Professional Documents
Culture Documents
Bir Sovyet Diplomatın Türkiye Anıları 2
Bir Sovyet Diplomatın Türkiye Anıları 2
S.İ. ARALOV
Çeviren
HASAN ALİ EDİZ
Cumhuriyet GAZETESİNİN
OKURLARINA ARMAÖANIDIR.
İÇİNDEKİLER
149
Türk Ordusunun Taarruzu . . . .. . . . . .. . .. .. .. .. .. 175
. . . . . . .
150
Konferans Heyetiİçin Mücadele . . . .. .. . . . . . ... . .... .224
. . .
151
ŞEYH SENUSİ'DEN MUSTAFA KEMAUE
MEKTUP
1 53
yet Konya şehrinin yaşantısıyla, şehir halkıyla, toplum
kişileriyle, müesseseleriyle ayrıntılı olarak tanışmamız,
Türkiye'deki durumu ve Türk halkının yaşantısını öğren
memiz için bize çok şeyler verdi.
Mustafa Kemal Paşa ve yakın mücadele arkadaşları,
orduyu ziyaret etmemizden ötürü, bana ve İbrahim Abi
lov'a çok çok teşekkür ettiler. Akşama uğurlama töreni
düzenlendi. Mustafa Kemal Paşa Konya'da kaldı. Biz ise,
Abilov ve Zvonaryev yoldaşlarla, gerisin geriye hareket
ederek 6 Nisanda Ankara'ya vardık. Gezimiz on gün sür
müştü.
154
tişik tahta bir kulübeye yerleştirmişti. Aşçı kadın, 1 Ma
yıs Bayramı için hazırlanan pasta ve çörekleri kiler oda
sına yerleştirinişti. Pasta ve çörek kokusunu alan ayı yav
ruları, tahta bölmeyi kırarak, kiler odasına girmişler, bü
yük bir iştah ile pasta ve çörekleri yemişler, birçoklarını
da ayaklarıyla ezerek, yüzlerini gözlerini kremaya bula
mışlar, bu durumlarıyla gülünç bir hal almışlardı.
155
Bayramı'yla ilgili olarak elçiliğimize birer tebrik mesajı
gönderdiler. Bütün misafirlerimizi birden kabul etmemi
ze imkan yoktu. Ziyaretçiler tebriklerini sunmak için ara
lıksız geliyorlardı.
1 56
Her kelimesinde bir önemlilik vardı. İnsanlarla konuşur
ken sözlerinde dürüstlük ve kesinlik hissedilirdi. Fevzi
Paşa, askeri durumu objektif olarak değerlendirmesini
bilirdi. Fevzi Paşa basit ve yiğit bir asker sembolü idi.
Bununla birlikte Fevzi Paşa, samimi olarak dindardı.
157
özel bir ağırbaşlılık damgası vurmuştu. Ordunun her dav
ranışından, her zaman büyük bir kişisel sorumluluk du
yardı. İnönü mevkiinde Yunanlılar'a karşı kazanılan ilk
zaferler, onun komutası altında kazanılmıştı ve o, halkın
bir şükranı olarak "İnönü" soyadım almıştı. İngiliz-Yu
nan istilacılarına karşı yapılan son kesin taarruzun bütün
hazırlıkları, Mustafa Kemal Paşa ile İsmet Paşa'nın
omuzlarına yüklenmişti.
Türkler'in Sakarya zaferini, ağır toplarının üstünlü
ğü ile açıklayan Yunan generali Papulas'a İnönü'nün ver
diği cevabı buraya nakletmekten kendimi alamayacağım.
İsmet Paşa alaycı bir eda ile şöyleıdemişti:
"Türkler bu ağır toplan, herhalde kendi fabrikaların
da yapmadılar. Türkler'in bütün silahlan ellerinden alın
mıştı. Buna karşılık bütün dünyanın silah fabrikaları Yu
nanlılar'ın siparişine açıktı. Yunanlılar istedikleri her şeyi
satın alabilir ve bu satın aldıkları şeyleri de istedikleri ye
re götürebilirlerdi. Bu durum, Yunan komutanlığının, za
ferin sırrını anlamakta Türk komutanlığından çok aşağı
olduğunu göstermektedir."
REFET PAŞA
1 58
şa'nın, dini-feodal unsurlarla ve Komprador burjuvazinin
temsilcileriyle bağlantısı vardı. Yeni Türkiye'yi destekle
diği için de Sovyet Rusya'ya düşmanca davranıyordu.
Refet Paşa çeşitli görevlerde bulunmuştu: Milli Sa
vunma Bakanlığı, Dumlupınar savaşında kolordu komu
tanlığı etmiş, Konya isyanının bastırılmasında görev al
mıştı. Refet Paşa'nın komutanlığı başarısız geçmişti.
Mustafa Kemal Paşa'nın belirttiğine göre, Milli Savunma
Bakanlığı'nda da olumlu iş görememiş, 1 922 yılı Ocak
ayında bu görevden alınmıştı. Ama bu, onun kendi kah
ramanlıklarıyla övünmesine engel olmamıştı. Konuşma
larımızda, General Frunze'nin onun değerini anlamadı
ğından, kendisini emperyalist saydığından şikayet ederdi.
RAUF BEY
1 59
şa'nın, Rauf Bey'in ve öteki muhaliflerin büyük kompra
dor burjuvazi, derebeyleri ve feodal askeri grup arasında
dayanakları vardı.
Mustafa Kemal Paşa, İstanbul'da ve Anadolu'nun
bazı çevrelerinde kendisini asi bir asker olarak saydıkla
rını biliyordu. Feodal çevreler, çeşitli oyunlara başvura
rak halkı, Mustafa Kemal'e, Türkiye Büyük Millet Mec
lisi'ne ve öteki Türk yurtseverlerine karşı ayaklandırma
ya çalışıyorlardı.
160
dirilecektir. Gericiler milli hareketin temeline bomba
koymak istiyorlar, ama bunu başaramayacaklardır. Fe
odaller, nice çeteler, nice isyanlar organize ettiler! Bütün
bunlar "İttihat ve Terakki" partisinin artıkları, "İngiliz
Dostları" (*) Derneği ve daha başka gerici teşkilatlar
aracılığı ile iş gören Curzon, Lloyd George ve öteki em
peryalistlerin önderliği ile yapılmaktadır. Ama, halk, ge
riciliği frenlemekte bize yardım etti. Bütün Anadolu ateş
ler içinde yandığı zaman siz henüz burada değildiniz. İn
giltere' nin çeşitli ajanları, Enver Paşa'nın padişahın
adamları, yer yer ayaklanmalar çıkarıyorlardı. İngiliz hü
kümeti, Yunun ordusuna, Anadolu'nun şu ya da bu böl
gesini işgal etmek emrini veriyordu. Her yanda çeteler
kuruluyordu. Bunların en büyüğü Anzavur çetesi idi. İn
giltere, Rusya'da başarısızlığa uğrayan metodları burada,
bizde uygulamak istiyordu. İngiltere, Amiral Kolçak'ı,
Y üdeniç'i, Denikin'i desteklemek için yüzlerce milyon
harcamıştı. Padişahın ve İngiliz emperyalistlerinin adamı
ve milli kurtuluş hareketinin en büyük düşmanı olan hain
Anzavur, Bandırma bölgesinde yıkıcı çalışmalarına baş
lamıştı. Ona verilen ödev, milli cepheyi arkadan vurmak
tı. Anzavur etrafına büyük kuvvetler toplamayı başardı.
Biga'da kanlı savaşlar oldu. Anzavur başarı sağladı. O
bölgedeki milli kuvvetleri dağıttı. Bir çoklarını esir aldı.
Eline birçok silah geçirdi. Tabii sonunda mağlup edildi.
Türk milleti bunu hiçbir zaman unutmamalıdır.
Mustafa Kemal Paşa, emperyalistlerin hileciliğini
hatırladı. Fransız Başbakanı Clemenceau'nun şu sözleri-
(*) Eski adı ile "lngiliz Muhibleri Cemiyeti", İstanbul' da, İngiliz lntel
ligence Service teşkilatının temsilcisi Rahip Fraou'nın para desteği ile Padişah
Vahteddin ve Sadrazam Damat Ferit Paşa tarafında kurulan gerici bir teşkilat
tır. Bu derneğin başında, o zamanlar İstanbul'da çıkmakta olan gerici "Yeni
lstanbul" gazetesinin sahibi Sait Molla bulunmakta idi. S.1. Aralov.
161
ni öfke ile nakletti: "Ben, Kilikya'yı, Suriye'yi, Şam'ı,
Halep'i, Beyrut'u ve Musul'dan elde edilecek petrolün
akacağı İskenderun limanını alabilmek için bir yem ola
rak, Musul'u İngilizlere verdim. Eğer sonralan Türkler
bizi Kilikya'dan kovdularsa benim bunda ne suçum var?"
Mustafa Kemal biraz susup yatıştıktan sonra sözleri
ne devam etti:
- Zehir, ağu henüz dağılmadı. Bunun panzehiri bütün
halkın uyanması, aktif bir hale gelmesidir. Halkın Mon
doros silah bırakışmasına, Sevre Antlaşması'na, padişa
hın ihanetine cevabı, uyanışın başlangıcı oldu. Sabır bar
dağı taştı. Bizim Sıvas ve Erzurum kongrelerimiz, Mon
dros'a, Sevre'e ve itilaf devletlerinin başka davranışları
na verilen cevaplardır. Çağrımız bütün Anadolu'yu do
laştı, hatta İstanbul'a kadar ulaştı. Türk kamuoyu, halk,
milli misakı yarattı. Bu konuda çok çalışmamız lazım
geldi. Meclis'teki her milletvekili ile ayrı ayn konuşmak,
her birine, Kurtuluş Savaşı'nın önemini anlatmak, pasif
davranmakla hiçbir şey elde edilmeyeceğini ispat etmek
gerekiyordu.
Birgün Mustafa Kemal Paşa bana dönerek:
- Aralov yoldaş, dedi. Biz Türkler 1 920 yılında size
yardım etmek fırsatını bulduk. Herhalde siz bunu bilmi
yorsunuz. Gelibolu'ya yakın Akbaş iskelesinde, daha Bi
rinci Dünya Savaşı'ndan kalma bir silah ve cephane de
posu vardı. Bu depoyu Fransız askerleri korumakta idi.
Fransızlarla İngililer bu silahlan General Vrangel'e ver
meye karar vermişlerdi. Beyazlara ait bir Rus gemisi, si
lah ve cephaneleri almak üzere Akbaş'a gelmişti. Biz bu
silah deposunu biliyor, itilaf devletlerinin niyetlerini sezi
yorduk. Bu deponun korunmasında, Osmanlı hükümeti
de Fransızlara yardım ediyordu. Cesaretli ve fedakar ar-
1 62
kadaşımız Köprülü'lü Hamdi- Bey bu silahlan ele geçir-.·
mek işini organize etti. Telgraf ve telefon kablolarını kes
ti. Kendisi gibi cesur ve fedakar arkadaşlarıyla, 1 920 yılı
26127 Nisan gecesi, sallarla yavaşça boğazı geçerek,
Fransız askerlerinin silahlarını aldı. Çabucak silah ve
cephaneleri yükleyerek onları Lapseki'ye getirdiler. Köp
rülü'lü, silahlarını aldığı Fransız askerlerini de birlikte
getirmeyi umutmadı. Silah ve cephaneler, hemen memle
ket içine gönderildi. Böylece biz 8 bin Rus tüfeği ve 40
makineli tüfek almış olduk. Bu, çok işimize yarayan, çok
güzel bir hediye idi. Böylece, siz bize biz de size yardım
etır..iş olduk. Bunu haber alan İngiliz emperyalistleri deli
ye döndüler, hemen bu işin peşine düştüler, ama tabii ha
va aldılar.
Mustafa Kemal Paşa:
- Bana ve arkadaşlarıma karşı korkunç bir propagan
da yürütülüyordu, dedi. Olmayacak günahlar işlemekle
beni suçluyorlardı. Bütün bunlara katlanmak gerekiyor
du. Karşılaştığımız en büyük zorluk, subay ve silah ek
sikliği idi. Ama, Sovyet Rusya bize dostça yardım etti.
Silah, top ve cephane verdi. Bizim milletimiz bunu asla
unutmamalıdır. Milli Kurtuluş Savaşı'nın ilk günlerinde,
anca 5 bin kişilik bir silahlı gücüm vardı. Şimdi ise elim
de koskoca bir ordu var. Bunu bana, halkın desteklediği
Kurtuluş Savaşı kazandırdı.
Birgün Mustafa Kemal Paşa'ya, Samsun'dan Anka
ra'ya gelirken, yolda rastladığım köylerden, onların ağır
durumundan söz ettim. Mustafa Kemal Paşa:
- Evet, evet, orası doğru, dedi. Türkiye Büyük Millet
Meclisi'nin ödevi, köylüyü ağır aşar vergisinden kurtar
mak, ona başka kolaylıklar sağlamaktır. Ama şu anda biz
bunu yapamayız. Birçok zümrelerin kinini üzerimize
1 63
çekmiş oluruz. Onlar bizden uzaklaşır ve istilacıları kov
mak, halkın kurtuluşunu ve ülkenin bağımsızlığını sağla
mak gibi başlıca görevimizi yapmaya engel olurlar. Milli
davamızı çözümledikten sonra köylü ile uğraşabiliriz.
Mustafa Kemal'le bu konuşmayı birlikte yaptığımız
Abilov yoldaş, milyonlarca köylü, ekonomik baskıdan
kurtulduğu takdirde, onların, feodalleri yenmekte yardım
edeceklerini, Türkiye Büyük Millet Meclisi iktidarını
güçlendireceklerini, Türkiye'yi yenilmez bir hale getire
ceklerini, emperyalistlerin ilerde yapacağı bütün saldırı
lan püskürteceklerini anlattı.
Mustafa Kemal, Abilov'u elinden tutarak: "Şimdi
olmaz, dedi. ama bu olacak."
Mustafa Kemal'in tuttuğu yol, Türkiye'yi emperya
list boyunduruğundan kurtarmak, bölgelere ayrılmasına
engel olmak yolu, halkın büyük bir çoğunluğunca anla
şılmış bulunuyordu. Bu durum, Derebeylerinin, toprak
ağalarının, büyük komprador burjuvazinin, gericilerin ve
maddi bakımdan gericilerle bağlı bir kısım aydınların
korkunç düşmanlığını doğurdu. Önceleri Mustafa Ke
mal'le birlik olan bazı aydınlar sonralan Milli Kurtuluş
hareketinden ayrılarak padişah tarafını tuttular, ya da, dü
pedüz mücadeleden vazgeçtiler.
Cephe gezintisinden dönünce, izlenimlerimi, Dışiş
leri Bakanı Çiçerin'e ve Dışişleri Bakanlığı'nın öteki so
rumlu memurlarına bildirdim. Sovyet Dışişleri Bakanlı
ğı'na gönderdiğim raporumun, Türk halkının yaşantısın
dan, Mustafa Kemal'in eskinin her türlü kalıntılarıyla
yaptığı mücadelesinden söz eden bölümün bir yankısı ol
mak üzere, Çiçerin'in MilliEğitim Bakanı Lunaçarski'ye
yazdığı mektubun bir kopyasını aldım. Çiçerin, mektu
bunda şunları yazıyordu:
1 64
"Mustafa Kemal, Türk kadınının kurtuluşunu ve ona
bütün haklarda ve toplum yaşantısında erkeklerle eşitlik
isteyen ilerici bir hareketin başındadır. Mesela kendisi,
eşiyle birlikte, hem de eşinin yüzü açık olarak, Büyük
Millet Meclisi toplantılarına gelmektedir. Mustafa Kemal
eşiyle birlikte Aralov yoldaşı da ziyaret etmiş bulunuyor.
Genel olarak Mustafa Kemal, bütün toplum ilişkilerini
çok enerjik olarak ileriye doğru itmektedir. Mustafa Ke
mal'in, son derece ilgi çekici bir kişiliği vardır. Günlerce
Türk şehirlerinin sokaklarında dolaşmakta, kendisini
çevreleyen kalabalıkla parlamenterizmden, kadının öz
gürlüğünden, milli eğitimin ve bütün kültürün modern
leştirilmesinden söz etmektedir. Gerek Mustafa Ke
mal'in, gerek onun ülkü arkadaşlarının, Türk toplum iliş
kilerinin modernleştirilmesi konusundaki çalışmalarını
kolaylaştırıcı materyal gönderilmesi çok yerinde bir dav
ranış olurdu.
"Çalışmalarını kolaylaştırmak üzere Mustafa Ke
mal'e gönderebilmem için, kadın meselesi ile ilgili ma
teryalleri, ya da, daha doğrusu, kadının tüm özgürlüğünü
sağlamak için bizim uyguladığımız materyalleri toplayıp
bana gönderecek birini görevlendiremez misiniz?
"Eğer Türkler tekrar, özellikle teknik alanında öğre
nim yapmak üzere birkaç yüz genç göndermeyi teklif
ederlerse; ne yapabileceğimizi lütfen bildiriniz. Hatırla
dığıma göre bu mesele bundan önce ortaya atıldığı za
man, Türkler hepsinden çok zirai öğrenimle ilgilenmiş
lerdi. Bunun mümkün olup olmayacağını ve bu çeşit
planların hangi ölçülerde ve genişlikte uygulanabileceği
ni bildirmenizi rica ederim."
Daha sonra, 1 923 yılında Çiçerin, Ankara'daki tem
silcimize şunları yazmıştı:
i65
"Mustafa Kemal Paşa'ya verilmek üzere toplum ya
şantısının modernleştirilmesi, özellikle çocukların korun
ması ve sosyal güvenlikle ilgili yeni materyaller gönde
rilmektedir. Onun, Nuh-u Nebi'den kalma yaşantıya, bü
tün kör inançlara ve ortaçağ kalıntılarına karşı mücadele
sinde, elimden geldiğince ona yararlı· olmaktan çok se
vinç duyacağım. Mustafa Kemal Paşa'nın bütün istekle
rini, hemen bana bildiriniz. Bu isteklerinin yerine getiril
mesi için her şeyi yapacağım."
CENEVRE KONFERANSI VE
RAPALLO ANTLAŞMASI
1 66
delegeleri adına, bu teklife karşı hayretini belirtti. Çünkü,
Türkiye'nin Cenevre Konferansı'na katılmasını isteyen
Sovyetler Birliği değil mi idi? Çünkü, Türkiye'nin bu
konferansa katılması, en yakın zamanda Küçük Asya'da
barışın kurulmasını sağlayabilirdi. Türkiye'de yapılmakta
olan savaşa karşı tarafsız davranmak ise, uluslararası ant
laşmaların ve uluslararası hakların her devletin istediği
biçimde bir tarafsızlık olmalı idi.
Çiçerin'in bu konuşmasını Mustafa Kemal'e bildir
diğim zaman, Mustafa Kemal, Çiçerin'e teşekkür etmemi
benden rica etti.
Sovyetler Birliği ile Almanya arasında imzalanan
Rapallo Antlaşması Mustafa Kemal Paşa'nın hoşuna gitti
ve:
- Bu sizin delegelerin İngilizlere karşı kazandığı par
lak bir zaferdir, dedi. Bu beni çok sevindirdi.
Bir başka konuşmamızda, Mustafa Kemal, Cenevre
Konferansı'nın genel takdirini yaparak, konuşmaların ke
silmesine rağmen, Cenevre Konferansı'nın Sovyet diplo
masisinin bir zaferi olduğunu söyledi ve "Cenevre Kon
feransı'nı bir savaşa benzetecek olursak, savaşa komuta
eden Çiçerin, ne Lloyd George'un, ne Barthou'nun far
ketmediği harikulade güzel bir çevirme hareketi yaparak,
Almanlarla Rapallo Antlaşması 'nı imzalamak suretiyle,
emperyalist saflarında bir gedik açtı."
1 922 Haziran'ında Ankara'ya Fransa temsilcisi Al
bay Mougin geldi. Türklerin düşüncesine göre, Mougin,
kaba saba, ham halat bir askermiş, Mougin, Ankara Ant
laşması'nın (*) hayata uygulanması meselesiyle ilgili
167
olarak Ankara'ya gelmişti. Bununla birlikte Mougin,
Mustafa Kemal'e, Fransa ile Türkiye arasında askeri bir
ittifak imzalamayı, İngiltere ile, uzlaşıcı bir barış antlaş
ması imzalamayı ve Sovyetler Birliği ile ilişkileri kesme
yi teklif ederek, temsilcilik yetkilerini genişletti. Mougin,
amacına erişemedi, Mustafa Kemal onun tekliflerini red
detti.
Fransa'nın, İngiltere'nin tersine, Türkiye'ye silah
yardımında bulunduğunu dikkate almak gerekir. Hiç şüp
he yok ki, bu yardım Türkiye'ye çok pahalıya mal ol-
. muştu. Mustafa Kemal, bu yardımı kabule yanaşmadan
önce çok tereddüt etmişti. Türkiye için kritik olan bu an
larda yardımımızı genişletememiştik. Ekonomik ve mali
bunalım içinde kıvranan Türkiye için Fransa'nın silah
yardımını kabul etmekten başka yapacak bir şey kalma
mıştı. Pek tabii olarak Fransa, bu durumdan, Türkiye ile
aramızı açmakta yararlanmaya çalışıyordu. Sovyetlere
karşı şiddetli bir propagandaya girişmişti.
Biz, Fransızlarla bizim yardımımız arasındaki fark
ları Türklere anlattık, Fransa'nın emperyalist planlarını
açığa vurduk. Mustafa Kemal Paşa ile arkadaşları bu far
kı gördüler. Demokratik aydınlarla halk, bütünüyle Sov
yetler Birliği ile dostluğun pekiştirilmesinden yana idi.
Fransızların Sovyetler'e karşı yürüttükleri propaganda,
özellikle muhalefet çevrelerinde yoğunlaşıyordu.
GENERAL TAWSHEND'İN
TÜRKİYE'Yİ ZİYARETİ
168
remiyorum. General Tawshend'in gelişinin politik bir
önemi yoktur.
General Tawshend 22 Temmuz'da Konya'ya geldi.
İki gün sonra da, Mustafa Kemal'le aralarında bir görüş
me oldu. Bundan sonra da İngiliz generali Ankara'ya
geldi ve Refet Paşa ile uzun uzun görüştü. Mustafa Ke
mal, Tawshend ile yaptığı görüşme ve konuşmalar üzeri
ne hiçbir şey söylemedi.
Bütün bu olaylar: albay Mougin'in gelişi onun geliş
tirdiği çalışmalar; Tawshend'in ziyareti: Mustafa Ke
mal'in Konya'ya ve İzmir'e gidişi Enver Paşa'nın 1922
yılı Ağustos'undaki isyanı ve ölümü, Ankara'nın toplum
çevrelerinde ve Meclis'te gergin bir durum yaratmış ve
muhalefetin yıkıcı çalışmalarını güçlendirmişti. Muhale
fet Sovyet Rusya elçisini de kendi entrikalarına sürükle
meye, böylece onu lekelemeye çalışmıştı.
Elçiliğe sık sık, her yandan: İçişleri Bakanı Fethi
Bey'in izinli gittiği ve Beyrut'ta Tawshend'le buluştuğu,
onunla uzun uzun görüştüğü; Mustafa Kemal 1922 Tem
muz'unda İzmir'e (*) gittiği sırada, İngiliz temsilcileri
nin de orada bulundukları ve güya barış görüşmelerine
başlamak için anlaşmaya vardıkları yollu "dokunaklı
imalar" yağıp duruyordu.
Mustafa Kemal bana bu olanlardan söz etmedi. Bu
görüşmeler yapılmış olsaydı, Mustafa Kemal'in bunu
benden gizleyeceğini sanmıyorum. Türkiye'nin bunu
Sovyet Rusya'dan gizlemesinin hiçbir anlamı yoktu. Bu
çeşit söylentiler Mustafa Kemal'in düşmanları tarafından
etrafa yayılıyor ve bizim ona olan inancımızı sarsmak
(*) Burada Aralov, şehirleri birbirine karıştırmış olsa gerek. Çünkü 1922
yılı Temmuz'unda İzmir, henüz Yunan işgalinde bulunuyordu. (H. Ediz)
169
amacını güdüyordu. Yakın doğuda barış gerçekleşseydi
ve İngiltere ile Türkiye arasında normal, eşit haklara da
yanan ilişkiler kurulsaydı, Sovyet hükümeti, kendi payına
bunu selamlardı.
Esas itibarıyla Türk-Rus karşılıklı ilişkileri normal
olarak gelişiyordu. Gerçi Moskova Antlaşması'nın karar
larına, her zaman harfi harfine uyulmuyordu. Ama; ko
nuşmalardan, yazışmalardan sonra bu olaylar çözümleni
yordu. Çeşitli Türk devlet müesseselerine sokulmuş olan
gerici unsurlar, kasıtlı olarak zorluklar çıkarıyorlardı.
Güney Kafkasya taşıt müesseselerinin işini bu çeşit olay
lara sokabiliriz. Mesela, antlaşma şartlarından olan, top
ların doğu cephesinden ( Kars), Batı Yunan cephesine,
Batum üzerinden taşınmasına engel olunması, ancak
Menşeviklerin ve burjuva nasyonalistlerinin sabotajlarıy
la açıklanabilir.
Ben, muhalefet adamlarıyla, hangi konu üzerinde
olursa olsun, görüşmeyi reddediyordum. Kaçınılmaz kar
şılaşmalarda ise, onların haksızlığını gösteriyor, onların
milli kurtuluş savaşına, Mustafa Kemal'e karşı mücade
lelerinin Türkiye'nin düşmanlarına yardım ettiğini söylü
yordum.
170
hükümeti barışı sağlamaya çalışıyorlardı. Basının ihtiyat
lı tutumu, ilk tedbirlerden biri idi.
Türkiye'nin bize karşı olan politikasında herhangi
bir değişiklik yoktu. Türk hükümetinin ana politikası, es
kisi gibi kalmakta devam ediyordu: Türkiye'nin bağım
sızlığı, Sovyetler Birliği ile dostluk.
(*) Ali Fuat Paşa, Türkiye'nin Moskova elçisi olup, Türk casusu ve İn
giliz ajanı olan birini himayesine almıştı. Bu ajan, gizlendiği evde, lngiliz aja
nına casuslukla ilgili materyaller verirken yakalanmıştı. Bu olay üzerine Ali
Fuat Paşa Türk hükümetince geri çağınlmıştı.
17 1
idi. Çünkü Fransızlar, bizim Suriye üzerinde bir etki yap
mamızdan korkuyorlardı. İran elçisinin gelişi ile ilgili
olarak verilen bir ziya,fette, Mustafa Kemal Paşa, Mer
sin'de bir konsolosluk açılması için olumlu bir cevap ve
rilmesini emrettiğini söyledi. Seçimler sırasında Mec
lis'te benimle karşılaşan Yusuf Kemal ise, koluma girdi
ve gülümseyerek:
- Siz, Mersin'de bir konsolosluk açılması meselesi
ile ilgileniyorsunuz, dedi. Seçimlerden sonra size, gelip,
cevabın gecikmesindeki sebepleri anlatacağım ve müsa
adeyi de kendim getireceğim.
Meselenin çözümlenmesi, yine de iki ay sürdü.
172
TÜRK ORDUSU'NUN TAARRUZU
KEMALİSTLERİN MUHALEFETLE
MÜCADELESİ
173
Yeni kanunun kabulünden sonra· muhalefet, güçlü ve iyi
teşkilatlanmış olduğunu, meclis'te de 120 üyesi bulundu
ğunu söyleyerek övünmeye başladı. Gerçekten de, muha
lefete, koyu gericilerden ve hocalardan bir grup katılmış
tı. Bunlardan bazıları, Şeriat Kanunlarını uygulamayan
ve devamlı olarak hocalarla ve padişahla mücadele eden
bir insan olarak Mustafa Kemal'in kişiliğinden hoşlan
madıkları için muhalefet saflarına katılmışlardı.
