayı bizim gibi görmesini sağ l aya n
ortak kabuller.
Özneler-arasıl ıkla ilgili bu üç u nsur, birlikte, g ü ndelik hayatın görü n ü r
düzenini yaratır. Bu genel kabulleri sosya lleşmeyle öğrenir, on lara
uyum sağlar ve gerektiğinde onlara i lişkin a l g ı ları m ızı değiştiririz.
Fenomenologlara göre sosyal düzen, bundan dolayı, 'müzakere
edilmiş' bir düzen, çoğu i nsanın gündelik yaşantılarını ve işleri n i
sürdürmeye çalışırken içinde yer aldığı 'yaşantı-dünyasının' temel i n i
ol uşturan pratik bir çerçevedir. Hepimizin özel b i r geçm işi, ilgi ve
güdüleri, kendisi ve d ünya hakkında bir görüşü vardır, ancak biz
onları, sadece birlikte çalışırken, ortak anlamlar ve kabullere başvu­
rurken hayata geçirebi l i r ve böylece insanla r olarak yaşayabiliriz. Bu
kabul ler işlemez hale geldiği nde, temel konsensüs çöktüğünde top­
lumsal bir kargaşa ve düzensizlik ortaya çıka r: bu durum ya çok sınırl ı
ölçüde, örneğ in birin i n söylediği veya yaptığ ı şeyi yan l ış yorumladı­
ğımızda ya da çok daha kapsamlı bir düzeyde, sözgelimi, para n ı n
değeri üzerinde a rtık ortak b i r fikir birl iği o l madığında (örneğ in,
1 930'1arda Almanya'daki h iper-enflasyon ortam ında) yaşan ı r.
Sch utz'un sosyal d ü nya a nlayışı, bu yüzden, sosyal düzenin genel
kabul ler ve yoru m l a ra daya l ı müzakere edilmiş bir gerçekl ik olduğu­
nu savunan, büyük ö lçüde yarumcu bir bakış açısıdır.
Sosyal bilimcinin rol ü onun özü nü anlamaktır. O, bunu başara­
bilmek için, hiçbir şeye mutlak gözüyle bakmadan, aksine d ü nyayı
veya özel bir sosyal d u ru m u -onun içinde yer alanlar gibi- görmeye
çalışarak, tutumlarını askıya veya 'paranteze a lma'lıd ır: zira, bu dün­
yayı veya özel d u rumu yaratanlar onlar (ve onların ön-kabulleri/ yo­
rumları)d ı r. Araştırmacı, bir yandan, nesnel ve ön-kabul lerden uzak
bir biçimde a raştırmak için sosyal d ünyadan kendini çekmeli, fakat
d ünyayı -diğer insanların gördüğü haliyle- anlamak için kendi b i l i n­
ci, a nlayışı ve hatta sezgilerin i kullanma l ıdır. Bir anlamda, toplu mdaki
234 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

insa n ların nasıl davrandı kları, hissettikleri ve görd ü kleri n i a n l a maya


çalışan bir yabancı, d ışarıdan biri gibi -ayrıca, o nları n d ü nyas ı n a ta­
mamen katılabilecek biçimde- davranmalıd ı r. Fenomenelog araş­
tırmacı, sadece insanların nasıl davrandıklarını değ i l, niçin öyle d av­
ra ndıklarını d a a n lamak istiyorsa, onların gerçek davra n ı ş ve eylemle­
riyle olduğu kadar, güdüleri, duyguları ve düşünceleriyle, tüm d uyu­
sal-algı biçi mleriyle de ilgilenmelidir. i nsan davranışı ve sosyal haya­
tın öznel unsurları, 'nesnel olgular'dan daha fazla değilse bile, onlar
kada r önemlidir. Sosyal d ünyadaki tüm fenomenler ve o n u n h akkın­
daki tüm kabuller özleri içinde açığa çıkartılacak ve a niaşılmaya çalışı­
lacaksa, fenomenolojik araştırma için 'açık-fikirlilik', 'düşün meden
önce görme' temel önemded ir.
Sch utz gündelik hayatın temelini o l uşturan ana ka bulleri, insan la­
rın kendi hayat tarzlarını, ruti nleri düzeniernekte ve d iğerl eriyle ileti­
şim kurman ı n ve birlikte yaşayabilmenin temeli olarak sağd uyusal
bilgileri inşa etmekte kulland ıkları 'tipleşti rmeler'i ortaya çıka rmaya
ve anlamaya çal ış ı r. i nsanlar etrafiarındaki dü nya içinde ortak bir
d ünya varsayı m ı a ltında hareket ederler ve dü nyayı b u varsayım
temelinde a nlarlar. Onlar d iğerlerinin g ündel ik d ü nyayı kendil eri gibi
görd ükleri n i varsaya rlar ve bu yüzden bir 'perspektifleri n karşıl ıklıl ığ ı',
sosyal düzen ve özneler-arasılığın temelini o luşturan ve bir a rada
tutan bir 'doğal tutu m' söz konusudur. Araştırmacı n ı n rolü, Schutz'a
göre, bizzat hayattan uzak soyut kavramlar ve bili msel teoriler gel işti­
rerek hayatı nesnel ve d ışardan araştırma k değil, aksine o n u n içine
girmek ve onu üyeleri n i n gözüyle görmektir. Sosyal d ünya 'orada'
kendine ait bağımsız bir hayata sahip bi r şey değildir, aksine yaşayan
aktif üyeleri tarafından her g ü n yaratılan ve yen iden-yaratılan ve
ortak a nlayışlar ve ilişkiler temelinde yaşantıları biçimlendiren sürekli
değişim halindeki can l ı bir sosyal deneyimdir. O 'bir Yaşantı-Dünyası',
g ü ndelik deneyi mler ve kültür d ünyasıdır. Hayatın anlamı, üyelerinin
ona yaşarken her zaman bilinçli ve aktif olara k yükledikleri a n l a m d ı r.
Bu yüzden, fenomenolojinin ilgi odağı, gündelik hayat, gelenek­
sel sosyolojinin hayatın daha a l ışılmadık ya hut olağandışı ve heyecan
verici yanları n ı a raştı rırken sorgulama gereği duymadığı normal l i ktir.
Sosyal d ünya bir keşmekeş ve girdap olsa da, istikrarl ı d ı r ve gündelik
bir bilgi stoku etrafı nda inşa edilen temel bir yapıya sahiptir, d ü nya­
n ı n nasıl işled iği ve insanların dil, kültür ve s ü rekli paylaşılan anlamlar
aracılığ ıyla ilettikleri şeylerle nasıl bir i l işki içinde olacakları konusun­
da pratil<bir a n layış içerir.
Kendim ize ait d ü nyalarımız vardır. G ü ndel i k d ü nyam ız -öyle ol­
duğunu h issettiğ imiz zamanlarda bile- orada, soyut ve bizlerden
FENOMENOLOJi 235

bağ ımsız bir şey değildir. Sosyal dünya bizim dünyam ız, bizim ilişkile­
rimiz, eylemlerimizd ir ve sosyal d ünyayı sosyal d ü nya yapan şey
bizim anlayışlarım ızd ır. Bununla beraber, o tek ve ortak bir gerçekl ik
değildir, aksine Schutz'un bir 'çoğul gerçeklikler' topluluğu olara k
adlandırd ığı şeydir, bireyleri birbirine bağlayan v e sosyal düzenin
temel ini ol uşturan o rta k bir kültüre dayan ır. H usserl 'in teorisinde
ortak bir sosyal bilinç vardır. Bu yüzden, çocuklar, kadınlar, çiftçiler ve
yaşlılar d ünyayı fa rklı biçim lerde algılasa l a r ve fa rkl ı gerçeklikler,
hayat tarzları, alt kültürler içinde yaşasalar b ile, sosyal hayatta onları
bir topluluk, ulus veya tür olarak bi rbirine bağlayan orta k algılar ve
ortak kültürel öze l l i kler vard ır. Hepimiz kendi d ü nyamızda yaşarız,
ancak bu d ünyayı -ve d iğer birçok şeyi- d iğer insa n larla her gün
paylaşır ve bil incimiz ve empati sayesinde d ü nyayı onların gözüyle
benzer şekilde algılayabiliriz (özneler-arasılık). Bu anlamalar ne her
zaman doğrudu r, ne de her zaman uyu m l u d ur: i nsanlar yanlış anlar,
yan l ış yoru m larlar ve diğerleriyle il işkilerinde hata lar ya parlar. Yine
de onlar bu yanlış a n l a ma ları ve hataları kabul edebilir ve onarabilir,
düzen ve uyumu yen iden sağlayabilirler.
Yaşantı-dünyası ne benim özel dünyam, ne senin özel dünyandır,
ne de senin ve benim özel dünyamın basitçe bir araya gelmesidir,
aksine ortak deneyimler dünyamızdır (Schutz and Luckman,
1 979).
Schutz, i l k kez bir araya gelen ve araları ndaki i l işkileri gelecekte
sürdürebilecekleri ortak bir anlayış geliştirmeye çalışan ya bancılar
örneğini verir. Onu n geçmiş yaşantıları, Nazi ler yüzünden ü l kesi
Avustu rya'yı terk etmek ve isteği d ışında ABD'de yaşamak zorunda
kaldığı dikkate alın ırsa, Schutz, kültürler arası i letişimin güçlüklerinin
ve ortak bir dil kon uşulduğ u nda bile ortak an layışlar geliştirmenin ne
kadar zor olduğunun ve yan l ış anlamaların ve bu yüzden konsensüs­
ten ziyade çatışmanın o rtaya çıkma ihtimalinin yüksekliğinin fazlasıy­
la farkı ndad ı r. Bu yüzden gündelik bilgi miz asla sabit değildir. Sürekli
akış hali ndedir, hayatın tam anlam ıyla aktif ve bilinçl i bir biçi mde
yaşan ı rken yen iden yoru mlan ması, yaratılması ve onarılması gerekir.
Hayat üzerinde çalışılması gereken bir şeydir; o asla sabit ka l maz.
i l işkiler kırılgandır ve sürekli değişim halindedir; onların sürekl i bakı m
ve onarıma ihtiyacı vardır.
Alfred Sch utz yaşantı-d ünyası içinde farklı rasyonal ite biçimleri
olduğunu belirtir; en temel rasyonalite biçim i onun ortaklaşa paylaşı­
lan bir şey olması, bir topl uma ve sosyal hayata bağ l ıl ı ktır, aksi tak­
dirde hepimiz keşişler gibi ya şa rdı k ve top l u m diye bir şey olmazdı.
236 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

KAVRAMSAL GELiŞi M
Fenomenolojik sosyoloji, 1 960'1ardan itiba ren bilimsel sosyolojiye
ciddi bir itirazla, a na-akım sosyolojiyi derinden etkiledi. Bu yaklaşı m,
kendi sosyolojik okul u n u gel iştirmekten çok, etnometodoloji gibi
fa rklı 'yorumcu' a n layışlar doğ u rmuş ve Marksizm gibi mevcut 'sos­
yolojiler'de yarumcu ve öznel unsurları (örneğin, Habermas'ın eleşti­
rel teori a nlayışı) harekete geçirmiştir. Berger ve Luckman'ın ça l ışma­
ları özelde H usserl ve Schutz'un kavram ları ve düşüncelerini bilinçli
olara k sürd ürme ve geliştirme çabasını yansıtır.
Fenomenoloji 'bilimsel' sosyolojiye i ki temel noktada iti raz eder:

• insan ve toplum a nlayışı;


• a raştırma yöntemi.

Pozitivist veya bil imsel sosyoloji, topl u m u -tıpkı doğa d ünyası g ibi­
bireyin üzerinde ve d ışında kendine ait gerçekliğe sahip bir şey ola­
rak görme ve bireyi davra n ışları büyük ölçüde dış güçler tarafından
beli rlenen kukla benzeri bir şey olara k resmetme eğilimindedir. Pozi­
tivizm, bu yüzden, doğa bil imlerinin yöntemlerinin fizik d ü nya kadar
sosyal d ü nyayı anlamak için de uyg u n olduğunu öne sü rer, zira ikisi
de özünde aynı doğaya sa hiptir ve benzer neden-sonuç g üçleri tara­
fından yönlendirilir ve i nsan davra nışları h akkı nda ka nıtlanabi l i r tah­
minler yapmayı sağlayan doğa yasaları ortaya konabil i r. Fenome­
nologlar bu tür ana lizi tamamen reddederler. Onlara göre insan,
kendi sosyal d ü nyasını inşa edebilecek ve kontrolü altına alabilecek
güçte, bil inçli, özg ü r, bağımsız ve rasyonel bir va rl ı ktır. i nsa n ı n eylem­
leri d ışardan belirlenmiş veya progra m l a n mamış değildir, a ksine
a maçlı ve güdülenmiştir. i nsan bir kukla değildir.
i nsanlar sadece sosyal gerçekler veya güçlerin etkisi altında değil­
lerdir... onlar, kendi sosyal dünyalarını sürekli olarak diğerleriyle
etkileşim içerisinde biçimlendirir ve yaratırlar, [dolayısıyla] bu
benzersiz insani süreçleri araştırmak ve anlamak için özel yön­
temlere gerek vard ır (Morris, 1 977).
Fenomenologlar, aynı nedenlerle, bilimse l yöntemi, o n u n her tür
nesnellik iddiası n ı bir toplumu veya sosyal durumu içerden, ilgili
sosyal a ktörlerin a n lam ve yorumları çerçevesinde anlamak için hiç
de uygun olmadığı gerekçesiyle reddederler. Sosyolog, ideal olarak,
sosyal d ü nyayı, o n u n temel ka b u l leri, kültürü ve tipleştirmelerin i
d iğer insa n ların a l g ı lad ıkları g i b i algılamak i ç i n , kend ini bu sosyal
d ünyadan uzak tutmayıp bizzat ona katılmal ıdır. Bu yüzden fena-
FENOMENOLOJi 237

menologlar katılmalı gözlem gibi teknikleri tercih ederler. Onlar, aynı


şekilde, bir ya ndan pozitivist nesnellik iddiasını felsefi bir i mkansızlı k
olara k görürler (çün kü h içbir insan kendi kültürel kab u l leri ve d üşün­
ce çerçeveleri n i ta mamen askıya alamaz). Ö te yandan, aslında nes­
nelliğin gerçekliğin çarpıtılması olduğunu, bu rada sosyal bilimcinin ­
esasen ilgili bireylerin görüşleri ve güdülerini göz ardı ederek- belirli
bir d u ruma sadece kendi yorumlarını em poze ettiğini düşünü rler.
Benzer şekilde, suç ve evl i l i k gibi sosyal olgular kendilerine a it bir
gerçekliğe sahip bağ ımsız şeyler olara k deği l, aksine sadece insanla­
rın dünyayı anlamak için yarattıkları sosyal inşalar olarak varola bilir
ve incelenebilirler. Pozitivizmin nesnelliği v u rg u laması g ibi, fenome­
noloj i de sosyal analizde öznel unsurları öne çıkartmıştır.
Fenomenoloji kaçını lmaz o lara k bil imsel sosyolojinin sa l d ı rısına
uğramış ve eleştirilm iştir.

• Onun 'özler' ve 'kendinde-varlık' gibi kavramları ve dili Angio­


Sakson tarza bir ölçüde ters düşer, bu yüzden fenomenoloj i k
düşünceler i ngiltere v e Amerika'da hemen kab u l görmemiştir.
• Fenomenoloji hem heyecan verici hem de bıktırıcı olabilir -
soyut kuramiardan gerçek hayata, genel kavramlardan sağduyu
bilgisine geçiş heyecan vericidir, ancak bu tür bir ana l iz sonra­
dan oldukça teknik, hatta sı kıcı hale gelebilir. Ka rşıl ıklı konu ş­
malar, herkesin bildiği üzere, birisi sizi n her sözünüzü ve 'ger­
çekten' ne kastettiğ inizi analiz etmeye başlayı ncaya kadar ol­
d u kça heyecan verici olabil i r.
• Araştırma projeleri küçük ölçekli, esas itibariyle küçük grup et­
kinl ikleri ve etkileşimiyle i l g i l i olma eği l i m i ndedir ve bu yüzden
onlar büyük boy ku ramın genel gücü nden ve topl u m u n bütü­
nünü analiz çabasından yoksunlard ı r.
• Fenomenolojik yaklaşım, fazla bili msel olmadığı, belirli bir sos­
yal d u ru m u inceleyen sosyologların öznel yorumlarından başka
bir şey olmadığ ı gerekçesiyle eleştiri l m iştir. Bu tür çalışmaların
sonuçları söz kon u s u çalışmanın ötesinde genellemeler yapa­
cak temel lerden yoksundur, onlar top l u m ve insan davranışı
hakkında yasa l a r geliştirecek hiçbir temel sağlamazlar.
• Fenomenolojik araştırma biçimine içkin bir tezat vardır: göz­
lemci, araştırma ilerlerken, sadece incelediği öznelerin d uygu la­
rı ve ka bul lerini değ i l, aynı za manda kendisininkileri de aydın la­
tabil mel i ve açıklayabilmelidir -bu sayede okuyucu bel irli bir
d u rumla i l g i l i yorum katmanlarını tamamen anlayabil melidir.
Bu, sadece tamamen sonu gelmeyen nafile bir süreç olmakla
238 SOSYOLOJIDE TEMEL FiKIRLER

kal mayı p, n ihayetinde ön-ka b u l lerden bağımsız hiçbir nesnel


ve üstün n itel i kte bir ana liz yapılamayacağı anlamına gelir. Her
analiz yorumdan baş ka bir şey değilse ve hiçbir yorum bir d iğe­
ri ne üstün değilse, o halde niçi n sosyoloji yapılsın?

Fenomenologlar, bu tür eleştirileri, ken d i araştı rma projel erinin nes­


nel likten yoks u n olabileceğini, bu araştırmaları, geçerl i l i k ve niteliği
esas alarak, bel irl i sosyal duru m l a rda gerçekte o l u p bitenl erin olduk­
ça tam ve ayrıntıl ı açıklamalarını suna rak gerçekleştirdiklerini bel irte­
rek cevaplandırmışlardır. Fenomenoloj i k kuram ve yöntemi daha
bilimsel sosyoloj ilerden ayıra n şey, nitel a raştırmaya, sezgi ve öznel
faktörlere bu vurgusud u r. Fenomenoloji modern sosyoloji üzeri nde
büyük bir etki yaratmıştır. Fenomenolojik teori ve yöntem g ü nü­
müzde bile sosyolojik ta rtışmaları biçimlendirmekte ve yönlendir­
mektediL

AYR lCA BAKIN IZ



ETNOMETODOLOJi ve SEMBOLiK ETKiLEŞiMeiLiK -fenomenoloji­
nin ev l atla r ı olarak
• POZiTiViZM ve YAPISAL iŞLEVSELCiLiK -sosyolojik an a liz ve uygu­
lamaya altern atif ya k l a şı m l a r olarak

YAPILAŞMA -yapı ve eylemi birleştirmeye çalışan 'geç modern' bir
girişim olarak
• POST-MODERNiZM top l u m ve b irey ha kkında post-modern bir
-

perspektif olara k

OKUMA ÖNERiLERi
PIVCEVIC, E. (1 970), Husserl and Phenomenology, Hutchinson

iLERi OKUMA ÖNERiLERi


H USSERL, E. (1 901 ), Logical lnvestigations, Routledge &Kegan Paul
HUSSERL, E. ( 1 9 1 3), ldeas for a Pure Phenomeno/ogy and Phenomenologica/
Philosophy, Macmillan
H USSERL, E. (1 936), The Crisis of European Sciences and Transcendental Phe­
nomenology, North West University Press
SCH UTZ, A. (1 972), The Phenomenology of the Social World, Heinernan n
SCH UTZ, A. AND LUCKMAN, T. (1 974), The Structures of the Life World, Heine­
mann
FENOMENOLOJi 239

DEGERLEN DiRME SORULARI


1 Sosyolojide bir metodoloji olarak yorumcul u k, sosyal d ünyanın sadece
öznel gerçekli k olarak a nlaşılabileceği varsayım ına daya n ı r. Yarumcu
sosyologların e n çok kulland ıkları ortak araştı rma teknikleri katı l m a l ı
gözlem ve yapılandırılmamış görüşmelerdir. Bu t ü r yöntemler, araş­
tırmacıya, sosyal aktörlerin kend i gerçekliklerini nasıl inşa ettikleri ko­
nusunda bir kavrayış kazan masına yardımcı olan nitel veriler sağlar.
Bu metodolajik ya klaşıma yönelik eleştiriler, araştırma n ı n şeki l lendi­
rilmesi ve yürütülmesiyle ilgili tekni k ve a h l a ki sorunlardan, bu yolla
toplanmış verilerin geçerl iliği hakkındaki daha temel kuşkulara kadar
uzanır.
a) Aşağıdaki terimleri kısaca tan ımiayın ız.
i) öznel
ii) n itel veri
iii) gerçekliğin inşası
b) Bildiğiniz en az bir e mpirik çalışmayı kullanarak, katılmalı gözlemin
ve/veya yapılandı rılmamış görüşmelerin okuma parçası ndakine uy­
g u n biçimde nasıl ku llanılabileceğini gösteri niz.
c) Katı lmalı gözlem veya ya pılandırılmamış görüşmelerin gerçekleşti­
rilmesinde karşılaşılan bir sorun u ve bu araştırma tekn iğiyle toplanmış
verilerin geçerliğine ilişkin bir eleştiriyi genel hatlarıyla belirtiniz.
d) Metodolajik yaklaşım seçiminin sosyologların ulaştığı sonuçların ve
açıklamaların türünü nasıl etki lediğini açıklayıp örnek veriniz. (JM B,
Haziran, 1 987, s. ı )
2 Bizler insanız ve insan topl u munu 'içinden' d e n eyim leriz. B u d u rum,
sosyolojiyi, içerden bakışın m ü m kü n olmadığı doğa bilimlerden da ha
inandırıcı kılar mı? (Cam bridge Yerel Sınavlar Komitesi, Haziran, 1 986)
3 "Yorumcu bir yaklaşım ı benimseyen sosyologlar i n sa n ı n yaratıcılığ ı n ı;
pozitivist yaklaşımı benimseyenler ise pasifl iğini vurg u larlar". Bildiği­
n iz sosyolojik çalışmalarla cevabınızı örneklendirerek tartışınız.
(Oxford Sınav Komisyonu, Mayıs, 1 986)
4 Bildiğiniz herhangi bir sosyal hayat alanında yapılmış araştırma çalış­
malarından yararlanarak, sosyolojideki pozitivist ve yarumcu araştır­
ma yaklaşımlarını birbiriyle karşılaştırıp, aradaki farkları bel irtiniz. Size
göre, pozitivist ve yarumcu araştırma yöntem leri a rasında net ayrım­
lar yapmak ne kadar m üm kündür? (JM B, Haziran, 1 986)
5 Sosyologlar çoğunlukl a sosyal yapı kuramiarı ve sosyal eylem kuramiarı
ayrımı yaparlar. Sosyoloj i k kurama bu iki yaklaşımı genel hatlarıyla be­
lirtiniz ve d eğerlend iri n iz. (AEB, Hazira n 1 989, s. 2)

Çeviri: Hacer Harlak


Hegemonya
Antonio Gramsci

Gramsci ( 1 89 1 -1 937) i talya, Sard in­


ya'da yoksul, alt-orta sınıf bir ailenin
çocuğ u olara k dü nyaya geldi.
1 9 1 1 'de Torino Ü niversitesi'ne bilim
adamı o l a ra k g ird i. 1 91 3'te i talyan
Sosyalist Partisi'ne katıldı. Rad ikal
L'Ordine Nuovo gazetesinin kurul­
masına ön ayak oldu ve editörlüğü­
nü üstlendi; 1 920'1erin sendikalist
veya fabrika konseyi h a reketinde
temel bir şahsiyet hal ine geldi.
Bununla beraber, 1 92 1 'de d iğer
eylemcilerle birl i kte italyan Kom ü­
nist Partisi'ne katıldı ve 1 924'te
Partinin genel sekreteri oldu. Aynı
yıl içinde i ta lya n Parlamentosu'na seçildi, ancak 1 926 yılında M usso­
l i n i tarafından tutu klandı. Mussolini onu 'görmezlikten gelinemeye­
cek bir beyin gücüne sahip Sardinya lı ka mbur' olarak damgaladı.
Hakkındaki kovuşturmayla ilgili davada, "bu beyin 20 yıl iş görmek­
ten men edilmelid ir" kararı çıktı. 1 93 7'ye kadar sal ıverilmeyen
Gramsci ta h l iyesinden kısa bir süre sonra beyin kanamasından ve
cezaevi hayatının kötü koş u l la rından dolayı hayata gözlerin i yumdu.

FiKiR
Gramsci'nin kültür ve ideolojiye, kitle devrimine vurgusu, en iyi şekil­
de, ilk kez Grekler döneminde kullanılan ve bir devlet ya da yönetici­
nin bir başkasını hakim iyeti a ltına a l masını anlatan hegemonya kav­
ra mı temelinde ifade edilebilir: G ra msci bu kavramı, daha sonra, bir
HEGEMONYA 241

sosyal sınıfın bir başka sosyal sınıf üzerindeki haki miyetini, onun
kendi d ünya görüşünü, ideolojisini kısmen zorl a ancak büyük ölçüde
i kna yoluyla veya en azından kabul lend irerek empoze etme yetene­
ğini anlatacak biçimde genişletir.
Gramsci genellikle yi rminci yüzyıl ı n önde gelen Marksist teoris­
yenlerden biri olara k kabul edilir. Onun amacı, alternatif bilimsel
Marksist bir yaklaşım, rad ikal sosya listler ve kitlelere -köylüler ve işçi
sın ıfına- devrimci değişimi sağlamada gerçek ve aktif bir rol tanıyan
hü manist bir ya klaşım gel iştirmekti. Sosyalist bir devrim, ona göre,
kendiliğinden olara k ortaya çıkmaz. Sosya l izm determinist tarihsel ve
ekonomik yasaların kaçınılmaz sonucu değildir, halkın katılımını ve
özel likle ahlaki ve ideoloj i k l iderliğin kitleleri a yd ı n latması ve yönlen­
d i rmesini ve kollektif bir u l usal halk i radesi yaratmayı gerektirir.
Gramsci, bu nedenle, hegemonyayı askeri olduğu kadar ideolojik
bir yönetim olarak, ü retim a raçları kad a r egemen d üşü ncelerin de
kontrolü olarak tanımlar. Bu bakış açısı ndan, kapita lizmin yirminci
yüzyı ldaki gücü, onun sadece Batı dünyasındaki egemen ekonomik
sistem olara k gücü nden değil, aynı zamanda -işçiler, tüketiciler ve
yurttaşlar olarak- insanların düşünme ve davranış biçi mleri n i kontro­
l ünden kaynaklanır.
Kapitalizm günümüzde ekonomik bir sistem olduğu kadar bir ya­
şam biçimidir. Onun tica ret, tüketimeil i k ve kar a rayışı gibi fikirleri,
kültür ve spordan çal ışma hayatı ve boş za man faa l iyetlerine kadar,
hayatın her alanına n üfuz etmiştir. Para kazan ma, a l ışveriş tutkusu,
zengin ve ünlü hayat tarzia rına d uyulan özlem Batı toplumunun
temel değerleri ve güdü leridir ve Ford, Sony ve McDonald's gibi dev
şirketler bir ya ndan hepi mizi daha fazla satın al maya ve tüketmeye
ayartırken, öte yandan yeni piyasalar ve kar a rayışlarını sürdürürler.
i deolojik kontrol, Gramsci'ye göre, ne askeri güç ne de ekonomik
egemenliktir, gerçekte en üst hegemo nya biçimi zorlamadan ziyade
iknad ır -ve Batı l ı topl umlar günümüzde kapital izmi sadece kafa la­
rında değil ka l plerinde de yaşatmaktadırlar ve on ları sosyal izmin en
iyi yaşam biçimi olacağına inandı rmak çok zaman a lacaktır.
Bununla beraber, 1 920'1erde, Batıl ı toplumların ekonomik kargaşa
içinde oldukları, i talya, Alma nya ve d iğer Avrupa ü l kelerindeki işçi
s ı nıflarının kitlesel işsizl ik, yüksek enflasyon ve 1. Dünya Savaşı sonra­
sının yoksulluk, sömürü koşul larında devrimci bir ha rekete ka lkıştık­
ları bir dönemde Gramsci'nin düşünceleri güçlü bir etki yarattı.
Ciramsci h içbir yönetici sın ıfın ekonomik kontrolle, hatta salt siyasal
qüce dayanarak hegemonya kuramayacağını öne sü rer. Bu tür çıplak
baskı sadece devrim i ere yol açacaktır. Ayrıca gerek d uyulan şey,
242 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

ideolojik egemenlik, yönetilenin rızasıdı r ve bu da aile, kilise, h u ku k,


medya, okullar ve hatta send i kalar gibi sosyalleştirici birimler tarafın­
dan sağ lanır. Bütün bu birimler yönetici sın ıfın değerl erinin gelişimi­
ne ya rdımcı olurlar ve bu değerlerin eleştirmeden ve bilinçsizce
'normal' kab u l edil mesi n i sağlayarak, onu meşrulaştırırlar. Onlar
gündelik hayatın ve hatta 'sağduyusal' a n layı şlarımızın te melini ol uş­
tururlar. Nitekim yönetici sınıf ni hayetinde kendi yöneti m i n i devlet
(hukuk, pol is, o rd u vb.) a racı l ığıyla dayatırken, gerçek kontrolü sivil
top l u m üzerindeki entellektüel hakimiyeti a ra cı lığıyla sağlar.
Fakat ta m ideoloj i k hegemonya nadirdir ve asla ta m olamaz. O,
daima a lternatif g rupların yeni meydan okuyuşlarıyla, yeni fi kirler,
yeni krizlerle karşı karşıyad ı r. Bu egemenl i k, hakim sın ıflarla toplu­
mun diğer kesimleri a rasında değişen ittifakların kurulduğu bir 'tarih­
sel blok' sayesinde n üfus u n kitlesel desteği kaza nı lara k mümkün
olur; a n cak, bu ittifa klar her zaman tartışmaya ve yı kılmaya açıktır. Bu
zafiyet, işçi sın ıfı gibi tabi konumdaki s ı n ıfların ahlaki, fikri ve siyasal
l iderliklerini geliştirmelerinin, yaygın destek kazanarak yönetici sın ıfı
devirmelerinin yol u n u açar. Kapital ist toplum larda, işçi s ı n ıfı, özellikle
burjuvazinin telkinlerine direnebilecek ve bunu teşhir edebilecek
kuvvetl i bir kon u mdadır. Kapita l ist koşu l la rda, çalışma hayatı n ı n
gündelik deneyi m l eri bu sistem i n özellikle sömürücü ve baskıcı do­
ğasını gözler ö n ü ne serer. Ancak, bu bilgi n i n d evrimci eyleme dön üş­
türebil mesi, radikal ayd ı nların kitlelere proleter devrimci sınıf bilinci­
n i taşı malarıyla ve n i hayetinde onları eyleme yön lendirecek eğitimi
vermeleriyle mü mkündür. Bu yüzden, hakiki bir işçi sın ıfı devri m i ilk
o larak burjuva ideolojisini teşhir etmek için fikir mücadelesin i gerek­
tirir: yani, işçi s ı n ıfın ı n devlet ve topl u m u n siyasal ve ekonomik kont­
rol ü n ü ele geçirmeden önce felsefi ve ahlaki liderliği ele geçirdiği bir
kültür devri mine ihtiyaç va rd ı r. Kom ü n ist Partinin rolü, bu yüzden,
G ramsci'ye göre, işçi sın ıfı bilincinin gel işmesine yard ı mcı olmak ve
devrimci bir ittifak ol uşturabil mek için, o n u n diğer grupların deste­
ğ i n i kazanmasını sağlamaktır.
Bu yüzden Gramsci hegemonyanın asla tam olamayacağını, -
yönetici s ı n ıf a rasında olduğu kadar işçi s ı n ıfı a rasında da- ideolojik
kontrol mücadeleleri n i n her zaman var olaca ğ ı n ı kabul eder. Bütün
yönetici sınıfla r halkın desteği n i sürdürmek ve güçlü kalmak istiyor­
larsa ödünler vermek zorundadı rlar. Tam beyin yıkama totaliter bir
devlette bile asla tam anlamıyla m ü mkün değildir. Kapitalist fikirler
modern toplumun her yanına nüfuz etse bile, i nsan ların kendi dene­
yimleri -ka pita l izmin çevre üzerindeki etkileri, çoğu bi rey ve grup
üzerindeki yal n ızlaştıncı ve yabancılaştıncı etkileri ve çılgınca tüke-
HEGEMONYA 243

tim- açıkça kapita l ist e konominin zayıflıkları, zararları ve sömürüsü­


nü o rtaya çıkarır. i nsanlar kapitalist propagandayı a n layabilir, radikal
bir değişim o lmasa da reforma ihtiyaç olduğunu görebilirler; onlar
hayatı gerçekte olduğu gibi ve o l ması gerektiği gibi görebilirler.
Gramsci'ye göre, bu yüzden, gerçeklik ve ideoloji ayn ı o l u ncaya
kadar gerçek hegemonya m ümkün değildir. Kapitalizm, temel çeliş­
kileri ve sömürüsü n edeniyle tam egemen l i k sağlayamaz. O g ücünü
sürd ü rebilmek için ödünler vermek, toplumun rızasını ve meşru iyet
kazanmak zorundad ı r. O hegemonik etkisini, meşruiyeti n i bi r kez
yitird iğinde devri min yol u açılır. Çarlık Rusyasında Çar Nikola ve aile­
sinin halkın desteğ i n i tamamen kaybettiği için Bolşevikler iktidarı ele
geçiri rken, modern kapita l ist toplumlarda ha l k yönetici s ı n ıfların
daha fazla güce sahip oldukları n ı düşünür. Gramsci proleter bir dev­
rimin a nahtarı olarak ideolojinin boğ ucu gücünü görür. Proleter
devrim, ona göre, entellektüellerin ve işçi sınıfı kitlesinin, kapitalist
hegemonyaya d i renerek onu yıkmak ve yerine yen i bir devrimci
d ünya düzen i ve sosyal adalet a n layışı n ı geçi rmek için Komünist Parti
içinde bir araya gelmeleri ve halkın desteği n i almalarıyla mü mkün­
dür.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Gramsci'n in hegemonya kavram ı Sovyet kom ü n izminin katı ortodoks
yaklaşımına temel bir a lternatif sunarak savaş-sonrası Ma rksizm'i
büyük ölçüde etkiledi. O gelişmiş ka pita lizmin kompleks yapısı ve
ayrıca özellikle Batı Avrupa'da 1 930'1arın faşist rejimleri a ltında bile
işçi sın ıfı arasında devrimci bilincin yokluğu gibi konularda yeni açık­
lamalar getirdi. O ayrıca alternatif sosya l ist bir strateji sundu: bu stra­
teji, gücü ele geçirmek ve s ü rdürmek için şiddet kullanmayı onayla­
yan Bolşevik siyasal devrim modelinden ziyade, Batı l ı topl u mları n
l iberal reformları v e bireysel haklarına sa hip çı kmayı önermekteydi.
Gramsci'ye göre, işçi sınıfın ı n iktidarı ele geçirmeden önce yap­
ması gereken şey, ken d i alternatif hegemonyası veya dünya görüşü­
n ü ortaya koyarak, yani kapitalist kültürü sorgulamak ve yıkmakta,
kusurları, sömürüsü ve baskıcı doğasını teşhir etmekte ve böylece
yen i özg ür toplumsal düzen için bir temel sağlamakta kullanılabile­
cek yeni bir sosya list 'sağduyu' -devrime götüren ve ardından işçile­
rin gücünü sağ lamlaştıran ve meşrulaştıran bir karşı-hegemonya­
geliştirerek, yönetici s ı n ıfın hegemonyasını yıkmaktır. Burj uva d ünya
görüşünün yerine gerçek s ı n ıf bilincini sağlayabilecek sosyalist bir
dü nya görüşünün geçiril mesi ne gerek vardır.
244 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

i deolojik zafer, böylece, bedenler ve kafa l a r kadar 'kalpler ve zi­


hi nler' için savaşta da, sınıfsal zaferin bir ha bercisidir. Böylece, fiziksel
bir devrimden uzak d u ru lması, işçiler ve Komünist partinin kansız,
şiddet içermeyen bir devrim yapması mü mkün olabil ir. O sosya lizme
ulaşmak için teori ve pratiği birleştiren a lternatif bir strateji önerir.
Bu yüzden, G ramsci'ye göre, fikir mücadelesi ekonomik ve siyasal
kontrol mücadelesi kadar önemlidir. O olmadan s ınıf bil incine ulaşı­
lamaz, ne de işçi sınıfı Komün ist pa rtinin yönetimine razı ol u r.
Gramsci'n in hegemonya kavramını kullanış biçimi, terimi siyasal
önderlik veya devletin hakimiyetini a nlatmakta kullana n Lenin ve
Mao-Çe-Tung gibi daha ortodoks Marksistlerinden farklıdır. Onun
yorum u ve stratej isi şu noktalarda fa rklılık gösterir:

• Siyasal ve ekonomik faktörler yerine ideolojik, ahlaki ve kültürel


faktörlere, entellektüel bir devrimin önem ine, yani devletin
kontrolünü ele geçirmek yerine kitlesel sınıf bilincini artı rma nın
önemine vurgu;
• Devri mle i l g i l i olarak, işçi sınıfı dışındaki kitleler ve gru plara
vurguda buluna rak, öğrenciler, kad ınlar, Siyahlar gibi proleter
ol mayan rad ikal g ru pların da harekete kazanılması. Sadece işçi
sınıfını değil diğer kesimleri de kapsayan bu genel analiz, Batılı
Marksisdere 1 960'Iar ve 70'1erdeki öğrenci devrimlerini ve Ka­
dın Özgü rlüğü h a reketini açıklamalarında büyük ölçüde yar­
d ı mcı o l m uştur.
• Onun her ü l kenin kendi koşu l l a rına bağ l ı bir U l usal-Kitle Hare­
keti yaratmasına vurgusu, bir d ü nya devriminin gelmesini veya
Moskova'nın d i rektiflerini beklemeyen, u l usal stratejilere sa h i p
bağ ımsız Komü nist partiler v e sosya list hareketlerin gelişimine
yardı mcı olmuştur.
• Onun teori ve pratiğin birliğine vurgusu rad ikal ayd ınları işçi s ı­
nıfıyla ilgilen meye itti ve onları Marx'ın "insanlar, temel, kişisel­
ol mayan tarihsel güçleri beklemekten ziyade bizzat kendi tarih­
lerini yaparla r" sözü nü geliştirmeye yöneltti.

Gramsci'nin analizinde, sadece yönetici s ı nıfların gücü nasıl ele ge­


çird i kleri değ il, -güç ve ekonomik hakimiyetin yanı sıra siyasal l iderlik
sayesinde- bu gücü nasıl ellerinde tuttu kları da gösterilmeye çalışıl ır:
bu siyasal l iderlik başa rı l ı biçimde yıkıl d ığında onun siyasal d üşüşü
de beraberinde gelecektir. Gramsci Hapishane Defterleri'nde, örne­
ğin, Fransız Devrim i sırasında kitlelerin özlemlerini kendi propagan­
dalarına katarak köyl ü lerin kitlesel desteğini kazanan Jakobenler'in
başarısım sahip olduğu desteği genişletemeyip sonunda çöken i talya
HEGEMONYA 245

Parla mentosu'nun başarısızlığı ile karşılaştırır. O, kapitalist ekonomi­


nin yönetici sınıfı olan burjuvazinin, -kapitalist ekonominin istikrar­
sızlığına rağmen- sosyalist meydan okumalar karşısında bile entel­
lektüel üstü n l üğünü sürd ü rerek g ücü nasıl elinde tutabildiğini; mu­
hafazakar hükü metlerin güç kullanmak yerine kitleleri, hatta prole­
tarya nın büyükçe bir kesimini kendi fi kirleri n i n onları n fi kirleri oldu­
ğuna inandırarak nasıl pasif devrim ler yapa bildikleri n i göstermeye
çalışır. 1 980'1erde Britanya'da Thatcher'ın mu hafazakar h ü kümeti,
Refah devleti politikalarını terk etmekle, militan send ikalar ve yerel
otoriteleri ezmek için sadece devleti ve h u ku ku kullanmakla kal madı,
aynı zamanda l iberal ka pital ist değerlerin hakim olduğu ideolojik bir
iklim ol uşturdu . Bu ideolojik i kl i m piyasa gü çleri, özelleştirme ve
eşitsizl iğin kabu l lenil mesini sağlamakla ka l madı, sosyal ist yönetim
altında modern B rita nya'nı n tehlikeye s ü rü klendiğine ikna ederek,
işçi s ı n ıfı nın bile i şçi Partisi'ni terk etmesine yol açtı . Nitekim işçi sın ıfı,
güç kazanmak için kendi özel çıkarlarını aşmalı, toplumun d iğer ke­
simleriyle birleşmeli ve kendi davasının a hlaki doğruluğunu göster­
mek için halkın büyük kes i m i n i kazan malıyd ı. Modern sosyalist bir
devrim, Gramsci'ye göre, s iyasal güç kadar fikirleri, bir lider kadrosu
kadar azınlığın kitlesel desteğini gerektirir. Ona göre, ideal toplum
devletin yasalarıyla bireysel vicdanın zorunluluklarının örtüştüğü bir
toplumdur.
Gramsci modern Marksizm'in 'üstyapı teorisyeni' olarak a d la ndırı­
l ır. O entelektüelin, burjuva ideolojisini sorgulayabilecek ve sınıf
bili ncine sahip o l ması için işçi sınıfını eğitebilecek a lternatif bir he­
gemonya gel iştirmede anahtar bir role sahip olduğunu düşünür. O
organik ve geleneksel entellektüel ler, meşru laştırmada ve sınıf bilinci
yaratmada uzman olanlar ve geleneksel olarak topluma bağ l ı olan ve
onun kültürü ve geleneklerini sürdürmeye çalışanlar ayrım ı yapar.
Devrimci bir parti, hegemonyasını kurmak ve kitleleri kendi safına
çekmek için i kisinin de desteğine i htiyaç duyar.
Gramsci ortodoks Marksizm'i, onun pozitivizmini, ekonomik de­
term inizm ini ve tarihsel materyal izme katı bağl ı l ığ ı n ı şiddetle eleşti­
rir. O otomatik ve kaçınıl maz bir tarihsel gelişme d üşü ncesini redde­
der. i nsanlar gelmesini beklemekle kal mayıp tarihlerini yapmak zo­
rundadırlar. Kitleler devrimci değişme olacakmış gibi hareket etmeli
ve bunu başarabilmek için sınıf bili ncine sahip olmalıdırlar; onlar
tarihteki yerleri konusunda bilinçli olmak ve onun için -pasif değil­
a ktif bir biçimde m ücadele etmek zorundadırlar. Entellektüellerin
öncülük ettiğ i bu kitlelerin i htiyacı, devrimci bir ideoloji, felsefeyle
pratiği birleştiren bir hegemonya, Len in ve Bol şeviklerin benimsed iği
246 SOSVOLOJiDE TEMEL FiKIRLER

stil ve tarzda kü ltürel l iderli k sağ laya n bir praxis felsefesidir. Onun
Marksizm yoru m u kendi döneminin Marksizm'ine göre daha esnek,
iyimser ve özg ü r l ü kçü, çağdaş topluma çok daha ya kındır. Bu yüzden
G ramsci'n in cazibe g üc ü yüksektir.
Kaçınıl maz o l a rak, Gramsci'nin daha i nsa ni, açık ve kademeli sos­
yalist stratej i analizi, daha ortodoks Marksistler tarafından fazlasıyla
l iberal olduğu, tarihsel materya l ist yasal arın tarihsel önem ini yadsı­
dığı için eleştirili rken, Ko münist Parti tarafından proletaryan ı n d ev­
rimci saflığını tehl ikeye atmakla suçlandı. Louis Althusser ve N icos
Poulantzas gibi yapısa kılar özellikle çok sert eleştirilerde bulund ular.
Yine de, bu kavra m Batılı Marksistlere gelişmiş kapital izmin kompleks
yapılarını ana liz edecek ve Avrupa işçi sınıfında devrimci ateşin yok­
luğunu ve Britanya'da Thatcher'ın, Amerika'da Ronald Reagan ve
George Bush'unki gibi Yeni Sağ h ü kümetlerin başarılarının ve g ücü
el lerinde tutmaları nın nedenlerini açıklayacak temel bir araç sağladı.
Gramsci'n in düşü nceleri -Batı kapital izminin sömürü, baskı ve eşitsiz­
l iği ni gözler önüne seren ve böylece radi ka l leri sosyal ist davaya ka­
zandırarak barışçı bir devri me yol açan bir strateji sunarak- Batı Av­
rupa'da Yen i Sola ve Avrupa-ko m ü n izmine i l h a m kaynağ ı oldu. i ron i k
olan, yönetici seçki n lerin hegemonya larını, yönetme hakkı n ı n a h laki
temelini yitird ikleri 'kansız devrim ler'in en iyi örneklerinden bir kıs­
m ı n ı n Batı Avrupa'daki toplumlardan ziyade Doğu Avrupa ü l keleri
olmasıdır. Berlin d uvarının yıkılışı, Doğu Avrupa'daki kom ünist yöne­
tim lerin çöküşü ve ya kınlarda Sı rbistan'da Slobadan Mi losevic'in
yönetimden çeki l mesi, hepsi yönetici sınıfın ideolojik gücünün çökü­
şünün ve kitlelerin onların hegemonya la rını, a h laki ve fikri l iderl ikle­
rini ka bul etmeyi s ü rd ürmeyi reddettiklerinin göstergesidir. Onlar
yönetme hakların ı yitirirken askeri güçlerini de yitirdiler ve savaş­
sonrası d i ktatörlerin çoğu a h laki ve siyasal açıdan iflas etmiş rej i mleri
sürd ü rmeye çalışmakta n ziyade çeki lmeyi seçti.
Hegemonya kavra m ı radikal eylemler kadar akademik a raştırma­
lara da ilham kayna ğ ı oldu. Hegemonya n ı n akademik a raştırma lar
üzerindeki etkisinin örneklerinden biri, i ngiltere, Birmingham Ü n iver­
sitesi Çağdaş Kültür Araştı rmaları Merkezi'nin gençl i k kültürü ve
medyanın gücü üzerine anal izleridir.
Belki de onun en büyük mirası, ö l ü mü nden 1 O yıl sonra i talyan
Komü nist Partisi'ni n savaş-sonrası i talyan pol itikasının temel g ücü
olara k ortaya çıkmasıd ı r: G ramsci'ni n teori ve pratiği birleştirme a rzu­
sunun fii l i bir yansıması.
HEGEMONYA 247

AYRlCA BAKINIZ
• YABANCILAŞMA ve i DEOLOJ i -Gramsci'nin teorileri için temel fikirler
olarak
• YAPISAL MARKSiZM, ELEŞTiREL TEORi, GÖRELi ÖZERKLiK ve MEŞ­
RULAŞTlRMA KRiZi -bu temel Marksist düşüncenin dört farklı yoru­
mu olarak
• SÖYLEM ve SiMÜLASYONLAR -fıkirlerin gücü üzerine post-yapısa lcı/
post-modern perspektifler olarak

OKUMA ÖNERi LERi


BOCOCK, R. (1 986), Hegemony, Tavistock -hegemonya kavramının geniş bir
analizi
HOFFMAN, J. ( 1 988), 'The Life and ldeas of Antonio Gramsci', Social Studies
Review, January 1 988
JOLL, J. ( 1 977), Antonio Gramsci, Fontana -hayatı ve çalışması üzerine kısa,
okunabilir bir inceleme
MCN EIL, P. (1 988), 'Battle for Comman Sense', New Statesman/Society, 2 1 ,
November 1 988: modern hegemonik bir ideoloji biçimi olarak Thatche­
rizm üzerine bir tartışma.

i LERi OKUMA ÖN ERiSi


GRAMSCI, A. (1 971 ), Selections from the Prison Notebooks, New Left Books
[Hapishane Defter/eri: Seçme/er, Çeviren: Kenan Somer, Onur Yayınları, i s­
tanbul 1 986]

SINAV SORU LARI


1 "Bütün top l u m lar eşitsizliği meşru laştıracak ideolojilere sahiplerdir." Bu
ifadeyi tartışıp açın ız. (London U niversity, Haziran 1 986)
2 Marx'ın "yönetici sı nıfın fikirleri her çağda yönetici fikirlerdir" görüşünü
tartışınız. (AEB, Hazira n 1 987)

Çeviren: Ümit Tatlıcan


Ideoloji
Karl Mannheim

Karl Mannheim ( 1 893-1 847) Maca­


ristan, Buda peşte'de d ünyaya geldi
ve Birinci Dünya Savaşı'nda Orta
Avrupa'daki karışı kl ıkları n ve ko­
m ü nistlerle faşistler arası ndaki ça­
tışmala rı n o rtasında yetişti. 1 9 1 8-
1 9 1 9 yıllarında radikal Macar Hü­
kümeti nde görev yaptı, fakat sağcı
bir darben in ardından Almanya'yı
terk etmek zorunda kaldı. Berl in,
Budapeşte, Paris, Freiberg Ü n iversi­
teleri nde ve Max Weber'in fi kirleri­
nin yoğ u n etkisi altında o l a n ö nde
gelen d üşünce merkezi Heidel berg
Ü niversitesi'nde çalıştı. Mannheim
1 926'da Fran kfurt Ü n iversitesi'ne Sosyoloji P rofesörü olara k ata n d ı,
a ncak 1 933'te Nazilerden kaçıp i ngiltere'ye s ığınmak zorunda kaldı.
1 933- 1 945 yılları arasında London School of Economics'de öğretim
üyeliği yaptı ve daha sonra London Institute of Education'da Sosyo­
loji ve Eğitim Felsefesi Profesörü olara k göreve başladı.
Mannheim'ın Macaristan sonrası kariyeri çoğ unl ukla i ki ana evre­
ye ayrıl ı r:

• Alman evre ( 1 920-33): Büyük ölçüde Georg Lukacs'tan etkilen­


diği, dönemin her ta rafı istila eden devrimci ideolojilerinin iddi­
alarını değerlend irecek rasyo nel bir a raç olarak bir bilgi sosyo­
l ojisinin temelini atmaya çalıştığı evre. Onun buradaki temel ça­
l ışması ideoloji ve Ütopya'dır ( 1 929/1 960).

i ngiliz evre ( 1 933-47): Modern 'kitle' topl umunun ya pısını, o n u n
iDEOLOJi 249

parçalanıp atomlaşmasını, uç fikirler ve total iter hükümetleri


benimsemeye istekliliğini analiz etmeye çal ıştığı evre. Mann­
heim bu evrede yazd ığı Yeniden inşa Çağmda insan ve Toplum
( 1 940) ve Özgürlük, Güç ve Demokratik Planlama (1 950) gibi ça­
l ışmalarında, toplumsal d üzen ve konsensüsü yeniden kurmak
için daha kapsamlı bir sosyal planlamayı savunur.

Fi KiR
i deoloji terimi, genellikle insan doğası, top l u m ve hayatın nasıl o lma­
sı gerektiği konusunda önceden belirlenmiş, hatta yanlı bir bakış
açısını a n latmakta ku l l a n ı l ır. i deolojiler komün izm ve faşizm gibi
oldukça yapılaşmış ya da sistematik düşünceler bütününü anlatabilir
veya g üç, siyaset ve sosyal düzen hakkı nda teme l duygular, hatta
önyarg ıları yansıtabilirler. i deolojiler genellikle mevcut topl u m u
anlamaya çalışır v e çoğu kez toplum v e hayatın nasıl olması veya
nasıl geliştirilmesi gerektiği kon usunda teoriler, inançlar veya politik
man ifestolar sunarlar. i deoloj i ler genel l ikle insanlığın doğası ha kkın­
da özel bir görüşü ve çoğu kez ahlak ve sosyal adalet konusunda
güçlü ve samimi duyguları yansıtırlar. i deolojik perspektifler genell ik­
le yan l ı bakış açı l a rı olarak, belirli bir ideolojiyi desteklemek veya bir
başka ideolojiye karşı çıkmak için olgular ve kişi lerin seçici biçimde
yorumlandığı özel, çoğu kez kısmi veya kapalı d ünya görüşleri olara k
görülür. Ö rneğin, b i r sosyalistin modern Britanya'da g e l i r dağılımı
veya suçun nedenleri, aile hayatının çökmesi gibi kon ulardaki yo­
rum ları ve argümanları n ı bir muhafaza ka rınkilerle karşı laştı rın. Veya
bil imsel bir olgular ve raka mlar yaklaşımını ideolojik bir ya klaşımla
karşılaştırın. B i l imsel ya klaşım içindeki akadem isyenler ve bilim insan­
ları olguları konuşturmak için tasarlanmış salt nesnel ve tarafsız bir
metodolojiyi benimserler. Öte yandan, ideologlar açı kça yanlıdırlar
ve çoğu kez olgular ve rakamları önceden belirlenmiş a rgümanlarını
desteklemek ve siyasa l karşıtları n ı zayıflatmak için seçici ve kısmi bir
biçimde kullanırlar.
Karl Mannheim ideoloji kavra mını tüm bilgilerin ideolojik oldu­
ğunu anlatmak için kullan ır; matematik ve fizik gibi bel i rgin istisna lar
dışında her bilgi ideolojiktir, ya ni onlar modern toplumu ol uşturan
farklı sosyal grupların -mezhepler, kuşaklar, partiler ve özell ikle sos­
yal sınıfların- değerleri, istekleri ve çıkarlarının basit birer yansıması­
dır. "Olgular ve ra kamlar kendilerini anlatmazlar". Onlar kendileri
adına konuşa mazlar, aksine yorumlanmaları gerekir. Olgular ve ra-
250 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

ka m ları a n l a ma k için bazı entellektüel çerçevelere gerek vardır. Bu


yüzden, Mannheim'ın bakış açısına göre, nesnel bilgi veya m utlak
haki kat yoktur, sadece olsa o l sa yaklaşık bir hakikat, hayatın gerçekte
nası l bir şey old u ğ u na ve ne yapılması gerektiğine dair birçok farkl ı
inançlar sentezi vardır. Bu nedenle Mann heim, entel lektüel lerin bir
sınıf veya g rubu n ç ı karlarının en açık sözcü lerinden başka bir şey
olmad ı klarını düşünür; a nca k Mannheim sonradan, onların ra kip
bakış açılarının sentezi ni ya pabilecek ve bir tür fikri uyum yaratacak
kadar bağ ı msız olabilecekleri n i ka bul eder. Bu duru mda, bilgi sosyo­
lojisinin rol ü , düşü ncelerin kaynağının sosyal g ruplar olduğunu orta­
ya koymak, bu kan ıtlardan onları n genel ideolojisini elde etmeye
çalışmak ve böyle bir d ü nya görüşünün g rubun kendi çıkarla rını
ko lla maya nas ı l ya rd ı m ettiğini göstermektir. Bu yüzden, tü m ha­
kikatler ideolojik olarak yan l ı d ı r, tüm hakikatler ni hayetinde bel irli
sosyal grupların ç ı ka rları ve eğilimleri n i ya nsıtırlar. O halde sorun,
kim in çıka rları sorunu ve bazı grupların kendi d ü nya yorum ları n ı
geliştirmede d iğer g ruplardan n e kadar g ü ç l ü olduklarıdır.
Karl Mannheim, bu yüzden, bir bilgi sosyolojisi geliştirmeye, bil­
ginin yaratılma ve geliştiri lme biç i m i n i n sosyolojik bir ana lizini yap­
maya çalışır. Bu 'sosyolojik' bilgi a n layış ı n ın ana hatları ideoloji ve
Ütopya'da (1 929) a ç ı kça ortaya kon u l u r. Mannheim, 'ideoloji' terimiy­
le, bel irli bir toplu mdaki yönetici sın ıfın ina nçları ve değerlerini a n la­
tır: belirli d u ru m larda, bel irli grupla rın kollektif bilinçdışı hem bu
sın ıfın hem de d iğer kesi m lerin topl u m u n gerçek durumunu görme­
lerini engeller ve böylece mevcut durumu sağlamlaştırır. Mannhei m,
'ütopya' terimiyle, genel l i kle, topl u m u bir gelecek düşüncesine -ayn ı
ölçüde ya n l ı ve çarpıtı lmış bir gerçekl i k a n l ayışı na- göre yen iden
kurmaya çalışan baskı altında ki grupların ve rad ikal bir alternatif veya
ütopik bir toplum arayışı içindeki grupları n ina nçları ve değerlerini
an latır: 'bazı bastırı l m ı ş g ruplar, entellektüel açıdan, büyük ölçüde
topl umdaki -sadece, olumsuzlama eğ i l i m i nde oldukları durumun
u nsurları olarak gördü kleri- mevcut koşu l la rı yıkmaya ve dön üştür­
meye ça lışırlar. i ki perspektif de ona göre ycın l ı d ı r. i kisi de topl u m u n
n a s ı l -ve kimin ç ı ka rlarına göre- düzenlenmesi gerektiği konusunda
güçlü temel ideoloj i lere daya n ı r. i kisi de ken d i argümanları ve ko­
numları n ı geliştirmek ve güçlendirmek için hakikat ve gerçekliği
bulanıklaştı rır ve çarpıtır. Bu tür ideolojiler özünde çatışırlar, birbirle­
riyle ta mamen ka rşıtlı k içindedirler ve ideolojik bir savaş biçimini
temsil ederler. H a ki m sosyal d üzen in zayıfl ığı ve adaletsizl ikleri eleşti­
rilere ve değişme yönünde ta leplere yol açar. Bu ta lepler karşılan ma­
dığı takdirde, yen i bir sosyal d üzen, insanların özg ür olacakları ve
iDEOLOJi 251

ihtiyaçları n ı n ka rşılandığı bir Ü topya nın amaçlandığı rad i kal, hatta


devrimci ideolojiler ortaya çıkar. Devrimle birlikte yeni bir sosyal
düzen, yeni bir yönetici s ı nıf, yen i bir yönetici ideoloji ve n ihayetinde
yeni bir rad ikal alternatif, yeni bir tasavvur ve ideoloj i ortaya çıkar.
Fransız Monarşis i n i n J a kobenleri ve Rus Çarl ı ğ ı n ı n Bolşevikleri do­
ğurması g ibi, yirminci yüzyı lda kapitalizm de komünizmin Soğuk
Savaş ideolojisiyle yüz yüze gelm iştir. B u yüzden Mann heim'a göre,
sosyal hayat rakip ideolojiler tarafı ndan desteklenen rakip sosyal
gruplar arasındaki sürekli bir güç mücadelesid ir ve Mannheim siyasal
düşü ncelerin izin i, binyılcılık öğretisinden başlayarak l iberalizm, mu­
hafazakarlık ve son olara k kom ün izme kad a r sürer.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Mannheim'ın bilgi a nlayışı yoğun bir etki yaratmıştır ve Karl Marx'la
birl ikte genellikle bilgi sosyolojisinin kurucu babası o larak görü l ü r.
i kisi de bilgi ve fikirlerin bağ ı msız bir gerçekliğe sahip oldukları inan­
cını yıkmışlard ı r. Onlar, daha ziyade, bilgi ve fikirlerin toplumsal kö­
kenlerini ve fikirlerin insanların davra n ışları n ı etkileme ve kontrol
gücünü ayd ın latm ışlard ı r. Mannheim, Marx'tan büyük ölçüde etki­
len mesine rağmen, s ı n ıfın ideolojinin tek temel i olduğu düşüncesine
karşı çıkar ve sın ıfsal ideolojinin çarpıtmaları n ı serg ileyecek ve ha­
kikati ortaya koyacak 'bili msel' bir analizin m ü m kü n olmadığ ı n ı dü­
şün ür.
Bununla beraber Mannheim d iğer uca yönelmemiştir. O ne röla­
tivist bilgi a nlayışını ne de doğru ve nesnel bilginin mümkün olduğu
düşüncesini destekler. Daha ziyade, kendi tezin i rölativizmden kur­
tarmaya çal ışır ve bu tezin hakikati ortaya çıkarma potansiyelini ar­
tırmak için şu yol la ra başvurur:

• Kesin bilimleri -matematik ve fizik gibi kesin ölçüm gerektiren


bilimleri- ken d i bilgi sosyolojisi teorisin i n d ış ı nda tutar.
• Bilgili entellektüellerin s ı nıfsal çıka rlardan uza k d u rabilecekleri­
n i ve böylece gerçeği görebileceklerin i a n lata n 'bağı msız aydın­
lar' kavra m ı n ı kullan ır.
• Rölativizm yerine sosyal kon um ve toplumsal görüşler arasın ­
d a k i bir i lişkiyi a n latan il işkisekil i k kavram ı n ı kulla nır: bu i l işki­
nin kavranması n i hayetinde evrensel olara k geçerli bilgiye yol
açacaktır.

Mannheim Marx kadar sistematik bir düşünür değildir ve bel irli


grupların bel i rl i ideoloj ilerden ziyade n için d iğerleri n i benimsed ikle-
252 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

rini veya niçin bazı toplumların sürekl i güç mücadelesi içinde o l d u k­


larını açı klayacak bir teoriden yoksundur. B u nunla bera ber, Mann­
heim'ın bireysel ideolojiler konusunda çok parlak görüşleri ve analiz­
l eri vardır. Örneğ i n 'Mu hafazakar Düşünce' konusundaki yazısı bir
klasik olara k kab u l edilir.
Mannheim, kısmen m ü lteci ki m l iğ i, kısmen de Avrupa lı d ü şüncesi
nedeniyle, özellikle Almanya'da Nazizm ve ll. Dünya Savaşı'nın yıkı m­
ları yüzünden, hiçbir zaman Weber gibi yeni bir sosyologlar nesli
yaratamamıştı r; bilgi sosyoloj isi üzerindeki etkisi bugün bile önemli
ölçüde yüksek olmasına ve Berger ve Lu ckman'ınki gibi fenomenolo­
jik ça l ışmalara yansımasına rağmen, a rkasında analizini sürdürü p
genişletecek mirasçılar b ı rakmamıştır. George Ritzer'in ( 1 996) ifade­
siyle,
O g ü n ü m ü zd e Bilgi Sosyolojisi olarak bil inen çağdaş alanın yara­
tılmasın ın neredeyse tek sorumlusud ur.

AYRlCA BAKINIZ
• HEGEMONYA
• YAPISAL MARKSiZM
• ELEŞTiREL TEORi
• MEŞRUiYET KRiZi
• GÖRELi ÖZERKLiK
• SÖYLEM id eo l oj ik gücün modern yorumları olarak
-

OKUMA ÖNERiSi
KETLER, D. (1 986), Karl Mannheim, Tavistock -Tavistock temel sosyologlar
serisinde Mannheim'in hayatı ve çalışmalarına özet bir bakış

iLERi OKUMA ÖNERiLERi


BERGER, P. AND LUCKMAN, T. (1 967), The Social Construction of Reality, Pen­
guin
BERGER, P. A N D LUCKMAN, T. ( 1 969), The Sociology of Religion and Sociolo­
gy of Knowledge' in Robertson R. (ed.) The Sociology of Religion, Penguin
LOADER, C. ( 1 985), Inte/leetual Development of Karl Mannheim, Cambridge
University Press
MANNHEIM, K. (1 929), ldeology and Utopia, Routledge and Kegan Paul, 1 929,
1 960 [ideoloji ve Ütopya, Çeviren: Mehmet Okyayuz, Epos Yayınları, 2002]
MANNHEIM, K. ( 1 940), Man and Society in an Age of Reconstruction, Routledge
iDEOLOJi 253

and Kegan Paul


MANNHEIM, K. (1 950), Freedom, Power and Democratic Planning, Routledge
and Kegan Paul
MANNHEIM, K. ( 1 952), Essays on the Sociology of Knowledge, OUP

SINAV SORULARI
Aşağıdaki kavra m la rd a n ikisinin bilgi sosyoloj isi a n layışına nasıl katkı­
da bulunabileceğini gösteri niz:
a) i deoloji
b) Sağd uyu bilgisi
c)Kollektif bil inç
2 iki fa rklı sosyal etkinlik alanını göz önüne alarak egemen ideoloji
kavramının sosyolojik açıdan kullanışlılığını değerlendirin iz. (London
U niversity, Haziran 1 986)
3 "H içbir bilgi m utlak o larak doğru değildir, çünkü bütün bilgiler sosyal
olara k inşa edilirler." Bu bakış açısını değerlendiriniz. (AEB, Haziran
1 989, s. 2)

Çeviri: Hacer Harlak


I ktidar Seçkinleri
C. Wright M ills

C. Wright Mills ( 1 9 1 6- 1 962)


Teksas, Waco'da orta sınıf
Katalik bir ailenin çocuğu
olarak dü nyaya geldi. Ü ni­
versite eğitimini Teksas ve
Wisconsin Ü niversitelerinde
tamamlad ıktan sonra Ma ry­
Iand Ü niversitesi'nde öğ re­
tim üyeliğine başlayan
Mil ls, daha sonra Col u m bia
Ü niversitesi'ne geçti. Fakat
bazı politik engellemeler
yüzünden 1 956'ye kadar
profesörl ük unva n ı alamadı.
Bu tür engeller Mills'in ol­
d u kça tartışmalı kariyerin i yeterince yansıtmaktadır. O bir asi, hatta
Amerika'daki sosyal bilimler kurumuna karşı gelen bir asiydi. M i l ls'in
hayranları kadar eleştiricileri de va rdır ve pek çok kişi l rving L. Ho­
rowitz'in, "O Amerika'n ın yetiştirdiği en büyük sosyologdur" görüşü­
nü paylaşacaktır.
C. Wright M i ll s, bir aydın o l manın yanı sıra eylem adamıyd ı ve
zamanını akademiden meslektaşlarından ziyade işadamları, politika­
cılar ve ordudan i nsanlarla beraber geçirirdi. O, pek çok sosyologun
dönemin temel problemleriyle yüzleşmekten kaçındığını, ancak
sosyolojinin görevinin bu problemlerle yüzleşrnek ve onları eleştirel
gözle analiz etmek olduğunu d üşünür. Onun amacı, toplumu açık­
lamak kadar sosyal reformlar yapmak, Amerikan toplumuna sosyolo-
iKTiDAR SEÇKiNLERi 255

jiyi tanıtmak ve sosyolojik i mgelemi geliştirmekti r. Mil ls, Amerikan


Hava Kuvvetleri Koleji'nden William A. White Psikiyatri Enstitüsü'ne
kadar pek çok farklı kurumda farkl ı kademelerde eğitimci olara k çalış­
tı. O, sadece Avrupa ve Latin Amerika'ya seyahatler ya pmakla kalma­
dı, Soğuk Savaşı n giderek kızıştığı bir dönemde Rusya ve Polonya'yı,
hatta Castro Kübasını ziyaret etti. Amerikan liberalizminin kritik eşiği
aştığ ına ve bu yüzden bi r rehavet dönemine g irdiğine inanan M il ls,
Weber'in ve giderek Marx'ın çatışma teorilerine yönel i r. Yine de o,
hiçbir zaman 'l ibera l' ve 'hümanist' güdülerini yitirmemiş, hiçbir za­
man teorik bir görüşe körü körüne bağl ı kal m am ı ş ve daima sosyal
bilimlerde etik değerlerin önemini vurgulamıştır. Mil ls, Dem i r Per­
de'nin her iki yakası nda da yaşanan 'çağımızın ahlaki rahatsızlı­
ğı'ndan, kitlelerin siyasal ve toplumsal seçkinlerin kontro l ü altına
g irmeye başladığı bir dönemde çağdaş ayd ı n ların manevi l iderlikle­
rini sürd ü remed ikleri nden ve modern sosyal b i l imlerin teorik ve
yöntemsel yetersizl iklerinden sık sık yakı n ı r. B u n a rağ men Mills, bilgi
sayesinde insan ı n özgürleşeceği ve iyi top l u m yaratılabileceği umu­
dunu hep korumuştur.

Temel çalışmaları:
• Beyaz Yakalllar (1 95 1 )
• iktidar Seçkinleri (1 956)
• Toplumbilimsel Düşün (1 959)
• 3. Dünya Savaşmm Nedenleri ( 1 958)
• Dinle Yankee (1 960)
• Marksistler (1 962)

FiKiR
i ktidar seçkinleri araştırması siyasal sosyoloji tarihinde temel bir ana­
liz konusu olmuştur. Kavra mın kökleri iki büyük filozof Aristoteles ve
Platon'a kad a r uzanır ve -Robert Michels ve Karl Marx aracılığıyla­
Mosca'dan Pareta'ya kadar siyaset teorisyenlerinin ilgi merkezini
ol uşturmuştur. Ancak Mills'ın yorum u nda farkl ı olan yan, 'seçki n ler
iktidarı'nı bireylerden ziyade kurumlar temel inde analiz etmesi ve
yirminci yüzyılda demokrasi nin yuvası olarak görülen ve özellikle
1 950'1er ve 60'1arın Soğ u k Savaş ortam ı nda şer kom ü nist g ü çlere
karşı i n sa n l a rın mutluluğu için savaştığını ve özgü rl ü k mücadelesi
verdiğini iddia eden Amerika'da iktidar seçki nlerinin varlığını bel ir­
lemesi ve analiz etmesidir. Özgürlük Anıtının yuvasının sorumsuz
iktidar seçkinleri tarafı ndan yönetildiğini iddia edebilmek sadece bir
256 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

cesaret işi değil, özel l ikle savaş-sonrası McCh a rtizm döneminde ol­
d u kça tehl ike l i bir işti.
Rad ikal bir ruh ve doğaya sahip olan C. Wright Mills sadece Ame­
rikan toplu m u n u eleştirmekle kalmaz, onun önde gelen bir demok­
rasi olduğu iddiasını da sorgular. Mills, iktidar Seçkinleri'nde ( 1 956),
Amerikan topl u m u n u n halk tarafından d eğil, içinde ü ç temel kurumu
-büyü k şirketler, ordu ve federal hükü meti- barındıran bir i ktid a r
seçkinleri tarafı ndan yönetildiğini göstermeye çalışır. Ayrıca ona
göre, bu ü ç ayrı org a n izasyon u ol uşturan fa rkl ı seçkin gruplar, birbir­
lerinden bağımsız gibi görünseler de, aslınd a gerçekte tek ve birl eşik
bir seçki nler g rubu, Amerika'yı kendi çıkarlarına göre yöneten ve
seçi mlerde hesap verme g ibi bir kayg ıları olmayan el it bir grup oluş­
tururlar. Onun a n a l izine göre, bu seçki nler grubunun birliğinin temeli
'kurumsal yakı n l ı k'ları ve karş ı lıklı bağıml ı l ı klarıd ır. Siyasetçilerin ü l ke
savunması için orduya i htiyaçları vardır; ordu askeri bütçeye gerekl i
mali desteği sağlamak için siyasetçilere ihtiyaç d uya r ve büyü k ş irket­
lerin askeri teknolojiler ve yeni silahlar geliştirerek karlarını büyük
ölçü de a rtı rmaları gerekir. Amerika n ordu bütçesinin bu kadar büyük
o l masının nedeni savaş sanayinin modern Amerikan ekonomisinin
temel unsurlarından biri olmasıd ır; bizzat büyük bir şirket 1 9SO'Ier ve
60'Ia rda Amerika'yı Sovyet Rusya'yla 'Soğuk Savaş'a sokacak ölçüde
etkili olmuştur. B u seçkinler gru bu, Mil ls'e göre, sadece 'işlerini sür­
d ü rebil mek' için bi rbirlerine ihtiyaç d uymakla kalmaz, aynı za manda
benzer toplumsal ve eğitsel kökenierden gelirler, kend i aralarında
evlilikler yaparla r ve aynı sosyal çevrede ve üst d üzey işlerde yer
a l ı rlar. Ü st d üzey bir işada m ı n ı n ka bineye g i rmesi veya Dwight Ei­
senhower gibi yüksek komuta kademesinden bir genera lin başkan
ol ması alışılmadık bir şey deği ldir. Amerika'nın mevcut başka n ı Ge­
orge Bush büyük bir işadamıdır ve hukuk kökenlidir; hatta babası
daha önce başkanlık ya pmıştır ve kendi Devlet Sekreteri Colin Powe l l
da Körfez savaşının ö n d e gelen generallerinden biriydi.
Amerika'nın bir iktidar seçkinleri tarafından yöneti l mesi -veya
yönlendiril mesi- m utlaka anti demokratik yollarla gerçekleşmez,
çünkü h ükü mete seçimlerde hesap soru labilir ve o sahip olduğu
gücü kendi ayrıca l ı kları veya çıkarlarından ziyade Amerikan halkının
yararına kullanabil i r. Fakat, Mil ls'e göre, bu askeri-s ınai-siyasal komp­
leks sadece sorum suz olmakla ka l mayıp, aynı za manda otokrati ktir
ve kendi çıka rlarına h izmet eder. Modern Amerika, ona göre, " i ktidar
Seçkinleri için, i ktidar Seçki nl eri tarafı ndan yönetilen bir i ktidar Seç­
kinleri yönetim i"dir. O Amerikan kapita l izminin ve büyük Amerikan
şirketlerinin çıka rlarına h izmet ederken, kitleler genel l i kle iktidardan
iKTiDAR SEÇKiNLERi 257

dışlanır ve d üzmece bir demokrasi sunulur. Amerika'da iki temel Parti


Cumhuriyetçiler ve Demokratlar hiçbir gerçe k pol itik a lternatif sun­
maz ve nüfus kitlesi tüketimciliğe teşvik edilir ve pol itikaya ya bancı­
laşır. Bu yüzden başka n l ı k seçimlerine katılım bile d ü şüktür. Bu tür bir
güç yoğu n laşmas ı n ı n kaynağı, Mills'e göre, bir yandan Amerikan
kapital izminin küçük işletmeleri yutan ve dev şirketler yaratan o l igar­
şik eğilim leri; öte yandan savaş-sonrası A merika'da federa l h ü kü met
ve b ürokrasinin gelişimi ve özelde l l . Dü nya Savaşı'ndan sonraki
Silah ianma Ya rışıdır. M i l ls için, Hiroşima'ya atom bombas ı n ı n atılması
Amerika'daki i ktidar seçki nlerinin güçlerinin derecesi ve tam soru m­
suzl u kları n ı n bir göstergesidir. Amerika n halk kitlesi, ona göre, olan­
ları sadece korku ve merak içinde izleyebilir. Onlar bu tür kararlar söz
kon usu olduğunda g ü n l ü k işlerini sürdürmekten başka bir şey ya­
pamazlar.
Amerika'n ı n aynı zamanda ü l ke dışında da mücadele veren güçlü,
soru msuz bir iktidar seçkinl eri tarafından ve d i ktatörce yönetildiği
düşüncesi yeterince iç karartıcı olsa da, daha sonra M i l l s, Üçüncü
Dünya Savaştntn Nedenleri'nde ( 1 958), Amerika ve Sovyetler Birliğin­
deki iktida r seçkinleri n i n bir a n la mda ortak bir çı kara, hatta bir an­
lamda ortak bir topluluk duygusuna sahip o l ma kla kalmayıp, a rala­
rındaki bütün ideoloj i k farklı l ıklara rağmen, d ü n yayı yönetme gibi
ortak bir tutkuyla gerçekte bir tür u l uslararası iktidar seçkinleri oluş­
turabileceklerini öne s ü rer.
Ancak bu tutku lu ve rad i ka l ana lizin sahibi Mil ls'in asıl hedefi,
Amerika'daki ka ra r verme s ü recin i ve karar-a l ıcıları teşhir etmek,
Amerikan vatandaşları n ı n yöneticilerin gerçek g üçleri n i n daha fazla
farkına varmalarını sağlamak ve kamuoyun u bu kurumsal gücü kont­
role teşvik etmek ve siyasal karar s ü recini i ktidar seçkinlerinin özel
çıkarlarına hizmet etmekten kurta rıp u l usal çıkarların hizmetine
sunmaktır.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Amerikan halkı nı n Stal i n Rusyası imgesine uygun d üşen bu kitlesel
kontrol tasviri, insanlar ta rafı ndan kendi top l u mları hakkında ortaya
atılmış tuhaf bir iddia olara k algılanmış ve doğal olara k büyük bir
karşı saldırıya yol açm ışt ı r. Entel lektüel düzeyde, eleştirmenler
Mil ls'in fikrin i n sadece basit bir ayrıntı olduğunu öne sürmüşlerdir.
Ne böyle bir seçkinler grubunun va rl ığına, ne de Amerika'yı kendi
çıkarlarına göre yönenikierine dair bir kanıt vardı. Kişisel düzeyde,
Mills a kademik bir asi, Marksizm ve kom ü n izmin bir savun ucusuydu .
258 SOSYOLOJIDE TEMEL FiKiRLER

Onlara göre, M i l ls sadece Amerika n top l u m u n u n tepesindeki bir


seçkin l e r gru b u n u n varl ığını ortaya koymuş, onların halkı güdümle­
me potansiyeline sah i p olduklarını göstermiş, fa kat Amerikan halkına
karşı işbirliği ya ptıkla rın a ve kelimen i n tam a n la mıyla idareyi ele
geçird i klerine dair h içbir kanıt sunmamıştır. Gerçekte sadece temel
karar a l ma s ü recin i n incelenmesi bile böyle bir iddiayı ka n ıtla maya
yetecektir. Böylece, gelişmiş sanayi demokrasilerinde güç dağı l ı m ı
konusunda 'plüra l ist-e litist ta rtışması' başlamıştır.
Amerika'da Robert Dahi (1 96 1 ) ve Arnold Rose (1 967), i n giltere'de
Chris Hewitt (1 974) gibi bazı plüra l i stler, yerel ve ulusal d üzeyde
yaptı kları karar a l m a sü reci a n a l izlerinde, g ü ç ya pısının merkezileş­
meyip aksine parçaland ığını, çeşitl i l i k ve rekabet içerd iğini öne sür­
müşlerdir. Onlar, üst karar alma ko n u m u nd a ki lerin ortak kökenieri ve
değerlerini a naliz etmek yerine, 'karar-almama' sürecini ayd ı n latma­
ya çalışmışlard ı r: bu son düşüneeye göre, temel kararlar kam u da,
Kon g re veya Parlamentoda a l ınma makta (ve kesinlikle ta rtışılmamak­
ta), aksine kapa l ı ka pılar ard ı nda a l ı n ma kta veya hiç bir şekilde gün­
deme geti ril memektedir. Eşitsizlik, ı rkçı l ı k ve nükleer silahianma gibi
soru nlar, daha ziyade, gerçek ya pısı sorg u l a n maya n ve medyayı
kontrol altına a la ra k tartışmalar ve eleşti rileri engelleyen modern
kapita l izmin birer parçasıdır.
Amerikan i ktida r seçkinleri n i fiilen bel i rleme, isimlend irme yö­
nünde bir girişi m Thomas R. Dye'da n ( 1 979) gel miştir. Dye, Ameri­
ka'nı n temel kuru m l a rı ve kaynaklarını kontrol altında tutan 54 1 6 kişi
belirlemiş, Rockefeller ve Kennedyler gibi ö nde gelen ailelerin gücü­
nü, onları n ortak kökenieri ve bakış açılarını, kadınlar ve zencilerin
seçkinler iktidarından nasıl dışlandıkları n ı, politik ta rtışmaların esasen
amaçlar değil a raçla ra, Amerikan kapita l izm i n i n nasıl değiştirilebile­
ceğ ine değ i l de nasıl korunabileceğ ine odaklandığını gösterm iştir.
Siyasal gündem zaten tartışma başlamadan belirlenmiştir. Bununla
bereber, Dye ayrıca bu seçkin çevreler içi nde bir sosyal hareket l i l i k
olduğu, farklı seçkinler a rasında konsensüs kadar çatışmanın da bu­
lunduğu ve Amerika n halkının çoğ u n l u ğ u n u n alınan kararlarda etki­
sinin sınırlı düzeyde kal d ı ğ ı konusunda deliliere ulaşmıştır. Sonuçta
Dye'a göre, seçkinler i ktidarı ne Mills'ın resmettiği kadar u yu m l u bir
g ru ptur ve ne de plüralistlerin inandığı gibi rekabet halindedir, aslın­
da daha i leri d üzeyde araştırmalar ya pmayı gerektiren bir oligarşi
va rd ı r. Başka ü l kelerdeki araştırmalarda da benzer sonuçlara ulaşıl­
m ıştır. Örneğ i n, Butler ve Kavanagh'ın ( 1 997) ve John Scott'ın ( 1 99 1 )
Britanya araştırmaları, g ü n ü m üzde bile benzer toplumsal ve eğitsel
kökenierden gelen seçki n leri n, sayıları ve temsilcilerinin çok ötesinde
IKTiDAR SEÇKiNLERi 259

bir güç ve üstünlüğe sahip oldukların ı göstermektedir. Bununla be­


raber, Jean Blondel'e göre, bu tür araştırmalar seçkinlerin "keli meni n
en güçlü anlamında" yönetmed i klerin i, onların aslında genelde top­
l u mun çıkarlarına değil kendi çı karlarına h izmet ettiklerini göstermiş­
tir.
Ancak M i l ls'ın fikri ne kan ıtlan mış ne de ç ü rütülmüştür, aksine
onun gerçekte bekledi ğ i gibi, geti rdiği açıklamalar Batı dü nyasında
modern toplu mda gücün dağı l ı mı ve doğası konusunda önemli bir
tartışma, p l ü ral ist ve el itistler, libera l l er ve Marksistler a rasında de­
mokrasinin bug ü n ü ve geleceğ i konusunda b i r tartışma başlatmıştır.
O aynı şekilde Amerikan halkını kendi seçkincil ikleri ve üstü n l ü kleri­
nin yaratabileceğ i tehlikeler kon usunda uyarır. M i l ls, bu özgü r ülke­
nin aslında za n nedildiği kadar özgür ol mad ığını gösterir. O derhal
harekete geçmeyi ve seçkinci liği sorgulamayı önerir. Bu yüzden,
Wright'ın m i rası kamusal olduğu kadar akademiktir, ka musal 'imge­
lem'e ve Amerika n g ü çler dengesi sistemine sosyolojik bir katkı ol­
duğu kadar seçkinler teorisine akadem i k bir katkı dır.

AYRlCA BAKINIZ
• OLiGARŞiNiN TUNÇ YASASI, KORPORATiZM, SEÇKiNLER TEORiSi,
MEŞRUiYET KRiZi ve GÖRELi ÖZERKLiK
• SÖYLEM -günümüzde güç üzerine post-yapısaıcı bir perspektif

OKUMA ÖNERiLERi
ELDRIDGE, J.C. (1 983), Wright Mil/s, Tavistock -Mi lls'ın hayatı ve dönemi
üzerine kısa bir inceleme.
Ml LLS, C.W. (1 956), The Power Elite, OUP -eskise de hala oku n maya değer bir
çal ışma.

iLERi OKUMALAR
BOTIOMORE, T. AND BRYM, R. (EDS) ( 1 989), The Capitalist Class, Wheatsheaf
Press -Piüralist-Eiitist tartışması üzerine güncel bir çalışma.
DAH L, R. A. (1 96 1 ), Who Governs? Yale University Press
DYE, T. R. (1 979), Who's Running America?, Prentice-Hall
H EWITI C.J. (1 974), 'Eiitesand the Distribution of Power in British Society',
Stanworth P. and Giddens A. Efities and Power in British Society, CUP
Ml LLS, C.W. (1 95 1 ), White Co/lar, OUP
Ml LLS, C.W. (1 958), The Causes of World War lll, Simon & Schuster
Ml LLS, C.W. (1 959), The Sociologicaf lmagination, OUP (Toplumbilimse/ Düşün,
260 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

Çev. Ü nsal Os kay, Kültür Bakanlığı Yayı nları, Ankara 1 979)


Ml LLS, C. W. (1 960), Listen Yonkee: The Revolution in Cubo, McGraw-Hill
Ml LLS, C.W. (1 962), The Morxists, Deli
ROSE, A. ( 1 967), The Power Structure, OUP

SORULAR
1 . ' i ktidar seçkinleri' kavramı modern topl u mda siyaseti açıklamada ne
kadar kullanışi ıdır? (Londra Ü n iversitesi, Ocak 1 987)
2. 'Siyasal seçkinler' kavramı i ngi liz siyaset yapısının araştı rılmasıyla nasıl
bir il işki içinded ir? (Oxford Komisyonu, Mayıs 1 985)
3 Sosyal bil imciler arasında çağdaş Batılısanayi toplumlarında u l usal güç
yapısı hakkında uzun süren bir tartışma yaşanmıştır. Bu tartışmada
beni msenen temel yaklaşı mları değerlendiriniz. (AEB, Ocak 1 983, s. 1 )
4 Siyasal g ücün doğası ve yapısı konusundaki p l ü ra l ist teorilerin güçlü ve
zayıf yanları n ı ta rtışınız.

Çeviri: Gülhan Demiriz


i nsan Ekolojisi
Robert A. Park

Robert Ezra Park ( 1 864-1 944) 1 920'1erde ve 1 930'1arın başlarında


gelişen Chicago Sosyoloji Okulu'nu yaratan, yönlendiren ve bir arada
tutan Amerikal ı sosyologdur. Robert Park Pennsylvania, Harvey­
ville'de doğdu, ancak kısa bir süre sonra ailecek babasının işadamı
olarak çalıştığı Minnesota, Red Wing'e göç ettiler. John Dewey ile
birlikte çalıştığı ve ondan büyük ölçüde etkilendiği Minnesota ve
Michigan Ü niversitelerinde okudu. 1 894'te tanınmış Michiganlı bir
avukatın kızı Clara Cahil l'le evlendi ve 1 1 yıl Detroit, Denver, New
York ve Ch icago'da m u h a bir olara k çalıştı. Ona haberin kokusunun
nasıl a l ınacağını, ayrıntı nın önemini ve kent hayatının rengi ve canlı­
l ığının değerini öğreten bu deneyim oldu. Park, akademik hayata
Harvard'a William James'in öğrencisi olara k döndü ve daha sonra
Berlin Ü niversitesi'nde George Simmel'le çalıştı. Dokuz yıl kadar
Amerikalı zenci l ider Booker T. Washington'un yanında sekreterlik
yaptı ve Amerika'da ırk sorunu konusunda özel bir görüş kazandı;
daha sonra SO yaşındayken Chicago Ü niversitesi Sosyoloji Bölü m ü n­
de Al bion Smail ve W.l. Thomas'la bir araya geldi. Onların önderliği
ve ilhamıyla Chicago Sosyoloji Okulu filiziendi ve sonraki yirmi yıl
boyunca Amerikan sosyolojisine egemen oldu. Park 1 929'da emekli
oldu ve yurtdışında dersler vermeye başladı, daha sonra, 1 936'dan
vefat ettiği 1 944 yılına kada r Fisk Ü niversitesi'nde, Nashville zenci
enstitüsünde çal ıştı.
R.E. Park'ın Amerikan sosyolojisi üzerindeki etkisi büyüktür. Ame­
rikan kentlerinin, özellikle Chicago'nun G ü neydoğu Avrupa'dan ge­
len göçmen a kınlarıyla dolup taştığı bir dönemde, kent hayatı nın
gelgitlerinden büyülenen Park öğrencileriyle birl ikte bağımsız bir
kent sosyolojisi disiplini kurdu. Robert Park Amerikan kentlerinin
varl ıklarını sürdürmekle kalmayıp, aynı zamanda nasıl uyum sağladık-
262 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

larını ve çok sayıdaki etn i k grup ve ırkı "Amerikan hayat tarzı" içinde
eriterek nasıl başa rıl ı bir şekilde geliştiklerini açıklam aya çalışırken,
kentin kaosu içi nde kaybolmadan, Durkheim, Darwin ve Simmel gibi
Avru palı düşünü rlerin fikirlerin i Amerikan sosyolojisine ta n ıttı. Öğ­
rencilerini Chicago sokaklarına girmeye ve bir geçiş to plumunun
zengin ayrıntılarını görmeye yönlendirdi. Park'ın ayrı ntılı empirik
araştırmalara vurgusu yen i sosyolojik tekniklerde, katılmalı gözlernde
önemli bir gelişme yarattı; fikirleri çoğunlukla yapısal işlevselcil ikle
ilişkilendirilse de, Everett Hughes, Herbert Blumer ve Howard Becker
gibi önde gelen sembolik etkileşimcileri ayn ı ölçüde etkiledi. Park
Sosyoloji Bilimine Giriş ( 1 92 1 ) kitabı için Ernest B u rgess'le birlikte çal ış­
tı. Fakat makaleler, derlemeler ve d iğer yazı ların ı n çoğu, sonradan
öğrencilerinden Everett Hughes tarafından üç ci lt halinde yayı nlandı.

FiKiR
Bir kentle veya büyük bir kentsel alanla ilgili çalışma yaptığın ızda
karşınıza bazı farklı iskan ve yerleşim örüntüleri çıka r. Çoğu kent, her
biri kendi alansal sın ırları, karakteri ve top l u l u k duygusuna sah i p
(veya bunlardan yoksun) mahalleler veya alanlara ayrı labilir: eski­
kentin (inner-city) fa kir, köksüz ve etn ik g ruplarının yoksul mahal lele­
ri ve gettoları, o rta sın ıfı n ağaçlıklı ba n l iyöleri ve zen g inlerin şehir
d ışındaki villaları. Bu tür mahalleler, çoğunl ukla kendi özel hayat
tarzları ve davra n ı ş kalıplarını 'özel olara k ü retir' görü nü rler. Bazıları
oldukça sabit, ötekilerse yeni insanlar taşındığı ve mevcut sakinler
yakın bir mahalle veya bölgeye taş ı n d ı kları için sürekli a kış halinde
g i bidir. Dolayısıyla modern kentler, karakterleri değiştiği ve sınırları
genişlediği için, ka rmaşık bir değişim ve istikra r, uyum ve evrim sü re­
ci içinde görü n ü rler. Fakat böyle bir kentsel gelişimin sebepleri ve
yönleri nelerdir; böyle gözle görülür bir karmaşadan düzen nasıl
ortaya çıkmakta d ı r?
Park ve B u rgess bu soru ları cevaplandırmak için insan ekolojisi
kura m ı n ı geliştirmişlerdir. Onlar biyolojiden bitki ve hayvan yaşam
.
biçim leri nin çevreyle i l işkileri içinde incelen mesini, bel irl i bir alanda
dengeli ve birbirine bağıml ı bir yaşam biçi m i veya toplu l u k oluşturan
her özel tür tarafından yaratılan bir yaşam ağını veya ekasistemi
a nlatan ekoloji kavra m ı n ı ödünç a l m ışlard ı r. Zamanla bu doğal toplu­
l u k, yerini alma (succession) adı verilen, her doğal yaşam orta m ı n ı n
yeni b i r t ü r tarafı ndan istila edildiği bir evreler dizisinden geçerek,
basitten karmaşığa doğru ilerleyen yaşam biçimleri ü retir. Çevreye
hakim baskın bir tür ortaya çı kıncaya kad a r bir dengesizlik veya deği-
iNSAN EKOLOJiSi 263

şim hali vard ı r ve bir sonra ki istilaya kadar yen i bir topl u l u k ve denge
çağı hüküm sürer. Park doğal ayıklanma, rekabet ve hayatta kalma
m ücadelesi gibi Darvinci il keleri Emile Durkheim'ın "toplumlar temel
kültürel ve ahlaki b i r konsensüs tarafından yönetilirler" düşü ncesiyle
ve bireyin özgürlük ihtiyacı ile topl u m u n sosyal kontrol ihtiyacı a ra­
sı ndaki gerilimi anlatan an om i (bkz. Anomi) kavramıyla birleştirir. Bu
nedenle, insan ekologları, kenti, kend ine a it bir hayatı olan, insanların
sürekl i olara k karmaşık b i r hayat mücadelesi ve alansal rekabet süreci
içinde çevrelerine uyum sağladıkları, en güçlü olanın hakim olduğu,
en zayıf olanın kent merkezinin a rka ta raflarında kaldığı b i r 'sosyal
orman', bir tür organizma olara k düşün meye başlamışlard ır. Ancak
doğada olduğu gibi, a l a nsal bir rekabet dönemi bir kez hafiflediğin­
de, insanlar da bitki ler g i bi belirli bir mahal leye yerleşir, kök salar ve
bir top l u l u k d uygusu geliştirirler. Yen i b i r istila ve yerini a l ma çağı
başlar, zira kent merkezi ndeki yen i gruplar yoks u l mahalleleri istila
eder ve en yakın mahalleyi istila etmek için, bütü n kente yayılan bir
dalga etkisiyle, mevcut sakin leri d ışa doğru iterler. Sonuçta yen i bir
kentsel yerleşim örüntüsü, yeni bir kentsel güç dengesi, yeni bir
denge ve uyum ortaya ç ı kar. Park'ın öğrencilerinden Rodrick McKen­
zie bu kentsel evrim s ü recin i şöyle özetler:
Tıpkı doğada bir türün belirli bir alanda hakim bir yaşam biçimi
olarak diğerinin yerini alması gibi, insan topluluğunda da alan
kullanım örüntüsü, değişen çevre koşul larına mevcut kul lanıcı­
lardan daha iyi uyum sağlayan yeni raki pierin bu alanı istilasıyla
değişir. Bu istila ve yerini alma süreci, insan topluluğunda, arazi
kullanım değerlerinde bir değişim olarak ve böylece, gözde yerler
için rekabet alanını ekonom ik açıdan daha güçlü rakipiere (örne­
ğin bir işletmeye) bırakma, ekonomik açıdan daha zayıf mevcut
kullanıcıları (örneğin sakinleri) zorlama biçiminde kend ini göste­
rir. Daha sonra başarılı bir istilanın ardından bir denge kurulur ve
yerini alma evresi tamamlanır (McKenzie, Sa unders 1 981 ) .
264 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

Burgess'in mekansal dağılım modeli

V
Zenginlerin bölgesi

Şekil 1 Burgess'in Tek Merkezli Şehir Bölgeleri

Ernest Burgess de ü n l ü ortak merkezli kentsel bölgeler düşü ncesini


önerir. Burgess ( 1 925), çoğ u kentin, belirli 'sın ıftan' insanları n yerle­
şimine yatkın bölgelerde d u rg u n sudaki da lgacıklar gibi d ışarıya
doğru yayıl ma eğiliminden söz eder ve ortak merkezli, da ire biçi min­
de d üzenlenmiş beş temel kentsel bölge tasarlar. Kent merkezinde
geçiş bölgesin i n çevrelediği bir Merkezi i ş Bölgesi (M i B) va rdı r, bu
geçiş bölgesi ni işçi konutlarından oluşan bir bölge kuşatır; onu daha
kal iteli apartmanların bulunduğu yerleşim alanı ve n ihayet uydu
kentlerdeki kentte ça lışıp banl iyölerde otu ranlar bölgesi izler. Zen­
gin lerin kent d ışı alanda yaşamaya g ücü yeterken, fakirler ve etnik
g rupların geçiş bölgesinin kirl i ve kenar mahal lelerinde yaşamaktan
başka seçenekleri yoktur. Kent n üfusu a rtar ve sanayi bir istila ve
yerin i alma sürecine bağl ı olarak gelişirken, her bölge n i n sakinleri
iNSAN EKOLOJiSi 265

yen i kentsel yerleşim örüntüleri, yeni sosyal tabaka laşma ve top l u l u k


örüntüleri oluşturarak s ü rekli d ışa doğru yayılırlar.

KAVRAMSAL GELiŞiM
i nsan ekolojisi kura m ı yirminci yüzyılın başlarında Chicago'da ve
diğer bell i baş l ı Amerikan kentlerinde görülen b i rçok süreci açıkl ıyor
gibi görünmüştü r; özellikle:

• Göçmen dalgaları n ı n ve ilk sanayileşme dönemi nin yarattığ ı


yerleşim örüntülerini ve kentsel top l u l u klar ve ayrışmaların ge­
lişimini.
• Geçiş bölgesindeki Küçük Sici lya ve Çin Mahal lesi gibi kentsel
gettoların yaşam biçimlerini.

Park ve Burgess'in kura m iarı bu bölgelerin h a ritasını çıkartan zengi n


tarama ça l ışmaları ü retmiş v e Zorbaugh'nun Altm Sahil ve Kenar Ma­
halle çal ışması ( 1 929) gibi yoks u l ve zengi n komşu l u kların 'doğal'
tari hine ışık tutan birçok araştı rmaya ilham kaynağ ı olmuştur. Bu
analiz büyük ölçüde geçiş bölgesine ve onun açıkça görülen düzen­
sizl iğine, sosyal ve a hlaki d üzen eksikl iğine ve bölgedeki s ü rekli akışa
odaklanmıştır. Bu bölge, en az istikrarlı, suç ve sapma üretmesi ihti­
mali en yü ksek alan olara k görü l m ü ştü r. Dolayıs ıyla bu dönemdeki
birçok çalışma, gençlik çeteleri, fahişeler, uyuşturucu bağ ı m l ı ları ve
etnik gruplarla ilgilid ir. i nsan ekolojisi, özünde, kent hayatın ı evrim,
rekabet ve piyasa güçlerinin özel kentsel yasalarına dayanarak açık­
lama girişimidir. Bu kuramsal çerçeve sadece bir kent bilimciler kuşa­
ğı yaratmakla kal ma m ış, aynı zamanda bugün hala popüler olan
kavramlar -bir mahalleyi 'işgal eden' göçmenler, suç üreten iç­
kentler gibi fikirler- miras bırakmıştır. Bu çerçeve Louis Wirth'in klasik
makalesi 'Bir Yaşam Biçi m i Olarak Kentleşme'ye ( 1 938) ve tüm bir
topluluk araştırmaları geleneğine ilham kaynağı olmuştu r.
Anca k, 1 930'1ara doğru bu kurama yönelik eleştiriler, ironik ola­
rak, kısmen onun başlattığı saf empirik çalışmaların bir sonucu olara k
artmıştır:

• Burgess'in bölge modelini d iğer kentlere uygulama girişimleri


her za man işe ya ramamıştır. Bu model, rekabete ve herkesin
aynı gözde yerler için mücadelesine vurguda bulunarak, kültü­
rel ve kişisel fa ktörlerin insanların nerede ve nasıl yaşadı klarını
nasıl etkilediğini göz ardı etmiştir. Firey'in ( 1 945) Bostan'daki
Beacon H i l l ve bir i talyan kenar maha l le sakinleri çalışması, in-
266 SOSYOLOJIDE TEMEL FiKiRLER

sanların duyg usal neden lerle göç etmek için ne kadar gönü lsüz
olduklarını göstermiştir.
• Ancak bu ya klaşıma yönel i k başl ıca eleştiri, yaklaşımın kentsel
gelişmeyi doğal bir şey, bir şekilde adil ve kurallara u yg u n bir
iskan dağ ı l ı m ı yaratan kişisel olmayan piyasa güçleri n in bir so­
nucu olara k resmetmesined i r. Dah a rad i kal yazariara göre, böy­
le mu hafazakar bir analiz mevcut servet ve güç eşitsizliklerini
meşru laştı rmakta, özellikle belirli kilit grupların (işada m l a rı,
planlamacılar, pol itikacılar) h ayatımızı ve kentlerimizin gelece­
ğini yatı rı m , istihdam ve iskan kon u s u ndaki kararlarıyla kontrol
edebil me güçlerin i göz a rdı etmekted ir. Hawley ( 1 950), Duncan
( 1 932), Schore ( 1 965) ve Mann ( 1 965) i nsan ekolojisi kura m ı n ı
geliştirmek i ç i n çeşitli g i rişimlerde bulunmuşlard ı r. Fakat
1 960'1a rın o rta larına doğru hem bu ya klaşım hem de kardeş
a raştırma geleneği olan top l u l u k a raştırmala rı, çatışma ve güç
teme l l i kurarnlar lehine redded ilm iştir. Bu kurarnlar kaynakla­
rındaki paradigmalar g ibi, özünde muhafaza kar bir yapıya sa­
hiplerdir; onlar toplumsal konsensüsü açıklamakta iyi, ancak
hızlı sosyal değ işmeyi ve çatışmaları açıklamakta zayıfl a rdır.
1 960'1a rda kentsel çevrede Siyah g üç, yu rttaşlık ve kad ın hakları
hareketleri, öğrenci isyanları patlak verirken, bu kurarnlar Batı
sanayi kentlerine yayılan kargaşalar ve isyanlarla ilgili hiç bir
açıklama getirememişlerdir. Kent sosyo l ojisi bir tür paradigma
devrimi yaşarken, Park ve Parsons'ın k u ramiarı yerin i Marx ve
Weber'in rad i ka l çatışma yaklaşımiarına b ı rakmıştır.
i nsan ekolojisi fikri, bugün gözden düşmüş olsa da, kent sosyolojisi­
nin gelişiminde hala kurucu bir kurarn olara k görül mekte; Park'ın
katı l ma l ı gözlem ve 'olgu toplama' tekni kleri Gerald Suttles'ın Ch ica­
go ( 1 968) ve Ken Pryce'nin St Paul, B ristol a raştırması ( 1 979) gibi iç­
kentle ilgili etkili çağdaş çalışmalara esin kaynağı olmaya devam
etmekted i r.

AYRlCA BAKINIZ
• KENTLEŞME
• KOLLEKTiF TÜKETiM
• YERLEŞiM-TEMELLi SINIFLAR
• KENT iDARECiLiGi -Kentin nasıl yaşad ığı ve nefes aldığına yönelik
alternatif bakış açıları içi n
iNSAN EKOLOJiSi 267

OKUMA ÖNERiLERi
MATTHEWS, F.H. (1 977), 'Qest for an American Sociology: R.E. Park and the
Chicago School', Student Encyc/opedia ofSocio/ogy', Mcmillan
SLATTERY, M. (1 985), 'Urban Sociology', Sociology New Directions, (ed.) Har­
alambos, Causeway Press -kent sosyolojisi için yararlı bir genel bakış
SMITH, D. (1 989), The Chicago School', Social Studies Review, vol. 4 no 4,
March, 1 989

iLERi OKUMA ÖNERiLERi


BU RGESS, E. ( 1 925), The Growth of the City', Park R.E. and Burgess E., The
City, University of Chicago Press
PARK, R.E. AND BURGESS E. (1 921 ), Introduction to the Science of Sociofogy,
University of Chicago Press
PRYCE, K. (1 979), End/ess Pressure:, Penguin
SUTTLES, G. ( 1 938), 'Urbanization as a Way of Life', American Journal of Socio­
logy, vol. 44, 1 938, pp. 1 -24
ZORBAUGH, H.W. ( 1 929), The Go/d Coast and The Sfum, University of Chicago
Press

SINAV SORULARI
1 . Ch icago Okulu'nun sosyolojik kurarn ve uygulamaya katkısını açıklayı­
n ız. (WJEC Haziran 1 986)
2. Şehirlerin suç yaratabildiği gözlemini değerlendirin iz. (London Univer­
sity, Ocak 1 987)

Çeviri: Hacer Harlak


• •

1 nsan I lişkileri
Elton Mayo

Elton Mayo ( 1 880-1 949) Avustralya'da b i r doktorun oğlu olara k d ü n­


yaya geldi. Queensland Ü n iversitesi'nde psikoloji eğitimi aldı ve ders­
ler verdi. B irinci Dü nya Savaşı'nda savaşın yol açtığı ruhsal çöküntüle­
rin tedavisiyle ilgilendi. 1 922'de Amerika'ya göç etti ve Pennysylvania
Ü niversitesi'nde endüstriyel organ izasyon ve disiplin konusunda
araştırmacı olara k görev aldı. 1 927'de Western Elektrik Şirketi'nin
Personel Böl ü m ü danışmanı oldu ve Hawthorne çalışma larında ağ ır­
lıklı olara k yer aldı. Onun çalışmaları bu a raştı rma programının yayg ı n
olarak tanınmasına ya rdım etti v e 1 930'1arda o n a büyük b i r ü n ka­
za ndırd ı .
Mayo i kinci Dü nya Savaşı sırası nda araştı rmalarını Amerikan silah
end üstrisinde veri m l i l i k konusuna yöneltti ve savaştan sonra i ngiliz
i şçi Partisi H ü kü meti'ne i ngiliz endüstrisinde işçi-işveren ilişkileri
kon usunda danışmanlık ya ptı . Mayo 1 949'da i ngiltere'de öldü.
Temel Çalışmaları:

• Bir Sanayi Uygarlığının insani Sorunları ( 1 932)


• Bir Sanayi Uygarlığının Sosyal Sorunları ( 1 949)

Fi KiR
' i nsan i l işkileri' fikri örgüt sosyolojisi ve personel yönetim i kura m ı ve
uygulaması üzerinde derin bir etki yaratmıştır. Bu kavra m ı n kökeni
Mayo'nu n 1 927-1 930'1ar arasında Western Elektrik Şirketi'n in Chica­
go'daki Hawthorne'daki fa brikasında endüstriyel i lişkiler ve verimlilik
konusunda yaptığı araştırmalardır.
Söz konusu dönemde bu alandaki hakim kuram F.W. Taylor'un bi­
limsel yönetim anlayışıyd ı . Taylor'ın endüstriyel verimlilik kura m ı iki
iNSAN iLiŞKiLERi 269

temel öncüle dayanır:

• işçilerin temel çatışma motivasyon u ekonomik i htiyaçları ve pa­


rasal ödüllerdir;
• insanlar daha ziyade sosyal bir g ru p veya takımın parça s ı olarak
değil, bireysel olara k çalışırlar.

Bu yüzden, bilimsel yönetim yaklaşımına göre, verimlilik düzeylerini


artırmanın anahtarı tek tek işçileri parasal güdüler sunarak en fazla
ürün elde etmeye teşvik etmektir. Taylor işçileri sosyal fa ktörlerden
ziyade parasal faktörlerin daha fazla motive edeceğini öne sürer.
Elton Maya'nun araştı rmaları bu ka bullerle çelişir ve tamamen yeni
bir düşü nce oku l u olan endüstriyel il işkilerde insan ilişkileri yaklaşı­
m ı na yol açmıştır.
Mayo ve ekibi, araştı rmalarına, bilimsel yöneti min temel kabulle­
rinden hareketle, "verimliliğin esas belirleyicileri iş orta m ı nın fiziksel
koşulla rı, işçinin yeteneği ve parasal g üdü lerdir" düşüncesini esas
alarak başlamışlardır. Bu araştırma larda aydınlatma ve ısıtma düzey­
leri, prim ödemeleri, dinlenme zaman ları gibi çeşitli değişkenlerle
verimlilik arasında nedensel i l işkileri ortaya koymak için çeşitli deney­
ler yapılmıştır. Ancak, elde edilen sonuçlar kesinlikten yoksundur ve
bazıları çel işki l id i r. Ö rneği n bir deneyde sadece aydınlatmadaki deği­
şikl i klerin veri m l i l i k üzerinde doğrudan bir etkisinin olmadığı görül­
mekle kalmamış, aynı zamanda bir noktada ışıkların g iderek azal ma­
sı, şaşırtıcı bir şekilde, 'bilimsel' bir hi potezde öngörülenin a ksine,
işçilerin daha fazla çalışmalarına ve ü retim i a rttırmalarına yol açmış­
tır. i şçilerin sosyal faktörlere fiziksel koşullardan daha fazla tepki ver­
dikleri, ışıklar azaldığı için değil, izlendikleri için daha fazla çalıştıkları
görülmüştür. N i hayet, a raştırmacıların varl ığı, işçilerde yöneti min
kendileriyle sadece bir ü retim faktörü olara k değ il, insan olarak da
ilgilendikleri d uygusunu yaratmıştır.
Bir başka çalışma, Banka Elektrik lesisat Odası a raştırması, insan­
ların bağ ı ms ız bireyler o larak çalışmak yerine, bir sosyal g rubun par­
çası olara k çal ıştıklarını ve bu tür informel çalışma g ru plarının verim­
lilik üzerinde özel bir bireyin yeteneği veya motivasyonundan daha
büyük bir etkiye sah i p olduğunu ortaya koymuştur. Banka Elektrik
lesisat Odası araştırmasında banka kablolarını döşeyen kablo ekibi­
nin davranışları gözle n miştir. Ne insanların zekaları veya becerilerini
ölçmekte kullanılan testler o l u m l u bir il işki o rtaya çıkartmıştır, ne de
g ru p motivasyon şeması hakim bir etkiye sahip görün mektedir. Daha
ziyade, herkes kendi bireysel verimliliğini ve dolayısıyla ücretini en
üst düzeye çıkarmaktan ziyade, tek tip bir hafta l ı k verimlilik sıralama-
270 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

sı doğrultusunda ça lışıyor gibidir. i şçinin veriminin prim uyg u lamala­


rı tarafından değil, aksine bir bütün olarak iş g rubu tarafından o l uştu­
rulan informel bir norm tarafından bel irlendiği görü l m üştür. Grup,
bu yol la, tüm üyelerinin makul bir prime u laşmasını sağlamış ve en
öneml isi, yönetimin verimlilik hedeflerini en yetenekli işçinin verimi­
ne göre belirleme g i rişimini -ya ni, şirketin para s ı n ı koruyan, çoğu
işçiye prim ücretleri ni kaybettiren ve büyü k olası l ı kla daha zayıf işçi­
lerin işten atı lmalarına yol açan bir taktiği- önlemiştir. Bu grup norm­
ları ve yönetime karşı dayanışma d uygusu grup tarafından 'sa pkın'
işçileri 'dışla ma', işlerini bozma veya sözl ü/fiziksel tehditlerle hizaya
getirme gibi informel kontrol lerle pekiştiri l m iştir.
Bu sonuçl ar, Mayo ve onun baş araştırmacıları P.J. Roeth lisberger
ve W.J. Dickson'ı, sosya l faktörlerin ekonomik faktörlerden çok daha
öneml i old u kları, insa n ı n esasen 'ekonomik bir hayva n'dan ziyade
'sosyal bir hayvan' olduğu sonucuna u laşmaianna yol açmıştır. Bu
yüzden Maya, Hawthorne'da ve Amerika'daki d iğer fabrikala rda
açıkça gözl enen düşük verimliliğin ve gözetime karşı sergilenen
direncin bil imsel yönetim tekniklerinin yarattı ğ ı kişisel-ol mayan m u ­
amel elerden kaynaklandığını ö n e sürm üştür. i şçiler sadece dev b i r
sanayi makinesinin dişli leri oldukları d uygusuna ka p ı l m ışlar, ekip
çalışması ve top l u msal işbirliğine iyi bakıl mayan fabrikalarda kendi le­
rini ya bancılaşmış h issetmişlerd i r. Maya ve a raştırma ekibi, Du rk­
heim'ın anomi ve sosyal uyum fikirlerini vurgulayarak, bili msel yöne­
time tama men karşı alternatif bir yaklaşım, i nsan i l işkileri Yönetim
Oku l u yaklaşı m ı n ı önerm iştir. Roeth l isberger ve Dickson, yöneticile­
rin, endüstriyel uyuma u laşmak ve verimliliği en yüksek d üzeye çı­
kartmak için daha çok şu nlara dikkat etmeleri gerektiğini savu nmuş­
tur:

• Sosyal ve kişisel faktörler: işçilerin arkadaşlık, statü, tanınma ve


grup desteği gibi sosyal ihtiyaçlarını giderme; onların yetenek
ve yaratıc ı l ı klarını bastırmaktan ziyade ortaya çıka rma; fa brika
veya işyerini ekonomik olduğu kadar sosyal bir birim haline ge­
tirme.
• Endüstriyel ilişkiler: Yönetim ve işçiler arası nda anlaşma ve işbir­
liği sağ lama ve böylece 'biz' ve 'onlar' gibi böl ünmeler ve ça­
tışmaları giderme.
iNSAN iLiŞKiLERi 271

KAVRAMSAL GELiŞiM
Maya'nun fikirleri, Endüstriyel i nsan i l işkileri Oku l u içinde ve hatta
Batı ka pitalizmi üzerinde derin etkiye sahip bir sosyal hareket içinde
yeşermiştir. Hatta bu düşü nceler sosyal ist toplumlarda personel
yönetimini etkilemiş ve personel araştı rmalarının modern yöneti m i n
b i r uzman l ı k a l a n ı olarak gel işmesine y o l açmış, büyük şi rketleri en­
düstriyel i l işkilerinin temellerini kökten değişti rmeye itmiştir. B u
uyumluluk v e personele yönelik i l g i J o h n Lewis Partnership, Marks &
Spencers ve Sainsburys gibi önde gelen i ngi l iz şirketlerinde bir pren­
sip haline gelmiştir. Çok sayıda endüstriyel örgüt ve kitlesel üretim
yapan fabrika, özellikle i skandinavya'da, örgütsel yapısını tamamen
yeniden değerlendirmeye, 'montaj hattı' ve katı iş koşu llarının yeri ne
ekip çalışması, iş rotasyon u ve zengin leştirme programla rı n ı, işçi
katılımını, sosyal klü p ler ve daha dostane, daha hoş orta mları geçir­
meye başlam ıştır. i şçinin toplumsal ihtiyaçları -iş doyumu, iyi perso­
nel il işkileri ve 'mutlu bir a i le' atmosferi- doğrudan kazançların önü­
ne geçmeye başlamıştır.
Akademik açıdan, insan i l işkileri fikri g ru p d i na m i kleri sosyal psi­
koloji, liderlik biçim leri ve sosyal faktörler gibi kon ularda, özel l ikle
Chicago Ü n iversitesi i nsan i l işkileri Oku l u nda, birçok deney ve araş­
tı rmaya ilham kaynağı o l m uştur. Ancak bu ya klaşım büyük eleştirile­
re de uğramıştır.


i nsan i lişkileri tekn iklerin in uyg u la n ması üzerine araştırmalar
birbirleriyle tutarsız sonuçlar o rtaya koymuştur. Coch ve
French'in (bir pijama fabrikasında) ya ptıkları yeni üretim yön­
tem lerinin kullanıl ması ve pa rça başı ücret araştırması, işçilerin,
sadece bilgilendirilmek yerine çal ışma d üzenleri değiştirildi­
ğinde, en az personel rahatsızlığıyla, verimlil iklerinin arttı ğ ı n ı
göstermiştir. Ancak benzer araştırmalarda farkl ı veya yetersiz
bulgulara ulaşıl mıştır.
Goldthorpe ve Lockwood ( 1 968), insan i l işkileri yaklaşım ını, fab­
rika d ışındaki topluma fazla bakmadığı, işçilerin tutum ları ve
motivasyonlarını etki leyen faktörleri i h mal ettiği için eleşti rmiş­
tir. Onların Luton'daki 'zengin işçiler' a raştırması (bkz. Burjuva­
/aşma), işçilerin ihtiyaçlarının, işyerindeki koşullar kadar toplu­
mun kültürüne ve bireyin sosyal yapı içerisindeki yerine göre de
değiştiği n i ve bunlara bağl ı olduğunu göstermiştir. Farklı işçile­
rin farklı ihtiyaçları vardır. Bu zengi n işçileri motive eden esasen
parasal öd ü l lerdir. Onlar, ister grup daya n ışması isterse iş do­
yumu biçiminde olsun, içsel bir doyumu n e ara m ı ş ne de bek-
272 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

lemişlerd i r; onlar Luton'a para kaza nmak için gelmişl erdir. Za­
ten on ların toplumsal ihtiyaçları evde karşı lanm ıştır.

