You are on page 1of 150

ISSN: 2149-1097

İZMİR ARAŞTIRMALARI
DERGİSİ

14

İZMİR 2021
ISSN: 2149-1097

İZMİR ARAŞTIRMALARI
DERGİSİ

JOURNAL OF IZMIR
STUDIES

14

İzmir-2021
İZMİR ARAŞTIRMALARI DERGİSİ
Yıl 7, Sayı: 14, 2021

SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ: Doç. Dr. Olcay Pullukçuoğlu Yapucu


EDİTÖRLER: Doç. Dr. Haluk SAĞLAMTİMUR
İDARE MERKEZİ/CORRESPONDENCE: Gençlik Caddesi No: 21 Pembe
Köşk 35100 Bornova-İZMİR

YAYIN KURULU/ EDITORIAL BOARD


Doç. Dr. Olcay PULLUKÇUOĞLU YAPUCU
Doç. Dr. Cihan ÖZGÜN
Doç. Dr. Aylin Ümit ERDEM OTMAN
Doç. Dr. Atilla BATMAZ

HAKEM KURULU/ REFEREE BOARD

Prof. Dr. Kemal ARI, Dokuz Eylül Prof. Dr. Besim ÖZCAN, Atatürk
Üniversitesi. Üniversitesi.
Prof.Dr. Mahir AYDIN, İstanbul Üniversitesi Prof.Dr. Eva Maria SENG, Paderborn
Prof. Dr. Yusuf AYÖNÜ, Ege Üniversitesi. Üniversitesi.
Prof. Dr. Evangelia BALTA, National Hellenic Prof. Dr. Spiridon SFETAS, Aristotle
Research Foundation. University of Theassaloniki.
Prof. Dr. Xaris EXERTZOGLOU, University of Prof. Dr. Hatice ŞİRİN, Ege Üniversitesi.
Aegean. Prof. Dr. Ahmet TALİMCİLER, Bakırçay
Prof. Dr. Mehmet ERSAN, Ege Üniversitesi. Üniversitesi.
Prof.Dr. Frank GÖTTMANN, Paderborn Prof. Dr. Zuhal ÖZEL SAĞLAMTİMUR, Ege
Üniversitesi. Üniversitesi.
Prof. Dr. Ruth HAGENGRUBER, Paderborn Doç. Dr. Yücel AKSAN, Ege Üniversitesi.
Üniversitesi Emekli Öğretim Üyesi.
Prof. Dr. Necdet HAYTA, Gazi Üniversitesi. Doç. Dr. Atilla BATMAZ, Ege Üniversitesi.
Prof. Dr. Cüneyt KANAT, Ege Üniversitesi. Doç. Dr. Fevzi ÇAKMAK, Dokuz Eylül
Prof. Dr. Ayşe KAYAPINAR, Milli Savunma Üniversitesi.
Üniversitesi. Doç. Dr. Mehmet Emin ELMACI, Dokuz Eylül
Prof.Dr. Levent KAYAPINAR, Ankara Üniversitesi.
Üniversitesi. Doç. Dr. Aylin Ümit ERDEM OTMAN, Ege
Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI, Emekli Üniversitesi.
Öğretim Üyesi. Doç. Dr. Nuri KARAKAŞ, Ege Üniversitesi.
Doç. Dr. Cihan ÖZGÜN, Ege Üniversitesi.
Prof. Dr. İnci KUYULU ERSOY, Ege
Üniversitesi. Doç. Dr. Olcay PULLUKÇUOĞLU YAPUCU,
Ege Üniversitesi.
Prof. Dr. Hasan MERT, Ege Üniversitesi.
Doç. Dr. Haluk SAĞLAMTİMUR, Ege
Prof. Dr. Herkül MİLLAS, Emekli Öğretim
Üniversitesi.
Üyesi.
Doç. Dr. Aysun SARIBEY HAYKIRAN, Adnan
Menderes Üniversitesi.
Doç. Dr. Tuncay Ercan SEPETÇİOĞLU,
Adnan Menderes Üniversitesi.
Doç. Dr. Serpil ÖZMIHÇI, Dokuz Eylül
Üniversitesi.
Doç. Dr. Hasan UÇAR, Ege Üniversitesi.
Dr. Öğr. Üyesi Mehmet BAŞARAN, Adnan
Menderes Üniversitesi.
Dr. Öğr. Üyesi Günver GÜNEŞ, Adnan
Menderes Üniversitesi.
Dr. Öğr. Üyesi Kemal HAYKIRAN, Adnan
Menderes Üniversitesi.
Dr. Gregory STOURNARAS, Aristotle
University of Theassaloniki.
Dr. Siren BORA, Araştırmacı Tarihçi.
İzmir Araştırmaları Dergisi, Sayı: 14 (XXXX), 2021

SEKRETERYA
Yasin ÖZDEMİR

YAYININ TÜRÜ: Uluslararası, Hakemli.


KISALTMASI: IAD

E-POSTA: izmiraum.ege.edu.tr / izmiraum@gmail.com


TLF: 0232 342 72 24

BASIM YERİ/ PRESS: Ege Üniversitesi Basımevi, Bornova, İzmir


Yazılarda ileri sürülen görüşlerden yazarı / yazarları sorumludur.

Yayın Tarihi: 30.12.2021

Yazılarda ileri sürülen görüşlerden yazarı / yazarları sorumludur.

T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sertifika No: 18679


İzmir Araştırmaları Dergisi, Sayı: 5 (195-200), 2017

İÇİNDEKİLER / CONTENTS

ARAŞTIRMA MAKALELERİ/ ARTICLES

Ece SEZGİN, Nil Dilara ÇOLAK, Gizem AKCAN


Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması: Öne Çıkan Bulgular .......................... 1

Yeşim BATMAZ
Smyrna (İzmir) Agorası’nda Bulunan Çanakkale Seramiklerinin
Yeniden Üretim Denemeler............................................................................................. 29

Murat ALANDAĞLI
XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası
(ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) ............................................................................................................. 51

Mustafa KAYMAKÇI,
Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları ............................................... 95

İNCELEME YAZILARI

Ahmet UHRİ, Mehmet UHRİ,


Akdeniz’e Farklı Bakmak ............................................................................................... 127

KİTABİYAT /BOOKS

Yasin ÖZDEMİR
Birinci Juderia İzmir’in Eski Yahudi Mahallesi, Dr. Siren Bora, ........................ 133
İzmir Araştırmaları Dergisi, Sayı: 14 (1-27), 2021

KARABURUN ARKEOLOJİK YÜZEY ARAŞTIRMASI:


ÖNE ÇIKAN BULGULAR
Ece SEZGİN- Nil Dilara ÇOLAK- Gizem AKCAN 

Makale Geliş Tarihi: Kasım 2021 Makale Kabul Tarihi: Aralık 2021

Öz
Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması (KAYA), İzmir’in Karaburun
İlçesinde 2015 yılından itibaren yürütülmektedir. Peyzaj arkeolojisinin kuramsal
yaklaşımıyla yaygın yaya yüzey araştırması yöntemini uygulayan proje, Karaburun
Yarımadası’nda, yedi yılda toplam 181 arkeolojik alan kayıt altına almıştır.
Buluntular, Alt Paleolitik Dönem’den Erken Cumhuriyet Dönemi’ne dek
uzanmaktadır. Okumakta olduğunuz çalışma, başlangıcından günümüze
Karaburun’da gerçekleştirmiş olduğumuz çalışmaların bir özeti niteliğindedir.
Anahtar Kelimeler: Karaburun, yüzey araştırması, Ege prehistoryası,
Paleolitik, Neolitik, Tunç Çağı, Batı Anadolu.
The Surface Explorations of Karaburun: Some Prominent Findings

Abstract
Karaburun Archaeological Survey Project (KASP) has been carried out in the
Karaburun District of Izmir since 2015. Embracing the theoretical approach of
landscape archaeology and pedestrian survey methods, the project has identified
181 sites in the Karaburun Peninsula in seven seasons. The findspots cover a wide
chronological range from the Lower Paleolithic Age to the foundation of the
Turkish Republic. This paper is a summary of our research carried out in
Karaburun Peninsula so far.
Key Words: Karaburun, survey, Aegean prehistory, Bronze Age, Iron Age,
Antiquity, Ottoman period, western Anatolia.

GİRİŞ
Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması, çağlar boyunca
yarımadadaki yerleşim sıklığını, tiplerini, modellerini ve boyutlarını ortaya
koyabilmek amacıyla, Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden Çiler

Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Arkeoloji Bölümü 48000 Kötekli/MUĞLA. E-Posta:
ecesezginece@gmail.com Orcid No: 0000-0002-8090-0791.
Hacettepe Üniversitesi, Antropoloji Bölümü 06800 Çankaya/ANKARA. E-Posta:
nildilaracolak@gmail.com Orcid No: 0000-0002-7098-7010.
Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölümü 35080 Bornova/İZMİR. E-Posta:
gizemakcan2016@gmail.com Orcid No: 0000-0003-1501-3018.
2 Ece SEZGİN- Nil Dilara ÇOLAK- Gizem AKCAN

Çilingiroğlu yürütücülüğünde 2015 yılında başlatılmıştır. Peyzaj


arkeolojisinin kuramsal yaklaşımıyla yaygın yaya ve yoğun taramalı yüzey
araştırması yöntemlerini kullanan proje, dönem ayırt etmeksizin
Karaburun’daki tüm tarihi ve arkeolojik alanları belgelemektedir.
Çalışmanın hedefi, Karaburun peyzajının derin tarihini anlamak,
yarımadadaki tarihsel değişim ve dönüşümleri tespit etmek, Ege arkeolojisi
bağlamında Karaburun Yarımadası’nın yerini değerlendirmek ve bir
arkeolojik envanter oluşturarak yarımadadaki kültür varlıklarının
korunmasına katkı sunmaktır.
Literatüre bakıldığında Karaburun Yarımadası’nda; keşif gezileri, kısa
süreli kazı ve araştırmaların gerçekleşmiş olduğu görülmektedir1. 2015
yılında Karaburun’un ilk sistematik arkeolojik araştırması ekibimiz
tarafından başlatılmıştır. İlk sistemli kazılar 2018 yılında Kömür Burnu Geç
Tunç Çağı mezarlık alanında başlamıştır2.
Yüzey araştırmasının temel yöntemi olarak, Cherry vd., Alcock-
Cherry ve Bevan-Conolly3 tarafından geliştirilmiş olan “yaygın yaya yüzey
araştırması” şeklinde adlandırılan yöntem benimsenmiştir. Diyakronik bir
yaklaşıma sahip olan projede her dönemin ayrı uzmanı yer almış ve ekip
buna göre şekillenmiştir. 2017 yılından itibaren ekibe Koç Üniversitesi
Arkeoloji Bölümü’nden uzmanlar eklenerek sualtında kalan kültürel
varlıklar belgelenmeye başlanmıştır.
Kara çalışmalarında, belirli aralıklarla dizilmiş olan araştırma üyeleri
birbirlerine paralel olarak yürüyerek alanı taramakta, yüzeyde görünür
arkeolojik buluntuları, mimari kalıntıları, doğal ve çevresel özellikleri
projenin ürettiği standart veri formlarına işlemektedir. Taranan alanlar
(SU=Survey Unit) ve tespit edilen arkeolojik kalıntılar (POI=Point of
interest) iki farklı veri formu kapsamında ünik numaralar alarak kayıt
edilir. Arazide gezilen rotalar ve UTM koordinatları GPS cihazlarıyla gerçek
zamanlı olarak kaydedilir. Sonrasında tüm veriler MS Access ve CBS tabanlı
veritabanına işlenir, sayısal haritalar oluşturulur, çizimler ve
fotoğraflamalar tamamlanır. Gerekirse malzeme üzerinde ileri analiz ve
çalışmalar gerçekleştirilir.

1
Keil 1910; Bittel 1939-1941; Akurgal 1945; Koşay ve Gültekin 1949; Işık 2002; Pınarcık
2005; Uhri vd. 2010.
2
http://ankusam.ankara.edu.tr/komur-burnu/
3
Cherry vd. 1991; Alcock ve Cherry 2004; Bevan ve Conolly 2013.
Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması: Öne Çıkan Bulgular 3

Bu makale, 2015-2021 sezonlarında projenin ulaştığı öne çıkan


bulguların bir özeti niteliğindedir (Harita 1).
Paleolitik Dönem
Karaburun Yüzey Araştırmasına başlarken amaçlarımızdan biri,
prehistorik dönem araştırma boşluğunu doldurarak yarımadayı çevre
bölgelerle karşılaştırmalı olarak incelemeyi mümkün kılmaktı. 2015 yılında
araştırmalarımıza başlayana dek yarımadanın en erken buluntularının
Neolitik Dönem’e tarihlendiği bilinmekteydi4. Bu tarihe kadar İzmir ili
Paleolitik Dönem buluntuları tekil halde bulunan iki el baltasıyla5 sınırlıydı;
fakat buluntu yerleri tam olarak belirlenemediği için Paleolitik Dönem ile
ilgili tam bir değerlendirme yapmak pek de mümkün değildi. Bu nedenle
projenin Kömür Burnu’nda yaptığı keşifler İzmir’in ve Batı Anadolu’nun
Paleolitik Dönemlerini aydınlatması açısından önemli bir noktadadır.
Kömür Burnu, İzmir’de Paleolitik buluntuların in situ olarak tespit
edildiği ilk arkeolojik alan olma özelliğine sahiptir. Alan 2015-2017 çalışma
sezonları içerisinde ziyaret edilmiştir. Kömür Burnunda iki önemli
Paleolitik buluntu alanı bulunmaktadır. Bunlardan ilkinde (26 no.lu alanda)
yapılan çalışmalarda toplamda 50 adet Paleolitik yontmataş tespit
edilmiştir. Bu buluntuların; 29 tanesi yonga, bir tanesi düzeltili doğal parça,
üç tanesi kazıyıcı, üç tanesi düzeltili yonga, altı tanesi dilgi, bir tanesi iki
yüzeyli el baltası, dört tanesi çekirdek, bir tanesi satır, bir tanesi vurgaçtır.
Kömür Burnu’ndaki ikinci Paleolitik buluntu alanı ise bazalt ana kayanın en
belirgin olduğu ve aynı zamanda buruna adını veren bölümdür6 (28 no.lu
alan). Bu alanda yaptığımız çalışmalarda yüzeyde koyu renkli bazalttan
üretilmiş iki yüzeyli el baltası tespit edilmiştir. Alt Paleolitik Dönem’e
tarihlenen bu buluntular bölgede yerel olarak bulunan bazalttan
üretilmiştir7.
Yarımadanın bir diğer Paleolitik buluntusu, Bozköy’de buluntu
alanlarında tespit edilmiştir. Burada Alt ve Orta Paleolitik Dönem
özellikleri gösteren bazalttan üretilmiş yontmataşlar bulunmuştur. Bu
alanda bazalt dışında çakmaktaşının da hammadde olarak kullanıldığı

4
Uhri vd. 2010.
5
Kansu 1963, 1969.
6
Çilingiroğlu vd. 2018a, 66.
7
Çilingiroğlu vd. 2017, 165; Çilingiroğlu vd. 2018a, 69.
4 Ece SEZGİN- Nil Dilara ÇOLAK- Gizem AKCAN

anlaşılmaktadır8. Yontmataş endüstrisinin büyük bir çoğunluğunu


yongalar, yonga aletler ve çekirdekler oluşturmaktadır.
Karaburun Paleolitik Dönem buluntuları genellikle Alt ve Orta
Paleolitik Dönem’e tarihlendirilmektedir9 ve üretimlerde yerel bazalt
taşların hammadde olarak tercih edildiği görülmektedir. Bu noktada
Tepeboz’da tespit edilen iki buluntu alanı (88 ve 147 no.lu alanlar) diğer
Paleolitik alanlarından ayrılmaktadır. Her iki alanda yoğun miktarda kızıl-
kahverengi çakmaktaşından üretilmiş yontmataş aletler tespit edilmiştir.
Buluntular diagnostik özellik göstermediği için net tarihlemesi
yapılamamıştır; fakat üretiminde metal vurgaç kullanılmamış olması ve
ürünlerin niteliği prehistorik dönemlere ait olduğunu göstermektedir.
Yapılan tipolojik ve teknolojik analizler ve karşılaştırmalar bu alanların Üst
Paleolitik Dönem’e ait olabileceğini gösterir10. Alanlardan birinde (88 no.lu
alan) yontmaş endüstrisinin genel niteliği, bu alanın bir üretim
atölyesinden ziyade kamp veya av alanı olabileceğini düşündürtmektedir11
Epipaleolitik Dönem
Araştırmanın ilk yıllarından itibaren yarımadanın Epipaleolitik ve
Mezolitik Dönemleriyle ilgili önemli veriler elde edilmiştir. Kocaman
Mevkiinde bulunan Epipaleolitik Dönem buluntu alanında toplamda 299
adet yontmataş toplanmıştır. Tipolojik özellikleri ele alındığında endüstri
içinde; dilgicik çekirdekleri, yonga çekirdekleri, düzeltili yongalar, kalem,
çentikli, önkazıyıcılar, düzeltili dilgiler ve yarımaylar olduğu tespit
edilmiştir. Kocaman mevkii buluntularında dilgilerin oranına ve geometrik
parçaların varlığına bakıldığında Güneybatı Asya, Kuzey Ege ve
Anadolu’nun Akdeniz kıyılarından bilinen Geç Epipaleolitik Dönem
yontmataş endüstrileri ile benzerlikler görülür12 (Fig. 1). Ayrıca, Hasseki
köyü Yumrutepe (SU.18.55) ve İnecik köyü Değirmentepe (SU.18.56)

8
Çilingiroğlu vd. 2019a.
9
2019-2021 yıllarında tespit edilen; POI.19.110 (Karatepe, Çatalkaya), POI.19.111
(Karatepe Sahil, Çatalkaya), POI.19.128 (Tepe, Bozköy), POI.20.134 (Kumburnu),
POI.20.137 (Kumburnu), POI.20.138 (Kumburnu), POI.20.142 (Karşıyaka, Tepeboz),
POI.20.143 (Çakmakçık, Tepeboz), POI.20.147 (Yeni Liman Köyü girişi), POI.21.159 (İskele,
Azmak), POI.21.167 (Eğlenhoca, Kemer Dağı) Paleolitik buluntu alanları üzerine çalışmalar
sürmektedir.
10
Çilingiroğlu vd. 2019b; Çilingiroğlu-Dinçer 2021.
11
Çilingiroğlu vd. 2019b, 380; Çilingiroğlu-Dinçer 2021.
12
Çilingiroğlu vd. 2018b; 2018c; 2020.
Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması: Öne Çıkan Bulgular 5

mevkilerinde tespit edilen yontmataş buluntuları tipolojik olarak Kocaman


mevkii ile benzer olduğundan dolayı Epipaleolitik Dönem’e (Geç Holosen)
tarihlendirilmiştir13.
Mezolitik Dönem
Karaburun Yarımadası’nın Mezolitik Dönem’ini (MÖ yaklaşık 9600-
7000) ortaya koyan önemli yerleşimlerden biri Kayadibi Mevkii’ndeki
buluntu alanıdır. 0.3 hektarlık bu alanda toplamda 139 adet yontmataş
tespit edilmiştir. Kahverengi ve siyah çakmaktaşından üretilen endüstri
tamamen beyaz patinalı bir özellik gösterir. Çok sayıda düzeltisiz yonganın
görüldüğü endüstri içinde yonga çekirdekleri ve yonga aletler önemli bir
yer tutmaktadır14. Yontmataş malzemeler, özellikle Kythnos, Ikaria, Naksos
ve Youra gibi Ege adalarındaki alanlara olan benzerliği nedeniyle, Mezolitik
Dönem’e tarihlendirilmiş ve Holosen başı avcı-toplayıcılarına
atfedilmiştir15 (Fig. 2). Araştırma sırasında olasılıkla Mezolitik Dönem’e ait
yontmataş buluntulara Mordoğan Kayalık Mevkii’inde, Dolungaz Koyu ve
İnecik Dereağzı alanlarında da rastlanmıştır.
Neolitik Dönem
Karaburun Yarımadası’nda Neolitik Dönem, Kömür Burnu, Kanlıkaya
Tepesi ve Bozköy, Örenyeri arkeolojik alanlarından elde edilen buluntular
ile bilinmektedir. Karaburun Neolitiği ile ilgili en detaylı bilgileri aldığımız
alan Kömür Burnu’dur. Toplam 3.5 hektarlık bir alana yayılmış olan Kömür
Burnu Paleolitik Dönem, Neolitik Dönem, Kalkolitik Dönem, Tunç Çağ ve
Roma Dönemlerine ait buluntuların bulunduğu prehistorik bir sit alanı
olma özelliği taşımaktadır16.
Kömür Burnu’nda bulunan kırk adet Neolitik Dönem çanak çömlek
parçası detaylı olarak incelenmiştir ve buluntuların morfolojik, hamur ve
yüzey özellikleri açısından tipik Batı Anadolu Neolitik Dönem özellikleri
taşıdığı tespit edilmiştir (Fig. 3). Batı Anadolu Neolitik Dönem çanak
çömleklerinin ortak özelliği olan ince cidarlı ve kırmızı-kızıl kahve astarlı
üretim Kömür Burnu toplumu içinde geçerli olmuştur17. Kömür Burnu

13
Çilingiroğlu vd. 2019b, 381-382.
14
Çilingiroğlu vd. 2017, 163.
15
Çilingiroğlu vd. 2020; Turan 2019.
16
Çilingiroğlu vd. 2018a, 74; Çilingiroğlu - Dinçer 2018, 32.
17
Çilingiroğlu vd. 2018a, 74.
6 Ece SEZGİN- Nil Dilara ÇOLAK- Gizem AKCAN

çanak çömleğinin teknolojik olarak en dikkat çekebileceği özelliği yoğun


saman katkılı olmasıdır. Bir diğer özelliği ise Batı Anadolu Neolitik çanak
çömleğinin kaliteli açkılı ve parlak yüzeyli üretimine karşı Kömür Burnu
toplumu mat yüzeyli çanak çömlek18 üretmeyi tercih etmesidir. Pişmiş
toprak kap grupları çoğunlukla kırmızı astarlı ve kaba mallardan oluşur.
Bu alanda çanak çömlek dışında Neolitik Dönem’e tarihlendirilen
yontmataş aletler, üç adet obsidyen, üç adet yassı balta, bir adet havaneli
parçası, bir adet taş kap parçası tespit edilmiştir. Obsidyenler (Fig. 4)
üzerinde Rana Özbal tarafından Koç Üniversitesi Arkeometri
Laboratuvar’ında yapılan P-XRF analizleri bu parçaların iki farklı jeolojik
kaynaktan geldiğini göstermiştir19. Obsidyenlerin iki tanesi Orta Anadolu
(Göllüdağ) kökenli diğeri ise Melos kökenlidir. Karaburun’da Göllüdağ ve
Melos obsidyenlerinin varlığı, Karaburun Neolitik toplumlarının bölgesel ve
bölgelerarası takas ağlarına katıldığını göstermektedir. Kömür Burnu
Neolitik toplumunun materyal kültürü ve çanak çömlek teknolojisi Batı
Anadolu’nun MÖ. 7. binyıl sonuna tarihlenen diğer yerleşmeleriyle
benzerlik göstermektedir. Bu bağlamda Kömür Burnu Neolitik toplumunun
izole bir yaşam sürmediği, ekonomik, kültürel ve sosyal ağlar içerisinde yer
aldığını söylemek mümkündür20.
Kalkolitik Dönem
Kalkolitik Dönem kültürleri, Batı Anadolu’da Anadolu’nun diğer
bölgelerinden daha ayrıksı olmak üzere, daha çok Ege Dünyası ile ilişkili
görünmektedir. Bu bağlamda yavaş değişim gösteren kültürel özelliklere
sahip olduğu anlaşılmaktadır21.
Batı Anadolu tarih öncesi araştırmaları kapsamında Kalkolitik
Dönem üzerine bilgiler oldukça kısıtlıdır. Arkeolojik tabakaların kötü
korunmuş olması, kalıntıları anlamayı güçleştirmektedir. Bu nedenle genel
olarak bakıldığında çoğunlukla çanak çömlek kalıntıları ile
tanımlanmaktadır. Bu türden bir tanımlama, toplumların yaşam
biçimlerini, ekonomilerini ve beslenme stratejilerini anlama yönünde pek

18
Çilingiroğlu vd. 2018a, 75.
19
Çilingiroğlu ve Dinçer 2018, 34.
20
Çilingiroğlu vd. 2018a, 81.
21
Çilingiroğlu 2020, 9.
Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması: Öne Çıkan Bulgular 7

fayda sağlamamakta ancak göreli kronolojilerin oluşturulmasına imkân


vermektedir22.
Araştırma tarihçesine bakıldığında, Karaburun’da Kalkolitik Dönem
ile ilişkili ilk verilere 1949 yılında Koşay ve Gültekin tarafından yürütülen
Çakmaktepe kazılarında rastlandığı görülmektedir23. Manastır mevkiindeki
cıva madeninde gerçekleştirdikleri çalışmalarda el yapımı ve kaba
görünümlü çanak çömlek parçaları ile çok sayıda kemik alet, sürtmetaş alet,
yontmataş alet ve taş çekiçler buldukları anlaşılmaktadır. Malzemelerin ele
geçtiği ifade edilen galerileri günümüzde lokalize etmek mümkün
değildir24.
Ekibimiz tarafından yürütülen araştırmalarda ise Karaburun
Yarımadası’nda yukarıda da değinilen Çakmaktepe, Peynirini Mağarası,
Kömür Burnu ve Kababurun olmak üzere Kalkolitik Dönem ile ilişkili
toplamda dört alan tespit edilmiştir25. Bu alanlar arasında 2016 yılı
çalışmalarında keşfedilmiş olan Kababurun, sunduğu zengin veriler
açısından öne çıkmaktadır. Alan, Ambarseki Mahallesi Burunüstü
mevkiinde bulunan kalker bir kayalığın üzerinde yer almaktadır26 (Harita
2). Toplanan arkeolojik ve zooarkeolojik malzemenin Ege ve Groningen
Üniversitelerinde incelenmesi topluluğun materyal kültürü, teknolojisi,
beslenme stratejisi, hammadde kaynaklarına erişimi ve takas ağlarına
katılımı konusunda bilgiler sağlamıştır27.
Yaklaşık 1.1 hektarlık bir alanda, 1 metreye kadar yükselen kültür
dolgusu içerisinde arkeolojik malzeme korunmuştur. Zaman içinde denize
akmış olduğunu gözlemlenen arkeolojik dolgudan geriye anakaya yüzeyi
üzerinde dağılmış olarak çok sayıda kalıntı kalmıştır28. Sistematik veri
toplama sonucunda çanak çömlek grubu çoğunlukta olmak üzere
yontmataş aletler, sürtmetaş aletler, taş ve pişmiş toprak objelerle
topluluğun beslenme ekonomisi ile ilgili bilgi verebilecek nitelikte hayvan

22
Çilingiroğlu 2020, 9.
23
Koşay ve Güntekin, 1949.
24
Çilingiroğlu vd. 2017, 161.
25
Çilingiroğlu vd. 2017; 2018b; 2019a; 2019b.
26
Çilingiroğlu 2020, 10.
27
Çilingiroğlu 2020, 31; Çilingiroğlu vd. baskıda.
28
Çilingiroğlu vd. 2018b, 322.
8 Ece SEZGİN- Nil Dilara ÇOLAK- Gizem AKCAN

kemikleri ve yumuşakça kavkıları ele geçmiştir29. Bunun yanında mimari


unsur olarak tek sıralı taş temellerin olduğu saptanmıştır.
Çanak çömleklerin tamamı el yapımı olup ortak özellikler
göstermektedir. Yoğun miktarda mineral ve saman katkısı gösteren orta-
kaba yapım malların çoğunluğu kahve, kızıl-kahve ve gri tonlarındadır.
Form bakımından makara kulplar, dikey kulplar, omurgalı kaseler, delikli
kaseler ve memecikli çömlekler öne çıkmaktadır30.
Kababurun’dan ele geçen az sayıdaki küçük buluntu arasında delikli
taş obje grubu dikkat çekmektedir. Bu gruba giren dört obje, doğal
çakıllaşmış küçük kalker taşlar üzerine yuvarlak formlu küçük delikler (7
mm çapında) açılmak suretiyle oluşturulmuştur. (Fig.5, Fig.6) Bu objelerin
işlevleri bilinmemektedir. Benzer nesnelerin görüldüğü kanıtlara bakarak,
bunları bir çeşit ağırlık olarak kullanıldığını öneriyoruz. Özellikle
yerleşmenin deniz kıyısında yer alması ve topluluğun deniz ürünlerini
tüketmiş olması göz önüne alındığında, bu delikli taşların balık ağlarına
takılan ağırlıklar olduğu düşünülebilir31.
Kababurun’un tarihlendirilmesi hususunda karşılaştırmalı
kronolojiye bakıldığında, ağız kenarı üzerine yatay olarak yerleştirilmiş
makara kulpların Ege dünyasında MÖ 5. binyıldan 3. binyılın başına kadar
varlık gösterdiği bilinmektedir. Delikli kaplar ise yine Ege dünyasında
“peynir kabı” olarak bilinen formlarla benzerlik göstermekte olup özellikle
5.-4. binyıl yerleşmelerinden tanınmaktadır32. Radyokarbon
yaşlandırmaları ve çanak çömlek üzerinde yapılan analizler ise
Kababurun’un kesin olarak Geç Kalkolitik Dönemin sonuyla Erken Tunç
Çağının başına ait olduğuna işaret eder33.
Buluntular üzerinden yapılan zooarkeolojik değerlendirmeler,
bölgede yaşayan Kalkolitik Dönem sakinlerinin domestik ağırlıklı bir
tüketimin yanında yabanıl kara hayvanlarını ve deniz ürünlerini
tükettiğine, dolayısıyla karma bir geçim ekonomisine sahip olduğuna işaret
etmektedir. İlgili zooarkeolojik veriler arasında koyun, keçi, sığır ve
alageyik kemiği ile özellikle Çin şapkası olarak adlandırılan Patella sp.’nin

29
Çilingiroğlu 2020, 11.
30
Çilingiroğlu vd. 2018b, 322.
31
Çilingiroğlu 2020, 26; Çilingiroğlu vd. baskıda.
32
Schoop 2005.
33
Çilingiroğlu 2020, 6.
Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması: Öne Çıkan Bulgular 9

ön planda olduğu denizel yumuşakça kavkılarıdır34. Bu bağlamda


değerlendirildiğinde yerleşmenin tam kıyı üzerinde yer alması geçim
ekonomisi açısından bir tesadüf olarak değerlendirilemeyeceği
kanaatindeyiz35.
Tunç Çağlar
Karaburun yarımadasında yürüttüğümüz çalışmalarda keşfettiğimiz
Tunç Çağ yerleşmeleri, yarımadanın ilgili süreç boyunca görüp geçirdiği
yerleşmelerin yapısını, bölge içinde dağılımını ve çevre yerleşimlerle
geliştirdiği ekonomik ve sosyal ilişkilerin anlaşılmasına katkıda bulunacak
niteliktedir36. Bu bağlamda Karaburun’da ağırlıklı olarak Tunç Çağlar ile
temsil edilen alanlar Manal Koyu, Limancık, Mordoğan Höyüğü ve Kömür
Burnu’dur37 (Harita 2).
Akçakilise Mevkii’nde de özellikle bölgenin yerel MÖ 2. binyıl çanak
çömleklerine mal grubu ve biçim özellikleri bakımından benzeyen çok
sayıda çanak çömlek parçası bulunmuştur38.
Manal Koyu’nda denize doğru uzanan eğimli bir arazide bulunmuş
olan arsenikli bakırdan hançer, Karaburun’un Tunç Çağı buluntuları
arasında dikkat çekmektedir (Fig 7)39. Söz konusu hançerin bulunduğu alan
içerisinden çanak çömlek ve yontmataş aletlere ait buluntu grupları da ele
geçmiştir. Çanak çömlekler ağırlıklı olarak kızıl-kahverengi mal
grubundandır ki, bu da göreli olarak ETÇ II ya da ETÇ III dönemine ait
olabileceklerine işaret etmektedir. Yontmataş bulgular arasında Melos
obsidyeninin bulunması ise denizel etkileşimler hususunda ETÇ takas
ağlarının Karaburun’u içine alan bir alan üzerinde yayılımına işaret etmesi
açısından önem taşımaktadır.
Hançer tipolojik olarak değerlendirildiğinde, Batı ve Orta Anadolu
ETÇ dönemi hançerleriyle benzerlik gösterdiği anlaşılmaktadır. Mevcut
uzunluğu 9.1, kalınlığı 0.2 ve genişliği 2 cm olarak ölçülmüştür. Tek perçin

34
Çilingiroğlu vd. baskıda.
35
Schwall 2018.
36
Ünlüsoy 2018, 221.
37
Ünlüsoy 2018, 222-223.
38
Çilingiroğlu vd. 2017, 418.
39
Zimmermann ve Zararsız 2020.
10 Ece SEZGİN- Nil Dilara ÇOLAK- Gizem AKCAN

delikli sapının eğik biçimde korunmuş olduğu görülmektedir40. Manal


hançeri, Karaburun arkeolojik araştırmalarında ele geçen Tunç Çağlara ait
ilk ve tek madeni buluntudur.
Bu dönemin bölgeler arası ticaret ilişkileri bakımından yoğun ve
güçlü bir profil sergilediği açıktır. Söz konusu hançer, Karaburun’un bu
ticaret ilişkilerine ne ölçüde katılım gösterdiği sorusuna öneri getirme
potansiyeline sahip olması bakımından da değerli bir buluntuyu teşkil
etmektedir. Şimdiye kadarki çalışmalarımızda Karaburun bölgesinde
maden yatakları tespit edilmemiştir. Buna göre ilgili hammaddelerin
olasılıkla ticaret yolu ile elde edildiği önerilebilir. Bu öneri alandaki Melos
obsidyeni ile birlikte değerlendirildiğinde Karaburun ETÇ toplumlarının
bölgedeki ticaret ağına denizel yollarla dahil olmuş olabileceğine dair bir
kanı oluşturmaktadır. Bölgeye ulaşımın uzun çağlar boyunca karasal yollar
ile kısıtlı olması da bu kanıyı destekler niteliktedir41.
Bölgenin Tunç Çağlarına dair değerli veriler sunan bir diğer alan ise
Kömür Burnu’dur. Burada; yamaç, kaya mezarları ve burnun üstü olmak
üzere üç farklı noktada MÖ 2. binyıl ile ilişkili buluntu grupları ele
geçmiştir. Kaya mezarların bulunduğu alanın çevresinde az sayıda Miken
kültürü ile ilişkili boya bezeli çanak çömlekler gözlemlenmiştir. Ele geçen
parçalardan bir tanesi Penelope Mountjoy tarafından Geç Hellas IIIA2’ye ait
bir kylix parçası olarak tanımlanmıştır42. Bu küçük veri, bölgenin Geç Tunç
Çağı aktiviteleri hakkında fikir verme potansiyeli bakımından önemlidir.
Burun üstünden ele geçen çanak çömlek kalıntıları da Geç Tunç Çağına
tarihlendirilmektedir. Bu parçalar gri astarlı mallar, kızıl-kahve orta yapım
mallar ve açık kahve orta yapım mallar olarak sınıflandırılmışlardır. Gri
astarlı parçalar, “Anadolu Gri Malı” olarak bilinen Batı Anadolu sahil
kesiminin tipik özelliklerini taşımaktadır43. Kömür Burnu Tunç Çağ
buluntuları, sergiledikleri özelliklere bakılırsa Karaburun yarımadasının
Ege dünyası ile ilişkisine dair ipuçları vermesi bakımından dikkat çeken
buluntular olarak görülmektedir.
Demir Çağı

40
Ünlüsoy 2018, 224.
41
Ünlüsoy 2018, 226-227.
42
Çilingiroğlu vd. 2018a, 79, dipnot 63.
43
Çilingiroğlu vd. 2018a, 78-81.
Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması: Öne Çıkan Bulgular 11

Bölgenin şimdiye kadar en az bilinen ve hakkında en az bilgiye sahip


olduğumuz dönemidir. Şimdiye kadar taradığımız tüm alanlarda çok cılız
olarak temsil edilen Demir Çağı’na ilişkin araştırmamız devam etmektedir.
Bu bağlamda, günümüzde tamamen tahrip edilmiş olan Mordoğan
Höyüğü’nde 2015 yılında tespit ettiğimiz, MÖ 850 yıllarına ait (Geometrik
Dönem) az sayıda çanak çömleğe değinmek isteriz44.
Antik Dönem
Antik Kaynaklarda Karaburun Yarımadası ile ilgili bilgiler oldukça
sınırlıdır. Strabon’un aktarımına göre Karaburun’da, Antik adıyla Mimas’ta,
Erythrai’lılar yaşamaktadır45 ve Mimas, av hayvanları konusunda zengin,
ormanlarla kaplı yüksekçe bir dağ olarak tanımlanmaktadır46. Thukydides
ise Mimas Dağı eteklerinde Phonicus adlı bir liman olduğundan söz eder47.
Titus Livius, Phoenicum limanın Erythrai topraklarının ait olduğunu
belirtir48. Cramer ise metinlerdeki bu limanın günümüzdeki Eğriliman
olduğunu önermektedir49. Yarımadanın doğal çevresi ve yerleşim alanları
konusunda Antik Dönem metinlerine yansıyan yüzü bu kadarla sınırlıdır.
Arazi çalışmalarımız sırasında Antik Dönem’e tarihlenen toplam 57
tane arkeolojik buluntu alanı tespit edilmiştir. Arkaik ve Klasik Dönem’e ait
buluntular ise ağırlıklı olarak Mordoğan Höyüğü ve Karareis Mazlumtepesi
Mevkii’nde saptanmıştır. Hellenistik Dönem’e ait buluntu alanları ise altı
tanedir. Bunlar; Karaburun Merkez, Denizgiren, Mordoğan Höyüğü ve
Kumburnu’nda bulunan üç farklı alandır.
Roma Dönemi’ne gelindiğinde buluntu tipi ve sayısında artış görülür.
Araştırma kapsamında toplam 53 alanda Roma Dönemi’ne ait arkeolojik
bulgu tespit edilmiştir. Bu alanlar içerisinde düz yerleşme ve dağınık
buluntu alanlarının yanı sıra; işlik alanları ve liman gibi farklı niteliklerde
alanlar bulunmaktadır. Ulucabük, Engicili Burnu ve Boyabağ
yerleşimlerinin Roma Dönemi kıyı yerleşmeleri olduğu önerilebilir50.

44
Çilingiroğlu vd. 2017, 156, Resim 2.
45
Strab. XIII. 1. 64.
46
Stab. XIV. 1. 33.
47
Th. VIII. 1. 34.
48
Liv. XXXVI. 45. 7.
49
Cramer 1832, 347; Işık 2002, 9-10.
50
Çilingiroğlu vd. 2019a, 411; 2019b, 385-386.
12 Ece SEZGİN- Nil Dilara ÇOLAK- Gizem AKCAN

Küçükbahçe Kocadere’de ise olasılıkla Roma Dönemi’ne ait bir dalgakıran


tespit edilmiştir.
İlginç buluntu alanlarından biri Anberseki Mahallesi Ekşiyer
Mevkii’nde bulunmaktadır. Burada Geç Roma – Bizans Dönemi’ne
tarihlenen bir taş ocağı tespit edilmiştir51. Bağımsız görünen bu atölyenin
yakınında herhangi bir dönem yerleşmesi tespit edilmemiştir. İşlik alanları
ise yerleşimlerin bünyesinde bulunmaktadır. Örneğin, Boyabağ ve
Ulucabük’teki kıyı yerleşimlerinde zeytinyağı üretimine ilişkin kanıtlar
saptanmıştır. Sıcabük’teki Roma Dönemi yerleşiminde ise seramik fırını ve
cüruflar tespit edilmiştir52.
Roma yerleşimlerindeki çanak çömlekler değerlendirildiğinde
yarımadanın Erken Roma Dönemi’nden itibaren yerleşim gördüğü, ancak
özellikle M.S. 5-7. yüzyıllarda iskân faaliyetlerinin artış gösterdiği
anlaşılmaktadır53.
Sikkeler ve cam eserlerin54 yanı sıra, döneme ait dikkat çekici
buluntu grubu olarak epigrafik eserlerden söz edilebilir. Roma Dönemine
tarihlenen dört tane epigrafik parça kayıt altına alınmıştır. Bunlardan
Boyabağ Mevkii’nde bulunan yazıtlı sunak, literatürde hali hazırda
bilinmektedir55. Sunak üzerindeki ifade “Ioulios Ephebikos Brakhyleitai
Birliği'ne bu renkli sunağı yemin ederek adadı” şeklinde tercüme
edilmektedir56. Bir diğer yazıt Bozköy’de bir evin duvarında devşirme
malzeme olarak kullanıldığı tespit edilen taşınabilir sunaktır. Sunak
üzerinde Antik Yunanca olarak “kurtarıcı ve kurucu İmparator Hadrianus
Olympios’a” ifadesi bulunmaktadır57. Hadrianus’un Olympios ünvanını M.S.
128/129 yıllarından itibaren aldığı bilinmektedir58. Bu nedenle sunağın bu
tarihten sonra yani Hadrianus’un ikinci Doğu seferi vesilesiyle yapılmış
olduğu önerilebilir.

