Professional Documents
Culture Documents
Bizans Tarihi-Tamamı
Bizans Tarihi-Tamamı
BİZANS TARİHİ
Yazarlar
Prof.Dr. Ayşe KAYAPINAR (Ünite 1, 4)
Prof.Dr. Mustafa DAŞ (Ünite 2, 6)
Prof.Dr. Casim AVCI (Ünite 3)
Prof.Dr. Yusuf AYÖNÜ (Ünite 5)
Prof.Dr. Levent KAYAPINAR (Ünite 7, 8)
Prof.Dr. Zeliha DEMİREL GÖKALP (Ünite 9)
Dr.Öğr.Üyesi Hasan YILMAZYAŞAR (Ünite 10)
Editör
Prof.Dr. Levent KAYAPINAR
Bu kitabın basım, yayım ve satış hakları Anadolu Üniversitesine aittir.
“Uzaktan Öğretim” tekniğine uygun olarak hazırlanan bu kitabın bütün hakları saklıdır.
İlgili kuruluştan izin almadan kitabın tümü ya da bölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt
veya başka şekillerde çoğaltılamaz, basılamaz ve dağıtılamaz.
Öğretim Tasarımcıları
Doç.Dr. Alper Tolga Kumtepe
Öğr.Gör. Orkun Şen
Kapak Düzeni
Prof.Dr. Halit Turgay Ünalan
Grafikerler
Ayşegül Dibek
Ufuk Önce
Bizans Tarihi
E-ISBN
978-975-06-3087-3
İçindekiler
Önsöz .................................................................................................................. viii
Özet ............................................................................................................................... 50
Kendimizi Sınayalım ................................................................................................... 51
Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı ........................................................................ 52
Sıra Sizde Yanıt Anahtarı ............................................................................................ 52
Yararlanılan Kaynaklar ............................................................................................... 53
Önsöz
Türk dünyası tarihi, Osmanlı Devleti tarihinin erken dönemi, Türkiye tarihinin or-
taçağ tarihi, Bizans tarihi olmadan düşünülemez. Çünkü anavatanları Orta Asya coğ-
rafyası olan Hun Türkleri batı istikametine IV. yüzyılda ilerleyip Kavimler göçünü baş-
lattıktan sonra Bizans tarihinin gelişimini etkilemiş hem de gelişiminden etkilenmiştir.
Bizans’ın Avrupa Hunları, Göktürkler, Avarlar, Hazarlar, Bulgarlar, Peçenekler, Uzlar,
Kumanlar, Selçuklu ve Osmanlı Türkleri gibi çeşitli Türk unsurlarıyla gerek siyasi ve
askeri, gerek ekonomik ve ticari münasebetleri olmuştur. Bu münasebetlerin günümüze
ulaşan en önemli sonuçlarından birisi, Bizans’ın irtibat kurduğu bu çeşitli Türk kavimle-
ri hakkında zengin bir tarih yazımı geliştirmiş olmasıdır. Dolayısıyla Bizans kaynakları-
nın Türk kavimleri hakkında çok müstesna tarihi verileri teyit edici bilgiler ihtiva ettik-
lerini belirtmek gerekir. Bu bakımdan Türk tarihinin bazı evrelerini Bizans kaynaklarını
incelemeden yazmamız mümkün görünmemektedir. Ancak Bizans kaynaklarını tanıma
gerekliliğinin yanı sıra Bizans tarihinin ana hatlarını bilmemiz de elzem gözükmektedir.
Çünkü Bizans tarihinin ana hatlarını, gerekli terimlerini ve Türk dünyası ile hangi ta-
rihte ne gibi münasebetleri olduğunu bilmemiz, Bizans kaynaklarına daha kolay intibak
etmemizi sağlayacaktır.
Elbette günümüzde Türkiye’de ve Dünya’da Bizans tarihi ile ilgili yapılmış belli başlı
konular üzerinde çok sayıda çalışma mevcuttur. Ancak üniversite öğrenimi gören öğren-
cilere yönelik olarak bu konuda araştırmaya giriş mahiyetinde olabilecek bir el kitabı (ma-
nuel) ya da bir ders kitabı uzun süreden beri hissedilen bir eksikliktir. Elinizdeki Bizans
Tarihi kitabı bu eksikliği giderme amacındadır. Belirtmek gerekir ki, bu çalışma Bizans
tarihinin farklı alanlarında birikimi olan kişilerce hazırlandı. Ayrıca Türkiye’de ilk defa bu
çalışmayla Bizans tarihinin farklı yönleri yani temel kavramlar, dönemlendirme sorunu,
genel özellikler, Roma’dan Bizans’a geçiş süreci, kuzeyli Türk dünyası ile münasebetleri,
Selçuklu-Bizans ilişkileri, Osmanlı-Bizans ilişkileri, Bizans hukuku ve devlet yapısı, Bi-
zans ekonomisi ve toplumsal yaşam, Bizans kültürü ve sanatı gibi konular tek bir kitapta
toplanmış oldu.
Kitabın amacı, IV. yüzyıl’ın başından başlayarak XV. yüzyıl’ın ikinci yarısına kadar Bi-
zans Devleti tarihinin ana hatlarını kuzeyli Türk dünyası, Müslüman Araplar, Selçuklu
Türkleri ve Osmanlılarla ilişkileri çerçevesinde Türkiye ve Türk tarihi içinde öğretmekle
birlikte Bizans hukuk ve devlet yapısı, iktisadi hayatı ve Bizans sanatının ana hatlarını
açıklamaktır.
Benimsenen amaç doğrultusunda kitap, 10 ünite çerçevesinde Bizans Tarihine
Genel Bakış, Roma’dan Bizans’a Geçiş, Bizans ve Müslüman Araplar, Bizans ve Ku-
zeyli Türk Komşuları, Bizans ve Selçuklu Devleti İlişkileri, Bizans-Osmanlı İlişkileri,
Bizans Hukuku, Bizans Devlet Yapısı ve Eğitim, Bizans Ekonomisi ile Bizans Sanatı
gibi başlıklar altında Bizans Tarihinin, öğrenciler için dikkat çekebilecek konuları ön
plana çıkartılmıştır.
Önsöz ix
Kitapta okuyucunun okumasını ve dikkatini içeriğe yoğunlaştırmasını kolaylaştırmak
ve ayrıca bu konuda Türkçede farklı yazım stillerini önlemek amacıyla aslı Yunanca olan
Bizans terim ve adlarının orijinal yazılış şekillerinin Batı dillerinde yazılışlarına göre de-
ğil Türkçe okundukları zaman çıkan sese göre bir çeviriyazı sistemi benimsenmiştir. Bu
çerçevede örneğin İngilizce Constantine Palaiologos, Almanca Konstantin Palaiologos,
Fransızca Constantin Paléologue şeklinde gösterilen isim bu kitapta Konstantinos Paleo-
logos olarak yazılmıştır.
Üniversite düzeyinde öğretilecek Bizans Tarihi dersine yönelik olarak hazırlanan bu
çalışmanın, günümüzde Türkçe yazılmış bir Bizans Tarihi Ders kitabı ihtiyacını önemli
ölçüde gidereceği inancındayız.
Editör
Prof.Dr. Levent KAYAPINAR
1
BİZANS TARİHİ
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Bizans tarihine ait temel kavramları açıklayabilecek;
Bizans Devleti’nin genel özelliklerini açıklayabilecek;
Bizans tarihinin dönemledirilmesi üzerine görüşleri tartışabilecek,
Bizans ve komşularını açıklayabileceksiniz;
Anahtar Kavramlar
• Bizans Coğrafyası • Roma Devlet Geleneği
• Bizans • Ortodoks Hıristiyanlık
• Rum • İstanbul
• Grek • Bizansın Komşuları
• Hellas • Bizans Tarihinin
• Yunan Dönemlendirilmesi
• Antik Yunan Kültürü
İçindekiler
Bizans
Günümüzde Bizans diye adlandırılan devlet kendisi için bu kavramı kullan-
mamıştır. Bizim Bizans olarak isimlendirdiğimiz devlet ve kişiler kendileri için
Romalı tabirini kullanmışlardır. Çünkü gerçekte Bizans, Doğu Roma Devleti
idi. Hatta 6. yüzyıla kadar içinde Roma şehrinin de yer aldığı Batı Avrupa bölü-
mü Cermen kabileleri tarafından işgal edilmiş olmasına rağmen Bizans, devlet
düşüncesi olarak buraları dahi Roma Devletinin bir parçası olarak görüyordu.
Bundan dolayı Roma’nın devamı olarak algıladıkları için kendilerini Romi yani
Romalı olarak görüyorlardı. İstanbul şehrinin 330 yılında inşa edildiği şimdiki
Sarayburnu civarında bulunan eski Antik Yunan kolonisi Bizantion olarak ad-
landırılıyordu. Çok sık olmamakla birlikte devletin başkenti İstanbul için de za-
man zaman Bizantion tabiri kullanılıyordu. İstanbul’da yaşayanlar da yine nadir
olmakla birlikte İstanbullu manasında Bizantios olarak ifade edilebiliyordu. Dola-
yısıyla Bizans tabiri sadece coğrafi bir bölgeyi işaret etmek ve İstanbul’da yaşayan-
ları göstermek için kullanılmış bir tabirdir. Ancak 1453 yılında İstanbul’un fethi
ile Doğu Roma Devleti, tarihin bir konusu haline geldiği zaman bu devletin nasıl
adlandırılacağı sorunu yaşandı. Tarihçiler, Roma dedikleri zaman M.Ö. 7. yüzyıl-
da Roma şehri ve çevresinde kurulan devlet akla geliyordu. Batı Roma daha çok
Roma’nın devamı olarak algılanıyordu. 7. yüzyıldan itibaren Roma ve Batı Roma
İmparatorluğu’ndan pek çok şey taşımakla birlikte kendine özgü bir sistem oluş-
turan Doğu Roma İmparatorluğu’nun diğerleriyle karışmaması için 16. yüzyıldan
itibaren Bizans tabiri kullanılmaya başladı. 1557 yılında Corpus Historiae Byzan-
tinae adlı seriyi başlatan Alman tarihçi Hieronymus Wolf, Bizans tabirini Doğu
Roma İmparatorluğu için kullanarak bu tabiri bilim dünyasına yerleştirdi. Doğu
Roma İmparatorluğu’nun sakinleri için Bizantinus teriminin kullanılması ise an-
cak Rönesans döneminde Avrupa’da kullanılmaya başlandı. (Mango, 2008, s. 9)
Rum
Devletin yıkılışından sonra tarihçiler tarafından Bizans olarak isimlendirilen Doğu
Roma İmparatorluğu, resmî dilinin Latince olduğu 7. yüzyıla kadar kendini Roma
İmparatorluğu manasında Imperium Romanum şeklinde adlandırıyordu. İmpa-
ratorluğunun resmî dilinin 7. yüzyıldan sonra Yunancaya dönüşmesinden sonra
Doğu Roma İmparatorluğu kendini Vasilia ton Romeon yani Roma İmparatorluğu
olarak isimlendirdi. Bu imparatorlukta yaşayanlar da kendilerini Romalı anlamın-
da Romi, ülkelerini de Romalıların yaşadığı topraklar manasında Romania olarak
adlandırdılar. İslam Dünyası’nda ise Romalılar için Rûm kelimesinin kullanımına
Kuran-ı Kerim’de rastlanır. Rum suresinin ikinci ayetinde Rum sözcüğü geçer ve
sureye adını verir. Arap kaynaklarında Bizans imparatorlarının sıfatı için Meliku’r-
Rûm, ‘Azîmu’r-Rûm, Akdeniz’i ifade etmek için Bahru’r-Rûm ve Bizans ülkesini
anlatmak içinde Bilâdü’r-Rûm veya Arzu’r-Rûm, tamlamalarının kullanıldığı gö-
1. Ünite - Bizans Tarihine Genel Bir Bakış 5
rülür (Demirkent 1998, s. 212). Türk Dünyasında ise Bizans’tan bahseden ilk yazılı
kaynak Göktürk yazıtlarıdır. Burada geçen Apurum kelimesi tartışmalı olmakla
birlikte Yunanca -den/-dan eki olan “apo” edatı ile Roma kelimesinin telaffuzu
olan Rum kelimesi birleşerek Bizans’tan (Apurum) gelen elçiler için kullanılmıştır
(Ögel, 1945, s. 63-87). Selçuklular ve Osmanlılar da Arapların kullandığı Rûm ke-
limesini benimsemiştir. Selçuklular, daha önce Doğu Roma’nın sahip olduğu Ana-
dolu için Diyâr-ı Rûm tamlamasını kullanırlarken Osmanlılar da Balkan toprakları
için Rumeli sözcüğünü kullanmışlardır. Fatih Sultan Mehmed de İstanbul’u fethet-
tikten sonra Kayser-i Rûm unvanını almıştır. Ayrıca Bizans’tan Osmanlıya intikal
eden Bizans kökenli Ortodoks Osmanlı tebaası için de Rûm tabiri kullanılmıştır.
Grek
M.Ö. 197 yılında bugünkü Yunanistan topraklarının büyük bir kısmına hakim
olan Romalılar burada yaşayan insanlar için Latinlerin hizmetkarı, Latinlerin
kölesi manasında Grek kelimesini kullanmışlardır. Ancak Grek kelimesinin si-
yasi manada kullanılması M.S. 800 yılında gerçekleşmiştir. Bu dönemde Kutsal
Roma Cermen imparatoru olan Şarlman, Bizans imparatoru sıfatıyla papanın
elinden taç giymiştir. Bu sıfatın kendilerine ait olduğunu iddia eden Bizanslılar
Şarlman’ın bu unvanı kullanamayacağını dile getirmişlerdir. Halbuki, bu tarihte
Bizans Devleti’nin başında kocası IV. Leon’un 780 yılında ölümü üzerine küçük
yaştaki oğlu VI. Konstantinos’un önce naipliğini üstlenmiş sonra da iktidar için
öz oğlunu öldürtmüş olan imparatoriçe İrini bulunuyordu. Şarlman bir kadının
Roma imparatoru olamayacağını sadece Greklerin kralı manasında “Rex Gra-
ecorum” unvanını kullanabileceğini iddia etti. Şarlman’ın bundaki amacı, artık
Yunanca konuşmaya başlayan Bizans imparatorlarını, daha önce Roma’nın köle-
leri olan Greklerle özdeştirerek onları küçümsemek ve kendini meşru Roma im-
paratoru kabul ettirtmekti. Bizans gerçek Roma imparatoru unvanının kendisine
ait olduğunu, imparatorluğun yıkıldığı son güne kadar iddia etti. Ancak Bizans
imparatoru I. Mihail 812 yılında imzalanan Aachen Antlaşmasıyla Kuzey İtalya
ve Adriyatik’teki bazı toprakların iade edilmesi karşılığında Şarlman’ın Roma
imparatoru sıfatını kendisiyle birlikte kullanabileceğini kabul etti. Bugün de batı
dillerinin pek çoğunda Yunanistan için Greece, Yunanlılar için de Grek kelimesi
kullanılmaya devam etmektedir. (Haldon, 2007, s. 167)
Hellas
Günümüzde Yunanistan Devletinin kendi topraklarını tanımlamak için kullandı-
ğı Hellas kelimesi, Bizans döneminde Selanik ile Atina arasında kalan bölge için
kullanılıyordu. 7. yüzyılda bu bölgede oluşturulan kolordu bölgesinin adı, Hellas
temasıydı. Bu kelimenin Yunanlıların yaşadığı ülke ve bundan türeyen Yunanlılar
manasındaki Hellas kelimesinin siyasi bir mana kazanması 1204 yılında gerçekle-
şen IV. Haçlı Seferinden sonra olur. İstanbul’un Hıristiyan-Katolik Latinler tara-
fından işgal edilmesi ve kaynakların belirttiğine göre hiçbir şehirde o güne kadar
yapılmayan yağmanın İstanbul’da gerçekleştirilmesi, Bizanslıları kimlikleri konu-
sunda bir arayışın içine sevketmiştir. 1204 ila 1261 yılları arasında İstanbul’dan
ayrılarak İzmit’te varlıklarını sürdürmek zorunda kalmaları Bizanslıların, Romalı
tanımının kendilerine ne kadar uyup uymadığını düşünmeye sevk etmiştir. Çünkü
başkentlerini işgal eden, kendilerini sürgüne gönderen Latinler de ana kimliklerini
Hıristiyan ve Romalı olarak tanımlıyorlardı. Bizanslılar da aynı değerlere sahip çı-
kıyorlardı, ama tarihin gördüğü en büyük yağma ile karşılaşmışlardı. O zaman on-
6 Bizans Tarihi
Yunan
Yunanlılar günümüzde kendilerini Hellas, batılılar Grek olarak tanımlarken
Türkiye’de ve İran’da Yunan sözcüğü ile tanımlanmaktadır. Bunun kökeni milat-
tan önce Atina ve Sparta ile İran’da yaşayan Persler arasındaki ilişkilere dayanır.
Tarihi kayıtlara göre Atina ve Spartalıların yanı sıra Batı Anadolu’da İonia bölge-
sinde yaşayanlarla temas kuran ilk doğulu toplum Persler olmuştur. Persler bu
insanları İon olarak kaydederler. Perslerin kullandıkları Fars dilinde canlılar için
ismin çoğul hali sona getirilen “-an” ekiyle gerçekleştirilir. İonyalılar diyebilmek
için İonan kelimesi türetilmiştir. İran’da 7. yüzyıldan sonra İslamiyet yayılmaya
başlayıp Arap alfabesi ile Farsça yazılmaya başlandığı zaman İonan kelimesi Yu-
nan şeklinde okunmaya başlamıştır. Yunanistan kelimesi de İonların yaşadığı ülke
manasına gelmektedir.
Ortodoks Hıristiyanlık
Hz. İsa ile zuhurundan yaklaşık üç asır sonra Hıristiyanlık, horlanma ve yasaklan-
ma süreçlerini tamamladıktan sonra Roma İmparatorluğu tarafından önce ser-
best bırakılmış, daha sonra da resmî din olarak benimsenmiştir. Ancak bu nokta-
ya gelindiğinde İsa ve Havarilerini tanıyanları tanıyan kuşaklar ortadan kalkmış,
Hıristiyanlığın temel ilkelerinin neler olduğu konusunda genel belirsizlik ortaya
çıkmıştır. Bundan dolayı her grup Hıristiyanlığın kendi yorumunun doğruluğunu
savunurken farklı yorum getiren grupları ise sapkın (heretik) olarak tanımlamış-
tır. Bu belirsizliğe son vermek üzere 325 yılından itibaren Hıristiyanlık inancının
ilkelerini belirlemeye yönelik sinod ya da konsil denilen ve yetkili tüm dinî oto-
ritelerin katıldığı toplantılar gerçekleştirilmiştir. Bu toplantılar sonucunda herkes
tarafından kabul edilmese de imparatorluğun resmî dinî görüşünün ilkeleri ve Hı-
ristiyanlığın kaynakları belirlenmeye çalışılmıştır. Hıristiyanlığın temel kaynakla-
rı İncil, Havari pederleri, kilise babaları ve kilise öğretmenleridir. Hıristiyanlığın
yazılı kaynağı olarak Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncillerinin sahih olduğu
kabul edildi. Havariler zamanında yaşamış ya da havarilerin öğrencileri olmuş
olan Romalı Clement, Antakyalı İgnatius, İzmirli Polikarpos ve Pamukkaleli Pa-
pias gibi erken dönem Hıristiyanlık yazarları olan havari pederleri Hıristiyanlı-
ğın kaynaklarından birisi kabul edildi. Büyük evrensel öğretmenler olarak kabul
edilen Büyük Vasil, Nenizili Gregor ve İoannis Hrisostomos gibi Hıristiyan kili-
sesinin tarihini yazanlar kilise pederleri adı altında Hıristiyanlığın diğer kaynak
grubunu oluşturdu. Ayrıca İskenderiyeli Kiril, Kudüslü Kiril, Şamlı İoannis gibi
din ve bilim adamları da kilise öğretmenleri adıyla Hıristiyanlığın temel kaynak-
larından birisi olarak kabul edildiler.
1. Ünite - Bizans Tarihine Genel Bir Bakış 9
İstanbul
Dioklitianos döneminde (284-305) dört başlı yönetim denilen tetrarhia sistemi-
ne geçildiğinde Roma şehri önemini yitirmeye başladı. İmparatorluğun merkezi
Diokletianos zamanında İzmit’e nakledildi. I. Konstantinos (306-337) başkenti
İstanbul’a taşıma kararı aldı. Bu kararın alınmasında İstanbul’un coğrafi konumu
kadar dönemin askeri, siyasi, ticari ve dini nedenleri de rol oynamıştır. 324 yılında
İstanbul’un inşasına başlandı. Roma’da olduğu gibi Sarayburnu’nda da muhteşem
bir saray, senato binası, hipodrom ve kiliseler yapıldı. Meydanlar, sanat eserleriyle
donatıldı ve karadan gelebilecek saldırılara karşı Marmara’dan Haliç’e kadar uza-
nan surlar inşa edilerek 11 Mayıs 330 tarihinde İstanbul resmen Bizans’ın başkenti
oldu. Şehir, kurucusunun adına izafeten Konstantin’in şehri manasında Konstan-
tinopolis adıyla anıldı. (Demirkent, 1992, s. 230-244)
Bizans tarihi bundan sonra İstanbul’un kaderiyle örtüştü. Pek çok tarihçi, Bi-
zans Devletinin başlangıç noktası olarak İstanbul’un kurulmasını alırken bitiş ta-
rihi olarak İstanbul’un fethini gösterdi. Bizans devletinin diğer bölgelerde geçen
tarihi İstanbul’da yaşanan ve kayda geçirilen olaylar kadar tutmaz. Bu yönüyle
Bizans tarihi bir bakıma İstanbul tarihi de demektir.
1. Ünite - Bizans Tarihine Genel Bir Bakış 11
ğünlerini Vlaherna sarayında kutlamaya karar verdiğinde halk buna karşı çıkmış-
tı. Hipodrom, İstanbul şehir hayatında öylesine bir rol oynuyordu ki imparatorlar
halkın eğlencesi için önemli miktarda fonlar ayırıyorlardı. Hipodromda senato,
ordu ve halkın önünde yapılan taç giyme töreni, 457 yılında patrik tarafından Aya
Sofya’da taç giydirme seramonisine dönüştü. 532 yılında Nika ayaklanması sırasın-
da yanan Aya Sofya kilisesinin yerine imparator I. Iustinianos, Milet’li İsidoros ve
Aydınlı Antemios adlı mimarlara günümüze kadar ulaşan Aya Sofya kilisesini inşa
ettirdi. Aya Sofya kilisesi yüksekliği ve kubbesi ile uzun asırlar dünyanın en yüksek
binası olarak kaldı. Seyyahlar, Pers etkisiyle oluşturulan, altın ağaçların üstünde
altından kuşların öttüğü imparatorun her iki yanında aslanların kükrediği, su saat-
leri ve astronomik rasat aletlerin bulunduğu, altından yapılmış mutfak eşyalarının
kullanıldığı Bizans sarayını ve İstanbul’u anlatmaktadırlar. Ancak İstanbul’un bu
muhteşemliğinden 1204 yılında gerçekleşen IV. Haçlı Seferinden sonra pek fazla
bir şey kalmaz. Latinler, yağmaladıkları altın at heykellerini ve değerli pek çok
eseri Venedik başta olmak üzere Batı şehirlerine götürürler. Pek çok kilisenin altın
ve gümüşten kaplamaları sökülerek yağmalanır. Bu durum bir çok binanın tabi-
at şartlarına dayanamadan yıkılmasına sebep olur. Türkler, İstanbul’u fethettikleri
zaman nüfusu 40 binin altına düşmüş ve mevcut yapıları başkent olmaya yeterli
olmayan bir şehirle karşılaşırlar.
Orta Bizans dönemi ise Süryani asıllı Leon hanedanının tahta çıkmasıyla baş-
lar. Bu dönemin önemli olayları arasında ikonoklazma hareketi Anadolu’daki
Müslüman ilerleyişinin durdurulması ve 1025 yılında ölen Makedonya haneda-
nından II. Vasil’in Bizans otoritesini Anadolu’da ve Balkanlar’da tekrar kurması,
II. Vasil’den sonra Bizans devletinin zayıflama sürecine girmesi, 1071 yılında Sel-
çuklulara karşı Malazgirt’te ve 1176 yılında Miriokefalon’da alınan yenilgiler ve
1204 yılında Haçlıların İstanbul’u işgali gösterilebilir.
Geç Bizans döneminin önemli olayları arasında 1204 Latin işgali sonucunda
Bizans’ın devamı olduğunu iddia eden Trabzon, Epir ve İznik’te yeni devletçikle-
rin ortaya çıkması, İstanbulla birlikte Selanik, Tiva, Atina ve Mora’da Latin duka-
lıklarının kurulması, 1261 yılında İstanbul’un son Bizans hanedanı Paleologoslar
tarafından ele geçirilmesi, Anadolu’da Osmanlılar, Balkanlarda Sırp ve Bulgarlarla
mücadele, Bizans devletinin İstanbul ve çevresiyle sınırlı bir şehir devletine dö-
nüşmesi ile İstanbul’un 1453 yılında fethi sıralanabilir.
Balkanlarda ve Anadolu’daki pek çok şehir küçülmeye, yok olmaya yüz tutmuş ve
Kastron denilen kale şehirlere dönüşmüştür. Bu dönemin belki de karanlık çağ
olarak anılmasının en önemli nedeni yaklaşık 120 yıl sürecek olan İkonoklazma
iç savaşıdır. İkonaların put mu yoksa tanrıya ibadette araç mı tartışması Bizans’ta
binlerce insanın ölmesine ve Bizans tarihinin erken dönemlerinde oluşturulmuş
pek çok sanat eserinin yok edilmesine sebep olmuştur. Bu dönemde ziraate dayalı
Bizans ekonomisini ayakta tutabilmek için köy halkına kolektif vergiler konulduğu
gibi şâhısa bağlı kelle vergileri de yaygınlaştırılmıştır.
Gelişme dönemi, 800/850 ila 1000 yılları arasındaki dönemi kapsar. Bu döne-
min yönetici ailesi Makedonya hanedanıdır. Dönemin en önemli özelliği Bizans
merkezi yönetiminin kurulmasının başarılmasıdır. Bunun sonucu olarak ekono-
mi canlanmış, bürokrasi gelişmiştir. Müslüman Araplara karşı Güney Anadolu’da
ve Doğu Anadolu’da toprak kazanımları sağlanır. Balkanlarda Bulgarlar kesin bir
yenilgiye uğratılarak I. Bulgar devletine son verilir. Kültür alanında büyük bir iler-
leme görülür. Bizans’tan kalan yazma eserlerin pek çoğu bu döneme aittir. Bundan
dolayı gelişme dönemi, ansiklopedi çağı olarak da adlandırılır. Merkezi otoritenin
sağlanmasının bir sonucu olarak Bizans toplumunda ortak ideolojik düşünce ve
kültürel birlik fikri hakim kılınmıştır.
Batılılaşma ve İznik imparatorluğu dönemi 1000 ila 1261 yılları arasını kapsar.
Bu dönemde Bizans imparatorluğu, Komninos ve Laskaris hanedanlıkları tara-
fından yönetilmiştir. 1204 yılındaki IV. Haçlı seferine kadar taşradaki eyaletlerde
yer alan kasabaların sayısında bir artış gözlemlenir. Bunun sonucu olarak taşralar
da yarı feodal asil sınıfı ortaya çıkmaya başlar. Komninoslar döneminde Bizans,
feodal Avrupa toplumlarına benzemek için uğraşır. Ancak model aldıkları Latin
Batı devletleri tarafından düzenlenen IV. Haçlı seferiyle başkentleri işgal edilir.
Bizans’ın yaklaşık 9 asır boyunca İstanbul’da oluşturduğu hazinesi, sanat eserleri
yağmalanır. Bizans bu işgalin sonucu olarak parçalanır. Trabzon, Epir ve İznik’te
Bizans’ın devamı olduğunu iddia eden beylik düzeyinde devletler ortaya çıkar.
Bunlardan 1204 - 1261 yılları arasında İznik’te varlığını sürdürenler, İstanbul’u
1261 yılında ele geçirerek Bizans’ı tekrar ihya ederler.
Boğazlar imparatorluğu dönemi 1261 - 1453 yılları arasını kapsar. Bizans’ın yö-
netici ailesi bu dönemde Paleologos hanedanıdır. Boğazlar imparatorluğu diye anıl-
masının sebebi imparatorluğun bu dönemde İstanbul, Trakya, Selanik, Mora’nın bir
bölümü ve Ege Denizinde birkaç adayla sınırlı olmasıdır. 13. asırda Bizans, Latin
imparatorluğunun tekrar kurulmaması ve rakibi Epir despotluğunun ortadan kal-
dırılmasıyla uğraşmıştır. Bizans’ın dikkatini Batıya yönlendirmesi Batı Anadolu’da
Osmanlıların da dahil olduğu Türk beyliklerinin ortaya çıkmasını kolaylaştırmış-
tır. 14. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul’un Sırp devleti’nin eline geçmesi söz konu-
sudur. Bizans bu tehlikeden Osmanlıdan aldığı yardımla kurtulabilecektir. Bunun
sonucu olarak 1371 yılından itibaren Bizans, Osmanlı devletinin vassalı durumuna
gelir. İstanbul’un Osmanlının eline geçmesini, Timur’un Yıldırım Bayezid’i 1402
yılında Ankara’da mağlup etmesi engeller. Slav, Latin ve Osmanlı dünyası arasında
sıkışmış olan Bizans 1274 yılında Lyon konsilinde 1439 Ferrara - Floransa kon-
silinde Katolik Latin kilisesinin üstünlüğünü kabul ederek Batı’dan hiçbir zaman
yeterince gelmeyen yardımı almayı umar. Osmanlı dünyası arasında bir ada gibi
kalan İstanbul 1453 yılında Osmanlılar tarafından fethedilerek Bizans devleti sona
erer (The Oxford Dictionary of Byzantium, 1991, s. 345 - 362).
Tablo 1.2
YÜZYIL BATI KOMŞULARI DOĞU KOMŞULARI KUZEY KOMŞULARI Bizans ve Komşuları
Tablosu
Ostrogotlar Gotlar,
4. yüzyıl Sasaniler
Vizigotlar Hunlar
Vizigotlar
5. yüzyıl Ostrogotlar Sasaniler Atilla ve Batı Hunları
Vandallar
Vizigotlar
Slavlar
Ostrogotlar
6. yüzyıl Sasaniler Göktürkler
Vandallar
Avarlar
Lombardlar
Avarlar
Sasaniler
7. yüzyıl Lombardlar Bulgar Türkleri
Emeviler
Hazarlar
Avarlar
Lombardlar Emeviler
8. yüzyıl Bulgar Türkleri
Franklar Abbasiler
Hazarlar
Bulgarlar
Franklar Emeviler
9. yüzyıl Hazarlar
Normanlar Abbasiler
Ruslar
Bulgarlar
10. yüzyıl Normanlar Abbasiler Peçenekler
Ruslar
Normanlar Bulgarlar
Varanglar Peçenekler
11. yüzyıl Selçuklular
Haçlılar Uzlar
Venedikliler Ruslar
Normanlar
Kumanlar
Varanglar
12. yüzyıl Selçuklular Bulgarlar
Haçlılar
Ruslar
Cenevizliler
Kumanlar
Venedikliler Osmanlılar Bulgarlar
13. yüzyıl
Cenevizliler Anadolu Beylikleri Tatarlar
Sırplar
Venedikliler Bulgarlar
Osmanlılar
14. yüzyıl Cenevizliler Sırplar
Anadolu Beylikleri
Katalanlar Tatarlar
Venedikliler
15. yüzyıl Osmanlılar
Cenevizliler
18 Bizans Tarihi
BİZANS VE KOMŞULARI
Bizans imparatorluğunun bin yılı aşan tarihinde pek çok komşusu olmuştur.
Bizans bunlar arasında Ortaçağ boyunca varlığını korumuş tek devlet konu-
mundadır. Bizans’ın komşuları ya tarih sahnesine daha geç çıkmışlar ya da
tarih sahnesinden çok çabuk silinmişlerdir. Bizans’ın komşularına baktığımız
zaman bir milletten ya da devletten daha çok halklarla karşılaşırız. Bunların
ortak özelliği belli bir dil grubuna dâhil olmalarıdır. Bu komşuları arasında
Farşça konuşan halklar, Cermen dili konuşan halklar, Türkçe konuşan halklar,
Arapça konuşan halklar ve Slavca konuşan halkların Bizansla daha çok temas
halinde olduğunu söyleyebiliriz. Bunların dışında Bizans’ın İskandinav ile Ve-
nedik ve Ceneviz gibi Latin halklarla da temasları olmuştur. Bizans devletinin
güney sınırı çoğu zaman Akdeniz olduğu için Bizans’ın komşuları Batı, Kuzey
ve Doğu yönünde oluşmuştur. Bizans imparatorluğunun uzun zaman boyunca
kuzey sınırı Tuna Nehri olurken, doğu sınırı ise Fırat Nehri olmuştur. Batı sınırı
ise çok kısa bir süreliğine Atlas okyanusu olmuşken uzun bir süre Batı Balkan-
ların Dalmaçya kıyıları ile Macaristan arasında kalan hat olmuştur. Bizans’ın bu
sınırlarında yer alan komşuları tarih boyunca sürekli olarak değişmiştir. Bizans
bu komşularıyla zaman zaman barış içinde ama çoğu zamanda savaş halinde
olmuştur. Çünkü Bizans’ın komşuları yeni vatanlarını Bizans’ın eski toprakları
üzerinde oluşturmuşlardır.
Sasaniler
Bizansın doğu komşuları Bizans devleti tarafından dünyanın öteki gözü sayılan Pers dünyasında Sasani ha-
hakkında daha fazla bilgiyi nedanı tarafından 224 - 651 yılları arasında kurulmuş olan devlet Sasaniler ola-
Emeviler ve Abbasiler için
bu kitabın 3. ünitesinde, rak bilinir. Pers devlet geleneğini benimsemiş olan Sasanilerde monarşik yönetim
Selçuklular için 5. ünitesinde hâkimdir. Kafkasya, Mezopotamya ve İran’a hükmetmiştir. Bizans’ın kuzeyde ve
ve Osmanlılar için 6.
ünitesinde bulabilirsiniz. batıdaki komşularının pek çoğundan farklı olarak Sasanilerin kuvvetli bir dev-
Bizans’ın kuzey komşularıyla let geleneği vardır. Bundan dolayı Bizans’la yaptıkları savaşlarda Sasaniler, zaman
ilgili ayrıntılı bilgileri ise
Bizans ve Kuzeyli Türk zaman yenilgiye uğrasalar dahi daha sonra coğrafyanın da verdiği avantajdan
Komşuları (4. - 14. yüzyıl) adlı faydalanarak sınırlarını korumuşlardır. 6. yüzyılın son çeyreğinde Batı Roma top-
4. üniteden okuyabilirsiniz.
raklarını kaybeden Bizans 571 yılında Sasanilerle giriştiği savaşta müttefik olarak
Göktürklerle anlaşma yapmıştır. İslamiyetin doğuşundan önce 7. yüzyılın ilk on
yılında Sasaniler, Bizans’ın Orta Doğu toprakları olan Suriye, Filistin ve Mısır’ı iş-
gal etmişlerdir. İmparator Heraklios (610-641) iktidarının ilk yirmi yılını bu top-
rakları alabilmek için Sasanilerle savaşarak geçirmiştir. Bu uzun savaş döneminde
yıpranan Bizans ve Sasani dünyası arkasından gelen hızlı İslam yayılışına engel
olamamıştır. Bunun sonucu olarak İran, İslam dünyasına katılırken Bizans’ın Orta
Doğu toprakları da Müslümanlar tarafından fethedilmiştir (The Oxford Dictio-
nary of Byzantium, 1991, s. 1845-46). Bizans’ın diğer doğulu komşularını krono-
lojik olarak Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılar olarak sıralayabiliriz. Ku-
zey komşuları ise daha çok Türk kökenli Hunlar, Göktürkler, Avarlar, Bulgarlar,
Hazarlar, Peçenekler, Uzlar, Kumanlar ve Tatarlar olarak gösterilebilir.
torluğu Tuna Nehrinin Orta ve Aşağı bölümünün kuzeyinde kalan toprakları Got-
lara bıraktı. Bu tarihten sonra 4. yüzyıl boyunca Gotların Vizigot ve Ostrogot olarak
ikiye ayrıldıklarını ve batı yönüne hareket ettiğini görüyoruz. Batı Gotları olarak
adlandırılan Vizigotlar ağırlıklı olarak Got soyundan gelmekle birlikte Balkanlarda-
ki halklarla karışmış çok etnik yapılı bir halktır. Ostrogotlar ise Don Nehrinin aşağı
bölümünde oturan ve Doğu Gotları olarak adlandırılan Gotları kapsar.
Vizigotlar, 4. yüzyılın sonunda Bizans’a karşı saldırı ve yağmalarda bulunarak
378 yılında İstanbul surlarının önünde görüldüler. Aynı yıl gerçekleşen Edirne sa-
vaşında Bizans imparatoru Valens, Vizigotlar tarafından öldürülür. Bizans antlaş-
ma yaparak onları Tuna eyaletine yerleştirdi. Bundan sonra Bizans ordusunda Got
asıllı askerler ve generaller görülmeye başlandı. Bu yüzyılda Ulfilas adlı bir Got
İncil’i Yunanca’dan Gotça’ya çevirir. Bunun sonucu olarak Gotlar arasında Arius
mezhebi yayılır. Ancak İstanbul’un ileri gelenlerinin ve halkının Gotlar hakkın-
daki şikâyetleri tarihi kayıtlara yansımıştır. Muhtemelen bunun bir sonucu olarak
12 Temmuz 400 tarihinde İstanbul’da Got askerlerine toplu bir katliam uygula-
nır. Gotların Vizigot kolunu birleştirerek onların lideri olan Alarik, Tuna Nehri-
nin güneyinde kalan topraklarla birlikte Makedonya ve Trakya’yı yağmaladıktan
sonra İstanbul surlarına yaklaştı. Bunun üzerine Bizans Alarik’e ordu komutanı
manasında magister militium unvanı vermiştir. Alarik geri çekilerek İtalya’ya yö-
neldi. 401 yılında Alarik, Vizigotları İtalya’ya sevketti. Fakat Vandal lider Stiliho
onu İtalya’dan uzaklaştırdı. 408 yılında Stiliho’nun ölümü üzerine tekrar İlirya böl-
gesinden İtalya’ya yönelen Alarik, 410 yılının Ağustos ayında Roma’yı işgal etti ve
yağmaladı. Tarihçi Jordanes’in ifadesine göre aynı yıl ölen Alarik, güney İtalya’da
bulunan Busento ırmağının altına hazinesiyle birlikte gömüldü. 5. yüzyılın başın-
da Roma şehrinin yağmalanmasından sonra Batı Roma imparatorluğu toprakları
üzerinde Cermen krallıkları oluşmaya başladı. 412 yılından sonra Güney Galya’ya
geçen Vizigotlar, 418 senesinde Tulus şehrinde kendi devletlerini kurdular. 416
yılında Vizigotlar, Güney İspanya’ya gittiler ve burada karşılaştıkları Vandal ve
Alanları yendiler. Batıda kurulan Vizigot ve Ostrogot krallıkları resmen tanınmasa
da Bizans tarafından kabullenildi. 6. yüzyılda I. Iustinianos (527-565) döneminde
İtalya ve İspanya’nın güney bölümü tekrar Bizans’ın hâkimiyetine geçince Gotlar
İtalya’ya yönelen Lombardlara karşı Bizans’ın müttefiki haline geldiler ve zaman
içinde eriyip kayboldular.
Karadeniz’in kuzeyinde Don Nehri civarında yaşayan Ostrogotlar 375 yılın-
da bölgeye göç eden Hunların tazyiki ile Panonya bölgesine gelmişler ve burada
454 yılına kadar kalmışlardır. 5. yüzyılda liderleri Teodorik önderliğinde büyük
bir Ostrogot birliği oluştururlar. Bu sırada İtalya’da imparator Romolus’a karşı
isyan eden Cermen birliklerinin başına geçen general Odovakar devlet otori-
tesini hiçe sayar. Bizans imparatoru Zenon (474-475), Teodorik komutasındaki
Ostrogotları, Odovakar’ı yok etmek üzere İtalya’ya sevkeder. Teodorik, 17 yıl sü-
ren bir mücadeleden sonra Odovakar’ı yener ve İtalya’ya hâkim olur. Bizans adı-
na İtalya’nın idaresini üstlenir. Teodorik halkını Roma ilkelerine uygun olarak
İtalya’ya iskân eder ve Revena’yı kendisine başkent yapar. Arius mezhebine men-
sup olmasına rağmen Papa ile iyi ilişkiler kurar. İtalya’yı öldüğü 526 yılına kadar
yönetir. I. Iustinianos’un meşhur generali Belisarios’un 535 yılında İtalya’yı tek-
rar Bizans’a bağlamak için açtığı savaşa karşı Ostrogotlar 20 yıl savaştı. Ancak
555 yılında Ostrogotlar, Bizans hâkimiyetini tanıdılar ve 568 yılında İtalya’nın
Po vadisine giren Lombardların arasında eridiler. (The Oxford Dictionary of
Byzantium, 1991, s. 862).
20 Bizans Tarihi
Vandallar
Vandallar, Cermen kökenli halklardan birisidir Vandallar tarihçiler tarafından ilk
defa Alan ve Süev ittifakı ile birlikte Ren nehrini geçerek üç yıl boyunca Galya’nın
yağmalanması olayında kaydedilirler. 409 yılında İspanya’ya girmişler ve buraya
yerleşmeden önce İspanya’nın batısını ve güneyini yağmalamışlardır. Vandallar 429
yılında Alanlarla birlikte İspanya’dan Afrika’ya geçmişler ve Kartaca şehrine hâkim
olmuşlardır. Vandallar kurdukları donanma ile Akdeniz’de etkili olmaya başlar ve
Sardunya ile Sicilya adalarını kontrol altına alırlar. Vandal donanması Bizans’ın Ak-
deniz topraklarına sık sık saldırılarda bulunur. 455 yılında Roma şehri de Vandal-
lar tarafından yağmalanır. Bizanslılar, Vandalları Afrika’dan çıkartmaya 465 ve 470
yıllarında iki kez teşebbüs ederler ancak başarılı olamazlar. Bunun üzerine Bizans,
anlaşma yoluyla Afrika’nın kontrolünü Vandallara bırakır. 439 yılında Kartaca’nın
Vandalların eline geçmesinden 533 yılına kadar Afrika’da Vandal krallığı kurulur.
Vandallar da Hıristiyanlığın Arius mezhebine dâhildiler. 533 yılında son Vandal
kralı öldüğü zaman kimin kral olacağı konusunda istikrarsızlık yaşanır. Vandal kral-
lığı içinde yaşayan Romalı nüfusun Ariusçu Vandallardan zulüm görmesini bahane
eden Bizans imparatoru Iustinianos, Belissarios komutasında bir orduyu Kartaca’ya
gönderir. Vandal ordusu yenilir, Kartaca alınır ve Vandallar tarih sahnesinden van-
dalizm tabirini bırakarak çekilir.
Lombardlar
Lombardlar, Batı Cermen halklarından birisidir. 6. yüzyılın başında Panonya böl-
gesini işgal etmişlerdir. Lombard lideri Audoin, 540 yılında imparator Iustinianos
ile ittifak kurar. Iustinianos’un generali Narsis’in emrine 552 yılında 5500 Lom-
bard askeri verilir. 568 yılında Avarların Panonya bölgesine baskıları nedeniyle
Alboin liderliğindeki Lombardlar, İtalya’ya hareket ederek buraya kısa sürede yer-
leşirler. 605 yılında Bizans, Lombardlarla barış anlaşması yapmak zorunda kalır.
Ancak İtalya’ya yerleşen Lombardlar buradaki kültürden etkilenmeye başlar. Ost-
rogotlara da başkentlik yapmış olan Revena’yı 751 yılında ele geçirerek kendile-
rine başkent yaparlar. Bu durum Papa ile aralarının açılmasına neden olur. Papa,
Lombardlara karşı Frankları desteklemeye başlar. Frank kralı Şarlman, 774 yılın-
da Lombardları Frank hâkimiyeti altına alır (The Oxford Dictionary of Byzanti-
um, 1991, s. 1249).
Franklar
Franklar, Cermen halklarından birisidir. 3. yüzyılda Ren Nehrinin aşağı bölgesinde
yerleşmişlerdir. Bu yüzyılda Frankların Roma ordusu içinde görev aldıkları bilin-
mektedir. Franklar, 6. yüzyılın başında Clovis’in önderliğinde birleşmişlerdir. Clo-
vis, Frank hâkimiyetini Galya’ya kadar genişletir. Clovis, Hıristiyanlığın Ortodoks
mezhebini benimser. Bu durum Arius mezhebini benimseyen Vizigotlara karşı Bi-
zans dünyasının zaferi olarak algılanır. Çünkü Frankların Ortodoksluk mezhebine
geçmesi Bizans’ın Arius mezhebinde olan Vizigot, Ostrogot, Vandal ve daha sonra
da Lombardlar için yeni bir müttefik bulması manasına geliyordu. Bizans ile Frank-
lar arasındaki ilişkiler, İtalya’daki mücadeleler ve Bizans’ın kontrolünden çıkmak
isteyen Papalık yüzünden gerginleşir. 800 yılında Papa, Şarlman’a Roma-Cermen
imparatoru olarak taç giydirir. Bizans bu olayı iktidarına bir ortak oluşturma gi-
rişimi olarak değerlendirir. Şarlman, Aşağı Tuna’dan Bizans topraklarına inen ve
oradan da Orta Avrupa’ya yönelen Avarları yenmeyi başarır. 9. yüzyıl’da Frank im-
paratorluğu çökmeye başlar. 843 tarihli Verdun antlaşmasıyla imparatorluk üç’e ay-
1. Ünite - Bizans Tarihine Genel Bir Bakış 21
rılır. Müslüman Arapların Sicilya ve İtalya’ya akınları Frank kralı II. Louis ile Bizans
imparatoru I. Vasil’i ittifak kurmaya zorlar. 10. yüzyılda Roma - Cermen imparator-
luğunun ağırlığını Almanlar oluşturmaya başlar. Bunun üzerine Franklar, Fransa
krallığı oluştururlar (The Oxford Dictionary of Byzantium, 1991, s. 803).
Normanlar
Kuzeyli adam manasına gelen Normanlar, Bizans’ta Viking, Varang, Rus ve Frank
adlarıyla da isimlendirilmişlerdir. 9. yüzyıldan 11. yüzyıla kadar Normanlar,
İzlanda’dan Kiev’e kadar geniş bir araziyi yağmalar ve bir kısmı da buralara yer-
leşir. Normanlar 860 yılında İtalya’nın Pisa şehrini yağmalar. 990 ila 1017 yılla-
rı arasında Normanlar, Kuzey İtalya’yı işgal etmişlerdir. Bunu yapmadan önce
Normanlar, Bizans’ın ve Lombardların paralı askerleri olarak Güney İtalya’ya
gelmişlerdir. Normanlar 1040 ila 1071 yılları arasında Bizans’ın İtalya’daki tema-
larını işgal eder. 1072 yılında Normanlar, Sicilya’nın işgalini tamamlar. Bizans’ın
Malazgirt’le doğuda aldığı yenilginin bir benzerini Normanlar Bizans’a Sicilya’da
yaşatırlar. Sicilya’da 1072 yılından 1194 yılına kadar devam edecek devletlerini
kurarlar. 10. yüzyılda toplumunun büyük bir bölümü hala köylü olan Normanlar,
11. yüzyılda şövalyelik gibi askeri tekniklerle tanıştılar. Normanlar, devletlerini
kurduktan sonra Bizans’la yakın ilişki geliştirmek istediler. Devlet idaresinde eski
Bizans memurlarından istifade ettiler. Pek çok Norman asilzadesi Bizans ordusu-
na girerek hizmet verdi. 12. yüzyılda Bizans elit grubu içinde Norman kökenliler
de yer aldı. Bununla birlikte Normanlar, Batı Balkanlarda Bizans’a karşı kendi ege-
menliklerini kurmaya teşebbüs ettiler. 1107 yılında Draç’a saldırdılar. 12. yüzyılda
Bizans’a karşı İstanbul’a bir donanma gönderdiler. II. Roger komutasındaki Nor-
manlar 1147 - 48 yıllarında Mora ve kıta Yunanistan’ını yağmaladılar. Pek çok Bi-
zanslı ipek dokumacısını Sicilya’ya götürdüler. 1185 yılında Normanlar, Selanik’i
işgal ettiler. Ancak kısa bir süre sonra şehri kaybettiler. I. Haçlı seferi sırasında
oluşturulan Antakya prensliğinin oluşumunda Normanlar önemli rol oynadılar.
1194 yılında Sicilya’daki Norman krallığı, hanedanın soyu devam edemediğinden
ortadan kalktı (The Oxford Dictionary of Byzantium, 1991, s. 1193 - 94).
Varanglar
Varang kelimesi 11. yüzyılın sonundan itibaren Bizans’ın ordusunda yer alan Vi-
kingliler ve kuzeyden gelenler için kullanılmıştır. Varang kelimesi aynı zamanda
yine Bizans ordusunda görev yapan Anglo - Saksonları da ifade etmektedir. Bu ta-
bire ilk defa Bizans kaynaklarında 1034 yılında rastlanır. İskandinavyalılar, Rusya
yoluyla Bizans’ta çalışmak için 10. yüzyıldan itibaren İstanbul’a gelmeye başlarlar.
Silah olarak taşıdıkları baltalarından dolayı baltacılar olarak anılmaktaydılar. 11. ve
12. yüzyıllar boyunca Varanglar, Komninos hanedanına Mangana ve Vlaherna sa-
raylarının muhafız askerleri olarak hizmet ettiler. Aynı zamanda ordunun düzenle-
diği seferlere de katıldılar. Varanglar, kuzeyli görünümleri, silahları, katı disiplinleri
ve kıyafetleri ile Bizanslıların ve yabancıların dikkatini çekmişlerdir. Varangların
Meryem adına inşa edilmiş İstanbul’da, Girit’te ve Taranto’da kiliseleri vardı.
Venedik
25 Mart 421 yılında Adriyatik Denizinin kuzey uç noktasında kurulan Venedik, İtal-
ya 9. yüzyıla kadar, Got, Lombard ve Frank işgali görmesine rağmen Bizans’a bağlı
olarak kaldı. 888 - 920 yılları arasında Venedik Doçu olan Peter Tribuno döneminde
Bizans’tan ayrılan Venedik, cumhuriyet idaresi kurdu. Kısa zamanda Venedik deniz
22 Bizans Tarihi
gücü oluşturur. Adriyatik denizinde Müslüman Araplara karşı mücadele verir. Ve-
nedik gemileri, 960 yılında yasaklanıncaya kadar İstanbul’a köle sattılar. 1082 yılında
Aleksios Komninos, Venediklilere bazı ticari imtiyazlar verdi. Bundan sonra Bizans
ticaretinin büyük bir kısmı Venedikliler tarafından gerçekleştirilmeye başlandı. 1204
yılında İstanbul’un işgali ile sonuçlanan IV. Haçlı seferine öncülük yapan Venedik,
eski Bizans toprakları olan İstanbul, Adalar ve Mora’da pek çok yeni Latin devletinin
oluşumuna katkı verdi. Bu durum İznik’e çekilmiş olan Bizanslılar arasında Venedik’e
karşı husumet duygularının oluşmasına neden oldu. Son Bizans hanedanını çıkaran
VIII. Mihail Paleologos, 1261 yılında İstanbul’u ele geçirmek için Venedik’in raki-
bi Cenovalılarla işbirliği yaptı. 1261 - 1328 yılları arası Venedik - Bizans ilişkileri
istikrarsız ve gergin bir şekilde gelişti. 1328’den sonra Bizans, Venedik ve Cenova
arasında bir denge politikası izledi. Bizans imparatorlarından V. İoannis ve II. Ma-
nuil Paleologos, Venedik taraftarı bir politika izler. 14. ve 15. yüzyıllarda Venedik
İstanbul’da ve Karadeniz’de aktif bir ticaret gerçekleştirir. 1376 yılında Bozcaada’nın
egemenliği için Venedik ve Ceneviz savaşır. Selanik’i kuşatan Osmanlılara direne-
meyeceğini anlayan Bizans, şehri Venediklilere satar. II. Manuil ve VIII. İoannis ik-
tidarları döneminde Venedik’i ziyaret ettiler. Günümüzde en zengin Bizans yazma-
larının muhafaza edildiği Bibliotheca Marciana, Kardinal Bessarion’un 1468 yılında
Venedik’e miras olarak bıraktığı eserlerden oluşmaktadır (The Oxford Dictionary of
Byzantium, 1991, s. 2158-2159).
Ceneviz
İtalya’da bir liman kenti olarak kurulan Ceneviz, 539 yılında Bizans’ın eline geç-
miştir. Ancak kısa bir süre sonra şehir Frankların ve 642 yılında da Lombard-
ların işgaline maruz kalmıştır. 10. yüzyılda tekrar tarih sahnesine çıkan Cene-
viz, 930 - 935 yılları arasındaki Müslüman Arap akınlarına karşı koymuş ve 11.
yüzyılda Sardunya’dan gelen Arapları yenilgiye uğratmıştır. Aynı yüzyılda güçlü
donanmasıyla Ceneviz, Tunus’a saldırıda bulunur. Cenevizler I. Haçlı seferinde
yer alırlar. 1155 tarihinde imparator I. Manuil Komninos, Cenevizlilere bazı
ticari imtiyazlar verir. Ceneviz bu dönemde Venedik ve Pisa şehirleriyle rekabet
halindedir. 1171’den sonra Ceneviz, Bizans nezdinde rakiplerine karşı üstün-
lük sağlar. İstanbul’un 1204 yılında Latinlerce işgali üzerine Venedik’in üstü-
ne odaklanan Bizans öfkesinden Ceneviz istifade eder. 1261 yılında Bizans’la
Ceneviz ticari antlaşma imzalar. İstanbul’un 1261 yılında alınmasına Ceneviz
yardım eder. Bunun karşılığı olarak Bizans’tan yeni ticari imtiyazlar elde eder.
İstanbul Pera, Sakız ve Kırım’da pek çok Ceneviz kolonisi oluşur. Cenevizliler,
14. ve 15. yüzyıl boyunca hem Osmanlılar hem de Bizans’la anlaşmalar yaparak
ticari gelirini arttırmak için uğraşırlar (The Oxford Dictionary of Byzantium,
1991, s. 831).
Alanlar
Batıdaki varlıkları 1. yüzyıldan beri bilinen Alanlar kaynaklarda arlarında ant-
laşma dili olarak Doğu İran lehçesini kullanan ve bir etnik unsur olmaktan
ziyade bir arada bulunan savaşçı süvariler olarak tanımlanmaktadır. Bununla
birlikte 471 yılında ölen konsül Flavius Ardaburius Aspar bir Alan olarak be-
timlenmektedir. Coğrafi olarak, Kafkaslar, Balkanlar, Anadolu, Batı Avrupa
ve Afrika’da yaşanan olaylarda bahsedilmektedirler. Alanlar 378 yılında Edirne
1. Ünite - Bizans Tarihine Genel Bir Bakış 23
Özet
Bizans tarihine ait temel kavramları açıklayabi- Bizans tarihinin dönemledirilmesi üzerine görüş-
1 lecek 3 leri açıklayabileceksiniz
Bizans tarihi anlatılırken yaklaşık bin yıldan Bizans tarihinin dönemlendirilmesi konusunda
fazla yaşamış olan devletin sakinleri Bizans, tarihçiler arasında değişik görüşler mevcuttur.
Rum, Grek, Hellas ve Yunan tabirleriyle ifade Bu görüşler arasında hanedanlara göre tasnif,
edilmektedir. Bu ifadeler arasında bazı farklı- kronolojik tasnif ile sosyal ve kültürel olayla-
lıklar söz konusudur. Bizans kelimesi devletin ra göre tasnif en yaygın dönemlendirmelerdir.
yaşadığı dönemde tüm imparatorluk tebaası Hanedanlara göre tasnifte Bizans tarihinde yer
için kullanılmamıştır. Bu tabir Bizans devleti alan doksandan fazla imparator, 14 ana haneda-
yıkıldıktan sonra tarihçiler tarafından kullanı- nı oluşturur. Kronolojik tasnife göre ise 284 ila
lan bir sözcüktür. Bizim Bizanslı dediğimiz in- 1453 tarihleri arasında 3 dönem vardır. 284-717
sanlar kendilerini Romalı (Romi) olarak isim- yılları arası erken Bizans dönemi, 717-1204 arası
lendiriyorlardı. Bu kelime doğu kaynaklarında orta Bizans dönemi ve 1204-1453 seneleri arası
Rum olarak telaffuz edilmiştir. Grek kelimesi geç Bizans dönemi olarak adlandırılır. Sosyal ve
ise siyasi olarak Kutsal Roma - Cermen impa- kültürel olaylara göre tasnifte ise geç Roma im-
ratoru Şarlman’ın 800 yılında kendisini Roma paratorluğu, karanlık çağ, gelişme, batılılaşma ve
imparatoru ilan etmesinden sonra yoğun ola- İznik imparatorluğu ile Boğazlar imparatorluğu
rak kullanılmıştır. Şarlman’ın amacı Latinlerin adlı beş dönem yer alır.
hizmetkârı manasındaki Grek kelimesi ile bir-
likte Rex- Graecorum yani Greklerin kralı un- Bizans ve komşularını tartışabilecek
4
vanını Bizans imparatoru için kullanarak onu Bizans’ın 4. ve 15. yüzyıllar arasında batı, doğu ve
aşağılamak ve kendi imparatorluğunu meşru- kuzey komşuları olarak olmuştur. Güney sınırını
laştırmaktı. Hellas ise 1204 yılındaki IV. Haçlı ise Akdeniz oluşturmuştur. Bizans’ın batı kom-
seferi sonucunda İstanbul’u terk etmek zorunda şuları arasında Ostrogotlar, Vizigotlar, Vandal-
kalan Bizanslıların İznik’te kendilerini Romalı lar, Lombardlar, Franklar, Normanlar, Varanglar,
olarak nitelendiren Katolik Latinlerden ayırmak Haçlılar, Katalanlar, Venedikliler ve Cenevizliler
için kullandıkları bir sözcüktür. Yunan kelimesi sayılabilir. Doğu komşuları ise Sasaniler, Eme-
ise antik dönemde İonia bölgesinde yaşayanlarla viler, Selçuklular, Anadolu Beylikleri ve Os-
ilk temasta bulunan Perslerin, onları kendi dille- manlılardır. Kuzey komşuları olarak ise Gotlar,
rindeki ismilendirilmesidir. Hunlar, Slavlar, Göktürkler, Avarlar, Bulgarlar,
Hazarlar, Ruslar, Peçenekler, Uzlar, Kumanlar ve
Bizans Devleti’nin genel özelliklerini açıklayabile- Tatarları söyleyebiliriz. Bizans’ın batı ve kuzey
2 cek komşuları daha çok kurumları olan devletlerden
Aslında Roma imparatorluğunun devamı olan ziyade kabile federasyonu şeklinde örgütlenmiş
Bizans devletini ondan ayıran bazı özellikler halklardır. Doğu komşuları ise merkezi devlet
vardır. Bu özellikler başta Yunanca olmak üzere geleneğine sahip güçlü devletlerdi.
Antik Yunan kültürünün korunması, Roma dev-
let geleneğinin ve hukukunun benimsenmesi,
Ortodoks Hıristiyanlığın resmi din olarak kabul
edilmesi ve imparatorluk tarihi ile özdeşen baş-
kent İstanbul’dur.
1. Ünite - Bizans Tarihine Genel Bir Bakış 25
Kendimizi Sınayalım
1. Bizans olarak adlandırdığımız devletin sakinleri 6. Aşağıdakilerden hangisi Bizans Devleti’nin başlan-
tarafından kendileri için kullandıkları sözcük aşağı- gıç tarihlerinden biri değildir?
dakilerden hangisidir? a. Dioklitianos’un 284 yılında tahta çıkması
a. Grek b. 324 yılında İstanbul’un inşasına başlanması
b. Romi c. 330 yılında İstanbul’un başkent ilan edilmesi
c. Yunan d. 395 yılında İmparatorluğun Doğu ve Batı Roma
d. İstanbullu olarak ikiye ayrılması
e. Hellas e. 800 yılında Şarlman’ın Roma İmparatoru olarak
taç giymesi
2. Türk Dünyasın’da Bizans’tan bahseden ilk yazılı
kaynak aşağıdakilerden hangisidir? 7. Aşağıdaki verilen hanedan dönemlerinden han-
a. Düstürname gisi yanlıştır?
b. Divânu Lügati’t-Türk a. Heraklios 610-711
c. Kutadgu Bilig b. Amorion 820-867
d. Oğuzname c. Makedonya 867-1056
e. Göktürk Yazıtları d. Laskaris 1057 - 1261
e. Paleologos 1261-1453
3. Doğu Roma İmparatorluğu’nda 7. yüzyıldan sonra
kullanılan resmî dil aşağıdakilerden hangisidir? 8. Aşağıdakilerden hangisi, 1204 Latin İşgali sonu-
a. Latince cunda kurulan Latin Dukaklıklarından biri değildir?
b. Farsça a. Mora Dukaklığı
c. Yunanca b. Epir Dukaklığı
d. Slavca c. Atina Dukaklığı
e. Gotça d. Tiva Dukaklığı
e. Selanik Dukaklığı
4. Aşağıdakilerden hangisi Bizans Devletinin genel
özelliklerden biri değildir? 9. Aşağıdakilerden hangisi Bizans’ın batı komşuları
a. Hıristiyanlığın resmi din olarak kabul edilmesi arasında yer almaz?
b. Antik Yunan Kültürü’nün bazı değerlerine sa- a. Uzlar
hip çıkılması b. Normanlar
c. Delatinizasyon politikasının izlenmesi c. Haçlılar
d. Paganlık dâhil bütün inançlara saygı gösteril- d. Ostrogotlar
mesi e. Venedik
e. İstanbul’un başkent olması
10. Aşağıdakilerden hangisi, 11. ve 12. yüzyıllarda Bi-
5. İslam Dünyasında büyük etki yaratmış ve ilk öğ- zans Sarayında muhafız olarak istihdam edilmişlerdir?
retmen manasına gelen ‘’muallimü’l-evvel’’ unvanıyla a. Vandallar
anılmış Antik Yunan Yazarı kimdir? b. Avarlar
a. Aristo c. Lombardlar
b. Eflatun d. Varanglar
c. Herodotos e. Franklar
d. Homeros
e. Tukididis
26 Bizans Tarihi
Sıra Sizde 3
Bizans’ın başlangıç ve bitiş noktası olarak değişik bakış
açılarına göre farklı tarihler verilmiştir. Bizans’ın baş-
langıç tarihi olarak Dioklitianos’un 284 yılında tahta
çıkışı, 324 yılında İstanbul’un inşasına başlanması, 330
senesinde İstanbul’un resmi başkent olması, 395 yılında
devletin Doğu ve Batı Roma olarak ikiye ayrılması. 476
senesinde Roma şehrinin Cermenlerin eline geçmesi,
610 yılında Heraklios’un 711 sensinde III. Leon’un tah-
1. Ünite - Bizans Tarihine Genel Bir Bakış 27
Yararlanılan Kaynaklar
ta çıkışı ve 1204 yılları verilmiştir. Bitiş noktası olarak Baskıcı, M. M., (2009), Bizans Döneminde Anadolu,
ise 1453 yılında İstanbul’un Türkler tarafından fethi ile İktisadi ve Sosyal Yapı (900-1261), Phoenix yayınevi,
Trabzon ve Mora despotluğunun Osmanlıya bağlandığı Ankara.
1461 yılı gösterilmiştir. Demirkent, I. (1992), “Bizans”, Türkiye Diyanet Vakfı
İslâm Ansiklopedisi, VI, 230-244.
Sıra Sizde 4 Demirkent, I. (1998), “Herakleios”, Türkiye Diyanet Vakfı
Bizans’ın batı komşularının büyük bir çoğunluğunu İslâm Ansiklopedisi, XVII, 210-215.
Cermen halklar oluşturur. Bunlar Ostrogotlar, Vizi- Haldon, J. (2007), Bizans Tarih Atlası (Çev. Ali Özdamar),
gotlar, Vandallar, Lombardlar, Franklar, Normanlardır. İstanbul: Kitap Yayınevi.
Ayrıca İskandinavyalı kuzeyliler olan Normanlar ile Herrin, J. (2010). Bizans Bir Ortaçağ İmparatorluğunun
Varanglar da Bizans’ın batı komşuları arasında sayı- Şaşırtıcı Yaşamı, çev. U. Kocabaşoğlu, İstanbul:
labilir. Değişik etnik unsurlardan oluşmakla birlikte İletişim Yayınevi.
ortak özelliği Katolik Hıristiyan olan Haçlıların yanı Kayapınar, L., (2006) “Bizans Hakimiyet Sağlama
sıra Katalanlar ile liman şehir devletleri olan Ceneviz Dönemi II. Basileos’tan IV. Haçlı Seferi’ne”,
ve Venedik’i de Bizans’ın batı komşuları olarak sırala- Balkanlar El Kitabı, der. Karatay-Gökdağ, C.1,. 215-
yabiliriz. 231, Karam&Vadi Yayınları.
Mango, C., (2008), Bizans, Yeni Roma İmparatorluğu, çev.
G. Ç. Güven, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Nicolle, D. -J. Haldon-S. Turnbull, (2010),
Konstantinopolis’in Düşüşü, Osmanlıların Bizans’ı Fethi,
çev. A. Özdamar, İstanbul: Kitapyayınevi.
Ostrogorsky, Georg, (1991), Bizans Devleti Tarihi, Türkçe
çev., Fikret Işıltan, Ankara TTK. yayınları.
Ögel, Bahaeddin, (1945), “Göktürk Yazıtlarının
“Apurum”ları ve “Fu-lin” Problemi”, Belleten, LXL33
63-87.
Savvides, A. - B. Hendrickx. (2001), Introducing Byzantine
History (A Manuel for Beginners), Paris: Herodotos.
Sfrancis, Yorgios. (2009), İstanbul’un Fethinin Bizanslı son
Tanığı Yorgios Sfrancis’in Anıları -Chronicon Minus-, çev.
L. Kayapınar, İstanbul: Kitabevi.
The Oxford Dictionary of Byzantium, (1991), ed. Kazhdan,
Alexander, C.1-3, New York: Oxford University
Press.
The Oxford Handbook of Byzantine Studies, (2008), ed.
Jeffreys-Haldon-Cormack, Oxford University
Press.
2
BİZANS TARİHİ
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Roma İmparatorluğu’nun Bizans’a dönüşümünü açıklayabilecek;
Bizans’ı ortaya çıkaran unsurları açıklayabilecek;
Bizans’ın doğuşu sürecindeki tarihsel gelişmeleri tartışabilecek;
Hıristiyanlığın Bizans’ın oluşumundaki etkisini açıklayabileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Roma Şehri • Hıristiyanlık
• Roma İmparatorluğu • İstanbul
• Roma Uygarlığı • Kavimler Göçü
İçindekiler
Giriş
Bizans’ın Roma İmparatorluğu’nun devamı olduğu tarihi bir gerçektir. Bizlerin
Bizanslı olarak adlandırdığı insanlar kendilerini her zaman Romalı olarak gör-
düler, devletlerine Roma İmparatorluğu ve hükümdarlarına da Roma İmparatoru
dediler. Modern çağın aydınlarının Bizans adıyla andığı yapı Roma’nın bir deği-
şim ve dönüşüm yaşayarak ulaştığı sentezden ibarettir. Bu sentezin ana unsurları-
nı Roma devlet düşüncesi, Hıristiyanlık inancı, Yunan dili ve kültürü oluşturmak-
tadır. Bu üç unsurun birleşimi Bizans adı verilen oluşumu doğurmuştur. Bundan
dolayı Bizans’ı anlayabilmek ve Bizans’ı var eden sentezin ortaya çıkış sürecini iyi
biçimde kavrayabilmek için öncelikle Roma tarihi ve uygarlığını genel hatlarıyla
da olsa anlamak gerekir.
