You are on page 1of 2

Bir Demet Solmuş Gül

Bir şiir yazdım. Yeni aymaya başlayan günün sessizliğine çığlık olurcasına… Ellerim titredi yeri
geldiğinde, yeri geldiğinde ise umutlandım bakış açım değişti âtiye. Henüz çırak bile sayılmayacak bir
kaleme göre, fazla güzeldi… Şuana kadar yazdığım en az kusurlu şiirdi. Her kıtası bir paragraf
değerindeydi bana kalırsa. Mısraları tümcelere sığdırmak isterim şimdiyse… Kim bilir belki şiir öyle
güzel anlatır ki kendini, kıymeti boyunu aşar…

İlk kıtam şimdiki zamanı bize kusurlarıyla ve güzellikleriyle anlatıyor. Güzellikleri ağır basıyor,
çünkü şimdinin şartlarıyla geleceği yazmak bana göre doğru değildi. Geleceği gelecekteymişçesine
düşlemek gerekir . Yason Burnu’nda yatan tarihi şimdi gözüyle anlamlandırmaya çalışırken nasıl
efsanelerle dolu bir düğümde takılı kaldığımızdan bahsediyor. Gözle görebileceğinizden fazlasını
hissettiğimizden ve derinlerde bir yerde biriken o aitlik hissinden. Öğrendikçe, bildikçe
benimsediğimizi fark ettim şehrimizi. Bunu temelde bir sorun olarak ele aldım. Çünkü bildiğimizde
verdiğimiz değer kadar büyük bir bilgisizlik gözlemledim. İlk sorun ortaya çıkmıştı. Atide çözülmeyi
bekleyen şimdiden bir düğüm…

İkinci kıtada zaman aynı şekildeydi. Hatta tarihler bile aynı güne aitti. Bu sefer bir dilek feneri
uçurdum sahilden. Gecenin karanlığıyla zıtlaşırken parıldayan ışığı, benim saatim çoktan sabahı
göstermişti. İnsanlar sokaklara doluşmaya başlarken o zamanın gecesi ve benim gündüzümden onları
yazdım. Sokaktaki tekir kedinin başını okşayan küçük kız, kuşları besleyen yaşlı kadın… Şehrin
tahammül edilemez gürültüsüne hoş bir melodi ekliyorlardı. Şimdide bir güzellik fark ettim.
İnsanlarımız cennetin en güzel köşesinden kopup gelmiş gibiydi.

Geçmişi anmaya karar verdim bir sonraki kıtada. Benim saatim on ikiyi gösterirken şiir altı on
yıl geriye gitti bir anda. Henüz dört beş yaşındaydım yanlış hatırlamıyorsam. Babaannem kına yaktığı
saçlarını tarıyordu karşımda. Gözlerim doldu ardından, aklıma dolan kanser haliyle… İnsanları
kaybetmenin ne kadar kolay olduğu düşüncesi hükmetti zihnime. Keşke diye geçirdim içimden…
Keşke daha çok sarılsaydım ona. Ati için bir tümce daha ekledim. Bu şehrin sorunu değildi fakat insan
olarak hepimizin alması gereken bir dersti.

Ben gözyaşlarımı nasıl sileceğimi şaşırmışken saat çoktan ikiyi bulmuştu. Olabildiğince hızlı
toparlayıp kendimi anmaya devam ettim eski ve güzel günleri. Annem demlerken kuzinede çayı,
babam eski anılarından bahsederdi. Ne kadar birlikte ve mutlu olduklarından… Oysaki eskiye özlem
duyduğumuz zamanlarda bile daha birlikteydik şimdiden… Sonra ağabeyimle top koştururduk
şehrimin çayırında çimeninde. Şimdi oraları betondan canavarlar esir almış. Öylece bizi izliyorlar. Atiyi
seyrederken maziyi düşlemek istersem diye ufak bir kâğıda not aldım. Son bir tümce ekledim şiire.
Maziyle atiyi bağlasın birbirine diye…

Mısralar dereleri misali akarken Ordu’nun, ben çoktan gelmiştim beşinci kıtaya. İşte sıra
atideydi. Benim için hem en hayalî hem en korkunç olanda… İlk olarak denizlerimizi düşündüm. Yine
berrak mıdır mazi kadar? Yoksa şimdi gibi hafif bulanıklaşmış mıdır su? Keşke ikisinden biri olsaydı
diye geçirdim içimden. Ardından tüm berraklığıyla yazdım gerçeği. Fabrikalardan akan kimyasal atıklar
denizlere değdiği sürece insanların girebileceği halden çıkacaktı uzak gelecekte. Balıkları düşündüm.
Yasadışı avlanma devam ederse ve türleri sonlanmaya başlarsa birer birer, ne deniz kalacaktı ne
balık… Ardından atiye karşı ufak bir çözüm düşündüm. Ben ve benim gibi onlarca kalem yazsaydı
bunları, balıkçının her gün aldığı gazete söyleseydi, yine devam eder miydi bu anlamsız katliam?
Ederdi belki lakin olabildiğince aza indirgenirdi. Sahil şehrinde denizler daha çok kıymet görmeliydi.