Ama, muhalefetin hesapları doğru çıkmamıştı. Hü
kümet seçiminde muhalefet tam bir yenilgiye uğramıştı.
Mustafa Kemal ve arkadaşları, kısa bir süre içinde büyük
bir politik çaba harcamışlardı. Müdafaa-i Hukuk grubu
adına, başında Rauf Bey'in bulunduğu bir kabine üyeleri
listesi ileri sürülmüştü. ( Bundan önce Başbakan, Genel
kurmay Başkanı Fevzi Paşa idi.) Liste, Adalet Bakanı
müstesna, tam kadro halinde kazanmıştı.
Rauf Bey'in Başbakan olarak ileri sürülmesi, Musta
fa Kemal Paşa'nın politik bir oyunu idi. O, Rauf Bey'in
gizli muhalefetini biliyordu. Ama, muhalefeti felce uğrat
mak ve Rauf Bey'i kendi tarafına çekmek için böyle dav
ranmıştı. Muhalefet, kendi adaylarından hiç birini kabi
neye sokmadı. Halbuki muhalefet listesinde Refet Paşa,
Cemal Paşa ( *) (Isparta Mebusu) gibi kodamanlar vardı.
Şu veya bu biçimde, Türkiye'nin politik kişilerinin
yolları ayrılmaya başlamıştı. Bunu bizim de, Sovyet Rus
ya'nın Türkiye'deki diplomatik temsilcilerinin de dikkate
almamız gerekiyordu.
174
TÜRK ORDUSU'NUN TAARRUZ HAZIRLIGI
175
cepheye giderken, köşkünde Meclis üyelerine bir çay
partisi vereceğini etrafa yaydığı ve bu durumun gazete
lerde resmi olarak ilan edildiği yazılmaktadır. Bu, doğru
dur. Ama, bundan başka Mustafa Kemal Paşa, elçiliği
mizde, onun da katılacağı, büyük bir kabul resmi düzen
lememizi, bunu bütün Ankara'ya yaymamızı, öteki dev
let elçilerini de kabul resmine çağırmamızı benden rica
etti. Herkes toplanıp Mustafa kemal'in gelişini beklediği
sırada, yaveri gelerek, Mustafa Kemal'in biraz rahatsız
olduğunu ve gelemeyeceğinden ötürü özür dilediğini ha
ber verdi. Mustafa Kemal ise, bu sırada gizlice cepheye,
Konya'ya hareket etmiş bulunuyordu. Mustafa Kemal
sonralan, bu gezisi ile ilgili olarak şunları söylemişti:
- Ankara'dan ayrılışımı gizlemiştim. Planlarımı bi
lenler, sanki ben Ankara'da bulunuyormuşum gibi dav
ranmalı idiler. Hatta bunlar gazetelere benim Çankaya'da
bir çay partisi düzenlediğimi bile söyleyeceklerdi. Ben
geceleyin, otomobille Tuz çölünden geçerek Konya'ya
geldim. Telgrafhane kontrol altına alınmıştı.
Sonralan, bazı şüphecilere şöyle dedim:
- Görüyor musunuz, Mustafa Kemal bize, Sovyet
temsilcilerine ne büyük bir güven göstermişti.
Mustafa Kemal'in cepheye gidişi, 1922 yılı 1 5, ya
da 1 6 Ağustos'unda olmuştu. (*)
İstilacıların bozguna uğratılma planı, Genelkurmay
başkanı Fevzi Paşa'nın yakın katılışıyla, Mustafa Kemal
ve İsmet Paşalar tarafından hazırlanmıştı. Mustafa Kemal
Paşa'nın bana sonradan anlattığına göre, kendisi planı ha-
1 76
zırlama işine, taarruzdan çok önce başlamış bulunuyordu.
Orduyu, hem moral bakımından hem maddi bakımdan bü
yük bir dikkatle hazırlamışlardı. Yukarda, Türk Ordu
su'nun 192 1 yılı başlannd<) (İnönü Savaşı'nda) insan ve
teknik gücü üzerine bazı say• hr verr-�::?tim. O zamanki
Türk Ordusu'nu 1922 yılı Türk Ordusu'yla karşılaştırmak
enteresan olur. Kesin taarruz sırasında Türk Ordusu'nun
süngü sayısı 100 bindi. Yunan Ordusu sayıca Türk Ordu
su'ndan biraz üstündü ( 130 bin). Türk Ordusu makineli tü
fek bakımından zenginlemişti. (2800). Top sayısı bakımın
dan Yunan Ordusu'na eşitti: Türklerin 327 topuna karşılık
Yunanlıların 348 topu vardı. Türkler 5000 kişilik bir suvari
kolordusu meydana getirmişlerdi. Yunanlıların kılıç sayısı
1300'dü. Türk Genelkurmay'ı bu konuda bizim suvari or
dusunun iç savaşlardaki tecrübesinden yararlanmıştı. Fahri
Paşa'mn suvarileri büyük bir rol oynamıştı: Türk suvarileri
düşman gerilerine sarkmış ve Yuna� birliklerini bozguna
uğratmıştı. Bundan başka, önceden hazırlanmış çeteciler
de düşman gerilerinde çaba göstermişlerdi.
177
da indirildi. 27 Ağustos'ta şehir alındı. Yapılan savaşlarda
düşman ordusu tamamiyle imha olu-ıdu. Düşman ordusu
artıkları, paniğe uğramış bir halde İzmir istikametinde
kaçmaya başladı. İngilizler tarafından çok iyi donatılmış
büyük bir işgal ordusunun imha edilmesi için topu topu
dört gün yetmişti. Kaçmakta olan düşman, yabani bir ku
durganlık içinde, yolda rastladığı herşeyi yakıp yıkıyordu.
Uşak, Aydın, Manisa şehirleri ve köylerin �oğu yakılmıştı.
Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Yunanlıların müda
faasız halka yaptıkları canavarlığı, bütün dünyaya seslene
rek protesto etti. 30 Ağustos 1 922'de Dumlupınar savaşla
rında Yunan ordusu artıkları tamamiyle imha olundu. 18
Eylül'de bütün Anadolu Yunanlılardan temizlenn.iş bulu
nuyordu. Bizzat Yunan askerleri, duvarlara ve tahta hava
lelere yazdıkları yazılarla, onları savaşa sürükleyen İngiliz
lere ve Yunan geri idarecilerine lanetler yağdırıyorlardı.
Yunan Ordusu'İıun Afyonkarahisa:ı'nda uğradığı
bozgunu burada bütün ayrıntılarıyla anlatmaya ve yaz
maya kalkışmayacağım. Bu konu, askerlik edebiyatında
yeteri kadı:ır aydınlatılmış bulunuyor. Yalnız şu kadarını
söyleyeceğim ki, Yunan Ordusu Başkomutanı Trik pis,
bütün karargahıyla birlikte esir edildi. Yunan Kralı Kons
tantin, .ahtından çekildi. Türk Ordusu, d�moralize olmuş
Yunan Ordusu artıklarının adeta omuzlarında İzmir'e gir
di. Yunan istilacılarının hesabı görülmüştü.
Bütün Anadolu büyük bir se\ �;;.ç içindeydi. Ancak
feodaller ve onların yardakçıları üzgündüler. İngiltere,
Lloyd George'un· kişiliğinde, Yunanistan'ın bu savaşa
girmesi karşılığı olarak, Yunan hükümetine İstanbu!'u
vermeyi, Ayasofya Camii üzerindeki hilali haçla değiştir-
1 78
meyi, bütün Anadolu zenginliğini Yunanistan'a peşkeş
çekmeyi vaadetmişti. Bu sarhoşluktan ayılış, Yunanlılar
için de, Lloyd George için de çok acı oldu.
179
- Biz çok ihtiyatlı davrandık, diye anlattı. Ordunun
yer değiştirmesi; taarruz için yığınak yapması hep gece
leri olmuştur. Ordu, gündüzleri, gizlice köylerde dinleni
yordu. Amacımız, hazırlıklarımızı ve taarruz başarımızı,
belli bir süre için bütün dünyadan gizlemek, böylece, İn
giltere'nin ve İtilaf devletlerinin Yunanlıların yardımına
gelmesini önlemekti.
Harekatı idare etmek için Mustafa Kemal, İsmet ve
Fevzi Paşalar Kocatepe'ye gelmişlerdi. 30 Ağustos'ta
düşmanın Aslıhanlar bölgesinde kuşatılması tamamlan
mıştı. Mustafa Kemal Paşa sözüne devam ederek:
- Ordularıma seslenerek, bir an önce Akdeniz'e ve
Marmara Denizi'ne varmalarını, İzmir'le Doğu Trak
ya'yı geri alıp Anavatana katmalarını emrettim. Biz or
duları sevk ve idare ediyor, erlerin moralini yükseltiyor,
İngiliz - Yunan istilacılarını ve Türkiye'nin öteki düş
manlarım tamamiyle yok edeceğimize dair onların inan
cını güçlendiriyorduk.
180
Eylül 1 922 tarihinde, İtilaf devletleri, askeri harekatın
durdurulması ve barış konferansının toplanması için
Mustafa Kemal'e bir nota verdiler.
Yunanlıların bozguna uğratılması, İngilizleri cane
vinden vurmuştu. İngiltere yakın doğudaki topraklarını
genişletmeye, Afrika'daki sömürgelerini Asya'daki sö
mürgeleriyle; Arabistan'la, lrak'la, Hindistan'la birleştir
meye çalışıyordu. İngiltere'nin yakın ve orta doğudaki is
tilacı planlarını gerçekleştirmesine engel olan Kemalist
Türkiye ile Sovyet Rusya, onun için bir engel teşkil et
mekte idiler. İngilizler, Kemalistleri bozguna uğratmanın
Rusya'yı bozguna uğratmaktan daha kolay olduğunu sa
nıyorlardı. Ama İngiliz emperyalizmi bu noktada da ya
nıldı. İngilizler, Fransızların ve İtalyanların yardımına
güveniyorlardı. Ama, emperyalistler arasındaki çelişme
ler, bu ülkeleri İngiltere'den ayırıyordu.
Türkiye'de en büyük sermaye yatırımlan olan Fran
sa, Anadolu'daki savaş yüzünden çok büyük zararlara uğ
ruyor, İngiliz planına göre Türkiye'nin parçalanmasında
bir çıkar görmüyordu. İtalya Versailles konferansındaki
paylaşmada kendisinin aldatıldığını sayıyor, özellikle İz
mir'in Yunanlılara verilişini hiç de hoş karşılamıyordu.
Çünkü müttefikler, Birinci Dünya Savaşı'nda İzmir'i
İtalyanlara vermeyi vaadetmişlerdi. İngiltere, zayıf san
dığı Türk Ordusu'nu, İngiliz silahlarıyla donatılmış Yu
nan Ordusu'nun yardımıyla bozguna uğratmak için, Yu
nanistan'ı savaşa sürüklemişti. Ama, yurtlarını yabancı
istilacılara karşı savunmak ülküsüyle kanatlanan muzaf
fer Türk orduları, İstanbul doğrultusunda ilerliyorlardı.
İngiltere Bakanlar Kurulu, panik içinde, yardım et-
18 1
meleri ricasiyle dominyonlara telgraflar yağdırıyordu.
Bu telgraflarda, Mustafa Kemal ordularının hiçbir muka
vemete rastlamadan İstanbul'a doğru ilerledikleri, yenil
gi, ya da İstanbul'un müttefiklerce alçaltıcı bir boşaltıl
ması halinde, Hindistan'da ve Müslüman halk arasında
ciddi sonuçlar doğabileceği yazılmakta idi.
İngiltere yardım için, Fransa'ya, İtalya'ya ve Balkan ül
kelerine başvurdu. Ama Fransa ile İtalya, müttefiklerini ar
kadan hançerlediler. Paris'ten gelen bir emir üzerine Fransız
birlikleri Çanakkale mevzilerini boşalttılar. İtalyan ordusu
da Çanakkale Boğazı'ndan çekildi. İtalya lıükümeti, Türki
ye'ye karşı hiçbir askeri harekete katılmayacağını bildirdi.
Yunanlıların yenilgisi ve Mustafa Kemal'in zaferi, İn
giltere'de hükümet bunalımına yol açtı. Lloyd George ka
binesi istifa etti. Yeni İngiliz kabinesinde Dışişleri Bakan
lığı'na, Sovyet Rusya'nın can düşmanı olan Lord Curzon
getirildi. İngiliz hükümeti, yeni Türkiye ile görüşmelere
başlamak zorunda kaldı. İngiltere, Fransa, İtalya, ortaklaşa
bir nota ile Türk hükümetine başvurarak, genel barış kon
feransı için delegelerini göndermesini teklif ettiler. Mütte
fikler, daha konferans sona ermeden, Yunan ordusunun,
İtilaf Orduları Komutanlığı'nca belirtilecek bir hattın geri
sine çekilmesini sağlamayı üstlerine aldılar. Bu son mese
leyi çözümlemek için de, ilkin Mudanya'da bir askeri top
lantı yapılmasını teklif ettiler.
1 82
Churchill 'in iddiasına göre, Fransızlar, İngilizlerin tekli
finden daha çoğunu elde edeceklerini Türklere aşılıyor
larrnış. Türk Heyeti uzlaşmaz b ir tutum içinde id i. Mus
tafa Kemal Paşa'nın kend isi Mudanya konferansı işiyle
uğraşıyor, bütün ayrıntılarını inceliyordu.
İsmet Paşa ile birlikte Mudanya'da, Genelkurmay Baş
kanı Fevzi Paşa da bulunuyordu. Burada en dikkate değer
nokta Türkiye'nin silah bırakışması işini Yunanistan'la de
ğil İtilaf devletleriyle konuşması id i. İngiltere isteklerini
ileri sürdü. İtilaf devletleri arasında birlik, eskiden old uğu
gib i, yine yoktu. İngiltere, Fransız temsilcisinin varlığından
haberi yokmuş gibi davranıyordu. Gerçekte Fransa Mudan
ya konferansı görüşmelerinden uzaklaştırılmış gibi idi.
İsmet Paşa, tabii Mustafa Kemal Paşa'nın rızasıyla ,
konuşmaları birkaç defa yanda kesti. Nihayet, mudanya
silah bırakışması, yine de 1 1 Ekim 1922'de imzalandı. İki
gün sonra da, İngiltere 'nin isteğiyle anlaşmayı Yunanis
tan da imzaladı.
Mudanya anlaşması gereğ ince Yunanistan Trak
ya'daki ordularını Meriç ırmağının gerisine çekti. Türki
ye, Doğu Trakya'da kend i jandarmasını bulundurmak
hakkını elde etti. Müttefik devletler in orduları ise, barış
konferansının kararına kadar, Mudanya silah bırakışma
sının imzasından önce bulundukları yerlerde kalacaklar
dı. Boğazların Asya yakasındaki b ölümünde, Türk Ordu
su'nun geçmesine yasak edilen bir bölge belirtildi.
ANADOLU'DA ŞENLİKLER
1 83
mitingler yapıldı. Dualar edildi. İstilacılara karşı kazandı
ğı zaferden sonra, Mustafa Kemal Ankara' ya dönüşünde,
büyük törenlerle karşılandı. İstasyonda bir askeri birlik y
er almıştı. Bütün hükümet ve Meclis üyeleri, milli kahra
man Mustafa Kemal' i karşılamaya çıkmıştı. Sovyet rusya,
İspanya, Atg;mistan elçileri, bütün elçilik persone!leriyle,
bu karşılamaya katılmışlardı. Meclis' e giden yol boyunca,
çeşitli dövizlerle süslü taklar kurulmuştu. Mitinglerin, ca
milerde duaların hesabı yoktu. Bütün Ankara halkı sokak
lara ve meydanlara dökülmüştü.
Mitinglerden birinde konuşan Saruhan milletvekilinin
sözleri hala hatırımdadır. Konuşmacı edebi bir dille ve çok
heyecanlı konuşuyordu, Elini yükseklere kaldırarak, emper
yalistlerin, doğunun karşısınciıı başlarını eğmek zorunda
kalacaklarını söylüyordu. Konu �macı:
- Doğu ayaklanıyor dıJ � bağırdı. Yeniden doğmakta olan
genç, yeni Türkiye' nin zaferi, özgürlük, barış bayrağını ta
şıyor, onu hiçbir kuvvet alt edemez. Buna biz kendimiz, bi
zim genç ordumuz şahittir. Ordumuz, Büyük Başkomutanı
mız Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın idaresinde, Amerikalıla
rın, İngilizlerin ve öteki emperyalistlerin tepeden tırnağa ka
dar silahlandırdıkları Yunan ordusunu bozguna uğrattı.
Afyon Karahisar zaferinden ve İzmir' in işgalinden son
ra itilaf devletlerince teklif olunan barışla ilgili olarak Mil
let Meclisi yanındaki meydanda bir başka miting düzenlen
mişti. Mitinge Mustafa Kemal Paşa reislik ediyordu. Ko
nuşmacıların sesleri, meydanın çok uzaklarına kadar yayı
lıyordu. Konuşmacılardan biri:
- Görüyorsunuz ya diyordu, güçlü İngiltere Türkiye'nin
önünde eğilmiş bulunuyor. Müttefikleri ona ihanet ediyor. İn-
1 84
giltere Türkiye'yi ele geçirmek, onu esaret altına almak ve ken
disine bağlı bir ülke, bütün doğuyu istila ve Sovyetler' e karşı
mücadele etmek üzere, savaş alanı haline getirmek istiyor.
Ruslar, İngiliz istilacılarını kovdular. Türkiye de İngiliz em
peryalistlerinin kendi egemenlikleri için bir alet olarak kullan
dığı Yunanlıları bozguna uğrattı. Gazi Mustafa Kemal Paşa Yu
nanlıları ortadan kaldırdı, onları barış istemek zorunda bırak
tı. Küçücük bir çabadan sonra İstanbul da bizim olacak.
Bundan sonra Gazi Mustafa Kemal Paşa söz aldı. Gazi,
sakin, ama okkalı konuştu. Onu, gergin bir dikkatle dinle
diler.
- Türk milleti, diyordu Mustafa Kemal, kabul ettiği kut
sal milli misakı yerine getirdi. Kutsal topraklarımızı temiz
ledi. Biz düşmanlarımıza boyun eğmedik, bize boyun eyme
yi öğütleyen İstanbul 'daki satılmışların sözlerini dinleme
dik. Hayır, mağrur Türk, emperyalistlere hiçbir zaman bo
yun eymeyecektir. Büyük ordumuza minnet ve şükranlar."
Şehrin birçok yerinde, halk oyunlarıyla, temsiller, be
den eğil.imi gösterileriyle karışık şenlikler düzenlenmişti.
Ankara yakınlarındaki geniş ovada da, misafirler için ça
dırlar kurulmuştu. Bu şenliklere Mustafa Kemal Paşa da ka
tıldı. Lazların oynadığı milli danslar çok ilgi çekici idi.
185
Ankara'ya dönüşünden sonra Mustafa Kemal Paşa ile kar
şılaştığım zaman ona bu meseleyi sordum ve: "Türk zafe
ri gerek İngiltere, geı-ek öteki itilaf devletleri için beklen
medik bir olaydı, Türkiye itilaf devletlerini bir oldu bitti kar
şısında bırakabilirdi" dedim.
Mustafa Kemal, İstanbul'r. �ırmenin imkansız olduğu
nu bana anlatmaya çalıştı: Ordu yorulmuştu. Ayrıca ordu
nun ana üsle bağlantısının kesilmesi tehlikesi de belirmiş
ti. Sonra, İngilizlerin rakiplerinin durumu da açık değildi.
Mustafa Kemal Paşa:
- Mudanya anlaşması, Ankara için stratejik bakımdan ol
duğu kadar politik bakımdan da bir başarıdır, dedi. Ankara
gerçekten de boğazlan, İstanbul'u, Doğu Trakya'yı alabilir
ve ordularını oraya geçirebilirdi. Ama bu durumda, İngilte
re, Fransa ve İtalya'nın Türkiye'ye savaş açmasını da göze
almak gerekirdi. Hatta askeri harekat olmasa bile ki olması
çok muhtemeldi, Türkiye belirsiz bir süre için, bütün Avru
pa ile savaş halinde kalmış olacaktı. Memleket savaş halin
de bulunacak, her gün biraz daha takattan düşecekti. Oysa
halk yorgun düşmüştü, barışa ihtiyacı vardı. Bu durum uza
yabilirdi, çünkü Lloyd George'un istediği de bu idi. Öte yan
dan İstanbul ve Trakya'yı alarak orduyu o yana geçirmek çıl
gınlık olurdu: Çünkü o zaman ordumuz, düşmanın elinde tut
tuğu boğazlarla Anadolu'dan ayrılmış bulunacaktı. Bundan
başka Anadolu'yu ordusuz bırakmak da doğru olmazdı. Biz,
sakıncalı manevralanmızla Fransa ile İtalya'yı İngiltere'den
koparmış bulunuyoruz, bu durumda onları birleştirirdik.
Mustafa Kemal, açıklamasına devam ederek:
- İstanbul'la Trakya'yı işgal etmemiz, dedi, müttefikle
rin ekmeğine yağ sürmek demekti, şimdi ise durum tama-
186
mıyla Türkiye'den yanadır. Öyle tedbirler almış bulunuyo
ruz ki, bugün bir taarruz emri versem yann ordumuz İ stan
bul 'u ve Boğazlan işgal edebilir. Hatta çıkış yollan arasın
da bulunan düşman filosu da hapsedilebilir.
Mustafa Kemal sözlerine devam ederek:
- Biz şimdi savaşsız, Türkiye'yi ele geçiriyoruz, oraya
8000 jandarma gönderiyoruz. Bunlar, bugünden yarına ku
rulabilecek olan Trakya ordumuzun çekirdeğini teşkil et
mektedir. Böylece boğazın her iki yakasında ordusu bulu
nan Türkiye, konferans durumu zorlarsa, hemen İstanbul'la
boğazı işgal edebilir.
Boğazlar konusuna gelince, Mustafa Kemal, Milli Mi
sak'ta belirtilen formül üzerinde duracağını ekledi. Bu for
mül, Boğazların serbestliğini "Marmara deniziyle İ stanbul 'un
güvenliğini sağlayacak" biçimde bir serbestlik olarak tanıyor
du. Hem müttefikler bu güvenliği, Türkiye'yi tamamıyla tat
min edecek birtakım garantilerle sağlamak zorunda idiler.
Boğazların tahkimi işi de büyük bir rol oynamaktadır. Çün
kü boğaz kıyılarını elinde bulunduran Türkiye, bugünün tek
nik koşullan içinde, bir zorunluk karşısında daima boğazları
kapayabilir. Bunun için sadece topa ihtiyaç vardır.
Mustafa Kemal, yakında başlayacak olan banş konferan
sından ve karşılıklı ilişkilerden söz ederken şu düşünceleri
ileri sürdü: Konferansta Türkiye, milli misakta belirtilen
başlıca istekleri üzerinde direnecek ve bu konuda hiçbir ta
viz vermeyecektir. Mustafa Kemal, emperyalist devletlerin
Türkiye ile ilgili gerçek niyetlerini tamamıyla anlıyor ve
onların Türkiye'ye, cand·:n ve dostça davranacaklarına gü
venemiyordu. Mustafa Kemal, ileride imzalanacak olan ba
rış antlaşmasına, Türkiye'ye, emperyalistlerle yapacağı ye-
1 87
ni savaşlar için, hemen hazırlanmak ve gücünü toplamak im
kanlarını verecek olan bir silah bırakışması, bir dinlenme
devresi gözüyle bakıyordu. Barış antlaşmasını imzalamak
gerekiyordu. Çünkü halk gerçekten de yorulmuştu ve din
lenmek ihtiyacında idi. Türkiye ile Rusya arasındaki ilişki
lere gelince, her iki ülkenin halkı da ortaklaşa birtakım çı
karlarla birbirine bağlı idiler. Türk halkı, Sovyet Rusya'nın
hiçbir çıkar gözetmeden, kendisine gösterdiği yardımı hiç
bir zaman unutmayacaktır. Moskova da ne olursa olsun,
hangi koşullar içinde bulunursa bulunsun, Ankara'nın, Sov
yet Rusya'ya olan davranışlarını değiştirmeyeceğine, onun
la birlikte hareket edeceğine kesin olarak inanmalıdır.
Mustafa Kemal sözlerine şöyle devam etti:
- Sakarya zaferinden sonra, Türkiye Büyük Millet Mec
lisi 'nde söylediğim sözleri tekrarlayabilirim: "Biz Rusya
ile dostuz. Rusya herkesten önce bizi ve milli haklarımızı
tanıdı, bize saygı gösterdi. Bu şartlar altında Rusya, bugün
olduğu gibi yarın da her zaman da Türkiye'nin dostluğuna
güvenebilir." Bu sözlerim şimdi de yürürlüktedir.
188
"Sovyetler Birliği hükümeti, Türk hükümeti komutan
lığı temsilcileriyle, itilaf devletleri temsilcileri arasında bir
konferans toplanacağını, Türk hükümetinin, Trakya'nın iti
laf kuvvetlerince işgaline razı olduğunu, Bordeaux radyo
sundan öğrenmiş bulunuyor. Dost Sovyetler Birliği temsil
cisine bu konuda önceden bilgi verilmemiştir.
"Sovyetler Birliği hükümeti, yakındoğu meseleleri dış po
litikasında, özellikle Boğazlar meselesi genel kararlarında,
önceden karşılıklı görüşüp uyuşma yükümlülüğünden söz e
den Moskova dostluk antlaşmasına olduğu kadar, dışişleri ba
kanı YusufKemal Bey'in 4 Ağustos 192 1 tarihli, Türkiye'nin
Moskova Büyükelçisi Ali Fuat Paşa'nın 17 Eylül 192 1 ta
rihli, aynca Sovyet Dışişleri Bakanı Çiçerin'in 1O Ekim 192 1
tarihli notasına ve bundan sonraki bir sıra notalara dayana
rak, şu anda kendi dış politikasını, Türkiye Büyük Millet
Meclisi hükümetiyle uyuşarak yürütmek çabası içindedir.
" Hükümetim, Türkiye hükümetinin Sovyetler Birliği
notasını desteklemeyişine ve Mudanya konferansına katıl
mayı kabul ettiğini, Trakya'nın aynca boğazlarla İstan
bul'un işgaline razı olduğunu haber vermeyişine fevkala
de şaşmış bulunuyor. Böylece dış politika uyuşumu yürü
tülmemiş, bunun sonucu olarak da itilaf devletleri, özellik
le İngiltere için uygun bir durum ortaya çıkmış bulunuyor.
" İtilaf devletleri, bu yoldan yürüyerek Türkiye'yi oldu-·
ğu kadar Rusya'yı da zayıflatmaya çalışmaktadırlar.
" Özellikle bu önemli anlardaki hareket, uyuşmazlığına
şaşmaktayız. Hükümetim, Türk ordusunun kazandığı bü
yük zaferlerin istenilen sonuca vardınlamayacağından
korkmaktadır.
"Hükümetim, aramızdaki boğazlar antlaşması gereğin-
189
ce, Sovyetler Birliği'nin, itilaf devletlerinin Türkiye ile il
gili olarak atacağı her adımı önceden açıklamak, Türki
ye'nin de aynı şeyi yapmak zorunda olduğunu, ayrıca kar
şılıklı olarak birbirimizi desteklediğimizi ve birimiz olma
dan ötekinin boğazlar konferansına katılmayacağını bildi
ren karşılıklı birer nota vermemizin gerekliliğini bildirir."
