Professional Documents
Culture Documents
Sentetik A Priori Bilginin Imkânı Üzerine Bir Inceleme
Sentetik A Priori Bilginin Imkânı Üzerine Bir Inceleme
Kant’a kadar süregelen; bilgimizin deneyden mi yoksa doğuştan mı geldiğine ilişkin soruların ve bu
sorulara verilen cevapların −empirizm ve rasyonalizm− oluşturduğu savaş, Kant’ın orta yol
denilebilecek bir cevap bulmasıyla sona erdi: Kant’a göre bilgimiz deney ile başlar ama deney ile
devam etmez. Bir şeyi algıladığımda onun gerçekten ne olduğuna veya işlevine, kısaca onun bilgisine
sahip olmam için anlama yetisinin operasyonları gerekir. Buradan sonra probleme bir adım geriden
bakıp deneyin imkânını sorgulayan Kant, nesneyi deneyimlemek için a priori koşul olan, uzay ve
zamanı, görünün saf formları olarak tanımlar. Buna göre, görünün saf formları olan uzay ve zaman
deneyimi şekillendirir, onu mümkün kılar. Toparlayacak olursak, deneyin a priori koşulu olan uzay ve
zaman ile görünüşler (fenomen) alanında algıladığım nesneyi deneyimler ve bu deneyimi, birçok
deneyimi düzenlemeye yarayan zihnimdeki saf biçimsel formlar olan kategoriler ile birleştiririm.
Kant’ın felsefede yaptığı devrim buradadır. Kant ile birlikte artık bilgimiz nesneye bağlı değildir,
nesnenin bilgisi bizim zihnimize/bilme tarzımıza bağlıdır. Yani artık pasif bir şekilde bilmek için öylece
duran bir özneden ziyade bilme sürecine bizzat katılmış etkin bir özne söz konusudur ve etkin öznenin
bir şeyi bilmenin a pirori koşullarını araştırması ise transandantal felsefedir.
Duyularımızla algıladığımız gerçeklik, bize kendinde şeyin bilgisini vermez. Biz sadece, şeyin kendisini
değil, onun tezahürlerini bilebiliriz. Bu durum tam olarak Descartes’ın “Kötü Tanrı” kavramı ile
anlaşılabilir. Belki, kötü bir tanrı bizi, nesneleri kendisinin istediği gibi bilmememizi sağlayacak şekilde
yaratmıştır. Yani ben bir kitap gördüğümde aslında o şey kitap olmayabilir, gıcık tanrı beni böyle
yaratmış ve benim belki bir kalemi kitap olarak görmemi sağlamış olabilir. Buradan hareketle aslında
gördüğüm şeylerin bizzat kendisinin değil sadece tezahürlerinin bilenebileceğini anlamak
mümkündür. Görünün saf formları olan uzay ve zamanda −ki uzay ve zaman şeyin kendisinin
belirlenimleri değildir, biz onu projekte ederiz− bize verilen tezahürler fenomen iken, kendinde şey
denilen alan numendir. Numen, sadece düşünülebilir, onun bilgisi insan aklına kapalıdır. Kendinde
şeyin bu özelliği mistifiye edilmeye uygun gözükür ama kendinde şey, Kant’ın öylece oraya koyduğu
keyfi bir kavram veya aşkın (transandent) bir gerçeklik değil, onun bilgi teorisi açısından zorunlu bir
kavramdır. Kant, kendinde şey bilinemez derken orada bilenecek bir şey olduğunu vurgulamaz,
kendinde şey, sadece düşünülebilir olandır. İşte burada saf aklın fenomenlere yöneliş biçimini −deney
ve anlama yetisinin operasyonlarını− numen alanında da gerçekleştirmesiyle ruhun ölümsüzlüğü,
evrenin başlangıcı, tanrının varlığı gibi ancak düşünülebilecek ama bilinemeyecek olan antinomiler
ortaya çıkar. Kant antinomilerin aklın yazgısı olduğunu kabul eder fakat eğer bir bilimden söz
ediyorsak antinomileri kendi alanlarında bırakmak, insan aklına bir sınır çizmek gerekir. Bu sınır çizme
işi de Kant’ın bilgi felsefesinde yaptığı ayrımlarla tamamlanacaktır.
