You are on page 1of 7

L ' H O M ME ATL A N TİQU E

Margueritc Duras

Kameraya bakmayacaksınız. Sizden bakmanızın istendiği zamanlar dışında.

Unutacaksınız.
Unutacaksınız.

Siz olduğunuzu unutacaksınız, unutacaksınız bunu.


Sanırım olabilir birşcy bu.
Bunun kamera olduğunu da unutacaksınız. Ama herşeyden önce siz
olduğunuzu unutacaksınız. Siz.

Evet, sanırım yapılabilir bir şey bu; örneğin, diğer yaklaşanların arasında
ölümünkindcn, sizin, adsız ve baskın bir ölümün içinde kaybolmuş
ölümünüzün yaklaşmasından başlayabilirsiniz.

Gördüğünüze bakacaksınız. Ama mutlaka bakacaksınız.Bakışınızın sonup


gitmesine,kendi kendini körleştirmesine kadar bakmaya çalışacaksınız ve
sonra öyle bakmaya zorlayacaksınız kendinizi. Sonuna kadar.

Soruyorsunuz bana : Bakmak, ama neye?


Diyorum ki işte, denize (evet, bu sözcük sizin önünüzde) denizin önündeki
bu duvarlara, sürüp giden kaybolmalara, bu köpeğe, bu kıyıya, atlantik
rüzgarı altında kalmış bu kuşa.

Dinleyin. Sanırım ki görmediğiniz bir şeylere bakarsanız, bu ekranda belli


olur. Ve boşalır ekran.

Burada bakmakta olduklarınızı, denizi, camları, duvarı, camların ardındaki


denizi, duvarların içindeki camları, daha önce hiç görmemiş olacaksınız.
Hiç bakmamış.

Düşüneceksiniz ki olup bitenler bir tekrar değildir, bir başlangıçtır, tıpkı


kendi yaşamınızın, sürdüğü her saniyede olduğu gibi.
94 Defter

Düşüneceksiniz ki çevrilen filmin o anında, benim yanımdaki binlerce


insanın ara�ında, yerini dolduran birtck sizsiniz.

Düşüneceksiniz ki sizi seçen benim. Ben. Sizi. Umuduma ne kadar yakın ya


da ona ne kadar uzak olursanız olun, benim yanımda herşeyinizle kendiniz
olan siz.

Kendinizi düşüneceksiniz ama şu duvarı düşünür gibi, denizi, ilk kez bir­
birinden ayrılan bu rüzgarla bu martıyı. şu yitmiş köpeği...

Düşüneceksiniz ki mucize, bu sürekli akışın her noktasındaki benzerlikte


değil, fakat onları ayıran başedilcmez farklılıktadır. O fark ki insanları
köpeklerden, köpekleri sinemadan, kumu denizden, tanrıyı bu köpekten
veya rüzgara karşı inatçı şu martıdan, gözlerinizin canla billurunu kumlarm
yaralayan billurundan, salonun bunaltıcı havasını bu otelin kumsahnkine
benzeyen gözkamaştırıcı ışıltısından, her sözcüğü her cümleden, her satırı
her kitaptan, her günü her yüzyıldan ve her geçmiş veya gelecek sonsuzdan
ve sizden ve benden ayırır.
Yani rolünüz boyunca sizden kopanhp alınamaz kralhğınıza inanmanız
gerekecek.

ilerleyeceksiniz. Yalnızken ve birbinin size baktığım sandığınız zamanlar


yürüdüğünüz gibi yürüyeceksiniz. Sanki tanrı ya da ben ya da deniz boyunca
yürüyen şu köpek ya da atlantik nesnesinin önünde yapayalmz, rüzgarla
çarpışan şu trajik martı sizi izliyormuş gibi.

Demek istiyorum ki: Sinema sizin şu anda yaptığınızı yansıtabileceğini


sanıyor. Ama siz, neresi olursa olsun bulunduğunuz yerden, ister kumla,
ister rüzgarla, ister denizle ya da du\'arla. ya da kuşla, ya da köpekle birolan
bir yerleriniz oldukça, farkedeceksiniz -ki, bunu yapamaz sinema.
Bırakın şimdi bunu bir kenara. Boşvcrin. İlerleyin.