190
Türkiye'nin bütün Türk topraklan üzerindeki egemenlik
haklarına tam bir saygı besleyen gerçek barış taraflısı her
kesin işitebileceği umuduyla sona eriyordu.
Sovyet hükümetinin teklifini, kapitalist devletler destek
lemediler, onlar yakındoğu meselesini başka bir yoldan çö
zümlemek istiyorlardı. Onların istediği yakındoğu üzerin
de egemenliklerini sürdürmek, eski Türkiye'nin malı olan
bir sıra topraklan ele geçirmek, sömürge düzenini güçlen
dirmek, Türkiye ile Sovyetler arasındaki dostluk ilişkileri
ni bozmak, boğazlan kendi kontrolleri altında tutmaktı.
Kamuoyu, Türkiye'nin geniş halk yığınları, meclis mebus
larının çoğunluğu, Sovyet hükümetinin notasını sempati
ile karşıladı. Türkiye Başbakanı Rauf Bey için aynı şey
söylenemez. Rauf Bey, Türk halkı arasında bir "propagan
da" biçimi olarak kabul ettif �izim notalarımızı hoşnut
·
1 Ql
şa'nın oynadığı seçkin rol, herkesçe bilinmektedir. Türki
ye'nin yan sömürge, feodal bir ülkeden özgür, bağımsız bir
devlet haline gelmesi için yapılan yiğitçe savaşların bu şan
lı yıllan üzerine, Türkiye'de bulunduğum sıralarda, Mus
tafa Kemal'le konuşmak fırsatını buldum.
Mustafa Kemal Paşa, "Anadolu Müdafaa-i Hukuk Ce
miyeti "ni, kurtuluş hareketinin bu ilk kaynağını, 1 9 1 9 yı
lında toplanan Erzurum ve Sıva� kongrelerini hatırlarken,
daha o zaman değil, yalnız padişah hükümetinin direnişiy
le, ama doğrudan doğruya hareketin içinde de grup halin
de ye da kişisel anlaşmazlıklarla karşılaşıldığını belirtti.
Mustafa Kemal Paşa, o zaman bana şunları söylemişti:
- Ordu sadece bir isim olarak vardı. Her şeyi korkunç
bir karışıklık içinde yaratmak gerekiyordu. Generaller ve
subaylar şaşkın bir halde idiler. Onlara bir çıkış yolu gös
termek, morallerini yükseltmek gerekiyordu. Ne onlar, ne
de halkın öteki grupları, milleti padişahsız ve halifesiz kur
tarmanın mümkün olduğuna inanmıyorlardı. Halife ve pa
dişah düşüncesini itibardan düşürmek gerekiyordu. Biz bu
nu yavaş yavaş yapıyorduk. Bu yüzden bize küfürler yağ
dırıyor, dinsiz, vatansız, hain diyorlardı. Bundan başka, bir
çokları İngiltere'den, Fransa'dan, İtalya'dan korkuyorlardı.
Mustafa Kemal Paşa, sözlerine devam etti:
- İşte ülkemiz bu durumda idi. Ama halk ayaklanıyor
du, kurtuluş bunda idi. Önümüzde, milli egemenlik üzeri
ne kurulmuş yeni bir Türk devleti meydana getirmek du
ruyordu. Silah ve savaş arkadaşlarım her zaman benimle bir
düşüncede değillerdi. Padişah ve itilaf devletleri ajanları,
bunlara çeşitli korkular aşılıyorlardı, bunlar da muhalif olu
yorlardı. Durum ağırdı, ama birçok dostlar ortaya çıkıyor
du, millet de bizi destekliyordu.
192
Mustafa Kemal, Türkiye'nin öteki devletlerden, karşılık te
meline dayanan, medeni, insanca bir davranış ve dostluk iste
mek için, bütün sebeplere sahip olduğu düşüncesine dayanı
yordu. Türkiye'nin iç düzeni meselesine gelince, milli irade
nin, yasama ve yürütme iktidarını kendinde birleştiren Büyük
Millet Meclisi'nin elinde toplanması gerektiğine inanıyordu.
Gerici güçler, Mustafa Kemal'e karşı çok şiddetli düş
manca bir kampanya açmışlardı. Bununla ilgili olarak ken
disi, büyük bir acı ile şunları yazmaktadır:
"Bazıları, başlamış olan milletin birleşmesi hareketine,
benim kişisel inisiyatifimin bir sonucu olarak bakıyorlar
dı. Bunu, halkın politik uyanışı olarak açıklamanın daha
doğru olacağını anlamıyorlar ve halkın beni lanetleyeceği
ni umarak, inisiyatifimi göstermek imkanından yoksun et
meye, beni inkar etmeye, beni yalanlamaya çalışıyorlardı."
1 93
lifelik ve sultanlık meselesini birbirinden ayırdı. Halifeliğin
kaldırılması taklifinin ülkede kötü yankılar uyandırması ih
timali olduğunu dikkate alarak ilkin sultanlığın kaldırılma
sı ve son padişah Vahdeddin 'in kovulması meselesini ileri
sürdü. Mustafa Kemal, konuşmasında, bütün iktidarın, bü
tün egemenliğin, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin elinde
toplanması gerektiğini anlattı. Halifelerin öldürülmesi, ko
vulması üzerinde birçok örnekler verdi. Bu arada:
- Sultan Vahdeddin, deci, emperyalistlerle uyuştuğu için
bütün halkın gözünde kendini rezil etti. Devrilmesi gerek
mektedir.
Başbakan Rauf Bey'in, yeni Türkiye'nin politik mese
lelerindeki iki yüzlü tutumundan yukarıda söz etmiştim.
Sultanlığın kaldırılması meselesinde Rauf Bey, babası pa
dişahın iyiliğini gördüğüne ve Osmanlı İmparatorluğu'nun
yüksek memurlarından olduğuna göre, kendisinin padişa
ha candan ve yürekten bağlı olduğunu Mustafa Kemal' a bil
dirmiş ve şunları söylemişti:
- Bu iyiliklerin hatırası hala kanımda yaşıyor. Benim
ödevim, halifeye ve sultana sadık kalmaktır. Bunlarsız Tür
kiye çökmeye mahkfundur.
1 Kasım 1 922 tarihinde alınan sultanlığın kaldırılması
kararından az önce Mustafa Kemal "nutuk"unda belirtti
ğine göre, muhalefet, sultanlığın kaldırılışı tasarısını şah
sen Mustafa Kemal'e mal ederek, Millet Meclisi'nde çok
şiddetli bir propagandaya girişmişti.
Mustafa Kemal, muhalefetin bu konudaki manevraları
nı zararsız bir hale getirmek için RaufBey'i, meclisteki oda
sına davet eder. Başbakanı ayakta karşılayan Rauf Bey' in
görüş ve inançlarından hiç haberi yokmuş gibi davranan
Mustafa Kemal, ona şöyle seslenir:
194
- Halife ile sultanlığı birbirinden ayırıyoruz. Mecliste bu
nu destekleyici bir konuşma yapmanızı rica ederim.
Mustafa Kemal bu konuda başka hiçbir şey söylemez.
Rauf Bey Paşa'nın odasından çıkar. Mustafa Kemal, Ka
zım Karabekir Paşa'yı da ( o da sultan ve halife taraflısı i
di) çağırtır. Ondan da Rauf Bey'den rica ettiği konuşmaya
benzer bir konuşma yapmasını rica eder.
Rauf Bey, Mustafa Kemal 'in ricasını yerine getirir. Hat
ta sultanlığın kaldırılışı tarihinin milli bir bayram olarak ka
bul edilmesini teklif eder. Mustafa Kemal, sonralan Rauf
Bey'in bu biçim davranışına bir hayli şaştığını söylemek
ten kendini alamamıştır.
Millet Meclisi'ne sunulan kanun tasarısı, Osmanlı İm
paratorluğu'nun dağılışını, yeni Türk devletinin kuruluşu
nu tespit ediyor ve egemenlik hakkının millete ait olduğu
nu doğruluyordu. Kanun tasarısı, aralarında Mustafa Ke
mal de bulunan 80 milletvekilinin imzasını taşıyordu.
Müzakerelerde, yalnız iki milletvekili açıkça teklife kar
şı konuşmuşlardı.
Mustafa Kemal 'in; meclis toplantısındaki son sözü çok
dikkate değer bir anlam taşıyordu. Mustafa Kemal şöyle de
mişti:
-Egemenlik ve iktidar, akademik tartışma ile kimseye ve
rilemez.Egemenlik ve iktidar, ancak güçle, hatta zorla elde
edilir. Ödevimiz, sadece oldu bittiyi tescil etmekten ibarettir.
Y üksek meclisimizin, milletin ülkede sonsuz olarak bağım
sızlığını koruması kararını oybirliği ile vereceğini umarım.
Padişahın kovulması ve halifeliğin sultanlıktan ayrıl
ması karan oybirliği ile kabul olundu. Kamuoyu, sultanlı
ğın devrilmesine hazırlandığı için muhalefet, karşı oy ver-
195
mekten korkmuştu. Bununla birlikte Mustafa Kemal, feodal
ve dinsel çevrelerden ve bunların geri kalmış, bilinçsiz köy
lü ler üzerindeki etkisinden çekindiği için o zaman cumhu
riyeti i lan etmeye cesaret edememişti.
Mustafa Kemal Paşa'nın daveti üzerine Abilov Yoldaş
la ben de meclisin bu tarihi top lantı sı nda bu lunmuştuk.
Mustafa Kemal, çok ateşli konuştu, onun büyük inancı his
sedilmekle birlikte, yine de heyecanlı idi.
Salonda gürültü oluyor, oturdukları yerlerden bağıran
lar görülüyordu . Y üzyıllar boyunca egemenlik sürmüş sul
tanlığın kaldırı lması, birçoklarına imkansız bir iş gibi gö
rünüyordu. Birçok milletvekili, adeta kendi ce saretine ken
disi de şaşmış bir halde idi. Refet Paşa gibi, Rauf Bey gibi
muhalefet liderleri, başlan eğik bir halde meclis binasın
dan çıkmışlardı.
Ama iş henüz bitmemişti. Ancak bir yı l sonra, 29 Ekim
1923 tarihinde, meclis, cumhuriyeti ilan etti. Bir süre son
ra da (3 Mart 1924'te) halifeliği kaldırdı.
Zaten sultanlığın kaldırılışından sonra monarşik düzen
ortadan kalkmış demekti . Bu olaydan sonra halifenin hiçbir
gücü kalmamış demekti. 17 Kasım 1922 tarihinde, Vahded
din geceleyin sarayından ayrılarak, Büyük Britanya devle
tinin himaye sini istemiş ve bir İngiliz zırhlısına sığınmıştır.
Çiçerin, sultanlık düzeninin kaldırılmasıyla i lgili olarak
Mustafa Kemal Paşa'ya bir tebrik me sajı gönderdi.
PADİŞAHLIGIN DEVRİLMESİNİ
HALKIN DESTEKLEMESİ
1 96
ğınlan arasında çeşitli yorumlara yol açtı. Elçiliğimize ka
dar ulaşan birçok yankılardan edindiğimiz izlenimlere gö
re genel olarak Türk halkı, padişahın kovulmasını ve hali
felikle padişahlığın birbirinden ayrılmasını, sükunetle, hat
ta olumlu olarak karşılamıştır. Ama yine de gericilerin ajan
ları, şehir ve köy halkı arasında propaganda yapmaktan ge
ri kalmıyorlardl. Gazinin, halifenin yerine geçmeye hazır
landığı söylentileri ortaya yayılıp duruyordu.
Mustafa Kemal'in bu propagandalardan haberi vardı.
Halkla bağlantısını pekiştirmek amacıyla yurtiçinde gezilere
çıkıyor ve yeni iktidar üzerine konuşmalar yapıyordu. Sonuç
olarak, kendisine olan sevgi ve saygıyı arttırmayı ve muhale
fetin düşmanca tasarılarını suya düşürmeyi başardı. Mustafa
Kemal, ittihatçılardan bazılarını, özellikle bunların sıra adam
larım kazanmaya önem veriyordu. Taşra kasabalarında onlar
la konuşuyor, onlardan çoğuna güler yüz gösteriyordu.
Muhalefete karşı gerçek güç, tamamıyla Mustafa Ke
mal'den yana olan ordu idi. Ama Mustafa Kemal bu güç
ten yararlanmıyor, kendisine düşman olan ittihatçılar orta
mındaki kişileri ve meclisteki muhalifleri inandırmaya ve
bunların en iyilerini kendi safına çekmeye çalışıyordu.
Yeni Türkiye 'nin düşmanları, Mustafa Kemal'in, güya
Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni dağıtmaya hazırlandığı
nı etrafa yayıyorlardı. Hiç beklenmedik bir sırada Yunus
Nadi 'nin muhalefet ateşine körükle gittiği görüldü. Yunus
Nadi, kendi gazetesi olan "Yeni Gün'de, "Mücadelenin Ye
ni Safhası" başlıklı yazısında, "Paşa isterse, Türkiye Bü
yük Millet Meclisi'ni dağıtabilir" diyordu. Herhalde Yu
nus Nadi Bey bunu, muhalefeti korkutmak düşüncesiyle
yapmış olacaktı.
197
MiLLET MECLISl'NDE MUHALEFETiN
BÜYÜMESi
198
bölgesinde en azından 5 yıl devamlı olarak kalmış olmak şar
tı da ileri sürülmekte idi. Mustafa Kemal Paşa, yeni Türki
ye 'nin sınırlan dışında kalan, Selanik'te doğduğuna, bir se
çim bölgesinde de devamlı olarak beş yıl kalmadığına gö
re, milletvekili olmak hakkını kaybediyor, demektir.
199
ye'nin durumu ve Türk hükümetinin amacı üzerine konuş
malar yapıyordu. B u konuşmalar, Mustafa Kemal 'in Halk
Partisi için hazırlamakta olduğu program bakımından da en
teresandı. Bu konuşmalar ayrıca bugünün okurlarının, Tür
kiye' nin o zamanlar yaşadığı tarihsel devri doğru olarak an
lamaları için de önemlidir.
200
pital sahibi tüccarlar da akla gelmektedir. Yurdumuzda bü
yük kapitalistler yoktur, bunun için biz onların düşmanı
değiliz . . . Hatta biz yurdumuzda milyonerlerin, hatta milyar
derlerin türemesine çaba göstereceğiz."
Mustafa Kemal Paşa sözüne devam ederek:
- Sonra işçiler �elir, dedi. Şu anda Türkiye'de fabrika
lar çok azdır. Memleketimizde 20 binden fazla işçi yoktur.
Oysa ki ekonomimizi kalkındırmak için fabrikalara şiddet
le ihtiyacımız vardır. Bunun için de işçiye ihtiyaç var. Bu
sebepten tarlada çalışanlardan hiç farklı olmayan işçileri
mizi savunmak zorundayız. Daha sonra aydınlar gelir. Ay
dınlar halka düşman olabilir mi? Onun ödevi, halkın içine
girerek uygarlık ve ilerleme yolunda ona önderlik etmek de
ğil midir? Bizde, çeşitli sınıfların çıkarları sıkı sıkıya bir
birine bağlı olduğu için, Halk Partisi bütün halkı temsil
edecek ve halka politik eğitim verecek olan bir okul öde
vini görecektir. Elde edilen kazançların korunacağına dair
güveniniz olmalıdır. Ben henüz kendimi tehlikelerden uzak
hissetmiyorum. Sizlerin de ilgisiz olmamanızı tavsiye ede
rim. Her yerde olduğu gibi bizde de bu yeni harekete kar
şı bazı güçler türeyebilir. Daima tetikte olmak gerek.
Mustafa Kemal, 1 7 Mart 1 923 tarihinde Tarsus'ta çift
çilerden Ramazan Ağa'nın tebrik sözlerine karşılık konuş
ma yapmıştır:
- Bu akşam, hayatımın en mutlu bir gecesidir. Çünkü,
bu akşam, halkımızın çoğunluğunu teşkil eden çiftçileri
mizle bir masa başında bulunmaktayım. Biz bu masa ba
şında onların emeğiyle .:!lde edilmiş bir ekmek yiyoruz.
Mutluluğu elde etmek için iki vasıta vardır: Biri silah, öte
ki de sapandır. Yalnız silahla başarıya ulaşan bir millet, gü-
201
nün birinde sefil ve acınacak bir duruma düşer. Ancak sa
panla elde edilen başrnlar devamlı ve sağlam olabilir. Si
lahı kaldıran el yorulur, ama sapanı tutan el, gün geçtikçe
güçlenir. Sapan daima silah. yenmiştir. Bunun için biz her
şeyden önce çiftçilerimizi kalkındırmalıyız. Çünkü rençber
ler ve çobanlar, halkımızın temel direğini teşkil ederler.
Mustafa Kemal sözlerine devam ederek:
- Şu anda biz bağımsızlığımızı elde etmiş bulunuyoruz.
Ama bunu düşmanlarımızın da kabul etmesi gerekmekte
dir. Sanat, ekonomi ve teknik alanlarında hızlı adımlarla
ilerlememiz gereklidir. Padişahlar ve onları çevreleyen sa
tılmışlar, yüz yıllar boyunca Türkiye'yi cehaletin karanlığın
da tutmuşlardır. Onlar halkı ancak kendilerine asker ve pa
ra gerektiği zaman düşünmüşlerdir. Onlar bir elleriyle mem
leketi soymuşlar, öteki elleriyle de halktan asker toplayarak,
Mısır'ı, İran 'ı zaptetmişlerdir. Onlar parayı sopa gücüyle
halktan almışlar, halkı fakir ve perişan bir hale getirmişler
dir. Böyle bir yöntem düzenine de "padişahlık" derler. Biz,
bir daha geri dönmemecesine bu düzeni yok ettik. Halkı ko
ruyan, onun refahını sağlayan bir hükümete, iyi bir hükü
met denilebilir. Ama eski Osmanlı hükümeti, bunlardan ne
birincisini, ne de ikincisini sağlamıştır. Yalnız Yemen'de
ölen Türk erlerinin sayısı önemli bir toplam tutmaktadır. Bal
kanlar'da, Suriye'de ölenlerin sayısını siz düşününüz. Mem
leket baştan başa harap olmuş bir haldedir. Her şeyi bilirim
iddiasında bulunan gericiler, eski düzen taraftarları, kötü
olarak çizdiğim tabloyu size güzel göstermeye çalışacaklar
dır. Onlara cevap vermeyi size bırakıyorum.
Mustafa Kemal sözlerine şöyle devam etti:
- Karşılıklı güvenimizi bozmaya çalışan insanlar vardır.
202
Bilin ki bunlar millet düşmanlarıdır. Bunlar aralarında fiş
kos etmeyi tercih ediyorlar. Ama halk bunları bilmeli ve on
lara açıkça sormalıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi tarih
sel ödevini yerine getirecektir. Yakında yeni seçimler yapı
lacaktır. Barış antlaşmasının imzasından sonra önümüzde
bir çalışma devresi açılacaktır.
Mustafa Kemal, esnafın, şerefine verdiği ziyafette ze
naatin önemi üzerine bir konuşma yaptı. Bu konuşmasını
şu sözlerle bitirdi:
- Dinimiz, çalışmayanın insanlıkla ilgisi olmadığını söy
ler. İlerici adamı kafir sayan kişiler var. Bunlar böyle yan
lış düşünceler ileri sürmekle, Müslümanların kafirlere esir
olmalarını ve cahil kalmalarını sağlamaktadırlar. Her sarık
lıyı hoca sanmayın. Hoca olmak sarıkla değil, kafa iledir.
Mustafa Kemal Konya'da, tüccarlarla yaptığı bir görüşme
sırasında, tüccarlardan birinin, hükümetin, ticaretin gelişme
si için ne gibi çareler düşündüğü sorusuna şu karşılığı verdi:
- Şimdi ticareti düşünürken ister istemez kapitülasyon dü
zenini hatırladım. Kanımız pahasına kaldırdığımız kapitü
lasyonların, sonsuz olarak gömülmesini sağlamak gerekir.
Ancak o zaman ticaret ve sanayimiz gelişebilir. Bundan son
radır ki Türk ticaretinin dünya ticaretiyle, rekabet edebilme
si için gerekli tedbirleri düşünebiliriz. Bunun için de iki şey
lazımdır. Birincisi her çeşit malı üretmek, ikincisi de hemen
şoseleri ve demiryollanm yapmak. Tüccarlarımızı kaldın
dırnıak için, ticaret işini yabancı kapitalistlerin ellerinden al
mak gerekir. Bizim ihıaç mallarımız ancak kıyılarımıza ka
dar ulaşmakta, ora<lahemen yabancıların eline geçerek yurt
dışına gitmektedir. Boyl-.:ce karımızın önemli bir bölümü
bizden uçup gitmektedir. Bunun için ihracatımızın tahsis
noktalan da tüccarlarımızın elinde olmalıdır.
203
Yine Konya'da, "Türk Ocağı"nın, Mustafa Kemal'in
şerefine verdiği ziyafette, Paşa 'ya şöyle bir soru sorulmuş
tu: "Bizde halk inkılabına karşı olan bir sınıf var. Bu sınıf,
insanları gerçek din yoluna sokmak i stemektedir. Bu sını
fa karşı ne gibi tedbirler alınıyor?"
Mustafa Kemal, bu soruya şu karşılığı verdi:
- Bu soru açık değil. Bizde din vaaz eden özel bir sını
fın bulunduğunu; geri kalanların da bu haktan yoksun ol
duğunu söyleyemeyiz. Hoca olmak için mutlaka dini bir kı
lığa bürünmek şart değildir. Din adamlarımız arasında hal
kın göğsünü kabartacak kişiler vardır. Ama dini kılık taşı
yan kara cahiller de vardır. Bu iki kategoriyi birbirine ka
rıştırmamak gerekir. Din maskesi altında halkı aldatanla
rın davranışlarıyla dört halifeden sonra dinimiz, politika
nın kişisel entrikaların ve zulmün aleti olmuştur. Abbasi
ler devrinde, Emeviler devrinde, Osmanlılar zamanında
böyle olmuştur. Ama bu çeşit namussuz insanlar, tarihte da
ima cezalarını görmüşlerdir. Ben şahsen onların düşmanı
yım. Onların olumsuz yönde atacakları bir adım, yalnız be
nim düşüncelerime değil, yalnız benim ülküme değil, o
adım benim milletimin hayatıyla ilgili, o adım milletimin
hayatına karşı bir kasıt, o adım milletimin kalbine yönel
tilmiş zehirli bir hançerdir. Benim ve ülkü arkadaşlarımın
yapacağı şey, mutlaka ve mutlaka o adımı atanı tepelemek
tir. Ben daha ileri giderek diyeceğim ki: Bunu sağlayacak
kanunlar olmasa, bunu sağlayacak meclis olmasa, bu çeşit
olumsuz adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben ken
di başıma yalnız kalsam, yine tepeler, yine öldürürüm.
Konya'da, Kızılay Kadınlar Kolu'nun düzenlediği bir
toplantıda, Mustafa Kemal, Türk kadınının milli kurtuluş
204
savaşında ve yeni Türkiye'nin kuruluşundaki rolünü şu söz
lerle belirtmişti:
- Milli mücadelede kadınların yaptığı yardım çok büyük
tür. Kadınlarımızın, bu çeşit çalışmalarının memlekete bü
yük faydalar sağlayacağına güvenim var. Son yılların inkı
lap hayatında, Anadolu kadınının gösterdiği yüksek feda
karlığı şükranla hatırlıyoruz. Dünyanın hiçbir yerinde Ana
dolu köylü kadınının emeğinden daha yüksek bir emek gös
terilemez. Erkekler cephede düşmana karşı savaşırlarken,
kadınlar tarlaları sürüp ektiler. Ülkenin gıdasını sağladılar.
Kadınlar, bu savaşta ve bundan önceki savaşlarda büyük bir
rol oynamışlardır. Çift süren, tarlayı eken, ormandan odun
kesip getiren, odunları pazara götürüp satan, aile ocağının
dumanını tüttüren, bunlarla birlikte; sırtlarıyla, kağnısıyla,
kucağındaki yavrusuyla, yağmur demeyip, kış demeyip, sı
cak demeyip, cephenin cephanesini taşıyan hep onlardır.
*
Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimleri, 1 923 yılı Ha-
ziranında yapıldı. Halk Partisi bu seçimlerde tam bir başa
rı sağladı. Muhalefetin ileri sürdüğü adaylardan hiçbiri se
çilmedi. Birkaç ay sonra Türkiye, cumhuriyet oldu. Gazi
Mustafa Kemal Paşa da cumhurbaşkanı seçildi. Türkiye
Cumhuriyeti'nin ilk başbakanı da İsmet Paşa oldu.
205
du. Türk halkının milli kurtuluş savaşında, yeni yeni örgüt·
lenmeye başlayaniŞçi sınıfı önemli bir rol oynuy.ordu.
. İşçiler, Türkiye'nin bağımsızlığını savunarak cephelerde
yiğitçe çarpışıyor, top ve tüfek mermileri, süngüler, kılıçlar
hazırlayarak fabrikalarda çalışıyorlardı. İstanbul işçileri, Ana
doludaki orduya silah götürülmesine yardım ediyorlardı.
Savaş köylüleri de şiddetle etkilemiş, onları politik ha
yata hazırlamıştı.
Yunanlılara karşı kazanılan zafer, padişahlığın devrilme
si, köylülerin durumlarını iyileştirme çabalarını kamçıla
mış, yürürlükteki toprak ilişkilerine karşı hoşnutsuzlukla
rını arttırmış, iş zirai ihtilale doğru yönelmişti. Köylü ha
reketinden, değil yalnız feodaller, ama, milli kurtuluş za
ferinden birçok imtiyazlar elde eden, Yunan savaşı sırasın
da zenginleşen, eskiden yabancıların elinde olan ticari ve
ekonomik birçok ilişkileri eline geçiren Türk burjuvazisi de
şiddetle korkuyordu.
Muhalefet tekrar, daha açık olarak Meclis'te kendini
göstermeye başladı.
Öyle zamanlar olmuştu ki, muhaliflerin, Mustafa Ke
mal'in eline sarılıp öpmesi için, paşanın sertçe bir bakışı
yetmişti. Şimdi muhalifler daha cesaretli olmuştu.
RaufBey, Kazlm Karabekir Paşa ve öteki bazı muhalif
ler, Cumhuriyetçi Terakkiperver Fırka adlı yeni bir parti
kurmuşlardı. Bu partiye, Halk Partisi'nden ayrılan ve Mus
tafa Kemal 'e karşıt olan bazı generallerle yüksek memur
lar ve eski muhaliflerden " İki Numaralı Müdafaa-i Hu
kuk" grubu üyeleri girmişlerdi.
Mustafa Kemal Paşa'nın söylediğine göre bu parti, ye
ni Türk düzenini yok etmek isteyen dış düşmanlarımıza yar-
206
dım amacıyla kurulmuştu. Terakkiperver Parti yıkıcı çalış
malarında dini dövizlerden yararlanıyor, bu dövizlerle, özel
likle doğuda, ayaklanmalar düzenliyordu. Bu gerici parti,
kendi ajanlarını Anadolu'nun dört bir yanına gönderiyordu.
Mustafa Kemal, partinin düşmanca niyetlerini biliyordu.
Mustafa Kemal notlarında, asilerin vali olarak tanıdıkları
asılmış Kadri'nin, Şeyh Said'e şunları yazdığını belirtmek
tedir: "Kazım Karabekir Paşa'nın Partisi, Meclis'te dini bir
parti olup din emirlerine saygı göstermektedir. Bu partinin
bizi destekleyeceğinden hiç kuşkum yoktur."
