Professional Documents
Culture Documents
SORU: 2000'e Doğru'da çıkan bir denemenizde, insanların sizi sık sık başka
larıyla karıştırdıklarını, bir gün albay, bir başka gün konsolos, sonunda
emekli general sandıklarını yazmıştınız... Akan Zaman, Duran Zaman'da da,
bir okurun, sizi Yaşar Kemal sanarak romancının bir kitabını size imzalaunak
istediğini anlatıyorsunuz. . . Ve zaten, Akan Zaman, Duran Zama n 'ın son
bölUmünde, "ben" kavramına biraz da kuşkuyla baktığınızı sezdiriyorsunuz.
Ben de ilk bakışta üç ayn Melih Cevdet Anday görebiliyorum: a. Cuma gün
leri Cumhuriyet' in 2. sayfasında yazan, okurlarıyla konuşan, onları aydınlat
mak isteyen, bilgi veren, ilerleme düşüncesinin açmazlarını bilse de ileriyi
göstermekten vazgeçmeyen Aydınlanmacı Anday; b. Akan Zaman, Duran Za
man'ın Melih Bey'i: Anonim bir okurdan çok, daha dar, daha yakın bir çevre
ye seslenen, daha özel bir ses; Telg rafha ne' deki, Yanyana'daki biraz hırçın,
"alaycı, yergici, kavgacı" (Memet Fuat) ses tonunu, hoşgörülü ve kimi za
man da kederli bir mizah içinde yumuşatarak sürdüren, ilerlemenin içindeki
dunna'yı gören, külyuunaz, ironik kişilik; c. Melih Cevdet, şair; ama asıl,
Göçebe Denizin Üstünde'nin ve daha sonraki şiirlerin yazıcısı; ne inanan ne
inanmayan, ne ileriye ne geriye bakan; maddenin, nesnenin sesini bulmak
için kendi öznel, kişisel sesini, kişisel tavrını feda eden yazıcı; artık kimseye
seslenmeyen, kimse için yazmayan.
Üstelik bir de oyunların, romanların Melih Cevdet Anday'ı var. Buna, takma
adla ve başka kişilerle birlikte yazdığınız tefrika romanları da eklemeliyiz . .
Bu yazın türlerinin her biri bir "tavır" gösterir, yazarın seçtiği bir ele alıştır
bu. Sanıyorum, türe göre tavır alma, zorunlu olarak değişik yapıları gerek
tirse de, sanatçının çağına bakış açısından gene de bir bütünlük, bir tutarlılık
vardır ortada. Kısacası, ben, bu değişik türleri denerken bölündüğüm kanısında
değilim.
S.: Akan 'Zaman, Duran 'Zaman'ın sonunda bir vaadiniz vardı: Kitabın "ikinci
• bölümü( nün) daha öznel ve daha kapsamlı olacağını sanıyorum" diyordunuz,
"Düşüncelerim, yargılarım daha çok yer alacak orada. ( ...) Kendime sorular da
sorduğum olacak. Bunların başında gelen birini söyleyeyim: Şu elli yılın eki
ni içinde benim yerim nedir, ne olabilir? Dahası var; ben düşündüklerimin ne
Melih Ccvdct'le Söyleşi 83
C.: "Akan uıman-Duran uıman" adlı kitabımın ikinci bölümünü bekleyen, is
teyen bir çok dostum var. Bir gün bunu elbette gerçekleştireceğim. Ama sizin
sorunuzda yer alan sözlerimi gözönüne alırsak, bunun birinci bölümden daha
güç olacağını söylemem gerekiyor. Güçlük, vazgeçirici değil, tam tersine,
kışkırtıcıdır. Ancak bugünkü söyleşimizde buna başlamanın yersiz olacağını
onaylarsınız sanıyorum. Hele kendimi anlatmak, kendimi nesnel olarak ele al
mak, başlı başına bir tavrı zorunlu kılacaktır elbet. Gerçekte ben, bugüne
değin söylediklerimde, söylediklerimden çok yaklaşımımı öne çıkarmışımdır.