Burada ileride değineceğimiz eleştiriler bakımından şu ayrımı yapmakta fayda var: Kant’a
göre uzay ve zaman bir kavram değildir, onlar görünün saf formlarıdır. Onların mutlak anlamda bir
geçerlilikleri yoktur ve bize bağlı ideallerdir. Saf matematiğin olanaklı kılınması için öncelikle saf görü
formları olan uzay ve zaman gereklidir. Aritmetik, saf a priori zaman görüşüne tekabül ederken,
geometri, saf a priori uzay görüşüne tekabül eder. Kant’a göre uzay dışsal duyularımızın, zaman ise
içsel duyularımızın bir formudur. Ayrıca zaman uzayı, şeylerin bir zaman içinde gerçekleşmesi
bakımından etkiler. “Sentetik a priori bilginin içeriğini oluşturan verinin sağlandığı uzaya ve zamana
bağlı algı alanında, duyu deneyimi aracılığıyla kavramların saf uzay zaman görüsünde kurulması
gerekir. Bu alan matematik alanıdır” (a.g.e, 59). Matematik, kurulan bir alandır, verilen bir alan
değildir çünkü matematik anlama yetisinin bize “verdiğinden” fazla bir iştir. Burada kurulan ve verilen
ayrımı önemlidir. Kurulan olması, onu hem deney yasasına uygun hem de kesin, genel ve zorunlu
kısaca sentetik a priori yapar. Matematik kavramlardan değil, kavramların oluşturulmasından doğar.
Matematik ve geometri ilkelerinin üretilmesi çelişmezlik ilkesinden başka bir ilkeyi gerektirir, bu ilke
saf görüdür. Kant’a göre saf geometrinin ilkeleri apaçık doğrudur ve aynı zamanda sentetiktir çünkü
onlar, kavramı genişletirler ve düşünülmemiş olanı verirler. İki nokta arasındaki en kısa çizginin bir
doğru olması düşündüğüm değil Kantçı anlamda gördüğüm bir şeydir, burada saf görünün yardımı
gerekir. A priori kavramların, somut bir biçimde kurulabilmesi için, geometrinin yapısında herhangi bir
saf görü temeli bulunmalıdır. Yani geometri kavramını a priori olarak saf görüde kurmalıdır. Çünkü
ancak saf görü kavramların genişletilmesini olanaklı kılar ve bu çerçevede ortaya çıkacak olan
sentetik a priori yargılar da bu görüde zorunlu olarak bulunanı içermiş olacaklardır (Kant, 2000:49-
50).
Görünüşte verilen nesne, anlama yetimin operasyonları olmadan bir anlam kazanmaz. “Görünüşlerin
duyusal veri aracılığıyla anlama yetisine verilmesinin yanı sıra, düşünme etkinliğiyle (düşüncede) ilgili
bağların kurulabilmesi, yani görüde kurulan kavramlara, anlama yetisi kavramlarının da eklenmesi
gerekmektedir; ancak böylelikle duyusal verinin göstermek istediği nesnenin görülmesi olanaklı
olacaktır” (Kutlusoy, 2006:61). Bu düşünceye benzer bir yaklaşım, ayrı algılar olan görme ve duyma
arasındaki bağın ifadesi Platon’un Theatitos diyaloğunda verilir. Analojiyi daha iyi kurabilmek için, bir
köşede davul çalan birinin olduğunu varsaydığımızda, davuldan gelen sesin kaynağının yine o davul
olduğunu yani sesin kaynağının gördüğüm davul olduğunu nereden biliyorum? Çünkü, göz duymaz,
kulak görmez. O halde, görünüşlerin duyusal veri aracılığıyla anlama yetisi verilmesi kendi başına
yeterli olmaz, burada düşüncede bağların kurulması gerekir.
