Professional Documents
Culture Documents
/
Büyü ve Şaman
Sembolizminin Evrimi
Göktuğ Halis
1
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
2
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
Büyü ve Şaman
Sembolizminin Evrimi
Göktuğ Halis
3
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
ISBN: 978-605-9330-???
Sertifika no: 11329
Dağıtım:
İstanbul: 2A, Alfa, Alkım, Artı, Bilgi, Cağaloğlu, D&R, Derya Dağıtım
Final, Paraf, Remzi, Say, Totem, Yelpaze
Ankara: İmge, Kıta, Ekinoks, Arkadaş Kitabevi
İzmir: Erdoğanlar, Güneş
İnternet satış:
www.idefix.com, www.kitapyurdu.com, www.kitapyeri.com,
www.dr.com.tr www.netkitap.com, www.hermeskitap.com, www.babil.com,
www.1001kitap.com.tr, www.kitapdenizi.com,
https: //www.finalpazarlama.com, http: //www.kitapsan.com.tr
5
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
6
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
İÇİNDEKİLER
Önsöz
BÖLÜM I
GİZLİ BİR ÇATIŞMANIN ARKAİK KÖKENİ:
TOPLUM VE BİREY
Arkaik bir çatışmanın izlerini sürmek .........................................
İnancın kendiliğinden olanakları .................................................
Din dışı unsurlar ve arketipler sorunu… ....................................
BÖLÜM II
ŞAMANIN YÜKSELİŞİ
Totem ve Ruh ..................................................................................
Bir geçiş kurgusu: Gerileyen sosyal baskı ...................................
Totem’den Şaman’a: İlk sapkın atanın eylemi ...........................
Ruh Düşüncesi ve İlkel Dayanakları............................................
Ruh ve Rüyalar ...............................................................................
Ruh ve Ölüm ...................................................................................
Şamanın Gücü: Büyü ve Tedavi ...................................................
Tüm Dinlerin İki Kaynağı: Totem ve Şaman ..............................
Şamanın sonu ..................................................................................
Mısır’ın korkunç mirasının taşıyıcısı… .......................................
BÖLÜM III
-Tarihte sapkınlığın doğuşu-
TANRI KRAL’A Dönüşen Şaman
Tanrılar ve siyasal başarıları .........................................................
Tanrılardan Krallara.......................................................................
Şaman’dan Tanrı Yaratan Güç:Büyü ve öte dünya hakimiyeti
7
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
BÖLÜM IV
Rahip Dininin Özüne Sızmış Bir Düşman
SİMYA
1. Kuram ..........................................................................................
İki mitos: Babil ve Tufan… ............................................................
Madenler ve yapı sanatı….............................................................
Yeraltı ve doğum… ........................................................................
İnsana sağlık ve güç bağışlayan taşlar. ........................................
Bir yaratılış öyküsü ve ölümsüzlük arayışı… ............................
Mit ve Simya…................................................................................
2. Tarih .............................................................................................
Kaynaklar….....................................................................................
İslam ve Simya… ............................................................................
Ortaçağ Batı Simyası.. ....................................................................
Bayağılıklar tarihi… .......................................................................
BÖLÜM V.
Tanrı’nın gizli sözleri:
KABALA
Sosyal çöküşün travması ...............................................................
Sözcük anlamının yitirilişi .............................................................
Şaman ve Peygamber olarak yeni din adamları.........................
Tapınak umudu silinirken.............................................................
8
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
BÖLÜM VI
Ateşe Atılan TANRILAR TARİHİ
Sapkınlık mı, dindarlık mı? ...........................................................
Lanetlenen Tanrılar ve peygamberler .........................................
Sapkınlık tarihi için temel ilke arayışı .........................................
Göklerdeki değil, içimizdeki Kutsal Baba ...................................
Kutsalları yargılayan ilk mahkeme ..............................................
Kim dindar kim sapkın? ................................................................
Sapkınların asli nitelikleri..............................................................
İlk büyük düşman ..........................................................................
Kusursuzlar: Şaman, peygamber ve melekler ............................
Modern bilim öncesi mistisizm karşıtlığı ....................................
BÖLÜM VII
ŞAMAN’IN EN KORKUNÇ İMGESİ
ŞEYTAN
Kuram ve olasılıklar .......................................................................
Kötülük için köken arayışı ............................................................
İlk büyük medeniyetler ve Şeytanbilime giriş imgeleri ............
Şeytanı müjdeleyen topraklar .......................................................
Şeytan aramızda .............................................................................
Yetkin kötülüğe doğru son adım..................................................
Şeytanın doğumu: İki Ahit Arası metinler..................................
Samyaza, Azazel ve diğerleri ........................................................
9
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
BÖLÜM VIII
Doğuda ve Batıda itibar yitiren ruhlar
CADILAR VE CİNLER
Öykü ve Mit.....................................................................................
Masalsı bir tarih ve cadı avları......................................................
Doğuya özgü cadılar ......................................................................
İslamiyet ve cin inanışı ..................................................................
Cinler ve melekler ..........................................................................
Pagan Tanrılarından cinlere dönüşüm ........................................
Cinlerin isimleri ve istatistikler ....................................................
Sonuç ................................................................................................
10
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
ÖNSÖZ
-1-
İnanç tarihinin belki de en ilgi çekici konularından biri, Heretizm.
Sözcük, Türkçe’ye “dini bağlamı” merkeze alan bir bozulmayı ala-
rak geçiyor.
Bu açıkça “sapkınlık” demektir.
Günümüzün “dinler arası hoşgörü” temasının pek uğramadığı su-
larda biçimlendi Heretizmin tarihi. Yasal dinlerin birbirlerine belli
dönemlerde de olsa gösterdiği uzlaşmacı ve görünüşte de olsa ya-
şadığı saygı, bu sapkınlara hiçbir zaman gösterilmedi. Oysaki bunu
bekleyebilirdik; onlara yönelmiş öfke ve katliam arzusu ve olgusu
ile tezat biçimde heretikler, kendilerini, “katleden” kişilerle aynı di-
nin mensubu olduklarını söyleyerek ölmüşlerdi.
Aleviler Müslüman olarak, Catharlar ve Gnostikler ise “iyi Hıristi-
yanlar” olarak…
Ortodoksi’nin “katletme” fermanı, onların “ortak” din savunularını
umursamadı. Tarihin ilk jenosidinin(soykırımının) yaşandığı top-
raklarda, Fransa’nın güneyinde, XIII. Yüzyılın hemen başında onla-
rı yok etmek için bir Haçlı ordusu tertip edildiğinde bu gerçeklik,
kanımızı donduran kayıtlar bıraktı tarihe. Haçlı Ordusu’nu engel-
lemeye çalışan Katolik bir din adamının, katledilecek olan Cathar-
ları “çok iyi birer Hıristiyan” ve katledecek olanların temsilcisi din
adamlarını ise “düzenbaz ve sahtekâr” olarak nitelemesi bir şeyi
engellemedi. Üzerinde kendisine cennette mevki sağlayacak Papa-
lık haçını taşıyan komutan, seferin dini liderine, burada herkesin
Baba, oğul ve Kutsal Ruha iman ettiğini, kimin gerçekten dindar
olduğuna karar veremediğini belirterek yardım istedi.
Liderin yanıtı, Ortodoksi’nin bu tip çıkışlara tahammülsüzlüğünün
11
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
-2-
Bu Hristiyanlığa özgü bir tarih değil. En ilkel dinlerden, modern
dünyaya dek tüm inanç biçimleri, dinin farklı yorumunu taham-
mülsüzlükle karşıladı ve onları sapkın olarak niteleyerek ezmeye,
mümkünse ortadan kaldırmaya çalıştı.
Bu tavrın egemenlik, sosyal alan-ekonomik ilişkilerle bağı, çok sa-
yıda kültürel eserin esin noktasını oluşturdu. Ancak bunların pek
azı, bu gruba dahil olan kişilere yönelmiş öfkenin “bilinç dışındaki”
anlamları ile ilgilendi. Ve elbette, tüm akılcıl faaliyetlere rağmen,
kimi din adamlarının onları yok etmeye yönelik kararlı duruşunun
psikolojik etkenleriyle...
Bu kitap yalnızca bir yönüyle tüm hakim topluluk ve değerlerinde,
heretizme duyulan öfkenin arka planındaki gerçekliğin kökenlerine
ulaşmayı hedefliyor. Ancak bu, çok daha büyük önem taşıyan ve
beni köken arayışına zorunlu kılan “dini düşüncenin” tarih dışı
kaynaklarını saptama gayesini gizlememeli. Heretizm ile mücadele,
büyünün yasal dinlerden dışlanması, mistisizmin lanetlenmesi ve
en nihayetinde de new age dinlerine uzanan aşağılama eğilimine
dek çok sayıda belirtiden yalnızca biri. Bir diğer ifadeyle, tüm bu
çatışmalar, dinin iki kaynağı arasındaki çatışmanın tarihsel ve kül-
türel cisimleşmesiydi yalnızca.
Bir adım daha ileri giderek diyebiliriz ki, dinler tarihi de, bu gizli
çatışmanın uzantısından başka bir şey değil.
-3-
Böylesi bir arayışın konusu kuşkusuz yalnızca ilkel dinler değil. İl-
kel dinlerin dahi genç kaldığı bir kaynaktan bahsediyoruz artık.
Olasılıkla insanın insan olmadan önceki zaman dilimlerinden… Bir
hayvan gibi olduğu, bir hayvan gibi yaşadığı, elbette doğayı tü-
ketmediği medeniyet öncesi dönemlerden. Kitabımın birinci bölü-
münde, bu sorunu, farklı hayvan türlerinin kimi hareketlerinin dini
12
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
-4-
Modern dünyanın dinleri insanı doğanın incisi olarak görürken,
tüm diğerlerini ise ona rızık olarak verilmiş varlıklar olarak tanım-
larken, yalnızca bir dünya tasavvuru inşa etmiyordu. Kuşkusuz bir
inkârdı bu, binlerce yıl boyunca Tanrı ya da Tanrısal kabul edilmiş
hayvanın hükmünün bittiğini anlatmak istiyordu.
Tarihsel bağlamda bu gerçekliğe aşinayız biz. Kendini hayvan bi-
çimli olarak sunan Mısır Kralları’nın Hayvan’dan Tanrı’ya uzanan
bir yolun eşiğini oluşturduğunu biliyoruz. Tarih öncesi zamanlara
ise değinmeye bile gerek yok. Hayvanın kutsallığı yeterince ispat-
landı.
Böyle olunca hayvanın Tanrısallığı ve Tanrısal gücü adına en ol-
gunlaşmış sembol olarak Şaman’ın analizini gerçekleştirmeden çok
az ilerleyebilirim. Zira o, aynı dinden olanların katledilme tarihinin
gizli sebebidir. Şamandan gnostiklere, Alevilere, simyacılara, kaba-
lacılara uzanan gizli yolun dinamiklerinin deşifresi bu kitabın ana
amacını oluşturuyor. Elbette, Şeytan, cin, cadı gibi imgelerin ve
modern dünya ile düşünme sistematiğinden dışlanan sihirsel dü-
şünüşün Şaman’ı besleyen kaynaktan türeyişine ilişkin analizler
de…
-5-
Şaman ve sihirsel düşünüşün beslendiği kaynağı “dinin bireysel
boyutu” olarak tanımladım. Kitap boyunca bu ifade nerede geçerse
geçsin, bireyi ve bireysel güçleri-ağırlıklı olarak kural tanımaz,
uyumsuz, vahşi ve bencil dürtüleri-içgüdüleri kastediyorum- Tan-
rısallaştıran, yaşamak için topluma ihtiyaç duymadığı iddiasıyla
edimde bulunan hayvani bir yönü vurguladım. Bu yönün Tanrısal
olanla ilişkisinin sorunlu olduğu düşünülebilir ilk adımda. Ancak
dini bir düşünce için gerekli iki ilke de onda vardır:
13
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
-7-
Sonuçta bu üç büyük Modern Tek Tanrılı Din’in sapkın yandaşları,
“sosyal dinin” merkezi kutsallarına “uyum göstermeyi” reddetmiş-
lerdi. Gnostiklerin “seçilmişlerinden”, Yahuliğin Kabala’sına, İs-
lam’ın “En’el Hak” ekolüne kadar tüm sistem, Şaman’ın “toplulu-
ğun büyük çoğunluğunun” kendisini bağladığı “ayin ve ritüelle-
rin”; bununla beraber örgütlenme biçiminin kendisi üzerinde bir
rolü olmadığı kanaatinin oluştuğu “gizli”-arkaik bir kanaldan bes-
lenmişti. Bu ekoller, açık biçimde bir yönetici olarak “rahip” sınıfı-
nın Tanrı-Yaratıcı-ya da Kutsal olan ile ilişkisini bir hiçe indirgeye-
rek, kendi ilişki biçimini koruma yolunda irade gösterdi.
Bir aracının gereksiz olduğunu, Tanrı ile kul arasında “doğrudan”
bir bağ olduğunu savunmak; ekonomik çıkarlarla sisteme bağlılık
geliştirmiş rahip sınıfının değersizliğini savunmak anlamına gelir
çünkü. Ortodoksi’de gerilim yaratan olgu işte budur.
Elbette burada, ortodoksinin geriliminin ise yalnızca dünyevi çıkar-
lar ve ekonomik hevesler, güç arzusu gibi medeniyet diline ait kav-
ramlarla açıklanmaması gerektiğini bildirmeliyim. Bu arkaik tepki-
de toplumu yıkıcı etkilerden koruma gayesi yatıyor. Her ne kadar
15
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
-8-
Şaman ve Rahip arasındaki çatışmayı, güçlü bir öyküyle açıklar
Campbell. Bir rahip, Şaman’ı “ayaklarını uzattığı Tanrı heykelinden
çekmesi konusunda” uyarıyordu. Oysaki Şaman’a göre, yerkürede
Tanrı olmayan bir yer yoktu ve nereye basarsak basalım ayakları-
mız Tanrı’ya değmekteydi.
Şaman haklıydı kuşkusuz; Rahip ancak şaşkınlıkla ayrıldı oradan.
Ama hepimiz biliyoruz; elinde yeterince güç olsaydı, bu sapkın fi-
kirleri yaymaması için onu öldürebilirdi de… Onun haklı olması-
nın bir önemi yoktu
-9-
Şaman ile simgelenen dinin bireysel boyutu, Malinovski tarafından,
“yalnızlık” anlarında oluşan en derin dinsel sezgi; Rahip ile simge-
lenen dinin toplumsal boyutu ise Durkheim tarafından simgelenen
“topluluk ayininin en yüce vaadi-esriklik ve coşkunluğu” olarak
tanımlanan iki ana ekol oluşturdu o halde.
Günümüze dek kesintisiz çatışmanın izlerinin sürüldüğü bu ekol-
lerden ikincisi-yani toplumsal boyut-“bireyin” ne pahasına olursa
olsun, tüm benliğiyle “topluluğa” katılması gerektiğini savundu ve
bireysel edim, ilkel dürtüler ve içgüdülerin sistemli bir kontrolizas-
yonunu gerekli gördü. Sosyal din, Jung’un “gölge” arketipi olarak
betimlediği bu temel güç, başına buyruk olma ve ilkel benliğin de-
rinliklerinde yer alan, sınırsız cinsellik, öldürme ve bencillik gibi
temel hayvani dürtülerin “yıkıcı” yaşamı sonlandırıcı niteliklerini
dizginlemeyi hedefliyordu kuşkusuz.
Ancak tüm bunlar aynı zamanda “hayat veren” idi. Yani dinin bi-
reysel boyutunun kutsallaştırdığı ilksel güçlerin-yaşamı sürdürme
adına sunduğu “katkısı” inkâr edilemez bir coşku unsuru yaratı-
yordu. İnsan “kendisine yaşamasında yarar sağlayan ne varsa” onu
kutsal olarak görmeye başlar. Elbette yanı başında, dolanıp duran
bir şeylerin hissiyatıyla dolanıyordu. Ve insanın kendi bireyselli-
16
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
-10-
“Yaşam veren güç” olarak ilksel güdüler gelişkin Tanrı imgesinin
kökenlerinde gizli ilksel anlamı oluşturuyor. Şaman, “ilkel güdüle-
ri” böylece, yaşam veren “doğanın diğer güçleriyle” ilişkili saydı.
Bu yol çok geçmeden “Tanrı’nın kendi içinde olduğu savına ulaş-
tı…”
Avamı aşağılamaya yönelik bu tutuma karşılık, sosyal din, Şa-
man’a maskeler giydirerek, onu topluluk ayinine girmeye mecbur
bıraktı.
Bu çatışma ilk kez belirgin bir biçimde neolitik topluluklarda şekil
değiştirdi. “Şamanizm” insanın, hala doğanın ve onun temel unsur-
17
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
-11-
Bu çatışma kimi hallerde açık kimi hallerde ise bireysel içgüdülerini
tamamen bastırmış bireylerden oluşan topluluğun tümü için geçer-
lidir ve ilksel imajlar, tutumlar ve güdülerin baskısını hissetmeyen
tek bir insan bile yoktur. Jung bu baskıya “arketipler” adını verdi
ve insanın evrim aşamasındaki ilk türlerine, belki de “hayvanlık”
aşmasına dek geri götürülebilecek etkilerin mirasını taşıdığını iddia
etti. Bu şayet doğruysa, bireysel bilinç dışının öte yanında ve onun-
la beraber, insanı etkileyen “sosyal-psişik” bir alanın varlığına
ulaşmış oluyoruz. Her bir bireyin “davranışını” etkilemeye devam
eden bu miras, kendini “bazı somut şekiller” ve “ifadelerle” açığa
seriyordu.
Mitler bu birikimdeki sadeleşmeleri ifade ediyor. Campbell’in be-
lirttiği gibi, bilinç dışında, insanı zorlayan her türlü “hayvani dür-
tü”nün baskısı, mitler sayesinde açığa çıkar ve onun birey üzerin-
deki olumsuz etkisi, mit sayesinde giderilir.
Sözün, şiirin, dansın, sanatın ya da herhangi bir dini figürün, ger-
çek hayattaki karşılığından ve ifadesinden, insanda ifade ettiği bi-
linç dışı anlama bakmalıyız o halde. Ve simge, gerçekte bir karşılığı
olup olmadığı önemsiz halde, güç odağı olarak işlem görmeyi sür-
düren bir duygu yoğunluğu, belki de coşkudan başka bir şey de-
ğildir. Şaman’ı topluluktan ayrı kılan; ondaki “etkinin” mutlaklaş-
ması ve topluluktaki karşılığından kopmasıyla ilgilidir. İkinci bö-
lümde göreceğiz; totem işaretleri ile karşılaştırılabilir bir sembolizm
rüyalarda da açığa çıkar.
Sembollerin kaynağı belirsizdir elbette; bununla birlikte kesin olan
Şaman’ın, toplumun bütünü için anlam ifade eden güç unsurlarını
üzerinde toplama iddiasıydı. Totem sembolünün tekil anlamı-
hayvan türü ve akrabalık ilişkileri-bütüncül bir senteze ulaşmıştı.
Şaman, kendini bir yerlerine yerleştirir bu resmin. Artık o, diğer
18
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
-12-
Bu düşmanla çatışırken, toplum çok geçmeden bireyin kendisini
Tanrı ile özdeşleştirme eğilimini güçlendiren mistik ve büyüsel ak-
lın karşısına pozitif akılla çıkmaya başlayacaktır. Yerleşik hayat, sis-
temli ekonomi, avcılık, iş bölümü, karmaşıklaşan sosyal ilişkiler
Şaman’a ve temsillerine güç iddiasına yer olmayan bir zamana ge-
çildiğini gösteriyordu.
Bu ekol eninde sonunda “modernizm”e vardı
Tüm dinlerin ve kültürlerin gnostik olarak nitelendirebileceğimiz
katmanları, yükselen Batı’nın muteber dini pozitif bilimin dahi ka-
çıp kurtulamayacağı bir güç halesinden besleniyordu. Modern Bi-
limin Doğuşu bölümünde, bu dinin kurucularının mistisizmden
nasıl beslendiğini göstermeyi hedeflendim. Birçokları çağın düşü-
nüş biçiminin sonucu olarak niteleyecektir kurucuların büyüsel
kaynaktan beslenen fikirlerini. Ancak bu saçmadır, öncelikle bilim
ve büyü arasındaki ayrıma ilişkin inandırıcı olmayan argümanların
çokluğundan, ikinci olarak da kurucuların fikirlerinin inkâr edile-
mez, aydınlık Mısır imgesinden beslenmesi ve bu imgenin bilinç
dışında taşınagelen Tanrısal gizemlere ve bilgiye ulaşma gayesi ile
bire bir uyum göstermesinden dolayı. Belki de hepsinden önemlisi
bilimci dünya algısının gezegeni sürüklediği yıkım, savaş ve kat-
liam gerçekliğinin sonrasında, kitlelerin yeniden ve bu kez new age
dinleri ile argümanlarını kitlesel biçimde değersiz kılmasından...
Modern dünyanın doğuşu bölümünde din ile bilim arasındaki ça-
tışmanın kitaplarda ve batı eğitim sisteminde anlatıldığı kadar kök-
lü ve derinden olmadığını göreceğiz. Zira her ikisi de ortak bir
düşmana karşı anlaşmış müttefikler gibidir. Mistisizme. Modern bi-
lim algısına olduğu kadar bilimsel düşünüşe de aykırıydı dinin bi-
reysel boyutu. Afrika’da yahut Hindistan’da sömürgeci ülkelere
nasıl da sorun çıkardığını biliyoruz.
Dinin bireysel boyutuyla açık temaslar sağlayan, mit, büyü, rüyalar
ve diğer mistik uğraşların, modern bilim algısı ve hegemonyasın-
19
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
-13-
Yaklaşık 10 yıldır üzerinde düşündüğüm kitabımın sonlarına yak-
laştıkça, söylenenlerle bugün arasındaki bağı nasıl kuracağım soru-
nunun baskısını ciddi biçimde hissetmeye başladım. New Age din-
lerinin yükselişi, modernist ve bilimci ilahiyatçıların televizyonlar-
daki konferanslarının artışı ve laiklik çağında Ateizm değil ama
Uzak Doğu’ya yönelimdeki oransal artışa dikkat çekmek ise soru-
nun pek azıyla ilişki kuruyor.
Bundan çok daha fazlası var ve ben bunu bilim çağında kitlelerin
komplo teorisi olarak sistemleştirilen mitsel öğelere inanma eğili-
miyle ilgili olduğunu göstereceğim. Kuşkusuz akıl çağıyla pek
uyumsuzdur bu eğilim. Ancak ansızın şeytan, kahraman, tapınak
ve dinler tarihinin diğer sembollerinin gerçek hayattaki yaygınlığı-
na ulaşırız ve tüm bunların Türkiye gibi ülkelerde bir yönetme ve
idare etme biçiminin parçaları haline geldiğini görürüz.
Akıl dışı siyasetin Türkiye’de kat ettiği yol, bu argümanı tartışılır
olmaktan çıkarıyor kuşkusuz. Bundan sonrası ise bu tezler için sos-
yal alandan delil toplamaktan ibaret. Cemaat ve şeytan miti, Tayyip
20
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
-14-
Bilimsel dünya görüşü ve pozitif takıntı, yaşanan bu dönüşümü
çözümlemede güçsüz kaldı. Çünkü bilinç, toplum ve doğa ilişkile-
rinde kendi bakış açısını mutlak doğru olarak görme eğilimi taşı-
yordu. Gerçekte ise bu hadsiz bir iddiaydı çünkü bilimci dünya gö-
rüşü, dünyanın pek küçük tarihinde ve yalnızca Batı’da böylesine
muklak güce sahip olmuştu. Bunun dışında kalan tüm zaman ve
mekânda ise sihirsel düşünüş vardı.
O halde, bilimsel görüşün insan doğasında hakim olan fikirden,
emperyal amaçları desteklemek amacıyla geliştirilmiş köklü ve ye-
rel bir sapma olarak nitelendirilmesinin önünde ne vardır?
21
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
22
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
2- Şaman’ın Doğumu:
Bu bölümde esas olarak, bireyin içindeki tanrılık dürtüsünü besle-
yen güç odağının hem toplumun, hem de kendisinin baskısından
kaçarak, kendisi için “ehlileştirilmiş” bir çıkış yolu buluşunu ve
kontrollü bir sentez örgütlediğini göreceğiz. Bu bir yönüyle Tabu
olarak tanımlanan ve yasaklarla anlamlanan bir dinden bireyin öz-
gürce çıkma iradesini gösteriyor. Totem ile sembolize edilen ilk
sosyal dini varyasyonun, güç odaklarının “bireyde” toplanmasına
ve bireye transferini gösteren bir dönüşüm yaşandığında ortaya
Şaman çıkmıştır. Paralel olarak Totem sembolü-tekil olanın-bir tür-
den topluma uzanan tanım işlevinin, doğanın bütünlüğündeki me-
lez hayvan mitolojisiyle ifade edildiğini göreceğiz. Ulu Büyücü
Tasviri ve Şaman, Tanrı ile iletişimin en güçlü aracı haline gelir.
Böylece peygamber fikrini besleyen ilk cisimleşme olarak Şaman’ı
inceleyeceğiz. Doğa’nın Tanrı olarak belirlenen tüm kadim güç
odakları ile görüşme olanağı onun edimlerinde karşılık bulmuştu.
Şaman ile simgelenen bireysel boyutun, yerleşik topluluk ritüelleri-
nin kendisini bağlamadığını düşünen ve yaşam gücü olarak, dürtü-
leri-içrek potansiyeli gören karşı çıkış yordamına böyle ulaşırız. Bu
nedenle ikinci bölümde, Totem baskısından kurtulan Şaman’ın bi-
reysel mecraları üzerinde duracağım. Bununla ilişkili olarak Ruh,
büyü, sağaltım ve ölüm sonrası yaşam gibi güç unsurlarının Şa-
manla ilişkisi bağlamındaki analizine yöneleceğim. Tüm bu bölüm
boyunca, bundan sonraki süreçlerde Peygamberlere atfedilen ayırt
edici niteliklerin Şaman’ın karakteristiği olduğunu ve yeni din ku-
rucularına kutsiyet veren özeliklerin buradan alındığını göreceğiz.
24
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
4- SİMYA:
Sosyal dinlerin tarih içinde güçlenme eğilimine karşın, Tanrı ile in-
san arasında ritüel mesafesi bulunmadığını iddia eden ekollerden
en eskisi Simya idi. Simya “dinin bireysel” boyutu olarak betimle-
diğim ve ilk sistemli ifadesini Şamanizm’de bulan kaynaktan bes-
lenmişti. Simyanın olgunlaştığı gelişkin neolitik medeniyetlerde bu
dürtüsel kaynaklar, insanın evrenin gidişatında azımsanmayacak
bir rol oynadığı kabulünü içeren yaygın-resmi ideolojinin içine kur-
tuluşçu teolojileri ve ilkel benliğin temaları aracılığıyla sızmıştı. Bu
ilke, ritüeller aracılığıyla insanın “kozmik denklemdeki yerini” ta-
25
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
5- Kabala:
Tapınağın yıkımının ardından Yahudi toplumunun özgün kültürel
nitelikleri kendi kurtuluşçu felsefesini yarattı. İnanan insanın Tanrı
ile ilişkisini ‘yasal sınırların’ ötesine taşıyan Kabala, arkaik kültür-
lerden bu yana izlenen ve Şamanist ideolojinin açık etkisini taşıyan
‘kutsal kişiler’ vurgusuna ulaştı. Kutsal Kitabın görünür anlamları-
nın ötesinde kişiyi Tanrı ile buluşturan anlam katmanlarına ulaşan
Rabbiler, bu yolculuğun tehlikelerine karşı yapısal ideoloji oluştur-
dular. Dinin bireysel boyutu Yahudi toplumunun bağrında, Tan-
rı’nın çok yakınlarda olduğu ve insan için sosyal ritüellerin değer
taşımadığı bir aşamaya ulaşmıştı. Peygamber makamının hiçleşti-
rildiği bu aşamada Tanrı’nın Sarayı’na yolculuk yapan, aydınlan-
mış bilge kişilere ve Şaman’ın sonsal örneklerine rastlarız. Öyleki
bunlar, yaratılışa dek uzanan bir bilgi yükünü omuzlarında taşı-
maktaydı. Sosyal dinin yozlaşmanın parçası haline geldiği dönem-
lerde, coşkunluk yaratan ilk örneklerin anımsanması ile toplumu
birbirine bağlayan bağların da yaratıcısı idi Kabala. Reform ya da
yeni bir din… İkisi arasında bir fark yoktur. Önemli olan atılan
adımın toplumu birbirine yaklaştırması ve yozlaşmanın yarattığı
tahribata karşı onarıcı niteliğidir.
6-Sapkınlık:
Batı Ortaçağ’ı sosyal dinin şişmesiyle yozlaşan bir düzeni işaret
ediyor. Bu şişmeye karşıt olarak beliren tepkilerin tümü dinin ku-
rucu kişi ve öğretisine dayanarak sürmekte olan düzene radikal
26
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
7- ŞEYTAN:
Dinler tarihi boyunca, katledilen ve yenilgiye uğrayan Gnostikler
de, onları katleden ddini otoriteler de karşı tarafın şeytan olduğunu
iddia etti. Bu karşıtlık ve suçlama eğiliminin kökenleri için dinin iki
kaynağı arasındaki çatışmaya bakmalıyız, zira Şeytan imgesi bura-
dan doğdu. Tarihin bir yerinde, olasılıkla Esseniler’de olgunlaşmış
şekliyle bulduğumuz Şeytan, ne Messaide’nin söylediği gibi ‘iyiye
dönüşmeyen kötülük’ ne de Russel’in açıkladığı gibi ‘kötülük
yapmaktan keyif” almak değildi. Bir şeytan görmek istiyorsak, bu
iyi ve kötü kavramlarıyla pek az ilgili, ‘bana” ve ‘bize” dönüşme-
yen bir öteki bulmakla ilgiliydi. Bu karşıtlık yalnızca sosyal aranda
aranmamalı, bir şeytan aranacaksa bakılması gereken ilk yer insan
ve toplum benliği idi. İlki yıkıcı edimleriyle Şeytani idi, ikincisi şey-
tanı etkisiz hale getirmeye çalışırken onun etkisine maruz kalan bir
rahipti. Daha açık bir ifadeyle, kişinin tüm şeytani potansiyeli as-
lında toplumu oluşturan tüm bireylerde de vardır. İlkel topluluklar
tüm bu çatışmaların farkındaydı. İstisnasız her bir insanda var olan
kötülük ilkesini hiçbir vakit mutlak hale getirmediler. Bu nedenle
ilkel topluluklarda Şeytan’ı bulamadık, çünkü Şeytani olan aynı
zamanda her birinin içindeydi. Bu nedenle ilkeller şeytani ilkeyi
kimi ayinlerde ve Tanrısal karakter olarak biçimledi. Onun toplum-
27
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
8- CADILAR VE CİNLER:
Sapkınlık parantezinde incelenmesi gereken tüm olgular gibi cadı-
lık meselesinde de kaynağını bilinç dışının dehlizlerinde bulabile-
ceğimiz cisimleşmelerle karşı karşı karşıyayız. Kilise nerede otorite-
sini kurdu ve nerede birilerini yönetmeye başladıysa orada sosyal
din, akıl dışında kalan ve kontrol edilemez öğelerin yok edilmesine
adadı kendini. Çünkü tüm diğerleri gibi cadılar da topluma uyumu
reddeden ve otoriteye aldırmayan bir gerçeklik algısının-ilkel ben-
liğin-çağrıştırıcısıydılar sadece. Yaşlı kadınlar, toplumdan uzak ya-
şayanlar, düşmanları beklenmedik biçimde ölenler, hayvan besle-
yenler, ormanları mesken tutanlar, toprağı diğerlerine göre daha
çok ekin verenler, gereğinden fazla yaşayanlar… Cinler ise açık bi-
28
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
29
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
30
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
BÖLÜM - I
1
Küçük Tanrıların görevlerini yerine getirememeleri ve insanın yaratılışı hk. Prof. HOO-
KE, Samuel. Ortadoğu Mitolojisi, s.32-33. İmge Yayınları. IV.Baskı, Nisan 2002. İstan-
bul. Başka bir yerden insanın "derin suların üzerindeki balçığı" ile yaratılmaları hk. s. 37.
2
İnsanan “kötücül” Kingu’nun kanından yaratılması hk. ". HEİDEL, A. Enuma Eliş-Babil
Yaratılış Destanı, s. 71. Ayraç Yayınları. İnsanın kötücül kökeni ve çalışmaya yazgısının
Mısır Teolojisindeki tekrarı, insanın kosmos içindeki önemsizliği ve Khnum’un çömlekçi
32
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
çarkı ile insanları imal edişi hk. Değinme için bk. Hooke, Ortadoğu Mitolojisi, s. 88... Yi-
ne yaratılan ilk insanları-Şamanları-kibirleri nedeniyle dünyayı kaosa çevirmelerini konu
alan Meksika Jicharilla mitolojis hk. Aktaran Campbell, İlkel Mitoloji s. 236-237.
3
Alıntı için bkz. E. FRIEDELL, s. 217
33
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
4
Alıntı için BK, C. G. JUNG; Psikoloji ve Din, s. 15. Ayrıca paralel bir görüş için. ‘Bi-
linçdışı, düşte, gün ışığında ya da delilikte, akla doğru her türden sis, acayip yaratıklar,
korkular ve ürkütücü imgeler gönderir… Bunlar tehlikelidir, çünkü kendimizin ve ailemi-
zin çevresine ördüğümüz güvenlik ağını tehdit ederler…’ J. CAMPBELL, Kahramanın
Sonsuz Yolculuğu s. 18.
34
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
5
Tanrı’nın insandan bağımsız dışsal bir varlık ya da otorite olarak şekillenişinin insan psi-
kolojisi için yararları hk. bk. Jung, Psikoloji ve Din, s. 77-78
36
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
6
Alıntı için J. Campbell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, s. 34.
37
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
7
Bu doğrultuda bir örneği ilahiyatçı Prof. ATEŞ; Süleyman’dan seçtim. Bkz. İnsan ve İnsa-
nüstü Varlıklar. Evrim düşüncesinin Kur’an’a ve Allah kudretine aykırı bir gerçeklik oldu-
ğu hususuna ilişkin reddiye olarak Bk. s. 140 ve Ayrıca bk. Evrimin kâinatın yaratılış yön-
temi olduğu hususunda s. 141. Prof Ateş, sonraki sayfalarda İslam dünyasında “evrim” ol-
gusunu irdeleyen düşünürlerinin çalışmalarına yer vermektedir.
38
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
8
Arketip sözcüğünü bu çalışma dahilinde sıklıkla değerlendireceğim. Bu nedenle ayrıntılı
bir açıklama sunmalıyım: “Arketip sözcüğünün anlamı ile ilgili olarak Jung, ilk olarak
1938 yılında Eranos-Jahrbuch’de yayınlanan (Rhein-Verlag, Zürih, 1939) "Die psycholo-
gischen Aspekte des Mutterarchetypus"-Anne Arketipinin Psikolojik Yönleri isimli maka-
lesinde doyurucu bir açıklama sunar. Düşünürün burada da açıkladığı gibi, Antik Çağ’da
da kullanımda olan ve Platon’un “ideasıyla” özdeşleştirilebilir bir anlam içerir. “Tüm fe-
nomenlerin üzerinde olan bir “ilk imge”… Bk CARL GUSTAV JUNG, Dört Arketip, s.
Çeviren Zehra Aksu Yılmazer. Metis Yayınları. İkinci Basım 2005, İstanbul. Ayrıca bk.
“Bu kavramla kastettiğim şey hemen hemen yeryüzünün her köşesindeki mitlerin parçala-
rını oluşturan kolektif nitelikteki şekiller ve imgeler ve yanı zamanda da bilinçdışı kökenli
bireysel ürünlerdir. “Jung’a göre bu ürünler ve motifler, yalnızca gelenekler ve göç yoluyla
değil, soya çekim yoluyla da aktarılan kaynaklarına işaret eder. Bk. Jung, Psikoloji ve Din,
s. 49. Ayrıca bkz. Arketiplerin, belirli mitolojik imgeler ya da motifler olarak anlaşılma-
ması gerekir. ‘Bunlar bilinçli’ temsillerdir çünkü. Bu türk değişken temsillerin de kalıtsal
olarak aktarılmasını varsaymak saçmadı. Bu halde nedir arketip: ‘Bir motifin bu tür temsil-
leri oluşturma eğilimidir…’ Jung. İnsan ve Sembolleri s. 63. Ayrıca bkz. “Gerçekte onlar
kuşların yuva yapmaları ya da karıncaların organize koloniler oluşturmaları türünden içgü-
düsel bir eğilimdir..” S. 64” Arketipin iki temel yönü vardır 1-İmge 2-Duygu. Şayet yal-
nızca imge varsa ancak çok az anlamı olan bir kelime resimden söz edebiliriz. “Ancak bu
imge duygu yüklüyse kutsal bir gizem ya da psişik enerji kazanır ve dinamik hale gelid…”
İnsan ve Sembolleri, s. 92.
9
Yalnızca bir kaç örnek seçtim: Mitlerinde kaplumbağaların büyük bir rol oynadığı G.
Amerika menşeili Iroquoi toplumunun yaratılış öyküsü, kaplumbağaların yaşadıkları gölü
terk edişiyle ilgilidir örneğin. Ulaşılan yerin çok sıcak oluşu nedeniyle sürüdeki kaplum-
bağalardan bir tanesinin kabuğunu sıyırıp atmasıyla başlayan evrim süreci, sonunda klanın
ilk atasının ortaya çıkmasıyla sonuçlanmıştı bk. DURKHEIM Dini Hayatın İlkel Biçimle-
ri, a.g.e. s. 170. Hayvandan insana dönüşüm olduğu gibi insandan hayvana dönüşüm husu-
sunda bk ROUX J. P. “Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar” Becerikli bir büyücü öylesine muh-
teşem bir kuşa dönüşmüştür ki hep böyle kalmıştır. “İşte ilk Kartal böyle meydana
gelmiştir….” S. 241.
39
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
Av sırasında bir ayı ile arkadaş olan ve onun evine giden bir Kızıl-
derili’nin ayı tarafından eğitilişini içeren öykü, insanın da hayvana
dönüşebileceği, yani evrimin tersine işleyebileceği anlayışının da
yaşamakta olduğunu göstermektedir. İki yıl boyunca ayının evinde
kalan ve ondan kano yapmak, ya da balık avlamak gibi dersler alan
Kızılderili, kendi kasabasına döndüğünde diğer insanlar tarafından
korkuyla karşılanır: zira o "bir ayı gibi" olmuştur. Tıpkı bir ayı gibi
konuşamayan ve yalnızca pişmemiş yiyecekler yiyen bu kişi, top-
lumsal müdahalelerle yeniden insan haline döner. Ancak ayı ile ile-
tişim kanalları kapanmaz, hem ayı hem insan olarak hayatını sür-
dürür. Yaptığı eve ve battaniyelerine ayı resimleri çizen bu kişi ve
onun kız kardeşinin soyundan gelenler de "ayı" klanının üyeleri-
dir.10
Hayvanlar ve insanların aynı etten yapıldığını söyleyen Buandik
halkının inançları, neredeyse evrensel boyutta yayılım gösteriyor.
Jean Paul Roux’un belirttiği gibi hayvan, insan türüne yakındır ve
insana ağaçlardan daha fazla benzemektedir.11 Hayvanlar da insan-
lar gibi örgütlenir; sosyal bağlamlar kurar. Onların da çarı, belediye
başkanları, kralları, yaşlıları ve eşleri vardır.12 İnsanları bağlayan
tabular, hukuk sistemleri ve cezalandırmalar onları da bağlar. İn-
sanlar gibi hayvanlar da suç işlediklerinde öldürülür.13 Onlar kar-
10
Pigmelerin insan ırkının yılandan gelişi hususundaki aktarımları için bk. Campbell, İLKEL
MİTOLOJİs. 379-380…Medeniyeti getiren "ruhlar"-hayvanlar düşüncesi Avustralya’daki
geç dönem izleri hk Aruntalılar arasında Mangarkundjerkunja ismini taşıyan "kertenkele"
toteminin kahramanı, kabileye sünnet uygulamasıyla birlikte, evlilik, ateş, mızrak ya da
kalkan ve bumerang gibi eğitimleri vermiştir. Durkheim, s. 339... Ayrıca bkz. Çikarilla
Apaçilerine ait bir mitte kuzgunun ok ve ilaç öğretisi hk. Kızılderili Mitolojisi 164. Aynı
öyküde, yarasanın kılavuz, kuzgunun da ateş kullanıcısı olduğunu görürüz. Konuşan, yol
gösteren ve akıl sahibi hayvanların masallardaki rolleriyle ilgili dikkat çekici bir inceleme
hakkında da bk. Jung, Dört Arketip, Masallarda Hayvan Biçiminde Ruh Simgeciliği bölü-
mü. s. 100 ve sonrası. Jung’a göre bu anlatılardaki hayvan, “ruh” arketipinin ifadeleridir.
Antik Meksika Toltek Güneş Şehri Tula’nın “Tüylü Yılan” ve “Saygın İkiz” anlamına ge-
len Ouetzalcoatl figürü, tüm bilim ve sanatları öğreten varlık olarak resmediliyordu… An-
cak kötü kardeş Tezcatlipoca’nın hunharca oyununun ardında depresyona girdi ve bu dün-
yayı terk etmeye karar verdi. Dünyayı terk etmeden hemen önce son hizmeti, bir grup bü-
yücüye gümüş, ahşap, tüy işlemeciliği ve resim sanatını öğretti. Yoluna devam ederken,
çok sayıda işaret ve yer adı armağan etti. Bk. Campbell, İlkel Mitoloji s. 452.
11
İnsanların hayvanlarla kardeşlik ilişkisi kurmaları ile ilgili hissiyat ve kendileri ile hayvan-
lar arasında kopuk ilişki tanımlamamaları hk. Alıntı için bk. Roux s. 71.
12
Ayrıntı için bk. Roux s. 95. İnsanları kapsayan yasaların ve etik ilkelerin hayvanlara da
uygulanması hk. A.ge. s.. 296.
13
Ensest yapan köpeklerin öldürülmesi hk. Roux a.g.e s. 95.
40
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
14
Hayvanlarla insanlar arasındaki müttefiklik ilişkisi, iş birliği ve iş bölümü için. Roux, s. 96.
Kuzey Amerika Yerlileri’nden Şayenlerin hayvanlarla insanlar arasında müttefiklik ilişki-
sini tanımladıkları bir anlatı için bkz. “Kartal ve atmacanın diğer hayvanlara karşı insanın
yanında saf tutmalarının sebebi şöyle açıklanır: “Çünkü insanlar kutsal törenlerinde onların
tüylerini kullanmaktadır…” Kızılderili Mitolojisi s. 176.
15
Gılgamış Destanı ile ilgili değerlendirmelerimde, BOTTERO, Jean’dan yararlandım. Bk.
"Gılgamış Destanı-Ölmek İstemeyen Büyük İnsan". Yapı Kredi...
41
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
16
bk. CAMPBELL, Joseph. İlkel Mitoloji, s. 354-355.
42
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
17
Araştırmanın sonuçlarını http://www.nature.com/articles/srep22219 linkinden edindim.
18
http://www.nature.com/articles/srep22219. Taş atma edimi ile ilgili olarak farklı amaçlar
saptanmıştır. Kur yapma ya da kimi durumlarda yırtıcıların caydırılması amacıyla kulla-
nılmış olmalıdır. Toplu taş kullanımı ile ilgili hipotezlerden ilki bilinen tüm şempanze po-
pülasyonlarında gözlemlenen “törensel davranış olarak” el ve ayakların bir “davul” işlev-
selliği ile ilgilidir. Bir tür güç-otorite vurgusu olarak “davul” kullanımına eklemlenmiş-ek
özellik haline gelmiş-taş gürültüsü vurgusu üzerinde duran araştırmacılar, “temel frekans-
ları yükselmiş” bir güç mesajına ulaşıldığını belirtir. Bir patlama yapan taşın parçalanması,
onu gerçekleştiren kişinin “el ve ayak”la oluşturulan davul etkisi karşısında avantaj ka-
zanmasını sağlamaktadır. Karşıt tez olarak arazi sınırlarının belirlenmesi amaçlı bir kültü-
rel aktivite olabilir.
43
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
19
Çalışmada Afrika halklarının da “toprak-mülkiyeti” sınırlarının belirlenmesi ve yolların
işaretlenmesi gibi işlevsel faaliyetlere vurgu yapılmaktadır.
20
Kimi cenaze törenlerinde dikilen bir direğin etrafında dönme ayinini anlatan Roux: “Daire-
ler çizmek kozmik harekete uyum sağlamaya yarar ve çoğu zaman direğin çevresinde daire
çizen kurban hayvanının kendisidir…” Roux b. 215
21
Bir ağaç, direk, haç, sütun gibi unsurların eş anlamlılığı dinler tarihinde yeterli örnekler
verdi. Bir örnek için Prof. Schimmel’in Hallac-ı Mansur’un darağacını İsa’nın Haç’ı ile
kıyaslamasına ilişkin alıntılayan Yaşar Günenç. hk. TAVASİN kitabının önsözünde yer
alan bir bölüm. YABA YAYINLARI, Ekim 2008 5. Baskısında s. 9. Haç ya da da-
rağacının Tanrı ile bütünleşme ve mistik bir sembol haline gelişi ve yetkin bir bilgeliğin
karşılığı olarak tanımlanışına ilişkin “En’el Hak sırrını candan geçüp berdar olandan sor.”
Şiiri ile ilgili bir yorum için bkz. Prof. KILIÇ, M. Erol. Tasavvufa Giriş s. 129. 8. Baskı
Ekim 2017. Sırrı-esas bilgiyi-edinilecek kaynak olarak idam sehpası-ber üzerindeki kişinin
gösterilişi.
44
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
22
Bkz. Roux s. 353… Kıpçak sözcüğünün bir diğer köken mitosu ile ilgili olarak bkz . s. 354.
Uluğ Bey, azgın bir nehrin karşıya nasıl geçeceği hususunda Oğuz Kağan’a yardımcı olur.
Ağaçların için oyar ve içine yatar. Oğuz Kağan bunu memnuniyetler karşılar ve şöyle der:
“Ey sen! Bu ülkenin beyi olasın ve adın da Kıpçak olsun…”
23
Bkz. Roux s. 360 ve sonrası. Bir erkek kardeş edinmek isteyen iki kız kardeş, bir selvi ağa-
cının dallarını insan bedeni biçiminde yontar. “Ancak bu bedene ruh veremezler; Ruhu
tanrı göndermelidir…” bkz s. 361. Ağaç ile insan arasında sıkı bir özdeşleşim vardır. Ör-
45
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
neğin vahiy geldiğini hisseden Şamanların ağaç dikmesi ve Şaman ağacının korunması hk.
S. 361. “Çünkü ağaç ölürse Şaman da ölür…”
24
Ögedey Han’ın ruhu için bir ağaç dikilmişti ve bu ağacın tek bir dalının bile kesilmesi ya-
saklanmıştı. Ayrca bkz Mançuların ölünün ardından söğüt ağacı dikme geleneği ve ölüyü
bir ağca ya da tahtalara yerleştirmenin onun için ölümsüzlük anlamına geleceği yolundaki
yaygın izlek hk. Bkz. Roux s. 362-363
25
ELIADE, Mircea. Şamanizm s. 10-11
46
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
26
Campbell, J. İlkel Mitoloji, s. 386…
27
Alıntı için Bk. Jung, Psikoloji ve Din, s. 73.
47
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
28
İncelemelerde insana en yakın tür olarak şempanzelerin ağırlıklı olarak “genel zekâ” modü-
lünden yararlandığını göstermektedir yazar. Örnek olarak alet yapımında teknik zekâdan
çok, “genel zekâ” kullanımı hk. Bk. 91. Benzer bir durum dilsel zekâ için de geçerlidir.
Buna karşın mikro düzeyde “doğal tarih” zekâsı ve bunlara göre daha gelişmiş bir “sosyal
zekâ” aktivitesi saptanmaktadır. Habilis’te de yiyecek arama ve alet yapımı gibi hususlarda
“genel zekânın” ağılığı devam etmektedir.
29
Bir çizim için bk. A.g.e. s. 79
30
Şempanzelerin teknik zekâ ve kültürel hareketleri hakkında bk. S. 89-90
48
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
31
Sosyal stratejilerde aletlerin kullanılamaması ve “genel zekâ” ile “sosyal zekâ” arasındaki
entegrasyonu izin vermeyen duvarlar hk. Değinim için bk. S.106.
32
Mithen bilinci grubun diğer üyelerinin hareketlerini tahmin etmeye yarayan bilişsel bir hile
olarak betimliyor. Bu ise, bilincin sosyal zekânın bir parçası olarak evrimleşmiş olduğunu
gösteriyor. Bk. S. 168. İki tür bilinç vardır yazara göre: 1- Duyarlıklar. Vücudumuzdaki
kıpırtıların, renk ve seslerin farkında olmak. 2- bireyin kendi akılsal durumu hakkında akıl
yürütüp düşünmesiyle ilgili bilinç-Refleksif Bilinç…
33
Bu özellikler şunlardır: 1- Algılanmış bir akılsal kalıbın planlanması ve uygulanması(Bu
teknik zekâda saklı bir yetenektir) 2- Esas anlamda uzaklaştırılmış bir olay ya da nesne ile
ilgili bilinçli iletişim(Sosyal zekâya ait bir yetenek) 3- Bir görsel imaja imgelediği nesney-
le ilişkili olmayan bir anlam yüklenmesi(Doğal tarih zekâsına ait bir yetenek-Bir ayak izi-
nin hayvanı ifade etmesi vb)
49
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
miştir. Tıpkı alet üretir gibi zihinde tasarlanan bir imajın oluştu-
rulması, oluşturulan imajla ilgili bilinçli bir sosyal iletişimin kurgu-
lanması gerekiyordu. Son olarak da, parçanın bütünü temsiline
benzer bir aktivite ortaya çıkmalıydı. Bir hayvanın toprakta bıraktı-
ğı ayak izinin “bizzat hayvanı” temsil etmesi gibi deneyimlerin he-
yecan verici niteliğinden doğdu sembol.
“Tıpkı şempanzelerin alet yapımı için genel zekâdan yararlanma-
ları gibi… İnsan da sembolik iletişim için genel zekâya dayanmak-
tadır…”34
Mithen’in kuramı, sembolik düşüncenin homo sapiensin karakte-
ristiği olduğu ve tarımın insan aklının bu evriminin kaçınılmaz so-
nucu olarak belirlendiği gibi kısmi hatalar içeriyor. Ancak çok daha
vahimi, dini düşüncenin en önemli unsuru olan “duygulanım”
öğesine neredeyse hiç değinmemesindedir. Karşılaşılan durumun-
yaşama katkısı açısından-etkisi öylesine güçlüdür ve canlının kod-
larına nüfuz eden bir muhteşemlik halesi içerir ki bu, dini duygu-
nun ilk nüvesidir. Benim savıma göre dini düşünce, modüler
zekâlar arasındaki entegrasyon-örneğin sosyal zekâ ile tarih zekâla-
rının pürüzsüz entegrasyonundan Antropomorfizmin doğması gi-
bi-dini duygunun ortaya çıkmasını değil, onun bilinçli bir biçimde
temsilini ortaya çıkarabilir. Bir sembol ile karşılaşırız; ancak bu
sembolün anlamı, bilinmeyen zaman ve süreçlerde asılı durmakta-
dır. Belki de homo cinsinden çok daha önceden alınır bu miras.
Bu tip değerli çalışmalar bir tarafa insanın Jung’un arketipler teori-
sinin etkilendiği en eski kaynak olan hayvanlıktan itibaren, güçlü
bir miras aldığı vurgusu çok önemli disiplinlerden de karşılık bul-
du.35 Bilginlerin tüm bu bulguları, düşlerde yahut bireysel yaşamın
34
Alıntı için bk.s. 188.
35
Psikoloji ile ilgili olarak karşılaştırın “Bu imgeler, türe özgü olmaları nedeniyle "ilkimge-
ler"dir ve eğer bir şekilde "oluşmuş" iseler bile, oluşumları türün ortaya çıkısıyla eşzaman-
lıdır İnsanı insan kılan özelliklerdir bunlar, insan eylemlerinin insana özgü biçimleridir.”
Jung, Psikoloji ve Din Age. S. 20. Dinler Tarihi açısından karşılaştırın “İnsan, her biri
kendi yapıtını yaratan önceden belirlenmiş birçok yapının toplamıdır..” J. Campbell İlkel
Mitoloji s. 46. Biyoloji ile karşılaştırın “Çocukların ait oldukları kültürel ortam ne olursa
olsun inanç ve istekle ilgili kullandıkları temel kavramları, gelişimlerinin ilk dönemlerin-
den edinmiş oldukları deneyimlerle oluşturmuş olmaları imkânsızdır…” Mithen, s. 60. Ar-
keoloji disiplini ile karşılaştırın “İnsan türü için doğuştan gelen bilgi modellerinin etkisi”.
Sonrasında bkz. “Bunlar doğal seçilim avantajıyla miras kalan bilgi türleridir ve çocuk ge-
lişimiyle paralellikler içerir: Sezgisel psikoloji: Diğer insanların aklını okuma. Sezgisel bi-
50
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
yoloji: Tasnif ve sınıflama eğilimleri. Sezgisel Fizik: Katı cisimlerin hareketi, yer çekimi
ve atalet vs. gibi bilgiler. S. 62 ve sonrası. Kurama göre çocuk 2 yaşından sonra, modüller
arasındaki entegrasyonun güçlü bir ivme kazandığı dönemece girer. Yaratıcılık ya da mo-
dern akıl kavramları bu aşamada oluşur. Yine de ilksel-modüler aklın etkisi gücünü sür-
dürmektedir. Örneğin “matematiksel” zekâ, kültür ile birlikte “modüller” içinde saklı ola-
nın açığa çıkarılmasından ibarettir… Aklın gelişimi ile aklın evrimi karşılaştırmalarının
sakıncaları hakkında Bk. S. 67 ve sonrası
36
Hastalarından birinin gördüğü rüyalar üzerinde incelemeler yapan Jung, özellikle sayı sem-
bolizminin(4 ve 3 sayılarının baz alındığı), rüyayı gören kişinin “bireysel tarihi” ve ilgile-
riyle herhangi bir yerde buluşmayan anlamlarına vurgu yapmaktadır. Jung’un çözümleme-
sinde hasta, “bilimsel düşünüşe” sahip bir birey olarak kendisini rahatsız edici fikirlere sa-
hiptir. Rüyalarında “kilise” ve dini ayin yanında, “dış ses” gibi unsurlar ve piramit şeklin-
de mumlarla örülü “sayısal” inceliklerle karşı karşıya gelen hastaya yönelik analizinde
Jung, rüyanın yorumunu “antik kültürler ve dini sembolizmle karşılaştırarak yapar. Bu te-
mas kişinin “bilinç dışında” yaşayan güçlerine, arketiplere işaret etmede yeterlidir. Zira:
“Sayı sembolizmi ve onun tarihçesi bizim rüya sahibi hastamızın aklının ilgi alanının ke-
sinlikle dışında kalır. Eğer bu koşullarda rüyalar dördü önemi üzerinde ısrarla duruyorsa,
onun kökeninin bilinçdışı olduğunu söylemekte son derece haklı oluruz…” Psikoloji ve
Din s. 51. Jung yaptığı sınıflamada “dört”-4- sembolizminin içinde geçtiği rüya sayısını,
400 rüyanın 71’inde olarak veriyor. Yaptığım pek çok vaka incelemesinde dört sayısı orta-
ya çıkmıştır ve kökeni her zaman bilinçdışına dayanmıştır. Yani rüya sahibi onu ilk kez
rüyasında görmüştür, ne anlamı hakkında bir fikri vardır, ne de dördün sembolik önemi
hakkında bir şey duymuştur…” s. 50.
51
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
37
Hierophania’da yani ilk imgenin tekrarlanması halinde temel gerçeklik burada bir tekilleş-
menin yaşanmasıydı. Bu gücü tesil eden nesne diğerlerinden ayrılır ve kutsalın doğrudan
tezahürü olur. İnsan, taş, ağaç ya da dağ vb . a.g.e s. 53. M. Eliade Şamanizm. s. 13-14
38
Duygu, düşünce ve ruhsal hallerin simgesel ifadeleri, “evrensel” düzeyde karşılığı bulun-
duğu için yaygınlığı etkileyicidir. “Bu duygusal tepkiler hiçbir ırk ya da toplum ile sınırlığı
değildir ve bütün insanlarda ortaklık gösterir…” ifadesini kullanır Fromm ve ekler: “Bu
sayede insanlar sembol dilini kullanabilmektedir…” Fromm, s. 34. Duyguların insanda
düşünme yeteneğinin ilk kaynağı olduğu şeklindeki yorumları için ayrıca bkz. “İnsanın
düşünme yeteneğinin ilk kaynağının şiddetli duygusal çatışmaların acı verici sonuçların-
dan kaynaklanması anlaşılabilir bir şeydir…” Jung İnsan ve Sembolleri s. 72.
39
Burada kastedilen hiç kuşkusuz insanlığın ortak bilinç tarihinde her insan üzerinde vurucu
ve sarsıcı etki yapan ve duyguları açıkça baskılayan deneyimlerin aktarılmasıydı. Jung,
hastaların rüyalarını çözümlerken, kimi zaman kişi ile ilişkilendirilemeyecek simgesellik-
lere rastlamıştı. Çok sayıda örnekten hareketle Jung, arketiplerin, kendilerini rüyalarda
gösterebileceğini belirtir. Bir örnek için bk. Fordham, s. 29… Campbell, dinin iki kaynağı
olarak kişiyi içine doğduğu toplumun zamanına bağlayan “yerel-otantik” etken ile onu ye-
rel olandan koparan-aşkınlık hissiyatı ve birey dönüşümüne olanak veren mit ve ritüel ara-
sında ayırım yapar. İşte bu ikincisi “yerel olanla temsil edilen” Şiva, Allah, Buda ya da İsa
gibi sözcüklerin temsil ettiği arka plandaki gücün ortaya çıktığı bir alanı temsil eder. Bu
psikolojik yöndür. Campbell baskılayıcı yönün (pedagojiyle beslenen düzen) bireyin zevk
ve güç isteği gibi organizmasında bulunan yıkıcı unsurların üzerinde yer aldığını bildirir.
Bu kuşku duyulmayan yüce bir güç olarak gözükür. S. 461. Bu Durkheim’in Tanrı dediği
toplumdur. Ancak beklenmedik bir dördüncü kaynak, dinin psikolojik kaynaklarına gön-
derme yapmayı sürdürür. Şaman ile temsil edilen, huşu ve dansın etkin rol oynadığı bir
yalnızlık hali… Psikolojik yıkım, inatla, toplumun gözünde saygın hale bürünmüş biçimde
de olsa ayaktadır.
52
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
40
“Şimdi estetik denilen bu ilkeye eskiden daha esnek olarak ruhsal, mistik veya dinsel adı
verilirdi…” Alıntı için bk. Campbell İlkel Mitoloji s.463
41
Campbell’in psikoloji biliminin sınırlarını zorlayarak metafizik bir “insan doğası” düşünce-
sine göndermelerde bulunduğunu görmek pek zor değil. “Anatomimiz hakkında hayvan
olduğumuz günlerden kalma sayısız kalıntımızın olduğunu bilince, merkezi sinir sistemi-
mizde benzer kalıntıların olması gerektiğinden kim kuşkulanabilir?” derken, hangi bulgu-
ları bizde böylesi bir etkide bulunduğunun bilenememesine rağmen, yine de “neredeyse
modern insanın böylesi arketiplerin etkisi altında kaldığı”yönünde bir eğilimi bulunmakta-
dır. Tartışma için bk. İlkel Mitoloji s. 41-42
42
Düşünüre göre, vücudumuzun yapısının memelilerin genel anatomik modeline dayalı olma-
sı gibi sonsuzca yaşlı psişe de zihnimizin temelini oluşturmaktadır. Jung, İnsan ve Sembol-
leri, s. 63. Biraz daha ileride Jung, içgüdüler ile arketipler arasındaki bağı şu şekilde kuru-
yor: “İçgüdü fizyolojik dürtülerdir. Ama aynı zamanda fanteziler şeklinde ortaya çıkar ve
genellikle varlıklarını sembolik imgeler olarak gösterirler. Bu tezahürler, benim arketip
adını verdiğim şeylerdir…”Ayrıca biraz ileride bkz. Düşünce formları evrensel olarak an-
laşılabilen jestler ve davranışların pek çoğu, insanın kendi üzerinde düşünen bir bilinç ge-
liştirmesinden çok önce oluşan bir model izler” a.g.e. s. 72
54
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
43
Öyküyü Kızılderili Mitolojisi kitabından alıntıladım. Bkz. s, 170-171. Aynı öykünün son
kısmı, hayvanların neden insanlardan kaçtığını açıklayan köken mitosu niteliği taşır. Yaşlı
bir kadın, evine giren bir geyiği yanan bir dal parçasıyla kovalamıştır. Yaşlı kadın: “Bun-
dan sonra insanlardan uzak durun…” diye emretti.
55
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
56
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
Bölüm II
ŞAMANIN YÜKSELİŞİ
“İnanan insan taşa, yılana, çalıya ve resme taparken bunun tanrı olduğu-
nu hiçbir zaman düşünmedi. Bu işaretler aracılığıyla ve bunların ardında
tanrısının gizemli varlığını görüyordu yalnızca. Batıl inançları olan insan
“din psikologlarının kibirli bir gülümsemeyle saptadıkları gibi sembolü
gerçeklik olarak görmüyor, tersine gerçekliği bir sembol olarak algılıyor…”
(Egon FRIEDEL)
canlıya nüfuz eden "evrensel" bir yaşam gücünün, Totemizm için geçerli olduğunun altını
çizmektedir. İşte "totem" inanışı, tam da bu evrensel gücün somutlanışıdır; örneğin
Wakan'ın bedenleşmiş halidir. Yine de Durkheim, özel bir ayırım yapmaktadır. Kızılderili-
ler ya da K. Amerika yerlileri gibi toplumlarda varolan bu evrensel güç soyutlaması,
Avustralya yerlilerinde henüz olgunlaşmamıştır. Düşünüre göre, tek ve evrensel güç dü-
şüncesi, klan ibadetlerini üzerinde bir kabile dini geliştiğinde mümkün olabilecektir. a.g.e.
s. 241. Diğer taraftan kimi Avustralya kabilelerinde, tek Tanrı inanışını çağrıştıran figürler
bulunmaktadır. Onlar hiç kimse tarafından yaratılmamış, hiç değişmeyen ve örneğin Hıris-
tiyan teolojisinde olduğu gibi bir süre yeryüzünde yaşadıktan sonra gökyüzüne çekilmiş-
lerdir. Aruntalılar arasında Altjira ismini taşıyan bu varlık, güneşe ve aya emir vererek ha-
reketlerini sağlamıştır. Kimi kabilelerde Bunjil ismini alan bu varlık, insanı kilden yapmış
ve etrafında birçok kez dans ettikten sonra burun deliklerinden üflemiştir. İnsan böylelikle
canlanmıştır. Bu varlık ardından güneşi yapmış, insanlara da ilahi sanatları, dili, kabile
ayinlerini ve ölüm sonrası nihai sınamayı tertiplemiştir. a.g.e. s. 343. Bir diğer örnek ola-
rak “Beşinci Thule Keşif Gezisi Raporu’nda” kaşif Knud Rasmussen’in sözlerinden akta-
ran Campbell, s. 61 ve sonrası. Karibu Eskimolarından Najagneg isminde bir suçlunun ka-
dir-i mutlak tanrı inanışını aktarır. Sila ismi verilen “söze sığmaz bir güçtür o. “Güçlü bir
ruh, evreni iklimi dünya üstündeki yaşamı yaratan o; o kadar güçlü ki sözleri insana sıra-
dan sözler olarak ulaşmaz, fırtınalar, tipiler, sağanaklar, kasırgalar halinde gelir…” Anlatı-
lardaki en ilgi çekici nokta Sila’ya ancak “acı” ile ulaşılabileceğidir. “İşler iyi gittiğinde
Sila’nın insanlara söyleyecek sözü yoktur..” s. 62. /
47
Modern bilimin katı maddeci bir biçimde ilerlemesinin mümkün olamayacağını ve bilimin
giderek ‘ruhani ve mistik’ incelikleri gözetmeye başladığını XIX. Yüzyılda savunmaya
başlayan bayan Mathers, eşinin Açımlanmış Kabala Kitabı’na yazdığı önsözde, bir insan-
lık idealinden bahseder. Bu ideal, ancak bir sentez durumunda gerçekleşebilir. ‘İnsanlığın
o sürekli haykırışı, varoluş sorununa bir çözüm arayan çileli bir dünyanın yanıtsız kalan in-
lemesi hep baki kalmaktadır.’ Mathers, Açınlanmış Kabala, Önsöz, s. 124. Hermes Yay.
2007. Çev. Kenan Menemencioğlu.
