Professional Documents
Culture Documents
Kürşat Başar
BiR
Nevil'in bırakuğı bir kağıt parçası. Çok eskiden, şimdi uzak olan bir kentle,
soğuk bir gecede, ateşin önünde otururken, bana, o an apaçık görmekten kork
tuğum sessiz sözcüklerle bakarken aklının bir köşesine yazıp, yıllar sonra bir
kağıda o günkü gibi geçirdiği anlatımları. ..
iKi
ses, işte hep öyle oldu, $ayısız resim çizildi zihnimde. Şimdi bunca zaman
sonra o resimlerin hepsi sisli, kimbilir ne kadar değişti, bana ondan kalanların
tümü yanlış imgeler olmalı. Yine de o yanlış imgelerin içinde, gece
yatağımda dönerken birdenbire ona dokunmak, çocukyüzündeki o ağır anlamı
görmek, yüzümü, sakallarının henüz çıkmaya başladığı yüzüne sürmek geli
yor içimden. Bazen bir düşte çıkıyor karşıma, ne yapsam unutamıyorum.
Gazetede bir sabah şaşkınlıkla gördüğüm o ilanı hatırlıyorum hep: "Sonsuza
dek sürse de, seni aramak, bulmak zorundayım. Bir de, büyüdüğümü bil."
Sonra ismini görmüştüm, bir anda pekçok şey anlatan ya da aynı anda
hiçbirşey çağrıştırmayan o beş harfli sözcüğü...
Onla birlikte oluşumuz -o sıcak yaz günleri bir odanın loşluğuna, bir
yatağın yumuşaklığına örtünerek- bir bedenin, bir bilincin gelişmesi, bir in
sanın biçimlenmesiydi/ ya da şimdi böyle düşünüyorum. Zamanın -biz bir
birimize gizlenmişken- hızla azalışını hissetmiyorduk ama zaman geçiyor, o
eski duyuların, yalnızca o an'ı tamamlayan gözhafızaları kalıyor geriye. Bir
perdenin şeklini, bir koltuğun duruşunu, çalışma masasının üstündeki eski
lambayı hatırlıyorum. Ama belirlenmeler tamamlandıktan sonra ya da artık
değiştirilemeyecek olan belirlenmeler böylesi çoğalmışken -evet zaman
geçti, gizlendiğimiz yerde kalamadık- herşeyin ilkini tükettikten böyle çok
sonra, bir an düşününce, yaşam bir yurtsamaya, bir kez de bilinçte yeniden
Bir Ateş Sarayında 153
ÜÇ
Ateşin çevresinde oturduğumuz o akşam, şimdi yeniden biraraya getirilerek
kurulamayan bir fotoğrafın silik parçalarından oluşuyor. Nevit ateşe sürekli
odun atıyor, elindeki demir çubukla korları karıştınyor, kendince oyunlar ya
ratıyordu. Ateşin yüzüne değdirip çektiği o tuhaf ışık· okşamalarına
bakıyordum, kimi zaman gölgede kalıyor, kimi zaman tümüyle
aydınlamyordu yüzü. Kimi zaman küçük bir çocuk, kimi zaman yorgun,
yaşlanmış bir yüz görüyordum. Sonradan onun söyleyeceği gibi 'aptal aşk
şarkılan' çalıyordu, kar yıllardır yağmadığı kadar çok yağmıştı, o sabah pen
cerenin içinde donmuş bir kuş bulmuştu Nevit, sonra bana, kar'ı giyinerek
ısınan, herkesin üşüdüğü günlerde üstündeki o beyaz paltoyla, ancak o zaman
mutlu olan bir heykel adamın masalını anlatmıştı. Bahçede karın dokunul
mamış örtüsü vardı ve onun sözcükleri: "Denize bakalım!" Sonra iyice
örtünüp dışarı çıkmış, denizin ürkütücü gecede, ürkütücü dalgalarla rıhtımı
dövmesini, morlaşmış gökyüzünü seyretmiştik. Köpeklerle oynarken nasıl
ansızın karların içine düştüğümüzü, yuvarlandığımızı, yuvarlanırken birbiri
mize dokunduğumuzu, birbirimize kar atarken ·bacaklarımızı, kollarımızı
çekerkeıı, düşüp kalkarken nasıl 'hiç bitmese, hiç bitmese' dediğimiz bir
çılgınlığa sürüklendiğimizi şimdi haurlamıyorum.
DÖRT
BEŞ
Tıpkı bir aşkın ilk günlerindeki o aldırışsızlık, kendi kendine olma, gözün,
tapınılan şeye sonsuzca yönelmesi, yerini korkulara, en küçük, gizli
anıştırmalardan duyulan tedirginliğe, gitgide artan bir örtünmeye bırakıyordu.