Örneğin şiirlerim, şiire ilişkin düşüncelerimden başka bir şey değildir dersem,
aykırı sayılmamalı. Doğrusunu isterseniz, bütün yazın türleri için yerindedir
bu. Biz bir ouını, bir romancıyı, bir denemeciyi, bir oyun yazarını, hep bu
bakış açısından değerlendiririz. Hiç bir iyi sanatçı güzellik avına çıkmaz,
düşüncelerini uygularken yakalar onu, yakalayabilirse, yan ürün olarak. Da
hası, şunu da söyleyebiliriz; bir yaratıcı, kendinden önceki sanata karşı olan
tavrı ile tanınır. Güzel midir, değil midir, bir şey söyleyemem. Sanat
dünyasında "güzellikler" değil, "yaklaşımlar"dır önemli olan. Ionesco, "Ben
tanıdığım tiyatrodan nefret ettiğim için oyun yazan oldum" demişti. İşte bir
ozan da böyle çıkar ortaya ve halkın zevki de sürekli bir değişim içine girer.
Geçmişte yaratılmış olanları silmek anlamına gelmez bu, fakat onların yine
lenmesinden sanatın ortaya çıkamayacağını gösterir. Sanata hep yeniden
başlanır. Ama bunu "gelişme" diye nitelemek yanlıştır. Homeros'u, Dante'yi,
Cervantes'i, Shakespeare'i baştan okumak bana hep özgünlüğe giden yolu ye
niden düşündürmüştür. Elbet şunu da: Özgünlük bir tür süregitmedir. Geçmiş
sanatın kalıtçılanyız. Biliyorsunuz, Karacaoğlan'ın bir şiirinden yola çıkarak
uzun bir şiir yazdım. Demek o büyük ozan bana yaratma olanağı verdi. Kay
nağımız ne olursa olsun, korkmayalım, gene de kendi şiirimizi yazarız.
Bu dönüşümde sizin için (ve başkaları için) etkili; belirleyici olmuş bir de
neyim, bir yaşantı var mıydı? Bu geçiş neden ve asıl önemlisi, nasıl oldu?
84 Defter
C. : Şiir, bütün sanatlar gibi, sonu gelmez bir araştırma alanıdır. Kimi yazıla
rımda bunu, bilimle sanat arasında bir benzerlik olarak ortaya atmışımdır.
İkisinde de yaratıcıyı çeken, tutkulandıran, bıkmadan aramaktır diyebilirim.
Ama sanıyorum ki, bu araştırma, gene sanatçının doğasındaki kimi gizemli
likler çevresinde dolanıp duruyor. Bunca yıldır şiir yazarım, dönüp dönüp gel
diğim yerin, insanın doğadaki yabancılığı sorunu olduğunu anladım. Bunu
dille insan arasındaki içinden çıkılmaz didişme, hatta savaşım olduğunu da
söyleyebiliriz. Yabancılaştıran dildir. Bunu "Kolları Bağlı Odysseus"dan
önceki şiirlerimde de bulduğum oluyor. Ama ne var, burada önemli olan konu
değil, şiir düşüncesidir. Konu bahanedir. Okur konuya dalar gider. Belki de o
uzun şiirdeki gelişen yapının ayırdına ancak sonuna doğru varır. Beethoven'in
"Ayışığı Sonatı"nı dinlerken de böyle olur, oysa o ad uydurmadır, sonradan
tak.ılmışur, ayışığı ile bir ilişkisi yoktur. Sonattır o kadar. Ama sonaun an
lamı yoktur. Bütün sorun, sanat alıcısının, sanau anlamadan sevebilmesidir.
Bunu en iyi kanıtlayan müzik sanatıdır. Evet, Kolları Bağlı Odysseus "anlamı
ve manuğı sorunlaştırmıştır" sözünüze katılıyorum. Ama bu, şiiri felse
feleştirmek anlamına gelmez; sadece o güne değin duygu, betimleme, duyar
lığı kışkırtma, okuru baygınlaştırma, ona duygularının soyluluğu bilincini
aşılama ereğine yönelik bir şiirin yanında, ussal yeteneğimizi çalıştırma yolu
ile de şiirsel bir doyuma erilebileceği olasılığını tanıtma yöntemi söz konusu
dur. Bir çeşit felsefe oyunculuğudur bu. Son parça bir yana, o uzun şiirde
öykü yoktur, son parça ise, bir mitosun öznel yorumundan başka bir şey de
ğildir. Mitoslar başka ne işe yarar ki! Kısacası Odysseus'u yazmadım.