59
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
48
MALINOVSKİ, B. Büyü, Bilim ve Din, s. 53, Kabalcı. 1990, İstanbul. Jung’a göre ise her
iki durumda da dini aktivite yaşanabilir. Yeniden Doğuş Meselesini ele aldığı makalesinde
Jung, “dönüşüm” olarak adlandırdığı kategorinin hem bireysel hem de bir gruba bağlılık
üzerinden yaşanabileceğini bildirir. Ona göre grup deneyimi bireysel deneyime göre çok
daha sık yaşanır, çünkü bir grup düşük bilinç seviyesiyle, çok daha yüksek bir motivasyon
sağlayıcısıdır. “Kişiliği daha üst düzeye taşımanın en kolay yolu bu olduğu için, insan, ge-
nellikle vecd içinde ortak dönüşümler yaşanmasını mümkün kılan gruplar oluşturmayı ter-
cih etmiştir. “ Jung’un gerilemeli özdeşleşme olarak tanımladığı bu hal, yarı-hayvan atalar-
la özdeşleşmenin yaygın olduğu ilkel toplulukların gösterdiği gibi “yüksek bir yaşam isteği
ortaya” çıkartır. Bk Dört Arketip, s. 58-59…Tartışmanın ayrıntıları için ayrıca bk.
DURKHEİM, E. Dini Hayatın İlkel Biçimleri, Ataç. Düşünür dinin, bireye "kendisinde
olmayan hiçbir şey vermediği", ama başta insanın içindeki moral duyguları olmak üzere,
mutluluk, iç huzuru, sükûnet ve coşkunluk gibi hisleri tahrik etme misyonu taşıdığını dü-
şünmektedir. Din, doğa ile savaşımın orta yerinde "çok daha güçlü bireyler" ortaya çıkar-
maktadır. "Kendi tanrısına katılan inanan, yalnızca inanmayanın göremediği bir takım ha-
kikatleri gören bir adam değildir, o daha güçlü olan bir adamdır..." a.g.e. s. 488-499...
Yine de temel çatışmanın dinin kaynağı sorununda odaklandığını görmekteyiz. Durk-
heim'e göre, büyü, bilim, hukuk, ahlak ya da ekonomi gibi tüm toplumsal kurumlar dinden
doğmaktadır. Durkheim'in ulaştığı sonuç sorunludur: "Eğer din, toplumda temel olan her
şeyi doğurduysa, bunun sebebi toplum düşüncesinin dinin ruhu olmasıdır..." a.g.e. s. 491.
Durkheim'in düşünceleri, dinsel düşüncenin toplumsal bilinç üzerinden anlamlanan yoru-
muyla büyük etki yapmıştır. Durkheim'e göre, totem de, Tanrı da toplumdur ve toplumdan
kaynaklanmaktır. Açıklamalarında dini düşüncenin insanı aşan, korkutan, onu sınırlayan
ve belli dönemlerde belli edimlere sürükleyen baskıcı yapısı da, ona güven veren, geçmişi-
ni tanımlayan ve coşkunluk hisleriyle hayatı çekilebilir hale getiren olumlu dokusu da top-
lum kaynaklıdır. Müşterek hislerin, maddi nesnelerle simgelenmesiyle birlikte "totem" ya
da "tapınç nesneleri" gibi verilere dönüştüğünü belirten Durkheim, özellikle dini ayinlerde
yaşanan coşkulanımların en temel "dini" duyguları kışkırttığı kanaatindedir. "Çünkü bir
toplum yalnızca, kendisini meydana getiren fertler yığınından, onların işgal ettikleri top-
raktan, kullandıkları şeylerden ve icra ettikleri hareketlerden değil, özellikle de onun ken-
disi hakkında oluşturduğu idealden meydana gelir..."s. 495... Ayrıca bk: "Tanrı toplumun
mecazi bir ifadesinden başka bir şey değildir..." s. 274
60
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
49
Bk. CAMPBELL, İlkel Mitoloji kitabı, s 29’dan itibaren bu sorunu ele alır. Ona göre, bir
Aziz’in ya da ulu bir kişinin, ansızın doğanın görüngüleri içinde Tanrı’yı bulması ve bu
saptamadan dönüşünün zorlaşması, çocuğun oyunu sırasında yarattığı gerçekliklerden ür-
kerek tepki vermesiyle kıyaslanabilir. “Aziz, söz konusu oyun kendinden geçmeye dek gö-
türür, küçük kızın durumunda kibriti büyücü olarak görmek gibi. O zaman dünyadaki ko-
numla temas kopar ve zihin öteki durumda takılı kalır…” Bir başka yerde Campbell, ben-
liğin yok edilmesi ve katılım duygusunun güçlendirilmesi hususunda: “ Bütün mistik çaba-
larda esas hedef benlik damlasının bütün’ün okyanusunda erimesidir…” İlkel Mitoloji s.
89…
50
Freud. (H.İ) s. 35.
61
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
51
Tabunun kökeninde "bir kuşağın" sonraki kuşaklara dayattığı "yasakların" bulunduğu iddi-
asını delillendirirken, "nevrotik" kişiliklerle çarpıcı bağlantılar sunan Freud, çift yönlü
duygulanımın altını çizmektedir. Tıpkı nevrotik kişiliklerde olduğu gibi tabu düşüncesinde
de insanlar, bir yandan "yasakları" çiğnemekten başka bir şey istememekte, diğer yandan
da bunları gerçekleştirmekten korkmaktadır. Freud, (H.İ.) s. 45. "Tabu'nun temeli, uygu-
lanması için bilinçdışında güçlü bir eğilimin bulunduğu, yasak bir eylemdir..." (E.T.K)s.
83. Freud’a göre ilkelleri en çok zorlayan ve kurallara tabi kılınmış durumlar, kral ya da
rahipleri(statülü konumlar taşıyan kişileri) öldürmek ya da onlara zarar vermek, ensest
yapmak ve ölülerine kötü davranmak bulunmaktadır.(H.İ. s, 86) Ensest yasağının kökeni-
ni, “doğuştan” gelen bir reddedişte bulma yönündeki kuramlar anlamsızdır; zira doğuştan
gelen böyle bir tepki varsa buna yönelik yasaklar geliştirmek anlamsız hale gelecektir.
Freud, A.T.K.) s. 174. Benzer şekilde enseste ilişkin yasakların kökeni, hijyen, sağlıklı ya-
şam ya da ensestin soya verdiği soy kuramları da anlamsızdır. O halde, ensest yasağının
kökeni nedir? Freud’a göre, bu soruya verilecek en mantıklı yanıt, Darwin’in goril ve
maymunlardan hareketle verdiği yanıttır. Bu yanıt da yaşlı erkeğin kıskançlığıyla açıkla-
nabilir. Bk. Freud, (A.T.K), s 175-176. Tabunun ceza içeriği de bu bağlamda değerlendiri-
lebilir. İlkel inanışlarına göre şayet bir tabuyu çiğneyen kişi cezalandırılmamışsa bu gerek-
liliği toplum yerine getirir. Çünkü ceza, yasaklara arzu duyan ve onları gerçekleştiren cesa-
retin tekrarlanmamasını amaçlamaktadır. (H.İ. s. 88). Geza Roheim’den hareketle Camp-
bell da paralel bir yorum yapar. Sünnet ritüelinde aktif rol oynayan “sünnetçilerin” taklitçi
davranışlarıyla dikkat çektiklerini belirtir. “Sünnetçi, oğlunun penisine saldıran öfkeli ba-
balardır…” s. 104. Ayrıca bk. Pitjentara kabilesindeki inanış hakkında. “Büyüyen çocuk
artan gücü ve cinsel isteğiyle sürünün istikrarına yönelen tehlikedir…” Delikanlılar geliş-
me işaret göstermeye başladıklarında, “kadın akrabaları tarafından” sivri sopalarla dövü-
lürler. S. 105.
52
“Arketipin kendisi salt biçimsel unsurdur… Kalıtım yoluyla aktarılanlar tasvirler değil bi-
çimlerdir…” Dört Arketip s. 21. Jung’a göre arketipler bir tür bilinçdışı fikir değildir. Ar-
ketipler biçimsel olarak belirlenmiştir ve bir simge ile taşınır. Ayrıca başka bir yerde ‘Beni
62
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
eleştirenler yanlış şekilde kalıtlsal olarak edininilmiş temsilleri ele aldığımı zannetmekte
bu nadenle arketip fikrini batıl inanç olarak reddetmektedir…” Jung’a göre onlar, bilincin
elde ettiği temsiller değildir. ‘Gerçekte onlar kuşların yuva yapmaları ya da karıncaların
organize koloniler oluşturmaları türünden içgüdüsel bir eğilimdir..” İnsan ve Sembolleri, s.
64
63
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
tu; “dogma” bir diğer deyişle kolektif imajlar buradan doğdu, “ri-
tüel ve deneyimlerle yaşatıldı. İlk deneyimin bir kurum halinde
tekrarlanarak yaşanmasından doğmuştu her din; istisnasız hepsi bu
kaynaktan güç alır.53
Bu dinin iki kaynağına, ilk deneyim(haç, bakire, doğum, teslis gibi
simgeler doğuran) ve bu simgeler üzerinde binlerce yıl boyunca
sonu gelmez biçimde uğraşan ve eklemlemeler yapan insan eğilim-
lerinin ürünlerine, temas etme şansına sahibiz. Bu ikincisi ve dog-
malar, ilk deneyimlere karşı olsa da, onun üzerindeki sistemli dü-
şünüşün ürünüdür. Jung’un deyimiyle
“Dogma, bilinçdışının yaşam sürecini, pişmanlık, fedakârlık ve
günahtan kurtulma draması şeklinde anlatır…”
Özellikle ilkel dinlerde arketipsel imajlar çok daha canlıydı. İnsan
kodlarına yerleşmiş ilk anlam, baskı ya da güç, kendisini ancak bir
simge aracılığıyla taşıyabilir. İşte en ilkelinden en karmaşığına ka-
dar tüm dinler, ardından büyük bir güç taşıyan bu sembollerin
mutlaklaşması ve ilk anlamın yıkıcı etkisinin yitirilişinden doğar.
Zira ilk deneyim, Tanrılık gücünün kaynağı olarak bireye toplu-
mun genel çıkar ve huzuruyla bütünleşme olanağını tehdit eden
“bir güç” yükler. İşte “ilk anlamın” yerine “simgenin” mutlaklaş-
ması, “ilk deneyimin ve onun yarattığı Tanrısallık etkisinin” tüm
topluma eşit olarak dağıtılmasına olanak verir ve kaynak bu sayede
unutulur. 54
Simgenin ilk anlamla ilişkisindeki bu dolambaçlı hale ve ortaya
koyduğu anlatım zenginliğine rağmen, tüm insan dinlerini birleşti-
53
Jung’a göre itikatlar ve inançlar, ilk dini deneyimin kalıplara sokularak kurallara bağlanmış
ve dogma haline getirilmiş biçimleridir. Ancak tüm dönüşümlere rağmen onlar: “Başlan-
gıçta yaşanan deneyimlerle sınırlıdır. Bu nedenle de belirli dogmatik yapıya sahiptir. Pro-
testanlık bile-en azından Hıristiyan olmak zorundadır ve Tanrının insanlık adına acı çeken
İsa’da kendini gösterdiği şeklindeki inanç kapsamında kendini ifade etmek zorundadır…”
Alıntı için bk. Jung, Psikoloji ve Din, s. 9.
54
Bir örnek olarak bkz. Roux s. 259. “Bir çocuk şayet zayıf bünyeliyse, köpekle aynı tastan
yemek yedirilir; köpeğin manevi evlatlığı olur ve Köpeğin Oğlu olarak anlandırılır…”
Roux’un bahsetiği gibi burada kuramsal olarak köpeğin soyundan gelenlerin oğulları ve
kızları da olur. Böylece karşımızda bir hayvan soyu oluşur. “Kuşaklar geçtikçe ilk olgunun
anısı silinir ve Köpeğin Oğlu’nun soyundan gelenler adlarına ve akrabalık ilişkilerine ya-
bancılaşırlar…” Söz konusu alıntı, aynı zamanda biraz sonra inceleyeceğimiz “totem efsa-
neleri ile ilişkili” nedenbilimsel efsanelerin yarıtılışına da örnek olarak gösterilebilir.
64
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
55
Jung’un arketipsel imaj olarak adlandırdığı “kolektif bilinçaltının” davranışı etkileyen güç
unsurlarından bazıları için bk. Fordham “Toplumsal Bilinçdışının Arketipleri” başlığını ta-
şıyan üçüncü bölüm s. 57 ve sonrası: 1- Toplumun insana biçtiği rol-model baskısı olarak
tanımlayabileceğimiz “gölge”(persona)… 2- İnsanda hayvani-ilkel davranma edimi “göl-
ge”(Şeytan ve kötülük mitinin kaynağı)… 3- İnsan cinsiyetlerinde yaşayan karşı cinse öz-
gü öz-anima(Kutsal dişi) ve animus(kahraman ve bilgelik)- bunlardan türeyen Yaşlı ve
bilge (büyükanne ve büyükbaba-koruyucu kollayıcı sığınakları) 4-Öz arketipi(bilinçdışı ve
biliç farkındalığının dengeli hali, bireyin kendisi ve gizli kalanı ile barışık hali, çağdaş
mandala simgeselliğiyle dile gelen TANRI arketipi. Jung, Arketiplerin insanın en yüce ve
doğal değerleri olduğunu belirtir. Anne Arketipinin Psikolojik Yönleri Mk. Dört Arketip,
s. 31-32. Bizler arketiplerin farkında olmasak bile onları icat etmemiz gerekecekti, çünkü:
“bunlar bilinçdışında kaybolduğunda, ilk deneyimlerin tüm gücü de yok olur. “. Bu ger-
çeklik Jung’a göre korkunç bir durum ortaya çıkarır ki, düşünürün bu sözleri neredeyse Ba-
tı Medeniyetinin yetkin bir eleştirisini sunmaktadır: yeterince rasyonalize edildiğinde, in-
sanın ratio suna bağlı kalıverir, o andan itibaren de yalnızca mantıklı olana inanmaya
mahkûm ediliriz… Akıl bağımsızlaştıkça, gerçekliğin yerine doktrinleri koyan ve insanı,”
olduğu gibi değil, olmasını istediği gibi gören salt zihin haline gelir.” Jung’a göre insan
arketiplerin bilincinde olmak zorundadır, çünkü o kökleriyle doğaya bağlıdır. Bu yoldaki
kesinti insan aklının sağlıksız hakimiyetine yol açacaktır. “ Arketiplerin bilince uyguladığı
ve Jung’un “cinnet” olarak tanımladığı ruh haline etkileri bağlamında, aynı çevirinin 56.
Sayfası ve sonrasına bakılabilir. Öz arketipi ile ilgili olarak ayrıca Ölüme Yakın Deneyim
yaşayan denekler üzerinde yürütülen araştırmalara bakılabilir. Bu deneyimler ‘kişinin ger-
çek özünden bahsetmektedir’ RING ve Valarino, s. 82. Ölmeye yakın bir denek deneyimi-
ni şu sözlerle anlatıyor: “Ruhu yenilemek diye bir şey varsa eğer benim başıma gelen tam
olarak buydu.” Deneyim ile birlikte bu denek, egosu olmadan da yaşayabileceğini fark et-
miştir. A.g.e. s. 83.
65
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
56
Bu fikir kimi ülkelerde giderek yaygınlaşıyor. Özellikle Müslümanlar, Batı dünyasında ya-
şayan insanların tüm zenginliklerine rağmen mutsuz olduklarına inanıyor. Bunun nedeni
kuşkusuz, İslam’ın ve aydınlatıcı merkezi kutsal Kur’anın esenlik verici rahiyasından uzak
durmalarıdır.
66
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
57
Bu durumda dinin en önemli niteliği bir ikame olmasıdır. “İkame işleminin açık amacı da
doğrudan dolaysız deneyimin yerine sağlam yapılı bir dogma ve ritüele dayalı uygun sem-
boller koymaktır… Kilise’nin ve İncil’in otoriteleri geçerli olduğu sürece kişi kendini doğ-
rudan dinsel deneyime karşı etkin şekilde korumuş ve savunmuş olur…” Jung, Psikoloji ve
Din, s. 42.
67
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
58
Jung İnsan ve Sembolleri, s. 84: “Dinsel semboller insan hayatına bir anlam vermektedir.”
Demektedir Jung ve dinin güçlü insanlar yarattığı olgusuna pek uzaktan destekleyici me-
sajlar sunar: “Kriz durumlarında faydalı oldukları açıkça ortada olan bu görüşlerden ken-
dimizi neden uzak tutalım…”
59
Konuyla ilgili olarak Erich Fromm şu yorumu yapıyor: “Her çocuk şiddetli sadist ve mazo-
şit arzulara sahiptir. O, küçük bir teşhirci ve röngencidir. Çocuklar başka insanı sevme ye-
teneğine sahip değildir; belcildir ve yalnızca kendilerini sevmektedir…”a.g.e s. S 73… Bu
halde ilkel topluluklar açısından erginlenme ayinlerinin ne kadar önemli olduğunu anla-
maktayız. Dini düşüncenin topluluğa ait güçlü simgesi olarak geçiş ayinleri, bir dönüştürü-
cüdür ve yeterli yaşa ulaşan bireyin “toplum adına” var olma sisteminin tamamlanışını
sağlar. Toplumun kendine uygun bireyler yarattığı görüşü Freud tarafından da tekrarlan-
mıştır. Bu hususta Freud’un görüşlerini şu şekilde açıklar Fromm: “Çünkü (Freud) toplu-
mun yalnızca kendisi için değerli olan bireyler yarattığını düşünüyordu…” s. 75. Bu du-
rumda uygarlık ya da kültür, toplumun ilkel dürtülerinin bastırılmasındaki şiddetteki artışla
doğru orantılı olarak gelişim gösterir. Ancak baskılanım bizi beklemediğimiz bir noktaya
68
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
götürür. Nevroza… Çünkü her şiddetli bastırma, aynı oranda güçlü bir karşı çıkışı besle-
mektedir.
60
Dünyanın geniş coğrafi diliminde, Şamanın sırra erme ve karizmatik bir kişilik olarak içim-
lenmesine olanak tanıyacak temel aktivite olarak göğe yükselme ve tekrar yere inme, mit-
sel zamanlarda insanların yaptıkları şeyin tekrarıydı. Nerede bir şaman ritüeline rastlasak,
açık ya da kapalı tüm sırra erme törenleri bu arkaik hareketin tekrarı niteliğini taşımak gibi
bir anlama sahiptir. M. ELIADE Şamanizm s. 168
69
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
61
Kontrolden uzak olguların “olağanüstü” olarak nitelenişi ile ilgili kısımda hayvanların açık-
lanamaz üstünlüğü karşısında hayranlık duygulanımının ortaya çıkışına değinir Roux.
“Hayvanların gün içinde verdikleri hizmetler unutulmaz” Ancak bunlar günlük yaşamdaki
büyüsel-dinsel değerini yitirir. “O zaman bunlar dönüştürülür, ilksel bir döneme aktarılır
ve kutsallaştırılarak zenginleştirilir.” S. 129.
70
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
Totem ve ruh…
Hemen öncesinde, Totemizm ve daha gelişkin dinin ideolojilerde
mutlaka bir yönüyle yaşamaya devam eden bir düşünme biçimine
değinmeliyim: İçte ve dışarıda olanı bir tutan; insan ve hayvanı di-
ğerleriyle ilişkili kılan ve hatta dönüşümü olanaklı gören bu görüş
“ben merkezcilik”62 olarak tanımlanabilir. İnsan ile diğerleri ara-
sındaki benzerliklerden doğan gelişkin bir güç odağından bahsedi-
yoruz.63
Benmerkezci düşünüşün en önemli sonuçlarından biri olan analo-
jik-benzetmeci düşünüş ile64 doğayı yorumlama olarak tanımlanan
62
Antropomorfizmi, insan aklının evriminin ileri aşamalarının ürünü olarak tanımlayan Mit-
hen: “Bu sosyal ve doğal tarih zekâlarının pürüzsüz bir şekilde entegre olmasıdır…” bk. S.
190. Totemizm ile ilgili olarak da bkz. “Hayvanlara insan özellikleri yakıştırmak yerine,
bireyleri ya da grup olarak insanları doğal dünyanın içine sokmakla ilgilidir…”
63
Paralel bir görüş için bk Roux: “Altaylı evrende algılanabilen her şeyin kendisine benzedi-
ğine inanır(…) Üretken toprak ve dağlar her şey canlıdır. Kendilerine şeyler dediklerimiz,
kayalar, taşlar, aletler ve silahlar canlıdır. Alıntı için s. 31-32
64
Benzetmeci düşünüş sistematiği ava sessiz yaklaşma gereksinimlerinden doğmuş olabilir.
Mağara resimlerinde av büyüsünün, yaşanacak olayın bir benzerini yaratma gayesi, ya da
bireyin ön dişlerinin çekilerek, "beyaz bulutlar ortasında siyah bulutlar" benzerliği yarata-
rak, yağmurun yağmasının sağlanması gibi, benzerliklerin doğayı etkileyeceği düşünüşü
ortaya çıkmıştır. Diğer taraftan modern ayırımlar, sesli iletişimin, sözcük tüketiminin bü-
yük rol oynadığı "simgeci düşünüş" üzerinde de durmaktadır. Bu düşünüş sistemi "toplum-
sal ilişkilerin" düzenlendiği, seküler dünyanın iletişim sistemidir. Bununla birlikte modern
71
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
aklın simgeci düşünüşü ile ilkel kültürlerdeki simgeci düşünüş arasında niteliksel farklar
bulunmaktadır. İlkel düşünüşün simgeci düşünüşü açık bir şekilde analojik düşünüşten et-
kilenmektedir. Parça bütün ilişkisine yer veren "analojik düşünüşte", bir at kılının "atı"n
tamamını simgelediği, dolayısıyla ona gelecek bir zararın "at"ın kendisine zarar vereceği
kabul edilir. Çünkü “birinin yaşamına katılmak ve bu kişi olmak için bütünüyle onunla bir-
leşmek ve onun bütün kişiliğine bürünmek gerekmez(…) En küçük bir parça bile bütünün
yerine geçer” Alıntı için bks. Roux s. 234..Freud’un aktardığı gibi bu düşünüşün tipik ör-
neğin, gebe bir kadının, korkak bir hayvanın etini, çocuğun korkak olacağı endişesiyle
yememesi, ya da isim takma işlemlerindeki güç ve kudret yüklenmesi kabulüdür. Bk.(H.İ)
s. 102-103…A. Şenel, insan için "etkin düşüncenin" başladığı dönemin hakim sistematiği-
ni "Sihirsel Düşünüş" olarak tanımlamakta, analojik-düşünüşü ise, sihirsel düşünüşün, en
iyi tanınan, en çok karşılaşılan biçimi olarak aktarmaktadır. s. 100.
65
Alıntı için bkz. Roux 223.
66
Paralel bir yorum için bk, Jung, Dört Arketip, s. 38. Jung’un ilkel insanın gerçek dünyayı
“kendi fantezi ırmağında hayal meyal bir görüntü” olarak algıladığı yorumunun olası iler-
lemeci tınısına karşı çıkarak alıntılıyorum: “İlkel insanın zihni katı bir disiplini, yani bilgi
eleştirisini henüz bilmez; ilkel insan için dünya, kendi fantezi ırmağındaki hayal meyal bir
görüntüdür, özne ile nesne ayırt edilmeksizin iç içe geçmiştir. Goethe gibi "Dışarda olan
her şey aynı zamanda içerdedir de" diyebiliriz. Fakat modern rasyonalizmin "dışardan"
türetmeye bayıldığı bu "içerden", bütün bilinçli deneyimlerin öncesinde var olan kendine
özgü a priori bir yapıya sahiptir.” Ayrıca Steven Mithen, insan aklının gelişiminde farklı
teknik modüllere ait işleyiş tarzının entegrasyonu ile ortaya çıkan “melez” düşüncelere işa-
ret eder. Teknik bir cihazın Tanrıya dönüşümünden, antroporfizme kadar dinler tarihine ait
kimi figürler neredeyse kendiliğindendir
67
Avlanma faaliyetlerindeki bir başarı için sistemli bilgiye ihtiyaç duyulmaktadır. Mithen,
antropomorfizmin, insanın ihtiyaç duyduğu bu bilgi birikiminin sistemleştirilmesinde
önemli bir rol oynadığı kanaatindedir: “Bu (antropomorfizm) tüm çağdaş avcılar arısnda
yaygın bir yaklaşımdır ve bir hayvanın davranışlarını tahmin edebilme yeteneğini temel-
den geliştirmesi açısından önemlidir…” s. 194.
72
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
68
Ayrıca Mry Douglas’ın,Levi Strauss’tan hareketle belirttiği gibi “Doğal dünyanın bu şekil-
de kullanılması, insan koşullarıyla ilgili derin metafizik sorunları tartışmak için kullanıl-
masından daha önemlidir…” alıntılar için bk. Mithen,a.g.e s. 194. Ayrıca bkz Le-
vi’Strauss: “Mit insana çevreye tahakküm edebileceği maddi gücü vermekte açıkça
başarısızdır. Yine de mit insana çok önemli bir şeyi, evreni anlayabileceği ve evreni an-
ladığı illüzyonunu verir.” Mit ve Anlam, s. 51. İthaki. Jung da aynı fikirdedir. İlkel dünya-
dan bugüne yitirilen psişik kimlik ve mistik katılım ve irrasyonel dünya, belki evreni
açıklamaz. Bununla birlikte insanı bilinmeyenlere karşı hazırlıklı kılar. Modern dünyanın
zayıflığı buradadır. “Sağduyu ile açıklanamayan bir şey karşısında ilkel insan çok daha
güçlüdür…” Bk İnsan ve sembolleri, s. 41.
69
S. FREUD. Bu eğilimin örneklerinin günümüzde de, anne-baba yaşında kadın ve erkeklere
"teyze" ya da "amca" şeklindeki hitabımızda yaşadığını belirtir. Bk. "DİNİN KÖKENLE-
Rİ" :I."Totem ve Tabu" s. 57. Çeviren: Eyşan Tekşen KAPKIN. Payel Yayınevi. İstanbul.
Mayıs 2002. (Bu bölümde Freud'un bizzat kendisinin en önemli çalışmalarından birisi ola-
rak gördüğü "Totem ve Tabu"nun iki çevirisinden yararlandık. Bunlardan ilki olan 2002
yılında Pavel Yayınlarının E. T. Kapkın'ın imzasıyla Türkçe'ye kazandırdığı "Dinin Kö-
kenleri" isimli kitaptır. Diğeri ise, Sayfa Yayınlarının 2010 yılıdaki baskısıdır ki, burada
73
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
çeviri H. İlhan'ındır. Bundan sonraki kısımlarda, künyenin ilk tanıtımının ardından E.T.K
ve H.İ. kısaltmalarını kullanacağız.
70
Totem sözcüğünün ilk kez 1791 yılında J. Long isimli bir İngiliz tarafında K. Amerika yer-
lilerinden öğrenildiğini aktaran, S. Freud, totemi "kural olarak yenebilen" zararsız ya da
tehlikeli olabilen bir hayvan, ender olarak da bir doğa unsuru ya da bitki olarak tanımla-
maktadır. Totemin “yenilebilirliği” önemlidir; zira belli dönemlerde, tüm toplumun katıl-
dığı kutsal ayinlerde, totem hayvanının yeme amacıyla kurban edildiği bilinmektedir. Her-
hangi bir hayvanın yenebilirliği, yaşam özünün insana aktarılmasıdır ve bu haliyle “ilkel”
avcıların hayvanı “baba”-soyun başlatıcısı olarak görme eğilimi Freud’un ilk kurban ola-
rak baba düşüncesini etkilemiş olabilir. Bu “yemek kültürü ekseninde” insan türünün, ken-
di ilahıyla buluşma merasimi; onun gücünün özümsenmesi, arkadaşlığın paylaştırılması
sürecidir. Freud, (A.T.K), s. 189-190’da kabileler ve totem hayvanlarının kurbanı hakkın-
daki bölümlere bakılabilir. Yakalanan bir avın paylaştırılması ile ilgili yorumlar için bk.
Roux: “Av hakkına sahip olan kişi avlanıldığını gösterir”: Bu kişi olasılıkla kağan-sosyal
yaşamın hakim seküler lideri içindir. Çünkü avlanma hakkı kişiye değil şefe, babaya ya da
hükümdara aittir. S. 119-120. Türün bütün üyelerinde(örneğin hayvansa, tek bir hayvanda
değil) gizli bir güç olarak totem, klanı gözeten varlık, bir nevi atadır. FREUD, Sigmund.
"Totem ve Tabu" s. 9. Çeviren: Hasan İLHAN. Sayfa Yayınları. İstanbul. 2010. Hayvanla-
rın ulusun ataları olarak kurban edilmesiyle ilgili diğer değinimler hk bk Roux s. 207.
“Belli noktadan sonra ataların hayvanlara binmiş insanlar mı yoksa hayvanların kendileri
mi olduğunun artın bilinmediği…” Dolayısıyla bunların kurbanı şaşırtıcı değildir. Bu hu-
susta ayrıca bk. “Sunulan hayvan ilahi güçten ele geçirilen bir parçadır, kurban yoluyla
onu sunanla bütünleşmektedir…” s. 443. Cshoolcraft'tan alıntı yapan Durkheim; "Totem
gerçekte, medenileşmiş ulusların hanedan amblemlerine tekabül eden bir resimdir. Ve her-
kesin ait olduğu aileyle özdeşliğinin bir kanıtı olarak onu giymesine izin verilir..." demek-
tedir. Durkheim, a.g.e.s. 145... Totemizm konusunda yaptığı çalışmalarla önemli bir dö-
nemeci simgeleyen J.G. Frazer de totemi, “vahşilerin saygı gösterdiği bir maddi eşya öbe-
ği” olarak tanımlamaktadır. Aktaran Freud, (H.İ.) s. 127.
71
Tartışma için bk. Freud, (H.İ.)s. 135-136. Freud totem sürecinde, bir insanın başta bir hay-
van ismiyle tanımlanışı ve sonraki kuşaklar için bu isimlendirmenin anlamının yitirilerek,
kökenin hayvan olarak algılanışı şeklindeki, yanlış anlaşılma kuramına karşı çıkar. Yanlış
anlaşılma kuramı, zamanı geldiğinde kişinin aldığı ismin unutulduğu ve günümüzde dahi
yaygın şekilde kabul gören, ismin kişiliğin başlıca özelliğini temsil ettiği kabulüne daya-
nır. “Hayvanların adlarının aynı olan adları taşımaları durumu, ilkel insanlarda herhalde
kişilerle özel hayvan türleri arasında gizli ve önemli bir bağ olduğu kanısını doğurmuş-
74
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
tur…” Adların benzerliği hususunda bir kere böyle bir kanıya ulaşırsak, tüm diğer totem
yasaları bundan türemektedir. Freud kuşkusuz din gibi komplike bir konunun, yalnızca
psikanalitik kavramlarla açıklama iddiasında değildir. Bununla birlikte, kimi vakalar üze-
rinden hareketle, ebeveynin “hayvan” figürleriyle yer değiştirilebilirliğine olanak veren
öfkenin “saptırılmasından” türeyişinin göz ardı edilemeyeceğini bildirir. Örnekler için bk.
Freud, (A.T.K.) s, 179 ve sonrası. Freud’a göre çocuklar, totemizmle kıyaslanabilir ölçüde,
baba figürü yerine “hayvanları” yerleştirmektedir. “Şayet” demektedir Freud “Totem hay-
vanı babaysa, totemizmin iki ana kuralı(totemi öldürmeme ve aynı totemden bir kadınla
cinsel ilişkide bulunmama), babasını öldüren ve annesiyle evlenen Oedipus’un iki suçuy-
la(…) çocukların iki asal isteğiyle içerikleri açısından çakışır… Alıntı, a.g.e. s. 183. Ayrıca
bir başka yerde, totemizmin iki temel tabusunun “evlatça” suçluluk duygularından türedi-
ğini belirtir. “Her kim bu tabulara karşı geldiyse ilkel toplumu ilgilendiren tek suçlan olan
iki eylemden suçlu oldu…” a.g.e. s. 194. Freud’a göre, ensest tabusunun kökeni, babaya
özenen ve tüm kadınları kendisine isteyen, ihtilalci oğullardan herhangi birisinin diğerin-
den üstün olmaması ve daha fazla kargaşa için “tabusal” bir düzene ihtiyaç duymalarıdır.
72
Bkz. S. 247 ve 249 Roux.
73
Bu hususta özellikle “animus” imajının, güçlü ve akılcı niteliğinin “totemin” köken vurgu-
suyla paralellikler teşkil eden “babalar ya da soylular” topluluğuyla ilişkisi dikkat çekici-
dir. Büyükanne imgesi, sevgi, koruma, bağışlayıcılık; büyükbaba imgesi ise bilgelik, ada-
let ve gelenek gibi anlamlarla yüklü olduğu halde, çeşitli kılıklarda gözükebilir. Kral, kah-
raman, doktor ya da tedavi edici güç(otacı-şifacı)… Tüm bu anlamlar, görüldüğü gibi bir
şekilde totem düşüncesi ile açık bağlantılar içerir… İncelediği bir vakada, hastanın rüya-
sında duyulan ses-dış ses, akıl verici bir öğe olarak gözükür. “Rüyada geçen ses bir otori-
tedir ve bilinçdışına aittir. Rüya sahibinden daha büyük bir bilince ait olduğu için otorite-
75
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
dir…” Anima, bilinçdışı akılda gizlenmiş kadın azınlığın temsilcisidir. “Rüyada duydu-
ğumuz ses bilinçdışının sesidir. Ses hemen her zaman kesin bir ifade şeklindedir, genellik-
le rüyanın sonuna doğru gelir ve öyle açık seçik ve ikna gedicidir ki, rüya sahibi ona karşı
herhangi bir sav ileri süremez…” BK. Psikoloji ve din. S. 37. Gizlide kalma ya da simge-
lerle karşılanmanın nedeni, “anti-sosyal” unsurların temsilcisi olmalarıdır. Ve bunlar bas-
kılanırlar: “Bastırılan eğilimlerin tümü antisosyallik içermez, ama gelenekçilikten uzak ve
sosyal acemilik içeren eğilimlerdir…” Psikoloji ve Din, s 68. Bu arketiplerin keşfedilme-
mesi ve bilinçaltında yaşamaya devam eden simgesel gücün kendinden kaynaklandığının
düşünülmesi durumunda “ruhsal bir hastalık” ortaya çıkabilir. Özellikle modern dönemler-
de de yaşamaya devam eden, kendini “mehdi”, “peygamber”, ruhlar alemine vakıf ya da
uzaylılarla ilişkili sayan kişiler, arketipin gücünü bireysel olarak yorumlama sorununa ya-
kalanmıştır. Jung bu duruma “şişme” demektedir. Fordham’ın yorumuyla “şişme yoluyla
kazanılan Tanrısallık hissi…” dir bu. Bu hususta Bk. Fordham s. 75-76-77. Böylece “Şa-
manizme” olanak tanıyan “sapmanın” kaynaklarından biriyle de tanışmış oluruz: Kişinin
kendini, Tanrılaştırılımış ilksel ata ile özdeşleştirmesi ile
74
Jung’a göre özün simgeleri, rüyaların dilinden anlamayanlar için karışık gelebilir. Kimi hal-
lerde güneş, kimi hallerde “canavarın” bekçilik ettiği hazine şeklinde gözükebilir. Modern
insan için en yaygın haliyle “çocuk” simgeselliğinde gözükür. “İsa” ve “Buda” gibi figür-
lerle temsil edilen bu düşünce, kimi zaman yumurta, kadeh, top gibi belirebilir. Ancak
Jung’un verdiği örnekler içerisinde, bizler için önemli olan “Totem” işareti ve simgeselli-
ğiyle karşılaştırılabilir olması bağlamında “mandaladır”. Bu geometrik bir şekildir ve ortak
merkez algısına dayanır. Yaygın olarak dairesel ya da küresel, kimi hallerde kare tarafın-
dan çevrelenmiş halde gözükür. Eşit kollu bir haçın ortasında yer alan daire gibi. Jung “öz”
arketipinin, hastalarının rüyalarında sıklıkla gözüktüğünü bulgulamıştır. Bk. s. 80 ve son-
rası. Jung öz arketipinin bilinçle mücadelesinden dini bir ilerleme ya da sıçrama çıktığı ka-
naatindedir. Paulus’un İsa’nın yoluna geçmesini sağlayan aydınlanmayı örnek olarak kul-
lanan düşünür, “Tanrı-imajını”, öz arketipinin deneyi olarak tanımlar. Dini insanda yalnız-
ca hissi ve duygusal değil, aynı zamanda da mantık boyutunda aktif bir ilke olarak gören
Jung’a göre, zayıf bir kişiliğin daha önce şişme olarak tanımlanan, kendisinde Tanrı’yı
bulma gibi “hastalıklı durumlara” düşme olasılığı vardır. Dört Arketip A.g.e. s. 92-93…
76
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
75
Alıntı için bk. Mithen, s. 191.
76
Avustralya toplumlarının totem törenlerinde kullanılan ve üzerinde totem simgesinin kazın-
dığı, boğa sesi çıkaran Çurungalara özgün biçimini Numbakulla ismini taşıyan mitik bir
varlık vermiştir. Bk. Campbell, s. 118. Bir tür olarak ambilyerikirra, ikiye bölünmüş, çift-
ler halindeki çurunga; hermafrodit ilk atanın eğretilemesidir. Çurungalar savaş sırasında
etkin bir rol oynar. Durkheim rakibinin, içinde ataların ruhlarının yaşadığına inanılan "çu-
runga" taşıdığını gören bir savaşçının cesaretinin kırıldığını belirtmektedir. Çurungalar ay-
rıca, sünnet sonucunda oluşan yaraları, hastalıkları iyileştirir ve sakal uzatır. Ağırlıklı ola-
rak törenlerde kullanılan, diğer zamanlar gözlerden uzak güvenli bir mekânda saklanan çu-
rungaların kaybedilmesi toplum için büyük bir felaket anlamına gelmektedir. Çurunga ile
ilgili olarak bk. Durkheim, a.g.e s. 153-154-155.
77
Benzer bir uygulama için VIII. Yüzyıl Türk dikilitaşlarında-yani mezarlarında-bu işaretle-
rin-tamgaların kullanımı hk. Roux s. 125.
78
Durkheim, a.g.e. s. 151... Frazer gibi etnologlar, totemizmin en eski biçiminin Arunta top-
lumunda yaşadığını düşünmektedir. Bunun iki nedeni vardır: 1. Aruntalar doğumun, cinsel
77
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
ilişkinin ürünü olduğunu dahi bilmemektedir. Onlara göre doğum, yeniden hayata dönmek
için belli kutsal bölgelerde yaşayan ve pusuya yatmış ölü ruhların, kadının içine girmesiyle
mümkündür. 2. Aruntalar, atalarının totem hayvanının içinde yaşadığı düşünür. Onlarda,
ekzogamik eski mit ve hikâyeler bulunmaktadır. Bk. Freud, (H.İ.)s. 140. Bununla birlikte
Durkheim “Aruntalar”ın böylesi bir eskiliğe sahip olmadığını tam aksine, Avustralya kabi-
leleri içindeki en olgunlarından birisini temsil ettiği görüşündedir. Freud da, Frazer’i, “ba-
balığın” bilinmemesi hipotezine dayanarak totemizmi, gebe kalmış kadının fantezi ve kur-
gularına dayanan bir öğreti olarak sunuşuna karşı çıkar. Ona göre kimi Arunta kabilelerin-
de “baba yoluyla” aktarılan soy inanışı vardır ve “pusuda bekleyen ruh” mitinin, oldukça
eski olan “gebe bırakılan bakire” mitinin yaygınlaştırılmasından ibaret olduğunu vurgular.
Freud,(A.T.K.) s. 169…
79
Tamgaların kullanımı, miladın ilk yıllarından itibaren vardır. “Bu kesinlikle bir işaret ve iz-
dir.” Bk. Roux s. 122. Proto-Altay kökenli bir sözcük olma olasılığı var. Tag- fiili ve –ma
ekiyle türetilmiş olmalıdır. Yanlış özdeşleşimlerle ilgili olarak“Bir hayvanın üzerine bir
şeyler basmak” ile ilgili olabilir. Nitekim kimi zaman ailelerin hayvanlar üzerindeki dam-
gaları ve yine aileye özgü savaş çığılığı, marş ya da lakabı ile ilişkili olabilir. Sözcük dö-
nüşerek “damga” haline gelmiş olabilir. Roux, Figüratif çizimlerin ya da silüetlerin olduğu
yerde tamgaların olamayacağını kesin bir kuraldan bahsetmektedir. Ayrıntı için bk. S. 123
Tamga örnekleri için is s. 124’e bakılabilir.
80
Alıntı için bkz Roux s. 125. Öyleki kimi hayvanlara tamga vurulmaz: örneğin vahşi hay-
vanlar. Bu onların boyun malı olmadığını gösterir. Bu durumda evcilleştirilmiş hayvanla-
rın o boyun üyesi olduğunu vurgular tamga.
78
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
81
Alıntı, Freud, (A.T.K.) s. 167. Bu düşünce yapısına göre ilkel insan, türün içindeki hangi
bireyin, kendi ruhunu emanet aldığını bilemediği için, tüm türü koruma altına almıştır. Bir
diğer kuramcı G.A. Wilken’e göre ise totem, ölen bir atanın ruhunun, bir hayvanda yaşa-
maya başlamasıyla mümkün olur. A.g.e. s. 169.
82
Konuyla ilgili olarak Bk. Roux s. 85. Ayrıca Jung da, ilkel insalarda en çok rastlanan ruhsal
bozukluklar ve elbette en çok korktuğu şeyin ruh yitimi olduğunu anlatır. ‘Bilincin bariz
biçimde parçalanması ve bilincin bölünmesi durumu…’’ Bkz. Jung, İnsan ve Sembolleri s.
20.
83
Ağaçların tanrısal ve kudretli nitelikleri ile ilgili BK Ağaç kutsal güçlerle yüklüyse bunun
nedeni dikey oluşu, topraktan bitmesi ve yapraklarını kaybedip yeniden kavuşması, yani
kendini sürekli yenilemesidir.” Bir diğer deyişle o ölür ve dirilir. Bk. Roux s. 60. Ağaçlar
kimi hallerde kıymetlilerin-kemiklerin-asıldığı ve korunduğu muhafaza mekânlarıdır. Bir
ağaç ne kadar az budanırsa o kadar Tanrısaldır. S. 62.
84
Durkheim, s. 134. Diğer taraftan Warramungalar ve Tjingiller arasında İlk Ata olarak ta-
nımlanabilecek mitolojik bir kişiliğin totem olarak hizmet gördüğü biliniyor. Bu kişi Neşe
ve eğlencenin bedenleşmiş halidir ve adı Thaballa'dır. Warramunga klanı ise Wollungua
ismi taşıyan dev bir yılanın totemi altında birleşmiştir.
85
Childe'ye göre, mit'in kökeni bu törenler olabilir. Totem törenlerinde kullanılan sözler, za-
manla mitlere dönüşmüştür. Childe, s. 58... Elbette “miti” şifrelenmiş, asıl anlamı unutul-
muş bir şekil bütünlüğü olarak kabul edeceksek Freudcu yorumun inceliklerini anımsama-
79
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
Totem ile ilişki, dini yapının öncülük ettiği gündelik algı ve kabul-
ler örgüsü oluşturdu. Bazı topluluklarda Totem hayvanı asla öldü-
rülmez; öldürülmek zorunda kalınırsa bu bir kefaret sürecini gerek-
tirir. Bu düşünüşün kökenleri, bir hayvanın kendi “türünün” bir
başka bireyini yeme amaçlı öldürmemesinin doğadaki gözlemi
olabilir.86 İnanışa göre bu önlemler birliğin bozulmaması, totem
hayvanının desteğini sürdürmesi amacıyla gerçekleşiyordu. Totem
saldırısına uğrayan kişilerin gruptan uzaklaştırıldığı; totemin hasta-
lığın iyileşmesine yardımcı olduğu, felaket zamanlarında soya ön-
cülük ettiği, totem olan hayvanın bir ev yakınında görünmesi du-
rumunun, yaklaşan bir ölüm haberinin habercisi olduğu inanışı ha-
kimdir
Tüm bunlardan şu sonuç çıkar: Tabularla ve onun cezalarıyla sar-
malanmış bir dindi Totemizm; “gizlenmiş” psikolojik niyet ve eği-
limlerin ortaya çıkmasının önüne geçen, kompleks bir kaçamak…
Kaygı açık biçimde “topluluğun devamı” idi 87 hedefi ise bireyin
dan geçemeyeceğiz. Freud’a göre törenler sistematiği, “oğulun” babaya karşı işlediği su-
ça(bk. 1. Bölüm) karşı duyduğu vicdan azabının hafifletilmesi kaygısından doğar. Bu aynı
zamanda “totemizmden” dine geçişin psikiyatrik nedenselliğini oluşturur. Totem sistemi,
babanın çocuğunu gruptan kovmayacağını, çocuklarını koruyacağı, onlara özen gösterece-
ği ve hoşgörülü davranacağının garantisi karşılığında “babanın yıkımını”(öldürülme ve
yenme) yinelenmeyeceğini garanti altına alan bir sözleşme sistemiydi. Kökende yaşanan
hunharca olayı unutturma ve yaşanan travmatik duygulanımı yatıştırma gayesi olarak to-
temik din, o halde “evlatça suçluluk” duygusundan doğmuştur. Freud’a göre tüm dinler,
başlangıçtaki bu olaya gönderme yapar: “ Hepsi uygarlığı başlatan ve bir kez başlamış ol-
duğu için insanoğlunu bir an bile rahat bırakmayan aynı büyük olaya karşı tepkidir…” s.
196. Totem yemeği töreni, bu halde, babaya itaat kısıtlamalarının yürürlükten kalkışının
simgesi olarak, zaferi ve doyumu temsil etmektedir. Freud’a göre tüm dinler “baba karma-
şasında saklı duran” çifte değerliliği temsil eder. Bu bizi mitin başlangıçtaki anlamın unu-
tuluşuyla, “şekli bütünlüğün” anlam yerine geçişine götürür. Jung ise kökene Freud’un
“baba katlinin” aksine, “anneyi” yerleştirir. Karşıtlığı kastederek “Ana kucağından, yani
bilinçdışının ilk sıcaklığından ve ilk “karanlığından sonsuz bir mücadeleyle kurtulan baba
ilkesi, Logos budur.” Ve ekler: “İlk günah bilinçsizliktir, Logos için kötülüğün ta kendisi-
dir. Bu nedenle, dünyayı yaratan ilk özgürleşme eylemi anne katlidir” Jung, Dört Arketip,
s. 34. Anneye yaklaşma ve Baba’ya nefret fikrinin modern dünyaya uzanan etkilenimleri
hakkında Freud, Psikanaliz ve Uygulama s. 45.
86
Totemizme özgü kayıtların öte tarafında, bir hayvanın öldürülüşünün cinayet olarak nite-
lenmesi şeklindeki yaygınlık hk. Bk. Roux s. 46. “Kısa bir süre öncesine canlı olan ve
şimdi yok olan bir varlık onu öldüren kadar yaşama bağlıydı kuşkusuz. En azından görül-
düğü kadarıyla insan için en ağır cezayı gerektiren suçlardan hiçbirini işlememişti. Bu
hayvan intikam almaya çalışmayacak mıydı?”
87
Modern dünyada pozitif hukukun üstlendiği "düzeni" sağlama-koruma misyonu, ilkel top-
luluklarda "tabu"sal varyasyonlarla açık şekilde karşılaştırılabilir nitelikler taşımaktadır.
Freud’u metafizik bir “sözleşmeci” düşünür yapan, “vahşi” davranışları cinsel gücün edi-
80
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
nimi sürecindeki rekabete engel olmak amacıyla oluşturulmuş “totemik” bir sistem kurgu-
lamasından kaynaklanır. Bu ilkel baskıyı aşma yolunda önce babanın katli ardından baba-
ya ait olan kadınlara yönelik ilkel ilgi, ardından da kardeş katli totemik sistemde
yasaklanır. Freud’un bu açıklamalarına rağmen, gerçek dünyanın gerilimleri karşısında
toplum içi gerilim ve kopukluğun, hayatta kalma mücadelesine sunduğu köstek, çok daha
belirleyici bir nedenmiş gibi gözüküyor. Bu genel karşılaştırma, dolaylı da olsa bizi "top-
lumun çözülme ve dağılma eğiliminden" kurtulması amacına götürmektedir. Freud tabu
yasaklarının büyük bir tehlikeyi, modern topluluklarla kıyaslanamayacak düzeyde taşıyan
ilkel toplulukları koruma amacına hizmet ettiğini aktarmaktadır. Bu tehlike toplumun da-
ğılmasıyla ilgilidir. Ölü, çocuk, loğusalı ya da adetli kadınların tabu sayılışı, cinsel erginli-
ğe ulaşmış kişilerin olası ilgisinden korumak, kendini savunamayacak kişileri savunacak
bir yapı oluşturmaktır. Topluluğun reisi ya da kralı için de geçerli olduğu üzere esas mese-
le, "taklit ve özenme" riskidir. Suçlu kişi tabudur; çünkü diğerlerinde bir özenme yaratabi-
lir. Tüm topluluk tabu yasağını çiğneyen kişiye karşı öfkelidir. Eğer böyle davranmamış
olsalardı: "İhlalciyle aynı biçimde davranmayı istediklerinin farkına varırlardı..."
Freud.(A.T.K) s. 83-84
81
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
88
Alıntı için bkz. Roux s. 402
89
Totemcilik, kökeninde bir din midir? Bu soruya Frazer “Hayır” yanıtını verir. “Çünkü to-
tem üstün bir varlık olarak kabul edilmez. Yalnızca arkadaş ya da akrabaya saygı duyulur
gibi ona saygı duyulur…” Roux s. 395
82
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
90
Bir hükümdar, kral ya da güç kazanmış birey, klasik totemcilik uygulamasına tezat bir güç
sergiler. Tüm totemlerin üzerinde-üstün bir totem vurgusudur bu. Ancak hakimiyet kaza-
nan kişinin totemi, diğerleriyle eşit değildir artık. Bu gerçeklik Roux’un Altay toplumu
özelinde değerlendirildiği Totemizmin yok edilmesine yönelik eğilimin, dünya coğrafya-
sında yaygınlaşmış bir durum olduğunu saptama zorunluluğunu yükler bize. “Tanımı ge-
reği imparatorluklar totemcilik karşıtı oluşumlardır…” der Roux, “Bir prens her birlik ku-
ruşunda kendisinden önce hüküm süren anarşik toplumun temel yapılarını zayıflatır ve on-
ları ortadan kaldırır…” s. 401.
91
S. Reinach’ın on iki maddelik totem dini taslağını aktaran Freud, totem olarak seçilen hayvana
yönelik incelikler hakkında bilgi sunar. Bu listenin 9. Maddesinde, totem olarak seçilen hayva-
nın, tehlikeli ya da korkulan bir türün üyesi olması durumunda, totem fertlerine zarar vermeye-
ceğine inanıldığını anlatır. 10. Madde ise, “totem hayvanının oymak üyelerini koruduğu ve onla-
ra yol gösterdiği inanışıdır. Diğer maddeler için bk. (H.İ.) s. 125-126. Freud’a göre totem inanı-
şının başlangıcındaki unsurlar şu şekilde özetlenebilir. 1. Totemler başlangıçta hayvandılar ve
tek boyların ataları sayılır. 2. Totem yalnızca anne yoluyla geçer. 3. Totemi öldürmek(ya da ye-
mek) yasaktır. 4. Totem üyeleri birbirleriyle cinsel ilişkide bulunamaz. A.g.e. s. 131. Paralellikler
Roux’un uzun alıntılarla betimlediği totemci niteliklerin şu özetinde de tekrarlanır: 1. Boy ve to-
tem türü aynı bölgede yaşar 2. Totem akrabalık ilişkisi verir. 3. Bireyler elenir-türler ve boylar
arasında ilişki krulur. 4. Totem koruyucu bir rol oynar ve yararlıdır.-Bir örnek olarak bkz. Hopi
kabilesinin Kachinaları. Bunlar, ürünleri korurlar. Kıtlık, fırtına yağmur gibi doğal güçler alabi-
lir. Bunlar bir ruhu simgelemek için taştan ya da tahtadan oyularak yapılan ve boyanan bir bebek
olabilir. Kizilderili mitolojisi s. 278. 5. Totemi öldürmek ve yemek yasaktır. 5. Totemcilik, hay-
vana tapma değildir-onlar eşit-köken-ata-akrabadır. 6. Onlarla akrabalık, bir simge-sombel-
heykelcik, direk gibi soyut işaretlerle sembolize edilir. 7. Temel aktivitelere ortaklaşa katılım
92
Bu hususta Roux şunları söylüyor: “Altay toplumunda oldukça erken bir dönemde ölüler
ve atalar tapınımı biçiminde ikili tapım oluşmuştu(…)” Yazar Şamanizmin çeşitli kavim
atalarına tapınarak yeni bir gelişme sergileyen verilerden bahsetmektedir. S. 365…
83
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
93
Bkz.M. ELIADE ŞAMANIZM, s. 69
84
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
94
Campbell. Kahramanın Sonsuz Yolculuğu s. 30.
85
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
95
Modern dünyaya dek çok sayıda Şaman, öldürülen hayvanın ruhunun intikamının en-
gellenmesi yolunda çaba göstermiştir. Bu çabalar, bir yönüyle, öldürülen hayvandan
dilenen "özür" niteliği taşımaktadır. Söz konusu gerilim, Iglulik Şamanı'nın ağzından
şu sözlerle dökülür: Yaşamın en büyük tehlikesi tümüyle canlardan ibaret olan insan
besini olgusunda yatmaktadır. Öldürüp yeme durumunda kaldığımız tüm yaratıkların,
kendimize elbise yapmak için parçalayıp yok ettiğimiz her şeyin canı vardır. Öyle
canlar ki bedenleriyle birlikte yok olup gitmezler, böylece bedenlerinden yoksun bı-
raktığımızdan dolayı bizden öc almamaları için yatıştırılmaları gerekir..." (Alıntı):
Drury, s. 26... Bu noktada hayvanın heder edilmemesi-tamamıyla öldürülmemesi-
önemlidir. Avcı öylesine itinalı davranacaktır ki, hayvan yeniden dünyaya gelecektir.
“Av hayvanı bir kez yeniden doğduğuktan sonra, kendisini katilinin darbelerine
daha büyük bir arzuyla verecektir…” alıntı. Roux s. 47. Hayvanın ölümünü engelle-
yecek önlemler arasında kanın akıtılmaması ve kemiklerin yerlerde bırakılmaması ya
da korunması gibi unsurlar vardır. Kimi yerlerde kemiklerin yüksek yerlere asıldığı
hatta mumyalandığı görülebilir. Ölülerden korkma ve onlardan korunma arzusu
oldukça eski tarihli olmalıdır. Kanın kutsayıcı gücü hayvan ve insan arasındaki iliş-
kide öylesine belirleyici olmuştur ki, kimi topluluklarda prenslerin-hanedandan gelen
kişilerin boğarak öldürülmesi-kanın akıtılmaması gibi gelenekler doğmuştur. Bk. Ro-
ux s. 108. Bu ise Freud’un da belirttiği gibi, “yas” törenleriyle anlamlı hale gelen bir
yatıştırma işleminin, savaşçılar ve yakın akrabalarını kaybeden kişileri kapsayacak
şekilde kurumsallaştığını gösterir. Başta Timor Adası olmak üzere, Yeni Gine kabile-
leri ve Dayak boylarından örnekler aktaran Freud, öldürülen kişinin bedeninden ko-
partılan kafasının köye getirilişi ve ona saygıyla hitap edilişi; katilin kendisini iki ay
boyunca kulübesine kapattığı ve karısına yanaşamadığı; sebze dışında bir şey yeme-
diği ya da ateşe bakamama, konuşmama, ormanda yalnız yaşama gibi aşırılıkları uy-
guladığını belirtir. Freud’a göre, bu törenlerdeki ana amaç, intikam duygusundan ko-
runmaktan çok, pişmanlık, saygı ve vicdan azabı gibi tepkilerdir.(H.İ. s. 47-55) Bu-
nunla birlikte Freud, yakın akrabalarını kaybeden kişileri yasa sürükleyen dürtünün,
ölen kişinin “şeytani” bir ruh olarak nitelenişi sürecini metafizik kavramlarla açıkla-
maktadır. Freud’a göre, akrabanın ölmesinden kaynaklanan tatmin duygusunun bas-
kısından kurtulmak isteyen kişi, bir dış kötülük inşa eder. Freud’a göre en eski “şey-
tan” inanışının kökeni budur ve yas törenleri, ölen kişinin intikamcı niteliklerinin ya-
tıştırılmasını arzular. Bu yapı zamanla “ata inanışına” dönüşecektir. (H.İ. s. 82-83)
96
Söz konusu resimler genellikle mağaraların iç kısımlarına yapılmıştır. Bu ise "büyü" gibi
içrek uygulamaların "gözden uzaklık" ve içe kapalılık kaygısını gözettiğini göstermektedir.
CROW, W.B. "Büyünün, Cadılığın ve Okültizmin Tarihi", s. 17 ve 18. Dharma. II. Baskı,
Mart 2006, İstanbul. Ayrıca bkz. “Bazıları toprağın çok altında yer alan resimli
86
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
mağaraların ritüel etkinliklerin merkez noktası olduğundan çok az kişinin kuşkusu olabi-
lir…” alıntı için bk Mithen, s. 202. Paralel bir görüş için bkz. KANSU, Ş. Aziz. İnsanların
Kaynakları ve İlk Medeniyetler, s. 189. I. Cilt. TTK. II. Baskı 1971. Ankara. Bu noktada
Antalya Karain Mağarası da sıra dışı bir kaç örnek içermektedir. 1946 yılında Prof. Dr. İ.
Kılıç Kökten tarafından bulunan Antalya Karain Mağarasında kazılar, aynı sene içerisinde
başlamıştır. Mağara, dar giriş ve geçitlerle birbirine bağlı üç bölümden oluşmaktadır. 1947
yılında mağaranın en karanlık olan üçüncü bölümünde, Prof Yalçınkaya'nın deyimiyle "ka-
ranlık bir köşeye" şematik bir at başı ve gövdesi ile, insan şekillerini betimleyen bir duvar
resmi ortaya çıkarılmıştır. Bu bölümde, Orta Paleolitik izleri saptanmıştır. Bk. Prof, Yal-
çınkaya. s. 76. Figürlerin gözden uzak yere çizilmesi, tüm dünyada yaygın olarak gözüken
bir durumdur. Karain Mağarası'nın daha geç dönemlerde (olasılıkla Üst Paleolitik ve Neo-
litik) tapınak olarak kullanılmış olma ihtimali bulunmaktadır. a.g.e. s. 81... Tapınakların
mağaraların alabildiğine derin kısımlarında bulunduğu hususunda Karain, Lascaux mağa-
rasıyla kıyaslanabilir K. Afrika(Ksar Amar kaya duvarında, G. Batı Libya Fizan ve Nube
Çölü’ndeki) duvar resimlerine oranla pek az tanınır. “Bu büyüsel yerler” demektedir
Campbell: “istisnasız mağaraların doğal ağızlarından uzak, karanlığın derinliklerinde,
uzun, dolaşan, soğuk koridorlarda ve geniş odalarda seçilmiştir…” a.g.e. s. 304. Trois-
Freres Mağarasını ziyaretini aktaran Dr. Herbert Kühn’ün “Ulu Büyücü Tasvirinin” bu-
lunduğu salona çıkma yoluna ilişkin tüyler ürpertici tasviri bu mekanlara ulaşmanın zor-
luklarını doğrulamaktadır. Yüksekliği, bazı yerlerde otuz santime kadar düşen, dar bir ge-
çitten, dakikalarca süren, santim santim sürünme eylemidir. Doktor, kendisini sanki bir ta-
butun içinde hissettiğini aktarır; “Yüzünüzü yere yapıştırmak zorunda kalıyorsunuz… Ne-
fes alamıyorsunuz; kalbim sıkışıyor, nefes almak çok zor…” s. 306.
87
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
97
Paralel bir görüş için bkz. “Dinsel yaşama ve büyüsel etkinliklere geçici veya sürekli ola-
rak atılan her kes bir tür mübareklik kazanır…” Alıntı için Roux s. 183. Ve başka bir yerde
hayvan biçimli bir kıyafetin Şamanı hayvanın kendisine dönüştürmesi, bu kıyafetin Tanrı-
ların yanında saklanması, kirletilmekten korkulması ve insan eli dokunuşlarıyla ilgili ya-
saklar hk s. 238. Diğer taraftan Roux’un anlatılarından, başka bir hayvana dönüşümün “kı-
yafet” giyme ve çıkarma ile ilgili olduğunu anlarız. Öyle ki kişiler, kıyafetlerini çıkaran
kaz-martı ya da turnaları evlenmeye zorlayabilir. Bkz. S. 338 ve sonrası.
98
Karain mağarasında da büyük olasılıkla bir av eylemini canlandıran figür bulunmuştur.
1956-1957 yılları arasında sürdürülen kazı çalışmaları sonunda, üstteki büyük-ışıklı bö-
lümde yapılan kazılar sırasında kaburga kemiği ucuna oyulmuş sakallı bir insan başının
yanı sıra, çakıl üzerine işlenmiş bir "kargı atan insan" figürü bulunmuştur. Yalçınkaya, s.
77... 29.
99
Av büyüsü olduğunu düşündüğümüz eylemler, olayın önceden canlandırılması-sembolik bir
öncel- ile gerçekleşecek olan olaya hazırlık anlamına gelir. Bir hayvanın öldürülüşünün
ardından onun gibi dans eden kişi, bir yönüyle hayvanı onurlandırır ve yakınlarının yanın-
da olduğuna ikna etmektir. Ancak av öncesindeki dansın, av hareketlerinin ve oluşturulan
tablonun ana görevi, avın başarısını garantilemektir. Avın önceden öldürülmesi: “Put yal-
nızca bir tasvir değil onun, kendisidir.” Roux s. 117.
100
Amerikanın Yerli Kilisesinde dahi geç dönemlere kadar uzanan bir simge olarak kuş özel
bir önem taışır. Tören sırasında tipi(yöreye özel bir barınak-çadır)de yakılan sedir ağacı
ateşi dumanında olduğu gibi, kuşlar ve tüyleri de insanların dualarını doğrudan Tanrı’ya
ulaştırır. Bu ayinin katılımcılar yanlarında çok sayıda tüy ve benzeri eşya, yelpaze ve yiye-
cekle katılır. Kel kartal, bozkır doğanı ve kırmızı kuyruklu atmaca ile, su hindisi ve makas
kuyruklu sinekçiller, Tarı’nın kulağına çabucak yaklaşma özelliği taşır. Kızılderili Mitolo-
jisi, s. 251. Ayrıca Ruhun kuş biçiminde canlandırılmasına ilişkin yaygınlık hak. Bk. Roux
s. 35 ve sonrası İnsanlardaki ruhların biçimlerini belirlemek güçtür. Bununla birlikte en
yaygın olanı “kuş biçimli ruhtur”. “Birçok çağdaş öykü insanların, insan olarak dünyaya
gelmede önce gökte kuş biçiminde bulunduklarını söyler…” ayrıca bkz. “Çünkü kuş biçim-
li ruh son derece yaygın bir tasvirdir…” (Alıntı)için bk. A.g.e s. 37. Kircher'in yorumuna
göre, Lascaux mağarasında geçen söz konusu adam ölü değildir. Yalnızca verilen kurban
karşısında kendinden geçmiş bir Şaman'dır ve tünemiş kuşla simgelenen ruhu öte âlemler-
de dolaşmaktadır... Eliade, s.32... Campbell ise çok daha geniş bir kullanım alanına dikkat
çeker. Şaman inanışına göre kuş, yaygın biçimde, trans halindeki Şaman’ı koruyan hay-
vandır. Şöyle söylüyor Campbell: “Sibirya şamanları bugün bile kuş kostümleri giyinirler
ve çoğunun annelerinin onlara kuştan hamile kaldığına inanılır…” s.257. Bu kuşlar Şa-
man’a kozmik seyahatinde yardımcı olurlar. Roux s. 37. Campbell, Lascaux sahnesinin bir
av kazası olabileceği şeklindeki yorumların olası olmadığı görüşünü aktarır: “… Bir mağa-
rada, en gizli kutsal köşeye bir kaza çizilmiş olamaz…” s. 300… Campbell yaygın görüşü
88
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
aktarır: “Av büyüsüyle ilgili oldukları olukça açık…” s. 303. Ayrıca bk. söz konusu çizim-
lerin “yaratıcı bir dürtünün” ürünü olduğu görüşüne karşı çıkışı hk: “Yaratıcı bir dürtüyü
açığa çıkarmak için karnının üstünde kırk, elli metre sürünen bir adamın romantik hipote-
zini destekleyici bilimsel bir açıklama olmalı…” s. 308.
101
Melez hayvanların yaygınlığı hk. Bk Roux: Boynuzlu at ve ejderha değinimi için s. 39.
Ayrıca Orta Asya ve bozkırların kanatlı tek boynuzunu en eski tasvirlerinden birini aktaran
İBn Fadlan’dan alındı: “Deveden daha küçük, boğadan daha büyük bir hayvan. Başı deve
başı, kuyruğu boğa kuyruğu, gövdesi katır gövdesi. Bu verileri şöyle yorumlar Roux: “Ay-
nı anda deve, boğa katır, başka bir durumda ise aynı anda karaca, öküz, koyun, at olabilir;
aynı anda tüm bunlar olabilmesie de imkânsız değildir. Çünkü bütün bu hayvanların doğa-
larına ya da ruhlarına sahiptir…” Alıntı için s. 41.
