You are on page 1of 142

Dizgi - Baskı - Yayımlayan:

Yenigün Haber Ajansı


Basın ve Yayıncılık A.Ş.
Aralık 1997
BİRSOVYET
DİPLOMATININ
TÜRKİYE
HATIRALARI
-2-

S.İ. ARALOV

Çeviren
HASAN ALİ EDİZ

Cumhuriyet GAZETESİNİN
OKURLARINA ARMAÖANIDIR.
İÇİNDEKİLER

Şeyh Senusi'den Mustafa Kemal'e Mektup . . . . . . . . . . . . . . . . 153

Gezimizin Sona Erişi. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 153

Türk Halkının Sempati Duygulan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 154

Elçilikte 1 Mayıs'ın Kutlanması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 155

Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 156

Milli Savunma Bakanı Kazım Paşa . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 157

Batı Cephesi Komutanı ismet Paşa . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 157

Refet Paşa . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 158

Rauf Bey . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 159

Mustafa Kemal Paşa Milli Hareketi Anlatıyor . . . . . . . . . . . . . 160

Cenevre Konferansı ve Rapallo Antlaşması . . . . . . . . . . . . . . . 166

General Tawshend'in Türkiye'yi Ziyareti . . . . . . . . . . . . . . . . . 168

İngiltere ve Türk Basını . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 170

Mersin Konsolosluğu Meselesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 171

TÜRK ORDUSUNUN TAARRUZU • • • • • • • • • • • • • • • • • • • 173

Enver Paşa isyanının Bastırılması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 173

Kemalistlerin Muhalefetle Mücadelesi . . . . .. . . . . . . . . . . . . . 173

Türk Ordusunun Taarruz Hazırlığı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 175

149
Türk Ordusunun Taarruzu . . . .. . . . . .. . .. .. .. .. .. 175
. . . . . . .

M.Kemal ve İsmet Paşalar T aarruzu İdare Ediyorlardı . . ..... 177

Tebrikimize T.B.M.Meclisi'nin Cevabı . ... . .. ... .. . 179


. . . . .

Yunan Ordusunun İmhası Üzerine M.Kemal'in Anlattıkları . 179 . .

İtilaf Devletlerinin Umutsuz Çabalan . . ... . . . . . . . . . .... . . 180

Silah Bırakışması Üzerine Konuşmalar.... .. . . . .. . . . . . . . . 182

Anadolu'da Şenlikler . .. .. .. . .. . .. ... .. ... .. .. 183


. . . . . . . .

Mustafa Kemal ve Türk Ordusu Üzerine.. ... .. . .... .... 185 . .

Sovyet Dışişleri Bakanlığı'nın Türkiye'ye Notası. .. . ... .. 188 . .

Sovyetler Birliği'nin Yeni Bir Teklifi ... . .. . .. . .. .. . .. 190 . . .

M.KEMAUİN TÜRKİYE CUMHURİYETİ İÇİN


MÜCADELESİ .................................... 191
Padişahın Devrilmesi ve Kovulması .. .. . . .. . .. . .. .. 193 . . . . .

Padişahlığın Devrilmesini Halkın Desteklemesi . . . .. .. . .. 196 . .

Millet Meclisi'nde Muhalefetin Büyümesi . ... . .. . .. . 198 . . . . .

Mustafa Kemal'in Cevabı ..... ... ... .. .. . . .. . .. . . 199


. . . . .

Mustafa Kemal'in Seçim Konuşmaları . . . . . . .... ... .. 200


. . . .

Gerici Muhalefet ve Türk-Sovyet İlişkileri .. . . .. . .. .... ..205


.

Toplum Adamlarının Sovyetler Birliği Üzerine Düşünceleri . 208 .

Tükiye Lausanne Konferansında .. . ..... . .. . .. . ..


. . . . . . . 211

Rauf Bey'le Konuşma .. . .. . ... ..


. . . . . . . .. . . . . . . . . . . . .2 13

Türkiye Dışişleri Bakanlığı ile Lausanne Üzerine Görüşmeler ...2 16

150
Konferans Heyetiİçin Mücadele . . . .. .. . . . . . ... . .... .224
. . .

İsmet Paşa Lausanne Konferansında . .... . . . . . . . . . . . . . 225


. . .

Yine Rauf Bey Üzerine . .. . . .. . ... .. .. . .. . . ... . .. . 230


. . . .

Boğazlar Meselesi . .. .. . . . ... . . . . .. . . . .. . . . . ... . . 232


. . . .

Yunus Nadi Bey ve Boğazlar Meselesi . . . . . . .. . .. . .. . . . . 238


.

Rauf Bey'le Konferans Üzerine Konuşmalarımız . .. ...... 242 . .

Çiçerin'in Lausanne'daki Konuşması . . . . . .. . . . . . . . .. .244


. . .

Sovyet Rusya Delegasyonu'nun Teklifi. . . . . . . . . . . . . . . .. . 251 .

lngiltere'nin Bazı Tasarıları .. . .. ..... . .. . . . . . . . . . . .. . . . 257

Lausanne Konferansının Türkiye İçin Sonuçlan . . .. . . . .. 260 . . .

Lausanne'da Sovyet Delegeleri .... .. . . .. . . . . . . . .. . . 261


. . . .

Sovyet Delegelerinin Lausana Sözleşmesini lmzalamalan .. . . 263

Türkiye'den Ayrılışım . . . . . .. . . . .. . . . . .. . .. . ......


. . . . 265

T.B.M.M.Üyelerinden Sım Bey'le Bir Konuşma . . . . . . . . . . 266


.

MUSTAFA KEMAL PAŞA VE YENİ TÜRKİYE'NİN


KURULUŞU . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 269

Yaşantı ve Kültürde Yapılan Reformlar . . . . . . .... . . . . . .. . . 269

Ekonomik Islahat Planlan . .. . . . . . . . .. . . . . .. . .. . .. . .. . . 271

Mustafa Kemal ve Yabancı Sermaye ..... . .. ... . .. . .. . . .273 .

İzmirİktisat Kongresi ........ ... .. . . . . . .. . .... ..... 275


. .

Bazı Sonuçlar.. .. . .. . .... . . . . ..... . . . . .... . ... . .... 277

Elçilikte Son Karşılaşma . . ..... .... .. . . . . . . . .... .. 278


. . . .

151
ŞEYH SENUSİ'DEN MUSTAFA KEMAUE
MEKTUP

Mustafa Kemal, bir gün bana, Afrika'nın toplum


adamlarından birinin, kendisine Şeyh Senusi'nin bir
mektubunu getirdiğini söyledi. Mektupta şunlar yazılı
idi: "Afrika Araplar'ı, sizden silah yardımında bulunma­
nızı rica ediyorlar. Onlar, mazlum Afrika halklarının esa­
ret zincirinden kurtulması ve Afrikalılar'a özgür bir ya­
şantı sağlanması için, Batılı devletlere ve emperyalizme
karşı yaptıkları mücadeleyi genişletmek istiyorlar.."
Mustafa Kemal:
- Bu lider, emperyalizmle savaşan Sovyet Rusya 'ya
da başvurmak niyetinde olduğunu yazıyor, dedi.
Gerçekten de iş böyle oldu. Cephedeki gezintiden
dönünce, elçilikte Afrikalı liderden gelmiş bir mesaj bul­
dum. Bu mesajdan ilerde söz edeceğim.
Konuşmalarımızdan birinde, Mustafa Kemal Paşa
bana:
- Bu Arap ülkelerine yardım etmek için, Sovyet Rus­
ya ile manevi çabalarımızı birleştirmek çok iyi bir şey
olurdu, dedi.
Bu sözler, Mustafa Kemal'in, Sovyetler Birliği'nin,
bütün mazlum milletlerin candan ve çıkar gözetmeyen bir
dostu olduğu rolünü çok doğru anladığını gösteriyordu.

GEZİMİZİN SONA ERİŞİ

Cephedeki gezimiz sona erdi. Türk ordusu birlikleri­


ni dolaşma, komutanlarla karşılaşma, onlarla konuşma,
Mustafa Kemal'le, askeri ve uluslararası meseleleri, Tür­
kiye'nin iç politika meselelerini müzakere etmeler, niha-

1 53
yet Konya şehrinin yaşantısıyla, şehir halkıyla, toplum
kişileriyle, müesseseleriyle ayrıntılı olarak tanışmamız,
Türkiye'deki durumu ve Türk halkının yaşantısını öğren­
memiz için bize çok şeyler verdi.
Mustafa Kemal Paşa ve yakın mücadele arkadaşları,
orduyu ziyaret etmemizden ötürü, bana ve İbrahim Abi­
lov'a çok çok teşekkür ettiler. Akşama uğurlama töreni
düzenlendi. Mustafa Kemal Paşa Konya'da kaldı. Biz ise,
Abilov ve Zvonaryev yoldaşlarla, gerisin geriye hareket
ederek 6 Nisanda Ankara'ya vardık. Gezimiz on gün sür­
müştü.

TÜRK HALKININ SEMPATİ DUYGULARI

Türk kamuoyu, memleketlerimiz arasındaki karşılık­


lı dostluk ilişkilerinin gelişmesini,büyük bir ilgi ve sem­
pati ile izlemekte idi. Sabahın erken saatlerinden akşa­
mın geç vakitlerine kadar elçiliğimizin misafirleri hiç ek­
sik olmazdı. Gruplar halinde gelenler olurdu. Türkiye
Büyük Millet Meclisi üyeleri, bakanlar, toplum teşkilat­
ları, kooperatif temsilcileri, tüccarlar sık sık elçiliğimizi.
ziyaret ederlerdi. Onların hepsi de Sovyet Rusya'ya olan
saygı ve sempatilerini belirtmekte idiler.
Basit halk adamları, çoğu zaman adlarını söyleme­
den, basit hediyeler getirirlerdi. Bunlar bizim için çok
değerli idi. Çünkü Sovyet halkına olan dostluk duyguları­
m belirtmekte idiler. Çoğu zaman Anadolu'nun ücra kö­
şelerinden çeşitli hay vanlar getirip hediye etmekte idiler.
Elçiliğimizde, adeta koca bir hayvanat bahçesi meydana
gelmişti. Bunların arasında ayı yavruları, kanatlan kırıl­
mış kartallar, keklikler, cins cins kediler, köpekler vardı.
Elçiliğin idare amiri ayı yavrularını, kiler odasına bi-

154
tişik tahta bir kulübeye yerleştirmişti. Aşçı kadın, 1 Ma­
yıs Bayramı için hazırlanan pasta ve çörekleri kiler oda­
sına yerleştirinişti. Pasta ve çörek kokusunu alan ayı yav­
ruları, tahta bölmeyi kırarak, kiler odasına girmişler, bü­
yük bir iştah ile pasta ve çörekleri yemişler, birçoklarını
da ayaklarıyla ezerek, yüzlerini gözlerini kremaya bula­
mışlar, bu durumlarıyla gülünç bir hal almışlardı.

ELÇİLİKTE 1 MAYIS'IN KUTLANMASI

1 Mayıs Bayramı'nda elçiliğimizi 200'den fazla in­


san ziyaret etti. Elçilik binasını, içerden ve dışardan bay­
raklarla, çiçeklerle, portrelerle süsledik. Ankara İmalat-ı
Harbiye işçileri ve başka atelye temsilcileri bizi tebrik et­
mek üzere ziyaretimize geldiler? düzenlenen kabul res­
minde, resmi işçi temsilcilerinden başka işçiler, Sağlık
Bakanı Tevfik Rüştü Bey, Türkiye Büyük Millet Meclisi
üyeleri, öğretmenler, doktorlar, gazeteciler, subaylar da
vardı. 1 Mayıs Bayramı ile ilgili olarak elçilikte misafir­
lerle birlikte çekilen fotoğraflan bir hatıra olarak sakla­
maktayım.
Elçilik binası küçüktü. Ama misafirler, doğu usulün­
ce, seve seve yerlere oturmuşlardı. Küçük fincanlarla
ağır ağır kahveler içilirken, teklifsiz konuşmalar yapıldı.
Bu arada, Ankara İmalat-ı Harbiye işçilerinden biri, Rus­
ya'da 1 Mayıs Bayramı'nın nasıl kutlandığını sordu. Ona,
l Mayıs Bayramı'nın tarihçesini, mitingleri, Çarlık dev­
rinde, Rusya'da ormanlarda yapılan gizli toplantıları,
Çarlık düzeni yıkıldıktan sonra, bütün yurtta kutlanmakta
olan 1 Mayıs Bayramı'nı anlattım.
Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, Milli Savunma
Bakanı Kazım Paşa ve öteki devlet adamları, 1 Mayıs

155
Bayramı'yla ilgili olarak elçiliğimize birer tebrik mesajı
gönderdiler. Bütün misafirlerimizi birden kabul etmemi­
ze imkan yoktu. Ziyaretçiler tebriklerini sunmak için ara­
lıksız geliyorlardı.

GENELKURMAY BAŞKANI FEVZİ PAŞA

Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, Milli Savunma


Bakanı Kazım Paşa ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Pa­
şa, Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın en yakın yardımcıları
ve Milli Kurtuluş Savaşı'na candan bağlı kişilerdi. Mus­
tafa Kemal Paşa'ya sonuna kadar sadık kalmış yurtsever­
ler içinde, gazeteci Yunus Nadi, Ağaoğlu Ahmet, Yusuf
Akçura beylerin ve daha başkalarının adını sayabiliriz.
Mustafa Kemal Paşa'nın çevresinde bulunan asker­
ler içinde, eski ordu müfettişi, sonraları İstanbul Hükü­
meti'nin Milli Savunma Bakanı Fevzi Paşa, özellikle gö­
ze çarpmakta idi. Fevzi Paşa, İstanbul'dan Ankara' ya
1 920 yılında kaçmıştı. Fevzi Paşa İstanbul'dan kaçışının
sebeplerini bize şöyle anlatmıştı:
- Durum artık dayanılmaz bir hal almıştı. Halka iha­
net eden, onu İngilizler'e ve öteki emperyalistlere satan
kokmuş İstanbul hükümetini görmek beni tiksindiriyor­
du. Padişahın çevresindeki klik halkı değil, yalnız kendi
çıkarını düşünüyordu. Artık buna katlanamadım.
Fevzi Paşa'nın görünüşü çok iyi hatırımdadır: Uzun
boylu, uzun siyah bıyıklı, kalın kaşlı, kara gözlü idi. Üst
göz kapaklan biraz inikti: derin derin bir şeyler düşünü­
yor da sanki sizi görmüyor izlenimini veriyordu. Aslında
çok sakin, hatta biraz yavaştı. Her zaman, her kelime üs­
tünde durarak, dikkatle dinlerdi. Fevzi Paşa az konuşur­
du. Sözlerini dikkatle seçerdi. Onunla konuşmak hoştu.

1 56
Her kelimesinde bir önemlilik vardı. İnsanlarla konuşur­
ken sözlerinde dürüstlük ve kesinlik hissedilirdi. Fevzi
Paşa, askeri durumu objektif olarak değerlendirmesini
bilirdi. Fevzi Paşa basit ve yiğit bir asker sembolü idi.
Bununla birlikte Fevzi Paşa, samimi olarak dindardı.

MİLLİ SAVUNMA BAKANI KAZIM PAŞA

Benim sık sık görüştüğüm kişilerden biri de, Milli


Savunma Bakanı Kazım Paşa idi. Kocaman açılmış, iri,
gri gözlü, sevimli, güleç yüzlü, ciddi, çalışkan, daima dü­
şünceli bir askerdi Kazım Paşa. Bende, Mustafa Kemal
Paşa'nın onu çok sevdiği, Fevzi Paşa gibi ona da çok
inandığı ve güvendiği izlenimi vardı.
Kazım Paşa'nın Sovyet Rusya'ya büyük bir güveni
vardı. Sık sık, Mustafa Kemal'le birlikte, Türk ordusuna
yardım konusunda benimle konuşmalar yapardı. Kazım
Paşa, her zaman, şu veya bu maddelerin alınmasını, bü­
yük zorunluğa dayandırmaya çalışırdı. Kazım Paşa'nın .
hesaplarına inanırdım. O, her zaman yatışmış ve yardım­
larımıza inanmış bir halde yanımızdan ayrılırdı.

BATI CEPHESİ KOMUTANI İSMET PAŞA

Büyük bir asker olan İsmet Paşa, elçiliğimize daha


seyrek gelirdi. Kendisi sürekli olarak cephede çalışıyor­
du. Zaferden sonra da uluslararası konferanslarla uğraştı.
Fevzi ve Kazım Paşalar gibi o da, Mustafa Kemal Pa­
şa'nın en yakın silah ve mücadele arkadaşlarından biri
idi. Mustafa Kemal Paşd, bütün uluslararası önemli me­
selelerde onun fikrini sorardı. Cephe işleri, gergin bir ça­
lışma, başarılar ve başarısızlıklar, İsmet Paşa'nın yüzüne

157
özel bir ağırbaşlılık damgası vurmuştu. Ordunun her dav­
ranışından, her zaman büyük bir kişisel sorumluluk du­
yardı. İnönü mevkiinde Yunanlılar'a karşı kazanılan ilk
zaferler, onun komutası altında kazanılmıştı ve o, halkın
bir şükranı olarak "İnönü" soyadım almıştı. İngiliz-Yu­
nan istilacılarına karşı yapılan son kesin taarruzun bütün
hazırlıkları, Mustafa Kemal Paşa ile İsmet Paşa'nın
omuzlarına yüklenmişti.
Türkler'in Sakarya zaferini, ağır toplarının üstünlü­
ğü ile açıklayan Yunan generali Papulas'a İnönü'nün ver­
diği cevabı buraya nakletmekten kendimi alamayacağım.
İsmet Paşa alaycı bir eda ile şöyleıdemişti:
"Türkler bu ağır toplan, herhalde kendi fabrikaların­
da yapmadılar. Türkler'in bütün silahlan ellerinden alın­
mıştı. Buna karşılık bütün dünyanın silah fabrikaları Yu­
nanlılar'ın siparişine açıktı. Yunanlılar istedikleri her şeyi
satın alabilir ve bu satın aldıkları şeyleri de istedikleri ye­
re götürebilirlerdi. Bu durum, Yunan komutanlığının, za­
ferin sırrını anlamakta Türk komutanlığından çok aşağı
olduğunu göstermektedir."
REFET PAŞA

Yukarıda kendilerinden söz ettiğim kişilerden bam­


başka amaçlarla elçiliğimize gelen sivil ve askerler de
vardı. Bunlardan biri Refet Paşa idi.
Refet Paşa, kısa boylu, zayıfça, aşağıdan kesilmiş sa­
n bıyıklı, kırlaşmaya yüz tutmuş seyrek saçlı bir kişi idi.
Refet Paşa dış görünüşünde kibar, zarif, davranışla­
rında Avrupalı idi. Ama ona inanılamazdı. Kendisi sami­
mi değildi. Mustafa Kemal'in arkasından, Kazım Kara­
bekir ve Rauf Beyler'le entrikalar çevirmekte idi. Kısaca­
sı, milli kurtuluş savaşına, sinsice karşı idi. Refet Pa-

1 58
şa'nın, dini-feodal unsurlarla ve Komprador burjuvazinin
temsilcileriyle bağlantısı vardı. Yeni Türkiye'yi destekle­
diği için de Sovyet Rusya'ya düşmanca davranıyordu.
Refet Paşa çeşitli görevlerde bulunmuştu: Milli Sa­
vunma Bakanlığı, Dumlupınar savaşında kolordu komu­
tanlığı etmiş, Konya isyanının bastırılmasında görev al­
mıştı. Refet Paşa'nın komutanlığı başarısız geçmişti.
Mustafa Kemal Paşa'nın belirttiğine göre, Milli Savunma
Bakanlığı'nda da olumlu iş görememiş, 1 922 yılı Ocak
ayında bu görevden alınmıştı. Ama bu, onun kendi kah­
ramanlıklarıyla övünmesine engel olmamıştı. Konuşma­
larımızda, General Frunze'nin onun değerini anlamadı­
ğından, kendisini emperyalist saydığından şikayet ederdi.

RAUF BEY

Heyeti Vekile Reisi ( Başbakan) bulunduğu sıralarda


Rauf Bey'le birçok defalar konuşmuşumdur. Kendisi
Sovyet Rusya'nın düşmanı idi. Ankara'daki elçilik bina­
mızın yakılışında onun parmağı vardı. Kotyelnikov (Elçi­
liğimizin eski sekreteri) hatıralarında, yangının, Albay
Mougin'in (*)teşvikiyle çıkarıldığını yazmaktadır.
Mustafa Kemal Paşa'nın hatıralarından öğrenildiği­
ne göre, Rauf Bey, sonralan 1 O yıllık bir süre için yurtdı­
şına çıkarılmıştı.
Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey'in, Refet Paşa'nın ve
başkalarının ikili oyunlarını görüyor, anlıyordu. Ama, da­
ha geniş bir hoşnutsuzluğa meydan vermemek için, belli
bir süreye kadar buna katlanıyordu. Çünkü Refet Pa-

(*) Albay Mougin: Fransa'nın Ankara'daki resmi olmayan temsilcisi.


s.ı. Aralov

1 59
şa'nın, Rauf Bey'in ve öteki muhaliflerin büyük kompra­
dor burjuvazi, derebeyleri ve feodal askeri grup arasında
dayanakları vardı.
Mustafa Kemal Paşa, İstanbul'da ve Anadolu'nun
bazı çevrelerinde kendisini asi bir asker olarak saydıkla­
rını biliyordu. Feodal çevreler, çeşitli oyunlara başvura­
rak halkı, Mustafa Kemal'e, Türkiye Büyük Millet Mec­
lisi'ne ve öteki Türk yurtseverlerine karşı ayaklandırma­
ya çalışıyorlardı.

MUSTAFA KEMAL PAŞA


MİLLİ HAREKETİ ANLATIYOR

Ben burada, Mustafa Kemal Paşa'nın bu konuda, el­


çiliğimizde, birlikte yaptığımız gezilerde, aramızda ge­
çen özel konuşmalarda bana anlattıklarını nakledeceğim.
Mustafa Kemal, mücadele hikayesini çeşitli zamanlarda
anlatmakla beraber, ben bunları, kolaylık olsun diye, bir
bütün olarak nakledeceğim.
Mustafa Kemal'in bana söylediğine göre, Büyük
Millet Meclisi'nin amacı, Türkiye'yi ve bütün Türk mil­
letini istilacılardan kurtarmak için mücadele eden milli
teşkilatlan genişletmektir. Bu, başlıca ödevdi. Belli bir
süreye kadar muhalefete katlanmak gerekiyordu.
Mustafa Kemal:
- Hedefimize, inandırma yolu ile ve cephelerde pra­
tik zaferlerle ulaşıyoruz dedi. Biz, Refet Paşa'ya, Rauf
Bey'e ve diğerlerine tutumlarının yanlış olduğunu gös­
terdik ve gösteriyoruz. Biz bir Halk Partisi kuruyoruz.
Bu partinin yardımı ile de halk düşmanlarını yenmeyi
umut ediyoruz. Partimize düşmanlarımız da sızıyor, ama
bunlar meydana çıkarılacak ve maskeleri yüzlerinden in-

160
dirilecektir. Gericiler milli hareketin temeline bomba
koymak istiyorlar, ama bunu başaramayacaklardır. Fe­
odaller, nice çeteler, nice isyanlar organize ettiler! Bütün
bunlar "İttihat ve Terakki" partisinin artıkları, "İngiliz
Dostları" (*) Derneği ve daha başka gerici teşkilatlar
aracılığı ile iş gören Curzon, Lloyd George ve öteki em­
peryalistlerin önderliği ile yapılmaktadır. Ama, halk, ge­
riciliği frenlemekte bize yardım etti. Bütün Anadolu ateş­
ler içinde yandığı zaman siz henüz burada değildiniz. İn­
giltere' nin çeşitli ajanları, Enver Paşa'nın padişahın
adamları, yer yer ayaklanmalar çıkarıyorlardı. İngiliz hü­
kümeti, Yunun ordusuna, Anadolu'nun şu ya da bu böl­
gesini işgal etmek emrini veriyordu. Her yanda çeteler
kuruluyordu. Bunların en büyüğü Anzavur çetesi idi. İn­
giltere, Rusya'da başarısızlığa uğrayan metodları burada,
bizde uygulamak istiyordu. İngiltere, Amiral Kolçak'ı,
Y üdeniç'i, Denikin'i desteklemek için yüzlerce milyon
harcamıştı. Padişahın ve İngiliz emperyalistlerinin adamı
ve milli kurtuluş hareketinin en büyük düşmanı olan hain
Anzavur, Bandırma bölgesinde yıkıcı çalışmalarına baş­
lamıştı. Ona verilen ödev, milli cepheyi arkadan vurmak­
tı. Anzavur etrafına büyük kuvvetler toplamayı başardı.
Biga'da kanlı savaşlar oldu. Anzavur başarı sağladı. O
bölgedeki milli kuvvetleri dağıttı. Bir çoklarını esir aldı.
Eline birçok silah geçirdi. Tabii sonunda mağlup edildi.
Türk milleti bunu hiçbir zaman unutmamalıdır.
Mustafa Kemal Paşa, emperyalistlerin hileciliğini
hatırladı. Fransız Başbakanı Clemenceau'nun şu sözleri-
(*) Eski adı ile "lngiliz Muhibleri Cemiyeti", İstanbul' da, İngiliz lntel­
ligence Service teşkilatının temsilcisi Rahip Fraou'nın para desteği ile Padişah
Vahteddin ve Sadrazam Damat Ferit Paşa tarafında kurulan gerici bir teşkilat­
tır. Bu derneğin başında, o zamanlar İstanbul'da çıkmakta olan gerici "Yeni
lstanbul" gazetesinin sahibi Sait Molla bulunmakta idi. S.1. Aralov.

161
ni öfke ile nakletti: "Ben, Kilikya'yı, Suriye'yi, Şam'ı,
Halep'i, Beyrut'u ve Musul'dan elde edilecek petrolün
akacağı İskenderun limanını alabilmek için bir yem ola­
rak, Musul'u İngilizlere verdim. Eğer sonralan Türkler
bizi Kilikya'dan kovdularsa benim bunda ne suçum var?"
Mustafa Kemal biraz susup yatıştıktan sonra sözleri­
ne devam etti:
- Zehir, ağu henüz dağılmadı. Bunun panzehiri bütün
halkın uyanması, aktif bir hale gelmesidir. Halkın Mon­
doros silah bırakışmasına, Sevre Antlaşması'na, padişa­
hın ihanetine cevabı, uyanışın başlangıcı oldu. Sabır bar­
dağı taştı. Bizim Sıvas ve Erzurum kongrelerimiz, Mon­
dros'a, Sevre'e ve itilaf devletlerinin başka davranışları­
na verilen cevaplardır. Çağrımız bütün Anadolu'yu do­
laştı, hatta İstanbul'a kadar ulaştı. Türk kamuoyu, halk,
milli misakı yarattı. Bu konuda çok çalışmamız lazım
geldi. Meclis'teki her milletvekili ile ayrı ayn konuşmak,
her birine, Kurtuluş Savaşı'nın önemini anlatmak, pasif
davranmakla hiçbir şey elde edilmeyeceğini ispat etmek
gerekiyordu.
Birgün Mustafa Kemal Paşa bana dönerek:
- Aralov yoldaş, dedi. Biz Türkler 1 920 yılında size
yardım etmek fırsatını bulduk. Herhalde siz bunu bilmi­
yorsunuz. Gelibolu'ya yakın Akbaş iskelesinde, daha Bi­
rinci Dünya Savaşı'ndan kalma bir silah ve cephane de­
posu vardı. Bu depoyu Fransız askerleri korumakta idi.
Fransızlarla İngililer bu silahlan General Vrangel'e ver­
meye karar vermişlerdi. Beyazlara ait bir Rus gemisi, si­
lah ve cephaneleri almak üzere Akbaş'a gelmişti. Biz bu
silah deposunu biliyor, itilaf devletlerinin niyetlerini sezi­
yorduk. Bu deponun korunmasında, Osmanlı hükümeti
de Fransızlara yardım ediyordu. Cesaretli ve fedakar ar-

1 62
kadaşımız Köprülü'lü Hamdi- Bey bu silahlan ele geçir-.·
mek işini organize etti. Telgraf ve telefon kablolarını kes­
ti. Kendisi gibi cesur ve fedakar arkadaşlarıyla, 1 920 yılı
26127 Nisan gecesi, sallarla yavaşça boğazı geçerek,
Fransız askerlerinin silahlarını aldı. Çabucak silah ve
cephaneleri yükleyerek onları Lapseki'ye getirdiler. Köp­
rülü'lü, silahlarını aldığı Fransız askerlerini de birlikte
getirmeyi umutmadı. Silah ve cephaneler, hemen memle­
ket içine gönderildi. Böylece biz 8 bin Rus tüfeği ve 40
makineli tüfek almış olduk. Bu, çok işimize yarayan, çok
güzel bir hediye idi. Böylece, siz bize biz de size yardım
etır..iş olduk. Bunu haber alan İngiliz emperyalistleri deli­
ye döndüler, hemen bu işin peşine düştüler, ama tabii ha­
va aldılar.
Mustafa Kemal Paşa:
- Bana ve arkadaşlarıma karşı korkunç bir propagan­
da yürütülüyordu, dedi. Olmayacak günahlar işlemekle
beni suçluyorlardı. Bütün bunlara katlanmak gerekiyor­
du. Karşılaştığımız en büyük zorluk, subay ve silah ek­
sikliği idi. Ama, Sovyet Rusya bize dostça yardım etti.
Silah, top ve cephane verdi. Bizim milletimiz bunu asla
unutmamalıdır. Milli Kurtuluş Savaşı'nın ilk günlerinde,
anca 5 bin kişilik bir silahlı gücüm vardı. Şimdi ise elim­
de koskoca bir ordu var. Bunu bana, halkın desteklediği
Kurtuluş Savaşı kazandırdı.
Birgün Mustafa Kemal Paşa'ya, Samsun'dan Anka­
ra'ya gelirken, yolda rastladığım köylerden, onların ağır
durumundan söz ettim. Mustafa Kemal Paşa:
- Evet, evet, orası doğru, dedi. Türkiye Büyük Millet
Meclisi'nin ödevi, köylüyü ağır aşar vergisinden kurtar­
mak, ona başka kolaylıklar sağlamaktır. Ama şu anda biz
bunu yapamayız. Birçok zümrelerin kinini üzerimize

1 63
çekmiş oluruz. Onlar bizden uzaklaşır ve istilacıları kov­
mak, halkın kurtuluşunu ve ülkenin bağımsızlığını sağla­
mak gibi başlıca görevimizi yapmaya engel olurlar. Milli
davamızı çözümledikten sonra köylü ile uğraşabiliriz.
Mustafa Kemal'le bu konuşmayı birlikte yaptığımız
Abilov yoldaş, milyonlarca köylü, ekonomik baskıdan
kurtulduğu takdirde, onların, feodalleri yenmekte yardım
edeceklerini, Türkiye Büyük Millet Meclisi iktidarını
güçlendireceklerini, Türkiye'yi yenilmez bir hale getire­
ceklerini, emperyalistlerin ilerde yapacağı bütün saldırı­
lan püskürteceklerini anlattı.
Mustafa Kemal, Abilov'u elinden tutarak: "Şimdi
olmaz, dedi. ama bu olacak."
Mustafa Kemal'in tuttuğu yol, Türkiye'yi emperya­
list boyunduruğundan kurtarmak, bölgelere ayrılmasına
engel olmak yolu, halkın büyük bir çoğunluğunca anla­
şılmış bulunuyordu. Bu durum, Derebeylerinin, toprak
ağalarının, büyük komprador burjuvazinin, gericilerin ve
maddi bakımdan gericilerle bağlı bir kısım aydınların
korkunç düşmanlığını doğurdu. Önceleri Mustafa Ke­
mal'le birlik olan bazı aydınlar sonralan Milli Kurtuluş
hareketinden ayrılarak padişah tarafını tuttular, ya da, dü­
pedüz mücadeleden vazgeçtiler.
Cephe gezintisinden dönünce, izlenimlerimi, Dışiş­
leri Bakanı Çiçerin'e ve Dışişleri Bakanlığı'nın öteki so­
rumlu memurlarına bildirdim. Sovyet Dışişleri Bakanlı­
ğı'na gönderdiğim raporumun, Türk halkının yaşantısın­
dan, Mustafa Kemal'in eskinin her türlü kalıntılarıyla
yaptığı mücadelesinden söz eden bölümün bir yankısı ol­
mak üzere, Çiçerin'in MilliEğitim Bakanı Lunaçarski'ye
yazdığı mektubun bir kopyasını aldım. Çiçerin, mektu­
bunda şunları yazıyordu:

1 64
"Mustafa Kemal, Türk kadınının kurtuluşunu ve ona
bütün haklarda ve toplum yaşantısında erkeklerle eşitlik
isteyen ilerici bir hareketin başındadır. Mesela kendisi,
eşiyle birlikte, hem de eşinin yüzü açık olarak, Büyük
Millet Meclisi toplantılarına gelmektedir. Mustafa Kemal
eşiyle birlikte Aralov yoldaşı da ziyaret etmiş bulunuyor.
Genel olarak Mustafa Kemal, bütün toplum ilişkilerini
çok enerjik olarak ileriye doğru itmektedir. Mustafa Ke­
mal'in, son derece ilgi çekici bir kişiliği vardır. Günlerce
Türk şehirlerinin sokaklarında dolaşmakta, kendisini
çevreleyen kalabalıkla parlamenterizmden, kadının öz­
gürlüğünden, milli eğitimin ve bütün kültürün modern­
leştirilmesinden söz etmektedir. Gerek Mustafa Ke­
mal'in, gerek onun ülkü arkadaşlarının, Türk toplum iliş­
kilerinin modernleştirilmesi konusundaki çalışmalarını
kolaylaştırıcı materyal gönderilmesi çok yerinde bir dav­
ranış olurdu.
"Çalışmalarını kolaylaştırmak üzere Mustafa Ke­
mal'e gönderebilmem için, kadın meselesi ile ilgili ma­
teryalleri, ya da, daha doğrusu, kadının tüm özgürlüğünü
sağlamak için bizim uyguladığımız materyalleri toplayıp
bana gönderecek birini görevlendiremez misiniz?
"Eğer Türkler tekrar, özellikle teknik alanında öğre­
nim yapmak üzere birkaç yüz genç göndermeyi teklif
ederlerse; ne yapabileceğimizi lütfen bildiriniz. Hatırla­
dığıma göre bu mesele bundan önce ortaya atıldığı za­
man, Türkler hepsinden çok zirai öğrenimle ilgilenmiş­
lerdi. Bunun mümkün olup olmayacağını ve bu çeşit
planların hangi ölçülerde ve genişlikte uygulanabileceği­
ni bildirmenizi rica ederim."
Daha sonra, 1 923 yılında Çiçerin, Ankara'daki tem­
silcimize şunları yazmıştı:

i65
"Mustafa Kemal Paşa'ya verilmek üzere toplum ya­
şantısının modernleştirilmesi, özellikle çocukların korun­
ması ve sosyal güvenlikle ilgili yeni materyaller gönde­
rilmektedir. Onun, Nuh-u Nebi'den kalma yaşantıya, bü­
tün kör inançlara ve ortaçağ kalıntılarına karşı mücadele­
sinde, elimden geldiğince ona yararlı· olmaktan çok se­
vinç duyacağım. Mustafa Kemal Paşa'nın bütün istekle­
rini, hemen bana bildiriniz. Bu isteklerinin yerine getiril­
mesi için her şeyi yapacağım."