Sorduğunuz sorunun bir özel yanıtı da şu olabilir: Garip şiiri yapacağını yap
mıştı, ardında kalabalık bir izleyici kitlesi oluşmuştu, artık başka türlü şiir
yazılmıyor gibiydi. Garip'ten ilk ayrı!an "Tohum" şiiri ile ben oldum. Oktay
Rifat da benzeri bir hazırlık içinde imiş. Orhan Veli, "Urumeli hisarına otur
muşum" diye başlayan şiiri ile aynı şeyi yaptı. Kendimizi yinelemeğe düşe
mezdik. Bana uzun şiirlerimin kapısı böyle açıldı ve bir temayı alıp götürme
nin coşkunluğunu böylece tattım. Gerçekte, esinlenmenin çabuk tükenmesine
karşı bir başkaldırı idi bu, tema üzerinde bir çok şey yapılabileceğinin dene
mesi idi.
C.: Evet, Nazım Hikmet için öyle yazdım, çünkü öyle idi, başka bir şiir çı
karmıştı ortaya. Ama Nazım Hikmet'in, benim şiirim üzerinde hiç bir etkisi
olmadı. Bir bakıma ben ustasız bir ozanım. Daha doğrusu ustaları sonradan
bulmağa başladım. Bunlar dünya şiirinde en beğendiğim ozanlardı. Onlardan
etkilendim. Hangi birini sayayım? Wallace Stevens, T.S.Eliot.. . Eski
şiirimizi de bu arada sayabilirim.
S.: Cemal Süreya, İkinci Yeni'nin daha eski kuşaktan şairleri de etkilediğini,
kendi ak ıntısına çektiğini yazmıştı bir yerde. İsmet Özel'in de "Ben, benden
öncekileri de etkiledim" dediğini hatırlıyorum. Peki siz, sizden sonrakilerden
"etkilendiniz mi?" Şunu sormak istiyorum: Bugüne değin daha çok sizden
önceki şairlerden söz ettiniz. Daha sonrakiler konusunda ne düşünürsünüz?
Tabii;sadece şairler değil, genel olarak edebiyatçılar hakkında...
S.: Daha teknik bir soru: Ezra Pound, kendi döneminin şairlerine, eskimiş
şairanelikten kurtulmaları, tumturaklı, süslü ve rüküş sözleri bir tarafa
bırakmaları için biraz düzyazı okumalarını, örneğin Flaubert okumalarını
salık verir. Sizin şiirinizle anlaularınız ve düzyazılarınız arasında bir karşılıklı
beslenmeden söz edilebilir mi? Şiirinizi etkileyen bir düzyazı yazarı oldu mu?
C.: Ezra Pound'un önerisini çok yerinde buluyorum. Gerçi şiir ile düzyazı, öz
olarak birbirine karşıtur, ama düzyazıda varılmış yetkinlik gene de çevren
açıcıdır ozan için. Ben bu gerçeği, ustaların kaleminden çıkmış bilim ve fel
sefe kitaplarını okurken yaşarım. O zaman hatta düzyazı ile şiir arasındaki
karşıtlık bile ortadan kalkacak olur. Yetkin söz unutulmaz bir kendilik ka
zanır. Bilim adamları da, filosoflar da sözü harcamadıkları; tam tersine, tarta
tarta kullandıkları için, ozanla bir çalışma ortaklığı içinde sayılabilirler. Bizde
yazık ki düzyazı çok geç geliştiği için, işe yarar bir örnek veremiyorum. Bi
zim edebiyatımız şiir ağırlıklı olmuştur hep. Bilim adamı, felsefeci yetiştire
mememiz de bundandır, dil yüzündendir. Düzyazıyı hfila kurmağa çalışıyoruz.
C.: Esin belli bir konu üzerinde çalışana gelir. Şiir için de, bilim için de böy-
Melih Ccvdet'le Söyleşi 87
ledir bu. Yoğunlaşma sonunda, beyin, aradığını bulur da, bulamaz da. işte bu
rada rastlanu araya karışır, o vakte kadar tanımadığımız bir element olarak or
taya çıkar. Aradığımız o değilmiş gibi gelip kendi yerine oturur. Rastlantı,
aklın bir türüdür, bir işlevidir, onsuz akıl düşünülmez. Şiirde esinlcnmcğe de
ğil, çalışmağa önem verdiğimi söyleyişim, şiiri tanrıdan bekleyenlere bir uya
n olsun diyedir. Oysa bir şiir üzerinde çalışırken ncrdeyse hep şaşkınlıktan
şaşkınlığa düşmüşümdür, aklımın yönetimini yitirme karşısında. Şiiri, yaz
dıktan sonra düşündüğümü söylemem ise, işte, bilinçle rastlantının birlikte
kurdukları bütünü ancak o vakit görebildiğimi bclirunek içindir. Buna bir de
şunu katabiliriz: Şiire planla ,başlanmaz.