102
“Her şey herhangi bir bahaneyle her şey olabilir…” RouxX. 232. Kimi göçebe toplulukla-
rın inançlarında insan ve hayvan arasındaki dönüşüm yaygın mitoslarla dile getirilir. Bir
kadının kuşa, balığa vb dönüşümleriyle ilgili yaygınlık için a.g.e s. 336-ve sonrası…
89
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
103
Şaman'ın bu özelliği "yeraltı ya da gökyüzündeki varlıklarla ilişki kurma ve özdeşleşme
arzusunun ürünü olarak gözükmektedir. Drury, s. 69 Benzer bir görüş için Bkz. M. ELIA-
DE Şamanizm, s. 123 ve sonrası. Şaman’ın gizli dili hayvan sesleri çıkarma, onun hareket-
lerini tekrar etme ve kostümler, öte dünya ile açıkça ilişkili olan hayvanlarla iletişim biçi-
miydi. “Törenlerde kullanılan sözcüklerin bir çoğu hayvanların çığlıklarından oluşuyordu.
O doğanın dilini konuşuyordu ve bu konuşma hayvan ile insanın barış içinde yaşadığı cen-
net dönemlerindeki diyaloğun tekrarıydı.
104
Griaznov’un açıklaması: “Bu baba’larda eril ilke yani hayvan başı ile dişil ilke, yani genç
kıs birleştirilmiştir…” Alıntılayan Roux s. 244. Bu yaygınlığı ilişkin yorumunda Roux Al-
tay halkları arasında hakim iki karşıt gelenek bulunduğunu vurgular: Sınıflama ve melez-
leme s. 247…
90
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
105
Paralel bir örnek için: “Hiong-nular oklarının uçlarına kartal tüyleri taradı. Amaçları kuş-
kusuz oklarına kartalın avcı özelliklerini kazandırmak istemeleri idi” Ayrıca “av için kul-
lanılan oklar, savaş için kullanılanlardan farklıdır.” Roux s. 108. Ayrıca tüy takılmasıyla
ilgili olarak: “Bunlar cesaret simgesidir..:” s. 235.
106
Paralel bir görüş için bk. “İnsan ile bu yüksek güçler arasındaki ilişkinin araçlarını oluştu-
ran ayin ve inançların genel bütünü, yaşamın din diye adlandırdığımız yönünü meydana
getirir…” bk. Rivers, s. 131.
91
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
107
Mısır bölümünü incelerken görebileceğimiz gibi Hermes-THoth figürü, şaman, hayvan ve
elçi figürlerinin katışımından oluşmuştur.
108
Bk. Kemikler, etin çürüdüğü gerçeğini görmeyi reddetmekle ilişkilidir. Bk. Jean Paul RO-
UX Orta Asya’da Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar, s. 31. Kabalcı. Mayıs 2005. Çevirenler:
Prof A. Kazancıgil-Lale ARSLAN Ayrıca bkz ‘Kemik hem insan yaşamının hem de tüm
hayvanların pay aldığı Büyük Yaşamın Öz Kaynağıdır. ELIADE, Şamanizm s. 88. Kişinin
kendini kemiklere indirgeyerek görme yeteneği, yeni baştan yenilenmek, mistik biçimde
yenidan doğmakla eş değerdir.
109
Hayvanın kemiklerinden yeniden doğacağı düşüncesi geç dönem dinlerine kadar uzanan
bir etki alanına sahiptir. “ Kemikler hayvanın yeniden doğuşu için vazgeçilmezdir…” Lot-
Falck’ın kitabından alıntılayan Roux s. 49. Kitab-ı Mukaddes Hezekiel kitabına bakılabilir:
" ... Ve beni vadinin ortasına koydu ve vadi kemiklerle dolu idi. Onların üzerinden, her
yandan beni geçirdi ve işte ovanın yüzünde kemikler pek çoktu ve işte çok kurumuşlardı.
Ve bana dedi: Adem oğlu, bu kemikler dirilebilir mi? Ve ben: Ya RabYehova, sen bilirsin
dedim. Ve bana dedi: Bu kemikler üzerine peygamberlik et, ve onlara de: "Kuru kemikler
Rabbin sözünü dinleyin. Rab Yehova bu kemiklere şöyle diyor: İşte sizin içinize soluk ko-
yacağım ve dirileceksiniz. Ve üzerinize adaleler koyacağım ve üzerinizde et bitireceğim ve
sizi deri ile kaplayacağım ve içinize soluk koyacağım ve dirileceksiniz ve bileceksiniz ki
ben Rab'im..." (Kitab-ı Mukaddes, s 1036.Hezekiel Bap 37, 1-7"
92
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
Sıradan insanı aşan, kutsal bir varlık haline dönüşen kişiydi şaman
ve kendini kemiğe indirgeme, mistik bir yeniden doğum anlamına
geliyordu. Şaman bu dönüşümün; ölümün ve toprağa gömülmenin
bir son olmadığı düşüncesinin yaşam bulduğu geniş tarih dışı dö-
nemin temel yönlendiricisiydi. Mircea Eliade Şamanizm isimli ça-
lışmasında dünya coğrafyasının dört bir yanına yayılmış, adayları
bir şifacı yahut Şaman’a dönüştürecek “geçişlerin” sırra erme ayin-
leri aracılığıyla gerçekleştiğini anlatmaktadır. İstisnasız tüm dün-
yada, Şaman, vücudun parça parça edildiği, iç organların çıkarıldı-
ğı ve sonrasında kutsal varlıklardan alınan organların yahut kutsal
taşların nakledildiği bir dönüşümün asal unsuruydu. Sıradan bir
insandan kutsal bir varlığa dönüşümü bir mağarada vahiy alan
Muhammed yahut bir dağda göğe yükselen İsa’nın kültürel anlam-
ları üzerinde bağ kurmadan bir adım bile atamıyor insan. Hele ki
tüm bu törenlerin ortak sonucu, sembolik bir ölümün ardından ye-
niden dirilmeyi sağlıyorken. 111
Tüm şamanlar acı çeken kişilerden oluşuyordu. Şamanlığa davetin
alındığı ilk andan itibaren hastalıklar yakasını bırakmaz. Sinirlidir-
110
Şamanların bu yöndeki egzersizleri ve örnekleri hususunda BKz. M. ELIADE, Şamanizm
s. 88
111
Konuyla ilgili olarak ayrıntılı bilgi için bkz. ELIADE, Şamanizm, Sırra Erdirici Hastalık
ve Rüyalar bölümü… Bu bölümde dünya coğrafyasının farklı bölgelerindeki Şamancıl
sırra erme ritüelleri hakkında derleme sunan ELIADE, acı çekme, bedenin parçalanması-
Osiris gibi-, mızrak, bıçak yahut çivilerle delme - İsa gibi- ya da organların çıkarılması gi-
bi işlemlerin ardından, yaygın olarak bir mağarada-Muhammed gibi- kutsal varlıklar hali-
ne geliyordu. Her birinin ortak özelliği, yeniden doğum ve bedenlenmenin sağlanmasıydı.
93
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
112
Bu yaygınlığa ilişkin şöyle söylüyor ELIADI: Çok sayıda bölgede şamanlar hastalıklı kişi-
lerdir… Şamanizm, s. 45. Bununla birlikte Şamanlık ile şizofreni ve kişilik bölünmesi gibi
modern psikiyatrinin tanıdığı hastalıklar arasında kurulmak istenen bağlara ilişkin “Şa-
manların ruh hastalarından devşirildiği iddiası asılsızdır. Onlar etkileyici, karizmatik kişi-
liklerdir. s. 51.
113
Acı ilkesinin dinin kökenlerini oluşturması hakkında bkz. Jung, İnsan ve Simgeleri’nde
şöyle söylüyor: “İnsanın düşünme yeteneğinin ilk kaynağının şiddetli duygusal çatışmala-
rın acı verici sonuçlarından kaynaklanması anlaşılabilir bir şeydir…” s. 72. Duygusal bir
kalıtlaşma örneği için bkz ayn sayfa. Kötü giden bir balık avından sonra örneğin, oğlunu
bir anlık öfke ile öldüren bir babanın derin pişmanlığı ebediyen hatırlanacaktır.
94
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
114
Bkz. ELIADE, s. 133.
95
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
115
İslamiyet’te “ruh” kabulüyle ilgili bir yorum için bk. ATEŞ, S. İnsan ve İnsanüstü Varlık-
lar, s. 198. Ateş’in aktarımlarına göre, kişiye, anne karnında iken üflenir. “Kur’an-ı Ke-
rim’de insanın ruhunun bedeninden önce yaratılmış olduğuna dair bir ifade de yoktur…”
a.g.e. s. 200. Bununla birlikte ruhun bedenin yok olmasının ardından da yaşamaya devam
edeceği savunulmaktadır
116
Bkz. Roux s. 261. ç
96
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
117
ÖYD yaşayan deneklerden biri olan Maria, binanın kuzey kanadında üçüncü kat pencerele-
rinden birinin dış pervazında, spor ayakkabı görmüştür. RING, Kenneth, Ring-
VALARINO, Evelyn Elsaesser. Işığın Öğrettikleri-Lesson from the Light), s, 99. Erko
Yayıncılık. Çeviren: Canan Ardıç. 2006 Ayrıca Elizabeth isminde bir denek, ailesini, oda-
da oturduğu konumda görür. ‘Her birinin evin neresinde olduğunu ve hatta annesinin ne
yemek pişirdiğini bile dosdoğru bilmiştir.’ S. 147
118
.Bk, RING, Kenneth, Ring-VALARINO a.g.e s, 79. Bu deneyimi yaşayan kişilerin, özel-
likle mistik kişilerde ve yüceltilmiş din adamlarında var olan şu niteliklere sahip olduğu
sınıflaması yapılabilir. Hayatın değerini bilme, kendini kabullenme, duyarlılık, yaşama
saygı, anti materyalizm, anti-rekabet, spritüalizm, bilgi arayışı, amaç duygusu, ölüm kor-
kusu, ölümden sonraki yaşama inanç, tanrı inancı, s. 175-178
97
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
119
Bir karşılaştırma için Bk. Zohar-Jacop’un Ölümü. “Tanrı bir adamın ruhunu geri almaya
karar verince, adamın bu dünyadaki bütün günlerini gözden geçirir… Böylece dürüstler
hakkında “yaklaştı” denmiştir.” S. 59. ÖYD yaşayan kişilerin de “yargı” ve “tarafsız” bir
hissiyat içinde-vicdanı asallaştıran bir bakış açısıyla karar verdiklerini görürüz.
120
Bk. a.g.e. s. 181
98
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
121
Altay Türkleri’nde tın, kut ve sur ismiyle anılan “can” ya da “ruh” bir ikize sahiptir. Bu,
Yula’dır. İnsan uyurken “Yulası” istediği yerleri dolaşır. İşte düşler Yula’nın yolculuğu-
nun sonuçlarıdır. Bk. Perçemli, s. 146. Malenezya yerlileri üzerinde yürütülen araştırmalar,
bu halkın belli rüyaları, rüyayı gören kişiyi dini varlıklarla ilişkiye girmesi olanaklı kılan
deneyimler olarak değerlendirdiğini ortaya koymaktadır. Durkheim, s. 82...
122
Mircea Eliade’ye göre şamanlar zeki, eğitimli, karizmatik kişilerdir. Bir Yakut Şamanı
yaklaşık 12 bin sözcüklü bir destanı zihninde tutuyordu. Bunlar şizofreni bulamayız. bkz.
Şamanizm, s. 50-51. Jung da ilkel insanların modern insana kıyasla üstünlükleri hakkında
yeterince bahsetti. “Modern insanın güdülerle bağı ortadan kalkmaz. Sadece bilinçle bağı
kesilir. Böylece kendilerini başka şekillerde ifade eder. Modernite yalnızca nevrotik insan-
lar yaratmadı. Aynı zamanda nevrotik bir dünya yarattı. Dünyamız da deyim yerindeyse,
nevrotik bir insan gibi dağılmış durumdaır…” İnsan ve Sembolleri s. 80
99
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
123
Durkheim, s. 72… Dukheim, Taylor'un ruhun bedenden ayrı olduğu düşüncesinin ilkel in-
san için geçerli olmadığını, şu sözlerle ifade eder "İlkel insanlar için ruh canlandırdığı be-
denden bir takım yönlerden bağımsız olsa da bedenden kökten bir şekilde ayrılamayacak
kadar onunla karışmıştır. Belli organlar, yalnızca ruhun hususi ikametgahları değil fakat
aynı zamanda onun dış şekli ve fiziki tezahürleri olarak da kabul edilirler... a.g.e. s. 78...
124
C. G. Jung, 1945. Zur Psychologie des Geistes" adıyla yayımlanmıştır. Makalenin Metis
Yayınlarından çıkan Dört Arketip kitabındaki çevirisinden yararlandım. Bk. S. 79 ve son-
rası…
125
Bir örnek için bk. Yakut rehberleri eşliğinde iki yanında yaşlı ağaçlar sıralı olduğu halde
geçilen bir yolda orman tinine tapınım hk. “Ormanların tininin korumasını sağlamak için
100
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
böyle davranılmaktadır…” Roux s. 63. Ayrıca aynı sayfada, tek tek ağaçların tini bir araya
gelerek orman tinini meydana getirir.
126
Benzer bir durum, cansız nesneler-oyuncaklar-ve hayvanlar için de geçerli midir? BK “Bir
çocuğa bir bebek verin, hemen onunla konuşmaya, onu yedirmeye ve altını değiştirmeye
çalışacaktır. O hareketsiz plastik parçası ona hiç gülümsemeyecek ama çocuk gerçek in-
sanlarla karşılıklı ilişkilerinde kullandığı akılsal süreçlerini aynısını kullanacaktır…” Alıntı
için Mithen s. 59. Bununla birlikte Mithen, sezgisel psikoloji bilgisinin doğuştan olduğunu
vurgulayarak, canlı ve cansız ya da eksik de olsa-örneğin bir ayağı kopmuş köpeğin-kendi
türüne ait olduğu bilgisine çocukların vakıf olduğunu belirtir.
101
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
127
Ruh arketipinin bir diğer simgesi olarak “cüce” için bk. Jung, Dört Arketip, s.84. Cüce, bi-
çimleyici güç ve yaygın olarak kadınlarda gözüken bir motiftir. Ayrıca bk. hayvan ya da
gulyabani gibi “ruh” tezahürlerinin gözüktüğü hallerle ilgili dikkat çekici bir yorum hk. S.
86: “İnsanın idrak, anlayış, iyi bir tavsiye, karar, plan gibi şeylere ihtiyaç duyduğu, ama
kendi imkânlarıyla bunlara ulaşamadığı durumlarda ortaya çıkar. Arketip bu ruhsal yeter-
sizliği, boşluğu dolduran içeriklerle telafi eder…”
128
Bkz. ELIADE, Şamanizm s. 65.
102
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
129
Bk. Jung, a.g.e. s. 88… Modern dünyadaki Ölüme Yakın Deneyim araştırmalarında vaka-
lar üzerinde yapılan görüşmeler, deneyim sırasında kendilerine eşlik eden, ışıktan bir var-
lığın öğretisinden geçme ve dünyaya ‘aydınlanmış’ bir kişi olarak dönme gibi iddialı ifade-
lerin epeyce yaygın olduğunu gösteriyor. Bir eğretileme olarak ölüm, zor zamanlardan
geçme ve sonrasındaki rahatlık hissiyatını ‘yeniden hayata dönmek’ olarak betimlenme
104
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
Ruh ve rüyalar
Modern Psikolojinin sunduğu rüya çeşitliliği, matematiksel hesap-
ların geometrik şekillerin, ateş halelerinin ve gözlerden uzak-
kaynağı belirsiz bir “seslenişin”, ışık oyunlarıyla uyumlu ritmiyle
oluşturduğu muhteşemlik hissiyatı hakkında yeterince bilgi sundu
bize. Anlattığı, karşımıza insanı aşan, ona ve bireysel yaşamına in-
dirgenemeyecek bir şölenin çıktığıydı. İnsanın “kendini peygam-
berce” hissetmesi için bundan çok daha azının yeterli olduğunu bi-
liyoruz. “Kimi rüyalar” demektedir Jung, tıpkı dinsel deneyimler
gibidir ve bu etki ani “görsel izlenim” gücü doğurur.
“Çünkü onlar numinosum niteliği taşımaktadır.”
“Rüyaların kutsallık” sınırlarına temas eden ve oradan dünyaya
ışık tutan reel-politik gücüne inanan bireyler yarattığını biliyoruz.
Bu inanç yersiz değil. Zira rüyalar dini alanda da aktif biçimde işlev
gücü içerir kuşkusuz. Ölüme yakın deneyimler hakkında yürüttükleri yoğun araştırmalara
rağmen Jung’un teorilerinden pek haberdar gözükmeyen RING ve VALARINO, “ölümün
kıyısında yalnız olmadığımızı” söyler. “Bu enerji adeta bu kişilerin gidişatını düzeltmele-
rinde onlara yardım etmek ve yaşamlarını tekrar yoluna koymak amacıyla kendini ÖYD
sürecine dahil ediyor.” Işığın Öğrettikleri, s. 80. ÖYD Deneyimlerinde de yüksek bir bilin-
ce ulaşma hali görülmüştür. “Deyim yerindeyse, ÖYD kişinin derinlerde gizli, daha yük-
sek bir bilinç seviyesi ve bilincin sıra dışı bir biçimde işlemesi potansiyelini adeta uyandı-
rıp, serbest bırakmaktadır. S. 179 …
105
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
130
“Rüyaların çoğu ilkel düşünceler, mitler ve ritüellere benzer imaj ve çağrışımlar içermek-
tedir…” demektedir Jung. Freud da bu tür rüya imgelerine “kalıntılar” ismini veriyordu.
Jung’un kalıntılar deyimini bir çöp kutusu gibi ele alışı nedeniyle Freud’a itirazı hk. Bkz.
İnsan ve Sembolleri s. 43.
131
Bu nedenle insanlar bilinç dışı meselelere yaklaşırken direniş ve korkuyla hareket eder.
Jung’a göre bu kalıntılar nötr ya da kayıtsız değildi. Öylesine yüklüydüler ki, kimi zaman
sadece rahatsızlık vermez ve gerçek bir korkuya yol açar. “Ne kadar çok bastırılırsa
kişiliğin bütünlüğünü bir nevroz formuna girerek o denli sarar…” İnsan ve Sembolleri s.
95
132
“Çünk” der Jung, bilinç dışı bir kahin gibi işlev görebilir. Ortada bir sihir yoktur. Sadece
bilinçli olarak fark edilemeyen bir tehlikeyi fark eden bir kaynaktan gelmektedir haber.
“Rüyalar tam olarak insanın olmayan, daha çok doğanın nefesi olan bir ruhtan çıkar…”
Jung, İnsan ve Sembolleri s. 47.
133
Jung’un küçük bir kızın, “hayatını geriye doğru gözden geçiren bir ihtiyarın görmesi gere-
ken” rüyaları görmesiyle ilgili yorumları için bkz. A.ge. s. 70 ve sonrası. Düşünür kızın bir
şekilde ölüme yaklaşmakta olduğunun rüyalarda açık edildiğini yorumlar: “Rüyalar
çocuğu bu düşünceleri-yeniden diriliş, ölümün sonsuz yaşama dönüşüm yerini-ve mezar
gibi-taşımıştı.
134
Bizzat görüştüğüm ve doğada yalnız başına yaşayan bir heykel sanatçısı ağrılarını din-
dirmeye yarayan bir ilacın tarifinin gizemli varlıklar tarafından kendisine rüyasında
aktarıldığını anlatmıştı. Bu görüşmeyi kitap sonunda paylaşıyorum
106
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
135
“Çünkü bu erkeğin, kadının ruhuyla cinsel ilişkiye girdiği düşünülmektedir…” Alıntı için
bk: FROMM, s. 117.
136
FROMM, Erich. Rüyalar, Masallar, Mitler, s. 18. Say Yayınları. 2014. Çevirenler Aydın
ARITAN, Kaan. H. ÖKTEN. Ayrıca bkz. „Jung da bu gerçekliği şöyle ifade ediyor: Bi-
linçaltının bir kısmı bir zaman için geri çekilmiş düşünce, izlenim ve amajlardan olşur.
Bireysel yaşamımızda unutulan şeyler kaybolmazlar. İstenildiği zaman yeniden üretileme-
seler bile bilinç eşiğinin altında durumda varlıklarını sürdürüler. Bazen yıllarda unutulmuş
kalan düşünceler bir anda kendiliğinden ortaya çıkar…” alıntı için bkz. Jung, İnsan ve
Simgeleri s. 30.
107
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
137
Bu konudaki en belirgin izlenimini Doğu Afrika’dan edinmiştir Jung. “Bu kabiledeki in-
sanlar rüya gördüklerini Kabul etmiyordu. Aslında bu doğru değildi ve aslında kastettikle-
rinin bir anlamı ve değeri olmayan rüyalar olduğu anlaşıldı. “Bana sıradan ınsanların rüya-
larının bir anlamı yoktur” demişlerdi…” diye anlatıyor. Jung. Yalnızca kabile şefleri ve
büyücülerin rüyalarının bir anlamı vardı. Ancak onlar dahi bir süre sonra anlamlı rüyalar
görmemeye başlamıştı. Bu değişim, İngilizlerin bölgeye gelmeleri ile başlamıştı. “Bölge
komiseri yanı sorumlu İngiliz Yönetim Memuru kabilenin davranışlarını yönlendiren
büyük rüyaların işlevini devralmıştı…” alıntı için bkz. İnsan ve Sembolleri s. 48.
108
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
138
Afrikalı bir yerli, rüyasında düşmanlarının eline geçtiğini ve acımasız bir muameleye ma-
ruz kaldığını görür. Uyandığında ise akrabalarından kendini kademeli bir biçimde yakma-
larını ister. “Doğal olarak kötü bir şekilde sakatlandı…” der Jung, “Ama düşmanlarının
elinden de kurtuldu…” Jung, Psikoloji ve Din, s. 20
139
“Uyuduğumuz zaman(…)uyanıkken yaşamadığımız bir özgürlüğe kavuşuruz. Çünkü artık
çalışma, saldırma ve savunma görevlerinden kurtulmuşuzdur. Biraz daha hayal gücü kul-
lanarak dünyasal gerçeklerin kanunlarına uymak zorunda olmayan meleklere benzediğimi-
zi de ileri sürebiliriz… Bu özgürlük imparatorluğunda dikkatimizin odaklaştığı tek konu,
ben ve benim olandır…” FROMM, s. 46.
109
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
üstelik önemli problemler taşır. Çok sayıda rüya, bedene eş, ama
bedenin algısı kapalıyken harekete geçen bir ruh fikrini destekleye-
bilmektedir.140 Ama bunun tam tersi de mümkündür. Örneğin bir
kişi rüyasında karşılaştığı dostlarıyla, gerçek hayattaki karşılaşma-
sında rüyadaki deneyimin yanılgı olduğunu basitçe anlar. Diğer ta-
raftan, Durkheim'in belirttiği gibi, büyük tehlikeler altında hayatını
sürdürmeye çalışan insan için, bu tip felsefi spekülasyonlar pek de
anlamlı gözükmemektedir. Durkheim, animizmin bir inanç sistemi
olarak eninde sonunda rüyalara gerektiğinden fazla önem veren bir
ilkel insan prototipi içerişinden dolayı eleştiriler getirmiştir. Ona
göre ilkel insan hayatın acımasızlıkları içinde, böylesi bir yanılgı-
dan destek alamayacak kadar gerçekçi ve akıllıdır. 141
Ruh ve ölüm
Bu noktada ruh düşüncesini destekleyecek veriler olarak, ölüm ve
sonrası düşüncesi ile ilişkisini incelemek “ölümsüz” bir cevherin
varlığı için yardımcı olabilir.
İslamiyette rüyalar yaşayanların ve ölülerin ruhlarının buluştuğu
mecralar olarak kabul görmeye devam ediyor.142 Kaydedilmiş kimi
uyku deneyimleri, İslam kültüründe ölmüş kişilerin yaşayanlara
140
İlkel insanların büyük ve küçük rüyalar tanımının arka planında “ilkel insanların kişisel ve
kolektif rüyalar arasındaki farkı içgüdüsel olarak gördüklerini iddia eden Jung, kolektif bi-
linçaltından kaynaklanan rüyalarda kehanet arandığı fikrindedir. İlkel insanların büyük rü-
yalara değer verdiğini, çünkü onların ağzı kapalı duran bilgi kaynaklarının kapağını açtığı-
nı düşünmektedir. Bu hususta yaygın bir örnek kullanır: Kitab-ı Mukaddes’te geçen Yusuf
ve rüyalarıyla ilgili kısımları. Bk. Fordham, s. 129 ve sonrası… Gerçekten de “büyük rü-
yalar” yaşam rehberleridir ve kişilerin, hatta toplumların hayatları üzerinde anahtar roller
oynar. Bu tip rüyalar “ulu kişilerin”, kralların ya da büyücünün imtiyazında bulunan güç-
lerdir ve bu halde sıradan birinin rüya gördüğünü ileri sürmesi “akılsızca” bir şeydir. Çok
daha önemlisi, “rüyalara” ihtiyaç duymayan toplulukların trajedisini aktarır bize Jung ve
“akıl dışı” itkinin emperyalist güçlere karşı, otantik değerlerin bir simgesi olarak okunması
gerektiğini bir kez daha bizler için örnekler. Gerçekten de Jung’un aktardığı kabilenin reisi
artık “rüya” görmüyordur çünkü artık bir bölge sorumluları vardır: “İngilizler toprakları-
mıza geldiklerinden beri artık rüya görmüyoruz. Bölge sorumlusu, savaş ve hastalıklar ve
nerede yaşamamız gerektiği konusunda her şeyi biliyor…” alıntı. Jung, Psikoloji ve Din, s.
20.
141
Freud da insanlığın en eski dünya görüşünün, sırf spekülatif bir bilgi hırsıyla yaratıldığı
fikrinin yanlışlığına dikkat çeker ve ekler: “Doğaya egemen olmak gibi uygulamayla ilgili
gereksinimlerin herhalde bu işte bir payı olmuştur…” (H.İ. s. 98)
142
Bk. Ateş, a.g.e s. 255. “Uykuda ölülerin ve dirilerin ruhları birbirleriyle görüşür…” S. Bin
Cübeyr’in sözlerini aktarır. İslam düşüncesine göre ölüm, büyük ölüm ve küçük ölüm ol-
mak üzere iki çeşittir. Küçük ölümden kastedilen “uyku” halidir.
110
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
143
Paralel bir görüş için bk. Malinovski, “Büyü, Bilim ve Din”. s. 46...
111
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
144
Etnolog Strehlow, Aruntalılar üzerinde yürüttüğü çalışmalarda, söz konusu toplumun iki
tip ruh anlayışına sahip olduğunu göstermiştir. Bunlardan ilki "bizde altın çağ olarak ta-
nımlanan, efsanevi Alcheringa döneminin ruhları olan ataların ruhları, ikincisi ise, kabile-
nin gerçek nüfusunun ruhları. İnanışa göre, yalnızca birinci sınıftaki ruhlar ölümsüzdür.
Durkheim, s. 323... Bu kişiler zamanla doğa unsurlarını canlandırabilir. “Buriyatlarda dağ-
ların, nehirlerin, ırmakların, göllerin, ormanları vs’nin uzun zaman önce ölmüş kişilerin
ruhları tarafından canlandırıldığı düşünülürdü…” alıntı için bk. Roux s. 33. Şayenlerin,
büyük su kütlelerine kurban adama ritüellerini açıklayan bir mit ile ilgili olarak bkz. Kızıl-
derili Mitolojisi s. 77-83. Bu öyküde bir yılana dönüşen Şayenlinin son isteğinde bahsedi-
lir. Mircea Eliade ise “Yardımcı ruhlar” ve “koruyucu ruhlar” olarak betimlediği bir ayrım
112
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
saygı dolu anıları, onları, topluma dair yüksek fikirlerin simgesi ol-
duğu halde "sonsuz" bir yaşama sürüklerken, yaşayanlar "ölüm-
süz" bir ruh fikrine ulaştı. Bu ise, gerçek grup hayatının sürekliliğini
verir, fertler ölse bile klan varlığını devam ettirir.
Malenezya toplumundaki kayıtları aktaran Durkheim, söz konusu
kabilenin insan bedeninde faaliyet gösteren, bir diğer deyişle bede-
ne sıkı sıkıya bağlı "ruh" ile ki bunlar isterse "ata tapınımına evrilen
kutsal kişilerin ruhları olsun", doğada yer alan ruhlar arasında fark
gözettiğini belirtmektedir. Düşünürün "Esprit" olarak tanımladığı
doğa unsurları, insan ruhundan farklı olarak "bedene bağlı" şekilde
faaliyet göstermemektedir. Onlar sık sık orman, göl, akarsu gibi ya-
şam alanlarını ziyaret etmekte, fırtına ya da afet gibi olaylara neden
olabilecek güçler içermektedir.
Doğa unsurlarının sahip olduğu ruhlar düşüncesi, modern dünya-
ya dek yaşayageldi. Şaman uygulamaları içeren geç-toplumlar,
dağ, nehir ya da rüzgârlara ait ruhlar tanımlamış ve bu unsurların
her irinin başına bir Han yerleştirerek hiyerarşik bir yapı oluştur-
du.145 İnsanlar gerekli görülen zamanlarda bu ruhlara tapınmakta-
dır. Dağlara adanan kurbanlarla ilgili bilgi veren Roux, her yıl beş
başkentin dağa kurban olarak sunulmak amacıyla on binden çok
olmak üzere kâğıttan146yapılmış insan, at ve zırh sunumuna dikkat
çeker. Bu ayin yapılmadan dağa yaklaşmaya cesaret edilemez.147
İnanışa göre, doğal unsurların ruhları kimi durumlarda ve ancak
üzeride duruyordu. Bunlardan ikincileri çok daha güçlüydü. Yardımcı ruhlar, hayvan bi-
çimli, hayalet ya da hortlak biçiminde olabilir. Ya da orman ruhları. Bir diğer ayrım da
Şaman’a yardımda bulunan Tanrısal ve yarı-Tanrısal varlıklarla ilişkilidir. Bunlar da “ko-
yucu ya da yardımcı ruhlar” sınıfına dahil edilemez. Bkz. Şamanizm s. 115 ve sonrası. Bu-
na karşın Kuzey Amerika ve Avustralya’da yardımcı koruyucu ruhlar çoğunlukla hayvan
biçimlidir. Buryatlarda koruyucu hayvanın ismi hubilgandır. Anlamı dönüşüm..ELIADE,
s. 122
145
Şaman kozmolojisine göre Orta Dünya, Üst Dünya ve Alt dünyadan farklı olarak insanla-
rın yaşadığı dünyadır. Arazi sahiplerinin çeşitli ruhlarının, doğa yaratıklarıyla birlikte in-
sanları çepeçevre sardığı bu dünyada örneğin dağ ruhlarının başında Hubai-Han, nehir ruh-
larının başında ise Suğdai-Han bulunmaktadır. Çildei-Han, rüzgâr, Humduzah "ayaz", Ot
inezi ise Ateş sahibi idi. "İnananlar, tanrıları için ilahiler söyleyerek onlara başvururlardı."
AKGÜN, Engin. Şamanizm Üzerinde Uygulanan Baskılar ve Şamanların Günümüzdeki
İşlevleri."s. 2-3. Bir kaynak için bk. www.hbektasveli.gazi.edu.tr/dergi_dosyalar/42-179-
190.pdf
146
Kâğıttan yapılmış tasvirler bizzat sununun kendisidir. Başka örnekler için bkz Roux s. 207.
147
“Genellikle dağa mı yoksa dağda mı kurban adandığını bilmek zordur. Çünkü bu dağ yal-
nızca tören için seçilen bir yerdir…” s. 201 Roux.
113
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
148
Diğerleri, ..."Üç ölü adamın hayaleti ve bir deniz akrebinin, bir katil balinanın ve kulaksız
bir köpeğin" ruhlarıdır. DRURY, N. Şamanizm, s. 62. Okyanus Yay. 1989. Gold ülkesinni
şamanı, bir cin tarafından eğitildikten sonra kendisine üç yardımcı bırakılmıştır: jarga,
doonto ve amba… Bular panter, ayı ve kaplan anlamına gelir. ELIADE- Şamanızm sf. 99.
Sibirya Levhalarında insan hayvan çatışması ve bir hayvan gibi hareket eden Şaman’ın,
canlandırdığı hayvanın tininin peşinde olduğu görülür. Amaç, “bu tini kendine hizmet et-
meye zorlamaktır.” Roux s. 99. Gilyak Şamanına yardımcı olan ruhlar arasında kurt, deni-
zayısı, baykuş rengeyiği ve tavşan, Çukçe Şamanına yardımcı olan ruhlar arasında kurt,
karga, sıçan, gecekuşu, kakım, mors beyaz ayı ve Yakut Şamanına yardım edenler dalgıç
kuşu, karga, ayı, kurt, öküz vb Roux s. 240. İstanbul. Kimi hallerde “ölmüş” büyük Şa-
manların “koruyucu ruh” haline geldiği görülür. Bu daha ççok Kuzey Amerika ve Avstral-
ya’da yaygındır. Eliade s. 119. Rus Halkbilimcisi G.V. Ksenofontov bir Tungus Şaman’ın
ağzından, ölmüş şaman ağabeyi İlya’nın ruhunun “kendi” ağzından konuştuğunu aktarır.
“Şaman atalarım beni şamanlık yoluna zorladılar.”. Campbell, s. 252. Bir Yakut yerlisi
Pavlov Kapitor, herkesin şaman olamayacağını aktarır ve ekler: “Her şamanın hayvan anne
ve hayvan kökeni olması gerekir…” Bu varlıklar şamanlara yardımcı olur; Samsonov Spi-
ridon; Çardaş ve Botos isimli iki yardımcı köpek ruhundan bahseder. Bk. Campbell s. 265.
149
M. ELIADE, s. 117. Aydınlandıktan sonra edinilen yardımcılardan bazıları: “Tilki, baykuş,
köpek, ayı, köpek balığı dağ cinleridir…”
114
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
150
Durkheim, doğa unsurlarına tapınımın, insanın pratik ihtiyaçları doğrultusunda "yaşaması"
imkansız bir sistem olduğu kanaatindedir. Zira, çok sayıda beklentinin böylesi bir tapınım
sisteminde karşılanmaması ve benzer şekilde sistemin tükenmesine vesile olan bir hayal
kırıklığı yaratacağı kanaatindedir. Peki, insan doğal olgulara ve nesnelere neden tapınım
gösterir? Bu sorunun yanıtını arayan Durkheim insanın evren karşısında "küçük" olduğu
hissiyatının dini duyguya tezat bir yapı içerdiği görüşündedir. Ona göre dini duygu insanın
evren ile ilişkisini kurma eğilimine sahiptir. "İnsanın icra ettiği ayinler, kısmen arzularını
tabiata kabul ettirmesine yardım edecek vasıtalardır." diyen Durkheim'e göre, ilk insan ev-
ren karşısında kendisini hiç de küçük hissetmemektedir. "Dinler insana imanın kendisini,
dağları hareket ettirebileceği, yani tabiatın güçlerine hakim olabileceğini öğretirler..." s.
112... Yine de insanın doğal olguları kendi çıkarları doğrultusunda ikna etme çabası, ikna
edilecek olan gücün kendisine denk olması ya da denk olarak görülmesini içermek zorunda
değildir. İnsan kendisini küçük görse de ikna ayinleri yapabilir. Din'in insana vaat ettiği
dağları hareket ettirme yetisi, ikna edilecek çok daha güçlü bir varlığın eseridir insana ait
olmaktan çok...
115
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
151
Freud, büyü ve sihir arasında bir ayrım bulunduğu kanaatindedir. Ona göre, büyü, ruhsal
varlıkları etkileme, onlardan güç elde etme ve elde edilen bu güç ile pratikte avantajlar
sağlama yöntemi iken, sihir psikolojik yöntemlerden çok özel araçlar kullanır. Freud’a gö-
re sihir, büyüye göre çok daha eski bir yöntem olarak animizmin tekniği tanımına daha
uygundur. Sihir, büyünün aksine “doğanın” canlılaştırılmadığı yerlerde de kullanılır. Ör-
neğin, doğa olaylarının yönlendirilmesi ya da düşman karşısında güç kazanma gibi amaç-
lar içerebilir. Bk. H.İ. s. 98-99.
152
Freud, insanın büyü uygulamasına yol açan güdülerinin kolaylıkla sezilebileceği kanaatin-
dedir. “Bunlar insanın istekleridir. Varsaymamız gereken tek şey ilkel insanın, isteklerinin
gücüne büyük bir inancı olduğudur.” diyen Freud, büyünün başlangıcında vurgunun yal-
nızca istek üzerinde olduğunu belirtir. Freud, (A.T.K)s, 134-135. Gurney'den hareketle
Şenel, büyünün, hedeflenene ulaşamama durumunda insanda yaşanan düş kırıklıklarıyla
ilgili olduğunu aktarır. Bu düş kırıklığı bireyi, taklit mekanizmasına, hedefin canlandırıl-
116
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
lamaları, belki dini alanla pek az, kutsal olanla ise kesinlikle ilgili-
dir…
Büyü uygulamasının kökenlerine dair çok sayıda inceleme bizleri,
yaygın biçimde engellenen insani arzunun "travmatik" etkisine
ulaştırmıştı. Bir disiplin olarak bu uğraşın modern psikiyatriden
hareketle "duygulanım bozukluklarıyla" kıyaslanabilir nitelikler ta-
şıdığı doğrudur. "Bugün çok istediğimiz bir şey, anlam veremediğimiz
gerekçelerle engellense, bizler ne yaparız?" diye sormaktadır Malinovs-
ki. "Kızar, söver ve öfkeleniriz. Etrafa saldırır, şiddet gösterilerinde ve
memnuniyetsizliklerde bulunuruz..."
Bu karşılaştırma, ilksel büyülerin doğuşundaki sağaltım etkisin ön
plana çıkarıyordu kuşkusuz. Freud’un, büyü faaliyetine yönelmiş
ilkel yetişkin ile “oyuna” yönelmiş çocuk arasındaki kıyaslaması da
bu düşünceden kaynaklanıyordu. Freud’a göre, çocuğun “oyun”
süreci ve ilkel yetişkinin “büyü faaliyeti”, halüsinasyonlar aracılı-
ğıyla gerçekleştirilen bir doyum hareketidir. Elbette birçok mitos
öğesi gibi, büyü ya da sihir faaliyetinde de, ilk anlamın unutuluşu
ve “tören”, “eşya” ya da “sözel öğeler” gibi gözle görülebilir unsur-
ların mutlaklaşmasının ortaya çıkışı hususunda da Freud haklıdır.
“Dolayısıyla” demektedir Freud:
“Arzulanan sonuçla benzerliği nedeniyle bu sonucun gerçekleş-
mesini tek başına belirleyen şeyin büyülü eylemin kendisi olduğu
ortaya çıkmaya başlar…”153
masına yöneltir. Sihir, incelikli simgeleştirmeler kullanan, analojik yöntemlerle işler. a.g.e.
s. 133... Büyü uygulamasında “duygulanım” öğesinin önemini gösteren başka deliller için
bk. Rose, s. 83-84. Rose, insan için olduğu kadar diğer canlı türlerinin davranışlarının da
yalnızca beyin ile ilgili olmadığı kanaatini dile getirirken, zarar görmekten kaçınmak ya da
hazza ulaşmak kategorilerine dikkat çeker. Duygulanım gerçeği, hormonal girdilerin be-
yinle etkileşimiyle çok daha karmaşık sonuçlara vesile olabilir. Bununla birlikte şayet ilk
insan davranışında duygulanım öğesi düşünmeden daha önceye dayanıyorsa, büyü uygu-
laması da “insan” beyninin henüz evrimleşmemiş olduğu zamanlardan kalma izler taşıyor
hatta bu evrelere göndermeler içeriyor olabilir. Belki Rose büyü edimiyle doğrudan ilişki-
lendirmese de bu anlamda çok değerli bir yorumda bulunuyor: “Beyinlerin ve davranışın
evrimini ve uygarlığın ortaya çıkışın anlayabilmemiz için, “Düşünüyorum öyleyse varım”
saplantısından kurtulmamız ve en azıdan “duygulanıyorum öyleyse varım” anlayışına
ulaşmamız zorunludur. S. 84. Duygulanım öğesi hakkında Jung da, bilinçlenmenin ana
kaynağı nitelemesinde bulunur. “Duygu olmadan karanlığın aydınlığa, ataletin harekete
dönüşmesi imkânsızdır.” Jung, Dört Arketip s. 34
153
Freud. (A.T.K), s. 135. Freud’a göre nevrotik kişi, büyüsel-sihirsel nitelikte bir davranış
sistematiği içindedir. Ona göre “ilkellerle nevrozlar arasındaki” benzerlik, “ruhsal edimle-
117
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
rin yüksek değerlendirilmesi”dir. (H.İ). s, 111. Yine bir başka yerde “Nevroz, Ben’in kar-
şısına yabancı bir öğle gibi kurulur” demektedir. “Kişinin tek başına düzeltebileceği ufak
tefek bozukluklar Nevroz değildir.” Psikanaliz ve Uygulama, s. 109. Nevroz, başkalarının
yardım edebildiği sürece tedavi edilebilir.
154
Malinovski, büyü uygulamaları için önem taşıyan üç önemli unsur belirlemektedir. Önce-
likle doğal durumun tasviri uygulanmaktadır. Bir fırtına, sel ya da toprak kayması; ya da
doğal unsurlar, rüzgâr, su, bir hayvan veya bir ağaç. Bireysel amacın gerçekleşmesi doğ-
rultusunda yapay olarak canlandırılan bu sahne, büyücünün yeteneği doğrultusunda "fone-
tik" düzeyde tekrarlanır. Büyücü, söz konusu unsurun sesini canlandırmakla yükümlüdür.
İkinci olarak emir sözcükleri vardır; ki bu nüfuzu istenen gücün çağrılışı aşamasını gerçek-
leştirir… Mitik öğe olarak tanımlanabilecek üçüncü öğe ise "büyüyü ilk uygulaya şahsiyet
ile ilgilidir. Bu mitin törene adaptasyonuyla ilgilidir. Büyü uygulamasının en önemli aşa-
118
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
ması budur ki, bu kişinin isminin anılması "amacı" yerine getirecek doğal unsurların ikna-
sında rol oynayacaktır. "Mit" demektedir Malinovski, "insanın gücünün sınırlarından do-
ğan büyü inanışının güçlü bir biçimde varlığını korumaya yarayan inanç sistemleridir..."
Malinovski, a.g.e. s. 84... Campbell da “ritüelin” bir referans ya da kaynağın taklidi değil,
“bizzat kendisi” olduğunu belirtir.”Rit(…) mitolojik çağın kendisinin gücünü canlandı-
rır(…) “Ataların gücü yoluyla zamanın akışından kurtularak, bu anda yaşanmasıdır…” İl-
kel Mitoloji bk. s. 182… Ayrıca kutsal nesnenin gücü hak. “Bütün geleneksel dinsel tören-
lerdeki oyun mantığında, düş mantığında olduğu gibi, kutsal nesne en azından tören sıra-
sında tanrıyla özdeşleştirilmiştir…” s. 188…
119
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
155
Bu konuda dikkate değer bir tanımlama için bk. W.H.R. Rivers. “Tıp, Büyü ve Din”.
(Medicine, Magic and Religion)Rivers’a göre, büyü, insanın ya da doğasının sahip olduğu
bir güce dayanmaktadır. Buna karşın din büyüden farklıdır çünkü: “Evrende insanın kendi
gücünden daha büyük bir gücün var olduğu inancını içerir…” a.g.e. s. 12. Epsilon Yay.
Hizmetleri. Ltd. Çeviri: İbrahim Enis Köksaldı. 1. Baskı Mayıs 2004. İstanbul. Büyü de
din de ruhsal varlıkları muhatap alır. Rivers, bir başka dersinde iki kavram arasındaki iliş-
kiyi şöyle açıklar: “Din, insan ile bu yüksek güçler arasındaki”, büyü ise “ikna edilebilece-
ğine inanılan ve bu nedenle insandan daha güçsüz insan dışı varlıklarla” ilişkiden doğar.
Bk. a.g.e. s. 131. İkinci tip inanışta “yalvarma” yoktur, “ikna” vardır. Din ve büyü arasın-
daki ilişkiyi Roux şu şekilde tanımlıyor: “Sahip olduğu tüm bilime karşın eğer büyücü
Tanrı’nın iradesine karşıysa tüm girişimleri başarısız olacak ve yaptığı büyüler kendisine
dönecektir…” Alıntı için Roux s. 161
120
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
156
Elgon Dağı yerlilerinin şafak sökerken kulübelerinden ayrılarak avuç içlerine hohlaması ya
da tükürmesi ritüelini aktarır Jung. “Ardından avuç içlerini güneşin ilk ışıklarına doğru
uzatıyorlardı…” Düşünür bu eylemin anlamını sorduğunda aldıkları yanıt çok benzerdir:
“Şaşırdılar ve yalnızca Her zaman böyle yaparız. Güneş doğarken hep böyler yapılır de-
mekle yetindileri…” Jung İnsan ve Sembolleri s. 77. Dine ilişkin bu “tanımlanamazlık” ya
da akılcıl yollarla bilinçli bir biçimde dile getirilemezlik, Jung’a göre onun paradoksal do-
kusuna işaret eder. Bilinç, bilinçdışının hammaddesi olan arketipleri dilediği kadar berrak-
laştırmaya çalışsın bunu bir türlü başaramaz. En iyi halde bunlar dogma, ayin ya da ritüel-
ler halindedir. Din bu paradoksal yapıdan uzaklaşırsa, yalnızca kendisini zayıflatır. Bk.
Fordham, s. 90…
157
Malinovski şöyle söylüyor: "Acı bir kayıpta, bir ergenlik krizinde, toplumu tehdit eden
tehlikede ve kapıda bekleyen bir felakette, din, düşün ve uygulamada en doğru biçimi sap-
tamaya yardımcı olur..." s. 64...
158
Kimi yazarlar, büyünün "dini" düşünüşten önceki bir halkayı temsil ettiği kanaatindedir.
Bununla ilgili olarak bk. Şenel, s. 134. Bu düşüncenin temelleri, mağara resimlerinde de
görüldüğü üzere, bireyin "tapınma" ya da "bir dilekte" bulunma eylemlerinden ziyade, do-
ğayı etkileme gücünü denemiş olmalarıdır. Gerçekten de büyü, soyut iletişim kanalları
aracılığıyla insanın, doğayı etkileyebileceği kanaatini taşımaktadır.
121
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
159
Rivers, s. 31-32. Bu tip bir büyüyü icra eden büyücüler, bazı günlerde bir araya gelir ve
toplu halde acı çekilir. Yeni Gineli Kailerin yaptığı büyünün ayrıntıları için bk. a.g.e. s. 28
ve sonrası… Tedavi işleminin tiyatral niteliği hakkında yaptığı yorumlarda, ilkel topluluk-
ları aşağılamaktan geri kalmayan batı geleneğinin temsilcisi, Güney Amerika’nın en güney
ucunda yaşayan kabilelerden birisi olan Auşların bölgesinde misyon okulu kurmuş
Thomas Bridges’in oğlu Lucas’ın şamanları, “şarlatan” olarak tanımladığını okuruz
Campbell’in aktarımlarından. “Bu şarlatanların bazıları mükemmel” aktörlerdir. Her nasıl-
sa hiç de “şeytani” olmayan bu değer yargılarından, iyinin ve kötülüğü bir aradalığına say-
gı duyan bir yerli gibi yaklaşmaya, onun bana çok önemli gelen bulgularından yararlan-
maya çalışacağım. Lucas Joon olarak betimlenen bir Şaman’ın tedavi etmekle yükümlü ol-
duğu bir yaraya gözlerini dikerek, doğruca ve uzunca bir süre baktığını aktarır. “Bizlerin
göremediği bir şeyi görebildiği açıktır…” der. Ardından ağzını dayayıp, kötülüğün kayna-
ğı olduğunu düşündüğü yere, uzun, epeyce uzun sürebilecek bir zaman zarfında “emme”
işlemi gerçekleştirir. Zamanı geldiğinde hastanın yanından sanki “elleriyle ağzında bir şey
tutuyormuş gibi yaparak” ayrılır: “Sonra köye daima arkası dönük… “anlatması zor, ya-
zılması olanaksız gırtlağı yırtan bir bağırtıyla bu görülmez nesneyi yere fırlatır ve şiddetle
üstünde tepinir…” Campbell, s. 246…
122
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
160
Ayin uygulayıcısının duygulanımı alabildiğine önemlidir. Büyü türüne göre farklılaşan bu
tepki, aşk, karabüyü, savaş gibi farklı büyü türlerinde farklı ses, görüntü ve mimiklerin ya-
ratılmasına vesile olacaktır. Ne olursa olsun, ayin, "kendi hedefinin" taklididir. Malinovs-
ki, s. 71...
161
Aşipu: "Gibil seni yutsun, Gibil seni yaksın!" diye tekrarlamaktadır. Guirand'dan alıntıla-
yan Şenel, s. 136... Yeni Gine Kailerinde büyücü: “Kartal ve şahin. İşte avınız. Keskin
pençelerinizle yakalayın onu. Vücudunu koparın ve parçalara bölün. Daha sonra çürüme
ve kurtlar, kurtçuklar ve böcekler, bütün vücudunu harap etsin onun…” diye seslenir. Ri-
vers, s. 31.
123
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
162
Hastalığın cinlerle, tedavinin ise kutsallıkla ilgili olduğu çağlarda, “Bir hastanın apansız
iyileşip ayağa kalktığı mucizesini ‘görülmemiş’ değil olarak tanımlıyor Bertrand Russel.
Ama bunlar histeri kökenli hastalıklar ve patolojiye dayalı tedavi isteyen hastalıklarda
görülebilir. Bkz. Bilim ve Din. s. 58. Özellikle modern dünyada bu bağlam küçümsenme-
yecek bir külliyat yarattı. Özellikle ruhsal bozukluklarla ilişkili hastalık tanımlarında bu
öğe dikkat çekici bir biçimde işlendi. Freud, belirli tip ağrıların ve anormal davranışların
nerötik semptomların sembolik anlamların taşıycısı olduğunu farketmişti. Benzer biçimde
Jung da “Bazı hastalıklar semboliktir…” demektedir. Yine birkaç örnek için “astım” hasta-
lığı geliştiren bir kişi ve yutma güçlü çeken bir diğerinin problemleri hk bkz. S. 22. Jung,
İnsan ve Sembolleri..
163
Alıntı için bkz. Kızılderili Mitolojisi s. 247.
164
Rivers s. 127. Ayrıca bk benzer bir ifade için: “Hala birçok toplum tarafından kullanılmak-
ta olan tedavi önlemleri, aynı süreçler yoluyla etkili olurlar ve başarılarını uyandırdıkları
güvene ya da telkin diye adlandırdığımız çok daha gizemli bir özelliğe borçludur”. S. 133.
165
Rivers’a göre, modern tıp oluşturduğu rasyonel psiko-terapi yöntemiyle psişik faktörlere
hatırı sayılır bir önem vermeye başlamıştır. Psikiyatri biliminin, XX. Yüzyıl içindeki katkı-
124
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
Burada bizim için esas olan, görünürdeki yakınlıklar bir tarafa, ilkel
olarak tanımlanan insan topluluklarına ait bilimin, modern tıbbın
dışladığı açıklama ilkelerine dayanmasıdır. Jung’un aktardığı gibi
kimi hallerde sağaltım alanı, bir dönüşüm alanıdır. Kimi hallerde
inek derisinden oluşturulan kimi hallerde de simge-sembollerle
tamamlanan hayali bir kapıdan geçirilen hasta için “yeniden do-
ğumun” bir türü olan “dönüşüm” gerçekleşmiş olur. Bu sayede,
hızlı bir biçimde ölen ve hastalık yaratan ruhların hedef alanından
çıkan kişi, yeniden hayata gelir ve o artık yeni bir kişidir.
İlkel topluluklar için sağaltım ilmi yapı, tamlık-tam olma gibi, ola-
ğan olarak işleyen bir vücut ritmi üzerinden yürüyordu. Buradaki
bozulma sağlıktaki bozulma idi.. Bununla birlikte, böylesi bir mü-
kemmeliyetin bozulma sebepleri açıkça tinsel varlık ve kavramlarla
ilişkili bir tıp bilimi yaratmış gözükür. Öyle ki neredeyse birkaç is-
tisna dışında, “hastalıkların” sebebini bulmada “doğal” sebepler
neredeyse hiç göz önüne alınmaz.166 Bu bir tarafa, bizlere kaza,
larından henüz haberdar olmayan Rivers, psişik faktörlerin doktordan çok rahiplerin işle-
viyle ilgili olduğunu belirtir. Yine de dikkate değer bir öngörüyle, zihin bozukluklarının
incelenmesiyle birlikte, çok daha verimli sonuçlara ulaşılabileceğini belirtir. S. 128. Ben-
zer bir saptamayı Jung da yapar. “Psikoterapi Pratiği” isimli yapıtında “Konuya yabancı
birisi için Psikoanalizin temel yapıtları ile günah çıkarmanın dinsel kurumu arasındaki
ilişkiyi hemen görebilmek güçtür…” Jung’un açıklamalarında günah kavramı, tabu ile yer
değiştirir gözükmektedir. Onu göre ruhsal gizliliğe başvurma ya da analitik terminolojide
“bastırma”, “günah” fikrinin ortaya çıkmasıyla birlikte başlamıştır. Bk. Fordham, s. 114-
115…
166
İlkel topluluklar için “Hastalıkların doğal nedenleri var mı?” sorusunu soran Rivers, küçük
çaplı rahatsızlıklar dahil herhangi bir hastalığın nedeninin, doğal nedenler alanıyla ilişki-
lendirilmesinin çok zor olduğu kanaatini dile getirir. Bk. A.g.e. s. 51. Ayrıca bk. “Tıbbın
gelişimi, bizim şimdi doğaüstü olarak değerlendirdiğimiz bir dünyaya karşıt olarak doğal
bir dünya algılamasının gelişimiyle yakından bağlantılıdır…” s. 132. Dünyanın pek az il-
kel toplumunda böylesi bir algı tespit edilmiştir. Afrika gibi bölgelerde hastalığın doğal
nedenlerle ortaya çıktığı düşüncesi, ancak diğer topluluklarla kıyaslandığında kısmi bir
yaygınlık gösterir. s. 81… Özellikle Masailer, erkeklik yumurtalarının şişmesi dışında,
herhangi bir rahatsızlığı ruhlara bağlamaz. “Çeşitli Afrika toplumları, hastalığın iklimsel
ya da diğer doğal koşullar sonucunda ortaya çıkması fikrine kesin biçimde sahiptir…”
a.g.e. s. 83. Yeni Amerika topluluklarında da hastalık, ayın ya da rüzgârın hareketleri gibi
doğal nedenlere de bağlanabilir s. 85. Bir Kiowa mitolojisinde çiçek hastalığı şöyle kişileş-
tirilir: Yaşlı, dudakları şiş, gözleri hemen hemen kapalı; vcudu akmakta olan kötü yaralarla
kaplı ayrıca pis kokulu…” Açık ki, bu hastalık yerlilerin tanımadığı bir hastalıktır ve kolo-
niciler tarafından Amerikaya taşınmıştır. Bkz. Kızılderili Mitolojisi s. 71. Benzer biçimde
bir Kiowa öyküsü suçiçeğinin gelişini anlatır: Mitsel kahraman Saynday karşılaşır onunla
yolda: “Kimsin sen?” diye sorar “Suçiçeğiyim ben diyerek yanıtlar onu yabancı…” ve ek-
ler: “Doğu Okyanus’un ötesinden geliyorum. Beyaz adamlarla birlikteyim ben. Benim
halkım beyazlardır; onların dostuyum. Onların kamplarında ve evlerinde beni her zaman
125
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
görebilrisin… “s. 205. İlkel olarak adlandırılan kimi topluluklarda modern tıp anlayışına
uygun bazı tedavi yöntemleri uygulanmaktadır. Ancak bu yöntemlerde de tedavi edici güç,
modern tıbba aykırı biçimde yorumlanır. Masaj, kan akıtma ya da bardak çekme ve buhar
banyosu gibi yöntemler neredeyse tüm dünyada yaygın olarak kullanılır. Örneğin saçtaki
kepekleri yok etmek için deve sidiği ile saç diplerine masaj yapmak, göz çapağına karşı
turnabalığı safrası ile masaj ya da koç dışkısından elde edilen öz suyu ile kemiklerin ovul-
ması ağrıları azaltmaya çalışmak vb. Bk. Roux s. 165. Tüm bunlarda tedaviyi sağlayan
“uygulama” değil, hayvanın ya da bitkinin psişik gücüdür.
Diğer taraftan bu tip yöntemler, her daim dini tıp anlayışıyla tutarlılık oluşturur. Örneğin Ja-
ponya’da masajın merkezden dışa doğru yapılış amacı, modern masaj teknikleriyle uyumlu
olsa da ana gaye, bedendeki hastalık yaratan varlıkların dışarıya atılmasıdır. Bu iki yön-
temden hangisinin hangisinden doğduğunu saptamak pek mümkün gözükmemekle birlikte,
“tedavi edici masaj ile dini masaj” arasında sıkı bir ilişki olduğu kesindir. Bk. Rivers, s.
113
167
Roux, bk. S. 164. Carl G. Jung da her iki halin ilkel dünyadan bugüne uzanan hastalık ter-
minolojinin parçası olduğunu yeterinci açıklamaktadır. Ruhu ayrılması, yani ruh yitimi,
ilkel insanlarda en çok rastlanan örnek idi. Bununla birlikte ilkel insanlar iki ruha sahip
olma fikrini doğal karşılıyorlardı. Orman ruhlarının kendi üzerlerindeki etkinliğiydi bu ve
bu sayede bir tür psişik kimlik ediniyorlardı. İlkel insanlarda bu ikizleşmeye karşın, mo-
dern insan bunu hastalık olarak kabul etti. « Ne oldu sana ? » diye sodular. « İçine şeytan
mi girdi… ? » Bkz. Jung, İnsan ve Sembolleri s. 21.
126
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
168
Konuyla ilgili çalışmalar ve hastalığın çıkarılarak bir hayvana transferi hususundaki tar-
tışmalar için bk. Roux s. 167.
169
Salgın hastalığın kalıcı olması yolundaki son adım, içine büyüsel bir güç yüklenen Hindis-
tan cevizi sularının köyün hane önlerine dökülmesiyle gerçekleşir. Rivers, s. 57.
170
Jimmy Bob’a ait öyküde kahramanımız, “doktor ve hastanelerdeki” şifa arayışına yanıt bu-
lamaz. Ve en sonunda Kızılderili bir doktorun kapısını çalar. İlk iş olarak doktor “röntgen
çekmeye” girişir. Siyah ipek bir mendil çıkarır ve Bob’un hasta bacağının üzerine serer.
“Bir kartal tüyü gerek bana…” diye seslenir. Doktorun gözleri kartal tüyüyle örtülür ve
gölgelenir. Siyah ipeğe bakar: “İşte orada! Görüyorum onu!”der doktor. Sonrasında hasta-
nın baldırının tam ortasına bir küme biçiminde oturmuş tüm şeytanları toplamaya başlar…
Kızılderili Mitolojisi s. 241. Doktor sonunda hastalığa sebebiyet veren nesneye ulaşır:
“Avucunun ortasında bir kadın saçından didiklenmişe benzer bir tutam saç yumağı….”
Çok geçmeden büyüyü yapan kadının öldüğü anlaşılır.
171
Bk. Hastalık veren varlıklar kimi zaman ruhlar, cadılar ya da doğa unsurlarının kişileşti-
rilmiş halleri, yarı-tanrısal varlıklar olabilir. Bk. Rivers, s. 46-47. Kimi yörelerde salgın
hastalıklar yüksek güçlere bağlanır. Eddystone Adası’nda Ave ismi verilen varlıkların ey-
lemleriyle salgın hastalıklara, örneğin dizanteriye yol açtığı düşünülür. A.g.e. s. 57. Ayrıca
bk. Hindistan’da kişinin işlediği günahlardan dolayı cezası yeniden hayata gelme duru-
munda dahi sürmektedir. S. 80. Aztek kültüründe hastalığın nedeni işlenen suçlar ve gü-
nahlar olsa da, hastalığı insanlara musallat edenler Tanrılardır. Bunlar aynı zamanda şifa
verendir de. S. 86
127
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
öven bir nutuk çeker... Uzun süren pazarlıklar sonucunda, ruh ikna
olur, gökyüzüne ait bir ruhsa at veya koyun gibi nefesi sıcak hay-
van, yeraltına aitse sığır kurbanıyla, bedeni terk etmeye razı olur.172
Hastalığın işlenen bir günahın bedeli olduğuna yönelik inancın bu-
lunduğu yerlerde de kurban sunulabilir. Bu suçlamalardan arın-
manın en eski yöntemlerinden biridir.173
Canın ya da ruhun bedenden ayrılması, çalınması ya da kovulması
durumunda tedavi, çok daha güçlü dini bir karakter kazanır. Bu
durumda, kimi topluluklarda olgunlaşmış rahip-otacı ayrımına
ulaşırız Görevi canı geriye getirmek174 ya da bedene girmiş varlığı
172
KOECHEROWA, L.M. "Şaman Ayini Yeniden Yapılanma Deneyi" s.78,79,80.
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/13/1190/13750.pdf. Kurbanların öte dünya varlıklarını
cezbeden gücüne duyulan inanç geç dönemlere kadar yaşamıştır. Malenezya Melekula top-
lumunda, yalnızca ölüm sonrasında, öte dünyanın gardiyanlarına sunmak için ritüel do-
muzlar yetiştirilir. Doğduktan hemen sonra, erkek domuzun üst dişleri törenle çekilir; böy-
lece alt dişler bir dirençle karşılaşmadan orantısız biçimde büyümeye başlar. Kuşkusuz bu
domuzun sağlıklı beslenmesini önleyen bir durumdur; yaşayanlar için pek sağlıksız hale
gelirler. Bununla birlikte alt dişlerin geometrik formu kutsallıkla açık bir bağıntı sunar ve
bu besinin, yaşayanlardan çok “ruhlar” için olduğunu gösterir. Bu halde bir domuz yetişti-
riciliğinin Malakula toplumunda “erkek için yüksek bir prestij” göstergesi olduğunu aktarır
Campbell; “Onlar(kurban domuzlar” yeraltı dünyasının gardiyanı Tanrıça tarafından ye-
nir…” Bu bir erkek kültüdür; vahşi bir dişidir öte dünyanın gardiyanı; kadının yiyip bitiren
bir güce sahip olduğunu okuruz. Öte dünyanın girişi, hayvanın kutsala dönüşümünü sağla-
yan dişler sayesindedir. “Erkek, dişler olmadan ölüler ülkesine giremez, yeniden doğamaz
hatta evlenemez…” Bk. Campbell, s. 439-440. Bu sayfalarda beklenmedik bir ilkel eko-
nomik değerle karşılaşırız; gelişmiş topluluklarda altın ya da mücevherlerle temsil edilen
güç ve nüfuz, bu toplulukta domuz dişleri tarafıdan taşınır. Bu topluluklarda domuz dişle-
riyle süslenmiş bir ev, büyük bir güç ve değere sahiptir. Ancak şayet büyüsel bir güce da-
yanan toplumsal bir saygının esas muhatabı, domuz yerine insan kurban edendir. Olasılıkla
zaten bu iş için evlat edinilen, kurban olarak seçildiğinden haberdar olmayan sahipsiz bir
çocuk itina ile büyütülür. Yeterli yaşa geldiğinde habersizce dahil olduğu kuttörende gırt-
laklanır. Kurbanı hazırlayan erkek artık Mal-tanas’tır; Yeraltı Dünyasının Efendisi. O bek-
lenmedik güçlerle ilişkiye girecek güce ulaşmıştır. Toplumda kimse onun nefretini kazan-
maya cesaret edemez. Bk. İlkel Mitoloji s. 442.
173
Diğerleri iki ateş arasında geçmek ya da Şaman’a yüklü bir miktar ceza ödemesi yapmak.
Roux, s. 193.
174
Jung, Yeniden Doğuş-Dönüşüm meselesini ele aldığı makalesinde, bu deneyime ilişkin
terminolojinin iki temel başlığından söz eder. Bunlardan ilki, içinde Kutsal Ritüeller Ara-
cılığıyla Yaşanan Deneyim(Aşai Rabbani ayini vs) ve Doğrudan Deneyimin bulunduğu
“Yaşamın Aşkınlığı Kategorisi’dir. İkinci kategori ise Kişisel –Öznel Dönüşüm’dür. İşte
ilkellerde Ruhun Çekip Gitmesi ve bedeni bir vesileyle terk etme sorunu olarak gözüken
“Kişisel Azalma” bu kategoriye aittir. Bk. Dört Arketip, s.52… Jung’un açıklamasına göre
bu kategori eksilme yoluyla kişiliğin bir değişime uğradığı inancına dayanır. Ruh kaybı,
Modern anlamda “zihinsel seviyenin düşmesi” olarak adlandırılabilir Jung’a göre. Ruhsal
enerjinin yitirilmesi gibi, hepimizin aşina olduğu bir yapının antik dünyadaki karşılığı olan
Ruh Kaybı, keyifsizlik ve hareketsizlik arzusunun, depresif hallerin aşırı uçlaşması halinde
kişiliğin bölünmesine ve bilinç bütünlüğünün yitirilmesine vesile olabilir. Kişilik unsurla-
rının kendi başına buyruk hareketi, zihinsal aktivitelerde düşüş, belki de unutkanlık…
129
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
kovmak olan kişi olasılıkla şamandır. Bazı Şaman ayinleri, bir şe-
kilde vücuttan çıkan can’ın geriye getirilmesini amaçlar.