51
Çilingiroğlu vd. 2019b, Şekil 2.
52
Çilingiroğlu vd. 2019b, 385-386.
53
Aktaş vd. 2019.
54
Çilingiroğlu vd. 2018b.
55
Keil 1910, Fig. 11.
56
Çilingiroğlu vd. 2018b, 321.
57
Çilingiroğlu vd. 2018b, 419.
58
Kienast 2004, 128-133.
Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması: Öne Çıkan Bulgular 13

Ambarseki köyündeki Küp Pınarı çeşmesinde Antik Yunanca yazıtlı


devşirme malzeme kullanıldığı saptanmıştır. Kırık durumdaki parça
üzerinde “MNEMEIA” ifadesi okunmaktadır59. Devşirme parçanın nereden
alınmış olduğu bilinmese de üzerindeki ifadenin “Anısına” anlamına geldiği
ve genellikle mezar yazıtlarında kullanıldığı bilinmektedir.
Bizans, Osmanlı ve Erken Cumhuriyet Dönemleri
Bizans ve Osmanlı Dönemlerine gelindiğinde buluntu alanlarının
sayısında ve çeşitliliğinde ciddi bir artış görülmektedir. İlgili dönemlere ait;
liman, kilise, cami, namazgâh, çeşme, yel değirmeni, sarnıç, mezarlık,
hazire, bağ evi, teras duvarları, zeytinyağı işliği, taş işliği gibi farklı türlerde
tam 124 alan kayıt altına alınmıştır.
Bizans’tan Erken Cumhuriyet Dönemlerine kadar, Mordoğan ve
Yukarı Boyabağ gibi korunaklı kıyıların aktif olarak kullanıldığı
anlaşılmaktadır. Kıyılarda anakaya üzerindeki halat izleri, anakayaya
açılmış kaya oyukları tespit edilmiştir60. Bu mağaraların duvarlarında kimi
zaman nişler, kimi zaman tekne halatı bağlamak için anakaya oyuntuları
kimi zamansa kazıma ile yapılmış gemi, balık gibi motifler bulunmaktadır.
Bu mağaraların küçük teknelerin sığınması için yapıldığı anlaşılmaktadır.
Deniz kıyısında bulunan çeşme yapılarının denizcilerin kullanımı için inşa
edildiği de düşünülürse kıyıların yoğun kullanımı olduğu anlaşılmaktadır.
Ayrıca yine bu alanlarda, deniz kıyısında çeşitli oluklar ve kaya oyukları
saptanmıştır61. Kaya oyuklarının sığ olanlarında tuz üretiminin yapıldığı,
belirgin biçimde daha derin olanlarda belki de deniz ürünlerinin muhafaza
edildiği önerilebilir (Fig. 8).
Osmanlı/Erken Cumhuriyet Dönemlerine tarihlenen önemli buluntu
gruplarından biri çeşmelerdir. Yarımadada 60’a yakın çeşme yapısı kayıt
altına alınmış olup bu sayının 100’ün üzerinde olduğu bildirilmektedir62.
Tipik olarak çeşmelerin yanında çeşmeyle aynı yaşta bir çınar ağacı
bulunmaktadır. İnşa kitabelerine dayanarak Karaburun’daki en erken

59
Çilingiroğlu vd. 2018b, 323-324.
60
Çilingiroğlu vd. 2017; 2019a.
61
Çilingiroğlu vd. 2017.
62
Gürbıyık 2020, 90-91.
14 Ece SEZGİN- Nil Dilara ÇOLAK- Gizem AKCAN

çeşme yapılarının Kösedere (1660-61) ve Bozköy Mevkilerinde (1652-53)


bulunduğu anlaşılmaktadır63.
Eskiden yarımada halkı Ege’nin güçlü rüzgârlarından faydalanan çok
sayıda yel değirmeni inşa etmişti. Günümüzde kullanım görmeyen bu
yapıları belgelemek bölgenin geçmiş ekonomisini ve peyzajın gelişimini
anlamak açısından önem taşımaktadır. Şimdiye dek dokuz tane yel
değirmeni belgelenmiştir. Osmanlı Dönemi’nde inşa edilen ve Erken
Cumhuriyet Dönemi’nde kullanımı devam eden mimari unsurlardan olan
yel değirmenleri yerel taşlarla inşa edilmiş, dairesel planlı yapılardır.
2021 yılı araştırmalarında ise ilk defa bir su değirmeni yapısı
kayıtlarımıza geçmiştir. Parlak köyünde, Sazadın Deresi Mevkii’nde
bulunan bu değirmenin Geç Osmanlı – Erken Cumhuriyet Dönemlerinde
kullanımda olduğu anlaşılmaktadır.
Roma, Bizans ve Osmanlı Dönemlerine ait az sayıda nümismatik
buluntu vardır. Aşınmış olan bu buluntuları tarihlemek mümkün
olmamıştır. Diğer yandan, Kumburnu, Otlakiye Mevkii’ndeki yerleşim
kalıntıları arasında tespit edilen gümüş Osmanlı parasının ön yüzünde
tuğra betimi, arka yüzünde “duribe fi Konstantiniyye…” ifadesi
bulunmaktadır. II. Süleyman Dönemi’ne ait mangırın 1100/1688-99
yıllarına tarihlendiği anlaşılmaktadır.
SONUÇ
Karaburun Yarımadası’nın Paleolitik Döneminden Erken Cumhuriyet
Dönemine kadar uzun bir sürece yayılan verilerimiz, söz konusu bölgenin
derin tarihi ve Ege Dünyası’ndaki yerine dair kültürel bağlamlara ışık tutar
niteliktedir. 2015-2021 yılları arasında yürüttüğümüz çalışmanın sonuçları
bütüncül olarak değerlendiğinde, Karaburun Arkeolojik Yüzey
Araştırması’nın, Ege ve Batı Anadolu araştırmalarındaki boşluklarının
giderilmesi konusunda önemli veriler sağladığı görülmektedir.
Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması’ndan önce, Karaburun
Yarımadası’nın en erken buluntuları, Neolitik Dönem ile temsil edilirken,
elde ettiğimiz yeni veriler bu tarihi Alt Paleolitik Döneme kadar geri
çekmiştir. Batı Anadolu’nun tarih öncesine dair bilgilerin oldukça kısıtlı
olduğu göz önüne alınırsa yarımadanın genelinde elde ettiğimiz Alt, Orta ve
Üst Paleolitik Dönem bulguları öne çıkar. Epipaleolitik ve Mezolitik

63
Çilingiroğlu vd. 2019a, 419-420.
Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması: Öne Çıkan Bulgular 15

Dönemlere ilişkin bulgular ise şüphesiz tüm Batı Anadolu ve Ege


prehistoryası açısından ufuk açıcı olmuştur.
Neolitik ve Kalkolitik Dönem bulguları, bölgede izole olmayan, üretim
halinde, karma ekonomilere sahip ve çeşitli uzmanlık gerektiren işlerle
uğraşan toplumların varlığını göstermesi bakımından önemlidir.
Kababurun bulgularıyla ilk defa olarak Geç Kalkolitik-Erken Tunç
Çağı geçişine ait bir yerleşme mutlak olarak tarihlenmiş, toplumun besin
ekonomisi ve çanak çömlek teknolojisi hakkında bilgiler üretilmiştir. Manal
Koyu’nda tespit edilen Melos obsidyeni ve madeni hançer Karaburun ETÇ
toplumlarının takas ağlarındaki varlığı ve denizel ilişkilerine dair fikir
vermesinin yanında, Kömür Burnu ve Kanlıkaya bulgularıyla bir arada ele
alındığında, Ege dünyasıyla ilişkilerin MÖ 2. binyılın sonuna kadar süren
devamlılığını ortaya çıkarmıştır.
Arkaik, Klasik ve Hellenistik Dönemlerde yoğun olmamakla birlikte
yarımadada bir nüfus ve ekonomik etkinlik olduğu anlaşılmaktadır. Roma
Dönemi’nde ise ani bir yükselişle yarımadada faaliyetler kıyılarda
yoğunlaşarak artmıştır. Bulgularımız özellikle MS 5-7. yüzyıllarda iskân
faaliyetlerinin artış gösterdiğine işaret eder. Roma özelinde bu yerleşimler
daha çok mütevazı basit yerleşim niteliği taşımaktadır. Yarımadanın Antik
Dönemleri hakkında yazılı kaynaklar ayrıntılı bilgiler sunmasalar da tespit
edilen yazıt sayesinde, Hadrianus’a adak adayacak ölçüde bir siyasi
yapılanmanın Roma Dönem’inde Karaburun’da var olduğu anlaşılmıştır.
Bizans Dönemi yerleşmeleri sayı olarak çok yoğun değildir. Roma
Dönemi sonrasında nüfusta ve bölgenin ekonomik arzında bir gerileme
olmuş olabilir. Diğer yandan, Beylikler Dönemi ve Osmanlı’nın erken
dönemleri yarımadada arkeolojik veriyle neredeyse hiç temsil
edilmemektedir. Ancak özellikle 17. yüzyıldan Mübadele’ye kadar olan
birkaç yüzyıl boyunca yarımadada gittikçe canlanan bir ekonomik ve
toplumsal yaşam gözlenir. Sözgelimi camii ve çeşme yapıları yarımadaya
yapılan kamu yatırımlarını ve kırsal nüfusun zenginleştiğini gösteren
unsurlardır.
Tüm bu verileri bir araya getirdiğimizde Karaburun Yarımadası’nın,
Paleolitik Dönemden yakın dönemlere uzanan bir zamanda Ege Bölgesi’nin
tarihsel serüvenini anlamamızda değerli bilgileri barındıran bir bölge
olduğunu söylemek abartılı olmayacaktır.
16 Ece SEZGİN- Nil Dilara ÇOLAK- Gizem AKCAN

TEŞEKKÜRLER
Öncelikle verileri bizimle paylaşan ve yayınlamamıza izin veren
sevgili hocamız Çiler Çilingiroğlu’na çok teşekkür ederiz. Yedi yılda, 12
üniversiteden toplam 13 araştırmacı ve 21 öğrenci ile çalıştık. 181
arkeolojik alanı kayıt altına aldık, pek çok alanın tescillenmesini sağladık,
14 makale yayınladık, 17 bilimsel konuşma yaptık, iki tane ulusal, bir tane
uluslararası bilimsel araştırma projesine imza attık, bir yüksek lisans tezi
tamamladık. Tüm bu çalışmalarda emeği geçenlere ve Karaburun’u adım
adım yürüyen herkese çok teşekkür ederiz. Ayaklarınıza sağlık.

KAYNAKÇA
Aktaş vd 2019 Rabia Aktaş, Ece Sezgin ve Çiler Çilingiroğ lu “Izmir-
Karaburun Yüzey Araştırmasında Ele Geçen Roma
Dönemi Seramikleri” OLBA Dergisi, XVII, 2019, 369-
412.
Akurgal 1945 Ekrem Akurgal “İzmir dolaylarındaki eski eserler hakkında
birkaç not” Arkeoloji Araştırmaları, 47, 1945, 1-40.
Alcock – Cherry 2004 Susan E. Alcock ve John F. Cherry, Side-by-side survey.
Comparative Regional studies in the Mediterranean
World, Oxford; Oxbow Books, 2004.
Bevan – Conolly 2013 Andrew Bevan ve James Conolly, Mediterranean
Islands, Fragile Communities and Persistent
Landscapes: Antikythera in Long-term Perspective,
Cambridge; Cambridge University Press, 2013.
Bittel vd 1939-1941 Kurt Bittel, James R. Stewart ve John Lawrence Angel
“Ein Gräberfeld der Yortan-Kultur bei Babaköy”
Archiv für Orientforschung, 13, 1939-1941, 1-31.
Cherry vd 1991 John F. Cherry, Jack Davis ve Eleni Mantzourani, Landscape
Archaeology as Long-Term History. Northern Keos in
the Cycladic Islands from earliest settlement until
modern times. Los Angeles. Monumenta
Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması: Öne Çıkan Bulgular 17

Archaeologica 16. Institute of Archaeology. UCLA,


1991.
Cramer 1832 John Anthony Cramer, A Geographical and Historical
Description of Asia Minor; With a Map.Vol.1, Oxford;
The University Press, 1832.
Çilingiroğlu 2020 Çiler Çilingiroğlu, “MÖ 5. Binyılda Kıyı Ege Toplumlarında
Teknoloji, Ekonomi Ve Beslenme: Kababurun Örneği
Kapanış Raporu” Uluslararası Araştırma İşbirliği
Projesi, Proje No: 20124, Ege Üniversitesi, 2020.
Çilingiroğlu vd. 2017 Çiler Çilingiroğlu, Ahmet Uhri, Berkay Dinçer, Cengiz
Gürbıyık, Canan Çakırlar, Gözde Özçolak, Ece Sezgin
"Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması (KAYA)
2015" Araştırma Sonuçları Toplantısı, 34.1, 2017,
151-174.
Çilingiroğlu vd. 2018a Çiler Çilingiroğlu, Ahmet Uhri, Berkay Dinçer, İsmail
Baykara, Canan Çakırlar, Didem Turan, Ece
Dinçerler, Ece Sezgin “Kömür Burnu: İzmir-
Karaburun’da Çok Dönemli Bir Prehistorik Buluntu
Alanı” Arkeoloji Dergisi XXIII, 2018, 65-90
Çilingiroğlu vd. 2018b Çiler Çilingiroğlu, Berkay Dinçer, İsmail Baykara,
Ahmet Uhri, Cengiz Gürbıyık, Pınar Özlem Aytaçlar,
Canan Çakırlar “Karaburun Arkeolojik Yüzey
Araştırması (KAYA) 2016” Araştırma Sonuçları
Toplantısı, 35.1, 2018, 317-330.
Çilingiroğlu vd. 2018c Çiler Çilingiroğlu, Berkay Dinçer, İsmail Baykara,
Ahmet Uhri, Canan Çakırlar ‘’A Late Possible Late
Pleistocene Forager Site from the Karaburun
Peninsula Western Turkey’’ Antiquity 92.362, Project
Gallery, 3-5 April 2018.
Çilingiroğlu – Dinçer 2018 Çiler Çilingiroğlu, Berkay Dinçer
‘’Contextualizing Karaburun: A New Area for
18 Ece SEZGİN- Nil Dilara ÇOLAK- Gizem AKCAN

Neolithic Research in Anatolia’’, Documenta


Praehistorica 45: 30-35.
Çilingiroğlu vd. 2019a Çiler Çilingiroğlu, Berkay Dinçer, Ahmet Uhri, Cengiz
Gürbıyık, Pınar Özlem Aytaçlar, Canan Çakırlar
“Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması (KAYA)
2017” Araştırma Sonuçları Toplantısı, 36.1, 2019a,
418-439.
Çilingiroğlu vd. 2019b Çiler Çilingiroğlu, Cengiz Gürbıyık, Ahmet Uhri ve
Berkay Dinçer “Karaburun Arkeolojik Yüzey
Araştırması 2018 Yılı Çalışmaları” Araştırma
Sonuçları Toplantısı, 37.1, 2019b, 377-392.
Çilingiroğlu vd. 2020 Çiler Çilingiroğlu, Malgorzata Kaczanowska, Janusz K.
Kozlowski, Berkay Dinçer, Canan Çakırlar, Didem
Turan ‘’Between Anatolia and the Aegean:
Epipalaolithic and Mesolithic Foragers of the
Karaburun Peninsula’’ Journal of Field Archaeology
45.7, 479-497.
Çilingiroğlu – Dinçer 2021 Çiler Çilingiroğlu, Berkay Dinçer “Two Possible
Upper Paleolithic Sites on the Karaburun Peninsula,
Turkey.” Journal of Paleolithic Archaeology 4.12.
https://doi.org/10.1007/s41982-021-00089-22020
Çilingiroğlu vd. Baskıda Çiler Çilingiroğlu, Christoph Schwall, Ece Sezgin,
Canan Çakırlar “Kababurun: Investigations of an
Eastern Aegean Village in the Late Chalcolithic to
Early Bronze Age Transition” Anatolian Studies
2023.
Gürbıyık 2020 Cengiz Gürbıyık “Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması
2018-2020 Osmanlı Dönemi İzleri” M. Şahin (ed.).
Türkiye Yüzey Araştırmaları Webinarı I-II-III Batı
Anadolu, Orta Anadolu ve Karadeniz, Doğu-
Güneydoğu Anadolu ve Doğu Akdeniz. Bildiri Özetleri
Kitabı, Bursa, 2020, 90-91.
Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması: Öne Çıkan Bulgular 19

Işık 2002 Şevket Işık, Karaburun Yarımadası’nın Tarihsel Coğrafyası, İzmir;


Ege Üniversitesi Basımevi, 2002.
Keil 1910 Josef Keil “Forschungen in der Erythraia I: 1 Die Mimashalbinsel
2. Inschriften”. Jahreshefte des Österreichischen
Archäologischen Institutes in Wien, 13, 1910, 5-74.
Kienast 2004 Dietmar Kienast Römische Kaisertabelle: Grundzüge einer
römischen Kaiserchronologie, Darmstadt;
Wissenschaftliche Buchgesellschaft, 2004.
Koşay – Gültekin 1949 Hamit Koşay ve Hakkı Gültekin “Karaburun (İzmir)
Çakmak Civa Madeninde Öntarih Buluntuları” Türk
Tarih, Arkeologya ve Etnografya Dergisi, V, 1949,16-
25.
Pınarcık 2005 Pınar Pınarcık, Karaburun Yarımadası’nda Arkeolojik Kültür
Envanteri, Dokuz Eylül Üniversitesi, (Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi), İzmir; 2005.
Schwall 2018 Christoph Schwall, Çukuriçi Höyük 2. Das 5. und 4.
Jahrtausend v. Chr. in Westanatolien und der
Ostagäis. OREA 7. Wien.

Turan 2019 Didem Turan ‘’Ege Mezolitik Dönem Bulguları Bağlamında


Kayadibi Yontmataş Aletlerinin Değerlendirilmesi’’
Ege Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, İzmir, 2019.
Uhri vd 2010 Ahmet Uhri, Ali Kazım Öz, A. K. ve Onur Gülbay
“Karaburun/Mimas Yarımadası Araştırmaları” Ege
Üniversitesi Arkeoloji Dergisi, XV, 2010, 15-20.
Ünlüsoy 2018 Sinan Ünlüsoy, “ İzmir Karaburun’dan Tunç Bir Hançer
Üzerine Değerlendirmeler”, Phaselis IV, 2018, 219-
229.
Zimmermann, T., A. Zararsız. “The Missing Jigsaw Piece – pXRF Bulk
Analysis of the Karaburun Dagger and Some General
20 Ece SEZGİN- Nil Dilara ÇOLAK- Gizem AKCAN

Considerations on Metalwork in Early Bronze Age


Western Anatolia” Cedrus VIII: 65–74.

ANTİK KAYNAKLAR
Liv. Livius, Ab Urbe Conditaa; Kullanılan Metin ve Çeviriler: History of
Rome, Volume X: Books 35-37. Edited and translated
by J. C. Yardley. 2018. (The Loeb Classical Library)
Strab. Strabon, Geographika; Kullanılan Metin ve Çeviriler: The Geography
of Strabo. With an English translation by H. L. Jones
I-VIII. London, New York 1917-1932 (The Loeb
Classical Library)
Th. Thoukudides, Historiai; Kullanılan Metin ve Çeviriler: History of the
Peloponnesian War Books VII and VIII. With an
English translation by C. F. Smith, London, 1958
(The Loeb Classical Library)

İNTERNET KAYNAKLARI
“Kömürburnu”, <http://ankusam.ankara.edu.tr/komur-burnu/> (8 Aralık
2021 tarihinde erişildi.)

FİGÜR LİSTESİ
Figür 1. Kocaman Mevkii yontmataş aletleri (Çilingiroğlu vd. 2020, Fig. 6)
Figür 2. Kayadibi yontmataş aletleri (Çilingiroğlu vd. 2020, Fig. 9)
Figür 3. Kömürburnu Neolitik Dönem Çanak Çömleği (Çilingiroğlu ve
Dinçer, 2018a, Fig. 4)
Figür 4. Kömürburnu Göllüdağ ve Melos Obsidyenleri (Çilingiroğlu vd.
2018a, Fig.5)
Figür 5. Balık ağlarında kullanılan ağırlık olduğu düşünülen taş obje
(Çilingiroğlu 2020, Levha 10 f-g)
Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması: Öne Çıkan Bulgular 21

Figür 6.Balık ağlarında kullanılan ağırlık olduğu düşünülen taş obje


(Çilingiroğlu 2020, Levha 10-h)

Figür 7. Manal Koyu’nda bulunan madeni hançer (Ünlüsoy 2018, Fig. 8)


Figür 8. POI.15.01 no.lu buluntu alanının genel görünümü (KAYA
Araştırma Arşivi)
HARİTA LİSTESİ
Harita 1. Karaburun Yüzey Araştırması 2015-2020 yılları bulunan alanlar
(KAYA Araştırma Arşivi)
Harita 2. Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması sırasında bulunan Tunç
Çağı alanları (KAYA Araştırma Arşivi)
22 Ece SEZGİN- Nil Dilara ÇOLAK- Gizem AKCAN

Fig. 1: Kocaman Mevkii yontmataş buluntuları (Çilingiroğlu vd.


2020, fig. 6)

Fig. 2: Kayadibi yontmataş buluntuları (Çilingiroğlu vd. 2020, fig. 9)


Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması: Öne Çıkan Bulgular 23

Fig. 3: Kömür Burnu Neolitik Dönem çanak çömleği (Çilingiroğlu ve Dinçer,


2018a, fig. 4)

Fig. 4: Kömür Burnu Göllüdağ ve Melos obsidyenleri (Çilingiroğlu vd.


2018a, fig.5)
24 Ece SEZGİN- Nil Dilara ÇOLAK- Gizem AKCAN

Fig. 5: Balık ağlarında kullanılan ağırlık olduğu düşünülen delikli taş


objeler (Çilingiroğlu 2020, Levha 10 f-g)

Fig. 6: Balık ağlarında ağırlık olarak kullanıldığı düşünülen delikli taş obje
(Çilingiroğlu 2020, Levha 10-h)
Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması: Öne Çıkan Bulgular 25

Fig. 7: Manal Koyu’nda bulunan madeni hançer. (Ünlüsoy 2018, Fig. 8)

Fig. 8: POI.15.01 no.lu buluntu alanının genel görünümü. (Proje Arşivi)


26 Ece SEZGİN- Nil Dilara ÇOLAK- Gizem AKCAN

Harita 1: Karaburun Yüzey Araştırması 2015-2020 yıllarında bulunan


arkeolojik alanlar (Proje Arşivi)
Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması: Öne Çıkan Bulgular 27

Harita 2: Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması sırasında bulunan Tunç


Çağı alanları (Proje Arşivi)
İzmir Araştırmaları Dergisi, Sayı: 14 (29-49), 2021

Smyrna (İzmir) Agorası’nda Bulunan Çanakkale


Seramiklerinin Yeniden Üretim Denemeleri
Yeşim BATMAZ

Makale Geliş Tarihi: Kasım 2021 Makale Kabul Tarihi: Aralık 2021

Öz
Batı Anadolu'da Çanakkale Boğazı'nın kıyısında yer alan Çanakkale şehri 17.
yüzyılın sonlarından 20. yüzyıl başlarına kadar önemli bir seramik üretim merkezi
olmuştur. Çanakkale seramikleri bu dönemlerde daha çok halkın kullanımına
yönelik olarak, yoğun bir şekilde üretilmiş olsalar da günümüzde az bulunan,
koleksiyon veya müze eserleri durumundadır. Çanakkale seramiklerini yeniden
üretmeye yönelik çalışmalar günümüzde bazı araştırma merkezleri ve kişisel
çalışmalarla sürdürülmektedir. Bu sayede halk sanatı olarak anılan Çanakkale
seramiklerinin yaşatılması amaçlanmaktadır.
Bu çalışmada İzmir Agora kazılarında ele geçen Çanakkale seramiklerinden
birkaç örnek tanıtılarak yeniden üretim denemeleri yapılmıştır. Agora kazılarında
bulunan Çanakkale seramikleri çeşitli yönleriyle bazı yayınlara konu olmuştur.
Ancak yeniden üretimlerine ilişkin bir çalışma yoktur. Bu sebeple çalışmamızda,
döneminde muhtemelen bir ticaret ürünü olarak İzmir’e gelip, daha sonra zamanla
toprak altında kalmış olan ve Agora kazılarıyla yeniden gün yüzüne çıkarılan
Çanakkale seramiklerinin yeniden üretimini yaparak, sanatsal açıdan bir
değerlendirme ortaya koymaya çalışılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Çanakkale Seramikleri, Smyrna, Agora, Çini.

Reproduction Experiments of Çanakkale Ceramics Found in Agora of


Smyrna (İzmir)

Abstract
The city of Çanakkale, located on the shore of the Dardanelles in Western
Anatolia, has been an important ceramic production centre from the end of the
17th century to the beginning of the 20th century. Çanakkale ceramics were
produced mostly for the public. The studies to reproduce Çanakkale ceramics are
carried out by some research centres and individual initiations. In this way, it is
aimed to keep the Çanakkale ceramics alive.
In this study, we introduced and reproduced a few examples of Çanakkale
ceramics found in the Izmir Agora excavations. Çanakkale ceramics found in Agora


Yeşim Batmaz, Dokuz Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Enstitüsü, Sanatta Yeterlilik
Öğrencisi, Restoratör. E-posta: yesimzoroglu@gmail.com. ORCİD ID: 0000-0002-5049-
1843.
30 Yeşim BATMAZ

excavations have been the subject of some publications in various aspects.


However, there is no study on their reproduction experiments. Accordingly, we
tried to put forward an artistic evaluation by reproducing the Çanakkale ceramics,
which were probably brought to Izmir as a trade product in the period and then
remained underground over time.
Key Words: Çanakkale Ceramics, Smyrna, Agora, Tile.

GİRİŞ
Geleneksel Çanakkale seramiklerinin üretimi, 17. yüzyılın sonlarında,
döneminin ünlü bir seramik merkezi olan Çanakkale’de başlamıştır. Onun
öncesinde Osmanlı döneminde üretilmiş olan diğer seramiklerden İznik
çinileri 15. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar en parlak dönemini yaşamıştır.
Daha çok Osmanlı sarayı için üretim yapmış olan İznik’in yanı sıra,
Kütahya’da hem İznik üretimlerine destek olmuş hem de halkın ihtiyacını
karşılayan üretimler için çalışmıştır. İznik seramiklerinin gerilemeye
başladığı zamanlarda daha da değer kazanıp, 18. yüzyılda yıldızı parlayan
Kütahya seramikleri aynı yüzyıl sonunda özellikleri ve kalitesinden değer
kaybetmeye başlamıştır. Bu bölgelerde üretimin azaldığı dönemlerde
Çanakkale’de seramik üretimi artış göstermiş, Çanakkale seramikleri halkın
kullanımı için yoğun olarak üretilmeye başlanmıştır.
Çanakkale’de 17. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın ilk yarısına kadar
üretimi devam etmiş olan Çanakkale seramikleri geleneksel halk sanatının
önemli örneklerindendir. Çanakkale seramikleri sahip oldukları form ve
desen özelliklerinin yanı sıra üretim teknolojisi ile de günümüzde yeniden
üretilmeye uygundur. Ancak orijinal hammaddeye ulaşımın günümüzde
mümkün olmaması, seramik üretiminin ulaşılabilir hammaddeler ile
gerçekleştirilmesini zorunlu kılar.
Çalışmamıza konu olan İzmir Agora’sı MS 178 yılında İzmir’de
gerçekleşen depremde büyük bir yıkıma uğrayan kentin, Roma İmparatoru
Marcus Aurelius tarafından onartılması sırasında inşa edilmiştir.1 O
zamandan Osmanlı Dönemi’ne uzun süre farklı amaçlarla kullanım görmüş
olan Agora, günümüzde ise ziyarete açık arkeolojik bir alandır. İzmir Agora
kazılarında yapılan çalışmalarla gün yüzüne çıkarılan Çanakkale
seramiklerinin ticari amaçlarla İzmir’e geldiği düşünülmektedir.
Çanakkale’den İzmir’e getirilen bu seramiklerin bir kısmı halkın kullanımı
için şehirde satılırken, bir kısmı da başka ülkelere ihraç edilmiş olmalıdır.

1
Doğer 2006, 94-180.
Smyrna (İzmir) Agorası’nda Bulunan Çanakkale Seramiklerinin Yeniden Üretim Denemeler 31

Bu çalışmada İzmir Agora kazılarında2 ele geçen Çanakkale


seramiklerinden bazıları tanıtılarak, yeniden üretimleri yapılmıştır.3
Çalışmamız İzmir Agorası’nda açığa çıkartılmış bu seramiklerin fiziksel
özelliklerinden üretim aşamalarına kadar birçok yönünü incelemeyi
hedeflemektedir.
Ayrıca çalışmamızda geleneksel Çanakkale seramiğinin tanıtılması,
kültürel altyapısı ile tarihsel çerçeve içindeki konumunun
belirlenmesinden farklı olarak sanatsal bir bakış açısıyla ele alınması
hedeflenmiştir. Tüm bunların gerçekleştirilebilmesi ürünlerin kontrollü bir
şekilde yeniden üretilebilmesine ve bu üretim sırasında elde edilen
bilgilerin ayrıntılı bir şekilde kayıtlanmasına bağlıdır. Çalışmamıza konu
olan Çanakkale seramiklerinin yeniden üretiminde, orijinal hammaddeye
ulaşılamadığı için4 kullanılacak astar, boya ve sır için denemeler
yapılmıştır. Elde edilen en iyi sonuçlarla yeniden üretimler
gerçekleştirilmiştir. Üretilen seramikler, kullanılan hammaddeler sebebiyle
orijinal seramiklerden farklılık gösterir ancak, görsel olarak orijinal
Çanakkale seramikleri ile yakın bir benzerlik içindedirler.

2 Smyrna (İzmir) Agorası’ndaki kazı çalışmaları 2007 yılından beri Katip Çelebi Üniversitesi,
Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi, İslam Arkeolojisi Bölümü Öğr Üyesi Doç. Dr. Akın Ersoy
tarafından yürütülmektedir. Kendisine bu orijinal malzemeyle çalışmama imkan verdiği ve
kazı arşivinden görselleri benimle paylaştığı için çok teşekkür ederim. Çalışmamızda yer
alan Agora buluntusu Çanakkale seramiklerine ait fotoğrafların tamamı Ege Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğr. Üyesi Doç. Dr. Sevinç Gök İpekçioğlu’nun
arşivinden alınmıştır. Kendisine arşivini benimle cömertçe paylaştığı, bu malzemeyle
çalışmama izin ve destek verdiği için çok teşekkür ederim.
3 Bu çalışma, 2019 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Enstitüsü, Geleneksel

Türk Sanatları Anasanat Dalı’nda tamamlanmış olan “Smyrna Agora’sında Bulunan


Çanakkale Seramiklerinin Araştırılması ve Modern Tekniklerle Yeniden Üretilmesi” isimli
Yüksek Lisans tezimden üretilmiştir.
4 Orijinal hammadde ile çalışılamamasının sebebi, geleneksel Çanakkale seramiklerinin

yapımında kullanılan kırmızı ve beyaz killere günümüzde ulaşmanın mümkün


olmamasıdır. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Çanakkale Seramikleri Araştırma
Geliştirme ve Uygulama Merkezi (ÇASEM) yetkilisi Necati Işık ile yapılan görüşmede,
günümüzde yerel kil ocaklarından ne yazık ki artık kil elde edilemediğini ifade etmiştir.
Günümüzde Çanakkale’de yapılan üretimin, Eceabat’ın Milli Park olması, diğer kil
yataklarının yerleşim bölgesi altında kalması sebebiyle orijinal Çanakkale seramiklerinde
olduğu gibi yöre killeriyle değil, Menemen, Kınık, Karacasu, Avanos bölgelerinden satın
alınan killer ile yapıldığını belirtmiştir. Orijinal seramiklerin astarlarında kullanılan killerin
alındığı kil yatakları ise günümüzde baraj suları altında kalmıştır. Üretimi yapılan
seramiklerin astarlanması da artık endüstriyel döküm çamurları ile yapılmaktadır. (Necati
Işık ile kişisel görüşme. Mart 2018).
32 Yeşim BATMAZ

Geleneksel Çanakkale Seramikleri


Çanakkale seramikleri günümüzde tarihi bir değere sahip olduğu
kadar, üretildiği dönemin sanat anlayışı ve kültürel düzeyini yansıtan bir
akımı temsil etmesiyle de önemli bir yere sahiptir. Birkaç yüzyıl boyunca
üretimi yapılmış olan bu eser grubu, daha çok kullanıma yönelik
üretildiğinden oldukça fazla miktarda imal edilmiştir. Formlar genellikle
seramik tornasında, kırmızı çömlekçi çamuru ile şekillendirilmiştir.5
Üretildiği dönemlere göre, Çanakkale seramiklerinin, 17. yüzyıl
sonları- 18. yüzyıl örnekleri ile 19. ve 20. yüzyıl başına tarihlenen daha geç
örnekleri arasında çok belirgin farklar vardır. İlk dönemde üretilmiş olan
seramikler daha zarif ve özenli şekilde yapılmışken (Fotoğraf:1), geç
dönem (19. yüzyıl ortasından itibaren) seramikleri olarak adlandırılan
formlarda kalite düşmeye başlar (Fotoğraf:2). Bu dönemin seramikleri
kaba olarak nitelendirilse de form çeşitliliği çok zengindir. 17-20. yüzyıl
arasında üretilen ürünler çoğunlukla tabak, çanak, testi, küp, mangal, insan
veya hayvan figürlü formlar, şekerlikler, halka gövdeli testiler, vazolar,
sepet örgülü tabaklar gibi kullanıma yönelik objelerdir.

Fotoğraf 1: Mimari bezemeli tabak Fotoğraf 2: Vazo


18.-19. yüzyıl. (Öney, 1998:268). 20. yüzyıl başı. (Öney, 1991:130)
Dekor özellikleriyle de geleneksel Türk seramiğinde önemli bir yere
sahip olan bu seramikler, biçimsel olarak da kendine has özellikler
taşımaktadır. Genellikle incelikten yoksun hatta oldukça kaba görünümde
olan örneklerin üretimlerinde kırmızı renkli bir çamur kullanılmıştır.
Astarlı örneklerin çoğunlukta olduğu ve tüm eserlerin sırlandığı
gözlenmektedir. Yeşil, kahverengi veya renksiz şeffaf sıraltına uygulanmış

5 Kayman 2008,91.
Smyrna (İzmir) Agorası’nda Bulunan Çanakkale Seramiklerinin Yeniden Üretim Denemeler 33

dekorun yanı sıra, bazı örneklerde sırüstü dekorlara da rastlanır. Kimi


örneklerde sırın üstüne yaldız uygulaması da yapılmıştır. Geç dönem
örneklerde alacalı, akıtma boya ve sır uygulaması yanında sgraffito6 ile
barbutin7 tekniği de kullanılmıştır.8
Gönül Öney’in aktardığına göre9, geleneksel Çanakkale
seramiklerinin yapılış aşamaları şu şekildedir: elle veya seramik tornasıyla
şekillendirilen seramik eserin ilk pişirimi yapıldıktan sonra çoğunlukla
beyaz astar kullanılarak astarlanır. Astar kuruduktan sonra ise üzerine
desen boyanır. Boyalar kuruduktan sonra obje, renkli veya renksiz şeffaf sır
ile sırlanarak tekrar fırınlanır. 19. yüzyıl ile 20. yüzyıl başında yapılmış geç
dönem seramiklerde ise dekorlama işlemi daha çok sır üzerine yapılmıştır.
Öney’e göre10, günümüzde Batı Anadolu’da, özellikle İzmir Agorası,
İstanbul Saraçhane, Foça, Antalya Demre, Kıbrıs’ta gerçekleştirilen
arkeolojik kazılarda ele geçen çeşitli Çanakkale seramiği parçaları, bu
seramiklerin Çanakkale’den deniz yolu kullanılarak ihraç edildiklerini ve
gündelik olarak kullanıldığını gösterir.
Smyrna (İzmir) Agorası
İzmir, Neolitik dönemden günümüze kesintisiz olarak bir yaşam alanı
olmuştur. Şehir bu özelliğini sahip olduğu verimli topraklar, maden
yatakları, deniz ve kara ticaret yolları ile yerleşim koşullarının
uygunluğuna borçludur. Kadifekale (Pagos) ile Kemeraltı arasında kalan
tepe ile denize bakan yamaçlar İzmir’deki son yerleşim noktalarından birisi
olmuştur. Bu alanda kurulmuş olan Smyrna, Helenistik, Roma ve Bizans
dönemleri ile Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde de 2 bin yılı aşkın bir
süreyle kesintisiz olarak iskân görmüştür11.

6 Sgraffito, kelime anlamıyla kazımak, karalamak demektir. Desenlerin resim, seramik ya da


cam üzerine kazınarak uygulanması işlemidir. Seramikte zemin önce farklı renk bir astarla
kaplanır ve kazıma, kabın rengini çıkaracak biçimde kazınarak yapılır. (Eczacıbaşı Sanat
Ansiklopedisi, 1997:1650).
7 Barbutin, seramikte yapılan bir bezeme çeşididir. Bu teknikte hazırlanan sulu seramik

hamuru ince bir borudan kabın üzerine akıtılarak kabarık bantlar oluşturulur. Bazen de
slip iri bir benek gibi akıtılıp, basma yöntemiyle üzerine rozet ya da kabaralar yapılır.
(Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, 1997:193)
8 Altun 1996,6.
9 Öney 1991,105.
10 Öney 2007,369.
11 Gürler vd. 2016,13.
34 Yeşim BATMAZ

Kallinos ve Strabon, “Smyrna” isminin kenti kurmuş olan bir Amazon


kraliçesinin isminden geldiğinden bahsetmektedir. Helenistik ve Roma
dönemlerinde kent ayrıca Zmyrna olarak da anılmaktaydı.12 MS 2. yüzyılda
yaşamış olan Pausanias’a göre ise Smyrna’nın kuruluşuna Büyük
İskender’in generalleri öncülük etmiştir.13 Smyrna MÖ 333’te Büyük
İskender‟in emriyle Pagos Dağı’nın eteklerine taşınmış, MS 178 yılında
gerçekleşen depremde büyük bir yıkıma uğramış ve bu tarihten sonra
Roma İmparatoru Marcus Aurelius tarafından tekrar inşa ettirilmiştir.
Bugünkü Smyrna Devlet Agorası da bu döneme aittir (Fotoğraf:3).14

Fotoğraf 3: Smyrna Agorası ve Akropol (Smyrna Kazı Arşivi)


Smyrna'nın MS 7. yüzyıl boyunca işgal ve tehditlere maruz kalmasıyla
kent ekonomik, sosyal ve siyasi konumunu yavaş yavaş kaybetmiştir.
Kentin idari merkezi olan Agora ile çevresindeki yapıların işlevsiz hale
gelmesiyle kent merkezi de hareketliliğini yitirmiştir.15 Agora’nın kullanım
dışı kalmasıyla, avlu alanı zamanla -özellikle Orta ve Geç Bizans
dönemlerinde- mezarlık olarak kullanılmaya başlamıştır. 15. yüzyılın
başlarında İzmir, Türkler tarafından ele geçirilmiş, 16. yüzyıldan itibaren
antik kent kalıntıları üzerine, onların temel izleri ve malzemeleri
kullanılarak Osmanlı dönemi yapılaşması başlamıştır. Agora avlu
alanındaki mezarlık alanı 19. yüzyılın sonlarına kadar da Türkler

12 Doğer 2006, 64.


13 Ersoy 2015, 81.
14 Doğer 2006, 94-180.
15 Ersoy 2012,60.
Smyrna (İzmir) Agorası’nda Bulunan Çanakkale Seramiklerinin Yeniden Üretim Denemeler 35

tarafından aynı işlevle kullanılmıştır.16 Agora’daki kalıntılar, 20. yüzyılda


alandaki mezarlıkların kaldırılması ve bu alanların park alanı haline
getirilmesi esnasında ortaya çıkarılmıştır.17
Çalışmamıza konu olan İzmir Agorası’nda, uzun yıllardır devam eden
arkeolojik kazılarda, 2007 yılından itibaren özellikle İkiçeşmelik Caddesi’ne
bakan kısım ile Mozaikli Yapı’nın bir bölümündeki kazı çalışmalarına
ağırlık verilerek Osmanlı Dönemi tabakaları kazılmıştır. Sevinç Gök’ün
aktardığına göre, dükkânlar, kahvehaneler gibi yapıların bulunduğu
düşünülen bu kısımda, birbirinden oldukça farklı seramik buluntular
karışık şekilde bir arada ele geçmiştir. Kazılarda bulunan güveç, maltız
(küçük ocak), tava, testi, küp, maşrapa, sürahi, tabak/çanak ve fincan gibi
kullanım eşyaları, kullanılacağı yere göre kaba ya da ince işçilikle
yapılmıştır. Ortaya çıkarılmış olan kullanım amacıyla üretilmiş sırlı ve sırsız
seramiklerin sayısı sadece evlerde kullanılmış olamayacak kadar fazladır.
Kazıda aynı kontekstten ele geçen seramikler arasında oldukça fazla
miktarda sırlı seramik bulunmaktadır. Sırlı olan eserlerin çoğunluğu
Kütahya, Çanakkale, İstanbul üretimi iken18, aynı yerde ayrıca iki küçük
parça İznik seramiği ele geçmiştir.19
Smyrna Agorası’nda Ele Geçen Çanakkale Seramikleri
İzmir Agora’sında yapılan kazılarda Çanakkale seramiklerinin
oldukça fazla sayıda ele geçmiş olması, İzmir ve çevresinde bu seramiklere
yoğun bir talep olduğunu düşündürmektedir. Çalışmamıza konu olan
Çanakkale seramiklerine ait parçaların büyük çoğunluğu ilk olarak Batı
Stoa ile Bazilika’da ele geçerken20, daha sonraki yıllarda Mozaikli Yapı ve
Roma Hamamı’nda gerçekleştirilen kazılarda da bu seramiklere ait
örneklere rastlanmıştır (Fotoğraf:4).21

16 Ersoy 2015, 87-88.


17 Gök Gürhan 2012,430.
18 Gök Gürhan 2012,430.
19 Gök 2015, 64.
20 Doğer 2008, 25.
21 Gök 2017, 118.
36 Yeşim BATMAZ

Fotoğraf 4: Smyrna Agorası.


Osmanlı dönemi tabakası ve karışık halde ele geçen seramikler (Gök,
2011: 66)
Agora kazılarında ortaya çıkarılan Çanakkale seramikleri, çoğunlukla
farklı boyutlarda üretilmiş tabak formlarıdır. Lale Doğer’in aktardığına
göre22, kazılarda ele geçen Çanakkale seramiklerine ait buluntular daha çok
sıraltı oksit boyamalı, slip teknikli çukur tabak ve çanaklara ait dip ve
gövde parçalarıdır. Kazılarda bulunan Çanakkale seramiklerinde bezemeler
çoğunlukla astar üzerine serbest fırça darbeleri ile uygulanmış, yüzeyleri
renksiz şeffaf sır ile sırlanmıştır. Ayrıca kazılarda daha geç tarihlere ait,
akıtma astar dekorlu eserlerde ele geçmiştir. 23 Smyrna Agorası’ndaki kazı
çalışmalarında ortaya çıkarılan Çanakkale tabaklarının ağız ve kaide çapları
değişkenlik göstermektedir. Yaklaşık 26 cm. kadar olan ağız çapları
mevcutken, kaide ölçüleri 5 cm. ile yaklaşık olarak 8 cm. arasında değişir.
Tabakların yüksekliklerinde de ölçü farklılıkları görülür. Bazı eserler 4,5
cm. kadar yüksekliğe sahipken bazılarının yüksekliği 7 cm. kadar
olabilmektedir.
Agora’da ele geçen geleneksel Çanakkale seramiklerinin
sınıflandırılması genellikle bezemeleri üzerinden yapılmaktadır.
Seramiklerde görülen form çeşitliğinin sınırlı olması, zengin ve farklı
yöntemlerle uygulanan bezeme unsurlarının sınıflandırmada tercih
edilmesine sebep olmuştur. Formlar incelendiğinde 17. yüzyılın ikinci
yarısı ile 18. yüzyıl içinde üretildiği düşünülen yayvan gövdeli, geniş kenarlı
tabak buluntuları en fazla ele geçmiş örneklerdir. Gök’ün çalışmasında

22 Doğer 2009, 218.


23 Gök Gürhan 2012, 430.
Smyrna (İzmir) Agorası’nda Bulunan Çanakkale Seramiklerinin Yeniden Üretim Denemeler 37

belirttiğine göre24, eserler üzerinde temelde iki bezeme grubundan söz


etmek mümkündür. Bunlardan biri sıraltı tekniği, diğeri ise akıtma astar
dekorudur. Sıraltı bezemeli tabak buluntularının merkezinde oluşturulan
dekorlar çoğunlukla serbest fırça darbeleriyle uygulanmıştır. Çalışmamızda
sıraltı tekniği ile üretilmiş bu tabaklardan, bilimsel yayınlara konu olmuş
birkaç örneğe yer verilecektir. Bu çalışmada yer alan tabaklardan biri tüm,
diğer ikisi parçalar halinde ele geçmiştir. Tabakların tamamı hemen hemen
benzer bir form yapısı göstermektedirler.
Yeniden Üretimi Yapılacak Eserler
Çalışmamızda Agora Çanakkale seramiklerini temsil eden en belirgin
üç örnek seçilmiştir. Seçilen seramiklerin hepsi tabak formudur ve bunların
yeniden üretim denemeleri aşağıda ayrıntılı olarak sunulmuştur.
Çalışmamıza konu olan ilk tabak tüm halde ele geçmiştir
(Fotoğraf:5).25 Oldukça iyi durumda olan eser seramik çarkında
şekillendirilmiş, kırmızı bünye üzerine beyaz/krem renkli astar ile
astarlanmıştır. Astar üzerinde yer alan bezemeler koyu kahverengi
kullanılarak, serbest fırça dekoru ile yapılmıştır. Eser üzerinde parlak şeffaf
sır bulunmaktadır. Eser, form özellikleri ile geleneksel Çanakkale
seramiklerinin tipik bir örneğidir. Yayvan bir yapıya ve geniş ağız
kenarlarına sahip olan tabağın merkezinde servi ağaçlarından
oluşturulmuş bir kompozisyon bulunur. Tabağın ağız kenarlarında damla
motifi olarak tabir edilen fırça darbeleri ile oluşturulmuş bir bezeme yer
alır.