Kemalist hükümet olağanüstü tedbirlere başvurdu ve
Terakkiperver Parti'nin, inkılaba ve milletin yararına kar
şı yöneltilmiş çalışmalarına son verdi. Kürtlerin ayaklan
ması bastırıldı. Kazım Karabekir Paşa'nın partisi kapatıldı
ve yasaklandı.
Muhalefetin Türk-Sovyet ilişkileriyle ilgili görüşlerini
açıklaması bakımında, RaufBey'in Meclis'te ağzından ka
çırdığı şu sözler dikkate layıktır:
- "Hamiyeti Milliye" gazetesi, Türkiye'nin mi, yoksa
Rus elçiliğinin mi resmi organıdır?
Rauf Bey bu sözleri, Sovyet Dışişleri Bakan vekili Kara
han 'ın Türkiye Büyük Millet Meclisi adına gönderdiği bir
tebrik telgrafı olayıyla ilgili olarak söylemişti. Bu, şöyle ol
muştu: Telgrafı aldığım telgrafhaneden doğru Matbuat Mü
dürü Ahmet Agayev' e (*) gittim. Ahmet Bey, hemen benim
yanımda telgrafı Türkçeye çevirerek basına verdi. Kendisi
ne telgrafı henüz RaufBey'e göndermediğimi, ama gecele
yin bunu Fransızcaya çevirerek göndereceğimizi hatırlattım.
207
Dediğim gibi yaptım. RaufBey'in kendisi, gece on birde zar
fı imzaladı. Ama, herhalde, Fransızca bilmediği için, telgra
fın okunmasını sabaha bırakmış olacaktı. Telgraf sabahleyin
gazetelerde çıkmış bulunuyordu. RaufBey, telgrafMeclis 'te
okunmadan gazetelerde çıktı diye kıyameti kopardı.
Meclis 'te Matbuat Müdürlüğü bütçesi görüşülürken, mu
halefet, Ağaoğlu Ahmet Bey'i suçladı. Ama, Meclis'in ile
rici bölümü, Ağaoğlu'ndan yana idi. Mustafa Kemal Paşa da
Ağaoğlu'nu destekledi. Ağaoğlu Ahmet Bey'in konuşmasın
dan sonra, onu tutanlar, kendisine gösterilerde bulundular.
Mustafa Kemal, ilk ödevi olan askeri ödevi tamamladı
ğını, ikinci ödevi olan iç reformları ise, milli çıkarları doğ
ru anlayan Ağaoğlu Ahmet Bey gibi yardımcılarına daya
narak tamamlamayı umduğunu söyledi. Şunu da söyleme
liyiz ki, Mustafa Kemal Paşa kendisini savunmasaydı, Ah
met Bey'i işinden çıkarırlardı.
Ahmet Agayev olayı, genellikle önemsizdir. Ama, Ra
ufBey'in önderlik ettiği muhalefetin, Rusya ile ilişkiler ko
nusunda, düşünce biçimini açıkça göstermektedir. Bu olay,
aynı zamanda, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinden
büyük bir çoğunluğunun Sovyetler Birliği'ne olan dostça
sempatisini de açığa vurdu.
(*) Bu, Milli Mücadele sıralarında Bakü'ye gitmiş olan eski "Tanin" gaze
tesi başyazarı Muhittin Birgen olacak.
208
liği'ne gitmişti. 1 922 yılı Ocak ayında yazılmış ve Yusuf
Kemal Bey'le gönderilmiş bir mektubunu gördüm. Muh
reddin, çok ilginç olan mektubunda, Sovyetler Birliği üze
rine olan izlenimlerini anlatmaktadır.
Muhreddin, Avrupa basınının ve gerici Türk toplum
adamlarının, emperyalistlerin etkisi altında bulunan Türk
aydınlarından bir bölümünün Bolşevikler üzerine olan dar
düşüncelerini eleştirmeci bir gözle incelemektedir. Muhred
din mektubunda şunları yazmaktadır:
"Avrupa burjuva basını, Rus inkılapçılarını, hayalici say
maktadır. Bu yalandır. Tam tersine, bence Bolşevikler, mater
yalist, gerçekçi ve düşünce alanında olduğu kadar iş alanında
da çok güçlüdürler. Bolşevikler hayatta ve teoride, kendi sis
tem ve metodlanndan asla uzaklaşmamaktadırlar. Bir yanlış
lık yapınca da, onu hemen bulup düzeltmektedirler."
Bolşeviklerin, "Rusya'nın altını üstüne getirdikleri"suç
lamalanna karşı da mektup yazan şunları söylemektedir:
"Böyle bir davranış için muhakkak ki bir zorunluk vardı. Ça
rizmin devrilmesi ve sosyal inkılap şartlarının ve imkanları
nın yaratılması bakımından böyle bir davranış gerekli idi. Rus
Bolşevikleri büyük bir yaratıcı iş yapmışlar ve büyük başa
rılar elde etmişlerdir. Bunlardan bir örneğini ben kendim Ba
kü'de gördüm: Petrol üretimi büyük bir artış göstermişti."
Rus ihtilalinin niteliğini doğru anlayan Türk ilerici bur
juva aydınlarından bir örnek daha vermek istiyorum.
"Türk Ocağı "nın Ankara'da açılışı ile ilgili olarak bir
konuşma yapan Matbuat Müdürü (*) Ahmet Agayev; Marx
ve Lenin teorilerinin öneminden söz ettikten sonra sözleri-
210
tilmiş, aslı esası olmayan "Bolşevik Suikastleri" ile korku
salmak gibi en iğrenç metodlara başvurmakta idiler.
Bazı makamların teşvikiyle "para yardımı ve aylık" is
teyerek elçiliğimize başvuran "komünist" maskesi takmış
ajan-provokatörler de eksik olmuyordu. Biz bu ajanların fo
yasını meydana vuruyor ve elçilikten kovuyorduk.
Yine böyle provokasyonla ilgili gülünç bir olay hatırlı
yorum.
Ankara'ya gelişimden kısa bir süre sonra idi. Ziyareti
me, Bursa Milletvekili Şeyh Servet Efendi (*) geldi. Bu ye
şil sarıklı, kısa kaba sakallı bir zattı. Sırtında ipekli bir cüb
be vardı. Şeyh kendisini "inanmış bir komünist" olarak tak
dim etti. Oturmasını teklif ettim. Kendisine kahve ikram et
tim. Gözlerimin içine bakıyor ve yaranmaya çalışan bir ta
vırla konuşuyordu. Türkiye'nin durumundan söz ettik. Ser
vet Efendi emperyalizmle savaşmak ve "Güçlü bir komü
nist partisi" kurmak gerekliliğinden söz etti. İngilizleri çe
kiştirdi. Ben susuyordum. Birden bire şeyh ayağa kalktı.
Elini sarığına götürdü. Şaşkın şaşkın ona bakıyordum. Şeyh:
- Büyük dünya lideri Marx' ı selamlıyorum, dedi. Sizde
Marx'ın resmini ancak şimdi gördüm. Ona derin saygıları
mı sunarım.
Gerçekten de çalışma odamda, masada Marx' ın küçük
bir büstü vardı. Şeyh Servet, bir süre başı önüne eğik bir
halde, hareketsiz olarak büstün önünde durdu.
21 1
ki halkları arasında, şimdiye kadar görülmemiş genişlikte
bir ihtilalci-kurtuluş hareketi doğurdu. Emperyalist devlet
lerin sömürgelerdeki zulmüne karşı başgösteren savaş, Tür
kiye, İran, Afganistan, Çin gibi çeşitli ülkelere yayılmıştı.
İngiltere, Fransa ve öteki sömürgeci devletler, tabii, bu du
ruma boyun eğmek istemiyorlardı.
Doğrudan doğruya Sovyetler Birliği'ne ve yeni Türki
ye'ye karşı yöneltilen silahlı saldırılar bir sonuç vermeyin
ce, emperyalist devletl er, Churchill'in, Curzon'un, Lloyd
George'un ve Poincare'nin kişiliğinde taktiklerini değiştir
diler. Kulis arası yıkıcı çalışmalarla, Sovyetler Birliği ile
Türkiye'nin arasını açmaya çalıştılar.
Emperyalist ajanları, Türkiye 'nin hükümet ve politik
örgütlerine sızmaya başladılar.
Rauf Bey'in gerici kliği, çeşitli dolambaçlı manevralarla,
Türkiye ve Sovyetler Birliği için hayati olan Boğazlar mese
lesini karma karışık bir hale getirmeye çalışıyordu. Ne olursa
olsun, Sovyet elçiliği ile ilişkilerde bir gerginlik yaratmaya ça
lışarak Sovyet tekel ve ticaret sistemleri, ticaret temsilciliği
konsolosluklarımız üzerine görüşme konulan ortaya atıyordu.
Lausanne konferansı sıralarında bunu özellikle hissediyorduk.
Geçmiş zamanı bugünkü ile kıyaslayarak, Mustafa Ke
mal Paşa zamanında da Sovyetler Birliği 'ne düşmanca sal
dırılar yapıldığını söyleyenler haklı değillerdir. Evet, böy
le saldırılar olmuştur, ama, saldıranlar yeni Türkiye hükü
meti, Türk halkı değil; emperyalistler Türk karşı, inkılap
çıları, itilaf devletlerinin gizli ajanları, avantüryeler kendi
hasis emelleri için hiçbir engel tanımayan entirikacılardı.
Ama, emperyalistlerin ve Türk gericilerinin bütün çabala
rına rağmen, Türkiye Cumhuriyeti ile Sovyetler Birliği ara
sındaki dostça ilişkileri bozmayı başaramamışlardır.
2 12
Türkiye'nin Lausanne konferansında Sovyetler Birli
ği'nin yardımına güvenmesi, batılı emperyalistlerin asla
işine gelmiyordu. Bunun için aramızı açmaya uğraşıyor,
Sovyet temsilcileriyle Türk devletinin başı M.Kemal'in ara
sının "şeker renk" olduğu izlenimini yaymaya çalışıyorlar
dı. Bu durum, Lausanne Konferansı 'nın hazırlayıcıları olan
Batılı devletlerin isteklerine çok uygundu. Rauf Bey'i tu
tanlar ve gerici basın da bu yönde bir çaba göstermeli idi.
L: 1 3
Türkiye Dışişleri Bakanlığı memurlarından Suat Bey
de, daha önce bana aynı delilleri ileri sürmüştü.
Gerçi İsmet Paşa cepheden Ankara'ya yeni gelmişti.
Dış ticaret temsilciliği meselesini bütün ayrıntılarıyla bile
mezdi. Buna rağmen, benimle konuşmasında, bu konuda
yeteri kadar bilgi edindiği izlenimini verdi. Herhaide, Su
at Bey' in "Delilleri" önceden hazırlanmış bir halde İsmet
Paşa'ya sunulmuş olacaktı.
Ben, kulaklarından tutulup getirilmiş olan delillere iti
raz ettim. Ticaret Temsilciliği'nin Dışişleri Bakanlığı 'nın
bir şubesi olmadığını, bizim dış ticaret organlarımızın im
tiyazlı durumundan söz dahi edilemeyeceğini anlattım.Bu
arada İsmet Paşa'ya şunları söyledim:
Türkiye ile ilgili olarak kapitülasyon düzenini kaldıran
ilk ülke biz olduk. Bu imtiyazların, şu veya bu biçimde, ye
niden konmasını istemek aklımızın kenarından bile geçmez.
Bu, her milletin eksiksiz olarak egemenliğini savunan Sov
yet iktidarının ruhuyla çelişen bir durum olurdu. Biz sade
ce her iki tarafın çıkarına olmak üzere, Türkiye ile ekono
mik ilişkilerimizi iyileştirmeye çalışıyoruz.
İsmet Paşa, Lausanne 'a gitmeden önce, vaat ettiği üze
re, elçiliğimize gelerek, bize gönderilen ağızdan nota ile
Türkiye'de dış ticaret temsilciliğinin bulundurulması me
selesini uzlaşıcı bir biçimde çözümlediğini bildirdi ve no
tanın şu aşağıdaki yerine işaret etti: " ... Ülkenin kanun ve
yasalarına uygun her türlü ticari işlemlerin serbestçe yapı
labileceğini söylemek fazla olur. Buna karşılık, Türkiye
Dışişleri Bakanlığı, aynı biçimde, Rusya'da Türk vatandaş
larına, ticaret işlemlerinde aynı kolaylığın gösterileceğini
umar." İsmet Paşa, dış ticaret temsilciliğinin, özel bir teş-
214
kilat olarak, çalışmasıyla ortaya çıkan durum karşısında
bunun geçici bir çözüm yolu olduğunu sözlerine ekledi. İs
met Paşa'dan yana olarak şunu belirtmek doğru olur: Dış
Ticaret Temsilciliği'nin ödevini anlayan Paşa, Türkiye ile
Sovyetler Birliği arasında başlayan ekonomik ilişkileri boz
mamak için bu geçici çözüm yolunu bulmuştu.
İsmet Paşa'nın, Lausanne'a gidişinden sonra, Rauf Bey .
yine bizim dış ticaret temsilciliğimizin peşine düştü. Özel
likle, petrol ihraç işine izin vermedi. Bunun sonucu olarak
Sovyetler Birliği 'nden Türkiye'ye yapılmakta olan petrol
ihracatı durdu.
5 Aralık 1 922 tarihinde, Rauf Bey özellikle, dış ticaret
temsilciliği üzerine yaptığı konuşmalarla ve Amerikan fir
ması " Standard Oil" ile petrol ticaretini genişleteceği kor
kutmalarıyla canımı sıktı. Buna karşılık ben de kendisine,
Rusya'da dış ticaretin devlet tekelinde olduğunu ve özel ki
şilere izin verilmediğini, bundan ötürü Sovyet hükümetinin
özel kişiler eliyle ticaret yapamayacağını söyledim. ayrıca,
dış ticaret bakanlığının ve ticaret temsilciliğimizin Türk ka
nunlarını çiğnemeyeceklerini, ama, buna karşılık, ilişkileri
mizi bozmaya çalışanların çıkarı için de dış ticaret tekelin
den vazgeçemeyeceğimizi kendisine uzun uzadıya anlattım:
- Biz Türk kanunlarına saygı besliyoruz, dedim, ama,
Sovyet Rusya kanunlarına da aynı biçimde davranılmasını
rica ediyoruz. Şunu bilmelisiniz ki Rauf Bey, bizim dış ti
caret tekelimiz, kendileriyle ticaret ilişkileri kurduğumuz
bütün doğulu ve batılı ülkelerde onaylanmaktadır.
Rauf Bey, bu sözlerime karşılık olarak "Türkiye ile Sov
yet Rusya'da yürürlükte bulunan ve her iki ülke için kutsal olan
kanuni mevzuatın birbirine aykırılığı yüzünden" Türkiye ile
215
Sovyetler Birliği arasında ticaret yapılamayacağını söyledi.
Ben de, iyiniyet bulunduktan sonra, her zaman anlaşmanın
mümkün olduğunu ileri sürerek kendisine cevap verdim.
Rauf Bey, dış ticaret organlarımızın vizesi olmadan hiç
bir malın Rusya'ya sokulmadığından şikayet etti. Kanuni
mevzuatımızın bunu gerektirdiğini kendisine söyledim. Ra
uf Bey, bu tedbirin Türk tüccarlarını çok rahatsız ettiğini
ve Türkiye ile Sovyet Rusya arasında her türlü ticareti im
kansız bir hale getirdiğini söyledi.
Ama, Türk tüccarlarının enerjik olarak işe karışmala
rıyla bu mesele kendiliğinden çözümlendi. Rauf Bey, pet
rol itıracatımıza yeniden izin vermek zorunda kaldı.
(*) Bir yanda Türkiye, öte yanda İngiltere, Fransa, Yunanistan, ltalya, Ro
manya, Yı;goslavya ve Japonya olmak üzere imzalanan Lausanne Banş Antlaş
ması 'na göre, itilaf devletleri Türkiye' deki ordularını çekeceklerdi. Türkiye 'nin
başlıca topraklan bu arada Sevres Banş Antlaşması'yla elinden alınan Doğu
Trakya ile lzmir, Türkiye'ye bırakılmakta idi. Bu arada kapitülasyon düzeni kal
dırılmış, Türkiye uluslararası mali kontroldan kurtulmuştur. Bununla birlikte
Türkiye, itilaf devletleriyle Birleşik Amerika'nın baskısı altında, Karadeniz kı
yısı devletlerinin çıkarlarına aykm olarak, Boğazlar üzerine olan İngiliz tasarı
sını kabul etmiştir. (S.1. Aralov)
216
27 Eylül 1 992 tarihinde Rıza Nur Bey, Türk hükünietinin,
Sovyetler Birliği'nin, Ukrayna'nın ve Kafkas Cumhuriyet
leri 'nin Lausane Konferansı 'na katılmasına karar verdiğini,
Sovyet rusya hükümetine iletilmek üzere, bana bildirdi. O
sıralarda Rıza Nur Bey, Mustafa Kemal Paşa'nın davetlisi
olarak cephede bulunan Dışişleri Bakanı YusufKemal Bey' e
vekalet etmekte idi. Rıza Nur Bey'le, konferanstaki ortakla
şa diplomatik davranışımızı kararlaştırmak üzere üç gün sü
ren konuşmalar yaptık. Bununla birlikte ben de, Rıza Nur
Bey'in bizimle ortaklaşa, kesin diplomatik davranışlardan ka
çındığı izlenimi uyandı. Kendisi ikide bir, Mustafa Kemal Pa
şa'nın yokluğunu ileri sürüyordu. Bunun üzerine ben, cep
heye giderek Mustafa Kemal 'le görüşme isteğinde bulun
dum. Mustafa Kemal, savaş işleriyle çok meşgul bulundu
ğunu, onun için ileri sürdüğüm meseleleri, Ankara'ya hare
ket eden Yusuf Kemal Bey'le konuşmamı bildirdi.
Yusuf Kemal Bey'le görüştüğümüz zaman bana:
- Fransızlar önceden haber bile vermeye lüzum görme
den teklifsizce Gazi Mustafa Kemal 'in yanına girip çıkı
yorlar, dedi. Hatta Atatürk'ün kabul resimlerine kendi zırh
lılanyla geliyorlar .. Geçenlerde General Pellee ile eski dos
tumuz Franklin Bouillon gelip Gazi ile görüştüler. Ama bu
görüşmelerde Türkiye'nin Sovyet Rusya'ya karşı olan tu
tumunda bir değişiklik görülemez.
Yusuf Kemal Bey, gizli olarak bana, Fransızlar'ın, Tür
kiye ile Fransa arasında iyi ekonomik ilişkilerin kurulma
sına engel olan İngiliz hükümetinden yakındıklarını ve ya
kında başlayacak olan Lausanne Konferansı 'nda Türki
ye'ye yardım edeceklerine söz verdiklerini söyledi. Fran
sızlar, her zamanki gibi, Türkiye, Sovyetler Birliği'nden
217
uzaklaşırsa, çok daha iyi olacağını ima etmişler, söz ara
sında, Sovyetler' in, açlığa, bozuk ekonomik duruma katla
nabilmelerinin şüpheli olduğunu da eklemişler.
Yusuf Kemal Bey:
- Gazinin, bu istenmeyen ögütleri şiddetle ve kesin ola
rak reddettiğini tabii tahmin edersiniz, dedi. Sovyet ekono
mik durumunun bozukluğuna gelince, Gazi, istilacıların
Rusya'ya saldırıları süresince, Rusya'nın yakında mahvo
lacağını yüzlerce defa iddia edip durduklarını hatırlatarak
bu sözlerle düpedüz alay etti ve Fransızlar'a şunları söyle
di: "Kendi iktidarına destek olan, ona göğsünü siper eden
bir halkı yenmek mümkün değildir. Siz buna kendi tecrü
belerinizle inanmışsınızdır! " Bu cevaptan sonra Mustafa
Kemal' in karşısındakiler sustular.
Yusuf Kemal gülümseyerek:
- Bu cevap, Fransızları canevinden vurmuştu, dedi.
Yusuf Kemal, Mustafa Kemal'in benimle İzmir'de gö-
rüşemeyeceği için, özür dilediğini, ama Ankara'ya dönün
ce, yine dostça konuşmalara devam edeceğimizi bildirdi
ğini söyledi.
Gazi ile görüşmemizin Batı'da, aramızdaki dostluğun güç
lenmesine devam edişinin bir belirtisi olarak değerlendirile
ceğini, bunun ise Türk delegelerinin barış konferansındaki ba
şarılı çalışmalarına yardımı dokunabileceğini söyledim.
Yusuf Kemal Bey benim bu düşüncelerime katıldı ve
Mustafa Kemal'le görüşme zamanının henüz kaybolmadı
ğını söyledi.
İtilaf devletleri çevreleriyle ilişkisi olan gerici grubu, Ra
uf ve Kara Vasıf Beylerle, Ali Fuat ve Refet Paşalar idare
ediyordu. Bunlar gizli liderlerdi. Parlamentoda "İkinci
218
grup"un açık liderleri ise, Hüseyin Avni Bey'le Hüseyin Se
lahaddin Bey'di. (*)
Dış İşleri Bakanı Yusuf Kemal Bey'in de hazan muha
lefetin etkisinde kaldığı olurdu. Ama, onun dış politikada
ki tutumuna daima Atatürk yön verdi.
Muhalefet grubu, özellikle bunun gizli bölümü, daima,
Mustafa Kemal'i ve onun temsilcilerini Sovyetler Birli
ği'ne karşı kışkırtmaya çalışmışlardı. Bu konuda gerici mu
halefet, emperyalist devletlerin diplomatik temsilcileriyle
işbirliği halinde çalışmıştır. Ama Mustafa Kemal Sovyet
ler Birliği ile dostluk konusunda sımsıkı direnmiş ve Rauf
Bey'le başkalarının, Türkiye ile Sovyetler Birliği'nin ara
sını açma çabalarını daima suya düşürmüştü.
Türkiye ile Yunanistan ve İtilaf devletleri arasında ba
rış andlaşmasının imzalanacağı Lausanne Konferansı, Türk
Başkenti kamuoyunun Meclis üyelerinin, gazetecilerin ve
diplomatik çevrelerin dikkat merkezini teşkil etmekte idi.
Lausanne konferansının toplanması, genç Türkiye'nin İti
laf devletlerine karşı kazandığı parlak zaferin bir sonucu i
di. Ve bütün halk bu konferansın akibetiyle ilgileniyordu.
Uzun bir süre Mustafa Kemal Paşa'yı tanımayan itilaf dev
letleri yöneticileri, feodal padişah idaresine ve halkın din
sel geleneklerine güveniyorlardı.
Kendi şöhret düşkünlükleriyle gözleri kamaşan itilaf
devletlerinin emperyalistleri, açıkça Türk halkını küçüm
semiş, onu çabucak bozguna uğratacaklarını hesaplayarak,
Mustafa Kemal' e tepeden bakmışlardı. Ama bu hesaplar,
sahibine sorulmadan yaı.ıılmıştı. Yunan ordusunun parlak
219
ve kesin bir biçimde bozguna uğratılması ve Türk halkının
Mustafa Kemal'in etrafında kenetlenmesi, büyük devletle
rin emperyalist çevreleri için hiç beklenmedik bir olay ol
muştu. Kemalist Türkiye'nin Sovyet Rusya ile bir yakınlık
kurması, Türkiye Büyük Millet Meclisi ile Mustafa Ke
mal 'in büyük Ekim Sosyalist İnkılabının, Türkiye ve esa
ret altındaki doğu halkları için taşıdığı tarihsel önemi kav
ramaları; aynca burjuva diplomatlarının Sovyetler'e karşı
kudurmuşça propagandalarına ve karşı çalışmalarına rağ
men, Sovyetlerle bir dostluk antlaşması imzalamaları da
emperyalist devletler için büyük bir darbe olmuştu.
İtilaf devletleri, Sovyet Rusya'yı Lausanne Konferansına
çağırmak zorunda kaldılar. Bu çağın istemeyerek yapılmış,
bizim ısrarlı isteyişimiz kadar Türk hükümetinin arzusu ve
dünya kamuoyunun baskısıyla olmuştur? Gerçi Sovyet Rus
ya yalnız boğazlar meselesinin görüşülmesine katılmaya ça
ğınlmıştı. Biz, bütün meselelerin görüşülmesine katılmakta
direndikse de, Sovyetler Birliği'nin bu isteği kabul edilmedi.
Curzon, Briand ve ötekileri, Sovyet Rusya'nın, Türk
halkının egemenlik haklarına hiçbir yoldan dokunulması
na razı olmayacağını, aynca, kendisi için dirim değeri ta
şıyan hiçbir çıkarından vazgeçmeyeceğini de çok iyi bili
yorlardı . Bundan ötürü de, konferans yöneticileri, Lausa
ne'deki varlığımızı, konferansa katılmamızın bir formali
teden öteye geçmemesini sağlayacak birtakım koşullarla sı
nırlandırmak istiyorlardı. Ama yine de Sovyet devleti, kon
feranstaki çıkışlanmızın politik ve moral izlerinin, Türk hal
kıyla öteki doğu milletlerinin ve Avrupa halk oyunun hafı
zalarında ve yüreklerinde kalacak biçimde konferanstan
yararlanmasını bilmiştir.
220
Lausanne Konferansı 'nın yöneticileri, Çiçerin 'in ve öte
ki delegelerimizin yaptığı konuşmaların, geniş kamu oyu
.nu etkileyeceğine, ileri sürdüğümüz delillerin, İngiliz istek
lerinin istilacı niteliğini açığa vuracağına pek çabuk inan
dılar. Ve hemen boğazlar meselesini, ilgili komisyondan çı
kararak, hem de bizim katılamayacağımız, "mütehassıslar"
alt komisyonuna vermeyi başardılar. Bu iğrenç entrikayı
protesto ettik. Lausanne'deki delegelerimiz, barışı elde et
mek için önemli fedakarlıklar vermeye hazır bir barış po
litikası güdüyordu.
Lausanne'deki Türk delegelerinin hakkını vermek ge
rek. Gerek Heyet Başkanı İsmet Paşa, gerek heyetin öteki
üyeleri, yeni Türkiye'nin mevzilerini inatla savundular. Yal
nız boğazlar meselesi bir istisna teşkil etti. İsmet Paşa bu
meselede çabucak mevzilerini teslim etti. Bu fedakarlık bi
zim hesabımıza, bir dereceye kadar da Türkiye 'nin milli çı
karları hesabına olmuştu. Türkler için boğazlar, genel dış
politika meselelerinin ancak bir parçası idi. Boğazlar bir pa
zarlık konusu halini aldı. Tük hükümeti, İngiltere'nin ve
öteki Batılı devletlerin, savaş gemilerinin boğazlardan ser
bestçe geçişi meselesiyle yakından ilgilendiklerini biliyor,
boğazlar işinde fedakarlık gösterdiği takdirde, kapitülas
yonlar, toprak ve finans işlerinde bir başarı sağlayabilece
ğini umut ediyordu.
Mustafa Kemal Paşa, Sovyet hükümetinin boğazlar yü
zünden Türkiye ile bozuşmayacağı, bunun, önemli bi me
sele olmakla birlikte, Sovyetler Birliği ile Türkiye ve öte
ki doğulu ülkeler arasındaki genel politik kompleks için
de, ancak bir parça teşkil ettiği noktasına dayanmakta idi.
Mustafa Kemal, İngiltere ve Fransa'nın, Rusya ile Tür-
22 1
kiye'ye yaptıkları askeri müdahalelerde iyice canlarının
yandığını, onların, iç politik durumlarındaki kararsızlığın,
uluslararası politik ve ekonomik meselelerdeki anlaşmaz
lıkların, kamuoyunda savaşa karşı artan hoşnutsuzluğun
itilaf devletlerine, yakın bir tarihte yeni bir askeri saldırıya
izin vermeyeceğini birçok seferler ima etmişti.