Daha rad i ka l eleştirmenler daha ileri giderek, insan ilişkileri konu­


su ndaki fikirleri şu nedenl erle kıyasıya eleştirmiş lerdir.

• Yönetim-tarafta rı ve sendi ka laşmaya karşı oldukları, yeni, kur­


naz bir işçi m a n üplasyon ve denetim biçimi oldukları için. Rose
ve Marshall ( 1 988) Elton Maya'yu "popüler bir reklam memuru "
olarak betimler.
• Özünde yönetim ve işçiler a rasında h içbir çıka r çatışması ol ma­
dığını; sadece örgüt içi toplumsa l i lişkileri yeniden düzenleye­
rek, işçilere insanca davranarak endüstriyel uyuşmazlı kların g i ­
derilebileceği n i ve uyu rn u n sağlanabileceğ ini varsaydı kları için.
Özellikle M a rksist yaza rlar bu düşü neeye itiraz etmişlerd i r. On la­
ra göre, kapital ist bir topl u mda, işverenler ve çalışa nlar a rasın­
da, sadece sın ıfsal yapı ve üretim a raçları n ı n özel mül kiyeti ta­
mamen ortadan ka ldırıldığı takdirde çözülebilecek temel bir
"çatışma vardır. Personel çalışması ve işçi katılımı sosyal kontrol
ve beyin yıkamanın sadece daha örtül ü biçimleridir. Sonuç her
zaman ayn ıdır -kar ve sömürü.

1 940'1ar ve SO'Ierde altın çağ ı n ı yaşayan i nsan il işkileri hareketi


1 960'1arı n sonları nda akademik olara k giderek zayıflamıştır. Büyük
şirketlerin yeni işçi-yönetici g rupları ve işbirl iği teknikleri ni benimse­
yip kulla nmaya başlad ıkları, 1 970'1er ve 80'Ierdeki kitlesel işsizl ik
tehdidinin yard ı m ıyla işgücü üzerinde zafer kaza ndıkları veya o n ları
kendi yanlarına çekmeye çal ı ştıkları bir dönemde ve yeni teknoloj i k
gelişimierin yaşandığı 1 990'1arda, i n s a n il işkileri yaklaş ı m ı endüstriyel
teori ve uygulamada hala bir ölçüde gücünü s ü rd ürmektedir.
Rose ve Marshall'ın ( 1 988) çalışmaları gibi yeni araştırmalar d ikka­
ti g ü n ü m üzde iş görevlerinin ve yen i teknolojilerin iş i l işkileri n i etki­
leme biçimlerine yöneltmiştir. Teknoloji ve grup davra n ışı arasındaki
ka rşıl ıklı ilişkileri a raştıran bu çok daha kapsamlı yaklaşım bilimsel
yönetimin kesinliği ile insan il işkileri yaklaşımlarının duyarl ı l ı ğ ı ara­
s ı nda bir köprü vazifesi görür.

AYRlCA BAKINIZ
• Bi LiMSEL YÖNETiM -ironik olarak endüstriyel ilişkiler teorisinin olu­
şumuna yol açan bir teori olarak
• VASIFSIZLAŞMA -bilimsel yönetim yaklaşımı ve endüstriyel ilişkiler
iNSAN iLiŞKiLERi 273

yaklaşım üzerine Ma rksist bir perspektif olara k


• POST-FORDiZM -gü n ümüzün post-modern b ir endüstri i lişkileri
yaklaşım ı olarak

iLERi OKUMA ÖNERiLERi


GOLDTHORPE, ( 1 968), J.H. and Lockwood D. et al., The Affluent Worker, CUP
MAYO, E. ( 1 932), Human Problems ofan lndustrial Civilization, MacMilla n
MAYO, E . ( 1 949), Social Problem s o fa n lndustria/ Civilization, Routledge &
Kegan Paul

SINAV SORUSU
"Bilimse l Yönetim ve i nsan i l işkileri örgüt çal ışmalarına farklı yaklaşımlar­
dır, ancak işgücünün kontrolü konusunda aynı a macı paylaşırlar" Tar­
tışınız. (AEB J u n e 1 988 Paper 1 )

Çeviri: Hacer Harlak


Kendini Doğrulayan
Kehanet
Rosenthall ve Jacobson

Kendini doğrulayan kehanet fikri nin gelişimine birçok yazar katkıda


bulun muştur, fa kat Profesör J.W.B. Douglas'ın eğitimde başarı konu­
su ndaki klasik çalışması Ev ve Okul ( 1 964) kadar değil. Ancak genellik­
le, bu tezle i l g i l i i l k ayrıntı l ı çalışma nın Kal iforniya, Oak School'da
Robert Rosenthal ve Leone Jacobson tarafı ndan ya pılan bir deney
olduğu düşünülür ve bu deneyin bulguları onların kitapları Stmftaki
Pygmalion'un ana tasla ğ ı n ı oluşturur. i ki yazar da eğitim psikologu­
dur ve Rosenthal 'deneyci etkileri' çalışmasıyla, özellikle Davramşsal
Araştirmalarda Deneyci Etkileri kitabıyla tan ı n m ı ştır.

Fi KiR
Rosenthal ve Jacobson tezlerini yaygı n bir gözlemden, 'insanlar daha
ziyade kendilerinden beklenenleri yaparlar" düşüncesinden ha reket­
le geliştirmişlerd i r. insanlar a rasında bu eğ ilim o kadar güçlüdür ki,
bir i nsanla daha önce hiç karşılaşmasanız bile, onun belirli bir du­
rumda nasıl davranacağ ını tahmin etmeniz m ümkünd ü r. Ancak bu
tahminin doğru çıkma ihtimali onunla daha önceden karşılaşm ışsa­
n ız artar; sadece onun hakkında daha çok şey bildiğiniz için değil,
ayn ı zamanda bu tür bilgi ona karşı davra nış biçimin izi etkilediği için
ve tam beklediğiniz davranışı yaratmanız a nlamında. Başka deyişle,
insanlara davra n ı ş biçiminizin sadece kend ini doğrulama etkisi yok­
tur, bizzat kendini doğru layan bir kehanet de yarata bilir -George
Bernard Shaw'ın Pygmalion adlı oyunda gel iştirdiği bir fikir:
Gerçekte ve haklı olarak, bir kişinin kendinde toplaya bileceği
özellikler (giyinme ve uygun konuşma şekli vb.) bir yana, bir ha-
KENDiNi DOGRULAYAN KEHANET 275

nımefendiyle bir çiçek kız arasındaki fark onların nasıl davrandık­


ları değil onl ara nasıl davranıldığıdır. Ben Profesör H iggins için
her zaman bir çiçek kızım, çünkü o bana her zaman bir çiçek kız­
mışım gibi davranır ve daima öyle davranacaktır; fakat sizin için
hanımefendi olabileceğimi biliyorum, çünkü siz her zaman bana
bir hanımefendi gibi davranıyorsunuz ve daima öyle davranacak­
sınız.
Rosenthal ve Jacobson sosyolog Robert Merton ve Gordon All­
port'un bu konudaki görüşlerinden, ünlü Hawthorne araştırmaların­
dan, hayvanlar ve hayvan eğitimcileri üzerindeki fa rkl ı deneylerden
yararlana rak, bu tezi eğitime uygula maya, öğretmenierin beklentile­
rinin sadece öğrencilerin başarılarını etkilemekle ka l mayıp, gerçekte
Stntfta Pygmalion yarattığı hi potezini sına maya çalışmışlardır.
Oak School Kal iforniya'daki bir kentin yoksul bir bölges i nde, orta­
lamanın a ltında başarı düzeyine sahip bir okuldur. Buradaki öğrenci­
ler akademik yeteneklerine göre üç kategoriye ayrılmıştır, a ncak
Meksi ka l ı çocuklar okulda azı n l ı kta olmalarına rağ men, en alt katego­
rideki öğrencilerin çoğu onlardan ol uşmaktadır. 1 964 ba harında
Rosenthal ve Jacobson oku ldaki bütün öğrencilere Harvard Değişti­
riimiş Edin i m Testi (Ha rvard Test of l nflected Acq uisition) isimli sözel
olmayan bir zeka testi uygula mışlard ı r. Öğretmeniere bu özel testin
entelektüel/zihi nsel 'gel işme' veya h ızlı i lerleme pota nsiyeli olan
öğrencileri seçme kapasitesine sahip olduğu söylenmiştir. izleyen
eğitim yılında, a raştırmacılar öğretmeniere i l g i l i üç kategoriden bu
potansiyele sahip öğrencilerin % 20'sinin isimlerini vermişlerd i r.
Gerçekte IQ testi sadece standart bir testtir ve bu 'hızl ı ilerlemeler'i
ayırt etmekten uzaktır, a raştırmacı lar bu öğrenci seçimini -kate­
gori lendi rme işlem ini- tesad üfi sayı lar tablosu ku llana rak ya pmışlar­
dır. Dolayısıyla özel çocuklar ve sıradan çocuklar arasında aslında
hiçbir gerçek farklı l ı k yoktur. Bu fark sadece 'öğretmenin zihninde'dir.
Ancak, son raki testlerde bu özel çocukların IQ puanlarında kont­
rol g rubu ndaki öğrencilere göre gözle görü l ü r bir artış gözlenmiştir.
Deney grubunun yaklaşık yarısının IQ puanı kontrol grubunun %
20'sine kıyasla 20 puan a rtm ıştır. En çarpıcı a rtışlar, sonradan azalsa
da, öncelikle daha küçük öğrenciler a rasında gözlenmiştir. Daha
büyü k öğrenciler artan öğretmen beklentisinden önceleri pek fazla
etkilenmemiş, ancak zamanla ilerleme kaydetmişlerdir. Hatta bu tür
ilerlemeler, onların özel çocuklar old u kları söylenmeyen öğretmenler
tarafı ndan okutu l ma ları du rumunda bile, sonradan korunma eğ ili­
mindedir. Sözel IQ'da kızlar, akıl yürütmede erkekler gelişme sergi­
lemekle beraber, cinsiyetler arasında çok az fark vardır. En önemlisi,
276 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

en fazla gelişme gösterenl erin, öğretmenierin (benzer şekilde araş­


tırmacıların) daha fazla gel işme beklentisi içinde oldu kları en alt ka­
tegorideki öğrenciler değil, orta kategorideki öğrenciler olmasıdır ve
bu ilerleme testi erin uyg u lanmasını izleyen iki yı l boyunca devam
etmiştir. Ancak, Meksikalı çocukların kazanı mları anlamlıdır. Sadece
Meksikalllara benzeyen ler bile öğretmenlerin in beklediklerinden
daha fazla gelişme sağlamışlard ı r: bir tür ters 'ayla/hale etkisi'. Çünkü
öğretmenler Meks i ka l ı öğrencilerin i l k u ygulanan testten iyi puan
al masına çok şaşırmışlardır.
Dolayısıyla, Oak School Deneyi öğretmen beklentisinin öğrenci
başarısı üzerinde ne kadar güçlü bir etkiye sahip olduğunu ve kendi­
ni-sürd ü ren bir ilerleme döngüsünü n, bir kez ha rekete geçirildiğinde,
nasıl kendi kendini besieyebildiğini göstermiştir:
Öğretmenler daha fazlası n ı beklediklerinde sadece daha fazlasını
elde etmekle kalmamakta, aynı zamanda daha fazlasını ald ıkla­
rında da daha fazlasını beklerneye başlamaktadırlar (Rosenthal ve
Jacobson, 1 968).
Araştırmacılar, uydurma testleriyle, belirl i öğrencilerin bilinmeyen
yetenekleri olduğuna inandırarak öğretmenleri aldatmışlardır. Öğ­
retmenlerin bu tür öğrenci lere karşı tutu mları ve beklentileri kökten
değişmiş ve söz konusu öğrenciler, daha o l u m l u öğretim koşul ları ve
daha yüksek standartlarla karşılaştı kl arında daha iyisini yaparak,
böylece kendini doğrulayan bir kehanet yaratarak karşılık vermişler­
dir. Bu tür öğrenci-öğretmen etkileşiminin gerçekten nasıl işlediği bu
deneyde açık değ i l di r. Makul öğretmenler bu özel öğrencileri daha
fazla teşvik etmişler, onlara ve çalışmalarına daha fazla dikkat gös­
termişler veya basitçe yüz ifadeleri, vücut hareketleriyle ve hatta
dokunma yoluyla onlara yüksek beklentilerini iletmişlerd ir. Öğrenci­
leri motive etmek için hangi 'di l' kullanıl ırsa ku llanılsın, hepsinde
standartlar ve benlik a l g ısı anlamlı bir şekilde yükselm iştir. Rosenthal
ve Jacobson'a göre, sonraki araştırmanın hedefi, öğretmen beklenti­
leri nin nasıl iletildiğini bulmak ve/veya öğrencileri olumlu bir şekilde
motive edebilecek özel güçlere sahip öğretmenleri yetiştirecek prog­
ramlar tasarlamak olmalıdır. Bu tür özel öğretmenler dezavantaj l ı
çocuklarla çalışacak biçi mde seçi l melidir, çünkü b u deney ayrıca,
önceki sonuçların a ksine, (doğrudan sınanmamış bile olsa) d ü ş ü k
öğ retmen beklentilerinin d e aynı şekilde kendini-doğrulayan bir
başarısızlık kehanetine yol açabileceğ ini, yan i öğ rencilerin kıramaya­
cakları, aşağıya doğru ve kendi kendini besleyen bir döngü yaratabi­
leceğ ini göstermektedir.
KENDiNi DOGRULAYAN KEHANET 277

KAVRAMSAL GELiŞiM
Açıkçası, öğretmen tutumları ve öğrenci başa rısı arasınd a ki ilişki
konusundaki bu çarpıcı bulgu eğitim a raştırmaları üzeri nde büyük
bir etki yaratmıştır. Bu bulgu birçok tekrar çal ışmasına ilham kaynağı
o l muştur ve Rosenthal bu çal ışmaların çoğunun b u l g u larını destek­
lediğini iddia etse de, başka a raştırmacılar onun tezlerine ve ku llan­
dığı yönteme daha kuşkuyla bakmışlard ı r:

• Örneğin Willia m L. Cla iborn ( 1 969) Rosenthal ve Jacobson'un


deneyini m ü mkün olduğu kadar benzer biçimde tekrarlamış,
fakat özel çocuklard a hiçbir ilerlemeye rastlamamış ve öğret­
menlerde beklenti ifadelerine karşı bir d i renç gözlemiştir. Mar­
ten Shipman'ın ( 1 972) öne sürdüğü g i bi, büyük olasılıkla "de­
neyci etkisini b u l ma ustası Rosenthal burada bir ölçüde kend ini
sun muştur''.
• Diğerleri, Rosenthal ve Jacobson'u etik açıdan, söz konusu öğ­
retmenleri kasıtlı olara k yanlış yönlendirdikleri -ve böylece özel
ol mayan öğrencilerin % 80'ini öğretmeni n ilgisi bakı m ı ndan
avantajsız konuma getirdikleri- için eleştirmişlerd i r. Araştırma­
cılar bu problemin varl ığını bazı noktalarda ka bul etm işler, fa­
kat hem olumlu hem de olumsuz öğretmen beklentilerinin etki­
lerini sınamak yerine, sadece olumlu beklentilerin etkileri n i sı­
namışlardır.

Ancak bu teknik ve mesleki eleştiriler daha çok eğitim psikologla­


rının dünyasıyla sınırlıdı r. Bu özel deneyi farklı kılan, onun tüm eğitim
alanındaki benzer fikirleri pekiştiren veya yeni düşüncelere esin kay­
nağı ol uşturan geniş çaplı etkisidir.
J.W.B. Doug las'ın ev ve okulun eğitim başa rısı üzerindeki ka rş ı l ıklı
etkileri konusundaki temel boylamsal çalışmasında ( 1 964), benzer
şekilde kendini-doğrulayan kehanetin g ücü belirlenmiştir, a ncak bu
kez kurumsallaşmış öğretmen beklentileri -yani, kategorileştirme­
şeklinde. Onun çalışması daha alt kategorilere yerleştirilen öğrencile­
rin gerilerken, daha üst kategoridekilerin test puanları açısı ndan
i lerleme kaydettiklerini göstermiştir. Doug las, daha alt kategoriye
yerleştirilen öğrencilerin bunu bir başarısızlık göstergesi olara k d ü­
şünme eğiliminde oldu klarını öne sü rer. Bu reddedilmişlik ve yeter­
sizl ik duyg usu, sadece düşük yetenekli olara k etiketlenen bir sın ıfta
bulunmayla değ il, öğ retmenlerin in tutumlarıyla da pekiştirilir. Öğ­
retmenler alt kategorideki öğrencilerin 'kalın kafa lı' olduklarını var-
278 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKIRLER

sayma eğ ilimindedirler ve bu yüzden on larda n daha az bilgi ve bece­


ri gerektiren işler ister ve düşük sonuçlar beklerler. Buna karşıl ı k, üst
kategorideki öğrenci ler, parlak oldukları varsayı mıyla, daha fazla
d ikkat ve kaynak gerektiren daha zor işlere koşulurlar. Bununla bera­
ber, çoğ u n lukla öğrencileri kategori lere yerleştirmek için kullanılan
testler ya da ka nıtlar zayıf veya yetersizd i r, ancak çocuklar, bir kez
kategorilere yerleştirildiklerinde kendilerinden beklenen özell ikleri
kaza nmaya yönelirler ve kategoriler temelinde yapılan yetenek tah­
minleri bu ölçüde kendi ni-doğru lar (Douglas, 1 964). Bundan başka,
Douglas'ı n çal ışmasında, yeteneğe göre kategorilere ayırman ı n ço­
ğunl ukla toplumsal ayıklan mayı pekiştirdiği bulun muştur, çünkü
daha orta s ı n ıf evierden çocuklar, "ölçülen yeteneklerinin haklı ç ı karır
göründüğünden daha üst kategorilere ulaşma şansına daha fazla
sahip olmuşlard ı r." Ancak, onların ilk seçiml eri görünürde doğrulaya­
cak biçimde orada kal maları ve bu yönde bir performans sergileme­
leri muhtemeldir.
Başka eğitimciler ve sosyolog lar -örneğin, Hargraves (etiketleme,
1 975), Keddie (ideal öğrenci, 1 973), Nash (ayla/hale etkisi, 1 973),
Sharp ve Green (stereoti pleme)- tarafı ndan yapılan fa rklı çalışmaların
hepsi, benzer şeki lde, öğretmen ierin tutu mlarının öğrenci perfor­
mansı ve benl i k- imgesi üzerindeki kendini-doğrulayıcı etkisine ışık
tutmuştur.
Dolayısıyla, kendini doğrulayan kehanet kavra mı eğitsel düşü nce
ve hatta uyg ulama üzerinde hatı rı sayı l ı r bir etki yaratm ıştır. i ngil iz
okullarının katı g ruplandırmalardan uza klaşmalarına ve öğretmenie­
rin stereotipleme ve etiketiernenin etkisinin daha fazla farkına var­
malarına yardımcı olmuştur. Bu kavram başka çalışma a lanla rı n ı,
özellikle sapma ve suç a raştırmalarını etkilemiştir.

AYRlCA BAKINIZ
• ETiKETLEME KURAMI
• DAMGA

OKUMA ÖNERiLERi
DOUGLAS, J.W.B. (1 964}, The Home and the School, MacGibbon & Kee, Pa nt­
her, 1 968
HARGRAVES, D.H. ET AL. (1 975), Deviance in Classroom, Routledge & Kegan
Paul
KENDiNi DOGRULAYAN KEHANET 279

iLERi OKUMA ÖNERiLERi


CLAIBORN, W.L. (1 969), 'Expectancy Effects in the Classroom. A Failure to
Replicate', Journal of Educational Psychology, vol. 60, pp3 77-83
KEDDIE, N. (1 973), Tinker Tailor, Penguin
N AS HA, R. (1 973), Classrooms Observed, Routledge & Kegan Paul.
ROSENTHAL, R. ( 1 966), Experimenter Effects in Behavioral Research, Century-
Crofis
ROSENTHAL, R. AND JACOBSON, L. ( 1 968), Pygmalion in the Classroom, Holt,
Rinehart & Winston
S HARP P. AND GREEN, A. (1 975), Education and Social Control, Routledge &
Kegan Paul
SHIPMAN, M. (1 972), The Limitations of Social Research, Longman

SINAV SORULARI
1 . Öğretmen beklentileri n i n öğre n cilerin eğitim pe rformansları üzerin­
deki etkisiyle ilgili sosyolojik açıklamaları belirti n iz.
2. Eğitim başarısının oku l l a rdaki etiketierne süreçleri ve öğrenci alt kül­
türlerinden ne ölçüde etkilendiğini bel irtiniz.

Çeviri: Hacer Harlak


Kent ldareciliği
Raymond E. Pahl

Ray Pahl 1 935'te Londra'da doğdu. Cambridge Ü n iversitesi'nde coğ­


rafya okudu ve doktorasını London School of Economics'te, Hert­
fordshire bölgesinde kentte çalışıp banliyölerde oturan insanlar üze­
rine yaptı.
1 965'te Kent Ü niversitesi sosyoloji bölü m ü ne öğretim üyesi ola­
rak giren Pahl, 1 972'de sosyolojide özel kürsü sahibi oldu. O halen
Kent Ü n iversitesi Sosyoloji böl ü m ü nde Araştırmacı Profesördür. Pahl
1 960'1arın sonlarında, daha sonradan 1 970 yılında ingiltere'nin g ü­
ney-doğusu için stratejik bir plan gel iştiren Güney-Doğu Ortak
Planlama Ekibi'nde danışmanlık yapmıştır.
Ray Pahl'ın en ta n ınmış kita pları şun lard ı r:

• Urbs and Rure ( 1 965)


• Kentsel Yaşam Kalıplan ( 1 970)
• Kimin Kenti? ( 1 975)
• işbölümü ( 1 984)

FiKiR
1 960'1arın sonlarında Amerika ve Batı Avrupa kentleri zenciler, öğ­
renciler, kad ı n g rupları, sosyal konutlardaki kiracılar ve çevreci grup­
ların şiddet içeren protestoları ortasında çatışmalar ve yıkımiara sah­
ne oldu. Bu tür güçlü baskı grubu faa l iyetleri nin, yoğun huzursuzlu­
ğun temel inde Batı l ı kapitalist toplumların kent merkezleri ndeki güç
ve kaynak dağ ı l ı m ının yarattığı temel hoşnutsuzl u k yatıyord u. i nsan­
lar kendilerini yabancılaşmış, soyutlanmış hissediyor, kentlerinin
yönetilme biçimini etkileyemedikleri n i düşünüyorlardı. H iç kimse
kontrole sahip değilmiş, onların soru nlarına kulak verecek hiçbir
KENT iDARECiLiGi 281

ku rum yokmuş gibi görün mekteydi. Sanki Batı kentleri sıradan va­
tandaşların kontrolü dışındaki gizl i g üçler tarafı nd a n yönetiliyordu.
Kent sosyolojisindeki geleneksel teoriler bu tür h uzursuzl u kları, bu
tür g izli bir gücün varl ığını açı klayamadıkları i çin, pek çok kişi onların
yerine Marx ve Weber'in çatışma teorilerine yöneldi. Bu yönde önem­
l i bir girişi m R.E. Pah l'ı n kent idareci liği teziydi.
Pahl, Max Weber'in gelişmiş sanayi toplu ml arı nda bürokrasinin
gücü tezinden yararlanarak, g ü nü m üz kentleri n i n gizli doğa güçleri­
nin değil, 'yüz-süz' bürokratların kişisel-olmayan g ü çleri nin kontro­
lünde olduğunu öne sürer. Bu 'kent idarecileri' ko nut ve eğitim g ibi
kent kaynakların ı n dağılımını kontrol ederler. Onlar kentlerimizi
planlar ve ulaşım sistemlerini düzenlerler. Toplanacak para n ı n ora n ı
ve bunların nereye harcanacağı, park ve oyun alanla rı n ı n, eğlence ve
alışveriş merkezleri n i n seçi mi gibi konularda kararı onlar verir. Şehir­
ler büyüyü p karmaşıklaşt ı kça kent idareciliğ ine, bürokrasiye ihtiyaç
artar -ve bununla beraber, insanlarda ya ba ncılaşma, güçsüzl ük ve
çevrelerinin kontrolünü kaybettikleri duyguları a rtar. Yerel politikacı­
lar ve siyasal partileri kentlerimizi yönetmeleri, politikalar oluşturma­
ları ve önemli kararlar almaları için resmen seçsek de, uyg ulamada -
Weber'in de işaret ettiği g ibi- gerçek güç resmi görevlilerin, bilg iyi
kontrol eden, öneriler sunan ve temel düzeyde kaynakları kontrol
eden, kamu konutları veya okul alanları, oku l yemekleri veya a raba
park yeri alanları tahsisi yapan (veya kaynakları ellerinde tutan) 'yüz­
süz' insanların elindedi r. Her a ilenin hayat tarzı ve çevresi n i ve gele­
ceğini oldukça derinden her biri farkl ı şekillerde etkileyen işte bu
küçük idari kararlardır. Bu yetkililer, planlama kararlarıyla, ister şehir
içinde veya yeni yerleşimlerde, isterse varaşlar veya iskan bölgelerin­
de, her tür topl u luğu yaratacak ve yok edecek güce sahiplerdir. On­
lar, ka mu iskan bölgeleri veya kamu taşımacıl ığına ayrılan harcamala­
rı arttırmak için, sözgelimi, ev sahiplerine uygulanan vergi ora n ı n ı
yükselterek kentsel zengin liğin dağı l ı m ı n ı değiştirme gücüne sah ip­
lerdir. Benzer şekilde, yeni bir a lışveriş kompleksinin planlamasına
izin vererek büyük firmaları bu bölgeye çekmele ri, ayn ı zamanda
birçok küçük işyerin i ortadan kald ırarak şehir merkezinin görü nümü
ve yapısını tamamen değiştirmeleri mümkündür.
Fakat kentsel çevre ve kaynakların idaresi sadece kamu görevl ile­
rin in kontrolünde değildir, özel kesimdeki yöneticiler de belirli bir
güce sahiptir. Yapı kredisinden soru mlu idareciler konut kredisi faiz­
lerin i kontrol a ltında tutar ve ev sahibi ol mayı önemli ölçüde etkiler­
ler; benzer şekilde banka yöneticileri borç politikaları ve faiz ora n la­
rıyla müşteri harcamalarını ve tica ri yatırımları etkilerler. Pahl'a göre
282 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

g ü n ümüz kentlerinde gerçek güce sahip olanlar birtakım gizli 'piya­


sa' g üçleri değil, bu yerel kamu ve özel sektör yöneticil eri, bu 'kentin
ka pı bekçileri'dir.
Pahl bu bürokratik gücün va rlığını sergi leyerek, kent idareciliği ve
yerel karar meka nizmasını, zeng iniikierin yerel dağı l ı m ı ve bunların
kentlerim izin çehresine etkilerini detaylı olara k araştırmayı teşvik
etmeyi u mar. Pahl, özellikle bu tarz ta hsislere, bir öncelikler s ıra lama­
sına temel teşkil eden ideolojiler ve değerlere, toplum veya kentin
bir kesimine d iğerlerine oranla daha ayrıcalıklı davranılma nedenle­
rine ışık tutmayı umar. Örneğin ka mu konutları veya parasız okul
yemekleri sağlamanın ardında hangi kabuller yatmaktadır? Çevre
yolunun encümen kararıyla bir orta tabaka mahallesinin ortasından
geçme i htimali niçin daha yü ksektir? Pahl bu tür ana lizlerle kent
sosyolojisiyle ilgili yen i bir 'siyaset' teorisinin temelini atmayı umar:
Böylece kentsel kaynaklar ve i m kan lar ın organ izasyon unun bir
sosyolojisi olabilir: planla macılar veya sosyal hizmet uzmanları,
m i marlar veya eğitimde çal ışanlar, emlak kom isyoncusu veya i n­
şaat m üteah h idi, pazar veya p l a nlam a temsilcil iği, özel ku ru luş
veya devlet, kontrolü el lerinde tutan bütün bu unsurlar kentsel
sistem içi ndeki daha alt düzeydeki katıl ı mcılara kendi a maçları ve
d e ğ er l eri n i e m poze ederler. Bu yüzden, sadece bel irli bir nüfusun
kıt kayna klar ve i m kanlara ulaşabilme ilkeleri n i değil, [onların]
ahlaki ve siyasal değerlerini bel i rleyen fa ktörleri de bilmek zorun­
dayız (Pahl, 1 968).

KAVRAMSAL GELiŞiM
Kentsel kaynakların dağılımının bu tarz 'siyasal' bir analizi, piyasa n ı n
gizli eli veya kentsel evrimde doğal güçler a n layışını savu nan ekolojik
ve işlevseki teorilerle tamamen çel işir. Kent idareciliği tezi, bunun
yerine, kentlerimizi yöneten ve bir kentin nasıl olması gerektiği, han­
gi g ruplara öncel ik ve kulak verileceği, hang ilerinin göz a rd ı edilebi­
leceği konusundaki kararları ve temel değerleri/ideolojileriyle g ü nde­
l i k kentsel hayatı mızı kontrol eden şa hısları, özell ikle yetkililer ve
bürokratları göz önüne sermeyi hedeflemiştir. Bu tez, aynı şekilde,
1 960'1arın sonlarında ve 70'1erde yayı lan kentli protesto hareketleri­
nin yükselişini, bu kişisel-olmayan ka ra rla ra rağmen, kilit ka rarları
kimlerin ald ı klarını belirleyememenin yarattığı öfke ve hayal kırıklığı­
nı açı klamaya çalışmıştır. Yerel politikacılar bu baskı grupların ı n açık
hedefi olsalar bile, Pahl gerçek gücün a rd ı nda, g ü n geçtikçe daha
karmaşı k bir görü nüme bürünen 'kentsel orman'ı kontrole çalışan,
KENT iDARECiLiGi 283

sayıları gittikçe a rtan m e m u r ve yöneticiler o rdusunun yattığını gös­


termek ister.
Kent idareciliği fikri "kentsel bürokrasi ve karar-alma mekanizma­
sı"yla ilgili oldukça detaylı ve veri m l i a raştı rmalara esin kaynağı ol­
muştu r. ironik olarak, bu a raştırmalar Pahl'ın fikrinin eksiklerini, onun
özell ikle kentsel güç yapısındaki 'orta kademelerdeki u nsurlar'a, yerel
yöneti mlerdeki orta kademe yöneticilere, banka ve sigorta şirketleri­
ne gereğinden fazla yoğ u n laşarak, 'üst kademelerdeki unsurlar'ı,
politikaları yukarıdan aşağıya doğru oluşturan -şirket başkanı, u lu sal
politikacılar ve devlet memurları g i bi- asıl karar a lıcıları göz ard ı etti­
ğini ortaya koyar. Politika n ı n içeriğ ini oluşturan, kaynakların miktarı
konusu nda karar veren yine on lardır. Pahl'ın sözü n ü ettiği kent ida­
recileri sadece bu talimatları yerine getirir, sadece önceden bel i rle­
nen bir çerçeve içinde çalışı rlar, bu yüzden onların kent üzerindeki
güçleri gerçekte oldukça sınırlıdır. Pahl'ın tezi, kent idarecileri h iye­
rarşisinde insanların yaşantı ları üzerinde çok daha etkil i olan ları -
sözgelimi, genel politikayı belirleyen departman müdürünün veya
bir masada sadece belirli bir olayla ilgilenen memurun etki derecesi­
ni- bile belirlemede başarısız ka l mıştır.
Bu eleştiriyi kabul eden Pahl, kendi fikrin i 'üst kademeleri' de kap­
sayacak biçi mde genişletmeye, 'korporatist bir tez', yani üst kademe
devlet memurları ve u lusal bürokrasinin gücü hakkındaki bir teori
geliştirerek (bkz. Korporatizm), kentsel karar a l m a hiyerarşisine daha
fazla ışık tutmaya çalışmıştır.
Kilit konumlardaki bu görevliler diğerlerinden soyutlanmış olara k
çal ışmasalar bile, g üçleri kısıtlı v e sınırl ıd ır. Ayrıca, Pahl'ın tezi gerçek
karar al ıcıları tanıma konusunda çok az yardımcı olur. Peter Saun­
ders'ın ( 1 98 1 ) işa ret ettiği gibi:
En basit ifadeyle, Pahl'ın yeni çalışması empirik araştırmayı bili­
nen bir probleme, 'gücün merkezi' sorunu na yöneltir, kent idare­
cilerinin eylemleri sadece ulusal devlet politikası çerçevesinde an­
laşılabilir; u l u sal devlet politikası sadece kompleks bir karma eko­
nominin işleyişi bağlamında anlaşılabilir; ekonominin işleyişi ka­
pital ist dünya krizi çerçevesinde anlaşılabilir; vb. Dolayısıyla ör­
neğin, Birmingham'daki konut eşitsizliğini anlamaya ça lışan bir
araştırmacı, çalışmasını Orta Doğu ülkelerinin petrol politikaları­
nın veya Amerikan mali politikasının u l uslararası ticaret dengesi­
ne etkisini analiz etmeye çalışarak sürdürür.
284 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

AYR lCA BAKINIZ


• KOLLEKTiF TÜ KETiM, YERLEŞiM-TEMELLi SINIFLAR
• iNSAN EKOLOJiSi
• KENTLEŞME -gün ümüz kentsel krizine bir a lternatif analiz olara k

OKUMA ÖNERiLERi
PAHL, R. E. ( 1 975), Whose City? Penguin
S LATIERY, M. ( 1 985), 'Urban Sociol ogy, Seetion 2', Haralambos M. (ed.) Socio­
logy New Directions, Causeway Press -kent sosyolojisinin bütün konuları­
nın bir değerlendirmesi

iLERi OKUMA ÖN ERiLERi


PAHL, R. E. ( 1 965), Urbs and Rure, Weidenfeld & Nicolson
PAHL, R. E. ( 1 968), Readings in Urban Sociology, Penguin
PAHL, R. E. ( 1 970), Patterns of Urban Life
PAHL, R. E. ( 1 984), Division of Labour, Blackwell
SAUNDERS, P. ( 1 98 1 ), Social Theory and the Urban Question, Hutchinson

SI NAV SORUSU
Kentsel alanlard a ki büyük mahrumiyet alanlarıyla ilgili sosyoloj i k açıkla­
maları değerlendiriniz. (AEB Kasım 1 988)

Çeviri: Gülhan Demiriz


Kentleş me
Louis Wirth

Lou is Wirth ( 1 857-1 952) Almanya'nın bir köyünde zengin Yahudi bir
ailenin çocuğu olara k d ünyaya geldi. ancak o ondört yaşındayken
ailesi Amerika'ya göç etti. C hicago Üniversitesi'ni bitiren Wirth daha
sonra aynı ü niversitede Profesör olarak çalışmaya başladı ve
1 920'1erde ünlü Chicago Sosyal Bil i m Okul u'n un önde gelen şahsi­
yetlerinden biri oldu. Yirm i nci yüzyıl başlarında Amerika n kent dev­
ri minin ta m ortası nda yer alan Chicago 'vadedilen ü lke'ye sel gibi
aka n milyonlarca göçmen i m ı knatıs gibi kend i n e çekiyord u. Chicago
Okulu'nun Albion Smail'un önderliği ve teşviki altındaki R.E. Park,
Ernest B urgess, W.l. Thomas ve Louis Wirth gibi öğrencileri, bu kent­
sel dü nyadan, onun görü n ü r kaosu ndan, düzensiz, mozaik yapısın­
dan, etn ik toplulukları ve birbirinden ayrışmış komşuluklarından, suç
oranları ve kaynayan insan kütlesinin sürekli değişim halindeki yo­
ğun canlılığından büyü lenmişlerdi. Ancak, bu kaosun, bu gelgitin
altında bazı doğal düzen biçimleri yatıyordu ve Ch icago Okulundan
sosyal bilimcilerin a macı bu g üçleri ortaya ç ı kartıp açıklamaktı.
Louis Wirth'ün katkısı teorik ve pratik d üzeyde idi. Onun amacı,
kentsel toplumu açıklamak ve ıslah etmekti ve büyük ölçüde sosyal
çalışma, iskan politikası, planlama ve ırk i lişkileriyle ilgileniyordu.
Onun temel ilgi alanı g ru p hayatı ve topl umsal d üzenin özü -
konsensüs- ve onun nasıl o luştuğu, varlığını nasıl sürdürdüğü ve
zamanla nasıl çöktüğ üydü.
Temel çalışmaları:

• Getto ( 1 928)
• Bir Yaşam Biçimi Olarak Kent ( 1 938)
Wirth'ün etkisi ondan i l ham alan öğ.renci kuşakları nda ve onun
Amerikan ve U l uslara rası Sosyoloji Dernekleri Başkanl ıklarında yan­
sımasını bulur.
286 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

FiKiR
Kentleşme fikri, özel bir kentsel ya�am biçi m i -özell ikle kırdakinden
farklı bir yaşa m biçimi- düşüncesi ilk kez Amerika l ı sosyolog Louis
Wirth tarafından 1 920'1erde Chicago'da gel iştirilm iştir. Kentler heye­
can verici ve ü rkütücü yerlerdir. H ayatın yoğ u n hızı, trafik, itiş ka kış ve
parlak ı ş ı klar büyü l eyici ve keyif vericidir. Ancak, kentler ayn ı zaman­
da kasvetli meka n l a rd ır. Girdap gibi bir kalabal ı ğ ı n ortas ında kendini­
zi çok ya lnız ve kaybolm uş, kızg ı n ve sinirli hissedebil irsiı:ıiz. Hiç kim­
sen in başkasına ayıraca k zamanı yoktur; h erkes, kentteki 'keşmekeş'
içinde varolma mücadelesi verirken, tefeciler, taşra l ı lan aldatan �eh ir
düzenbazları ve �ehir kovboyları gibi vahşilerle mücadele ederek
ömrünü tamamlar görünür. Bu yabancı laştıncı ve yapay hayat tarzı
dostluktan, beraberl i k duyg usundan, huzu r ve kır hayatı n ı n saki n l i­
ğinden uzak m i lyonlarca m i l l i k bir a l a n ı istila eder görü n ür; ancak
1 920'1erde Amerika lılar ü n ve fırsat peşinde bu kentsel ormaniara
sürüler halinde dalar görünmektedir.
Park ve Burgess g ibi öğrencileri kentsel hayatı insan ekolojisine ­
yani, Darvinci bir insa ni mücadele, adaptasyon ve hayatta kalma
teorisine- göre açı klamaya ça lışırken, Wirth kentsel hayatta üç temel
faktör bulunduğunu öne sü rerek, kültürel yan ı daha ağır basan bir
teori geliştirir. Bu fa ktörler şöyle sıralana bilir:

• Büyüklük. Kentler, tanım gereği, binlerce i nsan ı içinde barındı­


ran büyük yerlerdir. Bu olgu, onların sadece kişisellikten­
uza kl ı klarını, kentsel il işkilerin büyük ölçüde geçici ve parçalı
doğasını açıklamaya ya rd ı mcı olur. Kentteki insanlar her zaman
hareket hali ndedirler; onlar bir yere sürekl i a rkadaşlık ku rmaya
yetecek kadar nadiren yerleşirler. Onlar özel bir a maçla, ya n i bir
şeyler satın a l ma k veya bir işi hal letmek için şehirde b u l u n ma k­
tadı dar. "Kazanç peşinde koştukları" için hoşça vakit geçi rmeye
ayıracak za manları yoktur. Kent devasa bir pazaryeri, herkesin
tepeye tırmanma, en ü stte olma m ücadelesi verdiği ve böylece
başkaları n ı kulla nmaya veya çiğ neyip geçmeye çal ıştığı bir
'keşmekeş'tir. Bu yüzden, bireyler başarısızlık, reddedilmişlik ve
güçsüzlük d uygusuna kolayca kapılabil i rler. Başarma ve hayatta
ka l m a n ı n tek yol u diğerlerin e aynı duygusuzlukla ya klaşmaktır.
insanlar, kentlerin yoğu n kalabal ığıyla başa çıka bi l mek için, be­
l irli bir alanda veya benzer kökenden başka insanlarla -örneğ in,
Çin Mahal lesi'ndeki etnik gruplar ve iç-kentin italyan bölgeleri,
KENTLEŞME 287

şehir dışındaki banl iyöler ve iç-kentin varoşlarındaki orta ve alt


sınıflar biçiminde- komş u l u k-temelli küçük top l u l uklara ayrılır­
lar. Bu top l umsal ayrışma 'korunmasız kent'te bir cemaat, kimlik
ve güvenlik d uygusu sağlar, ancak ayrıca, bir grup kendi alanı­
n ı n (ve statüsü n ü n) i şg a l altında olduğunu hissettiğinde top­
l u msal çatışmaya yol açabilir.
• Yoğunluk. Kentler sadece insa nlarla değil, fiziksel olarak da ağ­
zına kadar doludur. Nad iren nefes alacak bir yer vard ı r ve bu
yüzden, hayat oldukça yoğun ve sinir bozucu olma eğiliminde­
dir. Günümüzde bütün insanlar birbirlerine çok yakın yaşamak­
ta, bu da kaçın ı l maz olarak zengin ve yoksul, etnik gruplar veya
kom şuluk alanları arasında toplumsal çatışma ihtimalini a rt ı r­
maktadır.
• Heterojen/ik. Kent her tipten, her etni k g ru ptan ve zeminden in­
sanı kendine çeker. O Amerika'n ı n eritme potasının altındaki
ocaktır; ve toplu msal grupların bu olağa ndışı çeşitliliği modern
sanayi toplumunun yoğu n işbölümü ve yüksek düzeyde hare­
ketlil iğiyle daha da artar. Varolma mücadelesinde aralarındaki
farklılıklar benzeriikiere üstün gelir.

Wirth, klasikleşmiş eseri Bir Yaşam Biçimi Olarak Kentleşme'de ( 1 938)


asgari bir kent tanımı önerir: "sosyolojik açıdan heterojen bireylerin
nispeten büyük, yoğun ve sürekli yerleşim yeri". W i rth bir kırsal­
kentsel sürekl ilik teorisinin temellerini atmıştır: bu teoriye göre, ya­
şad ığınız yer yaşama biçim i n izi önemli ölçüde etkiler, "kır ve kent, -
tüm insan yerleşimlerinden biri veya diğerinin ilişkileri düzenleme
eğilimine referansla- iki fa rklı kutup olarak alınabilir". Başka deyişle,
kentsel ve kırsal hayat, fa rklı çevreleri ve özellikle büyüklü k, yoğunluk
ve heterojenliklerindeki farklılıklar nedeniyle, birbirlerinden öneml i
ölçüde farklıdır. Fakat Wirth, ayrıca, gerçekte kentleşmen i n modern
toplumun hayat tarzına dön üşeceğine ve hatta kırsal alanlara yayıla­
( ağına inanıyordu. Hatta o, bu hayat tarzın ı n toplu msal açıdan yıkıcı
olacağından, toplumun ahlaki değerlerine, topluluk/cemaat duygusu
v e temel konsensüse karşı bir tehdit oluşturacağ ı ndan korkuyordu,

.ıncak o, yaşadığı dönemde, 1 920'1erde kentlerin bir d üzene g i rece­


qini ve süreklilik d uygusunun oluşacağı n ı u muyordu.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Kentleşme ve kentsel-kırsal yapı otuz yıl boyunca d ünya genelinde
�ok sayıda topluluk araştırmasına ilham kaynağı oldu: bu çalışmalara
288 SOSVOLOJIDE TEMEL FiKiRLER

katılan sosyologlar kırsal ve kentsel yaş a m biçim lerini ayrıntıl ı olarak


araştırd ı l a r ve "daha iyi bir hayat"a ulaşmaya yönelik bu girişimler
kentin baskı, şiddet ve seta letin i azalttı. Fakat, Wirth'in teo risinin
g iderek çökmesine yo l açan da yine bu a raştırmalardı.
Wirth Chicago'yu topl umsal laboratuar olarak kullandı, ancak
Herbert Gans'ın ( 1 968) öne sürd üğ ü g i bi, 1 920'1erde Chicago kesin­
l i kl e tipik bir kent değil d i . O büyük ölçüde özellikle göçmenlerin (ve
suçluların) istilası a ltındayd ı ve bu yüzden özellikle düzensiz gelişti.
Yoğu n aşırı kalabalığa rağmen problemler ve örgütsüzl üğün dü­
ş ü k olduğu Hong Kon g gibi örnekler Wirth'in nüfusun büyüklük ve
yoğ u n luğunun kaçı n ı l maz olara k psikolojik gergin l i k yarattığı tezine
ters d üşer. You n g ve Will mott'u n Doğu Lond ra'da (1 962) ve Herbert
Gans'ın Bostan'da ( 1 962) yaptıkları türden a raştırmalar, 'kentli köy­
ler'in -kentsel gel işimin tam ortası nda sıkıca-kaynaşmış topl u l u kla­
rın- varl ığ ı n ı ortaya çıkardı. Benzer şekilde, Ray Pahl'ın ( 1 965) Herd­
fordshire'daki, kentte çal ışa nları n sürekli i ka met ettikleri kı rsal yerle­
şimler (commuter villages) üzerine araştırması ve Oscar Lewis'in
Mexico'da yaptığ ı türden a raştırmalar, kırd a ki kentleşmenin bel irl i
yön lerini -toplu msal çatışma, sınıfsal ayrışmalar, yabancılaşmayı­
ortaya çıkardı.
Gans ve Pa h l ' ı n öne sürdüğü g i bi, ne kentleşme ne de özel bir
çevre kentsel davranış üzerindeki temel etki kaynaklarıdır. insanları n
sosyal sınıfları ve konumları (on l a rı n g e n ç veya yaşlı, evli veya bekar
olmaları) ailenin yaşam döngüsü nde çok daha fazla etkiye sahiptir.
Marksist yazariara göre, bütün kentsel problem lerim izin kaynağı,
asl ında kentin kendisi değil, sınıf çatışması, sömürü, yaba ncılaşma,
kentsel yozlaşma ve kargaşa yaratan modern kapitalizmdir. Kent,
basitçe, çoğ u insanın içinde yaşad ığı, bu bölünmeler ve problemierin
çok yoğu n olarak hissedildiği ve mevcut sınıf çatışması nın -
sokaklarda- gerçekleştiği yerdir. Bu rad i ka l teoriler, 1 960'1arın kent
ayaklanmaları n ı n ortasında, Wirth ve C h icago Oku l u n u n kültürel ve
ekolojik teorileri n i bir kenara iten yen i bir kent sosyolojisin i n temel ini
attı.
Artık bir kenara itilse bi le, Wirth'ü n kentleşme teorisi halen klasik
bir yaklaşım ol mayı s ü rdürmekted ir; o hala, devri min ortaya kal dı rd ı ­
ğ ı toz bulutu dağıldığında, muhtemelen kon u üzerine düşünmek i ç i n
gerekli gıdayı sağlayacak kavrayış g ü c ü n e sah iptir. Kesinl ikle, Wi rth
ve Chicago Oku l u modern sosyoloji üzerinde temel bir etkiye sahip
o l muştur.
KENTLEŞME 289

AYRlCA BAKINIZ
• GEMENSCHAFT-GESELLSCHAFT
• iNSAN EKOLOJiSi
• KOLLEKTiF TÜKETiM
• KENT YÖNETiCiLiGi
• YERLEŞiM-TEMELli SINIFLAR

OKUMA ÖNERiSi
WIRTH, L. ( 1 968), 'Urbanism as a Way of Life', American Journal ofSociology,
vol. 44, 1 938, p. 1 -24,
PAHL, R., (1 968), Readings in Urban Sociology, Pergamon

i LERi OKUMA ÖNERiLERi


GANS, H. (1 962), Urban Villagers, Free Press
LEWIS, O. ( 1 95 1 ), Life in a Mexican Vii/age: Tepotzlan Revisited, University of
l l l inois Press
MANN, P. ( 1 965), An Approach to Urban Sociology, Routledge & Kegan Paul
PAHL, R. (1 965), Urbs in Rure, Weidenfeld & Nicholson
WIRTH, L. ( 1 928), The Ghetto, U niversity of Chicago Press, Chicago
YOUNG, M. AND WI LLMOTI P. (1 962), Family and Kinship in East London,
Penguin

SINAV SORULARI
1 "Kentsel yaşam biçi m i belirli özel ve evrensel özel liklere sahiptir" Tartı­
şınız. (AEB, Haziran 1 988)
2 Kendine has bir kentsel yaşam biçi m i var m ıd ı r? Tartışınız. (Oxford
Sınav Komisyonu, Mayıs 1 987)
3 Sosyologları n kırsal ve kentsel topluluklar ayrım ı n e kadar kullanışlıd ır?
(Cambridge Bölge Sınav Kom isyonu, Haziran 1 986).
4 Bazı sosyologlar ken d i n e has bir kentsel yaşam biçimi olduğu n u öne
sürmüşlerd i r.
a) O n u n temel özell ikleri olarak alınan u nsuru ana hatlarıyla bel i rtin iz.
b) Artık, özellikle 'kentsel' ve kırsal' yaşam biçimlerinden söz etmenin
anlamlı olmadığı iddiaları n ı açı klayıp değerlendiriniz. (AEB, Haziran
1 982)
S "Kentsel a l a n larda yaşayan i n sa n l a r kırsal ala nlarda yaşayanlardan farklı
bir yaşam biçimine sa h ip lerdir." Bu görüşü değerlendirin iz. (AEB, Hazi­
ran 1 989)

Çeviri: Ümit Tatlıcan


Kollektif Tüketim
Manuel Castells

Manuel Caste l l s ( 1 942- ) ispanya'da d oğdu. Doktorasını 1 967'de


Paris Ü n iversitesi Sosyoloji bölümünde tamamladı. Ecole des Ha utes
Etudes en Sciences Sociales'de Kent Sosyolojisi alan ında seminerler
yön etti ve burada on i ki yıl sosyoloji dersleri verdi . Ayrıca Montreal,
Chile, Wisconsin, Copenhagen, Bostan, Mexico, Hong Kong, Kuzey
Cal ifornia ve Madrid Ü niversitelerinde m isafir öğretim üyesi olarak
bulundu. Şu anda Cal iforn ia ve Berkeley Ü n iversitelerinde Kent ve
Bölgesel Planlama profesörü olan Castells, bu görevi 1 979 yılından
beri yürütmektedir. Castel ls'in yayı n l a n m ı ş 1 2 kitabı ndan en çok
bilinenleri şunlard ı r:

• Kent Sorunu ( 1 977)


• Kent, Sm1fve iktidar ( 1 978)
• Kent ve Sokaktaki insan ( 1 983) -bu eser ona 1 983-C. Wright M i l l s
öd ü l ü n ü kaza ndırm ıştır.

FiKiR
1 960'1arın sonlarında Amerika ve Batı Avrupa kentlerinde yoğ u n bir
şiddet, yıkım ve aya klanma yaşandı. Amerika l ı zenciler Amerikan
rüyasına u laşamam a n ı n yarattığı haya l kırı kl ı klarını, Harlem, Watts ve
Detroit gibi getto bölgelerindeki yoksu l l u k, yozlaşma ve ırkç ı l ı k karşı­
sındaki kızg ı n l ı klarını d ışa vurdular; kad ı n lar, öğrenciler ve çevreci
gruplar Vietnam, sivil haklar ve kentsel çevrenin kirlenmesi gibi ko­
nularda protesto yürüyüşleri d üzenlediler; şehir eylemcil eri s ı n ıf ve
ı rk savaşları n ı Batı Alma nya, Japonya ve ABD sokaklarına taş ı d ı la r.
Paris'te Mayıs 1 968'deki öğrenci ve işçi aya klanmaları Başka n Charl es
de Gaul le'ün istifasıyla doruğuna ulaştı. Kent bir odak noktası na,
KOLLEKTiF TÜKETiM 291

toplu msal huzursuzl u kl a r ve siyasal protestoların yer a ldığı bir savaş


meyd a n ı na dönüştü, fakat kent sosyolojisindeki geleneksel yaklaşım­
lar bu çatışma ve d i renişleri açı klaya mad ıkları için, a kademisyen ler
Marx ve Weber'in daha rad i ka l teorilerine yö neldi ler. Bununla bera­
ber, geleneksel Marksizm sa nayi kentlerindeki olayları sadece geliş­
miş kapitalizmin temel i n i oluşturan daha genel g üçlerin bir yansıma­
sı ola ra k görüyordu; M a rx ve Engels kentsel hayatla ilgili ayrı ntılı
anal izler ya pmamışlardı. Daha da önemlisi, 1 960'1 a r ve 70'1erde ka­
dınlar ve zencilerden öğ rencil er, kiracılar ve çevreciler gibi orta sınıf
üyelerine kadar büyük bir çeşitlilik sergileyen protesto grupları n ı n
durumu geleneksel Ma rksizm'in özü nde bir sınıf m ücadelesi olarak
sosyal devrim analizlerine tam olarak uymuyordu.
Manuel Castells kol lektif tüketim kavramıyla Ma rksizm'i gü ncel­
leştirmeye, kentsel protestoyu bir sınıf analiziyle birleştirmeye ve
farklı kentsel grupların devrimci pota nsiyelleri n i n ihayetinde modern
kapitalizmi zayıflatacak, hatta yıkabilecek birleşik ve radikal bir pro­
testo hareketine dön üştü rmeye ça lıştı. Mayıs devrim i sırasında Pa­
ris'te bir profesör olara k Castel ls, 1 968'in işçileri ve öğrencilerini göz­
lemleyebileceği ve etkileyebileceği özel bir kon u ma sahipti. Kent
Sorunu adlı kitabı bu dönemin radikal grupları ve öğrenci g rupları
için teorik bir i ncil haline geldi ve Castells'in yazıları tamamen yen i
b i r kentsel Marksist araştırma geleneğinin o rtaya çı kmasına yol açtı.
Castells kentle ilgili önceki bütün teorileri burjuva ideolojisi ola­
rak reddeder, çünkü onlar suç, yoksulluk ve çevre kirl i l iği gibi 'sosyal
problemler'i kapitalist sistemin temelini oluşturan acımasız kar gü­
düsünün doğrudan ya ns ımaları olarak görmezler. Castells'e göre,
modern kapitalizmde kent sadece bir üretim merkezi değil (modern
fabrikalar esas olarak kentlerin dışında kurulma ktadı r), aynı zamanda
dünya kapital ist sisteminde önemli bir kontrol merkezidir. Kent gü­
nümüz çokuluslu şirketleri n i n merkezi birimleri ve fi nansal kurumla­
rını içinde barı ndırır ve daha da öneml isi bir kollektif tüketim ve işçi
üretim merkezi olara k ça lışır. 'Kollektif tüketim' ile Castel ls, modern
refah devleti tarafından, modern işçin i n sağl ı kl ı, m utlu ve kapitalizm­
den maddi olarak hoş n ut olması ve böylece burjuvazi için gönüllü
olarak ve mu htemelen kapita l istleri n güç ve ayrıca l ı kianna karşı çık­
madan çalışması için sağlık, eğitim, konut, ulaşım ve boş za man faa l i­
yetleri gibi mal ve hizmetlerinin sağlanmasını a nlatır. Dolayısıyla
Castel ls'e göre, refah bir s ı nıfsal kontrol biçimidir ve eğitim ve konut
gibi "kollektif olarak tüketi len mallar" yerel yönetimler, özel likle de
kent yönetim leri tarafından dağıtıl ır, zira çalışan nüfusun büyük ço­
ğunluğu kasa balar ve kentlerde yaşamaktadır.
292 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

Bu yüzden, kapitalist topl umda devlet, işçi sınıfı n ı n hem u lusal


hem de yerel d üzeyde refah önlemleriyle kontrolünde temel bir role
sahiptir. Bununla beraber, 1 960' 1ar ve 70'1erin sonlarında Batı top­
l umları büyük e konomik krizl erle, kar ora n ları nda düşüş, işsizlik,
iflaslarda m uazzam bir artışla karşı karşıya kaldılar. Kollektif tüketim
maliarına duyulan talep artmaya devam ederken hükü metler ka mu
harca maları n ı kısma k zorunda ka ldılar. Bir 'kentsel kriz' yerel yönetim
gelirleri ve hizmetl erin i n bel irg in bir biçimde azalmasına ve Batıl ı
kentlerin bakımsız b i r d u ru m a dü şmes ine yol açtı -yollar onarılm ıyor,
ev ve okul i nşaatları bir türlü bitmiyordu. Hatta New York gibi bazı
kentler iflasa doğru gid iyordu ( 1 975). Buna karşılık, hepsi de p rotes­
tolarını yerel hükümete yöneiten -yoksullar, siyah lar, kiracı lar, kad ı n ­
lar, işçi s ı nıfı v e orta sınıfl a r g ibi- birçok fa rklı baskı g rubu ortaya çıktı.
Artık bu kentsel protestoları bastırmakta yetersiz ka lan ka pitalist
devlet, gerçek yüzün ü göstermek ve baskı kul lanmak zorunda kaldı.
Gittikçe a rtan gösteriler ve yürüyüşler g ü ç kul lanılara k bastırı ldı: polis
ve olağan üstü durumlarda ordu devreye girdi. Ancak, böylesi bir g ü ç
ku llanımı sadece sokaktaki insanların s ı n ı f bilincini v e mücadele ru­
h u n u güçlendirmekle kalmaz, kentsel protesto ve çatışmaları n da
artmasına yol açar. Castells'in beklentisi şuydu: eğer bi rbirleri nden
farkl ı yapıdaki bu tür kentsel protestolar Kom ü n ist Parti'nin l iderl iği
a ltında 'sosyal hareketler'le tam olarak bütünleşti rilebi lirse, kent
sokaklarındaki bu tür bir güç Batı kapitalizm i n in içerden çökertilme­
sini başlatabilecek bir kentsel kriz doğ u rabilird i : "Dü nyada bir hayalet
dolaşıyor; peki kentsel bir kriz kentsel devrime dönüşebilir mi?"

KAVRAMSAL GELiŞiM
Kol lektif tüketim kavra m ı ve kentsel çatışman ı n radikal yen iden a na­
l izi, kent soru n u n u hem sosyolojide bir alt disiplin hem de neo­
Marksizm için bir analiz kon usu olarak çarpıcı biçimde g ü ndeme
getirdi. Castel ls'in eleştirisi modern Ma rksistler'e kapita lizmin yıkıl­
masına önemli bir katkıda bulu nacak bir kent a n layışı sundu ve on la­
rın bütü n kentsel protesto biçimleri n i sınıf analizlerine dahil etmele­
rini sağlad ı. Castells'in yazıları militan g rupların özel desteğini kazan­
dı, çünkü onun yazıları hem bu g rupların eylemlerini meşrulaştırdı
hem de onlara gelecekleri için teorik i l keler sağladı.
Bununla beraber, Castells'in tezi yaygı n bir eleştiriyi de a levlen­
d i rdi; eleştiri sadece Castells'in genel l ikle ka rmaşı k bir dil ku l l a n m ış
o l ması ve diğer kent teorilerini kibirl i bir tavı rla reddetmiş olmasıyla
sınırlı değ i ld i; aynı zamanda onun kavramlarının bütün kapitalist
KOLLEKTiF TÜKETiM 293

kentlerdeki tüm kentsel protesto biçimlerine uyg u lanabilirlil iğiyle


ilgiliydi.
Kollektif tüketim ve protesto hareketleri gibi kavramlar muğlak
olma kla ve yeteri nce tan ı m lanmamakla eleştirild L R. E. Pahl'ın ( 1 977)
gösterdiği gibi, Castel ls'in kollektif tüketim fi krinin refah devletinin
sağ ladığı mal ve h izmetleri mi, yoksa sadece kol lektif olarak tüketilen
şeyleri mi a n lattığı yeterince açık değ i ldi. Örneğ in bu teri m, ister özel
ister kamusal olsun, bütün iskan biçimlerini m i, yoksa sadece h ü kü­
metin sağladıklarını m ı kapsar? Peki, bir devlet karayolunda özel
araba kullan mayı nasıl tanıml arsınız? Ayrıca, bu refa h malları sosyal ist
kentlerde de sağlanmış ve o ralarda da kentsel protestoların kaynağı
olmuşt u r -peki bu durum sosya list toplumların da bir çöküş içinde
olduğu n u mu göstermekted ir? Aynı şekilde, Castells'in protesto ha­
reketleri tanımı o kadar genişti ki, bu hareketler bi rbirlerinden farklı
ve devrimci olmayan g ru p ları, tek ebeveynli aileleri ve Kad ı n Birl i kl e­
rin i de içeriyordu. Bu farklı baskı grupları tek bir devrimci güç olara k
birleşrnek şöyle dursun, protesto hareketleri bariz bir biçi mde birbi­
rinden kopuk ha reketler olara k kaldı ve çoğunl ukla tükenip gitti.
i ronik olarak Castel ls'in tezinden esinlenen bi rçok araştırma -
dünyan ı n her yerinde ayrıntı l ı şehir anal izleri- onun düşü ncelerinin
bütün kentlerin durumuna uygu n düştüğü ve kapitalist kentlerin
benzer krizleri yaşad ıkları iddiasını g iderek zayıflattı. Dahası bu ana­
lizler, Castells'in a nalizlerinin bütün kentlerden ziyade Fransız kentle­
ri için daha uygun olduğunu gösterdi.
Marksist akademisyenler Castells'e, özellikle sınıf mücadelesi alanı
olara k üretim tarzı ndan çok tüketime ve işyerinden çok kente odak­
landığı için keskin ve köklü eleştiriler yönelttiler. Castells konut soru­
nuyla ilgili kentsel çatışmalara ışık tuttu, a ncak fabrika la rın kapanma­
sı ve işten çıka rmaları d i kkate al madı, kapitalist devletin rol ü n ü analiz
etti, fakat polisin rolünü göz ardı etti.
Yine de Castells'in tezi büyük bilimsel bir bul uştu ve modern kent
sosyolojisini ve neo-Marksizm'i yeniden can landırdı. Kol lektif tüketim
fikri bu konuda birçok araştırmaya ilham kaynağı oldu ve Patrick
Dunleary'in ( 1 980) sın ıfların oy verme davra n ışları ve Cynthia Cock­
burn'un ( 1 977) yerel devlet a raştırması gibi son dönem anal izierin
temellerini teşkil etmekted ir. Castells artık daha olgun ve daha az
devri mci bir bakış açısını benimsedi, Kent ve Sokaktaki insan (1 983)
adlı son çal ışmasında i l k dönemdeki tezlerini büyük ölçüde gözden
geçirdi, özel kentsel protesto hareketleriyle ilgili detaylı çalışmalar
yaptı. Castells, bu tür m ü cadelelerin tek başı na kapitalizmi yıkması
mümkün ol masa da, onların yerel hayata daha fazla anlam kattıkla rı-
294 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

n ı ve mu htemelen içlerinde yarı n ı n sosyal hareketlerini barı ndırd ı kla­


rı n ı kabul etmiştir.

AYRlCA BAKINIZ
Diğer farklı kentsel gelişme teo rile r i Castells'i hem kızdırmış hem d e
teşvik etmiştir:
• KENTLEŞME
• iNSAN EKOLOJiSi
• YERLEŞiM-TEMELLi SINIFLAR
• KENT iDARECiLiGi

OKUMA ÖNERiLERi
CASTELLS, M. ( 1 983), The City and the Grassroots, Edward Arnold -Castells'in
en son ve okumaya değer çalışmasıdır. Ek okuma önerilerinde verilen di­
ğer çalışmaları son derece yoğun ve oku n ması zordur.
SAUNDERS, P. (1 979), Urban Politics, Penguin
SAUNDERS, P. ( 1 95 1 ) , Social Theory and the Urban Question, Hutchinson ­
kentsel siyaset ve sosyolojiye ilişkin çok iyi iki özet
SLATIERY, M. ( 1 985), 'Urban Sociology', Haralambos, M. (ed.) Sociology New
Directories, Causeway Press -kent sosyolojisine ilişkin kısa bir bakış

iLERi OKUMA ÖNERiLERi


CASTELLS, M. (1 977), The Urban Question, Edward Arnold
CASTELLS, M. (1 978), City, Class and Power, Macmillan
COCKBURN, C. (1 977), The Loca/ State, Pluto
DUN LEAVY, P. (1 980), Urban Political Analysis, Macmillan
PAHL, R. E. (1 977), 'Col lective Consumption', Scase, R. (ed.) lndustria/ Society:
Class, Cleavage and Control, Alien & Unwin

SINAV SORULARI
Gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde kentleşmeyle ilgili sosyal
problemler nelerdir? (Ca mbridge Yerel S ı navlar Komisyonu Haziran
1 986)
2 i n g iliz kentlerinin ye rl eşi m bölgeleri bakım ından ayrışm a sında sosyal
sınıflar ne ölçüde b e li rl eyi cidi r ? (Oxford Komisyonu Mayıs 1 985, p. 2)

Çeviri: Özlem Balkız


Korporatizm
Pahl ve Winkler

Korporatizm kavra m ı n ı n belirli bir yazara ait olsa olduğu söylenebilse


de, kökleri daha ziyade 1 930'1ar italya ve Almanya'sının otoriter re­
jimlerine ve Ortaçağ !onca sistemine uzanır. 1 970'1erde bu fikir Bri­
tanya gibi gelişmiş sanayi top l umlarında siyasal ve ekonomik karar
alma sürecinin değişen doğasının temel bir açıklaması olara k yeni­
den canlandı. 1 950'1er ve 60'1arın h ızlı büyüme döneminin a rd ından
ekonomik bir du rgu n l u k ve işsiz kitlesinde bir artış yaşandı. John
Maynard Keynes'in önerdiği geleneksel savaş-sonrası gelişmiş ka pi­
tal izm i idare yöntemleri -ta lep yöneti mi ve açık bütçe politika la rı­
artık işlemez görünmekteydi. Bu yüzden hükü metler, kendilerini
ekonomiye daha fazla doğrudan müdahale ederken buldular ve
bunu da esas itibariyle örgütlü emekle ve büyük iş çevreleriyle fikir
birliği içinde yaptılar. CBI ve TUC'un sadece h ü kü meti etkilemekle
kalmayıp hükümetin ortağı da olduğu, yen i bir üçl ü yönetim siste­
minin ortaya çıktığı düşünül meye başlandı. Ekonomik plan lama par­
lamenter hükümetin yerin i al maya başlar görü nd ü .
Bu tezin gelişiminde birçok fa rkl ı yaza rın, özell ikle Avru pa l ı sosyo­
loglar Phil ippe Schmitter, Alan Cawson ve ta rihçi Keith Middlemas'in
katkıları olsa da, bu kon uda en net ve en etkil i açıklamalardan biri
Ray Pahl ve Jack Winkler'in New Society derg isindeki makalelerinde
(1 O Ocak 1 974) ve Winkler'in European Journal of Sociology dergisin­
deki genişletilmiş ve gel iştirilmiş olan 'Korporatizmi n Gelişi' başlıklı
yazısında (Ci lt 1 7, s. 1 00-1 36) yapılmıştır. B u tezle ilgili genel bir bakış
için, Wyn Grant'ı n 'Britanya'da Korporatizm' başl ıklı makalesine bakı­
nız (Social Studies Review, vol. 2, No 1 , September 1 986, p. 36-40).
296 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

FiKiR
Liberal d emokratik kapitalist topl umlarda siyasal v e ekonomik karar
a l ma ve deneti m süreçleri birbirinden bağımsızd ır. Siyasa l karar a l m a
sü reci seçiml er, baskı grupları v e parlamento a racıl ığıyla; ekonomik
karar alma süreci ise 'piyasa güçleri' ve özel sı nai m ü l kiyet tarafı ndan
düzen lenir. Sosyal ist ve komü n ist topl u m l a rda, siyasal ve ekonom i k
karar a l ma s ü reçleri merkezi plan lamacı b i r hükü met v e tek parti
diktatörlüğü aracılığıyla birleştiri l m iştir. Korporatizm, Jack Winkler'e
göre [Scase R. (ed.) 1 977], kapitalizm ve komü nizmden unsurları bir
a raya getiren alternatif bir sistemdir:
Korporatizm, devletin özel mülk sahipliğine dayalı şirketleri bü­
yük ölçüde dört i lkeye -birlik, düzen, mill iyetçilik ve başarı ilkele­
rine- göre yönettiği ve kontrol altında tuttuğu ekonomik bir sis­
temdir.
Bu dört temel i l ke korporatizmin temel felsefesini temsil eder: bu
temel felsefeye göre, toplum aslı nda her parçan ı n diğerleriyle karşı­
lıklı bağ ımlılık içinde olduğu organik bir beden veya 'bütün'dür; her
toplum u n, en iyi şekilde -rekabetten ziyade- işbirl iğiyle sağlanabile­
cek temel u lusal bir çıkarı vardır; toplumsal ve ekonomik d üzen sa­
dece ulusal refaha götürecek yol değil, aynı zamanda a h laki bir yü­
kü m l ü l ü ktür. işçi çal ışmak, işveren istihdam yaratmakla yükümlüdür;
devletin rol ü de bu ekonomik disipl i n i, gerektiğinde bireysel haklar
ve hukuki yönetim pahasına güçlendirmektir. Korporatizm bu yüz­
den diktatörl ü k, ateşl i bir milliyetçilik ve devlet gücünün yayıl masıyla
il işki içinded ir. Bütü n bu sı nırlamalar ekonomik başarı hedefiyle ve
u l usal çıkarın bireysel özgü rl ükler veya kaza nçlardan önce geldiği
fikriyle meşrulaştırılır. P iyasa ekonomisi savurg a n ve istikrarsız olarak,
merkezi planlamacı ekonomi de bürokratik ve esneklikten yoksun
olara k görü l ü r.
Bu yüzden Win kler'e göre, kapitalist bir devletin ekonomi k rol ü ile
korporatist bir devletin rol ü arasındaki te mel fark, ekonom iyi 'destek­
lemek'ten onu yönetmeye, özel sermayeyi sadece teşvik etmek ve
yönlendirmekten gerçekte ona 'yapması gerekenleri ve yapamaya­
cakları n ı' söylemeye d oğ ru bel irgin bir kayıştır. Devlet ulusal hedefle­
ri belirler, kaynakları n ta hsisini kontrol eder, temel sanayileri koordi­
ne eder ve gelir dağılımını düzenler. Bu devletin kontrol derecesi
farklılık gösterebilir, ancak o esasında, kapital ist patranlar ve yöneti­
cilerin mevcut seçimlerine sınırlamalar getirerek, 'özel sermayenin iç
kara r-alma meka n izmaları üzerinde kontrol kurma'yı gerektirir.
Benzer şekilde, kom ü n ist bir diktatörl ü k ile korporatist bir devle-
KORPORATiZM 297

tin siyasal rolü arasındaki temel fark, ikincilerin e konomiyi çok daha
esnek ve bürokratik olmayan bir tarzda yönetmeleri ve kontrol altın­
da tutmalarıdır. Devlet, şirketleri istediği tarafa yönlendirmek için
keyfi yasalara, gönü l l ü uzlaşmalar ve mali teşvikiere başvurur. O,
bağıms ız gibi görünen, fakat gerçekte (örneğ in, Ba nk of England ve
BBC g ibi) bağımsız olmayan yarı-idari örgütlerin arkasına saklanır. Bu
yüzden, kararlar nadiren hükümete geri döner. O ma hkemeleri kulla­
nır ve sanayide disi plini yerleştirmek ve sı nai an laşmazlıkları a ktif
olara k bağıtlamak için ACAS gibi yarı-adli organlar oluşturur. O, piya­
sadaki küçük firmalara rekabet serbestisi sağlayarak, kontrolünü
modern sanayi ekonomilerinin tekelci kesim i üzerinde yoğunlaştırır;
ve tekelci sektörlerin ol madığı yerlerde devlet onları milli sanayiler
veya karteller biçiminde kendi yaratır. Enflasyonu ve ücretleri kontrol
altına almak için fiyat ve gelir pol itikaları devreye soku lur. Ancak,
ekonomik d üzen ve işbirliğini yerleştirmenin temel yöntemi, sanayi­
nin her iki tarafı a rasında uzlaşman ı n sağlan masıd ı r. CBI, TUC gibi
temel organlar ve meslekler fiyatlar, ücretler ve yatırımlar gibi temel
konularda politikalar gel iştirmek için hükümete katıl maya davet
edil irler. Bunun karşıl ığ ında, bu temel organlardan gönüllü uzlaşma­
lara yardımcı olmaları ve üyelerini d üzen a ltına a l m a la rı beklenir.
Korporatist karar-a lma süreci oldukça demokratik görünse de,
d u ru m gerçekte farkl ıdır. Parlamento ve seçilmiş ka rar organları dev­
re dışı bırakılır, örgütlü emek ve büyük sermayeyi içeren, fakat tüm
diğerlerini dışarıda bırakan hiyerarşik bir güç ya pısı yaratılır. Wink­
ler'in belirttiği g ibi, bu özel katılım biçi m i, i ronik olarak, sermaye ve
emeğin kontrol eden konumda olduklarını (ve böylece ka munun
eleştiri merkezi olduklarını) düşündükl eri, ancak gerçek gücün hala
devlette olduğu bir yönlendirme biçimidir: "katı l ı m her zaman kur­
naz yöneticilerin sosyal kontrol biçi m i -insa n l a rı kendi kendilerini
yönenikierine inandırman ın yolu- olmuştur" (Wi n kl er, 1 977). N ihaye­
tinde, aslında düzeni yerleştirmekte başarısız kalsa bile, bu sistemi
sağlamlaştırmak için pol isin gücü artırılaca ktır. Bu yüzden, Winkler'e
göre, "korporatizm bürokratik bir sistem değil, aksine bir pazarlık
sistemi", doğrudan kontrolden ziyade oldukça esnek bir müzakere ve
gönüllü uzlaşı mlar sistem idir. Bununla bera ber, devletin ekonomiyi
kontrolü kaçın ı l maz olarak genişler ve hem 'serbest girişim' hem de
'serbest toplu pazarlık' azal maya yüz tutarken, aynı şekilde devletin
rolü de destekleyici olmaktan yönlendiricilik çizgisine çeki l i r. Böylece
yeni bir ekonomik sistem biçi m i kuru lur: korporatizm.
298 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

1 970'1erd e Britanya
Winkler genel tezine kanıt olarak savaş-sonrası Britanya örneğ i n i
verir. Britanya'daki i l k sanayi devrimi asg a ri düzeyde devlet m üdaha­
lesi gerektirmekteydi, a ncak yirminci yüzyı l ı n başında, gelişmiş kapi­
ta lizm kendini d üzenleme kabiliyetini ispatlaya madığında h ü küme­
tin ro l ü artmaya başladı. Dev tekeller ve güçlü send ika ları n gelişim i,
iki Dünya Savaşı, Büyük Çöküntü ve gerek refah devleti gerekse ta m
istihdam sağlama soru m l u l u ğ u modern h ü kü metleri daha doğrudan
rol a lmaya zorladı. Başlang ıçta bu John Maynard Keynes'in fikirleri ve
teknikleri ku llanıl arak, ekonomi dalaylı yoldan yönlendirilerek sağ­
landı, ancak 1 960'1 arın sonlarında ve 70'1erde, ekonomi krize g i rd i­
ğind e bu yöntem açıkçası yetersiz kal maya başladı. Winkler Britan­
ya'daki korporatizm eğilimini 1 960'1ara kadar (ancak, Keith Middle­
mas gibi d iğerleri çok daha geriye, 1 920'1ere) götürür. 1 960'da Muha­
faza kar h ü kü met U l usal Ekonom ik Gelişme Örgütü n ü ku rdu ve daha
sonra hem 1 960-70 ve 1 974-79 işçi Partisi Hükümetleri hem de Ted
Heath'ın Muhafazakar yönetimi, büyük şirketler ve örgütlü emeği
birçok fa rkl ı a raca başvurara k kendi ekonomik yönetim uygu lamaları
içinde 'birleştirme'ye çalıştı l a r. Harold Wilson Ekonom ik i l işkiler De­
partma nı ve NEDC'yi, Teknoloji Baka n l ı ğ ı ve Sınai Reorgan izasyon
Heyeti'ni kurdu. Onun yöneti mi gelir pol itikalarını, 1 968 Sınai Geniş­
leme Yasası gibi yasaları ve 1 968-69 Savaş Meydanm da Beyaz Sayfayı
uygula maya soktu. H ü kü met, sanayi ve sendikalar arasında, üçlü
kararlar almak için U lusal Planlar ya pıldı. Heath Hükü meti, 'serbest
piyasa' güçlerine dönme yönündeki ilk g irişimin a rd ından, sanayiyi
rasyonelleştirmek, yatırı mları yeniden d üzenlemek ve hasta veya
'topal ördek' firmalara destek sağlamak için 1 972 Sanayi Yasasını
çıkard ığında, ortak yönetime 'U Dönüşü' ya ptı . S ı nai i lişkileri ve istih­
damı gel iştirmek için ACAS ve i nsan Gücü Hizmetleri Komisyonu
kuruldu ve 1 972-73'te kapsa mlı bir gelir politikası uyg u l amaya ko­
nuldu.
1 974-79 işçi Partisi Hü kümeti, ücretleri kısıtlamak için 'Toplumsal
Sözleşme' uyg u lamasını ve fiyatları kontrol amacıyla Fiyat Komisyo­
nunu devreye sokarak, bu politikaları doruğuna çıka rdı. Böylece,
1 960'1ar ve 70'1erde ekonomik kontroller, yarı-hükü met kurumları ağı
ve Parlamento dtşmda -gerçekte büyük şirketler ve örgütlü emeği
devlet makinesine katar görünen- yeni "üçlü ekonomik pol itika­
oluşturacak bir ya pı" gel iştirildi. Bu eğil imler o kadar güçl üydü ki,
Pahl ve Winkler 1 980'1erde tam bir korparatizm kurulacağını düşünü-
·

yorlardı.
KORPORATiZM 299

KAVRAMSAL GELiŞiM
Leo Panitch'in ( 1 980) vurguladığı g ibi, korporatizm kavra mı, fa rkl ı
konularda yazan kişiler tarafı ndan, 'sın ai büyü me tezi' olarak s ı n ıflan­
d ırı la bilecek genel bir tez a ltında gel iştiri Idi. 1 970'1erin ilerleyen yılla­
rında, bu tez hem M u hafazaka r Parti hem de işçi Partisi H ükümetleri­
nin Britanya'da izledikleri yol u n geçerli bir a nalizi o l a rak göründü.
Bununla beraber, 1 970'1erin son ları ve 80'1erin başlarında, bütün
bu fikirler ve özel l ikle onun James Winkler yoru mu giderek daha fazla
saldı rıya uğradı.

Korporatizm neyd i?
Leo Panitch'in öne sürdüğü gibi, "korporatizm kavra m ı n ı n gerçekte
neyi anlattığı konusu nda tam bir fikir birliği" yoktur. Bazı yazarlar
sadece ekonomik gelişmelere, kimileri devletin yapısı ve rol üne
odakla nırken, başkaları da onu farklı tipte baskı g rubu etkinlikleri n i
ortaya koymak amacıyla ku l l anmıştır.

Korporatif hükümete muhalefet


Dearlove ve Saunders ( 1 984) gibi yazariara göre, 1 970'1erdeki görü­
nür sı nai uyu rn u n altında korporatist h ü kü metten rahatsızlık ve ona
muhalefet yatmaktadır:

• Send ika liderliğinin aksine, yönetilenler devlet mekanizmasına


dahil edilememektedir. Ücret sınırlamasına yönelik muta ba kat­
lar sıradan işçilerin hayat sta ndartlarına bir tehdit olara k algı­
lanmakta ve bu dönemdeki işten atı l malar karşısında a n i ve
resmi ol mayan bir g revler patlaması yaşa nmaktadır.
• Büyük işveren ücret ve ü retkenlik pazarlıkları ndan yararlanabi­
l i rken, küçük işveren aynı durumda değildir, fiyat kontrolleri ve
'rüşvet' a rtışlarıyla boğ uşmak zorundadır.
• Siyasetçiler ve kam u görevl ileri sanayide barışın tadını çıkarır­
larken, kamu genelinde ayrıcalıklı ve güçlü a rasındaki bu tür
özel düzenlemelere ve a nonim bürokratik kontrolün yerel ve
u l usal düzeyde artışına karşı öfke artmaktayd ı . 1 970'1er, hepsi
de siyasal sürece kattimayı ta lep eden kadınlar, Siyahlar, tüketi­
ciler, yerel topl u l u kların ve u l usal özlemleri temsil eden birçok
grubun ortaya çıkışına ta nık oldu. insa nlar yönetirnde daha faz­
la söz hakkı istediler ve korporatist baronların, özellikle de sen­
dika patronları n ı n g ücünden cidd i olara k rahatsıziard ı.
300 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

Kapita lizmin yeni yüzü


Pahl ve Win kler gibi Weberci yazarlar korporatizmi yeni bir ekonom ik
ve siyasal sistem biçimi olarak görürken, Panitch gibi Marksistler
sadece kapita l izmin ye ni bir yüzü, kapital izme içkin çel işkiler ve tek­
rarlanan aşırı-üreti m krizlerinin, azalan karlar ve probleml i sanayilerin
üstesinden gel meyi a ma çl ayan yeni bir strateji ola rak görürler. Mark­
sistler için korporatizm, sadece temel sınıf çatışmasın ı n üzerin i ört­
meye çalışan kısa ömürlü bir girişim, işçi sınıfı n ı n gücünü sınırlama­
nın ve ka rl ı l ı k ve veri m l i l i k lehine ücretler ve grevleri s ı n ı rlandırmanın
yeni bir biçimiydi.

Korporatist stratejinin başarısızlığı


Çok özelde, korporatist stratejiler başa rısız olmuşla rd ı r. Bu 'uzlaşmacı
politikala r', bu fiyat ve gelir pol itikaları enflasyon sarmal ını, ekonomik
d u rg u n luğu veya kitlesel işsizl iği durdu rmayı başaramamışlar, aksine
1 970'1erdeki sorun la rı yaratan ve 1 978-79 Huzursuzl uk Kışında patlak
veren temel rahatsızl ıklar ve ekonomik çekişmelere sebep olmuşlar­
d ır.

Thatcher'ın seçilmesi
Korporatizmin tabutuna son çivinin çakıldığı, hatta Wi nkler ve Pahl'ın
tezleri ve tahminlerinin çöktüğü tek olay 1 979'da Bayan Thatcher'ın
seçil mesidir. O, korporatist devleti genişletmek bir yana, gücünü ona
karşı hoşnutsuzl u k dalgası üzerine kurdu ve temel görevi o günden
beri b u uygula mayı tamamen ortadan kal d ı rmak oldu. Thatcher,
ondokuzuncu yüzyıl kapita lizminin btraktntz yapsmlar ' yönetimine
'
dönmeye, devletin ekonomiye ve özgü r 'piyasa güçleri'ne müdahale
ve kontrolüne son vermeye ça lıştı. O, h ü kümetin g ücünü artırırken
sendikaların gücü n ü katı yöntemlerle azaltmaya çalıştı, hükümet
yard ı mlarını kesti ve "bırakalım topal ördekler ölsün" slogan ıyla re­
kabeti teşvik etti ve kitlesel işsizliği işgücünü terbiye etmekte kullan­
dı.
Nitekim, Panitch'in ( 1 980) öne sürdüğü gibi, korporatizm modern
ingiliz h ü kü meti n i n s ü rekli değil, geçici bir özelliğiydi. Winkler'in tezi
yeni bir siyaset yapma biçimi, Parla mento dışmda belirli ekonomik
g üçlerin a rtışı kon usunda düşünceler sağladı, a ncak o çok saf ve

'
laissez-faire ( Ü .T.)
KORPORATIZM 301

kısmi bir tezdi. Bu teori savaş-sonrası i n g i l iz politikasının bel irl i bir


dönemiyle ilgili sın ırlı bir tezdi ve başka yerlerde çok az uygulanı rlığa
sah ipti.

AYRlCA BAKINIZ
• i KTiDAR SEÇKiNLERi ve
• GÖRELi ÖZERKLiK -modern güç ya p ı l a rı devletin rolü üzerine alter­
natif görüşler hakkında

OKUMA ÖNERiLERi
PAHL, R. E. AND WINKLER, J . (1 974), 'The Coming Corporatism', New Society,
1 O October, 1 974
WINKLER, J. ( 1 977), 'Corporatism', lndustrial Society: Class, Cleavage and Cont­
rol, (ed.) R. Scase, Alen & Unwin

iLERi OKUMA ÖNERiLERi


CAWSON, A. (1 982), Corporatism and Welfare, Heinernan
DEARLOVE, J. AND SAU NDERS, P. (1 984), Introduction to British Politics, Black­
weii!Polity Press
MIDDLEMAS, K. ( 1 979), Politics in lndustrial Society, Deutsch
PANITCH, L. (1 980), 'Recent Theorizations of Corporatism', British Journal of
Sociology, Vol. 3 1 , 1 980, s. 1 59-1 87
SCHMITTER, P. (1 979), 'Stili the Century of Corporatism ?, Trends Towards
Corporatist lntermediation, (ed s.) Schmitter P. and G, Sage
'White Paper' ( 1 968-9), In Place of Strife, HMSO
WINKLER, J. ( 1 975), 'Corporatism', European Journal ofSociology, Vol. 1 7, p.
1 1 0- 1 36

Çeviri: Ümit Tatlıcan


Laikleşme
Bryan Wilson

Bryan Wilson ( 1 926-2004) Yorkshire'da doğdu ve askerlik hizmetin­


den sonra Leicester Ü n iversitesi'ne ve London School of Economics'e
devam etti. Londra ve Oxford Üniversitelerinde daha yüksek derece­
ler kazand ıktan sonra Leeds Ü niversitesi'nde ders vermeye başladı ve
Oxford Ün iversitesi'nde Öğretim Üyesi olarak çalıştı.
Wilson bir dönem eğitim, gençlik kültürü ve kitle iletişim a raçla­
rıyla ilgi lense bile, o n u n temel ilgi a l a n ı n ı din sosyolojisi -özelde
la ikleşme ve mezhepler- oluşturmaktayd ı. Birçok düşünür ve yazarın
katkıda bulunduğu la ikleşme konusunda ü l ke çapındaki tartışmayı
aleviendiren onun Laik Bir Toplumda Din ( 1 966) adlı çalışmasıydı.

FiKiR
Laikleşme yen i bir kavram değildir. Kavram ı n kökleri klasik sosyoloji­
ye, özellikle Auguste Comte ve Emile Durkheim'in çalışma l a rı na, Karl
Marx ve Max Weber'in toplumsal gelişme teorilerine dayanır. Bunun­
la beraber, 1 960'1arda yazıları yayınlanan -ingiliz Akademisyen­
B ryan Wilson, Laik Bir Toplumda Din ( 1 966) a d l ı çalışmasıyla, Britanya
ve diğer Batı l ı toplumlar yen i bir 'zenginlik çağ ı'na, 'hareketli 60'1ar
dönemine girerken dinin önem i n i kaybettiğ i ve modern toplumda
ortadan kal km a teh l i kesi içinde olduğu iddialarıyla bu tartışmayı
yeniden alevlendi rdi.
B ryan Wilson, laikliği kısaca "dinsel düşünceler., pratikler ve kurum­
ları n önemini yiti rmesi süreci" olara k tanımlar. La ikleşme tezi toplum­
ların sanayiieşirken daha rasyonel, b i l imsel ve uzmanlaşmış toplum­
lar haline geld ikleri, bu yüzden geleneksel değerler, inançla r ve pra­
tikleri n zayıfladığı teorisine dayanır. Sanayi top l u mları artık hayatın
anlamını açıklamak için dine ihtiyaç duymazla r; onlar bilim ve mantı­
ğa, rasyonal ite ve bürokrasilere sahiplerdir. Tanrı ve Kilise a rtık top-
LAiKLEŞME 303

lurnun değerleri ve hayat tarzının merkezi unsuru olmaktan çıkmıştır.


Geleneksel düşünme biçimleri modern sosyal problemieri n çözümü­
ne yardımcı ol mayıp, a ksine engel ler. Din modern zengin sanayi
toplumu nda a rtık bir hedeften yoksundur.
Laikleşme tezi beş temel argümana daya nır:

• Gelişmiş sanayi topl umlarında dinsel pratikl ere katıl ımda bir
azalma vardır. Bu azalma esas olarak kiliseye gitme ve kilise
üyeliği istatistikleri ne bakılara k ölçülür. Örneğ i n günüm üz ingil­
tere'sinde yetişkin nüfusun sadece altıda biri H ı ristiyan kil isesi­
ne üyedir ve sadece yaklaşı k % 1 0-1 5'i Pazar ayinleri için düzen l i
olarak Kiliseye gitmektedir. 1 998/99 Birleşik Krallık Araştırma El­
kita bı'na bakıld ığında, kilise üyeliği, kiliseye gitme ve ayin lere
katılma gibi hemen her alanda, özellikle H ı ristiyan mezhepler
arasında sürekli bir azalma olduğu görü l ü r. Kil iseye gitme oranı,
örneğin % 1 0.2'den ( 1 980) % 8.1 'e ( 1 995) düşmüştür ve a raş­
tırmada bu ora n ı n 2000 yılında o/o 7.7'ye düşeceği tahmin edil­
mektedir.
• Dinsel inançlarda bir zayıflama yaşanmıştır. Wilson'ın öne sür­
düğü g ibi, "d i nsel düşünme belki de en çarpıcı değişimlere şa­
hit olan bir aland ır. insanlar dinsel güdü lerden g iderek daha az
etkilenmekte, dü nyayı empirik ve rasyonel terimler çerçevesin­
de değerlendirmektedirler." Bu rasyonalizmin kaynağında Pro­
testan ahlak, büyük rasyonel organizasyon ların gelişimi, akla
daya l ı bil imsel bilginin gelişimi ve hepsi de pratik çözümler su­
nan ve öl ümden sonrasına i nanç ve ödül lerden çok mantığa
başvuran akılcı ideolojilerin ortaya çıkışı yatar.
• Temel toplumsal ve siyasa l kurum bir olarak kilisen in statüsün­
de düşüş ve işlevlerinde aza lma yaşan m ıştır. Ortaçağdaki ege­
men rolüyle karşı laştı rıldığında, Batı toplumlarında kilisenin
'üye kaybı'na uğradığı görü l ü r. Kil isenin geleneksel işlevlerin i
laik organizasyonlar üstlen meye başlamıştır. B i l i m a rtık açıkla­
namazları açıklamaktad ı r ve hatta g ü n ü müz insa n ı sadece doğa
üzerinde değil, tüp bebeklerin oluşturu l masıyla birlikte, bizzat
hayatın yaratılması üzerinde de kontrol gücüne sahiptir. Refah
devleti artık ihtiyacı olanlara bakı p çocuklarımızı eğitirken, kitle
iletişim a raçları yen i bir maddeci inanç telkin etmekted ir. Her
ne kadar Kard i nal Wolsey kendi döneminde VIII. Henry h ü kü­
metini yönetmiş olsa bi le, bugünkü Canterbury Piskoposu n u n
devlet işlerinde ç o k a z sözü geçmektedir.
• Kil ise içinde de bir l aikleşme süreci yaşanmıştır. Günümüzde ki-
304 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

l iseler, modern bir topl umda va rlıklarını sürd ü rebilmek ve rakip


a lternatifler ka rş ısında cemaatleri n i elde tutabii me k için çok ba­
sit ve modern hizmetler sunmaktadırlar. Katalik kil ise, örneğin,
artık Latin'den ziyade ingiliz Komünyona sa hiptir ve hatta ayin­
lerde kadınlar da yer a lmaya başla m ı ştır. Benzer şekilde, bazı
mezhepler birbirine ya kınlaşmaktadı r. Wilson'u n yoru muyla,
"organizasyonlar güçlenrnekten çok zayıflamakta ve birbirine
karışma ktadır".
• Dinsel mezhepler/tarikatların sayısındaki a rtış, d i ndeki ayrışma­
n ın, her şeye yeten kil isenin güç ve etkis indeki zayıflamanın bir
başka ka nıtıdır. Böylece din, toplumsa l konsensüsü ve ortak
değerleri pekiştirrnek yerine, modern topl u mdaki inançlar ve
hakikatler çoğ u l l u ğ u n u yans ıtmaktad ır. Wilson'a göre, mezhep­
ler "laikleşme sürec i n i yaşayan top l u m ların bir özelliğidir ve on­
lar d insel değerlerin toplumsa l önceli klerini kaybetmelerine
karşı bir tepki olarak görülebil ir". Ona göre, 1 960'1ar ve ?O'Ierin
g ü ncel soru n l a rdan uzak olan yeni dinsel hareketleri, sadece
toplumdan kopa n yeni üyeleri kaza n maya çalışırken, modern
toplumun a h laki ıslahı ve birliğinden başka h içbir konuda kat­
kıda bulu nmazlar.

Bu yüzden Wilson, modern toplu mda dinin görü n ü r zayıfl a masını


büyük ölçüde Max Weber'in "toplumlar sanayiieşirken daha rasyonel
ve mantıklı düşünme ve organizasyon biçimlerini beni msernek zo­
runda kal ı rlar ve d i n gibi geleneksel otorite kaynakları basitçe bir
kenara itil ir" tezi nden yararlanarak açıkla mayı um uyordu.

KAVRAMSAL GELiŞiM
U�ikleşme tezi yayg ı n b i r destek kazandı v e Peter Berger ( 1 969) ve
Will Herberg ( 1 960) dahil, birçok yazar ta rafından gel iştirildL Bu tez
sosyolojik teoride ve din sosyolojisinde büyük bir etki yarattı ve -
Ü çüncü Dünyanın hala büyük ölçüde dinsel toplumla rından ziyade­
Batı toplumlarının tutumları ve değerlerindeki önemli değişimler
konusunda temel bir açıklama sunar göründü. Hatta bu fikirler örg üt­
lü dinin insa nların ka l pleri ve ruhların ı -koro ayinleri veya TV d i n i
gi bi- modern yöntem lerle e l e geçirme g irişimlerini b i l e etki ledi.
Ancak bu teze ve i l g i l i beş a rgümana ciddi itirazl ar yüksel meye
başladı:
ilk olarak, Wilson ve diğerlerinin kullandıkları kil iseye devam ista­
tistikleri nin güvenirl i kten yoksun ve m u htemelen geçersiz oldukları
LAiKLEŞME 305

gösterilmiştir. Bu bilgiler ve rakamlar sadece düzensiz olara k (genel­


l ikle ki liseler tarafı ndan) topla n m ıştır ve bir inanç yokluğunun kesin
göstergesi olarak a l ı na mazlar. Örgütlü bir di nsel uygu la maya katıl­
madan da Tanrıya inanmak ve kişisel olara k dinine bağlı kalmak
m ü m kündür. Bazı dinler dinsel faaliyetlere d üzenli olara k katılmaya
önem verirlerken, d iğerleri ayn ı tutu m içinde ol mayabilir. Benzer
şekilde, kiliseye devam mutlaka güçlü dinsel inançların bir göstergesi
deği ldir. Çoğu insan korku, al ışkanlık sonucunda ve doğu mlar, evlilik­
ler ve cenaze törenl eri gibi toplumsal nedenlerle kiliseye gider. Ya pı­
lan araştırmalar, insa nların o/o 90'ının Tanrıya inandığını ve o/o 60'ı n ı n
i ng i l iz Kil isesine üye olduğunu göstermiştir. Dinsel inançlar üzerine
araştırma lar aynı ölçüde değerlendirme ve eleştiriye açıktır. 1 995
ingiliz Topl umsal Tutu mlar Araştırması insanların Tanrı'ya inançla rın­
da süregelen bir azalmanın varlığını göstermiştir ve Steve Bruce'ın
( 1 995) daha önceki araştırmaları da günah, şeytan ve ebedl lanet­
lenme gibi konularda benzer bir i na nç zayıflamasının varl ığını göste­
rir. Peter Brierly ( 1 99 1 ), a ks ine, dinsel katılım azalsa da, i rrasyonel
olmasına rağmen, insanların hala bazı dinsel veya manevi inanç bi­
çimlerine veya inanç u nsurlarına bağlılıklarını sürdürdüklerini bel irtir.
Bizzat Wi lson "dinsel bağ l ı l ığın gücünü ölçmenin hiçbir uygun bir
yol u" olmadığı fikrine kat ı l ı r.
i kinci olarak, kil ise günü müzde çok az toplumsal işlev yüklense ve
özellikle daha dinsel bir yapıya sahip olsa bile, bu genel eğilim sade­
ce gelişmiş sanayi top l u m la rı nda bütün organ izasyon la rda gözlenen
genel bir uzma niaşma hareketiyle sürekli ilişki içinded i r. H ı ristiyan
a hlakı hala çoğu Batı topl umunun topl umsal değerlerinin temelini
oluştu rmaktadır; hatta görünüşte en laik ü l kelerden biri olan Britan­
ya'da Kraliçe Kil isen in başıd ı r, Piskoposlar hala Lordlar Kamarası'nda
oturmaktadır, Kuzey i rianda n üfusu n u n o/o 80'i d i ndar Protestan veya
Katolik'tir, insanlar hala doğum, ölüm ve evlilik gibi temel geçiş tören­
leri için kil iseye gitmektedir. Fransa, italya ve öze l l ikle i rianda gibi
diğer Batılı to plumlarda örgütlü din hala güçlüdür ve u l usal hükü met
üzerinde önem li bir etkiye sah iptir. Benzer şekilde din, sözgelimi
Kuzey i rlanda, Polanya ve iran'da olduğu g ibi, ü l ke bir iç krizle veya
dış tehd itle karşı laştı ğ ı nda u l usal birl i k ve kimliğin merkezi haline
gelmekted ir. Toplum ve devlet üzerindeki etkilerini kaybeden Kil ise­
ye veya kil iselere katılmama düşüncesi tartışmal ı d ı r. David Marti n
( 1 969) günümüz Batı toplumları nda Ortaçağa göre yüksek düzeyler­
de katıimamanın varl ı ğ ı n ı belirlerken, Steve Bruce ( 1 995) bu uzak­
laşmanın kiliseleri, özellikle ingi ltere Kil isesini modern yaşam biçim­
lerine karşı ve hatta n ükleer güç ve kentsel yoks u l l u k gibi farkl ı tar-
306 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

tışmal ı alanlarda i n g i l iz hükümetine karşı daha eleştirel bir tutum


al mas ı n ı mümkün kıldığ ı n ı beli rtir.
Etkisi azalsa da, Kil ise g iderek uzmanl aşm ış, değerler ve a h l a k ko­
nularına daha fazla ve günümüzde devletin sorumluluğu altı nda
olduğu düşünülen ekonomik ve siyasal sorun l a ra daha az oda klan­
m ıştır. Jose Casanova ( 1 994) gibi yaza rlar, daha da ileri g iderek,
1 960'1a r ve 70'1erde din özel kişisel inançlar ve kanaatler alanına çe­
kilse de, 1 980'1erde kil iselerin intikamlarını a l m a k için ka musal alana
yen iden g irdiklerini ve Batı lı -ve Doğ u l u- toplumlarda kürtaj konu­
s u ndaki temel tartışmalara, Kuzey i rianda ve Ortadoğu'daki olaylara
ve komünizmin çöküşüne önemli katkı l a rda bul u nduklarını i leri sü­
rerler. Bruce ve Casanova'ya göre, din zayıflamaktan ziyade farklı laş­
m ış, ayrışmış ve devletin işgal ettiği laik alandan bağ ımsızlaşmıştır.
Amerika'da Yen i Sağın, köktendinci P rotestan Kil iselerin canlanışı ve
Amerika n pol itikasını etkileme kabiliyetleri bir başka örnektir.
Üçüncü olarak, di nsel mezhepleri n gelişimi parçal ı bir süreç olabi­
l i r, a ncak o yine de, büyük ölçüde maddeci bir toplumda yeniden
canlanan bir hakikat ve a n lam a rayışını yansıtmaktadır. Bu gelişim
basitçe Tanrı'yı i n ka rdan ziyade geleneksel din lerden uzaklaşma n ı n
b i r göstergesi olabil i r. Örneğin Britanya'da temel din lerden birine
üyelik azalsa da, House Church Mavement gibi bağ ı msız h a reketler
olağan üstü gelişme göstermiştir ve a rtık g ü n ümüzde Birleşik Kra l­
l ı k'ta Müslü man, Hindu ve Yahudi gibi H ıristiya n-olmayan bir mil­
yondan fazla insan vardır. Mormanlar gibi Avenjelik hareket ve mez­
hepler gün ümüz Amerika'sında dinsel bir coşku yaratmışla rdır ve
a rt ı k Yeni Sağ çoğ u n luğun bir parçası olara k hatırı sayı l ı r etkiye sa­
h iplerd i r. Fakat eleştirmenler bu yen iden ca nlan ışı Tanrıya inançtan
ziyade -Amerikan h a l kına çok az dinsel a n lama sa h i p başka bir ticari
ürün olara k amba laj lanıp satılan- Amerika sevgisinin bir ifadesi ola­
rak görürler. i l k l a i kl eşme tezi, gerek Britanya'da Protesta n l ı ğ ı n ge­
rekse ita lya ve ispa nya'da Katal ikliği n olsun, merkezi bir ki lisenin,
ortaklaşa ka bul gören bir inancın gücünü yitirdiğini ima ediyordu. Bu
güç kaybı çok o l u m l u ka rşı la nabilse de, modern yazarlar dinsel ço­
ğulcul uğun, birçok fa rkl ı inanç biçim i n i n, fa rklı kültler ve kiliselerin
gel işmesinin modern toplumlarda insa n l a r için tercih anlamına gel­
diğini vurgulad ı l a r. Roof ve McKin n ey ( 1 987) özel likle dinsel tercihler
kendi televizyon kanallarına sahip olsa l a r bile, bu sürecin 'kil iseler' ve
tarikatların tüketim mantı ğ ı n ı n bir parçası olarak göründüğü ABD'de
geçerli olduğ u n u buldular.
Ayrıca, George Chryssides ( 1 994) gibi yazarlar, Britanya gibi mo­
dern topl umlardaki etn ik azı n l ıkları n, kendi d insel pratikleri n i ev
LAiKLEŞ ME 307

sahibi kültüre uyarlarken i na nçları veya bağ l ı l ı klarını yitirmediklerini,


aksin e çoğu kez ü l keye yerieşirken onu bir güç ve destek kaynağı
olarak kul landıklarını vurg u l a r.
Dördüncü olarak, laikleşmenin temel argümanı, "din geçmişteki
altın çağ ı n ı n g ücünü a rtık yitirmiştir" d üşüncesine daya nır. Bununla
beraber, tari hçiler, Viktorya çağında bile d i n i n göründüğü kadar
güçl ü olmadığını göstermişlerd i r. Orta sınıfla r daha sofu ve dindar
görü nürken, 1 85 1 sayımları yetişkin n üfusun sadece o/o 40'ının kilise­
ye düzen li olarak devam ettiğ i n i göstermiştir. M u htemelen gerçek
bir aza l ma olmamıştır; biz zaten aslı nda hiçbir za man dinine çok
bağlı bir toplum değildik ve ne sanayileşme ne de rasyonelleşme
onun zayıflamasına yol açmıştır. Laikleşme yön ündeki genel eğil i m
a ç ı k olsa d a , David Martin'in ( 1 978) belirttiği gibi, oldukça değişken­
dir ve kaçın ılmaz değ ild ir. Onun ABD, Britanya ve isveç ka rşılaştırması
laikleşmenin etki ve kapsa m ındaki farkl ı l ı kları gösterir ve bu farkl ı l ı k
diğer modern v e mo d ernleşmekte olan toplum larda bile açıktır.
Fransa, italya ve ispa nya gibi gelişmiş ü l kelerde bile Katalik Kil isesi
önemli bir güç o lmayı s ü rd ü rü rken, Hollanda ve A l manya gibi ü l ke­
lerde Protestan ve Katalik kiliseleri hala etkilidi r. Gelişme ve modern­
leşme çabası içindeki Ü çü ncü Dünya ülkelerinde d i n ler oldukça fa rkl ı
deneyimler yaşa mışlard ı r; bazıları nda, örneğin Tunus ve Mısır'da
dinsel inançlar zayıflarken, diğerlerinde -iran'daki g i bi- dinsel l ider­
ler siyasal değişimi yönlendirmişler ve Batıl ı değerlerin islami ina nçla­
rı bozmasını engellemek için, dinsel ve ahlaki eaşkuyu ekonomik
gel işmeyi kontrol ve ka nal ize etmekte ku llanmışlardır. Laikleşme
Martin'e ( 1 99 1 ) göre, n e otomatik ne de evrensel bir s ü reçti r.
Ulikleşme tezinde temel problem, din ta n ı m ı n ı n yetersiz olması
ve dinsel liği -insanların inançları n ı n gücünü- ölçmenin kesin bir
yol u n u n bulunma masıdır. Glock ve Stark ( 1 965) gibi yazarlar ölçme­
ye ça l ışsalar da, öznel bir kavram olduğu için bunu yapmak
imkansızdır. Ayrıca, örgütlü d inin ve dinsel inançların temeli üzerinde
ortak bir ta n ı mda birleşrnek mümkün olsa bile, din ve modernite
arasındaki ters i l işki n i n ölçül mesi ve hesaplan ması, bizzat modern
topl um teri m i n i n yeniden ta n ı m l a n ması gerekir. Sözgelimi, Afrika'yla
karşılaştırıldığ ı nda Amerika ne kadar moderndir ve ABD'de dinselli­
ğin önemi ve gücü Kuzey Afrika veya U ganda'dakine göre daha mı
azdır?
Bu yüzden, laikleşme terimi, kimisi basitçe belirli bir yaza rın eği­
limleri ve ka naatlerini ya nsıtan ve oldukça farklı yorumlara açık ola­
cak derecede muğlaktır. B u yüzden, David Martin ( 1 969) terim i n
sosyoloj iden atılmasını önermiştir. Çoğu kez laikleşme tartışmasıyla
308 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

i l işkili olanlar fa rklı şeylerden söz etm işlerd i r; ve örgütlü dinin güç
kaybettiği söylenebilse de, bireysel inanç ve manevi a n lam ihtiyacı
her zama n güçlü o l muştur. Post-modernistler, örneğin, bilim ve ras­
yonalitenin cazibes i n i yitirmesi ve koruyucul u k görevini yerine geti­
remernesi yüzünden, insanların yeniden irrasyonel ve manevi a la nla­
ra yöneldiklerini öne sürerler. Din -ister örgütlü olara k ister kült ben­
zeri biçimde- yeniden canlanacak ve gençleşecektir. Örneğ in G i ll es
Kepel ( 1 994), büyük dinleri n -islam, H ı ristiya n l ı k ve Yahudilik- mo­
dern toplumun anonim ve kişisell i kten-uzak doğasına karşı bir tepki
olara k ca nlandıkları n ı belirler. Hatta en modern ve en kapita list bir
toplum olan Amerika'da bile dinsel katılım hızla % 40'1ara sıçramış
görünmektedir.
Bu tartışmanın sonuçları nereye varırsa varsın, Bryan Wilson'ın fik­
ri son yirmi yılda din sosyolojisindeki temel tartışmalardan birini
başlatmıştır. La i kleşme tezi ne doğ rulan mış ne de çürütü l m üştür.
Ortaya atıldıktan 30 yıldan fazla bir zaman sonra bile, Wilson'un laik­
leşme teorisinden ya rarlanılma kta, tartışma ve a raştırmaları yönlen­
dirmektedir. Bu teori, fa rklı toplu m l a rdaki farklı deneyimlere, özell ikle
dinin yeniden canlandığı toplumlara, m i l liyetçi hareketlere veya -
modernleşmeye ve Batıl ı teknolojiler ve iş yöntemlerinin yarattığı
tüketi mciliğe bağ lı olara k- toplu luğun ve a hlaki değerlerin ortadan
kal kmasını engellemek için dinsel değerleri kullananlara yoğunlaşa­
rak, daha konu odaklı ve analitik hale gelmiştir. Her kadar sınırlı olsa
da, dinin etkisi ve önemi en modern toplumlarda bile gücünü sür­
d ü rmekted ir.

AYRlCA BAKINIZ
• PROTESTAN AHLAKI -Max Weber'in dinsel fikirlerin sınai gelişme
üzerindeki gücü tezi
• POST-MODERNiZM ve Jean François Lyotard'ın gelecekle ilgili korku­
ları

OKUMA ÖNERiLERi
MARTi N, D.A. (1 978), A General Theory of Secularisation, Blackwell -bir Wi l s o n
eleştirisi.
THOMPSON, 1. (1 969), The Sociology of Religion, Penguin
WILSON, B. ( 1 966). Religion in a Seeu/ar Society, Watts
LAiKLEŞME 309

i LERi OKUMA ÖNERiLERi


BERGER, P. AND LUCKMAN, T. ( 1 969), The Sadology of Re ligian and Sociolo­
gy of Knowledge', The Sociology of Religion, (ed.) Robertson, R., Penguin
BRUCE, S. (1 995), Religion in Modern Britain, Oxford University press, Oxford
CASANOVA, J. (1 994), Pub/ic Re/ations in the Modern World, University of
Chicago Press, Chicago
GLOCK, C. Y. AND STARK, R. (1 965), Religion and Society in Tension, Ran d
McNally
HERBERG, W. (1 960), Protestant-Catholic-Jewish, Anehor Books
MARTIN, D. (1 969), The Religious and the Secu/ar, Routledge & Kegan Paul

S INAV SORULARI
ı "Batılı sanayi topl u mları b i r laikleşme sürecinden geçmektedir." Açıkla­
yıp tartışınız. (AEB, Haziran 1 983)
2 "Dinsel kurum la r her ne kadar g üçlerini yitirse l er de, dinsel inançl a r
gücünü korumaktadır" görüşünü tartışın ız. (AEB, Haziran 1 988)
3 Din çağdaş sanayi topl u mlarında hala önem l i iş l evlere sahip m id ir?
Tartışınız. (Cambridge Yerel Sınavlar Komitesi, Haziran 1 987)
4 "Kavra m sal karışıklık ve aksi yönde kanıtl a r laikleşmeyi çağdaş bir m it
haline getirmiştir." Tartışınız. (London U niversity, Hazira n 1 986)
5 "Son yüzyı lda çoğu Avrupa ülkesinde kurumsal dine katılımın aza lma­
sıyla ilgili önemli kanıtlar olsa da, bu sürecin nasıl yorum lanacağı ko­
nusunda büyü k fikir ayrılığı vardır." Açıklayıp tartışın ız. (AEB, Haziran
1 982)
6 " i statistiksel kan ıtlar, B ritanya'nın a rtık laik bir top l u m olduğunu gös­
termektedir." i nceleyiniz. (AEB, Kasım 1 989)

Çeviri: Ümit Tatlıcan


Modernleşme Teorisi
W.W. Rostow

W.W. Rostow ( 1 9 1 6- ) New York doğumludur. Yale Ü n iversitesi'nde


okuyan Rostow Oxford Balliol Kolej'de Rhodes bursu kazandı ( 1 936-
38). ikinci Dünya Savaşı'nda seçkin bir savaş sicili vardı, O.S.S'de
( 1 942-45) binbaşı olarak çal ıştı, Liyakat N işanı ve OBE aldı. Savaştan
sonra akademik kariyerine devam eden Rostow, Oxford ve Cambrid­
ge Üniversiteleri nde Amerikan ta rihi okuttu. 1 950'de Massachusetts
Teknoloji Enstitüsü'ne Ekonomi Tarihi Profesörü olarak atandı, ayrıca
u l usal g üvenlik konusunda Başkana danışmanlık yaptı. Bir 'şa hin'
olara k ün kaza nan Rostow 1 960'1arda ekonomi ve dış politika konula­
rında Başkan Kennedy ve Johnson'a özel danışma n l ı k yaptı. Daha
sonra akademik hayata döndü.
Walt Rostow'un ekonomi pol itik ve dış ilişkiler üzerine birçok ki­
tap ve makalesi vard ı r; bunlardan en ü n l üsü iktisadi Gelişmenin Mer­
haleleri - Komünist Olmayan Bir Manifesto'dur (1 960).