Curiata: Başlangıçta soya tek gruptu ve askerlik yapmakla da yükümlüydüler. Senato ve Comitia Curiata’yı
dayalı daha sonra servet ve
nihayet yaşanan mekana da bunlar oluşturuyordu (Yıldırım, 2002, 222). Küçük arazi sahipleri, zanaatçılar,
göre oluşturulan halk tüccarlar ve çobanlar gibi kitlelerin oluşturduğu sınıf ise plepler olarak adlandırılı-
meclisinin adıdır. Bu meclise yordu. Bu sınıfın siyasal bir hakkı yoktu ve askerlik yükümlülüğüne de tabi değildi.
sadece patriciler katılabilirdi.
Başlangıçta savaşın yapılması Bununla birlikte hukuken özgür kabul ediliyorlar ve yargılanabiliyorlardı. Patrici-
ve barışın sağlanması lerle evlenmeleri yasaktı. Cliens olarak bilinen yanaşmalar patricilerin himayesinde
kararını veren bu halk meclisi
daha sonra kralın seçimi ve bulunan kimselerdi. Genellikle patricilerin arazilerinde kiracıları veya patriciler için
yasaların onaylanmasında da çalışan zanaatkârlardı. Siyasi bir hakları yoktu. Bütün bunların dışındaki kölelere ise
görev almıştır.
bir mal gibi bakılırdı ve onların hiçbir hak ve özgürlüğü bulunmuyordu (İplikçipğlu,
2007, 69).
Populus Romanus yani Roma halkının toplumsal örgütlenmesinde en küçük bi-
rim aileydi. Mutlak bir baba otoritesine dayalı ataerkil tipte olan Roma ailesinde aile
fertleri önce itaat sonra da emretmek için terbiye edilirlerdi (Demircioğlu, 1998,
49). Aynı soydan gelen aileler gens adı verilen bir akraba birliğini kuruyorlardı. Or-
tak kült, ortak mülkiyet ve ortak hukuka sahip olan gensler birleşerek daha büyük
bir birlik olan curiayı oluşturuyordu. Bölgesel ve siyasal bir yapılanma olan curia-
ların kendilerine mahsus kültleri, mülkleri ve toplanma yerleri vardı. Halk mecli-
sinin oluşumu ve oylama curiaya göre yapılırdı (Yıldırım, 2002, 222). Roma patrici
sınıfının en büyük sosyal ve toplumsal birliği tribus idi. Krallık döneminde Populus
Romanus’u üç tribus (Ramnes, Tities ve Luceres) meydana getiriyordu. Her tribu-
sun bir siyasi lideri ve bir rahibi vardı. Her tiribus 10 curia’dan, her curia 10 gensten,
her gens 10 büyük aileden oluşuyordu (Yıldırım, 2002, 222). Krallık döneminin
sonuna doğru Tribuslar bir kabile birliği olma özelliğinden çıkarak belli yerlerde
oturan arazi sahiplerinin bulundukları yerel ve idari bölgeler haline geldiler.
Krallık döneminde siyasi - idari yapının en önemli kurum ve unsurları şöyley-
di: Roma’nın başında senato’nun atadığı ve “tanrıların rızasını” kazanmış olduğu-
na inanılan bir kral bulunmaktaydı. En yüksek hâkim, en büyük rahip ve ordu-
nun en yüksek komutanı mevkiinde bulunan kral, siyasi, askeri, hukuki ve dini
yetkileri şahsında toplayarak iktidarını mutlak ve en büyük kılmıştı. Bu erişilmez
iktidarın temelini buyurmak, emretmek yetkisi anlamındaki imperium ve atama
ile azletme yetkisine sahip manasındaki auspicium oluşturmaktaydı. Rahipler ve
Senato kralın danışma organlarıydı. Senato’nun üyeleri, büyük arazi sahibi ailele-
rin reislerinden oluşuyordu ve sayısı yüz kadardı. Patricilerden oluşan halk mec-
lisi Comitia curiata askeri bir nitelik taşıyordu. Savaş ve barışa karar veren bu
mecliste oylama kişiye göre değil curialara göre yapılıyordu.
Krallık döneminde Roma’daki senato, kral ve Comitia curiata ilkel topluluklar-
daki örgütlenme ve kurumlardan çokta farklı değildi. Devlet idaresi yazılı yasa-
lara göre değil gelenek ve göreneklere göre yürütülüyordu. Roma’nın gelişmesine
paralel olarak gerçekleşen reform ve yeniliklerle bu kurumlar gittikçe olgunlaşıp
çağımızı etkileyen gelişmiş Roma devlet anlayışına dönüşecektir (Demircioğlu,
1998, 53-55).
yordu. Teorideki bu esas, uygulamada farklı bir görünüm arz ediyordu. Zira Roma’da
vatandaşlık hukuku sadece patricilerin elindeydi. Halkın büyük çoğunluğunu oluş-
turan Plebler’e cumhuriyet yönetiminde yer verilmiyordu. Bu haliyle Roma’daki re-
jim aristokrat bir cumhuriyetti. Yeni sistemde eski kralın yetkileri aristokratların
eline geçti ve aristokratlardan oluşan senato önem kazandı. Roma tarihinin en uzun
süren bu döneminde Plebler çetin mücadeleler sonrasında kendilerine yavaş yavaş
Cumhuriyet rejiminin işleyişinde yer edindiler (Yıldırım, 2002, 224).
Cumhuriyet döneminin ilk iki yüzyılı patriciler ve plebler arasındaki yoğun
mücadeleyle geçti. Plebler, patricilerden, siyasi bakımdan eşitlik, seçme seçilme,
meclislere katılma, devlet memuru olabilme, patricilerle evlenebilme haklarını
istiyorlardı. Bunların dışında hukuki, dini ve ekonomik alanlarda patricilerle
eşit haklar talebinde bulunuyorlardı. Başlangıçta barışçıl biçimde hak arayışın-
da bulunan Plebler sonuç alamayınca aktif biçimde direnişe geçtiler. Bu direniş
karşısında çaresiz kalan Patriciler, Pleblerin bir kısım taleplerini kabul etmek
zorunda kaldılar. Pleblerin yönetime katılmalarını temin etmek için Consilia
Plebis veya Comitia Tributa adıyla bir halk meclisi kuruldu. Pleblere de memur
olma hakkı tanındı. Böylece Patrici memurlarla Pleb memurlar birlikte görev
yapmaya başladılar. M. Ö. 450 yılında kanunları yazıyla belirlemek için bir ko-
misyon kuruldu. Bu komisyonun üyesi olan hukukçulara Decemvir adı verildi.
Uzun çalışmalar sonucunda yazıldıkları levhalar dolayısıyla On iki Levha Ka-
nunları adıyla bilinen kanunlar hazırlandı. Bu kanunlarda aile hukuku, dava
hakkı, borç ve ceza kanunu gibi hükümler vardı. Böylece kanunlar karşısında Kelt: M.Ö. Avrupa’da varlıkları
Plebler de dâhil olmak üzere tüm Roma vatandaşlarına haklı muamele görüp bilinen ve daha çok Britanya
adalarında, İspanya, Fransa’da
görmediklerini kontrol edebilme imkânları sağlandı ve Patrici memurların key- yerleşen ve kendilerine ait
fi hareketlerinin önüne geçildi. Fakat Patriciler ve Plebler arasındaki eşitliğin dilleri olan kavmin adıdır.
Günümüzde Fransa’daki
sağlanması için yine de birçok hukuki adımların atılması gerekti. M.Ö. 4. yüz- Britonların, İskoçların,
yılın ortalarına kadar süren hukuksal düzenlemelerle Pleb meclislerinde kabul Gallerlilerin ve İrlandalıların
dillerinin Keltçeden geldiği
edilen kanunların herkese uygulanması, Pleblerin Patricilerle evlenebilmeleri kabul edilmektedir.
gibi haklar kabul edilerek her iki sınıf arasındaki ayırımcılık silinmeye çalışıldı
(Yıldırım, 2002, 227-229). Campania: Roma şehrinin
güneydoğusunda yer alan
Cumhuriyet döneminde Roma’nın egemenliğini İtalya yarımadasının tümü- ve merkezi Napoli şehri olan
ne yaydığını görüyoruz. M. Ö. 5. yüzyıl boyunca Latin Birliği içerisinde yer alan bölgenin adıdır.
Roma, çeşitli ittifakları kendi lehine kullanarak topraklarını genişletti. Gal ve Kelt Etruria: Roma şehri’nin
kabilelerinin saldırılarını da durdurmayı başardı. M. Ö. 4. yüzyılda iç sorunlar ne- kuzeybatısında yer alan ve
Toscana olarak da bilinen
deniyle güçten düşen Latium bölgesindeki kentler üzerinde otoritesini tesis eden merkezi Floransa olan
Roma, M.Ö. 358’de eşitliğe dayalı bir ittifakla Latin birliği’ni yeniden düzenledi. bölgenin adıdır.
Kabilerler arasındaki çatışmalardan faydalanarak M.Ö. 338’de birliğe son verdi Apulia: İtalya’nın güneyinde
ve Latium bölgesindeki şehirleri doğrudan kendisine bağladı. Otoritesini Yunan yer alan ve merkezi Bari şehri
olan bölgenin adıdır.
kolonilerinin bulunduğu Campania bölgesine de yayan Roma, bu bölge üzerinde
egemenlik kurmaya çaba gösteren Samnitlerin üzerinde de bir dizi savaştan sonra Municipium: Roma şehrinin
(M.Ö. 343-290) üstünlük sağlamayı başardı. M.Ö. 265’de Etruria bölgesi fethedil- otoritesini tanıyan ancak yarı
otonom özelliğini koruyan
di. Bu dönemde Campania üzerinden güneye doğru sürdürülen yayılma faaliye- şehirlerdir.
tiyle Luania ve Apulia halkları da Roma’ya bağlandı. Roma mağlup ettiği halkları
Kartaca: Merkezi Tunus’un
foedus denen antlaşmalarla müttefik statüsüyle kendine bağlarken municipium Akdeniz sahillerindeki Kartaca
ve kolonilerden oluşan bir ağla yarımadayı Romalılaştırmayı başardı (İplikçioğlu, şehri olan Kartaca devleti,
Batı Afrika’nın Akdeniz
2007, 77-79). sahillerindeki kıyı şeridinde,
Roma’nın tüm İtalya’da egemenliğini kurması onun Akdeniz’de bir güç haline İspanya’da ve Batı Akdeniz
adalarında M.Ö. 814 - 146
gelmesi anlamını taşıyordu. Bu durum Roma’yı o dönemde Akdeniz’in en önemli yılları arasında hâkimiyet
devletlerinden Kartaca ile karşı karşıya getirdi. Güçlü kara ordusuyla toprak ka- kurmuştur.
32 Bizans Tarihi
zanımına dayalı yayılmacı bir siyaset izleyen Roma’nın, deniz kuvveti daha güçlü
olan ve ticaret emperyalizmini siyasetinin merkezinde tutan Kartaca’nın çatışması
kaçınılmazdı. Nihayetinde Kartaca ile Roma arasında tarihte Kartacalı anlamına
gelen Pön veya Kartaca savaşları olarak bilinen savaşlar başladı. Kartaca ile savaş-
lar iki aşamada gerçekleşti. M.Ö. 264-241 yılları arasında cereyan eden I. Kartaca
savaşları sırasında Roma, kurduğu güçlü donanma sayesinde rakibine karşı üs-
tünlük sağlamayı başardı (Demircioğlu, 1998, 209-226). Bu üstünlük ona Sicilya’yı
kazandırdı. İlk savaşı takip eden barış döneminde yayılma siyasetini bırakmayan
Roma, Sardinya ve Korsika üzerinde egemenlik kurdu (M.Ö. 238). Bu durum
Kartaca’yı Roma’ya karşı mücadeleyi İspanya üzerinden yürütmeye sevk etti. M.Ö.
218-201 yılları arasında yaşanan II. Kartaca savaşlarında, Roma denizde sağladığı
üstünlüğü kullanarak İspanya, Sicilya ve Afrika’ya çıkartma harekâtları düzenler-
ken, Kartacalı Hannibal, Galya ve Alpleri aşarak İtalya’ya girdi ve Roma’ya ağır
darbeler indirdi. Buna rağmen Roma, Kartaca kuvvetlerini etkisiz hale getirmeyi
başardı ve Hannibal, İtalya’yı terk etmek zorunda kaldı. Kartaca, rakibi karşısında
uğradığı ağır yenilgilerden sonra İspanya ve adaları Roma’ya bıraktı ve Akdeniz’de
belirleyici bir güç olma özelliğini yitirdi. Roma böylece Batı Akdeniz çevresinin
rakipsiz tek siyasal gücü konumuna ulaştı (Demircioğlu, 1998, 234-254).
Helenistik: Büyük İskender’in Doğu Akdeniz dünyasında M.Ö. III. yüzyılda Helenistik krallıklar hüküm sü-
M.Ö. 323 yılında ölümünden
Yunanistan’ın Roma tarafından rüyordu. Bu krallıkların en güçlüleri Yunanistan ve Makedonya’da hüküm süren
M.Ö. 146 senesine kadar Makedonya Krallığı, Anadolu ve Suriye’de egemen olan Selefkos (Suriye) Krallı-
olan 177 yıllık süreç genelde ğı ve Mısır’a hâkim bulunan Ptolemeos Krallığı idi. İç ve dış gelişmeler Selefkos
tarihçiler tarafından Helenistik
dönem olarak adlandırılır. Krallığı’nın parçalanmasına yol açtı ve Anadolu’da Paflagonya, Pontus, Bergama,
Bununla birlikte bazı tarihçiler Bitinya ve Kommegene gibi irili ufaklı birçok yeni krallık ortaya çıktı. M.Ö. 200
Hellenistik dönemi M.Ö. 330
ila M.Ö. 30 yıllarım arasındaki yıllarında Helenistik Krallıklar arasındaki çekişmelere Roma da müdahil oldu.
3 asırlık süreç olarak Bergama ve Rodos Krallıklarının Makedonya ve Selefkos ittifakına karşı yar-
gösterirler.
dım çağrısına olumlu cevap veren Roma, Makedonyalıları mağlup ederek Doğu
Akdeniz’de tutunma fırsatını buldu. M.Ö. 197 yılında günümüzde Yunanistan’ın
Trikala ve Larissa şehirlerini içine alan Tesalya bölgesinde Makedonya Kralı mağ-
lup edilerek Yunanistan üzerinde Roma egemenliği kuruldu. M.Ö. 190’da Ege
kıyılarında merkezi Volos olan ve bölgeyle aynı adı taşıyan Magnesia savaşında
Selefkoslara karşı kazanılan zafer Roma’yı Doğu Akdeniz Bölgesi’nde lider konu-
muna getirdi. M.Ö. 188’de Selefkoslar imzaladıkları Apameia Antlaşması ile To-
roslara kadar tüm Anadolu’yu Roma’ya bıraktı (İplikçioğlu, 2007, 81-83).
En nihayetinde M.Ö. 168’de Güney Makedonya’da Pidna Muharebesinde Roma,
Makedonyalıları bir kez daha mağlup etti. Bu zaferle Roma, Doğu Akdeniz’in tek
belirleyici büyük gücü haline geldi. Pidna savaşından elde edilen ganimet öylesine
büyük oldu ki fetihlerle Roma’nın servetlere kavuşacağı anlaşıldı. Bundan sonra
Roma, ekonomik kazançları ön plana alan yayılmacı bir siyaset izlemeye başla-
dı. M.Ö. 149-146 yıllarında geçekleşen III. Kartaca Savaşlarıyla, Roma, Kartaca’yı
tarihten sildi ve burada Afrika Eyaleti kuruldu. Aynı yıl Korintos’un yıkılmasıyla
Makedonya Eyaleti oluşturuldu. Bu savaşlar ve yayılma Roma’ya muazzam hazi-
nelerin taşınmasına imkân verdi. M.Ö. 133 yılında Bergama Krallığı miras yoluy-
la Roma Cumhuriyetine bırakıldı ve bu krallığın toprakları üzerinde Asya Eyaleti
kuruldu. Böylece, Mısır dışında, tüm Doğu Akdeniz’e egemen olan Roma bir dün-
ya devleti haline geldi (Yıldırım, 2002, 233-234).
Bu zaferler sonucu Roma güçlendi ve zenginleşti. Bu zenginleşmede mal ve köle
ticareti önemli bir etken olsa da asıl faktör eyaletlerden sömürü derecesinde elde
edilen vergiler oldu. Senatörler ve öbür yöneticiler çabuk zengin olmanın yolları-
2. Ünite - Roma’dan Bizans’a Geçiş 33
Caesar çok geçmeden, bir senato toplantısından sonra M.Ö.44 yılında hançerlene-
rek öldürüldü. Bundan sonra iktidar Marcus Antonius’a geçti. Ne var ki Caesar’ın
evlat edinmiş olduğu genç Octavianus Roma’ya dönünce, aralarında çatışma çıktı.
Octavianus senato tarafından konsüllüğe getirildi. Gaius Julius Caesar Octavia-
nus, Caesar’ın evlat edindiği oğlu olarak tanındı. Bir süre sonra Octavianus ve An-
tonius uzlaşmaya vararak, Caesar’ın süvari komutanı Marcus Lepidus’un da katıl-
masıyla “ikinci Triumvirlik”i kurdular. Caesar’a komplo kurarak öldüren Brutus
ve Gaius Longinus Cassius’a karşı savaş açarak, onları M.Ö. 42’de Makedonya’da
yendiler. Bundan sonra doğuya giden Antonius, orada karşılaştığı Mısır Kraliçe-
si Kleopatra’ya aşık oldu ve arkasından Mısır’a gitti. Octavianus’la yeniden arası
açıldı. MÖ 31’de Yunanistan’ın batı kıyılarındaki Aktium Savaşı’nda Octavianus,
Antonius’un donanmasını dağıttı ve Roma’nın rakipsiz önderi olarak yönetimi ele
geçirdi (Freeman, 2003, 434-437).
M.S. 180’de Marcus’un ölümünden sonra imparatorluk 100 yıl kadar “barbar”
denen kavimlerin saldırısı altında kaldı. Barbar sözcüğü, Eski Yunanlılar tarafın-
dan, Romalılar da içinde olmak üzere, kendilerinden olmayan herkes için kulla-
nılırdı. Eski Yunanlılar tüm yabancıların vahşi ve uygarlıktan yoksun olduğuna
inanırlardı. Romalılar ise aynı sözcüğü Roma topraklarına saldıran, Got, Frank,
Vandal ve diğer Germen kavimleri için kullandılar. Roma İmparatorluğu de-
netlenmesi çok zor olan bir büyüklükteydi. İmparatorluk sınırlarının böylesine
genişlemesi Roma’nın eyaletler üzerindeki doğrudan yönetimini giderek zorlaş-
tırıyordu. Kölelik yaygınlığını sürdürürken, halk da yoksulluk içindeydi. İmpara-
torluğun başlıca sorunlarından biri, sınırları korumak için büyük bir ordu besle-
me zorunluluğuydu. Marcus Aurelius’un yerini alan oğlu Commodus döneminde
(180-192) imparatorluk iç çekişmelerle sarsıldı. Commodus’tan sonra cumhuriyet
kurumları zayıflamaya başladı (Akşit, 1985, 239-246). İmparatorlar yetkilerini ge-
nişletti M.S. 193’te Septimus Severus imparator oldu. 235’e kadar süren Severus
hanedanı döneminde Roma’nın mali ve askeri gücü sarsıldı. Severus hanedanın-
dan gelen imparatorların hiçbiri eceliyle ölmedi. Bu dönemdeki en önemli geliş-
me Hıristiyanlığın daha özgür bir ortam bularak yaygınlaşmasıydı.
Severus hanedanından sonrasında yaşanılan elli yıllık dönemde yirmi impa-
rator hüküm sürdü. Ortalama hükümdarlık süresinin üç yıl olduğu bu dönemde
Roma İmparatorluğu büyük krizlerle sarsıldı. Barbar kavimlerin saldırılarıyla,
Tuna eyaleti gibi bölgeler birer birer kaybedildi. Bu sırada doğudan Sasaniler sal-
dırıyordu. Barbar akınları kentlerin yıkımına, yolların bozulmasına yol açtı. İçte
yaşanan çatışmalar, dini, ekonomik ve mali çalkantılar imparatorluğu son derece
ağır bunalımlara sürüklüyordu (Freeman, 2003, 546-550). III. yüzyılın sonuna
doğru imparatorluğu yönetmek öylesine güçleşmişti ki, İmparator Dioklitianos
hükümdarlığı döneminde (284-305) köklü reformlar yapmak durumunda kaldı.
İşte Dioklitianos’un bu reformları Roma’nın Bizans’a dönüşmesiyle sonuçlanan
sürecin başlangıcı oldu.
verimli araziler dolayısıyla, buralardaki büyük şehirler ve köyler oldukça yoğun bir
nüfusa sahiptiler. Ege Denizi, Karadeniz ve Akdeniz’le çevrili bir yarımada olan
Anadolu’nun doğu sınırlarını dağ sıraları belirler. Bu dağ sıraları kuzeyde Erme-
nistan ve Kafkasya’ya güneyde Mezopotamya ve Suriye’ye doğru uzanmaktadır.
Anadolu’nun kuzey ve güneyinde denize paralel uzanan dağlar ılıman deniz et-
kisinin iç kesimlere girmesini önler ve iç kesimlerde karasal bir iklim hâkimdir.
Anadolu’nun batı kesiminde denize dik uzanan dağların arasındaki ovalar ve vadi-
lerden müteşekkil Karya, Lidya, Bitinya ve kısmen de Frigya Anadolu’nun tarımsal
ve doğal kaynaklar bakımlarından en zengin bölgeleridir. Bu bölgelerde kentleşme
ileri safhadaydı ve nüfus oldukça kalabalıktı. Anadolu’nun orta ve doğu kısımları Pannonia: Günümüzde
ziraaten çok hayvancılık için uygundu ve bu bölgelerde nüfus seyrek ve dağınıktı. Bosna Hersek, Slovenya,
Roma’nın egemenlik kurduğu ve Roma’dan Bizans’a miras kalan Anadolu dı- Sırbistan, Hırvatistan,
Avusturya ve Macaristan’ın
şındaki en büyük bölge Balkanlardı. Balkanlar, kuzeyde Pannonia ovası boyunca bir bölümünü içine alan
doğu-batı istikametinde Karadeniz’e doğru akan Tuna nehri ve iki yanındaki düz- Dalmaçya kıyılarından Tuna
nehrine kadar ulaşan Roma
lüklerle, güneyde Ege Denizi ve Batı’da Adriyatik Deniziyle çevrilidir. eyaletinin ismidir.
Dioklitianos ve Reformları
Roma İmparatorluğu’nda Dioklitianos’un 284 yılında iktidara geçişi imparator-
luk tarihinde bir dönüm noktası sayılmaktadır. O zamana kadar, imparatorluğun
son yarım yüzyılı taht mücadeleleriyle geçti. Bu süre zarfında birçok imparator
akrabalarının, hırslı aristokratların veya ordu komutanlarının iktidar darbesiyle
devrildi. Bu iktidar mücadelelerinde en önemli rolü imparatoru korumakla görev-
li ordu komutanları oynamaktaydı. Ordu komutanları kendileri adına veya des-
tekledikleri bir aristokrat adına iç savaşı göze alıp başta bulunan imparatoru de-
virmeye girişebiliyordu. Dioklitianus (284-305), imparatorluğu zaafa uğratan bu
iktidar mücadelelerine son vermek, imparatorluk yönetiminde istikrarı sağlamak
ve imparatorluk otoritesini daha etkin kılabilmek maksadıyla köklü bir reform
gerçekleştirdi. Dioklitianos, dört başlı manasında Tetrarhia denilen yeni bir yöne-
tim sistemi kurdu. Bu sisteme göre imparatorluğu iki agustus ve iki sezar birlikte
yöneteceklerdi. Agustuslardan biri imparatorluğun batısına diğeri ise doğusuna
hükmedecekti (Akşit, 1985, 495-496). Agustuslar kendilerine birer sezarı yardımcı
olarak seçeceklerdi. Agustusların görev sürelerini tamamlamalarından sonra se-
zarlar agustus unvanını alıp onların yerlerine geçecek ve bu defa yeni agustuslar
kendilerine birer sezar seçeceklerdi. Böylece Tetrarhia sistemi devam edip gidecek-
ti. Gerçekleştirdiği reform gereğince Dioklitianos, agustus unvanıyla Nikomedia/
İzmit’i merkez edinip doğu tarafının yönetimini üstlendi. Batı tarafının yönetimi
ise Milano’da oturan Maximianus agustus olarak idare edecekti. Dioklitianos ken-
disine Galerius’u sezar olarak seçerken Konstantius Chlorus da Maximianus’un
sezarı oldu. Bu sistemde her agustus ve sezar kendi yönetim bölgelerinde mutlak
hâkim olmakla birlikte, imparatorluğun bütünlüğü düşüncesinden kesinlikle taviz
verilmiş değildi. Dioklitianos daima en üst otorite sayılıyor ve kanunlar ülkenin
her kesiminde geçerli sayılıyordu (Ostrogorsky, 1999, 31). Samimiyetle düşünüle-
rek icat edilmiş olan bu sistem oldukça etkili ve sürekli tehdit edilen imparatorluk
sınırlarının korunması bakımından çok faydalıdır. Fakat iyi niyetle düşünülen bu
sistemin uygulamada sorunsuz biçimde işlemesi mümkün olmayacaktı.
38 Bizans Tarihi
İtalya’da ise Havari Petros faaliyette bulundu ve O’nun Roma’da kurduğu kilise
sonraki dönemlerde sadece Hıristiyanlık tarihine hükmetmekle kalmadı dünya
tarihinde de önemli bir aktör oldu. Başlangıçta Hıristiyanlar, Roma imparatorlu-
ğunda büyük baskılara ve zulümlere maruz kaldılar. İmparatorluk otoritesi uzun
süre Hıristiyanlık inancını yasaklama ve suç sayma tavrını inatla devam ettirdi.
Dioklitianos döneminde ağır baskılara ve takibata uğrayan Hıristiyanlar, onun
halefi Galerius’un 311’de Hıristiyanlığı suç olmaktan çıkartan fermanıyla bu güç
durumdan kurtulmaya başladılar. Konstantinos’un tarih sahnesine çıkışı ve Mili-
vian Köprüsü Savaşı Hıristiyanlar için şüphesiz dönüm noktası oldu. Bu savaşta
Hıristiyanlıktan etkilenen ve Hıristiyan sembollerini sancaklarında taşıtan Kons-
tantinos, 313 yılında rakibi Licinius’la Milano’da yaptığı görüşmede, Galerius’un
çıkardığı ferman kabul edilerek Hıristiyan takibatına son verilmesi kararı alındı
(Gregory, 2008, 57-59). Bu şekilde Hıristiyanlar baskılardan kurtuldular. Gerçi
Konstantinos’un haleflerinden İmparator Julianos Apostate (361-363) dönemin-
de Hıristiyanlık yeniden yasaklanıp, baskı ve zulümler tekrarlandı (Dikici, 2007,
49-59). Fakat bu durum tarihi süreç içerisinde bir istisnadır. Julianos’dan sonra
durum Hıristiyanlar lehine yeniden tesis edilmiştir.
İmparatorluk toprakları üzerinde hür biçimde yaşamaya başlayan Hıristiyan-
lar, Havarilerin faaliyet gösterdikleri belli başlı şehirlerdeki kiliseler etrafında ör-
gütlenmeye başladılar. Büyük kilise örgütlerinin bulunduğu şehirler: Kudüs, İs-
kenderiye, Antakya ve Roma idi. Bir süre sonra bu şehirlerin arasına İstanbul da
katıldı. Bu kiliseler bir taraftan Hıristiyanlığın yayılması için gayret gösteriyorlar
bir taraftan da Hıristiyanlığın yaşanması ve Hıristiyan ilahiyatıyla ilgili ortaya çı-
kan sorunlara çözümler öneriyorlardı.
Konstantinos, mutlak İmparator olarak iktidara 324 yılında sahip olduğun-
da yaptığı ilk icraati bir emirname yayınlayarak mahkûm olan Hıristiyanları ser-
best bıraktırıp, sürgüne gönderilenlerin geri dönmesini, müsadere edilen mal ve
mülklerin iadesini, yıkılan kiliselerin yeniden inşa edilmesini emretmek oldu.
Konstantinos’un Hıristiyanlığı tamamen serbest bırakmasına, Hıristiyanlara hoş-
görlü davranışı ve politikasına rağmen kendisinin Hıristiyanlığı konusu tartışmalı
kalmıştır. Konstantinos muhtemelen ölüm döşeğindeyken vaftiz edildi. Bununla
birlikte Hıristiyanlara karşı müsamahakârlığı ve İznik Konsiline başkanlık yapmış
olması, onun daha sonra ki dönemlerde aziz ilan edilmesine vesile oldu. İmpa-
ratorlukta Hıristiyanlığın tek resmi din olarak benimsenmesi I. Teodosios (379-
395) döneminde oldu. Teodosios, çıkardığı bir fermanla Hıristiyanlığı devletin
resmi dini haline getirdi, diğer tüm din ve inançların varlığını yasa dışı ilan etti
(Ostrogorsky, 1999, 49).
İmparator Büyük Konstantinos döneminde en büyük dini sorun olarak İsken-
deriye Piskoposu Arius’un Hz. İsa’nın doğası ve onun Tanrı ile ilişkisine yönelik
geliştirdiği fikirlerden doğan Arianizm mezhebi görülüyordu. Arius, Hz. İsa’nın,
Tanrı ile aynı özü taşımadığını, onun Tanrı’nın yarattığı varlıklardan biri olduğu-
nu kabul ediyordu. Teslis inancını sorgulayan ve Hz. İsa’nın tanrılığı ilkesini karşı
çıkan Arius’a göre Hz. İsa, Tanrı tarafından insanlığın selameti için özel olarak
yaratılmış bir insandı. Arius’un öğretisi 320 yılına kadar oldukça rağbet gördü
ve benimsendi. Fakat 320 yılında resmi kilise tarafından sapkın sayıldı (Gregory,
2008, 62-63).
Arianizm dolayısıyla Hıristiyanlar arasında yaşanan şiddetli anlaşmazlığın çö-
zümü için imparator Büyük Konstantinos girişim başlattı. Bu sorunun din adam-
larının geniş katılımıyla ele alınması ve bir çözüm bulunması amacıyla ekümenik
42 Bizans Tarihi
konsil toplamaya karar verdi. İmparatorluğun her yanından gelen ruhbanların ka-
tılımıyla 20 Mayıs 325’de Nikaeia /İznik’te bizzat İmparator Konstantinos’un baş-
kanlık ettiği İznik Konsili toplandı. Burada yapılan görüşmelerde; “Hz. İsa (Oğul)
yaratılmamıştır ve Tanrı (Baba) ile aynı özden vücuda gelmiştir” kararı alındı. Bu
kararla Baba ve oğul’un eşit derecede tanrı olduğu ve her ikisinin, Kutsal Ruhla
birlikte sonsuz olduğu, yani Teslis teyit edildi (Dikici, 2007, 39). Arius mahkûm
olurken Arianizm sapkınlık sayıldı. İznik’te Arianizm dışında Hıristiyanlık ve ki-
liseyi ilgilendiren başka kararlar da alındı. Dini bir toplantıya başkanlık etmesiyle
Konstantinos kendisinden sonra gelen imparatorlara örnek olduğu gibi gittikçe
Bizans’a dönüşen İmparatorlukta siyasi iktidarla dini otoritenin birbiriyle olan gi-
rift bağını da kurmuş oluyordu.
İznik Konsili sonrasında Ariusçular alınan kararları benimsemediler. Hıristi-
yanlar arasında anlaşmazlık ve gerilimler devam etti. 381 yılında İstanbul’da topla-
nan ikinci ekümenik konsilde İznik kararları teyit edildi ve Hıristiyan Kilisesinin
amentüsü olan inanç formülü benimsendi. Hz. İsa’nın doğasına ilişkin tartışmalar
ve anlaşmazlıklar ise sürüp gitti. Bazı kiliseler Hz. İsa’daki tanrısal ve insani va-
sıfların bir değişime uğramadan ve birbiriyle katışmadan tek bir tabiat halinde
bulunduğunu kabul ettiler. Bu inançta olanlara monofizit/tekdoğacı denildi (Gre-
gory, 2008, 112). Buna karşın kimi kilise otoriteleri Hz. İsa, insan olarak dünyaya
geldiği ve tanrısal öz kendisine sonradan bahşedildiği inancını benimsediler. Bu
görüşte olanlara da diofizit/çiftdoğacılar denildi. Antakya kilise ekolünden Nesto-
rius, diofizit inançtan hareketle Hz. Meryem’in tanrı doğurmadığını, onun beşeri
özellikleri olan İsa’yı dünyaya getirdiği görüşünü savundu (Gregory, 2008, 109).
Nestorius’un görüşlerine karşı şiddetli bir muhalefet ortaya çıktı. 431’de Efes’te
toplanan konsilde Nestorius’un öğretisi reddedildi fakat kendisi aforoz edilmedi.
Nestorius faaliyetlerine devam edip gittikçe güç toplayınca 449’da toplanan II. Efes
konsilinde, Nestorius aforoz edildi ve kiliseler arasında ayrılık yaşandı (Gregory,
2008, 111). Nestorius’un öğretisine bağlı kalanlar tüm baskı ve şiddete rağmen
Nesturi Kilisesi etrafında varlıklarını devam ettirdiler. Monofizitçi Ermeni Gre-
goryen, Süryani ve Mısır Kıpti kiliseleri de Roma ve İstanbul’dan bağımsız olarak
kendi cemaatlerini etraflarında topladılar. Bizans tarihi boyunca ortaya çıkan dini
anlaşmazlıklar, konsiller ve mezhep çatışmaları sadece din veya kiliseyle sınırlı
kalmadı, Bizans’ta iktidar mücadelelerini, iktidarla halkın ilişkilerini ve Bizans’ın
dış politikasını da etkiledi.
Harita 2.1
Kaynak: Işın Demirkent, “Bizans” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.6, İstanbul 1992, s.231.
II. Teodosios’un İstanbul’un güvenliği için inşa ettirdiği surlar onun adını ya-
şatan önemli bir faaliyetidir. Nüfusu hızla artan ve gittikçe büyüyen şehir, bir süre
sonra Konstantinos’un yaptırdığı surların dışına taştı. Böylece mevcut surlar şe-
hir ve şehir halkının tamamını koruma özelliğini yitirdi. Başta Germenler olmak
üzere dış saldırıların artarak tehlikeli bir hale gelmesi yeni surların yapılmasını
zorunlu kıldı. Şehrin tamamını güvence altına alan ve Konstantinos surlarının
çok daha ötesinden geçen İstanbul surları 413 yılında inşa edildi. Bu surlar halen
mevcudiyetini koruyan iç surlardır. Doğu İmparatorluğu üzerine Hun tehdidinin
çökmesiyle 430’da ikinci sıra yani dış surların inşasına başlanıldı ve 447 yılında bi-
tirildi. 439 yılında ise şehri denizden gelebilecek tehlikelere karşı koruyacak olan
deniz kenarındaki surların inşasına başlandı. İç surların yüksekliği 10 m, kalınlığı
ise 5,2 m’dir. 20 m yüksekliğindeki kuleler arasında 60 m mesafe bulunmaktadır.
Surların önünde kazılan hendekler savunmayı daha güçlü kılmaktadır. Haliç’ten
Marmara’ya uzanan kara surlarının uzunluğu 6670 metredir (Dikici, 2007, 86).
Attila yönetiminde Hun fetih harekâtı başlayınca İstanbul’u surlarla çevirme-
nin ne kadar önemli ve gerekli bir icraat olduğu anlaşıldı. Hun ilerleyişini durdur-
mak için II. Teodosios, her yıl 300 kg altını haraç olarak ödemeyi kabul etmişti. Fa-
kat bu haraç ödenmeyince Attila 441 yılında Pannonia ve Tuna boylarına harekât
düzenledi. Tuna boylarındaki şehirleri vuran Hun birlikleri Belgrad’ı zapt ettiler.
Niş ve Sofya Hunlar tarafından ele geçirildi. Bizans kuvvetlerini mağlup eden At-
tila 442 yılında İstanbul’a ulaştı ve tarihte ilk defa şehri kuşattı. Tam zamanında
bitirilmiş olan surlar Attila’nın Hunlarını durdurdu. İstanbul’un zaptını mümkün
görmeyen Attila geri döndü ve Gelibolu civarında Bizans ordusunun kalanlarını
da yok etti. Bizans, Attila’ya yılda 700 kg altına çıkartılan haraç ödemeyi kabul etti.
447’de tekrar İmparatorluk topraklarında görülen Hunlar Bizans kuvvetlerini ye-
nerek Balkanların önemli bir kısmını işgal ettiler. Hun akınları karşısında çaresiz
kalan Bizans 449’da şartları çok ağır olan anlaşma yapmak suretiyle barışı bir kez
daha satın aldı (Dikici, 2007, 92). 453 yılında Attila’nın ani ölümü hem Batı hem
de Doğu İmparatorluklarını büyük bir tehlikeden kurtardı.
Teodosios ölmeden önce tahtını Markianos’a (450-457) bıraktı. 457 yılında Alan: Alanlar 1. yüzyıldan
Markianos’un da ölümüyle imparatorluk tahtına kimin geçeceği sorunu ortaya itibaren profesyonel savaşçı
süvari birlikleri olarak tarihi
çıktı. Ordu komutanı Alan asıllı Aspar, yardımcılarından Leon’u (457-474) impa- kayıtlarda yer almaktadır.
rator ilan ettirdi. 457’de Leon, yapılan dini merasimle Patrik Anatolios’un elinden İran kökenli olan Alanlar; Got,
Hun ve Vandal federasyonları
taç giyen ilk imparator oldu (Ostrogorsky, 1999, 55-56). I. Leon’un ilk yılların- içinde yer almıştır. Başlangıçta
da gerçek hâkim geriden devletin kaderine hükmeden ordu komutanı Aspar idi. Kuzey Kafkasya bölgelerinde
görülürken göçler yoluyla
Bir süre sonra Leon, Aspar’ın vesayetinden kurtulmanın yollarını aramaya başla- İtalya ve Kuzey Afrikaya kadar
dı. İsavria’nın savaşçı halkından faydalanmayı düşündü ve İsavrialı liderlerden yayılmışlardır.
Tarasis’i İstanbul’a davet etti. Kalabalık bir maiyetle İstanbul’a gelen Tarasis, bura- İsavria: Günümüzde bu yer
da adını Zenon olarak değiştirdi, ordu komutanlığına atandı ve imparatorun kızı Konya’nın Bozkır ilçesinin
Ariadne ile evlendi. Bir süre içerisinde de gücünü Germenlerden alan Aspar’ın Çağlayan kasabası yakınındaki
Zengibar kalesidir.
nüfuzu kırıldı ve düzenlenen bir tertiple de Aspar ve oğlu öldürüldü. Artık İmpa-
ratorlukta Germen nüfuzu yerini İsavria etkisine bıraktı.
474 yılında I. Leon öldüğünde taht, kendisiyle aynı adı taşıyan Zenon ve
Ariadne’den doğan torunu Leon’a kaldı. Henüz 6 yaşında bulunan II. Leon’a ba-
bası Zenon naip oldu. Kısa bir süre sonra da II. Leon hastalanarak ölünce impa-
ratorluk iktidarı tamamen ve hukuken Zenon’a kaldı. Zenon ordu içerisinde İsav-
rialıları etkin kılmak için gayret gösterdi. Önemli komutanlıklara İsavrialı şefleri
getirdi. Bununla birlikte İstanbul’da halk Germenler gibi İsavrialıları da barbar
addediyor ve onlara karşı nefret gösteriyorlardı (Ostrgorsky, 1999, 57).
46 Bizans Tarihi
Bizans, 555 yılında Ostrogotlara üstün geldi ve İtalya, İmparator İustinianos’un ege-
menliğini tanıdı (Ostrogorsky, 1999, 65). Bir yıl öncesinde ise İspanya’ya çıkartma
yapan Bizans ordusu Vizigotlara karşı mücadele vererek başarı elde etti. Böylece
imparator İustinianos dönemindeki fetihlerle Bizans, Roma imparatorluğunun eski
topraklarına yakın bir alanda egemenlik kurdu.
Batı’da bunlar yaşanırken İmparatorluğun doğu sınırındaki askeri gücü zayıf
düştü. İmparator İustinianos, batıdaki fetihlerde hareket serbestliği kazanabilmek
için İran hükümdarı Anuşirvan ile barış antlaşması yapmış ve İran’a haraç öde-
mekteydi (Ostrogorsky, 1999, 66). İki defa tekrarlanan antlaşma sonrasında Bi-
zans doğu sınırında giderek güç kaybetmekteydi. Balkanlarda ise saldırgan Slavlar,
Cermen asıllı Gepidler ve Türk asıllı Kuturgular Bizans topraklarını yağmalıyor
ve sonrasında Tuna ırmağının gerisine çekiliyorlardı. Bu kavimlerin yağma dal-
gaları her ne kadar Balkanlardaki Bizans topraklarında onların hâkimiyetlerini
sağlamasa da bu coğrafyadaki Bizans gücünü zayıflatıyordu. İustinianos, barbar
kavimlerle baş edebilmek için Doğu Avrupa sınırlarında beliren Avarlarla itti-
fak yaptı. Tüm bunlara rağmen yapılan başarılı fetihler ve diplomatik girişimler-
le Bizans hâkimiyetindeki topraklar hemen hemen iki katına çıkarmayı başardı.
Dalmaçya, İtalya, Sicilya, Sardinya, Korsika, Balear Adaları, Güneydoğu İspan-
ya, Kuzey Afrika Bizans topraklarına katılmıştı. İustinianos döneminde dış siyasi
tehlikeler ve Nika isyanıyla patlak veren ağır iç huzursuzluklara rağmen Bizans
imparatorluğu görünürde, eski Roma İmparatorluğu’nun ihtişamına kavuşmuş
durumdaydı.
İustinianos, bir imparatorluğun ayakta durabilmesi için din ve hukuk alanında
birliğin sağlanması gerekliliğine inanıyordu. İmparatorluk kudretinin Tanrının hi-
mayesinden geldiğine inanan kadim Roma imparatorlarından farklı düşünmüyor-
du. Bu bilinçle dolu Hristiyan bir imparator olan İustinianos, dinin imparatorun
elinde güçlü bir araç olduğu düşüncesindeydi. İustinianos, kiliseyi hükmü altına
almaya çalıştı. Kiliseyi sıkı sıkıya kendi otoritesi altına almayı gerekli görüyordu.
Gerçekçi karaktere sahip imparator tahta çıktıktan sonra Roma kilisesini Hıris-
tiyan dünyasının en büyük temsilcisi sayarak Papa Hormidas’dan temsilcilerini
Konstantinopolis’e göndermelerini istedi. Bu sayede imparatorluğun Batı kısmının
ve Papanın gönlünü kazanmaya çalıştı. Ardından Kadıköy (Halkidon) Konsili’nde
alınan monofizit aleyhtarı kararları iptal ederek, monofizitlerin gönlünü kazandı.
Her ne kadar olumlu gelişmeler kaydetse de hem Papa hem de monofizitler üze-
rinde beklediği kadar başarı elde edemedi (Ostrogorsky, 1999, 71-72).
İmparator İustinianos döneminin en etkili ve sürekli olan faaliyetleri hukuk
alanındaki büyük reformlar olmuştur. Codex İustinianos veya Corpus Iuris Civilis
adıyla bilinen yasalar külliyatı oluşturuldu. Bu külliyatın; Institutiones adı verilen
bölümü idari ve eğitimle ilgili konuları kapsamaktaydı. Pandekta (Digesta) ise sos-
yal ve cezai konulara ilişkindi. Dönemin ihtiyaçlarına göre İustinianos bir ferman
şeklinde Novellae adı verilen kanunlar koydu. Novellae’ların bir bölümü Yunanca
yazılmıştır. Hukuki reformlarla Antik Roma’dan kalma kanunlar elden geçirilip ve
günün gerçeklerine uygun hale getirildi (Ostrogorsky, 1999, 69-70). Söz konusu
kanunlar büyük ölçüde Hıristiyanlaştırıldı. Hukuk dışında, İustinianos’un antik-
çağdan kalma Atina akademisini 529 yılında kapattırarak, Konstantinopolis’te bir
yüksek okul kurdurması da bir reform olarak değerlendirilir.
İustinianos döneminde özellikle başkentte önemli imar faaliyetleri gerçekleşti-
rildi. Bunların içinde İstanbul’un en önemli yapısı Ayasofya’nın inşa ettirilmesidir.
İmar faaliyetleri Nika isyanın verdiği ağır tahribattan sonra daha yoğun bir şekil-
2. Ünite - Roma’dan Bizans’a Geçiş 49
Özet
Roma İmparatorluğu’nun Bizans’a dönüşümü- Bizans’ın doğuşu sürecindeki tarihsel gelişme-
1 nü açıklayabilmek; 3 leri tartışabilecek;
Bizans denilen devlet aslında Roma impara- Dioklitianos’un 284 yılından sonra giriştiği
torluğunun bir devamıdır. Bizanslılar da ken- idari reformlar imparatorluğun doğu bölgesini
dilerini Romalı olarak adlandırmışlardır. M.Ö. daha önemli hale getirmiştir. Büyük Konstanti-
753 yılında kurulan Roma şehri Latium olarak nos döneminde 324 yılında yeni başkent olarak
adlandırılan Orta İtalya bölgesinde hâkimiyet İstanbul’un inşasına başlanması ve 330 yılında
kurmuştur. Roma halkı M.Ö. 509 yılına kadar bitirilmesi Bizans’ın da başlangıcını oluşturan
devam eden Krallık devrinde patriciler, plepler, olaylar olmuştur. İstanbul’da saray, surlar ve fo-
cliens ve köleler olmak üzere 4 toplumsal sınıfa rumun inşası kadar Aya Sofya ve Aya İrini kili-
ayrılmıştır. Devletin başında tanrının rızasını selerinin yapımına başlanması ve Hıristiyanlığın
kazanmış olduğuna inanılan bir kral bulunmak- serbest bırakılması daha sonra imparatorluğun
taydı. Senato ve Comitia Curiata krala yardım- en büyük ortak paydası olacak Hıristiyanlığın
cı olan kurumlardı. M.Ö. 509 - M.Ö. 27 yılları yaygınlaşmasına neden olmuştur. Bizans bu
arasında Roma’da aristokratik bir Cumhuriyet süreçte Roma devlet geleneğini, hukukunu ve
oluşturulmuştur. Sadece patricilere ait olmak imparatorun sınırsız yetkilerini devlet anlayışı
üzere bu dönemde Roma vatandaşlık hukuku içine adapte etmiştir.
geliştirilmiştir. Bu hukuk daha sonra Bizans
hukukununda temelleri olacaktır. İmparatorluk Hıristiyanlığın Bizans’ın oluşumundaki etkisini
döneminde Roma önce İtalya yarımadasında- 4 açıklayabileceksiniz
ki devletleri daha sonra Kartaca, Makedonya, Roma’da yasaklı olan Hıristiyanlık dininin
Yunanistan ve Anadolu’daki devletleri yenerek İstanbul’da serbest bırakılması Bizans başkenti-
tüm Akdeniz havzasında hâkimiyet kurmuştur. ni önemli bir dini merkez haline getirmiştir. 325
Bu coğrafi alan büyük ölçüde Bizans devletinin yılından başlayarak toplanan çeşitli dini konsil-
de egemenlik alanını oluşturacaktır. M.Ö. 27 ila lerde Ariyanizm ve Nestorius gibi Hıristiyanlı-
284 yılları arasındaki İmparatorluk döneminde ğın diğer yorumları reddedilerek teslis anlayışı
Roma devletinin sınırları kuzeyde İngiltere’den Ortodoksluğun temeli olarak benimsenmiştir.
güneyde Afrika çöllerine, batıda Atlas Okyanu- Daha sonra imparatorluğun siyasi gücü ile resmi
sundan doğuda Mezopotamya topraklarına ka- Ortodoksluk anlayışı tüm imparatorluğa empo-
dar uzanmıştır. Bu geniş coğrafyanın yönetimi ze edilmiştir.
zorlaşmış ve Roma idari alanda reform ihtiyacı
duymuştur. Böylece Roma’nın doğu toprakların-
da Bizans’ın oluşumuna zemin hazırlanmıştır.
Kendimizi Sınayalım
1. Aşağıdakilerden hangisi Krallık Devri Roma’nın 6. Bizans’ta Hıristiyanlık hangi fermanla serbest bı-
özelliklerinden biri değildir? rakılmıştır?
a. İlk kralın efsanevi Romulus olması a. İzmit
b. Senato ve Comitia Curiata’nın siyasal yaşamda b. İznik
önemli rol oynamaları c. Efes
c. Pleplerin Patricilerle eşit haklara sahip olmaları d. Milano
d. Etrüsk kökenli krallar da iktidara gelmesi e. Kadıköy
e. Toplumsal örgütlenme: aile-gens-curia-tribus
şeklinde olması 7. Aşağıdakilerden hangisi II. Teodosios zamanında
gerçekleştirilen faaliyetlerden biri değildir?
2. Aşağıdakilerden hangisi Roma devleti’nin yönetim a. İstanbul’da bir üniversite kurulması
birimlerinden biri değildir? b. Forum’un inşası
a. Senato c. Codex Teodosianos’un oluşturulması
b. Lordlar kamarası d. İstanbul dış surlarının inşası
c. İmparator e. Deniz surlarının inşası
d. Comitia Curiata
e. Consilia Plebis 8. Roma devleti 395 yılında Doğu ve Batı Roma ola-
rak kimin döneminde ikiye ayrılmıştır?
3. Aşağıdakilerden hangisi Roma devleti’nin yaptığı a. I. Teodosios
savaşlardan biri değildir? b. Valens
a. Pön Savaşı c. Arkadios
b. Teselya Savaşı d. Zenon
c. Magnesia Savaşı e. İustinianos
d. Pidna Savaşı
e. Termofil Savaşı 9. Batı Roma imparatorluğu kimler tarafından 476 yı-
lında yıkılmıştır?
4. Aşağıdaki bölgelerden hangisi Roma devleti sınır- a. Hunlar
ları içinde yer almamıştır? b. Kartacalılar
a. İran c. Cermenler
b. Yunanistan d. Mısırlılar
c. Anadolu e. Sasaniler
d. İngiltere
e. Pannonia 10. İustinianos Döneminde 532 - 537 yılları arasında
inşa ettirilen dünyanın en büyük kubbeli bazilikası
5. Aşağıdakilerden hangisi Dioklitianus Döneminde aşağıdakilerden hangisidir?
oluşturulan eyaletlerden biri değildir? a. Sergios Bakhos Kilisesi
a. Doğu b. Aziz Nikolaos Kilisesi
b. Balkan/İlirya c. Aziz Poliefktos Kilisesi
c. İtalya d. Aya İrini Kilisesi
d. Güney/Afrika e. Aya Sofya Kilisesi
e. Batı/Galya
52 Bizans Tarihi
Sıra Sizde 3
Bizans devletinin ilk imparatoru kabul edilen Bü-
yük Konstantinos (324 - 337) döneminde 324 yılında
İstanbul’un inşasına başlanmıştır. 11 Mayıs 330 tari-
hinde Yeni Roma (Nova Roma) adıyla Bizans’ın baş-
kenti olmuştur. Şehrin kurucusuna atfen Konstantino-
polis denilmiştir.
Sıra Sizde 4
İstanbul Bizans döneminde ilk defa 442 yılında Hun
imparatoru Attila tarafından kuşatılmıştır. II. Teodosi-
os (408 - 450) zamanında inşa ettirilen dış şehir surları
Attila’nın İstanbul’ almasına engel olmuştur.
2. Ünite - Roma’dan Bizans’a Geçiş 53
Yararlanılan Kaynaklar
Akşit, O. (1985). Roma İmparatorluk Tarihi, İstanbul:
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları
Cheyne, J.-C. (2005). Bizans Tarihi, çev. İ. Yerguz, An-
kara: Dost Kitabevi
Demircioğlu, H. (1998). Roma Tarihi. I. Cilt. Cumhuri-
yet, Ankara: Türk Tarih Kurumu
Dikici, R. (2007). Şu Bizim Bizans, İstanbul: Remzi Ki-
tabevi
Freeman, C. (2003). Mısır, Yunan ve Roma. Antik Akde-
niz Uygarlıkları, Ankara: Dost Kitabevi
Herrin, J. (2010). Bizans Bir Ortaçağ İmparatorluğunun
Şaşırtıcı Yaşamı, çev. U. Kocabaşoğlu, İstanbul: İleti-
şim Yayınevi
Grant, M. (200). Roma’dan Bizans’a, çev. Z. Z. İlkgelen,
İstanbul: Homer Kitabevi
Gregory, Timothy E. (2008). Bizans Tarihi, çev. E. Er-
mert, İstanbul: YKY
İplikçioğlu, B. (2007). Hellen ve Roma Tarihinin Ana-
hatları, İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları
Mango, C. (2008). Bizans Yeni Roma İmparatorluğu,
çev. G. Çağalı Güven, İstanbul: YKY
Ostrogorsky, G. (1999). Bizans Devleti Tarihi, çev. F.
Işıltan, Ankara: Türk Tarih Kurumu
Palaz Demir, H. (2002). VI. Yüzyıl Kaynaklarına Göre
Göktürk-Bizans İlişkileri, İstanbul: Arkeoloji ve Sanat
Yayınları
Prokopius. (2001). Bizans’ın Gizli Tarihi, çev. O. Duru,
İstanbul: İş Bankası Yayınları.
Yıldırım, R. (2002). İlkçağ Tarih ve Uygarlıkları, İzmir:
Meridyen Yayıncılık.
3
BİZANS TARİHİ
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Hz. Muhammed döneminde Bizans’la ilişkileri tartışabilecek;
Dört Halife döneminde Bizans topraklarında gerçekleşen fetihler ve sonuçları-
nı çözümleyebilecek;
Emevî-Bizans ilişkilerinin temel niteliklerini değerlendirebilecek;
Abbâsî-Bizans ilişkilerinin mahiyetini çeşitli açılardan değerlendirebileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Hz. Muhammed • Filistin
• Muâviye B. Ebû Süfyan • Mısır
• Hârûn Er-Reşîd • Kuzey Afrika Fetihleri
• Me’mûn • Mûte
• Heraklios • Tebük
• II. Iustinianos • Ecnâdeyn
• III. Leon • Yermük
• İrini • Sâife
• Nikiforos • İstanbul Kuşatmaları
• Teofilos • Beytülhikme
• Suriye • Bryas Sarayı
İçindekiler
• GİRİŞ
• HZ. MUHAMMED DÖNEMİNDE
BİZANS’LA İLİŞKİLER (610 - 632)
• DÖRT HALİFE DÖNEMİNDE BİZANS’LA
Bizans Tarihi Bizans ve Müslüman Araplar İLİŞKİLER (632 - 661)
• EMEVÎLER DÖNEMİNDE BİZANS’LA
İLİŞKİLER (661 - 750)
• ABBÂSÎLER DÖNEMİNDE BİZANS’LA
İLİŞKİLER (750 - 861’E KADAR)
Bizans ve Müslüman Araplar
GİRİŞ
İslâmiyet’in VII. yüzyıl başlarında Arap yarımadasında doğuşuyla başlayıp Bizans
imparatorluğunun 1453 yılında yıkılışına kadar devam eden İslâm-Bizans ilişki-
leri, dokuz asır gibi uzun bir dönemi kapsamaktadır. İslâm’ın doğuş yıllarında
Ortadoğu topraklarında Bizans imparatorluğu, Sâsânî imparatorluğu ile asırlar-
dır devam ede gelen bir mücadele içerisinde idi. İslâm’ın bölgede üçüncü bir güç
olarak doğuşundan sonra yarım yüzyıl gibi kısa bir zaman diliminde Müslüman
Araplar’ın gerçekleştirdikleri fetih faaliyetleri sonucu Sâsânî imparatorluğu tari-
he karıştı. Bizans imparatorluğu ise uzun süredir Sâsânîler karşısında korumaya
çalıştığı Suriye, Filistin ve Mısır gibi önemli bölgelerin Müslüman Arapların eline
geçmesine engel olamadı. Müslüman Araplar bu fetihlerin ardından Anadolu’ya
çok sayıda sefer düzenleyip önemli başarılar elde ettiler. Hatta Bizans’ın başkenti
İstanbul, birkaç defa Müslüman Araplar tarafından kuşatıldı. Araplar’dan sonra
Selçuklu ve Osmanlı Türkleri, Müslüman - Bizans mücadelesini sürdürdü. Niha-
yet 29 Mayıs 1453’te Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethi ile Bizans impara-
torluğu da tarihe karıştı.
Arap-İslâm kaynaklarında Bizanslılar için genellikle Rûm ifadesi kullanılır. Bu
terim Romalı ve Bizanslılar’ın kendileri için kullandığı Romalılar anlamındaki Ro-
mei tabirinin Arapça’ya geçmiş şeklidir. Anadolu başta olmak üzere Bizans top-
raklarını ifade etmek üzere Bilâdü’r-Rûm/Arzu’r-Rûm, Akdeniz için Bahru’r-Rûm,
Bizans imparatorları için ise Kayser’in yanısıra Meliku’r-Rûm, ‘Azîmu’r-Rûm vs. ifa-
deler kullanılmaktadır. Bunlardan başka genel olarak gayri Müslimler için kullanı-
lan küffâr/kefere ve bütün Hıristiyanları ifade eden en-nasârâ ile temelde Yahudi ve
Hıristiyanları tanımlamak üzere kullanılan Ehlü’l-kitâb kavramı da zaman zaman
Bizanslılar için kullanılmıştır. Kur’ân-ı Kerim’de bir defa zikredilen ve müstakil bir
sûreye adını veren er-Rûm ifadesi, Bizanslılar için kullanılmış ve onların Sâsânîler
karşısında aldıkları mağlubiyete işaret edilerek üç ilâ dokuz yıl içinde Sâsânîler’e
galip gelecekleri bildirilmiştir (Rûm 30/1-5; Demirkent 1998, s. 212).
Bizans kaynaklarında da Araplar için genellikle Arap kelimesinin Yunanca ço-
ğul şekli olan Arabes veya Hz. İbrahim’in eşleri Sâre ve Hâcer’e nispetle Sâre ve
Hâcer’den çoğalanlar anlamında Sarakini ve Agareni, ya da Hz. İbrahim’in oğlu
Hz. İsmail’e nispetle İsmailite (İsmailoğulları) terimleri kullanılır. Eski Yunan ve
Roma dönemi anlayışının bir uzantısı olarak Bizanslılar’ın kendileri dışındaki mil-
letler için kullandıkları barbar (barbari) terimi ile de bazen Araplar kastedilmiştir.
56 Bizans Tarihi
Hz. Muhammed döneminde Bizans imparatorluğuna yönelik diplomasi faa- Mektup: Hz. Peygamber’in
Heraklios’a gönderdiği
liyetleri gerçekleşmiş, bizzat imparator Heraklios’a (610-641) İslâm’a davet mek- mektup konusuna İslâm
tubu gönderildiği gibi, Bizans’a bağlı vali veya vassal devlet yöneticilerine de kaynakları, burada çok az bir
kısmını zikredebileceğimiz
elçiler ve mektuplar gönderilmiştir. Bu bağlamda Bizans’a yönelik ilk diplomasi birçok detayıyla yer verirken
faaliyeti 628 yılında gerçekleşmiştir. Mekkelilerle yapılan Hudeybiye barış ant- Bizans kaynaklarında bu
laşmasından sonra Hz.Peygamber, dönemin ileri gelen diğer bazı devlet başkan- konuda herhangi bir kayıt
bulunmamaktadır. Bu
ları ve emirlerinin/valilerinin yanısıra Bizans imparatoru Heraklios’a da İslâm’a durum özellikle klâsik İslâm
davet mektubu gönderdi. Bu sırada Bizanslıların mühürsüz mektuplara itibar kaynaklarının “peygamber
merkezli” olduğu için bu
etmediklerinin hatırlatılması üzerine bir mühür yaptırmış ve mektup onunla tür olayları kaydetmeye
mühürlenmişti. Mektubu imparatora götürmek üzere, ticaret amaçlı seyahatleri önem vermesi, buna karşılık
İslâm’ın henüz başlangıç
dolayısıyla Suriye bölgesini iyi bilen Dihye b. Halîfe el-Kelbî görevlendirilmiştir dönemlerini yaşaması
(Mayıs 628). dolayısıyla Bizans çevrelerinde
o derece bilinmemesi
Yıllar süren savaşlar sonunda Sâsânîler karşısında Ninova’da kesin bir zafer ka- yanında, o döneme ait Bizans
zanmış olan Heraklios bir şükran ifadesi olarak hac ziyaretinde bulunmak ve İran- kaynaklarının oldukça sınırlı
lılardan geri almayı başardığı Kutsal Haç’ı tekrar eski yerine dikmek üzere o sıralar- olması ve daha sonraki
tarihçilerin de bu sınırlı
da Kudüs’te bulunuyordu. İmparator, Şam şehri ile Kudüs arasında bulunan Busra kaynaklara dayanmak zorunda
şehrinin valisi aracılığıyla kendisine gelen peygamber elçisi Dihye’yi kabul etti. Kay- kalmış olmalarıyla izah
edilebilir.
58 Bizans Tarihi
Hz. Peygamber’in mektupları naklarda imparator Heraklios’un Hz. Muhammed hakkında daha detaylı bilgi almak
konusunda uzun araştırmaları üzere, o sıralarda ticaret için Suriye’ye gitmiş bulunan Ebû Süfyân ve arkadaşlarını
bulunan Muhammed
Hamidullah başta olmak üzere huzuruna getirttiği ve soyca Hz. Muhammed’in en yakını olan kafile başkanı Ebû
Müslüman araştırmacıların Süfyan’la aralarında uzun bir konuşma geçtiği belirtilir. Bu rivayetlere göre impa-
hemen hepsi, mektuplaşma
olayını kabul etmekte ve rator, Ebû Süfyan’dan Hz. Muhammed’in soyu, ailesi, çevresi, toplumdaki konumu,
günümüze gelen mektupların kişiliği, getirdiği mesajın niteliği ve temel prensipleri v.s. hakkında bilgi almış ve anla-
orijinal olduğunu veya orijinal
olma ihtimalinin daha yüksek tılanların bir peygamberin özelliklerine uygun olduğunu ifade etmiştir. İmparatorun
olduğunu belirtmektedir Dihye’ye bir takım kıymetli hediyeler ve elbiseler verdiği de kaydedilir.
(Hamidullah (2003), I, 343- Busra valisini İslâm’a davet etmek üzere Hz. Muhammed tarafından bir mek-
350))
tupla birlikte elçi olarak gönderilen Hâris b. ‘Umeyr el-Ezdî, Gassânî emirlerinden
Şurahbil b. ‘Amr’ın topraklarından geçerken adı geçen emir tarafından Mûte’de
öldürüldü. Elçinin öldürülmesi diplomatik bir skandala yol açtı ve siyasi gergin-
lik Bizans askerlerinin de katıldığı Mûte savaşı ile sonuçlandı. Hz. Muhammed
3.000 kişilik bir ordu hazırladı ve Zeyd b. Hârise komutasında Bizans topraklarına
gönderdi. Hz. Peygamber Zeyd’in şehit düşmesi halinde Ca’fer b. Ebû Tâlib’in,
Ca’fer’in şehit düşmesi halinde Abdullah b. Revâha’nın kumandayı almasını,
onun da şehid olması halinde ise Müslümanların aralarından birini kumandan
seçmelerini emretmişti. İslâm ordusunun hareketinden haberdar olan Şurahbil
b. ‘Amr bölgedeki birçok Hıristiyan Arap kabilesini etrafına topladığı gibi bölge-
de bulunan imparator Heraklios’tan da yardım istedi. Heraklios Sâsânîler’e karşı
hazırladığı birlikleri onun yardımına gönderdi. Şurahbil b. Amr’ın kumandasın-
daki Arap kabilelerinin katılımıyla birlikte Bizans ordusunun mevcudu 100.000’i
Vicarius: Eyalet valisinin aşmıştı. Ordunun genel kumandanlığını Teodoros (vicarius) yapmaktaydı. İslâm
vekili anlamındaki vicarius ordusu kendisinden kat kat büyük olan Bizans ordusuyla Mûte’de karşılaştı. Çetin
unvanı erken dönem Bizans
tarihinde kullanılmış resmi bir bir mücadeleden sonra Hz. Peygamber’in tayin ettiği her üç kumandan sırasıyla
unvandır. şehid oldu. İslâm ordusunun kumandanlığına Hâlid b. Velîd getirildi. Hâlid b. Ve-
lid uyguladığı taktiklerle fazla zayiat vermeden geri çekilmeyi başardı (629). Mûte
Savaşı ile İslâm ve Bizans orduları ilk defa karşı karşıya gelmiş oluyordu.
630 yılında Heraklios’un büyük bir ordu hazırladığı haberi üzerine Hz. Peygam-
ber, kuraklık ve kıtlığın hüküm sürmesine rağmen 30.000 kişilik bir ordu hazırladı
ve hedefin Bizans ordusu olduğunu açıkça belirtti. Kur’ân-ı Kerîm’de (Tevbe 9/38-
106) ve İslâm tarihi kaynaklarında İslâm toplumundaki savaş hazırlıklarıyla ilgili
haberlerden, Sâsânîler’e karşı kesin bir üstünlük sağlayan Bizans’ın Müslümanlar
tarafından ciddi bir güç olarak görüldüğü anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber’in biz-
zat kumanda ettiği İslâm ordusu, Medine’nin 700 km. kuzeyinde Suriye yolu üze-
rindeki Tebük’te konakladı. On beş-yirmi gün burada kalındıktan sonra Bizans
ordusuna rastlanmadığı için geri dönüldü. Bu arada çevredeki kabileleri İslâm’a
davet amacıyla bazı birlikler gönderildi. İslâm hakimiyetini tanıyan Eyle, Cerbâ ve
Ezruh gibi merkezlerin yerel yöneticileriyle cizye antlaşmaları yapıldı.
Tebük’te karargâhını kurmuş olan Hz. Peygamber, o sırada Hıms veya
Dımaşk’ta bulunduğu belirtilen Heraklios’a Dihye b. Halîfe’yi bir mektupla birlik-
te tekrar gönderdi. Mektupta imparatora İslâm’a girmesi, cizye ödemesi veya sa-
vaş yapılması teklif edilmekte, ayrıca ondan Müslümanlığı kabul edecek olanlara
engel olmaması istenmekteydi. Mektubu alan Herakleios, etrafındakilerle istişare
ettikten sonra Tenuhlu hıristiyan bir Arabı bir mektupla birlikte Hz. Peygamber’e
elçi olarak göndermiştir. Elçi müslümanlar tarafından ağırlanmış ve Hz. Osman
da kendisine değerli bir elbise hediye etmiştir (Hamîdullah (2003), I, 338).
Hz. Muhammed Bizans’a bağlı hangi vali ve hükümdarlara İslam’a davet mektupları
1 göndermiştir?
3. Ünite -Bizans ve Müslüman Araplar 59
Bunların bir kısmını takip etme görevini alan İyâz b. Ganm Malatya’ya kadar
ilerledi ve şehir halkı ile cizye ödemeleri şartıyla bir anlaşma yaparak geri döndü.
Bu gelişmeleri öğrenen Heraklios Malatya’ya asker gönderip şehri yaktırdı. İran’a
karşı yapılan savaşlarda ordularını bizzat idare etmiş olan Heraklios, İslâm ordu-
larıyla mücadeleyi önce Humus ve daha sonra Antakya’dan olmak üzere cephe
gerisinden yönetmişti. Yermük Savaşı’ndan sonra Antakya’dan Urfa’ya ve Samsat’a
giderek dağılan ordusunu toparlamaya çalıştıysa da başarılı olamadı ve çaresizlik
içinde İstanbul’a döndü. Böylece Yermük Savaşı’ndan sonra Suriye Bizans’ın elin-
den çıkmış oldu.