Sentetik a priori bilginin felsefeden elenmesi 20. yüzyıl pozitivistleri tarafından adeta amaç edinilmiş,
bu amaç doğrultusunda da mantıksal pozitivitler, tartışmalarını sentetik a prioriyi “çürütmeye” odaklı
bir şekilde devam ettirmişlerdir. Bilimsel Felsefenin Doğuşu adlı eserinde, sentetik a priori bilginin
imkânına hatta daha doğru bir tabirle imkânsızlığına oldukça önemli bir yer veren Hans Reichenbach,
Kant’ı önce geometri görüşü, sonra aritmetik görüşü bakımından eleştirir.
Kant’a göre Euklides geometrisi a priori doğru bir geometri olmasından ziyade insan aklının dünyayı
algılama biçimi için gerekli bir geometridir. Yani bizim referans uzayımız üç boyutludur. Reichenbach,
Kant’ın geometri anlayışına çok boyutlu yani Euklidesçi olmayan geometrilerin imkânı ve relativizm ile
karşı çıkar. Ona göre, “… geometrinin matematiksel ve fiziksel iki yanı vardır. Bunlardan
biri analitik ve a priori, diğeri sentetik ama a posterioridir” (Reyhani, 2010:212). Dolayısıyla
Reichenbach’a göre bu ayrımda sentetik a priori önermelere yer yoktur. Fakat burada belirtmek
gerekir ki, çok boyutlu uzay anlayışı yine Kant’ın yaptığı bir ayrıma dayanır. Yukarıda uzay ve zamanın
bir kavram olmadığı, onların görünün saf formları olduğu söylenmişti. Uzay ve zamanın görünün saf
formları olması ile bir şeyin gerçekliğini düşündüğümü değil gördüğümü söylerim ve bu Kantçı
anlamda bir görmedir (a.g.e, 212). Üç boyutlu olmayan bir geometride görümü kaybederim ama o
geometrinin bir nesnesini yine bir uzayda düşünmem gerekir. “Euklides geometrisini sadece
düşüncemle algılıyor olsaydım, Euklidesçi olmayan geometri imkansız olurdu” (a.g.e.212). Kant’ın
örneğine baktığımızda iki nokta arasındaki en kısa çizginin bir doğru olması benim düşüncede
bulduğum bir kavram değil gördüğüm bir kavramdır ve bu önerme hem sentetik hem de a prioridir.
Saf görüyü bir kenara atma Yeni Kantçılarda da görülür. Bunun sebebini de bizim görümüze bağlı olan
bir matematiğin psikolojizme sebep olacağı şeklinde açıklarlar. Bir bilimin bize göre olması onun
nesnelliğine zarar verir ve bu matematiği relative etmek olur. Ama üç boyutlu uzay referansımızın
arkasında sadece biyolojimiz yoktur, üç boyutlu geometri sadece bizim için bir referans değil, genel
bir referanstır. Saf olmayan bir görü beraberinde değişebilir özellikleri getirir, uzay ve zamanın üç
boyutlu olmaması onları kavram yapar ve dolayısıyla artık uzay ve zaman değişebilir niteliklere sahip
olur. Paralel bir evrende sonsuz sayıda konumun ve durumun bulunduğu bir uzay zaman anlayışı,
olayı entelektüalize etmek yani uzay ve zamanı kavrama indirgemek demektir.
Referansımız olan üç boyutlu uzay anlayışını temel alan Euklidesçi aksiyomlar, Reichenbach’a göre
gerçeği pek yansıtmayan aksiyomlardır, bu aksiyomların ona göre içi boştur. Fakat burada da problem
şudur: Eğer üç boyutlu zaman anlayışı gerçeği pek yansıtmıyorsa, Euklidesçi geometri bize hiç
öğretilmeden çok boyutlu bir geometri eğitiminin pekala verilebilir olması gerekir (a.g.e, 214).
Doğrudan Euklidesçi olmayan geometri savunulurken, atlanan nokta zaten relativistik uzayın kurgu
olduğudur. Geometri görme ile mümkün olduğundan, bu görme başta üç boyutlu bir uzay
referansıyla mümkün olacaktır. Uzay ve zaman aklın yasaları değil insan duyusallığının bir özelliği
olduğu için içinde yaşadığımız evrenin Euklides geometrisine göre şekillenmesinde bir problem
yoktur, zaten bu doğal bir şeydir. Dolayısıyla Euklidesçi geometrinin gerçeği yansıtmadığını söylemek
pek doğru gözükmemektedir (a.g.e, 214).