Campbell, İlkel Mitoloji kitabının, “Şaman Büyüsü” ismini taşıyan
bölümünde, bir şamanın “hasta” hatta “ölmüş” bir kişinin ruhunu,
Kutsal Ağacın en yüksek dallarından nasıl götürdüğünü aktarır.
Şaman davulları eşliğinde çevik hareketlerle saçı ağırmış, orta yapı-
lı bir adam, davul sopasını güçlü boynuzlara çevirdiği halde, ağaç-
tan çalacağı ruhu hapseden hapishaneyi bir darbede yerle bir eder.
“Ve kadınla birlikte dörtnal aşağı koşturur…” Şamana yüksek güç-
ler atfeden yaygın kabulün mit diliyle ifadesi… Söz konusu ayinle-
rin hemen hemen her dönemeci, kesin duygu ifadeleriyle içli dışlı-
dır. Böylece “açık bir şekilde” bilim alanından çıkmış olduk, sağal-
tımda din alanına girmiş bulunuyoruz; dua, yakarma ve yüksek
düzeydeki güçlere çağrı aşamasına… Bu durumda sağaltımı sağla-
yan kişi-doktor değildir- o bir şamandır artık.
Şaman'ın sağlık konusunda çabaları doğanın görüngülerini okuma
yeteneğinden de beslenmektedir. Şifa(tıp) sanatını, elinde bir kartal
kuyruğu olduğu halde bir mağarada karşılaştığı "mistik bir Kızılde-
rili'den" öğrenen Dick Mahwee ismini taşıyan 50 yaşındaki bir Kı-
zılderili Şaman'ın anlattıkları tam da bu yöndedir. Tedavisini, trans
durumundayken sürdüren Mahwee, "mutlak sessizlik ortamında"
çalışmaktadır. Tütün kullanımının sağladığı esriklik halinde, hasta-
ya ne olduğunu anlamak için dışarı çıkarak doğa görüngülerini iz-
lemeye başlayan Şaman, şayet bir "kasırga sarmalı" görürse, hasta-
lığın nedeninin bu olduğunu anlar. Mahwee, gördüğü vizyonlar
aracılığıyla hastanın sonunun ne olacağına dair de fikir yürütebilir:
"Şayet hastayı çimenlerin ve çiçeklerin üzerinde dolaşır görürsem
bu demektir ki hastalık iyiye gidiyor, sonunda da kalkıp yürüye-
cek... Bazen trans halindeyken hastayı zeminde dolaşırken görü-
rüm. Eğer ayak izi bırakırsa yaşayacak demektir, hiç iz yoksa onu
iyileştiremem. 175"
Ayrıca bk Rivers, çalınan bir ruh parçasının yerine koyulması için değişik işlemlerden
bahseder. Örneğin, kurbanın bir arkadaşı, ruhun çalındığı kulübeye gider ve ruhu serbest
bırakır. Ayrıcı, ateşin suyla söndürülmesi, hastanın ruhunun hapsedildiği bohçanın serin
bir dağ akarsuyunda yıkanması gibi işlemler tekrarlanır. Bk. a.g.e. s. 34.
175
Şaman'ın trans durumunda çıkışı ise şarkı söyleme sayesinde olur. Bu şarkı bir dua şarkısı-
dır ve tam bir bilinç konumuna ulaşıncaya kadar "bağıra bağıra" şarkı söylemektedir.
130
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
Drury, s. 41-42... Bir şaman, Semyonov Semyon şöyle söylüyor: “Şarkı söylemeye başla-
dığımda hastalığım genellikle geçerdi…” Campbell, s. 264.
176
Eliade, bir şamanın büyücü ya da otacı olabileceğini, ancak tüm bunların öncesinde mutlak
surette bir ‘ruh güdücüsü’ olduğunu belirtiyor. Kastettiği insan ruhu üzerindeki uzmanlık-
tır kuşkusuz. ‘Çünkü bir ruh uzmanı, ruhu görür. Yazgısını bilir…” ELIADE- Şamanizm s.
22 -23
177
Bir şamanın şifa sanatındaki ustalığı kazanması hk. BK. ELIADE Şamanizm, s. 58 ve 59
Yakutlarda her şaman bir Yırtıcı Kuş anasına sahiptir. Bunlar, doumunda şamanın ruhunu
alır, yeraltına götürür ve orada bir yalancı akçam ağacının dalında onu olgunlaşmaya bıra-
sır. Ruh olgunlaşınca kuş onu yeryüzüne getirir ve adayın vücudu küçük parçalara bölünür.
Bu sırada hastalık ve ölümü temsil eden kötü ruhlara dağıtılır. Her kötü ruh kendine düşen
payı yutar. Bunun sonucunda şaman ileride bu ruhların eseri olan hastalıkları iyileştirme
gücünü kazanır.
131
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
178
Öykünün devamında şaman, insanlara yaşam veren ağaç ile karşılaşma, 7 bitkinin şifasını
anlama, 7 taştan mesajlar alma, ren geyiği doğuracağını söyleyen bir kadınla karşılaşma,
gibi deneyimler yaşanıyor. Ayrıntılar için bk ELIADE, Şamanizm s. 61 ve sonrası
179
Hayvanların hareketlerinden anlam çıkarma girişimi olarak Cermen uygulamalarına bir
değinim için bk Roux s. 148. Ayrıca hayvanın bağırsakları ve kemiklerinden geleceği iliş-
kin anlamlar çıkarma uygulamaları içn bk. S. 155 ve sonrası.
180
“Fakat” der Freud “Yay düşmanın elinde kalırsa, yaranın ateş gibi acımasını ve iyice ilti-
haplanması için yay kesinlikle bir ateş kenarına konur… “Freud. (H.İ.) s. 103.
132
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
181
A. Şenel, ilkel toplulukta sihirsel düşünüşün, doğa güçlerine egemen olmadığı koşullarda
aktif olduğunu haklı olarak belirtmektedir. Ona göre, doğa ve toplumsal koşullar üzerinde-
ki hakimiyetin sağlanamadığı, sonraki toplum biçimlerinde dahi, sihir inanışı sürmektedir.
a.g.e. s. 100...
133
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
182
Malinovski s. 102...söz konusu hikâyelerden bir diğerini de şu şekilde aktarır: İki kadın
ormanda kuş yumurtası arıyordur. Birisi bir ağacın dibinde iki yumurta görür. Diğeri onla-
rın kuş yumurtası değil yılan yumurtası olduğunu söyler. Ama ilk kadın ısrarla kuş yumur-
tası olduğunu söyler ve onları götürür. Yılan anne geriye döndüğünde yumurtaları aramaya
başlar ve bu sırada bir şarkı söyler: "Yol boyunca kıvrılarak ilerliyordum/Kuş yumurtası
yemek sakıncalı değildi-Dost yumurtası yemekse günahtır" Yılan birtürlü amacına ulaşa-
maz ama çocuklarını aramaktan da vazgeçmez. Sonunda kadını bulur... Kadın yumurtala-
rını pişirmektedir. Hemen kadına dolanır ve onun içine girer. Kadın acılar içinde kıvran-
maktadır. O sırada komşu köyün delikanlısı gelir, yılanı çıkarır ve parçalara böler. Ödül
olarak de iki kadınla birden evlenir... a.g.e. s 100-101
183
Dini inanışların farklı toplumlarında "gücün simgesi" olan tılsım, kaynak kişi ya da öyküden
uzaklaşabilir. Yaratıcı kişiden kalma bir beden parçası, saç, kafatası ya da bir kemik; belki de
onu anımsatan ve temsil eden apayrı bir eşya. Avcı topluluklarda özellikle kemik ve onun gö-
mülmesine dayanan büyü, tohumun toprağa gömülmesi gibi yeniden doğumu olanaklı kılan dini
bir anlam taşır. Bk. Campbell, s. 289. Diğer taraftan kabilenin çocuklarını kurbanıyla yağmurlaın
geleceği ve mısır bitkisinin yeşereceğine ilişkin bir mitoloji için bkz. Kızılderili Mitolojis s. 144.
Dolayımlı yollardan "tılsım" haline bürünmüş bu doku, gelişmiş "büyü" uygulamalarında "fetiş"
nesnesi halinde görev alabilir. Çakmaktaşı, fosil ya da tuhaf biçimli bir nesne olabilir. Bu nesne
içinde taşıdığı gücü devam ettirebilmek için kurbana ihtiyaç duyabilir. Aşağı Kongo'da geç dö-
nemlere dek, "tılsım"ın keçi ya da kümes hayvanlarının kanıyla yıkandığı biliniyor. Crow,
a.g.e.s. 27... Farklı maddeler tılsım olarak kullanılabilir. Kökler, yapraklar, bitkiler, çalı ya da
ağaç kabukları, bazı hayvanların tüyleri, tırnakları ya da dişleri, kuş tüşleri, yılan, kertenkele baş-
ları, bazen çeşitli hayvanların beyin ya da kalpleri... Tılsım'ın temel niteliği kullanıcısına güç
vermesidir. a.g.e. s. 28...
184
Bu durum bize "başarısız av girişimleri sonucunda büyü ayinlerinin neden terkedilmediği-
nin bir açıklamasını verebilir. Zira "başarısızlık" büyü girişiminin henüz yeterince güçlü
olmadığına ya da karşı büyünün oldukça güçlü bir nitelik taşıdığına işaret edebilir. Daha
geç dönemlerde ve belirgin bir tek Tanrı ideolojisinin savunulduğu yerlerde büyü girişimi-
134
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
nin Tanrı’nın rıza göstermediği hallerde uygulayıcıya döndüğü inancı hakim olur. Bk. Ro-
ux S. 161. Yine de modern dünyanın kriterlerinden hareketle "büyü" üzerine bir akıl yü-
rütme hatalı sonuçlar verebilir. Herşeyden önce ilkel insanın "başarı" ya da "başarısızlığı"
saltık olarak büyü girişiminin gücüne bağlamamış olması muhtemeldir. Araştırmacılar,
yüzbinlerce yıl boyunca "büyü" girişimlerinin "av" faaliyetlerine bir yarar sağlamadığı
noktasında "her nasılsa" o kadar emindir ki, ilkel beyinlerin bunu görmelerine rağmen ne-
den bu uygulamadan vazgeçmediklerini, "ekonomik yapıyı" destekleyen bir ideoloji
oluşuna bağlamışlardır. Bizler, "ilkel" insanların sandığımız kadar "ilkel" beyinlere sahip
olmadığını anlamalı ve "bir av girişimindeki başarısızlığın ardından" temel sebebi büyü
uygulamasında bulmayacak denli "akıllı" varlıklar olduklarını hesaba katmalıyız
135
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
185
Modern dünyada ilkel dünyanın bastırma ve kontrollü biçimde baskıları salıverme tepkisi-
ne karşın ruh hastalıklarındaki artışla kendini açığa serdi. Psikanaliz demektedir, Freud,
gerçekte geri itmenin sonucunu ortadan kaldırmaz. Eskiden itilmiş olan itkiler itilmiş ola-
rak kalır.” Bununla birlikte Psikanalitik çözümleme başka bir yerde başarı sunar. “Otoma-
tik ve aşırı geri itme süreci yerine yüksek ruhsal bekinmelerin yardımıyla ölçülü ve belli
bir amaca yönelik bir egemenlik altına alma geçer. Tek sözcükle çözümleme, geri itme ye-
rine kınama, mahkûm etmeyi koyar.” Freud, Psikanaliz ve Uygulama, s. 148-149. Bu açık
biçimde ilkel kültürün baskılanmış bireye sunduğu bir ayrıcalıktır.
136
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
186
Koruyucu hayvan alnızca şamanın biçim değiştirmesini sağlamaz. Aynı zamanda onun
kopyası ve alter egosudur. Bkz. ELIADE, Şamanizm s. 122.
137
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
187
Alıntı için bkz. M. ELIADE- Şamanizm, s. 121
188
İnsanların hayvanlarla kurduğu ortak geçmiş eğiliminin pratiği etkilediği görüşü Durkheim
tarafından da dile getirilir: "Bu benzerlikten dolayı" der Durkheim "insanlar totem türün-
den hayvanları yardımlarını umdukları ve kendilerine güvenebilecekleri yardımsever dost-
lar olarak kabul ederler. İnsanlar onların yardımlarını isterler.." a.g.e s. 174... Diğer taraf-
tan ilk insanın, modern anlamda neden-sonuç ilişkisine sahip bir varlık olduğunu söylemek
pek mümkün gözükmemektedir. H.G.Wells'in ilk insanın sahip olduğu neden-sonuç ilişki-
sinin niteliği üzerine, rastlantısallık kavramını açıklayıcı olarak kullandığını biliyoruz. Ak-
taran Şenel, s. 133.
189
Alıntı için bKZ ELIADE Şamanizm s. 160. İlk şamanlardan bu yana, aşırı gurur ve baş
kaldırı sonrasında Tanrı onlara yüce gerçeklere doğrudan ulaşmayı yasakladı. Artık ruhları
138
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
tensel gözleri ile göremiyorlardı. Ruhları görmek için artık göğe çıkış ve kendinden geçme
uygulamalarına ihtiyaç vardı.
190
Alıntı için Roux s. 158…
139
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
ŞAMANIN SONU
Ancak, doğan her varlık ölüme yazgılıdır. Ve Şaman, tüm kibrine
nefretle yaklaşan bir toplumsal dönüşümün kıyısında, sıkıntı içinde
dans etmektedir.
Kendisine inanan insanlarla birlikte dünyanın kıyısına köşesine sı-
ğınmanın zamansal eşiğindedir.
Bu zamansal eşik Neolitik’tir… Doğaya uyumdan doğayı dönüş-
türmeye evrilen yaşam biçiminin ilk sembolleriyle tanışırız böyle-
ce... Hayvan gibi olmaktan kopar insan, adına medeniyet denen bu-
luşun şafağında; doğanın incisi haline gelir, doğanın tüm geri kala-
nını kendisine rızk olarak verilmiş “diğerleri” olarak nitelemeye
başlar. Ve hayvanları köleleştirmeyi umursamadan, topraktan çal-
dığı haksız gücü fark etmeden.
“Ve tanrılar için çok kutsal olan, yaratıcılığı bitmeyen
Ve yorulmayan toprağı hor kullanır insan.
Her sene kara sabanıyla ve atın yardımıyla onu yararak…”192
Şamana yer yoktur artık; ona yönelik küçümsemeler ve aşağılama-
larla ideolojisi yer altına çekilir. Elbet bir totem dini kalkışmasıdır
ve dinin bireysel boyutuna ezici bir yumruk indirmek üzeredir. İşte
heretizmin doğumuna yol açan tohum budur.
Ancak savaş hiç bitmez. Kadim Mısır’ın tahtına oturan Şamanlar-
191
“Tanrı’nın Timuçin’e ve herkese duyurulacak bir emri olduğu haberini bir Şaman almıştı.
“Böylece kimse onu Timuçin olarak çağırmayacak, çünkü Tanrı dünyanın hükümdarlığını
Cengiz Han’ı çocuklarına ve sonraki kuşaklarına verdi….” Rox s. 145
192
Sophokles’ten alıntı… Erich FROMM’dan alıntıladım. Bk. A.g.e. s. 209.
140
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
141
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
142
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
BÖLÜM -III-
TANRI KRAL’A
DÖNÜŞEN ŞAMAN
-Tarihte Sapkınlığın Doğuşu-
193
Arkeolojik kayıtlar köylerin kendilerini, totem işaretleriyle ayırdığını göstermektedir. Mı-
sır'da yaygın olarak köpek, yılan, kartal gibi hayvan figürleri, köylerin ayırt edici niteliği
olarak gözükmektedir. İnan, s. 49... Freud’un benzer bir yorumu için bk. FREUD, “Eğer
Musa Bir Mısırlı İdiyse” makalesi. “Dinin Kökenleri”, s. 244. Düşünür, bu makalesinde
Mısır tanrılarının sanki evrimlerini tamamlayamamış gibi hayvan biçiminde tasavvur edil-
diğini vurgular.
194
Mezarlarda ayrıca, madenden işlenmiş renkli taşlardan kolye, kemer ya da bilezikler ve
ağırlıklı olarak fildişinden yapılmış hayvan figürleri bulunmuştur. İnan, s. 54...
144
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
195
Mısır, Eski Mısırlıların deyimiyle, "vadi" ve "delta" olarak bölümlenebilir. Vadi, Güney
Mısır'ı, delta ise Kuzey Mısır'ı temsil etmektedir. Karşımızda doğa koşullarının belirlediği
keskin sınırlarla ayrılmış iki ayrı ülke belirmiştir. "Akdeniz Mısırı ve Afrika Mısırı..."
Prof. Dr. İNAN, Afet. "Eski Mısır Tarih ve Medeniyeti", s.3. TTK Yayınları. 2. Baskı
1997. Yunan Tarihçisi Herodot da, kıyıdan Heliopolis'e kadar düz ve suya doymuş balçık
arazinin, bundan sonra daralarak devam ettiği bilgisini verir. Artık ülke, dağlarla sıkıştı-
rılmış ve taşlık ve kumluk arazidir... Herodot, Tarih, s. 91. İş Bankası Kültür Yayınları.
Çeviren: Müntekim Ökmen. Bir diğer kaynakta, bu ayrım şu şekilde dile getirilir: " Nil ya-
tağının aldığı biçim Mısır'ı, Vadi ve Delta olmak üzere iki bölüme ayırır. Birinci çavlandan
Memfis'e, yani bugünkü Kahire'ye kadar Nil, Libya platosundaki büyük fayın dimdik yar-
maları arasında, eni altı mil ile on iki mil arasında değişen dar bir alüvyonlu toprak şeridini
sulayarak, beşyüz millik bir yolu geçer. Memfis'in kuzeyinde görünüm birden bire değişir.
Kayalıklar birbirlerinden ayrılır ve vadi uzunluğu altmış mil, bir yay olusturan eni ise dört
yüz mil tutan büyük bir yelpaze gibi yayılır..." Hooke, Ortadoğu Mitolojisi. s. 80-81... Ho-
oke'a göre iki ülke arasındaki fark, ülkenin mitolojisinin tarihe üzerine ve insan tarihi üze-
rine belirgin bir damga basacak kadar büyüktür.
146
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
196
Bugün, Mısır kültürün kuruluşunda, Narmer'in, Menes'e atfedilen çok sayıda girişimi on-
dan çok daha önce gerçekleştirdiğini biliyoruz. Erik Hornung, Mısır Tarihi, s. 10...
197
Yukarı Mısır'da yürütülen antropolojik çalışmalar, bu bölgenin ilk sakinlerinin "uzun bir
kafa şekline sahip" uzun boyu insanlar olduklarını ortaya koymuştur. Ağırlıklı olarak Afri-
kalılardan oluşan bu kesime karşılık, Aşağı Mısır ağırlıklı olarak Asya'dan gelmiş insanla-
rın hakimiyetindedir. Bunların kafa yapıları yuvarlak, boyları ise Afrikalılarla kıyaslandı-
ğında daha kısadır. İnan, s. 12. Mısır medeniyeti, iki ülkenin birleşiminin ardından farklı
ırkların kaynaşımına sahne olmuştur. Yine de saf bir ırk bulma umudu, tüm dünyada oldu-
ğu gibi burada da yersizmiş gibi gözüküyor. Bu görüşü Mısır’a uyguladığımızda, batılılar
için Kara Afrika’nın yüksek bir medeniyet kurmuş olabilecekleri şeklindeki rahatsız edici
fikrin panzehirini de hazırlamış olursunuz. Egon Friedel’in saf ırkların bulunmamasına
ilişkin yüzyıl başındaki bilgilere ilişkin fikirleri hk. bkz. 96 ve sonrası. “Irk istikrarlı bir
şey değildir: Özünde bir ırk yok, yalnızca ırk oluşturan bir güç var…” s. 987. Daha ileri
sayfalarda melezlerin nasıl bir ırk oluşturduğu sorusunu yanıtlıyor Friedel: “Bir ruha sahip
olduklarında…” s. 102 Çok daha önemlisi Irk’ın bir fikir olmasıdır. ‘Irk dünyanın en ger-
çek ve en gerçekdışı şeyi, yani bir fikirdir…” s. 104. Belli ölçülerde kabul edilebilir bu
yargılara rağmen, iş Mısır IRkının niteliğini açıklamaya gelince Friedel’de sami ya da batı-
lı kaynaklara vurgu yapmadan geçemiyor. Bkz. Mısır Irkı başlıklı bölüm. s. 116 ve sonrası
198
Yukarı ve Aşağı Mısır'ın tek ülkede birleştirilmesi ünvanının prestiji, I. Hanedanlıktan iti-
baren tüm Mısır krallarının ilgisini çekmiş, bu unvan arkaik dönemden beri yaşamakta
olan "Horus" ünvanı ile birleşmiştir. Bu politik üstünlük vurgusundan mahrum kalmak is-
temeyen I. Hanedanlıktan Kral Menes(Aha), hanedanlığının yerleşim merkezi olan Yukarı
Mısır'ı terk ederek ülkenin merkezini Memfis'e taşımıştır. Kral'ın ülkenin güneyinde, Abi-
dos'ta zaten var olan mezar kompleksinin yanında, bir de Memfis'te bir mezar kompleksi
147
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
yaptırmasını değerlendiren Hornung, Kral’ın "iki ülkenin kralının mezarının" iki ülkede de
bulunması gerektiğini düşündüğü şeklinde yorumlamaktadır. Hornung, Mısır Tarihi, s.
14... Diğer taraftan söz konusu şehir, Herodot'un da aktardığı gibi iki ülkenin birleştiği
yerdedir ve iki ülkenin kralı için kaçınılmaz bir merkezdir.
199
Mısır takvimine göre Sotis bayramı ki bu bayram Güneş ile Sotis-İsis yıldızının ufukta gü-
neş ile aynı seviyede doğuşunun, Memfis'ten izlenişi dolayısıyla yeni-yılın ilk günü olan
19 Temmuz'a denk gelir, Nil'in ilk taşma belirtilerini gösterdiği tarihdir. Prof İnan'ın belirt-
tiği ölçüde biri gökyüzünde, diğeri yeryüzünde aynı anda gerçekleşen bu ilişki, Sotis'in
148
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
Tanrılardan Krallara...
Horus’un zaferi, Yukarı Mısır'ın kabilelerinin, Aşağı Mısırlı ve ola-
sılıkla tarımla uğraşan toplumları üzerinde kazandıkları zaferi mi,
yoksa V. hanedanlığın içinde bulunduğu politik hizipleşmenin,
güncel gerekliliklerini mi yansıtır? Bu iki açıklamadan hangisinin
daha doğru olduğunu sınama şansımız yok; ama her iki halde de
tarihsel anlamın mitik simgeselliklerle karşılanmış olduğu kesin.
Doğal olarak bu verilerden hareketle, Mısır saltanatının hemen baş-
langıçtan itibaren yüksek bir çatışma ortamıyla sarmalanmış oldu-
ğunu söyleme olanağına kavuşmuş oluruz.203
202
Olasılıkla II. Hanedanlıktan Hasehemvi(İ.Ö. 2690-2670) ile birlikte daha önceki dönem-
lerde çatışmalı olarak gözüken bu unsurlar "uyumlu ve muzaffer" bir iktidarın kanatları al-
tında birleşmiş olmalıdır. Zira ondan önceki Kral Peribsen (İ.Ö. 2751-2700), Güney Mı-
sır'da, I. Hanedanlık döneminde terkedilmiş merkezlerde mezar yaptırmış ve Çöl Tanrısı
Seth'in güç ünvanlarını kullanmıştır. İnan, s. 63... . II. Hanedanlıktan V. Hanedanlığa kadar
Horus ile Seth'in ülkeyi birlikte yönettiklerine inanılır. V. hanedanlıkta ise çatışmanın yeni
bir boyut kazandığı düşünülebilir. Çatışmanın belki de bu hanedanlığın son döneminde,
yani İ.Ö. 2200'lerde yaşanan politik mücadelelerin etkisiyle son şeklini almış olması olası-
dır. Bu döneme kadar iki Tanrı'nın barış içindeki yönetimi, politik mücadelelerin güncel
ihtiyaçları doğrultusunda dağılmışa benziyor. Bu dönemde literatüre giren Osiris mitosu,
Horus-Seth arasındaki çatışmaya yeni bir boyut katmış olmalı. "V. hanedanlığın sonuna
doğru, yani İÖ. 2245'e doğru ölmüş bir kral Osiris'in kişiliğinde ve ardılı olan yaşayan kral
da Horus'un kişiliğinde temsil edildi. Ancak ondan sonra Horus, Osiris ile İsis'in oğlu oldu.
böylelikle Seth, Horus'un rakibi ve düşmanı oldu, çünkü krallığı onunla paylaşamazdı..."
alıntı bk. . Messadie, Şeytanın Genel Tarihi, s. 287...
203
Dışarıdan bakışta, statik, sarsılmaz, Tanrısal bir düzen ve istikrar ülkesi olarak gözüken
Mısır, henüz ilk sülalelerden itibaren "politik" mücadelelerin ve iç hesaplaşmaların ülkesi
150
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
olmuştur. I. Sülalenin son üç kralında takip edilen ve daha önceki kralların isimlerinin sili-
nişi eylemi, başlangıçta dahi, "nefret" edilen kişilerin isimlerinin tarihten silinişi gibi
önemli bir tepkiyi doğurmuşa benziyor. Hornung, Mısır Tarihi, s. 18. Gerçekten de Me-
nes'in öncülüğünde ülkenin birleşmesinin ardından Pers istilasına dek toplam yirmi altı,
İskender'in fethine kadar ise otuz sülale, Mısır'da hüküm sürmüştür. N.Özçelik, İlkçağ Ta-
rihi ve Uygarlıkları...
204
Bu metinler içinde en önemlilerinden birisi, II. Ramses döneminde, İ.Ö. 1300'lü yıllarda
yazılmış "Torino Papirüsü"dür. Mısır'ın kadim tarihi hakkında, birbirleriyle tutarsız da olsa
önemli bilgiler aktaran bir diğer metin de Memfis arşivlerinden çıkarılan Palermo Taşı'dır.
Metin, V. sülale dönemine aittir. Bu taş'ta yer alan listenin ilk 9 sırasındaki Horus'un hiz-
metkarlarının isimlerinden başka hiçbir açıklama yoktur. İnan, s. 58. Bu metinlerin bir
kısmı eksiktir; Hornung, Palermo Taşı'ndan aktarılan tarihsel kral listesinin, Kral Aha ile
başladığını tahmin etmektedir. Hornung, Mısır Tarihi, s. 10...
151
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
205
Alıntı için bk. Campbell, İlkel Mitoloji s. 233.
206
Bu değişimin miladı, I. Hanedanlığın son üç kralıdır. Bu dönemde söz konusu kralların, o
zamana dek tercih edilen "hayvanbiçimci" öğeyi terkettiği gözükür. Hornung'a göre bu
"güçlerin insan biçimcileştirilmesi" işlemidir; Arkaik dönemdeki hayvani tanrısal güçler
terkedilmiş, tanrılar birer kişi haline gelmiştir. Hornung, Mısır Tarihi, s. 18.
152
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
207
İnancın, yüzlerce yıllık deneyimlerden hareketle oluşan "kanılardan" etkilenişi, Mısır coğ-
rafyasında çok daha açık bir şekilde kendisini gösterir. Nil'in taşkınları ve güneşin taşkın-
lar sonrasındaki etkinliğini gözlemleme şansı bulan Mısırlılar için Tanrısallık, yaşam veren
bu unsurlar etrafında şekillenmiştir. Nil'in Habeş dağlarından Mısır topraklarına taşıdığı
kalıntılar, alüvyon kalınlığını Delta bölgesinde 25-30 metreye çıkarabilmektedir. Toprağı
alabildiğine verimli hale getiren bu edim, diğer taraftan nehir boyuca gerçekleşen su sız-
maları ve bunların yeniden toprağa dönüşleriyle zengin vaha kaynaklarını beslemektedir.
bk, İNAN, s. 4. Mısır toprağı, özellikle Delta'da, insanın cennet hayallerini biçimleyecek
bir bolluk ortamını, neredeyse kendiliğinden sağlamakta ve insanlarına hediye etmektedir.
Yunan Tarihçisi Herodot, Mısırlıların topraktan hatırı sayılır oranda daha az bir emek har-
camak suretiyle ürün kaldırdıklarına dikkat çekmektedir. Onlar: "Toprağı sabanla sürmek
ve bellemek zahmetine girmiyorlar, öbür insanların ekmeklerini çıkarmak için katlandıkla-
rı ağır işlerden hiçbirini yapmıyorlar; ırmak kendiliğinden çıkar yatağından, tarlaları basar,
sular sonra çekilip yatağına döner..." Herodot, s. 93… Ancak Herodot’un anlatıları abartılı
olmalı. Zira E. Friedel, Nil’in taşma hareketinin asıl sebebinin abessini dağlarındaki karla-
rın erimesi olduğunu ve bu taşmaların belli bir düzende gerçekleşmediğini açıklamaktadır.
Ortalamayı geçen taşmalar zarara yol açıyor, bazı tarlalara ise su hiç ulaşmıyordu. Bunla-
rın sulanması için de epeyce iş yükü gerekiyordu. Onun bereketi ancak ortaklaşa emek ile
ülkeye eşit biçimde yayılmış olmalı. bk. s. 109-110.
208
Egon Friedel, Nil Nehri’nin kaynaklarının XVIII. Yüzyılın ortalarında Ekvator’un üç dere-
ce güneyinde keşfedildiğini yazıyor. “Afrika’nın ortasındaki iki büyük göl: Victori ve Al-
bert Gölleri. s. 108.
153
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
209
Bu ifadelere rağmen Hapi illüstrasyonlarının varlığı bilinmektedir ve Tanrıça lotüs ve pa-
pirüs bitkileriyle birlikte canlandırılmıştır. Bk. Budge, s. 26-27-28. Bugünkü Vatikan mü-
zesindeki heykelde, elinde buğday başakları ve bolluk boynuzu olduğu, ayrıca etrafı onaltı
çocuk tarafından çevrili olduğu halde sergilenen Hapi isminde temsili bulunmaktadır. Ho-
oke, bu heykelin, Nil'in on altı gezin altına düşmesi durumunda kıtlığın baş göstereceği
gerçeğini simgelediğini belirtir. Bk. Hooke, s. 92... Ayrıca Bk. Claus Priesner, s. 14. Ona
göre Hapi, iri memeleri olan erkek şeklinde resmedilir. Bunun nedeni, Mısır’da çok az
yağmur yağması ve sulama-kaynağının toprakta olmasıdır.
210
Ra’nın itibarı kimi dönemlerde yükselir. “Güneşi” bir Tanrı olarak görmek yerine Mısırlı-
ların ona bir tezahür ya da Budge’nin deyimiyle “amblem” ve-veya sembol gözüyle baktı-
ğını düşünmek mantıklıdır. Kimi metinlerde Ra’nın, Kitab-ı Mukaddes’i öncelercesine,
göğün ve yerin olmadığı, yalnızca sınırsız ilksel su ve karanlığın hakim olduğu zamanlarda
Kadiri Mutlak “yaratıcının”, ki metinler bunu “Suyun Ruhu” olarak nitelemektedir, içinde
saklı bir potansiyel olarak nitelendiği gözükmektedir. British Museum’da yer alan Nesi
Aınsu Papirüsü, Ra’nın Apep ile savaşımı ve onu yenişi, ardından dünyayı yaratışını açık-
lamaktadır. Buruda Ra’nın kendisini bir Tanrı Khepera’dan(Osiris) “evrimle” geliştirdiği
açıklanmaktadır. Ayrıntı için bk. S. A.g.e. s. 31. Metinden anlaşıldığı kadarıyla, Tek bir
Tanrı, evrimsel süreçte, farklı Tanrıları vücuda getirir.
154
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
211
Yunan Tarihçisi Herodot, hayvanlara gösterilen saygı hakkında doyurucu bilgiler aktar-
maktadır. Bk, a.g.e. s. 110,111, 112... Farklı coğrafyalarda farklı hayvanlar, özel ilgi ve
alakaya muhatap olmaktadır. Öyle ki kimi zaman, kedi, köpek ya da timsahlar için cenaze
törenleri ve tabutlar kullanıldığı gözükmektedir. Ptah rahiplerinin, Apis Öküzü'ne, tapınak
içinde, bir Tanrı'ya yakışır şekilde özenle davrandığını aktaran İnan, söz konusu ölümün
ardından büyük bir matem havasına bürünüldüğünü belirtmektedir. Bu matemler, öküzün
mumyalanmasından ve yeraltı lahitlerine saklanışına ve mabetlerde onun için yapılan ayin-
lere uzanan geniş ritüelleri gerektirmektedir. İnan, s. 226.
155
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
212
Budge’ye göre kimi yabancı kültürler, aslında tek bir tanrının değişik tezahürlerinin kişi-
leştirilmesi sürecini yanlış anlamışlardır. Ona göre, Mısır’ tarihinin en eski dönemlerine
dek takip edilebilir güçlü bir eğilimdir tektanrıcılık. a.g.e. s. 23. Öyle ki Mısır dini ile İbra-
ni ve İslam inanışı arasındaki paralellikler çarpıcıdır. “Ayrıca bk. A.g.e. s. 28-29. Mısır’ın
tek tanrıcı olup olmadığı meselesi, özellikle XVIII ve XIX. Yüzyıl Avrupa entelektüelleri
ile Mısırbilimciler arasında bir çatışma yaratmış gözüküyor. Bu dönemde, Avrupa merkez-
ci kuramın hassasiyetlerini başarılı biçimde çözümleyen Bernal: “Eğer Mısır dini tektanrıcı
ise Hıristiyanlığın temeli ya da kökeni olarak görülebilir.” Der ve ekler. “Eğer Mısır dini
tektanrıcı ise, uygarlık üzerindeki ari-Sami tekeli sarsılabilirdi…” bk. Kara Atena, s. 365.
Bilim adamlarının Mısır’ın tektanrıcı olduğunu ısrarla reddetme eğilimlerini değerlendirir-
ken Bernal, Budge’nin tektanrıcılık hususundan değil ama başka bir kaynaktan beslenerek
bel altından vurmaya çalıştığını vurgular. Ona göre afrikalılar modern anlamda metafizikçi
değildir. Zira onların dili teolojik ve felsefi düşünceleri ifade etmeye elverişli değildir.
Bunların hiçbirisi Aristo’nun felsefesini Mısır diline anlaşılır biçimde çeviremezdi. Bernal,
bu bel altı vuruşlar hakkında şu açıklamayı yapar: “Gerçekten de aristoteles’e benzer bir
şey Mısır düşüncesinde belgelenmemiştir, fakat Budge bu belge yokluğunu birer bütün
olarak Mısır ve Yunan düşünceleri arasında kesin farklılıklar bulunduğunu ileri sürmek
için kullanmıştır. Sözgelimi, örnek olarak Platon’u kullanamazdı…” s. 369.
156
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
213
”Tamamıyla dövmelerle kaplanmış Markiz Adasının yerlisinin gövdesi, artık doğal bir
gövde değildir, mitolojik bir görüntüdür ve taşıdığı bilinç, fiziksel biçimle uyumlu bri dav-
ranıştan başkasına kolay kolay izin vermez…” alıntı için bk. Campbell, İlkel Mitoloji s.
122-123…
157
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
toplum için var olan bir kişi haline getiren gücü, bu kez bir insanı
bir Tanrı’ya dönüştürme niteliği kazanmıştır. Artık Kral, topluma
yukarıdan bakan niteliğiyle, aşkın bir varlığa dönüşür. Yaralayıcı
edimden bahsedemeyiz artık ama kralın Tanrılara ait nişaneleri be-
zenerek, onlara dönüşümü gerçekleşir. Totemin gücü, ondadır ar-
tık. Mircea Eliade, bir Şaman’ın yaralayıcı ayinler, ruhsal kaçırılma-
lar, açlık ve sıkıntı ile tamamlanan ‘sırra erme’ ayinlerinin ardından
kutsal olanla bağı kurabilecek bir düzeye ulaştığını yeterince an-
latmıştı. Burada daha fazlasına gerek yok. Ancak kesin olan, Mı-
sır’ın kıralının tıpkı bir Şaman gibi, artık insan olmaktan çıkarak
Tanrısal varlığa dönüşümü ve bunun eski dünyanın kutsal ritüelle-
rini tekrarlayarak gerçekleştirmesidir. Çok daha önemlisi Şaman’ın
bundan böyle ruhlara hükmeden-ruhlarla temas eden ve yardımcı
ya da koruyucu ruhlarla bağ kuran kutsal bir varlık haline dönüş-
mesidir.
Kralların tahta çıkma töreninde Yukarı Mısır'ın beyaz, Aşağı Mı-
sır'ın da kırmızı (kimi kaynaklarda siyah-kara) renklerinden oluşan
bir taç giydiğini biliyoruz.214 Aynı zamanda Horus-Osiris çemberi
ile özdeşleşen, çoğu kaynakta "Mısır'ın ilk kralı" ve "dünyanın yara-
tıcısı" gibi sıfatların sahibi, yaygın olarak bilinen ismiyle Re-Ra,
Güneş-Tanrı Atum'un da taç giyme törenlerinde aldığı rol, ilkel ka-
bilelere özgü, “topluluğu ilgilendiren önemli bir olaya daimi tanık-
lık” hakkının bir devamı gibi gözüküyor.
Kral, tüm toplulukların en büyük Tanrılarının özelliklerini, coğrafi
nitelikleri ve toprağın, hayvanın gökyüzünün gücünü böylelikle
edinir; daha küçükler ise tebaya ve alt kademeden cinlere indir-
genmiştir. En belirgin tarihsel örnek, bu üç Tanrı’nın aktif biçimde
rol oynadığını okuyabildiğimiz tarihsel kaynaklara sahip, II.
Amenhotep'in III. Tutmosis'in yerine tahta geçiş seremonisidir.215
Diğer kralların da bu geleneğe sahip çıkmada istekli olduğu açıktır;
214
Kral önce Yukarı Mısır'ın beyaz tacını giyip, taht merdivenlerinden çıktıktan sonra, Aşağı
Mısır'ın Kırmızı tacını kuşanmaktadır. Ardından Yukarı ve Aşağı Mısır'a ait bitkilerin sa-
rılmış olduğu bir sırık yere dikilmekte ve şehrin surları etrafında dolaştırılmaktadır. İnan,
s. 167...Bu uygulama aynı zamanda, "İki Ülke'nin Kralı'nın" siyasi başarısının vurgusudur.
Hooke, s. 84. Kralın çoğu zaman iki kez resmedildiğini yazmaktadır Friede. Önce Yukarı,
sonra Aşağı Mısır tacıyla. İki mezarı vardı ve büyük törenlerde ismi iki kez anılıyordu.
Mısır sembolizmi kayda geçirilmek istendiğinde çoğu zaman iki kez kullanılıyordu. Bkz.
Egon Friedel, s. 137.
215
"Kral üçüncü Tutmosis göğe çıktı/Güneş kursu ile birleşti;/ Tanrının bedeni onu, yarattığı-
nı içine aldı/Ertesi sabah tan yeri ağardığında/Güneş kursu parlayarak göründü/Gök
aydınlantı/Kral İkinci Amenhotep babasının tahtına oturtuldu." Hooke, s. 86...
158
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
216
İ.Ö. 3300(bu tarih kontrol edilecek) lere ait Kral Unas metninde “Ra’nın katarıyla” ruhuna
doğru yol aldığı, Kral Teta metninde Kralın bizzat Tanrı ile söyleştiği ve I. Pepi metninde
bizzat Tanrı ve oğlu olduğu ifadeleri yer alır. Ayrıntı için Bk. BUDGE, E.A. Wallis. “Mı-
sır’da Ölüm Sonrası Fikri”, s. 18-19. Çev: Rengin Ekiz. Ege Meta Yayınları İzmir 2001.
217
II. Sülale'den Kral Niçener döneminde, bu inanış resmi olarak Mısır teokrasisine yerleş-
miştir. Söz konusu kral, gerçekleştirdiği ayinler ve uygulamalarla, gücü azalan kralın sem-
bolik olarak gömülerek yerine genç bir kralın dönüşünü canlandırır. Onun bu eylemleriyle
birlikte "Mısır Kraliyet" geleneği, tek bir kralın hakimiyetine dönüşmüş olur. Her Kral,
öncekiyle aynıdır artık. Bu anlamda en çarpıcı örnek III. Ramses'tir. Bu firavun, fethettiği
yerler listesine II. Ramses'in fetihlerini de katmıştır.
159
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
218
Vezir'in tarafsızlığı, hak ve adaletin sağlanması bağlamında büyük bir değer taşımaktadır.
Bizzat Kral tarafından atanan vezir, tören sırasında bizzat Kral'ın ağzından “doğruluk ve
adalete” yönelik tembihler almaktadır. Yeni Krallığa özgü bir metin bu seremoninin içeriği
hakkında bize bilgi vermektedir: “Taraflı olandan, Tanrı nefret eder. Sana müracaat eden
birisini dinlemeden geri gönderme... Hakiki bir prens, ona saygı gösterilen adamdır. Fakat
yine düşün ki, bir prensin şerefi doğru olmaktır. Ne vakit ki bir kimse daimi olarak kendi-
sinden şüphe ettirirse, insanlar onda doğruluk olmadığını sanır. Her şeyden evvel Vezirin
vazifesi adaleti iyi tevzi etmesindedir. Bu ta Tanrılar devrinden beri cari olan bir emir-
dir...” Alıntı, bk. İnan, s. 177...
Bir Mısır metninde Re'nin doğurduğu Tanrılar Apofis karşısında sihir yöntemini kullana-
rak zafer kazanır. Onlar sihirsel metinlerin yazılı olduğu papirüslerdeki sözleri okumada
pek bilgilidir. "Onlar sihirin öz ruhuna(ka'ya) sahiptirler, çünkü kendilerine, konuşmaları-
nın etkili afsunlarıyla düşmanlarımı yok etmeleri buyurulmuştu ve bedenimde var olanları
o kötü düşmanı devirmeye yolladım..." diyor Re.. Hooke, s. 90. Mitlerin gerçek dünyadaki
izdüşümü, Tanrı-Kralların etrafında faaliyet gösteren "büyü" sanatıyla meşgul bir sınıfın
varolduğunu kestirmemize olanak verir. Başlangıçta bu sınıfın, Kral'a yakın kesimden, bü-
yük olasılıkla akrabalardan oluşması muhtemeldir.
160
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
sında Asklepios ile özdeşleşen, III. Sülalenin önde gelen Kral vekil
ve memuru İmhotep'ti.219 O, ismi, III. Sülalenin en önemli kralı,
Sakkara çölündeki basamaklı piramidin yaratıcısı Zoser'in
(İ.Ö.2654-2635) heykellerinden birisinin kaidesine kazınacak denli
önemliydi. Mısır'dan günümüze gelen anlatıların "büyük bir ço-
ğunluğunun" Kraliyet ailesine ait olduğu düşünüldüğünde, bir
devlet memurunun, eserlere konu olması şaşırtıcıdır. Yine de İmho-
tep'in yalnızca taşların yontularak abidelerde kullanılması gibi
dünyevi görevlerde bulunmadığı, aynı zamanda, "büyü uğraşla-
rındaki" ustalığıyla "Kral Büyüsü Sırlarının Şefi" olarak tarihe geçti-
ği biliniyor. Tarihçiler İmhotep'in, içeriği bizler için açık olmayan
bir bilgelik öğretisinin kurucusu olduğunu belirtir. Bu oluşumun,
Kral'ın otoritesinden bağımsız "rahiplik" kurumunun bulunmadığı
bir dönemde220, Thot okulu gibi, dışa tamamen kapalı bir nitelik
sergilediğini düşünmek yanlış olur. Mısır uzmanı Hornung, Zoser
döneminde "rahiplerin" Kral tarafından atandığı gerçeğinden hare-
ketle, Imhotep'in okulunun, Thot okuluna benzer bir "felsefi spekü-
lasyon" olanağına sahip olmadığını belirtmektedir. Yine de bu okul,
Mısır'daki "gizlici" okul uygulamalarının gelişimi açısından başlan-
gıç sayılabilir.
Mısır medeniyetinde büyü uygulamalarının esas olarak Osiris kül-
tüyle birlikte derinleştiği sanılıyor. Daha öncesinde hayvanlar ek-
seninde yürüyen ölüler dünyası ile ilişki hali, çok daha geniş bir
kapsam kazanmış olmalı. Toprağın döngüselliği ve yerleşik yaşa-
219
CHAMPDOR, Albert. Mısır'ın Ölüler Kitabı, s. 11. Ruh ve Madde Yayınları... Kimi Mısır
kaynaklarında Asklepios, Imhotep’in oğlu olarak gösterilir. Yunan dünyasından güçlenen
bir figür olarak Asklepios, Hermesçi metinler içinde önemli bir yere sahiptir. Esklepios
ismi, etimolojik olarak Yunan kökenlidir ve mitolojide bir Şifa Tanrısı olarak gözükmek-
tedir. Özellikle “tıp ağırlıklı” Hermes Külliyatı kitapları ona mal edilmektedir. Abu’ul Fa-
rac, Hippokrates’in her tabibin onun adıyla konuşmaya başlamasını ve her tabibin ona
benzemeye çalışmasını istediğini aktarır. Geç dönemlerde, Memfis'in baş Tanrısı Ptah'tan
çok daha prestijli hale gelen İmhotep, İ.S. II.yüzyıla ait bir falda Hermes ile yan yana anı-
lacak kadar saygın bir figürdür. Asclepios isimli Hermesçi Külliyat kitabı, Hermes ile
İmhotep arasındaki tarihsel ve mitik bağlantının ürünü olmalıdır. British Museum'da sergi-
lenen bir heyelinde Asclepios, kucağından papirüs rulosuyla Hermes ile özdeşleşim yolun-
da önemli bir adım atmış gözükmektedir.
220
Birinci ikinci sülale zamanında bağımsız bir rahiplik sınıfı bulunmuyordu. Eyalet kralları
ise yerel tanrının başrahibi olarak gözüküyordu. Egon FRIEDEL, s. 138… Buna karşın,
erken dönemlerde dahi meslek olarak rahipliği seçenler bulunuyordu. Bunların görevleri
ise, karanlık odadaki tanrı heykelini her sabah dışarı çıkarmak, ritüeller ve Tanrı için ye-
mekler hazırlamaktı. Yanı bir nevi tanrı temsillerinin bakımıyla ilgileniyorlardı.
161
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
221
Kral Mikerinos’un mezarında: “Osiris, Güney’in ve Kuzey’in Kralı ebediyen yaşayacak!”
ifadesi yer almaktadır. Bk. Budge, s. 58.
222
Bir kadim Mısır metni Osiris'in rolünü tüm çarpıcılığıyla yansıtır." İster yaşayayım,ister
öleyim, Osirisim ben. Senin içine girer ve senin aracılığınla görünürüm yeniden, sende çü-
rürüm ve sende büyürüm... Tanrılar bende yaşar, çünkü ben onların dayandığı buğday ba-
şağında yaşarım ve büyürüm. Toprağı örterim ben,ister yaşayayım ister öleyim, Arpayım
ben, yok edilmem. Ben düzenin içine girdim... Düzen'in efendisi oldum... Düzenin içinde
zuhur ederim ben..." Alıntı: Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi-1 sf 125...
223
Bu uygulamanın yaygınlığı hk bkz. M. ELIADE- Şamanizm s. 74 ve sonrası. Avustralya,
Sibirya, Gümey Amerika ve Başka yerlerde gözlenen koşutlukları değerlendiren Eliade,
sırra erme olayının en önemli öğesi olarak parçalara ayrılmaya dikkat çekmişti. Bazen par-
162
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
çalara ayrılmaya göğe çıkma deneyimi de eşlik eder.Ayrıca bkz. Eskimolarda parçalanma
ve organların yenilenmesi hk. S. 68, ve Kızılderililerde s. 191 dipnot 30. Bu uygulama öy-
lesine yaygındır ki, Mircea Eliade kitabının tümünde bu uygulamaya atıfta bulunmuştur.
224
Paralel görüşler için bk. Hornung, Mısır Tarihi, s. 41.
163
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
gösterilen ana ilgi, “bir insanın Tanrı’ya benzer hale” gelmesi gibi
evrensel bir arzunun sonucudur: Ölümsüzlük.
Bu hissiyatın Mısır’ın Tanrı Kralları’na oradan da Şamanlara uza-
nan çizgisi, sosyal dinin “demokratikleşme” ve “herkes içinlik”
baskısı ile yer altına çekilmiş olmalı. En iyi ihtimalle dogmanın
içinde, ulaşılması pek güç ve ehlileştirilmiş bir figür olarak gördük
onu. Bu ayrıcalıklı yapıyı, Mezopotamya kültüründeki Ziusudra-
Utnapistim, bir diğer deyişle Kitab-ı Mukaddes’in Nuh’u ile karış-
tırma hatasına düşmemeliyiz. Zira o yalnızca bir peygamberdi ve
katışıksız imanı içinde yalnızca Tanrı’dan haber almıştı. İşte dog-
matik dinin imanlı bireylere vaat ettiği ölümsüzlük böyle bir şeydi.
Ancak diğer taraftan bu heretik çizginin kesintisiz figürü tüm dün-
ya kültürlerindeki yaygınlığıyla Hermes-Thoth(Metatron), Kitab-ı
Mukaddes’teki İlya yahut İslam Kültüründe de yaşamaya devam
eden Hızır kültünde bu evrensel eğilimin izleri, heyecanlandırıcı
biçimde açıktır.
Osiris miti, herkes için “öte dünya selametinin” merkezi figürü ha-
line geldi ve niteliksel olarak seçkinci-şeytani bencilliğin Tanrısallık
fikrini çürüttü. Çünkü o yükselen yeni ekonomik biçimin, Tarımcı
toplumun bağrından yeşermişti. Tarımcı toplulukların her gömül-
me eyleminin, yeniden doğumun olanaklarını yaratacağı şeklindeki
inancı, Osiris mitiyle sistemli bir ifade gücünü ulaşmış gözüküyor.
Dogma, bir ritüel ağı üzerinde yükselir kuşkusuz. Ve Osirisçi mito-
loji bağlamında herkesi içine alan bir ahiret mutluluğu temasının
keskin kurallara bağlanan örgüsü hakkında yeterince bilgi sahibi-
yiz. Dogmatik dinin gereklilikleri, bir profesyonelleşme ve bir iş ko-
lu yaratacak denli gelişmiştir.
Kendini öte dünyaya hazırlayan herkes için yetkin “ölüm biçimini”
belirleyen idealler yeterince olgundur tarihin bu aşamasında ve
bunlar özel bir sınıf tarafından yerine getirilmiştir. Osiris miti uya-
rınca ölülerin iskeletlerinin parçalanması, iç organlarının ayrılması
ve vücudun yeniden birleşerek "mumyalanması" gibi işlerde uz-
manlaşmış bu toplumsal sınıf "Dokunulmazlar" olarak adlandırıl-
dı. Bunlar halkın arasına karışmadan, kendileri için dizayn edilmiş
bölgelerde hayatını sürdürdü. "Ölülerle uğraşan" ve hayatlarını bu
uğraşılar sayesinde sürdüren kişilerle, dünyevi işlerle uğraşan "ge-
164
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
nel halk" arasındaki sınır Nil'dir ve iki kesim bu sınırı aşma cesareti
gösteremedi.
Bu sınıf ile halk arasında konulan sınırın, günümüzdeki din adam-
ları sınıfı gibi, dini bir prestije sahip olmadığı kesindir. Ancak bu
sınıfın daha gelişkin dogmatik konumlanma-örneğin bir imamın
ölüyü yıkaması ve cenaze namazını kıldırması ya da bir rahibin
kutsaması gibi- için bir ara aşamayı temsil etmesi muhtemeldir. Zi-
ra öncelikli olarak, ilkel dünyaya ait “ölüye temas etmenin” tabu
olduğu yönündeki fikrin elenmesi gerekmektedir.
Gerçekten de ilkel toplulukların “ölüye temas” hususunda güçlü
yasak ve kurallar geliştirmiş olduğunu biliyoruz ve ilkel topluluk-
lara özgü tabuların, Mısır toprağında “toplumsal bir konumlanma-
ya” vesile olacak bir kabul gördüğünü söyleyebiliriz. Yerleşik algı-
da “dokunulmazlara” tıpkı ilkel inançlarda olduğu gibi korkuyla,
aykırı olarak da küçümsemeyle bakılıyor olabilir225 İlkel toplulukla-
rın belirli arınma ve kefaret uygulamalarının ardından bu kişileri
kabul etmeye yönelik eğilimi, belki de saplantılı bir hijyen kaygısı,
belki de geriye dönüşümsüz bir lanetlenme korkusuyla, Mısır’daki
gibi ebedi bir ötelemeye yol açmış olabilir. Ancak kesin olan, ölüm
sonrası yaşamı yegâne hayat olarak niteleyen kültürler için “ölüm
hizmetleri” gören kişilerin yavaş yavaş kutsiyet kazanmaya başla-
dığıdır.
225
Freud, modern ilkeller üzerinde yapılan araştırmaların sonuçlarını aktarırken, ölüm ve ölü-
lerle ilişkili tabulara değinir. Buna göre, ölen bir kişiye dokunan ya da gömülme işlemine
katılmış kişilerin yaygın olarak kirli sayıldığını tespit etmek mümkündür. Bu kişinin tüm
arkadaşlarıyla ilişkisi kesilir, ona karşı adeta bir boykot uygulanır. “Yemeği yere konur,
onu ellerini arkasına alarak dudakları ve dişleriyle yemekten başka çaresi yoktur. İşte bu
tip kişiler için, Freud’un her toplumda var olan ve ancak “sadakalarla” yaşamını sürdürme
şansı bulan kesimlerinden seçilen kişilerin görevlendirildiği gözükür. Bu tabakadan kişiler,
ki onlar da ancak bir kol uzunluğunda yaklaşabilmek koşuluyla, tabulu kişilere yaklaşabi-
lir. Mısır’daki ayrışmanın kökeni tarih öncesi topluluklara ilişkin ölü düzenlemelerine dek
uzanıyor olmalıdır. (H.İ. s. 68)
165
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
226
Osiris mitinde adı geçen bir diğer karakter İsis de, özellikle Pagan Yunan ve Roma kültür-
lerindeki gizem uygulamalarının esinleyicilerinden birisidir. Osiris tüm otoriter tavrına,
sergilediği güce rağmen kader-ölüm karşısındaki çaresizliğinden, İsis'in faaliyetleriyle kur-
tulabilmiştir. İsis gösterdiği "büyü" yeteneği ve kadere karşı çıkan nitelikleriyle "açık bir
güçtür." Roma ve Yunan dünyası, orijinal kültte bulunmayan yeni güç iddialarıyla İsis ta-
pınımını zenginleştirir. Gökyüzünün efendisi ve doğal ritmin yöneticisi konumuna yükse-
len İsis, ayrıca zafer Tanrıçası olarak orduların ve Horus'a yönelik koruyucu nitelikleriyle
de, mitolojik hikayenin gösterdiği şekliyle "annelerin çocuklarını kötülüklerden korumak
için hazırladıkları muskaların" ve büyüsel girişimlerin merkezindeki karakter olarak şekil-
lenmektedir. HORNUNG, Erik. Ezoterik Mısır, s. 89. Kırmızı Kedi.
227
Dikkat çekici İllüstrasyon için bk. Budge, s. 62.
166
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
228
Hornung, Erik "Kadim Mısır Ötedünya Kitapları", s. 130-131. Kabalcı Yayınları.
168
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
229
Frazer’den alıntılayan Freud. (H.İ). s. 99-100.
169
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
230
Mısırlıların oldukça eski zamanlardan itibaren gelişkin bir sayı sistemine sahip olduğu bi-
liniyor. Piramitler çağından kalan çarpma ve çıkarma tabloları ve IV. Sülale zamanına
uzanan "Methen" mezarındaki ölçü sistemleri bu konuda kanı oluşturmada yeterlidir. Yine
de daha karmaşık aritmetik problemlere yönelik ilk belgeler için XII. sülale dönemine git-
mek gerekecektir. Bu dönemde kalan papirüslerdeki karmaşık aritmetik ve geometrik
problemler, ulaşılan düzey hakkında yeterli bilgi vermektedir ki bunlar olasılıkla Piramit-
ler gibi büyük yapıların inşaasına yansımaktadır. İnan, s. 237.
170
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
231
IV. Sülale zamanına dek geriye giden Sais Okulu kayıtları, okulun müdürü hakkında "He-
kimlerin En Büyüğü" ünvanını kullanmaktadır. Benzer bir durum Heliopolis kentindeki
okulda faaliyet gösteren bir kişi için de geçerlidir. Ona da "Büyük Peygamber" unvanı ve-
rilmiştir. Bu hekimin göz hastalıklarına iyi gelen bir ilacın mucidi olduğu yazılmaktadır.
İnan, s. 240. Antik Mısır'daki Tıp vesikaları beş tanedir ve her biri M.Ö. II. bin kadar eski
bir tarihe uzanmaktadır.
232
Prof İnan, Menfis taşı olarak bilinen madenin, vücutta hasta bir kısma konulduğunda, gü-
nümüzün anestezi uygulamasına benzer sonuçlar verdiğini aktarmaktadır. Ayrıca hayvan-
lardan kertenkelenin kanı, domuzun dişleri ve kulakları, kaplumbağanın beyninden hasta-
lıkların tedavisinde yararlanıldığı sanılıyor. İnan’ın aktardığı gibi, Ebers papirüsü yedi yüz
adet ilaçtan bahsetmektedir. İnan, s. 244-245.
233
Taşlar ve metaller, tiksindirici hayvanlar ve dışkılardan oluşan bir cadı çorbası diye tarif
ediyor Friedell Mısır Tıbbını. Ama o kesin bir biçimde ruh çağırıcı ve ruh kovuydu.
‘Zahmetli bir ritüel uygulamadan ilaç verilmezdi…” bkz. s. 166.
171
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
234
Bir örnek için bk. Prof. İnan bir papirüste nezle hastalığının iyileştirilmesine ilişkin yazı-
lanları şöyle aktarır "Nezle defol, nezle ki kemikleri kırar, kafatasını mahveder, başın yedi
açık çukurunu ağrıtır. Yere düş pis arsız!". İnan, s. 125.
235
Benzer bir yorum için bk. Hornung, Kadim Mısır Ötedünya Kitapları, s. 147.
172
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
göğe yükselen yapı sanatının eninde sonunda öte dünya ile köprü
oluşturan anlam dağarcığını “içgüdülerle” ilişkilendiren ekolle
doğru bağlantısını kurmuştu. “Yapı sanatının tarihsel zamanda
oluşmuş en şahane örnekleri…” demektedir Friedel, “Piramitler,
acaba içgüdü eserleri midir…?”236 Bir sembol ve içgüdü yaratısı
olarak Piramit fikri ise bir fantazi ya da bayağı bir spekülasyon de-
ğildir. Çünkü Jung”un deyimiyle içgüdüler fizyolojik dürtülerdir
ve fantaziler şeklinde ortaya çıkarlar. Onlar varlıklarını sembolik
imgeler olarak gösterirler. ‘İşte bunlar’ der C. Gustav Jung, benim
arketip adını verdiğim şeylerdir…”237
Gerçekten de Mısır’da Şaman’ın bir krala, sonrasında ise bir Tan-
rı’ya dönüşümünün izini sürüyorsak, ihtiyaç duyduğumuz şey
Kral’ın ölümünün ardından onu gökyüzüne, Tanrı mertebesine
ulaştıracak bir geçiş katmanıydı. Eski dünyada bu işlevi, göğe yük-
selen doğal unsurlar üstlenmişti. Yaygın olarak dağ ve tepe gibi
yükseltiler ya da görkemli ağaçlar… Bu olanakların bulunmadığı
yerlerde ise göğe yükselen taş anıtlar gördük Göbeklitepe ve Sto-
nehage’deki gibi. Benzer bir işlevin, şamanın sırra erme törenleri sı-
rasında ve şamanın çadırında göğe yükselen bir sırık aracılığıyla
üstlendiğine yeterince dikkat çekmişti bilginler. Ve nerede yerden
göğe yükselen bir direk anıt görsek, orada yeryüzünden gökyüzü-
ne inip çıkan kutsal varlıklara rastlarız.238
Mısır kralları da kendilerinden binlerce yıl öncesine dayanan şa-
mancıl bir öğeden, Tanrılıklarını ispatlamak için yararlandı. Onun
ebedi ikametgâhı, tüm tarım toplumlarının sahiplendiği evren çatı-
sının, göksel piramidin içinde bir yerlerdeydi.
Aslında Mısır Kralları başlangıçta yeraltına inşa edilen mezarlara
defnedilmekteydi. Abidos şehrine inşa edilen I. Sülale'nin mezarla-
236
Aslında Friedel, Mısır Piramitlerinin inşa sürecinde insanların çalışmaların arı ve karınca
gibi organizmaların çalışmalarıyla karşılaştırıyor ve onların ortaya koyduğu görkemli eser-
lerle bağlantı kuruyordu. “Ne kadar aşağı inersek, organizmaları o denli emin biçimde ça-
lışırken görüyoruz, ama uğraşlarının kapsamı, dehalarının alanı da o denli daralıyor. Tin
yanlış yola sapıyor, çünkü özgür ve yaratıcı, içgüdü tam on ikiden vuruyor, çünkü zorunlu
çalışıyor ve orijinal değil… “ s. 151
237
Bunların kökenleri bilinmemekte ve kendilerini dünyanın herhangi bir yerinde ya da her-
hangi bir zamanda yeniden üretmektedirler…’ C. G. Jung İnsan ve Simgeleri, s. 65.
238
Bu konuyla ilgili görüşlerimi “Simgebilim Perspektifinden Göbeklitepe Tapınakları ve Di-
ni İdeolojinin Analizi” isimli kitabımın 4. Bölümünde açıkladı. Bkz. Yaratıcı Güç Olarak
Dağ ve Taş. Ozan Yayıncılık, 2016. İstanbul.
173
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
239
Hornung, Mısır Tarihi, s. 22...
240
Mısır'ın en ihtişamlı dönemine bu eğilim damgasını vurmuştur. V. Hanedanlık, Kralların
babalarının Ra olduğu iddiasının çok sayıda metinde dile getirilişine sahne olur. Bu eğilim,
Yeni Krallık döneminde de hakimdir. Kralların, Güneş Tanrının bir kadını döllemesi yo-
luyla oluştuğunu gösteren çok sayıda tapınak canlandırması hakkında bk. Hornung, Mısır
Tarihi s. 36... Yeni krallığın en dikkat çekici Kralı Akhenaton ve şaibeli ölümünün ardın-
dan tahtına geçen Tutankhamon için, "Kaos'un Yerine Düzen Getirdi..." ifadeleri kullanıl-
mıştır.
241
Söz konusu metinler olasılıkla Heliopolisli rahipler tarafından, dini ve büyüsel formüller
baz alınarak yazılmış olmalıdır. Modern araştırmacılar Unas'ın mezarında iki yüz yirmi
yedi adet büyülü söz bulunduğunu kaydeder. HORNUNG, Eric. Kadim Mısır Ötedünya
174
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
Kitapları, s. 23. Kabalcı Yay.Temmuz 2005. Çeviri: Zehra Aksu Yılmazer. Bu gelenek VI.
Sülale kralları tarafından da takip edilmiştir. Bu doğrultuda bir fikir için bk. İnan, s. 305.
242
Büyülü söz 26'de Unas, Ra'nın koltuğuna aday olarak gözükür. İfade şöyledir: "Bu Unas
senin yerine otursun ve gökte senin barkanla yol alsın diye Ey Ra..." Hornung, söz konusu
metnin, Osirisin "Yeraltı Dünyasının" hakimi olarak sunulduğu "ilk metin" olduğunu belir-
tirken, Unas'ın özellikle Büyülü Söz 219'da Osiris ile özdeşleştirildiği görülmektedir. Hor-
nung, "Kadim Mısır Ötedünya Kitapları" s., 24...
175
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
243
Keops Piramidi için gereken taş malzemeler Paris-Viyana arası mesafesi uzunluğunda beş
yük trenini dolduracak kadardı. Bkz. Egor. Friedel, s. 150. Keops’un, Büyük Piramit yo-
lunda Mısırlılar üzerindeki baskısı, Yunan tarihçisi Herodot zamanında dahi bilinmektedir.
Tarihçi şöyle yazmaktadır: "...Herkesi kendisi için çalıştırmıştır. Kimisini Arabistan'daki
taş ocaklarından Nil'e kadar taş çekmeye yollamış; kimilerine de bu taşları gemilere yük-
leyip karşı kıyıya geçirmek, oradan da Libya dağlarına kadar taşımak işini vermiştir..." He-
rodot, s. 129.
176
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
mektedirler. 244
Bundan sonrasında bu pek bayağı böbürlenme silsilesinden geri
adım atıldığını görürüz. 4. Sülale’nin hükümdarlığının bayağı bir
şiddetle sonlandırıldığını söyler E. Fridel. Bundan sonra Heliopolis
rahiplerinin gücü artmış olmalı. Hükümdar ise Güneş Tanrısı ol-
maktan, imparatorluk Tanrısı olmaya gerilemiştir. Bir iğne ya da şiş
olarak betimlenebilecek, obelisklerle temsil edilmeye başlanır.
