You are on page 1of 5

NAZIM HİKMET’İN “CEVİZ AĞACI” ŞİİRİNİN İNCELEMESİ

İsmet Cem ERTEM


cemertem@gmail.com
Trabzon Üniversitesi İletişim Fakültesi
Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü Öğrencisi
08/01/2020
___________________________________________________________________
20. yüzyıla damgasını vurmuş şairlerin başında gelen Nazım Hikmet, Cumhuriyet

döneminde yenilikçi ve özgün şiirler üretmesinin yanı sıra toplumcu gerçekçi perspektifin en

önemli temsilcilerinden biri olmuştur. Yaşadığı ülkenin ve halkının sorunlarını anlatan pek çok

şiir üretiminin ötesinde, insanların yaşamsal kaygılarını konu edinerek, şiir sanatının toplum

için yapılması gerekliliğine işaret etmiştir.

“Ceviz Ağacı” isimli şiirin yolculuğu oldukça çetrefilli olmuştur. Nazım Hikmet, 3

Kasım 1956’dan 27 Temmuz 1957’ye kadar sürecek olan uzun bir SSCB dışı seyahatindedir. 1

Mayıs ve Haziran aylarını Tuna nehri boyunca bir gemide geçirdiği, Varna Şiirlerinden

anlaşılır. 1951 senesinde Türkiye’den ayrılmak zorunda kalırken karısı Münevver Andaç’tan

ve oğlundan da ayrılmak zorunda kalmıştı. 1957 yılının Haziran ayında Münevver hanım,

Nazım’ın bulunduğu Sofya ve Varna gibi şehirlere mektuplar gönderir. Bu mektuplardan

bazıları şöyledir:

“Sen artık Varna’ya döndün mü? Tuna’da gezinti nasıl geçti? Acaba yarın bir mektup

gelir mi? Bugünlerde çocukların hepsini Gülhane parkına götüreceğiz Ayşe2 ile. İşimiz var

onlarla.” – 23 Haziran 1957, Pazar

“Bu son günlerde ne yaptım? Bir iki kere denize gittik, tam denizin keyfini sürmeye

başlamışken hava bozdu. Üç dört günden beri fırtına, rüzgar, yağmur, daha doğrusu bir türlü

yağamayan yağmur, denize bir daha gidemedik, çocukları Ayşe ile Gülhane parkına götürdük,

perişan olduk o gün…” – 5 Temmuz 1957, Cuma


“…şimdi gelelim mektubuna: 25 Haziran’da yazmışsın, içinde şiir de var ‘Başım köpük

köpük bulut…’ şiiri…” – 1 Temmuz 1957 3

Nazım Hikmet’in karısı Münevver Andaç’a 25 Haziran 1957’de gönderdiği ve içinde

bugünkü ismiyle “Ceviz Ağacı” şiirinin asıl nüshası günümüze kalmamış ise de karısına

gönderdiği mektupta şiirden bahsetmekte ve Bakü’de 1958 yılında kaydedilmiş video

kayıtlarında şiiri basılı dergiden canlı olarak okuduğu görülmektedir.

Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda,

Budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.

Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.

Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.

Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,

Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil.

Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.

Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a.

Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.

Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u.

Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda.

Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.

Şiirin iç yapısının incelenmesinde, şair kendisini Gülhane Parkı’nda ihtiyar bir ceviz

ağacı olarak tanımlamaktadır. Konu olarak şiir, Ceviz Ağacını anlatmanın haricinde memlekete

duyulan hasretliği ve sevgiliye duyulan özlemi işlerken, acı yalnızlık, tutkulu bir hasret ve

yoğun bir aşk duygusu şiirin ana temasını oluşturmaktadır. Dil ve üslup bakımından eski dile
olan yatkınlık (şerham, tiril, budak...) ve sadelik dikkat çeker. Herkesin kolayca anlayabileceği

bir dil kullanılır. Öyle bir dildir ki bu, okuyanın ufkunu genişletir ve iç dünyasına yolculuk

yapmasını sağlayacak bir lirizmle bezelidir. En karmaşık ruh hallerinin kolayca kavranabileceği

sadeliktedir.