FiKiR
Walt Whitman Rostow modernleşme teorisi o larak adlandırılan bir
gelişme teorisinin önde gelen savunucularından biri olarak görü l ü r.
Ancak, modern leşme teorisi bir kişinin d üşü ncelerinden ibaret o l ma­
yıp, toplumların nasıl gelişip ilerledikleri konusunda ortaya atılan
çeşitli fikirlerin bir karışımıdır. Bu yaklaşım, özellikle Emile Durkheim
ve Talcott Parsons'ın işlevseki teorilerinden, onların "toplumlar, tıpkı
doğal organizmalar, hatta insanlar g ibi, bir tür iç dinamikle, olgun­
laşma evrelerine benzer biçimde -bebeklikten çocukluğa ve oradan
yetişkinliğe doğru- kademeli olarak ilerlerler" tezinden etkilenmiştir.
Gerçek olgunl u k, a ncak fiziksel (veya toplum örneğinde ekonomik)
gelişme uygu n psikolojik (veya kültürel) gelişmeye eşlik ettiği takd ir­
de m ümkündür. Çoğu kez, zihinsel gelişimi fiziksel gelişimine u yg u n
MODERNLEŞME TEORiSi 311

olmadığında olgunlaşmamış, hatta gelişimi gecikmiş bir çocuktan


söz etmemiz gibi, eğitimsizlik, cehalet ve batıl inançlar yüzünden
azgelişmiş, hatta geri kal m ış Üçüncü Dünya ü l keleri nden söz ederiz.
Bu toplumlar, Max Weber'in Protestan ahlakı veya iş ahla kı olarak
(bkz. Protestan Ahlakt) ve David McCelland'ın başarı faktörü olarak
adlandırdığı özelliği -yani, 'girişi mci lik kültü rü'nü, bizim açım ızdan
ekonomik i lerleme ve sanayileşmeyi başlatmak için oldukça hayati
önemde görü nen itici güdü ve tutkuyu- gel iştirememişlerdir.
Bir iktisatçı ve Başka n l ı k danışmanı olarak Rostow'u n katkısı, her
toplumun geçmesi gerektiğini d üşündüğü beş temel 'ekonomik
gelişme evresi'yle ilgili ayrıntılı açıklamalarıdır:

• Evre 1: Geleneksel toplum. B u rada, Rostow tüm sanayi-öncesi


toplumları aynı kategoriye dahil eder; çünkü onlar, aralarındaki
fa rkl ı l ı klara rağmen, aslında verimlilik düzeyleri düşük olan, eski
teknolojiler kullanan ve yetersiz i letişim içindeki tarım
topl u mlarıdır. Toplumsal yapı oldukça geleneksel ve hiyerarşik­
tir ve çok az topl umsal hareketlilik vardır. Bu toplumlar, gele­
neksel diniere ve 'süregelen kadercil iğe' uygun güçlü aile ve ak­
raba lık bağiarına daya n ı rlar. Politik güç büyük ölçüde merkezi­
leşmiş olmakla b irlikte, yerel büyük toprak sahipleri kendi özel
mülklerini yönetirler.
• Evre 2: Kafk1ştn ön şart/an. Bazı iç meka n izma l a rm veya yabancı
istilası gibi geleneksel toplumu 'sarsan' dış güçlerin tetiklediği,
ekonomik i lerleme fi krinin tohumlarını atan ve ticaretin gel iş­
mesini ve yen i sanayilerin kurulmasını sağlayan kademeli bir
değişim yaşa nır. Yeni bir işadamı türü, "kar ve modernleşme
peşinde, risk a lmaya hazır işletmeci insan" tipi ortaya çıka r (Ros­
tow, 1 960) ve geleneksel toprak sah ipleri sı nıfı nı (veya sömür­
geci h ükümeti) yıkmaya ve i nsanları 'modern' dü nyaya yönlen­
dirmeye kararlı yeni bir siyasal seçkinler grubu oluşur.
• Evre 3: Kafk1ş. Ekonominin h ız kazandığı, geleneksel engel ler ve
uyg u lamaların yıkıldığı, ekonom inin çekirdeğini oluşturan tarı­
mın yerine sanayini n geçmeye başladığı yaklaşık olarak 20 yı l l ı k
bir dönemde, ü l ke "ekonomik ka l kışa geçer v e sanayileşme
kendi kendini ü reten bir güç haline gelir". Devlet tarafından
desteklenen 'piyasa güçleri' geleneksel ekonomik, politik ve
topl umsal yapıları ortadan kaldırır. Yatırımlar u lusal gelirin en
az o/o 1 O'u d üzeyine yükse l i r ve ekonomik faa l iyet yeni teknoloji­
leri n gelişmesini ve daha önceden kullanıl maya n doğal kaynak­
l a rı n kul la n ı l masını sağlar. Tarım ticarileşir, ekonomi tarımcı te-
312 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKIRLER

melden endüstriyel temele doğru kayar ve insa n l a r kırsal bir


çevre ve hayat tarzından kentsel bir hayat tarzına geçerler. Bri­
tanya 'ka lkışa geçen' ilk ü l kedir ( 1 783-1 803) ve onu Amerika
( 1 843-1 860), Japo nya ( 1 878-1 900) ve Rusya ( 1 890- 1 9 1 4) gibi
ü l keler izlem iştir.
• Evre 4: Olgunlaşma eğilimi. Bu evre, bir ü l kenin bu ilerlemeyi pe­
kiştirip gel iştirdiği yaklaşık 40 yıllık bir dönemi ka psar. Yatırım­
lar u l usal geliri n o/o 1 O'u ile o/o 20'si arası nda bir orana yüksel ir,
teknoloji ve bil i m ekonominin bütün alan larına yayı lır ve eko­
nomi u l uslararası ekonomik sistemin bir parçası haline gel i r.
• Evre 5. Yüksek kitlesel tüketim çağ1. Ekonomi olgunlaşıp başarı
kazandıkça, halk kitlesel tü keti min nimetlerinden, yüksek bir
maddi hayat standardından ve -seçerse- refah devletinin sağ­
ladığı imkanlard a n yararlan maya başlar. Ekonomik ya pıda bi�
rincil ve ikincil sanayilerden hizmet sektörüne doğru kayma
vardır ve artı k bir 'tüketim-ötesi' top l u m evresinde insa nlar,
"bebek bakma, can sıkıntısı, üç g ü n l ü k hafta sonu tatili, ayl ı k ta­
til veya yen i i nsani iç sınırların yaratılması" gibi seçenekler ara­
sından bir tercih yapma imkanına sahip olacaklard ı r.

Rostow'un (d inamik) ekonomik gelişme teorisi, özünde, bütün


toplu mların bir 'iç' dina m i k tarafından yönlend irilen 'belirli' aşama­
lardan geçerek i lerlemeleri gerektiği düşüncesinden hareket eden
evri mci bir teorid ir -onun modelinde hiçbir sıçrama veya kestirme
yol yoktur. Fakat Rostow, ekonomik stratejilerde birtakım seçimlere
ve Birinci Dünya n ı n kendin i-üreten Sanayi Devri mleri ile Ü çüncü
Dünyanın dış yard ıma ihtiyacı arasında bir ayrıma imka n tanır. Ger­
çekte, onun kita b ı n ı n alt başl ığından da a n laşılabileceği gibi, Ekono­
mik Gelişmenin Merhaleleri, sadece teorik bilimsel bir inceleme değil,
aynı za manda Batı (öze l l i kle Amerikan) yard ı m ı n ı n -bir geçiş hasta l ı­
ğı' olara k adland ırdığı- komün izm tehdid iyle başa çıka bilmek için
nasıl d üzen lenmesi gerektiği konusunda bir manifestodur. Bu yard ı m
sadece ekonomik yapıda, yani teknoloji, yatırım v e uzmanlık biçi­
minde değil, aynı za manda politik ya pıda, yani komün ist-olmayan
elitler, demokrasi ve çoğulculuğu tek parti d i ktatörlüğüne karşı des­
tekleyecek nitelikte o l malıd ır. Dolayısıyla, Rostow 1 9SO'Ier ve 60'Iarda
Amerikan dış politikasının Asya ve Latin Amerika'da komü n izme karşı
mücadelesinde yardımcı o l muştur.
MODERNLEŞME TEORiSi 313

KAVRAMSAL GELiŞiM
Walt Rostow kendi gelişme teorisini uygulamaya geçirebil me bakı­
mından oldukça nadi r bir kon uma sah i pti. 1 960'1ar ve 70'1erde Ame­
rikan d ı ş politikası ve yard ı m progra mları Vietnam savaşının a rdından
ve daha yakınlarda Latin A merika'daki Amerikan 'emperya lizm'i suç­
lamalarından sonra nasıl giderek kötü bir şöhret kazanmışsa, aynısı
Rostow'un fikirleri nin başına gelmiştir. Onun tezleri i ki temel noktada
eleştirilm iştir:

• Ekonomik analiz. Onun, sanayileşmenin sadece önceden belir­


lenmiş yol la rdan geçerek gerçekleşebileceği görüşü şiddetle
eleştirilm iştir. Alexa nder Gerschenkron'un da belirttiği g ibi, geç
gel işen ü l keler Batı nın hatala rından kolayca ders alabil ir, batı l ı
beceriler, teknoloji v e uzmanlığı ithal edebilir v e dolayısıyla bir
veya iki aşama birden atlayabilirler. i kinci olara k, Britanya ve
Amerika kendi 'doğal güçleriyle' 'kalkış' yapsalar bile, Avru­
pa'n ı n büyük bir kesi m i bunu devlet kontro l ü ve planla masıyla
başarmıştır. Ü çüncü olarak, artık Ü çüncü Dünya da sanayileş­
meye başlarsa dünya kaynakları üzerindeki baskı daya n ı l maz
hale gelebil i r. Son olara k, gerçekte Birinci Dü nya u l usları sanayi­
leşmeleri sırasında bir 'açık piyasa'yla yüz yüze olsalar da, Ü çün­
cü Dünya ü l keleri günümüzde Batının sıkı kontrolü altındaki
uluslararası bir ekonomik sistemle karşı karşıyadır. Onlar eko­
nomilerini yeniden ya pılandırdı klarında, sadece dü nya pazarla­
rında rekabet g ücünden yoksun o l makla kal mayıp (dolayısıyla
iflas edecekleri) g ibi, aynı za manda, topraklar gıda üretiminden
sanayiye veya 'pazara dönük üretim"e tahsis edildiği için, insan­
larını besieyebilme kapasitelerini kaybetme teh l i kesiyle de karşı
karşıya kal ı rlar. A ncak onlar başa rılı oldukları ta kdirde, Batıl ı ül­
keler, sadece ucuz gıda ve hammadde sağlama imkanını yitir­
mekle ka l mayıp, ayrıca Doğ u n u n ucuz işg ücüne daya l ı sanayile­
ri Batı l ı işgücünü gereksiz kı lacağı için, i ş kaybına da uğrayacak­
lard ı r.
• Bati/ı, özellikle Amerikan eğilimli. Rostow tek gerçek sanayileşme
modelinin Batı modeli olduğunu varsayma eğ iliminde olduğu
için, Doğ udaki oldukça farkl ı kom ün ist modellerin başa rılarını
göz ardı eder. i kinci olara k, özgürlük ve demokrasi vaat edilse
de, Batı ya rd ı m ları genellikle yozlaşmış d i ktatörlükleri 'destek­
lemekten' ibaret kal m ı ş ve Batı l ı çokuluslu şirketlerin Ü çüncü
Dünya ekonomilerini egemenlik altına a l maları ve sömürmele­
rine olanak sağlamıştır. O n u n teorisi, aslında Amerikan emper-
314 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

yalizm i n i n ideolojik m eşrulaştırılması olduğu ve hem u l usların


kendi içlerindeki hem de Birinci ve Ü çüncü Dünya ü l keleri a ra­
sında ki servet dağ ı l ı m ı kon usunda ki konsensüsü değil, a ksine
çatışmayı tama men göz a rdı ettiği için eleştirilmiştir.

Bu tür eleştiriler bağ ı m l ı l ı k teorisyenlerinin modern leşme teorisini


eleştirileriyle en üst noktaya u laşm ıştır. A.G. Frank (bkz. Bağimlılik
Teorisi), Rostow'un 'evreler a nlayışı'nı büyük ölçüde 'hayal ü rünü' ve
determi nist bulara k sert bir biçimde eleştirir. i l k evre olan 'geleneksel
toplum' evresinde sanayileşme-öncesi döne mdeki toplumları n ola­
ğandışı çeşitl i l ik ve farkl ı l ı kları ta mamen göz a rd ı edilir. Başlangıçta
on ların günü müz Ü çüncü Dü nya ü l keleri gibi gelişmemiş oldukları n ı
iddia etmek tarihsel b i r saçmalıktır. Daha da önemlisi, Fra n k 'içsel'
ekonomik gelişim fikri n i ta mamen red deder. Ona göre, Batı daha
ziyade fa kir ü l keleri sömürg eleştirerek ve sömürerek gelişmiştir ve
g ü n ü m üzde d ünya kapita list sistemi ni, Ü çüncü Dünya n ı n gelişmesi­
ne ya rdı mcı olmak için değil, aksine azgelişmiş halde tutmak için
kullanmaktad ır. Batılı kentlerden (Metropolden) başlayıp Doğ u n u n
başkentlerine v e oradan Ü çüncü Dünya n ı n (uydu ü l keleri n) köylerine
kadar uzanan ve Biri nci Dünyanın daha fa kir ü l kelerin artı-değerlerini
gasp ettiği, ekonomilerini Batıya ucuz g ıda ve ham madde tem i n i ne
mahkum ettiği ve yard ı m etmekten öte üzerlerindeki kontro l ü n ü
arttı rd ığı v e katlanılması i m kansız borçlar yüklediği bir bağ ı m l ı l ı k
zinciri ol uştu ru l m u ştur. B u yüzden, Fran k'a göre, gelişmenin temel
d i n a m iğ i iç d i n a m i k değil, aksine bir zamanlar Batı n ı n 'kal kış'ına yar­
dımcı olan, a ncak artık Ü çüncü Dünyayı fakir ve bağ ı m l ı halde tutan
kapitalist d ünya sistemid ir.
Bu modernleşme teorisi eleştirisini daha da ileri götüren I m ma­
nuel Wal lerstein ( 1 974), gelişme evrelerini tarihsel olara k belirlemek
m ü mkün olsa da, onların tekbiçimli ve a rdışık olmadıkları n ı öne sü­
rer. Modern kapitalizmin gelişiminden önceki 1 500'lerin toplum l a rı
kendi içine ka pal ı 'mini sistemler'di; modern kapita l izmin gel işimi
yeryüzü nü dünya-ça p ı na yayı lmış taşımacılık sistemlerine ve Batılı
u l usları n askeri güç ve i m paratorl uklarına daya l ı bir d ünya ekonomi­
sine dönüştürdü . Ortaya ç ı ka n bu dünya ekonomisi, o zamandan
beri, güçlü sanayileşmiş ulusların -hammaddeler ve emeğin ucuz ve
böylece karların yüksek olduğu- Ü çüncü Dünyadaki daha yoksul,
azgelişmiş 'çevre' ü l keleri kendilerine bağ ı m l ı kıl d ı kları ve sömürdük­
leri bir merkez, yarı-çevre ve çevre devletler ekseni üzerine kuru ldu.
Bu çok yoksul ü l keler, Wallerstein'a göre, a rtık ne kaçabilecekleri ne
de kendi ekonomik gelişimlerini kontrol edebilecekleri bir d ü nya
MODERNLEŞME TEORiSi 315

ekonomik sisteminin kapanına kısı lmışlard ı r. Sid ney M intz'in (1 985)


dü nya şeker sanayi sistem i üzerine araştırması na benzer çalışmalar,
sömü rgecilik döneminden beri Batılı u l usların sömürgelerin i nasıl
yeniden organize ettiklerin i ve onları talep ve karların yüksek old uğu,
ancak -örneğin, Batı H i nt adaları ve Amerika'nın kuzey devletleri gibi
alanlarda- ucuz emek ve hatta köl e emeğ i n i n kul l a n ı ld ığ ı şeker gibi
ürünlere yoğunlaşmaya nasıl zorlad ıklarını göstermiştir. Tekstil ve çay
endüstrileri üzerine benzer a n a l izler de önemli bir merkez ü lke olan
Brita nya' n ı n kendi sömürgesi Hind istan'ı nasıl sömürdüğünü gös­
termektedi r. Biz Britanya'da ucuz çay ve ucuz giyim eşyalarına Hin­
distan'daki işçi ler çok düşük ücretler ve uzun iş saatleri karşıl ığında
çalıştıkları için ulaşabil iyoruz. Bu merkez-çevre analizi çerçevesi özel
bir ü l ke veya ulus içindeki ekonomik ve politik ilişkilere de uygulana­
bil ir; tütün ve tekstile oda kla nan Amerika'n ı n kuzey eyaletlerin i n köle
eko nomileri bunun klasik bir örneğidir.
Rostow'un tezi modernleşme konusundaki görüşlerini ortaya
koyduğu dönemde old u kça etkil i ve güçlüydü. Bu teori günümüzde
Batı em perya lizmini ve sömürüsünü meşrulaştı rmakta ku llanılan tipik
bir Ameri kan propagandasına dönüşmüştür. Ancak bu teori yine de
bazı Batıl ı siyasal karar alma merkezleri n i n gözdesidir ve akademik
çevrelerdeki modernleşme kurarncı ları 'sanayi-ötesi evre' adını ver­
dikleri a ltıncı bir evreyle Rostow'un modelini güncelleştirmeye ça­
l ışmışlardır. Bu yüzden tartışma sü rmekted ir, ancak yeni bir çerçeve,
evrimci bağ ı m l ı l ı k teorileri n i n daha rad i kal ve devrimci fi kirler öne
sürenlerin teorileriyle doğrudan rekabet ettiğ i bir pa radigma içinde.

AYRlCA BAKINIZ
• PROTESTAN AHLAKI -Max Weber'in ka p i tal i zm i n kal kış için gerek
duyduğu ru h' l a ilgili özg ü n düşüncesi olarak.
'

• BAGIMLILIK TEORiSi -Andre G u nder Fra n k'ın modernleşme tezine


eleştirisi olarak
• KÜRESELLEŞME, RiSK TOPLUMU ve BiLGi/BiLiŞiM TOPLUMU -

küresel gelişmeyle ilgili daha yeni teoriler i çi n

OKUMA ÖNERiLERi
FOSTER-CARTER, A. ( 1 985), 'The Sociology of Development', Haralambos
(ed.) Sociology: New Directions, Causeway Press
GOLDTHORPE, J.E. (1 984), The Sociology of the Third World, CUP
HARRIS, N. (1 986), The End of the Third World, Penguin
316 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

HARRISON, P. ( 1 98 1 ), Inside the Third World, Peng u i n


WEBSTER. A. (1 984), An Introduction to the Sociology of Development, Macmil­
lan
WORSLEY, P. ( 1 964), The Third World, Weidenfeld & Nicolson

i LERi OKUMA ÖNERiLERi


FRANK, A.G. (1 97 1 ), Sociology of Development and Underdevelopment,
Monthly Review Press
FRANK, A.G. ( 1 98 1 ), Crisis in the Third World, Heinemann
ROSTOW, W.W. ( 1 960), The Stages of Economic Growth, CUP [i ktisadi Geliş­
menin Merhaleleri, Çeviren: Ero l Güngör, Milli Eğitim Basımevi, istanbul
1 970]

SINAV SORULARI
1 . Bat ı l ı sanayileşmiş topl u m la rı n ' Ü çüncü Dünya' toplumları n ı n gelecek­
l erinin bir görüntüsünü oluşturdu kları düşüncesine katılıyor musu­
n uz? (Cambridge Yerel Sınavlar Kom itesi, Haziran 1 987)
2. Hangi toplu msal değişme teorisi gelişmekte o l an toplumlardaki top­
l u msal değişmeyi en iyi şekilde açıklar? ( Londra Ü niversitesi, Ocak
1 988)
3. Aşağ ıdaki özet m etni okuyup soru ları cevaplandırınız:
Toplumsal değişmeyi tartışırken pek çok sosyolog farklı evrimci teori­
lerden yara rla n mıştır. Bu tarz yaklaşımlardan b i ri Ü çüncü Dünyadaki
toplumsal değişmeyi açıklamak için geliştirilen modernleşme teori­
sidir.
M odernleşme teorisinin bir öze ll iği, 'modernleşmeyi' ölçmeye çalış­
ması ve d ü nya u l uslarını, bir uçta en gel enekse l tam karşı u çta en m o­
dern topl u m la r o l m a k üzere, bir 'modern l ik' ölçeğ ine yerleştirmesidir.
En katıksız h a l iyl e modernleşme teorisi, bazen, zaman içinde ve gele­
neksel kültürel engel l er ortadan kalktığında yerli top l u m l arın bir g ü n
modern Amerika'ya benzeyeceklerin i varsayarak, örneğin, Avustralya
yerlilerini bir uca Birleşik Devletleri diğer uca yerleştirerek, bütün top­
l u m la rı tek-doğrultu lu bir ölçeğe 'sokmaya' çalışm ıştır.
Tamamen gelişmiş bir ekonomi 'modern' siyasal, h u ku k ve eğitim
kuru m larına ve böylece ekonomik gelişmeye hizmet eden bir değerler
sistemine daya nır. Ekon omik gelişmenin başiayabil mesi için, yerli kül­
türün modernleşme sürecine engel ol uşturabilecek geleneksel yanları
(örneğin, uygu n ol mayan dinsel törenler, adet ve gelenekler, akraba­
lık bağları) ortadan kaldırı l ma lıd ır. Böylece, Ü çüncü Dünya ü l kelerinin
problemlerinin büyük ölçüde geriliklerinden kaynaklandığı öne sürü­
lür; bu problemierin 'gelişmiş' u l usları n davra n ışlarıyla bağlantılı ola­
bileceği ihtimali asla göz önüne alınmaz.
MODERNLEŞME TEORiSi 317

a) Şu ifadelerden ne an l adığınızı açıklayın ız


(i) 'evrimci' bir topl u m sa l değişme teorisi
(ii) "ekonomik gelişmeye hizmet eden bir değer l er sistemi"
b ) Bu parça nın üçüncü paragra fında parantez içindeki örneklerden
birini kullanara k veya kendiniz bir örnek vererek "gel enekse l kü ltürel
engeller"in gelişmeye nasıl engel o l abi l eceklerinin düşünüldüğünü
açıklayın ız.
c) Bir toplu msa l kuru m u (sözgelimi, a ile, eğitim veya din i) el e a l arak,
bu kurum l a rla toplumdaki genel top l umsal ve ekonomik değişme ler
arasındaki bağiantıyı sorgu layınız.
d) Bir sosyologun 'geleneksel' ve 'modern' topl u m la rı nasıl karşı l aş­
tırdığını kısaca özetl eyiniz.
e) Bir topl umdan kanıtlar göstererek parçada özetlenen modern leş­
me teorisine karşı farkl ı bir topl umsal değişme teorisi taslağı ol uştu­
runuz. (JMB, Haziran 1 987)

Çeviri: Gülhan Demiriz


Okulsuzlaşma
Ivan lllich

Ivan l l l ich ( 1 926- ) Viyana'da doğdu.


Roma G regorian Ü n iversitesi'nde
teoloji ve fel sefe eğitim i gördü ve
doktorasını Salzburg Ü n iversitesi'nde
ta rih üzerine ya ptı. l l l ich 1 95 1 'de Birle­
şik Devletlere geçti ve New York'ta
i rlanda-Puerto Rica ruhani bölgesinde
yard ı mcı papazlık görevinde bulundu.
1 956-60 yılları arasında Puerto Rica
Katalik Ü n iversitesi'nde Ya rdı mcr­
Papazlık yaptı. Guernavaca, Mexico'da
çok iyi tanınan ve tartışmalara yol
açan Kültürler Arası Dokümanlar Mer­
kezi'nin (CIDOC) kurucuları arasında
yer aldı. 1 964-76 yılları a rasında özel­
l ikle Latin Amerika odaklı 'Teknoloji Topl u m unda Kurumsal Alterna­
tifler' üzerine araştı rma seminerlerini yönetti.
Okulsuzlaşma kavra mı, l l lich'in, gelişmiş sanayi topl u m la rında
p rofesyonellerin g ücü, modern yurttaşın uyumculuğa kapılma ve
güç konum undakileri eleştirisiz ka bullenme biçimi üzerine genel
eleşti risinin bir parçasıdır. Onu n umudu, profesyonellerin tekelci
g ücüne yaptığı rad i kal saldırıların sıradan insanları daha fazla seç i m
özgü rlüğ üne, kendi yaşantı ları üzerinde, sağl ı k v e eğitim gibi konu­
larda daha fazla kontrol talebine yöneltmesi ve n ihayetinde modern
toplumun 'kuru msal laşmamasr'nr sağlamaktı.
l l l ich New York Times, Le Monde, The Guardian, Esprit ve New York
Review of Books gibi gazetelerde kapsa m l ı yazılar yazdı.
OKULSUZLAŞMA 319

Yayın la rı:

• Farkmdaltğa Övgü (1 970)


• Şenlikli Toplum (1 973)
• Enerji ve Adalet (1 974)
• Sağltğm Gaspt ( 1 975)
• Hüzünlü Çaltşma (1 98 1 )
• Toplumsal Cinsiyet (1 983)
• Okulsuz Toplum ( 1 973)

FiKiR
lllich'in tezine göre, gelişmiş sanayi toplumlarında oku l l a r kelimenin
en genel a nlamında insanları eğitememekted ir ve öğrenmeyi özgür­
leştirmeni n tek çözümü geleneksel eğitim kuru m l a rı n ı kaldırmak -
topl umu okulsuzlaştırmaktır. Oku llar ve dolayısıyla onlarla ilgili insan­
lar krizdedir:
Okullar eski sorgulan mayan eğitsel meşruiyetlerini kaybetmişler­
dir. Onları eleştirenierin çoğu hala meşakkatli ve köklü bir reform
talep etmektedir, ancak hızla genişleyen bir azınlık devam zorun­
lu luğunu ve akademik sertifikaları kaldırmaktan öte bir şey yap­
mayacaktır . . .
Ancak, ilgi okula odaklanırken çok daha derin bir konuyu kolayca
gözden kaçırabiliriz: öğren meye nasıl bakılması gerektiğ i. i nsan­
lar öğrenmeye bir meta olarak -yeni kurumsal düzenlemeler sağ­
landığında daha çok insan tarafı ndan daha etkin biçimde üretile­
bi lecek ve tüketilebilecek bir meta olarak- bakmaya devam ede­
cekler midir? Yoksa, sadece öğrenenin özerkliğini koruyan ku­
rumsal düzenlemeleri mi -yani, kişiye neyi öğreneceğine karar
verme inisiyatifi ve birine yararlı olmaktan ziyade kendi hoşlana­
cağı şeyleri öğrenme hakkını mı- sağlayacağız? Biz, giderek daha
verimli bir topluma uygun verimli insanlar yetiştirecek bir eğitim
ile eğitimin bazı özel birimlerin görevi olmaktan çıktığı yeni bir
toplum arasında seçim yapmak zorundayız.
l l l ich için gerçek eğitim şu öze l l ikleri içerir:

• Ormancı l ı k, daktilo yazma ve ya bancı dil ler gibi özel becerileri


kaza nma ve öğrenme.
• Bireyi n kendi hayal, imgelem, inisiyatif ve yargı g üçlerini tama­
men keşfettiği, yarattığı ve kullandığı genel bir 'özgü rleştirici'
deneyi m. Birey kendi başına düşünmeyi ve yetenekleri ni ta­
mamen geliştirmeyi öğrenmelidir.
320 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

l llich'e göre, modern oku l l a r, bu d üşü ncelerden uzak bir biçimde,


öğrencilere beli rl i fikirleri aşılayan, yaratıcılık ve hayal güçleri n i düz­
leştiren ve onları uyu m l u ve pasif kı lan baskıcı kurum lard ır. H atta
o ku llar bütün çocuklara zengin b i r eğitim deneyimi sağladıklarını
iddia etseler bile, onların gerçek amacı, l l lich'e göre, yerleşik d üzene
kitlesel uyumdur. Onlar bunu, öğrencinin neyi nasıl öğreneceği ko­
n usunda yok denecek kadar az kontrole sah i p olduğu bir 'g izl i m üf­
redat' sayesinde başarırlar. Öğrenciye basitçe, başarının itaat ve edil­
g i n tekrara dayandığı otoriter bir öğretim rej i m i tarafı ndan, neyi
öğrenmesi gerektiği söylenir. Öğ rencil e r d ü ş ü nmeye özendiri l m ez­
ler, öğretmenin öğrettiğ i şeyleri ve otoritesi n i eleştirmeleri veya
sorg u larna larına izin verilmez, kendi düşünceleri ni yaratma veya
uygulamaları teşvik edil mez, aksine öğretmenin veya ders kita b ı n ı n
verd i klerini 'tam amen yutma ları' gerekir. Öğ renciler bi lgi i ç i n öğ ret­
mene bağ ımlıdırlar, otoriteyi sorgulamayı öğrenmezler ve başarı
uyu m l u l uğa, özel l ikle eğitim sisteminde veya değerli kariyerlerde bir
sonraki aşaman ı n pasa portu sayılan en önemli hedef olan sınaviara
bağ l ı d ı r. Bu yüzden, öğ renme okul sistem i miz tarafından sürekli ve
eleştirel bir değerlendirme sürecinden paketlen miş metalara, bireyin
düşünmeyi öğrenmesi n i a maçlayan bir şeyden servet, güç ve ayrıca­
l ı k kaza n ma a racına dönüştürülür.
Gizl i müfredat, bütün çocuklara, ekonomik açıdan değerli bilginin
profesyonel bir öğretimin sonucu olduğunu ve toplumsal yetki le­
rin bürokratik bir sü reçte kazanılan mevkilere bağlı olduğunu öğ­
retir. Gizli müfredat açık bir müfredatı bir metaya ve onu edinme­
yi de en güvenilir servet biçimine dönüştürür. Bilgi sertifikaları -
mülkiyet hakları, hisse senetleri veya a ile mirasından farklı olarak­
sorgudan muaftırlar. Onlar ani servet değişimlerine dirençlidi rler.
Onlar garantili ayrıcalıklara dönüştürülürler. Yüksek bilgi birikimi­
nin yüksek personel tüketimine dönüştürülmesi gereğ ine Kuzey
Vietnam'da veya Küba'da karşı çıkılabilir, ancak evrensel olarak
okul, daha fazla güç kazanmanın, bir üretici olarak meşruiyeti ar­
tırmanın, daha fazla öğrenme kaynaklarına ulaşmanın yolu olarak
kabul edilir.
Ancak okullar soyut bir biçimde işlemezler. Onlar genel sosyal siste­
min bir parçasıdırlar ve ll l ich'e göre, bireyin d üşünce ve hayal g ücü­
nü özg ü rleşti rmekten uzak olarak, bir sosyal kontrol sisteminin par­
çasıdırlar: "Dünyadaki bütün oku l l a r yerleşik d üzen i yeniden-üretmek
için tasa rla n m ı ş örgütl ü girişim lerdir." Onlar bu amaca şu yollarla
ulaşırlar:
OKULSUZLAŞMA 321

o Her kademede, oyu nun önceki evrelerinde yerleşik düzene ya­


ra rlı riskler aldıklarını ka nıtlayanları seçerek;
o Ya rının yu rttaşlarını düşüncesiz, uyu m l u, itaatkar kalabalıklara
ve yerleşik otoriteyi eleştirmeden kabul eden kişilere dönüştü­
rerek;
o
Öğ rencilere eğitimi s ü rekli daha fazla tü ketilebilecek bir meta
olarak görmelerini öğreterek ve böylece onla rı reklamcı l ı k ve
modern sanayinin ü rettiğ i mal ve h izmetlerin d üşüncesiz tüke­
ticileri ol maya hazırlaya ra k.

Çocuk, öze l likle, profesyonelin otoritesi sorg u lanmaması gereken bir


uzman olduğunu öğrenir. Uzman bilgiye, öğ retme, tedavi etme ve
nasıl yaşayacağımızı söyleme gücüne sahiptir. O bizim için en iyi
olanı bilir ve biz de sorg u l a madan çocukları m ızı öğretmenlere, sağlı­
ğı mızı doktorlara ve geleceğ i mizi politikacılar ve kam u görevlilerine
emanet ederiz. Biz bu uzma nlara bağ ı m l ı hale gel iriz ve bize, insan
mutl u l uğu ve doyurnun tek yol u n u n fabrikalarımızdan akan malları
giderek daha fazla tüketmek ve giderek daha fazla profesyoneller ve
bürokratlar ordusu isti hdam etmek olduğu inancı aşılanır.
Oku l lar bu kitlesel uyumu n i l k ve temel evresid i r. Onlar aynı şekil­
de, modern top l u mda insanın yaratıcı l ı ğı ve i n isiyatifini, becerileri ve
bağı msızlığını yok eden birer temel yabancılaşma kaynağıdır. Eğitim
sistem imiz gençlerimiz arasında, özellikle başarısız olduklarında, bir
güçsüzlü k, anlamsızl ı k ve soyutlanmışlık d uygusu yaratır.
Okul lar insanı öğren meye yabancılaştırır. Kişi okula gitmekten
hoşlanmaz. Eğer fakirse sözde avantajları kazanamaz; kendisin­
den istenilen her şeyi yaptığında, güvenliğinin sürekli olarak yeni
mezunların tehdidi altında olduğunu görür; eğer duyarlı biriyse,
ne olduğu ve neyin olması gerektiği kon usunda derin çatışmalar
yaşar. O kendi yarg ı ianna güvenmez ve hatta öğretmen lerinin
yargıianna içeried iğinde bile onları kabul etmeye mahkumdur ve
gerçeği değiştiremeyeceğine inanır.
l l l ich'in amacı bu profesyonel güç ve otorite efsa nesini, özellikle
okul hayatı nın temel evresindeki bu uyu m l u l u k masa l ı n ı yıkmaktır.
Onun çözümü basit ve rad ikaldir. Çözüm asl ı nda mevcut eğitim sis­
tem i m izi ortadan kald ı rmaktan, topl u m u büyük ölçüde özgürleştir­
me a racı olara k 'toplumu okulsuzlaştırmak'tan iba rettir. l l lich, gele­
neksel oku l l arın yerine 'beceri a l ı şverişleri' ve öğrenme ağları, bi rey­
lerin edin mek istedikleri becerileri uzman öğreticilerden öğrenebile­
cekleri ve/veya benzer i l g ilere sah i p olanlarla düşünce a lışverişi
yapmak, beli rl i bir problem üzerinde düşü n mek ve yeni inisiyatifler
322 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

gel iştirmek için bir a raya gelebilecekleri merkezler kurmayı önerir.


Buradaki temel fa rkl ı l ı k, öğrenmenin pasif değil a ktif ol ması, önceden
bel irlenmiş ve hazır bilginin sorgulanmadan ka bulünün değil, bilinçli
bireysel seçimin bir sonucu olmasıdır. B u yolla l l l ich, insanların zihin­
lerini özgü r kılmayı, kitlesel tüketi m m a sa l ı n ı n yıka ra k bireyi gerçek­
ten özgürleştirmeyi ve kendi kaderi ve yapacakları kon usunda düşü­
nen i nsanlardan o l uşan bir toplum yaratmayı u m a r.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Ivan l l l ich'in okulsuzl aş ma fikri modern kitle eğiti minin en güçlü
eleştirilerinden biri olduğunu kanıtlam ıştır. l l l ich aşağıdaki gelenek­
sel kabulleri sorg u l a r:

• Eğitim her za man iyi bir şeyd ir.



i lerleme daha fazla insanın uzun süreli eğitimden geçmesine
bağ l ı d ı r.
• Hükü metlerin eğitime harcad ıkları payın artması ekonomide
zorunlu olara k önemli ileriemelere yol açaca ktır.
• Eğitim uzmanları -öğretmenler, o kutmanlar, akademisyenler­
kesinl ikle gerçek bilg iyi ve çocuklara öğretilecek en iyi şeyin ne
olduğunu bilirler.

l l l ich'in düşüncesi Batı'da ve öze l l ikle Ü çüncü Dünya ü l kelerinde


okuilaşma konusunda rad ikal düşüncelere yol açmıştır. Bu düşü nce
1 970'1erde bazı ü l kelerde 'oku lsuzlaşma h a reketi'nin gelişimine yol
açmış, Çin ve Hind istan'daki eğitim sistemi üzerinde temel bir etkiye
sahip olm uştur. 'Özgür okullar' uyg u laması Britanya, Amerika ve Batı
Avrupa'da geleneksel okullara rad ika l alternatifler başlatmıştır. Ö ğ­
renciler okula devam edip etmeyeceklerini, neler öğreneceklerini
seçerler ve öğretmenler rol lerini öğreticiler veya otorite fig ürler o la­
rak değil, aksine, d i kte etmekten ziyade öğrencilerin a nl a ma larını
teşvik eden ve gelişimleri nde yol gösteren danışmanlar olara k yerine
getirirler. U N ESCO okul suzlaşma, eğitimde soru m l u l u k konusunda
uluslararası konfera nslar düzenlemeye ve geleneksel kitle eğitim
sistemlerine a lternatifler gel iştirmeye başla mıştır. l l l ich'in özell ikle
meydana çıkard ı ğ ı şey, eğitim mesleğinin i nsanların yaşantıları ve
düşünme biçi m leri üzerindeki g ücü, eğitsel bilginin tekelci kontrol
gücü, gelişmiş sanayi toplumlarında genel iktidar ve otorite yapıs ı n ı n
gücü idi.
Ancak onun düşü ncesi, bizzat eğitim mesleğinden değilse de,
birçok fa rkl ı a landan eleştiriler aldı: onun saldırısı haksızd ı ve alterna-
OKU LS UZLAŞMA 323

tifleri uygulanabilir değildi. H arry J udge, Chanan ve Gilch rist, i ngilte­


re ve Wales bölgesinde temel eğitimin eğitsel açıdan sağlam oldu­
ğunu öne sürdü. Ortaöğretimde kriz vard ır, a ncak a maç ortaöğretim
okulları nı kaldırmak değ i l, on ları reformda n geçirmek ve iyileştirmek
o l m a l ıd ır. i ki nci olara k, l l l ich'in beceri merkezleri ve ça lışmayı 'öğ­
renme ağları' tam olara k nasıl işleyecektir; onları işletmeye ve finanse
etmeye çal ışan kişiler i htiyaç duyd ukları orga n izasyonları bulamaya­
cak ve böylece bürokrasi, otorite ve tepeden kontrol ü n ll lich'in uyar­
dığı tehl ikeleriyle karşılaşacaklard ı r. Ü çüncü olarak, öğ retmenler
gerçekte ne kada r güçl üdür? Onlar gerçekten çocu kların öğrenmeleri
ve gelecekleri üzerinde böyle bir etkiye ve topl u m u n genelinde böy­
le bir güce sahi pler m id i r? Yoksa onlar, genel g ü ç ve otorite yapısı
içindeki, bizzat yuka rda n ta l imatia ra ve kontrole tabi a racı kişiler
midir?
Bowles ve Gintis ( 1 976) ve Christopher Jencks'in ( 1 973) eleştirile­
rinin a rd ı nda okulların sadece genel güç/iktidar yapısının bir parçası
olduğu düşü ncesi yatar. l l l ich'in argümanına daha s ıcak bakan ve
Marksist bir analiz kul lanan Bowles ve Gintis, modern toplumdaki
bütün okul ları kötü olara k görmenin temel bir hata olduğuna inanır.
Onlara göre, kök neden daha ziyade ekonomidir. Eğitim sistemi sa­
dece gelişmiş ka pita l izmin ve onun sın ıfsal ya pısı n ı n yarattığı eşitsiz­
l ikler, baskı ve yabancı laşmayı ya nsıtır. Tüm insanların gerçek özgür­
leşmesini sadece bir sın ıfsal devrim sağlayabili r, yoksa okullar ve
yüksek okulların ka ldırıl ması değil. Jencks, ne kada r köklü, hatta top­
l u m u n genelinde ne kadar büyük etkiye sah i p olsa bile, okulların
reformu konusunda ayn ı ölçüde kötü mserdir: 'Gözden geçird iği miz
h içbir kanıt, okul reform u n u n okullar d ışında öneml i topl umsal deği­
şimler sağlayacağı umudu yaratmama ktad ı r.'
1 980'1erde 'özgür okullar'ın çoğu birer birer ortadan kalkmıştır.
Onlar sadece ana-akım oku l l a rı n 'dışına itil mişlerdir' ve a nne­
babaların kayıts ızl ığıyla ve ciddi mali problemlerle karşı karşıya kal­
mışlardır. Profesör lan Lister, l l lich'in Oku/suz Toplum kitabının yen i
baskısının önsözü nde şöyle yazar:
Günümüzde her türden eğitim reformcusu sessiz kalmıştır. Pen­
guin Eğitim Dizisinin ürettiği radikal l iteratür sağanağı bir sona
gelmiştir. Müfredat projeleri durmuştur. Hatta geleneksel reform
programları bile para yokluğundan askıya alınmıştır. Bütün bun­
ların bir parçası olan eğitimde yaşanan patlama sona ermiştir.
Yine de, Ivan l l lich'in okulsuzlaşma kavramı, hem okulların yapı ve
işleyişi hakkındaki eğitsel düşü nceler üzerinde, hem de eğ itim sosyo­
l ojisinde bilginin ve mesleklerin g ücü hakkındaki düşünceler üzerin-
324 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

de ka psamlı ve dünya çapı nda bir etki yaratmıştı r ve yaratmaya de­


vam etmekted i r. Hatta, o n u n düşünceleri n i n mevcut muhafazakar
h ü kümetin okullard a ve lilerin g ücün ü a rtırma ve öğretmen leri daha
soru m l u kılma politikaları konusundaki düşüncelerin i etkilemesi ne
kadar müm kü n dür?

OKUMA ÖNERiLERi
I LLICH, 1 . ( 1 973), Deschool/ing Society, Penguin [Okulsuz Toplum, Tercüme:
Mehmet Özay, Benseno Yayınları, Ekim 2002]
I LLICH, 1. ( 1 977), Limits to Medicine, Penguin -olgular ve rakamlarla dolu,
ancak biraz çaba gerektiren bir çalışma.
LAND, P. ( 1 978), Ivan Illi ch and His Antics, SLO

i LERi OKUMA ÖNERiLERi


BOWLES, S AND GI NTIS, H . (1 976), Schooling in Capitalist America, Routledge
& Kegan Paul
I LLICH, 1 . (1 970), Celebration ofA wareness, Calder & Boyars
I LLICH, ı. ( 1 973), Tools ofConviviality, Calder & Boyars
ILLICH, 1. ( 1 975), Medical Nemesis, Calder & Boyars [Sağltğm Gasp1, çev. Süha
Sertabiboğlu, Ayrıntı Yayı nları, i stanbul 1 995]
I LLICH, 1. (1 977), Disabling Professions, M. Boyars
I LLICH, 1. (1 981 ), Gender, M. Moyars (Gender, Tercüme: Ahmet Fethi, Ayraç
Yayınevi, 1 996)
I LLICH, 1. (1 994), Şenlikli Toplum, Çeviren: Ahmet Kat, Ayrıntı Yayınları
ILLICH, 1. vd. (1 994), Profesyoneller iktidan, Çeviren: Cevdet Cerit, Pınar Yayın­
ları
I LLICH, 1. ( 1 997), Enerji ve Eşitlik, Tercüme: Ufuk Uyarı, iz Yayıncılık, i stanbul
JENCKS, C. ( 1 973), lnequa/ity, Penguin

Çeviri: Ümit Tatlıcan


Paradigmalar
Thomas Kuhn

Thomas Ku h n ( 1 922- ) Ohio,


Cincinati doğu m l ud u r. Asl ın­
da Harvard Ü n iversitesi'nden
fizikçi olara k mezun olan
Kuhn, James Canant'ın etki­
siyle bilim tarihiyle ilgilen me­
ye başladı. 1 96 1 'de radyo
dalgaları üzerine çalışan
Kuhn, a rdından Berkeley, Ca li­
fornia Ü niversitesi'ne genel
eğitim ve bilim tarihi profe­
sörl üğü kad rosuna atandı.
Buradan Princeton Ü niversi­
tesi'ne geçti ve halen Massa­
chusetts Teknoloji Enstitü­
sü'nde Felsefe ve Bilim Tarihi Profesörü olara k çalışmaktad ır. B i rçok
akademik ödül kazanan Kuhn Amerika n Sosyal B i l i m Araştırma Kon­
seyi gibi prestijli kurumlarda yer a l mıştır.
Yayınları:

• Kopernik Devrimi ( 1 957)


• Asal Gerilim ( 1 977)
• Kara Madde Teorisi ve Kuantum Süreksizliği ( 1 978)
Kuhn'u ü n l ü biri kılan ve paradigmalar düşünces i n i n yerleşmesini
sağlayan temel çalışması, Bilimsel Devrimierin YapiSI ( 1 962) ve bu
kitab ı n ikinci baskısıdır ( 1 970). Onun temel a macı, felsefecilerin geliş­
tirdikleri ideal bil i m a nlayışları ile somut bilimsel a raştırma arasındaki
farkı ortaya koymaktı.
326 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

FiKiR
'Pa rad igma' terimi toplum veya doğa n ı n nası l işlediğine dair bir dü­
şünceler setini, teorik b i r çerçeve veya modeli a nlatır. Hemen her
akadem ik veya b i l imsel d isiplin özel bir paradig mayla çalışır veya
rakip para d ig malar a rasında toplumun doğas ıyla ilgili veya fizik d ü n ­
yada ya da doğa d ünyasında ki temel güçlerle i l g i l i tartışmalar yer a l ı r.
Temel paradigma örnekleri olarak fizikte Al bert Einstein'ın görel i l i k
teorisi v e biyoloj ide Charles Darwin'in evrim teorisi, rakip paradigma
örnekleri olarak sosyolojide Ma rksizm ve ya pısal işlevselcil ik ve psiko­
lojide davra n ışçılık ve Geşta l tçılık veri lebilir.
Thomas Kuhn temel çalışması Bilimsel Devrimterin Yap/SI'nda pa­
radigmalar kavram ı nı bilimsel ve a kademik araştırman ı n gelişimini
açı klamak için değil, yayg ı n bilimi a n layışı na itiraz etmek için ku l l a n­
mıştır: bu yayg ı n bil im a nlayışına göre, bilim ve bilimsel bilgi birikimi
kademeli, evrimci bir süreçtir ve bu a raştırma süreci b i l im i nsanları ve
a kademisyen lerin gerçeğin araştırılması ve olguların keşfi kon usunda
üzerinde birleştikleri nesnel ve tarafsız bir analize daya n ı r. Aksine
Ku hn, paradigmalar kavra m ı n ı, gerçekte modern bilimin tari h i n i n
kademeli v e biriki m l i bir süreç ol mayıp, daha ziyade, yeni teorilerin
eskileri yıktığı ve yen i akademik düşünce alanlarının o rtaya çıktığı,
kabul gören düşünme biçi m i n i n ve o n u n l a çalışan profesörlerin etki­
sini yitirdiği düşü nce devrimlerinden biri olduğunu öne süren rad i kal
ve oldukça devrimci bir tez öne sü rer. Ona göre, akademik dünya
tüm topl u l uğ u kucaklamaktan uzaktır ve bu d ünya son raki büyük
buluş için ya rışan, kendi özel disiplinleri veya bilimlerindeki a kade­
mik teorilerin ayağını kaydı rmaya ve onları hakimiyeti altına almaya
çalışan ken d i içine kapalı bir rakip teoriler ve toplu l u klar d ü nyasın­
dan oluşur. Bilim ta ri h i, Kuhn'a göre, geleneksel teoriler ve pratikler
a niden yıkı l ı p bir ken a ra atıl ı rken, bel irli bir bilim topl u l uğunu kont­
rol ü a ltına alan ve bu topluluğun a raştı rmalarını doğa d ü nyası n ı n
neye benzed iği konusunda tamamen fa rkl ı b i r görüşe yöneiten yen i
b i r paradigma veya s ü per-teorinin o rtaya çıktığı b i r 'devrimler' tari­
h id i r. Ayrıca ona göre, bilim insanları, ister fizik, ister kimya veya biyo­
loji isterse bir başka a landa olsun, açık-zihinlilikten ve nesnellikten
uzak bir biçimde, büyük ölçüde kendi bilim a l a n larının temelini ol uş­
turan özel bir paradig maya bağlıdırlar.
Kuhn, paradig maları "belirli bir dönemde bir uzma nlar topl u l u­
ğuna model problemler ve çözümler sağlayan genel kabul gören
bilimsel başarılar" olara k ta nımlar. Bir paradigma bi rleşik ve kendi
PARADiGMALAR 327

içinde tutarlı bir çerçeve, özel bir bilim alanının -evrenle ve evrenin
işleyiş biçimiyle ilgili- d üşü nme biçimidir. O, bilim insanına belirli
problemlerde yol gösterir ve b i rçok çözüm sağlar; onları n araştırma
progra m larını yönlendirir ve zamanla kendi içinden ç ı kan teori ler
tarafında n giderek daha fazla zorlanmaya başla r. O bir bul macaya
benzer. Oyunun kural ları n ı koyar ve her yen i bilim i nsanları kuşağını
açıklamalar yapmaya zorla r; amacı ortaya koyduğu problem leri çöz­
mek ve doğan ın tam resmini elde etmek için gerekli eksik parçaları
bulmaktır. O, yen i keşiflerin ilan edilmesi veya reddedil mesini sağla­
yacak sta ndartlar o rtaya koyar. O, özel bir bi limsel disiplin içindeki,
neyin bilim olduğuna dair kabul gören bir görüştür ve her bil imsel
topluluğun üyeleri ona büyük ölçüde sadık ka l ı r, onu sorgu lamadan
benimserler, bu yüzden, egemen paradigma nad iren sorg u lanır veya
eleştiril ir. Modern paradigmaya örnek olara k fizikte Einstein'ı n göreli­
lik teorisi veya biyolojide Darwin'in evrim teorisi verilebi l i r. Yen i genç
bilim kuşakları, hocaları tarafından ve ders kitaplarıyla paradigmanın
temel teorisi ve a raştırma yöntemleri içinde sosya l l eştiril i rler. Bu
insa n la ra sadece paradigmanın temel i l keleri ve teorileri öğretil ir ve
onlar a lternatif parad igmalarla nadiren karşılaşırlar. Öğ renciler, kendi
deneylerinde beklenen sonuçları ü reterek, egemen pa radigmanın
ilkeleri çerçevesinde profesörlerin hazı rladıkları sınavlardan geçerek
ve bu parad igman ı n problemlerine yönelik a raştırma projeleri ? luş­
turarak 'bilimsel topl u l uğa' g iriş hakkı kazan ı rl a r. Kuhn'un bu modern
bilim tasviri, her biri daha ka palı, hatta dogmatik bir gerçekl ik anlayışı
üzerine kurulu birbirine sıkıca bağlı bir d izi akademik to pluluk görün­
tüsü s u nar: bu a kademik topluluklarda farklı yaklaşımlar kesinlikle
dışlanır ve yargı standard ı nesnel gerçeklik değil, aksine kişinin em­
salleri n i n öznel değerlendirmeleridiL
Ku h n bilimin gel işi m i n i üç evreye ayırır:

1. Paradigma-öncesi evre: özel bir disipl i n içi nde genel bir konsen­
süsü n veya genel ka bul gören teorik bir çerçeven i n ol madığı,
aksine i nceleme-alanlarının doğası, uygu n a raştırma metodolo­
jisi ve çözülmesi gereken problem tipleri konusunda birçok ra­
kip teorinin yer aldığı bir durum.
2. Normal bilim: özel bir bilimsel top l u l uğun bel irli bir paradigma
üzerinde birleştiği, bu parad igma n ı n başa rılarını ve araştırma
konusundaki rehberl iğini kabul ettiği olg u n evre. Genel amaç,
yenilikler yapmaktan ziyade bul macayı ta mamlamak ve düş­
manı 'yenmek'tir. Parad igma içinde anemaliler olsa bile bunlar
mevcut çerçeveye sıkıştı rılmaya çal ışılır ve ilgili bilim insanı ye-
328 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

tersizlikle suçlanır.
3. Paradigma devrimi: anca k zam a n la anamal iler çoğ a l ı r, dolayı­
sıyla egemen paradigma n ı n ceva pla n d ı ra madığı ve açı klaya­
madığı soru lar ve yen i olgular giderek a rtarken, disipl i n i n 'önde
gelen pırıltılar'ı nın bile kend ilerini rahatsız hissedecekleri bir
noktada bir kriz gelişmeye başlar. Ard ından, temeller konusun­
da hararetli bir tartışma dönemi başlar; ve buna bağlı olara k,
mevcut paradigma içinde yeni bir gelişim sağlayarak veya yen i
bir doğa a n l ayışına sahip yen i bir paradigma ve çözülecek yeni
bir bul maca oluştura rak bir şeyler yapma yön ünde a n i bir istek­
lilik başlar. Bu devri mci ev red e disiplin gelenekçiler ve radi ka l l e r
arasında böl ünme eğilimi gösterir v e bir güç v e ittifa klar savaşı
gelişi r. Bu süreç i ki d üzeyde gerçekleşir: teorik ve siyasal. Kade­
meli olarak, yen i paradigmaya daha fazla bili msel top l u l u k ka­
zandırıl ır, a ncak akıl sayesinde değ i l -zira başlangıçta o, temel
kan ıtlardan yoksundur ve tan ı m gereğ i eski yöntemlerle sına­
na maz- a ksine 'ikna' yoluyla bir inanç sıçraması yaratarak,
Kuhn'un 'Gestaltç1 değişim' adını verd iği şeyle, yeni paradigma­
n ı n sunduğu ani yen i bilgel iklerle: 'Lavoisier ... i lahi derin bir ha­
va boşluğunun görüldüğü, ancak başka larının bir şey görmedi­
ği yerde oksijeni gördü' -ve bir kez düşü nceler değiştiğinde,
sadece eski doğa a n layışına geri dönmek i m kansız olmakla
kalmadı, aynı anda iki paradigma düşüncesine dönmek de
i m kansızlaştı, çünkü fa rklı teorilere inanan i nsanlar "farkl ı şeyler
görürler ve o n larda fa rkl ı i l işkiler görü rler". Bir parad igma dev­
riminden son ra, bilim insanla rı fa rkl ı bir d ünya görmeye başlar
ve böylece ona farklı tepkiler verirler. Kuhn bu paradigmalar
uyuşmazl ığına 'karşılaştırılamazlık' adını verir.

Yeni hakikate dönüşler yayg ı n laşır, kanıt ve a raştırma çabaları ye­


ni parad igma lehine gelişirken, disiplinin eski geleneğinden profe­
sörler güç arzusu ve otorite tutkusu içindeki yen i kuşaklara yol u açar­
l a r. Bu yeni gelen ler, bir kez güç kaza n d ı klarında yeni bir ortodoksi
vazetmeye başlar, araştırma projeleri ve eki pler seçer, ders kitapları n ı
yen iden yazar v e sınavlar koyarlar. Toz d u m a n dağılıp yen i paradig­
ma genel ka bul gördü kçe ve yen i bir bilim adamları kuşağı, yen i
çerçevenin yarattığı yen i sorgulamaları v e yen i problemleri keşfeder­
ken bir sonraki normal bilim evresi başlar. Bu evre yeni paradigma
s ı n ı rına ulaşıncaya kadar devam eder. Max Planck'in sözleriyle:
Yeni bir bilimsel hakikat, muhalifleri ikna ederek ve onları aydın la­
tarak değil, daha ziyade muhalifleri gerçekte öldüğü ve onu tanı-
PARADiGMALAR 329

yan yeni bir kuşak gel iştiği için zafer kazanır (Kuhn, 1 970).
Kuhn temel bilimsel d evrim örnekleri olarak Kopernik, Newton,
Lavoisier ve Einstei n'ı n adıyla il işkil i gelişmeleri verir: tümü bir dö­
nemin gözde bil imsel topl u l uğ u n u yı kmaya ve ye rine bir başkası n ı
geçirmeye ça lışmış; hepsi araştırmayla ilgili problem lerde ve onların
çözüm lerinin değerlendirileceği standartlarda bir değişme yaratmış­
tır; hepsi bil imsel tasavvuru bil imsel çal ışma d ü nyası n ı dönüştü recek
biçimde değişti rmiştir.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Kuhn'un parad igmalar düşü ncesi bilim v e bilimsel bilgi anlayış ı m ızı
devri mci bir dönüşüme uğratmıştır. O, temel bilimsel gel işmelerle
ilgili zengin ayrıntılı araştırmalara ilham kayna ğ ı oldu, bil im ve bilgi
sosyolojileri ne öneml i bir katkıda bulundu: Hcllinger ( 1 980) tarihte;
Serle ( 1 972), Fai k ve Zhao ( 1 990) dilbili mde; Stanfield ( 1 974) ekono­
mide ve Fried richc ( 1 970) sosyolojide bu kavra mdan yararlandılar. Bu
düşü nce, ayrıca, bir tartışma fırtınası ve Kuhn'la Karl Popper a rasında
önem l i bir tartışma yarattı, zira o modern bilimin temellerine bir itiraz
olarak ortaya çıktı. Kuhn, kita b ı n ı n ikinci baskısında ( 1 970), kendine
yapılan eleştirileri cevapland ırır, ancak bunu yaparken i l k tezin i bü­
yük ölçüde değiştirir: bu yüzden, g ü n ümüzde çoğ u yazar erken ve
geç dönem Kuhn ayrımı yapar.
Kuhn'un fikrine temel eleştiri ler (ve onun karşı ceva pla rı) şöyle sı­
ralanabilir:

• Onun temel kavram la rı kullanım beli rsizlikleri içerir. Bir yazar


Kuhn'un çalışması nda paradigma terim i n i yirmi i ki fa rklı şekilde
ku l landığını tespit etmiştir; ve Kuhn ( 1 970) bu teri mi daha net
bir biçimde ta n ı mla maya çalı şsa da, daha sonra 'disipl iner mat­
riks' teri m i n i kullan maya başlad ı. Kuhn'un hem tüm bili msel
topluluğu hem de -bazısı 25'ten az üyeye sahip- özel alt disip­
linleri a nlatan bilimsel topluluk kavra m ı n ı n a n laşılması zor ol­
duğu görüldü. Benzer şekilde, tam bir bilimsel devrimi basit bir
teorik gelişmeden ayı rma n ı n o kadar kolay olmadığı görü ldü.
Kuhn bu durumu şöyle açıklar: bu sadece temel gelişmeler ko­
nusu nda daha ayrıntı l ı araştırmalarla m ü mkün olabilir ve n iha­
yetinde ilgili bilimsel topl u l u k açısından önemli ola n, yeni bir
teorin i n kendi disiplinleri üzerinde ne kadar 'devrimci' etkiye
sahip olduğunu değerlendirmektiL Hatta o m ikro devri mler
imka n ı n ı kabul eder. Onun kavramını d iğer a kademik alan lara
330 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

uygulamayı büyük ö lçüde g üçleştiren, tan ımla ilgili bu türden


problemlerd i r. Ö rneğin, Kuhn, ilk çal ışmasında, sosyal bil imleri
paradigma-öncesi evrede betimler görü n ü rken, daha sonra ki
bil i msel top l u l u k ta nımı nda sosyolojiyi olgun bir bilim o l a ra k
gösterir.
• Kuhn'un 'karşılaştırılamazlık' kavram ı a lternatif teorileri bağ ım­
sız olarak değerl endirmeyi imkansız kılar ve böylece g e riye tek
yargı standard ı o larak bilimsel topluluğun öznel değerlendir­
meleri kalır. Karl Popper gibi eleşti rmenler için, böyle bir stan­
dart, bil imsel değerlendirmeyi bir 'ayaktakı m ı psikolojisi'ne in­
d irger ve ma ntığ ı n gücü n ü n yeri ne -asl ında modern bilimin
otoritesine meydan okuyarak- gücün kura l ı n ı getirir. Kuh n da­
ha sonra parad igmalar arasında 'kısmi bir iletişim' olduğunu ve
bilirnde standartlar olsa bile, n ihayetinde bilimsel bir topl u l u­
ğun yen i bir parad igmaya kendini ka nıtlarla değil, ikna yoluyla,
·o nun teorik çerçevesini ve gerçekl ik a n layışını tecrü be ederek
ve kulla narak kab u l ettird iğini iddia etmeyi sürd ü rür.
• Kuhn'u n parad igmalar düşüncesinde nesnel bilgi im ka n ı yadsı­
nır: zira onun tezin e göre, her bilgi, her doğa a nlayışı bizzat bu
bilgi veya a nlayış aracılığıyla değerlendirilen bir paradigmaya
bağ l ıd ı r. H içbir olgu kendini a n latmaz. O keşfi ve varoluşu için
ilgili paradigmanın ona yüklediği a n la ma bağ l ı d ı r. Bu yüzden,
her bilgi kısmi olmak zorundadır ve mutlak, tam bilgi imkansız­
d ır. Kuhn bu ikinci d önemde, rölativist bilgi a nlayışından uzak­
laşarak, bilginin sadece ku llanılan paradigmaya değil, aynı za­
manda ilgili d i l i n ku l la n ı m ı na bağl ı olduğunu -ve iletişim esna­
sında kültürden bağımsız h içbir d ile sahip olmadığımızı- söyle­
yerek düşü nceleri ni geliştirmiştir. Kuhn'un teorisi, bu yüzden,
bir bilim olara k sosyoloji, nesnel ve değerden bağı msız bir sos­
yol oj i ihtimalini yadsır görü n ü r. Daha ziyade o, bütün bilgilerin
rölatif ve kü ltüre bağlı olduğunu öne süre n fenomenolojik
perspektifi destekler. O aynı şekilde, sosyolojiyi bebeklik döne­
minde, paradig ma-öncesi ve bu yüzden bili m-öncesi bir a l a n
o larak resmeder görü n ü r. Sosyoloji, üzerinde anlaşılan veya
egemen teorik h içbir çerçevenin o l ma d ığı, a ksine bazı rakip pa­
radigmaları n yer a l d ı ğ ı sürekli akış veya sürekli devrim halinde
görünmektedir.

Bu eleştirilere rağ men, K u h n'un bil imsel paradigmalar fikri bilim


a n layışımıza ve bilgi sosyolojisine temel bir katkıda bulunmuştur.
Ayrıca, Ku h n, modern bilimin başa rılarını zayıftatmaya çalışmak, bilim
PARADiGMALAR 331

insanlarının nasıl tezler ortaya koydukları n ı araştırmak yerine, daha


ziyade onların gerçekte nasıl ortaya ç ı ktıklarını betiml emeye çal ıştı.
Onun belirttiği g ib i, bilim bu kadar hızlı gelişirken diğer d isiplinlerin
atıl kalmasını sağ layan b u ya klaşım birl iği, bu paradigma konsensü­
südür. Ayrıca, bir paradigmaya bu bili msel bağ l ılığın ardinda aynı
za manda bilim insa n larının özg ün olma, dünyayı altüst edecek yeni
bir teori bulma arzusu da yatar ve g ü n ü müzde bilimin bu muazzam
ilerlemesinin merkezinde m u hafaza etme ile yenilik a rasındaki geri­
lim yatar.
Ku hn'u n tezi 1 960'Iar ve 70'1erde bilimin ve bilgin in doğası konu­
sunda yoğun tartışmalara yol açtı. O daha son ra çoğu düşüncesinde
değişiklik yapsa bile, George Ritzer ( 1 996) ve Robert Friedrichs ( 1 970)
gibi yazarlar bu kavramı yeniden ca n landı rmaya çalışmış ve onu
sosyolojiyi çok paradigmalı bir disiplin olara k -kuşatıcı bir toplum ve
ta rih teorisi olara k değil de, aksine tü m ü de insanın ve topl u m u n
doğası konularında sağl ıklı ve ilerletici b i r tartışmaya katkıda bulunan
rakip tezler çeşitl i l iği olarak- analiz etmek ve beti m lemek için kul­
lanmışladır.

AYRlCA BAKINIZ
• BiLiM SOSYOLOJiSi -bilim dünyasının erken dönem işlevselci bir
anal izi i çi n
• YANLlŞLAMA VE VARSAYlM - i ki bilim felsefecisi, Popper ve Kuhn
arasında süregelen tartışma için

OKUMA ÖNERiSi
BARNES, B. (1 982), T.S. Kuh n and Social Sciences, Macmillan -Kuhn'un çalış­
ması ve sosyal bilimiere katkısına genel bir bakış

iLERi OKUMA ÖNERiLERi


KUHN, T. S. (1 957), Copemican Revolution, Harvard University Press
KUHN, T. S. (1 962), The Structure ofScientific Revolutions, Chicago University
Press; 2" d ed. 1 970 [Bilimsel Devrimierin Yap1s1, i ngilizce'den Çeviren: Nilü­
fer Kuyaş, Alan Yayı ncılık, Birinci Baskı, Ekim 1 982]
KUHN, T. S. ( 1 977), The Essential Tension, Chicago Un iversity Press [Asal Geri­
lim, Türkçesi: Yakup Şahin, Kabalcı Yayınevi, i stanbul, 1 997]
KUHN, T. S. ( 1 978), Black Body Theory and Quantum Discontinuity, OUP
RITZER, G. ( 1 996), Sociological Theory, McGraw-Hil l, New York
332 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

SI NAV SORULARI
1 "Bilgi sosyal olara k inşa edilir ve bu yüzden yere ve zamana göre deği­
şir." Açı klayıp tartışı n ız. {AEB H azira n 1 988 Sayfa 2)
2 Sosyolojiye ve en azından bir başka sosyal bilime refera nsla, sosyal
bilim d isiplinleri n i n kendilerine a it teori k yapılara, araştırma teknikleri
ve uzmanlaşmış inceleme alanına sah i p olma dereceleri n i tartışın ız.
{JMB Haziran 1 987)
3 "Bilgi bir kez toplumsal bir ürün olara k görüldüğünde tam rölativist bir
kon umdan kaçmak zorl aşır." Bu ifadeyi açıklayıp tart ışınız. (AEB Kasım
1 984)

Çeviri: Ümit Tatlıcan


Sembolik Etkileşimeilik
George Herbert Mead

George Herbert Mead ( 1 863- 1 93 1 ) Massachusetts, Kuzey Hadley'de


doğdu. Babası Cemaat Papazı, a nnesi dekandı. Oberlin Kolej i'nde
okuyan Mead ( 1 879�83) Harvard, Leipzig ve Berl in Ü niversitelerine
devam etti. Ö nceleri, John Dewey'den etkilendiği M ichigan Ü niversi­
tesi'nde dersler verdi ve daha sonra akademik kariyeri nin kalan kıs­
m ı n ı, 1 900'1arın başlarındaki en parlak döneminde Chicago Ü niversi­
tesi'nde geçird i. O faydacılık olarak bil inen felsefe oku l u nun önde
gelenlerinden ve psikolojideki geleneksel davranışçılık biçiminin
temel eleştiricilerinden biriyd i .
Mead aslında bir filozof v e sosyal psikolog o l s a da, genell i kle sos­
yolojide -Marx ve Parsons'ın büyük boy teorileri ile bizzat psikoloji
arasında yer alan bir tür m ikro-sosyoloji olan- sembol i k etkileşimeili­
ğin kurucu babası olara k görü l ü r. Bu özellik onun temel kita pları nın
başl ıklarında ifadesini bulur: Zihin, Benlik ve Toplum ( 1 934), Edim
Psikolojisi ( 1 938) ve Mevcudun Felsefesi ( 1 959). Gerçekte hiç kitap
yazmayan Mead'in ders notları öğrencileri, özell ikle Herbert Blumer
yayımianmış ve sosyolojiye kaza ndırılmıştır.

FiKiR
Geleneksel sosyoloji toplu m u yapısına ve bu yapıların toplumsal
davranışı -belirleme biçimine göre değilse de- etkileme biçimine
göre açıklamaya ve ana l iz etmeye çalışmıştır. Emile Du rkheim ve
Talcott Parsons'ın işlevseki teorileri topl umu kendine ait bağı msız bir
hayata sahip organik veya yapılaşmış bir varl ı k olara k a l ı rken, bilimsel
Marksizm sınıf mücadelesini toplumsal değişme a na l izinin merkezine
ye ri eşti ri r.
Sembolik etkileşimeilik a ksine topl umun mi kro boyutlarına, gün­
delik yaşantılarım ıza, içinde yaşadığımız gündelik d ü nyaya ve insan-
334 SOSVOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

ların 'sembolik iletişim' a racıl ığıyla gündelik ya şantılarında nasıl etki­


leşti klerine, düzen ve a n l a m ı nasıl yarattıklarına odakla n ı r. Klasik
sosyologların kulland ı kları bil i msel yaklaşımı reddeden bu sosyolojik
perspektif, top l u m u içerden ana l iz eder ve belirli bir durum veya
yaşam biçi m iyle ilgili, insanları güdüleyen temel fa ktörleri görmeye
çalışır.
Toplumsal yapı ve sosyal sınıfa odaklanan Avrupa sosyolojisinin
aksine, Amerikan sosyolojisi daha ziyade bireyle ve onun kendi öz­
gürl üğünü ifade etme yeteneği ve yeni s ı n ı rlar, yeni mücadeleler
yaratma ve kontrol kapasitesiyle ilgilen m iştir. Avrupa yönetici sınıfla r
tarafından yönetilen b i r toplum olara k görünü rken, Amerika her
zaman bireysel hareketlerin serbest olduğu s ı n ıfsız bir top l u m olara k
görü l m üştür. Bu yüzden, i ki kıtada ç o k fa rklı v e bi rbirine ç o k z ı t sos­
yolojik perspektifler gelişmiştir.
George Herbert Mead bu perspektifin temel l eri n i insan zihninin
işleyişi hakkı ndaki yorum l a rıyla atmıştır. Mead'e göre insanı hayvan
kra l l ığı ndaki diğer can l ı l a rdan ayıran şey, aşağıda davra n ışları yap­
masını mümkün kılan bu kendine özel zih insel mekanizmasıdır:

• Davran ışlarını mevcut duruma veya o luşturduğu hedeflere gö­


re bilinçli bir şekilde planlamak ve u ya rlama k.
• En önemlisi dil olan oldukça farkl ı semboller a racıl ığıyla başka­
larıyla i l etişim kurmak ve bu sembo l lerde ifade edilen şeylerin
a rd ındaki anlamı yoru mlamak veya gerekli tepkileri göstermek.
• Kendinin bil incinde olmak; sadece kend isinin değ i l başkalarının
da duyguları, g üd ü leri ve görüşlerinin fa rkı nda olmak; 'diğeri­
nin rolü'nü alabilmek ve insanların beli rli bir davranış veya du­
rumu nasıl yorumlayabileceklerini tasarlamak ve hatta kendisi­
nin başkala rına nasıl göründüğünü tasavvur etmek. Hepimiz,
bu yüzden, bir benliğe ve 'benlik i mgesi'ne sahibizdir.
i nsanların davran ışları ve çevreleri üzerinde bir ölçüde kontrol
kurmalarını sağlayan bu kapasitedir. Bu yüzden, Mead'e göre, i nsan
davranışı içgüdüler veya dış toplumsal güçler tarafı ndan belirlenmez.
Daha ziyade, biz -bir tür toplumsal düzen ve yapı yaratacak biçim­
de- düşünen, bilinçli, birçok fa rkl ı amacın peşinden koşabilen ve
birbirimizle iletişim kurma yeteneğine sahip varl ı klarız. Biz sadece
a n l a m aktarma yeteneğine değil, başkalarının sözleri ve eylemleri n i
yorumlama yeteneğine d e sahibiz ve bu a n lamlar n e sabit ne d e
mutlaktır. Anlamlar d u ruma, bağlama göre değ işir. Ö rneğ in, strike
sözcüğ ünün arkasında yatan m uhtemel farklı a nlamları veya iki i nsa­
nın bir odada yalnız oldukl arı bir durumu düşünün. Strike terim i ( i ng i-
SEMBOLiK ETKiLEŞiMeiLiK 335

lizce'de) sanayideki bir a n laşmazlığı, bir beyzbol oyun u n u, bir kibrit


çakılmasını a n l ata bilir; bir odada yalnız olan iki kişi bir görüşme yapı­
yor, ders yapıyor veya daha g izli yahut cinsel bir şey yapıyor olabilir.
i nsanlar, bu yüzden, bel irl i bir d u rum veya ilişkinin tan ı m ı konusunda
sürekli müzakere hali nded irler ve bu gündelik etki leşim sü reci de
'toplumsal d ünya'da g�rçekleşir.
Ancak, toplumsal düzen sadece doğrudan etkileşimle, birbirleriy­
le konuşmakta olan insanlar aracılığıyla değ i l, ayn ı zamanda ortak
beklentilerin ol uşmasıyla da ortaya çıkar. Biz nasıl davra n mamız ge­
rektiğini sosyal leşerek ve rol oyunuyla öğreniriz. Çocuklar gelişirken,
hayatı öğretimle, taklitle ve özel bir oyunda anne, baba, doktorluk ve
hemşirelik rolleri a racılığıyla öğrenirler. Onlar büyüyüp zihin leri ol­
gunlaştıkça, bu toplumsal rehberlik 'içsel leştiril i r' ve d iğerlerine tepki
verme ve onları yön lendirme aracı olarak kullanıl ır. Bu kontrol, özel­
l i kle, çocuklar oyu n oynarken veya kaza nmak için kura l ları uyg u la­
mayı ve karşı tarafın davra n ışlarını ta hmin etmeyi gerektiren duru m­
larda açıkça görü lü r. Yetişkinler olara k bizle r, kocalık ve baba l ı ktan
tutu n da ustabaşılık, dostluk ve sporc u l uğa kadar oldukça iyi tanım­
lanmış birçok farkl ı toplumsal rol ü oynarız. Ancak, Mead'in analizinde
bu rol lerin hiçbiri sabit değild ir. Onlar, sadece bireylerin kendi i mge­
leri, güdül eri ve yetenekleri n e göre o a nda geliştird i kleri genel tasiak­
Ia rd ır.
Mead 'ferdi ben' ve 'sosyal ben' ('1' and 'me') ayrı m ı yapar, yan i ki­
şinin gerçek 'iç' ben l iğ i n i kam u önündeki ben l i kten, insa nların diğer­
lerinin yan ındayken sergiledikleri toplu msal imajdan ayırır. Her bire­
yin kendine özel arzu ları ve ihtiyaçları va rd ı r, ancak biz, başkaları n ı n
bizi m hakkımızda neler düşündüklerini tasavvur edebi ldiğimiz için,
tamamen bencilce davra n mayız. Bu yüzden, 'iç' ben ile 'dış' ben ara­
sında sürekli bir mücadele vardır; ve Mead'e göre bu mücadele, öz­
denetim olarak adlandırdığı mız şeyin, yani kendini sı nırlama gerekli­
liği ortadan ka l ktığı durumlarda bile, zih n imizdeki, bedenimizi yön­
lendirme ve duygularımızı kontrol a ltında tutma a racının teme l i n i
oluşturur. Ancak, sürekli ka rş ı l aştı ğ ı m ız d i ğ e r herkesin, özellikle kişi­
sel olara k tan ımadığımız çoğu kişinin beklentileri ni doğru olarak
tahmin etmek i m kansızdır. B u yüzden, genel lemeler yapar, genelleşti­
rilmiş diğerinin, diğer i nsanların -örneğ in, bir otobüste şarkı söyle­
meye veya cenaze töreninde gülmeye başladığı m ızda- hakkı m ızda
neler düşü necekleri kon usunda bir imge gel iştiririz. Ancak, mutlaka
diğerlerinin beklentilerine uymayız. Mead'in vurg uladığı gibi, bizim
kendimize ait zihinleri miz vardır ve çoğu kez sadece önemli diğerleri­
nin, bizim için özellikle önemli olan kişilerin baskısına boyun eğeriz.
336 SOSVOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

Bu yüzden, Mead'e göre, insa n öze l l ikle sosyal bir varlıktır ve top­
lum da insa n ı n kendi etrafı nda yarattığ ı süre kli bir akış, sürekli bir
yaratma ve yeniden-yaratma, yoru m la ma, müzakere ve ta nımlama
süreci içeren bir d ünya d ı r. B izler hem bireyler hem de sosyal varl ıkla­
rız. Hem toplu m u biçimlendirmekte hem d e onun tarafından biçim­
lend i rilmekteyiz. Hepimiz birçok farkl ı minyatür 'dü nya' içinde -
evden işe, golf ku lübünden bara geçerek- yaşarız. Ancak, aynı za­
manda, bu m inyatür d ü nyalar daha genel ve paylaşılan bir kültürün
bir parçasıdır. Bu 'd ünyalar' ı n her biri temel bir yapıya sahiptir, anca k
onlar çoğ u kez, örneğin, b i r fabrika ka pandığ ında veya eşler boşa n­
dığında değişir veya çökerler.
Bu yüzden, Mead'in ana lizi n i n merkezi nde sınıf mücadelesi veya
işbö l ü m ü değil, bi rey ve o n u n zi h n i, i letişim kurma ve yoru m l a ma
yeteneği yer a l ır. Sembolik etkileşi meil ik gerçek bir to p l u m tasavvu­
runda n büyük ölçüde yoksundur; a ksine, daha çok bir grup etkileşimi
ve psikolojisine, genel top l u msal trendlerden ziyade insan toplumsal
davra n ı ş ı n ı n 'iç' dinami kleriyl e ilgili bir yoruma sahiptir.
Mead'e göre, insan d ü şü ncesi, deneyim l eri ve eylemleri özünde
toplumsa l d ı r (ya ni, d iğer i nsan ları gerektirir) ve her topl u msal etkile­
şimin temeli sembolik etkileşim, anlam ların sembol ler, özell ikle d i l
aracıl ığıyla paylaşıl masıdır. Hiçbir nesne, ister bir sanda lye, ister bir
ev, sevgili veya tutku olsun, i letişim içindeki insa n ları n ona yüklediği
anlam dışında hiçbir a n la ma sa hip değildir. Paylaşılan anlamlar ol­
madan, semboller o l madan ne bir insa n etki leşimi ne de bir i nsan
toplu m u va r olacaktır. Toplumsal hayat ve iletişim, sadece sembolle­
rin anlamları top l u m u n üyeleri tarafı ndan Mead'in 'rol a l ma' a d ı n ı
verd iği şey v e özel b i r sembolün -bir ha reket, sözcük veya görüşün­
yoru mu sayesinde büyük ölçüde payiaşıidığı sürece m ü m künd ür.
Bireyler 'rol al ma' süreci a racıl ığıyla bir ben lik anlayışı ve d iğerlerinin
algılarına i lişkin bir a n layış, hem 'ferdi ben' hem de 'sosyal ben' olma
yeteneği, bilinçli olma ve bir benlik a lgısına sa hip olma yeteneği
gel iştirirler. Ben lik algısı doğuştan ol mayıp, çocukl uk dönemi ndeki
bireysel ve kollektif oyu n l a rla ve hayat boyu s ü rd ü rülen 'iç ko nuşma­
lar' sayesinde öğrenil ir.
B i l inçli düşü nce insanların d iğerlerinin bakış açılarını g Ö rebil mele­
rini ve böylece d iğerleriyle onların kendileri hakkındaki düşünceleri
temelinde işbirliği ya pmalarını mü mkün kılar. Bu yüzden, bireyin
içinde yer aldığı toplum veya topl u l u k kendi üyelerinin davranışları
üzerinde kontrol kurarken, bireyler de d iğerlerinin beklentil eri ni -
algılan mış beklentileri- anla maya ve yorumlamaya çalışırlar. Aslında
kültür, rol ler ve sosyal kontrolün va rlığına rağ men, Mead'e göre,
SEMBOLiK ETKiLEŞiMeiLiK 337

insanlar nasıl bir tepki verecekleri konusunda seçimler yaparlar. On­


lar Büyük Siraderin kontro l ü altındaki robotlar veya kuklalar değiller­
d ir. Bu seçimler, ister nası l g iyini leceği isterse nasıl bir iş sahibi o l una­
cağı kon usunda olsun, belirli özgürlükler ve fırsatlar içinde işl er. Top­
lum, bu neden le, hayata anlam ve önem kazand ıran, insani etkileşi­
min temelini ol uşturan bir semboller dünyasıd ır. "Toplum veya gru­
bun ortak alışka n l ı kları", kura l ları ve beklentileri birey tarafından
eğitimle içselleştirilir.
Mead'in öğrencileri bu a n a l izi genişlettiler ve geliştirdi ler. Herbert
Blumer, örneğ in, sosyolog l a rı n insan l a rı n n için bel irli biçimlerde
davra n d ı klarını a n lamak için, yüzeysel laboratuar deneylerine veya
basitleştirici 'neden-sonuç' analizlerine başvurarak, toplumu 'dışarı­
dan' değ i l, daha ziyade içeriden, katı l ı mcının bakış açısından, 'doğa l'
durumlar içinde araştırması gerektiği n i öne sürerek, Mead'in bu gö­
rüşleri ni uygulamaya geçirecek bir metodoloji gel iştirmeye ça lıştı.
Everett H ug hes kariyer kavra m ı n ı sadece bel l i bir işler kategorisinin
ortak özelliklerini açıklamak için değil, aynı zamanda insanların bir
suçlu, akıl hastası haline gelirken ve diğer çeşitl i yaşam biçimleri
içindeyken geçirdikleri evreleri ana hatlarıyla ortaya koymak amacıy­
la geliştirirken, Charles Horton Cooley de 'Ayna Benlik' kavra m ı n ı
gelişti rd i.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Mead'in sembolik etki leşirnci d üşü ncesi, psikoloji ve felsefenin ya n ı
sıra, birçok sosyal b i l i m l e r a l a n ı n ı etkiledi. Sosyoloj ide sembolik etki­
leşimcilik, yani bireyi bir toplumsal varlık olarak a raştırma girişimi
1 920'Ierde Amerika'da Chicago Oku l u n u n yaptığı birçok öneml i
araştırmaya kaynakl ı k etti; bu vurgu 1 960'1ar ve 70'1erde, yapısal­
işlevselcil iğin determi nizmi n i n -toplumun sıradan insanların üzerin­
de ve ötesinde bir şey olara k tasviri nin, bireyin bir kukla olarak be­
timlenmesinin; bu teorinin soyut teori ve kavra m l a rı n ı n- bir eleştirisi
olarak yeniden ortaya çıktı. Sembolik etkileşi mei l i k zengin ayrıntı ve
kapsamda empirik anal izlere meraklı, genç suçlular ve akıl hastaları
gibi sapkın grupların 'yera ltı ndaki dü nya lar' ı na karşı özel ilgi göste­
ren önemli bir gelenek yaratmıştır. O, etiketierne teorisi, etnome­
todoloji, fenomenoloji ve dramaturgi g ibi birçok fil iz vermiş; sosyal­
leşme, 'rol oynama' ve topl u msal bilginin doğasıyla i l g i l i tartışmalara
önem l i katkılarda b u l u n m uştur. Mead ( 1 934) için, zihin ve benlik
gündelik hayatın topl umsal yaratılarıd ır. "Bildiği miz kadarıyla, zihin
ve ben l i k ol masaydı i nsan toplumu da ol mayacaktı". Zihin ve benl i k
338 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

bir ben l i k bilinci yaratır; zihin ve benlik sadece d iğerleriyle i l işki için­
de var olur. Ben l i k bilincin nesnesi ve öznesid i r, bir insan olarak ferd i
ben ve sosyal ben hem kendisi üzerinde düşünür hem de d iğerleriyle
ve 'genelleştirilm iş d i ğeri' veya 'önem l i diğerleri'yle etkileşim kurar.
Çocuklar diğerlerini oyunlar s ı rası nda, rol ü oynayarak, onların dün­
yayı nasıl görd ü klerini tasavvur ederek tan ı r. 'Genelleşti rilmiş d iğeri'
sayesinde birey bir anla mda toplumu kafasının içinde taşır. Mead'in
yazı larında b i reyin aktif ve yaratıcı potansiyeli vurgulanır ve uyumcu­
lu k, edilginlik, zorla ma ve çatışma gibi faktörler göz a rdı ed ilir.
Ancak, sembolik etkil eşimcil ik, bireysel davranışların ve küçük
g rupların d avranışlarının a na l izinin ötesine geçemediği, genelde bir
toplum resmi veya teorisi ortaya koyamadığı, büyük ö lçekli topl um­
sal değişmeleri veya güç ve zenginliğin d a ğ ı l ı m ı n ı açıklayamadığı
için eleştiri lmiştir. O bazen to plumu sadece insanların zihinlerinde bir
şey olarak betimler. O, aslında bireyin özgürlüğünü ve topl u m u n
s ı n ı rl ı rol ü n ü vurgu laya n 'Amerikan' b i r görüştür. Sembolik etkileşim­
cilik bi rey a ktöre odaklanır, toplumsal yapıların insan davranış ları
üzerindeki etkisini i h mal etme ve bu yüzden toplumu sadece birçok
bağımsız ve köksüz bireyin etki n l i kleri ve etkileşimlerini içeren, 'yapı­
dan yoksun' bir şey olara k tasvir etme eğiliminded i r. Sın ıf, h ü kü met,
h u kuk vb.nin bireyler üzerindeki etkisi genel likle sadece bir sonuç
o l a ra k al ınır. Sembol i k etkil eşirnci paradigmanın problemlerinden
ikisi özel l i kle bel irgin biçi mde vurgu lanır: (i) i nsan duyg u la rını fazla
d i kkate a l mama ve (ii) toplumsal yapıyla sın ırlı ölçüde ilgi lenme.
Gerçekte, bu yetersizl iklerden ilki sembol i k etkileşimin tam anlamıyla
psikolojik olmadığını, ikincisi de sembo l i k etki leşimin tam anlamıyla
sosyolojik olmadığını ima eder (Meltzer et al, 1 975: 1 20).
Sembolik etkileşimcil iğe eleştiriler şöyle sıra lanabil ir:


i nsanlar a rası etki leşimini bağlama, toplumsal veya tarihsel
bağ lama yerleştirerne ve bu yüzden, bazen bir uğraklar (episo­
des), karşı laşmalar ve du ru mlar a raştırmasından fazla bir şey
olarak görü nmeme.
• Büyük ölçüde bireysel seçimler ve özg ürlükleri vurgulayarak,
insan davranışları üzerinde kısıtl a ma la rı ayd ın latamama.
• Anlamı daha ziyade bel irli bir du rumda kend iliğinden, etkileşim
sırasında ortaya çıkan bir şey olara k resmettiği, etkileşimin ko­
numlandığı temel toplumsal bağ i a rn ı d i kkate almadığı için, an­
lamın kaynaklarını ortaya koya mama.

Bu eleştirilerden bazıları yetersizdir veya Mead'in görüşlerin in uç


yorum larına daya n ı r. Mead, toplumsal ya pı ve kurumların önemli
SEMBOLiK ETKiLEŞiMeiLiK 339

olduğunu kabul etmiş, ancak onları n insan davranışını bel irled ikleri
iddiasına karşı çıkmıştır.
i kinci olarak, tanım gereğ i, sembolik etki leşimei l i k insanları n yo­
rumlarıyla yaratılanın ötesinde bir toplumsal gerçeklik görmez ve bu
yüzden toplumu daha genel d üzeyde açıkla mayı reddeder.
Ü çüncü olarak, her zaman açıkça ifade edilmese de, güç kavra mı
bu analizierin tamamlayıcı özel liğidir. Güç, insan etkileşiminin, belirli
bir d u ru m u n nasıl 'ta n ımlandığı'nı bir dereceye kadar kontrol yete­
n eğ i n i n temel bir parçası d ı r. Gerçekte, bu yazarlar çoğunlukl a, top­
l u mda güçlünün sesi her zaman işitildiği için, a raştı rmacıların toplu­
mun 'kaybeden ler'i ne (underdogs) yoğ u n laştıkları n ı öne sürerler.
1 970'1erden bu yana, yine de, sembolik etki leşi meilik dinamizmini
kaybetm iş ve Marksizm gibi daha g üçlü ve eleştirel perspektifler öne
çıkıp egemen konuma geli rken, birçok farkl ı yöne dağılmış görün­
mektedir. Sembolik etkileşi mei l i k günümüzde Fine'ın ( 1 992) 'post­
B i u merci' çağ olarak adlandırdığı bir döneme girm iştir. Bu bir ya ndan
Blumer'in ça lışması n ı ma kro düzeyde yen iden ele al mayı, öte yandan
sembo l i k etkileşimciliği etnometodoloji, alışveriş teorisi ve fenome­
noloji gibi teorilerle mikro düzeyde ve Parsons, Weber, Marx ve Du rk­
heim'in düşünceleri kadar post modernizm ve fem i nizm gibi teoriler­
le makro düzeyde harmanla mayı gerektirmekted ir. Bu yeni sem bolik
etkileşimeilik Mead ve B l u mer dönemindekinden çok daha farkl ı ve
sentetik bir perspektiftir.
John Baldwin ( 1 986) gibi yaza rlar daha i leri giderek Mead'in fiki r­
lerini tam kapsa m l ı ve bütüncül sosyolojik bir teori içinde birleştir­
meye çalışırla rken, Maines ve Morrione ( 1 990) Blu mer'in çal ışmasının,
özellikle onun yayımlanmamış çalışması 'Bir Topl u msal Değişme
Faktörü Olara k Sanayileşme'nin, öznel olduğu kadar nesnel ve makro
bir perspektife de sa h i p olduğunu göstermeye çalışm ıştır. Stryker
( 1 980) gibi yazarlar g üç, statü ve sınıf kavramlarını modern etkileşim­
cil iğe sokmaya çalışı rken, Narman Denzin ( 1 992) onun perspektifini
post-modern bir kültür ve medya araştırmasına genişletmeye ça lış­
mıştır. Sembol ik etkileşimeilik g ü nü müzde 1 920'Ier ve 30'Iarda oldu­
ğu kad a r can l ı ve dinamiktir. Gary Fi ne'n ı n ( 1 980) belirttiği gibi, o
parçalanmış ve genişletil m iş olabilir, d iğer teorik perspektifiere dahil
edilmiş ve hatta onlar tarafından ben imsenmiş olabilir, fakat o hala
özeldir, hala sosyolojik d üşü nce ve yöntemi biçimlendirebi lecek ve
sorgulayabilecek kapasiteye sahiptir.
340 SOSYOLOJiDE TEME L FiKiRLER

AYR lCA BAKINIZ



FENOMENOLOJi -bu yorumcu sosyoloji biçiminin kaynağ ı olara k
• ETiKEYLEME KURAMI ve DAMGA sem bo li k etki leşimeiliğin gelişi­
-

m i n e örnekler olara k
• YAPILAŞMA TEORiSi -toplu msal yapı ve bi reysel eylem i bir araya
getirmeye çalışan 'geç modern' bi r g irişim olara k

OKUMA ÖNERi LERi


HAMILTON, P. (1 992), George Herbert Mead: Critica! Assessments, Routledge
PAMPEL, F.C. (2000), 'George Herbert Mead, U niting Self and Society', Ch. 5,
Pa m pel, F.C., Sociological Lives and ldeas: An Introduction to the Classical
Theorists, Macm illan, Basingstoke
'George Herbert Mead', Social Studies Review, vol. 4, No 5, May 1 989, p. 200

iLERi OKUMA ÖNERi LERi


COOK, G. (1 993). George Herbert Mead: The Making of a Social Pragmatist,
University of lllinois Press
MEAD, G.H. (1 934), Mind, Self and Society, Chicago U niversity Press
MEAD, G.H. (1 938), The Philosophy ofAct, Chicago University Press
MEAD, G.H. (1 934), The Philosophy of Present, Chicago U niversity Press
M I LLER, D.L. (1 973), George Herbert Mead, University of Texas Press -Mead'in
hayatı ve çalışmasına genel bir bakış
PLUMMER, K. (1 998), 'Herbert Blumer', Ch. 6, Part 1, Stones, R. (ed.), Key Socio­
logical Thinkers, Macmillan, Basingstoke
ROCK, P. (1 979), The Making ofSymbolic lnteractionism, Macmi llan -sembolik
etkileşimeiliğin modern sosyolojiye katkı ları üzerine değerlendirmeler.
Sembolik etkileşimeilik sapma ve eğitim gibi alanlara çok önemli katkı­
larda bulunmuştur.

SINAV SORULARI
1 M ead'in benliğin doğası ve gelişimi hakkındaki anlayışımıza katkılarını
değerlendirin iz. (WJEC, Haziran 1 987)
2 "Etkileşimci perspektifin temel yetersizl iği toplumsal yapıyı i h mal et­
mesid ir." Bu iddiayı sosyoloj i k bir araştırma alanı bağlam ında tartışı­
n ız. (London University, Haziran 1 987)
3 "Sosyoloj i k teoride temel problem, toplu msal yapı ve eylem arasındaki
karşılıklı ilişkilerin açıklanmasıdır." Bu görüşü açıklayıp değerlendiri­
niz. (Oxford Delegay, Mayıs 1 987)

Çeviri: Ümit Tatlıcan


Toplumsal Cinsiyet
Feminizm

FiKiR
'Toplu msa l cinsiyet' terimi genellikle, basitçe, erkekler ve kad ınlar
arasındaki fiziksel ve toplumsal farkl ı l ı kları anlatmak için kul la n ı l ır.
Fakat sosyologlar ve özellikle feministler onu daha kesi n olara k ta­
nımlamaya ve cinsiyet davranışının ne kadar doğal ve doğuştan veya
toplumsal ve 'erkek' icadı olduğunu a n lamaya ve belirlemeye çalışır­
lar.
Sosyologlar, bu yüzden,

• cinsiyet (sex) terimini erkekler ve kadınlar a rasındaki fiziksel ve


biyolojik farklılıkları (örneğin, fizik özel likler, cinsel organları)
ifade etmek için;
• topl u msal cinsiyet (gender) terimini de davranışlar ve rollerde­
ki, erkeksilik (mascu l i nity) ve dişilik/kadınsıl ı k (femininity) olarak
ad landırdığımız kişisel niteliklerdeki farkl ılıkları anlatmak için
ku llanırlar.

Toplumsal cinsiyet tartışması nda temel sorun, erkekler ve kad ı n­


ların toplum içindeki davra n ışlarının biyoloji tarafından mı yoksa
aksine kültür tarafından mı beli rlendiğid i r. Erkekler ve kad ınla r doğa­
ları gereği mi, yoksa içinde yaşadıkları toplum yüzünden mi farkl ıdır­
lar? Erkekler doğaları gereği 'yapan/eden konumunda'yken, yani işçi,
savaşçı, yazar ve karar a l ıcıyken, kadınlar 'bakıcı konumda' mıd ırlar?
Erkekler doğaları gereği saldırgan, akılcı ve d uygusallıktan uzakken,
kadınlar yine doğaları gereği pasif, sezgileri güçlü ve d uyg usal varlık­
lar mıdır? Bir erkeğin yeri d ışarısı -çal ışmak, m ücadele etmek ve or­
gan ize etmek- iken, kadı n ı n yeri evi midi r? Çok daha öneml isi, erkek­
ler doğaları gereği baskı n cinsiyet midir, dolayısıyla to plumu -ve
kadınları- yönetme hakkına sahipler midir?
342 SOSYOLOJIDE TEMEL FIKiRLER

Bu doğa m ı, gelişme m i tartışması sosyal bilimlerde yirm i-otuz


yıldır moda hal i ne gelmiştir.

Doğacı argüman
Dağacı a rg üman, toplu m içinde iki cinsiyet arasındaki sosyal farklı lık­
ların doğrudan biyolojik farkl ı l ı kların bir yansıması olduğu kabulüne
daya n ı r. Erkekler kadın lardan fiziksel olara k daha güçlü old ukları için
toplu m u organize ederlerken, kadınlar çocuk dağurdukları için pasif,
çocuk bakı m ıyla i l g i l i ve bağ ı m l ı o l ma yönü nde doğal bir annelik
içgüdüsü taşırlar. B u yüzden, erkeklerin işte, kad ınların evde olduğu
mevcut toplumsal ci nsel işbölümü, her biri en iyi oldukları ala nlarda
uzmanlaştıkları için, doğal ve topl umsal açıdan verimlidir. Sigmund
Freud'a göre 'Anatom i kaderd i r' (bkz. 'Sex a n d Gender', Society To­
day, 1 2 May 1 983) ve bu tezi desteklemek için birçok biyolojik, gene­
tik, psikolojik ve sosyolojik kanıt ü retilmiştir: sözgelimi, Tiger ve
Fax'un ( 1 972) insa n ı n biyolojik grameri kavra m ı. Kavram, bugünkü
terimlerle, erkeklerin 'erkeksi' ve kad ınların kad ınsı genetik yatkın l ı k­
lara sahip olduklarını ima eder. Benzer şekilde, zeka testleri ve sınav­
l a rda erkek çocukların özel l i kle matematik ve fen b i l i m leri g i bi empi­
rik ve ma ntıksal alanlarda kız çocuklarını geçme, böylece 'görü nüşte'
topl u m içinde otorite ve karar-alma konumlarını büyük ölçüde elde
etme eği l i m i nde oldukları görül mekted ir.

Gelişmed argüman
Gelişmeci a rgüman, a ksine, cinsiyet rol lerinin biyolojik olara k değil,
kültürel olara k belirlendiği ve sosyal olara k inşa edildiği inancına
daya n ı r. Gelişmeci argüman, insan davranışını büyük ölçüde çocu­
ğ u n içinde yetiştiği toplumsal ve kültürel çevrenin bir yansıması
olara k görür. Ann Oakley'nin 1 970'1erin başlarında ( 1 972) öne sürdü­
ğ ü g ibi, cinsiyete daya l ı iş böl ü m ü ne evrenseld i r ne de biyolojik ola­
rak önceden belirlenm iştir. Gelişmed argümanın delilleri şu nlard ı r:

1 . Cinsiyetler a rası ndaki biyolojik ve psikolojik fa rkl ı l ıkların büyük


olmadığını gösteren a raştırmalar. Ö rneğ in erkekler, fiziksel ba­
kımdan kad ınlardan ortalama olara k daha güçlü olsalar bile,
kadınlar ta hammül ve dayanıkl ı l ı k testlerinden daha iyi sonuç­
lar almaktad ırlar. Vietna m ve i srail'deki savaşlar kadınların böyle
durumlarda erkekler kadar sa ldırgan ve öldürme ka bil iyetinde
oldu klarını göstermiştir. Zeka söz konusu olduğu nda, aslında
daha parlak cinsiyet kızla rdı r -a ncak onlar ergen l i k çağına gel-
TOPLUMSAL CiNSiYET 343

d iklerinde, ya rışmacı ve erkeksi görünme korkusuyla yerlerini


erkek çocuklara bıra kma eğ ilimi içine girerler. i ki cinsiyet farklı
düşünme eğiliminded ir: erkek çocu klar genel likle şekil-uzay
testlerinde, kız çocukları sözel yeteneklerde daha üstün ken, ki­
şilik testleri çoğu n l u kla erkek çocukla rının kızlar kadar duygusal
ve sosyal oldukları nı, fakat böyle algılanmak istemed i klerini
açığa çı kartmıştı r. Maccoby ve Jacklin ( 1 974) veya Lloyd ve Arc­
her' ı nki ( 1 982) gibi pek çok a raştırma, cinsiyetler arasında doğal
birtakım farkl ı l ı klar olmakla beraber, farkın o kadar da büyük
olmadığını ve kesin l i kle mevcut to plumsal fa rkl ı lıkları açıklaya­
cak veya cinsiyet eşitsizl iğini haklı kılacak denli büyük olmadı­
ğını açıkça göstermektedir.
2. Farklı toplumlar ve kültürlerde, hatta bir topl umun farklı dö­
nem lerinde kadınlar ve erkeklerin farkl ı biçimlerde davrandıkla­
rını ve rol lerin değiştiğ i n i gösteren antropolojik veriler. Nitekim
örneğin, Margaret Mead Yeni Gine'de ü ç kabile üzerindeki
klasik çalışmasında ( 1 950), cinsiyet rolleri ve top l u m içindeki
cinsel davra n ış bakımından büyük farkl ıl ıklar bulm uştur. Ara­
peshler (hem erkekleri hem de kad ınları) şefkatli ve itinalı iken,
Mundugumorlar sert, şiddete meyil l i ve sald ırga n d ı rlar. Tcham­
buli ka bi lesinde ise, kad ı n lar ava ve savaşa giderken, erkeklerin
'kadın işlerini' yaptıkları ve boyanıp süslen d i kleri fii l i bir rol de­
ğişimi vardır. Pek çok i l kel topl umda, kad ı n l a r ağır fiziksel işleri
hamilelik döneminde bile yapmaktadır ve Triobander Adala­
rı'nda cinsel açıdan atak olan, ilk cinsel adımı atan kad ı n iard ır.
3. Erkek-ka d ı n farkl ı l ı klarının sosyal olara k i nşa ed ildiğini (veya en
azından, toplumca a bartı ldığını) gösteren, erkek ve kız çocu kla­
rı n ı n nasıl ta mamen fa rkl ı ve sosyal açıdan birbirinden ayrı bi­
çimde yetiştirildiklerini ortaya çıkartan sosya l leşme s ü reci araş­
tırmaları. Aile içinde, örneğin, başlang ıçtan itibaren iki cinsiyete
farklı davra n ı l ır: farklı kıyafetler giyd i ri l i r, hatta bunlar farklı
renktedir; farklı oyuncaklar verilir, farklı biçimde cezalandırılır ve
hatta farkl ı biçimde daku n u l u r ve konuşul ur. Oku lda, işte, med­
yada ve hatta g ü ndelik kon uşmalarda erkek ve kız çocuklara
farklı muamele ed ilir ve farkl ı tepkiler gösteril ir. B izim (genellik­
le) kad ınlar için '3. sayfa m ız' (Page 3) veya bir erkekler sayfası
problemimiz yoktur; 'erkek Fatma' ve 'hanım evladı' terimleri
korku verici cinsel ya ptırımlardır, ve tarihteki -Romal ı l a r, Yuna n­
lı lar ve hatta Va ndallar g ibi- bazı büyük savaşçılar ra hatlı kla
etek g iymelerine rağmen, bugün çok az Batı l ı erkek etek g iy­
mekted ir.
344 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

Cinsel farkl ı l ı kların toplumsal cinsiyet fark l ı l ı klarını açıklayama­


dığını savu n a n femin ist tezi güçlendire n ve destekleyen bu tür
ka n ıtlar ve a rgü manl ardır. O nlara göre, cinsiyete daya l ı doğal
işbölümü ve g ü n ü müz i ngiliz top l u mu ndaki hiçbir cinsel eşit­
sizlik hakl ı b i r temele sahip değildir.
4. i ş hayatında, i ngil iz işgücünün % 40'kı ndan fazlası kadı n olma­
sına rağmen, onlar ağırl ı kl ı olarak 'ka d ı n işlerinde' -hemşireli k
ve öğretmenlik g i b i bakı ma yönelik mesleklerde veya sekreter­
ler gibi ikincil rollerde- yoğunlaşmışlard ı r. Çok az sayıda kad ı n
mesleği nde zirveye u laşmakta; çok azı m ühendislik v e bilim gi­
bi erkek a l a n larına g i rmekte, çok azı yöneti m kuru l u nda yer al­
maktadır. Kad ı nl a r düşük ücretli, i lerleme fırsatları s ı n ı rlı işlerde,
kötü koşullarda çal ışırlar ve hatta sendika l a r yasa ların tan ı d ı ğ ı
fırsat eşitliğine rağ m e n onlara karşı ayrı mcı davranırlar. Benzer
bir manzara Avrupa'da ve d iğer Batı ü l kelerinde açı kça yer a l ı r.
5. Okulda cinsel kalı p-ya rg ılar yakın za man lara kadar o l d u kça
yayg ındı ve kızlar genell ikle aşçıl ı k ve daktilo memurluğu gibi
'kadınsı' alanları seçiyorlar, çoğu kez matematik ve 'fen bilimle­
ri'n i başara m ıyorlar ve -temel kon u m l a rı n ı n annelik ve ev ka­
dınlığı olacağı varsayımı altında- onlara kariyer ya pmaktan çok
bir memuriyet a ra maları tavsiye ediliyordu. Çoğu artık değişse
ve kızla r birçok temel a landa erkekleri geçse bileler, cinsel kal ı p­
ya rgılar çoğ u kariyer seçiminde halen açıkça etkili ol mayı sür­
d ü rmekted ir.
6. Yönetimde: n üfusun ya rısından fazlasını o luşturmalarına rağ­
men, kad ınlar i n g i l iz Parlamentosunda 658 milletveki linin yak­
laşık 1 00 kadarıyla temsil edilmektedir. Parlamento, Baka n l a r
K u r u l u v e i ngiliz H ü kü meti'nin hepsi erkek ağırlıkl ıd ır. Amerika
henüz ilk kad ı n başka n ı n ı bile seçmemiştir. Batı topl u munda
politika hala bir erkek alanıdır.