Hangi amaçla kullanıldığını bilmiyoruz ama mütevazı bir yükseliş
aracına dönüşmüş olabilir, Ra’nın gökyüzüne yolculuk yapmasına
olanak tanıyan metrelerce uzunluğa sahip bir modeldir bu… An-
cak yalnızca bu kadar. Onunla ilgili ünvanlar açıkça değer yitirmiş-
tir.245
Tanrı’ya isyan eden melekler mi; Kral’a isyan eden tebaa mı?
Halkın Tanrı-kral fikrine uyum sağlamadığını ya da saygı duyma-
dığını gösteren kalkışmaların arketipsel temellerine dair soyutluğa
değinmek zorunda değilim. Ama sosyal bağlam yeterince olgun-
dur; maden işçilerinin yaşam koşullarından bahseden Sicilyalı Dio-
dorus, savaş esirleri ve mahkûmlardan tertiplenen bu kesimin ço-
cukları ve aileleriyle birlikte insanlık dışı şartlarda çalışmak zorun-
da kalışlarına değinmişti..246 Diğer taraftan kimi belgeler, Diodo-
rus'tan çok daha öncesine, Ramsesler iktidarına dek geriye giden
işçi ayaklanmalarının boyutları hakkında bilgiler aktarmaktadır.
244
Herodot, s. 130... Mısır dini mimarisi yalnızca Piramitlerle sınırlı değildir. V. hanedanlık
döneminde başlayan gelişim neredeyse tüm Mısır tarihi süresince sürmüştür. Bu dönemin
gözdesi "Güneş Mabetleridir". Bunlar içinde en bilineni Abusir Şehrinden yükselir; mabet
yüz metreden büyük bir uzunluğa ve seksen metre genişliği sahiptir. Bu alan içinde yer
alan "sur" ise kalın bir dikili taş içermektedir. Taş, otuz sekiz metre yan uzunluğu ve 20
metre yükseklikteki kare bir mastaba üzerinde yükselmektedir. İnan, s. 279-280. Mısır'ın
görkemli Tapınakları arasında Kraliçe Hatsepsut zamanında Deir-el-Bahari'de(Teb) yapı-
lan Teraslı mabet (bk. resim) ve II. Ramses tarafından inşa edilen "Ramseseum" ve yaptığı
fetihler sonrasında Tanrılara şükranlarını sunmak isteyen III. Amenofis'in Luksor'daki çifte
sütünlü avlusu (bk. resim) ve I. Setos tarafından başlatılan ve II. Ramses döneminde sona
eren Karnak mabedi gösterilebilir. Mastaba’lar ise Arapça’da kum bankı anlamına geliyor,
YIğma toprak tepeden oluşturulan bu banklar zamanla gösterişli yapılara dönüşmüştü.
Bkz. FRIEDEL s. 140.
245
Paralel bir yorum için bkz. Egen Friedel, s. 153…
246
"Maden işçileri ellerinde ışık ile, toprak altında, altın madeni damarlarını sivri kazmalarla
aramakta ve çocuklar ise bu ağır madenleri dışarı taşımaktadırlar. Taş havanlarda ezilen bu
madenler ihtiyar kadın ve erkekler tarafından yıkanırdı..." Alıntılayan İnan, s. 206...
177
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
247
Ramsesler iktidarı özellikle III. Ramses'in ardından "yönetim" ve idare bağlamında derin
bir çöküntü içine girmiştir. Hukuk ve adalet anlamında yaşanan bu buhran özellikle Tanrı
kralların mezarların yönelik soygun eylemlerinin yargılandığı mahkeme süreçlerini anlatan
tarihsel belgelerden günümüze kadar taşınmıştır. İnan'ın anlattığı gibi, bu belgeler memur-
lar arasındaki çatışmaları ve devlet otoritesinin yokluğunu gözler önüne sermektedir. İnan,
s. 122...
178
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
248
İç savaşı yaratan nedenlerin başında merkezi yönetimin zayıflaması gelmektedir. VI. Ha-
nedanlığın güçsüz kralları, atanan eyalet yöneticilerinin ve saray memurlarının etkinliğinin
beklenmedik şekilde yükselmesi sürecinin ana nedeni olarak gözüküyor. Ticari ve askeri
faaliyetler, diplomatik ilişkiler tamamen bozulmuş, ülke içindeki huzursuzluk artmıştır. Bu
ise yerel yönetimleri, ayrı bir ülke gibi davranmaya itmiş olabilir. Bu dönemde, sırtını Osi-
ris kültüne dayamış rahipler sınıfının vergiden muaf olmak gibi ayrıcalıklarıyla önemli bir
toplumsal katmanı temsil ettiğini düşünebiliriz. Merkezi iktidar ile ezilen halk kesimleri
arasındaki çatışmaya bir de rahipler sınıfının "imtiyazları" eklenince, VI. hanedanlıktan
hemen sonra, daha önce gözükmemiş bir toplumsal alt üst oluşun gerçekleşmesi kaçınıl-
mazdır. Bk. Champdor, s. 11...
249
Mısır'da üç kralın hüküm sürdüğü Fetret Döneminde, Delta'da hakim olan X. sülale, halkın
isyan girişimlerine en çok muhatap olan yerdir. Döneme dair bir belge inanç kaybını göz-
ler önüne sermektedir: "İnsanlar krallığa karşı isyan etmeye cesaret etti. Memleketin fakir-
leri zenginleşti ve mülk sahiplerinin ellerinden malları alındı. Prens çocukları duvarlara
çarpılıyor... Allah'ın nerede olduğunu bilsem ona dua ederdim... Saray bir dakikada dev-
rilmiştir; kral halk tarafından atılmıştır... Abanozdan olan kâseler parça parça edilmiştir,
kıymetli akasya ağaçları kesiliyor, prensler sefalet içindedirler, açlık çekiyorlar, asil kadın-
ların yiyecekleri yoktur... Mahkemelerde kanunlar mecmuasını dışarı atıyorlar ve umumi
meydanlara ayaklarıyla itiyorlar..." İnan s. 79-80... Rahipler sınıfını içe kapanmaya iten
deneyim, "kutsal olana" yönelmiş bu tip saldırılar olmalıdır. Bu kesimler kaos güçlerini
temsil etmektedir. "Tanrı-Kralların mezarlarını soyan, en kutsal hazineleri yağmalayan ve
tanrısal düzene alabildiğine tehtidkar yaklaşan halk kitleleri ökült akımların metinlerine
kötücül öğeler olarak aktarılmıştır..." HALİS, Göktuğ. Popüler Gizemciliğin Tarihsel ve
Dinsel Temelleri, s. 22-23. Karşı Yayınları. Ekim 2009-İstanbul...
250
Tarihe fetret devri olarak geçen zaman diliminin hemen öncesi, şaşırtıcı bir şekilde "bürok-
rat" kaynaklı tarihsel belgelerle doludur. Bunlarda ilki VI. Sülale'nin görkemli krallarından
I. Pepi'nin Nübya seferine kumanda eden Uni'nin hatıralarıdır. Uni doğu seferinden döner-
ken ve başarılarından dolayı elde ettiği güney illerinin yönetimindeki "adaletinden" sıklık-
la övünmektedir. Bu övünç, Mısır için giderek derinleşen bir problemin aynası gibidir; zira
180
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
bir vali, neredeyse küçük bir kral gibi davranmaktadır. Yine dönemin bir başka komutanı
Elefantinli Khufhar ve II. Pepi'nin güney valisi Sabni'nin hatıraları merkezi otoritenin za-
yıflaması noktasında önemli ipuçları içermektedir. İnan, s. 73-74...
251
Bk. İNAN, s. 80
181
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
252
Hornung, Mısır Tarihi, s. 49. Diğer taraftan, III. Sülale'nin dokuz kralı, iki yüz yetmiş dört,
IV. sülalenin sekiz kralı iki yüz seksen dört ve V. sülalenin dokuz kralı iki yüz on sekiz yıl
iktidarda kalmıştır. İnan, s. 64, 65 ve 69… Maneto’ya göre Yedinci Sülale yetmişer gün
182
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
man’a ilişkin öfkeli ilk anısını yeniden canladırmıştı belli ki. Bu se-
fer, birlik olmanın gücünden hareketle; onu “kahramanca” öte yol-
culuğundan uyandırarak ve ona karşı acımasızca davranarak…
Kralların “ahlaksızlık” ve “zayıflıkla” suçlandığı bu dönemlerde,
onun Tanrı olduğu ya da Tanrısal olduğu fikri inandırıcılığını kesin
olarak yitirmiştir. Mısır Bilimcilerin, dinde reform olarak adlandır-
dığı şey tam da “aristokrasinin prestij kaybı” olarak betimlediği
şeydir. Krallar bundan sonra kendi büyüsel güçlerini “alt tabakalar-
la” paylaşmaya başladı. "Ölüm sonrası yaşam ve yeniden yaşama
dönüşü esas alan çevrim yasasını” toplumun her kesimi için müm-
kün kılan bu bilinç değişimi diğer taraftan Krallar için "ahlaki" bir
sorgu sürecini başlatır. Şamandan türeyen kral, ülkenin haline bak-
tı, yıkımın ve talanın orta yerinde “ilksel güdünün” yapmaya ya-
naşmayacağı bir şeyi yaptı. “Maske” takmaya razı oldu. Kendi ha-
talarını sorgulayan ve gelecek nesillere ahlaki öğütler bırakan Tan-
rı-Kral'ın dikkatini, dünyevi alan nihayet çekmeyi başarmıştı.
Bu düşüşün izlerini takip edebildiğimiz metinler içinde en bilindik
olanı, "Kral Merikare İçin Dersler" ismini taşıyor. X. hanedandan
bir kral oğlu Merikare'ye "adaleti" bu dünyada sağlama görevini
yüklüyordu:
Oğluna "Kötülük etme..." diye seslenmektedir Kral...
"Taştan bir anıt dikeceğine, öyle davran ki anıtın sana duyulan
sevgiyle ayakta kalsın... Herkesi sev, çünkü tanrılar adalete adak-
lardan daha çok değer verir..." 253
12. Sülale’nin bir üyesi acıklı sonun, değişim ve zamanla yitirilme-
nin herkes için olduğunu anlamıştır. ‘Bedenler’ demektedir, ‘Atala-
hüküm süren yetmiş hükümdardan oluşmuştu. Sekizinci sülale ise birkaç on yıllık kısa sal-
tanat dönemlerinden oluşuyordu. Friedell s. 156.
253
Alıntı, ELİADE, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi-1. s. 127-128. Bu öğüdün sahibi
olan kral, Tinis bölgesinde yaşanan karışıklığın kendi hatası olduğunu düşünmekte, bu ha-
tanın kendisine ve oğluna bir ders olması vesilesiyle bu öğütleri kaleme almaktadır: " Bu
hayat çabuk geçer, uzun değildir, mesut olanlar hatıralarda yaşayanlardır. Bundan dolayı,
bir kral için milyonlarca insana malik olmak hüner değildir, fakat iyi bir insanın hatırası,
ebediyen devam etmelidir. Senelerin çokluğuna kıymet verme, çünkü Allahlar için bir ha-
yat bir saat kadardır. İnsan öldükten sonra da yegâne hazinesi olan eserleriyle baki kala-
caktır. Doğru ol ki, adın daima yaşasın. Ağlayanları teselli et, dulları koru, baba evinden
ve arazisinden kimseyi atma, haksız yere cezalandırmaktan çekin. Asil bir kimsenin oğlu
ile diğerleri arasında fark gözetme, sana sadık olanları ehliyetine göre değerlendir. " İnan,
s. 78-79...
183
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
254
Alıntı için bkz Friedell s. 163.
184
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
255
Hükümdarlık İ.Ö. 1630'da da Avaris'te kurulmuştur. Hiksosların kökeni tam olarak bilin-
miyor. Büyük bir olasılıkla Ön Asya kavimi, belki de Hurrilerle akrabadır. İnan, s. 90.
Hiksos Hanedanlığının belki de en önemli hatası Teb'de yasal bir Mısır Kralı'nın hüküm
sürmesine de izin vermiş olmasıdır. Zira III. Tuthmosis'in önderliğinde yeniden bağımsız-
lık için mücadele eden Mısırlılara karşı direnilememiş ve XVIII. Kraliyet, Hiksos istilasına
son vermiştir. Tel-Amarna tabletlerinde bu muzaffer hükümdarın mücadelesi anlatılır. Ba-
şarılı fetih hareketlerine imza atan III. Tuthmosis, ülkesini Libya'dan Suriyeye kadar geniş-
letmiştir. Champdor, s. 12...
185
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
256
Alıntı için bkz. 253… Kamose’nin ardından I. Ahmose, isyanı başarıya ulaştırdı. Bu kral
Akhenaton’un büyük babasıdır.
257
İ.Ö. 1350’lere ait bir ilahide Ra’nın Kadir-i Mutlak niteliği açıkça okunmaktadır. İlahi ve
Amon’un Ra ile özdeşleşmesi süreciyle ilgili bir yorum için bk. Budge, s. 90-92’ye bakıla-
bilir.
186
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
258
Anlaşmanın hükümleri ve Tanrıların isimleri için bk. İnan, s. 141-142-143...
259
"Re yaşlanır, insanlar üzerindeki erkinin azalmakta olduğunu anlar. Tanrılar meclisini top-
lar ve insanların kendilerine karşı nifak tasarladığını söyler. Tanrıça Hathor'un insanlara
karşı gönderilmesi öğüdü, çok kısa zamanda ortalığın kanı gövdeyi götürmesiyle sonuçla-
nır. Re'nin gözü Hathor, büyük katliamlara girişmiştir. Re yaşananlardan dehşete düşer ve
tüm insan neslinin ortadan kaldırılmasını engellemek için plan kurar. Kana benzemesi için
187
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
kırmızı aşı boyası ile renklendirilmiş 7 bin fıçı arpa birası hazırlatır ve tarlalar üzerine bo-
şaltır. Tanrıça mest olur, ondan içer ve sarhoş olur... İnsanlığa yönelik öfkesini unutur...
Böylece insanlık kurtulmuş olur... ayrıntı için bk. Hooke s. 89... Mitosun, Tutankhamon'un
mezarı aracılığıyla ilk yazıya geçirilişinde, Hathor'un yatıştırılışının ardından Ra'nın inzi-
vaya çekilişine yer verilir. Uzmanların "Gök İneği Kitabı" gerçekleştirdiği tercümede, in-
zivanın ardından Re'nin görevlerinin diğer Tanrılar tarafından üstlenilişi ve Firavun'un
"Ra'nın Oğlu" olarak nitelenişi dikkat çekmektedir. Hornung, "Kadim Mısır Ötedünya Ki-
tapları" s. 154, 155.
188
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
260
Prof İnan, Amon-Re rahibinin iktidardaki gücünü, iradesi zayıf bir hükümdar görür gör-
mez ülke yönetimine müdahil olmaya hazır bir odak olarak tanımlamaktadır. IV. Ameno-
fis'in din devriminin arkasında, bu gücün bertaraf edilmesi yatmaktadır. Bu acil bir ihtiyaç-
tır zira, Krallık dahi, doğrudan irsi değil, Amon yüksek rahibi tarafından tanınan bir hak
olarak görülme aşamasına gelmiştir. İnan, s. 175. Bu güç zamanla öylesine büyümüştür ki,
189
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
Kral XI. ramses, Amon-Re başrahibinin gölgesi altında ülkesine hükmetmiştir. a.g.e. s.
123.
261
Akhenaton'un atalarının dinde reforma ne kadar yatkın olduklarını ortaya koyan bir diğer
örnek de "Güneş Duası" ismini taşır. Tam metni III. Tuthmosis'e ait kefen bezinde bulunan
metin, Kral'ın öte dünya yolculuğunu konu alır. Kral, her gün yeniden doğabilmek için ev-
renin katlarından geçen Güneş Tanrısı ile "bütün"lük(vahdet) içinde sergilenmektedir.
Üçüncü ilahide Kral, Batı'daki Tanrılara, "Ben sizden biriyim!" diye seslenerek, Güneş
Tanrısının zaferlerini paylaşır. Yedinci ilahide ise, ölünün uzuvlarının tanrılaştırılması sa-
yesinden bütünüyle Tanrıya dönüşüm gerçekleşmiş olur. Hornung, Kadim Mısır Ötedünya
Kitapları, s. 148. Böylece Osiris, kesin olarak Güneş Tanrısı ile birleşirken, teolojik dü-
zeyde, yaratımın ardından, ölüm dünyası da, tek bir elde toplanmıştır. Hornung, Akhena-
ton'un din devriminin temellerinin I. Amenofis döneminde aranması gerektiğini belirtirken
büyük bir haklılık payı taşımaktadır. Hornung, Mısır Tarihi, s. 88... Yine 1350'li yıllara ait
gözüken "Göksel İneğin kitabı" isimli metin, dünyanın varolan kusurlarını geçmişten çıkan
ahlaki öğütlerle anlamaya çalışmaktadır. Kitaba göre insanlar bir zamanlar, Tanrıların ka-
tında ve onlarla yan yana yaşamakta iken, Yaşlı Güneş Tanrıçasına başkaldırışla birlikte
cezaya uğramışlardır. Bir kısım insan, yıkım Tanrıçası Hathor tarafından yok edilirken, kı-
190
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
yımdan kurtulan insanlar için yeryüzünde, Tanrılardan uzak bir sürgün hayatı tertip edil-
miştir. Hornung, Ezoterik Mısır, s. 29. Tanrıların iradesinden çıkan insan, geleceği belirsiz
ve yıkımla dolu bir dünyada yaşamaya başlar.
262
Resmi törenlerde hep erkek kıyafetleri giymesine ve takma bir sakal takmasına karşın onun
için ‘tüm ileri zekâsına ve güçlü iradesine rağmen hiçbir şekilde erkeksi bir kadın değildi’
ifadesini kullanıyor Friedell. Kendini övmek için “güzel bir bakireydi. Dünyanın tüm otla-
rından daha tazeydi ve bedeni bir Tanrıçanınkine benziyordu.”sözlerinin kullanıldığını ak-
tarır. S. 256.
263
Söz konusu karakterler, sonraki hiç bir dönemde görülmemiş ölçüde, Krallar düzeyinde ta-
nınmış haklara ve ölüm sonrası imtiyazlara sahip memurlardır. Senenmut'un ölüler tapına-
ğına kendi tasvirini yaptırmasına ve Tanrılar arasında resmetmesine izin verilmiş, memur
krallar vadisine gömülmüştür...
191
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
264
Dönemin aristokratlarından birisi söz konusu şehir hakkında şunları söylüyor: "Aton'un
ufku adını taşıyan muazzam şehir, güzelliği bakımından muhteşemdi. Burası en nefis tö-
renlerin yurdu idi. Şehir harikulade zengindi ve güneş mabedi onun tam ortasında idi.
Onun güzelliğine bahtiyarlık duymamak imkansızdı. Şehir hem sevimli hem cazipti ve in-
san buraya bakınca bu şehrin gökyüzünden indiğini zannederdi... Ömer Rıza Doğrul, Din-
ler Tarihi. s. 50… İnkilap Kitabevi.
192
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
Karşı devrim “soyut” bir Tanrı fikrine karşı değildi kuşkusuz; Tan-
rı-Kral fikri ise çoktan çekip gitmişti. Rahipler sınıfının merkezi
kutsalı Amon-Ra da Mısır araştırmacılarının gösterdiği aşkın bir
Tanrı niteliğine sahipti. Ancak sorun, Akhenaton’un, iyi düşünül-
müş ayrıntılarıyla betimlenmiş bir Tanrı isminden hareketle Amon
Rahiplerinin nüfuzunu hiçe sayma girişimi olmasından kaynakla-
nıyordu. Tarih boyunca sapkınlığın aslında, yalnızca “iktidara” ay-
kırı düşünmekten ibaret olduğunu göreceğiz ilerleyen bölümlerde.
Akhenatoncu teolojinin ayırt edici unsuru “haber veren”, “vahiyle”
bilgilenen bir peygamberi bünyesinde barındırmasındandı. Elbette
yeni dinde rahipler sınıfına yer yoktu: Muhammed’in ruhban sını-
fını reddedişini; Hıristiyanlığın ise ancak İsa’nın öğretilerinin ku-
rumsallaşmasının ardından ruhbanı sınıfına yer verişini hatırlaya-
lım. Tarihsel düzlem, onun aşkın Tanrı fikri üzerinden, yeni dinle-
rin en önemli köşe taşını Akhenaton sayesinde edinmişti.
194
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
265
Akhenaton tüm diğer tanrılara gösterdiği tepkiyi Thoth'tan esirgemiştir. Bu kısmen Her-
mopolis'te kurulan yeni başkentinin ulaştığı başarı sonrasında "şehrin koruyucu tanrısına
duyduğu" minnet borcunun ürünü olabilir. Akhenaton'un sarayından çıkan heykellerden
bir tanesinde Thot "şebek" tasviriyle gösterilmekte, bu figürün hemen önünde bulunan bir
yazıcı ise koruyucu Tanrısı'ndan aldığı güçle kaydetmektedir. Akhenaton, bilgeliğin ve her
türlü kültürel verinin yaratıcı Tanrısı'nı reddetmeyi göze alamamış olmalıdır. Tam aksine
düzülen övgü sözleriyle kutsallığı kabul edilen Thot'a: "sırlara vakıf" payesi verilmesi sür-
dürülmüştür. bk. Hornung, Ezoterik Mısır, s. 18. Horemheb'in Thot'a methiyesi'nde insan
ve tanrıların özünü okuyan Thot, olan biten her şeyi güneş tanrısına rapor etmekle yüküm-
lüdür
266
Ayrıntılar için bkz. Hornung, s. 108.
195
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
267
"Sen ufukta letafetle yükselirsin ey hayatın başlangıcı olan Aton! Yeryüzünü güzelliklerle
doldurursun. Işıkların yerleri ve yarattığın herşeyi aydınlatır ve herşey Senin aşkının bağla-
rıyla bağlanır. Hararetin her yeri besler, her göz kendi üstünde Seni görür. Ey arzın üstün-
deki güneşin Aton'u. Ey Sen ki tek ilahsın ve hiçbir benzerin yoktur. Sen arzı kalbinin is-
tediği gibi yarattın..." Alıntı için bk. İnan, s. 234.
196
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
268
"Bütün davarlar otlarla yaşar/Bütün ağaçlar ve nebatlar gelişir/Bütün kuşlar sazlıklarda ka-
nat çırpar/Kanatlarını seni takdis için açarlar/Bütün koyunlar ayak üstü oynar/Kanatlı her
şey uçar/Ve hepsi, senin aydınlığın sayesinde yaşar/... "Alıntı: Doğrul s. 52.
269
Tüm diğer ülkelerin tanrısı olarak Aton içn bkz. Friedell s. 266.
270
İlerleyen bölümlerde ise bu yakarı çok daha açık bir şekilde gözükmektedir: " Sen bunları
oğlun için/Senden gelen oğluniçin/Doğruluk içinde yaşayan hükümdar için/Ömrü uzun ol-
sun Akhen-aton için/Onun sevgili kral kızı karısı/İki yurdum kraliçesi Nefertiti için yarat-
tın/Ve bunlar refah içinde devam eden bir ömür sürüyor..." Doğrul, s. 54. Ayrıca bir pey-
197
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
gamberlik vurgusu için BKz. ‘Oğlun Akhenaton’dan başka yoktur seni tanıyor. Kurduğun
dünyayı oğlun, yani gerçekle yaşayan kral için yaptın…” Friedell s. 266.
198
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
271
Tutankhamon'un mezarı olasılıkla, hırsızlık ya da karşı devrimin en önemli figürü olarak
oynadığı rolün çektiği tepkiye karşılık, gizlenmek istenmiştir. Champdor, s. 13. Bununla
birlikte Tutankhamon’un mezarını, bölgede gömülü yedi hükümdarın aksine yağmalan-
maktan kurtaran şey bir tesadüftu. 1150 yılında 6. Ramses’in kendisi için devasa bir kaya
mezarı kazdırdığında büyük bir moloz kütlesi aşağı kaymış ve Tutankhamon’un daha alt-
taki mezarı için doğal bir engel oluşturmuştur. Bkz. Friedell s. 275.
199
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
272
Ayrıca av sahneleri içeren altın kaplamalı kemer, som altından bir asa, iki adet fildişi kak-
malı sandalye, iki gümüş ok, altın bir yelek, vb… Friedell s. 275.
200
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
273
Bk. TEZ, Zeki. Prof. Dr. “Madencilik, Metalürji ve Mineralojinin Çileli Tarihi, s.
18.Doruk Yayımcılık/Bilim.Ocak 2012. İstanbul. Mezardan çıkan dikkate değer bir diğer
bulgu “Ünlü Altın Mask”, olasılıkla Nübye’den gelmiştir. Bugünün Sudan ve Etiyopya
bölgelerinin kuzeyi ile Mısır’ın güneyinde kalan bu bölge, altın rezervleri açısından olduk-
ça zengin olmalıdır.
274
“İşte bu” demektedir Egon Friedel “gerçekten tuhaf bir durum…” s. 149.
275
Modern gizemciler, ciddi tarihçiler tarafından doğal olarak gözüken ölüm olaylarının "gi-
zemlerini" kışkırtma yolunda ısrarlı bir çaba içindedir. Lord Carnarvon'un ekibinden, Al-
201
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
buy Aubrey Herbert'in mumyayı gördüğü anda kalbinin duruşundan, Howard Carter'in
sekreteri ve mezarın açılışına bizzat tanık olar Lord Westbury'nin tek oğlunun bilinmeyen
bir hastalığa yakalanarak ölüşüne, oradan, mumyanın radyografisini inceleyen Archibald
Dougla Ree'nin ani bir fenalık hissiyle hayata gözlerini yummasına dek uzanan spekülas-
yon ağı, etkileyici bir sayıya ulaşmaktadır. Champdor sormaktadır: "Aynı ekipten bunca
ölümü nasıl açıklamalı? Yalnızca Howard Carter, Ölüler Dağı'nın gölgesinde, hiçbir canlı-
nın görmemesi gerekeni gördükten sonra, tam bir sağlık içinde, uzun yıllar yaşadı..." a.g.e.
s. 78.
276
Hornung, Ezoterik Mısır, s. 85…
202
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
277
Herodot'a göre, mumyacılardan bir tanesi yeni ölmüş bir kadın sataşmış, ancak bizzat ça-
lışma arkadaşları tarafından ele verilmiştir. Herodot, a.g.e. s. 115.
203
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
278
Alıntı: Champdor, s. 14...
205
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
279
Alıntı için bkz. FRIEDEL, Egon. s. 121.
206
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
BÖLÜM –IV-
mecburdu; çünkü bunlar olmazsa hiç bir din olmaz. Buna karşın bu
sapkın kanat, sosyal dinlerin bu mecburiyetini istismar istismar et-
meye meyil taşıdı.. Yok olmayı reddederek sosyal dinin ritüel bas-
kısını kırmaya çalıştı. Yıkıcı bir öz taşıyordu çünkü kendi ayrıcalı-
ğını mutlaklaştırmaya dair sorumsuz bir eğilimin ürünüydü.
Babil Kulesi mitosunda sorun kendini “ne kadar insan varsa o ka-
dar farklı dil” ifadesiyle şifrelemişti. Farklı dilleri konuşmak ya da
konuşulanları anlamamak, kent yaşamının keşmekeşini açıklama
yöntemi olarak, açık şekilde kendi içine kapalı bir topluluğun diline
ait de olabilir kuşkusuz. Ancak dini mecazlarda yakın anlamlar ço-
ğunlukla bayağıdır. Tekvin’in Babil Kulesi mitosunda dile getirilen
eleştirinin bu yapısı, onlarca milletten insanın toplanmasıyla oluşan
dil karmaşasının ötekileştirilmesinden doğmuş olabilir. Simge,
açıkça ötekileştirilen ve göçebe bir kavmin dışladığı yaşam tarzına
karşı koyulan mesafe ile ilgilidir bu tanımda.
Ancak bu yeterli değildir; daha da fazlası, aynı kavmin farklı dilleri
konuşmaya başlamasıdır; evrensel bir felaketin örtük ifadesini can-
landırıyordu öykü. Bir cemaati ya da bir kavimi birbirine bağlayan
temel unsur olarak dilin yabancılaşması-insan bilincinin karşısın-
dakinde bir anlama kavuşmayan çağrısı, onun yabancılaşmasına
kolaylıkla dönüşür. Bu durumda toplum dağılır, insanlar başka
yerlere göç eder.
Dinin bireysel boyutu göğe yükselen kuleler eğretilemesiyle, kenti
tanrılığını iddia ettiğinden bu yana, nice toplum bir arada durma
dayanaklarını yitirmiş olmalı, tarih öncesinin bilinmeyen binyılla-
rında…
Tekvin kitabında Tufan Mitosu, Babil Kulesi mitosu ile açık olmasa
da etkin bir bağlantı içindedir; her ikisinde de Tanrı tarafından ter-
tiplenen bir ceza kurgusallığı hâkimdir. Tufan mitosunun temel fi-
gürü ise “dizginlenemeyen sulardı”… Önceki bölümlerde “suyun”
sembolik bağlamlarını ve Mezopotamya bölümünde ise istilacı top-
lulukları karşılayan anlamını yeterince inceledik. Bir kez daha,
“elementsel gücün” “Su”yun, Tanrısal bir öyküdeki işleviyle karşı
karşıyayız…
Tufan Mitosu’nda ise “dizginlenemeyen sular”, bir arınma işlevi
görmektedir. Tanrı’nın yerküreye “suları göndermesinin” nedeni
aç gözlülükleriyle tüm dünyayı kıtlığa sürükleyen Nefilimlerdir.
209
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
Babil Kulesi Mitosu’nda ise Tanrı ile Nuh arasında imzalanan an-
laşma gereği Tanrı’nın topyekûn bir yıkım eğiliminden vazgeçme
sözü verdiğini hatırlarsak; çok daha ince düşünülmüş bir felaket
tablosuna, dillerin karışması kurgusuna ulaşırız. Yine de iki mit
arasındaki bağlantı, simge ve anlam arasındaki kopukluğu gide-
rilmesi yolunda fikir yürütmemize olanak tanıyan XX. Yüzyıl Me-
zopotamya keşifleri sayesinde yeniden kurulmuş gözükmektedir.
Bu bağlantıda ise “Nuh’un Gemisi” sembolizminden yaranlanma-
lıyız
Tufan öyküleri evrensel düzeyde benzer ibret temaları içerir: yoz-
laşmanın karşısında temiz kalmayı başarmış bir Tanrı adamının,
kendisi ile birlikte olanları büyük bir felaketten kurtarışı... Tüm kü-
çümsemelere rağmen, Tanrı’nın emriyle bir gemi inşa etmeye giri-
şen Nuh, sonunda görkemli bir ürün ortaya koyar. Rahip Kökenli
Tekvin bölümüne göre gemi, 300x50x50 ölçülerine sahiptir; bu ise
bir gemiden çok, Zigurrat’a uygundur. Prof. Hooke, Mezopotamya
kültürünün, sıklıkla karşı karşıya gelinen sel baskınları karşısında
sığınma merkezlerine aşina olduğu bilgisini aktarırken bu simgeyi
doğru yorumlamamız hususunda yeterli bir perspektif sunmuş-
tu…
Böylece bir Zigurrat olduğunu bildiğimiz Babil Kulesi ile Tufan öy-
küsü arasındaki alternatif bir bağlantıya ulaşmış oluruz.
Zigurratlar, Sümerler için “yapay dağ” canlandırmalarıydı. Kabile
kültürlerinin ise özellikle yaşam ve ölüm arasındaki eşik olarak
dağlara, Güneş’in batma edimini gerçekleştirdiği doğal mekânlar
olarak hatırı sayılır bir kutsallık yüklemiş olduğunu biliyoruz. Tan-
rıların yaşadığı mekânları gökyüzü olarak betimleyen inanç sistem-
leri, dağ ya da tepe gibi yükseltilerin göksel aleme ulaşmada işlev
taşıdığı fikrini pek kolaylıkla benimseyebilir280. Bu kutsiyet mitolo-
jik yaratılarda epeyce yaygındı; dağlık mekânlar dünyanın farklı
coğrafyalarında yaygın bir biçimde mitolojilerin konusu olmayı
sürdürdü. Ölüler ülkesi dağların arkasındaydı örneğin; diğer taraf-
280
Bu fikir halen yaygındır. Arapaho Kızılderililerine ait mitoslar ölen kişinin bir tepenin üs-
tüne çıkmak zorunda kalacağına inanır. Benzer şekilde birisi çok hasta olduğunda bu tepe-
nin zirvesine yolculuk yapar. Mitte, bir cennet tasvirine rastlarız: “Diplere kadar otlar sık
ve kalındır. Dipte bir nehir vardır, nehrin öte yakasında da büyük bir Kızılderili kampı, ço-
cuklar oyun oynarlar: kendisini davet ederler…” Bu hasta kişi hayata ancak bir koşulda
dönebilir: Canlılar onu yeterince seviyorsa ve yeterli derecede yalvarırlarsa… Kızılderili
Mitolojisi s. 277.
210
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
281
Bu bölümdeki Gılgamış bahislerinde J. BOTTERO’dan yararlandım. "Gılgamış Destanı-
Ölmek İstemeyen Büyük İnsan". Yapı Kredi…
282
Paralel bir yorum için bk. Armstrong, K. Mitlerin Kısa Tarihi, s. 44.
283
Prof. TEZ, Z., metallerin taşlardan ayırt edilmediği bu döneme “Doğal Maden Evresi” is-
mini vermektedir. S. 9… Ayrıca bk. Childe, Tarih öncesi Mısır’ında bakırın eritildiğinden
habersiz olan bölge halkının, bakır madeninin üstün bir taş türü olarak görmesi değinimi
hk. S. 135.
211
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
Kimya bilimi ile temas olasılıkla, taş ya da toprak gibi doğada hazır
halde bulunan cisimlerin bir başka hale geçişi, örneğin toprağın
sertleştirilerek “balçık” haline gelişi ya da kayaların parçalanarak
“kanal yapımındaki malzemeye, tıp alanında bitkilerin ilaca dönüş-
türülmesi gibi pratik olguların ürünüydü. Tüm bunlar, doğadaki
fenomenlerin “yaşam veren güçlere” dönüşümünü “inanç konusu
haline getiren” ilkel insanın mirasıdır.
Animistik evren fikri deneyimlerden de aldığı güç ile tıpkı bir canlı
gibi, doğan, büyüyen ve ölen bir metal-maden sistematiğine tarih-
sel olarak Mısır ve Mezopotamya kültürleri aracılığıyla ulaştık. Bu
köksel duraklardan geçen dönüşüm fikri, “transmutasyon” kapıda
bekleyen mistik açılımın heyecanını “ilkellerden” bu yana taşıdı.
Her canlı bir diğerine dönüşme eğilimi taşımaktadır ve bu geçiş
zenginliği, canlı olan madenleri de kapsayacak şekilde gelişmiştir.
284
Bk. Eliade Babil Simyası, s. 31 ve sonrası…
285
Bir el baltasının kadir-i mutlak Tanrı olarak nitelenişi hususunda bk. Budge, s. 14-15 ve
Tanrı Enlil’in hediyesi olarak kabul edilen Kazma hakkında bk. Kramer s. 104.
213
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
286
Bu husus ve Cortez’in Azteklere “demiri nereden buldukları” sorusuna karşılık, yerlilerin
gökyüzünü göstermeleri ile ilgili olarak Bk. Eliade, s. 49. Gerçekten de demir madeninin
ilk örnekleri meteor-göktaşı kaynaklıdır. Yersel demir göreli olarak geç dönemlerde yay-
gın olarak kullanılırken, Z. Tez, göktaşı kaynaklı demirin İ.O. 4000’li yıllarda kullanımda
olduğunun altını çizer. Meteor demirinin karakteristik niteliği içinde %6-8 oranında nikel
barındırmasıdır. Bk. Tez. 29-30… Bu oran sayesinde göktaşı demiri çeliğe en yakın doğal
demir kaynağı olarak dikkat çekmektedir. A.g.e. s. 224.
214
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
287
Bu doğrultuda bir tablo için bk. TEZ, Z. S. 45. Güneş ve altın ilişkisi dışında gezegenler ve
metaller arasındaki ilişkinin kaynağını ispatlamanın zor olduğu hususunda Prof. Priesner
ile aynı görüşteyim. Onun da ifade ettiği gibi, ‘Diğer gezegenlerle çok sayıdaki kimyasal
maddenin simgeleri arasındaki bağlantıları açıklamak’ çok güçtür. Yine de Yeni Platoncu
Celtus’un Hıristiyanlığa karşı yazmış olduğu Gerçek Öğreti isimli yapıttan, Origenes’in
ona geliştirmiş olduğu yanıtlar dolayısıyla da olsa haberdarız. Bu kitap maden-gezegen
bağlantısının en eski kaynaklarından birisi olmalıdır. Celtus’a göre Hıristiyanlar, yedi kat
gökyüzü kavramını Perslerden almıştır. Bk. s. 37. Birinci kat kurşun, sırasıyla, çinko, ba-
kır, demir, metal karışımı, gümüş ve altından oluşan gök katları inanışına sahiptir Persler.
215
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
Yeraltı ve doğum
Öfke, saygı ya da korku... Madenlere yönelik ilişkiler keskin duy-
gusal haller yaratmıştı istisnasız her toplumda. Prof. M. Eliade bu
hassasiyetin nedenini Babil’e özgü kozmolojik tasavvurda bulmuş-
tu. “Toprak ananın döl yatağından, neredeyse zorla, sökülerek çı-
karılmış bir cevherdir maden; ona göre. Yarım kalmış olgunlaşma
süreci, aktif büyüsel güçlerin serbest kalmasına vesile olacak kötü
bir olay anlamına gelir.288 İlkel toplulukların düşük olayıyla ilintili
kötümser bir tablo yarattığını anımsayalım. Eskimoların tüm besin-
leri sağlayan Ayı Balıklarının Yaşlı Kadını’na üşüşen “agdlerutt”
ismindeki parazitler hakkındaki öyküleri aktarır Campbell. Bu isim
aynı zamanda “düşük” ya da “ölü doğmuş” çocuk anlamına ge-
lir.289 Söz konusu parazitler, sık sık “hayvanların” fazla öldürülme-
si ya da törenlere uygun biçimde merasim düzenlenmemesine tep-
ki gösteren bu dişi Tanrıça’nın iyice öfkelenmesi sonucunu doğu-
rur. Öyküye göre kıtlık başlar.
Hikâyenin kaynak kişisi Şaman Igjugarjuk’un ağzından, Ayı Balık-
larının Yaşlı Kadını’na musallat olan parazitlerin kovulması süre-
288
“Maden eritme ocağı bir embriyon alıp büyümesini hızlandırıyor, madenlerin görünmeden,
bilinmeden büyüdükleri toprağın büyük dölyatağının yerine geçiyordu. Demek ki böyle bir
metalurji işlemi, dünyayı yaşayan bir bütün olarak düşünüp cansız nesnelere doğma, bü-
yüme, ölme ve büyük bir olasılıkla dirilme yetisi atfeden kişilere göre basit bir teknik iş-
lem olamazdı..." Alıntı için bkz. Eliade Babil Simyası. s. 80
289
Bu kullanım oldukça yaygın olmalıdır. Babil dilindeki “kubu” sözcüğü hem fetüs hem de
maden cevheri anlamına gelmektedir. Prof. Priesner’in ifadesiyle: “Bununla toprağın ma-
den cevherlerini ve metalleri üretme sürecine gönderme yapılıyordu.”s. 21
216
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
290
Şaman’ın yolculuğu hususunda bk. Campbell, İlkel Mitoloji s. 329. Bir tehlikeli ülke, mit-
ik figürler, canavarlar ve vahşi hayvanlarla dolu bir cehennem tasvirine rastlarız…
291
Modern Kimya’nın ilkel Simya uğraşının ürünü olduğu şeklindeki yaygın kanı pek çok dü-
şünür tarafından paylaşılmaz. Modern kimya biliminin yüzün üzerindeki elementiyle kı-
yaslandığında Simya’nın dört elementi-hava, toprak, su ve ateş- dayanan hali, ilkellik ola-
217
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
rak yorumlanışına bir karşı çıkış olarak bk. Westfall, s. 72. Westfall’e göre, iki ayrı ele-
ment anlayışı, yalnızca niceliksel bir farklılığı değil, aynı zamanda “farklı bir ideolojiyi”
dolayısıyla farklı bir disiplini işaret eder. Simyacı için, birleşik halde bulunan ve değişik
oranlarda bir araya gelişiyle oluşan bir nesne, farklı ilke ve prensiplere işaret etmektedir.
Prof. Priesner de aradaki farklılıkları şöyle özetler: “Modern elementler, kimyasal yapı taş-
larını oluşturan, fakat fiziksel olmayan, kimyasal elementlerdir. Klasik elementler ise kim-
yasal veya fiziksel olmayan evrensel temel yapı taşlarıdır.” S. 18. Tüm Hıristiyanlık kültü-
rü süresince simyacıları otoritelerle çatışma haline sokan Tanrı’laşma, Tanrı gibi olma ha-
lidir. Priesner bu durumu “İsa gibi” olmayla karşılar. Zira, o, henüz gelişimini tamamla-
mamış, kusur varlıkları, doğuştan günahkar olan ruhları kurtarmaktadır. Bununla birlikte
belki bir günah saptanacaksa simyacının elde ettiği “lapis” ile ilişkilendirilebilir. Zira onun
doğada herhangi bir karşılığı yoktur. A.g.e. s. 28. Yazarın yorumuna göre, dini baskı altın-
da evrim geçiren Simya’nın otantik ağırlığı olarak kabul edebileceğimiz ‘ruhun’ mükem-
melleşmesi, Hıristiyanlığın iyi kul olma hedefiyle uyum arz eder.
292
Alıntı için bk. Eliade, s. 81-82. “Babil Simyası” olarak Türkçeye çevrilen kitapta yer alan
bu bölüm simya işlemlerinin dini bir parantez içinde değerlendirilebileceğini göstermek
açısından büyük değer taşımaktadır: Bir maden filizi fırınının temelini atmak istersen şans-
lı bir ayın uygun bir gününü bekle ve fırının temelini yap. Fırında çalışırlarken (onlara)
bakmalı ve sen de (fırında) çalışmalısın, embriyonları getirmelisin... Bir başkası bir ya-
bancı girmemelidir ve temiz olmayan bir kişi onlara görünmemelidir; maden filizini fırına
koyduğun gün embriyonların önünde bir kurban sunmalı, bir kap çam reçinesi oymalı, bi-
ra, kurunma dökmelisin. Ocağın altındaki ateşi yakmalı ve maden filizini fırına koymalısın.
Fırının yanına getireceğin insanlar arınmış olmalı, ancak ondan sonra yaklaşmalarına
izin verebilirsin. Ocakta yaktığın odun AB ayında kesilmiş günlük ağacından olmalıdır,
bunlar kabukları soyulmuş büyük kütükler olmalı ve rastgele değil, deriye sarılarak ko-
nulmalıdır. Ocağı atacağın odun işte böyle olmalıdır…”
218
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
293
Öykünün bütünü için bkz. ELIADE Şamanizm s, 61 ve sonrası. Adayın kemikleri demirci-
nin biçimlenmesi sonrasında nehrin içinde toplanmıştı. Ve bunlar çok geçmeden yeniden
etleniyor ve hayata dönüş gerçekleşiyordu. Madenlerin ve kristallerin şamanlar ve otacılar
tarafından kullanılması hk ayrıca bkz. s. 168 ve sonrasına bakılabilir. Burada da sağaltım
219
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
Sağaltım ve maden ilişkisi her daim batıl inançlarla yan yana yü-
rümüştür. Elmasların Şeytanın en büyük düşmanı olduğu, hayalet-
lerin kovulmasında etkili olduğu ya da sağlıklı çocuk doğurmak is-
teyen kadınların rahimlerinde elmas taşıması ve incinin yağının si-
nirleri güçlendirdiği şeklindeki inanışlar pozitif tip biliminin uygu-
lamalarına karışmış ve sistemleştirilmesi alabildiğine güç bir kulla-
nım keşmekeşi ortaya çıkmıştır. 294 Günümüzde halen bazı maden-
lerin vücuttaki eksikliğinin ciddi sağlık sorunlarına yol açtığını bili-
yoruz. 295
Yine de “tıp” alanının dışında da yaygın örneklere rastlamak
mümkün; hemen hemen tüm insan toplumları, insan-maden-
Tanrı(büyü) bağını işleyen mitler oluşturdu. Meksikalı Jicarilla
Apaçilerinin yaratılış mitosunda insan, Sümer’in yalnızca “kutsal
çamur” üretmeye izin veren coğrafi ketumluğuna aykırı biçimde,
madenlerin uyumlu bileşimiyle yaratılır. Tanrı Kara Hactcin, kendi-
lerine arkadaş isteyen hayvanların ki onlar insandan önce yaratıl-
mıştır, topladıklarıyla bir tasarım işine girişir. Getirilen malzemeler
arasında, tohum, kırmızı boya(insan kanı için), beyaz çamur(kemik
ilikleri için), beyaz taş(kemikler için), mercan(deri için)kara kehri-
bar(göz bebekleri için), firuze(damarlar için), kırmızı taş, opal(dişler
için), denizkulağı (gözlerin beyaz kısmı için) ve “çeşitli değerli” taş-
lar bulunur. Tanrı’nın büyüsel edimi, modern dinlerin kendi sure-
tinden yaratma fikriyle uyumludur; sırasıyla doğu, güney, batı ve
kuzeye dönen Tanrı, toprağa kendi suretinde çizdiği şeklin içine bu
madenleri doldurur. Son işlem, ruhun üflenmesiyle tamamlanır:
“Hactcin bu şeklin içine rüzgâr yolladı ve onu canlandırdı…” diye akta-
rır Campbell; bu rüzgâr o öldüğünde ayak tabanlarından çıkarak
onu terk eder.296
297
Bu uygulama özellikle Avustralya ve Güney Amerika Şamanizminde oldukça yaygın gö-
züküyor. M.ELIADE, Şamanizm s. 74
298
Metinlerde “demir” yerine “amutum” ifadesi geçer. Bk. Z. Tez, s. 33.
221
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
299
Bk. Moore, Ütopya s. 89-90.Türkçesi: Sabahattin Eyuboğlu, Vedat Günyol. Cem Yayıne-
vi. 5. Basım Nisan 1997. İstanbul.
300
Bk. Hançerlioğlu, İnanç Sözlüğü, s. 234-235
301
Tablo için bk. MAGALHAES, R. Carvalho. Antikçağdan Günümüze Sanatta Mitoloji, s.
245. Çeviren: Y. Değer Bengi, Alfa Yayınları. 1. Baskı Nisan 2007. İstanbul.
222
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
302
Lapis lazuli veya laciverttaşı, çok eski çağlardan beri mücevher olarak kullanılan bir taş tü-
rüdür... İsmin ilk kısmı olan lapis, Latince kökenli bir kelimedir ve "taş" manasına gelir.
İkinci kısım olan lazuli ise, Latince lazulum kelimesinin genitif hali'dir (-in hali). Lazulum
kelimesi de zaten Arapça (el-)lazward kelimesinden türemiştir ki bu Arapça kelimenin kö-
keni de Farsça lazhward kelimesine dayanır. Aslında bir yerin ismi olan bu kelime zaman-
la taş ile ilgisi yüzünden mavi manasında kullanılmaya başlandı. İngilizce "gökmavisi"
manasına gelen azure kelimeside buradan türemiştir. Bir bütün olarak incelenirse lapis la-
zuli mavinin taşı manasına gelir. “kaynağı:http://tr.wikipedia.org/wiki/Lapis_lazuli”
223
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
303
Değinim hakkında bk. Hornung, E.Ezoterik Mısır, s. 53…
224
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
304
ELIADE Şamanizm, s. 169
225
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
305
1672 tarihli De Rosnel'in kitaında şu ifadeler vardır: " Özellikle yakut, maden yatağında
yavaş yavaş doğar, önce beyazdır, olgunlaştıkça basamak basamak kırmızıya çalar, ta-
mamıyla beyaz yakutun, yarısı beyaz yarısı kırmızı yakutun bulunamaması bu nedenledir.
Tıpkı çocuğun ana karnında kanla beslenmesi gibi, yakut da öylece biçimlenir ve besle-
nir..." alıntı için bk Eliade s. 92…
226
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
306
Çamurun ilk madde olarak kullanılmasıyla ilgili bir köken bağlantısı hususunda Prof.
Priesner, alşimi sözcünün okunuşuyla ilgili iki vurguya dikkat çeker. Al hecesinin-
Arapça’da ek anlamına gelen- tümceden çıkmasının ardından kimiya’nın okunuşu iki an-
lama gebedir. Cheo sözcüğünün ilk anlamı Yunanca’da ‘dökmek’ anlamına gelirken, Arap
dilinde siyah anlamına gelir. Bu Nil’e özgü bir gönderme, siyah toprak anlamı taşır. S. 35.
İslam Simyacısı Cabir de ilk madde olarak markasit önerir. Bunun hk. Bk. s. 43.Campbell,
Freud okulunun, bebek psikolojisinin dışkısını değerli ve hediye edilebilir bir nesne olarak
görme eğilimine yönelik baskının, heykel, resim ve mimari gibi sanat disiplinlerine yansı-
ması hususundaki saptamaları hakkında dikkat çekici yorumu için bk. s. 79. Campbell’in
ifadeleri, Simya’nın “ilk maddeden” hareketle mükemmel olana ulaşma yolculuğunun ol-
dukça ilgi çekici bir eğretilemesi olduğu konusunda düşünmeme vesile olmuştur. Bu süreç,
bastırılmış olandan, “en kötü-bayağı” olandan ikinci alana bir enerji taşınmasıdır. Sanatta
227
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
307
Psikoanaliz sırasında, iki kişiliğin karşılaşmasını iki kimyasal maddenin birbiriyle ilişkisi-
ne benzetir Jung. Fordham’ın ifadeleriyle: “Bir reaksiyon olursa ikisi de dönüşüme uğrar.”
A.g.e. s. 122. Fordham, Jung’un bireyleşme fikrine Çin felsefesine olan ilgisi sayesinde
ulaştığını aktarır. Bk. Fordham, s. 104/105.Bu külliyat, Felsefi Simya için açık olanaklar
içerir. İnsanı, evrenin bir minyatürü olarak gören, sonsuz evrenden herhangi bir sınırla ay-
rılmayan ve aynı yasalarla bağlanmış bir varlık; ruh ve evreni ortak paydada birleştirir.
Jung bir diğer makalesinde, çeşitli vesilelerle yaşanan “dönüşüm” meselesinde duyumsa-
nan “ölümsüzlük” hissiyatının, bilinçdışının kendine özgü yapısından kaynaklandığını be-
lirtir. Bilinçdışı, zaman ve mekân dışı nitelikler barındırır. Jung, Dört Arketip, s. 73.
Jung’un simya ile ilgi görüşlerinin bir eleştirisi için bk. Prof. Priesner, s. 137-138. Pries-
ner, Jung’un açıklamalarını fazlasıyla öznel olarak görür: ‘Simyayı ayrı bir kavram olarak
anlayıp açıklamak yerine, onu arketipler ve kolektif bilinçaltıyla ilgili tezine yerleştirmeyi
tercih etmiştir. ‘
230
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
Ancak bir değişim değeri olarak Altın’ın merkezde yer aldığı geç
dönem Simyası, laboratuvar çalışmasını mutlaklaştıran, felsefi ve
din niteliklerinden soyutlanmış bir disiplin haline dönüştü ve pek
çok düzeyde anlam yitirmeye başladı. Bu halde Ortaçağ Avru-
pa’sında mutlaklaşan trajik altın arama öykülerine vakıf oluruz;
Kralların saraylarına davet edilen çaresizlerin boyunlarının vurulu-
şuna eşlik eden, sırra kadem basan bulucuların üstü örtük mitiyle
ayakta kalmaya çalışan kayıt dışı bir tarih oluşmuştu
Nihayetinde Simya, ana bağlamından çok şey yitirdi, geç dönem
dinlerin şeriatının kabul verdiği ölçüde yaşamaya gayret gösteren
eklektik bir yapı haline dönüştü…
Mit ve Simya
Ne olursa olsun; her kültüre ve onun dini inancına uygun otantik
nitelikler taşıyan bir “simya” disiplini doğmuştur. “Evrensel” olan-
dan koparak kültürel parantezlere dahil olan ve arketipsel alandan
doğan tüm disiplinler gibi burada da bozulmadan bahsedebiliriz
kuşkusuz: Bu bozulma kendini ölümsüzlük ya da “adi madenle-
rin” altına dönüşümü arayışıyla açık etmişti.
“Ölümsüzlük” ya da “altına dönüşüm” sembolizminin bir alegori
olarak okunması yönündeki çabaları da hiçe sayamayız kuşkusuz.
Ancak bu tavır, iç içe geçmiş sembollerin, tarihin ve mitin, kurgu ve
gerçeğin birbirinden ayırt edilemez biçimde bir araya geldiği; için-
den çıkılması güç bir çerçeve içinde devinmeye mahkûmdu. Sim-
yanın, şayet varsa orijinal öğretisine bağlı bir simyacı için, tarihin
simgelerle gizlenmiş gerçek anlamlarına yolculuğun kaçınılmaz ol-
duğu anlamına gelir bu: Kutsal yazıtların, tarih olarak anlatılarak
bugüne gelen eserlerin arka planında kadim bir gerçeklik gizlen-
miştir. Gılgamış ya da Adapa gibi Mezopotamya mitoslarından,
Musa’nın Sina dağından inişi sonrasında yapılan buzağı heykelle-
rini suda eritip halkına içirmesi ya da Hıristiyanlığın Kutsal Kâse
mitine dek uzanan geniş bir yelpazede anlatılar farklı okuma dü-
zeylerine sahip sırlı metinler olarak değerlendirilmeye böylece baş-
landı.
Simyacı, bir mitoloji araştırmacısıdır artık. Pek tabiidir ki, aynı za-
manda bir psikolog ve dilbilimci. Ve üstlendiği görevlerin başında
231
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
B- SİMYA TARİHİ
“Gerekli diğer tüm malzemelerle birlikte erkek
spermi, büyüsel simgelerle doğru şekilde donatıl-
mış bir kabın içine yerleştirilerek, kırk gün boyun-
ca at gübresinin içinde bekletilir. Bu kuluçka sü-
resinin ardından, karışım, tam kırk hafta boyunca
insan kanı ile beslenir. Bu sürenin sonunda orta-
ya yavaş yavaş bir bebek çıkacaktır”
(Paracelsus’un Golem-Homunculus formülü)
Kaynaklar
Kayıt dışı kalma eğilimi taşıyan bir disiplin olarak simyanın tarihi-
ne ilişkin araştırmalar yeterli bir doyuma ulaştıramadı, araştırmacı-
sını ve okurunu… Uygulayıcıların sosyal din tarafından “sapkın”
ilan edilme korkusuyla yeraltına çekilmeleri ve belge bırakmama
308
Alıntı için bkz. HEIDEL, Alexander. Enuma Eliş-Babil Yaratılış Destanı. Ayraç. s. 135-
136.
233
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
309
“Ben dağlara sana büyük, devasa yüksek anıtlar yaptırdım. Ben çöllere senin için bütün
değerli taşları, üzerine senin ismini taşıyan yazıtlar işlenebilsin diye, koydururum..."
Alıntı, Hornung, E. Ezoterik Mısır, s. 50.
310
Leyden Papirüsü ya da Stockholm Papirüsü olarak bilinen ve İ.S. 25 yıllarına denk gelen
belgeler, Simyadan çok Kimya disiplinine ait metinler olarak sınıflandırılmayı hak etmek-
tedir. Olasılıkla aynı kişi tarafından kaleme alınmış olan bu metinlerden bazıları soy metal-
lerin taklidine ilişkin yönergeler sunan üç yüz kadar reçete içermektedir. Bu haliyle Mı-
sır’da iki disiplinin birbirinden ayrı olarak değerlendirilmiş olduğunu saptayabiliriz. TEZ,
s. 20. Leiden Papirüsü içeriğinde 99 paragraf vardır ve bunlar değerli madenlerin ve lüks
boyaların işlenmesi, taklitlerinin geliştirilmesiyle ilgilidir. Yine aynı papirüste farklı ma-
den-metal katışımlarıyla oluşturulan farklı bileşimler tanımlanır. Prof. Priesner, “tohum”
234
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
313
Bu hususta bk. Prof. Tez, s. 11. Almanca’da dağ adamı-Bergman sözcüğü madenci anla-
mını içerir. “Çünkü” demektedir Tez, “bir zamanlar yeraltı zenginliklerinin yalnızca dağ-
larda bulunduğuna inanılıyordu”. Bir diğer alıntı için bkz."Karanlığın kolları, ışığı bura-
da tutar ve gençleştirir; her şeyi yutan ve öğüten ama aynı zamanda yenilenen dünyanın
dibi buradadır; erime ve çürüme içinden yeni yaşam burada yeşerir…" Hornung, Ezoterik
Mısır, s. 59.
314
Tarif için bk. Hornung, Ez. Mısır, s. 52-53. Kabala literatürünün önde gelen metinlerinden
Zohar’da da, Yıldızların konumu, değerli taşların büyümesine etkileriyle ilgili bildirimler
dikkat çekicidir. Bitkilerin büyümesini sağlayan gardiyanlar(tanrısal görevliler olarak) yıl-
dızlar, “Hayat İksiri” olarak bilinen dünyadaki otların üzerine dalgalanırlar Zohar’a göre.
“Ve onların büyümelerini yönlendirir. Aynı zamanda yüksek dağların bağrındaki sığ su-
larda bulunan altın ve değerli taşların çoğalmasını etkilerler’ Bk. Zohar, s. 97. Ayrıca bk.
‘Kral Solomn’un değerli taşların bilimi hakkındaki kitabına göre bazı taşlar, eğer ışık ve
bazı yıldızların kamaşmasından yoksun bırakılırsa, hiçbir zaman en mükemmel durumları-
na gelemez ve küçük kalırlar…’ s. 99.
236
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
315
BURTON, Dan. Büyü, Gizem ve Bilim-Batı Uygarlığında Okült. Varlık. sf 102… Simya
yapıtlarındaki simgesel dil hususunda bk. Prof. Priesner. S. 34. “Ehil olmayan kişilerin eli-
ne geçmesini istemedikleri için başvurulan saklama tekniğini Priesner, ‘şeytanları kandıran
bir yazı tekniği’ olarak anlatır. Ayrıca bk. Kabalacı öğreti ile temas sağlanışı ile birlikte
Simya’nın dili iyice karmaşıklaşır. Öyle ki ‘Bir simya metni, normal olarak okununca ne
denli anlaşılmaz olursa, o kadar değerli kabul edilmiştir. S. 57. Simya ve Kabala mistisiz-
minde “simgesel ortaklıklar” hakkında ayrıca bk. bayan Mathers s. 127. Mathers, tüm din-
ler için belli ölçülerde kutsallık taşıyan gül, zambak, lotus ve haç sembolizmi üzerinde
durmaktadır. Jungcu terminolojiye uygun biçimde, bu simgeleri temel bir hakikatin yaşa-
yan imajları olarak tanımlayan Mathers, gülü Umberto Eco’yu alıntı yapmaya itecek bi-
çimde başarıyla betimler. ‘Esrarengiz merkezi, çekirdeği, merkezi güneşi ile Gül doğanın
sonsuz ve ahenkli ayrışımlarının sembolüdür. S. 126. Yine de bu iki disiplin açısından en
etkileyici simgesel ortaklık, Hıristiyanlığın da işin içine dahil olmasını sağlayan haçtır.
Doğadaki dörtlük ve YHVH’in ismi, haç’ın ortasındaki gerçeklikle karşılanır. Böylesi bir
farkındalık, gerçek ismin idraki, yaratılışın ve kıyımın bilgisini hareket geçirir. S. 127.
Ölümsüz varlığın, dikkat edilmeyen, önemsenmeyen ve hiç beklenmedik yerden doğması
unsurunu ise, biraz sonra irdeleyeceğimiz. Hızır-Musa öyküsünde, Hızır’ın unutulan bir
balıktan çıkması hususunda da göreceğiz. Bu paralelliğe dikkatimi Jung’un çektiğini be-
lirtmeliyim. Bk. Dört Arketip s. 72.
237
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
İslam ve Simya
Hermes figürü İslam kültürüyle paralel biçimde yükselişe geçti.
Özellikle Mısır’ın fethi, Piramitlerin ve diğer Tapınak mimarisinin
keşfi sonrasında, Helenistik kültürden miras alınan Simya kavram-
ları onunla özdeşleştirildi. İlk olarak İslam kültürü, Hermes’in İd-
316
Alıntı için bk. Hornung, Ezoterik Mısır, s.57.
238
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
317
Tasavvuf literatüründe Cevher: İlahi olanın nefesi ya da ilahi kelime ile varlık kazanan
mevcut anlamını taşıyor. Cevher-i Evvel ise ‘İlk cevher’ anlamının yanı sıra Haz. Pey-
gamber’in Kutsal Ruhu anlamında. Yine İlim Cevherleri - Cevher-i Ulüm ‘un anlamların-
dan biri ise “gizlenmesi ya da açıklanmaması gereken gerçekler olarak betimleniyor. Gizli
bilgilere yönelik bu fikirler Ale Zeynelabidin tarafından: “Bende nice ilim cevheri var ki,
onları açıklasam bana putperest derler ve idamıma fetva verirler’ demişti. Yine Tasavvuf
literatüründe Cevher-İ Vücut varlık cevheri, melekti göksel ya da ruhani varlıkları temsil
eden bir ifadeydi. Bkz. Prof. ULUDAĞ, Süleyman. ‘Tasavvuf Terimleri Sözlüğü’,s. 88. 2.
Baskı Kasım 2005. İstanbul.
240
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
318
Alıntı için bkz. M.E. Kılıç, s. 138.
319
“Gümüşe ondan bir şey katmak suretiyle altın rengi verilmesi mümkün olsa bile, ben bun-
dan bir maddenin diğerine çevrilebileceği sonucunu yine çıkarmam. Çünkü gözlenen bu
hadiseler cisimlerin asıl cevherlerini teşkil eden asıl özelliklerini göstermez. Gerçi bunlar
cisimlere özelliklerini kazandırır ve bu zaruridir de. Farak arızi olmaları kuvvetle muhte-
meldir. Esas özellikleri ise bilinmemektedir. Bundan dolayı onlar ne vücuda getirilebilir ve
ne de imha olunabirler.” Alıntı için bk. Döğen s. 28…
241
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
320
Diğerleri bedenler, vitriyoller, borakslar ve tuzlardır. Razi’nin mineral sınıflamaları için bk
Tez, s. 217-219)
321
http://tr.wikipedia.org/wiki/Razi Burada şu ifadelere yer verilir: “Muhtemel olarak yoğun
çalışma performansının bir sonucu olarak hayatının sonlarına doğru parkinson hastalığı-
na yakalanmış gözlerine katarakt inmiştir…”
242
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
322
Söylence hk. Bk. Crow, s. 227…
323
“Maddenin en küçük parçası olan cüz-ü layetecezzada yoğun bir enerji vardır. Yunan bil-
ginlerinin iddia ettiği gibi, bunun parçalanmayacağı söylenemez. O da parçalanabilir.
Parçalanınca da öyle bir güç meydana gelir ki Bağdat'ı altı üstüne getirebilir..." Alıntı
için bk. Ş. Döğen s. 67...
324
Bu Allahu tealanın kudret nişanıdır...http://tr.wikipedia.org/wiki/Cabir_bin_Hayyan
325
Bu söylentiyi aktaran Crow, Cabir’in “hiçbir doğaüstü etkin maddenin yardımı olmaksızın
altın yaptığını iddia etti..” demektedir. Bk. Crow, s. 227. Cabir dört elementin her cisimde
mevcut olduğuna inanmakyadı. Ve felsefe taşı, ‘maddelerin seçimiyle’ ilgili bir sanattı.
Elementlerden ateş aklı, hava ise ruhu temsil eder ona göre. Elbette felsefe taşının yapımı
sırasında yıldızların konumuna da dikkat etmek gerekir. Maddelerin isimleri kadar, yapısal
özellikleri arasında da yakın ilişki vardır. Elementler şayet doğru ölçülerde birbirine katış-
tırılırsa lapis ya da al iksir’in erguvan renkli, inci parlaklığında, balmumu kıvamında ve
ateşten hiç etkilenmeyen bir madde ortaya çıkar. Bk. Priesner; Cabir’in Dengeler’in Kitabı
hakkındaki araştırmaları hk. S. 43.
243
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
326
Diğerleri, taşınmak, karşılıklı bulunmak-benzeşim(?), zevk almak ve dokunmak…
327
“Eşyadaki havvas, kendisini, tabiattaki başka eşya ile karşılaştığında, yani onlarla ilişkiye
girdiğinde belli eder. Potansiyel olarak bu hususiyet içlerinde mevcut olsa dahi böyle bir
olay vuku bulmadıkça aktif olarak zahir olmazlar…” alıntı için bk. M.E. Kılıç s. 144.