637 yılında Şeyzer, Kınnesrîn, Halep, bir yıl sonra Antakya, iki yıl sonra da
Urfa ve el-Cezîre bölgesindeki diğer şehirler kısa aralıklarla Müslümanlara tes-
lim oldular. Suriye ve el-Cezîre’nin fethinden sonra İslâm devletinin sınırları
Toroslar’a dayandı. Bizans imparatoru Heraklios, sınır bölgelerinde yaşayan halkı
Müslümanların tehdit ve saldırılarından korumak üzere iç kısımlara çekerek ge-
niş bir sahayı boş bıraktı. Yermük Savaşı’nın arkasından Filistin’in fethine devam
edildi. Hıristiyanların kutsal merkezi Kudüs kuşatılınca halk emân diledi ve Hali-
fe Hz. Ömer 638 yılında bizzat gelerek şehri Patrik Sofronios’tan teslim aldı. Daha
sonra da 640 yılında Askalân ile Kaysâriye başta olmak üzere diğer şehirler ele
geçirildi. Aynı yıl İslâm kuvvetleri, Mezopotamya bölgesinden kuzeye ilerleyerek
Doğu Anadolu’da Dvin kalesini zaptetti (Ekim 640).
Filistin’in fethini tamamlayan Amr b. Âs, Mısır’ın fethinin de stratejik açı-
dan gerekli olduğunu, çünkü Filistin ve Suriye’de yenilerek oraya kaçan Bizans-
lı kumandan ve askerlerin her an bir karşı saldırıya geçebileceklerini söyleyerek
harekâta başlamak için Halife Hz. Ömer’den izin aldı. 640 yılı başında 4.000 kişilik
bir süvari birliğiyle sınırda bulunan Feremâ’yı ele geçirdi. Ardından Medine’den
gelen 5.000 kişilik takviye kuvvetiyle birlikte Aynişems’te güçlü bir Bizans ordusu-
nu hezimete uğrattı. Bilbîs’in fethinin arkasından Babilon üzerine yürüyüp önce
yedi aylık bir kuşatmayla burayı (9 Nisan 641), daha sonra da Bizans için çok
önemli bir ticarî liman şehri olan İskenderiye’yi fethetti (642). Amr, 643 yılında
Babilon yakınında Fustat adıyla bir ordugâh şehri kurarak Arabistan’dan göç eden
Müslümanları buraya yerleştirdi; bu başarılarından dolayı kendisine ‘’Mısır fâtihi’’
unvanı verildi ve Hz. Ömer tarafından Mısır’a vali tayin edildi. Böylece Suriye ve
Filistin’den sonra Mısır da Bizans’ın elinden çıkıp İslâm hâkimiyetine girmiş oldu.
Hz. Osman’ın hilâfeti döneminde Kuzey Afrika fetihlerine devam edildi ve
yeni toprakların idaresi Mısır’a bırakıldı. Bu arada Bizanslılar’ın tekrar ele geçir-
dikleri İskenderiye geri alındı (646). Amr’ın yerine vali tayin edilen Abdullah b.
Sa’d b. Ebû Serh, Trablusgarp’tan İfrîkıye’ye (Tunus ve civarı) kadar ilerledi. Bu
bölgenin önemli bir merkezi olan Sübeytıla önlerinde yapılan savaşta galip geldi
ve bölge İslâm’a açıldı. Müslümanlar, bu başarıdan sonra Nil vadisi doğrultusunda
güneye ve Akdeniz sahilinden de batıya doğru ilerlemelerini sürdürdüler.
Hz. Osman döneminde Müslüman Araplarla Bizanslılar arasında deniz savaş-
ları yapılmış ve bazı adalar fethedilmiştir. Suriye, Mısır ve İfrîkıye’nin ele geçiril-
mesiyle Orta ve Doğu Akdeniz’in doğu ve güney sahillerine tamamen sahip olan
Müslümanlar, özellikle Bizans donanmasına karşı bir deniz gücü hazırlama gereğini
duydular. Diğer taraftan Iustinianos döneminden (527-565) itibaren Akdeniz’deki
ticaret, Suriyeli ve Mısırlı tâcirlerin elinde bulunuyordu. Müslümanlar Mısır ve
Suriye’nin Akdeniz sahillerindeki tersanelerini ele geçirmişler ve eskiden beri de-
nizcilikle uğraşan insanları idareleri altına almışlardı. Hz. Osman zamanında Suriye
ve Mısır valileri sahil şehirlerindeki Bizans’tan kalma tersaneleri faaliyete geçirdiler.
3. Ünite -Bizans ve Müslüman Araplar 61
Dört Halife devrinde gerçekleştirilen fetihlerle Suriye, Filistin ve Mısır ile Ku-
zey Afrika Bizans imparatorluğu’nun elinden alınarak İslâm topraklarına katıldı.
Müslümanlar, fethettikleri ülkelerin çeşitli din ve mezheplere mensup sakinleri-
ne cizye ödemek şartıyla eski dinlerine bağlı kalma özgürlüğünü verdikleri gibi
İslâmiyet’i kabul edenlere de kendileriyle eşit haklar tanıdılar. Ayrıca fetihlerden
sonra şehirlere çok sayıda Müslüman yerleştirerek bu bölgelerin İslâmlaşmasını,
daha sonraki fetihler için buralarda askerî üslerin kurulmasını ve bu yerlerin
Müslümanların idaresinde kalmasını sağladılar.
Müslümanların Bizans ve Sâsânî ordularına karşı başarı elde edip önemli fetihler
2 gerçekleştirmesinde Bizans ve Sâsânîler’den kaynaklanan hususlar neler olabilir?
İstanbul’a ulaştı. Kuşatma 669 yılı bahar mevsimi boyunca devam etti. Ancak er- İstanbul Kuşatması:
İslâm kaynaklarına göre
zakın tükenmesi ve açlık sebebiyle sonuç alınamadı. İslâm orduları yaz mevsimin- Müslümanlar daha Hz.
de kuşatmayı kaldırıp geri dönmek zorunda kaldılar. Başarısızlıkla sonuçlanan bu Muhammed döneminde
ilk kuşatma sırasında Müslümanlar çok sayıda şehid verdiler. Hz. Peygamber’i, Bizans ve Sâsânî topraklarının
bir gün Müslümanların
Medine’ye hicretinden sonra yedi ay süreyle evinde misafir etmiş ve ileri yaşlar- eline geçeceğine, bu arada
da olmasına rağmen bu sefere katılmış olan meşhur sahabî Ebû Eyyûb el-Ensârî İstanbul’un fethedileceğine
inanıyorlardı. Nitekim
kuşatma sırasında hastalanarak vefat etti ve surların dışında bir yerde defnedildi. Hadis kaynaklarında yer
Müslümanlar tarafından birinci İstanbul kuşatmasının üzerinden fazla zaman alan rivayetlere göre Hz.
Peygamber Bizanslılarla
geçmeden yine Muâviye döneminde İslâm orduları İstanbul’u ikinci defa kuşattı- savaş ve barış yapılacağını
lar. Daha önce fethedilen Kıbrıs, Rodos, Kos ve Sakız adalarından sonra 670 yı- (Buhârî, “Sulh” 7; Ebû Dâvûd,
“Cihâd” 156), ilk deniz
lında Bizans başkentinin çok yakınındaki Erdek Kapıdağ (Kyzikos) yarımadasını savaşına katılacak askerler ile
ele geçirmek suretiyle harekât için önemli bir üs elde etmiş olan İslâm orduları Kayser’in şehrini (İstanbul)
672’de İzmir’e ulaştılar. Bundan iki yıl sonra da 674 yılının ilkbaharında İstanbul fethetmek üzere giden ilk
orduların bağışlanacağını
surlarına dayandılar ve 678 yılına kadar dört yıl süreyle başkenti kuşatma altında (Buhârî, “Cihâd” 93),
tuttular. Çarpışmalar ilkbaharda başlayıp yaz mevsimi boyunca devam etmekte ve Konstantiniyye’nin
fethedileceğini (Ahmed
İslâm askerleri kışın Erdek Kapıdağ yarımadasına çekilmekteydi. İslâm donanması b. Hanbel, I, 176, IV, 335;
Suriye’li Kallinikos tarafından icad edilen ve su üzerinde de yanabilen Rum ateşine Dârimî, “Mukaddime” 43)
İran ve Bizans topraklarının
sahip Bizans askerlerine karşı ağır kayıplar verdikten sonra geri çekilmek zorunda Müslümanlar tarafından
kaldı. Kurtulabilen gemiler de geri çekilme sırasında Pamflia olarak adlandırılan fethedilip Kisra ile Kayser’in
hazinelerinin Allah yolunda
Antalya sahillerinde fırtınaya yakalandı ve çok az kısmı sağ salim dönebildi. harcanacağını (Buhârî, “Cihâd”
Bu sıralarda Anadolu’daki İslâm ordusu da bozguna uğramıştı. Diğer taraf- 157, “Humus” 8; Müslim,
tan Lübnandaki Amanos dağlarında yaşayan ve Arap saldırılarını durdurabilme “Zühd”, 7) haber vermiştir.
umuduyla Bizanslılar tarafından desteklenen Hıristiyan Merdeîler de (Mardaites,
İslâm kaynaklarında Cerâcime) Muâviye’yi zor duruma sokmuştu. Bizans lehine
son derece önemli bu gelişmeler karşısında Muaviye, barış istemekten başka çare
bulamadı ve bu amaçla bir elçilik heyetini imparatora gönderdi. Elçilerle görüşen
imparator IV. Konstantinos, uzun devlet tecrübesine sahip maharetli diplomat Io-
annis Picigavdis’i barış şartlarını müzakere etmek üzere bir heyetle halifeye gön-
derdi. İmparator elçisi, Dımaşk’ta Emevî halifesi Muaviye tarafından ileri gelen
devlet ricalinin de hazır bulunduğu görkemli bir törenle karşılandı. Uzun süren
barış görüşmelerinden sonra anlaşma sağlandı. Otuz yıl süreyle geçerli bu an-
laşmaya göre Muaviye imparatora yıllık 3 000 dinar, 50 savaş esiri ve 50 Arap atı
vermeyi taahüt ediyordu.
ayaklanan Muhtar es-Sekâfî ile mücadele etmesi gerektiğini de dikkate alan hali-
fe Abdülmelik imparator IV. Konstantinos’a elçi göndererek Muaviye döneminde
yapılan anlaşmanın yenilenmesini istedi. Anlaşmaya göre halife imparatora daha
önceden ödenen vergi miktarını artırıyor ve yıllık 365.000 dinar, 365 savaş esiri ve
365 iyi cins at ödemeyi kabul ediyordu (685).
Bu anlaşmanın üzerinden fazla zaman geçmeden yine Emevî elçileri barış iste-
mek üzere Bizans sarayında görülmektedir. IV. Konstantinos’un ardından Bizans
tahtına çıkmış olan II. Iustinianos (685-695), halifenin iç problemlerle uğraşma-
sını fırsat bilerek babasının yaptığı anlaşmayı bozdu. Cerâcime’nin de içerisinde
yer aldığı bir orduyu Suriye’ye gönderdi. Antakya kısa bir süre için Bizans as-
kerleri tarafından işgal edildi. Bütün bu olumsuz şartlar karşısında halife, Hu-
meyd b. Hureys el-Kelbî ile Kureyb b. Ebrehe el-Himyerî’yi kıymetli hediyelerle
birlikte imparatora elçi olarak gönderip barış istemek zorunda kaldı. Buna kar-
Magistrianos: Geç Roma şılık II. Iustinianos da magistrianos Pavlos’u elçi olarak halifeye gönderdi. Taraf-
döneminde sivil idarenin başı lar arasında on yıl geçerli olmak üzere bir antlaşma imzalandı. Buna göre, daha
olarak kullanılan magistrianos
unvanı Bizans döneminde önce Emevîler’in Bizans’a ödediği haraca ek olarak Armenia, İberia (Gürcistan) ve
sarayın korunmasından, Kıbrıs vergileri iki devlet arasında eşit olarak paylaşılacaktı. Buna karşılık impara-
ordunun silahlanmasından,
istihbaratın sağlanmasından tor da Cerâcime’yi Bizans’ın iç kısımlarına yerleştirecekti (689). Ayrıca imparator
ve diplomatik ilişkilerin bazı Rumları Müslümanlara rehine bırakmayı da kabul ediyordu.
belirlenmesinden sorumlu kişi
için kullanılmıştır. Bir kaç yıl sonra II. Iustinianos’un Kıbrıs halkının büyük bir kısmını Anadolu’ya
nakletmeye ve Çanakkale’de kurduğu ve kendi adını taşıyan Iustinianopolis şeh-
ri ile Arap istilasından büyük zarar gören Kapıdağ yarımadasında yerleştirmeye
başlaması iki ülke arasında yeni bir siyasi gerginliğe neden oldu. Bu uygulamayı
devlet menfaatlerine uygun bulmayan Abdülmelik’in uygulamadan vazgeçilmesi
hususunda yaptığı teklif kendi üstünlüğüne güvenen imparator tarafından redde-
dildi. Bütün bu gelişmeler karşısında halife barış anlaşmasını geçerli sayamayaca-
ğını bildirdi.
Emevîler’le Bizans imparatorluğu arasında ilişkilerin yeniden bozulmasının
sebeplerinden biri Abdülmelik tarafından ilk İslâmî sikkenin bastırılmış olma-
sıdır. Bilindiği gibi İslâm öncesi dönemden itibaren Araplar’da Bizans ve Sâsânî
paraları tedavülde idi. Abdülmelik döneminde ilk defa İslâmî tarzda altın (dinar)
ve gümüş (dirhem) sikkeler darbedilmiş ve Hz. İsa resmi ile haç yerine “Kulhuvel-
lahu ahad” (=De ki Allah birdir) âyeti gibi İslâmî motifler yer almaya başlamıştır.
Bizans’a Kıbrıs haracı için, üzerlerinde haç yerine Kur’an ayetleri bulunan yeni
sikkeler gönderilmesi imparatorun tepkisini çekmiştir.
Bizans’la ilişkilerin bozulması üzerine Abdülmelik, kardeşi Muhammed b.
Mervan’ı Anadolu seferlerine gönderdi. 692-93 yılında Bizans ordusu Sivas yakın-
larında ağır bir yenilgiye uğratıldı. Birkaç yıl sonra Müslümanlar Bizans’a karşı bü-
yük bir zafer kazanarak 695 yılında Maraş bölgesini hâkimiyet altına aldılar. 700-
701 yılında Abdülmelik’in oğlu Abdullah Erzurum’u fethetti. 702 yılında da uzun
bir kuşatmadan sonra Dârende’yi ele geçirdi. Ertesi yıl Misis (Masisa) Bizans’tan
geri alındı. Öte yandan Kuzey Afrika’da da Bizans’la mücadele devam etti. Özellik-
le Kuzey Afrika fatihi Ukbe b. Nâfi’nin 692 yılında öldürülmesinden sonra Bizans,
Tunus’un sahil kısımlarını kontrol altına aldığı gibi bölgede Müslümanlara karşı
ayaklanan Berberîler’i de destekledi. İmparator II. Iustinianos ve ardından imparator
Leontios’un bölgeye gönderdiği kuvvetler Mısır valisi Abdülaziz b. Mervan, Züheyr
b. Kays ve Hassân b. Nu’mân el-Gassânî’nin gayretleriyle etkisiz hale getirildi. 698’de
günümüzde Tunus sınırları içinde kalan Kartaca Bizans’tan geri alındığı gibi 702’de
Berberî isyanları bastırılarak Kuzey Afrika’da İslâm hâkimiyeti yeniden sağlandı.
3. Ünite -Bizans ve Müslüman Araplar 65
Resim 3.2
Bu harita Casim Avcı, İslam Bizans İlişkileri, İstanbul 2003, s. XIV - XV’ten alınmıştır.
Harun’a elçiler göndererek barış anlaşması yapmak zorunda kaldı. Üç yıl süreli bu
anlaşmaya göre İrini, Abbâsî devletine yılın nisan ve haziran aylarında 70.000 dinar
ödemeyi kabul etmekteydi. Ayrıca Harun’un isteği üzerine dönüş yolunda ordunun
ihtiyaçlarını karşılamak üzere pazarların kurulmasını ve yol göstermek için rehber-
ler tayin edilmesini de üzerine alıyordu. Bundan başka İrini altın, gümüş ve bir ta-
kım değerli hediyeleri Mehdî’ye takdim etmek üzere bir elçisini de Harun’la birlikte
Bağdat’a gönderdi.
Mûsâ el-Hâdî’nin bir yıl gibi çok kısa süren halifeliğinden sonra kardeşi Harun
Reşîd’in (786-809) 23 yıllık yönetiminde Abbasi-Bizans ilişkilerinde önceki yılla-
ra oranla daha canlı bir dönem yaşanmıştır. Hemen her yıl Bizans üzerine seferler
düzenlenmiş, bazen orduya bizzat halife kumanda etmiştir. Bunun yanında bazen
de Bizans’ın İslâm topraklarına yöneldiği olmuştur. Harun Reşîd, Tarsus’u yeni-
den inşa etmek ve Avâsım ve Sugûr adı verilen Bizans - Abbâsî sınır bölgelerini
tahkim etmek suretiyle Bizans akınlarını engellemeyi hedeflemişti. Karşılıklı esir
değişimi, fidye anlaşmaları ve mektuplaşmalar yanında az sonra bahsedileceği
gibi diplomasi alanında ciddi bir krizin yaşanması da bu döneme rastlamaktadır.
Hârûn Reşîd Bizans’a karşı daha önce başlatılan seferlere devam etti. 797’de biz-
zat kumanda ettiği ordusuyla Orta Anadolu’da bulunan Safsâf kalesini aldı. Kuman-
danlarından Abdülmelik b. Sâlih Ankara’ya kadar ilerledi. İmparatoriçe İrini, barış
isteğinde bulununca Hârûn Reşîd, Hazarlar’ın Ermenistan-Azerbaycan sınırından
saldırmalarını göz önünde tutarak bu isteği kabul etti (798). Ancak birkaç yıl sonra
Bizans tahtına çıkmayı başaran Nikiforos (802-811) halifeye gönderdiği mektubuy-
la iki ülke arasında ciddi bir diplomatik krize neden oldu. İslâm kaynaklarının ri-
vayetine göre imparator mektubunda, kendisinden önceki İrini’nin halifeyi şah ma-
kamına kendisini de piyon yerine koyduğunu, dolayısıyla devleti küçük düşürücü
anlaşmalara imza attığını belirtiyor ve o güne kadar İrini tarafından ödenmiş olan
vergilerin geri iade edilmesini istiyordu. Aksi takdirde savaş açacağını da ekliyordu.
Harun bu gelişmeler üzerine Konya Ereğli’ye (Heraklia) kadar geldi ve
Nikiforos’u yıllık vergi karşılığında barış istemek zorunda bıraktı. İmparator kış
şartlarından istifadeyle bu anlaşmayı bozmuş, ancak o sırada Rakka’ya kadar git-
miş olan Harun’un beklenmedik şekilde geri dönmesinin ardından yapılan sa-
vaşta yenilerek halifeden aynı şartlarla barış istemiştir. Barış anlaşmasının tek-
rar bozulması üzerine Harun 806 yılında büyük bir orduyla Bizans seferine çıktı
ve Konya Ereğli’yi fethettikten sonra Niğde Kemerhisar’a (Tuvâne) ilerledi. Zor
durumda kalan Nikiforos Harun’a metropolid Petros ile Amasra (Amastris) va-
lisi Gregorios’u elçi olarak göndererek anlaşmaya razı olduğunu bildirdi. Sonuç
Bizans açısından oldukça küçük düşürücüydü: İmparatorun yıllık 30.000 veya
50.000 dinar vergi ödemesi yetmiyor, kendisi için dört, oğlu ve ileri gelen devlet
ricâli için ikişer dinar olmak üzere halifeye ayrıca cizye ödemeyi kabul ediyordu.
Halife Harun Reşîd’in askerî kabiliyeti yanında insancıllığını ve bu arada
İslâm-Bizans ilişkilerinde savaş ve barışın içiçeliğini göstermesi bakımından dik-
kate değer bir rivayete göre, Harun’un Ereğli’yi fethi sırasında alınan esirler ara-
sında Nikiforos’un oğlunun nişanlısı da bulunmaktaydı. İmparator iki özel elçisi
aracılığıyla çeşitli hediyelerle birlikte halifeye gönderdiği mektubunda yardımına
muhtaç olduğunu belirtiyor ve oğlunun nişanlısının gönderilmesini rica ediyor-
du. Halife, Nikiforos’un bu ricasını kabul ederek gelin adayını şanına lâyık bir tö-
renle kendi otağı içerisinde değerli eşyalar ve kıymetli hediyelerle birlikte Bizans
başkentine uğurlamıştır. Buna karşılık imparator halifeye elçisi aracılığıyla 50.000
dirhem, 100 bükümü ipek olmak üzere 300 büküm değerli elbise, 12 şahin, 4 av
köpeği ve 3 at hediye göndermek suretiyle minnettarlığını göstermiştir.
70 Bizans Tarihi
Özet
Hz. Muhammed döneminde Bizans’la ilişkileri Emevî-Bizans ilişkilerinin temel niteliklerine dair
1 tartışabilmek 3 yorum yapabilmek
Hz. Muhammed döneminde devam eden Müslüman Araplarla Bizans arasında ilişkilerin
Bizans-Sâsânî savaşlarında Müslümanlar Ehl-i en canlı olduğu dönemlerden biri Emevîler dö-
Kitap olmaları dolayısıyla Bizanslılar’ın tarafını nemidir. Bu dönemde Muâviye b. Ebû Süfyân’dan
tutuyorlardı. Kur’ân-ı Kerim’deki Rûm sûresinin itibaren Bizans hâkimiyetindeki Anadolu top-
ilk âyetleri Bizans-Sâsânî savaşlarına işaret etmiş raklarına hemen her yıl Sâife adı verilen seferler
ve Sâsânîler karşısında mağlup olan Bizans’ın üç düzenlenmiştir. Müslümanlar ikisi Muâviye b.
ilâ dokuz yıl içinde zafer elde edeceğini haber Ebû Süfyân ve biri de Süleyman b. Abdülmelik
vermiştir. Hz. Muhammed 628 yılında Bizans döneminde olmak üzere üç defa Bizans baş-
imparator’u Harekleios’a bir mektupla birlikte kenti İstanbul’u bizzat kuşatmışlar, ancak çeşitli
Dihye b. Halîfe el-Kelbî’yi elçi olarak gönder- olumsuzluklar yüzünden başarılı olamamışlar-
miş ve İslâm’a davet etmiştir. Hz. Muhammed’in dır. Mesleme b. Abdülmelik kumandasında ger-
Busra valisine gönderdiği Hâris b. ‘Umeyr el- çekleşen üçüncü İstanbul kuşatmasından sonra
Ezdî’nin Mûte’de Gassânî emirlerinden Şurahbil İstanbul’da bir cami yapılmıştır. Velîd b. Abdül-
b. ‘Amr tarafından öldürülmesi üzerine Zeyd b. melik Medine’de Mescid-i Nebevî ve Dımaşk’ta
Hârise kumandasında bir ordu Mûte Savaşı’na Emeviyye Camii gibi büyük camilerin yapımı ve
gönderilmiştir. İslâm orduları ilk defa Mûte’de onarımı için imparatordan yardım istemiş, o da
Bizans ordularıyla karşı karşıya gelmiştir. Hz. mozaik, para ve ustalar göndermek suretiyle ha-
Muhammed 630 yılında Heraklios’un büyük bir lifenin ricasına cevap vermiştir. Öte yandan din-
ordu hazırladığı haberi üzerine 30.000 kişilik bir darlığıyla bilinen Ömer b. Abdülaziz dönemin
ordu hazırlayarak Tebük’e kadar gitmiştir. Bizans imparatoru III. Leon’a bir İslâm’a davet
mektubu göndermiştir. Emevî hükümdarları ile
Dört Halife döneminde Bizans topraklarında ger- Bizans imparatorları arasında çeşitli sebeplerle
2 çekleşen fetihler ve sonuçlarıını çözümleyebilmek diplomatik ilişkiler gerçekleşmiş, elçiler İstanbul
Dört Halife dönemi İslâmiyet’in Arap yarımada- ve Dımaşk arasında gidip gelmişlerdir.
sı dışında hızla yayılmaya başladığı ve Bizans’ın
uzun yıllar Sâsânîler’e karşı korumak için mü-
Abbâsî-Bizans ilişkilerinin mahiyetini çeşitli açı-
cadele verdiği toprakların, Müslümanların eline
4 lardan değerlendirebilmek
geçtiği bir dönemi temsil etmektedir. Bizans, bu
Abbâsîler döneminde Bizans’la ilişkiler savaş ve
dönemde gerçekleşen İslâm fetihleri sonucu çok
barışın iç-içeliğinde devam etmiştir. Anadolu’ya
kısa bir süre içerisinde Filistin, Suriye, Güney
düzenlenen yıllık seferler sürdürülmüş, birçok
Anadolu, Mısır ve Kuzey Afrika’dan geri çekilmek
şehir ve kale Müslümanların eline geçmiştir.
zorunda kalmıştır. Ridde savaşlarından sonra Hz.
Ebû Bekir’in meşhur komutanlar emrinde kuze- Halife Mehdî-Billâh’ın, oğlu Hârûn kumanda-
ye gönderdiği ordular, Bizans’ın Sâsânîler karşı- sında İstanbul’u kuşatmak üzere gönderdiği
sında elde etmiş olduğu başarıları adeta geçersiz ordu Üsküdar’a kadar gelmiş ve imparatoriçe
hale getirmiştir. İmparator Heraklios’un kardeşi İrini’nin barış teklifi üzerine antlaşma yapıla-
Teodoros, 634 yılında yapılan Ecnâdeyn sava- rak geri dönülmüştür. Hârûn Reşîd ve Me’mûn
şında Halid b. Velîd karşısında ağır bir yenilgiye örneklerinde olduğu gibi bizzat halifeler, or-
uğramış, bundan iki yıl sonraki Yermûk meydan dularının başında Bizans seferine çıkmışlardır.
muharebesinde (636) yaşanan mağlubiyet netice- Me’mûn’un vefatı dördüncü Anadolu seferi sıra-
sinde, Bizans’ın Suriye’de tutunabilmesi mümkün sında Pozantı’da olmuştur. Ebû Ca’fer el-Mansûr,
olmamıştır. Bu arada Busra, Dımaşk, Baalbek, Hârûn Reşîd ve Me’mûn Bizans’ın elinde bulu-
Hama, Humus şehirleri Müslümanların eline geç- nan Eski Yunan bilimine ait kitaplara özel önem
miştir. Hıristiyanlığın dinî merkezi Kudüs’un 638 vermiş, satın alma veya Bizans imparatorların-
yılında fethini Kaysâriyye izlemiş, birkaç yıl sonra dan rica ederek temin etme yolunda gayret gös-
Amr b. Âs’ın tahıl ambarı olarak görülen Mısır’ı termişlerdir. Bizans’tan sağlanan kitaplar Bey-
fethetmesiyle Bizans, ekonomik açıdan da önemli tülhikme merkezli tercüme faaliyetlerinin temel
bir kayba uğramıştır. Bu dönemde Müslümanlar malzemesi olmuştur. Bizans imparatoru Teofilos
deniz seferlerine de başlamışlar ve 652 veya 655 Bağdat’a gönderdiği elçisinin anlatımıyla hayran
yılındaki Zâtü’s-Savârî savaşında Bizans donan- kaldığı halife sarayının bir benzeri olmak üzere
masını ağır bir mağlubiyete uğratmışlardır. İstanbul’da Bryas sarayını yaptırmıştır.
3. Ünite -Bizans ve Müslüman Araplar 75
Kendimizi Sınayalım
1. İslâm ve Bizans ordularının ilk defa karşı karşıya 6. Emevîler Döneminde gerçekleşen Üçüncü İstanbul
geldiği savaş aşağıdakilerden hangisidir? Kuşatmasının kumandanı kimdir?
a. Tebûk a. Süfyân b. Avf
b. Mûte b. Ebû Eyyûb el-Ensârî
c. Muâviye b. Ebû Süfyân
c. Yermük
d. Mesleme b. Abdülmelik
d. Ecnâdeyn e. Velîd b. Abdülmelik
e. Zâtü’s-Savârî
7. Aşağıdakilerden hangisi Bizans’ın İslâm sanat ve
2. Hz. Muhammed’in, İslâm’a davet mektubunu Bi- mimarisinden etkilendiğini gösterir?
zans imparatoru Heraklios’a iletmek üzere aşağıdaki- a. II. Iustinianos’un Velîd b. Abdülmelik’e para,
lerden hangi sahabî elçi olarak görevlendirilmiştir? usta ve mozaik yardımında bulunması
a. Amr b. Ümeyye ed-Damrî b. Mesleme b. Abdülmelik’in İstanbul’da bir
b. Abdullah b. Huzâfe cami yaptırması
c. Bizanslı elçilerin Bağdat’ı ziyaret etmesi
c. Dihye b. Halîfe el-Kelbî
d. Bizans’tan ele geçirilen bazı kiliselerin camiye çev-
d. Hatîb b. Ebû Beltea rilmesi
e. Hâris b. Ümeyr el-Ezdî e. İmparator Teofilos’un Bryas sarayını yaptırması
3. Aşağıdaki savaşların hangisinden sonra Bizans, 8. Abbâsîler döneminde Eski Yunan felsefe ve bilimi-
Suriye’yi kesin olarak Müslümanlar’a bırakmak zorun- ne ait bazı eserlerin Bizans’tan Bağdat’a getirtilmesin-
da kalmıştır? deki temel amaç aşağıdakilerden hangisidir?
a. Ecnâdeyn a. Bu eserlerin Bizans’ın elinden çıkmasını sağla-
mak
b. Yermûk
b. Bu eserlerin incelenerek İslâm inancına göre
c. Nihâvend yanlış ve hatalı görüşlerin düzeltilmesi
d. Kâdisiye c. Müslümanların kendilerinden önceki bilim ve
e. Zâtü’s-Savârî düşünce mirasından faydalanmak istemeleri
d. Müslümanların Bizans’ın ilim ve kültür seviyesi
4. I. Zâtü’s-savârî karşısında duydukları ezikliği gidermek
II. Mısır’ın fethi e. Bizansla kültürel ilişkilerin geliştirilmesi
III. Yermük Savaşı
IV. Kudüs’ün fethi 9. Bizans İmparatorundan mozaik, usta ve para yardı-
mı alarak dönemin büyük camilerinin inşa ve tamirini
Yukarıdaki olaylarla ilgili kronolojik sıra aşağıdaki se- gerçekleştiren halife kimdir?
çeneklerin hangisinde doğru olarak verilmiştir? a. Hişâm b. Abdülmelik
a. I, III, II, IV b. Süleyman b. Abdülmelik
b. II, IV, III, I c. Ebû Cafer el-Mansûr
c. III, IV, II, I d. Me’mûn
d. IV, III, I, II e. Velîd b. Abdülmelik
e. IV, III, II, I
10. Müslüman Araplar tarafından gerçekleştirilen İs-
tanbul Seferleriyle ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi
5. Dört Halife Döneminde Bizans’a yönelik askerî se-
yanlıştır?
ferlerin en önemli sonucu ne olmuştur? a. Emevîler Döneminde üç, Abbâsîler Döneminde
a. Anadolu fethedilmiştir. bir olmak üzere toplam dört sefer düzenlenmiş-
b. Bizans bir daha Müslümanlarla karşılaşacak tir.
gücü kendinde bulamamıştır. b. Müslüman Araplar, İstanbul Seferlerinde kesin
c. Bizans’ın hâkimiyetindeki önemli bölgelerden bir başarı elde edememişlerdir.
olan Suriye, Filistin ve Mısır Müslümanların eline c. Meşhur sahabi Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd el-Ensârî
geçmiştir. 669 yılındaki ilk İstanbul Kuşatması sırasında ve-
d. Çok sayıda Bizans askeri öldürülmüş veya fat etmiştir.
d. Abbâsîler Dönemin’deki İstanbul Seferi Hârûn
esir alınmıştır. Reşîd’in Halifeliği Döneminde gerçekleşmiştir.
e. Müslümanların yenilmez oldukları anlayışı pekiş- e. Muâviye b. Ebû Süfyân dönemindeki İkinci İs-
miştir. tanbul Kuşatması dört yıl sürmüştür.
76 Bizans Tarihi
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Bizans’ın Hunlar, Atilla, Göktürk ve Avarlarla ilişkilerini açıklayabilecek;
Bizans’ın Bulgarlar ve Hazarlar ile ilişkilerini açıklayabilecek;
Bizans’ın Peçenek ve Oğuzlarla ilişkisini tartışabilecek;
Bizans’ın Kıpçak/Kuman ve Tatarlarla ilişkilerini açıklayabileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Bizans’ın Kuzeyli Türk • Bulgarlar
Komşuları • Hazarlar
• Deşt-i Kıpçak • Peçenekler
• Atilla • Oğuzlar/Uzlar
• Göktürk • Kıpçak/Kuman
• Avarlar • Tatarlar
İçindekiler
• GİRİŞ
• HUNLAR, ATİLLA VE BİZANS
• GÖKTÜRK - BİZANS İLİŞKİLERİ
• AVAR - BİZANS MÜNASEBETLERİ
Bizans ve Kuzeyli Türk • BULGARLARLAR VE BİZANS
Bizans Tarihi
Komşuları (4-14. Yüzyıl) • HAZARLAR İLE BİZANSLILAR
• PEÇENEKLER VE BİZANS
• OĞUZLAR (UZLAR) İLE BİZANS
• KIPÇAK/KUMAN - BİZANS İLİŞKİLERİ
• TATARLARLARIN BİZANSLA İLİŞKİLERİ
Bizans ve Kuzeyli Türk
Komşuları (4-14. Yüzyıl)
GİRİŞ
Ortaçağ Türk tarihinin en önemli kaynak gruplarından birini Bizans tarihi eserleri
oluşturur. Çünkü 4. yüzyılın sonundan itibaren Türklerin Bizans İmparatorluğu ile
ilişkileri olmuş ve bu münasebetler Bizans Devleti’nin ortadan kalktığı 15. yüzyıla
kadar Bizans tarihi kayıtlarına yansımıştır. Yaklaşık 11 asır boyunca Bizans kaynak-
ları bu Türkleri, Hun, Göktürk, Avar, Bulgar, Ogur, On Ogur, Sarı Ogur, Utrigur,
Kutrigur, Hazar, Peçenek, Oğuz/Uz, Kıpçak/Kuman, Tatar, Selçuklu ve Osmanlı
adları ile kaydetmiştir. Selçuklu ve Osmanlı Türkleri dışında kalan diğer Türk boy-
larının Bizans’la ilişkisi coğrafi olarak Anadolu üzerinden değil Deşt-i Kıpçak ola-
rak adlandırılan Karadeniz’in kuzeyinden ve Balkanlar yolu ile gerçekleştirilmiştir.
Altay Dağlarından doğan İrtiş ırmağı ile Moldova üzerinden Karadeniz’e dökü-
len Dinyester ırmakları arasındaki bölgeye Deşt-i Kıpçak denilmiştir. Bizans bu
bölgeden geçerek varlığını tehdit eden Türk kavimlerine karşı Bizans diplomasisi
uygulamıştır. Bu diplomasinin esası, Bizans için en büyük tehlike haline gelen bir
Türk kavmine karşı diğer bir Türk kavmiyle ittifak kurarak kendi varlığını devam
ettirmek şeklindeydi. Türk kavimlerinin kurduğu devletlerin geleneksel devlet ku-
rumlarından daha ziyade organizasyon gücüne bağlı olması Bizans’ı onlara karşı
uzun asırlar üstün kılmıştır. Bu ünitede yukarıda adı geçen Bizans’ın kuzeyli Türk
komşularının Bizans İmparatorluğu ile olan tarihi süreci incelenecektir.
Ancak Hunların Bizans’ı asıl etkilemesi 374 yılı civarında İdil nehrinin batısı-
na geçip önlerinde bulunan kavimleri yerlerinden oynatarak Karadeniz’in kuze-
yine doğru ilerlemesiyle olmuştur. Bu olay tarihte Büyük Kavimler Göçü olarak
bilinen büyük bir nüfus hareketine yol açmıştır. Hunlar, Alanları yenilgiye uğratıp
onlarla ittifak anlaşması yapmışlardır. Daha sonra Ostrogot ve Vizigotların ha-
reketlenmesine ve batı istikametinde ilerlemelerine yol açmışlardır. Hunlar, 374
yılında Ostrogotları, 376 yılında da Vizigotları yenilgiye uğratmışlardır. Bunun
sonucunda Vizigotların bir kısmı Roma İmparatorluğuna başvurarak sığınma
izni istemişler ve Tuna’nın güneyindeki bazı bölgelere iskan edilmişlerdir.
Ancak 378’de Vizigotlar, bazı Alan-Hun kıtalarıyla ittifak yaparak Edirne civa-
rında Bizans ordusu ile savaşa girişmişlerdir. Hun kitlelerinin Tuna’nın güneyin-
deki Bizans topraklarıyla tanışması bu olay vesilesiyle olmuştur. Aynı yıl Bizans
İmparatoru Valens (364-378), ordusunun büyük bir kısmıyla birlikte Edirne sava-
şında öldürülmüştür. Bizans ordusuna karşı kazanılan zaferin ardından Vizigot-
lar, Trakya’yı yağmalayıp tahrip ederler. Bu gelişmeler üzerine Hunların esas kit-
leleri bugünkü Macaristan’a giderek Batı Avrupa topraklarının istilasına girişirler.
(Kurat, 1972, s. 18-19; Ahmetbeyoğlu, 2001, s. 29-35).
V. yüzyılın başlarında eski Aşina ailesine mensup başbuğlar Hunların çeşitli
boylarını birleştirerek kuvvetli bir devlet düzeni kurmayı başardılar. İsmi bilinen
ilk Hun hükümdarı Balamir de büyük olasılıkla Aşina ailesinden gelmekteydi.
Balamir’in soyundan gelen Uldız, Doğu Roma yani Bizans’ı daima baskı altında
tutarken Batı Roma ile iyi münasebetler sürdürmek şeklindeki Hun dış siyase-
tinin esaslarını belirledi. Sınırları Asya’da Aral Gölünün doğusundan Avrupa’ya
kadar uzanan Hun İmparatorluğunun batı kanadı hükümdarı Uldız, 404-405 yıl-
ları ve özellikle 409 senesinde Tuna’yı geçerek nehrin güneyinde bazı önemli geçit
yerlerini tutmak suretiyle Bizans’ı tehdit eden bir güç haline geldi.
Hunlar, Karpat civarını, Transilvanya (Erdel) ve bugünkü Macaristan toprak-
larını ele geçirdiklerinde Aşina ailesinden Rua ya da Rugila, Muncuk ve Oktar
adında üç kardeş yönetimde bulunmaktaydı. Bunlar arasında giderek Rua ön pla-
na çıkmıştır. Muncuk’un ölümünden sonra yerini kardeşi Aybars almıştır. (Kurat,
1972, s. 20; Kafesoğlu, 1991, s. 71-72; Ahmetbeyoğlu, 2001, s. 53-54)
422 yılına gelindiğinde Hunların başında Rua bulunmaktaydı. Rua, iç karı-
şıklıklarla çalkalanan Bizans İmparatorluğuna saldırmış, Trakya ve Makedonya
bölgeleri Hunlar tarafından istila edilmiştir. Bu sefer sonucunda Bizans, Hunlara
350 libra altın ödemeyi kabul etmiştir. Rua, 434 yılında yeniden Trakya’ya sefer
düzenlemek üzere hazırlıklara girişti. Bu arada Esla adlı bir elçiyi de Bizans’a gön-
derdi. Bu elçi, Hunlara bağlı kavimlerle Bizans’ın habersiz anlaşma yapmamasını
Margus: Günümüzde aksi takdirde savaş yapılacağını bildirdi. Bizans da kendi elçisini Hunlara gönder-
Sırbistan’da Castra
Constantinia’nın karşısında mişti. Bizans’ın Hunlarla anlaşma yolunu aradığı bir sırada Rua aniden öldü.
Morava ve Tuna’nın birleştiği Rua’nın ölümü üzerine Hun devlet yönetimini yeğenleri olan Muncuk’un
noktada bulunan kent. oğulları Bleda ve Atilla kardeşler üstlenmişlerdir. Bizans’ın Rua ile başlattığı barış
Libra: 1 libra=327.45 gr görüşmelerini Atilla sonuca bağladı. 434 yılında Margus şehrine gelerek buradaki
Plintas başkanlığındaki Roma elçilik heyeti ile görüşerek onlara bütün isteklerini
kabul ettirdi. Margus barışı olarak bilinen anlaşmaya göre Bizans, bundan böyle
Hunlara 300 yerine 700 libra altın ödeyecekti. 445 yılında Bleda’nın ölümü üzeri-
ne Atilla tek başına Hun imparatoru oldu.
Atilla döneminde de Uldız’ın esaslarını belirlediği Hunların Bizans politikası
geçerliliğini korudu. Atilla, dünya hakimiyeti kurma hedefindeydi ve bu hedefe
ulaşmanın yollarından birisi Bizans’ı ele geçirmekti. 434 yılında Margus anlaşması
4. Ünite - Bizans ve Kuzeyli Türk Komşuları (4-14. Yüzyıl) 81
yapıldıktan sonra Slav, Fin, Cermen, Türk asıllı olmak üzere pek çok kavim Hun
hakimiyetini kabul etti. 440 yılında Doğu ve Batı Roma’nın orduları, Vandalların
saldırısına uğrayan Sicilya’yı korumak amacıyla harekete geçti. Ancak Bizans, as-
keri güçlerinin büyük bir kısmını doğudaki sorunlar nedeniyle İran’a Sasaniler
üzerine gönderdi. Bu durumdan haberdar olan Atilla, Bizans topraklarına saldır-
dı. Bizans’ın başında bulunan II. Teodosios (408-450), bir süreden beri Margus
anlaşmasının şartlarını yerine getirmek istemiyordu. Bundan dolayı 441 yılında
Atilla, Bizans’a yönelik I. Balkan seferini düzenledi. Atilla, Margus’u ele geçirerek
I. Balkan seferini başlatmış oldu. Sigidinum (Belgrad), Sirmium (Sremska Mit-
rovica) ve Naissus (Niş) üzerinden Trakya yönünde ilerledi. Batı Roma orduları
başkumandanı Aetius, Atilla ile Bizans arasında barış için aracı oldu. Bizans’ın
antlaşma şartlarına uyacağını garantilemek için kendi oğlunu Hun sarayına re-
hine olarak gönderdi. Böylece barış sağlandı. I. Balkan seferi sonucunda Tuna
boyundaki kaleler Hun idaresine geçmiş, daha geri hatlardaki tahkimat yıktırıl-
mıştır. (Kafesoğlu 1991, s. 75; Ahmetbeyoğlu, 2001, s. 54-59, 61-62, 70)
Atilla, Bizans’a karşı güttüğü politikayı 447 yılına gelindiğinde daha da sertleş-
tirdi. Bizans imparatoru II. Teodosios, Hunlara karşı yeni bir sınır hattı oluşturma
çabası içerisindeydi. Bu arada Bizans ağır mali kriz içerisinde bulunmaktaydı. 446
yılında salgın hastalık ve 447’deki büyük deprem başta İstanbul olmak üzere impa-
ratorluğun pek çok şehrine zarar verdi. Bizans Hunlara yıllık haracını ödeyemeyin-
ce Atilla’nın komutanlığında Hun ordusu birkaç noktadan Tuna’yı geçip Serdika
(Sofya), Philippopolis (Filibe), Marcianopolis (bugün Bulgaristan’ın Devnya kenti),
Arkadiopolis (Lüleburgaz) gibi kale ve şehirleri zapt ederek Teselya’ya ulaştı. Sonra
Bizans başkenti istikametinde ilerledi ve Athyra’ya (Büyük Çekmece) gelerek Bizans
başkentini kuşatma hazırlıklarına girişti. İstanbul’u 430 yılında inşaatına başlanan
ve 447 yılında tamamlanan dış surlar kurtardı. Bizans imparatoru Teodosios’un elçi
göndermesi üzerinde iki taraf arasında anlaşma yapılması sağlandı. Bu anlaşma-
ya göre Bizans, geçmiş vergiler karşılığında 6000 libra altını Hunlara ödeyecek ve
Hunlara ödenen yıllık vergi miktarı 2100 libra altına çıkartılacaktı.
Bundan sonra Bizans’a karşı Hun politikası değişti. Atilla, Batı Roma üzerinde
baskı kurma yoluna gitti. Roma’ya kadar askeri seferler düzenlendi. 453 yılında
Atilla’nın ölümü üzerine Hun İmparatorluğunun idaresi, onun üç oğluna yani
İlek, Dengizik ve İrnek’e kaldı. Atilla’nın ölümünden sonra Hun İmparatorluğuna
tabi olmuş pek çok kavim Hun Birliğinden ayrılarak devletin dağılmasına sebep
oldular. (Kafesoğlu, 1972, s. 75, 78-79; Ahmetbeyoğlu, 1995, s. 16-17)
derece iyi karşılanmıştır. Bizans ülkesine ilk defa bilinmeyen Göktürk ülkesinden
bir elçi gelmekteydi. (Taşağıl, 2002, s. 20)
Göktürk elçilik temasına karşılık olarak Bizans İmparatoru II. İustinianos
(565-578), Göktürklere 569 yılında Zamerhos başkanlığında bir elçilik heyetini
Sasanilere karşı ittifak antlaşması yapmak üzere gönderdi. Türk elçileriyle beraber
hareket eden Bizans heyeti, Tanrı Dağları silsilesindeki Akdağ’da (Ek-tağ, Çince
Pai-shan) bulunan İstemi Yabgu’nun yanına giderek Bizans-Göktürk ittifak ant-
laşmasını yaptılar. Zamerhos’un bu ziyareti sırasında Göktürkler hakkında topla-
dığı bilgi, daha sonra dönemin Bizans kaynaklarına intikal etmiştir.
Göktürk Kağanı İstemi Yabgu’nun Bizans’la dostluk kurma politikası neticesin-
de 571 yılında Bizans-Sasani Savaşları başlamış oldu. Göktürkler ise, batı istika-
metindeki ilerleyişini sürdürerek Kafkasların kuzeyindeki Kuban Irmağı havzasına
ve daha sonra da Azerbaycan’a sahip oldular. Ancak 576 yılında Göktürk-Bizans
ittifakının bozulduğu anlaşılmaktadır. Bu tarihlerde İstemi Yabgu ölmüştür.
Bizans İmparatoru Tiberios (574-582) döneminde Göktürklere Valentinos baş-
kanlığında bir heyet gönderilmiştir. Bizans elçilik heyeti, önce İstemi Yabgu’nun
oğlu Türk-Şad ile görüştü ki o, bu heyete hiç de iyi davranmadı. Daha sonra heyet
İstemi Yabgu’nun oğlu Tardu ile görüştü. Türk-Şad Bizans elçilik heyetine karşı
oldukça hasmane tavır sergiledi ve Valentinos’a Kırım’da bulunan Kerç’i (Bosp-
horus) kuşatacağını söyledi. Kerç şehrini ele geçiren Göktürkler, Valentinos ve
beraberindeki heyeti alıkoydular ve daha sonra Bizans’a geri gönderildiler.
576 yılından sonra Bizans kaynakları, Bizans-Göktürk münasebetlerinden ve
Göktürklerden bahsetmemektedir. Muhtemeldir ki, hem Bizanslılar hem de Gök-
türkler, ülkelerinin iç ve dış sorunlarıyla uğraşmak zorunda kalmışlardır. Zaten
582 yılında I. Göktürk Devleti, iç mücadeleler sonucunda Doğu ve Batı olmak
üzere ikiye ayrılacak ve yıkılma sürecine girecektir. (Taşağıl, 2002, s. 20-24; Man-
galtepe, 2009, s. 73-83; Erdemir, 2002, s. 35)
çıktı. Avarlar ilk önce Kuzey Kafkaslarda yaşayan Alanlarla temasa geçtiler. Bizans
imparatoru İustinianos, Avarların İstanbul’a bir elçi göndermelerini istedi. Bunun
üzerine 558 yılında Avar elçisi Kanadik, Bizans imparatoru İustinianos’a gelerek hal-
kının Bizans sınırlarına yakın bölgelere gelmiş olduğunu bildirir. Bizans, Kutrigur-
lara karşı Avarlardan istifade etme niyetindeydi. Bu elçilik münasebeti neticesinde
Bizans, her yıl Avarlara bir miktar vergi ödemeyi kabul etti. Bunun karşılığında da
Avarlar Bizans topraklarını düşman saldırılarından korumak için savaşmayı taah-
hüt ettiler. (Kurat, 1972, s. 25-26; Hersak, 2002, s. 644)
Avarlar, Karadeniz’in kuzeyinde kısa sürede hakimiyet kurmuşlardır. Daha
sonra da batıya ilerleyerek Dnyester yani Turla nehrinin orta kısımlarına gelerek
Slav kavimlerini de hakimiyetleri altına almışlardı. 559 yılında ise Tuna sahille-
rine doğru ilerleyerek Bizans’a büyük bir elçilik heyeti göndermişlerdir. Bizans
ile Avarlar arasında yeni bir antlaşma yapılmıştır. Buna göre Bizans, Avarların
Dobruca’da kalmalarına mani olmayacak, ancak bunun karşılığında da Avarlar,
Bizans topraklarına Slav ve Bulgar akınlarını önleyeceklerdi. Bunun karşılığında
Bizans, Avarlara bir miktar para ödeyecekti. 560 yılları civarında Avarlar, Dnye-
per-Dnyester civarından Tuna sahillerine uzanan sahada hakim duruma gelmiş-
lerdir. Bu yıllarda Avarların başında bulunan Bayan Han döneminde Avarlar, Orta
Avrupa’da ve Balkanlarda akınlarda bulundular. (Kurat, 1972, s. 27-29)
Aslında Avarlar, Küçük Skitia diye bilinen bugünkü Dobruca bölgesi ile Aşağı
Tuna bölgesinde yer alan Eflak ovasını ele geçirmişlerdi. VI. yüzyılın yarısından
itibaren Cermen asıllı Lombardlar, İtalya’da hakimiyeti ele geçirerek Batı Balkan-
lara doğru yayılmışlardır. Bunun üzerine Bizans İmparatoru, Avarlara Panon- Panonya: Balkan
ya’daki topraklara yerleşmelerini teklif etti. 568 yılında Panonya ve çevresi Avar- Yarımadasında Dalmaçya
kıyılarından başlayarak Bosna
ların hâkimiyeti altına girdi. Böylece Avarlar, Orta Avrupa’da en kudretli devlet Hersek, Slovenya, Sırbistan,
haline gelmişlerdir. Hırvatistan, Avusturya ve
Macaristan’ın bulunduğu
572-591 yılları arasında Bizans ile Sasaniler arasında yeni bir savaş başlar. ülkelerin bir bölümünü
Avarlarda ise, 582 yılında Bayan’ın ölümünden sonra yerine büyük oğlu geçer. kapsayan bölgenin adıdır.
Onun dönemi Bizans imparatoru Mavrikios (582-602) iktidarına rastlamaktadır.
Mavrikios, doğuda Sasanilerle savaştığı için batıda Avarlarla barış politikasını ter-
cih eder. Mavrikios, İustinianos zamanında yapılan anlaşmanın şartlarına uyarak
Avarlara 80.000 altın madeni para vermeyi kabul etti. Ancak Avarlar daha fazla
para talep edince, Bizans bu miktarı vermeyi ret etti. Bunun üzerine 584 yılın-
da Avarlar, Viminacium (bugünkü Sırbistan’ın Kostolats kenti) ve Singidunum’u
(Belgrad) aldılar. Monemvasia Kroniğinde Avarların İstanbul surlarına kadar
gelip Anadolu’ya geçtikleri söylenmektedir. Ayrıca Slavlarla beraber Avarların
Teselya, Epir, Atika ve Eğriboz’u yağmaladıktan sonra Mora’ya geçtiklerini aynı
kaynak belirtmektedir. Bu olay üzerine Mavrikios, Avarlara ödenecek miktarın
100.000 altına çıkarılmasını kabul etti. Ancak 585-586’da Avar ordusu Trakya’da
pek çok şehri ele geçirdi. Slavlarla beraber Selanik’i kuşattılar ve 588’de Slavlarla
beraber bütün Trakya’yı yağmaladılar. (Hersak, 2002, s. 646-647)
591 yılında Bizans-Sasani Savaşı sona erince Mavrikios Sasanilerle barış yaptı
ve ordularını Balkanlara kaydırdı. Avarlar da bu arada Bizans’a karşı müttefik ara-
yışına giriştiler ve İtalya’da Lonbardlarla anlaşma yaptılar. 593’de Avarlar, yeniden
Bizans’ın eline geçen Singidumun’a saldırdılarsa da bir müddet sonra burayı terk et-
tiler. 596’da bir kez daha buraya saldırı düzenleyen Avarlar, 597 yılında da Selanik’i
yeniden kuşattılar. 599 yılında büyük bir Avar ordusu Tomis’e (Köstence) saldır-
dı. 600 yılında Niğbolu istikametinde ilerleyen Bizans ordusunu yendikten sonra
Avarlar, Lüleburgaz yakınlarındaki Drizipera (Büyükkarıştıran)’yı ele geçirirler. Bu
84 Bizans Tarihi
olay sonrasında Avarlarla Bizans arasında imzalanan anlaşmaya göre Tuna iki taraf
arasında sınır olarak belirlendi ve Bizans’ın Avarlara ödediği yıllık vergi 120.000
altına çıkartıldı.
601 yılında ise Bizans ordusu, Tisa nehri civarında muhtemelen bugünkü Voy-
vodina yakınlarında Avarları yenmeyi başardı. Avarlar Lonbardlarla ittifakı yeni-
ledi. Bizans, Avarların saldırılarını durdurmak için ödenen vergiyi 120.000’den
200.000’e çıkarttı. Ancak gerek Slavlarla beraber gerekse tek başına hareket ederek
Avarlar, Bizans’a karşı baskı ve saldırılarını sürdürmüşlerdir. Bu baskıların doruk
noktası Avarların, Heraklios döneminde Sasanilerle beraber 626 yılında gerçek-
leştirdikleri İstanbul kuşatması olmuştur. Ancak İstanbul kuşatmasında başarılı
olamayan Avarlar giderek güç kaybetmişler ve Bulgarların güçlenmesi neticesin-
de batıya Panonya-Tisa-Tuna civarına çekilmek zorunda kalmışlardır. Burada bir
müddet Franklarla savaşmışlar ve nihayet 796-805 yıllarında Frank kralı Büyük
Karl, Avarların askeri ve siyasi varlığına son vermiştir. Tuna Bulgar hükümdarı
Krum Han da, bazı Avar kitlelerini hakimiyeti altına almıştır. Kayıtlarda son Avar
kalıntıları 950 civarında zikredilmiştir. (Kurat, s. 1972, 29; Hersak, 2002, 647-648,
650, 654; The Oxford Dictionary of Byzantium, New York 1991, c. 1, 237)
Bizans’ın VII. yüzyıla kadar kuzeyli Türk komşularına karşı uyguladığı diplomasi ve
1 komşularının siyaseti nasıl olmuştur?
BULGARLAR VE BİZANS
I. Bulgar Devletini ya da Tuna Bulgar Devletini kuran kavmin Türk kökenli oldu-
ğu Macar bilim adamlarının çalışmaları sayesinde aydınlatılmıştır. Türk kavimle-
rinden biri olan Ogurlara dayanan Bulgarlar, bu adla ilk defa 482 yılında Bizans
İmparatoru Zenon’un Ostrogot Kralı Teodorik’e karşı yardım talebi ile ilgili olarak
kaynaklarda geçmektedir. “Bulgar” sözcüğü, Atilla’nın oğlu İrnek ile birlikte Orta
Avrupa’yı terk edip doğuya gelen Hunların Karadeniz sahillerinde karşılaştıkları
diğer bir Türk boyu olan Ogurlarla karışmaları neticesinde ortaya çıkmıştır. “Bul-
gar” kelimesi Türkçe olup karışmak anlamına gelen bulgamak fiilinden türemiştir.
463 yılından sonra Karadeniz’in kuzeyinde görülen Ogur boyları, Onogurlar, Sa-
rıogurlar, Utrigurlar ve Kutrigurlar idi. Bunlar arasında Kutrigurlar ve Utrigurlar
V. yüzyılın sonunda Aşağı Tuna havzasının güneyindeki Bizans eyaletlerine akın-
larda bulunmuşlardır. Yine bu iki Ogur kavmi 567/68 yılında Göktürk hakimiyeti
altına girmişlerdir. (Nemeth, 1982, s. 112-122; Lazarov, Pavlov, Tütündjiev, Palan-
gursky, 1993, s. 12)
Kutrigur ve Utrigur Bulgarları üzerindeki Göktürk hakimiyeti 630 yılına kadar
sürmüş ve bundan sonra Bulgarlar kendi devletlerini kurma çabası içerisine gir-
mişlerdir. Bu arada Onogur boyunun Dulo ailesinden olan Kubrat (605-642), Ogur
boylarını birleştirip “Büyük Bulgaria” adı altında güçlü bir devlet kurmayı başar-
Patrikios: Bizans devlet mıştır. (Zlatarsky, 1970, s. 131) Sınırları doğuda Kuban, batıda Dinyeper, kuzey-
geleneğinde imparator
tarafından verilen en de Doneç nehirleri ve güneyde Karadeniz ile Azak Denizi olan Büyük Bulgaristan,
büyük yedinci unvandır. I. Bizans’la dostane ilişkiler kurmuş ve hükümdarı Kubrat’a, Bizans İmparatoru He-
Konstantinos tarafından
verilmeye başlanan bir şeref raklios (610-641) tarafından patrikios unvanı verilmiştir. (Ostrogorsky, 1986, s. 97)
unvanıdır. Fildişi yazmalı Kubrat’ın 642 yılında ölümü üzerine Büyük Bulgaristan, Hazar Devletinin bas-
bir tabletle beraber tevcih
edilirdi. 8. yüzyıla kadar kısı neticesinde dağılmış ve Kubrat’ın oğulları arasında paylaşılmıştır. Kubrat’ın
patrikios unvanı yüksek rütbeli büyük oğlu Batbayan, Hazarların hakimiyetini kabul ederek “Büyük Bulgaria” top-
memurlara, hadımlara ve
yabancı devlet adamlarına raklarında kalmıştır. Diğer oğlu Kotrag, bir kısım Bulgarla birlikte Don nehrinin
verilmiştir. civarına gelmiş, Altsek adındaki bir başka oğlu da Panonya’ya yerleşerek Avar ha-
4. Ünite - Bizans ve Kuzeyli Türk Komşuları (4-14. Yüzyıl) 85
Hıristiyanlığı kabul ederek bir Bizans prensesi ile evlenmiştir. Telerig Hanın halefi
Kardam Han (777-802) döneminde Bizans’la 796 yılında barış anlaşması yapılmış-
tır. (Mutafçiev-Mutafçieva, 1995, s. 83-88)
Kardam’dan sonra Bulgar tahtına oğlu Krum Han (802-814) çıkmıştır. Krum
Han babasının savunma politikasını terk ederek Bizans’a karşı saldırı politikası iz-
lemeye başlar. İdare ettiği süre boyunca Bulgar Devletinin sınırlarını genişletmek
için uğraşmış ve tahta geçer geçmez dikkatini önce devletin kuzey-batı sınırına,
daha sonra da güneye Bizans’a çevirmiştir. (Zlatarsky, 1970, s. 257) 802 yılında
Bizans tahtına geçen I. Nikiforos (802-811), Bulgar Devletine karşı 807 yılında bir
sefer düzenler. Ancak Edirne’de ordunun ayaklanmasından dolayı başarılı olama-
dı. Ertesi yıl Krum, Struma ırmağı bölgesinde Bizans ordularını bozguna uğrattı
ve askerlere maaş olarak verilen paraları ele geçirdi. 809 yılında Krum’un ordusu,
bölgede Bizans’ın son güçlü kalesi olan Serdika’ya (Sofya) saldırdı ve şehri ele ge-
çirdi. 811 yılının ilkbaharında I. Nikiforos, büyük bir ordu ile Bulgar Devletinin
sınırından geçerek Krum’un barış teklifine aldırmadan Pliska’ya saldırdı. Bulgar
Devletinin başkentini tahrip ettirerek hanın sarayını yaktırdı. Askerlerine, Balkan
Dağlarında Vırbitsa geçidini tutmalarını emreden Krum Han, 26 Temmuz 811’de
ordusu ile birlikte geri dönen Bizans İmparatoru I. Nikiforos’a saldırmış ve bu
savaşta imparator dâhil pek çok Bizans ordu komutanı öldürülmüştür. (Zlatarsky,
1970, s. 333-334; Roux, 1984, s. 89)
Krum, Nikiforos’un yerine geçen Mihail Rangabe (811-813) ile barış yapmak-
sızın 812 yılında Doğu Trakya’da akınlara girişmiş ve Karadeniz kıyısındaki Devel-
tos, Ahyolu, Süzebolu ve önemli bir merkez olan Mesemvriya (bugün Nesebır ka-
sabası) ile Eski Zağra’yı ele geçirmiştir. 813 yılında Krum, İstanbul surları önünde
Bizans’ı barışa zorlamak için görünmüştür. Ancak başarılı olamamıştır, dönerken
Edirne’ye girmiş ve buradaki halkı beraberinde götürerek Tuna’nın ötesindeki böl-
geye tehcir ettirmiştir. (Zlatarsky, 1979, s. 336-351; Ostrogrsky, 1986, s. 156-157)
Krum Han’dan sonra Bulgar tahtına oğlu Omurtag (814-832) geçmiştir. 816
yılında Omurtag Han ile Bizans Devleti arasında 30 yıllık bir barış anlaşması im-
zalanmıştır. Bu anlaşma Bizans imparatoru II. Mihail’in (820-829) döneminde
yenilenmiştir. Bundan sonra Bulgar-Bizans ilişkileri barış içinde devam etmiştir.
Hatta Bulgar hükümdarı müttefik olarak 823 yılında Bizans İmparatorluğunda
meydana gelen Tomas isyanının bastırılmasına yardımda bulunmuştur. (Zla-
tarsky, 1970, s. 386-390; Ostrogorsky, 1986, s. 192)
Omurtag’ın ölümünden sonra yerine küçük oğlu Malamir (831-836) Bulgar
tahtına geçmiştir. Malamir babasının dışarıdaki barışçıl siyasetini izlerken içeride
de Bulgarlar arasında yayılmaya başlayan Hıristiyanlık karşıtı politikasını sürdür-
müştür. Malamir’in halefi büyük kardeşinin oğlu Presyan Han (836-852) devlet
içinde anti-Hıristiyan hareketlere son vermiştir. 850’li yıllardan itibaren Bulgar
toplumu içinde Bizans, misyonerlik faaliyetleri yürütmüştür. 855 yılında Kiril ve
Metodi kardeşler Kiril alfabesini geliştirdiler. Bunun sonucunda Bulgar Devleti
içinde Bizans’ın nüfuzu Hıristiyanlık kanalıyla arttı. Presyan’ın ardından oğlu knez
Boris (852-889) döneminde Frank kralı Karlman’la Hıristiyanlığın Katolik mezhe-
bini kabul etmeye yönelik görüşmelere başlanmıştır. Bu durumdan endişe duyan
Bizans imparatoru III. Mihail (842-867) askeri baskılar yaparak Bulgarların Hıris-
tiyanlığın Ortodoks mezhebini benimsemesini sağlamıştır. İstanbul’a gelen Bulgar
elçileri Bizans din adamları tarafından vaftiz edilmiş, kısa süre sonra Boris ve yakın
çevresi de Hıristiyanlığı kabul etmiştir. Hıristiyan olunca Bulgar hükümdarı, Bizans
imparatorunun ismini alarak Mihail-Boris olmuştur. Bulgar kilisesi de İstanbul pat-
4. Ünite - Bizans ve Kuzeyli Türk Komşuları (4-14. Yüzyıl) 87
Bizans içinden de tepkiler geldi. Vardanis adlı bir Bizans generali tarafından 711
yılında II. İustinianos öldürülerek Heraklios hanedanı sona erdi. Vardanis, Filipikos
adıyla 711-713 yılları arasında Bizans imparatoru oldu. Yeni imparator Hazarlar-
la yeniden dostane ilişkiler kurdu. Bunun sonucu olarak Kırım Yarımadasının en
önemli şehirlerinden birisi olan Herson kenti, 834 yılına kadar Hazar hakimiyetin-
de kaldı. (Kurat, 1972, s. 32; Brook, 2002, s. 474-475)
730 ve 732 yıllarında Bizans imparatoru III. Leon (717-741), Hazar hakanı
Bihor’a elçiler göndererek oğlu Konstantinos ile hakanın kızı Çiçek’in evlenmeleri
için teklifte bulundu. Hakanın teklifi kabul etmesi üzerine Çiçek ve Konstantin
evlendiler. Evlendikten sonra Çiçek, İrina ismini almıştır. 750 yılında Konstanti-
nos ve İrina’nın Leon adında bir oğulları oldu. III. Leon’un ölümü üzerine 741 yı-
lında Hazar hakanın damadı olan V. Konstantinos (741-775) Bizans tahtına geçti.
V. Konstantinos’un ve Çiçek’in oğlu olan IV. Leon (775-780) “Hazar Leon” adıyla
Bizans imparatoru olmuştur.
Bizans Devleti ile Hazarlar 780’li yıllardan itibaren Kırım Yarımadasının ha-
kimiyeti için sürekli mücadele içinde oldular. Bunun sonucu olarak Hazarlar,
Abhazya ve Batı Gürcistan’ın hükümdarı Leon’u Bizans’a karşı desteklemişlerdir.
Kırım’ın önemli şehirlerinden olan Herson ve Doros kenti sürekli Bizans ile Ha-
zarlar arasında el değiştirmiştir. 710-834 yılları arasında Hazarlar, Herson’a hakim
oldular. Daha sonra kent Bizans denetimine girdi. Doros ise, 786’dan 810 yılı-
na kadar Hazarlara aitti, bu tarihten sonra Bizans hakimiyetine geçti. Ancak 10.
yüzyılda Doros tekrar Hazar kenti oldu. 830’lu yıllarda ise Hazarlar, Bizanslılarla
işbirliği yaparak Ruslara karşı Sarkel kalesini (Beyaz kale) inşa ettiler. Bu kale 965
yılında Rus knezi Svyatoslav tarafından ele geçirildi. (Brook, 2002, s. 475-476)
Bizanslılar, Kırım’da stratejik şehirlerde Hırstiyan-Ortodoks piskoposluklar
kurmuşlardır. Bunun sonucu olarak 8. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Hazar-
ların paganlık inancından vazgeçip Hıristiyan olmaya başladıkları görülmüştür.
Ancak Hazar hakanları Ortodoksluğu benimsememiş, inanç olarak Museviliği
tercih etmişlerdir. Bizans ve Hazarlar sadece siyasi açıdan değil, aynı zamanda
ticari alanda da münasebette bulunmuşlardır. Bizans’tan getirilen kemik taraklar
Sarkel’de satılırdı. Hazar ülkesinden ise Bizans’a balık, hayvan derisi ve buna ben-
zer mallar ihraç ediliyordu. (Kurat, 1972, s. 35-37; Brook, 2002, s. 475-477)
861-969 yılları arasında Bizans-Hazar ilişkileri özellikle Hazar ileri gelenleri-
nin Museviliği benimsemesi sebebiyle olumsuz gelişmiştir. Bununla beraber Bi-
zans imparatorları VI. Leon (886-912) ve Konstantinos Porfirogenitos (913-959)
dönemlerinde bazı Hazar savaşçıları, Bizans sarayında muhafız olarak görev aldı-
lar ve Bizans Hıristiyan törenleriyle geleneksel yemeklerine iştirak ettiler. (Brook,
2002, s. 477-478)
10. yüzyılın ortalarına kadar Hazar Hakanlığı varlığını devam ettirmiştir. Bu ta-
rihten sonra da hızla çökmeye başlamıştır. 940 yılından itibaren Hazarların önemli
ticaret merkezleri Rus-Slav saldırılarına uğramıştır. 9. yüzyılın sonuna doğru ise,
Oğuzlara mensup bazı zümreler, Sırderya nehrinin aşağı boyuna gelmişler ve bura-
daki Peçenekleri tazyike başlamışlardır. Bunun üzerine Peçenekler, Hazar ülkesine
doğru hareket etmişlerdir. Hazarlar, Peçenek saldırılarını önlemek için 860 yılında
Uzlarlarla (Oğuzlarla) anlaşmışlardır. Ancak Hazarlar, Peçeneklerle olan mücade-
lelerinde bu ittifaka rağmen başarılı olamamışlardır. Bununla beraber Hazar Dev-
leti yaklaşık bir yüzyıl daha ayakta kalabilmiştir. 968 yılında Rus knezi Svyatoslav,
Hazar topraklarına saldırmıştır. Ayrıca bu tarihlerde Türkistan kökenli yeni bir göç
dalgası yani Kuman ya da Kıpçak olarak bilinen Türklerin göç dalgası yaklaşmak-
90 Bizans Tarihi
PEÇENEKLER VE BİZANS
Karadeniz’in kuzeyindeki coğrafyada Türk boylarının 9. ila 11. yüzyıllar arasında
yeniden Orta Asya’dan hareketle Karadeniz’e, Balkanlara ve Orta Avrupa’ya bü-
yük bir göç dalgası başlattığı görülmektedir. Bu göç dalgası esnasında Peçenekler,
Uzlar ve Kumanlar Bizans sınır bölgelerine gelerek Bizans’la gerek siyasi ve gerek
ticari münasebetler kurmuşlardır. Bu gelişmeler, Karadeniz’in kuzeyi ve Balkan
coğrafyasındaki halkların tarihi seyrini etkilemiştir. Bu tarihlerde Karadeniz-
Balkan coğrafyasında görülen ilk kavim Peçenekler olmuştur. Peçenekler Gök-
türk hakanlığında yer alan kavimlerden birisi idi. Kaşgarlı Mahmut bunları Oğuz
boyları listesinde saymaktadır. Peçenek sözcüğü, Bizans kaynaklarında Pacinak
şeklinde geçmektedir. Peçenekler, 9. yüzyılın ilk yarısında Hazar Denizinin kuze-
yinde yer alan Cim (Emba) ve Yayık (Ural) nehirleri havalisinde yaşıyorlardı. 860-
880 yıllarında Hazar Denizi ile Karadeniz arasında yer alan Don-Kuban bölgesine
geldikleri bilinmektedir. (Kurat, 1972, s. 44-45; Kafesoğlu, 1991, s. 169-170)
Şekil 4.1
9.-11. Yüzyıllarda
Karadeniz’in
Kuzeyi
Kaynak: John
Haldon, Bizans
Tarih Atlası, çev. Ali
Özdamar, İstanbul
2007, s.180.