Düşüncelerini ve duygularını pek çok şiirinde olduğu gibi somut nesnelerle anlatır.

"Ceviz Ağacı" soyut kavramların somutlaştırılmasında şairin en etkili eserlerinden biridir.

İmgesel anlamların bolca bulunduğu şiirde başlık olarak "Ceviz Ağacı" seçilmesi farklı

sebeplerle dayandırılabilir. Öncelikle uzun bir süre sürgün hayatı geçiren şair, tıpkı bir ağaç

gibi kendi topraklarında ihtiyarlamak istemiştir. Ceviz ağacını "budak budak, şerham şerham"

diyerek detaylandırması da bu isteğini coşkulu biçimde okuyucuya iletmesine yardımcı olur.

Şairin içinde bulunduğu koşullar ve dönemin acıklı atmosferi de okuyucuda hüzün bırakır.

Şiirde teşhis ve teşbih gibi söz sanatları bulunur. "Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.

Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril." dizeleri, teşbih aracılığıyla okuyucunun zihnine birçok

duygusal çağrışım uyandırarak, şiiri zengin bir zemine oturtmaktadır. "Ben bir ceviz ağacıyım

Gülhane Parkı'nda..." dizesinde şair ağacı kişileştirmekte ve kendisini bir ağaç kılığına

sokmaktadır.

14'lü hece ölçüsüyle yazılan şiir, şairin pek çok eserinde olduğu gibi ölçülü, uyaklı

oluşunun dışında imgelerle dolu özgün bir niteliğe sahiptir. Şiir içerisindeki ‘Yüz bin’

kelimesiyle nitelenen sözcüklere bakılacak olursa şair, ‘elim, dokunurum, gözlerim, seyrederim,

yapraklarım’ diyerek ‘-m’ sesiyle uyum yaratmak için aliterasyon kurması ritmi ve ahengin

doğallığını oluşturur. Bu noktada ‘-m’ sesiyle yaşadığı ait olamama duygusunu da

dillendirmektedir. Şair pek çok kez düşünceleri yüzünden yargılanmış ve tutsak kalmamak için

öz vatanından Rusya’ya sürgün gitmek zorunda kalmıştır. "Yüz bin elle dokunurum sana,

İstanbul'a." ve "Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul'u." dizeleri bu vatanına dönme hayalini
okuyucuya hissettirmekle kalmamakta aynı zamanda hüzünle karışık bir atmosferi

oluşturmaktadır.

Nazım Hikmet, ülkesinde bulunduğu süre zarfında hayatının pek çok kısmında

polislerden kaçmak zorunda kalmıştır. “Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda. Ne sen

bunun farkındasın, ne polis farkında." dizeleri bize Gülhane parkında birbirine benzeyen

yüzlerce ağaç içerisinde kimseye görünmeden, kendi halinde yaşayan bir ceviz ağacı gibi

özgürce yaşama isteğini anlatır.

"Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul'a. Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım."

dizeleri ile ağacın yapraklarını kendi elleri ve gözleri gibi tasvir etmekte, sevdiğine dokunmayı

büyük bir aşkla ve özlemle beklemektedir. "Şaşarak" bakma isteği de içinde dolup taşan

memleketine ve sevdiği kadına duyduğu hasret duygusunun gerçekleşmesi imkansız halinin

dışavurumudur.

Şair, vatan özlemine şiir boyunca yer vermektedir. Bunu yaparken de çoğu zaman

İstanbul’u kişileştirmekte ve ona bir “yar” gibi seslenmektedir. İlk olarak yapraklarının ne kadar

canlı olduğunu vurgular: “Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl. Yapraklarım ipek mendil gibi

tiril tiril.” Şair burada hüzünlü atmosferi teşbih yoluyla daha renkli bir şekle sokmaktadır.