244
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
328
Bk Osmanlıca Türkçe sözlük, mizanı sağlama, denge ya da terazi olarak açıklıyor. Osman-
lıca Türkçe Sözlük. Bilgi Yayınevi. S. 292. Mayıs 1977 İstanbul…
329
“İnsanın doğru düşünceye, isabetli söze ve güzel işe ulaşmasını ve bunları zıtlarından ayırt
etmesini sağlayan esaslar…” Prof. Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü s. 252.
330
bk. Örneğin mim Nebidir, Ayn ise velayet, Sin garip olan dır. Sin’in kimliği açık değildir;
ama o Ruh-ı İlahiden sudur eden ve baştanbaşa yeryüzünü değiştirecek olan iksir, ya da
Mehdidir. Kılıç S. 157
331
Cabir, degenelere ilişkin karmaşık bir öğreti geliştirmiştir; bu öğreti makro-mikro kozmos
arasındaki bağlantıların kurulmasıyla ilgilidir. O sülfür ve mercury madenlerinin diğer me-
245
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
tallerle bağlantısına olanak veren orantılar aramıştır. Bunun için numerolojik ilkeler araştı-
rır. Bk. Priesner s. 56’daki gibi, her yön toplamasında 15’in elde edildiği büyülü kareler.
332
Alıntı için bkz. Prof. Uludağ s. 252
333
60 ve sonrası. Sure 7 bilgenin ölümsüzlük uykusuna yattığı bir mağara öyküsü de içerir.
Jung ve mağaraların yeniden doğum bağlamındaki karşılaştırmalı simgeselliği hususunda-
ki yorumu için bk. Jung, Dört Arketip, s.66-67… Jung’a göre ayetin mağara ve Yedi Uyur-
lar ile ilgili kısımları, kolektif bilinçaltında yaşaya gelen ilk imgelerin yorumu olarak ta-
nımlanabilir. Mağara kişinin bilinçaltıdır, mağaraya giriş simgeselliği, bilinç ve bilinçaltı
arasındaki teması gösterir. Bu tip temaslar kişide önemli değişimlere yol açar: Simya il-
minde olduğu gibi ölümsüzlüğe adaylık ya da ömrün uzaması olarak yorumlanır bu simge-
sellikler. Jung’un bakış açısına göre bu kişilerin ölümsüzlük elde edemediğini gösteren be-
lirti, bilince ait veriler olarak ahlaki bildirimlerin metinde yer almasıdır.
246
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
maktadır. Bir diğer simge olarak “iki denizin birleştiği yer” Suveyş
Kanalı ise, “orta yer” olarak “bilinç” ya da “denge” anlamlarına
ulaşırız. Balığın unutulduğu “orta yer”, “orta yer”in değerinin bi-
linmediğini gösterir; aşağıda göreceğimiz gibi geç dönemlerde de
altı çizilen farklı versiyonlarda “balığın suya atlaması”, insanın iç-
güdüsel ruhunu kaybetmesi; ilkel dünyaya özgü ilk atanın bireyi
terk edişini temsil eder. Bununla birlikte öykünün ana gidişatı, Mu-
sa’nın kişileşen balık aracılığıyla(kendilik) yüksek bir bilgelik yo-
lunda eğitilmesi Jung’a göre, bilinçaltının keşfiyle yüksek bir ergin-
lenme gücüne ulaşan ve terminolojisinde “bireyleşme” olarak ta-
nımladığı yüksek bir dönüşüm aşamasını açımlamaktadır. Bununla
birlikte gerçek dönüşüm, Musa’nın bilgelik yolundan geçerek var-
dığı son aşama değil, balık ve Hızır arasında yaşanandır. Her iki
halde de gerçek dönüşümü sağlayacak güç, bilincin yaşam enerjisi-
ni kendi başına sağlayamaz ve bunu bilinçaltı simgeselliğinden
edinir. Bu halde:
“Dönüşüm yetisine sahip olan şey, bilincin göze çarpmayan, ne-
redeyse görünmeyen(yani bilinçdışı) köküdür ki bilinç bütün gü-
cünü buradan alır.”
Kavramlara, simgelere ve öykünün bütüncül dokusuna verdiği bu
farklı yoruma karşın Jung’un, anlatının simya ve onun kavramla-
rıyla ilişkili olduğu yolundaki genel görüşü paylaştığını söyleyebi-
liriz. Ayetin sonraki sayfaları, çok daha geniş zamansal ve coğrafi
bağlamdaki paralellikleri perçinleyen Zulkarneyn öyküsüyle, sim-
ya ile olan bağlarını çok daha güçlü biçimde kurmaktadır.
Şayet doğruysa, dinin bu özgün kaynağı Kur’an-ı Kerim’in içine
nüfuz etmiştir.
Jung Musa-Hızır anlatısının hemen ardından gelen Zulkarneyn öy-
küsünün, önceliyle kopukluğu vesilesiyle görünürde bir tutarsızlık
arz ettiğini belirtiyor. Bununla birlikte içrek bir bağlantı vardır.
Jung’a göre, Musa, bilinçaltına ilişkin gerçekliği bütün çıplaklığıyla
deneyimlemiş, onun terminolojisinde büyük öneme sahip “kendi-
lik” haliyle aşkınlaşmıştır. Jung, Musa’nın yaşadığı bu mistik dene-
yimi, kitlelere ifade etme yolunda mitik kişileştirmelerden yarar-
lanmış olduğunu iddia ediyor...334 Jung’a göre, güneşin battığı ve
334
Musa’nın Zulkarneyn’den neden öteki gibi bahsettiği hususunda Jung’un saptamaları hu-
susunda, bk Dört Arketip, s. 75. Bilinçaltındaki gerçekliklerle tanışma halinin, Jung termi-
247
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
337
Paracelsus sözcüğünün anlamı hk bkz. Hall, s. 332. “Celsus’dan büyük” anlamına gelir.
250
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
338
Alıntı için bkz. F. Thilly; s. 302
339
Bu doğrultuda bir yorum için bk. Priesner, s. 62. ‘Paracelsus, simyacının sahip olduğu sez-
gi gücüyle doğadaki gizli ilişkilerin anlamına erişerek bunları bazı yönlerden tamamlaya-
bileceğini savunmuştur.’
251
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
340
Alıntı Thilly. A.g.e. s. 317… Paracelsus simyanın altın yapma meselesiyle pek az ilgilen-
miştir. Alegorik olarak bu ilmin, insanı sağlıklı kılmanın olanaklarına sahip olduğunu dü-
şünür. Paracelsus hastalığın nedenini organa bağlayan ve geleneksel bütüncül hastalık ku-
ramını reddeden bir açıklama yapmış gözüküyor. Ona göre he organda archeus-yaşam gü-
cü bulunur ve hastalık, insanın içindeki bu simyacının çalışmasına engel olan bir nedenden
kaynaklanır. Bk Priesner, s. 64
341
“Ve benim ayakkabı bağlarım bile sizin Galen'inizden daha fazlasını öğrenmiştir. Ve be-
nim sakalımın sizin en ileri geleninizden daha fazla deneyimi vardır..."a.g.e. s. 319.
342
Bk. Crow, s. 234 ve Prof. Priesner, s. 61.
343
Paracelsus, hastalığın bir büyüce ya da cadıdan kaynaklandığının anlaşılmasının ardından
yapılması gereken tedavi yöntemlerini de ayrıntılarıyla anlatır. Ona göre bu durumda inan-
ca ve imajinasyona başvurmaktan başka çare yoktur. Tedavi için gerekli olan şey, hastanın
ağrıyan organının ya da hastanın bütününün balmumu ya da benzeri bir maddeden modeli-
ni yapmaktır. Bütüncül bir model yapılırsa: ‘Hastadaki şişliklerin morlukların ve eziklerin
olduğu yerler yağlanır, şifalı kremler sürülür ve bağlanır, hastaya el sürülmez(…) Şayet
hastaya yapılan büyü, onu kör, sağır, çarpık ya da yatalak hale getirecek kadar güçlüyse
doktor balmumundan hastanın tam modelini çıkarır, var gücüyle bunu hastaya benzetmeye
ve onu hastanın yerine koymaya çalışır ve ateşe atarak yakar.” Alıntı için bk. Priesner s. 67
252
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
344
Kuşkusuz tüm Ortaçağ süresince pozitif kaygıları karşılamaktan uzak pek çok tedavi yön-
temi uygulanmıştır. Ancak Paracelsus’un yöntemi açık biçimde paganist öğeler taşımakta
olduğu için reddedilmişti. Hall da, Paracelsus’un onurlu ve yaygın kabul gören bir kariyer
yerine tüm hayatı boyunca aşağılanmayı göze alarak şifa sanatına yöneldiğini belirtiyor:
Çingenelerden yabanı otların kullanımın, Araplardan tılsım yapmayı ve semavi cisimlerin
etkilerini öğrenmiştir. s. 333
345
" Canlı kalan muzaffer olamaz, çünkü o hiçbir zaman darbe yememiştir. Yalnızca darbe yi-
yen kişi zafere ulaşır..." alıntı Thilly, a.g.e. s. 305.
346
.“Gençliğimde yoksulluk ve açlık çektiğim için ona(Tanrı’ya) minnettarın… alıntı için
Thilly a.g.e. s. 317
347
Burada kastettiği erimeyen ya da yanmayan maddeleri, Priesner’in deyimiyle, modern an-
lamda oksitleri kastetmiş olmalıdır.
253
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
348
Yıldız ve hastalıklar arasındaki ilişki Kabala Metni Zohar’da irdelenmişti. SARILIK, der,
Zohar, Işıldayan bir demirin, hastanın bakışları önünde ileri ve geri parlatılmasıyla iyileşti-
rilebilir. Yani bir kuyrukluyıldızın yüzüne fırlattığı şınlar gibi bu da iyileşmeyi getirir.’
Kuyruklu Yıldızın ışığının olmadığı yerlerde yeterince büyüme ve serpilme olamaz. S. 97
254
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
ardından, karışım, tam kırk hafta boyunca insan kanı ile beslenir.
Bu sürenin sonunda ortaya yavaş yavaş bir bebek çıkacaktır.349
Bayağılıklar tarihi
Simya, mistisizm ve kimi gnostik görüşleri ve dönem koşullarına
hiç de uymayan başarılı tedavi yöntemleriyle hayranlık ve kıskanç-
lık duygularıyla karşılanmış hayatının sonunda Paracelsus, söylen-
celerin konusu olmaya uygundu. Bu belki de dönem Avrupasında
sıklıkla göreceğimiz bayağı örneklerin henüz yozlaşmamış prototi-
pidir. Paracelsus’un “sonsuz yaşam” iksirini bulduğu ve ölümsüz-
lüğü keşfettiği şeklindeki mitler bütün Avrupa’ya yayıldı ve mezarı
çok sayıda Hıristiyan hacısının akınına uğradı. Tüm bunlar arasın-
da en ilgi çekicisi Transilvanya kökenli bir söylenceydi. Burada Pa-
racelsus, dünyaya genç bir erkek olarak gelmek için “Şeytan” ile
anlaşma yapan bir kişi olarak resmediliyordu.
Bu tip söylenceler silsilesi, özellikle simya ile uğraşan tarihsel kişi-
likler için cezbedici olmalıdır. Belli belirsiz temellerin üzerinde ha-
yaletler, cadılar, insan yapımı ruhsuz bedenler(golem) ile ilişkili
alabildiğine garip bir tarihsel süreç oluşmuştur. Altın ve Gül Haçlı-
lar Cemiyetinin, Schleiss von Löwenfeld gibi kurucularının, XVIII.
Yüzyılın ikinci çeyreği gibi oldukça geç bir dönemde bile, felsefe ta-
şının gerçekten var olduğuna ve buna sahip az sayıda üstada olan
inançları bizlere şaşkınlık verse de gerçekti. Bu cemiyetin tüm üye-
lerinin, doğa bilimcileri, hekimler, subaylar ya da soylu ailelerden
geldiğini yazar Prof. Priesner. Simya’nın teosofik gücüne biat ger-
çekleştirir bu seçkin kişiler. Öyle ki, modern bilimi küçümseyici
tavrın ilk örnekleri de bu grubun içinden çıkmıştı. Richter’in sap-
tamalarına bağlı kalan bu pek etkisiz cemiyet, modern doğa bilim-
lerinin asıl yaratılış felsefesinden uzaklaştıran, yanıltıcı ve tehlikeli
yolunun altını çizmekten de geri kalmamıştı. Modern bilimin Batı
dünyasının tümünde ilan edeceği egemenliğinin hemen arifesinde
gerçekleşen bu fikirler kadim bilgeliğin sırlarına ulaşma takıntısıyla
yollarını kaybetmiş aristokrat sınıfın halet-i ruhiyesini anlatmaktan
başka pek az işe yarar. Üyeler, kimya konusundaki bilgilerinin az-
349
Ortaya çıkan çocuk, tüm çocuklar gibidir. Yalnızca daha küçük ve hassastır bu nedenle çok
daha dikkatlice bakılmalıdır. Crow, s. 234
255
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
350
Söz konusu rahibin gerçekten yaşayıp yaşamadığı araştırmacıları uzunca bir süre meşgul
etmiş gözükmektedir. Bugün itibariyle söz konusu efsanevi kişiliğin 1565 yılında Hessen
eyaletinde doğmuş Johann Thölde isimli bir kemiyatristin yarattığı ya da büyüttüğü bir ha-
yali karakter olması yüksek ihtimaldir. Thölde, söz konusu kitapları Rahi Basileus’a ithaf
etmiştir. Prof. Priesner söz konusu yapıtların Thölde tarafından yazılmış olması olasılığını
dile getirirken önemli bir soru sorar: Neden Thölde bu yazıları kendi ismiyle basmamıştır.
Priesner’e göre bunun iki nedeni vardır. İlki, yazarın bilimsel kariyerine bu tip yazıları ya-
kıştıramayışı, ikincisi ise yazıların eski tarihli olduğu iddiasının bu alanın okuyucusunu ik-
na etmede önemli bir güç taşıdığına inanmasıdır. Bk. Priesner, s. 755
256
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
351
Önce rüyasında gördüğü ardından bir kitapçıda rastlayarak edindiği bir simya kitabının sır-
larını çözme yolunda 20 yılı aşkın bir zaman harcayan Flamell’in 25 Nisan 1382’de adi
madenleri altına çevirmeyi başardığına inanılmaktadır. Söz konusu yapıt ağaç kabuğuna
yazılmış gizemli bir şifredir ve büyük olasılıkla İbrahim’den kalmadır. Bk. Priesner, s. 79
Onun ve karısının XVIII. Yüzyılda Avrupa’nın değişik semtlerinde görünmesi hususunda
bk. Crow, s. 231
352
Bk. Prof. Priesner, s. 103.
353
Newton’un evrensel çekim fikri dönemin mekanist filozoflarca “gizemli” olduğu gerekçe-
siyle reddedilmişti. Çekme ve itme hareketinin nedeni olarak ruh ya da ruhlar fikrine deği-
nimleri ve bunların dünyanın yapısı ile birliğini düzenleyen gerçek güçler olarak nitelen-
dirmesi hk. Koyre, s. 75. Bunar gerçek güçlerdi Newton’a göre bunlar matematiksel olarak
incelenmelidir. Ayrıca bk Newton sık sık bilimde doğaüstü nitelikleri yeniden canlandır-
makla suçlanıyordu. Newton’a göre bunlar gizemli nitelikler değil, ama genel doğa yasala-
rıydı. Westfall s. 175. Ayrıca bkz. Bertrand Russel onu “dini bütün ve İncil’in lafzına ina-
nan biri olarak betimliyor. “Newton’un çalışmaları dinsel bağnazlığı sarsma konusundan
hiçbir şey yapmamıştı. Russel, Bilim ve Din, s. 35
257
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
354
Newton’un sonraki dönem biyografi yazarları bu ilgiyi görmezden gelmiştir. Priesner’e
göre temel neden ‘bu dehanın ününe zarar gelmesini istememeleridir.’ Onun simyaya olan
ilgisini yalnızca J. Locke ve R. Boyle bilmektedir. S. 106.
355
DROSNIN, Michael Tevratın Şifresi, s. 18. Varlık Yayınları.2004. İStanbul. Çeviri Zey-
nep Gökçen.
356
Milton Kayıp Cennet isimli epik şiirinde, Cehennem’den İnsanoğlu’nun mahfetmek için
kaçan Şeytan’ın Uriel ile karşılaştığı sahnede, içilebilir altınların aktığı bir nehirden bahse-
diyor. Uriel’in bulunduğu taş, öylesine bir taştı ki “Başka hiçbir yerde görülmemiş-
ti/Filozoflar bu taşın ne olduğunu boş yere aramış, bulamamışlardı/Bu bölgede her yerde
iksir varsa şaşmamalıydı, nehirlerde/İçilebilir altın akıyordu.” Bk. s. 75. Uriel, keskin göz-
leriyle dikkat çeken bir muhafızdır.
258
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
357
Alıntı için bk. Priesner, s. 81 Priesner Seton’un bu küçük deneyi 1603 yazında bir felsefe
profesörü Cornelius Martini’nin gözünün önünde tekrarladığını aktarıor. Seton ile ilgili ef-
sanenin gerçek tarih anlatılarına eşlik eden tarafı, tarihsel bir kişilik olarak Michael Sen-
divogus’a temasından kaynaklanır. Bu kişi Prag Sarayı’nda İmparator’un hizmetine girmiş
ve gümüş sikkeyi altına çevirerek büyük ün kazanmıştır. Söylenenlere göre bu kişi zaman
zaman tekrarladığı transmutasyon deneylerinde Seton’dan aldığı küçük miktar tuzlardan
faydalanmıştı
259
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
358
Söylendiğine göre, çatal çubuk cevher tarafından bir mıknatıs gibi çekilir ve ucu yere doğ-
ru eğilirdi…” Tez, s. 105
261
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
Sonrası ise sökük ip gibi ele geldi: 1755 yılında Josep Black karbon-
dioksiti, 1766 yılında da Henry Cavandish hidrojeni buldu, 1722 yı-
lında da Daniel Rutherford, azotla karbondioksiti birbirinden ayırt
etti. Sonrasında 1774 yılında Joseph Priestley, ne anlama geldiğini
bilemese de, oksijeni buldu; Lavoisier bu gaza oksijen ismini verdi.
Suyun oksijen ve hidrojenden oluştuğu ise, yine kendisi tarafından
1773 yılında, kanıtlanmıştı bile.
359
Bu hususta bir değerlendirme için bk Rose, 21. Yüzyılda Beyin, s. 228-229.
264
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
BÖLÜM –V-
TANRI’NIN
GİZLİ SÖZLERİ
KABALA
360
Zohar Torah’ın Gizli Anlamı böl. s. 118
266
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
361
A.g.e sy 120
267
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
362
Alıntı için bk Jung, Psikoloji ve Din, s. 20. Jung, dinin ve onun sosyal boyutunun yitirilişi-
nin Hıristiyanlık açısından bir yıkıma vesile olduğunu düşünür. Protestanlık, Ortodoksinin
günah çıkarma, cemaatle okunan dualar ve rahipliğin fedakarlığı gibi korumaların yitimini
temsil eder. Ve ruh hastalıklarından, dünya savaşlarına uzanan parçalanmış kişilikler se-
remonisinin sonuçları ortadadır. Kilise ile Tanrı arasındaki aracılık, koruyucu duvarlar
kaldırıldığında da “kutsal imgeler” kaybedilir. “Bunun sonucunda büyük miktarda enerji
açığa çıktı ve bu enerji derhal eski merak ve harislik kanallar aktı. İşte söz konusu bu ka-
nallar Avrupa’yı yeryüzünün büyük parçasını yiyip bitiren canavarlar haline getirmiştir. S.
46
268
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
363
Alıntı için bk. Armstrong, İncil, s. 71.
364
Zohar s.= 94
269
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
365
“Rabbiler kutsal metne miqra=çağrı ismini verdi. Tevrat geniş zaman anlamı ve masal gü-
cüne sahiptir. O derinliktir.” S. 92. Armstrong, İNCİL, s. 91
366
Bk. Benzer bir yorum için Mathers, Samuel Liddel MacGregor ‘Açımlanmamış Kabala’ s.
75 Mathers’a göre, ‘Kitab-ı Mukaddes’in gerçek yüce felsefesi bilinseydi köktencilik ve
fanatikliğe daha az rastlanırdı.’ Mathers bir adım daha ileri gider ve görünür anlamın bir
çarpıtma olduğunu iddia eder. Bk. s. 77.
270
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
367
Erkek ve Dişi-Zohar, s. 32-33. Ayrıca bk. “Bir erkek seyahatteyken evinde olduğundan
daha onurlu bir durumdadır. Çünkü ilahi eşin erdemi onunla birliktedir. Evdeyken, bir er-
keğin karısı o evin temelidir ve onun erdemi yüzünden Varlık evi terk etmez. S. 34. Daha
yetkin bir açıklama şöyledir: ‘Adam evlenince iki dişinin ona mutluluk vermesi, sonsuz
tepeleri istediğidir. Bunların birisi üst dünyadan diğeri ise alt dünyadandır. Üsttü olan
hayır duası yağdırır ve altta olan ondan destek alıp onunla birleşir. Ama adam seyahatte
iken Göksel Anne onunla birliktedir ve daha aşağı karısı geride kalır. Bu nedenle döndü-
ğünde onu çevreleyen iki dişi hakkında açıkladığımız gibi davranması gerekir. S. . 35
368
Meditasyon yöntemi, açık biçimde bir nefes egzersizine dayanır. Kabalacı için meditasyon
sırasında, Tanrı’nın adlarını mırıldanma aşaması, nefes aşamasını temsil eder. Bu aşamada
mistik, önemli bilgiler alabilir, örneğin geleceğin bilgisini edinebilir. Bununla birlikte, teh-
likeler de mevcuttur. Tanrısal bir kaynaktan gelmeyen ama ruhani-kötü bir kaynaktan ge-
271
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
len bilgiler kişiyi yanılgıya sevk edebilir. Huşu duygusu bu aşamalarda da meydana gele-
bilir ancak kişinin sağlam bir donanıma sahip olarak, bu huşu duygusunun kendisine üstün
nitelikler bahşedildiği şeklindeki yanılgılara düşmemesi gerekir.
369
Zohar, 67. Sf
370
ZOHAR, s. 82. SEBT Günü
371
Fromm, s. 227.
272
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
372
Bugün, Babillilerden alınmış olabilir. Fromm’un belirttiği ölçüde, Babil Shaptu’su üzgün-
lük ve nefis terbiyesini ifade eder.”
273
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
373
İsim değişiklikleriyle ilgili olarak Jacop’tan İsrail’e dönüşüm hususunda Zohar’ın yorumu
bk. s. 60 “Bu nedenle İsrail adı kullanılmıştır, Jacop isminden daha büyük bir mükemmel-
liği belirtmek için”
274
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
374
Sevgi mesajlarının, Kitabın öfke ve kıyımla ilgili anlatılarından çıkarılmasının zorluğu,
Zohar gibi alternatif kaynaklara yansıyan bir gelişim evresini gözler önüne sermektedir.
Joseph’den Büyük ismini taşıyan bir Zohar bölümünde, uyumakta olan bir Rabbi’nin, Tan-
rı’nın mucizeleriyle hayatta kalışına tanık olan R. Abba’nın bir sohbetine tanıklık ederiz.
Rabbi’ye yaklaşır ve “Sen ne yaptın ki Tanrı senin için mucizeler yaptı?” diye sorar. Yanıt
şöyledir “Her kim herhangi bir zamanda bana bir kötülük yaptıysa onunla her zaman barış
yaptım ve onu affettim. Onlarla birlikte canımı sıkan diğerlerini de affettim. Hiçbir zaman
böyle bir adamın bana verdiği acııdüşünmedim ve hatta böyle bir adama iyilik yapmak için
özel bir çaba harcadım’. Bu ifadelerden sonra Rabbi Abba itiraf eder: “ Bu adam amelinde
Joseph(Yusuf)i bile aştı. Joseph’in kardeşlerine kaşı kendini tutması ve onlara şefkat gös-
termesi son derece doğaldı. Ama bu adam daha fazlasını yaptı ve kutsal kişinini bu adam
için başarılı mucizeler yapması çok doğrudu.’ S. 50-51.
375
Bu durumu Armstrong şöyle anlatıyor. Rabbiler artık yeni peygamberlerdir: “Tapınağın
yok edildiği gün, kehanet peygambererden alındı ve bilgilere verildi. Armstrong, s. 111.
Ancak Rabbiler sözlü geleneğe daha önem vermeye başladı. Çünkü yazılı metin katılı ve
geriye dönük bakışı teşvik ediyordu.
376
Kabala Türkçeye ezoterik Yahudi öğretisi olarak aktarılabilir. QBLH-İbranice ‘de Qibel
kökünden gelmektedir ve ‘kabul etmek’ anlamına gelir. Böylece gelenek ve yerleşik ka-
buller gibi anlamlara yaklaşmış oluruz
275
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
377
Metnin bu bölümünde bir totem vurgusuna rastlıyoruz. İlkel kültürleri incelerken gördü-
ğümüz gibi, Tanrı kabileye, insanı bir ve tamamlanmış yapan kol ve baş muskası ihsan et-
miştir. Bu Musevilikte Kitab-ı Mukaddes’ten kısa bir parça taşıyan deri bir kutudur. Zohar
Bk. s. 111
378
Zohar ve Sefer Yezirah’ın Musa’nın rahiplere ifşa etmesi için Tanrı tarafından verilen gizli
bilgi karakteristiği olduğu hususundaki bildirimi için bk. Westcott, s. 28. İlk 5 kitap umu-
276
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
mi İbrani dinini temsil eder. Zohar bu hususta şunları söylüyor: “Torah’ın bu kitapları sa-
dece Laman ve Balgaam hakkında öyküler ve onların sözlerini içeriyorsa neden onlara
‘Mükemmel Kanun, Hakikat Kanunu, Tanrı’nın Hakiki Şahidi dendi. Bunun gizli bir anla-
mı olmalı. Kanunun sadece basit deyişler ve masallar içerdiğini söyleyen insana eyvahlar
olsun. Hayır, her kelimenin ilahi bir manası vardır ve bu semavi sırdır. Kanun insanların
onu alabilmesi için bir beden olarak kelimelerden bir kıyafete bürünmelidir fakat bilge kı-
yafeti giyene kadar.” Alıntı için bk. a.ge. s. 37. Ayrıca bk. ZOHAR, s. 28. ‘Yazıldığı üzere,
‘Işık adiller içindi’. Yaratılışta Tanrı, dünyayı baştan başa ışıkla aydınlattı ama daha sonra
dünyanın günahkarlarını bu zevkten yoksun bırakmak için geri alındı ve doğru olanlar için
yasaklandı.’ Ve başka bir yerde, Torah, onu anlamaya çalışan bilge ile ilişkisini “kendini
saklayan” bir bakireye benzetir. “Torah kınından çok küçük bir kelime verir ve sonra tek-
rar gizliliğe geri alır bunu(…) “O bilir ki kalbinde bilgelik olan kişi gün be gün onun otur-
duğu yerin kapısının yanında dolaşır(…)’ Şayet kişi bu bilgiyi anlamazsa onu geri çağırır
aşık ve ona AHMAK der. Onu eğitmeye gayret eder ve ona önce dereshah(harf ilmini) ve
sonrasında da haggadath’ı(bilmece ve allgoriler) ilmini öğretir.’. Erkek o zaman fark eder
ki Torah’ın kelimelerine bir şey bile eklenemez ve çıkarılamaz. Bir iz bir harf bil.’ s. 86.
379
Mathers, Musa’nın Yahudi toplumunu bu bilgi sayesinde yönettiği bilgisini aktarır. Öykü
Kabala sırlarına ilk kez meleklerin sahip olduğunu vurgulamaktadır. Onlar Adem ve Hav-
va’nın günahıyla birlikte, kurtuluş umuduyla seçilmiş insanlara-İbrahim gibi-peygaberlere
bu sırları öğretmişlerdir. Musa ise bu bilgiyi Tevrat’ın ilk dört kitabına yerleştirir. Mu-
sa’nın bu gizli öğretileri, seçkin-bilge 70 erginlenmişe daha aktarılır. Davut ve Süley-
man’ın, ardında Simon bar Yohai ve Rabbi Eleazar’ın bilgelikleri işte bu kaynağa dayanır.
Tıpkı Zohar gibi. Bk. s. 79-80… Zohar’da İbrahim’in bilgeliği hakkında bk. s. 64:
Solomon’a bilgeliği(..) Abraham’dan kalmıştır. Çünkü o Tanrı’nın kutsal isminin bilgisine
sahiptir.”
277
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
ma girişiminin:
Toplumu korumaya yarayacak geleneksel değerlerin hatırlatılması-
olasılıkla şaman ve göçebe topluluklara özgü-mistik kaynağı coş-
kusuyla yeniden dizayn edilmesi;
Mitsel anlatılar aracılığıyla böylesi bir dönüşümün tarihsel dayana-
ğını mitsel-dini alandan çıkarma faaliyeti olarak değerlendirilmesi-
ni öneriyorum. 380
380
Gözüken o ki, görünür anlamıyla Tevrat, dini bir sistemin hassasiyet taşıması gereken nok-
talardan yoksundur. Ölüm sonrası düşüncelere bakalım: Eski Ahit sayfalarında var olan ve
baskıyla bizlere aktardığı temel mesele Ruhun ölümsüzlüğüne hiç değinmeden, ölümün
hayvanlarda olduğu gibi insanlarda da tek gerçek olduğu yönündeki vurgusudur. Paralel
bir görüş için bk. Westcott Bk. s. 30-31. Böylece Kabala’nın dinin sosyal-toplumsal-
rasyonel boyutunu düzenleyen genel tutumuna bir tepki olarak, öte dünya inanışı hakkın-
da, Yahudi dininin geleneksel tutumundaki noksanlıkları gidermek gibi bir konumda bu-
lunduğunu belirtebiliriz. Kutsal Kitap ancak bu haldeyken bir anlama kavuşmaktadır. Bu
hassasiyet benim altını çizdiğim dinin mistik boyutunun Protestanlıkla birlikte bozulduğu-
nu gösterir. Zira Westcott’un da belirttiği gibi bunun öncesinde Katolik Kilisesi ehil olma-
yan kişilerin Kutsal Kitabı okuması hususunda genel bir tavır göstermiştir. Ancak Protes-
tanlıkla birlikte bu eğilim başlamıştır. Böylece, literal anlamın mutlaklaştığı günümüz
dünyasına ulaşmış oluyoruz.
278
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
381
Friedell s. 351…
279
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
382
Bu dönemde kimi dini yasaklar öylesine katı yorumlanmaya başladı ki, ‘bazı öğretmenler
şabat yasaklarının sınırlarını” akıl sır ermez boyutlara taşıdı. “O gün şehir savunulamaz…
Tıbbi yardımda bulunulamaz. Yangından mal kurtarılamaz…” Friedell s. 351.
383
Metnin içerisinde çok yeni yorumlarıyla kültler, mitler ve efsaneler; tarih, hikaye ve teolo-
jinin yer almadığı, ama kati kural ve yasalar vardır. Armstrong, s. 104—105. Eski
AHİT’ten çok nadiren alıntı yapar; Musa’dan ziyade Rabbi’lerin otoriteleri onaylandı.
Rabbiler tıpkı Tapınak hala hayattaymış gibi davranıyorlardı. Westcott İ.S. 141’de başla-
yan ve Talmud’u önceleyen Mişna girişimini, Kutsal kitabın günümüze dek uzanan ilk
şerh ve tefsir dönemi olarak betimliyor. Bk. a.g.e. . s. 27
384
250-350 yılları arasında iki Talmud ortaya çıkmıştır. Kudüs Talmudu, V. Yüzyılın başında
Filistin’de tamamlanmıştır. Kutsal kitabın tek yargıç olduğunu reddeder ama hukuki olarak
Kutsal kitabın üstünlüğünü tanır. Babil Talmudu, VI. Yüzyılda İranlı hükümdarların adil
toplum uygulamalarından beslenir. Eski Ahit gelenek ve kurallarını görmezden gelmedi
ama onun yararlı kısımlarını alarak, diğerlerini görmezden geldi. Armstrong, S. 111.
280
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
385
“Cahiller ilkini, eğitimliler ikinciyi inceleyebilir, ancak en bilgeler tefekkürlerini üçüncüye
yöneltirler.” Alıntı için bk. Westcott, s. 37…
281
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
386
" İlk sıraya yükseldiğimde dindar, ikincisinde saf, üçüncüsünde içten, dördüncüsünde Tan-
rı ile beşincisinde Tanrı karşısında kutsallığı sergilerken altıncısında akıllı konuşan kişi ol-
dum”… Alıntı için bk. Epstein, s. 47.
387
Alıntı için Epstein s. 47.
388
Alıntı için bk. Armstrong, İNCİL, s. 111.
282
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
389
Alıntı için bk. Armstrong, İNCİL, s. 101.
283
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
390
Alıntı için bk. Zohar, s. 68
391
Alıntı içind bk ZOHAR, s. 78
284
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
392
Bkz. Zohar s. 108.
393
Latinceye ilk çevirisi İ.S. 1552’de William Postel tarafından yapılmış olan Sefer Yetzirah,
Crow tarafından şöyle tanımlanıyor: “Birkaç sayfadan oluşur. Yine başka bir esere oranla
evrenin kabala anlayışının özünü en çok içeren eserdir. Crow, s. 100.
394
Westcott, söz konusu metnin en erken versiyonlarının İ.Ö. 200’lere dayandığı bilgisini ak-
tarıyor. Kabala İncelemesine Giriş, s. 20. Çeviren Kenan Menemencioğlu. Hermes Yayın-
ları. Ocak 2007. Ayrıca bk. Sefer Yezirah VI-IV. Bölümde ‘Babamız İbrahim bunları gör-
dü ve anladı. Bütün bunları aldı ve yazdı. En yüce Tanrı kendini gösteri ona sevdiğim dedi,
onunla ve zürriyetiyle bir antlaşma yaptı. Ve ahdini ayağın on parmağı arasındaki gibi yap-
tı-ki bu sünnettir ve ellerin on parmağı arasındaki gibi yaptı ki, bu dilin anlaşmasıdır. S.
143.
285
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
dini sistemin kullandığı kapalı dile, tekin bir örnek oluşturur. İnsan
zihninin karşılayabileceği dünyevi örneklerin ‘ilk insan üzerinde
etki bırakmış’ doğa unsurlarından yararlanır. ‘Hiçliğin on Sefirot’u
çakan şimşeğe benzer, geldiği yer görülmez, gittiği yer bilinmez…’
İkinci olarak Işığın Kitabı olarak aktarılan Zohar, böylesi dini faali-
yetleri açınlamada yoğun simgesel anlatımlar içerir. Zohar’ın kah-
ramanı Rabbi Akiva’nın öğrencisi, Rabbi Simon Bar Yohai, ki Aki-
ba’nın yokluğunda liderlik ona geçmiş olmalıdır, 395 yanında oğlu
Eleazar olduğu halde Roma baskısından kaçarak, ağzı bir su kay-
nağı ve keçiboynuzu ağacı ile kapanmış bir mağarada 13 yıl geçirir.
Bu sürenin ardından topluluk arasına döndüğünde aldığı vahiy
uyarınca, sıradan insanlarla konuşmayı bırakarak, yalnızca kendi-
sini dinlemeye arzulu olanlara konuşmaya başlar. Zohar yazarın,
evren, insan ve yaratılış hakkındaki396 felsefi görüşlerini toparlayan
bir eserdi. ‘Aslında tek bir ruh vardır!’ diyordu Zohar, tüm ruhlar
Tanrı’dan kopmuş parçalardı. Bu ezoterik öğreti tarihinin pek bi-
lindik teması insanın dünyevi amacının ‘birleşme deneyimi’ oldu-
ğunu betimler.397 Böylece dinin bireysel kaynağı tüm açıklığıyla bir
kez daha kişileşir; Peygamberlik Tanrı ile birleşmenin tek mertebesi
değildir.
Mağara, su kaynağı ve girişi kapayan ağaç ya da ışık gibi insanlık
tarihi kadar eski dini temalar için özgün bir kanıt arayışı, bir bütün
olarak değilse bile, büyük oranda boş bir hayaldir. Zira Kabalanın,
395
Kitabın İ.S. 160 lı yıllarda yazılmış olma ihtimali yüksek. Bununla birlikte ilk yayını
1290’lı yıllarda, ispanya da Rabbi Moses de Leon tarafındandır. Bk. Westcott, William
Wyn, s. 22. Simon bar Yohai’nin lakabı, ‘Musa’nın kıvılcımı’ Gershom G. Scholem ise,
Eski Ahid pasajlarının yorumuna kısa deyişlere, uzunca vaazlara ya da bir dizi vaaza da-
yanan ve 2. Yüzyıl bilgesi Simeon Bar Yohai’ye dayandırılan öykülerin, anonim niteliğine
rağmen şu ifadelerde bulunur: ‘Günümüzde bizler filolojik bir kesinlikle kitabın gerçek
yazarını Moses de Leon olarak ele almalıyız.’ Bk. ZOHAR-İhtişamın Kitabı.Kabala’dan
Temel Öğretiler s. 118. 2. Basın Ocak 2005. İstanbul. Çevrii Ebru Yetiş. Rabbi Simon’un
taşıdığı ulvi değer kitabın kimi yerlerinde etkileyici biçimde sunulur. Bk. s. 54. “Eden
Bahçesindeki hayat ağacının yaprakları arasında bir ağaç durur. Bu iki dünyada da kudretli
olan Rabbi Simeon Ben Yohaidir.
396
Zohar’da insanın topraktan yaratılışı tekrarlanır. Ancak buna ek olarak insanın yaratılma-
sında yönlerden bahsedilir: ‘Böylece bizim gibi, dört çeyrek alt ve üst gibi kucaklaşsınlar.
Bunun üzerine Doğu ve Batı birleşti ve insanı üretti. Bu nedenle bizim bilgilerimiz insanın
topraktan yaratıldığını söyler. S. 29
397
“Bu dünyayı oluşturan herşey, ruh ve beden, sonunda onları yaratana geri dönecektir. Tan-
rı yaratılış aşamalarının başı ve sonudur. Tüm aşamalar O'nun mührüyle kapanmıştır. O
büründüğü sayıız şekile rağmen, emsalsiz bir varlıktır... " Epstein s. 66.
286
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
398
Hayatın Üç Teli, bk. s. 41
399
Neshamah’ın bir diğer tanımı için bk. s. 42.
287
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
400
Bk. Westcott, ‘Asiyahta her sefira metallerden birinin alegorik amblemidir.’ S. 59.
288
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
Gardiyanlar ve melekler
İlkel kültürlerde sıklıkla gördüğümüz, yardımcı ruhlar, ya
da şamanik kültüre ait destekleyici Tanrıların, İslam kültü-
rüne adapte olmuş bağlanmış cinler öğretisinin Kabalistik
yorumunda destekleyici maggidlere rastlarız. Türkçeye
‘ilişki kuran’ olarak çevrilebilecek bu varlık, devekuth aşa-
401
Daire’nin modern psikolojideki anlamları hk. “Bilincin gelişiminin normal seyrinin sekte-
ye uğraması halinde çocuğun içine çekilme durumunda bilinç dışı materyalin sembolik
çizgisi Franz Von, M. L. “Bireyleşme Süreci” Makalesi. İnsan ve Sembolleri seçkisi s.162.
Ayrıca bkz. ‘doğal bütünlüğün’ sembolü, mandala, disk ya da yuvarlak mas vb. ‘Bütünlü-
ğün iyi bilinen sembolüdür’ Son Yemek ve Kral Arthur Efsanelerinde de bu yapı sergi-
lenmişti. a.g.m. s. 211
402
Negatif varlığın aksine. Negatif varlık-negatif varoluş ilişkisi hk bk. Mathers, s. 92.
403
Aydınlatıcı örnekler hk bk. Mathers, s. 93. ‘Bir tohumun içinde yeşerecek ağaç gizlidir; bu
potansiyel varoluş durumudur; o yine vardır ama tanımlamaya açık değildir. Potansiyel
ağacın dohumları ise… henüz potansiyel aşamaya gelememiştir. Yani negatif olarak var-
dır.
289
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
404
Mektup, Mosse Chayyim Luzzatto’ya yazılmıştır. Epstein s. 176.
290
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
405
Luzzatto’nun yazıtları, 3 senelik bir inzivanın ardından ortaya çıktığında çok sayıda mürit
onun etrafında toplandı. Ancak Ortodoks bir grubun tepsini çektiği için Kudüs’e gitti. Bu-
rada vebadan öldü.
406
Kabalcı kuramda meleklerin, tezahüratın yüksek evreleri olarak betimlendiğini görüyoruz.
‘İlahi Işık’tan fışkırmış Işık Kıvılcımlarıdır’ onlar şeklinde tanımlıyor Westcott, s. 50.
407
Epstein s, 82. Bu hususta tıbbi incelemeler yürüten Prof. Chang’ın görüşlerini aktaran Eps-
tein, saplantılı bir fikrin aylar ve yıllar süresince tekrarlanması halinde, vücudun temel
enerji miktarı ve akışında, bir değişiklik meydana geldiğini belirtiyor. Bir ani elektriklen-
me-ışık çarpması-Chang’a göre gök gürültüleri ve şimşekler şeklinde ortaya çıkabilir. Eps-
tein, s. 86. Vücudun belli bir bölgesine yapılan konsantrasyonun uzaması ve tekrarlanması
halinde de benzer bir tepki ortaya çıkabilir. ‘Sinir sistemine yapılan sürekli bir uyarı, bir
ağaç gibi vazife gören omuriliğin şoka maruz kalmasına vesile olabilir. S. 86…
408
Alıntı için bkz. M. ELIADE, Şamanizm. Düşünür, içsel ışık meselesinin Upanişadlardan
Tibet’e, mistikler tarafından oldukça iyi bilindiğine dikkat çekiyor. s. 85.
291
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
Kozmolojisi ve felsefe
Kabala ilmi yine de Ortodoks-toplumsal kabuller ve hakim dini
yapıyla temel bir yapı kurmuştu. Her iki odağında merkezinde,
Tapınağın yıkılışının ardından Tevrat yerleşmişti. Buna göre Tanrı
kendisi, evren ve insanı ilgilendiren her meseleyle ilgili ipuçları bı-
rakmıştır Kutsal Kitap içine. Kabala çalışmalarının en etkileyici bo-
yutu, doğuya özgü bilgelik temasının ve Tanrı-ya/hak’ka ulaşma
ve aydınlanma gibi merkezi bir temaya ilişkin gayretlerin ‘felsefe-
teoloji’ alanıyla temasının ‘beklenmedik bir pratik coşkunluk’ ya-
ratmasıdır. Bir vaatte bulundu çalışmalar ve doğru yöntemlerle
herkes için geçerli bir birleşme önerdi.
Buna rağmen, bilge kişiye-şamana verilen rol, literatürde EN
SOF411 olarak tanımlanan Tanrı, Kitab-ı Mukaddes’in Tanrı’sının
aksine insan biçimli olmaktan uzaklaştı. Bir Şaman Tanrısı-hayvan
biçimlilik ile kıyaslanabilir de değildi kuşkusuz… Bununla birlikte
bir bileşim ve sentez fikri açısından benzerdi. Birleşim öylesine
karmaşıktı ki, karşımıza aşkın ve asla anlaşılamaz varlık çıktı. Belki
de Yahudi toplumu ilk kez tüm insanı ve yerel niteliklerden kop-
muş bir Tanrı fikrine, bu uğraş ile ulaşmıştı
En sof insan tarafından ancak belli koşullarda sezilebilir; açıkça söy-
409
İbranice, Mathers’in belirttiği gibi ‘hemen hemen bütünüyle’ sesli harflerden oluşmuş bir
alfebedir. Sesli harfler yalnızca küçük noktalar ya da işaretlerle belirtilir. Bu yapıda olduk-
ça eski zamanlardan bu yana ‘her harfin’ mutlaka bir sayısal değerle karşılanmış olduğunu
görürüz. Bk. Mathers, s. 78
410
Bu doğrultuda bir yorum için bk. Westcoot, s. 24. Mathers’a göre, dogmatik kabala-ancak
Simon Bar Yohai döneminde yazıya geçirilmiştri. Bk. s. 87.
411
Ebedi olan-Ayn Sof. ‘Ben benim’-Yalnızca kendisiyle açıklanabilen. Diğer tanımlamalar
içi bk. Wetscott, s. 48. Ayrıca bk. a.g.e s. 53. ‘Ayn’ Negatif varoluş… Hiçlik hali. Varo-
luştan önce tüm yaratılanların potansiyel olarak onun içinde bulunma durumu. İkinci aşa-
mada Ayn Sof’a geçilir: Yaratılış durumu. Üçüncü evre olarak Ayn Sof Or, sınırsız ışık
hali. Mathers ise bu ilkeyi Kabala’nın ilki olarak betimliyor. ‘VAROLUŞ, VAROLUŞ-
TUR. Böylece BEN VAROLANIM’a varırız. S. 91
292
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
412
Haham literatüründe, Satanların başı olarak tanımlıyor onu Davidson. Büyükcü ve şeytan-
ların prensi. Kaotik bir karakter özelliği taşıyor. Mutlak bir kötülük unsuru değildir. Ölüm
meleği. Musa’nın ruhunu almaya gelen melek Samael olabilir. Ayrıntılar için bkz. Melek-
ler Sözlüğü s. 299 ve sonrası
413
Bk. Ruhun ÜÇ Yönü. Zohar, s. 92-93. Nefesh hayati ruh olarak, ruah(ruh) ve neshamah ise
içteki ruh-süper ruhtur. Nefesh-“Beden parçalara ayrılıp toprağa dönüşürken ruh onunla
kalır ve bu dünyada dolaşır. Ruah ise Eden bahçesine gider. Orada, Ruah’a bir elbise giy-
dirilir; bu giysi bu dünyadaki beden gibidir. Sabahthlarda yeni aylarda ve festival günle-
rinde yukarı ilahi küreye yükselir, Ruah. Neshemah ise, geldiği alandaki yerine yükselen
ruh parçasıdır. O döndüğünde onun şerefine ışıklar yakılır. Ruhun bu üç parçası birbiriyle
ilişkilidir. Çünkü: “ Neshamah’ın taht ile birleşmek için yükselmesine kadar ruah’a taç
giydirilmez. Aşağı bahçede ve Nefesh kendi yerinde huzur bulamaz. Ne zaman insanoğlu-
nun çocuklarının canları sıkıldığı ve üzüntülü oldukları zaman ölenlerin mezarlarına gider-
ler, o zaman nefesh uyanır ve ruah’u harekete geçirmeye gider. O da pirleri ve sonra nes-
hamah’ı kaldırır. Bunun üzerine Kutsal kişi dünyaya merhamet gösterir.’ Neshamah yerine
yerleşince her bir gerçek yerlerine yerleşir.
294
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
414
Büyük Şölen, s. 55
415
Ruh, ruh göçü ve öte dünya inanışı ile ilgili bazı saptamalar için, Ruhun Kaderi isimli bö-
lüme bakılabilir. Burada ruhlar, Kutsal Kişi’nin bu dünyadaki insanlara hediye ettiği, kay-
naktan kopmuş parçalar olarak tasvir ediliyor. Onlara yararlı olmak ve onlar için iyi şeyler
için yapmakla görevlendirilmişlerdir. “Ama (Ruh) efendisini(Kutsal kişi’yi) hoşnut etmez-
se, yanu günah ve suçla kirlenirse o ruhu, daha önceki bedeninin tayin etmeyi reddeder.
Böylece ruh ondan sonsuza dek yoksun kalır. Ama eğer efendisi ona iyi niyetle tekrar be-
denine dönmesini (ruh göçü) ile bahşederse kurtulur(…) Kutsal Kişi tarafından sevilen her
ruh bu saraya girer.’ S. 88-89
295
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
416
Sessizlik, cehennem ve övgü meleği. bkz. Melekler Sözlüğü s. 123. Mısır’ın koruyucu me-
leği ile kıyaslanabilir.
417
Bk. Westcott, Nicholas de Lyra(Ölümü 1340) harfi, alegorik, ahlaki ve batıni tanımı yapar.
S. 38
296
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
ile ilgilidir. Kitap, ortodoksiye göre var olan anlamını çoktan yitir-
miştir.
Neredeyse bir yeryüzü cennetiydi İspanya bu dönemde; İslam’ın
hoşgörü politikası eşliğinde büyük dinlerin uyumlu biçimde har-
manlanmasından doğan fırsatlardan yararlandı filozoflar. Bu Ku-
düs’ün Yahuda’nın en görkemli zamanlarını aşan olanaklar dizisi
oluşturdu.
Yine de Rabbilerin Peygamberler düzeyine çıktığı ve maddi bir Ta-
pınağa ihtiyaç duymayan sosyal yaşamın merkezi haline gelişiyle
birlikte sağlanan coşkunluk hali sonsuz değildi. Yahudiler yeni bir
sürgünün eşiğindeydi ve Hıristiyan fethiyle birlikte Yahudiler bu
kez, bir kez daha ama daha büyük bir acıyla yurt belledikleri top-
raklardan sürüldü.
İsaac Luria’nın(1534-1572) Simsum öğretisinde bu sürgünün izdü-
şümünü okumak mümkün. Hıristiyan olmayı kabul ederek İspan-
ya’da kalma hakkını kazanan az sayıdaki Yahudi’den farklı biçim-
de, Osmanlı’nın himayesine sığınan Luria, Tanrı’nın evrene yayıl-
masıyla ilgili sefiroth teolojisini geliştirdi.
Temel sorusu, Tanrı her yer olsaydı, dünya nasıl olabilirdi şeklin-
dedir. Yanıtı, soluk alıp verme şeklinde karşıladığımız SİM-Sum ta-
savvuru biçimideydi. Tanrı yayılmaya başlamış ama sonunda geri
çekilmişti. Tanrı’nın geri çekilişi sırasında evren karanlığa karışır.
İşte bu boşluk Tanrı tarafından ilahi ışık tarafından doldurulmaya
çalışıldı. Ama Tanrı’nın ışığını içinde tutmayı hapsedemeyen kap-
lar kırıldı ve böylece Tanrı’nın ışığı hiç de ilahi olmayan maddi
aleme yayıldı. Kimileri Tanrı’ya dönmeyi başarsa da, Kabalacı’nın
bu ışığı Tanrı’ya ulaştırma misyonun anlam veren bir kutsal özün
aramızda dolaşmakta olduğu gerçeğini de unutmamamız gerekir.
Toplum şayet Tanrı ise, dağılan; dünyanın dört bir tarafına acılarıy-
la birlikte saçılan bireyler; bu ışığın parçaları değil de nedir?
Teoloji, Yahudi dini yaşamında sıklıkla gördüğümüz gibi gerçek
dünya ve onun tinsel yorumundan kaynaklanan nitelik taşımakta-
dır. ‘Shekinah Artık daimi sürgündedir; geri kalan parçalarla bir-
leşmeyi arzular.’ Armstrong’un açıkladığı gibi, Tanrı ile birleşmek
için bir süre yeryüzünde dolaşan Shekinah’ın bu yolculuğunu Ya-
hudi bilginler sağlar; emir ve ritüellere uygun bir yaşamla. Bu ça-
297
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
418
Zohar’a göre Adem, ilk 3 harfin gücünü taşıyordu. ‘alef, dalet ve mem isimli üç harfin
kuvvetinde olan ilahi isim ADAM’… s. 30. Kabala ilmi, Tanrı’nın farklı isimler ile anılı-
şını da, İslam ile kıyaslanabilir biçimde onun, ilahi özelliklerinin sembolü olarak okuma
eğilimi taşımaktadır. “Ve bu yüzden kendi kendini el, Elahim, Shaddai, Zevaot ve YHVH
diye adlandırmıştır. … Tanrı’yı tek bir vazıfıyla tanımlamaya cesaret eden adam için ne
yazık. ‘ bk. s. 75.ON SEFİROT bölümü. Zohar’a göre adem, kadın gibi yapıp, ki kadın bir
yere kadar geliyor, ama daha ileriye geçemiyordu, daha ileriye geçti. Adem’in günahı bü-
yüktü; çünkü o birçoklarına örnek oldu ve herkes onu takip etti. S. 117. Onun yüzünden
insanoğlu, hayatı bırakıp ölümü seçmiştir.
419
Kabala teolojisinde ilk insanın androjen dokusu ve ışıktan bedenin günaha-Samael’in baş-
tan çıkarmasıyla-düşmesinin ardından cinsiyetlere ayrılması ve maddeye bulanmalarının
ardında, fiziksel bedenlere uygun yeni ihtiraslar kazanmaları hk. Bk Westcott, s. 63. Bu
durumu Mathers, şu ifadelrle açıklıyor: ‘Bütün ruhlar tecelli dünyasında önceden vardır ve
asli hallerinde androjen-çift cinsiyetlidir. Ancak dünyaya indiklerinde erkek ve dişi olarak
ayrılırlar(…) Eğer bu ölümlü yaşamda erkek taraf, dişi tarafını bulursa, aralarında kuvvetli
bir bağ oluşur, dolayısıyla denilir ki evlilikte bölünmüş taraflar yeniden birleşir ve ruhun
gizli biçimleri Kerubim’e benzerdir. bk. s 113.
298
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
420
Bk’Bütün her şeyin yirmi iki harften yaratılması hepsinin canlı bir vücudun parçalarından
başka bir şey olmadığının kanıtıdır. II-VI. Ayrıca bk. III. bölüm Alfe, Mem ve Şin temel
olarak tanımlanır. Üç Ana, Semalar Ateş’ten, Toprak Su’dan, Hava da ruhtan yaratılmıştır.
İnsandaki karşılığı, baş=ateş, karın=su, göğüs=havadır. İlk üç harfin dışında alfabenin di-
ğer harflerinin, yedi çift harfin gücü IV. Bölümde anlatılıyor. Burada beth(hikmet-aş), gi-
mel(barış-sağlık-mars), dalet(bereket-güneş) kaf,(zenginlik-hayat-venüs) pe(erk-merkür),
reş(barış-satürn) ve tav(güzellik-jüpiter) harfleri, iki sesle canlandırılır. Bunların çiftliği,
her birinin okunuştaki sert ve yumuşaklığına bağlı olarak, karşıt anlamlara dönüşebilmesi-
dir. Ölüm, Savaş, Aptallık, Yoksulluk, Öfke, Yalnızlık ve Hizmet. Bu 7 harf, gezegen sa-
yılarıyla da tekrarlanır. Güneş, Venüs, Merkür, Ay, Satürn, Jüpiter ve Mars. Kitap, yaradı-
lışın 7 gününü anımsatarak daha güçlü bir delil ağına sahip olur. Harfler 7 ayrı yeri temsil
eder, dört ana yön, yukarı, aşağı ve merkez. Bunların günlerle ilişkisi bağlamınd, bk. Sefer
Yezirah, IV. Bölüm. S. 138-139. Diğer on iki harf, he, vay, zayin, het, tet, yod, lamed, nun,
sameh, ayin, zadik ve kaftır. Bunlar, işitme, koku, konuşma, tad alma, cinsel sevgi, iş, ha-
reket, kızgınlık, sevinç, hayal gücü ve uykuya denk düşer. Ayrıca ara yönler ve evrenin
kollar ve iç organları karşılığı hk. Bk. V. Bölüm, s. 140. Böylece karşımıza 3+7+12=22
harf belirir. Sefer Yezirah’a göre. VI-III en yukarıdaki BİR-diğer hepsinin üzerindedir. 3,
7’nin, 7 de 12’nin. ’12 savaşta gibi durur. Üç dost, üç ddüşman, üç hayat verici, üç yok
edici.’ Üç dost, kalp, kulak, ağız, üç düşman, karaciğer, dalak ve dil.
299
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
421
Bir örnek için bk Wetscott. Sefer Yezirah’ın en eski versiyonunda var olan harflerden pi-
rinç ve taşlara kazılan bir tılsım hazırlama yöntemi doğmuş, her gezegene ait bir harf ve
sayı sisteminin, belirli sayıda hücreleri olan kare ve vefklere bölünmesi şeklinde uygulan-
mıştır. Örnek olarak Jüpiter verilebilir: Onun sayısı 4, dolayısıyla harfi DALETH dir. Her
birine birden 16’ya kadar sayıların yerleştirildiği 16 küçük hücreli bir tılsım. Her satır top-
lantığında 34 sayısı elde ediliyordu. Ayrıca Bk. Mathers s. 106. Yazar şöyle açıklıyor:
‘Tanrı adı IHVH… Telaffuzu çok az kişi tarafından bilinir. Gerçek telaffuz büyük bir
sırdır, sırların sırrıdır. Onu doğru telaffuz edebilen yer ve semanın titremesine neden olur,
zira o everinin içinde koşan addır. Dolayısıyla inançlı bir Yahudi ona karşı geldğinde onu
telaffuz etmeye çalışmaz ama onun yerine kısa bir süre bekler veya yerine ADNI, Adonai
adını kullanır. AHIH bir varoluş simgesidir ‘olmak’ anlamına gelir. Devrişimler hk. Bk. s.
108.
300
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
422
Rabbi ben Hakana, isim ve nitelikleriyle gardiyanların ayrıntılı tasvirlerini yapar. Yüksek
bilincin ilk aşamasında Totrosyay isminde bir varlık karşılar mistiği. Tanrı’dan aldığı güç-
le Totrosyay’ı bağlayan mistik yükselişe geçer. Hakana, özellikle üst kattaki varlıkların
gücü ve ihtişamını tasvir etmektedir: Ellerinde keskin kılıçlar vardır ve gözlerinden şim-
şekler çakar… Burun deliklerinden ateş ırmakları ve ağızlarından yanan kömürler fışkırır.”
Rabbi ben Hakana’ya göre bu aşamaya gelen mistik şayet yeterli donanıma sahip değilse,
ölene ya da aklını yitirene kadar sağa sola fırlatılır. Mistik har aştığı küreden sonra kuvvet-
lenir. Dördüncü aşamada karşısına çıkan meleğin ismi Pachdiel’dir. Bir üst aşamada Kats-
piel ile karşılaşır ki bu varlık, kendisine boğucu bir havayla saldırmaktadır. Doğru Tevrat
okumaları ve isim çağrılarıyla Gabriel onu Kapstiel’in elinden kurtarır. Hakana’nın 7. Kat-
taki deneyimi, İbranice duası ve taht imgesine konsantrasyon sağlayarak ayakta kalışı hk.
Epstein, s. 51
301
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
dızlarının hepsi’ der Zohar ‘Bu dünyada gardiyan olarak görev ya-
pıyor.”
Bu olgusallık, açık biçimde çok Tanrılı dünyaya özgü figürlerin
“evimerirazyonu”nu gösteriyor. Doğa unsurlarıyla ilişkili hal, gar-
diyanların, tek Tanrılı dini inançların Melek figürlerinde olduğu gi-
bi, “yönetici” konumuna indirgenmiş Tanrılardan başka bir şey de-
ğildir. Onların “bazıları görevlerini gereğince, gece boyunca özel
bölgelerindeki bitkinin filizlenmesini sağlar… ve ekler Zohar ‘On-
lar görevleri bittiği zaman bazı yıldızlar bu dünyadan gider ve yu-
karıdaki kendilerine ayrılan yerlere yükselir…”
Gerçekten Kabala’nın en ihtişamlı dönemleri her anlamda bilgili,
çok yönlü ve, entelektüel görüsü yüksek Rabbi’lerden oluşuyordu.
Epstein, ‘her birini azizlik mertebesine layık’ kişiler olarak tanımlı-
yor. Tanrı’nın huzuruna çıkmaya çalışacak kişinin yetkin zihni ola-
naklarla donanması gerektiğine inanıyordu rabbiler. Çok daha
önemlisi bu kişiler, dağılma itkisi taşıyan toplumu bir arada tutacak
kudretli ve bilgiliydi, gerçek bir Tanrı adamıydılar. Şamanlar gibi...
Kürelere ayrılmış yükseliş öyküsü ayrıntılara kavuştukça, biraz ile-
ride göreceğimiz gibi dini bir varyasyonun dünyevi bir donanımsal
karşılığı olduğunu görürüz. Küreleri koruyan gardiyanlar, gerçek
kişiliklerdi aslında. Mısırı anımsatan bir öte dünya kurgusunun
eşiğinde yaşarken sınırı aşma durumunu düzenleyen bir felsefi
spekülasyon ortaya çıkmıştır. Yanlarında kendilerine güç bağışla-
yan muskalar taşırdı bilgeler; zorunlu hallerde bu muskalar onlara
isimleri anımsamalarında yardımcı oluyordu.
Luriacı kuram, başlangıçta uyum halinde bulunan sefirothların, kı-
rılmanın ardından huzursuz bir çatışmanın içine girdiğini söyler-
ken, gündelik dünyada ihtiyaç duyulan toplumsal bir tavrın öğreti-
sini yaygınlaştırma ve aşılama gayretindedir. Sembolizmi çatışma
ve kavgayı, kürelerle ilişkilerle anlamaya girişti. Yargı, Merhamet,
Şefkat, sabır, İhtişam ve Sabitlik ansızın birbirine düşmüştü. Özel-
likle Yargı-Din, yıkıcı edimler göstermeye başladı. Onun etkisi al-
tındaki Zeir Anpin-Sabırsız olanla, Tevrat sayfalarında karşılaşırız.
Mutlak bir erildir o; Shekinah’ın dişiliği karşısında durur.
Bu açık olmayan ifadelere rağmen, Luria’nın öfke karşısında, Ya-
hudilere zulmeden ve onları mülksüzleştiren goyim-dış toplulukla-
302
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
423
Kabala sistematiği içerisinde Keter, ‘anlaşılması mümkün olmayan Tanrı’nın ilk tecellisi-
dir. ‘Tanrının ilk idrak edilebilir vasfı’ Westcott, s. 54. Negatif varoluşa dayanır. Sıfatları
arasında, ‘gizli olan, kadimlerin kadimi, başlangıçtaki ilk nokta, beyaz baş, idrak ötesi
yükseklik bulunuyor. Ama en önemli sıfatlarından biri, Matraprosoppus-Büyük yüz.
Mathers, s. 98.
424
Bu kabul Safed liderlerinden Cordovero’nun yaşam pratiğinde karşılığını bulur. Cordove-
ro, üç büyük Cordovero'nun öğretisinde, gün ağarırken, Sinagog ziyaretinden önce bir mis-
tik üç Atasını ve onun simgelediği insani nitelikleri düşünmek zorundaydı. Bunlar "Abra-
ham-İbrahim" (Sevgi dolu anlayış), ISAAC (Yargı), Jacop-Yakup-Güzellik. Epstein, s. 19
Aktif bir sefiradır. Tekerlekler, çarklar, melek topluluğu AVPIM-Ona AB-denir. Baba,
Mathers, s. 99.
303
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
425
Ona verilen ilahi isimler arasılnda ALHIM, Elohim, Yahveh-Elohim, melekler topluluğu
ARALIm ve tahtlar bulunmaktadır. Mathers, s. 99. Kabala’nın kadın verdiği itibarın en
yüksek ifadeleri ZOHAR’da yer alır. ADAM isim, erkek ve dişiyi içine alan eksiksiz bir
varlıktır demektedir kitap. ‘Ve o tapınak alanında yattı, sonra Tanrı, dişiyi ondan ayırdı.
Ve taraflarından Birini aldı ve bu yeri etle kapladı.’s .30. Burada geçen ‘biri’ ifadesi, Rab-
bi Simeon’a göre, ‘Bir KADIN’dır.’Simeon’a göre bu yaratılışın, ilk kadın LİLİTH olduğu
hususundaki delil, Gen. 2.20’de geçen: ‘Fakat Adam için yapılmış hiçbir yardımı yoktur.’
İfadesidir. Zohar’a, kutsal kitabın ilk anlamının arka planında ilgi çekici akıl yürütmelerde
bulunur. Örnek 1: ‘Toprağı işleyecek adam yoktu.” İfadesinden şu çıkar: ‘İnsan henüz mü-
kemmel değildi, çünkü yalnızca Havva mükemmelleştiğinde Adem de mükemmel olabi-
lir.’. Erkek ve kadın arasındaki uyum, sağlanırsa, yer ve gök arasında da uyum sağlanır.
Örnek 2: ‘Topraktan yukarıya bir buhar yükseldi-Gen 2.6 ibaresi şunu gösterir: ‘a-
Yükselen buhar dişinin erkeğe olan hasretidir. b-Adağın dumanı yükselir, bu yukarıda
uyum yaratır. Herşeyi birleştirme, bir adak ve onun kabulü. ‘Hareket aşağıda başlar ve bu-
nun ardından her şey mükemmelleşir. Eğer İsrail cemaati dürtüyü alevlendirmekte başarı-
sız olsaydı. O da onlara gelmek için hareket etmezdi ve böylece aşağıdan yükselen hasret
yukarıya tamamlama getirmezdi. ‘s. 31.
426
Bk. Epstein, s. 64. Oluşan hayat ağacı betimlemesi, daireler ve üçgenlerden oluşan geo-
metrik bir form ortaya koyar. Örnek olarak, Bk. Westcott, s. 56’ya bakılabilir.
304
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
427
Bu konuda bkz Prof. Uludağ şöyle açıklıyor: “arap alfabesindeki harflerin her birine belir-
lenmiş birer sayı vererek bir kelimenin sayısal değerini hesaplama ve bu değerden yola çı-
karak kelimeyle aynı sayısal değere sahip başka kelimeler ve şeyler arasında bağlantı kur-
ma yolu. s. 114. Harf terminolojisinin bir diğer kavramı, Hurüf-i Aliyet hk, Her şeyin aslı-
nın mutlak gayede tam bir gizlilik ve belirsizlik içinde olması ve yüksek harfler karşılığı
hk. 174.