Bu tür delil ler, feministleri, yayg ı n top l u msal cinsiyet eşitsizlikleri­


nin a rd ı nda doğa bulunduğ u fikrine karşı çı kmaya; ve bunun yerine,
asıl faktörün güç, ya n i erkeklerin top l u m u kontrol etme gücü, onu -
gerçekte işlerl ikte olan- 'erkeksi' bir imaj içinde şekillendirme gücü
olduğunu ileri sü rmeye itmiştir.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Toplumsal cinsiyet kavra mı, insan topl umları ve sosyal tabakalaşma­
daki temel unsurlardan birini aydın latma kta çok önemli bir role sah i p
TOPLUMSAL CiNSiYET 345

olduğunu ka nıtlamıştır: topl umsal cinsiyet erkeklerle kadınlar arasın­


daki -sosyal sınıf, statü ve ırk biçimindeki- diğer tüm toplu msal fark­
l ı l ı kl a rdan önce gelen ve on l arla örtüşen bir fa rkl ı l ı ktır.
Bu tespit doğa-gelişme tartışmasın ı yen iden a l evlendirmiş ve do­
ğacı a rg ü m a n ı n yetersizliklerini aydınlatmaya yard ı mcı olmuştur.
Ayrıca o, erkek egemenliğin kurumsallaşma kl a kal mayıp, femin izm in,
kadı nların bile 'normal' olara k algıladığı bir 'erkek-ürü n ü ' toplumda
yaşadığım ız a rgümanını canlandırmıştır.
Eğer cinsiyet farkl ıl ı kları biyoloj i ta rafı nda n belirlen meyip sosyal
olarak i nşa edilm işse, en azından bir 'cinsel devri m' ve kad ı n ların
cinsiyet rollerinden, ci nsiyet kal ı p-yarg ıları ve ataerki l l i kten kurtul ma­
ları u m ud u vardır.
Fakat son za manlarda bu kavra m ı n kulla n ı m ıyla ilgili iki temel
eleştiri ya pılmıştır:

1 . David Morgan ( 1 986) ve Linda Birke ( 1 986) gibi yazarla r, cinsi­


yet ve topl u msal cinsiyet ayrı m ı n ı n, insan davra nışında biyolo­
jik ve toplu msal etkiler ayrı m ı n ı n çok katı olduğunu öne sürer­
ler. Cinsiyet veya toplumsal cinsiyet tek neden olarak değil, da­
ha ziyade karşıl ıklı etkileşim içerisi ndeki faktörler olarak görü l­
melidir. Hiç kimse fiziksel, geneti k ve özell ikle hormonal faktör­
lerin toplumsal cinsiyet davranışında hiçbir etkisi olmadığını
ciddi olarak öne süremez. Bunun tam karşıtı görüş de aynı şe­
kilde abartma olacaktır. Doğru olan, bu iki görüş arasında bir
denge olduğu ve daha önemlisi i nsanların bu dengeyi nasıl yo­
rumladıklarıdır. Linda Birke'in de bel irttiği gibi h içbir kad ı n ken­
di biyolojisinden kaçamaz; bu yüzden feministleri n yapması ge­
reken şey, kad ı n biyolojisinin nasıl yorumlandığ ı n ı, toplu msal
cinsiyet kim liğinin sürekli ve dinamik bir toplumsal yoru m lama
süreci içinde nasıl i nşa ve yeniden inşa edildiğini a naliz etmek­
tir. Kadını, basitçe, cinsiyetçi kal ı p-yargılarının ve sosyal leşme­
nin 'pasif kurbanı' olarak görmek 'anatom i kaderdir' yargısı ka­
dar determinist ve basitleştirici bir görüştür. Daha ziyade, ka­
dınlar kendi biyolojik deneyimlerini tanımalı ve bunun netice­
sinde o luşan topl u msal cinsiyet kimliğini yorumlama tarzı üze­
rinde kontrolü sağlamalıdır.
Cinsiyet ka l ı p-ya rgılarının içeriğine vurgudan kad ınlık imgesinin
i nşa sürecinin vurg u l a n masına doğru bir değişim edebiyat, fen
bilimleri ve beşeri bilim ler ve kitle i letişimi üzerine yeni femin ist
ça lışmalara ya nsımaktad ır (sözgelimi, Setterton 1 987; Beechey
1 985). Modern rekla mlar ve televizyon program ları, örneğin, ar-
346 SOSVOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

tık eskisi kadar ka l ı p-yargılara bağ l ı değild ir. Onlar artık ev ve


m utfak dışındaki, b i r şeyler 'yapan', erkeklerle yan yana çalışan
ve hatta onları o rganize eden 'gerçek' kad ı nları resmetmeye
başlamışlard ı r. Kad ınların i mgeleri böylece değişmektedir, an­
cak bizim kad ı n ve kad ınlık imgemizi kimler kontrol etmekte ve
bunu niçin ve nasıl yapmaktadı r? Modern topl umsal cinsiyet
analizi bu tür yoru m değişikliklerini ya kalayabil ecek daha geliş­
kin ve dinamik bir yaklaşı m ı ben imsernek zorundadı r.
2. Toplu msal cinsiyet kavramı dar gel meye başlam ıştır. Kavram
neredeyse sadece kad ınları ana liz etmek için kullanı l m ıştır. Er­
kekler büyük ölçüde onun görüş a l a n ı n ı dışında kalmış ve en
azından sosyolojide eşcinsellik, transseksüeller ve bütün d iğer
top l u msal cinsiyet biçim leriyle ilgili s ı n ı rl ı sayıda çal ışma yapı l ­
mıştır. Da ha yeni çal ışmalarda bu tuhaf kad ı n-erkek i kileminden
kurtulmaya yönelik a raştırma lar yap ı l m ı ştır.
i l k olarak, gerçek ci nsel devri m sadece kad ınların değil erkeklerin de
kurtuluşunu gerektirir. Kad ı nları kad ınlık i mg elerine h a pseden şey
erkeklerin toplumsal cinsiyet ve cinsellik konusundaki fikirleridir.
Ataerkil l i k tezine göre, erkekler kad ınları anne ve yuvayı yapan dişi
kuş ve cinsellik o bjesi olara k düşün meye devam ettikleri ve (kitle
iletişim araçları g i bi) 'kültürel' yen iden ü reti m a raçlarını kontrolleri
a ltında tuttukları sü rece, kad ınlar daha o l u m l u ve eşit bir i mge kon u ­
s u nda n e kadar ü mit besleyebilirler?
i kinci olarak, Andrew Tolson'un ( 1 977) öne s ü rdüğü gibi, erkekler
de kad ı nlar kadar, belki de daha fazla cinsiyet ka lı p-ya rg ı la rın kurban­
larıdır. Onlar 'maço' bir dayanıklılık ve güç i mgesini hayatları boyun­
ca sürd ü rmek üzere yetiştirilirler. Onlar zayıfl ıklarını itiraf etmemeli,
d uygu ve hislerini göstermemelid irler. Onlar bundan dolayı insanl ık­
larından önemli bir u n s u ru kaybetmektedirler. Sheila Rowbotham'ın
( 1 979) vurg u ladığı g i bi, "Erkekler acı çekme ve aşk konusundaki zayıf­
l ıklarından utanç d uya rlar, zira onlara bunları n kadınsı şeyler olduğu
öğretil miştir. Onlar kad ınsı özellikler taşımaktan korkarlar, zira bu,
d iğer erkeklerin onları ve onların da bizzat kendileri ni hor görmeleri
a n l a m ı na gelir".
Kad ınların ev rol lerine hapsolmaları gibi, erkekler de iş rol lerine
hapso l m uşlardır. Onlar aile hayatı ve baba l ı k kon usunda çok şey
kaybederler; ve bir kişi olara k baba n ı n yanlarında olmay1ş1 ve rol mo­
delinden yoksun l u k yüzünden, genç erkeklerin ev d ışındaki, öze l likle
televizyondaki erkeklik i m gelerine -sözgelimi, nasıl 'erkek' o l u n u r
konusundaki yüzeysel v e ka lıp örnekleri izlemeye- yöneldikleri öne
TOPLUMSAL CiNSiYET 347

sürülmüştür.
'Zayıf Karakter' gibi 'cinsiyetç i l iğe-karşı erkek' g rupları ol uştu rmak
için g i rişimlerde bulunulmuş, fakat şu ana kadar çok az başarı sağ­
l a n m ıştır. Kad ınlar baskıya karşı öfke ve hiddet içindeyken, erkekler
sadece suçluluk hissedebilirler. Fransız yazar Emmanuel Reynaud'un
( 1 98 1 ) bel irttiğ i gibi,
Bir erkek kendini hayatının anlamsızlığı içinde boğulmuş halde
bulduğu nda ve ataerkil gücüne son noktayı koymak için çaba
gösterd iğinde, düşmanı bulmak için fazla uzağa gitmesine gerek
yoktur. Mücadele her şeyden önce kendi içinde başlamak zorun­
dadır. Kendi içinde gömü lü 'erkek'ten kurtulmak, bir erkeğin bü­
tün güçlerden kurtulmaya giden yola girmesi için atması gereken
ilk adımdır.
Sosyoloj ide öze l l ikle erkeklerin gerçekleşti rdiği 'erkeksil i k' araştırma­
ları vard ı r. Kayda değer bir istisna, Corrigan, Connel l ve Lee'nin
( 1 985), erkek özgürlükçü ya klaşımı eleşti rerek, bunun yerine 'hege­
monik erkeklik' olara k da a d landırılan daha d inamik bir analiz öner­
diği makaled i r. 'Hegemonik erkeklik' sadece erkeklerin kad ınlar üze­
rindeki hakim imajlarının a n a l izini değil, aynı za manda erkek kal ıp­
yargısına göre yaşamayı başaramayan -genç, işsiz ve özell ikle eşcin­
sel- erkeklerin toplu m u n d ışına nasıl itildikleri ve sindirildiklerin i
gösteren b i r kavramdır. A rtık medya bile 'erkekliğin krizde oldu­
ğu'nu, erkeklerin kad ınlar karşısı nda, modern hayatın ve özellikle
işsizl iğin tehdidi altında o l d u klarını ve toplu msal cinsiyet imgelerin­
de değişmeler yaşandığını yaygın olarak kabul etmekted ir.
Britanya'da son yirm i yıldır ... erkekl ik konusundaki sosyal tutum
ve imgeler yumuşamaya başlamıştır. Erkeklerden modaya, çocuk
doğumuna, kendi çocuklarına daha fazla ilgi göstermeleri bek­
lenmekte, duygularını ifade etmeleri ve kad ınların ihtiyaçları ko­
nusunda daha duyarlı olmaları istenmektedir. Yumuşak huyl u ve
kibar bir erkek artık çok nadir görülen bir yaratık değildir (Segel,
1 981 ).
David Gilmore ( 1 990) ve Victor Seidler (1 994) gibi araştırmacıları n
gerçekleşti rd ikleri y e n i araştı rmalar erkeksilik araştırmaları potansiye­
linin varl ı ğ ı n ı göstermekted ir. Ancak yine de, bu azgelişmiş toplum­
sal cinsiyet a raştırması alanı m u hte melen erkek sosyologların kendi­
lerini inceleme konusundaki d uygularını yansıtmaktadı r. Erkeksilik
araştırma ları çok s ı n ı rlı ve fem i n izme karşıtlıktan uzak olsa da, Bob
Con nell'ın ( 1 995) analizinde toplumsal cinsiyet araştırmaları bir adım
daha i leri götü rül meye ça l ışılır. O biyolojik ve kültürel determi n izmi
348 SOSVOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

reddeder, gerçeklikte cinsel davranışın bu iki fa ktörün bir karışımı


olduğunu, hayatın farklı evrelerinde ve farklı yaşlarda farklı l ıklar gös­
terebileceğ ini öne sü rer. Ayrıca ona göre, erkeksilik a rtık -kadınsılık
g ibi- sabit bir kendilik değ i l d i r, aksine fa rkl ı biçimler ve tarzlar kaza­
n ı r. Cinsiyet il işki lerine geleneksel olarak hegemonik erkeksilik -
bel irli bir toplumsal ko n u ma egemen ol maya çalışan ve fiziksel şid­
dete veya ekonomik ve siyasa l güce daya l ı egemenl ik ve tabiyet
il işkisi üzeri ne kuru l u bir erkeksilik- hakim olsa bile, Batı d ünyasında
femi nizm ve gay hareketi itirazlarını giderek yü kseltmektedir. Con­
nell'ın ( 1 995) Avustralya erkekleri üzerine kapsa m l ı a raştırması, mo­
dern erkekler a rasında kendi cinsel imgeleri ve ben lik imgeleri konu­
sunda a rtan yaygı n geril imler, korku lar ve güvensizli klerin varl ı ğ ı n ı,
bazılarının erkeksil i klerini a şı rı ve şiddetli biçimde ortaya koymaya
yönelirken, d iğerleri n i n feminist hareketin cinsel eşitl iğin, cinsel fark­
lılığın övü lmesi ve hatta erkeklerdeki kadınsı özell iklerin varlığının
ka bul edil mesiyle ilgili argümanlarını ka bul etmeye ve bunları kendi
içlerinde uzlaştırmaya çal ıştıkları n ı açığa ç ı karmıştır. Sonuç olara k
Connell'a göre, b i r güç yapısı olarak ataerkil l ik modern toplumda
halen çok aşikar olsa bile, a rtık meşruiyetini 'kaybetmiş'tir; erkekler
bile onun hakkında kuşkular beslemektedir.
Ü çüncü olarak, 'gay özg ürlüğü' 1 960'1ar ve 70'1erde kendini bu
kadar açığa vursa bile, bir to plumsal cinsiyet devrim i sadece erkekler
ve kad ı nları değ i l, diğer 'topl umsal cinsiyetleri' de içerir. Ayrıca, bu
h usus, doğa-gelişme tartışmasında, eşcinsellik, transseksüel lik ve
benzeri özell iklerin doğuştan mı geldiği yoksa sonradan mı ol uştuğu
argümanınd a önemli bir u n surd u r. Anthony S m ith'e (1 976) göre, "Hiç
kimse [eşcinselliğ i n] genetik bir nedene sahip olup olmadığını bile­
mez ... anca k çoğ u biyolog çevrenin asıl katkıyı sağ laya n unsur oldu­
ğ u konusunda ciddi olara k bahse g irecektir". B u yüzden, psikiyatrlar
ve diğer çok sayıda a raştırmacı, eşcinselliğin kayna kları n ı a raştırı rken,
onları heteroseksüelliğin 'normal' yol u ndan uzaklaştı ra n o layla r veya
tesad ü fi etkenleri anlamak için, homoseksüellerin geçmiş yaşantıları
üzerinde derinlemesine araştırmalar yaparlar. Bununla birlikte, Ken
P l ummer ( 1 975) ve d iğerleri, sembo l i k etkileşirnci bir yaklaşımı kul la­
nara k, toplu m u n 'eşci nse l l iği' yaratma ve bu yol la sadece yakın geç­
mişte bel irli cinsel davranış biçi m lerinin sapkınlık olara k etiketlenme
biçimine işaret eder. Eşcinsellik Romalılar ve Grekler döneminde
'normal' olara k ka bul ediliyordu. Modern çağda ( 1 9. yüzyı l ı n sonla­
rından itibaren) eşcinseller ya 'saklanmak' ya da ortaya çıkara k hete­
roseksüel topl umun ideolojik ve fiziksel baskı sına karşı gay bağımsız­
lığı için mücadele etmek zorunda ka l mışlard ır.
TOPLUMSAL CiNSiYET 349

Transseksüeller (karşı cinsin vücuduna sıkışıp kalmış insanlar)


araştırmasında bu noktalar daha çok ayd ın latılmaktadır. Jan (James)
Morris'in ( 1 974) erkek bir bedenden kadın bir bedene geçişi a nlata n
tasvirleri cinsel özgürleşmen in inanı l maz bir açıklamasını ol uşturur­
ken, Um man'da Xanithler ve Kuzey Amerikan Mohave yerl ileri üze­
rindeki antropolojik a raştırmalarda, üçüncü bir cinsiyetin va rlığının
mümkün olduğu, i nsanların biyolojik olara k erkek olmakla birl ikte
davranış ve görünüş bakı m ı nd a n kadın olabilecekleri ifade edildi.
i lginç olan, söz konusu toplumların bu tarz toplumsal cinsiyet fa rklı­
lıklarının üstesinden bizim topl umumuza göre daha kolay gelebil me­
leri ve daha hoşgörü lü olmalarıdı r.
Dördüncü olarak, sadece erkek ve kadın, erkeksilik ve kadınsılık
kavra m ları çerçevesinde tan ı m lanan toplumsal cinsiyet kavramı,
fa rklı kültürler ve toplu mlardan ziyade, büyük ölçüde Batı toplumla­
rına özgüdür. i l kel ve hatta modern toplumlar erkekler ve kadı nlarla
ilişkili cinsiyet özel l iklerinin mutlaka bir cinsle sınırlı o l mad ığını ve bu
davranış biçimleri n i n za mana, yere ve rol lere göre değişebileceğini
giderek daha fazla kabul etmektedi r. Hiçbir erkek tamamen erkeksi
değildir ve günümüz topl u munda bile, erkeklere kendi gerçek ben­
liklerini bulma ve ol uşturmada ve bir baba, koca, hatta işveren olarak
rol lerini gerçekleşti rme g i rişi m lerinde 'kadı nsı' ya nlarını sergilemele­
rini, hatta kullanmaları n ı teşvik etmek artık oldukça sıradan bir dav­
ra n ıştır. Ayn ı şekilde, kad ı n l a r böylece kendilerini daha fazla ifade
etmeye ve -egemen ü retim tarzları olarak kaba kuvvet ve fiziksel
gücün yerini kişilerarası i l işkiler ve becerilerin aldığı bir ekonomi ve
toplu mda- kendi cinsel özelliklerini iyi bir avantaj sağlamak için ku l­
lanmaya teşvik edil mektedir. Şiddet içeren sa l d ı rga n l ı k artık hoşgö­
rüyle karşılanmamakta ve duygusal zeka yüksek teknoloji ve bilg iye­
daya l ı toplumlarda giderek daha fazla değer kazanmaktadır.
Ayrıca, erkekler artık çocukları ve eşleriyle i l işkilerinde d uyg u la rı n ı
d a h a rahat ifade ederlerken, kad ı n la r da g iderek evde, işte v e kamu­
sal hayatta cinsiyet ta nımlarını ve neyin ka bul edilebilir olduğu konu­
sundaki yaygın düşünceleri -kontrol edemeseler de- en azından
etkileme kapasitesini sergilemekted irler. Topl u msal cinsiyet kavram ı
günümüzde çok d a h a kapsam l ı v e farkl ı b i r a n l a m kazanm ıştır ve
artık belirli bir cinsiyeti n davra n ışıyla ilgili kal ı p-yarg ı ları a nlatmamak­
tadır. Bazı post-modern fem i nistler, sınıf, etnisite ve hatta yaşın ka­
dınların deneyim lerinde benzerlikler kadar farklıl ıklar da ürettiği bir
toplumda ve küresel bir d ü nyada, a rtık kad ın -hatta erkek- davranı­
şının zeng inl iği ve çeşitl i l iğ i n i yansıtmayan bu terimin kaldırılmasını
ta lep etmekted irler. Diğer fem i n ist yazarlar -ve g iderek gay hakları
350 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

ve erkeksilik konusunda perspektifler geliştirmeye çalışa n l a r- 'özcü'


bir konumu benimserler; onlar top l u msal cinsiyet kavra mının hala
erkeklik, kad ın l ı k ve ikicinsi iliğin (androgynous) temel doğası n ı kav­
rayabilecek ve ana l iz edebilecek bir potansiyele sahip olduğunu
düşün ürler.
Toplumsal cinsiyet araştırmaları n ihayetinde cinsel farkl ılıkların ve
bu farkl ı l ı kları n -ke l i menin en geniş ve zengin anlamı nda- 'erkek'
türünün gelişim ine katkıda bulunma potansiyelinin kabul edil mesine
ve b üyük saygı gösteril mesine yard ımcı o l muştur. Femi nistler uzun
s ü redir kadı n l a r ve erkeklerin ka musal hayata tümüyle katkıda bu­
lundukları yerler ve zamanlarda "dünyanı n hepimiz için daha g üvenl i
bir yer olacağ ı " n ı öne sürmekted irler (Riker, 1 996).
Toplumsal cinsiyet il işkileri ve giderek a rtan eşcinsellik araştırma­
lan Anthony Giddens'ın ( 1 993) 'refleksivite' adını verd iği ve her bire­
yin kendi toplumsal imgesi üzerinde düşünme ve onu idare yetene­
ğ i n i a nlatan şeyi yansıtmaktadır. Eşcinse l l iğ i sapkınlık olara k tasvir
eden geleneksel anal izlerdekinin aksine, Jefrey Weeks ( 1 986) gibi
yazarlar, gayleri genelde toplumun, özelde medyanın ya pıştırd ı ğ ı
etiketler a ltında yaşamak yerine kendi kamusal imajlarını belirleme
kapasitesine sahip o l u m l u ve kendinden emin bir konumda görürler.
Nitekim, marjinal bir sosyolojik araştırma alanı olsa da, bir 'Eşcinsellik
Teorisi' gelişmiştir. Seidman'ın ( 1 998) ifadesiyle, "Sosyologlar cinsel
azın l ı klar a raştırması n ı pratikte daha büyük bir güç, anlam ve top­
l u msal organ izasyon d ü nyasına açılan bir pencere olara k a l maktan
ziyade, bu alana a n a l itik ta rafl ı l ı k içinde ya klaşma eğiliminde ol muş­
lardır".
David Bouchier ( 1 983) fem inist ha rekette üç temel ve çoğu kez
fa rklı amaç belirler:

• cinsiyet farklı lıkları n ı n a rtık d ikkate alınmadığı bütünleşmi ş ve­


ya eşitlikçi bir top l u m (Marksist ve sosyalist feministler);
• cinsiyet fa rkl ı l ıkların artık yer a l madığı ikicinsli bir top l u m (radi­
kal fem inistler);
• erkekler ve kadı n l a rın artı k aynı d ünyayı paylaşmad ıkları ayrış-
mış bir toplum (rad i ka l feministler).

Başından beri, tü m hareket, bu hareketin a maçları ve tartışmaların


doğası büyük bir değişim geçirmiştir. Hareketin tarihinde daha uç
feminizm biçim lerine karşı aşırı bir tepki, fem inist grupların siya h,
lezbiyen ve eka-feministler biçiminde bölü nmeleri, kadın l a rın fırsat­
ları ve etki güçlerinde görü n ü r iyileşmeler karşısında taleplerde bir
yumuşama ve post-modern feminizm in gelişimine bağlı olara k teorik
TOPLUMSAL CiNSiYET 351

ve pol itik yaklaşımda bir devri m gibi farkl ı gelişmeler yaşandı. Erkek­
lerin a raştırmaları ve onların erkeksi liğe ve kadınlara karşı değişen
tutumları toplumsal cinsiyet ve ataerkillik ko nusundaki mevcut tar­
tışmaya kapsam ve çeşitl ilik kazandırdı. Bu tartışmanın zenginliği ve
post-modern d üşüncenin ortaya ç ı kışı toplu msal cinsiyet ve ataerkil­
lik gibi kavramların tartışma ve eylemi yönlendirmedeki güçlü yan la­
rını yansıtmaktadı r. Onların yirmibirinci yüzyı lda tartışmayı hangi
ölçüde biçimlendirecekleri henüz bel l i değildir.
Dolayısıyla, top l u msal cinsiyet kavram ı , en genel a nlamda, sosyo­
lojinin kıyısında kalmaktan kurtulup a na-akıma girme pota nsiyeline,
önemsiz bir kon u olmaktan çıkıp sosyal tabakalaşma, ideoloji ve bilgi
analizinde a nahtar bir kavram o larak 'sınıf'ın yanında yer a l ma yete­
neğine sahiptir. Kavra m, gerçek a nlamda özgü rleşmiş bir topluma,
sadece sınıfsal böl ü n melerden değil, (toplumsal) cinsiyet rolleri ve
kalıp-yarg ılardan da kurtulmuş bir topluma işaret etmektedir. O sınıf­
sız olduğu kadar iki-cinsli bir toplum olmalıdır. Fakat feministler ve
gayler bu kavra m ı n analitik değerine sıkıca sarıl ı rken, çoğu erkek
sosyolog -mu htemelen erkek kimliklerine ve itiba riarına zarar vere­
ceği korkusuyla- hala bu ısırgan otu ndan korkmuş görü nmektedir­
ler. Ayrıca, kavramın geleceği tartışıl maktadır. Toplumsal cinsiyet
kavram ı bütün sabit toplumsal rollerin g iderek anla msızlaştığı h ızla
değişen topl u mlarda halen bir öneme sahip m idir?

AYRlCA BAKINIZ
• ATAERKiLLiK -toplumsal cinsiyet ve güç/i ktida r konusunda anahtar
bir fikir olarak

OKUMA ÖNERiLERi
CLARKE, E. AND LAWSON, T. (1 985), Gender: An lntroduction, University Tuta­
rial Press, Slough
GARRETT, S. (1 987), Gender, Tavistock, London -tüm konuya kadınsı bir
perspektiften kullanışlı bir bakış.
GRAY, J. (1 992), Men are from Mars, Women are From Venus, Thorsons
LLOYD, B. AND ARCHER, J. (1 982), Sex and Gender, Penguin, Harmondsworth
-birçok biyolojik ve sosyolojik delilin özet ve değerlendirmeleri
MACCOBY, E. E. AND JACKLIN, C.N. (1 974), The Psychology of Sex Differences,
Stanford University Press, Stanford
352 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

iLERi OKUMA ÖNERiLERi


BOUCHER, D. ( 1 983), Feminist Challenge, Ma emi Ilan
CONNELL, R. (1 995), Masculinities, Polity Press, Cam bridge
GIDDENS, A. (1 992), The Transformatian oflntimacy, Sexua/ity, Love and Eroti­
cism in Modern Society, Pol ity Press, Cambridge [Mahremiyetin Dönüşü­
mü: Modem Toplumlarda Cinsellik, Aşk ve Erotizm, Çeviren: i d ri s Şahin, Ay­
rı ntı Yayınları, Ağustos 1 994]
MORIS, J. ( 1 974), Conundrum, Faber, London
RIKER {1 996)
SEIDMAN, S. (1 996), Queer Theory!Sociology, Blackwell, Oxford
TOLSTON, A. (1 977), The Limits ofMasculinity, Tavistock, London -toplumsal
cinsiyete erkek perspektifi nden bir bakış
WEEKS, J. ( 1 986), Sexua/ity, Tavistock, London -cinsel lik konusundaki tüm
konuları kapsayan bir çalışma

SINAV SORUSU
Sanayi topl u mlarında aslında sınıf değil topl u m sa l cinsiyet en önemli
toplumsal böl ün medir görüşünü değerl endirin iz. (AEB, Hazira n 1 988)

Çeviri: Gülhan Demiriz


Vas1fs1zlaşma
Harry Braverman

Harry Braverman ( 1 920- 1 976) New York'ta bir deniz işletmesinde


bakır u stası olarak başlad ı ğ ı çal ışma yaşa m ı n ı farkl ı A merikan eyalet­
lerinde metal işçil iği, boru döşemeciliği, çelik işçil iği, yük arabası
tamirciliği gibi işlerde s ü rd ürdü . 1 950'1erde ayl ı k yayı mlanan Ameri­
can Socialist dergisinin editörlüğünü yaparak sosyal ist gazetecilik ve
yayıncılığa başlayan Braverman, daha sonra sol kanatta yer alan
Monthly Review Press'te yöneticilik yaptı.
Gerek bedensel ve bedensel-ol mayan zanaat ü retim i deneyimleri,
gerekse geleneksel emek s ü reçleri deneyimleri, o n u n 'Yirminci Yüz­
yılda Emeğin Düşüşü' alt başlıklı temel kitabı işgücü ve Tekelci Serma­
ye'ye i l h a m kaynağı o l m u ş ve bu kitabı şekillendirmiştir. On u n da
kabul ettiği g ibi, teknolojik değişim en kıymetli za naatla rda bile ge­
rekli ve kaçınılmazd ır. Braverman'ın itiraz ettiği nokta, bu teknolojik
değişim ierin top l u m u ol uştu ra n s ı n ıflar arasında bir uçuru m u n yara­
tılması, koru n ması ve derinleştiril mesinde etkin birer silah olarak
kulla n ılmasıd ır.
O yıllarda sadece endüstriyel süreçlerin dönüşümünü değil, aynı
zamanda bu süreçlerin yeniden organ izasyonu n u; sahip olduğu
zanaat mirası sistematik olarak elinden alınan işçiye nasıl çok az
şey verildiğini veya hiçbir şey veri lmediğini doğrudan gözleme
imkanı buldum. Tüm zanaatkarlar gibi, en belirsiz biçimde bile ol­
sa, bu duruma her zaman içeriedi m ve tekrar okudukça, bu sayfa­
larda sadece bilinçli bir toplumsal nefreti değil, mu htemelen kişi­
sel bir aşağ ılanma duygusunu da buldum.

FiKiR
Modern sanayi gelişir ve yen i üretim yöntemleri ku llanıma soku l u r­
ken, çoğu yazar yen i endüstriyel teknolojilerin modern işçiyi beden-
354 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

sel emeğin zorlu kları ndan kurtarıp kurtarmadığı, onu vasıfsızlaştırı p


vasıfsızlaştı rmad ı ğ ı, geleneksel beceri v e hünerlerinden uzaklaştırıp
uzaklaştırmadığı ve onu bir insan robota, sadece montaj hattı n ı n bir
başka dişlisine dönüştürüp dönüştürmed iği konularında görüşler
üretti.
Marksist bir kap ita l ist ü retim tarzı anlayışını benimseyen Braver­
man'a göre, bu sistemin temel a macı veri m l iliği ve böylece karl ı l ı ğ ı
a rttırmaktır. Kapitalist çal ış ma sisteminde, işçi ihtiyaçları, d uyguları ve
pota nsiyel leri olan bir i nsan ol arak görü l mez. O sadece bir ü reti m
biri m i, bir a rtı-değer veya kar kaynağı d ı r. Bununla beraber yeni tek­
nolojinin amacı, Braverma n'a göre, sadece üretkenliği değil, yöneti­
min işgücü üzeri ndeki kontro l ü n ü de a rtırmaktır. O sın ıfsal bir sömü­
rü sistemi olduğu kadar s ı n ıfsa l bir kontrol sistemid ir. işgücü ve Tekel­
ci Sermaye ( 1 974) kapita l ist emek s ü recinin işleyiş biçiminin ayrıntıl ı
bir tasviridir.
Sanayi Devrimi'nin ilk dönem lerindeki geleneksel zanaatkar bir
ölçüde bağ ımsızdı ve ken d i işinde çalışıyordu . O kend ine ait bir işye­
rine ve ken d i üretim a raçlarına sahipti; ham maddeleri satın a l ı p ürü­
nü doğrudan tüketiciye satıyordu. Tasarımdan uygulamaya kadar
ü reti m süreci için gerekl i bütün bilgi ve vasıfla ra sah ipti. Patronuyla
i l işkis inde belirli bir statüye ve güce sah i pti. Fakat bu üretim sistemi
pahalı ve veri msiz ol makla kal mayıp, ü reti m sürecin i n kontrolünü
zorlaştı rıyordu. Fabrika sistemi içindeki işgücü gelişmiş bir idari kont­
rol meka nizmasıyla merkezileştiril mesine rağ men, çalışma g ru pları
hatırı sayılır bir özerkl ik ve özg ü rl üğe sah i pti.
Bütün bunlar yirm inci yüzyıl başında F.W. Taylor'ın gel iştirdiği bi­
l i msel yönetim teknikleri n i n uygulanmaya başlamasıyla değişti. Bu
tekniklerin temel a maçlarından biri, işçi leri vasıfsızlaştırarak ve tü m
bilgi ve malu matı fa brika yönetim i n i n elinde toplaya ra k etkil i l iği
a rtırmaktı. B u devri mci emek sü reci üç temel prensibe dayanıyordu.

1 . Emek sürecinin işçileri vasıfsızlaştırması: yöneti min işçilerin ön­


ceki bütün geleneksel bilgilerini kendi bü nyesinde toplaması
ve bu bilgileri "kurallar, yasal a r ve formü l ler" e ind irgemesi.
2. Tasarımın uyg ul a madan, yan i zihi nsel çalışma n ı n bedensel
emekten ayrıl ması. Böylece iş inisiyatifi ve planlaması yöneti­
min kontro l ü ne geçer. Görev böl ü m ü yap ı l ı r ve hatta görevler
alt böl ü m lere ayrıl ı r, basitleştirilir ve parçalanır, işçi ü retim süre­
cini anlama ve planlama gücünden büyük ölçüde yoksun bıra­
kıl ı r ve devasa bir montaj hattının basit bir d işlisi ko n u m u na in­
dirgen ir.
VASIFSIZLAŞMA 355

3 . Emek sürecinin her basamağını ve bu s ü recin uygulanma biçi­


m i n i kontrol amacıyla bilgi üzerinde bir tekel ku ru lması. Bu sa­
yede her görev yöneti m tarafından en ince detayla rına kadar
planlanır ve işçinin rol ü yazılı talimatları rutin olara k uygu la­
makla sın ırlandırılır.

Braverman, bil imsel yönetim sayesinde işçileri n geleneksel bilgi ve


niteliklerin i n yönetim i n tekelinde toplandığını ve böylece işgücünün
büyü k ölçüde kontrol edilebilir ve yönlendirilebi l i r emek birimlerine
indirgendiğini -ya bancılaşm ış, izole, güçsüzleştirilmiş ve kon umu
kolayca değiştirilebilecek bir duruma dönüştü rüld üğünü- belirtir.
i şgücü üzerindeki bu tepeden tam kontrol, işgücünün bu parçalan­
mışlığı Henry Ford'un dev montaj bantlı fa brika ları nda uygulanmak­
ta ve yeni teknolojiler, ister otomasyon isterse bilgisayarlar veya
robotlar biçiminde, bu kontrol sürecini vasıfsızlaşma aracılığ ıyla ge­
nişletmekted ir.
Günü müzün yeni teknolojileri -bil gisayar ve sanayi robotu- sa­
dece bu otomasyon ve kontrol s ü recinin genişletilmesid ir.
Braverman tezini şöyle genişletir: bu vasıfsızlaşma süreci sadece
fabrika veya atölyeyle sınırlı değildir, modern işyeri olarak ta nı mla­
nabilecek bütün iş ve ü reti m a l anlarında görülebil ir. G ü n ümüzde bir
memur, bilgi, güç ve etkiye sahip bir insandan ziyade, sadece bir üst
yönetici veya Büro Amiri ta rafından bilgisayarlar ve telekomünikas­
yon yol uyla denetlenen kağıt montaj hattının bir dişl isidir.
Zaman-hareket çalışmaları, açık-ofis sistemi ve yeni teknolojilerin
gelişimiyle bedenen çalışmayanlar bile vasıfl a r ı n ı, iş s ü recindeki ko­
n u m ları ve kontro l l erini yiti rmişlerdir. Onlar aynı zamanda eski de­
ğerleri ni yitirm iş, bir başkasının yerine kolayca kullanı labilir hale
gelmişler ve yaptıkları işler rutinleşmiştir. Bu vasıfsızlaştı rılmış, güç­
süzleşti ril miş ve yabancılaştırılmış çalışa nlar, gerçek bir iş doyumun­
dan yoksun anla msız ve ma ntıksız görevleri yapa rken büyük ölçüde
d ışsal kontrole tabilerd ir. Pa ra sayma makinelerinin etkisi ve amacını
banka kasiyerlerinin geleneksel rolleri, statüleri ve sayılarıyla karşılaş­
tırın. Ayrıca, günümüzde modern fabrika ve büro çalışanlarının yeri ni
nasıl yeni makinelerin veya vasıfsız ve yarı-vasıfl ı işgücünün aldığını
düşünün.
Braverman tartışmasını, vasıfsızlaşma süreci ni Marksist pro/eter­
leşme teziyle, emek sürecindeki değişi mleri de gelişmiş kapitalist
topl u m l a rı n sınıfsa l yapısındaki değişimlerle ilişkilend irerek sürd ürür.
Bu teoriye göre, gelişmiş kapitalist topl umlarda modern işçi daha
orta sın ıf, daha zengin ve bağı msız değildir, aksine gerçekte proleter-
356 SOSYOLOJiDE TEMEL Fi KiRLER

leşir, gerek özel giriş i m i n gerekse devletin bir h izmetkarı o l a ra k ser­


maye n i n bir çalışa n ı d u ru muna i n d i rgenir. Ona göre, kapitalist top­
l u m l a rdaki üreti m i l işkileri esas itiba riyle bir ta hakküm ve itaat ilişki­
sidir ve böylece sistem b u rjuvazi ve proletarya olmak üzere iki temel
s ı n ıf yaratır. Proletarya "emek-gücünden başka bir şeyi olmaya n,
hayatını s ü rd ü rebilmek için işgücü n ü sata n " bir sın ıftır. Vasıfsızlaşma
sü reci bütün çalışma a l a n la r ı n a n üfuz ettiği için, Braverman'a göre,
'hemen hemen t ü m n üfus', ister özel firma la rda isterse o n u n temsil­
cisi devlet kesiminde o l s u n, "sermayeye tabi d uruma gelir". B raver­
m a n bu tan ı m ı kullanara k Amerika n i şg ü c ü n ü n yaklaşı k % 70'i n i n
prol etaryaya da h i l edi lebileceğ i n i düşü n ü r v e hatta a l t düzeydeki
yöneticiler, teknisyen l e r ve d evlet memurları gibi o rta sın ıfl arı ol uştu­
ran kesi mlerin % 1 5 ila o/o 20's i n i n sermaye n i n m ü kafatları ve ayrıca­
l ı kları n d a n küçük de olsa bir pay a l ı rken, ayn ı zamanda proleter ko­
ş u l ların izleri n i taşıdıkları n ı öne sürer. N ihayeti nde bu s ı n ıfla r, tekelci
sermaye acımas ızca kar peşinde koşarken vasıfsızlaşır ve ta mamen
proleterleşiri er. Emek sürec i n i n kontrolüyle, yen i makineler ve tekno­
lojilerle n üfus üzeri n deki vasıfsızlaşma, kontrol süzlük ve değersizleş­
tirme yön ü ndeki bu yoğu n baskı, sonuçta proleter isya n koşu l larını
yarataca ktı r -ancak Braverman b u n u n n e zam a n gerçekleşeceği
ko nusunda tah m i nler yapma maya dikkat eder. Özetle ona göre:
Bütün insanlık asl ında 'insa n l ığın' genel amaçlarına hizmet et­
mekten ziyade onu kontrol altına almaya hizmet eden bir emek
sürecine tabi kılınmaktadır. Bu yüzden, insa n ların emek sü reci
üzerindeki kontrolü, somut bir biçim kaza narak tam karşıtına, ya­
ni emek sürecinin insa n kitleleri üzerindeki kontrolüne dönüşür.
Makineler bu dü nyada insanl ığa hizmet eden bir şeye değil, ma­
kine sahiplerine sermaye birikimi sağlayan bir araca dönüşürler.
Yöneticiler, kapitalizmin başından beri, insanla rı n makineler ara­
cılığıyla emek sü reci ni kontrol yeteneklerini, üretimin doğrudan
üretici tarafından değ il sermaye sahipleri ve temsilcileri tarafın­
dan kontrol ed ilebileceği temel bir araç olarak görmüşlerdir. Bu
yüzden, makineler, emeğin üretkenliğini artırma gibi tekn ik bir iş­
levin ya nı sıra (bu bir sosyal sistem içinde makineleşmen in bir işa­
reti sayılabilir), kapitalist sistem içinde geniş bir işçi kitlesini işleri
üzerindeki kontrolden yoksun kılma işlevine de sahiptir (Bra­
verman, 1 974).
Braverma n, benzer süreçlerin sosyal ist ü l kelerde de görüldüğünü
kabul etse bile, b u n ların bat ı l ı teknolojilerin ku l l a n ı l ması ve ta klit
edil mesi sonucunda ortaya çıka n geçici özellikler olduğunu öne
sü rer. Temel farkl ı l ı k, sosya l ist ü l kelerde asıl amacın acı masız bir kar
VASIFSIZLAŞMA 357

a rayışı veya işçiyi değersizleştirmek o l mamasıdır. Ü retim a raçla rının


ortak mülkiyetinin söz konusu olduğu yerlerde, yeni i ş teknikleri
çalışma deneyimlerinin zenginleştirilmesi ve işçinin iş üzerindeki
kontrolünün yaygınlaştırı l ması için kullanılabil ecektir. B raverman
teknik ilerlemeye değ il, b u n u n bir sömürü biçimi olarak kullanı l ması­
na karşıdır.

KAVRAMSAL GELiŞiM
işgücü ve Tekelci Sermaye bir klasik, Marksist sınıf ve emek süreci a na­
lizlerinde önemli bir gelişme olara k değerlendirilmiştir: "eser son on
yıldır Marksist ekonomi politik a lanında i ngilizce yayımianmış en
öneml i iki çalışmadan biridir" (Rowthorn, 1 976). B u kitap, modern iş
tekniklerinin iş deneyi m i n i zenginleştirdiğini ve ona yeni vasıflar
kazandırd ığını savunan yayg ı n libera l iddialara radikal, güçlü ve şid­
detli bir eleştirid ir ve bu tekn ikleri n özellikle işçi sınıfını böldüğünü ve
etkisizleştirdiğini vu rgular. O, her düzey ve meslekteki iş süreciyle
ilgili birçok a raştı rmaya ilham kaynağı olmuştur. Kitap emek süreciyle
ilgili tartışmaların odak noktasını ol uşturmuş ve hatta Graeme Sala­
man'ın ( 1 986) 'Bravermania' adını verdiği bir tutkuya yol açmıştır.
Yeni, bedensel-olmayan birçok meslekle ilgi l i ya pılan araştırmalar
vasıf, kontrol ve iş doyum u d üzeylerinde çok az ilerleme olduğunu
gösterir: "Kimya teknisyenine atomasyanun büyük önemi tekrar
tekrar hatırlatıl ır. .. ancak onların çok azı ibre okumayı öğrenmenin
saatin kaç olduğunu söylemekten daha zor olup olmadığını düşün­
mekten vazgeçmiştir" (Braverman 1 974). Braverman'ın tezi, en azın­
dan 1 985 matbaacılar uyuşmazl ığına kadar, farkl ı işçilerin vasıfsız­
laşmaya d i renme g i rişim leri konusunda temel teorik bir açıklama
sağlamıştır. Bu tez Marksist sınıfsal formasyon ve sınıf il işkileri anal iz­
lerini canlandırmış ve o n u yeniden radikal analizierin merkezine
yerleştirmiştir.
Ancak, akademik çevrelerin yoğun ilgisi ve sol kanattaki coşku
zamanla sönmüş ve vasıfsızlaşma tezine eleştiriler başlamıştır.

Tanımlar
i l k olarak, vasıf terimi muğlaktır. O, bilgi ve/veya el becerisiyle ilgili
gerçek nitelikleri n yan sıra, yöneticiler ya da işçilerin belirli bir işi
yüceltmek veya aşağılamakta ku llandıkları etiketleri an latabilir. Vasıf­
lar teknik ya da kişisel olabilir ve çoğu kez bir meslek, içerdiği iş ve
görevler büyük ölçüde vasıfsız olsa bile 'vasıfl ı' olara k etiketlenebil ir.
358 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

i şler vasıfsızlaşa bilir, ancak işçiler değil -onların vasıfları yen id e n


artırı labilir veya üretim s ü recindeki konu m ları değiştirilebil ir. Bu tür
belirs iz tanımlarla 'vasıfsızlaşma' analizleri yapmak oldukça sorunlu­
d u r.
i kinci olarak, Braverman'ın proleter sı nıf ta n ı m ı çok basit olduğu
kadar, çok genel olduğu için de büyük ölçüde eleştiril miştir. Ç ü nkü
Braverma n bu tanıma bütün işçi 'sı n ıflar'ını dahil etmeye çalışır.

iş stratejileri
Braverman, kapital istlerin işgücünü kontrol etmek ve vasıfsızlaştır­
mak için sahip oldukları bilgi ve kaynakları, onları n böyle bir stratejiyi
ısrarla sürdürme iradeleri n i fazlaca abarttığı, buna rağmen, birçok
çalışma grubunun böyle bir sürece d irenme kapasitesini küçümsedi­
ğ i için eleştiril m iştir. Bazı yöneticiler iş koşul l arını, sözgel imi, iş rotas­
yonu ve insan i lişkileri yaklaşım ıyla gel iştirmeyi hedeflerken, d iğer
bazıları da işgücünü kontrol etmek için Taylorizm ve vasıfsızlaştırma
gibi alternatif stratej ilere başvurmuşlard ı r. Ta rihsel araştı rmalar bir­
çok sendikanın, özel likle teknik elemanlar sendikalarının başarılı bir
biçimde direnç gösterd i ğ i n i veya en azından vasıfsızlaşma girişimle­
rini yön lendirdiğini göstermiştir. Sadece bilimsel yönetime odakla­
nan Braverman, fa rkl ı yönetim stratejilerini ve örneğin i sveç'tekine
benzer farkl ı end üstri i l işkileri n i göz ardı etmiştir. Graham Winch
( 1 983) ve David Knights vd. nin ( 1 985) öne sürdüğü gibi, işverenler
basitçe kendi işçilerini kontrol arzusuyla motive olmazlar. Onlar rakip
firmaları n s ı kı rekabetiyle karşı karşıyad ırlar ve aya kta ka labilmek için
yeni teknolojileri benimsernek zorundadı rlar.
Daha yakı n la rda, Micheal Piore (1 986) ve John Atkinson ( 1 985)
gibi yazarlar, 1 980'1er ve 90'1ardaki post-Ford ist çağda, esnek uzman­
Iaşmaya yönelik bir eği l i m i, çalışanlara yüksek düzeyde özerklik,
kontrol ve soru m l u l u k tan ıya n bir yönetim yapısı içinde oldukça
eğit i m l i uzma n l a r ekibiyle işleyen 'Esnek Firma yönündeki hareketi
ortaya koymaya çalışmışlard ı r. Yüksek endüstriyel rekabet d üzeyleri
ve yeni teknolojilerin yoğ u n gelişimi firmaları aya kta kalabi l mek için
daha esnek ve daha işçi yönel i m l i olmaya zorlamaktadı r. Çok­
vasıfl ı l ı k, özel-sözleşmeler ve ratasyon modern yönetimin sloganları­
d ı r. i şçi kontrolü ve yöneti m i g ü n ü müzde Braverman'ın 1 970'Ierde
d üşündüğünden çok daha farklı ve çeşitl idir. Internet, e-ticaretle
birl i kte beceri uzmaniaşması ve idari kontrole bir başka devrimci
boyut daha eklen mektedir.
VASIFSIZLAŞMA 359

Büro işi ve büro işçil iğ i analizleri


Örneğin Crompton & Jones (1 984) ve Goldthorpe'un ( 1 980) çal ışma­
ları Braverman'ın çoğu b ü ro işin rutin bi r özellik taşır ve çok az vasıf,
kontrol veya iş doyumu içerir görüşünü desteklese de, büro çal ışan­
larının büyük bir kısmı yeni teknolojileri kendilerini çok sıkıcı görev­
lerden kurtaran, vasıfları ve otoritelerini geliştirmeleri ve yaygınlaş­
tırmaları için fırsat sağlayan bir ku rtarıcı olara k karşılamaktadı r (Nati­
onal Economic Development Office Study, 1 983). Ayrıca, büro çalı­
şanları "yeni, büyük bir proletarya oluşturmazlar", onlar daha ziyade
yaş, nitelik, cinsiyet ve görev düzeylerine göre tabakalaşırlar. Bede­
nen çalışmayanlar gibi büro işçileri de oldukça hareketlidir ve a ra
konumlara geçebilirler (ve geçerler). Büyük ö lçüde özdenetime sa­
hiplerdir ve daha ziyade vasıfsızlaşmaya ve mesleki statü kaybına
karşı örgütlenirler; sınıf bilinc i işçi sınıfına göre daha düşüktür. Beyaz
yakalılar 1 970'1erde daha fazla send ikalaşmış olabil ir, ancak bunun
nedeni, bedenen çalışan işçilerle aralarındaki sın ıf/statü farkını orta­
dan kaldırmak değil korumaktı. Beyaz yakalılar kendilerini hala prole­
taryayla değil kapitalist sınıfla, yani tabi olanlarla değ i l otorite konu­
mundakilerle özdeşleştirme eğil i mindedirler.

Marksist eleştiriler
Marksist yazarlar, Braverman'ın sınıf analizini, ilk olarak, modern işçi
sınıfı n ı sınıfsal konum kadar sınıf bil incine göre de anal iz etmediği,
ikinci olarak, bu analizi daha genel bir siyasal tahakküm ve sınıf mü­
cadelesi biçimleri analizi çerçevesine yerleşti rmediği için eleştirmiş­
lerdir. Modern işçi sınıfı nı 'kendisi için' bir sınıf olara k değil, sadece
'kendi içinde' bir sınıf olarak analiz eden Braverman, sınıf bilinciyle
ilgili bütün öznel uns u rları göz ardı eder ve işçi sınıfını üzerindeki
kontrole direnmekten aciz pasif bir sınıf olarak resmeder. Bu deter­
minist resim sınıf mücadelesi ve sınıf çatışmasını Marksist analizin
merkezine yerleştiremez ve kontrol amaçlı temel diyalektik süreçler
ve m ücadelelere dikkat bile çekmez.

Feminist eleştiriler
Feministler Braverman'ı analizine kadın emeğini dahil ettiği için över­
ler, zira Braverman, tekelci kapitalizmde erkek işgücünün yerine
ikame edebilmek ve böylece çoğu işin statü, vasıf ve maliyetini dü­
şürmek için kad ınların yedek işgücü ordusu olarak kullanıldıklarını
göstermiştir. En azından, cinsiyete-daya l ı tabakalaşma sınıf analizle­
rinde kullanılm ıştır. Yine de feministler Braverman'ı, geniş bir pers-
360 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

pektiften bakmadığı, emek s ü reci anal izinde ev içi işbö l ümü, aile
içinde kadı nın ücretsiz ça lı şması ve ev işinin değersizleşmesi gibi
kon u la ra yeteri nce deği nmediği için eleştirmişlerdir. Ayn ı şekilde,
Braverman'ı n s ı n ıf a na lizi nde işçi s ı n ıfı içindeki cinsiyet farkl ılaşmaları
ve böl ü n melere d iğerleri kadar yer veri lmem iştir.

Tarihçilerin eleştirileri
Tarihçiler Braverman'ın açıkl a masın ı şu gerekçelerle eleştirirler:

• tarihsel olarak, özellikle vasıfsızlaşma n ı n ölçümü, derecesi ve


yönü kon usunda hatalı olduğu için;
• geleneksel zanaat işçisi n i romantize ettiği ve sanayi-öncesi top­
l u m larda bir tür 'işin altın çağ ı ' olduğunu öne sürdüğü için. Bra­
verma n 'a göre, geç mişte iş yirminci yüzyıl fa brika larında oldu­
ğ u kadar sıkıntılı, sö m ü rücü ve baskıcı değildi.

Braverman'ın vasıfsızlaşma tezi günümüzde işyerindeki yeni gelişme­


ler ve araştırmalar ışığı nda bir öl çüde modası geçmiş gibi görünse
de, h a klı olarak bu sosyoloj i k ve radikal tartışmaya temel bir katkı
olarak a lkışlanmakta ve hatta on beş yıl sonra bile emek süreci ve işin
doğasıyla ilgili modern a n a l izleri biçimlendirmektedi r. Asl ında, Bra­
verman ne teknolojik ilerlemeyi, ne de teknoloji ve bilimi eleştirir. O
da, Marx g ibi, yeni bilim ve teknolojileri onaylar. O n u n itiraz ettiği
şey, kapita l izmin yeni üretim yöntemleri n i, işi zengin leştirecek ve
işçiyi makineye kölelikten kurtaracak bir a raçtan ziyade, "toplumdaki
s ı n ıfla r aras ı nda uçurum yaratma, bu uçurumu s ü rd ü rme ve derinleş­
tirmede ta hakkü m silahları olarak" ku l l a n masıdır. Ona göre, bu öz­
g ü rleşme sadece sosyal ist toplumda m ü mkün o lacaktır. Post-Fordist
yaza rlar Braverman'ın korku larını çoğu kez paylaşırlar, ancak bazı
yazarlar, sanayi-ötesi kapita l izmde bile modern işçinin daha fazla
kontrol ve özg ü rlüğe sahip olduğu n u n göstergelerini ortaya koyar­
ken, öte yandan I nternet, kü resel üretim ve d ünya çapında iletişim
çağ ında, teknolojik ve endüstriyel değişi m i n dayatmaları ve baskıları
ka rşısında modern iş yöntem lerinin gel iştiril meye ça lışıldığını belir­
lemişlerd i r.
Braverma n'ın çalışmas ı n ı n çağı geçmiş gibi görünse de, o n u n
kavrayışları, ilgileri v e soru ları iş, kontrol v e emek süreci üzerindeki
süregelen tartışmaları biçim lendirmeyi s ü rd ü rmektedir.
VASIFSIZLAŞMA 361

AYR lCA BAKINIZ



BiLiMSEL YÖNETiM -Braverman'ın eleştirilerinin hedefi olarak

POST-FORDilM -post-modern bir endüstriyel gelişme teorisi olara k

OKUMA ÖN ERiLERi
BRAVERMAN, H. ( 1 974), Labour and Monopoly Capital, Monthly Review Press
-Braverman'ın bu çalışması verilen emeğe değecektir
WOOD, S. (ED.) (1 982), The Degradation of Work? Ski//, Deskil/ing and Labour
Process, Hutchinson, London

i LERi OKUMA ÖNERi LERi


CROMPTON, R. AND JONES, G. ( 1 984), White Co/lar Proletariat, Macmillan
GOLDTHORPE, J.H., LOCKWOOD D. ETAL. (1 980), Social Mobility and Class
Structure in Modern Britain, Ciarendon Press
KNIGHTS D. ET AL. (EDS.) (1 985), Job Redesign, cited in Society Taday/New
Society, 8 Nov. 1 985
LOCKWOOD, D. (1 958), The Black Coated Workers, Al ien & Unwin
RITZER, G. (1 993), The McDonaldization ofSociety, Pine Forge Press, Thousand
Oaks, CA [Toplumun Mcdonaldlaştmlmas1, Çeviren: Şen Süer Kaya, Ayrıntı
Yayınları, Haziran 1 998]
RITZER, G. ( 1 996), Sociological Theory, Ch. 8, McGraw Hill, New York
SALAMAN, G. (1 986), Work, Tavistock, London

SINAV SORULARI
1 'Teknoloj i k değişimin en önemli etkisi, çoğu işte vasıf düzeyi düşerken
az sayıda işte vasfın y ü ksel mesid i r." Ta rtışın ız (Oxford Komitesi, Mayıs
1 985)
2 Teknoloj i k değişme kaçınıl maz olarak işlerin 'vasıfsızlaşma'sıyla sonuç­
lanır mı? (Oxford Komitesi, M a yıs 1 986)
3 Gel işmiş sanayi topl u m la rında teknoloji ve iş doyumu a rasındaki ilişkiyi
inceleyiniz. (AEB, Haziran 1 983)
4 "Memurların ve vasıflı beden emekçilerinin sınıfsa l kon umları a rtık
hemen hemen ayn ıd ı r." Tartışınız (AEB Haziran 1 988)
5 "Gelişmiş sanayi toplumları kendi işçilerinden vasıflarını sürekli a rtırma­
larını isterler" düşü ncesini tartışınız. (AEB Kasım 1 984)
6 "Beyaz yaka l ı işçilerin kon u m u g iderek beden işçilerin kon u m u n u a n­
d ı rmaktadır!" Bu görüşü ve beyaz yaka l ı işçiler açısından sonuçlarını
tartışınız. (AEB Haziran 1 989)

Çeviri: Özlem Balkız


Yak1nlaşma Tezi
Clark Kerr vd .

Yakınlaşma tezi ortak bir emeğin ürünü olmakla birlikte, Clark Kerr
genelde bu fikrin asıl sahibi olarak kabul edilir. Pensilvanya, Stoney
Creek'te doğan Clark Kerr ( 1 91 1 - ) Swartmore Koleji, Sta nford Ü n i­
versitesi ve Kaliforn iya Ü n iversitelerinde okumuş, akademik kariyeri
s ı rasında ayrıca 32 şeref payesi kazan mıştır. Antioch Koleji, Kaliforni­
ya ve Stanford Ü niversiteleri nde dersler vermiş ve araştı rmalar yü­
rütmüştür. 1 940-45 yılları a rasında Washington Ü n iversitesinde öğre­
tim üyeliği yapan Kerr, sonraki 30 yıl içerisinde Endüstriyel i lişkiler
M ü d ü rl ü ğ ünden ü niversite rektörlüğüne ve Kaliforn iya Ü n iversite­
si'nde Endüstriyel i l işkiler Başka n l ığ ı ve Profesörlüğüne kadar yük­
selmiştir. Kerr 1 974- 1 979 yıl ları a rasında Yüksek Eğitimde Pol itika
Çal ışmaları Carnegie Konseyinde başka n olara k görev yapmıştır.
U l usal Savaş i şgücü Heyeti, Liman i şverenleri, U l uslararası Gemi Yük­
leme ve Boşaltma i şçileri ve Ambar i şçileri Sendikaları, Hü kümetler
Arası i l işkiler Başka n l ı k Komisyonları nda ve U lusal Hedefler ve eğitim­
le ilgili birçok komisyonda fa rkl ı danışma n l ı k görevlerinde bul u n­
m uştur. Gazete, uçak, kon serve yapımı ve petrol endüstrileri gibi
alanlarda hakemlik yapmış, Britanya, Gana ve Kenya gibi ya bancı
ü l kelerde dersler vermiştir.

Bell i başlı yayınları:


• Sendikalar, Yönetim ve Kamu (E. Wright ile birlikte) (1 962)
• Sanayi Toplumlarmda işçi ve idare ( 1 964)
• Marshall, Marx ve Modern Zamanlar ( 1 969)
• Emek Piyasa/art ve Ücret Tespiti ( 1 977)
• Eğitim ve Endüstriyel Gelişme ( 1 979)
• Sanayi Toplumunun Geleceği ( 1 983)
• Sanayileşmeci/ik ve Endüstriyel insan (Dunlop, Harbison ve
Myers ile birl ikte -1 962)
YAKlNLAŞMA TEZi 363

Yakınlaşma tezi nin tek savu nucusu Clark Kerr ve arkadaşları J.T. Dun­
lop, F. H. Harl�ison ve C.A. Myers değildi -Daniel Beli, Raif Dahrendorf
ve bazı diğer yazarlar da benzer tezler öne sürmüşlerdir, fakat Kerr ve
arkadaşları Sanayileşmeci/ik ve Endüstriyel insan isi mli kitaplarında bu
temel fikri n önemli ve en detaylı yorumunu gelişti rdiler.

FiKiR
Bazı yazarlar, sanayileşmen i n yayg ı n laşarak d ünya genelinde top­
l u mların hakim bir özelliği haline gelmesiyle, B i rinci ve Ü çüncü Dün­
ya ü l keleri, Doğu ve Batı a rasındaki ekonomik, politik ve toplu msal
açıdan büyük farkl ı l ıkla ra rağmen, sonuçta bütün topl umların eşit
düzeye geleceklerini öne sürmüşlerdir. Onların hepsi benzer ekono­
mik, siyasal ve sosyal sistemlere sahip tekbiçi mli belirli bir sanayi
toplumuna doğru yakınlaşacaklardır. Bu yolla, söz konusu yazarlar
ul uslararası farkl ı l ı klar ve eşitsizliklerin ortadan kal d ı rı lacağı, daha
barışçı l ve istikrarlı bir bol l u k, birlik ve kardeşlik d ünyası n ı n gel işeceği
kehan etinde bulunmuşlardır. Herbert Spencer gibi yazarlar toplum­
sal evrimin temel yasa l a rına, Marx ve Rostow ekonomik gelişme
evrelerine d ikkat çekerken, Clark Kerr ve arkadaşları sınai i lerlemenin
itici gücünü 'sa nayileşmenin iç mantığ ı'nın o l uştu rduğunu düşünür­
ler. Onlara göre, sınai yakınlaşmanın a rdındaki temel dinamik tekno­
lojidir. i leri sanayi topl u mları, kaçınılmaz olara k son teknolojiler için
ya rışmak ve bu teknolojileri ku llanmak zoru nda old ukları gibi, yine
kaçınılmaz olara k ekonomik, sosyal ve politik yapıları da benzer özel­
liklere uyum sağlamak zorundadır. 'Çelikte, tekstilde ve hava u laşı­
mında aynı teknoloj i d ü nya genelinde aynı tü r bir mesleki yapıyı
gerekli kılmaktadır' (C. Kerr vd., 1 962). Benzer şekilde modern sanayi,
gerek kapitalist Batıda gerekse komü nist Doğuda, benzer beceri,
vasıf ve ücret ya pılarına sahip benzer bir işçi tipini gerektirecektir.
Dolayısıyla, meslek ve ücret sistemlerindeki fa rklıl ıklar giderek azalır­
ken, kapital ist ve ko münist toplumların tabakalaşma sistemleri birbi­
rine yakınlaşacaktır.
Kerr vd. tezlerini açıklamak için devrin görü n ü rdeki en muhalif i ki
topl umu Amerika ve Rusya'yı karşı laştırırlar. Bu yazarlar, i ngiliz Sanayi
Devri m i neticede -Amerika Birleşik Devletlerindeki 'serbest piyasa'
modeli ve Britanya ve Batı Avrupa'daki karma ekonomilerden,
S.S.C.B. ve Çin'deki merkezi planlamacı sistemlere kadar- b irçok farkl ı
sanayi toplumu yaratsa bile, bütün sanayi topl u m larının bazı kesin
ortak öze l l i klere sahip olduklarını göstermeye çal ışı rlar.
364 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

• Onların tümü, daha kompleks maki nelerin ve atomasyanun ta­


lepleriyle başa çı ka b i l mek için daha vasıflı bir işgücü ne ihtiyaç
duyarlar. Bu işgücü, kaç ı n ı l maz olarak, gerek meslek ve beceri
düzeyleri, gerekse ücretleri, çalışma saatleri, çalışma koşulları ve
statü leri bakımından giderek kendi içinde farklılaşacaktır.
• Sanayi toplumları n ı n, b u mesleki çeşitliliği üretebilmek için,
hem oldukça hareketli ve hem de meritokratik (liya kata dayalı)
olmala rı gerekir. Gerekli vasıflara sa h i p personeli işe almak için
sın ıfsal ve sosya l fa rklı l ı klar gideri l meli, ata malar önceki dö­
nemde olduğu g ibi atfa daya l ı olara k değil l iyakat ve yeteneğe
göre yapılmalı ve işçiler işler ve alanlar arasında geçiş yapabil­
melidir. Böylece sanayi toplu mları daha açık ve daha eşit hale
geleceklerdir.
• Eğitim sistemi, bu tür bir işg ücünü ü retmede, ileri endüstriyel
çalışma için gerekli vasıfları, bilgi ve yaklaşımla rı kazandı rmada;
bir ta raftan yönetim, teknoloj i ve profesyonel alanlarda uzman­
laşmış yetenekler ü retirken, öte yandan h a l kın genel hesa p be­
cerileri ve okuryaza rl ı k d üzeyi ni yükseltmede merkezi bir rol
oynayacaktır.
• Sanayideki gelişmeyle beraber toplum daha kompleks hale ge­
lecek, kentler büyüyecek, kitle iletişi m i ve ulaşım daha fazla
önem kazanacakt ı r. H ü kü metler, geniş çaplı sı nai planlama ve
denetim konusunda daha fazla soru m l u l u k a l mak zorunda ka­
lacaklard ır.
• Sanayileşmenin a rtışına bağl ı olara k ü l keler a rasındaki kültürel
fa rklılıklar azalacaktır. Bütün sanayi toplu m ları g iderek bilim ve
teknolojinin, değişme ve ilerlemenin, medya ve eğiti min, reka­
bet, maddecil i k ve çalışma a h lakının ortak değerlerine boyun
eğeceklerinden, topl u msal değerler ve normlarda bir konsen­
süs ve uzlaşma ortaya çıkacaktır.

Yakınlaşma tezine göre, sanayileşme dünya geneline yayılacağı ve


i leri sanayi toplumları daha fazla birbirlerine benzeyecekleri için,
dünyada çatışmalar azalacaktır. Batıdaki mevcut hayat tarzı ve kültü­
rün, ya kın bir gelecekte, ister Ja ponya, ister Rusya, isterse Latin Ame­
rika'da olsun, sanayileşmiş bir d ünya n ı n tipik bir özel l iği haline gele­
ceği açıktır.
YAKlNLAŞMA TEZi 365

KAVRAMSAL GELiŞiM
Yakınlaşma tezi geleceği n endüstriyel d ünyasının çok iyi mser bir
yorum u d u r. Hedeflerinde oldukça Amerika n d ı r ve 1 960'1arın başın­
daki u mut ve idealizmin tipik bir ürünüdür. O ortak, istikrarlı ve barış­
çı bir d ünya toplumuna doğru kademeli bir evri m i savu nan işlevseki
bir düş ü ncedir ve bu yaklaşımın tezleri n i destekleyecek pek çok delil
vard ı r. Modern Amerika, Rusya ve Batı Avrupa pek çok ortak yana
sahi ptir. On lar g iderek daha benzer teknolojiler ku llanmakta (ve
teknoloji alışverişi yapmakta), sosyal ve politik sistemleri -Batı n ı n
makro ekonomik planla maya kayması v e ko münist ü l kelerde piyasa
güçleri ve tü ketimeiliğin geli şmesiyle- birbirlerine ya kınlaşır görün­
mektedir. G üney Kore, Hong Kong ve Singapur gibi yen i sanayileşen
ülkeler de sanayileşip batılllaştıkça eski kültürel değerlerini kaybedi­
yor görünmektedirler.
Fakat bu tür benzerlikler ve yakınlaşma u nsurları gerçek olmaktan
çok yüzeyseldir ve bu tezle ilgili detaylı araştı rmalar, hem Clark'ı n
teorisinin h e m de onun, yakın laşman ı n kaçı nıl maz o l d u ğ u v e b i r i ç
teknolojik mantık tarafından kontrol edildiği tezi nin öne m l i zayıfl ı klar
içerd iği ni göstermiştir:

• Onun kavram ve tan ı mları oldukça muğlaktır ve kesin l i kten


uzaktır. Bütün sanayileşmiş topl umlarda genel benzerlikleri
bulmak n ispeten daha kolay olsa bile (hepsi büyük ölçekli fab­
rika sistemleri kullanır, ayrıntılı bir işbölü m ü n e sahi plerdir ve
giderek kentlileşmekte ve tüketime dayal ı hale gelmekted irler),
çok bel irgin fa rkl ı l ı klar bulmak da aynı ölçüde kolaydır. En basi­
tinden, 'demokrasi'nin Britanya ve Pol anya, Fransa ve Gü ney
Kore'de nasıl işlediğini ka rş ı laştırabil irsin iz.
• Kerr vd.'nin sanayi top l umlarının temel özell ikleriyle ilgili iddia­
larından çoğu tam olara k doğru değildir. Gelişmiş toplumlar ge­
leneksel toplurnlara göre daha açık ve meritokratik olsalar da,
atfetme ve akra balık bağları oğulların babaların ı n benzer sosyal
statü ve güce sah i p mesleklerine geçmelerin i sağ la mada halen
güçlü etkilere sah iptir. Benzer şekilde, gelişmiş sanayi topl umla­
rı giderek daha eşitlikçi gibi görü nseler de, gerçekte toplumsal
farklılıklar va rl ı ğ ı n ı sürdürmektedir, fakat bu fa rkl ıl ıklar genel
hayat sta ndartlarında genel bir yükseliş nedeniyle gizli kalmış­
tır. 1 970'1er ve 80'1erdeki kriz toplumsal eşitsizliklerin her za­
manki kadar büyük olduğunu göstermiş, en son resmi rakamlar
1 986'da Britanya'da 1 6 milyon insa nın yoksu l l u k içinde yaşadı­
ğ ı n ı, yaklaşık 4 m i lyon işsiz olduğunu; ve Kuzey ve G ü ney i ngil-
366 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

tere'nin hayat standartları, sağ l ı k ve iska n bakımından neredey­


se farklı d ünya l a r o l d u kl a rı n ı açıkça gözler önüne sermiştir.
Benzer şeki l de, komü n ist ü l kelerde, eşitsizlikler ortadan kalk­
mak bir yana, sosya l fa rkl ıl ıklar varl ığ ı n ı halen sürd ürmektedir.
Mervyn Matthews'e ( 1 978) göre, bu farkl ı l ı klar, kendi güç ve ay­
rıcal ı klarını koruma kaygısı içindeki politik ve bürokratik elitler­
ce "aktif olarak desteklenmektedir". Son olarak, John Goldthor­
pe'un modern Britanya araştı rmas ı n ı n ( 1 968) gösterdiği g i bi ,
toplu msal hareketl ilik, özel l ikle u z u n mesafeli hareketli l i k yakın­
laşma kura mcıları n ı n bizi i na ndırmaya çalıştıkları kadar büyük
ve e ngelsiz değildir.
• Ancak temel eleştiri tezin determinizmiyle, özell ikle sanayileş­
me ve teknoloj i n i n bütün sanayi topl umlarının şekli ve yön ü n ü
bel irleyen en etkil i g üçler oldukları, mevcut pol itik, sosyal ve
ekonomik d u ru mları ne o l u rsa olsun bütün bu topl umları bir­
birlerine yakınlaştıracakları düşüncesiyle ilgilid i r. Aksine,
Goldthorpe ( 1 984) ve Parki n'in ( 1 972) belirttiği g ibi, topl u msal
gel işmeyi birçok fa ktör etkiler. Batıda piyasa güçleri mesleki ya­
pıyı büyük ölçüde belirler, buna karşı l ı k SSCB'de Komünist Parti
servet ve güç dağı l ı m ı n ı kontrol etmektedir. Ekonomik yapı (ve
teknoloji) bakı m ından Batı Avrupa'daki d iğer ü l kelerle birçok
benzerliğe rağmen, i sveç hükü meti ve halkı, zenginlik ve fırsat­
ların Britanya ve Amerika gibi d iğer ka pitalist toplurnlara göre
daha adil olara k yeniden-da ğ ı l ı m ı n ı sağlayaca k bir refa h devleti
ve vergi sistemi uyg ula maya karar vermiştir. 3. Dü nyada gel iş­
mekte olan u l uslar sanayileşrnek için bil inçli olara k bir d izi al­
ternatif yolu seçmektedirler. Bazıları G ü ney Kore gibi Batının
serbest piyasa mod e l i n i, Küba ve Nika ragua gibileri komünist
Rusya ve Çin'in merkezi planlama model i n i seçmişlerdir. Bu tür
kara rlar ne kaçı n ı l mazd ı r, ne de teknoloji tarafından bel irlenir,
aksine bu kara rlar Batı ve Doğuyla ta rihsel bağ lardan veya dış
yard ım, teknolojik im kanlar ve süper g üçler arasındaki mevcut
güç oyun larından etkilenen, özü nde politik tercihlerdir. Kapita­
l izm ve komü n izm arasındaki güç denges i, sınai gelişme üze­
rinde, ister teknoloji isterse bir başka özel güç olsun, sanayi leş­
menin herhangi bir mantığı kadar büyük bir etkiye sahiptir. Bu­
na ka rşı l ı k, pek çok yazar sanayi toplumları arasındaki farkl ı l ı kla­
rın benzerl ikler kadar büyük olduğu, etkileşim içindeki birçok
fa ktörün bir toplu m u n yön ü n ü şekillendirdiği sonucuna va rmış­
lardır. Analizleri onları yakınlaşma tezinin görüşlerine, özellikle
bütün toplumların sonunda bir temel tipe (komün izme) ulaşa-
YAKlNLAŞMA TEZi 367

cakları fikrine sempati beslerneye itse bile, Marksist yazarlar da


genellikl e bu fikri reddederler. Zira onlara göre, kapitalist ve
kom ü nist toplumlar arasındaki temel farkl ı l ı k ü retim a raçlarının
mülkiyetinde yatar ve ilgili fa rklılıklar sadece Batıda özel m ülki­
yetin kal d ı rı l masıyla ortadan ka l kacaktır.

Sonuçta, yakınlaşma tezi 1 970'1er ve 80'1erde a kademik açıdan tü­


ken m iş ve gömü l müş görü n mektedir. On u n, bütün toplu mları n aynı
şekilde sanayileşecekleri veya en azından benzer bir şekil kazanacak­
ları ve teknolojinin modern sanayi leşmeni n ard ı ndaki itici güç ve
mantık olduğu iddiaları artık kesinlikle yaygın ka bul görmemekted ir.
Fakat Raymond Aran'un ( 1 967) vurguladığı g i bi, endüstriyel ve top­
lumsal benzerlikler veya farkl ılıkl arın araştırıl ması, d i kkatle kulla nıldı­
ğında, karşı laştırmalı çalışmalarda, hem ya kınlaşma ve uzaklaşma
(farklılaşma) noktalarını ayd ı nlata n, hem de birbirinden soyutlanmış
özel topl umlarda yaşamaktan öte, giderek bir d ü nya ekonomik sis­
tem i n i n parçası olduğumuzu gösteren değerli bir araç olabil ir. Yakın­
laşmanın d ünyaya barış getireceği fikri veya ü midi bağlam ında, Aran
iki noktayı birbirinden ayırma m ız gerektiğini vurg ular:
Neticede, tek gerçek savaşlar kardeşler arası ndadır. Eğer Sovyet
ve Amerikan toplumları yarın b i rbi rleri n i andırsalar bile, onların
birb irl e ri n i seveceklerin i düşünmek hata ol acakt ı r.

AYRlCA BAKINIZ
• SANAYi-ÖTESi TOPLUM

OKUMA ÖNERiSi
KERR, C. ET AL. ( 1 962), l ndustrialism and lndustrial Man, Heinemann
SCASE, R. (1 989), 'How Do Societies Compare?', Social Studies Review, Vol 4,
No 4, March 1 989

iLERi OKUMA ÖNERi LERi


ARON, R. (1 967), Eigh teen Lectures on lndustria/ Society, Weidenfeld & Nichol­
son
GOLDTHORPE, J.H. (1 980), Social Mobility and Class Structures in Modern
Britain, Ciarendon Press
KERR, C. IT AL. (1 962), Unions, Management and the Pub/ic, Heinemann
KERR, C. ITAL. ( 1 964), Labour and Management in lndustrial Society, Anehor
Books
368 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

KERR, C . ET AL. (1 969), Marshall, Marx and Modern Times, Harvard University
P ress, 1 969
KERR, C. ET AL. (1 983), The Future of the lndustrial Society: Con vergen ce and
Continued Oiversity, Harvard University Press
MATTH EWS, M. ( 1 978), Privilege in the Soviet Union, Al ien & Unwin

SINAV SORULARI
Kapital ist ve komü nist toplumların benzer eşitsizlik örüntüleri sergile­
d i klerin e dair kanıtlar var mıdır? Tartışınız. (Ca m bridge Local Exami­
nations Syndicate, Ocak 1 987)
2 Kapital ist ve komünist toplumlar ortak bir tabakalaşma sistemine m i
sahiplerdir? Tartışınız. (Cam b ridge Local Exa m inations Syndicate,
Ocak 1 986)

Çeviri: Gülhan Demiriz


Yanhşlama ve Varsay1m
Karl Popper

Karl Popper ( 1 902-1 994) Viya­


na'da varl ıklı bir avukat ile yete­
nekli bir m üzisyenin oğlu olarak
d ünyaya geldi. Birinci Dünya Sa­
vaşı'ndan sonra yaklaşık on yıl
Viyana Ü n iversitesi'nde öğrenimi­
ne devam etti, 1 928'de doktorası­
n ı aldı ve 1 929'da matematik ve
fizik öğ retmenliğine başladı.
1 934'te ilk temel çalışması Bilimsel
Keşfin Mant1ğ1'nı yayınladı ve a ka­
demik kariyerine bir felsefeci ola­
rak başladı. 1 937'de Yeni Zelan­
da'ya göç etti, fakat 1 945 yılında
1 969'daki emekl iliğine kadar
Mantık ve Bilimsel Yöntem Profesörü olara k ça lışacağı London
School of Economics'e geçti. Karısıyla birl i kte i ngiliz yu rttaşlığına
geçen Popper 1 965'te Sir u nvanı ve 1 982'de O n u r Madalyası aldı.
Popper'ın dersleri ve yazı ları, evrenin felsefi sırları ve özel olarak
modern bilimin keşifleri üzerinde d üşünmek isteyen öğrencilere
ilham kaynağı oldu. Ayn ı şekilde Popper, gençliğinde tam bir Ma rk­
sist olsa da, 'açık' demokrasiyi tehd it ettiğini düşündüğü Marksizm'in
ve fa rkl ı siyasal dogmaların önde gelen eleşti ricilerinden biri oldu.
Nobel Ödüllü Sir Peter Medawar, Popper'ı 'bir benzeri daha görül­
memiş en büyük bilim felsefecisi' olara k tan ı m lar.
Temel çalışmaları:

o Bilimsel Keşfin Mant1ğ1 ( 1 934)


o Aç1k Toplum ve Düşmanlan ( 1 945)
370 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

• Tarihsiciliğin Sefaleti ( 1 95 7)
• Varsayımfar ve Çürütmeler ( 1 963)
• Nesnel Bilgi ( 1 9 72)

FiKiR
Geleneksel bilimsel buluş ve bilgi a nlayışı bir doğrulama s ü reci a n la­
yışı d ı r. Bu geleneksel an layışa göre, bilim insanı, bel irli bir madde
tipi nin davranışı hakkında gelişti rd iği bir fikir, hipotez veya teoriyi
kan ıtlama k için dikkatli kontrol l ü deneyler ve gözlemler yapar. B i l i m
insanı, i l g i l i h ipotezi doğru layacak ka nıtlar b u l ma k i ç i n birçok deney
yapar; girişimleri başarı l ı olduğu nda, bu h i potez onun ve başka araş­
tırmacıların doğa olayları h a kkında daha fazla bilgi toplaması n ı sağ­
la makla kalmayıp, söz konusu maddenin davranışını da fi ilen 'öngö­
rebilecek' bili msel bir teori veya yasa değeri kaza n ır. Bu yeni bilgi
topla ma süreci, gözlem ve deneylerle bu sürekli yeni fikirler arayışı
tümevarım olara k bilinir ve bu yöntem bilimsel bilgiyi bili msel­
ol maya n bilgi lerden ayırma nın yolu olara k görül ür.
Karl Popper Bilimsel Keşfin Mantığı'nda geleneksel bilimsel yön­
tem ve bilgi a nl ayışının iki temel noktada kusurlu olduğunu öne
s ü rer:

1 . Gerçeklikte, temel bilimsel buluşlard a n çağuna sistematik göz­


lem ve analizlerle değil, aksine gözü pek spekü lasyonlar, ilham
gücü ve tesadüflerle ulaşılm ıştır.
2. Ne kadar bilimsel yolla rla ulaşıl ırsa u laşılsın, hiçbir teori ta ma­
men doğrulana maz, a ncak onun kesinl i kle hata l ı olduğu da
söylenemez. Daha ziyade onsekizinci yüzyıl düşünürü David
H ume'un yaptığı gi bi, kimi durumlarda bir şeyin gelecekte 'yan­
l ışlanma'sı, ya n l ışlığının kan ıtlanması ihtimalinin her za man açık
olduğu öne sürü l ü r. O sadece iki karşı örnek verir. "Bütün kuğu­
lar beyazd ır" tezini çürütmek için, Avustralya'da görü lebileceği
gi bi, sadece bir siyah kuğu n u n gözlemlenmesini yeterli bul ur.
Aynı şekilde, g ü neşin ya rın doğacağı öngörüsünde bulunabil ir,
fakat meydana gelinceye kadar bu öngörüyü kan ıtlayamayız.
Bu yüzden, Popper'a göre,

bütün bilimsel hipotezler geçicidir ve henüz çürütülmem iştir: her


bilimsel bilgi geçici, uygulanabilir ve şimdiye kadar mevcut ola­
nın en iyisidir.
Popper'a göre, bu yüzden, bilimsel yöntem i n gerçek özü doğru-
YALlNLAŞMA VE VARSAYlM 371

lama olamaz, aksine ya nlışla madır ve öyle o l m ası gerekir. iyi bir bilim
(bi l i m insanları n ın gözü pek yeni fikirler ve hipotezler geliştirmeye ve
böyl elikle testler ve deneyler yapmaya teşvik edilecekleri, onların bu
fikirler veya h ipotezlerin doğru l uklarını kan ıtla maya değil, aksine
çürütmeye veya yan l ışlamaya özendirilecekleri) bir deneme-ya n ılma
veya varsayım-çürütme sürecini içerir. Bu sayede, zayıf ve yetersiz
teoriler hızla ayıklanacak ve sadece en güçlü fikirler gelecekte sı­
nanmak üzere ka lacak ve bilimsel bilgi ve an layıştaki bazı geçici ge­
l işmelere temel o l u ştu raca klardır.
Bu yüzden Popper için, iyi bir bil imsel teori, yan l ışlanabilir olan,
doğa d ünyası ve topl u m sa l d ü nya hakkında smanabilecek iddialar ve
öngörüler gel iştiren bir teoridir. N ewton'un yerçekimi teorisi, yüzyıl­
dır sınavlardan başarıyla geçen birçok fa rklı, büyü k ölçüde sınana bilir
tezler gel iştirerek ve böylece bil imsel bilgideki önem l i gelişimierin
temelini o l uşturarak, bu ölçütü karşılamıştır. Fakat yanl ışlama onun
otoritesini za manla yıkar ve Einstein'ın -şimdiye kadar yirm inci yüzyı­
lın bütün testlerinden başarıyla geçmiş- mu hteşem ve göz kamaştı­
rıcı görel ilik teorisinin yol u n u açar. Kötü bir bil imsel teori, empirik
veya rasyonel olara k sınanamayan, h içbir sınamayla tanımlanamaya­
cak denli genel ve kapsam l ı olan veya destekleyicilerinin eleştirileri
göz a rd ı ettikleri ve öngörü leri ya n l ış çıktığ ında sadece d üzeltmekle
yetindikleri bir teoridir. Popper burada özellikle, sözde veya 'sınana­
maz' bilimler olara k gördüğü Ma rksizm'e ve psikanal ize yüklenir.
i lk formülasyonlarından bazılarında, [Marksist] öngörüler sınana­
bilir ve gerçekte yanlışlanabilir bir yapıdaydı. Ancak Marx'ın izle­
yicileri, çürütmeleri kabullenmek yerine, hem teori hem de kanıt­
lar üzerinde fikir birliği sağlayabilmek amacıyla onu yeniden yo­
rumladılar (Popper, 1 963).
Bu yüzden, Popper için, bilimi bilim-ol mayandan ayıran şey, bi­
l i msel düşünceler ve bilgi lerin ya n l ışlanabilirliğidir; bu d u rum bilim­
sel bir teoriyi asla tüm üyle ka n ıtlayamayaca ğ ı m ız a n lamına gelse
bile, bu sürekli sınamalar bizi hakikate kademeli olarak daha da yak­
laştıracak, yavaş yavaş gerçekliğin birçok katmanı üzerindeki örtüyü
ka l d ı racaktır. Daha önemlisi, halihazırda onun bize sağladığı pratik
amaçlar ku llandığı mız teknolojiler ve sosyal politikalarımızın temel ini
oluşturacak 'nispeten' sağlam bir zemin, ancak daha rad ika l yazarla­
rın önerdikleri türden kapsamlı bir toplumsal m ühend islik için değil,
a ksine kademeli bir sosyal reform için yeterince sağ l a m bir zemin
yaratacaktır. Popper, bu yüzden, sosyal bilimlerin kendisinin önerdiği
bilimsel varsayım ve çürütme ya klaşımını benimsedikleri takdirde
'bilimsel' olabileceklerine inanır. Bunu nla beraber o, sosyolojik teori
372 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

eleştirilerinde, özell ikle bu konuda ileri giden ve geleceğin toplumu­


na ilişkin öngörüleri n i n b i limsel ve kaçı nılmaz olduğunu iddia eden
Marksizm eleştirilerinde oldukça serttir. Popper, Açık Toplum ve Düş­
manlan'nda, bu tür tarihsici teorilere temel bir eleştiri başlatır ve bu
dogmaların kapalı zihinleri n i n a lternatif veya eleştirel algılar veya
kanıtları dışladıkları n ı öne sürer -bu Popper'ın yanlışlama düşü ncesi­
nin asıl özü n ü, bilimsel teorileri kan ıtlama ve kurm a n ı n tek pratik
yolunu oluşt u ru r. Yan l ışlama, tanım gereği, sadece, bütün teorileri
sürekli bir varsayım ve çürütme sürecinden geçiren açık zihinleri
teşvik eden açık toplu m larda işleyebilir. B u titiz u yg u lama sonucunda
aya kta ka labilenler eleştirel övgüyü hak ederler. Bir teori zama n ı n
sı navından n e kadar uzun süre geçebili rse, gerçeğe mu htemelen
daha yakın d ı r. Kapalı toplumlar, ona göre, kapalı zihinlere sah iptir.
Onlar, ortodoksin i n yönetimine i nanç ve bağ l ılığı teşvik ederler ve
böylece eleştiri orta m ı n ı ve alternatif görüşleri bilinçli olara k engel­
lerler. Bu topl u mlar, bu itikatlar, Popper'a göre, ilerleyemez veya asıl
gerçekiere ulaşamazlar. Bu yüzden o, bir felsefe olara k ve geleceği n
toplu m u n u n b i r temeli olarak Marksizm'e keskin v e şiddetli bir h ü ­
c u m başlatı r.
Avusturya'da dü nyaya gelen ve kendi a n avata n ı nda faşizmin ve
Doğu Avrupa'da komün izm im yol açtığı yıkımiara tanık olan Pop­
per'ın Ma rksizm'e ve diğer 'totaliter' teorilere karşı öfkesi büyük öl­
çüde a n laşılır bir şeydir.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Popper'ın doğ rulamadan ziyade bir sü reç olara k bilim an layışı, bilim
insa n larının gerçekte yaptıkları ve yapmaları gereken şeyin doğru bir
açı klaması olarak yayg ı n kabul gördü. Böyle bir tez, hem son derece
rasyonel ve nesnel bir faal iyet olara k popüler bili msel yöntem an layı­
şını, hem de, din ve mistisizm gibi 'disipl inler'in sınan ması imkansız
iddialarının aksine, deneylenen, sınanan ve doğru bir şey olarak bi­
l i msel bilgi a n layışını destekler. Ta nınmış matematikçi ve gökbil imci
Sir Herman Bondi'n i n sözleriyle: "Bilim için kendi yönteminden başka
bir şeyi ve kendi yöntemi için de Popper'ın söyledikleri nden başka bir
şeyi yoktur" (Magee, 1 973).
Bununla beraber, Popper'ı n bilimsel buluş modeli şiddetle eleşti­
ril miştir. i l k olara k, pratikte bir teoriyi ya nlışlamak oldukça zordur.
Gerçekte, özel bir deney bir h ipotezi birçok kez çürütse bile, hipote­
zin sahibi hakl ı olara k fikrin değil deneyin hata l ı olduğ unu, farkl ı
koş u l lar altında hipotezin sürdürülebileceğ ini iddia edebilir. Daha
YALlNLAŞMA VE VARSAYlM 373

önemlisi, bir teori şimdi l i k yanlış gibi görünse bile, daha elverişli
bilimsel tekn iklerin gel işim iyle gelecekte onun doğru olduğu gösteri­
lebilir. A.F. Chalmers'ın ( 1 982) beli rttiği gi bi, eğer yanlışlama kesin
olara k en tan ınmış bazı bilimsel teorilere bağl ı l ı k a n l a mına gelseydi,
Newton'un yerçekimi yasası ve Bohr'un atom teorisi dahil h içbir bi­
l i msel teori gel işemeyecekti.
i kinci olarak, Kuhn ( 1 962) ve Feyera bend ( 1 975) gibi yazariara gö­
re, aslında bil imsel buluş süreci rasyonel, eleştirel ve açık fikirli bir
araştırma süreci olmaktan uzaktır. Aksine, bilim insanları gerçekte
dışardan eleştiriye karşı oldukça ka palı ve muhafazakar bir topluluk
oluştururlar. Feyerabend modern bil i msel yöntemi özensizlik, gizl i li­
ğe eğ ilimlilik ve hayal gücünden yoksunl ukla eleşti rir ve daha bir
spekülatif ve 'terk edelim' yaklaşımını ta lep eder. T.S. Kuhn, bilim
insanlarının 'normal' bilim dönemlerinde doğ ruluğu sorg u la nmayan
ve alternatif fikirlerin dışlandığı veya reddedildiği belli bir teori veya
paradig maya kilitlend iklerini öne sürer. Sadece bu hakim pa rad igma
bir 'kriz' noktasına u laştığı nda, ona karşı ka n ıtlar a rtı k göz a rdı edile­
meyecek denli buna ltıcı olduğunda bir 'bili msel devrim' yaşanır ve
yeni bir paradigma tüm mevcut bilimsel bilgiyi kontrolü altına alır ve
onları yeniden a nal iz eder. Bu yüzden Popper, mevcut bilginin göreli
ve geçici olduğunu kabul etmesine rağmen, ni hayetinde nesnel
gerçeklik ve hakikate u laşacağı mıza inanır. B u n unla beraber, Kuhn
gibi yazarlar için, bilgi ve hatta bilimsel bilgi görelidir; mevcud iyeti ve
anlamı içinde yorumlandığı teorik çerçeveye bağlıd ır.
Bu eleştirilere rağmen, Popper'ın yan l ışlama tezi bilim felsefesin­
de önemli bir gelişme sağlam ıştır ve popü la ritesi hala yü ksektir: fakat
bunun nedeni, en azından, insanın a n la ma yetisinin sınırlı lıkları ve
yanılma payın ı ka bul etmesi değil, her şeyi açıklad ığını iddia eden
daha az titiz bazı teorilerin yerine, insan bilgisinde ve topl u mda ka­
demeli ve eleştirel bir ilerlemeyi ö nermesidir.

AYRlCA BAKINIZ
• POZiTiViZM, PARADiGMALAR VE BiLiM SOSYOLOJiSi -bir bilim
olarak sosyoloji hakkındaki tartışmanın bir parçasını oluşturan üç fikir
olarak

OKUMA ÖNERiSi
MAGEE, B. ( 1 973), Karl Popper, Fontana
374 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

iLERi OKUMA ÖN ERiLERi


CHALMERS, A.F. ( 1 982), What is this Th ing Called Science?, OUP
FEYERABEND, P. ( 1 975), Against Method, New Left Books [Yönteme Hayır,
Türkçesi: Ahmet i nam, Araştırma Yayıncı lık, i stanbul, i kinci Basım, Ağus­
tos 1 99 1 ]
KUHN, T.S. ( 1 962), The Structure of Scientific Revolution s, Chicago Un iversity
Press; 2nd ed. 1 970 [Bi limsel Devrimierin Yapısı, i ngilizce'den Çeviren: Ni­
lüfer Kuyaş, Alan Yayı ncılık, Biri nci Baskı, Ekim 1 982]
POP PER, K. ( 1 984), The Logic of Scientific Discovery, Hutchinson, 1 934 [Bilim­
sel Araştırmanın Mantığı, Çeviri: i lknur Aka, i brahim Turan, Yapı Kredi Ya­
yınları, i stanbul, Mart 1 998]
POP PER, K. (1 945), The Open Society and its Enem ies, Routledge & Kegan
Paul [Açık Toplum ve Düşmanları, 2 Cilt, Çeviren: Mete Tunçay, Remzi Ki­
tabevi, i stanbul, 2000]
POP PER, K. (1 957), The Poverty of Historicism, Ro utledge & Kegan Paul [Ta­
rihselciliğin Sefaleti, i nsan Yayınları, Haziran 1 998]
POP PER, K. ( 1 963), Conjectures and Refutations: The Growth of Scientific
Knowledge, Routledge & Kegan Paul
POPPER, K. (2001 ), Daha i yi Bir Dünya Arayışı: Son Otuz Yılın Makaleleri ve
Bildiri leri, i lknur Aka, Yapı Kredi Yayınları]
POPPER, K. (2005), Hayat Problem Çözmektir: Bilgi, Tarih ve Politika Üzerine,
Çeviri: Ali Nal bant, Yapı Kredi Yayınları]
POP PER, K. (1 972), Objective Knowledge. An Evolutionary Approach, Ciaren­
don Press

SINAV SORULARI
1 "Sosyologlar doğa bil i m lerinin yöntemlerini kullanamazlar; ancak yine
de sosyoloj i bilimsel olabilir." Tartışınız. (Oxford Komisyonu, Mayıs
1 985)
2 Sosyoloji ve doğa bilim leri arasındaki benzerl i k ve farkl ı l ı kları inceleyi­
n iz. (AEB, Kası m 1 988)

Çeviri: Ümit Tatlıcan


Yap1sal-lşlevselcilik
Talcott Parsons

Talcott Parsons ( 1 902-1 979), genel­


likle Amerika'da, bir ölçüde i ngiliz
sosyolojisinde 1 940-1 950 yılları
arasında egemen kon umda olan
yapısal işlevsekiliğin kurucu babası
olarak kabul edil ir. Parsons ABD,
Calorada Springs'te bir Cemaat
papazı ve kolej öğretmeninin oğlu
olarak dü nyaya geldi. i lk derecesini
Amshert Col lege'ta alan Parsons
(1 920-1 924), l isansüstü eğitimini
London School of Economics'te
( 1 924-1 925) ve -ünlü a ntrapolog
Malinowski'den ve 'Weber Çevre­
si'nden etkilend iğ i- Heidel berg
Ü n iversitesi'nde yaptı ( 1 925-26); 1 926'da Harvard Ü niversitesi'ne
okutman olarak ata ndı ve akademik kariyerinin kalan kısmını burada
geçird i. Robert Merton, Kingsley Davis, Neil S melser ve Harold Gar­
finkel gibi tü m bir lisansüstü öğrenciler kuşağına ilham kaynağı oldu
ve ı so'nin üzerinde kitap ve makale yayın ladı.
Temel çalışmaları :

• Sosyal Eylemin Yap1s1 ( 1 939)


• Genel Bir Sosyal Eylem Teorisine Doğru ( 1 95 1 )
• Sosyal Sistem ( 1 95 1 )
• Toplumlar: Evrimci ve Karştlaştlfmalt Perspektifler ( 1 966)
Parsons' ı n genel a macı, Du rkheim ve Malinowski'den Freud ve We­
ber'e kada r, sosyolojideki ve genellikle sosyal bil i m lerdeki temel
376 SOSYOLOJIDE TEMEL FiKiRLER

fikirlerin -sadece toplumun yapısını değil, bireyin davranışını da


açıklaya bilecek tam bir teorik çerçeve içinde- sentezini yapmaktı.

FiKiR
Ya pısal-işlevseki düşü ncenin kaynağı Talcott Parsons'ın yazılarıdır.
Ya pısal-işlevselcilik tüm bir sosyologlar kuşağ ına ilham kaynağı oldu
ve 1 930'1u ve 70'1i yıllar a rasında Amerika ve Batı Avrupa'daki sosyo­
lojik düşünceyi hakimiyeti a ltına aldı ve sonuçta h içbir alternatif teori
veya yaklaşı m ı n itiraz ederneyeceği tek 'sosyoloji' hal ine geldi. Ancak
'işlevselcil ik' olara k bilinen sosyolojik perspektifin kaynağı Parsons
değildir -bu yaklaş ı m Comte ve Spencer'a ve özel l ikle Darwin'e götü ­
rülebil ir. Parsons'ın yaptığı şey işlevselciliğe 'yapı'yı getirmesi, top­
l u m u n kendi üyelerinin üstünde ve ötesinde kendine ait bir hayata
ve yapıya sahip ca n l ı bir varl ık olduğu d üşü ncesini teorik ve bilim sel
bir önerme hal i ne getirmesidir. i şlevseki yazarların topl umun işleyiş
biçi mini açıklamakta kulland ıkları genel benzetme, sürekli değişen
bir çevrede varl ığını sürd ü rebilmek için ada pte o l maya ve evrimleş­
meye, 'denge'si n i korumaya ve kendi bedeninin her parçası n ı n d üz­
gün şekilde işlerliğ i n i sağlamaya çalışan bir organizma benzetmesidir
(bkz. Anomi).
Parsons bu benzetmenin yanı sıra bir sistem ler yaklaşı m ı kullan ı r.
O, tü m topl umları, oldukça farklı a lt-sistemlerden oluşan, hepsi karşı­
l ı kl ı i l işki ve bağı m l ı l ı k içindeki bağı msız ve kendine-yeten sistemler
olarak görür. N itekim örneğ in, ekonomik sistem vasıflı işçiler için
eğitim sistemine, okullar gelecekteki öğrenci leri için a ileye bağ ı m lı­
dır. Bu alt-sistem lerin her bi ri, bir toplu m u n varl ı ğ ı n ı sürdürebil mek
için yerine getirmesi gereken dört temel zaruretin veya temel ihtiya­
cın karşılanmasına katkıda bulunur. Bunlar i ngil izce'de dört temel
kavra m ı n baş harflerinden kısaltılarak kısaca 'A.G.I.L.' biçiminde ifade
edil ir. [A = Adaptasyon; G = Amaca Ulaşma (goal attainment); 1 =
B ütünleşme (integration); L = Va rlığını sürd ü rme (latency) - C. Ö .]

• Adaptasyon (uyum/uyar/anma) Her toplum kendi üyelerinin gı­


da, giyim ve barı n ma ihtiyaçları n ı karşılama k zoru ndad ı r; bu
yüzden, kendi kaynaklarını üretmek ve dağıtımlarını yapmak ve
dış çevreye uyum sağlamak için ekonomik bir sisteme ihtiyaç
d uyar.
• Amaca ulaşma. Her toplum kendi hedeflerini bel i rlemek, karar­
lar vermek ve organizasyonlar yaratmak zorundad ı r ve bu yüz­
den bir siyasal sisteme ihtiyaç d uyar.
YAPISAL-iŞLEVSELCiLiK 371

• Bütünleşme (entegrasyon). Her top l u m bi r aidiyet, toplu­


l u k/cemaat duygusu ve ortak bir kimlik yaratmak zorundadır. O
toplu msa l böl ü n meler ve çatışma ları engellemek zoru ndad ı r,
aksi takdirde çözül meye uğrayacaktır. Bu yüzden, o, yerleşik
davranış kura l ları (di n), iletişim (medya) ve sosyal kontrole (hu­
kuk, mahkemeler, polis ve h a pisha nelerı ihtiyaç d uyar.
Varliğim sürdürme. Diğer bütün türler gibi, her topl um, kendini
meydana getiren üyeler sürekli ölse ve onların yerine yenileri
gelse bile, varlığını deva m ettirmeye ça l ışır. O, kendi kuralları,
adetleri ve kültürünü kuşaktan kuşağa aktarmaya çal ışır ve bu
örüntü/ka l ı p deva m l ı lığı, Parsons'ın teorisinde, esas olara k ak­
rabalık sistemine, çocuğ u n sosyalleştiği a ileye bağl ıdır. Bu süreç
okul, medya, kil ise ve h ukuk gibi diğer topl u msal kuru mlarla
pekiştirilir. Bu dört zaru ret büyük ölçüde top l u m tarafından kar­
şılanmak zoru ndadır, ancak topl umun d üzg ün olara k işleyebil­
mesi için a lt-sistemlerin (alt-alt-sistem lerin) de görevlerini yeri­
ne getirmeleri gerekir.

Durkheim'den kuvvetle etki lenen Parsons, temel değerler sistemini


"istikrarlı ve etkili bir sosyal sistemin kalbi ve damarla rındaki ka n"
olara k görür: bu temel değerler sistemi, uygu n şekilde kurulduğun­
da, sadece tüm farkl ı alt sistemlerin mükemmel eşza m a n l ı l ığını sağ­
lamakla kal mayıp, bireyin entegrasyonunu tem in eden değerler
kodu ve norm lar setinden o l uşur: temel değerler sistemi sayesinde,
herkes ve her şey m ü kemmel uyum içindedi r ve sistem d üzgü n ola­
rak işler. Ancak, toplu mlar, her biri kendine has bir kişil iğe, tutku ve
arzulara sahip olan (çoğu kez) milyonlarca insa n ı, bel irli toplumsal
temel noktalarda ortak bir amaçlar topluluğu doğrultusunda dav­
ranmaya zorlayarak, nasıl bütünleştirir, uyu m l u kılar ve motive eder­
ler? Parsons'a göre, bu s ü reç sosyalleşme, sosyal kontrol ve rol leri n
gereği gibi oynan masıyla sağlanır. Her birey -bir ebeveyn, bir işçi, bir
yurttaş ola rak- oldukça farkl ı rolleri yerine getirmek zoru ndadır; her
ne kadar d iğer insanların beklentileri bireyi etki l i bir rol oynamaya ve
sosyal kontrol sistemi de bu görevleri gerçekleştirmeye zorlasa bile,
gerçek etkil iliğin kaynağı insan ların sosyal sisteme bağ l ı l ı klarıdır. Bu
'içsel' güdülenmenin kaynağı etkili sosyalleşme, kendi çocuklarını
uyg u n biçimde yetiştiren, toplumun yayg ın değerler ve normlarını
onlara öğreten ebeveynlerd i r; böylece değerler ve norml a r içselleşti­
ril i r ve çocuğun bil inci, hatta vicdanı haline gelir. Bu yüzden, Durk­
heim gibi Parsons da, temel değer sisteminde a h laklılığın önemini
vurgular. Freud ve davranışçılık üzerine a raştı rmaları Parsons'ın ço-
378 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

cukları toplumun kültürü n ü n içine akıtı lacağı içi boş kovalar olarak
gö rmeye iter ve o böylece i nsan davra nışı ve kişi l iğini ödü l ve ceza,
sevgi ve şefkat a racılığ ıyla, çocuklara top l u ma uygun biçimde nasıl
davra nmaları gerektiği öğretilerek özell ikle anne babaların şekillen­
d irmesine açık bir şey o larak görür. Sapkın davranış, böylece, esasen
yetersiz sosya lleş meye göre açıklan ır: burada sağl ı ksız ve anti-sosyal
davranışı s ınırland ırmak veya tecrit etmek için sosyal kontrol kuru m­
larına (pol is ve m a h kemelere) gerek vardır
Parsons, toplumsal norm lar ve değerleri iki temel kategoriye ayı-
rır:

• Gruba bağl ılık (partikülarizm), d uygusal l ı k ve kollektif yönelim


gibi özünde anlam veya d uygu yüklü olanlar.
• Başarı, kend i ni-disiplin ve bireycilik gibi araçsa l veya ödeve-
yönelik olanlar.

Bu kal ı p değişkenler, Parsons'a göre, farkl ı bütünleşme/entegrasyon


ve denge d üzeylerini ve ayrıca fa rkl ı toplu m tipleri n i temsil ederler.
Daha gelişmiş toplumlar, örneğin, etki l i işleyiş için daha araçsal de­
ğerlere yaslanırlarken, küçük toplumlar daha kişisel ve duyg u bel irtici
değerler üzerine kuru l u rlar. Benzer şekilde, farklı toplu msal kurumlar
farklı değerler üzerine kurulud ur. Aile, örneğin, özünde duygusa l bir
kurum ve bir 'duygu sığınağı' iken, fa brika l a r genel l ikle kişisellikten
uzaktır ve aslında sonuçlarla i l g ilenirler.
Böyle bir ayrım Du rkhei m'in mekanik ve organik dayanışma yak­
laşı m ıyla büyük benzerli kler taşır. Parsons, sosyologların bir toplu m u
a naliz etmek i ç i n a s ı l çatışma ve geri l i m kaynaklarını- yani, bir a l t
sistemin değer v e normları ile b i r başka a l t sistem i n değer v e normla­
rı a rasındaki 'uyg u n luğun' bulunmadığı ala nları- tespit etmeleri
gerektiğini öne sürerek idd iayı daha da genişletir; ve bütünleşmeyi
artırmak, bireyin bir top l u msal kurumdan d iğerine geçişine yardımcı
olmak için yollar önerir. Ö rneğin, oku l l a r gençleri değişen iş d ü nya­
sında daha iyi o l maya hazırlayacaklardır. Bu yüzden, Parsons'ta sosyal
sistemin özünü denge, bütünleşme ve konsensüs ol uşturur. Bütün
top l u msal çatışma biçimleri genel l ikle istikrara ve topl u m u n işleyişi­
ne karşı bir tehdit olara k algılanır ve ortadan kaldı rılmaları gerektiği
düşünül ür. O, topl u mun büyük ölçüde tam bir birim olara k işlediğini
ve nasıl bireyleri kendine uygu n hale nasıl getirdiğini göstermek
istemiştir. Parsons için, sosyal sistem bireysel kişil ik tarafı ndan içsel­
leştirilen ve topl u m u n kendi bireyleri için geliştird iği roller, normlar,
beklentiler ve kural lar aracıl ığ ıyla işleyen kuru msa l laşmış bir kültür
kalıbıdır.
YAPISAL-iŞLEVSELCiLiK 379

KAVRAMSAL GELiŞi M
Talcott Parsons tutarlı bir sosyolojik iradeci ana l it i k toplumsal eylem
teorisi geliştirmek ister. O insa n eylemini otomatik, zora daya l ı veya
salt bencil tepkiler o larak beti m l eyen davran ışçı teorilere karşı çıkar.
Parsons, daha ziyade Durkheim ve Weber'in çalışmalarından yararla­
narak, sistematik sosyal sistem a na l izini bir sosyal eylem teorisiyle
birleştiren bir sosyal siste mler yaklaşı m ı geliştirmeye ve böylece
bütün bir bireysel ve grupsal etkin l ikler kaosundan bir sosyal düze­
nin nasıl ortaya çıktığ ı n ı ve va rlığ ı n ı sürd ü rdüğünü ve bireyi to plumla
nasıl bütünleştird iğini açıkl a maya çalışır.
Parsons bu çerçeveden hareketle, örneğin, çekirdek aile ve hasta­
lık rol ü kon usunda m ü ke m mel empirik araştırmalar üretmiştir. O
Davis ve Moore'un ( 1 976) sosyal tabakalaşma ana lizi gibi işlevselci bir
araştırmalar kuşağına esin kaynağı oldu; g ü n ü m üzde bile işlevselci
düşünceler sosyolojik d üşüncenin temel bir kaynağını oluşturmakta­
dır.
Ancak, 1 960'1arın sonları nda, Amerikan topl u m u ndaki konsensüs
Siya h ların aya klanmaları, Vietnam Savaşı ve yurttaşlık hakları nede­
niyle bozul urken, yapısal işlevselciliğe karşı eleştiriler de arttı:

• Parsons'ın i nsan doğası a n l ayışı, aşırı determin ist olduğu, insan­


ları kişil i k veya özgü r iradeden yoksun 'ku kla lar' gibi gördüğü
için eleştiri lmiştir. B u resi m kesinl ikle Parsons'ın sonraki çalış­
ma larında çizil m iştir, ancak o, başlangıçta, Weber'in toplumsal
eylem, seçim ve a n l a m üzerine vurgusundan, Freud'un bireyin
özgür iradesi ile topl u mun kontrol ihtiyacı a rasındaki geri l i m
düşüncesinden büyük ö l ç ü d e etkilendi. Ancak, Sosyal Sistem
döneminde ( 1 95 1 ), bu 'öznel' anlayış yerin i sosyal makinenin
d işlileri olara k i nsan betim l e melerine b ı raktı. Parsons'ın çal ış­
ması bir toplu msal eylem perspektifi olarak başlasa da, bu ana­
l iz gelişirken sosyal sistem öne çıka r ve birey sosyal leşme sü re­
cinin hareketsiz, pasif bir parçası hal ine gelir.
Onun teorisi topl u m sal konsensüs ve d üzene aşırı vurguda bu­
l u n u r. O, gücün etkisi n i göz ardı eder ve hızlı, öze l l i kl e devrimci
değişmeleri açı klayamaz. Bu eleştirileri cevapland ıran Parsons,
top l u mların, doğa g ibi, belirli evrim aşa malarından geçerek ge­
lişip olg unlaştıkları n ı öne s ü rerek, teorisine 'evrimci' fikirleri
dahil eder; ve bir çatışma kaynağı olmaktan çok kol lektif eyle­
me yard ı mcı olabileceğini düşündüğü bazı g üçleri anal iz eder.
380 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

• O oldukça 'muh afazakar' bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım, herkesin


topl u m u n hedefleri ve değerleri kon usunda fikir birliği içinde
olduğunu, rızayı varsayar ve sadece to plumun nasıl işled iğini
açıklamakla ka l m az, aynı zamanda -her tür topl u msal kurumun
belirli bir işlevi yerine geti rdiği için varo lduğu ve olması gerek­
tiğini iddia ederek- bu d üzeni meşrulaştı rır. Böylece o, bazıları­
n ı n to pluma kendi hedefleri ve değerleri ni empoze etme 'g ü­
cü'nü göz ardı eder ve mevcut sosyal sistemleri reformd a n ge­
çirecek ya da eleştirecek hiçbir gerçek çe rçeve sunmaz.
• O, Batıl ı özg ü rl ü kçü s istemlerin, özgür g i rişimci ekonom i ve li­
beral demokrasi lerin doğal olara k en iyi sistemler olduklarını
iddia eden fazlasıyla 'Amerika n ' bir ya klaşımdır.
• Onun ça lışmaları çoğu kez oku n ması zor yazılard ı r, 'bil imsel'
teknik bir dil ve soyut teorilerle doludur; argüma nlarının çoğu
teleolojik/erekl id ir: bu erekçi yaklaşı m l a rda, bir sonuç aslında
neden olarak ve t ü m toplumsa l kurumlar da işlevlerine göre
açıklan ır. C. Wright M ills'ın alaycı ifadesiyle 'bu l a n ı k bir laf kala­
balığ ı'.

Parson s'ın (açı k ve gizli işlevler ve olumsuz-işlevler kavramlarının


sahibi) Robert Merton ve (bütünleştirici güç olara k çatışma fikrinin
sa hibi) Lewis Coser gibi öğrencilerinin girişimleri ya pısalcı-işlevsel­
ciliğin zayıflamasını sadece geçici olara k d u rdurmuştur ve 1 970'1er ve
80'Ierde Marx ve Weber'in daha radikal ve çatışma yönel i m l i yakla­
şımları Britanya ve Avrupa'da daha fazla (ancak belki de Amerika 'da
daha az!) sosyoloj i k bir moda haline gelmiştir. Kend i n i eleştiren ierin
iddiaları n ı n aksine, Parsons toplu m u n işleyişi ve bütünlüğünün so­
runlu olduğunun çok iyi farkı ndad ı r. Modern toplum, özel l ikle ta­
mamen uyu m l u bir kurum o larak resmedilen Amerika oldukça
komplekstir. Da h a ziyade, onun sistemin işleyişi, adaptasyon ve den­
gelenme g i bi tüm kavra mları normal hayatın tüm geril i m leri ve ça­
tışmalarından d üzen in ortaya çı kmakla ka l mayıp nasıl va rlığ ını sür­
d ürdüğünü açıklamaya çal ı şır. Parsons kültürü sosyal sistemi n en
temel özelliği olara k alır ve sosyal değişmeyi evri m ve sistem adap­
tasyonu gibi kavram larla a çıklamaya çal ışır. Buna karşılık, sınıf çatış­
ması ve devrimci değişme gibi Marksist fikirleri reddeder ve kendi
dönemindeki sosyal çatışmalar -Nazizm, ırkçıl ı k ve sapma- konula­
rında yoğun olara k yazar, a n cak onun çözümleri muhafazakar değil
l i bera l tondad ır, sosyal sisteme adaptasyonlar ve özelde d evrimler­
den ziyade sosya lleştirme ve eğitimin gelişimine duyulan i htiyaç
vurgulanır. O çatışmanın varl ığını ka bul eder, fakat çatışmayı sosyal
YAPISAL-iŞLEVSELCiLiK 381

sistem in temel özelliklerinden biri olarak almak yerine, sistem içinde­


ki gerilime indirger. O liberal demokrasiye desteğini açıkça ilan eder
ve totalitarizm ve ırkçılığa karşı kesin tavır a lır.
i şlevsekilik yoğun akademik eleştiriler alsa da, onun m i rası ol­
dukça önemlid ir. Heine Andersen'ın (Andersen and Kaspersen, 2000:
1 32) ifadesiyle, o "rol, norm ve kurum gibi, sosyol ojin standart dona­
nımı hal ine gelmiş, işlevseki düşünceyi büyük ölçüde yönlendiren
bazı temel kavra mlar" gel iştirmiştir. Parsons'ın fikirlerinin çoğu
1 980'1erde yeni-işlevseki l i k tarafı ndan, özellikle Jeffrey Alexander'ın
ça l ışmasıyla ve hatta bu yaklaşım ve kavramlardan yara rlanan Ha­
bermas ve Lu hmann gibi yazarların sistem yaklaşımlarıyla yeniden
canlandı rı l m ış ve yenilenmiştir.
Günü müzün çatışma la rla dolu ve böl ünmüş d ü nyasında, yapısal
işlevselci l i k, oldukça mu hafazakar, hatta arka ik ve sosyolojik açıkla­
mayla daha az il intili olarak görünse bile, sosyolojinin bağ ı msız bi­
limsel bir disiplin olarak kurulmasında temel bir adımı o luşturmuştur.
O savaş-sonrası Batı d ü nyasını hakimiyeti altına aldı ve halen top­
l umsal d üzen ve bütünleşmenin açıklanmasında büyük bir değere
sahiptir. Onun yirmibirinci yüzyılı yirminci yüzyılda olduğu biçimlen­
dirip biçimlend irmeyeceğ ini zaman gösterecektir. Robert Merton'ın
ifadesiyle: "Talcott Parsons'ın ölümü sosyolojide bir çağın bittiğini
gösterir. [Yeni bir çağ] başladığ ı nda . . . onun bize bıra ktığı büyük bir
sosyolojik d üşünce geleneği bu çağı kesin l ikle güçlend irecektir"
(aktaran, Ritzer, 1 996: 239).

AYRlCA BAKINIZ
• POZiTiViZM
• SOSYAL DARViNiZM ve Durkheim'in işlevsekiliğin bu modern yo­
rumu için temel materyal olarak TOPLUMSAL DAYANIŞMA konu­
su ndaki görüşleri
• FENOMENOLOJi ve SEMBOLiK ETKiLEŞiMeiLiK -çok farklı toplum­
sal yapı ve değişme yoru mları için
• TARiHSEL MATERYALiZM ve türleri
• YAPISAL MARKSiZM ve ELEŞTiREL TEORi -konsensüsten ziyade
çatışma üzerine kurulu bir başka alternatif için
• YAPILAŞMA -topl umsal yapı ve bireysel eylemi bir araya getirmeye
çalışan 'geç modern' bir girişim olarak
382 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

OKUMA ÖNERiSi
HAMILTON, P. (1 983), Talcott Parsons, Tavistock -bir giriş ve i n celeme.

i LERi OKUMA ÖNERiLERi


ANDERSEN, H. (2000), 'Functionalism', Ch. 1 4, Part ll, Anderson, H. and
Kaspersen, L.B. (eds.), Classical and Modern Social Theory, Blackwell, Ox­
ford
COSER, L. (1 956), The Functions of Social Conflict, Free Press, New York
DAVIS, K. AND MOORE, W.E. (1 967), 'Some Principles of Stratification', Bendix
R. and Lipset, S. M. eds. Class, Status and Power, Routledge & Kegan Paul
FAURKE, H. (2000), 'Neo-Functionalism', Ch. 1 S, Part ll, Anderson, H. and
Kaspersen, L.B. (eds.), Classical and Modern Social Theory, Blackwell, Ox­
ford
HOLTON, R. (1 998), 'Talcott Parsons', Ch. 7, Part 1, Stones, R. (ed.), Key Sociolo­
gical Thinkers, Macmillan, Basin gstoke
ROBERTSON, R. AND TURN ER, B.S. (EDS.) (1 99 1 ), Talcott Parsons: Theoristof
Modernity, Sage, London
PARSON S, TALCOTI. (1 939), The Structure of Social Action, McGRawH ill
PARSONS, TALCOTI. ( 1 95 1 ), The Social System, Free Press
PARSONS, TALCOTI. AND SHILS, E.A. (EDS.) (1 95 1 ), Towards a General Theory
ofAction, Harvard University Press
PARSON S, TALCOTI. AND SHILS, E.A. (EDS.) (1 964), Social Structure ofPersona­
lity, Free Press
PARSON S, TALCOTI. AND SH l LS, E.A. (EDS.) (1 966), Societies: Evolutionary and
Comparative Perspectives, Prentice-Hall
PARSONS, TALCOTI. AND SH lLS, E.A. (EDS.) (1 967), Sociological Theory and
Modern Society, Free Press
PARSONS, TALCOTI. AND SH lLS, E.A. (EDS.) ( 1 971 ), The System of Modern
Societies, Free Press
PARSONS, TALCOTI. AND SH lLS, E.A. (EDS.) (1 977), The Evolution of Societies,
Prentice Hall
SICA, A. (1 998), 'Robert Merton', Ch. 8, Part l l, Stones, R. (ed.), Key Socio/ogical
Thinkers, Macmillan, Basingstoke

SI NAV SORULARI
1 "Sosyoloj i n i n temel bir görevi topl u m u n işleyişini açıklamak ve parça­
lar ve bütün a rasındaki ve bizzat parça lar arasındaki il işkileri a raştır­
m a ktır." Tarış ı p açım layın ız. (WJEC, Ocak 1 987)
2 "Gerçekte i ki sosyoloji olduğu" öne sürü l müştür: "bir sosyal sistem
sosyolojisi ve bir sosyal eylem sosyolojisi. Bir sosyoloji a nlayışı eyle­
min kaynağı n ı sistem olara k görürken, d iğer sosyal sistem a n layışları
topl u msal etkileşimler olara k görür." Bild iğin iz b i r sosyoloji a l a n ı nd a n
YAPISAL-iŞLEVSELCiLIK 383

örnekler vererek bu c ü mleden ne anladığınızı açıklayın ız_ Size göre bu


i ki yaklaşım birbiriyle çel işir m i yoksa birbi rleri n i tamamlarlar mı, kısa­
ca açıklayın ız_ (JM B, Ocak 1 987, Pa per 1 )
3 "Sosyoloj i k teoride temel problem toplumsal yapı ve eylem arasındaki
karşılıklı il işkilerin açıklanmasıd ır." Bu görüşü açıklayınız ve değerlen­
d i riniz. (Oxford Komisyonu, Mayıs 1 987)
4 " i şlevselci aile açıklamaları aile hayatındaki gerilim ler ve söm ürünün
derecesini göz ardı ederler." Tartışı n ız. (AEB, Ocak 1 989, Paper 2)

Çeviri: Cevdet Özdemir


Yerleşim-Temelli S1n1flar
Rex ve Moore

John Rex ( 1 925- ) Kuzey Afrika'da doğdu ve eğitimini Rhodes Ü ni­


versitesi'nde tamamladı. Doktorasını Leeds Ü n iversitesi'nde tam a m­
layan Rex burada 1 949-62 yılları arasında dersler verdi. Birmingham
Ü niversitesi'ndeki iki yıldan sonra Durham Ü niversitesi'ne Sosyal
Teori ve Kuru m l a r Profesörü olara k atandı ( 1 964-70) ve 1 970-79 ara­
sında Warwick Ü niversitesi'nde Sosyoloji Profesörü olara k görev
yaptı. Aston Ü n iversitesi'nde SSRC Birimine Etnik i l işkiler M üd ürü
oldu ve Warwick Ü niversitesi'nde Etn ik i lişkiler konusunda Araştır­
macı Profesör olara k çal ıştı. Şu an CRER'de Emekli Profesör olara k
ders vermektedir.
Temel çalışmaları:

o Sosyo/ojide Temel Problemler ( 1 96 1 )


o Sosyolojik Teoride Irk ilişkileri (1 970)
o Bir ingiliz Kentinde Sömürge Göçmenleri ( 1 979)
o Irk, Topluluk ve Çat1şma ( 1 967)

Robert Moore ( 1 936- ) Kent'te doğdu. Kral iyet Donanması'ndaki


sekiz yıldan sonra H u l l Ü n iversitesi'nde sosyoloji ve sosyal idare oku­
du. Durham Ü niversitesi'nde 1 965-70 yılları a rasında dersler verdi,
daha sonra Profesör olara k Aberdeen Ü niversitesi'ne geçti. Şu an
Liverpool Ü n iversitesi Sosyoloji Bölümünde Emekli Profesör olara k
ders vermektedir.