Sevgilisi olarak gördüğü İstanbul’a olan aşkını anlatan bu ceviz ağacı, yapraklarını suda kıvrak

bir balığa ve tiril tiril pak bir ipek mendile benzetmektedir. Bu benzetmeler, okuyucuda şairin

vatan sevgisine olan hasretini hatırlatır.

Kimsenin onu tanıyıp, bulunduğu yerden koparmasını istemediği için ceviz ağacına

dönüşmek ister. Ancak o ihtiyar ceviz ağacı da uzun zamana rağmen hasretle beklediği

vatanına, sevdiğine ve İstanbul'a kavuşmamış ve yaprakları yavaş yavaş koparılmıştır. Şair,

ceviz ağacının yapraklarını betimlerken İstanbul’a “Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil”

demesi bu lirizmin yerini daha acıklı bir hale bırakmasına neden olmaktadır. Burada kullanılan

‘koparmak’ ve ‘gözyaşı’ kelimeleri acıklı duyguyu artırmaktadır. Canlı ve temiz olarak


nitelendirdiği yapraklarının koparılması artık ceviz ağacının canını yakacaktır. Bu açıdan

bakıldığında ceviz ağacının, İstanbul’dan ipek mendile benzettiği tertemiz yapraklarını

kopararak gözyaşlarını temizlemesini istemesi şairin vatanı için çıkar gözetmeksizin yararlı

olmaya çalışmak istediğine işaret eder. Şair, her ne kadar İstanbul’u gözü yaşlı olarak

nitelendirmişse de aslında yurdundan ayrı kaldığı için gözü yaşlı olan kendisidir.

Yine de şair bir ceviz ağacı dahi olsa İstanbul'un ve sevdiklerinin kendisine ağlamasına

kıyamaz. Bu nedenle "koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil." dizelerini kullanır.

Şair eserini vatana duyduğu hasretten yola çıkarak yazar. Bu nedenle şiirin başında

olduğu gibi sonlandırılmasında da hüzünlü bir atmosfer yaratır. İlk mısrada kullanılan satırları

sona taşır: “Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda. Ne sen bunun farkındasın, ne polis

farkında.”

Şiir genel hatlarıyla sade ve yalın sözcüklerle, hasretini kurduğu vatanına olan hüzün

duygusunu anlatmaktadır. Bunu yaparken şair, yaşayamadığı duyguları da dile getirir. Hem

sevgi, hem de hüzün doludur. Bu karmaşa içerisinde vatan sevgisi ve sevgiliye duyduğu özlem

tüm derinlikleriyle dile getirilerek okuyucu üzerinde çarpıcı bir etki bırakmaktadır.

Nazım Hikmet’in “Ceviz Ağacı” şiirinin yazım sürecinde karısı Münevver Andaç ile

olan mektuplaşmaları irdelendiğinde, ikili arasındaki ilişkinin sıradan bir karı-koca ilişkisinin

ötesinde, edebi bir dayanışma olduğu ve bu dayanışmanın da şiire ilham kaynağı olduğu fark

edilebilecektir.

Gözlerinin yaşını tiril tiril ipek bir mendil ile silmek şaire yetmemiş, yüz bin elle

dokunmuş, yüz bin elle seyretmiştir sevdiği Münevver hanımı ve sevdalısı olduğu toprakları...

Yararlanılan Kaynaklar

(1) Alnımın Çizgilerindesin Memleketim, haz. M. Melih Güneş, YKY, İstanbul, Ocak 2013, s.181. Nazım Hikmet
bu seyahatinde Polonya, Romanya, Çekoslovakya, Doğu Almanya (Berlin, Leipzig, Zeftenberg) ve
Bulgaristan’a gider.
(2) Ayşe Baştımar. (Nazım Hikmet’in teyzesi Sare Okçu’nun kızı)
(3) Yazıda geçen ve orijinalleri farklı yerlerde bulunan mektuplar, toplu olarak M. Melih Güneş Arşivi’ndendir.

You might also like