Fotoğraf 5: Servi ağaçlı tabak (Gök, 2015:66 tablo 1/1).

24 Gök 2015,65.
25 Gök 2015,66.
38 Yeşim BATMAZ

Çalışmamızda yer alan ikinci örnek parçalar halinde ele geçmiş, tam
halde olmayan bir eserdir (Fotoğraf:6).26 Seramik çarkında kırmızı renkli
bir çamur ile üretimi yapılmış olan eser, beyaz/krem renkli astarla
astarlanmış, üzerinde yer alan bezeme koyu kahverengi kullanılarak
oluşturulmuştur. Eser, parlak ve renksiz bir şeffaf sır ile sırlanmıştır.
Tabağın orta kısmında serbest fırça darbeleri ile yapılmış çarkıfelek
biçiminde bir bezeme yer alır. Ağız kenarına ise yine fırça darbeleri ile
damla motifi işlenmiştir.

Fotoğraf 6: Çarkıfelek bezemeli tabak (Gök, 2015:66 tablo 1/6).


Çalışmamızda söz edeceğimiz üçüncü örnek ise tüme yakın bir
haldedir (Fotoğraf:7).27 Seramik çarkında kırmızı renkli bir çamur ile
üretilmiş olan eser, beyaz/krem renkli astarla astarlanarak, koyu mavi renk
ile bezenmiştir. Eser, sonrasında parlak ve renksiz şeffaf sır ile sırlanmıştır.
Tabağın orta kısmına, madalyon şeklinde bir bezeme ile bu bezeme içinde
fırça darbeleri ile oluşturulmuş benek ve stilize yaprak bezemeleri
uygulanmıştır. Eserin geniş ağız kenarında kafes motifi işlenmiştir.

Fotoğraf 7: Ortası madalyon bezemeli tabak (Gök, 2015:66 tablo


1/7).

26 Gök 2015,66.
27 Gök 2015,66.
Smyrna (İzmir) Agorası’nda Bulunan Çanakkale Seramiklerinin Yeniden Üretim Denemeler 39

Seramiklerin Yeniden Üretimi


Çanakkale tabaklarının üretimine geçilmeden önce, Menemen
çamurundan 5x5 cm. boyutlarında deneme plakaları hazırlanmıştır.
Plakaların bir kısmı Kütahya astarı ile bir kısmı endüstriyel döküm
çamurundan elde edilen astar ile astarlanarak iyice kurutulmuş ve 1000 ̊
C’de elektrikli fırında pişirilmiştir. Bir kısım plakanın astarlanmasında
astarı renklendirmek ve astar-boya-sır uyumunu gözlemlemek amacıyla
Kütahya astarı ile endüstriyel astar (Söğüt astarı) içine %5, %10 oranında
kırmızı çamur katılmıştır.
Deneme plakalarının üretimiyle eş zamanlı olarak bezemede
kullanılacak boyalar için denemeler yapılmıştır. Agora buluntusu olan
Çanakkale seramiklerinde yoğun olarak koyu kahverengi ve koyu mavi
renk kullanılmıştır. Bu nedenle dekorlarda kullanılacak renkleri elde etmek
için döküm çamuru ile astarlanmış olan 5x5 cm. ebatlarındaki deneme
plakaları üzerinde demir oksit ve kobalt oksit ile hazırlanmış boyalarla
denemeler yapılmıştır. Bu boyaları elde etmek için öncelikle endüstriyel
döküm çamuru içine miktarı giderek arttırılan demir oksit ve kobalt oksit
eklenmiştir. Oksit miktarının artması rengin koyulaşmasını sağlamıştır.
Kahverengiyi elde etmek için küçük kavanozlara konulan döküm çamuru
içine, ilk deneme için 4 gr, ikinci deneme için 6 gr, üçüncü deneme için 8 gr,
dördüncü deneme için 10 gr. demir oksit eklenmiştir. Tüm denemeler için
bu karışımlara ayrıca 2’şer gr mangan oksit (MnO) konmuştur. Koyu mavi
rengi elde etmek için ise yine küçük kavanozlara hazırlanmış olan döküm
çamuru içine ilk deneme için 1 gr, ikinci deneme için 1,5 gr, üçüncü deneme
için 2 gr, dördüncü deneme için 2,5 gr. kobalt oksit (Co) eklenmiştir.
Hazırlanan boyalar astarlı plakalar üzerine uygulanmış ve plakalar
endüstriyel sır ile sırlanarak elektrikli fırında 1020 ̊C’ de pişirilmiştir.
Kutahya astarı ile astarlanmış olan deneme plakaları ise astar boyalar ve
çini boyaları ile dekorlanarak Kutahya sırı ile sırlanmış ve 940 ̊ C’ de
pişirilmiştir.

Fotoğraf 8: Kütahya astarlı plaka denemelerinden 1. ve 2. plaka astar


boya ile 3. ve 4. plaka çini boyası ile boyanmıştır.
40 Yeşim BATMAZ

Fotoğraf 9: %5 kırmızı çamur eklenmiş Kütahya astarlı plaka


denemelerinden 1. ve 2. plaka astar boya ile 3. ve 4. plaka çini boyası ile
boyanmıştır.

Fotoğraf 10: %10 kırmızı çamur eklenmiş Kütahya astarlı plaka


denemelerinden 1. ve 2. plaka astar boya ile 3. ve 4. plaka çini boyası ile
boyanmıştır.

Fotoğraf 11: Endüstriyel astarlı plaka denemeleri. Bu plakalarda da


astardaki kırmızı çamur oranı giderek artmıştır.
5x5 cm. plakalar üzerinde yapılan denemelerden sonra astar, sır ve
boya denemelerini daha büyük yüzeylerde görme gerekliliği hissedilmiştir.
Ayrıca üzerinde dekor ve fırça çalışmaları gerçekleştirme düşüncesiyle
Menemen çamurundan 10x10 cm. buyuklugunde plakalar hazırlanmıştır.
(Fotograf 12-16). Plakalar astarlandıktan sonra kontrollu bir halde
kurutulmuştur. Kuruduktan sonra ise elektrikli fırında 960 ̊ C’ de biskuvi
pişirimleri gerçekleştirilmiştir.
Smyrna (İzmir) Agorası’nda Bulunan Çanakkale Seramiklerinin Yeniden Üretim Denemeler 41

Fotoğraf 12: Çamurun kasnak içine basılması Fotoğraf 13:Testere


ile düzeltme

Fotoğraf 14- 15: Sistre ile düzeltme Fotoğraf 16: Astarlama.


Bisküvi pişirimi sonrasında dekorlanmaya hazır olan bu plakalar,
daha önce 5x5 cm. deneme plakaları üzerinde iyi sonuç veren boyalar
kullanılarak, geleneksel Çanakkale seramiklerinde yer alan bazı bezemeler
ile dekorlanmıştır (Fotoğraf:17-19).
42 Yeşim BATMAZ

Fotoğraf 17-18: Plakaların dekorlanması


Fotoğraf 19: Deneme plakaları
Plakaların dekorlanmasından sonra sıra sırlama işlemine gelmiştir.
Farklı sırların astarlar üzerindeki etkisini görmek için, endüstriyel, Kütahya
ve karışık astarlı ilk sütunda yer alan plakalar %50 endüstriyel sır+%50
Kütahya sır karışımı ile akıtma yontemi ile sırlanmış, sır pişirimleri 1000 ̊ C’
de gerçekleştirilmiştir. 2. sutunda yer alan plakalar Kutahya sırı ile akıtma
teknigi ile sırlanarak 940 ̊ C’ de, 3. sutunda yer alanlar ise endustriyel sır ile
sırlanarak 1020 ̊ C’ de pişirilmiştir (Fotoğraf 20-22).

Fotoğraf 20: Sırasıyla %50 Söğüt sırı+%50 Kütahya sırı, Kütahya sırı
ve endüstriyel sır ile sırlanıp pişirilmiş endüstriyel astarlı plakalar.
Smyrna (İzmir) Agorası’nda Bulunan Çanakkale Seramiklerinin Yeniden Üretim Denemeler 43

Fotoğraf 21: Sırasıyla %50 Söğüt sırı+%50 Kütahya sırı, Kütahya sırı
ve endüstriyel sır ile sırlanıp pişirilmiş Kütahya astarlı plakalar.

Fotoğraf 22: Sırasıyla %50 Söğüt sırı+%50 Kütahya sırı, Kütahya


sırı, endüstriyel sır ile sırlanıp pişirilmiş %50 Söğüt astarı+%50 Kütahya
astarı ile yapılan plakalar.
Yapılan denemelerden sonra tabakların üretimine geçilmiştir.
Tabakların üretiminde ilk olarak Menemen’den temin edilmiş kırmızı
çamur yoğrularak içindeki havanın çıkması sağlanmıştır (Fotoğraf 23).
Daha sonra seramik tornası üzerine konan çamur bir tabak şekli alacak
biçimde şekillendirilmiştir (Fotoğraf 24). Şekillendirme işleminden sonra
kontrollü halde kurumaya bırakılan tabaklar deri sertliği tabir edilen
kıvama geldikten sonra çeşitli şekillendirme aletleri kullanılarak seramik
tornası üzerinde rötuşlanmış ve kaide kısımları yapılmıştır (Fotoğraf 25).

Fotoğraf 23: Çamurun yoğrulması Fotoğraf 24: Şekillendirme


Fotoğraf 25: Rötuşlama
Rotuş işleminden hemen sonra tabakların astarlanması işlemine
geçilmiştir. Astarlama işleminde, bazı tabaklar sadece Kutahya astarı ve
Sogut astarı ile fırça kullanılarak astarlanmıştır (Fotograf:26). Uretilen
44 Yeşim BATMAZ

tabaklar tamamen kuruduktan sonra, 960 ̊ C’ de elektrikli fırında bisküvi


pişirimleri gerçekleştirilmiştir.

Fotoğraf 26: Tabakların astarlanması Fotoğraf 27: Bisküvi pişirimi


sonrası
Bisküvi pişirimi sonrasında tabaklar zımparalanarak yüzeyi
düzeltilmiş ve nemli süngerle silinerek tozları alınmıştır. Bezeme işlemi
için, daha önce yapılmış olan denemelerin sonuçlarına bakılarak,
kullanılacak olan renkler aslına en uygun renkler içinden seçilmiştir.
Bezeme işlemi için tabak, turnet veya seramik tornası üzerinde merkeze
yerleştirilmiş, ağız kenar çizgisi bezemeye uygun renk boya ile yapılmıştır
(Fotoğraf:28). Ağız çizgilerinin çekilmesinden sonra ilk olarak tabak
yüzeyindeki bezemeler yapılmış, sonrasında ağız kenarında bulunan
bezemeler uygulanmıştır.

Fotoğraf 28: Ağız kenar çizgilerinin çekilmesi


Bezeme işlemleri tamamlanan eserlerin sırlama işlemi için
endüstriyel sır ile Kütahya sırı kullanılmıştır. Yeniden üretim için seçilen
tabaklardan birisinde daha orijinal bir sonuç verdiği için endüstriyel sır,
diğer iki tabakta ise Kütahya sırı tercih edilmiştir (Fotoğraf:29-30).
Smyrna (İzmir) Agorası’nda Bulunan Çanakkale Seramiklerinin Yeniden Üretim Denemeler 45

Fotoğraf 29 - 30: Sırlama işlemi


Sırlama işleminin sonrasında elektrikli fırına yerleştirilen Kutahya
sırlı tabaklar 940 ̊ C’ de pişirilmiştir (Fotograf:33-35). Endüstriyel sırla
sırlanan tabağın pişirimi ise elektrikli fırında 1020 ̊ C’ de
gerçekleştirilmiştir (Fotoğraf:31). Tabakların fırından alınması için fırının
soğuması beklenmiştir. Sır pişiriminden sonra tabakların bezemesinde
kullanılan boya renklerinde deneme plakalarındakilerden farklı bir renk
gözlenmemiştir. Renklerde herhangi bir bozulma veya akma benzeri
durum söz konusu olmadığı gibi tabakların sırlarında da herhangi bir
problemle karşılaşılmamıştır.

Fotoğraf 31: Yeniden üretim denemesi Fotoğraf 32: Orijinal tabak


Astar: Söğüt astar+%10 kırmızı çamur
Boya: Astar boya
Sır: Endüstriyel sır
46 Yeşim BATMAZ

Fotoğraf 33: Yeniden üretim denemesi Fotoğraf 34: Orijinal tabak


Astar: Kütahya astarı
Boya: Çini boyası
Sır: Kütahya sırı

Fotoğraf 35: Yeniden üretim denemesi Fotoğraf 36: Orijinal tabak


Astar: Kütahya astarı+%10 kırmızı çamur
Boya: Çini boyası
Sır: Kütahya sırı
Sonuç
Sonuç olarak; elde edilen seramikler en başta, yapımında kullanılan
hammaddeler sebebiyle orijinal seramiklerden farklıdır. Ancak görsel
olarak orijinal Çanakkale seramikleri ile yaptığımız yeniden üretimler
arasında bir benzerlik olduğu söylenebilir.
Smyrna (İzmir) Agorası’nda Bulunan Çanakkale Seramiklerinin Yeniden Üretim Denemeler 47

Geleneksel Çanakkale seramikleri, şüphesiz ki Çanakkale’nin yerel


kültürünün bir parçasıdır ve ne yazık ki bugün hak ettikleri yerde
değillerdir. Bu sebeple bu özgün eserlere sahip çıkılmalı, tarihsel değeri
yanında sanatsal değeri de göz önüne alınmalıdır. Çalışmamızda bu özgün
eserlerin sanatsal değeri ile, yeniden üretilebilinirliği yansıtılmak
istenmiştir. Geçmişimizi geleceğimize taşıyan bu eserler, günümüzde gerek
özel atölyeler gerek araştırmacılar, gerekse Çanakkale Onsekiz Mart
Üniversitesi bünyesinde bulunan Çanakkale Seramikleri Araştırma
Geliştirme ve Uygulama Merkezi (ÇASEM)’nde yapılan çalışmalarla yeniden
hayat bulmaya başlamıştır. Ayrıca üniversitelerin lisans ve yüksek lisans
programlarında yapılan çalışmalarla bu eserler hakkında bir bilinç
oluşturulmaktadır.

KAYNAKÇA
Ara ALTUN Çanakkale Seramikleri, İstanbul: Vehbi Koç Vakfı
Suna–İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma
Enstitüsü Yayınları:1, 1996.
Lale DOĞER “İzmir Agorası Kazılarından Çanakkale Seramikleri
ve Diğer Talep Noktaları” Çanakkale Seramikleri
Kolokyumu Bildirileri, (ed. Kayhan Dörtlük, Remziye
Boyraz), İstanbul: Suna-İnan Kıraç Akdeniz
Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü, ss.30-46, 2008.
Lale DOĞER “İzmir Agorası Kazılarından Geç Osmanlı Dönemi ve
Avrupa Seramik Buluntuları”, Thirteenth
International Congress of Turkish Art. Proceedings,
(ed. Geza David, Ibolya Gerelyes), Hungarian
National Museum, ss.217-229, 2009.
Ersin DOĞER İzmir’in Smyrna’sı Paleolitik Çağ’dan Türk Fethine
Kadar, İstanbul: İletişim Yayıncılık, 2006.
Akın ERSOY “Smyrna (İzmir)”, International Earth Science
Colloquium on the Aegean Region, IESCA-20121-5
October 2012, Izmir, Turkey (ed. Akın Ersoy) ss.35-
65, 2012.
48 Yeşim BATMAZ

Akın ERSOY Büyük İskender Sonrasında Antik Smyrna (İzmir),


İzmir: İzmir Büyükşehir Belediyesi Ahmet Piriştina
Kent Arşivi ve Müzesi, 2015.
Sevinç GÖK GÜRHAN “Smyrna (İzmir) Agorası Kazılarında Bulunan
Osmanlı, Uzakdoğu ve Avrupa Seramikleri
Üzerinden Osmanlı Ticaret Hayatı”, Uluslararası
Katılımlı XV. Ortaçağ ve Türk Dönemi Kazıları ve
Sanat Tarihi Araştırmaları Sempozyumu Anadolu
Üniversitesi – Eskişehir 19-21 Ekim 2011 Cilt 1,
ss.429-438, 2012.
Sevinç GÖK “İzmir’in Ticari Yaşamında Osmanlı ve Avrupa
Seramiklerinin Yeri”, Smyrna/İzmir Kazı ve
Araştırmaları 1. Çalıştay Bildirileri (ed. Akın Ersoy,
Gözde Şakar), İzmir: Ege Yayınları, ss.61-78, 2015.
Sevinç GÖK “Osmanlı ve Avrupa Seramikleri Üzerinden Bir
Okuma: Smyrna (İzmir) Agorası’ndaki Osmanlı
Yerleşiminden Mutfak Kapları ile Günlük Yaşam
Objeleri”, Smyrna/İzmir Kazı ve Araştırmaları II. (ed.
Burak Yolaçan, Gözde Şakar, Akın Ersoy), İzmir: Ege
Yayınları, ss.117-150, 2017.
Binnur GÜRLER vd. İzmir’in Osmanlı Dönemi Tanıkları, İzmir: İzmir
Büyükşehir Belediyesi Ahmet Piriştina Kent Arşivi
ve Müzesi, 2016.
M. Berrin KAYMAN “Akköy Yöresi Fırın Cürufları Üzerine
Değerlendirme”, Çanakkale Seramikleri Kolokyumu
Bildirileri, (ed. Kayhan Dörtlük, Remziye Boyraz),
İstanbul: Suna-İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri
Araştırma Enstitüsü, sy.91-98, 2008.
Gönül ÖNEY Çanakkale Seramikleri, Sadberk Hanım Müzesi Türk
Çini ve Seramikleri, (ed. belirtilmemiştir) İstanbul:
Sadberk Hanım Müzesi, sy.103-143, 1991.
Smyrna (İzmir) Agorası’nda Bulunan Çanakkale Seramiklerinin Yeniden Üretim Denemeler 49

Gönül ÖNEY Çanakkale Seramiklerinin Osmanlı Seramik


Sanatındaki Yeri, Osmanlı’da Çini ve Seramik Öyküsü,
(ed. Ara Altun) İstanbul Menkul Kıymetler Borsası,
sy.274, (1998).
Gönül ÖNEY Çanakkale Seramikleri, Anadolu’da Türk Devri Çini ve
Seramik Sanatı, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı,
sy.365-370, 2007.
Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, 1. Cilt, İstanbul: Yapı
Endüstri Merkezi Yayınları, 1997.
Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, 3. Cilt, İstanbul: Yapı
Endüstri Merkezi Yayınları. 1997.
İzmir Araştırmaları Dergisi, Sayı: 14 (51-93), 2021

XVIII. YÜZYILIN İLK YARISINDAKİ TAHRİRLERE BİR ÖRNEK


(1715 ÇUKA ADASI (ΚΥΘΗΡΑ) TAHRİRİ)
Murat ALANDAĞLI 

Makale Geliş Tarihi: Ekim 2021 Makale Kabul Tarihi: Aralık 2021

Öz
Çuka adası Akdeniz’in kendine has özellikler barındıran yüzlerce adasından
biridir. XIII. yüzyıl başlarında Venedik hâkimiyetinde olduğunu bildiğimiz ada,
XVIII. yüzyılın ilk yarısında Osmanlılar tarafından ele geçirilmiştir. Akabinde
yaklaşık üç yıl sonra yeniden Venedik idaresine geçmiştir. Osmanlı idaresi adanın
ele geçirilmesini takiben tahrir yapmıştır. Bu tahrir vesilesiyle adanın demografik,
sosyo-ekonomik, idarî ve malî yapısı hakkında önemli bilgilere erişebilmekteyiz.
Öyle ki Çuka Adasının merkezi olan “Nefs-i Kal’a, Varoş’u Kal’a ile Livadi,
Milopotamo, Kastrisiyanika ve Potamo isimli dört nahiyesinin bulunduğunu bu
sayede öğrenebilmekteyiz. Ayrıca bu idarî birimlerde toplam 1.142 hane ve 1.660
neferin bulunduğunu söyleyebiliriz. Deniz ticaret ve savaş yolu güzergâhında
önemli bir mıntıkada yer alan adada arpa, buğday, mahlut gibi tahıllar başta olmak
üzere üzüm, pamuk, keten üretiminin yapıldığı görülmektedir. Ayrıca adada koyun
ve arı yetiştiriciliğinin de oldukça yaygın olduğu anlaşılmaktadır. İncelediğimiz
tahrir defterleri hem adaya dair kıymetli bilgiler içermesi hem de XVIII. yüzyıla
özgü tahrir örneği olmaları bakımından oldukça önemlidir. Bu çalışma vurgulanan
iki hususun Türkçe literatürde görünür kılınması maksadını taşımaktadır.
Anahtar Kelimeler: Çuka Adası, Lale Devri, Tahrir, Akdeniz

An Example of Tax Registers in The Fırst Half of the 18th Century


(Kythira (ΚΥΘΗΡΑ) Tax Register dated 1715)

Abstract
Çuka Island is one of the hundreds of islands of the Mediterranean with its
own characteristics. XIII. The island, which was under the rule of Venice at the
beginning of the 18th century, was captured by the Ottomans in the first half of the
century. Then, three years later, it was again under the rule of Venice. After


Bu konu temelde Hacettepe Üniversitesi’nde almış olduğum doktora derslerim sırasında
şekillenmiştir. Katkılarından dolayı başta Hocam Sayın Prof. Dr. Mehmet Öz ile Sayın Prof.
Dr. Emine Erdoğan Özünlü’ye çok teşekkür ederim. Ayrıca çalışmayı tetkik ederek
defterlerdeki iskân mahallerinin Yunanca karşılıklarını yazan Sayın Doç. Dr. Christos
Teazıs çok teşekkür ederim.

Öğretim Görevlisi Doktor, Hakkâri Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümü,
muratalandagli@hakkari.edu.tr. https://orcid.org/0000-0001-5136-4910.
52 Murat ALANDAĞLI

entering the Ottoman administration, tax registers were prepared. These records
contain important information about the demographic, socio-economic,
administrative and financial structure of the island. Apart from Nefs (Nefs-i Kal'a
with Varoş'u Kal'a), which is the center of the island, there are four sub-districts
called Livadi, Milopotamo, Kastrisiyanika and Potamo. In addition, we can say that
there are 1,142 households and 1,660 persons in total on the island. It is seen that
grains such as barley, wheat, mixed grain, grapes, cotton and flax are produced in
the island, which has an important place on the route of maritime trade and war
route. In addition, it is understood that sheep breeding and beekeeping are quite
common on the island. The tax registers examined are very important in that they
contain valuable information about the island and are an example of tahrir specific
to the 18th century. This study aims to make the two highlighted issues visible in
the Turkish literature.
Key Words: Kythira, Tulip Period, Ottoman Tax Registers, Mediterranean
Sea.
GİRİŞ
Yunan mitolojisi ve yakın tarihindeki yeri başta olmak üzere Çuka
Adasının ele alınmaya değer pek çok yönü bulunmaktadır. Theodoros
Angelopoulos imzalı 1983 yapımı “Voyage to Cythera (Taxidi sta Kythira)”
isimli film, 37. Cannes Film Festivalinde “En İyi Senaryo” ödülü almıştır.
Türkçe’ye “Çuka’ya Yolculuk” şeklinde çevrilebilecek olan bu film ile Çuka
Adası popüler kültürün de takibine girmiştir. Angelopoulos bu filminde,
1946-49 yıllarında yaşanmış Yunan İç Savaşı’ndan kaynaklı geçmişi adeta
bir saplantı, travma olarak gören Yunan izleyicisine bu durumdan kurtulup
bir an evvel gelecekle yüzleşmeyi önerir. Fakat geçmişten topyekûn
sıyrılmak mümkün değildir, bu nedenle filmine yaşanılan döneme etki eden
bir “dün” algısı yansımıştır.1 Onun elbette Cythera’yı seçmesinin haklı
nedenleri vardı. Cythera, bir sürgün bölgesi olmasının yanı sıra Yvette
Biro’nun da altını çizdiği üzere mutluluğun ve Grodent’in belirttiği gibi
aşkın adası olarak bilinmekteydi.2
Osmanlı İmparatorluk idaresinin yeni fethettiği bölgelere bakışı
nasıldı? Fethedilen bölgelerdeki idarî, malî, dinî ve sosyo-ekonomik yapıda
değişimler olmuş mudur? Yeni ele geçirilen yöre halkı imparatorluk
idaresine yönelik herhangi bir tepki göstermiş midir? Bu türden
çoğaltılacak pek çok soru aslında bir dönem üzerinde hayli yoğun
çalışmaların yapıldığı XVI. yüzyıl üzerine soruldu. Her ne kadar bazı

1 Homer 2019, 3-19.


2 Biro 1997, 69; Grodent 2006, 59,60; Beyazıt 2010, 92.
XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 53

eleştirilere3 hedef olsalar da bölge, sancak ve liva temelli uğraşlar tarih


literatürüne bu çalışmalar sayesinde kazandırılmıştır. Fakat bizim üzerinde
asıl durduğumuz konu, yukarıda sıraladığımız soruların müteakip
dönemler için sorulmuş ya da sorulmamış olmasıdır. Bu önemli husus
çalışmamızın ikinci dinamiğini oluşturmaktadır. Zira tahrir kayıtlarının XVI.
yüzyılın sonlarına doğru son bulduğu, en azından eskisi gibi sıhhatli ve
düzenli yapılmadığı, literatürde genel kabul gören bir bilgidir. Oysa ele
aldığımız örnekte olduğu gibi imparatorluk idaresi XVIII. yüzyılın ilk
yarısında bile ele geçirmiş olduğu bir adada klasik tahrir usulüne uygun bir
kayıt metoduna başvurmuştur. Çalışmanın üçüncü temel dinamiği ise
aslında Evengelia Balta’nın tabiriyle “Ege’nin Ada Dünyası”na4 dair bir bakış
denemesi olmasıdır. Bu deneme ülkemizde tahrir uygulamasının ortadan
kalktığı döneme dair de önemli ipuçları vermesinin yanı sıra imparatorluk
idaresinin gayrimüslim tebaaya bakışı noktasında da çeşitli bilgi, bulgular
ortaya koymamıza fırsat vermektedir.
Ülkemiz ve dünyanın farklı ülkelerinde Ege ve Akdeniz adaları
üzerine son dönemlerde giderek artan bir çalışma eğilimi vardır. Bunlardan
özellikle Balta’nın Çuka adası tahrirlerini esas alan eseri5 ile Machiel Kiel’in
çalışması oldukça önemlidir.6 Balta, aşağıda tetkik ettiğimiz iki defteri ayrı
ayrı ele alarak transkripsiyonlarını nefs, mahalle, karye şeklinde meskûn
yerler sıralamasıyla nefer adları, iktisadî uğraşları şeklinde defterin tutuluş
özelliğiyle uyumlu bir metotla kaleme almıştır. Ayrıca bir başka
çalışmasında Balta, bazı vergi tür ile miktarları ve haneler bağlamında
Osmanlı ve Venedik kayıtlarının karşılaştırmalı bir şekilde ele almıştır.7 Bu
çalışmasında Osmanlıların özellikle bazı vergi tür ve miktarlarında Venedik
kayıtlarına bağlı kaldığını, koyun vergisi örneğinde olduğu gibi bazılarında
ise ada halkının vergi yükünü azaltacak uygulamalara başvurduğunu ortaya
koymuştur. Balta’nın bu çalışması özellikle Çuka adasındaki bazı “lider”,
ünlü aile, hanelerin tespiti ve devamı noktasında önemli bir başvuru
kaynağıdır. Yine Yasemin Demircan8, Yaşar Keskin9 ile Demircan, Levent ve
Ayşe Kayapınar’ın10 çalışmaları şüphesiz bu hususta göz önünde

3 Afyoncu 2003, 267-287.


4 Balta 2006, 89-99.
5 Balta 2009, 11 vd.
6 Kiel 2007, 38.
7 Balta 2011, 103-135.
8 Demircan 2009, 671-681.
9 Keskin 2013, 21 vd.
10 Demircan vd. 2020, C.I.
54 Murat ALANDAĞLI

bulundurulacak diğer önemli örnekler mahiyetindedir. Ezcümle temel


maksadımız giderek yoğunlaşan ada dünyası çalışmalarına ilave olması
maksadıyla, bir ada tahririnin daha derinlemesine bir bakış acısıyla ele
alınması ve imparatorluk yönetiminin idarî, malî, sosyo-kültürel yöndeki
refleksini ortaya koymaktır. Bu refleksin izlerine, adadaki idarî merkezler
ile dönemin kendine has zorunluluklarının ortaya çıkardığı vergi
muafiyetleri ve zaten alışık olduğumuz diğer bazı uygulamalarda tesadüf
edilmektedir. Sonuç olarak bu çalışma, Yunan tarihi ve kültüründe haliyle
de Akdeniz dünyasında, özellikle sosyo-kültürel bir yere ve öneme sahip
Çuka Adasının XVIII. yüzyıl dünyasına, Osmanlı idaresinde kaldığı kısa bir
döneme ait kaynaklardan hareketle, öncesinde farklı dillerde yazılmış
benzer mahiyetteki çalışmalara ilave olarak XVIII. yüzyıl Osmanlı tahrir
metodu, bunun bir ada üzerinde uygulanması ile adaya özel kimi
zenginliklerin ülkemiz akademiyasına kazandırılmasını amaç edinmiştir.
1. ÇALIŞMAYA ESAS ARŞİV KAYNAKLARI
Osmanlı İmparatorluğunda tahrir geleneğinin bilindiği üzere III.
Murat (1574-1594) zamanından sonra tamamen olmasa da büyük ölçüde
bırakılarak; daha ziyade dirlik tevcihlerini içeren tımar ruznamçe
kayıtlarının oluşturulduğu bilinmektedir.11 Fakat imparatorluk idaresinin
XVI. yüzyıldaki tahrir mantığına tam olarak benzememekle birlikte XVII. ve
XVIII. yüzyılda da farklı amaçlarla tahrirler yaptırdığı anlaşılmaktadır.
Örneğin III. Ahmet (1703-1730) tahta geçtikten sonra kendisinden önce
yapılmış tahrirleri öncelikle kontrol ettirmiştir. Onun İmparatorluğun malî
durumunun tetkikine dair bu adımını, vergilendirme ve maliyeye dönük
birtakım başkaca değişiklikler izlemiştir.12 Fakat XVIII. yüzyıla ait tahrir
defterleri, has ve vakıf gelirlerinin yeniden tespitini amaçladığı için hacim
olarak hayli küçüktür. Çünkü bu dönem tahrirleri, esas olarak bir
sancaktaki tüm gelir kaynaklarının tespiti ve yeniden sayımı maksadını
taşımamaktaydı. Sadece bir sancaktaki hazineye ve mukataaya ait gelirlerin
tespiti amaçlanmaktaydı.13 Bu işlemin merkezden gönderilen bir heyet
yerine daha ziyade yereldeki bir görevli vesilesiyle gerçekleştirildiği
anlaşılmaktadır. Örneğin Çuka Adası tahririni yapan İbrahim Paşa,
çalışkanlığı ve dürüstlüğü nedeniyle Edirne Vak’ası14 sonrasında tahta
geçen III. Ahmed’in güvenini kazanmış bir idareci olarak ön plana çıkmıştır.

11 Öz 1999, 5,6; Erdoğan Özünlü 2007, 81-93.


12 Mantran 1999, 330,331.
13 Kurt 2019, 1224,1225.
14 Özcan 1994, 445-446.
XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 55

İlk olarak 1715 yılında Mora Adası tahririni yapmakla vazifelendirilmiştir.


Aynı yıl mevkûfatçılık görevi kendisinde olmakla birlikte ayrıca Çuka Adası
tahririne de memur edilmiştir.15 Onun uğraşlarıyla tertip edilmiş bu yeni
defterlerin alışkın olduğumuz kanunname ve mukaddime kısımları yoktu.
Daha ziyade tahririn kim tarafından ve nasıl yapılacağına dair “Tahrir içün
verilen fermân der-kenâr ola” bir fermanı içermekteydiler.16 Oluşturulan
defterlerin bir kısmı sadrazam buyruldusu bir kısmı da padişah tuğrası ile
defterhaneye sevk edilmiştir (Kurt 2019: 1221-1230).
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyud-ı Kadime Arşivinde
tesadüf ettiğimiz “Defter-i Cezîre-i Ada-i Çuka” isimli “Tahrir-i Cedîd”
kataloğunda yer alan defter, bu çalışmanın oluşmasında önemli rol
oynamıştır.17 42 varaktan müteşekkil defter, aslında iki farklı tür olarak
okunmalıdır. Zira deflerin 1 ila 27 varakları arası mufassal ve 28 ila 42
varaklar arası ise icmal mahiyettedir. Genellikle mufassal, icmal olarak iki
ayrı şekilde tertip edilen tahrir kayıtlarının aksine elimizdeki bu defterin
orijinal olup olmadığı bilinememektedir. Yani yazıldığı dönemde mufassal
ve icmal kayıtlarını içeren tek defter mi tutuldu yoksa sonradan
birleştirilen iki ayrı defter nüshası mı vardı? Her iki ihtimalin olasılığı bir
tarafa Osmanlı tahrir metodu dahilinde bakıldığına öncesinde iki ayrı

15Bu çalışmanın henüz baskısı yapılmadığı için çalışmalarını bizimle paylaşma teveccühünü
gösteren Sayın Prof. Dr. Yılmaz Kurt’a çok teşekkür ederim. Gerek görülen yerlerde
sunulan bildirideki sayfa numaraları verilmiştir, Kurt 2017, 1-9.
16“Ancak haraç arazilerıyla her bir hanelerinden yüz akçesi bir guruş hasabiyle maktûân

üçer guruş nâm cizye olmak üzere hane tahrîr ve üç guruş teslim-i hazineye ve altmış
akçesi maâş ve kalemîyye ve haraç-ı saîre içün ifrâz olunduktan sonra maâdası mirî’ içün
teslim-i hazine olunmak üzere cizyeleri hane i’tibârıyle maktûân tahsil oluna geldüğün
ihraç olunmağla zikr olunan cizyeler dahi hala meceddeden feth olunub ve henüz arazileri
dahî tahrîr olunmayub keyfiyet halleri nâ ma’lûm olmağla kapudânun mîr-i mirân mumâ-
ileyhin arz ve iltimâsı üzere saîr cezire misüllü bunlara dahi nizâm-ı hâlleri ve terfiyyü’l-
ahvâlleri içün merhâmeten evrak verülmeyüb sen ki mumâ-ileyhsin ma’rû’z-zikr Çuka
Adalarının nahiye ve kurasında sakîn ve mütemekkin reâyayı haymâne ve gayr-ı haymâne
ale’l-esâmi tahrîr ve tasarruflarında olan bağ veya bağçe ve hane ve değirmânı ve çiftlik ve
tarla ve eşçâr-ı müsmire ve gayr-ı müsmireleri kemâl-i imtimâm ile tahrîr ve defter
eylediğinde bunların dahî haneleri başka tahrîr-i defter edüb ne mikdâr reâye hanesi
olunur ise her haneye iktizâ eden cizyeleri saîr cezîreler reâyaları gibi üçer guruş tâmm
hasebiyle maktûân kapûdan paşalar tarafından cem’ ve tahsil olunmak üzere
tahâmmüllerine göre hane ve maktû’ların tahrîr ve sebt-i defter ve vech-i meşrûh üzere
cizyeleri dahî hane i’tibârıyla inşâ Allahû-tâala haraç-ı arazileriyle maân ba’de’t-tahrîr-i
cem’ ve tahsil olunmak içün bi’l-fiîl baş defterdârım el-Hacc Mehmed i’lâm etmekle
mucibince amel olunmak babında yazılmışdır. Fermân devletlü saâdetlü sultânım
hazretlerinindir. Fî evâsıt-ı N. Sene 127(1127), TKG.KK.TTd. VCEDİD, 128, I/b.
17TKG.KK.TTd.VCEDİD, 128:2/a.
56 Murat ALANDAĞLI

defterin oluşturulduğu ve sonradan bunların birleştirilerek tek defter


haline getirilmiş olabileceği düşünülebilir. Nitekim Başbakanlık Osmanlı
Arşivinde tesadüf ettiğimiz Bâb-ı Defterî, Cizye Muhasebesi Kalemi Defteri
isimli defter bu yöndeki yaklaşımımızı desteklemektedir. 8 varak ve 16
sayfadan oluşan bu icmal defteri18, Kuyud-u Kadime Arşivinde bulunan
defterin ilgili bölümünü ile kıyaslandığında hemen hemen aynısı olduğu
görülmektedir Dolayısıyla Kuyud-ı Kadime Arşivinde yer alan defterin
aslında iki farklı maksatla vücuda getirilmiş ve sonradan birleştirilmiş
olduğu düşünülebilir. O halde çalışmamızda her ne kadar bitişik olsalar da
Kuyud-ı Kadime Arşivindeki Çuka Adası mufassal ve icmal defterleri ile
Osmanlı Arşivinde tesadüf ettiğimiz cizye defteri esas alınacaktır. Burada
Osmanlı Arşivinde rastladığımız defter hakkında ayrıca kısa bir bilgi
vermeyi faydalı bulmaktayız. Bu defterin öncelikle aşağıda yer verileceği
üzere adanın sosyo-iktisadi hayata dair teferruatlı bilgiler barındırmadığı
açıktır. Nitekim “defter-i hane-i cizye-i cezire-i Çuka” başlığı altındaki adanın
diğer adalara göre konumu, hane, nefer isimleri ve sayılarına dair hayli
önemli bilgilere ulaşabilmekteyiz.19
2. ÇUKA ADASI
Çuka Adası, Mora yarımadasının güneydoğusunda Lakonia Körfezi
girişinde bulunmaktadır. Ada, eski Yunanca’da “Kytkera”, Latince’de
“Cytera” ve İtalyanca’da ise “Cerigo” olarak isimlendirilmiştir.20 Ünlü
denizci Pîrî Reis (ö.1553), adanın çevresel alanının yaklaşık altmış mil
olduğunu ve Benefşeburnu’nun on beş mil güneybatısında yer aldığını
belirtmiştir. Macheel Kiel ise adanın nispeten çok daha büyük olduğunu
dile getirmiştir. Fakat yine de adanın konumuna dair belki de en açık tarifin
Osmanlı kaynaklarında bulunduğunu ifade edebiliriz. Nitekim kaynaklarda
sık sık belirtilen Mora, Girit, Menevşe/Benefşe adaları ile Venedik idaresi
hududuna olan uzaklığı üzerinden adanın bulunduğu yeri tespit etmek
oldukça kolay bir hal almaktadır.21
Siyasî ve idarî bakımdan tarihsel geçmişine dair edindiğimiz bilgilere
göre adayı 1204 yılında Venedikliler ele geçirmiştir. Adanın idaresi 1363

18 “Çuka Adası cizye hanelerine aid icmal tahrir defteri sureti”, BOA. D.CMH.d.26721.
19 BOA. D.CMH.26721:28/b.
20 Şakiroğlu 1993, 382-383.
21 “fetih ve teshir müyesser olan Mora Cezîresi kal’a(sı)ndan Menevşe Kal‘ası ile Moton

Kal‘ası maa-beyninde Derya ile Menevşe Kal‘asına kırk mil ve bir taraftan Girid Ceziresine
yüz mil ve bir taraftan karşı karşıya Mora Adasına yirmi mil ve… üç yüz mil mesafesi
olup…”, BOA.D.CMH.d.26721,1.
XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 57

yılında hükümetle sıkı temasları olan “Venier” adındaki sülaleye


bırakılmıştır. Böylece adada Venier sülalesinin yaklaşık dört asır sürecek
olan hükümranlık dönemi de başlamıştır.22 İlk dönemlerde adanın
demografik yapısının yeryüzü, toprak yapısı vb. gibi olumsuzluklardan
dolayı oldukça cılız olduğu söylenebilir. Nitekim Çuka adası gezgin ve
seyyahlar tarafından taşlık, dağlık, verimsiz ve kurak bir bölge olarak tarif
edilmiştir. Şüphesiz ada coğrafyasının bu durumu hem yaşam alanlarını ve
hem de tarımsal faaliyet sahalarını kısıtlamıştır.23 Diğer taraftan deniz
savaşları ve ticaret yolu güzergâhları bakımından Çuka adası, Akdeniz’in
tarihsel olarak güvenli bir barınma ve sığınma sahalarından biri olarak ön
plana çıkmaktadır. Kutsal Roma Cermen İmparatoru II. Rudolf’un (1576-
1611) haracını Osmanlılara teslim etmek üzere 1587 yılında İstanbul’a
gelen heyette yer alan Reinhold Lubenau’dan öğrendiğimiz kadarıyla, XVII.
yüzyılda Venedik egemenliğinde bulunan Çuka Adası, Osmanlı
Donanmasının Akdeniz’deki rotasında önemli bir konuma sahipti.24 Bu
kadar önemli bir askeri, lojistik ve stratejik öneme haiz ada acaba neden
Osmanlı donanmasınca çok daha önceleri ele geçirilmedi? İnalcık’ın “yeni
fethedilecek olan bölgelerin tespitinde o yörenin vergi potansiyeli şüphesiz
önemli bir etkendi”25 şeklindeki tespiti bu durumda etkili midir bilinmez.
Fakat adanın Akdeniz hâkimiyeti bakımından Osmanlı-Venedik siyasî
ilişkilerinde önemli bir rol oynadığı açıktır. Ticarî kazanımlar26 ve Rodos
Bey’ine H.975 (M.1567-68) yılında yazılan hükümden de anlaşıldığı üzere
askerî bakımdan iki idare arasında ilişkileri belirleyen önemli bir etken
olmuştur.27 Venedik idaresi, stratejik öneme sahip bu adanın Osmanlıların
eline geçmesini kesinlikle istememiş ve bu maksatla bazı adımlar atmıştır.
İlk olarak adadaki varlıklarını perçinlemeyi düşünmüşlerdir. Bu maksatla
XVI. yüzyılda başka bölgelerdeki kolonilerinden getirdikleri insanları adaya
yerleştirmiştir. Böylece 1545’te 1.850 olan ada nüfusu, yaklaşık bir asır
sonra sergilenen uğraşlar neticesinde 7.500’e yükselmiştir.28
Fakat Çuka Adası özelinde Osmanlı-Venedik ilişkilerinin seyrini
belirleyen etkenler sadece savaş ve ticaret yolları bağlamındaki kazanımlar
değildi. Osmanlı arşiv belgelerinde tesadüf edildiği üzere adanın söz

22 Kiel 2007, 38.


23 Kiel 2007, 39.
24 Gürkan 2014, 279,280.
25 İnalcık 2000, 175.
26 BOA. İE.HR.4/343, H.1101/M.1689-90.
27 BOA. A.DVNS.MHM.d.7/202, H.975/M.1567-68; Yıldırım vd.1998, XLVI, 107.
28 Kiel 2007, 35-54.
58 Murat ALANDAĞLI

konusu ilişkileri etkileyen başkaca özellikleri de vardı. Bir kere tenha bir
bölge olması nedeniyle bazı esirler düzensiz ve habersiz bir şekilde adaya
aktarılmıştır. Ayrıca zaman zaman usulsüzlük yapmış veya zimmetine para
geçirmiş kişilerin kaçıp sığındıkları doğal bir güvenli bölge olduğu da
söylenebilir. Neticede arşivde adanın Osmanlı idaresine geçtiği 1715 yılına
kadarki durumu, konumu ve Osmanlı-Venedik ilişkilerine tesiri şeklinde
sıralanabilecek oldukça az ve sınırlı sayıda belgenin bulunduğunu
söyleyebiliriz.29
Harita 1: Çuka Adası Haritası30

2.1. Çuka Adasının Osmanlı İdaresine Geçişi


Yukarı da temas edildiği üzere Osmanlı donanmasının Akdeniz’deki
hareketinde Çuka Adasının konumu gerek korunma ve gerekse de zahire
tedariki gibi iki önemli hususta ön plana çıkmaktadır.31 Barbaros Hayrettin
Paşa belki de adanın bu korumu nedeniyle Modon’u aldıktan sonra güneye
doğru inerek Çuka Adası üzerine dümeni çevirmiştir. Fakat hayrettin Paşa,
adada pek çok ganimet ve esir ele geçirerek tekrar kuzeye doğru yol
almıştır.32 Bu nedenle adayı ele geçirmeye dönük ilk sistemli Osmanlı
akınları 1580 tarihinde Kılıç Ali Paşa tarafından yapılmış. Bu dönemden
sonra Girit Savaşı (1654-69) sırasında da adayı fethetmeye yönelik akınlar
düzenlenmiştir. Neticede Canım Hoca Hacı Mehmed Paşa’nın idaresindeki

29BOA. A.DVNS.MHM.d.19/724,725, H.980/M.1572-73; BOA. A.DVNS.MHM.d.46/738,


H.990/M.1582-83; BOA. A.DVNS.MHM.d.47/235, H.990/M.1582-83.
30 Pîrî Reis’in Kitâb-ı Bahriyye adlı eserinde Çuka adasını gösteren harita Süleymaniye

Kütüphanesi Ayasofya, nr. 2612, vr. 146, Şakiroğlu 1993, 382,383.