4. Ünite - Bizans ve Kuzeyli Türk Komşuları (4-14. Yüzyıl) 91
Bizans’a karşı 11.yüzyılın sonunda Balkanları ve Anadolu’yu içine alan Türk ittifa-
3 kını kimler gerçekleştirmiştir?
bırakılır. 1204 yılından 1261 yılına kadar İstanbul’da devlet kurmuş olan Latinlere
karşı benzer bir zaferi Şubat 1204 tarihinde 7000 Kuman savaşçısının da içinde
bulunduğu Vlahlar, Russion (Rusçuk) savaşında kazanırlar. (Vasary, 2008, s. 54-65)
1230 yılında Kuman asıllı II. İvan Asen’in başında bulunduğu Bulgar-Kuman
Klokotnitsa: Bulgaristan’ın birlikleri, Klokotnitsa’da Epir Despotu Theodoros Angelos Komninos’un ordusunu
güneyinde Haskova iline bağlı
bir köy. Türkler tarafından büyük bir hezimete uğratır. Bu olay İznik’e çekilmiş olan Bizans İmparatorluğunun
Semihçe köyü olarak Epir’e karşı güç kazanmasını ve Latinlere karşı Bulgarlarla yakınlaşmasını sağlar.
adlandırılmaktadır. Bu dönemde Kuman ve Bizans tarihini etkileyecek önemli bir olay daha ger-
çekleşir. 1236 yılında Tatarların, Karadeniz bölgesine yönelmesi üzerine Deşt-i
Kıpçak bölgesinde yaşayan Kumanlar, büyük kitleler halinde yeniden Tuna’nın
güneyine geçmeye başlamışlardır. Bu göçlerden ilki 1237, ikincisi de 1241 yılında
gerçekleşmiştir. Bu yıllarda gerçekleşen göçler, 11. ve 12. yüzyıllarda Tuna’nın gü-
neyine gerçekleşen göçlerden daha büyük olmuştur. (Kayapınar, 2002, s. 810-819;
Vasary, 2008, s. 69-75)
1237 yılında Tuna’yı aşıp Balkanlara gelen Kumanlar, İstanbul Latin İmparator-
luğunun (1204-1261) hizmetinde görev aldılar, 1240 yılında Curulon (Çorlu) ka-
lesini ele geçirdiler. 1237 yılında Tuna ırmağını aşıp gelen Kumanlar, sadece Latin
İmparatorluğunun hizmetinde yer almadılar aynı zamanda İznik Rum İmparator-
luğunda da istihdam edildiler. İznik İmparatoru III. İoannis Vatacis Dukas (1222-
1254), Trakya’da dolaşan Kumanların büyük bir grubunu stratiotis yani asker ola-
rak sınır bölgelerine yerleştirdi. Trakya, Makedonya ve Batı Anadolu’da Menderes
Ovasında Kumanlar iskan edildiler. Böylece Osmanlı Devletinin kurulmasından
yaklaşık yarım asır önce Trakya ve Batı Anadolu’da yoğun bir Kuman nüfusu oluştu.
1241’de ise Bulgaristan topraklarına ikinci bir Kuman göçü dalgası geldi. Bu
kez, bu göç dalgası Tuna’nın kuzeyinden değil de, Macaristan istikametinden
gelmekteydi. Tatarların önünden kaçan Kumanların bir kısmı, Macaristan’a sı-
ğınmışlardı. Macarlarla Kumanların aralarının açılması sonucunda Kumanlar
Braniçevo ve Vidin istikametinden Bulgaristan’a girdiler. 1280 yılında II. Bulgar
Devletinin idaresine geçen Terter sülalesi ile 1323 yılında Bulgar tahtına seçilen
Vidinli Kuman asıllı Şişman sülalesi Macaristan istikametinden gelen Kumanlar-
dan olup Kuman prensi Köten’in akrabalarıdır. Şişman sülalesi, Osmanlı Devleti
ile muhatap olan ve aynı zamanda Osmanlıları Bulgaristan’da karşılayan sülaledir.
Bu sülale ile Balkan coğrafyasındaki Kuman siyasi varlığı sona ermiştir.
Kumanlar/Kıpçaklar bir taraftan II. Bulgar Devletinin ve daha sonra Kırım Ya-
rımadasında kurulacak olan Altın Orda Hanlığının oluşumunda yer alırken, di-
ğer taraftan da Dobruca Despotluğunun kuruluşuna iştirak etmişlerdir. Kuman-
lar, 1320-1328 yılları arasında Bizans imparatoru II. Andronikos ile torunu III.
Andronikos arasında yapılan taht mücadelesinde de yer aldılar. Çünkü Kumanlar,
Bizans topraklarına kalıcı olarak yerleştikleri gibi aynı zamanda hem ücretli asker
olarak hem de Bizans düzenli ordusu içinde savaşçı askerler olarak yer almaktay-
dılar. 1322-1327 tarihleri arasında Bizans’a gelip yerleşen Kumanların bir kısmı
Taşoz, Limni ve Midilli adalarına yerleştirildiler. Bazı Kumanların Bizans idari
mekanizmasında önemli mevkilere geldiği de bilinmektedir. Bunlardan birisi de
Megas Dük: Bizans Devletinin Surgiyannis adıyla bilinen ve seçkin bir Kuman ailesinden gelen generaldir. Bu
son dönemlerinde bu unvan
deniz kuvvetlerinden sorumlu kişi, Bizans imparatorluk idaresinde megas dükalığa kadar yükselmiştir. (Kaya-
komutanlar için kullanılmıştır. pınar, 2002, s. 810-819; Vasary, 2008, s. 75-78, 129-132, 176)
11. ila 14. yüzyılda Balkanlarda ve Batı Anadolu’da Kuman nüfusu nasıl oluştu?
4
4. Ünite - Bizans ve Kuzeyli Türk Komşuları (4-14. Yüzyıl) 95
Bizans imparatoru VIII. Mihail, Altın Orda tehlikesini azaltabilmek için 1263 yı-
lında İlhanlı hükümdarı Hülagû’yu yenme başarısı gösteren Nogay Han’la anlaşma
yaptı ve kızı Efrozina’yı ona eş olarak verdi. 1272 yılında gerçekleşen bu evlilikten
sonra Nogay ve Tatarlar Bizans için düşman olmaktan çıkmış ve gerektiğinde Bi-
zans Devletini Bulgarlara karşı korur hale gelmiştir. 1277-1280 yıllarında Tatarlar,
Bulgaristan’daki taht mücadelelerinde Bizans İmparatoru VIII. Mihail’in de teşviki
ile önemli rol oynadılar. 1279 yılında Bizans ve Tatar birlikleri Bulgarlara saldıra-
rak Tırnova’yı kuşattılar. Bulgar çariçesi Mariya ile oğlu Bizans’a teslim edilerek
Kuman asıllı III. İvan Asen’in Bulgar tahtına Tırnova’da oturması sağlandı.
1282 yılında ise Tatar birlikleri Bizans’la müttefik olmanın bir sonucu olarak
Balkanlarda yeni bir güç merkezi haline gelmeye başlayan Sırpların üzerine gön-
derildi. 1292-1301 yılları arasında Bizans’la işbirliği yapan Tatarların müdahalesi
ile Bulgar çarları belirlendi. Ancak Nogay’ın 1299 yılındaki ölümünden sonra Ta-
tarların Balkanlardaki etkisi azalmaya başladı.
Bununla birlikte Bizans 14. yüzyıl boyunca Tırnova’daki Bulgar çarı ile olan
mücadelesinde Tatarlardan yardım istemeyi sürdürmüştür. Ancak 14. yüzyılın ilk
yirmi yılında Bizans-Sırp-Bulgar ilişkilerinde nispeten bir sükunet söz konusuy-
du. Bu sükunetin bozulması 1322 yılında Bulgar Çarı Teodor Svetoslav’ın ölü-
münden sonra Tatarların yeniden Trakya’ya uzanacak şekilde Tuna’nın güneyine
akınlara başlamasıyla bozuldu. Bulgar çarları Mihail Şişman (1323-1330) ve İvan
Aleksandır (1330-1371), Sırplara ve Bizans’a karşı yaptıkları savaşlarda Tatarların
yardımına başvurmuşlardır. 1328’de Tatar birliklerinin de yer aldığı Bulgar ordu-
su, Bizans’ın Trakya bölgesine saldırdı. 1331 yılında amcası Belaur’a karşı yardım
isteyen Bulgar çarı İvan Aleksandır’la işbirliği yapan Tatarlar, 17 Temmuz 1331’de
Bizans imparatorunu Burgaz civarındaki Rusıkasrı yakınlarında yenilgiye uğrattı.
Bizans’a karşı son Tatar baskını 1337’de gerçekleşmiş ve bu saldırı esnasında
Çanakkale’ye kadar Bizans’ın elindeki bütün Trakya toprakları yağmalanmıştır.
1341’de Tatarların muhtemel saldırısına karşı Bizans imparatoru bir takım kale-
leri tamir ettirerek ve Tatarlara elçi göndererek tedbirler almaya çalışmıştır. An-
cak Tatarlar kendi iç sorunları nedeniyle Bizans’a saldırmaktan vazgeçmişlerdir.
1341’de Altın Orda hanı Özbek Han’ın ölümünden sonra Tatarlar, Balkanlara olan
ilgisini yitirdiler ve dikkatlerini Kırım bölgesine yoğunlaştırdılar. (Vasary, 2008,
s. 90-140)
4. Ünite - Bizans ve Kuzeyli Türk Komşuları (4-14. Yüzyıl) 97
Özet
Bizans’ın Hunlar, Atilla, Göktürk ve Avarlarla iliş- ele geçirilememiştir. Bundan sonra güçlerini
1 kilerini açıklayabilmek yitirmeye başlayan Avarlar, 9. yüzyılın başında
Tarihte Bizans’la münasebeti olan ilk Türk Dev- etkinliklerini kaybetmişlerdir.
leti Hunlar olmuştur. Hunlarla ilgili bilgiler 4.
asrın başından itibaren Bizans kaynaklarına yan- Bizans’ın Bulgarlar ve Hazarlar ile ilişkilerini
sımıştır. 374 yılından sonra Hunlar, Karadeniz’in 2 açıklayabilmek
kuzeyine doğru ilerlemişlerdir. Bu olay Büyük Atilla’nın 453 yılında ölümü üzerine Hunların
Kavimler göçüne sebep olduğu gibi Hunların Batı Avrupa’dan Karadeniz sahillerine çekilme-
Tuna’nın güneyindeki Bizans topraklarını tanı- siyle burada karşılaştıkları Türk boyu Ogurlar-
masını da sağlamıştır. 5. yüzyılın ilk çeyreğinde la karışmaları neticesinde Bulgar kavmi oluş-
Hunlar, Bizans Devletini kendilerine haraç öder muştur. 630 yılından sonra Kubrat liderliğinde
duruma getirmişlerdir. Hun imparatoru Atilla, sınırları doğuda Kuban nehri, batıda Dinyeper,
441 yılında düzenlediği Balkan seferiyle Bizans’a kuzeyde Doneç ırmağı ve güneyde Karadeniz ve
ait Tuna nehri kenarındaki pek çok kaleyi Hun Azak Denizi ile sınırlı Büyük Bulgaristan birliği
idaresine bağlamıştır. Atilla, Bizans’ın başkenti oluşturuldu. Ancak Kubrat’ın ölümü üzerine bu
İstanbul’u da kuşatmış, ancak inşaatı yeni tamam- birlik dağıldı ve oğullarından İsperih liderliğin-
lanmış olan dış surların tahkimatı nedeniyle ba- deki Bulgarlar 650-670 yılları arasında Bizans
şarılı olamamıştır. Bunun üzerine Atilla Bizans ile kaynaklarında Onglos Türkçede Bucak diye ad-
anlaşma yapmayı tercih ederek ölüm tarihi olan landırılan Güney Besarabya’ya geldiler. Böylece
453 yılına kadar askeri faaliyetlerini Bizans’a de- Bulgarlar Bizans’la sınırdaş oldular. Bulgarlar,
ğil, Batı Roma İmparatorluğuna yöneltmiştir. Dobruca’nın güneyinden Bizans topraklarına
Gökürk-Bizans ilişkilerine dair kaynaklar 567- akınlarda bulunarak Varna’ya kadar olan bölge-
576 yılları arasında bilgi verir. Bizans’la Gök- yi ele geçirdiler. Bulgarların ilerlemesine askeri
türkler arasındaki dostluk anlaşmasının ve iş- yollarla engel olamayan Bizans anlaşma yoluyla
birliğinin esasını ortak rakip olarak algılanan eski Bizans topraklarında Bulgar Devletinin ku-
Sasanilere karşı ittifak oluşturur. Bizans’ın 557- rulmasını kabul etti ve barışı sağladı. Bu barış za-
805 yılları arasında yoğun ilişkide olduğu diğer man zaman kesintiye uğramakla birlikte Krum
bir Türk kavmi de Avarlardır. Avarların, Asya Han’ın (802-814) Bulgar tahtına çıkmasına ka-
Avarları olarak bilinen kolu Moğol asıllı iken dar devam etti. Krum Han, savunma politikasını
Avrupa Avarları olarak bilinen kısmı ise Türk terk ederek Bizans topraklarına seferler düzen-
asıllıdır. Bizans’ın Avarlarla ilişki kurmasının ledi. Buna engel olmaya çalışan Bizans impara-
sebebi Bizans topraklarına saldırılarda bulu- toru I. Nikeforos 26 Temmuz 811’de ordusunun
nan Kutrigurlar, Slav ve Bulgarlara karşı önlem büyük bölümü ile birlikte Bulgarlar tarafından
almak içindir. Bizans bu amacına Tuna bölge- öldürülmüştür. Bunun üzerine Karadeniz sa-
sinde Avarlara yıllık haraç ödeyerek ulaşmıştır. hillerindeki Ahyolu, Süzebolu ve Mesemvriya
6. yüzyılın yarısında İtalya’da hakimiyeti ele ile Eski Zağra Bulgarların eline geçtiği gibi 813
geçirerek Batı Balkanlara doğru yayılan Lom- yılında da Krum Han, İstanbul surları önüne
bardlara karşı Bizans Devleti Avarları Panonya kadar gelmiştir. Ancak Omurtag (814-832) ba-
bölgesine yerleştirmiştir. Ancak Bizans, Avarla- basının saldırı politikasını terk ederek Bizans’la
ra ödediği yıllık haraç miktarını bahane ederek barışı tercih etmiştir. Bulgarların bu politikası
doğuda Sasanilerle olan savaşını tamamladık- 893 yılına kadar devam etmiştir. Bizans ise, bu
tan sonra Avarları tehlike olarak algılamıştır. barış döneminde Bulgarlar arasında Hıristiyan-
Bunun üzerine Avarlar, bu dönemde Balkan- lığın yayılması konusunda faaliyetlerde bulun-
larda görülen Slavlarla birlikte pek çok Balkan muş ve Bulgarlar Boris’in (852-889) önderliğin-
şehrini yağmalamış ya da kuşatmıştır. 626 yılın- de 865 yılında Hıristiyanlığı kabul etmişlerdir.
da Bizans başkenti İstanbul’da Avarlar, Persler Bunu takip eden yıllarda Bulgarlar Slavlaşmaya
ve Slavların ortak girişimiyle kuşatılmış, ancak başlamıştır. Bulgar çarı Simeon (893-927) dö-
98 Bizans Tarihi
neminde Bizans’la tekrar mücadeleye girilmiş Bizans’ın Peçenek ve Oğuzlarla ilişkisini tartışa-
ve 896 ve 917 yıllarında iki defa Bizans ordusu 3 bilmek
Bulgarlar tarafından yenilmiştir. Bizanslılar Bul- Orta Asya’dan Karadeniz, Balkanlar ve Orta
garları durdurmak için 967 yılında Rus knezi Avrupa’ya 9. ve 11. yüzyıllarda yeni bir Türk
Svyatoslav’la anlaşarak etkilerini azaltmıştır. göç dalgası yaşanmıştır. Bu göç dalgasında Pe-
1014 yılında Bulgaroktonos lakabıyla anılan Bi- çenekler ve Oğuzlar ön plana çıkmaktadır. 952
zans imparatoru II. Vasil, Bulgar ordusunu yok yılından itibaren Bizans kaynaklarında Pacinak
etmiş ve 1018 yılında da Bulgaristan’ı Bizans’a şeklinde geçen Peçenekler 10. yüzyılın başın-
bağlayarak I. Bulgar Devletini sona erdirmiştir. da Kırım coğrafyasına gelmişler ve Bulgarların
7. yüzyılın ilk yarısında Hazarlar, Bizans’la komşusu olmuşlardır. Bu sırada Simeon komu-
ilişki kurmaya başlarlar. Bunun nedeni 626 yı- tasındaki Bulgarlarla mücadele eden Bizans on-
lında İstabul’un Avar ve Sasaniler tarafından lara karşı Peçeneklerle ittifak yapar. Ancak 1018
kuşatılması ve Sasanilere karşı Bizans’ın Ha- yılında Tuna Bulgar Devleti ortadan kalkınca
zarlardan yardım talebidir. Bizans, Hazarların Peçenekler, kendilerini Bizans’la mücadele ha-
yardımı ile 627’de Ninova Savaşında Sasanileri linde bulurlar. 1026, 1035 ve 1036 yıllarında Pe-
yenmeyi başarır. 650 yılından sonra Göktürk çenekler, Bizans’ın hakimiyetindeki Bulgaristan,
Devletinin Çin hakimiyetine girmesi üzerine Makedonya ve Trakya’ya akınlar düzenlerler.
Hazarlar, egemenlik alanlarını Kafkaslardan Fakat 1048 yılında Peçenekler arasında yaşa-
Kırım’a kadar genişletirler. 8. yüzyılın başında nan iktidar mücadelesinde Bizans’ın Peçenekler
kızkardeşini Bizans imparatoru II. İustinianos’a üzerindeki etkisi artar ve Peçenekler 1087 yılına
eş olarak veren Hazar hakanı kendisini Bizans kadar Bizans hizmetinde ücretli askerler olarak
taht mücadeleleri içinde bulur. Bunun sonucu görev alırlar. Bizans kaynaklarına göre bu ücretli
Kırım Yarımadasının en önemli şehri Herson Peçenek askerlerinin sayısı 15000 üzerindedir.
711 yılından 834 yılına kadar Hazarların haki- 1071 yılındaki Malazgirt Savaşında da Bizans
miyeti altında kalır. Hazar hakanı 732 yılında birlikleri içinde Peçenek askerleri bulunmak-
da kızı Çiçek’i Bizans imparatoru III. Leon’un taydı. Ancak savaş esnasında Peçeneklerin bir
oğlu V. Konstantinos ile evlendirdi. Bu evli- kısmı Selçuklu tarafına geçmiştir. Bizans, Pe-
likten doğan IV. Leon 775-780 yılları arasında çeneklerin bazılarını Sofya, Niş ve Makedonya
Hazar Leon adıyla Bizans imparatoru oldu. 9. bölgesine yerleştirir. 1087 yılından sonra Peçe-
yüzyılda ise Bizans-Hazar ilişkileri Kırım Ya- nekler, Bizans üstünde askeri üstünlük sağlar-
rımadasının hakimiyeti üzerine mücadeleyle lar. Fakat 1091 yılında Bizans’ın ittifak kurduğu
geçmiştir. Bizans, Kırım şehirlerinde kurduğu Kumanlar tarafından ağır bir yenilgiye uğratılan
piskoposluklar kanalıyla Hazarlar arasında Hı- Peçenekler güçlerini yitirirler.
ristiyanlığı yaymaya çalışmıştır. Bu durumun 10. ve 11. yüzyıllarda Oğuzlar (Uzlar), kaynak-
aksine Hazarların yönetici grupları ise Musevi- larda Tork, Torki, Toriki ve bazen de Torkmen
liği tercih etmişlerdir. Ancak Hazarların tarih isimleriyle kaydedilmişlerdir. Uzlar, 1065 yılında
sahnesinden silinmesini neden olan gelişmeler Tuna’yı geçerek Bizans topraklarına girmişler ve
Bizans topraklarından değil, 10. yüzyılda Ha- Selanik üzerinden Mora’ya kadar gitmişlerdir.
zarların Ruslar, Peçenekler ve Kıpçaklarla giriş- Ancak bölgedeki Peçeneklerin mukavemeti,
tiği mücadelelerden kaynaklanmıştır. soğuk ve salgın hastalıklar nedeniyle varlıkları-
nı koruyamadılar. Hayatta kalanların bir kısmı
Bizans ordusunda istihdam edilirken Dobruca
bölgesinde kalanlar Peçenek, Kuman, Tatar ve
Selçuklu Türkleriyle karışarak Gagauzların olu-
şumunda yer aldılar.
4. Ünite - Bizans ve Kuzeyli Türk Komşuları (4-14. Yüzyıl) 99
Kendimizi Sınayalım
1. Bizans kaynakları Türkler hakkında hangi yüzyıl- 6. Bizans Devletinin Hazarlarla 626 yılında ilk müna-
dan hangi yüzyıla kadar bilgi verir? sebetleri kurmasının nedeni aşağıdakilerden hangisidir?
a. 3. - 12. a. Hazarların Bizans taht mücadelelerine taraf ol-
b. 6. - 11. maları
c. 5. - 13. b. Sasanilere karşı Bizans’ın Hazarlarla ittifak
d. 4. - 15. kurma isteği
e. 9. - 14. c. Hazar Leon’un Bizans imparatoru ve Hazar hü-
kümdarının ortak torunları olması
2. Göktürkler ile Bizanslılar arasında dostluk anlaş- d. Kırım Yarımadası üzerinde Bizans-Rus rekabeti
masını sağlayan neden nedir? e. Hazar yöneticilerinin Yahudiliği kabul etmesi
a. Lombardların Batı Roma topraklarını işgal et-
mesi 7. Peçenekler, Bizans’tan ticarî ürün olarak aşağıdaki-
b. Sasanilerin her iki devlet için tehlike olarak lerden hangisini ithal etmemişlerdir?
algılanması a. Baharat
c. Bizans’ın Orta Asya ile ticareti geliştirme arzusu b. Kumaş
d. Slavların Bizans ve Göktürkler tarafından ortak c. Erguvanî boya
rakip algılanması d. Mücevherat
e. Avarların İstanbul kuşatmasına karşı Bizans’ın e. Süt ürünleri
Göktürklerden yardım talebi
8. Kaynaklarda Tork, Torki, Toriki ve Torkman olarak
3. Bizans, Lombard tehlikesine karşı Avarları hangi adlandırılan Türk Kavmi aşağıdakilerden hangisidir?
bölgeye yerleştirmiştir? a. Peçenekler
a. Panonya b. Bulgarlar
b. Skytia c. Oğuzlar (Uzlar)
c. Trakya d. Hazarlar
d. Transilvanya e. Avarlar
e. Dobruca
9. Kumanlar, hangi devletin teşkilatlanmasında
4. Bizans İmparatoru I. Nikiferos’un 26 Temmuz önemli rol oynamışlardır?
811’de ordusunun büyük bir bölümü ile yok edilmesi a. II. Bulgar Devleti
hangi Bulgar hükümdarı döneminde gerçekleşmiştir? b. I. Bulgar Devleti
a. Kubrat Han c. Hazar Kağanlığı
b. İsperih Han d. Avar Kağanlığı
c. Krum Han e. Bizans İmparatorluğu
d. Omurtag Han
e. Tervel Han 10. Bizans imparatoru VIII. Mihail’in kızı Efrozina’yı
Nogay’a eş olarak vermesinin siyasi nedeni aşağıdaki-
5. Bulgarların 865 yılından sonra Hıristiyanlığı kabul lerden hangisidir?
etmesinin sonucu aşağıdakilerden hangisidir? a. Bizans’ın Selçuklu sultanı II. İzzettin Keykavus’la
a. Bulgarların Bizans’la sürekli barışın elde etmesi mücadelesi
b. Grek alfabesinin Slav diline adapte edilmesi b. II. Bulgar Devletinin Anadolu Selçuklu Devle-
c. Bulgar Devletinin Slav geleneğine göre teşkilat- tiyle ittifak kurması
lanması c. Kıpçakların II. Bulgar Devletini ortadan kal-
d. Bulgaristan’ın Bizans’ın bir eyaletine dönüşmesi dırma girişimi
e. Bulgarların Slavlaşarak Türklüklerini unutması d. 1263 yılında Nogay Han’ın İlhanlı hükümdarı
Hülagü’yü yenmesi
e. Memluklu sultanının Bizans’la ittifak kurması
4. Ünite - Bizans ve Kuzeyli Türk Komşuları (4-14. Yüzyıl) 101
Sıra Sizde 3
1091 yılına gelindiğinde Balkanlarda Bizans ordusu-
nu 3 kere yenme başarısı göstererek Filibe, Edirne ve
Keşan’ı alarak Trakya bölgesine hakim olan Peçenekler
vardı. Anadolu’da ise 1071 Malazgirt Savaşından sonra
Marmara sahillerine kadar ulaşan Selçuklular ortaya
çıkmıştı. Ege sahillerinde ise İzmir merkezli olarak
Çaka Bey, donanmasıyla bölgeyi kontrol ediyordu. Bu
üç siyasi teşekkül de Türk kökenliydi ve Bizans’ı ortak
tehlike olarak algılıyorlardı. Bunun sonucu olarak 1091
yılında Bizans’a karşı bu üç Türk grubu Balkanları ve
Anadolu’yu içine alan Türk ittifakını kurdular.
102 Bizans Tarihi
Yararlanılan Kaynaklar
Sıra Sizde 4 Brook, Kevin Alan, “Hazar-Bizans İlişkileri”, Türkler
Balkanlardaki Kuman nüfusunun oluşumu, ayrı yüz- C.2, Ankara 2002, s. 473-480.
yıllarda gerçekleşen iki temel göç dalgasıyla oluşmuş- Browning, R., Byzantium and Bulgaria, A Comparative
tur. Birinci göç dalgası 11. yüzyılın sonu ile 12. yüzyılın Study Across the Early Medieval Frontier, London
başında gerçekleşmiştir. Bu ilk göç dalgasında Kuman- 1975.
lar, Dobruca, Deliorman, Rodoplar ve Makedonya’ya Browning, R., The Byzantine Empire, Washington
yerleşmişlerdir. Balkanlara ikinci ana Kuman göçü 1992.
ise, 13. yüzyılda 1236 yılından sonra ortaya çıkmıştır. Erdemir Palaz, Hatice, Göktürk-Bizans İlişkileri,
Kumanlar, bu göç dalgasıyla önce Trakya’ya yerleşti- İstanbul 2003.
ler. Daha sonra İznik imparatoru III. Ioannis Vatacis Gökbel, Ahmet, “Kıpçaklar/Kumanlar”, Türkler C.2,
Dukas, Kumanları Batı Anadolu’da Menderes Ovasına 2002, s. 729-756.
yerleştirdi. Böylece Balkanlar ve Batı Anadolu’da Ku- Hersak, Emil, “Avarlar: Etnik Yaradılış Tarihlerine bir
man nüfusu oluştu. bakış”, Türkler, C.2, Ankara 2002, s. 641-657.
Jireçek, K., İstoriya na Bılgarite, Sofya 1978.
Kafesoğlu, İ, Türk Milli Kültürü, İstanbul 1991.
Kayapınar, Ayşe, “Kumanlar ve II. Bulgar Devleti
(1187-1370)”, Türkler, C.2, Ankara 2002, s. 810-819.
Kurat, A.N, IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadenizdeki Türk
Kavimleri ve Devletleri, Ankara 1972.
Lazarov, İ., Pavlov, P., Tütündjiev, İ., Palangursky, M.,
Kratka İstoriya na bılgarskiya narod, Sofya 1993.
Mangaltepe, İsmail, (Menandros Protektor ve
Theophylaktos Simokattes) Bizans Kaynaklarında
Türkler, İstanbul 2009.
McEvedy, C., Ortaçağ Tarih Atlası, çev. Ayşen Anadol,
İstanbul 2004, s.57.
Mutafçiev, P. - Mutafçieva, V., İstoriya na Bılgarskiya
narod ot naçenkite na çoveşkiya jivot po naşite zemi
do bılgarskoto vızrajdane, Sofya 1995.
Nemeth, G., “La provenance du nom bulgar”, Symbolae
grammaticae in honorem Ioannis Rozwadowski, c.
II, Cracow 1927, s. 217-222.
Nemeth, G., Atilla ve Hunlar, Ankara 1982.
Obolensky, D., The Byzantine Commonwealth, Eastern
Europe 500-1453, London 1974.
Ostrogorsky, G., Bizans Devleti Tarihi, çev. F. İşıltan,
Ankara 1986.
Ögel, Bahaeddin, “Göktürk Yazıtlarının “Apurum”ları ve
“Fu-lin” Problemi”, Belleten, LXL33 (1945), 63-87.
Rasoniy, L., Tuna Köprüleri, Ankara 1984.
Rasonyi, L., Tarihte Türklük, Ankara 1971.
Roux, J.-P., Histoire des Turcs, Deux Mille ans du
Pacifique à la Méditerrannée, Fayard 1984.
Runciman, St., A History of the First Bulgarian Empire,
London 1930.
Taşağıl, Ahmet, “Göktürkler”, Türkler, 2002, 15-48.
Taşağıl, Ahmet, Gök-Türkler, Ankara 2003.
4. Ünite - Bizans ve Kuzeyli Türk Komşuları (4-14. Yüzyıl) 103
Vassary, İstvan, Kumanlar ve Tatarlar, Osmanlı Öncesi
Balkanlar’da Doğulu Askerler, (1185-1365), çev. Ali
Cevat Akkoyunlu, İstanbul 2008.
Wittek, P., “Les Gagaouzes=Les Gens de Kaykaus”,
Rocwnik Orientalisticzny, XVII (1952), s. 12-24.
Yücel Uydu, Muallâ, “Balkanlar’da Peçenekler”, Türkler,
C.2 2002, s. 714-726.
Yücel Uydu, Muallâ, “Hazar Hakanlığı”, Türkler, C.2
2002, s. 445-463.
Zlatarsky, V., İstoriya na bılgarskata dırjava prez srednite
vekove, c. I/1, Sofya 1970.
5
BİZANS TARİHİ
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Bizans - Büyük Selçuklu Devleti arasındaki ilişkileri açıklayabilecek;
Haçlı seferlerinin Bizans’a ve İslam dünyasına etkisini açıklayabilecek;
Anadolu’nun fethini ve İslamlaşmasını tartışabilecek;
Bizans - Anadolu Selçukluları arasındaki münasebetleri açıklayabileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Bizans Devleti • I., II., III. ve IV. Haçlı Seferleri
• Anadolu’ya Büyük Selçuklu • Anadolu’nun Fethi, Türkleşmesi
Akınları ve İslamlaşması
• Makedon ve Komninos ve • Anadolu Selçuklu Devleti
Paleologos Hanedanları • İznik Bizans Devleti
• Pasinler, Malazgirt,
Miriokefalon Savaşları
İçindekiler
Bizans topraklarına akınlar düzenledi. 1058 yılı sonlarında Dinar Bey komuta-
sındaki 3000 kişilik Selçuklu birliği Malatya’yı ele geçirerek yağmaladı (Turan,
1996,1, s.151).
Tuğrul Bey’in emriyle 1059 yılında Anadolu’ya Selçuklu akınları yeniden baş-
ladı ve Salar-ı Horasan, Samuk, Emir Kapar ve Kicacic adlı beylerin idaresindeki
büyük bir Selçuklu ordusu Anadolu’ya girdi. İki koldan hareket eden bu kuvvet-
lerin bir kısmı Samuk idaresinde Sivas üzerine yürüdü ve şehri ele geçirdi (1059).
Salar-ı Horasan idaresindeki ikinci kol ise Urfa’yı kuşattı fakat ele geçiremedi
(1059). 1062 yılında da Selçuklu ordusu, Ergani’nin kuzeyindeki Bagi ve Tulhum’a
kadar akınlar düzenledikten sonra ele geçirdikleri ganimet ve esirlerle birlikte
Azerbaycan’a geri döndü.
Anadolu’nun Türk yerleşimine açıldığı Malazgirt Savaşı’na kadar olan süreçte Bi-
zans-Selçuklu ilişkilerini siyasî açıdan değerlendiriniz. 1
HAÇLI SEFERLERİ, BİZANS VE İSLAM DÜNYASI
Bizans ve Batı
Bizans İmparatorluğu’nun evrensel hâkimiyetini ve İtalya’daki varlığını devam et-
tirmek isteyen İmparatorlar, İstanbul ve Roma kiliselerinin birbirinden kopmaması
için büyük çaba sarf etmişlerdi. Öyle ki, bu birliği korumak isteyen I. Vasil (867-
110 Bizans Tarihi
886) ve halefleri Roma Kilisesi’nin İstanbul Kilisesi üzerinde üstünlük kurma teşeb-
büslerini bile desteklemişlerdi (Ostrogorsky, 1991, s.310).
İki kilise arasındaki rekabetin altında yatan sebep evrensellik meselesi idi.
Papa: Hristiyanlığın Katolik Roma Kilisesi, tüm Hıristiyanların en büyük temsilcisinin Papa olması gerekti-
mezhebine bağlı olanların
Roma’da ikamet eden en üst ğini iddia ederken, bu fikre itiraz eden Doğu Kilisesi, patrikliklerin kendi bölge-
dini liderine verilen sıfattır. lerinde özerk bir yapıda olmalarını savunuyordu. Taraflar arasındaki bu çatışma
Patrik: Hristiyanlığın 16 Temmuz 1054’te Roma heyetinin Ayasofya’da Patrik Kirularios ve etrafında-
Ortodoks mezhebine bağlı kilerini aforoz ettiğini buna karşılık Patrikliğin de Roma heyetindekileri aforoz
olanların İstanbul’da ikamet ettiğini açıklamasıyla sonuçlandı. Böylece shisma hareketi gerçekleşerek İstanbul
eden en büyük dini önderine
verilen sıfattır. ve Roma Kiliseleri birbirinden tamamen kopmuş oldu.
Shisma: Hristiyanlık
Batı Kilisesi nihayet aradığı fırsatı yakalamıştı. Avrupa’daki uygun şartların
içinde Katolik ve Ortodoks yanı sıra Bizans İmparatorluğu’nun Türkler karşısındaki zayıf durumu nede-
inançlarının birbirinden niyle İstanbul Patriği’ne boyun eğdirilerek Roma Kilisesi tüm Hıristiyanların
ayrılmasına Shisma denir.
Bu ayrılık 1054 yılından yegâne temsilcisi haline gelebilirdi. Ayrıca eskiden Bizans’a ait olan topraklardan
günümüze kadar devam Türkler çıkarıldıktan sonra Avrupalı soylular buralarda kendi hâkimiyetlerini
etmektedir.
kurabilirlerdi. Bu sebeple 1074 yılında Bizans İmparatoru VII. Mihail Dukas’ın
(1071-1078) Türkleri Anadolu’dan çıkartmak için Avrupa’dan ücretli asker tale-
bi Papa VII. Gregorius (1073-1085) tarafından olumlu karşılandı. Ancak yeri-
ne getirilemedi (Runciman, 1989, s.77-78). Bununla birlikte bu fikir Batı’da hiç
unutulmadığı gibi zaman zaman Bizans İmparatorluğu’ndan da bu doğrultuda
istekler tekrarlandı.
karar vererek İznik’e kadar ulaştı. Ancak Selçuklu topraklarına girdiklerinde her
şey değişti. Yiyecek ve su sıkıntısı çeken Haçlı askerleri 25 Ekim’de günümüzde
Eskişehir’in içinde kalan Eskihisar olarak bilinen ve o dönemde Dorileon olarak
adlandırılan yerin yakınındaki Sarısu Irmağı’na ulaştıklarında verdikleri mola sı-
rasında Selçuklu sultanı I. Mesud (1116-1155) komutasındaki Selçuklu ordusu-
nun ani saldırısına uğradı. Ordusu tamamen kılıçtan geçirilen III. Konrad haya-
tını güçlükle kurtardı ve tüm ağırlıklarını bırakarak yanındaki küçük bir birlikle
İznik’e doğru kaçtı (Demirkent, 1997, s.104 vd.).
Fransa kralı VII. Louis’in komutasındaki ikinci ordu 4 Ekim 1147’de İstanbul’a
geldi. Kasım ayı başında İznik’e ulaşan Fransızlar, Balıkesir, Bergama, İzmir yolu
ile Efes’e Aralık ayında da Denizli’ye doğru ilerledi. Yolculuk sırasında Yalvaç ya-
kınlarındaki nehri geçerken Türklerin saldırısına uğrayan Haçlı ordusu bu sal-
dırıyı atlatarak Ocak başında Denizli’ye ulaştı. Denizli’de dinlenmeyi umut eden
VII. Louis, büyük bir hayal kırıklığı yaşadı. Çünkü şehir ahalisi her şeylerini yan-
larına alarak civardaki dağlara çekilmişti. Denizli’de yiyecek hiçbir şey bulamayan
VII. Louis vakit kaybetmeden yola devam edilmesi emrini verdi. Bir yandan hava
koşulları diğer yandan Türklerin sürekli saldırıları altında Toros dağlarını aşarak
sahile inmeye çalışıyorlardı. Perişan haldeki Haçlılar dar Toros geçitlerinde bekle-
medikleri bir anda Selçuklu kuvvetleri tarafından pusuya düşürülerek ağır kayıp-
lar verdi (Runciman, 1992, s.225-226). Ordusunun büyük bir kısmını kaybeden
VII. Louis güçlükle Bizans hâkimiyetindeki Antalya’ya ulaşabildi.
II. Haçlı Seferi birincisinin aksine Haçlılar açısından tam anlamı ile başarısız-
lıkla sonuçlanmış, Bizans imparatoru I. Manuil Komninos’un uyarılarına kulak
asmayarak Selçuklu topraklarından geçmeye kalkan Alman ve Fransız orduları
neredeyse tamamen imha edilmiştir.
nuçlandı. Konya’da pek fazla kalmayan II. Friedrich Barbarossa, Selçuklu sultanı
ile anlaştıktan sonra yoluna devam etti ve Torosları aşarak Silifke’ye ulaştı. Ancak
10 Haziran 1190’da askerleri Göksu Nehri kenarında II. Friedrich Barbarossa’nın
cesedini buldular (Demirkent, 1997, s.152). İmparator’un ölümü ordusunun dağıl-
masına sebep oldu. Askerlerin büyük kısmı deniz yoluyla Avrupa’ya dönerken geri
kalan kuvvetlerle yola devam eden II. Friedrich Barbarossa’nın oğlu Antakya’ya
gelerek babasının cesedini burada Antakya katedralinde defnetti.
Bu harita, daha önce hazırlanmış haritalardan yararlanılarak Hasan Yılmazyaşar ve Levent Kayapınar Tarafından çizilmiştir.
115
116 Bizans Tarihi
zaferler geçici başarılar olmaktan çıkıp kalıcı fetihler halini almıştır. Şehirli ve
göçebe her sınıftan insanın gelip yerleştiği Anadolu’nun demografik yapısı hızla
değişmiş ve nüfus üstünlüğü Türklere geçmiştir.
lıların elli yedi yıllık hayalini gerçekleştirmişti. Ancak başkentin yeniden İstanbul’a
nakledilmesinin ardından değişen şartların kaçınılmaz bir sonucu olarak tüm dikka-
tin batıdaki mücadelelere verilmesi Anadolu eyaletleri açısından felaketle sonuçlan-
dı. İmparatorluğun artan giderlerini karşılamak için VIII. Mihail’in vergi kanununda
yaptığı düzenlemeler özellikle Anadolu’daki Bizans köylülerinin üzerine ağır bir yük
bindirmiş, ayrıca toprak kullanımı ile ilgili yapılan değişiklikler sonucunda, sınır sa-
vunmasından sorumlu yerli askerlerin imtiyazları ellerinden alınmıştı. Hepsinden
önemlisi doğu sınırını savunan savaş konusunda tecrübeli bu kuvvetlerin, batıdaki
mücadelelerde kullanılmak üzere götürülmelerinin ardından onların yerini ücretli
askerler almıştı. Hazine tarafından maaş ödemeleri geçiktirilen bu askerlerin görev
yerlerini terk etmeleri sonucunda ise, Türklerin savunmasız kalan bölgeleri ele geçir-
mesi önünde engel kalmamıştı.
Devrin Bizans yazarlarından Pahimeris’in ifadelerine göre Bizans yönetiminin
üzerlerine yüklediği ağır vergileri ödemekte güçlük çeken Bizans halkı, kendileri-
ne daha adil davranan Türklerin tarafına geçmeye başlamış ve Türkler, kendi saf-
larına geçen ahalinin rehberliğinde Bizans topraklarını ele geçirmişlerdi (Pakh-
ymeres, 1984, s.291-293).
VIII. Mihail Paleologos’un sınır savunmasının çökmesinin ardından Bizans
arazilerini ele geçiren Türkleri uzaklaştırmak için harcadığı çaba sonuçsuz kaldı.
VIII. Mihail Paleologos’un oğlu ve halefi II. Andronikos Paleologos (1282-1328)
ve onun ardılları döneminde imparatorlukta iç karışıklıklar ve isyanlar birbiri-
ni takip etti. Bu devirde Anadolu’da Osmanlı Türkleri, Balkanlarda ise Sırplar,
Bizans’ın uğraşmak zorunda kaldığı iki yeni ve güçlü rakipti. Sırp saldırılarını
durdurmayı başaran II. Andronikos, yüklü miktarda bir tazminat ödemek şar-
tıyla da Venedik’i barışa razı etti (1302). Ancak bu yıllarda Bizans için en büyük
tehlike Anadolu’da her geçen gün daha da güçlenen Türklerdi (Demirkent, DİA-
6, İstanbul 1992, s.239-240). Nitekim XIV. yüzyılın ilk yarısında güçlü surların
arkasındaki korunaklı birkaç şehir dışındaki tüm bölgeler Türkler tarafından ele
geçirilmiş, henüz ele geçirilmemiş şehirlerin ise birbirleri ve başkent ile olan bağ-
lantıları kesilmişti.
ordularla düzenlenen seferlere rağmen kalıcı bir sonuç elde edemeyen I. Manuil
Komninos, II. Kılıç Arslan’a karşı Anadolu’daki Danişmendli melikleri ile işbirliği
yapma kararı aldı. Bizans imparatorunun desteğini alan Danişmendliler karşısında
güç duruma düşen II. Kılıç Arslan bu ittifakı parçalamak amacıyla I. Manuil’e daha
önce Bizans’a ait olan pek çok şehri geri vereceğini, bunun dışında elindeki Hıristi-
yan esirleri de serbest bırakacağını bildiren bir mektup göndererek anlaşma tekli-
finde bulundu. Bu teklifi olumlu karşılanınca II. Kılıç Arslan imparator ile yüzyüze
görüşmek için İstanbul’a gitti (Niketas, 1995, s.81). Uzun süre kaldığı İstanbul’dan
Bizans imparatoru ile bir antlaşma yaparak ayrılan II. Kılıç Arslan bu şekilde Ana-
dolu’daki rakiplerine karşı büyük bir avantaj sağladı. II. Kılıç Arslan’ın rakiplerine
karşı üstünlük sağlayarak Anadolu’da birliği sağlaması, buna karşılık kendisi ile
yaptığı antlaşmanın şartlarını yerine getirmemesi üzerine I. Manuil Komninos ye-
ğeni Andronikos Vatacis’i bir miktar kuvvetle Paflagonia bölgesine gönderirken, Paflagonia: Sakarya ve
Kızılırmak nehirleri arasında
kendiside 1176 yılı ilkbaharında büyük bir ordu ile Selçuklu başkenti Konya’yı ele kalan, kuzeyde Sinop’tan,
geçirmek üzere İstanbul’dan yola çıktı. Bartın’a kadar Karadeniz
sahillerine ulaşan ve merkezi
Denizli ve Homa’yı geçen imparator, Düzbel-Karlı-Haydarlı-Karadilli-Uzun- Çankırı olan bölgenin Bizans
pınar-Karamık üzerinden dar bir geçidin hemen girişinde bulunan Miriokefalon dönemindeki adıdır.
adlı kalenin bulunduğu yere ulaştı. Bizans ordusu bu boğazda Selçuklu kuvvetleri
tarafından pusuya düşürülerek tamamen imha edildi (17 Eylül 1176) (Demirkent,
DİA-6, İstanbul 1992, s.238). İmparator’un esir edilmesi an meselesiyken II. Kılıç
Arslan beklenmedik bir şekilde I. Manuil Komninos ile anlaşmayı tercih etti. Dev-
rin kaynaklarında ayrıntılı bilgi verilmeyen bu antlaşmaya göre imparator Dori-
leon ve Isparta’nın Uluborlu ilçesinin yakınlarında olan Suvleon kalelerinin yıkıl-
masını taahhüt etmekteydi. Bizans tarihindeki en ağır yenilgilerden birisi olan bu
büyük bozgunla Bizans İmparatorluğu’nun Türkleri Anadolu’dan çıkarma ümidi
son bulmuş oluyordu.
Özet
Bizans-Büyük Selçuklu Devleti arasındaki ilişkile- Anadolu’nun fethini ve İslamlaşmasını tartışabil-
ri açıklayabilmek 3 mek
1
1015/1016 yılında Çağrı Bey’in Van Gölü hav- Anadolu Selçuklu sultanları, kurdukları devletin
zasındaki Ermeni Vaspurakan Krallığı’nın top- sınırlarını genişletmek için yaptıkları seferler sı-
raklarını hedef alan keşif mahiyetindeki akını ile rasında ele geçirdikleri bölgelerde asayiş ve hu-
başlayan Bizans-Selçuklu temasları bu tarihten zurun temini için gerekli tedbirleri almışlardır.
sonra artarak devam etmiştir. Selçuklu sultanı Onların adil idaresi XI. yüzyılın ilk yarısındaki
Alp Arslan’ın 26 Ağustos 1071 tarihinde Bizans Selçuklu akınları sırasında tedirgin olan yerli nü-
imparatoru IV. Romanos Diogenis’e karşı elde fusun, Selçuklu yönetimine güven ve sadakatle
ettiği zafer Bizans-Selçuklu ilişkilerinde dönüm bağlanmalarını temin etmiştir. XIII. yüzyılın son
noktası teşkil etmektedir. Çünkü Malazgirt Sa- çeyreği ile XIV. yüzyılın ilk yarısı arasında Batı
vaşı öncesinde Anadolu’da Türk yerleşiminden Anadolu’nun fethedilmesiyle Anadolu’nun siyasî
söz etmek güçtür. Oysa ki, bu zaferden sonra ve demografik yapısı tamamen değişmiştir.
Türkler artık ele geçirdikleri bölgelerde kalıcı
olarak yerleşmeye başlamışlardır.
Bizans ile Anadolu Selçukluları arasındaki müna-
Haçlı seferlerinin Bizans’a ve İslam dünyasına et- 4 sebeti açıklayabilmek
2 kisini açıklayabilmek XII. yüzyılın son çeyreğine kadar Anado-
27 Kasım 1095 tarihinde Papa II. Urbanus’un lu’daki güç dengesinin Bizans lehine olduğu
Clermont Konsili’nde yaptığı çağrıyla başla- görülmektedir. Ancak 1176 yılındaki Mirio-
yan Haçlı Seferleri, Antakya, Urfa, Trablus ve kefalon Savaşı’nda II. Kılıç Arslan’ın elde etti-
Kudüs’ün zapt edildiği birinci seferin dışında ği zaferle Bizans İmparatorluğu’nun Türkleri
başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Nitekim 1101 Anadolu’dan çıkarma ümitleri son buldu. Bu-
yılında üç kol halinde Anadolu’dan geçmeye nunla birlikte 1204 Nisanı’nda İstanbul’un La-
çalışan Lombard, Fransız ve Almanlardan olu- tinler tarafından işgal edilmesinin ardından
şan Haçlı orduları, II. Haçlı Seferi’ne katılan ve I. Teodoros Laskaris tarafından kurulan İznik
1147’de Selçuklu topraklarından geçmeye çalı- İmparatorluğu yarım asır boyunca Batı Anado-
şan Alman kralı III. Konrad ve Fransa kralı VII. lu’daki son Bizans topraklarını fethetmek iste-
Louis’in orduları, Türkler tarafından neredeyse yen Türkler için aşılmaz bir engel oluşturmuş-
tamamen imha edilmiştir. III. Haçlı Seferi ise tur. Ancak 1261’de İstanbul’daki Latin işgaline
Alman İmparatoru II. Friedrich Barbarossa’nın son verilerek başkentin yeniden İstanbul’a ta-
Anadolu’da ölümüyle son buldu. IV. Haçlı Se- şınmasının ardından değişen şartlar gereği tüm
feri ise Venedik Doçu Enrico Dandalo’nun dikkatin batı yönündeki mücadelelere çevril-
müdahalesi ile asıl amacından saparak 1204 mesiyle bölgedeki Bizans hâkimiyeti kısa süre
Nisanı’nda İstanbul’un Haçlılar tarafından ele içinde son bulmuştur.
geçirilerek burada bir Latin İmparatorluğu’nun
kurulması ile sonuçlanmıştır.
5. Ünite - Bizans-Selçuklu Devleti İlişkileri 125
Kendimizi Sınayalım
1. Bizans İmparatorlarından II. Vasil, Gürcistan’ın bir 4. Selçuklular Anadolu’da Bizans, Ermeni, Gürcü ve
kısmını ve Vaspurakan Ermeni Krallığı’nı, IX. Konstan- Haçlılar ile mücadele etmişlerdir. Bu bilgiye göre Selçuk-
tinos Monomahos ise Ermeni Ani Krallığı’nı Bizans top- lular ile ilgili aşağıdaki yargılardan hangisine ulaşılabilir?
raklarına katmıştır. Bu bilgiye göre aşağıdaki ifadelerden a. Halifeliğin koruyuculuğunu üstlenmişlerdir.
hangisi yanlıştır? b. Anadolu’yu Türk Yurdu haline getirmeye çalış-
a. Bizans İmparatorluğu’nun egemenlik alanı mışlardır.
genişlemiştir. c. İslâm dünyasının birliğini sağlamışlardır.
b. Bizans ile Selçuklular arasında bir tampon bölge d. Bizans’ın Anadolu’daki varlığına son vermişlerdir.
kalmamıştır. e. İslâm dünyasının dinî liderliğini üslenmişlerdir.
c. Anadolu, Selçuklu saldırılarına açık hale gel-
miştir. 5. Aşağıdakilerden hangisi XI ve XII. yüzyıllar arasın-
d. Gürcüler ve Ermeniler Bizans aleyhine ittifak da gerçekleşen 1048 Pasinler, 1071 Malazgirt ve 1176
kurmuşlardır. Miriokefalon savaşlarının ortak özellikleri arasında
e. Her iki imparator da yayılmacı bir politika ta- gösterilemez?
kip etmiştir. a. Anadolu’nun Türkleşmesine katkı sağlaması.
b. Selçuklu-Bizans rekabeti nedeniyle gerçekleş-
2. Pasinler Savaşı’ndan sonra Bizans İmparatoru IX. mesi.
Konstantinos Monomahos ile Selçuklu Sultanı Tuğrul c. Selçukluların egemenlik alanlarını genişletmesi.
Bey arasındaki barış görüşmelerinde; Tuğrul Bey daha d. Bizans’ın Anadolu’daki varlığını sona erdirmesi.
önce Abbasî Halifeliği’ne ödenen yıllık verginin, ken- e. Selçuklular açısından zaferle sonuçlanması.
dilerine ödenmesini istemiş ancak Bizans İmparatoru
bunu kabul etmemiştir. Bu bilgiye göre, aşağıdaki ifa- 6. Aşağıdakilerden hangisi Haçlı seferlerinin yönel-
delerden hangisine ulaşılamaz? diği bölgelerin siyasi yapısını değiştirdiğinin göstergesi
a. Tuğrul Bey Bizans İmparatorluğu’na otoritesini değildir?
kabul ettirmek istemiştir. a. Anadolu Selçuklu Devleti’nin merkezinin
b. Bizans’a karşı siyasî üstünlük elde edilmiştir. İznik’ten Konya’ya taşınması.
c. Bizans’a karşı Selçuklular ile Abbasi halifeliği b. Bizans’ın Batı Anadolu’yu ele geçirmesi.
ittifak kurmuştur. c. Akdeniz limanlarının önem kazanması.
d. Selçuklu sultanı bu zaferden maddi kazanç sağ- d. Kudüs ve İstanbul’da Latin krallıklarının kurul-
lamak istemiştir. ması.
e. Bizans İmparatorluğu ile yapılan savaşı Selçuk- e. Urfa, Antakya ve Trablussam’da Haçlı Kontluk-
lular kazanmıştır. larının kurulması.
3. Malazgirt Savaşı öncesinde Anadolu’da kalıcı bir 7. Haçlılar açısından I. Haçlı Seferi’nin ayrı bir öne-
Türk yerleşiminden söz etmek güçtür. Fakat bu zafer- mi vardır. Çünkü bu seferde çok ağır kayıplar verilmiş
den sonra Türkler artık ele geçirdikleri bölgelerde ka- olsa da başarılı olan tek seferdir. Doğuda çok önemli
lıcı olarak yerleşmeye başlamışlardır. Bu bilgiye göre saydıkları bazı kale ve şehirler Müslümanlardan almış,
aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır? buralarda birer feodal devlet kurmuşlardır.Bu bilgilere
a. İlk akınlar daha çok ganimet elde etme amacı göre aşağıdaki ifadelerden hangisine ulaşılamaz?
taşmaktadır. a. Derebeylik rejimi Ortadoğu’da da kurulmuştur.
b. Malazgirt Savaşı’nın ardından Anadolu’nun de- b. Haçlı Seferleri genellikle amacına ulaşamamış-
mografik yapısı değişmiştir. tır.
c. Bu savaştan sonra Bizans’ta taht için iç müca- c. Avrupa İslâm dünyasından bilimsel alanda etki-
dele artmıştır. lenmiştir.
d. Anadolu Türk yerleşimine açılmıştır. d. I. Haçlı seferi Avrupalılar açısından başarıyla
e. Malazgirt zaferiyle Bizans’ın Anadolu’daki varlı- sonuçlanmıştır.
ğı tamamen sona ermiştir. e. Müslümanlar toprak kaybetmiştir.
126 Bizans Tarihi
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Son hanedan Paleologoslar yönetiminde Bizans - Osmanlı ilişkilerini açıklayabi-
lecek;
Bitinya bölgesinde bir devlet olarak Osmanlıların doğuşunu ve Bizans’la ilişkile-
rini açıklayabilecek;
Bizans’ta yaşanan iç savaşları ve Bizans’ın Osmanlı vassalı haline gelmesini tartı-
şabilecek;
Bizans’ın son yıllarını ve İstanbul’un fethini açıklayabileceksiniz;
Anahtar Kavramlar
• Paleologos Hanedanı • Kiliselerin Birleşmesi/ Union
• Osmanlı’nın Doğuşu Sorunu
• Bizans’ın Oswmanlı Vassalığı • İstanbul Muhasaraları
• Bizans’ın Çöküşü • İstanbul’un Fethi
İçindekiler
Charles, sabık Latin imparatoru Baudouin, Mora, Epir ve Tesalya’daki Batılı ege-
menler, Bulgarlar ve Sırpları yani Bizans’ın bütün rakiplerini bir araya getirerek
güçlü bir ittifak kurdu (Ostrogorsky, 1999, s. 420-421). Durum Bizans için büyük
tehlike arz ediyordu. Bu sırada Papalık makamına oturan IV. Clemens’ın union ta- Union: Sözlük manası
raftarı olması VIII. Mihail’e Bizans diplomasisini ustalıkla kullanma imkânı verdi. birlik, birleşme olan union
kelimesi Ortaçağ boyunca
Roma ve İstanbul Kiliseleri arasında ayrılığın yaşandığı 1054 yılından beri kilise- Katolik ve Ortodoks kiliselerin
lerin birleştirilmesi fikrinden vazgeçilmemiş ve çeşitli defalar bu uğurda girişim- birleşme düşüncesi anlamında
kullanılmıştır.
ler yapılmıştı. Şimdi kiliselerin birleştirilmesi konusunu VIII. Mihail Paleologos,
Bizans’ın üzerine çöken tehdidi bertaraf etmek için bir vasıta olarak kullanıyordu
(Daş, 2006, s. 50-51). Papa IV. Clemens ve onun halefi X. Gregoirus, Latin im-
paratorluğunun yeniden kurulmasından ziyade Ortodoks ve Katolik kiliselerinin
birleştirilmesine öncelik veriyorlardı.
VIII. Mihail Paleologos, oğlu Andronikos’u Macar kralının kızıyla evlendirdi.
VIII. Mihail, o sıralarda dul olan Bulgar çarıyla yeğeni Maria’yı nikâhladı. Böylece
Batı’dan Bizans üzerine çöken tehdidi biraz olsun azalttı. Doğu’da ise Moğol tahak-
kümü altında günden güne çökmekte olan Selçuklu Sultanlığından Türkmenlerin
akınları Bizans için büyük endişe kaynağı idi. İmparator VIII. Mihail bu defa gayri
meşru kızı Maria’yı 1265 yılında Moğol Hanı Hülagu’ya eş olarak gönderdi. Moğol
hükümdarı vasıtasıyla Anadolu’da Türkmenleri durdurmayı umut ediyordu. Fakat
Maria, İlhanlı sarayına gittiği zaman Hülagu ölmüştü. Yerine geçen Abaka, onu
zevceliğe kabul etmekte bir sakınca görmedi. On beş yıl kadar İlhanlı sarayında
kalan Maria, eşinin ölümü üzerine yeniden İstanbul’a döndü (Dikici, 2007, s. 392).
Diğer taraftan VIII. Mihail’in union müzakerelerinde bütün uzatma çabalarına
rağmen, Papa X. Gregorius’un kararlılığı ve Anjou’lu Charles’ın yarattığı tehdidin
ciddiyet kazanması üzerine bir karar alması gerekti. 1274’te Lyon’da yapılan gö-
rüşmelerden sonra kiliselerin birleştirildiği ve Roma Kilisesinin inancının kabul
edildiğine dair bir anlaşma imzalandı. Böylece iki yüzyıldan fazla bir süredir üze-
rinde tartışılan Roma’nın üstünlüğünde kiliselerin birleşmesi kabul edilmiş oldu
(Nicol, 1999, s. 58-61). Bu birleşmenin tek faydası Charles d’Anjou tehdidinin bir
süreliğine bertaraf edilmesi oldu. Bunun dışında union Bizans için yeni ve daha
derin sorunların doğmasına yol açtı.
Papalığın üstünlüğü altında kiliselerin birleşmesine Bizans halkı ve Ortodoks ki-
lisesi şiddetle karşı çıktı. VIII. Mihail Paleologos, İstanbul kilisesi tarafından aforoz
edildi. İmparator, birleşmeye karşı çıkanlara şiddetle cezalandırmaya başladı. Bu
durum Bizans yönetimiyle halkının karşı karşıya gelmesine neden oldu ve büyük
bir iç buhranı doğurdu. Birleşmeye direnen ruhbanlar, aristokratlar, halk ve hatta
imparatorluk ailesinden bazı kimseler zindanlara atıldı veya sürgüne gönderildi.
Katolik olmayı kabul eden VIII. Mihail Paleologos yönetimine en sert karşı çıkış
Anadolu’da yaşandı. Burada daha önce başlamış olan bir muhalefet vardı. IV. İo-
annis Laskaris’in feci biçimde gözlerinin kör edilerek Laskarislerin tasfiye edilmesi
karşısında Patrik Arsenios, VIII. Mihail’e tepki göstererek muhalefete başlamıştı.
Katolik inancın resmen kabul edilerek halka ve Ortodoks kilisesine de zorla daya-
tılması karşısında duyulan öfke ve infial Arseniosçu muhalefetle birleşti. Halkın ve
Ortodoks kilisesinin tepkisini İmparator VIII. Mihail Paleologos kan ve zulümle Tekfur: Taç taşıyan
bastırıp, Bizans halkı ve ruhanileri zorla Katolik inanca sokmaya çalıştı (Daş, 2006, anlamındaki Ermenice Takavor
kelimesinden gelen Tekfur
s. 69). Bu politika özellikle Anadolu’daki Bizanslı halkın kendi öz yönetimlerine sözcüğü, Türk kaynaklarında
karşı yabancılaşmasına ve Bizans İmparatorluk yönetimine alternatif olabilecek validen imparatora kadar
Bizanslı yöneticileri ifade
güçlere meyletmesine yol açtı. Nitekim Batı Anadolu’da sarsılan imparatorluk oto- etmek için kullanılmış bir
ritesinin bıraktığı boşluğu önceleri Türk kaynaklarında tekfur olarak adlandırılan unvandır.
132 Bizans Tarihi
Bizanslı feodaller doldurdu. Sonra ise Bizanslı halk kendilerine din ve inanç özgür-
lüğü tanıyan Türk beylerinin tebaası olmakta sakınca görmedi.
1280’li yıllara gelindiğinde Batı Anadolu’da Türk ilerleyişi Bizans için tehlikeli
bir hal aşmıştı. Moğol istilası önünden Anadolu’ya sürüklenen Türkmenler kala-
balık kitleler halinde batıda Bizans sınırlarında yığılmışlardı. Bu Türkmenler Mo-
ğollar karşısında başarısız olunca Bizans’a karşı gaza ve akınlarda bulunuyorlardı.
VIII. Mihail’in, Avrupa’dan gelen Latin tehdidine öncelik vererek, Laskarisler za-
manında Anadolu’da kurulan savunma sistemlerini ihmal etmesi ve Anadolu’dan
Balkanlara asker nakletmesi, Türkmenlerin fetihlerini kolaylaştırmıştı. Daha 1261
sonrasında Menteşe Bey idaresindeki Türkmenler, Batı Anadolu’nun merkezden
oldukça uzak bir bölgesi olan ve daha sonra Menteşe olarak bilinecek Karia böl-
gesini fethetmişlerdi. Karia’dan kuzey istikametine yönelik Türkmen ilerleyişi git-
tikçe önlenemez hale geliyordu. İç Ege’de Germiyan oğulları sağlamca yerleşmişti.
Doğu’dan Ege denizi istikametinde de Türkmenler Bizans’ı zorluyorlardı. Sakarya
boylarında yığılan Türkmenlerin hedefinde Bitinya bölgesi vardı. İstanbul’u bes-
leyen bu bölge Bizans için hayati bir öneme sahipti. Durumun çok ciddi boyutlara
ulaşması üzerine VIII. Mihail, imparatorluğunun son yıllarında bu bölgeye bir
sefer düzenleyerek Sakarya boylarını tahkim etmeye çalıştı (Daş, 2006, s. 56).
VIII. Mihail Paleologos’un, içeride halkıyla karşı karşıya gelmesi pahasına yü-
rüttüğü Batı’yla union siyaseti de bir süre sonra iflas etti. 1281 yılına gelindiğinde
Bizans’ı yıkma planlarından hiç vazgeçmeyen Charles d’Anjou Avrupa’nın en güçlü
hükümdarı idi. Roma’da Papalık makamına oturan IV. Martinus’un halefleri kadar
kiliselerin birliği siyasetine önem vermemesi Charles’a planlarını uygulama fırsa-
tı verdi (Ostrogorsky, s. 1999, 428). Venedikliler, Sırplar ve Bulgarların da deste-
ğini alan Charles d’Anjou, Bizans’a karşı Adriyatik yönünden ölümcül bir saldırı
başlattı. Bizans ağır kayıplara maruz kaldı. VIIII. Mihail, bunun üzerine Charles
d’Anjou’nun rakibi Aragonlularla temas kurdu. Charles’a karşı kullanılmak üzere
Aragon Kralı’nın damadı Peter’e donanma inşa etmesi için para yardımında bu-
lundu. Sicilya’da faaliyet gösteren Bizanslı ve Aragonlu casuslar halkı Charles’ın
yönetimine karşı isyan etmesi için ustaca kışkırttılar. 1282’de Charles’ın, Bizans se-
ferini finanse etmek üzere halka yeni vergiler yüklemesi isyan ateşinin patlamasını
daha da kolaylaştırdı. 31 Mart 1282’de tarihte “Sicilya İkindisi” diye bilenen isyan
Palermo’da başladı. Kanlı biçimde devam eden isyanda Sicilya’da, Charles d’Anjou’ya
bağlı bütün Fransızlar yok edildi. Bizans’ı yıkarak Roma imparatoru olma hayalleri
besleyen Charles bir anda kendi hâkimiyetinin yıkılışına tanık oldu (Dikici, 2007, s.
395-396). Bizans İmparatorluğu böylece büyük bir tehlikeyi daha atlattı.
ayarının bozulması fiyatların olağanüstü yükselmesini ve halkın yoksullaşmasını Pronia: Mali ve askeri açıdan
Bizans’ta 12. yüzyıldan sonra
beraberinde getirdi (Ostrogorsky, 1999, s. 447). Venedik ve Ceneviz’e sağlanan im- görülmeye başlanan Pronia
tiyazlar, Bizans ekonomisini bu iki deniz cumhuriyetinin tahakkümleri altına al- kavramıyla daha çok devlete
masına neden olmuştu. Başta gümrük vergileri olmak üzere birçok vergiden muaf ait toprakların askerlik
hizmeti karşılığında özel
olan Venedikli ve Cenevizli tüccarlar ülke genelinde ucuza hammadde alarak, kendi kişilere tahsis edilmesi sistemi
mamul ürünlerini karlı biçimde pazarlıyorlardı. anlaşılmaktadır.
İmparator II. Andronikos, harcamaları azaltarak mali açıdan tasarruf sağlayıp
hazineyi rahatlatmak için donanmayı lağvetti. İmparator, müttefiki Ceneviz’in
güçlü donanmasına güvenerek böyle bir tasarrufta bulundu (Daş, 2006, s. 122).
Fakat bu hata ileride Bizans için vahim sonuçlar doğurdu. Bizans’ın askeri bakım-
dan zayıflaması sadece denizde değil karada da kendini gösterdi. Aristokratlar le-
hine vergi muafiyetleri tanınması, küçük arazi sahiplerinin daha fazla vergi yükü
altına girmesini beraberinde getirdi. Vergilerini ödeyemeyen köylüler toprakları-
nı aristokratlara satarak onlara bağlı yarı hür bir statüye düştüler. Pronia sahipleri
de günden güne imtiyazlar elde ederek asker yetiştirme yükümlülüklerinden kur-
tuldular. Feodalleşme ve pronia sisteminin bozulması devletin asker ihtiyacını ya-
bancılardan sağlanan ücretli askerlerle gidermesini gerektirdi (Ostrogorsky, 1999,
s. 444-445). Ücretli askerle ülkenin savunmasını sağlamak ise başlı başına büyük
bir riskti zira bu tür askerler kim daha fazla ücret öderse ona hizmet ediyorlardı.