CENEVRE KONFERANSI VE
RAPALLO ANTLAŞMASI

Cenevre Konferansı (*) toplandığı ve itilaf devletleri


için beklenmedik bir olay olan Rapallo (**)fırtınası kop­
tuğu zaman, Mustafa Kemal, birkaç defa bizimle Cenev­
re Konferansı üzerine konuşma yaptı. Çiçerin'in, itilaf
devletlerine, Türkiye'nin de konferansa çağırılmasını
teklif ettiği, ama, onların, Türkiye'nin bir Küçük Asya
devleti, konferansın ise Avrupa konferansı olduğu gerek­
çesiyle bu teklifi reddettiklerini Mustafa Kemal Paşa'ya
bildirdim.
Cenevre Konferansı'nda, batı devletleri Sovyet Rus­
ya'dan, "Barışın ve tarafsızlığın kurulması. .." konusunda
yakın doğuya etki yapmasını istediler. Çiçerin, Sovyet
(*) Cenevre Konferansı, 10 Mayıs 1922 tarihinde açılmıştır. Savas son­
rası Avrupasının gittikçe ağırlaşan ekonomik durumu dolayısıyla itilaf devlet­
leri böyle bir konferans toplamak gerekliliğini duymuşlardı. Sovyet Rusya'nın
iç savaşlardan galip çıkması, doğuda etki yapmaya başlaması ve itilaf devletle­
rinin Sovyetlerle ticaretlerini genişletmek zorunluluğunu duymaları, konferan­
sın toplanmasında büyük rol oynamıştır.
(**) Sovyetler Birliği ile Almanya arasında, 16Nisan 1922 tarihinde im­
zalanmış ve itilaf devletlerinin Rusya'ya karşı kurmayı düşündükleri müşterek
cepheyi suya düşürmüştür. S.1. Aralov

1 66
delegeleri adına, bu teklife karşı hayretini belirtti. Çünkü,
Türkiye'nin Cenevre Konferansı'na katılmasını isteyen
Sovyetler Birliği değil mi idi? Çünkü, Türkiye'nin bu
konferansa katılması, en yakın zamanda Küçük Asya'da
barışın kurulmasını sağlayabilirdi. Türkiye'de yapılmakta
olan savaşa karşı tarafsız davranmak ise, uluslararası ant­
laşmaların ve uluslararası hakların her devletin istediği
biçimde bir tarafsızlık olmalı idi.
Çiçerin'in bu konuşmasını Mustafa Kemal'e bildir­
diğim zaman, Mustafa Kemal, Çiçerin'e teşekkür etmemi
benden rica etti.
Sovyetler Birliği ile Almanya arasında imzalanan
Rapallo Antlaşması Mustafa Kemal Paşa'nın hoşuna gitti
ve:
- Bu sizin delegelerin İngilizlere karşı kazandığı par­
lak bir zaferdir, dedi. Bu beni çok sevindirdi.
Bir başka konuşmamızda, Mustafa Kemal, Cenevre
Konferansı'nın genel takdirini yaparak, konuşmaların ke­
silmesine rağmen, Cenevre Konferansı'nın Sovyet diplo­
masisinin bir zaferi olduğunu söyledi ve "Cenevre Kon­
feransı'nı bir savaşa benzetecek olursak, savaşa komuta
eden Çiçerin, ne Lloyd George'un, ne Barthou'nun far­
ketmediği harikulade güzel bir çevirme hareketi yaparak,
Almanlarla Rapallo Antlaşması 'nı imzalamak suretiyle,
emperyalist saflarında bir gedik açtı."
1 922 Haziran'ında Ankara'ya Fransa temsilcisi Al­
bay Mougin geldi. Türklerin düşüncesine göre, Mougin,
kaba saba, ham halat bir askermiş, Mougin, Ankara Ant­
laşması'nın (*) hayata uygulanması meselesiyle ilgili

(*) 20 Ekim 1921 tarihinde, Ankara'da Yusuf Kemal Bey'le Franklin


Bouillon arasında imzalanan bu antlaşma, Kilikya'nın Fransızlar tarafından
boşaltılmasıyla ilgilidir. s.ı. Aralov

167
olarak Ankara'ya gelmişti. Bununla birlikte Mougin,
Mustafa Kemal'e, Fransa ile Türkiye arasında askeri bir
ittifak imzalamayı, İngiltere ile, uzlaşıcı bir barış antlaş­
ması imzalamayı ve Sovyetler Birliği ile ilişkileri kesme­
yi teklif ederek, temsilcilik yetkilerini genişletti. Mougin,
amacına erişemedi, Mustafa Kemal onun tekliflerini red­
detti.
Fransa'nın, İngiltere'nin tersine, Türkiye'ye silah
yardımında bulunduğunu dikkate almak gerekir. Hiç şüp­
he yok ki, bu yardım Türkiye'ye çok pahalıya mal ol-
. muştu. Mustafa Kemal, bu yardımı kabule yanaşmadan
önce çok tereddüt etmişti. Türkiye için kritik olan bu an­
larda yardımımızı genişletememiştik. Ekonomik ve mali
bunalım içinde kıvranan Türkiye için Fransa'nın silah
yardımını kabul etmekten başka yapacak bir şey kalma­
mıştı. Pek tabii olarak Fransa, bu durumdan, Türkiye ile
aramızı açmakta yararlanmaya çalışıyordu. Sovyetlere
karşı şiddetli bir propagandaya girişmişti.
Biz, Fransızlarla bizim yardımımız arasındaki fark­
ları Türklere anlattık, Fransa'nın emperyalist planlarını
açığa vurduk. Mustafa Kemal Paşa ile arkadaşları bu far­
kı gördüler. Demokratik aydınlarla halk, bütünüyle Sov­
yetler Birliği ile dostluğun pekiştirilmesinden yana idi.
Fransızların Sovyetler'e karşı yürüttükleri propaganda,
özellikle muhalefet çevrelerinde yoğunlaşıyordu.

GENERAL TAWSHEND'İN
TÜRKİYE'Yİ ZİYARETİ

Konuşmalarımızdan birinde, Mustafa Kemal:


- İngiltere'ye gelince, dedi. Bizimle uzlaşmak ve ba­
rışmak için, onun tarafından atılmış ciddi hiçbir adım gö-

168
remiyorum. General Tawshend'in gelişinin politik bir
önemi yoktur.
General Tawshend 22 Temmuz'da Konya'ya geldi.
İki gün sonra da, Mustafa Kemal'le aralarında bir görüş­
me oldu. Bundan sonra da İngiliz generali Ankara'ya
geldi ve Refet Paşa ile uzun uzun görüştü. Mustafa Ke­
mal, Tawshend ile yaptığı görüşme ve konuşmalar üzeri­
ne hiçbir şey söylemedi.
Bütün bu olaylar: albay Mougin'in gelişi onun geliş­
tirdiği çalışmalar; Tawshend'in ziyareti: Mustafa Ke­
mal'in Konya'ya ve İzmir'e gidişi Enver Paşa'nın 1922
yılı Ağustos'undaki isyanı ve ölümü, Ankara'nın toplum
çevrelerinde ve Meclis'te gergin bir durum yaratmış ve
muhalefetin yıkıcı çalışmalarını güçlendirmişti. Muhale­
fet Sovyet Rusya elçisini de kendi entrikalarına sürükle­
meye, böylece onu lekelemeye çalışmıştı.
Elçiliğe sık sık, her yandan: İçişleri Bakanı Fethi
Bey'in izinli gittiği ve Beyrut'ta Tawshend'le buluştuğu,
onunla uzun uzun görüştüğü; Mustafa Kemal 1922 Tem­
muz'unda İzmir'e (*) gittiği sırada, İngiliz temsilcileri­
nin de orada bulundukları ve güya barış görüşmelerine
başlamak için anlaşmaya vardıkları yollu "dokunaklı
imalar" yağıp duruyordu.
Mustafa Kemal bana bu olanlardan söz etmedi. Bu
görüşmeler yapılmış olsaydı, Mustafa Kemal'in bunu
benden gizleyeceğini sanmıyorum. Türkiye'nin bunu
Sovyet Rusya'dan gizlemesinin hiçbir anlamı yoktu. Bu
çeşit söylentiler Mustafa Kemal'in düşmanları tarafından
etrafa yayılıyor ve bizim ona olan inancımızı sarsmak

(*) Burada Aralov, şehirleri birbirine karıştırmış olsa gerek. Çünkü 1922
yılı Temmuz'unda İzmir, henüz Yunan işgalinde bulunuyordu. (H. Ediz)

169
amacını güdüyordu. Yakın doğuda barış gerçekleşseydi
ve İngiltere ile Türkiye arasında normal, eşit haklara da­
yanan ilişkiler kurulsaydı, Sovyet hükümeti, kendi payına
bunu selamlardı.
Esas itibarıyla Türk-Rus karşılıklı ilişkileri normal
olarak gelişiyordu. Gerçi Moskova Antlaşması'nın karar­
larına, her zaman harfi harfine uyulmuyordu. Ama; ko­
nuşmalardan, yazışmalardan sonra bu olaylar çözümleni­
yordu. Çeşitli Türk devlet müesseselerine sokulmuş olan
gerici unsurlar, kasıtlı olarak zorluklar çıkarıyorlardı.
Güney Kafkasya taşıt müesseselerinin işini bu çeşit olay­
lara sokabiliriz. Mesela, antlaşma şartlarından olan, top­
ların doğu cephesinden ( Kars), Batı Yunan cephesine,
Batum üzerinden taşınmasına engel olunması, ancak
Menşeviklerin ve burjuva nasyonalistlerinin sabotajlarıy­
la açıklanabilir.
Ben, muhalefet adamlarıyla, hangi konu üzerinde
olursa olsun, görüşmeyi reddediyordum. Kaçınılmaz kar­
şılaşmalarda ise, onların haksızlığını gösteriyor, onların
milli kurtuluş savaşına, Mustafa Kemal'e karşı mücade­
lelerinin Türkiye'nin düşmanlarına yardım ettiğini söylü­
yordum.

İNGİLTERE VE TÜRK BASINI

Türk basını 1922 yılı Temmuz'una kadar, hergdn


Lloyd Georga'a çatıyor, İngiltere'nin Türkiye ile ilgili
saldırgan politikasını açığa vuruyordu. Tawshend'in geli­
şiyle, basındaki sertlik durdu. Mustafa Kemal ve Türk

170
hükümeti barışı sağlamaya çalışıyorlardı. Basının ihtiyat­
lı tutumu, ilk tedbirlerden biri idi.
Türkiye'nin bize karşı olan politikasında herhangi
bir değişiklik yoktu. Türk hükümetinin ana politikası, es­
kisi gibi kalmakta devam ediyordu: Türkiye'nin bağım­
sızlığı, Sovyetler Birliği ile dostluk.

MERSİN KONSOLOSLUGU MESELESİ

Fransızların etkisiyle, Mersin'de Sovyet Konsoloslu­


ğu'nun açılışına türlü türlü engeller çıkarılıyordu. Bizim
Mersin konsolosumuz olarak tayin edilen S.M. Gomiy,
Ali Fuat Paşa olayının (*) en ateşli bir zamanında Anka­
ra 'ya gelmişti. Bu sırada, Güney Kafkasya teşkilatına
sızmayı başaran Menşevikler ve burjuva nasyonalistleri
Batum'da ve sınırda Türk temsilcilerini tutuklayarak
üzerlerini aramışlardı. Bu olayın, Türk çevrelerinde bir
tedirginlik yaratmaması mümkün değildi. Türk hükümeti
Dışişleri Bakanlığı, konsolosluk mukavelesinin bulunma­
dığı yollu formel bahanelerle, kah, daha önce Ahaltsih
Konsolosluğu'nun açılışına izin verildiği ileri sürülerek,
kah, düpedüz bu mesele üzerine karar vermeyi birkaç
gün -sonraya bırakmakla, Mersin Konsolosluğu işini sav­
saklamaya başlamıştı.
Bütün bunlar, Fransızlarla başlayan flörtün sonucu

(*) Ali Fuat Paşa, Türkiye'nin Moskova elçisi olup, Türk casusu ve İn­
giliz ajanı olan birini himayesine almıştı. Bu ajan, gizlendiği evde, lngiliz aja­
nına casuslukla ilgili materyaller verirken yakalanmıştı. Bu olay üzerine Ali
Fuat Paşa Türk hükümetince geri çağınlmıştı.

17 1
idi. Çünkü Fransızlar, bizim Suriye üzerinde bir etki yap­
mamızdan korkuyorlardı. İran elçisinin gelişi ile ilgili
olarak verilen bir ziya,fette, Mustafa Kemal Paşa, Mer­
sin'de bir konsolosluk açılması için olumlu bir cevap ve­
rilmesini emrettiğini söyledi. Seçimler sırasında Mec­
lis'te benimle karşılaşan Yusuf Kemal ise, koluma girdi
ve gülümseyerek:
- Siz, Mersin'de bir konsolosluk açılması meselesi
ile ilgileniyorsunuz, dedi. Seçimlerden sonra size, gelip,
cevabın gecikmesindeki sebepleri anlatacağım ve müsa­
adeyi de kendim getireceğim.
Meselenin çözümlenmesi, yine de iki ay sürdü.

172
TÜRK ORDUSU'NUN TAARRUZU

ENVER PAŞA İSYANININ BASTIRILMASI

Ağaoğlu Ahmet Bey ve öteki toplum adamları, bana,


Enver'in Buhara destanının kendileri için pek açık olma­
dığını söylediler. Ağaoğlu, Enver Buhara'ya nasıl gidebi­
lir, sonra esrarlı bir biçimde avda kaybolup asilerin başı­
na nasıl geçebilir? diye sordu. Bu onun nesine gerekti?
İngilizlerden, güya çok hefret ettiğine göre onlarla anla­
şamazdı. Belki de bu bir maskeleme idi, belki de Pan-İs­
lamist (*)ideolojisi ve gerici görüşler ve her şeyden önce
Rusya'nın Türkiye ile, daha doğrusu Mustafa Kemal Pa­
şa ile arasını açmak çabası, onu böyle kanlı bir serüvene
itmiş olabilirdi. Hepsinden doğrusu, onu bu işe, ajanları
aracılığı ile, İngiliz temsilcisi sürüklemiş olacaktı. Ben
bir röportaj hazırlamıştım, ama, Enver çetesinin bozguna
uğradığını öğrendim. Enver'in yenilgisi Ankara'yı çok
güçlü bir etki altında bırakmıştı.

KEMALİSTLERİN MUHALEFETLE
MÜCADELESİ

Muhalefetin, 300 kişilik Türkiye Büyük Millet Mec­


lisi'nde 88 üyesi vardı. Muhalefet, bakanların Meclis'e
seçilmesi kanununu çıkarmayı başarmıştı. Bundan önce,
bakan adayını Meclis reisi, yani Mustafa Kemal seçerdi.
(*) D'lha doğrusu Pan-Türkist.

173
Yeni kanunun kabulünden sonra· muhalefet, güçlü ve iyi
teşkilatlanmış olduğunu, meclis'te de 120 üyesi bulundu­
ğunu söyleyerek övünmeye başladı. Gerçekten de, muha­
lefete, koyu gericilerden ve hocalardan bir grup katılmış­
tı. Bunlardan bazıları, Şeriat Kanunlarını uygulamayan
ve devamlı olarak hocalarla ve padişahla mücadele eden
bir insan olarak Mustafa Kemal'in kişiliğinden hoşlan­
madıkları için muhalefet saflarına katılmışlardı.
Ama, muhalefetin hesapları doğru çıkmamıştı. Hü­
kümet seçiminde muhalefet tam bir yenilgiye uğramıştı.
Mustafa Kemal ve arkadaşları, kısa bir süre içinde büyük
bir politik çaba harcamışlardı. Müdafaa-i Hukuk grubu
adına, başında Rauf Bey'in bulunduğu bir kabine üyeleri
listesi ileri sürülmüştü. ( Bundan önce Başbakan, Genel­
kurmay Başkanı Fevzi Paşa idi.) Liste, Adalet Bakanı
müstesna, tam kadro halinde kazanmıştı.
Rauf Bey'in Başbakan olarak ileri sürülmesi, Musta­
fa Kemal Paşa'nın politik bir oyunu idi. O, Rauf Bey'in
gizli muhalefetini biliyordu. Ama, muhalefeti felce uğrat­
mak ve Rauf Bey'i kendi tarafına çekmek için böyle dav­
ranmıştı. Muhalefet, kendi adaylarından hiç birini kabi­
neye sokmadı. Halbuki muhalefet listesinde Refet Paşa,
Cemal Paşa ( *) (Isparta Mebusu) gibi kodamanlar vardı.
Şu veya bu biçimde, Türkiye'nin politik kişilerinin
yolları ayrılmaya başlamıştı. Bunu bizim de, Sovyet Rus­
ya'nın Türkiye'deki diplomatik temsilcilerinin de dikkate
almamız gerekiyordu.

(*) Mersinli Cemal Paşa, ya da Küçük Cemal Paşa. (H. A. Ediz)

174
TÜRK ORDUSU'NUN TAARRUZ HAZIRLIGI

1922 yılının yaz ayları, Türkiye'de, Türk Ordu­


su'nun İngiliz - Yunan istilacılarına karşı geniş bir genel
taarruz hazırlığıyla geçti.
Abilov'la ve askeri ataşe ile cepheye gidişimiz, Mus­
tafa Kemal'in düşüncesine göre, bu hazırlık işinin bir bö­
lümü olmak gerekiyordu. Mustafa Kemal Paşa, Türk Or­
dusu erlerine Kızılordu'dan hediyeler vermek konusunda­
ki teklifimize sarılmıştı. Kendisi, o günlerdeki konuşma­
larında, Sovyet Rusya'nın ve Kızılordu'nun, genç Türki­
ye'den yana olduğunu, artık bundan böyle, Türkiye'nin
doğusunda gerilerden korkmak için bir sebep bulunmadı­
ğını, Türk Ordusu'nun yalnız olmadığını özellikle belirti­
yordu. Bütün Türk milleti, kendi kurtuluş ordusunun za­
fer hazırlıklarına katılıyordu. erlerin eşleri, kızları, kız
kardeşleri, cepheye erzak, cephane, silah taşıyorlardı. Ta­
arruzdan önce, temmuz ve ağustos aylarında, bütün
Anadolu'yu miting dalgaları sarmıştı. Bu mitinglerde
halk,elinden gelen herşeyle: Elbiseyle, erzakla, cephane
taşımak için taşıt araçlariyle orduya yardıma çağrılıyor­
du. Mitinglerde, Meclis üyeleri, basit vatandaşlar, hatta
çocuklar bile, ateşli konuşmalar yapıyorlardı. Bu miting­
lerden bir çoğunda bulunmak fırsatı bana da verildi.

TÜRK ORDUSU'NUN TAARRUZU

Taarruz, büyük bir gizlilik içinde hazırlanıyordu.


Abilov yoldaşla ben de bu gizliliğe biraz katıldık. "Dip­
lomasi Tarihi"nde ( Cilt III, Sahife 207). Kemal Paşa'nın

175
cepheye giderken, köşkünde Meclis üyelerine bir çay
partisi vereceğini etrafa yaydığı ve bu durumun gazete­
lerde resmi olarak ilan edildiği yazılmaktadır. Bu, doğru­
dur. Ama, bundan başka Mustafa Kemal Paşa, elçiliği­
mizde, onun da katılacağı, büyük bir kabul resmi düzen­
lememizi, bunu bütün Ankara'ya yaymamızı, öteki dev­
let elçilerini de kabul resmine çağırmamızı benden rica
etti. Herkes toplanıp Mustafa kemal'in gelişini beklediği
sırada, yaveri gelerek, Mustafa Kemal'in biraz rahatsız
olduğunu ve gelemeyeceğinden ötürü özür dilediğini ha­
ber verdi. Mustafa Kemal ise, bu sırada gizlice cepheye,
Konya'ya hareket etmiş bulunuyordu. Mustafa Kemal
sonralan, bu gezisi ile ilgili olarak şunları söylemişti:
- Ankara'dan ayrılışımı gizlemiştim. Planlarımı bi­
lenler, sanki ben Ankara'da bulunuyormuşum gibi dav­
ranmalı idiler. Hatta bunlar gazetelere benim Çankaya'da
bir çay partisi düzenlediğimi bile söyleyeceklerdi. Ben
geceleyin, otomobille Tuz çölünden geçerek Konya'ya
geldim. Telgrafhane kontrol altına alınmıştı.
Sonralan, bazı şüphecilere şöyle dedim:
- Görüyor musunuz, Mustafa Kemal bize, Sovyet
temsilcilerine ne büyük bir güven göstermişti.
Mustafa Kemal'in cepheye gidişi, 1922 yılı 1 5, ya
da 1 6 Ağustos'unda olmuştu. (*)
İstilacıların bozguna uğratılma planı, Genelkurmay
başkanı Fevzi Paşa'nın yakın katılışıyla, Mustafa Kemal
ve İsmet Paşalar tarafından hazırlanmıştı. Mustafa Kemal
Paşa'nın bana sonradan anlattığına göre, kendisi planı ha-

(*) Ne 15, ne de 16 Ağustosta, Mustafa Kemal 17 Ağustosta cepheye


hareket etmişti. (Türk inkılap Tarihi Kronolojisi'ne göre) (H.A. EDİZ)

1 76
zırlama işine, taarruzdan çok önce başlamış bulunuyordu.
Orduyu, hem moral bakımından hem maddi bakımdan bü­
yük bir dikkatle hazırlamışlardı. Yukarda, Türk Ordu­
su'nun 192 1 yılı başlannd<) (İnönü Savaşı'nda) insan ve
teknik gücü üzerine bazı say• hr verr-�::?tim. O zamanki
Türk Ordusu'nu 1922 yılı Türk Ordusu'yla karşılaştırmak
enteresan olur. Kesin taarruz sırasında Türk Ordusu'nun
süngü sayısı 100 bindi. Yunan Ordusu sayıca Türk Ordu­
su'ndan biraz üstündü ( 130 bin). Türk Ordusu makineli tü­
fek bakımından zenginlemişti. (2800). Top sayısı bakımın­
dan Yunan Ordusu'na eşitti: Türklerin 327 topuna karşılık
Yunanlıların 348 topu vardı. Türkler 5000 kişilik bir suvari
kolordusu meydana getirmişlerdi. Yunanlıların kılıç sayısı
1300'dü. Türk Genelkurmay'ı bu konuda bizim suvari or­
dusunun iç savaşlardaki tecrübesinden yararlanmıştı. Fahri
Paşa'mn suvarileri büyük bir rol oynamıştı: Türk suvarileri
düşman gerilerine sarkmış ve Yuna� birliklerini bozguna
uğratmıştı. Bundan başka, önceden hazırlanmış çeteciler
de düşman gerilerinde çaba göstermişlerdi.

M. KEMAL VE İSMET PAŞA'LAR


TAARRUZU İDARE EDİYORLARDI

Mustafa Kemal Paşa, 1922 yılı 20 Ağustos 'unda,


Akşehir'de cephe komutanlığı karargahında idi. Afyon'a
yakın, Kocatepe adını taşıyan yüksek bir tepe vardır. İs­
met Paşa'nın karargahı burada idi. Mustafa Kemal, İsmet
ve Fevzi Paşalar buraya gelmişlerdi.
20 Ağustos sabahı, Türk Ordusu bütün cephe boyunca
taarruza geçti. Düşmana başlıca darbe, Afyonkarahisar'ın-

177
da indirildi. 27 Ağustos'ta şehir alındı. Yapılan savaşlarda
düşman ordusu tamamiyle imha olu-ıdu. Düşman ordusu
artıkları, paniğe uğramış bir halde İzmir istikametinde
kaçmaya başladı. İngilizler tarafından çok iyi donatılmış
büyük bir işgal ordusunun imha edilmesi için topu topu
dört gün yetmişti. Kaçmakta olan düşman, yabani bir ku­
durganlık içinde, yolda rastladığı herşeyi yakıp yıkıyordu.
Uşak, Aydın, Manisa şehirleri ve köylerin �oğu yakılmıştı.
Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Yunanlıların müda­
faasız halka yaptıkları canavarlığı, bütün dünyaya seslene­
rek protesto etti. 30 Ağustos 1 922'de Dumlupınar savaşla­
rında Yunan ordusu artıkları tamamiyle imha olundu. 18
Eylül'de bütün Anadolu Yunanlılardan temizlenn.iş bulu­
nuyordu. Bizzat Yunan askerleri, duvarlara ve tahta hava­
lelere yazdıkları yazılarla, onları savaşa sürükleyen İngiliz­
lere ve Yunan geri idarecilerine lanetler yağdırıyorlardı.
Yunan Ordusu'İıun Afyonkarahisa:ı'nda uğradığı
bozgunu burada bütün ayrıntılarıyla anlatmaya ve yaz­
maya kalkışmayacağım. Bu konu, askerlik edebiyatında
yeteri kadı:ır aydınlatılmış bulunuyor. Yalnız şu kadarını
söyleyeceğim ki, Yunan Ordusu Başkomutanı Trik pis,
bütün karargahıyla birlikte esir edildi. Yunan Kralı Kons­
tantin, .ahtından çekildi. Türk Ordusu, d�moralize olmuş
Yunan Ordusu artıklarının adeta omuzlarında İzmir'e gir­
di. Yunan istilacılarının hesabı görülmüştü.
Bütün Anadolu büyük bir se\ �;;.ç içindeydi. Ancak
feodaller ve onların yardakçıları üzgündüler. İngiltere,
Lloyd George'un· kişiliğinde, Yunanistan'ın bu savaşa
girmesi karşılığı olarak, Yunan hükümetine İstanbu!'u
vermeyi, Ayasofya Camii üzerindeki hilali haçla değiştir-

1 78
meyi, bütün Anadolu zenginliğini Yunanistan'a peşkeş
çekmeyi vaadetmişti. Bu sarhoşluktan ayılış, Yunanlılar
için de, Lloyd George için de çok acı oldu.

TEBRİKİMİZE T.B.M. MECLİSİ'NİN CEVABI

Türk Ordusu'nun kazandığı zaferle ilgili olarak, 14


Eylül 1922 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne
gönderdiğim tebrik mesajına şöyle bir cevap aldım:
"Soylu Türk Ordusu'nun, Yunanlıların geçici olarak
işgal ettikleri İzmir'i alışı ile ilgili olarak göndermiş oldu­
ğunuz tebrik mesajınız, Türkiye Büyük Millet Meclisi top­
lantısında okunmuş ve alkış tufaniyle karşılanmıştır. Tebri­
kinize, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına, size ve sizin
kişiliğinizde, milli davamıza her zaman candan bir ilgi gös­
teren Rus Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti 'ne derin
teşekkürlerimi arzederim. Türk Ordusu'nun yakın bir gele­
cekte İstanbul ve Edime'yi geri alması dileğiniz; Türkiye
Büyük Millet Meclisi'nde özel bir heyecan yaratmıştır. Sa­
yın Bay elçi, candan saygılarımın kabulünü rica ederim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi İkinci Başkanı Adnan."

YUNAN ORDUSU'NUN İMHASI ÜZERİNE


M. KEMAUİN ANLATTIKLARI

Mustafa Kemal Paşa'nın sonradan bize anlattığına


göre, Yunan Ordusu'nun kuşatılmasını sağlayan taarruz
planı, birdenbire olgunlaşmamıştır. Bu planın hazırlanış
ve yürürlüğe konuşu, düşman için tamamiyle beklenme­
dik bir şey olmuştur. Mustafa Kemal Paşa: ·

179
- Biz çok ihtiyatlı davrandık, diye anlattı. Ordunun
yer değiştirmesi; taarruz için yığınak yapması hep gece­
leri olmuştur. Ordu, gündüzleri, gizlice köylerde dinleni­
yordu. Amacımız, hazırlıklarımızı ve taarruz başarımızı,
belli bir süre için bütün dünyadan gizlemek, böylece, İn­
giltere'nin ve İtilaf devletlerinin Yunanlıların yardımına
gelmesini önlemekti.
Harekatı idare etmek için Mustafa Kemal, İsmet ve
Fevzi Paşalar Kocatepe'ye gelmişlerdi. 30 Ağustos'ta
düşmanın Aslıhanlar bölgesinde kuşatılması tamamlan­
mıştı. Mustafa Kemal Paşa sözüne devam ederek:
- Ordularıma seslenerek, bir an önce Akdeniz'e ve
Marmara Denizi'ne varmalarını, İzmir'le Doğu Trak­
ya'yı geri alıp Anavatana katmalarını emrettim. Biz or­
duları sevk ve idare ediyor, erlerin moralini yükseltiyor,
İngiliz - Yunan istilacılarını ve Türkiye'nin öteki düş­
manlarım tamamiyle yok edeceğimize dair onların inan­
cını güçlendiriyorduk.

İTİLAF DEVLETLERİNİN UMUTSUZ


ÇABALARI

İtilaf devletleri Fransız Y üksek Komiseri General


Pelle'yi İstanbul'a, sonra da, Mustafa Kemal'le görüşüp
onu daha fazla ileri gitmemeye ve Marmara kıyılarıyla
İstanbul'a yaklaşmamaya kandırmak için, Franklin Bo­
uillon'u İzmir'e gönderdiler. İtilaf devletleri bir an önce
askeri harekatın durdurulmasını sağlamaya çalışıyorlardı.
Çünkü, Mustafa Kemal ordusunun boğazları geçerek İs­
tanbul'u ve Batı Trakya'yı almasından korkuyorlardı. 23

180
Eylül 1 922 tarihinde, İtilaf devletleri, askeri harekatın
durdurulması ve barış konferansının toplanması için
Mustafa Kemal'e bir nota verdiler.
Yunanlıların bozguna uğratılması, İngilizleri cane­
vinden vurmuştu. İngiltere yakın doğudaki topraklarını
genişletmeye, Afrika'daki sömürgelerini Asya'daki sö­
mürgeleriyle; Arabistan'la, lrak'la, Hindistan'la birleştir­
meye çalışıyordu. İngiltere'nin yakın ve orta doğudaki is­
tilacı planlarını gerçekleştirmesine engel olan Kemalist
Türkiye ile Sovyet Rusya, onun için bir engel teşkil et­
mekte idiler. İngilizler, Kemalistleri bozguna uğratmanın
Rusya'yı bozguna uğratmaktan daha kolay olduğunu sa­
nıyorlardı. Ama İngiliz emperyalizmi bu noktada da ya­
nıldı. İngilizler, Fransızların ve İtalyanların yardımına
güveniyorlardı. Ama, emperyalistler arasındaki çelişme­
ler, bu ülkeleri İngiltere'den ayırıyordu.
Türkiye'de en büyük sermaye yatırımlan olan Fran­
sa, Anadolu'daki savaş yüzünden çok büyük zararlara uğ­
ruyor, İngiliz planına göre Türkiye'nin parçalanmasında
bir çıkar görmüyordu. İtalya Versailles konferansındaki
paylaşmada kendisinin aldatıldığını sayıyor, özellikle İz­
mir'in Yunanlılara verilişini hiç de hoş karşılamıyordu.
Çünkü müttefikler, Birinci Dünya Savaşı'nda İzmir'i
İtalyanlara vermeyi vaadetmişlerdi. İngiltere, zayıf san­
dığı Türk Ordusu'nu, İngiliz silahlarıyla donatılmış Yu­
nan Ordusu'nun yardımıyla bozguna uğratmak için, Yu­
nanistan'ı savaşa sürüklemişti. Ama, yurtlarını yabancı
istilacılara karşı savunmak ülküsüyle kanatlanan muzaf­
fer Türk orduları, İstanbul doğrultusunda ilerliyorlardı.
İngiltere Bakanlar Kurulu, panik içinde, yardım et-

18 1
meleri ricasiyle dominyonlara telgraflar yağdırıyordu.
Bu telgraflarda, Mustafa Kemal ordularının hiçbir muka­
vemete rastlamadan İstanbul'a doğru ilerledikleri, yenil­
gi, ya da İstanbul'un müttefiklerce alçaltıcı bir boşaltıl­
ması halinde, Hindistan'da ve Müslüman halk arasında
ciddi sonuçlar doğabileceği yazılmakta idi.
İngiltere yardım için, Fransa'ya, İtalya'ya ve Balkan ül­
kelerine başvurdu. Ama Fransa ile İtalya, müttefiklerini ar­
kadan hançerlediler. Paris'ten gelen bir emir üzerine Fransız
birlikleri Çanakkale mevzilerini boşalttılar. İtalyan ordusu
da Çanakkale Boğazı'ndan çekildi. İtalya lıükümeti, Türki­
ye'ye karşı hiçbir askeri harekete katılmayacağını bildirdi.
Yunanlıların yenilgisi ve Mustafa Kemal'in zaferi, İn­
giltere'de hükümet bunalımına yol açtı. Lloyd George ka­
binesi istifa etti. Yeni İngiliz kabinesinde Dışişleri Bakan­
lığı'na, Sovyet Rusya'nın can düşmanı olan Lord Curzon
getirildi. İngiliz hükümeti, yeni Türkiye ile görüşmelere
başlamak zorunda kaldı. İngiltere, Fransa, İtalya, ortaklaşa
bir nota ile Türk hükümetine başvurarak, genel barış kon­
feransı için delegelerini göndermesini teklif ettiler. Mütte­
fikler, daha konferans sona ermeden, Yunan ordusunun,
İtilaf Orduları Komutanlığı'nca belirtilecek bir hattın geri­
sine çekilmesini sağlamayı üstlerine aldılar. Bu son mese­
leyi çözümlemek için de, ilkin Mudanya'da bir askeri top­
lantı yapılmasını teklif ettiler.

SİLAH BIRAKIŞMASI ÜZERİNE


KONUŞMALAR

Mudanya görüşmelerine İsmet Paşa gönderildi.

1 82
Churchill 'in iddiasına göre, Fransızlar, İngilizlerin tekli­
finden daha çoğunu elde edeceklerini Türklere aşılıyor­
larrnış. Türk Heyeti uzlaşmaz b ir tutum içinde id i. Mus­
tafa Kemal Paşa'nın kend isi Mudanya konferansı işiyle
uğraşıyor, bütün ayrıntılarını inceliyordu.
İsmet Paşa ile birlikte Mudanya'da, Genelkurmay Baş­
kanı Fevzi Paşa da bulunuyordu. Burada en dikkate değer
nokta Türkiye'nin silah bırakışması işini Yunanistan'la de­
ğil İtilaf devletleriyle konuşması id i. İngiltere isteklerini
ileri sürdü. İtilaf devletleri arasında birlik, eskiden old uğu
gib i, yine yoktu. İngiltere, Fransız temsilcisinin varlığından
haberi yokmuş gibi davranıyordu. Gerçekte Fransa Mudan­
ya konferansı görüşmelerinden uzaklaştırılmış gibi idi.
İsmet Paşa, tabii Mustafa Kemal Paşa'nın rızasıyla ,
konuşmaları birkaç defa yanda kesti. Nihayet, mudanya
silah bırakışması, yine de 1 1 Ekim 1922'de imzalandı. İki
gün sonra da, İngiltere 'nin isteğiyle anlaşmayı Yunanis­
tan da imzaladı.
Mudanya anlaşması gereğ ince Yunanistan Trak­
ya'daki ordularını Meriç ırmağının gerisine çekti. Türki­
ye, Doğu Trakya'da kend i jandarmasını bulundurmak
hakkını elde etti. Müttefik devletler in orduları ise, barış
konferansının kararına kadar, Mudanya silah bırakışma­
sının imzasından önce bulundukları yerlerde kalacaklar­
dı. Boğazların Asya yakasındaki b ölümünde, Türk Ordu­
su'nun geçmesine yasak edilen bir bölge belirtildi.