31 Pul 2004, 7/a-b,30/b,33/a,36/b,169/b.
32 Güler 2016.
XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 59

Osmanlı donanması, Mora’yı yeniden aldıktan sonra önce Aigine ve Tonis


(İstendil) adalarını akabinde de 1715 yılında Çuka Adasını ele geçirmiştir.33
Akabinde ise adeta fethin tamamlayıcı veya resmi prosedürü olarak
görülebilecek olan tahrir yapılmaya başlanmıştır.34
Fârisî’nin “Pasṭavına baḳmayup ṭopuyla tâlân ḳıldılar. Ḳırdılar
endâzeyi Çuḳa aṭasın aldılar”35 şeklindeki dizlerle ele geçirilişini ifade ettiği
Çuka Adası, yaklaşık üç yıl sonraki Pasarofça Antlaşması’nın (21 Temmuz
1718) üçüncü maddesi gereğince tekrar Venedik idaresine iade
edilmiştir.36 Bu antlaşmadan yaklaşık seksen yıl sonra Venedik
Cumhuriyeti’nin yıkılmasından sonra bir müddet sahipsiz kalan ada,
sonradan yedi adalar statüsünde Yunanistan’a devredilmiştir.37
2.2. İdari Bakımdan Çuka Adası
Tahrir defterinden Çuka Adası’nın “Nefs-i Kal’a, Varoş’u Kal’a ile
Livadi, Milopotamo, Kastrisiyanika, Potamo isimli dört nahiyeden ibarette
olduğu anlaşılmaktadır. Bu idarî taksimata bakıldığında ilk olarak bir
yönetim ve güvenlik merkezi olarak “kale” ön plana çıkmaktadır. İnsanoğlu
tarihin ilk dönemlerinden itibaren kendisi ve kıymet verdiklerini korumayı
amaç edinmiştir. Yapımında kullanılan maddeler döneme göre farklılık
gösterse de kale, yerleşim yerini çevreleyen duvarlı yapılar, her zaman var
olmuştur.38 Nüfusun artması, tehdit unsurunun ortadan kalkması, kırsaldan
merkeze doğru seyreden nüfus hareketleri gibi etkenler kale’den dışarıya
doğru bir yerleşimi şart kılmıştır. Böylece kale civarında “varoş” olarak
tabir olunan yerleşim yerleri ortaya çıkmıştır. Defterlerde tesadüf ettiğimiz

33Mora’nın Venediklilerin elinden geri alınması için yapılan bu seferde, denizden Osmanlı
ordusuna destek veren Canım Hoca sırasıyla, İstendil adası, Anapoli kalesi, İğne (Niyo)
adası, Modon kalesi ve Çuka (Serigo) adalarını ele geçirerek, Mora kıyılarından Venedik’in
uzaklaştırılmasını ve bu bölgelerde tekrar Osmanlı hâkimiyetinin kurulmasını sağlamış
oldu. Ayrıca Girit’teki Suda ve İsperlonga kalelerini de ele geçirerek Girit’in fethini
tamamladı, …Modon’un fethinden sonra Mora yarımadasının güneydoğusunda bulunan
Menekşe kalesinin zaptı için Anadolu Beylerbeyi Türk Ahmed Paşa kuvvetleri ile karadan
ilerlerken Canım Hoca da orduya denizden destek vermek üzere Modon limanından
ayrıldı. Yol üzerinde bulunan Çuka (Serigo) adaları 1 Ramazan 1127 / 31 Ağustos 1715’te
Osmanlı hâkimiyeti altına alındı, Râşid Mehmed Efendi 2013, 943; Kiel 2007, 38; Aydın
2016, 34.
34 Öz 2010, 425-429.
35 Şahin 2020, 428.
36 Özcan 2007, 179; Kurtaran 2018, 290.
37 Şakiroğlu 1993, 382,383.
38 Eyice 1974, 147.
60 Murat ALANDAĞLI

iki varoş, Çuka Adasında XVIII. yüzyılda belirgin bir nüfus artışının
yaşandığının işareti olabilir.
Harita 2: Çuka Adası Haritası (Map of the İonian İslands Malta,
Compiled From Survey and Original Documents, İn the Colonial Office, the
Ordnance Department, By JohnArrowsmith)39

39Bu haritada Çuka adası, Cerigotti, Poro, Poretto, Dragoneres, Servi ve Koron’un diğer
başkaca adalarıyla komşu olarak belirtilmiştir,
https://www.davidrumsey.com/luna/servlet/detail/RUMSEY~8~1~2767~270040?qvq=
q%3Acerigo%3Bsort%3Apub_list_no_initialsort%2Cpub_date%2Cpub_list_no%2Cseries_n
o%3Blc%3ARUMSEY~8~1&mi=19&trs=20 (ErişimTarihi:01.08.2021)
XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 61

İdarî fonksiyonu ön planda olan “Kale” ve “Varoş” mahallerini diğer


dört nahiye izlemektedir. Bu nahiyeler, adanın Harita II’de de görüldüğü
üzere kuzeyden güney’e dorğu Potamo, Kastrisiyanika, Milopotamo ve
Livadi şekilde sıralanabilir. Çuka Adası’nın nefs ve nahiyelerindeki yerleşim
birimlerinin yer adları Tablo I’de olduğu gibi gösterilebilir. Tahrir
kayıtlarından hareketle hazırlanmış olan tablodan görüldüğü üzere Livadi
nahiyesinin 28, Milopotamo’nun ise nefs ve altı mahalle ile 9 karyeden
oluştuğu görülmektedir. Ayrıca Kastrisiyanika nahiyesinin nefs ve 11
karyesi, Potamo’nun ise nefs ve 6 mahalle ile 7 karyesinin bulunduğu
anlaşılmaktadır. Bu durumda Livadi hariç diğer tüm nahiyelerin nefs, yani
merkez birimlerinin bulunduğu görülmektedir. Nefs’ler nahiye40 veya
nahiyelere bağlı köylerde41 bulunanlar şeklinde iki ayrı kategoride ele
alınabilir. Her iki durum da adadaki demografik bir hareketliliğin işareti
olarak görülebilir.
Tablo 1: İdarî Bakımdan Çuka Adası
Sıra Nefs Nahiye-i Nahiye-i Nahiye-i Nahiye-
Livadi Milopotamo Kastrisiyanika i Potamo

1 Nefs-i Facadıka Nefs-i Kastel-i Nefs-i Kastrisiyanika Nefs-i


Kal'a-i ΦΑΤΣΑΔΙΚΑ Mylopotamus ΚΑΣΤΡΙΣΙΑΝΙΚΑ Potamos/Potam
ata-i ΜΥΛΟΠΟΤΑΜΟΣ o ΠΟΤΑΜΟΣ
mezbûr

2 der- Maryiani/Mayerya Mahalle-i Papa Yodgadika Mahalle-i


Varoş-u nika ΜΑΡΓΙΑΝΝΗ Marko Kardolyanka-
Kal'a-i i/Fardulyanika-i
mezbûr Kebîr

3 Mu'afân Kocalyanka/Kaçuly Mahalle-i Papa Yaya Karadika/Baba Mahalle-i


ba- anika Mihali Karadika Kardolyanka-i/
buyruldu- Fardulyanika-i
i kapudân Sağir
paşa

40 Nefs dahilindeki mahalleler; Nahiye-i Milopotamo, Nefs-i Kastel-i Mylopotamus


ΜΥΛΟΠΟΤΑΜΟΣ, Mahalle-i Papa Marko ve Mahalle-i Papa Mihali; Nahiye-i Potamo, Nefs-i
Potamos/Potamo ΠΟΤΑΜΟΣ, Mahalle-i Kardolyanka-i/Fardulyanika-i Kebîr, Mahalle-i
Kardolyanka-i/Fardulyanika-i Sağir, Mahalle-i Koronyanika, Mahalle-i
Gelmetaryanika/Klimatanaryanika ve Mahalle-i İske Ganika/İsgeganika şeklinde
sıralanabilir.
41 Karyelere bağlı olanlar ise Nahiye-i Milopotamo Mahalle-i Ayo Yandis/Ayo Pantes der

Karye-i Karavas/Fraca, Mahalle-i Lened Daganka/Len Darakanika der Karye-i


Karavas/Fraca, Mahalle-i Lened Dunyanka/Len Drotyanika der Karye-i Karavas/Fraca,
Mahalle-i Dayeşyanka/Rayişyanika der Karye-i Karavas/Fraca; Nahiye-i Potamo, Mahalle-i
Komtiyanka/Komniyanika olarak tespit edilmiştir.
62 Murat ALANDAĞLI

4 Çamyanka/Çanetik Dirmunadyi/Drimo Kebriyi/Kiperi Mahalle-i


a nari ΔΡΥΜΩΝΑΣ Koronyanika

5 İsteyanka/İstayani Zukati/Dokana Elvizyanka/Alonizya Mahalle-i


ka nika Gelmetaryanika
/Klimatanaryani
ka

6 Çarkadika/Hargâdi Predika/Yaradika Picinades Mahalle-i İske


ka ΠΙΤΣΙΝΑΔΕΣ Ganika/İsgegani
ka

7 Samyadika/Samiya Kalokerines/Kaloge Praçetyanka Bugostiyanika/L


dika renes /Yeracityanika ogosetiyanika
ΚΑΛΟΚΑΙΡΙΝΕΣ

8 Karavehuryo/Kara Aragos/Aregus Dutyadika/Ronyadi Maveryanka/Ma


vohoryo ka vriyanika

9 Mazadaganka/Maz Pisiyukadi/Pisyopig Mitata ΜΗΤΑΤΑ Hristokoryanka/


araganika adi Hristoforyanika

10 Likoda/Likuvara Vrisi/Rizes ΒΡΥΣΗ Varilyanka/Varlyani Gorya/Gurya


ka

11 Manitohori nâm-ı Agios Sostis/Ayo Pirinyanka/Prinyadi Meleşyanika/Me


Çıkalari Sosti ΑΓΙΟΣ ΣΩΣΤΗΣ ka lityanika
ΜΑΝΙΤΟΧΩΡΙ

12 İstrapodi/Israbudi Karavas/Fraca Zaglanganka/Zaglan Trifilianika/Trifi


ΚΑΡΑΒΑΣ iganika lyanika
ΤΡΙΦΙΛΙΑΝΙΚΑ

13 Katuni ΚΑΤΟΥΝΙ Mahalle-i Ayo Kometyanka/Ko


Yandis/Ayo Pantes mnyanika
der Karye-i
Karavas/Fraca

14 Portalamiatika Mahalle-i Lened Mahalle-i


Daganka/Len Komtiyanka/Ko
Darakanika der mniyanika
Karye-i
Karavas/Fraca

15 Praçeyanka/Pracy Mahalle-i Lened


anika Dunyanka/Len
Drotyanika der
Karye-i
Karavas/Fraca

Aleksandrades Mahalle-i
ΑΛΕΞΑΝΔΡΑΔΕΣ Dayeşyanka/Rayişy
anika der Karye-i
16 Karavas/Fraca

17 Kiryakadika
XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 63

18 Ayo İlya

Pitsinianika/Picina
nika
19 ΠΙΤΣΙΝΙΑΝΙΚΑ

İstetyanka/İstatya
20 nika

21 Kartaryanika

Kuremata/Keramo
22 ta ΚΟΥΡΕΜΑΤΑ

2 Purko/Burko
23 ΠΟΥΡΚΟ

Karvunades/Kargo
nades
24 ΚΑΡΒΟΥΝΑΔΕΣ

Kondolianika/Kon
dolyanika
25 ΚΟΝΤΟΛΙΑΝΙΚΑ

Drimonas/Drimon
26 a ΔΡΥΜΩΝΑΣ

İskorpoyanka/İsko
27 rpoyanika

Buradyanka/Lurad
28 iyanika

Defterdeki bilgiler dahilinde kale’de bulunan bazı konsoloslar ile


voyvodalara ait bilgilere de tesadüf edilmektedir. Bu kişilerin mu’af
sınıfında olmaları defterdeki kayıtlara da yansımıştır. Nitekim Nikola
Dimitri’nin “ada voyvodası” olduğunu bu sayede öğrenmiş bulunmaktayız.
O’nun Çorci, Nikola ve Yanni adındaki üç oğlunu Çorci Dimitri isimli Fransız
ve Despodi Venari isimli İngiliz konsolosları takip etmektedir. İngiltere ve
Fransa konsoloslarına ait tahrir kayıtlarına yansımış bu bilgiler, Çuka
Adası’ndaki ticarî ve diplomatik faaliyetlerinin bir göstergesi olabilir.
Muhtemelen adanın Osmanlı hâkimiyetine geçmesinden çok önce buraya
yerleşen bu konsoloslar askerî, malî ve askerî bakımdan ülkelerinin ve
vatandaşlarının hak ve kazançlarını korumakla vazifeliydiler. Yeniçağ’da
özellikle önemli kıyı liman kentleri ele geçiren imparatorluk idaresi
buralardaki Avrupalı konsoloslarla karşılaştı, temas kurdu.42

42 Savaş 2002,178-180.
64 Murat ALANDAĞLI

Tablo 2: Çuka Adasında Vergiden Muaf Olanlar (BOA. D.CMH. d.26721,


vr.30/b)
No Ünvanı Adı Yakınlığı Açıklama
1 Voyvoda-i ada-i Nikola Kendisi
Çuka Dimitri
2 Çorçi Oğludur
Nikola
3 Nikola Oğludur
Nikola
4 Yani Nikola Oğludur
5 Konsolos-ı Çorçi Kendisi
Fransız Dimitri
6 Yani Dimitri Karındaşıdır
7 Agonosni Karındaşıdır
Dimitri
8 Konsolos-ı Desponi Kendisi
İngiltere Diyadi
9 Karye-i Aragos Todori Kendisi Pîr-i fâni ve amâlmânde
tabî’-i Andoni olmağla cizyeden maâda …
Milatutamu üzeredir
10 Varoş-ı Kal’a Yorgi Kalyo Kendisi Yek ayağı tutmaz sakâttır

XVI. yüzyılda klasik tımar düzeni dahilinde hazırlanmış pek çok


defterde rastladığımız mu’af grupların Tablo II’de görüldüğü üzere XVIII.
yüzyıl tahririnde de yer alması oldukça önemlidir. Nitekim önceleri daha
ziyade “medenî halleri” ve “fizikî yapıları”43 vergi vermeye kadir olmayan
kişilerin oluşturduğu mu’af grubuna XVIII. yüzyılda siyasî ve ekonomik
nüfuz sahibi bir başka sınıfın da dahil olduğunu söyleyebiliriz.
2.3. Demografik Bakımdan Çuka Adası
Tahrir defterlerinin en önemli özelliklerinden biri Osmanlı
İmparatorluğunun özellikle XVI. yüzyıldaki nüfusuna dair bilgiler
içermesidir.44 Sonraki döneme ait avarız ve cizye kayıtları45 istisna tutulur

43 Öz 2010, 427.
44 Barkan 1940, 20-59; 1941, 214-247.
45 Özel 2001, 35-50.
XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 65

ise XIX. yüzyıla kadar bu mahiyette bir kaynak türüne tesadüf


edilememiştir. Fakat tahrir defterlerinin hazırlanış amacı bir nüfus
sayımından çok vergilendirilebilir nüfus sayımıdır.46 Bu gerçek dahilinde
tahrir defterlerinden hareketle tahmini bir nüfusun elde edilip
edilemeyeceği meselesi kadar, nasıl bir yol, metod izleneceği de
tartışılmıştır.47 Tahrir verilerinden tahminin bir nüfus hesaplama
yollarından biri (Hane X 5 + Mücerred) şeklindeki yaklaşımdır.48 Ayrıca on
iki yaş üstü tüm mükelleflerin vergilendirilmiş olmasından hareketle
toplam, nüfusun vergilendirilmiş nüfusun üç katı olacağına dair bir başka
yaklaşım da bulunmaktadır.49 Bu ikisi başta olmak üzere başvurulacak
başkaca yolların hiçbiri tahririn yapıldığı dönemin gerçek nüfusunu
vermeyeceği aşikârdır. Dolayısıyla hangisinin doğru veya hatalı
olduğundan çok incelediğimiz defterlerdeki veriler esas alınarak Çuka
Adasının XVIII. yüzyıldaki nüfusuna dair tahminin bir sonuç elde edebiliriz.
Defterlerde her ne kadar hane sayıları aşağıdaki tablolarda görüleceği
üzere verilmişse de mücerred sayıları belirtilmemiştir. Bu nedenle ilk
yaklaşımdan hareketle bir sonuca gidilmesi mümkün olmamaktadır.
Çuka’nın nesf ve nahiyelerine ait nefer sayılarının verilmiş olmasından
dolayı (Nefer X 3) şeklindeki ikinci yaklaşım metodunun kullanılması daha
uygun görülmüştür.
Tahrir kaydının tetkiki ile Çuka Kalesinde 60 hane ve 91 nefer,
Varoş’u Kal’a da ise 161 hane ve 247 nefer kaydının bulunduğunu
anlaşılmaktadır. O halde siyasi ve idari fonksiyonun ifa edildiği kal’a ve
varoş’u kal’a bölgesinde 221 hanede toplam 338 neferin bulunduğu
söylenebilir. Bunlara elbette muaf grubunda yer alan Kale Voyvodası ile
Fransız ve İngiliz konsoloslarının, 3 hane ve 8 neferin de ilave edilmesi
gerekmektedir. Bu durumda Tablo III’de görüldüğü üzere 224 hane ve 346
neferin yer aldığı anlaşılmaktadır. Bu verilerden hareketle Nefs dahilinde
yaklaşık olarak 1038 kişinin bulunduğu düşünülebilir. Çuka Adasının nefs’
(kal’a ve varoş) mahalleri ile mu’af gruplarının demografik durumuna dair
bu izahtan sonra artık nahiyelerindeki duruma bakabiliriz.

46 Öz 1999, 42,43.
47 Öz 1991, 436,438.
48 Barkan 1953,11-13.
49 Russel 1960, 265,266.
66 Murat ALANDAĞLI

Tablo 3: Çuka Adasının Nefs-i (Kal’a ve Varoş-ı Kal’a) ile mu’af Hane ve
Nefer Sayıları ve Tahmini Nüfusları
Defter-i hanehâ-i cizye-i ata-i Çuka
Mahal adı Hane Nefer Nefer Açıklama
X3
Nefs-i Kal'a-i ata-i 60 91 273
mezbûr
der-Varoş-u Kal'a-i 161 247 741 Nikola İstenalu, a'mâ50
mezbûr
Mu'afân ba-buyruldu-i 3 8 24
kapudân paşa
Toplam 224 346 1.038
Livadi Nahiyesi’nde 273 hane ve 397 nefer kaydı bulunmaktadır.
Nahiyeye ait bir mahalle kaydına tesadüf edilmemesi de oldukça ilginçtir.
Daha önce de ifade edildiği üzere dağlık ve taşlık sahaların yoğun olduğu
ada coğrafyası, tarımsal faaliyetlere çok fazla imkân vermemiştir. Haliyle
adadaki yaşam alanları, tarımsal veya ticarî faaliyetlerin yoğun olarak
yapıldığı mahallerle paralellik izlemiştir. Oldukça kıt ve sınırlı üretim
faaliyetleri, ada sakinlerini avarız ve nüzul gibi vergi muafiyetlerini
kazanmaya dönük uğraşa sevk etmiştir. Ali Efendi, belki de bu türden
uğraşların bir sonucu olarak ada halkının vergi miktarını düşük
göstermiştir. Kiel ise onun olması gerekenin altında bir vergi miktarı
belirleyerek aslında bir bakıma “istimalet politikası” gütmüş olabileceğini
ileri sürmüştür.51
Tablo 4: Livadi Nahiyesi İskân Birimleri Adı ve Hane Nefer Sayıları
Mahal adı Hane Nefer Nefer Açıklama
X3
Facadıka ΦΑΤΣΑΔΙΚΑ 8 10 30
Maryiani/Mayeryanika 10 13 39
ΜΑΡΓΙΑΝΝΗ
Kocalyanka/Kaçulyanika 4 7 21
Çamyanka/Çanetika 10 15 45
İsteyanka/İstayanika 5 13 39
Çarkadika/Hargâdika 5 6 18
Samyadika/Samiyadika 13 18 54

50TKG. KK. TTd. VCEDİD 128/2, 29/a.

51 Kiel 2007, 39,41.


XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 67

Karavehuryo/Karavohoryo 7 12 36
Mazadaganka/Mazaraganika 5 6 18
Likoda/Likuvara 4 4 12
Manitohori nâm-ı Çıkalari 23 16 48 Her iki
ΜΑΝΙΤΟΧΩΡΙ karyenin nefer
İstrapodi/Israbudi 19 57 ve hane sayıları
birlikte
hesaplanmıştır
Katuni ΚΑΤΟΥΝΙ 12 19 57
Portalam Yatika 14 19 57
Praçeyanka/Pracyanika 18 23 69
Aleksandrades 17 26 78
ΑΛΕΞΑΝΔΡΑΔΕΣ
Kiryakadika 5 7 21
Ayo İlya 10 12 36
Pitsinianika/Picinanika 6 9 27 Hane
ΠΙΤΣΙΝΙΑΝΙΚΑ birleştirme
vardır.
İstetyanka/İstatyanika 14 18 54
Kartaryanika 3 3 9
Kuremata/Keramota 20 26 78
ΚΟΥΡΕΜΑΤΑ
Purko/Burko ΠΟΥΡΚΟ 6 11 33
Karvunades/Kargonades 18 26 78
ΚΑΡΒΟΥΝΑΔΕΣ
Kondolianika/Kondolyanika 12 24 72
ΚΟΝΤΟΛΙΑΝΙΚΑ
Drimonas/Drimona 17 25 75
ΔΡΥΜΩΝΑΣ
İskorpoyanka/İskorpoyanika 5 8 24
Buradyanka/Luradiyanika 2 2 6
Toplam 273 397 1.191
Livadi Nahiyesi’nin iskân mahalleri ve hane, nefer sayılarını içeren
Tablo IV’e bakıldığında hane-nefer sayıları arasında doğrusal bir bağın
bulunmadığı anlaşılmaktadır. Zira sadece 6 hanenin bulunduğu
Purko/Burko köyünde 11 nefer bulunmaktadır. Diğer taraftan 20 hane
kaydının yer aldığı Kuremata/Keramota köyünde ise 26 nefer kaydı vardır.
Bu durum hane sayıları arttıkça nefer sayılarının da artacağı yönündeki
68 Murat ALANDAĞLI

beklentilerimizi boşa çıkarmaktadır. Zaman zaman Osmanlı tahrir kayıtları


hakkında ileri sürülen “tahrirden kaçmak” gibi bir durum söz konusu değil
ise hane-nefer sayıları arasındaki bu dağılım adadaki genel nüfus veya
hanelerin aile politikalarına bağlı olabilir. Livadi nahiyesinin bazı
köylerinde ise nüfusun oldukça seyrek olduğu söylenebilir. Bu durum
acaba vergi miktarı veya ödenmesine dair bir sonucu ortaya çıkarmış
mıdır? Bazen belirlenen vergiyi ödeyemeyecek durumdaki hane veya
köylerin birleştirilerek yazıldığını biliyoruz. Çuka tahririnde tesadüf
ettiğimiz Manitohori nâm-ı Çıkalari ve İstrapodi/Israbudi köylerinde hane-
nefer sayılarının birlikte yazılması, Pitsinianika/Picinanika köyündeki hane
birleştirilmesi şeklindeki örnekler, bu yönde atılmış adımlar olarak
yorumlanabilir.52
Mylopotamus/Milopotamo Nahiyesi’nde ise 197 hane ve 269 nefere
tesadüf edilmektedir. Nahiyeye bağlı bikisi merkez olmak üzere toplam altı
mahalle bulunmaktadır. Tablo V’e bakıldığında “Karavas/Fraca ΚΑΡΑΒΑΣ”
köyünün nahiyedeki nüfus ve iskâna en müsait saha olduğu
düşünülmektedir. Zira köye bağlı dört mahalle kaydı bulunmaktadır. Köyün
büyüklüğünün en açık göstergelerinden biri nahiyeye ait toplam hane ve
nefer sayılarının yaklaşık üçte birinin burada yer almasıdır. Nahiyede bir
pir-i fani ve amalmande53 olarak kaydedilmiş hane bulunmaktadır. Ayrıca
sehven ikinci kez yazılmış olması muhtemel bir mükerrer hane yadı
bulunmaktadır.54
Tablo 5: Mylopotamus/Milopotamo Nahiyesi İskân Birimleri Adı ve
Hane Nefer Sayıları
Köy Adı Hane Neferan Nefer Açıklama
X3
Nefs-i Kastel-i 18 26 78
Mylopotamus
ΜΥΛΟΠΟΤΑΜΟΣ
Mahalle-i Papa Marko 13 15 45
Mahalle-i Papa Mihali 21 29 87
Karye-i 3 5 15
Dirmunadyi/Drimonari
ΔΡΥΜΩΝΑΣ

52 Hane-i Mane Maniya Biçeni ma'a hane-i Yorgi Biçeni, TKG. KK. TTd. VCEDİD 128/2, 33/a.
53 TKG. KK. TTd. VCEDİD 128/2, 35/b.
54 TKG. KK. TTd. VCEDİD 128/2, 36/a.
XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 69

Karye-i Zukati/Dokana 3 5 15
Karye-i 21 30 90
Predika/Yaradika
Karye-i 12 16 48
Kalokerines/Kalogerenes
ΚΑΛΟΚΑΙΡΙΝΕΣ
Karye-i Aragos/Aregus 12 17 51 Todori Andoni
pir-i fâni ve
amalma'ande
olduğundan
nefer sayısı 16
olarak
alınmıştır.
Karye-i 5 6 18
Pisiyukadi/Pisyopigadi
Karye-i Vrisi/Rizes 5 9 27
ΒΡΥΣΗ
Karye-i Agios Sostis/Ayo 13 17 51
Sosti ΑΓΙΟΣ ΣΩΣΤΗΣ
Karye-i Karavas/Fraca 35 44 132 Mihal Dimitri,
ΚΑΡΑΒΑΣ mükerrerdir.
Mahalle-i Ayo 5 6 18
Yandis/Ayo Pantes der
Karye-i Karavas/Fraca
Mahalle-i Lened 9 12 36
Daganka/Len Darakanika
der Karye-i
Karavas/Fraca
Mahalle-i Lened 15 22 66
Dunyanka/Len
Drotyanika der Karye-i
Karavas/Fraca
Mahalle-i 7 10 30
Dayeşyanka/Rayişyanika
der Karye-i
Karavas/Fraca
Toplam 197 269 807
70 Murat ALANDAĞLI

Mylopotamus/Milopotamo Nahiyesi’nin nefer sayısı 10’un altında


olan beş köyü bulunmaktadır. Diğer taraftan 20’den fazla neferi olan köy
sayısı da beştir. Köy ve mahalle olarak toplam on altı yerleşim birimi
bulunan nahiyenin nüfusu tahminen 807 olarak hesaplanmıştır.
Merkez mahalle ve on bir tane de köyden oluşan Kastrisiyanika
Nahiyesi’nin tablo VI’da da görüldüğü üzere 169 hane ve 232 nefer kaydı
bulunmaktadır. “Mitata ΜΗΤΑΤΑ” en çok hane ve nefere sayısı bulunan
köydür. Onu sırasıyla Dutyadika/Ronyadika, Elvizyanka/Alonizyanika ve
Kebriyi/Kiperi köyleri takip etmektedir.
Tablo 6: Kastrisiyanika Nahiyesi İskân Birimleri Adı ve Hane Nefer
Sayıları
Köy Adı Hane Neferan Nefer Açıklama
X3
Nefs-i Kastrisiyanika 23 31 93
ΚΑΣΤΡΙΣΙΑΝΙΚΑ
Karye-i Yodgadika 7 8 24
Karye-i Yaya Karadika/Baba 6 8 24
Karadika
Karye-i Kebriyi/Kiperi 17 22 66
Karye-i 17 23 69
Elvizyanka/Alonizyanika
Karye-i Picinades ΠΙΤΣΙΝΑΔΕΣ 13 14 42
Karye-i Praçetyanka 14 21 63
/Yeracityanika
Karye-i Dutyadika/Ronyadika 20 24 72
Karye-i Mitata ΜΗΤΑΤΑ 44 62 186
Karye-i Varilyanka/Varlyanika 1 2 6
Karye-i Pirinyanka/Prinyadika 2 4 12
Karye-i 5 13 39
Zaglanganka/Zaglaniganika
Toplam 169 232 696
Kastrisiyanika Nahiyesi’nin nefer sayısı 10’un altında olan dört,
20’den fazla olan altı yerleşim birimi bulunmaktadır. Tablo VI’daki veriler
çerçevesinde nahiyenin tahmini olarak nüfusu 696 olarak hesaplanmıştır.
Son olarak Potamos/Potamo Nahiyesi’nin ise biri merkez olmak
üzere toplam altı mahallesi ve yedi tane de köyü bulunmaktadır. Ayrıca bu
nahiyedeki Kometyanka köyünün de bir mahallesi vardır. Potamos
XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 71

Nahiyesi’nde 279 hanede 426 nefer tespiti yapılmıştır. Nahiye’nin


dikkatlerden kaçmayan bir başka özelliği ise diğer nahiyelere göre nüfus
dağılımının köylere oranla mahallelerde yoğunlaşmış olmasıdır. Nitekim 35
hanesi bulunan Koronyanika mahallesinin 57 ve 47 hanesi bulunan İske
Ganika mahallesinin ise 73 neferinin bulunması bu durumun en açık
göstergesidir. Bu durumun nedeni tam olarak tespit edilmiş değildir. Fakat
nahiyedeki yaşam şartları, güvenlik endişesinden veya yeryüzü
şekillerinden kaynaklı bir durum olabileceği söylenebilir. Hane-nefer
sayıları bakımından diğer idarî birimlerin çok çok üzerinde bir görüntü
veren Potamos/Potamo’da bir tane amalmande kaydı yer almaktadır.55
Tablo 7: Potamos/Potamo Nahiyesi İskân Birimleri Adı ve Hane
Nefer Sayıları
Han Nefera Nefe
Köy Adı Açıklama
e n rX3
Nefs-i Potamos/Potamo 9 15 45
ΠΟΤΑΜΟΣ
Mahalle-i Kardolyanka- 14 22 66
i/Fardulyanika-i Kebîr
Mahalle-i Kardolyanka-i/ 13 25 75
Fardulyanika-i Sağir
Mahalle-i Koronyanika 35 58 174
Mahalle-i 16 23 69
Gelmetaryanika/Klimatanaryani
ka
Mahalle-i İske Ganika/İsgeganika 47 73 219
Karye-i 35 59 177
Bugostiyanika/Logosetiyanika
Karye-i 29 33 99
Maveryanka/Mavriyanika
Karye-i 24 36 108
Hristokoryanka/Hristoforyanika
Karye-i Gorya/Gurya 17 21 63
Karye-i Meleşyanika/Melityanika 9 10 30
Karye-i Trifilianika/Trifilyanika 14 23 69 mesfûr Papa
ΤΡΙΦΙΛΙΑΝΙΚΑ Yani mefluç ve
amalma'andedü

55 TKG. KK. TTd. VCEDİD 128/2, 41/a.


72 Murat ALANDAĞLI

r
bu nedenle 23
olan nefer
sayısından
amalmande
çıkarılmış ve 22
olarak
hesaplanmıştır
Karye-i 7 14 42
Kometyanka/Komnyanika
Mahalle-i 10 15 45
Komtiyanka/Komniyanika
Toplam 279 427 1.28
1
Potamos/Potamo Nahiyesi Çuka Adasının diğer nahiyelerine göre
iskân mahalli oldukça az olmasına rağmen hane-nefer sayısı bakımından ilk
sırada yer almaktadır. Ada’nın kuzey ucuna konumlanmış nahiyedeki irili
ufaklı nehirler bu durumun oluşmasa etki etmiş olabilir. Toplam on dört
yerleşim birimi bulunan nahiyenin nefer sayısı 10’un altında olan yerleşim
yeri bulunmamaktadır. Nahiyedeki 10 iskân mahallinin nefer sayısı 20’nün
üzerindedir. Tablo VII’deki bilgiler dahilinde Potamos/Potamo Nahiyesi’nin
tahmini nüfusu 1.281 olarak hesaplanmıştır.
Yukarıda nefs ve nahiyeler bakımından ayrı ayrı olarak ele aldığımız
Çuka Adası’nın demografik durumunu hazırlamış olduğumuz bir tablo
vesilesiyle bütüncül olarak görmek de mümkündür. Tablo VIII’de
görüleceği üzere Potamo nahiyesi hane ve nefer sayısı bakımından ilk
sırada yer almaktadır. Patamo’yu sırasıyla Livadi, Nefs-i Kal’a ve Varoş,
Milopotamo ile Kastrisiyanika nahiyeleri takip etmektedir.
Tablo 8: Çuka Adası Nahiyeleri ve Hane, Nefer Toplamları
Mahal adı Hane Nefer Nefer Açıklama
X3
Kal'a, Varoş ve 224 346 1.038
Mu'af
Nahiye-i Livadi 273 397 1.191
Nahiye-i 197 269 807
Milopotamo
Nahiye-i 169 232 696
XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 73

Kastrisiyanika
Nahiye-i 279 427 1.281
Potamo
Toplam 1.142 1.671 5.013Defterde nefer sayısı
1.660 olarak yer
almaktadır.
Defterde yazılı 1.139 1.652 4.956 gayr-i ez muaf
olan
Tablo VIII’de görüldüğü üzere elde ettiğimiz sonuçlar ile defterdeki
sayının farklı olması şüphesiz muaf gurubunun sayıma esas alınmamış
olmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla bunların da ilavesiyle Çuka
adasının hane sayısı 1.142 ve nefer sayısı ise 1.660 olarak hesaplanabilir.
Bu durumda defterde yazılı olan ile hesapladığımız arasında hane sayısı
bakımından 3 ve nefer sayısı bakımından ise 11 fark görülmektedir.
Adadaki tahmini nüfusa dair de bir rakama ulaşmak mümkündür. Nitekim
nahiyelere ait nüfus hesaplamalarımızın toplamıyla adanın 1715 yılı nüfusu
tahmini olarak 5.013 olarak hesaplanabilir. Sonrası hakkında detaylı
bilgilere sahip olmasak da Ahmet Rıfat Efendi sayesinde 1881 yılında
adanın nüfusunun 19.000 olduğunu öğrenmekteyiz.56
2.4. Dini Yapı
Ele aldığımız kaynaklarda adadaki cizye mükelleflerinin inançlarına
dair kayıtlara maalesef tesadüf edilememiştir. Genellikle Katolik (Efrenç,
Frenk veya Latin), Ortodoks (Rûmiyân) olarak isimlendirilmiş bu guruba
dair atıflara başvuru kaynağımızda rastlanılamamıştır.57 Tahrir kaydında
“dini lider, önderlerin” mu’af tutulması ihtimalinden hareketle adadaki
nahiye ve köylerde bulunan mu’afla dikkatle tetkik edilmiştir. O halde 1715
yılı tahriri bilgileri dahilinde Çuka Adasındaki nüfusun dinî yapısını
temsilen din adamlarının bulunmadığı söylenebilir mi? Elimizdeki bilgiler
net olarak belirtmese de elbette bu minvalde kesin bir düşünceye
varılamaz. Dinî kişi ve önderler bir şekilde kayda girmemiş olabilir. Temel
amacı cizye vergisi üzerinden adadaki ekonomik ve siyasî kazanımlarını
korumak olan Osmanlı idaresinin dinî yapı ve yürütücüleriyle pek
ilgilenmediği düşüncesi de ihtimal dâhilindedir.
Yunanca’da güzellik anlamına gelen “kalos” ile yaşlılık anlamındaki
“geraios” kelimelerinden türeyen Kalogerno/Kalogerono kelimesi bu

56 Ahmet Rıfat Efendi 1299, 30.


57 Demircan vd.2020, 47.
74 Murat ALANDAĞLI

konuda bir işaret olur mu bilinmez? Nitekim Latincesi “Calogerus” olan bu


kelimenin Bizans’ta VII. ve VIII. yüzyıllarda “rahip” anlamına geldiği
bilinmektedir.58 Defterde tesadüf ettiğimiz toplam üç kayıtta vergi
mükelleflerinin “ikinci ve üçüncü isim” olarak “Kalekerno/Kalogero”yu
kullandıkları görülmektedir. Bu durumda çok net olmamakla birlikte şayet
kelimenin ifade ettiği anlam XVIII. yüzyılda değişmemiş ise üç rahip
kaydının varlığı düşünülebilir.59 Ayrıca bazı köylerde “aziz” anlamına gelen
“Aya/Ayo” isimli mükelleflerin olması buralarda bir kilisenin olup
olmayacağı ihtimalini akıllara getirmektedir? Aya/Ayo İlya-Elya60, Aya/Ayo
Pantes61 ve Aya/Ayo Susti62 köyleri bu husustaki örnekler olarak ön plana
çıkmaktadır. Fakat defterde bir kilise ya da manastır kaydına dair daha
sarih bilgilere rastlayamayışımız bu türden yaklaşımlarımızı askıda
bırakmıştır.
3. ÇUKA ADASININ SOSYO-İKTİSADÎ HAYATI
3.1. Cizye/İspenç Vergisi
Çuka adasının incelememize esas oluşturan tahrir defterindeki
bilgilere göre tamamının gayrimüslim reayadan oluşması nedeniyle bu
bölümde öncelikle Osmanlı’daki cizye/ispenç vergisi hakkında kısa bir
malumat vermeyi faydalı bulmaktayız. Kökeni Yahudi, Roma, Bizans ve
Sasani hukukuna kadar geriye giden cizye/ispenç vergisine benzer bir
uygulamanın Osmanlıların bölgeye hakimiyetinden önce Sırbistan’da
rastlanılmaktadır. Burada her bir fertten yılda bir “hyperper (Bizans altın
parası)” alındığı anlaşılmaktadır. Cizye kelimesinin sözlük anlamı “kâfi
gelmek, karşılığını vermek ve ödemek”; terim anlamı ise “İslamî bir vergi
olup, İslam devletlerinde zimmet hukuku çerçevesinde gayrimüslim halktan
toplanan” vergi şeklindedir.63 İslam hukuku zimmîlere tanınan haklara
mukabil olarak yılda kişi başına belirli miktarda “cizye” vergisi alınmasını
şart kılmıştır.64 XVII. yüzyıla ait bir kanunda “ru’us-ı kefere emr-i şerif ile
ispençe vaz’ olunmuştur” ve “zimmîden alınan baş resmine ispençe derler”
şeklinde ifadeler bu durumun teyidi mahiyetindedir.65 Kısaca gayrimüslim

58 Demircan vd.2020, 94.


59 TKG. KK. TTd. VCEDİD 128/2, 33/a.
60 TKG. KK. TTd. VCEDİD 128/2, 10/a, 33/a.
61 TKG. KK. TTd. VCEDİD 128/2, 16/b, 36/b.
62 TKG. KK. TTd. VCEDİD 128/2, 15/b, 36/a.
63 Erkal 1993, 42; Özel 2001, 35.
64 Eryılmaz 1996, 23.
65 İnalcık 1959, 602-604.
XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 75

taifesinden olup 14-75 yaş arasında bulunanlar ve mu’af olmaya sebep


olacak herhangi bir mazereti olmayanlar bu vergiye tabiydi.66 İnalcık defter
tabiriyle aslında, tahrir sonucu oluşan bir bölgenin ve toplumunun hukukî
durumunu içeren ana kütüğün kastedildiğinin altını çizmektedir.67
Kuruluşun ilk yıllarına kadar geriye giden defter tutma becerisi,
gayrimüslim halkın ödediği cizye vergisi noktasında da devam etmiştir.68
Nitekim Defterdarlığa bağlı cizye muhasebe kaleminin kurulması da bu
duruma dair önemli bir işarettir.69 İmparatorluk bir bölgeye veya şahsa
cizye, haraç tayin edeceği zaman ferman, berat, hüküm, nişan ve benzeri
belgelerle meselenin aslının İslam hukukundan geldiğini ve İslam’ın ilk
yıllarında nasıl uygulandığını, ne miktar alındığını belirtmek suretiyle
yapmış olduğu işlemin meşruluğunu göstermeye çalışmıştır. Ayrıca
cizyenin tayini ve kimler tarafından nasıl toplanacağına dair de teferruatlı
bilgilere bu belgelerde yer verilmiştir.70 Cizye/İspenç vergisi ilk başlarda
“harâci”, “cizyedâr” veya “haraccı” olarak bilinen ve Sultana bağlı kişiler
tarafından toplanmaktaydı. Fakat II. Mehmet (1451-1481) ya da I.
Süleyman (1520-1566) dönemlerinden sonra iltizam’a verilme başlandığı
anlaşılmaktadır. II. Mustafa (1695-1703) zamanında ise malikâne usulüyle
toplanmış ise de III. Ahmet (1703-1730) döneminde tekrar Sultanın
görevlendirdiği kişilerce toplanmaya başlanmıştır.71
Adıyeke’nin cizye tarh ve tahsili konusunda imparatorluğun adeta bir
laboratuvarı olarak işaret ettiği Girit’teki uygulamalar gerçekten bu
hususta oldukça önemlidir.72 Fakat maalesef imparatorluk idaresinin
Çuka’da neden böyle bir faaliyeti ifa etmediği sorusu halen zihinleri
kurcalayan önemli bir meseledir. Bu bilinmezliğe rağmen imparatorluk
idaresi şüphesiz adada mükellef sayısını belirtirken Girit örneğinde olduğu
gibi Venedik döneminden kalma kayıtları göz ardı etmediği düşünülebilir.
Adaya ait ikinci bir tahrir defterinin olmayışı, başta tarımsal üretim
politikası, değişkenliği, ürün çeşitliliği vb. pek çok noktadan yaklaşımımıza
maalesef imkân tanımamaktadır. Büyük ölçüde XVI. yüzyıl tahrir usulüne
göre tertip edilmiş olan incelediğimiz defterin ispenç vergisi verenler ve
bunların nahiyelere göre hane-nefer sayıları bakımından dağılımına dair