Başlangıçta II. Andronikos’un dış politikasının esası da Batı’ya yönelik oldu.
İstanbul üzerinde hak iddia edebilecek Latin ailelerle anlaşma yoluna giden II.
Andronikos, Selanik Latin Krallığı ailesinden Yoland (İren) de Monferrat ile ev-
lenmişti. Bu aile İstanbul’daki haklarından kızları ve torunları lehine feragatte bu-
lundu. Artık bundan sonra İstanbul’u işgal etme planları yapanlar batı’da fazla
ağırlıkları olmayan kimselerdi. Balkanlar’da Milutin (1282-1321) yönetimindeki
Sırbistan’ın Bizans için tehlike oluşturması, II. Andronikos’un diplomasi siyase-
tiyle önlendiği gibi güçlü bir de müttefik kazandı. Andronikos’un henüz beş ya-
şındaki kızıyla Milutin evlendirildi. Akrabalık tesisi iki devlet arasında barış ve
ittifak yapılmasına vesile oldu (Ostrogorsky, 1999, s. 451-452).
1296 yılında Venedik’le Ceneviz arasında savaş çıktı. Bizans da Ceneviz’in müt-
tefiki sıfatıyla bu savaşta yer aldı. Fakat 1299’da Ceneviz Venedik’le barış anlaşması
yaparak, savaşta Bizans’ı yalnız bıraktı. Donanmayı lağvetmenin ne kadar vahim
bir hata olduğunu tecrübe etmiş bulunan Bizans, Venedik karşısında ağır bir mağ-
lubiyete uğradı. 1302 yılında imzalanan barış anlaşmasıyla Venedik hem yüklüce
bir savaş tazminatı kopardı hem de Bizans ülkesinde ticari çok büyük ayrıcalıklara
sahip oldu (Nicol, 1999, s. 120-121). Bu arada Cenevizliler de sahip oldukları imti-
yazları korudukları gibi İstanbul’un karşısında bulunan kolonileri Galata’yı sağlam
bir surla çevirerek burayı Bizans başkentine rakip bir şehir haline getirdiler.
Ancak Anadolu’da başlayan Türk fetihleri Bizans için daha ağır tehlikelerin
habercisiydi. Karia’dan kuzeye doğru, İç Ege’den kıyı Ege’ye, Sakarya boylarından
Bitinya yöresine Türkmenler sürekli akınlarda bulunuyorlar, Trallis (Aydın), Mag-
nisia (Manisa), Filadelfia (Alaşehir), gibi şehirler Türk hücumlarının hedefi olu-
yordu. Türk ilerleyişi Batı Anadolu’yu öylesine kaplamıştı ki bu şehirler ve Kara-
deniz Ereğlisi, Foça, İzmir, Bursa, İznik gibi müstahkem kale ve şehirler Türk seli
ortasında kalmış adacıklar gibiydi (Ostrogorsky, 1999, s. 454). II. Andronikos Batı
Anadolu’nun savunulması için büyük bir gayret içerisine girdi. Ortak imparator
olarak ilan ettiği oğlu IX. Mihail’i ücretli Alan birlikleriyle Anadolu’ya gönderdi.
Fakat bu teşebbüs Bizans’ın askeri bakımdan büyük bir acziyet içerisinde olduğu-
nu göstermekten başka işe yaramadı (Daş, 2006, s. 124-125). Türkler karşısında
134 Bizans Tarihi
mağlup olan Alanlar, yağma hırslarını Bizanslı halk üzerinde tatbik ettiler. On dör-
düncü yüzyılın ilk yıllarında Bizans için en büyük kayıp hiç şüphesiz Bitinya’nın da
dâhil olduğu Anadolu’daki topraklarının Türklerce fethiydi.
Bu sırada İspanya’da Aragonlular hesabına ücretli asker olarak çalışırlarken
Katalan: Günümüzde İspanya yapılan barış sonrasında Roger de Flor komutasındaki Katalan birlikleri işsiz
- Fransa sınırının Akdeniz’e kalmışlardı. Roger de Flor, Bizans için ücret mukabilinde Türklere karşı savaş-
bakan sahillerinde bulunan
ve tarihte Katalanya olarak mak üzere II. Andronikos’a başvurdu (Ayönü, 2009, s. 27-29). Bu teklifi büyük bir
adlandırılan bölgenin halkına memnuniyetle kabul eden Bizans İmparatoru, 6.500 kişilik Katalan birliklerinin
verilen addır.
İstanbul’a gelmesini sağladı. Yapılan anlaşma gereği dokuz ay Bizans için askerlik
yapacak olan Katalanların dört aylık ücretleri peşin ödendi. Katalan şef Roger de
Flor, İmparatorun yeğeni Maria ile evlendiği gibi önce mega dük daha sonra da
sezar unvanlarına da sahip oldu.
1304 yılı başlarında Erdek’te Anadolu’ya çıkartılan Katalan taifesi buradan
doğruca Türklerin kuşatması altında bulunan Alaşehir’e yöneldiler. Katalanlar
ilk başlarda Türklere karşı başarılar kazandılar. Bilmedikleri savaş teknikleri ve
araçlarıyla savaşan Katalanlar karşısında başarısız olan Türkmenler geri çekildi-
ler (Ayönü, 2009, s. 35-45). Bizans, Batı Anadolu’nun önemli bir kısmını muha-
faza etme imkânına kavuşmuş görünmekteydi. Fakat kazandıkları askeri başarı-
ların etkisiyle Katalanlar Bizanslı halkı ve şehirleri de yağma etmeye başladılar.
Manisa’ya saldırarak burayı kontrolleri altına aldılar. Onlar Gelibolu’ya geçmeye
güçlükle ikna edildiler. 1304/05 Kışını Gelibolu’da geçirip tekrar Anadolu’ya sefer
yapma planları yapılıyordu. Diğer taraftan Bizanslılar arasında Katalanlara karşı
gittikçe tepkinin şiddeti artıyordu. Katalanlar da ücretlerinin düzenli ödenmeme-
sinden şikâyetçiydiler. Ortak İmparator IX. Mihail, Katalanlara düşman olmuştu.
Edirne’de sarayında IX. Mihail, bir suikastla 1305 yılında Roger de Flor’u öldürttü
(Ayönü, 2009, s. 57-59). Böylece Katalan taifesinin dağılacağı ve etkisiz hale gelece-
ğini düşünüyordu. Fakat bu cinayet Bizans’a çok pahalıya mal oldu. Katalanlar, Bi-
zans birliklerini mağlup ederek şeflerinin intikamını almak için Trakya’yı korkunç
biçimde yağma ve kıyımdan geçirdiler. İki yıl boyunca Trakya’da terör estiren Kata-
lanlar, 1308 yazında Selanik’e saldırdılar. Şehri düşüremediler ama Atos Manastır-
ları da dâhil olmak üzere çevreyi korkunç biçimde talan ettiler. Buradan Tesalya’ya
ilerleyen Katalanlar, daha güneye inerek Atina’yı zapt ettiler ve burada yaklaşık
doksan yıl hüküm sürecek olan Katalan Devleti’ni kurdular (Nicol, 1999, s. 145).
Bafeus savaşından sonra Bidnos, Kestel ve Kite (Nilüfer, Ürünlü), Bursa ve Ad-
ranos (Orhaneli) gibi Bursa ovasında bulunan yerlerin tekfurları, Osman Bey’e
karşı 1303 yılında saldırıda bulundular. Dimbos savaşında (Bursa’nın Kestel il-
çesinin Erdoğan köyü) zafere ulaşan Osmanlılar tekfurların son gayretlerini de
sonuçsuz bırakıtılar. Dimbos savaşından sonra Ulubat’a kadar Bursa ovası ve Ulu-
dağ Türkmen yerleşmesine açıldı (H. İnalcık, 2010a, s. 36-38). 1304 yılında Lefke,
Mekece ve Geyve’yi fethetti (H. İnalcık, 2009, s. 10). Karia’daki Menteşe Beyli-
ğinden gelen Sasa Bey 1304’te Efes’i ele geçirdi. Ancak çok geçmeden daha önce
Germiyan Beyliği’ne bağlıyken sonradan kendi adına fetihlerde bulunan Aydın
oğlu Mehmed Bey, Sasa’nın elindeki toprakları aldı. Birgi, Tire ve Efes’e sahip ola-
rak Aydınoğlulları Beyliğini kurdu. 1317’de Mehmed Bey’in gazileri İzmir’e kadar
ulaştılar ve kentin akropolisini ele geçirdiler. Mehmed Bey’in oğlu Umur Gazi,
1329’da İzmir’in liman kalesini de alarak şehrin fethini tamamladı. Manisa mer-
kez olmak üzere Lidya bölgesinde Saruhan Bey egemenliğini kurdu. Çanakkale
Boğazı’nın güneyindeki Mysia bölgesinde Karesi Bey hâkimiyetini tesis etti. Batı
Anadolu’daki Bizans topraklarının Türklerce fethine paralel olarak Batılı güçler de
Ege’de kendi hesaplarına Bizans’tan toprak koparttılar. Kıbrıs’tan atılmış bulunan
Saint Jean Şövalyeleri 1308’de Rodos adasını ele geçirdiler. Aydınoğullarının isti-
lasını önleme bahanesiyle Cenevizli Zaccaria ailesi de Bizans’a ait Sakız adasına el
koymakta bir sakınca görmedi.
olduğunu gördüler. 10 Haziran 1329’da iki ordu arasında savaş başladı. Orhan Bey,
ustaca savaşı yöneterek asıl birliklerini çarpışmaya sokmadan Bizans kuvvetlerini
akşama kadar oyaladı. Bizanslılar geri çekilip ertesi günü Türkleri bulundukları
yamaçlardan indirerek eşit şartlarda çarpışmayı düşündüler. Fakat geri çekilme sı-
rasında taarruza geçen Türkler, Bizanslıların artçılarına ağır kayıplar verdirdikleri
gibi İmparator III. Andronikos’u da dizinden yaraladılar. Onun yaralanması or-
duda panik ve kargaşaya yol açtı. Kantakuzinos düzeni sağlamaya çalıştıysa da ba-
şaramadı. 11 Haziran 1329’da mağlup Bizans İmparatoru ve ordusu başkente geri
çekilmek zorunda kaldı (H, İnalcık, 2010a, 45 - 50).
Pelekanon savaşı, bir Bizans imparatoru ile bir Osmanlı hükümdarının biz-
zat karşı karşıya geldikleri bir muharebe oldu. Bu savaş ve mağlubiyet Bizans’a
Bitinya’da yerleşmiş bulunan Türklerin ilerleyişinin askeri kuvvet kullanılarak
durdurulamayacağını gösterdi (Nicol, 1999, s. 180-181). Pelekanon zaferinden
sonra İznik’teki Bizanslılar bir süre daha dayandılar. En sonunda 2 Mart 1331’de
İznik, Orhan Bey’e teslim oldu. Osmanlıların önlenemeyen ilerleyişi karşısında
İmparator III. Andronikos diplomasiye başvurdu. Türler, İznik’ten sonra İzmit’i
bunaltmaya başlamışlardı. İmparator, 1333 Ağustos’unda Osmanlılarca kuşatma
altında tutulan İzmit’e gitti. Gizlice Orhan Bey’le buluşan III. Andronikos, barış
yapmak için müzakerelerde bulundu (Dikici, 2007, s. 411). Sonunda yılda on iki
bin altın ödenmesi karşılığında barış anlaşması yapıldı (Nicol, 1999, s. 182). Bu-
nunla birlikte 1337 yılında İzmit de Osmanlılara teslim oldu. Böylece Bitinya’nın
tamamıyla birlikte Karadeniz sahillerine ve Üsküdar’a kadar Kocaeli yarımadası
Osmanlıların hâkimiyetine girdi.
Balkanlar’da ise Sırpların ilerleyişi başlamıştı. 1330 yılında Köstendil’de
Bizans’ın müttefiki Bulgarları ağır bir mağlubiyete uğratan Sırp Krallığı Balkan
coğrafyasında üstünlüğü ele geçirdi. Ertesi yıl Sırbistan tahtına oturan Kral Step-
han Duşan (1331-1355), Sırp Krallığını bir imparatorluk haline getirme siyase-
ti izledi. Bizans’a bağlı Makedonya’ya saldıran Duşan, Prilep, Kastoria, Ohrid ve
Strumica gibi önemli şehir ve kaleleri zapt etti. Selanik’i kuşattıysa da alamadı.
Bu sırada kuzeyden gelen Macar tehdidi Duşan’ı Bizans’la barış yapmaya zorladı.
Makedonya’da işgal ettiği şehirleri Sırplarda kalmak kaydıyla 1334 yılında barış
anlaşması imzalandı (Ostragorsky, 1999, s. 466).
III. Andronikos ve Kantakuzinos, donanmanın olmayışının Bizans’a büyük
zararlar verdiğini görmüşlerdi. Bu nedenle donanma inşasına girişildi. Bu do-
nanma sayesinde Bizans, Ege Denizi’nde yeniden kendini gösterdi. Bizzat İmpa-
rator III. Andronikos’un katıldığı seferle Sakız, Midilli ve Foça üzerinde Bizans
hâkimiyeti yeniden tesis edilemeye çalışıldı. Bu sırada Batı Anadolu’daki Ay-
dın, Menteşe, Saruhan ve Karesi gibi deniz gazaları yapan Türkmen Beylikleri,
Bizans’la aynı rakibe yani Latinlere karşı mücadele ediyorlardı. Özellikle Aydın
oğlu Gazi Umur Bey, diğer beyleri de etrafında toplayarak, sahip olduğu do-
nanmasıyla Ege adalarında ve Yunanistan’daki Latinlere karşı başarılarla dolu
seferler düzenlemekteydi. Kantakuzinos’un teşvikiyle III. Andronikos, Umur
Bey’le görüşerek bir ittifak anlaşması yaptı. Bu anlaşma sayesinde III. And-
ronikos ihtiyaç duyduğu askeri kuvveti temin etme imkânına kavuştu. Umur
Bey’in sağladığı askeri kuvvetler sayesinde İmparator III. Andronikos ve Kan-
takuzinos, Epir’deki ayrılıkçı harekete son vererek bu bölgeyi yeniden Bizans’a
bağladılar ve Tesalya’da da Bizans’ın hâkimiyetini yeniden tesis ettiler (Nicol,
1999, s. 187).
6. Ünite -Bizans-Osmanlı İlişkileri 139
dengesini 1345’e kadar bilhassa Trakya’da sayısız seferler yaparak onun lehine çe-
virdiler. Apokafkos’un bir suikast sonucu öldürülmesi Kantakuzinos’un elini daha
da güçlendirdi. Fakat 1344’te Umur Bey’in donanmasının Haçlılar tarafından ya-
kılması, Kantakuzinos’u bu müttefikinin yardımlarından mahrum bıraktı.
Bir süre sonra Kantakuzinos, Türklerin arasında daha güçlü bir müttefik bul-
makta gecikmedi. 1346 yılında Osmanlı hükümdarı Orhan Bey’le bir ittifak an-
laşması yaptı. Kızı Teodora’yı Orhan Bey’e eş olarak vererek anlaşmayı akrabalık
bağıyla pekiştirdi. Orhan Bey, oğlu Süleyman Paşa komutasında kalabalık sayıda
yardımcı askeri birlikleri Kantakuzinos’a gönderdi (Daş, 2006, s. 144).
Bu sırada Bizans’taki iç savaşa dâhil olan Sırplar ve Bulgarlar da kendi çıkar-
larına kazanımlar elde etmek için çabalıyorlardı. Bulgarlar Filibe civarında ve
Meriç boylarında sınırlarını genişletirken Sırp Kralı Stefan Duşan, Arnavutluk
ve Makedonya’nın bir kısmına el koyduktan sonra Selanik’i kuşattı. O, Slavların
etkin olacağı bir Slav-Bizans İmparatorluğu kurmayı hayal ediyordu ve bunun
için 1346 yılında kendisini “Sırpların ve Romalıların imparatoru” ilan etti. Onun
bu iddiaları karşısında Kantakuzinos daha fazla beklemeyerek Edirne’de impara-
torluk tacını giydi (Ostrogorsky, 1999, s. 481). Ertesi yıl İstanbul’daki muhalefet
oldukça zayıflamış görünüyordu. İmparatoriçe Anna’nın Saruhan Türkmenle-
rinden yardım bulma çabaları kendi lehine bir sonuç vermedi. En nihayetinde 3
Şubat 1347’de İstanbul kapılarını Kantakuzinos’a açmak zorunda kaldı. Böylece
Kantakuzinos’la İmparatoriçe Anna’nın etrafında toplanan muhalefet arasındaki
iç savaşın ilk evresi Kantakuzinos lehine sonuçlandı. Yapılan anlaşma gereği on
yıllık bir süre için Kantakuzinos, imparator olarak, meşru İmparator V. İoannis
Paleologos adına Bizans İmparatorluğu’nu yönetecekti (Daş, 2006, s. 145).
İmparator VI. İoannis Kantakuzinos (1347-1354), Ayasofya’da yapılan törenle
resmi olarak taç giydi. O sırada on beş yaşında olan meşru İmparator V.İoannis
Paleologos ile kızı Helena’yı evlendirdi. Meşruiyet ilkesine sadık kalarak V. İoan-
nis adına imparatorluğu yöneteceğini ilan etti. İç savaş bitti ve Kantakuzinos zafere
ulaştı (Nicol, 1999, s. 221-222). Fakat Bizans elindeki çok kıt ekonomik ve askeri
imkânları da bu savaşta harcadı. Bu iç savaştan en karlı çıkanlar Sırplar oldu. Sela-
nik hariç bütün Makedonya Sırbistan’ın eline geçti. Sırp Kralı Duşan kendini Sırp-
Bizans İmparatoru olarak addediyordu. 1348’de Tesalya’yı da zapt eden Duşan her yıl
topraklarını Bizans aleyhine daha da büyütüyordu. 1350’de Sırp İmparatorluğu’nun
sınırları Tuna’dan Korintos Körfezine Adriyatik’ten Ege sahillerine kadar uzanmak-
taydı. Bizans İmparatorluğu ise, İstanbul, Anadolu’da Karadeniz Ereğlisi ve Alaşe-
hir, Trakya’da Tekirdağ ve Edirne, Selanik ve civarı, Mora’nın bir bölümü, Sakız,
Midilli, Bozcaada ve Gökçeada’dan ibaretti. Duşan’ın hedefi artık İstanbul’u zapt
etmekti. Fakat bu hedefine güçlü bir donanma olmadan ulaşması mümkün değildi.
Bu maksatla Venedik’e ittifak teklif etti. Fakat Venedik, İstanbul’da güçlü bir Sırp
yönetimi görmektense her zaman çıkarları için kullanabileceği zayıf Bizans iktida-
rının bulunmasını tercih ederek bu teklifi reddetti (Ostrogorsky, 1999, s. 483).
Bizans’ın içine düştüğü zaafiyet ekonomik alanda da kendini gösteriyordu. Dev-
letin vergi alabileceği toprak olarak sadece Trakya vardı. Burada cereyan eden iç
savaş dolayısıyla tarım ve üretim yapılamadığı gibi halk elinde ne varsa tüketmiş
durumdaydı. Hazinenin ihtiyaç duyduğu gelir vergiler yoluyla alınamayınca, var-
lıklı ailelerin servetlerine el koyma yoluna gidildi. Fakat bu tedbir de fazla bir işe
yaramadı. Bunun üzerine Bizans için daha ağır sonuçlar doğuracak olan dış borç-
lanmaya gidildi. Başta Venedik olmak üzere yabancı devletlerden borç alınmaya
başlandı. Kantakuzinos, kendi servetini kullanarak ve zenginlerden topladığı yar-
6. Ünite -Bizans-Osmanlı İlişkileri 141
dımlarla küçük bir donanma inşa ettirmişti. İstanbul limanındaki gümrük vergile-
rini indirerek, Cenevizlilere akan bu gelirden Bizans hazinesinin de faydalanması-
na çalıştı. Ceneviz buna şiddetle tepki gösterip küçük Bizans donamasını yaktı ve
gümrüklerdeki sömürüsünü devam ettirdi (Dikici, 2007, s. 416).
Bir diğer güç olan Venedik Cumhuriyeti, kendi çıkarlarını daha da geliştir-
mek adına Bizans’ta yeni bir iç savaşın fitilini ateşlemekte sakınca görmedi. Meşru
İmparator V. İoannis, tek başına iktidar olmak isterken Kantakuzinos da kendi
oğlunu veliaht yaparak Paleologos hanedanını saf dışı etmenin yollarını arıyor-
du. Venedik, V. İoannis’e iktidarı ele geçirmek adına kullanması için yirmi bin
duka altın gönderdi. Karşılığında Çanakkale Boğazı’nı kontrol eden stratejik
Bozcaada’nın kendisine bırakılmasını istedi. Bunun üzerine harekete geçen V. İo-
annis, Edirne’ye saldırdı. Burada Kantakuzinos’un oğlu Mateos direnmeye çalıştı.
Bu çatışmaya Orhan Bey’in gönderdiği Süleyman Paşa komutasındaki Osmanlı
kuvvetleri de dahil oldular. Osmanlıların yardımıyla Meriç kıyısındaki savaşta
Kantakuzinoslar üstün geldiler (1352 sonu). Yakalanan V. İoannis, Bozcaada’ya
sürgüne gönderildi (Daş, s. 146). Bu savaşta yardımlarına mukabil Kantakuzinos,
Osmanlılara Gelibolu yarımadasındaki Çimpi kalesini verdi. Böylece Osmanlı-
lar Avrupa topraklarında bir üs kazanmış oldular. 1354’te bütün Trakya’yı tahrip
eden bir deprem yaşandı. Bu deprem dolayısıyla Gelibolu şehri de büyük yıkı-
ma maruz kalmış, şehrin surları ve evleri yıkılmıştı. Haber Osmanlılara ulaşınca,
Süleyman Paşa Gelibolu’ya birliklerini ve ailelerini yerleştirerek burayı sahiplen-
di. Gelibolu’nun Türklerce alınması İstanbul’da büyük korkuya neden oldu. Bu
döneme kadar akınlar yapıp ganimetler elde ettikten sonra Türkler Anadolu’ya
geri dönüyorlardı. Artık Avrupa yakasında sağlam bir köprübaşı edindikten son-
ra Türkler burada kalıcı oldular. Kantakuzinos, büyük meblağlar önererek Orhan
Bey’den burasının boşaltılmasını boş yere talep etti (Daş, 2007, s. 149). Bu durum
Bizans kamuoyunda Kantakuzinos’un Türklerin Avrupa’ya yerleşmelerinin baş
mimarı olarak görülmesine neden oldu. Nihayetinde Cenevizli Francesko Gatti-
lusio, Midilli adasına sahip olmak ve imparatorun kız kardeşi Maria ile evlenmek
karşılığında İmparator V. İoannis’i tutuklu bulunduğu Bozcaada’dan kurtararak,
29 Kasım 1354’te İstanbul’a getirmeyi başardı. Halk onun gelişini coşkuyla karşı-
ladı. Halkın tercihi karşısında Kantakuzinos direnemedi ve keşiş elbisesi giymeyi
kabul etti (Dikici, 2007, s. 417-418). Bir otuz yıl daha keşiş olarak yaşayan Kanta-
kuzinos tarih ve teoloji alanlarında önemli eserler telif etti.
nın çaresi olarak Batı Hıristiyan dünyasından yardım temin etmeyi gördü. 1355’te
Papa’ya bir elçi göndererek acilen kendisine yardımcı kuvvetler göndermesini, bu
yardıma karşılık Türkleri durdurduktan sonra altı ay içerisinde halkını Roma inan-
cına sokacağını vaat etti. Bu başvuru ciddiye dahi alınmadı (Nicol, 1999, s. 276-278).
Türklerin Trakya’da sistemli ve kalıcı bir şekilde ilerleyişleri kendini göster-
mekte gecikmedi. Süleyman Paşa komutasındaki Türkler, Bolayır, Malkara, Ke-
şan, İpsala, Çorlu, Lüleburgaz gibi kasaba ve kaleleri ele geçirerek bir taraftan İs-
tanbul diğer taraftan da Edirne istikametinde ilerliyorlardı. İmparator V. İoannis,
Orhan Bey’le barış anlaşması yaparak Türk ilerleyişini durdurmayı denedi. Ce-
nevizli korsanlarca kaçırılan Orhan Bey’in küçük oğlu Halil’i, İmparator, serbest
bırakılması için aracı oldu ve yüz bin iperpira kurtulmalık parasını da ödedi. Bu
şekilde özgürlüğüne kavuşturulan Halil babasına teslim edildi. 1358 başlarında
İmparator V. İoannis, bizzat Orhan Bey’le görüşerek barış sağlamaya çalıştı (Ni-
col, 1999, s. 280). Fakat Türkler 1361’de Dimetoka’yı, ve daha sonra Edirne’yi fet-
hettiler. Balkanlarda Sırp ve Bulgar Krallıklarının parçalanmış olmaları onların
da Osmanlıları durdurabilecek bir karşı duruş sergilemelerini imkânsız kılıyordu.
Osmanlıların değerli komutanlarından Lala Şahin Paşa 1363’de Filibe’yi zapt etti
ve ilk Rumeli Beylerbeyi tayin edildi.
V. İoannis Paleologos, Macaristan Kralı Büyük Layoş’tan yardım ricasında bu-
lunmaya karar verdi. 1366 yılında bizzat Macaristan’a giden V. İoannis, beklediği
ilgiyi görmedi. Macar Kralı ona öncelikle Katolik olması gerektiğini söyledi. Hiç-
bir şey elde edemeden ülkesine dönmek zorunda kaldı (Nicol, 1999, s. 282-284).
Bulgar sınırına geldiğinde Bulgarlar, imparator’un sınırdan geçmesine izin ver-
mediler. Bizans İmparatoru’nun yardımına anne tarafından akrabalarından olan
Savoya’lı Kont Amedeo koştu. Amedeo sahip olduğu donanmasıyla önce Türkle-
rin elinde bulunan Gelibolu’yu 1366 yazında zapt etti. Daha sonra da Karadeniz’e
açılarak hem İmparator’u serbest bıraktırdı hem de Bulgarlardan bir kısım yerle-
rin Bizans lehine boşaltmalarını temin etti (Nicol, 1999, s. 284-285).
Batı Hıristiyan dünyasını harekete geçirmede etkin bir güç olan Roma’da pa-
palık için öncelik Bizans’ın kurtarılmasından ziyade Kiliselerin Roma inancının
üstünlüğünde birleştirilmesiydi. İmparator V. İoannis’in Katolikliği kabul etmeye
hazır olduğundan emin olan Papa, 1369 yılında müzakerelerde bulunmak üzere
onu Roma’ya davet etti. Davete uyan V. İoannis, büyük törenlerle karşılandı ve Ka-
tolik inancı kabul ettiğini ilan etti. Buna karşılık Ortodoks Kilisesi ve Bizanslı halk
bunu şiddetle reddetti. Böylece Katolikliğin kabulü sadece imparatorun şahsına
münhasır bir eylem olarak kaldı (Ostrogorsky, 1999, s. 405-406).
Bizans İmparatoru Batı dünyasından yardım arayışlarındayken, Türklerin iler-
leyişleri karşısında Sırplar harekete geçtiler. Sırp prensler Vukaşin ve Ugleşia kuv-
vetlerini birleştirerek Meriç boylarında Türklerle savaşa giriştiler. Tarihe Çirmen/
Çernomen olarak geçen savaş Balkanların ve Bizans’ın kaderini belirledi (1371).
Türklerin kazandıkları zafer karşısında başta Sırplar olmak üzere Balkanlı Hıristi-
yan güçler Osmanlı’nın vassallığını kabul ettiler. Vassal olmanın iki şartı vardı: yıl-
lık belli bir vergi ödemek ve gerektiğinde Osmanlı sultanına askeri hizmet etmek.
Sırplardan bir süre sonra Bizans da Osmanlı Devleti’ne tâbi vassal haline geldi. Ni-
tekim 1373 yılında Bizans İmparatoru V. İoannis’i vassalık yükümlülüğü gereğince,
Anadolu’da Sultan I. Murad’ın Türkmen beyliklerine karşı düzenlediği sefere katıldı
(Ostrogorsky, 2002, s. 209). Sultan ve İmparator Anadolu’da seferdeyken, babalarına
vekâlet etmekte olan Edirne’de Savcı Çelebi ve İstanbul’da IV. Andronikos aralarında
anlaşarak iktidarı ele geçirmek için isyan ettiler. Bu duruma çok sert tepki gösteren
6. Ünite -Bizans-Osmanlı İlişkileri 143
I. Murad, isyanı şiddetle bastırıp Savcı Bey’in gözlerine mil çektirdi. Aynı cezayı oğ-
luna da uygulaması için V. İoannis’ten talepte bulundu. İmparator, oğlunun görme
yetisini biraz olsun koruyacak şekilde cezanın tatbik edilmesini sağladı. Andronikos
veliahtlıktan çıkartılıp hapse konuldu. Yerine imparatorun diğer oğlu II. Manuil or-
tak imparator ilan edilerek taç giydirildi (Gregory, 2008, s. 301-302).
1376’da V. İoannis’e gelen Venedik elçisi, Bozcaada’nın kendilerine verilmesi
halinde Venedik’te kalan Bizans’ın imparatorluk mücevherlerini iade etmeyi ve
ayrıca otuz bin duka altın vermeyi önerdi (Nicol, 2000, s. 298). Bozcaada’ya rakibi
Venedik’in el koymasının kendisi için yaratacağı tehlikeden çekinen Ceneviz karşı
hamlede bulunarak hapisteki IV. Andronikos’u Galata’ya kaçırdı. Andronikos, bu-
radan Sultan I. Murad’ın yanına giderek bağlılığını arz etti ve Bizans tahtına çıkma-
sı için yardım ricasında bulundu. Gerekli askeri desteği aldıktan sonra İstanbul’a
gelerek babası V. İoannis ve kardeşi II. Manuil’i tutuklatarak hapse attırdı ve ken-
disi imparatorluk tacını giydi. IV. Andronikos, yaptığı anlaşma gereğince Sultan
I. Murad’dan aldığı desteğin karşılığı olarak 1366’da Kont Amadeo’nun zapt ettiği
Gelibolu’yu Osmanlılara geri iade etti (Nicol, 2000, s. 299). IV. Andronikos üç yıl
kadar hüküm sürdü. Daha sonra benzer bir senaryo tekrarlandı. Hapisten kaçan
V. İoannis ve oğlu II. Manuil, Sultan Murad’ın huzuruna giderek yardım ricasında
bulundular. Artık Bizans’ta kimin imparator olacağına Batılı güçler değil Osmanlı
hükümdarı karar veriyordu. Ödenecek verginin arttırılması ve II. Manuil’in her yıl
vergiyi getirmesi, gerektiğinde askeri hizmet sunulması gibi şartların kabul edil-
mesi sonucu Bizanslılar, Osmanlı Sultanından istedikleri yardımı aldılar. Böylece
1379’da yeniden İmparatorluk tahtına V. İoannis oturdu (Daş, 2006, s. 152).
Bizans İmparatoru, son derece küçülmüş olan devletini oğulları arasında pay-
laştırarak taht kavgasını sonlandırmayı düşündü. Buna göre Silivri ve çevresini IV.
Andronikos, Selanik’i II. Manuil ve Mora’yı da diğer oğlu Teodoros idare edecek-
lerdi (Daş, 2006, s. 153-154). Bizans tahtına çıkma konusunda haksızlığa uğradı-
ğını düşünen Manuil, Sultana karşı vassallık yükümlülüğünü unutarak Selanik’e
gitti. Bunun üzerine Sultan I. Murad, Selanik üzerine kuvvet sevk ettirdi. Manuil
dış yardım almaksızın uzun süre direndi ve nihayetinde 1387’de şehirden ayrıl-
dı. Şehir halkı direnmeksizin Osmanlılara teslim oldular. Manuil çaresiz biçimde
Bursa’da bulunan Sultan’ın yanına giderek bağışlanmasını rica etti. Affedilen II.
Manuil, İstanbul’a babasının yanına gönderildi (Nicol, 1999, s. 309).
Balkanlar’da Türklerin ilerleyişleri I. Kosova savaşıyla farklı bir niteliğe büründü.
Büyük bir kısmını Sırpların oluşturduğu Balkanlı Hıristiyanların Haçlı ordusu 15
Haziran 1389’da Kosova’da ağır bir mağlubiyete uğratıldı. Bu zaferle Türklerin Bal-
kanlarda kalıcı oldukları ve burayı yurt edindikleri tescillenmiş oldu. Balkanlı tüm
Hıristiyan güçler Osmanlı egemenliğini tanımak zorunda kaldılar. Savaş meyda-
nında Sultan I. Murad’ın şehit edilmesi üzerine oğlu Yıldırım Bayezid Osmanlı tah-
tına çıktı. Yeni Osmanlı hükümdarı döneminde Bizans’ın durumu daha da ağırlaştı.
nun ilk yıllarında Bayezid’in sadık vassalı oldu. Onun emrinde Anadolu’daki sefer-
lerine katıldı ve yine onun emretmesiyle Serez’de diğer vassallarla birlikte huzura
çıktı. Devletini imparatorluk haline getirmek isteyen Bayezid içinse, Anadolu ve
Rumeli’nin ortasındaki İstanbul’u fethetmek zorunluluktu. II. Manuil şehri teslim
etmeye yanaşmayınca 1394 yılında Yıldırım Bayezid, İstanbul’u abluka altına aldı
(Nicol, 1999, s. 323). Osmanlı’nın İstanbul surlarını tahrip edecek güçte ateşli silah
ve tekniği henüz yoktu. Surların aşılamazlığı karşısında yapılacak tek şey şehrin
giriş ve çıkışlarını kontrol ederek halkın açlıktan teslim olmasını beklemekti. Os-
manlılar da bunu yaptılar. Fakat yeterli deniz gücünün olmayışı dolayısıyla Bizans,
denizden yardım ve takviye almaya devam etti. Yeterli olmasa da gelen yardımlar ve
surların içerisinde yetiştirilen tarım ürünleri sayesinde halk direnme çalıştı. 1396’da
Niğbolu Haçlı Seferi dolayısıyla Türkler İstanbul kuşatmasını bir süreliğine kaldır-
dılar. Fakat Haçlı ordusunun mağlup edilmesinden sonra İstanbul kuşatması daha
da şiddetli biçimde devam ettirildi.
Şehri savunacak yeterli sayıda asker olmayışı bir yana açlık ve kıtlık şehir halkını
perişan ediyordu. Bu hal karşısında imparator II. Manuil’in yapabildiği şey dönemin
Hıristiyan güçlerine Papa’ya, İngiltere, Fransa ve Aragon krallarına yardım ricasında
bulunan mektuplar yazmaktı (Ostrogorsky, 1999, s. 511). Onun bu yardım ricaları
sadece Fransa’da yankı buldu. Fransa kralı, bin iki yüz kişilik bir yardımcı kuvveti
Mareşal Boucicaut komutasında İstanbul’a gönderdi. Mareşalin gelişi İstanbul halkı
için moral olduysa da bu kadar küçük bir kuvvetle Türkleri geri püskürtmek ve kuşat-
mayı kırmak mümkün değildi. Bu nedenle Mareşalin telkinleriyle İmparator II. Ma-
nuil, bizzat Batı ülkelerine giderek yardım aramaya karar verdi (Dikici, 2007, s. 427).
1399’da Mareşalle birlikte İstanbul’dan ayrılan İmparator önce Venedik ve Milano’yu
ziyaret ettikten sonra Paris’e geldi. Oradan Londra’ya geçti. Fakat İstanbul’u kurtar-
mak için aradığı yardımı bir türlü bulamadı. Sonunda bütün umutları tükenmiş bir
vaziyette Paris’te uzunca bir süre ikamet etti (Ostrogorsky, 1999, s. 512).
İşte bu sıralarda 28 Temmuz 1402’de Ankara savaşında Timur’un Osmanlı Sul-
tanı Yıldırım Bayezid’i mağlup etmesi Bizans için mucizevî bir kurtuluş oldu. İm-
parator II. Manuil İstanbul’a dönerek durumdan faydalandı. Ankara savaşı sonra-
sında Osmanlı Devleti’nde muazzam bir kargaşa yaşanmaya başladı. Fetret devri
olarak adlandırılan bu dönemde Bayezid’in oğulları taht için kanlı bir mücadele-
ye giriştiler. Bundan istifade eden Bizans yönetimi vassallık yükümlülüklerinden
sıyrıldığı gibi bazı kazançlar da elde etti. İstanbul’un çevresindeki kimi kasabalar,
Selanik şehri ve çevresi Bizans’a geri verildi. Böylece yıkılmanın eşiğine gelmiş
olan Bizans İmparatorluğu Timur’un müdahalesi sayesinde bir elli yıl kadar daha
ömrünü uzatabildi.
gitti. Ferrara ve Floransa’da yapılan uzun görüşmelerden sonra 5 Temmuz 1439 ta-
rihinde Roma ve İstanbul Kiliselerinin birleştirildiği bir kez daha ilan edildi (Nicol,
1999, s. 384). Roma inancını bu defa sadece Bizans İmparatoru değil aynı zamanda
heyette bulunan üst düzey Ortodoks din adamları da kabul etmişlerdi. Fakat VIII.
İoannis başkanlığındaki heyet İstanbul’a döndükleri zaman halkın sert tepkisiyle
karşılaştılar. Dini inançlarını varlıklarıyla özdeşletirmiş olan Ortodoks Bizans hal-
kı, Katolik inanca girmeyi şiddetle reddettiler. Floransa unionu sadece Bizans’ta
değil Ortodoks Slav dünyasında da yankı buldu. Moskova, imparator ve İstanbul
patriğinin unionu kabul etmesini ihanet saydı ve İstanbul patrikliğinden bağımsız-
lığını ilan etti. Böylece Bizans yönetiminin büyük umut bağladığı kiliselerin birleş-
mesi fayda sağlamadı.
Bu sıralarda Osmanlılar, Balkanlarda başka rakiplerle karşılaştılar. Türkler
Belgrat haricinde Balkanların kuzeyinin tamamında egemenlik kurmuşlar ve
Transilvanya üzerine seferler tertip etmişlerdi. Bu ilerleyiş onları Macarlarla kar-
şı karşıya getirdi. Transilvanya Voyvodası Hunyadi Yanoş’un Osmanlılara karşı
kazandığı bazı başarılar Hıristiyan dünyasında heyecana neden oldu. Papa IV.
Eugenius’un çağrılarıyla Polonya ve Macaristan tacına sahip VIII. Vladislas, Sırp
Georg Brankoviç, Hunyadi Yanoş ve diğer bazı Hıristiyanların katıldığı bir Haç-
lı birliği oluşturuldu. 1443’te Osmanlı ordusunu Niş yakınlarında mağlup eden
Haçlılar, Sırbistan ve Bulgaristan’da ilerledikten sonra Trakya’da şiddetli bir dire-
nişle karşılaştılar. Haçlıların başarıları Hıristiyanlar arasında Türklerin Balkanlar-
dan atılabileceği umudunu doğurdu.
Bu gelişmeler Bizans tarafından da yakından takip edilmekteydi. Mora’nın Bi-
zanslı despotu Konstantinos, Korintos’taki eksamilion surunu yeniden inşa ettirdiği
gibi Tesalya’ya seferler düzenleyerek bazı kazanımlar elde etti. Osmanlı sultanı II.
Murad, değişen dengeleri de dikkate alarak Haçlı temsilcileriyle 1444’te Edirne-Sege-
din anlaşmasını yaptı. Bu anlaşmayla Balkanlar’da Hıristiyan güçler lehine, Sırp des-
potu Brankoviç’e ülkesinin geri iadesi gibi bazı tavizler verildi. Fakat Hıristiyan ileri
gelenler anlaşmayı geçersiz ilan ettiler. Venedik’in de teşvikiyle Vladislas ve Hunyadi
Yanoş yeniden Haçlı ordusunu harekete geçirdiler. Bu defa Osmanlılar gereği gibi
hazırlık yaparak Haçlı ordusunu Varna’da karşıladılar. 10 Kasım 1444’te Haçlı ordu-
sunun neredeyse tamamı yok edildi. Hunyadi Yanoş kaçıp kurtulurken VIII. Vladis-
las savaş meydanında öldürüldü. Varna zaferinin etkilerini Bizanslılar da yaşadılar.
İstanbul’da VIII. İoannis, zafer dolayısıyla sultanı kutlayıp hediyeler gönderdi.
Varna zaferine rağmen Hıristiyan güçleri arasında Türkleri Balkanlardan atma
düşünce hemen terk edilmedi. Özellikle II. Murad’ın, henüz küçük yaştaki oğlu II.
Mehmed’e yönetimi bırakmasını fırsat bilen Hıristiyanlar harekete geçtiler. Hun-
yadi Yanoş’un gayretleriyle Macar, Alman, Leh, Sicilyalı ve Napolili kuvvelerden
müteşekkil yüz bin kişilik bir Haçlı ordusu oluşturuldu. Sultan II. Murad’ın komu-
tasındaki Osmanlı ordusuyla haçlılar 17 Ekim 1448’de Kosova’da karşılaştı. Üç gün
süren savaş sonucunda Haçlı ordusu bozguna uğradı. Bu zaferle Batılı Hıristiyan
güçlerin Osmanlı’yı Balkanlardan atma planları sona erdi. Kosova’daki Türk zaferi
Bizans için daha farklı bir anlam ifade ediyordu. Anadolu ve Rumeli’ye hâkim Türk
imparatorluğunun ortasındaki Bizans’ın alınması daha kolaydı. Kosova’daki mağ-
lubiyetten sonra artık savunmaya çekilerek mevcudiyeti koruma telaşına kapılan
Hıristiyan dünyasının Bizans için herhangi bir fedakârlıkta bulunmayacağı açıktı.
Bu arada VIII. İoannis Paleologos arkasında veliaht olabilecek erkek evlat bı-
rakmadan öldü. Kardeşi Mora despotu Konstatinos Dragasis Paleologos impara-
torluk tacını giyerek XI. Konstatinos (1449-1453) namıyla son Bizans imparatoru
6. Ünite -Bizans-Osmanlı İlişkileri 147
açısından ağır bir darbe oldu (Runciman, 1999, s. 123-124). Böylece şehir hem
karadan hem de Haliç tarafından top ateşine maruz bırakılıyordu. Buna rağmen
Bizanslılar savaşmaya devam ettiler, hücumları geri püskürttüler.
Türk tarafında ise daha büyük kararlılık ve coşku hâkimdi. Hz. Peygamberin
hedef gösterdiği bir şehir için çarpışılması savaşı daha da kutsal kılıyordu. Sur-
larda önemli gedikler açılmış ve tahribatlar oluşmuştu. Tüm imkânlarını seferber
etmiş bulunan II. Mehmed, zaferinden emindi. Genel taarruzdan önce son bir kez
İmparator XI. Konstantinos’a şehir teslim etmesi için teklifte bulundu. Şehri tes-
lim ederlerse herkesin can, mal, namus ve inançları korunacaktı. Bizanslılar ister-
lerse haraç ödeyerek şehirde yaşamaya devam edecekler isterlerse imparatorluğun
istedikleri yerine yerleşebileceklerdi. Bu teklifte reddedilince Sultan II. Mehmed,
29 Mayıs Salı günü genel büyük taarruzu başlattı. Şehre üç taraftan şiddetli biçim-
de hücum edildi. Bu sırada savunmada önemli rol oynayan Guistiniani’nin yara-
lanarak geri çekilmesi Bizans saflarında kargaşa ve paniğin doğmasına yol açtı. XI.
Konstantinos hayatını kaybetti. Savunmayı aşan Türk birlikleri şehre akın ettiler.
Fethin gerçekleşmesinden üç gün sonra Osmanlı hükümdarı Fatih unvanıyla şeh-
re girdi (Dirimtekin, 2003, s. 295). Ayasofya camiye çevrildi ve Cuma namazı kı-
lındı. İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti yapıldı. Bin yüz yıldan fazla
ömür süren Bizans artık yoktu.
Özet
Son hanedan Paleologoslar yönetiminde Bizans- Bizans’ta yaşanan iç savaşları ve Bizans’ın Os-
1 Osmanlı ilişkilerini açıklayabilmek 3 manlı vassalı haline gelmesini tartışabilmek
1204 yılında İstanbul’un Latinler tarafından 1321-1328 yılları arasında dede- torun Androni-
işgalinden sonra İznik’e çekilmiş olan Bizans kos Paleologoslar ve 1347-1354 seneleri arasında
Devleti VIII. Mihail Paleologos’un (1259 - 1282) da İoannis Kantakuzinos ve V. İoannis Paleolo-
önderliğinde 1261 yılında İstanbul’u tekrar gos arasında sürekli iç savaşlar yaşanmıştır. Ta-
geri aldı. Bu dönemde Bizans, İstanbul Latin raflar yabancı güçlerden yardım talep etmişler-
Devleti’nin tekrar ihya olmaması için Batıyla iyi dir. Bunun sonucu olarak Bizans Devleti, Latin,
ilişkiler kurmaya çalıştı. 1280 yılında Bizans’ı Sırp ve Osmanlı dünyası arasında sıkışmıştır. Bu
ortadan kaldırmaya çalışan Charles de Anjou durumdan istifade eden Osmanlılar 1354 yılında
diplomasi yoluyla yok edildi. Bizans’ın varisi Gelibolu’yu fethederek Balkan topraklarına geç-
olduğunu iddia eden Epir’deki despotlukla da mişlerdir. 1371 yılından sonra Bizans, Osmanlı
şiddetle mücadele edildi. Bizans’ın dikkatini Devleti’nin vassalı olmuş ve Bizans imparatoru
Batıya vermesi nedeniyle Anadolu’nun Bitinya II. Manuil Paleologos (1391-1425), Osmanlı sul-
bölgesinde ortaya çıkan otorite boşluğunu Türk- tanı Yıldırım Bayezid’in (1389-1402) Anadolu’da
menler doldurmaya başladı. II. Andronikos dö- düzenlediği askeri seferlere katılmak zorunda
neminde (1282-1328) Bizans, Katalan ücretli as- kalmıştır. Bayezid, İstanbul’u da kuşatma altına
kerlerinden yararlanmak istedi. Ancak ilişkiler almış ancak Timur’a 1402 yılında yenilmesi üze-
bozulunca Katalan askerleri Bizans topraklarını rine İstanbul’u fethedememiştir.
yağmaladılar. Bu dönemde Osmanlılar, Bitinya
bölgesine yerleştiler ve Bizans’a karşı askeri üs- Bizans’ın son yıllarını ve İstanbul’un fethini
tünlüğü ele geçirdiler. 4 açıklayabilmek
15. yüzyılın ilk yarısında Bizans büyük ölçüde
Bitinya bölgesinde bir devlet olarak Osmanlıların İstanbul ve çevresi ile sınırlı bir şehir devletine
2 doğuşunu ve Bizans’la ilişkilerini açıklayabilmek dönüşmüştür. Ege Denizi’ndeki bazı adalar, Se-
13. yüzyılın sonunda Bitinya bölgesine gelen lanik ve Mora’nın bir kısmı da Bizans’a bağlıydı.
Ertuğrul’un aşireti Bizans’ın merkezi otori- Ancak bunlar arasında kara bağlantısı mümkün
tesinden oldukça uzaklaşmış olan ve tekfur değildi. 1402 - 1421 yılları arasında fetret ve oto-
olarak adlandırılan müstahkem kale yönetici- riteyi sağlama döneminde Osmanlılar Bizans’la
leriyle mücadeleye girişti. 1302 yılında Bafeus barış içinde kalmayı tercih etmişlerdir. 1422
Savaşında Osman komutasındaki birlikler Bi- yılında II. Murad, İstanbul’u kuşatmıştır. 1430
zans ordusunu yenmeyi başardı. Bunun sonucu yılında da Selanik alınmış ve II. Murad döne-
olarak kısa sürede Bursa ovasında yer alan pek minde Mora’ya kadar Osmanlı akınları düzen-
çok yerleşim birimi Osmanlıların eline geçti. lenmiştir. Son Bizans imparatorları VIII. İoannis
1326’da fethedilen Bursa Osmanlının başken- ve XI. Konstantinos Paleologos, Papa’dan Latin
ti oldu. 1329 yılında gerçekleşen Pelakanon desteğini alabilmek için Katolik kilisesinin üs-
Savaşı’nda Sultan Orhan, Bizans imparatoru tünlüğünü kabul etmelerine rağmen Batıdan
III. Andronikos’u mağlup etti. 1331’de İznik, umdukları desteği alamamışlardır. Askeri tek-
1337 yılında da İzmit Osmanlılar tarafından nolojik üstünlüğü ele geçiren Osmanlılar, II.
fethedildi. Bu gelişmeler Bizans’ın Osmanlı Mehmed döneminde 29 Mayıs 1453 tarihinde
Devleti’ni askeri yollarla durduramayacağını ve İstanbul’u fethederek Bizans’ın bin yılı aşan var-
Osmanlıların Bitinya bölgesinde kalıcı olduğu- lığını sonlandırmışlardır.
nu gösterdi.
150 Bizans Tarihi
Kendimizi Sınayalım
1. Aşağıdakilerden hangisi VIII. Mihail Paleologos
Dönemi’nin gelişmelerinden biri değildir? 6. Aşağıdakilerden hangisi II. Manuil Paleologos’un
a. İstanbul’un Latinlerden geri alınması icraatlarından biri değildir?
b. Lyon Konsili ve kiliselerin birleşmesi a. Osmanlı hükümdarına vassal olarak seferlerin-
c. Bizans donanmasının lağvedilmesi de eşlik etmek
d. Ceneviz’le ittifak yapılması b. Kiliselerin birliğini kabul etmek
e. Sicilya İkindisinin ayaklanmayla Charles c. Bizans’ı kurtarmak için Batılı ülkeleri ziyaret et-
d’Anjou’nu devirmesi mek
d. Fetret Devrinde Osmanlı taht kavgalarına ka-
2. Kiliselerin birleşmesini ifade eden kavram aşağıda- rışmak
kilerden hangisidir? e. İstanbul’u Yıldırım Bayezid’e karşı savunmak
a. Union
b. Pronoia 7. İmparator III. Andronikos’un Türklere karşı yaptı-
c. İperpiron ğı savaş aşağıdakilerden hangisidir?
d. Konsil a. Çirmen
e. Monofizit b. Pelekanon
c. Niğbolu
3. Bafeus/Koyunhisar Savaşı hangi hükümdarlar ara- d. II. Kosova
sında yapılmıştır? e. Varna
a. V. İoannis - I. Murad
b. III. Andronikos - Osman Gazi 8. Bizans İmparatorluğu hangi hükümdar döneminde
c. II. Manuil - Orhan Bey Osmanlı’nın vassalı olmuştur?
d. VIII. İoannis - II. Murad a. V. İoannis Paleologos
e. II. Andronikos - Osman Gazi b. VI. İoannis Kantakuzinos
c. II. Andronikos Paleologos
4. Aşağıdakilerden hangisi Bizans’taki iç savaşların d. III. Andronikos Paleologos
sonucunda yaşanılan gelişmeler arasında yer almaz? e. VIII. Mihail Paleologos
a. Union müzakerelerine başlanılması
b. Mali sıkıntı yaşanması ve borçlanmaya gidilme- 9. Aşağıdakilerden hangisi Bizans’ın Osmanlılara kar-
si şı İstanbul’u korumak için yaptığı faaliyetlerden biri
c. Bizans’ın toprak kayıplarına uğraması değildir?
d. Yabancı devletlerin Bizans’ın iç işlerine müda- a. Batı Hıristiyan dünyasından yardım istemesi
hale etmeleri b. Kiliselerin birliğinin kabul edilmesi
e. Devletin askeri ve ekonomik kaynaklarının tü- c. Galata’nın surlarla çevrilmesi
kenmesi d. Surların ve savunma sistemlerinin tamir edil-
mesi
5. Kantakuzinos’la ittifak yaparak Balkanlara seferler e. Haliçe zincir gerilmesi
düzenleyen ilk Türk Beyi aşağıdakilerden hangisidir?
a. Orhan Bey 10. İstanbul’un fethi sırasında Bizans İmparatoru aşa-
b. Karesi Bey ğıdakilerden hangisiydi?
c. Menteşe Bey a. XI. Konstantinos Dragasis Paleologos
d. Umur Bey b. VIII. İoannis Paleologos
e. Saruhan Bey c. II. Manule Paleologos
d. VI. İoannis Kantakuzinos
e. II. Andronikos Paleologos
6. Ünite -Bizans-Osmanlı İlişkileri 151
Yararlanılan Kaynaklar
Ayönü, Y. (2009). Katalanların Anadolu ve Trakya’daki
Faaliyetleri (1302-1311), İzmir: Ege Üniversitesi
Yayınları.
Cheynet, J.-C. (2005). Bizans Tarihi, çev. İ. Yerguz,
Ankara: Dost Kitabevi.
Daş, M., (2006). Bizans’ın Düşüşü, İstanbul: Yeditepe
Yayınevi
Dikici, R. (2007). Şu Bizim Bizans, İstanbul: Remzi
Kitabevi.
Dirimtekin, F. (2003). İstanbul’un Fethi, İstanbul:
Gelenek Yayıncılık.
Gregory, Timothy E. (2008). Bizans Tarihi, çev. E.
Ermert, İstanbul: YKY
Herrin, J. (2010). Bizans Bir Ortaçağ İmparatorluğunun
Şaşırtıcı Yaşamı, çev. U. Kocabaşoğlu, İstanbul:
İletişim Yayınevi.
İnalcık, H., (2009) Devlet-i Aliyye, İstanbul: İş Bankası
Kültür Yayınları.
İnalcık, H., (2010a) Kuruluş Dönemi Osmanlı Sultanları
1302-1481, İstanbul: İSAM Yayınları.
İnalcık, H., (2010b) Osmanlı Tarihini Yeniden Yazmak
Kuruluş, İstanbul: Hayy Kitap.
Mango, C. (2008), Bizans Yeni Roma İmparatorluğu,
çev. G. Çağalı Güven, İstanbul: YKY.
Nicol, D. M. (1999). Bizans’ın Son Yüzyılları (1261-
1453), çev. B. Umar, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt
Yayınları.
Nicol, D. M. (2000). Bizans ve Venedik Diplomatik ve
Kültürel İlişkiler Üzerine, çev. G. Çağalı Güven,
İstanbul: Sabancı Üniversitesi Yayınevi.
Ostrogorsky, G. (1999). Bizans Devleti Tarihi, çev. F.
Işıltan, Ankara: Türk Tarih Kurumu.
Ostrogorsky, G. (2002). “Türk İmparatorluğuna
vergi veren devlet: Bizans”, çev. M. Daş, Türklük
Araştırmaları Dergisi, c. 11, s. 209-221: İstanbul:
Marmara Üniversitesi Yayınları.
Runciman, S. (1999). Konstantinopolis Düştü 29 Mayıs
1453, çev. D. Türkömer, İstanbul: Doğan Kitap.
Yorgios Sfrancis. (2009). İstanbul’un Fethinin Bizanslı
son Tanığı Yorgios Sfrancis’in Anıları -Chronicon
Minus-, çev. L. Kayapınar, İstanbul: Kitabevi.
7
BİZANS TARİHİ
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Bizans hukukunun ortaya çıkışını ve kaynaklarını açıklayabilecek;
Bizans hukukunun kaynaklarını dönemlere göre açıklayabilecek;
Bizans hukuk sisteminde aile kurumunu tartışabilecek;
Bizans hukukunda suç ve ceza türlerini açıklayabileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Roma Hukuku • Eklogi
• Bizans Hukuku • Suç
• Codex Theodosianus • Ceza
• Kilise Hukuku • Kölelik
• Corpus Iuris Civilis
İçindekiler
• BİZANS HUKUKU
• BİZANS HUKUKUNUN KAYNAKLARI
Bizans Tarihi Bizans Hukuku • BİZANS HUKUK SİSTEMİNDE AİLE
KURUMU
• BİZANS HUKUKUNDA SUÇ VE CEZA
• BİZANSTA KÖLELİK KURUMU
Bizans Hukuku
BİZANS HUKUKU
Genel nitelikteki yasa olarak kabul edilen imparatorun bildirgelerinin (edicta) bö-
2 lümleri nelerdir? Açıklayınız?
Medeni hukuk derlemesi olarak bilinen Corpus Iuris Civilis hangi dilde yazılmıştır?
3
İustinianos’un Varislerinden Makedon Hanedanına Kadar
Geçen Dönemdeki Hukuk Uygulamaları (565-867)
Bu zaman dilimi, karanlık dönem olarak da anılır ve hukuk biliminin gerilediği gö-
rülür. İustinianos’un ölümünden sonra antecessorların yerini uygulama deneyimi
olan ve skolastikler (scholastikoi) olarak bilinen hukukçular sınıfı alır. Skolastikler,
antecessorların aksine geride yazılı eserler bırakmışlardır. Bu dönemde “nomoka-
non” olarak adlandırılan kilise hukukuyla ilgili yasa ve düzenlemelerin yer aldığı
7. Ünite -Bizans Hukuku 161
Drahoma: Damada yani bir drahoma sözleşmesiyle ya da kilise görevlisi (ekdikos) ve tanıklar huzurun-
erkek tarafına, gelin yani kız
tarafından verilen mal ya da da evlenme iradelerini beyan ederek ispat edebilirlerdi. Yüksek düzeydeki devlet
para. görevlileri için ise drahoma sözleşmesi evlilik için kurucu şart niteliğindeydi. 9.
yüzyılın başında imparator VI. Leon kilisenin talebi üzerine bir emirname ile evli-
lik için dini nikâhı zorunlu hale getirmiştir. Ancak evliliğe engel durumların çok-
luğu pek çok çifti yasadışı bir şekilde birlikte yaşamaya yöneltmiştir (Troianos,-
Velissaropoulou, 2002 s.262).
Yaklaşık iki yüzyıl sonra I. Aleksios Komninos, (1081-1118) iktidarı döne-
minde 1084-1095 yılları arasında çıkardığı emirnamelerle köleler de dâhil olmak
üzere tüm evliliklerde dini nikâh zorunluluğu getirmiştir. İustinianos hukuku ve
Eklogi, özgür bir kişini köleyle evlenmesine olanak sağlarken, İmparatoriçe İrini,
(797-802) özgür bir kişinin köle bir kadınla evlenmesini yasakladı. VI. Leon ise,
özgür olan eşe diğerinin özgürlüğünü satın alma ya da kendisinin de köle olarak
eşinin efendisinin himayesine girmesi şartını getirdi.
Kilise, daha 4. yüzyıldan itibaren bir evliliğin herhangi bir şekilde sona er-
mesinin ardından yeni bir evliliğin yapılmasına sıcak bakmıyordu. İkinci defa
evliliğe tahammül gösteriyordu. Üçüncü kez evlilik ise şarta bağlıydı ve uzun
süreli aforoz gibi kilise tarafından hükmedilen cezalar söz konusuydu. İmpa-
rator VI. Leon’un dördüncü evliliği, Kilise ile Devlet arasındaki ilişkilerde so-
runa neden olunca ölümünü takiben 920 yılında dördüncü evlilik kesin olarak
yasaklandı.
Ölüm ve kaybolma (gaiplik) evliliği sona erdiren en önemli iki neden olarak
görülmektedir. İustinianos Kanunnamelerinde, savaş zamanında asker kişilerin
kaybolması halinde, eşi, onun ölmüş olduğunu yetkililere dayanarak belgeleyebi-
lirse bir yıl sonra tekrar başka birisiyle evlenebilmekteydi. Bu prosedüre uyulma-
ması halinde ağır para cezaları veriliyordu. Eğer öldüğü varsayılan eş geri dönerse
eşini tekrardan alma ve evliliğini sürdürme hakkına sahipti ve o arada yapılmış
olan evlilik geçersiz sayılmaktaydı.
Tek taraflı iradeyle boşanma konusunda ilk zamanlar herhangi bir kısıtlama
yokken ilerleyen dönemlerde Hristiyan imparatorlar bu konuda ciddi kısıtlama-
lar getirdi. İustinianos Derlemesinde boşanma sebepleri erkek için: a) Kadının
bildiği ancak eşine söylemediği vatana ihanet suçu, b) Zinadan mahkûmiyet c)
Doğrudan ya da dolaylı olarak kocanın canına kast edilmesi, d) Ahlak dışı iş ve
eylemlerdi (Neara 117.8).
Kadınlar için ise: a) Kocanın vatana ihanet suçu işlemesi b) Doğrudan ya da
dolaylı olarak kadının canına kast edilmesi, c) Kadının manevi şahsiyetinin renci-
de edilmesi d) Kocanın sürekli olarak evlilik dışı ilişkilere sahip olmasıydı (Neara
117.9).
Bu nedenler dışında İustinianos hukukunda eşlerin doğrudan kusurundan
kaynaklanmayan üç boşanma nedeni sayılmaktadır: a) Evliliğin başından itibaren
var olan erkeğin iktidarsızlığı b) Birlikte ya da tek taraflı bir kararla keşiş hayatının
tercih edilmesi c)Uzun sürmüş esirlik durumu. Esirin hayatta olduğu haberinin
alınmasından itibaren beş yıl geçmesi halinde boşanma kendiliğinde gerçekleş-
mekteydi.
İsavros hanedanı (717-802) ve Makedon hanedanı (867-1056) dönemlerinde
sadece üç durum boşanma nedeni olarak kabul edilmiştir: a) Kadının evlilik dışı
ilişkiye sahip olması ya da kocanın iktidarsızlığı b) Hayata kast edilmesi c) Eşler-
den birinin lepra yani cüzam hastası olması. Başka hiçbir neden boşanmaya sebep
olamazdı.
7. Ünite -Bizans Hukuku 165
Ceza ve Türleri
Ölüm Cezası
Erken dönem Bizans hukuku, ölüm cezasını Roma hukukundan miras almıştır.
Zihinsel engelliler ve yetişkin olmayanlar yani çocuklar ölüm cezasından muaf tu-
tulmaktadır. Çünkü kişinin yaptığı eylemin bilincinde olması koşulu aranmakta-
dır. İustinianos Derlemesinde, ölüm cezasının infaz şekli açıkça belirtilmeyen du-
rumlarda yargıcın takdir yetkisinde olan bir konuydu. Cezanın infazı başın kılıç ya
da baltayla kesilmesi suretiyle uygulanmaktaydı. Bunun yanı sıra çarmıha germe,
yılanların veya başka canlıların olduğu çuvalın içine koyarak denize ya da neh-
re atma, atlar tarafından ters yönlere çekerek parçalama, derisini yüzme, diri diri
gömme de ölüm cezasının infazında başvurulan yöntemlerdendi. Kaynaklarda ge-
çen “kelle cezası” (kefalikon) ifadesi her zaman ölüm cezası anlamına gelmeyip
duruma göre taş ocaklarında ya da madenlerde ömür boyu zorunlu çalışma ya da
ağır bir uygulama şekli olan sürgün cezası olarak da yorumlanabilmekteydi. Eklogi
Kanunnamesinde, suç türleri ve cezalar, olabildiğince kesin çizgilerle her bir eylem
için ayrı ayrı belirlenmiş ve keyfiliğin önüne geçilmeye çalışılmıştır. Bu çerçevede
ölüm cezası, şehirde kasıtlı olarak çıkarılan yangın ve ölümle sonuçlanan soygun
suçları dışında, başka cezalarla değiştirilmiştir. Yangına sebebiyet verenler yakıl-
166 Bizans Tarihi
Köleleştirme
Iustinianos sonrası kanunnamelerde özgürlüğünü kaybetme cezası nadiren uygu-
lanmaktadır. Failin, diğer cezaların yanı sıra özgürlüğünün de elinden alınması,
kendi rızasıyla geri gelen asker kaçakları ve düşmana, askeri önemde yasak mal-
zeme temin edenler için uygulanmaktaydı. Her iki durumda devlete karşı işlenen
suçlar söz konusu olduğundan kanun koyucu kamu çıkarlarını daha etkili bir şe-
kilde korumayı amaçlamıştır Troianos, 1996 s. 28).
Bedensel Cezalar
Uzuv Kesme
Eklogi’de, birbirinden çok farklı nitelikte olan ve ağır suç niteliği taşımayan
pek çok eylem için uzuv kesme cezası öngörülmektedir. Genellikle suçun iş-
lenmesinde kullanılan organ kesilmektedir. Örneğin mala yönelik suçlarda ve
bir suç aletinin kullanılması neticesinde ölümle sonuçlanan yaralamalarda bir
elin kesilmesi, yalancı tanıklıkta ise dilin kesilmesi öngörülmektedir. Bu orantı
cinsel suçlarda ihlal edilmektedir. Hayvanla cinsel ilişkiye girilmesi durumun-
da cinsel organ kesilir, çok yakın akrabalar arasındaki cinsel (ensest) ilişki du-
rumunda ise ölüm cezası verilirdi. Bunlar dışında, cinsel suç için verilen ceza,
burun kesme cezasıydı. Uzuv kesme, failin eylemini yinelemesini önlerken
burun kesme cezası ise, faili toplum önünde lekelemekte ve onu itibarsızlaştır-
maktaydı. Bu cezada kadın ve erkek için cezanın uygulanmasında eşit muamele
de sağlanmış olmaktaydı. Göze mil çekilerek kör etme cezası da uzuv kesme
cezaları arasında yer almaktadır. İmparatorun iktidarına yönelen suçlarda, iha-
netin önlenmesi konusunda çok etkili bir ceza olarak uygulanmıştır (Troianos,
1996 s. 29-30).
Kırbaçlama
Kırbaç cezasına 8.- 10. yüzyıllar arası Bizans hukuk metinlerinde rastlanmakta ve
ana ceza olarak ya da paralel bir ceza olarak karşımıza çıkmaktadır. Paralel ceza
olduğunda uzuv kesme ya da sürgüne gönderme cezalarıyla birlikte uygulanmak-
tadır. Roma hukukunda kırbaç cezasının infazında özgür olan kişilerle kölelere
yönelik uygulamada farklılıklar vardı. Özgür olanlardan, ayrıcalıklı sınıfa mensup
olanlar sadece vatana ihanet suçunda kırbaç cezasına mahkûm edilmekteydiler.
Eklogi’de bu cezanın uygulanmasında sınıfsal farklılıkların giderilmesine çalışıl-
mıştır (Troianos, 1996 s.31).
Saç Kesilmesi
Saçın kesilmesi Bizanslılar açısından küçük düşürücü ve kişinin toplum nezdin-
deki itibarını lekeleyici bir uygulama olarak görülmekteydi. Bu ceza Orta Bizans
döneminde her zaman kırbaç cezası ve çoğu kez de sürgün cezası ile birlikte uy-
gulanmaktadır (Troianos, 1996 s.32).
7. Ünite -Bizans Hukuku 167
Sürgün
Bu ceza kasıtlı olmayan adam öldürme, ya da çocuk düşürtme gibi ağır sayılmayan
suçlar için uygulanan bir cezadır. Roma’da iki tür sürgün cezası vardı. Daha hafif
olan ve relegatio olarak adlandırılan sürgün cezası, hükümlünün belirli bir yerde
zorunlu ikametini gerektiriyordu. Daha ağır olan deportatio ise, suçlunun malvar-
lığının müsaderesi ve vatandaşlık sıfatının kaybı sonucunu doğuruyordu. Erken Bi-
zans döneminde, İustinianos Derlemesinde, her iki sürgün cezası da mevcuttu. Orta
Bizans döneminden sonra sürgün cezası Roma dönemindeki şekliyle özdeş değildir.
Cezanın uygulanması belli bir yere gönderildikten sonra orada ayrıca zorunlu çalış-
ma yükümlülüğü içermiyordu. Önceleri kararı veren yargıç sürgün süresini ve yerini
hiçbir sınırlama olmadan belirleyebilirken Eklogi Kanunnamesiyle yargıcın sınırsız
takdir yetkisine sınırlamalar getirilmiş ve sürgün cezasının yanında servetinin mü-
saderesi yerine kırbaç ya da saç kesme cezası uygulanmıştır (Troianos, 1996 s.33).
sürme hakkına sahip değildi. Köle kadının çocukları da köle statüsündeydi. Köle-
nin hukuki durumundaki her türlü değişiklik ancak efendisinin izniyle mümkün
olabilmekteydi.