ANADOLU'DA ŞENLİKLER

Türk Ordusu Yunan istilacılarını bozguna uğrattıktan


sonra bütün Anadolu'da, bu arada Ankara'da da gösteriler,

1 83
mitingler yapıldı. Dualar edildi. İstilacılara karşı kazandı­
ğı zaferden sonra, Mustafa Kemal Ankara' ya dönüşünde,
büyük törenlerle karşılandı. İstasyonda bir askeri birlik y­
er almıştı. Bütün hükümet ve Meclis üyeleri, milli kahra­
man Mustafa Kemal' i karşılamaya çıkmıştı. Sovyet rusya,
İspanya, Atg;mistan elçileri, bütün elçilik persone!leriyle,
bu karşılamaya katılmışlardı. Meclis' e giden yol boyunca,
çeşitli dövizlerle süslü taklar kurulmuştu. Mitinglerin, ca­
milerde duaların hesabı yoktu. Bütün Ankara halkı sokak­
lara ve meydanlara dökülmüştü.
Mitinglerden birinde konuşan Saruhan milletvekilinin
sözleri hala hatırımdadır. Konuşmacı edebi bir dille ve çok
heyecanlı konuşuyordu, Elini yükseklere kaldırarak, emper­
yalistlerin, doğunun karşısınciıı başlarını eğmek zorunda
kalacaklarını söylüyordu. Konu �macı:
- Doğu ayaklanıyor dıJ � bağırdı. Yeniden doğmakta olan
genç, yeni Türkiye' nin zaferi, özgürlük, barış bayrağını ta­
şıyor, onu hiçbir kuvvet alt edemez. Buna biz kendimiz, bi­
zim genç ordumuz şahittir. Ordumuz, Büyük Başkomutanı­
mız Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın idaresinde, Amerikalıla­
rın, İngilizlerin ve öteki emperyalistlerin tepeden tırnağa ka­
dar silahlandırdıkları Yunan ordusunu bozguna uğrattı.
Afyon Karahisar zaferinden ve İzmir' in işgalinden son­
ra itilaf devletlerince teklif olunan barışla ilgili olarak Mil­
let Meclisi yanındaki meydanda bir başka miting düzenlen­
mişti. Mitinge Mustafa Kemal Paşa reislik ediyordu. Ko­
nuşmacıların sesleri, meydanın çok uzaklarına kadar yayı­
lıyordu. Konuşmacılardan biri:
- Görüyorsunuz ya diyordu, güçlü İngiltere Türkiye'nin
önünde eğilmiş bulunuyor. Müttefikleri ona ihanet ediyor. İn-

1 84
giltere Türkiye'yi ele geçirmek, onu esaret altına almak ve ken­
disine bağlı bir ülke, bütün doğuyu istila ve Sovyetler' e karşı
mücadele etmek üzere, savaş alanı haline getirmek istiyor.
Ruslar, İngiliz istilacılarını kovdular. Türkiye de İngiliz em­
peryalistlerinin kendi egemenlikleri için bir alet olarak kullan­
dığı Yunanlıları bozguna uğrattı. Gazi Mustafa Kemal Paşa Yu­
nanlıları ortadan kaldırdı, onları barış istemek zorunda bırak­
tı. Küçücük bir çabadan sonra İstanbul da bizim olacak.
Bundan sonra Gazi Mustafa Kemal Paşa söz aldı. Gazi,
sakin, ama okkalı konuştu. Onu, gergin bir dikkatle dinle­
diler.
- Türk milleti, diyordu Mustafa Kemal, kabul ettiği kut­
sal milli misakı yerine getirdi. Kutsal topraklarımızı temiz­
ledi. Biz düşmanlarımıza boyun eğmedik, bize boyun eyme­
yi öğütleyen İstanbul 'daki satılmışların sözlerini dinleme­
dik. Hayır, mağrur Türk, emperyalistlere hiçbir zaman bo­
yun eymeyecektir. Büyük ordumuza minnet ve şükranlar."
Şehrin birçok yerinde, halk oyunlarıyla, temsiller, be­
den eğil.imi gösterileriyle karışık şenlikler düzenlenmişti.
Ankara yakınlarındaki geniş ovada da, misafirler için ça­
dırlar kurulmuştu. Bu şenliklere Mustafa Kemal Paşa da ka­
tıldı. Lazların oynadığı milli danslar çok ilgi çekici idi.

MUSTAFA KEMAL VE TÜRK ORDUSU


ÜZERİNE

Türk ordusu Yunan cephesini yarıp Ege deniziyle Mar­


mara denizine ve boğazhra doğru ilerlerken, biz elçilikte,
Türl<. ordusunun İstar.'.Jul ' a gireceğine, boğazın Anadolu
yakasını ve doğu Trakya'.yı işgal edeceğine inanıyorduk.

185
Ankara'ya dönüşünden sonra Mustafa Kemal Paşa ile kar­
şılaştığım zaman ona bu meseleyi sordum ve: "Türk zafe­
ri gerek İngiltere, geı-ek öteki itilaf devletleri için beklen­
medik bir olaydı, Türkiye itilaf devletlerini bir oldu bitti kar­
şısında bırakabilirdi" dedim.
Mustafa Kemal, İstanbul'r. �ırmenin imkansız olduğu­
nu bana anlatmaya çalıştı: Ordu yorulmuştu. Ayrıca ordu­
nun ana üsle bağlantısının kesilmesi tehlikesi de belirmiş­
ti. Sonra, İngilizlerin rakiplerinin durumu da açık değildi.
Mustafa Kemal Paşa:
- Mudanya anlaşması, Ankara için stratejik bakımdan ol­
duğu kadar politik bakımdan da bir başarıdır, dedi. Ankara
gerçekten de boğazlan, İstanbul'u, Doğu Trakya'yı alabilir
ve ordularını oraya geçirebilirdi. Ama bu durumda, İngilte­
re, Fransa ve İtalya'nın Türkiye'ye savaş açmasını da göze
almak gerekirdi. Hatta askeri harekat olmasa bile ki olması
çok muhtemeldi, Türkiye belirsiz bir süre için, bütün Avru­
pa ile savaş halinde kalmış olacaktı. Memleket savaş halin­
de bulunacak, her gün biraz daha takattan düşecekti. Oysa
halk yorgun düşmüştü, barışa ihtiyacı vardı. Bu durum uza­
yabilirdi, çünkü Lloyd George'un istediği de bu idi. Öte yan­
dan İstanbul ve Trakya'yı alarak orduyu o yana geçirmek çıl­
gınlık olurdu: Çünkü o zaman ordumuz, düşmanın elinde tut­
tuğu boğazlarla Anadolu'dan ayrılmış bulunacaktı. Bundan
başka Anadolu'yu ordusuz bırakmak da doğru olmazdı. Biz,
sakıncalı manevralanmızla Fransa ile İtalya'yı İngiltere'den
koparmış bulunuyoruz, bu durumda onları birleştirirdik.
Mustafa Kemal, açıklamasına devam ederek:
- İstanbul'la Trakya'yı işgal etmemiz, dedi, müttefikle­
rin ekmeğine yağ sürmek demekti, şimdi ise durum tama-

186
mıyla Türkiye'den yanadır. Öyle tedbirler almış bulunuyo­
ruz ki, bugün bir taarruz emri versem yann ordumuz İ stan­
bul 'u ve Boğazlan işgal edebilir. Hatta çıkış yollan arasın­
da bulunan düşman filosu da hapsedilebilir.
Mustafa Kemal sözlerine devam ederek:
- Biz şimdi savaşsız, Türkiye'yi ele geçiriyoruz, oraya
8000 jandarma gönderiyoruz. Bunlar, bugünden yarına ku­
rulabilecek olan Trakya ordumuzun çekirdeğini teşkil et­
mektedir. Böylece boğazın her iki yakasında ordusu bulu­
nan Türkiye, konferans durumu zorlarsa, hemen İstanbul'la
boğazı işgal edebilir.
Boğazlar konusuna gelince, Mustafa Kemal, Milli Mi­
sak'ta belirtilen formül üzerinde duracağını ekledi. Bu for­
mül, Boğazların serbestliğini "Marmara deniziyle İ stanbul 'un
güvenliğini sağlayacak" biçimde bir serbestlik olarak tanıyor­
du. Hem müttefikler bu güvenliği, Türkiye'yi tamamıyla tat­
min edecek birtakım garantilerle sağlamak zorunda idiler.
Boğazların tahkimi işi de büyük bir rol oynamaktadır. Çün­
kü boğaz kıyılarını elinde bulunduran Türkiye, bugünün tek­
nik koşullan içinde, bir zorunluk karşısında daima boğazları
kapayabilir. Bunun için sadece topa ihtiyaç vardır.
Mustafa Kemal, yakında başlayacak olan banş konferan­
sından ve karşılıklı ilişkilerden söz ederken şu düşünceleri
ileri sürdü: Konferansta Türkiye, milli misakta belirtilen
başlıca istekleri üzerinde direnecek ve bu konuda hiçbir ta­
viz vermeyecektir. Mustafa Kemal, emperyalist devletlerin
Türkiye ile ilgili gerçek niyetlerini tamamıyla anlıyor ve
onların Türkiye'ye, cand·:n ve dostça davranacaklarına gü­
venemiyordu. Mustafa Kemal, ileride imzalanacak olan ba­
rış antlaşmasına, Türkiye'ye, emperyalistlerle yapacağı ye-

1 87
ni savaşlar için, hemen hazırlanmak ve gücünü toplamak im­
kanlarını verecek olan bir silah bırakışması, bir dinlenme
devresi gözüyle bakıyordu. Barış antlaşmasını imzalamak
gerekiyordu. Çünkü halk gerçekten de yorulmuştu ve din­
lenmek ihtiyacında idi. Türkiye ile Rusya arasındaki ilişki­
lere gelince, her iki ülkenin halkı da ortaklaşa birtakım çı­
karlarla birbirine bağlı idiler. Türk halkı, Sovyet Rusya'nın
hiçbir çıkar gözetmeden, kendisine gösterdiği yardımı hiç­
bir zaman unutmayacaktır. Moskova da ne olursa olsun,
hangi koşullar içinde bulunursa bulunsun, Ankara'nın, Sov­
yet Rusya'ya olan davranışlarını değiştirmeyeceğine, onun­
la birlikte hareket edeceğine kesin olarak inanmalıdır.
Mustafa Kemal sözlerine şöyle devam etti:
- Sakarya zaferinden sonra, Türkiye Büyük Millet Mec­
lisi 'nde söylediğim sözleri tekrarlayabilirim: "Biz Rusya
ile dostuz. Rusya herkesten önce bizi ve milli haklarımızı
tanıdı, bize saygı gösterdi. Bu şartlar altında Rusya, bugün
olduğu gibi yarın da her zaman da Türkiye'nin dostluğuna
güvenebilir." Bu sözlerim şimdi de yürürlüktedir.

SOVYET DIŞİŞLERİ BAKANLIGI'NIN


TÜRKİYE'YE NOTASI

Bununla birlikte, Türk hükümeti Yunanlılara karşı ka­


zanılan zaferden sonra, bize haber vermeden, Karadeniz
devletlerinin çıkarlarına dokunan birçok meseleleri, itilaf
devletleriyle görüşmeye başladı.
Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanlığı'ndan aldığım direk­
tif üzerine, 3 Ekim 1922 tarihinde, Türkiye Dışişleri Ba­
kanlığına aşağıdaki notayı verdim:

188
"Sovyetler Birliği hükümeti, Türk hükümeti komutan­
lığı temsilcileriyle, itilaf devletleri temsilcileri arasında bir
konferans toplanacağını, Türk hükümetinin, Trakya'nın iti­
laf kuvvetlerince işgaline razı olduğunu, Bordeaux radyo­
sundan öğrenmiş bulunuyor. Dost Sovyetler Birliği temsil­
cisine bu konuda önceden bilgi verilmemiştir.
"Sovyetler Birliği hükümeti, yakındoğu meseleleri dış po­
litikasında, özellikle Boğazlar meselesi genel kararlarında,
önceden karşılıklı görüşüp uyuşma yükümlülüğünden söz e­
den Moskova dostluk antlaşmasına olduğu kadar, dışişleri ba­
kanı YusufKemal Bey'in 4 Ağustos 192 1 tarihli, Türkiye'nin
Moskova Büyükelçisi Ali Fuat Paşa'nın 17 Eylül 192 1 ta­
rihli, aynca Sovyet Dışişleri Bakanı Çiçerin'in 1O Ekim 192 1
tarihli notasına ve bundan sonraki bir sıra notalara dayana­
rak, şu anda kendi dış politikasını, Türkiye Büyük Millet
Meclisi hükümetiyle uyuşarak yürütmek çabası içindedir.
" Hükümetim, Türkiye hükümetinin Sovyetler Birliği
notasını desteklemeyişine ve Mudanya konferansına katıl­
mayı kabul ettiğini, Trakya'nın aynca boğazlarla İstan­
bul'un işgaline razı olduğunu haber vermeyişine fevkala­
de şaşmış bulunuyor. Böylece dış politika uyuşumu yürü­
tülmemiş, bunun sonucu olarak da itilaf devletleri, özellik­
le İngiltere için uygun bir durum ortaya çıkmış bulunuyor.
" İtilaf devletleri, bu yoldan yürüyerek Türkiye'yi oldu-·
ğu kadar Rusya'yı da zayıflatmaya çalışmaktadırlar.
" Özellikle bu önemli anlardaki hareket, uyuşmazlığına
şaşmaktayız. Hükümetim, Türk ordusunun kazandığı bü­
yük zaferlerin istenilen sonuca vardınlamayacağından
korkmaktadır.
"Hükümetim, aramızdaki boğazlar antlaşması gereğin-

189
ce, Sovyetler Birliği'nin, itilaf devletlerinin Türkiye ile il­
gili olarak atacağı her adımı önceden açıklamak, Türki­
ye'nin de aynı şeyi yapmak zorunda olduğunu, ayrıca kar­
şılıklı olarak birbirimizi desteklediğimizi ve birimiz olma­
dan ötekinin boğazlar konferansına katılmayacağını bildi­
ren karşılıklı birer nota vermemizin gerekliliğini bildirir."

SOVYETLER BİRLİGİ'NİN YENİ BİR TEKLİFİ

Mudanya silah bırakışmasının imzasından sonra, Sov­


yetler Birliği Dışişleri Bakanlığı, İngiltere, Fransa, İtalya,
Mısır ve Balkan devletlerine başvurarak, yakındoğu bunalı­
mının zayıflatılmasında çıkarları bulunan, başta Karadeniz
devletleri olmak üzere, bütün devletlerin katılacağı bir kon­
ferans toplanmasını teklif etti. Nota, Karahan'ın imzasıyla
gönderilmişti. Notada, yakındoğudakiolayların temelinde bir
meselenin yattığı, bu meselenin de Türk halkına, Türk top­
rakları ve birinci derecede Türkiye'nin başkenti ve boğazlar
üzerinde fiili ve tam bir egemenlik kurma hakkının kabulü
meselesi olduğu belirtilmekte idi. Notada, boğaz özgürlüğü­
nün, her şeyden önce Karadeniz devletlerine, Rusya 'ya, müt­
tefiklerine ve Türkiye 'ye gerekli olduğu yazılıyordu. Halbu­
ki 1 9 14- 1 9 1 8 savaşının galipleri olan devletler, Rusya'nın çı­
karlarını hiç dikkate almamaktadırlar. Türkiye'ye gelince,
ona sadece bir konuşma konusu gözüyle bakılmaktadır.
Sovyet notası, Büyük Britanya'nın öteki devletler için
hayati önemi olan yollan, anlan devamlı olarak tehdit al­
tında tutmak için, kontrolü altında bulundurmak niyetinde
olduğunu belirtiyordu. Bu tehdit, her şeyden önce Rusya
ve Türkiye'ye karşı yöneltilmiş bulunuyordu. Nota, Sov­
yet hükümetinin sesini, tarafların eşit haklarına dayanan ve

190
Türkiye'nin bütün Türk topraklan üzerindeki egemenlik
haklarına tam bir saygı besleyen gerçek barış taraflısı her­
kesin işitebileceği umuduyla sona eriyordu.
Sovyet hükümetinin teklifini, kapitalist devletler destek­
lemediler, onlar yakındoğu meselesini başka bir yoldan çö­
zümlemek istiyorlardı. Onların istediği yakındoğu üzerin­
de egemenliklerini sürdürmek, eski Türkiye'nin malı olan
bir sıra topraklan ele geçirmek, sömürge düzenini güçlen­
dirmek, Türkiye ile Sovyetler arasındaki dostluk ilişkileri­
ni bozmak, boğazlan kendi kontrolleri altında tutmaktı.
Kamuoyu, Türkiye'nin geniş halk yığınları, meclis mebus­
larının çoğunluğu, Sovyet hükümetinin notasını sempati
ile karşıladı. Türkiye Başbakanı Rauf Bey için aynı şey
söylenemez. Rauf Bey, Türk halkı arasında bir "propagan­
da" biçimi olarak kabul ettif �izim notalarımızı hoşnut­
·

suzlukla karşılıyordu. Bu olayda RaufBey, gizli bir sultan­


cı ve İngiliz dostu olarak davranıyordu. Onda, burjuva ve
derebey görüşleri, halkın çıkarlarından üstündü.
Mustafa Kemal tarafından, Mecliste gerici muhalefetle
siyasi mücadele için başbakanlığa getirilen Rauf Bey, dış
politikada tavşana kaç, tazıya tut politikasını güdüyordu.
Sovyetler Birliği'ne karşı dostça davranır gibi görünmesi­
ne rağmen, Mustafa Kemal'in arkasından entrikalar çevi­
riyor, İstanbul 'daki gerici güçlerle, onların aracılığı ile de
İngilizlerin emperyalist çevreleriyle ilişkiler kuruyordu.

M. KEMAIJİN TÜRKİYE CUMHURİYETİ


İÇİN MÜCADELESİ

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Anadolu'da gelişen


!nilli kurtuluş hareketinin lideri olarak Mustafa Kemal Pa-

1 Ql
şa'nın oynadığı seçkin rol, herkesçe bilinmektedir. Türki­
ye'nin yan sömürge, feodal bir ülkeden özgür, bağımsız bir
devlet haline gelmesi için yapılan yiğitçe savaşların bu şan­
lı yıllan üzerine, Türkiye'de bulunduğum sıralarda, Mus­
tafa Kemal'le konuşmak fırsatını buldum.
Mustafa Kemal Paşa, "Anadolu Müdafaa-i Hukuk Ce­
miyeti "ni, kurtuluş hareketinin bu ilk kaynağını, 1 9 1 9 yı­
lında toplanan Erzurum ve Sıva� kongrelerini hatırlarken,
daha o zaman değil, yalnız padişah hükümetinin direnişiy­
le, ama doğrudan doğruya hareketin içinde de grup halin­
de ye da kişisel anlaşmazlıklarla karşılaşıldığını belirtti.
Mustafa Kemal Paşa, o zaman bana şunları söylemişti:
- Ordu sadece bir isim olarak vardı. Her şeyi korkunç
bir karışıklık içinde yaratmak gerekiyordu. Generaller ve
subaylar şaşkın bir halde idiler. Onlara bir çıkış yolu gös­
termek, morallerini yükseltmek gerekiyordu. Ne onlar, ne
de halkın öteki grupları, milleti padişahsız ve halifesiz kur­
tarmanın mümkün olduğuna inanmıyorlardı. Halife ve pa­
dişah düşüncesini itibardan düşürmek gerekiyordu. Biz bu­
nu yavaş yavaş yapıyorduk. Bu yüzden bize küfürler yağ­
dırıyor, dinsiz, vatansız, hain diyorlardı. Bundan başka, bir­
çokları İngiltere'den, Fransa'dan, İtalya'dan korkuyorlardı.
Mustafa Kemal Paşa, sözlerine devam etti:
- İşte ülkemiz bu durumda idi. Ama halk ayaklanıyor­
du, kurtuluş bunda idi. Önümüzde, milli egemenlik üzeri­
ne kurulmuş yeni bir Türk devleti meydana getirmek du­
ruyordu. Silah ve savaş arkadaşlarım her zaman benimle bir
düşüncede değillerdi. Padişah ve itilaf devletleri ajanları,
bunlara çeşitli korkular aşılıyorlardı, bunlar da muhalif olu­
yorlardı. Durum ağırdı, ama birçok dostlar ortaya çıkıyor­
du, millet de bizi destekliyordu.

192
Mustafa Kemal, Türkiye'nin öteki devletlerden, karşılık te­
meline dayanan, medeni, insanca bir davranış ve dostluk iste­
mek için, bütün sebeplere sahip olduğu düşüncesine dayanı­
yordu. Türkiye'nin iç düzeni meselesine gelince, milli irade­
nin, yasama ve yürütme iktidarını kendinde birleştiren Büyük
Millet Meclisi'nin elinde toplanması gerektiğine inanıyordu.
Gerici güçler, Mustafa Kemal'e karşı çok şiddetli düş­
manca bir kampanya açmışlardı. Bununla ilgili olarak ken­
disi, büyük bir acı ile şunları yazmaktadır:
"Bazıları, başlamış olan milletin birleşmesi hareketine,
benim kişisel inisiyatifimin bir sonucu olarak bakıyorlar­
dı. Bunu, halkın politik uyanışı olarak açıklamanın daha
doğru olacağını anlamıyorlar ve halkın beni lanetleyeceği­
ni umarak, inisiyatifimi göstermek imkanından yoksun et­
meye, beni inkar etmeye, beni yalanlamaya çalışıyorlardı."

PADİŞAHIN DEVRİLMESİ VE KOVULMASI

1 Kasım 1 922 tarihinde çok önemli bir hadise oldu: Tür­


kiye Büyük Millet Meclisi, sultanlığın kaldırılması kanu­
nunu kabul etti. Bu meselenin çözümlenmesini, Türkiye 'nin
Lausanne Konferansı 'na çağrılması hızlandırdı: İtilaf dev­
letleri, Vahdeddin hükümetini tanımakta devam ediyordu.
Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetiyle birlikte İstan­
bul hükümetini de konferansa çağırmışlardı.
Bu önemli anayasa davranışıyla bağlı bazı ayrıntılar dik­
kate şayandır. 3 1 Ekim 1 922 tarihinde, "Müdafaa-i Hukuk"
meclis grubu toplantısında, Mustafa Kemal, sultanlığın kal­
dırılması zorunluğunu bildirdi. Ertesi gün de meclis toplan­
tısında büyük bir konuşma yaptı. Mustafa Kemal Paşa, ha-

1 93
lifelik ve sultanlık meselesini birbirinden ayırdı. Halifeliğin
kaldırılması taklifinin ülkede kötü yankılar uyandırması ih­
timali olduğunu dikkate alarak ilkin sultanlığın kaldırılma­
sı ve son padişah Vahdeddin 'in kovulması meselesini ileri
sürdü. Mustafa Kemal, konuşmasında, bütün iktidarın, bü­
tün egemenliğin, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin elinde
toplanması gerektiğini anlattı. Halifelerin öldürülmesi, ko­
vulması üzerinde birçok örnekler verdi. Bu arada:
- Sultan Vahdeddin, deci, emperyalistlerle uyuştuğu için
bütün halkın gözünde kendini rezil etti. Devrilmesi gerek­
mektedir.
Başbakan Rauf Bey'in, yeni Türkiye'nin politik mese­
lelerindeki iki yüzlü tutumundan yukarıda söz etmiştim.
Sultanlığın kaldırılması meselesinde Rauf Bey, babası pa­
dişahın iyiliğini gördüğüne ve Osmanlı İmparatorluğu'nun
yüksek memurlarından olduğuna göre, kendisinin padişa­
ha candan ve yürekten bağlı olduğunu Mustafa Kemal' a bil­
dirmiş ve şunları söylemişti:
- Bu iyiliklerin hatırası hala kanımda yaşıyor. Benim
ödevim, halifeye ve sultana sadık kalmaktır. Bunlarsız Tür­
kiye çökmeye mahkfundur.
1 Kasım 1 922 tarihinde alınan sultanlığın kaldırılması
kararından az önce Mustafa Kemal "nutuk"unda belirtti­
ğine göre, muhalefet, sultanlığın kaldırılışı tasarısını şah­
sen Mustafa Kemal'e mal ederek, Millet Meclisi'nde çok
şiddetli bir propagandaya girişmişti.
Mustafa Kemal, muhalefetin bu konudaki manevraları­
nı zararsız bir hale getirmek için RaufBey'i, meclisteki oda­
sına davet eder. Başbakanı ayakta karşılayan Rauf Bey' in
görüş ve inançlarından hiç haberi yokmuş gibi davranan
Mustafa Kemal, ona şöyle seslenir:

194
- Halife ile sultanlığı birbirinden ayırıyoruz. Mecliste bu­
nu destekleyici bir konuşma yapmanızı rica ederim.
Mustafa Kemal bu konuda başka hiçbir şey söylemez.
Rauf Bey Paşa'nın odasından çıkar. Mustafa Kemal, Ka­
zım Karabekir Paşa'yı da ( o da sultan ve halife taraflısı i­
di) çağırtır. Ondan da Rauf Bey'den rica ettiği konuşmaya
benzer bir konuşma yapmasını rica eder.
Rauf Bey, Mustafa Kemal 'in ricasını yerine getirir. Hat­
ta sultanlığın kaldırılışı tarihinin milli bir bayram olarak ka­
bul edilmesini teklif eder. Mustafa Kemal, sonralan Rauf
Bey'in bu biçim davranışına bir hayli şaştığını söylemek­
ten kendini alamamıştır.
Millet Meclisi'ne sunulan kanun tasarısı, Osmanlı İm­
paratorluğu'nun dağılışını, yeni Türk devletinin kuruluşu­
nu tespit ediyor ve egemenlik hakkının millete ait olduğu­
nu doğruluyordu. Kanun tasarısı, aralarında Mustafa Ke­
mal de bulunan 80 milletvekilinin imzasını taşıyordu.
Müzakerelerde, yalnız iki milletvekili açıkça teklife kar­
şı konuşmuşlardı.
Mustafa Kemal 'in; meclis toplantısındaki son sözü çok
dikkate değer bir anlam taşıyordu. Mustafa Kemal şöyle de­
mişti:
-Egemenlik ve iktidar, akademik tartışma ile kimseye ve­
rilemez.Egemenlik ve iktidar, ancak güçle, hatta zorla elde
edilir. Ödevimiz, sadece oldu bittiyi tescil etmekten ibarettir.
Y üksek meclisimizin, milletin ülkede sonsuz olarak bağım­
sızlığını koruması kararını oybirliği ile vereceğini umarım.
Padişahın kovulması ve halifeliğin sultanlıktan ayrıl­
ması karan oybirliği ile kabul olundu. Kamuoyu, sultanlı­
ğın devrilmesine hazırlandığı için muhalefet, karşı oy ver-

195
mekten korkmuştu. Bununla birlikte Mustafa Kemal, feodal
ve dinsel çevrelerden ve bunların geri kalmış, bilinçsiz köy­
lü ler üzerindeki etkisinden çekindiği için o zaman cumhu­
riyeti i lan etmeye cesaret edememişti.
Mustafa Kemal Paşa'nın daveti üzerine Abilov Yoldaş­
la ben de meclisin bu tarihi top lantı sı nda bu lunmuştuk.
Mustafa Kemal, çok ateşli konuştu, onun büyük inancı his­
sedilmekle birlikte, yine de heyecanlı idi.
Salonda gürültü oluyor, oturdukları yerlerden bağıran­
lar görülüyordu . Y üzyıllar boyunca egemenlik sürmüş sul­
tanlığın kaldırı lması, birçoklarına imkansız bir iş gibi gö­
rünüyordu. Birçok milletvekili, adeta kendi ce saretine ken­
disi de şaşmış bir halde idi. Refet Paşa gibi, Rauf Bey gibi
muhalefet liderleri, başlan eğik bir halde meclis binasın­
dan çıkmışlardı.
Ama iş henüz bitmemişti. Ancak bir yı l sonra, 29 Ekim
1923 tarihinde, meclis, cumhuriyeti ilan etti. Bir süre son­
ra da (3 Mart 1924'te) halifeliği kaldırdı.
Zaten sultanlığın kaldırılışından sonra monarşik düzen
ortadan kalkmış demekti . Bu olaydan sonra halifenin hiçbir
gücü kalmamış demekti. 17 Kasım 1922 tarihinde, Vahded­
din geceleyin sarayından ayrılarak, Büyük Britanya devle­
tinin himaye sini istemiş ve bir İngiliz zırhlısına sığınmıştır.
Çiçerin, sultanlık düzeninin kaldırılmasıyla i lgili olarak
Mustafa Kemal Paşa'ya bir tebrik me sajı gönderdi.

PADİŞAHLIGIN DEVRİLMESİNİ
HALKIN DESTEKLEMESİ

Din ve dünya iktidarının birbirinden ayrılması, halk yı-

1 96
ğınlan arasında çeşitli yorumlara yol açtı. Elçiliğimize ka­
dar ulaşan birçok yankılardan edindiğimiz izlenimlere gö­
re genel olarak Türk halkı, padişahın kovulmasını ve hali­
felikle padişahlığın birbirinden ayrılmasını, sükunetle, hat­
ta olumlu olarak karşılamıştır. Ama yine de gericilerin ajan­
ları, şehir ve köy halkı arasında propaganda yapmaktan ge­
ri kalmıyorlardl. Gazinin, halifenin yerine geçmeye hazır­
landığı söylentileri ortaya yayılıp duruyordu.
Mustafa Kemal'in bu propagandalardan haberi vardı.
Halkla bağlantısını pekiştirmek amacıyla yurtiçinde gezilere
çıkıyor ve yeni iktidar üzerine konuşmalar yapıyordu. Sonuç
olarak, kendisine olan sevgi ve saygıyı arttırmayı ve muhale­
fetin düşmanca tasarılarını suya düşürmeyi başardı. Mustafa
Kemal, ittihatçılardan bazılarını, özellikle bunların sıra adam­
larım kazanmaya önem veriyordu. Taşra kasabalarında onlar­
la konuşuyor, onlardan çoğuna güler yüz gösteriyordu.
Muhalefete karşı gerçek güç, tamamıyla Mustafa Ke­
mal'den yana olan ordu idi. Ama Mustafa Kemal bu güç­
ten yararlanmıyor, kendisine düşman olan ittihatçılar orta­
mındaki kişileri ve meclisteki muhalifleri inandırmaya ve
bunların en iyilerini kendi safına çekmeye çalışıyordu.
Yeni Türkiye 'nin düşmanları, Mustafa Kemal'in, güya
Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni dağıtmaya hazırlandığı­
nı etrafa yayıyorlardı. Hiç beklenmedik bir sırada Yunus
Nadi 'nin muhalefet ateşine körükle gittiği görüldü. Yunus
Nadi, kendi gazetesi olan "Yeni Gün'de, "Mücadelenin Ye­
ni Safhası" başlıklı yazısında, "Paşa isterse, Türkiye Bü­
yük Millet Meclisi'ni dağıtabilir" diyordu. Herhalde Yu­
nus Nadi Bey bunu, muhalefeti korkutmak düşüncesiyle
yapmış olacaktı.

197
MiLLET MECLISl'NDE MUHALEFETiN
BÜYÜMESi

Mecliste muhalefet ve Mustafa Kemal'e saldırılar büyü­


yordu. Gerici muhalefet, hocalara, büyük toprak ağalarına,
eskiden sarayla sıkı ilişkileri olan bazı memurlara, yüksek ge­
nerallerden bazılarına, ittihatçıların bir bölümüne dayanmak­
ta idi. Gericilerin bir kısmı açıkça mücedele ediyordu, ama
bunların çoğunluğu gizli gruplar halinde örgütlenmişti.
Muhalefet zirai reformdan, köylünün toprağı almasın­
dan, işçi sınıfı mücadelesinin gelişmesinden, Türkiye'nin
Sovyetler Birliği ile sıkı bir yakınlık kurmasından korku­
yordu. Muhalefet, Mustafa Kemal 'in halk hareketine ko­
laylık göstermeyeceğine emin değildi.
Mustafa Kemal 'in en yakın yardımcısı, sonraları, Lausan­
ne konferansındaki Türk delegelerinin başkanı olarak İsmet
Paşa'ya da saldırıyorlardı. Basın ihtirasları körüklüyordu. Mus­
tafa Kemal mecliste çıkışlar yapıyor, muhalif milletvekilleri­
ni, itilaf devletlerinin düşmanca haberlerinden yararlanmakla
suçluyordu. Muhalefet, "Müslümanların halifesi ve Büyük
Millet Meclisi" adlı bir taşlama yayımladı. Bu taşlamada mec­
lis, millete ve milli çıkarlara karşı gösterilmekte idi.
Mustafa Kemal' in yurtiçi gezisinden yararlanan üç mil­
letvekili: Erzurum Milletvekili Süleyman Necati, Mersin
Milletvekili Selahaddin ve Canik Milletvekili Emin Beyler,
Seçim Kanunu'nu değiştiren bir seçim kanun tasarısını Mil­
let Meclisi'ne sundular. Tasan, Türkiye'nin o günkü milli
sınırlan dışında doğmuş olanların milletvekili seçilmek hak­
kından yoksun edinmeleri amacım gütmekte idi. Aynca ta­
sarıda, bir yerden milletvekili seçilebilmek için, o seçim

198
bölgesinde en azından 5 yıl devamlı olarak kalmış olmak şar­
tı da ileri sürülmekte idi. Mustafa Kemal Paşa, yeni Türki­
ye 'nin sınırlan dışında kalan, Selanik'te doğduğuna, bir se­
çim bölgesinde de devamlı olarak beş yıl kalmadığına gö­
re, milletvekili olmak hakkını kaybediyor, demektir.

MUSTAFA KEMAL' İN CEVABI

Mustafa Kemal Paşa, mecliste bu tasarıya karşı bir ko­


nuşma yaptı. Paşa, konuşmasını şu sözlerle bitirdi:
- Beni vatandaşlıktan yoksun etmek yetkisi bu efendi­
lere nereden verilmiştir? Bu kürsüden resmen yüksek he­
yetinize ve bu efendilerin seçim bölgeleri halkına, bütün
millete soruyorum ve cevap istiyorum.
Mustafa Kemal'in konuşması bütün Türk basınında ya­
yımlandı. Meclise, muhalefet milletvekillerinin bu davra­
nışını pro6testo eden binlerce telgraf çekildi. Meclise gön­
derilen birçok mektuplarda, bu milletvekillerinden, mebus­
luk hakkının geri alınması istenmekte idi.
Mustafa Kemal Paşa, meclisin bugünkü kadrosuyla, ye­
ni Türkiye'nin kuruluşuna engel olabileceğini anlatmak is­
temişti. Meclisin dağıtılması ve yeni seçimlere gidilmesi so­
runu ortaya çıkmıştı.
Mustafa Kemal, ilkbaharda, parlamentodaki "Müda­
faa-i Hukuk Grubu"nu, Halk Partisi adını alan politik bir
parti haline getirdi. Bu partinin inisiyatifi ile meclis oybir­
liği ile, Büyük Millet Meclisi Seçim Kanunu'nu kabul et­
ti. Mustafa Kemal, seçim öncesi kampanyasına büyük bir
önem veriyordu. Halk Partisi 'nin aday listelerinin düzen­
lenmesine katılıyor, yurtiçinde geziler düzenliyor, Türki-

199
ye'nin durumu ve Türk hükümetinin amacı üzerine konuş­
malar yapıyordu. B u konuşmalar, Mustafa Kemal 'in Halk
Partisi için hazırlamakta olduğu program bakımından da en­
teresandı. Bu konuşmalar ayrıca bugünün okurlarının, Tür­
kiye' nin o zamanlar yaşadığı tarihsel devri doğru olarak an­
lamaları için de önemlidir.