66 Ercan 1991, 371; İnalcık 1993, 45.


67 İnalcık 1965, 53.
68 Kurt 1991, 151.
69 Ercan 1991, 380.
70 Ercan 1991, 372, 375, 382.
71 İnalcık 1994, 45-48; Kütükoğlu 1994, 533,534.
72 Adıyeke 2017, 139.
76 Murat ALANDAĞLI

bilgileri barındırması oldukça önemlidir. Nitekim bu yönüyle hem arazi


tahriri ve hem de vergiyi esas alan ilk örneklerinden olduğu söylenebilir.
Bu durum arazi tahririnden yavaş yavaş bir kopuşun da işareti olarak
görülebilir. Nakdî olarak alınacak cizye/ispenç vergisine doğru bir kayış
söz konusudur. Bu durum Gülsoy’un tabiriyle “tahrir geleneğinde bir
değişim” olarak gösterilebilir.73
Defterlerdeki kayıtlarda Müslüman kayıtlara rastlanılamaması Çuka
adasının Osmanlı hâkimiyetinde çok kısa bir süre kalmış olmasının ortaya
çıkardığı doğal bir sonuç olabilir. Nitekim Girit örneğinde bakıldığında sık
sık rastlanılan ve hatta kitlesel olarak İslamlaşma süreci adanın demografik
yapısında hayati değişimlere yol açmışa benziyor.74 Ayrıca 1645-69 yılları
arasında Andra ve Nakşa Adalarında yer yer görülen Müslüman nüfus da
bu hususta iyi bir örnek olabilir. İmparatorluğun bu dönemde
Venediklilerle savaş halinde olması nedeniyle Müslümanlar bu adalarda
iskân olmamış, göçer bir halde hayatlarını sürdürmüşlerdir. Slot, oldukça
önemli eserinde bu adalardaki Müslümanların korsanlardan çekindikleri
için mallarını Yunanlılara satarak ayrıldıklarını ifade etmektedir.75 O halde
Müsliman-Türklerin adalara genellikle ticarî maksatlarla geldikleri ve
uygun bir zemin bulmadıkları ya da ticarî kazanımlarının zarar gördüğü bir
durumda ayrıldıkları anlaşılmaktadır. Yukarıda yer yer ifade edildiği üzer
Çuka adası sık sık Osmanlı-Venedik çekişmelerine sahne olan bir alan
olduğundan Müslüman-Türklerce iskân sahası olarak tercih edilmemiş
olabilir.
Neticede nefer başına 25 akçe hesabıyla Livadi Nahiyesi’nde 397
gayrimüslim’in 9.925, Milopotamo’da 270 gayrimüslimin 6.750,
Kastrisiyanika’daki 232 gayrimüslimin 5.800 ve son olarak da Potamo
nahiyesindeki 426 gayrimüslimin ise 10.650 akçelik cizye vergisi
ödedikleri söylenebilir. Bu veriler çerçevesinde Çuka adasında toplam
1.325 gayrimüslimin 33.125 akçelik ispenç/cizye vergisi ödedikleri
söylenebilir.76 Ancak bu meblağın hemen toplandığı söylenemez. Bir kere
Egine Adası’nın fethinde de tesadüf edildiği üzere Çuka reayası,
savaşmadan teslim olmayı kabul ettiğinden iki sene boyunca cizye ve arazî
vergilerden mu’af tutulmuşlardır. Vergi muafiyetinin uygulanacağı 1127 ve

73 Gülsoy 2001, 194,195.


74 Adıyeke 2006, 557-568.
75 Slot 1982, 107,211 akt. Balta 2005, 52,vd.
76 Bu hesaplamaya adadaki 346 mu’af nüfus dahil edilmemiştir.
XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 77

1128 senelerinin akabinde ada reayasının yıllık vergilerini ödemeleri


uygun görülmüştür.77
3.2. Çuka Adasının Nahiyeleri Bazında Sosyo-Ekonomik Hayata
Bakış
Tahrir kayıtları imparatorluğun ele geçirmiş olduğu bölgelerin
iktisadî hayatına dair önemli bilgiler barındırmaktadır. Bu sayede tahririn
yapıldığı sahanın coğrafî ve beşerî özellikleri, iklim bitki örtüsü, yetiştirilen
tarımsal ve hayvansal ürünlere dair bilgilere erişebilmekteyiz. Dolayısıyla
ada tahriri vesilesiyle bölgenin idarî ve sosyo-iktisadî özellikleri hakkında
bilgilere erişmek mümkündür. Fakat tıpkı nüfusa dair kimi hesaplamalarda
dile getirildiği gibi defterlerdeki iktisadî hayat ve vergiye yönelik
rakamların da asla gerçekte toplanacak ya da toplanmış rakamlar
olmadığını ifade etmemiz gerekmektedir. Bu veriler genellikle üç yıllık
toplam hasadın ortalaması esas alınarak hesaplanmış tahmini rakamlardır.
Ayrıca defterler sığır yetiştiriciliği ve bahçelerde reayanın ufak çaplı uğraşı
sonucu elde ettiği ürünler örneğinde olduğu gibi bölgedeki tüm tarımsal,
hayvansal iştigali de yansıtmaz.78
Ayrıca vergilendirilmiş ürünün miktarına dair çelişkilerde ortadadır.
Daha ziyade kile ve akçe cinsinden alınan bu verginin elimizdeki örnekte
görüleceği üzere bölgeden bölgeye farklılık gösterdiği anlaşılmaktadır.
Nitekim Çuka tahririnde bölgedeki arpa, buğday, mahlut79 ve bakla gibi
tarımsal üretime has ürünlerin vergi miktarının tespitinde “muzur”80 ölçü
biriminin kullanıldığı görülmektedir. Yine şıra için “hıml”81 ve zeytinyağı

77 TKG.KK.TT.d. VCEDİD 218, 41/b.


78 Öz 1991, 434,435
79 Delilbaşı 1996, 10; İnalcık 1991, 38.
80 Yunanca’da ahşap, ya da kilden yapılmış derin tas, tabak veya çanak olarak adlandırılmış

olan pinaki, Hububat ağırlık ölçü birimi olarak kullanılmıştır. Pinaki” ve muzur ölçü
birimleri üzerinde burada kısaca durulmalıdır. Temelleri Roma dönemine kadar geriye
giden pinaki genellikle alanı belli bir tarlaya atılacak tohumluk miktarının ifadesinde
kullanılır ve yaklaşık 7 kg olduğu düşünülmektedir. İtalyanlardan Ege Adalarına miras
kalmış muzur ölçü birimi ise buğday için 15 okka ve arpa için ise 13 okka olarak
hesaplanmıştır. Genellikle 1,282 kg olan bir okka hesabıyla bakıldığında buğday için bir
muzur (1,282X15:19,230 kg); arpa için ise (1,282X13:16,666 kg) şeklinde hesaplanabilir.
Bu rakam da yine sınırları belli bir tarlaya saçılacak tohum miktarını işaret etmektedir.
Araziden hasat edilen buğday miktarı bakımından ise bir muzur’un 28,204 kg olduğu
söylenebilir.
81 Hıml, deve yükü olarak da isimlendirilir. Irak bölgesi için 243,75 kg olarak hesaplanmıştır.

XVIII. yüzyılda Anadolu’nun dağlık bölgelerinde 390 kg, alçak bölgelerinde ise 735 kg
olarak hesaplanmış deve yükünün genellikle 250 kg olduğu belirtilebilir, Hınz 1989, 16.
78 Murat ALANDAĞLI

için de “kilinder”82 kullanılmıştır. Nihayet keten ve penbe için ise “lidre”83


ölçü birimi esas alınmıştır. Adanın “resm-i arûs, deşt-i bânî ve tapu-yı
zemîn” şeklindeki arizî türü vergiler 130 akçe olarak hesaplanmıştır. 1715
yılında buğdayın tahrir kıymetinin 40, arpa ve mahlut’un ise 30 akçe
olduğu söylenebilir. Bu temel bilgilerden sonra adaya ait iktisadî hayata
dair bilgileri nahiyeler çerçevesinde ele alabiliriz.
Burada özellikle adada tarımsal üretim ve vergilendirmeye esas ölçü,
tartı birimi olarak “muzur” üzerinde biraz durmakta yarar vardır. Arpa,
buğday ve mahlut ile bakla türünde ürüne esas olarak “muzur”un ölçü
birimi, zirai faaliyetten elde edilen ürün miktarı ve de o ürünün ekildiği
arazi miktarı şeklinde üç farklı anlamda kullanılmıştır. İncelediğimiz
defterde elde edilen ürün miktarı olarak kullanıldığı düşünülmektedir.
Fakat yine de alan ölçüsü veya ölçü birimi olarak da ele alınmış olabileceği
akılda tutulmalıdır. Bu bakımdan öncelikle muzur’un sayısal değerinin
ortaya konulması gerekmektedir. Bu husustaki çalışmalar bir muzur’un
tarlaya atılan, saçılan tohumluk miktarı ifade ederken buğday için 19,230
kg ve arpa için ise 16,66 kg. ağırlığında olduğunu ortaya koymaktadır. Diğer
taraftan elde edilen vergiye esas ürün miktarı bağlamında ise %12,5
oranında İstanbul kilesinden daha büyük olmasından dolayı bir muzur’un
28,86 kg olduğu, olabileceği ileri sürülmüştür. Nihayet son olarak ekim
faaliyetlerinin yapıldığı tarlanın alanının tespitin de ise bir muzur’un
1.033m² olduğu ifade edilmiştir. Muzur’un genellikle hem elde edilen ürün
ve hem de alan ölçü miktarı olarak kullanıldığını ifade edebiliriz.84 Ele
aldığımız defterde “Gendüm, muzur 37 kıymet 1.360”85 şeklinde kayıt esası
alındığında muzur’un daha ziyade Çuka tahririnde ağırlık birimi olarak
kullanıldığı düşünülebilir. Bu durumda bir muzur’un 37 akçeye denk
geldiği söylenebilir. Bu rakam elbette nahiyelere göre farklılık gösterebilir.
Balta ise muzur’a bir değer biçmenin hayli zor olduğunu belirtmektedir. O,
tıpkı Osmanlı idaresinin XVI. yüzyıl tahrirlerinde alışkın olduğumuz üzere
yaklaşık, ortalama bir miktar belirleme metodunun Venedikliler tarafından

82 Yunanca “Kylindros” kelimesinden gelen Kilinder Osmanlı ölçü literatüründe genellikle


kalay ya da tenekeden yapılmış bir kürek olup 2 okka yani 2,5656 kg eşitti, Hınz 1989, 52.
83 XVI. yüzyılda bir Lidre’nin 100 dirheme denk geldiğini bilmekteyiz. İpek ölçüsü olarak da

1 lidre 120 dirhem’e karşılık gelmektedir, İnalcık 1991, 32,35.

84 Demircan vd. 2020, 12,13,168.


85 TKG. KK. TTd. VCEDİD 128/2, 8/b
XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 79

da uygulandığını ve muzur’un bu şekilde ortaya çıktığını düşünmektedir.86


Balta ayrıca muzur’un genellikle ölçü değerinin defterlerde yer almadığını
ve muhtemelen Girit’te kullanılan ölçü miktarıyla aynı olduğunu işaret
etmektedir. Onu bu yönde düşünceye sevk eden en önemli etken ise Çuka
Adası’nın gerek duyduğu buğdayı Girit’ten tedarik etmesidir. Haliyle ticarî
alış-veriş kaideleri bağlamında adadaki vergi ve üretim literatürüne dahil
olmuş olabilir. Şayet Balta’nın ileri sürdüğü bu fikir doğru ise bu sefer
Girit’te bir muzur’un kaç kg veya okka olduğu meselesi ortaya çıkar. Bu
konuda da N. S. Stavinidis’in bulguları önemlidir. Ona göre Girit’te bir
muzur on altı okkaya eşittir.87 Yukarıdaki izah dahilinde muzur’un pek çok
farklı anlam ve miktarı kapsayan bir terim olduğunu ortaya koymaktadır.
Üstelik genellikle XVI. yüzyıl kayıtlarındaki muzur ifadesi üzerinden elde
edilen bu değerleri iyi tetkik etmek gerekmektedir. Nitekim incelediğimiz
defter XVIII. yüzyıla aittir ve söz konusu rakamlar pek çok şeyde yaşanılan
değişimin etkisiyle farklılaşmış olabilir. Bu muamma nedeniyle ada
tahririndeki verilerin kg türünden karşılıklarının veya m² cinsinden
karşılığı hesaplamalarına gidilmemiştir. Sadece var olan rakamlar dahilinde
değerlendirmeler yapılmıştır.
İlk olarak Livadi Nahiyesi’nde öngörülen hasat miktarı 210 muzur
gendüm (buğday), 128 muzur şair (arpa), 105 muzur mahlut ve nihayet 15
muzur bakla şeklindeki tahmini olarak belirlemiştir. Ada genelinde yaygın
bir üretim potansiyelinin olduğu anlaşılan zeytin’den elde edilen yağ
“revgân-ı zeytin” miktarı ise 184 kilinder olarak hesaplanmıştır.
Nahiyedeki ziraî faaliyetlerden öne çıkan bir diğer iştigal ise bağcılık ve ona
bağlı şıra üretimidir. Nitekim bu çerçevede nahiyede tahmini olarak 294
hıml şıra vergisi bulunmaktadır. Nihayet önemli bir tüketim maddesi
olarak ön plana çıkan bal yetiştiriciliği bağlamında 18 adet “resm-i kovan”
vergisine tesadüf edilmiştir. Bölgede kovan başına 25 akçelik bir
vergilendirmeye gidildiği anlaşılmaktadır. Genellikle yerel ve merkezî
birimlerin mutfaklarında görülen et gereksinimin tedariki için koyun
yetiştiriciliği önemli bir faaliyet olarak ortaya çıkmıştır. “Adet-i ağnam”
(koyun) vergisi hususuna dair defterde net bir ibare yoksa da Livadi’de 51
adet “resm-i otlak” kaydının bulunmasından haraketli buralarda koyun

86 Evangelia Balta ile yapılan telefon görüşmesi (12 Eylül 2021). Çuka adasına dair hayli
fazla ve farklı çalışmalarıyla bilim dünyasına katkı sunmuş Sayın Evangelia Balta’ya
açıklayıcı, önemseyici yol gösterici ve anlayışlı tavrından dolayı ne kadar teşekkür etsem
azdır.
87 Stavrinidis 1976, 253 akt. Balta 2011, 127.
80 Murat ALANDAĞLI

yetiştirildiği düşünülmektedir. Her bir otlak kaydını tahrir kıymetini 60


akçe olarak hesaplandığı anlaşılmaktadır. Nahiyenin ayrıca 62 lidre keten
ve 19 lidre de pembe(pamuk), 60 akçelik de piyaz vergisi vardır. Herhangi
bir değirmen kaydına tesadüf edemediğimiz Livadi’de tahmini olarak
toplam 45.420 akçelik bir vergi miktarının hesaplandığı anlaşılmaktadır.
Nahiyedeki tarımsal iştigal ve ürün miktarına rağmen bir değirmen
kaydının olmayışı temelde iki nedene bağlanabilir. Bunlardan ilki ve belki
de en önemlisi nahiyede değirmeni işletecek potansiyel güç (su, yel, vs.)
kaynağının olmayışıdır. İkincisi ise adada sınır olduğu nahiyelerdeki
değirmenlerden bu ihtiyacın karşılanabilmesi olabilir. Yani idarî olarak
başka nahiyelere bağlı olan ve fakat Livadi’ye yakın mahallerdeki
değirmenlere gidilmesi ihtimalidir.
Tahrir sırasına göre bakıldığında adanın ikinci nahiyesi olan
Milapotamo’da 91 muzur buğday, 25 muzur arpa, 71 muzur mahlut ve 2
muzur bakla şeklinde bir vergilendirme ortaya çıkmaktadır. Bu sıralamayı
103 hıml şıra ve 63 kilinder zeytinyağı ile 8 kovan ve 90 akçelik piyaz
vergisi izlemektedir. Nihayet nahiyenin 38 lidre keten, 2 lidre pamuk 37
adet “resm-i otlak” ile 2.080 akçelik arûs, deşt-i bânî ve tapu-yı zemîn
vergisi bulunmaktadır. Buradaki veriler dahilinde öncelikli olarak
Milapotamo Nahiyesi’ni Livadi’den farklı kılan iki farklı özellik ortaya
çıkmaktadır. Bunlardan ilki Milapotamo’nun tarımsal üretim miktarı ve
haliyle bunun vergilendirmesi hususları bakımından Livadi’ye oranla
oldukça düşük bir miktara sahip olmasıdır. Bu durum nahiyenin coğrafî
şartları ile üretim organizasyonunun gerçekleştirileceği toprak miktarının
azlığına bağlanabilir. İkincisi ise Livadi’de bulunmayan “asiyâb” (değirmen)
kayıtlarına Milapotamu’da tesadüfe edilmesidir. Bu durum elbette bir
rastlantı değildir. Harita II’de de görüleceği üzere nahiyenin iç
kesimlerinden kıyıya doğru yol alan irili ufaklı dere, çaylar nefs yani
merkezinde bulunan 15 adet değirmenin güç kaynağı olarak görülebilir.
Biri harap olan bu değirmenlerin 5’i yılın yarısı ve 9 tanesi ise tüm yıl
boyunca işlemektedir. Bu bilgiler söz konusu değirmenleri besleyen
akarsuların debisinin de düzenli olduğunu ortaya koymaktadır. Fakat su
kaynakları ve değirmenler noktasındaki bu yaklaşımımızın nahiyedeki zirai
ürün çeşitliliğine pek yansımadığını belirtmemiz gerekmektedir. Öyle ki su
kaynağının varlığı ve bolluğu söz konusu bölgede ziraî üretim ve
çeşitliliğine de yansımış olmalıydı. Örneğin değirmen kayıtlarının
bulunduğu nefs havalisinde belli bir dönem suya gereksinim duyan pamuk
üretiminin hayli yüksek olması beklenir. Fakat aksine burada hiç pamuk
üretimi yapılmamaktadır. Aksine suya pek gereksinim duymayan bağcılık
XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 81

ve zeytin üretimi bağlamında bakıldığında ise bölgenin nahiyedeki diğer


köyleri geride bırakacak bir üretim miktarına sahip olduğu görülmektedir.
Nahiyedeki bu durum ise ürüne olan arz-talep veya ürünün ticarî
potansiyelle açıklanabilir. Sonuç olarak Milopotamo Nahiyesi için tahmini
olarak toplam 23.000 akçelik bir verginin öngörüldüğü söylenebilir.
Çuka Adasının bir diğer nahiyesi olan Kastrisiyanika, ziraî üretim
potansiyeli ve vergi miktarı bakımından Milopotamo nahiyesine benzerlik
gösterir. Bu nahiyede tarımsal ürün olarak 46 muzur buğday, 60 muzur
arpa, 26 muzur mahlut ve 3 muzur bakla vergisi ön plana çıkmaktadır.
Nahiyenin ayrıca 68 hıml şıra, 40 kilinder zeytinyağı, 39 lidre keten ve 1
lidre pamuk ile 90 akçelik piyaz vergisi bulunmaktadır. Hayvansal iştigal
bakımından ise 12 kovan ve 24 adet otlak resmi bulunmaktadır. Arûsiye,
deşt-i bânî ve tapu-yı zemîn şeklindeki arizî vergiler ise 1.560 akçe olarak
hesaplanmıştır. Nihayet tüm bu veriler dahilinde nahiyenin toplamda
20.137 akçelik tahmini bir vergi miktarının belirlendiği anlaşılmaktadır.
Kastrisiyanika nahiyesinde de Livadi nahiyesinde olduğu gibi herhangi bir
değirmen kaydına tesadüf edilememiştir.
Nihayet tarımsal iştigal ve vergi miktarı bakımından Çuka Adası’nın
en zengin nahiyesi olan Potamo’yu ele alınabilir. Gerek yukarıda ispenç
vergisi kısmında altı çizilen demografik veri ve gerekse de aşağıda
belirtilecek tarımsal, hayvansal ve işlenmiş, mamul ürünlerinin miktar ile
vergilendirmeleri bağlamına düşünüldüğünde “en zengin, verimli”
yakıştırmasının oldukça yerinde bir tarif olacağı söylenebilir. Potamo
Nahiyesi’nde 82 muzur buğday, 90 muzur arpa, 208 muzur mahlut ve 13
muzur bakla vergisi tarımsal ürünün miktarının hayli yüksek olduğunun
işareti olarak görülebilir. Ayrıca 175 hıml şıra ve 57 kilinder zeytinyağı da
üzüm ve zeytin üretiminin hayli yüksek olduğunun göstergesidir. 131 lidre
keten, 26 lidre pamuk ve 90 akçeklik piyaz vergisi örneklerinde görüldüğü
üzere yetişme döneminde suya ihtiyaç duyan bazı ürünlere de bu nahiyede
rastlanılmaktadır. Son olarak nahiyenin 19 adet kovan ve 78 adet otlak
resmi ile 1.820 akçelik arizî vergi miktarı bulunmaktadır. Potamo Nahiyesi
adada değirmen kayıtlarına rastladığımız ikinci bölge konumundadır.
Nahiyenin nefs, mahalle-i İske Ganika/İsgeganika, Karye-i Gorya/Gurya’ya
da birer ve Mahalle-i Komtiyanka/Komniyanika’da ise iki ve Karye-i
Bugostiyanika/Logosetiyanika’da ise üç adet değirmen bulunmaktadır. Bu
değirmenlerden sadece nefs’de bulunanı yılın tamamında işlemektedir.
Diğerlerinin durumlarına dair herhangi bir işarete sahip değiliz. Sadece
değirmen kayıtları esas alındığında adadaki Livadi ve Kastrisiyanika ile
82 Murat ALANDAĞLI

Milopotamo ve Potamo nahiyelerinin benzer bazı özelliklere sahip


oldukları söylenebilir. Nitekim ilk ikisinde herhangi bir değirmen kaydı
yoktur. Diğer ikisinde ise değişik sayıda ve çalışma kapasitesine sahip
değirmenler bulunmaktadır. Sonuç olarak Potamo Nahiyesi’nin toplamda
36.235 akçelik tahminin bir vergilendirmeye sahip olduğu söylenebilir.
Ada’da sanayi ham maddesi olarak görülebilecek pamuk, keten,
zeytin ve şarap üretiminin de yaygın olduğu anlaşılmaktadır. Nahiye
bazında bakıldığında Livadi, Potamus ve Milapotamo nahiyelerinde şarap
üretiminin yaygın olduğu görülmektedir. Zeytin üretimi bakımından ise
yine Livadi, Milapotamo ve Patamus nahiyeleri ön plana çıkmaktadır.
Ege’deki zeytincilik faaliyetlerinin geçmişi aslında Atinalı Solon’a kadar
geriye götürülebilir. Zira Solon, bu türün ağaçlarını korumak maksadıyla
yılda sadece iki ağacının kesilebileceğini kanunlaştırmıştır. O, ayrıca sadece
zeytinyağının ihraç edileceğini başka hiçbir tarımsal ürünün dışarıya
pazarlanmayacağını da kanunla sabitlemiştir. Bu yöndeki kanunî
düzenlemeler Atina ahalisini zeytin ziraatına yönelmiştir. Fakat bu durum
bölgedeki arazinin verimsizleşmesine neden olmuştur.88 Sonuç olarak
oldukça küçük ve arazisinin büyük kısmı kayalık olan Çuka Adası’nda
üretilen zeytinin oldukça iyi ve lezzetli olduğu söylenebilir. Fakat adadaki
zeytin miktarı asla pazara sürülecek kadar çok değildi, sadece ada halkının
ihtiyacını karşılayabilecek miktardaydı.89
Adada küçükbaş hayvancılık oldukça yaygındır. Koyun yetiştiriciliği
ve bal üretiminin Potamo, Livadi ve Milapotamo nahiyelerinde yaygın
olduğu anlaşılmaktadır. Ege Adalarında yer yer tesadüf ettiğimiz domuz ve
balık yetiştiriciliğine dair herhangi bir kaydın defterde bulunmadığını da
ifade etmemiz gerekmektedir. Genellikle “bid’at-ı hınzır ma bojik” olarak
bilinen domuz yetiştiriciliği için domuz başına bir akçe alındığını
bilmekteyiz.90 Bu durum adadaki coğrafî yapı ile iklimsel özelliklere bağlı
olabileceği gibi ada halkının iktisadî faaliyet alışkanlıklarına da bağlı
olabilir.
Çuka adasında arpa, buğday üretiminin oldukça yaygın olmasının
doğal bir sonucu olarak değirmenlere dair kayıtlara rastlanılmaktadır.
Fakat incelediğimiz kaynaklarda “asiyâb-ı abî, badî ve revgân-ı zeyt”

88 Demircan 2014, 229,230.


89 Leontsinis 2006, 162 akt. Balta 2011, 126.
90 TKG.KK.TTd.4(495/121), 2/b.
XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 83

şeklinde su, yel-rüzgar ve zeytinyağı değirmeni ibarelerine tesadüf


edilmemiştir.
Tablo IX: Çuka Adasındaki Nahiyelerin Nefer, İspenç, Tarımsal, işlenmiş
mamul ve Hayvansal Ürün Türleri ile Vergi Miktarları (Muzur, Klinder, Hıml
Ve Kuruş Olarak)

deştbâni ve tapu-yı
Adet-i agnâm maa

Defterdeki miktar
Revgan-ı Zeytin

Resm-i arûs ve
Resm-i Kovan

Resm-i Otlak

resm-i otlak

Aded/bab
Gendüm

Kilinder
Neferan

Kıymet
Mahlut
Nahîye

Asiyâb
Muzur

Muzur

Muzur

Muzur
İspenç

Yekûn
Keten

zemin
Penbe
Bakla

Lidre

Lidre

Piyaz
Hıml
Şa'ir
Sıra

Şıra

1 Nahiye-i Livadi 397 9925 210 8400 128 3840 105 3170 15 450 294 5940 184 5720 18 450 62 295 19 190 60 51 3060 3640 45420
2 Nahiye-i Milopotamo 270 6750 91 3640 25 750 71 2130 2 60 103 2060 63 1890 8 200 38 190 2 20 90 37 2220 2080 15 690 23000
3 Nahiye-i Kastrisiyanika 232 5800 49 1960 60 1800 26 780 3 90 68 1360 40 1200 12 300 39 195 1 20 90 24 1440 1560 20137
4 Nahiye-i Potamo 426 10650 82 3260 90 2700 208 6240 13 390 175 3500 57 1710 19 475 131 655 26 260 90 78 4680 1820 7 480 36235
5 Toplam 1325 33125 432 17260 303 9090 410 12320 33 990 640 12860 344 10520 57 1425 270 1335 48 490 330 190 11400 9100 22 1170 124792 159677
Fermân buyrulduğu üzere ada-ı mezburede olan nevahi ve kura ve derûn-i kal’a-i şehirde ve varoşunda sakin re’ayanın harâc-ı arâzi ve ispence ve rüsum-i saireleri mınval-i merkum üzere sebt defter olunmakla şerh
verildi. Fi 27 N [Ramazan] 1127, Mühür, vr.27/a
Telhîs mucebince defterhânede hıfz olunmak buyuruldu.
Arz-i bendeleri budur ki.
Avn-i Hak ile feth ve teshîri müyesser olan kıla‘dan Çuka adasında bulunan re‘âyanın mukaddema fermân olunduğu üzere hâneleri başka tahrîr olunmağla muharrir kullarının memhûr defteridir şurutu başka tahrîr olunan
aşar ve rüsûmatı defterinde musarrah olmağla işbu defter dahi Defterhâne-i Âmire’de hıfz olunmak bâbında fermân devletlû saadetlû sultanım hazretlerinindir. vr. 27/a

Tablo IX. Çuka Adasının nahiyelerini esas alarak ifade etmeye


çalıştığımı iktisadî hayatını bütüncül bir şekilde gözler önüne sermektedir.
Bu adada toplam 432 muzur gendüm(buğday), 303 muzur şa’ir(arpa), 410
muzur mahlut (çavdar, karışık tahıl) ve 33 muzur bakla üretimin yapıldığı
anlaşılmaktadır. Bu ürünlerin kıymetleri de tabloda yer almaktadır. Bu
vesileyle sıralanan ürünlerin 1715 yılı tahrir kıymeti veya değerlerini tespit
edebiliriz. Nitekim buğday’ın tahrir kıymetinin yaklaşık 40, arpa, mahlut ve
bakla’nın ise 30 olduğu anlaşılmaktadır. Ada’da 640 hıml şıra, 344 kilinder
revgan-ı zeytin, 270 lidre keten, 48 lidre penbe üretimi tahmini olarak
hesaplanmıştır. Neticede öngörülen tahmini vergi miktarlarına fazla
olanadan az olana doğru Livadi, Potamo, Milopotamo ve Kastrisiyanika
şeklinde sıralanabilir. Dört nahiyenin toplam vergi miktarı ise 124.792
akçedir. Elde ettiğimi miktarın defterde yazılı olandan yekûn ile farklı
olduğunu belirtmemiz gerekmektedir.
84 Murat ALANDAĞLI

SONUÇ
Çalışmanın başında ifade edilen temel arayışlar bağlamında Çuka
adası tahrir defteri ilk olarak atama, yazım şekil ve usulleri gibi somut
olarak görünen verilerle bizlere imparatorluk idaresinin XVIII. yüzyılda
adeta özlemini çektiği bir sistemi ayakta tutma uğraşının resmini verir. Bu
resim her ne kadar dar alanlar olsa da yer yer tahrir yapıldığının bir
işaretidir. Ayrıca bu defter özelinde Osmanlı tahrir geleneğinin klasik
dönemi andıran benzerliklerinin yanı sıra konsolos ve voyvodalar gibi
dönemine has idarî, siyasî ve ticarî değişiklik çerçevesinde kendisini
yenilediğini de ifade edebiliriz. Hatta XVIII. yüzyıl dünyasının ekonomik
gereklerine uygun olacak şekilde “klasik arazi tahririnden” çok “kişi sayısı
ve vergilendirilmesi” esaslı bir yönelim olduğu söylenebilir. Ele aldığımız
defter bu yönelimin ilk örneklerinden biri olarak görülebilir.
Tahrir vesilesiyle Çuka Adası’nın 1715 yılına dair genel bir fotoğrafı
da netlik kazanır. 1715-18 yılları arasında Osmanlı hâkimiyetinde kalmış
Çuka Adası’nın idarî olarak kale ve varoşu ile dört nahiyeden müteşekkil
olduğu anlaşılmaktadır. Osmanlı öncesi Venedik idarî yapılanmasına ait
olması kuvvetle muhtemel bu idarî yapı tahrir kayıtlarına da yansımıştır.
Söz konusu idarî birimlerde toplam 1.138 hane ve 1.663 nefer kaydı tespit
edilmiştir. Ticarî potansiyeline dair verilere erişemediğimiz ada da yeryüzü
şekillerinin elverdiği ölçüde tarımsal üretim faaliyetlerinin yapıldığı
anlaşılmaktadır. Fakat ada da imparatorluğun en canlı gelir kaynağı
ispenç/cizye vergisidir. Bu vergiyi sırasıyla buğday, arpa, şarap, zeytin,
arpa ve mahlut’tan elde edilen gelirler izlemektedir. Ayrıca ada insanın
temel besin gereksinimi olan et ve bal üretimine dair de kimi izlere
rastlanılmıştır.
Ezcümle 1715 yılı tahrir kayıtları, Osmanlı-Venedik ilişkilerinde
zaman zaman gerginliklere yol açan askerî ve ticarî bakımdan oldukça
önemli bir mıntıkada bulunan Çuka Adası sakinlerinin dönem dünyası
insanlarının uğraş ve iştigallerine uygun bir şekilde hayatlarını idame etme
gayretinde olduklarını göstermektedir. Bu uğraş ve iştigallerin en önemli
sınırlılıklarından biri şüphesiz adanın sahip olduğu olumsuz beşerî
özellikleriydi. Çorak ve taşlık alanların kapladığı ada karasının bu
durumuna, deniz sefer güzergâhında olması hasebiyle tedirgin eden savaş,
istila ve talan durumları da eklenince, düzenli bir nüfus ve iskân yapısının
oluşması ve elbette gelişmesi mümkün olmamıştır. İmparatorluk idaresi
askerî, malî ve ticarî potansiyeli nedeniyle ada sakinlerini sıkıntıya
sokmayacak ölçüde, tahrir vesilesiyle köklü bir sahiplenme maksadı
XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 85

gütmüşse de oluşan siyasî konjonktür nedeniyle sadece üç yıl bu gayeyi


sürdürebilmiştir. Neticede Çuka Adası da Akdeniz ve Ege Denizi’nde
Osmanlı izlerini barındıran ve fakat tarihin seyri neticesinde başka idarî
yapıların denetimine gecen adalar arasında yerini almıştır. Bu çalışma
vesilesiyle bir bakıma adadaki idarî, siyasî, askerî ve sosyo-iktisadî temelli
Osmanlı izlerinin gün yüzüne çıkarılmıştır.

KAYNAKÇA
1. Arşiv Kaynakları
a-Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, Kuyûd-ı Kadîme Arşivi
TKG. KK. TTd. VCEDİD, 128/2.
b-Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü
BOA. D.CMH.d.26721.

BOA.A.DVNS.MHM.d.19/724 ve 725, H.980.


BOA.A.DVNS.MHM.d.46/738, H.990.
BOA.A.DVNS.MHM.d.47/235, H.990.

BOA.A.DVNS.MHM.d.7/202, H.975.
BOA.İE.HR.4/343, H.1101.

2- Araştırma İnceleme Eserleri


Adıyeke 2006 Ayşe Nükhet Adıyeke “17. Yüzyıl Girit
(Resmo) Şerriye Sicillerine Göre İhtida
Hareketleri ve Girit’te Etnik Dönüşüm”, XVII.
Uluslararası Türk Tarih Kongresi, 9-13 Eylül
2002, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
2006, s.557-568.
Adıyeke 2017 Ayşe Nükhet Adıyeke (2017). “18. Yüzyılda
Girit’te Cizye Uygulaması ve Toplumsal
86 Murat ALANDAĞLI

Etkileri”, Belleten, LXXXI/290, Ankara, 2017,


s.135-158.
Afyoncu 2003 Erhan Afyoncu, “Türkiye’de Tahrir
Defterlerine Dayalı Olarak Hazırlanmış
Çalışmalar Hakkında Bazı Görüşler”, Türkiye
Araştırmaları Literatür Dergisi, I/I, s.267-
286.
Ahmet Rıfat Efendi 1299 Ahmet Rıfat Efendi Lügat-ı Tarihiyye ve
Cofrafiyye, I-II, İstanbul, Mahmud Bey
Matbaası, 1299.
Aydın 2016 Meltem Aydın 6). “Kaptan-ı Derya Canım
Hoca Mehmed Paşa”, Bilig, 77, 2016, s. 27-53.
Balta 2005 Evangelia Balta “The Ottoman Surveys of
Siphnos (17th –18th Centuries) Siphnos
Osmanlı Tahrirleri (17.-18. Yüzyıllar)”, OTAM
(Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi
Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi)
18/18, 2005, s. 51-69.
Balta 2006 Evangelia Balta “Ege’nin Ada Dünyası (15-19
Yüzyılar)”, Akdeniz Dünyası, Düşünce, Tarih,
Görünüm (Ed. Eyüp Özveren-Oktay Özel-
Kudret Emiroğlu), İletişim Yayınları,
İstanbul, 2006, s. 89-99.
Balta 2009 Evangelia Balta ΗΟΘΩΜΑΝΙΚ ΗΑΠΟΓΡΑΦΗ
ΤΩΝ ΚΥΘΗΡΩΝ 1715, ΑΘΗΝΑ, 2009.
Balta 2011 Evangelia Balta “Kythera Under the
Ottomans (1715-1718), Yücel Dağlı
Anısına, (Haz. Evangelia Balta, Yorgos Dedes,
Emin Nedret İşli, M. Sabri Koz),
Turkuaz Yayınları, İstanbul, 2011, s. 103-
135.
XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 87

Barkan 1940 Ömer Lütfi Barkan “Arazi Tahrirleri”


İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi
Mecmuası, II/I, İstanbul, 1940, s. 20-59.
Barkan 1941 Ömer Lütfi Barkan, “Arazi Tahrirleri”
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi
Mecmuası, II/2, İstanbul, 1941, s. 214-247.
Barkan 1953 Ömer Lütfi Barkan “Tarihî Demografî
Araştırmaları ve Osmanlı Tarihi”, Türkiyat
Mecmuasi, Cilt X, İstanbul, 1953, s.1-27.
Beyazıt 2010 Ebru Beyazıt, 20. Yüzyıl Yunan Tarihindeki
Politik Dönüşümler ve Bunun Theodoros
Angelopoulos Sinemasındaki Temsili, Dokuz
Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi,
Sinema-TV Anasanat Dalı, Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, İzmir, 2010.
Biro 1997 Yvette Biro, “The empire of the journey in
Voyage to Cythera”, The Last Modernist The
Films of Theo Angelopoulos, (Der. Andrew
Horton), Grenwood Yayıncılık, İngiltere,
1997, s. 69-78.
Delilbaşı 1996 Melek Delilbaşı “1564 Tarihli Mufassal Yanya
Livası Tahrir Defterine Göre Yanya Kenti ve
Köyleri”, Belgeler, XVII/21, 1996, s.1-40.
Demircan 2009 Yasemin Demircan “1720 Tarihli Tahrir
Defterine Göre Nakşa Adası’nda Yapılan
Düzenlemeler ve Reâyanın Durumu”,
Belleten, LXXII/268, Ankara, 2009, s. 671-
681.
Demircan 2014 Yasemin Demircan Osmanlı İdaresinde Limni
Adası, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
2014.
88 Murat ALANDAĞLI

Demircan vd. 2020 Yasemin Demircan-Levent Kayapınar-Ayşe


Kayapınar, Osmanlı Dönemi Ege Adaları
Tarihi Kikladlar, C.I ve II, Ankara, Türk Tarih
Kurumu Yayınları, 2020.
Ercan 1991 Yavuz Ercan, “Osmanlı İmparatorluğu’nda
Gayrimüslimlerin Ödedikleri Vergiler ve Bu
Vergilerin Doğurduğu Sosyal Sonuçlar”,
Belleten, LV/213, Ankara, 1991, s. 371-392.
Erdoğan Özünlü 2007 Emine Erdoğan Özünlü, “Timar Tevcihâtı ile
ilgili Kaynaklarda Yer Alan Kayıtların
Karşılaştırılmasına Dair Bir Deneme” OTAM
(Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi
Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi),
21/21, Ankara 2007, s.81-93.
Erkal 1993 Mehmet Erkal, “Cizye”, DİA. C. 8, İstanbul,
Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1993, s. 42-
45.
Eryılmaz 1996 Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devleti’nde
Gayrimüslim Tebaanın Yönetimi, İstanbul,
Risale Yayınları, 1996.
Eyice 1974 Semavi Eyice, “Kale” Türk Ansiklopedisi, XXI,
1974, s. 37-148.
Grodent 2006 Michel Grodent, “Bir Kurumuş Elma:
Kitera’ya Yolculuk”, Theo Angelopoulos, (Der.
Dan Fainaru), (Çev: Mehmet Harmancı),
Agora Kitaplığı, İstanbul, 2006, s.59-60.
Güler 2016 Turgut Güler, Demir Kuşaklı Cihangir,
Süleymânâme, İstanbul, Ötüken Yayınları,
2016.
Gülsoy 2001 Ersin Gülsoy, “Osmanlı Tahrir Geleneğinde
Bir değişim Örneği: Girit Eyaleti’nin 1650 ve
1670 Tarihli Sayımları”, Pax Ottomana,
XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 89

Studies in Memoriam Prof. Dr. Nejat Göyünç,


(Ed. Kemal Çiçek), Ankara, 2001, s.183-203.
Gürkan 2014 Emrah Safa Gürkan, “50 Günde Devr-i Bahr-ı
Sefid: Königsbergli Lubenau’nun Kadırgayla
İmtihanı”, Osmanlı Araştırmaları, XLIII, 2014,
s.273-300.
Hınz 1989 Walther Hınz, “İslâm’da Ölçü Sistemleri”,
(Çev. Acar Sevim), Marmara Üniversitesi, Fen-
Edebiyat Fakültesi Türklük Araştırmaları
Dergisi, 15, İstanbul, 1989, s. 1-82.
Homer 2019 Sean Homer, “History as Trauma and the
Possibility of the Future: Theo Angelopoulos
Voyage to Cythera”, Journal of Greek
Media&Culture, Vol.5, Num.1, April 2019, s.3-
19.
İnalcık 1959 Halil İnalcık, “Osmanlılarda Raiyyet
Rüsumu”, Belleten, XXIII/92, Ankara, 1959,
s.575-610.
İnalcık 1965 Halil İnalcık, “Adaletnameler”, Belgeler, II/34,
Ankara, 1965, s.49-142.
İnalcık 1991 Halil İnalcık, “Osmanlı Metrolojisine Giriş”
(Çev. Eşref B. Özbilen), Türk Dünyası
Araştırmaları Dergisi,73, 1991, s.21-49.
İnalcık 1993 Halil İnalcık, “Cizye”, DİA, VIII, 1993, s.45-48.
İnalcık 2000 Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun
Ekonomik ve Sosyal Tarihi (1300-1600), (Çev.
Halil Berktay), İstanbul, Eren Yayıncılık,
2000.
Keskin 2013 Filiz Yaşar Keskin Bir Osmanlı Adasında
Toplum ve Ekonomi (XVI Yüzyıldan XVIII.
Yüzyıla Sakız), Doktora Tezi, Ankara
90 Murat ALANDAĞLI

Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler


Enstitüsü, 2013.
Kiel 2007 Machiel Kiel, “The Smallar Aegean İslands in
the 16th-18th Centurıes According to
Ottoman Administrative Documents”,
Between Venice and İstanbul: Colonial
Landscapes in Early Modern Greece, (Edt.
Sırıol Davies and Jack L. Davis), The
American School of Studies at Athens, 2007.
Kurt 1991 Yılmaz Kurt, “Sis Sancağı (Kozan-Feke)
Mufassal Tahrîr Defteri Tanıtımı ve
Değerlendirilmesi”, OTAM (Ankara
Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve
Uygulama Merkezi Dergisi) II, Ankara 1991,
s.151-199.
Kurt 2017 Yılmaz Kurt, “Damad İbrahim Paşa ve Fatma
Sultan’ın Bayındır ve Civarındaki Vakıfları”,
Uluslararası Lale Devri Osmanlı Devleti ve
Nevşehirli Damat İbrahim Paşa
Sempozyumu, Nevşehir Hacı Bektaş Veli
Üniversitesi, Nevşehir, 9-12 Kasım 2017.
Kurt 2019 Yılmaz Kurt, “TKGM Arşiv Belgelerine Göre
Lale Devri Tahrirleri”, 2. Uluslararası Osmanlı
Coğrafyası Arşiv Kongresi Bildirileri, C.I,
Ankara, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü,
Arşiv Dairesi Başkanlığı Yayınları, 2019,
s.1221-1230.
Kurtaran 2018 Uğur Kurtaran, “Pasarofça Antlaşması’na
Göre Yapılan Sınır Tahdit Çalışmaları ve
Belirlenen Yeni Sınırlar”, Uluslararası Sosyal
Araştırmalar Dergisi, 11/55, 2018, s.285-300.
XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 91

Kütükoğlu 1994 Mübahat Kütükoğlu, “Osmanlı İktisadî


Yapısı”, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi,
İstanbul, IRCİCA Yayınları, 1994.
Leontsinis 2006 G. Leontsinis, Zitimata tis Neoteris İstorias
(Issues of Modern Greek History), Athens,
2006.
Mantran 1999 Robert Mantran, “XVIII. Yüzyılda Osmanlı
Devleti: Avrupa Baskısı”, Osmanlı
İmparatorluğu Tarihi, C.I, (Çev. Server
Tanilli), İstanbul, Cem Yayınları, 1999.
Öz 1991 Mehmet Öz, “Tahrir Defterlerinin Osmanlı
Tarihi Araştırmalarında Kullanılması
Hakkında Bazı Düşünceler”, Vakıflar Dergisi,
XXII, Ankara, 1991, s.429-439.
Öz 1999 Mehmet Öz, XV – XVI. Yüzyıllarda Canik
Sancağı, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Ankara, 1999.
Öz 1999 Mehmet Öz, XV-XVI. Yüzyıllarda Canik
Sancağı, Ankara, Türk Tarih Kurumu
Yayınları, 1999.
Öz 2010 Mehmet Öz, “Tahrir”, DİA, C.39, İstanbul,
2010, s.425-429.
Özcan 1994 Abdülkadir Özcan, “Edirne Vak’ası”, DİA, C.X,
İstanbul, 1994, s.446-446.
Özcan 2007 Abdülkadir Özcan, “Pasarofça Antlaşması”, C.
34, İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,
2007, s.77-181.
Özel 2001 Oktay Özel, “Avarız ve Cizye Defterleri”,
Osmanlı Devleti’nde Bilgi ve İstatistik, (Edt.
Halil İnalcık-Şevket Pamuk), Devlet İstatistik
Enstitüsü, Ankara, 2001, s. 35-50.
92 Murat ALANDAĞLI

Pul 2004 Ayşe Pul, Girit Savaşı ile İlgili Bir Türk
Kaynağının Tahlili (TTK Kütüphanesi’nde
Bulunan Girid Fethi Tarihi Başlıklı Yazma),
Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, 2004.
Râşid Mehmed Efendi 2013 Râşid Mehmed Efendi, Tarih-i Râşid, II
(Haz. Abdülkadir Özcan-Yunus Uğur), Klasik
Yayınları, İstanbul, 2013.
Russel 1960 J. Russel, “The Late Medieval Balkan and Asia
Minor Population”, JESHO (Journal of the
Economic and Social History of the Orient),
Vol.III,1960, s.265-274.
Savaş 2002 Ali İbrahim Savaş, “Konsolos”, DİA, C.26,
Ankara, 2002, s.178-180.
Slot 1982 B.J. Slot, Archipelagus Turbatus, Les Cyclades
Entre Colonisation Latine et Occupation
Ottomane, c.1500-1718, C.I, İstanbul, 1982.
Stavrinidis 1976 N.S. Stavrinidis, Metafraseis tourkikon
historikon eggrafon aforonton eis tin historian
tis Kritis. Eggrafa tis priodou eton the History
of Crete. Documents of the period 1671-
1694/Hicri 1083-1105, vol. II, Herakleion
Creta, 1976.
Şahin 2020 Kürşat Şamil Şahin, “Fârisî’nin Ravza-i Alî
Adlı Eserindeki Tarih Manzumeleri”,
Rumeli’de Dil ve Edebiyat Araştırmaları
Dergisi, 20, 2020, s.416-433.
Şakiroğlu 1993 Mahmut H. Şakiroğlu, “Çuka Adası”, DİA., C. 8,
İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,
1993, s.382-383.
Yıldırım vd. 1998 7 Numaralı Mühimme Defteri-(975-
976/1567-1569) Özet-Transkripsiyon
XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 93

İndeks I, Dîvân-ı Hümâyûn Sicilleri Dizisi:


V, (Haz. Hacı Osman Yıldırım, Vahdettin Atik,
Dr. Murat Cebecioğlu, Hasan Çağlar, Mustafa
Serin, Osman Uslu, Numan Yekeler), Devlet
Arşivleri Genel Müdürlüğü, Yayın No:37,
Ankara, 1998.
3- İnternet Kaynakları
https://www.davidrumsey.com/luna/servlet/detail/RUMS
EY~8~1~2767~270040?qvq=q%3Acerigo%3Bsort%3Apub_list_n
o_initialsort%2Cpub_date%2Cpub_list_no%2Cseries_no%3Blc%3A
RUMSEY~8~1&mi=19&trs=20, (Map of the İonian İslands Malta,
Compiled From Survey and Original Documents, İn the Colonial
Office, the Ordnance Department, By John Arrowsmith),
(ErişimTarihi:01.08.2021).
İzmir Araştırmaları Dergisi, Sayı: 14 (95-126), 2021

RODOS VE İSTANKÖY TÜRKLÜĞÜNÜN GÜNCEL


SORUNLARI
Mustafa KAYMAKÇI

Makale Geliş Tarihi: Kasım 2021 Makale Kabul Tarihi: Aralık 2021
Öz
1947’den itibaren Yunanistan’da bulunan Rodos ve İstanköy başta olmak
üzere Onikiada’da yaşayan Türklerin, Türk kimliği inkâr edilmekte ve onlara
“Yunan Müslümanı” denilmektedir. Bu çalışmada bu bölgede yaşayan Türklerin,
vatandaşlık, kültürel soykırım, din ve ibadet, örgütlenme, kültürel mirasın
korunması, vakıflar, nefret-baskı vb. konularda ne gibi sorunlar ile karşılaştıkları
ve bu sorunların çözüme ulaştırılacağı konusunda bilgi verilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Rodos, İstanköy, Onikiada, Türkiye, Yunanistan.