Manastır mülkleri içinde bulunan çiftliklerde de çok sayıda köle çalıştırılmak-
taydı. 9. yüzyıl başlarında yaşamış olan Aziz Teodoros Studitis, manastırların köle
bulundurmalarını yasaklamıştı. 13. yüzyılda ise Selanik Piskoposu Efstatios dene-
timi altında bulunan çok sayıda köleyi vasiyetle özgür bırakmıştır.
İsavros hanedanına (717-802) mensup imparatorlar 8. ve 9. yüzyılda köleliği
azaltmak ve feodal düzenin önemli bir unsuru olan toprakla birlikte alınıp satılan
kölelere (serfler- dulopariki) dayanan serflik sistemini ortadan kaldırmaya çalış-
tılarsa da tepkiler nedeniyle bunda başarılı olamadılar (Mihopulos, 2000, s.136).
Toprakla birlikte alınıp satılan kölelere (dulopariki) yani serflere kısaca değin-
mek gerekirse, duloparikos teriminin 10., 11. ve 12. yüzyıllara ait çok sınırlı sayıda
Bizans metninde geçtiği görülmektedir (Oikonomidis, 1983, s.295). Bu metin-
lerde dulopariki (douloparoikoi) ve pariki (paroikoi) ayrımı yapılmaktadır. Du-
loparikos kendine ait olmayan bir toprağa bağlı ve onu işlemekle yükümlü olan
ve toprağın satışı durumunda onunla devredilen özgür olmayan kişidir. Bu sıfat
babadan oğla geçmektedir. Duloparikos ve ailesi ürettikleri ürünün bir bölümünü
efendilerine karşılıksız vermek ve kendilerinden istendiğinde başka şahsi hizmet-
ler de sunmakla yükümlüydüler. Parikos ise kendine ait olmayan toprağı kirala-
mak suretiyle işleyen (yarı) özgür çiftçidir. Ancak zamanla duluparikos teriminde
köle anlamına gelen “dulos” sözcüğü unutuldu ve bu kişilerin toprağa bağlı çiftçi
yani “parikos” özeliği vurgulanır oldu (Oikonomidis, 1983, s.300).
Kaynaklarda 11. yüzyıla kadar tarım işlerinde kölelerin kullanılması uygula-
masından söz edilmektedir (Oikonomidis, 1983, s.298). Sıradan köleler toprak
sahibi efendilerinin evinde ya da ona veya kâhyasına yakın bir yerde ikamet
etmekte ve onun her türlü buyruğunu ve isteğini yerine getirmekle yükümlüy-
düler. Köleler efendilerinin hayvanlarını kullanarak onun topraklarını işlemek-
teydiler. Toprak sahipleri kölelerini genellikle diatiki (bugünkü dilde vasiyetna-
me) denilen belgelerle özgür bırakmakta ve apelefteros adını alan özgürlüğünü
kazanmış bu kölelere bir toprak parçası da tahsis etmekteydiler. Fakat özgür
kılma bazen (örneğin çocuklarını papaz yapma, ya da onları özgür bırakan
efendilerinin mirasçıları için ücret karşılığında çalışmaya devam etmek gibi)
belli yükümlülüklerin yerine getirilmesi şartına da bağlanabiliyordu. Böylece
özgürleşen köleler vatandaş sıfatını kazanmakla birlikte efendilerinin son arzu-
larını yerine getirmek zorundaydılar. Özgürlüğünü kazanmış kölelerin çocukla-
rı ise yasa gereği hiçbir kısıtlama olmaksızın özgür vatandaşlardı (Oikonomidis,
1983, s.299).
Yasa koyucu duloparikosları köle ya da özgürlüğünü kazanmış köleler olarak
gördüğünden Bizans kanunnamelerinde ve edebi nitelikli kaynaklarda bu teri-
me pek rastlanmaz. Bu nedenle 9. yüzyıla ait kaynaklarda onlardan neredeyse hiç
söz edilmezken, 10. yüzyıl kaynaklarında kısmen ve daha çok 11. yüzyıl kaynak-
larında onlardan bahsedilir. Ancak bu tarihte de bu kurum eski niteliğini artık
kaybetmiştir. Toprağa bağlı kölelik olan duloparikia kurumu, Bizans’ta yaygınlık
kazanmamıştır. 10 ila 11. yüzyıllarda yaşanan ekonomik gelişmeler toprak sahibi
muhafazakar bazı manastırlar dışında bu kurumu, Batı’da olduğu gibi Bizans’ta da
ortadan kaldırmıştır. Toprağa bağlı köleler ve özellikle de onların çocukları kısa
süre içinde (yarı) özgür köylüler içinde kaynaşmışlar ve parikoslara yani toprağı
kiralayarak işleyen çiftçilere dönüşmüşlerdir. (Oikonomidis, 1983, s.300, 302).
7. Ünite -Bizans Hukuku 171
Toprağa bağlı köleler dışında genel bir değerlendirme yapılacak olursa tarihi
süreç içinde, imparatorluğa köle girişinin en önemli kaynaklarından biri olan fe-
tih savaşlarının ilerleyen dönemlerde azalması sonucu köle sayısında önemli dü-
şüş yaşandı. Ancak Bizans’ta kölelik hiçbir zaman ortadan kalkmadı. 12. yüzyılda
bile yoksulluk ve çaresizlik yüzünden özgür insanlar köle olarak varlıklı kişilere
sığınmaktaydılar. Ancak imparator I. Manuil’in (1143-1180) yasaklaması sonucu
bu durumun önüne geçilebilmiştir (Mihopulos, 2000 s. 135).
Özet
Bizans hukukunun ortaya çıkışını ve kaynakları- Bizans hukuk sisteminde aile kurumunu tartışa-
1 nı açıklayabilmek. 3 bilmek.
Bizans hukuku, Roma hukukunun devamı ve Medeni hukukun içinde değerlendirilen aile hu-
Ortaçağ boyunca koruyucusu olmakla kalma- kukunda Bizans döneminde kilise etkili olmak
mış uygulayıcısı da olmuştur. 4. yüzyılda kabul istemiştir. Evlenecek çiftlerin kendi rızaları ile
edilen Hristiyanlık, Roma hukukunun Bizans bu işe girişmeleri halinde kızların 12 erkeklerin
hukukuna evrilmesinde etkili olmuştur. Bizans 14 yaşını doldurmuş olmaları gerekirdi. Kan ba-
hukukunun kaynaklarını 5. yüzyıldan 15. yüz- ğıyla ve evlenme sonucu akraba olanlar birbirle-
yıla kadar altı temel hukuk derlemesinde göre- riyle evlenemezlerdi. 9. yüzyıldan sonra evlilik
biliriz. Bunlar; 1) Codex Theodosianus olarak için dini nikâh zorunlu hale getirilmiştir. Evli-
bilinen Teodosios Kanunnameleri (435-438), liğin sona ermesi yani boşanmanın gerçekleş-
2) Codex Justinianus olarak adlandırılan İusti- mesi için ölüm ve kaybolma şartı aranmıyordu.
nianos Kanunnameleri (529-534), 3) III. Leon Tek taraflı iradeyle boşanmaya kısıtlamalar ge-
(717741), döneminde çıkarılan Eklogi 4) I. Va- tirilmiştir. Kilise birinci evliliğe sıcak bakarken
sil (867886) zamanında çıkarılan Epanagogi, 5) ikinci defa evliliğe tahammül gösteriyor, üçüncü
VI. Leon (886912), zamanında çıkarılan Vasi- evliliği şarta bağlıyor, dördüncü kez evliliği ise
lika 6) Konstantinos Armenopulos tarafından kesin olarak yasaklıyordu.
1354 yılında yazılan ve altı kitaptan oluştuğu
için Eksavivlos adını alan ve 1946 yılına kadar Bizans hukukunda suç ve ceza türlerini açıklaya-
Yunanistan’da da uygulanmış olan Yasalar Elki- 4 bilmek.
tabı (Proheiron Nomon) dır. Suçun önlenmesi ve suçluların cezalandırılması
konusunda Bizans döneminde de ceza sistemi
Bizans hukukunun kaynaklarını dönemlere uygulanmıştır. Buradaki amaç suçluyu arındır-
2 göre açıklayabilmek. ma, iyileştirme ve korkutma olarak sayılmıştır.
527 yılında İustinianos dönemine gelinceye Bizans döneminde işlenen suçun türüne göre
kadar Bizans Devleti’ndeki en köklü hukuk uy- cezalar verilmektedir. Örneğin şehirde kasıtlı
gulaması 438 yılında imparator II. Teodosios olarak çıkarılan yangın ve ölümle sonuçlanan
zamanında gerçekleştirilmiştir. Codex Theo- soygun suçlarında ölüm cezası uygulanmıştır.
dosianus denilen çalışmayla Roma döneminde Mala yönelik suçlarda ve bir suç aletinin kul-
76 yılından 306 yılına kadar uygulanmış olan lanılması neticesinde ölümle sonuçlanan yara-
kanunlar bir külliyat halinde toplanmıştır. İus- lanmalarda uzuv kesme cezaları uygulanmıştır.
tinianos döneminde ise 528-534 yılları arasında Ayrıca vatana hıyanet gibi suçlarda kırbaçlama
Corpus Iuris Civilis adlı medeni hukuk derle- ve saç kesme gibi aşağılayıcı cezalar da uygu-
mesi Latince ana metin ve Yunanca özetleriyle lanmıştır. Adam öldürme gibi suçlarda sürgün
birlikte oluşturulmuştur. III. Leon döneminde cezası, servetin müsaderesi gibi cezalar tatbik
seçkiler manasında Eklogi adı ile kısa ve herke- edilmiştir. Hapis cezası yargılama süresi devam
sin anlayabileceği net ifadelerle Yunanca olarak ederken uygulanmış ve sürekli bir ceza olarak
yeni bir yasalar serisi hazırlanmıştır. 9. yüzyılın görülmemiştir. Ordu mensuplarının işlediği
ikinci yarısında I. Vasil döneminde kilisenin et- suçlara yönelik yaptırımlar askeri cezalar kap-
kisinin de görüldüğü Epanagogi adlı yasalar çı- samında değerlendirilmiştir.
karılmıştır. VI. Leon döneminde de 60 kitaptan
oluşan Vasilika Kanunnameleri oluşturulmuş-
tur. 1345 yılında da Yasalar Elkitabı adlı 6 kitap-
tan oluşan medeni hukuk ve ceza hukukuna ait
yasa metinleri sınıflandırılmıştır.
7. Ünite -Bizans Hukuku 173
Kendimizi Sınayalım
1. Aşağıdakilerden hangisi Roma Hukukunun dö- 6. Katolikoi Krites ton Romaion adı altında kurulan
nemlerinden biri değildir? yüksek mahkeme ile ilgili aşağıdaki ifadelerden hangisi
a. Eski Hukuk Dönemi doğrudur?
b. Yeni Hukuk Dönemi a. Erken Bizans döneminde İustinianos tarafından
c. Klasik Hukuk Dönemi kurulmuştur.
d. Klasik Sonrası Hukuk Dönemi b. İmparatorluğun başkent dışındaki toprakların-
e. İustinianos Dönemi da adalet dağıtan yargı organıdır.
c. İmparatoru yargılamaya yetkili tek yüksek
2. Corpus Iuris Civilis olarak da bilinen Medeni Hukuk mahkemeydi.
Derlemesi için aşağıdaki ifadelerden hangisi söylenebilir? d. Geç Bizans döneminde III. Andronikos tarafın-
a. Kilise hukuku ile ilgili düzenlemeler içermek- dan kurulmuştur.
teydi. e. Ceza hukuku alanında yargılama yapan bir yük-
b. İmparatorluğun resmi dili olmasından dolayı sek mahkemeydi.
Yunanca yazılmıştı.
c. Bizzat İustinianos tarafından hazırlanmış bir 7. Şehirlerdeki lonca ve meslek gruplarının çalışma
yasa derlemesidir. kurallarını belirleyen kanun aşağıdakilerden hangisi-
d. İnstitutiones, Codex, Digesta ve Novellae (Nea- dir?
res) olmak üzere dört bölümden oluşur. a. Eparhikon Vivlion
e. Roma imparatorlarının emirnamelerinden olu- b. Eklogi
şan bir derlemedir. c. Corpus Iuris Civilis
d. Vasilika
3. Eklogi adını taşıyan kanunname hangi imparator e. Epanogogi
döneminde çıkarılmıştır?
a. III. Leon 8. Aşağıdakilerden hangisi Bizans hukukunda boşan-
b. II. Teodosios manın şartlarından biri değildir?
c. İustinianos a. Zinadan mahkûmiyet
d. VI. Leon b. Eşlerden birinin canına kastedilmesi
e. II. Vasil c. Kadının manevi şahsiyetinin rencide edilmesi
d. Erkeğin iktidarsızlığı
4. Aşağıdakilerden hangisi Bizans hukukunda evlili- e. Eşlerden birinin yalancı tanıklığı
ğin şartlarından biri değildir?
a. Evlenme yaşını doldurmuş olmak 9. Bizans’ta kölelik kurumu ile ilgili aşağıdaki ifade-
b. Evlenecek şahısların rızası lerden hangisi yanlıştır?
c. Yaşları küçükse aile reisi olan babanın rızası a. İmparatorluğun erken dönemlerinden geç dö-
d. Yasa ile öngörülmüş olan şekli kuralları yerine ge- nemlerine kadar var olmuştur.
tirmek b. 13. yüzyıldan sonra yaygınlaşmıştır.
e. Daha önce başka bir evlilik yapmamış olmak c. Kölelerin ürettiği katma değer efendisine ait sa-
yılmıştır.
5. Sürgün cezası ile ilgili aşağıdaki ifadelerden han- d. Daha çok şehirlerde ev işlerinde, manastırlarda,
gisi yanlıştır? çiftliklerde çalışmışlardır.
a. Bizans hukuk metinlerinde çok sık rastlanan bir e. Köle kadının çocukları da köle statüsündeydi.
cezadır.
b. Sürgüne gönderilen yerde ayrıca zorunlu çalış- 10. Aşağıdakilerden hangisi Yunanistan kurulduktan
ma yükümlülüğü içermiyordu. sonra da kullanılan Bizans yasasıdır?
c. Roma’da relegatio ve deportatio olmak üzere iki a. Institutiones
tür sürgün cezası vardı. b. Eklogi
d. Eklogi Kanunnamesiyle sürgün cezası konu- c. Eksavivlos
sunda yargıca sınırsız takdir yetkisi verildi. d. Novellae ya da Neares
e. İustinianos Derlemesi sırasında iki tür sürgün e. Codex
cezası mevcuttu.
174 Bizans Tarihi
Sıra Sizde 5
Bizans hukukunda işlenen suç türüne göre ölüm ceza-
sı, köleleştirme gibi ağır cezaların yanı sıra uzuv kesme,
kırbaçlama, saç kesme gibi bedensel cezalar da görülü-
yordu. Ayrıca sürgün, hürriyeti bağlayıcı cezalar, mala
yönelik cezalar ve askeri sınıf için askeri cezalar da Bi-
zans hukuku içinde yer alıyordu.
Sıra Sizde 6
Hristiyanlık dininin köleliğe sıcak bakmamasına rağ-
men Roma’dan devraldığı hukuk geleneği ile Bizans
yasalarında kölelik kurumu varlığını 4. yüzyıldan 12.
yüzyılın sonuna kadar korumuştur.
7. Ünite -Bizans Hukuku 175
Yararlanılan Kaynaklar
Baskıcı, M. M., (2009). Bizans Döneminde Anadolu,
İktisadi ve Sosyal Yapı (9001261), Phoenix yayınevi,
Ankara.
Çelebican-Karadeniz, Ö. (1986). Roma Hukuku,
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları,
Ankara.
Kolyas, T., (2001). “Ta Stratiotika Englimata Kata tus
Bizantinus Hronous” Englima ke Timoria. s.295-
316.
Mihopulos, S., (2000). Bizantio, Autokratores Kliros ke
Ellinismos, Nea Thesis Yayınları, Atina.
Oikonomidis, N., (1983). “İ Bizantini Dulopariki”
Byzantina Symmeikta 5, s.295-302.
Tahiroğlu, B., Erdoğmuş B., (2009). Roma Hukuku
Dersleri, Der Yayınları, İstanbul.
Troianos, S., Velisaropoulou Karakosta, (2002). İstoria
Dikeu, Sakkula Yayınları, Atina Komotini.
Troianos, S. (1999). İ Piges tu Bizantinu Dikeu, Sakkula
Yayınları, Atina Komotini.
Troianos, S. (1996). Kefalea Bizantinu Piniku Dikeu,
Sakkula Yayınları, AtinaKomotini.
8
BİZANS TARİHİ
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Bizans Devleti’nin siyasi kurumlarını açıklayabilecek;
Bizans Devleti’nin merkezi yönetim teşkilatını açıklayabilecek;
Bizans Devleti’nin taşra teşkilatını tartışabilecek;
Bizans eğitim sistemini açıklayabileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• İmparator’un Maiyeti • Adalet Teşkilatı
• Saray Görevlileri ve Unvanları • Mali Kurumlar
• Senato • Ordu Örgütlenmesi
• Dimoslar (Örgütlü Toplumsal • Taşra Teşkilatı
Gruplar) • Manastırlar
• Kilise • Eğitim Kurumları
• Merkezi Yönetim
İçindekiler
Unvanlar çoğu kez daha önceki önemini yitirmiş ve içi boş bir unvana dönüş- Nobelisimos: Daha çok
imparator çocuklarının
müş eski memuriyet adlarıydı. 889 yılında yayımlanan bir eserde sarayda verile- kullandığı bir unvandır.
cek ziyafetlerde memurların ve saray ileri gelenlerinin unvanları sıralanmaktadır. Derece olarak sezar’dan düşük
Eserde on sekiz makam gösterilmektedir. Bu unvanlar arasındaki sıralamada ilk kuropalatis’ten büyüktür.
Kaynaklarda yeşil ve kırmızı
sırayı Sezar (Kayzer) Nobelisimos ve Kuropolatis almaktadır (The Oxford Dic- renkte pelerin giydikleri
tionary of Byzantium, 1991, s. 1489-90). Bu üç unvanla birlikte kadınlara verilen ve taç taktıkları bildirilen
nobelisimosların imparator
patrikia zosti unvanı sadece hanedan mensuplarına veriliyordu. çocukları olmaları dışında ne iş
Sezar unvanı hanedandan bir prense, kral naibine ya da tahta geçme ihtimali yaptıkları söylenmemektedir.
Ancak 11. yüzyıldan sonra
olan varislere mahsus bir unvandı. Nobelisimos unvanı sezar’ın altında yer alı- nobelisimos unvanı yüksek
yordu. Bu unvanın bir işareti olarak kırmızı gömlek, kolsuz manto ve kemer ile derecedeki generaller için
kullanılmıştır. I. Aleksios
hediye edilen Kuropalatis unvanı, 6. yüzyılda saray muhafız kumandanına aitken Komninos imparator olmadan
9. yüzyılda şeref unvanı olmuş ve önceleri sadece imparatorluk ailesine mahsus önce nobelisimos unvanını
bir unvanken 10. yüzyıldan itibaren Gürcistan krallarına da bu unvan verilmeye kullanıyordu.
başlanmıştır. Patrikia zosti sadece kadınlara mahsus bir unvandı. İmparatoriçenin Kuropolatis: Kelime manası
yakın arkadaşlarına veriliyordu. Bu paye kemer manasına gelen Zosti’nin hediye saray işlerinden sorumlu kişi
demektir.
olarak tevcihinden sonra kullanılıyordu. Bu unvanı kullananlar arasında impara-
torun kayınvalidesi de yer alıyordu (Herrin, 2010, s. 241).
Hanedan mensuplarına verilen bu dört unvanı takip eden unvanlar arasında
Magistros unvanı 8. yüzyıla kadar kullanılmıştır. Bu unvan Bizans’a Magister Of-
ficiorum adı altında Roma imparatorluğundan geçmiştir. Bu göreve atanan kişiye
makamın bir işareti olarak beyaz altın süslemeli gömlek, kolsuz manto ve kemer
hediye edilmektedir. İmparatorun başta gelen bakanı ve yakın çalışma arkada-
şı idi. 10. yüzyıldan sonra sadece bir şeref unvanı olarak kalmışken 12. yüzyılda
Protomagistros adı ile imparatora yakınlığı gösteren içi boş bir unvan olarak kul-
lanılmıştır (Haldon, 2007, s. 271-72).
Magistor unvanını takip eden altıncı makam ise eski Roma unvanı olan
prokonsül’ün yerine eyaletlerin valisi manasında Antipatos unvanıdır. Bu göreve
atanan kişiye erguvani renkli tablet hediye edilirdi. Tema sisteminin oluşturulma-
sından 9. yüzyıla kadar varlığını korumuştur. 11. yüzyıldan sonra protantipatos
adını alarak 12. yüzyılda kullanılmaz olmuştur. Bu makamı izleyen Patrikios un-
vanı yedinci sıradaydı. I. Konstantinos tarafından bir şeref unvanı olarak veril-
meye başlanmıştır. Bu makama atanan kişiye makamın önemini belirten fildişi
yazmalı tablet hediye edilirdi. Başlangıçta yüksek rütbeli memurlara, hadımlara
ve yabancı devlet adamlarına verilen bu unvan 8. ve 10. yüzyıllar arasında önemli
valilere ve generallere tevcih edilmiş ve 12. yüzyıldan sonra ortadan kalkmıştır
(The Oxford Dictionary of Byzantium, 1991, s. 1600).
Erken dönemde senato üyelerine verilen sekizinci sıradaki Protospatarios un-
vanı, 10. yüzyıla kadar temalardaki görev yapan generallere de tevcih edilmiştir. Bu
göreve atanan kişiye mücevherli altın bilezik hediye edilirdi. Sarayda 10. yüzyılda
bu unvanı kullanan “sakallılar” ve “hadımlar” adlı iki gruba rastlanır. Protospatari-
os sarayda verilen ziyafetlerin idaresi ve davetlilerin karşılanmasından sorumluy-
du. Dokuzuncu sıradaki Disipatos unvanı ise 9. yüzyıldan itibaren kullanılmıştır.
11. yüzyılda hâkimlere verilen bir unvan olarak karşımıza çıkar. Göreve atanan
kişiye imparatorluk diploması layık görülürdü. Onuncu sıradaki Spatarokandida-
tos unvanı kılıç taşıyıcısı manasındaki Spatarios unvanı ile beyaz üniforma giy-
miş saray muhafızı teğmen rütbelerinin birleşmesinden oluşur. 9. yüzyıldan son-
ra görülmeye başlar. Görevinin bir işareti olarak makama atanan kişiye altın bir
zincir hediye edilirdi. Saray teşkilatının dışında noter ve küçük dereceli yargıçlar
için de kullanılmıştır. 1094’ten sonra kullanılmaz olmuştur. On birinci sıradaki
180 Bizans Tarihi
kılıç taşıyıcısı manasına gelen Spatarios unvanı daha çok saray muhafızlarına ve-
rilirdi. Spatarios makamına atanan kişiye altın saplı bir kılıç hediye edilirdi. On
ikinci sıradaki beyaz manasına gelen Kandidatos unvanı beyaz uniforma giyen ve
imparatorluk muhafızlığı yapan birimin üyeleri için kullanılmıştır. 350’den sonra
bir unvan olarak kullanılmaya başlamıştır. Bu göreve atanırken makamını belir-
ten altın bir zincir hediye edilirdi. I. İustinianos kariyerine kandidatos unvanıyla
başlamıştır. Hem sivil hem de askeri bir unvan olan teğmen rütbesiyle ilgili olarak
kullanılmış olan kandidatos unvanı 11. yüzyıldan sonra kaybolmuştur. On üçüncü
sıradaki ipatos, konsül kelimesinin Yunanca karşılığıdır. 6. yüzyıldan sonra şeref
unvanı olarak kullanılmıştır. İpatos görevine atanan kişiye bir diploma hediye edi-
lirdi. Çoğu zaman bürokrat ve maliye memurları için kullanılmış olsa da zaman
zaman askerler için de kullanılmıştır. 1111 yılından sonra bu unvan kaybolmuştur.
Strator, imparatorluk sarayında ve eyalet yönetiminde kullanılan şeref unvan-
larındandır ve 9. yüzyılın sonunda saray görevlileri arasında on dördüncü sırayı
almaktadır. Bu göreve atanmanın bir alameti olarak görev verilen kişiye altın mü-
cevherli kırbaç verilirdi. Ahırların ve atların bakımından sorumlu olan demektir.
Strator daha çok saraydaki mirahor için kullanılmış bir unvan olarak dikkat çek-
mektedir. On beşinci sırada kırmızı bir asa tevcih edildikten sonra atanan Man-
dator vardır. Özel misyonlar için daha çok imparatorun özel ulağı ve elçisi olarak
görevlendirilen memur manasına gelen mandator unvanı hem sivil görevliler için
hem de yüksek askeri bir unvan olarak kullanılmıştır. İlk defa 9. yüzyılda kullanıl-
mıştır. Daha sonra bu unvan yerini çavuş rütbesine bırakmıştır. On altıncı sıradaki
vestitor unvanı, imparatorun gardırobundan sorumlu olan memurlar için kullanıl-
mıştır. Göreve atanırken bir broş hediye edilirdi. On yedinci sırada silentiarios ma-
kamı vardır. Bu göreve altın bir asa hediye edilerek atanırdı. Sarayın düzeninden
ve sessizliğinden sorumlu olan kişiydi. Ayrıca sarayın onarımından ve arızalarının
bakımından da sorumluydu. Sonuncu makam bir diploma hediye edilerek verilen
stratilatistir (Bury, 1911, s. 22). Bu unvan doğu ve batı ordularının komutanı olarak
kullanılmıştır. Ayrıca seçkin sahra ordu birimi olan tagmanın komutanları için de
bu unvan kullanılmıştır (The Oxford Dictionary of Byzantium, 1991, s. 623).
Senato
Senato, Roma’daki yapısına uygun olarak Konstantinos tarafından yeni başkent
İstanbul’da da oluşturuldu. İlk başlarda sembolik bir nitelik taşıyan senato zaman
içinde imparatorların bahşettiği yetkilerle güçlendi. Senato, 5. yüzyıl ortalarında
devletin işleyişinde önemli bir unsur oldu. MS. 450 yılından başlayarak senato,
boşalan tahta yeni imparator seçiminde yetkiliydi. Vatana ihanet suçu olarak ka-
bul edilen tahtı zorla ele geçirmeye yönelik suçlarda yargılama makamı olarak gö-
rev yapmaktaydı. İustinianos döneminde senato, merkeziyetçi yönetim anlayışı-
nın bir gereği olarak önemini yitirdi. Ancak izleyen dönemde senato yeniden güç
kazandı. 7. yüzyıl sonlarında askeri unsurun, iktidar denkleminde güçlenmesine
paralel olarak, kilisenin sivil yönetimle ilgili konulara artan bir ivmeyle müdahil
olması sonucunda senato yetkilerinin büyük bir kısmını kaybetti. Ancak siyaset
sahnesinden tamamen kaybolmadı. İmparator VI. Leon 9. yüzyıl sonlarında se-
natonun tüm yetkilerini kaldırdı (İstoria tu Elliniku Etnous, VIII. c., s. 156). İm-
paratorluk kurumunun, sürekli bir tehdit olarak gördüğü aristokrasinin etkisini
azaltma çabalarının bir sonucu olarak 11. yüzyıl ortalarında halktan insanlara da
senato üyesi olma imtiyazı tanınınca senato işlevini yitirdi.
Kilise
İmparatorluk kurumunun mutlakiyetçi yapısını yumuşatan kurumlardan birisi de
kiliseydi. Çok erken dönemden başlayarak, imparatorun çıkardığı emirnamelerin
değerlendirilmesinde bu yasal düzenlemelerin ilahi hukukla uyumlu olması bir kri-
ter olarak karşımıza çıkmaktadır. İmparatorların icraatları ve kamusal yaşamı ilgi-
lendirdiği ölçüde özel yaşantıları da sık sık kilisenin eleştirilerinden payına düşeni
almıştır. Hıristiyanlığın resmi din olarak kabulü ile birlikte kilise devlet idaresinin
182 Bizans Tarihi
önemli bir unsuru haline gelmiş ve ruhban sınıfı siyaset sahnesinde daha etkin bir
şekilde yer almaya başlamıştır. Kilise mevzuatı mensuplarına sivil idarenin faali-
yetleri içinde yer almayı kesin bir şekilde yasaklasa da, Bizans’ta bu yasağın ihla-
li istisna olacağı yerde, her dereceden din adamlarının siyasete yoğun bir şekilde
bulaşması sonucu kural haline gelmiştir. Yaşı küçük olan imparatorun velayetini
Patrik’in üstlendiği, önemli sayılabilecek sivil görevlere zaman zaman din görevlile-
rinin atandığı düşünülecek olursa, kilise’nin Bizans’ta siyasetin ve sivil idarenin pek
de uzağında durmadığı anlaşılır. Kilise ile sivil idarenin yani imparatorluk kuru-
munun ilişkileri inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir, öneminden dolayı bu konu ayrı bir
başlık altında ele alınacaktır (Troianos,-Velissaropoulou, 2002, s. 237).
Ordu
Ordu 5. yüzyıl ortalarına kadar, yeni imparatoru seçme hakkına sahipti. Ordu, tah-
ta geçecek kişinin imparator (augustus) ilan edildiği tören sırasında iktidarı impa-
ratora teslim ediyordu. Daha sonra imparatoru seçme yetkisinin senatoya geçme-
si ve dimosların etkinliğinin artmasıyla, ordunun yönetimdeki ağırlığı zayıfladı.
Ordunun paralı askerlerden oluşması sonucu, imparatorluğun idaresinin yabancı
kökenli ordu komutanlarının eline geçeceği endişesi de imparatorluk içinde birbi-
riyle çatışan güç odaklarını senato etrafında birleştirdi. Bu gelişme ordunun yöne-
timdeki etkisini azaltan bir faktör oldu (İstoria tu Elliniku Etnus, VII. c., s. 265).
Ordu orta Bizans döneminde yönetim alanındaki eski etkinliğini yeniden elde
etti. İdari alanda yapılan yeni düzenlemeler sonucu imparatorluk tema olarak ad-
landırılan geniş idari bölgelere bölündü. Bunun sonucu tema kumandanı olan
generaller geniş yetkilere sahip olarak büyük askeri ve siyasi güç kazandılar. Bu
dönemde ordu paralı askerlerden değil yerli halktan askere alınan kişilerden oluş-
maktaydı. Ordunun etkinliğinin artmasına bağlı olarak orta Bizans döneminde,
ordu saflarından gelen yetenekli pek çok general imparatorluk makamına kadar
yükseldi. İzleyen yeni düzenlemeler sonucu temaların daha küçük bölgelere bö-
lünmesinin ardından yerel komutanların imparator olma ihtimali de azaldı. 11.
yüzyıla gelindiğinde temalarda yönetsel yetkiler sivil ve askeri idareciler arasında
paylaştırıldı. Kuzey ile doğu sınırlarının kalıcı hale gelmesinin halkta güvenlik
konusundaki endişeleri ortadan kaldırması sonucunda, o güne kadar kamusal
yaşamın önemli bir unsuru olagelmiş ordunun etkinliği büyük ölçüde azaldı
(Troianos,-Velissaropoulou, 2002, s. 236).
asayiş, şehrin iaşesinin temini onun görev alanına giren konular olup şehrin tica-
ret ve üretim dâhil, bütün ekonomik hayatı onun denetimi altındaydı. Daha sonra
eparhos’a yargısal yetkiler de verildi (İstoria tu Elliniku Etnus, VII. c., s. 268; Baskıcı,
2009, s. 84).
Konstantinos, merkezi idareyi takviye etmek amacıyla, erken dönem Bizans
tarihinde imparatorluk ailesinin dışında herhangi birinin gelebileceği en üst ma-
kam olan magister officiorum kadrosunu 320 yılında oluşturdu. Bütün eyaletlerin
(praefectura) yönetimi, devletin güvenlikle ilgili hizmetleri, imparatorun şahsi gü-
venliği, saray törenlerinin düzenlenmesi, yabancı elçi heyetlerinin kabulü, posta
hizmetleri gibi işler magister officiorum’a bağlı olarak çalışan kalabalık bir sivil
memur grubu tarafından yürütülüyordu. Magister officiorum, görevinin önemi ve
sorumluluklarının çok olması sebebiyle imparatorla her gün görüşüyordu. Böyle-
ce 4. yüzyıldan başlayarak 6. yüzyıla kadar merkezi idarenin en önemli üst düzey
görevlisi oldu.
Bu makamların dışında hukuk işlerinden, kanunların ve emirnamelerin hazır-
lanmasından sorumlu questor sacri palatii denilen adalet bakanlığı oluşturuldu.
Darphane ve madenlerin denetimi, nakdi vergilerin toplanması ve devlet görev-
lilerinin ücretlerinin ödenmesinden sorumlu comes sacrarum largitiorum olarak
adlandırılan maliye bakanlığı meydana getirildi. İmparatorun özel hazinesinden
sorumlu comes rerum privatorum denilen bir makam da ihdas edildi. Bu makam-
ların başındaki kişilerin bugünkü bakanlara denk düşen görevleri de vardı. Sivil
idarenin diğer görevlileri arasında, imparatorun arşivinden sorumlu protosekre-
tis, imparatorun özel ve gizli mektuplarını yazan ve mistikos olarak adlandırılan
özel kalemi, posta hizmetleri ve yabancı elçilere verilen hediyelerden sorumlu tu
dromu olarak isimlendirilen memuru, 9. yüzyıldan önce saraya bağlı olan sonra
Patrikhaneye bağlanan İstanbul’daki büyük yetimhaneden sorumlu orfanotrofos
adlı memuru ile sarayın muhafız kuvvetleri komutanı olan ve protostrator olarak
adlandırılan memuru gelmektedir (Baskıcı, 2009, s. 85, 178).
Adalet Teşkilatı
Dioklitianos (284-305) zamanında devlet kurumlarının yeniden yapılandırılması,
erken Bizans döneminde adalet teşkilatının şekillenmesinde ve adaletin dağıtıl-
masına doğrudan etki etmiştir. Bu dönemdeki yapılanma sonucunda yargı yetkisi
tamamen imparatora geçmiştir. İmparator sadece yargıçları atamakla kalmıyor
kendisi de en üst yargı mercii olarak imparatorluk mahkemesinde yargılama yapı-
yordu. Erken Bizans döneminde, adaletle ilgili konularda gerektiğinde yargı merci
olarak da imparatora yardımcı olan ve günümüzde adalet bakanına eşdeğer olan
quaestor unvanlı sivil görevli vardı.
Bizans devletinin başkenti İstanbul olduktan sonra en üst yargı makamı İstan-
bul valisi olan prokonsül oldu. 4. yüzyıl ortalarından sonra bu makamdaki görev-
linin adı şehir eparhos’u (praefectus urbi) olmuştur. Yargı yetkisi kişiler arasındaki
anlaşmazlıkların tümünü kapsamaktadır. Aynı yetkilerle donatılmış bir başka yar-
gıç grubunu da geçmişi Roma’ya dayanan ve askeri yoklama yapmaya da yetkili
olan praetorlar oluşturmaktadır. Geceleri kent güvenliğinden sorumlu olan ve gece
amiri manasında nikteparhoslar da (praefectus vigilum) doğrudan yargılama yet-
kisine sahip olmasa da yetki devri ile yargılama yapabilmektedir. İustinianos’un bir
emirnamesiyle (Neara n.80) oluşturulan quaesitor adlı merci ise başkentte yaşa-
yan yabancıların yargı işlerine bakmaktadır. Şehir eparhosu, nikteparhos’un yardı-
mıyla ceza davalarına da bakmaktadır. Daha sonra oluşturulan dimoslar praetoru
184 Bizans Tarihi
yargıçtan oluşan Katolikoi Krites ton Romaion adı altında bir yüksek mahkeme
kurmuştur. Mahkeme sivillerin medeni hukuk ve ceza hukuku ile ilgili davalarının
tümüne bakmaya yetkiliydi. İmparator II. Manuil Paleologos ise 1398 yılında çı-
kardığı bir emirnameyle bu mahkemenin işleyişi ve uyması gereken usullerle ilgili
bazı kurallar koymuştur. Bu yargı kurumu İstanbul’un fethine kadar varlığını sür-
dürmüş ve alt düzeyde vilayetlerde de örgütlenmiştir.
Bizans imparatorluğu adalet sistemi içinde kilise mahkemelerine de önemi
dolayısıyla kısaca değinmek gerekir. Kilise mahkemeleri, kilise ile ilgili belli bir
konuda yargılama yapmak için kurulan olağanüstü mahkemeler (sinod mahke-
meleri) ve olağan mahkemeler olmak üzere iki gruba ayrılırdı.
Olağan kilise mahkemeleri piskoposluk, metropolitlik ve patrikhane mahke-
meleri olmak üzere üçe ayrılırdı. Piskoposluk mahkemelerinde yargılamayı pisko-
pos yapardı. Oy hakkı sadece onda vardı. Ancak piskoposa yargılamada bölgesi-
nin diğer din görevlileri yardımcı olurdu. Metropolitlik mahkemesine metropolit
başkanlık ederdi. İl’in (eparhia) tüm piskoposları mahkemenin asli üyesiydi. Pat-
rikhane mahkemesine ise patrik başkanlık eder ve patrikhane konseyi mahkeme
heyetini oluştururdu. Patrikhane mahkemesi sadece ruhban sınıfı mensuplarının
davalarına değil sivil halkın davalarına da bakardı.
Aile ve miras hukuku ile ilgili konulardaki yargılamalar imparator I. Aleksios
döneminde, kilise mahkemelerinin ve yüksek yargı mercii olarak patrikhane mah-
kemesinin yetkisine bırakılmıştı. 1329 yılında yukarıda sözü edilen sivil yüksek
mahkeme kurulana kadar ruhban sınıfından olmayan sivillerin aile ve miras huku-
ku dışındaki davalarına yetki alanına girmese de patrikhane mahkemesi bakıyordu.
Ancak sivil yüksek mahkeme kurulduktan sonra da yetki alanlarını belirleyen bir
mevzuatın olmaması nedeniyle sivil mahkemelere ait davalar patrikhane mahke-
mesinde de görülmeye devam etti. İş yükünü hafiflettiği için bu konu imparatorları
rahatsız etmemiş ve buna göz yumulmuştur (İstoria tu Elliniku Etnus, c. IX. s. 345).
Mali Kurumlar
Bizans devletinde mali kurumlardan söz ederken bu kurumların salt mali konu-
larla ilgilenmediklerini, örneğin posta ve levazım hizmetleri gibi konularda da
yetkili olduklarını hatırlatmak gerekir. Bu başlık altında mali kurumlar devletin
gücünün zirvesinde olduğu orta Bizans dönemindeki yapılanma göz önüne alına-
rak incelenmektedir.
7. yüzyılda girişilen idari reformlar sonucunda imparatora doğrudan bağlı
olan logotesia adı altında (günümüzdeki bakanlıklara benzer) bir dizi merkezi
hizmet birimi oluşturuldu. Sekreta olarak da anılan bu dairelerde konumuz açı-
sından bizi ilgilendiren ve maliye defterlerinin kayıtlarını tutan hartularios (char-
tularios) ve notarios adında memurlar görev yapmaktadırlar. Mali konularda en
üst düzeydeki memur devlet maliyesinin en üst düzeydeki denetleyici olan “va-
silikos sakellarios’tur”. Sekreta ya da logotesia olarak adlandırılan diğer idari bi-
rimlerde bir notarios tarafından temsil edilmekte ve kendisine harcamalarla ilgi
rapor verilmektedir.
Logotetis tu geniku adlı memur her vilayetteki (eparhia) temsilcileri aracılığıy- Logotetis tu geniku: Bizans
la tahta ve devlet kurumlarına ait arazi dışındaki imparatorluk emlakının kaydını devletinde maliyeden sorumlu
üst düzey görevli.
tutmakta ve ilgili arazi vergilerinin tespiti ve tahsilinden sorumluydu. Logotetis tu
stratiotiku askere alma işleri ve ordu mensuplarının ücretlerinin ödenmesinden
ve askeri mülklerin kayıtlarının tutulmasından mesuldü. Ona bağlı memurlar im-
paratorluk çapında tüm vilayetlerde ordu birliklerinde sayım yapmakta askerlerin
186 Bizans Tarihi
Ordu Örgütlenmesi
Dioklitianos, 3. yüzyılın sonunda, orduyu yeniden yapılandırdı. İmparatorluk sı-
nırlarının genişliği ve yedek sınır birliklerinin olmayışı, dış saldırılara zamanında
karşı koymayı olanaksız kılıyordu. Bu nedenle Dioklitianos sınır birlikleri olan
limitanei ve düzenli ordu birlikleri olan comitatensis’i oluşturdu. Sınır birlikleri
devletten aldıkları arazilere karşılık saldırı anında sınırların güvenliğini sağla-
makla yükümlüydüler ve bu arazilerden elde ettikleri gelirle geçiniyorlardı. Bu
kurum erken Bizans dönemi boyunca korundu. Ancak 5. yüzyılının ikinci yarı-
sından sonra önemini kaybetti.
Kaleler ve sınır bölgelerindeki müstahkem şehirler, savunmayı kolaylaştır-
maktaydı. İmparatorluk içlerinde stratejik önemde olan yerlere maiyet birlikle-
ri (exercitus comitatensis) konuşlandırılmıştı. Bu birlikler, ihtiyaç halinde tehdit
altındaki bölgelere sevk edilmekteydi. Böylece savunma güçlenmiş ve esneklik
kazanmıştı. Paralı askerlerden oluşan muhafız gücü, taht kavgalarına karışmaya
eğilimli olması nedeniyle Dioklitianos zamanında atıl bırakıldı. Konstantinos dö-
neminde ise dağıtıldı (İstoria tu Elliniku Etnus VII. c. s. 270, Baskıcı, 2009 s. 86).
Erken Dönemde Bizans ordusunun çoğunluğunu, imparatorluk sınırlarının
dışından gelen paralı yabancı askerler ile imparatorluk tebaasından olan ve savaş-
İllirya: Başta Arnavutluk çılıklarıyla ünlü İlliryalılar oluşturmaktaydı. Paralı askerlerin temin edilmesinde
olmak üzere Balkan
Yarımadası’nın Adriyatik çekilen sıkıntı, disiplin konusunda sorun çıkarmaları gibi nedenlerden dolayı im-
kıyılarında yer alan batı parator Heraklios yerli unsurlardan oluşan bir ordu oluşturma yoluna gitti.
bölümünün adıdır. Bizans devleti 7-11. yüzyıllar arasında ağırlıklı olarak askeri nitelikli bir yöne-
tim modeline sahipti. Eyalet (iparhia) yönetim teşkilatı ile ordu kurumu adeta bü-
tünleşmişti. Eyalet yönetiminin başındaki idareci aynı zamanda eyaletteki askeri
gücün de komutanıydı (Baskıcı, 2009. s. 115).
Orta Bizans döneminde iki farklı askeri tipte örgütlenmiş birlik karşımıza çık-
maktadır. Bunlardan birincisi, taşra teşkilatında aşağıda değinilecek olan temalar
bünyesinde oluşturulan ve toprağa bağlı köylü askerlerden oluşan tema birlikle-
ridir (tematiki). İkincisi ise başkentte saray muhafız güçlerinden daimi düzenli
orduya dönüşmüş olan, profesyonel askerlerden oluşan ve tabur manasına gelen
8. Ünite - Bizans Devlet Yapısı ve Eğitim Sistemi 187
tagma adlı birliklerdi (tagmatiki). Kuruluşları 8. yüzyıla dayanan tagma adlı birlik-
ler paralı askerlerden oluşan çok iyi eğitimli, donanımlı, süvari birlikleriydi. Tagma
adlı birlikler birbirinden bağımsızdı ve doğrudan imparatora bağlıydılar.
11. yüzyılda yabancı paralı askerlerin sayısı artarak Bizans ordusunun ana
savunma gücünü oluşturmuşlardır. 10. yüzyıl ortalarından itibaren yeni bir sa-
vunma sistemi uygulamaya sokulmuş ve paralı askerlerden oluşan tagmalar sınır
bölgelerine kaydırılmıştı. 11. yüzyıldan itibaren İstanbul güvenli addedildiğinden
başkent artık kalabalık bir askeri güç tarafından korunmamıştır. Sadece Malazgirt
savaşından sonra (1071), Bizans ordusu içindeki paralı askerlerin etkisini denge-
lemek üzere İstanbul’da, Anadolu’dan gelen mülteci Bizanslılardan oluşan ölüm-
süzler (athanati) tagması oluşturulmuştur.
9. yüzyıla kadar kara ordusunun başında imparator dışında genel bir komutan
bulunmamaktadır. 10. yüzyılda toprakların genişlemesiyle ordunun komutasının
bölünmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır. II. Romanos’un (959-963) imparatorluğu dö-
neminden başlayarak ordunun komutasının doğu ve batı olarak ikiye bölündüğü
görülür. Doğu ordusunun sorumluluk alanı Anadolu’yu, batı ordusunun sorum-
luluk alanı ise Balkanları içine alıyordu. 11 yüzyılda doğu ordusunun komutanı
“megas domestikos” unvanını taşır ve ordunun başkomutanı durumundadır.
10. yüzyıla kadar Bizans ordusunun ana unsurunu süvari birlikleri teşkil et-
mektedir. Ağır silahlı süvari birlikleri oluşturulurken bu dönemde piyade unsur-
ları da geliştirilmiştir. Sınır bölgelerindeki tema birlikleri önemli oranda piyade-
lerden oluşmaktadır. Anadolu tema ordularının 10. yüzyılda toplam mevcudunun
70.000 kişinin üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. 11. yüzyılda, tema sözcüğü
eyalet ordusunun birlikleri anlamında kullanılmaz oldu. Bizans ordu kurumu-
nun yapısal değişim geçirmesi sonucu, yerli unsurlardan oluşan askeri kuvvet-
lerin temel unsurunu kendilerine büyükçe araziler tahsis edilen pronoia sahip- Pronoia: Hizmet karşılığında
leri oluşturdu. 12. yüzyıldan itibaren Bizans ordusunun ağırlığını paralı askerler tahsis edilen devlet arazileri.
Pronoia kurumu Komninos
oluşturmaya başladı. Bu paralı askerler arasında Uz, Peçenek, Kuman gibi Türk hanedanı tarafından ihdas
asıllılar olduğu gibi Varanglar adı altında İskandinavyalılar ve İngiltere’den gelen edilmiş olup devletin maaş
ödeyecek bir mekanizmasının
Normandiyalılar da mevcuttu. 13. yüzyıla gelindiğinde ordunun tamamı nere- bulunmaması nedeniyle
deyse yabancı paralı askerlerden oluşmaktaydı. Bu durum imparatorluğun son devlet arazilerinin ve bunlara
ait gelirin özellikle askeri
bulduğu tarihe kadar değişmedi (Baskıcı 2009, s. 122, 139, 143). hizmet ve yükümlülükler
Bizans imparatorluğunun deniz gücüne bakıldığında, 7. yüzyıla kadar de- karşılığında tahsis edilmesi
niz kuvvetleri ve donanma yeterince gelişmiş değildi. Çünkü Akdeniz özellikle şeklinde uygulanmaktaydı.
İustinianos’un yürüttüğü savaşlardan sonra adeta bir Bizans gölü haline gelmişti.
Müslüman Arapların ortaya çıkmasıyla durum değişti. Akdeniz’in kontrolü için
çok büyük bir mücadele verildi. 655 yılında Müslüman Araplar deniz savaşında Bi-
zans donanmasını mağlup etti ve ardından 7. yüzyıl sonlarına doğru yeniden güçlü
bir donanma kuruldu. Ancak donanmanın isyanlara katılması sebebiyle donanma
kara ordusunda olduğu gibi İstanbul donanması ve taşra donanması olmak üzere
ikiye bölündü. Arapların geri çekilmesi ve doğu Akdeniz’de Girit (961) ve Kıbrıs’ın
(965) yeniden geri alınmasıyla Bizans hâkimiyetinin sahil şeridinde yeniden tesis
edilmesinin ardından donanmaya eskisi kadar ihtiyaç duyulmadı (İstoria tu Elli-
niku Etnus VIII. c. s. 166-167). Geç Bizans döneminde ise 1285 yılında imparator
II. Andronikos Paleologos tarafından devlet gelirlerinde tasarruf gerekçesiyle 80
gemiden oluşan Bizans donanması kızağa çekilmiş daha sonra da yok edilmiştir.
Bu durum sadece deniz ticareti açısından değil donanma bakımından da Cene-
viz ve Venedik gibi İtalyan şehir devletlerine bağımlılığı getirmiştir. Bunun üzerine
1332 yılında III. Andronikos Paleologos tarafından 10 gemiden meydana gelen bir
donanma oluşturulmuştur (The Oxford Dictionary of Byzantine, 1991, s. 94-95).
188
Tablo 8.1
1081 – 1204 Yılları Arasında Bizans Devlet Teşkilatı
‹mparator
Bizans Tarihi
‹mparatorun Muhasebeciler
Mülkünün ve Hapishane
‹mparatorun Müdürü
Muhasebecisi Kâhyalar eflyalar›n›n
sorumlusu
Kamu Ulaflt›rma ve
Mülkleri Haberleflme
Muhasibi Müdürü
Arz Daire
Baflkan›
Hazinedar
Bafl Çuhadar
Kilerci Bafl›
Çaflnigir Bafl›
Kaynak: John Haldon, (2008), “Structures and Administration”, The Oxford Handbook of Byzantine Studies, Oxford Universty Press, s. 550’deki tablodan
yararlanılarak Levent KAYAPINAR ve Onur KABAK tarafından hazırlanmıştır.
8. Ünite - Bizans Devlet Yapısı ve Eğitim Sistemi 189
Patrikhaneler-Metropolitlikler-Piskoposluklar-Mahalli
Kiliseler
Erken dönemde gerçekleştirilen idari reform sonucu imparatorluk topraklarının
100 il’e (eparhia) bölündüğü bu sayının daha sonra 120’ye çıkarıldığından yuka-
rıda söz edildi. Oluşturulan bu sivil idari birimler aynı zamanda kilisenin örgüt-
lenmesine de temel oluşturdu. Kilisenin imparatorluk çapındaki idari bölgeleri bu
şekilde teşkilatlandırıldı. Sivil idarenin taşradaki en küçük yönetim birimi olan
il’in (eparhia) merkezi aynı zamanda o bölgenin din işlerinin yürütüldüğü epis-
kopi denilen piskoposluk merkezi oldu. Diikisi olarak adlandırılan sancağın mer-
kezinde ikamet eden ve başkent (anakent) anlamına gelen metropoldeki piskopos
ise mitropolit olarak adlandırıldı. Mitropolit olarak adlandırılan sancak merke-
zindeki bu piskopos, sancağa bağlı diğer illerin (eparhia) piskoposlarına kıyasla
üst hiyerarşik sırada yer almaktaydı. 325 yılında İznik’te yapılan birinci konsilde
kilise idaresinin oluşturulmasında bu örgütlenme biçimi temel alındı. Antakya,
İskenderiye ve Roma piskoposları birden fazla il’in (eparhia) din işlerine bakıyor
olmaları nedeniyle bu yapılanmadan ayrı tutuldular.
Erken dönemde, idari bölgelerdeki piskoposluklar özerkti ve dini konularla
ilgili oluşan sorunları topladıkları eparhiaki sinodos denilen bölgesel konsillerde
görüşüp karara bağlamaktaydılar. Bu özerkliğin inanç sistemi ile ilgili (dogmatik)
karışıklıklara neden olması eşitler arasında bir üst-metropolitlik makamı oluştu-
rulması ihtiyacını doğurdu. 381 yılında birinci İstanbul Konsili’nde İstanbul met-
ropolitliğine hiyerarşide Roma metropolitliğinden sonra ikinci sıra verildi. Bölge-
ler arasında üstünlük savaşı sürdü ve sonunda kilise hiyerarşisinde Roma, İstanbul,
İskenderiye ve Antakya metropolitliklerine üstünlük tanındı. Daha sonra onlara
Kudüs metropolitliği de eklendi. Bu yapılanma 451 yılındaki Kadıköy Konsili’nde
kanon denilen bir kilise yasasıyla resmi nitelik kazandı. İmparatorluk başkentinde-
ki İstanbul metropolitliğine diğerleri karşısında üstünlük tanındı. Oluşturulan bu
beş üst-metropolitlikte tahta oturan metropolitler için “patrik” terimi benimsendi.
7. ve 8. yüzyıllarda Müslüman fetihleri sonucunda İskenderiye, Antakya ve Kudüs,
Bizans imparatorluğundan kopunca, başka gelişmelere bağlı olarak Roma ile yaşa-
nan sorunların da etkisiyle İstanbul Patrikliği doğu Hıristiyanlığının tartışmasız
temsilcisi oldu (Baskıcı, 2009, s. 150, İstoria tu Elliniku Etnus c. VII, s. 274).
Erken dönemde oluşan kilise idari yapısındaki hiyerarşik sıraya göre ilk sıra-
da başkentte bulunan patrik yer almaktaydı. İkinci sırada büyük bir idari bölge-
yi içine alan eyalet (iparhia) merkezindeki metropolit bulunuyordu. Metropolit
aynı zamanda idari bölgenin yani iparhia’nın sınırları içindeki kentlerde görev
yapan piskoposların oluşturduğu bölge konsiline (eparhiaki sinodos) de başkan-
lık ediyordu. Metropolitler önceleri üç aday arasından patrik tarafından seçilirken
sonraları başkentte toplanan dini bir kurul (sinod) tarafından seçilmeye başlandı.
Metropolitler görev bölgelerinde dini konularda genel nezareti sağlıyor ve suç iş-
leyen piskoposları cezalandırabiliyordu. 11. yüzyılda Anadolu toprakları İstanbul
patrikliğinin en önemli yönetim alanı niteliğindeydi ve önemli şehirlerde kurul-
muş 45 metropolitlik ve çok sayıda piskoposluğa sahipti.
8. Ünite - Bizans Devlet Yapısı ve Eğitim Sistemi 191
Manastırlar
Hıristiyan manastır yaşamının özünde manevi hayatı kazanabilmek için bu dün-
yadan el çekme anlayışı yatmaktadır. Manastır hareketi 3. yüzyıl sonlarında ve 4.
yüzyıl başlarında Mısır’da başladı. Manastırcılık ilk başlarda kilisenin dışında ge-
lişmiş bir harekettir (Talbot, 1999, s. 163-167). Manastır hareketinin yayılmasında
günlük hayatın yükümlülüklerinden kaçmak isteyen insanların çokluğu da etkili
olmuştur. Manastır hareketi çok büyük bir hızla Filistin, Suriye ve Mezopotamya
üzerinden Anadolu coğrafyasına geçti. Bu hareket, zaman içinde kilisenin çatısı
altına sokuldu. Manastırların, yerel piskoposun otoritesine tabi tutulmasıyla bü-
tün manastırlar resmi Bizans kilisesinin kontrolü altına alındı.
Ancak 8. yüzyılda ortaya çıkan ikonoklazm olarak adlandırılan tasvirkırıcılık
hareketi süreç içinde manastırlara ve keşişlere yönelik bir harekete dönüştü. Ke-
şişleri ve manastır hareketini hedef alan baskıda dini dogmaların yanı sıra, Bizans
devletinin gittikçe daha geniş alanlara yayılan manastır mülklerini denetim altına
almak ve manastırlara sığınarak devlete olan yükümlülüklerinden kaçmaya çalışan
insanların sayısını sınırlama ihtiyacı da etkili olmuştur. Bu mücadele sürecinde bazı
manastırlar kapatıldı. Kışla, hamam gibi kamusal nitelikli kurumlara dönüştürül-
dü ve manastır arazileri imparator V. Konstantinos (741-775) tarafından müsadere
edildi. Ancak bu önlemler manastır hareketini güçlenmesine engel olamadı ve ma-
nastır hareketi devlet için giderek daha çok sorun yaratır hale geldi. Manastırların
mülk edinmesinin önüne geçmek için imparator I. Romanos Lekapinos 935 yılında
manastırların bağış yoluyla bile olsa köylülerden toprak almasını yasakladı. İmpara-
tor II. Nikiforos Fokas, 964 yılında yeni manastırlar kurulmasını ve mevcut olanlara
arazi bağışı yapılmasını yasakladı. Ancak manastırlar bir tür vakıf niteliğinde ol-
duğundan mülkleri imparatorluk amaçları için dahi olsa müsadere edilemezdi. Bu
durum karşısında manastır mülkleri zaman içinde daha da büyüdü.
Manastırların başında igumenos olarak adlandırılan bir başrahip bulunuyor-
du. Manastır başrahibi, manastırın kurucusu tarafından belirleniyor ya da ma-
nastırdaki keşişler, başrahibi seçiyorlardı. Her durumda patrik ya da piskoposun
seçimi onaylaması gerekiyordu. Seçilen başrahip ömür boyu o görevde kalıyordu.
Manastırlar Bizans toplumunun değişik kesimlerinden insanlar için bir sığın-
ma yeriydi. Örneğin görevden alınan politikacılar, tahttan indirilen imparatorlar,
yetimler, akıl hastaları, dullar ve yaşlılar için manastırlar güvenli bir sığınaktı. Si-
yaset adamları ya da devrik imparatorlar manastıra sığınıp keşiş elbisesini giydik-
ten sonra siyasete geri dönmeleri ve dünyevi görevler almaları olanaksızdı. Bazı
durumlarda imparatorlar yaşlandıklarında ya da bir isyan sırasında isyancıların
eline düşmektense bir manastıra çekilip keşiş olarak yaşamayı tercih ediyorlardı.
Bizans imparatorluğunun en önemli manastır merkezi Selanik yakınlarındaki
dağlık Athos (Aynaroz) yarımadasındaydı. Anadolu’da da pek çok manastır mer-
kezi vardı. Türklerin Malazgirt (1071) savaşından sonra yoğun olarak Anadolu’ya
192 Bizans Tarihi
tır. Bu kurum, Magnavra Sarayında faaliyete geçtiği için Magnavra Üniversitesi ma-
nasında “Pandidaktirio tis Mangavras” adını almıştır. İmparator VII. Konstantinos
Porfirogenitos (913-959) döneminde bu üniversite yeniden yapılandırılmıştır. 11.
yüzyıla gelindiğinde ise yüksek öğretimin ihmal edildiğine tanık olmaktayız. Bu
dönemde Bizans kültür hayatının önemli şahsiyetleri Mihail Psellos’un (1018-1078)
önderliğinde yüksek öğretimde reform talebinde bulunulmuş ve bir tür Hukuk
Akademisi kurulması istenmiştir. Bunun üzerine imparator IX. Konstantinos Mo-
nomahos (1042-1055) bir emirnameyle Pandidaktirion’u reforma tabi tutmuş ve iki
yeni yüksek okul (fakülte) kurmuştur. Bunlardan biri, başına İoannis Ksifilinos’un
getirildiği “Didaskalion ton Nomon” adlı Hukuk Okulu, diğeri de başına Miha-
il Psellos’un getirildiği “Gimnasion” adlı Felsefe Okuludur. Bu yüksek okullar 13.
yüzyıl başlarına kadar faaliyetlerini sürdürmüştür (İliadi K. Amalia: internet adresi:
http://www.patriotaki.com/archive/index.php/t-1699.html).
1204 yılında İstanbul’un Haçlılar tarafından işgali Bizanslıların eğitim siste-
mine de büyük zarar vermiştir. Okullar ortadan kalkmış ve ders veren hocalar
dağılmıştır. Kütüphanelerdeki yazmalar Latinlerin çıkardığı yangınların alevleri
arasında yanıp yok olmuştur (Runciman S., 1985, s. 166).
İstanbul 1204 yılında Haçlılar tarafından ele geçirildiğinde kurulan İznik İm-
paratorluğunda eğitim alanındaki Bizans geleneği sürdürülmeye çalışılmıştır. İz-
nik o yıllarda (1204-1261) önemli bir eğitim ve kültür merkezi olmuştur. İstanbul,
Bizanslılar tarafından 1261 yılında geri alındığında yüksek öğretimin korunması
ve sürdürülmesine çalışılmıştır. İmparator VIII. Mihail Paleologos (1261-1282),
megas logotetis ünvanlı dönemin en önemli aydın ve tarihçilerinden Georgios
Akropolitis’i (1220-1282) sonradan “İkumenikon Didaskalion” adını alan Pandi-
daktirion olarak bilinen İstanbul üniversitesinin başına getirmiş ve kendisini Aris-
to felsefesi dersleri vermekle görevlendirmiştir. İlahiyatçı, tarihçi ve aynı zamanda
matematikçi olan ve Osmanlılar hakkında ilk bilgileri veren Georgios Pahimeris’i
(Kayapınar L., 2007, s. 139-140) de aritmetik, geometri, astronomi ve müzik ders-
leri vermekle görevlendirmiştir. İmparator II. Andronikos Paleologos (1282-1328),
yüksek öğretimin başına Bizans’ın en önemli yazarlarından biri olan Teodoros
Metohitis’i getirmiştir. İmparatorluğun son yıllarında VIII. İoannis Paleologos dö-
neminde (1425-1448) ilahiyatçı, aydın ve İtalya’da klasik dönem araştırmalarının
yeniden canlanmasına katkıda bulunmuş olan İoannis Argiropulos (1415-1487)
tarafından İstanbul’un son üniversitesi “Katolikon Musion” kurulmuştur. Bu ku-
rumda Fatih Sultan Mehmet’in atadığı ilk patrik olan Gennadios olarak bilinen
yüksek yargıç ve senato üyesi Georgios Sholarios da ders vermiştir (İliadi K. Ama-
lia: internet adresi: http://www.patriotaki.com/archive/index.php/t-1699.html).
İstanbul’da laik bir eğitim kurumu olan Pandidaktirio’nun yanı sıra MS. 5. yüz-
yıldan itibaren yüksek ilahiyat eğitiminin merkezi olan Patrikhane Mektebi (Pat-
riarhiki Sholi) de faaliyet göstermiştir. Patrikhane okulunun programında ma-
nastır okullarında olduğu gibi sadece ilahiyat eğitimi verilmemiş programa bir de
felsefe fakültesi de dâhil edilmiştir. Burada Pandidaktirion’a egemen olan klasik
hümanizm öğretisinin aksine Hıristiyanlık hümanizmi geliştirilmiştir.
Bizans devleti döneminde İstanbul dışında Atina, Selanik, Antakya, Beyrut,
İskenderiye gibi diğer önemli kentlerinde mevcut olan okulların yanı sıra özellikle
retorik ve felsefe eğitimi veren yeni yüksek okullar da açılmıştır (Evangelopoulos,
1998, s. 56).
Özet
Bizans Devleti’nin siyasi kurumlarını açıklayabil- Bizans Devleti’nin taşra teşkilatını tartışabilmek
3
1 mek Eparhia diye adlandırılan ve sayıları 120’ye ula-
Hukuken yetkileri sınırsız olan Bizans impa- şan iller Bizans taşra teşkilatının esasını oluştu-
ratoru siyasi kurumların oluşmasında da esası ruyordu. Bu idari yapılanmaya bağlı olarak aynı
teşkil ediyordu. Onun atadıkları Bizans siyasal şekilde kilise taşra teşkilatı da oluşuyordu. İlle-
kurumlarının yöneticileri oluyordu. Bizans si- rin birleşmesinden diikisi denilen 15 sancak ve
yasal kurumlarının başında tüm imparatorlu- bu sancakların birleşmesinden de iparhia deni-
ğun yönetildiği İstanbul ve saray teşkilatı ge- len dört eyalet oluşturuluyordu. Güvenlik ise 6.
liyordu. Bu örgütlenme büyük ölçüde Roma yüzyıldan 11. yüzyılın ortalarına kadar toprağa
devlet geleneği çerçevesinde oluşturulmuştu. bağlı bir askeri sistem olan temalar sayesinde
İmparatorun atadığı üst idareciler onun güve- sağlanıyordu. Dağlık geçitlerde klisurarhis de-
nini kazanmış ve imparatoru temsil eden kişi- nilen görevlinin bulunduğu derbent teşkilatı yer
ler olarak imparatorun politik temsilcileri ola- alıyordu. Kilise ise merkezde patrik, sancaklarda
rak görev yapıyorlardı. metropolitlikler, illerde piskoposluk ve daha kü-
çük birimlerde de mahalli kiliseler ve manastır-
Bizans Devleti’nin merkezi yönetim teşkilatını lar olarak örgütleniyordu.
2 açıklayabilmek
İstanbul, Bizans yönetiminin merkezi olmuş- Bizans eğitim sistemini açıklayabilmek
4
tur. İmparatora ait olan kanun çıkarma, adalet Yaşları 5-9 arasında olan çocuklar isteğe bağlı
dağıtma, vergi toplama ve imparatorluğu savun- olarak kiliselerde üç ya da dört yıl dini ağırlık-
ma görevleri birer makama çevrilerek impara- lı ilköğretim eğitimi alıyorlardı. Ortaöğretime
toru temsilen bu mevkilere atamalar yapılmış- ise 10-12 yaşlarındaki çocuklar başlayabiliyor 3
tır. İstanbul ili’nin yönetimi Roma döneminde ya da 4 yıl boyunca Yunan dili ağırlıklı laik bir
prokonsül denilen antipatos unvanlı yöneticiye eğitime tabi tutuluyordu. Bu eğitimdeki amaç
verildi. Bu kişi İstanbul’un ekmeğinin sağlanma- devlet kurumlarında görev almak ve sosyal sta-
sından, şehrin esnaf ve zanaatkârın denetimin- tü elde edebilmekti. Yüksek öğretim ise ağırlıklı
den ve adalet işlerinden sorumluydu. Magister olarak İstanbul’da gerçekleştirilmiştir. Özellikle
officiorum adlı görevli ise imparatorluğa bağlı hukuk, felsefe, filoloji, ilahiyat ve tıp alanlarında
bütün eyaletlerin yönetiminden, devletin gü- yüksek öğretim okulları İstanbul’da açılmıştır.
venliğiyle ilgili hizmetlerden, imparatorun şahsi
güvenliğinden, saray törenlerinin düzenlenme-
sinden, yabancı elçi heyetlerinin kabulü gibi hiz-
metlerden sorumluydu. Kanunların ve emirna-
melerin hazırlanması ve adalet işleri questor adlı
bir görevlinin sorumluluğundaydı. Logotesia
olarak adlandırılan ve günümüzdeki bakanlıkla-
rı çağrıştıran idari birimlerde de mali konularla
ilgili işler görülüyordu.
198 Bizans Tarihi
Kendimizi Sınayalım
1. Aşağıdakilerden hangisi Bizans imparatorlarının 6. Megas Domestikos unvanı Bizans döneminde aşa-
unvanlarından biri değildir? ğıdaki alanlardan hangisinde kullanılmıştır?
a. Augustus a. Adliye
b. Vasilios b. Maliye
c. Aftokrator c. Ordu
d. Kral d. Kilise
e. Despot e. Eğitim
2. Bizans sarayındaki protospatarios aşağıdakilerden 7. Aşağıdakilerden hangisi Bizans taşra teşkilatı için-
hangisinden sorumludur? de yer almaz?
a. Sarayda verilen ziyafetlerin idaresinden a. Piskopos
b. İmparatorun gardırobundan b. Manastır
c. Sarayda bulunan yatak odalarından c. Tema
d. İmparatorun gece can güvenliğinden d. Klisuarhis
e. İmparatorun atlarından e. Kuropolatis
Yararlanılan Kaynaklar
Baskıcı, Murat., (2001), Bizans’ta İmparatorluk Kuru-
mu”, Cevat Geray’a Armağan (Mülkiyeliler Birliği
Yayınları No:25, Ankara: 2001) içinde, s. 245-250.
Baskıcı, Murat., (2009), Bizans Döneminde Anadolu İk-
tisadi ve Sosyal Yapı (900-1261), Phoenix Yayınları,
Ankara.
Bury J. B., (1911), The Imperial Administrative System in
the Ninth Century, Oxford University Pres, Londra.
Evangelopoulos, Spiros., (1998), Elliniki Ekpedevsi,
tomos A, Ellinika Grammata yayınevi, Atina.
Haldon, John., (2008), “Structures and Administration”,
The Oxford Handbook of Byzantine Studies, Oxford
Universty Press, s. 539-551
Herrin, Judith,. (2010), Bizans Bir Ortaçağ İmparator-
luğunun Şaşırtıcı Yaşamı, İstanbul.
İstoria tu Elliniku Etnus VII.c., (1978), Ekdotiki Athi-
non yayını, Atina.