Mustafa Kemal'e göre, bu mühlet, Türkiye ile Rusya'ya,
durumlarını güçlendirmek, boğazlar rejiminde değişiklik
yapmak imkanlarını verecektir. Boğazlar rejiminde İngil
tere'ye verilecek taviz, Türkiye'ye, Lausanne Konferan
sı 'nın gündeminde bulunan başka meselelerde başarılar el
de etmek imkanını sağlayacaktır. sadece Türkiye'nin dış po
litika durumunu güçlendirecek olan, ortaklaşa düşman Ba
tı emperyalizmine karşı doğru ve haklı bir yargıda bulun
mak ve ortaklaşa bir cephe kurmak yerine, Türkiye hükü
meti başka bir yol tutturdu.
Curzon'un, bu ateşli emperyalistin önünde, Lausanne
Konferansı'nda, doğrudan doğruya Sovyetlı::r Birliği ile
Türkiye arasındaki dostluğu bozmak işini organize etmek
duruyordu. O, neye mal olursa olsun bu dostluğu kundak
lamaya ve Türkiye'yi tekrar İngiliz emperyalizminin vasa
lı haline getirmeye çalışıyordu.
Mustafa Kemal bunu çok iyi anlıyor ve boğazlar mese
lesinde fedakarlık yaparak, ama boğazları istediği zaman
kapamaya yetecek kadar garantileri elinde tutarak, Cur
zon'u aldatmayı düşünüyordu.
Bu kararsız politikanın, eninde sonunda, yeni Türkiye
için ağır sonuçlar doğurduğunu tarih göstermişti.
Türk hükümetinin Lausanne Konferansı sırasındaki ça
lışmaları bir gizlilik perdesiyle örtülü idi. Basın biraz da-
222
ha açık davranmakla birlikte, dış sükfuıetin çerçeveleri dı
şına çıkmıyordu. Bu arada Meclis'in gizli oturumlarında
şiddetli tartışmalar oluyordu. Sağcı muhalefet durmadan·
hükümete saldırıyordu. Meclis kapılan, hiç beklenmedik bir
sırada geniş halk yığınlarına açılınca, Rauf Bey' in Lausan
ne Konferansı üzerine yaptığı konuşma sırasında, muhale
fetin oturduğu yerden yaptığı bağırmalarla, hükümetin ve
Mustafa Kemal Paşa'nın Musul ve boğazlar meselesinin çö
zümlenmesinde uyguladığı politikadan hoşnutsuzluğunu
nasıl belirttiğine tanık olduk.
Meclis'te Musul meselesinin müzakeresi, Kürt millet
vekillerinin konuşmalarıyla daha da karışık bir hal alıyor
du. kürt milletvekilleri, çoğu Trakyalı ve Batı Anadolulu
olan hükümet üyelerine, kendilerine ve Güneydoğu bölge
lerine ihanet etmekle sitem ediyorlardı. Muhalefet, bu du
rumdan, Kürt milletvekillerini kendi saflarına çekmekte
yararlandı. Kürt Milletvekilleri; " Siz Trakya'yı ele geçir
mek için Musul 'u dünden vermeye hazırsınız" diyorlardı.
Meclis 'teki muhalefetin biraz da coğrafi duruma göre ku
rulduğunu, doğulu milletvekillerinin muhalefetin çoğunlu
ğunu teşkil ettiğini de söylemeliyiz . .
Mustafa Kemal Paşa, bir gün bana, Curzon'un Musul
petrolleriyle kişisel ilgisi olduğunu söylemişti. Curzon'un
kendisi "Türkish Oil" şirketinin ortaklanndanmış. Abdül
hamid bir zamanlar Musul petrollerinin sahibiymiş. Abdül
hamid 'in varisleri kendi haklarını Amerikalılara devret
mişler.. Birleşik Amerika: " Standard Oil"in menfaatlerini
savunuyormuş. Amerika temsilcisi Chaild, Musul'un "açık
kapılan" olması gerektiğini söyledi.
Mustafa Kemal:
223
- Musul İngilizler için, Kürdistan' a en yakın bir bölge
olarak çok önemlidir, dedi. İngilizler Musul 'u, belli bir ta
kım amaçlar için ellerinde bulundurmak isterler. Çünkü
Musul, Sovyetler Birliği 'ne İran'a en yakın bir yol, Türki
ye 'ye baskı yapmak için en uygun bir bölgedir.
İsmet Paşa Musul' u geri alamadı. Bu konuda Türkiye
yenilgiye uğradı.
224
Lausanne' a gidiş, ona tamamıyla hareket serbestiliğini sağ
layacaktı. Yunus Nadi Bey Meclis'te, RaufBey'in Meclis'in
bir köşesine çekilerek, gizli entrikalarla, birtakım kişisel
amaçlarını gerçekleştirmeye çalıştığını söylerken, bunu
kasdetmiş bulunuyordu.
RaufBey, Lausanne 'a gidecek heyetin kimlerden kuru
lu olacağı konusundaki kombinezonlarına devam etti. Mus
tafa Kemal Paşa "Nutuk"unda, bu meseleyi şu sözlerle be
lirtmektedir:
" . . . Rauf Bey, Heyeti Murahhasa meselesinde başladık
ları tertip ve teşekküllere devam ettiler. Ben buna ehemmi
yet verir görünmedim. . . Yusuf Kemal Bey'le görüştüm.
Ona istifasını verdirdim. Lausanne' a gidişinden önce de İs
met Paşa Dışişleri Bakanlığı 'na tayin edildi."
Konferans sırasında Rauf Bey, İsmet Paşa'ya karşı bir
sabotaj ve habersiz bırakma kampanyasına girişti: Paşanın
sorularına ve telgraflarına uzun süre cevap vermedi. Onun
gönderdiği bilgilerin hepsini Mustafa Kemal'e bildirmedi.
Gönderdiği bilgilerin kimisini de değiştirdi. İsmet Paşa 'yı
o hale getirdi ki, paşa bir başbakaıı olarak Rauf Bey'i atla
mak ve özel bir şifre ile, doğrudan doğruya Mustafa Ke
mal Paşa'ya başvurmak zorunda kaldı.
225
1 ) 30 Ekim tarihli direktiflerinizin ilk üç meselesine, be
nim ricam üzerine İsmet Paşa, yazılı olarak şu cevabı ver
di : "Boğazlar üzerine olan görüşümüz, Milli Misakta (* )
belirtilmiş ve ilan edilmiştir. Milli Misakta belirtilen istek
lerden daha büyüğünü konferansta ileri süremeyiz . . . Biz
konferansta, İstanbul'un ve Marmara Denizi'nin güvenli
ğini sağlamak için gerekli olan tedbirleri müzakere edece
ğiz. Biz bu konuda, Rus delegeleriyle bağlantı ve temas ha
linde çalışacağız . . . Rusya'nın haberi olmadan hiç kimseye
karşı hiçbir yükümlülüğümüz yoktur."
İsmet Paşa, ilk meselenin, ya da, onun deyimiyle birinci
konferansın sadece, Türkiye'nin kendileriyle savaştığı itilaf
devletleriyle ve Yunanistanla barış antlaşması imzalamakla
ilgili olduğunu; ikinci meselenin (İkinci konferansın) boğaz
lar rejimiyle ilgili olduğunu, bunun müzakeresine Rusya'nın
çağmlmış bulunduğunu gözönünde bulundurmakta idi.
2) Rusya'nın her iki konferansa katılması ve Türki
ye'nin, Rusya'nın sınırsız olarak bütün kapsamı ile ve eşit
haklarla konferansa katılmasını bir ültimatom ile istemesi
konusunda İsmet Paşa, uzun tartışmalardan ve açıklama
lardan sonra, kendi görüşünü, yazılı olarak şöyle formüle
etti : "Türkiye, kendisiyle savaş halinde bulunan devletler
le başlı başına barış antlaşması imzalamasını tabii sayar" .
3) Boğazlar rejimi konusunda İsmet Paşa şunları söyle
di : "İleri sürdüğünüz boğazlar rejimi ile ilgili formül, Mil
li Misakın ve Moskova sözleşmesinin sınırlarını Türki
ye'den yana genişletmektedir. Biz, pek tabii olarak, bütü
nüyle görüşlerinizi paylaşıyoruz. Ama, boğazların tahkimi
226
konusunda konferansa sizin formülünüzü teklif edemeyiz.
Çünkü Batılı devletler bunu, boğazlan kapamak isteği ola
rak anlayacaklardır. Bu ise bizim için elverişsiz bir durum ·
227
Türk hükümeti, konferansa çağınlan bütün devletleri,
yani Batılı itilaf devletlerini, Moskova sözleşmesine ve Uk
rayna ile imzaladığı dostluk andlaşmasına göre, " Kıyı"
devletleri ve ilgili devletler kapsamına sokmaktadır.
5) Türkiye ile öteki devletler arasında barış antlaşması im
zalanması için toplanan konferansa, Rusya'nın katılması me
selesinde İsmet Paşa düşüncelerini şöyle açıklamaktadır:
Tür�iye, ancak kendileriyle savaş halinde bulunduğu devlet
lerle barış antlaşması konuşmaları yapabileceğine göre, Türk
hükümeti, Rusya'nın konferansa katılmasını mümkün göre
memektedir. Rusya'nın barış konuşmalarına katılması, Tür
kiye'nin bundan önceki, eski yan-sömürge durumuna düş
mesine tekrar yol açabilir. O zamanlar bütün devletler, Tür
kiye'nin alın yazısını çizerlerdi. Bunun içindir ki, Türkiye,
Rusya'nın barış antlaşmasını imzaya katılmasını isteyemez.
İsmet Paşa daha sonra bana şunları söyledi:
- Sizsiz durumumuz daha zorlaşacak, ama böyle olma
sı gerek. Biz bunu Mustafa Kemal'le konuştuk. Bu bizim
ortaklaşa görüşümüzdür. Siz Gazi Mustafa Kemal 'i bilir
siniz . . . O, Sovyetler Birliği ile ebedi bir dostluk taraflısıdır.
Biz moralman sizin bizimle olduğunuzu hissedeceğiz ... Be
ni anlamanızı rica ederim.
Türk hükümeti kendisinin Lausanne Konferansı'na ka
tılmasını önleyecek biricik engelin, gerici İstanbul hükü
metinin bu konferansa katılması olduğunu görmekte idi.
İsmet Paşa, İtilaf devletlerince böyle bir istek ortaya
atıldığı takdirde, bunu reddedeceklerini ve konferansa git
meyeceklerini kesin olarak söyledi.
5 Kasım 1 922 tarihinde, İsmet Paşa, görüşmelerimize
devam etmek üzere elçiliğimize geldi. İstanbul 'un Padişah
228
hükümetinden kurtarılması dolayısıyla İsmet Paşa'yı teb
rik ettim. İsmet Paşa, Türk hükümetinin İstanbul'daki müt
tefik devletler temsilcilerine, Hamit Bey eliyle, ağızdan
aşağıdaki notanın tebliğ edilmiş olduğunu bana bildirdi:
" İstanbul'da idarenin Türkiye Büyük Millet Meclisihükü
metine geçişi dolayısıyla Türk hükümeti, bundan böyle sos
yal düzenin korunmasından ve işlerin doğru yürütülmesin
den sorumlu bulunmaktadır. Türk hükürneti, Türk hüküme
tinin tarafsız bölgeye kendi birliklerini sokmaması, ama,
oralara izne bağlı olarak jandarma gücü göndermesi şartıy
la, müttefik komutanlığından, İstanbul ve dolaylarının, müt
tefik kuvvetlerince boşaltılmasını rica etmektedir."
İsmet Paşa, İstanbul'da idarenin değişmesi dolayısıyla,
Türk delegelerinin Lausanne'a, İstanbul üzerinden gitmek
imkanını buldukfarını ve onların bu akşam hareket edecek
lerini aynca bana bildirdi.
İsmet Paşa ile bu buluşmamızda, İstanbul'daki Rus mül
tecileri meselesini de konuştuk. Son zamanlarda, Batılı ga
zetelerde, İstanbul'daki Rus mültecileri meselesinin tartı
şıldığını, İtilaf devletlerinin bu meseleyi önümüzdeki kon
feransta bir görüşme konusu yapmaya hazırlandığını Paşa
ya söyledim. Türk hükümetinin bu meseleyi İtilaf devlet
leriyle görüşmeye razı olmayacağı inancını belirttim. Çün
kü bu meselenin, sadece Türkiye ile Rusya'yı ilgilendirdi
ğini ve onların ise, bunu kendi aralarında görüşerek çö
zümleyebileceklerini sözlerime ekledim. İsmet Paşa, be
nimle bir düşüncede olduğunu söyledi ve kendilerinin, Rus
ya'sız bu meseleyi görüşmeyeceklerine beni temin etti. Ko
nuşmamız, İsmet Paşa' nın Lausanne 'a gidişi münasebetiy�
le karşılıklı başarı dilekleriyle sona erdi.
'..:29
YİNE RAUF BEY ÜZERİNE
230
nu, kendisinin söylediği gibi "artık sizinle birlikmişim gi
lli davranmaya imkan olmadığı" zaman yaptı. Rauf Bey, bu
iki yüzlü politikasını, Sovyetler BirliğiElçiliği ile ve kişi
sel olarak benimle olan ilişkilerinde de gösterdi.
Benimle buluştuğu zamanlar, daima Sovyet-Türk dost
luğundan söz eder ve kendisinin, doğunun emperyalizme
karşı mücadelesinden yana olduğunu resmi bir eda ile bil
dirirdi. Düşüncelerini şu sözlerle belirtmişti.
- Ben ve hükümetim, doğu halklarının emperyalizme
karşı yaptıkları savaşın bitmediğine, yeni yeni başladığına
inanıyoruz. Bundan ötürü de bizim Sovyetler Birliği ile
olan dostluğumuzun, her zamandan daha samimi, daha sağ
lam olması gerekmektedir.
Onun bu tiradı çok iyi hatırımdadır. Bu tiradda, Albay
Mougin'in teşvikiyle, kendisinin de gizlice parmağı olan,
elçiliğimizin yakılışından ötürü, bir yerinme sezmiştim.
Rauf Bey, gösterişli, yakışıklı, uzun boylu, genç görü
nüşlü, kırpık bıyıklı, iri siyah gözlü bir adamdı. Ağır ağır,
ama meydan okuyan, yüksek bir tonla, özellikle kendisiy
le uyuşmadığı zamanlar, karşısındakini küçümseyen bir
tonla konuşurdu. Meclis'te ise iş değişirdi: Mustafa Kemal
bulunduğu zamanlar, her zamanki askerce duruşunu he
men kaybeder, büzülür, kölece eğilirdi. Bakışları, bütün
yüzü, inanılmayacak bir çabuklukla değişir, siması, saygı
lı, dalkavukça bir alçak gönüllülük görünüşünü alırdı. Mec
liste konuştuğu sıralarda, ikiyüzlülüğünü açığa vurarak,
oturdukları yerden ona sataştıkları zaman, karşıtlarına özel
likle Yunus Nadi'ye, nefret dolu bir bakış fırlatırdı. Bir kez
işleri ve davranışları üzerine açıklamalarda bulunmaya alış
madığını ve niyeti de olmadığını bağırarak söylemişti. A-
23 1
ma hemen, yüzündeki sert görünüşü silerek, Türkiye Bü
yük Millet Meclisi 'ne ve Mustafa Kemal Paşa'ya olan bağ
lılığından, sevgisinden söz etmeye başlamıştı.
Rauf Bey soyca Çerkez'di. Babası Kabarda'dan Türki
ye'ye göç etmiş ve Abdülhamid' in gözdelerinden olmuştu. Ra
uf Bey, Kafkasyalı olduğunun söylenmesinden hoşlanmazdı.
Mustafa Kemal Paşa, sonralan "Nutuk"un bir yerinde,
Rauf Bey'den ve bütün muhaliflerden şöyle söz etmişti:
"Cumhuriyet" sözcüğünü söylemekten bile çekinenlerin,
Cumhuriyeti, doğduğu gün boğmak isteyenlerin kurdukları
partiye "Cumhuriyet" ve hem de "Terakkiperver Cumhuriyet"
. adını vermeleri, nasıl ciddi ve ne dereceye kadar samimi sayı
labilir?. .. Hadiseler göstermiştir ki "Terakkiperver Cumhuri
yet Partisi" programı, en hain dimağların mahsulüdür" .
Mustafa Kemal, konuşmasının bir başka yerinde şunla
rı söylemektedir. "Acaba Rauf, Çerkes Ethem ve Çerkes
Reşit gibi adamların bize karşı böylesine şiddetli davranış
larını harekete getiren din sevgisi midir? "
Burada Mustafa Kemal, RaufBey'le geçici asileri, Çer
kes Ethem'le Çerkes Reşid'i bir çuvala koyuyordu.
BOGAZLAR MESELESİ
232
Bakanlığı Deniz işleri şubemizin başkanına İtilaf devletleri
ne karşı Boğazlar'ın savunma imkanını ve yollamıı birlikte
incelemelerini niçin teklif ettiğini bana açıklamanızı rica et
mek istiyorum, dedi. Bunun ne anlama geldiğini, bunu nasıl
anlamak gerektiğini bana açıklamanızı rica edeceğim.
Kendisine, düşman filosunun bir saldırısı karşısında, li
manlarıyla birlikte, Karadeniz kıyılarının, hemen hemen sa
vunmadan yoksun olduğuna ve Rusya'nın ekonomik haya
tının her an ciddi bir tehlike ile karşılaşabileceğine göre,
Sovyetler Birliği'nin, en aşağı Türkiye kadar Boğazlarla il
gilendiğini söyledim. Aynca Sovyetler Birliği, Dost Türki
ye'nin güçlü oluşuyla ve Boğazlar'ın, onun bütün egemen
lik haklarını yerine getirmesini sağlayacak biçimde elinde
oluşu ile de ilgilidir. Sovyetler Birliği, ne İngiltere' nin Bo
ğazlar'da bir egemenlik kurmasına, ne de İngiltere'nin kont
rolü demek olan Birleşmiş Milletler'in Boğazlar'da bir kont
rol kurmasına hiçbir suretle razı olamaz . . .
Çarlık hükümetinin, yüzelli yılı aşkın bir süre ile Bo
ğazlan ele geçirmeyi, ya da başka devletlerin filolarına ka
palı kalmak şartıyla, Karadeniz'deki Rus savaş gemilerinin
serbestçe Boğazlar'dan geçmesini amaç edinen aktifbir po
litika güttüğünü RaufBey'e hatırlattım. Bu yüzden birçok
kan akıtılmıştı. Boğazlar'ın Rus savaş gemilerine açılma
sının başlıca düşmanı İngiltere idi. İngiltere, Rus savaş ge
milerinin Akdeniz' e sızmalarına karşı idi. İngiliz hüküme
ti Türkiye'yi bir koç başı olarak kullandı. İngiltere, kendi
çıkarlarını Türk halkının kanıyla savundu.
Yeni bir devrin geldiğini, RaufBey'e hatırlattım. Ekim
Sosyalist İnkılabı, saldırgan politikasıyla birlikte çarlığı ta
rihin çöplüğüne fırlatıp atmıştı. Sovyetler Birliği barışçı bir
233
yaşayışa yalnız kendisi için erişmemişti. O, bütün milletle
rin ebedi barışa kavuşmaları için açık bir mücadele yürüt
mektedir. Bunun için Sosyalist devletin gizli birtakım ni
yetler beslediğinden şüphe etmek manasızdır. Biz Boğaz
lar' ın, Türkiye'nin elinde olmasını arzu ediyoruz, ama biz,
Türk halkı için saygılı bir barış istiyoruz. Boğazlar'ın, mil
letler arasında bir anlaşmazlık sebebi olmasını istemiyoruz.
Boğazlar'ın, ülkeler arasında serbest ticarete hizmet etme
sini istiyoruz. Özellikle bunun için, savaş gemilerinin Bo
ğazlar'dan geçişine engel olunmasını istiyoruz.
- Son yıllar içinde, Alman, İngiliz, Fransız gemilerinin
Karadeniz'e nasıl girdiklerini, Sovyet ve Türk halkına na
sıl ölüm yağdırdıklarını, limanları işgal edip nasıl yağma
cılık ve zorbalıklar ettiğini hatırlayınız, dedim. Bunun için
dir ki biz Türkiye'yi, ortaklaşa çabalarımızla Boğazlar'da
barışçı bir yaşayış sağlamaya b9ylesine ısrarla çağırıyoruz.
Bir gün gelecek, barış bütün dünyada egemen olacaktır; iş
te o zaman savaş gemileri olmayacaktır. O günler gelince
ye kadar, ikimizin, ortaklaşa, kendimizi emperyalistlerin
saldırısından korumamız gerekmektedir. Eğer Türkiye kon
feransta Boğazlar sorununu istenilen biçimde çözümleye
mez ve haklarını düşman filosuna karşı korumak zorunda
kalırsa, Sovyetler Birliği, eskiden olduğu gibi, şimdi de
Türkiye'ye elinden gelen yardımı yapacaktır. İşte bunun
içindir ki, Sovyet Hükümeti, Türkiye'nin ve Sovyetler Bir
liği'nin Boğazlar'da ki ortaklaşa çıkarlarını dikkate alarak,
Boğazlar'ın ortaklaşa savunması imkanlarını araştırmak
üzere, Türk denizcilik makamlarıyla temasa geçmek için,
bana Denizcilik İşleri danışmanını göndermiş bulunuyor.
Hükümetlerimiz arasında, bununla ilgili bir anlaşma yap-
234
mak zorunluğu belirirse, bu konudaki düşüncelerimizi Mos
kova 'ya bildirmek zorundayız.
Rauf Bey, alaycı tonunu bırakarak, ciddi bir eda ile:
- Şu halde ben de size apaçık bir soru sormak, sizden de
açık bir cevap istemek zorundayım: Eğer konferans kesilir
se, İngiltere bize karşı düşmanca bir harekete geçecektir. Bu
hareket, herhalde İngiliz filosunun Karadeniz kıyılarına kar
şı bazı davranışları halinde ortaya çıkacaktır. Bu takdirde,
Sovyetler Birliği, açıkça bizden yana İngiltere'ye karşı çı
kacak mıdır? İngiliz filosunun Karadeniz'e çıkmasına en
gel olmak için bizimle birlikte Boğazlan savunacak mıdır?
Hüküınetimden direktifalmadıkça, bu biçim konmuş bir
soruya cevap veremeyeceğimi kendisine söyledim. Ancak
şu kadarını söyleyebilirim ki, İngiltere'niiı Karadeniz'de
Türkiye'ye karşı düşmanca bir davranışı halinde, Sovyet
ler Birliği 'nin, istilacıların Türk topraklarından bir bölümü
nü işgal ettikleri zaman olduğu gibi, yine, Türkiye'ye yar
dım etmek üzere bazı çarelere başvuracağı tabiidir.
Rauf Bey:
- İngiltere, Türkiye'ye karşı düşmanca bir davranışa giriş
mek, bununla da Rusya'nın kişiliğinde yeni bir düşman ka
zanmak konusunda çok uzak görüşlü bir politika gütmektedir.
Bunun için İngiltere'nin , sizin yapacağınız yardıma göz yu
macağını önceden söylemek mümkündür. Bunun için, konfe
rans kesildiği ve İngiltere bize karşı düşmanca davranışlara gi
riştiği takdirde, Rusya'nın bizimle birlikte Boğazlar'ın savun
masına katılıp katılmayacağı sorusuna kesin bir cevap almak
hükümetimiz için olağanüstü bir önem taşımaktadır.
Rauf Bey bunları söylerken, yüzünün anlatımını ve ses
tonunu izliyordum. Adeta kararsızca, kelimeleri arayarak,
ağır ağır konuşuyordu.
235
RaufBey bu sözleri, Gazi Mustafa Kemal 'in emriyle, cid
di olarak mı söylüyordu. Yoksa kendi inisiyatifiyle, kışkırtı
cı bir amaçla mı söylüyordu? diye düşündüm. Belki de gizli
efendilerinin direktifiyle bunları söylüyordu. Bu pek belli de
ğildi. Bu sözlerin gerçek sebeplerini anlamak gerekiyordu.
Rauf Bey'e, Türkler' in yiğitçe direnişinden ağızı yanan
İngiltere'nin, yeni bir savaşa kalkışmasının çok şüpheli ol
duğu cevabını verdim. Üstelik şu anda İngiltere, sadık müt
tefiklerden yoksundu. Ama, savaş gemilerinin Marmara De
nizi 'ne ve Karadeniz'e serbestçe girmelerinden yararlanan
İngiltere'nin ve öteki İtilaf devletlerinin savaş gemileri, ge
rek Türkiye'nin gerek bizim başımıza birçok dert açabilir.
Düşüncelerimi geliştirerek sözlerime devam ettim:
- Fransa'nın, İtalya'nın ekonomik ve politik çıkarları
başkadır. Hatta İngiltere'nin kendisinde bile işçiler savaş is
temiyorlar. Yunanistan demoralize olmuş bir haldedir. Tür
kiye'nin ise, gücünü İngiltere'nin sınadığı ve bundan böy
le silahlı bir mücadeleden vazgeçmek zorunda kaldığı dost
ve sadık bir komşusu, Sovyetler Birliği var.
Rauf Bey'in açık sorusuna gelince, öneminden ötürü,
bunu Sovyet hükümetinden sormayı vaat ettim.
Rauf Bey, bugünlerde İsmet Paşa'ya göndermek niye
tinde oldukları yeni direktifleri hazırlarken, dikkate alabil
mek için, gerek kendisinin gerek Türkiye'nin öteki hükü
met üyelerinin, bu soruya elden geldiğince çabuk cevap ve
rilmesini rica ettiklerini bildirdi.
RaufBey'e, Paincare, Curzon, Mussolini arasında bir ön
anlaşmaya varıldığından bilgisi olup olmadığını sordum. Ra
uf Bey, bu konuda kendisinde güvenilir bilgi bulunmadığı
nı, ancak, İngiltere ile Fransa arasında, Suriye ile Irak konu-
236
sunda bir anlaşmaya varıldığının kesin olduğu cevabını ver
di. Üçlü anlaşmaya gelince, Poincare, Fransa'nm, Türki
ye'nin zararına hiçbir davranışa katılmayacağını kesin ola
rak İsmet Paşa'ya teminat verdiğim anlattı. İngiltere' nin La
usanne Konferansı'ndaki durumuna gelince, Rauf Bey, İn
giltere'nin bütün dikkatini, Türkiye'ye vermek niyetinde ol
madığı, Musul meselesi üzerine topladığını bildirdi. Büyük
Britanya İmparatorluğu, bütün devletleri Türkiye'ye karşı
kı�kırtmıştı. Mali meseleleri ve kapitülasyon meselelerini
bir komisyona havale etmişti, şimdi kendisi tamamıyla Mu
sul meselesine eğilmiş, bunu Türkiye ile bir pazarlık konu
su haline getirmeye çalışıyordu. İngiltere, Musul'a karşılık,
Türkiye 'ye Karaağacı teklifediyordu. Eğer Türkiye bunu ka
bul etmezse, İngiltere konferansı suya düşecek ve bunun so
rumluluğunu da Türkiye'ye yüklemeye çalışacaktı.
RaufBey, benimle Boğazlar meselesini konuştuktan he
men sonra Lausanne konferansının Boğazlar' a ayırdığı ilk
toplantısı üzerine bilgi verdi. Bu 4 Aralık 1922 tarihinde ol
muştu. Rauf Bey İsmet Paşa'nın konuşmasından söz etti.