MUSTAFA KEMAUİN SEÇİM KONUŞMALARI

Mustafa Kemal, 1 7 Şubat 1 923 tarihinde Balıkesir'de bir


camide yaptığı konuşmasında şunları söylemişti:
- Peygamberler, insanlara, dinin gerçeklerini aşılamış­
tı. Dinimizin temel prensipleri tabiata, akla, mantığa uygun
olan bütün kuralları içine almaktadır. Şimdi biz, peygam­
berimizin kendisine inananların toplantılar yaptığı bir yer­
de bulunuyoruz. Camiler, insanların birbirinin yüzüne bak­
madan yatıp kalkmaları için yapılmamıştır. Camilerde hal­
kın egemenliğini, özgürlüğünü sağlamak için neler yapma­
mız gerektiğini görüşmek zorundayız. Burada halkın dü­
şüncelerini incelemeliyiz.
Mustafa Kemal'e birçok sorular sorulmuştu. Halk Par­
tisi üzerine sorulan bir soruya, Mustafa Kemal şöyle cevap
verdi: " - Halk Partisi politik bir partidir. Bu parti, halk adı­
na ve halk için devleti idare etmek üzere kurulmuştur. Halk
Partisi, hiçbir sınıfın partisi değildir. Türkiye köylü ülkesi­
dir. Türk halkının büyük bir çoğunluğu rençber ve çoban­
dır. Bizde zanaatkarlar ve küçük kasaba tüccarları vardır.
Pek tabii olarak biz bunların çıkarlarını savunmak zorun­
dayız . . . Nasıl köylü meselesinde büyük toprak sahiplerini
hatırlamak zorunda isek, tüccar meselesinde de büyük ka-

200
pital sahibi tüccarlar da akla gelmektedir. Yurdumuzda bü­
yük kapitalistler yoktur, bunun için biz onların düşmanı
değiliz . . . Hatta biz yurdumuzda milyonerlerin, hatta milyar­
derlerin türemesine çaba göstereceğiz."
Mustafa Kemal Paşa sözüne devam ederek:
- Sonra işçiler �elir, dedi. Şu anda Türkiye'de fabrika­
lar çok azdır. Memleketimizde 20 binden fazla işçi yoktur.
Oysa ki ekonomimizi kalkındırmak için fabrikalara şiddet­
le ihtiyacımız vardır. Bunun için de işçiye ihtiyaç var. Bu
sebepten tarlada çalışanlardan hiç farklı olmayan işçileri­
mizi savunmak zorundayız. Daha sonra aydınlar gelir. Ay­
dınlar halka düşman olabilir mi? Onun ödevi, halkın içine
girerek uygarlık ve ilerleme yolunda ona önderlik etmek de­
ğil midir? Bizde, çeşitli sınıfların çıkarları sıkı sıkıya bir­
birine bağlı olduğu için, Halk Partisi bütün halkı temsil
edecek ve halka politik eğitim verecek olan bir okul öde­
vini görecektir. Elde edilen kazançların korunacağına dair
güveniniz olmalıdır. Ben henüz kendimi tehlikelerden uzak
hissetmiyorum. Sizlerin de ilgisiz olmamanızı tavsiye ede­
rim. Her yerde olduğu gibi bizde de bu yeni harekete kar­
şı bazı güçler türeyebilir. Daima tetikte olmak gerek.
Mustafa Kemal, 1 7 Mart 1 923 tarihinde Tarsus'ta çift­
çilerden Ramazan Ağa'nın tebrik sözlerine karşılık konuş­
ma yapmıştır:
- Bu akşam, hayatımın en mutlu bir gecesidir. Çünkü,
bu akşam, halkımızın çoğunluğunu teşkil eden çiftçileri­
mizle bir masa başında bulunmaktayım. Biz bu masa ba­
şında onların emeğiyle .:!lde edilmiş bir ekmek yiyoruz.
Mutluluğu elde etmek için iki vasıta vardır: Biri silah, öte­
ki de sapandır. Yalnız silahla başarıya ulaşan bir millet, gü-

201
nün birinde sefil ve acınacak bir duruma düşer. Ancak sa­
panla elde edilen başrnlar devamlı ve sağlam olabilir. Si­
lahı kaldıran el yorulur, ama sapanı tutan el, gün geçtikçe
güçlenir. Sapan daima silah. yenmiştir. Bunun için biz her
şeyden önce çiftçilerimizi kalkındırmalıyız. Çünkü rençber­
ler ve çobanlar, halkımızın temel direğini teşkil ederler.
Mustafa Kemal sözlerine devam ederek:
- Şu anda biz bağımsızlığımızı elde etmiş bulunuyoruz.
Ama bunu düşmanlarımızın da kabul etmesi gerekmekte­
dir. Sanat, ekonomi ve teknik alanlarında hızlı adımlarla
ilerlememiz gereklidir. Padişahlar ve onları çevreleyen sa­
tılmışlar, yüz yıllar boyunca Türkiye'yi cehaletin karanlığın­
da tutmuşlardır. Onlar halkı ancak kendilerine asker ve pa­
ra gerektiği zaman düşünmüşlerdir. Onlar bir elleriyle mem­
leketi soymuşlar, öteki elleriyle de halktan asker toplayarak,
Mısır'ı, İran 'ı zaptetmişlerdir. Onlar parayı sopa gücüyle
halktan almışlar, halkı fakir ve perişan bir hale getirmişler­
dir. Böyle bir yöntem düzenine de "padişahlık" derler. Biz,
bir daha geri dönmemecesine bu düzeni yok ettik. Halkı ko­
ruyan, onun refahını sağlayan bir hükümete, iyi bir hükü­
met denilebilir. Ama eski Osmanlı hükümeti, bunlardan ne
birincisini, ne de ikincisini sağlamıştır. Yalnız Yemen'de
ölen Türk erlerinin sayısı önemli bir toplam tutmaktadır. Bal­
kanlar'da, Suriye'de ölenlerin sayısını siz düşününüz. Mem­
leket baştan başa harap olmuş bir haldedir. Her şeyi bilirim
iddiasında bulunan gericiler, eski düzen taraftarları, kötü
olarak çizdiğim tabloyu size güzel göstermeye çalışacaklar­
dır. Onlara cevap vermeyi size bırakıyorum.
Mustafa Kemal sözlerine şöyle devam etti:
- Karşılıklı güvenimizi bozmaya çalışan insanlar vardır.

202
Bilin ki bunlar millet düşmanlarıdır. Bunlar aralarında fiş­
kos etmeyi tercih ediyorlar. Ama halk bunları bilmeli ve on­
lara açıkça sormalıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi tarih­
sel ödevini yerine getirecektir. Yakında yeni seçimler yapı­
lacaktır. Barış antlaşmasının imzasından sonra önümüzde
bir çalışma devresi açılacaktır.
Mustafa Kemal, esnafın, şerefine verdiği ziyafette ze­
naatin önemi üzerine bir konuşma yaptı. Bu konuşmasını
şu sözlerle bitirdi:
- Dinimiz, çalışmayanın insanlıkla ilgisi olmadığını söy­
ler. İlerici adamı kafir sayan kişiler var. Bunlar böyle yan­
lış düşünceler ileri sürmekle, Müslümanların kafirlere esir
olmalarını ve cahil kalmalarını sağlamaktadırlar. Her sarık­
lıyı hoca sanmayın. Hoca olmak sarıkla değil, kafa iledir.
Mustafa Kemal Konya'da, tüccarlarla yaptığı bir görüşme
sırasında, tüccarlardan birinin, hükümetin, ticaretin gelişme­
si için ne gibi çareler düşündüğü sorusuna şu karşılığı verdi:
- Şimdi ticareti düşünürken ister istemez kapitülasyon dü­
zenini hatırladım. Kanımız pahasına kaldırdığımız kapitü­
lasyonların, sonsuz olarak gömülmesini sağlamak gerekir.
Ancak o zaman ticaret ve sanayimiz gelişebilir. Bundan son­
radır ki Türk ticaretinin dünya ticaretiyle, rekabet edebilme­
si için gerekli tedbirleri düşünebiliriz. Bunun için de iki şey
lazımdır. Birincisi her çeşit malı üretmek, ikincisi de hemen
şoseleri ve demiryollanm yapmak. Tüccarlarımızı kaldın­
dırnıak için, ticaret işini yabancı kapitalistlerin ellerinden al­
mak gerekir. Bizim ihıaç mallarımız ancak kıyılarımıza ka­
dar ulaşmakta, ora<lahemen yabancıların eline geçerek yurt­
dışına gitmektedir. Boyl-.:ce karımızın önemli bir bölümü
bizden uçup gitmektedir. Bunun için ihracatımızın tahsis
noktalan da tüccarlarımızın elinde olmalıdır.

203
Yine Konya'da, "Türk Ocağı"nın, Mustafa Kemal'in
şerefine verdiği ziyafette, Paşa 'ya şöyle bir soru sorulmuş­
tu: "Bizde halk inkılabına karşı olan bir sınıf var. Bu sınıf,
insanları gerçek din yoluna sokmak i stemektedir. Bu sını­
fa karşı ne gibi tedbirler alınıyor?"
Mustafa Kemal, bu soruya şu karşılığı verdi:
- Bu soru açık değil. Bizde din vaaz eden özel bir sını­
fın bulunduğunu; geri kalanların da bu haktan yoksun ol­
duğunu söyleyemeyiz. Hoca olmak için mutlaka dini bir kı­
lığa bürünmek şart değildir. Din adamlarımız arasında hal­
kın göğsünü kabartacak kişiler vardır. Ama dini kılık taşı­
yan kara cahiller de vardır. Bu iki kategoriyi birbirine ka­
rıştırmamak gerekir. Din maskesi altında halkı aldatanla­
rın davranışlarıyla dört halifeden sonra dinimiz, politika­
nın kişisel entrikaların ve zulmün aleti olmuştur. Abbasi­
ler devrinde, Emeviler devrinde, Osmanlılar zamanında
böyle olmuştur. Ama bu çeşit namussuz insanlar, tarihte da­
ima cezalarını görmüşlerdir. Ben şahsen onların düşmanı­
yım. Onların olumsuz yönde atacakları bir adım, yalnız be­
nim düşüncelerime değil, yalnız benim ülküme değil, o
adım benim milletimin hayatıyla ilgili, o adım milletimin
hayatına karşı bir kasıt, o adım milletimin kalbine yönel­
tilmiş zehirli bir hançerdir. Benim ve ülkü arkadaşlarımın
yapacağı şey, mutlaka ve mutlaka o adımı atanı tepelemek­
tir. Ben daha ileri giderek diyeceğim ki: Bunu sağlayacak
kanunlar olmasa, bunu sağlayacak meclis olmasa, bu çeşit
olumsuz adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben ken­
di başıma yalnız kalsam, yine tepeler, yine öldürürüm.
Konya'da, Kızılay Kadınlar Kolu'nun düzenlediği bir
toplantıda, Mustafa Kemal, Türk kadınının milli kurtuluş

204
savaşında ve yeni Türkiye'nin kuruluşundaki rolünü şu söz­
lerle belirtmişti:
- Milli mücadelede kadınların yaptığı yardım çok büyük­
tür. Kadınlarımızın, bu çeşit çalışmalarının memlekete bü­
yük faydalar sağlayacağına güvenim var. Son yılların inkı­
lap hayatında, Anadolu kadınının gösterdiği yüksek feda­
karlığı şükranla hatırlıyoruz. Dünyanın hiçbir yerinde Ana­
dolu köylü kadınının emeğinden daha yüksek bir emek gös­
terilemez. Erkekler cephede düşmana karşı savaşırlarken,
kadınlar tarlaları sürüp ektiler. Ülkenin gıdasını sağladılar.
Kadınlar, bu savaşta ve bundan önceki savaşlarda büyük bir
rol oynamışlardır. Çift süren, tarlayı eken, ormandan odun
kesip getiren, odunları pazara götürüp satan, aile ocağının
dumanını tüttüren, bunlarla birlikte; sırtlarıyla, kağnısıyla,
kucağındaki yavrusuyla, yağmur demeyip, kış demeyip, sı­
cak demeyip, cephenin cephanesini taşıyan hep onlardır.
*
Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimleri, 1 923 yılı Ha-
ziranında yapıldı. Halk Partisi bu seçimlerde tam bir başa­
rı sağladı. Muhalefetin ileri sürdüğü adaylardan hiçbiri se­
çilmedi. Birkaç ay sonra Türkiye, cumhuriyet oldu. Gazi
Mustafa Kemal Paşa da cumhurbaşkanı seçildi. Türkiye
Cumhuriyeti'nin ilk başbakanı da İsmet Paşa oldu.

GERİCİ MUHALEFET VE TÜRK-SOVYET


İLİŞKİLERİ

Padişahlığın devrilmesi, ciımhuriyetin ilanı, kapitülasyon


düzeniyle mücadele, bütün bu olaylar, çok parlak olarak
kurtuluş karakterini taşıyor ve yığınları inkılapçılaştırıyor-

205
du. Türk halkının milli kurtuluş savaşında, yeni yeni örgüt·
lenmeye başlayaniŞçi sınıfı önemli bir rol oynuy.ordu.
. İşçiler, Türkiye'nin bağımsızlığını savunarak cephelerde
yiğitçe çarpışıyor, top ve tüfek mermileri, süngüler, kılıçlar
hazırlayarak fabrikalarda çalışıyorlardı. İstanbul işçileri, Ana­
doludaki orduya silah götürülmesine yardım ediyorlardı.
Savaş köylüleri de şiddetle etkilemiş, onları politik ha­
yata hazırlamıştı.
Yunanlılara karşı kazanılan zafer, padişahlığın devrilme­
si, köylülerin durumlarını iyileştirme çabalarını kamçıla­
mış, yürürlükteki toprak ilişkilerine karşı hoşnutsuzlukla­
rını arttırmış, iş zirai ihtilale doğru yönelmişti. Köylü ha­
reketinden, değil yalnız feodaller, ama, milli kurtuluş za­
ferinden birçok imtiyazlar elde eden, Yunan savaşı sırasın­
da zenginleşen, eskiden yabancıların elinde olan ticari ve
ekonomik birçok ilişkileri eline geçiren Türk burjuvazisi de
şiddetle korkuyordu.
Muhalefet tekrar, daha açık olarak Meclis'te kendini
göstermeye başladı.
Öyle zamanlar olmuştu ki, muhaliflerin, Mustafa Ke­
mal'in eline sarılıp öpmesi için, paşanın sertçe bir bakışı
yetmişti. Şimdi muhalifler daha cesaretli olmuştu.
RaufBey, Kazlm Karabekir Paşa ve öteki bazı muhalif­
ler, Cumhuriyetçi Terakkiperver Fırka adlı yeni bir parti
kurmuşlardı. Bu partiye, Halk Partisi'nden ayrılan ve Mus­
tafa Kemal 'e karşıt olan bazı generallerle yüksek memur­
lar ve eski muhaliflerden " İki Numaralı Müdafaa-i Hu­
kuk" grubu üyeleri girmişlerdi.
Mustafa Kemal Paşa'nın söylediğine göre bu parti, ye­
ni Türk düzenini yok etmek isteyen dış düşmanlarımıza yar-

206
dım amacıyla kurulmuştu. Terakkiperver Parti yıkıcı çalış­
malarında dini dövizlerden yararlanıyor, bu dövizlerle, özel­
likle doğuda, ayaklanmalar düzenliyordu. Bu gerici parti,
kendi ajanlarını Anadolu'nun dört bir yanına gönderiyordu.
Mustafa Kemal, partinin düşmanca niyetlerini biliyordu.
Mustafa Kemal notlarında, asilerin vali olarak tanıdıkları
asılmış Kadri'nin, Şeyh Said'e şunları yazdığını belirtmek­
tedir: "Kazım Karabekir Paşa'nın Partisi, Meclis'te dini bir
parti olup din emirlerine saygı göstermektedir. Bu partinin
bizi destekleyeceğinden hiç kuşkum yoktur."
Kemalist hükümet olağanüstü tedbirlere başvurdu ve
Terakkiperver Parti'nin, inkılaba ve milletin yararına kar­
şı yöneltilmiş çalışmalarına son verdi. Kürtlerin ayaklan­
ması bastırıldı. Kazım Karabekir Paşa'nın partisi kapatıldı
ve yasaklandı.
Muhalefetin Türk-Sovyet ilişkileriyle ilgili görüşlerini
açıklaması bakımında, RaufBey'in Meclis'te ağzından ka­
çırdığı şu sözler dikkate layıktır:
- "Hamiyeti Milliye" gazetesi, Türkiye'nin mi, yoksa
Rus elçiliğinin mi resmi organıdır?
Rauf Bey bu sözleri, Sovyet Dışişleri Bakan vekili Kara­
han 'ın Türkiye Büyük Millet Meclisi adına gönderdiği bir
tebrik telgrafı olayıyla ilgili olarak söylemişti. Bu, şöyle ol­
muştu: Telgrafı aldığım telgrafhaneden doğru Matbuat Mü­
dürü Ahmet Agayev' e (*) gittim. Ahmet Bey, hemen benim
yanımda telgrafı Türkçeye çevirerek basına verdi. Kendisi­
ne telgrafı henüz RaufBey'e göndermediğimi, ama gecele­
yin bunu Fransızcaya çevirerek göndereceğimizi hatırlattım.

(*) Ağaoğlu Ahmet Bey, Samet Ağaoğlu'nun babası.

207
Dediğim gibi yaptım. RaufBey'in kendisi, gece on birde zar­
fı imzaladı. Ama, herhalde, Fransızca bilmediği için, telgra­
fın okunmasını sabaha bırakmış olacaktı. Telgraf sabahleyin
gazetelerde çıkmış bulunuyordu. RaufBey, telgrafMeclis 'te
okunmadan gazetelerde çıktı diye kıyameti kopardı.
Meclis 'te Matbuat Müdürlüğü bütçesi görüşülürken, mu­
halefet, Ağaoğlu Ahmet Bey'i suçladı. Ama, Meclis'in ile­
rici bölümü, Ağaoğlu'ndan yana idi. Mustafa Kemal Paşa da
Ağaoğlu'nu destekledi. Ağaoğlu Ahmet Bey'in konuşmasın­
dan sonra, onu tutanlar, kendisine gösterilerde bulundular.
Mustafa Kemal, ilk ödevi olan askeri ödevi tamamladı­
ğını, ikinci ödevi olan iç reformları ise, milli çıkarları doğ­
ru anlayan Ağaoğlu Ahmet Bey gibi yardımcılarına daya­
narak tamamlamayı umduğunu söyledi. Şunu da söyleme­
liyiz ki, Mustafa Kemal Paşa kendisini savunmasaydı, Ah­
met Bey'i işinden çıkarırlardı.
Ahmet Agayev olayı, genellikle önemsizdir. Ama, Ra­
ufBey'in önderlik ettiği muhalefetin, Rusya ile ilişkiler ko­
nusunda, düşünce biçimini açıkça göstermektedir. Bu olay,
aynı zamanda, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinden
büyük bir çoğunluğunun Sovyetler Birliği'ne olan dostça
sempatisini de açığa vurdu.

TOPLUM ADAMLARININ SOVYETLER BİRLİGİ


ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİ

Eski " İttihat ve Terakki" Partisi'nin tanınmış kişilerin­


den iken, sonralan partisiyle ilişkisini kesen Muhreddin
(*), bir süre yeni Türkiye'de kaldıktan sonra Sovyetler Bir-

(*) Bu, Milli Mücadele sıralarında Bakü'ye gitmiş olan eski "Tanin" gaze­
tesi başyazarı Muhittin Birgen olacak.

208
liği'ne gitmişti. 1 922 yılı Ocak ayında yazılmış ve Yusuf
Kemal Bey'le gönderilmiş bir mektubunu gördüm. Muh­
reddin, çok ilginç olan mektubunda, Sovyetler Birliği üze­
rine olan izlenimlerini anlatmaktadır.
Muhreddin, Avrupa basınının ve gerici Türk toplum
adamlarının, emperyalistlerin etkisi altında bulunan Türk
aydınlarından bir bölümünün Bolşevikler üzerine olan dar
düşüncelerini eleştirmeci bir gözle incelemektedir. Muhred­
din mektubunda şunları yazmaktadır:
"Avrupa burjuva basını, Rus inkılapçılarını, hayalici say­
maktadır. Bu yalandır. Tam tersine, bence Bolşevikler, mater­
yalist, gerçekçi ve düşünce alanında olduğu kadar iş alanında
da çok güçlüdürler. Bolşevikler hayatta ve teoride, kendi sis­
tem ve metodlanndan asla uzaklaşmamaktadırlar. Bir yanlış­
lık yapınca da, onu hemen bulup düzeltmektedirler."
Bolşeviklerin, "Rusya'nın altını üstüne getirdikleri"suç­
lamalanna karşı da mektup yazan şunları söylemektedir:
"Böyle bir davranış için muhakkak ki bir zorunluk vardı. Ça­
rizmin devrilmesi ve sosyal inkılap şartlarının ve imkanları­
nın yaratılması bakımından böyle bir davranış gerekli idi. Rus
Bolşevikleri büyük bir yaratıcı iş yapmışlar ve büyük başa­
rılar elde etmişlerdir. Bunlardan bir örneğini ben kendim Ba­
kü'de gördüm: Petrol üretimi büyük bir artış göstermişti."
Rus ihtilalinin niteliğini doğru anlayan Türk ilerici bur­
juva aydınlarından bir örnek daha vermek istiyorum.
"Türk Ocağı "nın Ankara'da açılışı ile ilgili olarak bir
konuşma yapan Matbuat Müdürü (*) Ahmet Agayev; Marx
ve Lenin teorilerinin öneminden söz ettikten sonra sözleri-

(*) Basın ve Yayım Umum Müdürü.


ni şöyle bitirdi: " Rusya'da bolşevizmin hayata uygulanma­
sı, Marx ve Lenin teorilerinin doğruluğunu ispatladı."
Türkiye'nin, karşılıklı ilişkilerimizin ilk yıllarındaki po­
litik şartlarını, karşılıklı dostluğumuzun havasını, birbirimi­
ze gösterdiğimiz saygıyı, her iki devletin emperyalizme kar­
şı güttüğü ortaklaşa politikayı hatırlarken, aramızdaki bazı
anlaşmazlıkları da söz konusu etmenin doğru olacağını sa­
nıyorum. Bu anlaşmazlıkların içinde Lausanne Barış Kon­
feransı 'ndaki önemli anlaşmazlıktan başka, küçük memur­
ların ve ilerisini görmeyen bazı politik devlet adamlarının
sebep oldukları ufak tefek anlaşmazlıklar yer almaktadır.
Bütün bunlar, o zamanlar çok gergin olan Uluslararası
genel şartlarla bağlı idi. Emperyalist devletler, yalnız var­
lığı bile sömürge ve yan sömürgelerdeki milli kurtuluş sa­
vaşlarının genişlemesini etkileyen Sovyetler Birliği 'ne kar­
şı silahlı mücadelelerini henüz sürdürmekte idiler.
İşte o yıllarda, Türkiye ile Sovyet Rusya arasındaki iliş­
kileri, bunların nasıl kurulduğunu bu ışık altında incelemek
gerekir.
Başlıca emperyalist devletler, bizim Türkiye'de bulunu­
şumuzu sessizce seyredemezlerdi. İngiltere, Fransa emper­
yalistleri ve onların Türkiye'deki dayanakları, olan Osman­
lı İmparatorluğu taraflılarının, değil yalnız bütün Anado­
lu'da, ama Türk hükümeti içinde bile, paralı parasız birçok
ajanları vardı. Bunlar, Meclis'te, hatta Mustafa Kemal'in ta­
raftarları arasında bile eksik değillerdi. Bunların birçokları,
Sovyet Rusya'ya karşı dostluk maskesi altında gizleniyorlar­
dı. Düşmanlarımız, Sovyet elçiliğini yakmak, parlamentoda­
ki muhalefetle ilişkimiz olduğuna dair yalan söylentiler yay­
mak, nihayet, Mustafa Kemal'in otoritesini sarsmaya yönel-

210
tilmiş, aslı esası olmayan "Bolşevik Suikastleri" ile korku
salmak gibi en iğrenç metodlara başvurmakta idiler.
Bazı makamların teşvikiyle "para yardımı ve aylık" is­
teyerek elçiliğimize başvuran "komünist" maskesi takmış
ajan-provokatörler de eksik olmuyordu. Biz bu ajanların fo­
yasını meydana vuruyor ve elçilikten kovuyorduk.
Yine böyle provokasyonla ilgili gülünç bir olay hatırlı­
yorum.
Ankara'ya gelişimden kısa bir süre sonra idi. Ziyareti­
me, Bursa Milletvekili Şeyh Servet Efendi (*) geldi. Bu ye­
şil sarıklı, kısa kaba sakallı bir zattı. Sırtında ipekli bir cüb­
be vardı. Şeyh kendisini "inanmış bir komünist" olarak tak­
dim etti. Oturmasını teklif ettim. Kendisine kahve ikram et­
tim. Gözlerimin içine bakıyor ve yaranmaya çalışan bir ta­
vırla konuşuyordu. Türkiye'nin durumundan söz ettik. Ser­
vet Efendi emperyalizmle savaşmak ve "Güçlü bir komü­
nist partisi" kurmak gerekliliğinden söz etti. İngilizleri çe­
kiştirdi. Ben susuyordum. Birden bire şeyh ayağa kalktı.
Elini sarığına götürdü. Şaşkın şaşkın ona bakıyordum. Şeyh:
- Büyük dünya lideri Marx' ı selamlıyorum, dedi. Sizde
Marx'ın resmini ancak şimdi gördüm. Ona derin saygıları­
mı sunarım.
Gerçekten de çalışma odamda, masada Marx' ın küçük
bir büstü vardı. Şeyh Servet, bir süre başı önüne eğik bir
halde, hareketsiz olarak büstün önünde durdu.

TÜRKİYE LAUSANNE KONFERANSl'NDA

Büyük Ekim Sosyalist İnkılabı, doğunun esaret altında-

(*) Bursa Milletvekili ve Nakşi-Bendi tarikatı şeyhi.

21 1
ki halkları arasında, şimdiye kadar görülmemiş genişlikte
bir ihtilalci-kurtuluş hareketi doğurdu. Emperyalist devlet­
lerin sömürgelerdeki zulmüne karşı başgösteren savaş, Tür­
kiye, İran, Afganistan, Çin gibi çeşitli ülkelere yayılmıştı.
İngiltere, Fransa ve öteki sömürgeci devletler, tabii, bu du­
ruma boyun eğmek istemiyorlardı.
Doğrudan doğruya Sovyetler Birliği'ne ve yeni Türki­
ye'ye karşı yöneltilen silahlı saldırılar bir sonuç vermeyin­
ce, emperyalist devletl er, Churchill'in, Curzon'un, Lloyd
George'un ve Poincare'nin kişiliğinde taktiklerini değiştir­
diler. Kulis arası yıkıcı çalışmalarla, Sovyetler Birliği ile
Türkiye'nin arasını açmaya çalıştılar.
Emperyalist ajanları, Türkiye 'nin hükümet ve politik
örgütlerine sızmaya başladılar.
Rauf Bey'in gerici kliği, çeşitli dolambaçlı manevralarla,
Türkiye ve Sovyetler Birliği için hayati olan Boğazlar mese­
lesini karma karışık bir hale getirmeye çalışıyordu. Ne olursa
olsun, Sovyet elçiliği ile ilişkilerde bir gerginlik yaratmaya ça­
lışarak Sovyet tekel ve ticaret sistemleri, ticaret temsilciliği
konsolosluklarımız üzerine görüşme konulan ortaya atıyordu.
Lausanne konferansı sıralarında bunu özellikle hissediyorduk.
Geçmiş zamanı bugünkü ile kıyaslayarak, Mustafa Ke­
mal Paşa zamanında da Sovyetler Birliği 'ne düşmanca sal­
dırılar yapıldığını söyleyenler haklı değillerdir. Evet, böy­
le saldırılar olmuştur, ama, saldıranlar yeni Türkiye hükü­
meti, Türk halkı değil; emperyalistler Türk karşı, inkılap­
çıları, itilaf devletlerinin gizli ajanları, avantüryeler kendi
hasis emelleri için hiçbir engel tanımayan entirikacılardı.
Ama, emperyalistlerin ve Türk gericilerinin bütün çabala­
rına rağmen, Türkiye Cumhuriyeti ile Sovyetler Birliği ara­
sındaki dostça ilişkileri bozmayı başaramamışlardır.

2 12
Türkiye'nin Lausanne konferansında Sovyetler Birli­
ği'nin yardımına güvenmesi, batılı emperyalistlerin asla
işine gelmiyordu. Bunun için aramızı açmaya uğraşıyor,
Sovyet temsilcileriyle Türk devletinin başı M.Kemal'in ara­
sının "şeker renk" olduğu izlenimini yaymaya çalışıyorlar­
dı. Bu durum, Lausanne Konferansı 'nın hazırlayıcıları olan
Batılı devletlerin isteklerine çok uygundu. Rauf Bey'i tu­
tanlar ve gerici basın da bu yönde bir çaba göstermeli idi.

RAUF BEY'LE KONUŞMA

Başbakan Rauf Bey'le aramızda geçen, kimi zaman 3-


4 saat süren uzun, ateşli tartışmalar, hafızamda ve notlarım­
da saklıdır. Bu konuşmalar, Lausanne Konferansı ve dik­
kati başka yana çekmek için, ortaya atılan başka meseleler
üzerinde olurdu. Aramızda geçen bu tartışmaları tamamıy­
la nakletmeyeceğim. Çünkü bunların çoğu monotondu. A­
ma, kısa da olsa, bunlardan söz etmek gerekir.
Yukarda da söylediğim gibi "tartışmalı" meselelerden bi­
ri, dış ticaret tekeli ile bağlı idi. Bu tartışma İsmet Paşa ile
yaptığım konuşmamda da ortaya çıkmıştı İsmet Paşa, Tür­
kiye'yi şu durumun şaşırttığını söyledi: Sovyet Dış ticaret
müessesesi bir devlet müessesesidir. Onun Türkiye'de bir
temsilcisi vardır ve adeta Dışişleri Bakanlığı'nın bir şubesi
durumundadır. Dış ticaret temsilciliğinin kendi bayrağı ve
üzerinde "Sovyetler Birliği Dış Ticaret Bakanlığı Temsilci­
si" yazısı bulunan bir de tabelası vardır. bu çeşit tanıtıcı ya­
zılar bütün Sovyet konsolosluklarında da asılıdır. Bu, dış ti­
caret temsilciliğinin güya Türk kanunlarıyla bağlı olmadığı,
imtiyazlı bir durumu olduğu sonucunu çıkarmaya imkan ver­
mektedir. İsmet Paşa sözlerini böyle bağladı:

L: 1 3
Türkiye Dışişleri Bakanlığı memurlarından Suat Bey
de, daha önce bana aynı delilleri ileri sürmüştü.
Gerçi İsmet Paşa cepheden Ankara'ya yeni gelmişti.
Dış ticaret temsilciliği meselesini bütün ayrıntılarıyla bile­
mezdi. Buna rağmen, benimle konuşmasında, bu konuda
yeteri kadar bilgi edindiği izlenimini verdi. Herhaide, Su­
at Bey' in "Delilleri" önceden hazırlanmış bir halde İsmet
Paşa'ya sunulmuş olacaktı.
Ben, kulaklarından tutulup getirilmiş olan delillere iti­
raz ettim. Ticaret Temsilciliği'nin Dışişleri Bakanlığı 'nın
bir şubesi olmadığını, bizim dış ticaret organlarımızın im­
tiyazlı durumundan söz dahi edilemeyeceğini anlattım.Bu
arada İsmet Paşa'ya şunları söyledim:
Türkiye ile ilgili olarak kapitülasyon düzenini kaldıran
ilk ülke biz olduk. Bu imtiyazların, şu veya bu biçimde, ye­
niden konmasını istemek aklımızın kenarından bile geçmez.
Bu, her milletin eksiksiz olarak egemenliğini savunan Sov­
yet iktidarının ruhuyla çelişen bir durum olurdu. Biz sade­
ce her iki tarafın çıkarına olmak üzere, Türkiye ile ekono­
mik ilişkilerimizi iyileştirmeye çalışıyoruz.
İsmet Paşa, Lausanne 'a gitmeden önce, vaat ettiği üze­
re, elçiliğimize gelerek, bize gönderilen ağızdan nota ile
Türkiye'de dış ticaret temsilciliğinin bulundurulması me­
selesini uzlaşıcı bir biçimde çözümlediğini bildirdi ve no­
tanın şu aşağıdaki yerine işaret etti: " ... Ülkenin kanun ve
yasalarına uygun her türlü ticari işlemlerin serbestçe yapı­
labileceğini söylemek fazla olur. Buna karşılık, Türkiye
Dışişleri Bakanlığı, aynı biçimde, Rusya'da Türk vatandaş­
larına, ticaret işlemlerinde aynı kolaylığın gösterileceğini
umar." İsmet Paşa, dış ticaret temsilciliğinin, özel bir teş-

214
kilat olarak, çalışmasıyla ortaya çıkan durum karşısında
bunun geçici bir çözüm yolu olduğunu sözlerine ekledi. İs­
met Paşa'dan yana olarak şunu belirtmek doğru olur: Dış
Ticaret Temsilciliği'nin ödevini anlayan Paşa, Türkiye ile
Sovyetler Birliği arasında başlayan ekonomik ilişkileri boz­
mamak için bu geçici çözüm yolunu bulmuştu.
İsmet Paşa'nın, Lausanne'a gidişinden sonra, Rauf Bey .
yine bizim dış ticaret temsilciliğimizin peşine düştü. Özel­
likle, petrol ihraç işine izin vermedi. Bunun sonucu olarak
Sovyetler Birliği 'nden Türkiye'ye yapılmakta olan petrol
ihracatı durdu.
5 Aralık 1 922 tarihinde, Rauf Bey özellikle, dış ticaret
temsilciliği üzerine yaptığı konuşmalarla ve Amerikan fir­
ması " Standard Oil" ile petrol ticaretini genişleteceği kor­
kutmalarıyla canımı sıktı. Buna karşılık ben de kendisine,
Rusya'da dış ticaretin devlet tekelinde olduğunu ve özel ki­
şilere izin verilmediğini, bundan ötürü Sovyet hükümetinin
özel kişiler eliyle ticaret yapamayacağını söyledim. ayrıca,
dış ticaret bakanlığının ve ticaret temsilciliğimizin Türk ka­
nunlarını çiğnemeyeceklerini, ama, buna karşılık, ilişkileri­
mizi bozmaya çalışanların çıkarı için de dış ticaret tekelin­
den vazgeçemeyeceğimizi kendisine uzun uzadıya anlattım:
- Biz Türk kanunlarına saygı besliyoruz, dedim, ama,
Sovyet Rusya kanunlarına da aynı biçimde davranılmasını
rica ediyoruz. Şunu bilmelisiniz ki Rauf Bey, bizim dış ti­
caret tekelimiz, kendileriyle ticaret ilişkileri kurduğumuz
bütün doğulu ve batılı ülkelerde onaylanmaktadır.
Rauf Bey, bu sözlerime karşılık olarak "Türkiye ile Sov­
yet Rusya'da yürürlükte bulunan ve her iki ülke için kutsal olan
kanuni mevzuatın birbirine aykırılığı yüzünden" Türkiye ile

215
Sovyetler Birliği arasında ticaret yapılamayacağını söyledi.
Ben de, iyiniyet bulunduktan sonra, her zaman anlaşmanın
mümkün olduğunu ileri sürerek kendisine cevap verdim.
Rauf Bey, dış ticaret organlarımızın vizesi olmadan hiç
bir malın Rusya'ya sokulmadığından şikayet etti. Kanuni
mevzuatımızın bunu gerektirdiğini kendisine söyledim. Ra­
uf Bey, bu tedbirin Türk tüccarlarını çok rahatsız ettiğini
ve Türkiye ile Sovyet Rusya arasında her türlü ticareti im­
kansız bir hale getirdiğini söyledi.
Ama, Türk tüccarlarının enerjik olarak işe karışmala­
rıyla bu mesele kendiliğinden çözümlendi. Rauf Bey, pet­
rol itıracatımıza yeniden izin vermek zorunda kaldı.

TÜRKİYE DIŞİŞLERİ BAKANLIGI İLE


LAUSANNE ÜZERİNE GÖRÜŞMELER

Lausanne Konferansı Türkiye için zor şartlar altında baş­


ladı: İngiltere, Fransa ve İtalya ağır isteklerde bulunuyor,
özellikle kapitülasyonların korunmasında direniyorlardı. La­
usanne-Konferansı, genel olarak yine de Türkiye hesabına
başarı ile sonuçlandı. (*) Böyle bir sonucun elde edilmesin­
de, bir yandan Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki dost­
luğun, öte yandan, itilafdevletleri, özellikle İngiltere ve Fran­
sa arasındaki anlaşmazlığın büyük etkisi olmuştıır.