Altıncı kıtayı yazarken hava kararmaya başlamıştı. Geceleri yaşanan ışık kirliliği geldi dışarıya
bakınca aklıma. Çok basitti aslında çıkış yolu. O devasa aydınlatmalar ve abartılı görüntüleriyle
evlerinizi süslediğiniz çirkin ışıklar değişmeliydi ilk başta. Ortama yetecek aydınlatmalar size göre
“eski” görünse de bazı olayların ilk adımı olabilecek nitelikteydi. Ardındansa sokakları süsleyen kör
ışıklar. Onlarsa ışığı yaymayacak potansiyelde geliştirilmeliydi. Bebek adımlarıyla devleşmek bu kadar
basitti.

Yedinci kıtaya geçtim ardından hızlıca. Beton canavarların korkuttuğu çocuklarımız varı sırada.
Çayırlar çimenlikler azalmış kapısı olan her binaya ev denir olmuştu. Atideki Ordu bu yönden o kadar
karanlıktır ki tüyler ürpertir… Işığı gizleyen devasa binalar çocukları esir alır. Kâbustan günler bekliyor
geleceğin geleceğiyle ile ilgili bizi. Teknolojinin bilinçsiz kullanımı yaygınlaşacak ve aydın zihinleri
kaybedeceğiz birer birer. Buna önlem olarak ilk önce aile devreye girmelidir. Ardındansa ufak
projelerle okul. Ufak sunumlarla çocuklarımıza teknolojinin zararları ve nasıl iyiye kullanılacağı
anlatılabilir. Benim fikrimce bu mısra en önemlisidir. Çünkü yarının atisi bugünün küçükleridir.

Sekizinci kıtayı yedinci kıtadan bir, bilemedin iki saat sonra yazdım. Hava iyice kararmıştı. Şiiri
baştan sona tekrar okudum. Ardındansa bu kıtanın mısralarını yazmaya başladım. Unutmayın ki el ele
veren Ordu çelikten bir ordudur. Yapbozun parçaları gibi her taş yerine birer birer oturur. Birlik
olmanın atide bize kazandıracakları bile yeterken gözlerimin aydınlanmasına, düşündüm bunu nasıl
bir sorun olmaktan çıkaracağımızı… Ufak notlar dedim. Benim bu şiiri yazarken kendime hatırlattığım
gibi. Her insan bir şiirdir lakin kimi yanlış noktalama kullanır, kimiyse yeteri kadar kitaba göz
atmamıştır. Ortak sorun her daim bilgisizliktir. Bunun çözümü ise oldukça basittir. Ders aralarında
söylenecek birkaç efsane, dinletilecek ufak türkü alıntıları ile çocuklarımıza, geleceğin bugünlerine,
tarihimizi aşılayabilir ve onları birlik olmaya davet edebiliriz.

Dokuzuncu kıtayı tamamen geceye adadım. Tümceleri inci misali, ince kağıt parçasına
kazıdım. Bir sorun daha vardı lakin benim boyumu fazlasıyla aşardı. Çekinmeden yazdım yine. Şiirdir
sonuçta bu bağlıdır şairin duygu ve düşüncelerine. İlk kez vereceğim belki yazdığım cümleyi lakin siz
de anlayın beni, özetlemek istemeyeceğim kadar hassastı bu konu. “Kadın kırmızıya boyandı, gece
daha da karardı/ Gece kadına adandı, gökten dirim bir şimşek yandı/ tarihler sekiz martı gösterirken
saat ise henüz on ikiyken/bir kadına daha mezar oldu şehrimin kitaplardan alıntı sokakları.”

Son kıtayı yazmaya başladığımdaysa saatler gece yarısını gösteriyordu. Bir şiir uğruna bir günü
eskitmiştim. Son kıtada düzeltebileceğimiz, sadece bir insan kazanarak bile yapabileceğimiz kelebek
etkisi niteliğinde bir olaya değindim. Elimizdekinin değerini bilmek. Unutmayın ki her zaman daha iyisi
vardır lakin yarın bugünlerden kötü, atiyse dünlerden güzel olabilir. Bazen sadece anı yaşamak
gerekir. Bu yalnız benim şehrime ait değil insanlık namına dair bir derstir.

Bu şiir şiirden fazlasıdır. Benden size hediye edilmiş bir demet solmuş güldür. Yaşanmışlıkların
çizdiği resme bir parça kızıllık eklesin diye. Dökülen her kan dikilen her bina için tekrar tekrar kendi
yapraklarını dökercesine. Bu mısralar tümceden fazlasıdır. Uğruna bir gün değil bir ömür eskitilmiş
olandır. Ordu’da yaşamak değil Ordu’yu yaşamak hayaliyle...

You might also like