CURRENT ISSUES OF RHODES AND KOS TURKİSH


Abstract
Since 1947, the Turkish identity of the Turks living in the Dodecanese,
especially in Rhodes and Kos in Greece, is denied and they are called "Greek
Muslims". In this study, the Turks living in this region, citizenship, cultural
genocide, religion and worship, organization, protection of cultural heritage,
foundations, hatred-oppression, etc. They were informed about the problems they
encountered and how these problems could be solved.
Key Words: Rhodes, Kos, Dodekanisi, Turkey, Greece.

Giriş
Dünya kamuoyunda Yunanistan’daki Türk Varlığının Batı Trakya’yla
sınırlı olarak bilmesine karşılık, Rodos ve İstanköy’de olmak üzere
Onikiada’da yaşayan ve sayıları 9.000 civarında bir Türk nüfus da
bulunmaktadır1.


Prof. Dr. Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği. E. Posta:
mustafa.kaymakci68@gmail.com.
1 Rodos ve İstanköy’de resmi olmayan tespitlere göre 2019 yılı başlarında toplam 9000

civarında bir Türk nüfusunun olduğu bildirilmektedir. Daha önceki bildirişlerde bu


rakamın 6000 dolayında olduğu varsayılmaktadır. Rodos ve İstanköy’deki Türkler, 1522
yılında Rodos’un fethinden sonra başta Karaman Beyliği olmak üzere diğer beyliklerden
yerleştirilen Türkler ile 1897’de Girit’ten göç etmek zorunda bırakılan Türklerden
oluşmaktadır.
96 Mustafa KAYMAKÇI

Bununla birlikte Yunanistan, anılan adalarda Türk kimliğini inkâr


etmekte, onları “Yunan Müslümanı” olarak kabul etmektedir. Bunun sonucu
olarak Türk kimliğini yok etmek için Avrupa Standartları’nın tam
aksine,kültürel soykırım için her türlü uygulamayı sürdürmektedir.
Yunanistan’ın Rodos ve İstanköy’de uygulamakta olduğu kültürel
soykırım politikasını, Türk-Yunan İlişkilerinin bir parçası olarak
değerlendirilmesi zorunluğu vardır.
Bilindiği üzere, Türk-Yunan İlişkileri, 1830 yılından itibaren
Yunanistan’ın Osmanlı Devleti’ne karşı başlattığı bağımsızlık savaşı ile
başlamıştır. Bunu sırasıyla;Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin kurulması,
Balkan Savaşları, Birinci Paylaşım(Dünya) Savaşı , Sevr Antlaşması’nın
imzalanması ile Megali İdea’yı gerçekleştirmek amacıyla Yunanistan’ın,
1919 yılında Anadolu’ya ayak basması ve bozgunu, yeni kurulan Türkiye
Cumhuriyeti ile Lozan Barış Görüşmeleri, Lozan’da durumları belirlenen
Batı Trakya Türk Azınlığı ve İstanbul’da yaşayan Rum azınlığının
durumları,Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi ve yakın dönemlerde Kıbrıs
Sorunu ile Ege Denizi Jeopolitiği Açısından kaynaklanan sorunlar
izlemektedir.
Bu sorunlara, Yunanistan görmemeğe çalışsa bile Onikiadalarda
yaşamakta olan kadim Rodos ve İstanköy Türklerinin sorunları da
eklenmektedir.
Türkiye açısından Rodos ve İstanköy’ün başlıca dört yönden önemi
olduğu söylenebilir.
Birincisi; adalarının, Yunanistan tarafından 1947 Paris Barış
Antlaşması hükümlerine uyulmayarak Türkiye’ye karşı silahlandırılmış
olmalarıdır. Bu durum, Türkiye açısından önemli düzeyde bir güvenlik
konusudur. İkincisi, Rodos ve Onikiadaların konum olarak çok önemli bir
yerde olmalarıdır. Bu adalara sahip olanların Doğu Akdeniz’de olduğu
kadar, Ege Denizi, Boğazlar ve Karadeniz’de deniz trafiğini denetleme
olanağına sahip olabilecekleri gözlemlenmektedir. Üçüncüsü; günümüzde
özellikle Doğu Akdeniz’de enerji kaynaklarının sahiplendirilmesi ve
denetiminin giderek önemli duruma gelmeleridir. Dördüncüsü ise
neredeyse bin yıldır adaların kadim halklarından biri olan Türklerin

Özgün, C.,2014. Social, Economic and Cultural Life in Rhodes and Kos Turks, Turkısh Identıty
in Rhodes and Kos, Ed. Mustafa Kaymakçı- Cihan Özgün, Meta Basım Matbaacılık, İzmir,
pp.176- 179.
Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları 97

kültürel kimliğinin korunması konusudur. Rodos ve İstanköy Türklerinin


kültürel kimliklerinin korunmasına, Türkiye’nin uzak kalması olası değildir.
Kaldı ki bu konu,aynı zamanda evrensel insan haklarının da bir konusudur.
Yunanistan döneminde Rodos ve İstanköy’de yaşamakta olan
Türklerin, kültürel kimliği ve haklarının korunması doğrultusunda giderek
artan sorunları vardır.
Ortaya çıkan sorunların temelinde ise, öncelikle Rodos ve İstanköy’de
yaşamakta olan Türklerin uluslararası antlaşmalardan doğan haklarını
Yunanistan’ın uygulamamasından kaynaklanmaktadır.
Yunanistan, Onikiadalar (Menteşe Adaları)’dan olan Türklerin
haklarının yalnızca 1947 Paris Anlaşmasıyla düzenlendiğini, diğer yandan
ileride de belirtileceği üzere 1923 Lozan Antlaşması imzalandığında
adaların İtalyan yönetiminde bulunmasından hareketle hükümlerinin
Rodos ve İstanköy’de yaşamakta olan Türkleri bağlamadığını
belirtmektedir.
Ancak bu tez, Yunanistan’ın imzalamış olduğu “1913 Atina
Antlaşmasına bağlı 3 numaralı protokol”,” 10 Ağustos 1920 Yunan Sevr
Antlaşması”, “30 Ocak 1923 Mübadele Sözleşmesi, Lozan Antlaşmasının 37-
45 maddeleri, 1926 Atina ve 1930 ve 1933 Ankara Antlaşmaları”, “1947 Paris
Antlaşması” uluslararası diğer antlaşmalar ile de çelişmektedir.
Yunanistan, imzaladığı uluslararası antlaşmalarının yanı sıra taraf
olduğu Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği
Teşkilatı, Birleşmiş Milletler’ce ve de Yunanistan Anayasası’nda güvence
altına alınmış insan hakları ile ilgili hükümlerini de uygulamaktan uzak bir
yaklaşım içindedir.
Başlıca güncel sorunları şöyle sıralanabilir2.
Vatandaşlık Sorunu
Günümüzde, Yunan makamları, değinildiği üzere 1923 yılında Lozan
Antlaşması imzalandığında Onikiada’nın İtalyan yönetimi altında
bulunduğu gerekçesiyle, Rodos ve İstanköy Adaları’nda yaşayan

2Kaymakçı, M., 2013. The Religious Problems of The Turks Living in Rhodes, Kos and The
Dodecanese. 26-27 Kasım 2013 Birleşmiş Milletler Azınlık Sorunları Forumu.Cenevre.;
Kaymakçı, M., C. Özgün, 2015. Rodos ve İstanköy Türklerinin Yakın Tarihi: Ege Denizi’nde
Yükselen Sessiz Çığlık. Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği
Yayınları. ,s. 73-97
98 Mustafa KAYMAKÇI

soydaşlarımıza azınlık statüsü tanımamakta ve soydaşlarımızı değinildiği


üzere ‘Yunan Müslüman’ olarak tanımlamaktadır. Bu kapsamda “Türk” ya
da “Azınlık” nitelendirmesini içeren dernekleri tescil edilmemektedir.
Yunanistan ülkesindeki Türk azınlığı asimile etmek amacıyla ülke
dışına seyahat amacıyla giden Türkleri çeşitli bahanelerle yurttaşlıktan
çıkarmıştır. Bu uygulamada hukukî dayanak olarak, “Grek etnik kökenli
olmayan bir kimse, geri dönmemek niyetiyle Yunanistan’ı terk ettiği takdirde,
Yunan yurttaşlığını kaybetmiş ilân olunabilir. Bu aynı zamanda yurtdışında
doğan ve ikamet eden Grek etnik kökenli olmayan bir kimse için de geçerlidir.
İçişleri Bakam, Millî Konsey’in mutabakatı ile bu konularda karar verir”
tarzındaki-şimdi yürürlükten kaldırılan- Yurttaşlık Kanunu’nun 19.
maddesi kullanmıştı. Bu maddeye dayanılarak Yunan makamlarınca
vatandaşlıktan çıkarılan Türklerin sayısı gizli tutulmakla birlikte yaklaşık
60 bin Türkün yurttaşlıktan çıkarıldığı tahmin edilmektedir. Yurttaşlıktan
çıkarılanlardan çoğu Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri ve Almanya’ya
öğrenim görmek üzere giden öğrencilerdir3.
Bu konuda Rodos’tan göç etmek zorunda kalan bir Türk4; “Rodos’daki
Türklere, üniversite eğitimi yapsa bile yüksek makamlarda iş vermezler.
Askerlikte yedek subay olamazlar. Askerde Katırcı denilen bir görev vardır,
onu yaptırırlar. Şimdi yürürlükte kaldırılan 19. Maddeye göre Rodos’tan
ayrılıp da Türkiye ya da başka ülkelere giden vatandaşlar bir yıl içinde geri
dönmedikleri zaman Yunan vatandaşlığından siliniyordu. Bu durumdan
nasibini alanlardan biri de ben oldum. Ancak sıkıntılar Kıbrıs harekâtından
sonra fazlalaştı. Benim göç etme sebeplerimden birisi de budur.” diyor.
Geçen süreç içinde Türklerin pek çoğu, kültürel kimliklerinin kabul
görmemesi, şiddet ve nefret ortamını yaratılması, yakın dönemlere değin iş
kurma ve gayrimenkul satın almalarına izin verilmemesi gibi nedenlerle
Türkiye’ye göç etmiş ve Yunan Vatandaşlık Kanunu’nun eski 19.Maddesi’ne
göre vatandaşlıkları sona erdirilmiştir5.Rodos ve İstanköy’de de yaklaşık

3 Kaymakçı, M., C. Özgün, 2015. Rodos ve İstanköy Türklerinin Yakın Tarihi: Ege Denizi’nde
Yükselen Sessiz Çığlık. Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği
Yayınları.,s. 83- 84
4 Macit Külür ile yapılan sözlü görüşme.
5 Fautre, W.,2017. Greece: Ethnic Turks In Rhodes And Kos. Copyright Federal Union of

European Nationalities and Rhodes, Kos and the Dodecanese Turks Culture and Solidarity
Association. All Rights Reserved. Brussels, December 2017.s.34
Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları 99

4000 Müslüman Türkün bu şekilde Yunan vatandaşlıklarını kaybettiği,


kimilerin vatansız kaldığı tahmin edilmektedir6.
Kültürel Soykırım Sorunu7
Rodos ve İstanköy’de yaşayan Türk halkının kültürel soykırımı,
İtalya’nın Rodos ve İstanköy’ü işgalinden sonra orada egemen olan
Türklerin, İtalyan ve Rumların yanında azınlık muamelesi görmesiyle
başlamıştı. Kültürel soykırımın, adalardaki İtalyan döneminin krallık ve
faşist dönemi olmak üzere iki ayrı dönem olarak irdelenebilir. Kral Viktoria
Manuel döneminde İtalyan yönetiminin daha hoşgörülü olduğu, ancak
resmi dilin İtalyanca olması, basın ve konuşma özgürlüğünün kısıtlanması
gibi uygulamalar, adalardaki Türk halkının asimile edilme sürecinin dikkat
çekici uygulamaları arasında yer almaktadır. 1925 yılında koşullar daha da
ağırlaştırılmıştır. Daha sonraları Onikiada’da oturanlara İtalyan
vatandaşlığına geçme konusunda zorlama yapılmaya başlanmış, İtalyan
yönetimi, 1925 yılında bir vatandaşlık kanununu çıkararak Türklere
Ciddadini Turchia (Türk vatandaşı), Ciddadini Ege (Ege vatandaşı) ve
Ciddadini İtaliani (İtalyan vatandaşı) olmak üzere üç türlü vatandaşlık
hakkı tanımıştır. Ciddadini Ege (Ege vatandaşı) ve Ciddadini İtaliani
(İtalyan vatandaşı) olanlar mal alabiliyor, iş yeri açabiliyor ve devlet
memuru olabiliyordu. Türkler arasında İtalyan vatandaşı olanlar ise İtalyan
ordusunda polislik ve emniyette çalışmışlar, öğretmen de olmuşlardır8.
Günümüz koşullarında, yazının diğer kısımlarında anlatılacağı üzere
Yunanistan tarafından çift dillilik temelinde eğitim ve Türkçe öğrenme
hakkının ortadan kaldırılması, din ve ibadet hakları ile örgütlenme
haklarına getirilen sınırlamalar ve vakıf mallarının haraç-mezat

6 Kaurinkoski, K., 2012. The Muslim Communities in Kos and Rhodes: Reflections on Social
Organization and Collective Identities in Contemporary Greece.Slavica Helsingiensia Ed: By
Jouko Lindstedt anda Max Wahlstrom.Balkan Encounters-Old and New Identities In
Southeastern Europe Helsinki.s.56
7 Rodos ve İstanköy Türklerine karşı uygulan kültürel asimilasyon, son yıllarda giderek

hızlanmış, Türk olarak bilinen insanlar adalarda hiç yaşamamış olarak kabul edilmeye
başlanmıştır. Bu nedenle ilgili yayınlarda “Kültürel Soykırım “teriminin daha doğru olacağı
düşünülmüştür.
8 Özgün, C.,2019. Avrupa Ve Osmanlıların Akdenız Sıyasetı: “Ege Adaları Ve Işgaller (1912),

Ege Adalarının Unutulan Halkı: Rodos Ve İstanköy Türkleri, Ed. Mustafa Kaymakçı- Cihan
Özgün, Eğitim Kitabevi, Konya, s.223-234. Ve ayrıca lütfen bkz. Kaymakçı, M., C.
Özgün,2020. Rhodes and Kos Turks: Contributions to the Turkish War of Independence
and Current Problems, Eğitim yay., Konya, s. 18-19
100 Mustafa KAYMAKÇI

satılmasıyla kimlik-mekân arasındaki bağların ortadan yok edilmesiyle


kültürel soykırım hızlanmıştır.
Kültürel soykırım öyle bir aşamaya gelmiştir ki, Yunan yetkilileri
kaleme almış oldukları yazılarda “Onikiadalarda Türk Yoktur.” söylemini
rahatça yapabilmektedirler. Rodos ve İstanköy Türklerinin Türkiye’deki
temsilcisi olan Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma
Derneği (ROİSDER), bu konudaki tepkilerini, ilgili bakana bir mektup
yazarak göstermek zorunda kalmış ve ayrıca bir basın açıklaması
yapmışdır9.
Eğitim ve Türkçe Öğrenme Hakkı Sorunları10
Rodos ve İstanköy’de Yunanistan öncesi On Türk Okulu öğrenim
yapmakta ve Türk Okullar Birliği adı altında örgütlenme vardı.
Adaların önce İtalyan, ardından İkinci Paylaşım Savaşı yıllarında
Alman ve Britanya, son olarak da 1947 yılından sonra Yunan işgal ve
egemenliğine girmesiyle adalar yaşayan Türklerin Türk dilini
öğrenmelerine engel olunmaya başlanmıştır. Özellikle de yirminci yüzyılın
son çeyrek diliminden itibaren Rodos ve İstanköy Türkleri, yaşanan siyasal
sürecin etkisi ve Yunan devletinin kültürel soykırım odaklı yönetim
uygulaması sonucu Türk dilini öğrenmek konusunda büyük sorunlarla
karşı karşıya bırakılmıştır. Yaşanan sorunlar, sadece Türkçe öğrenme/
anadilde eğitim sorunu değildir, söz konusu sorun Türk dilinin adalar
Türkleri içinde bir “tarihsel bellek” asimilasyonuna da kapsamaktadır.
Yunan devletinin adalar Türkleri üzerinde kurduğu otorite ya da yönetim
biçemi, Türk azınlığın denetim ve takip altında tutulmasından öte bir
kültürel soykırımı işaret etmektedir. Bu soykırım Rodos ve İstanköy
Türklerinin Türk dilini öğrenmelerine engel olunarak iyice ortaya
çıkmaktadır11.
Adaların 1947 yılında Yunanistan’a verilmesi ile Türk Okulları’nda
Yunanca öğrenim de başlamıştır. Bu tarihten 1972 yılına değin Rodos ve

9 Kaymakçı, M.,2020. Yunanistan Onikidalar Parlamentosu Turizm Bakan Yardımcısı


Emmanoul Konsolas’in “Onikiadalarda Türk Olmadığı”na haberine ilişkin olarak ilgili
bakana gönderilen ROİSDER mektubu.
10Kaymakçı, M.,2017. Rodos ve İstanköy Türklüğü Ansiklopedisi. Rodos, İstanköy ve

Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Yayınları s.90-94


11 Özgün,C.,2020. The Problem of Memory and Turkish Language Learning in Rhodes and

Kos (İstanköy)Turks, Turkish Culture in Rhodes and Kos, Ed. Mustafa Kaymakçı- Cihan
Özgün, Eğitim Pub., Konya, s. 79-80.
Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları 101

İstanköy’deki okullarda çift dillilik temelinde Türkçe eğitim-öğrenim


yapılmıştı. Bu süreçte, Yunan idaresinin, anılan okullara verilen ödeneğin
yavaş yavaş azalttığı gözlemlenmiştir. Yunan Hükümetinin mali sıkıntılar
içinde bulunmasından dolayı Türk okullarına fazla yardım edemeyecekleri
aktarılmıştı.
Son olarak, Rodos’ta Türkçe öğrenim veren okullardan biri olan
Süleymaniye Medresesi’nin adı, 1972 yılında Rodos 13. Şehir İlkokulu
olarak değiştirilmiş ve o tarihten itibaren ise Türkçe öğrenme tamamen
yasaklanmıştır. Günümüzde Rodos ve İstanköy’de yaşayan Türkler, Yunan
devlet okullarına gidiyor, ancak din derslerinden muaf tutuluyorlar. Devlet
okullarında eğitim gören Türk çocukları, bugün Türkçeyi çok az derecede
konuşabiliyorlar. Bu okullardan mezun olan çocukların adalarda
mesleklerini yerine getirme konusunda da geçmişte uzunca bir süre
belirsizlik yaşanmıştı. Diğer yandan Yunan okullarında Türk çocuklarına
karşı olumsuz eylem ve tavırların sergilendiği de bilinmektedir.
Bütün bu gelişmeler bir arada değerlendirildiğinde, adalarda
Türklerin kültürlerini ifade etme aracı olan “Türk Dili” ve buna bağlı eğitim
ile din gibi kültürel aktarım araçlarının da Yunanistan’ın uyguladığı
kültürel arınma politikası karşısında büyük tehlikelerle karşı karşıya
olduğu gözlemlenmektedir.
Adalar Türklerinin kimliklerini korumak konusunda en çok
yakındıkları nokta, Türkçenin Rodos ve İstanköy Türkleri arasında bir
iletişim dili ya da kültürel aktarım aracı olarak eski önemini yitirmesidir.
Rodos1944 doğumlu bir kaynak kişinin “…Türkçe bitti. Evlerde Türkçe
konuşulmuyor. Bizim zamanımızda hep Türkçe konuşuyorduk. Şimdi
büyükler evin içinde Türkçe konuşuyorlar ama çocuklar Yunanca
konuşuyorlar. Yani Türkçe’yi silmişler defterden…”12 sözleri sorunu özetler
niteliktedir.
Daha da endişe verici olan 1950 doğumlu olan ve Rodos’ta yaşayan
bir kadın görüşmecinin “İki kızım var, Onlar Yunan’da okudular. Türkçe
bilmiyorlar” şeklindeki ifadesidir13. Adalar Türklüğüne ilişkin yapılan sözlü
tarih projesi kapsamında görüşülen kaynak kişilerden elde edilen bilgiler,
Rodos ve İstanköy’de yaşayan Türkler arasında bu sorunun yaygın
durumda olduğunu ortaya koymaktadır.

12 Yılmaz Demirci ile yapılan sözlü görüşme


13 Adı saklı
102 Mustafa KAYMAKÇI

1953 doğumlu bir başka kaynak kişi de benzer bilgileri


aktarmaktadır: “…Din dersinde sure öğreniyorduk, Yunanca da okuma
yazmayı öğrendik, Yunanların o vakit istediği kitaplardan basılmış
olanlardan Tarih öğrendik… Benim çocuklarım da Rodos’ta olan okullarda
okudular fakat hiçbiri Türkçe okumadı. Dersleri Yunanca idi, bu yüzden yaz
dönemlerinde çocuklarımı o vakitler Mustafa öğretmene gönderdim, özel
ders aldırdırm. Bastiyalı isminde bir hoca daha vardı, onlara göndermiştim
yaz döneminde, Türkçe ders alsınlar diye, orda biraz Türkçe alfabeyi
öğrendiler. Türkçe okumayı öyle öğrendiler…”14
Rodoslu Türklerden birisi bu konuda şunları söylüyor15: “Türk
okulları kapatıldığı için çocuklar Türkçeyi unutmaya başladılar. Bir nedeni
de şu: Bazı Türk evlerinde çocuğum Yunanca derslerinde başarılı olsun,
Yunanlılarla ilişkilerinde yabancılık çekmesinler diye Türkçe konuşulmuyor.
Fakat öyle yapmayan aileler de var, evlerinde Türkçeyi çocuklarına
öğretmeye çalışıyorlar. Aslında anne baba evde Türkçe konuşmuş olsalar,
çocuklarını arada sırada Türkiye’ye götürseler, bunun önüne geçilebilir. Kimi
aileler de var, hiç Türkçe bilmeseler bile, Ramazan’da mevlit okutuyorlar,
hatim indiriyorlar.”
Bir başkası ise görüşlerini şöyle dile getiriyor16: “Türkçe bitti. Evlerde
Türkçe konuşulmuyor. Bizim zamanımızda hep Türkçe konuşuyorduk.Şimdi
büyükler evin içinde Türkçe konuşuyorlar ama çocuklar Yunanca
konuşuyorlar. Türkçeyi yüzde 90 silmişler defterden. Bu hadisede Türk
okullarının kapatılması olumsuz rol oynadı. Ben akıllılık yapıp gelmişim
buraya. Şimdi çocukların hepsi mecburen Yunanca okuyorlar. Benim yeğenim
bana Yunanca sesleniyor. Beş sene sonra Türkçe bitecek.Bunu önlemek
anadan babadan geçiyor.Rumca seslenen çocuklara Türkçe cevap verseler bu
iş düzelir gibi geliyor bana.”
Günümüzde çocuklar ve gençler arasında Türkçe konuşanlara
rastlamak çok olası değildir. Konuşanların da kırık dökük Türkçeleri söz
konusudur. Türkler bundan hoşnut olamadıklarını belirtmektedirler17.18
19:“Şimdi geldiğimiz noktada olağanüstü bir asimilasyon var. Evlilikler

nedeniyle, çocukların eğitimi nedeniyle Rodos’taki Türk ve Müslümanlar

14 Adı saklı
15 Adı saklı
16 Yılmaz Demirci ile yapılan görüşme
17 Adı saklı
18 Adı saklı
19 Adı saklı
Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları 103

kimliklerini yavaş yavaş kaybediyorlar, unutuyorlar. Yunanca “Zaman hiç geç


kalmaz” diye bir deyim vardır. Ama bizimki çok geç kaldı. Biz artık burada,
sarma dibi derler, son kalıntıları kaldık. Ne başımız belli ne sonumuz belli, her
gün bir Türk kızı Rum’la evleniyor diye duyuyoruz. Türkler düzgün Türkçe
konuşamıyorlar. Türk’le Türk Rumca konuşuyorlar.”
Rodos ve İstanköy’de Türkçe’nin öğretim ve eğitim dilinden
dışlanması dışında göze çarpan en önemli sonuç, Türklerin giderek eğitim
düzeylerinin düşmesidir20. Türkler, yukarıda da belirtildiği üzere ortaokul
ve liselerden sınırlı şekilde yararlanabilmekte ve eğitim açısından,
Yunanistan genelinin oldukça altına kalmaktadırlar.
Çift dillilik temelinde Türkçe eğitim-öğrenim hakları adalarda
yaşamakta olan Türklere verilmediği taktirde, orta gelecekte bir kadim
kimlik olan Rodos ve İstanköy Türklüğü yok olacaktır.
Din ve İbadet Sorunu
Günümüzde, 1972 yılında adalardaki bütün Türk okullarının
kapatılmasıyla birlikte din dersi de kaldırılmıştır. Yunanistan Devlet
okullarına gidebilmekte olan soydaşlarımız, ortodoks din derslerinden
muaf tutulmalarına karşın, “Müslüman Dini Eğitimi” haklarını da
kullanamamaktadırlar.
Günümüzde, Yunanistan Devlet okullarına gidebilmekte olan
soydaşlarımız, din derslerinden muaf tutulmalarına karşın, dini eğitim
haklarını da kullanamamaktadırlar. Yunan Hükümetleri, Rodos ve
İstanköy’de yaşamakta olan Türkleri, Türk Kimlikleri ile değil, Müslüman
olarak kabul etmektedir. Bununla birlikte ortaya çıkan ikilem şudur:
"Müslüman Yunanlı" olarak tanımlanan Rodos ve İstanköy Türkleri’nin
Müslümanlıklarını da öğrenmeleri yasaktır21.
Camilere gelinci durum şudur: 14 cami bulunan Rodos’ta ibadete açık
tek cami olan İbrahim Paşa Camii sadece öğle ve cuma namazları için
açıktır. Ancak küçük olması nedeniyle soydaşlarımıza hizmet vermekte
yetersiz kalmaktadır. İstanköy'de ise sadece Germe Camii’nin avlusu
ibadete açık durumdadır. İstanköy merkezde bulunan Defterdar İbrahim

20 Rodos, İstanköy ve Onikiada Türklüğünün Yakın Tarihi Üzerine Sözlü Tarih Projesi Kesin
Raporu 2014
21 Kaymakçı, M., C.Özgün, 2015., a.g.e,s. 134.
104 Mustafa KAYMAKÇI

Paşa Camii de depremden sonra mimarisinin yıkılmasıyla ibadete


kapanmıştır22.
Bugün dini anlamda da adalardaki Türk azınlığı temsil
edilmemektedir23. Benzer durum İstanköy’de de söz konusudur. Adada
yaşayan Türklerin Yunan asıllı yurttaşlarla fırsat eşitliği açısından haksız
bir durumda bulundukları önemle belirtilmelidir. Daima geride, baskı
altında, ezik ve silik bir yaşantı sürdürmeye zorlanmışlardır ya da
zorlanmaktadırlar. Cemaatin haklarını gözetecek ya da dini işleri
yürütebilecek bir önder yokluğu, ada Türklerinin kimliksel varlıkları için
büyük tehlike oluşturmaktadır. Örneğin günümüzdeki İstanköy Evkaf
Başkanı’nın Türk olduğu halde Türklüğünün inkâr etmesi Türk
toplumunun beyin takımından yoksun bulunduğu ve göçle parçalanmaya
uygun bir konuma düştükleri kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Aslında 1938 yılına İstanköy’de var olan müftülük ise Onikiadanın
İtalyan Valisi De Vecchi tarafından ortadan kaldırılmıştı. Ada, Yunanistan’a
verildikten sonra da sorun üzerinde durulmadığı için yeni müftü tayin
edilmemişti24.
Din konusunda da ortaya çıkan bu durumun, Rodos ve İstanköy
Türklerinin bilgisizlikten korkudan kaynaklanan yanının da olduğu
gözlemlenmektedir. Adalardaki Müftülük kurumunun Yunanistan’ın taraf
olduğu antlaşmalar doğrultusunda geçerli olması gerektiğini ifade eden çok
az adalı Türk vardır,büyük bir çoğunluğu ise haklarını bilmemekte,bilseler
bile ifade etmekten korkmaktadırlar.25.Aslında anılan konularda yayınları
olan Cin26 bu görüşleri doğrulamaktadır. Yazar,“Yunanistan’da Rodos,
İstanköy, Atina, Thiva, Ptolemayida ve Batı Trakya’da yaşamakta olan
Müslüman Türk azınlığı hukuki statüsünün,1881 İstanbul Antlaşması,1913
Atina Antlaşması, 1920 tarihli Yunanistan’daki Azınlıkların Haklarına Dair
Sevr Antlaşması ve 1923 Lozan Antlaşması ile belirlendiğini,bugün de
yürürlükte bulunan bu antlaşmalar kapsamında Yunanistan’daki Türklerin

22 Kırevliyası,A.,2019. Özel Notlar, İzmir


23 Dilek,B.S.,2008. a.g.e., s.131 vd.
24 Çelikkol,Z., 1990.İstanköy’deki Türk Eserleri ve Tarihçe, TTK yay., Ankara, , s. 23.
25 Kırevliyası,A.,a.g.g ; Ahmet Nejat Kaymakçı ile yapılan sözlü görüşme; Saadet Sarı ile

yapılan sözlü görüşme


26 Cin,T.,2003.Yunanistan'daki Müslüman Türk Azınlığın Din ve Vicdan Özgürlüğü

(Başmüftülük ve Müftülükler Sorunu) Seçkin Yayınları, Ankara;


Cin,T., 2009.Yunanistan'daki Türk Azınlığın Hukuki Özerkliği (Müftülük Meseleleriyle İlgili
Yunan Yargıtay Kararları ve Diğer Belgeler), Orion Kitabevi, Ankara
Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları 105

hukuki,yönetsel ve eğitim ve öğretim özerkliğine sahip olması ve de bunlara


bağlı olarak “Başmüftülük ve Müftülük” kurumları gibi kurumların
varlığının sürdürülmesini gerektiğini” ifade etmektedir.
Bilindiği üzere 1923 Lozan Antlaşması’nın "Siyasî Hükümler" adını
taşıyan I. kısmının III.Faslı, "Azınlıkların Korunması" ile ilgili 37-44
maddeleri, Türkiye’deki Müslüman olmayan azınlıkların statüsünü
belirleyen hükümlükleri kapsamaktadır27.
Antlaşmanın bu maddelerinden sonra gelen 45.Maddesi’nde ise açık
bir şekilde “Bu kesimdeki hükümlerle, Türkiye’nin Müslüman olmayan
azınlıklarına tanınmış olan haklar, Yunanistan’ca da kendi ülkesinde bulunan
Müslüman azınlığa tanınmıştır” denmektedir.
Cin, Lozan Antlaşması’nın 44. Maddesi’nin Türkiye’ye yüklediği
yükümlülükten yola çıkarak, “Yunanistan'ın yükümlendiği hükümler
uluslararası nitelikte sayılarak Milletler Cemiyeti'nin güvencesi altına
konmakta, Cemiyet Konseyi'nin çoğunluk kararı olmadan değiştirilememekte,
Konsey üyelerinden herhangi biri bu hükümlere aykırı davranış gördüğü
zaman bunu Konsey'in dikkatine sunabilmekte, Konsey de bu konuda gerekli
göreceği yönergeleri verebilmektedir. Bir anlaşmazlık durumunda
Uluslararası Daimî Adalet Divanı'na gidilecek ve Divan'ın hükmü kesin
olacaktır.” şeklinde yorumlanması gerektiğini ifade etmektedir.
Cin, vakıflar yönetimi ile eğitim ve öğretimin de aynı kapsamda ele
alınmasını dile getirmektedir.
Özetle, günümüzde Rodos ve İstanköy’de müftülük kurumu yoktur ve
Türkleri bir arada tutacak güçlü bir otoritenin söz konusu boşluğu
doldurması gerekmekte olduğu açıktır. Bütün bunlara karşın,ada
Türklerinin dini gün ve bayramlarını kutlamak, mezarlıkları ziyaret etmek
gibi pek çok eylemle din konusundaki duyarlıklarını sürdürmeye devam
ettiği gözlemlenmektedir.Bu bağlamda sözlü tarih projesi kapsamında din
konusunda kendilerine yöneltilen sorulara verilen cevaplar,adalarda
yaşayan Türkler için “din”’in aidiyet duygularını güçlendiren önemli olgu
olduğunu göstermektedir.Örneğin Rodos 1945 doğumlu kaynak bir kişi
dinle ilgili özel günlere verilen önemi ve ayrıca mezarlık ziyaretleri yaparak
din konusunda gösterilen özel ilgiyi şu cümlelerle aktarmıştır: “…Üç beş

27 http://www.abchukuk.com/arsiv/lausannne.html.Erişim 20 Aralık 2014


106 Mustafa KAYMAKÇI

arkadaşımla birlikte sürekli kabristana giderdik, ölülerimizi ziyaret eder, dua


ederdik. Her kurbanda da kuzu keserdik…”28.
Diğer yandan bütün bunlara karşılık, Yunanistan Eğitim ve Din İşleri
Bakanlığı’nın 2019 yılında ibadethanelere gerçekleştirilen saldırılar ve dini
topluluklara yönelik düzenlemelere ilişkin raporunun, Rodos ve İstanköy
özelinde de objektiflikten uzak ve hatalı olduğu gözlemlenmektedir.
ROİSDER, bu konuda kaleme almış olduğu bir mektubu ilgililere
iletmiştir29.
Örgütlenme Sorunu
Batı Trakya’da olduğu üzere Rodos ve İstanköy Türklerinin, “Türk”
olarak tanımlayan örgütler kurmaları olası değildir. Yunanistan, etnik
azınlıkların yasal statüsünü tanımamakta ve onların kamu düzenini
bozduklarını varsaymaktadır.
Rodos ve İstanköy Türklerinin sivil toplum anlamında örgütlenmeler
çok yeni sayılabilir. Rodos’ta Türkler, “Rodos Müslüman Kardeşler
Derneği”’nde, İstanköy’de ise “İstanköy Müslüman Kardeşler Derneği””
adıyla örgütlenmişlerdir30.Onlar için kimliklerini korumak için tek çarenin
kendilerini Müslüman olarak tanımlamak geçtiği söylenebilir.
Rodos ve İstanköy’de örgütlenmenin geç kalmasının birçok nedenleri
vardır. En önemli nedeni, uzunca bir süre İtalyan ve Alman işgali sırasında
ve arkasından adaların Yunanistan’a verilmesiyle Türklere karşı uygulanan
kimliklerinin yok edilmesine yönelik devlet uygulamalarının yarattığı
korku olduğu söylenebilir. Bu korku beslenmektedir. Örneğin Rodos ve
İstanköy’de dernekler kurulduğu zaman Türkiye’nin ajanı olarak
suçlanmışlardır.
Anılan devlet korkusu, Türkiye’ye göç eden birinci kuşağa da
yansımıştır. Sivil toplum örgütlenmesi, devletle karşı karşıya kalmak gibi
algılanmıştır. Diğer yandan adalarla ilişkilerini sürdüren göçmenler,
Türkiye’deki örgütlenmeden Yunanistan’daki akrabalarının zarar göreceği
algısına da sahiptiler. Bu nedenle birinci kuşak, sivil toplum
örgütlenmesine karşı sürekli çekimser, hatta uzak kalmıştır. Örgütlenme

28 Adı saklı
29 Kaymakçı, M.,2021. Yunanistan Eğitim & Din İşleri Bakanlığı Din İşleri Genel
Sekreterliği’ne Bakanlığı’nın 2019 yılında ibadethanelere gerçekleştirilen saldırılar ve dini
topluluklara yönelik düzenlemelere ilişkin raporuna ilişkin ROİSDER mektubu.
30 Fautre, W.,2017.a.g.e.,,s.44-45
Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları 107

bilinci, Rodos ve İstanköy doğumlu, ancak Türkiye’ye göç ederek eğitim ve


mesleklerine Anayurt’ta kavuşan ikinci kuşakta zamanla ortaya
çıkmıştır31,32.
Türkiye’de kalıcı bir örgütlenme, özellikle Rodos Göçmenlerinin
ağırlıklı olarak yaşamakta olduğu Karşıyaka (İzmir)’da 1996 yılında Prof.
Dr. Mustafa Kaymakçı’nın önderliğinde bir araya gelmesiyle
gerçekleştirilmiş ve Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve
Dayanışma Derneği (ROİSDER) kurulmuş bulunmaktadır. Geçen süreç
içinde başta Marmaris, Bodrum, Fethiye, Antalya, İstanbul olmak üzere
Türkiye’nin kıyı kentlerinde yerleşmiş bulunan Rodos ve İstanköy doğumlu
Türkler ve onların çocukları ile bağlantılar kurulmaya başlanıyor. Bu
çalışmalar sonunda İstanbul ve Antalya’da Şubeler açılmış ve Ankara’da bir
temsilcilik oluşturulmuştur.
Derneğin en önemli amacı, Rodos ve İstanköy Türklerinin sorunları
ve çözüm yolları konularında ulusal ve uluslararası farkındalığın
oluşturulması doğrultusunda etkinlikler yapmaktır.
Osmanlı Türklerinden Kalan Kültür Mirasının Korunması
Sorunu
Rodos ve İstanköy’de Osmanlı Türkleri’nden kalan kültür mirasın
bakımı ve tamirlerine izin verilmemekte, tamirler ya da onarımlar
göstermelik olmakta ve eserler zamanın tahribatına bırakılmaktadır33,34,35.
Ortodoks mekanlar ayrıcalıklı tutulurken Türk-Müslüman camileri,
görünmez, hatta minaresiz ve kubbesiz bir şekilde tanınmaz bir duruma

31 Kaymakçı, Mustafa, 2014. Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma


Derneği’nin Kısa Tarihçesi. (Ed.,) Mustafa Kaymakçı, Cihan Özgün (İç.,) Rodos ve İstanköy
Türklüğü. Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Yayınları
Bornova-İzmir,s.295-305
32 Kaymakçı, M., C.Özgün, 2015. Rodos ve İstanköy Türklerinin Yakın Tarihi: Ege Denizi’nde

Yükselen Sessiz Çığlık.Rodos,İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği


Yayınları., Bornova-İzmir s. 101- 106.
33 Çelikkol, Z.,1990.İstanköy’deki Türk Eserleri ve Tarihçe. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih

Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara


34 Çelikkol, Z.,1992.Rodos’taki Türk Eserleri ve Tarihçe. (Genişletilmiş mukayeseli 2.Baskı)

Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.
35 Konuk,N., 2008. Midilli, Rodos, Sakız ve İstanköy’de Osmanlı Mimarisi/Ottoman

Architecture in Lesvos, Rhodes, Chios and Kos.Stratejik Araştırmalar Merkezi(SAM) Yayını,


Ankara
108 Mustafa KAYMAKÇI

getirilmiş, kimilerinde de göstermelik ve uzun süren onarımlar yapılarak


göz boyanmak istenmektedir.
Rodos’ta bulunan camiler tadilat gerekçesi ile kapatılmış
bulunmaktadır. Bugün yalnızca İbrahim Paşa Camii ibadete açıktır.
Süleymaniye Camii’nin açılması için yapılan müracaata camiinin Unesco
tarafından tarihi eser olarak vasıflandırılması nedeni ile ibadete
açılamayacağı cevabı verilmiştir. Daha sonra başlatılan
onarım(restorasyon) çalışmaları onlarca yıl sürdürülmüş, çalışmalarında
ise Osmanlı Desenleri değiştirilmiştir.2012 yılında onarım çalışmaları
tamamlanan cami, ilk kez Kurban Bayramı’nda ibadete açılmıştır. Caminin
müze olacağı bildirilmektedir.
Zamanın tahribatına bırakılarak yok edilmesi istenen bir başka örnek
Recep Paşa Camii’dir. Bu konuda Ahmet Kırevliyası36 şunları söylüyor;
“Recep Paşa Camii, Rodos’un Osmanlı İmparatorluğu döneminden miras
kalan tarihi eserlerinden biriydi. İçi İran seramikleri ile süslü Recep Paşa
Camii’nin 2004 yılında müzeye dönüştürüleceği açıklanmış, ancak
restorasyon başlatılmamıştı. Etrafı çevrilen, demir iskelelerin ayakta tuttuğu
Recep Paşa Camii bir anlamda kaderine terkedildi. Recep Paşa Camii’nin
bakımsızlık ve ilgisizlik nedeni ile yıkılmış olması çok üzücü. Restorasyon
yapılarak müzeye dönüştürüleceği ifade edilen Recep Paşa Camii’ye zaman
içerisinde herhangi bir çivi dahi çakılmadı. Bir anlamda kaderine terk
edilerek yıkılması beklenen Recep Paşa Camii, sonunda yıkıldı. Bir kültür
mirası daha yok oldu. “Kayıtlara göre, Recep Paşa Camii, 19 Aralık 2011
tarihinde yıkılmış bulunmaktadır37.
Bir başka Rodoslu.Ali Yücesoy38da şu tespitleri yapıyor: “Benim
bildiğim kadarıyla Rodos’ta yirminin üzerinde cami vardı, şimdi camilerden
ikisi açık. Bir tanesinde dini nikah yapılıyor, bir tanesinde mevlid okunuyor ve
namaz kılınıyor. Geri kalan camilerin hepsi yıkılmış, göçmüş vaziyette. Yunan
hükümetine yıkılmak üzere bir cami için tamir edin şeklinde müracaat
yapılınca hallederiz diyorlar, bir iskele kuruyorlar ve camiyi kapatıyorlar.
Onarımı yapılacak diye bir levha asılıyor ve iskele ile yıkılıncaya kadar

36 Kırevliyası,A., a.g.e
37 Kaymakçı, M., 2011. Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma
Derneği’nin 28 Aralık2011 tarihli “Yunanistan Hükümeti’ni Osmanlı Türkleri’nden Kalan
Mimari Eserleri Bir İnsanlık Kültür Mirası Olarak Kabul Etmeleri Gerektiğini Hatırlatmak
İstiyoruz.” başlıklı basın açıklaması
38 Yücesoy, A., a.g.g
Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları 109

bekletiliyor. Mesela, Murat Reis Türbesi var. Ben Türkiye’ye göç etmeden önce
çok güzeldi, en son gidip gördüğümde ise yıkılmış vaziyette, içler acısıydı.”
Ali Hilmi Paşa Camisi, restore edilip Kıbrıs Evi haline
dönüştürülmüştür, Şehitlik Mescidi sağlık merkezi, Katavya Köyü Mescidi
kafeterya olarak kullanılmaktadır. Gani Ahmet Semti Okul-Camisi,
apartman haline getirilmiştir. Salakoz Köyü Cami yok edilmiştir.
Rodos’un Osmanlı Türklerinden kalan önemli kültürel miraslarından
biri de Murat Reis Türbesi ve Külliyesi’dir.İçinde camii de bulunan külliye
binaları harap durumdadır ve ayakta zor durmaktadır. Külliye mezarlığının
yarısı yok edilmiştir. Cami Külliyesi’nin daha önce “Müftü Evi” olarak
kullanılan bölümü de konservatuvar haline getirilmek istenmişti. Listeyi
uzatmak mümkündür.
Restorasyon kapsamında minaresi ve camları yıkılan bir başka cami
de Muradiye Camii idi. Bu camii,1970 yılına kadar Türk cemaatine aitti. Bu
tarihten sonra Rodos Başmetropolitliği'ne bırakılan cami, 1990 yılına kadar
ibadete açık kalmıştı. Daha sonra camide görevli olan imam ve müezzinin
ölümü ile ibadethanenin kapısına kilit vurulmuştur. Günümüze kadar
kapalı kalan cami, şimdi ise Avrupa Birliği tarafından sağlanan fon ile
kiliseye dönüştürülmektedir.
Aslında kültürel eserlerin zamanın tahribatına bırakılarak yok
edilmesinin ardındaki gerçek, ada Türklerinin geçmişle bağının kopararak
asimilasyonun bir parçası uygulamalarıdır.
Dilek39 Murat Reis Türbesi ve Külliyesi bağlamında şunları söylüyor:”
… Açık açık söylenmese de, Murat Reis Camii’nin kapatılmasında, türbesinin
ve çevresindeki külliyenin kaderine terk edilmesindeki temel amaç, Türk
cemaatinin bir araya geldiği, ortak kültürünün temsil ettiği, geçmişle bağını
sürdürdüğü yerlerin işlevsiz bırakılmasıdır. Yunan derin devleti ince bir
operasyonla bu politikasını sürdürür.” Dilek bu savını,30 Ocak 2005 tarihli
Prodos gazetesi’nin “Murat Reis Mezarlığı’ndaki kitabeler Amerikalı bir
araştırıcı tarafından inceleniyor” başlıklı bir habere dayandırmaktadır. İlgili
haberde40 Dr. Barnes adlı araştırıcı’nın Murat Reis’in aslında bir Osmanlı
Paşası değil, bir Arap denizcisi olduğu ileri sürülmekteydi.