Çok sonra, gizli buluşmalarımızdan habersiz sandığımız, annemin onca za
man hiçbirşey sezmemiş olmasının imkansızlığını anladım. Bir gün bana
Nevit'ten sözcderken, onu, sürekli, birşey yapmamakla, sorumsuzlukla,
başıboşlukla, o bildik annebaba sözdizimiyle suçlarken, bana bakışındaki bek
leyen tavır çok sonra bir resim gibi çarptı bilincime. "Biliyordu", dedim kendi
kendime. En çok da Nevit'e delicesine kızabildiğim çok sonraki günlerde, on
dan ölesiye nefret ettiğim zamanlar, bir mektup yazıp herşeyi anneme
söylemeyi, "Bildiğini biliyorum ama işte ayrıntılar," demeyi kurdum. Bu
büyük öçalma Nevit'in zaman zaman silinen görüntüleriyle kısa sürede bir
ağlayışa dönüştü. Önceleri Nevit'e yazdığım mektuplan Lale'ye, onun sessiz,
duyarlı çocukluk arkadaşına yolluyordum. Sonra onun sıradan, düşünülerek,
sıkılarak yazılmış, birkaç satırda biten anlamsız sayfaları. gelmeye başladı.
Bana okulundan, kitaplardan sözediyor, sevgililerini anlatıyordu. Herhangi bir
ablaya yazılan mektuplara dönüştürmüştü, o okur okumaz parçalayıp attığım
sayfaları. İğrenç bir unuuna sürecine· girmişti, yaşamının son birkaç ayını hiç
anmıyordu artık, geriye doğru siliyordu herşeyi, beni siliyordu, Selin başka
bir kimlikti artık onun için, çocukluğumuzdaki gibi bile yakın değildik birbi
rimize, bir başka kadından sözederken öylesine aldınşsızdı ki çoğu zaman beni
gerçekten unuttuğuna inanıyordum. Aynalarıyla yalnız kalmamak için sonu
156 Defter
Ama insan yaşamı sonsuz boğulmalarla sürüp giderken bir yerde bir anlık bir
şans ışığıyla karşılaşıyor, o ışığı, o hemen yitiriliveren parıltıyı sezebilirse
niz birden herşey başkalaşıyor. Cinselliği, artık yalnızca uzatılan zaman
geçirmelere dönüştürmüş adamlardan biriyle, bitmeyen, bitemeyen doku
nuşlarla geçirdiğim bir gecenin sabahı, bir kahvede, Bcatrice ve Rainer'e rast
lamam da -eğer bizi oluşturan, yaşamlarımızı izleyen, içimizdeki bir gölge,
kaçınamadığımız bir şeytansı, ya da sonsuzca koruyan bir melek olan birşey
varsa- o tanrısal ışığın gülümseme anlarından biriydi. Yorgundum.insan
yaşamında ancak birkaç kez olabilecek denli yorgun, hiç anlamadan bir kitap
taki sayfayı okuyordum, aklıma gece kaldığım evdeki dergiler geliyordu, o
dergilerdeki yokedici, öldürücü, acıverici kadınerkek, erkekerkek, kadınkadın,
erkekkadınerkek boğuşmalarını silmeye çalışıyordum zihnimden, kaç kez
öylesi boğuşmalara sürüklendiğimi, çirkin uzantıları, o çirkinlik içindeki tu
haf parlaklığı ve bir günün başladığını, genç okulluların canlı adımlarla bu
günü, şu an'ı, hızla oluşturduklarını, biçimlendirdiklerini, tükettiklerini ve
bunun böyle, yaşamdan silinip gidecek yeni bir gün olduğunu farkediyordum
bir yandan da ... Elbette kişi böyle bir anda belleğe çakılan sayısız ayrıntıyı
anlatamaz, bir daha hiç hatırlayamaz belki de. Çok sonra Raincr, "Bir büyü
sözcüğüne takılıp kalmış gibiydin, gözlerindeki boşluk ürkütücüydü."
demişti.
ALTI
Bir gün Beatrice'in annesinin çamlar içindeki büyük evine gittık. O ·akşam
üzeri, camçalgıların müziğinin çalındığı evde onun birkaç paraya, renkli ve
nereden geldiğini bilmediğim taşlara, bazı kemiksi parçalara bakarak
söylediklerini hatırlıyorum şimdi: " Evin büyüyecek ve üç yıl kimse
çalmayacak kapını". lki siyam kedisi hiç gelmeyecek olan birinin kokusunu
almaya çalışıyor, kapı altlarında onu arıyorlardı. Yüzü, pudralarla, boyalarla
yaşlı bir bebeği andıran kadın bana eski krallardan sözediyor, onların kanun
larının mevsimleri izlediğini, benim de güneşin doğuşuna, batışına göre
yürümemi, mevsimlere, hayatın ve zamanın akışına karşı koymamamı
söylüyordu. "Ruhun bir köpeğin dişleri arasında." Sonra bir kalbe saplanmış
üç kılıcın, üstüne asılı kılıçların altında ölüm uykusundaki bir şövalyenin, at
üstündeki bir savaşçının ve sular kraliçesinin resimlerini gösteriyor. Daha çok
o soluk renkleri ilgimi çekiyor resimlerin, artık tıkanmışlığımı, beyaz,
pütürlü kartonların karşısındaki tutukluğu asla aşamayacağımı, istediğim
resmi hiç çizemeyeceğimi düşünüyorum.