İstoria tu Elliniku Etnus VIII.c., (1979), Ekdotiki Athi-
non yayını, Atina.
İstoria tu Elliniku Etnus IX.c., (1980), Ekdotiki Athinon
yayını, Atina.
Markopoulos, Athanasios., (2008), “Education”, The
Oxford Handbook of Byzantine Studies, Oxford
Universty Press, s. 785-795.
Rice, Tamara Talbot., (2002), Bizans’ta Günlük Yaşam
Bizans’ın Mücevheri Konstantinopolis, Özne Yayıne-
vi, İstanbul.
Runciman, Steven., (1985), Byzantine Style and
Civilization (1975), Londra.
Talbot, Alice-Mary,. (1999), “Bizans Manastır Sistemi-
ne Giriş” Cogito 17, Yapı Kredi Yayınları, s. 161-176.
Troianos, S., Velisaropoulou- Karakosta, (2002), İstoria
Dikeu, Sakkula Yayınları, Atina- Komotini.
WEB: (İliadi K. Amalia: internet adresi:
http://w w w.patriotaki.com/archive/index.
php/t-1699.html)
9
BİZANS TARİHİ
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Bizans Ekonomisini dönemlerine göre açıklayabilecek;
Bizans Devleti’nin Anadolu ve Anadolu dışında üretimi ile ticareti yapılan
ürünleri tanımlayabilecek;
Bizans Devleti’nde ticaret yapan tacirlerin ve esnafların bağlı oldukları loncala-
rı ve devletin vergi gelirlerini açıklayabilecek;
Bizans Devleti’nin para sistemini örnekleriyle tanımlayabileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Ekonomi • Seramik, Maden, Tekstil, Cam
• Tarım • Lonca
• Ticaret • Sikke
• Vergi • Darphane
• Üretim
İçindekiler
• GİRİŞ
• ERKEN DÖNEM BİZANS EKONOMİSİ
• GEÇ DÖNEM BİZANS EKONOMİSİ
Bizans Tarihi Bizans Ekonomisi • TİCARET, ÜRETİM, LONCALAR VE
VERGİLER
• PARA SİSTEMİ
Bizans Ekonomisi
GİRİŞ
Bizans İmparatorluğunun bin yıldan fazla süren zaman diliminde, ekonomisinin
genellikle karmaşık bir yapıya sahip olduğu bilinmektedir. Devlet, para basma
tekelini elinde tutarak, ekonominin diğer önemli sektörlerine müdahale gücüne
sahipti. Oysa bu hak orta çağ batı Avrupa’sında irili ufaklı feodal beylere özgü-
dür. Bu durum devletin krediler ve belirli yatırım biçimleri için kurumsal koşullar
sağlayarak, faiz oranları üzerinde de her zaman ciddi bir kontrol uygulanmasına
neden olmuştur. Devletin müdahalesi diğer bazı alanlarda da açıkça görülmek-
tedir. Örneğin İmparatorun yetkilileri, kriz esnasında sermayenin sağlanmasını
temin etmek ve tahılların fiyatlarını düşük tutmak için devreye giriyordu. Bundan
dolayı, İmparatorluk malların iç sirkülâsyonunu ve uluslararası ticareti kesinlikle
kontrol altında tutuyordu. Buna ek olarak, Devlet, çoğu kez fazlalıkların bir kıs- Rum Ateşi: Tarihçilere
göre kızgın kömür, kükürt
mını vergi olarak topluyor ve bunlar ordu yetkililerinin maaşları olarak dağıtıldığı ve zift karışımından oluşan
gibi kamu işleri, binalar veya sanat eserleri olarak tekrar topluma geri döndürü- Rum Ateşi M.Ö. 423 de
Mora savaşları sırasında
yordu. Bunun yanında devlete kısmi olarak bağlı veya ondan tamamıyla bağımsız kullanılmıştır. Daha sonra M.S.
ekonomik ilişkiler de vardır. Örneğin tarımsal üretim, büyük toprak sahipleri ve 660’larda zift, reçine, kükürt,
nafta, kireç ve güherçile ile
çiftçiler arasındaki ilişkiler, yurt içi ve uluslar arası ticaret, kentsel ekonomi, kent- Rum Ateşi zenginleştirilmiştir.
sel nüfusun ekonomik aktiviteleri ve üretimi, tüketim ve alışverişin merkezleri Su eklendikçe alevi artar.
olarak şehirlerin rolünü sayabiliriz (Laiou, 2002b, s.3-4).
Bizans Roma’dan, ticari faaliyet- Resim 9.1
lerin özgür insanlar için uygun bir Bizans gemisinde “rum ateşi” kullanılması Madrid Skylitzes el
iş olmadığı yolunda bir küçümse- yazması, 11. yüzyıl sonu.
yici algılamayı devralmıştı. Tica-
retle, hatta uluslararası ticaretle uğ-
raşanlar sıradan ve bu faaliyetleri
nedeniyle kirlenmiş kişiler olarak
görülüyordu. İmparatorluğun her
yerinde ticari faaliyetlerden doğan
gümrük vergilerini komerkiaros
olarak adlandırılan vergi memur-
ları topluyordu. Bizans’ın ticarete
olan yaklaşımı çok gelenekseldi.
Devlet için elzem olan hiçbir ürün
ihraç edilemezdi. Örneğin Rum
Ateşi (Resim 9.1), altın, tuz, si-
204 Bizans Tarihi
Solidus: İlk defa İmparator I. lah yapımı için demir, gemi yapımı için kereste gibi düşmana yardım edebilecek
Konstantinos tarafından 309-
10 yılında bastırılan ve Bizans herhangi bir emtia hiçbir zaman imparatorluk dışına çıkarılamazdı. Yasaklanmış
İmparatorluğu’nda 10. yüzyıl’a mallar listesinde kullanımı sadece imparatorluk ailesine ait olan erguvani renk-
kadar kullanılmış olan altın li boya ile boyanmış ve imparatorluk ailesinin fertlerine tahsis edilmiş her türlü
sikkenin adı solidustur. Bu
sikke Roma İmparatorluğu’nun ipekliler de yer alıyordu. Bununla birlikte ticaretten elde edilen gelir, Bizans dev-
ana altın parası olan aureus’la letinin genel bütçesi içinde ancak küçük bir yere sahipti. Çünkü Bizans devleti ge-
yer değiştirmiştir. Solidus
ismi İmparator Diocletianus lirinin büyük bir kısmını topraktan ve insanlardan alınan vergilerden sağlıyordu.
tarafından 284-305 yılları Merkezi hükümet bunların altın sikkelerle nakit olarak ödenmesinde ısrar ediyor-
arasında bastırılan ve
Konstantinos’unkilerden du. Bu suretle, yöneticilerin ve askerlerin maaşları altın sikke ile ödeniyor fakat
farklı olan altın sikke için de vergi şeklinde hazineye geri dönüyordu (Herrin, 2010, s.210-13).
kullanılmıştır. Sikke teorik bir
değerle 1/72 Roman pound’u Devlet, çeşitli alanlardan vergi geliri elde etmesine rağmen, her zaman için en
(yaklaşık 4.5 gram) ölçü önemli vergi kaynağı tarımsal alanlar ve bunları işleyen küçük köylüler olmuştur.
alınarak basılmıştır. Bu yüzden Orta Bizans Dönemi’nde devlet, temel vergi ödeyici grubu olan küçük
arazili özgür köylülerin büyük toprak sahiplerince ele geçirilmesini engellemek
için önlemler almaya çalışmıştır.
Resim 9.3
450 yılında
Balkanlar ve
Anadolu’da
kentlerin dağılımı
Kaynak: M.
Hendy, Studies
in the Byzantine
Monetary
Economy, c. 300–
1450 (Cambridge,
1985), 71, map 14.
Litürji: Bir dinin törenlerine kazanç sağlamaktadır. Devlet ayrıca ticaretin faaliyet alanlarını da politik ve diplo-
ve tapınma biçimine ilişkin
kuralların tümüdür. Litürjik ise matik anlaşmalar ile kontrol etmektedir.
litürjiye ilişkin olguları niteler. İustinianos dönemi özellikle inşa faaliyetlerinin maliyeti ve yapıların kalitesi
Örneğin kilise hazinelerinde
yer alan; İsa’nın bedenini açısından çok önemlidir. Ancak bu inşaatlar bütçeye çok büyük yükler getir-
sembolize eden ekmeğin miştir. Başkent İstanbul’da Aya Sofya Kilisesi, Aziz Poliefktos Kilisesi, Azizler
konduğu tepsi (paten) ve
İsa’nın kanını sembolize eden Sergios ve Bakhos Kilisesi, Efes’de Aziz İoannis Bazilikası ve Yunanistan’da Ka-
şarabın konduğu kadeh (kalis) vala yakınlarındaki Filippi B Bazilikası bu maliyetli köklü değişimin kanıtla-
litürjik objelerdir.
rıdır. Bunların yanı sıra aynı etki Ravenna’daki San Vitale Kilisesi’nde ve ku-
Mimari Plastik: Mimaride zey Suriye’deki İbn-i Vardan Kasrı Kilisesi’nde de hissedilmektedir. Dönem
yapıyı statik ve estetik açıdan
tamamlayan elemanlardır. kaynaklarında Aya Sofya’nın yapı maliyeti abartılmış gibi görünse de, bu yapı
Örneğin; sütun başlığı, kemer, için muazzam bir iş gücü gerekmiştir. Yapı elemanlarına, litürjik objelere ve
arşitrav, friz, söve, korkuluk
levha ve sütunları, litürjik mimari plastiklere 1.04 ve 1,3 milyon solidus arasında bir harcamanın yapıl-
işlevi olan altar, kiborium, dığı bilinmektedir. Görüldüğü üzere Bizans ekonomisi içinde inşa faaliyetleri
ambon, templon.
imparatorluk halkı için önemli ve gerekli olarak değerlendirilmektedir. Kilise
yapımları yada onarımları dine olan saygıyı gösterse de bir kazanç kapısı ve bir
Sübvansiyon: Devlet
tarafından toplum çıkarlarını dizi meslek gruplarının da geçim yolu olduğu unutulmamalıdır. (Morrisson ve
gözeterek üretimi veya ihracatı Sodini, 2002, s.187-89).
çeşitli şekillerde etkilemek
ve yerine göre üreticileri/ Askeri ihtiyaçlarla ilgili hükümet harcamalarını ve imparatorluk sarayı gi-
ihracatçıları korumak ve teşvik derlerini karşılamanın; başkent ve diğer şehir merkezlerinin beslenmesini, ipek,
etmek amacıyla para ya da
para olarak ifade edilebilecek maden eşyalar ve ikonalar gibi çok aranılan lüks eşyaların üretimini karşılama-
diğer şekillerde verilen nın en etkili yolu arazi ve nüfusu vergilendirmektir. I. İustinianos gibi impa-
karşılıksız mali yardımlara
denir. ratorların yönetimi altında, kiliselere yapılan harcamalar, diğer inşaatlar (sur
ve köprü inşaları, su kemerlerinin onarılması gibi) arazi ve insanlardan alınan
Pound: Bizans Döneminde,
Geç Roma poundunu (litra) doğrudan vergilerle, ticaretten alınan dolaylı vergilerle elde edilen hâsılatı aş-
esas alan Bizans poundu mış olabilir. Ancak başarılı seferlerden elde edilen ganimet, yeniden fethedilen
kullanılmıştır. İmparator
I. Konstantinos’in kabul yerlerin merkezi hükümetin vergi alanına sokulmasıyla dengelenmiştir (Herrin,
ettiği orijinal pound (litra, 2010, s. 213-14).
327,45 gram), 12 ounce ve
72 solidiye eşittir. Ancak Roma’dan miras alınan sosyal yaşam ve ekonomik sistemin düzeni 6. yüzyılın
günümüze gelen örnekler, ikinci yarısında ciddi bir gerileme yaşamıştır. Bu gerilemenin nedenlerini şöyle
nomisma ve poundun
ağırlığının değişebildiğini sıralayabiliriz. 541/2 ve 558, 573/4 yıllarında yaşanan veba salgını ile nüfusunun
göstermektedir. Bir pound; 4.- neredeyse %30’u kaybedilmiştir. Özellikle büyük şehirler kırsal alanlara göre ve-
6. yüzyıllar arasında 324 gr.,
6.-7. yüzyıllar arasında 322 badan daha çok etkilenmiştir. Çünkü vebanın başlıca yayılma yolu gemi yolcu-
gr., 7.-9. yüzyıllar arasında luklarıdır. Dolayısıyla göçebe olmayan yerleşik halk ve büyük limanlardan uzak
320 gr., 9. yüzyıl ile 13. yüzyıl
başı arasında 319 gr.dır, daha yaşayan köylüler daha az etkilenmiştir. Ayrıca veba salgınına ek olarak suçiçeği
sonra bu değer 319 gr.ın salgını, 526, 528, 580 yıllarındaki birkaç büyük deprem, devlet bütçesinden çok
da altına düşmüştür. Aynı
şekilde nomismanın ağırlığı para harcanan ve uzun süren savaşlar (535-55 yılları arasında İtalya’da Gotlarla,
da 4.55 gr. ile 4.00 gr. arasında 540-5, 572-91 ve 605-28 yılları arasında Araplarla, Balkanlarda Avarlar ve Slav-
değişmektedir (Acara, 2005,
s. 51). lar ile) imparatorluğun mali gücünü olumsuz etkilemiştir. Mali durumu olum-
suz etkileyen bir başka sebepte, I. İustinianos’un yeniden geri aldığı topraklarda
sınırları korumak amacıyla düşman ülkelere ödediği sübvansiyonlardır. I. İus-
tinianos, Sasani İmparatorluğu ile yapılan savaşlarda sübvansiyonlara çok fazla
para harcamıştır. Sübvansiyonlar varisleri tarafından da devam ettirilmiştir. Ör-
neğin II. İustinos (565-578), Avarlar’a barış için 80.000 gümüş sikke ödemiştir.
II. Tiberios’da (578-582) 4 yıl boyunca 7.200 pound değerinde altın hibe etmiştir
(Norwich, 1999, s.85).
9. Ünite - Bizans Ekonomisi 207
Resim 9.4
6. ve 7. yüzyıllar
arasında Bizans
Darphaneleri
Kaynak: C.
Morrisson,
“Byzantine Money:
Its Production and
Circulation”, The
Economic History
of Byzantium:
From the Seventh
through the
Fifteenth Century
(Edt. A. E. Laiou)
(Washington, D.C.,
2002), map.1a.
208 Bizans Tarihi
Resim 9.5
7. ve 9. yüzyıllar
arasında Bizans
Darphaneleri
Kaynak: C.
Morrisson,
“Byzantine Money:
Its Production and
Circulation”, The
Economic History
of Byzantium:
From the Seventh
through the
Fifteenth Century
(Edt. A. E. Laiou)
(Washington, D.C.,
2002), map.1b.
rol altında tutmaktı. Devlet vergilerini ödeyen özgür köylüleri korumayı amaçlı-
yordu. Çünkü güçlü toprak sahipleri çoğu kez vergi memurlarına karşı direnebilir
ya da vergi muafiyetleri talep edebilirdi (Herrin, 2010, s. 218).
Ancak geniş arazi sahiplerinin yayılmasını engellemeye çalışan devlet tutarsız
bir rol oynamıştır. Çünkü devletin kendisi en büyük toprak sahibiydi. Bu sistem
bazı ihtiyaçlara iyi hizmet etmiş olabilir, ancak ileriki ekonomik büyüme için en-
geller oluşturmuştur. Çünkü sistem kırsal kesimde, tarımsal ekonominin büyü-
mesinin avantajını kullanarak kazançlarını toprağa yatıran aristokrasi üyelerine
veya daha zengin çiftçilere hizmet etmiş, bireylerin mülk sahibi olmasını engel-
lemiştir. Bu nedenle sistem hızlı büyümenin yoluna engeller koymuştur (Laiou,
2002, s. 1149). Yabancıların köy arazisini satın almasına izin verilmiyordu. Ama
imparatorun cömertliği ile bireylere tahsis edilen özel arazili mülklerin varlığı,
kırsal çevrede yeni bir gücün oluşmasına yol açmıştır. Daha önce arazi parselle-
rine sahip olan köylüler, kırsal alanın toplumsal yapısını tehdit eden bu yeni ve
güçlü arazi sahiplerinin kontrolüne girmiştir. Buna rağmen uzun dönemli tarıma
olan güveni genellikle ekonomik genişlemenin bir göstergesi olarak değerlendire-
biliriz (Herrin, 2010, s. 218).
dus 17’ye indirilmiştir. Bu durum batılı tacirlerin İstanbul’u başlıca pazarları ola-
rak görmelerini garanti etmenin bir yolu olarak düşünülse de, hala vergi ödemek
durumunda olan yerel tacirleri olumsuz olarak etkilemiştir (Herrin, 2010, s. 221).
Bu yüzyıllarda artan kentleşme ile birlikte şehirler alışveriş merkezleri olarak
görülmektedir. İlginç olan aynı zamanda şehirlerin kırsal kesim gibi fakat daha az
oranda endüstriyel üretimin merkezi haline gelmeleridir. Örneğin seramik ve cam
pek çok şehirde fazla miktarda ve farklı teknikte üretiliyordu. İmalat geniş ölçek-
liydi ve hem ayrımcı pazarın hem de lüks pazarın ihtiyacını karşılıyordu. Teknik
yenilikler ise seri üretime imkân veriyordu. Yerel seramik ürünlerinin, imparator-
luğun çeşitli bölgelerinde çok sayıda ele geçmesi, talepte artışın, üretimde artışın
ve üretimde ticarileşmenin kanıtı olarak değerlendirilmektedir. İpek üretimi ve
yayılımı da dikkat çekicidir. 1000 yılı civarında, daha gelişmiş el dokumasının
yayılmasının nedenleri arasında da teknik yenilikler vardır. Fakat daha önemlisi,
11. ve 12. yüzyıllarda imparatorluğun eyaletlerindeki üretimin artışıdır. Örneğin
Yunanistan’daki bazı kentler (Korintos, Andros Adası gibi) hem ipek üretim mer-
kezi olarak hem de tarımsal ekonomiyle bağlantılı olarak endüstriyel ürünler ara-
sında bulunan ham maddelerin üretildiği merkezler olarak İstanbul’a katılmıştır.
İpek üretimindeki artış, yüksek gelire ve sosyal statüye sahip olan aristokrasinin
ve kentli orta sınıfın artan talebine bağlanmaktadır (Laiou, 2002, s.1151-52).
11. ve 12. yüzyıllara ticaret açısından bakıldığında, tüccarlar ve para, altın gibi
taşınır değerlerin ticaretiyle uğraşan kimselerin İstanbul’da geniş, zengin ve güçlü
bir grup oluşturduğunu görmekteyiz. Hem ticaretteki hem para dönüşümündeki
aktiviteler eyaletlere ve uluslar arası pazarlara da yayılmıştır. Bu da beraberin-
de rekabeti getirmiştir. Ticaretin 12. yüzyılda artmasına 1082’de Venediklilere,
1111’de Pisa ve 1155 yılında Cenovalılara verilen imtiyazlar da neden olmuştur.
Bizans ürünlerine batıdan gelen talep ise Bizans’ı üretime ve dolayısıyla da fiyat-
ların yükselmesine teşvik etmiştir (Hendy, 1970, s. 40; Day, 1977, s. 289-301).
Ayrıca bu durum doğu Akdeniz’de etkin olan bütün tüccarlara uygulanan deniz
hukukunun gelişimine sebep olmuştur. Ancak düzenlenen kanunlarda yaban-
cı tüccarların korunması esas alındığı için Bizanslı tüccarlar ayrıcalıklı bir ko-
numda değildir (Laiou, 2002, s.1152). Zaten imparatorluğun kamu hizmetlerine
ve araziye yatırım yapılması konusundaki ısrarı Bizanslıları ticari faaliyetlerden
uzaklaştırmıştır. Tacirler, sınırlamalar ve kontrollerle engellenmiştir. Dolayısıyla
İmparatorluğun ticarete karşı olan bu tutumu daha esnek ekonomik kurumların
gelişmemesine neden olmuştur (Herrin, 2010, s. 222).
Hazinenin ve para stoklarının azalmasına neden olan askeri ve politik başarı-
sızlıklar sebebiyle 11. yüzyılın sonunda para sisteminde bir kriz yaşanmıştır. Hem
parasal hem de mali sistem I. Aleksios tarafından yeniden düzenlenmiştir. Ancak
I. Aleksios’un Bizans devleti sınırlarını genişleten ve savunma gücünü arttıran
politikasına rağmen, iki önemli sorun vardı. Birincisi devlet hala büyük bir ordu
beslemek zorundaydı, ikincisi ise özellikle Anadolu’da Türkler ile olan mücadele
vergilerin toplamasına engel oluyordu. Dini ve dünyevi büyük arazi sahiplerine
tanınan vergi muafiyeti ve sikke ayarının bozulması da krizi tetikleyen diğer se-
beplerdir. Sikke ayarının bozulması ve bunun büyük ölçülere ulaşması, İtalyan de-
niz cumhuriyetlerinin Bizans ticaretine girmesi ile de ilişkilidir. Bu da I. Aleksios
Komninos’un eski ve tam değerini korumuş olan altın sikkenin yanında daha az
değerde yeni sikke piyasaya sürmesine neden olmuştur. Bu uygulama değersiz pa-
rayı piyasaya süren, fakat vergi yükümlülerinden tam değerli para talep eden devlet
hazinesine bazı faydalar sağlamış olmakla birlikte uzun sürmemiştir. Çünkü devlet
212 Bizans Tarihi
bir süre sonra düşük değerli sikkeleri de vergi olarak kabul etmek zorunda kal-
mıştır (Ostrogorsky, 1999, s. 339,341) I. Aleksios Komninos, altın para ayarlarını
sabitlemek ve piyasadaki para eksikliğini gidermek için daha küçük birimlerde ve
içerlerindeki altın ve gümüş oranı düşük yeni para tipleri basmıştır. Bu deneme pi-
yasadaki sikke ihtiyacını giderse de; içinde altın oranı yüksek sikkelerin piyasadan
hızla kaçmasını engelleyememiştir.
Ticaret
Ticaret, Bizans ekonomisin temel alanlarından birisiydi. Devlet, ithalat ve ihracatı
%10 olarak vergilendirmiştir. İmparatorluğun en önemli ticari metaları tahıl ve
ipektir. 7. yüzyıldaki Arap yayılması Bizans ticaretinin tahıldan sağladığı serma-
yeyi olumsuz olarak etkilemiştir. 9. ve 10. yüzyıldaki nüfus artışı da, tahıla duyu-
lan ihtiyacı arttırdığından Devlet tahıl tedarikinde ve ücretlendirmesinde önemli
rol oynamıştır (Laiou, 2002a, s. 720).
214 Bizans Tarihi
Kırsal hayatın temel araç-gereçleri (aletler, kaplar ve mefruşat gibi) genellikle köy-
lerde üretilmiştir. Aileler sepet, kandil, giysi ve seramik gibi ihtiyaçlarını evlerinde
üretmişlerdir. Bunların fazlalarını ise satmış ya da değiş-tokuş etmişlerdir. Ancak
bazı kırsal yerleşimlerde uzmanlaşmış özel zanaat kolları da (marangozluk, de-
mircilik, seramik, dokum ve dericilik gibi) görülmektedir (Rautman, 2006, s. 18)
Seramik, sadece ortaçağ ekonomisinin önemli bir ürünü değil aynı zamanda
sikkeler gibi çok önemli bir arkeolojik kanıt olarak karşımıza çıkmaktadır. Nü-
fusun çok büyük kısmı tarafından kullanılan seramikler için büyük bir kitlesi ve
pazarı olduğunu düşünmek yanlış olmaz. Sırsız seramikler tahıl ve yağ gibi ürün-
leri depolamada, peynirin tuzlu suda bekletildiği ya da balık ve etlerin tuza yatı-
rıldığı kaplar olarak, ürünlerin nakliyesinde (özellikle yağ ve şarap ticaretinde)
ve mutfak gereçlerinde artan talep ile birlikte gelişmiştir. Sırlı seramikler ise daha
çok ticari bir mal olarak değerlendirilmiştir. Ortaçağ boyunca İstanbul, seramik
üretiminin en büyük merkezidir. İkinci büyük merkez ise Korintos’tur. Arkeolojik
veriler bu iki büyük merkez dışında da imparatorluğun çeşitli bölgelerinde yerel
üretimin yapıldığını kanıtlamaktadır. Örneğin Atina, Sparta, Mora Yarımadası,
Selanik, Makedonya, Anadolu’da Amorion, İznik, Foça ve Sard gibi (Laiou ve
Morrisson, 2007, s. 115-119; Rautman, 2006, s. 188).
Tekstil şüphesiz şehir ve kırsal kesimin en önemli üretim faaliyetidir. Elde do-
kunmuş sepet, urgan ve döşemelikler kırsal üretimin elemanlarıdır. Keten, pa-
muk, yünlü kumaşlar, halılar ve ipek de tekstil ürünleri içinde yer almaktadır.
Ancak İtalya, Yunanistan ve Anadolu’da üretildiği bilinen keten, pamuk ve yünlü
kumaşlar ile halıların üretim organizasyonu ve dağıtımı hakkında çok az şey bi-
linmektedir. (Rautman, 2006, s. 192-93).
Lüks objeler (cam, fildişi, ipek, altın ve gümüş eserler), seramikten farklı olarak
imparator, saray ve yüksek rütbeli memurlar gibi daha küçük bir pazara hizmet
etmiştir. Lüks objelerin üretimi ve ticareti imparatorluğun ilk yıllarından itibaren
devlet tekeline alınmış ve sıkı bir denetim altında tutulmuştur. Bu objelerden cam
eserlerin üretimi, imparatorluk sınırları içinde birçok merkezde birden görülmek-
tedir. Arkeolojik kanıtlar İstanbul dışında cam üretiminin Sard, Afrodisias, Ane-
murium (Anamur), Amorium (Afyon-Emirdağ-Hisarköy), Korintos ve Suriye’de
Gerasa gibi şehirlerde de yapıldığını göstermektedir. Cam eserler; çukur kaplar,
küçük şişeler, lambalar, boncuk, bilezik, pencere camları (kamu yapılarında, elit
tabakanın evlerinde ve kiliselerde kullanılmak üzere üretilmiş) ve cam tessera Tessera: Mozaik pano ya da
döşemelerde de kullanılan
gibi ürünlerden oluşmaktadır (Laiou ve Morrisson, 2007, s.121-123; Rautman, kare şeklindeki cam parçalar.
2006 s. 265-266).
Lüks obje olarak ipek ise Bizans ekonomisinin en önemli ürünleri arasında-
dır. Her şeyden önce ipek yüksek statü sembolüydü. Özellikle 11. ve 12. yüz-
yıllarda yüksek kaliteli ipeğe olan talep artmıştır. Çünkü artan kentsel nüfus
ile beraber yüksek dereceli memuriyetler para ile alınabilir bir statü haline gel-
miştir. Bu statülerdeki insanların “yüksek statü sembolü” olan ipeğe talepleri
artmış ve dolayısıyla üretimde arttırmıştır. Yüksek kaliteli Bizans ipekleri ticari
pazarlama ürünü olmasının yanında yabancı hükümdarlara hediye olarak veri-
len bir maldır. Örneğin Norman Kralı Robert Guiscard’a 1074 yılında 100 parça
ipek elbise hediye edilmiştir. Ayrıca ipekli elbiseler yüksek rütbeli memurlara
maaşlarının bir parçası olarak da verilmekteydi. Başkent İstanbul, ipeğin en
önemli üretim merkezidir. Ayrıca Atina, Selanik ve Korintos yakınlarında-
ki Thiva’da ipek üretim merkezleri olarak bilinmektedir (Laiou ve Morrisson,
2007, s. 126-27).
216 Bizans Tarihi
Loncalar
Başta İstanbul olmak üzere imparatorluğun bazı kent merkezlerinde esnaf,
zanaatkâr ve tüccarların mensubu olduğu Bizans loncaları, Bizanslıların Romalı-
lardan devraldığı, fakat zaman içerisinde birtakım değişikliklere uğramış iktisadi
kurumlardır (Necipoğlu, 1994, s. 224-225). Ekonomik ve ticari hayatın esasını
teşkil eden lonca teşkilatı, sarayın, ordunun, halkın ihtiyaçlarına cevap vermek ve
bunun yanında zanaatkâr ile tacirlerin menfaatlerini korumak amacını taşımak-
taydı (Demirkent, 2005, s. 159). Geç Roma ve erken Bizans dönemlerinde “colle-
gia” adını taşıyan loncalar üzerinde devletin sıkı bir denetim gücüne sahip olduğu
bilinmektedir (Necipoğlu, 1994, s. 224-225). Ancak özellikle başkent İstanbul’un
erken dönemdeki lonca teşkilatına ilişkin bilgiler oldukça yetersizdir. Bununla
beraber loncalar ile ilgili tek temel kaynak 10. yüzyıla ait Eparhos’un Kitabı (Epar-
hikon Biblion) adlı resmi belgedir. Yerel üretim ve ticari alış-verişler Eparhos tara-
fından denetlenirdi. Başkentteki loncalara ilişkin bilgilerin bulunduğu bu belgede
de yürürlükte olan düzenlemeler bulunmaktadır. 22 bölümden oluşan belgede
noterler, gümüşçüler, banker ve sarraflar, ipek ticareti ve ipek üretimiyle ilgili beş
ayrı lonca, keten tüccarları, parfümcüler, mum imalatçıları, sabuncular, bakkal
ve manavlar, saraçlar, kasaplar, domuz satıcıları, balık satıcıları, ekmek fırıncıla-
rı, meyhaneci ve perakende şarap tüccarları, eparhos’a bazı denetim görevlerinde
yardımcı olan “legatarios” adlı memurların loncası, sığır pazarlarının müfettişleri,
aralarında marangoz, mermer ustası, çilingir, duvarcı, boyacı ve benzerlerin bu-
lunduğu çeşitli zanaatkârların loncası yer almaktadır (Laiou ve Morrisson, 2007,
s. 71-72; Rautman, 2006, s. 98-100; Necipoğlu, 1994, s. 224-225).
Eparhos’un Kitabı olarak bilinen belgede “demirci, seramik ustası, ayakkabıcı,
terzi, berber, hekim” gibi, başkentte olduğu bilinen bazı meslekler yer almamak-
tadır. Belgenin 10. yüzyılda kentteki tüm loncaları değil de sadece Eporkhosun
denetimi altındaki loncaları yansıttığı düşünülmektedir (Necipoğlu, 1994, s. 225).
9. Ünite - Bizans Ekonomisi 217
Vergiler
Bizans Devletinin gelirini oluşturan vergiler dolaylı ve dolaysız vergi olmak üzere
iki başlık altında incelenebilir. Dolaylı vergiler, ithalat ve ihracattan alınan %10
oranındaki gümrük vergisi, pazar ve liman vergileri, üretim, satış ve tüketim ver-
gileri, devlet izinleri için gerekli vergiler ve kayıt ücretleri olarak sınıflandırılabi-
lir. Ayrıca devlet, şehir surlarının onarımı ve bakımı için de vergi toplayabilirdi.
Bunların yanında kırsal nüfus iş gücü olarak devletin bir başka gelir kaynağıdır.
Örneğin köylüler kale, yol, köprü, gemi yapımı, askeri malzeme ve yiyecek taşı-
macılığı gibi angarya işlerde kullanılabiliyordu.
Dolaysız vergilerin ilki arazinin bulunduğu bölgenin değeri ve üzerinde ye-
tiştirilen ürüne bağlı olarak topraktan alınan arazi vergisidir. Ancak toprağın
işlenmesi için kullanılan hayvanların sayısı ve yetiştirilen ürüne göre bu vergi
değişebilmektedir. İkinci olarak otlaklardan ve koşum hayvanları dışında kalan
hayvanlardan alınan vergiyi dolaysız vergi olarak sayabiliriz. Bunları bir ailede
kaç kişinin yaşadığı hesaplanarak alınan baş vergisi yani ocak vergisi ile kentlerde
ticaret izni almak için ödenen vergiler takip etmektedir.
Bizans Devleti yukarıda sıralanan vergiler dışında üç ana kaynaktan daha ge-
lir sağlamaktaydı. Bu gelirlerin ilki devlet tarafından memurlarına maaşlarının bir
parçası olarak verilen artizanal ürünlerdir. Bunların arasında askerlere dağıtılan
çeşitli silahlar ve yüksek rütbeli memurlara maaş olarak verilen ipekli kumaşları
gösterebiliriz. Devlet sözü edilen malları satın almak zorunda olmadığı için dolaylı
gelir sağlıyordu. İkincisi tarımsal mülkiyettir. Bu mülkiyeti İmparatorun akrabala-
rına, yüksek rütbeli memurlarına, kiliseye, manastırlara, hayır kurumlarına ya da
asker arazisi olarak köylülere tahsis edilen çok geniş topraklar oluşturmaktaydı.
218 Bizans Tarihi
Resim 9.6
Anastasius follis
(498–518), Malatya
Arkeoloji Müzesi,
AE 32 mm., 15.98
gr., ky.6. Of.: є; Env.
no.: 1108
Kaynak: 2. Demirel
Gökalpin Arşivi
Altın Sikkeler
Bizans altın sikke birimi yaklaşık 4.40 gr. ağırlığındaki “solidus”tur (Resim 9.7). 3.
yüzyıldaki ekonomik bunalımın ardından I. Konstantinos (306-337) tarafından
tedavüle giren solidus Roma librasının 1/72’si ağırlığında (1 libra, 327,45 gr.) ve 24
karat (1 karat 0.189 gr.) ayarındadır (Lopez, 1951, s.209-234). 6. ve 7. yüzyıllarda
imparatorluğun doğusunda (Fokas, Heraklios, II. Konstantinos ve IV. Konstan-
tinos dönemlerinde) ve batısında (Sicilya’da) “Hafif Solidus” olarak adlandırılan
ve 20, 22, 23 karat ayarında da altın sikke basılmıştır. 11. yüzyılın sonlarına kadar
aynı ayarda (24) basılan Solidus’un arka yüzünde yer alan OB işareti (obryzum,
obryziacus, οβρúζος) altın ayarının yüksek olduğunu göstermektedir. OB, aynı
zamanda Eski Yunan sayı sistemine göre 72 anlamına gelmektedir. Solidus’un ya-
rısı “semissis” ve üçte biri “tremissis”dir (Tekin, 1999, s. 37). Ancak 9. yüzyılın
ikinci yarısından sonra bu iki birimin basılmasına son verilmiştir.
Resim 9.7
VII. Konstantinos,
Solidus (945/59),
Malatya Arkeoloji
Müzesi, AV 4.36 gr.,
28/29 gr., ky.6; Ref.:
DOC 3/2, s.552;
Env.no.: 4392
Kaynak: 2. Demirel
Gökalpin Arşivi
220 Bizans Tarihi
Gümüş Sikkeler
Bizans gümüş sikkeleri, altın ve bakır sikkelere göre daha az basılmıştır. 6. yüz-
yılda seyrek olarak ticari amaç ve tören sikkeleri olarak gümüş karşımıza çıkar.
I. İustinianos döneminde solidus’un 1/24’ü değerinde siliqua ve solidus’un 1/12
değerinde miliaresion tedavüldeydi.
İmparator Heraklios ise 615 yılında gümüş sikkeyi yeniden canlandırmıştır.
Özellikle Pers savaşları sırasında çok sayıda kiliseye ait gümüşleri devlet hazine-
9. Ünite - Bizans Ekonomisi 221
sine çekip gümüş sikke bastırmıştır. Bu yeni gümüş sikkeler altı gram manasına
gelen “Eksagrama” tabiri ile ifade edilir (Resim 9.8).
Resim 9.8
II. Constans,
Hexagram
(654/659), Yalvaç
Arkeoloji Müzesi
AR 6.60 gr., 22
mm., ky. 6; Env.no.:
4087.
Kaynak: 2. Demirel
Gökalp, Yalvaç
Müzesi Bizans
Sikkeleri (Ankara,
2009), Kat. No. 396
Bakır Sikkeler
Anastasios’un 498 yılında gerçekleştirmiş olduğu para reformu esas olarak kendi-
ni bakır sikkelerde göstermiştir. Yaklaşık 350 yıl süren bu değişiklikte, önceki ufak
bakır sikke “nummus”un yerine tedavüle çıkarılan sikkelerde en büyük birimin
adı “follis” idi. 40 nummia değerindeki bu bakır sikkenin ön yüzünde imparator
büstü ve arka yüzünde, değerini gösteren kırk rakamına işaret eden büyük bir “M”
harfi vardı (bkz. Resim 9.6). Daha küçük birimler de yine sikkenin arka yüzüne
yerleştirilen harflerle gösteriliyordu. Dolayısıyla folisin yarısı yarım follis (K), yarı
222 Bizans Tarihi
Resim 9.9
Anonim follis A2
(976 (?)/ 1030-35),
Yalvaç Arkeoloji
Müzesi AE 30 mm.,
13.83 gr., ky. 6; Env.
no.: 3016.
Kaynak: 2. Demirel
Gökalp, Yalvaç
Müzesi Bizans
Sikkeleri (Ankara,
2009), Kat. No. 442
Darphaneler
Anastasios döneminin sonunda imparatorluk topraklarında dört darphane mev- Darphane: Sikkelerin
cuttu: İstanbul, Selanik, İzmit ve Antakya. I. İustinianos döneminde bu darpha- basıldığı
yerin adı.
kurumun ya da
nelere Kizikos (Balkız - Erdek), Aleksandreia ve Herson (Sivastopol - Kırım) ek-
lenmiştir. I. İustinianos döneminde İtalya, Balkanlar, Kuzey Afrika ve İspanya’nın
fethi sonucunda Kartaca, Roma, Ravenna ve Kartagena darphaneleri de impara-
torluk için faaliyete geçmiştir. Bütün bu darphanelerde bakır sikke basılmaktaydı.
Altın İstanbul, Ravenna ve Kartaca’da, gümüş ise, Ravenna ve Kartaca’da basılıyor-
du. 7. yüzyılda toprak kaybı nedeniyle darphane sayısı azalmıştır. Önce Antakya
ardından İzmit, Kizikos ve Selanik faaliyetlerine son vermek zorunda kalmıştır.
620 dolaylarında Kartagena’nın Vizigotların, 646’da da İskenderiye’nin Arapların
eline geçmesiyle birlikte 7. yüzyılda imparatorluk topraklarında faaliyet gösteren
yalnızca beş darphane bulunuyordu: İstanbul, Kartaca, Sirakuza, Roma ve Raven-
na. Kartaca darphanesi yüzyılın sonundaki Arap akınlarından dolayı kapanmıştır.
878’de Araplar Sirakuza’yı alınca bu darphane de kapanmıştır. Dolayısıyla İstan-
bul darphanesi, Orta Bizans dönemince neredeyse tek başına faaliyet göstermiştir
(Tekin, 1999, s. 40).
11. yüzyıl sonlarında Selanik darphanesi yeniden faaliyete başlamış ve 14.
yüzyılın sonuna kadar sikke basımını sürdürmüştür. Komninoslar ve Angeloslar
dönemi boyunca İstanbul ve Selanik imparatorluğun en önemli iki darphanesi
konumundadır. 1204’teki Latin istilasından sonra Bizans sikkeleri önce İznik ve
sonrasında Manisa basılmıştır. Paleologoslar döneminde emisyon hacmi küçük
bazı darphaneler faaliyet göstermiştir. Fakat sikke üretimi esas ve yoğun olarak
İstanbul’da yapılmıştır (Tekin, 1999, s. 41).
Özet
Bizans ekonomisini dönemlerine göre açıklayabi- Bizans Devleti’nin Anadolu ve Anadolu dışında
1 leceksiniz üretimi ve ticareti yapılan ürünlerini tanımlaya-
2
Bizans Devleti’nin çok çeşitli alanlardan vergi bileceksiniz
geliri elde etmesine rağmen, her zaman için en İstanbul ve imparatorluğun diğer eyaletlerinde
önemli vergi kaynağı tarımsal alanlar ve bunları ticareti yapılan malların sayısı oldukça fazladır.
işleyen küçük köylüler olmuştur. Temel olarak En önemlileri arasında; zeytinyağı, şarap, tuzlu
Bizans ekonomisini erken dönem, orta dönem balık, et, sebze, tuz, kereste, balmumu, seramik,
ve geç dönem Bizans ekonomisi olarak dönem- ahşap ve keten sayılabilir. Bunlara parfümler
lendirebiliriz. 4. ve 7. yüzyıllar arasındaki erken ve baharatlar gibi lüks maddeler de eklenebilir.
dönemde özellikle 5. yüzyılın ikinci yarısında Özellikle 12. yüzyılın sonlarına kadar ulusla-
artan nüfusa bağlı olarak tarımsal ekonomide de rarası ticaretin merkezi olarak sadece İstanbul
değişim yaşanmıştır. 6. yüzyılda İustinianos’un değil, Selanik ve Trabzon gibi şehirler de bulun-
yeni toprak kazançlarıyla ticaret gelişmiştir. Bu- maktadır.
nun sonucunda askeri ihtiyaçların harcamaları, Bizans topraklarında tahıl Teselya, Trakya,
saray giderleri, başkent ve diğer şehirlerin bes- Makedonya, Bitinya’da yetiştiriliyordu. Zeytin
lenmesi, lüks eşya üretimi ve devasa büyüklükte ağaçları ise Güney İtalya, Mora Yarımadası, Bi-
inşaat faaliyetleri gözlenmiştir. 7. yüzyıldan 12. tinya, Lydia ve adalar gibi imparatorluğun sa-
yüzyılın sonuna kadar geçen zaman diliminde hil kısımlarında yetiştiriliyordu. Balkanlar ve
orta dönem Bizans ekonomisinde değişik aşa- Anadolu’nun ufak bir bölümü ise hayvan yetiş-
malar görülür. 7. yüzyılda Ortadoğu’daki Bizans tirmekle uğraşıyordu İmparatorluğun diğer tüm
topraklarının Araplar tarafından fethedilmesi, bölgelerinde de buğday, arpa gibi tahıllar, bazı
Balkan topraklarının istila edilmesi, nüfusun yağ çeşitleri, şarap, kuru baklagiller ve havyacılık
düşmesine ve vergi tabanının azalmasına neden gibi üretimleri yapılmaktaydı. Bunların yanında
olmuştur. 9. yüzyıldan sonra Bizans ekonomisi ikincil üretim olarak değerlendirilen maden,
toplanmaya başlamış, kentte oturanların sayısı seramik, tekstil ve lüks objelerin de üretimi ya-
artmış, verginin kaynağı olan çiftçileri koruma- pılmaktadır. Kırsal hayatın temel araç-gereçleri
ya yönelik önlemler alınmıştır. 11. ve 12. yüz- genellikle köylerde üretilmiştir.
yılda tarım alanındaki teknik gelişmeler üreti-
mi arttırmış ticareti geliştirmiştir. 1204 yılında Bizans Devleti’nde ticaret yapan tacirlerin ve es-
başlayan ve 1453’te İstanbul’un fethiyle tamam- 3 nafların bağlı oldukları loncaları ve devletin vergi
lanan geç dönem Bizans ekonomisinde temel gelirlerini açıklayabileceksiniz.
değişim 13. yüzyıl boyunca İstanbul’un merke- Noterler, gümüşçüler, banker ya da sarraflar,
zi rolünü kaybetmesidir. Ancak 1261’den sonra ipek ticareti ve ipek üretimiyle ilgili beş ayrı lon-
İstanbul’un Latinlerin elinden alınmasıyla baş- ca, keten tüccarları, parfümcüler, mum imalat-
kent tekrar eski önemini kazanmaya çalışmıştır. çıları, sabuncular, bakkal ve manavlar, saraçlar,
Ancak batıda Venedik ve Ceneviz, doğuda da kasaplar, domuz satıcıları, balık satıcıları, ek-
Osmanlı ilerleyişi karşısında Bizans ekonomisi mek fırıncıları, meyhaneci ve perakende şarap
küçülmüş ve eski büyüklüğüne bir daha ulaşa- tüccarları, eparhos’a bazı denetim görevlerinde
mamıştır. yardımcı memurların loncası, sığır pazarlarının
müfettişleri, aralarında marangoz, mermer usta-
sı, çilingir, duvarcı, boyacı ve benzerlerin bulun-
duğu çeşitli ustaların loncaları vardı.
Bizans Devletinin gelirini oluşturan vergiler do-
laylı ve dolaysız vergi olmak üzere ikiye ayrılır.
Dolaylı vergiler: ithalat ve ihracattan alınan %10
oranındaki gümrük vergisi, pazar ve liman vergi-
leri, üretim, satış ve tüketim vergileri, devlet izin-
9. Ünite - Bizans Ekonomisi 225
leri için gerekli vergiler ve kayıt ücretleri olarak sı- Bizans gümüş sikkeleri, altın ve bakır sikke-
ralanabilir. Dolaysız vergiler ise dört başlık altında lere göre daha az basılmıştır. 6. yüzyılda sey-
ele alınır: Arazi vergisi, otlaklardan ve koşum hay- rek olarak ticari amaç ve tören sikkeleri olarak
vanları dışında kalan hayvanlardan alınan vergi, gümüş karşımıza çıkar. I. İustinianos döne-
baş vergisi ve kentlerde ticaret izni almak için öde- minde solidus’un 1/24’ü değerinde siliqua ve;
nen vergi. Bizans Devleti ayrıca üç ana kaynaktan solidus’un 1/12 değerinde miliarision tedavül-
daha gelir sağlamaktaydı. Bu gelirler: Artizanal deydi. İmparator Heraklios ise 615 yılında gü-
mülkiyet, tarımsal mülkiyet ve şehirlerdeki mül- müş sikkeyi yeniden canlandırmıştır. Heraklios
kiyetti. döneminde basılan gümüş sikkeler “eksagrama”
olarak bilinmektedir ve 8. yüzyılın başlarında
Bizans Devleti’nin para sistemini örnekleriyle ta- tedavülden kaldırılmıştır. 720 yılında III. Leon
4 nımlayabilmek ve oğlu V. Konstantinos tedavüle yeni ve sürekli
Bizans para sisteminde I. Anastasios’un sikke re- Miliarision’u sokmuştur.
formu temel alınmaktadır. Bizans sikkeleri esas Anastasios’un 498 yılında gerçekleştirmiş ol-
olarak üç metalden basılmıştır: altın, gümüş ve duğu para reformu ile tedavüle çıkarılan bakır
bakır. Bizans altın sikke birimi yaklaşık 4.40 gr. sikkelerde en büyük birim “follis” idi. İsavria
ağırlığındaki “solidus”tur. II. Nikiforos’a kadar ve Amorion Hanedanı follislerin çoğunun ön
solidus’un ağırlığında, kalitesinde ve büyüklü- yüzlerinde yazı bulunmamaktadır. Makedon
ğünde herhangi bir değişiklik olmamıştır. Ancak Hanedanlığı’nın (M.S.867-1056) sekizinci ferdi
II. Nikiforos solidus’tan daha hafif “tetarteron olan İmparator I. İoannis Cimiskis döneminde
(nomisma) olarak adlandırılan sikkeyi tedavüle ise “Anonim Follis”ler basılmaya başlamıştır.
sokmuştur. Nomisma’nın ayarı ve kalitesi IV. Mi- 1092’de I. Aleksios, Anonim follisleri ortadan
hail ile birlikte bozulmaya başlamıştır. 1071’deki kaldırarak yerine küçük ve çukur olmayan yay-
Malazgirt yenilgisinden sonra ve I. Aleksios van sikke tedavüle sokmuştur. Altın tetartera’yı
(1081-1118) döneminde nomismanın içindeki hatırlatan bu sikkeler bakır tetarteron ya da ba-
altın miktarı neredeyse %75 oranında azalmıştır. kır tetarteron adı ile anılır. 13. yüzyılın sonları-
Bu yüzden 1092 yılında I. Aleksios para reformu na doğru diğer bakır sikkeler gibi tetarteron’da
yapmak zorunda kalmıştır. Yeni düzenlemede ortadan kalkmıştır. II. Andronikos ve III. And-
Nomisma’nın yerine “iperpiron” adıyla yeni bir ronikos dönemlerinde “Assaria” adı ile bilinen
altın sikke tedavüle sokulmuştur. Ancak bu kez hafif bakır sikke tedavüle girmiştir. 1367 yılında
altının ayarı 24 karat yerine 20 1/2 karata düş- imparator V. İoannis’in döneminde de “tornese”
müştür. Latinlerin İstanbul’u istilası sırasında “follaro” tedavüle basılmıştır.
sürgündeki İznik imparatorluğunda, III. İoan-
nis döneminde, iperpiron’un içindeki altın ayarı
16-18 karat’a düşürülmüştür. İperpiron, İstanbul
yeniden ele geçirildikten sonra VIII. Mihail dö-
neminde 15 karat’a, II. Andronikos döneminde
de 12 karat’a düşmüştür. Altın iperpiron son kez
11 karat olarak V. İoannis döneminde basılmış
ve böylece Bizans altın sikkeleri 1350’lerde sona
ermiştir. Bizans altın sikkeleri İstanbul, Selanik,
Kartaca (daha sonra Kagliari’ye taşınmıştır),
Kartagena, Ravenna, Roma, Katania, Napoli ve
Syrakusa’da basılmıştır.
226 Bizans Tarihi
Kendimizi Sınayalım
1. Bizans İmparatorluğunda ticari faaliyetlerden do- 6. Aşağıdakilerden hangisi 9. ve 10. yüzyıllarda ticare-
ğan gümrük vergilerini toplayan memurların adı aşa- ti canlandıran unsurlardan biri değildir?
ğıdakilerden hangisidir? a. Şehirlerin gelişmesi
a. Komerkiaros b. İmparatorluğun sikke dağıtımı
b. Eparhos c. Nüfus arştı
c. Sübvansiyon d. Üretimdeki artış
d. Tema e. Kentlerde oturanların sayısının artması
e. Nomisma
7. Aşağıdakilerden hangisi 11. ve 12. yüzyıllarda üre-
2. Bizans İmparatorluğunun en önemli vergi kaynağı timin artmasında rol oynayan teknik yeniliklerden biri
aşağıdakilerden hangisidir? değildir?
a. Ticaret a. Antik çağlardan beri bilinen bahar buğdayı ye-
b. Tarımsal Alanlar rine 11. ve 12. yüzyılda tarımda, yulaf ve çavdar
c. Hayvancılık gibi yeni ekinlerin geliştirilmesi
d. Zanaat b. 10. yüzyıldan beri var olan su değirmenlerinin
e. Deniz Ticareti etkin kullanımı
c. Daha önce işlenmemiş alanların genişlemesi
3. Aşağıdakilerden hangisi Bizans sosyal yaşamı ve d. Genel olarak hem çiftçilerin hem de toprak sa-
ekonomik sisteminin 6. yüzyılın ikinci yarısında cid- hiplerinin toprak gelişimine katılması
di bir gerileme yaşamasının nedenleri arasında yer al- e. Demir sabanın keşfi
maz?
a. Veba salgını 8. 13. yüzyılın sonlarına doğru Bizans’ın ticaretinde
b. Suçiçeği salgını baskın olan şehirler aşağıdakilerden hangileridir?
c. Depremler a. Priene ve Katania
d. Uzun süren savaşlar b. Afrodisias ve Efes
e. Seri üretimin artması c. Venedik ve Cenova
d. Girit ve Teselya
4. 1092 yılında İmparator I. Aleksios Komninos’un e. Selanik ve Korintos
sikke reformu yapmasının nedeni aşağıdakilerden
hangisidir? 9. İmparatorluğun en önemli ticari metaları aşağıda-
a. Sübvansiyonlara engel olmak için kilerden hangisidir?
b. Ekonomik tedbir için a. Tahıl ve ipek
c. Nomismanın ayarı ve kalitesi bozulduğu için b. Fildişi ve keten
d. Üretimi arttırmak için c. Balmumu ve tuz
e. Kişisel harcamaları için d. Seramik ve cam
e. Maden ve mine
5. Bizans İmparatorluğunun merkezindeki alan dışın-
da vergi tabanının izini kaybettiği dönem aşağıdakiler- 10. Aşağıdakilerden hangisi dolaylı vergi değildir?
den hangisidir? a. İthalat ve ihracattan alınan %10 oranındaki
a. 6. yüzyıl gümrük vergisi
b. 11. yüzyıl b. Arazi vergisi
c. 4. ve 5. yüzyıllar c. Pazar ve liman vergileri
d. 7. yüzyıl d. Üretim, satış ve tüketim vergileri
e. 10. yüzyıl e. Devlet izinleri için gerekli vergiler ve kayıt üc-
retleri
9. Ünite - Bizans Ekonomisi 227
Sıra Sizde 4
Batı Avrupa kökenli seri üretim ile imal edilen ürün-
lerin daha düşük maliyetleri nedeniyle Bizans imalat
girişimleri küçülmüştür. Bu durum beraberinde Bizans
zanaat üretiminde düşüşe neden olmuştur.
Sıra Sizde 5
“İmalat ve zanaatçı işi” olarak değerlendirilen maden,
seramik, tekstil ve lüks objeler (cam, fildişi, ipek, altın
ve gümüş eserler) ikincil üretim olarak tanımlanmak-
tadır.
Sıra Sizde 6
Anadolu’da önemli maden yatakları arasında İspir
ve Artvin’de altın, Bayburt, Gümüşhane, Torul ve
Ulukışla’da gümüş, Kastamonu, Samsun, Murgul, To-
ros dağları ve Sinop civarlarında bakır madenleri sa-
yılabilir.
228 Bizans Tarihi
Yararlanılan Kaynaklar
Acara, M. (2005). “Ankara Anadolu Medeniyetleri Herrin, J. (2010). Bizans Bir Ortaçağ İmparatorluğunun
Müzesi’ndeki Bizans Maden Eserleri: Ağırlıklar ve Şaşırtıcı Yaşamı, İstanbul, İletişim.
Haçlar”, 22. Araştırma Sonuçları Toplantısı, C.2, s. 51- Jakoby, D. (2006). “The Economy of Late Byzantium
58, Ankara. - Some Considerations”, Proceedings of the 21st
Angold, M. (1997). A Political History the Byzantine Empire International Congress of Byzantine Studies (Edt. E.
1025-1204, London and New York: Longman. Jeffreys ve F. K. Haarer), Ashgate Publishing.
Baskıcı M. M. (2009). Bizans Döneminde Anadolu İktisadi Köroğlu, G. (2004). Anadolu Uygarlıklarında Takı,
ve Sosyal Yapı (900-1261), Ankara, Phoenix. İstanbul, Türk Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü Yayınları.
Cutler, S. (2001). “Gifts and Gift Exchange as Aspects Laiou, (2002). “The Byzantine Economy: An Overview”,
of the Byzantine, Arab, and Related Economies”, The Economic History of Byzantium: From the Seventh
Dumbarton Papers 55. through the Fifteenth Century 3 (Edt. Angeliki E.
Day, G. W. (1977). “Manuel and Genoese: A Reappraisal Laiou), Washington, D.C., Dumbarton Oaks
of Byzantine Commercial Policy in the Late Twelfth Research Library and Collection, s. 1145-1164.
Century”, The Journal of Economic History, 37, s. 289- Laiou, (2002a).” Exchange and Trade, Seventh-Twelfth
301. Centuries”, The Economic History of Byzantium: From
Demirel Gökalp, Z. (2009). “Battalgazi Definesi: the Seventh through the Fifteenth Century 2 (Edt.
VI. Mikhael Dukas’ın Histamenonları”, Hacettepe Angeliki E. Laiou), Washington, D.C., Dumbarton
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi 26, s.81-96. Oaks Research Library and Collection, s. 697-770.
Demirel Gökalp, Z. (2009). Yalvaç Müzesi Bizans Sikkeleri, Laiou, A. E. (2002b).” Writing the Economic History
Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı. of Byzantium”, The Economic History of Byzantium:
Demirkent, I. (1992). Mikhael Psellos’un Khronographia’sı, From the Seventh through the Fifteenth Century 1 (Edt.
Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi. Angeliki E. Laiou), Washington, D.C., Dumbarton
Demirkent, I. (2005). “12. Yüzyıla Kadar Bizans’da Oaks Research Library and Collection, s. 3-8.
Loncalar”, Bizans Tarihi Yazıları, s. 159-173. Laiou A. E. ve C. Morrisson (2007). The Byzatine
Grierson, P. (1954). “The Debasement of the Bezant in Economy, Cambridge, Cambridge University Pres.
the Eleventh Century” Byzantinische Zeitschrift, 47, s. Lefort, J. (2002). “The Rural Economy, Seventh-Twelfth
379-94. Centuries”, The Economic History of Byzantium: From
Grierson, P. (1961). “Notes on the Fineness of the the Seventh through the Fifteenth Century 1 (Edt.
Byzantine Solidu”, Byzantinische Zeitschrift, 54, 91-97. Angeliki E. Laiou), Washington, D.C., Dumbarton
Grierson, P. (1999). Byzantine Coinage, Washington, Oaks Research Library and Collection, s. 231-310.
D.C.: Dumbarton Oaks Reseacrch Library and Lopez, R. S. (1951). “The Dolar of the Middle Ages”, The
Collection. Journal of Economic History, Vol.1, No.3, s. 209-234.
Harris, J. (2003). Byzantium and the Crusades, Hambledon, Magdalino, P. (2002). “Medieval Constantinople:
London. Built Environment and Urban Development”, The
Hendy, M. F. (1970). “Byzantium, 1081-1204: An Economic History of Byzantium: From the Seventh through
Economic Reappraisal”, Transactions of the Royal the Fifteenth Century 2 (Edt. Angeliki E. Laiou),
Historical Society, 20, s. 31-52. Washington, D.C., Dumbarton Oaks Research
Hendy, M. F. (1985). Studies in the Byzantine Monetary Library and Collection, s. 529-537.
Economy c.300-1450, Cambridge, Cambridge Mango, C. (2008). Bizans Yeni Roma İmparatorluğu (G. Ç.
University Press. Güven, çev.), İstanbul, Yapı Kredi Yayınları.
Hendy, M. F. (1999). “Alexius I to Alexius V”, Catalogue Morrisson, C. (2002). “Byzantine Money: Its Production
of the Byzantine Coins in the Dumbarton Oaks Collection and Circulation”, The Economic History of Byzantium:
and in the Whittemore Collection, V. 5/1 (Edt. A. R. From the Seventh through the Fifteenth Century 2 (Edt.
Bellinger ve P. Grierson), Washington, D. C. Angeliki E. Laiou), Washington, D.C., Dumbarton
Oaks Research Library and Collection, s.909-966.
9. Ünite - Bizans Ekonomisi 229
Morrisson, C. ve J. P. Sodini (2002) “The Sixth-Century
Economy”, The Economic History of Byzantium: From the
Seventh through the Fifteenth Century 2 (Edt. Angeliki
E. Laiou), Washington, D.C., Dumbarton Oaks
Research Library and Collection, s. 171-220.
Necipoğlu, N. (1994). “Loncalar”, Dünden Bugüne
İstanbul Ansiklopedisi, C.5, s.224-226.
Norwich, J. J. (1995). Byzantium: The Decline and Fall,
Londra, Penguin.
Norwich, J. J. (1999). A Short History of Byzantium, New
York, Vintage Boks.
Ostrogorsky, G. (1999). Bizans Devleti Tarihi (Çev. F.
Işıltan), Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi.
Rautman, M. (2006). Daily Life in the Byzantine Empire,
London, Greenwood Press.
Sarris, P. (2006). Economy and Society in the Age of Justinian,
Cambridge, Cambridge University Pres.
Selvi, C. (2005). “Bizans İmparatorluğu Ekonomi
Tarihi İçinde Lüks Obje Endüstrisinin Yeri”,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Anadolu
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişehir
(Danışman: Prof. Dr. B. Yelda Olcay Uçkan).
Tek, A. T ve Demirel Gökalp, Z. (2010). “12. Yüzyıl
Bizans Dünyasında Para”, 1. Uluslararası Sevgi Gönül
Bizans Araştırmaları Sempozyumu Bildiriler, İstanbul,
s.178-186.
Tekin, O. (1998). Eski Çağda Para-Antik Numismatiğe Giriş,
İstanbul, Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü Yayınları.
Tekin, O. (1999). Yapı Kredi Koleksiyonu Bizans Sikkeleri,
İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Treadgold, W. (1997). A History of the Byzantine State and
Society, California, Stanford University Pres.
Vryonis, S. J. (1962). “The Question of the Byzantine
Mines”, Speculum, 37, s. 3-17.
10
BİZANS TARİHİ
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Bizans Sanatını içerik ve kavramsal olarak tanımlayabilecek;
Bizans Mimarisi’nin özelliklerini dönemlerine göre tartışabilecek;
Bizans Anıtsal Resim Sanatını dönemlere ayırarak açıklayabilecek;
Bizans El Sanatı örneklerini tanımlayabileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Bizans Sanatı • Vaftizahane
• Anıtsal Resim Sanatı • Şapel
• Bizans El Sanatları • Duvar Resmi
• Bizans Mimarisi • Fresko
• Bizans Kentleri • Mozaik
• Manastır • Seramik
• Kilise • Cam
• Martirium • Fildişi
• Hipoje • Maden
• Katakomp • Sikke
İçindekiler
BİZANS SANATI
Bizans İmparatorluğu kurulduğu kabul edilen 330 yılından İstanbul’un Osman-
lı Devleti tarafından fethedildiği 1453 senesine kadar hüküm sürmüştür. Söz
konusu tarihsel süreç içerisinde imparatorluk sınırları dâhilinde üretilen sanat,
mimarlık, edebiyat ürünleri ve değişen inanç sistemine bağlı olarak yeniden şe-
killenen sosyo-külürel yapı ile ilişkili tüm unsurlar “Bizans Kenti”, “Bizans Sa-
natı”, “Bizans Mimarisi” ve “Bizans Edebiyatı” gibi “Bizans” üst kimliği altında
tanımlanarak incelenmektedir.
Bizans Sanatı ve Mimarlığı başlıca üç dönem içerisinde ele alınarak değer-
lendirilir. Buna göre İstanbul’un 330 yılında başkent olarak belirlenmesinden
Geç Antik Çağ’ın sonu olarak kabul edilen İustinianos döneminin de içerisinde
olduğu 650 yılına kadar olan süreç Erken Bizans Dönemi olarak adlandırılır.
650 yılından 850 yılına kadar olan tarihsel aralık, Arap akınları ve İkonoklazma İkonaklast/İkonaklazma
(İkonakırıcılık) sürecinin yaşandığı ve Geçiş Dönemi ya da Karanlık dönem (İkonakırıcılık): Yunancadaki
eikon (ikona ya da imge) ve
olarak ta adlandırılan bir ara dönemdir. 842 yılında İkonoklast akım’ın sona klao (kırmak ya da yıkmak)
ermesinden İstanbul’un Latinler tarafından işgal edildiği 1204 yılına kadar olan sözcüklerinden gelir ve
sözcük anlamıyla imgelerin
süreç “Orta Bizans Dönemi” ve 1261 yılında Latin istilasının sona ermesi ve kasıtlı olarak yok edilmesi
İstanbul’un yeniden alınması ile başlayan ve 1453 yılında İstanbul’un Osmanlı anlamındadır. Bizans
Sanatında 726 ila 842 yılları
Devleti tarafından fethedilmesi ile son bulan tarihsel süreç “Geç Bizans Döne- arasında hâkim olan tasvir
mi” olarak tanımlanır. Ayrıca 1204 ile 1261 yılları arasında İstanbul’un Latinler kırıcı süreç ikonoklast akım
olarak tanımlanır.
tarafından işgal edildiği Orta Bizans dönemi ile Geç Bizans dönemi arasındaki
süre ikinci bir ara dönem olarak tanımlanabilir.
Sanatı oluşturan biçim ve içerik, toplumun yapısı ile doğrudan ilişkilidir. Sa-
nat eserinin amacı, konusu, malzeme ve tekniği tarihsel ve coğrafi olarak içinde
üretildiği uygarlığın ve dolayısı ile toplumun ekonomik, sosyo-kültürel yapısı ve
sahip olunan teknik düzeye bağlı olarak şekillenir. Yapıtın biçimi bütün bu ko-
şulların bileşkesi doğrultusunda meydana gelir (Kuban 2005, 15). Bizans sanatı Fresko: Yaş sıva üzerine suda
çözülmüş boya pigmentleri
İmparatorluğun hâkim olduğu geniş coğrafi alandaki yerleşimlerinde üretilen kullanılarak yapılan duvar
eserlerin bütününü tanımlayan kapsamlı bir olgudur. Bizans Sanatı öncelikle resmi.
dini ve sosyo-kültürel yapı, sonrasında siyasal ve ekonomik koşulların belirleyi- Mozaik: Taş, mermer, pişmiş
ciliğinde dönüşüm, değişim ve oluşum evreleri yansıtır. Bu dönemler içerisinde toprak, cam ve değerli taşların
küçük geometrik parçacıklar
Bizans sanat eserleri farklı konu, teknik ve üsluplarda fresko, mozaik duvar re- halinde harç üzerine dizilerek
simleri, el yazmaları, maden, fildişi, seramik, cam, tekstil ve sikke gibi eserlerde yapılan dekorasyondur.
yansımalarını bulur.
232 Bizans Tarihi
min kentin fiziksel yapısındaki yansıması öncelikli olarak dini yapılarda karşımıza Bazilika: İçi, iki sıra sütunla,
ortadaki daha geniş ve
çıkar. Erken Bizans döneminde Hıristiyanlığa bağlı olarak gelişen dini mimarinin yüksek olmak üzere üç
yanı sıra kamusal ve toplumsal yapının gereği olarak ihtiyaç duyulan mimari dü- sahına bölünmüş, dikdörtgen
planlı yapı biçimidir. Roma
zenlenemeler-uygulamalar gerçekleştirilmiştir. Fakat burada önemle vurgulan- döneminde mahkeme
ması gereken nokta, her ne kadar Hıristiyanlık ile birlikte sosyo-kültürel yapıda salonu olarak kullanılan
bazilikalar, Erken Hıristiyan ve
bir takım değişimler olsa da birey ve dolayısı ile toplum Romalı’dır. Yüzyılardır Ortaçağ mimarisinde yaygın
devam eden gelenek ve kültürün birden değişmesi mümkün değildir. Bu nedenle uygulanan bazilikal planlı
kiliselere örnek olmuşlardır.
dini mimaride görülen değişim ve yeniden oluşum süreçleri diğer yapı türlerinde
Nef: Kiliselerde sütun ya da
nispeten daha yavaş gerçekleşmiştir. Öncelikle Roma’nın pagan tapınakları terke- paye gibi destek dizileriyle
dilmiş, birçoğu yıkılmış, taşları yeni yapıların inşaasında kullanılmıştır. Ayrıca ayrılmış bölümlere denir.
Yapının büyüklüğüne göre
bazı tapınaklar kiliseye dönüşürülerek yeniden kullanılmıştır. 6. yüzyıla gelin- farklılaşan nef sayıları 1, 3,
diğinde kentsel mekan artık derinden hıristiyanlaşmıştır. Kentlerde kilise, mar- 5 hatta 7 olabilmektedir.
Neflerden ortadaki yani apsis
tirum ve manastırlar başta olmak üzere Hıristiyanlığa bağlı olarak gelişen dini ekseninde bulunan orta nef, her
yapı tipleri inşa edilmiştir. (Sarandi 2008, 318). Ayrıca piskopos ve manastırlar iki yandakiler ise yan neftir.
tarafından fakir ve hastalar için düşkünler yurdu, aşevi ve hastaneler yapılmış- Naos: Kiliselerde halkın
ibadet ettiği, orta ve yan
tır. Söz konusu dini yapılanmaya bağlı olarak şekillenen mimarinin dışında, ka- neflerden meydana gelen
musal ve sosyal işlevli yapılar Bizans mimarisinin bütününün tanımlanmasında mekândır.