Göreceksiniz ki herşey siz salonun sütunlarım geçtikten sonra deniz boyun­


ca ilerledikçe gövdenizin şimdiye dek hep doğal sandığınız ilerleyişiyle
başlayacak.

Sağa doğru dönüp camlar ve deniz boyunca yürüyeceksiniz, camların


ardında deniz, duvarların içinde camlar, martı ve rüzgar ve köpek.

Tamam.
L'Hornme Atlantique 95

Deniz boyuncası!U7� bir bakışınızla birbirine kenetlenmiş bütün bu şeyler


boyunca.
Şimdi deniz sizin solunuzda. Onun, rüzgarınkiyle karışan uğultusunu
duyuyorsunuz.
Deniz upuzun soluklarla ilerliyor size doğru.

Siz ve deniz, benim için tcksini1� birtck nesne, benim bu serüvendeki


rolümün nesnesi. Ben de denize bakıyorum. Siz de ona benim gibi, benim
ona, sizin yerinize;: tüm gücümle baktığım gibi bakmalısınız.
Kameranın alanmdan çıktınız.
Yobunuz.
Siz gidince yokluğunuz çıkageldi, az önce varlığımzanki gibi, onun da resmi
çekildi.
Ya�mınız uı.aklaştı.
Yalnızca yokluğunuz kaldı, birdenbire incecik, kendine yol açamaz, isteğe
teslim olamaz yokluğunuz.

Artık tam olarak hiçbir yerde değilsiniz.

Artık yeğlenen değilsiniz.

Si1.den, bu karanız, hu gezgin yokluktan başka hiçbir şey kalmadı artık. O


yokluk ki bir ekrana dolduruyor, tek başına -neden olmasan- bir 'Farwest'
ovasını ya da bu işe yaramaz oteli ya da şu kumlan istila ediyor.
Bu özlemde boğulmuş, ağlatacak kadar köksüz yokluktan başka hiçbirşey ol­
mayacak artık.

Bu ağlamanın, bu acının sizi ele geçirmesine izin vermeyin.

Hayır.

Unutmayı sürdürün, bilmemeyi ve tüm bunların ve kendinizin evrimi olmayı.


Dün akşam, kesin ayrılışınızdan sonra zemin kattaki parka bakan salona git­
tim -hani kendimi hep o trajik, o kışı açan haziran ayanda hissettiğim salona-
Evi süpürmüş, herşcyi temizlemiştim, cenaze törenime gidecekmişim gibi.
Yaşamda herşey belli, hcrşey bağışık, arınmıştı \-'C kendi kendime dedim ki:
-Biten bir aşkın yalanından kendimi kurtarmak için yazmaya başlamalıyım.
96 Defter

Eşyalarımı yıkamıştım, dört şeyi, hepsi temizdi; gövdem, saçlarım,


giy�ilerim ve tümünü (gövdeyi ve giysileri) içinde saklayan bu odaları, bu
evi, bu parkı.

Ve sonra yazmaya başladım.

Ölümüm için hcrşey hazır olunca, nedenini sizin sezinleyemeyeceğiniz, ev­


rimini farkedcmcyeceğiniz şeyleri yazmaya başladım. Böyle oldu. Hep sizin
anlamazlığınıza seslendim. Böyle olmasaydı, görüyorsunuz ya, hiç gerek kal­
mazdı.
Ama birden sizdeki bu imkansızlık benim için önemini yitirdi. Onu size
bıraktım, kendime hiçbirşey saklamadım, size verdim onu hep yanınızda
taşıyacağınızı, götüreceğinizi, onu uykunuza, size mutluluk diye öğretilenden
-ki bu sevgililerin anlaşmalarındaki çürümüş mutluluktur- ayrıştırdığınız
düşlerinize katacağınızı umarak.