İsmet Paşa konuşmasında, Milli Misak gereğince Bo
ğazların her iki yakasının Türkiye'nin olduğunu söylemiş
ti. Türkiye'nin istekleri şu noktalar üzerinde toplanmakta
idi: Her türlü ani durumlar karşısında Boğazlar, İstanbul ve
Marmara denizi için devamlı bir garanti sağlanması, Kara
deniz' e çıkacak deniz kuvvetlerinin sınırlandırılması, Ka
radeniz'de savaş gemi!erinin bulundurulmasının yasaklan
ması, deniz ticaretinin serbestliği, İsmet Paşa, Marmara
Denizi kıyılanndakı <ı,;k.:ri tedbirlerin, Anadolu ile Trak
ya'nın savunması için zorunlu olduğundan, Marmara De
nizi'nin Boğazlar kavramından çıkarılmasını istiyordu. İs-
237
tanbul ile Boğazlar'da , tersane ve dokların bulundurulma
sına izin verilmeli idi.
Rauf Bey'in söylediğine göre Curzon, İsmet Paşa'nın
tekliflerinin çoğunu reddetmiş, tartışmalar başlamıştı.
238
şa'nın, Boğazlar meselesinin konferansta daha ilk görüşül
mesinde, savaş gemilerinin Boğazlar'dan geçmesine razı
oluşuna şaşması pek tabiidir. İsmet Paşa bu davranışıyla iti
laf devletlerine, Rusya'nın Karadeniz kıyılarına kadar düş
manca davranışlara girişmek imkanlarım vermiştir. Sovyet
Rusya şimdi bütün Karadeniz kıyısındaki askeri güçlerini
takviye etmek zorunluğunu duyacaktır.
Yunus Nadi Bey, Türkiye'nin Boğazlar üzerine olan tek
liflerinin Rus görüşü ile çelişmediğini, çelişmenin güya, an
cak meselenin formüle edilişinde olduğunu, her iki durum
da da, sonucun, iki devletin çıkarlarına uygun olacağını ba
na anlatmaya koyuldu. Ve Türkiye'nin, Boğazlan kapamak
isteğinde olduğuna beni inandırmaya çalıştı.
Yunus Nadi Bey:
- Türkiye, Milli Misak'a uygun olarak, İstanbul ile Mar
mara denizinin gerçek güvenliğinin garanti altına alınma
sını istemekte olup, bunun üzerinde kesinlikle direnecek ve
hiçbir fedakarlıkta bulunmayacaktır, dedi. Türkiye'ye he
nüz Boğazlar'ın ve Marmara denizinin güvenliğini sağla
yacak hiçbir garanti teklif edilmiş değildir. Eğer böyle bir
garanti verilecek olursa, Boğazlar'ın sahibi Türkiye olacak
ve istediği zaman onları kapayabilecektir.
Yunus Nadi Bey:
- Bu şartlar altında, küçük tonajlı savaş gemilerinin Bo
ğazlardan geçişinin hiçbir önemi olmayacaktır, diye anlat
maya koyuldu. Boğazlar meselesinde iki çözüm yolu ileri
sürülmüştür: Bunlardan biri müttefiklerin ileri sürdüğü çö
züm yolu olup, Çanakka1 �'de Boğazların serbestliğini sağ
layacak olan uluslararası bir garnizon kurulmasını öngör
mektedir. Ötekisi ise, Türkiye'nin ileri sürdüğü çözün\ yo-
239
ludur. Birinci çözüm yolu, Türkiye için kabule şayan de
ğildir. Bunun için Türkiye kendi ileri sürdüğü çözüm yo
lunda diretmektedir. Eğer bu teklif kabul edilecek olursa,
Türkiye' nin Boğazlardaki durumu güven altına alınmış ola
cak, Moskova da kendi hesabına rahat edecektir.
Yunus Nadi Bey sözlerini şöyle özetledi:
- Biz gerçekte aynı amaca yönel�iş bulunuyoruz. Dün de
ğilse bile muhakkak ki bugün, İsmet Paşa'nın Çiçerin'le ta
mamıyla anlaşmış olduğuna inanıyorum.
Bu konuşmamız süresince, Yunus Nadi Bey, Türk Hükü
meti'nin, daima Sovyetler Birliği ile dostluktan yana oldu
ğuna ve Rusya'nın çıkarlarına aykırı hiçbir teklifi kabul et
meyeceğine, kesinlikle beni inandırmaya çalıştı. Yunus Na
di Bey daha ileri giderek, kendi görüşüne göre, bu dostlu
ğu, Türkiye ile Rusya arasında askeri bir antlaşma imzala
mak yoluyla, daha da güçlendirmek gerektiğini de söyledi..
Yunus Nadi, Türkiye ile İtilafdevletleri arasındaki görüşme
ler kesilirse, Rusya'mn tutumunun ne olacağım ve Türkiye'nin
yanında yer alıp almayacağını bana sordu. Konuşmamızın so
nunda da, Lausanne konferansının barışçı bir sonuca varıp
varmayacağının henüz belli olmadığını; ama, Türkiye'nin,
milli misakta belirtilen bütün isteklerinin yerine getirilmesin
de direneceğini, olmazsa, yeniden savaşacağını söyledi.
Milletvekili, ünlü bir gazeteci aynı zamanda Mustafa Ke
mal 'in arkadaşı olan Yunus Nadi, Türkiye'nin bütün ulus
lararası meselelerini, özellikle Lausanne konferans işleri
ni çok iyi biliyordu. Onunla olan ikinci konuşmamız, Cur
zon'un Fransa'ya karşı durumuyla ilgili olup, benim için
enteresan ve önemli idi. Bu konuşmayı burada kısaca an
latacağım.
240
Yunus Nadi Bey:
- Curzon, Türkiye'ye karşı bir cephe kurmayı teklif ede
rek Fransa'ya kur yapmaktadır. Böylelikle, Fransa'nm Tür
kiye üzerindeki etkisini yok etmeye ve Ankara sözleşmesi
ni kaldırmaya çalışmaktadır. Bilindiği üzere Franklin Bouil
lon İngiltere'nin haberi olmadan genç Türkiye ile bir söz
leşme imzalamıştı. Fransa, bu sözleşme ile ordusunu Kilik
ya'dan çekmiş ve savaşa son vermişti. Bu, doğrudan doğru
ya İngiltere'ye indirilmiş bir darbe idi. İngiltere hükümeti,
bunu protesto etmiş, küplere binmişti. Briand, çok yumuşak
bir dille İngilizlere cevap vererek, Türkiye ile imzalanan
sözleşmenin sadece, Türk - Fransız ekonomik ilişkilerine de
ğindiğini, Fransa'nın, tam tersine, Türkiye'nin Sovyetler
Birliği'nden uzaklaşmasını sağlamaya çalışmakta İngilte
re'ye ve bütün İtilaf devletlerine yardım ettiğini bildirmişti.
Yunus Nadi, daha sonra, Curzon'un, Fransız alacaklarını,
kapitülasyonları kaldırtmamak için kışkırttığını sözlerine
ekledi. Bu arada Curzon'un, Fransa'nın haberi olmadan giz
lice Türkiye ile Sevres Andlaşması 'nın kaldırılması için mü
zakerelere giriştiğini, İngiltere'siz Kilikya meselesinin çö
zümlenemeyeceğini, Türkiye, Boğazlan savaş gemilerine
açtığı takdirde, İngiliz hükümetinin, Kilikya'nın Türkiye'ye
geri verilişini kabule ve başka meselelerde yardıma hazır ol
duğunu söylediğini anlattı. Curzon, bu müzakerelerde kapi
tülasyon işinde ve mali meselelerde, Fransa ile yaptığı mü
cadelede Türkiye'ye yardım etmeye razı olduğunu ve bun
dan sonra da razı olmakta devam edeceğini bildirmiştir.
Yunus Nadi:
- Curzon için iki mesele önemlidir, dedi, biri Boğazlar,
ötekisi de Musul petrolleri. İngiliz delegasyonu, bu iki me-
241
selede elverişli bir çözüm yoluna ulaşmak amacıyla, öteki
meselelerde manevra yapmaktadır.
Yunus Nadi, son söz olarak şunları söyledi:
- Rauf Bey'in yüze gülücü sözlerinin dış "inandıncılı
ğı"na kanan karşı gruptan bazı kişiler, İngilizlerin suyuna
gitmek eğilimini gösteriyorlardı ama, Mustafa Kemal on
ların bu düşüncelerini fark etmekte gecikmedi.
242
· � Görüyorsunuz ya, bizim Heyet Başkanı milli misak
prensiplerinden ayrılmıyor, Curzon'un yeni birtakım saldı
rılarına fırsat vermemek için de ayrıntılara girmiyor.
- Bana öyle geliyor ki dedim, İsmet Paşa, milli misakta
Boğazlarla ilgili olarak belirtilen görüşleri -hatta küçük to
najdaki savaş gemilerinin bile Boğazlardan geçişinin bü
yük bir tehlike olduğunu anlatarak- pratik bir takım teklif
lerle destekleseydi daha iyi olurdu.
Rauf Bey aynı şeyleri tekrarlayıp duruyordu: Müttefik
lerce İstanbul'un güvenliğini sağlayacak garantiler teklif
edilmedikçe Türk Hükümeti hiçbir cevap vermeyecekmiş.
Ancak bu garantilerin incelenmesinden sonradır ki, Türk
hükümeti, bu garantileri tatmin edici bulup bulmadığına gö
re, bir karar verebilirmiş.
Rauf Bey düşüncelerini anlatmakta devam ederek:
- Türkiye, savaş gemilerinin Boğazlardan geçip geçme
yişiyle değil, sadece, İstanbul'la Marmara Denizi'nin gü
venliğiyle ilgilenen milli misaktan zerre kadar ayrılmaz, de
di. Moskova sözleşmesi de bu konuya değinmekte, sadece
Boğazlarla ilgili meselenin, Boğazlarla ilişkisi olan devlet
lerin katılacağı bir konferansta çözümlenmesini öngörmek
tedir. Rusya'nın da katıldığı böyle bir konferans şu anda za
ten toplantı halindedir.
Rauf Bey sinirli sinirli sordu:
- Kuzum siz bizden ne istiyorsunuz?
Boğazlar konusunda Türkiye ile anlaşarak hareket etmek
istiyoruz, dedim ve Rauf Bey'den, Lenin'in, 1 922 yılı
Ekim'inde, İngilizce "Observer" ve "Manchester Guardi
an" gazeteleri muhabirlerinin sorularına verdiği cevabı oku
yup okumadığını sordum.
Rauf Bey okumadığını, ancak Sovyet Hükümeti Başka
nının bu röportajını duyduğunu söyledi.
243
Bunun üzerine ben kısaca, Lenin' in verdiği cevapların ana
çizgilerini kendisine anlattım. Lenin gazete muhabirlerine
şunları söylemişti: "Boğazlarla ilgili olarak bizim programı
mız (tabii şimdilik, yaklaşık olarak) şu esaslan taşımaktadır:
Birincisi: Türk milli isteklerinin yerine getirilmesi ...
İkincisi: Bizim programımız, Boğazların, gerek barışta,
gerek savaşta bütün savaş gemileri için kapalı olması teme
line dayanmaktadır. Bu, sadece, topraklan Boğazlara biti
şik olan devletlerin değil, bütün devletlerin, doğrudan doğ
ruya en yakın çıkarlarıdır.
Üçüncüsü: Boğazlarla ilgili bizim programımız, deniz ti
caret filolarının tam bir serbestliğini savunmaktadır.
Muhabir Farbman'ın; Rus hükümetinin, Boğazların Mil
letler Cemiyeti 'nce kontroluna razı olup olmadığı sorusuna
Lenin şu karşılığı vermiştir: "Milletler Cemiyeti ... Ayrılmaz
bir biçimde Versailles Andlaşmasına öylesine bağlı .. millet
lerin gerçek hak eşitliğini kurmaya benzer, herhangi bir dav
ranıştan öylesine yoksundur ki ... Bizim, Milletler Cemiye
ti 'ne karşı olumsuz davranışımız, herhangi bir yoruma ihti
yaç göstermeyecek kadar bana açık görünmektedir."
Biraz daha fazla ilgi göstererek, İsmet Paşa'nın, Çiçe
rin'in 4 Aralık günü konferansta yaptığı konuşmayı Rauf
Bey'e bildirip bildirmediğini sordum. Rauf Bey, İsmet Pa
şa'nın bunu, ama çok kısa olarak, bildirdiğini söyledi. Bu
nun üzerine ben, o sırada Moskova'dan almış olduğum bu
konuşmayı kendisine anlattım.
244
kurmak ve bunu güçlendirmek olduğunu söyledi. Sovyet
ler Birliği'nin, Lausanne konferansının bütün çalışmaları
na katılmayı istemesi bundan ileri gelmektedir. Bu istekler
yerine getirilmemiştir. Bundan ötürüdür ki, Sovyetler Bir
liği, Ukrayna ve Gürcistan delegeleri, kararlarına katılacak
ları meselelerde, aşağıdaki başlıca iki düşüncenin gerçek
leştirilmesine çalışacaklardır:
1 ) Rusya ile müttefiklerine, öteki devletlerin durum ve
haklarına eşit bir durum ve hak sağlamak.
2) Rusya'nın ve müttefiki olan cumhuriyetlerin, başka ül
kelerle ticari ilişkilerinin serbestliğinin sağlanması, top
raklarında barış ve güvenliğin korunması.
Rusya - Ukrayna - Gürcistan delegeleri, şimdilik şu aşa
ğıdaki başlıca görüşler üzerinde durmayı zorunlu görmek
tedirler: Karadeniz Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakka
le Boğazı, deniz ticaret filoları ve savaş dışı gemileri için
kesinlikle ve hiç bir sınırlandırmaya bağlı olmayarak ser
best olmalıdır. Karadeniz'de olduğu kadar yakın doğuda da
barışın korunması, Karadeniz kıyılarının güvenliğinin sağ
lanması, İstanbul güvenliğinin sağlam bir garantiye bağlan
ması. Bu ise, hem Karadeniz hem Çanakkale Boğazı 'nın
gerek barışta gerek savaşta devamlı olarak, Türkiye müs
tesna, bütün devletlerin savaş gemilerine ve savaş uçakla
rına kapalı kalması demektir. Karadeniz Boğazı'yla Ça
nakkale Boğazı'nın Türkiye'ye ait olduğu esasına dayanan
Sovyet Rusya ile müttefikleri, her milletin egemenlik hak
larına saygı gösterdikleri için, Türk halkının kendi toprak
larında ve sularında, en geniş anlayışla egemenlik hakları
nı kurmalarını bu haklarını korumalarını ısrarla istemekte
dirler. Aynca, Sovyetler Birliği ile müttefikleri, Türk hü-
245
kürnetinin gerçek anlamda Boğazlarla Marmara Denizi'ni
koruyabilmesi, ancak kıyılarını tahkim etmek ve silahlan
dırmak haklarının kendisine verilmesiyle, bir savaş filosu
na sahip olmakla ve Boğazlarla Marmara Denizi 'nin savun-,.
masında gerekli bütün savaş vasıtaları bulundurmakla
mümkün olabileceğine inanmaktadırlar. Boğazların savaş
gemilerine kapatılması, bütün devletler arasında eşitlik
prensibine de uymaktadır. Bunun tersi, Boğazların, savaş
gemilerine açık tutulması; en güçlü deniz devletinin kayı
rılması anlamına gelir. Emekçi halkı korumak ve barışı
güçlendirmek amacını güden, bütün saldın ve savaş niyet
lerinden, başka milletlerin özgürlüklerine tecavüz emelle
rinden uzak olan Sovyetler Birliği, İstanbul'u Rusya'ya
peşkeş çeken bütün anlaşmaları, hiçbir çıkar karşılığı ol
madan bırakıp atmakta, böylece Türkiye'ye, kendi varlığı
nı başarılı olarak savunmak imkanını vermektedir. Sovyet
ler Birliği, aynca, bununla, Akdeniz kıyısı devletlerini de,
Çarlığın asırlık ihtiraslarından kurtarmaktadır.
Daha sonra Çiçerin, Boğazların Rusya için olan ekono
mik önemi üzerinde durdu. Mesela, 1 9 1 O yılında Rusya'nın
tahıl ihracatının %70'i Boğazlar üzerinden yapılmıştı.
Çiçerin, İtilaf devletlerinden gelebilecek tehlikelere mi
sal olarak Odesa'mn, Nikolayev'in, Kerson'un, Sivasto
pol'un, Batum'un ve Karadeniz kıyısındaki başka liman
ların işgal edilişini ileri sürdü. İtilaf devletleri aynca, De
niken'in ve Vrangel'in beyaz ordularım da, kendi savaş ge
mileriyle desteklemişlerdi. ·
Çiçerin:
- İstanbul 'un güvenliği de, Boğazların savaş gemilerine
kapanmasına bağlıdır, dedi.
246
Curzon, Çiçerin'in konuşmasına cevap vererek, becerik
sizce espriler yapmaya kalkıştı: Güya Rusya, Türkiye 'yi Bo
ğazlarda kendi bekçisi gibi kullanarak, Karadeniz'i bir Rus
gölü haline getirmek ve orada evi gibi davranmak istiyormuş:
Curzon, aptalca esprilerine devam ederek:
- Boğazların kontrolunu, geçmişte bu ödevini yapmakta
kabiliyeti olmadığını gösteren yalnız Türkiye'yi bırakma
lı; diyerek alaylarına devam etti.
Hele, Panama Kanalı ile Süveyş Kanalı 'nda serbest re
jim uygulandığını bir örnek olarak ileri sürmesi, gülüşme
lere yol açtı.
Kısaca, İngiliz temsilcisi, Boğazlarda öylesine bir düzen ku
rulmasını istiyordu ki, Türkiye tamamıyla İngiltere'nin ege
menliği altına girsin, İngiltere de Rus kıyılarında cirit atsın! . .
Çiçerin, Curzon'un alaycı sözlerine sükunetle cevap ve
rerek, düpedüz, Boğazlan ve Karadeniz' i ele geçirmek ça
basını gösteren İngiltere'nin Avrupa ilerleyişi projesiyle
karşı karşıyayız, dedi. Barışı parçalayan uyuşmazlıklar, ne
yazık ki, böyle kombinezonlarla sürüp gidecek, Boğazlar
da bunların savaş sahası haline gelecektir.
Çiçerin sözlerine devam ederek:
- Barış, askeri güçlerin yığınak yapmasıyla asla sağlamlaş
maz ! . dedi. Yakın doğuda barış halinin biricik sağlam teme
li, Türkiye 'nin özgürlüğü ve egemenliğidir. Sovyet teklifi ge
çici bir kombinezonu değil, ama, bir zaferle yaşama hakkını
kazanan Türk halkının haklarının korunmasını istiyor.
Çiçerin, konuşmasının bir yerinde:
- Tüccarca çıkarların, yabancı savaş filolarının varlığını
istediği doğru değildir, dedi. Eğer Batılı devletler, ticaret
gemilerini savaş gemilerinin eşliğinde bize gönderirken,
247
sömürgelerde uyguladıkları metodlan taklit etmek istiyor
larsa, Sovyetler Birliği 'nin hak yerine kuvvet kullanılışına
boyun eğeceğini sanmakla çok yanılıyorlar. Çiçerin, Cur
zon'un Boğazlan Süveyş ve Panama kanallariyle kıyasla
masına karşılık şu gerçekleri ileri sürdü: Emperyalist sava
şın başlamasıyla beraber, Süveyş Kanalı hemen uluslara
rası anlamını kaybetmiştir. Panama kanalı ise, uluslararası
serbest geçiş isteği hiç dikkate alınmadan Amerika tarafın
dan çok ağır tahkim edilmiştir. .
Rauf Bey'e:
- İşte, biz Boğazlar meselesinde, Lenin'in ortaya attığı,
Çiçerin'in de konferansta açıkladığı bu prensiplere dayan
maktayız, dedim.
İstanbul'un, Marmara Denizi'nin ve Boğazlar'ın güven
liğinin, her şeyden önce, savaş gemilerinin boğazlardan ge
çişlerinin yasak edilmesine bağlı olduğunu bir kez daha işa
ret ettim.Boğazların savaş gemilerine açılması, Karade
niz 'de başka silahlanmaların artmasına ve sayıca artışına y
ol açacak, Türkiye bir savaş çıktığı zaman, her seferinde,
ister istemez, anlaşmazlığa karışmak zorunda kalacaktır.
Sözlerine devem ederek:
- Sovyet hükümeti, Boğazların, bizim savaş gemilerimiz
için olduğu kadar başka devletlerin savaş gemileri için de,
tabii Türkiye hariç, kapalı olmaları gerektiğini doğru bulmak
tadır. Sovyet hükümeti bu konuda endişe etmekte yerden gö
ğe kadar haklıdır. Çünkü Boğazların savaş gemilerine açık
tutulması, Rus Karadeniz kıyılarının yolunu da düşman fi
lolarına açmaktadır. Lausanne konferansında, Boğazlar me
selesini incelemek üzere Eksperler Komisyonu kurulduğu za
man, Sovyetler Birliği temsilcilerinin bu komisyona alınma-
248
dıklarını söyledim. Bu kulis arası bir pazarlığa benzemekte
dir! Sovyet hükümeti bu komisyonda, Rusya'ya karşı her
hangi bir karar alınmayacağı umudundadır.
RaufBey, güya Eksperler Komisyonu'nu ilk defa duyduğu
nu söyledi ve bütün bunları resmen ona bildirmemi rica etti,
ancak bundan sonra bunu İsmet Paşa'dan soracağını vaadetti.
Bu meselenin gazetelerde yazıldığını, bunu bilmemesi
nin tuhafıma gittiğini ona söyledim.
RaufBey anlattıklarımı hemen oracıkta not etti ve yanım
da İsmet Paşa'ya bir telgraf yazarak çekilmek üzere İlgili
lere verdi. Rauf Bey, bu arada, İsmet Paşa'nın, Çiçerin'le
sıkı bir temas halinde olduğunu, tekrar tekrar belirtti. Son
ra, bana, İsmet Paşa'dan almış olduğu bir telgrafı gösterdi.
İsmet Paşa bu telgrafında, komisyonda boğazlar meselesi
nin görüşüldüğünü, ama kendisinin, bu görüşmelerin bun
dan sonra devamına karşı geldiğini ve Boğazlar meselesi
ni görüşmek üzere bir alt komisyon kurulması için Çiçe
rin'le birlikte bir nota verdiklerini bildirmekte idi. Bu du
rumu Moskova'ya bildirmemin mümkün olup olmıyacağı
nı sormam üzerine, Rauf Bey olumlu bir cevap verdi.
Daha sonra, Rauf Bey, Birleşik Amerika, İngiltere ve
Fransa arasında Musul petrolleri konusunda bir anlaşmaya
varıldığını bildirdi. Bu anlaşmaya göre, bu üç devlete %75
oranında bir pay ayrılmış, geri kalan %25 pay da bu anlaş
maya sokmayı başaracakları devlete verilecekmiş.
RaufBey'le, 1 9 Aralık 1 922 tarihinde tekrar karşılaştım.
Lausanne konferansının gidişi üzerine aramızda başlayan
konuşmaya devam etme:� için kendisini ben arattım. Türk
Başbakanıyla olan bu seferki konuşmamız 3 saat sürdü. Ra
uf Bey fevkalade nazikti. Hatta konuşmamız, onun hesabı-
249
na çok nazik bir safhaya girdiği zaman bile, konuşması çok
dostça bir ton taşımakta idi.
RaufBey, Ankara ile Lausanne arasındaki kötü bağlantıdan,
telgrafların büyük bir gecikme ile gelişinden ve kötü bir rast
lantı olarak, en önemli telgrafların çok değişmiş bir halde ge
lişinden, hatta, bunların tekrarını istemek zorunda kalışların
dan yakındı. Daha sonra Rauf Bey, İsmet Paşa ile Çiçerin'in,
boğazlar meselesini incelemek üzere bir alt komisyon kurul
ması için, aynı anlamda, ayn ayn birer nota verdiklerini bil
dirdi. RaufBey, bundan önceki görüşmelerimizde olduğu gi
bi, bu sefer de, İsmet Paşanın, Rus delegeleriyle sıkı bir iş bir
liği halinde hareket ettiğini açıkça belirtmeye çalışıyordu.
Meseleyi açıkça konuşmaya karar verdim:
- Sayın Başbakan, dedim, aramızda konuşma konusu olan
"Eksperler Komisyonu" üzerine size bilgi vermekliğime
izin vermenizi, rica ederim. Moskova'dan aldığım bilgiye
göre, Eksperler komisyonundaki temsilcimiz 1 2 Aralık gü
nü, hoşa gitmiyecek bir manzara ile karşılaşmış; dileğimiz
itilaf devletlerinin Eksperler komisyonu üyeleriyle Türk
üyelerini, itilafdevletlerinin projelerini Türk Projesine yak
laştırmak için, gizli çalışırken yakalamış. Delegasyonu
muz, olayı yazılı olarak protesto etmiş. Ama bu protesto
dikkate alınmamış, eskisi gibi bir kulis arası çalışmadır sü
rüp gidiyor. Mesele açıkça komisyonda, ya da alt komis
yonda görüleceği yerde, bizim haberimiz olmadan, gizlice
pazarlığa girişileceği yolundaki korkularımda ne kadar hak
lı imişim! Hiç de güzel olmıyan bir durum çıkmış oluyor
ortaya. Doğrusunu isterseniz, bunu hiç beklemiyorduk.
Rauf Bey şaşırdı, ama pek çabuk kendini toparladı. Her
zamanki gibi, Türk-Sovyet dostluğundan yana olduğuna
250
ve Avrupa'nın hiçbir zaman aramızı bozamayacağına be
ni inandırmaya çalıştı. Ortaya attığım komisyon meselesi
ne gelince, bunu da İsmet Paşa'dan soracağını söyledi.
Türk hükümetinin boğazlar konusunda nasıl bir karar al
dığına dair sorduğum sorulara da, RaufBey gülümseyerek,
direnişimi çok iyi anladığını ve bunu çok tabii bulduğunu
söyleyerek işi alaya vurdu ve: Sayın elçi, benim kendimin,
yani Rauf Bey' in, bilmediğim bir şeyi benden öğrenmek
istiyor, dedi.
Rauf Bey, 1 0 bin tonu geçmeyen hafif tonajlı gemilerin
boğalardan geçişinin "çok aşın bir şey" olmadığını, 1 .
Dünya Savaşı'nda boğazların savunması tecrübesinin, esas
lı kıyı tahkimatının yararsızlığını gösterdiğini tekrar anlat
maya çalıştı. Son durumlar, Türkiye'yi, boğazların savun
masını, hava akınlarıyla kolayca tahrip edilebilen esaslı tah
kimata bağlanmaması zorunluğunda bırakmaktadır.
Rauf Bey kesin olarak Türkiye'nin, savaş gemilerinin bo
ğazlardan geçişine razı olmadığını söylememekle, Anka
ra'nın buna razı olduğunu bana anlatmaya çalışmıştı. Rauf
Bey, Ankara, savaş gemilerinin boğazlardan serbestçe geçi
şine izin vermediği takdirde, Türkiye'nin, bütün dünya ka
muoyunu karşısına alacağını sebep olarak ileri sürüyordu.
251
Sovyet delegasyonu, denizaltılar hariç olmak üzere, hafifto
najlı gemilerin boğazlardan geçişine razı olmuştu. Bu durum,
tamamıyla istisnai ve belli hallerde, Türk hükümetinin izniy
le olabilecekti. Ben, Türk delegelerinin, itilaf devletlerinin
boğazlar projesini onaylamaları dolayısıyla, Rus delegeleri
nin böyle bir fedakarlıkta bulunduklarını söyledim.