FiKiR
1 9SO'Ierin sonu ve 60'1arın başı 'ırk ilişkileri'nin sosyal bilimlerde te­
mel sosyal problem alanı olara k gelişimine ta nık oldu. Amerika ve
Avrupa'daki Siyahlar ve etn i k g ruplar yoksulluk, ayrı mcılık ve önyar-
YERLEŞiM-TEMELLi SINIFLAR 385

gıya karşı protesto larını yükselttiler. Birleşik Devletler'de Harlem,


Detroit ve Watts şehirlerinde S iyah g üçlerin sokaklara yayı l masıyla bir
şiddet ve yıkım dalgası patlak verd i . 1 958 Noth ing H il l aya klan maları
Britanya'da da bir 'ırk savaşı' korkusu yarattı ve Enoch Powell'ın ü n l ü
1 965 'Kan Nehirleri' konuşması g ö ç soru n u n u i ngiliz pol itikası n ın
gündemine taş ıdı. Kent sosyolojisindeki geleneksel insan ekolojisi ve
toplu l u k araştırma ları perspektifleri bu çatışmalar ve sorunları açıkla­
yamad ıkları için, sosyologlar bu dönemde giderek Marx ve Weber'in
daha radikal teorilerine yöneldiler.
Bu a kademik devri m i n ön safl arında Rex ve Moore'un Irk, Topluluk
ve Çat1şma ( 1 967) adlı kita bı ve o n l a rın yerleşim -temelli sınıflar teorisi
vardı. Onların a macı, gelişmiş sanayi toplumları kentlerindeki konut
dağ ı l ı m ı nı, özelde etni k gru pların niçin her zaman iç-kentin (inner
city) getto a l a nlarında kısılıp kald ıklarını, soyutlanmış ve ayrı gruplar
olarak yaşadıklarını açıklamaktı. Bu yaza rlar kon utlaşma ve ırk çatış­
ması a rasındaki il işkiyi göstermeye ça l ıştı lar. Onlar araştı rmalarına
temel olarak, sürekli binlerce Asyalı ve H i ntl iyi kendine çeken bir
kentin a lacakara n l ı k bölgesindeki görün üşte tipik bir 'göçmen kolo­
nisi' olan, i ngilizierin g üven l i bir iş ve kendine a it bir ev rüyasını pay­
laşan Birmingham Sparkbrook bölgesini seçtiler.
Rex ve Moore, insan ekalog l a rı gibi (bkz. insan Ekolojisi), Birming­
ha m'daki konutlaşmanın en içte merkezi bir iş bölgesi ve arada bir
geçiş bölgesi içeren, her biri farklı bir konut tipi ne, yerleşim-temelli
bir 'sı nıf'a ve farkl ı bir hayat tarzına sahip üç ayrı halka tarafı ndan
kuşatıl mış dairevi bir kal ı p sergilediği n i bel irtir -bu kon utlar, iç bölge­
lerde birbirine bitişik işçi sın ıfı evleri, banl iyölerde yarı müstakil orta
sınıf evleri ve bölgedeki çok zengi n lerin otu rduğu müstaki l vii ialar
biçiminde bir düzene sah iptir. Beyaz s ı n ıflar genell ikle konut h iyerar­
şisi n i n tepesine çıka rken, siyah göçmenler geçiş bölgesinin alt sınıf
gecekondularına kısılıp ka l m ışlardır. Rex ve Moore bu ırksa l ayrışmayı
açıklamak için yerleşim-temelli sınıflar kavra m ı n ı gel iştirir. Onlar,
geleneksel ve Marksist sosyologlar gibi mesleği veya ü reti m araçları­
na sahipliği açıklayıcı bir değişken olara k kul l a n ma k yerine, Weber'in
sosyal sınıf ya klaşımını beni mserler: bu ya klaşıma göre, sosyal sınıf
oldukça fa rkl ı 'piyasa kon u m l a rı'na dayanır ve kişi nin hayat tarzı ve
statüsü sadece işi ve gelirine değil, yerleşim gibi temel güç ve zen­
ginlik kaynaklarına da bağ l ı d ı r. On lara göre, evsizler ve beled iye ko­
nutlarında kirada otura n lardan ev sahi pleri ve mal i ka ne sahiplerine
kadar, herkes, konutlaşma h iyera rşisindeki kon u muna göre yerleşim­
temel l i bir sınıfın üyesidir. 'Yerleşim-temel l i bir s ı nıfa üyelik kişinin
ilişkileri ve ilgilerinin, hayat tarzı ve kentsel toplumsal yapı içindeki
386 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

kon u m u n u n bel irlenmesinde birincil önemded i r' (Rex and Moore,


1 967). Bu yerleşi m-teme l l i sı nıflar oldukça kıt ve değerl i kaynakla r ­
banl iyöde bir ev- için 'sınıf m üca delesi' içinded i rler. Kaçı nılmaz ola­
rak, böyle bir m ücadelenin kaza nan ve kaybedenleri va rd ır ve daha
g üçlü gruplar banl iyöde ev ideali ne u laşı rken, daha zayıf konumdaki­
ler daha düşük nitelikteki belediye konutları nda kiracı olarak otur­
ma k zorundadı rl a r ve bu iç-kentte 'konutların ku llanımı konusunda
bir sınıf mücadelesi vard ı r ve bu mücadele toplumsal bir birim olarak
kentin temel bir sü recidir' (Rex and Moore, 1 967).
Fakat onların tezinin bu kısmı, tek başına, özel l ikle Siyah gru pların
niçin alaca ka ra n l ı k bölgelerde topla n d ı klarını ve bu raya kıs ı l ı p ka ldık­
larını açı klayamaz. Rex ve Moore, bu tür ırksal bir ayrışmanın sadece
onların yoksu l l u klarından ve beyaz toplumun yayg ı n ırkçı lığından
değil, ka musal ve özel konut piyasaları n ı n işleyişinden de kaynaklan­
d ı ğ ı n ı öne sürer. Konut firmal arı iş güvenceleri olmadığı için Siyahlara
konut kredisi vermez. Onlar da, belirli bir yerde uzun süre yaşamad ık­
ları için, belediye konutların ı n bekleme l istesine g irmezler. Bu kam u
bürokrasisi v e özel bü rokrasi 'saygıdeğer' beyaz işçilere karşı 'taraflı '
davran ır. Bu yüzden, orta sınıfiara i potek kolayl ığı v e vasıflı işçilere iyi
belediye konutları sağ l a n ı r. Dolayısıyla, Rex ve Moore'un yerleşim­
temelli sınıf tanımı, sadece sahip olunan konut tipini değil, ayrıca bir
grubun konut firmaları veya yerel otoritenin kurallar ve düzenleme­
lerini karşılayabilme kabil iyetini de içerir. Bu temelde, onlar beş ana
yerl eşim-temelli s ı n ıf bel i rlemişl er, fakat bu l iste sonradan yediye
çıkartıl mıştır.

1 Arzu edilen alan lardaki büyük konutların asıl sahipleri


2 Arzu edilen alanlardaki, krediyle 'kendil erin e a it' bir konut edi­
nebilenler.
3 Yerel otorite tarafından yapılan evlerde oturan, yerel otorite n i n
kiracı ları.
4 Yıkım bekleyen gecekondulardaki yerel otoritenin kiracıları.
5 Özel ev sahiplerinin kiracıları.
6 Konut kred isini ödeyebilmek için evlerine pansiyoner almak du­
rum unda ka lan ev sahi pleri.
7 Oda tutan pansiyonerler.

Park ve Burgess gibi (bkz. insan Ekolojisi) Rex ve Moore da, kentin
d ışa doğru sürekli geliş i m i n i, bütün sı nıfları n banl iyöde bir ev idea l i­
ne ulaşmaya ça l ışması gibi, bir tür 'kentsel sıçra ma' olara k görür.
Geçiş bölgesi dışında kal d ı kları nda, konut birl ikleri ve i mar- i skan
Baka n l ı ğ ı tarafından ihmal edildiklerinde, göçmen lerin tek yerleşim
YERLEŞIM-TEMELLi SINIFLAR 387

seçenekleri yüksek faizle ucuz ve basit bir ev satı n almak ve mümkün


olduğu kadar oda ekleyerek evi genişletmektir. Bu yarı-meslek iç­
kentin yerleşim yapısında daha fazla bozulmaya, 'Rachman-benzeri'
m ü l k sahipleri ha kkında artan ş i kayetlere yol açar ve böylece yerel
otorite bu tür m ü l k sahipliğ i ve ol umsuz genişlemeyi d urdurmak için
yeni yasalar ç ı kartır. Nitekim, m a halle saki n leri göçmen leri komşulu­
ğu n kal itesini düşü rmekle suçlarlar ve bu fazla kalaba l ı k hakkında
ırkçı kal ıp-ya rg ılar gel işmeye başlar. Göçmenler, bu nedenle, ayrımcı
politikaların ve konut politikasından sorumlu oteritelerin yetersiz
iskan önleml erin i n kurbanı ve g ü na h keçileridir. Ayn ı şekilde, beyaz
ırkçılık tarafı ndan getto tipi yerleşime mahkum edilen Siya h toplu lu­
ğ u n ya ba ncılaşma ve engellenme derecesi iyice a rtar. Rex ve Moo­
re'un büyük ö lçüde öngördüğü gibi:
Bu alanın sakinlerine karşı ayrımcı bir tutum sürekli olarak çatış­
ma içerecektir. Bireyler statü lerini artırma girişimlerini ayrımcı po­
litikalarla engelleyen bir kentin yazgısı uzun vadede bir tür kent­
sel isyandır (Rex and Moore, 1 967).

KAVRAMSAL GELiŞiM
Rex ve Moore'un yerleşim-temel l i sın ıflar teorisi, g ü n ü m üz kentlerin­
deki konut dağılımının temelini o l uşturan gerçek güçlerin ve ayrıca
bu temel güç ve servet kaynağı n ı n dağılım biçiminin toplu msal eşit­
sizlik ve ırkçı çatışmalarla bağlantısı n ı n parlak ve özg ü n bir açıklama­
sıd ır. Bu teori, doğal 'piyasa güçleri'nden ziyade konutlaşmadan
soru m l u görevlilerin pol itika ve uyg u la maları n ı n nasıl konut yetersiz­
liği ve iç-kent gettoları yarattıkları n ı ve Britanya'da ABD'de olduğu
gibi ırkçı ayaklanmaları n temel lerini nasıl o l u şturd u kları n ı ayd ı n lat­
mıştır. 1 980 ayaklanmaları, aslında, onların öngörüleri nin ne kadar
doğru olduğunu, i l kin St. Pau l ve Bristol, ard ı ndan Brixton, Toxteth
örneklerinde ve daha son ra Birm ingham, Handsworth bölgesindeki
şiddet ve yıkımla göstermiştir. Onların tezi Britanya'daki d iğer iç­
kentlerin ve yerel oteritelerin yerleşim pol itikalarıyla ilişkili bir d izi
araştırmaya i l ha m kaynağı oldu. Londra Hackney Konseyi'nin yeni bir
a raştırması, örneğ in, ırkçı önyarg ı ların çoğu kez konseyin konut tah­
sisi nin temel i n i nasıl ol uşturduğunu açıkça ortaya koyar.
Bu a raştı rmalar, ironik olara k, Rex ve Moore'un tezindeki ciddi bir
yetersizliği ortaya çıka rd ı . Rex'in de sonradan ka bul ettiğ i g ibi,
Sparkbrook tipik bir iç-kent göçmen alanı değildi. Komşu Hands­
worth H i ntliler, Asya l ı lar ve yoksu l beyaz, aslen yaşlı sakin leriyle çok
daha iyi bir örnekti. i kinci olara k, yerleşim-temel l i s ı n ıflar kavram ı
388 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

tümden ciddi b i r eleştiriye uğradı:

• R. Haddon'un bel i rttiği g i bi, Rex ve Moore neden ve sonucu


bi rbirine karıştım görün mektedir. S ize a it bir evde oturmanız
to plumsa l h iyerarş ideki konumunuzun nedeni değil, sonucu­
d u r. Eğer zenginsen iz büyük bir ev satın alabil irsiniz, anca k bü­
yük bir ev satın al mak sizi zengin etmez. Toplu mdaki eşitsiz ko­
n ut dağılımı eşitsiz gelir dağılımının nedeni değil, sonucudu r.
Ayrıca, ev sahipliği yaşam-döngüsünün b i r parçasıd ı r ve deği­
şimler sadece gelirdeki değil, ihtiyaçlardaki değ işim lerle de il iş­
kilidir. N iteki m, küçük çocu kları olan genç bir çift büyük yarı­
müstakil bi r eve i htiyaç duya rken, daha yaşlı bir çift bir a pa rt­
man da iresini tercih edebi l ir. S izin sın ıfsal kon u m unuz ve hayat
tarzınızı bel irleyen evin izden çok mesleğiniz veya gelirin izd ir.
• Konut piyasasında hiçbir iki birey asla aynı konumda olmadığı
için, Rex ve Moore'un yerleşim-temelli sın ıflar l istesine sonsuz
sayıda ekleme yapılabilir. Onlar da bunu i ki kez yapmışlar, fakat
özel yerleşim-temel l i sın ıfları bel irl eyecek ölçütleri ortaya koy­
mamışlard ı r. Ayrıca onların tezleri yerleşim-temel l i sı nıflar a ra­
sındaki değil, daha ziyade bu sınıflar içindeki mücadelelerin bir
tasviridir. Genel likle orta sınıflar özel konut piyasasında birbirle­
riyle mücadele verirken, emekçi sın ıflar iyi veya kötü mülklerde
oturmak için belediye konseyiyle mücadele vermektedirler.
• Çeşitli a raştırmalar bütün toplumsal grupların banliyöde bir ev
özlemi içinde o l madıklarını göstermiştir. Bazıları kesi n likle iç­
kentte yaşamayı tercih eder. Çoğu göçmen bu alanları ucuz ol­
duğu (ve H in d istan ve Pakistan'daki ailelerine daha para fazla
gönderebilecekleri) için veya dostlarıyla beraber yaşamak o n la­
ra kültürleri n i sürdürmeleri n i ve kendini koruma ve ka rşılıklı
yard ı m imka n ı sağladığı için tercih edebilirler. Benzer şekilde,
Davies'in N ew Castle a raştırması ( 1 972), pansiyon tipi ev sahip­
lerinin çoğu kez ucuz m ü l kü son çözüm olarak değil, a ksine bir
para kaza nma aracı olara k satın a l d ı kları n ı göstermiştir.
• Bütün engellere rağ men bazı göçmenler iç-kentteki gettoların
dışına çıka b i l m iş ve daha orta sınıf ban l iyö alanlarla başa rılı bir
bütünleşme sağlayabil mişlerdir (Raddcl iffe, 1 98 1 ).

B u eleştiriler ka rşısında Rex, Britanya'daki Siya hların konumunu


'aşağı s ı n ıf' (underclass) olara k betimleyerek yerleşim-temel l i sın ıflar
fikrinden vazgeçer (Rex and Tomlinson, 1 979). Yine de, Rex ve Moo­
re'un yerleşim-temelli sınıflar teorisi 1 960'Iar ve 70'1erdeki ırk i lişkileri
ve toplumsal çatışma kon usundaki tartışmalara önemli bir katkıyd ı.
YERLEŞiM-TEMELLi SINIFLAR 389

O, bu d önemde kent sosyoloj i s i n d e öne çıkan b irçok yen i ya k l aşımın


ard ındaki teme l i lh a m kaynağı o l mayı h a k etm iştir.

AYRlCA BAKINIZ
• KOLLEKTiF TÜKETiM
• iNSAN EKOLOJiSi
• KENTLEŞME
• KENT iDARECiLiG i

OKUMA ÖNERiLERi
REX, J. AND MOORE, R., (1 967), Race, Community and Conflict, OUP
SLATIERY, M. ( 1 985), 'Urban Society', Haralambos (ed.) Sociology New Direc­
tions, Causeway Press -konu hakkında kısa bir bakış sağlar)

iLERi OKUMA ÖNERiLERi


BOTIOMORE, T.B. ( 1 965), Classes in Modern Society, Penguin
DAVI ES, J. ( 1 972), Evangelistic Bureaucrat, Tavistock
HADDON, R. ( 1 970), 'A Minority in a Welfare State Society', New Atlantis, vol.
2
MOORE, R. ( 1 974), Pitmen, Preachers and Politics, CUP
MOORE, R. ( 1 975), Racism and Black Resistance in Britain, Routledge & Kegan
Paul
MOORE, R. ( 1 982), The Social lmpact of Oil - The Case of Peterhead, Routledge
& Kegan Paul
REX, J. AND MOORE, R. (1 970). Race Relations in Sociological Theory, Wei­
denfield & Nicolson
REX, J. AND MOORE; R. ( 1 973). Race, Colonialism and the City, Routledge &
Kegan Paul
REX J. AND TOMLINSON, S. (1 979), Colonial lmmigrants in a British City,
Routledge & Kegan Paul

SINAV SORULARI
1 . "!rkçılık sanayi toplumlarındaki etnik azınlıkların yaşadıkları olumsuz­
l u kların temel açıklamasıdır." Açıklayıp tartışınız. (AEB, Kasım 1 988)
2. Kentsel alanla rdaki büyük yoksu n l u k bölgeleri h a kkındaki sosyolojik
açıklamaları tartışınız. (AEB, Kasım 1 988)

Çeviri: Ümit Tatlıcan


Yoksulluk Kültürü
Oscar Lewis

Oscar Lewis ( 1 9 1 4- 1 970) New


York'ta doğdu. New York City
Col lege'de o kudu ve Columbia
Ü niversitesine devam etti.
1 948'de l l l inois Ü n iversitesi'nde
antropoloj i profesörü olarak
göreve başladı. Birleşik Devlet­
ler U l usal Yerli Enstitüsü'nde
Latin Amerika'yı temsil etti
( 1 943-44); Hindistan'da Ford
Vakfı için dan ışman antrapolog
olara k bulundu ( 1 952-54); Asya,
Meksika ve Küba köyl ülerinin
yaşantı ları üzerine araştırma­
lardan ya ra rlanarak, Kuzey
Kızılderil i bölgesinde köy hayatı üzerine araştırmalar yaptı ve Beş Aile
( 1 959), Sanchez'in Çocuklan (1 964), Yaşasm Hayat'ı (1 968) ve Küba
köylü lerine a it bir d izi sözlü tarihsel hikayeyi yayınladı; Ara l ı k 1 970'de
öldüğünde karısıyla birlikte Dört Adam, Dört Kadtn ve Komşulan
( 1 977) üzerine çalışıyord u.

FiKiR
Osca r Lewis, 1 950'1erde Puerto Rico ve Mexico'da kent ve kır yoksul­
luğu üzerine yaptığı iki çalışmasından hareketle, yoksul ların bir yok­
s u l l u k (alt)-kültüründe yaşadıkları ve bu kültürün onları toplu m u n
geri ka lan kesi m inden ayırmakla kal mayıp, yoks u l l uğa m a h ku m ettiği
tezin i geliştirdi. Ta rımcı köyler, gecekondular ve iç-kentlerde toplu­
mun diğer kesimlerinden ayrışmış halde b u l u na n yoks u l lar, problem-
YOKSULLUK KÜL TÜRÜ 391

leri, engel lenmeleri ve d ışlanmışlıklarını yenm e k için, kendilerine h as


tut u m l a r, değerler v e d a v ra n ışlar g eliştirir ve eşitsiz bir to p l u m d a
kendilerine göre b i r ' h ayat ta rzı tasarlayarak' u y u m sağla maya ça lış ı r­
lar. Bu alt kültürü, genel a n l a mında, bir toplu msal örgütlenmemişlik
karakterize eder:

• Bireysel d üzeyde;

güçlü bir marjinal l i k, acizlik, bağımlılık, aşağılık duygusu; n ispeten


düşük bi r doyum u erteleme yeteneğiyle bi rli kte, güçlü bir şimdiki
zamana yönel im, kabu l l e n m e ve kadercilik vard ı r (Lewis, 1 959).

• Ekonomik düzeyde, işsizlik, g izl i işsizlik ve düşük ücretler,


beceri gerektirmeyen mesleklerde yığılma, çocuk işçil iği, tasarru f­
ların ol mayışı, sürekli para sı kıntısı, evlerde erzak stokun u n yoklu­
ğu, ihtiyaç oldukça daha sık ve küçük m i ktarlarda alışveriş yapma
a lışka nl ığ ı, kişisel eşyaları reh i n bırakma, yerel tefecilerden yüksek
faizle borç a lma, kom şular arasında kendi liğinden organ ize edilen
kredi olanakları, ikinci el mobilya ve giysi ku l l a n ı m ı yaygındır.

• Aile düzeyinde, ka l a ba l ı k m a h a l leler ve kişisel m a h remiyet yok-


l u ğ u söz kon u s u d u r:

sürü halinde yaşama, yüksek oranda a l kolizm, an laşmazl ı kları


çözmede sıklıkl a şiddet kullanma, çocukların eğitiminde çoğu kez
fiziksel şiddete başvurma, kadınların dövül m esi, erken yaşlarda
cinsel ilişkiye g i rme, serbest c i nsel ilişkiler veya evl i l i k dışı bera­
berl i kler, anneler ve çocu kların n ispeten yüksek oranda terk edili­
şi... erkeklerin üstünlüğüne olan inanç ve buna bağl ı olarak kad ı n­
lar arasında yaygın bir öldürülme korkusu (Lewis, 1 959).

• Topluluk düzeyinde, "içinde b u l u n d u kları top l u m u n temel ku­


rum l a rıyla bütünleşmede ve o nlara katılmada yetersizlik" -ve
b u yüzden, örgütl e n m e v e siyasal 'etki' yoks u n l u ğ u- söz konu­
s u d u r.

Böyle b i r a l t kültür, sadece bu insanların top l u m d a k i m a rjinal d u rum­


larına tepkilerini değil, aynı zamanda bu marjinal d u ru m u n içselleşti­
rilmesi ve g elecek kuşa klara a kta rı l m a s ı n ı da yansıtır.
Gecekondu bölgesin i n çocukları 6-7 yaşiarına geldikl erinde ge­
nellikl e kendi alt kültürlerinin temel değerleri ve tavırlarını özüm­
serler ve 'değişen koşulların avantajları'ndan tam olara k yarar­
lanma veya 'hayatları boyunca ka rşıianna çıkabilecek fı rsatlar'ı ar­
tırma yeteneğinden yoksun lardır (Lewis, 1 968).
392 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

Nitekim, yoksulluk kü ltürü yoks u l l u ğ u n m üzmin leşmesine yar­


d ı mcı olur, bizzat yoksu l lar yoks u l l uğun devam ına katkı da bulun ur­
l a r; kadercilikleri kendini doğrulayan bir kehanet yaratır ve bu süreç
'dışardan' gelecek yard ımlar bile onların yoks u l l u ktan kurtu lmalarını
engeller. B u alt-kü ltür sadece 'toplumun sınıfsal yap ısı'ndaki değişik­
l iklerle ortadan kaldırılamaz (Lewis, 1 969).

KAVRAMSAL GELiŞiM
Yoks u l l u k kültürü kavra m ı h e m yoks u l l u k teorileri h e m de 1 960'1ı
yıllarda hükümetlerin yoks u l l u k problemini çözmek için tasarlad ıkları
politika la r üzerinde -özel l ikle 'yoks u l l u k döng ü s ü ' fikriyle harmanla­
na rak- önemli bir etkide bul undu. Zira bu kavram 'döngü'nün nasıl
sürekl ilik kaza ndığına cidd i bir açıklama getird i . Ö rneği n Michael
Ha rrington, Öteki Amerika'da ( 1 963) Amerikan Yoks u l l uğu üzerine
anal izinde, bir 'dil'den ve bir 'yoksul l u k psikolojisi'nden söz eder. B u
tez, 1 960'1ardaki refah döneminde, Amerika'nın 'Yoks u l l u kla Sa­
vaş'ı nın ve çeşitli i ngiliz yoks u l l u k programlarının temel ini ol uştu rdu .
i ş Kuru l l a rı, Gençlik-Komşul u k Kurulları v e özel likle Headstart gibi
programlar a racılığıyla ve bu kadercilik ve örgütsüzlük alt-kültürünü
genel olara k ortadan ka ldırmak için Amerikan gettolarına milyarlarca
dolar a kıtıldı. Genç insanlar ve öğretmenlerden o luşan ekipler, toplu­
luk ruhu ve faa l iyetl eri n i yeniden canlandırmak; yoksullara kendileri­
ne nasıl yardı m edebi leceklerin i öğretmek; -Amerikan Rüyası için
rekabete teşvik ederek ve eğitim aracıl ığ ıyla getto dışına çıkmaları
için bir yol bulmalarını sağlayara k- gençleri temel değerler etrafında
yeniden-sosyal leştirmek için gönderild iler. Ayrıca, çok daha az pol itik
desteğe ve çok daha az pa raya (!) rağ men, Eğitsel Olara k Öncelikli
Alanlar ve özellikle Top l u l u k Gel iştirme Projesi gibi i ngiliz progra m la­
rın arkasında, yoks u l l u k bölgelerini belirleme ve yoks ulları topl u l u k
faa liyetleri v e bireysel kendine yard ı m ideal lerine çekmek için 'mis­
yonerler' gönderme yön ü ndeki b u tür bir 'kültürel' yaklaşım yatar.
B u n u n l a beraber, hem yoks u l l u k kültürü tezi hem de yoks u l l u k
prog ra mları 1 970'1erde artan saldırılara maruz kal m ıştı r:

• Lewis'in yoksu l l u k a raştırmala rı, top l u m u n genel yapısını büyük


ölçüde ihmal ederek, neredeyse tamamen bireyler ve a i lelere
yoğu nlaşm ıştır.

Ü çüncü Dünya topl u m ları ve gelişmiş topl u m lardaki yoks u l l u k
araştırmalarında, yoks u l ların h e r yerde b u kadercilik v e örgüt­
süzlüğü sergiledikleri ve/veya yoks u l ların tutu mlarının topl u-
YOKSULLUK KÜLTÜRÜ 393

m u n geri kal a n kesiminden büyük ölçüde farklı l ı k gösterdiği


düşüncesi sorgulanmaya başlandı. Batı Afrika'da Ken Little ve
Güney Amerika'da William Marg in Ü çüncü Dü nyanın kenar
mahalleri ve gecekond u larında gelişen ve büyük ölçüde örgüt­
lü bir 'topl u l u k' hayatın ı n varlığ ı n ı tespit ettiler. Onlar, yoksu l la­
rın fiziken top l u mdan ayrı olsalar ve topl u m u n genel hayat tar­
zına katılacak paraya sahip o l masalar bi le, yine de, genellikle bu
u m u d u taşıdıklarını buldu lar. Bu gecekondu bölgelerindeki gö­
rünürdeki örgütsüzlü ğ ü n büyükçe böl ümü, daha ziyade Batıl ı
araştırmacıların görünenin altında yatan cemaat/topluluk duy­
gusunu göremeyen orta s ı n ıf önyarg ı larının bir ya nsımasıyd ı .
• 1 960'1ardaki yoksulluk programları genelde başa rısızlıkla so­
nuçlandı. Çok fazla para ve emek harcan masına rağmen yoksul­
luk ortadan kaldırılamadı; 1 970'1erde yoksu l l u k derecesi genel­
l ikle ekonom i k çöküntüyle birlikte artış gösterdi; b u başarısızl ık
da yoksulluğu ortadan ka ldı rmaktan ziyade daha da pekiştird i.
Hem topluluk araştırmacıları hem de görevlileri de bu tezi terk
etti ler ve onları n çoğu daha radikal a n a l izlere, özell ikle de
Marksist yazariara yöneldiler.

Radikal ve Marksist yazarlar yoksu l l u k kültürü tezin i iki temel düzey­


de eleşti rmişlerd i r:

• Yoksul luğun nedenlerinin ya n l ış bir analizi olara k: O yoksulluğu


yoksu l ların hayat ı n ı n bir yansıması olara k açıklama eğilimin­
deydi -özel l i kl e yoksulluğa yol açan nedenleri açıklamamak­
tayd ı. Dahası o, 'ku rba nı suçlama', yani yoks u l ları, kendi tutum­
ları ve d uya rsızlıklarıyla kendileri n i yoks u lluğa mahkum etmek­
le suçlama eği l iminded ir. Böylece bu teori, d i kkati gerçek ne­
denlerden, yan i top l u m u n genel yapısı ve gelir dağ ı l ı m ı ndan
uzaklaştırır. Kapita lizm in hem erken hem de ileri aşamasında
yoksullara ihtiyacı vard ı r -ucuz bir işgücü havuzu ve toplumun
pis/ağ ı r işlerini yapacak vasıfsız işgücü sağlamak için, daha iyi
kon umdakileri motive etmek ve disipline sokmak, yüksek ka­
za nçları ve tan ı m gereği eşitsiz gelir dağ ı l ı m ı n ı sürd ü rmek için.
Yoksul l ukla gerçek m ücadele 'zengin l iğe karşı savaş' ı -zenginlik
ve gücün büyük ölçüde yeniden dağıt ı m ı n ı ve üretim araçları­
nın m ü l kiyetinde özel m ü l kiyetten ka m u m ü l kiyetine geçiş yö­
n ü nde radikal bir değişimi- gerektirir. Dolayısıyla, yoksullar
zengin ler tarafından yoks u l l u k içinde tutu l u rlar; ve kendi hayat
tarzları yüzünden değil, aksine bu eşitsizliğe n üfuz eden kapita­
list kültür nedeniyle yoksul kalırlar. Böyle bir analiz dikkati yok-
394 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

sullar ve bireysel tutumlardan, güç yapısına ve iyi d u ru m dakile­


rin tutumianna çeker.
• Batıl ı h ükümetler tarafı ndan, yoksulluğa çözüm getirmekten zi­
yade, onu g izleyecek uygun ideolojik bir a raç olarak kulla n ı l ma­
sı. 1 960'1ardaki programlar, yoks u l l u kl a ilgili bir şeyler yapar gö­
rün ürken, gerçekte d i kkatleri sadece eşitsizlikten ve onu (çok
düşük bir mal iyetle) yaratan kapitalizmden uzak tutmak için
değil, yoksulluğu kontrol altında tutmak için de tasarlandı lar.

Amerika'da 1 960'1ardaki I rk Ayaklanmala rı sonrasında, ka mu görevli­


leri şehi rlerde ayaklanm a ların ve bir 'sı n ıf savaşı n ı n çıkacağı'ndan
korktular. Yoksu l l u k kültü rü tezi, bu yüzden, onlar tarafından, yard ı m
maskesi altında yoksul bölgeleri kontrolleri altında tutmakta kullanıl­
dı. Yoksul l u kl a savaşın gerçek a macı, bu nedenle, yoksula karşı bir
savaştı; bu savaş söz konusu topluluklar polis yerine sosyal h izmet
uzmanlarıyla istila edilerek; bir şeyler yapıyor görü n ü p acı ları hafifle­
tilere k; yoksul ların en yetenekli ve kitleleri s ü rü kleyen l iderleri ni daha
iyi iş ve eğiti m teklifleriyle çekip a larak yürütül meye çalışılıyordu.
i ron i k olan, bu progra m ı n en rad ikal eleştiricilerinin projede yer alan
uzma nlar, özellikle i ngiliz Topluluk Geliştirme Projesinde çalışanlar
olmasıydı.
Lewis'in tezine yönelik, onun özellikl e 'kapitalist sınıf'ın bir a racı
olduğu yön ündeki eleştiriler bir ölçüde haksızd ı r ve aslında onun
söyledi klerinden ziyade, düşüncelerinin çarpıtıl m ış bir biçi m i n i yan­
sıtmaktadı r (Lewis, 1 968).
i kinci olarak, onun analizi çok radikaldir ve gelişmiş değil 'gel iş­
mekte olan' top l u mlardaki yoksull ukla ilgilidir. Lewis sadece yoksul­
ların tutu mianna d eğil, asl ında yoksulluk kültü rünün bir ya ndan
yoksulların sın ıfsa l tabakataşma içindeki büyük ölçüde bireycileşmiş
kapital ist bir topl umda ki m a rjinal konumlarını benimserneleri anla­
mına gelirken, öte yandan ona karşı gel iştird ikleri bir tepki biçimi
olduğunu öne sürerek, toplumun yapısına d i kkat çeker.
Yoksullar egemen sın ıfların temel kurumları hakkında eleştirel
düşü ncelere sahiplerdir, polisten nefret ederler, hükü mete ve üst
düzey görevlilere güvenmezler, hatta kiliseye bile şüpheyle ba­
karlar. Bu durum, yoksulluk kültürüne, mevcut sosyal düzeni he·
def alan politik hareketler içinde, yüksek bir protesto ve kul lanıl­
ma potansiyeli sağlar (Lewis, 1 968).
Kabaca tahminime göre, Birleşik Devletlerde yoksulluk sınırının
altındaki nüfusun % 20'si, hayat tarzlarını yoksul luk kültürü olarak
nitelendirmeyi hakl ı kılacak özelliklere sahiptir (Lewis, 1 968).
YOKSULLUK KÜLTÜRÜ 395

Son olarak Lewis, Amerika 'Yoksullukla Savaş' progra m ı n ı destekle­


mek bir yana, şu sözleri sarf eder:
Ben onların (mem urlar ve po l iti kacıların) çoğ u n u n yoksul lu k ve
yoks u l l u k alt kültürü arasındaki fark konusunda oldu kça m uğlak
bir a n layışa sah i p oldu klarını kanıt i ayabi i i ri m ( Lewis, 1 969).
Cha rles Va lentine'in öne sürdüğü gibi:
Güçlü kon umdaki pek çok i nsa n, yo ks u l l u k kültürü fikri n i sırf ken­
di amaçları için, kötü polit i ka l a r ı n ı meşr u laşt ı rmak için kullandı ve
o n ların kavra m ı be n imseme a maçlarıy l a Lewis'in amaçları arasın­
da h içbir o rta k yan yoktur (Va lentine, 1 969).
Bu iddia ve karşı iddiaların d oğ ru luğu her ne olursa olsun, yoksulluk
kültürü fikri, o ldu kça etkil i ve güçlü bir tez olduğunu ve diğer tüm
'temel fikirler' g ibi, dünya n ı n e n acil ve derin proble m lerinden biri
kon usunda yen i ka v rayışl a r ve taze ya k l aş ı m l a r getirdiğini ka nıtla mış­
tır.

AYRlCA BAKINIZ
• ETiKEYLEME KURAMI
• KENDiNi DOGRULAYAN KEHANET

OKUMA ÖNERiLERi
COMMUNITY DEVELOPMENT PROJECT ( 1 977), Building the Ghetto, CDP In­
terproject Editorial Team -politikacılar ve sosyal hizmet uzmanları bu
düşünceyi 1 970'1erde Topluluk Gel iştirme Projesi'yle iç-kentlere uygula­
maya çalıştıklarında yaşananlara mükemmel bir örnek.
LEWIS, O. (1 968), La Vida, Secker & Warburg
LEWIS O. ( 1 964), Children ofSanchez, Pengu i n [Sançezin Çocukları, E Yayıne­
vi]

iLERi OKUMA ÖNERiLERi


HARRINGTON, M. ( 1 963), The Other America: Poverty in the USA, Penguin
LEWIS, O. ( 1 95 1 ), Life in a Mexican Village: Tepotzlan Restudied, University of
llli nois Press [Tepotzlan, Meksika'da Bir Köy, Çeviri: Çiğdem Girgiç Çalap,
Epsilan Yayın ları, i stanbul, Aralık 1 992]
LEWIS, O. (1 959), Five Families: Mexican Case Studies in the Culture of Pov­
erty, Basic Books
LEWIS, O. ( 1 977), Four Men, Four Women and Neighbours, University of
l l l inois Press
LEWIS, O. (1 967), 'C.A. Book Review The Children of San chez, Pedro Martinez
396 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

and la Vida', Current Anthropology, Vol. 8, No 5, Dec, ı 967


LEWIS, O. ( 1 969), 'C.A. Book Review Culture and Poverty: Critique and Coun­
ter Proposals', C urrent Anthropology, Vol. ı O, N o 2-3, Aprii-June 1 969
VALENTINE, C. 'C.A. ( 1 969), Book Review Culture and Poverty: Critique and
Counter P ioposals, Vol. 1 O, No 2-3, Aprii-June 1 969

SINAV SORULARI
1 . "Sanayi topl u m l a rında yoksulluğu azaltma g irişimlerine rağmen, yok­
s u l l u k hala direnç göstermekte ve yakın zamanlarda g iderek artmak­
tadır." Tartışınız. (AEB, Haziran 1 988)
2. "Yoksul l u k üzerine sosyoloj i k açıklamalar giderek yoksul u n kültürel
özelliklerinden ziyade yapılaşmış toplumsal eşitsizl i klere yoğunlaş­
maktad ır." Özel bir top l u m bağla mında açıklayıp ta rtışınız. (AEB, Hazi­
ran 1 985)
3. 'Yoks u l l u k Kültürü' tezin i ana hatlarıyla ortaya koyup, yapılan temel
e l eştirileri tartışınız. (AEB, Kasım ı 988)
4. Sosyolojik yoks u l l u k açıkl a maları 1 980'lerde i ngiltere'deki yoksulluğu
anlama konusunda bize ne hangi ölçüde yardımcı olabilir? Tartışın ız.
(AEB, Kasım 1 989)

Çeviri: Cevdet Özdemir


POST - M O D E RN/ ••

G E Ç M O D E RN D O N E M
• • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • •
Bilgi/Bilişim Toplumu
Manuel Castells

FiKiR
Hepimiz bir bilgi çağ ında yaşıyoruz; hepimiz bir bilgi topl umunun
parçalarıyız. Bilgi yeni bir zenginlik ve güç kaynağı, bilgi teknolojisi
de yeni üretim araod ı r. Son 1 0- 1 5 yıldır yaza rlar ve dü nya l iderleri
bilgi teknolojisinin küresel bir toplum ve d ünya ekonomisi üzerinde­
ki etkilerini a n layabil mek için büyük çaba harca mışlard ır. Bu alanın
önde gelen yazarlarından biri, kent sosyolojisi, modern kent konula­
rında çalışmaları olan ve yakınlarda küresel kapitalizm üzerine yazıları
yayınlanan i spanyol sosyolog ve radikal teorisyen Manuel Castel l s'tir.
Castel ls'e göre, post-modern toplumun tanımlayıcı karakteristikleri
bilg i teknolojisi, I nternet ve hepimizi kuşatan bilişim topl umudur -
Castells'in Bilgi Çağt adlı üç ciltl ik devasa eserinde ( 1 996- 1 998) ayrın­
tılarıyla sergilerneye çalıştığı bir senaryo.
Bilgi ve iletişim önceki bütün topl umlarının merkezi bir unsuruy­
du ve onların ekonomik, topl u msal ve siyasal gel işim leri açısından
kritik öneme sahipti. Antik d ü nyada ve Ortaçağ'da seyahat ve iletişim
sınırl ıydı, hatta devlet kendi nüfusu hakkında sınırlı bilgilere sahipti.
Ancak Sanayi Devri m i taşımacı l ı k ve iletişimde bir devrim yarattı.
Demi ryolları, buharlı makineler, arabalar ve nihayetinde uçağın ica­
dıyla d ünya çok küçük bir yer haline geldi ve u l uslararası iletişim
telefon, telgraf, radyo ve televizyonun icadıyla h ızla gelişti. Yirminci
yüzyıl sonu, sadece uydu teknolojisiyle kitlesel iletişim bakımından
değil, kişisel iletişim ve bilgiye u laşma bakı m ı ndan da bir i letişimler
Devri mi dönemi olarak görü l d ü . Kişisel bilgisaya r, mobil telefon ve
Internet ulaşımı gibi faktörler bilginin yayg ı n olarak kullanıldığ ı bilgi
top l u mlarını -bilgi teknolojisinin bir yaşam biçim i, işyeri kadar evin
de temel bir özelliği hal ine geldiği küresel iletişim ve ekonomik et­
kinlik a ğ ı n ı n bir parçası olan- bilişim toplumlarına dönüştürdü. Bilgi
400 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

Devriminin merkezinde bütün a ğ ların kraliçesi olan ve h içbir öznesi


bulu nmaya n I nternet bulun ur. I nternet 1 960'1arda Amerika Birleşik
Devletleri Savu nma Departmanı'nın i leri Araştırmalar Birimi (DARPA)
tarafı ndan, mu htemel bir Sovyet sald ırısına karşı diren me veya Ame­
ri kan iletişim sistem i n i n bir n ü kleer savaş sonucunda yı kımını engel­
leme aracı olarak tasarlanan cüretkar bir projeden doğdu. Internet'in
güzelliği, düşmanın bir darbede vurup yıkabi leceği hiçbi r merkezin,
hiçbir komuta m erkezinin ol mamas ıdır. Daha ziyade o, hiçbir merkez
olmadan birbirleriyle konuşan binlerce insanı ve bağımsız bilgisayar­
ları birbirine bağ laya n gerçek bir ağdır. Bug ün, büyük şirketler, ban­
kalar ve mağazala rdan öğrenciler, ev kadınları, protesto g rupl a rı ve
(ironik olarak) teröristlere kadar, 400 milyonda n fazla ku llanıcı l nter­
net'e ba ğlanmaktad ır. O gerçekte bir 'insanlar ağı'dır ve eğer d ü nya
toplumları kendi hayat tarzları olarak beni mser ve çalışma biçimleri­
nin bir parçası haline getirirlerse, Internet d ünya çapında bir bilg isa­
yar ağının küresel bir bilişim toplumu yaratma gücü, genişliği ve
derinliğinin temel sembolünü oluşturacaktır. Bunun bir örneği, Cas­
tel ls'e göre, SSCB bilgi teknoloj isinin 1 980'1erdeki yıkımının temel bir
nedeni olduğunu kavrayamazken, diğer büyük devletçi ve merkezi
planlamacı ekonomiye sahip Çin'in bu yeni teknolojiyi kul la na ra k
d a h a esnek v e daha az merkeziyetçi b i r toplum haline gelmesi ve bu
sayede küresel kapitalizm i n hakimiyeti ndeki bir d ü nyada ayakta
kalabil mesid ir.
Dünya çapında ve bireysel bağlanma Internet'in temel özellikle­
rinden biriyse, öteki de h ızı, yani cevap, gelişme ve yayılma h ızıd ı r. Bir
bilg isaya r ve modeme sahip olan herkes d ünya n ı n her yerine ve her
yaştan insana bağlanabilir ve hiçbir ofis, işyeri veya uzman pazarlama
şirketi gerektirmeyen on-line bir iş kurarak g irişimcilik becerilerini
sınaya b i l i r. Bu kolay ulaşma, soru m l u l uk gerektirmeyen deneyler ve
risk a l ma tam da 1 970'lerde yaşanan B ilgi Devrimine tesadüf eder: bu
dönemde Amerika'n ın Batı yakasının genç, eski-hippileri bu yeni
teknolojiyle oynadılar ve onu Batı yakasının önde gelen şirketlerine
ve otorite ve yönetim kademesindekilere meyd a n okumakta ku llan­
d ı la r.
Bu yeni teknoloji başla ngıçta sisteme karşı bir tehdit yaratsa bile,
Castel ls'e göre, 1 970'1erdeki petrol krizinin ve ekonomik çöküntüleri­
nin ardından hızla Batı ka pital izmini yeniden yapılandırma ve can­
landırma aracı ve fırsatı h a l i ne geldi. Ayrıca o, h ızı ve d ü nyan ı n her
yerindeki evlere ve işyerlerine u laşması sayesinde, dü nya ekonom isi­
ne -Bi rinci, i kinci ve Ü çüncü Dünya ü l keleri n i n piyasaları, kaynakları
ve mal iyelerine ulaşarak- genişleme fırsatı sağladı. Bu bilgi devrimi,
BilGi 1 BiliŞiM TOPlUMU 401

Castells'e göre, yen i bir modern kapitalizm biçi m i, bir bilişim kapita­
lizmi sundu ve yarattı. Savaş-so n rası kapitalizm Keynesci ekonomik
gelişme modeline (bu model 1 970'1eri n dizginlenemeyen enflasyon
ortamında çökmüştür) ve sanayi malları ü retimine dayanırken, bili­
şim kapital izmi (yeni piyasalar, yen i karlar ve yen i sermaye biçim l eri
arayışı içinde) ağlar, teknoloj i k yen i l i kler ve d ü nya n ı n her yerine h ızlı
ve sürekli bilgi, enfo rmasyon ve finans aktarı m ı ve birikimine daya n ı r.
Modern veya post-modern kapitalizm, bu yüzden, Sanayi Devrimiyle
birlikte ve i kinci Dü nya Savaşı'ndan sonra ortaya çıka n kapital izm
biçimlerinden kökten farkl ı d ı r. O sanayi m a l la rı üreti mine değil, d ü n­
ya çapında kumarha n e veya para makinesi türü nde bir küresel ser­
maye akışını m ü mkün kılan küresel ağiara daya n ı r. Bu birikim l er,
hepsi yen i piyasalara yatırım ya pma ve en az riskle kaza nç arayışı
içindeki bireysel yatı rımcılar sayesinde, Mafya ve terörist gruplar
aracıl ığ ıyla, büyük şirketler, ban kalar ve hükü metler olara k bağımsız
gruplar tarafından yaratı lmıştır. Mal ve hizmetlerin üreti m i, ister Bi­
rinci isterse Ü çüncü Dü nyada olsun, basitçe bir yatırım ve kar kayna­
ğıd ır. Ve , yen i sistemin özü, anında bilgi sağlayacak hızlı ve etkil i bir
ağ ve oluşturulan birikimlerin bir piyasadan diğerine, bir şirketten
ötekine h ızla (hatta modern borsalar ve para piyasalarına uyg u n
biçim ve hızda) aktarılmasıd ı r. Bu yüzden, yen i teknolojiler yen i bir
kapitalizm biçimi, yen i bir kapital ist sistem ve -toplumsal kökenle
veya başka ayırt edici bir öze l l ikle değil, aksine ilgili aktörlerin global
ağ ları "sonsuz bir para için para arayışı" içinde kullan ı mları ve kont­
rol leriyle bağlantılı- yen i bir kapitalist s ı n ıf yaratmıştır. O hemen
hemen katıksız bir kapitalizm, sadece iç mantığa, küresel ekonom i n i n
i n iş çıkışiarına bağlı b i r kapita lizmdir; hatta d ü nya kapita l izminde
üzerinde hiçbir s ı n ıf veya g rubun egemen o lmadığ ı, özel piyasaları
kontrol eden tekeller, ol ipogol ler (örneğin, petrol kartel leri) vard ı r. O
kar arayışı tarafından yönlendirilen ve ne zaman, ne de mekan, ü l ke
veya kıtayla sı n ı rl ı olan d ünya çapında kapitalist bir ağdır.
Kapitalizm hala yönetmekte, kapitalistler hala belirli bir plana
dahil olmadan vücut bulmakta ve kapitalist sınıflar dünyanın -
iradesini bilgisayar ekran larından bütün dü nyaya saçılan görüş­
lerde ve gelecek yönelik ta hminlerde sergileyen güçlü bir kasır­
ganın eklentileri olarak serpilip geliştikieri - belirli özel alanlarıyla
sınırlı ka lmaktad ır (Castel ls, 1 996: 505).
Aslında sermaye ve yöneti m yen i ekonomide küresel ve merkezi­
leşmiş bir d üzeyde işlerken, emek yereldir ve merkezileşmemiştir,
parça l ı d ı r ve bireyselleşmiştir. Sermaye zaman ve mekandan bağ ı m­
sız "sa nal küresel ağlar içindeki saraylarında otu ra n küçük bir beyinler
402 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

güruhu tarafından işletil irken " (Castells, 1 996: 506), emek-gücün ü n


e n etkil i ve e n kollektif biçi m i send i kalar b u 'yüz-süz', ü l kesiz v e kont­
rol dışı bir sisteme tepki verebilme konusunda yardı msızlard ı r.
"Özünde sermaye küreseld ir. Kura l olarak, emek yereld ir" (a.g.y.).
Kapitalistler ve işçiler ayn ı ü l kelerde yaşayabilirler, ancak onlar
gerçekte çok farklı hayat tarzları sürd ü rürler ve fa rklı yerler ve zaman­
larda yaşarlar; onlar aslında farklı d ü nyalard a yaşarlar. Eski Marksist
sınıf m ücadelesi a n l ayışı a rt ı k geçerli değildir; daha ziyade, "fa rklı
kapitalistler ve çeşitli işçi s ı nıfları aras ındaki m ücadele daha temel bir
ka rşıtlık temelinde, sermaye akışları nın çıplak m antı ğ ı ile kültürel
i nsan deneyim leri a rasındaki daha temel karşıtl ı k çerçevesinde sın ıf­
l a n d ı rılabilir." "Burada" Castells'e göre, "piyasa n ı n mantığı ile birey,
gru p veya ü lkenin kimlik ve a n l a m a rayışı arasında geleceğ i n 'sınıf
çatışması'nın m uhtemel kökleri yatmaktadır." Çevreci g ruplar veya
tüketidierin -ister petrol sanayine isterse araba üreticilerine olsun­
tekelci kapitalizme karşı protestoları bu temel çatışma n ı n bir örneği­
dir; d i nsel ve u l usal fu ndamentalizm lerin ortaya çıkışı bir başka ör­
nektir. i kisi de yen i sistemin gücünden ve onun u l usal, kültürel ve
bi reysel kiml ikler üzerindeki etkilerinden korkar. i kisi de, ironiktir ki,
sadece iletişim kurmak ve d ü nya çapında örgütl e n mek için değil,
ayn ı zamanda, terörizm örneğ inde olduğu gibi yeni teknolojilerin
nasıl kullanılacağ ını, 1 1 Eyl ü l 2001 'de çarpıcı bir biçimde sergi lendiğ i
gibi bilişim kapitalizminin ve onun mali ağları n ı n asıl merkezi Kenti ­
bu örnekte New York'u- nasıl vuracaklarını çok çabuk öğren mişlerd i r.
Bilgi/B i l iş i m Devri mi, Castells'e göre, basitçe ekonomik bir olgu
değ i l d i r. O yeni bir toplumsa l düzen tipi ne, yeni bir bilişim veya ağ
topl u m u na yol açma potansiyeline sahiptir. Bilişim toplumları, sade­
ce bilginin önemli olduğu topl umlar olmayıp, aynı zamanda bilgi
ağları n ı n toplumsal hayata n üfuz ettiği ve o n u n temeli n i teşkil ettiğ i,
iş hayatı ve boş zam a n faa l iyetlerinden oy verme davranışına ve
a lışverişlere kadar bütün bireysel ve toplumsal etkinlik biçimleri n i
m ü m kü n k ı l a n v e hatta motive eden toplumlard ı r. Onlar medya ve
yen i teknolojiler ta rafından destekleni r ve geliştiril irler, ancak onlar,
giderek, b i lg isayarlar ve mobil telefonlar aracılığıyla, ironik bir biçim­
de, i nteraktif ve kişiler-arası hale gelebil i rler. Ağlar ve enformasyon
akışl a rı sadece bilişim topl u m un u n bir parçası değildir. Onlar bizzat
kültürdü r. Uzakl ı k ve za man ağların dünya çapında işled iği bir bilişim
çağ ında önemini kaybeder.
Biz, Castells'e göre, yen i bir çağa, yeni bir toplumsal düzene gir­
mekteyiz. Farklı topl u m l a r fa rklı gelişme evrelerinde bulunmalarına,
farklı b i r ağ toplumu, küresel bir ekonomi ve Dü nya Çapında bir Ağ la
BiLGi 1 BiLiŞiM TOPLUMU 403

farkl ı bütünleşme düzeylerinde yer a lmalarına rağmen, nihayetinde


hepsi zamanla piyasanın ma ntığ ına uyacak (veya Sovyetler Birliği
gibi içe patlayacak ve çökecek) ve d ışarıyla ba ğlantılı hale geldiği
kadar, içerde ve kültürel temellerde a ğ i lişkileri içine girecektir. Antik
toplumlar doğada va rlıkların ı sürdü rür ve modern insan onu fethe­
dip sanayileştirirken, post-modern insan yeni bir çağa, doğanın değil
de, kültürün egemen olduğu yeni bir bilgi çağ ına girmektedir. Biz
a rtık "çoğ unl ukla toplumsal bir d ü nyada yaşıyoruz -ancak bunun her
zaman keyif verici olduğu söylenemez. Sadece, n i hayetinde kendi
insani d ünyam ızda ya l n ız o l d uğumuz için, kendimize tarihsel gerçek­
liğin aynasında bakmak zoru ndayız" (Castells, 1 996), fakat görd üğü­
müz şeyler hoşumuza gitmeyebilir.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Man uel Castel ls, Bilgi Çağt'nda ( 1 996-1 998), post-modern topl um ve
ekonominin temel özellikleri olara k gördüğü şeyleri ortaya koymaya,
betim l emeye ve ana l iz etmeye ça lışır. Ü ç ciltte bu ortak konular ele
a l ı n ı r. Birinci cilt ( 1 996) lnternet'e ve 'ağ topl umu'nun ekonomik
sonuçlarına odaklanır. i kinci cilt ( 1 997) geleneksel kim l i k kaynakları,
aile ve u l u s-devletin a rtık önemsiz göründüğü bir ağ topl umu çağın­
da benlik, kişisel ve topl umsal kiml ikle ilgili konulara yoğun laşır.
Ü çüncü ciltte, bütü n bu eğilimle r ve trendler bir araya getirilmeye,
teori ve gözlemler geleceğin top l u munun doğası ve biçimi hakkın­
daki genel bulgularla birleştirilmeye çalışılır.
O büyük haci m l i bir çal ışmad ı r ve açıkça günü müzün temel özel­
l i kleri ve gelişme çizgilerine, yeni teknolojilerin, I nternet, küresel
ekonomi ve yeni ağ toplu m u d ünyasının ortaya ç ı kartır göründüğü
görünür kişisel, kültürel ve u lusal kiml i k kaybına odaklanır. Castells'e
göre, yeni küresel ekonomi, piyasaları birleştirme ve bilgi ve para
akışı sağlama bakım ı ndan teoride m ü kemmel olsa da, bir otomasyon
sürecine, kendine a it zihni olan bir yaratığa, hiç kimsen in, hiçbir hü­
kümetin, hiçbir şi rket veya organ izasyonun kontrol edemediğ i acı­
masız bir mantığa dönüşmüştür. Onun sözleriyle, "insanlığın büyü k
kabusu, makinelerin dünya m ızı a rtık kontrolü altına aldığı kabusu
neredeyse bir gerçekl iğe dönüşmeye başlamıştır. Ancak bu kabus
işlerimizi eli mizden alan robotlar veya yaşantılarım ızı kontrol eden
h ü kü met bilg isayarları biçiminde değil, (küresel bir piyasa karşısında
herkesi yard ı msız bıra kan) elektronik olarak tesis ed i l m iş mali işlem­
ler sistemi biçim inde" yaşanmaktadır ( 1 996: 56).
Castel l s'in, insanların artık istedikleri gibi biçimlendiremeyecekleri
404 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

bir toplu msal dünyada, geleneksel topl umsal yapıların çöküşüyle ve


kimlik kaybıyla ilgili korkuları aynı ölçüde büyü k ve kötümserdir.
Bununla beraber, Ağ Toplumunun Doğuşu'da ( 1 996) Bilgi Çağı'nın
aynı zama nda yen i umutlar sunduğu vurgulanır.


Özgür bir akış içindeki bir ağ toplumu d ü nya ekonom isi, geçmi­
şin sanayi ekonomi lerinde rastlanmayan ölçüde, büyük şirketle­
rin ya nı sıra bireysel g i rişimiere de açıktır.
Dünya Çapında Bir Ağ temel ağlar veya çokuluslu şirketlere ol­
d uğu kadar bireyler ve küçük g ruplar ya da topluluklara da
açıktır. O engelleri ortadan kal d ı rabil ir, d ünya ça pında i l etişi m i
önceden haya l b i l e edilemeyecek d üzeyde mümkün kılabilir. O,
a l ternatif bilgilerle veya g ru pların işbirliğiyle güce meydan
o kumakta, benzer şekilde yeni topluluklar, klüpler veya toplum­
lar yaratmakta kullanılabilir. Kişisel-kim l i k a rtık tartışmaya çok
daha açıktır; a rtık doğum, köken, aile veya ulusa bağlı değildir,
ne de geleneksel roller veya kimliklerle s ı nırlıd ır. Erkekler ve ka­
dınlar, çocuklar ve büyükler a rtık kendi kim l i kleri ni yaratabilirler
ve kendilerine dayatı lan kim l i klere mu htemelen daha az sah i p­
lerdir.

Castells'e göre, yaşantıları m ızın kontrolünü yeniden ele geçirebi­


lir ve yeni teknolojileri iktidar sah iplerini sorgulamakla ku llanabi l i riz:
küresel kapita l izme uluslara rası müdahalelerle veya kısıtlamaları
kal d ı rarak, yerel iktidarlar ve toplulukları yeniden canlandırarak. O,
Finland iya'yı, her okul u n Internet ulaşırnma sah i p olduğu ve çoğu
insa n ı n bilg isayarla okuyu p yazd ığı dünyanın en gelişmiş bilgi top­
l u muna örnek olara k verir. Aynı zamanda bu topl u m etkin bir refah
devletine ve iyi işleyen bir ekonomiye sahiptir. Burada, gerekli irade
sergi lendiği durumlarda, insanların kontro l ü ele geçirebilecek ve
Bilgi Devrimini kendi avantajiarına çevirebilecek araçla ra sahip ol­
dukları mesajı veri l mektedir. Yapay kim l i kler, ya bancılaşma ve siyasal
çatışmalar içeren kişisel-olmayan bir dünyada, bedeli her ne olursa
o lsun, bir kar anlayışının kontrolündeki bir dünya n ı n a lternatifi, aynı
ölçüde elverişli ve muhtemeldir. Castells'e göre, Internet bize seçim
imkanı sağlar, fakat bu seçim bize karşı işlemektedir -değişimin h ızı
a rttıkça zaman giderek azal maktadır.

AYRlCA BAKINIZ
• SANAYi-ÖTESi TOPLUM -geleceğin toplumuyla il işkili ilk fi kirler için
BiLGi 1 BiLiŞiM TOPLUMU 405

• RiSK TOPLUMU ve
• SiMÜLASYONLAR -yarının dünyası hakkında yeni düşünceler için

OKUMA VE iLERi OKUMA ÖN ERiLERi


Ü ç ciltlik Bilgi Çaği, bağımsız olarak bile, muazzam bir kitaptır, bilgi teknoloji­
sinin küresel etkisi hakkındaki düşüncelerini genişletmek için daha ge­
lişmiş öğrencilere salık verilir.
CASTELLS, M. ( 1 996), The Information Age: Economy, Society and Cu/ture, Vol.
1 : The Rise of Network Society, Blackwell, Oxford [Ağ Toplumunun Yükselişi
1; Enformasyon Çağ1: Ekonomi, Toplum ve Kültür, Çeviri: Ebru Kılıç, i stanbul
Bilgi Ü n iversitesi Yayınları, i stanbul, Nisan 2005]
CASTELLS, M. ( 1 997), The Information Age: Economy, Society and Culture, Vol.
2: The Power of ldentity, Blackwell, Oxford
CASTELLS, M. ( 1 998), The Information Age: Economy, Society and Cu/ture, Vol.
3: End ofthe Millennium, Blackwell, Oxford
CASTELLS, M. (2002), Information Society and the Welfare State, O pe n Univer­
sity Press, Milton Keynes

Çeviri: Ümit Tatlıcan


..

Göreli Ozerklik
Nicos Poulantzas

N icos Poulantzas ( 1 936-1 979) Atina'da dü nyaya geldi. Babası bir


hukuk profesörü ve Yunan h u kuk kuru luşunun önde gelenlerinden
bi riydi. Çok parlak bir çocuk ve çok başarılı bir öğrenci olan Pou lant­
zas, Atina Ü niversitesi'ne bağlı bir deneysel okulda okudu ve eğiti­
m i n i bu Ü niversitede 1 957'de h ukuk derecesiyle tamamladı. O çok
erken yaşlardan itibaren felsefeye, özellikle varoluşçuluk, sosyalizm
ve Marksizm'e yoğu n ilgi duydu ve Yunan Komün ist Partisi ve Birleşik
Demokratik Solun a ktif bir üyesi olarak çalıştı; ü niversiteyi bitirdikten
sonra orduya çevirmen olara k g i rd i ve h u kuk stajını tamamladı. Dok­
tora yapmak için Almanya'ya gitmek isteyen Poulantzas, Nazizmin
yükselişiyle Paris'e geçmek zorunda kaldı ve Sa rtre, S imone de Beau­
ovoir ve Merleau-Ponty'nin de içinde yer aldığı Fra nsız ayd ı n lar çev­
resine katıldı. Fransız h u kuk dergisi Archieves de phi/osophie du droit'e
yardımcı editör oldu ve 1 966-72 yılları arasında U l usal Bilimsel Araş­
tırma Merkezi'nde hukukçu araştırmacı olara k çal ıştı. 1 972'de Ann
Leeter ile evlendi.
Althusser, Gra msci ve i n g i l iz Marksizm'inden g iderek daha fazla
etkilenen Poulantzas, katı Stalinci Ma rksizm'den uzaklaşarak Avrupa
Komü n izmine kayd ı . Çekoslova kya' n ı n Sovyetler Birliği tarafı ndan
işga l i ve Yunan askeri diktatörlüğünün Rusya tarafından desteklen­
mesi konusu nda Yunan Kom ü nist Partisiyle a n laşmazlığa düştü. 1 977
seçim lerinde Yunan Komünist Partisi'nden ayrıldı. Yunan genera l le­
rinin ( 1 967) askeri darbesi ve Fransa 1 968 Mayıs devrim i onu oldukça
derinden etkiledi. Paris Ü niversitesinde sosyoloji öğretim üyeli ğ i
kazandı v e Althusser'le birlikte savaş-sonrası kapitalist dönemde
sınıfın doğası ve devletin rol ü konusunda temel teorik ve stratejik
yayı n l a r yaptı. 1 974'te Yunan cuntasının yıkılmasının ardından geçici
h ükü mete eğitim ko nularında danışma n l ı k yapmak üzere Yunanis-
GÖRELi ÖZERKLIK 407

tan'a döndü. Vincen nes ve Sosyal Bilim lerde i leri Araştırmalar Oku­
lu'nda l isansüstü dersler verdi; Yunan istan ve Fransa'daki sol kanat
politikalara katılmayı sürd ü rdü. Ekim 1 979'da 43 yaşındayken bek­
lenmedik bir intiharla hayatın a son verdi.
Poulantzas genellikle 1 970'1erin önde gelen Marksist ayd ı nların-
dan biri olara k görülür.
Temel çalışmal a rı:

• Siyasal Güç ve Sosyal S1mflar ( 1 973)


• Faşizm ve Diktatörlük ( 1 974)
• Çağdaş Kapitalizmde Smlflar ( 1 975)
• Diktatörlüğün Krizi ( 1 975)
• Devlet, Güç, Sosyalizm ( 1 978)

FiKiR
Siyasa l sosyolojide temel tartışma konularından biri gelişmiş kapita­
l ist topl umlarda devletin rolüdür. Devlet (hükümet, sivi l bürokrasi,
pol is ve ordu) demokrasinin gerçek a nlamında halkı temsil etmekte
mid i r ve ona güven ilebilir mi? Yoksa o bir sınıfsa l kontrol aracı, yöne­
tici sınıfın -propagandayla veya güç kullanarak- kendi i radesini in­
sanlara dayatmak, güç ve ayrıcal ı klarını sürdürmek ve korumak için
ku l landığı bir araç mıd ır? Libera l ve daha radikal yazarlar arasındaki
bu tartışma, yani çoğu lcul uk-seçkincilik tartışması (bkz. iktidar Seçkin­
leri), Ma rksist çevrelerde süregelen modern devletin bir sınıfsal kont­
rol a racı o l u p olmadığı -bu görüş Marksist yazılarda sorgulanmaz­
veya a ksine, onun nasil yönettiği ve bu sınıfsal kontro l ü n nasıl uygu­
landığı tartışmasının bir parçası o l m uştur. Geleneksel olarak, Marksist
yaza rlar bugün bile devletin esasen kapital ist sı nıfı n kontrol ünde
olduğunu öne sürerler. Çünkü onlara göre, basitçe, kapitalist sınıfın -
'
üst orta sınıf kökenierden gelen, devlet oku l l a rında ve Oxbridge'de'
eğitim görmüş- üyeleri hükümet, sivil bürokrasi, yargı ve orduda üst
kademeleri işgal ederler ve kendi sın ıfsal çıka rla rı n ı koruyan ortak bir
kod ve kültüre göre hareket ederler. Bu tür bir anal izin iyi örnekleri
olarak Sam Aaronovitch ( 1 96 1 ) ve Ral ph Mil iband'ın ( 1 969) çalışmala­
rı verilebi l i r.
N icos Poulantzas 1 970'1erde yönetici sınıfın yöntemleri ve taktik­
leri hakkında, doğrudan sın ıfsal kontrolden ziyade göreli özerklik
kavram ı temelinde çok farkl ı bir tez gel iştirdi. Poulantzas, Ralph Mili-

" Oxford ve Cambridge Ü niversiteleri ( Ü . T.).


408 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

band'la ünlü ve uzun tartışmasında, ne bireylere ne de iktidardaki


partilere bağlı o l m ayan daha yapısal bir kapitalist topl u m analizi
gel işti rd i. Ona göre, kapita list bir toplumun yö netiminde kim ol u rsa
olsun onu kapita l izmin ç ı karlarına göre yönetecektir.
Poula ntzas, bir ka pita l ist sistem ve kapitalist devlet modeli çiz­
meye çalışırken, ka pital ist ü retim tarzının -karş ı l ıklı i l işki içinde olsa­
lar bile, birbirlerinden bir ölçüde özerk veya bağ ımsız- üç temel dü­
zey veya a lt-sistemden o l uştuğunu öne sürer. N itekim, ekonomik
sistem siyasal ve ideolojik d üzeyleri önemli ölçüde etkilese bile, siya ­
sal ve ideolojik olayların ekonomiyi etkilernesi ve/veya özel bir ivme
kazanması aynı ölçüde m ü m kü ndür.
Bu ka rmaşık etki leşim ortası nda, modern kapital ist devletin rol ü
b i r bütün olarak sistem i d üzenlemek, ka pita l izmin uzun vadeli çıkar­
larını ko rumak, burjuva yöneti minin ve kaza nçların pü rüzsüz sürdü­
rülmesini sağlamak ve proletaryayı -mü mkünse ideolojiyle, gerekti­
ğ inde güç kullanarak- kontrol altında tutmaktır. Özelde onun görevi,
sınıf mücadelesini, ya ni sermaye ve emek arasında ortadan kaldırıl­
ması i m kansız, ancak patlak vermesi muhtemel bir sınıfsal devri m i
önlemek için, temel antagonizmayı kontrol altına alarak düzenle­
mektir. Bir kitle demokrasisi ve bireysel özg ürlükler çağında bu, doğ­
rudan baskıyla değil, dalaylı kontrolle, devletin yönetici sın ıfta n 'gö­
rel i özerkl iğ i'yle m ü m kündür. Böylece hükü met, polis ve yargı sistemi
bel irl i bir sın ıftan bağımsız olara k 'ortaya çıkabil ir' ve böylece top­
lumdaki bütün sın ıfların desteği ve rızasını kaza nabil i r. Ayrıca, 'ba­
ğ ı msız' bir devlet kapita list sistemin çıka rları n ı -büyük toprak sah ip­
leri ve büyük işadamlarından büyük mali güçler ve çokul uslu şirketle­
re kadar geniş bir yelpazede yer a lan, çok farklı 'kesimler' veya rakip
çıkarlar içinde fazlaca gruplaşmış ve böl ünmüş- kapital ist sınıftan
daha iyi koruyabilir. H ükü met, sahip olduğu görel i özerklik sayesinde
ka pital ist sı nıfın fa rkl ı kesi mleri a rası nda ve burjuvaziyle proletarya
a rasında arabuluculuk yapabilir ve böylece yönetici s ı n ıfa hayati bir
birlik ve l iderlik kazandırabilir ve açık sınıf çatışmalarını önleyebilir.
Bu özerklik, hükü metin işçi sın ıfına, örneğin refa h d üzeyiyle ilişki l i
önlem lerle kısa-vadeli tavizler vermesini m ü m kü n kılar v e hatta spe­
külatörler gibi -açgöz l ü l ü kleri tüm sistemin veya ka pita l izmin ünü­
nün sarsılmasına yol açabilecek- kapita list kesimler veya g ruplara
sınırlamalar getirmesini sağlar. Kapitalist devl et, bu yüzden, yönetici
sın ıfı disiplin altına alabilir, işçi sın ıfını bölebil i r ve kapita l izmin uzun
döne m l i çıkarlarını koruyabilir ve görünüşte tarafsızlığını sürd ü rebilir.
Bu tarafsızl ı k modern sın ıfsal kontrolde hayati bir unsurdur. Modern
devlet, bütün insanlar ve sosyal sın ıfları temsil ediyor 'görünerek',
GÖRELi ÖZERKLiK 409

geçmişte olduğu gibi güç kul lanmaktan ziyade, i kna ile yönetebi l i r.
Bu ideolojik kontrol askeri güç ve çıplak baskıdan çok daha etkilidir.
B u yüzden, Poulantzas devletin baskıcı aygıtları ve ideolojik ayg ıtları
ayrı mı yapar; baskıcı kontrol ayg ıtları polis, ordu ve hükü meti, ideolo­
jik kontrol aygıtları ise kilise ve oku l u, hatta a ileyi içerir.
Fakat bu hassas denge nasıl sağlanacaktır? Devlet sermaye ve
emek arası ndaki sürekli değişen güç dengesine ne zaman ve hangi
şeki l lerde tepki göstereceğini nasıl bilecektir? Poula ntzas için, temel
mekanizma her zaman devlet aygıtı -parlamento, hükümet, kamu
hizmeti vb.- içinde işçiler ve kapita l istler arasında bir güç dengesi
olara k yansıyan ve taraflardan biri n in gücü artar veya yükselirken,
diğerinin zayıfladığı veya güçsüz düştüğü 's ı n ıf mücadelesi'd ir. Ör­
neğin, 1 970'1erin başlarında i ngiltere'de olduğu gibi, sendikalar güç­
lüyken hükümet ücret artışları sağlayacak, yoksullara yard ı m la r yapa­
cak ve toprak sahip leri veya işverenler aleyhi ne yeni yasa lar çıkarta­
caktır. Ancak işçi sın ıfı zayıfladığında ya da dağıldığında veya kapita­
lizmin temel çıkarları tehdit a ltında olduğunda, hükümet - 1 980'1erde
olduğu gibi- sendikalar üzerinde baskı kuracak, ücretiere sınırlamalar
getirecek, vergi kesintileri ya paca k ve işlerden ziyade karlara destek
olacaktır. Bu sırada hangi partinin hükü mette olduğu önemli değil­
*
dir. Hem monetarizm , hem de sendikalar üzerindeki kısıtlamalar
(aslında bunlar Muhafazakar Thatcher H ü kü meti'nin temel pol itikala­
rıd ı r), ilk olara k 1 960'1arın sonları ve 70'1erde i şçi Partisi hükümetleri
tarafından uygulamaya soku lmuştur.
Poulantzas için, üst kademelerdeki pol itikacılar, ya rg ıçlar vb.nin
sın ıfsal kökenieri önem l i değ i ldir. Esas olan kapita l ist toplumun ya pı­
sının devleti, iktidar koltuğunda kim oturu rsa otu rsun, kapitalizmin
uzun vadeli çıkarlarına göre davranmaya zorlamasıd ı r. Yine de, onun
özerkliği her zaman göreli ve s ı n ı rl ı d ı r. Devlet asla kapital izmi yıkmak
veya zayıftatmak için ku llanılamaz: öyle ki, Batıl ı kapitalist bir top­
lumda sosyal i st bir partinin iktida rı demokratik yol la rla ele geçirmesi
ve sosyalizme barışçı yoldan geçmesi potansiyeli oldukça sınırl ı d ır.
Bu sın ıfsal kontrol, ister askeri yönetim, ister faşizm, isterse liberal
demokrasi biçimini alsın, özel u l usal siyasal gelişmelere bağlıdır,
ancak bu yönetim biçimi kıl ı k değiştirdikçe daha iyi görü n ü r.
Bu yüzden, kapitalist toplumda devletin rolü istikrarı sağlamak ve
kapita l izmin filizleneceği koşu l la rı yaratmaktır. O kapital ist üstyapının
bir pa rçasıdır ve bu yüzden nihayetinde -devletin üst konumlarını

* S ı kı para politikası. 1 980'1erde Batılı kapitalist ülkelerde uygulanan ekono­


mik rejime verilen ad. ( Ü .T.)
410 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

yönetici sınıfla r işgal etmese bile- yönetici sınıfın çıka rlarına hizmet
eder. Gerçekte, devlet yönetici sınıflardan özg ürleşir göründükçe,
hem burjuvazinin bütün kesimleri ve çıkarlarını temsil etme, hem de
ken d i yönetimini meşrulaştırmak ve kam u n u n rızasını kaza nmak için
ihtiyaç duyduğu bağı msızlık mitini sürd ürme ba kı m ından daha iyi
kon u mda olur. O gerçek rolünü, kapital izmi n gerçek çı ka rları n ı temsil
ettiğini gizlemek zorundadı r. B u -yönetimin varlığı gözlerden saklan­
d ı kça topl u m daha kolay yönetilir.
Kapitalist devlet kapitalist sınıfın çıkarlarına, en iyi şekilde sadece
bu sın ıfın üyeleri doğrudan devlet aygıtı içinde yer almadıkların­
da, başka deyişle Yönetici Sınıf siyasal açıdan yönetici sınıf konu­
munda olmadığında hizmet eder (Poulantzas, 1 973).

KAVRAMSAL GELiŞiM
B iyog rafisini yazan l a rdan Bob Jessop'a ( 1 985) göre, "Poulantzas'ın
savaş sonrası dönemde en öneml i ve en etkili Marksist devlet ve
siyaset teorisyeni ola ra k kal dığını söylemek abartma değildir". Alt­
husser'in fikirleri Latin Amerika ve i skandinavya gibi uzak ü l kelerde
bile etkil i olmuştur. Ayrıca, onun göreli özerkl ik kavra mı modern
kapital ist toplum teori ve pratiği ni, yönetici sınıfın yönetimini nasıl
sürdürdüğünü ve yönetim in, kapitalist sın ıfın devlet içindeki farklı
kesimleri a rasındaki mücadeleleri teşvik kadar, işçi sınıfı n ı devrimden
uza k tutma stratej i lerini de anlamaya katkısını sürd ü rmektedir.
Ancak, göreli özerklik kavra mı hala hem bel irsizliği neden iyle
hem de işlerliği yönünde kan ıt bulma güçlüğü yüzünden ciddi eleşti­
rilere uğra ma ktad ı r. Kesin olarak, göreli ne kadar göreli özerkliktir?
Devlet ne kadar özerktir, ne kadar sınırlandırılm ıştır? Dearlove ve
Saunders ( 1 984) Poula ntzas'ın teorisinde dört temel zayıf ya n bel i r­
ler:

• Poulantzas'ın tezi dolambaçlıdır, yani işçi sınıfın ı n gücü veya


zayıfl ığı sadece ona verilen tavizin m i ktarına göre ölçülür. An­
cak, aynı şekilde, işçi s ı n ıfı nın, zayıf olduğunda bile, özell ikle i şçi
Partisi hükü mette olduğunda devletten tavizler koparabii eceği
öne sürülebilir.
• Bu tez totolojiktir. Göreli özerkli k fikrini sınamak m ü m kün de­
ğild ir. O her şeyi açıklar ve hiçbir şeyi açıkla maz, zira Poula ntzas
onu empirik olara k sı nayacak hiçbir ölçüt gel iştirmem iştir. Gö­
reli özerkli k fikrini kan ıtlamak veya çürütmek neredeyse
i m kansızdır. Devletin bir eylemi yönetici sınıfın yararına bir ey-
GÖRELi ÖZERKLiK 41 1

lem olduğu kadar proJetaryaya ve rilen bir taviz olarak da yo­


rumlanabili r.
• O çok dar bir yaklaşımd ır. Bu yaklaşımda, savaş-sonrası toplum­
da sı nıfl a rla belirli noktalarda örtüşen diğer gruplar ve çıkarların
-feminizm, Siyahlar, gaylar, çevreci gruplar vb.ni n- yükselişi
ihmal edilerek, sadece sınıf mücadelesi üzerinde d u ru l m uştur.
Poulantzas'ın tüm bu baskı g ruplarını bir s ı n ıf a n a l izi altında sı­
n ıfland ırma girişi m i yetersizdi r.
• Bu tez eksiktir. Sadece, Margaret Thatcher veya Tony Benn ya­
hut U l usal Cephe veya Askeri Eğ i l i m i n iktidarda olmas ının so­
nucu değiştirmeyeceğini ima eden bir a na l iz sunu lara k, kişil er,
gruplar ve hiziplerin etkisi göz ardı edilm iştir.

Bu eleştiri, Poula ntzas'la uzun bir tartışmaya g iren Ralph Miliband


( 1 969) gibi yazarların önerdiği, modern kapitalist devletin işleyişiyle
ilgili alternatif Ma rksist görüşün özünü ol uşturur. M i l i band, kapitalist
sınıfın üyelerinin gerçekte modern devletin memurları old u klarını;
kapitalizme özgü periyod ik krizler sayesinde d ü meni ele geçirdikleri­
n i ve bu krizi sınıf m ü cadelesin i bastırmak için ku lland ı klarını öne
sürer. M i l i ba nd'ın yaklaşımı Poulantzas'ı nkinden daha esnek ve daha
az deterministtir, siste min temel yapı ve mantığından ziyade insanla­
ra ve kişiliklere önem verir, a ncak bu ya klaşı m da, gerçekte güç den­
gesin i ölçme ve tavizin bir reform değil gerçekte ne kadar taviz oldu­
ğ u n u kan ıtlama kon ularında problemler yaratır. Ne de bu yaklaşım,
sosyal ist partinin veya işçi partis i n i n kapitalizmi sosyal izme dönüştü­
rüp dönüştü remeyeceği kon usundaki temel pratik soruları cevaplar ­
hatta o iyimser bile değildir.
Poulantzas, son çalışmasında (Devlet, Güç ve Sosyalizm, 1 970) gö­
re! i özerkl ik fikrinden uza klaşır ve bu onun ölümünden sonra yayın­
lanan notlarında da görülebil ir. Yine de, o modern Marksizm'de
öneml i bir tartışmayı başlatmış ve modern devletin rol ü ve işleyişi
problemini sosyolojik teoride ön plana çıkartmıştır.

AYRlCA BAKINIZ
• HEGEMONYA ve YAPISAL MARKSiZM -farklı teorik temellere sahip
olsa da bu fikre kaynakl ık eden teori olarak
• MEŞRUiYET KRiZi -Jürgen Habermas'ın geç modern kapitalist top­
lumlarda devletin rolü ve gücü teorisi olarak
• SÖYLEM -günümüzün post-modern/post-yapısaler bir güç ve devlet
anlayışı olarak
412 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

OKUMA ÖNERiLERi
JESSOP, B. (1 985), Nicos Pou/antzas, Macmillan -Poulantzas'ın hayatı ve
çalışmalarına genel bir bakış
LUKES, S. ( 1 974), Power: A Radical View, Macmillan -günüm üzde güç/iktidar
üzerine tüm tartışmanın zengin bir özeti ve geli şi m i
URRY, J. A N D WAKEFORD, J., EDS. ( 1 9 73), Power in Britain, Heinemann ­
Mil iband-Poulantzas tartışmasının özeti.

iLERi OKUMA ÖNERiLERi


AARONOVITCH, S. ( 1 961 ), The Ruling Class, Lawrence & Wishart
DEARLOVE, J. AND SAUNDERS, P. ( 1 984), Introduction to Social Classes, Polity
Press
MILIBAND, R. (1 969), The State in Capitalist Society, Weidefeld & Nicolson ­
modern devletin yapısına ilişkin kolay okunur alternatif bir okuma
POULANTZAS, N. ( 1 973), Political Power and Social Classes, New Left Books
POULANTZAS, N. (1 974), Fascism and Dictatorship, New Left Books [Faşizm ve
Diktatörlük, Çeviren: Ahmet i nsel, i letişim Yayı nları, 2004]
POULANTZAS, N. ( 1 9 75), Classes in Contemporary Capitalism, New Left Books
POULANTZAS, N. (1 975), The Crisis of Dictatorship, New Left Books
POU LANTZAS, N. (1 978), State, Power and Socialism, New Left Books

SINAV SORULARI
"Artan sosyal hareketliliğe ve eğitim sistemindeki genişlemeye rağ­
men, i ngiltere'deki g ü ç yapısı ondokuzu ncu yüzyıldan beri değişme­
miştir." Tartışınız. (Cam bridg e Yerel Sınavlar Kom isyonu, Haziran
1 986)
2 "Sosyologlar gel işmiş sanayi toplumlarında devletin rolü olarak neleri
tespit etmişlerd ir?" (AEB, Haziran 1 985)

Çeviri: Ümit Tatlıcan


Kültür Araşt1 rmalar1
Stuart Hall

FiKiR
1 970'1er ve 80'1erde yeni, daha post-modern sosyologlar klasik sosyo­
lojinin temel kavram ı sınıf terim ine itiraz ettiler ve sınıf yerine genç­
lik, toplumsal cinsiyet ve etnisite gibi sın ıfsal-olmaya n konularla ilgili
yaşam biçimlerine ve toplu msal kimliklere yoğunlaştı lar. Yeni bir
sosyoloji, kültür ve modern hayat a raştı rmalarına daya l ı sosyolojik bir
anlayış gelişti. B u yeni düşünce oku l u n u n başında Birmingham Ü n i­
versitesi Çağdaş Kültür Araştırmaları Merkezi'nden (CCCS) Stuart Hall
ve arkadaşları vard ı: bu merkez 1 964-79 döneminde ü rettiği yoğ u n
v e nitelikl i akademik çalışma larla u l uslararası b i r ü n kaza ndı. Kültür
araştırmaları sosyal teori ve siyaset teorisinden gençlik kültürü, kitle
iletişim araçları, sınıf çatışması ve popüler kültür a raştırmaları g i bi
birçok fa rkl ı alana kadar uza nan, hepsi de Thatcher'ı n Yen i Sağ hü­
kümetiyle ilgili kapsa mlı ve oldukça eleştirel tartışmalar içeren sol
kanat, neo-Marksist bir perspektifin -ve 1 970'1erin sonlarındaki femi­
nist ve s iya h yazarların- etkisi ndeki bağ ımsız bir a kademik disipl in
olara k ortaya çıktı. Kü ltür araştırmaları ve CCCS bu dönemdeki Yen i
S o l hareketin ön safları nda yer al ıyordu.
Birçok farklı Avrupa geleneğ inden beslenen kültür araştırmaları
60'1arın sonu ve 70'1erdeki toplumsal, siyasal ve kültürel 'devrimler'
ortasında gelişti. 1 968 Paris öğrenci ayakla n maları, Amerika'daki
savaş karşıtı gösteriler, i ngiltere'deki n ü kleer güç karşıtı yürüyüşler ve
1 950'1erde Elvis Presley ve Beatles, Rolling Stones, Bob Oyla n ve son­
raki on yılda onları izleyenierin önderliğindeki Kültür Devrimiyle,
savaş sonrası toplumda gençler ve radikaller neredeyse bir devrim
yaratmak üzereydi. Yeni hareketlerin idealizmi ve romantik enerjisi
gençlerden bazılarını savaş-son rası toplumu yargılamaya ve değiş­
tirmeye, bazıların ı da uyuşturucu kullanarak veya a lternatif, komünal
41 4 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

ya şam biçimlerini beni mseyerek 'geri çeki l me'ye itmişti. Gençler


arasında geleneksel topluma açıkça meydan okuya n tam bir yen i
'karşı kültür', duyg u larını müzik, edebiyat, protestolar v e özel b i r
yaşam biçimiyle ifade e d e n bir gençlik kültürü o rtaya çıktı. Kültür
araştırmaları bu yeni sosyoloj iye egemen ol mayı ve onu kucaklamayı
a m açlayan a kademik g irişimlerin ön saflarında yer alıyordu.
Çağdaş Kültür Araştırmaları Merkezi, 1 950'1erde Richard Hogga rt
tarafından, çağdaş ve gündelik hayata ve özellikle a kademik çal ışma­
larda ihmal ve göz ardı edilen lerin -çalışan s ı n ıfla rın- yaşantı ianna
odaklanarak, geleneksel kültür anlayışını değiştirmek ve onun dar ve
orta sınıf klasik m üzik, gel eneksel sanat ve klasik edebiyat takı ntısını
yıkmak için kuruldu. Stuart Hall'un yönetime gelmesiyle araştırma
merkezi çağdaş toplumu, özel l ikle geli şen gençlik kültürün ü a nal iz
ederken sınıf, etn isite ve top l u msal cinsiyetin de önemini vurg u layan
neo-Marksist bir çerçeve kullanara k kültür araştı rmaları nı modernleş­
tirmeye girişti. i şçi sınıfından gençlerin davranışlarının ve onların
l iderlerinin 'sessiz' isyanlarının analiz edildiği bu yaklaşımda 'kültürel
direniş' kavram ı merkezi bir yere sahipti. Stuart Hall ve arkadaşları,
Ritüeller/e Direnç'te ( 1 976), fa rklı ve gençler tarafından gel iştirilen alt
kültürlere -zenci m üziğiyle ilgilenenler, Rokcular, Punkçular vb.ne­
odaklanan çalışmalar yayınladılar. Hall' e göre, bu tutumlar ve yaşam
biçim l eri çeşitl iliğinin altında ortak bir tema, modern kapital izme
karşı ortak sın ıfsal d ireniş yatar. 1 960'1ar ve 70'1er kuşağı kapita lizme
karşı ebeveynlerinden farklı d ireniş biçimleri sergiiemiş olabilir -yeni
işçi sın ıfı ka pita l izme d i reniş biçimi olara k işçi sendikalarına ve i şçi
Partisine yönelmiş olabil ir. 1 960'1arın yeni orta sınıf gençliği aksine ya
ü n iversitedeki yaşa m biçimlerini kökten değiştirmeye, rad i ka l protes­
toya yönelmiş ya da sadece uyuşturucuya ve komünlere geri dön­
müştür. Fakat her iki gençlik de kapitalist kontrole muhalefetlerini,
yabancılaşmalarını ve öze l l i kle "kapitalizm senin için iyi ve değerli tek
ve normal hayat tarzıd ı r" biçim indeki ideoloj i k ka bulü reddettiklerini
ifade etmeye çalışmışlard ı r. Antonio Gramsci'nin düşünceleri, özel l i k­
le onun hegemonya kavra m ı ve ideolojik kontrol anlayışı CCCS'in
eleştirel analizinde temel bir rol oynamıştır.
Bir Afro-Ka ra ipli olan Hall i ngiltere'deki siyah gençliğe odakla ndı.
Hall Krizi Yönetmek'te ( 1 978) örneğin, siyah güç ve ırk aya klanmaları
soru nları n ı sosyolojik ve siyasal tartışmanın gündemine taşıdı. Hall,
ırk ve rengin i ngil iz işçi sınıfı nı bir a raya getirmekten çok böldüğünü
kabul ederken, siya h gençliği işçi sın ıfının bir 'kesimi' veya unsuru
olara k ta nımladı. Hal l'e göre, siyah suç, tıpkı siya h ayakla n malar gi bi,
sın ıfsal egemenliğe ve beyazların üstü nlüğüne karşı siyah d i renişin
KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI 415

b i r parçasıydı.
Çağdaş Kültür Araştırmaları Merkezi'n in kültür araştırmaları yakla­
şımı ve özel likle onun neo Marksist çerçevesi 1 970'1erin sonlarında
diğer siyah yazarların, özellikle feministlerin itirazlarıyla karşılaşsa da,
Merkez'in yaptığı şey, kültür kavram ı n ı sosyolojik analiz ve tartışma­
nın merkezine taşımak ve bunu sadece radikal Marksist bir eleştiriyle
değil, Batı Avrupa'nın başka yerlerinde gelişti rilen post modern gö­
rüşlerle, yan i stil, davran ı ş biçi m i ve kimliğin yan ı sıra sınıf ve grup
çatışmasına odaklanan görüşlerle harmanlamaktı.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Kültür araştırmaları, bu yaklaşımın kavra m ları ve kura msal perspektif­
leri artık modern sosyolojinin kabul gören bir parçasıdır ve pek çok
ü niversitede a kademik bir d isiplini temsil etmektedir. Bu kabul ve
bütün leşmenin kaynağı büyük ö lçüde Stuart Hal l ve arkadaşlarının
Çağdaş Kültür Araştırmaları Merkezi'ndeki öncü çalışmalarıdır. Ancak
yine de, kültür araştı rmaları kavram ve uygulama konusunda eleştiri­
lere u ğ ra mıştır.
Redhead ( 1 990) ve Bennett ( 1 999), örneğin, onun 'alt kültür' anla­
yışını, çok katı ve esneklikten yoksun olmakla eleştirir. Bennett'e
göre, gençler, "sadece bir toplumda veya bu toplu m u n alt kültürle­
rinden birinde yaşa mazlar". Dah a ziyade, çoğu genç ev veya iş hayatı
ile bir alt kültürün yaşam biçi mi, g iyim veya müzik çevresine yoğun­
laşmış 'toplumsal yaşantı lar' -hafta sonu rock grupla rı, mini etekli
kütüphaneciler veya punkçular- a rasında gelip g ider. 1 960'1ar ve
70'1erin en sert günlerinde bile gençlerin sadece çok küçük bir yüz­
desi devrimciler veya profesyonel hippiler haline gelmiştir.
i kinci olarak, CCCS modeli alt kültürleri temelde modern kapita­
lizme ve onun kültü rel egemenliğine karşı direniş biçimleri olara k a l ı r
görünür. Ancak, bizzat Hall v e J efferson'ın da ka bul ettiği g ibi, alt­
kültürler işçi sın ıfının yüz yüze olduğu düşük ücret, işsizli k ve eğitim­
deki başarısızlık gibi sorunları çözemezler. Onlar, olsa olsa, otoriteye
isyan ve bir tür kaçış yoludurlar ve devrime temel o l uşturmazlar.
Mike O'Donnel l'a göre, bu d urum, siyah gençliğe ve o n ların fiziksel
şiddete yatkınlıkları ve ayaklanmaya istekl iliklerine uygulama d ışın­
da, 'a lt kültürel direniş' kavram ı n ı gereksiz kılar görü nmektedir. Bir
başka duru mda, beyaz alt kültü r direnişi, en iyisinden otorite karşıtı
ve en kötüsünden ırkçı ve yabancı d üşmanıd ı r. 1 990'1arda ekonomi
gelişir ve istihdam artarken, işçi sınıfı gençler tam istihdam ve göreli
bir refah düzeyine ulaşırken, beyaz a lt kültürler, ta mamen o lmasa da,
41 6 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

büyük ölçüde ortadan kalkm ıştır. 1 950'1er ve ?O'I erin işçi sınıfı 'deli­
ka nlıları' -rokçılar ve punklar- artık i ngiliz toplumsal tarihinin bir
parçasıdır. Savaş-sonrası dönem gençliği, yaş l ı kuşağın a ksine, sınıfsal
bir devri min önderleri olma ktan çok, genç ki mlikler ol uşturmaya
ça lışıyordu ve hatta daha m i l ita n ve radika l orta s ı n ıf gençlik üniversi­
teden çıkıp kapitalist 'koşuşturma'ya katıld ığ ı nda d u ruma çok çabuk
ayak uydurdu. Bunları n b i r böl ü m ü kap ita l izmin kaptanları kon u m u­
na geldiler; Rich a rd B ranson bunlara klasik bir örnektir.
Son olarak, CCCS model i n i n gençl ik davra n ı ş ı n ı tasviri çok katıd ır.
Avrupalı görüşler ve yapısal Marksizm'in bu çalışmalara girmesi kül­
tür araştırm a larına oldukça rad ikal ve post modern bir çerçeve ka­
za n d ı rmış olsa bi le, bu a n a lizler çok soyut ve determ in istti. Bu dö­
nemde gençl iğin davra nışı çoğu kez radikal, hatta devrimci eylemin
ö ncüsü olara k yoru mlandı; oysa prati kte gençlerin çoğu sadece yeni
özgürlükler, yen i zenginl ikler ve yeni fırsatiara sah iplerd i ve toplumu
büyük ö lçüde değişti rmeye çalışmaktan ziyade, yen i yaşa m biçimleri
ve yen i kim l ikler deniyorla rd ı . Pek çoğu daha fazla özgürl ük ve yurt­
taşlık hakları için protesto yürüyüşleri yapmaya hazır olsa bile, pek azı
kendisini bir s ı n ıf savaşı n a girişen uzun soluklu b i r devrimci olara k
görmüştür.
Daha yeni kültür araştırmaları geleneğinde, özell ikle Paul Willis
( 1 990) ve Angela McRobbie ( 1 994), sınıf ve yaş, etnisite ve toplumsal
cinsiyet gibi faktörler a rasında daha açık bir denge kurmaya çalışmış­
tır. Daha önemlisi, bu tür yaza rlar, gençl ere, davra n ı şlarının nedenleri
konusu nda daha üst bir kuramsal bir çerçeve sunmaktan ziyade,
kendilerini ifade fırsatı sağla maya ça lışmışlardır. Özel l i kle, McRob­
bie'nin 'Farklı Gençl i k Öznel l i kleri' adlı yazısında, yaş, etn isite, cinsiyet
ve s ı n ıf gibi faktörlerin etkileşim içinde oldukları ve bu etki leşim in bir
kiş i n i n hayatın ı n farkl ı evrelerine göre değiştiği kabul edi lerek, çok­
nede n l i bir a na liz kullanılır. McRobbie'ninkine benzer çalışmalar 'top­
l umsal a ktör' düşü ncesine doğru bir kaymayı, gencin sadece kendi
döneminin bir ürünü olmadığını, aynı zama nda, gençlerin ve onların
alt kültürlerinin modern ve popüler kültürü bi reysel ve kollektif ola­
ra k -belirl emese bile- etkilediğini, yeni ve önceden kestirilemez bir
yön kaza nabileceğ ini kabul etmeye doğru bir yönel i m i yansıtır görü­
n ü r.
Kültür a raştırmaları rüştü n ü büyük ölçüde ispatl a mıştır. Artık,
kendi müfredatı ve yön d uygusuna sahip bir disiplin olarak daha
yaygı n kabul görmektedir. Bu, Stu a rt H a l l 'u n ve onun Çağdaş Kültür
Araştırmaları Merkezi'nde birl ikte çalıştığı arkadaşları n ı n bir m irasıd ı r.
Bu, ayn ı za manda, kendini en açık haliyle, i ng iliz toplumunu büyük
KÜLTÜR ARA$TIRMALARI 417

ölçüde eleştiren ve o n u kökten değişti rmeye kararlı sosyolojik b i r


perspektifin sonunda bu top l u m tarafından kucaklan ması biçiminde,
Stuart Hal l'un Açı k Ü n iversite'ye bir sosyoloji profesörü olara k atan­
ması biçiminde gösteren bir i ro n id ir. Thatcher H ü kü meti n i ve
1 980'1erin M u hafazakar H ü kümetleri n i en çok eleştiren, rad ikal ve
sözünü esirgemeyen Marksist b i r yazar olan siyah J a ma ikal ı Stuart
Hall, daha iyi bir i ngiltere'yle i l g i l i rad i ka l görüşleri n i tanıtıp yaygın­
laştıracak bir araç olarak i ngiltere'nin en merkezi kurum larından biri
BBC'yi kul lanabilmiştir. O bu kon u m u çok iyi değerlendirmiş ve ü n l ü
b i r TV s iması v e eleştirmeni o l m uştur. Stuart Hall, modern i ngilte­
re'nin ve içinde yaşayan insanları n kü ltü r ve yaşam biçimleriyle il işkili
görü şler geliştirdiği ve bu görüşlere esin kaynağı oluşturduğu 30
yılın a rd ı ndan 1 997'de emekli o l m uştur.

OKUMA ÖNERiLERi
Kültür araştırmaları alanındaki yazıları okumak kolay değildir. Yine de on lar
Stuart Hall ve arkadaşlarının 1 970'1er ve BO'Ierde geliştirdikleri tarz ve
yaklaşımı anlama çabalarında önemlidir.
HALL, S. AND JEFFERSON, T. (EDS.) (1 976), Resistance through Rituals: Youth
Cu/tures in Modern Britain, H utchinson, London
HALL, S., CRITCHER, C., J EFFERSON, T., CLARKE, J., AND ROBERTS B. ( 1 978),
Policing the Crisis: Mugging, the State, and Law and Order, Macmillan Press
HALL, S. ET AL. (1 982) The Empire Strikes Back, Hutchinson, London

iLERi OKUMA ÖNERiLERi


Alttaki çalışmalar kültür araştı rmalarındaki ve Stu a rt Hall'ın son 30
yı l l ı k düşüncesindeki daha yeni gelişmeleri ya nsıtır.
HALL, S. A N D DU GAY, P. (EDS.) ( 1 996), Questions of Culturaf ldentity, Sa ge,
London
HALL, S. (ED.) ( 1 997), Representation: Cultural Representations and Signify­
ing Practices, Sage, London
MCROBBIE, A. ( 1 990). Post-Modernism and Popu/ar Culture, Routledge, Lon­
don
WILLIS, P. ( 1 990), Comman Culture: Symbolic Work at Play in the Everyday
Cultures of the Young, Oxford Un iversity Press

Çeviri: Şebnem Özkan


Küreselleşme
Anthony G iddens

FiKiR
G ü n ümüzde, tüm d ü nyaya mal ve hizmetler sağlayan küresel bir
piyasaya daya l ı kü resel bir ekonom ide yaşad ığımız fikri yaygınd ı r.
Ayrıca, Marshall Mc Luhan'ın -dünya n ı n d iğer taraflarında neler olup
bittiğini bil mekle kalmayıp, onları bizzat olurken izleyebileceğimiz­
'küresel. bir köy' olara k d ü nya fikri de bir gerçekliktir. Modern küresel
iletişim araçları ve Internet sayesinde d ün yanın her yerind eki insa n l a r
- e n azı ndan monitörler a racılı ğıyla- yüz-yüze konuşabil mekted ir.
Küresel d ünya şu an içinde yaşadığımız d ü nyad ı r ve hayatın her ya nı,
toplum ve kültür, 'küreselleşme' tarafından yen iden bel irlen mese
bile, ondan etkilenmektedir. Siyasal d ünya bile a rtık gerçekte küre­
seldir. i ki Dünya Savaşı, Soğ uk Savaş, Körfez Savaşı, Balka n savaşları
ve -New York Dünya Ticaret Merkezi'nin 2001 yı l ında bombalanma­
s ı n ı n a rd ı ndan- Terörizmle Savaş bütün d ü nya açısından etkilere
sahiptir.
Savaş-sonrası dönemde Amerika ve Sovyetler Birliği a rası nda as­
keri, ekonomik ve siyasal hakimiyet m ücadelesi verilirken, komün iz­
m i n çöküşüyle Amerika ve küresel kapita l izm 1 990'Iar d ü nyasına
egemen o lmaya başladı. Ancak Amerika'nın bu gücü itirazsız sürüp
gitmedi ve bugün Amerika sadece çevreciler ve Ü çüncü Dü nya ü l ke­
lerinden gelen meydan okuma l a rla değil, kimlikleri ve inançları n ı n
küresel kapital izmin v e Batılı tüketim tarzı n ı n etkisi a ltında yok ola­
cağı kayg ısı n ı taşıyan d insel ve kültürel h a reketlerden gelen dire n iş­
lerle de karşı karşıyad ı r. Küreselleşmenin doğası, nedenleri, sonuçları
ve gelecekteki gelişme eğilimleri yirminci yüzyıldaki sosyologları
büyüledi ve kaçınılmaz olarak küreselleşmenin sebepleri ve sonuçları
hakkı nda fa rkl ı teoriler ve perspektifler üretildi.
M i ke O'Donnell (200 1 ) küreselleşme teorisyen lerini iki genel
KÜRESELLEŞME 419

kampa ayırır:

• l iberal çoğulcu b i r perspektifi beni mseyen, d ünya toplumunun


daha eşitl ikçi ve daha küresel bir topluma doğru i leriediği ve
evrildiğini d üşü nen iyimser/er;
• Marksist veya post-modern bir perspektifi ben imseyen, kapita­
l izm ve onun kar a rayışını bir tehdit olarak gören, Batı n ı n ve ka­
pitalist müttefiklerinin yerküreyi kontrol üne ve d ü nya egemen­
l iğ ine doğru bir gidiş olduğunu düşünen kötümser/er.
Ö nde gelen bir i ngiliz sosyolog ve sosyal teorisyen olan Anthony
Giddens genelde l i beral bir perspektiften yazar ve küresel leşmeyi
şöyle ta n ı mlar:
Dünya, artık herkesi etkileyen karşılıklı bağ ımlı lıkların gelişmesi­
nin bir sonucu olarak, öneml i açılardan fiilen tek bir sosyal sistem
haline gelmiştir. Küresel sistem, içinde belirli toplumların -
örneğin, i ngiltere- geliştikieri ve değişim geçirdikleri bir çevreyle
sınırlı değildir.
Ü lkeler arasındaki kesişen sosyal, politik ve ekonomik bağlar bu
ülkelerde yaşayanların kaderini kesin olarak etkiler. Dünyanın ar­
tan karşıl ıklı bağımlılığını an latan genel terim 'küreselleşme'dir
(Giddens 1 997: 63-64).
Giddens'a göre, modern d ü nya öncekilerden ta mamen farklı 'post­
modern' bir dünya değild ir; o modern itenin ileri bir aşamasındadır;
geçm işin eğilimleri ve g üçlerini yansıtır, fakat Marx, Weber ve Du rk­
heim'ın d ü nyasından çok fa rklı bir biçi mde. O sadece doğası bakı­
m ı ndan değil, değişimin h ızı ve yönü, i nsanları n bu değişimi kontrol
kapasiteleri bakımından da fa rkl ıd ır. Giddens modern iteyi bir cehen­
'
nem kamyonu' olara k tanımlar:
o, biz insanların bir ölçüde birlikte sürebileceğimiz, ancak aynı
zamanda kontrolümüzden çıkmış ve kendi yolunda giden bir güç
makinesidir. Bu cehennem kamyon u karşısına çıkanları ezip geçer
ve bazen güvenl i bir yolda ilerler gibi görünürken, bazen de ön­
ceden göremeyeceğ imiz yollara sapar. Bu yolculuk kesinl ikle sıkı­
cı veya ödülsüz değild ir, çoğu kez neşeli olabilir ve umutlu bekle­
yişlerle doludur. Ancak modernitenin kurumları varlıklarını de­
vam ettirdikleri sürece yolcu luğun güzergahı veya hızını asla ta­
mamen kontrol edemeyeceğiz. Ayrıca, kendimizi asla tamamen

< juggernaut: kasıp kavurucu güç; ezip geçen nesne; önüne çıkan her şeyi mahveden
büyük bir kuvvet; cehennem kamyonu, uzun mesafelere yük taşıyan, trafik prob­
lemlerine yol açtığı düşünülen çok büyük yük kamyonu, TIR (Longman·Metro, Bü­
yük ingilizce-Türkçe Türkçe Sözlük, istanbul 1 993) [Ö.B.]
420 SOSYOLOJIDE TEMEL FiKiRLER

güven içinde hissedemeyeceğiz, çünkü onun ileriediği yol büyük


risklerle doludur (Giddens 1 990:1 39).
Giddens, kendisinden ö nceki yazarlar g i bi, küresel leşme s ü recinde üç
temel u nsur bel irler:

• Ekonomik - küresel piyasaların gelişi m i ve d ü nya çapında pa­


zarlar ve fabrikalara sa hip Sony veya Ford gibi modern çokulus­
lu şirketlerin gücünde a rtış;
• Kültürel - kitle iletişim a raçları ve uydu yayın larıyla yaratılan kü­
resel fikirler, i mgeler ve kiml i klerin gelişi mi;
• Politik - uluslararası diplomasiye geçiş, uluslar-üstü ve dünya
çapı ndaki yönetim birimleri ve ağlarının yüksel işiyle, Avrupa
B i rliği ve Birleşmiş Milletler Ö rgütü'nden Güney-Doğu Asya
U l usları Birliği'ne (ASEAN) doğru geçiş.

Giddens'a göre, hayatın her yön ü n ü ve hatta bireysel-kimliği -


zorlamasa da- küresel etkile�e maruz bırakan bir d ü nya toplumunda
yaşıyoruz. Küreselleşme ul usal sınırları aşa r ve hatta sırası geldiğinde
onun yerini a l ı r; d ünyadaki en fa kir ü l keler bile Mc Donaids ve Coca
-
Cola'n ı n baştan çıkarıcı tüketirnci gücü nden kaçamamışlardır. G ü­
nü m üzde a lternatif bir kom ünizm ideolojisi tarafından kontrol edil­
meyen Batı ka pital izmi 20. y.y sonları n ı n d ünyasını yönetiyor görün­
mektedir; 1 1 Eyl ü l 2001 bu algıyı değişti rmiş olabil ir. Bu o lay Batı'ya
ve öze l l ikle Amerikan em peryal izmine meydan okuyan ve onlarla
çatışan yeni bir g ü ç o l a rak i slam fu ndamenta l izminin göstergesi
olabi l i r, ancak bunun gerçekl ik derecesi i leride görülecektir.
Giddens küreselleşmeyi beş temel boyutta analiz eder:

• Kapitalizm, ka pita list gelişme ve -özel sermaye sahipliği, meta


üretimi, m ü l ksüz ücretli emek ve i l işkili bir s ı n ıf sistemi temelin­
de- d ünya ekonomisinin ekonomik hakim iyeti.
• Sanayileşme ve modern teknolojiler, endüstriyel yöntemlerin
yaygınlaşması - i ngi ltere ve Avrupa'dan Asya ve Ü çüncü d ünya­
ya yayılan 'dü nya fa brikası' ve üretim hatları.
• Gözetim sistemleri ve modern hükü metler ve organ izasyon la rın
vata ndaşlar ve işçileri bilgi teknolojileriyle gözetierne ve kontrol
kapasiteleri.
• U l uslararası ağ ve iş birl iği içindeki -bir d ü nya uluslararası olay­
l a r ve kara rlar d üzeninde temel aktör olara k 'ul us-devlet'in
önemini yitirmeye başladığı -devletler-arası bir sistem.
• Militarizm ve 'dünya' savaşları, d ü nya gücünün gelişimi ve Bos­
na, Afgan istan veya O rta Doğu gibi d ü nyan ı n çeşitli ve farklı
KÜRESELLEŞME 421

bölgelerindeki u l uslararası savaşlar.

Giddens bu beş fa ktörün karşı l ı klı il işkil i, ancak aynı öl çüde bağ ı msız
old u klarını düşünür. Ayrıca bu fa ktörler, gerçekte modern kapital iz­
min tezahü rleri olsala r da, Batı E m peryalizmini güçlend irmenin ya nı
sıra, ona karşı ku l l a n ı labil irler. Sözgelimi Güney Kore, Hong Kong ve
Singapur gibi Asya toplu m l a rı Batı n ı n endüstriyel teknolojisini be­
n imsem işler ve kendilerine adapte etmişler ve onu Batı'yla rekabet
edebilecek kendi çoku luslu firmalarını yaratmakta kullanmışlard ı r.
Benzer biçimde, terörist g ruplar da Amerika'ya ve onun bütün taraf­
tariarına saldırmak için modern telekomünikasyon sistem lerini ve
savaş silahları n ı ku llan mışlard ı r.
Giddens, küreselleşmenin olu msuz yanlarını, en azından u l usal
kültürler ve kimliklere yönelik tehditlerin i ve çevre üzerindeki etkile­
rini ka bul ederken, küreselleşme ya pıcı ve i nsani bir biçimde düzen­
lendiği takdirde nispeten iyimser bir geleceğin ortaya çıkacağ ını
düşünür. Giddens, Üçüncü Yol'da ( 1 998), kozmopol it bir dünya, ortak
bir hoşgörü ve insan hakları çerçevesi içinde kültürel farklılıkları ku­
caklayan ve teşvik eden ortak bir hümanite önerir. G id dens'a göre
küresel leşmenin üç temel boyutu şun lardan oluşur:

• Zamansal-alansal uzak/aşma - zaman, mekan ve mesafe artık


modern d ünya n ı n ayırt edici temel özellikleri değildir. Daha
doğrusu, modern iletişim ve ulaşım sistemleri sayesi nde d ünya
a rtık küçük bir yerdir ve d ü nyayla birkaç saniyede i l etişim kura­
bilir ve onu birkaç saatte dolaşabil iriz. Ancak bu küçü lme aynı
zamanda küresel kontro l ü kolaylaştırır ve uzaktan denetimi ve
kişisel o l mayan şirketler ya da h ükü metleri daha mümkün ve
m uhtemel hale getirir.
Parçalanma - yerel topl u l u klar, kültürler ve yapıların uzak güç­
ler tarafından, sözgel i m i u l uslararası bankalar ve şi rketlerin baş­
ka yerlerde a l dıkları kararlar sonucunda yıkılması, bu kararların
yerel veya u l usal kiml i kleri ve onları n kontrol a lg ılarını zayıftat­
ması veya yıkması. i ngi ltere'de Pound'un tedavülden ka ldırıl­
ması ve Euro ku l l a n ı m ı n ı n u l usal kiml iğe etkisi bunlara bir ör­
nektir.
• Refleksivite - Giddens'ın gelecek konusundaki iyimserliğinin al­
tında i nsanın eylemleri üzerinde d üşünebilmesi ve bilinçli kont­
rol ü yatar. Küresel güç ve hakimiyet mücadeleleri ortasında ve
küresel leşmenin gezegenimizin yıkımına yol açma potansiyeli­
ne rağ men, G iddens, ni hayetinde, küreselleşmenin insanlara
d ü nyayı hastalık, açlık ve savaşın olmadığı daha iyi bir yer hali-
422 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

ne geti rmek için kafa yaracakları ve bunun için çalışaca kları bir
ortam sağl ayaca ğına inan ır. Fakat U l rich Beck gibi G iddens da,
bir 'risk toplum u'nda yaşa d ı ğ ı m ız ve i nsan ı n -çoğu niyetlenil­
meyen sonuçlara yol açabilecek- a ptalca veya kötü kararla r ka­
dar, akıllı ve i nsanca kara rlar da verebilecekleri gerçeğine du­
yarl ıdır.