39 Dilek.B.S.2008.a.g.e
40 30 Ocak 2005 tarihli Prodos Gazetesi.
110 Mustafa KAYMAKÇI

Özetle, adalarda Osmanlı Türklerinden kalan mimari eserler talan


edilmekte, elde kalanlar ise göstermelik olarak korunmaya alınmaya
çalışılmaktadır.
Vakıflar Sorunu41,42,43,44
Vakıf düşüncesinde bulunan “yardımlaşma”, “toplum menfaatinin
gözetilmesi”, “özel mülkiyetin, toplum mülkiyetine dönüşmesi” gibi çok sayı
da ayrıntı da, vakfın toplumsal kimlik, aidiyet ve yurt sevgisi gibi duyguları
doğrudan besleyen çok önemli bir kurum olduğunu ortaya koyar45.
İtalyan Yönetimi’nce, Vakıf (Evkaf)46’a ait malların bir komisyon
tarafından idare edilmesi kararlaştırılmıştı. 1947 yılında adaların
Yunanistan’a geçmesinin ardından baskı ve yok etme siyaseti uygulanmaya
başlamış ve ilk olarak cemaat ve vakıf yönetimini denetlemek için hükümet
murahhası atanmıştır.
Yunanistan,1970 yılından ise Katalipsis olarak bilinen kanunla “On yıl
içerisinde tapu dairesine bildirilmeyen taşınmaz mal ve mülkler hazineye
intikal eder.” bir hüküm de getirmiştir. Bu hüküm gerekçe gösterilerek
adalarda Türklere ait mallar gasp edilmiş ve Vakıflar sorunu çözülememiş
bir sorun olarak bugüne dek gelmiştir.
Günümüzde Vakıf İdaresi de Yunan Devleti’nin mutlak denetimi
altında bulunmaktadır.1967 yılından itibaren cemaat ve vakıf idaresini
denetlemek amacıyla Yunan makamlarınca Hükümet murahhası atanmaya
başlanmıştır. Ayrıca, hukuki olarak vakıf mallarının satılmasının yasak
olmasına karşın, birçok vakıf malı Yunan makamlarınca atanan vakıf

41 Kaymakçı,M.,2017a.g.e..s.129-132
42 Erdoğru, M. A..,2016. Rodos’ta Türk-Müslüman Vakıflarının Durumu (İç.) Rodos ve
İstanköy Türklüğü Genişletilmiş İkinci Baskı (Ed.) Kaymakçı, M. ve Özgün, C. Rodos,
İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Yayınları s.195-219
43 Dilek, B. S., 2017. Ege’nin Unutulan Türkleri (Genişletilmiş İkinci Baskı) Rodos, İstanköy

ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Yayınları.s.135-162


44 Günümüzde Rodos ve İstanköy Türk Vakıfları’na ait taşınmaz malların haraç-mezat elden

çıkarılması hızlanmıştır. Vakıflara ait taşınmaz mallar nerdeyse kalmayacak duruma


getirilmiştir.Bu konudaki son örneklerden birisi, İstanköy’de yapılması tasarlanan Hastane
Binası için vakıfa ait arazinin elden çıkarılması ile Gurniati-SchınarI mevkiindeki 34120
metre karelik yine vakıfa ait bir arazinin 31 Ocak 2019 tarihinde müzayede ile satılacağı
bildirilmiş ve Haziran 2019’da satılmıştır.
45 Geniş bilgi için bkz. Akbulut, İ., 2007. “Vakıf Kurumu, Mahiyeti ve Tarihi Gelişimi”, Vakıflar

Dergisi, XXX. Sayı, Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara, s 61-72.


46 Rodos ve İstanköy Türkleri’nce “Vakıf” sözcüğü yerine yaygın olarak “Efkaf” sözlüğü

kullanılmıştır.
Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları 111

idarecileri tarafından bağışlanmış ya da değerlerinden daha düşük bir


fiyata satılmıştır bu bağlamda soydaşlarımızın da vakıf mallarının satılması
konusunda açılan ihalelere katılmaları yasaklanmıştır.
Rodos ve İstanköy’de yaşayan Türklere ait vakıfların
taşınmazlarından, ticari kuruluşlar ile aynı oranda emlak vergisi
alınmaktadır. Diğer kısıtlara ek olarak getirilen ağır vergi borçları altına
giren vakıfların, sahip oldukları mülkleri onarma olanağı da bu şekilde yok
edilmiştir. Bu da uygulamanın ne kadar ayrımcı olduğunu göstermektedir.
Diğer yandan Yunan hükümetleri, Vakıf Dairesi’ne sürekli masraflar
yaptırarak elindeki arazileri ve malları sattırmakta, Vakıf Dairesi
güçsüzleştirilmektedir. Yunan Hükümetleri bu uygulamayı, ne yazık ki
bazen kendilerine verilen emanete ihanet eden kişileri Vakıf Yönetim
kurullarına atama yaparak gerçekleştirmektedir.47 .
Rodos ve İstanköy’deki Türk İslam vakıfları, adaların Yunan
egemenliğine girmesine kadar, Türklerin hem kendilerini maddi kültür
varlıkları üzerinden tanımlanmalarına, hem de ortak bir tarih içinde kendi
kültürel kimliklerini korumalarına çok büyük katkı sağlamıştır. Adalardaki
vakıflar, Osmanlıdan intikal eden Türk İslam mekânları üzerinden bir
kimliğin inşasında da aracı rol üstlenmiştir. Vakıf kurumu adalardaki
Türklerin, Türk İslam eserlerine yönelik sahiplenme, koruma ve aidiyet
duygularını da pekiştirmiştir. Mekân ya da maddi kültür varlıklarının
hatırlanan yerler arasında yer almaları genellikle dağınık insanlar ya
topluluklar için sembolik bir birleştirici görevini görmektedir. Bu durumun
nedeni ise okul, kütüphane, cami gibi kültürel yapıların yaşanılan yer ve
mekânsal kimlikle eşbiçimli (izomorfik) bir ilişki içinde olmasından
kaynaklanmaktadır.
Vakıf kurumu, kültürel kimliğin derinlerinde yatan kök/aidiyet,
toprak ve sınır imgelerini sürekli canlı tutar ve yer anlayışı, kültür ve kimlik
bağıntısı arasında da güçlü bir köprü kurar. Rodos ve İstanköy adalarında
“mekânsal kimliğin” yok olması, vakıf kurumunun zayıflatılması ya da
işlerliğini yitirmesiyle daha da hızlanmıştır. Osmanlı egemenliğinden
günümüze intikal eden adalardaki maddi Türk İslam kültür varlıklarının,
Yunanistan hükümeti tarafından bakımı ve tamirlerine izin verilmemesi,
tamirlerin göstermelik olması, vakıf kurumunun doğasına uygun bir şekilde
işleyişinden mahrum bırakılması gibi politikalar, Rodos ve İstanköy’deki
Türk eserlerinin hızla tahrip olmasına kapı aralamaktadır. Üstelik Yunan

47 Fautre,W.,2017.a.g.e.,s.17
112 Mustafa KAYMAKÇI

hükümetlerinin adalardaki Türk İslam vakıflarını yavaş yavaş kamulaştırıp,


ekonomisine kaynak olması amacıyla da vergilendirmesi, Yunanistan
devletinin sözü geçen adalardaki Evkaf Dairesi’ne, sürekli masraflar
yaptırarak elindeki arazileri ve malları sattırmaya çalışması, adalardaki
Türklerin mekânsal kimliklerine doğrudan bağlı olan aidiyet duygularına
da büyük zarar vermektedir. Bir başka deyimle, adalardaki Vakıflar sorunu
Rodos ve İstanköy’deki Türk eserlerinin yok olmasından başka, bu
eserlerden beslenen Türk kimlik ve aidiyet duygularını da tehlikeye
sürüklemektedir. Dahası, vakıf malları üzerinde yaşanan sorunlar Rodos ve
İstanköy Türklerinin eğitim ve ibadet özgürlüğüne de engel olacak türden
sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Adalardaki Müslüman Türklerin eğitim, din
ve ibadet özgürlüğünü yaşayabilmeleri vakfa ait malların korunmasına
bağlıdır. Vakıflar sorununun çözülmesi hem adalardaki Türklerin
kısıtlanmış durumdaki sivil ve sosyal özgürlüğünü sağlayacak ve hem de
Türk kimliğinin korunması, mekânsal ve yurt aidiyetlerinin de
güçlenmesine katkı sağlayacaktır48.
Özete şu söylenebilir;değinildiği üzere adalardaki Türklerin
mekânsal kimliklerine doğrudan bağlı olan aidiyet duygusunu ortadan
kaldırmak için Rodos ve İstanköy adalarında vakıf mallarının haraç-mezat
elden çıkarılması için Yunanistan yetkililerin her türlü girişimleri söz
konusu olmaktadır.Bunun son örneklerinden birisi,Yunanistan Kültür ve
Spor Bakanı Lina Mendoni’nin İstanköy’e gerçekleştirdiğiniz ziyarette,
hasarlı camilerin bakım ve onarımının devletten beklenilmemesi ve vakıf
mallarının satışıyla yapılması gerektiği konusundaki açıklamasıdır.Bu
konu üzerinde yine ROİSDER,daha önceki anımsatmalarına koşut olarak
ilgili bakana devlet olarak görevlerini anımsatan bir mektubu göndermek
zorunda kalmıştır.49
Nefret ve Baskı Ortamı Sorunu50

48 Özgün, C., 2019. “Assessments On The Relatıonshıp Among Identity, Space and
Foundatıons In Rhodes And Kos”, Turkısh Foundatıons İn Rhodes And Kos, Editors: Prof.
Dr. Mustafa Kaymakçı Assoc. Prof. Dr. Cihan Özgün Assoc. Prof. Dr. Fırat Yaldız, Konya, pp.
69-70
49 Kaymakçı, M., 2020. Rodos ve İstanköy Türk-Müslüman Vakıflarının korunması için

Yunanistan Kültür ve Spor Bakanı Lina Mendoni’ye gönderilen 2 Kasım 2020 tarihli
ROİSDER mektubu.
50 Rodos, İstanköy ve Onikiada Türklüğünün Yakın Tarihi Üzerine Sözlü Tarih Projesi Kesin

Raporu.s.94-96
Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları 113

Türklere karşı nefretin temelleri arasında, Yunan algısında Batılılar


tarafından yaratılan Türk imgesinin olumsuzluğu, Yunan ulusunun
neredeyse 500 yıl Osmanlı-Türk egemenliğinde kalması yanında 9 Eylül
1922’de İzmir’de noktalanan ve adına Yunanlılar tarafından Küçük Asya
Felaketi denilen yenilgi gibi olayların olduğu söylenebilir51. Bu kapsamda
adalarda nefret ve baskı ortamının Yunanistan dönemiyle başladığı
söylenebilir.
Ahmet Kantarcı 52; “Ben çok iyi bir otomobil tamircisi idim, aynı
zamanda otomobil topluyor, onarıyor ve satıyordum. Bana iş getirenlere
baskı yapmaya başladılar. Senin yerin karşısı diye Türkiye’yi gösteriyordu. O
yüzden göç ettim.” diyor.
Nigar Barışçı53 ise göç nedenini şöyle açıklıyor; “Ben 24 yaşında
Rodos’tan göç ettim. Nedeni şu; Eşimle kayınpederim kahvehane
çalıştırıyorlardu. Rodos’taki kahvehanelerde hem meze, hem rakı hem kahve
verilirdi. Ancak kahvehanenin adı Ankara kahvehanesiydi. Yunanlılar bunu
hazmedemiyor, seneler sonra “Kahvehanenin adını değiştireceksin, Yunan
yapacaksın”dediler. Kayınpederim gurur yapıyor, bunu değiştirmiyor. Yunan
devletinden adını değiştireceksiniz diye resmi kağıtlar geldi. İkinci kağıt
geldiğinde “Türkiye’ye gideceksiniz “dediler. Kayınvalidem ve kayınbabam bir
valizle Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldılar.”
Ali Yücesoy54 ve Hasan Hacımemni55 ise dinsel kimliklerinden dolayı
horlandıkların anlatıyorlar ve “Türklere Rumların kimileri iyi, kimileri kötü
bakardı. Bize “Siz sünnetlisiniz” anlamında “Kesiksiniz” diyerek alay
geçerledi. “Türksün savaş olsa seni keseriz” derlerdi” demektedirler.
Rafet Faralyalı 56da benzer şeyler söylüyor; “Bizimle sünnetli
olduğumuz için alay ederlerdi. Kötü anlam ile el hareketleri yaparlardı ve

51Bakınız: Özgün, C.,2018“An Orientalist Disillusionment: Turkish Sovereignty in Rhodes


and Kos”, The Forgotten Turkish Identity of the Agean Island: The Turkish Identity in
Rhodes and Kos, Ed. Mustafa Kaymakçı- Cihan Özgün, Eğitim Yayınevi, Konya, pp. 266-278.
Cihan Özgün, Socıety and Economy on The Island Of Rhodes In Western Travel Journals In
The 19th Century, Tarih İncelemeleri Dergisi, cilt.34, 2019, ss.197-227.
Özgün, C., İ. Hamaloğlu, 2020. “Occupatıon of Izmır And Its Echoesat Canadıan Press”,
Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, cilt.20, s.65-84.
52 Ahmet Kantarcı ile yapılan görüşme
53 Nigar Barışcı ile yapılan görüşme
54 Ali Yücesoy a.g.g
55 Hasan Hacımemni ile yapılan görüşme
56 Rafet Faralyalı ile yapılan görüşme
114 Mustafa KAYMAKÇI

küfürlü sözler kullanırlardı. Ayrıca bizim dini simgelerimiz ile de alay


ederlerdi. Aslına bakarsanız bizde aşağı kalmıyorduk. Bizde onlara put
işareti yapıyorduk”.
Adını saklı tutulmasını isteyen bir Rodoslu Türk57 ise; “Akşam
okulunda Türk olduğum için tatsız şakalarla karşılaşırdım. İlkokulda ise
yunan bir öğretmenimiz her sabah “Altı parmaklı Konstantin İstanbul’a
kaybetti,altıparmaklı Konstantin İstanbul’u alacak”diye bir yazıyı sınıfta
okurdu.”
Demir Kıbrıslı58; “Rodos’ta görünür şekilde nefretin Türkiye’deki 6-7
Eylül olayları ile başladığını söylüyorve “Bu olaylar sırasında Türklere zarar
vermesinler diye Türk Mahallelerinin polisler tarafından korunduğunu
biliyorum. Daha sonra Yorgo Papandreu’nun Karamanlis ile seçim
mücadelesinde Papandreu’nun Yunan Vatandaşlarına “Beni Seçin İstanbul İle
Kıbrıs’ı Alacağım” şeklinde vaatleri oldu. Sonra 1964’te Kıbrıs olaylarında
Cengiz Topel olayları yaşandı. Ben o zaman Siroz adasında askerdim. Biz
katırcılar-Yunanistan ordusunda askerlik yapan Türkler genel olarak katırcı
olurdu- ile Yunan komünistlerini ayırdılar ve diğerlerini cepheye
gönderdiler.” diyor.
Rıfat Maşazade 59 aynı tespitte bulunuyor; “İstanbul’daki 6-7 Eylül
olayları olduğu zaman Rodos’ta zor günler yaşadık. O günlerden birisinde
ellerindeki sopalarla Palikaryalar “Türklere ölüm” bizim eve doğru geldiler.
Komşumuz olan bir Yunanlı aile, burada ben oturuyorum diye bizi
kurtarmıştı.”
Diğer yandan ada Türklerin kimileri de birlikte yaşadıkları
Yunanlardan fazla düşmanlık görmediklerini, Yunanistan karaadasından
sonradan gelen Yunanların düşmanlığı körükledikleri söylemektedirler.
Adı saklı bir Rodoslu Türk60“ Bana göre Atina’dan, Yunanistan’dan
gelenler Türklere karşı daha düşmanca hareket ediyorlardı. Menfaatleri
sebebiyle yaygaralık yapıyor, kendilerini üstün göstermek istiyorlardı.
1974’te ise ilişkiler daha da bozuldu. Yunan bir arkadaşım vardı, arabamla
onu dükkana getirirdim,ancak hareketten sonra başkaları görür diye
arabama binmek istemedi.”

57 Adı saklı
58 Demir Kıbrıslı ile yapılan sözlü görüşme
59 Rıfat Maşazade ile yapılan görüşme
60 Adı saklı
Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları 115

Yine adının vermekten sakınan Rodoslu bir Türk de 61 benzer


söylemi şöyle dile getirmektedir; “Rodos’ta birlikte yaşadığımız Rumlar’da
fazla düşmanlık görmedik diyebilirim. Ancak Yunanistan’ın bir yerinden
gelenler Türklerle yaşamadıkları için onlarla birçok problem yaşadık.
Ben size bir hikayemi anlatacağım. Birkaç yıl önce biz eşimle Atina’ya
gitmiştim. Bir misafirlikte karşılaştığım Yunanlar bize çok yabancı
davrandılar. Kapıyı ben açmıştım. Yunan kadın bana şöyle dik dik baktı. Ben
de “Niye öyle bakıyorsunuz ne oldu, ben de sizin gibi insanım” dedim, O da
“AA, siz Türksünüz tek gözlü bekliyordum” dedi. O anda ağzım açık
kalakaldım. “Şimdi öyle insan var mı?” dediğim zaman, “Ben öyle okudum,
öyle biliyordum” demesin mi? Şaka gibi. Bu olayı her vakit anarız.”
Suna Hamid ise Yunanistan kara adasında Türklere karşı nefretin
daha yüksek düzeyde olduğunu bir arkadaşının karşılaştığı davranışı örnek
vererek anlatıyor62; “Türklerle Yunanlar Arasında şu anda dostluk olmaz.
Yakın zamanda benim arkadaşlarımdan birisi Atina’ya turist olarak gitmiş.
Bir lokantada girmişler. Lokantacı servis yaparken siz nerelisiniz demiş.
Onlar Türküz cevabını verince servisi yapan kişi tabakları ters yüz edip
bırakmış ve servis yapmamış. Yunanların kuyruk acıları mı var bilemiyorum
ama böyle Türklere karşı bir yukarıdan bakma durumu var yani. Ben bundan
dolayı dostluk olamayacağını düşünüyorum.”
Ancak Türklere karşı Yunanlardan gelen daha yüksek düzeyde
nefretin Türkiye Cumhuriyeti tarafından 1974 yılında gerçekleştirilen
Kıbrıs Hareketi ile ortaya çıktığı söylenebilir. Muhammet Ali Paşa; 63“1974
yılındaki Kıbrıs Hareketinden sonra bir kısım Yunanlar da Rodos’a Türk
askerleri çıkarma yapacaklar diye çok korktular.”
Yine adını saklı tutan Rodoslu bir Türk64 de şöyle diyor; “1974’te çok
kişi eziyetten geçti. 200 kişinin işkenceden geçtiğini söyleyebilirim. Bunlardan
ikisi çok kısa sürede, beşide zamanla vefat etti. Benim de dükkanımı, arabamı
yaktılar. Üstelik yangın elektrik tesisatını tamir ettirmediğim, yangın bundan
çıktı diye suçlayarak beni mahkemeye verdiler. Oysa ben kundaklanmış
olduğunu biliyordum. Benim şahitim Pireka isminde Rum-İtalyan karışımı bir
elektrikçi vardı. Pirika, “Tesisatta bir şey yoktu, dükkanı yaktılar” deyince ,
mahkemedekiler af edersiniz ho ho ho diye güldüler, dalga

61 Adı saklı
62 Suna Hamit ile yapılan görüşme
63 Muhammet Ali Paşa ile yapılan görüşme
64 Adı saklı
116 Mustafa KAYMAKÇI

geçtiler.Mahkemeye beni çağırmadılar. Fakat dükkân yandığında ben


emniyeti, itfaiyeyi, hem de elektirikçiyi çağırmıştım. Onlar, “Dükkânı
yakmışlar, kundaklamışlar” demişti. Ancak bir tespit ve belge vermeden
çıktılar ve gittiler”
Demir Kıbrıslı 65da Türklere karşı asıl kırılmanın, Türkiye’nin 1974’te
Kıbrıs’a yaptığı Barış Hareketi ile başladığını dile getiriyor ve “Çıkartma
olduğu gün bizi hemen askerlik şubesine çağırdılar. Kaydımızı yaptılar.
Yunanlı komşular bize bağırdılar, evimizi taşladılar. Şinasi öğretmenimizin
casusluk yapıyor diye 23 ay içeri aldılar, dövdüler, dişlerini söktüler. Bundan
Amerikan uyruklu bir Türk de nasibini aldı. Birçok kişi dayak yedi. Ben esnaf
idim. Kestiğim faturaları adım Türk olrak geçtiği için maliye kabul etmemeye
başladı. İşte o zaman ayrımcılığı hissettim. Artık buradan yiyecek başka
ekmek yok dedik, göç ettik.”
Rodoslu bir Türk Kıbrıs hareketinden sonra işinden olduğunu ve
Amerikan yurttaşı bir Türkün bile işkenceden geçtiğini anlatıyor66; “1974
senesinde Kıbrıs meselesinden dolayı işime son verildi. Tabi çok tatsızlık oldu,
birçok soydaşımız dayak yedi, hatta eşimin akrabası taksicilik yapıyordu,
kendisi Amerikan yurttaşı idi, epeyce yıprandı, ayaklarından asmışlar onu.
Olay şöyle olmuş: Taksiye binen müşteriler nedensiz şikâyette bulunmuşlar.
Polisler, arabasını kaza süsü vermiş gibi bir yol kenarına koymuşlar,
ayaklarından asmışlar ve dövmüşler, gece on ikide kapının önüne
bırakmışlar. Gördüğümüzde yüzü gözü morarmıştı.
1974’ten sonra Türklerin bir kısmı artık adada kalmak istemedi.
Aslında göç 1972 Türk okulunun kapatılmasıyla başlamıştı. Türkiye’de
akrabası olanlar veya okuma çağında çocuğu olan aileler Türkiye’ye göç
ettiler. 1974 senesinde de daha yoğun göç oldu. Uzgur köyü yüzde yüz Türk
nüfusundan oluşuyordu, hemen hemen yarıdan fazlası göç etti, Kızıltepe
yüzde yüzü Türk’tü oradan da göçtüler. Gani Ahmet’ten, Kandilli’den göç
edenler oldu. Bütün bu saydığım yerler o tarihlere kadar yüzde yüz
Türklerden oluşuyordu.”
İstanköylü bir Türk ise 67; “Kıbrıs hadisesinden sonra bize ayrımcılık
yapmaya başladılar. Ticari ilişkiler devam etti, ama komşuluk ilişkilerini
zedeledi. Ben o sıralarda köyde çalışıyordum, şehirde toplanan Yunanlar bize
bağırıyorlardı. Çocuklara evin kapısını kapatmayın dedim.Çünkü kapıyı

65 Demir Kıbrıslı ile yapılan görüşme


66 Adı saklı
67 Adı saklı
Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları 117

kapatsan, gelecekler kapıyı kıracaklar. Onlara korkumuzu göstermedik.


Kapıya oturdum. Çünkü korku gösterirsen dalacaklar evlere. Sonra kurtardık
yakayı.” diyor.
Adının verilmesini sakıncalı bulan bir Rodoslu68 da “1974 sırasında
otellerde çalışan Türklerin işlerine son verilmesi için otel sahiplerine baskı
yapıyorlardı. Türkleri işten kovmazsanız “Sizin otelinizi yakacağız, yıkacağız,
ziyan edeceğiz “demişlerdi.Benim kocam da bir otelde çalışıyordu,ancak
patronları onu sevdikleri için tehditler geçinceye değin 3-4 ay izin
verdiler.”şeklindeki baskıyı anlatıyor.
Kıbrıs olayları ile ortaya çıkan nefret ve baskı ortamının Türkiye’ye
göçü hızlandırmış bulunmaktadır.
Bu konuda Dürdane Kovacıoğlu 69; “Kıbrıs olaylarına kadar Yunanlar
ile Türkler arasında bir önemli olay yoktu. Ancak Türkiye’nin Kıbrıs’a asker
çıkarmasından sonra eski düşmanlıklar tazelendi. Düşmanlık belirtileri baş
gösterdi. Türkçe konuşmaya bile korkuyorduk. Kocama Yunan arkadaşları
bir süre görüşmeyelim dediler. İkinci hareketten sonra Türkiye’ye göç
etmenin zamanı geldi dedik.” diye açıklama yapmaktadır.
Türkiye’ye yerleştiği halde adını vermek istemeyen Rodoslu bir kadın
ise şunları söylüyor 70; “1974 yılında en sevdiğim Yunan arkadaşım bile “sizi
keseceğiz” dedi, şok olmuştum. Türkiye’ye kaçtım”.
Bir başka Rodoslu Türk te 71aynı şeyi ifade ediyor; “1974’den sonra
Türklerin göçü hızlandı. Mallarını, arazileri ucuza sattılar. Duyduğumuza
göre, papazlar topraklarını satmak zorunda kalan Türklerin mallarını
alanlara “Sakın peşin para vermeyin, taksitle alın, onlar Anadolu’da bizim
bütün mallarımızı gasp ettiler” diye vaaz ediyorlarmış.”
Sevim Halepli 72 de benzer bir değerlendirme yapıyor; Kıbrıs harbinde
herkes korktu. Çoğu Türk topraklarını yok pahasına satarak Türkiye’ye göç
ettiler.Adada az sayıda Türk kaldı.”
Bir başka Rodoslu 73ise şaka niyetiyle söylediği bir sözden bile
cezalandırılmış ve yalan söylemek zorunda kalmış; “Yunanlarla ilişkilerimiz

68 Adı saklı
69 Dürdane Kovacıoğlu ile yapılan görüşme
70 Adı saklı
71 Adı saklı
72 Sevim Halepli ile yapılan görüşme
73 Adı saklı
118 Mustafa KAYMAKÇI

iyiydi. Ama Kıbrıs Hareketi ile aramız bozuldu. O günlerde Yunan


arkadaşlarla şakalaşırken Türk gemileri gelecek Rodos’u bombalayacaklar
demiştim. Şakamı sahi sandılar. Karakola götürdüler ve emniyetçilere ifade
verdim. Karakol polislerinden birisi bana şu soruyu sordu;” Türk askerleri
gelse sen kime silah sıkacaksın?” Ben de “Türklere sıkarım” demek zorunda
kalmıştım.”
Ahmet Kırevliyası74,Türklere karşı gerilimli günlerde nefret ve
baskının fazlalaştığını, Türklerin Yunan resmi dairelerinde işleri güçlükle
çözümlendiğini, babasının süt pazarlama izini alırken çok zorlandığını,
Yunan çocuklarının Türk çocuklarıyla konuşurken aşağılatıcı terimler
kullandığını,bunlarda birisi sünnet edilmiş ancak Kesik Türk anlamına
gelen “Turko-Kommeno” diye hitap edildiğini ve tarih kitaplarında milliyet
vermeksizin Türklere karşı düşmanlık ve hakaret dolu yaklaşımlar
olduğunu söylüyor ve şu olayı anlatıyor;
“Beş-altı yaşlarında idim. Galiba Türkiye’de 6-7 Eylül olaylarının
yaşandığı günlerdi.Akşam üzeri babam şehirden gelince evin kapısını telaşla
kilitledi.Av tüfeğini eline aldı.Fişekliği boynuna aştı. Sabaha kadar
uyumamışdı. Olayları tam bilmediğim ve algılamadığım için merak ederek
nedenini sordum. “Oğlum, Türkiye’de İstanbul’da bazı olaylar olmuş.
Yunanlar bunun öcünü bizden çıkaracaklar diye duyum aldık.Bizi kesmeğe
gelirlerse kendimizi korumak için silahlandım. En azından kendimizi koruruz.
Kolay teslim olmayız.” demişti.”
Geçmişten günümüze değin Rodos ve İstanköy’de Türklere karşı
nefret ve baskı ortamı sürdürülmüştür. Türkiye Cumhuriyet tarafından
1947 yılında gerçekleştirilen Kıbrıs Hareketi sırasında birçok Türk’ün
işkence gördüğü, bir Türk’ün de öldürüldüğü biliniyor. Bugün için nefret ve
baskı ortamı azaltılmış gibi görünüyor.
Bununla birlikte Rodos ve İstanköy’de baskı ortamı yerel basında yer
alan haberler ile sürdürülüyor.
Diğer yandan, Kıbrıs Barış Harekâtı ve sonuç olarak Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’nin kurulması Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum kesimi
için tam bir travma olmuştu. Bu travma Rodos ve İstanköy’de yaşamakta
olan Türklere de baskı olarak yansıtılmıştır.

74 Kırevliyası,A. a.g.e
Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları 119

Nefret ve baskıdan Türkiye’de örgütlenmiş olan Rodos, İstanköy ve


Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği bile payını almaktadır 75,76.
Özet ve Öneriler
Rodos ve İstanköy’de Rum ve Türk toplumlarının aralarında zaman
zaman ortaya çıkan sorunların temelinde sadece tarihsellik ya da
yaşanmışlıklar değil aynı zamanda konuşulan farklı dillerin ve dinlerin
etkisi olduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir. Bu nedenle Türk kimliğini
korumak için dil ve dinin birlikte ele alınması, adalar Türkleri arasında
yaygın bir kanaattir.
Rodos ve İstanköy’de Türkçe öğrenim veren 1972 yılından itibaren
kapatılmıştır. Devlet okullarında eğitim gören Türk çocukları, bugün
Türkçeyi çok az derecede konuşabilmektedir. Türk okullarının kapatılması,
adalar Türklüğünü zor durumda bırakmıştır. Bu bağlamda adalarda
Türklerin kültürlerini ifade etme aracı olan “Türk dili” ve buna bağlı eğitim,
din gibi kültürel aktarım araçlarının, Yunanistan’ın uyguladığı kültürel
arınma politikası karşısında büyük tehlikelerle karşı karşıya olduğu
gözlemlenmektedir. Günümüzde, Yunanistan devlet okullarına
gidebilmekte olan soydaşlarımız, din derslerinden muaf tutulmalarına
karşın, dini eğitim haklarını da kullanamamaktadırlar.
Yunan Hükümetleri, Rodos ve İstanköy’de yaşamakta olan Türkleri,
Türk Kimlikleri ile değil, Müslüman olarak kabul etmektedir. “Türk” ya da
‘Azınlık’ nitelendirmesini içeren dernekleri tescil etmemektedir. Rodos ve
İstanköy Türklerinin sivil toplum anlamında örgütlenmeler çok yenidir.
Rodos ve İstanköy’de örgütlenmenin geç kalmasının birçok nedenleri
vardır. En önemli nedeni, uzunca bir süre İtalyan ve Alman işgali sırasında
ve arkasından adaların Yunanistan’a verilmesiyle Türklere karşı uygulanan
kimliklerinin yok edilmesine yönelik devlet uygulamalarının yarattığı
korku olduğu söylenebilir. Yukarıda da değinildiği üzere adalar
Türklerinin, Türk kimliği ile örgütlenmesi olası değildir.Türkiye de bile
ROİSDER olarak kalıcı örgütlenmenin geçmişi ancak 26 yıla
dayanmaktadır.

75https://www.fuen.org/tr/haberler/single/article/fuen-condemns-arrest-of-mr-

kaymakci-president-of-our-member- organisation-from-rhodes-and-kos/
76 Geneva, October 26, 2016. “The International Secretariat of the World Organisation
Against Torture (OMCT) Greece: Acts of harassment against defenders working on the rights
of minorities in Greece, including the arbitrary detention for a night and expulsion from
Greece of Mr. Mustafa Kaymakçı”)
120 Mustafa KAYMAKÇI

1967 yılından itibaren cemaat ve vakıf idaresini denetlemek


amacıyla Yunan makamlarınca Hükümet murahhası atanmaya
başlanmıştır. Ayrıca, hukuki olarak vakıf mallarının satılmasının yasak
olmasına karşın, birçok vakıf malı Yunan makamlarınca atanan vakıf
idarecileri tarafından bağışlanmış ya da değerlerinden daha düşük bir
fiyata satılmıştır. Bu bağlamda soydaşlarımızın da vakıf mallarının
satılması konusunda açılan ihalelere katılmaları yasaklanmıştır.
Günümüzde Yunan hükümetleri, Evkaf Dairesi’ne sürekli masraflar
yaptırarak elindeki arazileri ve malları sattırmakta, Evkaf Dairesi
güçsüzleştirilmektedir. Yunan Hükümetleri bu uygulamayı, ne yazık ki
bazen kendilerine verilen emanete ihanet eden kişileri Vakıf Yönetim
kurullarına atama yaparak gerçekleştirmektedir.
Türklere karşı gerilimli günlerde nefret ve baskı fazlalaşmaktadır.
Bugün için nefret ve baskı ortamı azaltılmış gibi görünmekle birlikte
özellikle fanatik unsurlarda bu doğrultuda eylemler sürdürülmektedir.
Adalarda Osmanlı Dönemi ile İtalyan döneminde ekonomiye
Türklerin egemen idi. Rodos ve İstanköy adalarında yaşamakta olan
Türklerin yakın dönemlere değin çokluk olarak tarımla uğraştığı, ancak
sanayi, ticaret ve esnaflıkta da ağırlığı olduğu gözlenmekteydi. Ancak
adaların Yunanistan’a verilmesiyle, Türklere ait topraklarının hızla elden
çıkarıldığı gözlemlenmektedir. Özellikle 1970’li yıllardaki turizm
patlamasından sonra toprağın çok değerlenmesi ile toprak sahipleri
ayrıcalıklı bir duruma gelmişlerdi. Bu durumu, Yunanistan doğrudan ve
dolaylı yönlendirmesiyle Rodos ve İstanköylü Türklerinin toprak satışına
teşvik etmişti. Böylelikle Türklere ait topraklar Yunanlıların eline geçmiştir.
Özet olarak şu söylenebilir; Rodos ve İstanköy’de Türklerin varlığı,
fetih öncesine, 1483 yılına kadar uzanıyor. Ancak Yunanistan’a göre
Türkler, yalnızca Müslüman Yunan vatandaşı olarak görülüyor. Türklere
yönelik kültürel soykırım politikaları ne yazık ki devam ediyor. Bugün
Türklerin dini, kültürel, ekonomik ve eğitim alanında yaşadığı sorunlar
giderek çözümü zor bir boyut kazanmış durumdadır.
“Rodos ve İstanköy Türklerinin Kültürel Hakları İçin Çözümler”
aşağıda belirtilen maddeler halinde özetlenebilir:
• Türk kimliklerinin kabul edilmeli ve kültürel kimlikleriyle
örgütlenmelerini engelleyen yasa ve baskılara son verilmedir,
Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları 121

• Türk çocuklarına çift dillilik temelinde en azından ilköğretim


düzeyinde Türkçe öğrenme hakkı, bir başka deyişle anadil eğitimi hakkının
sağlanmalıdır,
• Rodos ve İstanköy Türklerinin Müslümanlık eğitimi için önündeki
engellerin kaldırılmalıdır,
• Rodos, İstanköy ve Onikiadalardaki Osmanlı Türklerinden kalan
kültürel eserlerin korunmasına, bakım ve onarımına Yunan hükümetlerinin
özen göstermelidir,
• Rodos ve İstanköy Vakıf Malları Yönetim Kurumu üyelerinin, Rodos
ve İstanköy Türkleri arasında yapılacak özgür bir seçimle gelmeleri
gerçekleştirilmelidir,
• Yunan hükümetlerince kamulaştırılan vakıf eserlerinin amacına
uygun olarak kullanılması için iadesi, örneğin Süleymaniye Medresesi’nin
çift dillilik temelinde yeniden Türkçe öğrenim-eğitim yapan kuruma
dönüştürülmesi sağlanmalıdır,
• Türk-Müslüman mezarlarının, bu bağlamda Murat Reis Külliyesi
mezar taşlarının vandalca yok edilmesi engellenmelidir,
• Zaman zaman ortaya çıkan nefret ve baskı ortamının sona
erdirilmelidir,
• Yunan vatandaşlığından silinen Rodos ve İstanköy doğumlu
Türklerin vatandaşlık hakları iade edilmelidir,
• Yunanistan ders kitaplarında Türk düşmanlığını işleyen görüşler
ortadan kaldırılmalıdır.
Özetle; Rodos ve İstanköy Türklerinin sırasıyla Avrupa Konseyi,
Avrupa Birliği, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, Birleşmiş Milletler,
Uluslararası Antlaşmalar ve de Yunanistan Anayasası’nda güvence altına
alınmış sosyal ve kültürel haklarını Yunanistan’dan tarafından verilmelidir.