(*) Bir yanda Türkiye, öte yanda İngiltere, Fransa, Yunanistan, ltalya, Ro­
manya, Yı;goslavya ve Japonya olmak üzere imzalanan Lausanne Banş Antlaş­
ması 'na göre, itilaf devletleri Türkiye' deki ordularını çekeceklerdi. Türkiye 'nin
başlıca topraklan bu arada Sevres Banş Antlaşması'yla elinden alınan Doğu
Trakya ile lzmir, Türkiye'ye bırakılmakta idi. Bu arada kapitülasyon düzeni kal­
dırılmış, Türkiye uluslararası mali kontroldan kurtulmuştur. Bununla birlikte
Türkiye, itilaf devletleriyle Birleşik Amerika'nın baskısı altında, Karadeniz kı­
yısı devletlerinin çıkarlarına aykm olarak, Boğazlar üzerine olan İngiliz tasarı­
sını kabul etmiştir. (S.1. Aralov)

216
27 Eylül 1 992 tarihinde Rıza Nur Bey, Türk hükünietinin,
Sovyetler Birliği'nin, Ukrayna'nın ve Kafkas Cumhuriyet­
leri 'nin Lausane Konferansı 'na katılmasına karar verdiğini,
Sovyet rusya hükümetine iletilmek üzere, bana bildirdi. O
sıralarda Rıza Nur Bey, Mustafa Kemal Paşa'nın davetlisi
olarak cephede bulunan Dışişleri Bakanı YusufKemal Bey' e
vekalet etmekte idi. Rıza Nur Bey'le, konferanstaki ortakla­
şa diplomatik davranışımızı kararlaştırmak üzere üç gün sü­
ren konuşmalar yaptık. Bununla birlikte ben de, Rıza Nur
Bey'in bizimle ortaklaşa, kesin diplomatik davranışlardan ka­
çındığı izlenimi uyandı. Kendisi ikide bir, Mustafa Kemal Pa­
şa'nın yokluğunu ileri sürüyordu. Bunun üzerine ben, cep­
heye giderek Mustafa Kemal 'le görüşme isteğinde bulun­
dum. Mustafa Kemal, savaş işleriyle çok meşgul bulundu­
ğunu, onun için ileri sürdüğüm meseleleri, Ankara'ya hare­
ket eden Yusuf Kemal Bey'le konuşmamı bildirdi.
Yusuf Kemal Bey'le görüştüğümüz zaman bana:
- Fransızlar önceden haber bile vermeye lüzum görme­
den teklifsizce Gazi Mustafa Kemal 'in yanına girip çıkı­
yorlar, dedi. Hatta Atatürk'ün kabul resimlerine kendi zırh­
lılanyla geliyorlar .. Geçenlerde General Pellee ile eski dos­
tumuz Franklin Bouillon gelip Gazi ile görüştüler. Ama bu
görüşmelerde Türkiye'nin Sovyet Rusya'ya karşı olan tu­
tumunda bir değişiklik görülemez.
Yusuf Kemal Bey, gizli olarak bana, Fransızlar'ın, Tür­
kiye ile Fransa arasında iyi ekonomik ilişkilerin kurulma­
sına engel olan İngiliz hükümetinden yakındıklarını ve ya­
kında başlayacak olan Lausanne Konferansı 'nda Türki­
ye'ye yardım edeceklerine söz verdiklerini söyledi. Fran­
sızlar, her zamanki gibi, Türkiye, Sovyetler Birliği'nden

217
uzaklaşırsa, çok daha iyi olacağını ima etmişler, söz ara­
sında, Sovyetler' in, açlığa, bozuk ekonomik duruma katla­
nabilmelerinin şüpheli olduğunu da eklemişler.
Yusuf Kemal Bey:
- Gazinin, bu istenmeyen ögütleri şiddetle ve kesin ola­
rak reddettiğini tabii tahmin edersiniz, dedi. Sovyet ekono­
mik durumunun bozukluğuna gelince, Gazi, istilacıların
Rusya'ya saldırıları süresince, Rusya'nın yakında mahvo­
lacağını yüzlerce defa iddia edip durduklarını hatırlatarak
bu sözlerle düpedüz alay etti ve Fransızlar'a şunları söyle­
di: "Kendi iktidarına destek olan, ona göğsünü siper eden
bir halkı yenmek mümkün değildir. Siz buna kendi tecrü­
belerinizle inanmışsınızdır! " Bu cevaptan sonra Mustafa
Kemal' in karşısındakiler sustular.
Yusuf Kemal gülümseyerek:
- Bu cevap, Fransızları canevinden vurmuştu, dedi.
Yusuf Kemal, Mustafa Kemal'in benimle İzmir'de gö-
rüşemeyeceği için, özür dilediğini, ama Ankara'ya dönün­
ce, yine dostça konuşmalara devam edeceğimizi bildirdi­
ğini söyledi.
Gazi ile görüşmemizin Batı'da, aramızdaki dostluğun güç­
lenmesine devam edişinin bir belirtisi olarak değerlendirile­
ceğini, bunun ise Türk delegelerinin barış konferansındaki ba­
şarılı çalışmalarına yardımı dokunabileceğini söyledim.
Yusuf Kemal Bey benim bu düşüncelerime katıldı ve
Mustafa Kemal'le görüşme zamanının henüz kaybolmadı­
ğını söyledi.
İtilaf devletleri çevreleriyle ilişkisi olan gerici grubu, Ra­
uf ve Kara Vasıf Beylerle, Ali Fuat ve Refet Paşalar idare
ediyordu. Bunlar gizli liderlerdi. Parlamentoda "İkinci

218
grup"un açık liderleri ise, Hüseyin Avni Bey'le Hüseyin Se­
lahaddin Bey'di. (*)
Dış İşleri Bakanı Yusuf Kemal Bey'in de hazan muha­
lefetin etkisinde kaldığı olurdu. Ama, onun dış politikada­
ki tutumuna daima Atatürk yön verdi.
Muhalefet grubu, özellikle bunun gizli bölümü, daima,
Mustafa Kemal'i ve onun temsilcilerini Sovyetler Birli­
ği'ne karşı kışkırtmaya çalışmışlardı. Bu konuda gerici mu­
halefet, emperyalist devletlerin diplomatik temsilcileriyle
işbirliği halinde çalışmıştır. Ama Mustafa Kemal Sovyet­
ler Birliği ile dostluk konusunda sımsıkı direnmiş ve Rauf
Bey'le başkalarının, Türkiye ile Sovyetler Birliği'nin ara­
sını açma çabalarını daima suya düşürmüştü.
Türkiye ile Yunanistan ve İtilaf devletleri arasında ba­
rış andlaşmasının imzalanacağı Lausanne Konferansı, Türk
Başkenti kamuoyunun Meclis üyelerinin, gazetecilerin ve
diplomatik çevrelerin dikkat merkezini teşkil etmekte idi.
Lausanne konferansının toplanması, genç Türkiye'nin İti­
laf devletlerine karşı kazandığı parlak zaferin bir sonucu i­
di. Ve bütün halk bu konferansın akibetiyle ilgileniyordu.
Uzun bir süre Mustafa Kemal Paşa'yı tanımayan itilaf dev­
letleri yöneticileri, feodal padişah idaresine ve halkın din­
sel geleneklerine güveniyorlardı.
Kendi şöhret düşkünlükleriyle gözleri kamaşan itilaf
devletlerinin emperyalistleri, açıkça Türk halkını küçüm­
semiş, onu çabucak bozguna uğratacaklarını hesaplayarak,
Mustafa Kemal' e tepeden bakmışlardı. Ama bu hesaplar,
sahibine sorulmadan yaı.ıılmıştı. Yunan ordusunun parlak

(*) Mersin Milletvekili Çolak Selfilıattin.

219
ve kesin bir biçimde bozguna uğratılması ve Türk halkının
Mustafa Kemal'in etrafında kenetlenmesi, büyük devletle­
rin emperyalist çevreleri için hiç beklenmedik bir olay ol­
muştu. Kemalist Türkiye'nin Sovyet Rusya ile bir yakınlık
kurması, Türkiye Büyük Millet Meclisi ile Mustafa Ke­
mal 'in büyük Ekim Sosyalist İnkılabının, Türkiye ve esa­
ret altındaki doğu halkları için taşıdığı tarihsel önemi kav­
ramaları; aynca burjuva diplomatlarının Sovyetler'e karşı
kudurmuşça propagandalarına ve karşı çalışmalarına rağ­
men, Sovyetlerle bir dostluk antlaşması imzalamaları da
emperyalist devletler için büyük bir darbe olmuştu.
İtilaf devletleri, Sovyet Rusya'yı Lausanne Konferansına
çağırmak zorunda kaldılar. Bu çağın istemeyerek yapılmış,
bizim ısrarlı isteyişimiz kadar Türk hükümetinin arzusu ve
dünya kamuoyunun baskısıyla olmuştur? Gerçi Sovyet Rus­
ya yalnız boğazlar meselesinin görüşülmesine katılmaya ça­
ğınlmıştı. Biz, bütün meselelerin görüşülmesine katılmakta
direndikse de, Sovyetler Birliği'nin bu isteği kabul edilmedi.
Curzon, Briand ve ötekileri, Sovyet Rusya'nın, Türk
halkının egemenlik haklarına hiçbir yoldan dokunulması­
na razı olmayacağını, aynca, kendisi için dirim değeri ta­
şıyan hiçbir çıkarından vazgeçmeyeceğini de çok iyi bili­
yorlardı . Bundan ötürü de, konferans yöneticileri, Lausa­
ne'deki varlığımızı, konferansa katılmamızın bir formali­
teden öteye geçmemesini sağlayacak birtakım koşullarla sı­
nırlandırmak istiyorlardı. Ama yine de Sovyet devleti, kon­
feranstaki çıkışlanmızın politik ve moral izlerinin, Türk hal­
kıyla öteki doğu milletlerinin ve Avrupa halk oyunun hafı­
zalarında ve yüreklerinde kalacak biçimde konferanstan
yararlanmasını bilmiştir.

220
Lausanne Konferansı 'nın yöneticileri, Çiçerin 'in ve öte­
ki delegelerimizin yaptığı konuşmaların, geniş kamu oyu­
.nu etkileyeceğine, ileri sürdüğümüz delillerin, İngiliz istek­
lerinin istilacı niteliğini açığa vuracağına pek çabuk inan­
dılar. Ve hemen boğazlar meselesini, ilgili komisyondan çı­
kararak, hem de bizim katılamayacağımız, "mütehassıslar"
alt komisyonuna vermeyi başardılar. Bu iğrenç entrikayı
protesto ettik. Lausanne'deki delegelerimiz, barışı elde et­
mek için önemli fedakarlıklar vermeye hazır bir barış po­
litikası güdüyordu.
Lausanne'deki Türk delegelerinin hakkını vermek ge­
rek. Gerek Heyet Başkanı İsmet Paşa, gerek heyetin öteki
üyeleri, yeni Türkiye'nin mevzilerini inatla savundular. Yal­
nız boğazlar meselesi bir istisna teşkil etti. İsmet Paşa bu
meselede çabucak mevzilerini teslim etti. Bu fedakarlık bi­
zim hesabımıza, bir dereceye kadar da Türkiye 'nin milli çı­
karları hesabına olmuştu. Türkler için boğazlar, genel dış
politika meselelerinin ancak bir parçası idi. Boğazlar bir pa­
zarlık konusu halini aldı. Tük hükümeti, İngiltere'nin ve
öteki Batılı devletlerin, savaş gemilerinin boğazlardan ser­
bestçe geçişi meselesiyle yakından ilgilendiklerini biliyor,
boğazlar işinde fedakarlık gösterdiği takdirde, kapitülas­
yonlar, toprak ve finans işlerinde bir başarı sağlayabilece­
ğini umut ediyordu.
Mustafa Kemal Paşa, Sovyet hükümetinin boğazlar yü­
zünden Türkiye ile bozuşmayacağı, bunun, önemli bi me­
sele olmakla birlikte, Sovyetler Birliği ile Türkiye ve öte­
ki doğulu ülkeler arasındaki genel politik kompleks için­
de, ancak bir parça teşkil ettiği noktasına dayanmakta idi.
Mustafa Kemal, İngiltere ve Fransa'nın, Rusya ile Tür-

22 1
kiye'ye yaptıkları askeri müdahalelerde iyice canlarının
yandığını, onların, iç politik durumlarındaki kararsızlığın,
uluslararası politik ve ekonomik meselelerdeki anlaşmaz­
lıkların, kamuoyunda savaşa karşı artan hoşnutsuzluğun
itilaf devletlerine, yakın bir tarihte yeni bir askeri saldırıya
izin vermeyeceğini birçok seferler ima etmişti.
Mustafa Kemal'e göre, bu mühlet, Türkiye ile Rusya'ya,
durumlarını güçlendirmek, boğazlar rejiminde değişiklik
yapmak imkanlarını verecektir. Boğazlar rejiminde İngil­
tere'ye verilecek taviz, Türkiye'ye, Lausanne Konferan­
sı 'nın gündeminde bulunan başka meselelerde başarılar el­
de etmek imkanını sağlayacaktır. sadece Türkiye'nin dış po­
litika durumunu güçlendirecek olan, ortaklaşa düşman Ba­
tı emperyalizmine karşı doğru ve haklı bir yargıda bulun­
mak ve ortaklaşa bir cephe kurmak yerine, Türkiye hükü­
meti başka bir yol tutturdu.
Curzon'un, bu ateşli emperyalistin önünde, Lausanne
Konferansı'nda, doğrudan doğruya Sovyetlı::r Birliği ile
Türkiye arasındaki dostluğu bozmak işini organize etmek
duruyordu. O, neye mal olursa olsun bu dostluğu kundak­
lamaya ve Türkiye'yi tekrar İngiliz emperyalizminin vasa­
lı haline getirmeye çalışıyordu.
Mustafa Kemal bunu çok iyi anlıyor ve boğazlar mese­
lesinde fedakarlık yaparak, ama boğazları istediği zaman
kapamaya yetecek kadar garantileri elinde tutarak, Cur­
zon'u aldatmayı düşünüyordu.
Bu kararsız politikanın, eninde sonunda, yeni Türkiye
için ağır sonuçlar doğurduğunu tarih göstermişti.
Türk hükümetinin Lausanne Konferansı sırasındaki ça­
lışmaları bir gizlilik perdesiyle örtülü idi. Basın biraz da-

222
ha açık davranmakla birlikte, dış sükfuıetin çerçeveleri dı­
şına çıkmıyordu. Bu arada Meclis'in gizli oturumlarında
şiddetli tartışmalar oluyordu. Sağcı muhalefet durmadan·
hükümete saldırıyordu. Meclis kapılan, hiç beklenmedik bir
sırada geniş halk yığınlarına açılınca, Rauf Bey' in Lausan­
ne Konferansı üzerine yaptığı konuşma sırasında, muhale­
fetin oturduğu yerden yaptığı bağırmalarla, hükümetin ve
Mustafa Kemal Paşa'nın Musul ve boğazlar meselesinin çö­
zümlenmesinde uyguladığı politikadan hoşnutsuzluğunu
nasıl belirttiğine tanık olduk.
Meclis'te Musul meselesinin müzakeresi, Kürt millet­
vekillerinin konuşmalarıyla daha da karışık bir hal alıyor­
du. kürt milletvekilleri, çoğu Trakyalı ve Batı Anadolulu
olan hükümet üyelerine, kendilerine ve Güneydoğu bölge­
lerine ihanet etmekle sitem ediyorlardı. Muhalefet, bu du­
rumdan, Kürt milletvekillerini kendi saflarına çekmekte
yararlandı. Kürt Milletvekilleri; " Siz Trakya'yı ele geçir­
mek için Musul 'u dünden vermeye hazırsınız" diyorlardı.
Meclis 'teki muhalefetin biraz da coğrafi duruma göre ku­
rulduğunu, doğulu milletvekillerinin muhalefetin çoğunlu­
ğunu teşkil ettiğini de söylemeliyiz . .
Mustafa Kemal Paşa, bir gün bana, Curzon'un Musul
petrolleriyle kişisel ilgisi olduğunu söylemişti. Curzon'un
kendisi "Türkish Oil" şirketinin ortaklanndanmış. Abdül­
hamid bir zamanlar Musul petrollerinin sahibiymiş. Abdül­
hamid 'in varisleri kendi haklarını Amerikalılara devret­
mişler.. Birleşik Amerika: " Standard Oil"in menfaatlerini
savunuyormuş. Amerika temsilcisi Chaild, Musul'un "açık
kapılan" olması gerektiğini söyledi.
Mustafa Kemal:

223
- Musul İngilizler için, Kürdistan' a en yakın bir bölge
olarak çok önemlidir, dedi. İngilizler Musul 'u, belli bir ta­
kım amaçlar için ellerinde bulundurmak isterler. Çünkü
Musul, Sovyetler Birliği 'ne İran'a en yakın bir yol, Türki­
ye 'ye baskı yapmak için en uygun bir bölgedir.
İsmet Paşa Musul' u geri alamadı. Bu konuda Türkiye
yenilgiye uğradı.

KONFERANS HEYETİ İÇİN MÜCADELE

Lausanne Konferansına hazırlık yapılırken, Lausanne' a


gidecek heyetin başkanı kimin olacağı konusunda Türk hü­
kümeti içinde anlaşmazlık çıktı. Heyeti Vekile Reisi (Baş­
bakan) Rauf Bey, beraberinde danışman olarak İsmet Pa­
şa'yı götürmeyi düşünerek, bu mevkiye istekli bulunuyor­
du. Ama Rauf Bey Lausanne'a gönderilmedi. Rauf Bey' in
Batılı devletlere olan sempatisini bilen ve her alanda onla­
ra taviz vermeye hazır olduğundan korkan Mustafa Kemal
Paşa, Rauf Bey' in gönderilmesine kesin olarak karşı koy­
du. Bu düşüncesini "Nutuk"unda şu sözlerle belirtti:
" ... Ancak Rauf Bey'in reisliği altında bulunacak heye­
tin, bizim için hayati önemi olan meselede başarılı olaca­
ğına güvenemiyordum. Rauf Bey'in de kendini zayıf gör­
mekte olduğunu hissediyordum."
Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa konferansa heyetin
başkanı olarak gittiği takdirde, kendisinden daha çok ya­
rarlanılacağını kesin olarak söyledi.
RaufBey sabırla, keridi vakit ve saatinin gelmesini bek­
liyordu. O, yabancıların yardımıyla gerici padişah idaresi­
ni kurmayı, kendisini de diktatör ilan etmeyi düşünüyordu.

224
Lausanne' a gidiş, ona tamamıyla hareket serbestiliğini sağ­
layacaktı. Yunus Nadi Bey Meclis'te, RaufBey'in Meclis'in
bir köşesine çekilerek, gizli entrikalarla, birtakım kişisel
amaçlarını gerçekleştirmeye çalıştığını söylerken, bunu
kasdetmiş bulunuyordu.
RaufBey, Lausanne 'a gidecek heyetin kimlerden kuru­
lu olacağı konusundaki kombinezonlarına devam etti. Mus­
tafa Kemal Paşa "Nutuk"unda, bu meseleyi şu sözlerle be­
lirtmektedir:
" . . . Rauf Bey, Heyeti Murahhasa meselesinde başladık­
ları tertip ve teşekküllere devam ettiler. Ben buna ehemmi­
yet verir görünmedim. . . Yusuf Kemal Bey'le görüştüm.
Ona istifasını verdirdim. Lausanne' a gidişinden önce de İs­
met Paşa Dışişleri Bakanlığı 'na tayin edildi."
Konferans sırasında Rauf Bey, İsmet Paşa'ya karşı bir
sabotaj ve habersiz bırakma kampanyasına girişti: Paşanın
sorularına ve telgraflarına uzun süre cevap vermedi. Onun
gönderdiği bilgilerin hepsini Mustafa Kemal'e bildirmedi.
Gönderdiği bilgilerin kimisini de değiştirdi. İsmet Paşa 'yı
o hale getirdi ki, paşa bir başbakaıı olarak Rauf Bey'i atla­
mak ve özel bir şifre ile, doğrudan doğruya Mustafa Ke­
mal Paşa'ya başvurmak zorunda kaldı.

İSMET PAŞA LAUSANNE KONFERANSINDA

Dışişleri Bakanı olarak İsmet Paşa ile yaptığım ilk ko­


nuşmamı, doğru hat üzerinden Çiçerin' e ulaştırdım. 3 1
Ekim 1922 tarihinde İ smet Paşa ile yaptığım üç buçuk sa­
atlik konuşmamda onun şu görüşlerini tesbit ettiğimi Çiçe­
rin' e bildirdim:

225
1 ) 30 Ekim tarihli direktiflerinizin ilk üç meselesine, be­
nim ricam üzerine İsmet Paşa, yazılı olarak şu cevabı ver­
di : "Boğazlar üzerine olan görüşümüz, Milli Misakta (* )
belirtilmiş ve ilan edilmiştir. Milli Misakta belirtilen istek­
lerden daha büyüğünü konferansta ileri süremeyiz . . . Biz
konferansta, İstanbul'un ve Marmara Denizi'nin güvenli­
ğini sağlamak için gerekli olan tedbirleri müzakere edece­
ğiz. Biz bu konuda, Rus delegeleriyle bağlantı ve temas ha­
linde çalışacağız . . . Rusya'nın haberi olmadan hiç kimseye
karşı hiçbir yükümlülüğümüz yoktur."
İsmet Paşa, ilk meselenin, ya da, onun deyimiyle birinci
konferansın sadece, Türkiye'nin kendileriyle savaştığı itilaf
devletleriyle ve Yunanistanla barış antlaşması imzalamakla
ilgili olduğunu; ikinci meselenin (İkinci konferansın) boğaz­
lar rejimiyle ilgili olduğunu, bunun müzakeresine Rusya'nın
çağmlmış bulunduğunu gözönünde bulundurmakta idi.
2) Rusya'nın her iki konferansa katılması ve Türki­
ye'nin, Rusya'nın sınırsız olarak bütün kapsamı ile ve eşit
haklarla konferansa katılmasını bir ültimatom ile istemesi
konusunda İsmet Paşa, uzun tartışmalardan ve açıklama­
lardan sonra, kendi görüşünü, yazılı olarak şöyle formüle
etti : "Türkiye, kendisiyle savaş halinde bulunan devletler­
le başlı başına barış antlaşması imzalamasını tabii sayar" .
3) Boğazlar rejimi konusunda İsmet Paşa şunları söyle­
di : "İleri sürdüğünüz boğazlar rejimi ile ilgili formül, Mil­
li Misakın ve Moskova sözleşmesinin sınırlarını Türki­
ye'den yana genişletmektedir. Biz, pek tabii olarak, bütü­
nüyle görüşlerinizi paylaşıyoruz. Ama, boğazların tahkimi

(*) Burada Milli Misakın 4 'üncü maddesi not olarak verilmiştir.

226
konusunda konferansa sizin formülünüzü teklif edemeyiz.
Çünkü Batılı devletler bunu, boğazlan kapamak isteği ola­
rak anlayacaklardır. Bu ise bizim için elverişsiz bir durum ·

yaratacaktır. Gerçekte boğazın iki yakasını elimizde tut­


makla, tahkim etmeden de, kendi gücümüzle, tabii savaş ge­
milerini sokmamakla, boğazların serbestliğini sağlayabili­
riz. Boğazların Stationaire(*) lerle korunmasına gelince: bu
ancak, Marmara Denizi'yle İstanbul'un güvenliğini tehli­
keye sokmamak şartıyla olabilir.. "
İsmet Paşa'ya şöyle bir soru sordum: Konferansta, Ka­
radeniz devletlerinden biri, itilaf devletlerinin tekliflerinin
tersine olarak, Karadeniz'e çıkış yerine kendi muhafız ge­
milerini koymak isteğini ileri sürerse ne olur?
Bu soruma karşılık İsmet Paşa, kendi görüşünü değiş­
tirerek şöyle bir cevap verdi: "Boğazlar arasında savaş ge­
milerininbulunmasına izin verilemez. Çünkü bu durum,
Marmara Denizi'yle İstanbul'un güvenliğini tehlikeye so­
kabilir. Konferansta, yukarda adı geçen bölgelerin güven­
liliğini sağlama biçimi konuşulacaktır."
Tahkim edilen boğazların güvenliğinin nasıl sağlanabi­
leceği soruma da, İsmet Paşa: "Bu imkanı her zaman bu­
labiliriz" cevabını verdi.
Daha sonra İsmet Paşa şunları söyledi: "Türkiye, boğaz­
lar konusunda Rusya'nın bilgisi olmadan hiçbir adım atma­
yacaktır."
4) Konferansta boğazlar konusundaki görüşmelere kim­
lerin katılacağı meselesinde İsmet Paşa'nın kesin görüşü
şöyleydi: Konferansa katılan bütün devletler ve müttefik­
leriyle birlikte Rusya.

(*) İsmet Paşa, Stationaire deyimiyle, limanlarda muhafaza ödevini gören


gemileri kastetmektedir. S.I. Aralov. .

227
Türk hükümeti, konferansa çağınlan bütün devletleri,
yani Batılı itilaf devletlerini, Moskova sözleşmesine ve Uk­
rayna ile imzaladığı dostluk andlaşmasına göre, " Kıyı"
devletleri ve ilgili devletler kapsamına sokmaktadır.
5) Türkiye ile öteki devletler arasında barış antlaşması im­
zalanması için toplanan konferansa, Rusya'nın katılması me­
selesinde İsmet Paşa düşüncelerini şöyle açıklamaktadır:
Tür�iye, ancak kendileriyle savaş halinde bulunduğu devlet­
lerle barış antlaşması konuşmaları yapabileceğine göre, Türk
hükümeti, Rusya'nın konferansa katılmasını mümkün göre­
memektedir. Rusya'nın barış konuşmalarına katılması, Tür­
kiye'nin bundan önceki, eski yan-sömürge durumuna düş­
mesine tekrar yol açabilir. O zamanlar bütün devletler, Tür­
kiye'nin alın yazısını çizerlerdi. Bunun içindir ki, Türkiye,
Rusya'nın barış antlaşmasını imzaya katılmasını isteyemez.
İsmet Paşa daha sonra bana şunları söyledi:
- Sizsiz durumumuz daha zorlaşacak, ama böyle olma­
sı gerek. Biz bunu Mustafa Kemal'le konuştuk. Bu bizim
ortaklaşa görüşümüzdür. Siz Gazi Mustafa Kemal 'i bilir­
siniz . . . O, Sovyetler Birliği ile ebedi bir dostluk taraflısıdır.
Biz moralman sizin bizimle olduğunuzu hissedeceğiz ... Be­
ni anlamanızı rica ederim.
Türk hükümeti kendisinin Lausanne Konferansı'na ka­
tılmasını önleyecek biricik engelin, gerici İstanbul hükü­
metinin bu konferansa katılması olduğunu görmekte idi.
İsmet Paşa, İtilaf devletlerince böyle bir istek ortaya
atıldığı takdirde, bunu reddedeceklerini ve konferansa git­
meyeceklerini kesin olarak söyledi.
5 Kasım 1 922 tarihinde, İsmet Paşa, görüşmelerimize
devam etmek üzere elçiliğimize geldi. İstanbul 'un Padişah

228
hükümetinden kurtarılması dolayısıyla İsmet Paşa'yı teb­
rik ettim. İsmet Paşa, Türk hükümetinin İstanbul'daki müt­
tefik devletler temsilcilerine, Hamit Bey eliyle, ağızdan
aşağıdaki notanın tebliğ edilmiş olduğunu bana bildirdi:
" İstanbul'da idarenin Türkiye Büyük Millet Meclisihükü­
metine geçişi dolayısıyla Türk hükümeti, bundan böyle sos­
yal düzenin korunmasından ve işlerin doğru yürütülmesin­
den sorumlu bulunmaktadır. Türk hükürneti, Türk hüküme­
tinin tarafsız bölgeye kendi birliklerini sokmaması, ama,
oralara izne bağlı olarak jandarma gücü göndermesi şartıy­
la, müttefik komutanlığından, İstanbul ve dolaylarının, müt­
tefik kuvvetlerince boşaltılmasını rica etmektedir."
İsmet Paşa, İstanbul'da idarenin değişmesi dolayısıyla,
Türk delegelerinin Lausanne'a, İstanbul üzerinden gitmek
imkanını buldukfarını ve onların bu akşam hareket edecek­
lerini aynca bana bildirdi.
İsmet Paşa ile bu buluşmamızda, İstanbul'daki Rus mül­
tecileri meselesini de konuştuk. Son zamanlarda, Batılı ga­
zetelerde, İstanbul'daki Rus mültecileri meselesinin tartı­
şıldığını, İtilaf devletlerinin bu meseleyi önümüzdeki kon­
feransta bir görüşme konusu yapmaya hazırlandığını Paşa­
ya söyledim. Türk hükümetinin bu meseleyi İtilaf devlet­
leriyle görüşmeye razı olmayacağı inancını belirttim. Çün­
kü bu meselenin, sadece Türkiye ile Rusya'yı ilgilendirdi­
ğini ve onların ise, bunu kendi aralarında görüşerek çö­
zümleyebileceklerini sözlerime ekledim. İsmet Paşa, be­
nimle bir düşüncede olduğunu söyledi ve kendilerinin, Rus­
ya'sız bu meseleyi görüşmeyeceklerine beni temin etti. Ko­
nuşmamız, İsmet Paşa' nın Lausanne 'a gidişi münasebetiy�
le karşılıklı başarı dilekleriyle sona erdi.

'..:29
YİNE RAUF BEY ÜZERİNE

Yukarda da söylendiği üzere, İsmet Paşa'nın gidişinden


sonra, bütün meseleleri Rauf Bey 'le çözümlemek gereklili­
ği doğdu. Birkaç ay süresince işlerimi onunla çözümlemek
zorunda kaldım. Ben, daha baştan beri, Rauf Bey 'in Mus­
tafa Kemal'e karşı olduğundan, gerici İstanbul hükümetine
bağlılığından, İngilizlerle ilişkisi bulunduğundan ve Sovyet
Rusya'ya karşı düşmanca davrandığından şüphe ediyordum.
Mustafa Kemal Paşa'nın "Nutuk "u yayımlandıktan sonra,
şüphelerimin ne kadar yerinde olduğu anlaşılmıştır. Musta­
fa Kemal Paşa bu konuda bana şunları anlatmıştı:
- Meclisteki muhale fet grubu saldınya geçti. Başbakan­
lık için RaufBey'i ileri sürdü. Nitekim bunda haşan da sağ­
ladı. Muhalefetin gizli niyetlerinin farkında idim. Böyle
olmakla birlikte, RaufBey'i çağırttım. Meclis çoğunluğu­
nun kendisini Başbakan olarak seçmek eğiliminde olduğu­
nu, benim de aynı şeyi düşündüğümü bildirdim. Rauf Bey
önceleri biraz nazlanır gibioldu. Ama, sonunda Başbakan­
lığı ( Heyeti Vekile Reisliği-Bakanlar Kurulu Başkanlığı)
kabul etti. 12 Temmuz 1922 tarihinden 4 Ağustos 1923 ta­
rihine kadar da bu mevkide kaldı.
Rauf ve Kara Vasıf ( İttihatçı, RaufBey'in arkadaşı) bey­
lerin, Fransız temsilcisi Mougin'le yakınlıkları vardı. Daha
ilk gününden beri, muhale fet blokunun kurulmasında, ida­
resinde, pekiştirilmesinde, ikisi elele vererek çalıştılar. Ama
Rauf Bey, resmi olarak parlamentodaki "ikinci grup"a gir­
medi. Mustafa Kemal taraflısı olarak görünmeyi tercih etti.
Bu durum böylece, üç yıl sürüp gitti. Ama, eninde so­
nunda RaufBey rengini belli etmek zorunda kaldı. Ama bu-

230
nu, kendisinin söylediği gibi "artık sizinle birlikmişim gi­
lli davranmaya imkan olmadığı" zaman yaptı. Rauf Bey, bu
iki yüzlü politikasını, Sovyetler BirliğiElçiliği ile ve kişi­
sel olarak benimle olan ilişkilerinde de gösterdi.
Benimle buluştuğu zamanlar, daima Sovyet-Türk dost­
luğundan söz eder ve kendisinin, doğunun emperyalizme
karşı mücadelesinden yana olduğunu resmi bir eda ile bil­
dirirdi. Düşüncelerini şu sözlerle belirtmişti.
- Ben ve hükümetim, doğu halklarının emperyalizme
karşı yaptıkları savaşın bitmediğine, yeni yeni başladığına
inanıyoruz. Bundan ötürü de bizim Sovyetler Birliği ile
olan dostluğumuzun, her zamandan daha samimi, daha sağ­
lam olması gerekmektedir.
Onun bu tiradı çok iyi hatırımdadır. Bu tiradda, Albay
Mougin'in teşvikiyle, kendisinin de gizlice parmağı olan,
elçiliğimizin yakılışından ötürü, bir yerinme sezmiştim.
Rauf Bey, gösterişli, yakışıklı, uzun boylu, genç görü­
nüşlü, kırpık bıyıklı, iri siyah gözlü bir adamdı. Ağır ağır,
ama meydan okuyan, yüksek bir tonla, özellikle kendisiy­
le uyuşmadığı zamanlar, karşısındakini küçümseyen bir
tonla konuşurdu. Meclis'te ise iş değişirdi: Mustafa Kemal
bulunduğu zamanlar, her zamanki askerce duruşunu he­
men kaybeder, büzülür, kölece eğilirdi. Bakışları, bütün
yüzü, inanılmayacak bir çabuklukla değişir, siması, saygı­
lı, dalkavukça bir alçak gönüllülük görünüşünü alırdı. Mec­
liste konuştuğu sıralarda, ikiyüzlülüğünü açığa vurarak,
oturdukları yerden ona sataştıkları zaman, karşıtlarına özel­
likle Yunus Nadi'ye, nefret dolu bir bakış fırlatırdı. Bir kez
işleri ve davranışları üzerine açıklamalarda bulunmaya alış­
madığını ve niyeti de olmadığını bağırarak söylemişti. A-

23 1
ma hemen, yüzündeki sert görünüşü silerek, Türkiye Bü­
yük Millet Meclisi 'ne ve Mustafa Kemal Paşa'ya olan bağ­
lılığından, sevgisinden söz etmeye başlamıştı.
Rauf Bey soyca Çerkez'di. Babası Kabarda'dan Türki­
ye'ye göç etmiş ve Abdülhamid' in gözdelerinden olmuştu. Ra­
uf Bey, Kafkasyalı olduğunun söylenmesinden hoşlanmazdı.
Mustafa Kemal Paşa, sonralan "Nutuk"un bir yerinde,
Rauf Bey'den ve bütün muhaliflerden şöyle söz etmişti:
"Cumhuriyet" sözcüğünü söylemekten bile çekinenlerin,
Cumhuriyeti, doğduğu gün boğmak isteyenlerin kurdukları
partiye "Cumhuriyet" ve hem de "Terakkiperver Cumhuriyet"
. adını vermeleri, nasıl ciddi ve ne dereceye kadar samimi sayı­
labilir?. .. Hadiseler göstermiştir ki "Terakkiperver Cumhuri­
yet Partisi" programı, en hain dimağların mahsulüdür" .
Mustafa Kemal, konuşmasının bir başka yerinde şunla­
rı söylemektedir. "Acaba Rauf, Çerkes Ethem ve Çerkes
Reşit gibi adamların bize karşı böylesine şiddetli davranış­
larını harekete getiren din sevgisi midir? "
Burada Mustafa Kemal, RaufBey'le geçici asileri, Çer­
kes Ethem'le Çerkes Reşid'i bir çuvala koyuyordu.