Dolayısıyla, G id dens'ı n küresel leşme teorisi çok boyutlu ve çoğul­


cu, post-modern d ünyayı etkileyen pek çok farklı çatışan g üce karşı
duyarlı olduğu kadar bilgelik ve insancıllığın egemen olacağını da
düşünen gelecekten umutlu bir teori d i r. Giddens bu ce hennem
kamyonundan korkar, fakat insanların en azı ndan doğru yönde iler­
leme kapasitesine, risk ve gerçeklik, idealler ve ihtiraslar a rasında bir
denge kurabilme yeteneğine sahip olduklarına inanır -bir tür 'ütopik
realizm'.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Giddens'ın küresel leşme perspektifi ayd ınlanmacı l i bera l geleneğe
sı kıca bağlıdır ve Giddens insanların çatışma ve kendi lerini yok etme
eğil i m lerine rağmen, sonuçta a kıl ve bilgeliğin hakim olacağ ın ı, barış
ve uyu m u n çatış m a ve kaosa üstün geleceğ ini umut eder. Malcolm
Waters ( 1 995) ve Roland Robertson (1 992) gibi yazarlar da benzer
biçimde umutlud ur. Ö rneği n Robertson'a gore, küresel leşmenin
kökleri 1 9. yüzyı lda kapita l izmin gelişimi nden öncesine, hatta Röne­
sans ve 1 5. ve 1 6. yüzyıl lardaki keşiflere kadar uza n ı r. Robertson in­
san hakları ve ortak bir hüma nite d uygusuna daya l ı bir 'kü resel bilin­
cin' gel işeceğine inanır. Malcolm Waters, bir ya ndan 1 930'1arda Mil­
letler Cemiyeti ve günü müzde Birleşmiş Mil letler gibi organ izasyon­
ların yetersizliklerini ka bul ederken, öte ya ndan daha ziyade küresel
d üzeni ve çatışmaların çözümünü sağlayacak küresel bir yönetim ve
u l uslara rası hukuk d üzenine odakla nır.
Ancak Marksist yazarlar bu tür l i beral a rzuları özünde paylaşmaz­
lar. Marksistlere göre, post-modern küreselleşme modern kapital iz­
min, onun acı masız kar güdüsünün ve küresel bir ekonomi sayesi nde
ya ratılan yeni piyasalar ve küresel tü keti meiliğin kaçı n ı l maz sonucu­
d u r. l mmanuel Wal lerstein ( 1 989) 'kapita list d ü nya sistem i'nin ortaya
çıkışını u l u s devletin gelişimine ve 1 6. ve 1 7. yüzyıllarda i ngiltere,
Fra nsa ve i spanya gibi i m paratorl ukların yayı l macı keşiflerine bağ lar.
Wal lerstein ve diğer rad ikal yazarlar, Giddens ve Robertson'ın aksine,
değişim potansiye l i konusunda derin bir kötü mserl ik içindedi rler.
KÜRESELLEŞME 423

On lara göre, post-modern dünya, d ü nya ekonomisini kontrol eden,


sömürü ve eşitsizl iği arttı ran, insan hakları n ı baskı a ltına a l a n kapita­
list Batı'nın ve küresel emperyalizmin bir ü rünüdür. Bu baskı radikal
hareketlerin bastı rılması ve Batı yanlısı d iktatörlü klere verilen destek
gibi askeri koşu l l a r biçiminde ifade kazanabilir. Bu baskı, d ü nya piya­
saları ve fiyatların kontrol a lt ı nda tutu lmasıyla aynı ölçüde ekonomik
olabilir veya küresel i l etişim araçları n ı n Batı tarafı nd a n kontrolü ve
kullanımıyla kültürel bir nitelik kaza nabilir. On lara göre, küreselleşme
u l usal kimlikler ve kültürleri önemsizleştiren Batı l ı yaş a m tarzları ve
tüketimciliğinin yaygınlaşmasını içerir. Batı l ı yaşam tarzları normal­
leşmekte ve 'McDonaldlaşma'nın geçerli olduğu bir tür dü nya he­
gemonyası biçimine bürün mektedi r (Ritzer 1 993).
Ayrıca, Marksist yazariara göre, aslında insan hakları kon usunda
belirli bir ilerleme kaydediise bile, Birinci ve Ü çüncü Dünya ü l keleri
arası ndaki eşitsizlik her za manki kadar büyüktür. Anti-kapitalist hare­
ketler Amerikan gücü ve emperya l izmini p rotesto eden Batı l ı ü l ke­
lerde bile gelişmiştir. Bu hareketler seslerini 1 999-Seattle ve 200 1 -
Londra gösteri lerinde d uyurd ular. Şiddet protestoları n ı n çoğu Eylül
200 1 'de Amerika n ekonomik ve askeri gücünün iki ana sembo l ü olan
New York Dü nya Ticaret Merkezi ve Pentagon'a yapılan terörist saldı­
rılarla sonuçlandı.
Küreselleşme, bu yüzden, l l Eyl ü l'ü izleyen uluslararası d i ploma­
side ve Amerika'nın u l u slara rası terörizmle m ücadelesinde olduğu
kadar, post-modern sosyolojik tartışmalarda da merkezi bir kavra m­
dır. Tony G iddens, i ngi ltere Başbakanı Tony Blair g ibi, bu tartışmayı
biçimlendirmeye, soru nların rasyonel d üzeyde tartışılmasını sağla­
maya, küresel sürecin yanı sıra d ünya silahlı kuvvetleri ve çokul uslu­
ların kontro l ü ve reform u na ihtiyacı vurgulamaya çalışır. Bununla
beraber, Giddens açlığın ortadan kalktığı, demokrasinin yaygınlaştığı
ve teknolojinin insanileştirildiğ i post-modern bir d ü nya öngörür.
Sadece idealist u m utlar olsalar da, bu ideallere ancak kollektif irade
güçlü ve yeterince kara rlı olduğu takdirde ulaşılabilir. Giddens, kendi
yazı larını ve kendi gibi düşü nen sosyologların çalışmaları n ı bu tar­
tışmaya, bu kon udaki düşü nceler ve çözümlere bir katkı olarak görür.
Noreena Hertz'ün son eseri Sessiz istila (2002), modern kapitalizmde
karşılaşılan küresel sorunlara ve 2002-Johannesburg Dü nya Zirvesine
faydacı olduğu kadar h iddetli bir karşıl ı ktır. Birleşmiş Milletler, örne­
ğin, 1 .2 m ilyar i n sanın günde 0.66 f'den ve 3 milya r insanın 1 .30
f'den daha az parayla geçi nmek zorunda kal d ı ğ ı n ı, 800 m ilyon insa­
nın yetersiz beslendiğini ve 1 m i lyar insanın tem iz su kaynaklarına
ulaşamadığın ı hesa plamıştır. 2060 yılı itibariyle 9-1 O m ilyara ulaşacak
424 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

dü nya n üfusuyla birl i kte, kriz her geçen g ü n büyümekted ir -ve dün­
ya g üçleri, başta Amerika, o n yıl önce Rio'da ya pılan d ü nya zirvesi nde
olduğu g i bi, bu sorunları giderecek bir eylem planı üzerinde anlaş­
mak için bir araya gelmekted ir. Giddens ve Hertz pragmatizm, sağ­
duyu ve hatta çıkarcı l ı ğ ı n hakim olaca ğ ı n ı ümit ede rken, günümüzde
küresel kriziere karşı koordine bir tepki n i n kan ıtına rastlanmamakta­
dır. Yine de kürese lleşme kon usundaki tartışmalara katkısı Giddens'a
u l uslararası bir ün kaza n d ırm ıştır, ancak M i ke O'Do nnell'ın da (200 1 )
belirttiği g ibi,
(Anthony) Giddens'ın 'geç modernite' çağında yerküredeki top­
l umsal hayatı bir ba şka sosyologdan daha iyi açıklad ığı veya açık­
lamaya çalışt ı ğ ı iddiası tartışma lıdır.

AYRlCA BAKINIZ
• BAGIMLILIK TEORiSi ve
• MODERNLEŞME TEORiSi -dünya toplumu ve küresel gelişme konu­
sundaki daha önceki düşünceler için
• BiLGi/BiLiŞiM TOPLUMU ve
RiSK TOPLUMU -geleceğin topl umu üzerine çağdaş düşünceler
olarak

OKUMA ÖN ERiSi
Günümüzde küreselleşme konusunda mükemmel, güncel ve rahat okunabi­
lir bir giriş yazısı için, bkz.
NOREENA, HERTZ, (2002), The Silent Takeover: Global Capitalism and the
Death of Democracy, 2"d Edition, Arrow Books

iLERi OKUMA ÖNERILERI


Anthony Giddens'ın yazı ların ı n çoğu ileri düzey ve lisans öğrencilerine uy­
gundur ve onun çalışması hakkındaki yorumlar aşağıda sıralanmıştır. Bunun­
la beraber, ders kitabı olarak hazırladığı Sosyo/oji, onun küreselleşme dahil,
düşüncelerini giriş düzeyinde öğrenmek, Üçüncü Yol da Yeni Emek Hareketi
politikalarıyla ilgilenenlerin kolay an layabiieceği bir kitaptır.
GIDDENS, A. (1 990), The Consequences ofModernity, Polity Press, Cambridge
[Modernliğin Sonuç/an, Çeviren: Ers in Kuşdil; Ayrıntı Yayınları, i stanbul,
1 998]
GIDDENS, A. ( 1 991 }, Modernity and Se/f-Jdentity: Selfand Society in Late Mo­
dern Age, Polity Press, Cambridge
GJDDENS, A. (1 997}, Sociology, Polity Press, Cambridge [Sosyoloji, Yayına
KÜRESELLEŞME 425

Hazırlayan: Cemal Güzel, Hüseyin Özel, Ayraç Yayınları, Nisan 2000]


GIDDENS, A. ( 1 998), Third Way: The Renewal ofSocial Democracy, Pol ity Press,
Cam bridge
MCLOHAN, M. ( 1 964), Understanding Media: The Extensions of Man, New
American Library
RITZER, G. (1 993), The McDonaldization ofSociety, Pine Forge Press, Thousand
Oaks, CA [Toplumun Mcdonaldlaştmlmast, Çeviren: Şen Süer Kaya, Ayrıntı
Yayınları, Haziran 1 998]
ROBERTSON, R. (1 992), Globalisation, Sage
WALLERSTEl N, 1. ( 1 989), The Modern World System lll: The Second Era ofGreat
Expansion of the Capitalist World Economy 1 730- 1840, Academic Press,
New York
WATERS, M. (1 995), Globalisation, Routledge

Çeviri: Özlem Balkız


Meşruiyet Krizi
J ürgen Habermas

J ü rgen Habermas ( 1 929- ), Alman­


ya, Düsseldorf doğ u m l ud ur. Babası
Tica ret ve Sanayi Bürosu Başkanı,
büyükba bası Protestan bir Papazd ı.
Göttingen, Bonn ve Marburg Ü n i­
versitelerinde ve ayrıca 1 950'1i yıl­
larda d ünyaca ünlü Fran kfurt Oku l u
v e eleştirel teori n i n merkezi o l a n
Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü'n­
d e eğitim gördü. 1 962-64 yıl ları
arasında Heidel berg Ü n iversite­
si'nde felsefe okuttu, daha son ra
Fran kfurt Ü n iversitesi'ne Felsefe ve
Sosyoloji Profesörü olara k atandı.
1 97 1 'de Stanberg Max-Planck Ens­
titüsü müd ürü oldu, fakat 1 982 yılında halen Felsefe ve Sosyoloji
Profesörü olara k ça lışmakta olduğu Fra nkfurt'a döndü. Habermas
Hegel ( 1 974) ve Sigmund Freud ( 1 976) ödülleri dahil olmak üzere
pek çok akademik ödü l ü n sahi bidir.
1 940'1ar Almanya'sında yaşayan bir genç olara k H abermas Nu­
remberg Dava ları ve Nazi vahşeti ka rşısında büyük bir dehşete kapıl­
d ı . Fakat o, neo-Marksizm, eleştirel teori ve rad ikal politikaya Theodor
Adorno ve Fra n kfurt Oku l u ' n u n d iğer önde gelen üyelerinin yan ında
asistan olara k çalışırken yöneldi. Habermas 1 960'1arın rad ikal öğren­
cileri n i n belirli ölçüde güçlü bir destekçisi oldu ve halen Amerika ve
Avrupa'da birçok sol kanat sosyal ve entellektüel h areketle güçlü
bağlarını sürdürmekted ir. A ncak Habermas için akademik, entellek­
tüel hayat sadece bir meslek değil, aynı zamanda daha iyi, daha ras-
MEŞRUiYET KRiZi 427

yonel ve daha adil bir topluma, 'keyfi g üçten ziyade ortak ihtiyaçlara
yö nelik bir topluma' götüren bir araçtır (Pusey, 1 987).
Habermas genelde yeni-eleştirel teorinin önde gelen temsilcisi
olara k görü l ü r, a ncak onun çalışması sadece Adorno dönemi Frank­
furt Okulu'nun ana tema larının genişletilmiş bir h a l i değil, aynı za­
manda onlardan bir kopuştur. Habermas da tıpkı onlar gi bi, hem
mevcut sosyal teoriye karşı çıkıp onu yen iden inşa edebilecek, hem
de geleceğin toplumuna ilişkin yen i ve -onu n örneğinde- pozitif bir
vizyon sunabilecek bir 'eleştirel' teori geliştirmeyi hedefler. Tıpkı
onlar g ibi, çağdaş tarihsel olaylardan, Rus Devriminin Stal i nizm'e
doğru yozlaşmasından, Batıda halk devrim leri tahminlerinin tutma­
ması ve proleter sınıf bilincinin zayıflaması ndan, -geç kapitalizmin
geliştiği ve kitlesel kontrol gücünün arttığı, bürokrasi, devlet gücü,
tekelci sermaye ve kitle iletişim a raçları n ı n yayg ın laşmasıyla g üç
kaza ndığ ı bir dönemde- a rt.an sorun-temel l i protesto hareketlerin­
den oldukça etkilen m iştir. Ka pita list sistemin özellikle ekonomik
karışıkl ı k ve siyasal meşru iyet gibi yeni kriz biçimleriyle yüz yüze
geldiği bir dönemde, toplumsal eleştiri ve muhalefet bastırılmış,
bireysel haklar ve özgürl ü kler kısıtlanmıştır.
Habermas'ı n mevcut çalışmalarının ana temaları kısaca şöyle
özetlenebil i r:

• Hem pozitivizmin, hem de bilim ve teknolojinin araçsal kul la­


n ı mları n ı n eleştirisi.
• Eleştirel teorinin yeniden inşası ve g üncelleştirilmesi
• Marksizm'in yeniden inşası, özellikle tarihsel materya lizmin -
ekonominin devletçe kontrolü ve ideolojik gücün g ü n ü m üzde­
ki önemi bağlam ı nda- yeniden değerlendiri l mesi
• Yeni bir bilgi ve iletişim teorisinin geliştirilmesi

Bütün bunların ötesinde, onun asıl a macı, 'akl ın' i nsan tarih indeki
ilerleyişini, onun geçmişte hata l a r, batıl i nançlar, mitolojiler ve zulme
karşı bir silah olara k ku l l a n ı l ışını, g ü n ü m üzde gelişmiş kapitalizm in
ideolojik egemenliğine hizmet ederek yarattığı tah ri batı, geç kapita­
l izmde bürokrasi, teknik rasyonalite ve bilimciliğin yayıl masıyla tü m
eleştiri leri boğan bir baskı a racına dönüşünü açıklamaktır. Habermas,
pozitivizmi ve bu araçsal akılcılığı zayıflatacak ve i nsanlar a rası ileti­
şimi özgürleştirebilecek yeni bir bilgi teorisinin geliştiril mesiyle bir
kez daha rasyonel d üş ü ncen i n egemen olacağını ve böylece adil ve
özgü r bir topl u m u n ortaya çıkacağını ü mit eder. Bu sosyal teori ve
ana l iz, onun en yen i ça l ış masında, sosyal bil imler ve felsefedeki
önem l i düşünürlerin tartışıldığı iki ciltlik haci m l i iletişimsel Eylem
428 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

Teorisi'nde (1 98 1 ) ortaya kon u l u r.


Diğer önemli çalışma ları:

• Rasyonel Bir Topluma Doğru (1 970)


• Bilgi ve insani ilgiler (1 968)
• Meşruiyet Krizi ( 1 973)
• iletişim ve Toplumun Evrimi ( 1 979)

Fi KiR
Meşruiyet krizleri fikri, Alman filozof ve sosyolog J ü rgen Habermas
tarafından, daha büyük ve gel işen bir projen in bir parçası olara k ve ­
ilk kez Frankfurt Sosyoloji Okulundaki a rkadaşlarının ortaya koyd uk­
ları- eleştirel teorinin daha yeni ve daha gü ncel bir yorumu olarak
gelişti ril miştir.
'Meşru laştırma' terim i, bir yönetimin veya sosyal sistemin kendi
varlığı ve gücünü haklı çıkarmaya çalışma biçimini an latır. Bütün
yöneticiler kendi yönetimlerini meşrulaştırma, yönetme haklarını
haklı gösterme ve otoritelerini halkın desteğini a l ma veya en azından
rızası n ı kazanma aracı olara k ku llanma ihtiyacı duyarlar: zira bunu
ya pma d ı kl a rında büyük ihtimalle çökeceklerdir. Geleneksel topl u m­
lar yönetimlerini meşrulaştırmak için mitoloji ve büyüye, Tanrı otori­
tesine başvurmuşlardır. Modern yönetimler ise, seçim sonuçlarına ve
yazıl ı a nayasaya ya nsıya n halk iradesini temsil ettiklerini iddia eder­
ler. 'Kriz', topl umdaki geri l im lerin sosyal sistemin baş ederneyeceği
bir noktaya u laştığı ve yakın bir yıkılma tehlikesi içeren bir durumu
ifade eder. Bu yüzden, meşruiyet krizi günümüz h ü kü metlerinin yö­
netimi anarşiye ve kaosa iten geril i mler ve ataklar yaşadıkları b i r
dönemi ifade eder.
Habermas, Meşruiyet Krizi nde ( 1 973), gelişmiş ka pital ist toplum­
'

lardaki bu kriz dönemlerini ve modern devletin bu tür krizlerle başa


çıkarken kapitalist sistemin meşruluğunu korumayı nasıl başard ı ğ ı n ı
an lamaya v e açıkla maya ça lışır. O , çağdaş gelişmeleri, özellikle devle­
tin gücündeki artışı, sınıf çatışmasını ve -bilhassa işçi sınıfı arasında­
sınıf bil incindeki zayıfla mayı inceler. Ha bermas, gelişmiş kapitalizm
her zamankinden daha g üçlü görünse de, aslında sistemin n ihaye­
tinde kendi meşruiyetini tehdit edecek ve dolayısıyla yıkımına yol
açacak s ü rekli krizler yaşad ı ğ ı n ı açıkla maya çal ış ı r. Ekonomik faktörle­
ri fazlaca vurgulayan klasik Marksizm çağdaş gelişmeler hakkı nda
sadece sınırlı bir açıklama s u nabilir. Habermas kültürel ve ideolojik
fa ktörlerin de önemini vurg u layarak, modern Ma rksizm ve eleştirel
MEŞRUiYET KRiZi 429

teoriyi güncel leştirmeye ve yeniden i nşaya çalışır.


Habermas, Meşruiyet Krizinde (1 973), geç kapitalist topl u mları üç
temel alt-sistem bağlamında a naliz eder: ekonomik, politik ve sosyo­
kültürel. Toplumun istikrarı için üç a lt-sistem de denge halinde ve
birbirl eriyle s ı kı ilişkiler içinde olmalıdır. Gelişmiş kapita l izm, sözgel i­
mi, devletin piyasa güçlerinin istikra rs ızlık ve çatışmaların ı n üstesin­
den gelebil mek için ekonomiyi yönlendirmesini, söm ü rü ve kar pe­
şinde koşmanın yarattığı eşitsizl ikleri azaltmasını gerektirir. Dolayısıy­
la, devlet planlamasına ve ekonomik müdahalenin a rtması na, yoksul­
l u k, hasta l ı kl a r ve endüstriyel kirlen meyle mücadele amacıyla refa h
devletinin genişleti l mesi ne gerek vardı r. Fakat devlet ayrıca halkın
desteği ve bağlılığını sağlamak zorundadır. Bu yüzden o, eğitim ve
refah hizmetlerini ka rşılayabil mek için özel teşebbüsü vergilendirme­
li, h içbir zaman sadece büyük işletmelere yönelik bir tek tarafl ı l ı k
içinde görünmemeli, kitlelerin uyum v e kontrolünü sağlayabilmek
için ideolojik ve fiziksel tekn ikler gel işti rmel idir. Bu sosyo-kültürel
sistem, kapitalizmi destekleyecek ve bireyleri 'girişimci kültür'le mo­
tive edecek uyg un ideolojik bir atmosfer ve toplumsal konsensüs
yaratmak zorundadır. Bu alt sistemlerden herhangi biri sosyal sistemi
etkin olara k dengede tutma işlevini yerine getiremediğinde kriz
ortaya çıkacaktır.
Habermas, modern kapitalist sistemde, her biri başka krizler zinci­
rini ateşieyebilecek dört olası kriz eğilimi belirler -ekonom ik krizler
ve rasyonal ite, meşruiyet ve motivasyon krizleri. Tü m kapitalist sis­
tem, adil bir servet ve güç dağılımını sağlamaktan ziyade, eşitsizlik ve
sömü rüyü arttırmak için d üzen lenmiş irrasyonel bir sistem olması n ı n
yarattığı içkin çelişkilerle kalbura dönmüştür. O sürekli bir yönetim
krizi içinded i r ve sistem sadece bir alt-sistem bir d iğerinin yetersizli­
ğini telafi ettiğinde dengesin i koruya bil ir. Örneğin, karlardaki d üşü­
şün yarattığ ı ekonomik bir kriz, devletin, ömrünü ta mamlamış ancak
çaresizce varl ığını sürdü rmeye ça l ışan sanayilere elini uzatmasıyla
giderilebilir. Fakat bu ayrıca bir rasyonalite krizi yarata bilir, Marksist­
lerin piyasa ekonomisinin i rrasyonal itesi veya piyasa anarşisi olara k
adlandırd ıkları, insan ihtiyaçlarına uyg u n hiçbir rasyonel planlamanın
yapıl mayıp, aksine sadece istikrarsız a rz ve talep g üçlerinin özel kar
ve kişisel kaza ncı motive ettiği bir d u ruma yol açabil ir. N itekim hü­
kümetin hasta özel girişim iere elini uzatması, yine hükümetin bu
miktarı borçlanması zoru n l u l uğundan dolayı, enflasyon ve mali krizi
beraberinde getirebil i r. Devlet, çalışanlar karşısında işadamiarını veya
finans kesimi karşısında sanayiyi tercih ediyor gibi görü neceğinden,
bil hassa bu mali krizi aşmak için sosyal güvenlik harcamalarını kıs-
430 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

maya yeltendiğ inde, sonuçta ayrıca bi r meşruiyet krizi ortaya ç ı ka­


caktır. Devlet, politik açıdan yani ı görünecek, h a l kın desteğini kaybe­
decek ve insanları temsil meşruiyeti sorg ulanacaktır. Bu ise bir moti­
vasyon krizine, insa nların 'sistem' için ça lışmaları veya onun için oy
kullan maları gerektiği düşü ncesi ni sorg u la rna larına yol açacaktır.
Tekelci sermayenin genişlemesiyle, refah devleti ve bollukla birl i kte
insanların çalışma motivasyonlarında genel bir düşüş yaşa n ı r. i ş
a hlakı ve yarışma ru h u eski gücünü yitirirken, büro krasinin gelişimi
insanları n yaba ncılaşma d uygusunu artıracaktır. Resmi politikalara
katı l ı m ı n daha da imkansıziaşması ve insa n la rın 'yüz-süz' bürokrat ve
planlamacıların aldıkları ka ra rlar ka rşısında gözlerinin g iderek açıl­
masıyla, daha fazla sayıda insan 'sistem'e muhalefeti n bir yol u olarak
Kad ı n lara Özgürlük veya çevreci gru plar gibi parla mento dışı hare­
ketlere yönelir.
Ta m bir meşruiyet krizi tüm devlet aygıt ı n ı parça l a n ma tehdid iyle
yüz yüze getirecek ve sonuçta toplu msal ya pıda köklü bir değişime
veya -devleti zor ku llanarak otorite ve hakimiyetin i yeniden sağla­
maya yönelterek- otoriter baskı n ı n yoğunlaşmasına yol açacaktır.
1 970'1er ve 80'1erde, ticari çevrim i n sağlanamamasının yarattığı kriz­
ler döneminde devletin içine düştüğü krizler döngüsünü düşünün.
1 970'1erde Muhafazakar Parti ve i şçi Partisi h ü kü metleri düşük verim­
lilik ve yükselen enflasyo n u n yol açtığı ekonomik krizi ka m u yard ım­
ları ve ücretlerde kesi ntilerle aşmaya çalışm ışlard ı r. Bu 'irrasyonel'
politika l a r meşruiyet ve motivasyon krizlerine yol açmış, i şçi Partisi
tarafta rları, sendikalar ve işçi sınıfı bile 'sistem'i protesto yoluna git­
miş ve onlar sonuçta 1 979 yılında 'kend i ' h ükü metleri nin devril mesi­
ne ya rd ı mcı olmuşlard ı r. Thatcher'in seçilmesi devletin gücünü yeni­
den toparlaması, ta m-kapita l izmin meşru luğunu yen iden kazan ması
ve piyasa güçlerini serbest bırakarak ve 1 9. yüzyılın ken d i ne-ya rdım
ve bireysel girişim ideolojilerini yeniden canlandırarak i ngiliz insa n ı n ı
yeniden motive etmesi olara k görülmüştür. Monetarizm v e piyasa
güçlerinin hayatın t ü m alan larına uygulan ması, ekonomik ve top­
l u msal eşitsizl iğ i a rtıra rak send i kalarla çatışmalara ve n ihayetinde
Kara Çarşam ba'ya ve Thatcher'ın halefi John Major'ın Tory hüküme­
ti nin düşmesine yol açm ıştır. Tony Blair yönetim indeki Yen i i şçi Parti­
si, modern kapita l izmi yönetebil mek için bir Ü çüncü Yol, bir özel
g irişim ve kamu h a rcamaları karış ı m ı bul maya çalışırken, ayn ı za­
manda h ü kü met ve yeterlilik krizleriyle karşılaşmış, yeni refah devleti
uygulamaları ve taşımacı l ı k sisteminin çökmesi gibi konularda ka­
m u n u n eleştirilerine maruz kalmış, bu arada 200 1 Genel Seçimine
1 960'da n beri en düşük katılım, borsadaki istikrarsızlıklar ve Enron
MEŞRUiYET KRiZi 43 1

gibi şirketlerin batması türünden sorunlar yaşanmıştır.


Bu yüzden, geç kapitalist toplu m larda meşruiyet esas olarak ideo­
lojik kontrole, devletin ve (medya gibi) kültürel ayg ıtların insan kitle­
lerini mevcut sistem i n a d il, dürüst, rasyonel ve dolayısıyla meşru
olduğuna ikna yetenekleri ne bağlıdır. H abermas, tıpkı Weber gibi,
modern meşruiyetin özün ü -ister örgütlü kapitalist isterse bürokratik
sosyalist toplumlard a olsun- rasyonal ite, yan i muhakeme ve tartış­
m a n ı n m a ntığı olara k görür. Bu i l ke modern topl u m l a rı n sosyal, poli­
tik ve ideolojik yapılarının temel ini teşkil eder. Söz konusu i l ke bürok­
rasi, teknoloji ve ekonomik planlamanın yaygı nlaşmasında ifadesini
bul ur. Bugün bizler bütün önermeler, kararlar ve planların mantığını
onları n akılcı müzakere ve tartışmayla beli rlenen geçerlil ikleri teme­
linde değerlendiri riz. Bu tarz bir mantı ksa l düşü n me, en açık biçimde
modern bilimde ve onun deney ve sürekli test tekniğinde ifadesini
bu lur. Modern uygarlık, a kıl sayesinde, yaygı n eğitim, kitle demokra­
sisi ve kitlesel refah gibi tüm taydalarıyla birlikte ortaya çıkmıştır.
Ancak, Habermas da Fra n kfurt Oku l undaki rehberleri g ibi, günü­
m üzdeki rasyonal iteyi saf aklın çarpıtıl ması, bir bütün olara k insa n l ı­
ğ ı n i htiyaçlarından çok kapita l ist sistemi geliştirmek için ku llanılan
bir 'araçsal' akıl biçi m i olara k görü r. 'Akı l ' geçm işte i nsan d üşüncesini
m itolojiler, batıl inançlar ve keyfi g üçlerin baskı larından kurtarı rken,
insanlara yoksulluk ve hasta l ı klardan kurtul ma larında yardımcı olan
ilerici bir güçken, bugün rasyonel, adil ve meşru gözüken ancak do­
ğası gereği irrasyonel olan bir sistemi -geç kapitalizmi- yaratmak için
ku llanılmaktadı r. Bilim ve teknoloji artık giderek tekelci sermayenin
ka rını ve sosyal kontro l ü artırma aracı olarak, insa n ı ve doğayı sö­
m ürmen i n bir aracı olarak ku l l a n ı lmaktad ır. Yeni teknolojilerle işçiler
vasıfsızlaştırılmış veya ayıklanm ış, tüketiciler ve seçmenler büyük bir
ustal ıkla yönlend irilmiş ve gezegen bozulmuş ve kirleti l miştir. Mo­
dern bürokrasi ve teknik uzma nlar, tüm planlama ve karar alma bi­
çimlerini ellerine geçirmişler ve bireyi bir 'çelik kafese' kapatı l m ış,
soyutlanmış ve engel lenmiş halde, kişisel ilişkilerden uzak -
görünüşte rasyonel anca k aynı ö l çüde 'yüz-süz' ve baskıcı- bir sistem
karşısında güçsüz b ı rakm ışlard ı r. Anca k, bilim ve teknolojinin gücü,
ya ni Ha bermas'ın 'teknokratik bilinç' olarak adlandırdığı bu yeni
ideoloj i karşı çıkılması zor ve oldukça yaygı n görünmektedir. Oto­
masyon, n ü kleer güç ve uzay yarışı gibi bu görü nüşte ilerici güçlere
kim karşı dura bilecektir? Kesi n l i kl e, bilim i nsanları ve teknologlar
biyo-teknoloji kul l a n ı m ı ve etiğini nadiren sorgula makta, onların
insa n l ı k açısından değil, daha ziyade şirketler açısından sah i p olduk­
ları değerleri göz önünde bulundurmakta d ı rl a r. Rasyonalite günü-
432 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

müzde, geçmiştekinin a ksi ne, 'sistem'e muhalefet etmekten çok ona


hizmet etmektedir; o kapitalist egemenliği meşrulaştırıp pekiştirrnek­
te ve böylece ka pitalizm in deva mına ve yeniden ü retimine ya rdı mc ı
olmakta d ı r.
Bu d u rum, Habermas'a gö re, modern kapital izm i n nasıl geliştiği­
n i, doğasında va r olan krizierin üstesinden nası l geldiğin i, meşruiyeti
ve ideolojik kontrolünü nasıl s ü rd ürd üğünü, sınıf mücadelesi ve sınıf
bilincini nasıl bastırd ığ ı n ı gösterir. Michael Pusey'in ( 1 988) öne s ü r­
düğü g i bi, "Fransız ve Rus deneyim l erinden sonra, gücün öncekiler­
den zorla ele geçiri l mesi olarak algılanan devrim a rtık geç kapita l ist
topl umda bir anlam ifade etmemektedir".
Ancak Habermas Fran kfurt Oku l u ndaki ata larından çok daha
iyimserdi r. O hala saf a kl ın, gerek kapital izmin yıkılması ve gerekse
gerçek a nlamda özg ü r ve rasyonel bir topl umun yaratıl ması için
gerekli temel i o l uştu rabil mek a macıyla özgürleştirebileceğ ine inan ır.
Zira meşrulaştırma i rrasyona l ite üzerine kuru lduğunda n ihayetinde
sınırl ı ka l maktad ı r. Onu s ı n ı rlayan etkenler şöyle sıra lanabilir:

o Devletin krizleri aşabilme yeteneği ve a l t sistemlerin birbirlerini


telafi ka bil iyetleri;
o Topl u m u bir arada tutan genel konsensüs; hukuki, politik sis­
tem lerin ve devlet veya onun temsilcilerinin baskıcı davranışia­
rına s ı n ı rlamalar getiren d iğer sosyal sistemlerin temelini oluş­
turan normatif değer sisteml eri;
o Rasyonaliten in içkin mantığı: zira en baskıcı sosyal sistemlerde
bile rasyonel tartışmalara gerek va rd ı r ve bu durum sonuçta i r­
rasyonaliten i n sorg u la n masına yol açacaktır. Bu s ü reç, kam usal
tartışmanın sınırl ı da o l sa m ü mkün olabildiği Batı demokrasile­
rinde siyasal sistemin bir parçası olarak gerçekleşmek zorunda­
dır. Sonuçta Ha bermas, bu yüzden, kapitalist sistemin içkin ir­
rasyonalitesinin ve 'teknokratik bilincin', ayrıca sistem içinde bir
yerlerde kriziere yol açacak bir meşruiyet krizi yaratarak gün ışı­
ğına çıkacağını ümit eder. Bundan başka, sanayi-ötesi toplu­
m u n genişlemesi geleneksel topl u msal kuru mları ve meşru iyet
kaynaklarını yıkacak (yerel topl u l uklar ve aile hayatı dağılacak);
bürokratik yöneti m ve planlamanın kapsa m ı n ı artıracak; geniş
bir kitleyi yabancılaşmaya, köksüzlüğe terk edecek; ve n ihaye­
tinde, refa h devleti yön ü ndeki talepler ile sermayenin vergileri
ve kam u harca maları n ı azaltma yönü ndeki talepleri a rası nda
denge kuramaya n devlete giderek daha fazla bağ ı m l ı l ı k yarata­
caktır. Halihazırda geç kapita lizmin desteğ ini oluşturan araçsal
MEŞRUiYET KRiZI 433

rasyonalitenin en temel g üçleri kendi yıkımiarına ve meşru iyet­


lerini kaybetmelerine yol açacak to humları bünyel erinde barın­
d ımlar. Genel hoşn utsuzluğun ve rasyonal itenin -nihayetinde
gelişmiş kapital izmin temel irrasyonalitesinin maskesini düşü­
recek ve onun gerçek doğa s ı n ı açığa vuracak- iç mantığının ya­
rattığı etkiyle, tüm sistem zincirleme bir reaksiyonla çökecektir.
Habermas'a göre, aklın -hizmet topl u m u ndan "gerçek anla mda
yönetilen bir topl um"a doğru- özgürleşmesinin a l ternatifi,
mevcut duru m u sürdürmemiz ve nihayeti nde -nükleer savaş
veya küresel kirlenmeyle- kendimizi farkl ı şeki l l erde yok etme­
m izdir.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Meşrulaştırma krizi kavra mı Habermas'ın siyaset sosyoloj isi ve tarih­
sel materyalizm i n i n bir parçasıdır. O, modern topl u m l a rda rasyonali­
zasyon sürecin i ve gelişi m i n i analiz eden yeniden-ca nlandırılmış bir
eleştirel teorinin temeli olara k, felsefe ve sosyolojiyi birleştirmeyi
a maçlar. O, eleştirel teori ve modern Marksizm'i canlandırmaya ve
yeniden inşaya çalışır. Habermas, e konomik a ltyapının önceliğini
vurg u layan klasik Marksizm'i n a ksi ne, siyasal ve kültürel faktörlerin -
meşruiyet krizi tezinde ya ptığı g ibi- bağ ımsız bir güce ve hatta bizzat
kendi lerine ait bir iç mantığa sahip oldukları n ı öne sürer. Ekonomik
faktörler erken kapitalist dönemde belirleyici bir etkiye sahip olsalar
da, ideolojik güçlerin açı kça büyük bir öneme sahip olduğu geç kapi­
talizmdeki gel işmeler sadece bu faktörlere göre açıklanamaz. Marx'ın
ekonomizmi Habermas'ı n tarihsel materya lizmi nde ağırlığını korusa
da, Habermas bu teoriye ayrıca Hegel, Parsons ve Freud'u, özellikle
Weber'in rasyonalite a na l izini ve insanlık tarih inde aklın ilerleyişi
fikrini katar. Onun fikirleri Frankfurt ve Max Planck Enstitü lerindeki
meslektaşlarını da teşvik etmiştir. Claus Offe, örneğ in, geç kapita­
l izmde birleşik devlet iktida rı düşüncesini ve gelişmiş kapitalist top­
l u m larda temel bir meşrulaştırma ilkesi olara k 'başarı il kesi'ni araş­
tırmalarında kullanm ıştır.
Meşru iyet krizi fikrinin Habermas'ın çalışmaları ndaki kaynağı, "bi­
limsel ve teknik bilginin gelişimi, toplumun devlet planlaması ve
kontro l ü a racı lığıyla rasyonelleş mesi üretkenliğe karşı işler" düşü nce­
sidir; o (örneğin, sağl ı k ve zenginlik konusunda) dayurulması
i m ka nsız beklentileri sürekli artı rır. Bu d u rum kam u n u n ina ncın ı zayıf­
latır ve bir meşru iyet krizi kapitalizmin daha iyi bir hayat sağlama
434 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKIRLER

yönü ndeki yan lış vaatleri karşısında halkın gözünün açılmasını sağlar.
Aksine, gelişmiş iletişim biç i m le ri, rasyona litenin artması ve teknolo­
jinin ilerlemesiyle gelişe n yeni formlar kitlelerin devleti eleştirmesine
ve ilgili soru nlarla bağlantı lı tartışmalar başlatmalarına ya rdı mcı olur.
Bu yüzden rasyonalite, Weber'e göre, modern ka pita lizmin temel bir
çelişkisidir. O hem iş üzerindeki hem de hayatın ekonomik yanları
üzerindeki kontro l l eri a rtırı r, ancak ayn ı zamanda konuşma özgürlü­
ğ ü ve açık tartışma için daha büyük fırsatlar sağlar. Gündelik hayat­
tan uzak olan büro krasinin, teknik uzma nlar ve planlamacıların geli­
şimi kişisellikten old ukça uza k ve 'ru h-suz' bir dü nyaya, Habermas'ın
deyimiyle 'yaşantı-dünyası'n ı n kolonileşmesine yol açar. B u n u n la
beraber, modern iletişi m a raçları sayesinde yen i sosyal hareketler
ortaya çıkabilir, onlar gerek nükleer silahlar gerekse d oğanın katle­
dilmesi gibi kon u larda görüşlerini iletebilir ve protestolar geliştirebi­
l irler. Onlar tartışma, res m i perspektifin sorgulanmasını talep ederler
ve alternatif, kapita list-olmayan değerlere d aya lı farklı bir ideoloj i
veya hayat tarzı önerirler. Bu yüzden, kapitalizmin meşru iyeti t a m b i r
toplum s u n ma iddia l a rı, b i r tü ketimeilik ütopyası, s ü rekli itirazlarla
karşılaşır ve süregelen bir tartışma konusudur. O n u n ideolojik dü­
zeydeki egemenl iği, 'yaşantı-d ü nyası'nın kolonileşmes i bundan do­
layı asla ta m deği ldir. O sürekli kriz içi nded ir ve meşru iyet kriziyle yüz
yüzedir. Habermas'ın ilerleme ve özg ü rleşmenin temel kaynağı ola­
ra k akla inancının kökleri kesi n l ikle Batı Ayd ı n lanmasında yatar.
Habermas Marx'ın i l k dönem çal ışmalarında ki hümanist ve öznel
u n surları yeniden canlandırmaya çalışırken Fra n kfurt Okul u n u n izi n­
den gider. Fakat bunu yaparken, Parsons'a benzer biçi mde, aktör ve
eylem perspektifin i -sadece geleneksel Marksizm'i değil, yapısal
işlevselcilik, Webereilik ve fenomenoloji gibi Ma rksist-ol mayan teori­
leri, ayrıca d iğer sosyal biliml erin, özel likle psikolojinin ya klaşımlarını
da kucaklayan- yapısal bir a n a l izle birleştirmeye çalışır: devasa ansik­
lopedik bir proje. H abermas için, Fra n kfurt Oku l u n u n ya klaşı mı çok
dardır, onlar ekonomik altyapıyı ve gündelik hayattaki m ücadeleler
ve realiteleri ihmal ederek kültürel üstyapıya odaklanmışlard ı r. Ha­
bermas Talcott Parsons'ın sistemler teorisini Weber, Mead ve
Schutz'un eylem teorileriyle, Hegel'in felsefesini Freud'un psikoloji­
siyle birleştirerek ve böylece 'sistem' bütü nleşmes i n i topl umsal bü­
tün leşmeyle ve sistem i bizzat onun temelini ol uşturan 'yaşantı­
d ünyaları'yla, yani büyük ölçüde toplu m ve o n u n içindeki üyelerle
i l işkilendirerek, Marksizm'i yen iden fo rmüle etmemiz gerektiğini öne
sürer. Ona göre, bu iki d üzey arasında sürekli bir geri l i m vardır: sis­
tem gündelik hayat üzerinde güç sağlamaya ve onu kolonileştirmeye
MEŞRUiYET KRiZi 435

çalışırken, 'yaşantı-dü nyası' içind e bireyler büyük hükü met ve büyük


şirketler karşısında bireysel ve özgürlük mücadelesi verirler.
Habermas için, en temel 'iletişimsel etkileşim' modern toplumda
konsensüs konusundaki sürekli ve süregelen tartışmalard ı r. Bu yüz­
den Habermas'ın teorisinin özü nü, dilsel iletişim ve bir konsensüsün
müzakere edilebileceğ i veya tartışılabileceği ve gerçekliğin çözüme
kavuştu rulabileceği söylem ya da tartış manın doğası ol uşturur. Bu­
rada Habermas fenomenolojiden ve Alfred Schutz'un yaşantı­
d ü nyası ve paylaşılan anlam kavra mlarından yoğun olara k yara rlanır.
Yaşantı-dünyası iletişimsel eylem aracılığıyla işlerken, sosyal ve eko­
nomik sistemler bel irli hedefler veya sonuçlara u laşmada -sözgelimi
malların ü retimi veya karın azamiye çıka rılmasında- kullanılan amaç­
l ı, a raçsal ve stratejik eylem ler a racılığıyla işlerler. Bununla beraber,
ka musal tartışmalar ve ka muoyu sayesinde, kam usal a la nda pol itik
veya ekonomik sistemlerin işleyişiyle ilgili eylemler, stratejiler ve
değerlerin -onları n g ü ndel i k hayattaki eylemler ve hayat kalitesi
üzerindeki etkileri temelinde- onaylandığı veya reddedildiği bir tar�
tışma yer a l ı r. Modern iletişim tekn iklerindeki gelişmelerin yarattığı
temel g ü ç, ayn ı zamanda kendi eleştirmenleri n i yaratmış ve bireyin
ve birçok fa rklı protesto g ru b u n u n kendi düşü ncelerini seslendirme­
l erini ve h ükümet veya b üyük iş çevreleri n i eleşti rmeleri n i m ü mkün
kılm ıştır. B u yüzden Habermas'a göre, modern kapita lizmin içkin
çelişkileri n i n sergilendiği, rasyonell eştirildiği ve sorgulandığı yer
'yaşantı-dü nyası'dır; burada topl u msal çatışma e n açık biçimde yer
a l ı r, zira kapita l izmin kendi alt sistemleri kendi rasyonaliteleri nin
temel mantığını burada sürdü rmeye (sözgelimi, karı azamiye çıkar­
maya) ça lışırlar.
"Habermas'ın El eştirel Teorisinin kalbinde determ in ist bir sistem­
ler teori il i radeci bir eylem teorisi arasında bir çelişki yatar" (Swing­
lewood, 2000: 207). Habermas'a göre, özgürleşme açık ve rasyonel
tartışma a racılığ ıyla yaşantı-dünyası içinde ortaya çıkacak ve kapita­
l izm efendilerin çıkarlarından ziyade insanların iradesine tabi olacak­
tır.
Habermas, Frankfurt Okulu'ndan fa rkl ı olarak, Ayd ı n la n manın
temel m i rasının -rasyonaliteni n ve akl ı n gücünün- sadece insanın
kapitalist koş u l la ra itaatinin değil, insanın özgü rleşmesinin de kay­
nağı olduğunu iddia eder. H abermas, selefierinin aksi ne, aklı hakikat
ve rasyonalitenin n ihai hakemi, a rgümanları iletme ve d eğerlendir­
menin n i hai kriteri olara k görür. Bu yüzden o, Weber ve Frankfurt
Oku l u n u n, aklın sadece modern kapitalizm ve bürokrasinin kontrolü
ve etkinliğini artırmak için kullanıldığını ve böylece modern kitleleri
436 SOSYOLOJIDE TEMEL FiKiRLER

yönetici s ı n ıfın çıkarları nı n kölesi kı ldığını öne süren akti a nlayışlarını


tek ya nlı ve dar b i r yaklaş ı m o larak görür. Daha ziyade ona göre, akıl
bizzat bir hedeftir ve gündelik kam usal tartışmalar düzeyinde işler,
haki katleri ortaya çıkarmayı ve eleştirileri seslendirmeyi mümkün
kıl a n özg ür ve çarpıtılmamış iletişim potans iyel ine sahiptir. Kapita­
lizm, bunda n dolayı, modern kitle piyasa larını sömü rmek için devre­
ye soku lan ve gel iştirilen araçları sorg u la maya açıktır. Internet gibi
kitle iletişim sistemleri, ironik olarak, tüketiciye ve bireye sorum l u
kon u m l a rdakilerin g ü c ü n e karşı çıkacak ve onlarla yüzleşecek, ege­
men kapitalist değerler ve standartları -örneğin, Ü çüncü Dü nya
Borçla rı, araç g üvenliği ve petrol fiyatl arını- sorg ulayacak güç ve
a raçlar sağlar.
Habermas, iletişimsel Eylem Teorisinde ( 1 982), modern kapita­
l izmde süregelen, onun meşru iyeti ve eylem ha kkın ı zayıflatan krizle­
ri a n a l iz eder. Habermas çözüm ü ka musal alandaki açık tartışmalarda
görür, böylece modern kapitalizm yen i bir konsensüs, rasyonal ite
desteğinde yeni ve açık bir ahlaki d üzen içinde, küresel piyasa lar
çağında bel irli bir topluma veya farklı u l u slara u ygulanabilecek bir
d üzen içinde dön üştü rülebilecek ve reformlar yapılabilecektir.
Habermas'ın ça lışmalarına eleştiriler kadar övg ü ler de vard ı r ve
bunlara meşru iyet krizi de dahildir. Hatta Habermas onları kendi
'eleştirel' tartışmasının bir parçası olarak teşvik etmiştir.

Marksist eleştiriler
Marksist yaza rlar onun çalışmasını, tıpkı ilk Fra n kfu rt Oku l u gi bi, mo­
dern topluma çok fazla yoğ u n laştığı, ideolojik g üçleri gereğinden
fazla vurguladığı ve tarihsel değişme, özellikle gelişmiş kapitalizmin
ekonomik o rganizasyonu ha kkında detaylı bir ana l iz yapmadığı ge­
rekçesiyle eleştirirler. O nlara göre, Habermas geç kapitalist dönemde
kültürel g üçlerin önemini gereği nden fazla vurgular ve ekonomik
krizin tek başına ka pitalizm i yıkma i htimaline gereken önemi vermez.
Özelde bu yaza rlar, Habermas'ın, aslında göz ardı etmese de, sosyal
değişmenin temel dinamiği olara k sınıf çatışmasına gereken önemi
vermediğini, a ksine aklın gücünü ve kapitalist sistem i n içkin çelişkile­
rin i vurg u ladığını öne sürerler. Fakat H a bermas'ın meşru iyet kavra­
mında s ı n ıflar modern polit i kada aktif bir güçten ziyade bir gizilgüç
olara k görül mesine rağmen, onun tezi Barış Hareketi ve Kad ı nların
Bağımsızlığı gibi 'sistem'i protesto eden ve daha rasyonel bir toplum
çağrısı ya pan parlamento d ışı yeni politik eylem kaynaklarını gele­
neksel Marksizm'den daha iyi açıklar:
MEŞRUiYET KRiZi 437

yeni çatışmaların kaynağı bölüşüm problemleri değildir, onlar ak­


sine hayat biçimlerinin grameriyle ilgilidir.

Post-modern eleştiriler
Jean François Lyotard g i bi post-modernistler H a bermas'ın modern
toplum anlayış ı n ı büyük ölçüde Avrupa l ı olmakla eleştirir, modern
dünyanı n çok-kültürlü l ü ğ ü n ü dikkate a l m a ma kla suçlarlar. Ayrıca,
onun rasyonel konsensüs düşüncesi çatışan değerler ve yaşam bi­
çimleri çeşitliliği ve uyuşmazlığını göz ardı eder görün ü r. Rasyonel bir
konsensüse daya l ı evrensel bir a h laki l i k d ü şüncesi ciddi olara k tartı­
şı lmaktad ı r.

Analitik eleştiriler
Onun meşru iyet krizi teorisi fa rkl ı a lt-sistemlerin ka rşıl ıklı il işkileriyle
ilgili mekanizmaları veya, sözgel imi, ekonomik krizin bir rasyonalite
veya meşruiyet krizine dönüşm e mekanizmalarını detaylı o larak
resmetme konusunda başarısızdır. Ayrıca, determinist neden-sonuç
iddialarına bilinçli bir itiraz olan Habermas'ın analizinin çok genel
yapısı da çoğu okuyucuyu hayal kırıkl ı ğ ı na uğratır: zira o, kapital izmi
yıkacak 'krizler zinciri'ni detaylarıyla açıkla maktan kaçınır. O radikal
bir değişim bekler, eleştirel düşünmenin "akl ı n bastı rılmış izlerini"
özg ür kılacağ ını düşü n ü r, a ncak sistemin krizlerle başedebilme ve
irrasyonal iteyi daha fazla derinleştirme gücünü de kabul eder. O,
Doğu Avrupa'da karşılaşılan topl u m m ühendisliği biçimine yukardan
dayatılan yen i bir egemenlik ve irrasyonalite biçimi yaratacağı dü­
şüncesiyle karşı çıkar. H abermas tam demokrasiye ve özgü r iletişi me,
eleştirel düşünce ve rasyonel söyleme inanır.
Habermas Meşruiyet Krizi'nin ( 1 973) yayın ı ndan sonra, hayatı n ı
kapsa m l ı bir modern toplumun gelişi m i teorisi geliştirmeye adadı.
Habermas'ın genel teorik çerçevesi, yirminci yüzyıldaki Durkheim'­
den Parsons'a, Marx'tan Weber'e önceki tüm teorilerden yararlan ma­
ya ve kendi düşü nceleri nin rasyonel eleştirilerini di kkate al maya
çalışan tam kapsa m l ı çerçevelerden biridir. Onun çerçevesi hem
m ikro 'yaşantı-dünyası' d üzeyinde hem makro 'sosyal sistem' d üze­
yinde işler; o iradecilik ve d etermi n izmi insanların belirli koşullarda
özgürce davranabilecekleri kadar kontrol de edi lebilecekleri varsa­
yımı a ltında birleştirir. Onunki Frankfu rt teorisyenlerinkinden daha
iyimser bir geleceğ in topl u m u an layışıdır ve Habermas, Ayd ı n l a n ma­
cı düşünürlerin a ksine, aklın ve rasyona l itenin gelişimine tahakküm
ve baskı kaynakları kadar iyi ve özgürleştirici güçler olara k da bakar.
438 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

Habermas'ın siyasal sosyolojisi, meşruiyet krizi tezi, tari hsel ma­


terya l izm analizi ve iletişimsel eylem teorisi, modern devlet, modern
i l etişim, modernite ve hatta sanat konusundaki temel tartışma lara
i l ha m kaynağı oluşturarak, sosyal bilim lerde yoğu n tartışmalar baş­
latmıştır. Onun temel amacı, eleştirel düşü nceyi modern topl u m u n
doğası h a kkındaki yayg ı n yanlış a n layışı v e onun temel i rrasyo­
nal itesi n i yıkan ve böylece daha adil ve daha özg ür topl u m hakkında
rasyonel bir tartışmayı teşvik eden bir rnekan izmaya dönüştü rmektir.
Eleştirel teorinin ve özelde H a bermas'ın çalışmasının etkisi yoğu n bir
biçimde sürmektedir. Hatta o Thomas McCarthy, Ciause Offe ve Klaus
Eder gibi üçüncü bir eleştirel teorisyenler kuşağı yaratmıştır. Haber­
mas her za man aktiftir ve küreselleşme ve modern devlet konusun­
daki düşü nceleri gelişme sü recindedir.
Michael Pusey'in ( 1 987) bel irttiği gibi,
Bugün çok az kişi H a bermas'ı n günümüz Alman düşünce haya­
tındaki e n önemli şahsiyetlerden biri ve Max Weber'den bu yana
belki d e e n ön eml i sosyolog o l d u ğ u görüşüne karşı çıkacaktır.

AYRlCA BAKINIZ
• YABANClLAŞMA.
• TARiHSEL MATERYALiZM, HEGEMONYA, ELEŞTiREL TEORi, YAPI­
SAL MARKSiZM ve GÖRELi ÖZERKLiK -gücün değ işen doğası ve ge­
l işmi ş kapitalist toplumlarda devletin rolü kon us u nd a süregelen tar­
tışmaların arka-plan fikirleri olara k

OKUMA ÖNERiLERi
PUSEY, M. (1 987), Jürgen Habermas, Tavistock -Habermas'ın fikirlerine en iyi
özet giriş
WILBY, P. ( 1 979), 'Habermas and the Language of the Modern State', New
Society

iLERi OKUMA ÖN ERiLERi


ANDERSEN, H. (2000), Jürgen Habermas', Ch. 21, Part ll, Andersen, H. and
Kaspersen, L.B. (eds), Classical and Modern Social Theory, Blackwell, Lon­
don
BAERT, P. (2001 ), 'Jürgen Habermas', Ch. 7, Elli ot, A. and Turner, B.S. (eds.),
Profi/es in Contemporary Social Theory, Sa ge, London
HABERMAS, J. ( 1 963), Theory and Practice, Heinemann
MEŞRUiYET KRiZi 439

HABERMAS, J. ( 1 968), Knowledge and Human lnterest, H ei nemann [Bilgi ve


insansal ilgi/er, Çeviren: Cela l A. Kanat, Küyerel Yayınları i stanbul, Kasım
,

1 997]
HABERMAS, J. ( 1 970), Towards a Rational Society, Heinemann [Rasyonel Bir
Topluma Doğru, Çeviren : A. Çiğdem, M. Küçük, Ankara 1 992]
HABERMAS, J. ( 1 973), Legitimation Crisis, Heinernan n
HABERMAS, J. ( 1 979), Communication and the Evalutian ofSociety, Heine­
rnan n
HABERMAS, J. ( 1 982), The Theory ofCommunicative Action, Suhrkamp, Frank­
furt [iletişimsel Eylem Teorisi, Çeviren: Mustafa Tüzel, Kabalcı Yayınevi, is­
tanbul 200 1 ]
QUTHWAITE, W. (1 996), Habermas: A Criticaf lntroduction, Po l ity Press, Cam­
bridge
QUTHWAITE, W. (1 998), 'Jürgen Habermas', Ch. 1 5, Part ll, Stones, R. (ed.), Key
Sociologica/ Thinkers, Macmi llan, Basingstoke

SINAV SORU LARI


Politikada a na htar kelime 'meşruiyet'tir. Gelişmiş sanayi toplumların­
daki en güçlü meşrulaştırma süreçleri olarak neleri alabileceğinizi be­
l irtip, etkilil iklerini değerlendiriniz. (London U niversity, Haziran 1 987)
2 Farklı otorite meşru laştırma biçim leriyle i l işkili örnekler veriniz ve karşı­
laştırınız. (London U n iversity, Ocak, 1 987)

Çeviri: Gülhan Demiriz


Post-Fordizm
Michael Piore

FiKiR
Post-Fordizm kavra mı belirli bir yazara atfedilemez. O, daha ziyade,
modern endüstriyel organizasyon u n ve onun ü retim yöntemlerin i n
ayırt edici özel l iklerini bel irl emeye ve onları sanayi tarihinin daha
önceki bir evresinde kul l a n ılanlardan ayırmaya çalışan farklı yaza rlar­
dan kaynaklanan bir kavramdır. Post-Fordist yaza rla r endüstriyel
ü retim i n g ü nümüzde tamamen yeni bir çalışma tarzı ve tamamen
yeni bir post-modern çalışma hayatı ol uşturacak denli farkl ı olduğu­
na inan ırlar.
'Post-Fordizm' teriminin i l k kullanımlarından biri Michael Piore ve
C. Sabel'in ( 1 984) yazılarında ve onların 1 980'1erde Kuzey i talya'da
ka rşıl aştıkları yen i esnek ü reti m ve ağ tarzı örgütlenmelere i l işkin
tasvirlerinde karşımıza çıka r. Fakat bu terim aynı ölçüde, Bob Jessop
( 1 994), Lash ve U rry ( 1 987) gibi Marksist yaza rla r tarafından post­
modern kapita l izmi tan ımlamak ve Robin M urray (1 989) tarafından
ideal 'esnek firma' tipi n i n karakteristiklerin i ortaya koymak için kulla­
n ı l mıştır.
Bununla beraber, 'post-Ford izm' terimi büyük bir yayg ı n l ı k ka­
zanmış ve aynı ölçüde h izmet sektörü ve kamu h izmetlerini, hatta
bizzat post-modern sanayi toplumunu betimleyen analitik bir a raç
o l a ra k kul l a n ı l mıştır.
'Post-Fordizm burada genelde yeni bir toplumsal organ izasyon
biçimini anlatır; o, yeni post-endüstriyel emek tarzlarının (esasen
hizmet sektörü ve beyaz-yakalı işlerin) gelişimine işaret ederken,
geleneksel mavi-yakalı işgücü ve ona bağlı eski sınıf sistemi için
sonun başlangıcını temsil eder. Bu değişimierin merkezinde üre­
tim süreçlerindeki muazzam teknolojik yenil ikler yatar. Bunlar sa­
dece modern iş pratikleri ve endüstriyel ilişkilerin doğasını dö-
POST-FORDiZM 441

nüştü rmekle kalmayıp, piyasalar ve tüket imin inşası, gözetimi ve


yorumuyla ilgili yeni formların (ve ayrıca bu değişimierin gerek­
tirdiği bütün sosyal, kültürel ve estetik sonuçların) ortaya çıkışını
anlatırlar (Lee 1 993:1 1 O).
Post-Fordizm gerçekte önceki kitlesel ü retim yöntemlerinden tama­
men fa rklı yeni yöntemlerin kullanıldığı yeni bir ekonomik çağı a nla­
tır. Post-Fordizm bilgi teknolojisinin gelişimi ve esnek ü retim yön­
temlerin in ortaya çıkışıyla, çoku l us l u şirketlerin doğuşu ve mali piya­
saların küresel l eşmesiyle bağ lantı l ıdır (Lee 1 993).
Post-Fordizm en iyi biçimde Fordizmle, yan i 20. y.y.ı n ilk yarısında
Henry Ford tarafından benimsenen ve gelişti rilen, savaş sonrası dö­
neme kadar Amerika ve Avrupa'da, hatta 1 970'1er ve 80'1ere kadar
SSCB'deki Sovyet devletlerinde her tür end üstriyel ü reti m i n modeli
haline gelmiş kitlesel üretim yöntemleriyle karşı laştırılarak a nlaşılabi­
l i r.
Ford izmin temel karakteristikleri şöyle özetlenebil ir:

• kitlesel ü retim yöntemlerini ve hareketli montaj bantlarını kul­


lanan, n ihayetinde robotların yüklendikleri rutin, tekrara dayalı
ve vasıfsız ya da yarı vasıflı görevleri yerine getiren ve esasen
erkeklerden kurulu işçilerle çalışan büyük ölçekli fabrikalar;
• büyük ölçek ekonomileri sayesinde maliyetleri çarpıcı bir bi­
çimde azaltan standartlaştırılmış üretim yöntemleri;
• yöneti m ve işçiler arasında katı bir işbölümüne, güç ve sorum-
l u luğa daya l ı bürokratik-hiyerarşik yönetim yapıları.

F.W. Taylor gibi (bkz. Bilimsel Yönetim) danışmanların 'bilimsel' fikirler


ve tekn ikleri Fordizmi ustaca bir sanata dönüştürmüş ve onu hem
mal iyet açısından ekonomik hem de oldukça verim l i kılmıştır. Ancak,
top l u m kitlesel üretimden büyük ölçüde kaza nçlı çıka rken, d ünyada­
ki sanayi işgücü giderek daha doyumsuz, vasıfsız ve yabanci laşmış
hale gelmiş ve endüstriyel çatışma, Harry Braverman'ın parlak bir
biçimde tasvir ettiğ i gibi (bkz. VasJfsJzlaşma), savaş-sonrası end üstri­
yel i l işkilerin temel bir özelliğini ol uşturmuştur.
Post-Ford izmi aksine şu özellikler karakterize eder:

• Farklı ve özel bir müşteri kitlesinin ihtiyaçla rını karşılamaya yö­


nelen, yeni ve sürekli değişen piyasa ta lepleri n i karşılamak için
en son teknolojilerin ve yüksek vasıflı işgücü n ü n kullanıld ığı, kı­
sa dönem l i siparişe daya l ı ü retim serilerine uyg u n esnek üretim
yöntemleri;
• i şçileri yetki l i kılan, kontrolü merkezden uzaklaştırmaya ve üre-
442 SOSVOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

tim ekiplerini piyasadaki değişen ihtiyaçlara h ızla ve bağı msız


bir biçimde ka rşılık verecek d uruma getirmeye çal ışan esnek ve
dinamik yönetim yapıları. Yöneticiler ve işçiler a rasındaki bariz
s ı n ı r çizgileri ortadan kal ka r ve işçiler a rtık ödüllere, yüksek sta­
tüye ve yüksek düzeyli bir iş doyumuna sahiplerd i r -ve hatta
onlar bazen yönetim kuru l l a rında bile yer alabil irler. Endüstriyel
çatışmanın yerini uzlaşma a l m ış görü n mektedir;
• Modern tüketici yüksek standartları, stil ve i htiyaçların hızla kar­
şılanmasın ı talep ettiği için, kaliteye ve m üşterinin i htiyaçlarına
odaklanma. Marks & Spencer gibi kuru msallaşmış firmalar bile
a rtık sadece m ü şteri sadakatine güvenemezler.

Yeni teknolojiler -mi kroçip, bilg isayar ve akıllı robotlar- insanları


Fordizm in d isiplini ve ağır çalışma temposundan uza kl aştı rmış ve
fabrikada, ofiste ya da ka mu h izmetinde modern işçinin kendi eme­
ğinin ü rünleri üzeri nde tekrar kontrol sa h i b i olmasına ve bi reysel
yaşam tarzları ve yüksek ö d ü l lerin getirilerinden faydalanmasına
imkan tan ı m ı ştır. Küçük ölçekli uzman firmalar u l usal veya küresel
çapta, yüksek kaliteli ' h ücre tipi' piyasalard a uzman iaşarak ya da
ü retim ağları içinde veya d iğer fi rma larla ortaklaşa çalışara k büyük
şirketlerle rekabet etmektedirler. Yen i u l uslararası işböl ümü, d ünya
çapında post-modern tüketici beklenti leri n i ka rşılama k için yeni
piyasalar, yeni teknolojiler ortaya çıkarttığı kadar, yeni kaynaklar da
yaratmaktadır.
John Atkinson ( 1 985) gibi yazarlar daha da i leri giderek, firmanın
birincil piyasalara yönelik, a ncak fırsat çıktığ ında daha yeni ikincil
piyasalara geçiş yapa bilecek ölçüde esnek bir çekirdek veya merkez
işgücü grubunu istihdam eden bir 'ideal-tip' esnek firma kavramı
gel iştirmeye çalışm ışlard ı r. B u tür firmal a r ihtiyaca göre ikincil emek­
ten faydalanır veya onları işten çıkartırlar ve bu sayede mal iyetleri
asgari d üzeyde tutarken talepleri karşılama d üzeyini yükseltirler.
B u n u n l a beraber, merkez işçiler iş g üvencesi, öd üller ve yüksek eği­
tim fırsatlarından yararla n ı rken, çevre işçiler (ikincil emek) çoğ u n l u kla
düşük ücretl i ve yarı-vasıflı, geçici sözleşmelere daya l ı fason işlerde
istihdam edilmekte ve çoğu n l u kla kent merkezlerinin getto bölgele­
rinde veya Ü çüncü Dü nyada yaşamakta d ı rlar. Moda veya spor g iyim
d ünyasında yüksek bir profile ve kendilerine özgü bir tarza sahip
olan N i ke, Adidas ve GAP gibi firmalar, Batıda olduğu kadar Doğuda
da her an değişen müşteri taleplerini karşılamak için küresel temel­
lerde ü retim yapan, piyasanın gereklerine h ızla cevap verebilen özel
güçlerin klasik örneklerid i r.
POST-FORDiZM 443

KAVRAMSAL GELiŞiM
N itekim, post-Fordizm yeni b i r sanayi üretimi ve endüstriyel i l işkiler
çağ ı olara k görünmektedir; esnek firma hem modern işçinin hem de
modern tü keticinin i htiyaçlarına h izmet eden 'esnek dost' haline
gelm iştir. i şçiler ve yöneticiler kal ite ve m üşteri ihtiyaçlarını karşıla­
mak a mac ıyla ortaklaşa çal ıştıkları için, çatışma n ı n yerin i uyum alm ış­
tır. Henry Ford'un kitlesel üreti m uygulamaları n ı n yerin i Japonlar,
i sveçliler ve Almanların devrimci fikirleri almış ve modern kapitalist
sistem dünya çapı nda müşterilerin i n ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan
BMW, Toshiba ve Coca-Col a gibi dev u l uslara rası şirketlere ayak uy­
durm uştur.
Bunu nla bera ber, post-Fordizm hem bir kavram olara k hem de
post-modern küresel kapita lizmin bir savunusu olara k eleştirilere
maruz kalmıştır.
i l k olarak, onun bazı savunucu ları n ı n iddiaları n ın aksine, bir kav­
ram olarak, analitik bir araç olara k açık bir modern ve post-modern
kapitalizm ayrı m ı yapmak o kadar kolay değildir. Eleştirmenlere göre,
post-modern toplum ve endüstriyi -günü müzde sanayin in geçmiş­
tekinden tamamen farklı yeni bir post-endüstriyel çağa g i rmiş oldu­
ğunu iddia edebilecek düzeyde- daha önceki toplu mdan kesin çizgi­
lerle ayırmak mümkün deği l dir. Daha ziyade, Anna Pol l ert ( 1 988) gibi
yazarlar, günü müzde endüstriyel pratiğin çoğu temel özelliğinin
Ford izmin 1 920'1er ve SO'Ierdeki a ltın çağı na, özellikle bu dönemin
yiyecek, içecek ve oyuncak ü retiminde ku llanılan küçük ölçekli üre­
tim tekniklerine dayandığını öne sürerler.
i kinci olarak, post-Fordist yazarların övgüler düzdüğü post­
modern ü retim teknikleri çok pahalıdır ve sadece büyük fi rmaların -
veya çok yeni, genç firmaların- g üçleri n i n yetebileceği veya uygula­
maya sokmaya cesaret edebi lecekleri m uazzam bir yeniden ya pı­
lanmayı gerektirir. Günümüzde h içbir firma yen i teknolojiler ve yeni
dinam ikler lehine geleneksel yöntemleri tamamen gözden çıka rt­
maz. Çoğu evri mi devrime tercih eder.
Ü çüncü olarak, kısa dönem li sözleşmelerle işçi çalıştırmak yeni bir
uyg u lama değ i ldir. Henry Ford ve çağdaşları her za man kriz dönem­
leri için erkek ve kadınla rdan o l uşan bir 'yedek işgücü ordusu'nu
ellerinin a ltında tutmuşlar ve tersa neci l i k gibi geleneksel sanayi dal­
ları büyük ölçüde geçici işçilere dayanmıştır.
Son olarak, post-modern, post-endüstriyel du rum, değişken ve
rekabetçi olmanın ya nı sıra, endüstriyel ka pitalizmin herhangi bir
444 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

dönemi ndeki ka dar insafsız ve acımasız olabilir. 'Esnek firma' günü­


m üzde endüstriyel gelişmenin bir özelliğini temsil edebilir, fa kat o da
bir 'ideal tip'tir. Dex, McCul lock ( 1 997), Paul Thompson ( 1 993) gibi
farkl ı yazarlar, bütün faydaları ilan edilen esnek çal ışma olgusunun
abartı ldığı sonucuna va rmışlard ır. En gelişmiş firmalar arasında bile
tamgün çal ıştırma ve merkezi kontrole dönüş eğ i l i m i açıkça görül­
mektedir. Amin ( 1 994) ve Kelly (1 989) gibi a ra ştırmacı lara göre, yen i
b i r endüstriyel t i p i n ortaya çıkışından söz etmekten ziyade, post­
Fordist çağ ın oldukça zengin ve çeşitli, günü m üz tüketicilerin i n talep
ettiği kadar esnek ve dinamik bir sistem olduğu söylenebil ir. Modern
kapitalizm daha tüketici dostu, daha kalite bilincine sa hip hale gele­
bilir, fakat gerçekte o 'genetik özelliklerini' değiştirmiş m id ir? O, deği­
şen ihtiyaçlara uyum sağlamak ve yen i teknolojileri beni msernek için
yöntemlerini değiştirmiş olabil ir, fakat rad i ka l yazarların iddia ettikleri
gibi, nihayetinde a maç ayn ı ka l ı r -ulusal sın ı rların yeni piyasa fırsatla­
rına, yen i bölgeler ve yeni kazançlara açı l m a k için bir engel ol uştur­
madığı küresel bir e konomide acı masız bir kar arayışı.
Paul Thompson'ın ( 1 993) işaret ettiği g i bi, post-modern çoku l u s l u
şirket, kendi örgütsel tarzı v e tekniğ i n i içinde b u l u nduğu ülkeye ve
onun ekonomik ve kültürel gelişmişlik d üzeyine uyarlayacaktır. Post­
Fordist tekn ikler gelişmiş Batının çalışma biçimlerine uyg u n düşseler
de, geleneksel Fordizm, fa brikaları ve montaj hatlarıyla her zaman
Ü çüncü Dünyanın düşük m a liyetli ekonomilerinde etkil i olabil ir. Bu
perspektiften, post-Fordizm sadece iş yönetimiyle i l g i l i yeni yakla­
şımlar ve stratejilerden birid i r. Çoku l us l u şirketler g ü nü müzde yeni
pazarlar ve yen i ka rlar peşinde kasları kadar yöntem leri n i de esnettik­
leri için, n i h ayetinde kontrol merkezde kal ı r. M i ke O'Donnell'a (200 1 )
göre, modern kapitalizmin ruhu ve karakteri, daha s ı n ırlı bir kavram
olan post-Fordizmden ziyade, 'küresel kapita l izm' veya 'bilgi kapita­
l izmi' gibi kavra mlarla daha iyi yakalanabilir. George Ritzer ( 1 996),
daha da i leri gider ve fastfood zinciri Mc Donald's'ın u yg u l a maları ve
felsefesinin post-Ford izmden daha ziyade sa nayi-ötesi topl umu ka­
rakterize ettiği tezini geliştirir:
Post-Ford ist u nsurların modern dünyada ortaya çıktığını kabul
etsek de, Fordist unsurların varlıklarını inatla sürdürdükleri ve
h içbir yok oluş belirtisi göstermed ikleri açıktır. Örneğin 'Mc Do­
nald laşma' olarak adlandırabileceğimiz şey Fordizmle ortak pek
çok özelliğe sahip bir olgudur ve çağdaş topl umda akıl almaz bir
hızla gelişmektedir. Fast food restoran modeli temelinde, toplu­
mun daha fazla kesimi Mc Donaldlaşman ı n ilkelerinden yarar­
lanmaktadır (Ritzer, 1 993). Mc Donaldlaşma Fordizmle birçok
POST-FORDilM 445

özel liği paylaşır -tek tip ürünler, katı teknolojiler, standartlaştırıl­


m ış iş rutinleri, vasıfsızlaşma, işgücünün (ve müşterinin) tek tip­
leştirilmesi, kitlesel işçi, tüketimin tek tipleştirilmesi vb. O halde
Fordizm, Mc Donaldlaşma yönünde bir şekil değişimine uğrasa
da, modern dünyada canlı ve sağlıklıdır. Ayrıca klasik Fordizm -
sözgelimi montaj bandı biçiminde- Amerikan ekonomisinde
önemli ölçüde varl ığını sürdürmektedir.
Zayıfl ı kları her ne o l u rsa olsun ve ku llanımı ne kadar abart ı l ı rsa a bar­
tılsın, post-Fordizm kavra m ı, sadece sanayi-ötesi top l u m u n karakteri
ve doğasıyla ilişki l i tartışmalara değil, aynı zamanda post-modern
sosyal ve kültürel yaşa m ı n doğasıyla ilgili ta rtışmalara ve günü müz
topl umunun yirminci yüzyılı büyük ölçüde hakimiyeti a ltına alan
modeldeki nden n e kadar köklü ve temel bir farklılık içinde olduğu
konusundaki tartışmalara katkıda bulunmuştur. Post-Fordizm kav­
ramı, modern kapital izmi insanileşmiş bir düzen olarak görenler ile
'örgütsüz' bir kapitalizm olara k algılayanlar a rasındaki tartışmalara,
post-Fordist teknikleri endüstriyel hayata uygulayanlar ile onu ka mu
hizmetleri, eğitim yön etimi, sosyal hizmetlere ve genel olara k mo­
dern devlete uygulamaya çalışa n la r a rası ndaki tartışma lara ilham
kaynağı o l m uştur.
Post-Fordizm kavramı, en iyi şekilde, Daniel Beli ve diğerlerinin
1 9SO'Ier ve 60'1arda sanayi-ötesi toplumu n doğasına il işkin tartışma­
ları n ı n bir uzantısı olara k s u n u labil ir. Bu kavram post-modern toplum
ve modernitenin karakteri konusu ndaki tartışmaya katkıda bulun­
muştur. O aynı ölçüde aşırı basitleştirilmiş ve abartılı bir kavram ola­
bilir. Yine d e en şiddetl i eleştiricisi Alex Callinicos'un da kabul ettiği
gi bi,
o en azından kapital ist ekonomideki sistematik değişimierin özel­
likle farklı bir post-modern çağdan söz etmemizi nasıl haklı çıkar­
dığını gösterme gibi bir değere sahiptir; ayrıca, bu açıklamalar en
azından gerçekte ortaya çıkan dönüşümlere işaret ettikleri sü rece
empirik olarak desteklenirler. Asıl problem, bu yazarların değiş­
melerin kapsamını gereğinden fazla abartmaları ve onları uygun
biçimde kuramsallaştıramamalarıdır (Callinicos, 1 989: 1 35).

AYRlCA BAKINIZ
SANAYi-ÖTESi TOPLUM -sanayi toplumunun doğası üzerine ilk
fikirler olarak
• VASIFSIZLAŞMA,
446 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKIRLER

o iNSAN iLiŞKiLERi OKULU ve


o BiLiMSEL YÖNETiM -endüstriyel organizasyon ve iş uygulamalarının
'modern aşaması'na i l işkin fikirler olara k

OKUMA ÖN ERiLERi
DEX, S. AND MC CULLOCK, A. ( 1 997), Flexible Employment: The Future of
Britain's Jobs, Macmillan
PIORE, M. AND SABEL, C. (1 984), The Second lndustrial Divide, Basic Books,
New York
RITZER, G. ( 1 993), The Mc Donaldization of Society, Thousand Oaks, CA [Top­
lumun Mcdonaldlaştırılması, Çeviren: Şen Süer Kaya, Ayrıntı Yayınları,
Haziran 1 998]

iLERi OKUMA ÖNERiLERi


AMIN, A. (ED.) (1 994), Post-Fordism: A Reader, Blackwell, Oxford.
LASH, S. AND URRY, J. ( 1 987), The End of Organised Capitalism, Polity Press,
Cambridge

Çeviri: Özlem Balkız


Post-Modernizm/
Post-Modernite
Jean François Lyotard

FiKiR
'Modern' terimi hepi m izin bildiği ve rahatça kullandığı bir terimdir.
O, içinde yaşadığımız d ünyayı, günümüz topl umunun hayat tarzını
ve bugünkü hayatı geçmişteki toplumlardan ayırdığını d üşündüğü­
m üz farkl ılık ve değişmeleri a nlatır. Post-modern ifadesi, gelecekteki
hayatı ve toplumu, modern toplumdan sonraki dönemi, g ün ü m üzde
ve gelecekteki yaşam biçimlerinin ll. Dü nya Savaşı'ndan sonraki Batı
topl u m ları ndaki lerden tamamen farkl ı olduğunu anlatmak için kul­
lanıl ı r. Post-modernizm ve bu nedenle post-modern topl um terimle­
ri, 1 980'1er ve 90'1arın, özell ikle yeni binyılın top l u m la rı hakkında
geleneksel ve hatta modern sosyolojide sunulanlardan çok farklı ve
ta mamen radikal bir görüş ortaya koymaya çalışan bir dizi düşünür
ve yazarı kapsayacak biçimde kul la n ı lmıştır. Onlar, post-modern
d ü nyanın çok fa rklı bir yer olacağ ı na, kavramın hem yirminci yüzyıl ı n
sanayi topl u mlarından h e m de savaş-sonrası dönemin modern top­
l u mlarından köklü bir farklılığı an lattığına inanırlar.
Jean Fra nçois Lyotard ve (simülasyonlar üzerine d ü şü n celeri bu
kitapta açıklanan) Jean Baudrillard gibi yazarlar post-modernizmi
içinde yaşadığımız toplumla ilgili bağımsız ve yeni bir perspektif
olara k su n maya çal ıştıl a r: bu perspektifte, bir yandan klasik ve mo­
dern sosyolojik teorileri g ü ncel leştirme g irişimi reddedilirken, öte
yandan söz konusu yaza rların yirminci yüzyıl sonunda ortaya çıktığını
düşündükleri yeni toplum tipini, yani 'post-modern d ü nyayı, özellikle
yeni ve daha öncekilerden kökten farkl ı bir d ü nyayı betimleyebilecek
geçerli ve doğru bir teorik çerçeve gel iştiril meye çalışıl ır.
448 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

Post-modernistler geleneksel sosyoloj iyi ta mamen reddederler.


Hatta onlar toplumun bütü nünü, geçmişi, bug ü n ü ve geleceğini
a n a l iz edebilecek etrafi ı ve tam kapsa m l ı b i r sosyolojik teori ihtima l i­
ni de reddederler. Onlar topl u m la rı n evrim süreci son ucunda veya
devrimlerle daha iyi b i r geleceğe doğru, daha insani, daha uygar ve
rasyonel bir gelişme evresine doğru il erled ikleri düşüncesini redde­
derler. Onlar bilimse l yöntemi reddeder ve akıl ve nesnelliğin toplu­
mun haki katini ve te mel ta rihsel gelişme yasalarını o rtaya çıkarma
pota nsiyelini kabul etmezler.
Özünde onlar, modern sosyolojiyi mevcut haliyle g ü ncelleştirme­
ye karşı çıka rlar. Modern sosyoloji, ku rucu babalar Ma rx, Weber ve
Du rkhei m'in bilimsel yö ntemlerinin top l u m ve topl umun tarihsel
gelişimi a raştırmalarına uygu l a n masıyla bağımsız ve özel bir akade­
mik disiplin olarak ortaya ç ı km ıştır. Onların düşünceleri sosyolojik
geleneği doğ u rdu ve Akıl Çağı, onyedinci ve onsekizinci yüzyı l ları n
Entellektüel, Bilimsel v e Siyasal Devrim lerinden v e son i k i yüzyı l ı n
Sanayi v e Teknoloji Devri mlerinden besl endi. B u Ayd ı n l a n m a projesi
ve o n u n insanın akıl a racılığ ıyla i lerleyeceğ ine inancı en iyi şeki lde
Karl Marx'ın kom ü n ist ütopyasında yaka lanabil ir. Onun yerine, post­
modernistler tek ve her şeyi kapsayan bir hakikat olmadığını öne
süren, a ksine zeng i n bir hakikatler ve perspektifler çeşit l i l iğini kab u l
eden ve beni mseyen ç o k daha rölativist, öznel bir yaklaşımı benim­
serler. Sosyolojinin ro l ü bu hakikatler ve rea l iteleri açıklamak değil,
aksine onları ka bul etmek, ta kdir etmek ve kutlamaktır.
Jean Fra nçois Lyota rd'ın post-mod ernizm in gelişimine katkısı iki
boyutl udur:

1 . 1 970'1erde Lyotard, modern entel lektüel düşü neeye ve geliş­


melere karşı şiddetli bir hücum başlattı. O Marksizm'i terk etti
ve klasik sosyolojinin ma kro teorileri n i, özel l ikle savaş-sonrası
dönemin iki egemen ideolojisi Marksizm ve liberal kapita l izmi
güçlü ve ateşl i bir eleştiri sağanağ ına tuttu. Onun öfkesi, özel l ik­
le modern bilim ve teknolojiye ve onların, yeni teknolojilerle,
insan ilerlemesin i n beyni oldukları ve d ü nyayı korudukları iddi­
a larına yö nelikti. Lyotard'a göre, bilimsel-teknolojik gelişme in­
sa n ı n kurtuluşunun değil, aksine huzursuzluklarının nedenidir.
Bilimsel ilerleme insa n ı zeng inleştirrnek ve aydınlatmakta n çok
ze:ıgin ve fa kir ayrı m ı na yol açar ve Birinci Dünyanın Ü çüncü
Dü nyayı sömürmes i n i teşvik eder. O, duygusal zekayı bir kenara
iterek bir entellektüel düşünceler yoks u l luğu yaratmıştır ve kli­
nik olarak veri mli fa kat duyg usal açıdan iflas etmiş bir d ünya,
POST-MODERNiZM 1 POST-MODERNiTE 449

insan duyguları ve yaşantıla rının yer a l madığı yabancı laştıncı


bir d ü nya yaratmaktadır. B u gerçek, Lyotard'a göre, çok az in­
sanın em pati kura b i ldiği ve hatta insa n ı n d uygusal sıcakl ığın­
dan yoksun görünen soyut ve fütürist binaları a n laya madığı
modern sanat ve mimaride yeterince açık olarak görünür. Bil im
ve teknolojinin tota litarizmi modern dü nyayı yönetebil ir, fakat
Lyotard'a göre, görünenierin a rdında hem aklın gücüne hem
de bilim insa n ı/teknologun gücüne meydan okuyacak ve onu
yıkacak bir yabancılaşma, bir hoşnutsuzl uk ve öfke gelişmekte­
dir.
2. Lyotard çoğulcu l u k ve çeşitliliğe daya l ı yeni alternatif bir top­
l u m anlayışı n ı ana hatlarıyla ortaya koymaya çal ışır. O, Post­
Modern Durum ( 1 979), Differend: Tarttşma Evreleri ( 1 983) g ibi ça­
lışmalarında, post-modern toplumun köklerinin 1 9SO'Iere da­
ya ndığ ı n ı ve bu d u ru m u n öze l l ikle d ildeki değişimlerde aşikar
olduğunu öne sü rer.

Lyotard, dil oyunlan kavra m ı n ı kullanarak, toplumsal hayatın esasen


belirli topl umsal g rupları n tartışma ve müzakereleri kontrol etme ve
kendi hakikat yoru m ları n ı büyük ölçüde dayatma gücü etrafı nda
organize olduğunu öne s ü rer. Sanayi-öncesi top l u m l a rda masallar ve
efsaneler temel d i l oyunlarıyd ı ve bu hikayeler sadece kabile toplum­
larına varlıkları ve çevreleri ne a n l a m vermelerini sağlamakta yard ı mcı
olmakla kalm ıyor, aynı za manda karar-verme, yaşlılar ve büyücü­
heki m lerin servet ve otoriteyi kontrol güçlerini meşrulaştırıyordu.
Onlar sadece Tanrı'dan söz ederken, ruhlar sadece onlardan söz edi­
yord u.
Modern Batı toplumu, Aydınlanma ve B i l imsel Devrim sayesinde,
Ortaçağ Avru pası n ı n, Kil ise ve H ı ristiyan inançların d i l oyu n larından
bilimsel yöntemin m a ntığına ve nesnel l iğine geçti. Ca h i l l i k ve batıl
ina nçlar yok edildi; akıl özgü rleştirildi ve egemen dil oyu n u veya
onun deyimiyle 'a n latı' yüceltildi. Gerçekte ona göre, modern bilim
bir 'üst-an l atı', d iğer bütü n a n iatıları açıklaya bilen, gerek Einstein'ın
görel i l ik teorisi, gerek Darwin'in evrim teorisi, gerekse Marx'ı n tarih­
sel materya l izmi biçiminde olsun, doğa ve evren hakkında yeni bu­
l uşlar ve kavrayışlar üretebilen bir tür sü per-a n latı d ı r.
Bununla beraber, Lyotard, bu büyük boy teorileri reddeder ve in­
sanları n teknolojik m ü kem melliğe inançları n ı yiti rd iklerine inan ır.
Da ha ziyade, post-modern i nsan 'üst-anlattlara karşt bir kuşku' sergi­
ler ve her temel bilimsel i lerlemenin insa n ı n yıkı m ı n ı n potansiyel
tohu mlarını içinde barındırd ı ğ ı n ı d üşünen eleştirel bir tutum içi nde-
450 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKIRLER

d i r -örneğin, n ü kleer güç ve n ü kleer yıkım, fosil yakıtlar ve küresel


ısınma, m ucize i laçlar ve güçlü virüsl er, cin sel özgürleşme, AIDS,
komünizm ve totalitarizm. Ona göre, post-modern toplumu n iki
temel ka ra kteristiği vardır:

• mutlak hakikat arayışı ndan, gösteren dil oyunundan vazgeçme


veya teoriler ve perspektifler çeşitliliğini yücelterek bir üst­
an iatı a rayışından uza k d u rma.
• her şeyi gösteren a n iatıların yerin i uzm a n tekni k dil oyunları n ı n
alması (burada a m a ç esasen araştırmak değil, a ksine artı k piya­
sadaki yen i ü rünler ve düşü nceler kitlesinin potansiyel kulla­
nı mları ve verimliliği hakkında g ü ndelik pratik yarg ılarda bu­
lunmaktır).

Lyotard için, temel 'üretici g ü ç' modern bilgisayardır. O g ü n ü m üzde


bil imsel ve teknolojik gelişmenin ön safları ndadır. Bütün bilgi gide­
rek kompüterize olmuştur ve sadece eko nomik hayat değil, gerçekte
tüm modern toplumsal hayat giderek bilgi teknolojisi ve ev bilg isa­
yarları etrafında dön mektedir. Bilgi teknolojisini kontrol a rtık modern
d ünya üzerindeki kontro l ü n temel savaş alanlarından biridir ve Mic­
rosoft, BT ve Vodafone gibi şi rketler d ü nya ağları n ı kontrol etme ve
kullanmanın yol u n u açmışlard ır. Lyotard için, bilginin üretimi, deği­
şimi ve kullanımı post-modern toplumun kalbidir. Bilgi alınıp satılır,
pazarlanabilir ve modern topl umsal ve ekonomik il işkileri tanımlar ve
belirler. Pazarlanabilir bilgi arayışı modern bilimin itici g ücü olarak
hakikat a rayışının yerini alm ıştır. O insan ruhunu köleleştirme ve
insa n ı n yaratıcılığ ı n ı azaltma tehdidi yaratan teknolojik egemen liğin
bir kaynağı olmuştur. Ancak Lyotard tamamen kötümser değildir.
Modern teknoloji bize 'a/abileceğimiz kadar terör' sunsa da, post­
modern topl u m u n çeşitl iliği ve yeni teknolojilerin gücü, bize bir öl­
çüde, u lusal sınırlar ve geleneksel güç yapılarının dışında iletişim
kurmak için bilgi teknolojileri ve lnternet'i kul lanan u l uslar arasında
daha fazla hoşgörü ve iletişim umudu sunar.
Jean François Lyota rd, bu yüzden, büyük boy teorinin mutlakçı lı­
ğını reddeder ve onun yerine her biri kendi entellektüel ka bul leri ve
ina nçlarına, kendi söylem/erine, kendi hakikat iddialarına sahip rakip
paradig malar, a n iatılar veya dil oyu nları d üşüncesini geçirir. Bu pers­
pektiften, tek bir hakikat yoktur, sadece entel lektüel egemenlik için
'güç mücadeleleri' vard ı r. Onun düşüncesi nde, bütün 'söylemler' aynı
ölçüde geçerl idir ve modern bilim bile bir başka ideolojiden daha
fazla hakikat idd iası nda bulu namaz. Olanların hepsi modern bilimin
dil oyun u n u n çoğu dil oyu n u na baskın çıkma s ı n ı n ifadesidir. O 'mo-
POST MODERN i ZM 1 POST-MODERNiTE
- 451

dern sanayi-ötesi dünya'yı yönetti, a ncak a rtık bilgi çeşitlenir ve mer­


kezi konumundan uzaklaşı rken ve giderek daha fazla insan bil imsel
'hakikatler'in ve teknoloj i n i n hayatlarımızı yönetme hakkına itiraz
ederken, modern bilim birçok cepheden saldırıya u ğ ramaktadır.
Lyotard, bu neden le, para/oji a rayışını teşvik eder ve meşrulaştırır,
zira daha az güçlü, daha az okuryazarın bile bütün modern bilgi kay­
naklarına ulaşmasıyla biçimlend irilen sonu gelmeyen tartışmalar
geleceğin dil oyunlarına katkıda bul unabil i r ve bu sü reçte rol oyna­
yabil ir. Küresel şirketler geleceği n teknolojilerinin kontrolünü elle­
rinde tutabilirler, ancak Internet dünya n ı n her yerindeki insan lara
bilgiye ve bilgiyi tartışacak araçlara ulaşma imkanı sağlayacaktır.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Lyota rd'ın büyük boy teori ve bil imsel gelenek eleştirisi post-modern
ruhta önemli bir etki yaratmıştır. i nsanlar bugün, modern teknolojik
gel işmeleri, daha ziyade korkuyla değil de, merakla izlemektedirl er.
Onlar bu gelişmelerin aşırılıkları ve çevremiz üzerindeki etkilerinin
g iderek daha fazla fa rkı ndadırlar. Modern teknoloji kontrolden çık­
mıştır ve insanlığın ihtiyaçlarından çok 'yüz-süz' şirketler ve görün­
meyen bürokratların h izmetinde görünmektedir. Batı kapitalizmin i n
aşırı l ı kları v e sömürüsü kom ü nizm gibi d ü nya ideoloj ileri nin başarı­
sızlıkları kadar aşika rdır. Küresel kapitalizm artık Berlin Duvarı yıkıld ık­
ta n ( 1 989) sonra ve SSCB'n i n ö l ü m ü n ü n ard ı ndan daha fa rkl ı, daha
çoğ ulcu ve insan hakları ve fırsat eşitliğine karşı daha d uyarlı görün­
mektedir. Fakat bu gelişmeler Lyota rd'ın tezini desteklediği kadar
çü rütmüştür de. On u n savu nduğu çeşitlilik ve hümanizm daha açık
bir biçimde gözlenirken, önerdiği a h laki göreli l i k temel veya asıl
hakikat arayışının yerin i a l m ış görünmemektedir. New York'a l l Eyl ül
sald ı rısı Amerika'n ın ekonomik ve askeri gücüne olduğu kadar bizzat
Amerika'ya ve ka pita lizmin öl ümsüzlük iddiasına, Amerika n yaşam
biçimine olduğu kadar d insel hakikatler adına da bir saldırıdır.
Lyota rd 'ın modern bilime sald ırısı ve onun nesnellikten veya
ahlaki d ürüstlükten yoksun olduğu tezi bilimsel _topluluğun şiddetli
protestal a rma yol açmıştır. Soka l ve Bricmont ( 1 997), Lyotard ve
d iğer post-modern ist yazarları yererek, sığ ve geçersiz post-modern
bilimsel yöntem tasvirlerinin gerçek yüzün ü göstermeye çal ıştı. Baş­
ka ları tarafından da benzer eleştiriler ya pıldı. Onun genel iemeleri
d uygusal bir çekiciliğe sah i p olsa da, çoğu kez abartılı, temelsiz ve
entellektüel bir derinlikten yoksundur. Lyota rd'ın ahlaki bir tavırdan
veya özelde bir ahlak standardından yoksun l uğu, o n u n rölativist
452 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

perspektifin i n modern kapitalizme meydan oku m a k kadar kapital iz­


mi meşrul a ştı rmakta, h atta ondan özür d ilemek için de kullanılabi le­
ceği eleştirisi karşıs ı nda zayıf kılmıştır. Bu yüzden, post-modern teo­
rin i n çeşitlil iği, büyük aniatıları red di, fa rklı bakış açılarının varlığını
övmesi onun gücü ve zayıfl ı ğıdır. Bazısı için, o bir karnaval, kültürel
moda döngüsünde geçici bir hevestir; başkaları için, onun sosyal
teori üzerindeki etkisi göz a rd ı edilemeyecek den l i büyüktür. Bizzat
'post-modern' terimine karşı çıkılmış ve kavram 'post-modernizm ve
post modernite' biçi minde yeniden ortaya çıkmıştır. O tek entellek­
tüel bir mevkie veya d isipline sahip değild ir, aksine, di kkat edilmedi­
ğinde güzel sanatları, fen ve sosyal bilimlerini istila etmiştir. Onun üst
ra hi pleri ve kurucu babaları esas itibariyle sosyoloji dışı d isiplin lerden
gelmişler ve sadece yakınlarda bizzat sosyolojide gerçek kabul gör­
müşlerdir. George Ritzer'in de düşündüğü gibi (1 996: 607), "basit
gerçek post-modern izmin artık sosyolog teorisyenler tarafından göz
a rd ı edilememesidir". Baudril lard g i bi bazıları sosyal teoriyi bir bütün
olara k yeniden analiz etmeye çalışmışlard ı r; Weinstein ve Weinstein
gibiler ( 1 993), George Simmel gibi eski kişilikleri çağ ı n ı n ötesinde bir
post-modernist olarak yeniden d iriltmeye çalışmışlard ı r. C. Wright
Mills benzer bir yeniden değerlendirme ve diriitme g irişimine maruz
ka l m ı ştır.
Hem bu tartışmaların sonucu, hem de post-modernizmin sosyo­
loji tarih indeki son yeri her ne olursa olsun, bu kavram ve ilgili görüş­
ler geniş bir etki yaratmış ve bu alandaki yaza rları sosyolojik gelene­
ğin ve kurucu babaların değerleri ve geçerlil iklerini yeniden gözden
geçirmeye zorla mışlard ı r. O post-modern toplu m u n doğası hakkında
birçok tartışma başlatmış ve tü m sosyal bilimlere, güzel sanatlar ve
doğa bilimlerine meydan okumuş, onların geleneksel düşü n me ve
teorileştirme biçimlerini eleştirel olara k gözden geçirmeye -ve bazı
örneklerde d üzeltmeye- zorla m ıştır.

AYRlCA BAKINIZ
• BiLGi/BiLiŞiM TOPLUMU
• RiSK TOPLUMU
• SÖYLEM
• SiMULASYONLAR -günümüz geç modern/post-modern toplumun
doğası ve karakteri hakkında alternatif perspektifler olarak
POST-MODERNiZM 1 POST-MODERNITE 453

OKUMA VE iLERi OKUMA ÖNERiLERi


Jean François Lyotard'ın yazı ları ileri düzey sosyoloji öğrencileri ve özel likle
lisans öğrencileri için bile kolay yazılar değildir.
M ike O'Donnel (2001 ) ve örneğin Haralambos ve Halbom'un (2000) yeni
ders kitapları nın ilişki l i bölümleri, okuyucuların post-modernistlerin
kompleks ancak dikkat çekici yazılarına girebilmelerine yardımcı olabilir.
Aşağıda Lyotard'ın bu alandaki temel çalışmaları ve bazı eleştirel yorumlar
verilmiştir.
LYOTARD, J. F. (1 979), The Post Modern Condition, Manchester University
Press, Manchester [Postmodern Durum, Bilgi Üzerine Bir Rapor, Çeviren:
Ahmet Çiğdem, Vadi Yayınları, Ankara, Ekim 2000]
LYOTARD, J. F. ( 1 983), Differend: Phases in Dispute (trans. G. Van den Abeele),
Manchester U niversity Press, Manchester
LYOTARD, J. F. ( 1 992), The Postmodern Explained to Chi/dren, Turnaround,
London
LYOTARD, J. F. (1 995), Toward the Postmodern, New Jersey Humanities Press
SOKAL, A. AND BRICHMONT, J. (1 997), lntellectual lmpostures: Post Modern
Philosophers' Abus e of Science, Profile Boks, London
WEINSTEIN AND WEINSTEIN, M. A. ( 1 993), Postmoder(ised) Simmel, Routledge

Çeviri: Ümit Tatlıcan


Risk Toplumu
Ulrich Beck

FiKiR
Modern topl umlar risklerle dolud u r. Her g ü n geçmişte topl umların
karşı karşıya ka l d ı klarından çok daha büyük ça pta kaza, hasta l ı k ve
büyük felaketler riskiyle yüz yüzeyiz -örneğin AIDS, n ü kleer savaş,
küresel ısınma ve l l Eylü l 200 1 'den son ra büyük ticari ve askeri kuru­
luşlar kadar sıradan vata ndaşları da ağır bir biçimde vurabilen u l usla­
rarası terörizm.
Farklı yazarlar risk kavra m ı n ı post-modern topl u m u n ta n ı mlayıcı
özelliği olara k ku llanmaya ve bu çerçevede bir sosyal ve siyasal de­
ğişme teorisi geliştirmeye çalışmışlard ır. Bu a landa önde gelen şahsi­
yetlerden biri, Londra, Card iff ve Berlin'de okuyan ve A l m a n h ü kü me­
ti Gelecek Kom i syonu'nda çalışan Alman akademisyen Ulrich Beck'tir.
Beck'in en ü n l ü yayını Risk Toplumu: Yeni Bir Moderniteye Doğru
(1 992) Sovyetler Birliği'ndeki Çernobil felaketinden hemen sonra
1 986 yılında yayı nlandı. Beck bu kitapta, post-modern topl umu an­
lamakta kullan ılacak bir çerçeve, bir taraftan neo-Marksizm'i aşmaya
ve l i bera l topl umsal değişme teorilerini canland ırmaya çalışırken, öte
taraftan görünüşte b irbirleriyle bağlantısız ve i l işkisiz bir d izi olay ve
faal iyeti -Çernobil ve BSE, HIV ve Ü çüncü Dünya borçları gibi büyü k
çapta olayları- femin izm, kitlesel tüketim ve sınıf m ücadelesinin
gücünü yitirmesi gibi sosyal ve siyasal hareketlerle i l işkilend irmeye
çalışan yeni bir teorik çerçeve gel iştirir.
U l rich Beck için risk post-modern toplumun tan ı m layıcı özell iği­
d i r. Bizler bir risk topl u m unda yaşıyoruz. Beck riski "Modernleşmenin
yo l açtığı ve yarattığı tehl ikeler ve güvensizl iklerle sistematik bir ilişki
içinde olmak" biçiminde ta nımlar.
Bu neden le Beck, modern toplumu risk bağla m ı nda tanımlar ve
riskierin g ü n ü m üzde büyük ölçüde insan ürünü ve küresel olg ular
RiSK TOPLUMU 455

oldukları gerçeğinden hareketle, modern toplu m u sanayi-öncesi ve


sanayi toplumlarından ayırır. Sanayi-öncesi toplu m larda riskler ve
teh l i keler büyük ölçüde doğa kaynakl ıyd ı ve insanın kontrolü dışın­
dayd ı -örneğ i n, sel ler, kura k l ı k, veba. Sanayi top l u m u nd a i nsanoğlu
sistematik olara k kendi çevresinin ve doğan ı n kontrolünü ele geçir­
meye başlar. i nsanoğl u, selleri ön lemek için setler inşa ederek, kendi
yiyeceğini yetiştirerek ve ölümcül hasta l ı kları azaltmak ve onlardan
koru nmak için ilaçlar geliştirerek doğal felaketierin üstesinden gele­
bilmiştir. Ancak o yeni, önem l i ölçüde insan-ü rünü teh l i keler yarat­
maya başlar: bunlar i nsan sağl ığ ı ve h uzurunu u l u slara ra s ı düzeyden
ziyade yerel ve u lusal d üzeylerde tehdit eden tehlikelerd ir -
sözgel imi, 1 9.yy'ı n yeni sanayi kentlerinin kirl i havası, yeni fabrikala­
rın yol açtığı kirl i l i kler.
Günümüz post-modern topl u m unda insan sadece doğa üzerin­
deki gücünü artırmakla kal mayıp bizzat doğan ı n kontrolünü de ele
geçirmeye ça l ış mış, böylece kendi evrenini tam bir yıkım riski a ltı na
sokmuştur. Atomun parça l a nması insana nükleer enerji yaratma
gücü verdi. O insanoğluna ayrıca kitlesel imha silahları yaratma araç­
ları sağladı; DNA'nın şifresinin çözül mesi ona sadece genetik hayatın
sırrın ı değil Tan rı'yı oynama ve klonlanmış insan yaratma gücünü de
kazandırdı; fosil yakıtlar insanoğ l u na 200 yıll ı k küresel enerj i sağ la­
mıştır, ancak insa n ı n bu tür yakıtları kendi çıka rı için ve tutumsuzca
kullanması küresel ısın maya yol açarak g ü n ü müzde gezegeni yok
etme tehdidi yaratmaktadır. i nsan kendi evreninin kontro l ü n ü daha
fazla ele geçirdikçe, paradoksal olarak, hayata ve d ü nyaya yönelik
riskleri n, Doğu veya Batı, Kuzey veya Güneydeki tek tek u l usları ve
top l u l u kları değil, aynı za m a nda bütün insa n l ı ğ ı etkilediği ve çok
daha büyük olduğu görül mektedir.
Bu paradoks, aynı şekilde, günü müz toplumlarının sosyal yapıla­
rına da ya nsımaktadır. Birey daha özgür ve daha bağ ımsız hale gel ir­
ken, paradoksal olarak, önceden insanları koruyan sosyal yapılar
çökmeye başlamıştır. Kilise, top l u l uk, aile, hatta modern Bat ı l ı top­
l u m ların sın ıfsal yapıları insanlara istikrarlı bir sosyal d üzen olarak
gözüken yapı içerisinde bir a id iyet, kim l i k duygusu ve bir a maç sağ­
lamıştı. Post-modern topl umda bi rey giderek kendi başına, soyut­
lanmış, aciz ve koru n masız kal m a ktad ır. 'Topl u msal' krizler bi reysel
krizler olarak ortaya çıka r ve sosyal problem ler giderek kollektif prob­
lemlerden ziyade kişisel problemler olara k algılanır; problemler hü­
kümet, okul veya aile tarafından sosyal veya politik düzeyden ziyade
psikolojik d üzeyde ele alın ır.
Beck top l u m ve birey i l işkisinde yeni ve rad ika l bir dönüşümün
456 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

varl ı ğ ı n ı be l irler: toplum olara k yeni bir sosyal leşme biçi mi gençleri
geleceğ in risklerine hazı rlamaktad ı r. Sın ıf-teme l l i topl umlarda amaç
refah ve mutluluğu sağlamaya çalışma kken, risk toplum unda temel
hedef sadece h ayatta kalabilmektir. Güvenlik ve istikrarı sağlama
çabası kar elde etme çabası n ı n yerine geçmiştir. Günü müzde riskin
yol açtığı ta hribat bütün topl u mları, bütün topl u l ukla rı, bütün sınıfla­
rı etkilemektedir. Hiç kimse m uhtemel bir HIV, BSE veya biyolojik
savaş riskinden tamamen kaçamaz. Riskle başetmek a rtık sosyal ol­
duğu kadar bireysel bir ikilemdir. Bireyin hiç olmadığı kadar özgü r
göründüğü bir çağda insa n la r, i ronik olara k, maddi, psiko l ojik ve
ruhsal bakımdan daha aciz ve çaresiz, kendi hayatları n ı n ve çevrele­
rindeki d ü nyanın kontro l ü ne daha az sahiplerdir. Hayatta kalmak için
i nsanlar daha 'self-refleksif, daha disiplinli ve daha kontro l l ü' hale
gel mek zorundadırl a r. Onlar, kendi hayatları ve hayat tarzları nın
kontrolünü daha fazla ele geçirmeyi öğrenmelidirler. i nsanlar, riski
nasıl değerl endireceklerini ve onunla nasıl başedecekl erini ve hayat­
ta ka lmak ve m utlu olmak istiyorla rsa eylemlerinin soru m l u l uğunu
nasıl a lacakla rını öğren melid irler. Bu nedenle kişisel karar-alma top­
l u msal karar a l ma n ı n temeli haline gelir. Politikacılar ve otorite sah ip­
leri modern bir demokraside insanlara a rtık ne yapaca kları nı söyle­
yemezler; karşılaşabilecekleri riskler konusunda onlara bilgi vermel i
v e itaati sağlamak yerine onları teşvik etmelidirler. G ü n ü m üzün açık
ve fırsatlar içeren toplu m l a rında geleceği belirleyecek olan şey, bi­
reysel karar a l ma, yaşam tarzıyla, kişisel alışkan l ı klar ve kişisel adetler­
le ilgili kararlar almaktır; örneğin, sigara ve uyuşturucu kullanma ile
ilgili kararlar, kanser veya HIV'nin yayılmasını artıracak veya ortadan
kaldı racak cinsel alışka n lıklarla ilgili kararlar ve kişisel ilişkilerle ilgili
kararlar.
Dünya nın büyük ölçüde kontrol dışı ve ta ma mıyla öngörülemez
göründüğü günü müzde kişisel kararlar artı k u l uslararası sonuçlara
sah i ptir. Bu nedenle bizl er, Beck'e göre, post-modern bir dünyaya
değil, riskin ve risk idaresinin tan ı m layıcı özell ikleri olduğu bir 'ikinci
moderniteye', bütün eylemlerin her düzeyde -bireysel, sosyal veya
u l uslar a rası d üzeylerde- önceden bilin meyen tesadüfi sonuçlara
sa hip olduğu bir 'refl eksif modernl eşme' çağına geçtik. Modern bilim
ve teknoloji sayesinde daha fazla bilgi edind ikçe ve küresel iletişim
araçla rı ve Internet sayesinde daha fazla iletişim kurd u kça, daha az
kontrole sahip olmaktayız. Yediğimiz yiyecekler, aldığımız ilaçlar,
bindiğ im iz uçaklar ha kkında daha korku dolu, daha risk bilinçli ve
daha güven liği a rzulayan varlıklar haline gel iriz. Aynı şekilde, daha
kaderci, hatta kayg ısız ve vurd u md uymaz biri hal ine de gelebil iriz.
RiSK TOPLUMU 457

Yarı n ı n ne getireceği n i hiç kimse bil mezken neden bugü n için yaşa­
mayalım?
Daha yen i yazılarında Beck, kişisel ve toplumsal d üzeylerden ge­
nelde toplumun doğası problemine yönelir. Ona göre sadece kü resel
bir toplumda değil, 'dünya risk toplu m unda', ya ni ilerlemenin sağla­
namayacağ ı ve her gelişmenin kendi riskleri, tehlikeleri ve karanlık
yanını ürettiği bir modern i te döneminde yaşamaktayız. Her yeni tıbbi
müdahale, her yeni teknoloj i k gelişme başarıs ızl ı k ihtimal ine, yan
etkilere, sadece zaman içinde, hatta gelecek kuşaklar üzerinde kendi­
sini gösterecek küresel ısınma ve radyasyon gibi etkilere sahiptir.
Artık uzmanlara güvenmiyor; politikacı larımız, bilim insan la rı m ız ve
doktorl arımızın verd i kleri kararlara itibar etm iyoruz. Riskierin hayatın
her adımında varolduğunu bil iyor ve onları n açıkl a n masını, değer­
lendirilmesini ve kend imize yönelik riskleri kişisel olarak değerlendi­
rebilmek için bilgilendirilmeyi talep ediyoruz. Geleneksel ve kurum­
sal karar-alma meka n izmaları, geleneksel karar-alma süreci halkın
incelemesine ve tartışmaya artık daha fazla açıktır. Yen i gel işmeler
yen i tartışmalara ve yeri geldiğinde karar-a lma g ü ndemiyle ilgili
mücadelelere yol açmaktadır; bu mücadeleler kitlesel protesto hare­
ketleri nin a rtışına yansımıştır -çevreyle ilgili, genetik mü hendisliği ve
küresel kapital izmle ilgili protestolar; d ünya genelinde kitle iletişimi
ve i nternet ya rd ı m ıyla yankılanan protestola r vb. Daha çok bildi kçe
daha çok korkuyoruz. Doğa siyasallaştı rılmıştı r ve ona müdahale
edilmesinin getird iği riskler çok daha iyi kavranmaktad ı r. Beck'e göre,
g ü nümüzde doğa ve topl u m iç içe geçmiştir; "doğa toplum, toplum
da doğadı r" (1 992).
Yen i risk kaynakları tespit eden ve -ister petrol devlerinin ta nker­
leri, isterse ilaç şirketlerin i n bilimsel la boratuarları olsun- bu risk
kaynaklarına karşı doğrudan harekete geçmeye hazırlanan yeni alt­
politikalar, protesto g rupları a rtık u lusal h ükü metleri fazla d i kkate
almamaktadır.
Riskler modern hayatın bir özelliğidir. Modern hayat bu riskler
üzerinde 'düşü nme' ve onları değerlendirebilme kapasitesi ve bilin­
cine, uyg u n bireysel kararlar alma yeteneği ne sah ip yen i bir sosyal
vatandaş türü yaratmaktadır. Risk ve sosyal s ı n ıf a rtık doğrudan bağ­
lantılı ol masa bile, risk ve servet arasında ters bir ilişki va rdı r. Fakirler
ve topl umsal ölçeğin en altındakiler risk karşısında özellikl e aciz ko­
numdadırlar; en üsttekiler, her ne kadar risklerden kaça masalar da,
en azından "riskten güvenlik ve özg ürlük satın alabilirler" (Beck
1 992). B u tarz bir i lişki, riske bu tarz bir ma ruz kalış aynı şekilde Birinci
ile Ü çüncü Dü nya ü l keleri a rasındaki i l işkiye de uygulanabilir. H IV,
458 SOSYOLOJiDE TEMEL FIKIRLER

seller ve hastalık, Batılı toplum ları etkilerken, dünyanın en yoksul


ulusları n ı hara p etmişti r ve onlar tama men savu nmasızdır. Ancak
ironik olara k, yoksul da risk üzerinde düşünebilir, nedenleri n i değer­
lendirebil i r ve u l uslara rası protestolarla veya en uç durum larda u lus­
lararası terörizm aracıl ığ ıyla riski azaltmak veya en aza indirmek için
hare kete geçebilir.