428
Yunancadaki grammateia’dan türeyen sözcük, kelimelerin izafi sayısal değerlerine da-
yanır. Mathers, s. 80.
429
Cebrail Kalde kökenli bir sözcük olabilir. Anlamı : Gücün Tanrı’dır.Davidson, Yahudilerin
Esaret’ten önce onu bilmediklerini belirtiyor. Vahiy, emir, diriliş bağışlama, intikam, ölüm
ve kıyamet meleği. Davidson’a göre Mikail ile kıyaslanabilir bir itibara sahipti Eski Ahit’
te. Sodom ve Gomorra’yı yıkan varlık. Ayrıntı için bkz. Melekler Sözlüğü 103-107
430
Sünnet’in cennete giden yolun bir şartı olduğu hususundaki örnek için bk. s. 39.
306
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
431
Mathers şöyle ifade ediyor ‘Böylece alfabe tam ortasından ikiye katlanır ve bir yarısı diğer
yarısının üzerine oturtulur ve sonradan ikinci satırda ilk harfi veya ilk iki harfi değitirilerek
22 çverme ortaya çıkar.)Bu yapı birbiriyle ilişkisiz gözüken çok sayıda sözcük arasında
bağlantı kurulmasını sağlamaktadır.(ATBSH yöntemi hk bk. Westcott s. 40. Bu yöntemle
Yeremiah 25-26’da geçen Sheshak kelimesinin aslında Babil olduğu sonucuna varılır
307
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
432
Gerçek olanın ruh olduğu tasımı ve İngiliz filozof Berkeley’in idealist felsefesinin ‘ilahı
kaynaktan zuhur eden’ tecelliler kuramıyla ilişkisi baklamında. bk. s. 51 Westcott.
433
Yine de doğayı incelemenin kimi yorumcularda, Tanrı’nın tecellisi olmak gibi geleneksel
Hermetik düşünce ile uyumlu yönleri vardır. Bahir-Işığın Kitabı ismini taşıyan kitap, mü-
ridin önce ‘Tanrı’nın evinin nerede olduğu sorusunu sorması gerektiğini savunur. Bu ara-
yışın müridin içinde başlaması gerektiğini söyleyen Bahir’e göre doğa da bir ara aşama
olarak Tanrı’nın kendini sakladığı bir belirmedir. Epstein, s. 52. İnsanın içinde Tanrı’dan
bir parça taşıdığı fikri yazarı bilinmeyen Tanrı’nın Bedeni kitabı tarafından da dile getiri-
lir. Ona göre Tanrı’nın ortaya çıktığı ilk andan itibaren insan, Tanrı’nın onun içine ektiği
tohum-ondan gelen bir parça ile onu bulabilir. Bu parça Neshamah’tır
308
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
434
Epstein s, 41. Bir diğer 11. yüzyıl yorumcusu Rabbi Hai Gaon gibi yorumcular da ibadet,
oruç ve arınma yöntemlerine değer vermenin eleştirisinde bulundu. Gaon’un esas sorusu
neden Akiba dışındaki üstadların başarısız olduğuydu. İnsan doğasına yoğunlaşmak gerek-
tiğinden hareket eden ve Talmud’u irdeleyen Gaon, sonunda, oruç, ibadet ve arınma gibi
yöntemlerin sıradan insanlar için olduğunu, Akiba gibi mükemmel sonuç için bu yöntem-
lerden uzak durulması gerektiğini önerdi. Klasik yöntemlere verilen önem sıradan insanları
zayıf manevi güçle tehlikelere atmama isteğindendir. A.g.e. s. 44.
435
“Allah’ta fani olmak. Kulun tüm beşeri niteliklerden ve aşağı arzulardan sıyrılması ve ilahi
vasıflarla kaplanması. Bk. Prof. Uludağ, s. 134
436
Bk. Mathers Moina, s. 126’da eğitimin amacını şu şekilde açıklıyor: ‘İnsanı yüksek benli-
ğinin bilgisine getirmek, onu arındırmak, güçlendirmek(…) Böylece içinde yatan İlahi İn-
san, Tanrının kendi suretinde yarattığı Adam Kadmon ile tekrar birleşir.
309
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
437
Epstein s, 41. Bir diğer 11. yüzyıl yorumcusu Rabbi Hai Gaon gibi yorumcular da ibadet,
oruç ve arınma yöntemlerine değer vermenin eleştirisinde bulundu. Gaon’un esas sorusu
neden Akiba dışındaki üstadların başarısız olduğuydu. İnsan doğasına yoğunlaşmak gerek-
tiğinden hareket eden ve Talmud’u irdeleyen Gaon, sonunda, oruç, ibadet ve arınma gibi
yöntemlerin sıradan insanlar için olduğunu, Akiba gibi mükemmel sonuç için bu yöntem-
lerden uzak durulması gerektiğini önerdi. Klasik yöntemlere verilen önem sıradan insanları
zayıf manevi güçle tehlikelere atmama isteğindendir. A.g.e. s. 44.
310
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
438
Bk. İlahi bedenin en ulaşılabilir yeri olarak tarif ediyor onu EPSTEİN, Rabbi Josep, Sefer
Tashat isimli kitabında, 13. yüzyılda, şöyle yazar: " O bu aşağı dünya öyle sinmiştir ki, fii-
li, söylemi, düşünceyi ve kuramı araştırırsanız Shekinah'ı bulacaksınız, çünkü onun
başlangıcı ya da sonu yoktur... O, yaşamın kozmik ağacında anlayı niteliği ve olgun An-
ne'dir. Çocukları tarafından reddelmiş ve Tanrı'sından kopartılmış olarak öfkeyle kıpkır-
mızı, o yargıdır..." Epstein.s. 56.
311
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
439
Tanrı ile birleşme aşaması olarak tanımlanabilir. Fena-i Fillah. Kaynağa dönmek, kaynak
ile birleşmek… Kimi kaynaklarda doğaya karşı üstünlük sağlamak…
312
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
440
Alıntı için bk. Armstrong s. 297.
313
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
441
Yazarın Makalesi: STATISTICAL SCIENSE: 1994. Cilt 3. Sayı 429-438 eş mesfeli harf
dizini nedir: Tekvet Kitabı iki boyutlu matris halinde yazıldığında, birbiriyle ilgili anlam
taşıyan sözcükleri oluşturan eş mesafeli harf dizinlerinin çoğunlukla birbirine yakın gözük-
tüğünü belirtti. Buluşun ilk sahibi Hham WEISSMANDEL.
314
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
442
https://www.dartmouth.edu/~chance/chance_news/full_text/6.12/CodesinWarPeace.html.
Söz konusu makaleye ulaşılabilir. Yazarlara göre Savaş ve Barış’ın İbranice tercümesinde
de aynı kanunun bulunabileceğini dile getirerek Rips’in de aralarında bulunduğu araştır-
macıların bulguları üzerinde ciddi şüphelerin uyanmasına vesile olmuştu.
315
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
316
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
BÖLÜM –VI-
ATEŞE ATILAN
TANRILAR TARİHİ
443
İznik Konsili ve tartışmalarla ilgili kısa ama aydınlatıcı bir kitap için ”İznik Konseyinde
Ne Oldu?” Çeviri: Y. Yazman. Müjde Yayıncılık Ltd. Şti. 2001
318
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
444
LAMBERT, M. Ortaçağ’da Dinsel Sapkınlıklar, s. 13.
445
Bk. Resullerin İşleri, 8: 18
446
Bkz Kilise Tarihi XIII. Bölüm, III. Paragraf. Yine bir çokları onun ardından Simon ve He-
lena’nın resimlerini çizerek onlara tapmaya başlamıştı. XIV. Bölüm VI. Paragraf
319
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
447
Simon Magus’un anlattığı yaratılış öyküsü mealen şöyledir: Ezeli Tanrı bir dişil varlık ya-
ratmıştır(Ennoia). Bu dişil varlık düşünceyi temsil etmektedir. Cennette Yaşanan bir savaş
sonrasında bu varlık yerini kaybeder, Zulme maruz kalır ve kadın bedeninde yeryüzüne
gönderilir. Farklı zamanlarda bedenlenir o. Son olarak TYRE genelevindeki Helena isimli
kişiydi. Ama Tanrı çok geçmeden onu kurtarmaya gelir. İşte Tanrı’nın onu kurtarmak üze-
re dünyaya inişi sırasında Bedenlenişi Simon Magus’tur. Bkz. Martin, s. 55. Onunla ilgili
bir şiir hk. İlk ve sonuncusuyum/Onurlu ve nacizm / Fahişe ve azizeyim/Kadın ve kı-
zım/Anneyim ve çocuğum/Dillerden düşmeyen bir fikir/Ve kısır sessizliğim/Her yerden
başka duyulan bir ses/İsmimin aksi sedası/Bir manası olan sözüm aynı eserden alıntıladım
s. 127. Onun bu mitolojik varyasyonları Kilise Babaları tarafından çarptırılmış olmalı.
Bizzat Iustinianus’tan alıntılayan Eusebios onun hakkında: “Helena ile beraberdi” yazmak-
tadır. “Helena ise Fenike’nin Tyrl kentinde yaşayan eski bir fahişeydi.“
448
Messadie a.g.e. s. 449-450
449
Bkz. Gündüz, Paulus s. 111.
320
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
450
Kilise Tarihi, BÖLÜM II, X. Paragraf. Yine benzer ifadeler XIV. Bölüm I. Paragrafta ge-
çiyor.
321
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
451
Öyküyü Hall’dan alıntıladım. Bkz. Tüm Çağların Gizli Öğretileri, s. 55-56.
322
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
yaşındaydı. Bir bakireyi iğfal ettiği için cemaatten kovulan bir ba-
banın oğluydu. Belki de bu Tertullianus’un propagandasıdır. Erken
yaşlardan itibaren memleketinden ayrıldığı ve Roma’ya geldiği sı-
rada Hıristiyanlığa geçtiği söylenir. Roma’ya geldiği tarihin pisko-
pos Hyginus’un ölümünden hareketle İ.S. 140’lara denk geldiği dü-
şünülüyor.
Hıristiyan ortodoksisi erken dönemlerden itibaren onu “sapkın”
olarak niteleme eğilimi taşımıştı. Bunu açıkça ona karşı yazılmış
kaynaklardan okuyabiliyoruz. Ancak ne kendisinin ne de öğrenci-
lerinin savunmalarını okuyamıyoruz.452 Çünkü bu yapıtlar günü-
müze dek ulaşamadı. Tüm bu karşıt kaynaklara karşın o bir ‘sap-
kından’ çok din ve kutsal kitap yorumcusuydu.453 İnsanlara günü-
müzün modern ilahiyatçılarından çok da farklı olmayan bir yön-
temle kitabı nasıl okumaları ve nasıl anlamaları gerektiğini anlatı-
yordu. Bu onu en fazla bir reformcu yapar kuşkusuz. Ancak tarihe
böylesine uzaktan bakınca kimi heyecanları anlamak pek zordur.
Çünkü yargılayıcılar açısından “reformcular” ve “sapkınlıklar” ara-
sındaki çizgi çok belirsizdir. “Reform ve sapkınlık ikiz kardeş gi-
biydiler” der Lambert ve hemen sonrasında ekler: “Ortodoksluk
bünyesindeki reform ile ortodoksluğun dışında kalan sapkın hareketler kar-
şılıklı etkileşim içindeydi…” 454
Ancak bu netlik göreli olarak geç bir tarihin ürünüdür ve Kilise
Otoritesinin sapkınlık karşısında olgunlaştığı dönemlere aittir. Er-
ken dönemlerde ise sapkınlığa karşı çıkışlar profesyonel değil arke-
tipseldi. Bu yeni dinin olmazsa olmazıydı ve neredeyse kendiliğin-
dendi. Şeytan bölümünde incelediğimiz gibi sosyal dini kurumlar
kendilerini bu karşıtların korkusuyla biçimledi. Çünkü bu korku
olmazsa dini yaşam biçimlenemez.
452
Marcion ile ilgili temel kaynaklar ilk kilise babalarının eseriydi. Martyr, Iraneaus, Hppoly-
tus, Epiphanus vs.
453
Paralel bir yorum için bkz. MARTIN, Sean GNostikler s. 60. Marcion kendini bir Gnostik
olarak tanımlanıyordu. Bununla birlikte Kilise Reformcusu olarak sunuyordu. Buna karşın
Kilise’nin onu diğer düşmanlarla ve paganlarla bağ kurarak yargılamaya çalıştığı kesindir.
Martin’e göre o “İsa’nın öğretilerini temel alan bir kilise öğretisi hedeflemişti. “
454
Alıntı için bkz.Lambert s. 483. Gerçekten de Roma Kilisesi bizzat kendileri tarafından bes-
lenen ve desteklenen reformcuların doğurduğu sapkınlıklarla epeyce uğraşmak zorunda
kalmıştı. Fransiskenler bizzat kilise tarafından desteklenmişti ancak yoksullukla ilgili gö-
rüşleri ve inatları Beguinler ve fraticelliler gibi sapkınların doğumuna yol açmıştı.
323
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
455
Sapkınların insanlar üzerindeki etkisini Lambert’in “onları dinleyen insanların cahilliğiyle”
açıklama eğilimini bir bölümde tartışmaya gerek yok. Zira Katharosçulara can veren güç,
sosyal bilgi birikimin epeyce karşılık bulduğu günümüz toplumlarında ve bilgi çağında da
kesin biçimde kitlelerden karşılık bulmuştur. Sapkın hareketlerin toplumsal kesimlerce be-
nimsenmesi ve kısa sürede yaygınlaşmasının birkaç temel nedeni vardır. Bunları şu şekilde
özetleyebilirim: 1- Sosyal bağlamın arkaik heyecanını yitirmesi-Yozlaşma. Sosyal ve poli-
tik eleştiriler karşısında dini otoritelerin yıpranması. Kitlelerde bu durum çoğunlukla
“kaynak” ile uyumsuzluk “ kaynaktan sapma” başlangıç değerlerinden uzaklaşma olarak
görülür. 2- Sapkın olarak tanımlanan kişilerin “dinin kaynağı” ve “kuruluş ilkeleriyle”
uyumlu konuşması. Bu o din özelinde kurucu kişinin –örneğin Hristiyanlık özelinde
İsa’nın- gerçek takipçisi olduklarını göstermez. Bu yalnızca dinin ilk kuruluş ilkelerinin
beslendiği akıl dışı kaynaktan beslendiklerini gösterir ve bu ortaklaşalık kendiliğinden bir
özdeşleşim yaratır. 3- Heyecan. Her sapkın mutlak surette yozlaşmış sosyal yaşamı redde-
den – kurucu kişilerin de uyguladığı gibi- etkileyici bir duygulanım kaynağıdır. Lambert’in
sözleri hakkında şuralara bakılabilir Katharosçulardan bahsederken “hareketin taraftar ka-
zanmasındaki başlıca neden, halk kesimlerinin eğitimsizliğiydi” diyor yazar. Ayrıca bkz.
“Güzel konuşma yeteneğine sahip kararlı vaizler karşısında savunmasızdır.” S. 484
324
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
456
Prof. Dr. Şinasi Gündüz’ün “Sinoplu Marcion’un Gnostik Teolojisi” isimli makalesinden
alıntıladım. “İnsanlar söylediklerinde hiçbir delile sahip olmadığı halde ona inanıyordu.
Buna karşın bizlere gülüp geçiyorlardı.” Martyr bu durumu şaşkınlıkla kraşılamıştı.
457
Bkz. MARTIN, S. GNOSTİKLER s. 58-59
458
“Pontuslu Marcion’ demektedir İustinianus-Justin, ‘halen öğrecncilerine başka bazı tanrıla-
rın yaratıcımızdan daha büyük olduğun anlatıyor.’ Aktaran Eusebios Kilise Tarihi.
325
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
459
Bkz. Şinasi Gündüz: Yolda karşılaştığı İZmirli Polycarp’ı kendini tanıma ve kabul etmeye
çağırdı. Ancak Polycarp büyük tepki gösterdi: “Şeytan’ın ilk doğanı” dedi ona, seni tanı-
yorum.”
460
Ayrıca bkz. Şinasi Gündüz’den alıntıladım: “şimdi sizi köpekler; havarilerin dışladıkları
kişiler; gerçek tanrı’ya karşı hırlayanlar!” diye niteliyordu onu Tertullianus.
326
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
461
Prof. Şinasi Gündüz’ün yorumu için: “(Luka 3:9, 6:43-44; Matta 3:10, 7:17-19, 12:33) ha-
reketle şu değerlendirmeyi yapar: Nasıl ki iyi ağaçtan kötü meyve neşet etmezse, iyi tanrı-
dan da kötü şeyler sadır olmaz. Maddi alem kötülüklerle dolu olduğuna göre bu alemin ya-
ratıcısı tanrı iyi bir tanrı değildi
327
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
462
Prof. Dr Şinasi Gündüz İsa doğuştan itibarın tanrısal ruhu taşımıyordu. Yaşamının belli bir
döneminde Tanrısal ruh kendini İsa Mesih’te fişa etmişti. Bir diğer deyişle Tanrı, Mesih’te
inkarne olmamıştı. Kendini ifşa etmişti. “Aniden oğul, aniden gönderilme ve aniden Me-
sih” teması üzerinde durur Marcion. Belki de kastettiği İsa’nın doğuştan “seçilmiş” olması
değildi. İyi Tanrı’nın ani kararıydı
328
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
463
Bkz Şinasi Gündüz Galatyalılara Mektup, Korintlilere Birinci ve İkinci Mektuplar, Roma-
lılara Birinci ve İkinci Mektuplar, Selaniklilere, Efeslilere, Koloselilere, Filipililere Mek-
tuplar ile Filimun'a Mektup) kabul etmiş; "rahipsel mektuplar" adı verilen Timotiye Birinci
ve İkinci Mektup ile Titus'a Mektubu ise kabul etmemiştir.Bundan başka günümüz Yeni
Ahit'inde bulunan, Resullerin İşleri, İbranilere Mektup, Yakub'un Mektupları ve benzeri
diğer metinler de Marcion tarafından sahih kabul edilmemiştir.
329
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
464
Alıntı için bk. S. Martin, a.g.e. s. 144
330
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
için farklı bir amaçla yapılmış olmasıdır. Yine de hem amaç farklılı-
ğı hem de Gnostisizme özgü, ruhun tanrı ile bütünleşmesini ifade
eden “birleşme” ayini gibi özgün ritüeller, en fazla entelektüel bir
tartışma doğurmaya muktedir. idi.465
Hıristiyanlık, özellikle de Paulusçu felsefe, "tartışmasız biçimde"
gnostik öğeler taşımaktadır. Bünyesinde özellikle "reedemer", "kur-
tarıcı tinsel-ışık varlığı" ya da "düalizm", gnosis gibi466 açık gnostik
öğeler bulunuyordu. Bununla birlikte temel sorun, "farklı okulla-
rın" Kilise'nin iktidarına ve ruhban sınıfının egemen dokusuna ba-
kış açısıdır. Bir diğer deyişle "toplumsal hiyerarşi içindeki konum-
lanış", çok daha açık şekilde "iktidarı kimin kullanacağı" sorunu-
dur. Vaaz veren ve ayinleri yöneten kişilerin sürekli değiştiği, anti-
otoriter, eşitlikçi bir toplum yapısına sahip öğretiler olarak, Gnos-
tikler, Kilise’nin tahammül sınırlarını dışında, bireye saygı duyan
ve onu toplumun yönetimine ait kılan öğretiler taşıyordu.
En dikkate değer dışlama, Magdalalı Meryem ile ilgiliydi. Mer-
yem'in, Kanonik İncil'lerde aktarıldığı şekliyle, İsa'nın dirilişi muci-
zesinin ilk tanığı olarak, "erken dönemlerden itibaren kendisine
yönelmiş" saldırılardan azade olmasını beklemek mantıklıydı; ama
bu gerçekleşmedi. Meryem resmi ideolojiden "şeytani" bir unsur ya
da günahkâr bir fahişe olarak dışlandı. Kilise, iktidarı kullanma
hakkını isterken, yalnızca Gnostisizm gibi "düşünsel" otoritelere
değil, cinsiyetçi bakış açısıyla "dişil" iktidar öğelerini de reddetme
eğilimi gösterdi göstermiştir. Bu Philip İncil'i gibi, Meryem'e önemli
payeler veren, Gnostik yazımın, neden Kilise referanslarından dış-
landığını gösterir.
465
Prof. S. Hoeller’den alıntılayan S. Martin, Gnostiklerin bu ibadetleri sürdürüşündeki amaç-
larının, Katolik Kilisesinin amaçlarıyla örtüşmediğini aktarır. Buna göre Gnostiklerin
amacı, Tanrısal özle ilişkili olarak, bütünsel bir dönüşüm yaşamak, İsa’yı ve kutsiyeti an-
mak değil, günün birinde İsa haline gelmek üzere, günden güne Tanrılaşan insanı kutsa-
maktır. Bk. S. Martin, s. 78-79.
466
Paulus'un fikirleri içindeki gnostik unsurlar hakkında başarılı bir analiz için bk. Gündüz, Ş.
a.g.e. s. 103-120. Gerçekten de Gnostikler Paulus’u kendilerine oldukça yakın görmekte-
dir. Martin’in görüşüne göre, bu yakınlığın en önemli nedenlerinden birisi Damascus yol-
culuğu sırasında yaşanan deneyim ve bunun anlatılış tarzı olmalıdır. A.g.e. s. 115. Ölme-
den önce yaşanan “diriliş”, Philip İncili olarak bilinen Nag Hammadi Metninde de yer al-
maktadır. “Önce ölüp ve (daha sonra) haşrolacaklarını söyleyen kimseler yanılıyorlar.
Hayatları boyunca önceden İsa’nın haşrini kabul etmedilerse, öldüklerinde de haşri kabul
etmeyecekler.” Philip İncili 90.a. Prof. Sarıkçıoğlu çevirisi.
331
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
cak. Bunun için de daha önceki bölümlerde ortaya koyulan iki ilke-
nin Hıristiyan toplumuna özgü yerel ve kültürel ifadelerinin sis-
temleştirilmesi gerekiyor.
1. İlke: Sapkınlık tarihini incelerken bulmamız gereken ilk ilke sos-
yal dinin yozlaşmasıdır. Yozlaşma ise asli nitelikler ve görünümle-
rin birbirine karıştırılması nedeniyle tartışmaya açık bir konu. Ço-
ğunlukla tarihçiler bir dinin yozlaşması meselesini görüngülere in-
dirgemişti: “Zenginleşme”, ahlaksız yaşam ve adaleti yitirme, top-
lumun ezilenlerine yönelik baskıcı girişimler en çok karşılaşılanlar
olmuştu.. Ancak tüm bunlar yozlaşmanın yalnızca belirtileri ve dı-
şa vurum şekliydi. Neredeyse tüm zaman ve mekânda hükmeden
dinler açısından bu durum yeterince tekrarlanmıştır. Görünümler
ve yozlaşma fenomenleri bir tarafa dinde yozlaşma için aradığımız
gerçek nitelik ve özdeki yapılaşma “ilksel kurucunun” fikirlerinden
uzaklaşma olmalıdır. Onun fikirlerinin “dogma” aracılığıyla statik-
lik kazanması. Bunun dinsel yaşam açısından en dikkat çekici etkisi
dinin özündeki heyecan ve güçlü duygulanım faktörünün yitip
gitmesidir. Ruhani olanın gözlerden uzak kalması, ilk kuşakların
“dünyayı gerçekten küçük gören” ve öte dünyaya ve kozmosa
uzanan aşkın bakışlarının unutulmasıdır. Bu tüm bayağıliğiyla sı-
radan bir dünyanın parçası haline geldiğini gösterir dinin.
Ortaçağ Batı dünyasında yozlaşmanın örnekleri yaygın biçimde
mevcuttu. Papalar ya da piskoposlar, din adamları, resmi vaaz ve-
riciler ya da Roma Kilisesi’nin tüm temsilcilerinin kimi nitelikleri
sapkın olarak tarihe geçenler için katlanılabilir değildi. Her şeyden
önce tüm Ortaçağ Avrupası’na yayılmış biçimde “iyi yaşamlar”
sürmekteydi din adamları, toplumun yaygın ve ezici çoğunluğu-
nun yaşadığının aksine… Bu durumda da yoksulluk arketipi üze-
rinde yükselen bir kitaptan alıntı yapan kişiler inandırıcılıklarını yi-
tirmiş olmalı. Tarihsel metinler onların sıklıkla kan emici, sahtekâr,
tacizci, para ve kadın düşkünü, rüşvetçi ve adam kayırmacı olarak
suçlandığını gösterir. 467 XV. yüzyılda yaşamış ve Messadie tarafın-
467
Papalık Mühürdarı Alvaro Prelayo’nun yazısından alıntı: “Din adamlarının odalarına gir-
diğimde, önlerinde yığın yığın biriken paraları tartmak ve saymakla meşgul sarraf ve yük-
sek rütbeli papazlarla karşılaşıyordum.” Messadie, Şeytanın Genel Tarihi, s. 463. Engzis-
yoncuların keyfi uygulamaları nedeniyle sosyal bir gerilim potansiyeli oluşmuştu. Özellik-
le el koyma eğilimleri yüzünden ekonomi işlerliğini dahi kaybedebilmekteydi. Öyleki bazı
333
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
yetkililer “Engizisyoncuların sabit bir gelire bağlanmasını istedi.” Ancak, diyor Messadie,
“Bu durum lanetlilerin sırtından arpalık elde etmeyi tercih eden kilisenin işine hiç gelmi-
yordu.” Çünkü diye ekler “Şeytan verimli bir ticari fondu. Ve engizisyon mahkemesi tari-
hin en geniş rüşvet alma operasyonlarından birini sürdürmüş oluyordu.” s. 475.
468
Bkz. Messadie s. 482.
334
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
469
Bu hususta İsalm dünyasından bir örnek olarak. etkileyici bir örnek için bkz. Hal-
lac’ınPeygamberin Tanrıyı bulması hk. “Kendi içinde gördüğünden başka bir şey bildir-
medi.” Ve “Gördü, gördüğüne benzedi”: Yeni Tanrı’nın peygamberde açığa çıkması hk.
Hallac-ı Mansur Peygamberlik Işığı üzerine Bölümü TAVASİN, s. 17.
470
Bkz Lambert a.g.e “Kendini adamış bir sapkının eylemlerini asıl belirleyen etken, zulme
göğüs gererken aslında Tanrının istediğini yerine getirdiğine dair taşıdığı inançtı. Vakanü-
visler, sapkınların kendi kaderlerini vakarla hatta neşe içinde kabullendiklerini anlatır.” S.
15.
471
Lambert, yakılma eyleminin uzun sorgu sürecinin son aşaması olduğun değiniyor. Ölümle
yüzleşmeye hazır olan bu kişilerin dini inançlarına kendilerini bu denli adamış olmalarının
da “uğruna hayatlarını feda ettikleri akımların” neden bu kadar uzun süre hayatta kaldığı-
335
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
nın göstergesi olduğu kanaatindedir. Ayrıca bkz. Biraz ileride B. Hamilton’un sözlerinden
yapılan alıntı: “Cesurca ölüme giden Katharosçu Kusursuzların olağanüstü kararlılığı hak-
kında: “Ölümden korktuklarından daha çok yaşamda korkuyorlardı”. Lambert. s. 19. Yine
bir başka yerde bkz. “Önemli sayıda kusursuz inançlarından vazgeçmeyi reddederek ya-
kıldı. Şeytanın dünyasına yeniden dönmeyeceklerine inanıyorlardı. Katharoscular ölümden
değil yaşamdan korkuyordu.” a.g.e. s. 149
336
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
Açık bir biçimde Kutsal Ruh’un insan kalbine yazdığı bir ya-
sa.472
- Yine XI. Yüzyılda Milano Başpiskoposu Ariberto tarafından
sorgulanan Gerardo isimli biri de yetkiyi Kilise’den değil, bizzat
Tanrı’dan aldığını iddia ederek sapkınların en karakteristik be-
lirtisini gösteriyordu. Başpiskoposun sorusu şöyle: “Günahları-
mızı bağışlamak kimin elindedir? Papanın mı, bir piskoposun
mu, yoksa herhangi bir rahibin mi?” Sapkınlık kokusu alan Ari-
berto’nun tuzağına düşecek kadar alık değildi Gerardo. Ancak
yanıtını cesaretle dile getirdi: Ya çok cesur olduğu ve haksızlığa
karşı geri adım atmayı onursuzca gördüğü için ya da zaten söy-
lediklerinin Kutsal Kitap öğretisine aykırı olmadığına inandığı
ve bu inancının yöneticileri ikna edecek düzeyde muteber oldu-
ğunu düşlediği için. “Sizin şu Romalı papa yerine…” dedi Ge-
rardo,
“Bizim dünyanın her yerindeki kardeşlerimizi her gün ziyaret
eden başka biri var. Ve o bize Tanrıyı getirdiğinde biz de bağışla-
nıyoruz.” 473
- XII. Yüzyılda Hollanda’da Anversli Tanchelm’in kendisini bir
Tanrı gibi gördüğünü savunan mektuplar kaleme aldı rahipler.
Bu kişinin Meryem heykeliyle simgesel bir evlilik yaptığı iddia
ediliyordu. Sokaklarda da bir rahip, demirci ve silahlı muhafız-
lar eşliğinde geziyordu. Çok daha önemlisi halk üzerindeki etki-
siydi. “Sıradan halk onu Tanrı olarak görüyordu.” Diye yazar
Lambert
“Yıkandığı suyu içiyorlardı.”474
- Yine bir diğeri Eon de L’Etoile, kendini Tanrı’nın oğlu olarak ta-
nımlıyordu. Yandaşlarıyla birlikte Kilise’leri yağmalıyor, duala-
rını doğanın bağrında, kuytu yerlerde gerçekleştiriyordu. Şeytan
çıkarma ayininde kullanılan kalıp sözdeki bir kısmın kendisini
işaret ettiğini savunuyordu.475 Y şeklinde bir asa taşıyordu476,
472
Bu yasa kuşkusuz Kilise’nin yasasından daha değerlidir. Çünkü kilisenin yasası
*insanların hayvan derilerine karaladığı uydurmalara inananlar içindir. Bkz. Lambert s. 26
473
Alıntı için bkz. Lambert, s. 34.
474
Lambert s. 75.
475
per mum qui ventures est cum gloria judiciary vivos et secular per ígnem ifadesindeki
eum’un kendini anlattığını iddia etti. Lambert. s. 80
476
Asa sembolizmi. Y şeklindeki asa, dünyanın üçte ikisinin Tanrı’ya ama üçte birinin ise
kendisine ait olduğunu gösterir.
338
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
477
Bu grup açıkça seçilmiş olduğunu düşünenlerden oluşuyordu. Lambert s. 110.
339
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
478
Heribert tarafından yazılan bir mektup Perigord’daki bir sapkın grubu tarif ederken, “hava-
rilere özgü bir yaşam sürüyorlardı” ifadelerini kullanmıştı. Çok az şarap içiyor, et yemiyor,
paraya dokunmayı reddediyorlardı. İbadet sırasında diz çökmekteydiler.
479
Halis, Göktuğ. Tapınakçılar: Tarih ve Spekülasyon. Cathar Seferleri Bölümü.
340
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
480
Bu görüş ahlaklı yaşamı “yaradılışa” uyum olarak açıklayan İslam kültürüyle paralellik
sergiliyor. Ahlak ve yaratılış sözcükleri aynı kökten gelmektedir.
481
Saint Pere de Chartes Manastırı’ndan bir keşiş Paul’un ifadeleri şöyle: “Bu masallar dün-
yevi bilgeliğe sahip olanlara ve hayvan derilerine karalanmış insan ürünü uydurmalara
inananlara anlatın siz.” Lambert s. 31.
341
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
482
Bu infazın kararını, İmparator Magnus Maximus’u ikna eden Piskoposlar Hydatius ve Os-
sonubale’nin aldığı bilgisini veriyor Messadie. Şeytanın Genel Tarihi, s. 455.
483
Sonraki dönemler, çeviri hataları ve iftiralarla dolu konsillerde, Priscillianus’un çürütülme
çabalarına tanıklık etti. Bunlardan biri Braga Konsili’nde bir kural “Priscillianus’un öğret-
tiği gibi” demektedir. “İblis yeryüzüne bir şeyler getirdiğinde gökgürültüsü, şimşekler, fir-
tınalar ve kuraklık, onun yarattığına inanırsa, o aforoz edilir…” Ancak diye ekler Messa-
die: “Priscillianus böyle bir şey söylememiştir.” Messadie s. 457. Ayrıca bkz. Daha geç
dönemlerde öğretiye Gnostisizm ve düalizm eklenmiş olabilir. Bkz. RUSSEL, Lucifer. s.
111.
342
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
484
Yalnızca orta ve yaşlılar değil, genç yaştakiler de bu suçlamalarla öldürüldüler. Mkz
Messadie, s. 483’te 11 yaşındaki Catherine Naguille.
343
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
485
İlgili bir halk inanışı geçmiştir kayıtları. Aziz Pietro Martire’de yer alan açıklamaya göre
bir İtalyan grubu, Hayvanların insan etiyle aynı olduğuna inandıklarını gösteriyor. Hay-
vanlar Tanrı ile Şeytan arasıdaki savaş sırasında düşük yapan hamile kadınlardan düşmüş-
tü. Gökten yeryüzüne düşen fetüsler. “Bu durumda hayvan yeme yasağı da insan yeme ya-
sağı ile aynı şeydir.” Lambert s. 166. Bu tavır mani etkisini açığa çıkaran deliller olarak
kullaılmıştı. Mani’de de hayvan ve bitkilerin ruha sahip oldukları belirtilmiş ve ortadan
kaldırılması yasaklanmıştı. Felsefe Sözlüğü, Mani sf 929, A. Güçlü, Erkan Uzun, Bilim ve
Sanat Yayınları 2002 Ankara. Ayrıca Mani’nin Zerdüşt’ün kurban kültüne karşı çıkışından
etkilenime ilişkin bkz. Mircea Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi, Cilt 1 Sf 379
Kabalcı Yay, Nisan 2003 İstanbul. Mani’nin et yasağı ile ilgili bir başka görş hk. “bedenle-
rin” şeytan tarafından yaratılışı ve özlerinde kötülüğü taşımaları hk. Albayrak, Kadir. Bo-
gomilizm. s. 111.
344
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
486
Engizisyon “bezdirici, baskıcı soruşturma ve sorgulama” anlamına geliyor. Bkz: HALİS
Göktuğ, Tapınak Şövalyelerinin Düşüşü III. Bölüm.
487
İlk engizisyon soruşturması Şubat 1231 tarihinde Roma senatörü Annibeldo’nun girişimle-
riyle yapılmıştı. ALTAN, Ebru. Engizisyon Kurbanları, Popüler Tarih, Mart 2005 s. 31.
Senatör, bu soruşturmada, sapkınların tüm mallarına el konulacağını, evlerinin yıkılacağı-
nı, bunları ihbar etmeyenlerin para cezasına çarptırılacağını ve cezayı ödemeyenlerin de
sürgüne gönderileceğini ilan etti. IX. Gregorius döneminde kurulan bu sistem ile Latince
inquisitor sözcüğü kullanılmaya başlandı.
488
Bkz. Encyclopaedia Britannica 1960 basımı: “Engizisyon maddesinin XIII. yüzyılda orta-
ya çıktığını iddia etmek doğru değildir. Priscillianus’un öldürülmesi bunun kanıtı olarak
görülmüş olmalı. Messadie, s. 466
345
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
489
Paralel bir görüş için bkz. Baigent, Lincoln, Leigh. Savaşçı Keşişler Tarikatı sf 47
346
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
490
Pierre hakkında bkz. Lambert s. 72.
491
Alıntı çin bkz Lamber s. 112
347
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
492
Ad abolendam fermanının belki de sunduğu tek net katkı, sapkınların vaaz verme husu-
sundaki takıntılı arzusunu saptamış olmasıydı. Ferman, “yetkisi olmadığı halde vaaz ve-
renleri” yargılıyor ve onları masumları günaha sürüklemekle suçluyordu. #
493
İşkence Avrupa Ortaçağı’nın bağrına sıradan alışkanlıklar olarak yerleşmişti. Yalnızca
sapkınlarla değil hastalıkla mücadelede de işkenceye başvuruluyordu. Örneğin deliliğin
sebebi insanın içine şeytan girmesi olarak düşünülüyordu ve kötü ruhları kurmak için de
onun gururunun kırılması gerektiği düşünülüyordu. Cin kovma dualarına kötü kokular,
ağıza alınmayacak sözler, kırbaçlamalar ve en nihayetinde işkenceye başvuruldu. Filozof
B. Russel, Viyana’da Cizvitlerin yalnızca 1583 yılında 12 bin 562 adet cini bu yolla kov-
duğunu aktarıyor. Bilim ve Din, s. 62.
348
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
494
Papanın kendisi söylediği gibi havarisel biri ve ruhların çobanı değil. Otoretiseni ateş ve
kılıçla sağlayan eli kanlı biridir.” Alıntı için bkz. Lambert s. 78.
350
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
495
Etimoloji hk Sözcük Yunanca “katharos”tan geliyor olabilir. Bu katışıksız-saf anlamına
geliyor olabilir. Messadie . 467.ayrıca bkz. Texerant Fr. Sözcüğünden geliyor olabilir. Do-
kumacılık. Almanya’da ise Katharosçular Yunanca anlamdan hareketle saf olanlar. Arın-
mışlar. Ancak Lambert ilgi çekici bir kaynağı işaret ediyor. “Kedi” kelimesinden türemiş
olabilir. Tümüyle iftira niteliğindeki bir suçlamaya göre bunlar, kedi şekline giren Luci-
fer’e tapmaktaydı.
496
READ, Tapınak Şövalyeleri s. 206.
351
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
497
Lambert bkz. s. 162. Kesin biçimde Katolik öğretiyle uyumlu şeyleri savunuyorlardı.
Ölüm döşeğindekilere Katoliklerin kutsal yağ sürme ayini ile uyumlu Consolamentum
ayini yapıyorlardı. Yine Pater Noster dualarının arka arkaya okuması 13. yüzyıla dek Ka-
tolik inancının temel belirtisiydi.
498
Sapkınların arketipsel çağrı ve davranışlar bütünün Kilise’de yarattığı korku, onların sahip
oldukları fikirlerden çok bu sesleniş ağının etkisi ve Kilise’ye yönelik tehdit potansiyeliyle
ilgiliydi. Valdocuların 1179 yılında Üçüncü Laterano Konsili’ndeki tutumlarını anlatan
Walter Map, “ikişerli gruplar halinde yalınayak ve yün giysiler içinde dolaşan” bu insanla-
rın Kilise için ne ifade ettiğini açıklamaktadır. Bunlar havariler gibidir ve her şeylerini or-
tak kullanırlar. Yalnızca İsa’yı örnek alırlar. Şimdilik mütevazi bir biçimde yaşamaktadır-
352
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
lar, çünkü saldırıya geçecek durumda değiller. Eger onlara izin verecek olursak, yarın bizi
bertaraf edeceklerdir. Lambert s. 94.
499
Köln’deki ilk tespitten yaklaşık yirmi yıl içinde Ren Nehri’nden Pireneler”e ve İtalya
Yarımadasına kadar uzanan bir coğrafya.
500
Bunlar Parfait’ler olarak çağrılıyor. Onlar hakkında bir değinim için bkz. “Kutsal Kan Kut-
sal Kase” s. 45 Cathar cemaatinin öğretmen ve vaizleri cinsiyetlerinin mükemmeli” olarak
tanımlanıyor.
353
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
501
Öykü farklı bölgelerde ayrıntıları farklılaşmakla birlikte genel olarak şöyledir: “32 yıl bo-
yunca Cennet’in kapısına girmek için bekleyen Şeytan, sonunda bunu başarır. Yanı başın-
da Kadın gibi arzu uyandıran silahlar bulunuyordu. Melekler kadını merak etti ve şehvet
duygusuyla şeytanın peşine takıldılar. Şeytan ilk anda onlar farkına varmasın diye camdan
bir gökyüzü inşa etmişti. Ancak çok geçmeden cam kırıldı. Melekler Şeytan tarafından al-
datıldıklarını fark ettiler. Ama Şeytan, onların geçmişte bir melek olduklarını hatırlama-
sındalar diye onları insan bedenlerine hapsetti.
354
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
dı. Cinsellik ise kesin biçimde tabuydu ve fiziksel bir temas kutsiye-
tin yitirilmesi anlamına geliyordu.502 Bu süre içinde temel ilkelere
uyumsuzluk kişinin Şeytanın hakimiyetine dönmesi anlamına ge-
lir. Consolamentum geçersizdir artık.
Modern psikoloji okulu, bastırılan doğal dürtülerin nasıl şeytan
olarak nitelenmeyi hak eden bir baskı yaratma potansiyeli taşıdığı-
nı yeterince gösterdi. Sembolizmin nasıl bir süreç izleyerek Şeytan’ı
karakterize ettiğini saptamak mümkün değil. Ama mitoloji J.
Campbell’in eşsiz yapıtı Kahramanın Sonsuz Yolculuğu’nda belirt-
tiği gibi “insan bilincinin anlamaya” muktedir olmadığı akıl dışı
güçleri kişi için anlaşılır hale getirmek gibi bir misyona da sahiptir.
Bir Tanrısal ilke vardır kuşkusuz insanların içinde; ancak bu pek
kolaylıkla Şeytan’a evrilebilir. Onu toplum için yararlı hale getiren
tek şey, “içeride kötülüğün kökleşmesini engelleyecek” şekilde dı-
şarıya çıkmasına olanak tanımaktır. Kutsallık “Kusursuzlar”da da
böyle sağlanır. Bu neden “Ayrıcalıklı olmanın kendisi başlı başına
cazipti” diye yazar Lambert:
“Consolamentum, Şeytan’ın gücünden kurtulmanın tek yoluy-
du…” 503
Kutsal teoloji ve topluluğa hayat veren mitolojik öyküler, Roma Ki-
lisesi’nin yargısını kaçınılmaz olarak beraberinde getirmişti. Ruh-
ban sınıfını İncil’e aykırı yaşamakla suçladılar. Kilise ve etrafında
çöreklenmiş kişiler, İsa ve Havarileri’nin “dünyevi” şeyleri reddet-
tiği, yoksul yaşama ilkesine değer verdiği yönündeydi. Gerçek Hı-
ristiyanların kendileri olduklarını düşünüyorlardı. Onların bu ro-
mantik düşüncesi modern ilahiyatçıları da etkilemiş olmalı. Halen
bir çokları onları “Hıristiyanlığı saflığını muhafaza eden bir yer al-
tı” hareketi olduğunu ve arkaik ilkeyi koruyan bir hareket olarak
nitelendirmekedir.
502
Mitolojiye göre bu tip etkinlikler Şeytanın yaratısıydı ve bedenlere hapsedilmelerinin ön-
cesinde melekler herhangi bir cinsel yaşama sahip değildi. Ve bir bedene hapsedildiklerin-
de, insan bedenine girdiklerinde melekler ikinci bir yıkım yaşamışlardı. Onlar bu bedenle-
rin cinsiyet sahibi olduğun öğrendiklerinde “aglamaya” başlamışlardı. Lambert s. 146
503
Alıntı için bkz. Lambert s. 147. Kötülüğün nasıl doğduğu hakkında fikirler için de bkz.
a.g.e s. s. 161. Kötülük iyi Tanrı tarafından yaratılmamıştı. Tanrı’nın oğlu ya da bir melek
olan Şeytan yaratmıştı kötülüğü. Günaha düşmüş dünyayı yaratmış, onu takip eden melek-
leri de bedenlere hapsetmişti. Kimi yorumcular onun oğul değil, İyi Tanrı’ya eş bir ikiz il-
ke olduğunu söyledi. İyi melekler esir alınmış ve bedenlere zorla hapsedilmişti.
356
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
504
Avrupa Tarihi’nin ilk Jenosid’i demektedir bu olaya Kutsal Kan Kutsal Kase’nin yazarları.
40 yıl süren savaşın sonunda yalnızca Beziers Kasabası’nda 15 bin kadın, erkek ve çocuk
katledilmişti.” Yalnızca Moissac’da diri diri yakılan Cathar sayısı 210 idi. HALIS, Göktuğ
“Tapınak Şövalyelerinin Düşüşü” III. Bölüm. 2008
505
Jeffrey Richards’tan alıntılayan Messadie: “Hepsini öldürün, Tanrı kendininkileri tanıya-
caktır.” s. 473. Aynı temsilci sonucu gururla Papa III. Innocentius’a bildirdi: “Ne yaş, ne
cinsiyet ne de statü farkına bakılmaksızın herkes öldürüldü. “Kutsal Kan Kutsal Kase s.
41.
357
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
506
Doğu’da ve Batı’da bu sapkınlık belirtileri farklı dini kimliklere sahip kişileri ortak bir pa-
rantez içinde ele alma olanağı tanımıştı. Bir örnek için Katharosçularla ve Hallac-ı Mansur
felsefesine yönelik bir karşılaştırma için Yaba Yayınları, 60. Eylül 2008. Kitabın son bö-
lümünde bazı Katharosçu belgelere yer veriliyor.
358
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
507
Paralel bir görüş için bkz. Engizisyonun 1184 yılında Papa ve İmparator Friedrich’in gizli
anlaşmasıyla kuruluşuna değinen Messadie, seküler otoritenin “sapkınlıkla” mücadelede
nasıl hevesli olduğunu şu sözlerle açıklıyor: “ Tüm bölünmeler ve sapkınlıklar papalık iki-
darını tehdit ettiğinden aynı zamanda Hıristiyan kral ve prenslerinin tacını da tehdit edi-
yordu” s. 467.
360
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
BÖLÜM –VII-
ŞAMAN’IN EN
KORKUTUCU İMGESİ
ŞEYTAN
Kuram ve olasılıklar
Sonu gelmeyen; hiçbir zaman hiçbir yerde iyiye dönüşmeyen bir
kötülüğün gerçekte bir karşılığı var mıdır?
Farklı bir deyişle ve sadeleştirerek sorarsak: “Şeytan gerçek mi-
dir?”.
Soruyu belki de yanlış kurguluyoruz. Zira bugün olgunlaşmış ha-
liyle ‘iyilikle temas etmeyen’ yetkin kimliğin yalnızca din ile ilgili
olduğunu düşünüyoruz yaygın olarak. Böyle olunca “Şeytan” din-
darların meselesi haline gelmiştir ve bir şeytan arayışı da teolojik
alanın konusu olarak olgunlaşmıştır. Bu durumda onun gerçekten
var olup olmadığının pek az önemi var, zira J. Burton Russel’in
Woods’tan aktardığı gibi, insanlar onu öyle zannettikleri ve kabul
ettikleri için; aynı zamanda ondan farklı olarak insanların yaşamla-
rını etkileyen ve yönlendiren bir nesnel unsur haline dönüştüğü
için vardır şeytan508.
508
Söz konusu yorum şöyledir : “Gerçeklik verili bir olgu değildir, bir yorumdur. İnsanlar
yaşadıkları durumları gerçek olarak tanımlıyorlarsa, bu durumlar doğurdukları sonuçlar
361
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
açısından gerçektirler.” Richard Woods’tan alıntılayan Russel, I. Kitap s. 44. Aynı sayfa-
nın ilerleyen dilimlerinde Russel, bir kavramı “ne olarak düşünülüyorsa odur” diye tanım-
lamaktadır. Örneğin, Sanat, Demokrasi, Şeytan… Biz bu kavramları nasıl kabul ediyorsak,
onlar öyledir…
362
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
cımız var. Akıl yoksa, “mutlak bir kötülük” veya “iyilik” de dahi, o
pek yüceleştirilen sınıflamaların da anlamı yoktur. Doğal olarak
‘aklın’ baskısına karşın yaşamaya devam eden bilinç düzeylerinde
mutlak bir kötülük ilkesini değil, daha çok bir yönelimi bulabiliriz.
Freud ve Jung gibi isimler, tamamen ruh bilimsel analizlerden ha-
reketle en gerçekçi Şeytan imgesinin kökenlerini bilinçaltı çatışma-
ları sonucunda bulmuştu. Kaybolmuş görünen psişik enerjiden
bahseder örneğin Jung, kendilerini şimdiye kadar ifade etme fırsatı
bulamamış ya da engellenmeksizin var olmasına izin verilmemiş
eğilimlerdir bunlar. Bastırılanını dışa çıkma eğilimi ise bilincin po-
tansiyel yıkıcı gölge yönünü oluşturur. “Belirli koşullarda olumlu
etki yapabilecek eğilimler bile…” demektedir Jung, “bastırıldıkla-
rında şeytana dönüşürler…” 509
Levi Straus da bu fikrin önemli savunucularından biriydi. Mitler,
kişisel düşler gibidir; “Bilinçdışının belirli dışavurumlarından birisi…”
Yapısalcı ekol, mitlerin ya da düşlerin anlaşılması halinde, geçmişe
ilişkin kavramların da anlaşılabileceği iddiasını taşıyor. Levi Stra-
uss’a göre, bilinç dışı “ussal” olandan çok daha yaygındır ve bilinç
mitolojik şiirin ifade ettiği şeylerin çok azının farkındadır.
Bilinç dışının analizi sürekli ve değişmeyen bir metafizik doğaya
yapılan atıf ile “geçmiş ve bugün arasında” doğrusal bir köprü
kurma ve daha derin bir gerçekliğe ulaşma gayesi taşıyor. Gerçek
bir Şeytan tıpkı diğer mitler gibi, ussal olanın aşılması halinde kar-
şımıza çıkabilir değer taşır; kötülük bir arketiptir ve Jung bu gerçek-
liği arketipsel etki bağlamında şu şekilde ifade eder:
“Tüm arketiplerin olumlu, yararlı, aydınlık, yukarıya işaret eden
bir yanı olduğu gibi, aşağıya işaret eden, kısmen olumsuz ve
düşmanca, kısmen de yeraltına özgü, ama genellikle nötr bir taraf-
ları vardır.”510
Benzer bir görüş Russel tarafından da dile getirildi
“Ussal düşüncede iyi ve kötü görünürde birbirini dışlayan iki
güçtür…”
509
“İşte insanların psikolojiden korkma sebebi de budur…”Bkz. Jung, İnsan ve Sembolleri s.
89 ve sonrası…”
510
Jung, Dört Arketip, s.95…
363
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
511
Bkz. Egon FRIEDEL, ‘İnsana akıl veren yılanın zehridir. İnsanın başarısız olduğu büyük
irade sınavıdır bu. İnsan bunun karşılığında lanetlenerek çalışma cezasına çarptırılır. Bilgi
çalışma, doğutan günahkar ve lanetli olma… Bundan böyle insanın kaderidir…” Mısır ve
Antik Yakındoğu’nun Kültür Tarihi. s. 29. Dost Yay. Almancadan çeviren Ersel Kayaoğlu.
Aralık 2006. Ankara. Hemen ardından Adem’in üçlü laneti: Bilgi, çalışma ve cinsellik…
364
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
varlık haline getiren şey her ne ise bu açıkça kötülükle ilişkili olma-
lıdır. Çünkü ‘yasak elma’nın yenmesi ile sembolize edilen akıllan-
ma insana, ölüm, doğuştan günah, çalışmaya yazgılılık gibi ‘cennet’
ya da ‘altın çağ’ gibi ideal zamanlardan açıkça uzaklaşılmış oldu-
ğunu gösteren nitelikler yüklemiştir. Bu Tanrı’nın suçu olamaz.
Aksi halde inancımızı yeniden sağlayamayız.
Böylece mistik alandan uzaklaşmış oluruz. Dünyevi bir problemin
çözümünde, bir aktivist olarak konumlandığımızda, mutlak bir kö-
tülük ilkesini ancak us kullanarak yaratabiliriz. “Şeytan” bu haliyle
mistik ya da teolojik bir kaynaktan doğmaz; ama onun politik
alandaki işlenişi, mistik ya da teolojik bir dil yaratır. Bu dil 21. Yüz-
yıla dek sürmektedir ki hala hayattadır.
zor. İlk zorluk delil problemi; ikincisi ise “politika” ile çatışmacı, uz-
laşımı belli koşullara bağlı ve elbette “ötekileştirmenin” keskin ay-
rımlarını kastediyor olmamızdan. Bu bağlamda tarih öncesi toplu-
luklarda “politik bir düşman” aramanın yersizliği açıktır. Zira poli-
tik bir düşmanın yahut “ben” olana dönüşümsüz bir ötekinin yok-
luğunda “Şeytan”ın olgunlaşması mümkün değildir.
Diğer taraftan, “Şeytanı” değil ama onun nitelikleri, bir diğer deyiş-
le “Şeytani” olanın kökenleri için doğru adreslerden birisi burasıdır
ve hiçbir dini tema, tarih öncesi kökenleri hesaba katılmadan; ya da
katılmaya çalışılmadan anlaşılamaz.
Modern ilkeller üzerinde yapılan araştırmalar, savaşın ve şiddet
içeren çatışmaların, “ölüm ve öldürme” ile ilgili kimi uygulamala-
rın Şeytan fikriyle açık ilişiklikler yarattığını doğruladı. Kimi toplu-
luklar, dost bir kişinin ölümü halinde uzun süren uygulamalar ve
hazırlıklarla cenaze törenini tamamlamayı içeren ayrıntılı ritüellere
sahiptir. Ölüm bir yolculuktur ve tıpkı köyden ya da evden ayrılan
insanlar gibi yolculuk için gerekli erzak ve hazırlıklar yapılır. Bu
cenaze törenlerine, kişinin bu dost niteliğine rağmen, korku ha-
kimdi. Cenaze töreninden eve dönüşün, arkayı kollama kaygısını
anımsatırcasına, geriye doğru adımlanarak yapıldığı Aynu toplu-
munda; “erkekler kılıçlarını, kadınlar sopalarını ileri geri sallamak-
tadır.” Amaç ölünün ruhunun kendilerini ele geçirmesine fırsat
vermemektir.512
Öldürülen bir düşmanın bedenine verilen zararın, intikamcı ve kö-
tülük yapmaya azmetmiş ruhun edimlerinin kısıtlanmasını amaç-
ladığını biliyoruz. Frobenius’tan alıntılayan Campbell, Afrika’da
eski zamanların güçlü cesetlerinin etrafta dolaşmamaları için nasıl
bağlandığını aktarır:
“Gövdelerinin delikleri şeritlerle, iplerle, ağlarla bağlanmış, dipte
kalsın diye taş yığınları altına gömülmüş veya hemen o gece yen-
sinler diye kurt ve sırtlanlara atılmışlardır…”513
512
Bk. J Campbell, İlkel Mitoloji s. 340
513
Campbell, s. 131. Bu ritüeller, tarımcı toplulukların çok daha az öfke içeren uygulamala-
rıyla karşılaştırıldığında avcı toplulukların “ölüm” düşüncesine verdiği değerle anlamlıdır.
Bu toplulukların ölüm düşüncesi, Frobenius’a göre, “büyüsel”dir ve “ölüm” nasıl yaşanırsa
yaşansın mutlaka “kötü bir büyücünün” eseridir. Bu halde “ruh” öfkelidir ve intikam ister.
366
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
Burada, şayet önlem alınmaz ise, geriye dönüşümsüz bir yıkım ira-
desi gösterecek “intikamcı ruh” inancı ile “Şeytan” arasında etkile-
yici bir benzeşim kurmanın olanaklarına ulaşmış oluruz. Günü-
müzde dahi, sinema ve edebiyat endüstrisinin “intikamcı ruh” te-
masının işleyişinde bu paralelliği görmek mümkün.
İtiraf etmeliyim ki, yine de bu olanaklar çok da tatmin edici değil.
Geriye dönüşsüz bir yıkım iradesi gösteren ruhu “Şeytan” olarak
görmemizin önünde çok sayıda engel var. Her şeyden önce “ilkel-
lere özgü intikamcı ruh” inancı, Şeytanın aksine “öteki” olmaktan
pek uzak. Saygı duyulan, gücü belli ritüellerle özümsenebilir ve
eninde sonunda “koruyucu ve kollayıcı” ruha dönüşebilir bir nite-
liğe sahiptir. Yeni Gine ve Dayak boylarının, düşmanları ve onun
zarar verilen bedenlerinin zamanla kutsal olana dönüştüğünü anla-
tır Freud: “Köyün ortasına getirilen “düşmanın” bedeninden ay-
rılmış kafasına sevgi ve saygıyla yaklaşılır; kendisinden özür dile-
nir ve sıkı arınma törenleri uygulanır.514
İntikamcı ruh ile Şeytan, uyuşmaz gözüküyor. “Şeytan” açık bir şe-
kilde “ben” in dışında, onunla uzlaşmaz ve “saltık bir kötülük ola-
rak” biçimlenmişti, hatırlayalım.
İki tema arasındaki bir diğer temel uyumsuzluğun olgunlaşmış bir
Şeytan olgusuna uyum göstermeyen “bedene sıkı sıkıya bağlılık”
vurgusundan kaynaklandığını hemen tespit edebiliriz. Campbell’in
Frobenius’tan alıntıladığı gibi kimi hallerde, bedeni ne kadar güç-
lüyse, ölüm sonrasındaki ruhun oluşturduğu tehlike de o denli bü-
yür. Bu durumda, beden üzerinde gerçekleştirilen deformasyon
edimleri “ruhun” ideal hareket serbestisi ve gücünden uzaklaşma-
sına olanak verir. Parmakların kopartılması ruhun silah tutmasını,
gözlerin çıkartılması görmesini sağlayacaktır örneğin. Buna karşın
“Şeytan” keskin bir şekilde “Ruhani” bir güçtür ve bedeni yalnızca
“egemenliğini” doğrulamak amacıyla kullanır. Bir kez daha, ilkel
514
Buradaki uygulamaların temel nedeni “korunma değil” pişmanlık duygularını bastırmaktır.
Freud, 47-55… Buna tezat bir görüş için bk. Campbell; Frobenius’un incelemelerinden çı-
kan sonucu aktarır. Buna göre topluluk, yalnızca öfkeli ruhu sakinleştirmek için, ölen kişi-
nin akrabalarına azap verici uygulamalara zorlar. Gerekli arınma törenleri yerine getirilir,
Campbell’in deyimiyle “vahşi bağırtılar”, yerlerin dövülmesi ve mezarda yakın akrabaların
birbirlerine girmelerinin ardından ruh, dilerse yumuşak biçimde, rüyalarda kendi insanları-
nı ziyaret edebilir ve “kötülüklerden koruyabilir” İlkel Mitoloji s. 131.
367
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
515
Campbell, a.g.g. s. 132…
516
Rivers, s. 82… Meksika’da ise tanrılar hastalık bulaştırmakla birlikte, aynı zamanda iyileş-
tirici güçlere de sahiptir. S. 86…
368
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
517
Paralel bir yorum için Bk. Russel, Şeytan, s. 18. Yazara göre mutlak kötülüğün temel dışa
vurumu, koşulsuz bir yok etmedir. İçinde yapma, düzeltme, onarma bulunmayan topyekûn
yıkım eğilimi…
369
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
518
Freud. H.İ. 82-83… Ayrıca bk. Rivers hastalığa vesile olan tinsel güçlerin büyük bir ço-
ğunluğunun “ölmüş” ataların ruhlarından oluştuğuna inanan toplumlar hakkında özet sun-
maktadır. Bk. 71-79…
519
Bk. Campbell, s. 105.
520
Bk. Fordham, s 62. Bir diğer bağlam için, kişinin Ana Tanrıça motifiyle ilintili olarak, iyi-
lik ve kötülüğün tek bir bedende toplanması hususundaki dikkat değer açıklamaları için
bk. Jung, Dört Arketip. Metis Yayınları. I. Bölüm
370
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
Böylece insanın Şeytan ile kendisinde var olduğunu fark ettiği özel-
liklerin geç dönem evrimi sonucunda karşılaştığı sonucuna varabi-
liyoruz. Bu özellikler kesin biçimde istenmiyor ve dışlanıyordu.
Russel’in belirttiği gibi, “kötü” olanın ötelenmesi, onun bize ait ol-
madığını düşünmek ve böyle sınıflandırmak için yeterince güçlü
bir eğilimimiz var; “kötü bir şeye sebep olduğumuzda”, af diler; bu
suç işlediğimizde “Kendimde değildim!” deriz. Diğer taraftan bir gü-
naha düştüğümüzde arınmaya, temizlenmeye çalışır; kötünün ve
kötülüğün üzerimize yayılma eğilimine karşı önlem oluştururuz.
Açıktır ki, insan arkaik zamanlardan bu yana “kötülükle” açıkça
ilişki halindedir ve onun hakkında düşünmektedir. Bununla birlik-
te onu hiçbir zaman mutlak olarak görmemek gibi yaygın bir kabu-
le sahiptir.
“Şeytan fikri, doğada tanık olunandan çok kişinin kendisinde ve
diğer insanlarda gördüğü potansiyel eğilimden beslenmektedi o
halde. Şaman ile sembolize edilen içgüdüsel şema Şeytan fikri için
güçlü olanaklar içeriyordu. Ancak bu mutlak bir kötülük, iyiliğe
dönüşmeyen bir anlam taşıyor muydu? Kesinlikle hayır. İlkel in-
sanlar kötülük algısından ayrılması mümkün olmayan bir iyilik
karşıtlığına sahipti. Bunun için ussal bir karşıtlık alanının saptan-
masına ihtiyacımız bulunuyor. İçgüdüsel alanın dışında, farkında
olunan “bilinçli bir konumlanma.
Şeytanı arıyorsak, toplumsal bir karşıtlık bulma zorunluluğumuz
var; o halde. Belki de bir öteki… İnsan topluluklarının bu aşama-
sında bir “öteki” var mıydı?
Tierra del Fuego Ona’ları 521 olarak bilinen ilkel kabilenin “Hain”
isimli erkek örgütleri bu tip bir arayış için bulunmaz fırsattır. Kü-
çük bir toplulukta bu karşıtlık şaşırtıcı gelebilir: ancak erkeğin ka-
dına ait olduğu anlaşılan yönetimsel gücünü bir darbe ile ele geçiri-
şini aktaran mitlerin ya da arkeolojik bulguların yaygınlığını göz
önünde tutmalıyız. Ona halkında bu üstünlük, güney komşuları
Yahganlar gibi barışçıl yollarla sağlanmaz; bir katliam ve kıyım öy-
küsüne döneriz. Erkekler silahlanır ve:
521
Arjantin ve Şili’ye komşu antik bir toplum
371
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
522
Campbell, s. 314…
523
Peder Schmidt, gizli ev ritlerinin “avcı kabile” törenlerinden tamamen farklı olduğunun al-
tını çizer. Yabancı üye alma eğilimi, kabullerin seçim ve sınırlılık ilkesine dayanır; kafata-
sı kültüne önem verilir; ritüel yamyamlık ve oğlancılık yaygındır…s . 318. Ona göre “Er-
372
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
kek dernekleri rezil, ahlaksız bir amaç güder ve buna ulaşmak için kullandığı araçlar da
rezil, ahlaksızdır…” Peder Schmitd’in, batı dünyasında hala sürmekte olan erkek egemen
kurumların gücü karşısında da, ilkelleri yargılarken kullandığı hevesli dili kullanıp kul-
lanmadığını merak ediyor insan…/12.b. Yerliler nihayetinden Hıristiyanların Tanrı ve
Kral’ının şeytan olduğuna inanmışlardır. Bk. Bartolomeo de las Casas, s. 96.
524
Yerliler nihayetinden Hıristiyanların Tanrı ve Kral’ının şeytan olduğuna inanmışlardır. Bk.
Bartolomeo de las Casas, Yerlilerin Gözyaşları s. 96
373
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
525
Alıntı için bkz. Prof. A. İnan s. 79-80...
374
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
526
Bu sürenin ardından Osiris figürünün, Horus/Seth mitosuna dahil olduğu söylenebilir.
Prof. İnan, s. 63
375
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
527
Messadie, s. 372. İslam kültüründe “Semum” olarak bilinen kadim ve güçlü cin, tıpkı Pa-
zuzu gibi kişileştirilmiş bir doğa unsurudur. Prof Ateş, “Semum”u “gündüz esen, sam yeli
denilen” ateş gibi sıcak bir rüzgâr olarak tanımlamaktadır. Bk. Ateş, s. 92… Pazuzu, çok
uzakta, Bengal Körfezinin 250 mil güneyinde Andaman Adalarında yaşayan yamyam
377
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
Pigme mitolojisinde, Biliku’ya dönüşür. Bu kez örümcek biçimindedir; ama yine bir
rüzgâr, olasılıkla sert “kuzeybatı musonudur”. Campbell onu “aldatıcı ve değişken” olarak
tanımlar. “Hem yararlı hem de tehlikeli olabilir…” bk. s. 363
528
Bu husustaki değişim hk Bk. HANÇERLİOĞLU, Orhan. İnanç Sözlüğü, s. 498. “Pazuzu”.
Remzi Kitabevi. Mayıs 1975. İstanbul.
529
Davidson-Melekler Sözlüğü Lilith Maddesi…
378
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
530
Bu dindar için kritik bir sorundur. Bir nevi isyan etme ve şükretmeme niteliği… ‘Tanrıyı
adalet katili olarak mahkeme önüne çağırma’ meselesi diyor E. Friedel, ‘küfrü en uç nok-
taya götürmektir…’ Çünkü ‘ben bunu hak etmedim” yargısı kişiyi ansızın kafir yapabilir.