Matematiğin sentetikliğinden şüphe etmek, onun bilgimizi genişlettiğinden şüphe etmek demektir,
eğer matematik bilgimizi genişletmiyorsa, masa başında bulunan teoremler nasıl dünyayla bağ
kurabiliyor ve bundan ziyade bu teoremlerin ispatı için niçin uğraşılıyor? Eğer matematiğin a
priori yönüne itiraz edilecekse, matematiksel bir önermenin yanlış çıkacağı bir deney
tasarımlanamayacağı, saf matematik önermelerinin içerikten yoksun olduğu için onun a
priori olduğunu kabul etmek gerekecektir.
Matematik önermelerini doğrulama bağlamı ve buluş bağlamında düşünmek daha yerinde olur.
Doğrulama bağlamında tek başına çelişmezlik ilkesi yeterlidir ama buluş bağlamında tek başına
çelişmezlik ilkesi yeterli değildir, Kant’ın ısrarla vurguladığı gibi ona sentetikliği katacak saf görü,
Kantçı anlamda görme gereklidir.
Zekiye Kutlusoy, “Sentetik A Priori Önermeler Gerçekten Çöktü mü?” adlı yazısında sentetik a
priori önermelerin çöktüğünü iddia eder, bunu da fizik ve geometri bilgisinin gelişmemesine ve bu
bilginin Kant’ın savunduğu gibi sentetik a priori temelli olmaması ile açıklar (Kutlusoy, 2006:69).
Aslında Kant’a karşı geliştirilen tüm eleştirilerin temelinde Kant’ın Descartesçı bağlamda
yorumlanması yatar. Onun transandantal kavramı mantıksal pozitivistler tarafından bir orta yol olarak
görülmemiş aksine rasyonalizmin tam bir temsili olarak görülmüştür. Bilinemeyen, ötede olan bir
kendinde şey, deneyin yeterli olmadığı ve önünde sonunda aklın a priori ilkelerine başvurmak
zorunda kalınan bu felsefe doğrudan rasyonalist felsefenin yeni bir yorumu olarak algılanmıştır. Oysa,
ne Kant a priori kavramıyla doğuştanlığı kasteder ne de kendinde şey derken bilinmesi gereken başka
bir dünyayı. Ayrıca “Reichenbach sentetikliği deneyden eklenmiş olarak görür fakat bu sentetik a
priorinin kendisinin çelişmesine neden olur. Çünkü bir şey doğuştansa deneyden gelmez, deneyden
geliyorsa doğuştan olmaz” (a.g.e, 215).
Eleştiriler ve eleştirilere verilen cevaplardan anlaşılıyor ki Kant’ı eleştirenler onu en başta rasyonalist
bir konumda ele alıyor −ki yanlış en başta burada yapılıyor− ve sentetik a priori önermelerin günümüz
için ne anlam ifade ettiğini, buradaki sentetiklikten, Kant’ın aslında ne kastettiği gözden kaçırılıyor.
Kant’ın felsefesinde bu tip gözden kaçırmaları önlemek için onun başka bir kavramı, yine kendi
felsefesi içinde problemlere karşı farklı bir pesrpektif kazandırabilir. Buradan sonra sentetik a
priori önermeleri, sentetik birlik kavramı bağlamında ele almak faydalı olacaktır.
Sentetik kavramından ilk bakışta doğal olmayan/yapay anlamını çıkarırız. Yani sentetik birlik bu
bakımdan kendiliğinden bir birlikten ziyade, zorlanmış bir birlik niteliğindedir. Bu birlik kendiliğinden
değildir ama zorlanması da keyfi bir zorlama değildir. Bu zorlama, insanın bilme yetisi tarafından
olması gereken bir zorlama, olması gereken bir birliktir. Bu kavram David Hume’un nedensellik
ilkesi bağlamında daha açık anlaşılabilir. Hume’a göre şeylerin arasındaki bağlantı, entelektüel bir
görüye değil de sadece duyusal bir görüye sahip olmamız bakımından, bizim göremeyeceğimiz bir
şeydir. Biz olsa olsa orada bir neden-etki olduğunu düşünürüz. Düşünme bu anlamda görüde
verilmeyeni bulma, görüde verileni görmeden birleştirme, sentetize etmedir. Bu bakımdan sentetik
birlik, kendiliklerinden birlik göstermeyen ama birlik içinde olduğu düşünülen parçaların bir araya
getirilmesidir (Reyhani, 2005:100).