KAVRAMSAL GELiŞiM
U l rich Beck'in risk tezi v e o n u n "post-modern toplum b i r risk toplu­
mudur" düşüncesi g ü n ü m üzde toplumun doğasıyla ilgili ve ona
temel teşkil eden kültür kon usundaki tartışmalara önemli bir katkı
sağlam ıştır. Ken d i risk kavram ı sadece yazılarının gel işimini biçim­
lendirmekle kalmamış, Anthony Giddens gibi ü n l ü yazarların d üşün­
celeri ve teorilerin i de etkilemiştir. Toplumun bir özelliği ve modern
i nsan üzerinde bel irleyici bir etki olarak risk kavram ı da l l Eylü l 2001
olayları, New York ve Pentagon'a terörist sal d ı rılarla birlikte popüler
düşü ncenin ön sıralarına yükselm iştir. Dü nya genelinde insa nlar
kendi hayat tarzlarını ve bunlarla bağlantılı riskleri yen iden gözden
geçird ikçe risk bilinci ve risk konusundaki düşü nceler g ü ndemin ön
sıralarına taşı n m ıştır. i nsa nlar seyahat etme, iletişim kurma ve hatta
mektuplarını açma riskini yen iden gözden geçird ikleri için, güvenlik
gündemin üst s ı ralarında yer almaktad ı r. Beck'in betim lediği 'alt­
politikalar' yen i boyutlar kazan ı rken, yoksulluğu protesto grupları
seyahat teknolojilerini kitlesel yıkım silahlarına dönüştürmüşlerdir.
Bug ü n ü n dünyası d ü n ü n d ü nyasından daha riskli görün mektedir.
Yeni oluşa n uluslararası siyaset d ü nyasında hiçbir şey kutsal, hiçbir
şey g üvence a ltında değildir. Kişi sadece riskleri göz önünde bulun­
d u rabilir ve kişisel tercihler yapa bilir.
Terörizmin yen i pol itikaları da Beck'in, aslı nda yeni b i r d ü nya dü­
zenine, ikinci bir modernite dönemine doğru ilerlesek de henüz ona
u laşamadığı mız iddiasını aynı ölçüde desteklemektedir. Sanayi top­
lumundan bir risk toplumuna geçmekteyiz, ancak geçmişin pek çok
öze l l iği, sanayi çağının yarattığı riskler halen öneml i ölçüde varl ığını
sürdürmektedir. Dünyanın en büyük ve en modern toplumu Ameri­
ka'nın Eyl ü l 2001 'de i slam'ı temsil ettikleri ni iddia eden teröristler,
daha doğrusu en geleneksel ve en fundamenta l ist hareketlerden biri
tarafı ndan -modernleşmeye ve Batılı kontrole bir d i reniş biçimi ola­
rak- teslim a l ındığını görmek ne büyük bir çelişkid ir.
Klasik modernitede temel sorun zenginliğ i n yaratılması ve dağı­
lım ıyd ı. Beck'e göre, post-modern topl umun temel özell iği risk, riskin
RiSK TOPlUMU 459

dağılımı, önlenmesi ve kontrol üdür. Güvenlik ve emn iyet öncel ikli


siyasal a maçlar olarak eşitlik ve özg ürlüğün yerin i a l mıştır. Bugün risk
sınır tanımamaktad ır ve yoksu l la r ve Ü çüncü Dü nya top l u m la rının
Beck'in 'bumerang etkisi' olarak adlandırd ı ğ ı yolla riske daha fazla
maruz ka l d ı kları görü l mekted ir: ister Batıl ı u l usların Irak gibi uluslara
sağladıkları silahlar ve ironi k olara k bu silahları n Kö rfez Savaşı'nda
onlara karşı kullanılması biçim inde, ister Amerika karşıtı coşku ve
fanatizmi körükleyen yoks u l l u k ve kızg ın l ığı üreten Ü çüncü Dünya
ekonomilerinin sömürül mesi biçiminde veya dü nya borsalarının
büyük kriz ve d u rgunl ukları nın d ü nya e konomisine olan istikrarsız­
laştırıcı etkisi biçiminde olsun, Birinci Dünya ü l keleri n i hayetinde
geçm işte yarattı kları zararlar ve tehl i kelerle yüzleşrnek zorunda kala­
caklardır.
Modern birey kaotik bir d ü nyada varlığını sürd ü rebilmek için da­
ha bil inçl i, daha self-refleksif, daha risk bil inçli hale gelmek zorunda­
d ı r. Modern şirket ve örgüt riski planlama l ı ve risk idares ini kendi idari
ya pısına entegre etmelidir. Hepimiz hem kend i eylem leri m iz hem de
d iğerlerinin eylemleri hakkında daha açık bir biçimde düşünmek,
hem kendi eylem lerimizin hem de h ü kümetlerim izin eylemlerinin
m u htemel sonuçlarını daha fazla d ikkate almak zorundayız. Artık
ailelerimizin, kil ise veya otoritenin koruması altında deği l iz. Beck'e
göre bizler kendimizi koru malıyız -hepim iz ancak bu şekilde daha iyi
bir duru m a gelebi li riz.
U l rich Beck'in Temel Fikri modern deneyim ve i mgeleme gerçek
damgasını vurmuştur. Gelecek korkutucud ur, ancak ona göre, mo­
dern insan bununla başedebilir. i nsanoğlunun va rlığı n ı sürd ürüp
sürdüremeyeceğini za man gösterecektir. Beck'in, kendi geliştirdiği
risk an layışında post-modern veya geç modern toplumun temel
özelliğini ve onun temelini o l uşturan dinamiği yaka layıp yakalama­
dığı ayn ı şekilde tartışmalıdır. O yine de bu tartışmaya katkıda bulun­
duğu kadar, g ü n ümüz dünyasının içinde yaşamak için daha riskli bir
yer olduğu, yeni bir sosyal d üzenin kıyısında -veya kendini yok et­
menin sınırında- olduğumuz şeklindeki 'içim izdeki' sese de tercü­
man o l m u ştur.

AYRlCA BAKINIZ
• KÜRESELLEŞME ve
• BiLGi/BiLiŞiM TOPLUMU -alternatif 'geç' modern dü nya gelişimi
görüşü olarak
460 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

• POST-MODERNiZM ve
• GÖSTERGE -günümüz topl u m u n u n doğasına ilişkin post-modern
perspektifler olara k

OKUMA VE iLERi OKUMA ÖNERi LERi


Aşağıdaki kaynaklar gerçekte sadece daha ileri düzey öğrencilere önerilir.
BECK, U. ( 1 985), Ecological Politics in Age of Risk, Polity Press, Cambridge
BECK, U. ( 1 992), Risk Society: Towards a New Modernity [1 986], Sa ge, London
BECK, U. (1 997), Reinvention of Politics: Rethinking Modernity in the Global
Social Order, Polity Press, Cambridge
BECK, U. ( 1 999), World Risk Society, Polity Press, Cambridge

Çeviri: Gülhan Demiriz


0 0

Sanayi-Otesi Toplum
Daniel Beli

Dan iel Beli ( 1 9 1 9- ) New York doğumludur ve eğiti mini New York
City College'ta ve Kolombiya Ü niversitesinde tamamlamıştır. Aslında
New York The New Leader'da gazetecilik ya pan Beli, daha sonra
Comman Sense'in yönetici editörü ve Fortune Magazine' n in çalışma
editörü olarak görev ya pm ıştır. Beli. Ch icago Ü n iversitesi'nde asistan
olara k başladığı akademik kariyerini, önce Kolombiya ( 1 969-80),
ardından Harvard Ü n iversitesi'nde sosyal bilimler öğretim üyesi ve
profesörü olara k devam etti rm iştir.
Beli'in sosyolojisinin ana hedefi sanayi-sonrası topl u m u n temel
özel liklerini beli rlemek ve açıkla maktır. Beli. örneği n ideolojinin So­
nu nda ( 1 960), kapitalist ve sosyalist topl u m la r a rasındaki ideolojik
'

farklılıklara değinerek, gittikçe ya klaşan sanayi-ötesi toplumsal ya pı­


nın bel irg i n leşmeye başladığını vurgular ve '2000 Yı l ı Üzerine Ameri­
kan Komisyo n u ' için yaptığı çalışmada, geleceğ i n d ü nya topl umun­
daki m uhtemel yapısal değişim leri kabataslak ortaya koymaya çalışır.
Da niel Beli bugün birçok kişi ta rafından "dünyan ı n, yaşayan en
büyük sosyologlarından biri" olara k kabul edilmekted ir (New Society,
1 8 Ara l ık 1 987). O, oldukça ü retken bir yazardır ve politik açıdan l i be­
ral ve bağımsız görüşlere sahiptir. Daniel Beli'in akademik olmayan
faal iyetleri arasında Teknoloji, Otomasyon ve Ekonomik Gelişme
Başka n l ık Komisyonu ve Amerikan Sivil Haklar Derneği üyelikleri
vardır.
Daedalus ve Public lnterest dergilerinin editörlüğünü yapmış olan
Bel i'in geniş bir yayın koleksiyon u vard ı r:

o ideolojinin Sonu, 1 960


o 2000 Ytlma Doğru (ed.). 1 969
o Sanayi-Ötesi Toplumun Gelişi, 1 974
o Ekonomik Teoride Kriz (ortak-ed.), 1 981
462 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

FiKiR
Ondokuzuncu ve yirmi n ci yüzyıllardaki Birinci ve i kinci Sanayi Dev­
rimlerinin a rdından sanayi-ötesi top l u m evresine geçildiği düşüncesi
i kinci Dünya Savaşı'ndan beri sosyo logları büyük ölçüde etkilem işti r.
Birçok yazar geleceği tah m i ne çalışmış ve bu g i rişimler özel l ikle So­
ğuk Savaş yılları nda çok keskin i ki alternatif a rasında kalındığı bir
dönemde ya pıl mıştır -bir yanda A B D'nin önerdiği l i beral kapitalizm,
öte yandan Sovyetler Birliği'nin vaat ettiği devletçi sosya lizm ve ko­
m ü n izm ütopyası, Asya ve Çin'de ortaya çıkan sosya list devletler.
Dü nya iki kutba mı bölü necektir veya aksi ne bir ' Ü çüncü Yol', nihaye­
tinde bu ideoloj i k ayrı m ları aşabilecek ve hepi m izi geleceğin yeni
m ü reffeh ve uyu m l u topl u m u n a götürecek bir yol m u bulunacaktır?
Da niel Beli sanayi-ötesi top l u m kavra m ı n ı n önde gelen temsilcile­
rinden biri olara k görü l ü r. Sanayi-ötesi te rimi i l k kez David Riesman
tarafından kullanıl mıştır ve 1 890'1arda yazan Wil l iam Morris'in izleyi­
cisi Arthu r Penty'ye atfed i l i r.
Bel i Sanayi-Ötesi Toplumun Gelişi nde ( 1 974) bu toplum tipinin
'

beş temel özelliğini şöyle sıralar:

• Endüstriyel aç1dan - mal üretiminden h izmet ekonomisine ge­


çiş.
• Mesleki aÇidan - mavi ya ka l ı endüstriyel mesleklerden beyaz
yaka l ı profesyonel ve teknik kon u m lara, işçi s ınıfı ağırlıklı bir
topl umdan daha orta s ı n ıf bir topluma geçiş.
• Politik açıdan politikacılar ve işada m la rından oluşan gelenek­
-

sel güç yapısına meydan okuyabilecek yeni bir bilgi Sinifı n ı n ya­
rat ı l ması.
• Kültürel aÇidan i lerlemenin ve politika-ol uştu rma n ı n asıl kay­
-

nağı olarak teorik bilginin merkezi kon umu.


• ideolojik aç1dan teknolojinin kontrolü ve teknolojik değerlen­
-

d irmeye dayal ı bir 'gelecek yönel i m i'.

Bel i, sanayi-ötesi topl u m u n temel özel l ikleri nin sadece bu unsur­


lardan ibaret olduğunu vurg u lasa da, 2000 yılında, Ja ponya, SSCB ve
Batı Avrupa dahil, günü müzü n çoğ u ileri sa nayi topl u m u n u n sanayi­
ötesi bir döneme geçeceğ ini i leri sürer ve bu konuda önde gelen
örnek olara k Amerika'yı verir .
... sanayi-ötesi toplumun ilk ve en basit özell iği, işgücünün büyük
çoğunluğunun artık tarım ve üretim faaliyetlerinde değil, ticaret,
finans, u laşım, sağlık, eğlence, araştırma, eğitim ve yönetim faali-
SANA Yi-ÖTESI TOPLUMU 463

yetlerini kapsayacak biçimde tanımlanan hizmetler sektöründe


yer almasıdır.
Bugün ABD esas olarak bir hizmet ekono misine sahip, nüfusunun
büyük bir oranı tarımsal veya endüstriyel faaliyetlerle ilişkili ol­
mayan ilk ulustur. Bugün Amerikan işgücünün yaklaşık o/o 60'ı
hizmetlerle ilgilidir; 1 980'1erde bu oran o/o 70'1ere yükselecektir
(Beli, 1 974).
H izmet sektörün ü n gelişimi ve buna bağlı olara k profesyonel ve
teknik mesleklerin ora n ında artış sanayi-ötesi toplumun öneml i bir
öze l l iği olsa da, bu topl u m u n en ayırt edici öze l l iğ i üniversiteler,
uzman l ı k alan ları ve idari teşkilatın gelişmesiyle ken d i n i gösteren
yeni bir intelicensiya n ı n, yen i bir 'bilgi s ı n ıfı'n ı n ortaya çıkışıdır.
Sanayi-ötesi topl u m u n can da marı pa ra değil bilgidir, özellikle te­
orik, veya Bel i'in deyimiyle, 'kodlanmış bilg i'. Bu bilgi türü doğası ve
tipi itibariyle Watt ve Edison gibi Sanayi Devrimi'nin 'önde gelen
ışıklar' ı n ı n 'keşfettikleri'nden fa rkl ı d ı r. Sanayi-ötesi bilginin kaynağı
kişisel deneyimler değil, h ü kümet veya büyük firmalar tarafından
desteklenen ve büyük şi rketler veya ün iversitelerin araştırma labora­
tuarlarında yürütülen kapsam l ı araştırma progra m l arıd ır. B i l i m ve
teknoloji, Bell'e göre, pratik uygulamayı yönlendiren soyut teoriyle
ve gerek sınai gerek politik düzeyde, bilg isayar temelli s i m ü lasyonla­
ra daya l ı karar-verme süreciyle g iderek daha fazla iç içe geçmektedir.
Bilgi ku llanım ı ndaki bu patlamanın merkezi nde modern ü niversite
vardır. Bu da son uçta Amerika'da Massachusetts Teknoloj i Enstitü­
sü'n ü n ve i ngiltere'de Bath ve Salford gibi ü niversitelerin statü ve
kaynaklarında artış demektir.
Bu yeni bilgi s ı n ıfı n ı n yükselişi geleneksel güç ve ayrıcal ıklar den­
gesinde önemli bir etkiye sah iptir. Yeni profesyonel ve teknik sınıflar
servet ve m ü lkiyetten ziyade bilgi ve uzman l ığa dayalı yeni bir güç
biçimini temsil ederler. Sosyal tabakalaşmadaki bu tür bir dönüşüm,
bilgi s ı n ıfın ı n sanayi-ötesi toplu m u ideoloji ve politik çatışmalardan
arınmış daha rasyonel ve uyu m l u bir geleceğe doğru yöneiten yeni
bir yönetici s ı n ıf d u ru m u na gel mesi ihtimalini arttırır. Beli bu ihtimali
d ikkate alsa da, sonradan reddeder. Bu yeni ayd ı nlar sınıfı karar alma
sürecini kontrol edebilme açısından politikacılarla işbirliği yapabilse
de, onlarla rekabete de g irebilir, a ncak n ihayetinde "bilginin güçle
il işkisi özünde bir itaat il işkisidir" (Beli, 1 974). Yine de o sermaye sa­
h i plerinin kendi işlerin i yürütmek için yen i bir yönetici sı nıfı kullan­
d ı kları bir 'yöneti m devrim i'nin ortaya çıkacağını öngörür. Mül kiyet
ve kontro l ü n birbirinden ayrı l ması yen i bir ida ri-teknik yapı yaratır ve
bu idari-tekn ik ya pı büyük şi rket yöneticiliği ile halk a rasında hisse-
464 SOSYOLOJiDE TEMEL FIKIRLER

darlığın yayg ı n laşma s ı n ı n iç içe geçişinin ya nsı masıd ır.


H izmet ekonomisinin ve yeni bir bilgi sın ıfının gelişimi sanayi­
ötesi to p l u m u n hakim değerleri, normları ve kültüründe önemli de­
ğişimler yaratma eğilim indedir. Büyük ihtimalle çalışma ahlakı n ı n
yerin i bireysel özgürlük v e haz-arayışı a l ı r; piyasa güçleri v e kar güdü­
sü sosyal, ekonomik ve refah planlam asına vurg un u n artmasıyla
kontrol edilebilir veya e n azından kontrol altına alı nabi lir. Pol iti k
gündemin tepesine refah v e zeng i n l iğ i n dağılımı konusunda ki s ı nıf­
temelli geleneksel çatışmalardan ziyade, çevre, sağ l ı k ve eğitim gibi
meseleler taşınabi l ir.
Sonuçta Beli' e göre, sanayi-ötesi toplu m u n temel özelliği, bilimsel
ve teknik bilginin merkezi rolü ve bu d üşünce biçimlerinin sadece
politik ve endüstriyel karar-a lma s ü reçleri n i değil, aynı zamanda
estetikten edebiyata kadar d iğer bütün sosyal kültür alanları n ı da
kapsa m l ı ol a ra k etkilernesi ve onlara n üfuz etmesidir.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Sanayi-ötesi topl u m kavra m ı savaş-sonrası sosyoloji üzerinde esaslı
bir etkiye sahipti. Alain Tou ra i ne ( 1 971 ) ve Krishan Kuma r (1 978) gibi
yaza rlar bu kavra m ı n fa rklı yorumlarını geliştirseler de, en büyük
etkiyi m u htemelen Daniel Beli'in yorumu yapmıştır. O, ideal-tip bir
'geleceğin topl u m u ' portresi çizer: gerçekte bilinen bütün toplu m l a rı
d ikkate almayan bu ideal tip, Weber'in bürokrasi kavram ı nda olduğu
gi bi, modern gelişmenin temel özell iklerini içerir. O, sanayi-ötesi
top l u m kavra m ı üzerindeki tartışma ve araştırmaları teşvik etmek için
tasarlanmış 'mantıksal bir i nşa', bir iskelet taslaktır.
sanayi-ötesi toplum kavramı özel veya somut bir toplumun tasviri
değil, analitik bir kurgudur. Bu kavram, gelişmiş Batı toplumların­
daki sosyal tabakalaşma yapısı ve top lumsal düzenin yeni eksen­
lerini tan ımlayan bir paradigma veya toplumsal çerçevedir. Top­
l umsal yapılar bir gecede dönüşmezler ve tam bir devrimin ger­
çekleşmesi çoğu kez yüzyıllık bir dönemi alır.
Bazı o kuyucu ların d üşündüklerinin aksi ne, o bütün gelişmiş sanayi
top l u mlarını detaylı olara k ta nımlama g irişimi değild ir.
Bu tür bir fütürolojik g i rişim kaçı n ı l maz olara k birçok yo rum ve
eleştiriye yol açmıştır. i l k olara k, Beli'in ekonomik ve endüstriyel a na­
l izine fa rklı itirazlar yap ı l m ıştır.

• Sanayi-ötesi d üzenin geçmiştekinden ta mamen fa rklı topl um­


sal ve ekonomik bir ya pı olduğu düşüncesi Kumar (1 978) ve
SANAYi-ÖTESi TOPLUMU 465

Wi lliams ( 1 985) gibi yazarlar ta rafı ndan şiddetle eleştirilm iştir.


Bu yaza riara göre, h izmet temelli bir ekonomiye geçiş yeni bir
düzeni değil, sadece sanayileşmenin baş langıcına kadar uzanan
mevcut bir eğilimin yayg ı nlık kazanmasını temsil eder. Anthony
Giddens'ın (1 989) ifadesiyle,
. . . 1 800'1erin başlarından itibaren sanayi üretim i ve h izmetler sek­
törü ta rımın aleyh i ne bir gel işme göstermiş, hatta hizmet sektö­
rü sanayi üretiminden daha hızlı bir artış oranı serg ilem iştir...
Şüphesiz, en önemli değişim endü striyel işlerden hizmet işleri­
ne değil, aksine tarımdaki u ğ raşlardan d iğer bütün meslek tip­
lerine doğru olm uştur.
• H izmet sektörü kavra m ı n ı n daha d i kkatli ve ayrıntı l ı analiz
edilmesi gerekir. B u sektör, bir kısmı beyaz yaka l ı olarak sın ıf­
landırılabilecek (sözgelimi, mail a landa çalışanlar, iktisatçılar ve
bilim adamları), d iğerleri esas itibariyle bedensel ve hatta vasıf­
sız işlerde ça lışan (örneğin, petrol istasyonunu görevl ileri) geniş
bir iş ve meslekler yelpazesini kapsayan oldu kça farkl ılaşmış bir
meslek kesimidir. Hatta bu hizmetlerde beyaz yakalı işler bile
çoğu kez sın ırlı bir uzma n l ı k bilgisi gerekti rir ve yine onlar ço­
ğ u n lukla mekan izasyona tabidir. Alt düzey büro işlerinin çoğu­
nun sekreterlik veya yazı işleri gibi görevleri içerd iği açıktır. Jo­
natha n Gershuny'nin ( 1 978) belirttiği gibi, mevcut hizmet mes­
leklerinin yarısından fazlası sa nayi ü retiminin bir parçasıdır veya
en azından bu sü rece katkıda bulunmaktadır. Sanayiyle ilgili bir
alanda çalışan bir mü hend is, teknisyen veya bilgisaya r prog­
ramcısı, gerçekte ayrı ve bağımsız bir mesleki sı nıfın üyesi ol­
masa bile, yine de sanayi sektörü nün bir parçasıdır.
• Hiç kimse özellikle mikro-işlem ve elektronik iletişim sistemle­
rinde yen i teknolojilerin uzun dönemli etkisi ve ku llanımı konu­
sunda kesin olara k konuşamaz. Günümüzde bu yen i teknoloji­
ler modern sanayi ü reti min yerin i almakta n ziyade onun bir
parças ı n ı oluştururlar. Sanayi alan ında çalışanların ora n ı ndaki
düşüş ve h izmet işlerindeki oransal artış, bu yüzden, sınai üre­
timin aza l masını değil, sadece onun bir sektör olara k yeniden
yapılanmasını temsil eder. Sanayi ü reticilerinin yerin i otomas­
yon ve yeni teknolojilere sahip sanayi işçileri a l makta, ü retim
işgücünün ucuz olduğu Ü çüncü Dünya'ya transfer ed ilmekte ve
sanayi ü retimi sürecine 'h izmet edecek' -ancak onun yerini al­
mayan- bir dizi yen i beyaz ya ka l ı iş ya ratılmaktad ı r.
i kinci olara k, Beli'in teorik bilginin öne çıktığı tezi sorgulanma l ı d ı r.
466 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

Kod la n m ış bilgi kavram ı ve bilişimin ekonomik sistemin temel taşları


olduğu düşüncesi de benzer biçimde tartışmalıdır. Büyük çokuluslu
şirketlerin d ünya ekonomisine hakim ol ması g ibi, araştırma ve geliş­
tirme alanlarındaki teorik b i l g i artışı da büyük iş ve d ünya piyasaları­
n ı n d eğ işen doğası n ı yansıtmakta d ı r. Radika l yazarlar üniversiteler ve
büyük işletmeler a rasındaki işbirliğinin arttı ğ ı n ı d üşü n ü rler: ancak bu
işbirliği, onlara göre, rasyonel d üşünce ve entellektüel uyurnun en
yüksek d üzeyde hüküm s ü receği Ces u r Yeni Dünyayı değil, gelenek­
sel kar ve güç ilişkileri ni n yayılmasını temsil etmektedir. Yeni bilgiler
yeni ürün lerin ve yen i piyasa ların gel iştirilmesinde, hatta sağl ık, eği­
tim ve refahtan ziyade, öncelikle savu nma ve uzay alanları ndaki araş­
tırmalara ayrı lan devlet harcamalarının a rtırılmasında kullanılabilir.
Ne devlet ne de büyük işletmeler 'bilgi için bilgi' ü rettiklerini iddia
edebilirler, ne de onlar top l u m u n planlamacılar ve teknokratlar tara­
fı ndan yönetil mesi gibi bir niyete sahiplerd i r. i kisi de (iş letmeler ve
devlet) bu tür uzmanları mevcut s ı nai ve pol itik d üzen in yıkı l ması
yönünde değil, devamlılığını sağlamak amacıyla ku l l a n mak niyetin­
dedir.
Ü çüncü olarak, Beli Amerika Birleşik Devletleri'ni sanayi-ötesi top­
l u m u n temel bir örneği olara k tan ımlar, ancak Giddens'a ( 1 989) göre,
Amerika kuraldan çok istisna olabil ir. "Amerikan ekonomisi uzun
zamandır diğer sanayileşmiş ü l kelerin ekonomilerinden farklıdır,
yirminci yüzyılda ABD'de nispeten daha yüksek oranda işçi hizmet
işlerinde ça l ı şmaktadır... d iğer ü l kelerin de ABD gibi hizmet temel l i
b i r ekonomiye geçecekleri ç o k n e t değildir". Bu yüzden, ABD d ünya
topl u m u üzerine bir genelierne ya pmak için en iyi daya n a k ol mayabi­
lir.
Dörd ü ncü olarak, Marksistler özellikle Bell'in, kapitalist toplumun
sömürücü özel liklerinin ka musal çıka ra yönelik olan ve kar arayışı ve
özel sermayeden ziyade işbirliği ve planla maya daya l ı sanayi-ötesi
topluma geçişle birl i kte ortadan kal kacağı şeklindeki iyimser öngörü­
sünü eleştirmişlerdir. Bob Jessop'un (1 998) öne sürdüğü gibi, bu
Bel i'in ya n l ı ş görünen temel bir öngörüsüdür. Modern firma lar daha
örg ütlü, daha global ve daha bilgi-teme l l i olabil irler, a ncak onlar
doğa ları gereği hala kapital isttir. On ları yönlendiren halen kar arayışı
ve sermaye birikimidir. Onlar çoku luslu şirketler olarak daha büyük,
daha küresel düzeylerde işleyebilir, daha fazla bilim adamı ve tekn ik
eleman kullanabilir; açıkça daha az sömürücü stratejiler benimseye­
bilir ve ça l ıştırd ıkları işçiler, Ü çüncü Dü nya ü l keleri ve çevreyle daha
yakından ilgilenebilirler, fakat onlar hala özü nde kapital ist, doğaları
ve niyetleri bakımından hala sömürücüd ü rler. Bell'e göre, yeni bil-
SANA Yi-ÖTESi TOPLUMU 467

gi/bilişim topl u m u kapita lizmin gelişimindeki bir başka evredi r ve bu


bilgi kam u n u n malı ol maktan uzaktır, aksine büyük şirketler kendi
çıkarlarına uyg u n olarak yen i teknolojilerin yayın, deneti m ve lisans
haklarını satın a l mak ve yeni karlar elde etmek için dişe diş m ücadele
vermektedi rler. Büyü k şirketlerin televizyon ve mobil telefon ların
yayın haklarını satın almak ve kontrol lerine geçirmek i çin ve gelecek­
te genetik materyal leri pazarlamak amacıyla DNA'nın temel genetik
haritalarını satın a l ma k için milyarlarca dolar harcadıkların ı hatırlayın.
Son olarak, Beli'i n tezi, çoğ u n l ukla ya kınlaşma teorisiyle bağ lantı­
lıdır ve aslında topl umsa l değişmenin sağlanmasında ekonomik
faktörlerin önemi abartıldığı için eleştiril i r. Bu onun yazılarının çarpı­
tılmış bir yoru munu temsil eder. Beli, gerçekte, bütün gelişmiş sanayi
toplu mlarının ortak sosyal, ekonomik ve politik bir sisteme doğru
yakın laşmakta old ukları görüşünü reddeder. ("Bir sosyal sistem ola­
rak sanayi-ötesi toplum kapital izm veya sosyal izmi n 'deva mı' değil­
d i r, aksine bürokratikleşme i kisinin de örtüşen bir özelliğidir") ve Beli
sanayi-ötesi toplumun "bir üstya pı içinde başlaya n değişim ierin bir
tür a ltyapısı" olduğu fikri ni de kab u l etmez. Post-endüstriyalizm, ona
göre, bir top l u m u n -değişimlerin politik sistem le i lgili çözülmesi
gereken idari problemler yarattığ ı- önemli bir boyutudur. Daniel
Beli'in sanayi-ötesi toplum a nlayışı, böylece, yeni rad ikal bir toplum­
sal d üzenden ziyade, mevcut sosyal, ekonomik ve politik eği l i mlerin
bir deva m ı n ı temsil eder.
Beli Sanayi-Ötesi Toplumun Gelişi'nde ( 1 973), toplumsal gerilim ve
çatışmalardan uzak iyimser bir geleceği n topl u m u tasavvuru su nar.
Ancak 1 976'da 'kapitalizmin kültürel çelişkileri' daha açık hale gel­
meye başlam ıştır ve Beli modern toplumun üç 'merkezi' i l kesi a rasın­
da yeni ve çözüme kavuşturulmamış bir gerilimin varl ığını bel irler:

• teknik-ekonomik etkililik ve sosyal problemlere rasyonel, teknik


ve bili msel çözü mler arayışı;
• genel yurttaşlık, siyasal eşitl ik ve sosyal refah hakları;
• bireysel ifade ve bireysel doyu m.

Geleceği n sanayi toplumu hakkındaki bu iyimserlik ve kara m sarlık


ka rış ı m ı o gü nden beri sanayileşme konusunda ki l iteratüre yayı l m ış­
tır ve günümüzün ve geleceğin toplu mları üzerine çoğu tartışmayı
biçimlendi rmektedir.
Bu eleşti rilere rağmen, Beli'in 1 960'1ar ve 70'1erde Amerika analizi
analitik ve istatistiksel açıdan sağlamdır ve Amerika 'n ı n sanayi-ötesi
toplum deneyim lerinin temel boyutları artık Batı d ünyasındaki sanayi
topl umlarına yansımaktad ır. Bunlar:
468 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

• beyaz yaka l ı h izmet e konomi lerinin gelişi mi;


• evde ve işyeri nde yeni teknolojilerin gücü ve ku llanım ında a rtış,
en azından bilgisayar, Internet, kü resel iletiş imin yayg ı nlaşması
ve biyo-teknolojinin gelişimi.
• çokuluslu şirketlerin güç ve esnekl iklerinde ve en son teknoloji­
leri kul lanarak kitlesel ü retim i küresel öl çekte org a n ize etme ye­
teneklerinde artış;
• modern hayatın bi rçok baskı, gerilim, meydan okuması ve fır­
satları karşısında daha büyük etkiye ve bilinçli bir g üce sahip bi­
reysel tüketidieri n oluşturd uğu bir hayat tarzları çeşitl i l iğinin
gelişimi.

Beli Amerika'nın 1 970'1erde bir sanayi-ötesi topl u m biçim ine geçer­


ken açıkça gözlenebilen bazı genel eği l imleri ve gerilim lerini doğru
olara k tespit etmiştir. Onun öngörülerinden çoğu hala doğrudur ve
'sanayi-ötesi top l u m' fikri hala günü müzün ve geleceği n toplumla rı
hakkındaki çoğu e konomik ve topl u msal tartışmayı biçimlendirmeyi
sürd ü rmektedir. O çekici bir kavramdır ve yirmibirinci yüzyıla, değiş­
me h ızının en yetenekli ve en tuhaf gelecek-bi l imcilerin ve önde
gelen düşünürlerin h ızını tehdit ettiği bir yüzyıla girerken bu kavra­
mın gözden geçiri lmesine gerek vardır. Günümüz koşullarını ve
1 970'1erde Da niel Beli'in i l k yazdığı dönemde çok az şeyin yeterince
açık olduğunu düşünürsek, onun çoğu kişi tarafından d ü nyan ın en
büyük yaşayan sosyolog u " olara k a l kış lanması kesinl i kle isa betl idir
(New Society, 1 8 Ara l ı k 1 987).

AYRlCA BAKINIZ
• KÜRESELLEŞME ve BiLGi/BiLiŞiM TOPLUMU -sanayi-ötesi toplu­
m u n gelişimi üzerine geç-modern görüşler
• POST-FORDiZM
• YAKlNLAŞMA TEZi -sınai gelişmede gelecekteki eğilim ler hakkında
bir öngörü o la rak
• KORPORATiZM -birbirine 'yakınlaşan' po l itik eğilim lerin bir örneği
olarak

OKUMA ÖNERiLERi
BELL, D. (1 987), 'Future Society', New Society, 1 8 December 1 987 -bu yazı
onun genel sınai ve toplumsal eğilim ler konusundaki en yeni düşüncesi­
ni yansıtır
SANAYi-ÖTESi TOPLUMU 469

GIDDENS, A. ( 1 989), Socio/ogy, Polity Press [Sosyoloji, Yayı na Hazırlayan:


Cemal Güzel, Hüseyin Özel, Ayraç Yayı nları, Nisan 2000]
KUMAR, K. (1 985), Prophesy and Progress - the Sociology oflndustrial and Post­
lndustrial Society, Penguin
SCHUMACHER, E.E. ( 1 973), Sma/1 is Beautiful, Abacus Books, London

i LER i OKUMA Ö NER i LER i


BELL, D. (1 960), The End of Jdeo/ogy, Free Press
BELL, D. (ED.) (1 969), Towards the Year of2000, Houghton, Mifflin
BELL, D. ( 1 974), The Coming of the Post-Jndustrial Society, He i nemann
BELL, D. (CO-ED.) ( 1 981 ) The Crisis in Economic Theory, Basic Books
,

GERSHUNG, J. ( 1 978), After lndustria/ Society, Macmillan


TOURAINE, A. (1 969), The Post-Jndustrial Society, Randam House

SINAV SORUSU
'Sanayi-ötesi toplu m ' teriminden ne anlıyorsunuz? (WJEC, Haziran 1 986)

Çeviri: Özlem Balkız


Simülasyonlar
Jean Baudrillard

FiKiR
'Sim ü lasyon' terim i genel likle gerçek bir şeyin takl idi veya tems i l i n i
a nlatma kta kulla n ı lır. G ü n ümüzde modern bilgisayarlar ta mamlan­
mış bir nesneyi kopya/amada veya, ister yen i bir araba, ister elektrik
süpü rgesi, isterse motosiklet olsun, bu nesnenin yeteneklerini s ına­
yan ü rü nler tasarla mada öndedi rler. Çoğu insan bir uçak veya gemi­
nin simü latörün ü bir eğlence parkı nda veya havacılık sergisinde
uçuracak yetenek ve heyecana sahiptir -büyük bir haz yaşan ı r, a ncak
uçma korku ları ve teh l i kelerinden hiçbiri 'gerçek' değ i l d i r. Simülas­
yon "-mış g ibi" bir deneyim, gerçek şeyin bir takl ididir -o çoğu kez
a radaki farkı söylemeyi zorlaştıracak kadar gerçektir.
Radikal Fransız düşünür Jean Baudri llard bu kavra mı, Simülasyon­
lar ( 1 983) adlı kitabında, g ü n ü müz post-modern d ünyasının gerçek
bir topl u m değil, "-mış gibi yapılan" bir şey, semboller ve imajların
gerçek ve somutun yeri n i aldığı sanal bir gerçeklik olduğunu göster­
mek için kullanmıştır. Biz, mal ve hizmetlerden ziyade semboller ve
imaj l a r a l ı p satıyoruz; gerçek maddi ihtiyaçları doyurmaktan ziyade
ihtiyaçlar ve arzuların psikoloj i k doyumunu sağla maya çalışıyoruz.
G ü n ü m üzde giyim sanayi Baudrillard'ın a rg ü manının klasik örneği­
d i r. i nsanları sıcak ve kuru tutmayı amaçlayan g iyim ihtiyacının yeri ni
en son, yüksek statülü tasarı mcıların etiketlerine arzu a l mıştır. Marks
& Spencer veya British Home Stores'un katları ve spor ayakkabıları
Levis ve N i ke'ınkiler kadar iyi d i r, ancak bu moda bilinci çağ ında hangi
genç 'onlardaki çı kmazı' görecektir? Gucci, Add idas ve Rebook i maj
geliştirmekte ve günüm üzün insanları birbirleri n i kişi o larak değil
g iyd i kleri elbiselerin etiketlerine göre değerlendirmektedir. i maj her
şeydir ve d ü nyanın her yerindeki i ma latçılar imajın geçici olara k sağ­
ladığı kendini-tatm i nden, ister ayakkabı veya araba, isterse yaz tati l i
SIMÜLASYONLAR 471

ve ev biçiminde olsun, görü nü şte old u kça benzer ürü nleri gel iştir­
mek ve satmak için yararlanmaktadır.
Baudrillard, bu temel gözlemden ha reketle, post-modern toplu­
mun doğası hakkında rad ika l b i r teori, göstergelerin gücü temel inde
bir teori gel iştirmeye çalışır. Baudrillard'a göre, insan kültüründe
göstergeler dört temel evrede gelişm iştir.


i l k evre gerçekliğin bir yansıması olara k göstergelerin (kelimeler
ve imgelerin) gelişimini içerir.

i kinci evrede, göstergeler hakikati süslemeye, abartmaya veya
çarpıtmaya başlar, ancak genelde hala gerçekliği yansıtır ve
simgelerler.

Ü çüncü ve dörd ü ncü evrelerde, göstergeler ve simü lasyon ger­
çekliğin yerin i alır ve nihayetinde sembolik bir toplu ma, sem­
boller ve göstergelerin gerçek şeylerle hiçbir i l işkisinin bulun­
madığı ve hatta insa n ilişkileri n i n salt sembol ik olduğu katıksız
bir 'simülakrum' top l u m u na geçil ir. Bu yüzden Baudri l la rd için,
post-modern top l u m önceki topl u m lardan daha farklı değildir.
O aslında bir imajlar ve serbest dolaşımda ki göstergeler dü nya­
sı, ü retim tarzının yerini üretim kodunun aldığı bi r toplumdur.
Baudrillard bu argümanı desteklemek için Las Vegas ve
Hollywood'dan, Batı toplu m u n hayal dü nyaları Disneyland'dan
müke m mel simülakrum örnekleri verir.

Gerek Disneyland gerekse Disney Dünyası'nda imgelemle ulaşı­


labilecek her şeyin bulunduğu, sunulduğu, sunulabilir kılındığı,
sergilendiği, görselleştirildiği açıktır. Gerçekte herhangi bir meta­
for olmadan tüketim için vitrine koymak açıkçası imgelemi kök­
ten caydırıcıdır. Bir kez daha, ütopya gerçekliğe dönüşür (Baudril­
lard, 1 993: 246).
Baudrillard (1 986) Amerika'yı, özelde 'gelecek felôketin tamamlanmiŞ
hali', bugünü anla maya yard ı mcı olabilecek hiçbir tarihe, hiçbir geç­
miş gerçekl iğe sahip olmayan kurgu lara dayalı bir topl u m olara k
görür.
Onun aktardığı d iğer örnekler arasında, Mısır Firavun u l l . Ram­
ses'in m u myasının gerçek mezarından çıkartı l ı p müzelerde ve tele­
vizyonda geçmişin bir sembolü olara k kitlelere sunulması ve ticari
a maçla kitlelere teşhir edilmesi vardır. Biri Bizi Gözet/iyor ve lss1z Ada
gibi modern 'pembe diziler' ve programlar, aynı şekilde, ister televiz­
yonda ister ıssız bir adada olsunlar, ilişkilerin simüle edildiği sözde
gerçeklik örnekleri olarak verilebil i r. Baudrillard'a göre, biz "Hayatın
lV içinde ve lV' nin hayat içinde kaybolduğu" bir çağda yaşıyoruz.
472 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

Baudrillard'ın u laştığı sonuç ve o n u n post-modern to plum imgesi


kara n l ı k ve kötü mserdir. Bu topl u m zararl ı toplumsal bir eği l ime
sah iptir. Artık gerçekliği kavramak m ü m kün değilse onu değiştirmek
de imkansızdır. Biz anla msız, gerçekdışı bir d ü nyada, a rtık doğru ve
yaniışı değerl endirebilecek h içbir temelin, doğ ruyu yal a ndan ayıra­
cak hiçbir standardın ol madığı s ü rekli değişim hal indeki bir toplum­
da yaşıyoruz. Biz, medya n ın gerçekl iğ i n bir aynası olmaktan çıkıp
bizzat bir gerçekl ik hal ine geldiği bir h iper-gerçekl i k içinde yaşıyoruz.
Öldüren Cazibe fi lminde olduğu gibi, izleyici sondan hoşla nmıyorsa
ü reticiler onu değiştirebili rler.
Politik alanda, Baudrillard gücü eşit veya eşitsiz dağılmış bir şey
olarak görmez. Daha ziyade, gerçekte gücü n varol madığını düşünür.
Politik alan tamamen dev bir 'playstation'dır. Geçmişte Başkanlar ve
Başbaka n l a r savaş oyu nları n ı gerçek silahlarl a oynuyorlardı -en azın­
dan onlar, n ü kleer silahlar ku l l a nılmadığında bile gerçek silahların
ku llanılması tehdidi a ltı ndaydılar. Artık güç mücadeleleri daha çok
Ytldtz Savaşlan na benzemekte, zararsız sila hlarla televizyonda oy­
'

nanmakta, Amerika l ılar genellikle Saddam H üseyin veya Usame Bin


Ladin gibi suçluları bozguna uğratmaktadır. Savaşın acı gerçekliği,
kurba nlar, kötü son uç ve çatışma n ı n temel nedenleri nadiren göste­
ril mekte ve kamera lar sonra ki yeni h i kayelere döndüğünde bu savaş
sahneleri derhal u nutulmaktadı r. Dü nya !iderleri, başkanlar ve baş­
baka n l a r benzer şekilde önceden ambalaj l a n ma kta ve liderlik sem­
bol leri olara k seçi mlerde satı l ma kta, el bisenin altında özünde n e
yattığına bakılmaksızın o y sandığında a l ı n ı p satılmaktadır. Biz, g ü ç
realiteleri v e savaş korkularının doğru olarak resmed ildiği b i r dü nya­
dan ziyade, bir politik i majlar ve güç sembolleri d ü nyasında yaşa­
maktayız. Biz Afgan istan veya Ortadoğu'daki savaşı, Ü ç ü ncü Dün­
ya'daki kıt l ı k ve açlığı kendi kanepemizde TV ka rşısı nda altı haberle­
rinde bir şeyler atıştı ra ra k izlemekteyiz. O gerçekdış ıdır!
Post-modern insan, Baudrillard'a göre, değişmesinde bir katkısı­
nın olamayacağı ve gerçekte rol almak veya bizzat yaşamak yerine
sadece izieyebil eceği bir gerçekd ışıl ıklar dü nyası nda yaşayan pasif ve
hareketsiz bir varl ı ktır. Gerçek g üç, bu gerçekliği küresel ağlarla kont­
rol eden, neyi, ne za man ve nasıl göreceği m ize karar veren ve rahat­
sızlıkl a rımız ve karşı çıkışlarımızı yayına hazırlayan medya ve pol itika­
cıların elindedir; reklam yeri sata n l a r ses-parçaları yarata n l a rd ı r. Mo­
dern spor kitlesel seyir a racı televizyon u n ticari a m ba lajlanışı n ı n
klasik b i r örneğ idir O rekla mcılık ve söz sanatlarıyla doludur. Genç
sporcular genç ilahlar olara k ve ilahlık statüsü için seçilirler, sonu
gelmeyen bir oyun içinde seks sembolleri yaratılır, yeniden yaratılır
SiMÜLASYONLAR 473

ve h atta video tekra rla rı, yayına hazırla n m ış yüksek ışıklar ve sürekli
yorumlarla yeniden tasarl a n ı r. Ki mi zaman, harcanan paraların, tele­
vizyo nun spora ayırdığı saatierin ve onu kışkırttığı tutkuların ortasın­
da, aslında sporun gerçek o l madığını a n ı msamak zord ur; spor gü­
n ü m üzün genç gladyatörlerine yetenekleri ni icra etmeleri için yapay
olara k yaratılan bir savaş a l a n ı d ı r. Boris Becker'in Wimbledon'da kay­
bettiğinde ya ptığı ünlü yo rumda olduğu g ib i, "o sadece bir oyun­
d ur".
Günü müzde her şey, hatta haberler ve hava durumu bile amba­
lajlanabilecek bir meta, bir hayal d ü nyasında statü sembolleri ve
imajlar ku llanılarak satı lan bir üründür. Onların gerçekl iklerinden -
çevre üzerindeki etkileri, Ü çüncü Dü nya'da çocuk emeğinin sömü­
rülmesi gibi konulardan- nad iren söz edilir.
Baud ril lard'a göre, modern kültür kapsa m l ı ve felaket türü nden
bir devrim geçirmektedir. Kitleler duyarsızlaşmakta ve insa n l ı ktan
uzaklaşmakta ve ticari televizyon u n yarattığı 'mariıala rla' beslenen
pasif izleyiciler haline gelmekted irler. Baudrillard için, devrim, özellik­
le Karl Marx'ın vaat ettiği devrim ve komünizm ütopyası ölüdür ve
çağdaş post-modern top l u m hayat ve a n lamdan yoksun 'öl ü bir
kültür', hiçbir geçmiş ve geleceği, hiçbir amacı ol mayan, kitlelerin
gerçekdışı ve ulaşılamaz iyi bir hayatın sembolleri ve gösterileriyle
dayuru lduğu ve kand ırıldığı bir tüketim kültü rüd ür. Görü nenin öte­
sinde h içbir şey yoktur, çünkü görünüş sahip olduğumuz her şeydir.
Hayat, dünyada neler olup bittiği (haberler hakkındaki gösterge­
ler), hangi tür kimliğin yansıtılmak istendiği (benlik hakkındaki
göstergeler), kişinin konumu (statü ve itibar göstergeleri), binala­
rın hangi amaçlara hizmet edeceği (mimari göstergeler), estetik
tercihler (duvarlar, masalar, mutfak büfeleri üzerindeki gösterge­
ler), vb. hakkında sonu gelmez bir göstergeler döngüsü içinde
sürdürülür.
Artık h içbir gerçekl ik yoktu r; h içbir geçmiş yoktu r -hatta medya tarihi
yen iden yaratmaktadır -hiçbir gelecek yoktur, hiçbir anlam yoktur.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Baudrillard'ın 'sim üle edilen topl um' i mgesi ve bu toplu m u n değerle­
ri ve yüzeyselliğine yöneli k eleştirileri, kitle iletişim araçları n ı n bildi­
ğ imiz ve gördüğü müz her şeyi kontrol eder görünecek denli kuvvetli
olduğu ve her yere sızdığı topl umlarda güçlü ve çarpıcı bir etki ya­
ratm ıştır. Sem bolün g ücü, modern reklamcı lığın g ücü hayatlarımızın
her yanına nüfuz etmektedir. Ü ç yaşındaki her çocuk, ister Peru or-
474 SOSYOLOJiDE TEMEL FIKIRLER

manlarında isterse Man hatta n'ın çatı katlarında olsun, Coca Colla ve
McDonald'ı tanımaktad ı r.
B u n u n l a bera ber, Baudri l lard'ın arg ü m a n ı n ı sunuş biçimi eleşti­
ri l mektedir:

• Onun yazım üsllıbu ve a rgümanlarını ka n ıtla ma tarzı çoğu kez


betim lediği topl u m kadar soyut ve karmaşıktır. O kendi argü­
manlarını desteklemek için, akademik kesinliğe sahip temel ka­
nıtlardan ziyade, 'iknaya yönel ik' örneklere dayan ır. Onun yazım
üsl u b u anlamak zord u r ve çoğu kez görünüşte h itap etmeye
çalıştığı izleyleiye uzaktır.
• Onun abart ı l ı üslubu 1 995'te, Ortadoğu'da lrak'a yönelik Körfez
Savaşı'nın gerçek bir savaş değil, b i r s i m ü lasyon, ordu ve medya
tarafından kam u n u n tüketmesi için yaratıl mış bir şey olduğunu
öne sürd üğünde doru ğ u na çıkmıştır. B u tür iddialar, onu eleşti­
renleri, gerçeklik kavrayışını yitirip yitirmed iği ve kendi propa­
gandasının etkisinde ka lma tehl i kesi içinde o l u p olmadığı gibi
kayg ılara itmiştir.
• Onun ka m u ya karşı genel tutu mu, çoğun l u kla bir ölçüde hor
gören ve koruyucu nitel iktedir. O, gerçekte sıradan insa nların
fanteziyi gerçekl ikten ayıra b i l me kapasitesine sahip olduklarını,
'abartı l ı her şeyi' görebild i klerin i ve modern politikacılar konu­
sunda kendisi kadar a laycı ve eleştirel olabileceklerini anla maya
çalışmaz. Onlar, ister m a l l a r ister insanlar kon u s u nda olsun, kali­
teyi görd ü klerinde tanıyabilir ve nihayetinde ya bireysel olara k
-televizyon u kapatarak veya ü l keyi terk ederek- y a da seçmen­
ler, seyirciler veya tüketiciler olara k kollektif bir eylemle kontro­
lü ele alabilirler. i nsanlar seçimlerinde d ikkatl i davranarak veya
seçmeyerek ya da satın almayarak daha iyi progra m l a r veya
ürünler talep etme g i b i nihai bir güce sahiplerd ir. Bu arada, on­
lar sadece gündelik hayatın katı gerçeklerinden kaçtıkları za­
man larda Disneyland'ın zevklerinden veya Bond Street'in ışıkla­
rından büyük haz alabil irler.

Çoğu eleştirmene göre Baudrillard'ın en büyük hatası, top l u msal ve


tarihsel değişmenin sürekl iliğini yadsı masıd ı r. Onun post-modern
top l u m u daha öncekilerden tamamen fa rkl ı ve bağımsız bir evre
olara k tasvir girişim inde, g ü n ü m üzün özel karakteristikleri gereğ in­
den fazla vurg u lanır. B u n u n l a beraber, Baudrillard, tarihin günü müz
üzerindeki gerçek ve bağ ımsız bir gerçeklik olarak etkis i n i yadsırken,
bugünün nasıl ortaya çıktığını açıklamayı başaramamıştır. O bas itçe
ortaya çıkm ış ola maz, geçm işte en azından bazı kökleri olmal ıd ır.
SiMÜLASYONLAR 475

Ona sadece ulaşmış olamayız. Ayrıca, Baudrillard'ın gelecek tasviri o


kadar ürkütücü, o kadar kad ercid ir ki, ki mse onu değiştiremez gö­
rü nmektedir. George Ritzer'i n ( 1 996) gösterdiği gibi, post-moder­
nizm ve özelde Baud ril lard'ı n radikal d üş ünceleri kurucu babaların ve
öze l l i kle Marx'ın büyük boy teori lerine bir a lternatif vaat eder: zama­
nın sınavından geçebilen ve post-modern d ünyanın soru nlarının
üstesinden gelebilen 'büyük düşünceler'. Ne yazık ki, Baudrillard'ın
tezi g i bi, post-modernizmin realitesi de her za man vaatlerini gerçe k­
leştirememiştir. Post-modernistler, temel veya tutarlı bir çerçeveden
yoksun 'düşü nce parçaları' lehine büyük boy teori ler ve büyük an latı­
lara karşı ç ı ka rken, a kademik kesinliğin norma l standartlarına kulak­
larını tıkamışlard ı r. Onların -Baudrillard örneği nde, bazen tu haf,
şakacı, hatta sayg ısız- sti l leri yapılaşmış ve s ü regelen tartışma lara
d uyarsız kal m ıştır ve gelecek vizyonları bazen o kadar ka ranlık ve
kötümser, o kadar u mutsuzd u r ki, intiharı veya topl umsal soyutlan­
mışlığı düşün meden bu vizyon u onayla mak zordur. Baudrillard'ın
gelecek vizyonu kendi içine patlayan bir kara delik, kendi tü keticileri
tarafından tüketilen bi r ölüm kü ltürü ve anlamsız bir maddi d ü nyada
anlam arayışıd ı r. Kellner'in özetle ifade ettiği gibi:
Ataletin ivme kazanması, medyada anlamın, kitle içinde toplum­
salın içe patlaması, kitlenin nihilizm ve anlamsızlığın karanlık ko­
ridorunda kaybolması; işte bu Baudrillard'ın post-modern vizyo­
nudur (Kell ner, 1 989: 1 08)
Baudrillard "post-modernizmin en büyü k rahibi" olarak selamlanır (Miles,
200 1 ) ve post-modernistlerin en radikal ve en terbiyesizi olarak betimle­
nir (Ritzer, 1 996). Fakat, Baudrillard'ın toplum anlayışı ve gelecek vizyonu
kaderci ve kötümser olsa, aşırı ve abartılı bir gerçeklik resmi sunsa bile,
hatta onun ve arkadaşlarının düşü nceleri büyük boy teorilere sağı r ve
teorik yapıdan yoksun olsalar bile, yine de modern sosyolojiye meydan
okumuş ve onu tahrik etm işlerdir ve hepimizi içinde yaşad ığımız dünya­
yı, onun maddiyatçıl ığı nı, anlamı ve geleceğini yeniden ele almaya ve
ciddi olarak sorgulamaya zorla mışlardır.

AYRlCA BAKINIZ
• SÖYLEM
• POST-MODERNiZM
OKUMA VE i LERi OKUMA ÖNERiLERi
Jean Baudri llard'ın aşağıda sıralanan kitaplarını kabaca gözden geçirmek
bile, onun post-modern toplum eleştirisini bilerne isteğini ve bu eleştirisinin
476 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

kapsamı ve heyecanını aktarmak için yeterlidir. Ne yazık ki, çoğu post­


modern yazarda olduğu gibi, başlıkları cazip olsa bi le, onun kitaplarına ula­
şabilmek zordur ve sadece lisans öğrencilerine tavsiye edilebilir. Aynı şekilde,
örneğin Jean François Lyotard'ın çalışması gibi çok az giriş kitabı vardır.
Lisans öğrencilerine standart ders kitaplarına bakmaları tavsiye edilir.
BAUDRILLARD, J. (1 975) The Mirror ofProduction [ 1 973], Telos [ Üretimin Ayna-
SI ya da Tarihi Materyalist Eleştiri Yamlsamas1, çev. Oğuz Ada n ı r, Dokuz Ey­

lül Yayınları, Nisan 1 998]


BAUDRILLARD, J. (1 983) Simulations, Semiotext (e).
BAUDRILLARD, J. (1 986) America, Verso [Amerika, çev. Yaşar Avunç, Ayrıntı
Yayınları, Haziran 1 996]
BAUDRILLARD, J. (1 990) Seduction, Macmi llan
BAUDRILLARD, J. (1 993) Symbolic Exchange and Death, Sa ge [Simgesel Değiş
Tokuş ve Ölüm, çev. Oğuz Adanır, Boğaziçi Ü niversitesi Yayınları, 2002]
BAUDRILLARD, J. (1 994a) The 11/usion of the End, Polity Press, Cambridge
BAUDRILLARD, J. (1 994b) Simulacra and Simulation, University of Michigan P.
[Simülakrlar ve Simülasyon, Çeviren: Oğuz adanır, Doğu Batı Y., 2003]
BAU DRILLARD, J. (1 995) The Gulf War Did Not Take Place, Power Publications
BAU DRILLARD, J. (1 997) Fragments, Coo/ Memories lll, Verso [Coo/ Am/ar 3-4
(1 990-2000), Çeviri Yaşar Avunç, Ayrıntı Yayın ları 2002]
BAUDRILLARD, J. (1 995), Kötülüğün Şeffafliğ1: Aşm Fenomenler Üzerine Bir
Deneme, Çeviri: Işık Ergüden, Ayrıntı Yayınları
BAUDRILLARD, J. (1 998), Kusursuz Cinayetler, Çev.: Necmettin Sevil, Ayrıntı Y.
BAUDRI LLARD, J. (2002), Çaresiz Strateji/er, Çeviri: Oğuz Ada n ır, Boğaziçi
Ü niversitesi Yayınları
BAUDRI LLARD, J. (2000), Sessiz Y1ğmlarm Gölgesinde, çev. Oğuz Ada n ır, Doğu
Batı Yayınları
BAUDRILLARD, J. ( 1 997), Tüketim Toplumu, Çeviri: H. Deliceçaylı, F. Keskin,
Ayrıntı yayınları
BAUDRILLARD, J. (1 998), Foucault'yu Unutmak, Çeviri: Oğuz Ada nır, Dokuz
Eylül Yayınları
BAUDRILLARD, J. Metinler ve Söyleşi/er, çev. Oğuz Adanır, Dokuz Eylül , 1 988
BAUDRI LLARD, J. (2005), Anahtar Sözcükler, Çeviri: Oğuz Adanır, La le Yıldırım,
ParagrafYayınları
BAUDRILLARD, J. (2001 ), Baştan Ç1karma Üzerine, Çeviri: Ayşegül Sönmezay,
Ayrıntı Yayınları
BAUDRI LLARD, J. (2005}, imkôns1z Takas, Çeviri: Ayşegül Sön mezay, Ayrıntı Y.
BAUDRILLARD, J. (1 999}, Siyah Anlar 1-11, Çeviri: Ayşegül Sönmezay, Ayrıntı Y.
BAUDRILLARD, J. (2001 ), Tam Ekran, Çev.: Bahadır Gülmez, Yapı Kredi B. Y.
KELLNER, D. Jean Baudrillard: From Marxism to Post Modernism and Beyond,
Polity Press, Cambridge
WHISTER, E. (1 995} Theories of the Information Society, Routledge, London

Çeviri: Ümit Tatlıcan


Söylem
M ichel Foucault

FiKiR
Oxford Popu/ar Dictionary söylemi 'konuşma, ders veya bilimsel tez,
düşünceleri iletmenin bir yolu' olara k tanımlar. Ancak Fransız d üşü­
nür Michel Foucault bu terim i kendi güç/iktidar ve topl u msal yapı
teorisinin temeli olara k kullanır. Fouca u lt için güç ve bilgi yakı ndan
i l işkili olmakla kal mayıp, birbirinden ayrılması imkansız olgu lardır.
Bilgi sadece güç/iktidar değildir, ayn ı zamanda g ücü el lerinde tutan­
lar bilgiyi de kontrol ederler.
Belirli bir insani faaliyet alanında güç sahibi olanlar kendi kontrol
a la n ları içinde bilgiyi tan ımlama ve kontrol ve böylece diğerlerini
-ister bir profesör, bir doktor, isterse bir general olsun- kendi yö­
netimlerine tabi kılma kapasitesine sahiplerdir; bir bilgi alanının
oluşumuyl a bağlantılı olmayan hiçbir güç il işkisi yoktur, ne de
aynı zamanda güç ilişkileri gerektirmeyen ve oluşturmayan bir
bilgi va rdı r (Foucau lt, 1 980).
Bu ilişki, Fouca ult'ya göre, özel l ikle modern devletin doğasında açık­
tır. Devlet, gücü artarken, kendi sınırları içindeki top lu msal grupları
tanımlamak, kontrol etmek ve sayı larını planlamak için yeni bilgi
tipleri, yeni söylem biçim leri gel iştirmeye çal ışır.
Foucault, bir d izi fa rkl ı ve kapsa m l ı araştırmada bu temayı ve
onun a rd ındaki teoriyi geliştirmeye çal ışm ıştı r. Örneğin o Delililiğin
Tarihi nde ( 1 965), toplu m u n yoksul ve işsizi, hasta ve deliyi nasıl ta­
'

n ı m lamaya, açıkla maya ve kontrol a ltına a lmaya çalıştığını gösterir.


Ondokuzuncu yüzyıldan önce devletin bu gruplarla ilgili h içbir so­
ru m l u l u ğ u yoktu; ancak devletin soru mlu l ukları artarken modern
tanımla m a ve kontrol sistemleri de gelişmeye başladı -yoksullar ve
işsizler 'tembel' olarak etiketiendiler ve kendileri n i d isiplin a ltına
478 SOSYOLOJiDE TEMEL FIKIRLER

a l maları ve iş ahlakını öğrenmeleri için ıslahevlerine gönderi ldiler;


hasta lar hastanelere kapatı l d ı ve yatağa mahkum edildi; deliler sap­
kın, günahkar veya hasta olara k ta nımiandı ve tımarhanelere kapatıl­
dı, topl u mdan büyük ölçüde soyutlandı. Yen i uzma n l ı k ord uları -
psikiyatrlar ve doktorlar, sosyal hizmet uzmanları ve iktisatçılar- bu
'topl u msal hastal ıklar'ı teşhis ve tedavi edecek bilgi ve otoriteye
sahip old u klarını iddia etmeye başlad ılar. Yeni bir söylem gel işti, pro­
fesyo nelin gücü ve otoritesi n in sadece bizzat bu 'hasta lar'ı güç kul­
lanma veya ceza tehdidi altında bağıml ılığa itmekle kal mayıp aynı
zamanda onları g iderek daha fazla istekli ve gönü l l ü olarak böyle
davranmaya zorladığı ye ni bir uzma n l ı k d i l i ve bilgiler topl u l uğ u
ortaya çıktı. O n l a r aynı zamanda doktor, psi kiyatr v e sosyal h izmet
uzmanının gücü ve bilgisine itaat eder ve tedavi ve bakım için onlara
g iderler.
Foucault bu düşünceleri Hapishanenin Doğuşu: Disiplin ve Ceza da '

( 1 977a) ceza n ı n değişen doğasını araştırarak geliştirmeye ça l ı şır.


Onsekizinci yüzyıl ve öncesinin işkence ve halk önünde cezalandırma
uyg u lamaları sorg u lanmaya ve tartışılmaya başlanmış ve ölüm cezası
birçok ü l kede ka ldırılm ıştır. Cezalandırma fiziksel acıdan psikolojik
acıya ve özgürlük kaybına kaymıştır; intika m ve cayd ı rm a yerini re­
form ve ısiaha bırakm ıştır, yarg ı lama artık sadece işlenen suça göre
değil onun ardındaki güdüye göre de ya pılmaktadı r. Ve ceza alanın­
daki bu d eğişimierin bilincinde, psikologlardan kri monologlara, avu­
katla r, ya rgıçlar ve hapishane görevl ilerine kadar, her biri kendi özel
uzma n l ı k bilgi, güç ve söylemlerine sahip, her biri devlet hizmetinde
fakat profesyonel özerkl ik ve otorite iddiasına sahip olaca k ölçüde
uzman olan bir uzmanlar ord usu ortaya çıkm ıştır.
Profesyonel gücün gelişimiyle profesyonel kontroller ve d isiplin­
ler de gelişmiştir. Foucault üç d isipline ed ici güç biç i m i belirler:

• hiyerarşik gözlem -uzmanların 'hastalar' ı n ı n bütün özell ikleri ve


öznel hayatlarını gözleme g ücü ve yetenekleri; klinikte doktor,
kanepede psi kiyatr, gözetierne kulesinde gardiya n.
• normatif yarg ı -mahku mların nasıl tutukla nacakları veya hasta­
ların nasıl m uayene ve tedavi edilecekleri konusunda keyfi yar­
g ıl a rdan rasyonel, nesnel ve üzerinde uzlaşılan düzenlemeler ve
kurallara geçiş.
• hasta lar veya kurbanların bir tedavi veya karar tavsiye ed ilebi­
lecek profesyonel 'araçla r', yöntemler ve teşhisiere başvurula­
rak incelenmesi.

Bu 'disi plin ler', bu profesyonel pratik ha reket, ister modern tı p isterse


SÖYLEMLER 479

ceza politikası biçi m i nde olsun, tüm çağdaş insan ve top l u m bilimle­
rinin ortak genel eğili m i ve tan ımlayıcı özell iğidir. Bu 'disip l inler'
ayrıca yeni teknolojileri, yen i kontrol biçi mleri n i besler; sadece uz­
manın gücünü a rtırmakla kal maz, n i hayetinde kurban veya hastan ı n
normal hayata dönmek veya norm a lleşrnek için ken d i üzerinde kont­
rol ku rmasına da yol açar. Hasta, deli veya tutuklu bizzat kendini
tedaviye çalışır veya tedavi olmak için, normalliğe yeniden dönmenin
ve normal toplu m a yen iden g i rmenin bir yolu olarak, ken d i iradesiyle
hastaneye, akıl hastanesine yatmayı veya gözaltına a l ı n mayı ka b u l
eder. Foucault bu süreçleri ayd ı nlatmak için Panaptikon veya cezaevi
gözetierne kulesiyle ilgili oldukça ayrıntı lı bir araştırma yapar. Bu
kontrol sayes i nde gardiya n l a r bütün mahku mları her an gözetleyebi­
l i rler. Mahku mlar, görü lebil ecekleri ve ceza landırılacakları korkusuyla,
örnek biçimde davra n ı r ve hatta kendilerini disiplin a ltına a l ı r ve
güdülerler. Bu yüzden, Foucault için, Panaptike n modern toplumu ve
modern disiplin ve ceza sistemlerini kara kterize eden her şeyin sim­
gesidi r. 'Büyük B i rader'i n kura l ları, tehd itkar bir kontrol ve ceza kadar,
kendini disiplin a ltına almayı da onaylar.
Bu yüzden güç, Fouca u lt için, her zaman olu msuz veya tehditkar
değildir. O ayn ı şekilde olum lu, hatta -kapatma veya ceza tehdid i
a ltında bile- özgürleştirici, i nsanları kendi yaşantı ları ve eylem lerinin
kontrol ve soru m l u l uğunu a l maya 'teşvik eden' bir şey olabilir. Ayn ı
şekilde, g ü ç tek yönl ü bir i l işki değild ir. En kötü koşul l a rda bile hasta
veya mahkum d i renebi l i r, tedaviyi reddedebilir, güç konu mundakile­
rin otoritesine meydan okuyabilir -hasta ikinci bir görüş isteyerek
veya a lternatif tedavi arayarak, mahkum avukat isteyerek veya üst bir
mahkemeye başvurarak bunu yapabilir. G üç, Foucault için, bu ne­
denle, ni hayeti nde sosyal ya pılar veya sistemlerde değil; kişisel i lişki­
lerde yatar ve hayatın her yan ı na sızmıştır.
Bu yüzden modern toplum, Fouca u lt için, çok disiplinli bir top­
lum, sosyal kontrollerin a rttığı ve keyfi olara k değ i l, a ksine teknoloji­
nin yayı l ması ve teknolojik bilgiyle ve onlara temel teşkil eden ve
ilerlemelerini sağlayan mantık ve i lişkilerle gelişmesin i sürd ü ren bir
toplumdu r. Modern topl um, ya kalanma ve ceza landırılma korkusu­
nun kendin i-kontrolü ve -gözetleme kameraları, hız tuzakları ve veri
ban kalarıyla her şeyi gören, her şeyi bilen devlete- uyumu artırdığı
ve kendini disipline eden bir top l u md u r. Fakat bu tam kontrol hassas
bir denge d u ru m ud u r. i nsa n l a r aynı şekilde, elverişli koş u l l a rda 'Bü­
yük Birader'e d i ren me, kayta rma, özel hayatları ve hakları tehdit al­
tında olduğunda açık isyan kapasitesine sahiplerdir. Modern toplu­
m u n görü n ü r sükO neti ve kontro l ü n ü n a rd ı nda, h ükü met, polis veya
480 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

öğretmen i n otoritesinin altı nda protesto gösterileri, yoksulların is­


ya n ları veya kızgın i nsanların sessiz tepkileri gibi topl u msal direniş
veya kaos potansiyeli yatar. Güç ve kontrol itaat ve isyan arasında
hassa s bir denge durumudur ve otoritelerin gücü yen i ya d a alterna­
tif bilgi veya kanaat kayn a kları n ı n meydan okumalarına, itirazlarına
açıktır.
Güç/bilgi, bu yüzden, modern topl umun temel ini ol uşturur ve
söylem gücün yaratıl ma, tartışıl ma, kontrol ve dağıtım ı aracı d ı r. Bilgi­
yi elinde tutanlar tartışma ve söylemin gündemini kontrol ederler ve
böylece fiziksel ve hukuki olduğu kadar ideolojik bir güce de sah ip­
lerdir. Bu ideolojik çerçeveler zama nla bilg i ve otoriteyle birlikte de­
ğişir; psikiyatrlar üfürükçülerin, kimyacı büyücünün yeri ni alır. Bu
söylemsel ve ideolojik çerçeveler tartışma ve görüşmeleri teşvik
ederken, çoğu kez aynı ölçüde, kendi içlerindeki güç ve otoriteyi
tehdit edebilecek alternatifleri dışiayıp mahkum ederler. Ortaçağ ın
d i nsel çerçeveleri yerin i g ü n ü m üzün bil imsel/rasyonel çerçevelerine
bırakı r; modern ü n iversite ve profesyo nel yapı kilise ve manastı rın
güç ve otoritesinin yeri n i alır. B u entellektüel devrim ler sadece güç
sahipleri arasındaki değil, g üce sahip olanlar ve onların yasaları ve
kurallarına ta bi olanlar a rası ndaki güç mücadelelerini de yansıtır:
g üçsüzler -kontrol, bastırma ve sömürü n ü n kurba nları- zamanla,
ister köle ister toplumsal olarak dışianmış biri o l sun, kontrollere nasıl
direnecekleri n i ve onu nasıl yıkacaklarını öğrenirler.
Foucau lt, bilgi/güç olgusunu modern toplum ve söylemin özü
kadar onun iletişim ve dağıtım biçimi olara k da resmederken, aynı
zamanda, a raştı rmacı n ı n arkeotojik ( 1 972) bir metodolojiyi beni mse­
rnesi gerektiğ i n i öne sürer: bu yaklaşımda a raştırmacı, özünü, kimliği
ve karakteri n i, dayandığı güç ilişkilerini gün yüzü ne çıkartmak için bir
topl u m u n tarihi, kültürü ve ruhunu derinlemesine kazabilir. Bu me­
todoloji, tari hçinin bel i rli bir kültürün ka bulleri ve hayat tarzına dal­
masını ve bu kültürün tarihi ve gelişimine bakarak ve bir soykütüğü
ya da aile ağacı tekniklerini kullanara k egemen söylemlerin köklerine
inmesini gerektirir. Sadece bu yolla araştırmacı, Foucau lt'ya göre,
i n san bilimin kaynaklarını doğru olarak aniayabilir ve kültürel ön­
yarg ı larıyla onları çarpıtmakta n kendini kurtarabili r. Foucau lt'n un
Cinselfiğin Tarihi ( 1 978) bu yaklaşıma bir örnektir ve bu yolla Fouca­
ult, tıbbi ve bilimsel söylem çerçevesinin Viktorya çağında cinsellik
ko nusunda nasıl üstü nlük kazandığını gösterir. Bununla beraber,
g ü n ü m üzde tıbbi ve dinsel söylem toplumsal ve hu kuki d üzeylerde
iniş çıkışlar yaratsa da, pornografi, eşcinsel lerin hakları ve diğer cinsel
özgürlük ha reketlerinin yükselişi Foucault'nun şu görüşünün bir
SÖYLEMLER 481

kanıtıdı r: modern toplu m u n disiplin ve kontrolünün a ltında hem


d i reniş ve meyda n oku ma, hem de kolayca hatta ta mamen kontrol
edilemeyen -Londra' da Soho veya Amsterdam'da genelevler bölgesi
g ibi- bir yeraltı d ü nyası ve alternatif bir hayat tarzı, cinsel davranışlar
yatar.
Michel Foucau lt yukarıdakilere benzer araştırmala rla güç, bilgi ve
söylem hakkı ndaki temaları ve teorilerini geliştirmeye ve rafine et­
meye çal ışm ıştır ve ilk çalışmalarında daha ya pı salcı, determinist ve
oldukça kötü mser bir 'polis devleti' olara k modern toplum ya klaşı­
mını benimsemesine rağmen, sonraki a raştırma l a rı güç kon u munda­
kilere d irenebilecek ve karşı çıkabilecek daha iyimser bir insan anlayı­
şı serg iler.

KAVRAMSAL GELiŞiM
Michel Foucault'n un çal ışması post-yapısaıcı geleneğin kurucu araş­
tırması olarak övg ü ler a l mıştır. O, g ücü hem topl u msal bilgi biçimi
hem de toplumsal ilişki biçimi olarak analiz ederek, d ikkati yeniden
klasik ve modern a raştırmalara ve onların toplumsal yapıla r ve top­
lumsal konumlara olan ilgisine yöneltmiştir. P l ü ral istler karar alma
mekanizmasına ve Marksistler yönetici s ı n ıfla r veya iktidar seçki n leri­
ne yönel irken, Foucault gücün toplumsal doğası ve onun g ü ndelik
söylemdeki önemi kadar g ü ç a l a n la rına da ışık tutmuştur; o toplu­
mun mikro-politikaları kada r siyasal analizin makro yapılarına da
odaklanmıştır.
Fouca u lt'nun çalışması, ayn ı ö lçüde, birçok farkl ı teori ve kavramı
bir araya getirerek ve onları etkil i bir biçimde hiçbir teori veya pers­
pektifin hakim o l mayacağı rad ikal yen i bir çerçeve içinde sentezleye­
rek post-yapısaıcı geleneğe örnek teşkil etmiş ve onu biçimlendir­
miştir. O Nietzsche ve Freud kadar Marx ve Weber'in d ü şü ncelerin­
den de yararlan m ış, a ncak bu düşü nceleri özümsed iği kadar tü münü
reddetm iştir:
. . . asla bir Freudcu olmadım, asla bir Marksist olmadım ve asla bir
yapısaıcı olmadım (Aktaran, Swinglewood, 2000: 1 04).
Ona göre, modern top l u m l i bera l evrim geleneğinin, insanın aydın­
lanma, hakikat ve özg ü rleşme yön ü nde i lerlemesinin bir parçası
değildir. O, daha ziyade, bir başka tahakküm ve d isiplin biçimi, bir
baş ka güç il işkileri ve güç/bilgi örneğidir. Ona göre, tarih s ü rekli bir
değişim süreci değildir, aksine görünen düzen ve kontrolün altında
yatan d üzensiz güç mücadeleleri nin, kaos ve çatışma n ı n hikayes idir.
Onun i l k dönem radika lizmi ve komünist ütopyaya inancı bir kapita-
482 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKi RLER

l izm eleştirisi kadar bir Ma rksizm eleştirisine ve aklın ilerlemesinin bir


özgü rleşme kaynağı olduğu kad a r özgü rl üğe karşı bir te hdit olduğu
d üşü ncesine yol açmıştır.
Ta rihin bir tahakkü m ve tabi kılma h ikayesi olduğ u n u d üşünen
Fouca u lt sadece sonraki yazılarında bi reye g üç, d iren me ve isyan
iradesi ta n ı mıştı r. 'Öznel eşti rme'yle, yan i bireysel ki mliğin tanımlan­
ma ve kontrol a ltına alrn masryla ilgili s ü reçlerin araştırılması onun
tüm çal ışmasın ı n merkezi unsurudur ve onun analizi n i n çekirdeğini
"bir ben l ik bili nci orga n ize etme"de 'disiplin çağı'n ı n rol ü oluşturur
(Foucault, 1 989).
Ancak, Foucault'n u n çalışması ve a naliz tarzı, sonra ki bir külte il­
ham kayna ğı olmas ı n ı n ve post-ya pısa ler yazılar ve tartışmalar konu­
sunda kütü phaneler yaratmasının yanı sıra, s ıkı bir tartı şmalar ve
eleştirilere yol açmıştır:

o Onun tari hsel açıklamaları a raştı rmalarla yeterince temel lendi­


rilmem iştir ve hatta geçersizdi r ve bizzat Foucau lt kendi araş­
tırmalarını d isiplin topl u m u n u n gelişimi üzerine tezini açmak
için tasarlan m ış tarihsel 'kurgu lar' olara k betimlemiştir.
o Fem i nistler Foucau lt'yu cinsel eşitsizl iklerle, cinsel şiddetle ve
erkekler ve kad ı n l a r arasındaki güç il işkileriyle ilgi l en mediği için
eleştirmişlerd i r.

Ancak eleştirilerin çoğu o n u n söylem kavramına ve bu kavramın


onun çalışmasında geçirdiği değişim ler ve tuta rsızlıkla ra odakla n r r. O,
ilk yapısaler evresinde, devlet, ka mu görevlileri ve o n u n ideolojik
kontro l ü n ü her şeye m u kted i r ve her yere yayıl mış bir şey olarak
resmeder. Bireyin d iren m e veya bil inçli, rasyonel ve tepkisel davran­
ma gücüne çok az önem veril i r. i nsanlar her düşüncesi, kullandığı her
sözcük ve her ha reketi kontrol edilen "sanal 'ku klalar' olara k ve yapı­
lar sanal vantrologlar" biçiminde betimlenir (0, Donnell, 2000: 1 23).
Hayatın ı n sonraki döneminde yen i sosyal hareketlerden ve Yen i Sol
Ha reket'ten etkilenen Foucault rad ikal değişimler ve d irenme gücü
kon usunda daha iyimser düşün meye başlar. Bu yen i durum kaçı n ı l­
maz olarak onun önceki çalışmaları ndaki bazı kötü mser ve determi­
nist ya klaşımlarla çel işir ve Foucault "güç kon u m u ndakiler bütün
a lternatif düşünce ve söylem biçimlerini engelleyebiliyorlarsa, o
halde bu muhalif veya karşı söylemlerin kaynağı nedir?" gibi sorulara
ma ruz kılar. Ayrıca, onun son raki tezleri -nihayetinde güç i l işkilerinin
ya pılarda değil, i l işkiler ve gündelik hayatta yattığı tezi- özne katego­
rilerine bir güç tanır ve onlara kendileri üstü nde otoriteye sahip olan­
lar üzerinde bir kontrol i m kanı sağ lar görü n ü r ve böylece bu yen i
SÖYLEMLER 483

düşünce onun i l k yapısaıcı a n alizini ve 'öznenin merkezden uzaklaştı­


rılması' tezini biçimlendiren 'her yerde mevcut güç' yaklaşım ıyla
çel iş ir.
Ancak sonraki yazı la rındaki daha l iberal ve iyimser eğil i miere
rağ men, Foucau lt'nın çalışmasının en önemli m i rası, kasvetli kötü m­
serl iği, bi reye ve rasyonel düşü neeye inanmaması ve h ü manizm
karşıtl ığını ta mamlayıcı kişisel u mutsuzluktur. Modern insan aydın­
l anmacı bir ütopyaya doğru ilerlememektedir. Daha ziyade disipl inli
bir topl u m içinde, yani belirli düşünceleri aşılama yollarını daha da
m ükem mel leştiren ve teknolojiyi nüfus kitlesini robotumsu bir itaate,
üstten kontrol lere ve içerden koş u l landırılan kontrollere, geçmişin
fiziksel kontrol lerinden çok daha etki li, fakat daha az açık ideoloj i k ve
kültürel kontrollere tabi kılmak amacıyla kullanan ve bizi 'otomatik
olara k itaat etmek' için eğiten bir top lu mda yaşayan modern i nsan
sürekli artan kontroller ve gözetim lerle karşı karşıyadır (Foucault,
1 977a: 1 69). Bu tespit, Fouca u lt'nun bütün sosyal bilim alanlarına
ilham kaynağı oluşturan 'söylem' kavram ı konusunda kapsa mlı ve
kışkırtıcı bir son uç, aynı ölçüde bizzat onun oldukça egzotik hayat
tarzını ve nihai deneyim a rama çabasını biçimlendiren bir sonuçtur.
Söylem kavram ı onun akademik kariyeri içinde geliştirdiği temel
fikirlerden sadece biridir. Gerçekte, Michel Fouca u lt bel irli bir felsefe
veya sosyoloji geleneğine dahil edilemez; o akademi k hayatında bu
tür s ı n ı rland ı rmalardan uzak d u rm uştur. Foucault, daha ziyade, insan
bili mleri ve sosyal bilimlerini ilgilendiren birçok konuya eği l m iş, haz
ve ceza, delilik ve cinsel l i k, güç ve ö l ü m alanlarının ötesine, sadece
yazmayıp kişisel olara k da yaşad ığı hayat alanlarının derinliklerine
uza n mıştır. O, obsessif bir iç anlam arama ta kıntısı içinde, kendi sınır­
larını, en belirgin biçimde kendi hayat deneyimlerini zih insel ve psi­
kolojik olara k zorlam ıştır. O eşcinselliği ve sadomaşosizmini açıkça
yaşa mış -gerek LSD g i bi uyuşturucu ku llanım ı, gerekse Fransa ve San
Francisco'daki sadomazoşist eği l i m ler biçim inde olsun- bilinçli ola­
rak 'sı nır deneyim ler' arayışı içinde olmuştur. Fouca u lt 1 984'te 57
yaşında bir AIDS kurban ı ve kendi radikal ve egzotik hayat tarzı nın bir
kurbanı olara k Paris'te ölmüştür.
Onun yazıları oldukça kapsa m l ı ve hacimlidir ve sadece felsefe ve
sosyal bilimlerde değil, kent planla ması, tıp, krimonoloji, akıl sağl ığı,
m i mari, eğitim ve ka mu pol itikası gibi uzmanlık alanla rında da ol­
d u kça etkil idir. Bazı yazarların deyim iyle bu 'Foucault etkisi' o kadar
kapsa m l ı ve yayg ı n d ı r ki, çok az akademik ve profesyonel araştırma
alanı bazen onun düşü nceleri ve kavrayışlarından nasibini a l m a m ış­
tır. Bu Foucault'nun etkisinin özüdür. O birçok araştırma a lanına kat-
484 SOSYOLOJiDE TEMEL FIKIRLER

kı da b u l u n muş, a ncak kendini onlardan hiçbiriyle sınırlandırmam ıştır;


birçok yaşa ntıya yönelmiş a nca k kend ini onlardan hiçbiriyle sınırla­
mam ıştır; bir düşünce hazinesi üretm iş, ancak ard ında bütün düşün­
celeri ve kavrayışlarını birleştiren ve temel teşkil eden tek, kapsa m l ı
v e tutarlı bir çerçeve bırakm a m ıştır. Aksi ne o , söylem kavramını yeğ­
lemiş, mevcut düşü nce b içi m l eri hakkında tartışmalar ve meydan
okumaları tercih etm iş ve böylece yeni bilg iye, yeni anlayışa yol aç­
mıştır. Stephen Katz'ın ifadesiyle, (aktaran, El liot a n d Turner, 200 1 ),
Michel Foucault "yirminci yüzyılın en önemli ve en popüler düşünür­
lerinden birid i r".

AYRlCA BAKINIZ
Klasik ve modern gü ç teorileri olarak:
BÜROKRASi,
OLiGARŞiNiN TUNÇ YASASI,
ÇATlŞMA TEORiSi.
HEGEMONYA ve
• iKTiDAR SEÇKiNLERi kl a s ik ve modern güç teorileri olara k
-

OKUMA ÖNERiSi
FILLINGHAM, L. A. ( 1 993), Foucault for Beginners

i LERi OKUMA ÖNERiLERi


FOUCAULT, M. ( 1 965}, Madness and Civilization: A History of lnsanity in the Age
of Reason [1 96 1 ], Pantheon Books, New York [De/iliğin Tarihi, Çeviren:
Mehmet Ali Kılıçbay, i mge Kitabevi Yayınları, 2. Basım, Ankara, 1 995]
FOUCAULT, M. ( 1 971 ), Order of Things: An Archeology of the Human Sciences
[1 966], Pantheon Books, New York [Kelime/er ve Şeyler, Çeviren: Mehmet
Ali Kılıçbay, Ankara, 1 994]
FOUCAULT, M. ( 1 972), The Archeo/ogy ofKnowledge [1 960], Pantheon Books,
New York [Bilginin Arkeo/ojisi, Çeviren: Veli Urhan, Bi rey Yayıncılık, Kasım
1 999]
FOUCAU LT, M. ( 1 973), The Birth of the Clinic: An Archeo/ogy ofMedical Percep­
tion [ 1 963], Pantheon Books, New York [Kiiniğin Doğuşu, Çeviren: Temel
Keşoğlu, Doru k Yayınları, i stanbul 2002; Çeviren: i nci Malak Uysal, Epos
Yayı nları, 2002]
FOUCAU LT, M. ( 1 977a), Discipline and Punish: The Birth of the Prison [1 975],
Pantheon Books, New York [Hapishanenin Doğuşu: Disiplin ve Ceza, Çevi­
ren: Mehmet Ali Kılıçbay, i mge Kitabevi Yayınları, 2. Basım, 2002]
FOUCAULT, M. ( 1 977b), Language, Counter Memory, Practice: Selected Essays
SÖYLEMLER 485

and lnterviews by Michel Foucault, Ed. D. E. Bouchard, Comeli University


Press.
FOUCAULT, M. ( 1 978), The History ofSexua/ity, vol. 1 : An ı ntroduction [ 1 976],
Pantheon Books, New York [Cinselliğin Tarihi, Çeviren: Hülya Uğur Tanrı­
över, Ayrıntı Yayınları, 2003]

Çeviri: Ümit Tatlıcan


Yap1laşma Teorisi
Anthony Giddens

FiKiR
Sosyologlar uzunca bir s ü re sosyal teo­
rinin temel soru nuyla, birey ve onun
içinde yaşadığı toplum arasındaki il iş­
kiyle meşgul oldular. i çinde yaşadığımız
toplumun ü rü nleri m iyiz, yoksa etrafı­
m ızdaki d ünyayı o rtaklaşa ve bi reysel
olara k mı yaratıyoruz? Birey özg ür ve
hayatının kontrolünü elinde tutan biri
midir, yoksa hepimiz sadece içinde
doğduğumuz topl u m u n özneleri, ipleri
zengi n ve güçlünün elinde olan kukla­
lar, her hamlenin kontro l ü m üz ve kav­
rayış ı m ız d ışındaki siyasal ve sosyolojik
güçlerin deneti minde olduğu dev bir
satranç oyu nu içindeki piyonlar mıyız?
Büyük Siraderin yöneti mine evet mi? Bu tartışma, sosyoloji tarih i nde,
yapısal işlevselci ve yapısal Ma rksistlerin determinist görüşleri ile
fenomenoloji, sembolik etkileşimeilik gibi farkl ı yaklaşımlar ve bireyin
hak ve özg ü rl ü klerine inanan geniş bir kitleyi karşı karşıya getiren bir
Kutsal Savaş başlatm ıştır.
i ngiliz sosyolog Anthony G iddens, daha önce Weber'in yaptığı
g ibi, yapısalcılık ve bireyciliğin dogmatizmine karşı çıkmış ve onun
yerine yapılaşma düşü ncesini önermiştir; bu düşü nce, topl u msal
ya pılar içinde bireyin kendini ifade edecek ve za manla bu yapıları
daha iyileriyle değiştirebilecek g üce ve özgü rlüğe sa h i p olduğunu
anlat ı r. Ona göre, ne toplum ne de birey tam güçlü bir kon umdad ı r.
Onlar daha ziyade aynı paranın i ki yüzü gibidirler. Toplumsal yapılar
YAPILAŞMA TEORiSi 487

-aile, topluluk, iş- bir ya ndan i nsa n eyl emi ta rafı ndan yaratılırken,
öte yandan insan davranışını ve toplu msal hayatı tanımlar ve belirler.
"Ya pının eylemi veya eylemin yapıyı bel irlediğinden söz etmek an­
lamsızdır" (Giddens, 1 984: 2 1 9). Toplumsa l yapılar ve insan eylemi
birbirlerinden bağ ımsız olara k varolmazlar; daha ziyade, bi rbirlerine
karşılıklı bağı m l ıd ı rlar ve iç içe geçmişlerdir. Giddens'ın 1 976'da açık­
ladığı gibi, topl umsal hayat 'aktif özneler'in ürünüdür; top l u m orada,
her hareketimizi kontrol eden dışarıda bir şey değil, daha ziyade özel
bağlamlar veya yapilar içinde yer alan beceri/i, bilgili ve refleksif failierin
ürünüdür (Swin g lewood, 2000). Giddens kendi argüm a n ı n ı ka n ıtla­
mak için kon uşma ve dil örneğ ini verir. Bütün diller, ortak bir a n l ayışa
veya a n lama ulaşabil mek için nasıl konuşacağım ız, yazacağ ı m ız ve
iletişim kuracağ ı m ızı belirleyen bir dizi kural tarafından düzenlen ir.
Bu kurallar dilin nasıl öğrenil eceği ve kullan ılacağını bel irler ve h içbir
birey bağımsız olarak ve kendi isteğiyle -ciddi bir karışıkl ı k ve yanlış
anlamaya yol açmadan- bu kuralları değiştiremez. Fakat d i l, yeni
düşünceler ve kavramlar ortaya çıkarken -alt gruplara a it yeni dü­
şü nceler ve bir söylem ortaya çıkar ve yeni teknolojiler a na-akıma
dahil olurken- zamanla değişir ve evrimleşir. Gençler özelde eski
anlayışı dışlayan yeni sözcükler icat etmeyi severler -'kötü' ve 'uygun'
sözcükleri gençler için a n ne baba la rına geçmişte a n i attıkl arından çok
farkl ı a n l a mlar ifade eder ve 1 950'1erde 'bilgisayara girmek' bırakı n ız
fii l i, bir sözcük bile değildi.
Bu yüzden G iddens, toplumsal yapıların hem i nsani failiikten (ve­
ya eylemden) meydana geldiğini hem de onu yarattığını a n latan
'ya p ı n ı n ikiliği' fikri ni savu n u r. Yapı ve fa illik Giddens'ın teorisinin
merkezi u nsurlarıd ı r.

Toplumsal yapılar
Toplumsal yapıları n merkezini kurallar ve kaynaklar o l uşturur. Onlar
topl umsal düzenin ve düzen l i i nsan davra n ı ş ı n ı n temelleridir. Kural­
lar resmi veya resmi o lmayan, gerekli veya beklenen davra n ışlardır.
i ster bir yasaya uymak isterse bir kuyruğa 'düzgün' biçimde girmek
biçim inde olsun, onlara uyulması beklenir. Kaynaklar mal ve hizmet­
lerin üretiminde kullanılan materyal ler ve araçları (ta hsis kaynakları)
ve insanların ü retim sürecini gerçekleştirmek için sahip oldu kları
beceriler ve g üçleri anlatır.
Aktörler olarak, özell ikle l iderler ve yöneticiler olarak bi reyler, top­
l umsal, ekonomik ve siyasal yapıları insanlar ve materyalleri insanlı­
ğ ı n hizmetine sunmayı ve organize etmeyi sağlayacak bir araç o larak
488 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

yaratırlar; ö rnegrn, binaların yapım ı nda, fabrika la rı ça l ıştrrmakta,


havaalanlarını işietmekte veya mali h izmetleri yürütmekte. Eyleyen
ve refleksif bir varlık o l a ra k insan, o na göre, çoğ u yapısaler ve deter­
minist teorinin öne sürdüğü gibi to plumsal hayatın kıyısında değil,
a ksine merkezindedir. Ancak n e d e, Giddens'a göre, i n sa n tamamen
özgü r bir fa ildir. O toplu msal yapı ları yaratabilir ve yen iden-üretebilir,
ancak aynı za manda onların kısıtl a ması a ltın dadır, zira toplumsal
yapılar, özellikle güç konumundakiler tarafından kollektifolarak yara­
tı l ı r ve yerleştirili rler. Bu yüzden, modern toplumun paradoksu, bi re­
yin -ister seçmen ister tüketici olsun- özgür ve her şeye muktedi r
görünmesi, a ncak pratikte çoğu kez o n u n , her şeye muktedi r olanın
top l u m olduğunu, hayat ı n ı kontrol ettiğini düşünmesi ve kend i n i
yardı msrz, soyutlanmış v e ya baneriaşmış hissetmesidir.
Giddens bu ikiliği kabul eder ve aksine, toplum çoğu kez her şeye
mukted i r görü nmesine ve her yerde karşım ıza çıkmasına rağ men,
n ihayetinde insanın -kollektif iradeye sahip olduğunda- gerek top­
lumu gerekse yönetim ve toplu msal yapıyı değiştirme yeteneğinde
olduğunu öne sü rer. En güçlü d i ktatörler bile, (hatta korku ve kader­
cilik gönüllü bir d estekten ziyade bu itaatin temeli olduğunda bile),
iktidarlarını sadece kendilerine tabi olanlar izin verd i kl eri ölçüde
sürdürebilirler.

insani fa i Ilik
Giddens için, i nsan davra n ı ş ı n ı n ana htarı ne g üd ü ler ne de bencillik­
tir. Daha ziyade, insa n ı n beli rl i b i r durumda 'nasıl davranacağı'nı
bilmesi ve davra nışlarını d u ru m u n gereklerine uyarlaya bil mesid ir.
i nsan fa rkı nda veya bilinçli davra n ma kapasitesine sahiptir ve Gid­
dens bu düşünme sü reci nin bir h iyerarşi içerdiğini bel irler:

• i nsa n l a rı n, bir problem veya meselenin çözüm yollarını değer­


lendirirken ve bu değerlendirmeleri geçmiş ve gelecek davra­
nışiarına yansıtırken başvurd u kları sözel veya refleksifbilinç.
• Pratik bilinç: çoğu kez sorgulanmayan pratik bilgi veya hepimi­
zin bel irli d urumlarda ne yapmam ız gerektiği konusundaki bi­
l i n ç-altı bilgimiz.
• Bilinçdışı: hepi m izin sah i p olduğu g ü d ü ler ve ihtiyaçlar. Davra­
n rşlarımrzr yönlendire n bu güdü ve ihtiyaçlar, özellikle bir yan­
grnda veya New York'taki i kiz Kuleler fel a ketinde olduğu gibi,
normal ya pıların çöktüğü acil d urumlarda kendilerini bel irgin
olarak hissettirirler.
YAPILAŞMA TEORiSi 489

Bu yüzden, top l u msal yapılar ve insani fa ili ik a rasında yakın bir i l işki
vard ı r: i nsan eylemi toplumsal ya pı ları yaratır, ancak bu yapılar, bir
kez yaratı ldıklarında -evri m sonucunda veya devri mler, kollektif
eylemlerle değiştirilineeye veya yıkıl ıncaya kadar va rlıklarını sürdüren
ve insan davranışını kontrol eden- süregelen bir 'yapılaşma' s üreci
veya ya pılaşmış eylemle i l işki içindedi rler. G ündelik toplumsal hayat,
bir düzen ve öngörülebilirlik d uygusu kazandı ran, söze dökül meyen,
gerçekliği sorgulanmayan ku ra l la r ve ruti nler, kabuller ve beklentiler,
yasalar ve meşrulaştırma lara dayanır. Bütün bunlar olmadığında,
gerek al ışveriş kuyru kları nda, gerek trafikte, gerekse yasalara itaat
konusunda bir kaos hükü m s ü recektir. i ngiltere'de a rabaları n a niden
sağdan gitmeye başladığını veya m ü şterilerin ald ıkları malların para­
sını ödemeden mağazadan ayrıldıklarını düşünün.
Anca k insan lar yukardan yönetilen robotlar değill erdir. On lar, ref­
leksif düş ünce ve kol lektif eylemle üretken, hatta kontro l l ü değişme­
ler sağlayabilen yaratıcı ve bilinçli varl ı klardır. i nsanlar gündelik ha­
yatlarında etrafiarındaki top l u m hakkında düşünür ve buna göre
davranırlar (örneğin onlar, demiryol u grevi nedeniyle işe tren yerine
arabayla g idebilir veya baskıcı bir yönetimi protesto için sokağa dö­
külebilirler). Giddens, bu yüzden, o l u m l u ve çok iyimser bir insan
davranışı a n layışına sah iptir ve bu a nlayış onun 'insani fai l l i k' anlayı­
şına yansır. i nsanlar özg ü r va rlıklard ı r, ancak sadece kendi yarattıkları
kurallar ve yapılar içinde. i nsanlar sadece çok özel d u rumlarda ta­
mamen özgü r veya tamamen kısıtlanmış d urumdadırlar. Seçim çoğu
kez kısıtl ı olsa bile her za man bir seçim i m kanı vard ı r ve bu kısıtl a ma­
nın a rd ında güç, yani bazı bireylerin toplumu, bir toplumsal ya pı
veya sosyal sistemi d iğerleri a d ına veya onların desteğiyle değiştirme
ve dönüştü rme kapasitesi ve yeteneği yatar. Modern hükümetler ve
şirketler ne kadar güçlü görünseler de, nihayetinde onların eylemleri
de kısıtl ı d ı r ve yönettikleri insanların (örneğin, seçmenler, tüketiciler
veya yurttaşlarını desteğine bağ lıdır; n ihayetinde, onlar da yasalara
tabidir (örneğ in, başlarda çok itiba rlı olan, ancak 2002'de büyük mali
bir dolandırıcılıkla suçlanan u l u slararası şi rket Enron veya onun de­
netleyen firma Arthur Anderson'ın d u ru m u).
G iddens'ın yapılaşma teorisi bu yüzden çok pratik bir tezdir. O
farklı sosyolojik teorileri bütünleştirmeye, birey ve toplum arasındaki
ilişkiyi topl u m u gel iştirmek için tasarlanmış kam u politikalarını biçim­
lendirecek bir a raç olara k kavramaya çalışır. Hem bi reysel yaratıcılık
hem de toplumsal d üzen modern dünya ve modern hayatın temel
unsurları d ı r. Değişim ve onun önceden görülemeyen sonuçları gü­
nümüz hayatının merkezinde yer alır ve bazen toplum kontrol d ışı
490 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKIRLER

olara k görünü rken, Giddens'ın d ü şüncesinde insan onu kontrol ede­


cek ve yen iden yönlendirecek refleksi{ düşünme ve kollektif eylem
kapasitesine sah iptir -fa kat sadece böyle davranmayı seçtiği takdi r­
de!

KAVRAMSAL GELiŞiM
Ya pı laşma teorisi çatışan y a p ı ve eylem anlayışları, makro v e mikro
sosyoloji, determ i ni st ve iradeci insan ve top l u m anlayışları arasında­
ki eski gerilimi g iderme ve çözüme kavuşturmanın gerçek ve oldukça
pratik bir yolunu sunar görünmektedir. G iddens'ın tezi derinlik ve
genişlik bakı mından "sosyal bilim topluluğunun imge/emini eline ge­
çirmiştir" (May, 1 996: 1 1 8).
Ya pılaşma teorisi Giddens'ın modern ite ve küresel leşme konu­
sundaki görüşlerinden önce gelişti ri l m iştir, fakat onun bütün düşün­
celerinde insani fa ill ik, toplu msal ya pı ve refleksivite kavra mları her
zaman nettir. Bu kavra mlar gündelik hayatın ve toplumsa l düzenin
ince ayrıntı larını genel insan tarihiyle birleşti ri r ve özelde Giddens'ın
teorisi toplumsal il işkilerde ve toplumsal d üzende gücü n önemine
ışık tutar. Ya pılaşma teorisi siyasal güç konumunda olanlar ve tabi
konu mdakiler arası ndaki ilişkiyi bel irlerken, aynı ölçüde toplumsal
cinsiyet veya etnik i l işkilere ve bu 'güç' i l işkilerinin za man içinde
insani fai l l ikle ortaya ç ı kış biçi m ine de uygulanabil ir. Ö rneğ in, hukuki
fırsat eşitlikleri ve i nsan Hakları Yasası'nın hem erkekler ve kadınlar
hem de azı n l ı k ve çoğunluk etn ik gruplar a rasındaki il işkileri nasıl
değiştird i ğ i n i ve daha eşitlikçi bir toplumsal d üzen ve kültürün gel i­
şimine nasıl yol açtığ ı n ı hatırlayın. Giddens'ın 1 98 1 'de öne sürdüğü
gibi, "zay1f ... her zaman kaynaklan güç/üye karş1 dönüştürebilecek baz1
kapasitelere sahiptir" -bu örnekte, azınlık g ru plar, hukuku toplumsal
reformlar yapmak, kendi konumları ve fırsatlarını daha iyi bir hayat
tarzı ve hayat standardına kavuşturmak için ku l lanmışlard ı r.
Ya pılaşma teorisi kaçını lmaz olarak -özellikle sosyolojide- eleştiri­
ler a l m ı ştır; görünüşte uzlaştı rılamaz sosyolojik teorileri uzlaştırmaya
çalışan bir tez doğal olara k saldırıla ra açıktır.
Margaret Areher ( 1 982). örneğin, G iddens'ı fa i l l ik ve yapıyı çok
yakından bir araya getirmediği için eleştirmiştir. Ona göre, kolay
uzlaştırılamayacak, öz olara k farklı iki düşünce vardı r. i nsan özg ü r
i radeye sahipken n a s ı l a y n ı zamanda kısıtl ı l ığ ı seçebilir; insanlar top­
l u m u değ iştirmekte ne kadar özgürlerdir? Ona göre, insanın toplumu
değiştirme yeteneği oldukça sınırl ı d ı r. Gerçek toplumsal devrim na­
dir bir oluşumdur. Ayrıca Archer, Giddens'ın toplumsal d üzen ve
YAPILAŞMA TEORiSi 491

değişme arasındaki ilişkiyi ve bu ilişkinin özel d u rumlarda nasıl işle­


diğini tamamen açıklayamadığ ı n ı düşünür. Bu argüman Layder
vd. nin ( 1 99 1 ) okuldan iş hayatı na geçişi yapılaşma teorisi çerçevesin­
de araştırma girişimleriyle g üçlenm iştir. O ve ortak çalışma grubu
Giddens'ı n teo risini genelde destekiemiş ve ayrıca ya pı ve fai l liğin en
azından "ktsmen özerk ve bağ1mstz alanlar" o ldukları sonucuna u laş­
mışlardır (s. 46 1 ). Derek Layder ( 1 997), fa illik ve yapı kavra mları örtüş­
se bile, her iki unsurun ta m a n la m ıyla değerlendirilebilmesi için o n la­
rın bağ ı ms ız ve özel a na lizlerin i n yapıl ması gerektiğini düşünür.
Thompson ( 1 984) ve Livesay ( 1 989) bu düşünceyi genişletmiş ve
Giddens'ı birey a ktörün gücü ve pota nsiyelini gereğinden fazla vur­
gulamak ve onların karşılaştıkları kısıtlamalar üzerinde yeterince
d u rmamakla eleştirmişlerdir.
Giddens'ın biyografi yazarlarından lan Cra i b ( 1 992a) daha da ileri
gider ve onun çalışması n ı antolaj i k derinden yoksunlukla, aşırı basit­
leştirici olmakla ve modern topl umsal hayatın kom pleksliğini yansı­
tamamakla eleştirir. Craib'e göre, Giddens'ı n tezi nde yapısal işlevsel­
cilik gibi büyük boy bir sosyal teorinin düşüncelerinden tamamıyla
yararlanıl maz. Ya pılaşma teorisi bir yanda yüksek bir genelierne dü­
zeyine sahiptir, öte yandan, ayrıntılı açıklama ve kanıtlardan yoksun
olduğu için çürütül mesi zordur. Ancak bu onun en güçlü ya nlarından
biri olabil ir. Modern sosyal teori çok kompleks ve kapsa m l ı olsa da,
Giddens, sosyolojik tartışmayı gerçek toplumsal hayatı akademisyen­
lerden ziyade s ı radan insanların yaşad ı kları gibi ele a l maya yönelte­
cek güç ve ikna yeteneğine sahip bir düşünür olarak alınır.
Giddens bu eleştirilerden çoğ u n u reddeder. O kendini eleştiren­
lerle nadiren aynı fikirdedi r ve daha yeni yazılarında, yapılaşma teori­
sinin, ka m u politikası ve siyasetten cinsellik ve mahrem iyete kadar
çok daha genel topl u msal soru n ları biçimiendirecek kapsam ve g üce
sahip olduğunu öne sürer. G iddens'ın teorisinin en kuvvetli yanı, bir
ya nda, onun sosyolojik a n a l izinin yoğun kapsa mı ve gücü, öte yan­
dan, dogmatik o l mayı reddetmesi ve açık zih i n l i ve pragmatik olma
kara rlılığıd ır. O toplumu iyileştirmek ve l i beral-demokratik değerleri
gel iştirmek için sosyolojik teoriyi ku llanmaya ça l ı şı r. O masa başı bir
eleştirmen değildir ve Yeni i şçi Partisi hükümetini n pol itikalarına
katkıları i ngil iz Başbakan Tony Blair tarafından açıkça kabul edilmek­
tedir. Anthony Giddens'ın geliştird iği ve Yeni i şçi Partisi'nin benim­
sediği Üçüncü Yol a n layışı yapılaşma teorisinin temel düşü ncelerini
yansıtı r. Tony Blair Yeni i şçi Partisi'ni Eski i şçi Partisi'nin sosyal izmi ve
Bayan Thatcher'in radika l Yeni Sağ Hareket'n i n aşırı l ı kları a rasında
Ü çüncü Bir Yol olarak, iki ya klaşımın siyasal dogmatizmine bir a l ter-
492 SOSYOLOJIDE TEMEL FIKIRLER

natif olara k, bir yanda n sosyal reformlar ve fırsat eşitl iğine ba ğlılığı
yansıta n, a ncak dogmatik değ i l pragmatik o l mayı a m açlayan bir
g i rişim olara k gelişti rmeye çal ışm ıştır. Anthony E l l iot'a göre (200 1 ) ,

Giddens'ın çal ışması "top l u msal yeniden-üretim ve siyasal egemen l i­


ği ana l iz edecek kapsa m l ı bir sosyal teori, eylem ve yap ı n ı n kompleks
örtüşme biçi mleri n i n güçlü bir yorumunu" sağlam ıştır.

AYRlCA BAKINIZ
• YAPISAL-iŞLEVSELCiLiK -toplumsa l yapı ve bireysel eylemi birleş­
tirmeye çalışan pozitivist bir yaklaşım olarak
• ETNOMETODOLOJi ve SEMBOLiK ETKiLEŞiMeiLiK -bireysel eylem
ve toplumsal yapıyı fenomenolojik bir perspektiften birleştirme giri­
şimleri olarak

OKUMA ÖNERiLERi
GI DDENS, A. ( 1 984), Constitution of Society: Outline of the Theory of Structu­
ration, Pol ity Press, Cambridge
GIDDENS, A. ( 1 998), The Third Way: The Renewal of Social Democracy, Polity
Press, Cambridge
GIDDENS, A. (2000), The Th ird Way and its Critics, Polity Press, Cambridge.

iLERi OKUMA ÖN ERiLERi


CRAIB, 1. ( 1 992a), Anthony Giddens, Routledge.
CRAIB, 1. ( 1 992b), Modern Social Theory: from Parsons to Habermas, Harvester,
Brighton.
GIDDENS, A. ( 1 976), New Rules of Sociological Method, Polity Press, Cam­
bridge [Sosyolojik Yöntemin Yeni Kural/art, Çeviren: Ü mit Tatlıcan, Bekir
Balkız, Paradigma Yayınları, i stanbul, Mart 2003].
GIDDENS, A. (1 979), Central Problems in Social Theory, University of California
Press [Sosyal Teorinin Temel Problemleri, Çeviren: Ü mit Tatlıcan, Paradig­
ma Yayın ları, Eyl ül 2005]
LIVESAY, J. ( 1 989), 'Structuration Theory and the Unacknowledged Condi­
tions of Action Theory', Culture and Society 6, 263-292.

Çeviri: Ümit Tatlıcan


Yap1sal Marksizm
Louis Althusser

Batı Marksizmi, 1 960'1arda Sovyet Rus­


ya'da Joseph Sta lin'in uyguladığı ve
Doğu Avrupa, Çin ve Asya'da kom ü n izm
adı altında o rtaya çıka r görünen i n sa n l ık­
ta n uzak acımasız diktatörl üklerin zu­
l ü m lerinin a rdından yoğ u n ve felsefi bir
ikilemle yüz yüze geldi. Bu acı masızlık
savu n u labilir miyd i ? Marksizm savaş­
sonrası toplumda halen bir geleceğe
sah i p m idir? O i nsanları devrime teşvik
edebil i r m i, yoksa savaş-sonrası kapita­
lizm Soğuk Savaş çağ ında üst a hlaki
zem i n kadar ideolojik ve fel sefi m ücade­
leyi de mi kazandı?
Ortodoks Marksizm'in büyüsü a ltın­
daki çoğu Marksist yazar Marx'ın erken dönem, daha h ü m an ist yazı­
larına döndü. 1 960'1arda Paris'te bir Sosyoloji Profesörü olara k çalışan
Louis Alth usser gibi leri, aksine, savaş-sonrası dönemde daha bilimsel
ve yapısa le ı bir Marksist analiz önerdiler.
Althusser için, Marksizm sadece siyasal bir ideoloji değildir. O ka­
pital ist bir toplumda işçi sınıfı devrimini geliştirmek ve gerçekleştir­
mek için siyasal bir strateji sunan devrimci ve bilimsel tarih ve top­
l u m analizid i r. Bu yüzden onun amacı, modern Ma rksizm'i g ü ncelleş­
tirmek ve onu modern Batı top l u m u n u n soru nları ve çatışmaianna
uygulamaktır. Althusser bunu yapa bilmek için Marksizm'in beş temel
kavram temelinde oldukça yap!laşmtş ve sistematik bir yorum u n u
gel iştirir.
494 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

Toplumsal Yapılar ve Topl umsal Pratikler


Althu sser üç temel toplumsal yapı (kendi ifa desiyle, 'toplumsal for­
masyon') belirler: ekonomik, siyasal ve ideolojik. Bu yapılar kendileri­
n e ait belirli özel pratikler ve i lişki l ere sahi plerd ir.

Göreli Özerklik
Geleneksel Marksizm her zaman sanayi topl u m u n u n biçim ve yön
kaza n masında ekonomik fa ktö rlerin önem i n i vurgularken, Althusser
devrimci etkinliğin gelişiminde siyasal ve ideolojik faktörlerin etkisi
ve önemi n i de kabul eder; bu nun nedeni bir ölçüde, Sovyet Rusya'da
değişime yol açan siyasal devrim ve onun yazd ığı dönemde Paris'te
öğrencilerin ilham verdiği siyasal etkinliklerdir. Bu yüzden Althusser,
n i h ayetinde 'son örnekte' ekonomik yapı öne çıksa bile, modern
toplumdaki siyasal ve ideoloj i k 'formasyonlar'ın göreli etkiye -veya
kendi deyimiyle, göre l i özerkliğe- sahip o l d u kları düşüncesini geliş­
tirm iştir.

Üst-Belirlenim
Althusser sadece e konomik, siyasal ve ideolojik ya pıları n göreli
özerkliğe sahip ol makla ve birbirleriyle kompleks il işkiler içinde bu­
l u n makla kalmayıp, ayn ı za manda iç çelişkiler ve çatışmalara sahip
oldukları n ı ka bul eder. Örneği n, toprak sahibi sınıfların çıkarları ve
ihtiyaçları n ı sanayiciler ve fi nans kesim inkilerle veya küçük burjuva­
lar, yöneticiler, m uhasebeciler ve benzeri şekilde kapita l ist efendile­
rine hizmet eden a ncak aynı ölçüde kendine has çıkariara sahip olan
kesimleri n kilerle karşı laştırın. Benzer bir işçi s ınıfları analizi de prole­
tarya arasında yüksek düzeyde bir iç s ı nıfsal çatışma ve bölünmenin
varlığını gösterecektir; örneğin, vasıflı ve vasıfsız işçiler arasındaki
veya sendikalar ve onların dışında kalanlar a rasındaki çatışmalar. Bu
iç çatışmalar, Althusser'e göre, kişi nin (sadece sosyal sın ıflar arasın­
daki değ i l aynı za manda kendi içlerindeki) barışı koru mak ve açık
savaşı önlemek için bir bilirkişi veya polis, yarg ıç ve jüri o larak dav­
ra nmak zorunda ka l ması a n la m ı na gelir.

Devletin ideolojik aygıtları (ISAs)


Geleneksel Marksist kapita l ist devlet anlayışına göre, bu devlet sade­
ce kapitalizmin çıkarlarına h izmet eder, yönetici sınıfın emirlerine
göre davra n ı r, m ü l kiyet ve kazancı güvence altına a l m a k için hukuku,
kitleleri bastı rmak için polis ve orduyu kullanır.
YAPISAL MARKSiZM 495

Althusser, devletin kapitalist sınıftan bir ölçüde bağ ımsız veya gö­
reli özerk bir biçim kaza n ma kla kal mayıp, kim i durumlarda, sınıf ça­
tışması nı ve ta m bir devrim i önleyebil me k için büyük firmalar karşı­
sında işçilerin tarafı n ı tutabi leceğini öne sürerek, daha i ncelikli bir
modern devlet yorumu gel iştirmiştir. Modern kapitalist devlet, daha
etkin biçi mde yönetebi l m ek, gücünü s ü rd ü rmek, kitleler tarafından
yen iden seçilmek ve güce başvurmak zorunda ka lmamak istiyorsa,
a raya 'ideolojik mesafe' koymak zorundadır. O kapita lizmin 'sözcüsü'
olarak anlaşıla maz, aksi takd irde otoritesi ve g üveni lirliğini yitirecek
ve bizzat devri m i n odağı hal ine gelecek ve yıkılacaktır. Bu neden le,
Althusser için, modern devlet güç kullanarak yönetmez -ancak son
analizde g üce başvurm a k zorundadır. O 'ideolojik olarak' yönetir. O,
kapitalizm, kapita l ist değerler ve tüketirnci hayat tarzının normal,
doğal ve nihayetinde a hlaken ka bul edilebil i r olara k görüldüğü ideo­
lojik ve kültürel bir i kl i m yaratarak yönetir; burada sosyalist veya
kom ü n ist alternatifiere karşı mücadele etmek ve gerektiğinde bu
mücadele uğrunda ölmek kutsal d ı r. Althusser'in devlet anlayışı, bu
nedenle, ka m u hizmetleri, mahkemeler, pol is ve ord u yönetim i ola­
rak geleneksel devlet aygıtı a n layışından çok daha gen iştir. Onun
devlet anlayışı ideolojik ve kültürel aygıtı, kilise, medya, eğitim siste­
mi, hukuk ve hatta aileyi, kapita l ist düşünceler ve değerleri iletmeye
ve yaymaya yard ı mcı olan bütün kurumları kapsar.