YEDl
" Sonsuza dek sürse de... ", "bir de büyüdüğümü bil!", "bulmak zorunda-
158 Defter
yım... ", "seni aramak ... " Bunları öyle çok okumuş, kendi kendime öyle çok
yinelemiştim ki, o gün öğleden sonra hiçbirşey anlatmıyorlardı.
Onu Rainer bulmuştu. Bizi, bir bulvar kahvesinde biraraya getirmek de yine
onun fikriydi.
SEKiZ
her hafta burada buluşan iki arkadaş gibiydik. Onunla orada çok alçak sesle ve
saatlerce, kahve içerek sürekli ve sigara, sıkıntılı kesilmelerle, neler
konuştuğumuzu anlatamam. Sıradan haur sormalar, uzun zamanların daha çok
neşeli görüntülerinin anlaumı olacak eğer sözcüklere dönüştürürscm. Ama o
"nasılsın?"ların, o, "bazen göl kenarında bir sırada oturuyorum"ların bizim
için taşıdığı anlamı kimse bilemez. Gözleriyle sürekli bir şeyler anlatıyordu,
bense kıpırdamadan ona bakıyordum, artık traşlı olan yüzüne, gözlerinin
altındaki yorgunluklara, saçlarının kesimine, fularına, boynuna ve sürekli an
latıyorduk, birbirimizi dinlemeden, bir başka ses düzeyindeki öteki
konuşmalarımıza kendimizi vererek... Yine o'ydu, Nevit'di, her zamanki gibi
alaycı, boşveren, yaşamın çok küçükken duyurduğu boğuntuları kimsenin
göremeyeceği yerlere gizlemiş; çocuk ve yaşlı. Onu, bu kentin sokaklarına
sürüklemek, yıllardır özlediğim gibi, o gerçekleşmesi imkansız hayaldeki gibi
birlikte yürümek istiyordum. Geç saatlere kadar barlara, diskoteklere, klüplere
girip çıkarak dolaştık, artık sarhoştuk, yalnızca birbirimizin elini tutuyor,
yüzüne dokunuyorduk, gözlerimizdeki o inanılmaz ışıltı, içimizde yükselen
coşkuyu daha ne kadar ertcleyebilcceğimizi soruyordu.
OOKUZ
Çok kısa süren, yaşamın içinde, geçip giden yılların arasında, bir an parlayıp
sönen titrek bir ışık gibi yitirdiğim o an'ı hep kendi kendime yeniden kuru
yorum. Bir başkasıyla bir daha böyle sevişemem.
Hep, beni böyle alıp götüren neydi, diye 'düşündüm sonra. Artık
'düşünebildiğim' sıralarda. Ama yine de o gece birşey vardı, sonsuzca çocuk
kalacağını sandığım sevgilim, başkalarının, kadınları, kurgulanmış devinim
lerin oluşturduğu bir dili çok güzel konuşarak mutlu etmeye çalışan ve bun
dan zevk alan başkalarının kimliğine bürünmüştü. Çevremizi saran, bizi her
an yeni bir yıkımla karşı karşıya bırakan, aralarda birer yanılsama gibi belirip
yiten kısa mutluluk anlarının budalaca sevinciyle sürekli aldatarak, o
ölümsüzlük hayaline tutunup, bedenlerimizin, hastalıklarla, yaralanmalarla
parçalanacağı günlere dek yaşamamızı sağlayan bütün ayrıntılar kimseyi bir
zamanki biçimlenmemişliğiyle bırakmıyor. Nevit, belki de bunun ayrımına
vararak, bütün o dokunmaların esrikliğini yitirir yitirmez, ne zaman, nerede,
nasıl belirlendiği bilinmez gizemli kalp sıkışmasını duydu.
ON
Sabah kalktım, yalnızdım. Nasıl bir düşten uyandığımı bilemedim. Bir düşü
hatırlamakla, onu düşünmek arasındaki o kısacık zaman... Gerçekti. Saatler
önce birlikte gelmiştik buraya. Başka bir odaya, banyoya, ya da bahçeye git
tiğini düşünmedim. O an, artık çok u7.akta olduğunu anladım nedense. Uyu
mamalıydım, onun küçük bir çocuk olduğunu nasıl unuttuğuma şaştım, ken
dime kızdım. Ama birşcy yapmadım, belki biraz bekledim, yine de yine de
belki yanılmış olabilirim diye, bilinçsiz, bir başk'asınca zorlanıyormuş gibi,
bekledim, o kadar.
ONB1R
Yine kar yağıyor. Bir deftere birkaç satır yazıyorum, nedense bütün bunları
hatırlıyorum. Şunu öğrendim: "yarın" hiçbir zaman, hiç bir anlam taşımıyor,
söylenildiğinin tam tersine.