Aynca RaufBey'e, Rus delegelerinin, Türkiye'nin Baş
kanlığı 'nda olmak üzere, Karadeniz devletleri ile ilgili baş
ka devletler temsilcilerinin katılacağı uluslararası bir kont
rol komisyonu kurulmasını teklif edeceklerini haber ver
dim. Bu teklif, boğazların kontrolünün Milletler Cemiye
ti'ne verilmesini isteyen Curzon'un teklifine karşılık olmak
üzere ileri sürülmüştü.
Rauf Bey'e şöyle bir soru sordum: Lausanne konferan
sı'yla ilgili haberlere göre, Türkiye'nin Amerika ile arası
nın iyileştiğine inanmak gerekiyor. Bunun sonucu olarak,
Türkiye, konferansta Amerika'dan bir destek görebilir mi?
Rauf Bey, kaçamaklı bir cevap vererek, olağanüstü du
rumdan yararlanan Amerika'nın sadece herkesi: İtalya'yı,
Fransa'yı, İngiltere'yi Türkiye'yi aldatmakla vakit geçir
diğini, ona güvenilemeyeceğini söyledi.
Türk hükümetinin, Amerika'nın büyük kapitalistlerin
den Chester'le yaptığı konuşmaları gören, Türkiye ile ilgi
lenen Amerika'nın, böyle bir desteklemede bulunabilece
ğine işaret ettim.
Chester'le yapılan konuşmalara değinmem, RaufBey'i si
nirlendirdi. Başbakan, sinirli sinirli, özel işlerle devlet işle
rini hiçbir zaman birbirine karıştırmadığını, biriyle ötekisi
arasında hiçbir ilişki olmadığını söyledi. Rauf Bey'in hiç
bir şey söylemeyeceği apaçık olduğundan, artık bu konuya
tekrar dönmedim, Rus-Fransız-Türk ilişkilerine geçtim.
252
Lausanne Konferansı'ndan önce, İngiltere'nin, Rusya ile
Türkiye'nin arasını açmak amacıyla, Türk meselesi üzeri
ne Rusya ile görüşmelere girişmek istediğini söyledim.
Sovyet hükümeti İngiltere'ye, Türkiye'den habersiz hiçbir
görüşmeye katılamayacağını bildirdi. Şimdi Fransa emper
yalistleri Rusya'yı Türkiye'den ayırmaya çalışıyorlar. Ama
hükümetimiz, bu konuda herhangi bir görüşmeyi tekrar
reddetti. Dışardan görünen dostluk belirtilerine rağmen
(başta "Temps" gazetesi olmak üzere Fransız basınından
bir bölümünün Sovyetlerle dostluk kampanyası açması, He
riot'nun Rusya'ya gelişi ve bunun gibi olaylar) gerçekte
Fransa'nın İngiltere ile birlikte ortaklaşa bir cephe kurdu
ğunu ve yaptığı flörtlerle Türkiye'yi Sovyetler Birliği 'nden
ayırmaya çalıştığını kesin olarak biliyorduk.
Sözlerime devam ederek:
Türk ordusunun Yunan ordusuna karşı kazandığı parlak
zafer, Fransa'yı yeni Türkiye'ye karşı güttüğü politikayı de
ğiştirmek zorunluğunda bıraktı, dedim. Bununla birlikte,
Türkiye'nin tam bağımsızlığı, Fransız emperyalistlerinin
ekonomik ve politik çıkarlarına karşıdır. Fransız emperya
listlerince ve Fransız hükümetince Türkiye'ye büyük yatı
rımlar yapılmış bulunuyor. Bunun sonucu olarak Fransa, İn
giltere ile olan uyuşmazlığına rağmen, birçok meselelerde
onunla birlikte hareket etmektedir. Lord Curzon, Fran
sa'nın, Türk-Yunan savaşındaki ihanetinden ötürü, ekono
mik ve mali işlerin görüşüldüğü komisyonda Fransız dele
gelerini Türk delegeleriyle çatıştırarak öç almaya çalışıyor.
Bu komisyonda Fransız temsilcileri, kapitülasyon düzeninin
korunmasını ve Fransızlara istisnai ve yeni imtiyazlar ve
rilmesini sağlamaya çalışmaktadırlar. İngiliz temscileri bu
253
konuda Fransızları desteklemiyorlar, buna karşılık Curzon,
bütün gücünü boğazlar ve Musul petrolleri üzerine yoğun
laştınnış bulunuyor.
Sözlerimi not eden Rauf Bey, madde madde cevap verme
ye başladı. llkin, Lausanne K�roeransı 'ndan önce, İngiliz hü
kümetinin Rusya ile müzakere isteğinde bulunduğuna dair,
hiçbir şey bilmediğini, elçiliğin de, bildiğine göre, güya bu
konuda Türk hükümetine bilgi vermediğini söyledi. Ve he
men arkasından, Litvinov Berlin'de iken, Curzon'un kendi
sine gönderdiği mektubu kast edip etmediğimi sordu.
Özellikle bunu kasdettiğimi ve Litvinov'un, zamanında
bunu Türk hükümetine bildirmiş olduğunu söyledim. Bu
nun üzerine Rauf Bey hemen konuşma konusunu değiştir
di ve Türkiye'nin Fransa'ya dayanarak konferansa gittiği
ni inkara koyuldu.
- Türkiye belirli bir politika güdüyor, her dakika bunu de
ğiştirecek değil, dedi. Türkiye, Rusya ile samimi olarak
dostluk ilişkilerini sürdürmek istiyor, Anadolu sınırlan için
deki Türkler arasında Rusya dostluğunu -bu halkın Rus
ya 'ya olan davranışı çok iyi bilindiğine göre- propaganda
ya ihtiyaç yok. ama, Rusya ve Kafkasya'daki Türkler ara
sında, aynı şekilde davranmak suretiyle Rusya'ya karşı
dostluk duygularım aşılamak gerek.
Rauf Bey'e şu cevabı verdim: Türkiye ile dostluk ilişki
leri kurmuyor diye, Rusya'ya asla sitem etmek mümkün de
ğildir. Çünkü Rusya, Türkiye'nin en ağır günlerinde ona
dostluk elini uzatmış bulunuyor.
1 5 Ocak 1 923 tarihinde, RaufBey'le, onun evinde yeni bir
görüşmemiz oldu. Bu görüşme akşam saat 8'den gece on bir
buçuğa kadar sürdü. Lausanne Konferansı 'ndaki Sovyet de-
254
legelerinin eksperler komisyonu toplantılarına sokulmadık
larından haberi olup olmadığını Rauf Bey'den sordum ve
ona, Çiçerin'in notaları ile konuşması üzerine bilgi verdim.
- Sovyet delegelerinin haberi olmadan itilafdevletlerinin,
boğazlar üzerine Türk delegeleriyle müzakerelerde bulun
maya çalışmalarına ne dersiniz? diye sordum.
Rauf Bey, bunun "özel konuşmalar"dan ileri geçmediği
ni söyledi. Ben buna itiraz ederek, Sovyetler Birliği katıl
madan, Türkiye ile itilaf devletleri arasında, boğazlar üze
rine yapılan bu "özel konuşmalar"ın, biz katılmadığımıza
göre, bizim için kabulü mümkün olmayan resmi sonuçlara
götürebileceğini bildirdim.
Rauf Bey, İsmet Paşa'mn Çiçerin' in notası üzerine ken
disine bilgi verdiğini ve Paşa'nın Çiçerin'le bu konuda ko
nuştuğunu bana bildirmekte acele etti.
İsmet Paşa ile Çiçerin arasında geçen bu konuşmalar üze
rine bana da bilgi vermesini RaufBey'den rica ettim. Rauf
Bey benim soruma cevap olarak, Rusya'nın konferansa be
lirli bir mesele, boğazlar meselesi için çağınldığını, Sov
yet delegasyonunun "kendi isteğiyle eksperler komisyonu
nun çalışmalarına katılmadığım" bildirdi.
Bunun doğru olmadığı, tam tersi eksperler komisyonu
nun çalışmalarına katılmak için bizim ısrar ettiğimiz ceva
bım verdim. Şöyle bir gerçeği de söz konusu ettim: 7 Ocak
1 923 tarihinde, bizim delegasyonumuz, konferans başkan
lığına bir nota göndererek, bir yerlerde, boğazlarla ilgili ola
rak, Sovyet delegasyonunun bilmediği bir sözleşme proje
sinin görüşüldüğünü belirtmiştir. Bu notamıza verilen ce
vapta şu ihtiyatsızca itirafta bulunulmuştur. Konferansın
çalışmalarım kolaylaştırmak ve heyetlerden çoğunun üze-
255
rinde anlaştıkları maddeleri belirtmek amacıyla, bazı dele
ge heyetleri, aralarında, "resmi olmayan", anlamda konuş
malar yapmışlardır. Bizim delegasyonumuz verdiği yeni
bir nota ile hemen bu itirafı tespit etmiş ve Sovyetler Bir
liği 'ne, çalışmalarına katılmadığı bir sözleşme tasarısı em
poze edilmek istendiğini kaydetmiştir. Notada aynca, Rus
ya'nın Ukrayna'nın ve Gürcistan'ın, başkasının istekleri
ne boyun eğmek zorunluluğunda olan mağlup durumda ol
madıkları, onun için, kendilerine o esrarlı tasan üzerinde
yargıda bulunmak imkanının sağlanması istenmiştir.
Rauf Bey'e:
- Cenevre 'de yeni bir keşifte bulunduk, diye anlattım.
Konferans sekreterliğince delegelere dağıtılan listelerden
birinin başlığında "Eksperler Komisyonu" yazılı bir liste
elimize geçti. Bu komisyona katılanlar: İngiltere, Fransa,
İtalya ve Türkiye. . görüyorsunuz, Sayın Başbakan, masum
"Eksperler" komisyonunun, gerçekte konferansın, Sovyet
ler Birliği 'nin dışarda bırakıldığı, bir alt komisyon olduğu
resmen açıklanmış bulunuyor. Konferans'taki Türk delegas
yonu da, güya bunun bir yanlışlık olduğunu söylemiş.
Rauf Bey, Rus delegelerinin eksperlerin çalışmasına ni
çin katılmadığını İsmet Paşa'dan soracağına dair bana temi
nat verdi. Daha sonra, hem de üst üste birkaç defa, güya Rus
ya 'nın "Boğazlarla ilgili kozlarını vaktinden çok önce açı
ğa vurduğu, kendi isteklerini çok erken ortaya attığı" dü
şüncesini ileri sürdü. itilaf devletlerinin Türkiye'ye ne gibi
garanti verdiğini bir kaç kez RaufBey'e sordum. Rauf Bey
bilmediğini söyledi ve isteklerimizi bir kez daha anlatma
mı rica etti. Ben, deklerasyonlarda, notalarda, aynı zaman
da Lenin'in İngiliz gazetelerinde çıkan beyanatlarında be-
256
lirtilen isteklerimizi tekrarladım. Aynca, Türkiye'nin, savaş
gemilerinin boğazlardan geçişine izin verişini, Rusya'ya
karşı atılmış bir adım ve Sovyet-Türk sözleşmesinin bozul
ması şeklinde kabul ettiğimizi de sözlerime ekledim.
İnandırıcı bir delil bulamayan Rauf Bey:
- Yani, Rusların çıkarlarına uygun yeni bir milli misak mı
yapmamızı istiyorsunuz? diye söylendi.
Yeni bir milli misak yapmaya lüzum olmadığını, sadece
her iki tarafın Moskova sözleşmesini tutması gerekli oldu
ğunu kendisine hatırlattım.
257
raf yazdırdı. Bunu şifrelenmesi ve gösterilen adrese gön
dermesini emretti. Bütün bunların bir gösterişten başka bir
şey olmadığı apaçıktı.
1 5 Ocaktan sonra Başbakan Rauf Bey'le birkaç kez daha
görüştük.Ama konuşmalarımız, mahiyeti bakımından, bun
dan önceki konuşmalarımızın bir tekrarından başk� bir şey
değildi. Rauf Bey, ya Lausanne'dan haber alamadıkların
dan,ya da kendisinin bu konuda bilgisi olmadığından söz
ediyor, her seferinde de dostluğa bağlılığını tekrarlıyordu.
"Eksperler Komisyonu"nun esrarlı derinliklerinde, Sov
yetler Birliği dışında, boğazlar sözleşmesi tasarısının ha
zırlandığını ve bu tasarının, boğazlar komisyonunun genel
toplantısında ilan edileceğini bana Moskova'dan bildirdi
ler. Konferanstaki delegelerimiz, delegelerden birinin elin
de gördükleri basılı tasarıdan bunu bir rastlantı olarak öğ
renmişler. RaufBey 'den bir mülakat rica ederek kendisine:
Türk delegelerinin bu konuda bize bilgi vermediklerinden,
itilaf devletleri gibi onların da bu tasarıyı bizden gizlemiş
olmalarından büyük bir üzüntü duyduğumu söyledim.
RaufBey, sözleşme tasarısındaki her madde üzerinde henüz
uyuşulmadığına, ismet Paşa ile itilafdevletleri temsilcileri ara
sında tartışmalar yapıldığına beni inandırmaya çalıştı.
- Demek ki, sözleşmenin bizim bilgimiz olmadan, gizli
ce hazırlandığını siz de kabul ediyorsunuz, dedim.
Güç bir duruma düştüğünü hisseden Rauf Bey, kendini
haklı çıkarmaya çalıştı:
- Benim bildiğime göre, dedi, hiç kimse, bu arada Türk
delegeleri de bu vesikaları gizlemeye çalışmamışlardır. İşi
ni içinde bir yanlışlık var. Bunu ismet Paşa'dan soracağım.
Öylesine işi başından aşkın ki, herhalde, durumu kontrol
etmeye fırsat bulamamış olacak.
258
.. - Eğer S ovyet delegasyonu, üzerinde uyuşulmuş olan söz
leşme metnini zamanında öğrenmiş olsaydı, dedim, Türk de
legasyonuna kolaylık gösterebilir, dost Türkiye ile anlaşmaz
lığa düşmemek için, yeni teklifler ileri sürebilirdi. o zaman,
kurum taslayan Lord Curzon, "Sovyet delegasyonu, kendile
rine özel bir ilgi gösterilmeye hak kazanmamışlardır, çünkü
Türkler bile onların görüşlerini paylaşmıyorlar" demek için,
hiçbir sebep bulamazdı. Eminim ki, Lord Curzon ve onun ye
rine geçenler böyle büyük sözler söyledikleri için, zamanla,
pişman olacaklardır. Sovyet Rusya, tutulmaz bir biçimde, bü
yüyüp güçlenecek ve görülmemiş bir gelişmeye erişecektir.
Rauf Bey dudaklarını ısırdı. Sinirli sinirli beni süzdü. A
ma hemen yüz anlatımını değiştirerek gülümsedi ve elleri
ni açarak:
- İşlerin böylesine kötü gidişine çok üzüldüm, dedi. Bu
nu Gazi'ye bildireceğim .. Türk milletinin de güçleneceği
ne siz de emin olabilirsiniz . . . Bay Elçi.
Boyunduruktan kurtulmuş olan Türk halkının, Türkiye
Büyük Millet Meclisi'nin önderliği altında güçleneceğine
ve her türlü zulüm ve baskı politi!casına karşı koyacağına
hiç şüphe etmediğimi söyledim. Özellikle bu durum, eko
nomisini, ticaretini, sanayiini geliştirerek, Türk halkının
gelişmesine yardım edecektir.
- Biz yine, yanda kalmış Boğazlar meselesi üzerindeki ko
nuşmamıza dönelim, dedim. Kaleme alınmış olan sözleşme
yakın doğu ve Karadeniz barışı için pek tabii olarak genel
barışın kurulması için zor şartlarmeydana getirecek. Sözleş
me tasarısı, bizim Dışişleri Bakanımız Çiçerin'in söylediği
gibi, bu konferansın barışa hizmet konusunda güçsüzlüğü
nü göstermektedir. Esas itibarıyla, Rusya, Ukrayna ve Gür-
259
cistan 'la anlaşma yapılmamıştır. Bu konuşma değildi, hatta
konuşma denemesi bile değildi. Bu şartlar altında Boğazlar
meselesini çözümlenmiş sayamayız ... Sözleşme, müttefik
lerin planlarına uygun olarak delegelerimizin onayı olmadan
kabul edildiğine ve bizim çıkarlarımızı hesaba katmadığına
göre, bu mesele çözümlenmemiş olarak kalmaktadır.
Rauf Bey'le olan bütün konuşmalarımın gidişi: Rauf
Bey'in, sovyet temsilcilerini atlatma çabalan: Lausanne'da,
Türk delegeleriyle Curzon arasında, ana konu üzerinde,
Boğazlar meselesinde, Sovyetler Birliği 'ne karşı, bir pazar
lık yapıldığına tanıklık etmekte idi.
260
biyete dayanarak Türkiye Lausanne'da, etnografik sınırlar
içinde Türk halkının birliğini korumayı, batılı devletlerin
onu soktuğu mali ve ekonomik esaretten kurtulmayı başar
dı. Türkiye'nin en zor günlerinde, Sovyetler Birliği'nin
yaptığı maddi manevi yardımın da bu başarıda büyük bir
payı olduğunu söylemek gerekir.
Ama, bu arada Curzon, eskiden Türkiye 'nin olan Musul 'u
ve daha başka yerleri Türkiye'den koparmayı, Yunanlıların
yakıp yıktığı, şehir, kasaba ve köyler için Yunanlılara tami
rat parası verdirmemeyi, Boğazlar meselesinde İngiliz pla
nını gerçekleştirmeyi başardı. Türkiye'nin Musul'u bırak
ması ve tamirat parasından vazgeçmesi karşılığı olarak ken
disine küçücük Karaağaç bölgesinin verilmesiyle yetinildi.
Bundan başka, batılı devletler, Türkiye'yi, Osmanlı devle
tinin batılı kapitalistlere olan borcunun, Osmanlı devletin
den ayrılan ülkeler arasında bölünüşünden sonra, payına dü
şen bölümünü 20 yıl içinde ödemeye de ikna ettiler.
26 1
halkı, Sovyetler Birliği'nin, bıkmadan, usanmadan emper
yalizmle mücadele ettiğine ve esaret altındaki halkların
haklarını savunduğuna inanç getiriyorlardı. Sovyetler Bir
liği üzerine olan gerçekler, doğunun esaret altındaki insan
larının bilincine, damla damla sızıyodu.
Sovyet delegelerinin söylev ve demeçlerindeki barış ça
ğınsı, bütün dünyada gürültülü yankılar yapıyordu. Bu çağ
rıyı milyonlarca insan kendilerine yakın buluyor ve anlıyor
du. Türk kamuoyu, Lausanne Konferansı 'ndaki Sovyet de
legelerinin tutumuna, birçok defalar, sempati ve anlayışını
belirtmişti. Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, emekçi
ler, gazeteciler, toplum adamları elçiliğimize kadar gelerek,
yeni Türkiye'ye gösterdiği yardımdan ötürü Sovyet Rus
ya'ya candan teşekkürlerini bildirmişlerdi.
Aradan uzun yıllar geçti. Şimdi artık açık seçik bir ger
çektir ki, Türk murahhas heyeti sömürgeci yırtıcıların kar
şısına bir başına çıksaydı; onu iyice sıkıştıracaklar ve Tür
kiye o harikulade zaferinin meyvesini toplamak imkanla
rını bulamıyacaktı. Ya itilaf devletlerinin merhametine sı
ğınacak, ya da onlarla savaşmak zorunda kalacaktı. Mütte
fikleri Ukrayna ve Gürcistan'la birlikte, Sovyetler Birliği
murahhaslarının Lausanne'da sadece bulunması bile, em
peryalistlerin iştihalarını azalttı. Lord Curzon'un, Çiçe
rin'in konuşmalarından böylesine korkması boşuna değil
di. Bunu bana İsmet Paşa anlatmıştı. Curaon ve onun em
peryalist silah arkadaşları, Sovyet Rusya'ya karşı açtıkları
yağmacı savaşların sonucunu çok iyi hatırlıyorlardı. Sov
yet halkının onları nasıl bozguna uğrattıklarını, nasıl top
raklarından attıklarını da çok iyi hatırlıyorlardı. Onlar, ba
şında Gazi Mustafa Kemal olduğu halde, Türk halkının,
262
Sovyetler Birliği'nin maddi ve manevi yardımından da ya
rarlanarak, onları nasıl yendiklerini de biliyorlardı. Hiç şüp
he yok ki bütün bunlar, emperyalist yırtıcıları dizginliyor,
başka şartlar altında zora ve korkutmaya başvurabilecek
leri yerlerde, onları manevra yapmaya zorluyordu.
263
Vomvski, onlara verdiği cevapta: Boğazlar komisyonu
nun 1 Şubat'taki toplantısında çalışmalarını henüz bitirme
miş olduğunu, Çiçerin'in de genel olarak Boğazlar muka
velesini imzalamayı red ettiğini hiçbir zaman söylememiş
olduğunu, ancak, bunun Rus çıkarlarıyla çeliştiğini bildir
miş olduğunu bildirdi. Bunun için, Rusya ile müttefikleri
ni komisyonun boğazlarla ilgili çalışmalarının son safha
sından uzaklaştırmak denemesi, konferansa ilk çağırma
davranışıyla taban tabana çelişen bir durum olurdu.
Buna hiçbir zaman cevap verilmedi. Vorovski 1 0 Ma
yıs'ta Lausanne'den ayrılacaktı. Ama aynı gün, emperya
listlerin direktifiyle, otelde öğle yemeği yerken öldürüldü.
Konferans, kısa bir süre önce, bütün konferansa katılanlar
la birlikte, bir masa başında toplantılar yaptığı Sovyet mu
rahhas heyetinden bir üyenin bu alçakça öldürülüşüne ta
mamıyle ilgisiz kaldı.
24 Temmuz 1 923 tarihinde Lausanne'da Türkiye ile barış
antlaşması, aynı zamanda boğazlar sözleşmesi imzalandı.
Konferans sekreterliği, sözleşmeyi imzalayıp imzalamı
yacağımızı telgrafla bizden sordu.
Sözleşme öteki devletlerce· kabul edilmişti. Türkiye'de
boğazlarını, Karadeniz' e çıkacak yabancı savaş gemileri
ne açacaktı. Çok önemsiz de olsa, sözleşmedeki sakınma
ve sınırlandırma garantilerini uygulayacak olan uluslarara
sı bir de komisyon kurulmuştu. Bu komisyona katılmayı
reddetmemiz, bizi öteki devletlerin davranışlarını kontrol
etmek, gerek kendi çıkarlarımızı, gerek Türk çıkarlarını
dünya karşısında savunmak imkanından yoksun edebilirdi.
1 9 Temmuz 1 923 tarihinde, Boğazlar sözleşmesini imza
lamaya hazır olduğumuzu telgrafla bildirdik. Vorovski 'nin
264
öldürülüşü ile ilgili olarak İsviçre hükümetinin şimdiye ka
dar duyulmamış davranışı karşısında, sözleşmenin konfe
rans delegelerimizden Roma elçimiz Yordanski tarafından
Roma 'da imzalanmasını istedik.
Yordanski, sözleşmeyi, 1 4 Ağustos'ta Roma'da imzaladı.
Lausanne Destanı 'da böylece sona ermiş oldu.
Ben Türkiye'den ayrılırken -bu, 1 923 yılı Nisanında ol
muştu- Lausanne Konferansı henüz daha bitmemiş bulunu
yordu. Türkiye elçiliğine atanan Surits yoldaş gelinceye
kadar, elçilik müsteşarı Rozenberg'in işleri yürütmesi ka
rarlaştırıldı. Çiçerin de kendisine, Türkiye'de göreceği iş
ler üzerine bir direktif mektubu gönderdi.
TÜRKİYE'DEN AYRILIŞIM
265
Sovyet Rusya'ya, aynı derecede Kemalist Türkiye'ye olan
nefretinin doğurduğu iftira zincirinin bir halkası, idi. Mus
tafa Bey ' in, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir düşmanı olduğu
na inandığımı açıkça Paşa 'ya söylemiştim.
RaufBey'in yarattığı yıpratma şartlan içinde, artık Türki
ye'de işime devam edemiyeceğim kanısına geldim. Bundan
ötürü de hükümetimden beni geri çağırmasını rica ettim.
Şimdi, aradan uzun yıllar geçtikten sonra, Türkiye'de ge
çirdiğim günleri hatırlarken, hayalimde daima, büyük dev
let adamı Mustafa Kemal Paşa ile yaptığım görüşmeler can
lanmaktadır. Paşa da, sırasında, bu görüşmelere büyük bir
değer vermekte idi.
1 93 1 yılında elçiliğimizin verdiği bir kabul resmine şe
ref veren Mustafa Kemal, bana candan selamlarını gönder
miş, Türk-Sovyet dostluğunu güçlendirmek amacını taşı
yan yararlı ve ortaklaşa çalışmalarımızı büyük bir memnun
lukla hatırladığım sözlerine eklemekten kendini alamıya
rak şunları söylemişti:
- Aradan geçen yedi, sekiz yıl içinde Türkiye büyük iş
ler gördü. Ama, ilk yıllar, unutulmaz yıllardı.
Mustafa Kemal Paşa, Sovyet halkının, onun hükümetinin
ve elçiliğinin Türk halkına ve onun hükümetine olan can
dan ve dostça davranışlarının Türkiye'nin kaderinde oyna
dığı rolü çok doğru anlamıştı.
266
time geldi. Türk hükümetinin Sovyetler Birliği'ne karşı
ilişkilerinin pek "budalaca" olduğunu tanımlıyarak söze
başladı. Ve Lausanne Konferansı 'nda işler kötüleşirse, Ga
zi Mustafa Kemal Paşa'nın mutlaka Sovyet elçiliğine uğ
rayacağını, ama onun bize karşı ne ölçüde nazik davrana
cağını kestiremediğini söyledi. Gazi Mustafa Kemal Pa
şa'yı, dar, kişisel görüşlerle değerlendirdiğini ve O'na pe
şin yargılarla baktığını söyliyerek Sım Bey'e itiraz ettim.
Türkiye'nin yeniden kuruluşunda, zaferin kazanılmasında,
gerici emperyalistlerle yaptığı savaşta, yeni bir yaşayışın ku
ruluşunda, Sovyet Rusya ile sıkı bağların kuruluşunda Mus
tafa Kemal Paşa'nm oynadığı büyük rolü bir kez daha ona
hatırlattım. Mustafa Kemal Paşa'nın bütün doğudaki şöh
retine işaret ederek, O'nun, gerici ve padişahcı muhalefe
tin peşinden gitmeyeceğini söyledim.
- Mustafa Kemal Paşa, dedim, çürümüş Osmanlı İmpa
ratorluğu'nun harabeleri üzerine yeni bir devlet kurdu. O,
derebeylerine karşı ayaklanan halka dayandı. Siz bütün
bunları unutuyorsunuz ... Sovyet Rusya'ya karşı açtığınız
kampanyanın direktiflerini kendi grubuyla birlikte Rauf
Bey veriyor. Güya Mustafa Kemal Paşa'nm Türk-Sovyet
dostluğunu "soğuttuğu" izlenimini vermeye çalışan da on
lardır. Rauf Bey, İngilizlerle eski ilişkileri bulunan bir pa
dişah taraflısıdır, bunun için de Türk ilerici çevrelerinde hiç
bir otoritesi yoktur.