BOGAZLAR MESELESİ

1 922 yılı Kasım ayının sonunda, aramızda geçen bir ko­


nuşmada, Rauf Bey yine, kendisinin Rusya'nın en samimi
bir dostu olduğuna beni inandırmaya çalıştı. Bunları söy­
lerken gülümsüyor ve iki yüzlü bir eda ile elini göğsüne bas­
tırıyordu. RaufBey bir süre sustuktan sonra, birdenbire, zor
farkedilebilen alaycı bir tonla:
- Sizin deniz işleri danışmanınızın Bizim Milli Savunma

232
Bakanlığı Deniz işleri şubemizin başkanına İtilaf devletleri­
ne karşı Boğazlar'ın savunma imkanını ve yollamıı birlikte
incelemelerini niçin teklif ettiğini bana açıklamanızı rica et­
mek istiyorum, dedi. Bunun ne anlama geldiğini, bunu nasıl
anlamak gerektiğini bana açıklamanızı rica edeceğim.
Kendisine, düşman filosunun bir saldırısı karşısında, li­
manlarıyla birlikte, Karadeniz kıyılarının, hemen hemen sa­
vunmadan yoksun olduğuna ve Rusya'nın ekonomik haya­
tının her an ciddi bir tehlike ile karşılaşabileceğine göre,
Sovyetler Birliği'nin, en aşağı Türkiye kadar Boğazlarla il­
gilendiğini söyledim. Aynca Sovyetler Birliği, Dost Türki­
ye'nin güçlü oluşuyla ve Boğazlar'ın, onun bütün egemen­
lik haklarını yerine getirmesini sağlayacak biçimde elinde
oluşu ile de ilgilidir. Sovyetler Birliği, ne İngiltere' nin Bo­
ğazlar'da bir egemenlik kurmasına, ne de İngiltere'nin kont­
rolü demek olan Birleşmiş Milletler'in Boğazlar'da bir kont­
rol kurmasına hiçbir suretle razı olamaz . . .
Çarlık hükümetinin, yüzelli yılı aşkın bir süre ile Bo­
ğazlan ele geçirmeyi, ya da başka devletlerin filolarına ka­
palı kalmak şartıyla, Karadeniz'deki Rus savaş gemilerinin
serbestçe Boğazlar'dan geçmesini amaç edinen aktifbir po­
litika güttüğünü RaufBey'e hatırlattım. Bu yüzden birçok
kan akıtılmıştı. Boğazlar'ın Rus savaş gemilerine açılma­
sının başlıca düşmanı İngiltere idi. İngiltere, Rus savaş ge­
milerinin Akdeniz' e sızmalarına karşı idi. İngiliz hüküme­
ti Türkiye'yi bir koç başı olarak kullandı. İngiltere, kendi
çıkarlarını Türk halkının kanıyla savundu.
Yeni bir devrin geldiğini, RaufBey'e hatırlattım. Ekim
Sosyalist İnkılabı, saldırgan politikasıyla birlikte çarlığı ta­
rihin çöplüğüne fırlatıp atmıştı. Sovyetler Birliği barışçı bir

233
yaşayışa yalnız kendisi için erişmemişti. O, bütün milletle­
rin ebedi barışa kavuşmaları için açık bir mücadele yürüt­
mektedir. Bunun için Sosyalist devletin gizli birtakım ni­
yetler beslediğinden şüphe etmek manasızdır. Biz Boğaz­
lar' ın, Türkiye'nin elinde olmasını arzu ediyoruz, ama biz,
Türk halkı için saygılı bir barış istiyoruz. Boğazlar'ın, mil­
letler arasında bir anlaşmazlık sebebi olmasını istemiyoruz.
Boğazlar'ın, ülkeler arasında serbest ticarete hizmet etme­
sini istiyoruz. Özellikle bunun için, savaş gemilerinin Bo­
ğazlar'dan geçişine engel olunmasını istiyoruz.
- Son yıllar içinde, Alman, İngiliz, Fransız gemilerinin
Karadeniz'e nasıl girdiklerini, Sovyet ve Türk halkına na­
sıl ölüm yağdırdıklarını, limanları işgal edip nasıl yağma­
cılık ve zorbalıklar ettiğini hatırlayınız, dedim. Bunun için­
dir ki biz Türkiye'yi, ortaklaşa çabalarımızla Boğazlar'da
barışçı bir yaşayış sağlamaya b9ylesine ısrarla çağırıyoruz.
Bir gün gelecek, barış bütün dünyada egemen olacaktır; iş­
te o zaman savaş gemileri olmayacaktır. O günler gelince­
ye kadar, ikimizin, ortaklaşa, kendimizi emperyalistlerin
saldırısından korumamız gerekmektedir. Eğer Türkiye kon­
feransta Boğazlar sorununu istenilen biçimde çözümleye­
mez ve haklarını düşman filosuna karşı korumak zorunda
kalırsa, Sovyetler Birliği, eskiden olduğu gibi, şimdi de
Türkiye'ye elinden gelen yardımı yapacaktır. İşte bunun
içindir ki, Sovyet Hükümeti, Türkiye'nin ve Sovyetler Bir­
liği'nin Boğazlar'da ki ortaklaşa çıkarlarını dikkate alarak,
Boğazlar'ın ortaklaşa savunması imkanlarını araştırmak
üzere, Türk denizcilik makamlarıyla temasa geçmek için,
bana Denizcilik İşleri danışmanını göndermiş bulunuyor.
Hükümetlerimiz arasında, bununla ilgili bir anlaşma yap-

234
mak zorunluğu belirirse, bu konudaki düşüncelerimizi Mos­
kova 'ya bildirmek zorundayız.
Rauf Bey, alaycı tonunu bırakarak, ciddi bir eda ile:
- Şu halde ben de size apaçık bir soru sormak, sizden de
açık bir cevap istemek zorundayım: Eğer konferans kesilir­
se, İngiltere bize karşı düşmanca bir harekete geçecektir. Bu
hareket, herhalde İngiliz filosunun Karadeniz kıyılarına kar­
şı bazı davranışları halinde ortaya çıkacaktır. Bu takdirde,
Sovyetler Birliği, açıkça bizden yana İngiltere'ye karşı çı­
kacak mıdır? İngiliz filosunun Karadeniz'e çıkmasına en­
gel olmak için bizimle birlikte Boğazlan savunacak mıdır?
Hüküınetimden direktifalmadıkça, bu biçim konmuş bir
soruya cevap veremeyeceğimi kendisine söyledim. Ancak
şu kadarını söyleyebilirim ki, İngiltere'niiı Karadeniz'de
Türkiye'ye karşı düşmanca bir davranışı halinde, Sovyet­
ler Birliği 'nin, istilacıların Türk topraklarından bir bölümü­
nü işgal ettikleri zaman olduğu gibi, yine, Türkiye'ye yar­
dım etmek üzere bazı çarelere başvuracağı tabiidir.
Rauf Bey:
- İngiltere, Türkiye'ye karşı düşmanca bir davranışa giriş­
mek, bununla da Rusya'nın kişiliğinde yeni bir düşman ka­
zanmak konusunda çok uzak görüşlü bir politika gütmektedir.
Bunun için İngiltere'nin , sizin yapacağınız yardıma göz yu­
macağını önceden söylemek mümkündür. Bunun için, konfe­
rans kesildiği ve İngiltere bize karşı düşmanca davranışlara gi­
riştiği takdirde, Rusya'nın bizimle birlikte Boğazlar'ın savun­
masına katılıp katılmayacağı sorusuna kesin bir cevap almak
hükümetimiz için olağanüstü bir önem taşımaktadır.
Rauf Bey bunları söylerken, yüzünün anlatımını ve ses
tonunu izliyordum. Adeta kararsızca, kelimeleri arayarak,
ağır ağır konuşuyordu.

235
RaufBey bu sözleri, Gazi Mustafa Kemal 'in emriyle, cid­
di olarak mı söylüyordu. Yoksa kendi inisiyatifiyle, kışkırtı­
cı bir amaçla mı söylüyordu? diye düşündüm. Belki de gizli
efendilerinin direktifiyle bunları söylüyordu. Bu pek belli de­
ğildi. Bu sözlerin gerçek sebeplerini anlamak gerekiyordu.
Rauf Bey'e, Türkler' in yiğitçe direnişinden ağızı yanan
İngiltere'nin, yeni bir savaşa kalkışmasının çok şüpheli ol­
duğu cevabını verdim. Üstelik şu anda İngiltere, sadık müt­
tefiklerden yoksundu. Ama, savaş gemilerinin Marmara De­
nizi 'ne ve Karadeniz'e serbestçe girmelerinden yararlanan
İngiltere'nin ve öteki İtilaf devletlerinin savaş gemileri, ge­
rek Türkiye'nin gerek bizim başımıza birçok dert açabilir.
Düşüncelerimi geliştirerek sözlerime devam ettim:
- Fransa'nın, İtalya'nın ekonomik ve politik çıkarları
başkadır. Hatta İngiltere'nin kendisinde bile işçiler savaş is­
temiyorlar. Yunanistan demoralize olmuş bir haldedir. Tür­
kiye'nin ise, gücünü İngiltere'nin sınadığı ve bundan böy­
le silahlı bir mücadeleden vazgeçmek zorunda kaldığı dost
ve sadık bir komşusu, Sovyetler Birliği var.
Rauf Bey'in açık sorusuna gelince, öneminden ötürü,
bunu Sovyet hükümetinden sormayı vaat ettim.
Rauf Bey, bugünlerde İsmet Paşa'ya göndermek niye­
tinde oldukları yeni direktifleri hazırlarken, dikkate alabil­
mek için, gerek kendisinin gerek Türkiye'nin öteki hükü­
met üyelerinin, bu soruya elden geldiğince çabuk cevap ve­
rilmesini rica ettiklerini bildirdi.
RaufBey'e, Paincare, Curzon, Mussolini arasında bir ön
anlaşmaya varıldığından bilgisi olup olmadığını sordum. Ra­
uf Bey, bu konuda kendisinde güvenilir bilgi bulunmadığı­
nı, ancak, İngiltere ile Fransa arasında, Suriye ile Irak konu-

236
sunda bir anlaşmaya varıldığının kesin olduğu cevabını ver­
di. Üçlü anlaşmaya gelince, Poincare, Fransa'nm, Türki­
ye'nin zararına hiçbir davranışa katılmayacağını kesin ola­
rak İsmet Paşa'ya teminat verdiğim anlattı. İngiltere' nin La­
usanne Konferansı'ndaki durumuna gelince, Rauf Bey, İn­
giltere'nin bütün dikkatini, Türkiye'ye vermek niyetinde ol­
madığı, Musul meselesi üzerine topladığını bildirdi. Büyük
Britanya İmparatorluğu, bütün devletleri Türkiye'ye karşı
kı�kırtmıştı. Mali meseleleri ve kapitülasyon meselelerini
bir komisyona havale etmişti, şimdi kendisi tamamıyla Mu­
sul meselesine eğilmiş, bunu Türkiye ile bir pazarlık konu­
su haline getirmeye çalışıyordu. İngiltere, Musul'a karşılık,
Türkiye 'ye Karaağacı teklifediyordu. Eğer Türkiye bunu ka­
bul etmezse, İngiltere konferansı suya düşecek ve bunun so­
rumluluğunu da Türkiye'ye yüklemeye çalışacaktı.
RaufBey, benimle Boğazlar meselesini konuştuktan he­
men sonra Lausanne konferansının Boğazlar' a ayırdığı ilk
toplantısı üzerine bilgi verdi. Bu 4 Aralık 1922 tarihinde ol­
muştu. Rauf Bey İsmet Paşa'nın konuşmasından söz etti.
İsmet Paşa konuşmasında, Milli Misak gereğince Bo­
ğazların her iki yakasının Türkiye'nin olduğunu söylemiş­
ti. Türkiye'nin istekleri şu noktalar üzerinde toplanmakta
idi: Her türlü ani durumlar karşısında Boğazlar, İstanbul ve
Marmara denizi için devamlı bir garanti sağlanması, Kara­
deniz' e çıkacak deniz kuvvetlerinin sınırlandırılması, Ka­
radeniz'de savaş gemi!erinin bulundurulmasının yasaklan­
ması, deniz ticaretinin serbestliği, İsmet Paşa, Marmara
Denizi kıyılanndakı <ı,;k.:ri tedbirlerin, Anadolu ile Trak­
ya'nın savunması için zorunlu olduğundan, Marmara De­
nizi'nin Boğazlar kavramından çıkarılmasını istiyordu. İs-

237
tanbul ile Boğazlar'da , tersane ve dokların bulundurulma­
sına izin verilmeli idi.
Rauf Bey'in söylediğine göre Curzon, İsmet Paşa'nın
tekliflerinin çoğunu reddetmiş, tartışmalar başlamıştı.

YUNUS NADİ BEY VE BOGAZLAR MESELESİ

Pek tabii olarak Boğazlar düşüncelerimizde yer alıyor ve


bu konuda, hükümet üyeleriyle olduğu kadar Türk toplum
adamlarıyla da aramızda pek çok konuşmalar geçiyordu. Yu­
nus Nadi Bey'le karşılaştığımda da, bu mesele söz konusu
olmuştu. Yunus Nadi Bey'e bizim görüşümüzü açıkladım.
Rusya, İsmet Paşa'nın, küçük tonajda da olsa, savaş gemile­
rinin Boğazlar'dan geçişine razı oluşunu, Milli Misak'tan ve
Boğazlar'ın yalnız ticaret gemilerine açık oluşunu öngören
Moskova sözleşmesinden bir ayrılma gibi görüyordu. Bunun­
la bağlı olarak ben, adı geçen vesikalarda savaş gemilerinin
Boğazlar'dan geçiş serbestliğinden söz edilmediğini, bundan
da Boğazlar'ın savaş gemileri için kapalı olduğu anlamı çık­
tığını belirttim. Çünkü, ancak Boğazlar'ın savaş gemilerine
kapalı kalışıyla ve Boğaz kıyılarının tahkimiyle, Milli Mi­
sak'ın İstanbul ve Marmara denizleri için istediği güven ve
Türkiye'nin Boğazlar üzerindeki kesin egemenliği sağlana­
bilirdi. Bununla, Rusya 'nın olduğu kadar Türkiye'nin de bü­
tün Karadeniz kıyılarının güveni sağlanabilirdi.
Bu meselenin, Türkiye ile olan karşılıklı ilişkilerimiz­
de çok önemli olduğunu tekrarladım. Boğazlar meselesin­
de Rusya ile Türkiye'nin çıkarları birbirine uyuyordu. Rus­
ya bu konuda Türkiye'nin desteğini sağlayacağına güveni­
yordu. Bundan ötürüdür ki, Sovyet hükümetinin, İsmet Pa-

238
şa'nın, Boğazlar meselesinin konferansta daha ilk görüşül­
mesinde, savaş gemilerinin Boğazlar'dan geçmesine razı
oluşuna şaşması pek tabiidir. İsmet Paşa bu davranışıyla iti­
laf devletlerine, Rusya'nın Karadeniz kıyılarına kadar düş­
manca davranışlara girişmek imkanlarım vermiştir. Sovyet
Rusya şimdi bütün Karadeniz kıyısındaki askeri güçlerini
takviye etmek zorunluğunu duyacaktır.
Yunus Nadi Bey, Türkiye'nin Boğazlar üzerine olan tek­
liflerinin Rus görüşü ile çelişmediğini, çelişmenin güya, an­
cak meselenin formüle edilişinde olduğunu, her iki durum­
da da, sonucun, iki devletin çıkarlarına uygun olacağını ba­
na anlatmaya koyuldu. Ve Türkiye'nin, Boğazlan kapamak
isteğinde olduğuna beni inandırmaya çalıştı.
Yunus Nadi Bey:
- Türkiye, Milli Misak'a uygun olarak, İstanbul ile Mar­
mara denizinin gerçek güvenliğinin garanti altına alınma­
sını istemekte olup, bunun üzerinde kesinlikle direnecek ve
hiçbir fedakarlıkta bulunmayacaktır, dedi. Türkiye'ye he­
nüz Boğazlar'ın ve Marmara denizinin güvenliğini sağla­
yacak hiçbir garanti teklif edilmiş değildir. Eğer böyle bir
garanti verilecek olursa, Boğazlar'ın sahibi Türkiye olacak
ve istediği zaman onları kapayabilecektir.
Yunus Nadi Bey:
- Bu şartlar altında, küçük tonajlı savaş gemilerinin Bo­
ğazlardan geçişinin hiçbir önemi olmayacaktır, diye anlat­
maya koyuldu. Boğazlar meselesinde iki çözüm yolu ileri
sürülmüştür: Bunlardan biri müttefiklerin ileri sürdüğü çö­
züm yolu olup, Çanakka1 �'de Boğazların serbestliğini sağ­
layacak olan uluslararası bir garnizon kurulmasını öngör­
mektedir. Ötekisi ise, Türkiye'nin ileri sürdüğü çözün\ yo-

239
ludur. Birinci çözüm yolu, Türkiye için kabule şayan de­
ğildir. Bunun için Türkiye kendi ileri sürdüğü çözüm yo­
lunda diretmektedir. Eğer bu teklif kabul edilecek olursa,
Türkiye' nin Boğazlardaki durumu güven altına alınmış ola­
cak, Moskova da kendi hesabına rahat edecektir.
Yunus Nadi Bey sözlerini şöyle özetledi:
- Biz gerçekte aynı amaca yönel�iş bulunuyoruz. Dün de­
ğilse bile muhakkak ki bugün, İsmet Paşa'nın Çiçerin'le ta­
mamıyla anlaşmış olduğuna inanıyorum.
Bu konuşmamız süresince, Yunus Nadi Bey, Türk Hükü­
meti'nin, daima Sovyetler Birliği ile dostluktan yana oldu­
ğuna ve Rusya'nın çıkarlarına aykırı hiçbir teklifi kabul et­
meyeceğine, kesinlikle beni inandırmaya çalıştı. Yunus Na­
di Bey daha ileri giderek, kendi görüşüne göre, bu dostlu­
ğu, Türkiye ile Rusya arasında askeri bir antlaşma imzala­
mak yoluyla, daha da güçlendirmek gerektiğini de söyledi..
Yunus Nadi, Türkiye ile İtilafdevletleri arasındaki görüşme­
ler kesilirse, Rusya'mn tutumunun ne olacağım ve Türkiye'nin
yanında yer alıp almayacağını bana sordu. Konuşmamızın so­
nunda da, Lausanne konferansının barışçı bir sonuca varıp
varmayacağının henüz belli olmadığını; ama, Türkiye'nin,
milli misakta belirtilen bütün isteklerinin yerine getirilmesin­
de direneceğini, olmazsa, yeniden savaşacağını söyledi.
Milletvekili, ünlü bir gazeteci aynı zamanda Mustafa Ke­
mal 'in arkadaşı olan Yunus Nadi, Türkiye'nin bütün ulus­
lararası meselelerini, özellikle Lausanne konferans işleri­
ni çok iyi biliyordu. Onunla olan ikinci konuşmamız, Cur­
zon'un Fransa'ya karşı durumuyla ilgili olup, benim için
enteresan ve önemli idi. Bu konuşmayı burada kısaca an­
latacağım.

240
Yunus Nadi Bey:
- Curzon, Türkiye'ye karşı bir cephe kurmayı teklif ede­
rek Fransa'ya kur yapmaktadır. Böylelikle, Fransa'nm Tür­
kiye üzerindeki etkisini yok etmeye ve Ankara sözleşmesi­
ni kaldırmaya çalışmaktadır. Bilindiği üzere Franklin Bouil­
lon İngiltere'nin haberi olmadan genç Türkiye ile bir söz­
leşme imzalamıştı. Fransa, bu sözleşme ile ordusunu Kilik­
ya'dan çekmiş ve savaşa son vermişti. Bu, doğrudan doğru­
ya İngiltere'ye indirilmiş bir darbe idi. İngiltere hükümeti,
bunu protesto etmiş, küplere binmişti. Briand, çok yumuşak
bir dille İngilizlere cevap vererek, Türkiye ile imzalanan
sözleşmenin sadece, Türk - Fransız ekonomik ilişkilerine de­
ğindiğini, Fransa'nın, tam tersine, Türkiye'nin Sovyetler
Birliği'nden uzaklaşmasını sağlamaya çalışmakta İngilte­
re'ye ve bütün İtilaf devletlerine yardım ettiğini bildirmişti.
Yunus Nadi, daha sonra, Curzon'un, Fransız alacaklarını,
kapitülasyonları kaldırtmamak için kışkırttığını sözlerine
ekledi. Bu arada Curzon'un, Fransa'nın haberi olmadan giz­
lice Türkiye ile Sevres Andlaşması 'nın kaldırılması için mü­
zakerelere giriştiğini, İngiltere'siz Kilikya meselesinin çö­
zümlenemeyeceğini, Türkiye, Boğazlan savaş gemilerine
açtığı takdirde, İngiliz hükümetinin, Kilikya'nın Türkiye'ye
geri verilişini kabule ve başka meselelerde yardıma hazır ol­
duğunu söylediğini anlattı. Curzon, bu müzakerelerde kapi­
tülasyon işinde ve mali meselelerde, Fransa ile yaptığı mü­
cadelede Türkiye'ye yardım etmeye razı olduğunu ve bun­
dan sonra da razı olmakta devam edeceğini bildirmiştir.
Yunus Nadi:
- Curzon için iki mesele önemlidir, dedi, biri Boğazlar,
ötekisi de Musul petrolleri. İngiliz delegasyonu, bu iki me-

241
selede elverişli bir çözüm yoluna ulaşmak amacıyla, öteki
meselelerde manevra yapmaktadır.
Yunus Nadi, son söz olarak şunları söyledi:
- Rauf Bey'in yüze gülücü sözlerinin dış "inandıncılı­
ğı"na kanan karşı gruptan bazı kişiler, İngilizlerin suyuna
gitmek eğilimini gösteriyorlardı ama, Mustafa Kemal on­
ların bu düşüncelerini fark etmekte gecikmedi.

RAUF BEY'LE KONFERANS ÜZERİNE


KONUŞMALARIMIZ

14 Aralık 1 922 tarihinde Rauf Bey'le tekrar buluşunca,


İsmet Paşa'nın, savaş gemileriniıı Boğazlardan yalnız ba­
rış zamanlarında değil savaş zamanında da geçmesine razı
olduğu doğru mu? diye sordum. Rauf Bey, Türk hüküme­
tinin, şu ana kadar bu konuda İsmet Paşa 'dan hiçbir bilgi
almadığı cevabını verdi.
Rauf Bey'den, Lausanne'daki Türk delegelerinin -Milli
misaka olduğu kadar Moskova sözleşmesinin 5 ' inci mad­
desine de aykırı olan savaş gemilerinin Boğazlardan geçi­
şi konusundaki görüşlerini öğrenmek için birkaç kez bu me­
seleye döndüm.
Raufcevap olarak bana şunları söyledi: Curzon, İsmet Pa­
şa 'dan, Boğazlar üzerindeki tarihi anlaşmazlıkla ilgili Türk
programını ayrıntılı olarak anlatmasını istemiş. Ama İsmet
Paşa, milli misaktaki prensiplerin, yani Boğazların, İstan­
bul 'un ve Marmara Denizi 'nin güvenliğine zarar vermeden
dünya ticaretine açık olduğu durumunu ona tekrarlamakla
yetinmiş. İsmet Paşa bu görüşünden ayrılmamaktadır.
Rauf Bey sözlerine şunu ekledi:

242
· � Görüyorsunuz ya, bizim Heyet Başkanı milli misak
prensiplerinden ayrılmıyor, Curzon'un yeni birtakım saldı­
rılarına fırsat vermemek için de ayrıntılara girmiyor.
- Bana öyle geliyor ki dedim, İsmet Paşa, milli misakta
Boğazlarla ilgili olarak belirtilen görüşleri -hatta küçük to­
najdaki savaş gemilerinin bile Boğazlardan geçişinin bü­
yük bir tehlike olduğunu anlatarak- pratik bir takım teklif­
lerle destekleseydi daha iyi olurdu.
Rauf Bey aynı şeyleri tekrarlayıp duruyordu: Müttefik­
lerce İstanbul'un güvenliğini sağlayacak garantiler teklif
edilmedikçe Türk Hükümeti hiçbir cevap vermeyecekmiş.
Ancak bu garantilerin incelenmesinden sonradır ki, Türk
hükümeti, bu garantileri tatmin edici bulup bulmadığına gö­
re, bir karar verebilirmiş.
Rauf Bey düşüncelerini anlatmakta devam ederek:
- Türkiye, savaş gemilerinin Boğazlardan geçip geçme­
yişiyle değil, sadece, İstanbul'la Marmara Denizi'nin gü­
venliğiyle ilgilenen milli misaktan zerre kadar ayrılmaz, de­
di. Moskova sözleşmesi de bu konuya değinmekte, sadece
Boğazlarla ilgili meselenin, Boğazlarla ilişkisi olan devlet­
lerin katılacağı bir konferansta çözümlenmesini öngörmek­
tedir. Rusya'nın da katıldığı böyle bir konferans şu anda za­
ten toplantı halindedir.
Rauf Bey sinirli sinirli sordu:
- Kuzum siz bizden ne istiyorsunuz?
Boğazlar konusunda Türkiye ile anlaşarak hareket etmek
istiyoruz, dedim ve Rauf Bey'den, Lenin'in, 1 922 yılı
Ekim'inde, İngilizce "Observer" ve "Manchester Guardi­
an" gazeteleri muhabirlerinin sorularına verdiği cevabı oku­
yup okumadığını sordum.
Rauf Bey okumadığını, ancak Sovyet Hükümeti Başka­
nının bu röportajını duyduğunu söyledi.

243
Bunun üzerine ben kısaca, Lenin' in verdiği cevapların ana
çizgilerini kendisine anlattım. Lenin gazete muhabirlerine
şunları söylemişti: "Boğazlarla ilgili olarak bizim programı­
mız (tabii şimdilik, yaklaşık olarak) şu esaslan taşımaktadır:
Birincisi: Türk milli isteklerinin yerine getirilmesi ...
İkincisi: Bizim programımız, Boğazların, gerek barışta,
gerek savaşta bütün savaş gemileri için kapalı olması teme­
line dayanmaktadır. Bu, sadece, topraklan Boğazlara biti­
şik olan devletlerin değil, bütün devletlerin, doğrudan doğ­
ruya en yakın çıkarlarıdır.
Üçüncüsü: Boğazlarla ilgili bizim programımız, deniz ti­
caret filolarının tam bir serbestliğini savunmaktadır.
Muhabir Farbman'ın; Rus hükümetinin, Boğazların Mil­
letler Cemiyeti 'nce kontroluna razı olup olmadığı sorusuna
Lenin şu karşılığı vermiştir: "Milletler Cemiyeti ... Ayrılmaz
bir biçimde Versailles Andlaşmasına öylesine bağlı .. millet­
lerin gerçek hak eşitliğini kurmaya benzer, herhangi bir dav­
ranıştan öylesine yoksundur ki ... Bizim, Milletler Cemiye­
ti 'ne karşı olumsuz davranışımız, herhangi bir yoruma ihti­
yaç göstermeyecek kadar bana açık görünmektedir."
Biraz daha fazla ilgi göstererek, İsmet Paşa'nın, Çiçe­
rin'in 4 Aralık günü konferansta yaptığı konuşmayı Rauf
Bey'e bildirip bildirmediğini sordum. Rauf Bey, İsmet Pa­
şa'nın bunu, ama çok kısa olarak, bildirdiğini söyledi. Bu­
nun üzerine ben, o sırada Moskova'dan almış olduğum bu
konuşmayı kendisine anlattım.

ÇİÇERİN'İN LAUSANNE'DAKİ KONUŞMASI

Sovyetler Birliği Dışişleri Komiseri konuşmasında, Sov­


yetler Birliği hükümetinin ve yakın doğudaki müttefikle­
rinin, dış politikalarının başlıca amacının, dünya barışını

244
kurmak ve bunu güçlendirmek olduğunu söyledi. Sovyet­
ler Birliği'nin, Lausanne konferansının bütün çalışmaları­
na katılmayı istemesi bundan ileri gelmektedir. Bu istekler
yerine getirilmemiştir. Bundan ötürüdür ki, Sovyetler Bir­
liği, Ukrayna ve Gürcistan delegeleri, kararlarına katılacak­
ları meselelerde, aşağıdaki başlıca iki düşüncenin gerçek­
leştirilmesine çalışacaklardır:
1 ) Rusya ile müttefiklerine, öteki devletlerin durum ve
haklarına eşit bir durum ve hak sağlamak.
2) Rusya'nın ve müttefiki olan cumhuriyetlerin, başka ül­
kelerle ticari ilişkilerinin serbestliğinin sağlanması, top­
raklarında barış ve güvenliğin korunması.
Rusya - Ukrayna - Gürcistan delegeleri, şimdilik şu aşa­
ğıdaki başlıca görüşler üzerinde durmayı zorunlu görmek­
tedirler: Karadeniz Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakka­
le Boğazı, deniz ticaret filoları ve savaş dışı gemileri için
kesinlikle ve hiç bir sınırlandırmaya bağlı olmayarak ser­
best olmalıdır. Karadeniz'de olduğu kadar yakın doğuda da
barışın korunması, Karadeniz kıyılarının güvenliğinin sağ­
lanması, İstanbul güvenliğinin sağlam bir garantiye bağlan­
ması. Bu ise, hem Karadeniz hem Çanakkale Boğazı 'nın
gerek barışta gerek savaşta devamlı olarak, Türkiye müs­
tesna, bütün devletlerin savaş gemilerine ve savaş uçakla­
rına kapalı kalması demektir. Karadeniz Boğazı'yla Ça­
nakkale Boğazı'nın Türkiye'ye ait olduğu esasına dayanan
Sovyet Rusya ile müttefikleri, her milletin egemenlik hak­
larına saygı gösterdikleri için, Türk halkının kendi toprak­
larında ve sularında, en geniş anlayışla egemenlik hakları­
nı kurmalarını bu haklarını korumalarını ısrarla istemekte­
dirler. Aynca, Sovyetler Birliği ile müttefikleri, Türk hü-

245
kürnetinin gerçek anlamda Boğazlarla Marmara Denizi'ni
koruyabilmesi, ancak kıyılarını tahkim etmek ve silahlan­
dırmak haklarının kendisine verilmesiyle, bir savaş filosu­
na sahip olmakla ve Boğazlarla Marmara Denizi 'nin savun-,.
masında gerekli bütün savaş vasıtaları bulundurmakla
mümkün olabileceğine inanmaktadırlar. Boğazların savaş
gemilerine kapatılması, bütün devletler arasında eşitlik
prensibine de uymaktadır. Bunun tersi, Boğazların, savaş
gemilerine açık tutulması; en güçlü deniz devletinin kayı­
rılması anlamına gelir. Emekçi halkı korumak ve barışı
güçlendirmek amacını güden, bütün saldın ve savaş niyet­
lerinden, başka milletlerin özgürlüklerine tecavüz emelle­
rinden uzak olan Sovyetler Birliği, İstanbul'u Rusya'ya
peşkeş çeken bütün anlaşmaları, hiçbir çıkar karşılığı ol­
madan bırakıp atmakta, böylece Türkiye'ye, kendi varlığı­
nı başarılı olarak savunmak imkanını vermektedir. Sovyet­
ler Birliği, aynca, bununla, Akdeniz kıyısı devletlerini de,
Çarlığın asırlık ihtiraslarından kurtarmaktadır.
Daha sonra Çiçerin, Boğazların Rusya için olan ekono­
mik önemi üzerinde durdu. Mesela, 1 9 1 O yılında Rusya'nın
tahıl ihracatının %70'i Boğazlar üzerinden yapılmıştı.
Çiçerin, İtilaf devletlerinden gelebilecek tehlikelere mi­
sal olarak Odesa'mn, Nikolayev'in, Kerson'un, Sivasto­
pol'un, Batum'un ve Karadeniz kıyısındaki başka liman­
ların işgal edilişini ileri sürdü. İtilaf devletleri aynca, De­
niken'in ve Vrangel'in beyaz ordularım da, kendi savaş ge­
mileriyle desteklemişlerdi. ·

Çiçerin:
- İstanbul 'un güvenliği de, Boğazların savaş gemilerine
kapanmasına bağlıdır, dedi.

246
Curzon, Çiçerin'in konuşmasına cevap vererek, becerik­
sizce espriler yapmaya kalkıştı: Güya Rusya, Türkiye 'yi Bo­
ğazlarda kendi bekçisi gibi kullanarak, Karadeniz'i bir Rus
gölü haline getirmek ve orada evi gibi davranmak istiyormuş:
Curzon, aptalca esprilerine devam ederek:
- Boğazların kontrolunu, geçmişte bu ödevini yapmakta
kabiliyeti olmadığını gösteren yalnız Türkiye'yi bırakma­
lı; diyerek alaylarına devam etti.
Hele, Panama Kanalı ile Süveyş Kanalı 'nda serbest re­
jim uygulandığını bir örnek olarak ileri sürmesi, gülüşme­
lere yol açtı.
Kısaca, İngiliz temsilcisi, Boğazlarda öylesine bir düzen ku­
rulmasını istiyordu ki, Türkiye tamamıyla İngiltere'nin ege­
menliği altına girsin, İngiltere de Rus kıyılarında cirit atsın! . .
Çiçerin, Curzon'un alaycı sözlerine sükunetle cevap ve­
rerek, düpedüz, Boğazlan ve Karadeniz' i ele geçirmek ça­
basını gösteren İngiltere'nin Avrupa ilerleyişi projesiyle
karşı karşıyayız, dedi. Barışı parçalayan uyuşmazlıklar, ne
yazık ki, böyle kombinezonlarla sürüp gidecek, Boğazlar
da bunların savaş sahası haline gelecektir.
Çiçerin sözlerine devam ederek:
- Barış, askeri güçlerin yığınak yapmasıyla asla sağlamlaş­
maz ! . dedi. Yakın doğuda barış halinin biricik sağlam teme­
li, Türkiye 'nin özgürlüğü ve egemenliğidir. Sovyet teklifi ge­
çici bir kombinezonu değil, ama, bir zaferle yaşama hakkını
kazanan Türk halkının haklarının korunmasını istiyor.
Çiçerin, konuşmasının bir yerinde:
- Tüccarca çıkarların, yabancı savaş filolarının varlığını
istediği doğru değildir, dedi. Eğer Batılı devletler, ticaret
gemilerini savaş gemilerinin eşliğinde bize gönderirken,

247
sömürgelerde uyguladıkları metodlan taklit etmek istiyor­
larsa, Sovyetler Birliği 'nin hak yerine kuvvet kullanılışına
boyun eğeceğini sanmakla çok yanılıyorlar. Çiçerin, Cur­
zon'un Boğazlan Süveyş ve Panama kanallariyle kıyasla­
masına karşılık şu gerçekleri ileri sürdü: Emperyalist sava­
şın başlamasıyla beraber, Süveyş Kanalı hemen uluslara­
rası anlamını kaybetmiştir. Panama kanalı ise, uluslararası
serbest geçiş isteği hiç dikkate alınmadan Amerika tarafın­
dan çok ağır tahkim edilmiştir. .
Rauf Bey'e:
- İşte, biz Boğazlar meselesinde, Lenin'in ortaya attığı,
Çiçerin'in de konferansta açıkladığı bu prensiplere dayan­
maktayız, dedim.
İstanbul'un, Marmara Denizi'nin ve Boğazlar'ın güven­
liğinin, her şeyden önce, savaş gemilerinin boğazlardan ge­
çişlerinin yasak edilmesine bağlı olduğunu bir kez daha işa­
ret ettim.Boğazların savaş gemilerine açılması, Karade­
niz 'de başka silahlanmaların artmasına ve sayıca artışına y­
ol açacak, Türkiye bir savaş çıktığı zaman, her seferinde,
ister istemez, anlaşmazlığa karışmak zorunda kalacaktır.
Sözlerine devem ederek:
- Sovyet hükümeti, Boğazların, bizim savaş gemilerimiz
için olduğu kadar başka devletlerin savaş gemileri için de,
tabii Türkiye hariç, kapalı olmaları gerektiğini doğru bulmak­
tadır. Sovyet hükümeti bu konuda endişe etmekte yerden gö­
ğe kadar haklıdır. Çünkü Boğazların savaş gemilerine açık
tutulması, Rus Karadeniz kıyılarının yolunu da düşman fi­
lolarına açmaktadır. Lausanne konferansında, Boğazlar me­
selesini incelemek üzere Eksperler Komisyonu kurulduğu za­
man, Sovyetler Birliği temsilcilerinin bu komisyona alınma-

248
dıklarını söyledim. Bu kulis arası bir pazarlığa benzemekte­
dir! Sovyet hükümeti bu komisyonda, Rusya'ya karşı her­
hangi bir karar alınmayacağı umudundadır.
RaufBey, güya Eksperler Komisyonu'nu ilk defa duyduğu­
nu söyledi ve bütün bunları resmen ona bildirmemi rica etti,
ancak bundan sonra bunu İsmet Paşa'dan soracağını vaadetti.
Bu meselenin gazetelerde yazıldığını, bunu bilmemesi­
nin tuhafıma gittiğini ona söyledim.
RaufBey anlattıklarımı hemen oracıkta not etti ve yanım­
da İsmet Paşa'ya bir telgraf yazarak çekilmek üzere İlgili­
lere verdi. Rauf Bey, bu arada, İsmet Paşa'nın, Çiçerin'le
sıkı bir temas halinde olduğunu, tekrar tekrar belirtti. Son­
ra, bana, İsmet Paşa'dan almış olduğu bir telgrafı gösterdi.
İsmet Paşa bu telgrafında, komisyonda boğazlar meselesi­
nin görüşüldüğünü, ama kendisinin, bu görüşmelerin bun­
dan sonra devamına karşı geldiğini ve Boğazlar meselesi­
ni görüşmek üzere bir alt komisyon kurulması için Çiçe­
rin'le birlikte bir nota verdiklerini bildirmekte idi. Bu du­
rumu Moskova'ya bildirmemin mümkün olup olmıyacağı­
nı sormam üzerine, Rauf Bey olumlu bir cevap verdi.
Daha sonra, Rauf Bey, Birleşik Amerika, İngiltere ve
Fransa arasında Musul petrolleri konusunda bir anlaşmaya
varıldığını bildirdi. Bu anlaşmaya göre, bu üç devlete %75
oranında bir pay ayrılmış, geri kalan %25 pay da bu anlaş­
maya sokmayı başaracakları devlete verilecekmiş.
RaufBey'le, 1 9 Aralık 1 922 tarihinde tekrar karşılaştım.
Lausanne konferansının gidişi üzerine aramızda başlayan
konuşmaya devam etme:� için kendisini ben arattım. Türk
Başbakanıyla olan bu seferki konuşmamız 3 saat sürdü. Ra­
uf Bey fevkalade nazikti. Hatta konuşmamız, onun hesabı-

249
na çok nazik bir safhaya girdiği zaman bile, konuşması çok
dostça bir ton taşımakta idi.
RaufBey, Ankara ile Lausanne arasındaki kötü bağlantıdan,
telgrafların büyük bir gecikme ile gelişinden ve kötü bir rast­
lantı olarak, en önemli telgrafların çok değişmiş bir halde ge­
lişinden, hatta, bunların tekrarını istemek zorunda kalışların­
dan yakındı. Daha sonra Rauf Bey, İsmet Paşa ile Çiçerin'in,
boğazlar meselesini incelemek üzere bir alt komisyon kurul­
ması için, aynı anlamda, ayn ayn birer nota verdiklerini bil­
dirdi. RaufBey, bundan önceki görüşmelerimizde olduğu gi­
bi, bu sefer de, İsmet Paşanın, Rus delegeleriyle sıkı bir iş bir­
liği halinde hareket ettiğini açıkça belirtmeye çalışıyordu.
Meseleyi açıkça konuşmaya karar verdim:
- Sayın Başbakan, dedim, aramızda konuşma konusu olan
"Eksperler Komisyonu" üzerine size bilgi vermekliğime
izin vermenizi, rica ederim. Moskova'dan aldığım bilgiye
göre, Eksperler komisyonundaki temsilcimiz 1 2 Aralık gü­
nü, hoşa gitmiyecek bir manzara ile karşılaşmış; dileğimiz
itilaf devletlerinin Eksperler komisyonu üyeleriyle Türk
üyelerini, itilafdevletlerinin projelerini Türk Projesine yak­
laştırmak için, gizli çalışırken yakalamış. Delegasyonu­
muz, olayı yazılı olarak protesto etmiş. Ama bu protesto
dikkate alınmamış, eskisi gibi bir kulis arası çalışmadır sü­
rüp gidiyor. Mesele açıkça komisyonda, ya da alt komis­
yonda görüleceği yerde, bizim haberimiz olmadan, gizlice
pazarlığa girişileceği yolundaki korkularımda ne kadar hak­
lı imişim! Hiç de güzel olmıyan bir durum çıkmış oluyor
ortaya. Doğrusunu isterseniz, bunu hiç beklemiyorduk.
Rauf Bey şaşırdı, ama pek çabuk kendini toparladı. Her
zamanki gibi, Türk-Sovyet dostluğundan yana olduğuna

250
ve Avrupa'nın hiçbir zaman aramızı bozamayacağına be­
ni inandırmaya çalıştı. Ortaya attığım komisyon meselesi­
ne gelince, bunu da İsmet Paşa'dan soracağını söyledi.
Türk hükümetinin boğazlar konusunda nasıl bir karar al­
dığına dair sorduğum sorulara da, RaufBey gülümseyerek,
direnişimi çok iyi anladığını ve bunu çok tabii bulduğunu
söyleyerek işi alaya vurdu ve: Sayın elçi, benim kendimin,
yani Rauf Bey' in, bilmediğim bir şeyi benden öğrenmek
istiyor, dedi.
Rauf Bey, 1 0 bin tonu geçmeyen hafif tonajlı gemilerin
boğalardan geçişinin "çok aşın bir şey" olmadığını, 1 .
Dünya Savaşı'nda boğazların savunması tecrübesinin, esas­
lı kıyı tahkimatının yararsızlığını gösterdiğini tekrar anlat­
maya çalıştı. Son durumlar, Türkiye'yi, boğazların savun­
masını, hava akınlarıyla kolayca tahrip edilebilen esaslı tah­
kimata bağlanmaması zorunluğunda bırakmaktadır.
Rauf Bey kesin olarak Türkiye'nin, savaş gemilerinin bo­
ğazlardan geçişine razı olmadığını söylememekle, Anka­
ra'nın buna razı olduğunu bana anlatmaya çalışmıştı. Rauf
Bey, Ankara, savaş gemilerinin boğazlardan serbestçe geçi­
şine izin vermediği takdirde, Türkiye'nin, bütün dünya ka­
muoyunu karşısına alacağını sebep olarak ileri sürüyordu.