Öznenin Ölümü
Althusser'in Marksizm yorumu, bu nedenle, oldukça gelişkin, büyük
ölçüde yapısa ldır. Bu yaklaşım neredeyse ta mamen kapitalist toplu­
mun temel ya pılarına, ekonomik, siyasal ve ideolojik formasyonlar
arasındaki i l işkilere ve özelde modern kapitalist devletin sınıf çatış­
masını -sadece sınıflar a rası ndaki değil, sınıflar içindeki çatışmaları
da- çözme ve azaltmadaki rol ü ne odaklanır. Onun analizinde, bu
yüzden, bireyin rolü veya etkisi bir kenara bırakılır ve dikkate a l ı n maz.
Marx'ın erken dönem bazı yazı ların ı n aksine, Althusser hepim izin
tarihsel materya l izmin ürü nleri olduğumuz görüşüne sıkıca bağ l ı d ı r.
Yaşantılarımızı değ iştirebileceği m izi düşünebilir, tarihi değiştirebile­
ceğ i m ize inanabil i riz -aslında bu bir yan ı lsama, kapitalist bir yan ı l ­
samadır. D a h a ziyade, hepimiz sınıfsal konu m u muzun yüklediği rol­
ler ve soru m l u l u kları yerine geti ren, tarihsel yazg ı n ı n iplerinin ucun­
daki kuklalarız. Althusser için, bu neden le, özell ikle Fransa'da radikal
siyasal eylemi teşvik etmek m ü m kün olsa da, nihayetinde bu tü r bir
eylem tarihsel değişme üzerinde sadece 'göreli' bir etkiye sah i p ola­
caktır.
496 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

KAVRAMSAL GELiŞiM
Althusser'in yapısaıcı Marksizm i 1 960'1a rın sonları ve 70'1erde hem
o rtodoks hem de hümanist Marksizm'e te mel bir itiraz olara k ul usla­
rarası yayg ı n kabul ve ilgi gördü. Althu sser'in yaklaşı mı çoğ u Batı l ı
ayd ı n ı ve özellikle Marksistleri ortodoks Ma rksizm'in katı determi­
n izminden 'kurtardı' ve onların alternatif Marksist bir çerçevenin bir
parçası olara k, ekonomik-olmayan ve özellikle siyasal ve kültü rel
gel işmeler üzerine anal izlerine bir meşru iyet kazandırd ı. Ya pısal
Ma rksizm, topl u m u n temel köklerin i n değişim talep ettiği 1 960'1ar ve
70'1erde, Yeşil Sol Hareketten fem i n ist kad ı n hareketlerine kadar bir
protesto hareketleri patlamasına toplu m u n gözünde bir meşruiyet
kazan d ı rd ı ve bu gelişi m i ere ışı k tuttu. O Atla ntiğin iki yakasındaki
aydınlar ve öğrencilere i l h a m kaynağı oldu ve sosyal bilimler içinde
ve dışında öneml i empirik a raştı rmalara yol açtı. Althusser'in çalışma­
sı Marksizm'e içkin temel bir paradoksu, yan i tarihsel değişmen in
n ihai itici gücü n ü n kişisel-olmayan temel ekono m i k güçler mi, yoksa
sosyal sın ıflar o larak bir araya gelmiş sömü rülen ve bastı rılan i nsan la­
rın devrimci eylemi m i olduğu paradoksunu çözme girişimiydi. Alt­
h usser'in sofistike bil imsel Marksizm a nal izi kesi nl ikle ilk görüş lehine
gelişir, fakat geç kapitalist evrede, öğrenciler, devrimciler ve Komü­
n ist Parti'n i n çağdaş siyasal eylemleri anca k siyasal düzeyin 'haki m'
ol masıyla m ü mkün o l m uştur. Onun Marx'ın 'erken' ve 'geç' dönem
yazıları ayrı m ı ve özel l i kle 'ü reti m tarzı', 'devletin ideolojik aygıtları'
ve 'öznenin ölümü' gibi temel kavramları yoğun tartışmalar ve araş­
tırmalara yol açmıştır; ve yapısalcılık Britanya'da Paul H i rst ve Ba rry
Hindess ve Fransa'da P ierre Bourdieau'yü de içeren uluslararası bir
harekete dönüşmüştür.
Althusser'in temel arg ümanına göre, Marx'ın yabancılaşma ve
toplu msal aktör üzerine erken dönem yazıları onun d ü ş üncelerinin
gelişiminde özel ve gelişmemiş bir evreyi temsil eder ve Marx ancak
1 845'ten sonra epistemolojik kopuşu gerçekleştirmiş, tarih ve kapita­
lizmin analizi için kendi doğru çerçevesini, yen i ve bili msel bir sorun­
sal gel iştirm iştir. Althusser, insa n ı n tek başına tarihi değiştirebileceği
düşüncesine karşı çıkması anlamı nda hümanizme karşıydı; daha
ziyade insanlar tarih içinde değişirler ve değişmenin temel güçleri
ekonomi ve üstyapı içindedir. B u n u n la beraber Althusser, 'ekonomik
determinizm\ toplu m u n ekonomik temelinin d iğer şeyi bel irlediği
düşüncesini reddeder ve onun yerine daha kompleks ve çok­
değişkenli bir anlayışı, ideolojik, siyasal ve teorik/bili msel a l a nları n da
V APlSAL MARKSiZM 497

rol aynadıkları düşü ncesini geçirir. Onlar ka rşı lıklı il işki içindedirler ve
kendi iç çelişkileri ve dina miklerine sahiplerdir. Ona göre, Marx'ın
kendi üstyapı teorisini geliştirecek zamanı yoktu. Modern Mark­
sizm'in rolü bu olacaktır. Ancak Althusser, siyaset ve ideoloj i n i n eko­
nom ik temel ile eşit a ğ ı rl ığa sahip olduğunu öne s ü rmez -sadece
onlar 'göreli özerkliğe' ve göreli ağırlığa sahipl e rd ir. N i hayetinde, tüm
toplumsal ya pı ekonomik a ltyapıya bağl ıdır ve onunla karşılıklı ilişki
içindedir ve bu 'nedense! ağırlık' nihayeti nde ekonom ik değişi mde­
d ir.
Bununla beraber, Althusser'in çal ışması yoğun, çoğu kez keskin,
hatta kişisel eleştiriler a l m ıştı r. Bunun nedeni sadece onun yazı larının
oldukça kom pleks ve okun ması çok zor bir yapıda ol ması değil, ayrı­
ca başkalarına karşı kendini beğenmiş tavrı ve hoşgörüsüzlüğüdür. O
sadece Marksizm'i yoru mladığını belirtmekle kal maz, aynı za manda
onun adına konuştuğu n u iddia eder ve a na-akım sosyolojiye ve ken­
disini eleştirmeye ve itiraza yeltenenlere karşı o l d u kça kı rıcı d ı r.
Ona yöneltilen eleştirilerin bir kısmı felsefi', bir kısmı da ideolojik­
tir. Felsefi bir d üzeyde, o n u n göreli özerklik kavra m ı ve s ı n ıf çatışması
a nlayışı modern kapital izmin rea liteleri hakkında daha sofistike bir
analiz ortaya koysa da, o n u n analizlerinden hareketle b u il işkilerin
gerçekte nasıl işlediklerini, ekonom i k, siyasal ve ideolojik yapı n ı n
n a s ı l karşılıklı i l işkiler içinde olduğunu, s ı n ı f çatışması nın gerçekte
nasıl ortaya çıktığ ı n ı, bireyi n ona nasıl uyum sağladığını açıklamak
oldukça zordur.
B u eleştiri ideolojik bir eleşti riye, 'özne'n in terk ed ilip insan eyle­
m i n i n dikkate a l ı n madığı eleşti risine yol açmış, bu yüzden Althusser
topl umsal değişmenin d i namiğinin kaynağ ı n ı açıklamak için müca­
dele vermiştir. Eğer değişmenin temel gücü onu sağla maya ve sür­
d ü rmeye çalışan tekil bireyler değilse, o halde nedir? i nsanlar itici güç
değillerse, kapital ist sistem kendi sistemsel dinamiğini nasıl geliştire­
bilir? Ve bu Althusser'in modelinin temel eleştirisi haline gelmiştir: o
oldukça yapısal ve mekaniktir. Onun iç içe geçen sistemler düşü nce­
sinde sistem insandışı ve mekanik bir şey olara k görü n ü r. O insan
faktöründen ve Ma rksizm'in 'hüman ist' yorumlarının cazi besinden
yoksund u r.
Nitekim, o n u n bili msel bir tarih ve bilgi teorisi olara k yapısalcılık
iddiası kendin i-yıkımla sonuçlanı r. "Her teori kendisinin yargıcıdır"
tezinden hareket eden Althusser, "bütün teori ler ve düşüncelerin
nihai' testi gerçek dü nyadır" fikrine karşı ç ı kar; her teori kendine ait
bir d üşünce çerçevesine (onun deyimiyle, bir soru nsala) sahiptir ve
bu yüzden sadece ken d i koşu l ları içinde değerlendirilebilir. Teorilerin
498 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKIRLER

sözde gerçek dü nyadaki olgular temelinde değerlendirilemeyecekle­


rini -örneğ in, gerçekte bir ü retim tarzı veya bir sosyal sınıfı göreme­
sek de, bu kavra mları d ü nyayı anlamak için işe yarar bir biçimde
kullanab ileceğimizi- öne s ü rmek anlamlı olsa da, teoriler a rasında
değerlendirm e ya pmanın veya onları ken d i koşulları d ı ş ı nda eleştir­
menin h içbir yol u olmadığ ı n ı söylemek anlamsızdır. Bu tespit doğ­
ruysa, Althusser yapısalcılığın kaba Marksizm veya h ü manizmden
üstün olduğunu nasıl iddia edebilir? Ya pısakılar bilimsel ve bili msel­
o l mayan teorileri nasıl ayıra bilirler? Kesinlikle onun yazıları da diğer
bütün yazılar g i bi ideolojik değil midir? Althusser, bu problemi, yapı­
sakılığın ideolojiler-üstü, bir tür üst-bil i m olduğunu söyleyerek çöz­
meye çalışır. Bu -eleştirilerden muaf- entellektüel üstü n l ü k iddiaları
başka akademisye n ler ta rafı ndan büyük ölçüde çürütü l m üştür.
Althu sser'in teorisi aslında hümanist cazibeden yoksun ol ması
nedeniyle yıkı l m ıştır. O Doğu Avrupa ve Sovyet Rusya'da sosyalizm
adına işlenen zulümler konusunda Batı'da sol rad ika l ler arasında bile
h issed ilen ahlaki tepkilerden yoksundur. Hatta o insana-karşı bir ruha
sahipmiş ve en kötüsünden Büyük Siradere -insan ruhunun hiçbir rol
oynamadığı bir devletçi sosyalizme- tarafta rmış gibi görün mektedir.
Althu sser ça lışmasını bu eleştiriler ışığ ında gözden geçirir ve as­
l ı nda insa na-karşı ruhtan uzak bir tutum içinde Marksizm'i hümanist­
lerden ku rtarmaya ve onu pratik ve bil imsel bir tarihsel değişme ve
insan özgürleşmesi teorisi olara k yeniden kurmaya çalışır. Ancak bu
revizyonları yaparken ilk tezi özg ü nlüğünden, coşku ve tutkusundan
çok şey yitirir.
N ihayetinde Althusser'in çalışması Batılı düşünürleri Marksizm'i
gözden geçirmeye ve g ü ncelleştirmeye, savaş-sonrası toplum ve
post-modern toplumla Marksizm'in i l işkisini kurmaya yöneltme giri­
şimlerinin bir başka örneğidir. Althusser'in tezi bu tür girişimlerin en
etkil i ve güçlü olanlarından biridir ve 20 yıl sonra günümüzde bile
halen tüm sosyal bilim lerdeki a raştırmaları biçimlendirmektedir. O
günü müzdeki post-modern teorinin post-yapısaıcı tema larının ço­
ğunun ha bercisi olmuş ve hatta 1 980'ler ve 90'larda Doğ u Avrupa ve
Sovyet Rusya'da komü nizmin yıkılışı bile Althusser'in yazılarının gücü
ve potansiyelini zayıflatmamıştır.
Althusser ka rısı Helen'i öldürdüğünü itirafından ve man ik depresif
teşh isle bir akıl hastanesine yatırıldıkta n kısa bir s ü re sonra 1 990'da
ölmüştür. Bununla beraber, onun yazı ları 1 960'1arın sonlarında Fran­
sa'da rad i kal öğrencilere i l ha m kaynağı o l muştur ve hatta günü müz­
de sosyoloji, antropoloji ve felsefe gibi fa rklı alanlardaki post-modern
tartışmanın bir parçasını o l u şturmaktad ır. O öfke kadar hayra n l ık da
YAPISAL MARKSIZM 499

çekmiştir.
O kendi za m a n ı n ı n kesin likle en etkili Marksist düşünürü ve belirli
bir gelenek içinde çalışan e n etkili sosyal teorisyenlerden biriyd i.

AYRlCA BAKI NIZ


• TARiHSEL MATERYALilM -Marx ve E ngels'in gerçek düşü nceleriyle
ilgili olarak
• GÖRELi ÖZERKLiK Althusser'in çalışma arkadaş ları ndan N icos Pou­
la ntzas'ın yapısal Marksizmine bir örnek olarak
• ELEŞTiREL TEORi VE H EGEMONYA -modern M arksizm'e çok farklı
hümanist yaklaşımlar olarak
• MEŞRULAŞTlRMA KRiZi -Jürgen Habermas'ın Marksizm'in günü­
müzdeki gelişimine katkısı olara k

OKUMA ÖNERiSi
Callinicos, A. Althusser's Marxism, Pluto Press, 1 976

i LERi OKUMA ÖNERiLERi


ALTH USSER, L. (1 965), For Marx, Penguin Books, 1 965 [Marx için, Çeviren: Işık
Ergüden, i thaki Yayınları, i stanbul, Ekim 2002]
ALTHUSSER, L. ( 1 965), Reading Capital, New Left Books [Kapita/'i Okumak,
Türkçeleştiren: Celal A. Kanat, Belge Yayınları, Tarihsiz]
ALTH USSER, L. (1 969), Lenin and Philosophy, New Left Books [Lenin ve Felsefe,
Çeviren: Bülent Aksoy, Erol Tulpar, Murat Belge, 2. Baskı, i letişim Yayı nla­
rı, i stanbul, 1 989]
ALTH USSER, L. (1 976), Essays in SelfCriticism, New Left Books [Özeleştiri Öge­
leri, Türkçesi: Levent Targu, Belge Yayınları, i stanbul, Mart 1 99 1 ]

SINAV SORULARI
1 . "Marx'ın sınıf kavramı ondokuzuncu yüzyıl sanayi kapita l izmini a n la­
makta yeterli olabilse de, çağdaş sanayi toplu m u n u a n lamak için uy­
gun değildir." Tartışın ız. (WJEC Haziran 1 986)
2. Sosyologlar gelişmiş sanayi toplumlarında devletin rol ünü nasıl tanım­
larlar? (AEB Haziran 1 985)

Çeviri: Ümit Tatlıcan


KAYNAKÇA

AARONOVITCH, S. (1 96 1 ) The Ruling Class, Lawrence & Wishart, London.


A BBOT, P. AND WALLACE, C. ( 1 997) An Introduction to Sociology: Feminist
Perspectives, Routledge.
ABRAMS, P. (1 968) The Origins of British Sociology, 1834- 7 9 7 4, U niversity of
C hicago Press, Chicago.
ADORNO, T.W. ET AL. (1 950) The Authoritarian Personality, Harper, N. York.
ALBROW, M.C. ( 1 970) Bureaucracy, Macmillan, London.
ALEXANDER, J.C. (ED.) ( 1 985) Neo Functionalism, Sage.
A LTHUSSER, L. ( 1 965a) For Marx, Penguin, Harmondsworth.
ALTHUSSER, L. ( 1 965b) Reading Capital, New Left Books, London.
ALTHUSSER. L. ( 1 969) Lenin and Philosophy, New Left Books, London.
A LTHUSSER, L. ( 1 976) Essays in Self-Criticism, New Left Books, London.
A LTHUSSER, L. (1 990) Phi losophy and the Spontaneous, Verso.
A LTHUSSER, L. ( 1 993) The Future Lasts a Long Time, Chatto & Windus.
AMIN, A. (ED.) (1 994) Post-Fordism: A Reader, Blackwell, Oxford.
AMIN, S. (1 976) Unequal Development, Harvester, London.
ANDERSEN, H. AND KASPERSEN, L.B. (EDS.) (2000) Classical and Modern Social
Theory, Blackwell, Oxford.
ANDERSON, R.J. AND SHARROCK, W.W. Teaching Popers in Sociology, Dept of
Sociology, U niversity of Manchester/Longman.
ARCHER, M. (1 982) 'Morphogenesis vs Structuration', British Journal ofSoci­
ology, 33, 455-83
ARON, R. (1 967) Eighteen Lectures on lndustria/ Society, Weidenfeld & Ni co i­
son, London.
ARONSON, R. (1 995) After Marxism, Guildford Press.
ATKINSON, J. (1 985) The Changing Corporation, in Clutterbuck, D. (ed.), New
Patterns of Work, Gower.
ATKINSON, J.M. AND H ERITAGE, J. (EDS.) ( 1 984) Structures of Social Action,
Cambridge University Press, Cambridge.
ATKINSON, M. (1 97 1 ) 'Societal Reactions to Suicide: The Role of Coroners',
Cohen, S. (ed.), lmages ofDeviance, Penguin, Harmondsworth.
ATKINSON, P. (1 988) 'Ethnomethodology: A Critica! Review', Annual Review
of Sociology, 1 4, 441 -65.
BACHRACH, P. AND BARAZ, M.S. (1 962) The Two Faces of Power', in STAN­
WORTH, M. AND GIDDENS, A. (eds.), Elites and Power in British Society,
KAYNAKÇA 501

Cambridge University Press, Cambridge


BAERT, P. (2001 ) 'Jurgen Habermas,' Ch. ,7, Elliott and Turner (eds.) (2001 ).
BALDWIN, J. ( 1 986) G.H. Mead: A Uni fying Theory of Sociology, Sage.
BARNES, B. (1 982) T.S. Kuhn and the Social Sciences, Macmillan, London.
BAR NET, F.J. AND MU LLER, R.E. (1 975) Global Reach, Jonathan Cape, London.
BARRATI, M. (1 980) Women's Oppression Taday, New Left Books, London.
BARRET, M. AND PHILLIPS, A (EDS.) (1 992) Destabi/izing Theory: Contemporary
Feminist De bates, Polity Press, Cambridge.
BAUDR1 LLARD, J. ( 1 975) The MirrorofProduction [ 1 973), Telos Press.
BAUDR1 LLARD, J. ( 1 983) Simulations, Semiotext (e).
BAU DR1 LLARD, J. (1 986) America, Verso.
BAUDR1 LLARD, J. (1 990) Seduction, Macmillan.
BAUDR1 LLARD, J. (1 993) Symbolic Exchange and Death, Sage.
BAUDR1 LLARD, J. ( 1 994a) The 11/usion of the End, Polity Press, Cambridge.
BAUDR1 LLARD, J. ( 1 997) Fragments: Cool Memories lll, Verso.
BAU DRILLARD, J. (1 994b) Simulacra and Simulation, University of Michigan
Press.
BAUDRI LLARD, J. (1 995) The Gulf War Did Not Take Place, Power Publications.
BECK, U. ( 1 985) Ecological Politics in the Age of Risk, Polity Press, Cambridge.
BECK, U. ( 1 992) Risk Society: Towards a New Modernity, Sage, London.
BECK, U. ( 1 997) The Reinvention of Politics: Rethinking Modernity in the
Global Social Order, Polity Press, Cambridge.
BECK, U. ( 1 999) World Risk Society, Polity Press, Cambridge.
BECKER, H. (1 974) 'Labelling Theory Reconsidered', ROCK, P. AND MCLN­
TOSH, M. (eds.), Devian ce and Social Control, Tavistock, London.
BECKER, H.S. (1 963) Outsiders, Free Press, New York.
BEECHEY, V. (1 986) 'Women and Em ployment in Contemporary Britain',
BEECHEY, V. AND WHITELEY, E. (eds.), Women in Britain Taday, Open Uni­
versity P ress, Milton Keynes.
BEECHEY, V. AND DONALD, J. (EDS.) ( 1 985) Subjectivity and Social Relations,
Open University Press, Milton Keynes.
BELL, D. ( 1 960) The End of ldeology, Free Press, New York.
BELL, D. ( 1 974) The Coming of Post lndustrial Society, Heinemann, London.
BELL, D. ( 1 979) The Cultural Contradictions of Capitalism, Heinemann, Lon-
don.
BELL, D. (1 981 ) The Crisis in Economic Theory, Basic Books, New York.
BELL, D. (1 987) Future Society, New Society 1 8 December.
BELL, D. (1 995) Communitarianism and its Critics, Ciarendon Press, Oxford.
B ELL, D. (ED.) (1 969) Towards the Year 2000, Houghton Mifflin, Boston.
BENNETI, A. ( 1 999) 'Sub-cultures or Neo Tribes? Rethinking the Relationship
between Youth, Style and Musical Taste', Sociology, 33(3).
B ENNETI, J. AND GEORGE, S. ( 1 987) The Hunger Machine, Polity Press, Cam­
bridge.
BENSON, D. AND HUGHES, J. ( 1 983) The Perspective of Ethnomethodology,
Longman, London.
502 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

BENTO N, T (2000) 'Louis Althusser', Ch. 1 4, Part ll, ANDERS EN AND KASPER-
SEN (eds.) (2000).
BENTO N, T. (1 984) The Rise and Fa ll of Structural Marxism, Ma cm illa n.
BENTON, T. (1 998) Louis Althusser, Ch. 1 4 in Stones (ed.) (1 998).
BERGER, P. AND LUCKMAN, T. (1 967) The Social Construction of Reality, Pen­
g ui n, Harmon dsworth.
BERGER, P. AND LUCKMANN, T. (1 969) 'The Sociology of Religion and Sociol­
ogy of Knowledge', ROBERTSON, R. (ed.), The Sociology ofReligion, Pen­
g uin, Harmondsworth.
BERNSTEIN, B. B. (1 96 1 ) 'Social Class and Linguistic Development - A Theory
of Social Learn ing', HALSEY, A.H, FLOUD, J. AND ANDERSON, C.A. (eds.),
Education, Economy and Society, Free Press, New York.
BERNSTEIN, B. B. (1 970) 'A Sociolinguistic Approach to Social Learning",
WORSLEY, P. (ed.), Modern Sociology lntroductory Readings, Pengu in,
Harmondsworth.
BERNSTEIN, B. B. (1 97 1 ) 'Education Cannot Compensate for Society', DOGIN,
B.R., DALE, I.R., ESLAND, G.M. AND SWIFT, D.F. (eds.), School and Society,
Routledge & Kegan Paul, London.
BERNSTEIN, B.B. ( 1 97 1 -90) Class, Codes and Control, Vol s 1 -4, Routledge &
Kegan Paul, London.
BERNSTEIN, J. (1 994) The Frankfurt School Critica i Assessments, Routledge.
BETTERTON, R. ( 1 987) Looking On, Pandora, London. BIRKE, L. (1 986) Women,
Feminism and Biology, Wheatsheaf, Brighton.
BIRKE, L. (1 986) Women, Feminism and Biology, Wheatsheaf, Brighton.
BLAU, P.M. (1 963) The Dynamics of Bureaucracy, University of Chicago Press,
Ch icago.
BLAUNER, R. (1 964) Alienation and Freedom, University of Chicago Press,
Ch icago.
BOCOCK, R. (1 986) Hegemony, Tavistock, London.
BODEN, D. (1 990) 'People are Talking: Conversational Analysis and Symbolic
lnteraction', BECKER, H. AND MCCA LL, M. (eds.), Symbolic lnteractionism
and Cu/tura/ Studies, Chicago U niversity Press, Chicago.
BO DEN, D. AND ZIMMERMAN, D. (EDS.) ( 1 99 1 ) Talk and Social Structure:
Studies in Ethnomethodology and Conversation Analysis, Polity Press,
Cambridge.
BOTTOMORE, T. AND BRYM, R. (EDS.) (1 989) The Capitalist Class, Wheatsheaf.
BOTTOMORE, T.B. (1 965) Classes in Modern Society, Penguin, Harmonds-
worth.
BOTTOMORE, T.B. (1 966) Elites and Society, Penguin, Harmondsworth.
BOTTOMORE, T.B. (1 984) The Frankfurt School, Tavistock, London.
BOTTOMORE, T.B. AND RUBEL, M. (eds.) (1 96 1 ) Karl Marx: Selected Writings,
Penguin, Harmondsworth.
BOUCHIER, D. (1 983) The Feminist Chal/enge, Macmi llan.
BOWLES, S. AND GINTIS, H. (1 976) Schooling in Capitalist America, Routledge
&C Kegan Paul, London.
KAYNAKÇA 503

BOX, S. (1 97 1 ) Devianee, Reality and Society, Rinehart Be Winston, London.


BRADLEY, D. AND WILKIE, R. ( 1 974) The Concept ofOrganisations, Blackie &
Sons Ltd, Glasgow.
B RAN DT, W. ET AL. (1 980) North-South: A Programme For Survival, Pan,
London.
BRAVERMAN, H. ( 1 974) Labor and Monopoly Capital, Monthly Review Press,
New York.
BRIERLEY, P. ( 1 99 1 ) 'Christian ' England, MARCEurope, London.
BRIERLY, P. AND LONGLEY, D. (EDS.) ( 1 99 1 ) UK Christian Handbook 7 992/1 993
edition, Marc.
BRONNER, S. E. (1 996) Of Critica/ Theory and its Theorists, Blackwell, Oxford.
BROWN, C. H. (1 979) Understanding Society, John Murray, London.
BRUCE, S. ( 1 99S) Religian in Modern Britain, Oxford University Press, Oxford.
BRYANT, C. (1 986) 'What is Positivism', Social Studies Review, January.
BU RGESS, E. ( 1 92S) The Growth of the City', R.E. PAR K AND E. BU RGESS, The
City, University of Chicago Press, Chicago.
BU RNS, E. ( 1 966) Introduction To Marxism, Lawrence & Wishart, London.
BURNS, T. ( 1 986) Erving Goffman, Tavistock, London.
BURNS, T. AND STALKER, G.M. ( 1 966) The Management oflnnovation,
Tavistock, London.
BUTLER, D. AND KAVANAGH, D. ( 1 997) The British General Election of 7 997,
Macmil lan, Basingstoke.
CALLINICOS, A. (1 976) Althusser's Marxism, Pluto Press, London.
CALLINICOS, A. (1 983) The Revolutionary Ideas of Karl Marx, Pl uto Press, Lo n-·
don.
CALLIN lCOS, A. ( 1 989) 'lntroduction: Analytical Marxism', CALLIN lC OS, A.
(ed.), Marxist Theory, Oxford University Press, Oxford.
CALLINICOS, A. ( 1 999) Social Theory: A Historica/lntroduction, Polity Press,
Cambridge.
CAREW HUNT, R.N. (1 9SO) The Theory and Practice of Communism, Penguin,
Harmondsworth.
CARRIGAN, T, CONNELL, B. AND LEE, J. (1 98S) 'Towards a New Sociology of
Masculinity', Theory and Society, 1 4, SS 1 -604.
CARVER, T. ( 1 98 1 ) Engels, Oxford University Press, Oxford.
CASANOVA, J. ( 1 994) Public Religions in the Modern World, University of Chi-
cago Press, Chicago.
CASTELLS, M. (1 977) The Urban Question, Edward Arnold, London.
CASTELLS, M. {1 978) City, Class and Power, Macmillan, London.
CASTELLS, M. ( 1 983) The City and the Grassroots, Edward Arnold, London
CASTELLS, M. (1 996) The Information Age: Economy, Society and Culture.
Vol. 1: The Rise of Network Society, Blackwell, Oxford; 2nd ed n, 2000.
CASTELLS, M. ( 1 997) The Information Age: Economy, Society and Culture.
Vol. ll: The Power of ldentity, Blackwell, Oxford.
CASTELLS, M. (1 998) The Information Age: Economy, Society and Culture.
Vol. lll: End of Millennium, Blackwell, Oxford.
504 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

CASTELLS, M. (2002) Information Society and Welfare State, O pe n Un iversity


Press, Milton Keynes.
CHAKVER. J. ( 1 982) Feminism, J.M. Dent, London.
CHALMERS, A.F. ( 1 982) What is This Thing Cal/ed Science?, Open University
Press, Milton Keynes.
CHARVER, J. (1 982) Feminism, J.M. De nt, London.
CHRYSSIDES, G. { 1 994) Britain's Changing Faiths: Adaptation in a New Envi­
ronment, in Parson s, G. (ed.), The Growth ofReligious Diversity in Britain
from 1 945, Routledge, London.
CICOUREL, A. (1 964) Method and Meosurement in Socio/ogy, Free Press, New
York.
CICOUREL, A. (1 976) The Social Organisation of Juvenile Justice, Heinernan n,
London.
CIXOUS, C. ( 1 98 1 ) 'The Laugh of the Med usa', MARKS, E. AND DE COUR·
TIVRON, 1. (eds.). New French Feminisms, Schocken Books, New York.
CLARKE, E. AND LAWSON, X. ( 1 985) Gender: An lntroduction, University Tutari­
al Press Slough.
CLAYMAN, S.E. (1 993) 'Booing: The Anatamy of a Disaffi liative Response',
American Sociologica/ Review, S8, 1 1 0-50.
COCKBURN, C. ( 1 977) The Loca/ Sta te, Pluto, London.
COHEN, S. (ED.) ( 1 971 ) lmages of Deviance, Penguin, Harmondsworth.
COMMUNITY DEVELOPMENT PROJECT (1 977) Bui/ding the Ghetto, COP Inter-
project Editorial Team.
COMTE, A. (1 838) The Positive Philosophy of Auguste Comte, Beli, london
[1 896].
COMTE, A. ( 1 877) Cours de Phi/osophie Positive [1 830-42], Saliere & Son s,
Paris.
COMTE, A. ( 1 975-77) Systeme dePolitique Positive [1 848-54], Longmans,
Green & Co, london.
CONNELL, R. ( 1 99S) Masculinities, Polity Press, Cambridge.
COOK, G. ( 1 993) George Herbert Mead: The Making of a Social Pragmatist,
U niversity of l llinois Press.
COSER. l. (1 956) The Functions of Social Conf/ict, Free Press, New York.
CRAIB, 1. ( 1 992a) Anthony GIDDENS, Routledge.
CRAIB, 1. ( 1 992b) Modern Social Theory from Parsons to Habermas, Harvester
Wheatsheaf, Brighton.
CROMPTON, R. AND JONES, G. (1 984) White Co/lar Proletariat, Macmillan,
london.
CROSSMAN, R. ( 1 977) The Diaries of a Cabinet Minister, Hamish Harnilton and
Jonathan Cape, London.
CROTHERS, C. (1 987) Robert K. Merton, Tavistock, London
CROZIER. M. ( 1 964) The Bureaucratic Phenomenon, Tavistock, London.
CU FF, E.C., SHARROCK, W.W. AND FRANCIS, D.W. (1 998) Perspectives in Sociof­
ogy, 4rh ed n, Routledge.
DAHL, R.A. ( 1 961 ) Who Governs?, Ya le University Press, New Haven.
KAYNAKÇA 505

DAHRENDORF, R. (1 959) Class and Class Conftict in an lndustrial Society,


Routledge & Kegan Paul, London.
DAHRENDORF, R. ( 1 967) Society and Democracy in Germany, Weidenfeld &
Nicolson, London.
DAHRENDORF, R. ( 1 975) The New Liberty, Routledge & Kegan Paul, London.
DAHRENDORF, R. ( 1 979) Life Chances, Routledge & Kegan Paul, London.
DAVI ES, J. ( 1 972) The Evange/istic Bureaucrat, Tavistock, London.
DAVIS, K. AND MOORE, W.E. ( 1 967) 'So me Principles of Stratification', BENDIX,
R. AND LIPS ET, S.M. (eds.), Class Status and Power, Routledge & Kegan
Paul, London.
DEARLOVE, J. AND SAU NDERS, P. ( 1 984) Introduction to British Politics, Polity
Press, Cambridge.
DELAMONT, S. (1 980) Sociology of Women, Heinernan n, London.
DENZIN, N. ( 1 992) Symbolic lnteractionism and Cultural Studies: The Politics
of l nterpretation, Blackwell, Oxford.
DEX, S. AND MCCULLOCK, A. (1 997) Flexible Employment: The Futu re of
Britain's Jobs, Macmillan.
DITION, J. (ed.) ( 1 980) The View From Goffman, Macm illan, London.
DJILAS, M. (1 957) The New Class, Thames & Hudson, London.
DOUGLAS, J.D. ( 1 967) The Social Meanings ofSuicide, Pri nceton University
Press, Princeton.
DOUGLAS, J.W.B. ( 1 964) The Home and the School, MacGibbon & Kee, Lon­
don.
DOYAL, L. with PENNELL, 1. ( 1 979) The Politica/ Economy of Health, Pluto,
London.
DUNLEAVY, P. ( 1 980) Urban Politica/ Analysis, Macmillan, London.
DURKHEIM, E. ( 1 95 1 ) Suicide: A Study in Sociology [1 897], Free Press, Glencoe.
DURKHEIM, E. ( 1 954) The Elementary Forms of Religious Life [ 1 9 1 2], Alien &
U nwin, London.
DURKHEIM, E. ( 1 958) The Ru/es ofSociologica/ Method [1 895], Free Press,
Glencoe.
DURKH EIM, E. ( 1 960) The Division of Labour in Society [1 893], Free Press, Glen-
coe
DYE, T.R. (1 979) Who's Running America?, Prentice Hall, Englewood Cliffs.
ELDRIDGE, J. (1 983) C. Wright Mil/s, Tavistock, London.
ELLIOT, G. ( 1 987) Alth usser: The Detour of Theory, Verso.
ELLIOTI, A. {200 1 ) 'Anthony GIDDENS', Ch. 26, ELLIOTI AND TURN ER (ed s.)
(2001 ).
ELLIOTI, A. AND TURN ER, B .S. (EDS.) (2001) Profi/es in Contemporary Social
Theory, Sage, London.
ENGELS, E ( 1 959) Anti Duhring, Foreign Languages Publishing House, Mos­
cow [1 877/78].
ENGELS, R ( 1 845) The Condition of the Working Class in England, Blackwell,
Oxford.
ENGELS, R. ( 1 884) The Origins of the Family, Private-Property and the State,
506 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

International Publishers, New York [1 884].


ETZIONI, A. (1 964) Modern Organisations, Prentice-Hall, Englewood Cl iffs.
FALK, W. AND ZHAO, S. ( 1 990) 'Paradigms, Theories and Method s in Contem­
porary Rural Sociology: A Partial Replication', Rural Sociology, 54, 587-
600.
FALUDI, S. ( 1 992) Backlash: The U ndeciared War aga inst Women, Chatto &
Windus.
FEYERABEND, P. ( 1 975) Against Method, New Leh Books, London.
FILDES, S. (1 985) 'Women and Society', HARALAMBOS, M. (ed.) Developments
in Sociology, Vol. 1, pp. ı 09-39, Causeway Press, Ormskir k.
F I LDES, S. (1 988) Ge nder, in Haralambos, M. (ed.). Developments in Sociology,
Vol. 4 pp. 1 1 1 -36, Causeway Press, Ormskirk.
FI LLINGHAM, L.A. (1 993) Foucault for Beginners, Writers & Readers.
FINE, G.A. (1 992) 'Agency, Structure and Comparative Contexts: Towards a
Synthetic lnteractionism', Symbolic lnteraction, 1 5, 87-1 07.
FINE� G.A. (1 993) 'The Sad Demi se, Mysterious Disappearance and Glorious
Triumph - of Symbolic lnteractionism', Annual Review ofSociology, 1 9, 6 1 -
87.
F IRESTONE, S. (1 972) The Dialectic of Sex, Paladi n, London.
FOSTER-CARTER, A. ( 1 985) The Sociology of Development, Causeway Press,
Ormskirk.
FOUCAULT, M. ( 1 965) Madness and Civilization: A History of lnsanity in the
Age of Reason [1 961 ], Pantheon Books, New York.
FOUCAULT, M. ( 1 97 1 ) The Ord er ofThings: An Archaeology of the Human
Sciences [1 966], Pantheon Books, New York.
FOUCAU LT, M. ( 1 972) The Archaeology of Knowledge [ 1 969], Pantheon Books,
New York.
FOUCAU LT, M. ( 1 973) The Birth of the Clinic: An Archaeology of Medical
Perception [1 963], Pantheon Books, New York.
FOUCAULT, M. (1 977a) Discipline and Punish: The Birth of the Prison [1 975],
Pantheon Books, New York.
FOUCAU LT, M. ( 1 977b) Language, Counter-Memory, Practice: Selected Es­
says and lnterviews by Michel Foucault. (Ed. D.F. Bouchard), Cornell Uni­
versity Press.
FOUCAU LT, M. ( 1 978) The History ofSexuality. Vol. 1: An Introduction [1 976],
Pantheon Books, New York.
FOUCAULT, M. (1 980) Power/Knowledge: Selected lnterviews and Other
Writings 1 972-1 977 (Gordon, C. ed.), Pantheon Books, New York.
FOUCAU LT, M. (1 989) Foucault Live (lnterviews 1 066-1 084) (Lotringer, S. ed.)
Semoiotext(e), New York.
FRANK, A. ( 1 980) Crisis in the World Economy, Heinemann, London.
FRANK, A.G. ( 1 969a) Latin America: Underdevelopment or Revolution? Monthly
Review Press, New York.
FRANK, A.G. ( 1 969b) Capitalism and Underdevelopment in Latin America,
Monthly Review Press, New York.
KAVNAKÇA 507

FRANK, A.G. ( 1 97 1 ) Socio/ogy of Development and Underdevelopment, Month-


ly Review Press, New York.
FRANK, A.G. ( 1 98 1 ) Crisis in the Third World, Heinemann, London.
FRIEDEN, B. (1 963) Feminine Mystique, W.W. Norton. V.
FRIEDRICHS, R. (1 970) A Sociology of Sociology, Free Press, New York.
FRISBY, D. ( 1 984) Georg Simme/, Tavistock, London.
FRISBY, D. ( 1 994) Georg Sim me/: Critica/ Assessments, Routledge. GANS, H.
(1 962) The Urban Villagers, Free Press, lllinois.
GANS, H. (1 968) Urbanism and Suburbanism as-Ways of Life, in Pahl, R.E.
[ed.), Reading s in Urban Sociology, Pergamon Press, Oxford.
GARFINKEL, H. (1 967) Studies in Ethnomethodology, Prentice Hall, Eng lewood
Cliffs.
GARRETI, S. (1 987) Gender; Tavistock, London.
GAVRON, H . ( 1 966) The Captive Wife, Routledge & Kegan Paul, London.
GEORGE, S. (1 972) How the Other HalfDies, Penguin, Harmondsworth.
GERSHUNY, J. ( 1 978) After lndustrial Society, Macmillan, London.
GIBBONS, D.C. AND JONES, J.K. (1 975) The Study of Deviance, Prentice Hall,
Eng lewood Cliffs, NJ.
GIDDENS, A. (1 976) New Rules of Sociologica/ Method, Polity Press, Cam­
bridge.
GIDDENS, A. ( 1 978) Durkheim, Fontana, Glasgow.
GIDDENS, A. ( 1 98 1 ) Contemporary Critique of Histarical Materialism, Macmil­
lan, London.
GIDDENS, A. (1 984) The Constitution of Society: Outline of the Theory ofStruc­
turation, Polity Press, Cambridge. GIDDENS, A. (1 989) Socio/ogy, Polity
Press, Cambridge.
GIDDENS, A. ( 1 990) The Consequences of Modernity, Polity Press, Cambridge
and Stanford U niversity Press, Pal o Alto. GIDDENS, A. ( 1 992) The Trans­
formatian of lntimacy, Sexua/ity, Love and Eroticism in Modern Society, Poli­
ty Press, Cambridge.
GIDDENS, A. (1 997) Sociology, Polity Press, Cambridge.
G IDDENS, A. (1 998) The Third Way: The Renewal of Social Democracy, Pol ity
Press, Cambridge.
GIDDENS, A. (2000) The Third Way and its Critics, Polity Press, Cambridge.
GIDDENS, A. ET AL. (EDS.) ( 1 994) The Polity Reader in Gender Studies, Polity
Press, Cambridge.
GILMORE, D.D. ( 1 990) Manhood in the Ma king: Cultural Concepts of Mascu­
linity, Yale U niversity Press, New Haven.
GLOCK, C.Y. AND STARK, R. (1 965) Religion and Society in Tension, Ra nd
McNal ly, Chicago.
GOFFMAN, E. (1 956) The Presentation of Self in Everyday Life, Penguin, Har-
mondsworth
GOFFMAN, E. (1 961 a) Asylums, Peng uin, Harmondsworth.
GOFFMAN, E. (1 96 1 b) Encounters, Penguin, Harmondsworth.
GOFFMAN, E. (1 963), Behaviour in Public Places.
508 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

GOFFMAN, E. (1 968) Stigma [ 1 96 1 ], Peng uin, Harmondsworth.


GOFFMAN, E. (1 970) Strategic lnteraction, Blackwell, Oxford.
GOFFMAN, E. ( 1 974) Frame Analysis, Harper, New York.
GOFFMAN, E. ( 1 979) Gender Advertisements, Macm illan, London.
GOFFMAN, E. ( 1 98 1 ) Forms of Ta/k, U niversity of Pennsylva nia Press, Phila-
delphia.
GOLDBERG, S. ( 1 977) The lnevitabi/ity of Patriarchy. Temple Smith, London.
GOLDTHORPE, J.E. ( 1 984) The Sociology ofthe Third World, CUP, Ca mbridge.
GOLDTHORPE, J.H. AND LOCKWOOD D. ETAL. ( 1 980) Social Mobility and Class
Structure in Modern Britain. Ciarendon Press, Oxford.
GOLDTHORPE, J.H., LLEWELLYN, C. AND PAYNE, C. ( 1 980) Social Mobility and
Class Structure in Modern Britain, Ciarendon Press, Oxford.
GOLDTHORPE, J.H., LOCKWOOD, D., BECHHOFER, E. AND PLATI. J. (1 968) The
Affluent Worker, Cambridge University Press, Cambridge.
GOULDNER. A.W. ( 1 954) Patterns of lndustria/ Bureaucracy, Free Press, Glen­
coe.
GOVE, W.R. ( 1 975) The Labelling of Oeviance, Sa ge, Beverley Hill s.
GRAMSCI, A. ( 1 97 1 ) Selections from the Prison Notebooks, New Left Books,
New York.
GRAY, T. ( 1 996) The Political Philosophy of Herbert Spencer: lndividualism
and Organicism, Avebury, Brookfield, VT.
GRAY, X ( 1 992) Men are from Mars, Women are from Ven us, Thorsons.
GREER, G. ( 1 971 ) The Female Eunuch, Paladi n, London. GREER, G. (2000) The
Who/e Woman, Anchor.
HABERMAS, J. (1 963) Theory and Practice, Heinemann, London.
HABERMAS, J. ( 1 968) Knowledge and Human lnterest, Heinemann, London.
HABERMAS, J. (1 970) Towards a Rational Society, Heinemann, London.
HABERMAS, J. ( 1 973) Legitimation Crisis, Heinemann, London.
HABERMAS, J. ( 1 982) The Theory of Communicative Action. Suhrkamp, Frank­
furt.
HABERMAS, J. (1 997) Between Facts and Norm s; Contributions to a Dis­
course Theory of Law and Democracy, Polity Press, Cambridge.
HABERMAS, J. C 1 979) Communication and the Evalutian of Society, Heine­
mann, London.
HADDON, R. ( 1 970) 'A Minority in a Welfare State Society', New Atlantis, Vol.
2.
HALL, S. (ED.) ( 1 997) Representation; Cultural Representations and Signifying
Practices, Sage, London.
HALL, S. AND DU GAY, P. (EDS) ( 1 996) Questions ofCultural ldentity, Sage,
London.
HALL, S. AND J EFFERSON, T. (EDS.) ( 1 976) Resistance through Rituals: Youth
Cultures in Modern Britain, Hutchinson, London.
HALL, S. ET AL. ( 1 982) The Empire Strikes Back, Hutchinson, London.
HALL, S., CRITCHER, C, JEFFERSON, T., CLARKE, J. AND ROBERS, B. (1 978) Polic­
ing the Crisis, Mugging the Sta te and Law and Order, Macmillan, London.
KAYNAKÇA 509

HAMILTON, P. (1 983) Talcott Parsons, Tavistock, London.


HAMILTON, P. (1 992) George Herbert Mead: Critica! Assessments, Routledge.
HARALAMBOS, M. AND HOLBORN, M. (2000) Sociology Themes and Perspec-
tives, 5th edn, Causeway Press, Ormskirk.
HARGREAVES, D.H. ET AL. (1 975) Oeviance in Classrooms, Routledge & Kegan
Paul, London.
HARRINGTON, M. ( 1 963) The Other America: Poverty in the USA, Penguin,
Ha rmondsworth.
HARRIS, N. ( 1 986) The End of the Third World, Penguin, Harmondsworth.
HARRISON, P. ( 1 98 1 ) Inside the Third World, Penguin, Harmondsworth.
HASTE, H. ( 1 993) The Sexual Metaphor, Harvester Wheatsheaf, Hemel Hemp-
stead.
HAYTER, T. (1 97 1 ) Aid as lmperialism, Penguin, Harmondsworth.
HAYTER, T. (1 98 1 ) The Creation of World Poverty, Pluto, London.
HAYTER, X ( 1 985) Aid: Rhetoric and Reality, Pluto, London.
HERBERG, W. ( 1 960) Protestant-Catholic-Jew, Anehor Books, New York.
H ERITAGE, J. AND GREATBATCH, D. (1 986) 'Generating Applause: A Study of
Rhetoric and Response in Party Political Conferences', American Journal
ofSocio/ogy, 92, H0-57.
HERTZ, N. (2002) The Silent Takeover: Global Capitalism and the Death of
Democracy, Arrow Books.
HEWITI, C.J. (1 974) Elites and the Distribution of Power in British Society,
STANWORTH, P. AND GIDDENS, A. (EDS.), Elites and Power in British Socie­
ty, Cambridge University Press, Cambridge.
H I LBERT, R.A. (1 990) 'Ethnomethodology and the Micro Macro Order', Ameri­
can Sociological Review, 55, 794-808.
HOLLINGER, D. ( 1 980) 'T.S. Kuhn's Theory of Science and lts lmplications for
History', GUTIING, G. (ED.), Paradigms and Revolutions, Not re Dam e Uni­
versity Press, Notre Dame.
HORKHEIMER, M. (1 937) Traditional and Critica/ Theory, Fischer, Fra n kfurt.
HORKHEIMER, M. (1 972) Traditional and Critica/ Theory, Herder & Herder, New
York.
H USSERL, E. ( 1 90 1 ) Logical lnvestigations, Routledge & Kegan Paul, London
[1 970].
HUSSERL, E. ( 1 9 1 3) ldeas for a Pure Phenomenology and Phenomenological
Philosophy, Macmillan, New York.
HUSSERL, E. (1 936) The C ri sis of the European Sciences and Transcendental
Phenomenology, N.W. University Press, lllinois.
I LLICH, (1 970) Celebration ofAwareness, Calder & Boyars, London.
ILLICH, ( 1 973) Deschooling Society, Penguin, Harmondsworth.
ILLICH, (1 973) Tools For Conviviality, Calder & Boyars, London.
ILLI CH, (1 975) Medical Nemisis, Calder & Boyars, London.
ILLICH, ( 1 977) Disabling Professions, M. Boyars, London.
ILLICH, ( 1 98 1 ) Shadowing Wark, M. Boyars, London.
I LLICH, ( 1 983) Gender, M. Boyars, London.
51 0 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

J EFFERSON, G. ( 1 984) 'On the Organization of Laughter in Ta lk about Trou­


bles', ATKI N SON, J.M. AND HE RITAGE, J. (EDS.), Structures ofSocial Action,
Cambridge University Press, Cambridge.
JENCKS, C ( 1 973) lnequa/ity, Penguin, Harmondsworth.
J ESSOP, B. ( 1 985) Nicos Poulantzas, Macmil lan, London.
JESSOP, B. ( 1 994) The Transition to Post Ford is m and the Schumpeterian
Welfare State, BURROWS, R. AND LOODER, B. (EDS.), Towards a Post Ford­
ist Welfare Sta te, Routledge.
J ESSOP, B. ( 1 998) Karl Marx, Ch. 1 , STONES (ED.) ( 1 998).
JOLL, J. ( 1 977) Antonio Gramsci, Fontana, London.
JONES, P. ( 1 985) Theory and Method in Sociology, University Tutarial Press,
51ough.
KARABEL, J. AND HA LS EY, A.H. (EDS.) ( 1 977) Power and ldeology in Education,
Oxford University Press, New York.
KEDDIE, N. ( 1 973) Tinker Tailor - The Myth of Cultural Deprivation, Penguin,
Harmondsworth.
KELLNER, D. (1 989) Jean Baudrillard: From Marxism to Post Modernism and
Beyond, Polity Press, Cambridge.
KELLNER, P. AND CROWTHER H UNT, LORD ( 1 980) The Civil Servants: An lnquiry
into Britain's Ruling Class, Macdonald, London.
KELLY, M.R. ( 1 989) 'Aiternative Forms ofWork Automation u nder Program­
mable Automation', WOOD S. (ED.), The Transformatian of Work, Unwin
Hyman.
KEPEL, G. (1 994) The Reve nge of God: The Resurgence of Islam, Ch ristianity
and Judaism in the Modern World, Polity Press, Cambridge.
KERR, C. ET AL. ( 1 960) Union s, Management and the Public, Heinemann,
London.
KERR, C. ET AL. (1 962) lndustrialism and lndustrial Man, Heinemann, London.
KERR, C. ET AL. ( 1 964) La bor and Management in lndustrial Society, Anehor
Books, New York.
KERR, C. ET AL. (1 969) Marshall, Marx and Modern Times, Harvard University
Press, Cambridge, Massachusetts.
KERR, C. ET AL. ( 1 983) The future of lndustrial Society: Convergence or Con­
tinued Diversity, Harvard University Press, Cambridge, Massachusetts.
K ETILER, D. ( 1 986) Karl Mannheim, Tavistock, London.
KNIGHTS, D. ET AL. (EDS) ( 1 985) 'Job Redesign', Society Taday/New Society, 8
November.
KRAMARAE, C. AND TREICHLER, P. (1 985) A Feminist Dictionary, Pandora,
London.
KUHN, T.S. (1 957) The Copemican Revolution Harvard University Press, Cam­
bridge.
KUHN, T.S. (1 962/1 970) The Structure ofScientific Revolutions, Chicago Uni­
versity Press, Chicago.
KUHN, T.S. (1 977) The Essential Tension, University of Chicago Press, Chicago.
KUHN, T.S. (1 978) Black Body Theory and the Quantum Discontinuity, Oxford
KAYNAKÇA 51 1

University Press, New York.


KUMAR, K. (1 978) Prophecy and Progress: The Sociology of lndustrial and
Post lndustrial Society, Penguin, Harmondsworth.
LA BOR, W. (1 973) The Logic of Non-Standard English, in KELLIE, N. (ED.),
Classroom Knowledge, in Young, M. (ed.), Tinker, Tai/or: The Myth ofCu/­
tural Deprivation, Penguin, Harmondsworth.
LACLAU, E. (1 977) Politics and ldeology in Marxist Theory, New Left Books,
London.
LANE, D. (1 970) Politics and Society in the USSR, Weidenfeld & Nicolson, Lon­
don.
LASH, S. AND URRY, J. (1 987) The End of Organ ised Capitalism, Polity Press,
Cambridge.
LAYDER, D. ( 1 997) Modern Social Theory, Key Debates and New Directions,
UCL Press.
LAYDER, D., ASTON, D. AND SUNG, J. ( 1 99 1 ) The Empirical Correlates of Ac­
tion and Structure: The Transition from School to Work', Sociology 25,
447-64.
LEE, M. ( 1 993) Consumer Cu/ture Reborn, Routledge.
LEMAN N, H. AND ROTH, G. (1 993) Weber's Protestant Ethic: Origins, Eviden ce,
Context, German Historical lnstitute.
LEWIS, O. ( 1 95 1 } Life in a Mexican Vii/age: Tepotzlan Restudied, University of
lllinois Press, Urbana.
LEWIS, O. (1 959) Five Families: Mexican Ca se Studies in the Culture of Pov-
erty, Basic Books, New York.
LEWIS, O. (1 964) Children ofSanchez, Penguin, Harmondsworth.
LEWIS, O. (1 968} La Vida, Seeker & "Warburg, London.
LEWIS, O. (1 977) Four Men, Four Women and Neighbours, University of lllinois
Press, U rbana.
LIPS ET, S.M., TROW, M. AND CO LEMAN, J. (1 956) Union Democracy, Free Press,
Glencoe.
LLOYD, B. AND ARCHER, J. (1 982) Sex and Gender, Penguin, Harmondsworth.
LOADER, C. (1 985) The Intel/ectual Development of Karl Mannheim, Cambridge
University Press, Cambridge.
LOCKWOOD, D. (1 958) The Blackcoated Worker, Alien & Unwin, London.
LOCKWOOD, D. (1 975) 'Sources of Variation in Working Class lmages of
Society', BULMER, M. (ed.) Working Class lmages of Society, Routledge &
Kegan Paul, London.
LTVESAY, J. ( 1 989) 'Structuration Theory and the Unacknowledged Condi­
tions of Action Theory', Cu/ture and Society 6, 263-92
LU KES, S. (1 972) Emi/e Durkheim, His Life and Work, Alien & Unwin, London.
LUKES, S. ( 1 974) Power: A Radicai View, Macmillan, London. LYOTARD, J.F.
(1 979) The Post Modern Condition, Manchester University Press, Manches­
ter.
LUND, P. ( 1 978) Ivan 11/ich and His Antics, SLD, Denby Da le, England.
LYOTARD, J.F. (1 983) The Differend: Phases in Dispute (trans. G. Van den
51 2 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

Abeele), Manch ester University Press, Manchester.


LYOTARD, J.F. (1 992) The Postmodern Explained to Chi/dren, Turnaround,
London.
LYOTARD, J.F. (1 995) Toward the Postmodern, New Jersey H umanities Press.
Ml LIBAND, R. (1 969) The State in Capitalist Society, Weidenfeld & Nicolson,
London.
MACCOBY, E. E. AND JACKLIN, C. N. ( 1 974) The Psychology ofSex Differences,
Stanford University Press.
MACRAE, D. ( 1 974) Weber, Fontana, London.
MAGEE, B. ( 1 973) Karl Popper, Fontana, London.
MAINES, D.R. AND MORRIONE, T.J. ( 1 990) 'On the Breadth and Relevance of
Blumer's Perspective: Introduction to his Analysis and lndustrialization',
BLUM ER, H. (ED.), lndustrialization as an Agent of Social Change: A Critica/
Analysis, Aldine de Gruyter, New York.
MANN, P ( 1 965) An Approach to Urban Sociology, Routledge & Kegan Paul,
London.
MANNH EIM, K. ( 1 929) ldeology and Utopia, Routledge & Kegan Paul, London
[ 1 960].
MANN H EIM, K. ( 1 940) Man and Society in an Age of Reconstruction, Routledge
& Kegan Paul, London.
MANNHEIM, K. ( 1 950) Freedom, Power and Democratic Planning, Routledge
&Kegan Paul, London.
MANNH EIM, K. ( 1 952) Essays on the Sociology of Knowledge, OUP, London.
MANNING, P. (1 992) Erving Goffman and Modern Sociology, Pol ity Press,
Cambridge.
MARCUSE, H. (1 955) Eros and Civi/isation, Beacon Press, Bostan.
MARCUSE, H. (1 964) One Dimensional Man, Routledge & Kegan Paul, London.
MARCUSE, H. { 1 954) Reason and Revolution, Humanities Press, New York.
MARSHALL, G. ET AL. ( 1 988) Social Class in Modern Britain, Hutchinson, Lon-
don.
MARTIN, D. ( 1 969a) The Religious and the Secular, Routledge & Kegan Paul,
London.
MARTIN, D. ( 1 969b), A Sociology of English Religion, Heinernan n.
MARTIN, D. ( 1 978) A General Theory of Secularisation, Blackwell, Oxford.
MARTIN, D. ( 1 99 1 ) The Secularisation lssue: Prospect and Retrospect', British
Journal of Sociology, 42 (3).
MARX, K. ( 1 96 1 ) Paris Manuscripts, Bottomore and Rubel (EDS.) ( 1 96 1 ).
MARX, K. ( 1 963) Economic and Phi/osophica/ Manuscripts [1 843-44], Lawrence
& Wishart, London.
MARX, K. ( 1 964-72) Theories of Surp/us Value, Vol. 2, Lawrence & Wishart,
London.
MARX, K. ( 1 965) The German /deo/ogy, Lawrence & Wishart, London.
MARX, K. ( 1 968) The Commun ist Manifesto, in Se/ected Works, Lawrence &
Wishart, London.
MARX, K. ( 1 970) Das Kapital, Lawrence & Wishart, London.
KAYNAKÇA 513

MARX, K. ( 1 97 1 ) A Critique o fPolitical Economy, Lawrence & Wishart, London.


MARX, K. ( 1 973) Grundrisse, Penguin, Harmondsworth.
MARX, K. AND ENGELS, F. ( 1 948} Manifesto of the Communist Party [1 848],
I nternational Publishers, New York.
MARX, K. AND ENGELS, F. ( 1 956) The Holy Family, Foreign Languages Publish­
ers, Moscow.
MARX, K. AND ENGELS, F. (1 965) The German ldeology, Lawrence & Wishart,
London.
MARX, K. AND ENGELS, F. ( 1 967) Manifesto of the Communist Party, Taylor,
A.J.P. (ed.), Penguin, Harmondsworth.
MARX, K. The Eighteenth Brumaire of Louis Bonaparte, in Tucker, R. (ED.), The
Marx�Engels Reader, Norton, New York.
MATIHEWS, F.H. ( 1 977) Quest for an American Sociology: R.E. Park and the
Chicago School, cited in Student Encyclopedia of Sociology, Macmi l lan,
London.
MATIHEWS, M. ( 1 978) Privilege in the Soviet Union, Alien 6c Unwin, London.
MAV, T. (1 996) Situating Social Theory, Oxford U niversity Press, Oxford.
MAYES, P. ( 1 986) Gender, Longman, London.
MAYO, E. (1 932) Human Problems of an lndustrial Civi lization, Macmillan,
London.
MAYO, E. (1 949} Social Problems of an lndustrial Civilization, Routledge &
Kegan Paul, London.
McCLELLAND, D. ( 1 961 ) The Achieving Society, Van Nostrand, Princeton.
McCLELLAND, D. ( 1 973) Karl Marx: His Life and Thought, Macm illan, London.
McCLELLAND, D. (1 975) Marx, Fontana, London.
McCLELLAND, D. (1 977) Engels, Fontana, Glasgow.
MCHUGH, P. (1 974) On the Fail ure of Positive, Douglas, J.D. (ED.), Under­
standing Everyday Life: Towards the Reconstruction ofSociological
Knowledge, Routledge & Kegan Paul, London.
MCKENZIE, R. (1 964) British Politica/ Parties, Mercury Books, London.
MCINTYRE, ( 1 970) Marcuse, Fontana.
MCLOHAN, M. ( 1 964) U nderstanding Media: The Extensions of Man, New
American Library.
MCROBBIE, A. ( 1 994) Post-Modernism and Popu/ar Culture, Routledge, Lon­
don.
MCROBBIE, A. (1 996) Different Youthful Subjectivities, i n Cham bers, 1 . and
Curtis, L. (EDS,), The Post Colonial Question: Comman Skies, Divided Hori­
zons, Routledge.
MEAD, G.H. ( 1 934) Mind, Selfand Society, Chicago University Press, Chicago.
MEAD, G.H. (1 938) The Philosophy of the Act, Chicago U niversity Press, Chica­
go.
MEAD, G.H. ( 1 959) The Philosophy of the Present, Chicago University Press,
Chicago.
MEAD, M. (1 950) Ma/e and Female, Penguin, Harmondsworth.
MEISEL, J. (ED.) (1 965) Pareta and Mosca, Prentice Hall, Englewood Cl iffs, New
514 SOSYOLOJIDE TEMEL FiKiRLER

Jersey
MEL TZER, B., PETRAS, J. AND REYNOLDS, L. ( 1 975) Symbolic lnteractionism:
Genesis, Varieties and Criticisms, Routledge & Kegan Paul, London.
MERTON, R.K. (1 938) Science, Technology and Society in England, Harper Row,
New York [1 9701 .
MERTON, R.K. (1 949) Social Theory and Sociai Structure, Free Press, New York
MERTON, R.K. ( 1 952) A Reader in Bureaucracy, Free Press, New York.
MERTON, R.K. ( 1 957) 'Bureaucratic Structure and Personality', Social Theory
and Social Structure, 2nd ed n.
MERTON, R.K. (1 973) The Sociology of Science, University of Chicago Press
Un iversity, Chicago.
MERTON, R.K. AND NISBET R. (EDS.) ( 1 976) Contemporary Social Problems, 4th
ed., Harcaurt Brace Jovanovich, New York.
MEYER, A.G. (1 965) The Soviet Political System, Randam House, New York.
MICHELS, R. ( 1 91 1 ) Political Parties, Free Press, New York.
M I LES, S. (2001 ) Social Theory in the Real World, Sa ge, London.
MILIBAND, R. ( 1 969) The State in Capitalist Society, Weidenfeld &Nicolson,
London.
M I LLER, D.L. ( 1 973) George Herbert Mead, U niversity of Texas Press, Austin.
MILLETT, K. ( 1 97 1 ) Sexual Politics, Aba c us Books, London.
Ml LLS, C.W. ( 1 95 1 ) White Co/lar, Oxford U niversity Press, Oxford.
Ml LLS, C.W. ( 1 956) The Power Elite, Oxford U niversity Press, Oxford.
MILLS, C.W. ( 1 958) The Causes of World War /11, Simon & Schuster, New York.
MILLS, C.W. ( 1 959) The Sociological /magination, Oxford University Press, New
York.
Ml LLS, C.W. (1 960) Listen Yankee: The Revolution in Cuba, McGraw-Hill, New
York.
Ml LLS, C.W. ( 1 962) The Marxists, Deli, New York.
MI NTZ, S.W. ( 1 985) Sweetness and Power: The Place of Sugar in Modern
History, Viking.
MITCHELL, J. AND OAKLEY, A. (EDS.) ( 1 976) The Rights and Wrongs of Women,
Penguin, Harmondsworth.
MITZMAN, A. ( 1 969) The lron Cage: An Historical l nterpretation of Max We­
ber, Gnosset & Dunlop, New York.
MOMMSEN, W. ( 1 974) The Age of Bureaucracy: Perspectives on the Political
Sociology of Max Weber, Blackwell, Oxford.
MOORE, R. AND REX, J. ( 1 967) Race Community and Conflict, OUP, London.
MOORE, R. AND REX, J. ( 1 974) ( 1 982) The Sociallmpact ofOi/ -The Case of
Peterhead, Routledge & Kegan Paul, London.
MOORE, R. AND REX, J. ( 1 974a) Pitmen, Preachers and Politics, C U P, Cam­
bridge.
MOORE, R. AND REX, J. (1 974b) Racism and Black Resistance in Britain, Lon­
don.
MORGAN, D.H. (1 986) Gender, BURGESS, R. (ED.), Key Variab/es in Social lnves­
tigation, Routledge & Kegan Paul, London.
KAYNAKÇA 51 5

MORRIS, J. (1 974) Conundrum, Faber, London.


MORRIS, M.B. ( 1 977) An Excursion into Creative Sociology, Columbia University
Press, New York.
MOSCA. G. ( 1 896) The Ruling Class, McGraw-Hi l l, New York.
MURRAY, R. (1 989) 'Fordism and Post-Fordism', HALL. S. AND JACQUES, M.
(EDS.), New Times and the Changing Face of Politics in the 7 990s, Lawrence
& Wishart, London.
NELSON, D. (1 980) EW. Taylor and the Rise ofScientific Management, U niversi-
ty ofWisconsin Press, Madison, Wl.
NICHOLSON, J. ( 1 979) A Question ofSex, Fontana, London.
NISBET, R.A. ( 1 966) The Sociological Tradition, Heinemann, London.
OAKLEY, A. (1 972) Sex, Gender and Society, Sun Books, Melbourne.
OAKLEY, A. ( 1 98 1 ) Subject Women, Penguin, Harmondsworth.
O'DONNELL, M. (200 1 ) Classical and Contemporary Sociology: Theory and
lssues, Hodder & Stoughton, London. OUTHWAITE, W. (1 996) Habermas:
A Critical lntroduction, Polity Press, Cambridge.
OUTHWAITE, W. ( 1 998) 'Jiirgen Habermas', Ch. 1 5, Part ll, STONES (ED.) (1 998).
0RNSTRUP, H. (2000) George Simmel, ANDERSEN AND KASPERSEN (EDS.),
(2000).
PAHL, R.E. (1 965) Urbs in Rure, Weidenfeld & Nicolson, London.
PAHL, R.E. (1 968) Readings in Urban Sociology, Pergamon, Oxford.
PAHL, R.E. (1 975) Whose Cityf, Penguin, Harmondsworth.
PAHL, R.E. ( 1 984) Divisions ofLabour, Blackwell, Oxford
PAMPEL, F.C. (2000) Sociological Lives and ldeas: An Introduction to the
Classical Theorists, Macmillan, Basingstoke.
PANITCH, L. (1 980) 'Recent Theorizations of Corporation', British Journal of
Sociology Vol. 3 pp. 1 59-1 87.
PARETO, V. ( 1 9 1 6) Mind and Society, Dover, New York.
PARK, R.E. AND E. BU RGESS ( 1 92 1 ) Introduction to the Science of Sociology,
University of Chicago Press, Chicago.
PARKI N, F. (1 982) Max Weber, Tavistock, London.
PARKIN, F. (1 992) Durkheim, Oxford U niversity Press, Oxford.
PARRY, G. (1 969) Political Eli tes, Al ien &C Unwin, London.
PARSONS, G. (ED.) (1 994) The Growth of Religious Diversity in Britain from
1 945, Routledge.
PARSON S, T (1 939) The Structure of Social Action, McGraw-Hill, New York.
PARSONS, T. ( 1 95 1 ) The Social System, Free Press, New York.
PARSON S, T. ( 1 978) Action Theory and the Human Condition, Free Press, New
York.
PARSONS, T. AND SH l LS, E.A. (1 966) Societies: Evolutionary and Comparative
Perspectives, Prentice Hall, Englewood Cliffs, New Jersey.
PARSONS, T. AND SHILS, E.A. (EDS.) ( 1 964) Social Structure and Personality,
Free Press, New York.
PARSONS, T. AND SHILS, E.A. (EDS.) ( 1 967) Sociological Theory and Modern
Society, Free Press, New York.
516 SOSYOLOJIDE TEMEL FiKiRLER

PARSONS, T. AND SHI LS, E.A. (EDS.) (1 977) The Evalutian of Societies, Prentice
Hall, Englewood Cliffs, NJ.
PARSONS, T. AND SHJLS, E.A. (EDS.) 1 97 1 ) The System of Modern Societies, Free
Press, New York.
PARSONS, T. A N D, SH lLS, E.A. (EDS.) ( 1 95 1 ) Towards a General Theory ofAc­
tion, Harvard U niversity Press, Cambridge, MA.
PEEL, J.D.Y. (1 971 ) Herbert Spencer: The Evalutian of a Sociologist, Heine­
mann, London.
PICKERJNG, M. ( 1 993) Auguste Com te: An Inte/leetual Biography, Cambridge
U niversity Press, Cam bridge.
PIORE, M. ( 1 986) 'Perspectives on Labour Market Flexibility', lndustriaf Rela-
tions, 45 (2).
PIORE, M. AND SABEL, C. ( 1 984) The Second lndustrial Divide, Basic Books.
PIVCEVIC, E. (1 970) Husserl and Phenomenology, Hutchinson, London.
PLUMMER, K. (1 975) Sexual Stigma, Routledge & Kegan Paul, London.
POLLERT, A. ( 1 988) Dismantling Flexibility, Capital & Class No.34-
POLLNER, M. ( 1 99 1 ) 'Leh of Ethnomethodology: The Ri se and Decline of
Ra di cal Reflexivity', American Sociologica/ Review, 56, 376-80.
PONTING, C. ( 1 986) Whitehall Tragedy and Farce: The Inside Story of How
Whitehall Really Works, Sphere Books. POPPER, K. (1 934) The Logic of
Scientific Discovery, Hutchinson, London.
POPPER, K. ( 1 945) The Open Society and its Enemies, Routledge & Kegan Paul,
London.
POPPER, K. ( 1 957) The Poverty of Historicism, Routledge & Kegan Paul, Lon­
don.
POP PER, K. ( 1 963) Conjectures and Refutations, The Growth of Scientific
Knowledge, Routledge & Kegan Paul, London. POPPER, K. ( 1 972) Objec­
tive Knowledge: An Evolutionary Approach, Ciarendon Press, Oxford.
POU LANTZAS, N. ( 1 973) Po/itical Power and Social Classes, New Leh Books,
New York.
POULANTZAS, N. (1 974) Fascism and Dictatorship, New Leh Books, New York.
POU LANTZAS, N. ( 1 975a) Classes in Contemporary Capitalism, New Leh
Books, New York.
POU LANTZAS, N. ( 1 975b) The Crisis ofDictatorships, New Leh Books, New
York.
POU LANTZAS, N. ( 1 978) State, Power and Socialism, New Leh Books, New
York.
PRYCE, K. ( 1 979) Endless Pressure, Penguin, Harmondsworth.
PUSEY, M. (1 987) Jiirgen Hahermas, Tavistock, London.
RAVETZ, J.R. ( 1 97 1 ) Scientific Knowledge and its Social Problems, OUP, Ox­
ford.
RAY, L. AND REED, M. ( 1 994) Organizing Modernity: New Weberian Perspec­
tives on Work Organization and Society, Roudedge, London.
REDFIELD, R. ( 1 930) Tepotzlan, a Mexican Vii/age: A Study ofFolk Life, Universi­
ty of Chicago Press, Chicago.
KAYNAKÇA 517

REDHEAD, S . (1 990) The End ofthe Century Party; Youth and Pop Towards 2000,
Manchester University Press, Manchester.
REX, J. AND MOORE, R. ( 1 967) Race, Community and Conflict, OUP, London.
REX, J. AND MOORE, R. ( 1 970) Race Relations in Sociological Theory, Wei­
denfeld & Nicolson, London.
REX, J. AND MOORE, R. (1 973) Race, Colonialism and the City, Routledge &C
Kegan Paul, London.
REX, J. AND TOMLINSON, S, ( 1 979) Coloniaf lmmigrants in a British City,
Routledge &Kegan Paul, London.
REYNAUD, E. ( 1 98 1 ) La Sainte Virilite, quoted in Achilles Hee/ Nos 6 and 7, p.
62.
RITZER, G. (1 993) The McDonaldization of Society, Pine Forge Press, Thousand
Oaks, CA.
RITZER. G. (1 996) Sociologica/ Theory, 4th edn, McGraw-Hill, New York.
ROBERTSON, R. ( 1 992) Globa/isation, Sage.
ROBERTSON, R. AND TURN ER. B.S. (EDS.) (1 991 ) Ta/cott Parsons: Theoris t of
Modernity, Sage.
ROCK, P. (1 979) The Making of Symbolic lnteractionism, Macmillan, London.
RODNEY, W. ( 1 972) How Europe Underdeveloped Africa, Bogle L'Overture,
London.
ROETHLISBERGER. F.J., DICKSON, W.J. AND WRIGHT, H.A. (1 939) Management
and the Worker, Harvard University Press, Cambridge, MA.
ROOF, W.C. AND MCKiNNA Y, W. (1 987) American Mainline Religion. Rutgers
U niversity-Press, New Brunswick.
ROSE, A. (1 967) The Power Structure, Oxford University Press, New York.
ROSE, D. AND MARSHALL, G. (1 988), HARALAMBOS, M. (ED.) Devetopments in
Sociology, Vol. 4, Causeway Press, Ormskirk.
ROSEN, H. (1 974) Language and Class, Fallingwall Press, Bristol.
ROSENFELD, E. (1 974) Social Stratification in a Classless Society, LOPREATO,
J. AND LEWIS, L.S. (EDS.), Social Stratification: A Reader, Harper & Row, New
York.
ROSENTHAL, R. (1 966) Experimenter Effects, Century Books, New York.
ROSENTHAL, R. AND JACOBSON, L. (1 968) Pygmalion in the Classroom, Holt,
Rinehart & Winston, New York.
ROSTOW, W.W. (1 960) The Stages of Economic Growth: A Non-Communist
Manifesto, Cambridge University Press, Cambridge.
ROWBOTHAM, S. ( 1 979) The Trouble with Patriarchy', New Statesman
RUIS (1 986) Marx for Beginners, U nwin Paperbacks, London.
SACKS, H. ( 1 965) 'Sociological Description', Berke/ey Journal of Sociology, 8,1 -
1 6.
SALAMAN, G. ( 1 986) Work, Tavistock, London.
SAUNDERS, P. ( 1 979) Urban Politics, Penguin, Harmondsworth.
SAUNDERS, P. (1 981 ) Social Theory and the Urban Question. Hutchinson,
London.
SAUNDERS, P. AND DEARLOVE, J. ( 1 984) Introduction to British Politics, Black-
518 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

well, Oxford. SCASE, R. (ED.) (1 977) lndustrial Society: Class, Cleavage and
Control, Alien &c Unwin, London
SCHEFF, T.J. ( 1 984) Being Mental Iy lll: A Sociological Theory, Ald ine.
SCHMITI, R. ( 1 997) Introduction to Marx a nd Engels: A Critica i Reconstruc­
tion, Westview Press.
SCHUMACHER, E.E. ( 1 973) Smail is Beautiful, Abacus Books, London.
SCHUTZ, A. ( 1 972) The Phenomenology of the Social World, Heinernan n,
London.
SCHUTZ, A. AND LUCKMANN, T. (1 974) The Structures of the Lifeworld, Heine-
mann, London.
SCOTI, J. (1 991 ) Who Rules Britain, Polity Press, Cambridge.
SEAGER, J. AND OLSON, A. (1 986) Women in the World, Pan Books, London.
SEDGEMORE, B. ( 1 980) Seeret Constitution, Hadder & Stoughton, London.
SEEMAN, M. ( 1 959} 'On the Meaning of Alienation', American Sociology Re-
view, 33, 46-62.
SEGEL, L. ( 1 98 1 ) ls the Future Fema le? Virago, London.
SEI DLER, V.J. (1 994) U n reasonable Men: Masculinity and Social Theory,
Routledge, London.
SEIDMAN, S. ( 1 996) Queer Theory, Blackwell, Oxford.
SEIDMAN, S. AND ALEXANDER, J.C. (EDS.) (200 1 ) The New Social Theory Read­
er: Contemporary Debates, Routledge.
SELZNICK, P. (1 966} TVA and the Grassroots, Harper, New York.
SER LE, J. ( 1 972) Chomsky's Revolution in Linguistics, New York Review of
Books, 1 8, 1 6-24.
SHARPE, R. (1 980) Knowledge, ldeology and the Politics of School ing, Roud­
edge & Kegan Paul, London.
SHARROCK, W.W. AND ANDERSON, R. ( 1 986) The Ethnomethodologists,
Tavistock, London.
SHIP MAN, M.D. (1 972) The Limitations of Social Research, Longman, London.
SI MM EL, G. (1 892) The Problems ofthe Philosophy of History, Free Press, New
York, [1 977].
SIM M EL, G. ( 1 900} The Philosophy of Money, Routledge &C Kegan Paul, Lon­
don [1 978].
SI MM EL, G. (1 950) The Sociology of Georg Simme/, Free Press, Glencoe, lllinois.
SIMMEL, G. ( 1 955} Conflict and the Web of Group Affiliations, Free Press,
New York.
SIM M EL, G. { 1 97 1 ) The Metropolis and Mental Life, in Levi ne, D. (ed.), Georg
Simmel [1 903]. Ch icago University Press, Chicago.
SIMON, R. (1 986) lntroducing Marxism, Fairleigh Press, Watford.
SLATIERY, M. (1 985a) The ABC ofSociofogy, Macmillan, London.
SLATIERY, M. (1 985b) Urban Sociology, Causeway Press, Ormskirk.
SMITH, A. (1 976) The Body, Penguin, Harmondsworth.
SMITH, D. E. (1 993) Texts, Facts and Femi nity: Exploring the Relations of Rul­
i ng, Routledge, London.
SMITH, G. ( 1 988) The Sociology of Erving Goffman, Social Studies Review,
KAVNAKÇA 519

January.
SMITH, S. (1 984) Reading Althusser, Connel l University Press.
SOKAL, A. AND BRICMONT, J. (1 997) lntellectual lmpostures: Post Modern
Philosophers' Ab use of Science, P rofile Books, London.
SOUHAMI, D. (1 986) A Woman's Place, Penguin, Harmondsworth.
SPENCER, H. ( 1 850) Social Statics, D. Appleton, New York.
SPENCER, H. ( 1 873) The Study ofSociology, King, London.
SPENCER, H. (1 873-1 934) Descriptive Socio/ogy, Wil liams & Norgate, London.
SPENCER, H. ( 1 893-96) The Principles ofSociology, Vol. 1 , Williams & Norgate,
London.
STANFIELD, R. ( 1 974) 'Kuhnian Scientific Revolutions and the Keynesian
Revolution', Journal of Economic /ssues, 8, 97-1 09.
STANWORTH, M. (1 983) Genderand Schooling, Hutchinson, London.
STEGER, M. B. AND CARVER, T. (EDS.) ( 1 999) Engeb after Marx, Manchester
U niversity Press, Manchester.
STONES, R. (ED.) ( 1 998) Key Socio/ogical Thinkers, Macmillan, Basingstoke.
STRYKER, S. (1 980) Symbolic lnteractionism: A Social Structural Version, Benja­
min/Cummings, Menlo Park, CA.
SUTTLES, G. (1 968) The Social Order of the Stum, Chicago University-Press,
Chicago.
SWINGLEWOOD, A. (2000) A Short History ofSociologica/ Thought, 3rd ed n,
Macmillan, Basingstoke.
SZTOMPKA, P. (1 986) Robert K. Merton. An lntellectual Profıle, Macmillan,
London.,
TAYLOR, F.W. (1 964) Principles ofScientific Management [ 1 9 1 1 ], Harper, New
York.
TAYLOR, J. ( 1 979) From Modernisation to Modes of Production, Macmillan,
Basingstoke.
THOMPSON, J.B. ( 1 984) 'The Theory of Structuration: An Assessment of the
Contribution of Anthony GIDDENS', THOMPSON, J.B., Studies in the Theo­
ry of ldeology, Polity Press, Cambridge.
THOMPSON, K. ( 1 982) Emi/e Durkheim, Tavistock, London.
THOMSEN, J.P.E AND AN DERSEN, H. (2000) Neo-Marxist Theories, Ch. 1 1 Part
ll, AN DERSEN AND KASPERSEN (EDS.) {2000).
TIGER, L. AND FOX, R. (1 972) The lmperial Kingdom, Seeker & Warburg, Lon-
don.
TOLSON, A. ( 1 977) The Limits ofMasculinity, Tavistock, London.
TONNIES, F. ( 1 95 1 ) Community and Society [1 887], Harper Row, New York.
TOURAINE, A. ( 1 97 1 ) The Post lndustrial Society, Random House, New York.
TU RN ER, B.S. ( 1 985) Georg Simmel, in Thinkers of the Twentieth Century, Fire-
thorn Press, London.
TURN ER, B.S. (1 992), Max Weber; From History to Modern ity, Routledge.
TURNER, R. (ED.) Ethnomethodology, Penguin, Harmondsworth.
URRY, J. AND WAKEFORD J. (EDS) (1 973) Power in Britain, Heinemann, Lon­
don.
520 SOSYOLOJ iDE TEMEL FiKiRLER

VALENTINE, C. (1 968) Cu/ture and Poverty, University of Chicago Press, Ch ica­


go.
WALBY, S. ( 1 990) Thearising Patriarchy, Blackwel l, Oxford.
WALLERSTE1 N, 1. (1 989) The Modern World System lll: The Second Era of
Great Expansion of the Capitalist World Economy 1 730-1 840, Academic
Press.
WALLERSTEl N, l (1 974) The Modern World System, Academic Press, London.
WARREN, B. ( 1 980) lmperialism: Pioneer of Capitalism, New Left Books, Lon­
don.
WATERS, M. (1 995) Globalisation, Routledge.
WEB ER, M. (1 905) The Protestant Ethic and the Spirit of Capitalism, Alien &
Unwin, London [1 930).
WEBER, M. (1 949) The Methodology of the Social Sciences, Free Press, Glen-
coe.
WEB ER, M. (1 950) General Economic History, Collier, New York.
WEB ER, M. ( 1 95 1 ) The Religion of China, Macmillan, New York.
WEBER, M. (1 958) The Protestant Ethic and the Spirit of Capitalism, Charles
Scribner's Sons, New York [ 1 905].
WEB ER. M. (1 958) The Religion of lndia, Free Press, Glencoe.
W EBER, M. (1 968) Economy and Society: An Outline of lntermediate Sociolo­
gy, Bedminister Press, New York [1 92 1 ] .
WEBSTER, A . ( 1 984) A n Introduction t o the Sociology of Development, Mac-
millan, London.
WEBSTER, F. ( 1 995) Theories of the Information Society, Routledge.
WEEKS, J. (1 986) Sexua/ity, Tavistock, London.
WEINSTEIN, D. AND WEINSTEIN, M.A. (1 993) Postmodern(ised) Simmel,
Routledge.
WILBY, P. (1 979) Habermas and the Language of the Modern State, New
Society, 22 March.
WILLIAMS, M. (ED.) (1 986) Society Taday, Macmillan, London.
WILLIAMS, R. (1 973) The Country and the City, Chatto &c Windus, New York.
WILLIS, P. (1 990) Com m on Culture: Symbolic Work at Play in the Everyday
Cultures of the Young, Oxford University Press, Oxford.
WILSON, B. (1 966) Religion in a Seeu/ar Society, Watts, London.
WINCH, G. (ED.) (1 983) 'Information Technology in Manufacturing Processes',
Society Taday/New Society, 8 November 1 985.
WIRTH, L. (1 928) The Ghetto, University of Chicago Press, Chicago.
WIRTH, L. (1 938) U rbanism as a Way of Life, American Journal ofSociology, 44,
1 -24.
WIGGERSHAUS, R. (1 994) The Frankfurt School: lts History Theories and
Political Significance, Polity Press, Cambridge.
WOLLSTONCROFT, M. ( 1 985) A Vindication ofthe Rights of Women, Penguin,
Harmondsworth.
WOOD, S. (ED.) (1 982) The Degradation of Work? Ski ll, Deskilling and the
Labour Process, Hutchinson, London.
KAYNAKÇA 521

WORSLEY, P. (1 964) The Third World, Weidenfeld & Nicolson, London.


WORSLEY, P. (1 970) Modern Sociology. lntroductory Readings, Penguin, Har­
mondsworth.
WORSLEY, P. (1 982) Marx and Marxism, Tavistock, London.
YOUNG, M. AND WILMOTI, R ( 1 962) Family and Kinship in East London, Pen­
guin, Harmondsworth.
ZIMMERMAN, D. (1 978) Eth nomethodology, American Sociologist, 1 3, 5-1 5.
ZIMMERMAN, D. AND Wl EDER, D.L. ( 1 970) 'Ethnomethodology and the Prob­
lem of Order: Comment on Denzin', Douglas, J. (ed.), Understanding Eve­
ryday Life, Ald ine, Chicago.
ZORBAUGH, H.W. (1 929) The Go/dcoast and the 5/um, University of Chicago
Press, Chicago.
• •

D IZI N

Batı yard ı m ı, 157


A Baudri llard, 24, 26, 447, 452, 470, 471,
Adorno, 203, 204, 207, 208, 209, 210, 472, 473, 474, 475, 476, 510
213, 426, 427 beceri, 154, 158, 278, 321, 323, 354,
akıl, 74, 146, 189, 191, 216, 217, 2 18, 358, 363, 364, 391
219, 221, 222, 275, 328, 337, 422, Beck, U., 25, 422, 454, 455, 456, 457,
431, 436, 444, 448, 449, 479, 483, 458, 459
498 Becker, D., 214, 215, 216, 2 17, 220,
Althusser, 20, 23, 27, 107, 110, 131, 221, 262, 473
246, 406, 410, 493, 494, 495, 496, Beli, 363, 445, 461, 462, 463, 464, 465,
497, 498, 499, 502, 503, 505, 51 9 466, 468
Amerika, 13, 1 6 , 1 7, 1 8, 20 , 21 , 22, 37, Beli, D., 25
40, 59, 61, 62, 64, 67, 68, 69, 75, benlik, 125, 190, 191, 192, 217, 218,
93, 124, 125, 138, 144, 153, 154, 276, 278, 334, 336, 337; 348, 403,
157, 171, 173, 200, 203, 204, 209, 473, 482
2 1 1, 2 18, 219, 231, 237, 246, 254, Bernstein, B., 17, 195, 196, 197, 198,
255, 256, 257, 258, 261, 268, 270, 199, 200, 201, 202
280, 285, 287, 290, 306, 307, 308, bilgi sosyolojisi, 52, 250, 251, 252, 253
312, 313, 315, 316, 318, 322, 334, bilgi teknolojisi, 399, 450
337, 344, 363, 364, 365, 366, 375, bilgi/bilişim toplumu, 467
376, 380, 384, 390, 392, 393, 394, bilgi/güç, 480
395, 400, 410, 413, 418, 421, 423, bilgisayarlar, 355, 402, 470
426, 441, 451, 458, 459, 462, 463, bilim sosyolojisi, 163, 165, 168, 169
466, 467, 468, 471, 476 bil imsel bilgi, 162, 168, 326, 329, 370,
anaerkillik, 139 371, 372, 373
a n latı, 449, 450 bili msel Marksizm, 102, 333, 496
anomi, 14, 28, 34, 35, 37, 38, 117, 1 18, bilimsel topluluk, 163, 164, 165, 166,
120, 162, 204, 263, 270 167, 328, 329
ataerkillik, 18, 19, 139, 142, 143, 145, bilimsel yönetim, 16, 170, 173, 174,
148, 149, 150, 348, 351 268, 269, 270, 272, 354, 355
ayrışma, 8, 28, 185, 287 bi reycilik, 20, 27, 28, 47, 115, 177, 204,
azınlık gruplar, 490 210, 378
Braverman, H ., 20, 46, 173, 174, 179,
B
353, 354, 355, 356, 357, 358, 359,
bağ ı m l ı l ı k teorisi, 153, 158
360, 361, 441
bağlama-gönderi m l i l i k, 225
bumerang etkisi, 459
Batı kapitalizmi, 1 3 1, 204, 271, 420
KAYNAKÇA 523

b u rjuva la şma, 177, ı78, 179, 180 dilsel kodlar, 17, 198, 200, 201, 202
B ü ro işi, 359 din, 41, 56, 58, 73, 79, 85, 104, 1 15,
b ürokrasi, 41, 43, 47, 48, 49, 52, 79, 118, 131, 302, 304, 305, 306, 307,
162, 185, 204, 206, 2 1 1, 283, 323, 308, 372, 377
386, 407, 427, 431, 464 disiplin er matriks, 329
Bürokratik etkililik, 45 disiplinler, 36, 73, 198, 203, 372, 478
Büyük Birader, 26, 76, 479 diyalektik teori, 206
dağacı argüman, 345
c Dağacı argüman, 342
Castells, M., 18, 23, 25, 26, 290, 291, doğal ayıklan ma, 94, 97, 98, 263
292, 293, 294, 399, 400, 401, 402, doğal irade, 60
403, 404 doğrulama, 274, 370, 371
ceza, 1 17, 216, 378, 478, 479, 483 dokümanter metot, 224, 226
Chicago Okulu, 17, 18, 21, 61, 267, dramaturgi, 337
285, 288 Durkheim, E., 12, 13, 14, 15, 17, 19,
cinsel devrim, 208, 345, 346 21, 29, 30, 33, 34, 35, 36, 37, 38,
cinsel kalıp-ya rgılar, 344 39, 56, 58, 59, 60, 61, 62, 75, 1 14,
cinsel şiddet, 482 115, 116, 117, 118, 119, 120, 121,
Cinsel şiddet, 141 122, 132, 196, 198, 204, 223, 262,
cinsiyetçi lik, 147 263, 270, 302, 310, 333, 339, 375,
cinsiyet-top l u msa l cinsiyet sistemi, 147 377, 378, 379, 381, 419, 437, 448,
Comte, A., 12, 14, 16, 52, 56, 71, 72, 507, 5 1 1, 515, 5 19
73, 74, 75, 76, 77, 94, 97, 118, 302, d ü nya toplumu, 424, 466
376, 504, 5 16
E
ç egeme n l i k, 44, 197, 201, 204, 206,
çatışma teorisi, 18, 11 3, 181, 185, 186, 242, 243, 313, 348, 437, 450
187 eğitim sosyolojisi, 199
çelik kafes, 14, 15, 52, 204, 209 ekonomik determinizm, 20, 108, 110,
çıkar çatışması, 183, 272 496
çokuluslu şirketler, 82, 156, 466 ekonomik gelişim, 132, 3 14
çürütme, 371 ekonomik güçler, 103, 107, 496
ekonomik yapı, 118, 494
D
eleştirel teori, 20, 131, 210, 231, 236,
Dah rendorf, R., 18, 181, 182, 183, 184,
426, 433
185, 186, 187, 363
empirik bilim, 71
damga, 189, 190, 191, 193
emp irizm, 205
Darvinizm, 93, 94, 96, 97, 98, 99
en uygunun h ayatta kalması, 2 1, 94
Darwin, C, 71, 94, 96, 106, 262, 326,
endüstriyel il işkiler, 268, 272, 443
327, 376, 449
Engels, F., 14, 19, 20, 36, 46, 101, 102,
Demokratik hesap verebilme, 46
103, 104, 105, 106, 107, 108, 109,
devletin ideolojik aygıtları, 496
110, l l l, 112, 113, 125, 126, 132,
devletin rolü, 26, 296, 297, 301, 406,
133, 142, 291, 499, 503, 513, 5 18
408, 409, 411, 412, 438
esnek firma, 440, 442, 443
devrimler, 13, 68, 101, 103, 106, 124,
esnek uzmanlaşma, 358
131, 168, 185, 204, 212, 223, 245,
eşci nsel l i k, 189, 346, 348, 350
246, 326, 329, 413, 480, 489
eşitlikçi toplum, 128, 350, 419, 490
dil oyunları, 449, 450
etiketleme, 19, 191, 214, 215, 216,
524 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

2 17, 2 18, 2 19, 220, 221, 278, 279, 179, 271, 359, 366
337 göreli özerklik, 27, 407, 408, 410, 411,
etnometodoloji, 19, 227, 228, 2 3 1, 497
236, 337, 3 3 9 göstergeler, 471, 473
evrim, 71, 73, 94, 9 S , 9 6 , 9 8 , 9 9 , 118, Gözetim sistemleri, 420
262, 263, 26S, 326, 327, 379, 380, G ramsci, A., 20, 23, 109, 240, 241, 242,
448, 449, 481, 489 243, 244, 24S, 246, 247, 406, 414,
evrimci sosyoloji, 2 1 S lO
grup tipleri, 183
F gücün doğası, 92, 260
faşizm, 20, 64, 207, 209, 249, 409 g ü ç/iktidar, 92, 323, 3Sl, 412, 477
feminizm, 23, 138, 139, 141, 143, 144, gündelik hayat, 23, S2, SS, 2 34, 434
14S, 147, 1S0, 339, 348, 3S0, 411,
4S4 H
fenomenoloji, 232, 237, 337, 339, 434, Habermas, J., 20, 23, 24, 26, 203, 212,
486 236, 381, 411, 426, 427, 428, 429,
fırsat eşitliği, 27, 141, 198 431, 432, 433, 434, 43S, 436, 437,
Fordizm, 174, 440, 441, 443, 444, 44S 438, 439, 492, 499, S01, S04, S l S,
formel sosyoloji, S2, S4 S20
Foucau lt, M., 24, 26, 30, 476, 477, 478, H a l l, S., 26, 413, 414, 41S, 416
479, 480, 481, 482, 483, 484, 48S, Hegel, W. F., 14, 104, l ll, 209, 426,
S06 433, 434
F rank, A. G., 18, 19, 1S3, 1S4, 1S6, Hegemonik erkeklik', 347
1S7, 1S8, 314 hegemonya, 142, 147, 240, 241, 242,
Frankfurt Okulu, 17, 18, 20, 23, 107, 243, 244, 24S, 247, 414
1 10, 203, 204, 20S, 206, 208, 209, heterojenlik, 97, 287
210, 2 11, 212, 2 13, 426, 427, 43S, hizmet sektörü, 440, 46S
436 Horkheimer, M ., 203, 20S, 206, 207,
F romm, E., 203, 204 208
Husserl, E., S 1, 230, 231, 232, 23S,
G 236, 238, S l 6
Garfinkel, H ., 23, 223, 224, 22S, 226, hümanistler, 131
227, 228, 229, 37S
geç modern ite, 24, 424
Gel işmed argüman, 342 l l lich, 1., 318, 319, 320, 321, 322, 323,
Gemeinschaft, 16, S8, S9, 61 3 24, S l l
gençlik kültürü, 246, 302, 413, 414 Internet, 28, 30, 3S8, 360, 399, 400,
genelleştirilmiş diğeri, 338 403, 404, 418, 436, 4S0, 4Sl, 4S6,
Geometrik an a lojiler, S3 468
Gese//schaft, 16, S8, S9, 60 ırkçı l ı k, 98, 144, 2S8, 290, 380, 387
Giddens, A., 24, 2S, 26, 27, 30, 37, 187,
227, 2S9, 3S0, 418, 419, 420, 421,
422, 423, 424, 4S8, 46S, 466, 486, ideoloji, 67, 89, lll, 1 3 1, 141, 142,

487, 488, 489, 490, 491, 492 144, 190, 20S, 210, 243, 24S, 247,

Goffman, E., 188, 189, 190, 191, 192, 249, 2S0, 2S3, 3 S l , 431, 434, 463,

193, 194, 214, 2 18, S03, SOS, S l2, 493

Sl8 ideolojik yapı, 431, 494, 497

Goldthorpe, J., 1S7, 176, 177, 178, ihtiyaçlar, 116, 207, 470, 488
KAYNAKÇA s ıs

iktidar seçkinleri, 2 2 , 9ı, 255, 256, 257 kolonileştirme, 434


iletişim, 25, 8ı, ı9s, 196, 20ı, 203, komünizm, 23, 103, 1 10, 249, 312,
234, 302, 303, 3 ı ı, 330, 334, 336, 366, 420, 450, 451, 462, 473, 493
346, 360, 377, 399, 402, 413, 4ı8, korporatizm, 297, 298, 299, 300
420, 421, 423, 427, 434, 435, 436, Körfez Savaşı, 418, 459, 474
438, 450, 456, 458, 465, 473, 480, kötü mserler, 419
487 Kuhn, T., 19, 28, 76, ı66, 168, 325,
iletişimsel etkileşim, 435 326, 327, 328, 329, 330, 3 3 1, 373,
imaj, ı91, 192, 2ıo, 344, 470 501, 509
insan ilişki leri yaklaşımı, 269, 27ı, 272 kurallar, 43, 45, 46, 65, 84, 119, 196,
insanl faillik, 489, 490 215, 225, 354, 378, 386, 487, 489
isyan lar, ı8 kurucu babalar, 9, 52, 448
iş ortamı, 269 kültürel d i reniş, 414, 415
işbölümü, 35, 42, 73, 85, 1 15, 1 17, küreselleşme, 25, 418, 419, 420, 42ı,
ıı8, ı20, ı2S, ı27, ı67, ı72, 201, 422, 424, 438, 490
287, 336, 342, 344, 360, 442
işçi sınıfı, 105, ıo9, ı43, ı4s, ı 74, ı76,
L
177, ı78, ı79, ı8o, ı83, ı8s, 195, laikleşme, 302, 303, 304, 306, 307,

ı96, ı98, ı99, 2 10, 2 1 1, 242, 243, 308, 309

244, 245, 292, 360, 385, 409, 4ı4, Lewis, O, 69, 271, 288, 380, 390, 391,

4ı5, 428, 430, 462, 493 392, 394, 395

işlevselcilik, ı8, 22, 52, 99, ıı4, ı86, lezbiyenlik, 144, 350

326, 376, 38ı, 434, 49ı Lockwood, D., 176, 177, 178, 179, 271,

iyimserler, 4ı9 273


Lukacs, G., 20, sı, 248
K Lyotard, J. F., 24, 26, 308, 437, 447,
kadın araştırmaları, ı9, 23 448, 449, 450, 451, 453, 476
Kad ı n Hakları, 138
Kapa l ı topl um, 372 M
kapitalizm, 25, 4ı, 79, 82, 83, 84, 85, M a nnheim, K., 248, 249, 250, 251,

ıo6, ıo7, ııo, ı24, ı2S, ı28, ı3o, 252, 510, 511

13ı, ı43, ı49, ıs8, ı8s, 203, 204, M a rcuse, H., 13ı, 203, 204, 205, 206,

209, 2ı0, 2Sı, 296, 298, 399, 40ı, 207, 208, 209, 2 1 1, 213, 513

4ı4, 4ı8, 4ı9, 428, 429, 435, 436, Marksizm, 19, 22, 23, 27, 52, 64, 101,

443, 444, 445, 4Sı, 462, 467, 482, 102, 107, 108, 109, lll, 132, 145,

493, 495 ıso, 186, 198, 203, 204, 205, 208,

karşılaştırı lamazlık, 328, 330 210, 2 1 1, 212, 236, 243, 245, 257,

karşılıklı konuşma, 228 291, 293, 326, 339, 369, 37ı, 372,

kaynaklar, 282, 386, 442, 460, 487 406, 411, 426, 427, 428, 433, 434,

kent idareciliği, ı 7, 28ı, 282, 283 436, 448, 454, 482, 493, 494, 495,

kent sosyolojisi, ı9, 26ı, 267, 399 496, 497, 498, 499

kentleşme, 35, 52, 59, 288 Marx, K., 12, 13, 14, 15, 17, 18, 19, 20,

kentsel yaşam, 2ı, 286, 288, 289 21, 23, 26, 29, 30, 34, 36, 38, 41,

Kerr, C., 176, 362, 363, 365 43, 46, 48, 52, 62, 79, 83, 88, 101,

kitle iletişim sistemleri, 436 102, 103, 104, 105, 106, 107, ı08,

kitlesel üretim, 85, 171, 271, 441, 443 109, 110, lll, 112, 113, 119, ı23,

kollektif bili nç, 1 15, 1 16, 117, 1 2 1 124, 125, 126, 127, 128, 129, 130,

kollektif tüketim, 2 9 1 , 293 13ı, 132, 133, 142, 163, 176, 182,
526 SOSYOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

183, 186,204, 205, 212, 2 13, 223, otorite, 20, 28, 29, 42, 43, 45, 48, 49,
244, 247, 251, 255, 266, 281, 291, 102, 1 15, 116, 147, 151, 164, 182,
302, 333, 339, 360, 362, 363, 368, 183, 184, 185, 196, 197, 215, 2 16,
371, 380, 385, 4 19, 433, 434, 437, 304, 321, 322, 323, 328, 342, 359,
448, 449, 473, 475, 481, 493, 495, 386, 387, 400, 415, 430, 439, 456,
496, 497, 499, 500, 502, 503, 510, 478
513, 517, 518, 519, 5 2 1
Mayo, E., 1 7 3 , 268, 269, 270, 2 7 1 , 272 ö
Mead, G . H., 16, 2 1, 29, 189, 198, 214, öğrenci devri m i, 2 1 2

2 3 1, 333, 334, 335, 336, 337, 338, önemli diğerleri, 215, 338

339, 340, 343, 434, 501, 504, 509,. örgütlü toplum, 41, 393

514 özneler-arası lık, 235

meka n i k dayanışma, 115, 117, 120 öznenin ölümü, 496

Merton, R., 17, 37, 45, 51, 161, 162,


p
163, 164, 165, 166, 167, 168, 169,
P a h l, R., 17, 18, 62, 280, 281, 282, 283,
275, 375, 380, 381, 382, 504, 519
288, 293, 295, 298, 300, 507
meşruiyet krizi, 428, 430, 432, 433,
paradigma, 25, 28, 150, 166, 168, 266,
436, 437, 438
3 15, 326, 327, 328, 329, 330, 3 3 1,
Michels, R., 16, 44, 46, 64, 65, 66, 67,
373, 464
68, 69, 91, 176, 2 5 5
Pa reto, V., 16, 65, 87, 88, 89, 90, 91,
M i l itarizm, 420
92, 255, 513
M i i i J . S., 75
Parsons, M ., 17, 2 1 , 41, 51, 91, 161,
M i l ls, C. W., 18, 22, 69, 91, 254, 255,
162, 182, 184, 223, 226, 266, 310,
256, 257, 258, 259, 290, 380, 452,
333, 339, 375, 376, 377, 378, 379,
505
380, 381, 382, 433, 434, 437, 492,
modernleşme teorisi, 154, 156, 158,
504, 509, 517
310, 3 14, 3 1 6
Piore, M., 358, 440
Mosca,G., 1 6 , 64, 65, 8 7 , 88, 89, 90,
Popper, K., 181, 329, 330, 331, 369,
9 1 , 92, 255, 513
370, 371, 372, 373, 512

N popü l e r kültür, 413

N-ACH faktörü, 82 post-Fordizm, 444

Nazizm, 21, 209, 252, 380 post-modern, 9, 15, 23, 24, 25, 26, 49,

neo-Marksizm, 19, 22, 23, 205, 210, 69, 112, 132, 145, 147, 193, 201,

292, 293, 426, 454 222, 238, 247, 273, 339, 349, 350,

normallik, 190 361, 399, 401, 403, 411, 413, 419,

nüfus kitlesi, 257, 483 422, 423, 440, 442, 443, 444, 445,
447, 449, 450, 451, 452, 454, 455,
o 456, 458, 459, 460, 470, 471, 472,
okulsuzlaşma, 322, 3 2 3 473, 474, 475, 498
oligarşinin t u nç yasası, 4 6 , 64, 91 post-modernizm, 452, 475
orga ni k dayanışma, 118, 196, 378 Pou lantzas, N., 23, 27, 109, 246, 406,
organizasyon, 14, 42, 43, 44, 45, 48, 407, 408, 409, 410, 411, 412, 499,
53, 79, 95, 184, 2 1 8, 268, 304, 350, 510
440, 446 pozitif ayrımcılık, 38
organizma olarak toplum, 98 pozitivizm, 72, 75, 76, 77, 205, 208
ortak bilinç, 1 15 proleterleşme, 179, 180, 355
otomasyon, 206, 355, 403, 465 Protestan a h l a kı, 79, 80, 81, 82, 83, 85,
KAYNAKÇA 527

163, 3 11 sosyal fizik, ı2


Püritenler, 80, 8 ı sosyal psikoloji, 56, 27ı
sosyal statik, 75
R sosyalizm, 49, 64, 67, 68, 108, ı19,
rasyona lizasyon, 85, 433 406, 462, 498
rasyona lizm, 6 ı sosya lleşme, ı4ı, ı90, 196, 208, 232,
rasyonel irade, 60 337, 343, 377, 379, 456
refleksivite, 224, 350, 490 sosyokrasi, 75
Rex ve Moore, 384, 385, 386, 387, 388 sosyo-kültürel sistem, 429
risk toplumu, 25, 422 sosyolatri, 75
Rostow, W. W., ı9, 156, ı59, 3ıO, 3 1ı, sömürgecilik, 315
3 ı 2, 313, 3ı4, 3ı5, 363 söylem, ı78, 435, 477, 478, 480, 481,
482, 483, 484, 487
s
Spencer, H., 16, 2 ı, 56, 75, 93, 94, 95,
Sa bel, C., 440
96, 97, 98, 99, ıoo, 1 ı6, 118, 363,
sanal gerçeklik, 28, 2ıo
376, 442, 470, 508, 5 ı 6
sanayi toplumu, 95, ı53, 363, 467
suç, 37, 6 ı , 2 ı 5 , 2ı8, 2 1 9 , 220, 2 2 ı ,
sanayileşme, 35, 59, 82, ın, 265, 307,
222, 223, 227, 232, 237, 265, 267,
3 ı 1 , 313, 3 ı4, 364, 366, 467
278, 285, 29ı, 414
sanayi-ötesi toplum, 75, 462, 464, 467,
suçluluk, 215, 2ı8, 347
468
sapma sosyolojisi, 219, 22ı T
Schutz, A., 4ı, 223, 226, 230, 231, 232, tahakküm, 113, 356, 359, 360, 437,
233, 234, 235, 236, 434, 435 48ı, 482
seçkinler iktidarı, ı6, 89, 255, 258 tarım toplumu, 13, 3 ı ı
sembolik etkileşimeili k, ı9, 57, ı93, tarihsel materya lizm, ıo2, ıo3, ıo7,
2ı9, 228, 337, 338, 339, 486 ı11, 438
semboller, 193, 217, 225, 334, 336, Taylor, F. W., ı6, ıı2, ı13, ı58, ı 70,
337, 470, 471 ı7ı, ı72, ı73, ı74, 268, 269, 354,
sermaye birikimi, 84, ı28, 356 44ı, 513, 5ı5
sınıf çatışması, 62, ıo6, ı58, ı83, 288, tekeşlilik, 54
380, 402, 413, 497 teknokratik bili nç, 431
sın ıflar, ı8, 65, 109, 110, 143, ı47, teknoloji, 28, 79, ı54, ı56, ı85, 204,
ı76, 20ı, 242, 287, 292, 294, 307, 312, 3ı3, 349, 360, 361, 363, 364,
334, 353, 356, 358, 360, 385, 387, 365, 366, 400, 43ı, 450, 45ı, 456,
388, 40ı, 4ı0, 436, 463, 48ı, 494, 463
495, 496 terörizm, 223, 402, 454, 458
sınıfsal kontrol, 46, ı74, 29ı, 407, 409 toplumsal cinsiyet, ı9, 27, 137, 138,
sın ıfsız toplum, ı76 147, ı50, 228, 34ı, 344, 345, 346,
Smır/1 kodlar, ı95 347, 348, 349, 350, 35ı, 352, 413,
Simmel, G., ı5, ı7, 2ı, 29, 5ı, 52, 53, 416, 490
54, 55, 56, 57, 58, 59, 6ı, 26ı, 2 62, toplumsal dayanışma, ı4, 38, 114,
452, 453, 507, 5ı5, 5ı8, 5ı9, 520 115, ıı7, ıı8, ıı9, ı20, 121, ı22,
simü lasyonlar, 447 ı82
Siyah güç, ı8, 266 toplumsal devrim, 490
siyasal yapı, 487 toplumsal düzensizlik, 33, 35, 37
Sosyal Darvinizm, 21, 93, 96, 98, 99 toplumsal etkileşim, 52, 192, 193
sosyal dinamik, 73 toplumsal i lişki, 59, 110, 198, 272, 481,
528 SOSVOLOJiDE TEMEL FiKiRLER

490 45, 46, 47, 48, 49, 50, 51, 52, 57,
toplumsal yapılar, 60, 481, 486, 488, 58, 59, 60, 62, 64, 69, 79, 80, 81,
489 82, 83, 84, 85, 86, 107, 163, 182,
top l u m u n yapısı, 2 5 204, 205, 206, 209, 223, 248, 252,
totalitarizm, 381, 450 255, 266, 281, 291, 302, 304, 308,
Tönnies, F., 16, 36, 57, 58, 59, 60, 61, 3 1 1, 315, 339, 3 75, 379, 380, 385,
62, 63 419, 431, 433, 434, 435, 437, 438,
transseksüeller, 346 448, 464, 481, 486, 5 1 1, 512, 514,
tüketimcilik, 26, 27, 35, 204, 207, 208, 515, 5 1 9
241, 434 Wilson, B., 1 9 , 298, 3 0 2 , 303, 304, 305,
tümevarım, 370 308
Win kler, J., 295, 296, 297, 298, 299,
u 300
uydu ü l ke, 154, 158, 3 14 Wirth, L., 61, 265, 285, 286, 287, 288

ü V
Üç Hal Yasası, 7 2 yabancılaşma, 14, 26, 28, 55, 125, 126,
Üçün c ü Dünya, 1 8 , 1 9 , 2 3 , 2 7 , 8 2 , 109, 127, 130, 1 3 1, 132, 133, 174, 204,
145, 150, 153, 154, 155, 156, 157, 209, 281, 288, 3 2 1, 387, 404, 430,
158, 257, 307, 3 1 1, 313, 314, 316, 449, 496
322, 363, 392, 400, 418, 423, 436, yakınlaşma tezi, 367
454, 457, 459, 465, 466, 472, 473 yanlış bili nç, 106, 131, 204
Üçüncü Yol, 421, 424, 430, 462, 491 yanlışlama, 371, 372, 373
ü retici güçler, 105 yapılaşma, 26, 486, 489, 491
ü retim i l işkileri, 104, 105, 158, 356 yapısal Marksizm, 416
üretim tarzı, 104, 105, 106, 109, 125, Yapısal Marksizm, 496
129, 158, 354, 496, 498 yapısalcılar, 131, 246
üretim yöntemleri, 104, 353, 441 yapısal-işlevselcilik, 186
üst-anlatı, 449 yaptırımlar, 117, 216
Üst-Be l irlenim, 494 yaşantı-dünyası, 235, 434, 435, 437
Yeni işçi Partisi, 27, 430, 491
V
Yeni Sağ, 17, 246, 306, 413, 491
varsayım, 234, 3 7 1
Yeni Sol, 413, 482
vasıfsızlaşma, 3 5 5 , 3 5 7 , 3 5 8 , 360, 361,
yeni-Webercilik, 19, 179, 185
445
yerleşim-tem e l l i sı nıflar, 385, 388

w yoksulluk kültürü, 38, 392, 393, 394,


395
Weber, M ., 12, 13, 14, 15, 17, 18, 19,
2 1, 22, 26, 29, 40, 41, 42, 43, 44, yönetim devrimi, 171, 463
M a rt i n Sl attery

Sosyolojide

Sosyo/ojide Temel Fikirler, ondokuzuncu ve yirminci yüzyıl ların


b ü y ü k sosyol oj i k d ü ş ü ncelerine bir g i ri ş ça l ı şması o l a ra k
hazırla n m ıştır. Hedef kitlesi sosyoloji v e i l işkili sosyal b i l i m
derslerine devam eden Lisans ve Hazı rlık Sınıfı öğrencilerid ir.
Kitabın ilgi odağı, sosyoloji ve toplumsal dü şüncenin -içinde
yaşadığ ı m ız d ünyayı a nlama, yoru mlama ve bazı örneklerde
değ i şti rme aracı olara k- gelişimi nde etk i l i o l a n temel fikir­
lerd i r. Kitap üç ana kes i m veya döneme böl ü n müştür: ı . Kla­
sik Dönem: Kurucu Babalar ve Çağdaş ları, 2. Modern Dönem,
3. Post-Modern/Geç-Modern Dönem. O, d ers kita plarında
yer alan temel sosyoloj i k fi kirler, disiplin içinde büyük tartış­
malara i l ham kaynağı o l m uş, hatta g ü n üm üzde sosyal bilim­
lerdeki tartışmaları biçi mlendiren fikirler hakkında kolay anla­
ş ı l ı r ve kolay okuna b i l i r özellikte bir kitaptı r. Ayrıca çağ ı m ızın
büyük soru n ları üzerinde düşün meye ve tartışmaya yöneitici
bir i çeriğe sah i ptir.

I S B N 978-975-01 164-8-3
,,
SENTEZYAYl N C i l l K

111 1 1111 111 111 1 1 11 1 1 1


Cumhuriyet Cad. Eski Tah ı l içi Sokak No:S BURSA
Tel: (O 224) 225 1 1 80 (pbx) Faks: (O 224) 225 02 00
http://www.sentezdagitim.com.tr
9 7 89750 1 1 6483
e-mail: bilgi@sentezdagitim.com.tr

You might also like