Tartışma için bkz. S. 387.
379
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
531
Zurvancılık bu saptırmanın ana kaynaklarından birisidir. “Zurvan” sözcüğü, “Zaman” ya
da “kader” anlamında, Zerdüşt öğretisinin içinde geçmektedir. Bununla birlikte Zurvan öğ-
retisinin olgunlaşmasıyla birlikte Ahura Mazda-Ahriman arasındaki karşıt ve eşit kutup-
laşma yerleşir. Bu iki karakter Zurvan’ın çocuklarıdır. İlki Zurvan’ın çocuk sahibi olmak
adına kestiği kurbanın kabulünden, ikincisi ise, kurbanın çocuk sağlayacağına duyulan
kuşkunun ürünüdür. Bk. SAYIM, a.g.m., s. 97. Sayım’a göre, bu mitosa ve aydınlattığı
inanç sistemine rağmen, Zurvan, soyut ve pasif bir ilke olarak gözükür. Ona tapınım is-
tenmez. Ayrıca bk. Russel, s. 124. Russell’a göre Zurvancılık ile birlikte Şeytan, eninde
sonunda uyum sağlanan değil, savaşılarak yok edilmesi gereken bir güç haline gelir.
380
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
532
..." Tutku ve yağma, zorbalık her yerde/Ve şiddet ağına düşürür her yandan be-
ni;/Sizinkinin dışından hiç yardım görmüyorum, siz tanrılar/Açıklayın bana güçlü birini,
(insanlığı-dünyayı)kurtarabilecek…" Zerdüşt yazılarıyla ilgili kaynağım Taroparewela 29-
1, s. 116…
381
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
533
Bk. Yasna:32:3 ve sonrası…
534
Burada aşağıda az varlığı oan insan/Eğilimlidir hakikate, ama/Mutsuzdur çok varsıl olan,
ey TANRI... 47-4... s. 161.
535
Hayvanlarla ilişki kutsal kitaba dahil olacak denli önemliydi. “Yasna 29 ve sonrasında ine-
ğin, boğanın ve diğer tarım hayvanlarının ruhunun Zerdüşt’ün bilgeliğinde önemli bir rol
oynadığı görülür. Hayvanların yaratıcısı bilgelik sordu: “Var mı hayvanları koruyacak biri.
Onlara devamlı mera sunup onları sevecek?” Bkz. AVESTA Bölümleri. Eshat Ayata Çevi-
risi. s. 59 - 60. KORA YAYIN. 2. Baskı. Ekim 2003 İstanbul.
536
Haoma kutsal ölümsüzlük suyu olarak tanımlanıyor. Birçok yerde Zerdüşt’ün büyüdüğü
kültürün ritüellerinde asal bir rol oynamış kutsal bir öne olabilir. İsa’nın son akşam yeme-
ğinde Şarap ile karşılaştırılabilir. “Ölümün uzaklaştırıcısı olarak Zerdüşt ile sohbeti için.
bkz. Yasna 9 ve 10 ilgili bölümler. AYATA, s. 61 ve sonrası
383
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
537
Yalan, Zerdüşt öğretisinde, en büyük günahlardan birisidir. Russel bunun nedenin açıklar-
ken şu ifadeleri kullanır: “Kozmos’u anlaşılmaz ve sevilmez hale getirir…” Bk. Russel s.
114.)
538
Bk. Sayım, a.g.m. s. 97…
384
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
539
Bk. SAYIM, Huzeyfe. Yrd. Doç. Dr. ZERDÜŞTİLİK’TE KOZMOGONİ VE YARATI-
LIŞ. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı : 16 Yıl : 2004/1, sayfa 95
540
Senin düşüncenden verdin bize düşünce gücünü/Madem ki kafese koydun tenin içindeki
yaşamı,/Yine de harekete geçmen için güç ve yol göstermek için sözler bağışladın/Böylece
seçeriz özgürce yürüyeceğimiz yolu..Yasna 31:11. /Taroparowela s. 125
541
İnsanın kardeşliği özlem duyduğumuz/İnsan aramıza ve sevindirsin yüreklerini/Zerdüşt
imanının erkek ve kızlarının/Vohu Menah'a uyarak;/Alırken insan ruhları en değerli ödü-
lü/Dua ederim Aşa’ya bağışlanması için lütfunda/İnsan ruhlarının çok istediği bu kutsa-
mayı/Tümü için kararlaştırdığı Mazda Ahura'nın. 54-1.s.181. Söz konusu dizeler evlilik
törenlerinde söylenir.)
385
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
Şeytan aramızda
Yine de Zerdüşt Şeytanı bilmiyordu. Kurgusunda Şeytani bir şeyler
vardı, ancak gerçek bir Şeytan imgesine ulaşmak için Ortado-
ğu’nun toprağını daha çok kazmak gerekiyor.
Bunun için ise çok daha güçlü politik hesaplaşmalar bulmalıyız.
Gerçek kötülüğün cisimleşmesi tamamlanır tamamlanmaz, politik
hesaplaşmalardaki rolü etkin hale gelir. Bu halde ondan yararlan-
mak gibi kaçınılmaz bir düzlem görürüz. Yine de hazır değildir ta-
rih sahnesine çıkmak için Şeytan; ama eli kulağındadır.
Kitab-ı Mukaddes’in erken tarihli bölümlerinde “Şeytan”ı bugün
anladığımız haliyle bulamayız. Bu bizi şaşırtmamalı; zira tüm bö-
lünmüşlüklere rağmen bütünlük arzusu kıyıdadır. Kavim bölün-
müş olduğu kabilelere, kendilerine direnen diğer halklara, doğal fe-
laketlere öteki gözüyle bakmaz; erken dönem söylenceler, mitler,
şarkılar ve kültürel veriler göçebe topluluklara özgü iyimserlikler
taşır.
Kitapta “Şeytani” bir edimle karşılaştığımız ilk yer, “Tekvin” kita-
bının bilindik Adem, Havva ve Cennetten kovulma öyküsüydü.
Bununla birlikte gerek “Cennet” öyküsünde gerekse kitabının bü-
tününde “Şeytan” karakteristik bir belirsizlik taşır. Önce Eski
Ahid'de Cennetten Kovuluş mitindeki karakter Şeytan olarak anıl-
maz. Geleneksel bir simge olarak Yılan kullanılmaktadır.542 Yılan'ın
Şeytan ile özdeşleşimi ikincil kaynakların ürünüdür.
Belki Şeytan değildir, ama Yılan’ın kaotik nitelikler taşıyan bir ka-
rakter olduğu anlaşılıyor. O bir kışkırtıcı ya da düzen bozucu idi.
Dürüst olmadığı kesindir, önce Havva'yı kandırdı, Adem’i kan-
dırması yolunda kadını yönlendirdi.543 Sonunda bu üç figürün de
Tanrı tarafından cezalandırıldığı ve her birine uygun cezalar verile-
rek Cennet'ten sürüldüğü görülür.
542
Kitab-ı Mukaddes Tekvin Bap-3. Söz konusu bölümün hemen başında yılan, Allah'ın yap-
tığı tüm kır hayvanları içinde en hilekar olanı şeklinde tanımlanır. Kuşkusuz hilekarlık
Şeytan için "azımsanabilecek" bir tanımlamadır. Milton’ta “Yılan”, “en zeki-kurnaz” sü-
rüngen olarak tanımlanır. “Böyle olduğu için onu orada hiç kimse bulamazdı” BK. Kayıp
Cennet, s. 180. Kitapta Şeytan, konuşmasıyla Havva’yı şaşırtan-dolayısıyla sıradan bir
hayvan olan Yılan’ın bedenini kullanarak, Cennet’e giriş yapmaktadır.
543
Ve yılan kadına dedi: (Allah'ın yasakladığı meyveden yerseniz, onun dediği gibi) Katiyen
ölmezsiniz; çünkü Allah bilir ki ondan yediğiniz gün o vakit gözleriniz açılacak ve iyiyi ve
kötüyü bilerek Allah gibi olacaksınız... Kitab-ı Mukaddes, s. 3. Tekvin Bap 3:5...
386
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
başka bir şey yapamaz. Zira sorun hala sürmektedir; sadece konu
açısından oldukça gereksiz başka sorunsallarla çatallaşır: “Tanrı
Cennet’i korumayı denemiş, ama başaramamış mıdır?”
Neredeyse yüzlerce yıldır sayısız teolog ve din adamı tarafından
mantıksız bulunan tablonun diğer tarafında Yılan’ı görüyoruz. Te-
mel mesele “onun edimlerini” yönlendiren şeyin ne olduğudur. Yı-
lan’ı, saltık bir kötülüğün simgesi olarak okumak da, “Tanrı tara-
fından izin verilen bir misyonu” yerine getiren bir karakter olarak
görmek de mümkün. Ancak her iki durumda da sorunlu tablo dü-
zelmez. Zira şayet ikinci durum doğruysa ve Şeytan bir görevli ise
aldığı cezanın açıklaması yoktur. Ama hayır, söz konusu girişimi
yalnızca kendi tasarladıysa, bir diğer deyişle kötülük onda içkinse,
Tanrı tarafından yaratılan bir varlığın "yetkin-yeğin bir kötülüğü
içermesi", yaratılandan çok yaratanın sorumluluğunu göstermek-
tedir.544
Kötülüğü kim yaratmıştır? Bu soruyla, daha önce sıklıkla karşılaş-
tık; özellikle Zerdüşt teolojisinde… Tanrı’nın Şeytan’ın yaratılma-
sındaki sorumluluğuna karşı geliştirilen en güçlü yanıt bile, Tan-
rı’nın isteyerek ya da istemeyerek “kötülüğe” göz yummuş olduğu
iddiasını çürütmeye yetmedi.545 Birinci halde bir “görevli”, ikinci
halde de “kaderini özgür iradesiyle belirleyen radikal bir isyancı”
olarak tanımlarız onu. Milton, bu iki görüş arasında bir sentez
yapmış gözüküyor. Tektanrıcı Teolojilerin pek sevdiği “özgür ira-
de” ve Tanrı’ya biatın özgür biçimde yapılması vurgusuyla, önemli
bir ekolü izlediğini gösterse de, kitabının ana dokusuna hakim bir
kader sistematiğinin altını çizmektedir. Milton öncelikle, Şeytan’ın
544
I. Yüzyıl düşünürlerinden Markion, Cennet'te geçen bu öyküdeki tutarsızlıklardan şikayet-
çidir: " Eğer yaratıcı Tanrı var ettiği dünyada bulunan kötülüğü önceden kestiremediyse
cahildir; bunu kestirip önleyemediyse kötüdür; önlemek isteyip de yapamadıysa acizdir."
Markion'a göre, Eski Ahid'in Tanrısı açıkça maddi dünyayı yaratan Kötülük Tanrısı'dır.
ALBAYRAK, Kadir. Bogomilizm ve Bosna Kilisesi, s. 86-87. Emre. Messadie ise, bu du-
rumu şöyle açıklar: “Yılan kılığına girmiş olan Şeytan ise Cennet'te işi neydi? Bu Tanrı'nın
kötülüğü de yarattığı ve Cennet'e sürdüğü anlamına mı gelir? ... " Şeytanın Genel Tarihi s.
388...
545
Neredeyse tüm kültürlerde bu çelişkiler alimler tarafından fark edildi. Tanrı ile münakaşa-
ya giren Şeytan’ın sözleri için bkz Hallac-ı Mansur Tavasin s. 43 ve sonrası: “Nasıl alçata-
bilirdim kendimi/Onu topraktan beni ateşten yarattın”. Şeytanın bu sözlerine Tanrı’nın ya-
nıtı “Seçim benimdir” olunca Şeytan da “Onun önünde secde etmemi sen engelledin. Be-
nim seçimim senindir.”
388
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
546
Milton’un Hıristiyan teolojisine bu pek uygun çıkarımları, İsa’nın Tanrı’nın hüküm gücüne
sahip olduğu şeklindeki tınılarıyla Pagan kültürlere açık göndermeler yapar. Bir saltanat,
babadan oğula geçen hüküm geleneğinin bu kurgulanış sahnesi açık bir güç devridir. İsa
açık biçimde Horus’tur. “ Ve baş Melekler senden gelip korkunç mahkemeni haber verin-
ce/Geçmiş çağlarda ölenlerin hepsi gürültüyle uyanıp huzuruna gelecekler…” s. 69.
389
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
547
Kitab-ı Mukaddes. YEŞU: 11:20
548
Alıntı: J.B. Russel, Şeytan, s. 206…
390
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
549
Kitab-ı Mukaddes, s. 618. EYUB Bap I:VI-XII...
391
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
"iyi" sandığı kulunu "fakir kıldığı takdirde" aynı iyiliği gösterip gös-
termeyeceğini denemesini ister.
"Ve şeytan Rabbe cevap verip dedi: Eyup Allah'tan boşuna mı
korkuyor? Onun etrafına, evinin etrafına ve nesi varsa hepsinin
etrafına sen çepçevre çit çevirmedin mi? Ellerinin işini sen bere-
ketledin ve onun malı memlekette çoğaldı. Fakat şimdi elini uzat
da nesi varsa hepsine dokun ve yüzüne karşı sana lanet edecektir.
Ve Rab Şeytan'a dedi: İşte bütün nesi varsa senin elinde; ancak
kendisine elini uzatma. Ve Şeytan Rabb'in önünden çıktı..."
Şeytan, Tanrı’ya biat eder konumdadır burada. Bu çizgi Meseller ve
İşaya gibi eski tarihli kitaplarda da korunuyordu. İşaya kitabında
da kötücül karakterler Tanrı'nın düşmanı olarak ya da ona isyankâr
gözükmez. Hakimler 22-57 de de Tanrı'nın kötü ruhları kullanarak
amacına ulaştığı görülür:
Anlatıdan anlaşıldığı kadarıyla Şekemler yalancı ve namussuz in-
sanlardır. YERUBABEL in 70 çocuğunu katletmişlerdir ve bir köle-
nin oğlunu ABİMELEK'i KRAL seçmişlerdir. ABİMELEK 'i kulla-
nan TANRI, ülkeyi yok etmiştir. İblis görevlileri YEHOVA'nın inti-
kamlarını kat'i bir şekilde yerine getirmektedir bu öyküde. Ve Tanrı
bazı bölümlerde ileriye giderek, kötülük sembolü olarak kabul edi-
len Azazel için kurbandan pay istemektedir.
Bir diğer çarpıcı örnek, Rahip Kökenli yazarın, “günahkâr” olarak
nitelemede pek hevesli olduğu Kuzey Krallığının rahipler sınıfına
ilişkin öyküsünün düzenlendiği I. Krallar, 22. Bölümden verilebilir.
Burada Kral Ahab’ı savaşa girmesi hususunda ikna eden ve keha-
netlerinde “zaferi” gören “yalancı” bir kâhinler sınıfıyla karşılaşırız.
Hikâyenin kahramanı Peygamber Mikaya, Kral’a ordularının ko-
yunlar gibi dağılacağını anlatır. Ama Ahab, kendisine diğer danış-
manlarının sözlerini hatırlatınca, Mikaya, onların Tanrı tarafından
görevlendirilmiş “kötü bir ruh tarafından” aldatıldığını açıklar.550
“Kötü ruh” imgesinin Güney’in Rahip Kökenli yazarının ağzından,
Kuzey’in günahkârlığını ispatlamaya yönelik olarak kurgulandığı-
550
“Rabbi tahtı üzerinde oturmakta(…) gördüm. Ve Rab dedi: Ramot-gileada çıksın da düş-
sün diye Ahab’ı kim kandıracak?(…) Ve bir ruh çıkıp Rabbin önünde durdu ve dedi: Ben
onu kandırırım. Ve Rab ona dedi: Ne ile? Ve dedi: Ben çıkarım ve bütün peygamberlerinin
ağzında yalancı bir ruh olurum…”. Krallar I. 22: 19…
392
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
551
Toprağın aşağıda, Ateş’in de yukarıda olduğu fikri, Doç. Aydın’a göre Yunan-Helen kültü-
rünün etkisini vermektedir. Bk. Bilim ve Gelecek a.g.m. s. 35. Bakara Suresi 34. ayette
tüm meleklerin Adem'e secde ettiğini, ama İblis'in buna yanaşmadığı anlatılır. Çünkü o
"böbürlenmişti". Sad Suresi'nde ise bu böbürlenmenin nedeninin ne olduğu açıklanır. Al-
lah, İblis'e "kendi elleriyle yarattığına secde etmekten alıkoyan şeyin ne olduğunu sordu-
ğunda: " Dedi: Ben ondan iyiyim. Beni ateşten yarattın onu çamurdan yarattın." Bunun
üzerine Allah, İblis'i divanından kovmaktadır. KUR'AN-I KERİM ve YÜCE MEALİ, s.
456. Prof. Dr. Süleyman Ateş. Kılıç Kitabevi.
552
Mikail kötüye karşı mücadelede güvenilir bir figürdür. Kumran metinlerinde de sık sık adı
geçen karakter, Işık Prensi olarak gözükür. O, Belial'e karşı savaşımın önderlerindendir ve
Tanrı'nın düşmanlarından intikam alırken resmedilir. VERMES, Geza. Ölü Deniz Parşö-
menleri-Kumran Yazıtları s. 109. Nokta. Milton’da Tanrı, Adem ve Havva’ya, Cennet’ten
sürülecekleri bilgisini verme konusuda Mikail’i görevlendirir. Adem Mikail’e: “Ey Melek-
lerin Başı, Tanrı’nın en büyük meleği…” olarak seslenir. Kayıp Cennet, s. 230./39.a. Top-
rağın aşağıda, Ateş’in de yukarıda olduğu fikri, Doç. Aydın’a göre Yunan-Helen kültürü-
nün etkisini vermektedir. Bk. Bilim ve Gelecek a.g.m. s. 35
553
Alıntı için bkz. Milton, s. 134
395
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
554
Enoch’un Kitabı, 7: 3. Samyaza, günah olduğunu bile bile “İnsan kızlarına yönelmeyi teş-
vik ediyor. Diğer melekleri ikna ederken, Samyaza, yalnız kalma ve günahın cezasını yal-
nız başına çekme korkusu taşımaktadır. İsimler kimi versiyonlarda değişebilir. Bk.
Enoch’un Kitabı 8: 1. S. 36. Her biri zamanla Şeytan ile özdeşleşmeye doğru yürüyen, Me-
lek isimlerini taşır.
555
SÖZLÜK TAPTI: Göğe yükselmeye yarayan ağaç. Şaman ağacı
396
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
556
Şamana çağrıda bulunan ruhsal varlıklar bu çağrının yaratıcısı değildir. Onlar yalnızca
araçtır. Hedef kesin biçimde Şamanın tanrısal varlıklarla ilişkiye geçmesini sağlamaktır.
Paralel yorum için bkz. ELIADE, Şamanizm s. 112.
557
Alıntı için bkz. ELIADE, Şamanizm s. 113.
397
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
558
İki Ahid Arası Metinlerde, Şeytan'ın diğer adlarıyla birlikte liste uzayıp gitmektedir. Ka-
ranlıklar Prensi'ne atfedilen diğer isimlerden Baal dört kez, Mastema ise sekiz kez tekrar-
lanmaktadır. Messadie, "şeytanın adlarının belirtildiği yerleri açıklamaya yönelik bir giri-
şimin" ayrı bir kitap oluşturmaya yeteceği kanaatindedir. Messadie, a.g.e. s. 409.
398
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
559
Enoch’un Kitabı, 7: 3. Samyaza, günah olduğunu bile bile “İnsan kızlarına yönelmeyi teş-
vik ediyor. Diğer melekleri ikna ederken, Samyaza, yalnız kalma ve günahın cezasını yal-
nız başına çekme korkusu taşımaktadır. İsimler kimi versiyonlarda değişebilir. Bk.
Enoch’un Kitabı 8: 1. S. 36. Her biri zamanla Şeytan ile özdeşleşmeye doğru yürüyen, Me-
lek isimlerini taşır.
560
Vermes, a.g.e. s. 74…
561
Kumran yerleşkesinin kuruluş tarihi olarak İ.Ö. 150-140’larda Başkahinlik görevinde bu-
lunan 5 kişiden ikisi, Makabi kardeşler, düşmanın elinde can vermiş olduğundan, Gü-
399
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
nahkâr Kâhin olma olasılığı yüksektir. Kardeşlerden ikincisi Simon ise düşmandan ziyade
eniştesi tarafından öldürülmüştür. Bk. Vermes, s. 85… Jason, dominyonların bir an önce
Helenleştirilmesine arzulayan ve bu geliri savaş masraflarına yönlendirmek isteyen Sele-
cius Kralı Antiochus Epiphanes’in atadığı başrahiptir. Onun sayesinde Antiokhos politika-
ları, yalnızca işgal kuvvetleri olarak değil aynı zamanda ağır vergi politikası uygulayan
memurlarını atamış oluyordu. Jason ismi, Joshua isminin Helenleşmiş halidir. Bk. John-
son, P. Yahudi Tarihi s. 129. Tercüme için bk. Vermes, s. 81… Maccabeler isyanının ön-
cüsü kardeşlerin sonuncusu olan Simon’un yerine İ.Ö. 134-104 yılları arasında hüküm
sürmüş üçüncü oğlu John Hyrcanus’un oğlu, paraların üzerinde kendisini Kral Jonathan
olarak yazdıran Alexander Jannaeus’tur. İktidarı 103-76. Bk. Johnson, s. 135. Paralı asker-
ler yardımıyla, tüm Filistin’in tek suçu Yunanca konuşmak olan halkları üzerindeki haki-
miyetinin dayanakların kutsal kitaplardan çıkartan babasının peşinden gider Alexander.
Sınırların içindeki Yahudi halkını din değiştirmeye zorlar; katleder ve kovalar. S. 136. Ül-
ke içinde dindarların protestolarıyla karşılaşan Alexander; İosephus’un deyimiyle “kudu-
racak kadar sinirlenmiştir”. “Korkunç bir despota ve canavar dönüştü” diye yazar Johnson;
6 yıl süren iç savaşın sonunda 50 bin kişi hayatını kaybetmiştir. Iosephus’a göre fazla içki-
nin neden olduğu bir ruhsal bozukluk halinde, İ.Ö. 76 yılında öldü.
400
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
562
Johnson, s. 132.
563
Johnson, s. 132.
401
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
564
VERMES, a.g.e. s. 80. Ayrıca Kittim kimliği için değişik görüşler hakkında bk. S. 83 ve
s.108…
565
Bu doğrultuda bir yorum için bk. Örs, s. 251-252… Esseni inanışına göre göç, Kudüs ken-
tinin de yer değiştirmesi anlamına gelir. Zira Kumran “gerçek İsrail’dir… Bk. Armstrong,
İncil, s. 48. Bu doğrultuda bir yorum için bk. VERMES, Geza. S. 51. Onlar kendilerini
“dinsel yapının otantik geleneklerinin koruyucusu olarak görmekteydi. Belgelerde “Kutsal
Metinleri” en doğru şekliyle yorumlama gücünün kendilerine ait olduğunu savundukları
görülür: “… Gözüm gördü sonsuz olanı, adamlardan gizlenen erdemi(…) Tanrı bunları
seçkinlere verdi/daimi mülk olarak/ve onların kaderini/Kutsallarınkıyle ortak kıldı. “Ver-
mes, s. 100. Geza Vermes’in tüm Kitab-ı Mukaddes’e yayılmış “Anlaşma” ve bu kuram
doğrultusunda Tanrı’nın bir avuç iyi kişi bulmak adına anlaşmayı yenilemeye razı oluşun-
402
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
dan hareketle, Essenilerin kendilerini tüm zamanların “bir avuç iyi insanı” olarak tanımla-
maları hususunda bk. s 92-93
403
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
566
Satan’a Lucifer adını, St. Jerome ve diğer kilise babaları takmış olmalıdır. Bk. Melekler
Sözlüğü, Lucifer. S. 216. Aslında o, sabah ya da Akşam Yıldızı’dır. A.g.e. s. 217…
404
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
567
J.B. Russel, 269 ve sonrası…/
568
Milton’un kurgusunun en özgün yanı, Şeytan-Tanrı karşıtlaşmasından duyduğu rahatsızlı-
ğı, İsa-Şeytan karşıtlaşmasına dönüştürerek çözmesidir. Bu ikisi savaşta, eş güçlere sahip
olmasa bile, muhatap alınacak rakiplerdir. Milton, bu bağlamda, Cennet’ten sürülüş öykü-
süne gide yolda, secde problemini ilk insan Adem’den alan ve Oğul’a veren bir değişiklik
öngörür.
569
Sahne çok sayıda mantıksızlıkla örülmüştü. Bunlar içinde en dikkat çekicisi, Şeytan’ın,
karşısındaki kişinin Tanrı’nın oğlu olduğunu bilmesine rağmen onu ayartmaya çalışması-
dır. “Düşman karşımıza, sözcüğün tam anlamıyla bir geri zekâlı olarak çıkar…” Messadie,
s. 423
407
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
570
Alıntı için bk. Campbell, İlkel Mitoloji s. 243. Campbell, dini-mistik deneyimin özünü, ta-
rih dışı olanda; bireysel deneyimde görmektedir. Şaman ile simgelenen bu deneyim, tüm
dinlerde geçerliliğini sürdüren bir geleneğin taşıyıcısıdır. “Az veya çok toplumsal amaçlar
için kullanılan ve biraz de yerli halkı ruhsal bakımda rahatlatan imgeleme anlam ve derin-
lik veren odur…” bk. s. 263
571
Bu geleneğin kralın belli periyotlarla hüküm sürme ve sonrasında öldürülme geleneğinin
insancıl hale getirilmiş geç dönem evrimi olduğunu düşünmek mümkün. Paralel bir yorum
için bk. Campbell, s. 422
408
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
572
Campbell, yeniden doğumun hemen öncesinde gerçekleşen “ölümün” ritüel şeklinde can-
landırıldığı bir örnek aktarır. Beş gün boyunca, sık sık yağan tipinin ortasında bir çadır di-
reğine aşılan ve kendinden geçen kadın şaman Kinalik, kurşun yerine “taşın” kullanıldığı
gerçek barutlu bir silahtan çıkan nesne ile öldürülür. Üstad şaman, hikayedeki Igjugarjuk,
ertesi gün onu canlandırmak üzere çadırına girer. Ama kadın öylesine güçlüdür ki, yardım
olmadan “canlanmıştır” zaten.
409
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
573
Diğer isimler ve kullanımları hakkında bk. S. 270 dipnot 6…
574
Ahmet GÜNGÖREN CADILARIN GÜNBATIMI: "Bir antropoloji el kitabı için yazı-
lar"/Yol Yayınları/2. Basım Haziran 98 s. 47. Milton da Kayıp Cennet’te, cehennemde
Şeytan’a yakın, sürgün öncesindeki onurlu-tahtlarında oturan güçlü meleklerini eski dün-
yadan alır. Pagan Tanrıları açıkça Şeytan’ın tebaasına dönüşmüştür: Baalzebub-
Şeytan’dan sonra ikinci sırada yer alan, Suriye kökenli bir Tanrı-Bk. Davidson, s. 91, yine
Şeytan’ın sağ tarafında kalan Azazel, İsrailoğullarının sapkınlıkla tapındıkları ve uğruna
çocuk kurban ettikleri Molek, Belial, Dago ve Azazel… Milton, biat eden Melekler ara-
sında Temmuz, Adonis, Osiris ve İSis’in isimlerini de sayıyor. S. 20-21. Ayrıca cennetten
sürülen son asi Ruh, Mammon s. 26. Bir Suriye Tanrısı.
410
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
575
Doç. Dr. Hasan AYDIN, s. 43… Bilim ve Gelecek Dergisi Ender Helvacıoğlu Söyleşisi.
Aydın’ın başarıyla dile getirdiği Kur’an-ı Kerim ve politik meseleleri değinimini burada
tekrarlamayacağım. Politik bir kaygı varsa, evrensel bir değer olamaz. ’Söz gelimi Mek-
ke’de ‘senin dinin sana benimki bana’ denilirken, Medine döneminde müşrikleri buldunuz
yerde öldürün denilmektedir.’ A.g.m. s. 43. Bence şekilde Kur’an-ı Kerim ancık şu koşul-
larda politik bir metin olarak okunabilir: “Beyinsizler, lanet olasıcalar, canı çıkasıcalar ya
da beddua etmek gibi dilsel fonksiyonlarının, politik bir mücadelenin ifadesi olduğunu or-
taya koyar.”
411
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
576
Kuran’da yaratılış öyküsü ve İnsanın Serüveni, Doç. Hasan Aydın, Bilim ve Gelecek Der-
gisi, s. 28. S. 29 ‘da Kur’an ayetlerinden bu hususta başarılı bir derleme sunar, Aydın. Di-
lediğini yapmakta özgürdür ve yaptıklarından da sorumlu değildir. Yüksek bir konseyi
vardır; elçileri, orduları ve kolluk güçleri vardır
412
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
577
“Çölün pintiliğinin unutuluşu, insanların eski erdemleri kaybetmesine vesile olmuştur’’
Bk. S. 504. Messadie…
578
Bk. ATEŞ, Süleyman. s. 288.
413
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
579
Şeytan ve kötülük yapan cinler arasında Kur’an-ı Kerim tarafından da işlenen bir yakınlık
vardır. Cin Suresi’nde İblis, kafir cinlerden birisi olarak tanımlanır. Ayrıca bk Kehf Suresi,
50. Ayet…
414
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
ren kişilere Peygamber’den çok daha kolay bir şekilde adapte olabi-
lir. Savaşmak gerektiği zaman savaşmayan, kendileri için güvenli
bir yer arzulayan, dedikodu ve fitne ile davranmaya devam eden
ve böylece yeni yeni oluşmaya başlamış bir topluluğun kırılganlığı
karşısında yıkıcı edimlerde bulunan kişiler, Peygamber’in evine
sohbete gelip zamanında terk etmeyi bilmeyecek kadar geveze ve
belki de inançta samimiyetsiz… Mücadele Sure’si 19. Ayette diril-
me gününde kendilerini “Müslüman” oldukları hususunda yemin
ederek savunmalarına rağmen cezalandırılacak olan kişilerin, “Şey-
tan’ın hizbinde” gösterildiğini okuruz. Kimi hadislerde, doğrudan
bir sesleniş vardır insanlara. Ebuzzer’e seslenen Peygamber, kendi-
sini insan ve cinlerin Şeytanların şer’inden Allah’a sığınmasını ister.
Ebuzzer ise şaşırır ve “İnsandan da Şeytan olur mu?” diye sorunca
Muhammed:
“Evet onlar cin ve şeytanlardan daha şerlidirler…”580
Söz konusu ifadeler İslam’ın kuruluş dönemi ideolojisi olarak göz
önüne alındığında, çarpık bir toplum düzenine yöneltilmiş eleştiri-
nin muhatabının “insanlar” olduğunu ortaya koyar. İkinci olarak,
insanların “Şeytan” olarak nitelenmesinde, sözcüğün doğrudan an-
lamının değil; davranış ve edimlerin eleştirisinin gerçekleşmiş ol-
duğunu anlarız. İnsanda kötücül-yıkım içeren bir eğilimin yaşadığı
düşüncesi, mitik bir kişilik aracılığıyla dile getirilir. Belli belirsiz bir
katışım, iç içe geçme ya da musallat olma haliyle, kötülüğün ana
kaynağı olarak betimlenen “Şeytan”, insandaki bencil içgüdüyle,
Nefs ile karşılanır hale gelir. “Senin en büyük düşmanın nefsindir!”
demektedir Peygamber. İnsan içinde açıkça Şeytan’a açık bir kısım
kurgulanır. Ancak güçlü bir imana sahip olmak koşuluyla, ona kar-
şı güçlü konuma geçilebilir. Aksi takdirde, kalp “vesveseye” kapı-
lır. Vesvese ise, Şeytan’ın insana karşı en önemli silahıdır.
Kuşkusuz insanlar Şeytan değildir. Ama onun tarafından kandı-
rılmaya müsaittir. Enfal Suresinin gösterdiği gibi Şeytan’ın kimi
durumlarda, “müşrikler” aracılığıyla ete kemiğe büründüğü dahi
olmuştur. Hz. Muhammed aleyhine tertiplenen bir toplantıda Şey-
tan, kimi yorumlara göre, hicret esnasında inananları takip etmek-
ten çekinmeyen cengâver Süraka b. Malik kılığında fitne çıkartmış-
580
Prof. ATEŞ, S. S. 124…
415
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
581
“Şeytan, Mekkeli müşriklerin kuvve-i maneviyelerini takviye için bu yola başvurup, Süra-
ka şeklinde temessül etmişti…” alıntı için GÜLEN, F. “Varlığın Metafizik Boyutu”, s.
322.
582
Kur’an-ı Kerim’in bildirimlerini, yerel-otantik meselelerle ilişkileme halinin Kutsal boyut
üzerinde tartışmalı bir etkisi vardır. Muhammed’in düzelme adına yaptığı çağrıda, cennet,
cehennem, Şeytan, melek ya da cinler gibi kadim figürlerden yararlanma adına pratik bir
yarar güttüğü meselesi, Ortodoks İslam’ın ciddi biçimde eleştirisini çekmiştir. Doç. Dr.
Hasan Aydın, ‘Bir metin olarak Kuran’ın dönemin Arap bilişi ve kültürüyle koşullu bir ki-
tap olduğu’ saptamasının karşısında bulunduğu tehlike de budur. Aydın’a göre, Kur’an
dönemine özgü Otantik değerlerin taşıyıcısı ve bu siyasal-sosyal koşullardan etkilenen bir
yapı olarak evrensel bir güce sahip değildir. Ama bu onun değerini azaltmamakla birlikte,
inançla ilgili de sorun yaratmayacak bir durumdur. Çok daha önemlisi Aydın, dini saptı-
ranların, kitaba evrensel değerler yüklemek adına, ‘çevirtiler’ yapan, din alimleri olduğunu
iddia eder. Bk. A.g.m. s, 36.
416
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
583
Ayrıca bk. Sad Suresi, 81 ve sonrası…/
584
Ar’af, En’am, Nabl ve Nisa surelerinde ölüm meleği çoğul olarak anılır.
585
Zuhruf Suresi’nde “Ey Malik” diye seslenilir bu meleğe ceza çekenler tarafından. Onlar
Malik’ten işkencenin bitmesini dilemektedir. Prof. Dr Süleyman Ateş, Kur’an-ı Kerim’de
açıkça ismi anılan üç melek olduğundan bahseder; Cebrail, Mikail ve Malik… a.g.e. s. 77.
Ayrıca kimi efsanelere göre Malik günahkarlara ‘Kuran’da kendilerine öğretilen gerçek-
lerden nefret ettikleri için cehennemde kalmaları gerektiğini söyleyen melektir. Davidson,
Melekler Sözlüğü s. 221-222.
417
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
586
Hadis-i Şerifi aktaran, Prof, Ateş, S. İnsan ve İnsanüstü Varlıklar, s. 48…
587
Bir örnek için Bk. AYDEMİR, A. Doç. Dr. İslami Kaynaklara Göre Peygamberler, s. 21.
Aydemir, Allah’tan alınan bir emrin melekler tarafından yerine getirilmemesini İslam ka-
bullerine aykırı görmekle birlikte, Kuran- Kerim’de geçen İblis’in asiliği mevzusunu açık-
lamamaktadır.) Yine de söz konusu tutarsızlıkların, Muhammed’in acil dünyevi ihtiyaçları
karşısında pek az önemi vardır.
419
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
Mitolojilerin hiç bir öğesi, Şeytan kadar, güncel olanı ve tarihi karşı-
lamada kullanılmadı modern dünyada.
588
Szasz’dan alıntılayan Armstrong, İncil s. 228
421
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
589
Okuyucu için değerli bulduğum görüşlerinden bazılarını aktardım. Ayrıntılar için bkz.
Jung, İnsan ve Sembolleri s. 81 ve sonrasına bakılabilir. Eğer gölgemizi - varlığımızın
karanlık yönünü- görebilirsek her türlü ahlaki ve ruhsal hastalık ve telkine karşı bağışık
hale gelmemiz mümkün olur. / “Şimdiki durumumuzda her türlü enfeksiyona açığız,
Çünkü gerçekte onların yaptığının aynısını yapıyoruz.
422
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
590
Bk. F. Gülen, s. 374-375. Gülen kitabının bir başka yerinde “eşcinsel” yaşamı “Şeytan’ın
telkinlerinin te’siri altında kalmak olarak yorumlamaktadır. Bk. s. 426-427
423
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
424
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
BÖLÜM –VIII-
DOĞUDA VE BATIDA
İTİBAR YİTİREN
RUHLAR
CADILAR VE CİNLER
“Samanlığa giren bir köylü, üst katta yer sofrasına
oturmuş 4 adam gördü. Adamlardan biri ziyaretçiyi sof-
raya davet etti. Ancak köylü ‘karnının tok olduğunu’ be-
lirterek samanlıktan dışarı çıktı. Kaynak Kişi B. “Neden
sofraya oturmadın?” Diye sorduğunda köylünün yanıtı
şöyledir: “Bunlar cinlerdir. Sofraya oturursan bu dün-
yadan ayrılırsın.”
(Sivas yöresinden bir tanıklık-2 Haziran 2018 ta-
rihli görüşmeden)
Öykü ve mit
Modern dünyada masallar yalnızca çocuklar içindir; onlar aklın
baskısıyla henüz yitirilmemiş bir aydınlığa yetişkinlerden daha ya-
kındır: Mutlak iyi ve kötünün bir aradalığına591
591
Campbell, batıda yapılan çalışmalarda çocuğun kendiliğinden “animistik” ve “yapıntıcı”
kuramlara sahip olduğunu bildirir. Bu eğilim, rasyonalist mantık ve bilimsel görüşün ege-
men oluşuyla birlikte bastırılmıştır. Bk. s. 94
425
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
592
Alıntı için bk. Dört Arketip, s. 103 Bu birlikteliğin, ahlaki iyi ve kötülüğün bir aradalığının
keşfinin, ruhsal bir sağaltım sağlayacağı hususunda Jung’un, bir rüya ile ilgili açıklamaları
için bk. Jung Dört Arketip, s. 87. Bu makalesinde Jung, çeşitli coğrafyalardan ilgi çekici
masallara değinir; hemen hemen hepsinde iyi ve kötünün-aydınlık ve karanlığın-bir arada-
lığını okumak mümkündür. Jung’un ifadesiyle yaşananlar: “(…) kötünün iyiyle, iyinin de
kötüyle bir bağı olduğunu ima eder…” s. 98…
426
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
593
İlkel kültürlere ait mitlerde bir hayli yaygın olan “fallik anne”, dişli vajina ve yamyam cadı
gibi motiflerin psikolojik kökenleri hususunda Campbell dikkat çekici bir yorum sunar.
Erkek çocukta “hadım edilme” korkusu ve kız çocukta da “cennete hapsolma” (anne
427
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
594
Bk. Jung’a göre çocuk psikesi(ilke) üzerinde etkin olan, yalnızca kişisel anne deneyimi
değildir. Bunu psikanalitik yöntemden farklılığı olarak gören düşünüre göre burada gerçek
etki, anneye mitolojik-Tanrısal bir güç yükleyen arketiptir. Bk. a.g. m. S. 23… Kuşkusuz
olası bir nevroz olayında etkin neden annedir. Jung, aşırı evhamlı bir annenin çocuklarının
rüyalarında annelerini “cadı ya da hortlak” biçiminde gördüğünü saptamıştır. S. 24…
429
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
595
Dr. Fian’ın fırtına çıkaran catılarla ilgili hikayesi Burton’un İskoçya Tarihi isimli kitabının
VII. Cildi ve 116. Sayfasında yer alıyor. Bu kişi de yalnızca itirafını geri aldığı için, ağır
işkenceler görmüş ve sonrasında da diri diri yakılmıştı.
596
Crow başka istatistikler de sunar. Bunun için bk. s. 266, 267 ve 270. Ayrıca bkz. Yapılan
tahminlere göre 1450’den sonraki 100 yıl içinde Almanya’da büyük çoğunluğu diri diri
olmak üzere yüz bin büyücü öldürülmüştür. B. Russel, Bilim ve Din, s. 65.
597
Tüm bu sorgulamalarda dikkat çekici bir diğer unsur ise, cadılara inanmayan ve onları in-
kar edenlerin de suçlanma eğilimiydi. Çünkü onlar aynı zamanda “ruhları dolaylı yoldan
ve eninde sonunda dinsizliğe değil ama tanrıtanımazlığı sürüklenmişti.” Alıntı için bkz.
Russel, Bilim ve Din, s. 66
598
Olayın devamında modern psikoloji biliminin vicdani muhasebe ile açıklayacağı olay ya-
şanır. Grandier’in vücudunu içinde “Şeytan olup almadığını amacıyla muayene eden cer-
rah Manoury Grandier’i hayaletinin kendisini takip etmekte olduğunu tekrarladığı bir cin-
net geçirir. Bu cinnet öylesine güçlüdür ki, cerrah birkaç gün içinde ölecektir. S. 270.
430
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
599
Crow s. 255’teki yorumları oldukça yetersizdir: “1-Katolik Kilisesi eski dünyanın iyi yön-
lerine karşı değildi” der yazar ve örnek olarak Platon ve Aristoteles’i görür. Crow Kili-
se’nin yüzyıllar boyunca Platon ve Aristo’nun yazdıklarını imana uydurma hususunda na-
sıl çaba gösterdiğini, kimi yerlerde bu düşünürlerin aforoz edildiğini bilmiyor gibi gözü-
küyor. Yine de en korkunç olarak 2. Maddedir. “2- Katolik Kilisesi yararlı dinsel eğilimle-
ri astırmaz, ancak onları hem bireye hem de kişinin yaşadığı topluma yararlı olması yolun-
da yönlendirmeye çalışır.” Crow son darbeyi şöyle vurur: “Cadılıktaki bastırılmış dinsel
eğilimler pagan değil, psikopatolojiktir. Cadılıkta kadim bir verimlilik kültünün izlerini
aramak anlamsız olur… Cadılar… bebekleri öldürür, evli çiftleri verimsiz kılan sığırlarda
hastalığı neden olan ve ekinleri kavuran hastalıklar çıkarır” Crow’un kitabından Cadılığa
ilişkin sağlıksız yorumları bağlamında değil, sunduğu tarihler ve rakamlar açısından yarar-
landım.
431
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
600
Alıntı için Bkz. FRIEDEL, E. s. 37.
601
Vücut incelemeleri şeytani bir belirti sunabilir. İnanışa göre, bir kişi Şeytana ilk ulaştığı
anda, ondan bir nişane alır. Bu ise insan bedenindeki kimi doğal lekelerin, sihil, hemoroit,
doğum lekeleri ya da benlerin Şeytani olarak nitelenmesi gibi sonuçlar doğurur Crow, s.
277
433
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
dı.602 Bilinen son yasal dava Polonya’da yaşandı; 1755 yılında do-
kuz yaşlı kadının cadı olduğu gerekçesiyle ateşe atıldı.603 Bununla
birlikte büyücülüğe karşı yasalar İrlanda’da 1821 yılına kadar yü-
rürlükte kalmıştı.
Çivisi çıkmış gibidir Avrupa’nın… Milyonlarca insan yalnızca cadı
olduğu için, canlı canlı ateşe atıldı, Dr Sprenger’den alıntı yapan
Crow, yalnızca Avrupa’da cadı olduğu gerekçesiyle öldürülen kişi
sayısını 9 milyon olarak açıklar…
Bir “Cadı Tarihi” var ise, zorunlu olarak karşımızda bir disiplin de
vardır ki, bu ruhani varlıkların bu kişileştirilmesine dayanır. Şey-
tanbilimi(Demonoloji) ve cadı bilimi, Avrupa’nın bağrında cirit
atan kabuller doğurdu. Cadı kimdir, eylemleri, ritüelleri, topluma
verdikleri zararlar nelerdir? Onları nasıl tanırız, nasıl öldürür, ken-
dimizi nasıl koruruz?
Tüm bunlar Engizisyon çatısı altında toplanan bilim adamlarının
sıklıkla sorduğu sorulardı. Vesvese ve hayal gücünden başka hiçbir
dayanağı olmayan katil ve yobazların keyfiyetine bağlı olarak bu
sorulara yanıt verildi. Margaret Aiken, büyücülük suçundan idam
edilmemek için, “cadıları tanıyan Tanrı vergisi bir çift göze” sahip
olduğu iddiasıyla hayatta kalmayı başarmıştı. Aiken’in belki de ca-
nını kurtarmak için söylediği bu yalan masumanedir. Bir diğeri
Natthew Hopkins, bunu yalnızca meslek olarak edinmişti. XVII.
Yüzyıla damgasını vuran bu cadı bulucunun bir işaretiyle yüzün
üzerinde insan ateşe gönderildi. Açılan kapıdan birçokları girdi;
Cizvit bilgin Kircher’in bir öğrencisi Gaspar Schott, XVII. Yüzyılda,
maden aramada kullanılan “arama çubuklarının” kökeninin Şeytan
olduğu iddiasıyla, bunu kullanmaya tenezzül edenlerin cadı ilan
edilerek yakılmasını istedi.604
İyi ve kötünün böylesine açık ve doğrudan çatışma halinde bulun-
602
Messadie, s. 484
603
Bu hususta farklı kaynaklarda farklı bilgiler mevcut. Bazı tarihler hk bkz. Russell, Bilim
ve Din Büyücülükten dolayı son idam 1682. 1712 yılında İngiltere Hertfordshire bölgesin-
de açılan büyücülük davasında alınan idam kararı iptal edildi. 1722 - 1730 yılını bir büyü-
cünün yakıldığı en son tarih olarak gösteriyor Russel. 1863 yılında ise Essex’de yaşlı bir
adam komşularınca linç edilmişti. Yine bir söylentiye göre İspanya’da 1780 yılında bir ca-
dı infazı gerçekleşmiş olmalı.
604
Yorum için bkz. Bk. Tez, Zeki. Prof. Dr. S. 106.
434
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
605
Cadılık konusunda kadınlar daha yaygın biçimde yargılandılar. 1489 yılında Suçlu Kadın-
ların Çekici simli kitapta ‘büyücülüğün erkekten çok kadına ait bir uğraş olduğu” savu-
nulmuştu. “Çünkü” diyordu “Kadınlar erkeklerden daha kötü yüreklidir.” Aktaran Russel,
Bilim ve Din s. 65.
435
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
Büyücüler Hakkında isimli bir kitap yazarak büyü ile ilgilenen kişi-
leri lanetlemeye gayret gösterdi.
Agrippa’nın Bodin dışında da düşmanları vardır ve bunlar olasılık-
la Yunan mitlerine ait bir cerberious figürüyle onun köpeği arasın-
da bir paralellik sunmaya çalışmıştı. Kimilerine göre siyah köpek,
Agrippa’nın kılık değiştirdiği varlıklardan birisiydi ve o öldüğü
zaman ortadan kaybolmuştu.
Bu şuursuz çıkışların altında sosyal alana özgü düşmanca tutum ve
karşıtlığın olduğunu görmek kolaydır. Ancak bu karşıtlık çok basit
noktalara kadar evrilebilir. Gereğinden uzun yaşam, servet ya da
saygı isteyen herkes, kesişen yollarda(kavşaklarda) gerekli ritüelleri
yerine getirerek Şeytanlardan birisiyle anlaşma yapabilir. Yine de
herhangi bir topluluk içinde bu değerlere sahip kişilerin pek azının
cadı ya da şeytani olduğu gerekçesiyle yargılanmasına vesile ol-
muştu. Elbette tarihsel kayıtlar Aristokrat ya da Ruhban sınıfından
kişilerin de yargılamalara muhatap olduğunu gösterir; bununla bir-
likte bu kesim epeyce azınlıktadır. Esas hedef açıkça yığınlardı.
Ezici çoğunluk, iktidara biat etmeyen kesime aitti; yoksullar, kadın-
lar; olasılıkla epilepsili hastalar, ucubeler, gereğinden fazla güzel ve
çirkin olanlar, ortalamanın üzerinde seyreden niteliklere haiz her-
kes.
O halde cadılar, toplumda bozucu etkiler yaratan varlıklardı; bu
genellikle insan ya da hayvandı, zaman zaman bir doğa unsuru,
ama özünde yıkıcı fikir ve güç taşıdığına inanılan her nesnedir.
Topluluğun dağılmasına duyulan öfke ve korkunun simgelerle ifa-
de edildiği çağların bir devamıdır Avrupa. Tek fark, simge “ile an-
lam arasındaki bağ kopmaya yüz tutmuştur”. Daha öncesinde içe-
ride aranan, ilkellerin çok iyi bildiği bir kötülük unsuru, herkese ait
bir yaratıcı güç, öylesine ötelenmiştir ki, yeni bir şekillenme oluş-
muştur
606
Bk. DUVARCI, Ayşe. Yrd. Dç. Dr. Başkent Ün. Öğr Gör. “Türklerde Tabiat Üstü Varlık-
lar ve Bunlarla İlgili Kabuller, İnanmalar, Uygulamalar” Bilig. Kış 2005. Sayı 32. S.127.
607
Karakterler arasında bir karışım mevcut. Özellikle Alkarısı ve Karabasan’ın iğne ile tutsak
edilmesi hususunda karmaşa var. Halk inanışları arasında ikonografiler dağınık. Kara kon-
colos, Çarşamba Karısı ve Kara Kura gibi varlıklara ilişkin analizler için bkz. Çoruhlu, s.
54 ve 55
608
Bu tasvirleri https://gizliilimler.tr.gg/Kara-Kura.htm linkinden aldım.
438
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
609
Bu husustaki saptamaları, bir sohbetimiz sırasında, Yönetmen-senarist Bilal BABAOĞ-
LU’ndan edindim
610
Türkler üzerine yürütülen araştırmalarda bu mitolojinin al, kırmızı ya da kızıl renk ile iliş-
kisi üzerine dikkate değer çalışmalar yürütülmüştü. Bu husustaki değerlendirme için bkz.
Çoruhlu s. 189. Bu renk hayvanlar için kullanıldığında hile, aşırılık ve güce işaret etmek-
teydi muhtemelen.
611
Figürün kötücül olduğu kesindir: “kötü ruhlar zümresinden” cinler ya da şeytanlar tai-
fasinden. Çoruhlu, Yaşar s. 54. Gagavuz Türkleri üzerinde yapılan araştırmalar, kimi ta-
nıklıkların musallat olan kişinin erkek olduğunu saptadığını ortaya koyar. Bir gece üzerin-
deki ağırlıktan dualar sayesinde kurtulan Vera Yamandi, çocuğunun üzerinde duran sakallı
bir dedeyi teşhis edebilmiştir. Bir diğer Albastıya maruz kalan bir kişi, uyanır uyanmaz,
yan odaya kaçan, yarı insan yarı hayvan, iri bir kişiden bahseder. Perçemli, s. 44…
439
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
612
Duvarcı. A.g.m. s. 127. Ayrıca bk. Perçemli, s.43…Acıpayamlı’nın tasviri ise şöyledir:
“Uzun bir boy, yağlı bir vücut, dağınık saç, uzun parmak ve tırnak, el ile ayak küçük iri
dişler, bir dudak yerde bir dudak gökte, omuz arkalarına devrik memeler, tepe gözlü basen
zenci suratlıdır. Kısaca, çok çirkindir. Sesi de korkunçtur.” ACIPAYAMLI, Orhan. 1961
yılında Göttigen kentinde yapılan bir konferansta yaptığı konuşmanın makale hali. S.
172… Benim görüşmelerimden birinde Alkarısı ‘çok güzel’ ve ‘alımlı genç bir kadın’ ola-
rak resmediliyor. Ayırt edici niteliği ‘ayaklarından biri ters’ olarak gözüküyor. Bkz. Gö-
rüşmeler 2 Haziran 2018
613
Eski Türklerde Umay kültü ile Alkarsı-Albıs özdeşliği hususunda bir tartışma için bkz.
Çoruhlu, Yaşar “Türk Mitolojisinin Ana Hatları” s. 54. Burada loğusalık hummasını temsil
eden bir ruh ya da şeytan olarak tanımlanıyor. Bu ikisi düşman iki karşıt ruh ya da özdeş
olabilir. Yine aynı sayfada bebeklerin kurbanının kısır kadınlara verimlilik verme amaçlı
uygulanımına değinim bulunuyor.
614
Bkz. Çoruhlu, Yaşar s. 54. Sonul haliyle ilgili olarak “Kötü ruhlar zümresinden”, lohusala-
ra eziyet eden ve hummaya neden olan bir varlık.
440
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
615
Takvim-i Vekayi’nin 19 Rebiülevvel 1249 tarih ve 68 numaralı nüshasında yayınlanmıştır.
Duvarcı, a.g.m. s. 130.
616
PERÇEMLİ, Valentina. “Gagavuz Türklerinde Doğum, Evlenme ve Ölüm Adetleri” s.
41.T.C. Ege Üniversitesi Sos. Bil. Enstitüsü Türk Dünyası Araştırmaları Anabilim Dalı
Türk Halk Bilimi Bilim Dalı Doktora Tezi- İzmir 2011
617
Perçemli, a.g.e. s.45…
441
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
618
Prof. Dr Süleyman Ateş, Cin’lerin “latif” cisim halleri içerdiğini, madde ve ruhaniyetin
dengesizliği vesilesiyle “kötülük” taraflarının ağır bastığını söyler. Bk. ATEŞ, Süleyman.
442
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
İnsan ve İnsanüstü Varlıklar, s. 20. Bağımsız Gaz. Ve Yayıncılık. A.Ş. I. Baskı Kasım
2002 Ortaçağ filozofu Thomas Aquinas da pek çok cinin yapabileceği her kötülüğü yap-
madığını söyledi. ‘Ancak kötülük içinde pişmişlerdi bu neden hiç iyilik yapmazlar.’ Alıntı
için Messadie s. 479
619
Sözcüğün bir diğer anlamı hususunda bk. GÜLEN, F. “Varlığın Metafizik Boyutu” Cilt 3.
S. 296. Gülen, el-cünnetü sözcüğünü “zırh” olarak tanımlıyor. Ayrıca “kadının başını yü-
züyle beraber örttüğü örtüye de “el-cünnetü” denir.
443
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
Cinler ve melekler
Şeytan’ın(İblis’in) bir melek mi, bir cin mi, yoksa düşüş ve sürgün
sonrasında cinleşmiş bir Melek mi olduğu hususu, dinler tarihi çer-
çevesinde “net olmayan” bir bütünlük arz ediyor. Adem’e secde
meselesinin en önemli aktörü olarak gözüken(Araf: 11-12 ve Hicr
28-31) İblis’in, farklı ayetlerde bir “cin” olarak tanımlandığını görü-
rüz(Kehf: 50, ayrıca Şeytan’ın kafir cinlerden birisi olarak tanımla-
620
Bk. S. Ateş, s. 90. Prof Ateş, “cinn” ismini çoğul belirten bir cins isim, “cinni” yi ise tekil
varlık olarak tanımlamaktadır.
621
Sahabilerden İbn-i Abbas cinlerin, insandan 2000 yıl önce yaratılarak yeryüzünde yaşama-
ya başladığını belirtmiştir. Bk. Gülen, a.g.e. s. 298-299. Bunlar çok eskiden yüksek düzey-
de varlıklardı ve meleklerle eşdeğerdiler. Ancak insana secde meselesinden sonra düştüler.
Batılı bir kaynak şöyle söylüyor: “En soylu ve en onurlu meleklerdir. Çünkü onlar öteki
meleklerin göremeyecekleri kadar yükseklerdedirler. “ DAVIDSON, s. 113
444
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
nışı hususunda bk Cin Suresi). Buna rağmen açık değil; zira “Me-
leklere” secde emri geldiğinde “yalnızca” İblis’in bu emre uymadı-
ğını okuruz. Bu durumda İblisi emre itaat etmeyen bir melek olarak
tanımlamak mantıklı gözüküyor. Ancak hemen ardından gelen “O
cinlerdendi!” ifadesi İblis’in “secde edin emri alan meleklerden” bi-
risi olup olmadığı hususundaki kuşkularımızı güçlendirir. Bu doğ-
ruysa, “Şeytan’ın” melekler arasında ne işi olduğu sorusu önem
kazanır. Bu sorunu ele alan kimi alimler, Şeytan’ın “olasılıkla” sec-
de meselesine kadar meleklerin arasında ikamet etmesinde bir sa-
kınca görülmediğini ama bu durumun her ne sebeple olursa olsun,
onun değer ve faziletine delil sayılamayacağını açıklamaya çalıştı.
Yine de soruya yanıt vermedi bu ilim insanları.
Bu tablonun sakıncaları hemen kapıdadır; özellikle Allah’ın netice-
yi bilmesi gibi olmazsa olmaz bir kabulden hareketle “Şeytan’ın”
Tanrı’dan alınmış bir misyonu taşıdığı fikri çok cazip görülebilir.
Ancak İslam ortodoksisinin bu görüşü kabul etmesi mümkün gö-
zükmüyor. bu husustan farklı açıklama modellerine ihtiyacımız ol-
duğu açık. Kimi yorumcuların, “cin” sözcüğünü “gözle” görünme-
yen varlıkların tümünü içeren genel bir tanım olarak kullandığını
biliyoruz; bu durumda, ruhlar, şeytanlar ve elbette melekler de
“cin” sınıfına dahildir. Yine bu görüş de pek kabul görmedi; Orto-
doks İslam, temel yapıların farklılığından, nur ve ateş karşıtlığın-
dan ötürü “melek”, “insan” ve “cin-şeytanları” birbirinden ayrı
varlıklar olarak kabul etme eğilimi taşır. İnsan topraktan, cinler
ateşten bir maricden622 Melekler ise nurdan yaratılmıştır.
Bilinmeyen varlıkların cins ya da tür şeklindeki tasnifine ilişkin ay-
rıntıları kutsal kitapta bulmayı beklemek aşırılık olur. Bununla bir-
likte İslam şeriatının, Şeytan’ı “Melek” sınıfından bir varlık olarak
kabul eden önceki “hak din lerinin”, Hıristiyanlık ve Yahudiliğin
önerilerini ısrarla reddetme eğilimi taşıdığını kolaylıkla görebiliriz.
Bu ısrarın temel motivasyonu, açık olmamakla birlikte “gaybı bil-
622
Maric sözcüğünün “merec” kökünden gelen “saf-dumansız” ateş mi, yoksa “mrc”
kökünden glen karışmak, katışmak anlamından hareketle duman, hava karışımı bir alev mi
olduğu hususunda bk. Ateş, a.g.e. s. 92. Doç. Dr. Hasan Aydın da Rahman-15’in: “Ateşle
karışık, zehirleyici duman ve dumansız kor ateş.” Şeklindeki çevirisinden yararlanır. Bk.
AYDIN, Kuran’da Yaratılış Öyküsü ve İnsanın Serüveni. Bilim ve Gelecek Dergisi, s. 30.
Eylül 2014
445
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
Her din, mutlaka eski dini algının eleştirisinden hareketle yola çık-
mış ve bir yozlaşma kritiği sunmuştur dünya tarihinde. Kur’an-ı
Kerim’in ana dokusunda da, dönemin şair, kahin ya da filozofları-
na atfedilen “esin perileri” ya da “cin” gibi gözle görünmeyen ama
etkileyici bir güç içeren varlıklar aracılığıyla, “gökyüzünün bilgile-
rini” elde etme ayrıcalığını ısrarla reddetme eğilimini görmek
mümkün. Kuşkusuz İslam, bu tip bir meziyeti reddetmiyor, yalnız-
ca bunu hırsızlık olarak niteliyor. Bir diğer deyişle pagan yaşam ve
doğaya özgü güç algısı yok sayılmamış, yalnızca değer yitirmiş ve
belki de lanetlenmişti.
623
Saffat Suresi ayrıca, doğa olaylarını yönlendirme konusu üzerinde durur. İnsanlara nefsi-
nin fısıltılarından daha yakın oluş bağlamında, iki yazıcı melek için Kaf: 16-17. Ve İhfitar:
10. Bunlar ayrıca kıyamet günü şahitlik için gelecek olanlardır.
447
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
624
Bunlar ölen kişiyi sorgulayan meleklerdir. Ölüyü defnedenlerin oradan ayrılmalarından
sonra ortaya çıkar ve kişiye ‘Rabin kim? Dinin nedir? Peygamberin kimdir? Sorularını so-
rar. Bkz. İmam GAZALİ- ÖLÜM ve Sonrası, s. 144. Tercüme Hüseyin Okurb Semerkand.
Temmuz. 2013. 15. Baskı.
625
Ateşten elbiseler, katrandan gömlekler, azabıyla acımasız bir grup melek eşlik eder ona.
Ruhu çıktığı zaman da yerde ve gökteki tüm melekler ona lanet eder. İşkenceci kör, sağır
ve dilsiz azap meleği hk. Gazali a.ge. s 145.
626
Rivayetlerin ayrıntılarıyla ilgili olarak bk. Ateş, s. 270-271-272…
448
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
627
Bk. Littman, s. 97. Şamanizm ve yasal dinlerin cin çıkarma ayinleri arasındaki ilişkiyle il-
gili olarak bkz. Karaib Şamanının Göğe Yolculuğunu anlatırken M. ELIADE, burada sırra
erme töreninin merkezi figürünün “göğe yükselme’ olduğuna dikkat çekmişti. Kişi ancak
bu yükselme sırasında ruhları görür ve onlarla doğrudan ilişki kurarsa bir pujai unvanını
kazanır. Bu sözcüğün anlamı ‘ruh çıkarıcıdır”. Şamanizm s, 157. Burada kişi için bir cin
çarpması, ecinnilenme yahut cin tarafından ele geçirilme olayından çok onlarla ilişkiye
girme ve hakim olma dizgesi bulunuyor.
450
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
628
Hastalıkların tedavisinde kutsal emanetler, Kilise’nin himayesine sığınma, şeytan ve cin
çıkarma gibi geniş yelpazedeki disiplinlerin Pagan Tanrıların Hıristiyanlığı adaptasyonuyla
ilişkisi bakımından önemli bir yorum olarak B. Russel, Bilim ve Din Dördüncü Bölüm s.
57 ve sonrasına bakılabilir. “Kilise Babaları” demektedir Russel, “cinler derken Hıristiyan-
lığın gelişmesinden kudurgan bir öfke duydukları düşünülen Pagan Tanrılarını kastediyor-
lardı.”
629
Littman s. 18.
630
Söz konusu yorumlar için bk. Ateş, s. 114-115.
451
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
631
Mısırlı belgelerde adı gecen bu kişiler Mısır’da türbeleri bulunan ululardır. Diğer isimler
için bk. Littman, s. 113. İsmi geçen ulular arasında bir Hıristiyan da vardır: “.Sen elinde
haçını tutarken/Ya Ümmü Gumyane!"s. 62… Ayrıca bk. Hasan- Basri: “Çünkü insanların
Yahudisi, Hıristiyanı, müşriki olduğu gibi cinlerin de öyle milletleri vardır”. Demektedir.
Alıntı için bk. ATEŞ, s. 115…
452
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
632
Rivers, s. 72-73. Yine de Polinezya’nın bazı bölgelerinde, masaj, soğuk banyo, kan akıtma
ya da buhar banyosu gibi tedavi yöntemleri aktif olarak kullanılmaktadır. S. 74…
633
Alıntı için Littman, s. 54-55…
634
Zaar Ayinleri s. 86, cinlerin küçük boylu oluşları hk ayrıca bk. ATEŞ, s. 128-130. Cin ta-
nıklıklarını aktaran S. Ateş, ziyaretçilerin küçük boylu ya da çocuk gibi olduğunu aktarır.
453
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
635
Bkz. M. ELIADE- şamanizm 98-99. Bu cin, bir dyami idi. Yani Şaman’a üstün güçler
bahçeden ve onu eğiten bir yardımcı ruh.
636
Duvarcı, s. 132.
637
Rakamları Messaide’nin Şeytanın Genel Tarihi kitabından aldım. bkz. s. 481.
454
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
638
Littman s. 87-88...
639
Bk. Gülen, s. 351. Ömer b. Abdülaziz’e Saraka ismini telaffuz eden cin, Peygamber’den
Kur’an-ı Kerim dinleyen cinlerden hayatta kalan sonuncusudur. Bunlar büyük olasılıkla 7
ya da 9 kişidir. S. 350. Öyküde anlatıldığına göre, Saraka, kafirlerle savaşırken ölmüştür.
Yine Hz Ayşe’nin Kur’an-ı Kerim dinlemek üzere evine giren bir yılanı öldürüşü ve yargı-
lanışıyla ilgili olarak bk. a.g.e. s. 352
455
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
640
Littman, s. 79.
641
Duvarcı, s. 33.
456
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
457
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
458
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
Sonuç
Tüm bu bölüm süresince, cadılar, şeytancıklar ya da cinlerin tarih
boyunca belli anlamsal kalıplarla karşılandığını gördük. Pagan
dünyanın Tanrıları, içimizdeki kötülük güçleri ya da otoriteye saygı
duymayan kişiler. Öylesine korkutucu bir kaynaktan besleniyordu
ki bu veriler, canavarlar olarak betimlenmelerinin önünde neredey-
se hiç bir engel bulunmuyordu. Öyle de oldu, bilinç dışında potan-
siyel halde bulunan veriler ortodoksinin çağrısıyla din dışı ilan
edildi. Kurtuluş ise merkezi kutsala sadakat ile anlamlandı.
Kur’ana ve Kiliseye…
459
Dinin İki Kaynağı – 1. Bölüm
460
Büyü ve Şaman Sembolizminin Evrimi
461