SOVYET RUSYA DELEGASYONU'NUN TEKLİFİ

1 Ocak 1 923 tarihinde RaufBey'le yeni bir görüşmem ol­


du. Sovyet delegasyonunun, itilaf devletlerine bir kolaylık
göstermek için Türkiye'nin çıkarlarına ve egemenlik hakla­
rına asla zarar vermeden, bazı fedakarlıklarda bulunduğunu,
İsmet Paşa'nın kendilerine bildirip bildirmediğini sordum.

251
Sovyet delegasyonu, denizaltılar hariç olmak üzere, hafifto­
najlı gemilerin boğazlardan geçişine razı olmuştu. Bu durum,
tamamıyla istisnai ve belli hallerde, Türk hükümetinin izniy­
le olabilecekti. Ben, Türk delegelerinin, itilaf devletlerinin
boğazlar projesini onaylamaları dolayısıyla, Rus delegeleri­
nin böyle bir fedakarlıkta bulunduklarını söyledim.
Aynca RaufBey'e, Rus delegelerinin, Türkiye'nin Baş­
kanlığı 'nda olmak üzere, Karadeniz devletleri ile ilgili baş­
ka devletler temsilcilerinin katılacağı uluslararası bir kont­
rol komisyonu kurulmasını teklif edeceklerini haber ver­
dim. Bu teklif, boğazların kontrolünün Milletler Cemiye­
ti'ne verilmesini isteyen Curzon'un teklifine karşılık olmak
üzere ileri sürülmüştü.
Rauf Bey'e şöyle bir soru sordum: Lausanne konferan­
sı'yla ilgili haberlere göre, Türkiye'nin Amerika ile arası­
nın iyileştiğine inanmak gerekiyor. Bunun sonucu olarak,
Türkiye, konferansta Amerika'dan bir destek görebilir mi?
Rauf Bey, kaçamaklı bir cevap vererek, olağanüstü du­
rumdan yararlanan Amerika'nın sadece herkesi: İtalya'yı,
Fransa'yı, İngiltere'yi Türkiye'yi aldatmakla vakit geçir­
diğini, ona güvenilemeyeceğini söyledi.
Türk hükümetinin, Amerika'nın büyük kapitalistlerin­
den Chester'le yaptığı konuşmaları gören, Türkiye ile ilgi­
lenen Amerika'nın, böyle bir desteklemede bulunabilece­
ğine işaret ettim.
Chester'le yapılan konuşmalara değinmem, RaufBey'i si­
nirlendirdi. Başbakan, sinirli sinirli, özel işlerle devlet işle­
rini hiçbir zaman birbirine karıştırmadığını, biriyle ötekisi
arasında hiçbir ilişki olmadığını söyledi. Rauf Bey'in hiç­
bir şey söylemeyeceği apaçık olduğundan, artık bu konuya
tekrar dönmedim, Rus-Fransız-Türk ilişkilerine geçtim.

252
Lausanne Konferansı'ndan önce, İngiltere'nin, Rusya ile
Türkiye'nin arasını açmak amacıyla, Türk meselesi üzeri­
ne Rusya ile görüşmelere girişmek istediğini söyledim.
Sovyet hükümeti İngiltere'ye, Türkiye'den habersiz hiçbir
görüşmeye katılamayacağını bildirdi. Şimdi Fransa emper­
yalistleri Rusya'yı Türkiye'den ayırmaya çalışıyorlar. Ama
hükümetimiz, bu konuda herhangi bir görüşmeyi tekrar
reddetti. Dışardan görünen dostluk belirtilerine rağmen
(başta "Temps" gazetesi olmak üzere Fransız basınından
bir bölümünün Sovyetlerle dostluk kampanyası açması, He­
riot'nun Rusya'ya gelişi ve bunun gibi olaylar) gerçekte
Fransa'nın İngiltere ile birlikte ortaklaşa bir cephe kurdu­
ğunu ve yaptığı flörtlerle Türkiye'yi Sovyetler Birliği 'nden
ayırmaya çalıştığını kesin olarak biliyorduk.
Sözlerime devam ederek:
Türk ordusunun Yunan ordusuna karşı kazandığı parlak
zafer, Fransa'yı yeni Türkiye'ye karşı güttüğü politikayı de­
ğiştirmek zorunluğunda bıraktı, dedim. Bununla birlikte,
Türkiye'nin tam bağımsızlığı, Fransız emperyalistlerinin
ekonomik ve politik çıkarlarına karşıdır. Fransız emperya­
listlerince ve Fransız hükümetince Türkiye'ye büyük yatı­
rımlar yapılmış bulunuyor. Bunun sonucu olarak Fransa, İn­
giltere ile olan uyuşmazlığına rağmen, birçok meselelerde
onunla birlikte hareket etmektedir. Lord Curzon, Fran­
sa'nın, Türk-Yunan savaşındaki ihanetinden ötürü, ekono­
mik ve mali işlerin görüşüldüğü komisyonda Fransız dele­
gelerini Türk delegeleriyle çatıştırarak öç almaya çalışıyor.
Bu komisyonda Fransız temsilcileri, kapitülasyon düzeninin
korunmasını ve Fransızlara istisnai ve yeni imtiyazlar ve­
rilmesini sağlamaya çalışmaktadırlar. İngiliz temscileri bu

253
konuda Fransızları desteklemiyorlar, buna karşılık Curzon,
bütün gücünü boğazlar ve Musul petrolleri üzerine yoğun­
laştınnış bulunuyor.
Sözlerimi not eden Rauf Bey, madde madde cevap verme­
ye başladı. llkin, Lausanne K�roeransı 'ndan önce, İngiliz hü­
kümetinin Rusya ile müzakere isteğinde bulunduğuna dair,
hiçbir şey bilmediğini, elçiliğin de, bildiğine göre, güya bu
konuda Türk hükümetine bilgi vermediğini söyledi. Ve he­
men arkasından, Litvinov Berlin'de iken, Curzon'un kendi­
sine gönderdiği mektubu kast edip etmediğimi sordu.
Özellikle bunu kasdettiğimi ve Litvinov'un, zamanında
bunu Türk hükümetine bildirmiş olduğunu söyledim. Bu­
nun üzerine Rauf Bey hemen konuşma konusunu değiştir­
di ve Türkiye'nin Fransa'ya dayanarak konferansa gittiği­
ni inkara koyuldu.
- Türkiye belirli bir politika güdüyor, her dakika bunu de­
ğiştirecek değil, dedi. Türkiye, Rusya ile samimi olarak
dostluk ilişkilerini sürdürmek istiyor, Anadolu sınırlan için­
deki Türkler arasında Rusya dostluğunu -bu halkın Rus­
ya 'ya olan davranışı çok iyi bilindiğine göre- propaganda­
ya ihtiyaç yok. ama, Rusya ve Kafkasya'daki Türkler ara­
sında, aynı şekilde davranmak suretiyle Rusya'ya karşı
dostluk duygularım aşılamak gerek.
Rauf Bey'e şu cevabı verdim: Türkiye ile dostluk ilişki­
leri kurmuyor diye, Rusya'ya asla sitem etmek mümkün de­
ğildir. Çünkü Rusya, Türkiye'nin en ağır günlerinde ona
dostluk elini uzatmış bulunuyor.
1 5 Ocak 1 923 tarihinde, RaufBey'le, onun evinde yeni bir
görüşmemiz oldu. Bu görüşme akşam saat 8'den gece on bir
buçuğa kadar sürdü. Lausanne Konferansı 'ndaki Sovyet de-

254
legelerinin eksperler komisyonu toplantılarına sokulmadık­
larından haberi olup olmadığını Rauf Bey'den sordum ve
ona, Çiçerin'in notaları ile konuşması üzerine bilgi verdim.
- Sovyet delegelerinin haberi olmadan itilafdevletlerinin,
boğazlar üzerine Türk delegeleriyle müzakerelerde bulun­
maya çalışmalarına ne dersiniz? diye sordum.
Rauf Bey, bunun "özel konuşmalar"dan ileri geçmediği­
ni söyledi. Ben buna itiraz ederek, Sovyetler Birliği katıl­
madan, Türkiye ile itilaf devletleri arasında, boğazlar üze­
rine yapılan bu "özel konuşmalar"ın, biz katılmadığımıza
göre, bizim için kabulü mümkün olmayan resmi sonuçlara
götürebileceğini bildirdim.
Rauf Bey, İsmet Paşa'mn Çiçerin' in notası üzerine ken­
disine bilgi verdiğini ve Paşa'nın Çiçerin'le bu konuda ko­
nuştuğunu bana bildirmekte acele etti.
İsmet Paşa ile Çiçerin arasında geçen bu konuşmalar üze­
rine bana da bilgi vermesini RaufBey'den rica ettim. Rauf
Bey benim soruma cevap olarak, Rusya'nın konferansa be­
lirli bir mesele, boğazlar meselesi için çağınldığını, Sov­
yet delegasyonunun "kendi isteğiyle eksperler komisyonu­
nun çalışmalarına katılmadığım" bildirdi.
Bunun doğru olmadığı, tam tersi eksperler komisyonu­
nun çalışmalarına katılmak için bizim ısrar ettiğimiz ceva­
bım verdim. Şöyle bir gerçeği de söz konusu ettim: 7 Ocak
1 923 tarihinde, bizim delegasyonumuz, konferans başkan­
lığına bir nota göndererek, bir yerlerde, boğazlarla ilgili ola­
rak, Sovyet delegasyonunun bilmediği bir sözleşme proje­
sinin görüşüldüğünü belirtmiştir. Bu notamıza verilen ce­
vapta şu ihtiyatsızca itirafta bulunulmuştur. Konferansın
çalışmalarım kolaylaştırmak ve heyetlerden çoğunun üze-

255
rinde anlaştıkları maddeleri belirtmek amacıyla, bazı dele­
ge heyetleri, aralarında, "resmi olmayan", anlamda konuş­
malar yapmışlardır. Bizim delegasyonumuz verdiği yeni
bir nota ile hemen bu itirafı tespit etmiş ve Sovyetler Bir­
liği 'ne, çalışmalarına katılmadığı bir sözleşme tasarısı em­
poze edilmek istendiğini kaydetmiştir. Notada aynca, Rus­
ya'nın Ukrayna'nın ve Gürcistan'ın, başkasının istekleri­
ne boyun eğmek zorunluluğunda olan mağlup durumda ol­
madıkları, onun için, kendilerine o esrarlı tasan üzerinde
yargıda bulunmak imkanının sağlanması istenmiştir.
Rauf Bey'e:
- Cenevre 'de yeni bir keşifte bulunduk, diye anlattım.
Konferans sekreterliğince delegelere dağıtılan listelerden
birinin başlığında "Eksperler Komisyonu" yazılı bir liste
elimize geçti. Bu komisyona katılanlar: İngiltere, Fransa,
İtalya ve Türkiye. . görüyorsunuz, Sayın Başbakan, masum
"Eksperler" komisyonunun, gerçekte konferansın, Sovyet­
ler Birliği 'nin dışarda bırakıldığı, bir alt komisyon olduğu
resmen açıklanmış bulunuyor. Konferans'taki Türk delegas­
yonu da, güya bunun bir yanlışlık olduğunu söylemiş.
Rauf Bey, Rus delegelerinin eksperlerin çalışmasına ni­
çin katılmadığını İsmet Paşa'dan soracağına dair bana temi­
nat verdi. Daha sonra, hem de üst üste birkaç defa, güya Rus­
ya 'nın "Boğazlarla ilgili kozlarını vaktinden çok önce açı­
ğa vurduğu, kendi isteklerini çok erken ortaya attığı" dü­
şüncesini ileri sürdü. itilaf devletlerinin Türkiye'ye ne gibi
garanti verdiğini bir kaç kez RaufBey'e sordum. Rauf Bey
bilmediğini söyledi ve isteklerimizi bir kez daha anlatma­
mı rica etti. Ben, deklerasyonlarda, notalarda, aynı zaman­
da Lenin'in İngiliz gazetelerinde çıkan beyanatlarında be-

256
lirtilen isteklerimizi tekrarladım. Aynca, Türkiye'nin, savaş
gemilerinin boğazlardan geçişine izin verişini, Rusya'ya
karşı atılmış bir adım ve Sovyet-Türk sözleşmesinin bozul­
ması şeklinde kabul ettiğimizi de sözlerime ekledim.
İnandırıcı bir delil bulamayan Rauf Bey:
- Yani, Rusların çıkarlarına uygun yeni bir milli misak mı
yapmamızı istiyorsunuz? diye söylendi.
Yeni bir milli misak yapmaya lüzum olmadığını, sadece
her iki tarafın Moskova sözleşmesini tutması gerekli oldu­
ğunu kendisine hatırlattım.

İNGİLTERE'NİN BAZI TASARILARI

İngilizlerin Gelibolu Yanmadası'ndaki çalışmalarına, özel­


likle, Bolayır'ın batısında kanal açma çabalarına geçtim, al­
dığım bilgilere göre, İngilizler tarak makineleri getirmişler,
gece gündüz çalışıyorlarmış, dedim. Türk hükümetinin bu­
nu bilip bilmediğini, olayın gerçeğe uyup uymadığını sor­
dum. Aynca RaufBey' e, bu çeşit bir çalışma projesinden söz
eden Liman Von Sanders'in kitabım da hatırlattım.
Rauf Bey önceleri, işi şaka ile geçiştirmeye çalıştı. Bu­
nun Türkiye için çok iyi olduğunu, böylelikle boğazlar so­
rununun kendiliğinden çözümlenmiş olacağını, Rusya'nın
da bu işten memnun olması gerektiğini söyledi. Sonra bir­
den bire, Türk hükümetinin bu konuda hiçbir bilgisi olma­
dığını belirtti. Ve bu bilgiyi nereden edindiğimi sordu. Bu­
nu bana Moskova'dan yazdıklarını bildirdim.
Rauf Bey emir subayını çağırttı ve Ankara hükümetinin
İstanbul temsilcisi Refet Paşa'ya, benim yanımda, İngiliz­
lerin çalışmaları üzerine bilgi edinilmesini isteyen bir telg-

257
raf yazdırdı. Bunu şifrelenmesi ve gösterilen adrese gön­
dermesini emretti. Bütün bunların bir gösterişten başka bir­
şey olmadığı apaçıktı.
1 5 Ocaktan sonra Başbakan Rauf Bey'le birkaç kez daha
görüştük.Ama konuşmalarımız, mahiyeti bakımından, bun­
dan önceki konuşmalarımızın bir tekrarından başk� bir şey
değildi. Rauf Bey, ya Lausanne'dan haber alamadıkların­
dan,ya da kendisinin bu konuda bilgisi olmadığından söz
ediyor, her seferinde de dostluğa bağlılığını tekrarlıyordu.
"Eksperler Komisyonu"nun esrarlı derinliklerinde, Sov­
yetler Birliği dışında, boğazlar sözleşmesi tasarısının ha­
zırlandığını ve bu tasarının, boğazlar komisyonunun genel
toplantısında ilan edileceğini bana Moskova'dan bildirdi­
ler. Konferanstaki delegelerimiz, delegelerden birinin elin­
de gördükleri basılı tasarıdan bunu bir rastlantı olarak öğ­
renmişler. RaufBey 'den bir mülakat rica ederek kendisine:
Türk delegelerinin bu konuda bize bilgi vermediklerinden,
itilaf devletleri gibi onların da bu tasarıyı bizden gizlemiş
olmalarından büyük bir üzüntü duyduğumu söyledim.
RaufBey, sözleşme tasarısındaki her madde üzerinde henüz
uyuşulmadığına, ismet Paşa ile itilafdevletleri temsilcileri ara­
sında tartışmalar yapıldığına beni inandırmaya çalıştı.
- Demek ki, sözleşmenin bizim bilgimiz olmadan, gizli­
ce hazırlandığını siz de kabul ediyorsunuz, dedim.
Güç bir duruma düştüğünü hisseden Rauf Bey, kendini
haklı çıkarmaya çalıştı:
- Benim bildiğime göre, dedi, hiç kimse, bu arada Türk
delegeleri de bu vesikaları gizlemeye çalışmamışlardır. İşi­
ni içinde bir yanlışlık var. Bunu ismet Paşa'dan soracağım.
Öylesine işi başından aşkın ki, herhalde, durumu kontrol
etmeye fırsat bulamamış olacak.

258
.. - Eğer S ovyet delegasyonu, üzerinde uyuşulmuş olan söz­
leşme metnini zamanında öğrenmiş olsaydı, dedim, Türk de­
legasyonuna kolaylık gösterebilir, dost Türkiye ile anlaşmaz­
lığa düşmemek için, yeni teklifler ileri sürebilirdi. o zaman,
kurum taslayan Lord Curzon, "Sovyet delegasyonu, kendile­
rine özel bir ilgi gösterilmeye hak kazanmamışlardır, çünkü
Türkler bile onların görüşlerini paylaşmıyorlar" demek için,
hiçbir sebep bulamazdı. Eminim ki, Lord Curzon ve onun ye­
rine geçenler böyle büyük sözler söyledikleri için, zamanla,
pişman olacaklardır. Sovyet Rusya, tutulmaz bir biçimde, bü­
yüyüp güçlenecek ve görülmemiş bir gelişmeye erişecektir.
Rauf Bey dudaklarını ısırdı. Sinirli sinirli beni süzdü. A­
ma hemen yüz anlatımını değiştirerek gülümsedi ve elleri­
ni açarak:
- İşlerin böylesine kötü gidişine çok üzüldüm, dedi. Bu­
nu Gazi'ye bildireceğim .. Türk milletinin de güçleneceği­
ne siz de emin olabilirsiniz . . . Bay Elçi.
Boyunduruktan kurtulmuş olan Türk halkının, Türkiye
Büyük Millet Meclisi'nin önderliği altında güçleneceğine
ve her türlü zulüm ve baskı politi!casına karşı koyacağına
hiç şüphe etmediğimi söyledim. Özellikle bu durum, eko­
nomisini, ticaretini, sanayiini geliştirerek, Türk halkının
gelişmesine yardım edecektir.
- Biz yine, yanda kalmış Boğazlar meselesi üzerindeki ko­
nuşmamıza dönelim, dedim. Kaleme alınmış olan sözleşme
yakın doğu ve Karadeniz barışı için pek tabii olarak genel
barışın kurulması için zor şartlarmeydana getirecek. Sözleş­
me tasarısı, bizim Dışişleri Bakanımız Çiçerin'in söylediği
gibi, bu konferansın barışa hizmet konusunda güçsüzlüğü­
nü göstermektedir. Esas itibarıyla, Rusya, Ukrayna ve Gür-

259
cistan 'la anlaşma yapılmamıştır. Bu konuşma değildi, hatta
konuşma denemesi bile değildi. Bu şartlar altında Boğazlar
meselesini çözümlenmiş sayamayız ... Sözleşme, müttefik­
lerin planlarına uygun olarak delegelerimizin onayı olmadan
kabul edildiğine ve bizim çıkarlarımızı hesaba katmadığına
göre, bu mesele çözümlenmemiş olarak kalmaktadır.
Rauf Bey'le olan bütün konuşmalarımın gidişi: Rauf
Bey'in, sovyet temsilcilerini atlatma çabalan: Lausanne'da,
Türk delegeleriyle Curzon arasında, ana konu üzerinde,
Boğazlar meselesinde, Sovyetler Birliği 'ne karşı, bir pazar­
lık yapıldığına tanıklık etmekte idi.

LAUSANNE KONFERANSl'NIN TÜRKİYE


İÇİN SONUÇLARI

Sovyet Rusya'ya yakın görünme korkusu, Türkiye'nin


Lausanne Konferansı'nda yalnız kalmasına sebep oldu ve
başarılarını hatırı sayılır derecede küçülttü. Halbuki Türk­
ler konferansa, sadece Yunanlıları ve padişahı yenmiş ola­
rak değil, İngilizleri de yenmiş olarak gelmişlerdi. Gerçi İs­
met Paşa konferansta bir çok şeyler elde etmişti: Kemalist
Türkiye, iki buçuk yıldır yürürlükte olan Sevre Barış Ant­
laşması'm yırtıp atmıştı. Ama, yanlış fedakarlık politikası,
İngiltere'ye ve Fransa'ya yaranma çabaları, eninde sonun­
da Türkiye'nin uluslararası durumunu zayıflatmıştı.
Curzon, doğrudan doğruya Türk hükürnetinin yardımıy­
la Türkiye'nin Sovyet Rusya'dan uzaklaşmasını sağlama­
ya çalışıyordu. Musafa Kemal zamanında bu plan başarı­
ya ulaşmamıştı.
Mustafa Kemal'in kurduğu yeni ordunun sağladığı gali-

260
biyete dayanarak Türkiye Lausanne'da, etnografik sınırlar
içinde Türk halkının birliğini korumayı, batılı devletlerin
onu soktuğu mali ve ekonomik esaretten kurtulmayı başar­
dı. Türkiye'nin en zor günlerinde, Sovyetler Birliği'nin
yaptığı maddi manevi yardımın da bu başarıda büyük bir
payı olduğunu söylemek gerekir.
Ama, bu arada Curzon, eskiden Türkiye 'nin olan Musul 'u
ve daha başka yerleri Türkiye'den koparmayı, Yunanlıların
yakıp yıktığı, şehir, kasaba ve köyler için Yunanlılara tami­
rat parası verdirmemeyi, Boğazlar meselesinde İngiliz pla­
nını gerçekleştirmeyi başardı. Türkiye'nin Musul'u bırak­
ması ve tamirat parasından vazgeçmesi karşılığı olarak ken­
disine küçücük Karaağaç bölgesinin verilmesiyle yetinildi.
Bundan başka, batılı devletler, Türkiye'yi, Osmanlı devle­
tinin batılı kapitalistlere olan borcunun, Osmanlı devletin­
den ayrılan ülkeler arasında bölünüşünden sonra, payına dü­
şen bölümünü 20 yıl içinde ödemeye de ikna ettiler.

LAUSANNE'DA SOVYET DELEGELERİ

Lausanne 'daki delegelerimizin çalışmaları zorluklarla do­


lu idi. Delegelerimiz boğazlar meselesinde, bir başına, ka­
labalık düşmanla tartışmalar yapmakzorunda kalmıştı. Bu­
nunla birlikte, politika ve moral ağırlık daima bizde idi. Çi­
çerin'in ve öteki delegelerimizin konuşmaları, bütün dün­
yada geniş yankılar yapmakta idi. Sovyetler Birliği ile müt­
tefikleri için Türkiye'nin egemenlik haklarının ve Karade­
niz'de barış meselesinin, hiçbir zaman pazarlık konusu ol­
madığı ve ilerde de olmayacağı, dünya kamuoyu için apa­
çık bir hale gelmişti. Doğunun sömürgeler ve bağlı ülkeler

26 1
halkı, Sovyetler Birliği'nin, bıkmadan, usanmadan emper­
yalizmle mücadele ettiğine ve esaret altındaki halkların
haklarını savunduğuna inanç getiriyorlardı. Sovyetler Bir­
liği üzerine olan gerçekler, doğunun esaret altındaki insan­
larının bilincine, damla damla sızıyodu.
Sovyet delegelerinin söylev ve demeçlerindeki barış ça­
ğınsı, bütün dünyada gürültülü yankılar yapıyordu. Bu çağ­
rıyı milyonlarca insan kendilerine yakın buluyor ve anlıyor­
du. Türk kamuoyu, Lausanne Konferansı 'ndaki Sovyet de­
legelerinin tutumuna, birçok defalar, sempati ve anlayışını
belirtmişti. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, emekçi­
ler, gazeteciler, toplum adamları elçiliğimize kadar gelerek,
yeni Türkiye'ye gösterdiği yardımdan ötürü Sovyet Rus­
ya'ya candan teşekkürlerini bildirmişlerdi.
Aradan uzun yıllar geçti. Şimdi artık açık seçik bir ger­
çektir ki, Türk murahhas heyeti sömürgeci yırtıcıların kar­
şısına bir başına çıksaydı; onu iyice sıkıştıracaklar ve Tür­
kiye o harikulade zaferinin meyvesini toplamak imkanla­
rını bulamıyacaktı. Ya itilaf devletlerinin merhametine sı­
ğınacak, ya da onlarla savaşmak zorunda kalacaktı. Mütte­
fikleri Ukrayna ve Gürcistan'la birlikte, Sovyetler Birliği
murahhaslarının Lausanne'da sadece bulunması bile, em­
peryalistlerin iştihalarını azalttı. Lord Curzon'un, Çiçe­
rin'in konuşmalarından böylesine korkması boşuna değil­
di. Bunu bana İsmet Paşa anlatmıştı. Curaon ve onun em­
peryalist silah arkadaşları, Sovyet Rusya'ya karşı açtıkları
yağmacı savaşların sonucunu çok iyi hatırlıyorlardı. Sov­
yet halkının onları nasıl bozguna uğrattıklarını, nasıl top­
raklarından attıklarını da çok iyi hatırlıyorlardı. Onlar, ba­
şında Gazi Mustafa Kemal olduğu halde, Türk halkının,

262
Sovyetler Birliği'nin maddi ve manevi yardımından da ya­
rarlanarak, onları nasıl yendiklerini de biliyorlardı. Hiç şüp­
he yok ki bütün bunlar, emperyalist yırtıcıları dizginliyor,
başka şartlar altında zora ve korkutmaya başvurabilecek­
leri yerlerde, onları manevra yapmaya zorluyordu.

SOVYET DELEGELERİNİN LAUSANNE


SÖZLEŞMESİNİ İMZALAMALARI

7 Şubat 1 923 tarihinde Lausanne konferansmın çalışmala­


rına ara verildi. Bizim murahhas heyetimiz Lausanne'dan ay­
rıldı. Benim Rauf Beyle konferans meseleleri üzerine konuş­
malarım da kesildi. Lausanne Konferansı'nın bu devresinde
Sovyet hükümetinden aldığım direktifleri yerine getirme ça­
lışmalarıyla ilgili anılarıma son verirken, konferansın bitimi
üzerine birkaç söz söyliyeyim. Bu arada şunu da belirtmeli­
yim ki, konferans, Türkiye'den geri çağınldığımı ve bir baş­
ka göreve atandığım sıralarda sona ermiş bulunuyordu.
Konferansın çalışmalarına ara verişi birkaç ay sürdü. La­
usanne Konferansı 'nın çalışmalarına başladığı hükümetimi­
ze bildirilmedi, Vorovski'nin (Sovyetler Birliği'nin İtalya
Büyük Elçisi), Lausanne Konferansı'nın yeniden çalışmaya
başlaması ile ilgili bir sorusuna karşılık olarak, konferansı
toplantıya çağıran devletler, Türk murahhas heyetinin Boğaz­
lar mukavelesinde herhangi bir değişiklik isteği olmadığına
göre, Boğazlar meselesinin yeniden görüşüleceğini sanma­
dıklarını bildirdiler. Aynca konferans sekreterliği, Çiçerin'in
boğazlar mukavelesini imzalamayı reddettiğini bildirmesi
karşısında bu kararın değişip değişmediğini de öğrenmek is­
tediğini bildirdi.

263
Vomvski, onlara verdiği cevapta: Boğazlar komisyonu­
nun 1 Şubat'taki toplantısında çalışmalarını henüz bitirme­
miş olduğunu, Çiçerin'in de genel olarak Boğazlar muka­
velesini imzalamayı red ettiğini hiçbir zaman söylememiş
olduğunu, ancak, bunun Rus çıkarlarıyla çeliştiğini bildir­
miş olduğunu bildirdi. Bunun için, Rusya ile müttefikleri­
ni komisyonun boğazlarla ilgili çalışmalarının son safha­
sından uzaklaştırmak denemesi, konferansa ilk çağırma
davranışıyla taban tabana çelişen bir durum olurdu.
Buna hiçbir zaman cevap verilmedi. Vorovski 1 0 Ma­
yıs'ta Lausanne'den ayrılacaktı. Ama aynı gün, emperya­
listlerin direktifiyle, otelde öğle yemeği yerken öldürüldü.
Konferans, kısa bir süre önce, bütün konferansa katılanlar­
la birlikte, bir masa başında toplantılar yaptığı Sovyet mu­
rahhas heyetinden bir üyenin bu alçakça öldürülüşüne ta­
mamıyle ilgisiz kaldı.
24 Temmuz 1 923 tarihinde Lausanne'da Türkiye ile barış
antlaşması, aynı zamanda boğazlar sözleşmesi imzalandı.
Konferans sekreterliği, sözleşmeyi imzalayıp imzalamı­
yacağımızı telgrafla bizden sordu.
Sözleşme öteki devletlerce· kabul edilmişti. Türkiye'de
boğazlarını, Karadeniz' e çıkacak yabancı savaş gemileri­
ne açacaktı. Çok önemsiz de olsa, sözleşmedeki sakınma
ve sınırlandırma garantilerini uygulayacak olan uluslarara­
sı bir de komisyon kurulmuştu. Bu komisyona katılmayı
reddetmemiz, bizi öteki devletlerin davranışlarını kontrol
etmek, gerek kendi çıkarlarımızı, gerek Türk çıkarlarını
dünya karşısında savunmak imkanından yoksun edebilirdi.
1 9 Temmuz 1 923 tarihinde, Boğazlar sözleşmesini imza­
lamaya hazır olduğumuzu telgrafla bildirdik. Vorovski 'nin

264
öldürülüşü ile ilgili olarak İsviçre hükümetinin şimdiye ka­
dar duyulmamış davranışı karşısında, sözleşmenin konfe­
rans delegelerimizden Roma elçimiz Yordanski tarafından
Roma 'da imzalanmasını istedik.
Yordanski, sözleşmeyi, 1 4 Ağustos'ta Roma'da imzaladı.
Lausanne Destanı 'da böylece sona ermiş oldu.
Ben Türkiye'den ayrılırken -bu, 1 923 yılı Nisanında ol­
muştu- Lausanne Konferansı henüz daha bitmemiş bulunu­
yordu. Türkiye elçiliğine atanan Surits yoldaş gelinceye
kadar, elçilik müsteşarı Rozenberg'in işleri yürütmesi ka­
rarlaştırıldı. Çiçerin de kendisine, Türkiye'de göreceği iş­
ler üzerine bir direktif mektubu gönderdi.

TÜRKİYE'DEN AYRILIŞIM

Türkiye'den ayrılışımı gerektiren sebepler nelerdi? Bu


sebeplerin en başında, o zamanki Başbakan Rauf Bey'in,
Sovyetler Birliği 'ne, elçiliğimize ve doğrudan doğruya ba­
na karşı takındığı dostluktan uzak, dürüst olmayan davra­
nışları gelmekte idi. Daha baştan beri, ülkelerimiz arasın­
daki dostluğu pekiştirmek yolunda bir Sovyet elçisinin har­
cadığı çabalar, benim, Gazi Mustafa Kemal Paşa ile olan
dostça ve sık görüşmelerim, cepheyi ziyaretlerim, Meclis
üyeleriyle konuşmalarım, eşimin Türk hanımlarını davet et­
tiği partiler düzenlemesi, kısacası, Ankara toplumu ile olan
sık görüşmelerim, Rauf Bey'in hiç hoşuna gitmiyordu.
Bardağı taşıran damla, Rauf Bey'in güya " prestij ini
sarsmak amacıyla, Mustafa Kemal Paşa ile mücadele etmek
için Türk komünistlerini organize" ettiğim hakkında Ata­
türk'e söylediği iftira ve yalanlar oldu. Bu, Rauf Bey'in,

265
Sovyet Rusya'ya, aynı derecede Kemalist Türkiye'ye olan
nefretinin doğurduğu iftira zincirinin bir halkası, idi. Mus­
tafa Bey ' in, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir düşmanı olduğu­
na inandığımı açıkça Paşa 'ya söylemiştim.
RaufBey'in yarattığı yıpratma şartlan içinde, artık Türki­
ye'de işime devam edemiyeceğim kanısına geldim. Bundan
ötürü de hükümetimden beni geri çağırmasını rica ettim.
Şimdi, aradan uzun yıllar geçtikten sonra, Türkiye'de ge­
çirdiğim günleri hatırlarken, hayalimde daima, büyük dev­
let adamı Mustafa Kemal Paşa ile yaptığım görüşmeler can­
lanmaktadır. Paşa da, sırasında, bu görüşmelere büyük bir
değer vermekte idi.
1 93 1 yılında elçiliğimizin verdiği bir kabul resmine şe­
ref veren Mustafa Kemal, bana candan selamlarını gönder­
miş, Türk-Sovyet dostluğunu güçlendirmek amacını taşı­
yan yararlı ve ortaklaşa çalışmalarımızı büyük bir memnun­
lukla hatırladığım sözlerine eklemekten kendini alamıya­
rak şunları söylemişti:
- Aradan geçen yedi, sekiz yıl içinde Türkiye büyük iş­
ler gördü. Ama, ilk yıllar, unutulmaz yıllardı.
Mustafa Kemal Paşa, Sovyet halkının, onun hükümetinin
ve elçiliğinin Türk halkına ve onun hükümetine olan can­
dan ve dostça davranışlarının Türkiye'nin kaderinde oyna­
dığı rolü çok doğru anlamıştı.