Empirizm açısından, gözlemci olarak insan, betimlediği dünyanın içinde yer alır. Bu yüzden de
gözlemciden bağımsız bir dünya görüşü empirist açıdan mümkün değildir. Bu görüşe göre bir problem
varsa bu problem yine gözlemciden hareketle, o gözlemcinin dünya içinde olmasıyla çözülür.
Bunun sentetik a priori önermelerle olan bağlantısını şu şekilde açıklayabiliriz: Eğer öznenin sentetik
birliği oluşturmakta bir kuralı varsa, bu kural öznenin algoritmasına dahil edildiğinde dünyanın
birliğine de dahil edilebilir. Eğer Kant’ın hayal gücünün kendiliğinden edimi tanımında, sentetik
birliğin kendiliğindenliğini kuralsızlık olarak algılarsak, özneyi öte dünyada kurmak zorunda kalırız ve
bu durumda zihin işlevini yitirir (Reyhani, 2010:248).
Kant’ın sentetik a priori önermelerinin akıbeti hakkında daha ilerleyici yorumlar yapabilmek için
“Özneden bağımsız bir dünya betimlemesi mümkün müdür?” sorusunun sorulması gerekir. Çünkü
eğer özneden bağımsız bir dünya mümkünse, bu kartezyen düşünceye işaret eder. Kant’ın
transandantal mantığı ise bir şeyin imkânının a priori koşullarını arayan etkin bir özneyi
gerektirdiğinden, dünyaya dair kavramlarımın yine dünyanın içinde bulunan öznenin bilincinden
çıkması gerekir. Bu durumda dünyaya dair bilgi, kurulan sentetik birlik ile ve kendi bilincim sayesinde
bilginin imkanını oluşturduğum a priori kavramlardan çıkar.
Kaynakça:
AKARSU, B. (2014). Çağdaş Felsefe, İnkılap Kitabevi: İstanbul.
CASSIRER, E., (2017). Kant’ın Yaşamı ve Öğretisi, (Çev. Özlem, D.), Notos Kitap: İstanbul.
GÖZKAN, H.B., (2014). Kant’ın Transandantal Mantığı, Felsefi Düşün, Sayı:3, Sayfa: 27-35.
HEIMSOETH, H., (2014). Kant’ın Felsefesi, (Çev. Mengüşoğlu, T.), Doğubatı Yayınları: Ankara.
KANT, I. (2000). Gelecekte Bir Bilim Olarak Ortaya Çıkabilecek Her Metafiziğe: Prolegomena, (Çev.
Kuçuradi, İ., Örnek, Y.), Türkiye Felsefe Kurumu: Ankara.
KANT, I. (2015). Arı Usun Eleştirisi, (Çev. Yıldırımlı, A.), İdea Yayınları: İstanbul.
KUTLUSOY, Z. (2006). Sentetik A Priori Gerçekten Çöktü mü?, Immanuel Kant: Muğla Üniversitesi
Uluslararası Kant Sempozyumu Bildirileri, Vadi Yayınları: Ankara.
LANGE, F.A. (2016). Materyalizmin Tarihi ve Günümüzdeki Anlamın Eleştirisi (Çev. Arslan, A.), Sentez
Yayıncılık: Bursa.
PLATON, (2011). Diyaloglar, (Çev. Aktürel, T.), Remzi Kitabevi: İstanbul.
REYHANİ, N., (2010). Sentetik A Priori: Tarihsel Arkaplanı ve Bugün İçin Anlamı, Bilgi Felsefesi, Sayfa:
211-251), Heyamola Yayınları: İstanbul.
REYHANİ, N. (2005). Kant’ın Sentetik Birlik Fikri, Cogito, Sayfa: 41-42, 97-103.