Sım Bey, RaufBey'i tanımlayan sözlerimi doğrulamak
ta acele etti. Sırrı Bey'in bana yaptığı bu ziyaret, muha
lefetin, Türkiye'nin Sovyet-Rusya ile dostluğunu pekiş
tirmesinden, ateşten korkar gibi korktuğunun bir belirti
si idi. Ayrıca bu ziyaret barış antlaşması imzalandıktan
267
sonra Mustafa Kemal Paşa'mn muhalefeti dağıtacağından
muhalefet direndiği takdirde, birkaç kişinin kellesini uçu
racağından duyulan korkuyu da yansıtmakta idi. O gün
lerde " Yeni Gün" gazetesinde çıkan Yunus Nadi'nin bir
makalesi buna bir işaret olarak sayılıyordu. Mustafa Ke
mal Paşa'nın kendisi, inkılaptan sonra muhalefetin mut
laka canlanacağını, ama, ezileceğine, hiçbir kuşkusu ol
madığını söylemişti.
268
MUSTAFA KEMAL PAŞA VE
YENİ TÜRKİYE'NİN KURULUŞU
269
arasında, ona karşı bir nefret uyandırıyordu. Ama Latife Ha-·
mm bunlara aldırmıyor, bildiğinden şaşmıyordu.
Mustafa Kemal düğününü de eski gelenek ve görenekle
re göre yapmadı. Düğün töreni, kadınlı-erkekli yapılmıştı.
Latife Hanım çarşafsız olarak törene katılmıştı. Nikahta, be
lirtilmesi gerekli olan para da belirtilmemişti. (*) Gazete
ler bu düğünden uzun uzun söz etmişlerdi.
Mustafa Kemal Paşa, düğünün ertesi gece, İzmir'de, bir
tiyatro temsiline gitmiş, kadınlı erkekli 3000 kişinin top
landığı bir kalabalık arasında, günün önemli konulan üze
rinde birçok kişilerle konuşmuştu. o zamana kadar kadın
larla erkeklerin bir arada tiyatroya gitmeleri yasaktı. Buna
cesaret edenler şiddetle cezalandırılırdı.
Bütün bu davranışlar, dinci çevreleri öfkelendirmiş, hatta
muhalefet, Gazi'nin düğünü ile ilgili olarak Meclis'e bir so
ru önergesi vermişti. Anlattıklarına göre Mustafa Kemal, cep
heye giderken, yolunu kesen sarıklı bir hoca, Gazi'den bir ri
cada bulunmuş. Mustafa Kemal, kendi isteğini yerine getir
mesi şartıyla hocanın dileğini yerine getirmeyi vaadeder ve:
- Evlenip de eşimle birlikte Ankara'ya geldiğim zaman,
sen de eşini alıp bana geleceksin. Hanımlanmızla birlikte,
ama çarşafsız olarak, şehirde bir gezinti yapacağız.
Hoca, "Aman paşam" demekten başka bir söz bulamamış.
Kapkara bir cahilliğin ve geriliğin egemen olduğu o de
vir Türkiye'sinde Mustafa Kemal Paşa'nın bu çeşit davra
nışları, aydınlan cesaretlendiriyor, Anadolu gençlerine ör
nek oluyor, hocalarda ise nefret uyandırıyordu.
Mustafa Kemal Paşa birçok defalar bize, Türk halkının
(*) Yazarın burada kasdettiği "Mihri müeccel" ve "Mihri muaccel" olsa ge
rek. (H.A. Ediz)
270
kültür seviyesini yükseltmek gerektiğinden söz etmişti: Ha
cılar, hocalar, şeyhler arasında çıkarcılar vardı. Bunlar hal
ka kör inançlar, fanatizm, yeniliğe düşmanlık aşılıyorlardı.
Tekkeleri, manastırları, dini tarikatları, dervişleri kaldır
mak gerekiyordu. Nitekim Mustafa Kemal Paşa sonraları
bu düşüncelerini hayata uyguladı.
Daha taarruzdan çok önce yanında bulunduğum bir sıra
da Mustafa Kemal Paşa: Kadınların kurtuluşu için bir sa
vaş açacağını, ilköğretimi geniş ölçüde yayacağını, milli
ekonomiyi, sanayii, köy ekonomisini, kültürü geliştirece
ğini söylemişti. Bunlar, şimdi söylenmiş gibi hatırımdadır.
Mustafa Kemal Paşa, daha Türkiye'de bulunduğum sıra
larda, aldığı kesin tedbirlerle, kadınlan çarşaftan kurtarmak
konusunda başarılar sağlamıştı. Düğünlerdeki aşın harcama
lar, gelinin getirdiği çeyizlerin gösterilmesi, açıkta gösteril
mesi, gelin için büyük başlık paraları verilmesi yasaklanmış
tı. Düğün ve ziyaretler bir güne indirilmişti ve buna benzer,
törenlerde aşın masraflar da yasak edilmişti. Ağaoğlu Ah
met Bey, Mustafa Kemal Paşa'nın cepheye gidişinden az ön
ce, kendisinin ve Hamdullah Suphi Bey'in Paşa'ya, Rus çar
larından Büyük Petro'nun eski geleneklerle ve eski yaşam
la mücadelesi üzerine bilgi verdiklerini bana anlatmıştı.
Ahmet Ağaoğlu ile Hamdullah Suphi'nin verdiği bilgi
lerin Mustafa Kemal'in çok hoşuna gittiğini, yapacağı re
formlarda bunlardan yararlanacağını onlara söylediğini
Ağaoğlu bana anlatmıştı.
27 1
amacıyla İzmir'de bir İktisat Kongresi toplanmasına karar
verildi. Kongre delegeleri tamamıyla varlıklı sınıfların tem
silcileri olacaktı. Kongreye katılacak delegeler kendi para
larıyla oraya gideceklerdi. Tabii bu durum, işçi ve köylü
temsilcilerinin kongreye katılmalarına engel olmuştu.
Kongreye daha çok, batı ve kıyı illerinin temsilcileri gele
bilmişti. Yerin uzaklığı yüzünden Doğu illeri gerektiği gi
bi temsil edilememişlerdi.
Mustafa Kemal Paşa ile Ekonomi Bakanı Mahmut Esat
Bey, verdikleri demeçlerde, kongre kararlarının bir çeşit ik
tisadi misak niteliğini taşıyacağını, hükümetin bu kararla
n hayata uygulamayı kutsal bir borç sayacağını söylediler.
Bu sözler ve demeçler gerici muhalefetleri ürküttü. Onlar
da kendi hesaplarına bu kongre için harıl hanı hazırlanma
ya başladılar. Ordu Komutanı Nureddin Paşa (*) ile görüş
mek üzere İzmir' e güvenilen bir adamlarını gönderdiler.
Muhalefet liderleri bu kongrenin bir ekonomi kongresi ol
mayacağını, güya Mustafa Kemal' in, kendi reklamını yap
mak ve yeni bir parti kurmak için bu toplantıyı yaptığını
yaydılar. Muhalifler, Mustafa Kemal'i desteklemekte olan
şehir burjuvazisine yararlı ekonomik islahat planlarından
korkuyorlardı. Gericiler, İktisat Kongresi'ne karşı yaptık
ları mücadelede, kendilerine yakın sosyal ortama: derebey
lerine, köy ağalarına, eski memurlara ve hocalara dayan
makta idiler.
O zamanlar politik gruplar arasındaki savaş, artık sert bir
karakter taşımakta idi. Birçok politik ve kişisel düşmanı,
(*) Nureddin Paşa, 1922 yılında lzmir'e giren Birinci Ordu Komutanı olarak
bulunuyordu. Görüşleri bakımından gerici olup muhaliflerle ilişkisi vardı. (Ara-
lov). ,
272
Mustafa Kemal'in etrafında bir entrika ağı örmekteydi.
Halkın arasında güçlü bir dayanak meydana getirmeyen
Mustafa Kemal Paşa, başlıca Anadolu burjuvazisine dayan
makta idi. Yüksek rütbeli askerler arasında O'nun devam
lı dostu olarak İsmet, Fevzi ve Kazım Paşalarla ona bağlı
birkaç kişi kalmıştı. O'nun dostlarıyla, politik görüşlerini
paylaşanlar, genel olarak sıra politikacıları ve askerler ara
sında yer almakta idi.
Ama, şunu da kaydetmeliyiz ki, bu iç çekişmeler henüz
Türkiye'nin düşmanları olan İngiltere ile Fransa'nın, onu
yeniden boyunduruk altına almak için yararlanacakları bir
düzeye ulaşmamıştı. Türkiye her şeyden çok barışa susa
mıştı. Köylüler savaştan bıkmış, yorulmuşlardı, toprak iş
lenmiyordu. Tüccar zaferin meyvesinden yararlanmak is
tiyordu. Hatta subaylar bile, askerlik işlerinden çok ticaret
işlerine h.::ves ediyorlardı. Sermayesi birikmiş olan burju
vazinin, hükümetin desteklediği kendi sanayisini kurmak
eğilimi gittikçe büyüyordu. Kooperatifler, İthalat-İhracat
Şirketleri artıyordu. Aynı zamanda Batı sermayesi bütün ka
pılan aşındırıyor, teklifler yağmur gibi yağıyordu. Ameri
kalı Tchester'in memlekette demiryolu şebekesi kurmak,
Türkiye'ye tarım aletleri ithal etmek projesi üzerinde bir
çok konuşmalar oluyordu.
273
sermayenin, memleket hesabına en yüksek çıkar, imtiyaz
sahipleri hesabına da normal bir minimum kar şartlarına
bağlı olarak Türkiye'ye girişine izin vermekteydi.
Türkiye, Tchester'in tekliflerini kendisi için elverişli gö
rüyordu. demiryolu inşası projesi, doğu ve güney illerini içi
ne almaktaydı. Bu demiryollanndan bir bölümü stratejik dü
şüncelerle gerekliydi: İran'a, dolayısıyla İran petrollerine,
böylece Musul petrollerine giden bir demiryolunun yapıl
ması gerekiyordu. Tchester, projesinin her safhasını istedi
ği biçimde uygulayabilmek için, bol bol rüşvet saçmaktan,
hediyeler dağıtmaktan geri kalmadı. Ama, ne var ki, yete
ri kadar sermayesi olmadığı için, Tchester'in projesinden
bir sonuç çıkmadı
. O sıralarda Türk hükümeti, Fransızlarla ekonomik iliş
kiler kurmak konusunda büyük bir iyimserlik havası için
deydi. Fransa'nın Türkiye'deki ekonomik çıkarları çok bü
yüktü. Osmanlı İmparatorluğu, Kının Savaşı'ndan beri dı
�ardan 1 4 defa borç para almıştı. Bunlardan 1 O tanesi Fran
sa 'dan alınmıştı. Osmanlı borçlan (Türk Lirası üzerinden)
şöyle bölünmekteydi:
Fransa 'ya olan borç 2 milyar 500 milyon Türk Lirası
İngiltere'ye olan borç 577 milyon Türk Lirası
Almanya'ya olan borç 867 milyon Türk Lirası
Tuz tekeli, posta pulları, balıkçılıktan ve ipekçilikten alı
nan vergiler, bu borçlara karşılık olarak gösterilmişti. Özel
sektörce yapılan dış yatırımlardan %53 'ü Fransızların;
% 1 3 'ü İngilizler' in, %32 'si Almanlar'ın payına düşmektey
di. Osmanlı İmparatorluğu'nun tütün sanayii tamamıyla
Fransızların elindeydi.
Türkiye, Lausanne konferansında göstereceği uysallığa
274
karşılık olarak, emperyalist devletlerin, bu arada Fran
sa'nın, ekonomik yardım konusunda kendisine kolaylık
göstereceğini umuyordu. Ama çok çabuk hayal kırıklığına
uğradı. Fransa ile kulis arası konuşmaları sürüp gidiyordu.
Ama, Türk gazeteleri Fransa'ya saldırılarla doluydu. Bü
yük Millet Meclisi'nde bazı milletvekilleri Lausanne'da
Türkiye'yi desteklemediği, Türkiye'ye ihanet ettiği için
Fransa'ya şiddetle çatıyorlardı. Rauf Bey bu saldınları:
"Konferansın sonucunu bekleyelim, acele yargılarda bulun
mayalım" , sözleriyle cevaplandırıyordu.
275
İstilacıları kovmak, feodal düzeni ve emperyalizmi yenmek
suretiyle savaşı başarı ile sona erdiren yeni Türkiye üzeri
ne neler düşündüğümüzü söyledik. Abilov yoldaş, Türkçe
olarak yaptığı konuşmasında, Azerbaycan' ın ekonomik du
rumunu tafsilatlı olarak anlattı.
İzmir İktisat Kongresi'nde: küçük çiftçilere, esnafa, sa
nayicilere, tüccara küçük krediler sağlamak için kredi mü
esseseleri şebekesinin genişletilmesi, Ziraat Bankası serma
yesinin arttırılması, tarım makinelerinin ithali, ham madde
üretiminin arttırılması, demiryollan yapılması gibi bir sıra
meseleler üzerine kararlar alındı. Özellikle tekstil ve gıda
fabrikaları gibi büyük iş yerlerinin kurulması, aynca milli
sermayenin yabancı sermayeye karşı desteklenmesi gibi
meseleler de söz konusu oldu.
İzmir İktisat Kongresi, Mustafa Kemal'in düşüncesine
göre, daha 1 920 yılında kabul edilen milli misakın tamam
layıcı niteliğinde olan bir iktisadi misak kabul etti. Milli mi
sak halkı nasıl milli bağımsızlık savaşına kaldırdıysa, ikti
sadi misak da halkı ekonomik bağımsızlık savaşına çağır
maktaydı.
İzmir İktisat Kongresi, Anadolu burjuvazisinin çıkarla
rını yansıtmaktaydı. Köylü ve işçi konusunda sadece vaat
lerk� ve "köylü efendimizdir" gibi sözlerle yetinildi. Kong
rede, halk yığınlarının maddi durumlarının iyileştirilmesi
yönünde hiçbir somut karar alınmadı.
Kongrede, 23 Şubat 1 923 tarihinde büyük bir kayıba uğ
radık. Ogün Güney Kafkasya Cumhuriyetleri temsilcisi
Abilov yoldaşı kaybetik. Mustafa Kemal, büyük bir saygı
ve derin bir üzüntü ile Abilov'la vedalaştı. Abilov'un cena
zesini Azerbaycan'a, Bakü'ye gönderdik.
276
BAZI SONUÇLAR
'277
Yeni Türkiye için tehlike,li aşamalardan biri, 1 925 yılın
da İngilizler' in organize ettikleri doğu illerindeki ayaklan
ma idi. Türk hükümeti yine, 1 920- 1 92 1 yıllarında olduğu
gibi, yardım için Sovyetler Birliği'ne başvurdu. Sovyetler
Birliği yine Türkiye 'yi destekledi. Türkiye Cumhuriye
ti 'nin iç ve dış durumunu kuvvetlendiren yeni bir Sovyet
Türk dostluk ve tarafsızlık antlaşması imzalandı. Bütün
bunlar birer gerçektir. Ve hiçbir yalancı emperyalist propa
gandası Türk Cumhuriyeti'nin bu ölüm kalım yıllarında,
Sovyetler Birliği 'nin hiçbir karşılık beklemeden yaptığı
yardımları Türk halkının hafızasından silemez.
İtilaf emperyalistleri, Türk gericilerinin iç güçlerinden
başka revizyonist, sağcı sosyalist parti ve grupları da silah
landırmışlardı. Menşevikler, Taşnaklar, Müsavatçılar, Troç
kiciler ve daha başka inkılaba karşı grup ve teşkilatlar, ulus
lararası burjuvazi tarafından, Sovyetler Birliği ile doğu
halkları arasındaki dostluğu yıkmak için kullanılmışlardır.
Dar görüşlü bazı kişiler o zamanlar bunu anlamıyorlardı.
Sovyetler Birliği'nin Türkiye'deki temsilcisi olarak bi
zim ödevimiz, her ne pahasına olursa olsun Türk-Sovyet
dostluk ilişkilerini bozmaya çalışan iç ve dış gerici güçle
re karşı koymaktı. Biz bu işi, Mustafa Kemal Paşa'nın,
Türk ilerici aydınlarının ve Türkiye'nin sıradan insanları
nın desteğiyle, gücümüz yeterince yaptık.
278
çiliği 'ne yaptıkları son ziyareti anlatmakla bitiriyorum.
Mustafa Kemal, yazlıktaki elçiliğimize gelmişti.
Bahçedeki kameryede, İran Elçisi, bizim askeri ataşe,
eşim, ataşe yardımcısının eşi, karşılıklı çay içiyorduk. Mus
tafa Kemal bu sefer sivil elbise giymişti. 1 923 yılının için
deydik. Bu, Yunanlılar' a karşı kazanılan kesin zaferden
sonraydı. Mustafa Kemal, istilacı Yunan ordusuyla yapılan
son savaşı, Yunan ordusu başkomutanının esir edilişini an
latıyordu. Sonra, Milli Kurtuluş Savaşı 'nın ilk ağır yılları
nı hatırladı:
- Dört bir yanımız ateşle, ayaklanmalarla çevriliydi, si
zin Sovyet Rusyası'nı kurduğunuz ilk yıllardaki gibi, bü
yük zorluklar içindeydik.
Bahçede, elçiliğimize hediye edilen iki ayı yavrusu oyna
yıp duruyordu. Bazan ağaçlara tırmanıyor, yaprakları yolu
yor, bazan da yanımıza, kameryeye geliyorlardı. Misafirle
rimiz ayı yavrularının maskaralıklarına gülüp duruyorlardı.
Kanadı kırık bir kartal, çalımlı çalımlı bahçede dolaşıyordu.
Mustafa Kemal:
- Kartal, Rus çarının amblemi (alameti)dir, dedi. Çar, hal
kın üzerinde kibirli kibirli egemenlik ediyor, kendisini de
erişilmez sanıyordu. Bakın, şu kartal aramızda kırık kana
dıyla dolaşıyor; Rus halkı Çan kovdu. Gücünü kırdı. Biz
Türkler de "Kutsal Padişah"ımızı Ruslar gibi, kolunu ka
nadını kırarak kovduk. Halk kendi zaferine koşuyor. Padi
şahların ve Çarların, emperyalistlerin işine gelen, bitmez
tükenmez savaşlara sürükledikleri biz, her iki ülkenin halk
ları, sürekli bir dostluk içinde yaşamak zorundayız İran gi-
279
bi, Arabistan gibi, öteki doğu halklarını da bizim dostluk
ailesinin arasına sokalım. Bu benim hayalimdir. Bilmem,
bunu yapabilecek, bunu görebilecek miyim? Kadehlerimi
zi dostluğumuzun şerefine kaldıralım.
Mustafa Kemal, bir süre sustuktan sonra Latife Hanım' a
dönerek:
- Hanım, dedi. Bir veda müziği olarak bize Çaykovski 'nin
şu sevgili romansını çal...
Yazlığa girdik. Batmakta olan güneşin son ışınlarının kı
zıla boyadığı açık pencereli büyük salonda, küçümen bir ka
dının güçlü ve usta ellerinin altından büyüleyici melodiler
yayılıyordu.
Bu romansın Mustafa Kemal 'in niçin hoşuna gittiği an
laşılmış oldu. Gazi, ince, lirik yaratılışlı bir insandı. Yur
duna, halkına olan sevgisi onu, Türkiye'nin düşmanlarına
karşı amansız bir mücadele için gerekli olan, sert, sağlam
bir karakter edinmek zorunda bırakmıştı.
Mustafa Kemal Paşa ile Latife Hanımın veda ziyaretleri,
Kemal Paşa'nın eskiden olduğu gibi şimdi de Sovyetler
Birliği 'ne karşı dostça duygular beslemekte olduğunu gös
terdi.
Kısa bir süre sonra Moskova'ya çağınldım. Cumhurbaş
kanı Gazi Mustafa Kemal Paşa'ya veda ziyareti sırasında,
Paşa bana imzalı bir fotoğrafını hediye etti. Candan kucak
laşarak öpüştük, birbirimize mutluluklar diledik. Gazi Le
nin' e selamlarının iletilmesini benden, rica etti.
*
280
Bir gün, Mustafa Kemal'in Çankaya'daki köşkünde kar
şılıklı çaylarımızı içerken, geçmişlerimizden söz açıldı.
Kaç yaşında olduğunu Kemal Paşa'dan sordum.
Mustafa Kemal:
- l 880 yılında Selanik'te doğdum, dedi.
Şaşırmış.tını'.
·
Mustafa Keİnal:
- Niçin şaşırdınız? Diye sordu.
- Sizinle aynı yılda doğmuşuz, dedim. Ben de 1 880 yılın-
da, Moskova'da doğdum.
Mustafa Kemal Paşa gülümseyerek:
- Demek sizinle yaşıt oluyoruz, dedi.
Doğumunun ayını, gününü söyledi.
- Henüz çok gençsiniz dedim, ama, muzaffer bir general
siniz.Büyük işler başardınız. Ölüm döşeğindeki bir mille"
te can verdiniz, onu emperyalizm boyunduruğundan kur
tardınız. Milletiniz bunu takdir ediyor.
Mustafa Kemal:
- Evet, doğru dedi. Ama, benim başladığım işi kim sür
dürecek? Size birçok defalar anlatmıştım, benim böbrek
lerim hasta. Böbrek hastalan uzun süre yaşamazlar. Ben bu
nu çok iyi biliyorum. Millet liderler ortaya atacaktır. Bun
dan hiç kuşkum yok. Ama bunlar, sayısı pek çok olan düş
manlara karşı koyabilecekler mi? Bu beni korkutuyor. Za
man zaman büyük zorluklarla karşılaşıyorum.
Konuşmamız Türkiye'nin iç meselelerine döküldü. Mus
tafa Kemal, yeni Türkiye'nin sosyal düzenini kendisine öz
gü bir görüşle belirtti:
281
- Türkiye'de sınıflar yok, dedi. Türkiye'de işçi sınıfı yok,
çünkü gelişmiş bir sanayi yok. Bizim burjuvazimizi ise he
nüz burjuva sınıfı haline getirmek gerekiyor. Ticaretimiz
çok cılız, çünkü sermayemiz yok. Yabancılar bizi eziyor.
Benim amacım, milli ticareti kalkındırmak, fabrikalar aç
mak, yeraltı zenginliklerini meydana çıkarmak, Anadolu ta
cirine yardım etmek, zenginleşmesini sağlamaktır? bunlar,
devletin önünde duran işlerdir. 3iz bunları kanunlaştıraca
ğız ! . .
- Ya köylüler?
- Onlara yardım edeceğiz. Aşan kaldıracağız.
- Siz köylüye yardım edene kadar Derebeyleri, tefeciler,
hocalar onu büsbütün köleleştireceklerdir. Onların bekle
meye hiç niyeti yok, bizim düşüncemize göre, sizin daya
nağınız köylülerdir. Onları kalkındınnız, onlara toprak ve
riniz ! . . Onları vergilerden, tefecilerin elinden kurtarınız! . .
Sizde işçi sınıfı henüz çok zayıf, orası öyle. Ama, işçileri
niz az olmakla birlikte, güçlü, sağlam ve bilinçlidirler. On
lar hem size destek olur, hem köylülerin kalkınmasına yar
dım ederler. Bizde, Rusya'da işçilerle köylüler ebedi ola
rak Rusya'yı Derebeylerinden kurtarmışlardır.
Mustafa Kemal:
- Rusya'da iş başkadır, diye cevap verdi. Rusya'yı Türki
ye ile mukayese edemezsiniz ! Rusya'da işçi sınıfı daha ih
tilalden önce teşkilatlanmıştı. Yüksek bir bilinç düzeyine
erişmişti. Sizde dinin, halkın üzerinde, bizde olduğu kadar
büyük bir etkisi yoktur, fanatizm yoktur. Bunu hesaba kat
mak gerek.
282
Bu konuşmamızda Mustafa Kemal Paşa, yukarıda sözü
nü ettiğim bir İktisat Kongresi toplamak ve yeni bir iktisa
di misak meydana getirmek niyetini açıkladı. Mustafa ke
mal Paşa, Türkiye'nin ekonomik canlanışının başarısına
büyük umutlar bağlamıştı.
Paşa:
- Tabii, dedi. Göze görünmeyen pek çok engeller, mille
tin de benim de birçok düşmanlarımız var. Ama, bunların
üstesinden geleceğimize ben inanıyorum. Güçlü bir ordu
kurmayı başardık.
- Orası doğru dedim. Ama, kaşarlanmış Derebeyleri bir
yana, bütün millet savaşa katıldı. İşçiler, köylüler, aydınlar,
tüccarlar, hepsi peşinizden gitti .. Bütün milletçe ülkünüz
birdi: İstilacıları kovmak. Ama şimdi sınıflaşma başgöster
di. Her grubun çeşitli çıkarları ortaya çıktı. Şimdi bunların
arasında, kendi sınıf çıkarları için bir mücadele var.
Konuşmamız uzun sürdü. Zamanla silinerek, hafızamda
ancak parçalar halinde kaldı. Bizimle Türkiye arasındaki
karşılıklı ilişkilerden de söz ettik. Mustafa Kemal, her za
man olduğu gibi, açık ve belirli olarak, Türkiye'nin Sovyet
Rusya ile olan dostluğunun, en sağlam, en güçlü bir dost
luk olduğunu söyledi. Bu, Türkiye'nin uluslararası ilişki
lerinin politik temelidir, dedi. Sonra da şunları ekledi:
- Bizim birbirimizden ayrılmamıza imkan yoktur. Bu be
nim sarsılmaz inancım, gelecek kuşaklara da vasiyetimdir.
Aradan uzun yıllar geçti. 1 928 yılında diplomatik çalış
malara son verdim. Ama, Türkiye'nin kaderiyle ilgiien
mekte devam ettim, iç ve dış politikasını izledim.
283
Mustafa Kemal Paşa, hayatının sonuna kadar, şaşmaz bir
biçimde, Türkiye'nin milli çıkarlarının, dolayısıyla, Sovyet
ler Birliği ile dostluk ilişkilerinin koruyuculuğunu yaptı.
Kemal Atatürk, 1 936 yılında boğazlarla ilgili Montreux
mukavelesinin imzasından sonra, Büyük Millet Meclisi 'nde
şunları söylemişti: "Bu münasebetle, karada ve denizde
büyük komşumuz Sovyet Rusya ile aramızdaki on beş yıl
dan beri her türlü tecrübeden geçmiş olan dostluğun, ilk
gündeki kuvvet ve samimiyetini tamamıyla koruyarak, ta
bii gelişmesine devam ettiğini söylemekle de aynca mem
nunluk duyanın" .
Atatürk'ün arkasından, Türkiye'nin Başbakanı İ smet İnö
nü de, 1 93 7 yılında, Sovyet Rusya ile dostluğun, her iki ül
kenin politikasında sağlam bir unsur olarak devam edece
ğini söylemişti.
Ama, İsmet İnönü'nün dediği gibi olmadı.
Atatürk'ün hayatının sonlarına doğru, İ smet İnönü, ger
çekleştirmek için Atatürk'le birlikte savaştıkları ilkelerden
uzaklaşmaya başladı. Büyük komprador burjuvazi ile çev
rilen İ smet İnönü, gerek iç gerek dış politikada onun etki
sinde kaldı.
Atatürk'le İnönü arasındaki başlıca anlaşmazlık, devlet
çilik ilkesinde, yani Tük komprador burjuvazisi ile bağlı bu
lunduğu yabancı sermayeye karşı milli sermayenin korun
masında ortaya çıktı. Zamanında Türk Anayasası 'na soku
lan devletçilik ilkesine karşı yürütülen kulis arası savaş, her
284
zaman sürüp gitmiştir. Mustafa Kemal sağ olduğu sürece,
bu savaşa gizlice İnönü de katılmakta idi. Atatürk bunu
tahmin ettiği için, İsmet İnönü'nün Başbakanlıktan çekil
mesinde direndi.
1 93 8 yılı yazında Atatürk'ün hastalığı bunalım aşaması
na girdi . Artık işlerle uğraşamaz bir hale gelmişti. 1 0 Ka
sım 1 93 8 tarihinde de gözlerini hayata kapadı.
- SON -
285