TBMM ÜYELERİNDEN SIRRI BEY'LE


BİR KONUŞMA

Lausanne Konferansı sıralarında birgün Türkiye Büyük


Millet Meclisi muhalafet üyelerinden Sırrı Bey (*) ziyare-

(*) lzınit Mebusu Sım Bey.

266
time geldi. Türk hükümetinin Sovyetler Birliği'ne karşı
ilişkilerinin pek "budalaca" olduğunu tanımlıyarak söze
başladı. Ve Lausanne Konferansı 'nda işler kötüleşirse, Ga­
zi Mustafa Kemal Paşa'nın mutlaka Sovyet elçiliğine uğ­
rayacağını, ama onun bize karşı ne ölçüde nazik davrana­
cağını kestiremediğini söyledi. Gazi Mustafa Kemal Pa­
şa'yı, dar, kişisel görüşlerle değerlendirdiğini ve O'na pe­
şin yargılarla baktığını söyliyerek Sım Bey'e itiraz ettim.
Türkiye'nin yeniden kuruluşunda, zaferin kazanılmasında,
gerici emperyalistlerle yaptığı savaşta, yeni bir yaşayışın ku­
ruluşunda, Sovyet Rusya ile sıkı bağların kuruluşunda Mus­
tafa Kemal Paşa'nm oynadığı büyük rolü bir kez daha ona
hatırlattım. Mustafa Kemal Paşa'nın bütün doğudaki şöh­
retine işaret ederek, O'nun, gerici ve padişahcı muhalefe­
tin peşinden gitmeyeceğini söyledim.
- Mustafa Kemal Paşa, dedim, çürümüş Osmanlı İmpa­
ratorluğu'nun harabeleri üzerine yeni bir devlet kurdu. O,
derebeylerine karşı ayaklanan halka dayandı. Siz bütün
bunları unutuyorsunuz ... Sovyet Rusya'ya karşı açtığınız
kampanyanın direktiflerini kendi grubuyla birlikte Rauf
Bey veriyor. Güya Mustafa Kemal Paşa'nm Türk-Sovyet
dostluğunu "soğuttuğu" izlenimini vermeye çalışan da on­
lardır. Rauf Bey, İngilizlerle eski ilişkileri bulunan bir pa­
dişah taraflısıdır, bunun için de Türk ilerici çevrelerinde hiç­
bir otoritesi yoktur.
Sım Bey, RaufBey'i tanımlayan sözlerimi doğrulamak­
ta acele etti. Sırrı Bey'in bana yaptığı bu ziyaret, muha­
lefetin, Türkiye'nin Sovyet-Rusya ile dostluğunu pekiş­
tirmesinden, ateşten korkar gibi korktuğunun bir belirti­
si idi. Ayrıca bu ziyaret barış antlaşması imzalandıktan

267
sonra Mustafa Kemal Paşa'mn muhalefeti dağıtacağından
muhalefet direndiği takdirde, birkaç kişinin kellesini uçu­
racağından duyulan korkuyu da yansıtmakta idi. O gün­
lerde " Yeni Gün" gazetesinde çıkan Yunus Nadi'nin bir
makalesi buna bir işaret olarak sayılıyordu. Mustafa Ke­
mal Paşa'nın kendisi, inkılaptan sonra muhalefetin mut­
laka canlanacağını, ama, ezileceğine, hiçbir kuşkusu ol­
madığını söylemişti.

268
MUSTAFA KEMAL PAŞA VE
YENİ TÜRKİYE'NİN KURULUŞU

YAŞANTI VE KÜLTÜRDE YAPILAN


REFORMLAR

Birgün Mustafa Kemal Paşa bana ve Abilov yoldaşa ev­


lenişinin hikayesini anlattı. Paşa, öncü birliklerle İzmir' e
girdiği zaman sokaklarda henüz çarpışmalar oluyor, şehir
yanıyordu. Kaçmakta olan Yunanlılar köşe başlarından
Türklere ateş ediyorlardı. Mustafa Kemal 'i karşılayanlar
arasında, zengin bir tüccarın kızı olan Latife Hanım da var­
dı. Latife Hanım'ın babası o sırada İstanbul'da bulunuyor­
du. Latife Hanım Mustafa Kemal 'i evinde misafir etti. Ona
gerekli ilgiyi gösterdi. Onun çalışabilmesi için uygun olan
bütün şartlan hazırladı. Kendisi birkaç yabancı dil bildiği
için (Latife Hanım Paris Üniversitesi'ni bitirmişti) Musta­
fa Kemal' e gerekli olan vesikaları çevirmede yararlı olu­
yordu. Latife Hanım çok iyi müzik biliyordu. Mustafa Ke­
mal ' in dinlenme saatlerinde Bethoven'den, Mozart'tan,
Schubert'ten, Çaykovski'den parçalar çalıyor, onun sevdi­
ği şiirleri okuyordu.
Böylece Latife Hanım Mustafa Kemal'in eşi oldu.
Latife Hanım, Mustafa Kemal'in öğütleriyle Ankara ka­
dınlan arasında, cnlann derebeylik artıklarından kurtul­
maları konusunda biıy lik çabalar harcadı. Her yere, bu ara­
da Büyük Millet Meclisi 'ne de yüzü açık olarak gidiyordu.
Bu durum, eski Müslüman geleneklerine bağlı fanatikler

269
arasında, ona karşı bir nefret uyandırıyordu. Ama Latife Ha-·
mm bunlara aldırmıyor, bildiğinden şaşmıyordu.
Mustafa Kemal düğününü de eski gelenek ve görenekle­
re göre yapmadı. Düğün töreni, kadınlı-erkekli yapılmıştı.
Latife Hanım çarşafsız olarak törene katılmıştı. Nikahta, be­
lirtilmesi gerekli olan para da belirtilmemişti. (*) Gazete­
ler bu düğünden uzun uzun söz etmişlerdi.
Mustafa Kemal Paşa, düğünün ertesi gece, İzmir'de, bir
tiyatro temsiline gitmiş, kadınlı erkekli 3000 kişinin top­
landığı bir kalabalık arasında, günün önemli konulan üze­
rinde birçok kişilerle konuşmuştu. o zamana kadar kadın­
larla erkeklerin bir arada tiyatroya gitmeleri yasaktı. Buna
cesaret edenler şiddetle cezalandırılırdı.
Bütün bu davranışlar, dinci çevreleri öfkelendirmiş, hatta
muhalefet, Gazi'nin düğünü ile ilgili olarak Meclis'e bir so­
ru önergesi vermişti. Anlattıklarına göre Mustafa Kemal, cep­
heye giderken, yolunu kesen sarıklı bir hoca, Gazi'den bir ri­
cada bulunmuş. Mustafa Kemal, kendi isteğini yerine getir­
mesi şartıyla hocanın dileğini yerine getirmeyi vaadeder ve:
- Evlenip de eşimle birlikte Ankara'ya geldiğim zaman,
sen de eşini alıp bana geleceksin. Hanımlanmızla birlikte,
ama çarşafsız olarak, şehirde bir gezinti yapacağız.
Hoca, "Aman paşam" demekten başka bir söz bulamamış.
Kapkara bir cahilliğin ve geriliğin egemen olduğu o de­
vir Türkiye'sinde Mustafa Kemal Paşa'nın bu çeşit davra­
nışları, aydınlan cesaretlendiriyor, Anadolu gençlerine ör­
nek oluyor, hocalarda ise nefret uyandırıyordu.
Mustafa Kemal Paşa birçok defalar bize, Türk halkının

(*) Yazarın burada kasdettiği "Mihri müeccel" ve "Mihri muaccel" olsa ge­
rek. (H.A. Ediz)

270
kültür seviyesini yükseltmek gerektiğinden söz etmişti: Ha­
cılar, hocalar, şeyhler arasında çıkarcılar vardı. Bunlar hal­
ka kör inançlar, fanatizm, yeniliğe düşmanlık aşılıyorlardı.
Tekkeleri, manastırları, dini tarikatları, dervişleri kaldır­
mak gerekiyordu. Nitekim Mustafa Kemal Paşa sonraları
bu düşüncelerini hayata uyguladı.
Daha taarruzdan çok önce yanında bulunduğum bir sıra­
da Mustafa Kemal Paşa: Kadınların kurtuluşu için bir sa­
vaş açacağını, ilköğretimi geniş ölçüde yayacağını, milli
ekonomiyi, sanayii, köy ekonomisini, kültürü geliştirece­
ğini söylemişti. Bunlar, şimdi söylenmiş gibi hatırımdadır.
Mustafa Kemal Paşa, daha Türkiye'de bulunduğum sıra­
larda, aldığı kesin tedbirlerle, kadınlan çarşaftan kurtarmak
konusunda başarılar sağlamıştı. Düğünlerdeki aşın harcama­
lar, gelinin getirdiği çeyizlerin gösterilmesi, açıkta gösteril­
mesi, gelin için büyük başlık paraları verilmesi yasaklanmış­
tı. Düğün ve ziyaretler bir güne indirilmişti ve buna benzer,
törenlerde aşın masraflar da yasak edilmişti. Ağaoğlu Ah­
met Bey, Mustafa Kemal Paşa'nın cepheye gidişinden az ön­
ce, kendisinin ve Hamdullah Suphi Bey'in Paşa'ya, Rus çar­
larından Büyük Petro'nun eski geleneklerle ve eski yaşam­
la mücadelesi üzerine bilgi verdiklerini bana anlatmıştı.
Ahmet Ağaoğlu ile Hamdullah Suphi'nin verdiği bilgi­
lerin Mustafa Kemal'in çok hoşuna gittiğini, yapacağı re­
formlarda bunlardan yararlanacağını onlara söylediğini
Ağaoğlu bana anlatmıştı.

EKONOMİK İSLAI:A'f PLANLARI

Memleket ekonomisini kalkınchrma çarelerini araştırmak

27 1
amacıyla İzmir'de bir İktisat Kongresi toplanmasına karar
verildi. Kongre delegeleri tamamıyla varlıklı sınıfların tem­
silcileri olacaktı. Kongreye katılacak delegeler kendi para­
larıyla oraya gideceklerdi. Tabii bu durum, işçi ve köylü
temsilcilerinin kongreye katılmalarına engel olmuştu.
Kongreye daha çok, batı ve kıyı illerinin temsilcileri gele­
bilmişti. Yerin uzaklığı yüzünden Doğu illeri gerektiği gi­
bi temsil edilememişlerdi.
Mustafa Kemal Paşa ile Ekonomi Bakanı Mahmut Esat
Bey, verdikleri demeçlerde, kongre kararlarının bir çeşit ik­
tisadi misak niteliğini taşıyacağını, hükümetin bu kararla­
n hayata uygulamayı kutsal bir borç sayacağını söylediler.
Bu sözler ve demeçler gerici muhalefetleri ürküttü. Onlar
da kendi hesaplarına bu kongre için harıl hanı hazırlanma­
ya başladılar. Ordu Komutanı Nureddin Paşa (*) ile görüş­
mek üzere İzmir' e güvenilen bir adamlarını gönderdiler.
Muhalefet liderleri bu kongrenin bir ekonomi kongresi ol­
mayacağını, güya Mustafa Kemal' in, kendi reklamını yap­
mak ve yeni bir parti kurmak için bu toplantıyı yaptığını
yaydılar. Muhalifler, Mustafa Kemal'i desteklemekte olan
şehir burjuvazisine yararlı ekonomik islahat planlarından
korkuyorlardı. Gericiler, İktisat Kongresi'ne karşı yaptık­
ları mücadelede, kendilerine yakın sosyal ortama: derebey­
lerine, köy ağalarına, eski memurlara ve hocalara dayan­
makta idiler.
O zamanlar politik gruplar arasındaki savaş, artık sert bir
karakter taşımakta idi. Birçok politik ve kişisel düşmanı,

(*) Nureddin Paşa, 1922 yılında lzmir'e giren Birinci Ordu Komutanı olarak
bulunuyordu. Görüşleri bakımından gerici olup muhaliflerle ilişkisi vardı. (Ara-
lov). ,

272
Mustafa Kemal'in etrafında bir entrika ağı örmekteydi.
Halkın arasında güçlü bir dayanak meydana getirmeyen
Mustafa Kemal Paşa, başlıca Anadolu burjuvazisine dayan­
makta idi. Yüksek rütbeli askerler arasında O'nun devam­
lı dostu olarak İsmet, Fevzi ve Kazım Paşalarla ona bağlı
birkaç kişi kalmıştı. O'nun dostlarıyla, politik görüşlerini
paylaşanlar, genel olarak sıra politikacıları ve askerler ara­
sında yer almakta idi.
Ama, şunu da kaydetmeliyiz ki, bu iç çekişmeler henüz
Türkiye'nin düşmanları olan İngiltere ile Fransa'nın, onu
yeniden boyunduruk altına almak için yararlanacakları bir
düzeye ulaşmamıştı. Türkiye her şeyden çok barışa susa­
mıştı. Köylüler savaştan bıkmış, yorulmuşlardı, toprak iş­
lenmiyordu. Tüccar zaferin meyvesinden yararlanmak is­
tiyordu. Hatta subaylar bile, askerlik işlerinden çok ticaret
işlerine h.::ves ediyorlardı. Sermayesi birikmiş olan burju­
vazinin, hükümetin desteklediği kendi sanayisini kurmak
eğilimi gittikçe büyüyordu. Kooperatifler, İthalat-İhracat
Şirketleri artıyordu. Aynı zamanda Batı sermayesi bütün ka­
pılan aşındırıyor, teklifler yağmur gibi yağıyordu. Ameri­
kalı Tchester'in memlekette demiryolu şebekesi kurmak,
Türkiye'ye tarım aletleri ithal etmek projesi üzerinde bir­
çok konuşmalar oluyordu.

MUSTAFA KEMAL VE YABANCI SERMAYE

Mustafa kemal Paşa söylevlerinde, ülkenin fakirliğini,


harap halini ve kendi gücü ile kalkınmak imkansızlığını ile­
ri sürerek, yabancı sermayenin Anadolu'ya sokulması zo­
runluğundan söz ediyordu. Mustafa Kemal Paşa, yabancı

273
sermayenin, memleket hesabına en yüksek çıkar, imtiyaz
sahipleri hesabına da normal bir minimum kar şartlarına
bağlı olarak Türkiye'ye girişine izin vermekteydi.
Türkiye, Tchester'in tekliflerini kendisi için elverişli gö­
rüyordu. demiryolu inşası projesi, doğu ve güney illerini içi­
ne almaktaydı. Bu demiryollanndan bir bölümü stratejik dü­
şüncelerle gerekliydi: İran'a, dolayısıyla İran petrollerine,
böylece Musul petrollerine giden bir demiryolunun yapıl­
ması gerekiyordu. Tchester, projesinin her safhasını istedi­
ği biçimde uygulayabilmek için, bol bol rüşvet saçmaktan,
hediyeler dağıtmaktan geri kalmadı. Ama, ne var ki, yete­
ri kadar sermayesi olmadığı için, Tchester'in projesinden
bir sonuç çıkmadı
. O sıralarda Türk hükümeti, Fransızlarla ekonomik iliş­
kiler kurmak konusunda büyük bir iyimserlik havası için­
deydi. Fransa'nın Türkiye'deki ekonomik çıkarları çok bü­
yüktü. Osmanlı İmparatorluğu, Kının Savaşı'ndan beri dı­
�ardan 1 4 defa borç para almıştı. Bunlardan 1 O tanesi Fran­
sa 'dan alınmıştı. Osmanlı borçlan (Türk Lirası üzerinden)
şöyle bölünmekteydi:
Fransa 'ya olan borç 2 milyar 500 milyon Türk Lirası
İngiltere'ye olan borç 577 milyon Türk Lirası
Almanya'ya olan borç 867 milyon Türk Lirası
Tuz tekeli, posta pulları, balıkçılıktan ve ipekçilikten alı­
nan vergiler, bu borçlara karşılık olarak gösterilmişti. Özel
sektörce yapılan dış yatırımlardan %53 'ü Fransızların;
% 1 3 'ü İngilizler' in, %32 'si Almanlar'ın payına düşmektey­
di. Osmanlı İmparatorluğu'nun tütün sanayii tamamıyla
Fransızların elindeydi.
Türkiye, Lausanne konferansında göstereceği uysallığa

274
karşılık olarak, emperyalist devletlerin, bu arada Fran­
sa'nın, ekonomik yardım konusunda kendisine kolaylık
göstereceğini umuyordu. Ama çok çabuk hayal kırıklığına
uğradı. Fransa ile kulis arası konuşmaları sürüp gidiyordu.
Ama, Türk gazeteleri Fransa'ya saldırılarla doluydu. Bü­
yük Millet Meclisi'nde bazı milletvekilleri Lausanne'da
Türkiye'yi desteklemediği, Türkiye'ye ihanet ettiği için
Fransa'ya şiddetle çatıyorlardı. Rauf Bey bu saldınları:
"Konferansın sonucunu bekleyelim, acele yargılarda bulun­
mayalım" , sözleriyle cevaplandırıyordu.

İZMİR İKTİSAT KONGRESİ

1 7 Şubat 1 923 tarihinde İzmir'de bir İktisat Kongresi top­


landı. Kongre'yi, Mustafa Kemal 'in kendisi, törenle açtı.
Abilov yoldaşla ben de bu kongreye davet edilmiştik. Mus­
tafa Kemal Paşa, bizden orada birer konuşma yapmamızı
rica etti. Mustafa kemal, kongreyi açış konuşmasında, pa­
dişahlık monarşisinin bıraktığı ekonomik mirastan, sana­
yiin yokluğundan, köylünün ağır durumundan söz etti. Söz­
lerini, milli kaynakların belirtilmesinde ve ekonomik kal­
kınma programının hazırlanmasında kongreden yardım
beklediğini söyleyerek bitirdi. Mustafa Kemal; "Pulluk . . .
İşte yeni Türkiye 'nin tarihini yazacak olan kalem" diye ba­
ğırdı. " Kahrolsun çapa. Pulluk, bizim tarlalarımızın da
efendisi olmalıdır."
Benim ve Abilov'un konuşmalarımız, Sovyetler Birliğin­
den yana büyük gösterilere yol açtı. Biz, ağır ve kanlı sa­
vaşlardan sonra kültürün geliştirilmesi, halk ekonomisinin
kurulması konusunda ülkemizde neler yapıldığını anlattık.

275
İstilacıları kovmak, feodal düzeni ve emperyalizmi yenmek
suretiyle savaşı başarı ile sona erdiren yeni Türkiye üzeri­
ne neler düşündüğümüzü söyledik. Abilov yoldaş, Türkçe
olarak yaptığı konuşmasında, Azerbaycan' ın ekonomik du­
rumunu tafsilatlı olarak anlattı.
İzmir İktisat Kongresi'nde: küçük çiftçilere, esnafa, sa­
nayicilere, tüccara küçük krediler sağlamak için kredi mü­
esseseleri şebekesinin genişletilmesi, Ziraat Bankası serma­
yesinin arttırılması, tarım makinelerinin ithali, ham madde
üretiminin arttırılması, demiryollan yapılması gibi bir sıra
meseleler üzerine kararlar alındı. Özellikle tekstil ve gıda
fabrikaları gibi büyük iş yerlerinin kurulması, aynca milli
sermayenin yabancı sermayeye karşı desteklenmesi gibi
meseleler de söz konusu oldu.
İzmir İktisat Kongresi, Mustafa Kemal'in düşüncesine
göre, daha 1 920 yılında kabul edilen milli misakın tamam­
layıcı niteliğinde olan bir iktisadi misak kabul etti. Milli mi­
sak halkı nasıl milli bağımsızlık savaşına kaldırdıysa, ikti­
sadi misak da halkı ekonomik bağımsızlık savaşına çağır­
maktaydı.
İzmir İktisat Kongresi, Anadolu burjuvazisinin çıkarla­
rını yansıtmaktaydı. Köylü ve işçi konusunda sadece vaat­
lerk� ve "köylü efendimizdir" gibi sözlerle yetinildi. Kong­
rede, halk yığınlarının maddi durumlarının iyileştirilmesi
yönünde hiçbir somut karar alınmadı.
Kongrede, 23 Şubat 1 923 tarihinde büyük bir kayıba uğ­
radık. Ogün Güney Kafkasya Cumhuriyetleri temsilcisi
Abilov yoldaşı kaybetik. Mustafa Kemal, büyük bir saygı
ve derin bir üzüntü ile Abilov'la vedalaştı. Abilov'un cena­
zesini Azerbaycan'a, Bakü'ye gönderdik.

276
BAZI SONUÇLAR

Hatıralarımı bitirirken, bu hatıraların kapsamı içine giren


yıllarda yeni Türkiye ile olan karşılıklı ilişkilerimizin, kı­
saca bilançosunu yapmak isterim. Sovyet Rusya'nın Tür­
kiye ile kurduğu dostça ilişkiler, sömürge köleliğine karşı
yöneltilen ve halkların emperyalistçe sömürülme boyundu­
ruğundan kurtarılması için savaşan Lenin milli politikası­
nın halkalarından biridir.
Daha 1 92 1 yılında imzalanan Türk-Sovy�t sözleşmesi,
doğu sınırlarında bulunan Türk ordusunu serbest bırakmış,
böylece Mustafa Kemal'e bu orduyu Batı'ya kaydırarak
emperyalistlere karşı kullanmak imkanlarını vermiştir. Bu
olay, Türkiye'nin galip gelmesinde ve bağımsızlığını kazan­
masında büyük bir rol oynamıştır. Anlaşma gereğince Kars
şehriyle birlikte Kars bölgesini ve daha başka noktaları
Türkiye'ye vermemiz, Türk halkının moralini yükseltmiş,
doğu sınırlarından yana yüreklere su serpmiş, Sovyet Rus­
ya 'nın, inkılapçı Türkiye'nin iyi bir komşusu ve candan
dostu olduğu kanısını kökleştirmiştir.
Türkiye'nin en ağır günlerinde Lenin'in emriyle Türki­
ye'ye yapılan silah, cephane, altın para gibi maddi yardım­
lar, Türk ordusunun düşmanlarına karşı zafer sağlamasın­
da önemli bir rol oynamıştır.
Sovyet Rusya'nın yardım ve desteği genç Türkiye'ye,
topraklarını işgal ordularından kurtarmak, kapitülasyonla­
rı kaldırmak, Türkiye'in bağımsızlığını bütün uluslara ka­
bul ettirmek, bağımsızlığı yok edici Sevre Andlaşması'nı
yırtıp atmak, Osmanlı borçlarının ödenmesinde bazı kolay­
lıklar sağlamak imkanını vermiştir.

'277
Yeni Türkiye için tehlike,li aşamalardan biri, 1 925 yılın­
da İngilizler' in organize ettikleri doğu illerindeki ayaklan­
ma idi. Türk hükümeti yine, 1 920- 1 92 1 yıllarında olduğu
gibi, yardım için Sovyetler Birliği'ne başvurdu. Sovyetler
Birliği yine Türkiye 'yi destekledi. Türkiye Cumhuriye­
ti 'nin iç ve dış durumunu kuvvetlendiren yeni bir Sovyet­
Türk dostluk ve tarafsızlık antlaşması imzalandı. Bütün
bunlar birer gerçektir. Ve hiçbir yalancı emperyalist propa­
gandası Türk Cumhuriyeti'nin bu ölüm kalım yıllarında,
Sovyetler Birliği 'nin hiçbir karşılık beklemeden yaptığı
yardımları Türk halkının hafızasından silemez.
İtilaf emperyalistleri, Türk gericilerinin iç güçlerinden
başka revizyonist, sağcı sosyalist parti ve grupları da silah­
landırmışlardı. Menşevikler, Taşnaklar, Müsavatçılar, Troç­
kiciler ve daha başka inkılaba karşı grup ve teşkilatlar, ulus­
lararası burjuvazi tarafından, Sovyetler Birliği ile doğu
halkları arasındaki dostluğu yıkmak için kullanılmışlardır.
Dar görüşlü bazı kişiler o zamanlar bunu anlamıyorlardı.
Sovyetler Birliği'nin Türkiye'deki temsilcisi olarak bi­
zim ödevimiz, her ne pahasına olursa olsun Türk-Sovyet
dostluk ilişkilerini bozmaya çalışan iç ve dış gerici güçle­
re karşı koymaktı. Biz bu işi, Mustafa Kemal Paşa'nın,
Türk ilerici aydınlarının ve Türkiye'nin sıradan insanları­
nın desteğiyle, gücümüz yeterince yaptık.

ELÇİLİKTE SON KARŞILAŞMA

Hatıralarımı, Mustafa Kemal Paşa ile eşinin, Sovyet El-

278
çiliği 'ne yaptıkları son ziyareti anlatmakla bitiriyorum.
Mustafa Kemal, yazlıktaki elçiliğimize gelmişti.
Bahçedeki kameryede, İran Elçisi, bizim askeri ataşe,
eşim, ataşe yardımcısının eşi, karşılıklı çay içiyorduk. Mus­
tafa Kemal bu sefer sivil elbise giymişti. 1 923 yılının için­
deydik. Bu, Yunanlılar' a karşı kazanılan kesin zaferden
sonraydı. Mustafa Kemal, istilacı Yunan ordusuyla yapılan
son savaşı, Yunan ordusu başkomutanının esir edilişini an­
latıyordu. Sonra, Milli Kurtuluş Savaşı 'nın ilk ağır yılları­
nı hatırladı:
- Dört bir yanımız ateşle, ayaklanmalarla çevriliydi, si­
zin Sovyet Rusyası'nı kurduğunuz ilk yıllardaki gibi, bü­
yük zorluklar içindeydik.
Bahçede, elçiliğimize hediye edilen iki ayı yavrusu oyna­
yıp duruyordu. Bazan ağaçlara tırmanıyor, yaprakları yolu­
yor, bazan da yanımıza, kameryeye geliyorlardı. Misafirle­
rimiz ayı yavrularının maskaralıklarına gülüp duruyorlardı.
Kanadı kırık bir kartal, çalımlı çalımlı bahçede dolaşıyordu.
Mustafa Kemal:
- Kartal, Rus çarının amblemi (alameti)dir, dedi. Çar, hal­
kın üzerinde kibirli kibirli egemenlik ediyor, kendisini de
erişilmez sanıyordu. Bakın, şu kartal aramızda kırık kana­
dıyla dolaşıyor; Rus halkı Çan kovdu. Gücünü kırdı. Biz
Türkler de "Kutsal Padişah"ımızı Ruslar gibi, kolunu ka­
nadını kırarak kovduk. Halk kendi zaferine koşuyor. Padi­
şahların ve Çarların, emperyalistlerin işine gelen, bitmez
tükenmez savaşlara sürükledikleri biz, her iki ülkenin halk­
ları, sürekli bir dostluk içinde yaşamak zorundayız İran gi-

279
bi, Arabistan gibi, öteki doğu halklarını da bizim dostluk
ailesinin arasına sokalım. Bu benim hayalimdir. Bilmem,
bunu yapabilecek, bunu görebilecek miyim? Kadehlerimi­
zi dostluğumuzun şerefine kaldıralım.
Mustafa Kemal, bir süre sustuktan sonra Latife Hanım' a
dönerek:
- Hanım, dedi. Bir veda müziği olarak bize Çaykovski 'nin
şu sevgili romansını çal...
Yazlığa girdik. Batmakta olan güneşin son ışınlarının kı­
zıla boyadığı açık pencereli büyük salonda, küçümen bir ka­
dının güçlü ve usta ellerinin altından büyüleyici melodiler
yayılıyordu.
Bu romansın Mustafa Kemal 'in niçin hoşuna gittiği an­
laşılmış oldu. Gazi, ince, lirik yaratılışlı bir insandı. Yur­
duna, halkına olan sevgisi onu, Türkiye'nin düşmanlarına
karşı amansız bir mücadele için gerekli olan, sert, sağlam
bir karakter edinmek zorunda bırakmıştı.
Mustafa Kemal Paşa ile Latife Hanımın veda ziyaretleri,
Kemal Paşa'nın eskiden olduğu gibi şimdi de Sovyetler
Birliği 'ne karşı dostça duygular beslemekte olduğunu gös­
terdi.
Kısa bir süre sonra Moskova'ya çağınldım. Cumhurbaş­
kanı Gazi Mustafa Kemal Paşa'ya veda ziyareti sırasında,
Paşa bana imzalı bir fotoğrafını hediye etti. Candan kucak­
laşarak öpüştük, birbirimize mutluluklar diledik. Gazi Le­
nin' e selamlarının iletilmesini benden, rica etti.
*

280
Bir gün, Mustafa Kemal'in Çankaya'daki köşkünde kar­
şılıklı çaylarımızı içerken, geçmişlerimizden söz açıldı.
Kaç yaşında olduğunu Kemal Paşa'dan sordum.
Mustafa Kemal:
- l 880 yılında Selanik'te doğdum, dedi.
Şaşırmış.tını'.
·
Mustafa Keİnal:
- Niçin şaşırdınız? Diye sordu.
- Sizinle aynı yılda doğmuşuz, dedim. Ben de 1 880 yılın-
da, Moskova'da doğdum.
Mustafa Kemal Paşa gülümseyerek:
- Demek sizinle yaşıt oluyoruz, dedi.
Doğumunun ayını, gününü söyledi.
- Henüz çok gençsiniz dedim, ama, muzaffer bir general­
siniz.Büyük işler başardınız. Ölüm döşeğindeki bir mille"­
te can verdiniz, onu emperyalizm boyunduruğundan kur­
tardınız. Milletiniz bunu takdir ediyor.
Mustafa Kemal:
- Evet, doğru dedi. Ama, benim başladığım işi kim sür­
dürecek? Size birçok defalar anlatmıştım, benim böbrek­
lerim hasta. Böbrek hastalan uzun süre yaşamazlar. Ben bu­
nu çok iyi biliyorum. Millet liderler ortaya atacaktır. Bun­
dan hiç kuşkum yok. Ama bunlar, sayısı pek çok olan düş­
manlara karşı koyabilecekler mi? Bu beni korkutuyor. Za­
man zaman büyük zorluklarla karşılaşıyorum.
Konuşmamız Türkiye'nin iç meselelerine döküldü. Mus­
tafa Kemal, yeni Türkiye'nin sosyal düzenini kendisine öz­
gü bir görüşle belirtti:

281
- Türkiye'de sınıflar yok, dedi. Türkiye'de işçi sınıfı yok,
çünkü gelişmiş bir sanayi yok. Bizim burjuvazimizi ise he­
nüz burjuva sınıfı haline getirmek gerekiyor. Ticaretimiz
çok cılız, çünkü sermayemiz yok. Yabancılar bizi eziyor.
Benim amacım, milli ticareti kalkındırmak, fabrikalar aç­
mak, yeraltı zenginliklerini meydana çıkarmak, Anadolu ta­
cirine yardım etmek, zenginleşmesini sağlamaktır? bunlar,
devletin önünde duran işlerdir. 3iz bunları kanunlaştıraca­
ğız ! . .
- Ya köylüler?
- Onlara yardım edeceğiz. Aşan kaldıracağız.
- Siz köylüye yardım edene kadar Derebeyleri, tefeciler,
hocalar onu büsbütün köleleştireceklerdir. Onların bekle­
meye hiç niyeti yok, bizim düşüncemize göre, sizin daya­
nağınız köylülerdir. Onları kalkındınnız, onlara toprak ve­
riniz ! . . Onları vergilerden, tefecilerin elinden kurtarınız! . .
Sizde işçi sınıfı henüz çok zayıf, orası öyle. Ama, işçileri­
niz az olmakla birlikte, güçlü, sağlam ve bilinçlidirler. On­
lar hem size destek olur, hem köylülerin kalkınmasına yar­
dım ederler. Bizde, Rusya'da işçilerle köylüler ebedi ola­
rak Rusya'yı Derebeylerinden kurtarmışlardır.
Mustafa Kemal:
- Rusya'da iş başkadır, diye cevap verdi. Rusya'yı Türki­
ye ile mukayese edemezsiniz ! Rusya'da işçi sınıfı daha ih­
tilalden önce teşkilatlanmıştı. Yüksek bir bilinç düzeyine
erişmişti. Sizde dinin, halkın üzerinde, bizde olduğu kadar
büyük bir etkisi yoktur, fanatizm yoktur. Bunu hesaba kat­
mak gerek.

282
Bu konuşmamızda Mustafa Kemal Paşa, yukarıda sözü­
nü ettiğim bir İktisat Kongresi toplamak ve yeni bir iktisa­
di misak meydana getirmek niyetini açıkladı. Mustafa ke­
mal Paşa, Türkiye'nin ekonomik canlanışının başarısına
büyük umutlar bağlamıştı.
Paşa:
- Tabii, dedi. Göze görünmeyen pek çok engeller, mille­
tin de benim de birçok düşmanlarımız var. Ama, bunların
üstesinden geleceğimize ben inanıyorum. Güçlü bir ordu
kurmayı başardık.
- Orası doğru dedim. Ama, kaşarlanmış Derebeyleri bir
yana, bütün millet savaşa katıldı. İşçiler, köylüler, aydınlar,
tüccarlar, hepsi peşinizden gitti .. Bütün milletçe ülkünüz
birdi: İstilacıları kovmak. Ama şimdi sınıflaşma başgöster­
di. Her grubun çeşitli çıkarları ortaya çıktı. Şimdi bunların
arasında, kendi sınıf çıkarları için bir mücadele var.
Konuşmamız uzun sürdü. Zamanla silinerek, hafızamda
ancak parçalar halinde kaldı. Bizimle Türkiye arasındaki
karşılıklı ilişkilerden de söz ettik. Mustafa Kemal, her za­
man olduğu gibi, açık ve belirli olarak, Türkiye'nin Sovyet
Rusya ile olan dostluğunun, en sağlam, en güçlü bir dost­
luk olduğunu söyledi. Bu, Türkiye'nin uluslararası ilişki­
lerinin politik temelidir, dedi. Sonra da şunları ekledi:
- Bizim birbirimizden ayrılmamıza imkan yoktur. Bu be­
nim sarsılmaz inancım, gelecek kuşaklara da vasiyetimdir.
Aradan uzun yıllar geçti. 1 928 yılında diplomatik çalış­
malara son verdim. Ama, Türkiye'nin kaderiyle ilgiien­
mekte devam ettim, iç ve dış politikasını izledim.

283
Mustafa Kemal Paşa, hayatının sonuna kadar, şaşmaz bir
biçimde, Türkiye'nin milli çıkarlarının, dolayısıyla, Sovyet­
ler Birliği ile dostluk ilişkilerinin koruyuculuğunu yaptı.
Kemal Atatürk, 1 936 yılında boğazlarla ilgili Montreux
mukavelesinin imzasından sonra, Büyük Millet Meclisi 'nde
şunları söylemişti: "Bu münasebetle, karada ve denizde
büyük komşumuz Sovyet Rusya ile aramızdaki on beş yıl­
dan beri her türlü tecrübeden geçmiş olan dostluğun, ilk
gündeki kuvvet ve samimiyetini tamamıyla koruyarak, ta­
bii gelişmesine devam ettiğini söylemekle de aynca mem­
nunluk duyanın" .
Atatürk'ün arkasından, Türkiye'nin Başbakanı İ smet İnö­
nü de, 1 93 7 yılında, Sovyet Rusya ile dostluğun, her iki ül­
kenin politikasında sağlam bir unsur olarak devam edece­
ğini söylemişti.
Ama, İsmet İnönü'nün dediği gibi olmadı.
Atatürk'ün hayatının sonlarına doğru, İ smet İnönü, ger­
çekleştirmek için Atatürk'le birlikte savaştıkları ilkelerden
uzaklaşmaya başladı. Büyük komprador burjuvazi ile çev­
rilen İ smet İnönü, gerek iç gerek dış politikada onun etki­
sinde kaldı.
Atatürk'le İnönü arasındaki başlıca anlaşmazlık, devlet­
çilik ilkesinde, yani Tük komprador burjuvazisi ile bağlı bu­
lunduğu yabancı sermayeye karşı milli sermayenin korun­
masında ortaya çıktı. Zamanında Türk Anayasası 'na soku­
lan devletçilik ilkesine karşı yürütülen kulis arası savaş, her

284
zaman sürüp gitmiştir. Mustafa Kemal sağ olduğu sürece,
bu savaşa gizlice İnönü de katılmakta idi. Atatürk bunu
tahmin ettiği için, İsmet İnönü'nün Başbakanlıktan çekil­
mesinde direndi.
1 93 8 yılı yazında Atatürk'ün hastalığı bunalım aşaması­
na girdi . Artık işlerle uğraşamaz bir hale gelmişti. 1 0 Ka­
sım 1 93 8 tarihinde de gözlerini hayata kapadı.

- SON -

285

You might also like