önemlidir. Apsis: kilisenin doğusunda
bulunan ve ibadetin yönünü
gösteren bölümdür. Genellikle
Erken Bizans Dönemi Dini Yapıları içten ve dıştan yarım yuvarlak
ya da içten yarım yuvarlak
Erken Bizans döneminde her ne kadar inanç sistemi, sosyo - kültürel yapı dıştan çok cepheli ya da hem
ve siyasal değişmeler hızla gerçekleşse de söz konusu değişimlerin mimari ve içten hem dıştan çok cepheli
olabilmektedir.
sanata yansıması ve özgün bir kimliğe ulaşması zaman almıştır. Bizans’ın er-
Atrium: Kiliselerin batısında
ken dönemlerinde imparatorluk dönemi Roma mimarisinin ayrı ayrı formları bulunan avluya denir.
bir araya getirilerek yeni bir anlayışta kullanılmıştır (Koch 2007). Çok tanrılı Narteks: Kilisenin batısında
inanç sisteminden tek tanrılı Hıristiyanlığa geçiş sonrasında mimarideki en yer alan ve naosa açılan giriş
mekânıdır.
belirgin değişim, doğal olarak dini yapılarda gerçekleşmiştir. Yeni ibadet yapı-
Pastoforium Odası: Apsisin
ları olan “kiliseler” antik dönemin dini yapısı-simgesi olan tapınaklardan de- kuzey ve güneyindeki kapalı
ğil özetle “toplantı yapısı” olarak tanımlanan bazilikalardan esinlenerek inşa mekânlara denir. Bu mekânlar
kiliselerde yapılacak dini
edilmiştir (Kuban 2005). Dördüncü yüzyıldan altıncı yüzyılın sonuna kadar törene hazırlık yeri ve aynı
bazilika, tüm Bizans coğrafyasında cemaat, piskoposluk hatta manastır kili- zamanda din görevlilerinin
eşyalarını koydukları yerlerdir.
selerinin ana plan şemasını oluşturmuştur (Mango 2006, 50). Aynı zamanda Apsisin kuzeyindeki odaya
“bazilika” erken hıristiyanlık ve Bizans dönemlerinde “kilise” anlamında kul- “protesis” ve güneyindeki
odaya ise “diokonikon” denir.
lanılmıştır. Bu yeni yapı tipi Hıristiyan ayinlerinin gerçekleşmesi için gerekli Bema: Sadece din
bir takım mekansal düzenlemelere bağlı olarak şekillenmiştir. Ana şeması iti- adamlarının girebildiği,
bari ile Bazilika iki sütun dizisiyle üç bölüme (orta nef ve yan nefler) ayrıl- naostan levhalar aracılığı
ayrılmış, naos seviyesinden
mış büyük bir salon (naos), bu salonun doğu ucunda yarım daire formlu bir biraz daha yüksek döşemesi
olan altar odası.
büyük çıkıntı (apsis) ve naosun batısında, giriş tarafında avludan (atrium)
oluşan bir düzenlemeye sahiptir. Atrium’dan kiliseye girişte naosa açılan bir Ambon: Kilisede İncil
okumak için kullanılan birkaç
hol (narteks) yer alır. Apsisin iki yanında dini ayinlerde kullanılan pastofori- basamakla yükseltilmiş özel
kürsü.
um odaları bulunur. Ayrıca kiliselerde bema, ambon, solea, templon, altar,
Solea: Kiliselerde bemayı
kiborum, sintranon, katedra ve kripta adı verilen litürijik işlevli kuruluşlar ambona bağlayan zeminden
ve mekânlara sahiptir. yükseltilmiş yol.
234 Bizans Tarihi
Kaynak: R.
Cormack,
M. Vassilaki,
Byzantium (330-
1543), London,
2009, s. 37
10. Ünite - Bizans Sanatı 235
Erken Bizans döneminde yaygın olarak vaftizhane ve martirumlarda ter- Kiborion: Altarın önemini
vurgulamak için onun üzerini
cih edilen bir diğer plan tipi merkezi planlı tiptir. Roma’da Pantheon Tapınağı kaplayacak biçimde yapılmış
ile kubbenin dairesel bir alanı örtüğü, bir merkeze göre simetrik mekân kurgusu dört sütuna atılan kemerlere
oturan kubbeyle oluşturulmuş
2. yüzyılda etkili bir mimari düzeye erişildiğinin göstergesidir. Roma dönemin- bölüm.
de tapınak ve mezar yapısı olarak birçok uygulaması olan merkezi planlı mima- Sintranon: Apsis yarım
yuvarlığı içinde kademeli
ri düzenleme, Bizans döneminde vaftizhane ve martiryumlara örnek olmuştur. basamaklarla oluşturulan din
Milano’da San Lorenzo, Kudüs’te Anastasis Rotondası, Pamukkale’de Aziz Filip görevlilerinin oturmaları için
ayrılmış bölüme denir.
Martirumu merkezi planlı yapıların önemli örnekleri arasında gösterilir. İstan-
bul’daki Sergios Bakhos Kilisesi ve İtalya’da Revenna’daki San Vitale Kilisesi mer-
kezi plan tipi gelişiminin son aşamasını temsil ederler (Kuban 2005).
Resim 10.3
Ayasofya 3d Model
Kaynak: http://
www.arkeo3d.com/
byzantium1200/
ayasofya.html
Vaftizhane: Vaftiz sözcüğü Orta Bizans dönemi kiliselerinin karakteristik plan tipi “Kapalı Yunan Haçı”dır.
Grekçe kökenlidir ve “suya
batırma-daldırma” anlamı Kapalı Yunan Haçı planlı kiliseler ortada merkezi alanı kaplayan, dört destek üze-
taşır. Vaftizhaneler içinde rine oturan pandantif geçişli bir kubbe, orta mekânın dik ekseninde tonoz örtülü
vaftiz töreni yapılan ve haç kolları, çapraz ekseninde ise kubbe ya da tonoz örtülü köşe odalarından oluş-
genellikle de merkezi planlı
Hıristiyan dinsel yapılarıdır. maktadır. Kapalı Yunan Haçı planlı kiliseler “Kompleks-Gelişmiş Tip” ve “Basit
Tip” olmak üzere iki grup altında değerlendirilir. Kapalı Yunan Haçı plan tipin-
Rotonda: Planı kubbeli olan
daire planlı yapı. de inşa edilmiş olan yapılar oldukça geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Günümüze
ulaşmasa da I. Vasil (867-886) tarafından yaptırıldığı bilinen “Nea Kilisesi” kapalı
İkona: Yunanca “eiko”
fiilinden türetilen, ‘tasvir, yunan haçı plan tipinin ilk örneği olarak kabul edilir. İstanbul’da 907 tarihinde
suret’ anlamına gelen ikona, inşa edilen Lips Manastırı’nın (Fenari İsa Cami) Kuzey Kilisesi de kapalı yunan
boya ile ahşap panel üzerine
yapılan ve ibadet amacı da haçı planlı yapılardandır. Yine 920 yılında İstanbul’da inşa edilen Mireleon Kili-
taşıyan dini konulu resimlerdir. sesi (Bodrum Cami) iç mekân koordinasyonu ve yapısal sistemin dengeli ilişki-
Motif: Bezeme ve Süslemede
si açısından bu plan tipinin güzel bir örneğidir (Ousterhout 2008, 359; Mango
bütünü oluşturan parçalardan 2006, 165). Yunanistan’da ilk olarak 10. yüzyıl sonlarında Osios Lukas Manastır
her birine verilen ad. Kilisesi’nde uygulamasını gördüğümüz plan tipi Anadolu’da, Güney İtalya’da, Bal-
Figür: Resim ve heykel kanlar ve Rusya’da küçük değişikliklerle temel fonksiyonlarını koruyarak kilise,
sanatında betimlenmiş, saray, manastır ve mezar kiliseleri olarak inşa edilmiştir (Ousterhout 2008, 360).
doğada rastlanan ya da düşsel
her tür varlık ve nesnenin Orta Bizans dönemi kiliseleri küçük ölçekli yapılar olarak tasarlanmasına karşın,
genel adı. dönemin egemen plan tipi olan kapalı yunan haçı planlı yapılar manastır kiliseleri
Kompleks-Gelişmiş Tip: olarak özellikle başkent İstanbul’da en çok uygulanan plan tipi olmuştur (Mercan-
Orta Bizans döneminde göz 2007, 22) 10. ve 12. yüzyıllar arasında imparatorluk tarafından yapımı destek-
kubbenin dört serbest destek lenen büyük manastır kompleksleri oluşturulmuştur. Manastırların etrafı surlarla
(sütun-paye) üzerine oturduğu
plan tipi. çevrilmiş ve içeride manastır hücreleri ile diğer yapılar yer almaktadır. Bu manas-
tır komplekslerinde İstanbul’daki Pantakrator Kilisesi’nde olduğu gibi imparator
Basit Tip: Orta Bizans
döneminde kubbenin köşe ve hanedan üyelerinin mezarları için bölümler ayrılmıştır (Ousterhout 2008,360).
duvarlarına oturduğu plan tipi. Bu dönemde özellikle daha geniş bir iç mekân istendiğinde bazilika ve kubbeli
Sekiz Destekli Tip: Orta bazilika planlı kiliselerin inşasına devam edildiği görülmektedir.
Bizans Döneminde özelikle Orta Bizans döneminde uygulanmış örnekleri bulunan bir başka plan tipi “se-
Yunanistan ve Kıbrıs’ta tercih
edilen bir kilise plan tipi. Bu kiz destekli tip”tir.
plan tipinde orta nefin üzerini “Ada Tipi” ve “Kara Tipi” olmak üzere yapıların uygulama alanlarına göre iki alt
örten kubbe sekiz destek grupta değerlendirilen sekiz destekli yapılar daha çok Yunanistan ve Kıbrıs’ta inşa
üzerine oturmaktadır.
edilmiştir. Bu plan tipinin en tanınmış örnekleri Sakız Adası’ndaki Neo Moni Kili-
sesi (Ada Tipi) ve Osios Lukas Kilisesi (Kara Tipi)’dir. İstanbul’da 11. yüzyılda inşa
edilen Manganalı Aziz Georgios Manastırı’nın sekiz destekli plan kurgusu ile Nea
Moni ve Osios Lukas kiliselerine model oluşturduğu düşünülür (Mango 2008, 295).
Resim 10.4
Osios Lukas Genel
Görünüm ve Plan
Kaynak: R.
Cormack,
M. Vassilaki,
Byzantium (330-
1543), London,
2009, s. 197
10. Ünite - Bizans Sanatı 237
Resim 10.6
Vlaherna Sarayı
(Tekfur Sarayı) 3d
Model
Kaynak: http://
www.arkeo3d.com/
byzantium1200
çok hammadde kaynağına yakın bölgelerde inşa edilmiştir. Kent dışında bulunan
aynı tür atölyelerin endüstriyel bir yerleşim alanı oluşturmasının, standardize edil-
miş bir üretimin sağlanmasında önemli olduğu belirtilir (Bakirtzis 2008, 375-76).
Üretime bağlı depolama hem özel hemde kamusal olarak bir zorunluluk olmasına
karşın belirli bir mimari tür yaratmamıştır (Bakirtzis 2008, 376).
Bizans Kentlerinde yollar taşla kaplı ya da toprak olarak düzenlenmiştir. Kent-
lerdeki ana yollar İstanbul’daki Mesi ya da Selanik’teki Leohoros gibi adlarla tanım-
lanmış anıtsal revaklı düzenlemesi ile önemli caddelerdir (Bakirtzis 2008, 376). Bi-
zans döneminde gerek kentlerin içinde yer alan yollar, gerekse şehirler arasındaki
yol ağları farklı dönemlerde onarılmış ve yenilenmiştir. Ayrıca farklı bölgelerde
ulaşımın verimliği açısından son derece önemli olan köprüler inşa edilmiştir.
Su ve suya ilişkin mimari organizasyon Bizans kentlerinde önemli işlevleri
olan düzenlemelerdir. İnsan yaşamı için son derece önemli bir ihtiyaç olan su,
kentler için her dönemde aynı derecede önemli bir sorun olmuştur. Erken Bizans
döneminde kentlerde antik çağlarda oluşturulmuş su kemerleri ve kanalları ona- Su Kemeri: Romalılar
rılmış, gerekli görülen yerlerde yenileri inşa edilmiştir. İmparator Valens’in (364- tarafından uygulanmış olan,
üzerinde su yolu bulunan
78) İstanbul’da iki tepe arasında inşa ettirdiği Bozdoğan Kemeri olarak ta bilinen tuğla ve taştan yapılmış
su kemeri Erken Hıristiyanlık döneminin önemli bir örneğidir. Su kemerleri ile kemerli köprülerdir
kente ulaşan su üstü açık ve kapalı olarak inşa edilen sarnıçlarda depolanmakta-
dır. Üstü açık sarnıçlara İstanbul’da Bakırköy Sarnıcı, Dağlık Kilikya’da Meryemlik Sarnıç: Yağmur suyu
biriktirmeye yarayan yeraltı
Sarnıcı örnek gösterilebilir. İstanbul’da İustinianos döneminde 6. yüzyılda inşa su deposu
edilen Yerebatan ve Binbirdirek Sarnıçları kapalı sarnıçların en önemli mimari
örnekleridir (Koch 2007, 116). Sarnıçlar Bizans’ın her döneminde ihtiyaçlar doğ-
rultusunda inşa edilmiş, özellikle savaş zamanlarında sarnıç yapımında önemli
sayıda artış gözlenmiştir (Bakirtzis 2008, 376).
Suya ilişkin bir diğer yapı tipi hamamlardır. Roma dönemi boyunca inşa
edilmiş olan hamamlar Bizans kentinin doğal fiziksel yapısında önemli mimari
unsurlardır. Bu hamamlar erken Bizans döneminden itibaren kullanılmış, fark-
lı dönemlerde onarılmış, ihtiyaçlara bağlı olarak yeni hamamlar inşa edilmiştir.
Kent içersinde inşa edilen anıtsal nitelikli büyük hamamların yanı sıra, saraylarda,
hastanelerde, evlerde ve bazen manastırlarda küçük hamamlar inşa edildiği bi-
linmektedir. 5. yüzyılda İstanbul’da beş kamusal nitelikli anıtsal büyük hamamın
yanı sıra yüzelliüç özel hamam bulunmaktaydı. 6. yüzyıldan sonra özellikle kamu-
sal hamamlar Hıristiyan yaşam tarzına aykırı olduğu için yavaş yavaş terkedilerek
kullanılmaz olmuştur (Bakirtzis 2008, 377).
Roma kentlerinin eğlence hayatında Hipodrom ve Tiyatroların yeri önemlidir. Obelisk: Önemli bir olayın ya
Roma dönemi hipodromlarının öncül yapısı Roma’daki Maximus Circus’tur. Ay- da bir zaferin anısı için dikilmiş
çoğu granitten yapılmış olan
rıca İstanbul, Antakya, Selanik ve Milano’da hipodrom inşa edildiği bilinmektedir. kare veya dikdörtgen kesitli,
İstanbul’daki hipodrom günümüze kadar ulaşmasa da yazılı kaynaklarda yer alan tepesine doğru incelerek bir
pramitle sonuçlanan yüksek
bilgiler ve orta bölümde (spina) yer alan üç anıt yapı hakkında önemli verilerdir. taş.
Söz konusu üç anıt 390-92 yılında İmparator Teodosios tarafından dikilen Obe-
lisk, Yılanlı Sütun ve Örme Obelisktir.
Kaynak: http://
www.library.yale.
edu/exhibition/
judaica/jcsml.2.html
Mitolojik Sahne: Çok tanrılı Erken Hıristiyanlık Dönemi resim sanatının bir diğer önemli türü mozaiklerdir.
dinlerde tanrı ve yarı-
tanrıların eylemleri ile onlarınMozaikler kırmızı, mavi ve yeşil renkler ağırlı olmak üzere farklı renklerde cam
insanlarla ve diğer yaratıklarlave taş parçalarının kare şeklinde kesilip harçlı zemin üzerine yanyana getirilmesi
ilişkileri konusundaki ile oluşturulmuştur. 300 yılında inşa edilmiş olan Roma’daki St. Peter Kilisesi’nin
efsaneler, öyküleri konu alan
sahnelerdir. altında bulunan Julianus Mezarı’nın tonozunda, bitkisel kompozisyon içinde atlarla
gökyüzüne çıkarılan arabası içinde ışınlı tacıyla bir tanrı fügürü olarak İsa tasvir
Tessera: Mozaiği oluşturan
genellikle küp biçimindeki edilmiştir (Koch 2007, 134). Erken dönem moziklerinde cam ve taş parçalarından
küçük mermer, cam ya da oluşan tesseraların yerine Bizans döneminde özellikle 6. yüzyıldan itibaren altın
keramik parçalarının her birine
verilen addır. ve gümüş kaplama tesseraların kullanıldığı görülür. Sina Yarımadasın’daki Aya Ka-
terina Manastırı’nın apsis kubbesinde metamorfosis, kemerlerde ise Musa’nın ya-
şamından sahneler resmedilmiştir. Söz konusu mozaikler Justinanos döneminin
bilinen nadir dinsel betimlerini içerir (Ötüken 1997, 235). İtalya’da Ravenna St.
Apollinare Nuovo, S. Apollinare Classe ve S. Vitale Kiliseleri’nde Bizans resim sana-
tının en zengin mozaikleri bulunur. Yapıda daha çok İncil’den sahneler ile birlikte
dini kişi ve konular resmedilmiştir. S. Vitale Kilise’sinde yer alan İmparator İustinia-
nos ve karısı Teodora’nın portreleri, yapıya hakim olan dinsel sembol ve tasvirler ile
birlikte hierarşik bir anlayışa göre düzenlenmiş, dönemin görkemini, dinle devleti
bir bütün olarak özümseyen imparatorun büyüklüğünü simgeleyen tasvirler olarak
yorumlanır (Ötüken 1997, 235). Sina Dağı’ndaki dinsel kompozisyonda manzarayı
bir kenara bırakan “gelişmeci” anlayış, S. Vitale’de ise somut figürler ile gökyüzü,
kayalar ve ağaçlar ile pekiştirilmiş bir doğa vurgusunun beraberinde getirdiği ger-
çeklik geçmişe dair “tutucu” bir anlayış olarak yorumlanır (Mango 2008, 284).
10. Ünite - Bizans Sanatı 243
Yaklaşık 650 yılından 850 yılına kadar olan süreç özellikle Bizans resim sa-
natı için büyük bir boşluktan ibarettir (Mango 2008, 286). Bu tarihsel aralığın
büyük bir sürecini “İkonoklast Akım” olarak adlandırılan tasvir kırıcı dönem
oluşturmaktadır. Bu dönemde geçmiş dönemlerde yapılmış olan dini temalı
resimlerin büyük bir kısmının yok edildiği ve yeni resim faaliyetlerinin olduk-
ça az olduğu düşünüldüğünde söz konusu boşluk büyük ölçüde anlam kaza-
nır. İkonoklast süreçten en fazla etkilen başkent İstanbul ve yakın çevresidir.
Bu dönemde bir çok yapıda olduğu gibi Ayasofya’daki mozaikler tamamen
yok edilmiş, apsisteki meryem tasvrinin yerine büyük bir haç resmedilmiştir
(Ötüken 1997,236). İkonoklazma dönemine tarihlenebilecek önemli örnekler
İtalya’da (özellikle Roma’da) bulunmaktadır. Bunun sebebi Arap istilasından
ve İkonoklazma öncesi karışıklıklardan kaçan çok sayıda Bizanslı sanatçının
Güney İtalya ve Fransa’ya yerleşmeleri ve burada sanatsal faaliyetlere katılma-
larıdır. Bu sanatçılar aracılığı ile Bizans üslubunun batıya geçtiği bilinir (Ötü-
ken 1997,236). Milano yakınlarında Castelseprio’daki Meryem Kilisesi’nde
bulunan ve 8.- 9. yüzyıla tarihlenen freskolar Bizans resim sanatının önemli
örnekleri arasındadır.
Orta Bizans Dönemi’nde ikonoklast akımın son bulmasının ardından yoğun
bir resimsel faaliyet başlamıştır. Bu dönem resim sanatının en önemli özellikle-
rinden birisi konuların düzenlenişinde hiyerarşik bir sistem uygulanmasıdır. Bu
düzenlemeye göre kilisenin en yüksek kısmı olan kubbenin merkezinde genel-
likle İsa Pantakrator yani mutlak hâkim Tanrı’ya ayrılır. Bu tasvirlerde İsa kimi Pantokrator: Hıristiyanlığın
içindeki yaygın inanca göre
zaman başmeleklerle çevrilidir. Kiliselerin dinsel simge ve litürijisinde önemli bir Baba ile Oğul’un (Tanrı ile İsa)
mekân olan apsisin yarım kubbesi iki yanında baş melekler Mikail ve Cebrail’in tek görünüş olarak tasviri.
bulunduğu Meryem’e ayrılır. İsa’nın altında havariler ve peygamber’ler yer alırken,
Meryem’in altında havarilerin yanı sıra piskoposlar ve diyakozlar yer almaktadır.
Kubbeyi destekleyen dört pandantif üzerinde geleneksel olarak dört İncil yazarı-
nın tasvir edildiği görülmektedir. Kiliselerin diğer bölümlerinde kutsal savaşçı-
lar, hekimler, keşişler ya da şehitler kategoriler halinde resmedilmişlerdir (Mango
2008, 290-291). Orta Bizans Resim Sanatı’nın bir diğer önemli özelliği resimlerde
konu sınırlamasına gidilmesidir. Dönemin plan ve mekânsal kurgusuna uygun bir
seçicilikle Erken Hıristiyanlık sanatının uzun dizelerinin yerine İncil’deki anahtar
(önemli) sahnelerin resmedilmesinin tercih edildiği görülmektedir (Mango 2008,
291).
Bu dönemde İstanbul başta olmak üzere Anadolu ve Anadolu dışında (özel-
likle Yunanistan’da) önemli resimsel faaliyetler gerçekleştirilmiştir. Başkentte
kapalı yunan haçı planlı yapıların öncül örneği olan Nea Kilisesi aynı zamanda
dönemin resim programına da öncülük eder. Ayasofya Kilisesi’nin apsisinde-
ki Meryem tasviri ve günümüze ulaşmasa da kubbede yer aldığını bildiğimiz
Pantakrator İsa tasviri dönemin resim anlayışının önemli temsilidir. Ayrıca
Anadolu dışında 11. yüzyıl resim sanatının önemli örnekleri Yunanistan’daki
Osios Lukas, Sakız Adası’ndaki Nea Moni ve Kiev’de Ayasofya Kilisesi’nde yer
alan mozaiklerde izlenebilir. Yapılardan Osios Lukas Kilise’sinde yer alan moza-
ik resimler başkentin geleneksel resim anlayışından ayrılan üslup özelliklerine
sahiptir. Nea Moni ve Kiev Ayasofyası’nda yer alan mozaiklerde ise başkentin
genel sanatsal uslüp özelliklerine bağlı kalındığı görülmektedir (Ötüken 1997,
236).
244 Bizans Tarihi
Resim 10.8
Ayasofya Kilisesi-
Apis-Meryem
Mozaiği
Kaynak: Anadolu
Üniversitesi Sanat
Tarihi Bölümü
Arşivi
Kaynak: Anadolu
Üniversitesi Sanat
Tarihi Bölümü
Arşivi
11. ve 12. yüzyıla ait Bizans freskoları oldukça sınırlı olmasına karşın, Selanik’te
Panaya Halkeon ve Ohri’deki Ayasofya Kiliselerinin resim programları 11. yüzyıl
Bizans resminin önemli örneklerdir. 12. yüzyıl resim geleneğini yansıtan örnekler
açısından başkentten ziyade Kıbrıs ve Makedonya’da bulunan freskolar bir takım
10. Ünite - Bizans Sanatı 245
somut çıkarımlara kaynaklık eder. Kıbrıs’taki Panaya Portetisa ve yine Kıbrıs’ta Maniyerizm: Rönesans ile
Barok dönem arasındaki
Para Hori’deki On İki Havari Kiliseleri ile Makendonya Nerezi’de Aziz Pantele- sanatçılarının eserlerini
imon ve Kurbinova Kiliseleri gerek dönemin geleneksel üslup anlayışını gerekse tanımlamak için kullanılan
farklılaşma-yenilikleri ortaya koyan veriler içermesi açısından önemlidir. Komni- bir sanat dönemi olan
Maniyerizm, resimde abartılı
noslar dönemi duvar resimlerinde görülen abartılmış duygu ve hareketleri Nerezi uzunlukta küçük başlı, çok
Aziz Panteleimon Kilisesi’nde görmek münkündür. Dönemin Makedonya’daki bir hareketli, havada uçuşur
şekilde zeminden kopuk
diğer önemli yapısı olan Kurbinova Kilisesi’nin duvar resimleri ise dönemin üslu- kompozisyonlar sunar.
bunun neredeyse Maniyerist bir anlayışla aktarıldığı örnekler olarak tanımlanır Maniyerizm ya da Maniyerist
sözcüğü günümüzde kuralları
(Ötüken 1997,237). Dönemin söz konusu coşku ve duygusallığını kıran, dingin, yadsıyan her türlü sanatsal
hareketlerin dengelendiği resimsel düzenlemeler Kesriye’daki Panaya Mavriotissa tutum içinde kullanılır.
Kilisesi’nde görülmektedir (Ötüken 1997, 237).
Geç Bizans Dönemi-Sanatı aynı zamanda Paleologoslar Dönemi-Sanatı ola-
rak ta tanımlanır. İstanbul’un Latinler tarafından işgal edildiği tarihsel aralık aynı
zamanda Geç Bizans Sanatını hazırlayan süreçtir. Latin istilası süresince- 1204 ile
1261 yılları arası- Bizans resmine dair bilinenler sınırlıdır. Daha önce belirtildiği
üzere İstanbul’un Latinler tarafından işgali sonrasında Anadolu’da İznik başta ol-
mak üzere Trabzon, Epir ve Mora’da oluşan bağımsız bölgesel yönetimler oluşmuş-
tur. Ne yazık ki, başta İznik olmak üzere Latin istilası sürecinde bu merkezlerdeki
resim sanatına dair bilinenler oldukça sınırlıdır. İznik Ayasofya Kilisesi diakonikon
mekanında yer alan İsa ve aziz tasvirleri ve Bursa Zeytinbağı’ndaki Trilye Panto-
basilissa Kilisesi’nde yer alan freskolar Latin İstilası sürecinde Bitinya bölgesindeki
resim sanatına dair nadir örnekler arasındadır. Ayrıca Kapadokya’da bulunan bazı
yapılardaki duvar resimlerinin bu dönemde yapıldığı bilinmektedir. Bu yapılardan
Suvasa Oktagonu’nda İoannis Vatacis’in, Karşı ve Kırk Martyrler Kiliseleri’nde Teo-
doros Laskaris’in adının yeralması ve genellikle İznik kökenli azizlerin tasvirlerine
yer verilmesi resimlerin tarihlendirilmesinde önemli veriler olarak değerlendiril-
miştir (Ötüken 1997, 237). Fakat yapılarda yer alan resimler dönemin resim sanatı
anlayışına yönelik genel bir üslup tanımı ve değerlendirmesi için yeterli değildir.
Bizans resim sanatının Paleologoslar dönemi’ndeki oluşum ve değişim süre-
cinin tanımlanmasında, Trabzon Ayasofya Kilise’si freskoları öncül örnekler ola-
rak kabul edilir (Kuban 2005, 78). Ayasofya’nın fresklerinde tasvir edilen figur ve
kompozisyonlar genelde Komninoslar dönemi resimsel anlayışını temsil etmesine
karşın, figürlerin elbise kıvrımları içinde belirginleşen vücut hatları ve dengeli ha-
reketler, Paleologoslar Dönemin’de olgunlaşacak yeni bir üslubun yorumu olarak
tanımlanır (Ötüken 1997, 237). Benzer geçiş süreçlerinin izlenebildiği duvar re-
simleri Arta’daki Ayos Dimitrios Kaçuris, Ayos Nikolaos Rodias ve Kata Panaya
Kiliseleri’nde görülebilir. Paleologoslar Dönemi Resim Sanatı üslübunun en bilinen
örnekleri Hora Manastırı Kilisesi (Kariye Cami)’nde yer alır. 6. yüzyıldan itibaren
farklı dönemlerde onarım ve yeniden inşa süreçleri geçiren yapıda dönemin resim
sanatını yansıtan duvar resimleri 14. yüzyılda Teodoros Metohitis tarafından yap-
tırılan dış narteks ve mezar şapelinde görülmektedir Nartekslerde yer alan resim-
lerde İsa’nın ve Meryem’in hayatı konu edilirken, mezar şapelinde Tevrat’tan çeşitli
sahneler, Son Yargı, Mahşer ve Anastasis sahneleri işlenmiştir (Kuban 2005, 78-
79). Yapı Meryem’in hayatını konu alan yirmi bölümden oluşan bir dizi ile ondört
bölümde resmedilmiş İsa’nın çocukluğu dizisi ve otuziki sahneden oluşan İsa’nın
peygamberlik dönemini konu alan tasvirleri içeren zengin bir resim programına Perpektif: Resmim
sahiptir. Sırbistan’da yine Hora Manastırı Kilisesi ile aynı döneme tarihlenen Deca- iki boyutlu ortamında,
ni Kilisesi’nde sahnelerin sayısı daha da fazladır (Mango 2008, 298-99). Dönemin üçüncü boyut yani derinlik
yanılsaması vermek için
resim örneklerinde ortak nokta geçmişteki iki boyutluluğu aşan ve tam anlamı ile kullanılan teknik.
246 Bizans Tarihi
Kaynak: Anadolu
Üniversitesi Sanat
Tarihi Bölümü
Arşivi
Seramik
Bizans seramikleri dört ana kronolojik evrede incelenir. Birinci evre (4.-8. yüzyıl):
Erken Bizans döneminde antik geleneklerin devam ettiği tarihsel aralıktır. İkinci evre
(9.-11. yüzyıl): Seramik üretiminde İstanbul’un hâkim olduğu ve siyasi ve kültürel
olarak ilişkide bulunduğu bölgelere üretimlerin ihraç edildiği dönemdir. Üçüncü
evre (Komninos’lar dönemi): Sırlı seramik üretimin taşra merkezlerine taşınarak
yaygınlaştığı dönemdir. Dördüncü evre (12. yüzyıl sonu- geç Bizans dönemi): Sera-
mik üretiminde bölgesel üslupların hâkim olduğu dönemdir. (Armstrong 2008. 429).
Bizans seramiği dini ve resmi sanatın aksine halkın ekonomik çizgisi ve beğe-
nilerine göre şekillenmiştir. Arkeolojik veriler Erken Hıristiyanlık döneminden 7.
yüzyıla kadar Roma geleneğinin önemli ölçüde devam ettiğini ortaya koyar (Do-
Astar: Üzerine resim ğer 2007, 48). Bu dönemlerde Kırmızı Astarlı Roma geleneğini yansıtan seramik-
yapılacak olan yüzeyin boyayı
emmemesi için sürülen boya ler üzerine Hıristiyanlık sembolleri olarak güvercin, tavus kuşu, yunus ve haç mo-
katmanıdır. tiflerinin yanı sıra dini temalı figür ve kompozisyonlar işlenmiştir (Hayes 1997,
471; Armstrong 2008, 429, Doğer 2007, 48). Erken Bizans döneminin kırmızı ha-
murlu seramikleri ile Komninoslar döneminin yaygın tercihi olan sırlı seramik-
ler arasındaki dönemde az bilinen bir grup olarak beyaz hamurlu seramiklerin
ortaya çıktığı görülmektedir (Armstrong 2008, 432). Beyaz hamurlu seramikler
kendi içerisinde “Sırlı Beyaz” ve “Polykrom Beyaz” olmak üzere iki grup altın-
10. Ünite - Bizans Sanatı 247
da incelenir (Armstrong 2008, 432; Doğer 2007, 48). Sırlı Beyaz olarak tanımla- Polychrome: Yunanca
nan seramiklerin süslemesinde klasik anlayış devam etmesine karşın, “Polykrom çok ve renk kelimelerinin
birleşmesiyle çok renkli dekor
Beyaz” ve kırmızı hamurlu seramiklerin süslemelerinde İslam sanatının etkileri anlamındaki sözcüktür.
görülmektedir (Rice 1954, 214-215); Bezeme kompozisyonlarında yaygın kulla-
Kufi: 8. yüzyılda kurulmuş bir
nımı olan kufi yazıdan etkilenmiş motifler, palmetler ve kavisli bitkisel bandlar, Arap kenti olan Kufa’da ortaya
söz konusu İslam ve Doğu Sanatı’nın etkisinin eserlerdeki yansımaları olarak ta- çıkan hat sanatında kullanılan
bir yazı türüdür.
nımlanabilir (Doğer 2007, 49). Özellikle 7. yüzyıldan itibaren sürekli olarak başta
Araplar olmak üzere doğu uygarlıklarının Bizans’a karşı akınlarının böyle bir kül- Palmet: Bir sapın iki tarafında
simetrik olarak sıralanmış
türel etkileşimi beraberinde getirmiş olduğu düşünülür. uzunca yapraklardan oluşan
üsluplaştırılmış bezeme
Orta Bizans Dönemi’nin yaygın uygulanan bezeme tekniği, kırmızı hamurlu, öğesidir.
krem-beyaz astarlı kaplarının üzerlerinin astarı kaldıracak şekilde çizilmesi ve ka-
zılması suretiyle uygulanan “sgraffito”dur. Sgrafitto tekniğinin uygulama biçimleri
ile farklılaşan alt türleri bulunmaktadır: İnce Sgrafitto, Kazıma Sgrafitto, Geniş
Oyma/Cahmpleve. Orta Bizans döneminde palmet, rumi, kıvrık dallar gibi siti- Rumi: Birbirine bağlı yarım
palmetlerden oluşan süsleme
lize edilmiş bitkisel motifler ile birlikte, güvercin, keklik, aslan, tavşan, balık vb. öğesidir.
hayvan figürlerine yer verilmiştir. Ayrıca hayvan figürlerinde mitolojik ve fantas-
tik hayvanlar da konu edilmiştir (Maguire 1992, 3; Doğer 2007, 49). Seramikler-
de insan figürlerinde yer aldığı kompozisyonlarda 12. yüzyıldan itibaren belirgin
bir artış söz konusudur. Bu sahnelerde daha çok savaşçılar görülmekte ve bu ter-
cih asker kökenli bir sülale olan Komninosların iktidarı ile ilişkilendirilmektedir
(Doğer 2007, 49).
Geç dönem Bizans seramiğini Resim 10.11
mimari ve diğer sanat alanlarında
Sgrafitto Tekniğinde
olduğu gibi dönemin siyasal yapı- yapılmış üzerinde
sına bağlı olarak değişen yönetim çift başlı kartal
ve coğrafi sınırlar doğrultusunda figürü bulunan
seramik (13.
değerlendirmek gerekir. Geç dö- 14.yüzyıl)
neme tarihlenen bazı seramiklerin
Kaynak: R.
İznik Kuşlu Kaseleri, Karacahisar Cormack,
(Eskişehir) Rozetli Kaseleri, Sela- M. Vassilaki,
nik Kuşlu Kaseleri, Serres Seramik- Byzantium (330-
1543), London,
leri gibi üretim yerleri ile tanım- 2009, s. 149
lanması, bu dönemde bölgesel ve
yerel üsluplarının varlığını ortaya
koyar. Ayrıca bu dönemde özel bir
üretim grubu olarak başkent kö-
kenli Zeuksippos Seramikler ön Sır: Seramik hamurunun
plana çıkmaktadır. Kazı ve yüzey araştırmaları 13. Yüzyılda Kilikya’da Misis ve El üzerine sürülerek fırınlanan
ve bunların üzerini saydam bir
Mina (Samandağ-Çevlik)’da üretilen Aziz Simeon seramiklerinin, İtalyan üretimi katmanla örterek su ve benzeri
Proto-Mayolikalar’ın, Suriye ve turkuaz sırlı İran seramiklerinin Batı Anadolu’da sıvılardan etkilenmemesini
sağlayan koruyucu
dolaşımda olduğunu ortaya çıkarmıştır (Doğer 2007, 51). malzemedir.
Orta Bizans döneminde yaygın kullanılan bezeme tekniği olan “sgrafitto” nedir?
Çeşitleri nelerdir? 3
248 Bizans Tarihi
Cam Sanatı
Lüks Obje: Genellikle Bizans cam sanatına dair en önemli bilgiler günümüze ulaşan cam kaplar ve ar-
imparatorluk sarayı için keolojik kazılar sonucunda elde edilen örneklerden oluşur. Bu veriler ışığında ca-
değerli malzemeler
kullanılarak üretilen ve mın Bizans döneminde günlük kullanım objeleri, aydınlatma elemanları, pencere
süslenen kullanım eşyalarıdır. camı ve lüks objeler olarak üretildiğini ortaya koymuştur. (Olcay 2007, 42)
Bizans İmparatorluğu’nda cam sanatının bizzat imparatorluk tarafından
desteklenen bir sanat alanı olduğu bilinmektedir. Özellikle Erken Hıristiyanlık
döneminde cam yapımcılarının (vitriari) ve cam dekaratörlerinin (diatretari)
vergiden muaf tutuldukları yönündeki veriler (Olcay 2008, 102), cam üretimin
desteklendiği ve özendirildiğinin göstergesidir. Erken Bizans dönemi cam atöl-
yeleri köken olarak Roma dönemi cam sanatı geleneğine bağlıdır. Roma dö-
neminde ortaya çıkan üretim ve pazarlama organizasyonunun Bizans’ın erken
dönemlerinde de görüldüğü bilinmektedir (Olcay 2010, 24). Bu dönemin ka-
Altın Sandviç Tekniği: rakteristik eser grubu, “altın sandviç tekniği”nde süslenmiş cam eserlerlerdir.
Renksiz iki cam arasına altın
yaldızla yapılan süsleme Söz konusu cam eserlerde Roma geleneğinin bir yansıması olan pagan inanç ve
tekniğidir. kültürüne ait konu ve semboller ile Hıristiyanlığa ilişkin unsurlar bir arada kul-
lanılmıştır (Olcay 2008, 103). Erken Hıristiyanlık döneminin tüm sanat unsur-
larında olduğu gibi cam sanatında da geçiş döneminin karakteristik olgusunu
izlenmek mümkündür. Erken Bizans döneminde M. S. 578-636 yılları arasında
üretim ve kullanım alanı bulunan “Hacı Kapları” önemli bir eser grubudur. Söz
Kalıba Üfleme Tekniği: konusu eserler “kalıba üfleme tekniği” ile üretilmiş çokgen gövdeli şişelerdir
Üfleme borusunun ucuna
alınan cam hamurunun (Olcay 2008, 103). Erken dönem sonrası özellikle İkonoklast dönem (726-842)
önceden hazırlanmış kalıba ile başlayan ve 10. yüzyıla kadar devam eden süreçte cam sanatına dair bilinen-
üflenerek şekillendirilmesidir.
ler oldukça sınırlıdır. Ortaçağda cam üretimi ve niteliğini belgeleyen veriler az
sayıdaki yazılı kaynağa ve kazı çalışmaları sonucunda elde edilen bulgulara da-
yanır. Bu kapsamda, Anadolu’da Erken dönemlerden itibaren devam eden bir
cam üretimi tanımlanmıştır. Antakya ve İstanbul’da cam üretiminin varlığı bi-
linmesine karşın, üretim merkezleri, gelenek, ve üslup özellikleri hakkında bazı
belirsizlikler devam etmektedir. Anadolu dışında Yunanistan’da Korintos’ta 9. ve
11. yüzyıllarda cam üretiminin yapıldığı bilinmektedir. Arkeolojik kazılar son-
rasında ortaya çıkan verilere göre cam atölyeleri seramik atölyeleri ile birlikte bir
çarşı alanında bulunmaktadır. Atölyelerin çarşı alanı içindeki konumu üretim ve
satışın aynı mekânsal düzenleme içerisinde gerçekleştirildiğini göstermesi açı-
sından önemlidir (Olcay 2007). 12. ve 13. yüzyıllarda Bizans İmparatorluğu fark-
lı coğrafyalarda, farklı sosyo-kültürel unsurlarla karşılaşmıştır. Ayrıca bu süreçte
Anadolu’nun geçiş yolu üzerinde olması farklı kültürlerle etkileşimli bir sanat
üslubunun oluşmasını sağlamıştır. Aynı yüzyılda Venedik ve Cenevizliler’in Bi-
zans, İslam ve Batı devletleriyle önemli ölçüde ticaret ilişkisi, sentez bir üslubun
ortaya çıkması ve yaygınlaşmasınında etkendir. Dönemin yaygın cam tekniği
Emay Tekniği: Soğuk “altın yıldız boyama” ve “emay tekniği”dir. Bu yüzyıllarda gerek Bizans camında
cam üzerine altın yaldız ve gerekse İslam camlarında aynı teknikle farklı üslupta eserler üretildiği gözlem-
maden oksitlerle dekorasyon
yapıldıktan sonra fırında lenmiştir. Eserlerde geometrik ve bitkisel motifler ile birlikte insan ve hayvan
ısıtılarak camın yüzeyine figürlerinin kullanıldığı bilinmektedir (Olcay 2007, 42-45).
sabitlenmesi işlemidir.
Maden
Bizans İmparatorluğu, Anadolu ve Balkanlarda bulunan pek çok maden yatağı-
nı Roma’dan devir alıp işletmiştir. Mısır, Suriye, Anadolu ve İtalya gibi geniş bir
alana yayılan maden döküm merkezleri eyaletler kaybedildikçe elden çıkmış ve
başkent İstanbul tek ve önemli bir üretim merkezi olarak kalmıştır. Antik dönem
10. Ünite - Bizans Sanatı 249
ve Ortaçağ’da oldukça önemsenen madeni eşyaların yapım tekniklerinde Helenis- Kontrol Damgası: Değerli
madenden yapılmış objelerin,
tik ve Roma geleneği sürdürülmüştür. Bizans maden eserleri altın, gümüş, bakır, kalitelerini gösteren resmi bir
bronz, demir ve pirinç gibi malzemelerden üretilmiştir. Günlük yaşamın araç-ge- işaret ile damgalanmasıdır.
reçleri, demir ve bronz malzemeden başkent İstanbul’dan kırsaldaki köylere kadar Damgalı gümüş eserler Bizans
Devleti’nde 400-615 yılları
geniş bir alanda üretilmesine karşın; altın ve gümüş gibi değerli madenlerin üre- arasında yapılmıştır.
timi devlet kontrolündeydi (Rautmann, 2007, s. 261).
Erken Bizans Dönemi’nde altın malzemeyi daha çok bilezik, yüzük, kemer,
madalyon, kolye, küpe gibi süs eşyalarında ve sikkelerde görürüz. Bu eşyaların
üzerinde genellikle Tevrat ve İncil konuları tasvir edilmiştir. Gümüş malzeme ise Paten ve Asteriskos: Paten
daha çok imparatorların hükümdarlık yıldönümünü kutlamak ya da diğer neden- İsa’nın bedenini sembolize
eden ekmeğin konduğu
lerle yapılan hediyelik tabak ve kâselerde ya da liturjik eşyalarda tercih edilmiştir. tepsidir. Asteriskos ise, paten
Özellikle litürjik eşyalarda kullanılan gümüşlerde kontrol damgaları vardır. Bu ile birlikte kullanılan ve
damgalar “imparatorluk damgası” olarak da adlandırılmaktadır. Bunun sebebi ise ekmeğin üzerine gelebilecek
toz, böcek vb. önlemek
damgalarda imparator portresinin, isminin ya da monogramının bulunmasıdır. için üzerine örtü serilen,
II. Konstantinos (641-668) dönemine kadar devam eden bu damgalar hükümet yarım daire şeklinde iki
şeridin merkezde birbirine
otoritesinin sembolüdür (Dodd, 1961, s. 6). bağlanması ise oluşturulmuş
Hıristiyan liturjisinin ana ayinini olan “ökaristi”de kullanılan eserler şunlardır: malzemedir.
Paten ve Asteriskos, kalis, kaşık, ibrik ve el yıkama tası olan trulla, buhurdan, Kalis: İsa’nın kanını sembolize
yelpaze, kitap kapağı ve haçtır (Acara, 1998, s. 183-201). eden şarabın konduğu
kadehtir.
Bronz ucuz ve kolay satın alınabilen bir maden olması dolayısıyla hem sivil ya-
pılarda günlük kullanım araçları olarak hem de dini alanda küçük eşya yapımın- Kaşık: Şarabın içinde ıslatılan
da karşımıza çıkmaktadır. Çeşitli kaplar ve kutular, kantar ağırlıkları, aydınlatma kutsal ekmek parçalarını
ayine katılanlara vermek için
araçları (kandil, kandil ayağı, cam kandilleri taşıyan polykandilionlar gibi) sivil kullanılan malzeme.
yapılarda günlük kullanım araçları olarak kullanılmıştır. Haçlar ise dinle ilişkili
İbrik ve Trulla: Ayine
objeler olarak dikkat çekmektedir. başlamadan önce rahibin
Orta Bizans Dönemi’nde altın daha önceki dönemlerde olduğu gibi yine de- ellerini yıkaması için kullanılır.
ğerli ziynet eşyalarında tercih edilen bir malzeme olmuştur. Ancak bu dönemde Buhurdan: İçinde tütsünün
gümüş rezervlerinin tükenmesi ve ekonomiye bağlı olarak gümüş kullanımının yakıldığı küresel, dilimli,
silindirik, altıgen ya da kare
azaldığı görülmektedir. Dolayısıyla eserlerde kontrol damgası sistemi de yer al- gövdeli kaplardır.
maz. 9.yüzyıl ile birlikte, sanatın her alanında olduğu gibi maden işçiliğinde de
bir canlanma yaşanmıştır. Bu dönemde Bizans kuyumculuğunun özellikle mine Yelpaze: Kutsak ekmek ve
şarabı toz ve böceklerden
tekniğinde doruk noktasına ulaştığı görülür. Bu teknikteki eserler bugün, Venedik korumak için kullanılan
San Marco Hazinesi başta olmak üzere, çeşitli Avrupa ülkelerinin müze ve ko- malzemedir.
leksiyonlarında takip edilmektedir. Mine tekniğinin kullanıldığı eserlerin büyük Kitap Kapağı: İncil ve
kısmını paten, kalis, röliker gibi dini işlevli eserler ile taç, küpe, bilezik gibi süs eş- diğer dini kitapları koruyan
kapaklardır.
yaları oluşturmaktadır. Dönemin en önemli örnekleri arasında VI. Leon’un Adak
Tacı (886-912), İmparator Romanos kalisleri (956-963), İmparator Konstantinos Haç: İsa’nın çarmıha gerilişini
sembolize eden malzeme.
Monomahos’un Tacı (1042-1050) sayılabilir (Acara, 2007, s. 37-39).
Geç Bizans Dönemi’nde günlük kullanım objeleri dışında, değerli maden üre- Mine: Metal üzerine
timine rastlanmamaktadır. Değerli objelerin ham maddesinin kaynağı olan top- fırınlanarak kaplanan cam
esaslı tabaka.
rakların kaybedilmiş olması ve özellikle 1261-1453 yılları arasında imparatorlu-
ğun içinde bulunduğu siyasal ve ekonomik bunalım sanatın her alanında olduğu Röliker: Önemli dini kişilerin
kemiklerinin muhafaza
gibi maden sanatını da etkilemiştir. edildiği kutulardır.
Sikke
Paludamentum: Düz uzun Üzerindeki figürler bezemeler göz önüne alınırsa, Bizans sikkeleri de birer sanat-
ve mor askeri pelerindir.
Genellikle zırhın üzerine giyilir sal obje olarak değerlendirilebilir. Bizans sikke tipleri, imparatorlara ve dönemin
ve sağ omuzda bir fibula beğenisine göre çeşitlilik göstermektedir. Sikkeler üzerindeki yer alan figürlü be-
ile tutturulur. Yaklaşık ayak
bileklerine kadar sarkar. zemeleri, imparator tipleri ve dini tipler olarak sınıflandırabiliriz.
6. yüzyılda sikke ön yüzlerinde Bizans İmparatorlarının, cepheden ya profilden
Sagion: Bir fibula (İğne) ile büstü ya da ayakta figürleri yer almaktadır. 7. yüzyılın sonlarından itibaren profil
boyun hizasında tutturulan
ve omuzların arkasından büst yerine cepheden büst kullanımı yaygınlaştığı görülmektedir. Söz konusu sik-
atılıp sırtı örten pelerindir. kelerde iki ortak imparator tasvir edildiğinde yaşça büyük olan imparator sakallı
Paludamentum’un küçüğüdür.
görünümü ile sakalsız olarak tasvir edilen genç imparatordan ayrılır. Aynı zamanda
Hlamis: Sağ omuzda fibula ortak imparatorlardan büyük olanın sikkenin solunda küçük olanın ise sağda tasvir
ile tutturulan ve sağ omuzu
açık bırakan uzun pelerindir. edildiği bilinir. Sikke üzerinde üç figürün yer aldığı örneklerde ise en büyük olanı,
Kısa olanları antik dönemde yani asıl imparator ortada bulunurdu. İkinci önemli figür ortadakinin sağ tarafında,
askerler, avcılar ve biniciler üçüncüsü de sol tarafında yer alırdı. 1261’den sonra imparatorların ayakta (tek başı-
tarafından giyilirdi. Hlamis
6. yüzyılda hlamis askeri na ya da ortak imparator ile), otururken (genellikle tek başına) ya da diz çökmüş fi-
karakterini kaybetmiş ve gürleri (İsa ya da Meryem önünde) görülmektedir. İki ortak imparator bir dini figür
başlıca saray giysisine
dönüşmüştür. ile (İsa, Meryem ya da azizler gibi) betimlendiğinde ise, dini figür genellikle ortada
10. Ünite - Bizans Sanatı 251
Bizans sanatının diğer örneklerinde olduğu gibi sikkeler üzerinde de haç mo- Loros: Romalıların da
tifi dinsel sembol niteliğinde en belirgin ve yaygın kullanımı olan işarettir. kullandığı süslü bir pelerin
olan loros, Bizans döneminde
Zaferi simgeleyen viktoria figürü, melek ve hristogramlar da (İsa’yı temsil eden konsül kıyafeti olarak
bir monogram) sikkeler üzerinde kullanılan dinsel figürler olarak tanımlanabilir. kullanılmıştır. Loros deriden
yapılan, ağır, uzun ve dar
Hıristiyanlığın ve Bizans sanatının en önemli figür ve simgesi olarak İsa’nın Bizans dikdörtgen, yaklaşık 5 m.
sikkeleri üzerinde resmedilmesi ilk kez II. İustinianos (685- 695/705-711) döne- uzunluğunda bir atkıdır.
Hem imparator hem de
minde görülür. Fakat bu nokta da altını çizmek gerekir ki, İsa tasvirleri Geç Roma imparatoriçe tarafından
sikkelerinde de kullanılmıştır. Örneğin İmparator II. Teodosios’un (M.S.408-450) giyilen loros’un gelişimi Roma
imparatorluğu döneminde
kızı Evdokia ve III. Valentinianus’un (M.S.422-462) evlilik töreni için basılan sik- konsullerin giydiği “toga” ya
ke üzerinde İsa tasviri görülmektedir. Ancak oldukça sınırlı basılmış bu tip sikke- da “trabea”ya dayanmaktadır.
ler Bizans sikke tiplerini etkilememiştir. İsa burada Hıristiyanlaşmış imparatorluk Haç: İsa’nın çarmıha gerilişini
kültü ya da dindarlığı göstermek amacıyla özel sembolik sebepten dolayı sikke sembolize eden haç I.
üzerinde yer almaktadır. Dolayısıyla İsa’nın büst halinde sikkeler üzerinde ana Teodosios (İ.S. 379-395)
döneminde imparatorluk
tip olarak tasvir edilmesi II. İustinianos tarafından başlatılmıştır. İslamiyetin 678 seremonilerinde önemli
yılındaki zaferinden sonra II. İustinianos Troullo Konsili’nde Bizans altın sikke- bir yer alır. İsa’nın ölüme
karşı zaferinin sembolü
lerinin ikonografisinde bir reform yaptırarak ve muhtemelen İslamiyete bir tepki olan haç, imparatorlar için
olarak sikkelerin ön yüzüne İsa tasvirini yerleştirmiştir (Breckenridge, 1959). Di- düşmanlara karşı kazanılan
zaferin de sembolüdür. 6.
ğer bir dinsel tip olarak Meryem figürü ise sikkeler üzerinde ilk kez imparator VI. yüzyıl sonlarından itibaren
Leon (M.S.886-912) döneminde yer almıştır. Bizans sikkelerinde en çok
Hıristiyan dünyasının tanınan ve sevilen azizleri Bizans sikkeleri üzerinde ol- betimlenen dini simge
olmuştur.
dukça geç dönemde yine dinsel tip olarak sikkeler üzerinde tasvir edilmiştir. Söz
konusu aziz tasvirlerinin bulunduğu sikkelerde Aziz Aleksandros, Aziz Mihail,
Aziz Andronikos gibi ilk aziz isimlerinin aynı adı taşıyan imparatorların sikkele-
rinde betimlendiği görülmektedir (Tekin, 1999, s. 31-33).
252 Bizans Tarihi
Özet
Bizans Sanatını içerik ve kavramsal olarak Bizans mimarisinin özelliklerini dönemlerine
1 tanımlayabilecek; 2 göre tartışabilmek;
Sanatı oluşturan biçim ve içerik, toplumun yapı- Bizans’ın erken dönemlerinde çok tanrılı inanç
sı ile doğrudan ilişkilidir. Sanat eserinin amacı, sisteminden tek tanrılı Hıristiyanlığa geçiş son-
konusu, malzeme ve tekniği tarihsel ve coğrafi rasında mimarideki en belirgin değişim, do-
olarak içinde üretildiği uygarlığın ve dolayısı ile ğal olarak dini yapılarda gerçekleşmiştir. Yeni
toplumun ekonomik, sosyo-kültürel yapısı ve ibadet yapıları olan “kiliseler” antik dönemin
sahip olunan teknik düzeye bağlı olarak şekille- “toplantı yapısı” olarak tanımlanan bazilikalar-
nir. Yapıtın biçimi bütün bu koşulların bileşkesi dan esinlenerek inşa edilmiştir. Dördüncü yüz-
doğrultusunda meydana gelir. Bizans İmpara- yıldan altıncı yüzyılın sonuna kadar bazilika,
torluğu kurulduğu kabul edilen 330 yılından tüm Bizans coğrafyasında cemaat, piskoposluk
İstanbul’un Osmanlı Devleti tarafından fethedil- hatta manastır kiliselerinin ana plan şemasını
diği 1453 senesine kadar hüküm sürmüştür. Söz oluşturmuştur. Orta Bizans Dönemi’nde kilise
konusu tarihsel süreç içerisinde imparatorluk mimarisinde, başta başkent olmak üzere, im-
sınırları dâhilinde üretilen sanat, mimarlık, ede- paratorluğun bütün bölgelerinde yaygın olarak
biyat ürünleri ve değişen inanç sistemine bağlı kullanılan plan tipi “Kapalı Yunan Haçı”dır. Orta
olarak yeniden şekillenen sosyo-kültürel yapı Bizans Dönemine damgasını vurmuş Kapalı
ile ilişkili tüm unsurlar “Bizans Kenti”, “Bizans Yunan Haçı Planlı kiliselerden tarihi bilinilen
Sanatı”, “Bizans Mimarisi” ve “Bizans Edebiyatı” en eskisi 907 tarihli İstanbul Konstantin Lips
gibi “Bizans” üst kimliği altında tanımlanarak Manastırı’nın (Fenari İsa Camii) kuzey kilise-
incelenmektedir. Bizans Sanatı öncelikle dini ve sidir. Diğeri ise yaklaşık 920 tarihli Mireleon
sosyo-kültürel yapı sonrasında siyasal ve ekono- Manastırı Kilisesi’dir (Bodrum Camii). Orta Bi-
mik koşulların belirleyiciliğinde dönüşüm, de- zans Dönemi’nde görülen diğer önemli tip ise,
ğişim ve oluşum evreleri yansıtır. Bu dönemler “Sekiz Detekli” tiptir. Geç Bizans döneminde
içerisinde Bizans sanat eserleri farklı plan, konu, İstanbul’da “Dehlizli Tip” adı verilen plan tipi-
teknik ve üsluplarda mimari, duvar resimleri, el nin ortaya çıkar. Geç dönem Bizans mimarisi
yazmaları, maden, fildişi, seramik, cam, tekstil farklı bölgelerde kurulan bağımsız yapılanmaya
ve sikke gibi eserlerde yansımalarını bulur. bağlı olarak çeşitli yerel uygulamalar sergiler. Bu
nedenle 13 yüzyıl sonrası Bizans mimarisi çok
girişli, içerisinde Avrupa’daki çağdaş mimari üs-
luplar olan Romanesk ve Gotik mimari unsurla-
rının da izlenebildiği bir dönem olarak karşımı-
za çıkacaktır.
10. Ünite - Bizans Sanatı 253
Bizans Anıtsal Resim Sanatını dönemlere ayıra- Bizans El Sanatı örneklerini tanımlayabileceksi-
3 rak açıklayabilecek; 4 niz.
Erken Hıristiyanlık döneminde kiliseler, mezar- Erken Bizans döneminden itibaren Bizans sana-
lar, sivil ve resmi yapılar, freskolar ile süslenmiş- tının önemli bir grubu el sanatlarıdır. Bizans el
tir. Bu döneme ait en eski örnek aynı zamanda sanatı eserleri, sanatsal düzenlemenin üzerinde
erken Hıristiyanlık dönemi mimarisinin de ilk gerçekleştirildiği malzemenin niteliği ve işle-
örneği olarak tanımlanan Suriye’de Dura Evro- vine göre seramik, cam, maden, fildişi, tekstil
pos’taki ev kilisesinin vaftiz odasında bulunan ve sikke olmak üzere sınıflandırılır. Kullanılan
Tevrat ve İncil’den konuların işlendiği fresko- malzemenin niteliği ve dönemin tercihlerine
lardır. Yine öncül resim örnekleri olarak Roma bağlı olarak değişen teknik ve üslupların uygu-
Katakomplarının duvarlarında geometrik, bit- landığı el sanatı eserlerinde, bitkisel, geometrik
kisel motifler ile insan ve hayvan fügürleri res- motifler ile birlikte insan ve hayvan figürlerinin
medilmiştir. Mezar yapılarında ayrıca Antik resmedildiği görülür. Eserler üzerinde yer alan
dönem mitolojisinden sahneler ile Tevrat ve bezemelerde Hıristiyanlığa dair dini konu ve
İncil’den konular da resmedilmiştir. Orta Bizans simgeler başta olmak üzere, erken dönemlerde
Dönemi’nde ikonoklast akımın son bulmasının daha yoğun olmak üzere mitolojik sahneler ve
ardından yoğun bir resimsel faaliyet başlamıştır. sosyal yaşama dair konulara da yer verilmiştir.
Bu dönem resim sanatının en önemli özellik-
lerinden birisi konuların düzenlenişinde hiye-
rarşik bir sistem uygulanmasıdır. Orta Bizans
Resim Sanatı’nın bir diğer önemli özelliği resim-
lerde konu sınırlamasına gidilmesidir. Dönemin
plan ve mekânsal kurgusuna uygun bir seçicilik-
le erken Hıristiyanlık sanatının uzun dizelerinin
yerine İncil’deki anahtar (önemli) sahnelerin
resmedilmesinin tercih edildiği görülmektedir.
Geç Bizans Dönemi-Sanatı aynı zamanda Pale-
ologoslar Dönemi-Sanatı olarak ta tanımlanır.
Dönemin resim örneklerinde ortak nokta geç-
mişteki iki boyutluluğu aşan ve tam anlamı ile
bir perspektif olarak tanımlanmasa da yüzeysel
bir derinlik kaygısının izlenebilirliğidir. Resim-
lerde eşyalar ve figürler uzayan ve incelen bir
formda düzenlemiştir. Figürlerin Komninoslar
Dönemi resim anlayışına benzer nitelikte hare-
ketli, duyguların yoğun bir dışavurumcu kaygı
ile yansıtıldığı görülmektedir.
254 Bizans Tarihi
Kendimizi Sınayalım
1. Resim Kırıcılık olarak da bilinen 726-842 yılları 6. Aşağıdakilerden hangisi, Forum adı verilen, Antik
arasında özelikle dini resimlerin yok edilmesini öngö- Roma kentlerinin merkezlerinde yer alan ve çevresi
ren ve yenilerinin yapılmasını yasaklayan süreç aşağı- önemli kamusal yapılarla kuşatılmış meydanlara ör-
dakilerden hangisidir? nektir?
a. Fresko a. Pastaforium Odaları
b. Obelisk b. Dua Odaları
c. İkonoklazm c. Hipoje
d. Katakomp d. Vaftizhane
e. Tessera e. Bovis
2. Bizans Resim sanatının ilk örnekleri yeraltı mezar 7. Aşağıdakilerden hangisi Bizans döneminde inşa
odalarında karşımıza çıkmaktadır. Aşağıdakilerden edilmiş forumlardan biri değildir?
hangisinde söz konusu mezar yapıları birlikte verilmiş- a. Tauri Forumu
tir? b. Komninos Forumu
a. Katakomp-Bazilika c. Bovis Forumu
b. Bazilika-Hipoje d. Filadelfion Forumu
c. Manastır- Katakomp e. Arkadius Forumu
d. Katakomp-Hipoje
e. Kilise-Vaftizhane 8. Aşağıdaki kiliselerden hangisi erken Bizans döne-
minde kubbeli bazilika plan tipinde inşa edilmemiş-
3. Yaş sıva üzerine suda çözülmüş boya pigmentleri tir?
kullanılarak yapılan duvar resmi aşağıdakilerden han- a. Aziz Poliefktos Kilisesi
gisidir? b. Aya Sofya Kilisesi
a. Fresko c. Aya İrini Kilisesi
b. Mozaik d. Mireleon Kilisesi
c. Sikke e. Demre Aziz Nikolaos Kilisesi
d. Sgrafitto
e. İkona 9. Aşağıdakilerden hangisi Bizans döneminde su ve
suya ilişkin mimari uygulamalar arasında yer almaz?
4. Renksiz iki cam arasına altın yaldızla yapılan süsle- a. Yerebatan Sarnıcı
me tekniği aşağıdakilerden hangisidir? b. Bakırköy Sarnıcı
a. Sgrafitto c. Bozdoğan Kemeri
b. Champleve d. Binbirdirek Sarnıcı
c. Emay Tekniği e. Yılanlı Sütun
d. Kalıba Üfleme Tekniği
e. Altın Sandviç Tekniği 10. Aşağıdakilerden hangisi Bizans kilisesinin bölüm-
lerinden biri değildir?
5. Aşağıdaki objelerden hangisinde fildişi kullanıl- a. Loros
maz? b. Atrium
a. Diptikonlar c. Naos
b. Röliker d. Narteks
c. Trulla e. Apsis
d. Stavrotek
e. Triptikonlar
10. Ünite - Bizans Sanatı 255
Yararlanılan Kaynaklar
Acara, M. (1998). “Bizans Ortodoks Kilisesi’nde Liturji Eyice, S. (1982). “Türkiye’de Bizans Sanatı”, Anadolu
ve Liturjik Eserler”, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Uygarlıkları Görsel Anadolu Tarihi Ansiklopedisi, C.
Fakültesi Dergisi, C.15, S.1, s. 183-201. 3, 568-618.
Acara, M. (2007). “Litürjide ve Günlük Kullanımda Grabar, Andre (1966). Art of The World - Byzantium,
Maden Sanatı”, Kalanlar 12. ve 13. yüzyıllarda Holle Verlag G.M.B.H., Baden, Germany
Türkiye’de Bizans, İstanbul, 37-39. Grierson, P. (1999). Byzantine Coinage, Washington,
Armstrong, Pamela. (2008) “Ceramics” The Oxford D.C.: Dumbarton Oaks Reseacrch Library and
Handbook of Byzantine Studies, New York: Oxford Collection
Universty Press, 429-443 Haldon, John. (2006) Bizans Tarih Atlası (Çev. Ali
Bakirtzis, Charalambos. (2008) “Secular and Military Özdamar), İstanbul: Kitap Yayınevi.
Buildings” The Oxford Handbook of Byzantine Hasol, D. (1998). Ansiklopedik Mimarlık Sözlüğü,
Studies, New York: Oxford Universty Press, 373-385 İstanbul: Yem Yayın.
Bellinger, A. R. ve P. Grierson (Edt.) (1973). Catalogue Hayes, J. William (1972), Late Roman Pottery, Londra:
of the Byzantine Coins in the Dumbarton Oaks British School at Rome
Collection and in the Whittemore Collection, Volume İstanbul:Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Three Part 1, Leo III to Nicephorus III 717-1081, Ivison, Eric. (2000) “Urban Renewal and Imperial
Washington, D.C.. Revival 730-1025” Byzantine Forschungen, XXVI,
Breckenridge, J.D. (1959). The Numismatıc Iconography 1-46
of Justinian II (685- 695, 705-711), New York, Kazhdan, Alexander (Ed.) (1991). Oxford Dictionary
American Numismatıc Society. of Byzantium C.1-3, New York: Oxford University
Brandes. W. (1999) “Byzantine Cities in the Seventh Press.
and Eighth Centuries - Different Sources, Different Koch, Guntram. (2007) Erken Hıristiyan Sanatı (Çev.
Histories” The İdea and İdeal of the Town Between Ayşe Aydın), İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları.
Late Antiquity and the Early Middle Age, Leiden- Kuban, Doğan. (2005), Çağlar Boyunca Türkiye
Boston-Köln, 25-57 Sanatının Ana Hatları, İstanbul: Yapı Kredi
Demirel Gökalp, Zeliha (2009) Yalvaç Müzesi Bizans Yayınları
Sikkeleri, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Mango, Cyril (2006). Bizans Mimarisi, Ankara: Rekmay
Yayınları Ltd. Şti.
Dodd, C. E. (1961). Byzantine Siver Stamps, Washington Mango, Cyril (2008). Bizans: Yeni Roma İmparatorluğu
D.C. (Çev. Gül Çağalı Güven), İstanbul: Yapı Kredi
Doğer, Lale (2007). “Halkın İmge Dünyasında Seramik Yayınları.
Sanatı” Kalanlar: 12. ve 13. Yüzyıllarda Türkiye’de Mercangöz, Zeynep, E. Akyürek (2007) “Yaşam
Bizans, İstanbul: Vehbi Koç Vakfı, 48-51. Mekanları: Mimarlık” Kalanlar, 12. ve 13.
Doğer, Lale (2007). “İşlev, Teknik ve Estetik Yüzyıllarda Türkiye’de Bizans, İstanbul:Vehbi Koç
Değerlendirmelerle Bizans Günlük Yaşamında Vakfı Yay., s.22-29
Sırlı Seramik” SERES’O7 IV. Uluslararası Katılımlı Nicol, Donald M. (1999) Bizans’ın Son Yüzyılları (1261-
Seramik, Cam, Emaye, Sır ve Boya Semineri 1453), (Çev. Bilge Umar),
(Eskişehir, 709-727) Olcay Uçkan, B.Y. (2008). “Cam Tarihine Genel
Eyice, S. (1980). Son Devir Bizans Mimarisi İstanbul’da Bir Bakış”, Anadolu Sanat, Eskişehir: Anadolu
Palaiologos’lar Devri Anıtları, İstanbul: Türkiye Üniversitesi Güzel Sanatlar Fak. Yay., S.19, s.97-110.
Turing ve Otomobil Kurumu. Olcay Uçkan, B.Y. vd. (2007). “Lüks Üretimde ve
Günlük Kullanımda Cam”, Kalanlar, 12. ve 13.
Yüzyıllarda Türkiye’de Bizans, İstanbul:Vehbi Koç
Vakfı Yay., s.42-47
10. Ünite - Bizans Sanatı 257
Olcay Uçkan, B.Y. vd. (2010) “Bizans Dönemi”
Ortaçağdan Günümüze Anadolu Uygarlıkları,
Eskişehir Anadolu Üniversitesi Yayınları, 1-78
Orcasberro, S. (1998). “Mozaiğin Kısa Bir Tarihi”, Sanat
Dünyamız, S.69-70, 149-154.
Ötüken, Y. (1997). “Bizans: Anıtsal Resim ve Minyatür”,
Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, İstanbul, 257-260.
Ötüken, Y.,vd. (2007). “Resim Sanatında İnancın
İmgeleri”, Kalanlar. 12. ve 13.Yüzyıllarda Türkiye’de
Bizans, İstanbul: Vehbi Koç Vakfı, 33-35.
Ousterhout, Robert. (2008) “Churches and
Monasteries” The Oxford Handbook of Byzantine
Studies, New York: Oxford Universty Press, 354-372
Saradi, Helen. (2008) “Towns and Cities” The Oxford
Handbook of Byzantine Studies, New York: Oxford
Universty Press, 317-327
Sözen, M ve Tanyeli, U. (1999). Sanat Kavram ve
Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Remzi Kitabevi.
Tekin, O. (1999). Yapı Kredi Koleksiyonu Bizans
Sikkeleri, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.