Sonra gün her zamanki gibi döndü, gözyaşlarıyla, ve oyun için hazır. Ve
oyun bir kez daha kendini gösterdi.

Ve ölmenin tam tersine, o parktaki terasa gidip. hiç heyecansız, yüksek


sesle, günlerden 15 Haziran 1981 Pazartesi olduğunu, o korkunç sıcakta
buradan ayrıldığınızı ve sanırım ki bu kez, evet, bu kez hiç dönmeyeceğinizi
söyledim.

Sanırım gidişinizden acı duymuyordum. Herşey herzamanki gibi oradaydı,


ağaçlar, güller, evin terasa düşen gölgesi, saat ve tarih, ve bu arada siz yok­
tunuz. Dönmeniz gerektiğini sanmıyordum. Parkın ön tarafındaki kumrular,
kavuşmak için ötüp duruyorlardı. Sonra saat akşamın sekizi oldu.

Sizi sevmiş olacağımı söyledim kendime. Şimdiden sizden bana yalnızca


kararsız bir anı kaldı sanıyorumdum ama hayır yanılıyordum, gözlerimi çev­
releyen kumsallar kalmıştı. Bir de ölümü merkez almış bu bakış.

O zaman neden olmasın dedim kendi kendime. Neden bir film çevir­
meyeyim. Bundan böyle yazmak fazla gelecekti. Bir film, neden olmasın.

Sonra güneş doğdu. Bir kuş terası ve evin duvarını boylu boyunca geçti. Evi
boş sandığından. öyle yaklaştı ki bir güle çarptı. Versailles dediğim güle.

Bu ani bir devinim oldu. Göğün ışığına aişcmcycn parktaki tek dc"�nim.
.
Kuşun kadife uçuşunda gülün titreyişini duydum. Ve güle baktım. Oncc
L'Homme Atlantiqu 97

hareketlenip canlanmış gibi kıpırdadı, sonra yavaş yavaş herzamanki gül


oldu.

Siz gittiğiniz andaki halinizle kaldınız ve ben yokluğunuzdan bir film yaptım.

Yine kameranın önüne geçeceksiniz. Bu kez bakacaksınız ona.

Kameraya bakın.

Şimdi kamera, kendi kendini gördüğü aynaya paralel olan aynada yeniden
be lirişinizi görüntülcyecek.

Kıpırdamayın. Bekleyin. Şaşırmayın. Söyleyeceğim size : Yine görüntüde


bclireceksiniz. Önceden haber vermemiştim size bunu, hayır. Evet, yeniden
başlayacak.

1 .

Şimdiden ardınızda hir geçmişiniz, bir sahne var.


Şimdiden yaşlandınız.

Şimdiden tehlikedesiniz. Şimdi önünüzdeki en hüyük tehlike, kendinize, bir


saat önce çekilen ilk sahneye benzeme tehlikesi.

Yine unutun.
Daha da unutun.

Salondaki bütün seyircilere, hepsine teker teker ve herbirine kendisi için


bakacaksınız.
Şunu iyi anımsayın : Salon tek başına tüm hir dünyadır, sizin gibi, sizin
kendi kendinize olduğunuz gibi.
Hiç unutmayın.

Korkmayın.

Şimdi yapacağınız şeyi dünyada kimse, sizden başka kimse yapamaz: Tanrı
emriyle buradan bugün ikinci kez, yalnız benden geçmek.
Anlamaya çalışmayın yaşamı, bu fotoğraf olgusunu.
98 Defter

Şimdi kendi gözleriniz önünde öleceksiniz.

Kameraya bakacaksınız sanki denize bakar gibi, sanki denize ve camlara ve


köpeğe ve rüzgar kuşuna ve dalgalara karşı sapasağlam duran kumlara.

Yolculuğun sonunda nereye bakmı� olduğunuza kamera karar ıverecek.