KAYNAKÇA
Cin, T., 2009 Yunanistan'daki Türk Azınlığın Hukuki
Özerkliği (Müftülük Meseleleriyle İlgili
122 Mustafa KAYMAKÇI

Yunan Yargıtay Kararları ve Diğer Belgeler),


Orion Kitabevi, Ankara
Cin, T., 2003 Yunanistan'daki Müslüman Türk Azınlığın
Din ve Vicdan Özgürlüğü (Başmüftülük ve
Müftülükler Sorunu) Seçkin Yayınları,
Ankara
Çelikkol, Z., 1992 Rodos’taki Türk Eserleri ve Tarihçe.
(Genişletilmiş mukayeseli 2.Baskı) Atatürk
Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk
Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1992
Çelikkol, Z., 1990 İstanköy’deki Türk Eserleri ve Tarihçe, TTK
yay., Ankara
Dayıoğlu, Ali, 2013 Yunanistan’la İlişkiler (İç.), Oran, Baskın
(Editör), 2013 Türk Dış Politikası. Kurtuluş
Savaşından Bugüne. Olgular, Belgeler,
Yorumlar. Cilt III: 2001-2012
Dilek, B. S., 2017 Ege’nin Unutulan Türkleri (Genişletilmiş
İkinci Baskı) Rodos, İstanköy ve Onikiada
Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği
Yayınları
Dilek, B.S., 2008 Ege’nin Unutulan Türkleri. Cumhuriyet
Yayınları
Ersoy, M.A.,2006 Rodos’ta Türk-Müslüman Vakıfları (İç.)
Rodos ve İstanköy Türklüğü Genişletilmiş
İkinci Baskı (Ed.) Kaymakçı, M. ve Özgün, C.
Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür
ve Dayanışma Derneği Yayınları
Fautre, W., 2017 Greece: Ethnic Turks In Rhodes And Kos.
Copyright Federal Union of European
Nationalities and Rhodes, Kos and the
Dodecanese Turks Culture and Solidarity
Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları 123

Association. All Rights Reserved. Brussels,


December 2017.
Geneva, October 26, 2016 “The International Secretariat of the
World Organisation Against Torture (OMCT)
Greece: Acts of harassment against defenders
working on the rights of minorities in Greece,
including the arbitrary detention for a night
and expulsion from Greece of Mr. Mustafa
Kaymakçı”.
http://www.abchukuk.com/arsiv/lausannne.html.Erişim 20 Aralık
2014
https://www.fuen.org/tr/haberler/single/article/fuen-condemns-
arrest-of-mr-kaymakci-president-of-our-
member- organisation-from-rhodes-and-
kos/
İlhan A.,2007 “Vakıf Kurumu, Mahiyeti ve Tarihi Gelişimi”,
Vakıflar Dergisi, XXX. Sayı, Vakıflar Genel
Müdürlüğü Yayınları, Ankara
Kaurinkoski, K.,2012 The Muslim Communities in Kos and Rhodes:
Reflections on Social Organization and
Collective Identities in Contemporary
Greece.Slavica Helsingiensia Ed: By Jouko
Lindstedt anda Max Wahlstrom.Balkan
Encounters-Old and New Identities In South
Eastern Europe Helsinki 2012
Kaymakçı, Mustafa, 2014 Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri
Kültür ve Dayanışma Derneği’nin Kısa
Tarihçesi. (Ed.,) Mustafa Kaymakçı, Cihan
Özgün (İç.,) Rodos ve İstanköy Türklüğü.
Bornova-İzmir
Kaymakçı, M., C. Özgün,2015 Rodos ve İstanköy Türklerinin Yakın
Tarihi: Ege Denizi’nde Yükselen Sessiz Çığlık.
124 Mustafa KAYMAKÇI

Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür


ve Dayanışma Derneği Yayınları
Kaymakçı, M.,2011 Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür
ve Dayanışma Derneği’nin 28 Aralık2011
tarihli “Yunanistan Hükümeti’ni Osmanlı
Türkleri’nden Kalan Mimari Eserleri Bir
İnsanlık Kültür Mirası Olarak Kabul
Etmeleri Gerektiğini Hatırlatmak İstiyoruz.”
başlıklı basın açıklaması
Kaymakçı, M., 2013.The Religious Problems Of The Turks Living In
Rhodes, Kos And The Dodecanese. 26-27
Kasım 2013 Birleşmiş Milletler Azınlık
Sorunları Forumu.Cenevre
Kaymakçı, M, C. Özgün, 2020 Rhodes and Kos Turks: Contributions
to the Turkish War of Independence and
Current Problems, Eğitim yay., Konya
Kaymakçı, M.,2017 Rodos ve İstanköy Türklüğü Ansiklopedisi.
Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür
ve Dayanışma Derneği Yayınları.
Kaymakçı, M.,2020 Yunanistan Onikidalar Parlamentosu Turizm
Bakan Yardımcısı Emmanoul Konsolas’in
“Onikiadalarda Türk Olmadığı”na haberine
ilişkin olarak ilgili bakana gönderilen
ROİSDER mektubu.
Kaymakçı, M. ,2021 Yunanistan Eğitim & Din İşleri Bakanlığı Din
İşleri Genel Sekreterliği’ne Bakanlığı’nın
2019 yılında ibadethanelere gerçekleştirilen
saldırılar ve dini topluluklara yönelik
düzenlemelere ilişkin raporuna ilişkin
ROİSDER mektubu.
Kaymakçı, M., 2020 Rodos ve İstanköy Türk-Müslüman
Vakıflarının korunması için Yunanistan
Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları 125

Kültür ve Spor Bakanı Lina Mendoni’ye


gönderilen 2 Kasım 2020 tarihli ROİSDER
mektubu.
Konuk, N.,2018 Midilli, Rodos, Sakız ve İstanköy’de Osmanlı
Mimarisi/Ottoman Architecture in Lesvos,
Rhodes, Chios and Kos.Stratejik Araştırmalar
Merkezi (SAM) Yayını, Ankara
Özgün, C., 2014 “Social, Economic and Cultural Life in Rhodes
and Kos Turks”, Turkısh Identıty in Rhodes
and Kos, Ed. Mustafa Kaymakçı- Cihan
Özgün, Meta Basım Matbaacılık, İzmir
Özgün, C.,2018 “An Orientalist Disillusionment: Turkish
Sovereignty in Rhodes an Kos”, The
Forgotten Turkish Identity of the Agean
Island: The Turkish Identity in Rhodes and
Kos, Ed. Mustafa Kaymakçı- Cihan Özgün,
Eğitim Yayınevi, Konya, 2018.
Özgün, C.,2019 “Assessments On The Relatıonshıp Among
Identıty, Space and Foundatıons In Rhodes
And Kos”, Turkısh Foundatıons İn Rhodes
And Kos, Editors: Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı
Assoc. Prof. Dr. Cihan Özgün Assoc. Prof. Dr.
Fırat Yaldız, Konya
Özgün, C., 2019 “Avrupa ve Osmanlıların Akdenız Siyaseti:
Ege Adaları ve İşgaller (1912)”, Ege
Adalarının Unutulan Halkı: Rodos ve
İstanköy Türkleri, Ed. Mustafa Kaymakçı-
Cihan Özgün, Eğitim Kitabevi, Konya
Özgün, C., 2019 “Socıety And Economy On The Island Of
Rhodes In Western Travel Journals In The
19th Century”, Tarih İncelemeleri Dergisi,
cilt.34, s.197- 227
126 Mustafa KAYMAKÇI

Özgün, C.,2020 “The Problem of Memory and Turkish


Language Learning in Rhodes and Kos
(İstanköy)Turks”, Turkish Culture in Rhodes
And Kos, Ed. Mustafa Kaymakçı- Cihan
Özgün, Eğitim Pub., Konya
Özgün, C., İ. Hamaloğlu, 2020 “Occupatıon of Izmır And Its
Echoesat Canadıan Press”, Çağdaş Türkiye
Tarihi Araştırmaları Dergisi, cilt.20, s.65-84

Prodos Gazetesi 30 Ocak 2005


Rodos, İstanköy ve Onikiada Türklüğünün Yakın Tarihi Üzerine
Sözlü Tarih Projesi Kesin Raporu 2014.
İzmir Araştırmaları Dergisi, Sayı: 14 (127-131), 2021

AKDENİZ’E FARKLI BAKMAK


Ahmet UHRİ, Mehmet UHRİ
Tarihte, Akdeniz ve çevresinde farklı kültürlerin bir araya geldiği
çatıştığı ve uzun süre bir arada yaşadığı iki farklı coğrafyadan söz edilebilir.
Bunlardan biri Doğu-Batı ekseninde Anadolu diğeri de Kuzey-Güney
ekseninde İber yarımadası yani günümüz İspanya ve Portekiz’idir. Biraz da
göç yolları üzerinde olmanın etkisiyle her iki coğrafyada da üç tek tanrılı
dinin ve farklı etnik kimliklere sahip insanların bir araya geldiği dönemler
yaşanmıştır. Bu durum çoğu kez savaşlar ve çatışmalar doğururken zaman
zaman toplumsal barışın korunabildiği de görülmüştür.
Anadolu coğrafyası farklı kültürleri çatıştırmak yerine bir arada
tutmayı onları birbirine karıştırıp dönüştürüp ayrılamaz hale getirmeyi
İber yarımadasına göre daha fazla başarmış bu sayede toplumsal barışı
sürdürebilmişken İber yarımadası tarih boyunca kültürler arası çatışmanın
odağı olmuştur. Musevi ve Müslümanların yarımadadan kovulması ile
başlayan kültürel saflaştırma, Hristiyanlaştırma süreci yüzyıllar boyunca
süren savaşlar ve iç savaşlara yol açmıştır. Anadolu insanı ise farklı
kültürleri içinde, özünde yaşantısında ve hatta genlerinde barındıran “her
şeyden biraz” diye özetleyebileceğimiz karışım ile ortaya çıkarken İber
coğrafyası güçlü olan kültürün diğerlerini yok ettiği veya kontrol altında
tuttuğu savaşlar ve iç savaşlar coğrafyası olarak şekillenmiştir.
İşte bu şekillenmeye çok farklı bir açıdan yeme-içme dünyası yani
gastronomi üzerinden bakmaya çalışacağız bu yazıda. İnsanın gündelik
yaşantısının ve bu yaşantının kültüre yansıdığı ancak çoğu zaman bu
yansımanın çok da fark edilmediği ya da önemsenmediği de söylenebilir.
Bununla birlikte simgesel bazı anlamlar yüklenen ve iki coğrafyayı da yani
İber yarımadası ile Anadolu yarımadasını tanımlayabileceğini
düşündüğümüz iki yemek üzerinden bazı çıkarsamalarda bulunmak
istiyoruz.
Anadolu’nun barışçıl, hoşgörülü, dönüştürücü yapısı ile İber
coğrafyasının her daim çatışma ortamı günlük hayata ve yemek kültürüne
kadar yansımıştır. Anadolu coğrafyasının her yerinde, her evde pişebilen,
en bilinen yemek Aşure iken İber coğrafyasının ana yemeği Paelladır.
Aşure, Anadolu insanı gibi birbirinden farklı hatta bazen birbirine zıt


Doç. Dr. Ahmet Uhri, Dokuz Eylül Üniversitesi.
Dr. Mehmet Uhri.
128 Ahmet UHRİ, Mehmet UHRİ

tatlardaki ürünlerin karıştırılarak pişirilmesi ile yapılır ve ortaya çıkan yeni


ürün başlangıçta katılan ürünlere hemen hiç benzemez. Ayrıca, aşurenin
başlangıçtaki bileşenlerini geri almak olası değildir. Aşure Anadolu insanın
kültürel karışımının ve bu anlamda toplumsal hoşgörü ve barışının
simgesidir. Burada hemen bir parantez açıp bu hoşgörü ve barış ortamına
bir katkı olması amacıyla yazıldığını düşündüğüm, ancak son dönemlerde
her zaman olduğu gibi yanlış anlaşılan Elif Şafak’ın Baba ve Piç adlı
romanının kurgusunun aşure üzerinden yapıldığını da belirtmekte yarar
var.1 Kitabın her bölümü aşurede bulunan bir gıda maddesi ya da baharat
ile adlandırılırken, söz konusu madde o bölüm içinde belirleyici bir unsur
olarak ortaya çıkmaktadır.
İspanya’ya özgü paella ise özünde bir pirinç pilavıdır. Taze sebze ve
yerine göre et veya deniz ürünlerinin karışımından oluşan geleneksel bir
yemektir. Pirinç baskın egemen kültürün simgesi olarak kabul edildiğinde
paeallaya katılan taze sebze, et ve balık azınlık kültürlerini simgeler. Ortaya
çıkan yemekte ortak yeni bir tat oluşturma kaygısı da hissedilmez.
Hepsinden önemlisi ise paellanın ayrıştırılabilir bir yemek olmasıdır.
Aşureyi başlangıçtaki haline dönüştürmek mümkün olmazken paellanın
bileşenleri istenirse yemeğin içinden aslına uygun olarak ayıklanabilir.
Paella, kültürlerin birbirlerine karışmasına fırsat tanımayan, çatışmanın ve
hep savaşların yaşandığı bir coğrafyanın, İber yarımadasının yemeğidir.
Bu durumda ister istemez akla bir soru gelmekte; bu iki coğrafyanın
farklılığı toplumu nasıl etkilemiş olabilir? Anadolu insanı için hayatın
çatışmadan çok uzlaşma, hoşgörü ve denge arayışı üzerine kurulduğunu
görürüz. Mevlâna gibi Yunus Emre gibi barış ve hoşgörünün simgesi yüreği
geniş insanların bu topraklardan çıkması veya farklı mimari özellikleri bir
kubbe altında olağanüstü güzellikte toplayabilen Mimar Sinan’ın Anadolu
insanı olması rastlantı değildir. Onlar aşurenin simgelediği hoşgörü ve
birleştiriciliğin yetiştirdiği yüreği geniş, yaratıcı Anadolu insanlarıdır.
Ayrıca hemen eklemek gerekir ki Batı Anadolu Eski Yunan’dan
başlayarak rasyonalitenin, bilginin ve aklın sistematik hale geldiği ve
felsefenin doğduğu bir coğrafya olarak yukarıda belirtilen düşüncenin haklı
olabileceğine katkı yapabilecek bir kanıttır.
Burada bir parantez açarak Eski Yunanla tartışılmaz biçimde ilişkili
olan bilgi kavramı üzerinde durmakta yarar var. Zira Yunan düşüncesiyle

1 E. Şafak, Baba ve Piç, Metis Yay., İstanbul-2006, 372-374.


Akdeniz’e Farklı Bakmak 129

birlikte tarihte ilk kez akılcı düşüncenin, gerçek anlamda akılcı düşüncenin
ortaya çıkışına tanık olunmaktadır. Bruno Snell, The Discovery of the Mind
adlı yapıtında Yunan düşüncesinin insanlık tarihine en büyük katkısının
“zihnin keşfedilişi” olduğunu söyler ki eserinin adında da zaten bu açık
biçimde görülmektedir.2 Snell’in ifadesiyle Yunan’da akıl öncesi, efsanevi ya
da mitik ve insan biçimci yani antropomorfik anlayışlarla; salt akılcı yani
rasyonel bir dünya görüşü arasındaki ayrım ilk defa ortaya çıkmış ve insan
düşüncesinin vazgeçilmez kazancı haline gelmiştir. Bu dünya görüşünün
ortaya çıkmasına en büyük katkıyı da hiç şüphesiz Yunan felsefesi
yapmıştır.
Burada akla gelebilecek bazı noktaları açıklamak için konuya ara
vererek, mit, antropomorfizm ve bilginin sistematizasyonu üzerinde
duracağız. Aklınıza gelen ilk sorulardan biri Mezopotamya, Mısır ve
Yunan’da tanrı ya da tanrılar yok muydu olabilir. Sorunun yanıtı açık,
elbette var ama Yunan’da ve öncesinde anladığımız ve tanıdığımız anlamda
bir iman kavramı yoktur. Tanrı ve tanrıçaların hepsi antropomorfik yani
insan biçimli, kendilerine sunular yapıldığı sürece insanlarla iyi geçinen ve
Musa’nın tek tanrısı gibi görünmeyen ama hissedilen ve dolayısıyla kalple
iman edilen değil ete kemiğe bürünmüş tanrılardır. Bu tanrılarla yapılan da
aslında doğayı, felsefe yapmayan ve bilgi üretmeyen halka anlatmak,
doğada olan her şeyin nedenini mitik yani efsanevi biçimde açıklamaktan
başka bir şey değildir. Bir diğer deyişle rüzgârı, gök gürültüsünü, yağmuru,
doğanın klimatolojik döngüsü ve diğer her şeyi halka açıklamak için
mitolojik varlıklar olan tanrılar ve onların tanrısal güçleri kullanılır.
Bunun yanı sıra aynı Yunan özellikle de Ege dünyasının önemli
kentleri olan Atina, Ephesos, Miletos ve diğerlerinde yaşayan, birlikte
yaşadığı halktan kendini ayırmış yönetici, tüccar ya da aristokratik sınıf
aracılığıyla bilgiyi sistematik hale getirerek felsefe yapmakta ve doğayı
bütün kurallarıyla tanımlamaya ve anlamaya çalışmaktadır. Bir diğer
deyişle evren ve insan hakkında akılsal bir açıklama vermeye
uğraşmaktadır. Dolayısıyla da Antik Yunan kendinden önce varolmuş ve
gündelik yaşamında bilgiyi pragmatik biçimde kullanan ancak sistematik
hale getiremeyen Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarından ayrılır. Sadece
verilebilecek iki örnek bile bu konuyu kanıtlamaya yeter. Her iki örnek de
matematik ve geometriyle ilgilidir. Bunlardan biri Thales bağıntılarında
karşılığını bulur diğeri de Pisagor teoreminde. Bu iki teorem esas olarak

2 B. Snell, Discovery of the Mind in Greek Philosophy and Literature, Dover Book, UK-1982, 43.
130 Ahmet UHRİ, Mehmet UHRİ

gündelik yaşamın örneğin bir tarlanın miras hukuku çerçevesinde


paylaşılması konusunda elbette Mezopotamya ve Mısır’da kullanılmakta
ancak az önce söylediğim gibi sadece gündelik hayatın getirdiği bir zorluğu
aşmak için uygulanmaktadır. Bunun en iyi kanıtı da hiçbir Mezopotamya
veya Mısır metninde bu iki teoremin formüle edilmiş veya formül haline
getirilebilecek nitelikteki bir açıklamasının bulunmuyor oluşudur. Ayrıca
Antik Yunan bilgeleri de bu türden hemen her bilgilenimi Mısır ve
Mezopotamya’dan aldıklarını zaman zaman öğünerek de belirtmektedirler.
Bir diğer deyişle bu bağıntılar Antik Yunan’dan önce ne sesletilmiş ne de
yazılı bağıntı haline getirilmiştir. Bunu daha birçok matematiksel işlem için
de belirtmek olasıdır. Dolayısıyla bilginin sistematize hale gelmesi yani
nesnel dünyanın yasalı ilişkilerinin düşünceyle yeniden üretimi ilk kez
Antik Yunan’da gerçekleşmiştir. Bu uzun parantezi burada kapatarak
konuya geri dönecek olursak rasyonel aklın ve bunun yanı sıra birlikte
yaşamanın gereklerinin asgari derecede de olsa barışçıl olabilecek biçimde
Anadolu’da geliştiğini belirtmek olasıdır.
İber insanları için ise yaşanan çatışma ve savaşlar yüzünden, hayat
gerçeklerden kaçma gerçeği kabullenebilir hale getirebilme veya
dönüştürebilme çabasına dönüşmüştür. Egemen kültürün her seferinde
kendi gerçeğini dayatıp diğerlerini ortadan kaldırma çabası, kanla yazılmış
tarih ve bu acı gerçekle yüz yüze yaşıyor olma, gerçeküstücülüğün bu
topraklarda filizlenmesine yol açmıştır.
Dünya edebiyatında ilk roman örnekleri yazılırken 16. yüzyılda
Cervantes Don Kişot adlı, dönemine göre sürrealist olan romanını İber
yarımadasında kaleme almıştır veya Salvador Dali gibi gerçeküstücülerin
piri kabul edilen ressamın Girona yakınlarında Figueras’ta doğup bu
topraklarda yaşamış olması yine rastlantı değildir. 86 yıllık hayatına iki
dünya savaşı ve bir iç savaş sığdırmış Dali’nin yapıtları yaşanan
gerçeklerden bir kaçış ve kabullenememenin yansıması gibidir.
Benzer olarak kübizmin öncülerinden Pablo Picasso da Malaga
doğumlu bir İspanyoldur. Kübizm olaylara insanlara çıplak gözle
bakmaktansa kırık ayna parçalarından veya bir prizmanın ardından
bakarak olduğundan çok daha farklı yeni görüntüler resmedilmesi
biçiminde ortaya koyar, kendini. Temelinde ise görünür gerçekten kaçma
çabası yatar. Keza Juan Miro yine görsel sanatlardaki çığır açıcı eserleriyle
bu coğrafyanın insanıdır. Müzikte Manuel de Falla’nın yapıtları bilinen
klasik müzik türlerinden kaçışı, dönemin müzik gerçeğinden uzaklaşma
çabasını düşündürür.
Akdeniz’e Farklı Bakmak 131

Gerçeküstücülerin mimarideki örneği de yine İber yarımadasından


çıkmıştır. Barcelona şehrine damgası vurmuş olan 19. yüzyılda yaşamış
Antonio Gaudi’nin eserleri mimarinin gerçeküstücü tasarımları olarak
tanımlanmaktadır.
Yüreği geniş ve hoşgörülü bunun yanı sıra rasyonaliteden çok da
kopmayan Anadolu insanı her şeyden çok hayat gerçeğini arama, anlama ve
elinden geldiğince anlatma çabası içinde iken acımasız çatışmalar ve
savaşlarla kavrulmuş İber coğrafyasında hayat, gerçeklerden kaçış veya
dönüştürme sürecine dönüşmüştür. Yaşananların günlük hayata yansıması
olduğu gibi yemek kültürüne de etkisi olmuş birleştirici ve dönüştürücü
aşure, Anadolu coğrafyasının bilinen ana yemeği olurken paella İber
coğrafyasının karışmadan, bulaşmadan bir arada duran, zaman zaman
çatışan insanlarının simgesi olmuştur.
İzmir Araştırmaları Dergisi, Sayı: 14 (133-138), 2021

Kitabiyat
Siren Bora, Birinci Juderia İzmir’in Eski Yahudi
Mahallesi, İstanbul: Gözlem Yayınları, 2021, 251 s.,
ISBN 978-605-2061-26-8.
Yasin ÖZDEMİR
Levant ticaretinin parlayan incisi olan İzmir kenti yüzyıllar boyunca
çeşitli toplumları kendisine çekmiştir. Bu canlı ticari hayatının cazibesine
katılarak kente gelen gruplardan biri de Yahudilerdir. İzmir’in Yahudi tarihi
üzerine uzun yıllardır çalışmalar yapılmaktadır1. İzmir Yahudilerinin tarihi
denilince akla gelen ilk isimlerden biri de kuşkusuz Dr. Siren Bora’dır.
Çalışmalarında İzmir ve çevre bölgesindeki Yahudilerin tarihi ağırlık veren
Bora’nın Gözlem yayınlarından çıkan son çalışması “Birinci Juderia” olarak
adlandırdığı İzmir’in ilk Yahudi yerleşim bölgesi hakkındadır. Bora
çalışmasında Yahudi mahallesinin konumu, mahalledeki kurumsal yapıları,
mahallenin sınırları ve zaman içerisindeki değişimi üzerine odaklanmıştır.
Osmanlı kentlerini oluşturan mahallelerin tarihi üzerine yapılan ilk değerli
çalışma Cem Behar’ın İstanbul’daki Kasap İlyas mahallesini anlattığı “Bir
Mahallenin Doğumu ve Ölümü” adlı eseridir2. Hasan Hüseyin Güneş’in
Kudüs’teki Meğaribe mahallesi üzerine yapmış olduğu çalışma da mahalle
tarihi konusundaki öncü çalışmalardan biridir3. İzmir’deki mahalleler
üzerine ilk çalışan kişi ise Zeycan Gündoğdu olmuştur4. Gündoğdu, İzmir’in
ticari bölgesinin büyük bir kısmının yer aldığı Kasap Hızır mahallesini
incelemiştir. Bu mahalle İzmir’in ticari potansiyeli ile gelişen bir mahalle
olduğu için Türklerin, Rumların ve Ermenilerin bir arada yaşadığı karma
bir mahalledir. İzmir’deki mahalleler üzerine yapılan ikinci çalışma ise
Bora’nın yapmış olduğu çalışmadır. Ancak bu çalışma Osmanlı’daki
gayrimüslim mahalleleri hakkında yazılan ilk eserdir.


Ege Üniversitesi, Doktora Öğrencisi, ozdemiryasin91@gmail.com, ORCID ID: 0000-0003-
4692-2097.
1 Avram Galate, Historie de Juifs d’Antolie- Les Juifs d’Izmir (Smyrne), İstanbul, 1936. Siren

Bora, İzmir Yahudileri Tarihi 1908-1923, Gözlem, İstanbul, 1995.Henri Nahum, İzmir
Yahudileri 19.-20. Yüzyıl, çev. Estreya Seval Vali, İletişim, İstanbul, 2000. Dina Danon, The
Jews of Ottoman Izmir: A Modern History, Stanford University Press, 2020.
2 Cem Behar, Bir Mahallenin Doğumu ve Ölümü (1494-2008), YKY, İstanbul, 2014.
3 Hasan Hüseyin Güneş, Kudüs Mağâribe Mahallesi, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Ankara, 2017.
4 Zeycan Gündoğdu, İzmir’de Kasap Hızır Mahallesi, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi),

Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın, 2008.


134 Yasin ÖZDEMİR

Siren Bora’nın çalışması toplam beş bölümden oluşmaktadır. Giriş


kısmında kısa bir İzmir tarihinin ardından İzmir’de Antik dönemdeki ilk
Yahudi yerleşiminden bahsetmektedir. İzmir’de Yahudilere ait ilk yazılı
eserin bugün Oxford’da sergilenen ve M.S. 123-124 yıllarına tarihlenen bir
yazıt olduğunu belirten Bora, arkeolojik veriler ışığında Yahudilerin
İzmir’deki ilk yerleşim yerinin bugünkü Altınpark civarında olduğunu
belirtmiştir. Doğu Roma (Bizans) döneminde İzmir’deki Yahudi varlığı
konusunda iki farklı görüş vardır. Barnay ve Başan bu dönemde Yahudi
varlığına ilişkin ciddi bir kanıt olmadığını belirtirken, Galante 1207’de
Scalanova’da yaşayan Yahudilerin İzmir’e göç etmesini, Nahum’un ise 14.
yüzyılda İzmir’e Batı ve Orta Avrupa’dan göçler olduğunu ileri sürerek
kentte Yahudilerin yaşadığını vurgularlar. Bora’da geç Bizans döneminde
İzmir’de bir Yahudi yerleşiminin olduğunu düşünmektedir.
Kitabın birinci bölümünde İzmir Yahudi mahallesinin oluşumuna
kadar geçen süre zarfında İzmir’deki Yahudiler hakkında bilgi vermiştir.
Bora, çok önemli bir soru ile başlamaktadır; Türkler İzmir’e geldiklerinde
İzmir’de Yahudiler var mıydı? İzmir’in önemli ticaret merkezlerinden biri
olmasından dolayı Yahudilerin bu kentte varlığının her dönem olduğunu
belirten Bora, 18. yüzyıla ait bir eserde Türklerin İzmir’e ilk geldiklerinde
bir sinagogu camiye çevirdiklerine dair bir bilgi yer aldığını belirtmiştir.
Bora, Osmanlı Arşivi’nde tespit ettiği 1849/50 tarihli bir belgede Yahudi
cemaatine ait olan “Alaca Mescit’in” bu yapı olabileceğini düşünmektedir.
Bu bilgilere rağmen ne İzmir’in günümüze ulaşan en eski vergi defteri olan
1528-1529 tahririnde ne de 1575-1576 tahrir kayıtlarında İzmir’de
Yahudilerin varlığına dair bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak Bora, yapılan
araştırmalarda İzmir’de 1540 ve 1565 tarihli iki Yahudi mezar taşının
varlığından bahsedildiğini belirterek kayıtlarla uyuşmayan bu duruma
dikkat çekmiştir. Bora, bu Yahudilerin kısa süreli ticaret yapmak için Tire
ya da Manisa gibi İzmir’e yakın kentlerden gelen Yahudiler olduğunu
düşünmektedir. Bu kısa süreli gelişler zamanla kalıcı hale gelmiş ve Aydın,
Akhisar, Nazilli, Bergama, Urla Yahudileri İzmir’e yerleşmişlerdir. 19.
yüzyılında İzmir hahambaşılığı yapmış olan Hayim Palaçi, İzmir Yahudi
cemaatinin 1599’da kurulduğunu söylese de Bora, bu tarihten çok önce
Tireli iki Yahudi aile olan Levi ve Yahuda ailesinin İzmir’de yaşamaya
başladığını belirtmiştir. 1590 yılından itibaren ise İzmir’e Selanik ve
Tsafet’ten Yahudi göçleri başlamıştır. Daha sonraki yıllarda da İzmir’e Orta
Avrupa, Doğu Avrupa, İspanya, Portekiz ve Rusya’dan Yahudiler gelmiştir.
Bu gelen nüfus Liman mahallesine yerleşmişlerdir. Bu alan ise günümüzde
Eşrefpaşa Caddesi (İkiçeşmelik Caddesi) ile Anafartalar Caddesi (Kemeraltı
Kitabiyat 135

Caddesi) arasında kalan bölgedir. İlk sinagog ise Tireliler tarafından


kurulan Pinto (Pintas) sinagogudur.
Kitabın ikinci bölümünde yazar 17. ve 18. yüzyılda Birinci Juderia
mahallesinin geçirdiği dönüşümü anlatmaktadır. Öncelikle mahallesinin
İzmir topografyasındaki yeri hakkında bilge veren yazar, Yahudi
mahallesinin Türk mahallesi ile Ermeni mahallesinin arasında yer aldığını
belirtmiştir. Ancak kuşkusuz Osmanlı idaresinin tanımladığı mahalle
sistemi böyle değildir ve İzmir’de Yahudilerin oturduğu mahalleler de
karışık etnik yapıdadır. Bundan dolayı yazar 19. yüzyılda Yukarı Aya Yanni
Kilisesi mahallesinde Rum ve Yahudi ailelerin, Hurşidiye mahallesinde ise
Müslüman ve Yahudi ailelerin bir arada yaşadıklarını belirtmiştir.
Bora, ardından İzmir’deki Yahudi cemaatinin kuruluşundan
bahsetmiştir. İzmir’in ilk hahamı olan Azarya Yaşua Aşkenazi, Sabetay
Tsevi’nin hocası olan İtshak d’Alba gibi kişiler bu cemaatin kuruluşunda yer
almaktadır. Cemaatin kurulmasının ardından şehre yönelik Yahudi göçleri
artmış, Selanik’te yaşanan ekonomik kriz neticesinde bu sayı gün geçtikçe
artmıştır. Hatta bu sayılar o kadar artmıştır ki Selanik’te yeniçeriler için
çuha üretecek Yahudilerin azlığı şikâyet konusu olmuştur. İzmir Yahudi
nüfusunu besleyen önemli merkezlerden biri de kuşkusuz Manisa’dır.
1621’de İzmir’e göç nedeniyle Manisa’da sadece birkaç Yahudi ailenin
kaldığı yine kayıtlarda yer almaktadır. Bora, göçlerin başladığı 1590’dan
Bakiş sinagogunun inşa edildiği 1617’ye kadar yani yaklaşık 25 yıl boyunca
İzmir Yahudi cemaatinin organize olmaya çalıştığını belirtmiştir. Bora
ayrıca 17. yüzyıla kadar Osmanlı Yahudilerinin bir nevi derebeylik sistemi
olan Romaniot cemaat modeli benimsediğini ancak İber yarımadasından
yoğun Sefarad göçleri ile daha esnek bir dinsel topluluk yapısına
dönüştüğünü belirtmiştir. Böylece İzmir’e farklı bölgelerden gelen Yahudi
cemaatleri İber modeli ile kendi geleneksel hayat tarzlarını sürdürmüşler
ve asla bir bütünün parçası gibi hareket etmemişlerdir. Yıllar içinde İzmir’e
gelen her grup kendi sinagoglarını inşa etmiştir. 1616-1617’de İzmir’de bir
cemaat varken, 1631’de cemaat sayısı 6’ya yükselmiştir, iki haham
cemaatleri eşit olarak bölüşmüşler ve aynı yıl oluşturulan Yahudi cemaati
yasasını birlikte imzalamışlardır.
Bora ardından İzmir’i ve dolayısıyla Yahudi mahallesini etkileyen
1688 depreminden bahsetmiştir. Depremin ardından gelen yangın bütün
şehri etkilemiş özellikle Frenk, Ermeni, Yahudi mahallelerini etkilemiştir.
Evlerin bitişik olması kuşkusuz yangının şiddetini arttırdığını belirten Bora,
136 Yasin ÖZDEMİR

20.000 kişinin öldüğü düşünülen bu depremin ardından birçok Yahudi’nin


İzmir’i terk ederek civar kentlere göç ettiğini belirtmiştir.
Ardından Bora, Cizye defterleri üzerinden İzmir Yahudileri hakkında
bilgi vermiştir. İzmir Yahudilerine ilişkin en eski vergi kayıtlarının 1641/42
tarihli olduğunu ve toplam 92 vergi mükellefinin olduğunu belirten yazar,
1659/60 tarihli ikinci defterde ise bu sayının 271’e çıktığını vurgulamıştır.
1687/88 tarihli üçüncü cizye defterinde ise Yahudi vergi mükellefi
sayısının 219’a düştüğü belirten yazar bunun üç nedenden kaynaklandığını
ileri sürmüştür. İlk neden 1676’da Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa
Paşa’nın savaşlar için İzmir’in sermayesine ve insan gücüne el koymasıdır.
İkincisi 1688 tarihli İzmir depremidir. Üçüncü neden ise Sabetay Tsevi
olayıdır. 1626’da İzmir’de doğan Sabetay Tsevi, 1648’de uzun yıllardır
beklenen Mesih olduğunu ilan etmiş ve büyük yankı uyandırmıştır.
Tsevi’nin müritleri ilk başta onun peşine İzmir’e gelirken, Tsevi’nin
Müslüman olması ve Selanik’e yerleşmesi üzerine şehirden ayrılmışlardır.
1775/76 tarihli bir diğer cizye defterinde ise vergi mükellefi Yahudilerin
sayısı 1571’e çıkmıştır. Bu defterde Yahudi tüfekçi esnafının ayrı yazılması
ise ilginç bir ayrıntıdır.
Bora, nüfus bilgilerini verdikten sonra 16. ve 20. yüzyıl arasında
İzmir topografyasında yaşanan dönüşümleri anlatmıştır. Yazar, İzmir iç
limanının dolması, kordonun düzenlenip yeni alanların açılması, yeni
hanların yapılışı, nüfusun artışı ile İzmir’in Punta, Göztepe, Karşıyaka gibi
bölgelere doğru genişlediğinden bahsetmiştir. Ardından 17. ve 18.
yüzyıllarda Birinci Juderia’nın cadde ve sokaklarından bahsetmiş ve
mahallenin en eski sokağının Havra sokağı olduğunu belirtmiştir. Neve
Şalom, Algazi, Giveret, Orehim sinagogları nedeniyle günümüzdeki 937
sokak hala Havra sokağı olarak anılmaktadır.
Kitabın üçüncü bölümünde ise 19. ve 20. yüzyıllarda Birinci
Juderia’da yaşanan dönüşümler anlatılmıştır. Yazar ilk olarak 19. yüzyıl
boyunca yaşanan yangınların mahalle üzerinde nasıl bir etki yarattığı
üzerinde durmuştur. Bu yangınlar içerisinde özellikle 1841 yangını Yahudi
mahallesinin tamamını yakıp kül etmiştir. 1845 yangınında ise Ermeni
mahallesi tamamen kül olmuş Yahudi mahallesinden sadece 5 konut sahibi
120 kiracı zarar görmüştür. Yazar ardından Osmanlı mahalli teşkilatın
kurulması ve sonraki gelişmeleri anlatmış, 1885 muhtarlık teşkilatının
oluşturulması ile İzmir 51 mahalleye bölündüğünü ve bunların içerisinde 7
tanesinin de Birinci Juderia alanında olduğunu belirtmiştir. Ardından yazar
Kitabiyat 137

İzmir Şeriyye Sicilleri ile Askerlik Bedeli Cetvellerinde yer alan Birinci
Juderia’ya ilişkin bilgileri aktarmıştır.
Kitabın dördüncü bölümü ise Birinci Juderia’nın kurumsal yapılarına
ayrılmıştır. Yazar mahallede yer alan sinagogların, okulların, hastanelerin,
hamamların, yetimhanenin ve lazarettoların tarihlerini anlatmış ve ilginç
bilgiler vermiştir.
Kitabın beşinci bölümünde ise yazar, 17. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar
İzmir ticari hayatını ve buradaki Yahudileri anlatmıştır. Yazar Yahudilerin
İzmir’e gelişi ile kentin ticari hayatının canlanışının aynı dönemlere denk
geldiğini belirtmiştir. Özellikle 17. Yüzyılda Yahudiler, vergi mültezimi,
aracılık, tefecilik ve dragomanlık (tercümanlık) gibi ticari hayattaki önemli
mesleklerin Yahudilerin tekelindedir. 17. yüzyılın sonlarında Yahudiler,
Hollanda, İngiltere ve Fransa’nın Levant’taki ticari faaliyetlerine müdahale
edecek kadar güçlenmişlerdir. Ancak bu güçleri zamanla Rumlara ve
Ermenilere geçmiştir. Yazar bunun neticesi olarak 19. yüzyılda İzmirli
Yahudilerin sadece bireysel çabalarıyla ön plana çıktıklarını belirtmiştir.
Bora, Portekiz Yahudileri için ayrı bir bölüm açmış ve özellikle Hollanda ve
Fransa’nın İzmir ticareti konusunda ne kadar önemli olduklarını
vurgulamıştır. Bir sonraki kısımda ise yazar Yahudilerin 19. ve 20.
yüzyıllardaki dahil oldukları meslek gruplarını anlatmıştır.
Sonuç bölümünde yazar, başlangıçta Kadifekale eteklerinde kurulan
Yahudi mahallesinin gelen göçlerle nüfusunun arttığını, önce İkiçeşmelik
Caddesi’nin iki yönüne, daha sonra ise Kestelli’ye doğru yayıldığını
belirmiştir. Ancak Müslüman ve Ermeni mahallelerinin arasında kalan
Yahudi mahallesi zamanla tıkanmış ve şekilsiz bir yapılaşmaya
meyletmiştir. 19. yüzyılda özellikle Teselya, Rusya ve Romanya kökenli
Yahudilerin gelişi ile Yahudiler başka mahallelere yerleşmeye başlamıştır.
Halil Rıfat Paşa döneminde açılan yolla Yahudilerin bir kısmı Karataş’a
doğru göç ederek İkinci Juderia’yı kurmuşlardır. Birinci Juderia’ya önce
Balkan Savaşları sırasında Balkanlardan, ardından işgal ile İzmir
çevresinden fakir Yahudiler gelip yerleşmişlerdir. Birinci ve İkinci Juderia
arasında zamanla çekişmelerin görüldüğünü belirten yazar, Birinci
Juderia’daki Yahudilerin Siyonizm’i desteklerken, İkinci Juderia’daki
Yahudilerin Siyonizm karşıtı olduklarını belirtmiştir. Cumhuriyetin
kurulmasının ardından ise Yahudiler yavaş yavaş İsrail’e göç etmiştir. Yazar
İsrail’e yapılan göçlerin ağırlıklı olarak Birinci Juderia’dan yapıldığını
belirtmiş, boşalan yerlere ise Anadolu’dan gelen Müslüman Türk
göçmenlerin yerleştiğini belirtmiştir.
138 Yasin ÖZDEMİR

Siren Bora tarafından kaleme alınan ve hem İzmir’in hem de İzmir


Yahudilerinin tarihine ışık tutan çalışması birçok konuda okuyucusunu
derin bilgiler vermektedir. İzmir’in önemli kültür zenginliklerinden olan
Yahudilerin tarihini aydınlatan bu çalışma Siren Bora’nın diğer eserleri gibi
bu konuda çalışacak kişilere temel başvuru eseri olacaktır.
Dergi Yayın İlkeleri
Ege Üniversitesi İzmir Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin yayın
organı olan İzmir Araştırmaları Dergisi, uluslararası hakemli, akademik bir
dergidir. Yılda iki sayı yayımlanır. Dergimizde, özgün araştırma-inceleme
makaleleri, çeviri, kitap tanıtma, kongre-sempozyum haberleri ve ölüm
haberleri yayımlanır. Yazıların bilimsel araştırma ölçütlerine uyması, alana
bir yenilik getirmesi ve başka bir yerde yayımlanmamış olması gerekir.
Derginin dili Türkçedir. Gerektiğinde Batı dillerinde de makale
yayımlanabilir. Makale ve çevirilerde, metinden bağımsız olarak 200
kelimeyi aşmayacak Türkçe ve İngilizce özet ile anahtar kelimeler konunun
uzmanı bir hakemin değerlendirmesi ve Yayın Kurulu’nun nihai onayıyla
basılır. Yayın Kurulu, gerektiğinde yazıların yazım şekli üzerinde küçük
düzeltme ve değişikler yapabilir. Metne eklenmesi istenen resim, çizim,
harita veya belgeler yüksek çözünürlükte (JPG), teslim edilmelidir. Resim
ve belge türünden tüm materyaller numaralandırılmalı ve altına
açıklamaları yazılmalıdır.
Sayfa Düzeni:
Üst: 3 cm, Sol: 2 cm
Alt: 3 cm, Sağ: 2 cm
Boyut: 16,5 X 24 cm
Üstbilgi: 2 cm, Alt bilgi: 2 cm
Makale başlığı: 16 cm
Yazar adı: 12 punto Cambria
Metin yazı tipi: Cambria, 11 punto
Dipnotlar: 9 punto

Atıfta bulunan metinlerin kısaltılmış kaynakçası dipnot olarak


verilmelidir. Dipnotlar:
Tek yazarlı kaynak : Uzunçarşılı 1957, 23; Karal
1940, 234
İki yazarlı kaynak : Bilge ve Kaynak 2000, 11-12.
İkiden fazlar yazarlı kaynak : Hamilton vd. 1957, 345 vd.
Birden fazla cildi olan kaynak : Ünal 2002, I; 23-24, Lev.12.
Birden fazla baskısı olan kaynak : Kınal 1982 (2. Baskı), 87,
res.23.
Yazarın aynı yılda basılmış eserleri : Alkım 1990a, 45; Alkım
1990b, 90.
Kaynakça oluştururken yazarın soyadlarına göre alfabetik olarak
sıralanmalıdır. Kaynakça:
Kitaplarda : Akdağ 1975 Mustafa
Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası “Celalî İsyanları”, İstanbul;
Bilgi Yayınevi,1975.
Çeviri Eserlerde : Jorga 2005 Nicolae Jorga,
Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, çev. Nilüfer Epçeli, İstanbul; Yeditepe, C.5,
2005.
Makalelerde : İnalcık 1964 Halil İnalcık
“Sened-i İttifak ve Gülhane-i Hatt-ı Hümâyûnu” BELLETEN, C.XXVIII, S.112,
Ankara; TTK, 1964, 603-622.
Tezlerde : Çınar 2000 Hüseyin Çınar,
18. Yüzyılın İlk Yarısında Ayıntab Şehri’nin Sosyal ve Ekonomik Durumu,
İstanbul Üniversitesi, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul; 2000.

Tüm yazışmalar ve makaleler için adres:


Ege Üniversitesi
İzmir Araştırma ve Uygulama Merkezi
Gençlik Caddesi No:19, Bornova İzmir
Tlf: 0232-324-72-24
E-mail: izmiraum@mail.ege.edu.tr
izmiraum@gmail.com
İzmir Araştırmaları Dergisi, Sayı:

İÇİNDEKİLER

ARAŞTIRMA MAKALELERİ/ ARTICLES

Ece SEZGİN, Nil Dilara ÇOLAK, Gizem AKCAN


Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması: Öne Çıkan Bulgular .......................... 1

Yeşim BATMAZ
Smyrna (İzmir) Agorası’nda Bulunan Çanakkale Seramiklerinin
Yeniden Üretim Denemeler............................................................................................. 29

Murat ALANDAĞLI
XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası
(ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) ............................................................................................................. 51

Mustafa KAYMAKÇI,
Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları ............................................... 95

İNCELEME YAZILARI

Ahmet UHRİ, Mehmet UHRİ,


Akdeniz’e Farklı Bakmak ............................................................................................... 127

KİTABİYAT /BOOKS

Yasin ÖZDEMİR
Birinci Juderia İzmir’in Eski Yahudi Mahallesi, Dr. Siren Bora, ........................ 133

ISSN: 2149-1097

2149 1092

You might also like