Bakın. Kamera yalan söylemeyecek.
Ama kendi seçtiğiniz, hep beklemiş olduğunuz bir nesne gibi bakın. Sanki
ona kafa tutmaya karar vermişsiniz, onunla bir ölüm kalım savaşına girecek­
mişsiniz gibi.

Sanki o anda, ona baktığınız anda, sizi ilk öldürmek isteyenin kamera
olduğunun farkına varmışsınız gibi yapın. Etrafınıza bakın. Gözalabildiğine
durgun bu enginleri, bu savaşlarla ve sevinçle pekişmiş vadileri, bu yüzyüze
duran sinema vadilerini tanıyacaksınız.

Dönün.
Geçin.
Unutun.
Sinemadan·-bu ayrıntıdan- uzaklaşın.

Film böyle kalacak. Bitti. Hem varsınız, hem saklanmış. Sadece bu film
boyunca var, ve sizinle ilgili her bilgi, hakkınızdaki her bilgide saklı.

Sizi sevmediğim zaman hiçbirşeyi sevmiyorum artık, hiçbir şeyi, birtek sizi,
hala.

Bu akşam yağmur yağıyor. fain çevresine ve denizin üstüne yağıyor. Film


böyle kalacak, olduğu gibi, ona katacağım başka görüntü yok. Nerede
olduğumuzu bilmiyorum artık, hangi aşkın hangi sonunda, hangi başka
aşkın hangi başlanğıcında, hangi öyküde yittiğimizi. Yalnızca bu film için
biliyorum. Ve film için tek bildiğim, artık hiçbir görüntünün, bir tekinin bile
onu uzatamayacağı.

Gün ışığı gündüzün üzerinden henüz kalkmadı ve ormanların .orada ya da


tarlalarda, ya da vadilerde tek bir soluk yok. Kimse bilmiyor hala yazda
mıyız yoksa yaz sonunda mı, yoksa yalancı, kararsız, korkunç, adsız bir mev­
simde mi.

Sizi ilk gün gibi sevmiyorum şimdi. Artık se\ miyorum sizi.
L'Homme Atlantiqm 99

Bu arada gözlerinizin etrafında bakışınızı çevreleyen bu enginler ve sizı


uykunuzda hareket ettiren dirim hep kaldı.
Bir de gözlerinizi, gözlerinizin keşfettiği enginleri bildiğimi nasıl yazacağımı,
onların o ilk anlamdan arınmışlıklarını nasıl göreceğimi bilmemenin
şaşkınlığı.
Bütün bunlardan bildiğim tek şey şu: Bir zamanlar burada olan,
yaşadığından haberi olmayan (yaşamasını bilmez biri derdim size) ve benim
yaşadığını bildiğim birinin yaşadığından haberli olan benim, böyle, bunu
bilme durumuyla kendimi ne yapacağımı bilcmcmcmin verdiği şaşkınlığa kat­
lanmaktan başka yapacağım birşey yok.

Diyorlar ki, ·yaz ortasındaymışız, mümkündür. Bilmiyorum. Güller de


çoktan açmışlar parkın ucunda, kimi zaman yaşamları boyunca kimseler
görmüyormuş onları, birkaç gün kokular ve tereddütler içinde öylece
durup, sonra soluyorlarmış. Bu yalnız, hu unutan kadın tarafından hiç
görülmeden. Benim tarafımdan hiç görülmeden ölüyorlar.

Yaşamayla ölme arasında bir sevgideyim. Tam da duyarlığınızdaki bu


boşluğun ardında farkcdiyorum benim hoşuma gitme ·yeteneğinizi. Sanırım
bağlandığım, yalnızca, yaşamın sizi hiç terketmcmesi, yoksa onun sürüp git­
mesi umurumda bile değil; yaşam, bana hakkmızda hiçbirşey öğretemez,
olsa olsa ölümü daha yakın, daha kabullenil'r, evet, daha istenebilir kılar.

İşte böylece duruyorsunuz karşımda, sakin, sağlam, masum, akıl almaz bir
kışkırtma içinde.

Bunu bilmiyorsunuz.

Çeviren: Onur Cankoçak

You might also like